insana ve hayata dair

Transkript

insana ve hayata dair
İNSANA VE HAYATA DAİR
Copyright © 2015 H. Fehmi Arıcan
Bu kitabın tüm hakları yazarına aittir.
Kaynak gösterilmeksizin kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz,
hiçbir yöntemle kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayınlanamaz.
Birinci Basım: Haziran 2005
ISBN NO: 975-270-800-5
Basım ve Cilt: Şefik Matbaası
Marmara sanayi sitesi M Blok
No: 291 İkitelli-İSTANBUL
İÇİNDEKİLER
Önsöz................................................................................................................................................. 4
İnsan evrenin sahibidir ................................................................................................................. 5
Zıtların dengesi ............................................................................................................................... 7
Yapıcılar sınırsız gücü kullanmak zorundadırlar ................................................................. 9
Kadın önce insandır..................................................................................................................... 11
Çoğunluk gizli dinden ................ ............................................................................................... 14
Aldanmanın yarası kapanmaz ................................................................................................. 16
Dostumuz var mı?........................................................................................................................ 19
İnancımızı 'kim ve ne' olduğumuz bilgisi yönetir .............................................................. 22
Kim bu 'ben'...................................................................................................................................24
İnsanlık mı sürü mü? .................................................................................................................. 27
Gelecek nasıl olacak? ................................................................................................................... 30
Para insana yakışır ....................................................................................................................... 34
İnsan ................................................................................................................................................. 37
Bu sensin.........................................................................................................................................43
Kaybolan insanlığımız .............................................................................................................. 47
Şimdide anı yakalamak .............................................................................................................. 53
Fikir adamının okulu yok .......................................................................................................... 56
Bugünün Mustafa Kemal'i nerede?.........................................................................................64
İdareciler bedenlidir .................................................................................................................... 60
Sevgi olmazsa................................................................................................................................ 64
Sizce ne?.......................................................................................................................................... 71
Güçlü olan zorluklara direnmez.............................................................................................. 77
Sınırsız aklımız yanılgısız çalışır.............................................................................................. 79
Önce kendimizi sevmeliyiz ....................................................................................................... 82
Şansı kesin karar yaratır ............................................................................................................. 91
Eğitim yok ...................................................................................................................................... 93
Kendini bilmessen sen hiçsin..................................................................................................100
Dünyayı para imparatorları yönetirse ................................................................................. 104
İyiler kimi bekliyor .................................................................................................................... 109
Lider...............................................................................................................................................113
İyi birey iyi toplum .................................................................................................................... 120
Sen seni unutma .........................................................................................................................125
Çağı değiştirmek ........................................................................................................................ 132
Basın basitleşmemelidir............................................................................................................ 137
Bilgi toplumu da çöker .............................................................................................................144
Önemli ve değerliyiz ................................................................................................................. 157
Sonsuzluğa yatırım .................................................................................................................... 159
Tek gerçek ....................................................................................................................................167
Kadın bu mu? .............................................................................................................................. 174
Kendimize yabancı gibiyiz ...................................................................................................... 179
İnsan ve ......................................................................................................................................... 188
Seven mutludur ..........................................................................................................................196
Zengin olan alacaklı olur ......................................................................................................... 206
İddiasız insan aptal gözükür .................................................................................................. 211
İnsan kaybolunca ....................................................................................................................... 223
İlk ve son değişimden başka bir şey değildir ..................................................................... 227
ÖNSÖZ
Hepimiz insanız ve sorunlarımız var. Ezelden beri insanların ihtiyaçları, ihtirasları,
yaptıkları ya da yapamadıkları söyleniyor, yazılıyor...
Günlük hayatımızda görüyoruz, herkes dert ve şikayetlerini dile getiriyor...
uzmanlar konuşuyor, uzman olmayanlar da konuşuyor... Sonuç olarak yazılan ve
söylenenler tek noktada toplanıyor
İnsan ihtiyaçları ve sıkıntıları... Peki ama insan ne? İnsan kim? İnsanın ne
olduğunu bilmeden, insan tanınmadan, insanın hangi ihtiyacına, hangi derdine çare
bulunabilir? Bulunamıyor işte, bulunanlar da tatmin edici olmuyor...
O halde; Ben kimim? İnsan ne? sorusunun cevabını bulmak zorundayız. Hiç
kimse, ben kimim? Sorusunun cevabını bulmadan rahat edeceğini, dert ve
sıkıntılardan kurtulacağını zannetmesin... Kim olduğunu bilmeyen, 'sonsuz hayatın'
içinde kimliksiz olarak kaybolur gider. Bu geçici dünyada, ismimizin olması, önemli
bir kişinin oğlu veya kızı olmamız, şuctı veya bucu, zengin veya fakir olmamız,
'sonsuz hayatın' yanında hiçbir değer ifade etmez... Falanca veya filanca olmamız
ancak bu dünya’daki kimliğimizi oluşturur, ama bu asıl kimliğimiz değildir. Bu
dünyaya mahsus olan, geçici kimliğimizdir. Aynen 'gövdemizin' geçici,ölümlü olması
gibi... O zaman "ben kimim' sorusuna cevap bulmalıyız...
Asıl biz kimiz?
Gövde miyiz?
Zeka mıyız?
Ruh muyuz?
Nefis miyiz?
Düşünen hayvan mıyız?
Ekonomik vakıa mıyız?
Cinsel libido muyuz?
Ahmet, Mehmet miyiz?
Doktor, avukat, memur, esnaf mıyız?
İnsan ne?
Eğer insanı tanırsak, kendimizi tanımış oluruz. Bu kitapta insanın kim olduğu
konusunda bir şeyler anlatılmaya çalışıldı... İnsan gibi, sınırsız ve gizem dolu bir
varlığı anlatmak ne sistematik yazı şekillerine ne de akademik ölçülere sığdırılabilir?
Onun için sistematik düşünmeye ve anlamaya alışkın olanlar bu konuları
yadırgayabilir. Şekil olarak yadırgansa da, içerik olarak herkes kendisini veya
kendisinin bir yönünü eninde sonunda bulacaktır.
H. Fehmi ARICAN
02 Şubat 1999
-4-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» İNSAN EVRENİN SAHİBİDİR
Onları gören tanıyamaz, tanıyan bilmez...
Sınırsız gücün ve sınırsız zekânın, zihninden akıp geçmesine
izin veren insan, diğer insanların da sahibidir.
Kişisel (nefsani) isteklerini aşıp, kendisi için hiçbir şey istemez duruma gelmiş, sınırlı aklını- sınırsız akima teslim etmiş
olan insanın adı sahiptir.
Böyle bir insan Tanrı mıdır? Eğer insanı kişisel, duygusal ve
fiziksel olarak kabul edersek Tanrı değildir. Asıl insan, Allah'ın
kendi suretinde yarattığı bir varlıktır. Suret ise aslının aynısı
demektir. Allah deyince aklımıza insan, insan deyince aklımıza
Allah gelmelidir. Allah ve insan, akıl ve düşünce planında, iki
ayrı varlıkmış gibi algılansa da, aslında tek bir varlıktır. O’ odur.
O da o...
Bunu şöyle ifade edebiliriz: Allah insan denen o muazzam
ve karmaşık sistemi kullanarak, her şeyi yaratır ve yönetir ve
Allah insanı bu iş için yaratmıştır... Ama hangi insanı?
1. Kişisel isteklerini aşan, kendisi için hiçbir şey istemez
duruma gelen insanı,
2. Sınırlı aklını, sınırsız aklına teslim eden insanı...
Bütün insanlar böyle olmayacağına göre, ancak bu özelliklere sahip olan insan evrene sahiplik edebilir. Bizim sınırlı
aklımız, bunun nasıl olduğunu kavrayamaz ama bir yerden bir
güç tarafından, sistem ve dengelerin yönetildiğini hissedebilir.
Çünkü bizim sınırlı aklımız, zıtları karşılaştırma metoduyla
algılama yapmaktadır. Akıl için en imkansız olan şey, zıttı ve
aynısı olmayan bir şeyi idrak etmektir. İşte bu yüzden insanlar,
kendi asıllarını tanımakta ve anlamakta güçlük çekmektedirler.
İnsan denen varlık, akılla anlaşılamadığı gibi akılsız da
anlaşılamamaktadır. Ancak tecrübe ederek, aklın ikna olmasıyla,
o muazzam varlığın, kendisi olduğuna insan inanabil- mektedir.
Bu bir sır değildir bu kutsal kitaplarda anlatılmıştır. Kur'an'da
ise açık açık yazılıdır. Artık bu, yani insanın kim olduğu, sır
olmaktan çıkmalıdır, çünkü bu çağın insanları bunu anlayacak,
kendi varlığını tecrübe ederek tanıyabilecek zekâ düzeyine
ulaşmıştır. Kaybolan ve aradığımız, ilk yaradılışımızdaki
halimizdir.
-5-
Oluşunda, eksiksiz ve tam olarak yaratılmış insan, psikolojik
ve fiziksel bedenlerinin içinde, duygusal ve akli istekler
kuşatması altında kalarak (bunu boşluk, bunalım ve doyumsuzluk olarak hisseder) asıl kimliğini ve kendi-kendisinin ne
olduğunu anlayamamaktadır. Yani insan denilen varlık kaybolmuştur. Herkes asıl kendisinin yerine, kendi bilincinde, "ben
falanım, ben filanım" diye kendisine kimlikler oluşturmuştur.
Herkes kendisini, asıl kendisinin dışında bir kimlikle (doktor,
avukat, tüccar, sanatkar, memur, sporcu vs.) yaşamaktadır. Bu
mesleki ve sosyal kimliklerimiz geçici kimlikle- rimizdir. Tıpkı
aktörlerin rolünü oynadığı kişilikleri gibi... Sahnede kaldığı
sürece, aktör kendisini o kişi zanneder. Oyun bittiğinde,
kendisini zar zor hatırlayanlar da vardır, hemen rolünde sıyrılıp,
kendisine gelenler de vardır. Bu sonsuz hayat sürecimizde
dünya sahnesindeki rollerimize ve kişiliklerimize her ne kadar
alışmış olsak da, sonunda kendimiz olmak zorundayız.
Asıl insan dediğimiz varlık, tektir. Gövdeler ve kişilikler,
istekler, zevkler ayrı ayrı, çeşit çeşit olsa da tektir. Vicdan diye
tarif edilen yerden gelen, uyarı ve ses, tek bir varlığın sesidir.
Açlık, tokluk hissi, alınan tatlar, tektir, aynıdır. Aşk, sevgi, neşe,
keder herkeste aynıdır. Objeler değişik olsa da, ama hissedilen
aynıdır. Yani derinliğimizde bir bütünlük, aynılık vardır. Onun
için, bu sırra ulaşanlar, Mevlânâ’nın dediği gibi: Sen bensin,
Ben, şenim işte...
Ne diye bu şaşı görmek, ne diye? diyebilmişlerdir.
İşte asıl insan budur. Tektir bu insan evrenin sahibi ve
hakimidir. Çünkü, o insan aklî ve kişisel isteklerinin içinden
sıyrılıp, asıl kendisini bulmuş, tanımış ve insan denen o muazzam varlığın her şeyin sahibi olduğunu, tecrübe ederek idrak
etmiştir.
Böyle bir bilince ulaşmak, bütün insanların hakkıdır. Bu
hakkı hiç kimse, hiç kimsenin elinden alamaz. Sahiplik bilincine
ulaşmış bir insan, dış görünüşünden tanınamaz. Ancak ona
rastlayan, kendi içinde ve zihninde tesirini hisseder. Onlar
halkın içinde, hiç göze batmadan, işlerini, mesleklerini, aile
hayatlarını sürdürürler... Dış görünüş olarak, bizlerden hiçbir
farkları yoktur. Ancak bilinçleri ve inançları gerçeklik temeline
oturmuştur. Bizimki gibi, hayali bilinç ve inanç taşımazlar.
-6-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Kısacası,
Onları gören tanıyamaz.
Tanıyan bilemez.
» ZITLARIN DENGESİ
Hayat, savaş alanı değildir. Zıtlann dengesinden ibarettir...
Doğum-varoluş... Ölüm - yok oluş olarak algılanabilir. Varlık ve
yokluk, birbirinin zıttı gibi görünse de aslında ne yok olan var,
ne de var olan. Sadece sürekli değişim var...
Enerjiden maddeye doğru, maddeden enerjiye doğru,
maddeden tekrar enerjiye doğru hareket eden enerji formlarını,
biz varlık veya yokluk olarak algılıyoruz. Bu yanılgı bizi "ölüp
yok olacağız" endişesine düşürüyor. Bu endişenin asıl sebebi ise,
kendimizi gövdeden ibaret zannetmemiz, gövdenin toprak
olacağını düşünerek, yok olacağımıza inanmamız- dır. Halbuki,
gövdemiz doğmadan önce zaten yoktu; doğduktan sonra da
geldiği yere gitti. Sonsuz hayatın içinde, gövdemiz bir isim, bir
şekilden ibarettir. Hayatın içinde bir formdur.
Gövdelerimizin de içinde yaşadığı maddi hayat formu,
zıtlann şekil ve isimlerinden meydana gelmiştir.
Acı - tatlı, sert - yumuşak, aydınlık - karanlık, neşe - keder
vs... Her şey zıttıyla vardır ve her şey zıttıyla hareketlenir. Böyle
olduğu için, evrende durağanlık yoktur. Sürekli hareket vardır.
Bu hareket dengelidir (ahenklidir). Eğer denge
-7-
olmasaydı, kaos olurdu. Bizim müzik dediğimiz sesler, ahenkli
hareketlerin sesidir. "Güzellikler" diye algıladıklarımız da,
zıtların ahenkli hareketlerini yakaladığımız anlardır.
Bu ahenkli güzellikler, kendi içimizdeki, sınırsız gücün
(Allahın) formasyonlarıdır. Çünkü, maddenin özünde enerji,
enerjinin özünde de o güç vardır.
Enerjiden maddeye doğru kabalaşan, isim ve şekil alan hayat
formları, madde- bitki - hayvan ve insan gövdesi olarak devrini
tamamlar. Bütün canlı ve cansızlar oluştuktan sonra, en son fizik
bedenimiz oluşmuştur. Kedi sadece kedi hücrelerinden
oluşmuşken, insanın fizik bedeni, bütün canlıların ve cansızların
özetinden oluşmuştur. Bütün zıtların toplamından örülüp
kurulan fizik bedenimiz, bazı hayvanlara benzese de,
hücrelerinin içeriği bakımından çok farklıdır. Hiçbir hayvan
başka bir hayvanın davranışlarını yapamaz ve başka hayvanların
seslerini taklit edip çıkaramaz. Ancak insan gövdesi, her türlü
hayvan sesini ve davranışını taklit edebilir. Ayrıca hayvan
huylarını da yansıtabilir. Onun için sonsuz güç, zıtla- rın
tümünün ahengini, ne maddeden, ne bitkiden, ne diğer
canlılardan yansıtabilir. Bunu ancak, bütün zıtların toplamından
örülmüş olan, insanın fizik bedeninden yansıtabilir. (Zıt- ların
toplamına zat denir. Onun için hepimiz birer zatız.)
Enerjiden maddeye doğru olan değişimin sonu, insanın fizik
yapısı oluyor. Maddeden enerjiye doğru olan değişimin ucu ,
gene fizik yapı oluyor. Bu noktada bile, henüz insan ortada
olmuyor. Yukardan beri anlatılanlar, sadece fizik yapı- mızdır.
Asıl insan ise, (Enerjinin madde maddenin de enerji olduğunu
unutmadan düşünürsek) enerjinin de özündeki, ta dibindeki,
sonsuz zekanın ta kendisidir...
Onun için insan ihtiyaçsız ve ölümsüzdür diyoruz. Biz buyuz. Asıl insan budur... İhtiyaçlı ve ölümlü olan fizik bedenimizdir.
-8-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» YAPICILAR “SINIRSIZ GÜCÜ” KULLANMAK ZORUNDADIR.
Yapıcı taraf kişisel zevkleri için, "sonsuz gücü" kullanamaz.
Kullanmaya kalkarsa, gücünü kaybeder.
Yıkıcıların dayandığı güç, para-silah-iktidardır. Silah ve iktidarı
da para ile elde edeceklerine inandıkları için, tek güç olarak
parayı kabul ederler. Paranın "güç" olduğuna inanırlar. Para ile
her istediklerini yapabileceklerini zannederler. Ve bir yere kadar
yaparlar...
Dünya’da insanoğlu yaşamaya başladığından beri, maddeye
inananlarla, sınırsız güce inananlar arasında, görünür- görünmez sürekli bir savaş vardır. Her devirde, yapıcı ve yıkıcıların zirve kişileri zihniyet ve tercih ettikleri gücün farklılığından
dolayı, daima birbirlerine kendilerini, zihniyet ve kültürlerini,
kabul ettirme savaşı vermişleridir.
İnsanlık tarihi bu savaşların örnekleriyle doludur. Hz. İbrahim peygamberle Nemrut arasındaki savaş, Hz. Musa ile Firavun arasındaki savaş. Hz. Muhammed (S.A.V) ile Ebu-Cehil
arasındaki savaş, bu savaşlar iyilerle-kötülerin birbirine hakimiyet kurma savaşlarıdır. Bu savaşların sonunda, maddeye
dayanan, parayı, silahı ve iktidarı güç olarak kabul eden yıkıcılar
hep yenilmişlerdir.
Yapıcı tarafın örnek ve önderi olan peygamberlerin dayandıkları sonsuz güç karşısında, yıkıcıların maddi gücü çaresiz
kalmış ve kendileri de helâk olmuştur.
Günümüzde ise yıkıcılar, para gücü ile hakimiyetlerini
kurmaya çalışıyorlar. Dünyadaki bütün ülkeleri kendi çıkarları
yönünde diledikleri gibi yönettiklerini zannediyorlar. Bu nasıl
yönetmekse... Dünya yaşanamaz hale geldi. Bütün ekolojik
dengeleri, sosyal adaleti ve tüm sistemleri kendi çıkarları için
bozdular. Ve şimdi bozup yıktıkları sistemlerin altında
kaldıklarını yeni yeni anlamaya başladılar. Yani kazdıkları "çıkar
kuyularına" kendileri düştüler.
Bu "yıkıcılar", eskiden beri kendilerini çok akıllı ve uyanık
zannederler. Ancak bir şey var ki, ona bir türlü akılları ermez
-9-
ve idrak edemezler. O bilmedikleri şey ise, "Ne ekersen onu
biçersin" yasasıdır. Bunu düşünmek dahi istemezler. Akılları
ermez, erse de işlerine gelmez. Şimdi ektiklerini biçiyorlar...
Kurdukları "çıkar sistemleri" kendi üstlerine yıkılıyor. Artık
dünya sahnesinde "son danslarını" yapıyorlar.
Yapıcılar ne yapıyor? Onlar nerede?
Henüz daha yapıcılar meydanda yok. İçi yanan, iyi ve dürüst
insanlar var, ama onlar da para ile maddi güç ile bir şeyler
yapacaklarını zannediyorlar. Çünkü Allah kavramları yanlış.
sonsuz gücü tanımıyorlar. Ve maddeye dayanıp güçsüz kalıyorlar. Yani "yapıcı" oldukları halde, "yıkıcıların" konumuna
düşüyorlar... maddi olmasa bile, manevi çıkarlarına hizmet
edebiliyorlar.
"Yapıcılar" kendi içlerindeki sonsuz gücü bırakıp, "yıkıcılar"
gibi maddeye dayanırlarsa, "yapıcılıklarını" yapamazlar. İçleri ne
kadar iyiliklerle dolu olsa da nasıl yapacaklarını bilemezler.
Bilseler de yapmaya güçleri yetmez. Ortama uyar "devrin adamı"
olurlar.
Halbuki insanların çoğu "yapıcı" ve içleri iyilik doludur. Ortama uymuş, beğenmediği, eleştirdiği sistemin içinde kaybolmuştur. "Yapıcıların" tek sorunu, güç kaynağını bilmemek...
Maddeyi, parayı güç zannedip, maddeye abanmaktır. Halbuki
"yapıcıların" asıl dayandığı güç, bütün peygamberlerin bulup
dayandığı ve tarif etmeye öğretmeye çalıştığı sonsuz güçtür.
"Yapıcılar", yıkıcılar gibi maddeyi güç kabul ederse, her
zaman ve her yerde yenilmeye mahkum olur. Onun için "yapıcılar" gövdelerini yaratan ve yaşatan, nefes alıp verilen, can
noktasındaki sınırsız güce inanır ve ona dayanır. Böyle bir gücü
hiç kimse onun elinden alamaz.
» YALANIN DİĞER ADI ALDANMAKTIR
Gerçekler acıdır ama acı çektirmez. Yalanlar tatlıdır ama acı
çektirir....
Yaşantımız, değerlerimiz ve kurallarımız yalan üzerine kurulııysa, her karşılaştığımız gerçek karşısında acı çekeriz.
-10-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Kim olduğumuz "bilgisi" yalansa şahsiyet ve kişiliğimiz de
yalandır. Biz ne dersek diyelim, yaşantımızın yalan olması
farkına varamadığımız bir gerçektir...
Hatta ölürüz, öldüğümüzden de haberimiz olmaz. Olmaz
ama, ne yaparsak yapalım, nereye gidersek gidelim, hissettiğimiz sadece acıdır... Çünkü yalan "acıdan" başka hiçbir şey
üretemez. Zaten "yalan" aldanmanın diğer adıdır. Aldanan
mutlu olabilir mi? Tabi ki olamaz. Şöyle bir çevremize bakarsak,
her şeyin yalan üzerine kurulu olduğunu görürüz. Siyaset
yalanla yapılır.
Seçimler yalanla kazanılır.
Ticaret yalansız olmaz zannedilir.
Eğitim, her şeyi bilen ama kendini bilmeyen cahiller yetiştirir.
Tartışmalar yalanla başar.
Yalan... Yalan... Hep yalan.
Acaba bu yüzden mi Dünya’ya da “Yalancı Dünya” demişler?
Bu kadar çok yönlü yalan üzerine kurulmuş "hayatlar", her
karşılaştıkları "doğru" karşısında yıkılmaz mı? Her yıkım acı
verir. Her acı iz bırakır... Eğer "hayatımızı" yalan üzerine
kurarsak "doğrularla" karşılaştığımızda hep acı çekeriz... Acı
çekmek istemiyorsak aldanmamalıyız. Önce kim olduğumuz
hakkındaki "bilgimizi" yalandan kurtarmalıyız.
» KADIN ÖNCE İNSANDIR
Kadının yaratılışındaki, özellik özvericiliğidir. Kadın bu
özelliğinin sevilmesini ister.
İnsanlığından uzaklaşmamış kadın şeytansızdır. Ve hiçbir kadın
cinsel yönden beğenildiği için tatmin olmaz. Ama bundan
hoşlanır. Kadının yaratılışında bulunan "annelik içgüdüsü"
kadına, erkekten ayrı olarak "vericilik" gibi üstün bir özellik
kazandırmıştır...
Vericilik özelliği kadım erkekten üstün kılan en önemli
sebeptir... Annelik içgüdüsüyle donatılan kadın erkeğe göre;
-11-
• Daha sabırlıdır
• Daha merhametlidir.
• Daha düzenli ve düzenleyicidir.
• Daha ince düşüncelidir.
• Daha yumuşaktır.
• Daha fedakardır.
• Daha dayanıklıdır.
• Daha sevecendir.
Onun için kadınlar, cinselliklerinin değil bu duygusal
meziyetlerinin sevilip takdir edilmesini isterler. Eğer kadının bu
meziyetleri erkek tarafından, keşfedilip sevilirse, kadın da bu
meziyetlerinin sevildiğine ikna olursa, hiç çekinmeden erkeği
için her türlü fedakarlığı yapar. Yeter ki kadın sevildiğine
inansın.
Ne yazık ki erkeklerin "cinsellik düşünceleri" devamlı ön
plana çıktığından bütün kadınlar da "dişiliğinin" istendiği,
kendisinin sevilmediği endişesi vardır. Bu endişeyi ortadan
kaldırmak, erkeklerin görevi olmasına rağmen, tam aksine
erkekler, kadının "dişiliğimi seviyor" endişesini hiçbir zaman
anlamamaktadır. Bu da durum çoğu kadınları feminist düşüncelere itmektedir.
» “RAHATLIK” GERÇEKÇİ OLMAKTADIR
Zihnimiz bilgisayar ekranı gibidir. Programları biz seçeriz.
"Zihin rahatlığı" gövdemizin rahatlığından daha önemlidir. Eğer
"zihnimiz" karışık veya "kafaya bir şey taktıysak" yediğimiz
yemeğin tadından bile haberimiz olmaz. Hatta bastığımız yeri
bile şaşırırız.
Bugün insanlık "rahatlık" konusunda büyük bir aldanma
yaşamaktadır... "Para ve madde" ile "rahat" edeceğini zanneden
çoğunluk, her türlü maddi imkanı olmasına rağmen "rahatlık"
-12-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
yüzü görememektedir. Çünkü "rahatlık ve rahatsızlık" zihinde
başlar, zihinde biter.
İnsanoğlu evini yönetir, işini yönetir, devleti yönetir, Dünya’yı yönetir ama kendi zihnini yönetemez... Rahatlığın veya
rahatsızlığın zihinde başlayıp, zihinde bittiğini bilemez. Bir türlü
kendi zihnine hakim olamaz... Rahatlık veya rahatsızlıklarını,
kendi dışındaki kişilere veya olaylara bağlar. Kendi dışında
sebepler arar. Halbuki zihnimiz bilgisayar ekranı gibidir.
Zihnimizdeki kişi ve olaylar gerçek değil sanaldır... Biz onları
gerçek zanneder, sıkılır veya seviniriz.
Meselâ, kızdıklarımızla zihnimizde kavga etmiyor muyuz?
Yüzlerine karşı söyleyemediklerimizi zihnimizde söylemiyor
muyuz?.. Peki ama bunların gerçekle ne ilgisi var? kızdığımız
kişi belki de yaşadığımız ülkede bile değil... Ama biz onu zihnimizde canlandırıp, hayaliyle kavga ediyoruz sevdiklerimiz
için de aynısını yapıyoruz. Hayali muhabbetler kuruyoruz.
Zihnimizdeki bu hayaller, duygularımızı etkilediği için, biz
o olayları gerçek sanıp, duygusal tepkiler gösteriyoruz.
Eğer rahat yaşamak istiyorsak, zihnimize adamları, cisimleri, isimleri ve bir sürü olayı doldurmamalıyız. Kesinlikle
(ekran) zihnimiz temiz ve net olmalı... Kendi zihnimizi kendimiz
programlamalıyız. Zihnimize doluşan kişiler ve programlar bizi
değil, biz zihnimizi yönetmeliyiz.
Televizyonda izlediğimiz filmlere kendimizi kaptırıp nasıl
gerçekmiş gibi duygulanıyorsak, tıpkı bunun gibi zihnimizdeki
olaylara kendimizi kaptırırsak bizi etkiler. O halde, bizi rahatsız
eden, zihnimizdeki görüntülere, isimlere, cisimlere kendimizi
kaptırmadan ilgisiz kalmalıyız... Biz ilgilenmezsek, o görüntüler
geçer, gider.
Bırakalım geçip gitsinler. Sanal görüntüleri gerçek zannederek zihnimizde tutmayalım. Gerçek olan, zihnimizden geçip
gidenler değil. Gerçek olan biz kendimiz... Varolan bi- ziz...
Bizim dışımızdaki her şey sanaldır... Rüyadır. Gövdemiz bile
gerçek değildir. Gerçek olan, bizim sonsuz varlığımız ve sonsuz
varlığımızı kavrayan sonsuz bilincimizdir... Geçici ve değişken
taraflarımız biz değiliz. Onlar bize ait olan şeylerdir.
Kendi yarattığımız hayalleri gerçek zannedip "rahatlık"
arıyoruz. Halbuki "rahatlık" gerçekle-gerçek olmayanı fark etme
-13-
sonucu elde edilir. Bu gerçekliktir. Böyle yaşayana da "gerçekçi"
denir.
» ÇOĞUNLUK GİZLİ DİNDEN
Çok az insan müstesna, çoğunluk "gizli din" mensubudur.
Çok az insan hariç, diğer çoğunluk;
-Dindarım Allaha inanıyorum diye kendisini aldatmasın. Günümüzde Dünya insanlığının büyük bir çoğunluğu gizli din
mensubudur. Görünüşte Müslümaıı/Hıristiyan/Musevi/Budist veya ateist olabilirler. Bütün bu görüntülere rağmen, insanlığın çoğunun "şuur altında" ve duygularında paranın güç
olduğu inancı vardır.
Paraya güvenir. Paraya dayanırlar. "Paraları" azalırsa veya
paralan olmazsa, kendilerini güçsüz ve aciz hissederler. İşte gizli
din mensupları bu inançla yaşarlar...
Onların dini paradır... Güç olarak kabul ettikleri de para
olunca, Allahları da para olmuş olur, dini ve Allahı para olan
zihniyetlerin, bu devrin kapanmasına sebep olacakları görülüyor. Çünkü, insanların kendi içindeki sınırsız güç dışında,
başka bir maddi değeri güç kabul etmesi, insan doğasına terstir.
Bu insanlığı hem tatminsiz yapar, hem de yozlaştırır. Yozlaşan
insanlık hayvan yaşayışından daha aşağı yaşayışlara doğru
kayar ve her şeyi bozar. Bozula bozula ortada sağlam bir şey
kalmaz.
Bütün bozulmalar insanların maddeyi güç kabul etmesinden
başlar. O zaman ne paraları ne teknolojileri bu insanlığı
kurtaramaz. Güvensizlik her tarafı sarıp kuşattığında, bu devir
kapanıyor demektir. Devrin kapanması, "maddeye dayalı
zihniyetin" iflas etmesi demektir.
Bu zihniyetin değişmesi için, insanlığın daha çok acılar
çekeceği de açıkça görülmektedir.
-14-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» ONLAR ORİJİN BİZ YAPAYIZ
Kozmik insanın ne ve nasıl olduğunu merak eden, Hz.
Muhammed (S.A.V)’e baksın.
İlk Adem'den günümüze kadar gelmiş geçmiş insanlann içinde
kozmik insanın, orijin insanın ne ve nasıl olduğunu göstere göstere yaşamış olan "tek" insan örneği Hz. Muhammed (S.A.V)’tir.
Her insanın yaratılışında, içinde varolan "sonsuz gücü"
yüzde yüz tam kapasitesi ile kullanan tek kişi yine Hz.
Muhammed (S.A.V) olmuştur. Onun kerametleri ve mucizeleri,
sahip olduğu gücün binde biri bile değildi. Çünkü o, sahip
olduğu "gücün" hemen hemen tamamını "insanların" kendi
içlerindeki güce ulaşabilmeleri için kullanmıştı.
O günden bugüne 1400 seneden fazla zaman geçti. Ama hala
Hz Muhammed (SAV) örnekliğinde bir tek insan bile yok
ortada... Belki de kıyıda köşede, eksikli de olsa tek tük vardır.
Kim bilir?
Acaba Hz. Muhammed (S.A.V) "insan üstü müydü?" Hz. İsa,
Hz. Musa, Hz. İbrahim, Hz. Süleyman ve diğerleri insan üstü
varlıklar mıydı?
- Hayır. Onlar normal insanlardı.
Biz onlar gibi peygamber veya lider olamayabiliriz. Ama
onlar gibi "insan" da mı olamayız? Tabi ki oluruz. Çünkü, onların
bütün çabası bizlerin kaybolan "kozmik" insanlığımızı bulup,
yaşamamız için değil miydi? Bizim "yapay" insanlıktan kurtulup
"orijin insan" gibi yaşamamız için, mallarını, canlarını,
rahatlıklarını ve ömürlerini feda etmediler mi? Bu kadar eziyet
ve sıkıntılara neden katlandılar? Bizler için değil mi? Bizler
"yapay insanlıktan" kurtulup, "kozmik" insanlığımızın "sınırsız
gücüne" ulaşalım diye değil mi? O halde biz onları, el yetmez,
güç yetmez insan üstü varlıklar olarak görürsek, nasıl onlar gibi
"normal insanlar" olabiliriz?
-15-
-Şu anda biz insan değil miyiz? Diyen olsa da, bu söz hayalden başka bir değer taşımaz. Çünkü şu anda bizler "orijin
insan" yani "normal" insan olmaya aday adamlarız. Biz adamız.
Ama, "insan" olma kabiliyeti herkeste vardır.
Bizler her ne kadar peygamberleri "insan üstü" kabul etsek
de, onlar sadece yaratılışına "orijinine" uygun olarak yaşayan
"normal" insanlardı. Onların göstermiş olduğu "mucizeler" ise,
"yozlaşmamış" natürel insanın yapabileceği şeylerdir.
Bizler "natürel insanlığımızı" kaybettiğimiz için, yani
"yozlaştığımız" için kendimizi güçsüz ve aciz zannediyoruz. Bu
bizi tatmin etmeyen "yapay insanlıktan" kurtulmak için, onların
öğretilerine dönüp, onların öğretilerini anlamaya çalışmalıyız.
» ALDANMANIN YARASI KAPANMAZ
Senin önem verdiğin şeylere o da önem veriyorsa, onunla
arkadaş ol...
İnsanın en çok zoruna giden şey aldanmaktır. Aldanmak zorumuza gittiği için, aldatana çok kızarız. Aldandığımız için
kendimize daha çok kızarız. Neden aldanırız? Adam tanımamaktan...
Adam tanımamaktan, arkadaşlıklar, ortaklıklar, evlilikler
bozuluyor, kahırlı insanlar çoğalıyor. Güvensizlik, şüphecilik
artıyor. Çok iyi tanıdığımızı zannettiklerimizi gün geliyor hiç
tanımamış olduğumuzu anlıyoruz. Bu durumlar iç dünyamızda
çok derin yaralar açıyor. Neden? Adam tanıyamamaktan,
tanımasını bilmemekten...
Hayatımızın her yönü "tanışma bilinçsizliğinden" kabusa
dönüyor. Kızımızı evlendireceğiz, "damadı" tanımıyoruz. Ortaklık yapacağız, "ortağımızı" tanımıyoruz. Seçim zamanı oy
kullanacağız, seçtiğimiz "adayı" tanımıyoruz. Evleneceğiz,
"eşimizi" tanımıyoruz.
- Tanıyoruz ya, işte mesleği şu, diploması bu, falancanın
oğlu, filancanın kızı... Böyle düşünenler olabilir ama bu, tam
-16-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
tanımak değildir. Bu "yüzeysel tanımak" derinlemesine tanımanın ölçüleri başkadır. Diyelim ki tanımak sizin dediğiniz gibi.
O zaman bu aldanmak ne oluyor? Tamsak aldanır mıyız? Hayır!
O halde, tanımıyoruz. Biz sadece tanıdığımızı zannediyoruz.
Yani tahmini olarak tanımaya çalışıyoruz. Tahmini tanımakta
aldanma yüzdemizi artırıyor... O halde, muhatabımızı olduğu
gibi yani maskenin arkasındaki kişiyi tahminsiz ve yorumsuz
olarak tanımanın "ölçülerini" öğrenmek zorundayız. Ya
muhatabımızı tanımanın "kesin" ölçüleri elimizde olacak ya da
ömür boyu her ilişkimizde aldanmaya devam edeceğiz. Klasik
bir söz vardır; Arkadaşını tanımak istiyorsan:
- Yemek yiyeceksin. /Ekmeği böldüğünde bakacaksın. Büyük parçayı sana mı veriyor yoksa kendine mi alıyor. /
- Yolculuk yapacaksın. /Kendi rahatını mı düşünüyor,
yoksa seni rahat ettirmeye mi çalışıyor? /
- Sarhoş edeceksin. /Kızdırdığın zaman seni mi suçluyor,
kendisini mi suçluyor?/
Bu üç dört maddelik test, insanları tanımamıza yeter mi?
Yetmez... Hele hele çeşit çeşit rollere giren, çeşit çeşit maskeler
takan günümüzdeki insanları tanımamıza hiç yetmez. Sonuç
verir mi? Biraz... Günümüzdeki sahtekarlar, öylesine şeytani bir
"zeka" ya sahip ki hepsi test sorularını biliyor ve ona göre
davranıyorlar. Bugün insanların önem verdiği ve saygı
duyduğu değerler çok farklı. Onun için tanımak istediğiniz
kişileri, onların önem verdiği ve saygı duyduğu değerlerle "test"
etmeliyiz ki tam olarak tanıyabilelim.
Şöyle bir çevrenize bakın... Çoğu insanın önem verdiği,
saygı duyduğu tek şeyin para olduğunu göreceksiniz. Ne yazık
ki, her şeyin para olduğuna inananlar çoğunluktadır. Onlara
göre:
Paralıya itibar edilir.
Paralı olan sevilir.
Paralı olan iyidir. Paralı olan her şeyi bilir.
Paralı olan haklıdır.
Paraya inanan ve paraya saygı duyan bir kişi, parası az
-17-
olanı ciddiye alamaz ve ona saygı duyamaz.
Öncelikle, adam tanımanın 3 temel kuralı vardır:
-Niyetini maksadını anlamak.
-Neresine ve nereye kadar güveneceğimizi bilmek.
Önem verdiği ve saygı duyduğu şeye bakmak.
Tanışmalarımızı bu 3 temel kurala dayandırırsak, aldanmamız hemen hemen imkânsızdır. Bu kuralların dışında, tanışmak istediğimiz kişilerin:
-İyi adam olması.
-Zengin olması.
-Makam ve mevki sahibi olması (çok diplomalı olması)
-Falancanın - filancanın sülalesinden gelmesi.
-Yakışıklı, güzel, ideal ölçülerde olması.
-Şu veya bu milletten olması.
Bütün bunların olması, hiçbir şey ifade etmez... Çünkü, bu
ölçüler tanımamız için asla yeterli değildir.
Bu ölçüler tanıma ölçüleri değil, tercih etmemizi sağlayacak
olan faktörlerdir... Yani bu özelliklerine göre birisini- birisine
tercih ederiz... Mesela evlenmek isteyen bir kız, fakir birisiyle
evlenmektense, zengin birisiyle evlenmeyi tercih eder... Başka
bir kız da, zengin olması önemli değil, yeter ki diploması olsun
ister... Bir başka kız ise ne zenginlik ne de diploma arar, yakışıklı
olsun yeter der.
Bu tercihleri hepimiz yapıyoruz. Ama bu tercih ettiğimiz
kişiyi tanıyoruz demek değildir... Zaten yanlışlık burada. Kırk
yıllık evlilikler, birbirlerini tanımamaktan, bitiyor. Neden peki?
Tercih etmeyi "tanımak” zannettiğimizden.
Tanımak, kişinin her yönüyle "karakterini" ve "kalitesini"
bilmek ve öğrenmektir. Bu da kişilerin dış görünüşünden, konuşmasından veya yüksek fikirlerinden anlaşılmaz.
Eskiler ne demiş:
"Dostunu-düşmanını tanımak istiyorsan;
düş de gör"
Bu söz doğru ama birisini tanımamız için "düşeceğimiz"
güne kadar beklememiz yanlış. Benim zor günümde dostum
-18-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
kim? diye "zor günlerimizi" beklemek de yanlış... Yıllarca
bekleyemeyiz... Hemen acilen tanımamız lazım. O halde biz de
yalandan "düşeriz" kim ne yapıyor görür tanırız.
Hasta olmamızı beklemeden, "yalandan" hastaymış gibi
yapar, çevremizdekileri "test" ederiz. İflas etmeden, iflas etmiş
gibi yapar, yalandan borç ister, tanıdıklarımızın tepkilerini
ölçeriz. Onların bize kızmasını beklemeden, kasten onların
kızacağı şeyleri yapar, kızdıklarında bize neler yapabileceklerini
görür, tanırız. Hiçbir şey bilmiyor görünür, çevremizde- kilerin
bizi yönetmesine izin veririz. Bize hükmetmeye mi çalışıyorlar,
yoksa yardım etmeye mi, bakar görürüz.
Sonuçta şunu anlamalıyız;
Önce kendisini mi düşünüyor, bizi mi? Bizi baş köşeye mi
oturtuyor, yoksa kendisi mi oturtuyor? Bu "testlerin" sonunda
iki tip zihniyet ortaya çıkar. Bunun bir tanesi kendi çıkarından
başka hiçbir şeye önem vermeyen "hep banacf zihniyet İkincisi
ise, kendinden önce karşısındakini düşünen "önce sanacı"
zihniyet. Yani, önce ben diyenlerle önce sen diyenler kalite ve
karakterlerinden anlaşılır... Sonuçta tüm insanlık iki kategoride
toplanır. Yapıcılar ve yıkıcılar bu iki grubun kalite ve
karakterleri birbirinin tam zıddıdır. Onun için yapıcılar herkesi
düşünür. Yıkıcılar ise sadece kendilerini. Esas tanışma da budur
zaten...
» DOSTUMUZ VAR MI?
Dost, iyi günde de, kötü günde de dosttur.
Arkadaşımız çoktur. /Okul arkadaşı/ iş arkadaşı/ yol arkadaşı/
dert arkadaşı/ dava arkadaşı ... Kardeşimiz, anamız, babamız
olabilir. Sevgilimiz olabilir. Eşimiz, çocuklarımız olabilir. Ama
ya dostumuz? Dostumuz var mı?
Eğer dostumuz yoksa, kendimizi hep yapayalnız hissederiz.
Ne arkadaş, ne ana, ne baba, ne kardeş, ne eş, ne çocuk, hiç
kimse "gerçek dostun" yerini dolduramaz. Onun için dost bir
-19-
tane olur. İki üç tane dost olmaz.
dostun dışındaki yakınlarımız hepsi bir yere kadar vardır.
Ondan sonra, onlar da bizi yalnız bırakırlar. Böyle yapmaları da
doğaldır. Çünkü güçleri o kadardır. Ama DOST, bizi hiçbir
zaman bırakmaz. Bizi, bizden daha çok sever, bizi bizden daha
çok düşünür... İyi günümüzde de, kötü günümüzde de dostun
dostluğundan hiçbir şey eksilmez.
Tabi ki, çıkar ve acımasızlıkların boyumuzu aştığı bu devirde, "hakiki dosttan" bahsetmek, komik ve saçma gelebilir
insana ama, insanlar ne kadar bozulursa bozulsun, her zaman ve
her devirde dost vardır ve olmaya da devam edecektir. Ancak
aramazsak bulamayız. Karşılaşsak bile tanıyamayız. Ama
ararsak, arıyorsak rastladığımızda hemen tanırız. Onun dost
olduğunu hissederiz. Onun herkesten farklı olduğunu anlarız.
Onun için dost, aranmaya değer. Az bulunduğu için de onun
değeri hiçbir şeyle ölçülmez. Parayla, afra tafrayla da bulunmaz.
dostu olan, "sonsuza kadar" kendini yalnız hissetmez, dostu
olmayan ise, "kalabalıkta da, tenhada da" hep yalnızdır.
» SEVİYOR OLMAK NE DEĞİLDİR?
Seviyor olmak, sevdiğinin her şeyini hoş görmek anlamına
gelmez.
Her şeyi sevelim... Affedici olalım... Anlayış ve hoşgörüyü elden
bırakmayalım...
Tamam da, nasıl?
Her şeyi "sevmenin" geniş hoşgörülü olmanın bir sınırı olmalı. O sınırı tam belirleyemezsek, "bana ne!" aldırmazlığına
düşebiliriz. Sevgimizin hoşgörü sınırları, hiçbir zaman "insana
saygı ve kişilik haklarının" ölçüsünü açmamalıdır.
Her şeyi, herkesi "seveceğim" diye yılan, çıyan, tilki ve kurt
huylu insanlardan zarar görebiliriz. Hoş göreceğim diye, "edepsiz ve terbiyesiz" kişileri "tepemize" çıkarabiliriz.
Yani, "seviyor olmak" her şeyi hoş görmek demek değildir.
-20-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Eğer insanlar "sevginin gücünü" bilebilseydi
ve sevgi
sini en değerliden en değersize göre "derecelendirerek" yönetseydi, bugün dünyada hiç kimse kötülük yapamazdı. O zaman
herkes "iyilikte" birbiriyle yarış ediyor olabilirdi. İnsanların
"sevgisi" öylesine değersiz şeylere kanalize edildi ki, insan hakları diye, katillerin ve sahtekarların hakları, mağdur ve maktullerin haklarından daha önce ve daha çok savunulur oldu.
İşte bu, "sevgi ve hoşgörü" istismarı insanlığı bugünkü açmazlara sokmuştur... Katil ve sahtekarlan "insan" yerine koyup
"insan haklarını" savunanlara aldanmamak gerekir. Ya bu fikri
savunanlar sahtekar ya da bunlar sahtekarların "adamı". Onlar
zaten ağız birliği etmiş gibi hep aynı şeyi söylerler.
"Efendim onlar da insan... Hoşgörülü olalım biraz..."
Onlara şu denir ancak:
"Hayır kardeşim. İnsan olan cana kıyamaz. İnsan olan diğer
insanları aldatamaz... Siz önce insan kime denir onu öğrenin."
» ZORUMUZA GİDENLERLE SAVAŞMALIYIZ
En güzel savaş, insanın kendi tutkularına karşı giriştiği
savaştır.
Kimileri bazı şeyleri kolaylıkla yapar. Kimileri de bazı şeyleri
zorlaşa da yapamaz. İstemek... İstediğini elde etmek... Arzu
etmek ve yapmak... Başka bir deyişle, iradeli olmak veya iradesine sahip olmak... Mesela: sigarayı bırakmak kimilerine çok
kolay gelir. Kimilerine ise çok zor... Tuvalet temizlemek kimine
çok kolay gelir, kimine ise ölümden beter.
Genel olarak, sevdiğimiz işler kolayımıza gelir. Sevmediğimiz işlerde hep zorlanır, sıkılırız. Zorlandığımız işlerle karşılaştığımızda, "alışkın değilim, bu iş bana zor geliyor" diye ifadeler kullanırız. Zorlanmalar alışmamaktan olur. Alıştığımız
işler ise, irade gücüne gerek kalmadan, kendiliğinden olur.
Zorumuza giden, korktuğumuz veya çekindiğimiz hangi iş
olursa olsun, (yeter ki meşru ve zararımıza olmasın) üstüne gide
gide alışkanlık haline geldiğinde korku ve çekingenlik
kendiliğinden yok olur. Zorumuza giden o iş, kolayımıza gelir.
-21-
İrade: istemek, arzu etmektir. Ancak irademizi biz yönlendirmeliyiz. Ama bu, söylemekle olmaz. Çünkü, irademizi yönlendiren bir etken var. O etken sevgimizdir. İrademizi, sevgimiz
yönlendirir. İnsanlar hep sevdiği şeyleri ister. İsteklerimiz ise,
aklımızı ve düşüncelerimizi yönlendirir. "Emir komuta zinciri"
gibi...
İrademizi - istek ve arzularımızı, sevgimiz yönetiyor.
Ya sevgimizi? Onu kim ve ne yönetiyor?
Sevgimizi inancımız yönetir
"Sevgimizi" biz yönetmeyiz.
Sevgimizi "inancımız" yönetir.
Dayandığımız, kabul ettiğimiz, beğendiğimiz, aklımızı ve
sırtımızı dayadığımız güç her ne ise, o güce olan inancımız
sevgimizi yönetir. Eğer parayı güç olarak kabul ediyorsak
(inanıyorsak), sevgimiz, arzumuz, düşüncelerimiz, aklımız,
zekamız paraya yönelir. Silahı veya iktidarı güç olarak kabul
ediyorsak, (yani onun güç olduğuna inanıyorsak) o zaman da
bütün iç sistemlerimiz o yana kayar, o yana yönelir.
Madem ki sevgimizi "inancımız" yönetiyor. O zaman
"inancımızı" kim ve ne yönetiyor?
» İNANCIMIZI "KİM VE NE" OLDUĞUMUZ BİLGİSİ
YÖNETİR
Maddede, son yoktur. Madde ötesinde son vardır. O son da
bizzat kendimizdir.
"İnancımızı" kendi "kimliğimiz" hakkındaki, "bilgimiz" oluşturur.
Kim "kendisini" ne ve nasıl biliyorsa, o "bilgi" o kişinin
kendi-kendisi hakkındaki "inancı" olur. O "inanç" o kişinin
sevgisini, sevgisi de: iradesini (isteklerini) yönetir. Kendisinin
"salak" olduğuna inanan biri, salakça-şeyleri sever. Salakça
şeyler ister. Kendisini "gövdeden" ibaret olduğunu zanneden, bu
yanlış "bilgiye" dayanarak, "ölümlü" olduğuna inanır. Geçici
şeyleri sever. Geçici şeyleri ister.
Öncelikle kendimizin "kim" olduğu hakkındaki bilgimizi
-22-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
delilleriyle müspete bağlamalıyız. Çünkü, yanlış bilgi, yanlış
inanç oluşturur. Kısacası biz zanettiğimiz ben değiliz. Öncelikle
asıl benliğimizin kim ve ne olduğunu bir karara bağlama- lıyız...
» FUTBOL TARİKATI
Para üzerine kurulan hiçbir sistem sürekli olmamıştır.
Artık futbol sevgisi tarikata dönüştü... Taraftarlara baktığınızda,
spor seyircisi değil de sanki kendinden geçmiş, naralar atarak
yerinde titreyip zıplayan "tarikat" mensuplarını görürsünüz.
Maç fanatikleri.. Renk fanatikleri...
Renklere "tapan" tarikat üyeleri.
Tarafçılığı, ahlak, ilim ve teknik konularındaki yarışlardan
ayırıp sadece "spora" kaydırırsanız, işte böyle bağırıp çağırarak,
titreyip zıplayarak deşarj olmaya çalışan defolu bir toplum
yaratırsınız. Neymiş, spordaki başarılar ülkemizi tanıtıyormuş... Tanıtıyor da ne oluyor? Avrupalı seni "adam" yerine
koyuyor mu? Sporda üstünlük sağlayacağına, ekonomide,
hukukta, eğitimde, bilimde, demokraside, insan haklarında
üstünlük sağla...
Bu da geçim yollanndan birisi. Futbolcu al, futbolcu sat, kasanı doldur... Nasıl olsa enayiler, kaz gibi statların önünde
kuyruk oluyorlar... Bir de televizyondan şifreli olarak maçı kapatınca, ondan sonra gelsin paralar. Bunlar da geçer... Çünkü,
doğal olmayan, çıkar (para) üzerine kurulan hiçbir sistem, hiçbir
imparatorluk sürekli olmamıştır. Sonsuza kadar sürecekmiş gibi
gözükse de, er ya da geç yıkılmaya mahkumdur. İnsanlık
tarihine baktığımızda, hep aynı değişim ve sonuçları görürüz.
Ne zaman "insani değerlerin" üzerine maddi değerler çıkarıldıysa, o zaman o 'devir' kapanmış yeni bir "devir" açılmıştır.
Çağımız da kapandı. Şimdi uzatmalar oynanıyor...
-23-
» KİM BU "BEN"?
Benim zannettiğim her şey, zannettiğim benim değilmiş.
"Bir ben var benden içeri" demiş Yunus Emre. Bu ben zannettiğimiz ben değil. Zannettiğim ben ise, o ben değil... Yani biz
kendimizi ne ve nasıl zannediyorsak, öyle biri yaratılan asıl ben
değil. İşte o asıl beni tanıyıp bulamamanın sonucudur insanları
tatminsiz ve sıkıntılı yapan. Çünkü, aslımız olan BEN, tanınmak
ister, bilinmek ister. Her şeyi o yapar. Onu tanımadığımız için
"ben" yaptım zannederiz.
Ona "büyük ben" zannettiğimiz bene de "küçük ben" dersek,
belki aradaki farkı zihnimizde ayırt edebiliriz. Ama ayıramayız,
çünkü ayrı değil. "Küçük ben", "büyük benin" ucudur. Tıpkı buz
dağı gibi. Buz dağının görünen kısmı, bizim zannettiğimiz
"küçük ben" suyun altındaki görünmeyen kısmı ise, "büyük
bendir".
"Küçük beni" ben zannetmek, buzdağının su yüzündeki
görünen kısmını buz dağının hepsi zannetmeye benzer. Bu
aldanmak değilse nedir? Bu gövdeyi "küçük ben" yapmadı. Biyolojik, zihinsel ve duygusal sistemlerimizi o kurmadı. Bütün
bunları bir yapan var. Var ama bizden ayrı değil. O yapana kim
ne derse desin, kimisi Allah diyor, kimisi sonsuz zeka diyor,
kimisi sınırsız akıl diyor. Bunların hepsi bizim "büyük
bedenimizdir". Zannettiğimiz benden, büyük beni tanıyınca
kurtuluruz.
» PARAYI DÜŞÜNEN ZENGİN OLAMAZ
Fakirlik ve zenginlik, zihinde başlar, zihinde biter.
Hemen hemen herkesin zihnine takılan en önemli sorudur bu.
-24-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Neden insanların bir kısmı zengin ve lüks içinde rahat bir
hayat sürerken, diğer bir kısmı yemeye bile ekmek bulamaz?
Allahın adaleti böyle mi?
Allah istediğini zengin, istediğini fakir mi yapıyor?
Fakir kalanlar, zengin olmasını mı bilmiyorlar?
Zengin olanlar çok mu çalışkan? Herkesten daha mı akıllılar?
Fakir kalanlar, aptal, kafası çalışmadığı için mi fakir?
Neden bu farklılık?
Genellikle zengin olmanın, çalışmakla ilgili olduğu zannedilir. Oysa gerçekte bu yanlıştır. Çünkü zengin olmanın çok
çalışmakla hiçbir ilgisi yoktur. Zengin olanlar da kafalarında "çok
çalışmayı" düşünmeyerek zengin olurlar. Fakir kalanlar da
kafalarında "çok çalışmayı" düşünerek fakir kalırlar.
Fakir kalanlar sürekli, "çok parası olacağı günün" hayalini
kurar... Çok paran olunca ne yapacaksın? Dediğinizde:
Şunu alırım, bunu alırım diye alacaklarını sıralamaya başlar.
Ne iş yaparsın bu parayla? Diye sorsanız, aklına yapacak iş
gelmez. Çünkü iş yapmak ona göre "sadece çalışmaktır". Yapsa
yapsa, en fazla başkalarının yaptığı işlerden birisini taklit eder. O
işin de inceliklerini bilmediği için, kısa zamanda o işi de batırır,
sonra da "şansım yok... piyasa sahtekar olmuş... bu enflasyonda
iş yapılmaz" diye kendince gerekçeler uydurup, çevresindeki
zenginlere bakıp, onları "dürüst iş yapmamakla" suçlar.
Bu düşünce tarzı ve gerçek dışı değerlendirmeler fakir kalmanın en başta gelen sebepleridir. Zengin olmak isteyen, ne çok
çalışmayı, ne çok parayı, ne de zengin olmayı düşünür... O
sadece "işi" düşünür. İş icat etmeye, işi varsa işini geliştirip bir
"fark" yaratmaya kafasını yorar. Zengin olmak isteyenin kafası
"en değersizi, değerli hale getirebilmek için" çalışır.
İnsan ihtiyaçlarını tespit edip "katma değer" yaratmak.
Kurduğu işi "kurumlaştırmak" ve yeni atılanlara açık olmak.
Cesur ve kararlı olmak, yaptıklarını ve yapacaklarını
olumsuz düşüncelerle sınırlamamak.
Sunduğu hizmetten ilk önce kendi adına tatmin olmak.
Yaptığı malı kendisi kullanmaktan çekiniyorsa, o malı
başkaları da kullanmaktan çekinir. Kullansa bile bir dahaki
sefere kullanmaz...
Zengin, hiçbir şeyi yokken bile, hiçbir zaman "fakir" oldu-25-
ğunu düşünmez. O hep zenginmiş gibi düşünür. Sonuç olarak,
zenginlik ve fakirlik, zihinde başlar, zihinde biter... Allah verdi,
Allah vermedi sözü boş ve insanın atılım yapmasını engelleyen,
insanı eşya gibi beklentilere yönelten en olumsuz inançtır.
Çünkü Allah her şeyi vermiş... Dünya'nın üstündeki ve altındaki
her şeyi insan kullanıyor. Ama insan isterse, kendi "düşünceleri"
kendine engel olmazsa, çarpık inançları "yapmak istediklerine"
zincir vurmazsa, kendi aklına, kendi cesaretine, kendi azim ve
gayret gücüne güvenirse, o insanın yapamayacağı hiçbir şey
olamaz.
Fakir kalanlar, sürekli şikayet edip, kendi kendilerine acımak
yerine kendilerine "doğru" sorular sorarak, olumsuz düşüncelerin etkisinden kurtulabilir, zekalarını kendi elleriyle
bağladıkları iplerden kurtarabilirler. Ama önce: bir ben varım,
benden başka kimse yok, demeliler.
» SÖYLEYİP GİTMİŞLER
Dünyayı kim zaptetmiştir? Kendi zihnini zaptetmiş kişi.
SHANKAJRA
"Ne düşünüyorsak oyuz. Biz her ne isek düşüncelerimizden
doğar. Düşüncelerimizle biz, dünyamızı yaparız."
BUDA
Ya bir yol bulacağız ya da bir yol açacağız.
ANİBAL
"Eğer bir dış etken sizi üzerse, duyduğunuz acı, o şeyin
kendisinden değil, sizin ona verdiğiniz "değerden" geliyordur. Onu da her an ortadan kaldırma gücünüz vardır."
MARCUS AURELIUS
-26-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» İNSANLIK MI SÜRÜ MÜ?
Dünya nüfusunun devamlı artması, hızla "mega kentleşme"
kalabalık şehirlerde insanların tıkış tıkış yaşamaya mecbur
edilmesi bireyin "dokunulmazlık" sınırlarının ortadan kalkmasıyla bunalıma dönüşmüştür. Bunun sonucu olarak, "bana
necilik" diğer bir adıyla "nemelazımcılık" zihniyeti bulaşıcı bir
hastalık gibi topluma yayılmaktadır.
Doğal olarak her bireyin "dokunulmazlık" sınırları vardır. Bu
sınır korunmazsa, insan onuruna yakışan bir yaşam tarzı
sağlanmazsa bu insanlarda stres, sıkıntı ve isyan duyguları
meydana getirir. İnsanların, kendileriyle başkaları arasına
koydukları mesafe o insanların "dokunulmazlık" sınırlarını
belirler.
Babaya en yakın insan kimdir?
Tabi ki eşidir... Sonra kimdir? Çocukları, annesi, babası,
kardeşleri, arkadaşları... Bunların içinde en yakını eşidir, en
uzağı da sokakta tanımadığı insanlardır. Bu kalabalık kent yaşamında, insanlar "sürü" gibi otobüslere, vapurlara, metrolara
"tıkış tıkış" birbirinin terini, nefesini koklayarak, doldurularak
taşınıyorsa, bü "taşıma" şekli, insan "yüceliğini" rahatsız eder...
İnsanları strese sokar. İnsanlar sıkılıp oflamaya puflamaya
başlar. Çünkü, otobüs ve metrolarda hiç tanımadığımız
insanlarla diz dize olmak son derece rahatsız edicidir. Evinde
eşiyle bile diz dize, kıç kıça oturamazken, tanımadığı insanlarla
bu kadar yakın oturmak, "bireysel dokunulmazlığımızı"
zedeler...
Sıkış sıkış yaşam ancak "hayvanlan" rahatsız etmez...İnsanlar
ne kadar mecbur kalırsa kalsın, ne kadar bu tatsız duruma
katlanırsa katlansın "içi" sıkılır, bu rahatsızlığı hisseder. Hatta
"içindeki" insanlık "onuru" isyan eder. İtişmek, kakışmak, sürü
gibi yaşamak, kuyruklarda "ağaç" gibi beklemek insanları "isyan"
ettirir. İnsan, insan olmaktan utanır. İnsan olduğundan bin
pişman olur. Kahrolur.
Hiçbir şey hissetmeyen, hiçbir rahatsızlık duymayan ise,
bütün hisleri nasırlaşmış kişilerdir.
-27-
» TOPLUM EVLİYA DEĞİL
"Karakterinize şöhretinizden daha çok önem verin, çünkü
karakteriniz aslında neyseniz odur. Oysa şöhretiniz,
başkaları sizi ne sanıyorsa odur."
JOHN WOODEN
Nikahsız birliktelik diye çarpık bir yaşam biçimi, "medya" tarafından devamlı pompalanıyor... Üç beş tane "Medyatik sanatçı"
bu yaşam biçimini benimsemiş, o, "onu" bırakıp "bununla"
yaşıyor... Bu "şunu" bırakıp, "onunla" yaşıyor... Gömlek değiştirir
gibi "sevgili" değiştiriyorlar ve medya bu insanları, topluma
empoze eder gibi özel hayatlarıyla tanıtıyor. İşte yanlışlık
burada. Bu gibilerin özel hayatları toplumu hiç mi hiç
ilgilendirmez. Ama acaba "medya" toplumda ölçü mölçü
kalmasın, toplum çarpık yaşasın diye mi bu çarpıklıkları teşhir
ediyor?.. Bu yaşam tarzı, "ruh sağlığı" düzgün insanların
midesinin kaldıracağı işler değil.
Devamlı aldatma ve aldatılma... Devamlı arkadaşlarının
"sevgilisine" göz dikme, dengesiz insanların yaşam tarzlarının
"basın" ve "medyada" afişe edilmesi, "medyanın da" dengesiz olduğunu göstermektedir. Bu toplumun uzmanları yok mu? Niçin
ortaya çıkıp bu insanların "ruh hastası" olduklarını söylemiyorlar... Yoksa onlar da mı hasta? Bu yaşam tarzının "albenisi"
ise cinsellik. Mantığa bakın şimdi "Ben özgürüm. Ben de erkekler
gibi istediğim yere giderim. İstediğim gibi vücut hatla- rımı öne
çıkaran elbiseler giyerim. Bana hiç kimse yan baka- maz. Hangi
çağda yaşıyoruz ya!... Beni eliyle, gözüyle hiç kimse taciz
edemez." Bu ne şimdi? Bu kuş beyinlilik değil mi? Bir "uzman"
çıkıp da bu mantığı anlatsa ya millete... Yok. Nerede?
Psikologlar, sosyologlar, ruh bilimciler, ahlakçılar hani neredeler? Çıkıp konuşsalar ya! Siz bu toplumu evliyalardan meydana
gelmiş bir topluluk mu zannediyorsunuz?" deseler ya...
İnsanlar davranışlarını "en yüksek anlayış standardına" göre
değil, "en düşük anlayış standardına" göre ayarlamalıdır... Eğer
böyle yapmazlarsa, rahatsız olur ve rahatsız ederler.
Her toplumun içinde, "anlayış standardı düşük" zaafları
olan, zayıf iradeli veya ruhsal yönden hasta olan insanlar vardır.
Sen ona "beni taciz etme" diyemezsin. Çünkü hasta o... Hasta,
-28-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
hastadır... Hastaya sigara dokunuyorsa içiyor muyuz?
İçmiyoruz. Neden? Çünkü hasta o... Zayıf, güçsüz... Hastayı
ziyarete gittiğimizde, "senin rahatsız olman beni ilgilendirmez...
Ben sigaramı içerim arkadaş" diyebilir miyiz? Böyle bir şey olur
mu? Bunun mantığı var mı? Bunu diyene "kafadan hasta"
gözüyle bakılmaz mı?
Sen şimdi, tahrik edici (yani hastaları rahatsız edici) cinselliğini ön plana çıkarıcı elbiseler giyinip, sokaklara çıkacaksın,
hastalar rahatsız olup saldırınca, "beni rahatsız ediyorlar' diyeceksin... Tabi ki seni taciz ederler... Sen "özgürüm" dolduruşuna
gelmiş, gözlerin kapalı gidiyorsun... Hiçbir uzman da çıkıp sana
bunu anlatmamış... Sen sergilediğin cinselliğin ve davranışlarınla
hastaları rahatsız ediyorsun dememiş. Sen de haklısın,
bilemediğin için bu sıkıntıların içine düşüyorsun. Farkında
olmadan hastaları rahatsız ediyorsun. Hastalar da sana saldırıyor. Sonra da rahatsız olan sen oluyorsun şikayet ediyorsun.
Kısaca şunu bil yeter, bu toplumun hepsi evliya olgunluğunda değil.
» ARARSAK BULURUZ
İçinden kime bir şey vermek geliyorsa, onu seviyorsun
demektir.
Hayatta "mesut" olmak için, mutlaka bir şeyi sevmek lazım...
Susuz yaşanmadığı gibi sevgisiz yaşamak da mümkün değildir.
Su bedenimizi nasıl temizliyor, bizi rahatlatıyorsa, sevgi de
zihnimizi
"sıkıcı
düşüncelerden"
temizleyip
bizi
rahatlatmaktadır.
Onun için "sevmek" lazım.
Sevemiyorsak, sevecek bir şey bulmak lazım.
-29-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» ÜMİTSİZ OLMAZ
Ümitsiz olmaz. Ümit heyecandır. Çıkmayan canda ümit
vardır.
