Elizabeth Ayas - Adana`ya Güç Verenler

Transkript

Elizabeth Ayas - Adana`ya Güç Verenler
İngiltere’nin Kara Bulutlu Çayırlarından
Çukurova’nın Sarı Sıcağına,
Zorlu Bir Yolculuk;
Elizabeth Ayas
İngiltere’de küçük bir şehirde, 2.
Dünya savaşı ve sonrasında, iniş-çıkışlarla geçen bir çocukluk ve ilk
gençlik. Şarapnel parçalarından kendine oyuncaklar oluşturan Elizabeth,
bir gün yolunun Türkiye’ye düşeceğini, Çukurova’yı vatanı olarak göreceğini hatta Adana’da yaşlanacağını
nasıl bilebilirdi ki? Adına kader mi
diyelim yoksa yaşamsal tesadüfler
mi bilemeyiz. İngiltere’nin bir taşra
kentinden Adana’ya yerleşen ve yaşamının en önemli 55 yılını bu kentte
geçiren Elizabeth, adaşı İngiltere kraliçesinden “Onur Ödülü’’nü alırken
Milli Eğitim Müdürlüğünde görevli
bürokratları nasıl anıyordu acaba?
1948 - 1949 yıllarındaki Çukurova’da
hummalı bir uğraşı vardı. 2. Dünya
savaşını ölüm ve yıkım olmaksızın,
karneyle ve kıtlıkla atlatabilmiş ülkenin; ciddi bir tarım hamlesi yapabilmesi için de Çukurova’ya ve
özelde Adanalı girişimcilere önemli
sorumluluklar düşüyordu. Marshall planı uyarınca hibe edilen
traktör, gübre ve tohumla tarımda
yeni bir süreç başlıyordu. Tarımda
makineleşme başlarken öte yanda
tarıma dayalı sanayide (Çırçır ve
tekstil fabrikaları) olağanüstü bir
çaba ve atılım gözleniyordu. Büyük arazilere sahip ağalar tek başına tarım yapmanın yeterli olmayacağını, kentleşme ve yeni yaratılan
komprador sınıf içinde yer almanın zorunluluğunu görüyordu. Bu
nedenle de büyük araziler ve çiftliklerin yanında mutlaka bir fabrika sahibi olmak gerekiyordu. İşte
böyle bir süreçte yurtdışına eğitim görmüş gençlere gereksinim
vardı. Özel sektör eliyle ve devlet
bursuyla epeyce Çukurovalı genç
yurtdışında eğitime gönderilmişti.
Bu gençlerden biri de İngiltere’ye
Tekstil Mühendisliği eğitimi için
giden Necdet Ayas’tı.
ELIZABETH AYAS 05
İki ayrı uç kültürlerde (İngiltere-Türkiye / Hıristiyan-Müslüman
/ Doğu-Batı / Avrupa-Asya vs)
yetişmiş iki insanın bir araya gelebilmelerini, aşklarını, evliliklerini
dinlerken bir film, bir roman tadında düşünebilirsiniz. Ama bedeli
ödeyen insanlar açısından bu hiç
ama hiç de kolay olmadı elbette.
Hele ki savaş sonrası her iki toplumu da irdelediğimizde bunun ne
denli güç ve zorlu bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. Bütün zorluklara
karşın 1954 yılında İngiltere’de sade
bir törenle evlilik, 6 ay sonrasında ise Tekstil Mühendisi kocanın
peşinden Türkiye’ye geliş. Kayseri
Sümerbank’da görev alan eşi nedeniyle Sümerbank lojmanlarında
başlayan bir yaşam ve ilk çocuğun
doğumu... Ardından Adana dolayısıyla Çukurova günleri... Adana-Mersin arasında iş arayışı, özel
öğretmenlik günleri, yer ve proje
arayışları… Tüm bunların ardından Çukurova’nın eğitim yaşamına
damgasını vuran ve uzun yıllar bir
efsane olarak anılan “AYAS Koleji’’nin doğuşu. Bunların ayrıntılarını günler süren sohbetlerde konudan konuya geçerek irdeledik hep
birlikte.
2013 yılında asıl sormamız gereken
şu olmalı herhalde: hangi duygu,
düşünce, inanç ve umutla bir insan,
anavatanı ve kültüründen koparak
bir başka ülkeye ve kültüre sürüklenir? 1960’lı yıllarda bir misyon
üstlenip her şeye ve herkese karşın
bir ÖZEL okul kurup Çukurova’nın
eğitim yaşamına olağanüstü bir katkı sağlarken,’’ nasıl ve niçin bir bedel
ödesin’’ sorusunu yanıtlayabilmek
için mutlaka tanımak gerekiyor Elizabeth Ayas’ı.
YIL 1928, İNGİLTERE YORKSHIRE
Elizabeth Maude; 1928 Yılında soğuk Şubat ayının 13.gününde İngiltere’nin Yorkshire bölgesinde bulunan
Huddersfield kentinde dünyaya merhaba dedi. Skyes ailesinin 2. çocuğu
olarak doğan bu şirin bebeğe, umutlarının ışığı olması inancıyla “Bunty
Sunshine’’ (Bunty Güneş Işığı) adı
verilmişti. İngiltere’nin bol bulutlu ve
TRUMAN DOKTRİNİ,
MARSHALL YARDIMI VE
TÜRKİYE
Marshall Planı II. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve
1948-1951 yılları arasında yürürlüğe
konan ABD kaynaklı bir ekonomik
yardım paketidir. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan
uyarınca ABD’den ekonomik kalkınma yardımı almıştır.
II. Dünya Savaşı sonrasında Truman
Doktrini; esas itibariyle Sovyetler
Birliği’nin doğrudan doğruya baskısı
ve tehdidi altında olduğu vurgulan-
yağmurlu ikliminde böylesi bir ismin
seçilmesi de garip bir tesadüf müydü
acaba?... Kim derdi ki “Güneş Işığı’’
adı verilen bu kız, bir gün gelecek;
yaşamının en önemli ve uzun sürecini sarı sıcağıyla bilinen Çukurova
güneşi altında geçirecekti. Kısa bir
süre ailede sadece Bunty ismi kullanılır oldu. Ancak Elizabeth isminin
kendinden bir yıl önce doğan şimdiki Kraliçe Elizabeth’den esinlenerek
konulduğu zannedilmektedir.
Elizabeth’in doğduğu tarihlerde,
1.Dünya savaşından çıkan İngiltere
hızla sanayileşiyordu. Özellikle bulundukları kent tekstil sanayinde yoğunlaşmıştı. Babası büyük bir tekstil
firmasının yöneticiliğini yapıyordu,
oldukça iyi bir geliri vardı. Annesi
maharetli bir ev kadınıydı. Abisi Geoff, kendinden 5 yaş büyüktü. Annesi 5, babası ise 6 kardeşti. Dolayısıyla
geniş bir akraba ortamında yaşıyorlardı. Mutlu geçen çocukluk döneminin gizil ayrıntılarını Elizabeth şöyle
anlatıyor:
“En erken yaşlarıma ait anılarımdan
bazılarını da Birkby’deki anaokulu
günlerim oluşturur. Her sabah, soğuk
günlerde soba etrafına konulup ısıtılan metal kutularda içtiğimiz sütleri
hatırlarım. Öğretmenimizin pipeti
yerleştirmek için kutuları deldiği büyük temiz çivisi, beni hep büyülerdi.
İlkokulda göze batan büyük sorunlarım olmadıysa da, çok da parlak bir
öğrenci sayılmazdım, zihinden hesap
yapmada problemim vardı.
mış ve buna istinaden sadece Yunanistan ve Türkiye’ye askeri yardım
öngörmüştür. Fakat bu sırada Avrupa’nın durumu iktisaden son derece
kötüdür. Altı yıllık savaş, bütün ülkelerin ekonomik kaynaklarını tüketmiştir.
Sovyetler Birliği lideri Stalin’in Türkiye’den Kars, Artvin ve Ardahan’ı
ve Boğazlarda askeri üs istemesi
üzerine, Milli Şef (İsmet İnönü) de
ABD’den askeri destek istemişti. Bu
desteği vermeye hazır olduğunu belirten ABD, Truman Doktrini ile
yardıma başlamıştı ama karşılığında
Türkiye’de serbest seçimlere dayanan
demokrasi düzeninin yerleştirilme-
si ile Milli Şeflik, “5 Yıllık Kalkınma
Planları” ve Köy Enstitüleri gibi Sovyetler’den esinlenmiş uygulamaların
kaldırılmasını talep etti.
Truman Doktrini, kendisinden sonra
gelecek olan Marshall Planı’na öncülük etmiş ve doktrinin başarısı Marshall Planı’nın hazırlayıcısı olmuştur.
Truman Doktrini ile ABD, geleneksel dış politikasını değiştiriyor ve I.
Dünya Savaşı sonundaki tutumunun
aksine dünya siyasetinde aktif bir rol
üstleniyordu. Ayrıca Türkiye, doktrinin kabulü ile Amerikan siyasetinin
etkisi altına giriyor ve dışa bağımlı
bir devlet haline geliyordu.
ELIZABETH
GÜNEŞ YÜREGİR
AYAS 07
Annemin, iş için Glasgow’da bulunan babama benim okulda katıldığım bir bayrak yarışında kazandığım
kupayı ve Geoff ’un okulun bahçesini
temizlemeye gönderildiğinde eldivenlerini çıkarmamakta ısrar ettiği
için ceza aldığını telgrafla bildirdiğini hatırlarım. O günlerde V.George ve Kraliçe Mary’nin evliliklerinin
ellinci yılıydı ve üzerinde resimleri
olan içi çikolata dolu metal kutular
dağıtılmıştı. Bir süre sonra ise radyodan (eski adıyla ”kablosuzdan”) Kral
V.George’un ölüm haberini aldığımızda kollarımıza siyah bantlar takmıştık. Annem, tıpkı Yunanistan’da
savaşıp orada humma hastalığına
yakalandıktan sonra İngiltere’ye dönüp yaşamını yitiren dayım gibi, 1.
Dünya Savaşı’nda kahramanca mücadele ederek halkın büyük sevgisini
kazanmış Galler Prensi 8. Edward’ın
aşkı için tahtını terk ederek ülkesi
dışında yaşamak zorunda kalmasını
ve tahtını küçük kardeşi VI. George’a
bıraktığını öğrendiğinde üzülüp ağlamıştı.
Büyükbabam Sykes’ı çok net hatırlamam. İri yapılı ve fırça gibi bıyıkları
olan bir adamdı. O dönemde ondan
çekinirdim ama aslında çok sevecen
bir adamdı, bana o dönem ya bulunmadığından ya da para sıkıntısından
alamadığımız çocuk kitapları yerine;
gazetelerden çocuklar için yazılan
yazı ve resimleri kestikten sonra
kahverengi kâğıtlar üzerine yapıştırarak kitaplar hazırlardı.
