Konferans Kitabı - Balkanlarda Osmanlı Dönemi Kültür Varlıklarının

Transkript

Konferans Kitabı - Balkanlarda Osmanlı Dönemi Kültür Varlıklarının
'¶1<$
9$.,)/$5
.21)(5$16,
9DNÕÀDU*HQHO0GUO÷<D\ÕQODUÕ
'h1<$9$.,)/$5.21)(5$16,
6HUWL¿ND1R
,6%1
‡
6DKLEL
9DNÕÀDU*HQHO0GUO÷$GÕQD
'U$GQDQ(57(0
‡
<D\ÕQ.RRUGLQDW|U
5LIDW7h5.(5
‡
6RUXPOX<D]ÕøúOHUÕࡆ0GU
$GQDQ7h=(1
‡
(GLW|U
0HKPHW.8572ö/8
‡
.RQIHUDQV+D]ÕUOÕN.RPLWHVL
'DYXW*D]L%(1/ø%DúNDQ
*|NoH*h1(/
+VH\LQ%$ù.$<$
+DOLOøEUDKLP6(=(5
$\úH(GD085$7
+DFHU&2ù.81
0HUW(5*ø1
0XUDGL\Hùø0ù(.
‡
.RQIHUDQV'DQÕúPD.XUXOX
$OL+h5$7$%DúNDQ
2\D(5&ø/
'DYXW*D]L%(1/ø
øEUDKLP32/$7
$VOÕ&(5(1'(0ø5&$1
<DNXS*h=(/
0HKPHW<,/',5$1
&DQVHO$/7,2.+(5'(0
‡
%DVNÕYH7DVDUÕP
6HPLK2IVHW
%DVÕP7DULKL
$QNDUD
‡
<D]ÕúPD$GUHVL
7&%DVEDNDQOÕN9DNÕÀDU*HQHO0GUO÷
.OWUYH7HVFLO'DLUH%DVNDQOÕ÷Õ
$WDWUN%XOYDUÕ1R8OXV$QNDUD
7HO)D[
ZZZYJPJRYWU
_ 2 _
ødø1'(.ø/(5
'Q\D9DNÕÀDU.RQIHUDQVÕ3URWRNRO.RQXúPDODUÕ
9DNÕÀDU*HQHO0GU6D\ÕQ'U$GQDQ(57(0¶LQ3URWRNRO.RQXúPDVÕ
%DúEDNDQ<DUGÕPFÕVÕ6D\ÕQ%OHQW$5,1d¶ÕQ3URWRNRO.RQXúPDVÕ........................................................ 'Q\D9DNÕÀDU.RQIHUDQVÕ$oÕOÕú.RQXúPDODUÕ
'U*HUU\6$/2/(¶QLQ$oÕOÕú.RQXúPDVÕ
3URI'U$KPHG$.*h1'h=¶Q$oÕOÕú.RQXúPDVÕ
'Q\D9DNÕÀDU.RQIHUDQVÕ$oÕOÕú2WXUXPX
3URI'U/HVWHU6$/$0211HZ)URQWLHUVRI3KLODQWKURS\
3URI'UhVWQ(5*h'(59DNÕÀDUÕQ'H÷Õࡆ úHQ5RO
'U'DYLG/<11)RXQGDWLRQV0DNLQJD'LIIHUHQFH
2WXUXP
9DNÕI.DYUDPÕQÕQ7DQÕPODQPDVÕYH9DNÕÀDUODøOJLOL7HULPOHULQ.DUúÕODúWÕUÕOPDVÕ
'U5XSHUW*UDI675$&+:,7=:KDWLVD)RXQGDWLRQ"$+LVWRULFDODQG7UDQVFXOWXUDO3HUVSHFWLYH
$EGXOODK2PDU,VVD0'$/$'H¿QLQJWKH7HUP)RXQGDWLRQ$0DODZLDQ([SHULHQFH
.KDOHG68..$5,(+$FRPSDULVRQRIWKH:HVWHUQDQG0XVOLP0HWKRGVRI$ZTDI
)RXQGDWLRQVRU7UXVWV
6DDGELQ0RKDPPDG$/02+$11$9DNIÕ9DNÕI<DSDQg]HOOLNOHU
3URI'U8VDPD$/$1,øVODPL9DNÕI%D÷ÕúODUÕQÕQ%D÷Õú)DDOL\HWOHULQLQ9DNÕI.XUXP
.OWU\OH.RUXQPDVÕ
2WXUXP
+D\ÕUVHYHUOÕࡆk
5DZDD1DQF\$/%,/$/7KH:DTI3KLODQWKURSLF6\VWHPWKH9DOXH7KDW%LQGV8V
$VKDKDGX$6$/,8VLQJ:DTI,QVWLWXWLRQVIRU$OOHYLDWLQJ6RFLDODQG(FRQRPLF3UREOHPV
7KH6WDWXV4XRDQG:D\IRUZDUGIRU=LPEDEZHDQG2WKHU6$'&&RXQWULHV
0DUW\Q(9$163LRQHHULQJ3KLODQWKURS\<HDUV
2WXUXP
'Q\Dh]HULQGH)DUNOÕ%|OJHOHUGHNL9DNÕÀDUÕQ8OXVDOYH8OXVODUDUDVÕ)DDOL\HWOHUL
$QGUHZ%52:17KH&KXUFK&RPPLVVLRQHUVDQG7KHLU&RQWULEXWLRQWRWKH&KXUFKRI(QJODQG
=HLQRXO$EHGLHQ&$-((7KH*URZWKDQG'HYHORSPHQWRI)RXQGDWLRQVLQ0XVOLP0LQRULWLHV
:LWK6SHFL¿F5HIHUHQFHWR6RXWK$IULFD
$QWRQLR1,&2/(77,6RFLDO&DSLWDO&XOWXUDO+HULWDJH)XQG5DLVLQJ7KH([SHULHQFHRI
=HWHPD)RXQGDWLRQLQ%DVLOLFDWD6RXWKHUQ,WDO\
5DIIDHOH9,78//,3DROR0217(085521HZ3HUVSHFWLYHVIRU)RXQGDWLRQV(XURSHDQ
8QLRQDQG6RFLDO,QQRYDWLRQ
_ 3 _
2WXUXP
9DNÕÀDUÕQYH9DNÕI%HQ]HULgUJWOHULQhONH(NRQRPLVLQH(WNLOHULYH.DWNÕODUÕ
3URI'U1HFGHW6$ö/$09DNÕÀDUGD)LQDQVDO5DSRUODPDYH+HVDS9HULOHELOLUOLN
'U5HD]XO.$5,06LJQL¿FDQFHRI&DVK:DTI,Q([SDQVLRQRI&KDULWDEOH)RXQGDWLRQV
$EGXOODK(.ø1&ø*HoPÕࡆ úWHQ*QP]H9DNÕÀDUÕQ(NRQRPÕࡆ h]HUÕࡆ QGHNÕࡆ (WNÕࡆ OHUÕࡆ YH
%Õࡆ U)Õࡆ QDQV<|QHWÕࡆ P0RGHOÕࡆ 2ODUDN3DUD9DNÕÀDUÕQÕQ*QP]H8\DUODQPDVÕ
+XVDLQ%(1<281,6(QJLQHHULQJWKH$ZTDI,QGXVWU\
2WXUXP
9DNÕÀDUÕQ<DVDO6WDWOHULYH9DNÕÀDUODøOJLOL<DVDO']HQOHPHOHUYH8\JXODPDODU
'U0+LVKDP'$)7(5'$5/HJDO,VVXHV5HODWHGWR(QGRZPHQW$ZTDI,QVWLWXWLRQV
3URI'U+VH\LQ+$7(0ø7UNL\H¶GHNL9DNÕI.XUXPXQXQ+XNXNL$oÕGDQ*HQHO*|UQP
øOKDQ$+0(7<XQDQLVWDQ%DWÕ7UDN\D¶GD9DU2ODQ2VPDQOÕ7UN9DNÕÀDUÕQÕQ+XNXNL
6WDWVYH)LLOL'XUXPX
2WXUXP
øVODPhONHOHULQGHdD÷GDú9DNÕI8\JXODPDODUÕ
<UG'Ro'U+VH\LQ(578døVODP+XNXN7DUÕࡆ KÕࡆ QGH9DNÕÀDULOH%DWÕ.OWUQGHNÕࡆ %HQ]HUÕࡆ .XUXPODUÕQ.DUúÕODúWÕUÕOPDVÕ
'U$OL$VJKDU6$(,',7KH5ROHRI:DTILQWKH,VODPLF:HOIDUH6\VWHP
6HQDMLG=$-,029,&6LYLO7RSOXP+DUHNHWLQLQYH<HQL9DNÕI$QOD\ÕúÕQÕQøVODP'Q\DVÕQD
0DGGL0DQHYL6D÷OD\DELOHFH÷L.DWNÕODU
<LGL:$',)XQFWLRQRID)RXQGDWLRQ
2WXUXP
,57,YH.XYH\W(YNDIøGDUHVLgQGHUOL÷LQGH+D]ÕUODQDQøVODPL9DNÕÀDU<DVDVÕ
'U/D\DFKL)(''$',57,YH.XYH\W(YNDIøGDUHVLgQGHUOL÷LQGH+D]ÕUODQDQøVODPL
9DNÕÀDU<DVDVÕ
3URI'U0RKDPHG5$0$'$1,57,YH.XYH\W(YNDIøGDUHVLgQGHUOL÷LQGH+D]ÕUODQDQøVODPL
9DNÕÀDU<DVDVÕ
3URI'U*RXPD$/=5,4,,57,YH.XYH\W(YNDIøGDUHVLgQGHUOL÷LQGH+D]ÕUODQDQøVODPL
9DNÕÀDU<DVDVÕ
3URI'U0XUDWdø=$.d$$&ULWLFDO$VVHVVPHQWRIWKH:DTI/DZ%HLQJ3UHSDUHGE\
,'%,57,DQG4XZDLW)RXQGDWLRQ
2WXUXP
7UNL\H¶GH9DNÕI6LVWHPLYH<HQL9DNÕÀDU
7HY¿N%DúDN(56(17UNL\HhoQF6HNW|U9DNIÕ............................................................................
øOKDQh77h(OJLQNDQ9DNIÕ
3URI'U(UPDQ781&(5%LUOLN9DNIÕ
$\KDQ2*$17UNL\H*|QOO7HúHNNOOHU9DNIÕ..............................................................................
3URI'U6DIIHW7h=*(1%H]PLkOHP9DNÕIhQLYHUVLWHVL
3URI'U0XVD'80$1)DWLK6XOWDQ0HKPHW9DNÕIhQLYHUVLWHVL
)RWR÷UDÀDU
_ 4 _
'¶1<$
9$.,)/$5
.21)(5$16,
Protokol
.RQXíPDODUÜ
_ 5 _
_ 6 _
'¶1<$9$.,)/$5.21)(5$16,
Dr. Adnan ERTEM
9DNÜIODU*HQHO0ÖGÖUÖ
Sayın Başbakan Yardımcım,
Değerli Bilim İnsanları,
Saygıdeğer Misafirler,
Basınımızın Değerli Temsilcileri.
Uluslar arası düzeyde vakıf kavramına ve önemine dikkat çekmek amacıyla düzenlediğimiz
Dünya Vakıflar Konferansı vesilesiyle ilk defa 5 kıta üzerindeki 40 ülkeden gelerek davetimize
icabet eden siz vakıf dostları ile vakıf medeniyetinin sembolü olan İstanbul’da bir araya
gelmekten son derece mutluyuz.
Hepiniz Hoşgeldiniz.
Bu toplantı vesilesiyle sizlerle bir arada bulunmak bizi oldukça heyecanlandırıyor.
Heyecanlıyız çünkü; ecdadımızdan aldığımız vakıf sorumluluğunu, beş kıtadan davetimize
icabet eden böylesi güzide bir toplulukla anlatacak olmanın mutluluğunu yaşıyoruz.
Heyecanlıyız çünkü; farklı ülkelerdeki vakıf tecrübelerine dair yeni şeyler öğreneceğiz ve kendi
tecrübelerimizi paylaşacağız.
Heyecanlıyız çünkü; ilk kez gerçekleştirdiğimiz bu büyük uluslar arası konferans vesilesiyle
bütün dünyaya vakıf olgusunu besleyen ve bütün dinlerde yerini bulan yardımlaşma, paylaşma,
iyiliği sürekli kılma gibi ortak duyguları, ortak ve kuşatıcı mesajlarla dünyayla paylaşma fırsatı
bulacağız.
Değerli Misafirlerimiz;
Hepinizin bildiği gibi, Vakıf bir dünya görüşünün yansıması, bireysellikten çıkışın, karşılık
beklemeden elindekini paylaşmanın, bu şuur ile yüzyıllardan günümüze kadar ulaşmış bir
çabanın kurumsallaşmış halidir. Göçebelikten yerleşik hayata geçiş aşamasında ecdadımızın
Anadolu’yu yurt edinme döneminin, hukuki ve toplumsal arka planını oluşturan vakıflar
aynı zamanda şehirleşme çalışmalarının da itici gücü, iktisadi ve toplumsal anlamda da harcı
olmuştur. Bu meyanda, yollar, köprüler, ibadethaneler, kervansaraylar ve pek çok sosyal
işlevi bulunan külliyeler hep vakfetme düşüncesinin somutlaşmış halidir. Tarihsel çizgide
_ 7 _
varolmasıyla birlikte, kurumsallaşarak, bulunduğu her yere gücünü katan vakıf olgusu
yardımlaşma ve dayanışma duygularının da temelini oluşturmaktadır.
Kıymetli Misafirler;
Vakfın temeli ve amacı hayırdır. Vakıf bir hayır ve hizmet kurumudur. Daha öncede çeşitli
vesilelerle ifade ettiğim gibi, bugün yöneticisi hayatta olmayan yaklaşık 42 bin vakfın
temsilcisi durumunda olan Genel Müdürlüğümüz için; vakfedenlerin iradelerine uygun olarak
hareket etmek, belirledikleri hayır şartlarını gerçekleştirmek için çalışmak bir ibadettir. İşte bu
düşünceyle Vakıflarımızın vakfiyelerinde yer alan hayır şartlarını gerçekleştirmek; nerede bir
ihtiyaç sahibi varsa ona vakıfların yardım elini uzatmak amacıyla Genel Müdürlük olarak; 81
il merkezinde yaptığı kuru gıda yardımlarıyla binlerce ihtiyaç sahibi vatandaşımızın sofrasına
katkı sağlamakta, annesi veya babası olmayan çocuklara, yüzde 40 üzeri engelli raporu bulunan
ve bir geliri olmayan vatandaşlarımıza da muhtaç maaşı vermekte ve ortaöğretim çağında
olan 15 bin öğrencimize de burs imkanı sağlamaktayız. Bu sene yaptığımız yeni bir çalışma
ile de yükseköğrenim öğrencilerine de burs vermeye başlıyoruz. Vakıflar Genel Müdürlüğü
olarak yaptığımız tüm çalışmalar, vakıflarımızın hayır amaçlarını gerçekleştirmek üzeredir. Bu
amaçları gerçekleştirirken de yalnızca kendi kaynaklarımızdan yani vakıfların akarlarından
elde ettiğimiz gelirlerden faydalanıyoruz.
Ecdadımızın çeşitli amaçlarla meydana getirdiği adeta medeniyetimizin mührü, Anadolu’nun
tapusu hükmünde olan abidevi eserlerimizin korunması, artık sadece kendi kültürümüzün
değil, değişen, gelişen ve kaynaşan medeniyetlerin ortak değeridir.
Bu asli gayeyle yola çıkan Genel Müdürlüğümüz, yılların yorgunluğu ve tabiat şartları yüzünden
harap olan veya harap olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan Vakıf Kültür Varlıklarının onarımı
için bu güne kadar çaba sarf etmiş, bu yıl 2012 bütçesinden, 150 milyon lirayı bu amaç için
ayrılmıştır. Nerede onarıma ihtiyacı olan bir eser varsa onu ayağa kaldırmayı görev biliyoruz.
Restorasyonda temel ilke olarak tarihi yapıya müdahale etmeden, aslına uygun olarak
restorasyonunu gerçekleştirmeyi şiar edindik. Bu anlamda vakıf eserlerini eski ihtişamına
kavuşturmanın haklı heyecanı içerisindeyiz.
Yüzyıllar önce Osmanlı Devletinde kurumsallaşarak adeta bir medeniyet haline gelmiş
vakıf kurumunun bugün bizlere emaneti durumunda olan her bir tarihi vakıf eserimizi
korumak, her bir vakıf taşınmazını en iyi şekilde değerlendirmek gayesiyle yaptığımız
çalışmalar sonucunda son 10 yılda hem Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün gelirlerini önemli
ölçüde arttırdık, hem de hayır hizmetlerimizin alanını ve kapsamını genişlettik. Yaptığımız
çalışmalar sonucunda yıllar boyunca atıl durumda bulunan binlerce vakıf taşınmazına
fonksiyon kazandırdık, onları çağın koşullarına uygun şekilde kullanmaya, yıllarca gelir elde
edemediğimiz binlerce taşınmazımızdan gelir elde etmeye başladık. Vakıf olgusunun kendine
has yapısını korumak suretiyle devam ettiğimiz çalışmalardaki tecrübelerimizi de bu önemli
konferansta siz değerli katılımcılarla paylaşmaktan, hem de sizlerin çok değerli tecrübelerinizi
ve önerilerinizi dinleyerek, bilgi paylaşımında bulunmaktan memnuniyet duyacağız. Dünya
Vakıflar Konferansı çerçevesinde iki gün süreyle öncelikle dünya üzerinde vakıf kavramının
_ 8 _
tanımlanma biçimlerini, vakıf olgusuyla ilgili terminolojiyi karşılaştıracağız. Bu kavramsal
çerçeveden sonra, vakıfların yasal statüleri ve vakıflarla ilgili yasal düzenlemeler ile uygulamalar
bazında değerlendirmelerimiz olacak, IRTI ve Kuveyt Evkaf İdaresi önderliğinde hazırlanan
İslami Vakıflar Yasası baz alınarak, İslam ülkelerindeki vakıf anlayışı ile Batı ülkelerindeki
uygulamalar ile karşılaştırılması söz konusu olacak. Bizim medeniyetimize yansıyan ve kökeni
İslamiyet’e dayanan vakıf kavramı ile bugün İslam ülkelerindeki çağdaş vakıf uygulamaları
hususunda bilgi sahibi olacağız. Dünya üzerinde farklı bölgelerdeki vakıfların ulusal ve uluslar
arası faaliyetlerini kıyaslayarak, tecrübe paylaşımında bulunurken, vakıfların ve vakıf benzeri
örgütlerin ülke ekonomisine etkileri ve katkılarını da değerlendireceğiz. Vakıf olgusunun ana
taşıyıcısı olan hayırseverlik kavramı etrafında şekillenen bir çerçeve etrafında bilgilenirken,
Türkiye’de vakıf sistemi ve Türk Medeni Kanununa göre kurulan Yeni Vakıflar ile ilgili bir başlık
altında da değerlendirmeleri dinleyerek, tecrübelerimizi paylaşacağız.