Şu şarkı sözüne bakın:
"Ümitsiz bir bekleyiş, hasreti var içimde..." bu kadar olumsuz,
bu kadar yıkıcı, bu kadar karamsar bir söz daha olamaz... Sözüm
ona bu şarkıda, giden sevgilisini ümidi olmadığı halde, gene de
dönecek diye bekleyenin hali anlatılıyor...
İyi de. Ümitsiz beklenir mi?.. Bekliyorsan ümit vardır. Hem
ümidi yok. Hem bekliyor? Bu nasıl iş?...
Ümitsiz olmaz... Ümitsiz hayat devam etmez. Ümitleri biten
insan, "yaşama sevincini" yitirir... O artık gezen bir ölüdür...
Ümit, heyecandır, canlılıktır... Kesinlikle ümitsiz olmaz...
Ne demişler,
'Çıkmayan can da ümit vardır" bir başka deyişle, ümidi
kalmayan insan da can da yoktur... Onun için ümidimizi hiçbir
zaman kaybetmemeliyiz. En salak adam bile önce kendine
güvenmeli, kendisini bir yaratanın ve yaşatanın olduğunu hiç
unutmamalı... Aman dikkat, ümidimiz hiçbir zaman yatay
olmamalı. Başkaları yatırsa da, biz hemen ümidimizi dikey hale
getirmeliyiz... Ümidimiz her zaman dikey olmalı...
» GELECEK NASIL OLACAK?
Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, insanların "ruhsal"
ihtiyaçlarını karşılanamaması o "çağı" kapatır.
Gelecekte ne bu uyduruk "demokrasi" ne de sahtekar partiler
olacak... Artık bunların "devri" bitti.
'Doğrudan demokraside" seçimler "partisiz" olacak. Adaylar bağımsız olarak ortaya çıkacak... Neler yapacaklarını taahhüt
edecek, ona göre oy isteyecekler... Seçildiği halde, taahhütlerini
yerine getirmeyenler 'en ağır' cezaya çarptırılacaklar. Böyle
olunca, "iş yapacaklar' ortaya çıkacak. Onlar yönetime talip
olacak... Laftan başka hiçbir şey üretemeyen, hırsız ve
sahtekarlar ise aday olmaya bile cesaret edemeyecek. Çünkü
'yaparım, ederim" palavraları atıp da, dediklerini yapmazsa,
cezasını kendisi ödeyecek, millete ödetemeyecek.
-30-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Eğitim ta "anne karnından" başlayacak "çekirdek aile' yapısı
sağlıklı hale getirilecek... Bunun için " anne ve babalık" okulları
açılacak. Diploma almayan evlenemeyecek. Çünkü evlilik geçici
değerler üzerine kurulamaz. Çünkü evlilik "insan üretim
merkezidir". Buradan (aileden) defolu ve kalitesiz "insan"
üretilirse, toplum da defolu ve kalitesiz olur. Onun için insan en
yüksek standartlarda eğitilmelidir.
Bu eğitim, ruhsal, duygusal, zihinsel ve fiziksel gelişme ve
olgunlukla yaşamayı sağlayacak şekilde olmalıdır. Yani önce
"kişilik" eğitimi sonra da "meslek" eğitimi verilmelidir.
"Kişilik eğitiminin" temelini, /düşünce ve zihin kontrolü/
manevi ve psikolojik yasalar/ teşkil edecektir. Her birey /ne
ekersen, onu biçersin/ yasasına uygun olarak eğitilecektir.
İnsanlar, başkalarını kandırmanın, kendilerini kandırmak
olduğunu anlasalar, bu "görünmez" yasanın nasıl çalıştığını
bilseler, toplumda herkes birbirine iyilik etmek yarışına girerdi.
» EN BÜYÜK MUCİZE PAYLAŞMAKTIR
Her şeyi başaran insan "paylaşmasını" ne zaman başaracak?
İnsanlar geçmişte olduğu gibi bugün de olağanüstü şeyler yapıyorlar. Öyle şeyler ki, doğa üstü, fizik ötesi...
Birisi çıkıyor, "elini dokundurarak" ölmüş adamı diriltiyor, Bir
başkası "eliyle" hastalara şifa veriyor... Bir diğeri, bıçak
kullanmadan, "elleriyle" kansız ve dikişsiz ameliyat yapıyor. Bu
gibi olaylar bize mucize gibi geliyor. Aklımız almıyor,
inanmıyoruz... İnansak da inanmasak da bunlar oluyor. Eskiden
bu gibi "keramet" dediğimiz şeyleri "evliyalar" yapardı, bugün
sıradan insanlar yapıyor... Bunu nasıl yapıyorsun? Bana da öğret
derseniz öğretemez. Çünkü o da nasıl yaptığını bilmiyor. Ama
olanlar, yine de, insandaki "sınırsız gücün" ispatı olarak
algılanmıyor.
Bütün bu olağanüstü olaylar, insanları hiç şaşırtmıyor.
"Haber değerinden öte hiçbir merak uyandırmıyor... Ertesi gün
olanlar unutulup gidiyor. Bugün "evliyalar" ortaya çıkıp,
olağanüstü şeyler yapsa, mesela denizde yürüse/havada uçsa/
duvardan geçse demek ki hiç kimse şaşırmayacak... Ve ertesi
-31-
gün, bütün bu olağanüstü olayları unutacak.
-Bu insanlara ne oluyor?
-Bu insanlara hiçbir şey olmuyor... İnsanın doğasında,
"ihtiyaç" öncelikleri ne ise, insanlar onunla ilgilenir. İhtiyacının
dışındaki olaylarla ilgilenmez. Bugün insanların ihtiyacı ne
"denizde yürümek" ne de "havada uçmaktır"... İnsanlığın en
önemli ihtiyacı çıkarsız sevmek, çıkarsız sevilmektir... İlişkilerde
"içtenliktir"... Sen - ben çatışmalarından bıkmış olan insanlık,
mutluluğu biz paylaşımında bulacaktır.
» BİLMİYORSAN DİNLE DİNLEMİYORSAN ÇEK GİT
Herkes her şeyi bilse kimse kimseye muhtaç olmazdı.
Hiç kimse her şeyi bilemez... Onun için insanlar bilmedikleri
konuların "dinleyicisi", bildikleri konuların da "konuşmacısı"
olurlar.
Bu arada bir de ukalalar vardır; bunlar, hem hiçbir şey bilmez, hem öğrenmek istemez, hem de her konuda ahkam keserek öğretmeye kalkarlar... Bilmediği konularda ukalalık
edenlere hiçbir zaman taviz vermemek gerekir... Herkes haddini
bilmelidir. Bilmiyorsa oturup dinlemeli, dinlemiyorsa çekip
gitmelidir.
» KİM BUNLAR?
Demokrasi sizden kötüler arasından en iyisini seçmenizi
isteyen rejimdir.
ROBERT BYME
Mevcut politikacıların beceriksizliği, bir anlamda halkın uyuduğunu, insan tanımayı bilmediğini göstermektedir... Halk,
kendi kendine, "benim tanıyarak seçemediğim, bu adamlar beni
nasıl yönetebilir?" diye sormalıdır. Yine de bu halk kendi
kendine /dış borcu 85 milyar dolara, iç borcu 3-5 katrilyona
çıkaran dünkü ve bugünkü siyasilerin, hala daha yönetimde ne
işi var? diye sormalıdır... Bunları "kim seçti" diye sormalıdır...
-32-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Seçenler de,
"Ne yapalım? Kimi seçelim? Başka adam mı var?" diyorlarsa
onlara da sormak lazım...
Adam yoksa, kırk katır mı kır satır mı? açmazına mı düşmek gerekir? Sen seçsen ne olur? Seçmesen ne olur? Zaten senin
önüne seçilmiş" liste" olarak geliyorlar. Sana da sadece seçilenleri zarfa koyup, sandığa atmak kalıyor. Bunun adı da "seçim" oluyor öyle mi? Bunun adı açıkça kandırmacadır. Aldatmacadır. Bu bakanlar, bu başbakanlar neye bakar? Bakarsa niye
halkın sıkıntılarını görmez? Siyasetçi geçinen bunca adam,
nereden çıkmış? Bunlar devleti nasıl yönetebilir? Bunlar nasıl
lider olmuştur? Bunları kimler seçip başımıza getirmiştir? Halk
bunlan istemiyor... O zaman kim getiriyor bunları yönetime?
Yüzde 18 oyla, halkın iradesi temsil edilebilir mi? Bu demokrasi mi, yoksa, aldatmaca mı? Halk artık bir karar vermek
zorunda... Şikayet etme, sızlanmak çare değil! Bunlar halka
hizmet etmeye mi gelmiştir, yoksa devletin hâzinesini çar çur
etmeye mi? Bu kararı halk vermek zorunda. Bunlar millete
hizmet etmek için geldilerse, adama sorarlar. Hizmet nerede?
Eğer hizmet etmek bu ise: Bu iç ve dış borcu millet nasıl ödeyecek? Vergilerin altında, inim inim inleyerek mi? Bu alınan
borçlar niçin millete geri dönmüyor?.. Niçin millet çocuğunun
okutamamakta? Niçin millet oğlunu kızını evlendirememektedir?.. Niçin millet çalışa çalışa, fakir okuya okuya cahil
olmaktadır? Bir buçuk milyon genç niçin üniversiteler girememektedir? Niçin üniversiteye girip de diploma alanlar,
kendine iş bulamamaktadır? Eğer bu adamlar millete hizmet
için o yerlere geldilerse, bunlar gibi daha yığınla sorunları niçin
halletmiyorlar?
Yap! Yapmazlar!..
Çekil. Yapan gelsin! Yok... Yap-yapmaz. Git- gitmez.
Artık bu millet, ’her şeyi bozan bunlar" deyip, 'kim düzeltecek?" sorusunun cevabını aramalıdır. Bulmalıdır.
-33-
» PARA İNSANA YAKIŞIR
Bu dünyaya gelen herkes her şeyi mahvedip gitmemeli.
Yaşadığı dünyaya bir değer katıp öyle gitmelidir.
Bütün ülkelerdeki tüm sistemler çökmüştür. Çünkü, ihtiyaçları
karşılayamaz hale gelmiştir. Teknolojinin ilerlemesi falan
insanlığı bu bunalımdan kurtaramaz. İnsanlığı bunalımdan ne
teknoloji ne alimler, ne öğretmenler, ne de siyasiler kurtarabilir.
Bu bunalımlardan bizi kurtaracak olan sadece bilgelerdir... Bilge
kişileri ya bulur dinleriz ya da yok olur gideriz. Artık teknoloji,
ekonomik baskı aracı haline getirildi. Ayrıca ekonomik sistemler
çıkar eksenli olduğu için bütün insani değerleri silip
süpürmektedir.
İnsanlar /insanı mutlu edecek olan/ insani değerlerini
kaybettiği zaman, o insanlara artık hiçbir şey "mutlu" edemez.
Teknoloji ve para ise sadece insanların yaşamlarına kolaylık
getirebilir... Yani bir düğmeye basmakla bütün konforu ve
rahatlığı sağlayabilirsiniz ama /sevmek, sevilmek, inanmak,
inanılmak, beğenmek, beğenilmek, güvenmek, güvenilmek,
saymak, sayılmak/ ihtiyaçlarını karşılayıp, 'zihinsel ve ruhsal"
konforu sağlayamazsınız.
İnsanların "mutlu" olması için, manevi "psikolojik" ihtiyaçlarını bilmesi ve karşılaması gerekir. Bu ihtiyaçlarını, nasıl
temin
edileceğinin
"bilinmemesi"
insanlığı
bunalıma
götürmektedir. Mesela insan "sevilmek" ister. Ne yaparsa
kendisinin "sevileceğini" bilemez. Bilemeyince tahminler yapar.
/Çok param olursa, beni severler zanneder... Ve sevilmek ihtiyacının baskısıyla para hırsına düşer. Çok parası olduğunda da
etrafına bir sürü çıkarcı ve yalaka toplanır. O zaman da der ki,
"bunlar beni param olduğu için seviyorlar" gerçek sevgiyi
bulamadığı için gene tatmin olamaz.
Halbuki insan parayla pulla değil, "insanlık meziyetleri" ile
kendini sevdirir... Gene insan, "insanlık meziyetleri" ile kendini
saydırır. Yakışıklılığı ile güzelliği ile değil, iyi huylarıyla
-34-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
kendisini "beğendirir". Verdiği sözde durursa "inanılır" olur.
Yalan söylemezse, kimseyi aldatmazsa "güven" duyulur. Para
pul da bu gaye için harcanırsa "mutlu" olunur. Parayı ve malı
baskı aracı olarak kullanan, insanlara hükmetmek için mal mülk
toplayan hiç kimse "mutlu" olamamıştır. O ancak mutluyum
zannıyla teselli olur, kendini oyalar. Sonunda da 'ruh hastası"
olur. Bütün gayretine rağmen "mutluluğun" ne olduğunu
bilemeden "göçer" gider... Geride kalanlar ise, lanetler okuyarak
malını mülkünü yağmalarlar. Ona da bir "anıt mezar" yaparlar.
Ama o bile öleni "mutlu" edemez.
"Mutlu olmanın" yolu bunlar değildir. Mutlu olmanın yolu:
insan olmak... İnsan gibi yaşamak... Diğer insanlara da insanlığın ne olduğunu öğretmek... Ve insanları insan gibi yaşatmaya çalışmaktır. O halde "insani değerlere" önem verenlerin
bu duruma el koymaları, bunun savaşını vermeleri gerekmektedir. insan olarak yaşamak isteyenlerin, "insanlığından"
uzaklaşmış, çıkarından başka hiçbir değer tanımayan midesine
ve gövdesine hizmet eden, sahtekarlardan daha zengin olmaları
gerekir... Çünkü para ve mal çıkarcıların eline geçerse haksızlık
ve zulüm yayılır. İnsan olanın eline geçerse, adalet ve güzellik
yayılır... Para ve iktidar gücünü diğer insanları kendisine köle
etmek için kullanan, çıkarcıların elinden alıp insan olanların,
insana önem verenlerin eline vermeliyiz.
İnsanlığa para gücüyle hükmetmek isteyenler çala çırpa
maddeyi toplayıp yığdılar. Bu "çıkarcılar" ne dünyayı ne de bizi
yönetebilirler. Yönetemedikleri ortada görülüyor. Şimdi sıra
"insanlarda" maddeyi onların elinden alıp adalet ve güzelliği
tesis etmek zorunluluğu vardır.
» OKUMA, GİT İŞİNE BAK!
Beni bırak, sen kendini tanı yeter...
Yazılarımı eleştiren arkadaşlarım var... Olabilir. Eleştirenler de
olur beğenmeyenler de olur. Bazıları da kendi kafasındaki
"ölçülere" uydurmak ister her şeyi. Ona göre, kendi ölçülerine
uyarsa "doğrudur" uymazsa "yanlıştır". Bu tipler toplumda
çoktur. Ben kendimi yazmıyorum. Kendimden bahsetsem bile
bu kendimi anlatmak için değil, bir şeyi bir konuyu anlatmak
-35-
içindir. Hiçbir grubu, hiçbir zümreyi, hiçbir tarafı ve hiçbir kişiyi
muhatap alarak yazmıyorum. Hiç kimseyi kınamıyorum ve hiç
kimseyi dışlamıyorum...
Benim istediğim, yazılarımda "herkesin" kendisini görmesi,
kendisini bulmasıdır. Onun için kim olursa olsun, ne olursa
olsun hiç kimseye ayrıcalık yapamam. Hiç kimseyi olduğundan
büyük veya olduğundan küçük gösteremem. Çünkü benim yazılarım insan zihninin, duygularının, fiillerinin yansıtılmasından başka bir şey değildir. Nerede insan varsa ben onun "özlemlerinin" ve "içinin" sesi gibiyim. Nasıl mı? İşte örnek: Bu yazıyı okuyan, bana şöyle demekten kendini alamayacaktır:
Sen kimsin ya?... Nesin kardeşim? İşte onlara cevabım: "Ne
yapacaksın benim kim olduğumu?.. Diyelim ki "şuyum" veya
"buyum" sende ne değişecek? Önce sen kendine bak. Benim kim
olduğum sana lazım değil. Sana lazım olan sana ait olan
sözlerdir. Sana sen lazımsın... Sen "kendini" bul. Kendini tanı
yeter. Bak bakalım yazılanlar "sen misin?" değil misin? Sensen
kendini tam, aldanma... Ama önce kendine samimi ol... Sen
değilsen, zaten tartışmaya gerek yok. Hiç okuma beni, git işine
bak.
» BEN KARIŞMAM
Acılar olmasaydı, mutluluğu fark edemezdik.
Ben ne "acı" ne de "mutluluktan" yanayım. Bana ne "acı" ne de
"sevinç" ulaşabilir. Ben "duygu" değilim. Ben "acı" ve "sevinç" de
değilim. Ben "duygularımı" yönetenim. Ben ne "acıya" ne
"sevince" ne "düşüncelerime" ne de "duygularıma" karışıp
bunlardan birisiyle kendimi özdeşleştiremem.
Ben hiçbir şeye karışıp "o" olamam. Karışmak "o" şey de yok
olmaktır.
» İSLAMİYET "ADAM" OLMAKTIR
Hangi "dilde" ibadet yaparsanız yapın, adam olmadıktan
sonra, hiçbir tarafınız değişmez.
-36-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Bütün dinler, "odun gibiler" adam olsun diye gelmiştir! "Odun
gibi insan" olduktan sonra, ibadeti "Türkçe" yapsan ne olur,
"Arapça" yapsan ne olur?...
Önce insan olmanın derdine düşülmedikçe, ne kadar "ibadet" yapılırsa yapılsın, hiç kimsenin hiçbir tarafı değişmez. Yap
ibadeti, /Adam çekiştir./
Yap ibadeti, /Adam beğenme./
Yap ibadeti, /Cimrilik, hasetlik et./
Yap ibadeti, /Her türlü dalavere çevir/...
O halde, önce insan olmanın şartlarını yerine getirelim de,
ondan sonra sıra ibadete gelsin...
"İslamiyet" adam olmaktır. Sonra da insan olmak. "İbadet"
bundan sonra gelir. Hiç kimsenin, dinine, ibadetine bakmadan
"Adamlık" ve insanlık vasıflarına bakmak, aldanmanın en kesin
ölçüsüdür.
» İNSANIN SIRRI AÇILMALI
Zihin, düşüncelerin tutulma yeri değil, geçme yoludur.
İçinde yaşadığımız bu yüzyılda, insan sırlarıyla kapalı bir kutu
olarak yaşıyor hala... Artık bu kutu açılmalı. Bu sırlar açıklanmalıdır. İnsanın "madde ötesi" bir varlık olduğu, enine boyuna anlatılmalı ve "sınırsız gücü" ispat edilmelidir.
» İNSAN
Neremiz insansa, o insanı sevmeliyiz.
İNSAN ne düşünen hayvandır ne de ekonomik vakıadır. Hele
maymundan gelme hiç değildir! Bu "tezleri" ortaya atanlar ya
insanı hiç bilmiyorlar ya da maksatlı olarak, insanları aciz
duruma düşürüp, kendilerine köle yapmak istiyorlar.
Her insanın, bir adı soyadı vardır. Bundan başka, bir gövdesi, duygusu, düşüncesi, aklı, mantığı, canı, ruhu, şuuru, şuur-altı, hafızası gibi görünen, görünmeyen, bilinen bilinmeyen
-37-
yönleri de vardır. Ve bütün bunları hiçbirisi, insan değildir.
Bunlar sadece insana ait olan, bir başka deyişle insanı gizleyen
organlardır. İnsan ise, bütün bu iç ve dış sistemlerin yöneticisidir.
İnsanın:
Adı - soyadı, bir ömür boyunca gövdesine aitmiş gibi kullanılan isim... Bu, neremize konduğunu ve nasıl olduğunu hiç
düşünmediğimiz bir kavram.
Ahmet'e Ahmet’i göster derseniz, hemen gövdesini gösterir.
Mehmet, Tom, Hans da öyle. Halbuki kendi gövdesini Ahmet
zannetmek, en büyük aldanmadır.
Gövdesi et ve kemikten yapılan en gelişmiş makinedir. Eskir, arıza yapar (hastalanır) ve ölür.
Bu makinenin bakımını onu kullanan insan yapar.
Duygusu -sevmekten sevmemeye, kızmaktan kızmamaya,
acıdan zevke devamlı değişir. Sabit, devamlı, kalıcı olamaz.
Gerçek değildir, sanaldır.
Düşüncesi, soluk alıp vermek gibi çalışır. Gelir ve gider,.
Düşünceler hava gibidir. Havanın bile ulaşamadığı kainatları
doldurmuş, kuşatmıştır. İnsan zihni, düşünce okyanusunun
aktığı bir giriş çıkış kapısı veya trafiğin aktığı bir yol gibidir. Bu
yoldan nasıl her şey geçerse, zihinden der her tür düşünce geçer.
Hiç durmayan, devamlı akan ne tür düşünce olursa olsun,
zihnimizin engel olmadığı, geç ve dur diyemediği bir düşünce
akışı vardır... Zihin, hiçbir düşünceye geçme diyemez, Yol
üstünden geçenlere geçme diyebilir mi? Yoldan at da geçer, it
de. Kral da geçer, dilenci de... Düşünceler durmadan akar. İhtiyacımız o anda ne ise, onunla ilgili düşünceleri yakalar, kullanırız ancak zihin trafiğinin tıkanmaması gerekir.
Yani düşünceleri araç kabul edersek, bir aracın arıza yapınca trafiği tıkaması nasıl yolda sıkıntı ve sıkışıklık yaparsa,
zihnimiz de bir düşünceye takılmamız, onunla ilgilenmemiz de
(kafaya takmak) sıkışıklık ve sıkıntı yapar. Arkadan gelen
düşünceler, üst üste birikir ve biz bunu "baş ağrısı' olarak algılarız.
İnsanın canı gövdesini ve bütün maddelerdeki hareketi ve
değişimi sağlayan hayat enerjisidir.
İnsanın ruhu işte insanı bütün yaratıklardan ayıran bu- dur.
Ruh : insanın "sınırsız gücüdür". Yaratıcılık yöneticiliğini o güçle
-38-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
yapar. Bütün bu saydıklarımızdan bağımsız olan insan, doğmaz
ve ölmez. Doğan ve ölen gövdesidir. İnsan deyince aklımıza
ilksiz ve sonsuz, ölümsüz bir varlık gelmelidir. İşte o muhteşem
varlığı sevmeliyiz. 'Asıl kendimiz" olan o varlığı övmeliyiz.
Kendi-kendimizden yardım istemeli, kendi- kendimize vermeli,
kendimizle barışık, tanışık olmalıyız.
» BUGÜN DE VAR
Kaç bin seneler önce dünyada ne varsa bugün de var. Ne
değişti? Hiç.
Kaç bin sene önce dünyada at vardı, it vardı. Sinek vardı, böcek
vardı. Hırsız vardı, fahişe vardı, katil vardı, maktul vardı...
Bütün bunlar yine var...
Ne değişti? Hiç...
Kaç bin sene öncede dünyada kalleşlik vardı, yalan vardı.
İhanet vardı. Aşk vardı. Seven vardı, sevilen vardı. Madde hırsı
vardı. Maneviyat vardı. Allah’a inananlar vardı, Allah’a
inanmayanlar vardı.
Bugün bunlar yine var...
Ne değişti? Hiç...
Kaç bin sene önce dünyada yağmur vardı. Kar vardı. Diken
vardı, gül vardı. Yumuşak vardı, sert vardı. Sıcak vardı, soğuk
vardı. Ağaç vardı, ot vardı. Balık vardı, taş vardı.
Bütün bunlar yine var...
Ne değişti? Hiç...
Kaç bin seneler önce dünyada elektrik yoktu. Uçak, otomobil yoktu. Kalorifer, televizyon yoktu. Çekiç, pense yoktu.
Teleks, telsiz yoktu. İnternet , elektronik-sızma, bilgisayar
-39-
korsanları, psikolojik operasyonlar, siber teröristler yoktu...
Bugün artık bunlar var...
Peki ama ne değişti aksesuarlardan başka?
Hiçbir şey... Yine insanlar mutsuz. Yine insanlar sevgisiz.
Yine insanlar kendini ve dünyayı anlamış değil. Yine barış yok.
Kardeşlik hayal. Yine iki gönül bir olamıyor. Yine isimlere,
şekillere takılıp insanı insan olarak göremiyoruz.
» RIZIK BAŞKA, ZENGİN OLMAK BAŞKA
Gövdemizin bütün ihtiyaçlarının hepsine birden rızk denir.
Otomobili icat edip yapan onun çalışıp yürümesi için gerekli
olan ihtiyaçlarını da düşünüp ayarlamıştır. Otomobilin benzin
ve yağ oranlarını, motor ve diğer akşamlarının dayanma
sürelerini hatta ömrünü bile belirlemiştir.
Bir otomobili imal eden, bütün bu ihtiyaçları düşünüp, ince
hesaplarla ayarlıyor da, bizim gövdemizi yaratan Allah, bu etten
ve kemiklerden yapılan makinemizin ihtiyaçlarını mı düşünüp
planlamayacak? Böyle bir üretici, böyle bir imalatçı olabilir mi?
Tabi ki olamaz.
Allah, gövdemizin ihtiyaçlarını (rızkını) daha gövdemiz
cenin halinde iken, "herkesin rızkı ayrılmıştır" diye kutsal kitaplar da belirtmektedir. Bilim DNA'ların şifrelerinin çözdükçe
bu konuya daha geniş ve doyurucu açıklamalar getirecektir.
Bu "sınırlı aklımızı" aşan öyle bir "sınırsız akıl" ve "sonsuz
zeka" şifrelemesidir ki, 6 milyar insanın hiçbiri birbirinin rızkına
dokunamıyor.
Bu 6 milyar insanın her biri, sabah başka, öğlen başka, akşam başka çeşit olmak üzere canının istediği veya ne bulursa o
yemeği yiyor. Hatta aynı masada oturanlar bile, aynı yemeği
yemiyor çoğu zaman. Kimi tuzlu yiyiyor, kimi tuzsuz, kimi acılı
yiyor, kimi acısız.
Bu öyle muhteşem bir "aşçı" öyle muhteşem bir "sofra ki"
kimin canı ne istiyorsa, hepsi var... Bu sadece rızkın "yemek",
-40-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
"doymak" kısmı... Ya öbür ihtiyaçlar? Onlar da aynı "yemek"
gibi çeşit çeşit. Rızık sadece yemekle bitmiyor ki...
Giyecek: elbise, gömlek, çamaşır, ayakkabı, ev araba, eşya,
yatak, yorgan, kadın, çocuk, koca... Kısacası, gövdemizin rahatlığını ve ihtiyacımız olan her şeyin genel adı rızktır.
Bu ihtiyaçlarımızın hepsi ayarlanmıştır... Az veya çok olarak, çeşitli sebep ve vasıtalarla gelip bizi bulmaktadır.
Rızkı bitenin, ömrü biter.
Ömrü bitenin, rızkı biter.
Kim olursa olsun, yaratılmış ve yaratılacak olan, her varlığın, sineklerin, böceklerin, mikroorganizmaların bile rızkı ayrılmıştır.
Allah’a inananın da, Allah'a inanamayanın da kötü ve zalimlerin, iyi ve dürüstlerin de rızkını Allah vermiş ve vermeye
devam ediyor. Hiç kimsenin rızkına engel olmaya, rızkını
elinden almaya, rızkını artırmaya veya azaltmaya gücü yetmez.
Çalma, gasp etme de olsa, o elinden almaya girmez. Eğer rızkı
değilse, o para çalınmadan da gider, cebinden düşürür veya
başka bir şey olur.
İnsanların çoğu, rızk yani geçim endişesiyle çalışır. Halbuki
rızkından emin olarak yaşamak Allah’a inanmanın yüzde 90’ını
teşkil eder. Rızkından emin olmayan Allah’ın gücüne inanmıyor
demektir.
Hayvanlar bile rızk endişesi taşımazlar, yarın ne yiyeceğini,
nerede yatacağını, yavrularını nasıl besleyeceğini düşünüp,
endişe ve korkuya kapılmazlar. Yemek içmek planlan
yapmazlar. Bulacağından ve karının doyuracağından emin
olarak yaşar. O hayvanlar ki, insanlara faydalı olmak (hizmet
etmek) için yaratılmışlardır. Koskoca insanın rızk endişesiyle
yaşaması cehaletin dışında , hayvanların da aşağısında acizliktir,
hiçliktir. İnsan "hiç" olarak yaşayamaz. Bunalır, sıkılır ve
psikolojik olarak ölür.
Halbuki rızkından emin olarak, diğer insanlara hizmet götürmek düşüncesiyle iş kursa çalışsa hem tatmin olur, hem de
rızkı artar.
Zengin olmak ise ayrı bir konu, zengin olmak başka, rızk
başkadır. Zengin olur ama o gene rızkı kadar yer, içer, kullanır.
Onun zenginliği rızkını artırmaz, fakirliği rızkını eksiltmez...
-41-
Çevremizde görürüz,
Nice fakirler vardır, zengin gibi yaşar. Nice zenginler vardır
"fakir" gibi yaşar. Neden? Çünkü rızkı o kadardır.
Eğer geçim (rızk) endişesiyle veya o gaye ile yani, (ekmek
parası işte) "ne yapalım, sabah beşte işe gidiyorum. Akşam onda
geliyorum" bilinciyle çalışılırsa, ne kadar çalışırsa çalışsın, ne
kadar kazanırsa kazansın, o endişe, o geçinmek için çalışma,
bilinci çoğu az yapar, kazandıkça yetiremez, masraflara
yetişemez.
Çalışmak veya zengin olmak istiyorsak, önce anlayışımızı
değiştirmeliyiz. Geçim için çalışmak bilincini terk etmeliyiz.
Onun yerine, insana hizmet etmek, insanlara bir kolaylık
sunmak bilincini geliştirmeliyiz. Çünkü insana hizmet etmek,
kendi kendimize hizmet etmektir. Şimdi bir an için, satın alma
aracı olan paranın ortadan kalktığını düşünelim, göreceğiz ki,
herkes birbirine hizmet sunuyor. Kimi ekmek yapıyor, kimi
gömlek, kimi ev yapıyor herkes birbirine bir şeyler yapıyor, bir
şeyler sunuyor...
Bizim çalışmak, üretmek zannettiğimiz şey aslında insanın
insana hizmet sunmasından başka bir şey değildir. O halde
insanlar rızk için değil, hizmet götürmek, diğer insanların
işlerinin kolaylaştırmak bilinciyle çalışmalıdır. Eğer rızk (geçim)
gayesiyle çalışılırsa, o zaman yalan, hile, sahtekarlık bilinci
gelişir ve yayılır. Daha da ileri gider, kapma, çalma, birbirini yok
etme "ekmek parası" diye piyasa ahlakı olur... Rızkından emin
olarak çalışan böyle şeyler yapmaz. Aç kalma, yetirememe
endişeleri taşımaz.
Rızk artmaz, ama çeşit bolluğu olabilir. Mesela 20 çift
ayakkabımız vardır. Hepsini üst üste ayağımıza giyemeyiz ama
çeşit bol olunca "seçme zevkini" yaşarız. 60 takım elbisemiz
olabilir. 60 takımın hepsini üst üste üstümüze giyemeyiz,
giyeceğimiz bir takım elbisedir. Saraylarımız, köşklerimiz olabilir. Ama yatacağımız yer, iki metrelik bir yataktır. Bütün yatakları üst üste yığıp yatmanın bir mantığı var mı? Rızk bol olsa
da, o kadar çeşidin içinden, bizim rızkımız hangisiyse onu seçip
alırız.
Rızk bolluğunun sırrı, bizim anlayışımızla "bilinçle" ilgilidir.
Rızk bolluğunun sırrı vermektir...
-42-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Vermek, almanın en kestirme yoludur.
Rızkından emin olan, o anlayışa ulaşan, neyi kimden saklayacak? "Kimse yemesin, ben yiyeyim" diye meyveleri çürütüp
çöpe mi atacak. Rızkından emin olan böyle şeyler yapmaz. O
vermenin almak olduğunu bilir. Her şeyin iyisini çoğunu ikram
etmek için, imkan ara, çırpınır durur. Hatta bugün bile öyle
aileler var ki, yemeğe misafir çağırmadan duramazlar. Yemeği
misafirsiz yiyemezler.
Var olandan veren, rızkından emin olan kişidir, yoktan
vermek ise kendini aşan insanın işidir... Kendini aşan insan,
kendine ayırmaz, kendine saklamaz, neyi varsa az veya çok
"paylaşmak" ister. Hatta kendi payından vazgeçmekten zevk
alanlar bile vardır. İnsan bu... Daha ne güzellikler var insanda
keşfedilmeyi bekleyen. Dönüp baksak kendi içimize, o güzelliği,
o büyüklüğü, o muhteşemliği görebiliriz belki.
» GENÇLER BABALARINI AŞMALIDIR
Gençliğin enerjisi toplumun lokomotifidir. Bu lokomotif
daima ileriye gitmelidir.
Gençlerimizle gurur duyuyorum. Keskin zekaları, gerçekçi
gözlemleri var. kendi çıkarlarından önce, ülkenin çıkarlarını
düşündüklerini seziyorum. Bu da ben çok mutlu ediyor. Birlik
içinde, barışık, uzlaşmacı insanların iyide ve güzelde birbirleriyle yarıştığı, bir ülke düşlüyorlar.
» BU ŞENSİN
Benden bana ne diyen, cahilden de öte zır cahildir.
Bu gövdemiz sınırlı vücudumuzdur... Bir de sınırsız
vücudumuz var. O da, akıl, mantık, zihin, hafıza, şuur, şuur altı
ve duygulardan kurulu vücudumuzdur.
Sınırlı aklımız bir de sınırsız aklımız var. Zamanla sınırlı
varlığımız, bir de zamanın dışında, sonsuz varlığımız var.
Bir konuşan tarafımız var, bir de dinleyen tarafımız var. Bir
bakan gözümüz var, bir de o gözden "gören"...
Bir tat var, bir de tadı alan var... Bir işiten var bir de duyan
(anlayan)... Bir seven var, bir de sevilen...
-43-
Bunlar böyle meçhul şeyler değil. Bunlar biziz. Kendi iç
dünyamızda yaşadığımız olumlardır. Kendini merak eden, bu
izleri takip ederek, asıl kendine ulaşıp, kendini tanıyabilir.
Zaten, insanın kendi dışında olan hiçbir şey yoktur.
Çevresinde gördükleri, kendi iç dünyasında olanlann dışa
yansımasıdır.
» RUHSATİ’YE SELAM
Sen kurt olursan, senden kuvvetli kurt bulursun karşında.
19. yüzyılda yaşamış olan ozan Ruhsatı, bundan 150 yıl önce, o
günün sahtekarlarından yakınıyor:
Bir vakte erdi ki bizim günümüz
Yiğit belli değil, mert belli değil.
Herkes yarasına derman arıyor.
Deva belli değil, dert belli değil.
Fark eyledik ahir vaktin yettiğin.
Merhamet çekilip göğe gittiğin.
Gücü yeten soyar, gücü yettiğin,
Koyun belli değil, kurt belli değil.
Artık koyun da belli kurt da... Sen rahatına bak Ruhsati. Her
ne kadar kurtlar da koyun postuna bürünerek kendilerini
gizlemeye çalışıyorlarsa da, yaptıklarından yakayı ele veriyorlar.
Onlar iyi adam görüntüsünde dolaşırlar.
Barış der, savaş çıkarırlar, özgürlük der, zihinleri işgal eder,
halkı yönlendirmeye çalışırlar, demokrasi der, monarşi
uygularlar. İnsan hakları der, yapanın yaptığı yanına kar kalır.
Bunlar ne derse, dediklerini kendileri için der, halka tam tersini
yaparlar.
Sen gönlünü ferah tut Ruhsati... Şimdi onlar, kazdıkları
kuyulara öyle bir düştüler ki, onları artık hiç kimse kurtaramaz.
Ne ektilerse onu biçiyorlar. Hepsi çıldırmış gibi birbirini
-44-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
boğazlıyor. Neden mi? Soya soya bütün, ülkelerin insanlarını
fakirleştirdiler. Soyacak bir şey kalmadı. Şimdi birbirlerini
soyup, birbirlerini yiyorlar. Şirket evlilikleri arttı Ruhsati. Onlar
yemeye yutmaya evlilik diyor.
» SUÇ HEPİMİZİN
İlgilenir bakarsan, dağ bağ olur. Bakmazsan, bağ dağ olur.
-Adam şefkatli bir sesle "oğlum" diyordu:
-Bu dünyaya odun gelip, odun gitme. İnsan ol, insan! Otomobilini park ederken, önündeki arkandaki otomobillerin çıkabilmesi için yeterli boşluğu niçin bırakmıyorsun?
-Başka? Dedi aldırmaz bir tavırla genç sürücü. Başka bir
emrin var mı? İkaz eden adam hiç sinirlenmedi. Bak oğlum dedi:
-İnsan insanın işin kolaylaştırır. İnsan insanı rahatsız etmez.
İnsan insanı kendi yerine koyup zoruna giden işleri başkasına
da yapmaz. Ancak insan olmayan "bana ne" der geçer. Bu defa
genç daha da sinirlendi.
-Kes be! diye gürledi adamın üstüne yürüyerek. Adam
dimdik durdu. Dik dik baktı. Elini beline atıp silahını çekti
-Sen değil insan, daha adam bile olamamışsın, dedi. Silah
patladı. Genç Ah! bile diyemeden yere düştü. Başından vurulmuş oracıkta ölmüştü. Adam cesedin başında yüksek sesle konuşuyordu:
-Ulan sizin gibiler yüzünden yaşamaktan bıktık. Sizin gibilerin itlerin öldürmekle biteceğine inansam, gözümü kırpmadan hepinizi temizlerdim. Üstüme gelmesen seni de vurmazdım ama vurduğuma pişman değilim.
Bu panik ve patırtı arasında, biraz ileride duran yaşlı bir
adam kendi yaşındaki tanımadığı adama şöyle diyordu:
-Ölenin hiçbir suçu yoktu. Yanlış adamı vurdu. Asıl onun
anasını, babasını, öğretmenini, onun eğitimini eksik bırakanları
vurmalıydı. O gencin hiçbir suçu yoktu. Yazık!
Bu sözleri dikkatle dinleyen, tanımadığı adam döndü, ters
ters baktı.
-"Haklısın" dedi. O benim oğlumdu... Ama defolu mal
üretmişiz... Suç bende... Ama ben de defoluysam, suç kimde?
-45-
» DÜNYA HEP VERİYOR YA BİZ?
Dünya hep bize veriyor da, biz birbirimize vermiyoruz.
Bazen, ben niçin "kendimi" yazmıyorum diye düşünüyorum?
Sonra kendi kendime diyorum ki:
Benden kime ne? Birisi devamlı kendini anlatsa, ben ne
yaparım acaba? Herhalde sıkılır "yeter artık" derim. Ama birisi
çıkıp da, bana beni anlatırsa ona "yeter artık" demem. Bıkmadan
usanmadan dinlerim onu.
İnsanlar birbirlerine boş şeyler anlatmasalar, ne güzel
olurdu yaşamak. Boş şeyler deyince aklıma hemen;
Dedikodu
Arkadan konuşma
Tecessüs (merak)
Kınama, suç araştırma gibi zihin bulandıran konular geliyor. Bu gibi konular hiç konuşulmasa, öyle bir devir, öyle bir
dünya olsa... Herhalde insanlar, bu dünyada cennet hayatı
yaşarlardı.
Kendi kendime hayal mi kuruyorum yoksa? Hayallerimiz
de olmasa, bu hayat hiç çekilmezdi her halde. Acaba bu dünya
mı kötü? Yoksa biz yaşamasını mı bilmiyoruz?
Bence dünya hep bize veriyor da biz birbirimize vermiyoruz.
Madem ki bu dünyada yaşıyoruz, dünyaya benzemeliyiz,
dünya her şeyini bize sunmakla bir şey mi anlatmak istiyor?
Vermekten, paylaşmaktan korkmayın, bitmez mi demek istiyor
acaba? Acabası fazla. Dünya bize aynen öyle diyor.
» İNSAN İNSANA HİZMET EDENDİR
İyiler insana hizmet eder. Kötüler kendilerine hizmet et
tirir.
Kötüler, insanları nasıl kullanacağını, nasıl sömüreceğini, nasıl
daha iyi verim alacağını araştırmaya devam ediyor.
Son günlerde sıkça duymaya başladığımız bir şey var: Stra-46-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
teji uzmanlığı -Sistem danışmanlığı- Yönetici liderliği v.s...
Şimdi bu insanlar, geliştirdikleri bu sistemlerle insanları
yönetecekler..miş... Boşuna uğraşıyorlar. Çünkü insanlar, hayvanlardan farklıdır. İnsanları, hayvanlar gibi şekerle, kemik
parçalarıyla veya cinselliği tahrik ederek yönetemezsiniz...
Şartlandırmalarla ancak hayvanları yönetebilirsiniz.
Önce siz insanları yönetmeye kalkmadan, insan olmanın
yoluna bir girin bakalım. Öyle "iyi adam maskesiyle" dolaşarak
kendi çıkarcılığınızı gizleyemezsiniz. İsmen gizleseniz de
kendinizi yaptıklarınızdan tanınıyorsunuz. Siz kim, insanları
yönetmek kim? Sizin yönettiğiniz dünya işte ortada. Yaşanmaz
hale geldi. Her şey bozuldu. Bozduklarınız, sizi de kuşattı şimdi.
Siz hala daha para her şeyi halleder hayalleri kurun! Yakında
öğrenirsiniz!
Para mı hallediyor yoksa insan mı? Benim dediğim insan,
sizin hayvana benzettiğiniz insan değildir. Siz onu yani insanın
gücünü çok iyi bilirsiniz.
Üç kuruşluk aklınızla, insanları kendinize hizmet ettireceksiniz öyle mi?
Hiç kimse insanları kendi çıkarları için kullanamaz. Açın
bakın tarih kitaplarına, tarih sizin gibi gafillerin başarısız denemeleriyle doludur.
Ey ahmaklar! Bari şu sözü çocuklarınıza nakledin. İnsan,
insan niteliklerini taşıyorsa, insana hizmet etmekten başka bir
şey düşünemez...
» KAYBOLAN İNSANLIĞIMIZ
Ya kaybolan insanlığımızı bulacağız ya da kaybolup gideceğiz.
İnsanlar "insanlık niteliklerini" kaybettiklerinde Allah üç şeyin
bereketini alarak, insanlığını kaybedenlerin bütün çalışmasını ve
gayretlerini boşa çıkarır.
O üç şey de:
1. Zamanın bereketini alır, gün hemen biter, akşam olur
işlerimiz bir türlü bitmez. Paranın bereketini alır, çuvalla para
-47-
kazansak çuvalla masraf çıkar, yetiremeyiz. Bir de borçlanırız.
II. Muhabbetin bereketini alır, (muhabbet birbirinin gözünden derdini, ne istediğini anlamaktır) Kimse kimsenin
derdini dinlemez. Herkes çıkarı varsa birbirini arar sorar olur...
Sonra? Sonrası hüsrandır.
Zaten bu üç şeyin bereketi yoksa, yaşamanın da bir anlamı
kalmaz. Çalışmak, yemek, içmek, gezmek-tozmak hep sıkıntı ve
azap olur. Oluyor da... Araban varsa gitmeye yol bulamazsın,
kurallara uyan şoför göremezsin. Fatura ödemeye gider,
kuyruklarda çile doldurursun. Çok zenginsen eğer, kimseye
güvenemezsin, gelen çalar, giden çalar.
Nasıl yaşayacaksan, yaşa bakalım! Böyle yaşamak yaşamaksa eğer, sen buna yaşamak diyorsan, sen yaşamak görmemişsin, sen yaşamayı bilmiyorsun demektir. Biraz ciddi olalım
da kendimize bir bakalım. Bizim neremiz insan? İnsan olmayınca, insan gibi yaşamak yerine, hayvanlar gibi yaşamak çıkar
ortaya. Suç kimde? Suç, insanlığını kaybedenlerde.
Ya kaybolan "insanlığımızı" bulacağız.
Ya da kaybolup gideceğiz.
» GENÇLER DEĞİŞİM İSTİYOR
Gençler çıkara dayalı olmayan ilişkiler istiyor.
Geçmiş devirlerde bir benzeri olmayan yani bütün "insanlığı"
kuşatan büyük bir değişim geçiriyoruz. Bu değişimin sancıların
en çok gençler yaşıyor.
Bugünün gençliği, bütün "maddi değerlerden" kaçmak istiyor. Karşılıksız sevgi, karşılıksız saygı çıkara dayalı olmayan
‘ilişkiler’ istiyor. Statik iş hayatından uzaklaşmak istiyor. Genç
nesil, ne duygusal ne de akılcı olmak istiyor. Bunun özlemini
çekiyor...
Dünya gençlerin hiç umurunda değil. Toplumun problemlerini de umurunda değil. Onlar kendilerini yaşamak, duya-
-48-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
rak, hissederek sevdikleri işleri yapmak istiyor.
Bütün bunlar zihniyet değişimin belirtileridir. Bugünün
adamlarıyla, gençlerin zihniyetleri arasında çok büyük uçurumlar var.
Günün adamları için para her şeydir. Halbuki insan için para en son sevilecek şeyken, en önce sevilen şeydir. Parayı çok
seven zihniyet, kendine göre bir kültür oluşturmuş. Ancak bu
kültürün değer yargıları 'insani değerler" olmamış. Tam tersine
"maddi değerler" ve çıkar önemli sayılmış. Bütün bu bunalımların, acımasızlıkların tek sebebi, "maddi değerlere" dayalı
yaşamaktır. En önemsize önem vermek, hem bireyi hem toplumu bunalıma sokar. İşte günümüzdeki bunalımlar, böyle bir
bunalımdır. Bu bunalımdan çıkış yolu tektir. O yol da zihniyetlerin değişmesidir. Bu da manevi yasalar gereği, acı ve sıkıntıların yoğunlaşmasıyla olur. Bu bunalımlar daha da artacaktır.
Gençler sistemleri ve değer yargılarını değiştirene kadar.
» DÜNYAYI DÜRÜST İNSANLAR YÖNETMELİDİR
Dünyayı da, beni de kim yönetirse yönetsin, "ban ne" diyorsan eğer, sen adam bile değilsin.
Evet dünyayı iyi ve akıllı insanlar yönetmelidir, hayvan zihniyetliler değil...Bunlardan "bana ne" dünyayı da beni de kim
yönetirse yönetsin diyorsan ölü bir adamsın... Sen adam bile
değilsin! Sana söyleyecek başka bir söz olamaz.
Eğer sen dürüstsen, mertsen, doğru isen, namuslu isen ve
bunlarda haklı isen evde, işte ve dünyanın her yerinde senin
dediğin olmalı... Eğer senin dediğin olmuyorsa, o zaman kimin
dediği oluyor? Alçakların, sahtekarların, terbiyesiz ve
saygısızların, adilerin, hırsızların, hak yiyenlerin, yalancıların,
hainlerin dediği mi oluyor?
Bunların dünyayı ve seni yönetmesine razı mısın? Tabi ki
değilsin... Razı değilsen, bu gibilerin yönetime gelmemesi için ne
yapıyorsun? Yönetmeye mi, yönetilmeye mi razısın?
Kim olursa olsun, herkes şuna karar vermelidir;
-49-
Bu dünyada, yıkıcıların mı dediği olacak, yoksa yapıcıların
mı? Bu dünyayı kim yönetecek? Hangi zihniyet? Evet, bu soruya
mutlaka cevap vermeliyiz... Yapıcılar mı, yıkıcılar mı? Kim?
Bunun dinle, günahla, sevapla hiçbir alakası yoktur. Bu hak,
adalet ve dürüstlük savaşıdır. Ve bu savaş evrensel bir savaştır.
Adam öldürmeyi, haksızlığı, sahtekarlığı, hainliği kısaca
yıkıcılara ait olan bütün davranışları, günah ve sevapla ölçersek
veya Allah’a havale edersek, hiçbir ceza veremeyiz. Ancak
yapanın yanına kar kalır.
Bu yapılanlar, yapanın yanına kâr kalmaması için, bu konuları hak-hukuk açısından değerlendirmek zorundayız. Hiçbir
ceza Allah’a havale edilmemelidir. Allah her şeyi bir sebeple
yarattığı gibi, hak ve hukuku da insan vasıtasıyla yaymak ister.
Onun için insana "sahiplik" yetkisi vermiştir.
Adaleti ancak dürüst insanlar sağlar... Kararlılıkla, hakhukuk için mücadele edilmelidir. Dünyayı dürüst insanlar yönetmek istiyorsa, bunun için çalışmalı, bunun için savaşmalıdır...
Yapıcılar iki tür savaş vermek zorundadır;
1. Kültür savaşı
2. Ekonomik savaş
Zaten ekonominin içinde kültür savaşı vardır. Yani parası
çok olanın dediği olmaktadır...
Bugün yıkıcılar, ticaret değil, savaş yapıyorlar. Piyasalar
savaştaki cepheler gibi, gaye para kazanmak değil, rakiplerini
ortadan kaldırmak, piyasadan silmek. Sonra da o piyasanın tek
hakimi olmak. Ürettiği ürünü, azar azar piyasaya sürüp fiyatını
yükseltmek, rakibi yoksa, her türlü sömürüyü yapabilir.
Bugünün savaşları böyle, yıkıcılar bu şekilde dünyayı ele
geçirdiler. Daha da geliştirip işi "kur farkı" diye para sahtekarlığına dönüştürdüler.
Parayı, ekonomiyi ele geçirince, kendi zihniyetlerini de
dünyaya yayıp meşrulaştırdılar.
İşte yapıcıların karşısındaki düşman bu.
Bugün dünyayı dolar imparatorları yönetiyor dersek hiç de
abartmış olmayız.
-50-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» 3. KUŞAK SAVAŞI VE MİŞ-MUŞ
Anını yaşayıp, can noktasında ayrılmamak geçmiş ve gelecek zamanların en güçlü silahıdır.
Gelecekte, 3.kuşak savaşları olacakmış...
Bilgi savaşının silahı, o kadar gizli olacakmış ki, zihnimizin
saldırıya uğradığını anlamanız bile mümkün olmayacakmış...
Klasik savaşlar da, önemli sayılan bayrak ve toprak kavramı,
3.
kuşak savaşlarda hiçbir anlam ve değer ifade
etmeyecekmiş. (Bugün pratikte, zaten hiçbir değer ifade etmiyor)
Çünkü, 3.kuşak savaşında hedef "Bilgi ve iletişim" sistemleri
olacakmış... Özellikle askeri sistemler de bilgi subayı birimleri
kurulmuş. Bilgi savaşını, bu bilgi subayları yönetecekmiş... Ayrıca geliştirdikleri tarama sistemleri ile "bilgisayar korsanlarının"
hangi tuşlara bastığını bile bugün, tespit edebiliyorlar- mış. Yine
de geliştirilen bütün güvenlik önlemlerine rağmen, elektronik
sızmalara , "bilgisayar korsanlığına" ve "siber teröristliğe" engel
olunamıyormuş.
Uzmanlar
yeni
güvenlik
sistemleri
geliştirmekle meşgulmüş... Buraya kadar tamam, bunlar
teknolojik gelişmenin sonuçları.
Bilgi savaşının stratejisi ise şöyleymiş,
Bilgi ağını geliştirmek, gizli bilgilere ulaşmak (istihbarat)
psikolojik operasyon... Yani medyayı da kullanarak aldatmak...
Bu kanallarla psikolojik olarak, zihin ve düşüncelere saldırmak,
halkı istendiği gibi düşüncelere sevk etmekmiş...
Bugün medya, bunları zaten yapıyor. Devamlı zihinlere
saldırıyor ve hatta zihinleri işgal ederek düşünceleri yönlendiriyor. Ama kimi, kimleri? Bir avuç azınlığı ve nüfusun yüzde
25’i dejenere olmuş kesimini... Onlar zaten adamlıktan çıkmış,
insanlığını paraya endekslemiş, gözünden ve kulağından
yönetilen robotlardır... Gerçek adamları ve kendini bilen
insanları hiç kimse, hiçbir teknolojik güç yönlendire- mez ve
düşüncelerini etkileyemez... İçindeki güce tabi olana, her şey tabi
olur. Yani anını yaşayan can noktasından ayrılmayanın gücü
karşısında hiçbir güç duramaz.
-51-
» DANGUL DUNGUL İŞLER
İnternetteki sanallık, rüya içinde, rüya görmeye benzer.
İnsan zekası, insana hizmet etmeyi unutunca, hedefini şaşırıp
nelerle uğraşıyor...
İnternette her şeyin sanalı (hayali) yapılıyor. Sanal bebek,
sanal maç, sanal cinsellik, sanal yarışlar, sanal savaşlar, sanal
anne-baba vs... İnternet zaten resim ve görüntü olarak sanal.
Televizyondaki görüntüler gibi iki boyutlu...
Canlı yayınlansa bile, görüntüler sanal, elimizi uzatıp tutabilir miyiz? Tutamayız... Benim duvardaki fotoğrafım gibi.
Fotoğraf benim ama, ben değil... Kainat zaten bir görüntü, bir
hayal, bir rüya, internetteki de bu dünyadakilerin hayali olunca,
bu durum hayal içinde hayal, rüya içinde rüya görmek gibi
oluyor. Gibisi fazla, aynen öyle oluyor. Bu İnternet, işlerimizi
kolaylaştırmak amacını aşmamak... Bu gibi hayal mahsulü işlere
dedelerimiz, "dangul dungul" işler derlerdi.
Daha internetteki sanal dünyalar yokken, bu dünya için
bakın Yunus Emre ne diyor:
Mal sahibi mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi?
Malda yalan (hayal) mülk de yalan.
Var biraz da sen oyalan.
Koca Yunus bakmış ki, insanlar bu dünyayı gerçek sanıyor.
Bunun bir rüya olduğunu anlatmaya çalışmış...
Bugün de, körü körüne mal hırsına düşmüş zenginler yok
mu? Var elbet. Hem de ne yer ne yedirir cinsinden. Bu gibilere
zaten zengin demezler. Ya ne derler? Çer-çöp bekçisi derler.
Öylesi zenginlere yuh demek bile çok. Onlar rüya içinde rüya
görenlerdir.
-52-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» ŞİMDİDE ANI YAKALAMAK
Ne geçmiş ne gelecek, ne önce ne sonra. Biz "hemen şimdi"
de varız.
Dönüp de dün ne yazdım diye merak etmiyorum. Okumuyorum
da... Bugün ne yazacağıma da düşünmüyorum, sadece
yazacağımı biliyorum.
Tao’nun balıkçı hikayesi aklıma geliyor...
Üç tane balık tutan adam varmış... Bir tanesi, çok balık tutacağını düşünerek, oltasını atarmış... Diğeri, bana balık gelmez
düşüncesiyle oltasını atarmış... Her ikisi de balık tutamazmış...
Üçüncü ise, ne balık tutacağını ne de balık tutamayacağını aklına
getirirmiş. Tarafsız, kutupsuz, nötr olarak oltasını atarmış.
Oltasını her attığında balık gelirmiş. Ben de yazdıklarımın iyi ve
kötü olacağı düşüncesine tarafsız kalıyorum. İyi de oluyor... Ne
geçmiş ne gelecek, ne önce ne sonra... Hemen şimdiyi
yakalamak, Anını yaşamaktır. Şimdiyi yakalamalı, şimdiyi
yaşamalıyız... Çünkü, sadece anda varız. Öncesinde ve
sonrasında yokuz.
İyi ama geçmiş ve gelecek yok mu? Var. Ama bizim geleceğimiz, an’da biçimleniyor. Bir anda verdiğimiz kararlar, geleceğimizi hazırlıyor. O halde biz, geçmiş ve geleceğe ait değiliz.
Ayrıca geçmiş ve geleceğe gitsek bile, orada hiçbir şeye hakim
olamayız. Biz ancak, şimdiye ve ana hakim olabiliriz.
Şimdi, şimdiyi yakalayalım.
An bu andır.
Dem bu dem.
-53-
» GÖZÜ VAR GÖRMÜYOR
Hiç kimse, kedi kendine yabancı olamaz. Bize yabancı olan
gövdemizdir.
İnsan gövdesi, insan nesidir?
İnsan gövdesi, insanın elbisesidir. Ama insan değildir... Gövde
olur, insan ise yaşamaya devam eder. İnsansız yaşayamayan o
gövdeyi götürür, gömerler...
Bu konu sanıldığından da önemlidir. Hatta bu konu hayat
mamat meselesidir. Elbise gibi kullandığımız gövdemiz, kendi
kendisine hareket edemez... Çünkü o gövdeden, duyan-gören-işiten-konuşan-kızan-seven-beğenen-nefes alıp veren bir
varlık var... Gövde kendi kendisine bunları yapabilir mi? Yapamıyor.
Gövde öldüğü zaman,
Gözü var, ama göremiyor. Çünkü gören et, gözü değil.
Kulağı var ama, işitemiyor. Çünkü işiten et, kulağı değil.
Ciğerleri var, nefes alamıyor. Ciğerleri yerinde duruyor,
ama nefes alıp veren yerinde yok... Hani nefes alıp veren ciğerlerimizdi?
İşte bütün bunları yapan varlığın adına insan deniyor. Ve bu
insan tektir. Bir İkincisi yoktur... 6 milyar gövdenin içindeki tek
varlıktır ve onun adına insan denir. Herkesin genel adı zaten
insan değil midir? Herkese ayrı ayrı birer isim verilmiş ki
karışıklık olmasın diye. Ahmet-Mehmet-Tom-Ayşe gibi bu
isimlerle
kodlanmışız...
Ancak
karşımızdakileri
Ahmet-Mehmet diye ayrı ayrı görürsek aldanırız. Eskiden bilgeler
buna, 'en büyük aldanma' derlerdi. O gövdedeki de insan, bu
gövdedeki de insan, sen osun. O da sen... Kime ne yaparsan,
kendine yapmış olursun yasası, budur işte.
-54-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» ASIL BAŞARI NEDİR?
Gerçek başarı, düşünce ve isteklerimize hakimiyet kurmaktır.
Başarı nedir?
Kimine göre zengin olmak... Çoğuna göre, para kazanmak...
Kimine göre, yönetici kadrolarında yükselmek...
Aslında bunların hiçbirisi başarının ölçüsü değil. Çünkü
bunların hepsi "izafidir". Sabit ölçü sayılamaz...
Amerika’da yeni yapılan bir araştırmaya göre, başarı ölçüsü
kabul edilen konular şöyle sıralanıyor:
Yüzde 83 hayatından tatmin olmak.
Yüzde 80 hayatını kontrol altında tutabilmek.
Yüzde 78 iyi bir evliliğe sahip olabilmek.
Yüzde 69 işinde çok iyi bir yerlere gelebilmek.
Yüzde 66 önemli görülen ihtiyaçlara parası yetmek.
Yüzde 63 ideal ve başarılı bir çocuk yetiştirmek.
Demek ki yüz kişide seksen üç kişi başarıyı tatmin olunan bir
hayat yaşamaya bağlamış... Bundan şu sonuç çıkıyor. 100 kişide
83 kişi tatminsiz ve mutsuz bir hayat yaşıyor. Bu sebepten tatmin
olabilmeyi başarı sayıyor.
Hayattan memnun olmak, yaşamdan tatmin olmak, doyumlu yaşamak bu kadar kolay mı acaba? Kolay olmadığı yüzde
83’ün ifadesinden anlaşılıyor.
Anlaşılan o ki, herkese göre başarının ölçüsü değişiyor.
Çünkü herkesin hayattan ve kendi kendinden istediği farklıdır.
Kimisi isteklerini hemen elde eder. Onun başarı ölçüsü odur. Bir
diğerinin istekleri, uzun zaman sonra gerçekleşecek şeylerdir. O
da isteklerine ulaşana kadar, kendisini başarılı kabul etmez.
Sonuçta herkese göre bir başarı ölçüsü var. Bir de unutulan bir
başarı ölçüsü var ki, onun izafisi olamaz. O da insanın kendi
istek ve düşüncelerine hakimiyet kurmasıdır.
-55-
» YAZARLAR ANLARLAR
Konuyu seçmek yarı yarıya yazıyı bitirmek demektir.
Bende yazdıklanmı beğenmemek gibi bir huy var... Yazıp
bitirdiğimde yazdıklanmı beğenmiyorum. Yırtıp atıyorum,
tekrar yazıyorum Beğenmezsem, tekrar tekrar yazıyorum
Bakıyorum İd beğeneceğim yok, bu böyle sonsuza kadar gitmez
İd diyorum. Beğenmesem de, idare eder, benden bu kadar
diyorum...
Kalemi elime aldığımda, yazacak bir şey aklıma gelmiyor.
Ne zaman kalemi elimden bırakıyorum, konular zihnime hücum
ediyor. Bana da sadece zihnime doluşan konulardan birini
seçmek kalıyor.
Konuyu seçtikten sonra, kalemi elime alıyorum. O zaman
kelime ve cümlelerin hücumuna uğruyorum. Öyle oluyor ki,
kalem yazmaya yetişemiyor. Kaçırdığım kelime ve cümlelerse,
yazabildiklerimden daha çok... Zor da olsa, sayfanın sonunda
konuyu bitirebiliyorum. Bazı konular ise tamamlanmadan sayfa
bitiyor. Bende başka bir konuya geçiyorum. Ayrıntılara inersem
birkaç sayfaya taşıyorum.
Genelde ayrıntılara inmiyorum, sadece konunun ana hatlarını yazmayı tercih ediyorum. Ayrıntılara inersem eğer, bir
ömür boyu bir konuyu yazsam, bitmez gibi geliyor. Bu da
kendimle ilgili bir yazı oldu.
» FİKİR ADAMININ OKULU YOK
Fikir adamı, fikir üretir. Dava adamı da uygular.
Yazarken ne planım var ne tasarım... Ne hayalim var, ne temennim... Ne de "giriş-gelişme-sonuç"... Çünkü ben, ne romancıyım, ne hikayeci, ne şair ve ne de akademisyen.
Bazen kendi-kendime soruyorum:
O değil, bu değil... Ben neyim? Neciyim ben?
-Simitçi, gazozcu, leblebici olmadığıma göre, neyim? Neciyim ben?... Yazarım... Yazarsam ne yazarım? Bu soruyu başkaları
-56-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
sormadan, kendi kendime sorup cevabını vermeliyim.
Benim işim sorunları çözecek fikirler üretmek. Herkes işini
yapsın. Benim işim de bu.
Fikir adamının okulu da yok... Onun için fikir adamları
azdır... Doktor, avukat, işletmeci, sosyolog gibi fikir adamı
okuldan mezun olmaz. Onlardan da fikir adamı olur ama, ayrıca
okulu yoktur.
Fikir adamının bir okulu varsa, o okul ancak, toplumun
bunalım ve ızdıraplarıdır...
» BİREY ANNEDEN BOZULUR
Toplum bireyden bozulur. Birey de anneden...
Ben bir bireyim... Sen bir bireysin... O bir birey...
Toplum bireylerden meydana gelmiş bir bütündür. Bozulan
toplumlarda önce bireyin bozulduğunu görüyoruz. Bireyler
"zihinsel ve duygusal" olarak hasta ise, o toplum sağlıklı
olamıyor. Bozulan toplumların düzeltilmesi, bireylerin bozulan
inançlarının düzeltilmesi ve kaybolan değerlerin yerine
konmasından başlar. Bunu klasik eğitim ile yapamayız. Bu ancak
kişilik eğitimi ile olur. Bunu da ancak kadın yapar, anne yapar.
Bireyden bozulan toplum, yine bozulduğu kaynaktan, yani
bireyden düzelir dersek, buna kimsenin bir itirazı olamaz.
Bireyin "kişilik yapısındaki" bozulmaların yansıması hem
bireyin kendisini hem de toplumu rahatsız eder. Kendisini
sevmeyen birey diğer bireyleri de sevmez. Kendine güven duymayan birey, diğer bireylere de güven duymaz. Kendine saygısı
olmayan birey, diğer bireylere de saygı duymaz. Kendine karşı
dürüst olmayan birey, diğer bireylere de dürüst olamaz. Kendine
yalan söyleyen birey, diğer bireylere de yalan söyler.
Bu bozulmalar böylece sürer gider. Küçükten büyüğe, cahilden alime kadar, toplum baştan başa bozulur gider. Bireyin
bozulmasında yüzde 99 etkili faktör, annedir. Sonra baba, sonra
aile çevresidir... Çocuğun ilk model aldığı insan anne ve
babasıdır... O halde bozulan toplumları bozulduğu yerden
düzeltmeliyiz. O yer de annedir. Daha da ilerisi anne rahmidir.
Çünkü kişilik anne rahminde oluşmaya başlar. Onun için kişilik
eğitimi anne rahminden başlamalı. Eğitim, anne rahmindeki
-57-
çocuğa, annenin düşüncelerinin işlemesinden başlar.
» CEZALAR AHİRETE KALMAZ
Kime ne edersen, daha ölmeden bu dünyada onu bulursun.
Kim başkaları için, 'senden bana ne" zihniyeti taşırsa, yarın
birileri de ona "senden bana ne " der.