Annemin en küçük erkek kardeşi
James dayım öldüğünde, hala ilkokuldaydım. Cenaze eve geleceği için
beni ağabeyimi Gertie teyzeme yolladılar. Teyzemin evindeki şöminenin
önünde uyuyakalmışım. Uyanınca
Geoff ’la birlikte çatı katındaki odaya
geçtik. İlk defa o gece evimizin dışında ve farklı bir mekanda yatmak
bana değişik gelmişti. O zamanlar
ölümün ne olduğunu bilmezdim,
ta ki büyükbabam Sykes ölene kadar. Benim gitmediğim cenaze töreninden döndüklerinde, annemin
yaptığı meyveli tartın ortasına vişne
koyarak süslemek istemiştim, fakat
annem durumun ciddiyetine uymaz
diye buna müsaade etmemişti. O gün
ölüm ve ciddiyet kavramları beynimde örtüşmeye başladı.
Anneme ev işlerinde yardım eden
Rene adında bir hizmetlimiz vardı.
Sabah gelir, ben ve Geoff okuldan
dönene kadar evde olurdu. Okuldan
döndüğümüzde bizi birer bardak süt
ve zencefilli kurabiye beklerdi. Yemek
pişirme işi mutfaktaki kömür sobasının bir yanında yapılırdı. Annemin
üzerine tereyağı sürdüğü, sıcak sıcak yediğimiz ekmekleri pişirdiği bu
ocak her zaman cilalı ve pırıl pırıldı.
Yıkama ve yıkanma işlerimizi yine
bu ocağın altında ısıttığımız suyla,
küvet içinde yapardık. Üstten merdaneli ilk çamaşır makinesi ve üsten asmalı telefon eve geldiğinde ne kadar
da heyecanlanmıştık. Cuma akşamları Miss. Richardson’ın bale okuluna
gitmeye başladığım o dönemde beş
yaşındaydım ve tüm hareketleri başarıyla yapabiliyordum. Ancak, sıra
daha detaylı hareketlerin yapılmasına geldiğinde ayak parmaklarım
uygun olmadığı için başaramamış ve
hayal kırıklığına uğramıştım. Yine
de sene sonu resitalinde gösteriye
çıkmış ve beğeni toplamıştım.’’
YAZ TATİLİ VE SOSYALLEŞME
ÇABALARI
“Yaz tatilleri,
doğu bölgesinde
Blackpool yakınlarında Cleveleys’de
ve batıda Primrose Valley Filey’de
geçirilirdi.
Noel’i ise her zaman evde geçirirdik.
Primrose Vadisinde annem ve babaELIZABETH AYAS 09
mın da kiraladığı, bir çoğu ahşaptan
yapılmış evler vardı ve hatırladığım
kadarıyla biz bir ay kadar orada kalırdık, babam da hafta sonları yanımıza gelirdi. Doris ve Sally halam da
bir süre bizimle kalırdı. Bu dönemde
at binmeyi öğrenmiştim. Benimki
yarış dışı kalmış ve yaşlı bir attı. Ama
Geoff ’un bindiği çok güzel gri bir attı.
Kıskanırdım onu. Her yıl aynıydı.
Tekneyle balık tutmaya gider, sahilde
yürür ve kumdan kaleler yapardık.
Babam çok iyi bir yüzücüydü. Bir
gün suda boğulmakta olan bir adamı
kurtarmıştı. Daha sonra kurtardığı
adam, evimize bizi ziyarete gelmiş
ve benim yatılı okul harcamalarımı
üstlenmeyi teklif etmiş ancak babam
kabul etmemişti. Donald Walker’la
orada tanıştım. Onların da Primrose’da bir evi vardı. Aynı yaştaydık.
Her şeyi Donald’la birlikte yapardık.
Ata biner, balığa giderdik. Aramızda
bir iletişim yöntemi geliştirmiştik.
Belirlediğimiz bir yere metal bir kutu
gömmüştük, içine de kış döneminde içimizden biri geldiğinde okusun
diye mesajlar yazar bırakırdık. Mesajı okuyan yeni bir mesaj yazar kutuya bırakır ve kutuyu tekrar gömerdi.
Vadinin üst tarafında bir yetimhane
vardı. Bir gün o tarafa yaklaştığımızda, onlarca çocuğun sesini duyduk.
Farklı yerlerden, büyük bir olasılıkla
tüm Yorkshire bölgesinden toplanan
annesiz babasız olan bu çocuklar; bu
hayır kurumu tarafından bakılıyor,
yetiştiriliyordu. Buraya birkaç hafELIZABETH AYAS 11
talığına deniz kıyısında tatil yapmak
üzere getirilmişlerdi. Gruplar halinde kumsala gelir oyun oynarlardı.
Bizden küçük ve annesi babası olmayan çocukları görmek hepimiz için
yeni bir deneyim ve başlangıç oldu.
Bir gün yetimhanedekilere yardım
için para toplamaya karar verdik.
Bu amaçla önce bahçelerden çiçek
toplayarak demet haline getirip bir
kısmını da yaka çiçeği olarak tanzim
ederek sattık (çoğunlukla orada tatil
yapan insanlara).
Geoff ve arkadaşları ise büyüklere sunmak üzere, garajda küçük bir
oyun sahneleyerek gelir sağladılar
(daha sonra Donald Londra’da bir tiyatroda sahne yönetmeni oldu. Ben
toplumsal bir işte görev aldım. Geoff
ise doktor oldu) ve Donald ile tatilin
sonunda elde ettiğimiz parayı yetimhaneye teslim ettik.
TEŞEKKÜR EDEN HIRSIZ
Bir keresinde sanırım bir haftalığına bir ev kiralamıştık ve arabamız
çalınmış, eve trenle dönmek zorunda kalmıştık. Arabamız ise millerce
ötede bir yerde, içine teşekkür notu
bırakılarak terk edilmiş halde bulunmuştu. Bir başka gezimizde ise,
Jack amcayla Huddersfield’a yemek
yemeye gitmiştik. Babam eve dönerken yolda amcama “Sana ne kadar
yemek borcum var?” diye sorduğunda amcam, “Ben de sana soracaktım”
diye yanıtlamıştı. Anlaşılan kimse
para ödemeden oradan ayrılmıştık.
Hemen lokantanın sahibini aramış,
durumu izah etmiştik. Lokantanın
sahibi ise gülerek durumu anladığını ve telefonumuzu zaten beklediğini
ifade etmişti. Yemek parası hemen
gönderilmişti.
NOEL KUTLAMALARI
İlkokulda olduğum o yıllarda Noel
büyük bir eğlenceydi. 2. Dünya savaşı henüz başlamamıştı. Noel arifesinde tüm aile fertleri bizim evde toplanırdık. Birbirimize hediyeler verir,
hazırlanan ev yapımı şekerlemeler ve
börekleri yerdik.
O zamanlar anne-babam tarafından
bize alınan hediyelerin Noel Baba
tarafından bacadan bırakıldığına
inanacak kadar küçüktüm. Söz dinleyen çocuklardık. Noel arifesine bir
bardak süt ve bir parça Noel keki
salondaki bir sehpanın üzerine koyar ve yatağa gönderilirdik. Ertesi
sabah odaya girmemiz yasaktı ve babam odaya girer; boş süt bardağı ile
kekten kalan kırıntıların olduğu boş
tabağını getirirdi. Bu, Noel Baba’nın
gece bizi ziyarete geldiği anlamına
geliyordu.
Odaya girmeden önce hep beraber
kahvaltımızı yapardık. Ağacın altına
hediye koyma geleneği bizim evimizde yoktu. Noel Baba hediyelerimizi
kırlentlerin altına, duvardaki resimlerin arkasına, büyük babamdan kalma saatin içine saklardı.
Hediyeleri elimize alır ve kime ait
olduğunu anlamak için üzerinde yazan isimlere bakar sonra sahibine verirdik. Eğer bir kutu çikolata alırsak
sadece bir iki tane yememize müsaade edilir ve daha sonra yemek üzere
saklanırdı. Tüm hediyeler açıldıktan
sonra onları odamıza götürür ve annemin talimatı üzerine teşekkür edemediklerimize birer teşekkür notu
yazardık. Şöminenin üzerinde aldığımız Noel kartlarımız olurdu. Odayı süslemek için çoban püskülü kullanılır, ön kapının iç tarafına da bir
demet ökseotu asılırdı. Noel yemeği
çok önemliydi. Kiliseden döndükten
sonra yemeğimizi yerdik. Tuhaf gelecek ama yemeğimizi oyun odasında
yerdik. Büyük bir masa kurulur, annem beyaz bir ipek örtü sererdi. Genellikle Priscilla Teyzem de bizimle
olurdu. Herkesin oturduğu yere birer Noel peçetesi yerleştirilir, yanına
da Noel bisküvisi konurdu. Çoğunlukla menüde fırında hindi ve sebze olurdu ama bazen annem kaz da
pişirirdi. Ardından annemin üzerine
konyakla yakarak hazırladığı Noel
pastası servis edilirdi. Ertesi güne
kutulama günü (boxing day) denirdi.
İsminden de anlaşılacağı gibi zengin
ailelerin fakirler için yemek kutuları
hazırladığı eski bir gelenekti.
5 Kasım akşamı açık havada şenlik
ateşleri yakılırdı. Ağaç dalları, odun
toplar bahçede büyük bir ateş yakardık. Ayrıca o hafta maytap, şimdiki
adıyla havai fişekler alırdık. En bü-
yük ateşi yakma yarışları yapardık.
5 Kasım’da Gertie Teyze, Jack Amca
ve David bizimle birlikte olmak için
gelirlerdi. Annem yiyecekler hazırlardı. O gün gökyüzünü havai fişekler süslerdi. 5 Kasım aynı zamanda I.
Dünya savaşında ölenlerin anıldığı
gündü. Anma töreni için hepimiz
gelincikler takar, kiliseye giderdik.
Gelincik, savaşta ölenlerin yakınları
tarafından seçilmişti sanırım.’’
1939 – 1945 SAVAŞ VE
YOKSUNLUK YILLARI
Elizabeth, büyüklerin kendi aralarındaki hararetli tartışmalarında son
dönemlerde bir ismi sürekli duyuyordu: Hitler!... Meraklı gözlerle ve
pür dikkat izlemesine karşın bu konuşmaların içeriğini anlayamıyordu.
O yazın sonlarına doğru Donald ‘ın
ailesi Elizabeth’i şehirdeki evlerinde birkaç gün geçirmesi için davet
etmişti. Annesinden izin alan Elizabeth, komşunun şehirdeki evine
gitti ancak ilk ciddi sağlık sorununu
da burada yaşamış oldu. Misafir olarak gittiği evde çok güzel bir hamak
bulunmaktaydı. İlk defa hamağa binen Elizabeth , biner binmez hemen düşmüş ve çok ciddi bir şekilde
dirseğinden yaralanmıştı. Doktora
götürülmesine karşın kırık yanlış
kaynamış ve kolu kesme riski ile karşılaşılmıştı. Bu durumun erken fark
edilmesiyle kol kurtarılmış ancak
tedavi süresi zorlu ve uzun olmuşELIZABETH AYAS 13
tu. Bugün 85 yaşındaki Elizabeth,
çocukluğundan kalan bu kötü anıyı
hala kolunda taşımaktadır.