Kıymetli Misafirler;
Vakıf konusunda ülke bazındaki deneyimlerini bizlerle paylaşmak üzere burada bulunan
siz değerli katılımcılarımızın katkılarıyla gerçekleştireceğimiz ve bu alanda bir ilk olan
Dünya Vakıflar Konferansı’nın vakıf alanındaki tüm çalışmalara, vakıf olgusunun gelenekten
modernliğe doğru izlediği çizgide önemli etkiler bırakacağına gönülden inanıyor, belki de
ilk kez uluslar arası düzeyde ortak bir vakıf düşüncesi inşa ederek insanlığa bir de vakıf ortak
duygusuyla seslenme fırsatı bulacağımızı düşünüyorum.
Sözlerime son vermeden önce; Genel Müdürlüğümüz organizasyonu ile ilk defa oluşturulan
bu uluslar arası platforma teşrif ederek, heyecanımızı en içten duygularla paylaştığını bildiğim
Sayın Başbakan Yardımcımıza bizlere verdikleri destek için şükranlarımı arz ederken, beş
kıtadan gelerek davetimize iştirak eden değerli bilim insanlarına, tüm misafirlerimize ve
toplantıda emeği geçen herkese teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
_ 9 _
_ 10 _
'¶1<$9$.,)/$5.21)(5$16,
%ÖOHQW$5,1¡
%DíEDNDQ<DUGÜPFÜVÜ
Beş kıtadan ülkemize ve İstanbul’a teşrif eden vakıf insanları, değerli akademisyenler, basının
değerli mensupları, hanımefendiler, beyefendiler.
Dünya üzerinde kurulu farklı din, dil ve kültürlere ait vakıfların temsilcilerini, bu konuda
çalışmalar yürüten akademisyenleri ve en önemlisi de vakıf dostlarını bir araya getiren Dünya
Vakıflar Konferansı’na hepiniz hoş geldiniz. Dünya Vakıflar Konferansı adı altında bizleri
buluşturan bu konferansın, geçmişte bir örneğine şahit olmuş değiliz.
Bu konferansın bir başlangıç olması ve devamının gelmesini temenni ediyorum.
Sayın Konuklar;
Öncelikle vakıf deyince günümüzde artık çok geniş bir tanım ve pratikten bahsetmekteyiz.
Tarihteki vakıf kültürü ile modern dönemdeki vakıf ve STK kavramları arasında benzerliklerle
beraber farklılıklar vardır. Tarihi anlamda bir kişinin malını, mülkünü dini, sosyal ve kültürel
bir amaç için tahsis etmesi olarak anladığımız vakıf kavramına, gelişen süreç içinde artık sivil
toplum kuruluşu (STK) olma ya da bu kuruluşları destekleme de eklenmiştir. Zaman içindeki
değişimle birlikte vakıf kavramına farklı coğrafyalardaki kültürel uygulama zenginlikleri ilave
olmuştur.
Vakıf kavramını iyi niyet, dürüstlük, inanç, insancıllık ve gönüllülük ilkeleri esas olmak üzere
her türlü hayırseverlik ve hamiyetperverlik olarak geniş bir yelpazede değerlendiriyorum.
Değerli Misafirler;
Vakıf ve vakıf ruhuna baktığımızda bunun büyük ölçüde İslam medeniyetinden kaynaklandığını
ve geliştiğini rahatlıkla ve gururla söyleyebiliriz.
Bu hususta temel dayanaklar Kur’an-ı Kerim’de geçen bazı ayetler ve İslam Peygamberi
Hz. Muhammed’in hadisleridir. Bu bağlamda, Allah için ödünç vermek, Allah yolunda
harcamak, yetimlere ve yoksullara yardımda bulunma, fakirleri beslemek, sadaka vermek, hayır
faaliyetlerinde yarışmak hususlarında Kur’an-ı Kerim’de yazılı ayetleri hatırlatabilirim. İslam
Peygamberi Hz. Muhammed de bu konudaki teşvik edici beyanlarının ötesinde kendisine ait
Medine’deki mülkünü vakfederek İslam dünyasına ve insanlığa bizzat örnek olmuştur. İşte
bu nedenlerden dolayıdır ki İslam dünyası vakıf konusunda önemli iz bırakmış, bu kültürü
bugünlere kadar canlı bir şekilde yaşatmıştır.
_ 11 _
Vakfın tarihi serüveninde, gerek coğrafi büyüklüğü, gerekse gücü ve nüfuzu nedeniyle
kurumsallaşmış vakıf kültürünün ülkemizde ve Osmanlı Devleti döneminde zirve dönemini
yaşadığı herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Osmanlı döneminde vakıf konusu öyle
ilerlemiştir ki, yoksullara yardım edilmesi, cami, medrese, su kuyusu, hastane, köprü vb.
tesislerin inşa edilip, ikamesi adeta sıradanlaşmıştı.
Hayvanların ve kuşların bakımı, öksüz bebeklere sütanne tutulması ve dini bayramlarda
çocuklara hediye almak için dahi vakıflar kuruluyordu. Bu çeşitlilik ve zenginlik, devletin vakıf
ile barışık olduğu, kabullendiği ve desteklediği bir ortamda ortaya çıkmıştır.
Bugün için devletten beklenen birçok hizmet, vakıflar kanalıyla yapılmıştır. Devlet ve vakıf
işbirliği, toplumda yardımlaşma, dayanışma ve eserler ile yaşama duygusunu pekiştirmiştir.
Bozulan veya üzeri tozlanan devlet- vakıf işbirliği 3 dönemdir sürdürdüğümüz iktidarımız
döneminde, yeniden canlanmıştır. Artık devlet vakıflarla barışmıştır.
Bu politika çerçevesinde, tarihi vakıf eserlerimizin yeniden gün yüzüne çıkarılması, vakıf
gelirlerinin arttırılması ve toplumda yeniden vakfetme kültürünün yaygınlaştırılmasını
öncelikle hedefledik. 3.500’ü aşkın vakıf eserinin restorasyonu yapıldı. Vakıf gelirleri ise son 10
yılda 15 kat arttı.
Toplumda vakfetme kültürünün gelişmesi için vakıf haftası gibi organizasyonlar, konferanslar,
paneller düzenleniyoruz.
Bizim vakıf anlayışımızın özü: Devlet vakıfların emanetçisidir. Bizler, tarafımızca işlemleri takip
edilen vakıfları ayrı bir hassasiyetle ve emanete yakışır biçimde yönetiyoruz.
Bu konferansı düzenleyen ve bizzat sorumlu olduğum Vakıflar Genel Müdürlüğümüz işte
böylesi bir geleneği devam ettirmeye çalışmakta, Osmanlı Devleti’nden intikal eden 40 binden
fazla vakfı, kuruluş belgesi diyebileceğimiz vakfiyelerine uygun bir biçimde yaşatmaya gayret
etmektedir. Bir taraftan yüzyıllar öncesinden gelen vakıf ruhunu yaşatırken, kurduğu Bezm-i
Alem Vakıf Üniversitesi ve Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversiteleriyle de geçmişten geleceğe
sağlık ve eğitim faaliyetlerini gelecek nesillere taşımaktadır. İşte bu, tarihteki vakıf modelinin
ve etkilerinin bu güne yansımasının bir örneğidir.
Kıymetli misafirler;
Vakfetme ve hayırseverlik elbette sadece ülkemize ve İslam dünyasına ait bir olgu değildir.
Vakıflar tarih boyunca sosyal düzenin her türlü sarsıntı ve etkilerden korunması, insanlar
arasında yardımlaşma ve dayanışma yoluyla karşılıklı sevgi bağını oluşturmak suretiyle önemli
bir işlev görmüş ve görmeye de devam etmektedir.
Hayırseverlik her şeyden önce güzel bir insani duygudur. Tarih boyunca bu konuda İslam
dünyasının“vakıf”adı altında tescilli bir şekilde hayır faaliyetlerinde bulunduğu bir vaka olmakla
birlikte, dünyanın diğer bölgelerinde de sosyal amaçlı hayır faaliyetleri gerçekleştirilmiştir.
Bu haslete biz hayırseverlik derken hayırseverlik anlamında kullanılan “filantropi” kavramının
uluslararası alanda yaygınlaşması memnuniyet vericidir. Hayırseverlik ve yardımseverlik
insanın hamurunda vardır; dini, dili, rengi yoktur.
_ 12 _
Günümüzdeki tablo da bunu tümüyle yansıtmaktadır. Artık özellikle ABD ve Avrupa’nın vakıf
faaliyetlerindeki çalışmalarını imrenerek izliyorum. ABD’de hayır faaliyetlerinde bulunan
ve bizim anladığımız, “filantropi” manasında vakıf diyebileceklerimizin sayısı 100 bindir. Bu
vakıfların bağışları 300 milyar Doları bulmaktadır.
AB ülkelerinde ise 110.000 vakıf bulunmakta, bunların toplam mal varlığı 350 milyar Avroya
ulaşmaktadır. AB vakıflarının yıllık harcamaları da 150 milyar Avroyu bulmaktadır.
Vakıflar Genel Müdürlüğümüz bünyesinde Osmanlı Devleti’nden intikal eden 40 binden fazla
vakıf bulunduğunu söylemiştim. Bu vakıfların yılık geliri 300 milyon TL’yi aşmamaktadır. Bunlara
ilaveten Cumhuriyet döneminde kurulmuş olan vakıf sayısı sadece 4.734’tür. Cumhuriyet
döneminde kurulan bu yeni vakıfların malvarlığı 13 milyar TL’dir, diğer ifadeyle 6.5 milyar
Dolardır.
Tabi ki bu veriler ekonomik gücün ve zenginliğin vakıflara yansımasının da açık bir işaretidir.
Ekonominin ve gelişmişlik seviyesi ile vakfetme ve hayır yapma arasında doğrudan bir ilişki
vardır. Bu sebeple, rakamları ve sayıları kıyaslarken ekonomik kapasiteyi de unutmamak gerekir.
Nitekim Türkiye’mizin son on yılda ekonomik alanda kat ettiği başarıya paralel olarak,
vakıflarımızın finansal açıdan ve etkinlik bakımından gelişmesini memnuniyetle izliyorum.
Vakıf kültürünün maddi boyutunun yanında bir de manevi yönü vardır. İnsan verdikçe ve
paylaştıkça mutlu olur. Servetine göre küçük ancak tutar olarak büyük rakamları vakfeden
donörler ile imkanı sınırlı bir insanın malının bir kısmını vakfetmesinin manevi huzuru
benzerdir. Bu anlamda, vakıf ve filantropi gibi kavramları tartışırken, konunun maddi yönüyle
birlikte manevi ve gönül yönünü de konuşmak gerekir. Nasıl daha çok insana vakıf kültürünün
tertemiz havasını aldırabiliriz, bunun formüllerini bulmalıyız.
Hem maddi hem de manevi olarak, vakıfların finansal durumlarına dair biraz önce belirttiğim
rakamlar ve ortaya çıkan tablo bize ayrıca şunu göstermektedir: Dünya’nın hemen hemen
tümünde vakıf veya benzeri kavramlar yolu ile insanlar mallarını vermekte ve insanlık adına
kullanılmasını sağlamaktadır. Bu tablonun, daha fazla gün yüzüne çıkması için bu konferansın
ayrıca bir fırsat olacağını düşünüyorum.
Değerli misafirler;
Tabi ki buradan özeleştirileri de yapmalıyız. Vakıf alanında öncülük etmiş olan İslam dünyası ve
Türkiye olarak bu konuda daha fazla çaba göstermeliyiz.
Ekonomik gücümüzle orantılı olarak taşın altına elimizi daha fazla sokmalıyız. Osmanlı’yı
anlatırken kullandığımız vakıf medeniyeti ifadesinin bugün de bir karşılığı olduğunu
göstermeliyiz. Esasen Türkiye’de bunun emareleri görünmeye başlamıştır.
Bugün hem modern dönemi hem de klasik dönemi temsil eden vakıflarımız, kendi alanlarında
en iyisi olmak için gayret etmektedir. Bu vakıflarımıza yardımlarımızı ve desteklerimizi
arttırmalıyız.
_ 13 _
Dünyada ise son dönemde yoksulluk, geri kalmışlık, cehalet girdabına giren coğrafyalara
yönelik sadece devletlerin değil, belli gelire ulaşmış bireylerin de sosyal duyarlılık göstererek
insanlığın yardımına koşmasına her zamankinden daha fazla muhtaçtır.
Benim bu konudaki çağrım, biraz önce saydığım muazzam finansal imkânları olan Batılı
vakıfların, dünyada artarak devam eden yoksullukla mücadelede daha etkin rol almaları,
hayırseverlik hedeflerini başta Afrika olmak üzere üçüncü dünya ülkelerine yönlendirmeleri
olacaktır.
Yoksulluk, eğitimsizlik, sağlıktan yararlanamama, su ihtiyacı, yol ve ulaşım ihtiyaçları gibi
birçok ihtiyaç, devletlerin tek başlarına baş edemediği bir problem haline gelmiştir. Ayrıca
gelişmiş ülkeler olarak nitelendirilen G-20 ülkelerinde de önemli sayıda yoksul bulunduğunu
unutmamalıyız.
Bu itibarla, yardımsever insanların oluşturdukları vakıf ve benzeri hayır kuruluşlarına, insanlık
adına çok büyük bir görev ve sorumluluk düşmektedir. Çünkü bazen devletlerin kurumsal
yapıları, toplumun sorunlarını veya sosyal krizleri anlamada ve yanıt vermekte başarısız ve
hatta kimi zaman kayıtsız kalmaktadır. İşte bu noktada sivil inisiyatif önemlidir ve toplumsal
yapıyı ayakta tutan en önemli dinamiklerden biridir.
Konuşmamın başında vakıf kavramına artık sivil toplum kuruluşu olmaları ya da bu kuruluşları
desteklemeleri hususunun da eklendiğini belirtmiştim. Günümüz dünyasında artık siyasi
ve sosyal yaşamın önemli bir unsuru haline gelen sivil toplumun aktif olması, sağlıklı bir
demokratik ortam için önemlidir.
Bu kuruluşlar farklı görüş ve inançtaki insanların seslerini duyurabilmelerine, taleplerini dile
getirmelerine imkân sağlaması açısından sosyal barış ve dayanışma açısından önem taşır. Bu
açıdan, üçüncü sektör, sivil toplum veya STK’ların bu alandaki faaliyetleri de önemsiyor ve
destekliyorum.
Değerli Misafirler;
Benim genel ve özet bir şekilde dile getirmeye çalıştığım hususları oturumlarda sizlerin ayrıntılı
olarak ele alacağınızı, bu bağlamda vakıfların değişen rollerini, tanımlamalardaki farklılıkları,
ekonomik hayata, iç ve dış siyasi yaşama etkilerini tartışacağınızı biliyorum. Bu tartışmaları
önemsiyorum ve elimden geldiği kadarıyla takip edeceğim.
Dünyanın bir yandan yoksulluklarla ve maalesef insanlık yoksunluğu ile boğuştuğu, öte yandan
iç savaşlarla sarsıldığı bir dönemde, vakfetmekten bahsedebilen, “ben” değil “biz” diyebilen,
insanların halleriyle dertlenebilen ve bu amaçla dünyanın dört bir yanından bir araya gelen
sizlere birlikte olduğum için büyük onur duyuyorum.
Hangi dine, inanca, ırka mensup olursak olalım, iyiliğin, sevginin, muhabbetin gönüllerimizde
doğuracağı güzelliğin esintileri aynıdır.
Dünyaya vakfetme duygusunu, sevgisini ve gerçeğini haykırmak bütün bu saydığımız
ekonomik ve sosyal adaletsizliklere karşı bir duruşun ifadesidir.
_ 14 _
Sizler beş kıtadan bu çağrıya cevap vererek, çok kıymetli bilgilerinizi ve zamanınızı bu hayırlı
işe bir nevi vakfetmiş oluyorsunuz. Ve bu güzellik her türlü takdiri hak etmektedir.
Yine bu konferansın vakıf hususunda tarihte ayrıcalıklı bir yere sahip olan Osmanlı Devleti’nin
başkenti olmuş ve halen ülkemizin bir incisi olan İstanbul’da yapılmasını da ayrıca anlamlı
bulmaktayım. İstanbul ülkemizin vakıf başkentidir. Bu başkentte vakıf eserlerimizi de görmenizi
ve incelemenizi ayrıca isterim.
Sizlere en kalbi duygularımla bir kez daha ülkemize ve İstanbulumuza hoş geldiniz diyor,
Dünya vakıflarını böylesine büyük bir organizasyonda İstanbul’da buluşturan Vakıflar Genel
Müdürlüğümüz yetkililerini tebrik ediyor, Konferansımızın dünya ölçeğinde barışa, sosyal
adalete, paylaşıma katkılar sağlamasını ümit ediyor, saygılar sunuyorum.