"Ne ekersen onu biçersin" bu evrensel yasayı bilip bilmemiz
bizi cezadan kurtarmaz. Dindarların zannettiği gibi, "suçluların
cezası" ahrette görülecektir diye bir şey olamaz. Din kitapları,
suçluların "ahrette" ceza çekeceğini yazar. Ama hangi ahret?
Evrende her şeyin bir zıttı karşıtı olduğu gibi bir de eşi benzeri
vardır. Bu din kitaplarında geçen temel kavramları ifade eden
kelimeler için de böyledir.
Ahretin eş anlamı iç dünyamız, psikolojik yapımızdır. Diğer
anlamı ise, madde ötesi hayat demektir. Bir benzetme yaparsak,
mezarın arkası... Biz zaten, bu madde dünyasında madde ötesi
varlığımızla yaşıyoruz. Yani biz bu gövdemizle beraber yaşarken
bile, zaten "madde ötesi" varlığız. Yaşayan gövdemiz değil, biziz.
Gövdemiz ölse bile, insan ölmez, yaşamaya gövdesiz olarak
devam eder.
Şimdi çevremizde gördüğümüz, "senden bana ne' diyen
kendinden başka hiç kimseyi düşünmeyen, alçak oğlu alçaklara
gelince, onlar bu alçaklıklarının cezasını ahrette (mezarın öbür
tarafında) değil, burada, sabah veya akşam çekeceklerdir.
Onlar gürültü yapıp, çevrelerini rahatsız ediyorsa. En kısa
zamanda onları da birileri rahatsız eder. Başkalarının hakkını mı
yiyor? Onların da hakkını yerler. Başkalarını mı dolandırıyor?
Onu da birileri dolandırır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.
Kısacası bu etme bulma dünyasıdır. Kim ne yaparsa, kendine
yapmış olur. Ceza da burada mükafat da.
-58-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» MADDEYE BAĞIMLILIK ÖLÜMDÜR
Madde ötesi bir varlık olan insan, maddeye bağımlı yaşa
yamaz.
Artık dünya, insan zihninde çok küçük bir yer işgal etmeye
başladı. Bunu sağlayan ise, hızla gelişen teknolojinin bize
sunduğu iletişim kolaylığı. Ve ulaşım olanaklarıdır.
Globalleşen dünya değil, dünya globalleşmez. İnsanlar
zihinsel olarak, sınır tanımadan Dünyayı kucakladığında globalleşirler. Çünkü insan ufkunun sınırı yoktur. Hayallerimiz
sınır tanımıyor...
Artık insanlar Çin yemeği yemek için ta Çin’e gitmek zorunda değil. Çin yemeği kapısına geliyor. Ayakkabısını İtalyan
gönderiyor, elbisesini Fransız. Artık kahve Yemen’den yedi ayda
gelmiyor. Hızla artan üretim, gelişen kalite ve tüketicinin
ayağına giden ürün... Bütün bunları gerçekleştiren, küreselleşen
insan zihnidir. Dünya zihnimiz de küçüldükçe, ufkumuz ve
hayallerimiz büyüyor.
Teknoloji bu şekilde sınır tanımadap gelişmeye devam
ederken, insanların kendi hakkındaki bilinçsizlikleri, kendileri
ile ilgili sınırlı düşünceleri, kendi yarattıkları tabular, iç
dünyalarında mağara devirlerini aratacak kadar acılar, kaoslar
ve boşluklar yaratıyor. Hızla, insanlık maddeye bağımlı köleler
haline geliyor. Bu kadar maddeye bağımlılık, insanları
mutluluktan ve doyumdan uzaklaştırıyor.
Madde ötesi bir varlık olan insan, maddeye bağımlı yaşayamaz. Yaşarsa eğer, günümüzdeki insanlığın haline düşer. Yani
psikolojik olarak ölür. Başka bir deyişle, robot olarak yaşar.
Psikolojik olarak ölen insanın, teknolojinin sunduğu rahatlığın zevkini tadabilmesi mümkün değildir. Arabası var, evi
var, parası var, ama ruhu yok. İşte insanlığın sorunu, hem de en
temel sorunu budur.
-59-
» BUGÜNÜN MUSTAFA KEMAL’İ NEREDE?
Bir halk millet olmadan kurtuluş hayaldir.
Bugün 19 Mayıs 1998... Atatürk’ün Samsun’a çıkışının 79. yıldönümü... Ülkenin topraklan işgal edilmiş, millet ümitsiz yorgun ve çaresiz... Ordu dağıtılmış, asker terhis edilmiş... Bu şartlar
altında, Mustafa Kemal ve arkadaşları ortaya çıkıp duruma el
koymuş. Yapılacak iş belli düşman somut olarak ortada. Herkes
görüyor. Millet somut olarak ortada, kanım, canını vermeye
hazır. Para yok... Ordu yok... Silah yok... Bütün bu olumsuz
şartlara rağmen, Mustafa Kemal’in işi bugünküne göre çok
kolay... Çünkü millet somut olarak var. Yapılacak olan ortada
olan düşmanı gösterip, milleti istiklalini kazanması için,
amaçlandırmak, hedeflendirmek... Mustafa Kemal de onu yapmış. • • Ya istiklal ya ölüm diyerek milletin önüne koyduğu hedef, Türk milletini istiklaline kavuşturmuştur...
Eğer Mustafa Kemal bugün hayatta olsaydı bugünkü şartlarda işi imkansız denecek kadar zordu... Çünkü bugün, o günkü
millet yok, halk var! Düşman somut değil, soyut... Yani bugün
düşman vatanı değil, zihinleri işgal etmiş... Bugünün Mustafa
Kemal'inin işi gerçekten zor. Önce halkı millet yapacak. Sonra
zihinleri işgal eden, görünmeyen düşmanı gösterecek. Sonra
ekonomik savaşa milleti ikna edecek. Sonra zihinleri işgal eden
düşmanla nasıl kültür savaşı yapılacağını anlatacak... Bu kolay
değil... Ama bugünün Atatürk’ü olmalı. Bugün ülkenin içinde
bulunduğu şartların ağırlığı, mutlaka milletin içindeki nice
Atatürk’lerden birisini ortaya çıkaracaktır.
» SORGULAMALI MIYIZ?
Her şeyin geçici olduğu bu kainatta tek gerçek sensin.
Her şeyin izafi olduğu bu kainatta, izafi olanla izafi olmayanı
sorgulamalı mıyız?
Yoksa, hiçbir şeye aldırmamak mıyız? Bu herkesin kendi seçimi. Kimileri her şeyi sorgulamaktan zevk alır. Kimileri de her
şeye aldırmazlıktan zevk alır. Ancak insanlığın ortak değerleri,
-60-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
ortak duyguları vardır. Her insan acı ve sıkıntıdan kaçmak ister.
Mutluluk ve zevke ulaşmak ister. Fiziki olarak gerçekleştiremezse, zihnen düşüncelerinde hep o vardır. O da olmazsa, hayalinde gerçekleştirmiş gibi yapar.
Acı verecek durumlardan kaçar, mutluluk ve zevk verecek
durumlara ulaşmak ister. Buraya kadar bir sorun yok. Sorun
bundan sonra başlıyor... Çünkü, acı ve zevk herkese göre değişiyor. Yani izafi. Bana acı veren şey, başkasına zevk verebiliyor.
Mesela, insanları dolandırmak, hırsızlık yapmak gibi şeyler onu
yapana zevk verirken, başka birisine aynı işleri yapmak çok acı
verebiliyor.
Diğer taraftan aç kalmak, susuz kalmak, hatta elini veya bacağını kaybetmek birilerine dayanılmaz acılar verirken, bir başkasına sevdiği insan için bu acıları çekmek mutluluk verebiliyor.
Acı ve mutluluklarımız bile izafiyet (değişkenlik) gösterdiğine
göre, gerçek olanı nasıl bulacağız? Yoksa bizde mi izafiyiz?
Yoksa biz yaşamadığımız halde yaşadığımızı mı zannediyoruz?
Ben yaşamıyorsam, bunları sorgulayan kim peki? Yoksa
gerçek olan, bunları sorgulayan mı? Yoksa bunları sorgulayanı
bilen mi gerçek? Yoksa bütün bunları sorgulayan, kim diye soran
mı gerçek? Sizce bunlar sorgulanmaya değmez mi?
» EN GÜÇLÜ SENSEN, 0 BOŞLUK NİYE?
Ölümsüz olan insanı, geçici ve sonlu olan hiçbir şey tat min
etmez.
Her insanın, derinliklerinden duyduğu isteklerinin içinde, en
ağır basan istek, "kendini kabul ettirme" isteğidir. Bunun bilincinde olalım, olmayalım, bu içgüdü gibi ağır basan, hiç duraksız, zihnimize basınç yapan bu istek, nedir ve nereden gelmektedir?
Bu istek (sürekli dürtüdür) insandaki yücelik ve sahiplik
içgüdüsünden gelmektedir. Bunun en basit ifadesi, benim dediğim olacak, ben ne istersem olacak, iddiasıdır. Bu inat değildir.
Bu nefes alıp vermek gibi işleyen bir dürtüdür. Sürekli ve
aralıksız devam eder.
Bu dürtünün zorlanmasından dolayı, bütün insanlar güç
-61-
peşinde koşarlar. Güçlü olmak isterler. Herkes güç peşinde koşar
ama, "kendisini kabul ettireceğini" zannettiği güç ne ise, onun
peşinde koşar.
Kimisi güç olarak silah taşır.
Kimisi servet yığar. Kimisi fiziki güzelliğine önem verir.
Kimisi ekonomik gücü elinde tutmak ister.
Kimisi siyasi iktidar gücünün peşinde koşar.
Kimisi de iyi, dürüst, namuslu, cesur olmakla "kendisini
kabul ettireceğini' sanır. Kim, neyle, nasıl kendini kabul ettireceğini zannediyorsa(varsayıyorsa) onun peşinde koşar. Ama
boşuna...
Çünkü yukarıda sıraladığımız güç zannedilen şeylerin
hepsi, sonlu, sınırlı, maddi ve geçicidir. Bugün var, yarın yok.
Bugün az, yarın çok. Yani geçici, yani sonlu. Sonsuz olan insan,
sonlu olan güçlerle tatmin olamaz.
Bu gerçeği anlamayan ve kavramayanlar, ömrünü verir, bu
sınırlı ve geçici güçleri elde etmeye. Elde edenler de olur. Petrol
kralı, medya kralı, borsa kralı olanlar da var. Bunlar, herkese
sözlerini de geçirirler. Onlar ne derse, o olur. Ama yine de tatmin
olamazlar. Sürekli içlerinde bir boşluk, bir tatminsizlik
hissederler. Bunun nedeninin, niçinini bilemez ve bulamazlar,
sadece hissedebilirler. Hatta astığı astık, kestiği kestik yapsa,
yine olmaz içindeki o boşluk yine dolmaz.
Neden? Nedir bu boşluk? Nedir bu tatminsizlik? Nedir bu
zayıflık? Ne yapması gerekir? Aradığı güç değil miydi? O güce
ulaştı. İstediği oldu, ama bu boşluk niye?
Kimi bu tatminsizliği duyar aldırmaz. Kimi duyar önem
verir, üstüne düşer. Arayışa geçer. Şan, şöhret, zenginlik, krallık
her şeyi terk eder. İçindeki boşluğun merakına düşer. O içindeki
eksikliği arar. Bir rehber bulabilirse, içindeki boşluğun ne
olduğunu öğrenir. Tatmin olur, tatminli yaşar. Bu demek
değildir ki, her şeyi bırakıp dilenci gibi yaşayacak. Tam tersine
her şeyi olacak, ne krallığından, ne başbakanlığından
vazgeçecek, ancak bunlar duygularında olmayacak. Yani parası
da olacak, tapusu da olacak, ama duygularında bunlar benim
demeyecek.
Bir tek düşüncesine söz geçiremeyen kral olur mu? Herkes
onu kral kabul etse, o, kendisini kral kabul edemez. Halbuki
insan önce, kendisini kendisi kabul etse, doyacak, tatmin olacak.
-62-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Ayrıca başkalarına, kendini kabul ettirmek için, gece uykuları
kaçacak kadar, sonu gelmez çabaların içine girmeyecek.
Kendisini kendisine kabul ettirmenin sırrını kitaplardan
öğrensek bile, pratiğini ancak bir rehber(antrenör) öğretebilir.
» AV SPOR MU YANİ?
Hayvan avcıları hayvan öldürmenin adına av sporu demişler.
Haberlere bakıyorum:
Yağan yağmurlar, bazı illerde sele dönmüş, köprüler yıkılmış,
evleri su basmış, zarar hesaplanamıyor.
Trafik kazaları tam bir felaket. Ne kazası? Bunun adı düpedüz cinayet... Bir de trafik canavarı diye bir şey uydurdular,
bütün suçu onun üstüne atar oldu millet. Alkollü sürücü,
maganda şoför, psikopat sürat hastaları unutuldu, bütün suç
trafik canavarlarında... Sonuç yok olan aileler, gencecik
ölümler... Genç ölenlere çok üzülüyorum. Bir de öldürülen
hayvancıklara. Hayvanları öldürmenin neresi spor? Öldürmekten zevk almak hastalık değil mi? Demek ki hayvan avcıları,
kendi hastalıklarını gizlemek için spor diye isim uydurmuşlar.
Bugünkü haberler hep böyle insanın içini karartıyor.
» BİZ GÖVDE DEĞİLİZ Kİ ÖLELİM
İnsanlar öbür dünyada da sevdikleri ile beraberdir.
Hani ne demişler, ölüm Allah’ın emri/ şu ayrılık olmasaydı...
Ölüm kolay, herkes bir gün gövdesinden ayrılacak... Zor olan
sevdiklerimizden ayrılmak. Onları görememek. Onlara dokunamamak. Sonra onları özlemek. Sonra hasretlik... Zor olan
bunlar. Ölüm nedir ki, kimseye zor falan gelmez. Ya ölümü isteyenler niye ister? Çünkü onların , bu dünyada sevdiklerinden
kimse kalmamıştır. Onun için sevdiklerine kavuşmak ister. O
zaman ölümü özler insan. Aslında özlediği ölüm değildir.
Özlediği ölmüş olan sevdikleridir. Sonsuz hayata göre, bizim
ölüm dediğimiz şey, değişimden ibarettir. İnsan bedenli de
bedensiz de yaşamaya devam eder.
-63-
» İDARECİLER BEDENLİDİR
Bedensiz varlıklar bu dünyada hiçbir şeyi idare edemez.
İdareciler bedenli ve ruhlanmış, insanlar arasındaki insanlardır.
Metapsişik konularla ilgilenenlere veya ruh bilimcilere göre
1. İnsanlar dünyaya tekamül etmek için gelirmiş.
2. Tekamülünü, birinci hayatında tamamlayamayan ruhlar,
tekrar tekrar değişik yer ve bedenlerde Dünyaya gelir ve
giderlermiş (reenkarnasyon dedikleri şey)
3. Dünyadaki ve ahretteki bu gidip gelmeleri (doğum ve
ölümleri) ruhlar dünyasındaki tekamülünü tamamlamış olan,
yüksek ruhlar mekanizması denen yerdeki "yüksek ruhlar" idare
eder, her şeyi onlar yönetirmiş...
Bir defa insan ruh değildir. Ruh da insanın aklı, zekası, eli,
ayağı gibi manevi bir organıdır. Ruh insanın yetkisidir veya
sınırsız gücü de diyebiliriz... Ayrıca insan tekamül etmez.
Çünkü, insan eksiksiz olarak yaratılmıştır. Eksiksiz olan bir
varlığın tekamülü olur mu? Eksik yaratıldığını kabul edersek,
yaratıcının eksik yarattığını yaratılan mı tamamlayacak? Yani
Allah’ın eksik yarattığını, insanın tamamlamaya gücü yetmez.
Ancak insanın, tekamül eden tarafı vardır. O da aklı, fikri, inancı,
anlayışı, duyguları gibi yönleridir.bunlar da eksik olduğundan
değil, dış etkilerden dolayı(yanlış eğitim, yanlış inanış, yanlış
fikirlerden) hastalanmış veya zarar görmüş yönleridir. İnsan
madde ötesi bir varlık olmakla beraber, kesinlikle ruh değildir.
Ruh insana aittir. Yani insanın dışında hiçbir canlıda ruh yoktur,
onlarda sadece can vardır.
İnsanın her şeyi idare etmesi için, bedenini terk edip, ruhlar
alemine geçmesine gerek yoktur. Çünkü ölmüşlerin, bedeni
olmayanların, dünya ve yaşayan bedenlilere hiçbir etkisi ve tesiri
olamaz.
Ancak her şeyi sevk ve idare eden bir manevi teşkilat vardır.
Ama bu teşkilat, ruhlar aleminde değil, bu dünyada bedenli
insanlar arasında yaşayan, herkes gibi normal hayatını sürdüren
-64-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
, kendilerini kendilerinden bile gizleyen, yetkisi vetesiri sınır
tanımayan, eceli gelince ölen, beşer gibi yaşayan insanlardır.
» YAPICILAR KAZANACAK
Silahlı savaştan, zeka ve zihniyet savaşma doru gidiyoruz.
İlk Adem’den beri, yıkıcı-yapıcı savaşı var dünyada. İyilerlerkötüler arasında devamlı hakimiyet kurma savaşı olmuş. Devre
devre, hakimiyet bir yıkıcılara bir yapıcılara geçmiş...
Günümüzde ise, böyle bir savaş sürdürülmüyor. Çünkü
yapıcılar (iyiler) uyuyor. Buna karşılık yıkıcılar (kötüler) her
yerde hakimiyetlerini kurmuş devam ettiriyor. Her yerde
yıkıcıların dediği oluyor. İyiler de bilmeden, kötülere çalışıyor.
Dürüst ve mert insanlar, meydanı kötülere bırakmış, kendilerini kenara çekmişler. Bu olayın bilinmeyen başka bir yönü
var. O da ilahı teşkilattaki kaos.
İlahi teşkilatın içindeki yapıcıların uyuması dışarıya da
yansıyor. Toplumun içindeki yapıcı insanlar da uyuyor. Halbuki
ilahi teşkilatın yapıcıları uyansa, yıkıcılara karşı hakimiyet
kurma mücadelesi başlasa, toplumdaki yapıcılar da kendi
içlerindeki dürüst, mert, cesur insanları seçip, yönetimlere
getirecek. İlahi teşkilatta, başlar ayak, ayaklar baş şeklinde
oluyor. Hemen yapıcıların hakimiyet kurmaya azimlenmesi artık
"benim dediğim olacak" iddiasını ispata çalışması gerekir.
Birazcık da olsa değinilmeye çalışılan ilahi teşkilat konusu,
deha zekaların kavrayabileceği bir konudur. Evliyaları bile aşan
konudur bu... Ancak Aşeret-i mübeşşere anlayışına ulaşmış
yüksek insanların anlayabileceği konulardır. Herkesin anlaması
da gerekmiyor zaten. Belki meraklısı vardır diye kısaca değinmiş
olduk.
Sonuç olarak, bu iyi-kötü arasındaki savaşı, iyiler kazanacaklardır. Böylece yeni bir devir, yeni bir çağ açılacaktır.
Zihniyetler değişirse, çağ da değişir
Zihinler öylesine sorularla dolu ki, cevaplara yer yok.
Hep şikayet, hep şikayet... Ne bu şikayet? Çok iyi şikayet
yapabilenler, alim sayılıyor. Bu ölçüye göre, çözüm üretenler de
hayalperest sayılıyor.
-65-
Bir kaos, kavram kargaşası yaşıyor toplum. Kimse kimseye
güvenmiyor, kimse kimseyi dinlemiyor. Ama beni bunlar hiç
ilgilendirmiyor. Beni sadece yeni çağın insanları ilgilendiriyor.
Bugünkülerin zihinleri öylesine sorularla dolu ki, cevaplara hiç
yer kalmamış...
Bu sebepten yeni şeyler söylemeliyim. Bugünün insanlarına
değil tabi... 2050-2100 yılının insanlarına.
Yeni çağın insanları, madde ötesi yasaları keşfetmiş, o yasalara harfiyen uyan, her gün kendine iyilik yapan, kendi kaderlerine kendi ellerine alan, kendi kendilerini fethederek, kendi
kainatlarının "imparatorları" olan, insanın ve Allah'ın bütün
sırlarını anlayıp, içlerindeki sonsuz gücü kullanmayı bilen, bu
dünyada iken cennet hayatı yaşayabilenlerdir. Bugünün
insanlarına göre, onlar süper insanlar olacaklardır.
Gelecekte insanları, birbirleriyle karşılaştıklarında
"Ben bu insana nasıl faydalı olabilirim" diye düşüneceklerdir. Bugünkü insanlar şimdi ne düşünüyor?
"Ben, bu insandan nasıl faydalanabilirim diye düşünüyor.
İşte bu düşünce veya zihniyet farkı, çağı değiştirecektir.
» NESİN SEN!
Sahtekarların, sahtekarlardan başka adı yoktur.
Çıkar ve paranın "tek değer" kabul edildiği bir çağda yaşıyoruz.
Var mı buna bir itirazı olan? Yok, olamaz da...
Para için çoğu insanın yapamayacağı iş yok. Her yol mubah... Beş kuruş için, dost ve arkadaşlarını satarlar. Bu sahtekarlar, paran varsa veya sana bir işi düştüyse karşına geçer seni
dinliyor gözükürler.
-66-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Abicim, ağabeycim diye yalakalık yaparlar. Adilik ve sahtekarlık vıcık vıcık. Bir de utanmadan doğruyu konuşanlara,
"Sana ne? Sen ne karışıyorsun" derler.
-Kim karışacak sana sahtekar herif? Sen her boku yiyeceksin, kendini adam diye yutturacaksın, çıkarın için beş kuruşa
babanı bile satacaksın, birisi çıkıp doğruyu söyleyince de,
"Sana ne?... Sen ne karışıyorsun" diyeceksin!
Yok ya! Elin oğlu karışır kardeşim. Hem de bir araba dayak
atar sana. Gıkını bile çıkaramazsın!
Hem her haltı yiyeceksin, hem de kalkıp düriist-namuslu
insanları hafife alacaksın. Namusuyla çalışan, insanlara, senden
az parası var diye, ağız-burun kıvıracaksın.
Söyle bakayım, bir adın var mı senin? Senin sahtekardan
başka bir adın olamaz. Sana para da yakışmaz. Çünkü sen çok
parayı bulursan insanlıktan çıkarsın. Onun için, dürüst ve
namuslu olanlar, senden daha çok para kazanmalıdır ki, sen de
içine düştüğün pislikte boğulup gidersin. Senin gibiler, it gibi
ürese de, her şeyin bir sonu vardır. Ah... Dürüst insanlar bir
uyansa, sizi hemen çöplüğünüze gömerler.
» GENÇLERE ANLATILIRSA ONLAR ANLAR
Geleceğini merak eden milletler, gençlerine baksın,
gençlerin hali geleceğin aynasıdır.
Gençlik eşittir, gelecek demektir. Gelecek ise mutluluk umudu
demektir. Gençlik önemlidir. Gençlik bir milletlin istikbalidir.
Ama hangi gençlik? hedefi olan, hedefin ne olduğunu bilen bir
gençlik varsa o zaman, o milletin gelecekteki yıldızı yükselir.
Gençlere, çok üst düzeyde bir eğitim verebilirsiniz. Gençlere
mesleklerinde çok ileri gitme imkanı da verebilirsiniz. Gençleri
çağın ilerisindeki, bilgiler ile de donatabilirsiniz. Ama bir hedef
veremezsiniz, dümensiz gemi gibi ne tarafa gideceklerini
bilemezler.
Hedef ise, bütün yaptıklarımızı, onun için yaptığımız bir
değerdir. Aynı zamanda hedef, insan hayatına dirilik ve anlam
kazandıran bir değerdir. Bu öyle bir değer ki bütün sevilenler,
-67-
bütün istek ve arzular ve hatta can bile, o hedef için feda
edilebilir. Her insan, hedefi ile birlikte doğar. Doğal olarak her
insanın hedefi vardır. Unutmuş veya unutturulmuş olabilir.
Ancak hedefi anladıktan sonra, ciddiye alıp, ona ulaşmayı gaye
edinmek gerekir.
Her insanın derinliğinde silik de olsa, hayal gibi de olsa, tek
istediği şey;
1. Kudretli, güçlü olmak.
2. Saygı ile kabul görmek. İşte derinliğimizdeki hedef bu- dur...
Onun için Gençlere bunun nasıl elde edileceği anlatılmalıdır.
İstenilen bu güç, maddi güç değil, bu güç, sınırsız güçtür.
Gençler, kendisini çevresine, milletine ve diğer milletlere saygı
ile kabul ettirmenin yolunu, kendi içlerindeki sınırsız güce
sadece o güce inanarak bulacaklardır.
» SEVGİ OLMAZSA
Bütün ümitlerimiz bitse, bütün kapılar yüzümüze kapansa,
herkes bizi terk etse, kendimizi çaresiz ve yapayalnız hissetsek,
eğer nefes alıyorsak yaşıyoruz demektir. Eğer bir de sevecek bir
çöpümüz varsa, mutlaka bütün engelleri aşar, yaşamayı
başarabiliriz. Çünkü yaşamak : Kendi kendimizle, savaşmak
değil, çatışma değil, direnmek değildir. Yaşamak sevmektir... Ve
yaşamak bütün acılara rağmen, kendini çok sevmektir.
İnsan mutlaka sevecek bir şey bulmalı. Ve hep o sevdiğini
düşünerek rahatlamak Sevdiğimiz şeyin ne olduğu önemli değil,
önemli olan bizim seviyor olmamız. Seven güzelleşir. Seven
temizlenir. Seven mutludur. Seven sonsuzlukla ilişki kurar.
Çünkü sevgi sınırsızdır. Sevginin büyüğü, küçüğü, şu kadarı, bu
kadarı olmaz. Sevgi vardır ve ucu bucağı yoktur.
Sevmek yakm-uzak gibi mesafe tanımaz. Seven, sadece
sevdiğini düşünür. Düşünmesi bile onu mutlu eder. Sevişmek
ise mutlaka yakınlık ister.
Sevişmek, paylaşmaktır, öncelik vermektir, konuşmaktır,
iltifattır, sevdiğinin gözünden, ne demek istediğini anlayıp
yapmaktır.
Sevgi olmazsa, sadece cinsellik, doyumsuzluk yapar. Aşırı
-68-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
cinsellik ise tatminsizlik yapar. Cinsel sapmalara kadar gider.
Bizi kimse sevmeyebilir, sevmeye mecbur da değildir. Onların
bizi sevmesinden bize fayda var mı? Kim seviyorsa o mutludur,
onun mutluluğundan bize de biraz yansıyabilir, ama bu bize
yetmez. Onun için seven biz olmalıyız. Biz seversek, biz mutlu
oluruz. Sadece seviliyor olmak, bizi tatmin etmez. Mutlaka bir
şey bulup sevmeye çalışmalıyız.
» HEPSİ YERİNDE HEPSİ LAZIM
Bize zarar veren insanlara kızmamahyız...
Alçaklara, hainlere, yalancılara, sahtekarlara, beş kuruş için beş
takla atanlara kesinlikle kızmamahyız. Onların hepsi bizim
olgunlaşmamız için. Onlar bizim güçlenmemiz için sadece birer
araçtır.Onlar öyle yapmasa, biz nasıl güçlenebiliriz? Bizim
değerimiz nasıl ortaya çıkar?
» DURMAK BATMAKTIR
Denize düşene, bırak kendini suya, çırpınma, yoksa batarsın
derler. İnsanın İÇ DÜNYASI da, derin mi derin, geniş mi geniştir... Aynı deniz gibi. Çırpındıkça, direndikçe daha da içine
çeker bizi. Kah duygular girdabında, kah hayal aleminde, kah
korku dünyasında, kah sevgi dünyasında, kah cinsiyet
dünyasında, kah geçmişin anılarında, kah geleceğin endişelerinde oradan oraya savrulup gideriz.
Halbuki iç dünyamızda olanlara karışmadan, seyirci kalsak,
bu gibi girdaplarda kaybolup gitmeyiz.
Dış dünyamızda olanlar ise, iç dünyamızın tam tersidir.
Durmak, karışmamak, mücadele etmemek batmak demektir.
Geçinmek için, korunmak için, mesleğinde ilerlemek için, her
yapılan işi başarmak için çırpınmak gerekir. Durmak, beklemek,
seyretmek batmak demektir.
-69-
» ZİHNİYETLER DEĞİŞMELİ
Zihnene gelişmemiş insanlar, akıllı insanların olgunlaşmasına araç olurlar.
Kana kan mı? Kısasa kısas mı? Cana can mı? Kin mi? İntikam
mı?
Nedir bu insanlığın hali? Bu çarpık zihniyetlerle, bu insanlık
nasıl mutlu olabilir? Bu mümkün mü? Hayır bu mümkün değil...
Çünkü insan, sevmezse, paylaşmazsa,kendine iyilik yapmanın
başkalarına iyilik yapmak olduğunu bilmezse, mutlu olamaz.
Tatminsizliği arttıkça artar.
Bütün insanlar topyekün iyi olamaz. Eğer olursa, bu monotonluk olur zaten. Ancak iyilik yapanların yarıyı geçmese de,
en az yüzde 50 olması gerekir. Bu bile, dünyada barışın,
kardeşliğin, mutluluğun tesis edilmesine yeterli olur.
» SONU GELMEZ İSTEKLER
İnsan, büyük evrendir ve ölümsüzdür.
İnsanoğlu dünyaya gözünü açtığı andan itibaren, istemeye
başlar, altına bez, üstüne giyecek, midesine yiyecek... İster de
ister. Ta ki, gözlerini kapatıncaya, son nefesini verinceye kadar
hep ister.
Neden ister? Kimden ister? Bu isteklerin, kaynağı neresi?
Türediği yer ne?
Her insan kendi içine dönerse, bütün isteklerinin kaynağını
keşfedebilir. Her insan da, soluk alıp verir gibi işleyen, diğer
küçük-büyük istekleri de türeten en temel ana istek, sevilmek
isteğidir. Sevilmek isteği tek taraflı çalışmaz, çift taraflı çalışır.
Yani, hem sevmek hem de sevilmek isteriz. Çünkü insan
yaratılırken, sevilip severek yaratılmıştır.
Sevilip sevmek isteğinin tam dibine inersek, karşımıza her
şeyle birleşip bütünleşmek, sonsuzluğa ve ölümsüzlüğe ulaşmak isteği çıkar. Ulaşılan bu yer, bütün isteklerin bittiği, hiçbir
isteğin olmadığı yerdir. O insan isteyen değil, artık o isteyenlere
veren bir insan olur. Yaratılışın amacı da budur.
-70-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Bu insan büyük evrendir. Galaksiler ve uzay ise, küçük evren.
Bizim kafamızdaki, bizim kavramımızdaki insan ne şekilde
olursa olsun, asıl insanın bu olduğu gerçeğini değiştirmez. İnsan
isteklerinin peşinden koşan bir varlık olmaktan, o isteklerine
yön veren, o isteklere muhatap olan, o isteklere cevap veren bir
varlık olmaya doğru değişmelidir.
Biz isteklerimizin sahibi ve hakimi olduğumuzu bilirsek,
isteklerimiz bizi yöneteceğine, biz isteklerimizi yönetiriz.
» SEVGİ YOKSA
Eşler arasında sevgi olmazsa, mal hırsı başlar.
Haber şu:
Kocalarından bekledikleri davranışı göremeyen kadınlar,
çok para harcıyormuş, yani kocasına kızıp, acısını çok para
harcamaktan çıkarıyormuş.
Toplumda aile içi ve aile dışı ilişkiler sağlıklı değilmiş.
Çünkü toplumun yüzde 80’i ruh hastasıymış.
Uzmanların görüşü bu. Çözümü yok. Çaresi sevmek-sevilmek olmasın sakın?
» BİLSELERDİ
Eğer insanlar, kendi içlerindeki gücü bilselerdi, kesinlikle maddi
güç peşinde koşmazlardı. Aklımızın sınırlarını aşan böyle bir
gücü, ancak inanmak sanatıyla test edebiliriz.
» SİZCE NE?
Başarılı olmak için ihtiyacınız olan güç nedir?
Bilgi mi, akıl mı, çalışma mı, inanç mı?
Bilgi güçse niçin birkaç üniversite bitirenler başarılı olamıyor?
-71-
Akılsa, niçin dehalar geçinmekten aciz yaşıyor?
Çalışmaksa, çift vardiya çalışanlar bile ancak karnını doyurabiliyor.
İnançsa, Allah’a inanan onca insan fakirlik sınırında yaşıyor.
Bu ne biçim hayat sırrıdır?
Başarının tanımını bile yapamayan adamlar, başarıdan başarıya koşuyor? Bu nasıl oluyor? Neden bu soruların cevabı
yok? Fakir kalan fakirliğinin sebebini açıklayamıyor. Sadece
kader diyor. Zengin olan ise zenginliğin sebebini açıklayamıyor,
sadece çalışmak diyor... Bütün bu cevaplar, yeterince doyurucu,
tatmin edici değil. Ancak benim bildiğim ve inandığım bir şey
var, hayatımızı kadere, tesadüflere, Allah’a terk edip ölü gibi
yaşayamayız. Fakir de olsak, zengin de olsak hiç olmamalıyız.
Biz varız ve neysek oyuz... Varolduğumuzun farkında olarak
yaşamalıyız.
Sizi bilmem ama bence bu.
» KENDİ KENDİMİZE
Kendimizi, kendimizden daha çok hiç kimse sevemez. Aynı
zamanda bizi, bizden daha acımasız hiç kimse suçlayamaz.
» HAYVANLAR MAHCUP OLMAZ
Hayvanlar: Çoğalmak, korunmak için yaşar.
İnsanlar ise: Küçük düşmemek, mahcup olmamak, saygı ve itibar kaybetmemek için... Hayvanlar da böyle bir endişe yoktur.
İnsanlar eğer gövdesinin ihtiyaçlarını karşılamak için" küçük
düşecek, mahcup olacak" işler yaparlarsa, hayvanlar gibi değil,
basbayağı hayvan olurlar.
» EL ADAMI EL KIZI
Evliliklerde en büyük sorun, sizinkiler-bizimkiler tartışmasından çıkıyor... Sizinkiler kötü, bizimkiler iyi. Sizinkiler şöyle
yaptı. Bizimkiler böyle yaptı iddiaları, eşlerin kendi ailesini haklı
görmesi, karşı tarafı suçlaması, kavgalara ve hatta boşanmalara
kadar gidiyor.
Neden, niçin bu kavgalar bitmiyor? Karı-koca arasına, niçin
-72-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
iki tarafın aileleri giriyor? Bireysel olarak girmeseler de konusu
giriyor. Karı-koca arasında konu ediliyor, konuşuluyor.
Halbuki karı-koca arasına hiç kimse giremez derler, bu
doğru girmemesi gerekir. Nerede hata yapılıyor? Nasıl giriyor?
Hata ailelerden geliyor. Düzeltilmeyince, kuşaktan kuşağa
bugüne kadar gelmiş.
Koca, karısına göre el adamı
Kadın, kocasına göre el kızı kabul edilince, daha doğrusu,
çocukluktan başlayarak bu yanlışa inandırılınca, bu hata katlanarak büyümüş, günümüzde de kavgalara, cinayetlere sebep
oluyor.
Bir yerde bir bozukluk varsa, nereden bozulduysa oradan
düzeltmek gerekir.
Öncelikle, ne kadın ne koca birbirlerine göre el kızı veya el
oğlu değildir. Hiçbir kadın kocasına, ailem bir tarafa, sen bir
tarafa diyemez. Aynı şeyi koca da karısına diyemez. Neden
diyemez?
Çünkü, bu gerçek değildir. Bu uydurulmuş bir varsayımdır.
Eğer bunu doğru kabul edersek, bu mantığa göre; babamızın,
annemize göre, annemizin de babamıza göre, 'el adamı, el kızı'
olması dolayısıyla, babamızın ve annemizin, bize de el olması
gerekir. Ama biz ne babamızı ne de annemizi EL olarak
görmüyoruz. Demek ki, bu saçma sapan varsayımı zihnimizden
ve düşüncelerimizden kazıyıp atmamız gerekiyor.
» DAMAT MI? EL OĞLU İŞTE
Baba, kızını evlendirmiş. Her ziyarete geldiklerinde, damadına
çok iltifat eder, övgüler yağdırır, toz kondurmazmış. Babanın bu
davranışları, oğlunu gıcık edermiş. Zoruna gidermiş; babasının
damada "yağ çeker" gibi davranışları.
"Bu ne ya Baba?" dermiş. Elin oğlunu öve öve yere göre
sığdıramıyorsun! Ne özelliği var bu adamın? Oğlu böyle konuştukça babası da:
"Sabret bakalım. Bir gün anlarsın. Ben de sana bunu anlatabilmenin bir yolunu arıyorum" dermiş. Böylece günler geçiyor,
delikanlı her gördüğünde damada daha çok gıcık olmaya
-73-
başlıyormuş.
Günlerden bir gün, baba kızına bir elbise almış. Kızını ve
damadı yemeğe davet etmiş. Yemişler içmişler. Oğlunun kulağına fısıldayarak demiş ki:
"Bak şimdi. Damadın ne olduğunu, ona niçin değer verdiğim, ona niçin iltifat ettiğimi, birazdan anlayacaksın" Kızına
seslenmiş.
"Bak kızım, sana bir elbise almıştım". Bir giyer misin?
Olmazsa değiştireyim. Kız elbiseyi alıp, giyinmek için öbür
odaya yönelince Baba:
"Durr!" demiş. "Burada değiştir. Biz yabancı mıyız, biz el
miyiz de bizden utanıyorsun?" Kız:
"Olur.. Peki baba demiş. Hemen kocasına dönmüş:
Gel, önümde dur. Siper ol da şu elbiseyi değiştireyim" demiş. Kocasını siper alarak elbisesini değiştirmiş. Baba oğluna
dönüp, kulağına fısıldamış:
"Bak oğlum gördün mü? Ben babasıyım, sen kardeşisin,
damat da "el oğlu" değil mi?"
"Evet baba" demiş oğlu. Ne var bunda?
"Ne varı var mı oğlum? Annesi babası dururken, o bizim
değil, kocasının arkasına sığındı soyunmak için." Demek ki biz
ona, kocasından daha yabancı daha eliz. Damadımız, bizim
kızımızdan daha önemlidir. Çünkü, kızımıza bizden daha yakındır. Şimdi anladın mı neden el oğlu olmadığını?
Hikaye bu kadar.
Karı-koca arasına kimse giremez derler, bu doğru. Çünkü,
karı-koca arasında bir boşluk, bir aralık yok ki girsin.Tek vücuttur onlar. Değilse olmaları gerekir. Ama aralarına başkalarının lafını, mevzusunu sokarlarsa, tek vücut olamazlar...
Her bireyin Dokunulmazlık sınırları vardır. En yabancıdan
en yakınına kadar uzanır. Kalabalıkta tanımadığımız insanlarla
yan yana, diz dize oturamayız. Dokunmalardan, otobüslerde sırt
sırta durmaktan bile rahatsız oluruz.
Bu dokunulmazlık sınırı, bizi dokuz ay karnında taşımış
annemizle bile, bir yaşa gelince kendiliğinden oluşur. Artık belli
yaştan sonra, annemiz de olsa, bize dokunmalarına sınır koyar,
mahrem yerlerimize bakamaz.
Ancak bireyler karı-koca olunca, kendi ailelerinin içinde
olan Dokunulmazlık sınırları kalkar. Karı-koca arasında mah-74-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
remiyet ve bütün dokunulmazlık sınırları ortadan kalkar;
bundan her iki taraf memnun olur, sınırlamak ise sıkıntı yapar...
Sınırlar kalkınca artık onlar tek bir vücut olur. Her iki tarafın da
ailesi, onların özel dokunulmazlık sınırlarına giremez.
Karı-koca hiçbir zaman, birbirine "el oğlu-kızı' düşüncesiyle
bakmaz. Belli konularda anlaşmazlık olabilir, bunlar ayrı, el
oğlu- el kızı gibi olmak ayrıdır.
» 0, NE DERSE ÖYLE OLUR
Bizim insan tarafımız, kendi maddi ve madde-ötesi kainatının
efendisidir ve bu büyük kainattır. Uzay ise küçük kainat İşte,
insan denen bu ölümsüz varlık kendi kainatına, gövdesiyle
canın birleştiği yer olan, alıp verdiği nefesinde kökü olan, can
noktası denilen yerde durmakla hükmedebilir. Burada durmayı
sürekli başarırsa, kendi kainatının efendisi olur. Olur da ne olur?
İşte o zaman, O ne derse, o olur.
» İSTEMELERİN BİTTİĞİ BİR YER VAR MI?
Kalemi elimize alıp olmasını istediklerimizi ve olmasını istemediklerimizi liste halinde yazsak, sayfalar dolar, isteklerimiz
yine de bitmez. Desek ki, insan; içi dışı isteklerle tıka basa dolu
bir varlıktır. Hemen herkes bunu onaylar.
Ama öyle değil. Çünkü insan içi isteklerle dolu bir varlık
değildir. O isteklerini dilediği gibi seçen ve yöneten bir varlıktır.
İstek-arzu-irade bunlar eş anlamlı kelimelerdir. İstemeyi ifade
eder.
Şimdi insanın zihnindeki, duygularındaki isteklere bakalım.
Devamlı istek üretilir. Gövdemiz için, kendimiz için, sevdiklerimiz için, kızdıklarımız için, (kızdıklarımız için kötü şeyler
isteriz) başkaları için isteriz; devamlı isteriz. Zihnimiz hiç boş
kalmaz. Sıkılmamak isteriz. Hiçbir şey düşünmemeyi isteriz.
Bazen de hiçbir şey istemeyiz. İstemelerden bıkar, istememeyi
isteriz. İstemenin alternatifi yoktur. İstememek denirse, o da
‘istememeyi istemek’ olur ki, o da istemek demektir. O halde
-75-
bütün bu istemelerin bittiği bir yer olmalı?
Madde ötesi bir yer mi? Candan da öte bir yer mi? an’ın
dışında bir yer mi? Bütün isteklerin kaynağı olan bir yer mi?
Yolun sonu, kuyunun dibi gibi bir yer mi? Böyle bir yer var
mıdır acaba?
Olması gerekir. Madem ki içimizden devamlı istek üretiliyor, o zaman bizim bir isteyen tarafımız, bir de isteklerimize
muhatap olan tarafımız olması gerekir... Yani bir isteyen varsa,
bir de veren var demektir. O zaman veren, bizim ihtiyaç - sız
tarafımız olmalı. Çünkü ihtiyacı olan ister. İhtiyaçsız olanda
istek olmaz.
Bu, şu demektir:
İnsan denen varlığın, duygusal ve zihinsel bütün iç sistemleri kapaiı-devre olarak çalışır. Bir tarafımız ister, bir tarafımız istenileni verir. Hiçbir şey istemeyen tarafımız, ismine
insan denilen asıl varlığımızdır. Onun için insan ihtiyaçsız ve
ölümsüzdür. Başka bir deyişle, hiç bir şey istemeyen, hiçbir şeye
ihtiyacı olmayan her şeyimizin ona muhtaç olduğu varlığın adı,
insandır: bu tarif edilen insan, Allah’ın kendi suretinde yarattığı
insandır. Öyle herkesin zannettiği gibi, gövdemiz insan değil,
gövde, insana ait olan bir makinedir. Arızalanır, tamir edilir,
hurdaya çıkar, götürür gömerler.
Şimdi insana ait akıl var, zihin var, şuur var, şuur altı var,
duygu var, his var, görmek var, bilmek var, anlamak var, istemek var, karar var, almak var, vermek var, fiil var, kuvvet var,
gövde var, var, var. Aklımıza gelen gelmeyen her şey var. ama
bu saydıklarımızın hiç birisi insan değil... Bunlar insana ait olan,
insanın yönetimindeki organlar ve sistemlerdir.
Bir isteyen bir de veren tarafımız var demiştik. İnsan veren
tarafımızdır. İnsan bütün hücre, organ ve sistemlerimizin,
isteklerimizin tek muhatabıdır. İnsan asırlardır anlaşılmadığı
için, gövde hep insan zannedilmiş. Artık insan bilinmeli.
-76-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» GÜÇLÜ OLAN ZORLUKLARA DİRENMEZ
Biz ne olmak istersek, hayat bize onu vermeye çalışır.
Güçlü olan zorluklarla savaşmaz, zorluklara direnmez. Güçlü
olan bunları yapmaz. O bir tek şeyi yapar, o da: etkilenmemektir. Ne zorluklardan, ne olaylardan, hiçbir düşünceden ve
sözden etkilenmez.
Bir tanıdığım var. yirmi senedir konuşur, dertleşiriz. Devamlı hayatla mücadele eder. Parasızlıktan etkilenir. Evlenmeyi
gözünde büyütür. Ailesi, arkadaşları; kimse aramaz, kimse
kabul etmez. Bize yük olur, para falan ister diye kimse
karşılaşmak istemez.
Böyle tek başına, hayata, her şeye kahrederek yaşamaya
çalışıyor. Çok çaresiz ve hayatla savaşmaktan çok yorgun gözüküyordu...
"Sana bir şey sormak istiyorum" dedim. Sen çocukken veya
delikanlıyken, ne olmak isterdin? Ne olmayı hayal ederdin?
'Yunus Emre gibi olmak isterdim. Evliya hikayeleri okur,
onlara imrenirdim", dedi.
"O zaman hayata ve insanlara niçin kahrediyorsun? Sen
kendi kaderini kendin hazırlamışsın."
'Nasıl yani?' dedi.
"Hani sen çocukken Yunus Emre gibi olmak istiyordun ya.
İşte o istediğin bugün içinde yaşadığın şartları önüne çıkartıyor.
Yani sen çok önceleri, ta içten, evliya gibi olmak istemiştin ya.
Senin bu isteğinin olması için hayat, şu an içinde bulunduğun
şartları hazırlamış, sana sunmuş. O şartlar ne ise, parasızlıksa,
parasızlık, küçümsenme ise, küçümsenme. Senin evliya gücüne
ulaşman için ne gerekiyorsa, o şartları hayat sana sunuyor. Sen
ise bunlara tahammül edemiyor, isyan ediyorsun. O kadar çok
içten istemişsin ki, bu kararın kaderin olmuş. Artık o isteği geri
çevirmezsin. Güçlü olan zorluklarla savaşmaz. Kızmaz, küsmez.
Hiçbir şeyden etkilenmez. Sen ancak, hayattan şikayeti, hayata
direnmeyi bırakırsan güçlü olabilirsin", dedim.
"Doğru", dedi. Ben böyle bir isteğim olduğunu unutmuşum.
Boşuna hayata küsüyor, isyan ediyormuşum. Zaten güçlü
olmasam bu kadar sıkıntılara nasıl katlanabilirdim?
-77-
» BİRİLERİ ANLATIR
Mutlaka bir gün, birileri ortaya çıkacak, Musevilere Musa’nın,
Hıristiyanlara İsa’nın, Müslümanlara da Hz. Muhammed
(S.A.V)’in neyi anlatmaya çalıştığını açıklayacaktır. Bu olmadan
bu insanlar dindarlıklarından tatmin olmazlar.
» SEVİŞMEK ÜZERİNE
Bir gün sevişmek üzerine ayrıntılı bir yazı yazmak istiyorum.
Sevişmek, kadınla-erkeğin yatıp kalkmasından ibaret değildir.
Çiftleşmek ayrı, sevişmek ayrıdır. Bir de zevkin kaynağı var. Bu
zevk, etin-ete değmesinden meydana gelmiyor. Bu zevk
birleşmekten oluyor. Ama bu zannedildiği gibi etin-etle
birleşmesi değildir. Her iki tarafın, bir iki saniye de olsa,
alıp-verdiği nefesin köküne inerek aslıyla birleşmesindendir.
Ama obje olarak, etin etle birleşmesinden olduğu zannına
kapılıyoruz. Kendi-kendini tatmin edenler de aynı zevki
aldığına göre, demek ki, etin-etle birleşmesinden değilmiş. Biz
öyle zannediyoruz.
» DEĞİŞİM, BİZİM İCAT ETTİĞİMİZ KURALLARIN
YIKILMASIDIR
Her şey yıkılıyor. Her şey çöküyor. Yıkılanı yapmaya çalıştıkça
daha çok bozuyoruz. Kutsal bildiğimiz değerler birer birer yok
oluyor. Hani arkadaşlık? Hani vefa? Hani topluma hizmet? Hani
insana hizmet? Kaldı mı? Tek tük gözümüze çarpıyor ama bizi
tatmin edici değil...
Bunlar evrensel değerler, insani değerler değil mi? Nasıl yok
olur? Yok, falan olduğu yok ki, onlar her zaman varlar. Yok olan
arkadaşlık değil, yok olan arkadaşlığı temin eden kurallar.
Yıkılan da kurallar zaten.
Şimdi herkes, aman bozulmasın diye, bir şeyleri düzeltmeye
çalışmıyor mu? Düzeltmeye çalıştıkça daha çok bozulmuyor
mu? Bozuluyor. O zaman durup düşünmek lazım. Yanlış olan
nedir? Nerde yanlış yapıyoruz?
-78-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Ne yanlış olan bir şey var, ne de yanlış yapılan. Hiç kimse
şunun farkında değil: insanlık değişim geçiriyor. Bunu gözden
kaçırırsak, bu bozulmalara cevap bulamayız. İnsanlık o kadar
hızlı bir değişim geçiriyor ki, eski kuşaklar buna uyum
sağlayamıyor. Hatta korkuyor. Bunu da şu sözlerle ifade ediyor:
Artık her şey bozuldu. İnsanlık ve insana saygı kalmadı.
Çıkar ön tutulur hale geldi. İnsanın hiçbir değeri yok. Para her
şeyi satın alıyor. Artık her şey bitmiş. Bu Dünya’da yaşanmaz.
Hayır, hiçbir şey bitmedi. Her şey yeni başlıyor. Değişim
devam ediyor. Değişim tamamlanacak. Bitiyor gibi görünen,
bizim eski ve köhneleşmiş kurallarımızın yıkılmasıdır. Evet
yıkılan bir şey var ama o biz değiliz. Bizim yanlış kurallarımız
yıkılıyor. Artık insanlar putlardan temizlenmiş bir dünyada
yaşayacak.
» SINIRSIZ AKLIMIZ YANILGISIZ ÇALIŞIR
Biz ve herkes aklımızı kullanırız. Aklımıza güveniriz. Kendi
aklımızla kendi kendimizi tanımaya ve tanıtmaya çalışırız. Biz
kendimizi nasıl biliyorsak, karşımızdakiler de bizi öyle bilir, öyle
görür. Çünkü biz kendimizin ne olduğuna, kim olduğuna nasıl
inandıysak öyle oluruz.
Sınırlı aklımız hiç durmadan kurallar üretir. O kurallar da
bizi yönetir. Bu bir nevi put yapmaya benzer. Kimi putlarımıza
kendimiz taparız. Yanlış, doğru olması önemli değildir kurallarımızın. Fayda da görürüz zarar da, ama aklımız put yapmaya devam eder.
Sınırlı aklımız icat ettiği kurallarla, düşünce ve isteklerimize
de devamlı sınır koyar, devamlı kısıtlamalar getirir. Biz o
sınırların dışına çıkamayız, çıkmaktan korkarız. İşte ‘sınırlı
aklımızın’ gücü ve kapasitesi bu kadardır.
Halbuki, sınırsız aklımız kural falan tanımaz, o sonsuz ve
sınırsızdır. O ‘sınırlı aklımızın' kavrayamayacağı, kapsayamayacağı işler yapar. O özgürdür, o bilginin kaynağıdır, o külli
akıldır. O sonsuz zekâdır. Onun bize yön göstermesine, onun
bize hizmet etmesine tek engel ‘sınırlı aklimizdir’. Bize ‘sınırlı
aklımızı’ kullanmayı öğrettikleri için, onu bir şey zannediyoruz.
-79-
Zayıf ve sınırlı olan bu aklımız, dayanacak ve güvenecek bir yer
arar. Onun dayanıp güveneceği yer, sınırsız akıl olmalıdır. Yani
‘sınırlı aklımız’ sınırsız aklımıza teslim etmeliyiz. Ancak o
zaman alamadım satamadım ne olacak şimdi? Ne yapacağım
şimdi? gibi endişelerden ve zihnimizde devamlı itişip kakışan
amma, lâkin, fakat gibi düşünce kargaşasından kurtulabiliriz.
Böyle yaşamak, yaşamak değil. Sonsuz gücümüze sınırsız
aklımıza güvenmeliyiz.
» MADDENİN BEKÇİLERİ
Almanın en kısa ve zahmetsiz yolu vermektir.
Ermişlerin sözüdür:
Evinizde yiyecek bir şey kalmayınca, hemen misafir çağırın.
Çünkü misafir rızkıyla beraber gelir.
Bu söz evrenin temel yasalarından biridir ve doğrudan bizim kültürümüz olmuştur.
Bu yasayı bilmeyen, bilip de önem vermeyen aptallar, “hep
bana” düşüncesini, kendi menfaatlerini elde etmenin kuralı
zannetmişlerdir. Bu düşünce ile çok servet yapanlar da vardır.
Ama hep paralı oldukları halde, parasız; varlık içinde oldukları
halde yokluk çekerek yaşam sürerler.
Bu gibiler, malların (çer çöplerin) sadece bekçiliğini yaparlar. Kendi mallarını, kendi paralarını yiyemeden, sefasını
süremeden ömürlerini doldurur, giderler.
Böylelerine maddenin bekçileri denir. Bunlar sadece madde
toplarlar, malın-mülkün başında beklerler. Ne kendileri yer, ne
de başkalarına yedirirler.
Bütün peygamberler, öğretilerinde bu ilahi yasayı anlatmışlardır. Kendileri de örnekliğini göstermişlerdir. Buna rağmen, mesela Musa peygamberin çevresindeki bazı kişiler ilk
fırsatta, altından buzağı heykeli yapıp tapınışlardır. İsa peygamberi ihbar edip yakalatanlar da aynı zihniyetin adamlarıdır.
Yani maddeci ve aptal...
Bu gibiler, ne sevindiricidir ki sayıca çok değil. Azınlıktalar
ama, yanlış tutumlarıyla, düzeni bozuyorlar. Bu gibilere de
kimsenin değer verdiği yok zaten.
-80-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» BİZİ KİM YÖNETİYOR?
Her put, bir kuraldır. Her kural, bir puttur.
Evet, bizi kim yönetiyor?
Kendi yaptığımız ve taptığımız putlar, biz farkında olmasak da bizi
yönetir.
Veya, kendi kendimize koyduğumuz kurallar, hayatımızı
yönetir.
O halde, hayatımızı veya kendimizi değiştirmek istiyorsak
sadece kurallarımızı değiştirmemiz yeterlidir.
Veya, yeni putlar yapmalıyız kendimize. Hayatımızı değiştirmek için, kendi yaptığımız putlara kendimiz tapmalıyız.
Yani kendi kurallarımıza kendimiz uymalıyız.
Başarısızsak, mutsuzsak, bunun sebebi bizim yanlış kurallarımızdır. Kurallarımızı değiştirmeden, ne kendimizi ne de
hayatımızı değiştirmemiz mümkün olamaz.
Mesela para her şeye çaredir diye bir kuralımız varsa, yaşantımız da para tek değer olur ve biz para için diğer bütün
değerleri hiçe sayarız. Çünkü artık bizi bu kurallar yönetir.
Her şeyden önce, bizi yücelten kurallara önem verip, diğer
kurallarımızı da bu temel kural üzerine oturtmalıyız.
Başarısızsak, olumsuz kurallarımızı.
Mutsuzsak yine olumsuz kurallarımızı değiştirmek tek kuralımız olmalıdır.
» YALANIN MİLLİYETİ OLUR MU?
Haksızlığın, hırsızlığın, cinayetin, sevginin, güzelliğin
milliyeti olmaz.
Artık insanlar arası ilişkilerde, kanbağı ve milliyetçiliği de aşan,
evrensel değer ölçüleri oluşmaktadır.
Mesela; yalanın kimliği, bayrağı, vatanı, milliyeti olur mu?
Olursa bir değer ifade eder mi? Etmez. Buna itirazı olan var mı?
Yok olamaz da.
Cinayet suçtur. Hırsızlık suçtur. Yalan suçtur. (Yalancı şahidi içeri atıyorlar.) Bunları yapanları, kardeşi bile olsa bağışlamıyor. Zaten affetse de suçtur affetmese de. Bunları yapanlara,
-81-
ekşi suratla bakılması yeter de artar bile. Kanun affetse vicdanlar
affetmez.
» HALK MIYIZ ULUS MU?
Ne annen, ne baban, ne de bir başkası ol. Sen, sen ol.
Bir halkın, ulus olması için, takım ruhunu kazanması gerek.
Halkın içinde çeşitli azınlıklar olsa bile, ulus ruhunu yaşatabilirsek o zaman hiçbir azınlık, kendisini azımsamaz. Ulus ruhu
takım ruhuna benzer. Bir takımın içinde her dinden, her ırktan
sporcular olabilir. Ama hepsi aynı formayı giyer. Aynı gaye için
ter döker. Kimse kimsenin dilinden, dininden gocunmaz çünkü
amaçları aynıdır. Takımın maçı kazanmasından başka bir şey
düşünmemeleri gerektiğini bilirler. Maçı kazanırlarsa beraber
sevinirler, kaybederlerse beraber üzülürler. Sahadan ayrılıp
sırtlarındaki formayı çıkarttıklarında, herkes, kendi ırkının,
kendi dininin, kendi kültürünün gerektirdiği gibi kendi özelini
yaşar.
Hangi dinden, hangi ulustan olursa olsun hiçbir sporcu ben
bu takımın formasını giymem, kendi formamı giyerim, benim
dinim de ırkım da ayrı diyebilir mi? Derse bile buna herkes
güler.
Takımın forması üst-kimliktir. Senin ırkının ve dininin
forması da Alt-kimlik.Bu iki kavram birbirine karıştırılmamalıdır. Eğer karıştırılırsa "takım" takım olmaktan çıkar. Hiçbir
maçıda kazanamaz.
Uluslar da böyledir. Eğer her konuda maçı kazanmak amacı
varsa o halk ulus olur. Amacı yoksa “ halk” olarak kalır. Ve o
takım dağılır.
» ÖNCE KENDİMİZİ SEVMELİYİZ
Ne annen, ne baban, ne de bir başkası ol. Sen, sen ol.
Hiç kimse, kimseye benzemez. Çünkü herkes tek ve benzersiz
yaratılmıştır. Hepimiz, eşi ve benzeri olmayan bir tek varlıklarız.
Yaratılıştan eksiksiz ve tamam yaratılmışız. Onun için insan
tekamül etmez. Tekamül eden, aklıdır, fikridir, anlayışıdır.
-82-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Ayrıca, başkalarından beklediğimiz her şeyi, kendimiz
Kendimize verebiliriz. Bir bakıma ‘mutluluğun’ sırrı, kendimizi
tanıyıp, kendimizden isteyip kendimize vermektir.
Bizi ‘mutsuz’ eden şey, başkalarından beklediklerimizin
olmaması değil mi? Mesela, başkalarından anlayış bekliyoruz.
Bulamayınca kızıyoruz, mutsuz oluyoruz.
Sevgi bekliyoruz olmuyor.
Saygı bekliyoruz olmuyor.
Bize insanlar güvensinler istiyoruz, olmuyor.
Bizi kabul etsinler, takdir etsinler istiyoruz, olmuyor.
Her olmuyor da ‘mutsuz’ oluyoruz. Neden? Çünkü bunlar,
başkalarından beklemekle olmaz ki. Hem sonra, başkalarına
bağımlı bir ’mutluluk' devamlı olabilir mi?olmuyor. görüyoruz
işte.
Bizim mutluluğumuz bize bağlı olmalıdır. Her şeyden önce
kendimiz-kendimiz olmalıyız.
Biz, ne anne babamız ne de bir başkası olamayız. Çünkü
değiliz. Eğer olmaya çalışırsak, o zaman da mutlu olamayız.
Kendi kendimizin dostu, kendi-kendimizin her şeyi olmayı
öğrenmeliyiz.
» BİRAZ DÜŞÜNMELİ
Teknoloji hayatı kolaylaştırır ve gövdeye rahatlık sağlar.
Gövde rahatlığı, mutlu olmaya yeter mi?
Tabi ki yetmez... Peki o zaman, zihin ve iç rahatlığı nasıl olacak?
Bu iç huzur nasıl temin edilecek?
Madem ki insan psikolojik bir varlıktır, her şeyden etkilenir
ve her şeyi etkileyebilir. Gövdesi rahat olsa da, içi ve zihni neden
rahat olamıyor? Bir ömür boyu mutlu olmak ve iç huzuruna
kavuşmak için çabalamıyor muyuz? Tek aradığımız iç huzuru
değil mi? Acaba bunu elde etmenin bir metodu var mı? Yoksa
hayatın tesadüflerine mi bağlı? İç huzurunu bir başkası mı bize
verecek? Yoksa, biz mi bir başka yerden arayıp bulacağız? Bunu
herkes biraz düşünmeli...
-83-
» DÜŞÜNMEK, KENDİSİNİ DÜŞÜNMEKTİR.
İnsanlık, sadece düşünen bir insanlık olmamalı. Kendisinin ne olduğunu düşünen bir insanlık olmalı.
Bu insanlık, düşünmesini öğrenmek için bu dünyaya gelmiştir,
diyebiliriz. Her yerde, her zaman insanlar düşünüyor. Ama
neyi? Gövdesini. Her zaman gövdesini düşünüyor. Herkes mi?
Hayır. Çoğunluk böyle.
Ne yesin/ Ne giysin/ Ne alsın? Gövdesinin derdine düştükçe, kendisine sıkıntı ve acılar hazırlıyor. Acıları yaşadıkça,
daha çok gövdesinin derdine düşüyor. Ölümsüzlüğe, gövdesinde ulaşmak istiyor. Bu dünyada çok az insan kendisini düşünmeyi öğrenir.
» KENDİNİ FETHETMEK
Hayatın sillesini daha çocuk yaşta yemiş, babası ölünce, kız
kardeşiyle annesine bakmak zorunda kalmış, çalışmış, hakkını
alamamış, itilmiş, kakılmış dayak yemiş, ailesine bakmak için
hırsız olmuş. Bu arada annesi ölmüş, kız kardeşi evi terk edip
fahişe olmuş.
Bütün bunları acı içinde göğüslemiş, ama Allah’a olan inancı
öfkeye sonra da nefrete dönüşmüş. Kendi adaletini kendisi
sağlamaya karar vermiş. Hırsızları etrafına toplayıp, hırsız başı
olmuş. Diğer hırsız çetelerinin başlarını da etrafına toplayıp
silahlı ordu oluşturmuş.
Önce kendi ülkesindeki yönetimi ele geçirmiş, sonra komşu
ülkeleri fethe başlamış. Büyük fetihler yapmış. Büyük savaşlar
kazanmış. Sonra da imparator olmuş. Bu arada suikasta uğrayıp
dokuz yerinden ölümcül yaralar almış. Aylarca ölüme direnip, o
savaşı da kazanmış. Hep kazanmış ve her istediğini elde etmiş.
Zalimleri yok etmiş. Haksızlıkları ortadan kaldırmış- Adil ve
adaletli olmuş. Allah’tan beklediği her şeyi kendisi yapmış.
Bir gün çocukluğunda çektiği acılar, Allah’a ettiği dualar
aklına gelmiş ve tek başına yüksek bir dağın tepesine çıkarak,
Allah'a meydan okumuş.
-84-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
"İşte ben buradayım! İşte ben imparatorum! Fethetmediğim
hiçbir yer kalmadı! Senin yapamadığın adaleti ben sağladım!
(Kılıcını çekip gökyüzüne doğru sallamaya başlamış) İşte ben
buradayım! Neredeysen çık karşıma! Sen yoksun! Ben varım!
Ben!" Tam o sırada içinden bir ses şöyle demiş:
"Evet sen her şeyi fethettin ama kendini fethedemedin. Sen
önce kendini fethet..."
Bunun üzerine imparator olduğu yere diz çökmüş kalmış.
Uzun zaman bu sözün anlamını düşünmüş. Kararını verdikten
sonra, karısını, çocuğunu, tahtını ve imparatorluğunu terk edip,
ıssız bir yerde, bir ağacın altına oturmuş. Kendini nasıl
fethedeceğinin düşüncelerine dalmış. Kesinlikle fethedene
kadar, o ağacın altından kalkmamış. Ve sonunda kendini
fethetmeyi de başarmış.
Hikaye bu kadar. İşte bu kişinin Budizm’in kurucusu Buda
olduğu söylenir.
» GERİSİ DÜMBÜK KRALLIĞI
Kendi zihnine hakim olan insan, kraldır.
Kim kral olmak istemez? Hemen herkes ister.