SAVAŞ ANONSU
Eve döndükten kısa bir süre sonra;
bir gün radyodan İngiltere’nin Almanya ile savaşa girdiği anonsunu
duymuş ve annesi ile birlikte o sırada bahçede bulunan babasının yanına koşmuş ve büyük bir heyecanla haberi söylemişler. Babası sadece
başını sallamakla yetinmiş ve fazla
bir açıklamada bulunmamış. Savaşın
ne demek olduğunu ve kendilerini
nelerin beklediğini bilircesine; sadece başını sallayan ve yüzünü buruşturan Elizabeth’in babası, 1. Dünya
savaşında İngiltere ordu birlikleri ile
Fransa’nın güneyindeki bir bölgede
bir yılı aşkın bir süre görev yapmıştı.
Çok iyi Fransızca bilmesine rağmen
burada geçirdiği günlerden tüm hayatı boyunca fazlaca söz etmemişti.
Elizabeth’in yaşamında kırılma noktalarından biridir bu savaş anonsu.
Bundan sonrasında tüm yaşamları
değişmiş artık savaş altında bir ülkenin gerçekleri ile ailecek başa çıkmak
durumunda kalmışlardı. Babası tekstil firmasındaki güçlü kariyer ve ekonomik koşullarını yitirmeye başlamıştı. Çünkü fabrika yalnızca orduya
yönelik çalışıyordu artık.
Savaş ve beraberindeki yaşam zorlukları hızla gelmişti. Savaşla ilgili
hazırlıklara hemen başlanmıştı; gaz
maskeleri dağıtılmış , sivil savunma
görevlileri gerekli eğitimleri vermiş,
siren sesi provaları yapılmış ve çok
kısa bir süre sonra bütün bunların
kullanıldığı günler de yaşanmaya
başlanmıştı. İlk önceleri komşu evin
sığınağını kullandılar. Evlerinin geniş bir bahçede , korunaksız olması
ve komşuya geçerken biraz yürümeleri gerektiğinden, daha sonra kendi
evlerinin altına bir sığınak yapmak
zorunda kalmışlardı. Geçen günler
sonrasında evlerde, arabalarda, her
yerde karartmalar yapıldı. Yine savaş
boyunca sivil savunmada görevli bir
kadın subayı evlerinde misafir etmek
zorunda kalmışlardı.
SAVAŞA KARŞIN EĞİTİM
SÜRÜYOR
Bu arada okullar kendi sığınaklarını
yapıncaya kadar eğitime ara verilmiş
ve bu durum eğitim öğretim yılının
aksamasına yol açmıştı. Okullarda hazırlıkların tamamlanması ile
okulların yeniden açılacağı bilgisi
gelir gelmez; üniforma almak için
mağazalara gidiş heyecanı, alınan
üniformaya isimlerin işlenmesi yine
Elizabeth’in unutulmayan anılarının
içinde yer almaktadır.
Savaş bitinceye değin gaz maskelerini hep yanlarında bulundurmuşlardı. Başlangıçta siren çaldığı zaman
yaşanan korku ve panik, ne yapacağını bilememezlik; daha sonra öğ-
retilenlerin uygulamaya geçilmesiyle
biraz aşılabilmişti. Ancak, siren sesleri tüm yaşamı boyunca Elizabeth’i
etkilemişti. Yıllar sonrasında Adana’ya yerleştiğinde bile bu korku ve
endişesinin sürdüğünü fark etmişti.
1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı ve
1991 yılındaki Körfez savaşı esnasında yaşadığı karartma gecelerinde ve
sirenlerde hep çocukluğunun bu keskin barut kokulu günlerini anımsadı. Savaş yıllarındaki kayıplar, gerek
akrabalardan gerekse arkadaşlardan
kişileri ve aileleri derinden etkilemişti. Savaşın acı gerçekleri birebir
yaşanarak çocukluk ve ilk gençlik
yılları geçirilmişti. Elizabeth’in babası yaşından ötürü aktif olarak cephede yer almamıştı, ağabeyi ise çok
istediği halde tıp öğrencisi olduğu
için cepheye alınmamıştı.
Ancak savaş sırasında cephe gerisinde herkesin yapacağı bir görev ve
üstlenecekleri bir sorumluluk vardı.
Elizabeth savaş sırasında bir süreliğine askeri kantinlerde çalışmıştı. Yine
bu dönemde, fabrikalarda erkek olmadığı için çoğunlukla kadınlar çalışmaktaydı ve bu çalışan kadınların
çocuklarına bakılması için gençler
de kreşlerde çalışıyordu. Elizabeth
bu kreşlerde de görev almıştı. Babası cephe gerisinde savaş kurallarının
sağlanmasından sorumlu idi. Ağabeyi ise yine hastanelere getirilen yaralı
askerlerin tedavisi için uğraşmaktaydı. Böylece iki kardeş hem eğitimlerine hem de okul sonrasında savaş
ile ilgili sorumluluklarını yerlerine
getirmekteydiler.
Savaşın sonlandığına dair haberi,
okul ile gittikleri bir meyve toplama
kampında almışlar ve sabaha kadar
o yörede yaşayanlar ile hep birlikte
sevinçle eğlenmişlerdi. Kutlamalar
sırasında yanlarından geçen askeri
bir araçta esir alınmış Alman askerlerinin de araçta savaşın bittiğini eğlenerek kutladıklarını görmüşlerdi.
O tarihlerde İngiltere’de zorunlu eğitim 14-15 yaşına kadar sürüyordu.
Daha sonra öğrenciler bir sınava alınıyor ve sınavlarda başarılı olanlar
liseye devam ediyordu. Sınav sonuçlarının ilan edileceği zaman ailelerde
büyük bir heyecan oluyordu. Skyes
ailesi de aynı heyecanı yaşıyordu işte;
Elizabeth, bu sınavlarda başarılı olmuş ve lise eğitimine 1941 yılında
başlamıştı.
Orta öğretimini sürdürdüğü okul
oldukça disiplinli ve kentin en iyi
okullarından birisiydi; Çağdaş ve etkin eğitim vermesiyle tanınıyordu.
Buradaki eğitimi sırasında Klasik
Müzik sevgisini müzik öğretmeni
aşılamıştı. Yine burada Elizabeth’in
bazen kekelediği fark edilmiş, aile
bilgilendirilmiş ve özel bir konuşma terapisti ile alınan özel dersler
sonucunda bu durum giderilmişti
(savaşın travmasıydı belki de). Okul
yıllarına ait pek çok anısı olan Elizabeth, bu okuldan aldığı temel eğitimi
yaşamı boyunca kullanmış, ders dışı
etkinliklere katılarak eğitiminin bir
ELIZABETH
GÜNEŞ YÜREGİR
AYAS 15
bütün olması için çaba harcamıştır.
Yine orta öğrenimi boyunca Elizabeth, İzcilik faaliyetlerine katılmış
ve üst düzeye başarı ile ulaşmıştır.
Yaşamında, buradaki deneyimlerinin de kendisine yol gösterdiğini her
zaman ifade etmiştir.
ÜNİVERSİTE YILLARI VE
TANIŞMA
Elizabeth, yüksek öğrenimini; 1831
yılında Tıp fakültesi ile öğrenime
başlayan, 1904’ de diğer fakültelerin
açılması ile genişleyen ve şu anda İngiltere’nin en büyük üniversitelerinden biri olan Leeds üniversitesinde
yapmıştı.
16 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
Babası, geleceğin fen bölümleri ile
gelişeceğine inandığı için kızına fen
ile ilgili bir branşta öğrenimine devam etmesi yolunda baskı yapmaktaydı. Bu baskılar sonucu Elizabeth,
Biyoloji öğrenimi görmek üzere
Leeds üniversitesine kaydolmuştu.
Ama içinde yatan aslan hep başkaydı. Biyoloji bölümünü bitirdikten
sonra öteden beri çok arzuladığı 2
yıllık Sosyoloji bölümüne girmiş ve
bu bölümü de başarı ile bitirmişti.
Elizabeth, eşi Necdet Ayas ile üniversitede tanışmıştı. Tanışmaları, tamamen bir tesadüf olmasına karşın
kendi ve müstakbel eşinin yaşamını
değiştirecek bu küçük tesadüf, binlerce kilometre ötedeki Adana’nın da
eğitim yaşamına katkı sağlayacaktı. Adana’dan İngiltere’ye üniversite
öğrenimi için gelen bu bıçkın delikanlıyla, Puslu çayırların güzel kızı
Elizabeth’in yolu, üniversitede ortak
aldıkları bir ders sayesinde kesişti.
Birlikte aldıkları bu derste, aynı gruba dahil edilmeleriyle tanıştılar ve
Necdet Ayas’ın 1996 yılında vefatına
değin hiç ayrılmadılar.
Suriye, Beyrut, Ürdün ve Filistin
toprakları üzerinden Kahire’ye
varmıştı. Orada 2 ay gibi uzunca
ve sıkıntılı bir süre bekledikten
sonra bir İngiliz donanma gemisiyle İngiltere’ye ulaşmıştı. Bu
maceralı yolun sonunda, Leeds
Üniversitesinin Tekstil Mühendisliği fakültesinde eğitimine başlamıştı.
ADANALI NECDET
LATİFE HANIMIN YEĞENİ VE
ATATÜRK’Ü TANIMA
Necdet Ayas, Adana’dan yüksek öğrenim için İngiltere’ye gitmeye karar
verip de bu isteğini ailesine açtığında onlardan ciddi destek görmüştü.
Ayas ailesinin o sıralarda Adana’da
bir makarna fabrikası vardı. Aslen
Preveze’li olan Fazıl Bey, Bursa’da
okurken Milli Mücadele için orduya
katılmış, uzun süre (11yıl) askerlik
yapıp çeşitli cephelerde bulunduktan
sonra ağabeyinin Adana’da olması
nedeniyle Adana’ya yerleşmişti. Savaştaki hizmetlerinden dolayı İstiklal
Madalyası sahibiydi. Necdet Beyin
annesi ise Rusya’dan Türkiye‘ye göç
eden Çerkezlerdendir. Bu farklı coğrafyalardan gelen kişilerin oluşturduğu aile, oldukça ileri görüşlü yapısı nedeniyle oğullarının yurt dışında
öğrenim görmesini desteklemişlerdi.