_ 15 _
_ 16 _
'¶1<$
9$.,)/$5
.21)(5$16,
$ÁÜOÜí
.RQXíPDODUÜ
_ 17 _
_ 18 _
'¶1<$9$.,)/$5.21)(5$16,
'U*HUU\6$/2/(
3UHVLGHQWRI(XURSHDQ)RXQGDWLRQ&HQWHU()&%(/*,80
Salam Aleikum. Deputy Prime Minister, Director, thank you very much for inviting me today. I
am honored to be at this conference and I really know that I am in the presence of a lot of
expertise and so I see people who are much more erudite than I am. So I am going to confine
my remarks to just setting a team. And I think because I am going to be talking about context,
I am trying to be careful with the speed I am speaking. Because I am going to be talking about
context, I want to be very clear on who I am and why I am saying the things that I am saying. I
represent the European Foundation Center (EFC) which is an association of some of Europe’s
most prominent, so of the biggest with some also quite small, but some of the most prominent
foundations in Europe. And we have amongst our membership also some African, Asian, Latin
American and American foundations that have joined the EFC. And that gives me a great
privilege because that gives me a worldwide view of what is happening in the foundation
universe. And I hope, just in the few minutes that I have, to share some of what I am observing
and my colleagues are observing and to give you some sense of what is happening from our
perspective. I come from Ethiopia originally and therefore in my country, when we have a lot
of dignities in the room, we acknowledge a few of them and we say “all protocol observed”. So
please forgive me if I am not spending so much time on protocol. I want to congratulate the
organizers of this meeting for the timeliness of it. It is extremely important that we begin to
take ownership of this concept of foundations all across the globe. For too long, I believe, we
have looked through a very narrow lens at philanthropy. And because of the prominence of
certain philanthropies, we have assumed that they represent the origin, the beginning, the
end, the best examples, the icons of philanthropy. And it is really important that different
cultures, different contexts, different places take ownership of what is actually a very human
and very natural response to helping one and other and to helping oneself. So reciprocity for
me is not something that any one culture can own or should make aspirations to owning. And
so, I welcome the fact that philanthropy is being taken ownership of by many different places
and it is happening actually much more frequently in the last few years. I have been working
in the European Foundation Center for eight years now. When I first arrived at the EFC, there
was a tendency even for quite large European foundations to reference their work and to talk
about their work in reference to the foundations in the United States of America (US). So
people would say “well, we are a foundation a little bit like the Ford Foundation or like the
Moth Foundation.” They would reference to foundations or institutions that existed across the
_ 19 _
other side of the Atlantic. And in fact we had - I think it must have been about twenty four
pages long - a directory of types of foundations. And we were finding that the foundations
that were joining the EFC could not really identify what they were or who they were in context
to the classification that we borrowed from the US context. And it became very clear that this
classification that was borrowed from the US did not work in Europe. And so we actually had
to abandon it and develop our own typology of foundations. And in so doing, some remarkable
things began to happen. One of the things that happened was a sense of pride in difference:
in different histories, in different origins, in different impulses… And this has enriched the
European foundation world. And today, I am very happy to say that from an organization that
was actually quite dependent on US funding and US models, we have a very rich tapestry of
European models and a growing and very strong self-confidence in what these organizations
are doing, how they are formed. And this leads me to the three paradoxes I would like to share
with you before I end. The first paradox being one of the lens we use. If you use only a monetary
lens, or a religious lens, or an origin lens, or whatever lens you use to look at foundations…
You are only looking at one aspect of what is happening. And it is really important I think to
be very aware that lenses color how you see things. And it is very interesting; I have been in
four or five conferences in the last six months where the lenses changed enormously. It is no
longer a national, or format or typology lens but much more a lens of how effective the
organizations are. And I think this trend of looking at the effectiveness of institutions and
looking more at what foundations are doing rather than what their origin is, really an important
trend. And I just want to play that back to you. Foundations have one enormous paradox
which is that they are very proud of their origins, they are extremely proud of their autonomy
and their independence. They are very jealous about the way they do things. And at the same
time, because they are really parts of the civil society, because they are internal parts of the
civil society, they respond to things all the time. So foundations are never static. So you have
the paradox of being very proud of origin, very proud of history, very proud of autonomy. But
you also have this incredible ability to adjust, adapt, innovate, change and it is together at the
same time. This is a paradox. But if you look at foundations you see how quickly they actually
shift and meditate and change and adjust and respond to problems. And because of that,
they are probably one of the most powerful forces in terms of some of the post-welfare, postcrisis world we are going to be entering. And I think I can see that and feel it and I have
experienced some lens shifting taking place. That is the first paradox. The second paradox is
one really of attitude of ownership and we dominated if you like by examples of foundations
that are created by very rich individuals or companies on behalf of, as a kind of paying back,
as a kind of response back to society. And we are not sufficiently aware, I think, of the numbers
of foundations: quite large, quite strong foundations that actually come from ordinary citizens,
from pulling resources and for doing things for themselves. And so for example I always like
to cite the probably Europe’s third or fourth biggest foundation: Compagnia di San Paolo. It is
Italian, which is founded in 1475 by a group of ordinary citizens in Torino who decided that
they did not like the fact that strangers to their city were dying on its streets and not being
looked after. And they pulled some resources, they created a hospice. It very soon led to a kind
of hospital. It very soon led to schools and funding of a kind of clinic for unmarried mothers.
_ 20 _
And very soon it led to an accumulation of resources of wills of estates from citizens who are
willing their estates to the foundation. So it is probably… In my country we would call this an
“UKU”; let’s say a self-help association of ordinary citizens. And today the Compagnia di San
Paolo is worth 8 billion euro in terms of assets and it is one of Europe’s most formidable
foundations. So it is just an example of foundations that come from just ordinary citizens just
pulling resources. So I have a great faith in that and I thought I would share that there are
foundations that are not necessarily created by rich individuals who are giving back or doing
something for somebody else. But it is actually citizens doing things for themselves together.
And I think that is an important context. I want to talk a little bit… We have heard a little bit
today about the definition of what a foundation is. From my remarks that I already made, you
probably have a sense that I am more inclined to see definition and prescription of foundations
is being very problematic because foundations, because they are part of civil society, are
extremely fluid. And we are always, all of us, we are trying to analyze this world, understand it
to create a course of practice for it, try to get some understanding of what is happening. And
we are always behind the curve. It is actually the people in the foundations, it is the civil society
they represent. They are forever adjusting to new contexts. And we just need to be respectful
of that because it is very very hard actually to… My favorite poet is an American poet; Bob
Dylan. And he has a song where he says “I am not trying to confine you or define you, I just
want to be friends with you”. And I really believe that when it comes to foundations it is very
tricky when you try to confine or define because you end up actually excluding bits of the
society or bits of the organizations that do not fit your definition, your pre-concept of what a
foundation is. So, I am challenging all of us to keep our minds very open on what foundations
look and feel and act like. Because they are parts of civil society. Finally let me just get to two
points. I think the moment for foundations has arrived and I salute the organizers of this
meeting, because I think having a meeting like this that begins to bridge the richness of the
foundation traditions around the world and the shedding of a sense that one culture or one
part of the world owns this word; word “foundation”. And I carry a British passport so I am
going to say just this about the word “foundation”. If the Americans and the British cannot
agree on what the word “foundation” means, and there is a lot of difference. In the UK most
people use the word “trust”. It is because the word is so ambiguous in some ways. And it has
to allow for some diversity and some openness. And if the Anglo-Saxons, if the Brits and
Americans cannot agree on what the word “foundation” is, why should the rest of us worry?
Thank you very much.
_ 21 _
Dr. Gerry SALOLE
Avrupa Vakıflar Merkezi (EFC) Başkanı - BELÇİKA
Selamünaleyküm. Sayın Başbakan Yardımcısı ve kurumunuz yöneticisi, bugün beni davet
ettiğiniz için teşekkür ederim. Bu konferansta olmakta onur duyarım ve gerçekten de çok fazla
uzmanın huzurunda olduğumu ve aramızda benden çok daha fazla bilgili kişiler olduğunu
biliyorum. Bunun için sözlerimi sadece bir ekip kurmayla sınırlandıracağım. Ve bence mühim
bir içerik hakkında konuşacak olmamdan dolayı, konuşma hızıma da dikkat etmeye çalışacağım.
Bir bağlam hakkında konuşacağımdan dolayı kim olduğumu ve dediklerimi neden söylediğimi
açık bir şekilde belirtmek isterim. Avrupa’da çok küçük ama bir o kadar da önemli vakıfların yer
aldığı Avrupa’nın en önemli vakıflarından biri olan Avrupa Vakıflar Merkezi’ni temsil ediyorum.
Üyeliklerimiz arasında ayrıca EFC’ye katılan bazı Afrika, Asya, Latin Amerika ve Amerikan
kuruluşları vardır. Ve bu bana çok büyük bir ayrıcalık veriyor. Çünkü vakıf evreninde neler
olduğu konusunda bana dünya çapında bir görüş sunuyor. Umuyorum ki sadece birkaç dakika
içerisinde benim gözlemlediklerimi ve meslektaşlarımın gözlemlerini sizinle paylaşmış ve
bizim açımızdan vakfın ne olduğu ile ilgili size bir fikir vermiş olacağım. Benim kökenim
Etiyopya’ya dayanmaktadır ve bundan dolayı benim ülkemde bir odada çok fazla itibarlı kişi
olduğunda onlardan birkaç tanesini ikrar ederiz ve‘tüm protokole uyuldu (allprotocolobserved)’
deriz. Protokol konusuna çok fazla zaman ayırmazsam lütfen bağışlayın beni. Zamanlamasından
dolayı bu toplantının organizatörlerini tebrik etmek isterim. Tüm dünyada bu vakıf kavramını
sahiplenmeye başlamamız son derece önemlidir. Çok uzun süredir, inanıyorum ki, hayırseverliğe
çok dar açıdan baktık. Ve belli başlı hayırsever kuruluşlarının çok tanınmasından dolayı onların
hayırseverliğin başını, sonunu, en iyi örneklerini, ikonlarını ve aslını temsil ettiğini sandık. Ve
farklı kültürlerin, farklı bağlamların ve farklı yerlerin, çok insani ve çok doğal tepki dediğimiz
bir kişinin diğer kişiye ve kendisine yardım etmesini sahiplenmesi gerçekten de çok önemlidir.
Bu yüzden bana göre karşılıklılık, herhangi bir kültürün sahip olabileceği veya özendirmesi
gereken bir şey değildir. Bu yüzden de hayırseverliğin pek çok yer tarafından sahiplenilmesini
çok iyi karşılıyorum ve bu durum özellikle son birkaç yıldır çok daha sık gerçekleşmektedir.
Sekiz yıldır Avrupa Vakıflar Merkezi’nde çalışıyorum. EFC’ye ilk geldiğimde Avrupa vakıflarının
işlerine referans olmak ve Amerika Birleşik Devletleri’nde vakıflara atıf vererek kendi işleri
hakkında konuşmak gibi bir eğilimi vardı. Bu yüzden insanlar, ‘yani, biraz Ford Vakfı gibi veya
Moth Vakfına benzer bir vakıfız’ derlerdi. Atlantik’in öbür tarafında mevcut olan vakıflara veya
kurumlara atıfta bulunurlardı. Aslında bizim – sanıyorum yaklaşık yirmi dört sayfa uzunluğunda
olması gerekir – vakıf tipleri dizinimiz vardı. Ve EFC’ ye katılan vakıfların gerçekten de kendilerini
tanımlayamadıklarını veya ABD bağlamından esinlendiğimiz sınıflandırma bağlamında kim
olduklarını ifade edemediklerini görüyorduk. Ve ABD’den ödünç alınan bu sınıflandırmanın
Avrupa’da bir işe yaramadığını gördük. Ve sonunda bunu terk etmek ve kendi vakıf tipolojimizi
geliştirmek zorunda kaldık. Ve bunu yaparken de bazı göze çarpan şeyler meydana gelmeye
başladı. Gerçekleşen olaylardan bir tanesi farklı olmanın verdiği gurur hissi oldu: Farklı tarihler,
farklı kökenler, farklı dürtüler… Bu da Avrupa vakıf dünyasını zenginleştirdi. Bugün, aslında
ABD fonlarına ve ABD modellerine bağlı olan bir kuruluştan çok zengin Avrupa modelleri
dokusu ve bu kuruluşların yaptıklarına ve nasıl oluşturduklarına olan öz güvenimizin arttığını
_ 22 _
söylemekten çok mutluyum. Bu da beni konuşmama son vermeden önce sizinle paylaşmak
istediğim üç paradoksa sevk etti. İlk paradoks kullandığımız gözlüklerle ilgili olan paradokstur.
Eğer sadece paragözlüğü veya dini gözlük veya köken gözlüğü veya vakıflara bakarken
kullandığınız herhangi bir gözlüğü kullanırsak meydana gelen olaylara sadece bir açıdan
bakarsınız. Bence gözlüklerin nesneleri görme şeklinizi nasıl değiştirdiğinin farkında olmak
çok önemlidir. Son altı aydır gözlüklerin büyük oranda değiştirildiği dört veya beş konferansta
bulunmam çok ilginç. Artık ulusal veya format veya tipoloji gözlüğünden çok kuruluşların ne
kadar etkili olduğu gözlüğü kullanılmaktadır. Ve kurumların etkililiğine bakma eğiliminin ve
vakıfların kökenlerinden ziyade ne yaptıklarına bakmanın gerçekten de çok önemli bir eğilim
olduğunu düşünüyorum. Ve yine size söylemek isterim. Vakıfların, kökenleri ile gurur
duydukları, özerk ve bağımsız olmalarıyla gurur duydukları çok büyük bir paradoksu vardır.
Gerçekleştirdikleri olaylarda kullandıkları yolu çok kıskanıyorlar. Ve aynı zamanda gerçekten
de sivil toplumun parçaları olduklarından ve sivil toplumun iç kısımlarını oluşturduklarından
dolayı her şeye her zaman müdahale ederler. Bu yüzden vakıflar asla statik değildir. Bu yüzden
kendi kökenlerinden gurur duyma, tarihten gurur duyma ve özerklikten dolayı gurur duyma
paradoksumuz vardır. Ama ayarlama, uyarlama, yenilik getirme, değiştirme konusunda
inanılmaz beceriye sahipsiniz ve bunlar aynı zamanda birlikte gerçekleşir. Bu bir paradokstur.
Vakıflara baktığınızda ne kadar çabuk geçiş yaptıklarını ve uyum sağladıklarını ve ayarlama
yaptıklarını ve problemlere yanıt verdiklerini görürsünüz. Bundan dolayı bunlar belki de
girmek üzere olduğumuz post-sosyal yardımlaşma yani post-kriz dünyası açısından en güçlü
kuvvetlerden bir tanesidir. Sanıyorum ki bunu görebiliyorum ve hissedebiliyorum ve
gözlüklerin değiştirildiğine şahitlik ediyorum. Bu birinci paradokstu. İkinci paradoks ise
gerçekten de sahipliğe karşı tutumdur ve topluma geri yanıt veren, bir çeşit geri ödeme yapan
yapı olarak çok zengin bireyler veya şirketler tarafından kurulan vakıf örneklerinin hakim
olduğunu görüyoruz. Bence vakıf sayısının da yeteri kadar farkında değiliz: Oldukça büyük,
oldukça güçlü vakıflar kendileri için kaynak sağlayan sıradan vatandaşlar tarafından kendileri
için bir şeyler yapmak için kurulmuştur. Örneğin belki de Avrupa’nın üçüncü veya dördüncü
en büyük vakfı olan Compagnia di San Paolo’dan bahsetmek isterim. Bu vakıf kendi
şehirlerindeki yabancıların caddelerde ölmelerinden ve tedavi edilmemelerinden hoşlanmayan
Torino’daki bir grup sıradan vatandaş tarafından İtalya’da 1475 yılında kurulmuştur. Ve kaynak
elde ettiler, düşkünlerevi kurdular. Çok kısa bir süre içerisinde çalışmaları hastaneye kadar
ilerledi. Daha sonra okulların kurulmasını sağladı ve evli olmayan anneler için bir klinik gibi
yapının fonunu sağladılar. Çok kısa süre içerisinde gayrimenkullerinin vakıflara verilmesini
vasiyet eden vatandaşların bağışladığı gayrimenkul veraset kaynaklarının birikmesine yol açtı.
Bu yüzden belki de… Benim ülkemde ‘biz buna ‘UKU’ diyoruz’; kendi kendine yardım eden
sıradan vatandaşlar birliği. Günümüzde Compagnia di San Paolo; mal varlıkları açısından 8
milyar Avro değerindedir ve Avrupa’nın en heybetli vakıflarından birisidir. Bunun için,
kaynaklarını oluşturan sıradan vatandaşların kurduğu vakıflara bir örnektir. Bundan dolayı
buna inancım çok büyük ve paylaşmak isterim ki geri veren veya başka biri için bir şeyler yapan
illaki de zengin bireylerin kurması gerekmeyen vakıflar vardır. Ancak aslında onlar, hep birlikte
kendileri için bir şeyler yapan vatandaşlardır. Ve sanırım bu önemli bir bağlam. Bununla ilgili
biraz konuşmak isterim… Burada vakfın ne olduğunun tanımının yapılması hakkında sunumlar
_ 23 _
dinledik. Benim görüşüme göre, benim bir tanım görmeye daha çok eğilimim olduğunu ve
vakıfların sivil toplumun bir parçası olmalarından ve aşırı derecede akışkan olmalarından
dolayı vakıf reçetesinin anlaşılmasının kolay olmadığını düşündüğümü anlamışsınızdır. Biz,
hepimiz, her zaman bu dünyayı analiz etmeye, anlamaya, onun için bir uygulama yolu
oluşturmaya, nelerin olup bittiğini kavramaya çalışıyoruz. Her zaman çan eğrisinin altında
kalıyoruz. Temsil ettikleri vakıflardaki kişiler aslında temsil ettikleri sivil toplumun kendisidir.
Sonsuza kadar yeni bağlamlara ayak uyduracaklardır. Buna her zaman saygı göstermemiz
gereklidir; aslında çok çok zor… Benim en sevdiğim şair; Amerikalı şair Bob Dylan. ‘Seni
sınırlandırmaya veya tanımlamaya çalışmıyorum, sadece seninle arkadaş olmak istiyorum’
dediği bir şarkısı var. Ve gerçekten de inanıyorum ki söz konusu vakıflar olduğunda tanımınıza
uygun olmayan kuruluşların parçalarını veya toplumun parçalarını hariç bırakarak bir sonuca
ulaşmak istediğiniz için yani vakfın ne olduğu ile ilgili ön yargınıza ulaşmak istediğiniz için
sınırlandırmaya ve tanımlamaya çalıştığınızda çok aldatıcı bir durum ortaya çıkar. Bundan
dolayı, vakıfların neye benzediği, nasıl göründüğü ve nasıl davrandığı konusunda zihinlerinizi
açık tutmanız konusunda hepinize meydan okuyorum. Çünkü onlar sivil toplumun bir
bölümüdür. Son olarak iki noktaya varayım. Vakıflar için artık zamanın geldiğini düşünüyorum
ve bu toplantının organizatörlerini selamlıyorum. Çünkü böyle bir toplantı düzenlenmesi ile
birlikte tüm dünyadaki vakıf zenginliğinin birleşmeye başladığını ve dünyadaki bir kültürün
veya bir bölümün bu kelimeyi yani foundation kelimesini kullanmaya başladığını düşünüyorum.
Ve bir İngiliz pasaportum var. Bundan dolayı bunun sadece foundation kelimesi ile ilgili
olduğunu söyleyeceğim. Amerikalılar ve İngilizler bile foundation kelimesinin ne anlama
geldiği konusunda mutabakata varamaz ise ne kadar çok farkın olduğu açıkça görülebilir.