Kral, hükmeden, sevk ve idare eden anlamlarını taşır. Eskiden
çocukların oyunları hep kral olmak üzerineydi. Herkes kral
olmak ister çünkü, kral olunca her istediğinin olacağına inanır.
Her emrinin yerine getirileceğini bilir. İnsanlar, kudret ve
hakimiyet istediği için kral olmak ister. Zamanımızda hiçbir
ülkede krallık rejimi kalmadı. Ama ekonomik alanlarda
krallardan geçilmiyor. Hatta imparatorlar bile var.
Şimdi herkes, iktisadi alanlarda krallığa da razı değil, imparator olmak istiyor. Ortalık petrol krallarından, finans imparatorlarından geçilmiyor. Herkes bir alanda kral olmak istiyor. Dondurma kralı, jilet kralı, şarap kralı v.s.
İster, ister. İstemeye herkesin hakkı var. Ne için? Kudret ve
hakimiyet sahibi olmak için. Çalışırsa olur da... Oldu diyelim.
Çevremizde çok var. Küçük küçük krallar, krallıklar.
Bir şeyin kralı olmuş ama daha kendisinin bir tek düşün-
-85-
cesine sözü geçmiyor. Karısına çocuğuna da sözü geçmiyor. Bu
ne biçim krallık peki? Yanında çalışan on binlerce işçisine sözü
geçiyormuş. Ne yapayım ben öyle krallığı? Kral dediğin, kendi
düşüncesine sözü geçen adamdır. O kadar. Gerisi düm- bük
krallığı...
Yorgunluktan sonra gelen uykular, ne kadar güzelsiniz...
demiş Fransız yazar Andre Gide. Doğru söze ne denir?
» KAFALAR BAŞKA, GERÇEK BAŞKA
Şunu açıkça belirtmem gerekir ki, benim muhatabım sadece insandır.
Ne bu kesim, ne şu kesim, ne Müslüman, ne maddeci, ne İseviler, ne Museviler, ne inananlar ne ateistler, ne laz ne Çerkez, ne
İngiliz ne Alman, ne şu millet ne bu millet, bunların hiç birisi
benim muhatabım değil. Bir daha söylüyorum ki, tek
muhatabım sadece insandır.
Benim sözlerimi insan olan herkes duyar, anlar. Başkası
anlamasa da olur, bir tek insan anlasın, bu bana yeter. İster
dünyanın isterse evrenin neresinde olursa olsun, eğer insan
varsa, benim muhatabım odıır.
O beni anlar, ben de onu...
Şuncu - buncu gibi yorumlar, kavram kargaşasından, yorgunluktan başka bir şey ifade etmez.
Herkes, kendi kafasındaki ölçülere göre her şeyi değerlendirmek ister. Genelde kafamıza uyan şeylere doğru, kafamıza
uymayan şeylere de yanlış damgasını vururuz.
"Efendim benim gerçeğim bu" gibi ifadeler gerçek değildir.herkese göre gerçek olmaz, olamaz ki...
Gerçek hep vardır ve hep aynıdır. İzafi olamaz.
Herkesin gerçeğe uzaklığı eşit değildir. Kimi gerçeğin içine
gömülür yaşar. Kimi yaşamaz ama tanır. Kimi hiç tanımaz,
gerçek dışı şeyleri gerçek sanar. Gerçek tektir. Beyaz gibi...
Beyaza kara diyen olsa da, onun kör olduğuna inanılır.
-86-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» HİÇ BİR HAYVAN KENDİNE SÖZ GEÇİREMEZ
Hayvanlar gövdesi, insanlar hükmetmek için yaşar.
Kim ne derse desin... Kim ne iddiada bulunursa bulunsun, insanlarla hayvanlar çok belirgin çizgilerle birbirinden ayrılır.
İnsan, insan gibi yer içer.
Hayvan, hayvan gibi yer içer.
İnsan, gizli yerlerde çiftleşir.
Hayvan, alenen, çiftleşir.
İnsan, kapışmaz.
Hayvan, kapışır.
İnsan, söz ve karar verince ona uyar.
Hayvan, söz ve karar bilmez.
İnsan, gövdesine hükmedebilir.
Hayvan, gövdesine hükmedemez.
İnsanla hayvan arasındaki en büyük fark, insanın gövdesine,
isteklerine, düşüncelerine, duygularına hakimiyet kurup
hükmedebilmesidir.
Hayvanların ise böyle bir kudreti yoktur. İç güdüsel olarak
yaşarlar. Beslenme, çiftleşme ve korunma içgüdüsüyle hareket
ederler. Hayvanlarda vicdan dediğimiz öz içgüdü yoktur.
Vicdan, insanın hakimiyet kurmasının ölçülerini belirler,
hem de insanı, yanlış yapıp sıkıntıya düşmekten korur.
İnsanın kendi gövdesine, gövdesindeki hücrelere, duygu ve
isteklerine hakimiyet kurabilmesi için, önce zihnindeki
düşüncelerine hakimiyet kurması gerekir. Çünkü biz ne ve nasıl
düşünür, neye inanırsak öyle olur.
İnsanın kendisine ve kendisi dışındaki her şeye hükmedebilmesi için, zamanın bölünmeyen en küçük parçası olan “AN"
ile alıp verdiği nefes arasına odaklanması, yoğunlaşması gerekir.
İnsanın kudretli olma yeri burasıdır.
-87-
» SONSUZ DOĞRU
En çok kızdığımız şey, hiçe sayıldığımız andır.
Kimse hiçe sayılmak istemez. Çünkü insan, yücedir, saygıdeğerdir. Öyle yaratılmıştır.
İnsanların, fakiri de zengini de ‘saygı ile kabul görmek ister’.
İnsanlar beğenilmek, sevilmek, sayılmak, inanılmak için
yaşarlar. Bu bir yaşama dürtüsüdür. Onun için insanlar, birbirini
saygı ile kabul etmezse kavgalar çıkar. Buna hiç kimse "sen
bunları geç başka şey anlat' diyemez. Bunu diyen kendi- kendini
hiçe sayandır. Kendini hiçe sayanı da herkes hiçe sayar.
Eğer bunu böyle düşünen kuş beyinliler varsa, /ben kendimi paramla saydırırım, mevkiimle saydırırım/ diyorsa, o,
hayatının en büyük yanılgısına düşmüş olur. O kuş beyinliler
şimdi der ki "paranın önünde eğilmeyen mi var bu zamanda"
Bu doğru. Ama sınırlı doğru, küçük doğru...
Benim dediğim ise büyük doğru da değil, sonsuz doğru.
Yani, adamına göre, yerine göre, zamanına göre değişmeyen
doğru.
Paran çok diye seni saymaları, sahte dostlarının etrafında
dolaşması seni tatmin etse bile, içini tatmin ediyor mu? Etmiyor.
Sen de biliyorsun ki, çevrendekiler seni paran için sayıyor ve
seviyor görünüyorlar.
Benim dediğim, senin bunları içinden bilmen. Kendi-ken- dine
samimi olmandır. İçin her şeyin doğrusunu bilir, içini sen bile
aldatamazsın. İşte bu, benim sözüme ispattır... Buna sonsuz
doğru denir.
» KUR’AN’I ANLASAK YETER
Araplar, ne Hz. Muhammed (S.A.V)’i, ne Kuran’ı, ne de İslâmiyet’i hiç anlayamadılar.
Bugün Avrupalı yüzde75 İslâmî yaşıyor. Yüzde 25 eksiklik
ise kiliseye gitmesi ve aile yapısının bozuk olmasıdır. Dürüstlüğü, çalışkanlığı, temizliği, iş ciddiyeti... Bunların hepsi onlarda
-88-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
var. Zaten bunlar ‘İslâmî yaşayışın’ kuralları değil mi?
Avrupalı, sabah akşam duş alır. Bizim Müslüman geçinen
zevat ise haftada bir banyo yapar. Kiminin de kokudan yanına
yaklaşılmaz. Dürüstlük, iş ciddiyeti falan hak getire. Onlar zaten
yok... Eeee. Ne kaldı geriye? Namaz, oruç, camiye yardım.
Bu ne samimiyetsizlik. Bu ne ciddiyetsizlik. Bu ne
aldırmazlık.
Ne İslâm bu. Ne de Türkler böyle. Biz Araplaştık... Biz İslâmiyet diye, Arapların İslâmî anlayış şeklini aldık. İslâmiyet
Arabistan’da doğdu diye onları İslâmiyeti biliyor sandık. Ne kadar cahilce işler varsa, Araplardan alıp alıp yaptık. Hurafeler,
meçhule inanışlar, mum dikmeler, çaput bağlamalar, uğurluuğursuz lafları v.s. Bunlar hep İslâmî yaşayışımız olmuş.
Bugün nüfusumuzun yüzde 99’u Müslüman kabul ediliyorsa, o zaman bu ciddiyetsizlik nedir? Bu pislik nedir? Niçin kafalar çalışmıyor? İslamiyet anlaşılmamış. Arap adetlerini İslamiyet zannetmişiz.
En kısa zamanda bu millet saçma sapan din hurafelerinden,
Arap geleneklerinden kurtulmalıdır.
» ÖNCE KENDİNİ KENDİNE KABUL ETTİR
Kendisini, başkalarına kabul ettirmek balâsından kurtulamayan, bu Dünyada da öbür dünyada da rahat edemez.
Kendisini, başkalarına kabul ettirmenin derdine düşmek,
ölümden beterdir... Acıdır... Istıraptır... Sıkıntıdır...
Çünkü, başkaları bitmez. Dünya insanlarla dolu. Hangi birine kendini kabul ettireceksin? Ömrün yetmez. Halbuki bunun
daha kolay ve daha kısa yolu var.
1. Kendini ‘kendine’ kabul ettirirsin. Bunu beceremiyorsan o
zaman,
2. Kendini, bir tek kişiye kabul ettirirsin. Böylece kabul edilmek
ihtiyacının karşılarsın. Bunu da beceremezsen, başın belada
demektir. Çünkü kendini kabul ettirmek isteği, hiç bitmez,
doymak ister, tatmin olmak ister.
-89-
» MUTLULUK AİLEDE GİZLİDİR
Bu söz boşuna söylenmemiştir... Çünkü ancak aile içinde eksiksiz kabul etme\kabul edilme olur. Bu temin edilemezse, sevgi
olmaz, beğenme olmaz, saygı olmaz. Bunlar olmayınca aile
olmaz zaten.
Baba, anneyi, anne, babayı, artı ve eksileriyle, olduğu gibi
‘kabul ederse’ her iki taraf da mesut olur. Dışarıdaki insanlara
kendini kabul ettirme belâsına düşmez.
Eğer, iki taraftan birisi, diğerini reddederse, o aile cehenneme döner. Dırdır başlar. Ben iyiyim. Sen kötüsün davası
başlar. Her iki taraf da birbirini bütün hatalarıyla kabul etse,
sen\ben kavgası olmaz.
AİLE basit bir beraberlik değil, mutluluğu yaşamanın gizemini içinde taşıyan, zor bir beraberliktir.
» O, İÇİNDEKİ SINIRSIZ GÜCE ULAŞMIŞTI
Hz. Muhammed (S.A.V), zamanını ve bizim zamanımızı ve
de bütün zamanlan aşmıştı.
Hz. Muhammed (SAV)’i ne Araplar anlayabildi, ne de o
Araplar- dan Müslümanlık öğrendiğini zanneden dar kafalı
yobazlar...
Hele o, din adamları onu hiç anlamadılar. Sadece papağan
gibi, onun sözlerini söyleyip durdular.
Hz. Muhammed (S.A.V) her şeyden önce, içinde yaşadığı
toplumun sorunlarını çözmeyi kendine dert edinmişti. Hirâ dağına çıkarak, tefekküre dalar, toplumun ve bireyin, sorunlarının
neden-niçin ve nasıllarının çözümünü arardı. Kendi iç
dünyasına kendi derinliğine o kadar yoğunlaşırdı ki, haftalarca
Hirâ dağında kalırdı. Sonunda, bir gün kendi içindeki kudrete
ulaştı, o gücün Allah olduğunu anladı. Ama bunu, o günkü zekalara anlatmakta çok zorluk çekti. İnsanlar, kendilerinden ayrı,
çok uzaklarda bir Allah aradılar... O gün Hz. Muhammed
(S.A.V)’in anlatmak istediği Allah'ı arkadaşları içinden sadece
‘on kişi' anlayabildi. O kişilere aşereyi-miibeşşere denildi.
"O kadar insan varken, peygamberlik niçin Hz.Muhammed’e geldi?" Diye düşünenler olabilir.
-90-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Hz. Muhammed (SA.V) gibi, toplumun sorunlarını çözmeye
çalışan, başka insanlar da tabiiki vardı. Ama onlar Hz. Muhammed gibi, sonsuz gücü tanımak ve ulaşmak derdinde değildi. O
bir çok sıkıntılardan, düşünce savaşlarından sonra, insandaki
mevcut olan kudreti kullanabilmeyi öğrendi. Hayatı boyunca,
insanlara kendi içlerindeki sonsuz gücü anlattı ve gösterdi.
Bugün bunlardan bahsedene rastlanmıyor, nereye gitti bu
bilgiler?
» ŞANSI, KESİN KARAR YARATIR
Şans ve tesadüfün yasası, tereddütsüz karardır.
Şans-rastlantı-tesadüf bunlar eş anlamlı kelimelerdir. Hayatta
raslantı diye bir olay yoktur. Şans faktörünü insanlar icat etmiş,
çaresiz ve beceriksiz kaldıklarında, bu varsayıma sığınmışlardır.
Varsayım olarak, insanların uydurduğu şundan bellidir ki,
şans herkese göre değişkenlik arz eder.
Mesela, yerli arabası olana göre, Mercedes'i olan daha
şanslıdır. Helikopteri olan da, Mercedes’i olana göre şanslıdır.
Bu böyle uzar gider.
Herkese göre değişebilen bir kural gerçek olamaz. Şans da
değişken olduğuna göre, bir kural olarak kabul edilemez.
Gerçek olmadığına göre, şans denilen şey varsayılmaz.
Aslında, karşılaştığımız bütün olayların akışı ve sonucu,
bizim kararımıza bağlıdır. Kararlı olana şans da gelir, tesadüfler
de çıkar. Yani tereddütsüz karar, şansı veya şans zannettiğimiz
şeyi yaratır.
Karar, tereddütsüz bir şeyin olacağına inanmaktır. Bu ise,
karar verme alıştırmaları yapa yapa sağlanır. Önce küçük, küçük
kararlar vere vere, daha sonra büyük ve imkansız denilen
kararlar vermeyi öğreniriz.
Hayatımızda istediklerimiz olmuyorsa, şansızlığa sığınmanın hiçbir faydası olmaz. Karar vermeyi öğrenmeli, yanlış kararlarımızı tespit edip düzeltmeliyiz.
Tereddütsüz karar, her şeyi göze almaktır.
-91-
» NEFİSLER FARKLI OLSA DA, ASLIMIZ AYNI
Başka başka isimler taşısak da, aslımız birdir.
Bu sözü, Doğulular da Batılılar da bilir. Bu sözü herkes bilir
bilmesine de, ne hikmetse bilmezlikten gelir.
Bu sözü bilmelerine rağmen, herkes kendisini hep gövde
•zanneder. Bütün aldanmalar da bu anlayıştan kaynaklanır.
Kendisini gövdesinden ibaret zannedenler, muhataplarını
da gövdeden ibaret zanneder. Gövdelere, şekil ve isimlere takılan akıl bir ömür boyu bocalar durur. Asıl varlığı tanıyamaz.
Asıl insanı göremez. Çünkü, gövdeler çeşit çeşittir. Kültürler,
gelenekler farklıdır.
Farklı gövdelerde farklı zihinler, farklı değer ölçüleri olunca,
ortak taraflar bulunamıyor. İnsanlar biri-birilerinden, zihinsel ve
duygusal olarak uzaklaşıyor, yabancılaşıyor. Bu ise düşmanlığı
getiriyor. Kavga ve savaşlar başlıyor.
Sen-ben çekişmeleri... Ben iyiyim. Sen kötüsün inatları
ortaya çıkıyor. Herkes birbirinin gözünü oymaya çalışıyor.
Mevlana bu dar kafalara şöyle sesleniyor
Sen-bensin. Ben- şenim işte;
Ne diye şaşı görmek ne diye...
Her ne kadar, gövdelerimiz ve isimlerimiz farklı olsa da
‘açlık hissimiz, tat alma hissimiz’ bir, aynı...
Canımız aynı. Bir can bütünlüğümüz var ki, hislerimiz ve
duygularımız hep aynı oluyor. Aslımız bir. Bir bütünüz biz. Biz biziz işte.
Tıpkı cam gibi, Cam ‘su bardağı’ ‘çay bardağı’ 'kül tablası’
‘su şişesi’ gibi isimler alsa da, çeşitli şekillerde olsa da, aslı cam
değil mi? İşte bunun gibi, bizim de can bütünlüğümüz var.
Bu gerçeği anlamak için, daha ne kadar acılar çekilecek?
-92-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» ALDATMAK ALÇAKLIKTIR
En büyük ahlaksızlık, yalancılıktır.
Söz verip, sözünde durmamak, üç kuruşluk çıkarlar için, yalanlar uydurmak, beş kuruşa, arkadaşını dostunu satmak. İnsan
olana yakışır mı?
Evet. Yakışmaz. Diyorsan, neden böyle yalana-dolana gerek
duyuyorsun?
"Ne bileyim ben." Deme. Alışmışım da deme. Çünkü kendi
çıkarlarını biliyorsun da, yalanın aldatmanın kötü olduğunu mu
bilmiyorsun? Onu da biliyorsun da , alçaklaşmak daha kolayına
geliyor. Şimdi sen,
Ben yalancıyım. Var mı başka bir diyeceğin... Diyebilirsin.
Diyeceğim tabi ki. Var. Sen defolu bir malsın. Senin değerin
düşük. Sonun da çöplük.
» KEŞKE
Keşke sen, hırsız olsaydın da, yalancı olmasaydın.
Keşke sen, katil olsaydın da, yalancı olmasaydın.
Keşke sen, ırz düşmanı olsaydın da, yalancı olmasaydın. Keşke
sen, eşcinsel olsaydın da, yalancı olmasaydın..
Keşke sen, yobaz olsaydın da, yalancı olmasaydın.
Çünkü, Yalancılık, başkalarını aldatmaktır... Bu ise, alçaklıktır.
» EĞİTİM YOK
Eğitim başka, öğrenim başkadır.
Toplumlar hasta, bireyler defolu...
Sebep? Eğitimsizlik...
Asıl eğitim, kişilik eğitimidir. Yani herkes tarafından ‘saygı ile
kabul edilen’ kişi olmak içindir eğitim. Bunun eğitimi anne
karnında başlar, okulda devam eder.
-93-
Bugün hiçbir ülkede kişilik eğitimi yoktur. Sadece ‘öğrenim’
vardır. Öğrenim, okuldan veya ustasından bir meslek öğrenmektir. Meslek sahibi olanların kişilik sahibi olmadıkları
görülmektedir. Eğitimcilerde bile kişilik eksikliği görüldüğüne
göre, öncelikle eğitimcilerin kişilik eğitiminden geçmeleri
gerekir.
Eğitim isteyen var mı?
Kültürlü olmak, çok bilmek eğitim zannedildiğine
göreeğitim isteyen yok. Eğitim konusunda söylenecek çok şey
var ama,
Kime? Karşınızdaki kendisini eğitimli zannediyorsa, eğitimi
nasıl anlatacaksınız? Eğitime ihtiyacı olduğuna nasıl ikna
edeceksiniz?
Öncelikle bu soruna bir çare bulunmalı. Ama nasıl?
Bunalımların kişilik eksikliğinden olduğu söyleniyor da,
kişilik eksikliğinin eğitimsizlikten olduğu akla gelmiyor.
En kültürlü insanlar insan ilişkilerinde beğenilmek, sevilmek, sayılmak endişeleri taşıyor. Kişilik eksikliğinden dolayı
birkaç diplomalı kişiler bile öyle mahcup olacak işler yapıyorlar
ki, toplum tarafından itilen, aşağılanan kişiler oluveriyor- lar.
Neden? Çünkü kişilik eksikliği var. Sevilmenin ve sayılmanın neyle, nasıl olacağını bilmiyor. Toplumda itilen-kakı- lan
insan olmamak için tanıdıklarından veya tanımadıklarından
sevgi, saygı ve itibar görmek için, kişilik eğitimi ihtiyaçtan öte:
mecburiyettir.
» HANGİ TÜRÜM?
Yazı, yazmak için yazılmaz. Bir amacı olmalı yazının.
Nasıl ki konuşmak için konuşulmazsa, yazı da yazmış olmak
için yazılmaz.
Kimler konuşur:
• Derdi olan konuşur.
• İddiası olan konuşur.
• Kini olan konuşur.
-94-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
• Haksızlığa uğrayan konuşur.
• Seven, aşıklar konuşur.
• Çok kızan ve öfkelenenler konuşur.
• Etkilemek, kendisini kabul ettirmek isteyen konuşur.
•
Tepki gösteren konuşur.
• Bir şey isteyen konuşur.
Ya yazanlar? Kimler yazar acaba?
• Fikir üretenler
• Bir amacı olanlar
• Araştırmacılar
• İlim adamları
• Duygulu olanlar
• Romantik edebiyatçılar
• Eğitip öğretmek isteyenler
• Bir şeylerini paylaşmak isteyenler
Şimdi ben kendi kendime soruyorum.
Ben hangi türe giriyorum?
Ben niçin yazıyorum acaba?
Tek cevap alıyorum,
Derdimi paylaşmak için...
» HAKLI OLAN KONUŞSUN
Haksız olduğu halde parası olanı ve ağzı olanı konuşamaz
hale getirecek olan şey, haklı olanların konuşmasıdır.
Toplumda herkes konuşuyor. Konuşsun. Konuşacak da... Ama
haklı olanlar, daha gür, daha cesur, daha çok konuşmalı. Haklı
olanlar konuşmazsa, ya parası çok olanlar konuşur, ya da ağzı
olan gerzekler konuşur. Tıpkı günümüzdeki gibi: Parası olan
kitap bastırıyor, kalemi olan yazıyor. Ortalık yazar- çizer sanatçı
dolu. Neden? Haklı olanlar yazmazsa, haldi olanlar susarsa,
ortalık bunlarla dolar. Al oku kitapları: Bir şey yok!. Sorunlar,
-95-
sorunlar... Bu ne diye sorsan, cevap, bilinen beylik sözler!
"Efendim ben bir sanatçı olarak halkın sorunlarını diler
getiriyorum" Bir başkası da "Efendim ben sanat için sanat yapıyorum..."
Demek sanat yapmak bu?...
Sanat yapmak insanlara bir şeyler vermektir. Doğruları
arayıp, bulup, öğrenip onları anlatmaktır. Haklı olanın tarafını
tutmaktır.
Sen ne anlatıyorsun yazdığın bir çuval kitaplarda? Koskoca
bir hiç. Başka? Mavi ağaçlar, yeşil kuşlar. Peki sen eğitim nedir
bilir misin? Bilmezsin. Sen mutluluk nedir bilir misin?
Bilmezsin. Bilsen kendin alkolik olmazdın. İnsanı tanımadan,
insanı bilmeden, hiç kimse insana bir şey veremez. Onun için
önce siz insanın ne olduğunu öğrenin de mutsuzluktan kurtulun.
» ZİNCİRSİZ KÖLE MİYİZ?
Bir milletin zihni ve cebi işgal edilmişse, o millet zincir- siz
köle olmuştur.
Bir ülkenin dış borcu yüz milyar doları geçmişse, iç borç, bütçe
açığı hiç kapatılamıyorsa, dolar ve mark almış başını gidiyorsa,
adamların bir dolarına'300 bin, bir markına' 150 bin Türk Lirası
veriyorsak (bunu mala çevir, onların bir kül tablasına karşılık,
300 bin kül tablası veriyoruz demektir) bu da yetmezmiş gibi bir
de zihinlerimiz işgal altında ise toplumda şimdiki gibi gerilimler
ve çatışmalar yaşanır.
Bir taraf,
Din elden gidiyor diye feryat ediyorsa...
Bir taraf da,
Laiklik elden gidiyor diye feryat ediyorsa, her iki taraf da
aldanıyor demektir. Bu bir millet için bedeli çok ağır ödenen, en
büyük aldanmadır.
*1998 kuru
-96-
Aslında giden miden bir şey yok... Zihinlerde öyle bir evham yaratılıyor. Maksat korkutmak, oyalamak. Neden? Maksatları ne? Maksatları şu:
Adamların bir dolarına 300 bin veriyoruz ya 300 katı değil
300 bin katı, az para mı bu? Marklarına da bire 150 bin veriyoruz
ya, istiyorlar ki böyle devam etsin, bu soyguna uyanmayalım.
Bunun için, önce zihinler işgal ediliyor, ortalık toz duman
oluyor, halk taraf olup, karşı karşıya getiriliyor. Bu arada serbest
piyasa dümenine, Türk lirası devamlı düşüyor. Bu ikisi
yabancılara yeter zaten. Askerle, silahla işgal etmek çok
eskidendi. Daha az masraflı ‘işgal stratejileri’ geliştirdiler.
İlkeleri şu: Bayrağına dokunmayın, toprağına ordusuna dokunmayın. Ama zihnini ve cebini mutlaka işgal edin. Yalan mı?
» EY... MADDECİ AHMAK
Sen bu dünyaya bu hayvanı (gövdeni) beslemeye mi geldin?
Bütün günün, bütün ömrün bu iki ayaklı hayvana (gövdene)
hizmet etmekle mi geçecek?
Her sabah çişini yaptırmaktan, yüzünü yıkamaktan, elbisesini giydirmekten, arabasına bindirip götürmekten, acıkınca yemek yedirmekten, akşam işten eve getirip duş yaptırmaktan,
uykusu gelince yatağa yatırıp uyutmaktan, dişi ise kocasına,
erkekse karısına sarılıp çiftleşmekten, hastalanınca doktora
götürüp verilen ilaçları içirmekten, yakışıklı-güzel ise diğer
hayvanlarla (gövdelerle) mukayese etmekten, hala bıkmadın
mı?
Sen bu mahlukun (gövdenin) nesine itibar ediyorsun?
Sen bu hayvanı (gövdeyi) insan mı (kendin mi) zannediyorsun?
Ey... Maddeci ahmak... Sen bu hayvana (gövdeye) üç gün
yemek vermesen, halsizlikten kolunu bile oynatamaz. Bir hafta
banyo yaptırmazsan, leş gibi kokar.
Hala anlamadın mı? Hala daha bu hayvana (gövdeye) insan
mı diyeceksin? Eğer senin dediğin gibiyse, morga atıldığında,
ağzı var, konuşsa ya? Gözü var, görse ya? Kulağı var duysa ya?
Bütün organları tamam, parmağını oynatsa ya?
Ey... Kendini gövde sanan ahmak, bütün bu işleri yapan,
-97-
duyan, işiten, gören, konuşan gövde değildi ki. O gövdeyi
kullanan insandı. İnsan o gövdeyi terk etti, iş bitti... Artık uyanık
ol. Asıl iş, gövdeyi terk etmeden işi bitirmek.
» SEVMİŞ Kİ KOYNUNA GİRMİŞ.
Kocanı seviyorsan, ondan beklediklerini sen ona yap. O da
öğrensin.
Sen-ben dırdırını bırak...
Ben iyiyim- Sen kötüsün inadını da bırak.
Sizinkiler kötü, bizimkiler iyi diye üstünlük taslamayı da
bırak.
Bunları bırak da evliliğin tadına bak. Evlilik neymiş o zaman
görürsün. Sen evlenmişsin ama evlilikten haberin yok.
Birbirinizin koynuna girmişsiniz, hala kusur kabahat arıyorsunuz. Hala birbirinizin açığını arıyorsunuz. Hala beğenmemek. Hala karı-kocanın ne olduğunu bilmemek. Cevap hazır,
• Her şey sorun oluyor, diyeceksin.
• Sorunun olmadığı yer mi var, sorun her yerde var.
Maddi durum iyi olsa bunlar olmaz, diyeceksin. Bu düşünce
de yanlış.
• Maddi durum konumuz değil. Maddi durum olmasa evlenilmez zaten. Ama evlendikten sonra maddi durumu bozulduysa, sevdiğin için, maddi sıkıntılara katlanacaksın.
Katlanmıyorsan, o zaman boşanır, kurtulursun. Eğer boşanmazsan, o zaman, sevdiğin insanla maddi sıkıntıları
paylaşırsın.
Aslında evliliğin maddi durumla hiçbir ilgisi yoktur. Öyle
bir ilgi varmış gibi zannedildiği için evlilikler bozuluyor. Madde
ile ilgisi olmadığı şuradan anlaşılıyor ki, maddi durumu iyi
olanlar da geçinemiyor.
-98-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Karı-koca arasında hep seviyor mu sevmiyor mu hesabı
yapılır? Evlilik bu ince ayar üzerinde yürür. Madde de para da
hep bu seviyor sevmiyor hesabı içinde yer alır. /Sevseydi bana
istediğim her şeyi alırdı/ gibi bağlantılar kurulur. Evlilik
sevgidir. Birbirini olduğu gibi kabul etmektir.
» HER AN HAREKET VAR
Dünyanın en ağır işi, işsizliktir.
Hani derler ya "boş durma, kendini oyalayacak bir iş bul". Mesela: Top oyna, denize gir, kitap oku, bir şey yap. Yeter ki boş
durma. Yoksa? Yoksa canın sıkılır.
Bu son cümle çok önemli. Sıkılmak. İş bulamazsa, iş yapamazsa, boş durursa, ca'nı sıkılır insanın.
Sıkılmak monotonluktan olur. Çünkü, durgunluk ve boşluk, doğa kanunlarına, evren kanunlarına aykırı. Evrende her
şey hareket halindeyken, her şey-bir şey/bir şey her şey olmak
için karman-çorman olurken, insanın boş durması tabi ki sıkıntı
yapar.
Her ‘an’ her yerde ve her şeyde hareket var. Kendi vücut
sistemlerimiz bile her an değişiyor. Zihnen, fikren ve bedenen
her an değişim var. Her an aynı insanlar değiliz. Bir saniye
içinde binlerce ‘hücremiz’ ölüyor, onun yerine yenisi geliyor.
Evrende de duran bir nesne yok.
Dünya dönüyor. Gezegenler dönüyor. Bir de ayrıca güneşin
etrafında dönüyorlar. Güneşimiz, sistem olarak başka sistemlerin etrafında dönüyor. O da galaksi olarak başka galaksilerin etrafında dönüyor.
Bütün bu hareketlerin merkezi hareketsiz bir ölü nokta olmalı. O nokta, ne varlık ne de yokluktur. O, sıcakla soğuk
arasında, her ikisi de olmayan şeydir. Mekanlı ve mekansız her
şeyin özüdür.
Bütün bu değişimleri sorgulayan, izleyen ve tespit eden
insan zekasının önemli özelliği, yaratılışın sırrı olan bu özü
-99-
bulabilme ve kavrayabilme kabiliyetidir. O zeka ki, kendi vücut
sistemlerindeki hareketleri de izleyerek, kendi özünü keşfedip
kavrayabilir. Özün gücüne ulaşan yaratılışın sırrını da anlar.
» SIRRI OLMASA “CAM”, AYNA OLMAZ
Seni sana ancak kendi egosundan kurtulmuş bir antre nör
tanıtır.
Mum dibini aydınlatmaz.
Bıçak sapını kesmez.
Bu sözler boşuna söylenmemiş. Çünkü insanın kendi kendini
tanıması, kendi kendine mümkün olmuyor. İnsan kendi
"gövdesini" tanıması için de ona aynalık yapacak kendi hemcinsinden bir insan gerekir. O insanı (ona antrenör diyelim)
bulmadan, insanın iç dünyasını keşfetmesi mümkün olmuyor.
Kendi kendine bunu başarmaya çalışan olmuş ama başaramamış. Kendi kendine olmuyor.
İnsan insanın aynasıdır demişler.
Ama hangi insan? İşte burası çok önemli. Çünkü ömür boyu
aldanmak da var. aldanmamak için, tanıyarak seçmek lazım.
Bize aynalık yapacak insanın (antrenörün) kendi egosundan
kurtulmuş olması gerekir.
» KENDİNİ BİLMEZSEN HİÇSİN
İlim ilim dediğin, ilim kendini bilmektir. Sen kendini
bilmezsen, bu nice okumaktır.
Y. EMRE
Neyi bilirsen bil kendini bilmezsen, sen bir hiçsin. Kendini
bilmen
İçin, kendini bilmiş, kendini bulmuş, egosundan kurtulmuş
bir insana rastlaman gerekir. Ama öyle insanlar rastlamakla
bulunmaz, aramakla bulunur. Aranmaya da değer.
-100-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Sana ayna olacak olan, seni sana gösterecek olan o insan
diğerlerinden çok farklıdır. Nasıl ki normal cama baktığımızda
kendimizi göremeyiz, ama sırlı cama yani aynaya baktığımızı
kendimizi olduğumuz gibi görürüz. Güzelsek güzel, çirkinsek
çirkin. Yeter ki bizi bize gösterenin ayna olduğunu unutup,
aynaya kızmayalım.
» NAPOLYON’UN SONUNA BAK
Para para dedikçe, para yetmez olur.
Herkes tutturmuş, para da para... Para olmazsa olmaz. Hay
paralarınız yerin dibine batsın sizin! O paraların altında kalın
emi, diyesi geliyor insanın.
Bu kadar taş kafa mı oldu bu insanlar?
Eee... Efendin Napolyon bile ne demiş? Para para para...
Demiş de ne olmuş, onu da biliyor musun? Nereden bileceksin?
Ben söyleyeyim de, bir daha Napolyon ne demiş diye sayıklayıp
durma...
"Para para para" diyen Napolyon’un sonu Elbe Adası’nda
azap çeke çeke ölmek olmuştur... Anladın mı şimdi?
Ayrıca tarihi de iyi öğren ki, para para diyen başkalarının da
sonunun ne olduğunu göresin.
Sen para para diyeceğine, kendi kendine "ben adam mıyım"
diye sor önce. Ben nasıl bir adamım de kendi kendine. Değilsen
adam olmaya çalış!
Sen adam olmadıktan sonra, senin çok paran olsa ne olur?
Az paran olsa ne olur? Koskoca bir hiç... Sen de olsan olsan hiç
oğlu hiç olursun. Neden mi?
Sen arkadaşlığı bilmezsen, sen komşuluğu bilmezsen, sen
paylaşmayı bilmezse sen yaşama sanatını bilmezsen, senin
paran pulun hiçbir işe yaramaz. Sadece o paraların bekçiliğini
yaparsın.
Hadi sana iyi beklemeler.
-101-
» SIRA İYİLERİN KIYAM ETMESİNDE
Can çıkar, huy çıkmaz. Teknoloji değişir, zihniyet değişmez.
Hep banacı zihniyet her devirde vardı, her devirde de olacak.
Biri gidecek biri gelecek.
Hayatın yasası bu:
Bir hırsız gider, bir hırsız gelir.
Bir fahişe gider, bir fahişe gelir.
Bir sahtekar gider, bir sahtekar gelir.
Madalyonun öbür yüzü de var...
Bir doğrucu gider, bir doğrucu gelir.
Bir mert gider, bir mert gelir.
Bir cömert gider, bir cömert gelir.
Bir adaletli gider, bir adaletli gelir.
Sonuçta,
Bir kötü giderse, bir kötü gelir.
Bir iyi giderse, bir iyi gelir.
Hayat bu denge üzerinde devam eder.
Ancak devre devre, iktidar ve iktisat gücü, bir kötülerin
eline, bir iyilerin eline geçer. Kötülerin eline geçtiğinde hep
kıyamet alametleri görülür. Sonra sıra iyilere gelir. İyiler kıyam
edip ayağa kalkınca, hakimiyeti kötülerin elinden alır. Adil
devir açılır. Kıyamet alametleri kaybolur. Ta ki kötüler kıyam
edip ayağa kalkıp, hakimiyeti iyilerin elinden alana kadar.
Bir iyiler, bir kötüler... Bu böyle devam eder gider. Bugün
sıra iyilerin kıyam edip ayağa kalkarak hakimiyeti kötülerin
elinden almasında. Bunun sancıları çekiliyor. Haydi iyiler,
rastgele...
-102-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» ÜÇ-B
• Beklemek
• Beğenmemek
• Birleşememe
k Sıkıntı
yapar.
Hep duyarız:
Canım sıkılıyor, içim daraldı, sıkıntıdan patlıyorum
laflarını. Sıkıntıdan şikayet edenlere bakarsak, hep Üç-B den
birini mutlaka görürüz.
• Ya bir yerden veya birisinden bir şey beklemektedir.
• Ya bir yeri ve ya birisini beğenmemektedir.
• Ya da çok sevdiği birine, bir şeye veya bir yere kavuşamamaktadır.
Bu Üç-B hepimizin hayatını sarıp kuşatmıştır. Onunla yatar,
onunla kalkarız. Buna rağmen bize sıkıntı veren sebebi hiç
aramayız. Zaten biz neyin sebebini merak edip de arıyoruz?
Madem ki bu hayatı yaşayan, sevinen sıkılan bizi, BİZ denen bu
kendi varlığımızı niçin merak etmiyoruz? Eğer biraz merak
etseydik, sıkılanın ne olduğunu, kim olduğunu anlardık zaten.
"Geç bunları! Anlayıp da ne olacak," diyen olabilir.
Ne olacağı şu:
Acıktığımızda, karnımızı doyurmak için kafa yorduğumuz
gibi, sıkılınca da sorunu kökten çözme için kafa yormalıyız.
Canımızın sıkılması bir sorunda eğer, yani canımızın sıkılmasını istemiyorsak ki, bunu hiç kimse istemez.
O halde bu Üç-B sorunumuzu çözecektir.
1. Zihnen ve duygusal olarak, hiç kimseden maddi manevi
hiçbir şey beklenmemelidir.
2. Bulunduğumuz yerin, herkesin, her şeyin mutlaka beğenilecek sevilecek bir tarafını bulup, sadece o yönüyle ilgilenilmelidir.
3. Bir şeyi ne kadar elde etmek istersek isteyelim, elde edemediklerimize hasret çekmektense, elde ettiklerimizi düşünüp sevinmeliyiz.. Üç-B hiç unutulmamalı.
-103-
» BANA MI DİYORSUN?
Hak eden, merak eden, araştıran, kafa yoran mutlaka sırları
çözer.
Orada öyle yazıyorsun. Burada böyle yazıyorsun. Orada söylediğin, bu sayfada yazdığınla çelişiyor. Ne metot var, ne plan,
diye düşünenler olabilir. Hepsi söylediklerinde haklıdır. Metot
ve yazı planı arayanlar, düz düşünmeye alışmış olanlardır. Bazı
insanlar vardır, hep dümdüz yollarda yürümek ister. Bir kıvrım
bile olsun istemez. O ondan hoşlanır. Her ikisi de bir tarzdır.
Dileyen zevkine göre tercihini yapar. Benim tarzım, benim
zevkim de böyle, metot plan milan yok.
Çelişkilere gelince,
Zihniyetleri, anlayışları, kuramları ve kavramları muhatap
alıp, o konuları işleyince, böyle bir yazı türü çıkıyor ortaya.
Yazılar ve konular birbiriyle çelişiyormuş gibi görünüyor.
Halbuki çelişkili görülmesi, farklı zihniyetlerin, farklı anlayışların muhatap alınmasından, bunların yazı konusu yapılmasından oluyor.
Hayatımızda da zaten farklı anlayışta olanlar hep birbiriyle
çelişkiye düşmüyor mu? Düşüyor. Peki farklı zihniyettekiler
birbiriyle anlaşabiliyor mu? Hayır. Değerleri ve kavramları
birbirine ters düşmüyor mu? Evet. O halde yazılanlar ve işlenen
konular hayata ve doğal prensiplerle çakışıyor demektir.
Bundan başka, çok önemli bir konu daha var:
Bazı konuları yazarken, bilerek yarım bırakıyorum, bazı sır
olan ilkeleri de konuların veya cümlelerin arasına serpiştiriyorum. Hak eden arayıp bulsun diye. Çünkü hazırın kıymeti
bilinmez.
» DÜNYAYI PARA İMPARATORLARI YÖNETİRSE...
Küçük balık kalmayınca, büyük balıklar birbirini yerler.
Bu ekonomik sistemler, güzelim insanlara hiç yakışmıyor.
Çünkü kral ve imparatorlar yaratan bir iktisadi sistem, köleler de
yaratır. İktisatta demokrasi olmayınca rekabet, rakibini yok
-104-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
etmek olur. Kâr ve para hırsı, ‘insan değerlerinin’ üstüne çıkar ve
bu süreç para imparatorlarının sonunu hazırlar. Ekonominin
kuralı diye yutturulan ‘büyük balık, küçük balıkları yer’ kuralı,
önce bu kuralı icat edenleri yemeye başlar. Bir gün, küçük
balığın tükeneceğini o dar kafalar düşünemez. Rekabeti, rakibini
yok etmek zanneden zihniyetler, sonunda büyük balıklarla karşı
karşıya kalır. Onlar da birbirini yiyip tüketmeye başlar. Bu
savaştan tek bir balık galip çıksa da, yiyecek hiçbir balık
kalmadığı için o da kendi kendini yer tüketir. Kazma kuyuyu
kendin düşersin sözünün gereği olarak, bu soygun ekonomisini
icat edenler, bu sistemin içinde yok olur gider.
Zaten kral ve imparatorlar yaratan iktisadi bir sistemin,
uzun zaman ayakta kalması mümkün değildir.
Yıkıcıların uydurduğu bu iktisadi sistemler, kendi zihniyetlerine uygun olarak, diğer kurum ve kuruluşları tüketmiştir.
Demokrasi/ hak-hukuk/ özgürlük/ eşitlik/ eğitim/ yönetim/ insan hakları gibi laflar edilir ama bunlar fakir halk için
değildir. İktisadi kral ve imparatorlar içindir. Onlar için kanun
paradır. Hak-hukuk paradır. Yani onların aklına göre, her şey
paradır. Parası olan yaşar. Parası olmayan yaşamasa da olur.
Cahillik ve bencillik ürünü olan bu yıkıcı zihniyetlerin
karşısına, yapıcılar da alternatif bir düşünce, bir sistem koymalıdır.
» BİZ HANGİ TARAFIN ADAMIYIZ?
Dünya üzerindeki tek değer, insanlık değerleridir.
Dünya üzerindeki tek değer insan ise eğer, saygı gösterilmesi
gereken tek varlık da insan olmalıdır. Hiçbir şeyi insanla değişmeye kalkmamalıdır. Böyle olmasına rağmen nasıl oluyor da,
insan en değersiz varlık yerine konuyor? Bu ne kadar büyük bir
cahilliktir. Bu, insanlığın tarih boyunca işlediği affedilmesi
mümkün olmayan çok büyük bir hatadır.
İşte bu büyük hatadır ki, bu devri sonra erdirecektir. Yani bu
çağ kapanıyor. İnsanın değersiz olduğu bir dünyada hayat
yaşanmaz olur ve devam edemez. Bunun tek suçlusu iyilerin
(yapıcıların) uyumasıdır.
-105-
Kötüler ise, kendi işini yapıyor. İyiler ise kendi işini yapacağına, durmuş kötüleri seyrediyor. Bence bu konu çok önemlidir. Öncelikle, iyilerle-kötülerin birbirlerine hakimiyet kurma
mücadelesinin çok iyi anlaşılması gerekmektedir. İyiler gibi
konuşup kötüler gibi yaşanmaz. Önce iyiler gibi yaşamak ne
demektir? Bunu ciddiye almalıyız. Eğer iyi tarafın adamıysak,
kötülerin yaptığının tam tersini yapmalıyız.
Önce uyanalım sonra izleyelim. Dünyadaki tüm sistemleri,
onlar kendi çıkarlarına göre uydurmuş ve uygularlar. Onlar
kafaları çalışmadığı halde, iyileri nasıl etmişlerse etmişler,
uyuttuktan sonra, maddeyi ve parayı ele geçirip, kuş beyinleriyle, dünyaya hükmetmeye, insanları sürü gibi yönetmeye
çalışıyorlar. Bunu da beceremiyorlar. İşte dünyanın hali...
Battıkça batıyor... Her şey bozuluyor... İnsanlar beş kuruş için
birbirinin gözünü oyar hale geldi.
Şimdi iyiler, yeni alternatif sistemler geliştirmeli. Ekonomik
cephe oluşturulmalı. Kötülerden daha çok çalışıp, onlardan daha
çok para ve mala sahip olmalı ki, onlara da adam gibi yaşamasını
öğretebilsin.
» İYİLER UYANMALI
Kötüler, kötülükte kötülerle yarışırken, iyiler de iyilikte
iyilerle yarışmalı.
Ta Adem'den bugüne kadar, iyilerle kötüler hep birbirleriy- le
savaşmış, birbirine ters düşmüş, hep birbirine hükmetmeye
çalışmışlardır...
Ancak bugünkü durum böyle değildir. Bugün çok tehlikeli
bir şekilde bu tabi denge bozulmuştur. Bugün iyilerle kötüler
karşı karşıya değil, yan yanadır. İyiler de kötülere hizmet
etmektedir. Ama bilerek değil, aldatıldığı için. Böyle olmasına
rağmen, yine de içi iyiliklerle doludur. İnsani değerlerin
hasretini çeke çeke ömürlerini doldururlar. Yaşamları boyunca
hep iyilik hasreti çeker, ancak devamlı kötülerin yaptıklarını
yaparlar. Nasıl mı?
Meselâ: İyiler yalanı sevmezler. Söyleyene de kızarlar. Ama
kendileri yalan söylerler, (sonra da pişman olurlar) Hep
-106-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
içlerinden iyilik yapmak gelir, yapamazlar, (enayi yerine
konmaktan korkarlar) Bu durumlar iyi insanları sıkar, rahatsız
eder. Bu sebepten çabuk bunalıma düşerler.
İyiler, içlerinden gelen iyilikleri yapmazlarsa, hayata geçiremezlerse, kötülere hizmet etmiş olurlar... Bu çok tehlikeli bir
durumdur. İyiler dengeyi sağlayamazsa, bu dünyanın sonu da
olabilir. Hemen, acilen iyilerin kendine gelmesi, uyanması ve
kötülere karşı cephe oluşturması gerekmektedir. Bu nasıl olacak?
Önce herkes kendi yüreğini yoklayıp, hangi tarafın adamı
olduğuna karar verecek. Sonra tarafını tutacak. Kendi tarafının
adamlarıyla, iyilikte yarışa başlayacak. Kim ne derse desin, iyilik
kötülükten daha çabuk yayılır, daha çabuk kabul görür.
Tarih boyunca hep iyilerle iyiler yarışmıştır kötüler de
kötülerle...İyiler, iyilik yapmakta kötüler, kötülük yapmakta
yarışmışlar...
Mesela, iyilerin "cömert" olanı, daha "cömert" olanla yarışmış. Kötülerin "dolandırıcısı" da daha büyük "dolandırıcılarla... Böylece, iyiler iyilik yapmayı gerçekleştirmişler, kötüler
de kötülük yapmayı... İnsanlığın doğasındaki bu yarış, İspanya
Endülüs medeniyetindeki, yapıcıların hakimiyeti, iyilerin
rehavetinden dolayı yıkılınca, iyiler yarışı unutmuş ve tabi
denge bozulmuştur.
Günümüzde, iyiler iyilerle değil, kötülerle yarışmaktadır.
İyiler de kötüler gibi, köşe dönmenin avanta yollarını aramaktadır. Yalanın, sahtekarlığın, ikiyüzlülüğün girmediği yer
kalmamıştır.
Kötüler her şey paradır diyor.İyiler de onların dediğini
diyor. Hatta, yıkıcılardan daha çok, daha güzel edebiyatını
yapıyor. İyilerden bir kişi bile çıkıp da bu "paracı" zihniyete
söyleyecek bir çift söz bulamıyor veya ‘gerçek değerleri' savunmayı düşünmüyor. Bu durum, iyilerin afyon çekmiş gibi
uyuduğunu gösteriyor.
Artık iyilerin uyanıp, iyilerin iyilerle yarışı başlatmasının
zamanı gelmiştir. Yarışa başlamak için, bilmiyorum nasıl yapacağım, demeye sebep de yoktur. Böyle demenin faydası da
yoktur. Çünkü, iyilerin önderi, tam örneği olara gelen ve örnek
olarak yaşayan Hz. Muhammed (S.A.V) ve diğer peygamberler,
bunun nasıl olacağını tam olarak göstermiş ve anlatmıştır. İyiler
-107-
de onların ahlakını, davranışlarını örnek alır,
zihniyetindeki iyileri tanır onlarla yarışı başlatabilirler.
kendi
» İNSANLIK İKİ SOYA AYRILIR
Kötülerin, yalan ve paradan başka hiçbir gücü yoktur.
Evet, kötülerin hiçbir gücü yoktur. Korkuyla yaşadıkları için hep
tedbirli olurlar. Ancak yönetimlerde ve ekonomide su başlarında
oldukları için güçlü görülüyorlar. Diğer insanlara hakimiyet
kurmak, onları yönetmek istedikleri için iddialan- mışlar. O
iddia ve hırsla adil olmayan yollardan su başlarını ele
geçirmişler. Bunun suçlusu da iyilerdir. İyiler uyumasaydı
kötüler su başlarına gelmeyeceklerdi.
Tüm insanlık iki büyük soydan meydana gelmiştir.
İyi soydan olanlar. Kötü soydan olanlar veya
yapıcılar-yıkıcılar. En yakınımızdan en uzağımızdakilere kadar,
bu ölçü ile baktığımızda iyi ve Kötü zihniyetteki yakınlarımızı,
akrabalarımızı, kardeş ve arkadaşlarımızı görebiliriz.
Kötülerin en bariz özellikleri şunlardır:
1. Hep banacı, çıkarcılardır. Bu niyetlerini gizlemek için, iyi
adam pozunda gözükürler.
2. Maddeye, paraya çok önem verirler. Paraları azalınca paniğe
kapılırlar.
3. Üç temel mantık ölçüleri vardır. Senin olmasın, benim olsun.
Sen yeme ben yiyeyim. Sen öl, ben yaşayayım.
4. Çıkarları için her yolu denerler. Kendi çıkarlarından başka
değer tanımazlar.
5. Dini, imanı, Allah’ı, devleti, arkadaşlığı her türlü değerleri
çıkarları için istismar ederler.
Bu ölçüler dışında, insanların hangi tarafına bakarsak bakalım aldanırız. Kardeşimiz, anamız, babamız dahi olsa ilk bakacağımız tarafı zihniyeti olmalıdır. Kendi tarafımızın adamlarıyla, yabancı da olsa hemen kaynaşırız.
-108-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» KİMİN DEDİĞİ OLUYOR?
İyiler birbirleriyle iyilikte yarışmadıkça, meydan kötülere
kalır.
Herkes kendi içini bilir. Kendi düşüncelerini de bilir. Herkes şu
anda yüreğinin derinliklerine bakıp, hangi tarafın adamı
olduğunu anlayabilir. Ya yapıcı tarafın adamıdır, ya da yıkıcı
tarafın adamıdır. Çoğunluk içinin iyilikle dolu olduğunu görecektir.
Bugün ortada gerçek bir taraf ve tarafçılık yoktur. Suni olarak uydurulmuş tarafçılık vardır. Sağcılık-solculuk, inananlarinanamayanlar, laik-anti laik, adamcılık, şuculuk-buculuk, bütün izinler, insanın doğasında olmayan taraflılıklardır.
İnsanlar yaratılıştan iyi yaratılmıştır. Sonradan bir kısım
insanlar kötü olmuştur. Böylece zıttından güç alarak, iyi ve kötü
olma yarışı başlamış, daha sonra bu yarış, birinin diğerine
hakimiyet kurma iddiasıyla devam ede gelmiştir.
Bunu daha basit şekliyle söylersek, iyiler(yapıcılar) demiş ki:
Benim dediğim olacak. Sen benim değer ölçülerime göre
yaşayacaksın.
kötüler (yıkıcılar da) demiş ki: hayır, benim dediğim olacak,
sen benim çıkar ölçülerime göre yaşayacaksın. Hangi tarafın
dediği oluyorsa, o öbür tarafı yönetiyor demektir.
Çevremize bakalım, ülkelerin halklarına, yönetimlerine,
» İYİLER KİMİ BEKLİYOR?
Her ülkenin içindeki kötüler nasıl ki diğer ülkelerdeki kötülerle
elbirliği, işbirliği, çıkar birliği oluşturuyorlar, onların yaptığı
gibi, her ülkenin içindeki iyiler de diğer ülkelerdeki iyilerle güç
birliği, dava birliği yapmalıdır.
İyiler de kötülerin yaptığı gibi el birliği yapmalıdır.
Kötüler 900-1000 senedir organize bir şekilde çalışıyor.
Kötülerin şeytani fikirler üreteni var, yazarları var, çeteleri var, iş
adamları var, militanları var, teröristleri var, tetikçileri var, gizli
teşkilatları var.
Her ülkenin yönetimlerine de girmişler. Bütün bunlan nasıl
becermişler?
-109-
İyileri uyutup aldatmakla. İyiler sahiplik yapmayı unutunca,
kötüler her şeyi sahiplenmişler. Bütün kurumlara girmişler.
Böylece iyiler üzerinde hakimiyet kurmuşlar. Yıkıcı zihniyetlerin
gereği olarak, her şeyi boza boza, hayatı yaşanmaz hale
getirmişler. Onun için herkes şikayetçi, onun için hiç kimse
hayatından memnun değil.
İyiler ise eli kolu bağlı gibi bekliyor. Neyi beklediğini bilmeden bekliyor. Daha kimi bekliyoruz? Bize uzaydan kurtarıcılar mı gelecek? Yoksa yeni peygamberler mi gelecek? Hiçbirisi
olmayacak. Bizi yine biz kurtaracağız. Biraz cesaret. Kararlı
olmak gerek. Bütün iyiler bulundukları yerlerde sahipliklerini
sürdürmeli. Hiçbir şeye bana ne dememeli. Haklının ve adaletin
yanında olmalı. İyiliğin, güzelliğin, sevgini, saygının, temizliğin
savunucusu olmalı. Kötülere asla taviz vermemeli. Kötülük ve
çirkinliklere karşı cesur bir savaşçı olmalı.
» İNSAN İNSANSIZ YAŞAYAMAZ
İnsanın en zor ve en çok sevdiği sadece insandır. Çünkü
insan, insansız duramaz.
Hiçbir insanın olmadığı bir yerde, hangi insan tek başına yaşayabilir? Kalabalık şehir hayatından bıkanlar hemen ben diyebilir belki ama. Biraz düşünürlerse ne kadar yanıldıkların
anlayacaklardır. Çünkü insanın, en çok insana ihtiyacı vardır.
Hiçbir insan tek başına kendi ihtiyaçlarını karşılamaya yetişemez. Maddi ihtiyaçlarını kısmen karşılasa bile, manevi (psikolojik) ihtiyaçlarını karşılaması mümkün değildir.
Tek başına, yapayalnız yaşayan bir insan,
Kimi sevecek?
Kime kendisini beğendirecek?
Kime kendisini saydırıp, kabul ettirecek?
Kimi kendisine inandıracak?
Kime iyilik yapacak?
Kime kızacak?
Kiminle kavga edecek?
Kime hasetlik edecek, kime gıpta ile bakacak?
-110-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Kime kin duyacak, kimi öldürecek?
Kimin için ağlayacak?
Kimin arkasından konuşacak?
Derdini, sevincini kiminle paylaşacak?
Bu duyguları yaşamadan, kendisini nasıl tanıyacak?
Kısacası İNSAN, insansız yapamaz. İnsansız yaşayamaz. İnsan,
insansız kalırsa, OT gibi olur, ölü gibi yaşar.
» İNSANI SEVDİREN MEZİYETİDİR
İnsan, insan sevmezse neyi sevse tatmin olamaz.
Neden her şeyi kolayca severiz de, insanları kolayca sevemeyiz? Bunu biraz düşünmek gerekmez mi? Her zaman, insanlarla
iç içeyiz, her zaman insanlara muhatabız ve her zaman insanlara
muhtacız. Ama insanlan sevemiyoruz. Sevmediğimiz yetmezmiş
gibi, bir de üstelik düşmanlık ediyoruz. Bu düşmanlıklar
birbirini yok etmeye kadar gidiyor. İnsanlara kızıyoruz,
küsüyoruz, kavga dövüş, kanlı bıçaklı oluyoruz. Ama yine de
insansız yapamıyoruz.
En büyük faydayı insanlardan gördüğümüz gibi, en büyük
zararı da yine insanlardan görüyoruz. Bunlar hep insan sevmemekten, insanı sevmeyi bilmemekten oluyor.
İnsan sevmek kolay değil. Ama mecburmuşuz gibi sevmek
istiyoruz. Neyi seversek sevelim, insan sevmezsek tatmin olamıyoruz. İnsan insanın nesini sever, nesini beğenir? Beğenmekle
sevmiş olur muyuz? Tatmin olur muyuz? Olmuyor, tatmin
olamıyoruz işte.
İnsan sevmek için, insanlar birbirlerinde meziyet arar. Bulursa o insanı sevmeye başlar. Kim olursa olsun, tanısın tanımasın o meziyet olduğu müddetçe o kişi sevilir. Meziyet bitince
sevgisi de biter. Hangi meziyetler insanı sevdirir? Cömertlik,
cesaret, dürüstlük, çalışkanlık, yardımseverlik, kibarlık, saygılı
olmak. İnsanlara önem ve saygı konusundaki tüm meziyetler
sevgi kazandırır. Bütün bunlar sevginin evrensel ölçüleridir.
Hiç kimse, çok parası olan birisine aşık olmaz. Ama dürüst
ve cesur birisine aşık olan çoktur. Sevilmek isteyen, bu gibi
-111-
meziyetlere sahip olmalıdır.
» İTİLEN ADAMLAR
İnsanları rahatsız ettiği için kendisi rahatsız olmayan, tam
bir hayvandır.
Bana necilik, vurdum-duymazlık, aldırmazlık, herkesi hiçe
saymak, kendinden başkasını adam yerine koymamak, kendi
keyfi için başkalarını rahatsız etmek... Bütün bunlar ‘itilen
adamın’ vasıflarıdır.
‘İtilen adamlar hep eksi değerler taşır.
En acısı da, başkalarını rahatsız etmekten, kendileri hiç rahatsız olmazlar. İnsan görüntüsündeki bu hayvanları, hiç kimse
sevmez. Sevmesi de mümkün değildir. Bunlar herkesin nefretine
muhatap olurlar. İlkel, çapsız ve hasta ruhlardır.
Bunlara anlayış ve hoşgörü kâr etmez. Taviz verilmeden bu
tiplere karşı tavır alınmalıdır.
» KİM SEÇİYOR
Seçilmişleri seçmek, seçim değildir.
Her seçimde aynı şey...
Bütiin partiler, vatandaşı kandırma yarışma çıkıyor. Sen köti'ısün-ben iyiyim. Onu seçme-beni seç bağrışmaları, iftira ve
çamur atmalara kadar gidiyor. Bu arada nereden geldiği belli
olmayan paralar su gibi akıtılıyor.
Neden? Nedir derdin? Seçilirsen memleketine hizmet mi
edeceksin? Yoksa memleketi perişan mı edeceksin?
Ne edeceğin de belli değil. Hizmet edeceksen, seni kimse
seçmez. Çünkü bize, bizi perişan edecek adam lazım!
Sen vatandaş olarak partinin seçtiği adamları, yani seçilmişleri seçmeye koşarsan, tabi ki memleketin başına, başımıza
edecek adamlar gelir.
-112-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» LİDER
Zor şartlar liderler yaratır. Liderler zor şartlarda liderlik
vasıflarını gösterebilirler.
Kesinlikle lider, 'içini duyan' ve duyduğuna uyan adamdır.
Gerçek lider, günümüzdeki liderler gibi etrafına 'çapsız'
adamları toplayıp lider ‘pozuyla’ hava basmazlar. Tam tersine,
çok zeki, yetenekli insanları yanlarında tutarlar. Fikir adamlarına çok önem verirler. Çünkü lider aksiyon adamıdır. Yönlendiricidir. Pratikçidir. Amaç, hedef ve sonuç onun için
önemlidir. Her liderin fikir adamlarına ihtiyacı vardır. Onlar
bunu bilir ve bulurlar.
Gerçek liderler yağcıları, dalkavukları, çıkarcıları, ‘peki
efendimcileri’ yalancıları, sahtekarları yanlarına bile yaklaştırmazlar. Düşmanlarını çok iyi tanırlar ve dikkatle izlerler.
Hiçbir zaman küçümsemezler ve hafife almazlar.
Gerçek liderde onu vazgeçilmez kılan özellikler vardır.
Dürüstlük
1- Adil olmak
2- Kesin kararlı olmak
3- Hiç kimsenin etkisi altında kalmamak
4- İnandığı davaya kendisini adamak
Bu özellikleri taşıyan liderler zor şartlarda çıkarlar. Toplumda bu özellikleri taşıyan liderler yoksa, toplumlar bunalıma
düşerler. Her şey bozulmaya başlar. Yaşam şartları gittikçe
ağırlaşır. Böylece, gerçek liderlerin ortaya çıkması için gerekli
şartlar oluşmuş olur. Şartlar hazır olunca onlar da, hazır olur.
Zor şartlar, büyük liderler çıkarır.
» SEN ADAM OLAMAZSIN
Yaptığın işi ‘için’ beğeniyorsa, herkes beğenir.
Ekmekçi isen, ekmeği tam kıvamında pişir. Ne haşlak yap, ne de
yak. Kundura yapıyorsan, kendin giyecekmiş gibi yap. Kısaca ne
-113-
yapıyorsan yap ama kendin kullanacakmış gibi itinalı yap.
Şu ekmeğin haline bak! Hamur desen hamur değil, çamur
desen çamur değil. Sen bunu yer misin be adam!...
Haşlak da olsa satılıyor, yanık da olsa satılıyor. Boşver, diyorsan, bunu da sakın deme... Çünkü başına olmadık işler gelir.
Ne mi gelir? Sana da, işini gördürmeye gittiğin en az yüz kişi,
Boş ver yahu şunu der, işini sallar yapmaz. Hasta olsan, karın
çocuğun boşver der sana bakmaz.
O boş vererek pişirdiğin ekmeğin acısını öyle bir çekersin ki,
nereden geldiğini, neden olduğunu anlayamazsın bile...
Onun için, ister ekmek pişirici ol, ister başka şeyci, sensen ol
içini duy. Ona uy, nefsine uyup da küçük işler yapma. Kafana
göre yaşama. Adam ol adam! İş yapmak, para kazanmakla adam
olunmuyor. Eğer para kazanmakla adam olun- saydı, zengin
olup da adam olmayanların, bin-bir türlü derdi olmazdı. Varlık
içinde yokluk çekmezlerdi. Ey... Sahtekâr üretici... Senin bu
sözlerden bir şey anlamayacağını biliyorum. Haşlak ekmek
pişirmeyi sürdüreceğini de biliyorum.
Madem öyle, ne diye konuşuyorsun? Dediğini duyar gibiyim. Ben sana demiyorum. Benim senden hiç ümidim yok... Bu
yaştan sonra sen adam da olmazsın. Ama çocuklarından çok
ümitliyim. Belki onlar, bu dediklerimi anlar da, adam olurlar.
Vatandaş da pişkin ekmek yer.
» SEVİŞMEK ÇİFTLEŞMEK DEĞİLDİR
Erkekle kadının çiftleşmesi, birleşmek değildir. Birleşmek,
sevişmektir.
Kim ne derse desin... Nasıl anlarsa anlasın...
Birleşmek, ‘çiftleşmek’, çiftleşmek ‘birleşmek’ değildir.
Çiftleşmek, çoğalmak içindir. Birleşmek ise sevişmek içindir.
‘sevişmeyi’ bilmeyenler, çiftleşmeyi ‘sevişmek’ zannettikleri
için çiftleşince seviştim sanıyorlar. Halbuki ‘çiftleşmeyi’
hayvanlar da yapıyorlar. Hem de dersini, kursunu görmeden.
İçgüdüsel olarak...
İnsanlar da öyle yaparsa, hayvanlar gibi olur. Onun için,
insanların çiftleşmeye değil, ‘birleşmeye’ önem vermesi gerekir.
-114-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Her an ‘sevişmeyi’ temin etmesi gerekir.
Eğer böyle olmazsa sadece ‘çiftleşmek’ zamanla ‘monotonluk’ ve ilerleyen zamanda da ‘cinsel sapmalar’ meydana getirir.
Birleşmek ve sevişmekte monotonluk olmaz, bıkmak olmaz, hep
heyecan ve sevinç olur ve de artarak devam eder. Kadın ve
erkeğin:
Duygularda birleşmesi...
Düşüncelerde birleşmesi...
Zevklerde birleşmesi...
Kendilerine yapılmasını istediklerini birbirlerine yapmaları,
sevişmektir.
Böyle bir sevişme, kesintisiz her an devam eder.
Hayvanlarda ise böyle bir şey olmaz. Hayvanlar 'çiftleşir'.