Necdet Ayas’ın İngiltere’ye gidişi oldukça maceralı olmuştu. 2. Dünya
savaşı Avrupa’da devam ettiğinden
Adana’dan yola çıkan Necdet;
O yıllarda Leeds üniversitesinde
az sayıda Türk öğrenci öğrenim
görmektedir. Adana’dan Turgut
Yeğenağa da aynı üniversitede
öğrenimine devam edenlerdendi. Bu öğrencilerin bir diğeri ise
Atatürk’ün eşi Latife hanımın yeğeni olan Gönül İldem’di. Bir gün
yurtta Gönül’ün odasında sohbet
ederken; Elizabeth’in gözü duvardaki fotoğrafa takılır. Fotoğrafı
dikkatle inceleyen Elizabeth, “Bu
fotoğraftaki yakışıklı adam kim,
baban mı?’’ diye sorar. Gönül ise
gururla tebessüm eder ve; ‘’ Yok,
hayır, o fotoğraftaki bizim önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’’ der.
Ardından saatler boyunca; Çağdaş
Türkiye’nin kurucusu Ulu Önder
Atatürk’ü, reform ve devrimlerini
anlatır Elizabeth’e. Büyülenmişcesine dinleyen Elizabeth, Türkiye
ve Atatürk konusundaki ilk bilgilerini de almış olur.
Necdat AYAS
ELIZABETH AYAS 17
Mezuniyet sonrasında sosyal hizmet
uzmanı olarak çalışmak isteyen Elizabeth, bir süre Londra’da St.Thomas’ Hastanesinde daha sonra ise
Oxford Üniversitesi Tıp Fakültesi
hastanesinde çalışmaya başlar. Kısa
süreliğine de olsa, buradaki çalışma
hayatının kendisine çok şey kattığını ve hayatının en güzel günlerinin
bir kısmını burada geçirdiğini ifade
etmiştir her zaman. Bugünlerden
anımsadıkları; yoğun bir iş temposunun yanı sıra boş zamanlarda katıldığı kültürel uğraşılar, çevre gezileri
ve üniversite şehrinin sahip olduğu
dinamik yaşamdır. Yine burada yaptığı çalışmalar sonucunda; Amerika
Birleşik Devletlerinde mesleği ile ilgili bir üst eğitim almak üzere burs
kazanmıştı. Ancak Necdet Ayas’la
evlenme kararı aldığı için; bu bursu kullanmayıp yaşamını Türkiye’de
sevdiği adamla birlikte sürdürmeye
karar vermişti. Yaşam budur işte; her
zaman seçmek zorunda kalırız . Tam
59 yıl sonrasında “Acaba doğru mu
yaptım?” diye kendini sorguladığında şöyle diyor Elizabeth Maude Ayas:
“İyi ki, tercihimi böyle kullanmışım,
iyi ki Adana’lı bir adamın peşine takılıp gelmişim, iyi ki buradayım…’’
1954 YILI: EVLİLİK VE TÜRKİYE
YOLCULUĞU
Yıl 1952-53, iki ayrı uç kültürdeki insanın evliliği öyle çok kolay olmuyor
elbette. Necdet Londra’da, Elizabeth
ise Oxford’da çalışıyorlar. Belirli dönemlerde bir araya gelebiliyorlar ancak. Necdet askerlik nedeniyle Türkiye’ye dönünce, evlilik teklifi de
düşüncesi de ortada kalıyor bir süre.
Türkiye’den telgrafla gelen evlilik
teklifine ise; Elizabeth’in haberi bile
olmadan arkadaşları ‘’Evet’’ yanıtını yazıp gönderiyor. Bir başka ülke,
farklı gelenekler, alışılmışın dışındaki yaşam koşulları ürkütüyor Elizabeth’i. Necdet’in bir mektubuyla
gelen davet sonucunda 1953 yılında
İstanbul’da buluşuyorlar. Bakın; kendi güzel, coşkulu edasıyla nasıl anlatıyor bu süreci Elizabeth;
“İstanbul büyüledi beni. Kadıköy’de
Münevver Hanım beni evinde misafir etmişti. Bu arada Nejdet izin
alarak yanıma geliyordu. Gündüzleri birlikte geziyor, dolaşıyorduk; akşamları ise asker hastanesinde kalıyordu Necdet. Askerliğine tercüman
olarak devam ettiğinden işi kolaydı.
Ben de çok beğendim, sevdim İstanbul’u. Yaşam kültürünüze çok şaşırarak bakıyordum. Bir gün tramvaya
binmişiz, bir arabayla burun buruna
geldik. Bir tartışma başladı insanlar
arasında; dil bilmediğimden bağırışları anlamıyordum, şimdi kavga
çıkacak diye çok korkmuştum. Oysa
çok sıradan bir olaymış yaşamaya
başlayınca daha iyi kavradım.”
Elizabeth Maude Skyes ve Necdet
Ayas 1954 yılında sade bir nikah töreniyle İngiltere’de evlenirler. Tekstil
mühendisi Necdet’in memleketi olan
Türkiye atılım içindedir ve Necdet
gibi “okumuş – yetişmiş elemanlara’’
gereksinim vardır. Hiç düşünmeden,
bütün kariyer planlamalarını bir kenara bırakıp yönlerini Türkiye’ye
çevirir genç çift. Önce Necdet gelir
Türkiye’ye, 6 ay sonrasında da Elizabeth. Necdet’in Kayseri Sümerbank
fabrikasında işe başlamasıyla Kayseri’ye yerleşirler. İlk çocukları Timur
burada doğar. Dilini, dinini, kültürel
dokusunu bilmediği bir ülke ve kent-
te hamilelik sürecini Elizabeth’in
ağzından dinleyelim yine;
“Hamile kalmıştım, Türkçe bilmiyorum, derdimi anlatamıyorum
henüz. Necdet komşuları tembihlemiş; “Kulağınız delik olsun, bir
çığlık filan duyarsanız koşun, yardımcı olun’’ diye. Sancılar içinde
kıvranıyorum ama dil bilmediğim
ve çekindiğim için bağıramıyorum. Komşular da doğumun yaklaştığını anlamadılar tabii. Nihayet
ELIZABETH AYAS 19
Sümerbank’ın revirine gittim ve doğumu orada yaptım. Yani, geçen yıl
(26 Mart 2012) kanserden yitirdiğimiz en büyük çocuğum Timur,
21 Nisan 1955 tarihinde Kayseri’de
böyle bir ortamda doğdu işte. Sümerbank’ın lojmanlarında kalıyorduk. O dönemlerde makarna evlerde hazırlanırdı. Ben de komşulardan
şunları öğreniyordum: Patlıcan kurutmak, turşu kurmak, şişle örgü örmek. Hazır giyim şansımız fazla yoktu, kumaşı alır kendimiz diktirirdik.
Annem İngiltere’den giysi gönderirdi mesela. Derdini anlatamamak
ne kötü. Bakkala gidiyorum, bir şey
isteyeceğim ya, önce evde sözlükten
sözcükleri seçiyordum. Ama telaffuz
edemediğim için adamcağız yüzüme öylece bakıyordu.
Bütün bu dil bilmeme konusundaki
zorluklarım, yıllar sonra okulda verdiğim dil eğitiminde bana hep yol
gösterici olmanın yanı sıra öğrencilerimle empati yapmamı sağlamıştır neden olmuştur. Öğrencilerime
de dil öğrenirken hata yapmaktan
asla korkmamalarını yapsalar dahi
bunların üzerinde fazlaca durmayıp
doğrusunu öğrenmeye çalışmalarını
tavsiye etmişimdir’’
Kayseri’de iki yıl kaldıktan sonra,
Necdet’in Adana Sümerbank fabrikasına tayini nedeniyle Adana’ya taşınırlar. Elizabeth Ayas’ın yaşamındaki temel dönüm noktası da şimdi
başlıyordu işte.
20 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
1956 VE SONRASINDA
ÇUKUROVA YILLARI
İngiltere’deki yoğun iş ve sosyal yaşamı sonrasında Türkiye’ye yerleşen
Elizabeth, boş durmaktan, bir şey
üretememekten yana çok sıkılıyor
ve üzülüyordu. Kayseri’deki dönemi;
yeni bir ülkeyi tanıma, hamilelik ve
doğum süreciyle geçirmişti. Ama
Adana’ya yerleştikten sonra; salt çocuk yetiştirmekle yetinemeyeceğini
anlamıştı. “Bir şeyler yapmalıyım
ama ne yapmalıyım ki?’’ diye düşünürken, bir yandan da ikinci çocuğu Esma’nın hamileliğini yaşamaktaydı. Hamilelik esnasında yaşadığı
sıkıntılar nedeniyle yeterli tıbbi olanak olmadığı için İngiltere’de doktorluk yapan ağabeyi Geoff ’un çağrısıyla İngiltere’ye gitmişti. Esma’nın
doğumu zorlu koşullar altında, İngiltere’de 29 Haziran 1956 tarihinde
gerçekleşmişti.
BİR ŞEYLER YAPMALIYIM…
NE YAPMALIYIM?..
Tekrar Adana’ya döndüklerinde ve
çocuklar büyümelerini sürdürürken Elizabeth’in ısrarlı arayışı da
sürüyordu; “Ne yapmalıyım?’’ Bir
yakınlarının da önerisiyle İngilizce
ders vermeye başladı. Önceleri birkaç öğrenciye ya kendi evinde ya
da öğrencinin evinde ders verirken
bunun daha düzenli ve planlı bir
süreç ve ortamda yapılması gerek-
tiğini düşünerek, bunu bir dershane
ortamına taşımak istiyordu. Ayas
ailesinin de yardımıyla Melek Girmez çarşısı civarındaki küçük bir ev
dil dershanesine çevrildi. Böylelikle
hem çocuklarına bakıyor hem de
sevdiği bir işi yaparak aile bütçesine katkıda bulunuyordu. Yaklaşık 2
yıl süren bu eğitim süreci sırasında
Mersin’den bir teklif gelir Elizabeth’e;
böylelikle İçel Koleji’nde İngilizce
öğretmenliğine başlar. Ancak bu çok
zor ve yorucu bir süreçtir; her gün
sabah trenle Mersin’e gidiyor, dersleri bitirdikten sonra bu kez otobüsle
Adana’ya dönüyordu. Çocuklarını
komşulara, bakıcılara emanet etmek hiç içine sinmiyordu. “Onların
en gereksinim duyduğu anda ben
yanlarında yokum’’ diye düşünüyor
ve üzülüyordu. Bu arada üçüncü
çocukları olan Sevil’e hamile olan
Elizabeth, 25 Şubat 1959 tarihinde
Sevil’in doğumuyla birlikte Mersin
macerasını da noktalıyordu.
Üç çocuğunu büyütürken de olsa
boş duramazdı elbette. Yine arayışa başlıyor ve Adana’da kurulu olan
Çukurova Kolejindeki yeni göreviyle İngilizce öğretmenliğine dönüyordu işte. Buradaki görevi sürerken
Elizabeth ve Necdet Ayas’ın kafasında başka bir proje şekillenmeye
başlıyordu; “Niçin kendi okulumuzu açmayalım ki?...’’ Artık bütün
günlerini bu proje üzerine yoğunlaştırmışlardı; “Nerede olmalı, nasıl
olmalı, hangi parayla yapmalı?’’