Birleşik Krallık’ta çok sayıda kişi trust kelimesini kullanmaktadır. Çünkü bu kelime pek çok
açıdan belirsizdir. Bu bir takım çeşitliliğin ortaya çıkmasına ve açık olmaya olanak tanır. AngloSaksonlar, İngilizler ve Amerikalılar foundation kelimesinin ne olduğu konusunda mutabakata
varamaz ise neden geri kalanımız endişelensin ki ? Çok teşekkür ederim.
_ 24 _
ñ6/$09$.,)+8.8.81'$
7(50ñ12/2-ñ9(*$<(
3URI'U$KPHG$.*¶1'¶=
5RWWHUGDPñVODP¶QLYHUVLWHVL5HNWÐUÖ+2//$1'$
1. İSLAM VAKIF HUKUKUNDA VAKIF TERMİNOLOJİSİ
İslâm ve Osmanlı hukukunda vakıf mu‘âmelesini ifade etmek için, hukukî eserlerde üç
lafzın kullanıldığını görüyoruz. Vakıf; habs (veya hubs); sadaka. Şimdi sıra ile bu kelimelerin
anlamları üzerinde duralım.
1.1. Vakıf
Vakıf kelimesinin fiil olarak sözlük anlamı, hapsetmek ve alıkoymak demektir. Araplar,
“vakaftü’d-dabbe=Yani hayvanı yerinde durdurdum” derler. Bu sözlük anlamına iki kayıt
ilave edilerek, hukukî manaya nakledilmiştir. Hukukî mana, bir şeyin intifâ‘ hakkının (veya
mülkiyetinin) kamu yararına (Allah’ın kullarına) tahsis edilerek, devamlı olarak başkalarının
temellükünü engellemek, durdurmak olduğuna göre; Birinci kayıt, intifâ‘ hakkı veya mülkiyetin
Allah’ın kullarına tahsisi şeklindedir. İkincisi, bu durdurma ve alıkoymanın devamlılığı (te’bîdi)
dir. Sözlük anlamında bu iki kayıt yoktur.1
Hukukî anlam yaygınlaştıkça kelimenin anlamı da değişmiş, sözlük anlamı arasına “bir malı
alım-satımdan alıkoyup menfaatini fakirlere tayin etmek” cümlesi de girmiştir.2 Mütercim Asım
ise buna “alâ vechit-te’bîd=devamlı olarak” ifadesini eklemiştir.3 Gelinen son anlam, hukukî
tarifin ta kendisidir. Sözlükçülere göre, sözlük anlamından hukukî anlama geçiş, ya umumî
manadan daha hususî bir manaya nakil veya bir mecaz münasebeti iledir. Bu konu bizi fazla
ilgilendirmemektedir.4 Özellikle hukukî anlama yakın manadaki “vakıf’” masdarının çoğulu,
“evkaf” ve “vukûf” şeklinde gelmektedir.5
Vakfın bir de isim olarak manası vardır. Bu part participle yani ism-i meful manasına olup,
vakfedilen mal anlamına gelir. Osmanlı tatbikatında çokça kullanılan “evkaf” tabiri, bu anlamda
vakfın çoğuludur.6 Arapça’da iki çeşit çoğul vardır; cem‘-i kesret (10 dan fazlalar için kullanılan
ñEQL0DQ]ÕU(EÖO)DGO0XKDPPHG/LVDQÖO$UDE%H\UXW7DULKVL]F,,,VK=HEÈGÈ0XKDPPHG0XUWD]D+Ta
FÖO$UÕVìHUKÖO.DPXV%H\UXWFVK(O.HWWDQÈ
(O9¼QÈ0XKDPPHGE0XVWDID/ÖJDWL9DQNXOL¶VNÖGDUFVK
0ÖWHUFLP$VÜP(VVH\\LG$KPHG.DPXVX2N\DQXVñVWDQEXOFVK
=HPDKíHUL0DKPXG(VDVÖO%HO¼ðD0ÜVÜUFVK(OPDOÜñ$
%XQD JÐUH íX NLWDS LVLPOHULQL GHðHUOHQGLULQL] 7HUWLEÖV6XQÕI )L $KN¼PLO 9XNXI $OL +D\GDU ñWKDIÖO$KO¼I )È $KN¼PLO(YNDI °PHU
+LOPL(O.ÖEH\VÈ,/HYLV0DnOÕI(O0ÖQFLG%DVNÜ%H\UXWVK,
(OPDOÜø$%L]LPLQFHOHPHPL]ELULQFLDQODPGD\DQLKXNXNÈELUPXDPHOHRODUDNYDNÜIGÜU<RNVDPHYNXIYHHYNDIDQODPÜQGDYDNÜI
GHðLOGLUñNLQFLDQODPÜQÁRN\ÐQOHULYDUGÜUñNWLVDGLYHPDOÈDÁÜGDQYDNÜIODUVRV\DODÁÜGDQYDNÜIODUWDULKLDÁÜGDQYDNÜIODUñNLQFLPDQDGD
YDNIÜQÁRðXOXHYNDILÁLQEDNÜQÜ]o(YNDI%H\WÖOPDOÜBOA, 1L]¼PDW'HIWHULVK,,o(YNDIÜ0ÖQGHULVHBOA, %X\UXOGX'HIWHUL1R
VKYHEHQ]HULWDELUOHU°PHU+LOPLAE
_ 25 _
çoğul), bu çeşit çoğul olarak vakfın çoğulu vukûftur. Evkaf ise ikinci çeşit çoğul olan cem‘-i
kıllet grubundandır.7 Yine bu kökten olarak, vakfeden kimseye vâkıf; vakfın konusu olan şeye
mevkuf veya mahall-i vakıf; vakfın gelirinden yararlananlara mevkufun aleyh denir.8
Osmanlı hukukunda “vakıf” ve “vakfetmek” kelimeleri sadece hukukî manada
kullanılmaktadır. Bu sebeple Arapça ile Türkçedeki kullanılışları farklıdır. Ancak bu kelimeden
türetilen bazı kelimeleri, sözlük anlamında da kullanıyoruz. Mesela “mevkuf” tabiri “tutuklu”
anlamında kullanılmaktadır ki, bu sözlük anlamının ta kendisidir. Ancak bunların masdarı
olarak, biz Türkler “vakf’ı” değil “tevkif” kelimesini kullanmaktayız. Yani Türkçemizde “vakıf”
tabiri hukukî anlamın sembolü halindedir.9 Öyle sembol olmuştur ki, bunun terki ve yerine
“te’sis” teriminin ikamesi, yıllarca vakıf mu‘âmelesinin iflasına vesile olmuştur. Türk Milleti bu
kelimede, bir manevî tatmin ve kudsiyet hissetmektedir. Zaten vicdanları bir hükme uymaya
sevkeden en önemli şey, o hükmün kaynağına karşı duyulan hürmet duygusudur.10
1.2 Habs (Hubs)
İslâm hukukunda vakıf mu‘âmelesini ifade için kullanılan kelimelerden biri de “habs” veya
“hubs” kelimesidir.
“Habs”, “habese” fiilinin masdarı olup; sözlük anlamı, alıkoymak, men‘etmek demektir.
“Allah yolunda gaziler için at vakfeylemek” veya “mutlak olarak mal vakfetmek” anlamları da,
sözlüklerde zikredilen manaları arasındadır.11
“Hubs” ise vakıf manasına, aynı kökten gelen bir isimdir. İslâm hukuku ile ilgili eserlerde,
masdar olan “habs” değil de isim olan “hubs” kullanılmaktadır.12
Bir de “hubüs” vardır ki, bunun izahında sözlüklerde şöyle denilmektedir: “Allah’a yaklaşmak
amacıyla (kurbet kasdıyla), vakfedilmiş nesnelere denir. Ağaçlar, bağlar ve akar gibi ki, aslı alımsatım, ve rehin makûlesi hallerden alıkonulur (habsedilir) ve geliri, hâsılatı tesbîl olunur (Allah
yolunda harcanır)”.13 Bu kelime çoğul olup, tekilinin “habûs” veya “habîs” olduğu ve “habîs”
kelimesinin “vakfedilen mal” anlamında bir hadisde kullanıldığı, yine dilcilerin kaydettiği
manalar arasındadır.14 “Hubs” kelimesinin manasını açıkladığımız “hubüs” ün değişmiş şekli
olduğu da söylenmektedir.15
Aslı ve sözlük anlamı ne olursa olsun, çoğunlukla hukukçuların dilinde “hubs” vakıf
manasında kullanılmakta ve bazan “if’al” kalıbından “ihbas=vakfetmek” de zikredilmektedir. Bazı
hukukçular, “Kitabül-vakf” yerine “Kitâb’ül-habs” başlığı altında vakıf hukuku ile ilgili hükümleri
zikretmektedirler.16 İmam Şâfi‘î ise, kendi eserinde “El-Ahbâs” başlığını kullanmıştır ki, hubs’ün
çoğulu olsa gerektir. Zira başka bir yerde de “El-Hilaf Fil-Hubs veya Habs” başlığını zikretmektedir.17
%N]YHGLSQRWODNUíñEQÖO+ÖPDP$OL+D\GDUTSVK
°PHU+LOPL$($OL+D\GDU76ñEQÖO+ÖPDPñEQL$ELGLQ5HGGÖO0XKW¼U$ODG'ÖUULO0XKW¼U0ÜVÜUFVK
(OPDOÜø$
%N]+DWHPL7ÖUN+XNXNXQGD9DNÜI.XUPDñEQL0LU]D6DLG$V¼UÜ%HGLL\H6ÖQÕK¼W'HUVDDGHWVK
11 0ÖWHUFLP$VÜP=HELGÈ/HYLV0DnOXI,
(íì¼]HOL(EÖO+DVDQ$OL.LI¼\HWÖW7¼OLELU5DEEDQL/L5LVDOHWLñEQL(EL=H\G(O.D\UHY¼QÈ0ÜVÜUFVKñEQL0DQ]XU
0ÖWHUFLP$VÜPñEQL0DQ]XU=HPDKíHUÈ
ñEQL0DQ]XU=HELGL
ñEQL0DQ]XU
0DOLNE(QHV(O0ÖGHYYHQH)\]HH
ìDILmÈ(O¶PP(OPDOÜñ$)\]HH
_ 26 _
Bu kökten gelen ve İslâm hukukçularının eserlerinde kullandığı bazı kelimeler de şunlardır;
“tahbis=birşeyi Allah yolunda vakf eylemek” “habîse=vakf edilen mal” ve çoğulu “habâis” ve
bunlardan türeyen diğer kelimeler.18 Zâhirîye mezhebine mensup hukukçular da vakfa habs
veya tahbis adı vermekte, hatta vakıf hukukuna ait hükümleri bunlar da “El-Ahbas” başlığı
altında toplamaktadırlar.19
Biraz sonra da açıklayacağımız gibi, genellikle Mâlikî ve eski Şâfi‘î hukukçularının kullandığı
“hubs” kelimesi ve türemişleri (müştekkâtı), Osmanlı hukuk tatbikatında hemen hemen hiç
kullanılmamıştır. Sadece habs, vakfın mürâdifi olarak gösterilmiş20 ve bazı vakfiyelerdeki irade
beyanlarında kullanılagelmiştir.
1.3 Sadaka-i Muharreme
“Sadaka” terimi üzerinde de önemle durmayı istiyoruz. Zira, değerlendirme kısmında zikr
edeceğimiz gibi, kelimeler üzerinde yanlış yorumlar yapılarak enteresan sonuçlara varmak
isteyenler mevcuttur. Sadaka, sözlükte, Allah rızası için fakirlere verilen şeye denir. Sevaplı
şeylere olan arzunun ve isteğin, gerçek olduğunu gösteren bir işaret olması hasebiyle bu adla
anılmıştır. Zira “sadaka” doğruluk demek olan “sıdk” dan türemiş bir kelimedir.21 Mecelle de
sadakayı “sevap için bağışlanan mal” diye tanımlamaktadır.22 Sözlük anlamına yakın bir tariftir.
Bu manaya bir de “muharreme, yani kendileri için tahsis edilen fakirlerden başkasına haram
kılınmış, dokunulmazlık kazandırılan” manası yani ebedîlik vasfı kazandırılmıştır ki, bu vakıfdan
başka birşey değildir. Kısaca “Sadaka-i muharreme” kelimesinin, vakıf ve “hubs” manasında
olduğu o kadar meşhurdur ki, meseleyi münakaşa etmeye bile gerek yoktur. Bu konuda İmam
Şâfi‘î’nin görüşünü özetlemek yerinde olacaktır: “İnsanların mallarından karşılıksız olarak
verdiği şeylerden (atiyyelerden) biri de, sadakât-ı muharremâttır. Yani ya bizzat belli bir gruba
veya vasıfları belirlenen bir gruba vakfedilen mallardır. Bu manada olan atiyyeler, sadaka-i
muharreme ismiyle anılmasa da, sırf “habs” teriminin zikredilmesiyle veya vasıfları belirtilen
bir gruba mal tahsisinde bulunulmasıyla, “muharrem” hale gelirler”.23 Aynı eserin başka bir
yerinde, “habs veya hubs, sadakât-ı muharremât demektir” diye başlık atılmıştır.24
İmam Şâfi‘î’nin de çok yerinde olarak zikrettiği gibi, illa da “muharreme” kaydının konulması
şart değildir.25 Aynı manayı ifade edecek kelimeler zikredilebilir. “Sadaka-i müebbede=ebedî
olarak fakirlere tahsis edilen mallar”; “Sadaka-i câriye=devamlı olarak fakirlere verilen mallar” ve
benzerinin kullanılması da aynı kapıya çıkar. Bu kısa izahı biraz sonraki değerlendirmemizle
tamamlamaya çalışacağız.26
(íì¼]HOL.D\UHYDQL0ÖWHUFLP$VÜPñEQL0DQ]XU
ñEQL+D]P
.ÜQDOÜ]DGH$OL¡HOHEL5LVDOH)L%D]Ü$KN¼PLO9DNÜI6ÖO.ÖWSìHKLW$OL3DíD%ÐO1R9UN
0ÖWHUFLP$VÜPñEQL0DQ]XU
0HFHOOHPG
ìDILmÈ
ìDILmÈ
ìDILmÈ
.RQXLÁLQEN]$OLPE$O¼)HW¼Y¼\Ü7DWDUKDQL\H*D]LDQWHS0ÖIWÖOÖN.ÖW<D]F,,9UN(OPDOÜñ$YG$OL+D\GDU
7HUWLEÖV6XQÕI)È$KN¼PLO9XNXI'HUVDDGHWVKYG76
_ 27 _
1.4 Görüşlerin Değerlendirilmesi ve Tatbikat
Vakıf mu‘âmelesini ifade için, İslâm ve Osmanlı hukukunda, yukarıda zikrettiğimiz üç
temel ifade kullanılmıştır. Bu terim farklılığı, müessesenin de farklı olduğuna delâlet etmez.
Zira hukukta itibar, kasıt ve ma’nayadır. Yoksa manaları ifade için kullanılan kalıplara değildir.27
Bir işten maksat ne ise ona göre hüküm verilir.28 Çok önemli bir düstur da, eskilerin tabiriyle
“ıstılahta müşâhhat yoktur=yani terminolojide kavgaya gerek yoktur” düsturudur. Önemli olan
manadır. Buna “habs” de desen, “hubs” da desen, “vakıf” da desen ve “sadaka-i muharreme” de
desen farketmez. Bütün bu esaslara rağmen bu farklılık bazı tereddütleri de yanında getirmiştir.
Biz önce durumun izahını, sonra da tereddütlerin izâlesini yapmaya gayret göstereceğiz.
Önce önemine binaen “habs=hubs” tabiri üzerinde duralım. Bu tabir, Hz. Peygamber
(s.a.v.)’in hadislerinde29, sahabelerin sözlerinde ve tabiilerin sohbetlerinde30 zikredildiği için,
özellikle Mâlikî ve Şâfi‘î hukukçular tarafından kullanılmıştır. İmam Şâfi‘î, “hubs”ün “sadakât-ı
muharremât” demek31 olduğunu ve “sadakât-ı muharremât”ın da “vakıf” demek olduğunu32
bizzat kendi eserinde naklediyor. Hatta bizzat İmam Şâfi‘î, bazan “habs” terimini, bazan da
“sadaka-i muharreme” tabirini eş anlamlı olarak kullanıyor ve buna dikkat çekiliyor.33 Ancak
Şâfi‘î hukukçular yaklaşık bir asır sonra bu tabirler içinden çoğunluğun kullandığı vakıf terimini
seçip kullanıyor ve diğer iki tabiri sadece zikretmekle yetiniyorlar, hatta konunun başlığına
“Kitabül-Vakf” diyorlar.34
Mâlikî hukukçular ise, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ifadesine sâdık kalmak amacıyla “hubs, habs”
tabirini bizzat İmamları ısrarla kullandığı için35, kendileri de kullanmaya devam etmiştir.36 Vakıf
mu‘âmelesi için habs-hubs terimini kullanma adeti, Mâlikî mezhebini taklit eden Devletlerde
de devam etmiştir. Cezayir, Tunus ve Fas vakıflar kanunu da aynı adeti sürdürmüştür.37
Hanefîlerden ise, sadece ilk hukukçulardan bazıları bu tabiri kullanmışlar, sonrakiler ve
çoğunluk bunun yerine “vakıf” tabirini tercih etmişlerdir.38 İslâmiyet’ten sonraki Türk hukukunda
bu tabir, tamamen mahcurdur, yani terkedilmiştir.
Şî‘a mezheplerinden Ca‘feriye, diğer bir adıyla İmâmiyye-i İsnâ Aşeriye grubu, “habs” ile
“vakıf” tabirlerini ayrı ayrı manalarda kullanmışlardır. Bu hukukçulara göre, habs veya hubs,
süreli yani muvakkat vakıflara verilen isimdir. Yani bu çeşit vakıflarda, ileride açıklayacağımız
0HFHOOHPG
0HFHOOHPG
%H\KDNL(O+DVV¼I
(O+DVV¼I%H\KDNL
ìDILmÈ(O¶PP
ìDILmÈ
ìDILmÈ
%N]%H\KDNL
0DOLN(O0ÖGHYYHQH
(íìD]HOL.D\UHYDQL(O+LUDíL
0LOOLRW/,QWURGXFWLRQGX'URLW0XVXOPDQ3DULVVKYG)\]HH
7DKDYÈìHUKX0D¼QLO$V¼U'HEEXVÈ(O(VUDU$\DVRI\D1R9UN.XGXUÈ(W7HFULG)DWLK1R9UN
%$
_ 28 _
gibi, vakfedilen malın mülkiyeti vakfedende (hâbisde) kalmakta ve bu manadaki malda
vakfeden (hâbis) her çeşit hukukî tasarrufda bulunabilmektedir.39 Diğer Şî‘a hukukçuları, böyle
bir ayırım yapmamakta, bazan habs, bazan da (ki çoğu zaman) vakıf terimini kullanmaktadırlar.