Çiftleştikten sonra da arkasına bakmadan döner gider. İnsanlarda ise sevişmek aralıksız sürerken, 'çiftleşmek' arada olur
biter. Bu daha da doyurucu olur.
» ALAN DA BEN VEREN DE
Muhatabını kendi yerine koymazsan, hep zarardasın demektir.
Bir günde kaç kişiye muhatap oluyoruz? Bunun hesabı çok basit.
Sabah kalktık, eşimiz çocuklarımız veya annemiz-baba- mız,
evde en az iki üç kişiye... Evden çıktık, gazete ekmek aldık,
bakkalı gördük, etti dört... Bir de komşuya rastladık, selam-melam, etti beş... İşe gitmek için durağa geldik, otobüse
bindik, oturduk veya oturmadık, yanımızdaki saati sordu veya
yer verdi, etti altı... Geldik iş yerine, patron, müdür, amir,
arkadaş, bir de vatandaş diyelim, etti on bir... İşten çıktık, geliyoruz eve, durak otobüs, gene bir kişiye muhatap olduk, sayalım, etti on iki... Akşam alışverişi, bakkal, manav hadi bir de
komşuya rastlayalım, etti mi on beş...
Her gün bu sayıdan daha çoğuna veya daha azına muhatap
olabiliriz. Diyelim ki, günde on beş kişiye muhatap oluyoruz. Bu
on beş kişiyi kendimizin yerine koyup da bir kişi yapamıyoruz.
-115-
Şu on beş kişiyi (muhatap olduğumuz kaç kişiyse) kendimiz
yerine koyup, ben oyum desek, bunu bir denesek ne çıkar? Bir
deneyelim bakalım ne oluyor...
Alan sen/ veren sen/ kızan sen/ küsen sen olmuyor mu?
Muhatapların sen olunca, sen-sana kızar mısın? Kim kime kızacak? Kim kime küsecek? Kim kimi kazıklayacak?
Bu felsefe falan değil.
Anlayışın varsa, iraden varsa, cesaretin varsa dener ne olacağını görürsün.
» FİKİR ADAMI ÖNEMLİDİR
İlim adamı, ilmi geliştirir. Fikir adamı çözüm üretir.
Kim çok iyi, çok bilimsel şikayet ediyorsa, o bilim adamı sayılıyor. Çözüm üretenler ne sayılacak acaba? çözüm üretenler, ilim
adamı değil de, fikir adamı olduğundan, adam bile sayılmıyorlar. Adam sayılsalardı, bu kadar dert, bu kadar problem,
bu kadar şikayet olmazdı zaten.
Halbuki ilim adamı ayrı, fikir adamı ayrıdır. İlim adamı ‘ilmi
geliştirir' insanlara kolaylık ve rahatlık getirir. Ancak, ilim
adamlarının da bireysel, sosyal ve ailevi sorunları vardır.
Kısaca, tüm insanlığın her yönüne tam rahatlığı, FİKİR
adamları getirir. Onun için her toplumda fikir adamları çok
değerli ve çok önemli tutulmalıdır. Eğer bir toplumda her yönlü
sıkıntı ve bunalımlar varsa, gidin bakın, ya o toplumda fikir
adamı yoktur. Ya da fikir adamına değer ve önem vermiHer toplumun sorunları, sıkıntıları olabilir. Olacaktır da.
Böyle bir toplumu içinde bulunduğu sıkıntı ve bunalımlardan,
Ne politikacılar
Ne ilim adamları
Ne ordusu
Ne öğretmenleri
Ne de yabancı danışmanlar kurtarabilir.
Böyle bir toplumu ancak kendi içindeki fikir adamları
kurtarabilir. Her toplum kendi içindeki fikir adamlarını bulup
onlara değer ve önem vermekle bütün sorunlarından kurtulur.
-116-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» ÇOCUK AYNADIR
Çocuk diye gördüğümüz o küçücük gövdeden, muhteşem
bir insan bakıyor.
Çocuk diye küçümseriz. Çocuk diye döveriz. Bir şey bilmiyor
diye, her şeyi öğretmeye kalkarız. Ama hiç bilmeyiz ki, o küçücük 'gövdeden' koskoca muhteşem bir insan bakıyor.
Hiç düşündük mü?
Biz mi ona, o mu bize öğretiyor acaba?
Peki, bizim ‘zihniyetimiz’ çocuğumuzun hareketlerine
yansıyor mu? Yansıyor... İşte çocuk bizim yani anne ve babanın
zihniyetini bize yansıtan bir varlıktır.
Çocuk, gördüklerini ve işittiklerini iyi-kötü ayrımı yapmadan hafızasına alır. Bilhassa devamlı gözünün önünde olan
anne ve babasının her hareketini, her sözünü izler ve dinler.
Sonrada o işitip gördüklerini taklit eder. Yani yansıtır.
Mesela babası annesine nasıl davranıyorsa o da annesine
öyle davranır. Annesi de babasına nasıl davranıyorsa, çocuk da
babasına öyle davranır. Babası, annesini azarlıyorsa, çocuk da
her fırsatta annesini azarlar. Eğer babası annesini dövüyorsa,
çocuk da büyüyünce kendi karısını döver. İstisnalar da olabilir.
Zeki ve sorgulayan bir insan olursa bunları yapmaz.
Çocuğunun yaramazlıklarına ve tavırlarına bakıp da beğenmeyen, devamlı şikayet eden anne ve babalar /bu çocuk, bu
beğenmediğimiz tavırları nereden öğrendi/ diye hiç düşünmezler. Sadece çocuğu suçlarlar. Halbuki çocuklarını gördükleri olumsuzlukları önce kendi zihniyetlerinde aramaları
gerekir. Kendi zihinlerini düzeltirlerse çocuk da düzelir. Aslında
her anne baba çocuklarına bakarak kendilerini terbiye etmelidir.
Çünkü çocuk anne babanın aynasıdır.
» YÖNETİCİLERİ DE YÖNETENLER VAR
Güç ve iktidara talep çok olunca, rekabet çok acımasız olur.
Dünya başlangıcından beri tek bir devlettir. Dünyanın gerçek
-117-
sahibi, ne süper denilen ülkeler ne de iktisadi gücü elinde tutanlardır. Onlar yönetilenlerdir. Dünyanın tek ve gerçek sahipleri sonsuz güce ulaşanlardır. Sayılar az da olsa, her zaman
ve her devirde insanlığı onlar yönetmişlerdir ve yönetmeye
devam edeceklerdir.
Sonsuz gücü elde edenler, para ve koltuğun güç olmadığını
bilir. Para ve koltuğa güç izafe edenler, ancak sınırlı aklını
kullanabilen insanlardır. Sınırsız aklın anladığı güç ise ne odur,
ne budur. O bizim fark edip kullanmamızı bekleyen, sonsuz ve
hiç eksilmeyen güçtür.
Akıllı insanlar hep bu gücün peşinde koşmuşlardır. Peygamberler, evliyalar, veliler, ermişler, azizler, budalar, Taolar,
Konfiçyuslar...Her biri, derece derece bu güce ulaşmışlar ve
kullanmışlardır. Bunların içinde, o gücü en etkili ve geniş
kapsamlı kullanabilen kişi Hz. Muhammed (S.A.V) olmuştur ve
o kainata sahiplik edip hükmettiği gibi, madde ötesine de
hükmetmiştir. Aptallar bu sözlere, hadi canım olur mu öyle şey,
diye gülerler. Onların sınırlı akıllarıyla bu gerçeği kavraması
mümkün değildir. Sonsuz güce ulaşanları, hiç kimse tanıyamaz
ve bulamaz. Çünkü kendilerini gizlerler. Açık vermezler.
Kendilerini göstermeye gerek de yoktur. Onun için hiç kimse
boşuna aramasın bulamaz. Ama istediklerine kendilerini
gösterirler. Hiçbir zaman güçlerini göstermezler, ancak şu
bilinmeli ki, yöneticileri de yönetenler vardır. Her şeyin sahibi
Allahtır ve Allahın dediği olur. O patronların da patronudur.
» BAŞKASI YALAN
Şüphe ve tereddütlü ne varsa bırakmalı, müspete inan
malıyız.
Ne doğru, ne yalan?
Kime göre doğru, kime göre yalan?
Öyle mi, öyle değil mi?
Sorular, sorular, sorular...
Şüpheler, şüpheler, şüpheler...
Böyle yaşanır mı? Yaşanabilir mi?
-118-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Cevaplar hani, güven hani, sevgi hani?
Bu böyle gitmez, gitmemeli. Güven içinde, emin yaşamalıyız.
Öyle bir şeye güvenmeliyiz ki, o güvendiğimiz şeyi hiç
kimse elimizden almasın. O şey hiç eksilmesin. Hiç yok olmasın.
Bizi hiç terk etmesin. O şey mutlak gerçek olsun.
İşte o güç, işte o gerçek olan, işte hiç kimsenin elimizden
alamayacağı kudret biz kendimiziz.
Biz kendimizden başka yerlerde, mutlak gerçeği ve sınırsız
gücü bulamayız. Geçmişte de bugünde de çok kişiler başka
yerlerde aramışlar, ama kendi dışında hiçbir şey bulamamışlar.
Şimdi biz, hemen kendimizdeki sınırsız gücün farkına varmaya
çalışmalıyız. Gövdemizi yaşatan gücü hissetmeye, onu idrak
etmeye çalışmalıyız. Biraz gayret etsek, biraz kendimizi zorlasak
bilincimiz açılacaktır. Yalnız ve yalnız, bizi bizde yaşatan o güce
inanmalı ve o güce güvenmeliyiz. Çünkü ondan başkası yalan.
» BÖYLE DESEM
Eğer yaşıyorsak, mutlaka bir yaşatan vardır.
Yaşıyorum bilinci, yaşamak demektir...
Duyuyorum bilinci, duymak demektir...
Anlıyorum bilinci, anlamak demektir...
Seviyorum bilinci, sevmek demektir...
Bilincin sınırsızlığı, hayatın sonsuzluğudur desem, yani ben
böyle desem,
Kime ne?
» KÖYE HÜCUM
Nüfusun yoğunlaşması, insanların değerini düşürür.
Çok olan malın değeri düşer...Şehirlerin nüfusu arttıkça, insanın
değeri ve önemi azalır. Hizmet de ise, hem kalite hem de
randıman düşer.
Şehirleşiyoruz diye, insanları kentlere tıka basa doldurmak,
-119-
sürüler halinde yaşamaya zorlamak, sıkıntı ve bunalımlar
yaratır. İnsanlar arasında ne sevgi ne de saygı kalır. İnsanlar,
insan görmekten bıkar hale gelir. Bana necilik yayılır. Düşene bir
tekme daha vurulur. Ne komşuluk, ne dostluk ne de güven kalır.
Kimse kimseyi tanımaz, kalabalık içinde herkes yapayalnız
kalır...
Bütün bunlar, hizmetin ve sosyal yaşamın kalitesini düşürür. Tek çare, köylü köyüne, dağlı dağına, bağlı bağına... İşin
doğrusu, köyü şehirlere değil, şehirleri köye götürmektir.
» İYİ BİREY İYİ TOPLUM
Önemli olan kime ne söylediğin değil kendine ne söylediğindir.
Bireylerin, bireyselliğini ifade edemedikleri toplumlarda, daima
kabilecilik ruhu devam etmiştir. Toplumlar kabileciliğin
kabuklarını kırıp bireyselliğe geçememişlerdir. Kabileciliğin
organize edilmesiyle millet oluşmuştur. Millet de olsa kabile de
olsa sonuçta birey önemsizse, o toplum ne sanatta, ne teknikte ne
de diğer bilimsel ve kültürel alanlar da aslar yıldızları
çıkaramaz...
İnsanlar hangi kabileden, hangi milletten olursa olsun, her
şeyden önce bireydir...İlk önce kendi kendinden sorumludur...Önce kendi kendini var etmelidir. Önce kendi kendine
yetmelidir.
Sağlıklı bireyden sağlıklı toplum olur. Güvenli bireyden
güvenli toplum olur. Çalışkan bireyden çalışkan toplum olur.
İddialı bireyden iddialı toplum olur. Güçlü bireyden güçlü
toplum olur.
Köylülük, hemşerilik, aşiretçilik, kabilecilik ve ırkçılık bireyin olmadığı yerlerde olur. Bundan da sağlıksız topluluklar
oluşur.
Kabile, aşiret, köylülük, hemşerilik yaşantısını sürdüren
toplumlar da kimin kime ne söylediği önemlidir. Bireyselliğe
ulaşmış toplumlarda ise bireyin kendi kendine ne söylediği
önemlidir.
-120-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» PARACININ DEĞERİ OLMAZ
En çok sevdiği ne ise, o insan o kadardır.
Para değersiz demek başka, paracı değersiz demek başkadır. Hiç
kimse, para değersizdir, önemsizdir demiyor, diyemez
de...Değersiz ve önemsiz olan paracı olmaktır. Herkes bir şeyleri
sever. Ancak o şeylerin içinden bir şeyi daha çok sever. O sevdiği
ne ise o insanın değeri o kadardır. Diyelim ki, her şeyden çok
parayı seviyor birisi. Paranın gerçek değerlerin yanında, değeri
ne kadarsa o insanın da değeri o kadar olur. Diğer insanlar ona,
para kadar değer verir. Bu da demektir ki, ona hiç değer
vermezler. Çünkü, o paraya değer veren kişi, her an yakınlarını,
eşini, dostunu para için satabilir. Para için tutumunu
değiştirebilir. Bunu çevresindeki insanlar bildiği için, paraya çok
değer veren insana, hiç değer vermezler. Onun dostluğuna
kuşku ile bakar, hiçbir şeyine güvenemezler...
O insan da paracı olarak ömrünü doldurur ve öyle anılır.
Yaşarken yaptığı, göstermelik yardımlar ve hayırlar hiçbir şey
ifade etmez. Sadece onu tanımayanların hoşuna gider. Onu
tanıyanlar ise, paracının hiçbir değeri olmadığını bilir.
» DÜZELTMİYORUZ DİYE ÜZÜLMEYİN
Güçlü insan arayan kendi gücünü inkar etmiş demektir.
Çapsız kişiler, hep güçlü iktidar sahibi veya parasal gücü olan
insanlar arar ki, ona sığınsın kendini güçlü hissetsin. İnsanların
çoğunluğu, kendilerinin güçsüz olduğuna inandırılmış.
Gerçek gücün ne olduğu unutturulmuş. Maddi veya siyasi imkanların ele geçirilmesi güçmüş gibi yutturulmuştur.
Bu aldanmışlığın sonucu olarak insanların çoğunluğu, maddi
gücü çok olan, hiçbir meziyeti olmayan, bir kısım kişilere tapar
hale getirmiştir.
Bu çapsızlık, bu insani değerlerin ıska geçilmesi, maddeye
tapınma derecesinde önem verme, bu yozlaşma, her geçen gün
daha da artacak, bu bozulma dibine vurup devrini tamamlayacaktır.
-121-
Bu dejenerasyon ve pisliğin içerisinden yepyeni, süper bir
nesil çıkacak, insani değerlerin temel alınarak kurulacağı yepyeni bir devir başlatacaktır.
Bu falcılık mı? Hayır. Bu bir evrensel yasadır. Bu yasaları
bilen herkes bunun böyle olacağını tahmin edebilir. Madem ki,
her yokuşun bir inişi var, madem ki ağlamak gülmek, acı tatlı,
sıcak soğuk diyalektiği içinde yaşıyoruz, bu da olacak. Devirler
de böyle açılır, böyle kapanır. Yeter ki iyiler engel olmasın.
Yıkılanı yapalım. Bozulanı düzeltelim derdine düşmesin. Bu
bozulma sürecini yavaşlatır. Halbuki, bozulma ve çürümüşlük
daha hızlanmak ki, bir an önce bitsin.
İyiler, iyilik yapacağız diye, kendinize kötülük yapmayın.
Bozuklukları düzeltmiyoruz diye üzülmeyin.
» BAŞARININ BAŞARISI VAR
Önce kendine sonra kendi dışındakilere sözün geçiyorsa,
başarılısın.
Para kazanmak, mal mülk yığmak başarı kabul edilirse, aldanmış oluruz. Ne kadar para kazansan, senden daha çok kazanan
çıkar karşına. İşte o an başarısız olduğunu anlar, hayıflanırsın...
İnsanlar maddi gücü niçin ister? Her istediğini yapabilmek
için. Politik gücü niçin ister? yine her istediğini yapabilmek için.
Bir de sonsuz güç var. Onu niçin hiç isteyen yok?
Kimse bilmediği için mi? Bilen varsa da inanmadığı için mi? Her
neyse niçin ister? Her istediğimiz olsun diye ister tabiiki. Para ve
iktidar gücü geçici olduğuna göre, gerçek başarı, sonsuz güce
ulaşmak olmuyor mu? O halde, para ve iktidar peşinde koşanlar,
kendisini avutmaya devam etsin. Akıllı olan, gerçek başarının
kendi içinde olduğunu anlar.
-122-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» ZİHNİMİZ DE OLUYOR
Güzelle çirkin zihnimizde yan yana. Seçim bizim.
Hayat, hem güzelliklerle hem de çirkinliklerle dolu. Acaba,
hangisi doğru? İkisi de doğru. İkisi de yan yana...Niçin kimileri
olumsuzlukları kimileri de olumlulukları yaşıyor? Olumlu ve
olumsuz güzel ve çirkin bizim kendi zihnimizde değişiyor.
Tıpkı gözlük gibi. Yeşil camlı gözlük takarsak, yeşil görürüz.
Onu çıkarır, sarı gözlüğü takarsak sarı görürüz. Düşüncelerimiz
de gözlük camı gibi...Zihnimiz de ‘olumlu’ düşüncelere’ yer
verirsek çevremiz de olumsuzluklar olsa bile biz hep olanların
olumlu taraflarını görürüz. Eğer zihnimiz de olum- suz(menfi)
‘düşüncelere’ yer verirsek, çevremizde her şey iyi olsa bile biz
hep olayların olumsuz (menfi) taraflarını görürüz. Kendi
kendimizi cennete ya da cehenneme sokmak bu- dur işte. Bu
Polyannacılık değil, doğrudan doğruya düşüncenin gücüdür.
İyilik ve kötülük, güzel ve çirkin, sıcak ve soğuk, bütün
isimler ve cisimler önce zihnimizde var olur sonra çevremizde
biçimlenir. Dışarıda hiçbir şey yok. Her şey bizim zihnimizde.
Dışarısı sadece bir görüntü. Dışarısı, bizim zihnimizde- kileri
bize gösteren bir yansıtıcıdan ibarettir. Ayna gibi...
Aynaya bakıp zihnimizi düzeltmeliyiz.
» ZIKKIM YE
Beş kuruşa, beş takla atanlar, sonsuza kadar takla atarlar.
Beş kuruşa beş takla atarak her türlü değerlerini ayaklar altına
alarak, kazandığın paralarla lüks restoranlarda sağa sola hava
basarak hayvanlar gibi geğirene kadar yiyeceksin öyle mi?
Zıkkım ye!
Parayla evle, arabayla kendini adam diye yutturacaksın öyle
mi? Yutmazlar ya, hadi yutturdun diyelim. Her gören seni adam
zannetti. Bu ne zamana kadar sürer? İlk tanışmada foyan hemen
meydana çıkmaz mı? Çıkar tabi. Sen çıkmaz zannet enayi! Bak
arkandan neler konuşuyorlar, duyuyor musun?
Yüzüne gülüp arkandan "yuh" çekenleri, küfür edenleri duyuyor musun? Duyamazsın. Sen sen ol. Önce adam ol...
Niyetin varsa, nasıl adam olacağım dersen çevrendekilere
sorar bir adam bulursun. Gider ona sorarsın. O sana nasıl adam
-123-
olunacağını anlatır. Hırsızlığın bile ustası olur da adam olmanın
ustası olmaz mı? Mutlaka vardır, arar bulursun.
Böylece ayılıktan kurtulabilirsin. Yok onu da yapamazsan,
alçak oğlu alçak olarak ömrünü doldurur, geberir gidersin.
Alçak olarak değil de adam olarak gitsen daha iyi değil mi?
Hiç sanmıyorum ama inşallah bu sözlerin sana bir faydası
dur.
» ZAVALLI YOBAZ
Yobazın zavallılığı, yobaz olduğunu bilmemesidir.
Sağır sağır olduğunu, dilsiz dilsiz olduğunu, kör kör olduğunu,
topal topal olduğunu bilmez mi? Tabi ki bilir... Peki yobaz yobaz
olduğunu bilir mi? Bilmez. İşte zavallılık budur. Yobaz yobaz
olduğunu bilmez. Buna yobazın yobazı denir. Yobazlık tarih
kadar eskidir. Her devrin, her dinin, her yerin, her yeniliğin, her
aydınlığın yobazı vardır. Yobazsız hiçbir yoktur ve olamaz.
Yobaz, dar kafalı, kendi bildiğinden başka hiçbir fikre yer
vermeyen, anlayışı dar ve sınırlı olan, hiçbir fikir ve düşünce
üretemeyen, statükocu olan, kendisine benzemeyenleri düşman
gören, hatta öldüren, kendi çıkarı için bazen dini, bazen ahlâkı,
bazen devleti, bazen milleti istismar eden bir mahlûktur... Hani
derler ya, görüldüğü yerde başı ezilmelidir. Bu söz tam onlara
göredir. Eğer bu yapılmazsa, onlar herkesin başını ezer. Ey
yobaz oğlu yobaz... Soyun kurutulmalı yoksa, sana hayat hakkı
verenlerin vay geldi başına... Ey yobaz sen, keşke dinsiz,
ahlâksız olsaydın. Keşke hırsız, katil olsaydın. Keşke yalancı,
sahtekâr olsaydın. Keşke alçak, namussuz olsaydın. Keşke hain
veya Kazıklı Voyvoda olsaydın. Keşke homo, dönme olsaydın.
Keşke bütün bunlardan daha beter olsaydın da yobaz
olmasaydın!
-124-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» BU İTLERİ İTMELİYİZ
Çocuğun gövdesine değil, kişiliğine babalık yap.
Çocuğu Dünya’ya getirtmek baba olmaya yeter mi?
Yetiyor diyorsan,sen neyin babasısın be adam?
O zaman,neden toplumda it sürüleri çoğalıyor?
Demek ki, baba yok...Babalık yapılmıyor...
Analık zaten yok...Çünkü bütün analar çalışıyoruz.Herkesin işi var? Peki ne olacak .doğurup,doğurup kendi haline terk
ettiğiniz bu çocuklar? Bunlara adam olmayı kim öğretecek? Ana
analığını bilmez, baba babalığını bilmez. Demek ki, öğretecek
kimse kalmıyor... Peki, bu ne demektir anlayan var mı?...
Bu demektir ki, toplumda arızalılar, her geçen gün
çoğalacak... İşin en kötü ve tehlikeli tarafı da, bu arızalıların
devletin kurumlarını, suyun başlarını ele geçirmesidir.Bu ise her
şeyin sonu demektir.
Bu, anarşi, kavga demektir.
Bu, iğneden ipliğe zam demektir.
Bu, ekonominin bozulması demektir.
Bu, namuslu, dürüst insanların sürüm,sürüm sürünmesi
demektir...Onun için bu arızalılara çok dikkat etmeliyiz... Yoksa
geç mi kaldık? Hayır geç kalmadık.
Henüz, her şeyi ele geçiremediler. Ama her işi ellerine
yüzlerine bulaştırdıkları ap açık ortada .
» SEN SENİ UNUTMA
Ana, baba, eş, çocuk hepsi geçici, hepsi gidici. Gerçek olan
sensin.
Sen, sana sıkı sarıl...Sen, sana çok güven...Sen, seni çok sev...
Çünkü, senden başka her şey geçicidir...Kalıcı olan sadece
sensin...Sen, her şeyden daha Değerli, daha önemlisin...
Eğer sen olmasaydın, çevrendekilerin değerini kim anlayacaktı?
Sen varsan, her şey var. Sen yoksan hiç bir şey yoktur...
Kapat gözlerini, hiçbir şey var mı? Her yer karanlık.Sen
-125-
.görürsen her şey var. Görmezsen bir şey yok...
» İNSANDAN İLHAM ALINIRSA...
Teknolojide devrim, insan anlaşılmadan olmaz.
Günümüz de ki,teknoloji,hayvan modellerinden ilham alınarak
geliştirilmiştir.
Kuştan,uçma...Balıktan denizaltı...Yarasadan radar...
Yuvarlanan taştan tekerlek icat olmuş, bu gün tekerleği
lastikten yapıyoruz ama, hala yoldan kurtulup, ayağımızı yerden kesemedik. Fizik ve kimya kanunlarını henüz aşamadık.Yer çekiminden kurtulup, henüz havalar da uçamadık. Bunu
başarmamız için teknoloji de .devrim yapmamız gerekiyor. Bu
günkü teknoloji ilkel bir teknoloji ama olsun, gene de işimizi
görüyor. Önümüzde ki yüzyılda bu teknoloji değişebilir. Çünkü
o zaman insan anlaşılmış olacak. İnsan yapısı (gövdesi
değil)model alınarak, o ilhamla süper bir teknoloji gelişecektir.
İnsan anlaşılır ve model alınırsa, ancak o zaman, fizik ve kimya
kanunlarını aşan bir teknolojik devrimi ger- çekleştirebiliriz.
» KARARI OLANIN KURALI DA OLUR
Ciddiyet kuralları, kurallar da tavırları meydana getirir.
Ciddiyetsiz insanın tavrı, tavırsızlıktır...Ciddiyeti olmayanın,
kuralı da olamaz.
Biz, kendi kurallarımızı ciddiye olmazsak, bizi de hiç kimse
ciddiye almaz.
Basit bir kuralımız olsun,mesela: "Ben hiç kimseye şaka
yapmam./ Bu kuralımızı ciddiye alır aynen kendi kuralımıza,
kendimiz uyarsak, yani hiç kimseye şaka yapmazsak, başkaları
da bu şaka yapmaz diye, bizi ciddiye alır. Bizi öyle kabu. eder.
Veya, "ben yalan söyleyemem" diye bir kuralımız varsa, herkes
bizi, "bu yalan söylemez" diye kabul eder. Hatta saygı ve güven
duyar.Taktir eder, elinde olmadan sevebilir de... Bir genelleme
yaparsak, bir insanın hiç bir kuralı yoksa, o insan tanınamaz.
-126-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Tanınamayan insan, hiçbir şeydir...
Kuralsız adam, kararsız adamdır.
Kuralı olanın, kararı
Kararı olanın, kuralı olur.
» KENDİNİ ‘HİÇ’ ETME
Kaset çalar gibi devamlı başkalarının fikirlerini savunan,
kendini hiç eder.
Falan şunu diyor. /Falanca bunu diyor. /Şu kitapta şu yazıyor.
/Bu kitapta bu yazıyor...Gibi konuşmaları hep duyarız. İyi,
güzel. Her fikir değerlidir. Konuşulmaya, tartışılmaya değer...
Ama bizim de bir fikrimiz olmalı değil mi? Eksik de olsa, yanlış
da olsa, kendi görüşümüz, kendi fikrimiz olmalı. Yoksa teyp gibi
‘kaset çalar’ oluruz. Değerimiz de ‘kaset’ kadar olur... Halbuki,
değerli insanlar, kendi fikri olan, kendi görüşünü savunan ve
savunduğu fikirlerini başkalarına kabul ettiren ve bu yolla saygı
kazanan insanlardır. Herkes fikir adamı olamaz. Ama herkes
fikir adamlarının savunduğu evrensel doğruları savunabilir.
Çünkü doğrular herkesin malıdır ve hiç kimsenin tekelinde
değildir. Onun için, fikir adamı olamıyorsak, fikir adamının
yanında oluruz. Onu da olamıyorsak, onun destekçisi oluruz.
Onu da olamıyorsak, onun, teşvikçisi oluruz. Eğer onu da
olamıyorsak, onun, taraftarı oluruz.
Bu da adam olmak sayılır. Ama, ‘yağcısı, şakşakçısı’ olmamak şartıyla...Kendimizi kişiliksiz, hiç oğlu hiç etmeden.
» KENDİMİZ İÇİN İDDİA LAZIM
Söyleyecek ve yazacak, hiçbir şeyin yoksa, hiçbir iddian
kalmamış demektir.
İddiası olmayan boş adamdır. Boş adam kafası çalışmayan adam
demektir.
İddia olmasa, veya iddia biterse, insanın gayreti de gayesi
-127-
de, durur. Gayesiz ve gayretsiz adam, boş çuval gibi olur. Hiç bir
işe yaramaz.
İddia deyince, hemen aklımıza spor yarışmaları gelmesin.
Burada kendimiz için lazım olan, gayret ve iddiadan bahsediyoruz. Madem ki kendimiz için iddia lazım. Kendimizin neyine
gayret ve iddialı olacağız? Daha cesur olmak için? Daha cömert
olmak için? Daha güzel ve etkili konuşmak için? Daha çok
çalışmak için? Daha çok dürüst olmak için? Daha çok sevdiklerimize faydalı olmak için? Kızdıklarımızı daha çok affedici
olmak için? Daha çok kendimize söz geçirmek için? Kendimize
daha çok güvenmek için? Kendimizi daha çok sevmek için?
Kendimizi daha çok mutlu etmek için? Yaptığımız işi en iyi
yapmak için? İsteklerimize ve duygularımıza daha çok hakimiyet kurmak için? Tereddütlerden kurtulup, daha çok kararlı
olmak için gayretli ve iddialı olacağız...O zaman kafamız hiç
durmadan çalışır. Her istediğimizi yapmanın bir yolunu
buluruz. Engeller ve çaresizlik bize vız gelir. Her sorunun üstesinden gelmeyi başarırız. Yeter ki gayret ve iddiamız devamlı
olsun.
» İNSANIN KUDRETİ RUHTUR.
Gövdesini terk eden bir insanın, bu Dünyaya, hiçbir yetkisi ve etkisi olamaz.
Ne ruhi varlıklar vardır ne de, ruhi plan...Bu dünya’yı da ruhsal
varlıklar idare etmiyor.
Ne Hıristiyanlıkta, ne de İslamiyet de böyle bir ruh tarifi
yoktur. Çünkü ruh varlık değildir... Metafizikçiler hariç, ruhun
varlık olduğunu,hiç kimse iddia etmiyor. Metafizikçiler de
maksatlı olarak ruhçuluğu savunuyorlar. O halde, bu ruh dene
şey nedir?
Kısaca ruh: Saygı değer olarak yaratılan, insan denen varlığın, yetkisidir. Diğer adıyla, kudretidir. Gücüdür.
Bu gücü bütün peygamberler, bütün evliyalar bütün veliler
kullanmıştır...
Hz.Musa, Hz.İsa, Hz.Muhammed hepsi bu kudretle do-128-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
nanmıştı. Her insanda ruh vardır. Ruhsuz insan yoktur. Hayvanla insan arasındaki, fark budur. Hayvanlarda sadece can
vardır. İnsanda ise hem can hem de ruh vardır. Hayvanda
kudret (ruh) olmadığı için, kendi kendine söz geçiremez.
Hükmedemez. İnsan ise kudretli olduğu için, kendi-kendine söz
geçirir. Hükmeder. Hiçbir hayvan kendi-kendine bugün ağzıma
hiçbir şey koymayacağım/ diyemez, çünkü gücü yetmez. İnsan
ise, gövdesine ve bütün isteklerine (iradesine) hükmeder. İşte
bu, insanda ki, ruhla (kudretle) olur. Hz. İsa da bu kudretle
hastaları iyi etmiş, hatta ölüleri diriltmişti. Hz.Muhammed de
daha büyük mucizeler gerçekleştirdi. İşte bu ruh, insanın kudreti
dediğimiz şeydir. Ruh geldi. Ruh gitti diye bir şey olamaz.
Ruhçu geçinenler, sahtekarlık yapmasın. İnsanların, kudretini
saptırmasınlar.
» BU ALAMETİN SONU KIYAMET
Memleketin hali, aynen binmişiz bir alamete, gidiyoruz
kıyamete durumunu hatırlatıyor...
Son hızla her şey bozuluyor. Düzen kokuşuyor... Kimse yarın ne
olacağını bilemiyor. Zenginler, maddi güçlerine güvenerek biraz
ümitli yaşıyor. Geri kalan çoğunluk, günü-birlik yaşamaya
başladı. Yarın ne olacağını düşünemez hale geldi. Yöneticilerin
ve politikacıların artık, kafası durmuş vaziyette.Fikir üretemez,
çare bulamaz dürümdalar... Ülkede herkes, her şeyden şikayet
ediyor.
Kimse-kimseyi
dinlemiyor.
Kimsekimseye
güvenmiyor... Zenginler, kendi işlerini gördürüp, bazı şeyleri
yoluna koyuyor. Bir avuç zenginin rahatlığı ülkeyi kurtarır mı?
Devede kulak misali, bu azınlığın lüks içinde yaşaması, ülke için
ölçü olamaz. Çoğunluk ne halde ona bakmak lazım. Çoğunluk, inim inim inliyorsa... Haksızlıklar diz boyunu geçmişse... Millet, üç kuruş için
birbirinin gözünü oyuyorsa... O toplumda, sosyal patlamalar
beklenmelidir. İşsizlik, hırsızlığı... Hırsızlık çeteleri... Çeteler
örgütlenmeyi oluşturur... Her kesim, kendi başının çaresine
bakar hale gelir... Bu durumda millet devletini arar ama bir türlü
-129-
bulamaz. Bütün bunlar 'yeni bir devre’ geçiş sürecidir. Bu
sıkıntılar, bu sancılar olacaktır. Değişim kolay değil...
» HERKES YAZIYOR...
Herkes aynı şeyi yapıyorsa, farklı olmak için,aynı şeyleri
yapmamak gerekir.
Toplumda herkes konuşuyor. Konuşabilir... Bir de baktım,
önüne gelen yazı yazmaya başladı. Herkes yazıyor. Adam sanayici, kitap yazıyor. Adam şovmen kitap yazıyor. Gazetelere
yazı yazıyor. Kadın sosyetik, O ..... bu
Gazetede köşesi var. Dansöz, artist kitap yazıyor. Nasıl
toplumda herkes konuşuyorsa, herkes kitap yazıyor, yazı yazıyor. Herkes kitap yazınca,kim kimin kitabını okuyacak?
Herkes yazı yazınca, kim kimin yazısını okuyacak? İşte bu
sebepten, senelerce yazı yazmak istemedim. Düşündüm, sıradan
bir yazar olmamak için yazmamaya karar verdim. İşte elli
yaşında yazmaya başlamanın en önemli sebebi buydu. Öyle bir
konu ele almalıydım ki, sonsuza
kadar geçerliliğini ve güncelliğini korusun... Aradım, aradım
baktım ki, insandan daha güncel, daha geçerli ve sonsuz bir
konu bulamadım. Ben de insanın evrensel boyutlarını konu
edindim. Çünkü çok az sayıda insan, insanın derinliklerine
inmeye cesaret edebilmişti. Ben de araştırmalarımı ve tespitlerimi senelerce insan konusu üzerinde yoğunlaştırdım.
İnsanın, bütün gizli yönlerini, bütün sırlarını yazmaya karar
verdim. Bu dünyada ve hatta evrende insandan daha güzel insandan daha muhteşem bir varlık olacağına inanmıyorum. Tek
istediğim, insan kendisini tanısın. İnsan olmanın mutluluğunu
ve muhteşemliğini yaşasın.
-130-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» BU NEYİN HUKUKU?
Asıl hukuk, suça ceza veren değil, suç işlemeyi engelleyen
hukuktur.
Hukukun ‘guguk’ olduğu bir zamanda, hukuktan bahsetmek
çok komik oluyor. Ama konu çok önemli. Suçu önlemek için,
‘her şeyin başı eğitim’ diyenlere katılmam mümkün değil.
Çünkü, sen adamı eğitene kadar,o adam, kim bilir daha kaç cinayet işleyecek? Daha kaç kişiyi soyacak? Daha kaç kişiye tecavüz edecek? Senin bu hasta insanları eğitebilmen için, birkaç
nesil geçmesi gerekir. Bu çok uzun bir zaman... Bu kadar masum
insan, canilerin eğitilmesini mi bekleyecek? Bu hukuka sığmaz,
bu adalet değil... Eğitimden önce, suça mani olunmalı, bu arada
da eğitime devam edilmelidir. Bunun için, en küçük suça bile en
ağır cezayı vererek, değil canilerin suç işlemeye teşebbüs
etmeleri, suç işlemeyi ‘düşünmeleri’ bile onları ürpertip
korkutmalı. Önce bu yapılmalı. Sonra eğitim...
Hukuk, önce masum insanları korumalı, suçluları da suç işleyemez
hale getirmelidir.
Köpekleri salıp,taşları bağlayan bu uyduruk sisteme hukuk
denmez.
» HERKESİN MALIDIR
En değerli insan, her konuda dürüst olan insandır.
İnsanın en değerlisine paralı olandır,nede parasız olan.... İnsanın
en değerlisi dürüst olandır. Dürüst olan bir insanın değeri hiçbir
şeyle ölçülemez.
Kim ne iş yaparsa yapsın, yeter ki yaptığı işi dürüst yapsın.
Kandırmaca yapmasın. Baba ise, dürüst baba. Anne ise, dürüst
anne olsun. Söylediğini yapan, yaptığını söyleyen olsun. İster
bakan,ister başbakan, ister memur, ister esnaf, ister hırsız, ister
katil, ne ve kim olursa olsun, yeter ki dürüst olsun,yalana
başvurmasın. Çünkü, adam olmak, insan olmak, önce dürüst
olmaktan başlar. Irk /dil /din /renk ayırımları sonra gelir.
Dürüstlük evrensel bir değerdir ve herkesin malıdır. Dürüst
insanın ‘mantığı’ Kendisine layık görmediği şeyi, başkalarına da,
-131-
layık görmemektir. Kendi beğenmediği şeyi, başkalarına
vermemektir. İnsanlığın bu anlayışa ulaşması söylendiği gibi
kolay olmaz. Acı tecrübeler, çok büyük sıkıntılar yaşanmadan,
bu ‘hep banacı’ zihniyetler değişmez.
» ÇAĞI DEĞİŞTİRMEK
İçinde bulundukları çağı sorgulayanlar, yeni bir çağın
açılmasını sağlayabilirler.
Yaşadığı çağı iyi değerlendiren, düzeni ve sistemi iyi sorgulayan
kimlerse, onlar çok değerlidir. Ve onlar, ‘yeni bir çağın’
açılmasında öncülerdir. Her çağ, dejenerasyonla kapanır. ‘Yeniden yapılanma’ ile açılır. Şimdi,biz bu çağın neresindeyiz?
Dejenereler safında mı? öncüler safında mı? Her şeyden şikayetçi miyiz? Her şeyden memnun muyuz?
Bu soruların cevabını veren herkes, kendi yerinin, kendi
safının, neresi olduğunu tespit edebilir. Artık, dürüst ve yapıcı
insanlar, sızlanmayı, şikayet etmeyi bir tarafa bırakıp, yıkıcı ve
Sahtekarlara karşı örgütlenmeli ve cephe oluşturmalıdır.
İnsanlığın ne olduğunu, İnsanî değerleri ortaya koymalı, o değerleri savunmalı ve toplumlara bunları kabul ettirmenin savaşını vermelidir. Sadece şikâyet etmekle hiçbir şeyin değişmediğini ve değişmeyeceği görülüyor. Zihniyet ve değerler
değişmeden, hiçbir şey değişmez. Hiçbir şeyi değiştiremiyorsan, zihniyetini ve kurallarını değiştir. Yeni kurallar, yeni şartlar
yaratır.
» OŞEY
Hiçbir şey umurumda değil, kendimden başka...
Kimin umurundaysa,kendinden başka bir şey,
O, o-şey olmuştur, kendi olmadan önce...
-132-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» İFTİHAR EDELİM
İnsan olmak, içini duymak ve vicdanına uymakla başlar.
Şunları hep işitir ve kendimizde sık sık söyleriz; /içimden geçeni
bir bilsen. /İçim şunu istiyor. /İçimden gelmiyor. /İçim
sıkılıyor. /İçim açıldı.
İçimizden yaşadığımızı bilmeden hep içimizden bahsederiz.
Çorap almaya gitsek, içimize sorarız. İçimizin beğenip beğenmemesine bakarız. İçimiz Hıhh, derse alırız. Iııh, derse almayız. Eğer içimizi dinlemezsek veya içimizi duyup da, aldırmazsak, pişman olur, "Tuhh, keşke içimden geleni yapsaydım"
deriz. İçimden almak istemedim, keşke almasaymışım gibi
sözler sarf ederiz. Yanlış işler yapmamıza içimiz razı olmaz.
İnsana yakışan, yani mahcubiyet getirmeyen işler yaptığımız da,
kendi kendimize ‘aferin’ der, yaptığımız işle iftihar ederiz.
Mahcubiyet getirecek işler yaptığımızda da ‘ayıp değil mi? Neden
yaptın?’ diye içimizden, kendi kendimizi kınarız. İçimizi duyarak
yaşarsak, insana yakışan işler yaparız. İçimizi duyup da aldırmaz,
duyduğumuzu yapmasak, mahcup olacak işler yaparız. Çevremize
rezil olur, sıkıntılar çekeriz. İnsan olmak için, içimizden her geleni
değil,iftihar edeceğimiz işleri yapmalıyız.
» CİNSELLİK DÜŞÜNCEDEN BAŞLAR
Bu günlerde anlaşılmaz terimler kullanmak, bilim adamlığı
oluyor. Buna kimse kanmaz. Ama meydanı boş bulan çıkıp televizyonlarda konuşuyor. Bilim adamı, denenmiş, kesin sonuç
alınmış, onaylanmış, sağlam ve net kavramlarla konuşur. Birisi
çıkmış televizyona konuşuyor. Hem de prof...Alt beyin, üst
beyin tekerlemesi yapılıyor.1 Alt beyin' bilmezmiş. 'Üst beyin’
bilirmiş. Üst beyin eğitilirmiş, alt beyin eğitilmezmiş.
Mış da.. Mış...
Seni televizyona çıkaranlar, bu konuların uzmanı değil. Peki
ama, onca bilim adamı var. Bu programı onlar da izliyor. Hiç
birisi seni susturamıyor mu? Demek ki, onlar da uyuyor. Senin o
alt beyin, üst beyin dediğin şey, her neyse, ne bilir ne de eğitilir...
Çünkü beyin eğitilmez... Çünkü beyin et ve sinirden yapılmış bir
-133-
cihazdır. Radyo gibi. Televizyon gibi... Radyo eğitilir mi? O
senin şuur veya şuur altı dediğin şey ise, insanın madde ötesi
organıdır. Şuur, beyin olsa da vardır. Olmasa da... Akıl, zekâ,
hafıza, zihin, şuur ve şuur-altı gibi organlarımızın hepsi madde
ötesi organlardır. Et olan beyinle alakası: BEYNİ kullanmaktır.
Beyin ise gövdemizi yönetir. Gövdemiz öldüğünde, onunla
beraber, beynimiz de öleceğine göre, yaşamamızı akıl ve duygu
organlarımızla sürdürmeye devam ederiz. Gövdemizle yaşarken
de gene, madde ötesi organlarımızı kullanıyoruz. Alt beyin, üst
beyin diye bir organımız yoktur ve olamaz.
Alt beyin, cinselliği yaşıyormuş da, üst beyin denetliyormuş da falan, filan... Bu bilim adamı kalkmış bu gibi cinsel
konularda cevherler yumurtluyor. Halbuki cinsellik, hayvani
yani ‘içgüdüsel’ bir duygudur. Açlık gibi, annelik gibi', kendini
koruma gibi... Cinsellik çoğalmayla ilgili bir duygudur. İnsan
gövdesinin bir fonksiyonudur. İnsanla ilgisi yoktur. İnsanın
cinselliğe ihtiyacı da yoktur. Çünkü insan gövde değildir.
Çocukluğumuzda, çevremiz cinsel konularda şuur altımızı nasıl
etkilemiş ise (ayıp, günah) gibi, bu olumlu veya olumsuz olarak,
cinsel yaşantımızı etkiler. Ancak cinsellik, insan için, ‘üremenin’
dışında, hayati bir ihtiyaç değildir. Çok çalışkan, çok meşgul
insanlarda, cinsiyet duygusu yok gibidir. Yani, akla gelmese
düşünülmese, üstünde durulmazsa cinsiyet uyanmaz. Beynin
de, bunu uyandırmaya gücü yetmez. Karşı cinsler, birbirini
düşünürse, bakışlarıyla karşı cinsle ilgilenirse, cinsel duygılları
uyanır. Devamlı ‘cinsiyet’ düşünmek, normal bir davranış
değildir. Psikolojik bir rahatsızlıktır ve bu boş insanlarda daha
çok olur... Cinsiyetin sağlıklısı, yemek yemek ihtiyacı gibi
olmalıdır. Çok yemek yemek, nasıl ki hastalık sayılırsa, çok
cinsiyet düşünmekte hastalıktır. Ayrıca, en sağlıklı cinsel
yaşam.tek eşle olanıdır. En kötüsü de, çok eşle olandır.
Duygusal, zihinsel ve fiziksel olarak anlaşabilen tek eşlerin
sürdürdükleri cinsel yaşamın,
En ideal, en tatminkar, en doyumlu beraberlik olduğu kabul
edilmiştir. Çünkü asırlardır denenmiş bu sonuca varılmıştır.
Denenmiş şeyleri bir daha denemenin mantığı. Mantıksızlıktır.
-134-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» ARTIK BAŞLASINLAR
Yapıcılar öncü bulamıyorlarsa, son peygamber Hz.Muhammed’i (S.A.V) örnek alsınlar.
İyiler önciisüz olamaz. Kötüler de öncüsüz olmaz. Her iki tarafın
da öncüleri vardır. Özellikle iyiler, öncüsüz yapıcılıklarını
yapamazlar. Örnek görmek isterler. Örnek olmak isterler. Bunda
da, haklılar. Çünkü, iyilik yapmak isterler, nasıl yapacaklarını
bilmezler. İçi iyiliklerle dolu olduğu halde, içlerinden geldiği
gibi iyilik yapmak isterler ama nasıl yapacaklarını bilmezler.
İçlerinden dolup taşan iyilikleri yapabilmek için, bunu başarmış
öncülerden örnek almaları, cesaret almaları gerekir. 'İyilik'
deyince, sadece para ile yapılanlar aklımıza gelmemelidir. İyilik,
karşılık beklemeden, kendine yontmadan yapılan fiillerdir.
Misafire meyvenin iyisini vermekte iyiliktir. Hoşumuza giden
şeyleri, başkalarına yapmak da iyiliktir. İyilik yapmak basit
insanların yapabileceği bir şey değildir. Çünkü, her şeyin iyisini
kendine almaya alışmış olan egomuza bu çok zor gelir. Onun
için iyilik yapmak, kaliteli olgun insanların işidir. İyilik
(yapıcılık) baştan başa, hep vermektir paylaşmaktır. Kötülük
(yıkıcılık) ise hep kendini düşünmek, hep kendine almak, hep
kendine toplamaktır. Sayıca kötüler azdır. İyiler daha çoktur.
Ama kötüler çok anlatıldığı için, daha çokmuş gibi gözükür.
Bunun sebebi ise, iyilerin iyilik yapmasını unutmuş olmalarıdır.
Her devirde, iyiler çoğunlukla olmuştur. Ancak, iyiliklerini
arttırıp yayamadıkları için, kötüler hakimiyet kurmuştur. Artık,
iyiler peygamberlerini örnek alıp iyilik yarışına başlasalar iyi
olur.
-135-
» BENİ İYİ DİNLE ERCÜMENT*1
- Dinle beni Ercüment...
Rastgele bir iş yapmıyoruz biz!...
Marputçular’da manifatura mağazamız, Perşembe Pazarı’nda
hırdavatçı dükkanımız yok. Kâr zarar hesapları dışında sorumluluklar taşıyan bir iş bu bizim yaptığımız.
Devlet işlerine burnumuzu sokuyoruz. Doğru yol hangisidir, kötü yol neresidir, diye öne düşüp gösteriyoruz.
Dış politika, iç politika, ekonomi, hukuk, adalet işleri, akıl
vermediğimiz konu yok.
Gerçek nedir? Hanngi yol felakete, hangisi saadete gider, biz
biliyor, biz öğretiyoruz. Topu topu bir baskı makinesi, bir kaç
dizgi makinezi, beş on işçi, biraz kağıt, biraz mürekkep, bunları
yapmak için yetiyor da artıyor bile.
Peki bizi zorlayan mıı var böyle belâlı bir iş yapacaksın diye... Hayır!..
Bumesleği biz seçmişiz. Ben satışı çok olan, aranan bir mal
yapıp pazarlamıyorum.
Hele, hileli, kötü, zararmı, sakat malları satıcısı hiç değilim...
Müşterisi var diye, uyuşturucu zehir satan biri gibi, HABERİN
DÜŞÜNCENİN ZADADLISIRI, YARARSIZINI pişasa- şa sürem
em.
- Dinliyorsun beni değilmi Ercüment!..
Gazeteciliğin vicdanı, ahlâki, ilmi sınırları vardır. Gazeteci o
sınırları aşamaz!...
Bizim görevimiz, kendi aklımız ve yeteneklerimizle eriştiğimiz kendi bilgilerimizi, kendi doğrularımızı halka söylemek
değildir.
Gerçeği aramayı bilmiyorsan, haberin yorumun has olanını
üretmeyi beceremiyorsan, bu mesleğe lâyık değil.
O kadar!...
Ali Naci Karacan
1A.N. Karacan'ın oğlu
-136-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» BASIN BASİTLEŞMEMELİDİR
Basın, bozuk zihniyetlerin eline geçerse, toplumu da bozar.
Her geçen gün,basın basit adamların elinde, daha da basitleşiyor. Verilen haberlerden, işlenen konulardan bu apaçık görülüyor. Demokrasi ile yönetilen rejimlerde, basın çok önemli bir
kurumdur. Basın basitleşirse, toplumda basitleşir. Bozulmalar
böyle başlar. Nasıl düzelir? Kim düzeltir? Sorusuna gelince, hiç
kimse düzeltemez. Çünkü, bu bozulma sürecinin tamamlanması
gerekir. Yıkılıp biter, tükenir. Ancak o zaman yeniden yapılır.
Rejimler ve sistemler bozulurken, basın ayakta mı kalacaktı. O
da bitecek... Gazeteler satılmıyor. Televizyonlar seyredilmiyor.
Neden? Artık halk bıktı. Hep aynı şeyler hep aynı konular. Hep
aynı tipler... Medya boşuna kendisini aldatmasın... Gazete ve
televizyonların zarar ettiğini herkes biliyor. Kendilerini okutmak
için, kupon veriyorlar. Hediye veriyorlar. Artık o da çare
olmuyor. Boş adamların basını da boş olur... Boş şeylerin yaşama
şansı hiç yoktur. Basındaki değerli insanlar, artık uyanıp, kendi
değerlerini savunmalıdır. Basın basitleşmemelidir.
» ÜÇ SINIF BASIN OLMALI
Basın, insanların hayatını kolaylaştırmalı, haldi olanın
tarafını tutmalıdır.
"Basın" tarafsız olamaz... Eğer bir basın organı 'ben tarafsızım"
diyorsa, o zaman kendi patronunun tarafını tuttuğu düşünülür.
Basın (gerçekten basınsa) sadece milletin tarafını tutmalıdır.
Ne şiş yansın ne kebap, türünden haberler vermek, milletin
tarafını tutmamak, yöneticilere yalakalık yapmak demektir.
Gerçek basın, iktidarlara ‘millete daha iyi hizmet edebilmesi
için’ YOL göstermelidir. Haksızlık, yolsuzluk, hırsızlık
yapanlardan millet adına HESAP sormalıdır. Habercilikte
milletin işlerini kolaylaştıran ve millete faydası olan konuları
seçmelidir.
Artık basın gerçek basın olmalıdır.
Dedikodu ve magazin gibi konulan, ikinci, üçüncü sınıf
-137-
basın yapmalı.
Bilindiği gibi sosyal bilimciler, insanları zekâ düzeyi olarak
üç ana sınıfa ayırmışlar:
1- Üstün zekâlılar Fikirleri konuşur, fikirleri tartışır. Fikir
üretir.
2- Orta zekâlılar: Olayları konuşur, olayları tartışır. Olaylara
karışır.
3- Geri zekâlılar: Adamları konuşur, adamları çekiştirir. İsimlerle uğraşır.
Basın, bu üç ana konuda yayın yapmak zorundadır. Birinci,
ikinci, üçüncü sınıf diye ayrılmalı, yukarıdaki üç konu da ayrı
ayrı yayın yapmalıdır.
Maalesef görünen o ki, üçüncü sınıf basın haberleri daha çok
okunuyor. Onun için birinci sınıf basının İŞİ daha sıkı tutması
gerekiyor.
» EVLİYANIN SIRRI
İnsanın doğası sahiplik, sahiplik ise vermektir. Vermek ise
paylaşmaktır.
Evliyalar, ermişler, azizler devamlı vermişler... Bu geri zekalılık
mı? Yoksa süper zekalılık mı? Günümüzde insanlar, bu sırrı
çözecek zekâ düzeyine ulaşmamıştır. Bu sebepten gençlik
bunları sorgulamaya başlamıştır. Artık, ‘hep banacı’ zihniyet
iflas etmiştir. Şimdi, ‘hep sanacı’ zihniyet belirmeye başlamıştır.
Şimdiki gençler, arkadaşları için yaşamanın, başkalarına faydalı
olmanın, duygusal hazzını keşfetmişlerdir. Hasta olan
arkadaşlarını, tedavi ettirtmek için, sokaklarda, şarkı söyleyerek,
para toplayan gruplar sık, sık göze çarpmaktadır. Kim ne derse
desin, bu gençler, kendilerinden başka insanlar için, bir şeyler
yapmanın hazzını tatmışlardır. Bu hazzı büyüklerine de
öğretmeye başlamışlardır. İşte bu yeni nesil, evliyaların,
ermişlerin, azizlerin devamlı verici olmalarının sırrını çözecek ve
hazzını yaşayacaklardır. Bütün insanlığın bu hazzı, bu doyumu
yaşamaya hakkı vardır. Yeter ki, gençlerin duygularını
engellemeyelim.
-138-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» KÜÇÜK İYİLİKLER
İçinden gelen iyilikleri yapabilenler, saygı değer insan
olurlar.
İyi insanlar, sayıca kötülerden daha çoktur. O zaman dünyanın
cennet gibi olması gerekmez mi? Diyelim ki gerekir. Ama cennet
değil? Tam tersine cehennem gibi... İyi insanlar, sayıca
kötülerden çok oldukları halde bu neden böyle? Çünkü, kötü
insanlar ‘kötülüklerini’ sürekli hayata geçiriyorlar. İyi insanlar
ise, hiçbir şey yapmadan, sadece onları seyrediyorlar. Ama bu
böyle gitmez. İyiler de, içlerindeki iyilikleri hemen hayata
geçirmelidir. Ayrıca, büyük iyilikler yapmak için, imkân ve fırsat
beklemeye hiçte gerek yoktur. Biz de küçük iyiliklerden
başlayabiliriz. Meselâ, alış - veriş yaparken, cebimizde ki,
paranın eskisini değil de yenisini satıcıya verebiliriz. Elmanın en
iri ve iyisini karşımızdakine ikram edebiliriz. Bunun gibi, küçük
küçük iyiliklerimiz birike birike büyük iyilikler olur. Kendimize
layık gördüklerimizi, muhataplarımıza da layık görmeliyiz
zihniyetini her yerde ve her şartta sürdürmeliyiz. Kötülerin
yaptıklarını seyretmektense, birbirimizle küçük iyilikler
yapmakta yarış etmeliyiz.
» NEFSİNE ZOR GELEN, CANINA HOŞ GELİR
Madde seni koruyacakken, sen maddeyi korumanın derdine düştüysen, vay haline.
Ey, madde peşinde koşan ahmak... Çalıştın çabaladın, yemedin
içmedin, bu kadar çok madde topladın. İyi ettin. Peki ama, şimdi
neden uykuların kaçıyor? Bilmem, deme! Sen de biliyorsun ki,
bu kadar malı mülkü korumak için, elinden kaçırmamak için,
uykuların kaçıyor. Peki ama, ne yapacaksın bu kadar malı?
Çoluk çocuk deme! Çoluğa çocuğa yeteri kadar verdin. Artanı ne
olacak? Ye! Yemezsin! Yedir! Yedirmezsin! O zaman ne diye
topladın bu kadar malı? Ben söyleyeyim. Bu kadar malı topladın
ki, seni sevsinler, saysınlar, kabul etsinler. Ettiler mi? Nah ettiler!
Çoluğun çocuğun bile seni dinlemiyor. Yanında çalışanlar
saygılı davranıyorsa sana, bu da onlara maaş verdiğin içindir. İki
-139-
ay maaş vermede gör bakalım ne saygı kalır, ne terbiye... Seni
dövmeye bile kalkarlar. Bunu sen de biliyorsun. Sonuçta bu
kadar madde topladın da ne oldu? Hiç bir şey. Seni kimse
sevmiyor. Seni hiç kimse içinden gelerek saymıyor. Seni hiç
kimse kabul etmiyor. Ne rahatın var. Ne de huzurun... Neden
biliyor musun? Çünkü sen, maddeyi kendin için topladın. Yedin
içtin, artanını da sakladın. Hani sen, çok uyanıksın ya!
Peygamberlerden, ergin insanlardan çok daha iyi biliyorsun ya
bu işleri! Onlar, insanlarla paylaşmak için toplamışlar maddeyi,
sen ise, kimseye yedirmemek için toplamışsın. Onlar
ellerindekileri paylaşmakla büyümüşler. Sen ise gizlemekle
küçülmüşsün. İşte senin bu uyanıklığın! en büyük aldanman
olmuş. Maddeyi kendisi için toplayan adam, ahmak adamdır.
Onu kimse saymaz. Diğer taraftan, maddeyi başkaları için
toplayan, başkaları için harcayan, herkesten saygı ve kabul
görür. Öyle insanlar dünya durdukça, hayranlıkla ve saygıyla
anılır. Örnek mi istiyorsun? Dolu. Çevrende ki, cömert insanlara
bak, anlarsın. Onları çevrelerinde herkes, sever ve sayar. İşte
madde bunu temin etmek için kazanılır. Senin kafan bassa da,
basmasa da bu böyle. Kendin için kazanırsan, o mal başına bela
olur. Hatta canına bile kastederler. Mal seni koruyacakken, sen
malı korumanın derdine düşersen, bu büyük bir ahmaklık
olmuyor mu? Sen şimdi, kendi kendine ver bunun cevabını.
Ama o kadarda ümitsiz olma.Yapamıyorum edemiyorum deme!
Her şeyin bir çaresi vardır. Sen, gerçekten, çevrende sevgi saygı
kazanmak istiyor musun? Kim istemez. O zaman malının
fazlasını, insanların faydasına harca. Bir yerden başla. Meselâ
hastane yaptır. Veya yaşlılara huzur evi yaptır. Veya okul yaptır.
Veya kimsesiz çocuklara barınacak bir yer yaptır. Başkaları için
bir şeyler yaptır da, ne yaptırırsan yaptır. Bu nefsine zor gelir, acı
verir. Ama zorda gelse sen gene de yaptır. Nefsine acı veren zor
gelen şeyler, canına hoş gelir, iyi gelir. Hele bir de insanların
gönüllerine girersen, var ya... Bu dünya da iken cennete girdin
demektir...
Dene de gör.
-140-
İNSANA V£ HAYATA DAİR...
» ANALAR GÖREVE
İnsanın en büyük eseri, yetiştirdiği insanlardır.
İnsan, her şeyi insandan öğrenir. İnsanı, insan yetiştirir. Hayvanı
da hayvan... İnsan yavrusuna her şeyi kim öğretir? Ana. Anaya
kim öğretir? Onun anası.Ona kim öğretir? Anasının anasının
.anası...Demek ki, insan dişisinin en büyük eseri, yetiştirdiği
insandır. İşte Dünya’nın hali. İşte bozulan sistemler... İşte
adaletsiz hukuk... İşte eğitimsiz eğitim.Jşte yönetimsiz, iktidar...
İşte dejenere olan, aile... İşte, bunalımlı, yalancı, düzenbaz,
ciddiyetsiz, ahlâksız ve sahtekâr insan güruhları, insan
müsveteleri...Ve işte analık görevi unutturulan, ortalıkta başı boş
dolaşan, insan dişileri...
Hadi buyurun, yaşayın bakalım, nasıl yaşayacaksınız! Sahtekârlardan, hırsızlardan, sapıklardan kendinizi nasıl koruyacaksınız? Bütün kapıları çelikten yapsanız, hırsız bir yolunu
bulur, hatta kapıyı da ‘size’ açtırır, gene soyar. Bu böyle gitmez!
Kadının bu kadar değersiz olduğu bir toplumda, insan yavrusu
da bu kadar değersiz olur.
Kadının toplumdaki saygın yeri analıktır. Kadın toplumdaki, yerini almalı, Eğitimcilik görevini üstlenmelidir. Dürüst,
güvenilir ve ahlâklı insanları, anadan başka hiç bir birey yetiştiremez.
Ya analar göreve ya da insanlık mezara...
» SİSTEMLE İŞGAL
Asıl kölelik, karın tokluğuna çalışmaktır.
Bayrağın var. Toprağın var. Hükümetin var. Milletvekillerin var.
Ama sen karın tokluğuna çalışıyorsun. Buna kölelik denmez mi?
Hem de dört -dörtlük kölelik...
Sen, ABD’nin bir dolarına 275 bin (1998 kuru) lira veriyorsan, bu senin onurunu rahatsız etmiyorsa, bir de üstelik
özgürüm, bağımsızım diye rahatsız olmadan, gezip dolaşıyorsan, o zaman senin özgürlük anlayışın hasta demektir. Hiç
kimse, karın tokluğuna çalışan adama 'özgür’ diyemez. Hiç
kimse, dolara 275 bin lira veren bir ülkeye, ekonomisi ‘özgürdür’
-141-
diyemez. Uluslar arası derneklerden emirler alan, siyasetçilere,
hiç kimse ‘özgürdür’ diyemez. Bu ülkenin sınırları içinde ve bu
bayrak altında, bu ülkenin vatandaşları, cebindeki Türk lirasını,
hemen dolara, marka çevirmeye koşuyorsa, dolar ve markla,
işgâl edilmiş olmuyor muyuz? Artık senin toprağın olsa ne olur?
Bayrağın olsa ne olur? Özgürlük öyle mi? Önce, İktisadî, siyasî
özgürlük, coğrafi özgürlük, adalet özgürlüğü, özgürlüklerin
temel kavramları değil miydi? Kim bunları sulandırdı da bu hale
getirdi? O hâle geldik ki, bağımlılığımızı bile, bağımsızlık
zannediyoruz. Halbuki dünya değişti, işgâl etme metotları da
değişti. Artık, esir alma teknikleri değişti. Silahla, askerle, işgâl
etme yok artık. Dolarla, markla işgal ediyorlar bizi. Sistem
kurup, sistem değiştirmekle, işgâl ediyorlar. Sermayenin icat
ettiği İktisadî sistemler, para alıp - satmak üzerine kuruldu. Buna
karşılık, bizimde, para alıp satmayı ortadan kaldıracak bir sistem
icat etmemiz zorunluluğu vardır.
» HERKES HERKESE GICIK
Bir millet, gerçek fikir adamlarına sahip çıkmasa, sıkıntılardan kurtulamaz.
Perşembenin gelişi, çarşambadan bellidir... Bu kadar tahrik, bu
kadar tenkit, bu kadar kötüleme, sonunda toplumu birbirine
gıcık etti. Herkes, herkese gıcık. Kimse kimseyi sevmiyor.
Devlet, milleti sevmez. Millet devleti sevmez. Genç, yaşlıyı, yaşlı
gençleri sevmez. Başı örtülü, başı açığı sevmez. Başı açık, başı
örtülüyü sevmez. Laikler dindarlan, dindarlar laikleri sevmez.
Sonunda, ülkede herkes birbirine karşı oldu.Toplu- mun bu hale
gelmesinde, basın ve medya’nın da payı var. Hem de çok... Ama
bilmedikleri bir şey var. Bu ülkenin sahipleri uyumuyor. Her an
masaya yumruğunu vurabilirler. Basın ve medya kendine gelip,
aklını başına toplamalıdır.
-142-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Bu gibi konulan yazmak istemiyorum. Çünkü canım sıkılıyor. Çok güzel şeyler, harika güzellikler yazmak istiyorum.
Ama bu pisliğin içinde yaşarken, güzelliklerden bahsetmek,
anlamsız oluyor. Toplum yaralı ve siyasiler devamlı bu yaraları
kaşıyor. Bunlar hep oy uğruna yapılıyor. Yaralar bir türlü
kapanmıyor. Devamlı kan kaybediyoruz. Bunları görüp de
üzülmemek elimde değil. Bir vatandaş olarak böyle olsun istemiyorum. Ama ne yazık ki, gerçek fikir adamlarına sahip çıkamayan bir topluma, benim söyleyecek hiçbir sözüm olamaz.Bir toplum fikir adamlarına sahip çıkmasa, başı belâdan
kurtulamaz. Devamlı acı çeker. Çekiyor da... Bunları gördükçe
bana ne diyemiyorum.