RÜYALAR GERÇEK OLSA
Günler ve aylarca bu rüyanın peşine
takıldılar. Farklı semtlerde farklı binaları inceliyor; hesaplar, pazarlıklar
yapıyorlardı. Necdet Ayas, çalıştığı
Sümerbank fabrikasında odasında
dalgınca çevreyi gözetlerken, yandaki binayı farkediyordu. Fabrikanın
bitişiğinde kocaman giriş kapısı olan
yüksek, avlulu binayı görünce çok
etkilenmiş, hemen Elizabeth’e haberi vermişti. Birlikte binayı gezmiş,
kimin olduğunu sorgulamaya başlamışlardı bile. Bina Amerikan Board
adlı bir yardım vakfına aitti, uzun
yıllar kıtlık ve yoksullukla mücadele
amaçlı olarak kullanılmış, daha sonrasında da Dr. Cyril Haas’a verem
hastanesi olarak kullanması için verilmişti. Adana’lıların minnetle andıkları Dr. Cyril Haas ve arkadaşları,
Türkiye Sağlık Bakanlığının da desteğiyle yeni bir hastane (Göğüs Hastanesi) ve verem araştırma ünitesi
(Verem Savaşı Derneği / Sabancı Kız
yurdu karşısında) açınca bu bina boş
kalmıştı. Elizabeth ve Necdet Ayas’ın
bu binayı alma girişimleri sonuçsuz
kalmıştı. Vakfın Türkiye’deki temsilcileri olaya pek sıcak bakmıyorlardı,
ayrıca yetkileri olmadıklarını söylüyorlardı. Bu durum aylarca sürdü.
Necdet Ayas, Adana Sümerbank’ta
tekstil mühendisi olarak çalışırken
fabrikaya Amerikalı bir heyetle birlikte Sanayi Bakanlığından yetkililer
gelmişti.
Görüşmelerden sonra; Necdet Ayas’ı,
Amerika’ya bir “hizmet içi eğitim
kursu’’ için 6 aylığına götürmek istediklerini söylemişlerdi. Kabul ederse
önce Ankara’da bakanlıkta bir mülakata alınacağını ardından oradan
Amerika’ya gönderileceği belirtilmişti. Bu haberi alır almaz doğruca
eşi Elizabeth’in yanına gelen Necdet
Ayas, bir solukta konuyu anlatmıştı.
Ailece uzun uzadıya tartışmalarından sonra, Necdet Ayas’ın tek başına gitmesine karar verilmişti. 6 aylık bir süreç için üç çocukla birlikte
okyanus ötesine taşınmak ve dersleri bırakmak istemiyordu Elizabeth.
Böylelikle evlilik sonrasındaki ilk,
zorunlu ve uzun süreli bir ayrılık süreci başlamıştı.
AMERİKA MACERASI
Necdet Ayas, önce Ankara’ya gitmiş,
Dr.CYRIL HAAS
1916 yılında Amerikan Board
vakfının bir temsilcisi olarak Türkiye’ye gelen Dr.Cyril Haas, uzun
yıllar boyunca Adana’da ( Kilikya
bölgesinde) yaşadı. Bölgede yaşanan salgın hastalıklar üzerine
yoğunlaştı. 1948 yılında Türkiye
Sağlık Bakanlığı’nın öncülüğünde
kurulan Ulusal Verem Savaşı Derneği’nin Adana’daki oluşumunda
yer aldı. Dr.Menteşoğlu Caddesi’ndeki Verem Savaşı Derneği
binasının-ünitesinin kurulmasına
öncülük etti.
22 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
bakanlıktaki mülakat sonrasında ise
6 aylık Amerika macerası başlamıştı. Aklı ve yüreği Adana’da sevgili eşi
Elizabeth ve çocukları Timur, Esma
ve Sevil’dedir şimdi. Ama öte yandan
başka bir amacı daha vardı bu gidişin: Okul için düşündükleri binanın
sahibi olan Amerikan Board adlı
vakfın merkezi Boston’da olduğuna
göre, onlarla doğrudan görüşebilir,
derdini anlatabilirdi.
Amerika’da “Hizmet içi eğitim” sürerken Necdet Ayas, bir yandan da
Boston’daki vakıf yetkilileriyle görüşme derdindeydi. Ancak uzun haftalar boyunca randevu talebine yanıt
alamıyordu. Nihayet bir tanıdık aracılığıyla randevuyu alabilmişti. 1961
yılının son günlerinin birinde; Amerikan Board Vakfının Boston’daki
merkezinde, Adanalı yakışıklı tekstil
mühendisi Necdet Ayas, akıcı ve mükemmel İngilizcesiyle karşısındaki
heyeti ikna etmeye uğraşıyordu; “Bu
binayı bize satın, burada tüm Çukurova’ya hitap edecek çok güzel ve
başarılı bir eğitim kurumu oluşturmak istiyoruz:’’
Bu heyecanlı ve coşkulu gencin tutkulu konuşma ve projesini dikkatle
dinleyen heyet üyeleri çok net kurallar karşılığında ikna oluyorlardı;
‘’Bu bina yalnızca Eğitim veya Sağlık
amaçlı kullanılacak ve satılmayacak,
şimdilik kira karşılığında verilecek,
ancak hiçbir şekilde 3. kişilere devredilemeyecekti.” Necdet Ayas ise,
binanın yatılı kız okulu olarak kul-
lanılacağını beyan ve taahhüt ederek
imzalıyordu sözleşmeyi.
RÜYALAR GERÇEK OLUYOR
Bu güzel sonuçla Adana’ya dönen
Necdet Ayas ve onun en büyük yardımcısı Elizabeth, hızla işe koyulurlar. Önce tüm bina boşaltıldı. Aslına
uygun olarak restore edildi. Eğitimci
ve bu konuda araştırmacı olması nedeniyle bütün ayrıntıları Elizabeth
belirliyor, tasarımlar ve düzenlemeler
yapıyordu. Pencerelerin nişleri, sınıf
kapılarının içeriye doğru açılması,
merdiven korkuluklarının yüksekliği gibi bütün ayrıntılar tekrar tekrar
gözden geçiriliyordu. Çıkmaz sokakta yer alan kocaman kapısıyla büyük
bir avluya açılan o güzelim bina yıllar
sonrasında bu kez eğitim amaçlı olarak yaşama katılıyordu işte.
İngiltere’nin kara bulutlu çayırlarından Çukurova’nın sarı sıcağına kopup gelen Elizabeth’in büyük
düşü böylece hayat buluyordu işte;
Çukurova’da efsane olarak anılacak
“AYAS KOLEJİ’’ hazırdı artık. Her
ayrıntı mutlaka Elizabeth tarafından son kez kontrol edildikten sonra uygulanıyordu. Okul kıyafetleri
ve sol göğsüne dikilen okul arması
bile hazırdı. Armadaki dağlar; Toros
dağlarını, mavilik; Akdeniz’i, yeşil
ağaçlar; okulun içindeki palmiyeleri
işaret ediyordu. Ayrıca tüm Çukurova’yı simgelemesi için pamuk da yer
almıştı bu armada.
1962 – 1993 ÇUKUROVA’NIN
EFSANEVİ OKULU;
AYAS KOLEJİ
Elizabeth ve Necdet Ayas’ın yaşamlarının en önemli projesi olan
Özel Ayas Koleji; 1962 – 1963 eğitim ve öğretim döneminde, Adana Valisi Mukadder Öztekin’in
övgü dolu konuşması ile açılmıştı. Kolej ; ilk , hazırlık ( o zaman
bu sınıf düzeyine lisan kurs deniyordu) orta ve lise kısımlarından
oluşmuştu. Tüm bölgeden (İskenderun – Ceyhan - Osmaniye –
Misis – Tarsus – Kozan – Kadirli
vs) öğrencileri olan kolej, ilk yıllarda tamamen kız öğrencilerden
oluşuyordu. Yatılı bölümü de olan
okulun en üst katı yatakhaneydi.
Dolayısıyla çevre il ve ilçelerden
gelen yatılı öğrenciler hep birlikte
kardeşçe bir atmosfer içinde burada yaşıyordu. Özel okul olmasına karşın; yoksul ama başarılı kız
öğrenciler burslu olarak eğitim
görüyordu. Sadece zenginlerin gidebileceği bir okul olarak tanınan
Ayas Koleji’nin bu yönü pek bilinmezdi. Bunu Elizabeth Ayas bakın
nasıl anlatıyor: “Okulun hayalini
kurarken bile hep sadece kızlara
yönelik olmasını istedim. Anadolu’da erkeklerin okuma şansı daha
fazlaydı ama parası olan ailelerde
bile kızların okuma şansı sınırlıydı. Ben sınırları zorlamak, kızlar
lehine pozitif ayrımcılık yapmak
istedim.
Ayas Koleji özel okul olması nedeniyle paralıydı elbette, ancak
başarılı ama yoksul öğrencileri
burslu okutuyorduk. Bunu kimse
bilmiyordu, çünkü arkadaşlarının
bilmesini dahi istemiyorduk, gizliyorduk.
O çocuğun yaşadığı koşulların
farklı olması nedeniyle ezilmesini
istemiyorduk. Hepsinin kıyafeti
aynı olduğu için arada bir statü
farkı görünmüyordu. Üstelik sadece bir okul olarak düşünmüyordum. Kızların, gelecekte Atatürk
İlke ve İnkılâplarına bağlı iyi bir
vatandaş, çağdaş bir kadın, iyi bir
hanım ve anne olması için, kendi
ayaklarının üzerinde duran bir
birey olması için çabalıyorduk.
Yani sadece milli eğitim kural ve
koşullarıyla öğrenimi değil, görgü
kurallarını da aktarmaya çalışıyorduk.’’
AYAS KOLEJİ’NİN MİSYON VE
VİZYONU
Ayas Koleji, açılmasıyla birlikte
bölgedeki diğer tüm okullardan
sıyrılmış, farkını ilk eğitim yılında ortaya koymuştu. Herkesçe kabul gören ve övgüyle söz edilen bu
özellikler Ayas Koleji’nin tarzı ve
bir “eğitimde ekol” olarak anılmasına neden olmuştu. Bu özellikleri
maddeler halinde yine Elizabeth
Ayas’ın kendisinden aktaralım:
26 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
ELIZABETH AYAS 27
Özgür Bireyler: Disiplini elden bırakmadan, öğrencilerin bireysel
farklılıklarını ortaya koyabildikleri,
onlara sevgi, saygı temelli özgüvenlerini sağlayıcı ve özgürce kendilerini
ifade edebilecekleri ortam sağlamaya
çabaladık.