Yapılan izahlardan anlaşılıyor ki, bir tek mezhebin o da azınlıkta kalmış bir mezhebin
bazı hukukçularının teâmülünden hareketle, “habs” teriminde anladığımız manada vakıf
müessesesinden başka bir mana aramak veya Ca‘feriyenin tamamen kendilerine mahsus bu
terimlerini, onların anladığı manada, Hz. Peygamber (s.a.v.) ve diğer İslâm hukukçularının
kullandıkları habs-hubs ifadelerine de teşmil etmek, yerinde bir tesbit değildir. Meselede
ihtimal yoktur. Lafız açık ve manası da sarihdir. “Tasrih mukabelesinde delâlete itibar yoktur”.40
Habs terimi ve bunun kullanıldığı olayların özellikleri de gayet açık bilinmektedir.41
“Sadaka-i Muharreme” tabirine gelince, bu ifade, hem Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadislerinde,
hem sahabe ve tabiîn hukukçularının ifadelerinde ve hem de ilk hukukçuların eserlerinde,
anladığımız anlamda vakıf müessesesini karşılamak için kullanılmıştır.42 Bu kelime Hz.
Peygamber (s.a.v.)’in “sadaka-i câriye”den bahseden hadisinden43 iktibas edilmiş olsa gerektir.
Vakıf hakkında söylenen bu ifade o kadar meşhur olmuştur ki, sadaka veya çoğulu olan
sadakât ifadeleri, vakfa âlem haline gelmiştir.44 Ancak daha sonraları, hemen hemen bütün
hukukçular (Mâlikîler hariç) vakıf tabirini bu kelimeye de tercih etmişlerdir. Bütün bu gerçekler,
Hz. Peygamber (s.a.v.)’den 100 sene sonraki dünyaca meşhur büyük hukukçuların dilleriyle
ifade edilirken, eski fıkıh kitaplarındaki bu tabirleri “vakıf” diye tercüme etmeyi “zorlayıcı yorum”
diye nitelendirmek, meseleden haberdar olmamak demektir.45
Vakıf tabirine gelince, bunu mezheplerin teşekkülü devresinde, Mâlikîler’in dışındaki
bütün hukukçular kullanmıştır. Daha sonra ise, Mâlikîlerin dışında, bütün hukukçular
tarafından habs ve sadaka kelimelerine tercih edilmiştir. Osmanlı Devleti vakfı tanımakta ve
onu kullanmaktadır.
Hatta Osmanlı tatbikatı daha da ileriye giderek, gayr-i sahih vakıflar için de vakıf tabirini
kullanmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Temim Dari’ye yaptığı Temlikî İktâ‘ için bile vakıf terimi
zikr edilmektedir.46 Gayr-i sahih vakıflar için dahi vakıf tabirinin kullanılışı Eyyubilerin büyük
hükümdarlarından Nureddin eş-Şehid döneminde ıstılah haline gelmiştir.47 II. Kısmın IV.
Bölümünde uzun uzadıya işleyeceğimiz gibi, vakıf kelimesinin tamamen “âmme hukuku
tahsisi” mahiyetinde olan gayr-i sahih vakıflarda kullanılması, sahih vakıflar için kullanılmasına
mani teşkil etmez ve tarih boyu bilinen meşhur anlamından onu ayırmaz. Bizzat Ebu Hanife’nin
talebesi Hilalür-Rey’in (v. 245 H.) konuyla ilgili olarak “Vakf-u Hilal” isimli hacimli bir eser
(Q1HFHIL0XKDPPHG+LG¼\HWnÖO(Q¼P1HFHI
0HFHOOHPG
6DWKÈELUGHðHUOHQGLUPHLÁLQEN]+DWHPL7ÖUN+XNXNXQGD9DNÜI.XUPD
0DOLN(O0ÖGHYYHQHìDILmÈ(O+DVV¼I7DKDYÈìHUKX0DDQLO$VDU
0ÖVOLP+DGLV1RVK6DQnDQL6ÖEÖOnÖV6HODP
ìDILmÈ(O+DVV¼I%H\KDNLYG
.Uí+DWHPL7ÖUN+XNXNXQGD9DNÜI.XUPD
%2$7DSX7DKULU'HIWHUL1R(YNDIÜ/LYDL.XGÖVÖìHULI9DNIL\\H1R
6Ö\ÕWÈ&HODOÖGGLQ(Q1DNOÖO0HVWÕU6ÖO.ÖWS/DODñVPDLO3DíD%ÐO1R9UN%$
_ 29 _
yazması, İmam Şâfi‘î’nin bunu izah ve isbat etmesi, “doğmatik kaynaklar” iddiasıyla ber-taraf
edilmek istenirse, o zaman ilmîlik denen bir şey de ortada kalmaz. Konu ile ilgili daha geniş
bilgiyi, vakfın meşrûiyeti yani hukukî dayanağı bahsinde verdiğimiz için konuyu daha çok
dallandırmak istemiyoruz.
Hukukçuların yaptığı tarifleri ise şöylece toparlayabiliriz: “Vakıf, menfaati Allah’ın kullarına
ait olmak üzere, bir mülk aynı48, Allah’ın mülkü olarak temlik ve temellükten devamlı bir şekilde
(alâ vechit-te’bîd)49 men‘ ve hapsetmektir.50” .51
2. VAKFIN MENFAATLERİNİN TAHSİS EDİLDİĞİ CİHET BİR HAYIR CİHETİ OLMALIDIR
(VAKIFDA KURBET KASDI BULUNMALIDIR)
İslâm ve Osmanlı hukukundaki vakıf müessessesini, diğer hukuk sistemlerindeki benzeri
müesseselerden ayıran en önemli fark, gaye farkıdır. Nitekim İmam Şâfi‘î de “Cahiliye devrinde
mutlak hayır amacıyla yapılan İslâmdaki vakıf müessesesi bilinmiyordu” ifadesiyle bunu anlatmak
istemiştir.52 Vakfın meşrû’iyetinde yatan asıl sebep, kulun devamlı sadaka demek olan vakıfla,
hayır cihetlerine tasaddukda bulunarak Allah’a yaklaşması gayesidir. İşte bu sebeple, İslâm
hukukçuları vakfın gayesinin kurbet olmasını yani sevap ve ibadet olan bir fiile vesile olmasını
şart koşmuşlardır.53 Ancak fiilî tatbikat, bu şartın daha da elastiki hale getirilmesini icbar etmiş
ve İslâm hukukçularını bu konuda tartışmalara sevk etmiştir. Biz önce diğer mezheplerin
konuyla ilgili görüşlerini özetleyecek, arkasından konuyla ilgili geniş izahlarımızı Hanefî ve
Osmanlı tatbikatı ile alakalı kısımda verecek, son olarak da konuyu yakından ilgilendiren
zimmîler diğer bir ifadeyle azınlıkların vakıflarını tetkik edeceğiz.
2.1 Diğer Mezheplere Göre Kurbet Şartı
2.1.1 Şâfi‘îler
Şâfi‘î hukukçulara göre, vakfın amacında şu iki esasın göz önüne alınması gerekir: Vakıf
mutlaka bir hayırlı işe veya İslâm’ın gayr-i meşru ve çirkin görmediği, örfen iyi kabul edilen
bir cihete tahsis edilmesi gerekir. Açıkça kurbet kasdı yani ibadet vasfı görülmese de, Allah’a
isyan vasfının mutlaka bulunmaması icabeder. Zira vakıf Allah’a ibadettir, mahiyeti itibariyle
masiyete ters düşer. Buna göre hırsızlara, içki içenlere, dinsizlere, bizimle harp halinde olan
insanlara, dininden dönenlere ve benzeri durumda olanlara yapılan vakıflar bâtıldır.54
%XND\ÜW°PHU+LOPLWDUDIÜQGDQ]LNUHGLOPL\RUEN]AEPVK
°PHU+LOPLEXND\GÜGD]LNUHWPL\RUEN]D\QÜ\HU
$OL+D\GDUKDNOÜRODUDNYHIÜNÜKNLWDSODUÜQGDNLDVOÜQDX\DUDNEXQDoYHPHQIDDWOHULQLWDVDGGXN\DKXWGLOHGLðLQHVDUIHWPHNWLUpFÖPOHVLQL
HNOHPLíWLUEN]76PGñEQL1ÖFH\P(O%DKU%D]ÜKXNXNÁXODULVHoPHQIDDWOHULQLIDNLUOHUHYH\DEDíNDKD\ÜU\ROODUÜQDYÖ
FÕKXELUUHVDUIHWPHNWLUpLIDGHVLQLWHUFLKHWPLíOHUGLUNLEXGDKDíXPÖOOÖGÖU%N].DGUL3DíD.DQXQÖO$GOPG)HW¼Y¼\Ü+LQGL\H
0DUGLQ$(
°PHU+LOPL$(P$OL+D\GDU76PG%HUNL$+9DNÜIODU,0DUGLQ$(1DPÜN%H\(YNDILOH$ODNDOÜ%LU5LVDOH
'HUVDDGHWVK
ìDILmÈ(O¶PP
(EX=HKUDYG(O.ÖEH\VÈ,(OPDOÜñ$PG,,$OL+D\GDU76PG°PHU+LOPL$(P
ìLU¼]L,ìLUEÈQL(O.XEH\VÈ,(EX=HKUD
_ 30 _
Zimmîler yani Yahudi ve Hristiyanların yaptıkları veya bunlara yapılan vakıflar hakkında
Şâfi‘îlerin genel kâidesi şudur: Önemli olan, vakfın menfaatleri kendisine tahsis edilen
cihetin, vâkıfın inancına göre değil, İslâma göre masiyet olmamasıdır. Buna göre, zımmîlerin
mescide, cihad için kurulmuş olan avârız akçesi sandıklarına vakıf yapmaları câizdir.55 Ayrıca
ister Müslüman, ister zimmî tarafından, Yahudi ve Hristiyan fakirlere yapılan vakıflar da sahihdir.
Ancak yine vâkıf Müslüman da olsa, zimmî de olsa, kiliselere, havralara, bunların her çeşit
ihtiyaçlarına, Tevrat, İncil gibi diğer mukaddes kitaplara yapılan vakıflar geçersizdir. Zira
bunlar İslâma göre masiyet sayılırlar.56
Yukarıdaki izaha göre, Şâfi‘îler, vakıftan yararlanacak olanların, mutlaka fakirler olmasını
şart koşmamaktadırlar. Önemli olan vakfın amacının ma’siyet olmaması olduğuna göre,
zenginlere de vakıf yapılabilir.57
2.1.2 Hanbelîler
Hanbelîlerin görüşleri hemen hemen Şâfi‘îlerinkinden farksızdır. Bunlar da vâkıfın
itikadına değil, vakfın konusunun ve vakıf yapılan cihetin, İslâma göre hayırlı bir iş veya
masiyet olmayan bir fiil olmasına önem vermişlerdir. Buna göre vâkıf; çocuklarına, hısımlarına,
mescitlere, köprülere, her çeşit ilim kitaplarına, çeşmelere, kabirlere, yollara, zimmîlere vakıf
yapabilir. Zımmîler de mescidlere vakıfda bulunabilir. Zenginlere yapılan vakıflar da câizdir.
Ancak İslâma göre masiyet kabul edilen kiliselere, havralara, diğer mukaddes kitaplara ve
benzeri şeylere vakıf yapılamaz.58
2.1.3 Mâlikîler
Mâlikîler, vakfın gayesinin kurbet yani sevap ve ibadet olan bir iş olmasını şart
koşmaktadırlar. Bunlara göre en önemli şart, vakfın gelirlerinin tahsis edileceği cihetin masiyet
yani İslâmda yasak (haram) edilmiş bir fiil olmamasıdır. Bir fiilin masiyet olup olmamasında kriter
ise, vâkıfın itikat ve inancıdır. Buna göre, yol, köprü gibi kamu hizmetlerine, evlada, akrabaya,
zengin de olsa bütün insanlara, gayr-i müslimlere ve benzeri masiyet olmayan herşeye vakıf
yapılabilir. Ancak kilise ve havralara vakıf yapılması meselesinde iki görüş mevcuttur. Bir kısım
hukukçular kiliselere yapılan (zimmiler tarafından) vakıfların da câiz olacağını ileri sürmüşlerse
de, kilisenin kendisine değil, tamir ve ihtiyaçlarına yapılan vakıfların câiz olacağını kabul eden
çoğunluk tarafından tenkit edilmişlerdir.59
2.2 Hanefî Mezhebi ve Osmanlı Tatbikatı
Hanefî hukukçular, vakıfta kurbet şartının koşulmasında, diğer hukukçulara göre daha
titiz davranmışlardır. Netice itibari ile de olsa, vakfın mutlaka sadaka olabilecek bir cihete
yapılmasını ve vakfın gelirlerinin sevap ve ibadet olan fiillere tahsis edilmesini şart koşmuşlardır.
Hatta bu yüzdendir ki, kurbet şartının gerçekleşmesi için, ister zımnen (Ebu Yusuf gibi), ister
(EX=HKUD
ìLUELQÈ(O.ÖEH\VÈ,
ìLUD]L,
ñEQL.XGDPH(O.ÖEH\VL
'ÖVÕNL(O+LUDíÈ'HUGLU$OLí(O.ÖEH\VÈ,ìDnEDQ(O*DQGXU(EX=HKUD
_ 31 _
sarahaten (İmam Muhammed gibi) bir masraf-ı müebbed yani vakfın gelirlerinin devamlı
olarak sarfedilebileceği bir yer, diğer bir tabirle fakirler ve benzeri ünvanların zikredilmesini
gerekli görmüşlerdir.60
İşte, bu kurbet şartındaki titizliklerinden dolayı, Hanefî hukukçular, vakfın ciheti olacak
şeylerin en azından küllî bir vasıfla (fakirler ve ilim talebeleri gibi) tayinini şart koşmuşlardır.
Yine bu şarttan dolayı, nefse, evlada ve zenginlere yapılacak vakfın meşrûiyetini tartışmışlardır.
Buna da döneceğiz.
Hanefî ve Osmanlı hukukçularının geldiği nokta şudur: Vakfın hikmeti ve gayesi
“ibadullah=Allah’ın kullarının” intifâ‘ıdır. Ancak Allah’ın kullarının intifâ‘ı iki şekilde olur:
Birincisi; vakfedilen malların ayn’ından veya gelirinden doğrudan doğruya intifâ‘dır. Mescidin,
medresenin ve yolun ayn’ından Allah’ın kulları bizzat intifâ‘ ettiği gibi, bir arazinin, bağın, bir
dükkanın gelirinden de bizzat intifâ‘ ederler. Öyleyse bunların vakfı sahih ve lazımdır. İkincisi,
ise, vakfedilen mallardan Allah’ın kulları dolaylı olarak intifâ‘ etmektedir. Mesela bir mescide,
bir kabristana vakfedilen araziden direkt değil, ancak endirekt olarak yani mescid ve kabristan
yoluyla intifâ‘ edebilmektedirler. Bir mescid vakfında mevkufunaleyh Allah’ın kullarıdır. Bir
mescide arazi vakfında ise, mevkufun-aleyh mesciddir.
İşte Allah’ın kullarından başka şeyler yani mescid, medrese, çeşme ve saire mevkufunaleyh
olabilir mi? sorusuna İmam-ı A’zam örfü kriter alarak cevap vermiştir. Örfün gerçekleşmesini
umumî ihtiyaç alameti saymış, umumî ihtiyacı ise Allah’ın kullarının endirekt de olsa intifâ‘ı
olarak kabul etmiştir. Allah’ın kullarının intifâ‘ı ise, netice itibariyle kurbet şartının tahakkuku
demektir. İslâm’ın başlangıcından beri, mescitler; namaz, va’z, nasihat, eğitim, öğretim,
meşveret, yargı meclisi ve saire maksatlar için ibâdullahın intifâ‘ vasıtası olduğundan,
mescitlerin de mevkufunaleyh olabileceğini örfe dayanan istihsan delili ile kabul eden İmam-ı
A’zam; mektep, medrese, tekye, kütüphane, yol, köprü, su yolu, çeşme, hastahane, imaret,
kışla, karakol, misafirhane ve emsali gibi İslâmiyetin teşvik ettiği şeylerin de mevkufunaleyh
olmasını örfün teyidine bağlamıştır.61 Şayet Elmalı’nın yaptığı gibi “Allah’ın kulları” demek olan
“ibâdullah” tabirini insanlar olarak kabul edersek, hayvanların da “mevkufunaleyh” olmasının
örf yoluyla bu kaideye tabi tutularak câiz görüldüğünü söyleyebilirız.62
Bu izahlardan Fâtih’lerin, Selim’lerin ve Kanuni’lerin hastahanelere, medreselere, camilere
ve benzeri yerlere yaptıkları vakıfların meşrûiyeti, Hanefî mezhebi açısından da anlaşılmış
olduğu kanaatindeyiz. Yine yapılan izahlardan anlaşılıyor ki, Osmanlı vakıflarının gayesi,
millete ait malların heder edilmesi ile milletin iktisadî hayatını felce uğratmak değil, belki o
mallardan Allah’ın kullarının ebedî ve güzel bir şekilde yararlanmasını temin etmektir. Eğer bazı
dönemlerde ve bugün vakıflarda, iktisadî bir buhran varsa, bunun menşeini başka şeylerde
aramak gerekir. İsrafın asıl mahiyeti, Allah’ın kullarına bir şeyin menfaatinin sarf edilmemesidir.
Bu sebeple İslâm hukukçuları, mescitlerde ve sokaklarda fazla kandil yakan mütevellileri,
bunların kıymetlerini tazminle sorumlu tutmuşlardır.63
(OPDOÜø$(O.ÖEH\VÈ,(EX=HKUD
%XHQWHUDVDQL]DKLÁLQEN](OPDOÜñ$6HUDKVÈìHUKXV6L\HULO.HELUñEQL1ÖFH\P(O%DKU.DGUL3DíD
.DQXQÖO$GOPG
(OPDOÜø$
(OPDOÜø$
_ 32 _
Ayrıca burada dikkat edeceğimiz bir esas daha vardır. O da, yapacağımız vakfın lükse
ve süse hizmet etmemesidir. İhtiyacı giderilen bir hastahaneye bir başka vakıf yapmak, bu
kabildendir ve sahih değildir. Vakıf akdi ihtiyaç olan şeylerin temininde kullanılmalıdır.64
Kurbet kasdının ölçüsü nedir?