Ah, bir bana ne diyebilsem, rahatlar mıyım acaba?
» ANLAYAN ANLAR
Tüm insanlar, tek bir insanın yansımasıdır.
Bütün insanlık, tek bir birey. Tek bir birey, bütün insanlıktır.
Başka bir deyişle, altı milyar insanın gözünden bakan, tek bir
insandır. Daha başka bir deyişle, altı milyar insan ‘gövdelerinin’
hepsi, tek bir insanın elbiseleridir. Hz.Mevlânâ bunu çok iyi
anlamış olmalı ki, sen, bensin. Ben, şenim işte. Ne diye bu şaşı
görmek, ne diye? demiş. Bunun daha ilerisi ifade edilemiyor.
Edilemez de. Çünkü, bu bir inanış ve anlayış halidir. Yaşayan
anlar. Bu, bu kadar.
» NEDEN İSTEKLERİMİZ OLMUYOR?
Ne istedimse olmadı? Hep istemediğim şeyler oldu. Çevremizdekilerden, bu sözleri sık sık duyarız. Bu doğru mu acaba?
Hayır bu doğru değil. İstediklerimiz olmuyorsa, istemesini
bilmemekten olmuyor. Olanlar nasıl oluyor. İlk işimiz evliliğimiz, ev almamız, araba almamız... Bunlar nasıl oldu? Biz nasıl
istedik de oldu?
Bütün bunlar, kararlı istemekle, hem de tereddütsüz, kesin
kararlı olmakla olmadı mı? İşte sır bu... O zaman, bir şeyi is-143-
temeden önce, zihnimize kesin kararlı olmayı öğretmeliyiz.
Çünkü düşüncelerimizi kararlarımız yönetir. Ama kararlarımızı
da bir yöneten var. Kararlarımızı etkileyen, sonuçta bize karar
aldırtan bir güç var. Bu güç, duygularımızda. Duygularımız bizi
sürekli karar almaya zorlar. Çünkü, insanlar ‘mutluluğu veya
mutsuzluğu’ duygularıyla yaşar. Duygularımızı ise, iki dinamik
güç hareketlendirir. Duygularımızı yöneten bu dinamik güç ise,
rahatlık ve rahatsızlıktır.
İnsanlar, düşünce ve duygularıyla acıdan kaçar, zevke koşarlar. Hiç kimse ‘acıyı mutsuzluğu’ yaşamak istemez. Herkes
zevk alacağı, zevk aldığı bir hayat yaşamak ister. Acı ve sıkıntıdan kaçmak ister. İşte bu iki dinamik GÜÇ, yani acı ve zevk,
insanların iç dinamiği olarak duygularını yönetir. İnsan, taşıdığı
sonsuz gücü kullanmayı öğrenerek, içindeki bütün bu dinamiklere hakimiyet kurup yönetebilir. İnanç sistemini kullanarak, kendisini ve çevresindeki olayları değiştirebilir. Acıları
zevke dönüştürebilir.
» BİLGİ TOPLUMU DA ÇÖKER
Güven olmasa, bilgi toplumu bile yıkılmaya mahkûmdur.
Bilgi toplumu olmak iyi. İletişim ağıyla ülkeyi donatmak iyi.
Bilgi bankaları kurmak iyi. İnternete girmek iyi. Bunlar teknolojinin getirdiği kolaylıklar. Çok iyi, çok güzel. Zaten bunlara hiç
kimse karşı çıkamaz. Beğenmeyen, benimsemeyende yok zaten.
Ancak bunlar, sağlıklı ve dürüst bir toplum meydana getiremiyor. Sadece topluma, kolaylık ve rahatlık sağlıyor... İnsanların, birbirilerine güven duymasını, insanların yalan söylememesini, insanların verdiği sözde durmasını, temin edemiyor.
Yani bilgi toplumu olmak, insanların dürüstlük ve güvenilirlik
ihtiyacını karşılamıyor. Günümüz de, her firmanın bilgi ile donatılmış elemanlara ihtiyacı vardır. Ancak, hangi firma olursa
olsun, eleman alırken, güvenilir olmasını temel ölçü olarak kabul
eder. Diploma ve kariyerden önce, dürüstlük aranır. Neden
dürüstlük aranır? Çünkü, sosyal hayat güven üzerine kurulmuştur. Güven olmazsa sosyal hareket, felç olur. Hayat yaşanmaz hale gelir. Bir toplumda, bilgi artmakta, güven azalmakta
ise, sosyal ve ekonomik hayat felç olmuş demektir. Bunun so-144-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
nucu sosyal ve yapısal sıkıntılardır. Bu durumda, bilgi, teknoloji,
sistem mistem hiç bir şey, toplumların çöküşünü durduramaz.
Artık insanlık, bilgi toplumunu değil, önce dürüst toplumu
yaratmaya çalışmalıdır.
» ADALET HER DEĞERİN ÜSTÜNDEDİR.
Hak ve adalet kan bağından önce gelir.
Milliyetçilik, bir zümrenin, bir topluluğun veya bir partinin
sınırlarına sığmaz. Milliyetçilik toplumların genetik yapılarında
oluşan evrensel bir ölçüdür. Ancak adalet milliyetçiliği de aşan
çok büyük bir değerdir. Dört değişik birey olsun: Kardeşimiz,
vatandaşımız, dindaşımız, yabancı, el-alem... Şöyle bir test
yapalım:
• Kardeşimizle, vatandaş kavga etse, hangi tarafı tutarız?
• Vatandaşımızla, dindaşımız kavga etse, hangi tarafı tutarız?
• Dindaşımızla, yabancı olan kavga etse, hangi tarafı tutarız?
• Kardeşimizle, yabancı olan kavga etse, hangi tarafı tutarız?
• Vatandaşımızla, yabancı olan kavga etse, hangi tarafı tutarız?
Bu durumlarda, adaleti nasıl uygulamamız gerekiyor ki,
adalet yerini bulsun. Kendilerinin milliyetçi olduğunu iddia
edenler, şu tezi savunuyorlar: Kardeşinle, bir yabancı kavga
ederse, kimin tarafını tutarsın? Tabiiki kardeşinin tarafını. İşte
milliyetçilik budur diyorlar. Evet, milliyetçilik duygusu bu
olabilir. Ama adalet bu değildir. Adamlık bu değildir. Yukarıda
anlatılan, dört kişinin kavgasında; haklı olan, tarafı tutmamız,
İslâm’ın, insanlığın, adamlığın ve adaletin gereğidir.
Hiçbir din, hiçbir inanç, hiçbir milliyetçilik, hiçbir mezhep,
adaletin üstüne çıkamaz. Haksız olanın tarafını tutamaz.
» YAŞAMAK BU MU?
Nasihatten anlamayanın başına, muhakkak bir musibet
gelir.
Herkes kendi aklını beğeniyor. Herkes muhatabını haksız,
kendisini haklı çıkarıyor. Sır-mır tutan kalmamış. Kimse kimseyi
-145-
saymıyor, sevmiyor. Hatır - gönülün yerini, çıkar hesapları
almış. Kim, kimin adamı? Kim - kime, neye hizmet ediyor belli
değil. Kim iyi? Kim kötü? Seçilemiyor. Ortalık toz duman olmuş,
kimin kim olduğu görülemiyor. Kimsenin, kimseye güveni
kalmamış. Her şeyden şüphe etmek, güvenli yaşamanın tek yolu
olmuş. Hiç kimse, yaşamdan tat alamıyor, ölmemeye çalışıyor
sanki. ‘Güven’ olmayan yerde hayat olur mu? Olmuyor işte.
Hayatımız bu yüzden zehir oluyor. Mutluluğa hasret çeke çeke
can çekişiyor insanlık. Yasalar, senetler, teminatlar, imzalar,
kefiller güven veremiyorsa, artık hayatımız yaşanmaz hale
gelmiş demektir.
Bu böyle gitmez. Hiçbir devirde böyle gitmemiştir. Bu belirtiler, bu devrin sona erdiğini gösteriyor.Toplumların kurtuluşu, dürüst ve güvenilir insanlara, önem ve değer vermekle
olur. Dürüst insanlarına önem ve değer vermeyen bir toplum,
bin-bir çeşit musibetlere, ardı-arkası gelmez belâlara muhatap
olacak demektir.
» ŞAHSİYET DEĞİŞMEZ
Teknoloji, ne kadar değişirse değişsin, şahsiyet değişmez.
Dünya’da her şey değişmek zorundadır. Değişir. Teknoloji değişir, yönetimler değişir, eğitimler değişir, rejimler değişir, simalar değişir ve hatta cinsiyetler bile değişir. Değişmeyen bir tek
şey vardır. İnsanın şahsiyetine ait değerler değişmez. İnsanın,
şahsiyet yapısını hiçbir şey değiştiremez. Çünkü, sabit yaratılmıştır. Dürüstlük, dürüstlüktür... Adalet, adalettir... Eşitlik,
eşitliktir... Bunlar değişmez. Değişirse ne olur? Değişirse ortada
insan kalmaz. İnsan kalmayınca, teknoloji olsa ne olur? Olmasa
ne olur? Demokrasi olsa ne olur, olmasa ne olur? Koca bir hiç.
Çünkü, şahsiyet değerlerinin olmadığı yerde, hayat cehenneme
döner. Dünya yaşanmaz hale gelir. İşte günümüz. Kimsenin,
kimseye güveni kalmamış. Bu normal mi? Hayır. Yani
zamanımız öyle diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Bunun zamanla ne
alakası var? Yok tabi. Çünkü, güvenmek şahsiyetin yapısına
aittir. İnanmak, sevmek de öyle. İnsanlar bu değerlerini ifade
-146-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
edemezlerse ölürler. Yer, içer, çalışır ama, hareketli ölü gibidirler. Bunların belirtisi bunalımlardır. Hiç bir şeye güveni kalmayan insan nasıl yaşayabilir ki? Korkular ve şüpheler içinde bir
yaşam, cehennem azabından beter gelir insana... şahsiyetinden
eksilterek, madde ve ün kazanmanın sonu budur işte. Eğer şahsiyet (şahsiyet saygı değerliktir) kalmazsa o maddenin zevkini
kim yaşayacak? Hiç kimse... Görüntüsü insan ama niteliği ölü
olan yaşamdan, zevkten, huzurdan ne anlar ki? Hiçbir şey. Şahsiyetsiz insan, ruhsuz bir gövdeden ibarettir.
» BİZ NEYİZ?
Kendini affet. Sen sana barış ilân et.
Bu insanların ömrü, kendisini suçlamakla mı geçecek? Kendimizi suçlaya, suçlaya ne hale geldik... Olan oldu. Geçen geçti.
Doğru yanlış ne yaptıksa yaptık. Geçmişimiz geçmiştir. Geleceğimizi bu günden hazırlamaya bakalım. Önce, kendi kendimizi
affedip artık kendi kendimizle savaşmaktan vazgeçmeliyiz. Başkalarını, başka şeyleri seviyoruz da, kendimizi niçin sevmiyoruz? Kendimizle niçin ilgilenmiyoruz? Kendimizi niçin tanımıyoruz? Kendimizdeki değerleri niçin görmüyoruz? Biz böyle
kendimize hiç önem vermezsek, kendimizi nasıl sevebiliriz?
Değersiz ve önemsiz hiç kimse yoktur. Herkes kendine göre değerli ve önemidir. Ancak, kendimizi, devamlı başkalarının ‘gözüyle' değerlendirirsek, önemsiz biri olduğumuz kanısına varabiliriz. Çünkü bizi başkaları kendisine göre değerlendirir. Halbuki bizi, bizden daha iyi kim tanıyabilir? Bizi bizden daha çok,
kim sevebilir. Bize bizden daha çok kim güvenebilir? Bize biz
-147-
den daha iyi kim dost olabilir? Hiç kimse...O halde, bu, kendi
kendimizle savaş niye? Kim düşman etti, bizi bize?
Kim etmiş olursa olsun artık yeter! Kendimiz kendimize bakalım. Kendimizi sevelim. Kendimize dargınsak barışalım. Barışıksak, kendi kendimize sarılalım. Aslımızla birleşelim.
Seven kim? Sevilen kim? Konuşan kim? Dinleyen kim? Bakan kim? Gören kim? Biz neyiz? Önce bunları bir anlayalım...
» EN İYİ SEVDİĞİMİZ İŞİ YAPARIZ
Ya sevdiğin işi yap yada yaptığın işi sev...
Ya, ‘sevdiğin’ işi yap...
Ya da yaptığın işi sev...
Ne kadar kolay değil mi?.. Sevdiğin işi yap... Nasıl yapacaksın? Hadi yap bakalım? Hangi ülkede kaç kişi sevdiği işi
yapıyor acaba? İnsanların mesleklerindeki başarı oranlarına
bakarsak sevdiği işi yapanlar %5’i geçmez.
Meselâ, uluslar arası başarıya ulaşmış kaç kişiyi tanıyoruz?
Aklımıza kaç tane vatandaş gelir? Tek tük yok denecek kadar az.
Neden?
Nedeni çok basit. Çünkü hiç kimse sevdiği işi yapmıyor.
Yaptığı işi sevmiyor. Bu insanlar bunalıma düşmez mi? Düşer
tabi. Bir insanın, sevmediği işi yapması, işkence ve azaptan
başka nedir ki?
Bir toplum düşünün ki, bütün insanlar sevmedikleri işlerde
çalışıyor. Ya da yaptıkları işi sevmiyor. Böyle bir toplumda,
hoşgörü, mutluluk, verimlilik, sevgi, barış olur mu? Olması
mümkün mü? Mümkün değil...
O halde hemen, derhal sevdiğimiz işleri yapmanın bir yolunu bulmalıyız. Parası çok diye, forsu yetkisi var diye, sevmediğimiz işleri yapmamalıyız. Yapmamalıyız ki, ‘o işleri’ sevenler
yapsın. İnsanlar, sevdiği işi yaptığında yaşar. Yaşadığını
hisseder. Bu öyle bir şeydir ki, ‘cinsel birleşmeden' daha çok
insana haz verir.
-148-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» YAPTIĞIMIZ İŞ İÇİMİZE SİNMELİ
En güzel iş, içimize sinen iştir.
Kendimi yazı yazmaya mecbur hissetmiyorum. Çünkü, mecburiyetleri sevmiyorum. Yazı yazıyorum. Çünkü, yazı yazmayı
seviyorum. Ne yazdığım? Neden yazdığım, hiç önemli değil.
Önemli olan, ‘yazmayı’ sevmem ve
‘zevk’ almam... Yazdıklarımı ister okusunlar, ister okumasınlar. İster eleştirsinler, ister beğensinler. Hiç umurumda değil.
Yazmaktan aldığım ‘zevk’ ve ‘tatmin’ bana yeter. Yazılarımda,
bazı ‘kavramları’ ve bazı ‘zihniyetleri’ muhatap almam,
başkaları okusun falan diye değildir. Sadece ilgilendiğim ve
sevdiğim konulardır o kadar. Genelde herkes, sevdiği ve zevk
aldığı ‘işi’ yapmak ister. Yaptığı o işten, hiçbir karşılık beklemez.
Sadece sever ve yapar. Ama beğenenler olur. Paylaşanlar olur,
beğenmeyenler de olur. O başka. Bütün bunlar o işi yapanı hiç
ilgilendirmez. İlgilenirse zaten o işi yapamaz. Kendimiz için
yaptığımız ‘işlerde’ beğenmezler ‘endişesi’ taşırsak, yaptığımız
işi bozarız. En güzel iş, içimize sinen iştir. Kendimizin
beğenerek, severek yaptığımız işi, başkaları beğenmese de,
kendimiz beğendiğimiz için tatmin oluruz.
» ÖNCE ADAM OL
İster zengin ol. İster fakir...İster şu milletten ol, ister başka
milletlerden... İster Müslüman ol, ister Hristiyan, istersen dinsiz
ol... İster solcu ol, istersen sağcı, istersen hiçbiri olma... İster
komünist ol, ister kapitalist, istersen liberal ol... Hangi renkten,
hangi ırktan, hangi dinden, hangi dilden olursan ol yeter ki, önce
adam ol...
Milyonlarca kere... Milyonlarca sayfa, hep bu cümleyi
yazmak isterdim... Bıkmadan, usanmadan, hep bunu söylemek
isterdim. Arkamda, hep bunu söyleyen insanlardan, bir ordu
bırakmak isterdim. Dünya’yı adam gibi adamların yönetmesini
isterdim. Bu koskoca Dünya’ya hep bunu haykırırdım. Ölene
kadar da, hep bunu haykıracağım. Son nefesimde dahi, bu
Dünya’da kalanlara ne olursan ol. Önce adam ol... demek
isterdim.
-149-
» FARKINA VARMAK
Bugün kendim için hiçbir iyi iş yapmadım. Kötü iş de yapmadım. Hiç kimse için ne iyi, ne de kötü hiçbir iş yapmadım. Böyle
yaptığım için kendime kızmıyorum. Önemli olan, bu durumun
farkında olmam. Bu kendi durumunun farkında olmak var ya,
benim için bu, bir şey yapmaktan çok daha önemli. Kendi
kendinin farkında olmak kendim için yaptığım en önemli şey
bence.
» İYİ DÖVÜNMELER SİZE
Londra borsası düşmüş. Tokyo borsası çıkmış. İstanbul borsa- sı
durmuş... Sermaye piyasasıymış da... Hisse senedi borsa- sıymış.
Falan, filan. Nedir bu hokkabazlık? Nedir bu sahtekârlık be?
Üç-beş tane banka ve holding sahibi, birbirlerine hisse senedi
satıyor. Arada saflamalar figüranlık yapıyor. Denk gelirse,
üç-beş kuruş kazanan da var. Ama asıl parayı üç-beş holdingci
kazanıyor.
At yarışları da böyle. Para borsası da böyle. At yarışlarında,
9-10 tane at sahipleri oturup, hangi atların kazanacağına karar
veriyor. "Bu yarışı, şu at kazansın. Şu yarışı, bu at kazansın."
Kendileri de, kazandıracakları atlara oynuyor. Böylece, yüklü
paralar, üç-beş kişinin cebine gidiyor. Arada, altılı oynayıp,
tesadüfen tutturan saflamalar da, üç kuruş kazandım diye
seviniyor.
Bir kısım saflama da;
Birinci gelen at, bu yarışta nasıl sonuncu geldi diye dövünüyor.
İyi dövünmeler size.
-150-
» PARA MAL MI Kİ SATIYORSUN?
PARA BORSASI da bunlardan farklı değil. Aynı sistem aynı
taktik... Üç-beş büyük banka, her gün sırayla, borsaya döviz
sürüyor. Meselâ, bir banka, o gün aşırı dolar sürüyor borsaya,
dolar çok olunca fiyatı düşüyor. O üç-beş bankadan bir başkası
(onlar kendi aralarında, kimin alıp, kimin satacağını sıraya
koyuyorlar) hemen düşük fiyatlı doları topluyor.Ucuza toplayan, sıra kendisine geldiğinde, borsaya az miktarda dolar çıkarıyor. Az olunca doların fiyatı yükselmeye başlıyor. Ucuza
topladığı dolarları, yüksek fiyatla satarak, aradaki farkı kâr
olarak cebe indiriyor. Bu arada, küçük bankalar, finans kurumlan, rantla geçinenler alım güçleri oranında kâr elde ediyorlar. Borsadaki, bu hareket bir gün dolar, bir gün mark, öbür
gün başka paralar olarak devam ediyor. Üç-beş bankanın
tekelinde yürütülen bu sahtekârlık, sürüp gidiyor. Paranın
ekonomideki yerini bilmeyenler, bu düzeni yadırgamayabilir.
Bunu, sistemin bir parçası olarak görebilir. O zaman ekonominin
bozukluğundan niçin şikayet ediyorlar? Niçin üretime yatırım
kârlı değil diyorlar? Sistemi bozan onlar, şikâyet eden de onlar.
Hiç kimse çıkıp da, bunlara sormuyor;
Kardeşim, para alımp-satılır mı? Para ticaret metası mı?
Yoksa para, ticaret metasının değer ölçüsü olmasın? Bir
düşünün bakalım, ekonomik sistem uzmanları? Para çay markası gibi bir ‘değer ölçüsü’ değil mi?
Evet, değer ölçüsü diyorsanız, alınıp satılamaz. Ticaret malı
gibi alınıp satılıyorsa, o zaman yeni bir para icat edilmelidir.
Parada, metre gibi, kilogram gibi bir değer ölçüsüdür. Metre,
kilogram nasıl alınıp satılamıyorsa, para da alınıp satılamaz.
Satılırsa sistem çöker. Küreselleşmede Dünya ekonomisini
kurtaramaz artık.
» MEZARDAN ÖTESİ NEREDE?
Kendisini gövdeden ibaret zanneden, âlimde olsa cahildir.
İnsanlar, kendisini gövdeden ibaret zannederse, gövdesinin
derdine düşer, kendisinin derdine düşmez. Gövdesine lâzım
olanları bilir. Kendisine lazım olanları bilmez. Gövdesini korumasını bilir. Kendisini korumasını bilmez. Gövdesini, karşı
cinsle birleştirmeyi bilir. Kendisini, aslıyla birleştirmeyi bilmez.
-151-
Gövdesini temizlemeyi bilir, zihnini temizlemeyi bilmez. Elini
ayağını kullanmayı bilir, sevgisini yönlendirmeyi bilmez.
Gövdesini doyurmayı bilir şahsiyetini doyurmayı bilmez.
Gövdesine hükmeder,
Kendi kendine (nefsine) hükmedemez. Domatesin, patlıcanın iyisini bilir de, kendisinin önemli ve değerli taraflarını, bir
domates kadar önemsemez. Her şeyleri bilir de, o bildiklerini
aklına getireni, hiçbir gün merak edip, bilmek istemez. Şu 60
kiloluk gövdesini bir şey zanneder de, o gövdeden, konuşanı,
dinleyeni, bakanı, göreni, nefes alıp-vereni merak edip de
öğrenmek istemez.
Ey, kendini akıllı sanan, ahmak! Sen kendi-kendinin cahili
oldukça, dünyanın ilmini öğrensen ne olur? Öğrenmesen ne
olur? Koskoca bir hiç... Böyle bir insana cahil denmez de, ne
denir? Diplomalar, doktoralar iyi güzel ama o da mezara kadar.
Sonra? Yani mezardan sonra bilinecekler nerede?Göv- dene
önem verdiğin kadar, kendine de önem versene biraz.
» ÖNEMLİ VE DEĞERLİYİZ
Kendimiz hakkında ne düşünüyorsak, biz oyuz, öyle oluruz.
Hiç kendi zihnimizde kendimizi nasıl tarif ettiğimize dikkat ettik
mi? Meselâ, kendimizi nasıl tarif ediyoruz? Başarılı mı, başarısız
mı? Çalışkan tembel mi? Sevilmeyen sevilen mi? Korkak mı
güvenli mi? Kendimiz hakkında ne düşünüyoruz? Başkaları,
bizim hakkımızda ne düşünürse, düşünsün. Biz, başkalarının
düşündüğü gibi olacak değiliz. Olmamalıyız. Biz, kendimizi
nasıl kabul ediyorsak, oyuz. Şu anda öyle değilsek bile, kısa
zamanda
öyle oluruz. İşte, inancın gücü budur. Bizi kabullerimiz yönetir. Kabullerimiz onaylamalarımızdır. Biz, ne karşımızdaki
insanları, ne de hayatın yasalarını değiştirebiliriz. Aslında, kendi
dışımızda hiçbir şeyi değiştirmeye, kendi dışımızdan
başlayanlayız. Neyi değiştirmek istiyorsak, önce kendimizden,
kendi kabullerimizi (onaylamalarımızı) değiştirmekten başlamalıyız. Kendimizi güçlü duruma getirmek için, bizi güçsüz kı-152-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
lan evet ve hayırlarımızı, isteklerimizi engelleyici, (geçmişte
doğru diye koyduğumuz) kurallarımızı, derhal değiştirmeliyiz.
Çünkü, biz karşılaştığımız olaylara hükmedemeyiz. Ancak,
kendi zihnimize hükmedebiliriz. Kendi inançlarımızı, kendi
düşüncelerimizi yönetebiliriz. Güçlü olmamız için, önce kendi
kendimizle ilgili olan düşünce ve inançlarımızı değiştirmemiz
gerekir. Böylece, kendimizi, cesur veya korkak, çalışkan veya
tembel, mutlu veya mutsuz, zengin veya fakir yapabiliriz. Zaten,
bugünkü durumumuz, kendi kendimiz hakkındaki olumlu veya
olumsuz düşüncelerimiz sonucu değil mi? Başımıza gelen,
olumlu veya olumsuz olayların değerlendirmesini yaparken, ön
plânda ve hedefte hep kendimiz oluruz. Bir aksilikle karşılaşsak,
hemen kendimizi yargılarız, ‘ben çok şanssız bir insanım’ sözü,
kendimiz hakkında verdiğimiz olumsuz bir kararın ispatıdır. Bu
gibi kararlarla her gün her saat, kendi kendimizi güçlü veya
güçsüz yaparız. Biz olayları ve çevremizdeki- leri değiştiremeyiz
demiştik. Ancak, kendi kendimizle ilgili ka- bûllerimizi
değiştirirsek, o zaman olaylar da değişir. Meselâ, bir satıcı kendi
kendine "ben bu ürünü peşin satamam, ancak taksitle
satabilirim" diye kendi kendini şartladıysa, onun karşısına,
çoğunlukla taksitle mal almak isteyen müşteriler çıkar.
Sonra, bu satıcı kendi kendine der ki /ben zaten biliyordum. Peşin paraya bu ürünü kimse almaz/ Sonuçta bu satıcı,
kendi zihninde, kendisini nasıl programladıysa, kendisinin yapıp yapamayacağı işleri nasıl onayladı ise, o kabûllerine göre
olaylarla karşılaşır. Çevremize baktığımızda, hiç sıkıntı çekmeden, hiç incinmeden, çok rahat ve huzurlu bir yaşam süren,
şanslı mı şanslı insanlar görürüz. Bu insanların bizden hiçbir
üstünlükleri yoktur. Diğer tarafta ise, sıkıntı ve acı içinde ömür
süren, aksilik ve şanssızlıktan yakasını kurtaramayan insanlar
görürüz. Neden? Neden bu böyledir? Şans, kader, rastlantı var
mıdır? Bizim hayatımız kadere, rastlantılara mı bağlıdır? Hayır
hiç birisi doğru değil. Bizim hayatımız bize bağlıdır. Kendimizi
-153-
İ NSANA
VE HAYATA DA İ R ...
nasıl ne şekilde kabûl edersek biz öyle oluruz. Şanslı
olduğumuza inanırsak (onaylarsak) şanslı oluruz. Şanssız
olduğumuza inanırsak, şanssız oluruz. Hayatımızı şu andan
itibaren değiştirmek istiyorsak kendimizle ilgili olumsuz
kabullerimizden başlamalıyız. Çünkü, bizim kendimizle ilgili
kabullerimiz, karşımıza çıkan olumlu veya olumsuz olayları
hazırlar. Hemen şimdi başlamalıyız. İstediğimiz şeylerin olması
için... İstemediğimiz şeylerin olmaması için. Hemen şimdi ne
yapabiliriz? Önce, kendimizi karşımıza alıp konuşmalıyız. /Sen
çok akıllısın/ sen çok güçlüsün/ sen çalışkansın/ seni
seviyorum/ sen çok değerlisin/ sen çok önemlisin/ sen bütün
isteklerini kolayca elde edecek yetenektesin... Böylece kendi
kendimizi olumlu taraflarımızla kabullenmiş oluruz. Bunu biz
yapmalıyız. Bizim yerimize başkası bunu yapamaz. Kendimizi
mutlu edecek bir şey yapmak istediğimizde, zihnimize hücum
eden olumsuz düşünceleri reddetmeliyiz. /Ben yapamam. /Bu
sıcakta gidilir mi? /Boş ver yarın git. /Beni dinlemezler.
/Benden almazlar. /Benim şansım yoktur. /Hep aksilikler,
terslikler beni bulur. /Gibi düşünceler, bizim olumsuz
kabullerimiz (onaylamalarımız) olur. Ve bunlar, karşımıza bizi
rahatsız eden olaylar olarak çıkar. Onun için, hemen derhal, bu
gibi olumsuz inançlarımızı reddetmeli, bu gibi düşüncelere onay
vermemeliyiz. Bu gibi olumsuz düşüncelerimizi, liste halinde
yazıp, sonra da buruşturup çöpe atmalıyız. Kendimize daima ve
her an, en iyi, en güzel bir hayatı layık görmeliyiz. Meselâ
pahalılık, bizim zihnimizdeki bir düşüncedir. Nice zenginler
vardır ki, satın alacak güçleri olduğu halde, pahalı düşüncesi
yüzünden, hep kalitesiz ürünler kullanırlar. Biz kendimiz, çok
önemliyiz ve değerliyiz. Bunu zihnimize silinmeyecek bir
şekilde kazımalıyız. Bunu kabullenirsek, diğer bizi rahatsız eden
ayrıntıları daha kolay hallederiz. Bunu ciddiye alıp, hemen
şimdi başlamalıyız.
-154-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» ARKADAŞ NE İŞE YARAR?
Kendisine iyilik yapmak isteyen, arkadaşına yapsın.
• Arkadaş... Senin arkadaşın var mı?
• Tabi ki var.. .Varsa ne işine yarıyor bu arkadaş hiç düşündün
mü?
• Arkadaş arkadaştır... Neyini düşüneceğim diyebilirsiniz. Ve
hatta, dertlerimi paylaşan, iyi ve kötü günümde yanımda
olan kafa dengi biridir arkadaş, diyebilirsiniz. Tamam,
doğru. Ancak, insana bunlar için arkadaş gerekmez.Çiinkü insan, çok güçlü ve kendi kendine yeterli olarak
yaratılmıştır. İnsan denen varlık, kendi derinliğinde, kendi
zihninde kendi kendisiyle de arkadaşlık yapabilir. Ammaaa...
İnsan, arkadaşı olmadan, kendine iyilik yapamaz. Neden?
Çünkü evrenin yasası böyle. Halbuki, çoğu insan ‘hep bana - yok
sana’ yapmayı, kendine iyilik yapmak zanneder. Böyle yapmak,
hayata borçlanmaktır. Hayat,eninde sonunda, şu veya bu şekilde
bizden alacağını alır. Meselâ, hiç umulmadık yerden masraf
çıkar. Ya da, paramızı kaybeder veya çaldırırız. Neden böyle
olur? Hep bana - yok sana zihniyetinden... Küçük benliğimizi
aşamamaktan.
Ona
yenik
düşmekten.Bencilliğimizi
beğenmekten. Halbuki o çok beğendiğimiz, ‘bencilliğimiz’ bize,
hep acı, sıkıntı, kibir, beğenmemezlik, kin, haset sunmuştur.
İçimiz ise, yani ‘büyük ben' yani, ‘gönlümüz’ bize bunların tam
tersini sunar. Ama biz, ‘onu tanımamaktan’ dolayı, içimize itibar
etmeyiz. Hep bencilliğimizin peşinden koşarız. İşte insana
arkadaş, bu bencilliğini aşabilmesi, içindeki ’mükemmel insanın’
açığa çıkması için gerekli. Çünkü biz, kendimize yapılmasını
istediğimiz, bütün iyilikleri, arkadaşımıza yaptıkça, kendimize
yapmış oluruz. İçimizdeki cennete bu yoldan girilir.
» ALLAH’IN KUDRETİ HERKESTE VAR
Allah’ın kudretine, ancak egosunu aşabilen ulaşabilir.
Her birimiz Allah'ın kudretini taşıyoruz. Onunla bir yaşıyoruz.
Ama farkında değiliz. Şöyle bir vücudumuzu izlesek,dolaşım
-155-
sistemimizi,sindirim sistemimizi, solunum sistemimizi, sinir
sistemimizi ve daha birçok şeyimizi çalıştıran büyük gücün
farkına varacağız. Farkına yaramıyorsak da, bu gücü biz canlılık
olarak hissederiz. Can, gövdeyi terk edince, gövdenin hiçbir işe
yaramadığı görülür. Onu götürür mezara koyarlar. Canımız,
gövdesiz olarak yaşamaya devam eder. Bu canlılığımız, Allah’ın
bizdeki ispatıdır. Canlılığın ispatı ise nefes alıp- vermek ve
harekettir. Nefes bitince can gider. Can hava değildir. Havadan
daha ince olan hayattır. O halde, kendi derinliğimizde ki, sonsuz
kudrete ulaşacağımız yer: Nefesimizin alınıp verildiği, canımız
ile gövdemizin irtibat noktası olan yerdir. Buna can noktası
derler.
Dikkatimizi bu noktadan ayırmadan yaşarsak, o sonsuz
kudrete ulaşabiliriz. Bu, bu kadar. Merak eden arar bulur.
Her şeyi ve bizi yaratan yaratıcı, her şeyi sevgisinden yaratmış, sevgisiyle kuşatmıştır.
Yarattığı ve yaratmaya devam ettiği her şeyi, insanların
emrine sunmuştur. Kur’an’daki âyetler evrensel yasalar manzumesidir. Kur’an da der ki,
"Hayır ve şer Allah’tandır"
Yani, Allah her şeyle ve herkesle birdir. Hiç bir şeyden ayrı
değildir. Hırsız hırsızlığını, katil katilliğini, kahraman kahramanlığını, Allah'ın izniyle onun kudretiyle yapmaktadır. Allah
ne ceza verir ne de ödül verir. O yasaları koyar. Şimdi uyanık
olmalıyız. Kendisini uyanık sanan aptallardan olmayalım. Eğer
biz, iyilik yaparsak, bize de iyilik yaparlar. Kötülük yaparsak,
bize de kötülük yaparlar. İşte yasa böyle işler. Bilenle bilmeyenin
farkı, aptalla akıllının farkı böyle anlaşılır.
» KAFAYI MI YEDİN?
Gerçek lider tüm oyları alır.
Bir oy farkla lider seçilmişsin. Sen buna seçim mi diyorsun? Sen
buna "kazandım" mı diyorsun? Oy verenlerin %49’u sana karşı.
Seni istemiyor. Sende hiç kafa yok mu be adam?
Sen kendini o koltuğa nasıl layık görürsün? Sen buna seçim
mi diyorsun? Yani, sen neyin kimin liderisin be adam? Bir oyla
-156-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
seçimi kazanmayı içine sindirebiliyorsan, pes yani.
Beni seçtiler, tesellisine hiç kapılma. Çünkü, toplamışsın
etrafına yağcı, yalakaları, şantajla, tehditle, kendine oy toplattırıyorsun. Senin gibilerden bu millete ne fayda gelecek?
Sahtekârlıkla oyları aldın. Peki ne hizmet vereceksin bu
millete? Ben söyleyeyim. Koskoca bir hiç. İş başı yapar yapmaz,
hemen çalma çırpma, işlerine başlayacaksın değil mi? Her şeyi
bozmak için elinden geleni yapacaksın değil mi? Her fırsatta
garibanın hakkını gasp edeceksin değil mi? Güçsüze güç
gösterecek, köylüne hemşerine, tabancayla Mercedes ile hava
basacaksın
değil mi? Bütün bu itliklerini de, vatan, millet, demokrasi
edebiyatı ile gizleyeceksin değil mi?
Vah zavallı mahluk, vah!
Sen ister devlet gücünü, ister para gücünü hangi gücü eline
geçirirse geçir senin sonun, yaptığın bu alçaklıkların bir gün
hesabını vermek ve it gibi sürünmektir. Çünkü, sonunda herkes
ettiğini misliyle biçer. Bu hesabı yapacak katada yok sende.
» ÖLÜM CEZASI ÇARE DEĞİL
Ölüm cezası suçu önleyemez. Suçu ancak sorumluluk önler.
Toplumda, her geçen gün artan olayların başında hırsızlık, tecavüz, gasp, cinayet geliyor. Artık bunlar bireysel eylemlerden
çıkıp, organize suçlar kapsamına girdi. Çünkü, her şey ve herkes
çeteleşiyor. Bunları, ne yasalar, ne de cezalar durdura- biliyor.
Toplumun güvenliği için öncelikle suça engel olmak şarttır. Ceza
sonra gelmelidir. Böyle deyince her kafadan ayrı bir ses çıkar.
• Efendim suça iten sebepler...
• Efendim, toplumsal ve ekonomik şartlar...
• Efendim, kültürel etkenler var...
Evet. Var. Ne olacak? Laf mı bunlar şimdi? Diyelim ki var.
Diyelim ki fakir. Fakirse hırsızlık yapması mı gerekiyor? Bekârsa
evlenmiyorsa, tecavüz etmesi gerekiyor? Haksızlığa uğ- radıysa,
gasp yapması veya adam vurması mı gerekiyor? Hiç kimse
-157-
bunlara evet diyemez. Halbuki asıl suçlu toplumun
vurdumduymazlığıdır. Asıl suçlu, suçlunun çevresidir. Cezayı
sadece suçu işleyene vermekle, suçu önleyemezsiniz. Cezayı,
topluma yaymalıyız. Bu da:
1- Suçu işleyeni büyüten, anne-baba her kimse,
2- Okuldaki öğretmeni,
3- Arkadaşları, akrabaları, komşuları,
4- Suç olan olayı, görüp, engel olmayan, seyirciler aynı derecede suça iştirak etmiş olurlar.
Yani sorumludurlar. Bunların hepsi aynı cezaya çarptırılmalıdır. Suçlunun aldığı ceza bunların hepsine verilmelidir. Bu
toplum, bana-necilikten kurtulmalıdır.
» KISA BİR ÖMÜR
Bu Dünya’daki ömrümüz, şöyle veya böyle bitecek. 60 sene
70 sene 80 senelik bir ömür ama sonlu.
Bu Dünya’da para ile madde ile bir rahatlık elde ettik diyelim,
‘madde ötesine’ geçince ne yapacağız? Orada ölüm de yok.
Ebediyen, sonsuza kadar vanz. Orada halimiz ne olacak? Hiç
düşündük mü? Orada para-pul, makam, rütbe geçmiyor, ebedi
hayatımızda ne ile nasıl rahat yaşayacağız? Hiç düşündük mü?
"Geç bunları. Orası var mı bakalım? Oraya gidince düşünürüz"
diye yüzeysel cevaplar verenler çıkacaktır. Onların dar kafaları,
hayatın bütününü kavramaya yetmez. Onlar hayatı, yiyip, içip,
yatıp kalkmaktan ibaret sanırlar. Biz de onlar gibi ‘kör’ mü
yaşayalım? Hayır biz sonsuzluğu kavramaya çalışmalıyız.
Onun için, ‘madde ötesini’ ve ‘sonsuz hayatı’ çok iyi anlamalı ve kavramalıyız. Şu sorunun cevabı çok önemli: "Madde
ötesinin sonsuz hayatı mı çok? Bu Dünya’nın 60-70 senelik sonlu
hayatı mı çok?" Tabiiki madde ötesi hayatımız daha çok.
Sonsuzun çoğu olur mu? Sonsuz sonsuzdur. O halde, ebediyen
yaşayacağımız, ölümün hiç olmadığı, madde ötesi hayatımız
daha acil ve daha önemli olmalıdır. Eğer önemliyse, o zaman
niçin, bu Dünya'daki ömrümüz bitmeden, madde ötesi
hayatımızı güvenceye almıyoruz? Bu Dünya’daki rahatlığımızı
-158-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
düşünüyoruz da, sonsuz hayatımızın rahatlığını niçin
düşünmüyoruz? Akıllı insan böyle yapmazsa, başka ne yapar
acaba? Üç-beş kuruş para kazanmakla, makam ve rütbe elde
etmekle bir de kendimizi akıllı zannediyoruz. Akıllı insan hayat
konusunda da, hiçbir konuda da aldanmaz. Akıllı insan, sonsuz
ve ölümsüz hayatı için çalışır.
» SONSUZLUĞA YATIRIM
Tabi ki, akıllı olan, ölümsüz hayatının rahatlığı için çalışır.
Madde ötesi hayata inanmayanlar da vardır, olabilir. Onlara
hiçbir sözümüz olamaz. Sadece ‘akıllarından’ şüphe edilir. Onlar
‘zekanın’ düşüncenin, mantığın, sevginin, nefretin, öfkenin,
beğenmenin, madde olmadığını ve bütün bunların, madde ötesi
vücudumuz olduğunu idrak edemiyorlarsa, tabiiki onların
‘akıllarından’ şüphe edilir. Sonsuz hayatın sermayesi olan ve bizi
‘madde ötesi’ hayatımızda rahat ve mutlu ettirecek şey: Dini
tabirle ‘sevap işlemek’ yeni terimle ‘iyilik yapmak’ bilimsel
tarifiyle ‘Egoyu aşmak’ veya ‘küçük benliği, büyük benliğe’
katmaktır. Diğer bir tarifle, insanın kendi ‘Egosunu aşması’
küçük benliği için parmağının ucunu bile kıpırdatmaz hale
gelmesidir. Kendi rahatlığından önce, başkalarının rahatlığını
temin etmeye çalışan, sevdiği şeylerden başkalarına da veren,
başkalarının derdine ve ıstırabına ortak olan, kendi içindeki
‘yaşatanından’ ilham alan, adalet, eşitlik, özgürlük ve güzellik
tesis etmeye çalışan kısaca, böyle bir insan olursak eğer, sonsuz
hayatımıza yatırım yapmış oluruz.
Bu ne demek diyenler olabilir. Bu şu demektir; biz başkalarına iyilik yapmakla, ‘kendimize’ iyilik yapmış oluruz. En kârlı
yatırım budur diyorum.
» HANGİ ALLAHTAN İSTİYORUZ?
Ettiğin dualar olmuyorsa, senin ‘Allah’ın’ hayal demek tir.
Allah’tan istedik, istedik... Olmadı! Yalvardık olmadı! Ağladık
olmadı! Bu nasıl istemek ki, ne Allah veriyor! Ne istediğimiz
oluyor! Tam istediğimiz olacakken, bir bakıyoruz olmayıveriyor!
-159-
Neden? Neden olacakken olmuyor? Allah niçin bize vermiyor? Bir de bakıyoruz, bizim kızdıklarımıza veriyor. Bize
vermiyor. Neden? Allah niçin bize vermiyor? Bize acı çektirmek
mi istiyor? Yoksa bizi adam yerine mi koymuyor? Yoksa Allah
diye bir şey yok mu?
Elbette var. Hem de ayan-beyan. Alıp verdiğimiz nefes kadar bize yakın. O kadar yakın ki, onun farkına varamıyoruz.
Yokmuş hissine kapılıyoruz. Halbuki, Allah var da, biz yokuz.
Biz bizi bilsek, Allah’ı da bileceğiz.
Şöyle bir genelleme yapsak, üç tür Allah kavramı görürüz:
1- Bizden ayrı, bizden çok uzakta bir Allah kavramı.
2- Zihnimizde, düşüncemizde, hayalimizde canlandırdığımız
bir Allah kavramı.
3- Bize, bizden yakın olan, içimizde derinliğimizde, gönlümüzün merkezinde, bizi koruyup gözeten, bizi, bizden daha
çok seven, bizim, zengin, mutlu, başı dik ve dürüst bir
yaşam sürmemizi isteyen bir Allah kavramı.
Bu üç Allah kavramından hangisi gerçek Allah kavramıdır?
Şimdi biz acaba hangi Allah’tan istersek, istediğimizi verir?
Üçüncü şık diyorsanız tamam. Hakikî Allah’la bir ve berabersiniz demektir. Artık bundan sonra ne isterseniz ondan isteyin.
» KİMSİN SEN?
Seni, sana anlatamayan her tarikat sahtedir.
Kimsin sen arkadaş? Kendi kendine sor bakalım? Sen kimsin?
Nesin? İnsansın. Evet insansın ama nasıl? Sen kimle berabersin?
Sen kime karıştın? Sen kimle özdeşleştin? Sen kimde yok oldun?
Sen neye akıp karıştın? Sana ne oldu? Sen, sen olamıyorsan ne
oluyorsun? Sen kim oluyorsun?
-160-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Falanca tarikata bağlı, falanca şeyhin müridi misin? Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş tarikatının bir neferi misin? Para
tarikatından mı? Yoksa kadın tarikatından mısın? Sen hangi
tarikata kendini kaptırdın da onda yok oldun? Kendi kendine
sor bakalım, sen nesin?
Şuyum veya buyum dedin diyelim. Verdiğin cevap seni
tatmin eti mi? Hayır etmedi. Edemez de. Çünkü, 'sen sensin" ne
demektir bilemedin? Evet. 'Sen sensin" arkadaş. İnansan da,
inanmasan da. Anlasan da, anlamasan da sen-sensin.
Aklın seninle beraber. Mantığın seninle beraber. Sevgin
seninle beraber. İnancın şenle beraber. İraden seninle beraber.
Allah’ın seninle beraber. Hayat seninle beraber. Sınırsız evren,
sınırsız zekâ, sınırsız güç seninle beraber. Şimdi daha yukarıda
sıraladıklarımı düşün ve kiminle neyle beraber olduğunu anla?
Anlayamadıysan, bu kitabı kaldır at. Bu kitap sana yaramaz.
Eğer anladıysan, kendi-kendini sorgula, kendine önem ver. Ve
evrenin en değerli varlığı olduğunu unutma. Hiçbir şeyi kendi
dışında arama. Seni, sen yapacak. Seni sana tanıtacak. Seni sana
sevdirecek. Bir tarikat var mı? Olsa idi herkes oraya koşardı.
Dışarısı tuzaklarla dolu. Görünüşe, reklama aldanma. Etrafına iki, üç
sahtekâr toplayan kendisini şeyh ilan ediyor. Sormak lazım o
tarikat sahtekarlarına:
Sen, iyi niyetle sana gelen bu saf insanlara ne anlatıyorsun?
Kendini mi? Allahı mı? Yoksa insanı mı? Elini mi öptürüyorsun?
Yoksa gelenin elini mi öpüyorsun? Kafan karıştı değil mi? Daha
ne hinoğlu hinlikleri var. Saymakla bitmez. Bu işler öyle kolay
değil. Önce adam gibi adam olunda sonra vakit kalırsa şeyh
olursunuz.
» SEVİLMEK ÇOK KOLAY
ALLAH insanlara zulmetmez. İnsanlar, kendi kendilerine
zulmederler.
Bütün Peygamberlerin tanıtmaya çalıştıkları Allah, insanlara
Zülüm yapmayan, insanları seven, insanların mutlu olmasını
isteyen bir Allah’tır.
-161-
Allah ceza da vermez, mükafat da. Her ikisini de biz seçeriz.
Yaptığımız iyi veya kötü işlerle, kendimize ceza veya mükafat
hazırlarız. Allah, mutlu olmamızı istemeseydi, peygamberler
göndermezdi. Demek ki, Allah mutlu olmamızı istiyor. Ama biz,
mutlu olmamak için elimizden ne geliyorsa yapıyoruz. Neden
böyle yaparız? Tek cevap: Samimiyetsizlikten...
Allah’a inandık deriz, inanmamışların yaptıklarını yaparız.
İnanmak nasıl olur, onu da merak etmeyiz. Kutsal kitaplardaki
prensip ve kuralları masal gibi dinler, hiç önemsemeyiz. Sanki o
kurallar bizim kötülüğümüzeymiş gibi tam tersini ya- panz.Ve
böyle yapmakla bütün sıkıntı ve mutsuzluklara muhatap olmuş
oluruz. Oluruz da suçu başka yerde ararız. Sonra da
mutsuzluktan şikayet ederiz. Ve bu Dünya'dan hiçbir tat almadan, mutluluk hasreti çeke çeke ömrümüzü doldurur gideriz.
Halbuki insanlar, mutlu olmaya, sevmeye, sevilmeye layıktırlar. Bütün çabaları ve istekleri de budur. Ama olmuyor.
Nasıl olacağı da bilinmiyor. "Ne yaparsam beni severler" sorusuna cevap bulunamıyor. Halbuki bu sorunun cevabı çok
basittir. Ama aklımıza gelmiyor.
1- Senin hoşuna gidecek ’şeylerin tümünü' muhatap olduğun
insanlara da yap.
2- Senin ’zoruna gidecek şeyleri’ başkalarına yapma.
Bu kadar basit. Yapabilirsen... Biraz gayret yeter.
» HEDEF OLSUN YETER
Bir ülkenin ileri gitmesi için çocukların babalarını geçmeleri gerekir.
İlimde, teknikte, çalışmakta, başarmakta; talebe hocasını çocuk,
anne ve babasını geçmedikçe bir ülke ilerleyemez.
Yaşamak, başarmak, insanın doğasında olan bir dürtüdür.
Bu bizim ve çocuklarımızın ‘iç dinamiğidir’. Onun için çocuklarımız, mutlaka bizi geçmelidir. Sadece zenginlikte, mesleki
başarılarda değil, milli ve insani değerlerde de bizi geçmeliler.
Bizim hedeflerimizi daha da büyütmeliler.
Adalet, eşitlik, özgürlük değerlerinin, kendi ülkemizde
sağlanmasından başka, bütün dünyada yürürlüğünü sağlamak
hedefini çocuklarımıza unutturmamız gerekir. Çünkü bizim
-162-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
çocuklarımıza bırakacağımız en büyük miras, insan ömrünü de
aşan evrensel bir hedef vermektir.
Bir milletin evreni kucaklayan bir hedefi olmazsa, bireysel
başarılar bireyin egosunu tatmin etmekten başka hiçbir şey ifade
etmez.
Bir milleti diriltmek, büyütmek istiyorsanız, o milletin önüne
evrensel bir hedef koyun yeter. O zaman o millet kendini yoktan
var eder.
» BİZ BİZE ENGELİZ
Bizi yıkan, önümüze çıkan engeller değil; zihnimizdeki
engellerdir.
Çok sıkıntılı, çok çaresiz, çok ümitsiz bir durumla kuşatılmış
olabiliriz. Hiçbir çare, hiçbir çıkış yolu aklımıza gelmeyebilir ve
bundan daha da kötüsü olabilir. Burada önemli olan karşılaştığımız sıkıntılar değildir. Önemli olan, bu sıkıntılar karşısında bizim takınacağımız tavırdır.
Önümüze engeller çıkabilir. O engelleri zihnimizde aşılamaz
hale getiren, biziz. Aşılan kılan da biziz. "Ne kadar şanssızım"
diyen de, "Bu zorlukların üstesinden gelirim" diyen de biz değil
miyiz? Demek ki, biz zihnimizde kaybedip, zihnimizde
kazanıyoruz. O halde, olaylar bizim için önemli olmamalıdır.
Önemli olan öncelikle bizim zihnimizin durumudur.
"Zihnimizin durumu’ isteklerimizi gerçekleştirmekte,
önümüzdeki engelleri aşmakta, bizim ‘tek ve en büyük’ silahımızdır. İsteklerimizin olması için yapacağımız tek şey, ‘zihnimizdeki düşünceleri’ nasıl kullanacağımızı öğrenmektir. Bir şeyi
ne kadar istersek isteyelim, onun olması için, önce zihnimizde
meydana gelen engel ve kuralları ortadan kaldırmayız. Bunun
için:
1- Kararlı olmalıyız.
2- Şüphe ve tereddütle parmağımızı bile oynatamayız.
3- Ama/lakin/fakat gibi düşüncelere kesinlikle zihnimizde yer
vermemeliyiz.
Hareketimize ve eylemlerimize engel olan her düşünceyi
-163-
zihnimizden kovmalıyız. Çünkü düşünceler de, adam kovulur
gibi kovulur. Kovulunca, o düşünceler zihnimizde kaybolurlar.
Ama biz kararlı olursak kovulur. Tereddüt edersek olmaz.
Tereddüt, en büyük güç kaybıdır. Zihnimizdeki düşman: Tereddüt, dost ise karardır.
» BİR DİNLE...
Devamlı konuşan iyi bir dinleyici olamaz. Dinlemeyen
anlayamaz, anlamayan bilemez.
Herkes konuşuyor...
Herkes konuşuyorsa, kim dinliyor? Hiç kimse. Kimse kimseyi
dinlemediğine göre, dinlemeyen de anlamadığına göre, anlamayan da hiçbir şey bilmiyor demektir. Hiçbir şey bilmeyene
kısaca cahil demezler mi? Demeyen olmaz. Onun için, cahil
kalmamak için, önce dinlemesini öğrenelim.
Konuşmak çok kolaydır. Herkes konuşur ama herkes dinleyemez. Onun için dinlemek zordur. Dinlemesini bilen değerli
insanlardır. Bence, ilmin başı, dinlemesini bilmektir.
DİNLE
Sus da bir dinle...
Rüzgarın sesi ne eliyor sana?
Kuşları böcekleri dinleyebiliyor musun?
Sana ne diyorlar anlayabiliyor musun?
Sus da bir dinle...
Bir anne çocuğuna neler anlatıyor.
O çocuk, nasıl dinliyorsa annesini,
Sen de öyle dinle içinin sesini.
Sus da bir dinle...
Ne dertleri, ne acıları var insanların.
Dinleyip paylaşmıyorsan kimsenin dertlerini, sus bari.
Sus da bir dinle...
-164-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
İçinde bir SES var.
O ses ne diyor sana?
Sus da bir dinle...
Konuşan kim? Dinleyen ne?
Önce bunu anla...
» EN BÜYÜK SUÇ CAHİLLİKTİR
Cahil, cahildir. Cühela, cüheladır. Cahile, cühelâya muhatap olunmaz.
Mafya, çeteler, sahtekârlar, düzenbazlar cühela takımıdır. Cahil
olmasalar, bu gibi pis işleri yapmazlardı. Onlar kendi kulvarında
koşarlar. İçlerinden kulvar değiştiren pek çıkmaz. Ama kısa
zamanda dünyasını değiştiren çok olur. Çünkü rüzgar eken,
fırtına biçer. Nefret edenden, nefret edilir. Seven sevilir. Hayatın
yasası böyledir. Bu gibi cühela takımı, bu yasayı bilmez. Bilse, bu
pis işleri hiç yapmazdı. Kim, hangi akılsız, kendi kendine bıçak
sokmak ister? Bunu anlamayana, cahilden başka verilecek isim
yoktur.
Bu cahil cühela takımı her devirde vardır. Her devirde de
olacaktır. Onlar kendi benzerlerini bulur, birbirlerini yok etmekle ömür doldururlar. Ömürleri de fazla uzun sürmez zaten.
Kendilerince, hak hukuk gözettiklerini sanırlar. En önce kendi
kişilik haklarını kaybederler. Sevgi saygı yerine, korku salar,
karşılığında da korku alırlar. Her saniyeleri, cesur görünseler de
korku içinde geçer. Her kim olursa olsun hayata ne veriyorsa,
onu alır ancak. Kim ne ekerse onu biçer. Ne bir fazla, ne bir
eksik. İlahi yasalar bir milim şaşmaz.
Onlar, yani cahil cühela takımı etme bulma yasasını bilmedikleri için cahiller, öğrenmedikleri için de suçlular. Sadece
onlar mı? Hayır, herkes hepimiz. Onlar öyle, bizler de başka
kulvarlarda etme bulma yasasını ihlal ediyoruz. Özetler şunu
söyleyebiliriz:
Bu dünyada da öbür dünyada da en büyük suç cahilliktir.
-165-
» EVRENİN SAHİPLERİ
Evrenin gerçek sahipleri ruhlanmış(yetkilenmiş) insanlardır.
Dünyanın gerçek sahipleri, ne silah gücü olan ne de ekonomik
gücü olan ülkelerdir. Hele dünyanın efendisi olduklarını hayal
eden çıkarcılar hiç değildir. Evrenin ve dünyanın gerçek
sahipleri ruhlanmış ‘yetkilenmiş’ bir avuç insandır.
Hiç kimse kafa yormasın, hiç kimse kendisinin insanlara
hükmettiğini zannetmesin. Çünkü onlara da hükmedenler var.
Sebebinde sebebi var. Ülkelerin yöneticileri boşuna kendilerini
dünyanın merkezi zannetmesinler. Hiç kimse, tek başına ve
sahipsiz değildir. Allah kavramı anlaşılmadan, bu konu
anlaşılmaz. Bu konuyu gelecek nesiller daha iyi anlayacak ve
önemini kavrayacaktır. İlahi yasaları herkesin anlayacağı bir
şekilde açıklayacaklardır. İnsanlığın bugünkü ızdırabı, ilahi
yasaları bilmemesinden dolayı, kendi kendine cezalar hazırlamasından oluyor. Bütün kutsal kitaplarda belirtilen, ilahi
yasaların içinde en önemlisi şudur:
Ne ekersen onu biçersin. Kim ne ederse kendine eder. Bu
yasa anlaşılsaydı eğer, bu insanlık bu acılan çekmeyecekti. Tek
bu yasa ciddiye alınsaydı, bu bunalımları yaşamayacaktık.
Demek ki kendimiz ettik, kendimiz buluyoruz. Ve böyle- ce bu
çağ kapanıyor. Bu sancılar, açılacak olan yeni bir çağın
sancılarıdır. Bu sancılar üstün zekalı insanların doğmasına sebep
olur. İşte onlar, ilahi yasaları açıklayacaklar ve yeni çağı
başlatacak olanlardır. Kendini bir bok sananlar, anlasa da anlamasa da, bu devir kapanacak... Yeni çağ açılacaktır...
» SEVDİĞİMİZ İŞLER
Edebiyattan hiç anlamam. Roman, hikaye, şiir okurum ama
öylesine. Genelde yazı tekniğini merak ettiğim için okurum. Hiç
etkilenmem. Roman benim yapıma uymuyor, beni doyurmuyor.
Çünkü ben gerçekliği seviyorum. Benim gibi düşünen çok insan
olduğunu da biliyorum. Ne edebiyatçıyım ne de edebiyattan
anlarım. Ben sadece yazarım diyebilirim. Yani yazı yazarım.
Fikirlerimi yazarak da konuşarak da anlatabilirim. Sadece
içimden geldiği gibi konuşmak ve yazmak istiyorum.
-166-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Yazdıklarım edebi mi değil mi gibi bir endişem yok. Hatta
gramer kuralları, satır başı nokta, virgül bile sıkıyor beni. Yazdıklarımın okunup okunmaması da beni hiç ilgilendirmiyor.
Belki de bütün yazdıklarımı yırtıp atarım. Çünkü ben kendim
için yazıyorum. Yazmayı çok seviyorum. Yazdıklarım önemli
değil. Benim için yazmak önemli. Hep yazsam, aklıma geleni
gelmeyeni hep yazsam. Yazmaya hiç doymuyorum.
Ben böyle tuhaf bir adamım işte. Onun için diyorum ki, kim
olursa olsun herkes en çok sevdiği işi sadece kendisi için yapsın.
Herkesin kendisi için yaptığı iş en güzel iştir. Başkaları için
yaptığımız işler mecburen yaptığımız işler olabilir. Ama
kendimiz için yaptığımız işler mutlaka sevdiğimiz işler
olmalıdır.
» TEK GERÇEK
Herkesin kendi gerçeği olmaz. Mutlak gerçek bir tanedir
değişmez.
Herkese göre gerçek yoktur. Sadece değişmeyen gerçek vardır.
Gerçeğin tanımı: Değişken olmaması, sonsuz olması, sabit olmasıdır. Herkese göre gerçek değişiyorsa, o gerçek değildir. Ona
gaflet denir.Gaflet gerçeğin yerini tutamaz. Sadece gerçek
zannedilir. Rüyalarımızın gerçek zannedilmesi gibi. Uyanınca
gerçek olmadığını anlarız. Zaten gaflet bir anlamda uyumaktır.
Bu dünya ve evren, bütün maddeler, isimler ve cisimler,
görünen ve görünmeyen enerjiler ve hatta düşüncelerimiz bile,
mutlak gerçeğin yanında sadece bir görüntüdür, hayaldir. Tıpkı,
rüyamızda gördüklerimizi gerçek zannetmemiz gibidir. Acı ve
zevk de gerçek değildir. Tatlar, kokular da. Bunlar hep küçük
benliğimizin yaşadığı tecrübelerdir. Büyük benliğimiz ise,
bunlardan yani madde ve madde ötesinden ayndırfmüzerrehtir). O ne bilgi ile ne de bu dünyadaki tecrübelerimizle tarif
edilemez. O, bilinçte fark ediştir. Büyük benlik başlangıcı ve
sonu olmayandır. Başlangıcı ve sonu olmayanı, küçük benlik
idrak edemez. Cahil olmayan, uyanık ve diri olan, her insan
içindeki kudret tarafından yaşatıldığını ve yönetildiğini fark
edebilir. Fiziki bedeninin ve küçük benliğinin, o kudretin elinde
olduğunu ve o kudretin her yerde ve her şeyde olduğunu, onun
-167-
dışında, her şeyin sonlu ve hayal olduğunu, tek ve mutlak
gerçeğin o olduğunu bilir ve bildiğini bildiğini de bilir.
» ZAMANI GELDİ
Hiçbir düzen insanların zihniyetleri değişmeden, değişmez.
Demokrasiye bak!
Krallar yönetimi sanki. Seçimlere bak. Liderler tarafından seçilmişler listesine oy atma işi! Ekonomiye bak, soygun dezga- hı,
sahtekarlık sistemi...Bütün her şeyi bozanlar, yani bu mevcut
sistemleri istismar eden zihniyetler mi bu bozuk düzeni
değiştirecek? Bu mümkün değildir. Çünkü bu hale getiren
kendileridir. Bütün bu sistemler, çakalların, tilkilerin, kurtların
eline geçmiş, dejenere olmuştur. Ne hukuk hukuktur, ne eğitim
eğitimdir. Hepsi sil baştan, yeniden yapılandırılmalıdır. Bunun
için yeni kadrolara ihtiyaç vardır. Bunu yapacak kadroların
yetişeceği yer ne yazık ki bu bozuk düzenin ta kendisidir. Her
geçen gün, hızını artıran, bu toplumsal, siyasal ve ahlaksal
çöküşün içinden, yepyeni bir nesil çıkacak. O neslin içinden de,
gerçekçi ve cesur liderler çıkacak. İşte o liderler sistemleri
yeniden yapılandıracak ve Türkiye’yi, dünyaya süper güç olarak
kabul ettirecektir. Dünyanın efendisi Türkiye olacaktır.
Türkler hep efendi olmuşlardır. Ne zaman mı? Kendilerine
geldikleri zaman. Tekrar kendimize gelme zamanı geldi de, geçti
bile. Ortamın bozulması, her şeyin kötüye gitmesi hiç kimseyi
yanıltmasın. Bozulan bozulur. Bozulanları fireye sayarsak,
kalanlar bize de, dünyaya da yeter.
» FARKLIYIZ
Akıllı insan gören ve tecrübe edenin, et bedeni değil,
madde ötesi bedeni olduğunu idrak eder.
Yiyiyoruz, içiyoruz, nefes alıyoruz... Demek ki canlıyız. Hasta
oluyoruz, koşuyoruz, duruyoruz. Daha neler neler yapıyoruz?
Evet bu biz miyiz? Hayır bu biz değiliz. Biz bu et ve kemik
-168-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
laboratuarı olan gövdemizin dışında çalışan, tecrübe eden, fark
eden, düşünen, anlayan ve idrak eden, doğmayan ve ölmeyen,
madde ötesi ve zaman dışı bir varlığız. İşte o varlığın genel adı
insandır. Yaratılışta insanlar arasında hiçbir fark yoktur. Ancak
farklı şeyleri tecrübe etmemiz, farklı bireyler olmamızı sağlıyor.
» AKIL SONSUZU KAVRAYAMAZ
Her şeyde bir şey olan bir şeyde, her şey olan, nedir? O
ilksiz ve sonsuz özdür.
İnsanın sınırlı aklı. Beş dakika sonra, ne olacağını bilmeyen aklı.
İlksiz ve sonsuzu hiçbir zaman kavrayamaz ve anlayamaz.
Ancak, tecrübe edebilir. Bu sebepten dolayı sınırlı aklımızla
Allah'ı sevmemiz ve ona inanmamız zordan da öte imkansızdır.
Ancak Allah’ı bilmek kolaydır. Allah’ı bilmek de tek başına
hiçbir şey ifade etmez. Ona inanmak, güvenmek, sevmek onda
yok olmak gerekir. Bu olmadan:
Her şeyde bir şey, bir şeyde her şey olunamaz. Bu olmayınca, Allah’a inanmak ve onu sevmek idrakine ulaşılamaz. Bu
kadar yeter. Bu, bu kadar...
» EVRENSEL DEĞERLER
Bütün insanlık tek bir insan gibidir.