Dil Eğitimi: Okulun ilk açıldığı tarihte Türkiye’de bir ilk olan “lisan
laboratuvarını” kurarak dil eğitimini
sağlam bir temele oturtmuştuk. Öğrencilerin evrensel boyutta kendilerini gösterebilmeleri için İngilizceyi
mutlak bir ders olarak görüyorduk.
Ayaslı her öğrenci çok iyi bir İngilizceyle mezun olmalıydı. İngilizce
dersler tamamen yabancı (İngiliz ve
Amerikan) öğretmenler tarafından
verilmekteydi.
Vizyon sahibi olmak: İki ayrı kültürün insanları olarak (Elizabeth ve
Necdet) kültürel birikimlerimizi de
kullanarak, öğrencilere çok kültürlü
bir yapıda vizyon ve misyon sahibi
olmaları gerektiğini vurguluyorduk.
Bunun için de araştıran, sorgulayan,
irdeleyen bir yapı gerektiğinin altını
çiziyorduk.
Kütüphane: Okulun kütüphanesinde 4000’i aşkın kitap bulunuyordu.
Ayrıca her sınıfa bir kitaplık kurarak
çocukların bilgiye ulaşımını kolaylaştırıyorduk. Özellikle ders sonrasındaki etütlerde kütüphanedeki
binlerce kitaba müzik eşliğinde ula28 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
şılabiliyordu.
Fiziki Koşullar: Okulun fiziki koşullarını her geçen gün iyileştirdik.
Başlangıçta Amerikan Board’dan kiraladığımız binayı birkaç yıl sonra
tamamen satın aldık. Yanına çevredeki diğer binaları da ekleyerek büyüdük ve geliştik. Büyük bir avlu çevresine yerleşen bu binalarla, çağdaş
bir eğitim-öğretim kurumu haline
getirmiş olduk. Yine modern araç ve
gereçlerle donatılmış biyoloji, fizik,
kimya ve bilgisayar laboratuvarları,
daktilo odası , resim atölyesi, müzik
atölyesi, sosyal bilimler odası gibi her
dersin konu içeriğine uygun materyaller ile donatılmış işlikler; eğitimin
daha kaliteli olmasını sağlamıştır. O
tarihlerde diğer okullarda böyle uygulamaların büyük bir kısmı yoktu.
tarihi eserleri (Anavarza, Yılan Kalesi, Karatepe, Uzunca Burç, Kız Kalesi,
Korykos vs ) görüp öğrenmeleri için
geziler düzenlenmiştir. Bu geziler;
çevre il ve ilçelerin (Alanya, Antalya,
Kayseri, Ürgüp, Göreme, Hatay, Gaziantep vs) yanı sıra Ankara Bursa,
İstanbul ve İzmir’e değin uzanmıştır.
1974 yılında ise Necdet Ayas rehberliğinde okul öğrencileri ve öğretmenlerden oluşan bir grup, okul
servis aracıyla ve kamp yaparak 20
gün süren Avrupa turuna çıkmışlardı. Bu gezi sırasında Sofya, Belgrad,
Viyana, Paris, Roma, Lozan vb. gibi
tarihi kentleri ve müzeleri ziyaret
etmişlerdir. Bu yaşayarak ve görerek
öğrenmenin en somut göstergesi olarak hafızalarda yer almıştır.
Mayıs ayı ile birlikte hemen her yıl,
havaların iyi olduğu dönemlerde
Spor : Okulda başlangıçtan beri öğrenciler ile Mersin yakınlarında
spora çok önem verilmişti. Fiziki denize girmek için sıkça geziler yapıkoşullar ölçüsünde spor ile ilgili dü- lırdı. Bu gezilerin o tarihlerdeki kozenlemeler yapılmıştı. Ayas Koleji şullar düşünüldüğünde; öğrencilerin
öğrencileri özellikle basketbol dalın- gezerek görerek bir şeyleri öğrenme
da çok önemli başarılara imza atmış- ve keşfetme duygularını geliştirdiği
lardı.
ve bir farkındalık yarattığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kültürel Etkinlikler ve Geziler:
Kültürel faaliyetlere ayrı bir önem Folklor Geceleri: Öğrenciler her
veriyorduk. Okulda paneller, mü- dönemde folklora ilgi duymuş ve
nazaralar, temsiller düzenlenerek değişik halk oyunları ekipleri kurulsosyal sorumluluk projelerinde öğ- muştu. Velilerimizin konuk olarak
rencilerin aktif olarak yer alması sağ- katıldığı folklor gecelerinde; halk
lanıyordu. Kültürel ve tarihsel biriki- ozanlarından örneklemeler, folklor
min artması için, öğrenciler ile yakın ekiplerinin gösterileri yapılmış ve ik- uzak çevrelerdeki yerlere, özellikle ram olarak da daima sıkma - ayran
verilmekteydi. Bunda da amaç; evrensel değerlere ulaşmada yerel mirası da unutmamak içindi.
Ayas geceleri: Ayas geceleri belki de
okulun yaptığı en önemli etkinliklerden biriydi. Bu gecelerde öğrenciler, bir yıl boyunca hazırladıkları
etkinlikleri sunarlardı. Hazırlıklara
yıl ortasından başlanırdı ve öğrenim
dönemi sonunda Belediye Şehir Tiyatrosunda etkinlikler sergilenirdi.
Bu gecelerin organizasyonu yönetici
ve öğretmenler tarafından yapılırdı.
Ancak her şeyi öğrenciler hazırlardı.
Yani bu anlamlı ve geleneksel Ayas
Geceleri; içeriği, her şeyi ile tüm öğrencilerinin ürünüdür. Bu gecelerin
düzenlenmesi, ortaya konulan Türkçe ve İngilizce korolar ve oyunlar,
gösteriler, değişik yörelere ait folklor
gösterileri ,skeçler ,müzikler ,kısaca
her şey öğrencilerin yaratıcılıklarının bir sergisiydi. Ekip çalışması,
paylaşma ,sorumluluk, en iyiyi yapabilme çabası ve sergileme ,özgün düşünebilme bu işin hamurunu ortaya
koymaktaydı.
Mezuniyet geceleri: Mezuniyet geceleri ise, Ayas’a özgü bir uygulama
ile başlamış daha sonra da diğer
okullarda da yaygınlaşmıştır. Mezuniyet töreni,öğrencilerin geleneksel
mezuniyet müziği eşliğinde cüppe
ve kepleri ile okulun merdivenlerinden inerek başlardı. Törende önce
plaket ve diplomalar dağıtılır daha
sonra okul başkanı gelecek dönem
başkanına meşalesini devrederdi. Bu
törenin bitiminde, kızlar babaları ile
erkek öğrenciler ise anneleri ile ilk
danslarını yaparak mezuniyetlerini
kutlarlardı. Annesi veya babası orada olmayanları dansa öğretmenler
kaldırırdı. Bu törenlerin önemli bir
özelliği de kızların giysilerinin beyaz
renkte olmasıydı. Burada da tıpkı
Ayas gecesi gibi öğrenciler bu geceyi
organize ederler öğretmenler sadece kontrol ederdi.
Yatılılık hayatı: Yatılı öğrenciler
Ayas Koleji öğrencilerinin birbirine
bağlı olmalarını sağlayan bir harç
niteliği taşıyordu. Bu öğrencilerin
sorumluluğu Elizabeth Ayas olarak,
benim işimin en önemli parçasıydı.
Çünkü o gencecik kızlar bana emanet edilmişti. Okul paydos olduktan
sonra da onlarla yakından ilgilenir,
takip ederdim. Benim biyolojik olarak 4 çocuğum oldu ama sosyolojik
olarak yüzlerce çocuğum vardı.
Yatlılı öğrencilerin çok programlı bir hayatları vardı. Belli saatlerde
çalışmayı, belli saatlerde yemek yemeyi, belli saatlerde yatmayı bir düzen içerisinde gerçekleştirirlerdi. Bu
düzenin sağlanması okul yöneticileri
tarafından yapılırken temel olarak
herşeyle doğrudan ben ilgilenirdim.
Yatılı öğrencilerin etüt saatlerinde ya
ofisimde çalışıyordum ya da evdeydim. Ancak evde olsam bile zaman
zaman kontrol için öğrencilerin ya-
nına giderdim. Evimizin Sümerbank
Lojmanlarında (bitişik binada) olması
benim için büyük avantaj oluyordu.
Sonrasında da Sümerbank’ın lojmanlarından ayrıldığımızda okulun avlusunda üst katta bir yeri ev olarak
kullanmaya başladık. Dolayısıyla öğrencilerimle 24 saat birlikteydim. Yat
zilinden sonra da yatakhaneleri kontrol ederdim. Bu kontroller nedeniyle
“Yatın Misis geliyor’’ diye bir deyişin
ortaya çıkmasına neden olduğumu biliyorum.
Ramazan ayı; eğer okul dönemine
denk geldiyse belirlediğim öğrencilerden birkaçını uyandırır, yemekhaneye gelerek onların sahur için hazırlananları yemelerini görevli öğrenci ile
sağlardık.
ELIZABETH AYAS 29
Yatakhanede; evimizden yayın yapılan
bir müzik sistemi vardı. Her sabah değişik parçalar çoğunlukla caz, uyanma zilinin ardından çalınırdı. Öğrenciler sabah
okul hazırlıklarını bu müzik eşliğinde
yaparlardı. Necdet Ayas’ın kendi üniversite zamanında ve sonrasında popüler yabancı parçalara ait oldukça zengin
bir plak (uzunçalar) koleksiyonu vardı.
Evde daima müzik açık olurdu.
Okulun kantine yakın bir köşesinde bir
müzik kutusu vardı. Öğrenciler bu müzik kutusundan istedikleri parçaları dinlerlerdi. Okulun öğle saatinde ve akşamüzeri de mutlaka müzik yayını olurdu.
Necdet Ayas, yaptığı seyahatleri kameraya çekerdi ve zaman zaman bu çektiği görüntüleri öğrencileriyle paylaşırdı.
Özellikle yatılı öğrencilere, uygun olan
etüt saatinde bu film gösterileri çok keyifli gelirdi.
Yatılı öğrenciler; Ceyhan, İskenderun
,Antakya, Tarsus, Mersin, Silifke, Kozan
Kadirli, Osmaniye’den gelirlerdi. Bazıları hafta sonu kalır bazıları ise hafta sonu
evlerine giderlerdi.
Yatılılar okul maçlarına, konserlere topluca giderlerdi. Her öğrencinin yemekhanede yiyeceklerini koyması için bir
dolap ayrılırdı. Yatakhanede yiyecek bulunmaması için sıkça kontroller yapılırdı. Temizlik her zaman birincil önceliğimizdi çünkü.