Vakıfda kurbet kasdının ölçüsü, Hanefîlere göre, diğerlerinden farklıdır. Bunlar, vakfın
yapıldığı cihetin, hem İslâmiyet nazarında hem de vâkıfın itikadında kurbet yani sevap ve
ibadet kabilinden bir fiil olmasını şart koşmaktadırlar. İslâmiyet nazarında kurbetin “Allah’ın
kullarının intifâı” şeklinde yorumlandığını biraz önce gördük. Bu sebeple de, vâkıfın dinine
bakılmaksızın, hastahaneler, medreseler, hangi milletten olursa olsun bütün fakirlere yapılan
vakıfların câiz; hırsızlar, yol kesiciler, anarşitler ve benzeri yerlere yapılan vakıfların ise bâtıl
olduğunu hemen anlayabiliriz. Yani hem haddizatında hem de vâkıfın itikadında sevap ve
ibadet olan her şeye vakıf yapılabilecek; haddizâtında sevap ve ibâdet olduğu halde, vâkıfın
itikadında sevap olmayan veya aksi hallerde ise yapılamayacaktır.65 Mesela, Müslümanın bir
mescide yaptığı vakıf sahih olduğu halde, gayr-ı müslimin mescide yaptığı vakıf sahih kabul
edilmeyecektir.66
Bu görüş İmameyne aittir. İmam-ı A’zam ise, imameyn gibi düşündüğü bazı hukukçularca
ifade edilse de, vasiyette sadece vasiyetçinin itikadına önem verdiğine göre, bu konuda da
aynı kanaatte olacağı sanılmaktadır.67
Osmanlı tatbikatında İmameynin görüşü kabul edilmiş bulunmaktadır. Osmanlı
hukukçularının eserleri bunu gösterdiği gibi68, fiilî uygulama da bunu teyit etmektedir.69 Şunu
ifade edelim ki, Osmanlı tatbikatında, önceleri çok sıkı kurbet kasdını arama şartı, İbn-i Kemal’in
vakfın tarifine “veya vâkıfın istediği yere sarfetmesi” kaydını ilave eylemesi ile70 gevşemiş ve
zengin de olsa neticede fakirlere tahsis edilmek şartıyla, her insanın intifâ‘ı mümkün ve ihtiyaç
olan her şeyin mevkufunaleyh olabileceği kabul edilmiştir. Hatta bazı hukukçulara göre, vâkıfın
itikadı açısından kurbet olma şeklindeki bir görüş de Osmanlı teâmülünden çıkarılabilir.71
2.3 Zimmî (Azınlık) ve Müste’men Vakıfları
Günümüz hukukunda azınlık vakıfları ve cemaat vakıfları diye bilinen müessese, İslâm
hukukunda farklı bir şekilde düzenlenmiştir. Bu sebeple konuya başlamadan önce, zimmî ve
müste’meni tarif etmek gerekmektedir.
İslâm hukuku, insanları inançlarına göre taksime tabi tutmaktadır. Vatandaşları, Müslüman
0DUGLQ$(
(O+DVV¼IñEQL1ÖFH\P(O%DKUñEQÖO+ÖPDPñEQL$ELGLQ°PHU+LOPL$(P$OL+D\GDU76PG
.DGUL3DíD.DQXQÖO$GOPG7UDEOXVLYG
ñEQL1ÖFH\P(O%DKU7UDEOXVLYG
(OPDOÜñ$.DGUL3DíD.DQXQÖO$GOPG
$OL+D\GDU76PGYG°PHU+LOPL$(P.DGUL3DíD.$PG
'ÖUUÈ]DGH0HKPHW$ULI(IHQGL,
ñEQL$ELGLQ5HGGÖO0XKWDU
(OPDOÜñ$0DUGLQ$(
_ 33 _
ve gayr-i müslim diye ikiye ayırmaktadır. Gayr-i müslimler ise, mukaddes bir kitap sahibi
olanlar, mecusiler, tabiatperestler ve ateistlerdir.72 Ayrıca İslâm hukukunda, ülkeler, darül-İslâm
ve darül-harp diye ikiye taksim edilmektedir.73 Hanbelî, Şâfi‘î, Zâhirî ve Ca‘ferî hukukçulara
göre, ehl-i kitap denilen Yahudi ve Hiristiyanlarla bir kısım mecusilerin, yapacakları antlaşma
ile darül-İslâm vatandaşı olmaları mümkündür. Bu takdirde bunlara zimmî adı verilecektir.74
Şî‘adan Zeydîler, Mâlikîler ve Evzaî’ye göre, gayr-i müslimlerın hepsi de zimmîlik sıfatını
kazanabilirler.75 Hanefîlere göre ise, putperestlerin dışındaki herkes zimmî olabilir ve darülİslâmda vatandaş olarak ikamet edebilir.76
Zimmî olmayan gayr-i müslimlerden vizeli ve pasaportlu olarak muvakkat bir zaman
için darül-İslâmda ikamet edenlere müste’men denilir.77 İşte İslâm hukukunda azınlık
vakıfları deyince zimmî vakıfları akla gelmelidir. İslâm hukukunda vakfeden açısından bir
problem yoktur. Vakfeden gayr-i müslim, müslim ve müste’men de olabilir78 Asıl önemli olan
mevkufunaleyh olma ve kurbet kasdı açısından yapılan ayırımdır. Her ikisini de inceleyelim.
Müste’menin darül-İslâm’dayken yaptığı vakıflar sahih kabul edildiği halde, müste’mene
yapılan vakıflar sahih kabul edilmemektedir. Yani vakıfdan yararlanacak olan şahıs
(mevkufunaleyhin), yabancı olmaması gerekir. İster zimmî, ister Müslüman, yabancıya yapılan
vakıflar geçersizdir79 Bu konuda tek istisnaî görüş, Şâfi‘îlere aittir. Bunlar, darül-İslâmdaki
müste’menlere vakıf yapılabileceğini kabul etmektedirler80
Zimmîlerin yaptıkları vakıflara gelince, bu konuda diğer mezheplerin görüşlerini daha
önce belirtmiştik. Özetleyecek olursak, Şâfi‘îler ve Hanbelîlere göre, İslâmî açıdan masiyet
olmamak şartıyla her çeşit vakıfları sahihdir. Şî‘a ise, vâkıfın itikadına göre masiyet olmama şartını
koşmaktadır. Mâlikîler de, masiyet olmama şartı konusunda, Şâfi‘î ve Hanbelîler gibi düşünmekte
iseler de, bazı Mâlikî hukukçular, kriterin vâkıfın itikadı olduğunu açıklamaktadırlar. Buna göre,
Kâdî Iyaz gibi bazı Mâlikîler ve Şî‘a-i İmâmiyyenin dışında, diğer mezhepler de kilise, havra, Tevrat
ve İncile yapılan vakıfları muteber saymamaktadırlar81
Hanefîlere gelince; bunlarda ölçü, vakfın, hem vâkıfın itikadı hem de İslâm hukuku
açısından sevap ve ibadet (kurbet) olan bir şeye tahsis edilmesidir. Bu ölçüye göre, BeytülMakdis’e, zimmî fakirlere ve benzeri hayır cihetlerine, Müslümanın da zimmînin de vakıf yapması
câizdir. Zira bunlar her iki açıdan da hayır sayılırlar.82 Hâlbuki zimmînin mescide ve hem zimmînin
=H\GDQ$EGÖONHULPAhkâmüz-Zimmiyyîn Vel-Müste’menin%DðGDGVK
6HUDKVÈùHUKXV6L\HULO.HELU=H\GDQ, Ahkâm, YG
=H\GDQ, Ahkâm, =H\GDQ, Ahkâm, .¼V¼QLñEQÖO+ÖPDP=H\GDQAhkâm
.¼V¼QÈ=H\GDQ, Ahkâm, YG
$OL+D\GDUTSPG.DGUL3DíDKanunül-AdlPG
$OL+D\GDUTSPG=H\GDQ, Ahkâm, ìLUELQL=H\GDQ, Ahkâm, .DGUL3DíDKanunül-AdlPG
'HUGÈUñEQÖQ1HFFDUMüntehâ=H\GDQ, Ahkâm, ñEQL.XGDPH
(O+DVV¼IñEQÖO+ÖPDP$OL+D\GDUTSPGYG7UDEOXVLYG.DGUL3DíDKanunül-Adl
PG
_ 34 _
hem de Müslümanın kiliselere, havralara, bunların tamir ve inşasına, İncil ve Tevrat’a yaptıkları
vakıflar geçersizdir. Şayet bir zimmî, bir mescide veya kiliseye bir şey vakfeder, sonunda
gelirini fakirlere veya başka hayır cihetlerine tahsis ederse, vakıf sahih; ancak kilise ve mescide
sarf etme şartı geçersiz olur.83 Bu konuda tek istisnanın Ebu Hanife’ye izafe edilen bir görüş
olduğunu ve Ebu Hanife’nin vasiyet gibi vakıfda da vâkıfın itikadını esas alarak, zimmînin kilise ve
benzeri şeylere vakfının câiz olacağını daha önce görmüştük.84
Zimmîlerin vakfiyelerinde koştukları şartlar da, zikrettiğimiz esaslar çerçevesinde
Müslümanınki gibi muteberdir. Hatta çocuklarından Müslüman olanı vakfından mahrum
eden bir zimmî vâkıfın bu şartının bile geçerli olacağını, bazı itirazlara rağmen85, kabul edenler
olmuştur.86
Osmanlı tatbikatında ise, İmameyn’in görüşünün aynen tercih edildiğini görüyoruz.
Vakfiyyelerdeki “mezkûr meblağ işletilerek geliri. .. kilisenin fakirlerinin yiyeceğine; mümkün
olmazsa Hristiyan fakirlere meşrûta ola...” ve benzeri ifadeler87 bunu gösterdiği gibi, fetvâlar
da aynı esası tekrarlamaktadır.88 Beytül-Makdis’e yapılan vakıflar ise tamamen muteber
addedilmiştir. Zira bizce de kurbet sayılmaktadır.89 Kilise fakirlerine yapılan vakıfları “kefere
vakfı tutulmaz” diye mülklerine geçirmek isteyen fırsatçılara karşı çıkarılan fermanlarda,
İmameynin görüşünün ifadesi olan şu sözleri okuyoruz: “..zimmî tâifesi kendi âyinleri üzere
kiliseleri fukarasına ve patriğe her ne vasiyet ve vakfederlerse makbul olup...hilaf-ı şer‘-i şerif
yedlerinde olan fetvây-ı şerife ve berât-ı âlîşanıma muhalefet olunmaya”.90
Gördüğümüz kadarıyla kiliselere ve havralara yapılan vakıflar için, Hristiyan fakirlere ve
fakir din adamlarına vakıf yapma yolu benimsemiştir. Yoksa direkt manastır ve kiliselere vakıf
yapılamayacağı, uygulamada da kabul edilmiştir. Konu birbirinden ayrılmalıdır. Aksi takdirde
karışıklıklara yol açacaktır.91 Zimmîlerin dinimizce hayır sayılan hastahane, çeşme ve benzeri
vakıfları ise, kesin câiz sayılmıştır.92 Mısır Vakıflar Kanunu (1946 tarihli ve 48 sayılı) ve Irak Vakıflar
Kanunu da bu konuda, Hanefî mezhebinin esaslarını benimsemişlerdir.93
ñEQL1ÖFH\PEl-Bahr(O+DVV¼IñEQÖO+ÖPDP=H\GDQ, Ahkâm, ñEQÖO+ÖPDP6HQKXUL0XKDPPHG)HUHFŽǦƒ˜Ÿ‹òŽǦ—Š–Ÿ”ƒ‹ǯ‡ŽǦǍŠŠ‹ŽǦøVOâmL.DKLUHFVK
(O.XEH\VÈ,
7UDEOXVLñEQÖO+ÖPDP
'ÖUUL]DGH$ULI(IHQGL,
=H\GL ]LPPL ELU NLOLVHQLQ UDKLSOHULQH ED]Ü HPO¼NLQL YDNÜI YH WHVFLOGHQ VRQUD IHYW ROÜFDN YHUHVH NDEXO HWPHPHðH NDGLU ROXUODU PÜ"
(O&HYDS7DPDPVÜKKDWÖ]HULQHWHVFLOLíHUnLROGXLVHROPD]ODU.LOLVH\HLVHROXUODU(EÖVVXXGpFetâvâ9UN%oU¼KLSOHU
FHPLDQIDNLUOHULVHRQODUDYDNÜIVDKLKGLUñQFLORNXPDNíDUWÜODðÜYGÕU(ðHUIDNLUGHðLOOHUVHVDKLKGHðLOGLU7HVFLOGDKLQ¼PHíUXGXU9H
UHVHVLNÜVPHWHGHUOHU(EÖVVXXG9UN%0HQWHíL]DGH,
VGM'HIWHU1R6ÜUD1R\HQLKDUIOH
.DUDNRÁKülliyat'RV\D1R(UPHQLOHU7DUDIÜQGDQ.LOLVH9H0DQDVWÜUODUÜQD9DNIHGLOHQ(PO¼N9H(í\DODUÜQD%DGnHO9H
IDW9HUHVH7DUDIÜQGDQ0ÖGDKDOH(GLOPHPHVL+DNNÜQGD)HUPDQÜ$OL+
%HQ]HUL\DQOÜíOÜNODULÁLQEN].DUDNRÁKülliyât'RV\D1R
=LPPLYDNÜIODUÜNRQXVXQGDEN]*ÖQHUL+DVDQ$]ÜQOÜN9DNÜIODUÜQÜQñQFHOHQPHVLVD6\;VK%HUNL$+ǡƒÇϔŽƒ”ǡ,,$QNDUD
VKYG=H\GDQ, Ahkâm, ǕǔƒÇϔlar KanunuPG=H\GDQ, Ahkâm, (EX=HKUD
_ 35 _
3. İMAM ŞÂFİ’Î’NİN GÖRÜŞÜ VE BAZI PEYGAMBERLERE İSNAD EDİLEN VAKIFLAR
Bazı hukuk sistemlerinde mevcut olan vakıf tarzındaki müesseselere girmeden önce, bu
konuda tartışmalara sebep olmuş bir görüşten bahsetmek istiyorum. Şâfi‘î mezhebinin kurucusu
olan İmam Muhammed b. İdris eş-Şafi‘î’nin İslâmdan önce vakıf müessesesinin bilinmediğine
dâir bir sözü nakledilmektedir. İmam Şafiî’ye ait bu görüşün yanlış nakledildiği kanaatindeyiz.
Zira İmam Şafi‘î’nin asıl ifadesi şudur ve yerinde bir tesbittir: “Bildiğim kadarıyla cahiliye devri
insanları kurbet kasdıyla vakıf yapmamışlardır. Bu ma’nada vakıf Müslümanlarla başlamıştır”.94
Gerçekten her ne kadar İslâmiyet’ten önce bazı milletlerde bu müesseseye rastlanıyorsa
da, hükmî şahsiyeti hâiz ve ebedî bir şekilde hayır ve sevap amacıyla yapılan vakıflar
İslâmiyet’le ortaya çıkmıştır.95 Ancak vakfa benzer müesseselere İslâmiyet’ten önce de
rastlamak mümkündür. Dinleri ve inançları ayrı da olsa, bütün milletler vakıf manasını taşıyan
bazı tasarrufları bilmektedirler. Zira bütün milletler bizce bâtıl da olsa bir din sahibidirler. Her
dinin bir mabedi ve her mabedin de giderlerini karşılayan bazı malları mevcuttur. İslâmdaki
vakıf ile aralarındaki en önemli fark gayededir.96
Eski peygamberlere isnad edilen vakıflardan da burada kısaca bahsetmek istiyorum.
İslâmdan önce Arabistan’da bilinen ilk vakıf manasında mal “Ka‘be-i Muazzama”dır. Zira Hz.
İbrahim’in Ka’be’yi ilahî vahiyle insanlara mabed olarak yaptığını Kur’an da beyan etmektedir.
Ka’be-i Muazzamanın, İslâmî manada vakfın ilk örneği sayılsa da dünyada ilk vakıf eseri kabul
edilmesi mümkün değildir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de dünyadaki ilk mescidin yani İslâmî
manada ilk vakfın Mescid-i Haram=Ka’be olduğunu açıklamıştır. Gerçekten İslâmdaki vakıf
manasını kendisinde bulunduran ilk eserin Ka’be olduğu açıktır. Ancak ilk vakıf eser değildir.97
Defter-i Hâkânîlerde yani Osmanlı Devleti’nin Tapu Tahrir Defterlerinde kayıtlarına
rastlanan ve bazı peygamberlerin isimleriyle anılan vakıflara gelince; önce adı geçen
peygamberlerin bazılarını zikredelim: Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Yahya ve Hz. Zekeriyâ.