Sevgi, aşk, beğenmek, kızmak, hürriyet, eşitlik, hak gibi değerler,
insanlığın ortak değerleridir. Aynı zamanda evrensel
değerlerdir. Çünkü bu değerler, ırk, din, dil ve renk farklılıklarının üstündedir. Hiç kimse diyemez ki, şu millet hürriyet
istemez. Hiç kimse diyemez ki şu dinden olan sevemez. Bu değerler evrensel değerlerdir. Hiçbir şeyle sınırlanamaz. Çünkü
çok güçlüdür. İster zengin, ister fakir olsun, ister güçlü, ister
güçsüz olsun bütün insanlık bu değerleri korumak veya elde
etmek için yaşar. Bu değerler birileri tarafından, birilerine verilmez. Bu değerler vardır ve korunmalıdır. Bu değerleri kaybetmektense, ölmek daha iyidir. Ne yazık ki henüz insanlık, bu
-169-
değerleri korumak bilincine ulaşamadı. Ancak, herkes kendi
değerlerini korumakla meşgul. Başkaları onları hiç ilgilendirmiyor.
Bu değerlerin, ortak değerlerden de öte, evrensel değerler
olduğunu, bize yabancı insanlar da olsa, başkalarının da bu
değerlerini savunmamız çok önemli bir görev olmalıdır. Bütün
milletler hür, bütün milletler eşit haklara sahip olmalı, her
milletin bireyleri, onurlu ve başı dik bir hayat yaşamalıdır.
Sevenlerin, sevgileri katledilmemeli, sevenler sevdikleriyle
beraber olmalıdır. Sevginin sınırı vatanı, bayrağı, dili, dini, ırkı
olamaz. İster dişi, ister erkek olsun. İnsan insandır ve evrensel
değerleriyle, insanlığını yaşama hakkına sahiptir.
»
BU KADAR ALDANMAK YETER
Dünyanın gerçek sahibi ‘iyiler’ olmalıdır.
Kötülere sözüm yok, onlar görevlerini yapıyorlarliyiler! Derin
uykulardan uyanın artık. Uyanın da dünyayı siz yönetin artık.
Yıkıcılara teslim ettiğiniz dünya, bakın nasıl yaşanmaz hale
geldi. Özgürlük diye, esaret. Hak diye, haksızlık. İnsan hakları
diye, hayvandan daha aşağı yaşayışlar hakim oldu dünyaya.
Bu kötülerin hakimiyetinden oluyor.
Şimdi sıra iyiler de(yapıcılarda).
İçi iyilik dolu olanlar, yapıcı tarafın adamlarıdır. Kendi çıkarlarından başka hiçbir değere yer vermeyenler de, yıkıcı tarafın adamlarıdır. Sağcılık-solculuk, izmler ve doktrinler de yine
bizi uyutmak için onların uydurmalarıdır. Gerçekte doğal olarak
iki taraf vardır. Birisi iyiler (yapıcılar) diğeri kötüler (yıkıcılar).
Bize bunu unutturmak için sağcılık-solculuk gibi sahte
tarafçılıklar icat etmişlerdir. Böylece kendi kimliklerini yani
‘yıkıcı tarafın’ adamı olduklarını gizleyebilmişler- dir. Biz de bu
tuzaklara nasıl düştüysek artık uyanıp kendimize gelmeli, asıl
tarafımızın adamı olmalıyız.
Bütün ülkelerdeki sistemler onların çıkarlarına hizmet eden
sistemlerdir. Ekonomi böyle. Hukuk öyle. Eğitim öyle. Bu
sistemler, %5 azınlığı zengin eden, %95 çoğunluğu köle eden ve
karın tokluğuna çalıştıran, yıkıcıların kendi çıkarlarına göre
uydurduğu sistemlerdir.
-170-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Şimdi, yapıcıların yapacağı, hemen derhal, aldandığı konulan ve mevcut sistemleri elinin tersiyle itmek, ‘insani değerleri’ esas alan, yapıcı tarafın sistemlerini geliştirmek ve yürürlüğe koymaktır.
Artık dünyayı yapıcı (iyi) insanlar yönetmelidir.
» MUTLULUK BU KADAR UCUZ MU?
Mutlu olmak isteyen kendisini unutsun.
Bugün duyduğum en güzel söz buydu. Herkesin devamlı kendi
çıkarını düşündüğü, başkalarını unuttuğu bir ortamda, binlerinin mutlu olmak için, ‘kendisini unutması’ ne kadar çelişki
değil mi? Desem buna kimse itiraz edemez.
Ama hiç de öyle değil. Çünkü mutlu olmak bu kadar ucuz
değil, mutlu olmak ne bu kadar ucuz. Ne de bu kadar kolay.
Biz mutluluğu varsayımlarda ‘zannettiklerimizde’ arıyoruz.
Zengin olursam mutlu olurum zannediyoruz. Olamıyoruz. Çok
çalışmalıyım, başarılı olmalıyım diyoruz, olamıyoruz. Çok
yemekle, çok giyinmekle, çok gezmekle, estetik olmakla
olamıyoruz. Teselli oluyoruz. Ama bir türlü tatmin olup ‘doyuma' ulaşamıyoruz. İçimizdeki ‘boşluk’ ne yaparsak yapalım,
hiçbir şeyle dolmuyor. O halde bu neyle olacak? Bu bir tek şeyle
olur.
‘Kendini unutmayı’ başarmış bir usta (antrenör) bulup
ondan öğrenmekle. Bu işin başka yolu yoktur. Bilgisi kitaplardan
alınsa bile, kendi kendine öğrenilmez. Çünkü bu bir yaşama
sanatıdır. Düşüncenin, sevmenin, inanmanın yasaları vardır.
Bunları bilmek yetmez. Pratiğe uygulamasını bilen birisinden
öğrenmek gerekir. Ne mutlu, sahtekârların cirit attığı bu
zamanda gerçek bir usta bulabilene...
İnsanoğlunun tek gayesi, mutluluğun sırrını bulmaktan ve
mutlu olmaktan başka bir şey değildir. O halde aramaya değer.
Bunun bedeli de sadece aramaktır.
-171-
» DEVALÜASYON, ENFLASYON, FAİZ ÜÇGENİ
Para ‘değer ölçüsüdür’ mal gibi alınıp satılamaz.
Gerçek ekonomide para alıp-satmak (faiz) yoktur. Çünkü, para
ticari meta değildir.
Uluslararası borsalarda ülkelerin paralan ‘mal’ gibi alınıp
satıldığından dolayı, bu durum ‘ekonomik sistemin’ içindeki
‘değer ölçüsü’ olan parayı ortadan kaldırıyor, para ticaret malı
gibi alınıp-satıldığı için, para görevini yapamıyor ve sistemin
içindeki ‘değer ölçüsü’ yeri boş kalıyor. Ve sistem tıkanmadan
da öte: Çöküyor. Sistemin içinden, uzunluk ölçüsünü (metreyi)
veya ağırlık ölçüsünü (gramı) çıkardığımızda sistem kaosa
dönüşmez mi? Gramın veya metrenin ticari meta gibi alınıp
satılması nasıl akıl dışı ise, para da sistemin içinde ‘değer ölçüsü’
olarak icat edilmiştir. Ancak sahtekârların para alıp-satmayı
yasal hale getirmesinden sonra, sistemin içindeki ‘değer ölçüsü’
boşluğu meydana gelmiş, bu da, kimse uyanmasın diye titizlikle
dikkatlerden uzak tutulmuştur. Ancak sistemin tıkanması
durmamış, artık çökme noktasına gelmiştir. Sistem çöküyor.
Bütün ülkeler ve firmalar kredi ile (borçla) ayakta duruyor.
Bireyler borçlu. Devletler borçlu. Çalışa çalışa borçlanmak, .alışa
çalışa fakirleşmek hangi ekonominin gereği acaba? Böyle bir
ekonomik sistem olabilir mi? Buna ekonomi denir mi? Yoksa bu,
sahtekârların uydurduğu bir soygun düzeni mi?
Böyle bir sistemde, istediği gibi bir hayat yaşayabilen, ancak
yüz kişide beş veya on kişidir. Bu da çoğunluğa göre ‘devede
kulak’tır. Bu, şu demektir:
Bütün ülkelerin insanları karın tokluğuna çalışacak, üç beş
tane çakal, borsalarda para alıp-satarak, repo ile veya devalüasyon, enflasyon, faiz üçgeniyle, çalışanın elindekini, cebindekini çalacak, istediği gibi bir hayat yaşayacak.
Bu sahtekârlığa dur demenin, para alıp satmayı yasaklamanın, ülke paralarını eşit değere getirmenin, artık zamanı
gelmedi mi?
-172-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» İYİ Kİ HER İSTEDİĞİMİZ OLMUYOR
Hayatın bittiği yerde monotonluk başlar.
Kurt kuzuyu yemezse, hiç ağlamayan kalmaz herkes gülerse,
herkesin istediği ‘şıp’ diye olursa, ne olur acaba? Ne olacak,
insanlar sıkıntıdan patlar veya çıldırır. Ya da ölür. İnsanlar,
bütün isteklerine ulaşırsa, yaşamalarına bir neden kalmaz ki!
Onun için, iyi ki bu dünya ‘dert dünyası’ olmuş. İyi ki, kurt
kuzuyu yiyiyor. İyi ki, hasta oluyoruz. İyi ki, fakir olmak var. İyi
ki, acı var, mutsuzluk var. Yoksa ölmüştük.
İyi ki yokuş var. İyi ki, yokuşun sonunda iniş var. İyi ki,
yorulmak var. Olmasa dinlenmek nedir, bilemeyecektik. İyi ki
gündüz var. Olmasaydı, güneşin batışını izleyemeyecektik. İyi
ki, sonsuz sayıda ‘zıtlık’ sonsuz sayıda ‘isim’ sonsuz sayıda ‘cisim’ var. Yoksa ölmüştük.
Bütün bunlar, hayatın (canlılığın) yani hareketin ispatıdır.
Hayat heyecandır. Yaşamak sevinçtir. Ölüm ise monotonluktur.
Monotonluk, durmaktır, kıpırdamamaktır. Hayattayız ve
yaşıyoruz. Onun için, düşünmeye devam ediyoruz ve edeceğiz.
Düşünce durmaz. Düşünceleri durdurmaya kalkarsak, zihinde
tıkanıklık ve ‘zihni hastalık’ olur. Düşünce akmalıdır.
Yoksa, ÖLÜRÜZ.
»ALİM VE AYDINLAR NEREDE?
Halkın gerçek sahibi alim ve aydınlardır.
Hiçbir halk, hiçbir ulus, öncüsüz yol göstericisi olmadan, kendi-kendine yol çizemez. Yön bulamaz. Gideceği yeri bilemez.
Bir toplumda, bozulma ve çürüme artıyorsa, haksızlıktan ve
ahlaksızlıktan şikayet ediliyorsa, bütün bunlardan o toplumun
aydınları sorumludur. Önce onların kendilerine gelmesi,
sorumluluğunu bilmesi gerekir. Eğer bu mümkün değilse, eğer
bu olmazsa, o toplumun kurtuluşu, ya mucizelere ya da çok
büyük sıkıntılara bağlıdır. Ve hatta çok ağır bedeller ödemek
durumunda kalınabilir. Mucizelerde her zaman olamayacağına
-173-
göre, ne acıdır ki, sonuç tarihten silinmek, diğer top- lumların
içinde benliğini yitirmektir. Bu sonucun asıl suçluları ise o
toplumun alim ve aydın geçinen insanlarıdır.
Bir toplumun yöneticileri bile, âlim ve aydınları aşamaz.
Onlarda âlimlere muhtaçtır. Bunu idrak edemeyen yöneticiler,
toplumuna acı çektirir.
Toplumların geçmiş dönemlerine baktığımızda, âlim ve
aydınların itibarlı olduğu zamanlar o toplumların mutlu ve
güçlü olduğu dönemler olmuştur. Alim ve aydınların unutulup
şarkıcı ve dansözlerin, paralı zenginlerin itibar gördüğü
devirlerde ise, toplumlar mutsuz ve güçsüz kalmış, çok acılar
çekmiştir.
Bir toplum, güçsüzlükten ve mutsuzluktan kurtulmak istiyorsa âlim ve aydınlarına önem veren yöneticileri iş başına
getirmelidir. Alim ve aydınlar da önce anneyi en saygın yere
getirmekle işe başlamalıdır.
Eğer bir toplumun alim ve aydınları da bozulmuşsa, vay o
toplumun başına gelene...
» KADIN BU MU?
“Kadınlar matematiğe çok yatkındır. Çünkü yaşlarını ikiye
bölerler. Satın aldıklarının Hatlarını ikiyle çarpar, kocalarının
maaşlarını üçe katlar, arkadaşlarının yaşlarına da en az on yıl
ilave ederler.”
Jane Austen
“Hanımlar, erkeğin istediği gibi olursanız, size tapacaklardır.”
Richard Baker
Kadın su gibi bulunduğu ortama uyar. Kadınlardan şikayetçi
olan erkekler, hatayı kendilerinde aramalıdır
Herodas
“Kadını güzel yapan tanrı, sevimli yapansa şeytandır”
La Fontaine
-174-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
“Kadınları idare edebildiğini söyleyen yalnızca bekâr erkeklerdir"
Lamartine
“Kadın yaşını doğum tarihinden değil, evlendikten sonra
hesaplar.”
Thomas Lodge
Kadının en büyük düşmanı sabırsızlıktır.
Richter
“Kadın bekârken sadece evlenmeyi, evlendikten sonra herşeyi
ister.”
Shakespedre “Kadın sevgisinin yerini hiçbir sevgi dolduramaz."
Voltaire
“Tarihte en kötü dönemler, kadınların iktidarda olduğu
dönemlerdir.”
Oscar Wilde
“Kadın güzelliği, küçük bir çocuğun elindeki silaha benzer, Hem
kendi, hem çevresi için tehlikelidir."
Arap Atasözü
“Kadın şamdan altını olsa, mum dikecek erkektir.”
Türk Atasözü
» KADINI İSTİSMAR BİTSİN ARTIK
Kadınlarım istismar eden toplumlar, cehennem hayatı
yaşarlar.
Kadın, erkeklerden üstün olarak yaratılmıştır. Kadının doğasındaki üstün meziyetler ve yetenekler, toplumuna cennet hayatı
yaşatması içindir, /her kadın güzeldir ve bulunduğu yeri
güzelleştirir. Kadınlara (anneye) ev işleri yaptırmak, çamaşır,
bulaşık yıkatmak bile anneyi istismar sayılır. Anne olan kadının
dışarıda çalışması, istismardan da öte, tam bir köleliktir.
-175-
Kadının, yani annenin istismar edildiği ve köle gibi çocuklarından uzakta, dışarıda çalıştırıldığı toplumlarda ne erkekler,
ne de yetişen nesil, bunalımlardan kurtarılamaz. Önce yönetimlere ve yetkin yerlere ehil olmayanlar gelir. Sonra haksızlıklar ve hak yemeler çoğalır. Ekonomi, soygun düzenine
döner. Dostluk, arkadaşlık, komşuluk biter. Kimse, kimseyi tanımaz. Kimse, kimseyi beğenmez. İntiharlar artar. Çevre kirliliğiyle birlikte, eko sistem bozulur.
Sevgi, saygı kalmayan bir toplumda, herkes birbirine gıcık
olur. Ve böylece toplumlar helâk olur. Yok olur gider.
Hangi toplum cennet hayatı yaşamak istiyorsa, önce anneye
toplumdaki en saygın yeri vermeli, sonra da alim ve aydınlarına
sahip çıkmalıdır. Bundan sonrası kendiliğinden olur.
» KADIN BİLİNMİYOR
Cennet anaların ayaklan altındadır.
Cennet de, cehennem de anaların ayakları altındadır derler.
Ayak, fikir, yol gösterme, yolda yürüme, hayatta başarılı olma,
mutlu olma yöntemi demektir. Ayak, terlik giyilen ayak manasına kullanılamamıştır.
Kadının yeri ve önemi anlaşılmadan ananın yeri ve önemi
anlaşılamaz. Hangi ülkede olursa olsun, kadın nasıl kabul edilirse edilsin, kadının toplumdaki yeri EĞİCÎLİKTİR.
KADIN, öğreticidir, sabırlıdır, şefkatlidir, koruyucudur,
güzelleştiricidir, fedâkardır, yenilikçi ve icatçıdır. Sesi ve bakışıyla etkileyicidir.
Kadın yaratılıştan bu vasıfları taşır. Eğer toplumu kadını
koruyamazsa, kadın bu vasıflarını yitirir. O zaman kadın,
kendini koruyamaz, erkeğin zevkine hizmet etmek, dışarıda köle
gibi çalışmak, evinde ev işleri, yemek, çamaşırla uğraşmak
kadını bir eşya haline getirir ve kadın fonksiyonunu yitirerek
ölür. Sadece seks aracı ve meslek sahibi olarak kalır. Bunun
suçlusu da o toplumun alim ve aydınlarıdır. Toplumlar ve
insanlar böyle dejenere olur.
Çünkü insan yavrusunun eğitimi, anne karnından başlar.
Annenin etkilendiği, imrendiği veya iğrendiği düşünceler, ham
film gibi rahimdeki bebeğe işler. Anne kimi, neyi kınarsa, o
-176-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
çocukta huy olur. Anne neye, kime imrenirse, o da çocukta huy
olur.
Yani bir anne, isterse olgun bir ermiş, isterse acımasız bir
cani yetiştirebilir.
» KADIN ERKEĞİNİ DE EĞİTİR
Toplumların kaderini anneler hazırlar.
Onun için bebek açısından anne kamında geçen dokuz aylık süre
çok önemlidir. Anne karnındaki çocuk, annesinin duygu ve
düşüncelerinden etkilenir. Bu durumda babanın görevi, anneyi
rahatsız edecek tesirlerden korumak, anneye huzurlu bir ortam
sağlamaktır.
Bebek dünyaya geldikten sonra annesinin gözlerinden, ses
tonundan ve duygularından etkilenmeye devam eder. Annenin
babaya bakışı nasılsa, tavırları nasılsa, çocuk da aynısını
babasına yapar. Babasına karşı annesi gibi bakar, annesi gibi
tavır alır. Aynı zamanda babadan da anneye karşı tavır öğrenir.
Ancak, bütün günü anne ile geçtiği için anne daha etkili olur.
Kadınların, bu insan eğitimini başarı ile sürdürebilmeleri
için her türlü bilgi ile donanmaları gerekir. Bu yüzden her türlü
tahsil ve kültürü almaları şarttır. Bunların başında:
Sağlık bilgisi, ekonomi, kişilik haklan, insan hakları, nizam,
intizam, temizlik, zihin sağlığı, din bilgisi, bireysel hedefler, milli
hedefler gibi konular gelir.
Kadınların bu kadar hayati ve çok önemli görevleri varken,
ev işi, yemek, çamaşır gibi basit işlerle uğraşmamaları gerekir.
Bu, erkeklerin işine gelmez ama kadının gerçek yeri bu- dur.
Kadın, toplumdaki saygı değer yerini erkeklerden beklenmemeli kendi yerini kendisi almalıdır. Çünkü erkekler, kadına o
yeri verecek güçte değiller. Bunu kadınlar kendileri başarmalıdır.
Hiçbir kadın, hiçbir zaman, çocuklarını ve erkeğini etkileyen
ve eğiten çok güçlü bir varlık olduğunu unutmamalıdır.
-177-
» İNSANLIK ANADAN ÖĞRENİLİR
Bize konuşmasını kim öğretti? Anne.Mama yemesini, çiş yapmasını kim öğretti? Anne.Tay-tay durmasını, yürümesini kim
öğretti? Anne. İnsana saygıyı, hak yememeyi kim öğretti? Anne.
Komşularını sevmeyi, iyi vatandaş olmayı, arkadaş seçmeyi kim
öğretti? Anne. Yerlere tükürmemeyi, üstünü başını temiz
tutmayı kim öğretti? Anne. Dişlerini fırçalamayı, elini yüzünü
yıkamayı kim öğretti bize? Anne. Neden anne? Çünkü anneden
daha etkin başka bir varlık yoktur da ondan...
Bütün anneler, kendi annesinden öğrendiklerini, çocuğuna
da öğretir. Onun için kadınlar, kültürlü ve bilgili olmalıdır.
Şimdi de anneyi olumsuz yönden değerlendirelim:
Yerlere tükürenler ve çöp atanlar varsa suçlu kim? Anne.
Saygısız, hak-hukuk tanımayan insanlar artıyorsa suçlu kim?
Anne. Toplum bozuluyor, ‘bana-necilik’ yayılıyorsa suçlu kim?
Anne. Rüşvet, sahtekârlık artıyorsa suçlu kim? Anne. Peki
anneye saygı yoksa suçlu kim? O anne değil. Onun suçlusu baba,
eğer baba, anneye saygılı olursa, çocuk da onu taklit eder,
anneye saygılı olur.
Bir toplumda, herkesi rahatsız eden insanlar çoğalıyorsa
suçlu kim? Anne. Anne kimdir? Kadın.
Nasıl ki, kedi kedilik yapmayı, köpek köpeklik yapmayı,
aslan aslanlık yapmayı annesinden öğreniyorsa, nasıl ki, hayvanların dişileri yavru yetiştiriyorsa, insan yavrusunu da insanın
dişisi doğurur, büyütür ve eğitir. Kısaca:
İnsan, insanlığı anasından öğrenir.
» SEVİYORSAK YAŞIYORUZ
En güzel hayallerimiz sevgi üstüne olanlardır.
Sevmeyi hayal etmek veya sevildiğini hayal etmek kötü mü?
Kim buna kötü diyebilir. Hele kızdıklarımızı, küstüklerimizi
sevdiğimizi hayal etmek bizi kötü mü eder, iyi mi? Bunu
yapmakla kendimizi iyi hissedebiliriz. Sevginin hayalini kurmak
bile, bizi mutlu edebilir. Her şey hayalle başlamıyor mu
zaten?hiç durmadan hayal kuruyoruz. Madem ki mecburmuşuz
gibi hayaller kuruyoruz o zaman sevgi üzerine kuralım
-178-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
hayallerimizi. Gerçekte sevmiyorsak hayalen sevelim bari. Zaten
önümüzde her şey sanallaşmadı mı? O halde, ulaşamadığımız
elimizde olmayan şeyleri hayalen sevmez miyiz? Biz istersek
kim engel olabilir buna? Hiç kimse...O zaman, SEV sevebildiğin
kadar.
Hayal de olsa sev!
Yalan da olsa sev!
Belki bir gün sevginin gücü sevdiğimiz şeyleri gerçeğe
dönüştürebilir. Sevgi bu, hiç belli olmaz. Olur mu olur. Nasıl ki
parasız yaşanmazsa, sevgisiz de yaşanmaz. Zaten parayı
sevmezsek, para da kazanamayız. Seviyoruz ki parayı elde
etmek için, her türlü sıkıntılara katlanıyoruz. Sevgisiz hiçbir şey
olmaz. Sevgisiz hiçbir yere kıpırdayamayız. Onun için hayal de
olsa sevmeliyiz.
Kayıp olan içimizdeki sevgiyi bulmalıyız. Kayıp olan sevgiler, yaşanmamış sevgilerdir. Sevgiyi ancak bulduğumuzda
yaşarız. Kısacası,
Yaşıyorsak seviyoruz.
Seviyorsak yaşıyoruz.
» KENDİMİZE YABANCI GİBİYİZ
Kendi kendine hesap sormayana, başkaları hesap sorar.
Her insan başkalarından önce, kendi kendini sorgulamalıdır. Bu
da iki türlü olur. Birincisi, başkalanna karşı yaptıklarını, İkincisi
ise, kendi kendine karşı yaptıklarını sorgulamaktır.
Başkaları bize hesap sormadan, kendimiz kendimize hesap
soralım. Sorulara cevap verelim. Suçumuz varsa, ceza verelim.
Suçumuz yoksa, berât edelim. Ama önce biz kendimiz yapalım
bunu. Çoğu insan kendine yabancıymış gibi bakar, öyle davranır. Başkalarına gösterdiği hoşgörüyü kendisine göstermez.
Başkalarına verdiği önemi, kendine vermez. Hele bir de elalem
ne der düşüncesiyle hareket edenlerse, kendi kendini hiç etmiş
demektir. Hiç olan neyi sorgulayacak? Hiç olan nasıl mutlu olacak? Hiç olan, nasıl kendi kendisiyle diyalog kuracak? İnsan
kendisiyle dost olmalı. Kendi kendine güvenmeli. Kendi kendine inanmalı. Kendi kendini sevmeli. Bu çok mu zor?
-179-
» KURTARICI SENSİN
Kendine gelen ve kendini yaşayan kurtulmuştur.
Bu çağın insanı teknolojinin ve ekonominin kölesi olduğunu
bildiği halde, bir kurtuluş yolu bulamamaktadır. Ya uzaydan ya
ruhlardan ya da manevi kişiliği olan birilerinden kurtarıcılar
beklemektedir.
Bir kısım insanlarda şeyhlere, azizlere, türbelere, üstadla- ra,
mistik birtakım insanlara koşmakta onların kurtarıcı olduğuna
inanmaktadır. Çağımızın kurtarıcıları, ne liderlerden ne kutsal
insanlardan ne de uzaylılar palavrasından olmayacaktır. Çünkü,
kurtarıcılar devri bitmiştir.
Bu devrin insanları, kurtarıcı pozundaki liderlerin arkasından gitmeyecek kadar zeki. Kendi kendisini kurtaracak kadar
da tarihin deneyimlerine sahiptir. Bu sebeple, insanlara
yutturulmaya çalışılan mucizevi kurtarıcılar hiçbir zaman
gelmeyecektir. Onun için hiç kimse kurtarıcı bekleyerek, kendi
değer ve önemini unutup, zamanını boşa harcamamalıdır.
Herkes kendi başının çaresine bakmalıdır.
Önce birey olarak, herkes kendi derinliğindeki sonsuz giice
yönelmeli, kendi içindeki güce tam olarak güvenmelidir. Kim
olursa olsun, hangi dinden, hangi ırktan olursa olsun her birey
kendi derinliğindeki can noktasındaki sonsuz gücü bulup, dayanarak ondan güç alarak, teknolojinin ve ekonominin köleliğinden kurtulmalıdır. Herkes böylece kendi kendinin kurtarıcısı
kendi kendinin efendisi olmalıdır, olmak zorundadır.
» SEN DE ADAM MISIN!
Önce adam olunur, sonra insan.
Hep duyarız, bu sözü herkes birbirine söyler durur. Herkes
adam arar, adamlık arar. Adam olmayı beceremeyen, insanlığına
hiçbir zaman ulaşamaz. Günümüzde adam olmak bile büyük
başarı. Çünkü adam olmak da zor. Öyle her adamım diyen adam
sayılmaz. Adam olmanın şartları var:
1. Yemek-içmek
-180-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
2. Yatıp-kalkmak
3. Geçimini kazanmak
4. Sağlıklı olmak.
5. Hoşça vakit geçirmek
bunları yapabilmek kolay mı? Ayrıca mesleğinde ve alışverişinde dürüst olacak. İkiyüzlülük etmeyecek, bana neci olmayacak. Arabasını park ederken, diğer arabaların çıkabileceği
kadar yer bırakacak, biraz okuyan, biraz da düşünebilen olacak.
Bütün bunları yapabiliyorsa o adamdır. Yani adam olmak bile
bugün kolay iş değil.
Aslında ben bunları yazmayacaktım. Daha başka şeyler
yazacaktım. Böyle adamlık-madamlık gibi şeyler sıkıyor beni.
Bazen, Bana ne yahu! Herkes ne olursa olsun diyorum. Bana mı
kaldı, herkesin ne olduğunu ne olacağını düşünmek?
Ama yine de herkes adam olsun istiyorum. Bakıyorum da
adam olan da adam olmayan da adam olmadığından şikayet
ediyor.
Adam yok. Adam kalmadı. Adam olmak kolay mı diyor da
"Ben adam mıyım acaba," diyemiyor.
Adam olmak önemli, hem de çok önemli. Çünkü adam
olunmadan insan olunmuyor.
» KOZMİK İNSAN
Bende bir ben var, bende, benden içeri.
Bir ben var bir de sahte ben. Bir büyük ben var, bir de küçük ben
var. Bir yapan var, bir de yaptıran. Bir konuşan var, bir de
dinleyen var. Hepsi bu gövdenin içinde canlılığımızda var.
Bu çokluk ne peki? Bu isimler, bu cisimler ne oluyor?
Tek cevap, bunların hepsi, küçük benliğin algılamaları
oluyor. Başka bir deyişle, küçük aklın (zanları) varsayımları
oluyor.
Dünyaya gözünü açar açmaz, küçük aklını tanıyıp, küçük
aklını beğenen, çağımız insanları küçük aklını kullanmak
zorunda kalıyor. Ama aklının, acizliğini ve güçsüzlüğünü de
devamlı içinde hissediyor. Ancak aklıyla çözemediği problemler
-181-
karşısında çaresizliğe ve acze düştüğünü görüyor. Aklım durdu.
Ne yapacağımı bilemiyorum dediği anda, öne çıkan veya aklına
gelen bir sebeple o sorunlardan kurtuluyor ama, o sebebin veya
fikrin nereden geldiğini hiç merak etmiyor. Sadece küçük aklın
zannıyla, Allah yardım etti diyerek bu sonsuz gücün içindeki
belirtisini arayıp bulmayı düşünemiyor.
Allah’ı, gücü, ölümsüzlüğü ve her şeyi kendi içinde arayan
insan, kozmik insandır.
» HAYVANDA VİCDAN OLMAZ
Vicdanım duymayan, vicdanına uymayan insanın bütün
davranışları hayvana benzer.
Hayvanlaşmış insanda olmayan tek şey, merhamet, acıma ve
sevgidir. Bunu diğer adı vicdansızlıktır.
Hayvanlarda da, hayvanlaşmış insanda da, vicdan yoktur.
Hayvanlar yaşamak için, kendi yavrusunu bile yiyebilir. Hayvanlaşmış insan, içini duymayan, küçük aklını beğenen, sınırsız
aklına önem vermeyen insandır.
Bu tipler, beş kuruş için anasını babasını, arkadaşını hemen
satar. İşte onlar alçak oğlu alçaklardır. Onların her şeyi paradır.
Din, namus, vatan, millet, bayrak, cennet, cehennem her şey
onlar için paradır. Para için her renge girer, hemen din değiştirir,
bayrak değiştirir, taraf değiştirirler. Çıkarı varsa cinsiyet bile
değiştirirler.
İşte bunlar, bu gibiler kesinlikle devlet yönetimlerine veya
yöneticilerin yakınlarına sokulmamalıdır. Eğer bu alçaklar,
devletin, milletin imkanlarını ele geçirirlerse, vay o milletin
başına gelene...
O hayvanlar, herkesi aptal kendilerini akıllı zannederler.
Ama asıl aptal olan onlardır. Çünkü hayvanlaşanlar, hayvanların kanunlarına muhatap olur. Bir gün mutlaka karşısına,
ondan daha kurt, ondan daha vicdansız, ondan daha acımasız
birisi çıkar ve onu parçalayıp yutar. Çünkü, insan olamayan,
hayvan kanunlarına muhatap olur.
-182-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» BEN BANA NEYİM?
Ben bana ne dersem, ben bana ne yaparsam ben oyum.
Benim bana söyleyeceklerim ne zaman biterse, yazmamda o
zaman biter. Bugüne kadar öğrendiğim en büyük gerçek (değişmeyen doğru) şu oldu: Benim tek dostum yine benim.
Benim en büyük düşmanım, o da benim.
Bütün dünya beni severse, ben beni sevmezsen tatmin
olabilir miyim? Olamam. Çünkü, ben beni suçluyorum. Veya
bütün dünya bana düşman olsa, ben bana dost olursam beni
etkiler mi? Etkilemez. Kesseler de, öldürseler de benim için ölüm
hiçbir şey ifade etmez. Ben beni var edersem, beni kim yok
edebilir? Hiç kimse.
Eğer ben beni sevmiyorsam, eğer ben bana dost değilsem,
hayattaki her sevincim, her mutluluğum geçici olacaktır. Çünkü,
benim dışımdaki her şey (gövdem de dahil) fanidir ve yokluğa
mahkumdur.
Sonunda var zannettiğim her şey elimden gidecek, ben benimle baş başa kalmayacak mıyım? Eğer kendimi fethetmeden,
madde ötesine geçersem, vay benim halime...
Mademki insan bu dünyada ve öbür dünyada devamlı kendi
kendisini suçlayan, kendi kendisini yargılayan, kendi kendisine
ceza veren, bir varlıktır. O zaman, kendi kendisiyle dost olmayı,
kendi kendisini sevmeyi, kendi kendisinden memnun olmayı
öğrenmelidir. Bu bana, sana, ona herkese lazımdır. Hayatımızın
ve ömrümüzün bir anlamı varsa, o da budur. İnsanların kendi
kendilerini suçlayarak yaşamaları cehennemden beterdir.
Cennette yaşamak varken, neden böyle olsun?
» KENDİNE DÜŞMAN OLANLAR VAR
Hiç kimse kendi kendisinden kaçamaz.
Kendine düşman olanlar, çevremizde gördüğümüz kişilerden
birileri olabilir. Kötü tarafın adamlarına, sahtekarlara, yıkıcılara
ve bu gibilere özenen şahsiyetsizlere kendileri lazım değildir.
Onlar kendi kendileriyle hiç ilgilenmezler. Çünkü onlar kendi
-183-
kendilerine düşman olmuşlardır. Onlar kendi kendilerinin
yüzüne bile bakamazlar. İnsana yakışmayan işlerden dolayı,
kendi kendilerinin karşısına çıkacak yüzleri yoktur.
Ama onlar, bir gün, kendi kendileriyle yüzleşerek kendi
kendilerine hesap vereceklerdir. Bundan hiçbir Allah'ın kulu
kaçamaz. Kaçacak yer bulamaz. Nereye giderse gitsin, kendi
kendisiyle beraberdir. İnsan kendi kendinden kaçabilir mi,
saklanabilir mi? Bu mümkün değildir.
O halde, kendi kendine düşman olana ne denir?
Tek kelimeyle enayi denir.
Kendi kendine düşman olan neler yapar:
1. Kendisine yapılmasını istemediği şeyleri, kendisi başkalarına
yapar.
2. Kendisine yapılmasını istediği şeyleri kendisi başkalarına
yapmaz.
3. Kendine layık gördüğü şeyleri, başkalarına layık görmez.
4. Kendinden başka hiç kimseyi düşünmemeyi, kendini düşünmek zanneder.
İşte bu cehalettir...Kendine düşmanlıktır ve bu en büyük
enayiliktir.
» BEN ZANNETİĞİM BEN DEĞİLMİŞ
Ey şekil ve isimlerle kendini sınırlayan benlik!... Sen BEN
değilsin.
Ey!., bitip tükenmeyen isteklerin kaynağı olan. EGO (nefis).
Benim en tehlikeli düşmanım sensin. Sen aslında hiç yoktun,
seni varsayarak ben yarattım şimdi de karşıma geçip, benimle
savaşmaya kalkıyorsun. Halbuki sen isim ve cisimlerden başka
bir şey değilsin. Senin bütün hilen, isim ve cisimleri gerçekmiş
gibi gösterip, insanları aldatmandır.
O, isim ve cisimlerin sonsuz sayılarına aldananlar, sonu
gelmez istekler peşinde koşar dururlar ve onların ömürleri biter
istekleri bitmez.
İstekleri bitmeyen, istenilen olamaz o hep isteyen olur.
Halbuki, hiç bir şey istememek, herşeye sahip olmanın ilk ve tek
kuralıdır...
-184-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Burada konu derinleşiyor. Bunlar herkese lazım değil.
Söylemekle okumakla anlaşılmaz, ancak yaşayarak anlaşılır,
buda yaşayan birinden öğrenilir.
Sonuç olarak; insanın en büyük ve en gizli düşmanı kendisidir (EGO). Bu durum devamlı ikilemlere düşmemize neden
olur. Zihnimizdeki devamlı zıt düşünceler biribiriyle savaşır.
Gideyim mi? gitmeyeyim mi? gibi tereddütler yaşarız. Biz
düşüncelerimizi yöneteceğimize, düşünceler bizi yönetir. Neden
böyle oluyor?..
Çünkü;
1- O düşüncelere karışıp gidiyoruz.
2- Noktamızda (Nötr) duramıyoruz. Veya tarafsız kalamıyoruz.
3- Bunları nasıl yapacağımızı bilmiyoruz. Bilen birisinden
öğrenmek aklımıza bile gelmiyor.
» CENNET AMA NEREDE?
Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim. Aşkın ile
avunurum. Bana seni gerek seni.
Y.Emre
Çok sevinçliyim. Çünkü bugün beş parasız bir günümdü...
Endişesiz, çok paralıymışım gibi rahattım. Para kazanmak kolay,
ben parayı değil, o parayı kazanan zekayı da değil o zekayı
yaratanı merak ediyorum. Ben ona hayranım. Ve onu istiyorum.
Bu da benim tercihim. Yunus Emre bu işlerle kırk sene uğraşmış.
Bu kolay değil. Bir insanın kırk sene kendi kendisiyle savaşması
kolay mı? Kolay değil ama olmayacak şey de değil. Herkesin
tercihi farklı oluyor. Kimi doktor, kimi avukat, kimi futbolcu,
kimi fırıncı olmak istiyor. Az da olsa, kimileri de aslını bulmak
istiyor.
Sınırlı aklını kullanmaya alışmış olan insanların, sınırsız
aklına uygun olarak yaşayan insanları anlaması mümkün değil,
ancak hayranlık duyarlar o kadar. Bunlar ne yapmış da böyle
olmuş diye merak edenler çok azdır. Ellerinde olmadan,
-185-
o insanları severler ama anlayamazlar, çözemezler. Çünkü
genelde insanlar, gövdelerinin ihtiyaçlarını karşılamayı,
kendilerine dert edinmişlerdir. Daha çok dışa dönük yaşarlar.
Devamlı olarak el aleme, kendini kabul ettirmek, beğendirmek
endişesi
taşırlar.
Beğenilmediklerini,
sevilmediklerini
hissettikleri anda, hayat onlar için çekilmez olur.
Bu endişeli yaşayışın sebebi, kendisi hakkındaki bilgi eksikliği ve yanlış bilinçlenmektir. Ve böylece, biz istemesek de bir
ömür, ahla vahla geçer gider...
Her insan kendi içindeki cenneti öğrenmeli ve yaşamalıdır.
Bu hiç de zor değil. Yunus gibi, kırk yıl beklemeye de gerek yok.
Hemen şimdi başlayabiliriz. Nefesimizin kökü olan, canımızla
tenin birleştiği yere, yani can noktasına dikkat etmekle bu iş
başlar.
» YA İYİ YA KÖTÜ
Herkes kendi kendine aferin demenin bir yolunu bulmalıdır.
Bütün yıkıcı düşünceler ‘beğenmemekten’ türer. Yıkıcılığın
düşünce binaları, beğenmemek temeline oturmuştur. Yapıcılığın
temelinde ise 'beğenmek' vardır. Herkes kendi zihin yapısına
bakıp, hangi tarafın adamı olduğunu anlayabilir. Anladıktan
sonra da ne tarafın adamı ise, o tarafın adamı olmaya çalışır.
Yani tarafının gereklerini yapar.
İnsanlar, ya ‘yapıcıdır’ ya da 'yıkıcı'. Bunun ortası olmaz.
Bunun ortası renksizlik, iddiasızlık, şahsiyetsizlik, ot gibi- liktir.
Böyle olmayı kim ister? Hiç kimse. Çünkü, insanın yaratılışına
uymaz. Yapısına terstir, aykırıdır.
İnsanlar kim olursa olsun mutlaka bir tarafın adamı olmalıdır. Ya ‘iyi’ ya da ‘kötü’ taraftan birini seçmelidir. Görülecektir ki, yüzde doksan çoğunluk ‘iyi tarafın adamıdır.
Dindar veya dinsiz, fakir ya da zengin, Alman veya Çinli
gibi ölçütler, insanın asıl kimliğini belirleyemez. Çünkü bunlar
‘evrensel’ ölçüler değildir. Bugün insanlığı perişan eden, bu
kimlik belirsizliğidir. Bu kaostur. İnsanların ‘ŞAHSİYETLERİNİ’
belirginleştirecek tek şey, hayat çizgilerini kaim çizgilerle
belirleyebilmektir. Bunun olmaması, amaçsız ve bomboş
-186-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
toplumlar oluşturmuştur.
Bugün, kötüler-kötülerle rekâbet ediyor. Bu doğal. Doğal
olmayan iyilerin-iyilerle değil de, onların da kötülerle rekâbet
etmesi. Daha henüz ‘iyiler-iyilerle’ iyilikte yarışa başlamadı. Bir
başlasalar, dünyanın nasıl değiştiğini görecekler.
» İŞADAMI FARKLIDIR
Kurduğu işi müessese haline getirene iş adamı denir.
İşin sahibi, ister ‘işin’ başında olsun, isterse ölmüş olsun, o iş
yürüyorsa, o iş yeri ‘müessese’ olmuştur. Esnafla, iş adamı arasındaki en büyük fark budur. Esnaf, her sabah dükkanını kendisi
açmazsa iş durur. İş adamı işe gitmezse, iş yeri açılır, iş yürür.
Çünkü ‘müessesedir’. İşi yürütecek ekibini kurmuş, işini
‘müessese’ haline getirmiştir.
Çalışmak ayrı, esnaflık ayrı, iş adamlığı ayrıdır. İş adamı,
cebinde parası olmasa da parası varmış gibi hep iş düşünür. Yeni
bir iş kuracağı zaman kesinlikle ne kadar ‘kâr’ edeceğini
düşünmez. O şunu düşünür:
Bu işten ‘zarar’ edersem, yıkılır mıyım yıkılmaz mıyım?
Eğer, o işten zarar ettiğinde ‘yıkılacaksa’ o işe girmez. Böyle
düşündükleri için, iş adamları genelde ‘başarılı’ olur. Ve devamlı
işlerini büyütür.
İş adamı kolay yetişmez. Girişimcilik bir yetenektir. Eğitimle
elde edilmez. Eğitim, belki açığa çıkmasına yardımcı olabilir.
İş adamı farklıdır. Mantık yapısı standart dışıdır. Zihniyeti
değişiktir. Amacı para değil, ‘başarıdır’. Tek zevki kazanmaktır.
İş adamı, bir ülkenin kanı değil, ‘canıdır’. Çok değerlidir. İş
adamı, kabiliyettir. Kısacası:
Ekonomik savaşın ‘generalleridir’.
» O HER ŞEYİ YÖNETİR
Bu dünyada rejisör hangi rolü verirse, o rolü oynarız.
Bu dünya sahnesinde herkesin bir rolü vardır. O role meslek
diyoruz. O rolü rejisör dağıtıyor. Nasıl dağıtıyor? İçimizden o
-187-
rolü sevdirerek. Veya olay ve rastlantılarla o mesleği, ‘rolü’
kabul ediyoruz. Eğer rolümüzü iyi oynarsak, baş rolü bile alma
şansımız vardır. Ve hatta 'rejisör' rolünü de kapabiliriz.
Yaşantımızda çoğunlukla istediğimiz şeyler olmaz. İstemediğimiz şeyler olunca da, baştan üzülürüz. Sonra da bakarız ki,
bizim için çok daha iyi olmuş. İyi ki istediğim olmadı deriz.
Sanki bizim içimizdeki bir güç, bizi istediği gibi yönlendirmektedir. O güç, herkesin içinden, duygularının ta ötesinden bir
rejisör gibi rol dağılımı yapmaktadır. Bu 'güç' bizim içimizdeki
‘sınırsız akıldan’ (Külli Akıl) başkası değildir.
O, herkesin içinden, her şeyi yönetendir.
» BANA NE...
Bütün pisliklerin, hoşnutsuzlukların, kavgaların, anarşinin
kaynağı iki şeydir:
1- Ciddiyetsizlik
2- Nemelazımcılık (bana necilik)
Ciddiyetsizlik, kendi içini duyup ona uymayan, tam tersine,
kendi keyfine uyanlarda olur. Ciddiyetsizliğin en önemli
belirtisi, ‘bananecilik'tir.
‘Senden bana ne’ diyen hem ciddiyetsiz hem de ‘Nemelazımcıdır’.
» İNSAN VE...
Aslında hep insan psikolojisi ile ilgili yazılar yazmak istiyorum.
Ama insanın çevresi var. İçinde yaşadığı şartlar var. Bunlar hep
insan psikolojisini etkiliyor. İnsanı etkilemeyen hiçbir konu
yoktur ve olamaz. Çünkü her şey insan için yaratılmış ve insanla
ilgilidir.
Hayat ve insan
İnsan ve din İnsan
ve doğa Eğitim ve
insan Ekonomi ve
insan Hukuk ve
-188-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
insan Devlet ve
insan Kainat ve
insan
v.s. ve bütün bu konular insanla ilgilidir ve insan psikolojisini
etkiler. İster istemez bu konulara değinmek gerekiyor. Ancak
benim anlatmak istediğim insan, bütün bunlardan ayrıdır.
Soyuttur, tektir, bağımsızdır.
İnsan ne hayat, ne ruh, ne zihin, ne evren, ne gövde, ne fikir,
ne bilinç, bunların hiç birisi değildir. İnsan bütün bunların
efendisidir. Hükmeden ve kullanandır.
İnsanların en içgüdüsel duygusu, sahip olmak ve hükmetmektir. İşte insan budur. Onun dışında her şey araçtır. İnsanlar,
sahip olmak ve hükmetmek için güç peşinde koşarlar. Bunu ister
ve hep bunun hayaliyle yaşarlar. Bazen de ‘Ben onun yerinde
olsam, böyle yaparım, şöyle düzeltirim’ falan filan derler...
Bu sahiplik iç güdüsünün hayale kaymasıdır. Bu hayallerimiz, kendi içimizdeki gücü kullanmayı öğrenirsek ancak o
zaman gerçek olur.
» YALANCININ MUMU
Büyük balıklar küçük balıkları yer, küçük balık kalmazsa
büyük balıklar birbirini yer, sonunda en büyük balık kalır,
o da kendi kendini yer.
Global kriz varmış... Ya ne olacaktı? Uydurduğunuz ekonomi
yutturmacası, eninde sonunda duvara toslayacaktır. Sahtekârlık
üzerine kurulmuş olan, çıkar ve sömürü ölçülerine indekslenmiş, "gerçek ekonomi" ile hiçbir ilgisi olmayan bu ekonomi,
şimdi bu sistemin kral ve imparatorlarını yutmaya başlamıştır.
Artık deniz bittiiiiiiii...
Eğer bu insanlık, bu krizlerin asıl nedenini hala daha anlayamıyorsa, çok yazık. Daha çilesi bitmemiş demek ki. Bu
krizlerin ve çökmekte olan ekonomik sistemin tek nedeni vardır.
O da "parayı" ticaret "metası" gibi alıp satmaktır. Bu durum para
borsalarım, sonra ülkelerin paraları arasındaki "kur" farklarını,
ondan sonra da hisse senedi borsalarındaki sahtekârları
oluşturur. Bütün bunlara "Sistemin gereği" diyenler olabilir.
-189-
Haklıdırlar. Çünkü bunu diyenler, mevcut ekonomik sistemi,
"Gerçek ekonomi" zannediyorlar. Halbuki, bize ekonomik sistem
diye yutturulan şey, sahtekârların uydurduğu soygun
ekonomisidir.
Sen "Borsalarda" hiçbir zekâ ve emek harcamadan elden ele
alıp-vermekle, milyon dolarları cebe at. Öte yandan dürüst
insanlar, zekâ ve emekleriyle imalat yapsın, malını satmak için
canı çıksın, satamayınca maliyetinden aşağı zararına satmaya
mecbur olsun, aldığı paranın hepsini işçisine vermek zorunda
kalıp, kendisi de borç alıp evine ekmek götürsün, esnaf, memur,
işçi, tüccar, sanayici inim inim inlesin... Hâlâ daha sen buna
"Ekonomik sistem" de öyle mi? Bir de kalkıp, bu uyduruk sistem
palavralarını okullarda iktisat diye okutacaksın, öyle mi? Daha
ne kadar?
Artık bitti...
Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış.
Duvara tosladınız işte. Şimdi ne yapacaksınız? Artık yiyecek
büyük balık bile kalmadı.
Ne olacağını söyleyeyim mi? Şimdi sıra büyük balığa geldi.
Yani imparatorlara...
Siz onların global kriz, ekonomik kriz laflarına inanmayın.
Bütün olanlar, büyük balığın kendi-kendini yerken meydana
gelen dalgalanmalardır.
» NE YAPSAK DA SEVİLSEK
Hayatın tek gayesi sevmek ve sevilmektir.
Sevilmek istemeyen hiçbir varlık yoktur. İsterse cani olsun,
isterse çirkin olsun. İsterse hain, anarşist olsun. İsterse çocuk,
isterse dede olsun. İster zengin, ister fakir olsun. Ne ve nasıl
olursa olsun, insanoğlu sevmek ve sevilmek ister.
Nasıl para istediği zaman, ne yapıp parayı eline geçiriyor,
sevilmeyi paradan daha çok istediği halde, ele geçiremiyor. Ele
geçirmenin yolunu bilmiyor. Çaresini bulamıyor. Aslında
insanların çok para istemelerinin altında, sevilmek ihtiyacı
vardır. Yani, ‘Param olursa beni severler’ mantığı...
Bireyin problemi, toplumların sorunu bu bence.
-190-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
Para ve şöhretin doygunluğuna ulaşmış olan Zeki Müren
bakın bunu nasıl dile getiriyor.
,Beni herkes sanatçı Zeki Müren olarak sevdi. Zeki Müren
olarak kimse sevmedi.
Asırlardır toplumlar tarafından sevilen insanlar var. Mevlânâ, Yunus Emre gibi onların bir iki tanesini örnek alsak, onların yaptıklarının binde birini yapabilsek, herhalde bizi de
severler.
» EGONA BAK SANA NELER EDİYOR...
İnsan, isteklerinin elinde oyuncak olmamak için güçlenmek zorundadır.
Kim ne çekiyorsa ‘egosunun’ elinden çekiyor. Egomuz bizimle
oyuncak gibi oynuyor. Bizi rahatsız eden ‘egomuzun’ isteklerine
bakın:
• O yemese de ben yesem
• Onun olmasın, benim olsun
• O ölsün, ben yaşayayım
• Şunu da alayım, bunu da alayım
• Ondan şunu nasıl kapayım?
• Aman harcamayayım, param bitmesin
• Enayi, kimseye bir şey yedirme, sen ye...
• Kimseye istemeden bir şey verme, isterse "sonra veririm" de
• Boşver, herkesin doğrusu sen misin? Çıkarın varsa, yağ da
çek, yalan da söyle. Parasız dürüst olacağına, paralı sahtekâr
ol.
Daha bunun gibi neler var neler... İşte egomuzun ürettiği
değer ölçüleri. Bir de dünyayı bu zihniyetteki insanların yönettiğini düşünün. Ne olur halimiz? Ne olacak, işte bugünkü
bunalımlar olur.
İsteklerine hakim olunmadan ‘insan’ olunmaz. İnsanlık ‘ben’
merkezli isteklerinin peşinde koştuğu sürece, rahatlık yüzü
göremez. Göremiyor da. Tarih boyunca da görülmemiştir.
-191-
O halde, niçin rahatlığımızı tercih etmiyoruz? İnsana yakışan
isteklerimizin peşinde koşacağımıza hayvani isteklerimizin
peşinde koşuyoruz? Rahatsak devam edelim. Yok rahat
etmiyorsak, rahat etmenin yolunu arayalım.
Hiçbir şey yapamıyorsak, isteklerine hakimiyet kurmuş
birisini bulup, ondan bunun metodunu öğrenelim.
» MANEVİ MESLEKLER VARDIR
Her devirde, isteklerine hakim olmuş yetkili kişiler vardır.
İnsanların maddi ihtiyaçları mutlaka temin edilir, karşılanır. İş
bölümü, meslek seçimi, kendiliğinden, doğal olarak oluşur.
Ayrıca toplumun ihtiyacına göre yeni iş ve meslekler icat olur.
Maddi ihtiyaçlar için nasıl ki o iş ve mesleğin adamları süreklilik oluşturuyorsa, aynı bunun gibi, manevi meslek sahipleri
de sürekli olarak vardır.
Bir öğretmen giderse, yerine yenisi gelir. Bir evliya, bir ‘Velî’
(nefsine hükmeden) giderse, yerine bir evliya bir ‘velî’ gelir.
Manevi meslek sahibi insanlar, insanların ‘ruhsal’ ve 'psikolojik'
ihtiyaçlarına karşılık veren insanlardır.
Bu manevî meslek sahibi kişiler nasıl bulunur? Bunlar halkın
içinde ‘belirtisiz’ olarak yaşarlar. Dıştan hiçbir belirtileri yoktur.
Ancak, tanışınca karşılaşınca biz de değişim olur. ‘Zihnimiz’
açılır. ‘Cesaretimiz’ artar. Kendi kendimize ‘nefsimize’ söz
geçirecek, ‘güç’ ve güven duygusu uyanır.
Öyle bir insana ‘kızsak da sevsek de’ bu böyle olur.
O bize bizi anlatır, bizi tanıtır. Onların başka bir derdi
yoktur. Bizim de derdimiz bu ise, arkadaş olmakla derdimize
çare bulmuş oluruz.
-192-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» ALLAH’A YOL İNSANDAN GEÇER
İnsansız Allah’a ulaşılmaz. İnsansız Allah ile birleşilmez.
İnsansız Allah bilinmez.
Allah ilksiz ve sonsuzdur. Her yerde hazır ve nazırdır. Her şeyi
duyan ve bilendir. Allah kadirdir. Her şeyin mutlak hakimidir.
Şimdi insanın sınırlı olan Aklı, böylesine büyük ve sınırsız bir
Allah’ı nasıl idrak edebilir? Bu mümkün mü?
Peki, insan Allah’ına hizmet etmek isterse, ikram etmek
isterse, onu sevmek isterse, bunu nasıl yapacak? Allah’ı nerede
bulacak? Sevgisini nasıl ifade edecek?
Demek ki, Allah bizim ‘sınırlı aklımızın’ alamayacağı kadar
sınırsız. Demek ki, Allah, somut, maddi bir varlık değil. O halde,
sınırlı aklımızın ‘Cüzi akıl’ anlayacağı, ereceği somut bir varlık
olmalı. Aracı bir varlık olmalı. O varlığın adı: insandır. Yani
Allah’ı sevebilmemize, ona hizmet edebilmemize, ona ikram
edebilmemize vesile olacak bir insan olmalı. O insan, herhangi
bir insan olamaz. Özel ve özellikleri olmalı. Ne demişler: İnsana
hizmet, Allah’a hizmettir.
Bu konu, çok hassas bir konudur. Aynı zamanda istismara
açık ve günümüzde saptırılmış bir konudur. Yanlış anlamalar o
insanı putlaştırabilir. O insanın, özellikleri olması gerekir. Böyle
‘aracı’ bir insanın en önemli özelliği, Allah ve peygamberden
önce bize bizi anlatmasıdır. Kendimizi tanımadan, kendimizi
bilmeden, Allahı ve peygamberi bilmemiz ve tanımamız
mümkün değildir. Sevmemiz de mümkün değildir, korkmamız
da... Ancak o insanı putlaştırmamalıyız. O insana arkadaşlık ve
dostluğun gereklerini yapsak yeter. Onun bir araç olduğunu
unutmadan, kendimize yapmak istediğimiz iyilikleri ona
yaptıkça, kendimize yapmış oluruz. Yaşayarak ve deneyerek
müspeti buluruz.
-193-
KENDİME
Sen kendini değil, bildiklerini bir şey sanırsan, yeni bir şey
öğrenemezsin.
FİKİR
Bilgi ayrı, fikir ayrıdır. Bir bilgi uygulanabiliyorsa, o ‘fikirdir’ ve
kabul edilir.
SÜPER BİLİNÇ
‘Gerçekçilik’ insan bilincinin ulaşabileceği en uç, doruk noktasıdır.
I DOST
Dostu olmayanın hayatı boştur.
Dostu kim nasıl bilirse bilsin. Kim nasıl yorumlarsa yorumlasın.
Dostun en kısa tanımı şudur:
Seni kendisinden önce düşünen değil, seni senden önce
düşünendir.
Hiçbir maddi ve manevi çıkar gözetilmeden sürdürülen
ahbaplığa dostluk denir.
-
Ama o eskidendi, şimdi yok.
-
Evet, eskiden de yoktu. Az vardı, şimdi de yok. Az var. Ama
var...
» PARANIZ VARSA ÖLMEYİN
Parayı herkes sever. Ama para, parayı daha çok seven gi der.
Sevmekte arzu vardır. Sevmekte sahip olmak vardır. Sevmekte
birleşmek vardır. Neyi seversek sevelim, sevdiğimize kavuşmak,
onu elde etmek isteriz.
Günümüzde herkesin sevgilisi aynı. Onu kimse, bir başkasıyla paylaşmak istemiyor. Onu kimse elinden kaçırmak iste-194-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
miyor. O olmazsa kimse yaşamak istemiyor. Çünkü onsuz yaşanamayacağına inanıyor. O şeyin adı:
Para. Herkesin sevgilisi olan para...
Her işi o yapıyor. O her şeye kadir oluyor. Onun açamayacağı kapı yoktur deniyor.
- Bunları hep para mı yapıyor?
-
Para yapıyor tabi, başka kim yapacak!
Bunları para yapıyorsa, o zaman Allah ne yapıyor? Siz para
yapıyor sanın enayiler. Her şeyi para yapıyor diyen ahmaklar.
Peki paranız olduğu halde, en iyi doktorlara gittiğiniz halde, ne
diye ölüyorsunuz?
- Paranız var ya, ölmesenize?
» YAZIKLAR OLSUN
İnsanlar, insanlık niteliklerini kaybederse, kıyamet kopar.
İnsan için yaratılmış olan dünya, insanlıktan uzak, insan görüntüsündeki adamlarla dolu olunca batar. Çünkü insan kalmayınca, dünyaya da gerek kalmaz...
Dünya, insan için vardır. Eğer bin kişide bir kişi ‘insan niteliklerini’ yansıtamazsa, dünyanın yaratılış amacı kalmaz ve
batar. Batması demek, uzayda yok olması demek değildir.
Üzerinde gezip dolaşan, insan görüntüsündeki iki ayaklı hayvanları suyla, selle, depremle, doğal afetlerle yutup, yok etmesi
demektir.
‘Hep banacı’ zihniyet yayılıyor ve her geçen gün, insanlığı
sarıp kuşatıyor. Buna karşılık, doğa da insanlığa, çok değişik
sürprizler hazırlıyor olabilir.
Dünya insanlığı, ‘hep banacı’ zihniyetlere doğanın “Nah
sana” diye cevap verebileceğinden korkmalıdır.
» BİZ SEVGİYİZ
Bakteri ve virüsler, nötron ve protonlar dahil sevmek ve
sevilmek için yaratılmıştır.
Sevmese ne atom, ne proton, ne de nötron bir arada olamaz.
-195-
Birbirini sevmese, ne moleküller ne de hücreler birleşip bir arada
durarak, büyük kütleleri meydana getiremez.
İnsanlar birbirini sevmese, birbirine kızamaz, birbirini öldüremez. Hiçbir mahluk, hiçbir madde sevmeden hareket
edemez. Özetle sevgi, yaratılışın ve hareketin tek kaynağıdır.
Allah sevmese idi, bizi yaratır mıydı? Biz ki, bu aklımızla sevmediğimiz bir işi yapmıyoruz. Allah niçin yapsın?...
» SEVEN MUTLUDUR
Dünyada her şeye doyulur, her şeyden bıkılır. Sevgiye doyulmaz, sevgiden bıkılmaz.
Hiç kimse ve hiçbir mahluk sevgiye doyamaz. Sevgiden bıkamaz. Bu mümkün değildir. Çünkü sevgi sonsuzdur. Çünkü
sevgi hiçbir engel tanımaz. Sonsuzluğa ulaşır, tekrar bize geri
döner. Sevgi cennettir, sevgi mutluluktur, sevgi doyumdur.
Sevgi enerjiden de öte ışıktır. Seven insan ışıkla dolar, çevresine
ışık yayar, onu herkes sever.
Gerçek sevgide kesinlikle çıkar olmaz. İşte bu sebeple, böyle
bir sevgi, insana insanlığına ulaştırır. Çıkarsız ve karşılık
beklemeden seven insan, insandır. Sevgi, hayatın özü ve bilincin
varoluş sebebidir. Her şey sevgiden varolmuştur. Biz bilincinde
olmasak da her insanın içinde sonsuzluğa ulaşmak isteyen ama
bilinçsizliğimizden kilitlenen bir sevgi vardır. İçimizdeki sevgi
her an bir yere akmaya hazır bekliyor. Yeter ki bencilliğimizle,
inadımızla, kinimizle sevgimize engel olmayalım. Mantığımızla
sevgimize engel olursak soyut vücudumuz güçsüz kalır. Bizi ne
kadar severse sevsinler mesut oluruz ama mutlu olamayız.
Çünkü sevilenden daha çok seven mutlu' olur.
» UYKU KALMAZ
Sevenler uykuya ihtiyaç duymazlar.
Sevenler, sevdiğini düşünmekten uykuya ihtiyaç duymaz. Sevenlerde yeme, içme, uyku hiç akla gelmez. Sevgi öyle bir
-196-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
enerjidir ki, bedenimizi bile dirençli kılar.
» BİR SEVMEK YETER
İster kendimizi, ister başkasını neyi olursa olsun beğenmemek
cehennemde yanmaktır. Her şeyi beğensek ama bir şeyi
beğenmesek bu bizde sıkıntı yapar. Canımız sıkılır, içimiz daralır. Cehennemdeymiş gibi huzursuz oluruz. Beğendiğimiz
şeyler, aklımıza geldiğinde de içimiz açılır, hoşnutluk duyarız.
Kendimizi cennette hissederiz.
Beğenmemek bu kadar sıkıntı verirken neden beğenmemeye
devam ederiz? Çünkü insanın doğasında zıtlık vardır, yani insan
olumlu ve olumsuz düşünceleri zihninde taşıyan, onları
kullanabilen bir varlıktır. Ayrıca olumlu ve olumsuz
düşüncelerini tercih yetkisi vardır. Alıştırmayla veya eğitimle
olumsuz düşünceleri reddedip olumlu düşünceleri kendine
çekebilir. Hangi tür düşünceyi seçer, zihnimizde tutarsak, o
düşünce büyür, zihnimizi işgâl eder ve bizi yönetir. Hangi tür
düşünce olursa olsun, o düşünceyi yaşarız. Bu, cennete veya
cehenneme girmek gibidir. Bu dünyada cennete girmenin en
kısa yolu sevmektir. Çünkü sevmenin içinde beğenmek vardır.
Ayrıca
beğeneceğim
diye
zihnimizdeki
düşüncelerle
savaşmamıza gerek kalmaz. Bunun için bir insan sevmek yeter.
» SEVEN CAN DEĞİL
Seviyorsak yaşıyoruz.
Sevmek, canın sıcaklığını hissetmektir.
Sevmek canın dışına çıkmaktır.
Sevmek hayatı içine çekmektir.
Sevmek, ten ne ki, candan da geçmektir..
-197-
» KUSURLU OLAN DA SEVİLİR
Sevmenin en zoru insan sevmektir.
İnsan her şeyi veya bir şeyi sevebilir. Bir eşyayı, bir hayvanı, bir
çiçeği, herhangi bir şeyi kolayca sevebilir.
Sevmenin en zoru, insan sevmektir. İnsanları değil bir tek
insanı sevmek, herkesin yapacağı iş değildir. Çünkü insanlar,
birbirinin devamlı açığını, eksiğini arar. İnsan insanı sevmemek
için elinden gelen her şeyi yapar. Bir türlü insan insanı hata ve
kusurlarıyla kabul edemez. Genelde herkes kusursuz, hatasız,
eksiksiz insan arar. Yani öyle kusursuz insan olsun ki, onu
seveyim zannmdadır. Kusursuz insan olmadığını bile bile hep
böyle bir insan beklemekle ömrümüz geçer gider...Gerçek
sevgiye, bu zan ve hayallerle yaşarsak, hiçbir zaman ulaşamayız.
Varsayalım ki kusursuz insan bulduk, onu hemen seveceğimizi
zannetsek de öyle olmaz. Bizim bu ilkel zihnimiz ona da bir
kusur bulur. Kusur yoksa uydurur. Bu ilkelliğinden dolayı insan
insanı sevemez.
Sevginin gerçeğinde, insanın insanı olduğu gibi sevmesi
gerekir bütün kusurlarıyla bir insanı sevmek, bütün insanların
aradığı, hasretini çektiği gerçek sevgidir.
» SEVGİ HER ŞEYDEDİR.
Hayatın başı da sonu da sevgidir.
Hayat demek canlılık demektir. Canlılıkta cazibe vardır. Cazibenin de altında sevgi vardır. Sevgi olmadan çekim olmaz.
Çekim olmadan hareket olmaz. Maddenin temelinde çekim
vardır. Çekim olmazsa proton ve nötronlar bir arada duramaz,
dağılır. Çekimi de meydana getiren sevgidir. Maddenin dibinde
çekim, üstünde ise itim vardır. Biz itiyor gibi görürüz. Yani zıt
kutuplar birbirini itiyor görünür. Halbuki maddenin özünde
çekim vardır. Kısacası sevgi olmasaydı, madde bir şeyden başka
bir şeye dönüşemezdi.