Yemekhaneye yiyecek alımları ve pişirilen yemekler hep benim kontrolünden
geçerdi. Benim yemeyeceğim hiçbir yiyeceği çocuklarım dediğimiz öğrencilere
yediremezdim ki…
OKUL FORMASI VE
BANDO TAKIMI
Okul Forması :Ayas Koleji formasıyla
hafızlarda yer edinmiştir. Armalı ve
gri biyeli bordo ceket gri etek ve başa
takılan kep ile oldukça şık bir görünümdeydi. Son yıllarında bu forma
bordo süveter ve lacivert bordo kareli
etek ile değişitirilmiştir. Ancak, ilk formanın nostaljisi hala devam etmektedir.
Bando Takımı: Okulumuza özgü
bando takımı uzun yıllar resmi geçitlerde ilgi ile izlenmiştir. Gerek kıyafeti
gerekse disiplinli yaklaşımı hep takdir
edilmiştir. Yine resmi geçitlerde okulu
temsil eden yürüyüş takımının önünde çoğu zaman öğretmenler ile birlikte
ben de yer alırdım.
SORUMLULUK VE GÜVENLİK
Anne ve babalar çocuklarını bize
emanet ederlerdi. Onların güvenliğinden biz sorumluyduk ve bu konuda
her türlü önlemi alırdık. Örneğin okul
çıkış saatinde ve sabahları Necdet öğrencileri kapıda beklerdi. Servis araçları okulun iç bahçesinden öğrencileri
alır ve tekrar burada indirirdi.
en güçlü en önemli okulu haline gelmeye başlayan Ayas Koleji eğitim ve
öğretim çalışmalarına devam ederken Elizabeth son çocuğu olan Sibel’i
5 Temmuz 1966 tarihinde doğurur.
Ayas Koleji onlar için salt bir iş kolu
filan değil, tamamen düşledikleri bir
yaşam, bir evdir artık. Çocukları da bu
avluda büyürler çünkü.
Elizabeth Ayas’ın en önemli özelliklerinden biri çok çalışkan ve programlı
olmasıdır. O her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşündüğü için her hangi
bir aksamada panik yapmaz ve önceden tasarladığı B planını devreye
koyar. Onun için düzen çok ama çok
önemlidir. Müfettişler okula geldiklerinde onun hazırladığı dosyalara bakmaktan keyif alırlar hatta örnek olarak
istedikleri olurdu. Raporlamaya önem
verdiğinden iyi bir arşive sahipti. Düzensizlik, kuralsızlık, zamanlamada
aksaklıklar onu ciddi şekilde etkiliyor
ve üzüyordu. Özellikle doğu kültürüyle yoğrulmuş bürokraside görülen bu
bakış onu çok hırpalıyordu.
ERKEKLER DE AYAS’TA…
1981 yılında koşullar zorladığı için erkek öğrenci almaya başlar Ayas Koleji.
Buna başlangıçta razı olmayan Necdet
Ayas, koşulları irdelediğinde mecbur
4.ÇOCUĞUN DOĞUMU VE
olduğunu görür. Böylelikle tamamen
YÜZLERCE ÇOCUĞUN AYAS
kız okulu olarak kurulan Ayas Koleji
ANNESİ
artık karmadır.
1992 yılına gelindiğinde özel okullaYıllar yılları kovalarken, bölgenin rın sayısının artışıyla birlikte rekabet
de artmıştır artık. Her zaman olduğu
gibi, garip rekabet beraberinde niteliksizliği, haksızlığı getirmeye başlamıştır. Bunca yıl yaşamlarını ortaya
koydukları ve ailenin temel parçası
olarak gördükleri okulda her şey çok
güzel giderken dış dünyadaki çirkinlikler üzmeye başlar Elizabeth ve Necdet Ayas’ı.
KRALİÇE’DEN MEKTUP
Tam da böyle bir dönemde 26 Ağustos 1992 tarihinde sarı, büyük ve özel
bir zarfı getirir postacı. İngiltere’den
Elizabeth Ayas adına gelen bu zarf çok
heyecanlandırır herkesi. Çünkü zarfın
üzerindeki armadan bu zarfın doğrudan İngiltere Kraliçesi Elizabeth tarafından artık Adanalı olan Elizabeth
Ayas’a gönderildiği bellidir. Garip bir
coşkulanım ve ürpertiyle açılan zarftan bir davetiye çıkar: “Sn. Elizabeth
Ayas; İngiliz kültürüne sağladığınız
katkılar nedeniyle Büyük Britanya
Kraliçesi 2. Elizabeth tarafından onurlandırılmak üzere 15 Aralık 1993 tarihinde Buckingham sarayında olmanızı rica ederiz.’’
Dakikalar süren şoktan sonra kendi
aralarında tartışmaya başlarlar. Öyle
ya; İngiltere Kraliçesi nasıl olmuş da
adaşı Adanalı Elizabeth’ten haberdar
olmuştu. Nasıl bir bilgi ulaştı ki saraya, böylesi bir ödüle layık görülüyordu. Buna hâlâ şaşırdığını söylüyor Elizabeth Ayas.
ORHAN
ELIZABETH
APAYDIN
AYAS 31
29
BÜYÜK ÖDÜL VE ÜZÜCÜ SON
Uzun yıllar sonrasında baba topraklarında eşi ve iki çocuğuyla
(Timur ve Esma) gezerken anlatılamaz bir keder, hüzün ve gurur
kaplıyor benliğini Elizabeth’in. 26
yaşında evlenmek için ayrıldığı bu
topraklara daha önce sık sık gelmişti ama 39 yıl sonraki bu geliş
farklıydı, büyük bir ödülü almak
için geliyordu çünkü. Hem de
yanında eşi ve çocuklarıyla. Adaşı kraliçe 2. Elizabeth’ten alacağı
ödül için 1 gün önce sarayda merasim provası yaptırmışlardı. Bu
yöntem tam bir İngiliz kural ve
disipliniydi işte; Elizabeth Ayas’ın
hiç de yabancı olmadığı düzen.
15 Aralık 1993 tarihinde saat tam
10:50’de Buckingham Sarayında
tören görevlisi adını anons ettiğinde bayılmak üzeredir; “Elizabeth
Ayas, Adana - Turkey…’’ Kraliçe
Elizabeth, her zamanki zarafetiyle
beratını ve madalyasını uzatıp hafif gülümsemeyle tebrik ederken
Elizabeth Ayas ne düşünüyordu
acaba?
“Hiçbir şey düşünecek durumda
değildim ki…’’
Berat ve madalyayı aldıktan ve
saraydan ayrıldıktan sonra başlar
yaşamını, yaşadıklarını sorgulamaya. Bunca acıya ve yorgunluğa
değmişti işte;
“Siz güzel bir şeyler yaptığınızda o
mutlaka yerini bulur…’’
Artık Adana’daki rekabeti, bürokraside yaşadığı üzüntüyü duymuyordu bile…
BÜYÜK ÖDÜL:
Member of British Empire
(Büyük Britanya İmparatorluğu
Onur Üyeliği)
İngiltere Kraliyet ailesini temsilen Kraliçe 2. Elizabeth tarafından verilen bu ödülün (Berat ve
Madalya) önemi ve anlamı çok
büyük. Buna göre; “İngiltere dışında bir başka ülkede yaşayan,
ancak yaptıkları ve yaşadıklarıyla; İngiliz Kültür ve Edebiyatının
yaygınlaşmasına, eğitim yoluyla
katkıda bulunanlara verilen bu
ödül, İmparatorluk onur üyeliği’’ olarak anılıyor. Ödülü alan
kişinin ailesine de sembolik olarak da birer madalya veriliyor
(törene katılanlara). Britanya
İmparatorluğu Nişanı (Order of
the British Empire); İngiltere’de
4 Haziran 1917’de Kral V. George tarafından verilmeye başlanan
bir ünvandır. İngiltere Kraliçesi
tarafından takdire şayan bir başarı göstermiş ve topluma sıra dışı
bir hizmet verenlere verilen bir
nişandır. İlgili bakanlık tarafından adaylar belirlendikten sonra
kraliçeye sunuluyor ve orada da
detaylı bir inceleme sonrasında
olumlu bir karar çıkarsa bu nişan ilgili kişilere veriliyor.
Ayas Koleji Mezunlarıyla
yıkıldım. ‘İşte şimdi benim içimdeki
ağaç kurudu’ dedim kendi kendime.
Oraya kadar gitmişim, insan kibarca
hal hatır sorulmasını “yazıktır, niçin
kapatıyorsunuz’’ denmesini bekliyor.
Ama böyle bir soru ile karşılaşmamış
olmam beni daha da yaralamıştır.
Okulu kapamamızın en önemli nedenlerinden biri benim bunca yıldır
uyguladığım eğitim anlayışının artık
daha farklı bir hal alması; yani veli
ve çocuk egemen eğitim anlayışının
daha tercih edilir olmasıdır.
Diğer bir önemli neden ise okulun
son zamanlarında karşılaştığımız ve
hala üzüntü ile hatırladığımız bürokratik sıkıntılar. Bunu açmak gerekirse; Necdet ve ben okulun bulunduğu
YEŞİL DEMİR KAPI
bölgede okulun genişleme imkanıBu yaralayıcı tavrı ve sonrasını şöy- nın olmadığını görünce yeni bir yer
le anlatıyor Elizabeth Ayas; “O anda arayışına girdik. Kurttepe dolaylarınAncak her güzel şey gibi Ayas Koleji’nin de sonu gelmişti.
Böylesi görkemli bir ödül töreninden
sadece 6 ay sonra Elizabeth ve Necdet Ayas, okullarını kapatma kararı
almak zorunda kaldılar. 1993 yılı haziranında Ankara’ya Milli Eğitim Bakanlığı’na giderek, okulun kapanma
işlemlerini danışacaklardı:
“Ne yapmamız gerekiyor, nasıl bir
yöntem izleyelim?’’
Ancak kendilerini karşılayan bürokrat çok farklı ve zalimce girmişti konuya ;
“Öğretmenlerin tazminatını ödeyeceksiniz değil mi?’’
34 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
da okul yapılmasına uygun bir yeri
belirleyip bu yeri öz kaynaklarımızla
aldık. Almamızın ardından uzunca
bir süre belediyeden onayının alınması için bekledik. Her nedense belediye meclis toplantılarında bizim
okul işi gündem maddelerinin arasına giremiyordu. Bu arada inşaatı su
basmanına kadar ilerlettik. Uzunca
bir bekleyiş ve çabalardan sonra nihayet belediyeden onayımızı aldık
ve teşvik için belgelerimiz hazırlayıp
Ankara’da yetkili mercilere ilettik .
Aynı bekleme süresinin bir başka
versiyonunu orada da yaşadık. Derken teşvik alabilmemiz için başka
‘’anlaşmalar’’ da yapmamız gerektiği söylendi. Böylesi bir ‘’anlaşmaya’’
asla girmeyeceğimizi belirttik ve
onlara gerekirse şu anki okul yerimizi ipotek edebileceklerini söyledik.