Bunlar İslâmiyet’ten asırlar önce yaşamış Peygamberlerdir. Ancak mevcut vakfiyye
kayıtlarından da anlaşılacağı gibi, bu vakıflar adı geçen peygamberler tarafından
kurulmamışlardır. Kendilerinden asırlar sonra gelen hayır sahipleri tarafından bunların
makamlarına ve türbelerine harcanmak üzere vakıf yapılmıştır. Sultan Barsbay’a (668 Hicrî
tarihli belgeye göre) ait olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber, Nebi Musa vakfına ait
kayıtlar da, Tapu Tahrir Defterlerinde yer almaktadır. Hz. İbrahim’e ait vakıflar ise, HalilürRahman Evkafı diye meşhurdur.98
ìDILÈ0XKDPPHGEñGULVEl-Ümm%H\UXW.LWDEÖíìDnEFVK
0DUGLQ$(%HUNL$+ñVO¼PGD9DNÜI6DKLK9H*D\UÜ6DKLK1HYLOHUL$¶ñ)'F9,O6\,O9VK6HYLJ9DVIL5DíLG5RPDQÜQ
+XVXVL+XNXNXQXQ(VDVODUÜ$QNDUDVK.ÐSUÖOÖ%7DULKGH 9DNÜIODU°PHU+LOPL$KN¼PÖO(YNDIñVWDQEXOVK
(O.ÖEH\VÈ,%HUNL$+9DNÜIODU,'LSQRW
°PHU+LOPL$((O.ÖEH\VÈ,.XUnDQ$OLñPUDQ.XUWXEÈ0XKDPPHGE$KPHG(O&¼PLn/L$KN¼PLO.XUnDQ%H\UXWF
VKYG0ÖVDNNDI¼W9H0ÖVWHJÜOO¼WÜ0HYNÕIH+DNNÜQGD9HUJL9H$UD]L0HFPXDVÜ6HQH6\VK
.RQXLOHLOJLOLRODUDNEN]ñSíLUOL0HKPHW(W7HPÈPL0XKDPPHG'DYXG(YNDI9H(PO¼NÖO0ÖVOLPLQ)È)LOLVWLQñVWDQEXOVK)
%2$7DSX7DKULU'HIWHUL1R(YNDIÜ*D]]H1RñEUDKLP+DOLOKDUHPLQH\DSÜODQYDNÜI(YNDIÜ.XGÖV1R+D]
0XVD<XQXV9H/XWWÖUEHOHULQHDLWYDNÜIODU1R1HEL0XVD9DNIÜ1R+DOLOÖU5DKPDQ9DNIÜ.Uí.ÐSUÖOÖ)ñVO¼P9H
7ÖUN6XOWDQ%D\EDUVnDñVQDG(GOLOHQ%LU9DNIL\\H°PHU+LOPL$(%HUNL$+9DNÜIODU,
_ 36 _
4. DİĞER HUKUK SİSTEMLERİNDE VAKFA BENZEYEN HUKUKÎ MÜESSESELER
Tarih boyu dinsiz yaşayan bir millet hemen hemen yok gibidir. Bâtıl da olsa bir dine
mensup olan insanlar, kendi dinlerine ait ibadetleri icra edecekleri bir mabede her zaman
sahip olmuşlardır. Bu gerçek, her millette, anladığımız manada olmasa bile, mabedlere tahsis
edilen mallar şeklinde vakıf müessesesinin olduğunu göstermektedir.99
Ayrıca bir şahsın kendi öz malvarlığının tamamını veya bir kısmını hemcinslerinin belli
ihtiyaçlarına yahut onların yardımlarına tahsis etmesi, insanlığın yaratılışında mevcut olan
bir silinmez duygudur. Günümüz hukuk sistemlerindeki vakıf ve yardım kurumları da bunun
şahididir. Biz burada eski ve yeni bazı hukuk sistemlerinde vakfa benzeyen müesseseleri çok
kısa olarak inceleyeceğiz. Ancak batıda vakfın yardım amacını güden kısmının pek alışılmış
bir şey olmadığını, daha ziyade mukaddes yerlere yapılan vakıfların bulunduğunu belirtmek
istiyoruz. İlk bu manada vakfın Alman Medenî Kanununda zikredildiğini bazı hukuk otoriteleri
haklı olarak belirtmektedirler.100
1. Babil hukukunda, vakfa benzeyen bazı mâlî tasarruflar mevcuttur. İntifâ‘ hakkı da denen
vakıf benzeri bir tasarrufun kısaca mahiyeti şöyledir: Kral, arazisinin intifâ‘ hakkını bazı kamu
görevlilerine bağışlar. İntifâ‘ hakkı sâhibi, arazinin mülkiyet hakkına sahip değildir. Hammurabi
Kanunu bu intifâ‘ hakkının mirasçılara intikal edebileceğini ve bazı şartlarla kayıtlanabileceğini
belirtmektedir. Bu daha ziyade tahsîsât kabilinden olan vakfa benzeyen bir tasarrufdur.101
2. Eski Mısır hukukunda da vakıf fikri mevcut idi. İlahlara, ma‘bedlere ve kabirlere bazı
tahsisler yapılmaktaydı. Bu çeşit tahsislere insanları sevkeden sebep, ilahlara yakınlaşmak
ve hayır işlemek gayesiydi. IV. aile zamanında bazı kâhinlere bir gayrimenkul vakfedildiğini
gösteren bir belge, Mısır Müzesinde 72 nolu kayıtta bulunmaktadır (Fihrist No: 8432). Mısırlılar,
evlatlık (zürrî=ehlî) vakıfları da bilmekte, aileye ve çocuklara vakıflar yapmış bulunmaktadırlar.
Vakfın idaresi demek olan tevliyeti de genellikle en büyük erkek çocuğa tevcih etmişlerdir. V.
aileye ait bir vesikadan vakfa müessese dedikleri anlaşılmakta ve bu kavram vakfın eş anlamlısı
olacak şekilde tanımlanmaktadır.102
3. Eski Yunan hukukunda site denilen korporasyonlar lehine yapılan bağış ve vasiyetler
bir vakıf görünümündedirler. Bağış ve vasiyetler, tahsis amacına göre kullanılmaktadır. Vakıf
hükmî şahsiyetinin fonksiyonu ayrı bir hukukî tasarrufla değil, böylece dolambaçlı yoldan ifa
edilmektedir. Bu tarz mu‘âme-lelere “donatio sub modo” dendiğini görüyoruz.103
4. Roma hukukunda vakıf müessesesi ilkel bir özellik arzeder. Amacını, sürekli ve kesintisiz
gerçekleştirecek bir vakıf müessesesine ilk dönemlerde hiç rastlanmaz. Sadece eski Yunan
hukukunda olduğu gibi, vasiyet ve bağışlama tasarrufları vakıf yerine kullanıla-gelmiştir.
Kısaca ilk dönemde vakıf hukuku gelişmemiştir. Hiristiyanlığın yayılması ve Roma’nın resmî
dini olarak kabulünden sonra vakıf hukuku gelişmeye başlamıştır.104
Daha sonra gelişen vakıf ise kiliselere, manastırlara ve fakirlerin korunması amacını
(O.ÖEH\VÈ,%HUNL$+9DNÜIODU,(EX=HKUDYG
0DUGLQ$(.ÐSUÖOÖ%7DULKWH9DNÜIODU
7HUP¼QÈQÈ$EGÖVVHODP(O9DVLW)È7DULKOL.DQXQL9HQ1X]XPLO.DQXQL\H.XYH\WVK+¼íLP(O+¼IÜ]7DULKÖO.D
QXQ%DðGDGVK(O.XEH\VÈ,
ìDKK¼WHìHILN7DULKXO.DQXQLO0ÜVUL\\LO.DGÈPVKYG(O.ÖEH\VÈ,
.ÐSUÖOÖ%7DULKWH9DNÜIODUYHEXUDGD]LNUHGLOHQND\QDNODU
.ÐSUÖOÖ%7DULKWH9DNÜIODU
_ 37 _
taşıyan hayır müesseselerine yapılan tahsisler şeklinde kendini göstermiştir. Roma’lıların bu
tahsis edilen mallara mukaddes eşya=res sacrae ve dinî eşya=res religioaso adını verdikleri
ve bunların üzerinde mülkiyet veya herhangi bir aynı hak te’sisine müsaade etmedikleri
bir gerçektir. Ancak Roma ve Bizans’ta görülen bu tarz tahsisler, İslâm hukukundaki sadece
tahsîsât kabilinden vakıflarla benzerlik arzetmektedirler ve hükmi şahsiyete sahip oldukları da
tartışmalıdır.105
5. Cermen hukukunda amaç ve yapı itibariyle vakfa çok benzeyen bazı tasarruf şekilleri
mevcuttur. Hepsinin esasını şu şekilde açıklayabiliriz: Mâlik, malını belli bir aileye sınırlı bir
süreye veya ailenin inkırazına kadar tahsis eder. Bütün aile yararlanma imkanına sahip olur.
Bazan aile fertlerine veya sadece erkeklere ve daha sonra da kadınlara yararlanma imkânı
tanınır. Tahsis edilen mal satılmaz, bağışlanmaz ve mirasla intikal etmez. Sadece yararlanma
söz konusudur. Kısaca Cermen Hukukundaki bu tarz tasarrufları evlatlık vakıflara benzetmek
mümkündür.106
6. Eski Türklerde vakıf müessesesinin bulunduğunu, yapılan araştırmalar göstermektedir.
Mesela, Uygurlara ait bir vakfiye, Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde bulunmaktadır.107
Sosyal yardım ve dayanışma fikri hayli gelişmiş olan Eski Türk’lerin, kendi dönemlerinin örf
ve adetlerine göre vakfa benzeyen bazı tasarruflarda bulundukları kesindir. Ancak İslâm
hukukundaki mükemmel manada vakfı bunlarda aramak beyhudedir.108
7. Günümüz Fransız hukukunda da daha ziyade evlatlık vakıflara benzeyen bazı tasarruf
şekilleri mevcuttur. Baba, bir gayrimenkulünü hayatı boyunca kendisi yararlanmak ve sonra
da mirasçılarına intikal etmek şartıyla oğluna bağışlayabilmekte veya vasiyet edebilmektedir.
Buna “intikal eden bağışlama” denilir. Bu tarz mu‘âmele bazı şekil şartlarına bağlıdır. Sadece
hısımlar arasında yapılması câizdir. Fransız hukukunda tamamen hayır amaçlı vakıflar da (hayrî
vakıflar) yok değildir. Bunlar, belli bir sermayenin devamlı şekilde genel veya özel bir hayır
işine tahsisidir, şeklinde tanımlamaktadırlar. Ölen şahıs veya ailesi için, Kilisede bir yer inşası
özel amaçlıya, bir hastahane yapımı ise genel amaçlıya misal olarak zikredilebilir. Ayrıca bu
çeşit vakıfların bazı kısımları daha vardır. Vakıflara hükmî şahsiyet tanınmaktadır.109
Son olarak İngiliz ve Amerikan hukukundaki vakfa benzeyen müesseseleri de kısaca
görelim. İngiliz ve Amerikan hukukunda vakfa benzeyen iki hukukî müessese vardır:
(O.XEH\VÈ,(EX7¼OLE6ÕIL+DVDQ%H\QHíìHULDWLOñVO¼PL\\H9HO.DQXQLU5RP¼QÈ.DKLUHVK.ÐSUÖOÖ)9DNÜI0Ö
HVVHVHVLQLQ+XNXNÈ0DKL\HWL9H7DULKL7HN¼PÖOÖ9'6\VK.ÐSUÖOÖ%7DULKWH9DNÜIODU
<HðHQ=ÖKGÖ(O9DNI)LíìHULD9HO.DQXQ%H\UXWVK(O.ÖEH\VÈ,.ÐSUÖOÖ%7DULKWH9DNÜIODU
5XEHQ:%XGLVW9DNÜIODUÜ+DNNÜQGD¡HY7RSUDN0HOLKD¡DðDWD\6DDGHW9'6\,,$QNDUDVK.XQWHU%DNL
7ÖUN9DNÜIODUÜ9H9DNIL\\HOHUL¶]HULQH0ÖFPHO%LU(WÖGñVWDQEXOVK%XUDGDñQFHOHQHQELUYDNIL\\HGHELU%XGD0DQDVWÜ
UÜQDDUD]LYHEDðYDNIROXQPDNWDGÜU
.RQXLOHLOJLOLRODUDN%N]&DIHURðOX$KPHG7ÖUN7H¼PÖO+XNXNXQD*ÐUHñÁWLPDL0X¼YHQHW0ÖHVVHVHVL9'6\,,VKYG%HUNL
$+9DNÜIODUÜQ7DULKL0DKL\HWLñQNLíDIÜ9H7HN¼PÖOÖ&HPL\HW9H)HUWOHUH6DðODGÜðÜ)DLGHOHU9'6\9,ñVWDQEXOVK
ñVO¼PGD9DNÜIOñ)'9,*ÖQHUL+DVDQ7ÖUN0HGHQL.DQXQX$ÁÜVÜQGDQ9DNÜIGD$PDÁ.DYUDPÜ9H$PDFÜQD*ÐUH9DNÜI7ÖUOHUL
$QNDUDVK.ÐSUÖOÖ%7DULKWH9DNÜIODU
(O.ÖEH\VÈ,
_ 38 _
4.1 Charitable Trusts (Charitable Organizations)
Roma Hukuku, daha ziyade vasiyet şeklindeki trustlarla alakalı hükümlşer tanzim etmiştir;
vakıftan ziyade vasiyet kavramı daha doğrudur denilebilir. Vakıf kelimesi belki charitable trusts
karşılığı kullanılabilir. İngiltere’de Haçlı Seferlerinden sonra ve belki de İslam Hukuku örnek
alınarak Trust Hukuku gelişmeye başlamıştır. Batı Medeni Kanunlarında bunun yer alması için
ancak 1900’lü yılları beklemek gerekmektedir.110
Bir malın emin veya vasi denilen bir şahsın zilyetliğine, hak sahibi olan bir başka
şahsın yararlanması için verilmesi diye tanımlanabilir. Vasi, zilyedi bulunduğu maldan
yararlanamamaktadır; belki başka bir şahsın yararlanması için mütevellilik görevini
yapmaktadır. Bunun iki çeşidi vardır: A) Dul ve yetimlerin yararlanması amaçlananlara Trust,
Thrift veya Spead denir. B) Kamuya yönelik hayır amaçlı olanlarına da Charitable Trust adı
verilir. Vasi veya emin, gerçek yahut hükmî şahıslar olabilir. Bu çeşit bir tasarruftan dönmek
mümkündür; süreli de olabilir. Bunların hükmî şahsiyetleri yoktur.111
4.2 Foundation (Te’sis = Müessese)
Bunu, bir malın kamuya yönelik bir amaca hayır amaçlı olarak tahsisi şeklinde tanımlamak
mümkündür. Bu, vakfa daha çok benzemektedir. Amerika’da bu vakıflar ikiye ayrılır: Private
Foundations, genellikle özel şahıslar, aileler ve şirket vakıflarıdırlar. Public Charities (community
foundations), bunlar daha ziyade kamu yararı için kurulan vakıflardır. Hukuki sınırlamalar ve
vergi meselelerinde kamu vakıfları elbetteki daha avantajlıdır. John D. Rockefeller (1839-1937)
ve Andrew Carnegie vakıfları, Amerika’da foundation asrının altın örnekleridirler. Görüldüğü
gibi, bu konuda Amerika ve Batılı Devletler çok yenidirler ve İslam dünyası ile kıyaslanmaları
mümkün değildir.112
Bunlar, hükmî bir şahıs kabul edilir. Bunun da tamamen hayır amaçlı olanları charitable
foundations diye bilinir. Tıpkı günümüz Türk hukukunda olduğu gibi, özel, kamu nitelikli, şirket
tarzında, topluluk ve aile foundation’ları olduğunu görüyoruz. 1969’da Amerika’da 18000
foundation bulunduğunu konu ile ilgili kaynaklardan öğreniyoruz. Konu ile Alakalı hükümler,
The Internal Revenue Code yani Dahilî Gelirler Kanunu tarafından tanzim edilmiştir.113
Üzülerek ifade edelim ki, foundation tarzındaki İslam âlemindeki ilk deneme Türkiye
Cumhuriyetinde olmuştur. Türk Medeni kanunu vakıf tabirini kullanmamış ve onun yerine
Batı’yı takliden tesis tabirini resmen kabul etmiştir. Ancak Müslüman Türk Milleti bu tabire
iltifat göstermemiş ve Yeni Vakıflar Kanunun çıkıncaya kadar tesis adı altında kurulan vakıfların
sayısı çok az sayılarda kalmıştır.
+DQVPDQQ+HQU\0DWWHL8JR0D\o7KH)XQFWLRQVRI7UXVW/DZ$&RPSDUDWLYH/HJDODQG(FRQRPLF$QDO\VLVp3')1HZ
<RUN8QLYHUVLW\/DZ5HYLHZ5HWULHYHG1RYHPEHU'ROOLPRUH-HDQo7KH&KDULWLHV$FW3DUWp3ULYDWH&OLHQW
%XVLQHVV6ZHHW0D[ZHOO(GZDUGV5LFKDUG1LJHO6WRFNZHOO7UXVWVDQG(TXLW\WKHG3HDUVRQ/RQJPDQ
111 (QF\FORSHGLD%ULWDQQLFD9RO/RQGRQ)RXQGDWLRQVK$\UÜFDEN]7UXVWPDGGHVL(O.ÖEH\VÈ,YG
,562YHUYLHZRI7\SHVRI)RXQGDWLRQV
7KH (QF\FORSHGLD$PHULFDQD 9RO;,1HZ\RUN)RXQGDWLRQVVK (QF\FORSHGLD2I5HOLJLRQ $QG(WKLFV 9RO9,
(GLQEXUJVK&RXQFLORQ)RXQGDWLRQV*XLGHWR7D[7UHDWPHQWRI&KDULWLHVSGI
_ 39 _
Gerçekten 1926 yılında Medeni Kanundaki vakıf hükümleri “tesis” adıyla düzenlenmiştir.
Asırlarca vakıf adıyla meşrûiyetini kalplerde ve gönüllerde yerleştiren bu müesseseye “tesis”
adının verilmesi müesseseyi yozlaştırmıştır. Bunu hisseden Türk Kanun Koyucusu 13.7.1967
tarih ve 903 sayılı Kanunla Medeni Kanunun “tesis” le ilgili 73-81 maddelerini tadil etmiş ve
vakıf adını tekrar Medeni Kanun’a yerleştirmiştir. Şunu kabul etmek gerekir ki, Türk Milleti
vakıf kelimesinde, bir mânevî tatmin ve kudsiyet hissetmektedir. Bunun te’siriyledir ki, 19261967 târihleri arasındaki 40 küsur yıllık tesis devresinde kurulan tesislerin sayısı 1967-1977
yılları arasında kurulan vakıf sayısından daha azdır. Tadil edilen yeni maddeler ve sonradan
hazırlanan vakıflar tüzüğü, Türkiye’de mevcut eski vakıflara ve yeni kurulan vakıflara uygun
hükümler ihtiva etmektedir.
Şu anda Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde de, Amerikan kültürünün tesiriyle
foundation tabirinin karşılığı olan müessese terimi kullanılmaya başlanmıştır. Müessesetü Şeyh
Zayed gibi.
_ 40 _
'¶1<$
9$.,)/$5
.21)(5$16,
$ÁÜOÜí
2WXUXPX
2WXUXP%DüNDQ×
3URI'U0XUDWdú=$.d$
.DW×O×PF×ODU
3URI'U/HVWHU6$/$021
Prof. Dr. Üstün ERGÜDER
'U'DYLG/<11
_ 41 _
_ 42 _
1(:)5217,(562)3+,/$17+523<
3URI'U/HVWHU6$/$021
-RKQV+RSNLQV8QLYHUVLW\&HQWHUIRU&LYLO6RFLHW\6WXGLHVr86$
My dear friends; Dr. Ertem and Mr. Deputy Prime Minister it is a great honor for me to be
back in Istanbul, one of my cities. And I have found myself spending a lot of time trying to
understand the one thousand years of history that occur between let’s say when the
Constantinople became the headquarters of the catholic church and the present time. A
period of history that is not covered very well in American history classes. I am sorry to say.
And therefore required me to do a lot of reading and I have been constantly impressed by the
history of this city and the history of this people. My background: obviously I am an American.