-198-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» HER ŞEY SEVİLMEK İSTER
Bütün dinlerin temeli sevgiye dayanır.
Hayatın temeli sevgi
Maddenin temeli sevgi
Dinin temeli sevgi
Yaratılışın temeli sevgi
Kavganın temeli sevgi
Barışın temeli sevgi
Birleşmenin temeli sevgi
Ayrılmanın temeli sevgi
Sevgi ne peki?
1-
Alaka göstermek, ilgilenmek
2-
Beğenmek
3-
Konuşmak
4-
Güvenmek
5-
İkram etmek
Bunlardan birisi eksik olursa, SEVGİ tamamlanmaz, eksik
kalır. Sonuç, kavga. Sebep, sevgi
» SEVMEK YAŞAMAKTIR
Sevginin hedefi, sevdiğinde yok olmaktır, sevdiğinde yok
olan kendisinde var olur.
İnsanın duygu sistemi kendi kendisini sevmesine imkân verecek
şekilde yaratılmamıştır. Her insanda sevgi vardır ve bu Sevgi
sınır tanımaksızın sonsuzluğa ulaşmak ister. Bu da ancak bir
insan sevmekle olur, kendimizi sevmekle olmaz. Gövdemizi
sevmekle hiç olmaz. Gövdeyi aşıp, insana ulaşmadan, devrini
tamamlayamaz ve doyuma ulaşamaz. Kısaca bıçak sapını
kesmez, mum dibini aydınlatmaz.
-199-
» SEVEN KENDİSİNİ UNUTUR
Seviyorum demekle sevmiş olmayız.

Lafla sevmek
• Hayalen sevmek
• Zannederek sevmek
• Ümit ederek sevmek, bunların hiç birisi sevmek olmaz.
Sevmek, kendisini unutup her an sevdiğini hatırlamaktır.
» BEĞENMEK SEVGİNİN YERİNİ TUTMAZ
Sevilenin sevildiğinden haberi olmasa da seven mesuttur.
Beğenen mesuttur, seven ise mutludur. Mutlulukta doyum
vardır. Mesut olmakta hoşluk vardır. Seven neyi severse sevsin
mutlu olamaz. Ancak mesut olur. Bir tek insanı sevmeden
mutluluğun doyum noktasına ulaşmak mümkün değildir. Akıllı
insanlar mutluluğun doyumuna ulaşmak için gelip geçici
(maddi) şeyleri değil, sonsuza kadar var olan kalıcı değerleri
severler ki, mutlulukları sonsuz olsun. Bu duruma da bir insanı
sevmekle ulaşılır.
» DEVAMLI OLMAYAN HER ŞEY SANALDIR
Hayatın bütünü, zıtlann dengesinden ibarettir.
Kendimizden başlayarak hayatımızın her yönü zıtlann dengesiyle örülmüştür. Zıtlann dengesi demek, bir artıya karşı bir
eksi, iki artıya karşı iki eksi, on artıya karşı on eksi demektir.
İnsan bu zıtlann tam nötr noktasında durmalıdır ki, etkilenmesin. Etkilenmesi demek olayların içinde kendisini kaybetmesi demektir. Olayların içinde kaybolan insan, acı ve
mutluluk arasında gider, gelir. Bu girdaptan, bu yok oluştan
hiçbir zaman kurtulamaz. Ancak tarafsız kalırsa ne acılarına ne
de mutluluğuna kendini kaptırıp kaybolmazsa, nötr olursa yani
anını yaşarsa ancak o zaman zıtlann dengesine hükmedebilir.
Mutluluk veya mutsuzluk izafidir diyebiliriz. Olan, zıtla- rın
denge hareketidir. İnsanın bu harekete karışması vardır. Taraf
-200-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
olması vardır... Herkesin bildiği gibi soğuk ve sıcak zıt
kavramlardır. Sıcak da soğuk da gövdemizi etkiler. Burada büyük bir aldanmaya düşeriz. Biz üşüdük zannederiz. Halbuki
üşüyen gövdemizdir buss. En büyük aldanmadır. Kendimizi
gövdemiz zannetme duygusu bizi aldatır. Duygularımız ise sevip sevmeme, beğenip beğenmeme arasında gider gelir. Biz ise o
duygulara karışıp, katılıp o duyguları yaşayabiliriz. İşte o zaman
biz seviyormuşuz, biz beğeniyormuşuz gibi oluruz. Öyle
zannederiz.
Aslında insan hiçbir şeye karışmayan ancak her şeyde bir
şey olabilendir. Ayrıca her şeyden münezzeh olan, ilksiz ve
sonsuz bir varlıktır. Çünkü insan, Allah'ın kendi sûretinde
yarattığı tek varlıktır.
» İNSAN İNSANSA SEVİLİR
İnsanları insanlık meziyetleri sevdirir.
Hiç kimse insanları fizik yapısına bakarak sevemez. Fizik yapısı
güzelse hoşlanılır, beğenilir o kadar. İnsanları insanca
davranışlar etkiler ve unutulmaz yapar. Sevilen de budur. O
güzel davranışlar, diğer insanlarda iz bırakır. Mesela cesur bir
insanın davranışını herkes sever. Belli etmese de içinden taktir
eder. Hatta düşmanı olsa bile elinde olmadan o cesur davranışı
sever.
İnsanlarda insani davranış ve yüksek meziyetler olmasaydı,
sevgi de olmaz, kimse kimseyi beğenmez ve sevmezdi.
Davranışlar hep çıkara dayalı olursa, kimse kimseyi istese de
sevemez. Sevmek içinden gelmez. Bu da insanlığın ölümü demektir.
» BİR TOKAT GELEBİLİR
Hiçbir devirde kötüler çoğunlukta olmamıştır.
Dünyada her devirde kötüler çok az olmuşlardır. Her devirde
iyiler sayıca fazla olmasına rağmen, nasıl oluyor da kötülük bu
kadar çok yayılıyor? İyiler nerede, onlar ne yapıyor? Sinmiş,
korkmuş, uyumuş olmalılar ki, meydan kötülere kalmış. Kötüler
-201-
madde hırsıyla dolu oldukları için maddi imkânları ele geçirince
ya yönetimlere geliyorlar ya da yöneticileri yönlendiriyorlar. İşte
yönettikleri dünya ortada. Her şey bozuluyor, çürüyor, batıyor.
Herkes şikayetçi, her kes mutsuz. Dünyanın bu durumundan
kötüler de memnun değil. Sistemlerin iyice bozulup
çökmesinden onlar daha çok korkuyor. Bu sebepten yönetimi
artık iyilere devredip kurtulmak istiyorlar. Ama ortada kimse
yok... İyiler hala uyumaya devam ediyor. Uyanmaları için tokat
mı gerekiyor acaba?
» HAYVANLAR KAPIŞIR İNSANLAR PAYLAŞIR
İnsanlığın yok oluşu, bana necilik ve hep banacılıktan
olacaktır.
Bu bir kehanet değil, falcılık hiç değil. İlâhi yasaları bilen herkes
bunu anlayabilir. Dünyanın değil ama insanlığın sonu iki şeyden
olacaktır:
1- Bana necilik
2- Hep banacılık
Bu iki zihniyet de bir kafada taşınabilir. Bu zihniyetlerin
ortak özelliği, kendi çıkarından başka hiçbir değer tanımamaktır.
Bu zihniyetteki bir adamın kendi çıkarı demek, başkalarının
zararı demektir. Herkes birbirini yok edip, birbirine zarar
vermek için yaşarsa, bu insanlığın tümden zarar etmesi değil
midir? Yanındakine bir zarar geldiğinde seyreden, haksızlığa
uğrayan insanları görüp aldırmayan, bana ne diyen bir insan,
kendisi haksızlığa uğrayınca diğer insanlardan nasıl hangi hakla
yardım isteyecek?
Diğer insanlar da ona haklı olarak "Bana ne, ne halin varsa
gör" derse onu kim kurtaracak? Hiç kimse...
Bunlar böyle, ya ötekiler? Sen yeme ben yiyeyim, senin olmasın benim olsun, sen öl ben yaşayayım zihniyetindekiler, insanlarda rahat - huzur bırakır mı? Hayvanlar gibi kapışmak insana yakışır mı? İnsan olan paylaşır, hayvan olan kapışır. İnsanlar bu zihniyetlerle hayvanlaşırsa, insanlığını kim nasıl yaşayacak? mutluluk insanların hakkı değil mi? İnsanlar mutlu
olamıyorlarsa insanlıktan çıkıp hayvanlaştıkları için mutlu ola-202-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
mıyorlar. Artık herkes aklını başına toplamalı. Yoksa bana neciliğin ve hep banacılığın bedeli çok ağır olacak.
» NASİHAT DEĞİL MUSİBET
Halkın zihniyeti değişmeden idareciler değişmez.
Bir ülkede halkın yarıdan çoğu hangi zihniyetteyse orada o
zihniyetteki adamlar iktidara gelir. Ne ekersen onu biçersin
yasası böyle çalışır. Yönetime gelenler, yalan, dolan, sahtekârlık
yapıyorsa, halkın en az %51’i yalan, dolan, sahtekârlık zihniyeti
taşıyordun Halk, yöneticilerden şikayet ediyorsa, şikayet edilcek
olan halkın kendisidir. Halk, kendi zihniyetini düzeltmedikçe, o
ülkede, dürüst yöneticiler yönetime gelemez. Kim ne ekerse, onu
biçer.
Halkın kendisini düzeltmesi aydınları ve âlimlerin söz ve
fikirleriyle olabilir. Ancak o ülkenin halkı bana neci veya hep
banacı alçaklığına gömülmüşse, ona artık söz, fikir, nasihat falan
kâr etmez. Böyle bir halkın anlayacağı tek şey musibettir. Onlar
neyin musibet olduğunu da bilmez. Zannederler ki gökten taşlar
yağacak ya da yerin altı üstüne gelecek. O öyle değil, onun
faydası da olmaz. Çünkü ölenler ölür, kalanlar aynı kafada
devam eder. Bu musibet onları öyle bir sarar kuşatır ki, onun
musibet olduğunu da bilemezler.
Evlenir eşine güvenemez, ortak olur ortağına güvenemez.
Herkes birbirine işinde zorluk çıkarır. Geliri giderini karşılayamaz. Zamlardan nefes alamaz. Parası da olsa huzur bulamaz,
düşmanları çoğalır, dostu azalır. O hale gelir ki konuşacak,
derdini dökecek tek bir arkadaş bulamaz. Ve ne acıdır ki bütün
bunların musibet olduğunu idrak edemez.
Balık baştan kokar ama balığı kokutan halktır. Bu öyle bir
şey ki, kokmasın diye tuzlayamıyoruz da. Çünkü tuz da kokmuş!
-203-
» TARİHTEN SİLİNEBİLİR
Tarih, kurulan ve yıkılan devletlerin listesidir.
Bir milletin bireyleri, ülkeyi yönetenleri çok iyi tanımalı. Onların
dediklerini ve yaptıklarını çok iyi izlemelidir. En küçük bir
alçaklıklarını veya hainliklerini gördükleri anda, derhal hesap
sormalıdır. Bir ülke düşünelim ki, dış borcu her geçen gün
artıyor, iç borcu azalacağına ikiye üçe katlanıyor ve o ülkenin
halkı çalışıyor, çalışıyor, çalıştığı halde borçtan kurtulamıyor.
Okuya okuya cahilleşiyor. Bu ülkenin parası pul olmuş, her
gün değerini kaybediyor ve bu ülkenin basını, TV'si, sanayicisi,
esnafı, sanatçısı, aydını, âlimi hiçbir şey yokmuş gibi olanları
uzaktan seyrediyor. Hiç kimsenin sesi çıkmıyor. Sesini
çıkaranlar varsa da kimse onları duymuyor. Hepsi gebermiş
sanki...
Sahtekârlığın, ticaret ahlâkı (ahlâksızlığı) olduğu böyle bir
ülkenin halkı yaşasa ne olur, yaşamasa ne olur? Zengin olsa ne
olur, fakir olsa ne olur? Bayrağı olsa ne olur, olmasa ne olur?
Koskoca bir hiç... Bu topluluk millet değil illet olur!
Böyle bir milletin (illetin) sonu felâkettir. Hâlâ daha uyanıp
kendine gelmezse, ülke tarihten silinebilir. Tarih, bu gibi
örneklerle doludur. Uyumanın, aldanmanın bedeli çok ağır olur.
Hemen uykudan, uyuşukluktan kurtulmak lazımdır.
» SPORU SEYRETMEK SPOR DEĞİLDİR
İlimleri önem sırasına koyarsak, ilk sırayı sağlık ilmi alır. Sonra
ekonomi(geçim) sonra da din gelir. Sağlık ve ekonomi bozuksa,
insanlar dininin gereklerini yapamaz. Sağlık ilminin ilk şartı
dengeli beslenme, İkincisi ise, spordur. Spor sağlıklı kalmanın en
önemli koşuludur. Spor vücudumuzun kas, iskelet, dolaşım,
sinir sistemlerini güçlendirir, birikmiş olan toksinleri ter yoluyla
dışarı atar. Günümüzde çoğunluğun yaptığı gibi spor yapanları
seyretmek, hiçbir zaman spor sayılmaz.
Seyirlik sporlarda, seyredenler değil, o sporu yapanlar spor
yapmış olur. Takım tutmak, tezahürat yapmak, bağırmak,
alkışlamak spor yapmak değildir. Spor, her bireyin spor
hareketlerine katılması veya kendi kendine sportif hareketler
-204-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
yapmasıdır.
40 bin seyircinin sahadaki 22 kişinin top kovalamasını
seyretmesi spor diye yutturulamaz. Gerçek sporu hiç kimse
istismar etmesin. Spor yapanları seyretmeyi, spor diye yutturmaya kalkmasın. Özellikle futbol endüstrisi sporu para ve
çıkar aracı olarak görmeye devam ederse amatör spor ruhunu
kaybederiz.
Ve böyle devam ederse bir tek seyirci bulamaz hale gelirler.
» DEMİR KALDIRMAK
Marifetler, başkalarına faydalı olmuyorsa boş iştir.
Marifetli olmak güzel bir şey ama boş uğraşlar da olmamalı.
Örneğin 100 metreyi 9 saniyede koşmak herkesin yapacağı iş
değildir. 200-300 kiloluk demirleri havaya kaldırmak da güzel
bir marifettir ama hiç kimseye bir faydası yoktur.
Bunlar spordur. Ülkemizi tanıtmakta faydalı oluyor diye
düşünenler olabilir.
Ülkemizi demirleri havaya kaldırarak mı tanıtacağız? Yoksa
100 metreyi 9 saniyede koşmakla mı? Artık uyanalım da gerçekçi
olalım biraz, bilimde, teknolojide, buluş ve icatlarda eğitimin
standardını yükselmekte yarışıp, ülkemizi tanıtsak daha akılcı
olmaz mı? Tabii ki olur, olacaktır da. Bu hep böyle gitmez.
Zamanın birinde çok marifetli bir adam varmış. Bu adam
dikiş iğnesini 10 metre uzağa dikiyor, ipliğin ucunu ıslatıp
mızrak gibi atarak iğnenin deliğinden geçiriyormuş. Adamın bu
marifetini duymayan görmeyen kalmamış. Bu adamın ünü
padişahın kulağına kadar gelmiş. Padişah bu adamı merak edip
huzuruna çağırtmış.
-Herkes senden bahsediyor. Göster bakalım şu marifetini
demiş.
Adam iğnesini çıkarmış, ucunu ıslatmış attığı gibi iğnenin
deliğinden geçirmiş.
Padişah çok beğenmiş.
-Bunu hiç kimse yapamaz. Kazandığın ün boşuna değilmiş.
Verin buna 100 kese altın demiş. Sonra da cellada dönüp,
götürün vurun bunun başını demiş. Adam şaşırmış.
-205-
-Padişahım hem hünerimi beğendiniz beni mükafatlandırdınız hem de başımı vuruyorsunuz. Suçum nedir? Ben ne
yaptım ki, beni ölüme mahkum etiniz demiş. Padişah :
-100 kese altın gösterdiğin hüner için. Ölüm cezası da böyle
boş işlerle uğraştığın için. Yaptığın bu hünerin komşularına
yakınlarına, halkına ve insanlığa hiçbir faydası yoktur. Faydasız
işlerle uğraşan adamların da yaşamasında bir fayda yoktur.
» ZENGİN OLAN ALACAKLI OLUR
Zengin olan alacaklı olur, borçlu olmaz.
Bütün ülkeler borçlu ise, nasıl ülkelere zengin ülkeler diyebiliriz? Kim kime borçlu? Alacaklı olan kim?
Alacaklı olan kimlerse zengin olan da onlardır. Borç alacak
konusunun başka yorumu yapılamaz. Yapılıyorsa onu yapanlara şüpheyle bakmak gerekir.
• Süper ülke
• Büyük ülke
• Nüfusu kalabalık ülke
• Kalkınmış, sanayileşmiş ülke
Bu gibi laflara kanmamak gerekir. Ne kadar kalkınırsa kalınsın ne kadar sanayileşirse sanayileşsin o ülke borçlu ise bağımsız olamaz. Bu aynı zamanda borçlu olan ülkenin vatandaşının da borçlu olduğu anlamına gelir.
Hükümetlerin başarısı vatanseverliği ülkesini borca sokmamasından anlaşılır. Vatandaşların buna çok dikkat etmesi,
iktidardakileri titizlikle izlemesi, en küçük bir borç alma teşebbüsünde dahi derhal tepki göstermesi gerekir.
Çünkü borç alan emir de alır. Borç faiziyle katlamalı olarak
büyür. Ödedikçe bitmez ama ülkeyi bitirir ve hatta batırır.
-206-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
» DEVALÜASYON ENFLASYONU YARATIR
Borç, faiz, devalüasyon ölüm üçgenidir.
Piyasalarda işletmelerin genişlemek veya yatırım için aldıkları
borçlar faizle katlandıklarında bitmeyen borç haline gelmektedir. Bir de dövizdeki artış, maliyet girdilerine eklenince
eldeki sermaye eriyip gitmektedir. Yani devalüasyon eşittir
enflasyonu yaratır. Bunun diğer adı para oyunu sahtekarlıklarıdır.
Enflasyon: Fiyatların artması,, dolayısıyla işletme sermayesini törpülenmesi demektir. Bunun sonucu imalat azalmakta
maliyet yükselmekte, rekabet gücü kaybolmaktadır. Hiçbir
işletme, rakam olarakkânnı bildiği halde, alıp kasasına koyamamaktadır. Çünkü o kâr, enflasyon sonucu eriyen işletme
sermayesine katılmaktadır. Sonuçta işletmeci ya borç almakta ya
da evini satıp sermayesine katmaktadır. Bu kısır döngü
ekonomik çarkın içinde sürüp gitmektedir.
Bir ülke yabancı ülke paralarına bire 300 bire 500 verirse
soyuluyor demektir.. Kültür düzeyi yüksek ülkelerde parasının
değerini koruyamayan hiçbir iktidar yönetimde kalamazken
ülkemizde paramızı pul haline getiren politikacılar hâlâ iktidara
geliyor. Hâlâ vatandaş uyuyor. Hâlâ bu siyasilerden çözüm
bekliyor. Ülkeyi bu duruma getirenler bu siyasiler değil mi?
Bunlardan ne çözümü bekleniyor anlamak mümkün değil.
Bir milletin millet olarak geçimden başka bir amacı yoksa
ona ne bayrak gerekir ne de toprak. Böyle amaçsız bir millet
geçinse ne olur, geçinmezse ne olur.
Parası pul olmuş bir millet devleti boğazına kadar borca
batmış bir millet yaşasa ne olur yaşamasa ne olur?
Yok olup gitsin daha iyi!
» ZAMAN VAR MI?
Zaman sonsuzluğa sınır koymaktır.
1998 yılı da bitti 2000’e az kaldı. Aylar, yıllar ne çabuk
geçiyor. Halbuki geçen bir şey yok bize öyle geliyor. Yani zamanın geçtiğini varsayıyoruz. Günleri, saatleri icat etmişiz
kullanıyoruz. Tekerleği, ampulü icat ettiğimiz gibi.
Zaman bir bütündür. Maddeyi ve madde ötesini kuşatır,
içine alır. Zaman sonsuzdur. Biz sınırsız zaman sınır koymakla
-207-
yıllar, aylar, saatler, dakikalar icat ettik. Böylece hayatımızı
kolaylaştıran bir düzen kurmuş olduk.
Her ne kadar yaşayışımızı saat ve günlerle sınırlamışsak da,
hayatın, zamanın sınırsız olduğunu unutmamalıyız.
» ADAM OLMAK MI OLMAMAK MI?
Ne teknoloji, ne para hiçbirisi yobazlığa çare değildir.
Adam olmanın yolu önce yobazlıktan kurtulmaktır. Sonra adam
olmuş bir adamı adam gibi sevmektir. Onu örnek alıp ona
benzemeye çalışmaktır. Adam olmanın başka yolu yoktur. Ne
demişler, arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. Kişi
sevdiğine benzer. Sonuç olarak adam adamlığı bir adamdan
öğrenir.
O halde herkes hemen adamını bulsun adam olsun.
» AHLAK EVRENSELDİR
Ahlâk kişiden kişiye değişmez.
Ahlâk adam gibi adamların yaşam prensipleridir. Kişiden kişiye
göre değişen kurallara ahlâk denilmez. Ahlâkın kaynağı ise,
peygamberlerin olgun ve ergin kişilerin yaşam biçimleridir ve
bu evrenseldir.
İnsanın olduğu her yerde değişmez ve eskimez kurallar
vardır. Hemen herkesin bildiği dürüst olmak, yalan söylememek, bu kurallardandır. Dünyanın neresinde olursa olsun, bu
kuralın kişiden kişiye göre değişmesi mümkün müdür? Hayır,
çünkü evrensel kurallar değişmez.
» SORUN VARSA CEVAP DA VARDIR
Hiçbir zaman çaresizlik diye bir şey yoktur. Cevabı almak
için doğru soruyu sormalıyız.
Nerede insan varsa orada sorunlar bitmez. Nerede bir sorun
-208-
İNSANA VE HAYATA DAİR...
varsa, mutlaka onun bir de cevabı vardır.
Bu gibi basma kalıp sözleri hiç sevmiyorum. Bazen "bana ne"
diyorum. Bana necilere rastlayınca onlara çok kızıyorum. Ama
benim "bana ne' demem, zihnimi rahatlatmak için. Böyle yapınca
zihnim dinleniyor.
Dünyanın sorunlarına, insanların sorunlarına ilgisiz kalamam... "Bana ne" diyemem. Bu benim elimde değil. Rahat
edemiyorum. Yani ilgisiz kalırsam, rahatsız oluyorum.
» DİNLERİN AMACI
Bütün dinlerin en önemli şartı adam olmaktır.
Bu dünyanın adam gibi adamlara her zaman ihtiyacı vardır.
Şimdi de var. Gelecekte de olacak. Çünkü adamsız dünya hiçbir
işe yaramaz.
Dinlerin ve peygamberlerin amacı, insan görüntüsündeki
hayvanları önce adam etmek, sonra da insan nitelikleri ile yaşatmaktı. Çünkü adam olunmadan insan olunmaz...
» YIKICILAR HAKİMSE ZULÜM BİTMEZ
Yıkıcıların hakimiyetine son verilmeden, dünyada haksızlık ve zulüm bitmez.
Haksızlık ve zulüm içinde yaşayan insanlık, ne yazık ki bunun
bilincinde değil. Ve hatta beyinler öyle buruşmuş ki, hak adalet
dağıtılan, her şeylerini severek paylaştıkları bir dünyayı hayal
edemiyorlar.
• İnsanlık çaresiz
• İnsanlık yorgun
• İnsanlık sevgisiz
• İnsanlık umutsuz
• İnsanlık değersiz
• İnsanlık önemsiz
• İnsanlık koskoca bir hiç sanki...
-209-
İnsanın önemsiz ve değersiz olduğu bir dünya zengin olsa
ne olur? Teknolojisi olsa ne olur? Aya insan gönderse ne olur,
süper olsa ne olur? Olmasa ne olur? Koskoca bir hiç...Bu hiçliğin
sorumlusu, yapıcı (dürüst ve iyi) insanların sorumsuzluğu ve
aldanmışlığıdır.
Zulme karşı çıkılmazsa, haksızlığa boyun eğilirse, yıkıcılar
bin bir türlü hile ile başımıza geçip, bizi yönetmeye kalkarsa bu
dünya tabi ki yaşanmaz hale gelir.
Hadi canım! O kadar da değil. Herkes yaşayıp gidiyor işte.
Herkes dilediği gibi yaşıyor. Herkes hayatından memnun. Sana
ne oluyor? Belki de sen uyuyorsundur? Diyenler olabilir...
O zaman adama sorarlar. Niçin? Zengin de olsan fakir de
olsan, kimseye güvenemiyorsun? Niçin? Aldanma endişesinden
kurtulamıyorsun? Niçin? Sevilip sayılmanın para ile olmadığını
görmüyorsun. Niçin, karını kızını emanet edebileceğin bir
arkadaşın bir dostun yok? Niçin? Daha söyleyeyim mi? Bu kadar
yeter. Daha da anlamadıysan, uyumaya devam et!
Ne zaman ki, yapıcılar birimiz hepimiz için hepimiz birimiz
için anlayışını hayata geçirir işte o zaman bu dünya yaşanır hale
gelir.
Yapıcılar uyumaya devam ettiği sürece, hayat daha da çekilmez hale gelecektir. Bu günlerimizi de arar oluruz...
-210-
» İDDİASIZ İNSAN APTAL GÖZÜKÜR
Aptal insan yoktur. İddiasız insan vardır.
Zeki insanlara bakın. Hep İddialı hep hırslıdırlar. Aptal insanlarda ise ne iddia vardır, ne de hırs. Aptal gözükür ama aptal
değildir. Zekâsı da vardır. Ama kullanmaz. Çünkü zekâ iddiamız uyanmadıkça harekete geçmez.
Zekâ akıl demek değildir. Akıl gibi, mantık gibi, zihin gibi
madde ötesi bir orgammızdır. Zekâ, bütün bu zihin ve akıl organlarımızı peşine takıp götüren bir organdır. İddiamız yoksa,
zekâmız bir şey yapamaz. Durur... Zekâmız durunca, aptal ve
uyuşuk gözükürüz. Onun için iddiası olmayana ölü derler.
Aptal bir insanı iddia ve amaçlandırırsak, onun zeki olduğu
meydana çıkacaktır...
» İŞ EKİPLE OLUR
İş kurmak ekip işidir.
Hiç kimse, tek başına her işe yetişemez. Onun için İŞ, müessese
haline getirilmelidir ki, işi kuran, işin başında olmasa da, işi
kendi kendine yürüsün. İş adamı işten önce ekibini kurar. İşten
önce ekibini düşünür.
Ekibin her elemanı yeteri kadar ücret alacağından çalışmasının karşılığını göreceğinden ve gelecek endişesinden emin
olmak ister. Bunlardan emin olmazsa, ya çalar ya da gözü
dışarıda başka iş arar. Ekibine sahip çıkmak, çoğu iş adamının
işine gelmez. Kurdukları iş de uzun olmaz. Ekip çalışman- sın
bilincinde olan akıllı iş adamları da vardır. Onun için 50- 100
senelik firmalar hala ayakta duruyor...
GÜVEN VERENLER HEP KAZANIR
İş kurmada en büyük sermaye, dürüstlük ve güvendir.
Güvenilmeyen bir kişiye, ne veresiye mal verilir, ne de ondan
mal alınır. Çünkü sattığı malın kalitesinden de şüphe edilir.
Güven olmayınca alış-verişler karşılıklı teminata bağlanır.
-211-
Çekler, senetler yazılır. Onlar da yetmez, ipotekler, kefiller istenir. İstenir de istenir...
Güvenmeden sandalyeye bile oturamayan insanoğlu, bu
güvensizlik ortamında ayağını basacak kadar bile sağlam bir yer
bulamayacak mı? Her an aldatılma korkusuyla mı yaşayacak?
Eğer bu yaşamaksa, hiç yaşamamak daha iyi herhalde...
Güvenin olmadığı yerde hayat olmaz.
Güvenin bittiği yerde hayat da biter.
Hayatın realitesi bu olduğu halde nasıl oluyor da sermaye
ön plana çıkarılıyor? İş kurmakta para önemli sayılıyor? Halbuki
güvene ve dürüstlüğe öncelik verenler, uzun vadeli de olsa hep
kazanmışlardır. Güven verenler hep kazanır.
» YALANCILAR SÜRÜSÜ
Bu insanlık yalandan kurtulmadığı sürece başı belâdan
kurtulmaz.
Dünyanın en alçak ve en adi işi yalancılıktır...
Bütün eğitim sistemlerinin en başına yalan söylememeyi
koymalıyız. Hangi dinden, hangi renkten olursa olsun, eğer
yalan söylüyorsa, dürüst olmuyorsa, o adam beş para etmez.
Bir toplum yalancılara en ağır cezayı vermedikçe o toplum,
çürümeye mahkumdur. Artık o bir toplum değil, yalancılar
sürüsüdür...
» SUÇ, YASALARI YAPANLARDA
Kanunlardan kanunları uygulayanlar değil, kanun yapıcılar sorumludur.
Yasalar, insanların işini kolaylaştırmak için yapılır. Eğer yasalar, sosyal sıkıntılar yaratıyorsa o zaman, o yasaları uygulayanlarla vatandaş karşı karşıya gelir. Bu durumda vatandaş ne
yapacak? Bu durumda vatandaş yasaları uygulayanları değil
yasa yapıcıları muhatap almalıdır. Seçim meclise gönderdiği
millet vekillerine seçip zamanı gelince, yaptıkları bu yanlış
-212-
yasaların hesabını sormalıdır. Sormuyorsa vay geldi onun
başına...
1- Yasalar, mutlaka ihtiyaç ve zorunluluktan dolayı yapılmalıdır. Keyfi yasa yapılmaz.
2- Uygulanabilir olmalıdır. Pratiğe uymalıdır.
3- Anayasaya aykırı olmamalıdır.
Bütün bunlardan daha önemli olan şey ise bu yasaları adam
gibi adamların çıkarmasıdır.
Beceriksizlerin çıkardığı yasalar, vatandaşa zorluk ve sıkıntılardan başka hiçbir şey getirmez. Getirmediği görülüyor.
Görüldüğü halde düzeltilmiyor.
•
Kim düzeltecek?
•
Bu beceriksiz adamlar mı?
Onlar kendi çıkardıkları yasaların dışındalar, Dokunulmazlıkları var. Sizin demokrasinizi sevsinler!..
» ÇIKARCILARA İKTİDAR VERİLMEMELİDİR
Ne nefsin istekleri biter, ne de dünyanın nimetleri.
Madde hırsı ile nefsin istekleri ham anlayıştır. Aynı zamanda
gelişmemiş zihniyettir.
İşte o zihniyettir ki, insanları hep banacı yapar. Bu zihniyetteki insanların yönetimlere ve iktidara getirilmemeleri
gerekir. Bu konu, çok önemli ve hayati bir konudur. Dünyada
bundan daha önemli bir konu olduğu düşünülemez. Çünkü bu,
insanlığın mutluluğu veya mutsuzluğu ile ilgili bir konudur.
Bu hep banacı zihniyet, iktidarları ele geçirirse bütün insanlık, insan görüntüsündeki vicdansız ve merhametsiz bu
hayvanların elinde çok mutsuz ve sıkıntılı günler yaşar. Bu tip
insan görüntüsündeki hayvanlar, kendi çıkarlarından başka
hiçbir değer tanımazlar. Bu insanlık düşmanı alçaklar, dış
düşmanlardan daha tehlikelidir. Çünkü kendi içimizde- dir.
Çevremizdedir. Yakınımız, akrabamız, arkadaşımızdır.
Uyanık olmayan onları tanıyamaz. Onlar ne yapıp edip
yönetimlere gelmeye iktidar gücünü ele geçirmeye çalışırlar. Her
yerde her kurumda suyun başına gelmek isterler. Bunlara karşı
dürüst insanların çok uyanık olması onlara bu fırsatı vermemesi
-213-
gerekir.
Hemen ve acilen dürüst insanların el ele verip yönetimleri
ele almaları, insanlara mutlu ve adil bir hayat sunmaları şarttır.
Ve en birinci görevleridir.
Dürüst (yapıcılar) insanlar uyanıp kendilerini bu esaretten
kurtaramazlarsa onları başkaları hiç kurtaramaz.
» KARARLI GÜNLER
İnsan hayatı kural ve kararlardan ibarettir.
Hayatın içinde ömür süren insanların yaşayışları, olumlu veya
olumsuz olarak kurallar ve kararlardan ibarettir.
Olumsuz kural ve kararlar, hoş olmayan sonuçlar doğurur.
Olumlu kural ve kararlar ise hoşa giden sonuçlar doğurur.
Kurallarımızı ise kararlarımız meydana getirir. Eğer insanlar,
kararın sınırsız gücünü bilselerdi, bir saniye bile kararsız hareket
etmezlerdi. Karar öyle bir güçtür ki, insanların fizik
görüntülerini bile değiştirir. Kararlı insanla kararsız insanın yüz
ifadelerinde bile çok büyük farklılıklar vardır. Kararlı insanın
hareketleri diri-canlı olur. Kararsız insanın hareketleri ise
uyuşuk, isteksiz, güçsüz olur. Onun için eskiler demişlerdir ki,
"Kararsız kârdan, kararlı zarar daha kârlıdır."
Keşke insanlar birbirlerine "iyi günler dilemek" yerine
"kararlı günler" dileselerdi...
» EVRENDE TEK VARLIK SENSİN
Sonsuzluktan geldik. Sonsuza kadar varız.
İnsan, ilksiz ve sonsuz bir varlıktır. Sonsuz (ölümsüz) olan
varlığımızı kendi sınırlı aklımızla sınırlandırmışız (ölümlü
yapmışız). Bu kadarla da kalmayıp, fiziksel bedenimizi kendimiz zannederek, kendimizi daha da kısıtlamışız.
Sınırsız ve ölümsüz olan varlığımız, 60-70 kiloluk gövdemize ve beş dakika sonra ne olacağını bilemeyen küçük aklımıza
nasıl sığar? Tabi ki sığmaz. Eğer sığdırmaya çalışırsak, sıkılırız.
İnsan, akıl ve gövdesi ile sınırlı olmasına rağmen hür yaratılmıştır. Özgürce, istediği anda, istediği yerde olmak ister. Bu
-214-
güce sahiptir. Fakat bunu bilmez. Ama domatesin iyisini bilir.
İyinin iyisini hep arar ama kendi kendisini hiç aramaz.
İnsanın sınırsız hayal gücü, sınırsız istekleri sınırsız varlığının belirtilerinden sadece iki tanesidir. Maddeden soyutlandıkça
sınırsızlaşırız.
Yaratılmış olan bütün mahlûkların içinde sadece insan gövdesinde yaşarken, çok uzaklara geçmişe ve geleceğe gidebilmektedir. Oturduğumuz yerde geçmişe gidip, anılarımızı yaşıyoruz, duygulanıyoruz. Yaşamasak duygulanır mıyız? Hatırladım, aklıma geldi diyoruz ama aslında biz geçmişi yaşıyoruz.
Gelecekte öyle hayalimizde neler neler yapıyoruz. Bunlar da sınırsız bir varlık olduğumuzun delilidir.
Sınırlı aklını sınırsız aklına tâbi kılan insan, ölmeden önce
ölümsüzlüğe ulaşmıştır. Dünyaya geliş sebebimiz de asıl
varlığımızı bulmak değil midir? Öyleyse bu bizim asıl işimizdir.
Aslımıza dönüşün gayesi ise ölümsüzlüğe (sonsuzluğa)
ulaşmaktır. Bu en yüksek anlayış ve sınırsız şuur boyutudur.
Ve bu fizik bedeni zihnen aşma halidir.
» AÇ KALMAK, GELECEK, ÖLÜM
Sınırlı aklımız, sınırsız aklımızı bulunca ona teslim olmalıdır.
Sınırlı aklını kullanarak yaşayan tek tip insan olarak yaşamak
istemeyenler, öncelikle sınırlı ve sınırsız akıllarını tanımak
zorundadır. İkinci olarak kendilerini (nefislerini) tanımak zorundadır. Üçüncüsü rablerini tanımak zorundadır. Eğer sıradan,
ot gibi insanlar olmak istiyorlarsa, yukarıdaki konuları
bilmelerine gerek yoktur. Ancak onlar hep korku içindedirler.
Şu üç korku, onların hayatını yönlendirir:
•
Aç kalma (geçinememe) korkusu
•
Gelecek (istikbâl) korkusu
Ölüm (hasta olmak da dahil) korkusu
Sadece sınırlı aklını kullanan sıradan insanlar, bu üç korkunun kuşatması altında yaşarlar ve onların bu korku çemberini
kıracak güçleri yoktur.
Sınırsız aklını keşfedip ona uyanlar ise bu korkuların dışında
•
-215-
rahat, emin, kendilerine güvenli yaşarlar. Zengin olmasalar bile
geçim ve gelecek endişesi taşımazlar. Parasız da kalmazlar.
Dürüstlüklerini hiçbir maddi çıkar için lekelemeye teşebbüs
etmezler. Bunu akıllarına bile getirmezler. Çünkü bu insanlar
herkesten çok kendi kendilerine karşı sorumluluk duyarlar. Ve
kendi kendileri onlar için çok önemlidir.
Kendi kendilerine önem vermenin kendi kendilerini değerli
kılmanın maddi çıkardan daha önemli olduğunu bilirler. Bu
korkusuzluğa sınırsız aklın gücünü bildikleri için ulaşmışlardır.
» ŞEREFSİZSE ALÇAKTIR
Maddeye saygınlığından daha çok önem verenin hiçbir
önemi yoktur.
Şerefin ne olduğunu bilmeyen, onu korumayı da bilemez. Bu
tipler için madde, her şeyden hatta kendilerinden de önemlidir.
Madde toplamak için yalan, madde için hile, madde için
tutamayacağı sözler vermek, çalma çırpma, gasp etme ve hatta
en yakınlarını, anne ve babasını öldürme bile, hepsi bu şerefsizliklerde vardır. Çünkü bu şerefsizler şerefin ne olduğunu
bilmezler.
Bilmezler ki şeref:
•
Herkesin güvenini kazanmaktır.
•
Dürüst olmaktır.
•
Sevilmek, beğenilmektir.
•
Hatırının sayılması, sözünün dinlenmesidir.
•
Saygı görmektir.
•
Kredisinin artmasıdır.
•
Hakiki DOST kazanma sebebidir.
Şerefsizlik ise tüm bunları kaybetmektir.
Üç beş madde kırıntısı için bu kadar değerleri kaybetmeyi
göze alan insana ne denir? Cahil desek yetmez. Korkak desek
yetmez. Kalleş desek yetmez. Aptal desek yetmez. Bir deli bile
bu kadar kötülüğü kendisine yapamaz. Bunlara ne desek yetmez
ama yine de tek kelimeyle bunlara, alçak oğlu alçak denir...
-216-
» SONSUZ GÜÇ HER GÜCÜ YENER
Bunalım, insan düşünce ve davranışıyla ilgilidir. Bunalımın asıl
sebebi ise bireyin eksi düşüncelerini de üreten, eksi inançlardır.
Bu inanç ve düşünceler, çıkar mantığını oluşturur. "Hep bana,
hep bana" zihniyeti buradan türer. Bu ise eksi kutupla (yıkıcı ve
sahtekârlarla) artı kutup (yapıcı ve dürüst) insanların arasındaki
bitmeyen savaştır. İlk Ademden beri bu böyledir ve sürer gider.
Her devirde olduğu gibi günümüzde de yıkıcılar, maddi
gücü ve iktidar gücünü ele geçirmeye çalışırlar. Bunun için
kendi çıkarlarına uygun olan yönetim, ekonomi, eğitim, hukuk
ve seçim sistemleri icat ederler. Sonra da suçlarını gizlemek için
kendi icat ettikleri çarpık sistemi suçlarlar. Devamlı sistem
tıkanır (çünkü çarpıktır) kriz doğar, bu sahtekârlar bu krizden de
ÇIKAR sağlamaya çalışırlar. Bu böylece sürer gider. Bir sahtekâr
giderse yerine bir yenisi gelir.
Günümüzdeki bunalımlardan da anlıyoruz ki, suyun başlarını yıkıcılar ele geçirmiş.
Bu ne zaman kadar sürecek?
Yapıcılar (iyi ve dürüst insanlar) uyanıp kıpırdayana kadar
uyanan dürüst insanların maddi gücü ve iktidar gücünü
sahtekârların (yıkıcıların) elinden alana kadar bu bunalımlar
bitmez.
Bu, bugün için imkansız gibi görünebilir ve hatta yıkıcılar
yenilmez güçlere sahip olabilir. Ama dürüst ihsanlar şunu bilmeliler. İçlerindeki sonsuz güç, bütün güçleri yener...
» İNSANA HİÇBİR ŞEY ULAŞAMAZ
İnsan hem dokunulmaz, hem de ulaşılmazdır.
Ne yıldızlar, ne de astroloji, hiçbir şey ama hiçbir şey insanın
özünü etkileyemez.İnsana dokunamaz insanı yönlendiremez.
Falcılar, kâhinler, insanı değil insanın karar organlarını
etkiler. O etkiyle insanlar, söylenenlere inanır, şöyle veya böyle
karar verirler. O verilen karar o insanın kaderini oluşturur.
Böylece falcılar, insanların kararlarım yönlendirmiş olur.
Falcıların söylediklerine inanmak, o söylenenlerin olmasını
sağlar. Büyü de böyledir. Biz inanırsak olur. Kısaca biz neye
-217-
nasıl inanırsak, o olur. Bu durumda biz ne yapmalıyız?
İlk yapacağımız iş, kendi gücümüze inanmak olmalıdır.
Sonra inanç ve kararlarımızı kendimiz yönetmeliyiz. Çünkü
insan, madde ötesinin varlığının gönül denilen yerindeki sonsuz
güç ile bütün kainatı fiziki bedenini, duygularını, zihnini ve
düşüncelerini, şuur ve şuur altını, aklını, zekâsını, inançlarını ve
aklına gelen gelmeyen her şeyi yöneten ve yönlendiren bir
varlıktır.
İnsanı bilmeyenler, insanı ‘fiziki bedenden’ ibaret zannedenler, yıldızların ve falın insanları etkilediğini söylerler. Bu
doğru değildir. Çünkü insan, 60-70 kiloluk gövde, düşünce, akıl,
mantık, şuur, şuur altı, zekâ, hafıza, duygu, can, ruh, karar, inanç
gibi madde ötesi organlarının da dışında elle tutulamayan, gözle
görülemeyen, yemeyen, içmeyen, ölmeyen bir varlıktır. Bütün
bu organlarını yöneten sonsuz güç sahibi varlığın adı insandır.
İnsanların kendisini gövdesiyle sınırlandırması, bu gerçeği
değiştirmez.
Yukarıda tarif edilen insanı idrak etmek, yani anlamak,
kavramak o insana ulaşmak, o insanı kabullenmek kendi kendine çalışmakla, okumakla veya bunun bilgisine sahip olmakla,
ibadetle veya çile ve riyazetle (talimle) olmaz.
Bu, ancak usta ile olur. Her işin, her mesleğin ustası yok mu?
Hırsızlığın bile ustası varken, insanı içindeki sonsuz güce
ulaştıracak, kendisi de o güce ulaşmış ustalar mutlaka vardır.
Nasıl bulunacağı, nasıl tanınacağı ayrı bir konu olmakla beraber
aramaya değmez mi? Aranırsa bulunur.
Bu öğretideki deneyimler hem tehlikeli, hem de tuzaklarla
(aldanmalarla) doludur. En kıymetli organımız olan aklımızın
zarar görmemesi için bir usta gözetimi şarttır.
» KİM ANLIYOR?
İnsan her şeyi keşfedebiliyor, kendisini keşfedemiyorsa,
kendisi yok demektir.
İnsan gövde değildir diyoruz ama kim anlıyor? İnsan yemez
içmez, gövdesine yedirir içirir diyoruz ama kim anlıyor? İnsan
-218-
yorulmaz ve uyumaz, gövdesi yorulur ve uyur diyoruz ama kim
anlıyor? İnsan ilksiz ve sonsuzdur diyoruz ama kim anlıyor?
İnsan, bütün mahlûkatın sahibi olarak yaratılmıştır diyoruz ama
kim anlıyor?
İnsan kendi kendini bilmeden, kim olduğunu bilemez diyoruz ama kim anlıyor? İnsan aslını idrak edince kendisinin ne
olduğunu anlayabilir diyoruz ama kim anlıyor? İnsan sonsuz
güçle (Allah’ın kudretiyle) irtibatlı ve beraber olduğunu
unutmadığı zaman sonsuz mutluluğa ulaşabilir diyoruz ama
kim anlıyor?
Aslımız birdir, gövdelerimiz çok ve çeşitlidir diyoruz Ama
kim anlıyor?
İsimler ve cisimler asıl kendimizi gizleyen örtülerdir diyoruz
ama kim anlıyor? her şeyin derdine düşen insan önce kaybolan
insanlığının derdine düşsün diyoruz ama kim anlıyor? İnsan,
insan sevmeden ne mutlu olabilir, ne de cennete girebilir
diyoruz ama kim anlıyor? Kim anlıyor? Kiiiim???
Anlamayanlara bir sözümüz yok.
Anlayan varsa eğer,
Anlayana selam olsun...
» İNSAN SONSUZ GÜCÜN GÖRÜNTÜSÜDÜR
İnsan ne maymundan gelmiştir, ne de uzaydan. İnsan hep
vardı.
Bu çağın insanı aslını unutmuş, yetkisini kaybetmiş, kim olduğunu bilmeyen, kendisini gövdesiyle sınırlayan, zavallı aciz
bir varlık haline gelmiştir. Bu çağın insanını, hafızasını kaybetmiş bir krala da benzetebiliriz. Kral ama krallığını unutmuş.
Zihnindeki zıt düşüncelerin sahibi olan insan, bugün sadece
daha çok yıkıcı düşüncelerini kullanan bir canavara dönüşmüştür.
Devamlı öldürücü silahlar üreten, kendisine benzemeyen
hemcinslerini yok etme plânları yapan, sevgi ve şefkatten
yoksun, acımasız bir yok etme makinesi haline gelmiştir.
•
İşte dünya?
•
İşte ülkeler? İşte insanların çektiği acılar?
-219-
Halbuki geçmiş çağlarda peygamberler insanlara yapıcı
düşüncelerini kullanmasını öğretmişlerdi. Bu sayede insanlar,
güçlü ve mutlu olmanın yasalarını öğrenmişlerdi. Bugün bunlar
unutulmuş ki, insanlar acı çekiyor.
Dünya insanlığı artık insan olmanın saltanatını sürmelidir.
Yapıcı düşüncelerini kullanmayı artık öğrenmelidir. Cehennemden beter hale gelen dünyamız bu gidişle kendi kendini
yok edecek gibi gözüküyor. Bunun sorumlu ise iyi ve dürüst
insanların sonsuz güçle yaşadıklarını ve o gücü kullanmayı
unutmuş olmalarıdır.
O gücü hatırlamalıyız. O güçle güçlenmeliyiz. Ancak o zaman insanlık, acı ve ıstıraplardan kurtulabilir.
» DÜNYAYA İNSAN GELİP HİÇ OLARAK GİDİLMEZ
İnsanlar kendi zihninin ürettiği isim ve cisimleri kendilerine put yaparlar.
İnsanın dışında hiçbir varlık kendi zihninin yarattığı putlara
tapamaz. Sadece insan kendi zihninin ürettiği putlara tapma
kabiliyetindedir. Yani sadece insan kendi putunu kendi yapar,
kendi tapar.
Kendisinden başka her şeyi sever de, kendisini sevemez.
Kendisinden başka her şeye güvenir de kendine güvenemez.
Kendisinden başkalarını kabûl eder de, kendini bir türlü ka- bûl
edemez. Kendisinden başka herkesi ve her şeyi merak eder de,
kendi aslını hiç merak edemez. Gövdesine ait şeylere önem verir
de kendisine, her şeyin sahibi olan kendisine hiç önem veremez.
Sonuç olarak, koskoca insanlık, isimlerin ve cisimlerin
oyalamasıyla ömrünü tamamlayıp, bir hiç olarak bu dünyadan
geçip gitmektedir.
•
Hani nerde yüz sene önceki insanların mezarları?
•
Ne taşı kalmış, ne yazısı
•
Koskoca insanlık böyle mi olmalı?
•
Hayır. Böyle olmamalı...
Böyle olmak istemeyenler, en azından biraz kıpırdamalı.
Hiç olarak gitmenin değil, insan gelip dünyadan insan üstü
-220-
olarak gitmenin yolunu, çaresini aramalı, bulmalı, değil mi?
Yoksa insan üstü olmak, aranmaya değmez diyen enayiler mi
var? Vardır, olabilir. Onları kendi putlarıyla baş başa bırakalım.
Biz aramaya, yolumuza devam edelim.
» BU SALAKLARA ENGEL OLMALI
İnsanlara hükmetmek için para ve silah gücüne sahip olmak yetmez.
Geri zekalı insanlar zannederler ki, çok paraları veya silahlı
güçleri olursa, diğer insanlara hükmedebilirler.
Her ülkede bu hayalleri kuran bir grup azınlık vardır. Onlar
hep bu ham hayallerinin peşinde koşarlar. Ama boşuna. Bu gücü
elde etseler bile hiçbir zaman insanlara hükmedeme- diklerini
görürler. Bunu göre göre de aynı hayalleri kurarlar. İşte onların
kafaları bu kadar çalışır.
•
Neden insanlara hükmedemezler?
•
Çünkü hak, hukuk, adalet nedir bilmezler. Haksızlık olan
yerde itaat yerine isyan vardır. Bunlar, kendilerinden başka
herkesi güçsüz bırakıp yönetmek isterler. Bu ise o ülkede
huzursuzluk, isyan ve adaletsizlik yaratır. Bu demektir ki, o
ülkede yönetim beceriksiz insanların eline geçmiştir.
Eğer bir ülkede halk sıkıntı çekiyorsa, eğer mahkemeler
davalara yetişemiyorsa, eğer hapishaneler dolup taşıyorsa, eğer
halk beş kuruş için birbirinin gözünü oyuyorsa, o ülkedeki
yöneticilerin kalitesine bakmak gerekir.
•
Bencil olanlar
•
Kavgacı olanlar
•
Emeklilik yaşını doldurmuş olanlar
•
Taahhütlerini yerine getiremeyip yalan söyleyenler
Kendi kadrosundakilerin fikir ve görüşlerine önem vermeyenler yönetimlerdelerse derhal uzaklaştırılmalı. Bu gibiler,
eğer iktidarı ele geçirmek istiyorlarsa engel olunmalıdır.
Çünkü bunlar milleti de ülkeyi de yaşanmaz hale getirirler.
•
-221-
» SAKIN YANLIŞ ADAMLARI SEÇME
Ülkeye yönetici seçmek, eş seçmekten daha önemlidir.
Her öne gelen "beni seçin, sizi ben yöneteyim" diyemez. Taahhütlerini yerine getirmeyenden ne eş olur ne de yönetici. Yani
eş seçiminden daha dikkatli olmalıyız yönetici seçerken... Çünkü
ülke yönetimini teslim ettiklerimizin ekonomik hatalarını, dış
siyaset hatalarını on yıllarla telafi edemeyiz.
Yasaların esnekliklerinden faydalanıp parti kurup veya
partilere girip, ülkenin yönetimine gelemez bu hırsız ve uğursuz
adamlar. Gelmemelidir. Günümüzde maalesef bu oluyor.
Sahtekârlar kendilerini çok iyi gizliyor. Her ne olursa olsun
ülkenin aydınları ve alimleri bir yolunu bulup, halkı bu
sahtekârlara karşı bilinçlendirmelidir. Halkını aldanmaz yapmalıdır. Yapmıyorlarsa onlar da alçaklık çukuruna düşmüşler
demektir.
Ey millet:
1- Kendini yönetecekleri çok iyi tanı!
2- Tanımadığın, bilmediğin kimseleri seçme!
3- Sadece akıllı ve tahsilli olmasına değil, dürüst olmasına da
bak!
4- Dürüst olması da yetmez, ülkesi için yüreğinin yanması
gerekir, ona bak!
5- Halkının sıkıntısını paylaşıyor mu? Ülkesi için, başkaları için
ne kadar fedâkârlık yapıyor? Bunlara bak...
Bu ölçüler yoksa seçme. Hele hele adam yok diye ‘kötünün
iyisini' hiç seçme. İyiler ortaya çıkana kadar bekle. Yanlış
adamları seçmektense beklemek daha iyidir.
» İNSANIN SIRRI KENDİSİDİR
İnsan, kainattan büyüktür.
İnsanın dışında her şey mahlûktur. Ve insanın emrindedir.
Ancak insanın tanımı yapılmadan bu konu anlaşılmaz.
İnsan: Elle tutulmayan, gözle görülmeyen, yemeyen, içmeyen, uyumayan, doğmayan ve ölmeyen kainatın efendisi olan bir
varlıktır. Tanımı yapılan, bu insan dışındaki her şey mahlûktur.
-222-
Canlı olsun, cansız olsun, görünen görünmeyen her şey
mahlûktur.
Bize ait olan gövdemiz, başta olmak üzere, düşüncelerimiz,
zihnimiz, mantığımız, aklımız, zekâmız, şuurumuz, duygularımız her şeyimiz bizim emrimize verilmiş, bize hizmet için yaratılmıştır. O zaman şu sorunun cevabını bulmalıyız.
Her şey insana hizmet etmek için yaratıldığına göre, insan
neye ve kime hizmet edecektir. Bu sorunun cevabı dünyayı ve
çağı değiştirebilecek kadar önemlidir.
Evet insan neye hizmet etmelidir?
İnsan ancak kendi kendisine hizmet eder. İnsanın kendi
kendisine hizmet edebilmesi için bir insan bulup ona hizmet
etmesi gerekiyor. Ona hizmet ettikçe kendisine hizmet etmiş
olur. İşte bu insanın ve hayatın sırrıdır. Sadece dünyanın değil,
kainatın en değerli varlığı insandır. İnsan, sadece insana hizmet
ettiği zaman insanlığının sırrına ulaşabilir. İnsan bir başka
insanın derdine derman olduğu zaman insanlığını kendi
kendine ve çevresine ispat etmiş olur.
» İNSAN KAYBOLUNCA...
Hayvan bile geçimin derdine düşmezken, insan nasıl geçim için yaşar?
Hayvan bile yarınından emin yaşarken, insan nasıl oluyor da "aç
kalırım" diye gelecek endişesi ile yaşıyor? Sonra da böyle bir
yaşayışa medeniyet diyor?
Henüz daha insanlık hayvan medeniyetine bile ulaşamamış.
İnsanlar ne yazık ki, bu teknolojiyi bırakıp kendisini medeni
zannetmektedir. Halbuki gövdeler, konforlu otomobillerde
gezerken, zihinler karanlık çağı yaşamaktadır.
Kalpleri taş kesilmiş, acıma duygulan kalmamış bu zihinler
"bilgisayar çağım" yaşasa ne olur, yaşamasa ne olur? Eğer
insanlık buysa, o zaman:
Niçin çoğunluk "Hep Banacı"?
Niçin insanın hiç değeri yok?
Niçin çıkar hesapları hep ön planda?
-223-
Niçin başkalarının kan ve gözyaşı üzerine zenginlikler kuruluyor?
Niçin insanlar geçim derdine düşürülüp birbirinin gözünü
oyuyor?
Niçin insanlar yarınlarına güvenle bakamıyor?
Ve niçin ülke ülkeye, insan insana, kardeş kardeşe güvenmiyor?
Ve niçin insanlar birbirini sevmiyor?
Neden ve niçin herkes birbirinin boğazına sarılıyor?
Bu niçinler böyle uzar gider. Anlaşılıyor ki, insanlık ölmüş.
İnsan kaybolmuş.
İnsan insanlığını yaşayamazsa, hayvandan aşağı bir duruma
düşer. O zaman da hayvandan daha vicdansız, hayvandan daha
canavar olur ve kendi cinsini yemeye, yok etmeye başlar.
İşte dünya! İşte hayatımız! Kim hayatından memnun? Yok,
bulamazsınız. Teselli niteliğinde ‘iyiyim’ diyen çıkabilir. Boşuna
kendi kendimizi aldatmayalım. En kısa zamanda kaybolan
insanı bulup, insanlığımızın zevkini yaşamalıyız.
» İNSANIN SIRRI (1)
İnsan insanın aynasıdır.
İnsan olmasaydı, hiçbir mahlûk ve hiçbir madde olmazdı. O
insan ki, İnsandan başka hiçbir şeye muhtaç değildir. Çünkü:
İnsan,
İnsan sevmezse yaşayamaz.
İnsana kızmazsa duramaz (sakinleşemez).
İnsanla konuşamazsa sıkılır.
İnsanı beğenmezse tatmin olamaz.
İnsan güvenmezse endişeden kurtulamaz.
İnsan; insansız hiçbir şey yapamaz. Hepimiz tek tek insanız.
Hepimiz birer bireyiz. Hiçbirimiz birimize benzemeyiz. Ancak
biz, hepimiz, bir tek insanız. Gövdelerimiz ayrı ayrı olsa da, o
gövdelerden "nefes alıp veren" bir tek varlıktır. O varlığın ismi
de insandır. O insan denilen varlık, bir tek olmakla beraber
-224-
çeşitli gövdelerden çeşitli arzuları ve huyları elbise olarak
giyinmişgiyinmiş Ahmet, Mehmet, Tom, Hans, İngiliz veya
Fransız diye görünmüştür.
Dünya nüfusu altı milyar dersek, bu, altı milyar gövdeden
bakan bir tek varlıktır. Duydum diyen, gördüm diyen, acıktım
diyen bir tek varlıktır. Gülü koklayan (o kokuyu alan) suyu
yudumlayan (tadını alan) yine tek varlıktır.
Hani ne demiş Mevlânâ:
Sen bensin, ben şenim işte Ne
diye şaşı görmek, ne diye?
Önce insan "kendisini" gövde zannetmeyecek, sonra gövdesinin derdine düşmeyecek ki, kendi insanlığının sırrına
ulaşabilsin.
» İNSANIN SIRRI (2)
Hiçbir canlıda ruh yoktur. Ruh sadece insanda vardır.
Her şey canlıdır. Cansız hiçbir madde yoktur. Bir şeyden bir şeye
dönüşmek, bir şeyden her şey olmak, canlılığın delilidir.
İnsanda can, insanın gövdesinin (insan gövde değil) doku
hücrelerini bir arada tutan, organizmanın sistemlerini çalıştıran,
havadan da daha ince yaşatıcı kudrettir. Buna hayati İlâhiye de
denir. Hayat-can eş anlamlıdır. Ve durağan değildir.
Aktivitelerin ve tüm hareketlerin kaynağıdır.
İnsanın gövdesi de diğer mahlûklar gibi bir mahlûktur.
Her türlü hayvan hücrelerinden toplanıp örülmüştür. Nefes
candır. Nefes bittiği anda organizma durur ve dağılır. Buna
gövdenin ölümü diyoruz.
Şimdi gelelim insana. İnsan ne? İnsan bu gövdenin neresinde? İnsan denen varlık nasıl bir şey? İnsanı daha önce de tarif
etmiştik. Yine delim.
İnsan elle tutulmayan (madde değil) gözle görülmeyen (şekil
değil) ölmeyen, yemeyen, içmeyen, gövdesini yediren içiren,
uyumayan, gövdesini yatırıp uyutan, bütün mahlûkatı (gövdesi
dahil) hükmü iradesine alacak kudrete sahip bir varlıktır. Bütün
mahlûkata hükmetme yetkisi ve kudretinin öbür adı ruhtur.
-225-
Onun için ruh yalnız insanda vardır.
İnsan ruhlandığı zaman, yani kendi içindeki kudreti kullanmayı öğrendiği zaman fiziksel ve psikolojik bedenlerini ve
duyu organlarını istediği gibi yönetir ve kullanır.
Onun için insan ihtiyaçsızdır. Çünkü her şey insanın kullanımına sunulmuştur.
İnsanın insanlığını yaşayabilmesi için, kudretli olması
(ruhlanması) gerekir. Ruhlanması için de anını yaşaması, geçmişe ve geleceğe gitmesi gerekir.
» DERİN DİNLENME
En güzel gevşeme, hiçbir şeyden şikayet etmemektir.
İçimizdeki istekler, zihnimizdeki düşünceler, artık durmalı. Tam
gevşemenin, derin dinlenmenin bundan başka yolu yoktur.
Hiçbir ilaç bunu sağlayamaz. Hiçbir ilaç düşüncelerimizi
durduramaz. Çevremizdeki olayları değiştiremez.
Derin dinlenmeye ulaşmak için:
1- Düşüncelerimize
2- Çevremizdeki olaylara, geçici olarak ilgisiz bir şekilde seyirci
kalmalıyız. Kısaca karışmamalıyız.
İyice dinlenene kadar...
» ZEKA VE AKIL
Zeki insan her şeyi yapabilir. Akıllı insan ise, kendisine ve
çevresine zarar verecek şeyleri yapmaz.
Zekâ ile akıl aynı şey değildir.
Zekâ, ermişte de canide de vardır. Her ikisi de zekâsını
kullanır. Ancak cani, aklını kullanamaz. Aklını kullansaydı
zaten, cani olmazdı. Eğer aklını kullansaydı, kimseye zarar veremez, kendisine de kötü bir son hazırlamazdı.
Ermiş (olgun) ise zekâsıyla beraber aklını da kullanır. Bu
sebepten ne çevresine, ne de kendisine kötülük yapmaz.
Hiçbir zaman zeki insan, akıllı insan demek değildir. Ancak
akıllı insan çok zeki olmayabilir...
-226-
» İLK VE SON, DEĞİŞİMDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR
Her son yeni bir başlangıçtır.
Bu kitabın sonu bu değildir. Çünkü her son, yeni bir başlangıçtır.
Her biten söz, yeni sözleri getirir. Bir şeyin yok olması, başka bir
şeyin varolmasıdır.
Ne doğum ilktir, ne de ölüm sondur. Bunların hepsi bir
değişimdir. Bunlar, bir şeyin, başka şey olmasıdır.
Hiçbir şey yoktan varolmaz.
Varolan şey de yok olmaz.
Bu söz, gerçeğin ta kendisidir.
Benim söylediklerim, ilk insandan bu yana söylenmiş şeylerdir. İnsan olan yerde insanla ilgili sözler hep olacaktır.
Yeni şeyler söylemiyorum. Ben unutulmuş olan, değişmeyen
doğruları hatırlatmaya çalışıyorum.
Bilgi herkesin ortak malıdır. Kim söylerse söylesin, herkes
nerede bulursa almalıdır. Hele kendimizle ilgili bilgileri çok
aramalıyız. Bulursak da değerini bilmeliyiz. Çünkü insan kainatın en saygıdeğer varlığıdır. Çünkü insan eksiksiz yaratılmıştır. Çünkü insan Allah’ın kendi sûretinden yarattığı tek
varlıktır. Çünkü insan Allah’ın aşık olduğu, severek yarattığı bir
varlıktır.
Çünkü insan güzeldir.
Çünkü insan sevilmeye layıktır.
» BUNLAR BEN DESEM DE BÖYLEDİR DEMESEM DE
İnsan, insanca yaşasın diye yaratılmıştır.
Konu, kaybolan insanı ortaya çıkartmaktı. Biraz olsun insanın ne olduğunu anlatabildimse, ne mutlu bana.
İkinci konu, insanın içindeki güce bağımlı olmasıydı. Bunun
yolu da, sınırlı aklını, sınırsız aklına teslim etmesiydi. Bunu da
herkes ne kadar yapabilirse o kadar rahat eder.
Üçüncü konu, insanların doğal taraflılığıydı yani yapıcı yıkıcı konusuydu. İnsanın doğasında sağcılık - solculuk diye
tarafçılık yoktur. Bu yapay olarak uydurulmuş bir taraflılıktır.
Bu, yıkıcıların yapıcıları uyutmak için uydurduğu yapay bir
-227-
tarafçılıktır. İnsanın doğasındaki tarafçılık, iyi - kötü, dürüst sahtekâr, yapıcı - yıkıcı tarafçılığıdır. Bu gerçekler doğrultusunda yapıcıların yönetimde söz sahibi olmaları, hakimiyet
kurmaları gerekir demiştik.
Dördüncü konu, insan denen psikolojik varlığın psikolojik
ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağı idi.
Beşinci konu, sistemlerin insan ihtiyaçlarını karşılayamaması idi. Devlet düzeninin, hukukun eğitim sisteminin, ekonomik sistemin yeniden yapılanması gerektiğini belirtmiştik.
Bunların hepsi, hayati konulardır ve bunlar ben "böyledir"
desem de böyledir. BEN demesem de böyledir.
-228-

Benzer belgeler