Ama nafile, ‘’anlaşma yoksa teşvik de
yok…’’ Uzun uğraşlardan sonra yine
teşvik kredimizi “anlaşma’’ yapmadığımız için alamadık (Burada “anlaşma’’ dediğimiz şeyin “Komisyon
– Pay – rüşvet’’ olduğunu hepimiz
biliyoruz artık).
İşte bütün bunlar bizi derinden etkiledi. Yıllarca
eğitim alanında
dişimizle tırnağımızla bugünlere
kadar getirdiğimiz okul serüvenimize bir nokta koyarken; günlerce
düşündük konuştuk. Ancak böyle
bir karar almamız gerektiğine içimiz
acıyarak karar verdik. Okulu kapattığımız yılın üniversite giriş sınavın-
da öğrencilerimizin aldığı çok
başarılı sonuçlar, yine tesadüf eseri o
yıl bakanlık müfettişlerince yapılan
denetimimizin çok başarılı geçmesi
ve bizzat bu durumu bakanlık müfettişlerince övgü dolu sözlerle bizi
takdir etmeleri; yaptığımız işte emeklerimizin karşılığını almış olmanın
haklı gururunu yaşattı. Bütün bunları yaşarken okulu kapatma kararımız bir ironi oldu. Çok hızlı bir
şekilde okulun kapanış işlemlerini
yaptık. Bütün borçlarımızı, tazminatları ve vergilerimizi ödedik.”
Her ne kadar bir okula sahip olmak
topluma yönelik bir hizmeti ifade
ediyorsa da ; Elizabeth 1982 yılında yine topluma farklı bir açıdan
hizmet etmek için Adana Soroptimist kulubünün kurulmasında
görev aldı. Soroptimist kulübü iş ve
meslek kadınlarından oluşmuş bir
sivil toplum örgütüdür. Dünyada
126 ülkede 90.000 üzerinde üyesi bulunmaktadır. Amacı kadın ve
kız çocuklarının hak ettikleri yaşam
standardının sağlanmasında yardımcı olmaktadır.
Çukurova’nın eğitim ve sosyal
yaşamına ciddi katkılar sağlamış
Ayas Koleji tam 31 yıl sonrasında
kapanmıştı işte. Elizabeth ve Necdet Ayas, küskünlüklerinden ve
yorgunluklarından olsa gerek hiçbir
iş yapamadılar. O muhteşem okul bir
süre öylece atıl vaziyette kaldı. Böyle
durumlarda çok uyanık olan halkım
bu fırsatı hiç kaçırmaz elbette. Yan
taraftaki otelin ve çevre esnafın otoparkı ve deposu olarak, bedava ve
kimseye danışılmadan uzun yıllar
kullanıldı Ayas Koleji.
Okulun kurucusu ve Elizabeth’in
sevgili, yakışıklı eşi Necdet Ayas’ın
1996 yılında 72 yaşında vefatından
sonra daha da hüzünlenen aile binayı
satmaya karar verdi. Bir süre kıyamazlarsa da yapacak bir şey yoktu artık.
Uzun sözün kısası; manevi değeri
bir yana, maddi değerinin bile çok
altında bir fiyata satılır o güzelim
yapıların tümü. Zamanla birkaç el
değiştirilir ve ne yazık ki binaların
hemen hepsi yıkılır. Geride o koca
avluya açılan yeşil boyalı demir kapı
durmaktadır hâlâ.
Son yıllarda Ayas mezunları bir
araya geliyor ve gece düzenliyorlar.
Bu kutlamalara-anmalara Elizabeth
Ayas’ı da davet ediyorlar elbette. Son
olarak 27 Mayıs 2013 tarihindeki bu
özel buluşmada, okul mezunlarından
Zeynep Kural bakın nasıl anlatıyor
Ayas’ı ve Ayaslı olmayı:
‘Lise yılları 60-70-80’li yıllara denk
gelen pek çok insanın mezun olduğu,
İngiliz eğitim sistemine göre eğitim
veren Adana’nın tek kız özel okulu
olan okulumuz, aynı coşku ve heyecanla anılan nadir okullardandır.
Benden önce üç büyüğümün mezun
olduğu Ayas’a, Kuruköprü’de araya
dereye sıkışmış bir çıkmaz sokaktan
gidilirdi. Karşınıza çıkan o büyük
“yeşil kapı”dan içeri girdiğinizde
bugün yolunuzun kesiştiği pek çok
nadide insanla tanışacağınızı bilemezdiniz elbette.
Ayas Ailesi
ELIZABETH AYAS 35
Sabah, Ali Göde’den içilen şalgamın
ardından ilk zile yetişmenin telaşıyla
ve kapıdaki kılık-kıyafet kontrolünden sorunsuz atlamak için indirip
çekiştirdiğiniz eteğiniz ve ördüğünüz
saçlarınızla, bordo-grinin üzerinize verdiği ciddiyeti takınıp bahçeye
girdiğinizde, uzun palmiyelerle dolu
tarihi yapı size kucağını açardı. Savaş
zamanında hastane olarak kullanılan
bir binada olmak, okul efsanelerinin dolaştığı laboratuvarlardayken
tüylerinizi ürpertirdi. İlla ki Elizabeth hanımın odasının yanına konuşlandırılan misafir lise sonlar. İçe
ve dışa açılan kapısıyla meşhur lise
2.sınıfların olduğu arkası Sümerbank’ın boş arsasına bakan sınıf ve
idare binasının karşısındaki küçük,
dik merdivenle çıkılan yatakhanesi
ile her köşesinden neşeli kahkahalar
duyulurdu. Her pazartesi dönüşümlü olarak çıkan kuru fasulye-nohutla
kan kaybeden, salı günleri cazip mönüsüyle gündeme oturan yemekhanesinden kokular yayılırdı ders aralarında.
Konferansların, etütlerin yapıldığı
ve özellikle kopya ve konuşma fırsatı
yakalanmasın diye yazılıların orada
yapıldığı “büyük salon”... Her teneffüs yer ayırttığımız önü taş masalı
ve yüksek taburelerin olduğu kantin
maceraları... Kola şişesine takılan simide eşlik eden gravyer peynirleri ve
Aysel teyzenin arada bir çıkarıp tavan yaptığı kuyruklarla izdihama yol
açtığı öğle araları...
Uzun bir merdivenle çıkılan, o zamanların en değerli okul kütüphanesi... Bordo renklerin hakim olduğu,
camında perdeleri olan, çoğumuzun
hiç olmazsa bir yıl binmek durumunda kaldığımız okul servisi... Hazırlık
(ihsari) sınıflarına yardımcı olması
için lise son sınıftan seçilen “abla”lık
geleneğinin olması... Sadece, lise son
sınıfların kullanmasına müsaade edilen o meşhur “yuvarlak merdiven”...
Törenlerin ve kutlamaların yürütüldüğü balkon alanı...
İlk yıllarda fizik laboratuvarının
önünde bulunan ve öğle aralarında
tüm okula yayın yapan müzik kutusu.
En büyüğümüzün 60’lı yaşlarda olduğu binlerce mezunu, en kıymetli
öğretmenleri ile ve en mühimi, en
masum hayallerimizin olduğu çocukluk ve ilk gençlik yıllarımızın yaşandığı, bizi ışığıyla aydınlanmış bir
ruhla mezun eden ve hep bu ruhu
canlı tutacağımız okulumuz, Ayas
Koleji, özeldin ve ayrıcalıklıydın.
Çünkü böyle hazırladın hayata bizi.’’
SEVGİ VE SAYGIYLA
EĞİLİYORUZ
Günümüzde Elizabeth Ayas, en büyük çocuğu Timur’u 26 Mart 2012’de
kanser sonucunda yitirmesine karşın; çocukları, gelini, damatları ve
torunlarıyla yaşama sıkı sıkıya sarılmaktadır. Eşinden kalan uzunçalar
plakları gözü gibi koruyup, hepsini
etiketlendirmiş ve sırayla rafına dizmiş olarak (1’den 180’e kadar)... Aynı
şekilde tüm kitapları ve belgeleri çok
düzenli bir şekilde arşivlemiş halde… Adana’da Merkez Park’ın karşısında 11.katta yer alan muhteşem
manzaralı dairesinde, taptaze, berrak hafızasıyla düzenli olarak günlük
tutarak... 85 yıllık yorgun bedenine
inat, 35 yaşın diriliğinde bir beyinle
karşılıyor tüm konuklarını; Adanalılara has cömertliğinin yanına İngiliz
kibarlığını ekleyerek.
İyi ki, kopup gelmişsin uzun yağmurlar ve bulutlar ülkesinden, ülkemize,
Sevgili Elizabeth. Adana’nın sarı sıcak topraklarında yeşeren insan bereketine katkıda bulunduğunuz için;
sizleri hep sevgiyle, saygıyla ve minnetle anacağız Sevgili Elizabeth ve
Necdet Ayas.
Kaynaklar;
1 - YÜKSELİŞ VE DÜŞÜŞ ; Ali
Gevgilili, Bağlam Yayınları
2 - OLTADAKİ BALIK TÜRKİYE ; M. Emin Değer, Kilit
Yayınları
3 - DOOBS FERRY REGISTER
N.Y, January 14, 1921 , fultonhistory.com
4 - T.C. Sağlık Bakanlığı Arşivleri, 1947 – 1957
ELIZABETH AYAS 39
Pakize AKSU
1963 de Hatay’ın İskenderun ilçesinde doğdu. İlk, orta, lise eğitimini
İskenderun’da tamamladı. Anadolu
Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunudur. Ayrıca, Anadolu Üniversitesi
Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Bölümü’ne devam etmektedir.
Çalışma hayatına özel sektörde proje departmanlarında başladı. 8 yılın
sonrasında finans sektörüne geçiş
yaparak T. Vakıflar Bankası’nda 14
yıl çalıştı. Bu bankadan 2003 yılında üst yetkili pozisyonunda iken
emekliye ayrıldı. T. Vakıflar Bankası
Emeklileri Derneği’nin Adana Şubesi yönetiminde 6 yıl görev aldı. Aynı
zamanda, bayan hazır giyim sektöründe 3 yıl süren bir ticaret hayatı
oldu.
Altınoran Düşünce ve Sanat Platformunda, S. Haluk Uygur Atölyesinde
temel fotoğraf eğitimini tamamladı.
Aynı platformda ileri fotoğraf atölyesine devam etmektedir. “Benim
Güzel Adanam” projesi sergisinde
yer aldı.
Nazan Gökkaya ile birlikte “Artı ile
İlkDans” projesinde çalıştı ve bu
projenin sergisine katıldı.
Onun için fotoğraf, gözünün ve gönlünün deklanşöre yansımasıdır.
Doğa Nur (17) adında bir kızı var.
Bu kitap Seyhan Rotary Kulübü’nün ve Güney Rotary Kulübü’nün katkılarıyla basılmıştır.

Benzer belgeler