But my background in family origins, go back to Central and Eastern Europe. And I come to
you at the end of a 20 year period in which I have been managing a research project that has
looked at the civil society sector for some forty countries. And therefore, I find myself agreeing
very much with Gerry Salole’s comment to you earlier that we are all in danger assuming that
the American model is the only model. And I have to say that I spent much of my academic
career making this point to my American colleagues and friends that we have to get the
blinders of the American experience out of our heads and appreciate what is going on
elsewhere in the world. So it makes me all the more interested and pleased to be able to speak
to you. My message to you this morning is potentially controversial. Because I believe that
there is an enormous revolution underway in the financing of the social purpose activities
around the world. And while. I think that this revolution has enormous opportunities for
foundations, I am also convinced that it poses enormous risks. Particularly, if foundations fail
to come to terms with what is going on in the broader world of social purpose finance? So
what I want to do in the time that I have this morning is to briefly acquaint you with this new
world that I refer to as the new frontiers of philanthropy. What is happening is really I think
quite striking. We are moving in the world of philanthropy globally well beyond grants. Out
grants are the classic vehicles and a classic mechanism that are used by charitable foundations.
But when you think about it, it is a 19th century, maybe a 16th century technology for the use
of financial resources. And the other sectors of our world; the business community and even
the government community have ruled well beyond grants because grants are fairly inefficient.
Once you give them they are gone and they do not come back, they gain little leverage in
generating other sources of revenue. And so we have seen an explosion of different forms of
financial assistance used by the world’s social purpose entities. They include loans, they
include loan guarantees, they include bonds, they involve equity investments, and they utilize
_ 43 _
New Frontiers of Philanthropy
securitization. These are words that are very familiar in the world of finance but they are new
concepts in the world of philanthropy. And what I am basically saying to you is that philanthropy
needs to come to terms with these realities. And what is more, moving beyond bequests, as a
way to form charitable endowments. We have a project called “Philanthrophication through
Privatization” which is tracing the ways in which privatization transactions have led to the
creation of enormous charitable endowments in many many parts of the world. And we have
so far identified over five hundred foundations that come out of this kind of mechanism where
the people’s wealth embodied and stated over prices and transformed into charitable
endowments in the course of privatization. And which is I think an enormously promising way
to build foundations in parts of the world where wealthy individuals do not exist but where
enormous popular people’s assets exist in the form of a state of enterprises. And I would put
Turkey maybe not all the way in that area but Turkey is going through a massive process in
privatization. And I believe that some portion of those assets which are people’s assets, should
be captured for charitable endowments. Beyond that, we are going well beyond foundations
which may be a painful message for all of you in this Conference because it is focused on
foundations. But there is a whole new world of institutions that is forming in the world of
social purpose activities and they are mobilizing and utilizing these new tools of action in
ways that foundations generally are not. Some foundations are, but most are not. And then,
finally, we are moving beyond cash and other forms of assistance. It can take the form of
volunteer work, but we are seeing the emergence of a whole network of broader type
exchanges in the world of philanthropy that trade a whole variety of things: equipment,
technology, information about jobs, a whole set of exchanges are being emerged. And what
all of these new devices represent is the use of leverage in order to achieve charitable purposes.
And the basic notion is this that the resources in foundations and in philanthropy at the end
of the day are very limited compared to the problems that we face in the world. And therefore
if we really want to make a difference in the world of solving these problems, we need to find
ways to leverage the charitable resources the philanthropic resources along with the other
resources in our societies including the resources in private investment in capital for charitable
purposes. So what is going on out there is something that I think it is fair to call philanthropy’s
big bang. You know that with the big bang it is the theory of how the world was created
obviously controversial that there was an explosion and that explosion led to the stars and the
universe. Well, a charity is in the midst a similar big bang. And this is just some of the new
entities that have emerged on the field of charitable activity. And it includes Volkswagen
foundations; one of these conversion foundations, it includes “action” which has become the
financer of micro enterprises and which has become a 65 billion dollar industry across the
world with facilities in much of the developing world financing from main line philanthropic
and financial institutions and to micro enterprises of all sorts. It includes the community
reinvestment fund which appears as a secondary market providing ways to purchase low
income loans and mortgages so as to refinance the mortgage capital. It goes into low income
housing. A whole host of new players that most people are really unfamiliar with. What is
emerging is a… So, there is confusion. Most people do not have a way to sort out these things
or even to realize what they are or even to know they are there. And yet it has become more
_ 44 _
Prof. Dr. Lester SALAMON
obvious, more extensive, more substantial than I think most people realize. So what is
emerging is a new parody, a new model of how to pursue social purpose activities. Traditional
philanthropy; its focus has been on foundations and individuals. That has been the main
actors. The new frontiers of philanthropy has in view a whole host of new investment funds,
loan funds, bond funds, equity funds that are popping up all over the world. Chambering
investment capital into social purpose activities. Traditional philanthropy focuses on operating
income. Getting organizations to have the ability to pay their bills in the course of the year.
The new frontiers are focusing on investment capital; how do you build sustainable enterprises
that can continue to do good over the longer run. The tool of traditional philanthropy has
been grants. What is emerging instead is a whole host of financial instruments. The building
of these complicated capital tranches with different layers of financing with different risk
levels attached to them, including maybe foundation grants at the bottom, but combined
with that equity finance and on top of that debts and loans, so that you create a capacity to
finance a whole variety of complicated enterprises that are producing mortgage for the
bottom of the products, for the bottom of the pyramid. The instrument of philanthropy
traditionally has been non-profits. But the instruments of these new frontiers of philanthropy
are increasingly social ventures. These are enterprises that combine a social purpose with the
ability to generate a profit. Maybe not a large profit, but enough of a profit to return the
capital of the investor and maybe provide one or two percent of return. The old philanthropy
focused on social return which of course is crucial. But the new frontiers are focusing on social
and financial return. They are realizing that the sustain itself in social purpose activity needs
to find a way to generate a revenue stream. The old philanthropy focused on very limited
leverage; grants. Grants have actually no leverage unless you are very clever. The money is
given, it is gone. The new frontiers of philanthropy are focusing on expanded leverage. And
then finally, traditional philanthropy has been happy with output focuses, how many children
were fed, how many schools were served. But the new frontiers are looking at outcomes; what
the consequence of this is. And they are pushing for metrics. And so I knew equity system has
emerged. And new sources of funds, including private investment capital with new actors,
not simply nonprofits but a whole host of other entities, new tools, so not just grants but loans
and loan guarantees and rest of these, new agents, social ventures and this kind of social
cooperatives, a whole variety of entities that are serving social purpose activities and finally all
designed to achieve are the beneficiaries. To make sense of this new world, I have been
working on a kind of major book, it has been published by Oxford University Press. It makes a
very significant conceptual breakthrough I think. First to conceptualize this idea of new
frontier of philanthropy, and then to break it apart into two sets of entities of first of all a set of
actors, and secondly a set of tools that these actors are using. And we have systematically
examined each of these. The terms that are used here are very familiar to people in the world
of finance but very unfamiliar to the world of philanthropy. We are talking here about capital
aggregators, secondary markets, and social stock exchanges, foundations as philanthropic
banks, quasi-public investment funds, and enterprise brokers. These are very strange words
for the world of foundations and philanthropy to learn. But my message to you is that we
must learn them because this whole world needs the foundation community but the
_ 45 _
New Frontiers of Philanthropy
foundation community needs to begin to internalize these developments. Let me just open
up a couple of these black boxes if I have the time to do so. So let’s look at this group called
capital aggregators. These are organizations that are surfacing to collect financing that is
coming from various sources all devoted to social purpose activities. They are a whole variety
of different kinds of funds. Some of them are equity funds. Some of them are loan funds. Some
of them are doing bond issuance. Just to give you a couple of examples in the United States
we have a network of what we call community development finance institutions. There is a
similar set of institutions in the UK. These are essentially financial institutions into which
people make deposits and they take these deposits and with that money they make loans for
a low income housing and community development and lagging regions and in lagging
areas. Another one is the Bank of America’s capital access fund. It takes pension funds and
similarly invest the money in low income housing. Action international I mentioned before,
this is the financial arm of the global micro enterprise industry. It raises money through
financing from banks, insurance happenings, pension funds, and channels it through its
subsidiaries into the hands of micro entrepreneurs in every part of the world, creating as I said
a 65 billion dollar industry. Economic innovation international is an example of a triple bottom
line investment fund with goals of economic return, social return and environmental return.
And it is an equity fund. And just to give you a sense of the metrics, we estimate that this
world of the new capital aggregators has currently assets of some 300 billion US dollars. This
puts it about half as big as the entire US foundation community. So it is getting up to a
reasonable scale. The 13 hundred CDFIs (Community Development Finance Institutions) are
about 12 billion dollars investments during their lifetime. The EII- this Economic Innovation
International has 20 billion dollars in triple bottom line equity funds. And so this is getting to
be a scale that deserves our attention. Or to give you another example, secondary markets.
What are these? These are entities well known in the commercial field that purchase loans
that are made by banks. Particularly, let’s say mortgage loans. Thereby, allowing the banks to
make additional loans. So they raise money on the capital markets and they buy the loans. We
are seeing the emergence of a whole variety of social secondary markets. Examples include
the community reinvestment fund; one of the largest ones in the US, Habitat for Humanity, a
well-known international organization that builds low income housing for people, Self Help
North Carolina, another US one, and then the infamous and remarkable Bangladesh Action
Committee, a huge non-profit organization in Bangladesh, has become a financier of micro
enterprise loans. And each of these has begun growing in enormous scales. CRF has about a
billion dollar in loans purchase. They purchase loans from the CDFIs and they allow the primary
landers essentially to make new loans with the money that they generated. Or the habitat
flexcap program. Habitat builds housing for people but of course they have to purchase the
supplies, they have to purchase the land. They therefore require capital. They issue mortgages
to poor people to pay. They have to be paid off. But once they issue a certain number of
mortgages they run out of capital. And so Habitat for Humanity has created a secondary
market in which they go to investors, they generate capital and they purchase the loans from
their affiliates, allowing the affiliates to make additional loans. Another example: recently they
generated a sort of fund on the capital markets so they raised 180 million dollars which it then
_ 46 _
Prof. Dr. Lester SALAMON
turned into micro finance loans. A third example is social stock exchanges. And there have
been several of these emerging across the world. Stock exchanges allow people to invest in
social ventures without actually having to meet the venture person. They provide a kind of a
middle man function. They regulate the shares that issued so that people can have confidence
and they provide a trading platform. So the capital can flow more freely into the social
ventures. And we have seen the emerge on several, there is a social stock exchange in UK,
there is impact stock exchange in Singapore, there is Chicago Climate Exchange and there is
a European Climate Exchange. And Bovespa which is a trading platform in Brazil. And these
again have achieved a significant scale. The Singapore one is about to be launched in
cooperation with Marichias, another social stock exchange. The European Climate Exchange,
which is another exchange mechanism has been trading over 5 billion times of carbon dioxide
equivalence, 85-90 billion US dollar of exchanges, and the global carbon credit market is
about 142 billion. This is an exchange mechanism that allows companies to essentially issue
certificates to other companies that allow the other companies to pollute in return of the
companies that do the selling, reducing their carbon emission. And uses the market therefore
to achieve overall reductions in pollution. And then one of the most important ones for the
Europe Community, for the foundation community, is the emergence of a set of foundations
that are functioning essentially as philanthropic banks. They are going beyond grants. They
are moving actively into this world of using alternative instruments and normally using their
grant budgets and using their asset base as the vehicle to promote social purposes. We have
the example of the Fondazione CRT in Torino in Italy and one of these Italian foundations with
banking origin, the foundation and NEKC foundation in the US. And these foundations are
operating in a very different form. They are going well beyond grants and they are tapping
into their endowments. And so the Fondazione CRT devotes 40% of its grant making into its
mission and impact investing. The FB Heeren foundation has now over 40% of its assets in this
kind of investment that is yield to their mission. So they are not simply treating their investment
functions separate from their grant making. They are emerging it to, and looking to using
their assets as a way to promote social purposes. Those are the actors. And with the same
story, can we talk about which are the tools are available? Let me just focus very quickly on
two of them. One of them is insurance. We all know what insurance is. We even know that in
many developing countries there is a long history of insurance. Burial funds, for example, in
many parts of the developing world. But what is happening now is something quite different.
We are seeing private insurance companies beginning to recognize the market that exists at
the bottom of the pyramid for essentially micro insurance. To protect people against all the
risks that exist in underdeveloped areas as a result of various kinds of crisis and disasters as
well as normal crop problems. But it turns out that less than 3% of low income people in the
world’s hundred poorest countries have an insurance. And therefore we need to change that
whole reality so as to give people some kind of assurance. And we know that without insurance,
people are very risk averse. They are unwilling to take risk and this accounts for the conservatives
of many rural areas that there is a difficulty in taking a reasonable risk. And so, various things
have been happening. There is an international labor organization in a micro innovation
insurance facility and there has emerged a set of investment funds particularly focused on
_ 47 _
New Frontiers of Philanthropy
encouraging creation of micro insurance products for the bottom of the pyramid. Some of
these have gotten a very significant scale. All life, which is a South African insurance program
for HIV AIDS victims has 30% growth in its client base since 2010, notable improvements in
health as people begin to do preventive measures in the fight against AIDS. The UN World
Food Program, another lead example. It pays Ethiopian farmers for working on irrigation
products and projects by giving them drug insurance. So the quick pro-con for getting drug
insurance is to build irrigation ditches that limit the impact of storms on their farming. Another
new kind of idea is called social impact bonds. This is an idea that has been piloted in the UK,
maybe you will hear more about it, in which a way has been found to monetize the s.a.v.ings
to government from early interventions to prevent for example repeat offences by people
who end up in prison because they committed some crime. And they found that if they can
reduce the chance that a person will commit a second crime, they can s.a.v.e the government
enormous amounts of money in prison populations. And so the social impact bond essentially
goes out to private investors and gets them to invest in these preventive programs. And it
gets an agreement from the government that if the program is successful, the government
will pay back the investment with a bit of return. So that the investor takes the risk and yet you
get financing for preventive programs. So why this happening and this is just a flash in the pan
or does it survive? Is it something that it durable? Do we have a few more minutes? Let me say
very briefly that there are a whole variety of factors that explain to me why this is happening.
This is not simply I think a temporary development. There are both the main factors and supply
factors that I think are coming from why this is happening. The first, the main factors we are
living through, sure I do not need to tell you, some paralysis times in terms of environmental
disasters, global warming, use of the land, lots of water supplies, increased problems of
hunger, that is, in the view of certain environmentalists, like Dante was describing to us in the
İnferno. Secondly we have problems of government support. We are all living through times
of austerity in the governments and the changes in governments will rise to these challenges
is limited. And while charity is growing, we know that it is absolute scale compared to these
problems is pretty limited. And finally we have seen the emergence of a whole host of
entrepreneurs; social entrepreneurs that have come forward with wild ideas for new products
that can solve problems. So 3 dollar eye glasses in India that allow millions of school children
to remain in school. Or solar panels. They can be provided to farmers in Africa for their farm
products. Each of them have a very small cost and yet when you multiply the total number of
people you have viable enterprises. And these people are coming forward looking for capital.
And where are they going to find it? They are finding it because the supply has emerged. The
supply factors include some early responders who came forward years ago, 10 years ago to
begin to invest particularly in low income housing because there was an asset base but now
have been expanding. We have a whole new set of concepts. Particularly the work of CK
Prahalad, as some of you may know, an Indian economist, who recognized that there was a
fortune at the bottom of the pyramid. And there is a fortune there because of what you call
the bottom of the pyramid penalty. The people at the bottom of the pyramid actually pay
more for the products that most of us can buy much more cheaply. And they pay more because
the distribution systems are much more limited. There is monopoly in those markets. And
_ 48 _
Prof. Dr. Lester SALAMON
therefore they are paying more. This creates an opportunity for entrepreneurs that come in,
create cheaper products and distribute them at a lower cost, s.a.v.ing people money and yet
earning a profit. And this creates an opportunity for investments and investors. There are new
players on the scene. People have talked about the emergence of philanthropy-capitalists.
People like Bill Gates who have made enormous fortunes but who wanted to do philanthropy
in a different way. They wanted to do it using enterprises and using the miracles of the market.
The financial crisis I think has had its impacts and there are other factors as well. So what does
this mean for all of you and all of us? I think there are some important next steps that are
needed. First of all, as this is outlined in this book that I have just finished, we need to better
visualize what is going on. And that is essentially the message that I wanted to convey to you
this morning. Something very significant is happening. New actors, new tools, a new frontier
of philanthropy, and it needs to be understood. Secondly, we need to publicize this. Not only
in this kind of community but in other communities of financial institutions that are needed
in order to supply the capital, and nonprofit institutions that need to learn a whole new
language and method in order to accumulate and utilize this resource. There is a need for
governments to incentivize all of the actors get into using this kind of leverage capital to solve
problems. There is an important challenge of capacity building to equip both foundations
and nonprofits to utilize these new tools and then finally at the end of the day there is the
need to actually make these deals. So some controversial message that hopefully one that will
give you a view of what a possible future might look like. Thank you.
_ 49 _
HAYIRSEVERLİĞİN YENİ ÖNCÜLERİ
Prof. Dr. Lester SALAMON
Johns Hopkins Üniversitesi Sivil Toplum Araştırmaları Merkezi – ABD
Sevgili arkadaşlarım Dr. Ertem ve Sayın Başbakan Yardımcım, benim şehirlerimden
dediğim İstanbul’a tekrar çağrılmam beni çok onurlandırdı. Ve kendimi İstanbul’un Katolik
kilisesinin merkezi olduğu zamanlar ile şu anki zaman arasında ortaya çıkan binlerce yıllık tarihi
anlamaya çalışmak için çok fazla zaman harcarken buldum. Bu süre, Amerikan tarihi derslerinde
çok da iyi ele alınmayan tarih dönemidir. Söylemekten dolayı üzülüyorum. Ve bunun için çok
fazla okuma yapmam gerekti ve bu şehrin ve bu insanların tarihi her zaman beni etkilemiştir.
Geçmişime bakıldığında, çok açıkça görülüyor ki ben Amerikan’ım. Ancak aile kökenlerin orta
ve doğru Avrupa’ya kadar gitmektedir. Ve kırk civarı ülke için sivil topluma yönelik araştırma
projesini yönettiğim 20 yıllık sürenin sonunda size geldim. Ve dolayısıyla sizlere daha önce
belirten Gerry Salole’nin Amerikan modelinin tek model olduğunu düşünerek hepimizin
tehlikede olduğu yönündeki yorumunu ne kadar da haklı görürken buldum kendimi. Ve
söylemek zorundayım ki kendi beyinlerimizden çıkan Amerikan deneyimine at gözlüğü ile
bakmamamız gerektiğini ve dünyanın başka yerinde olanlara da dikkat etmemiz gerektiğini
tüm akademik kariyerim boyunca Amerikalı meslektaşlarıma ve arkadaşlarıma anlatmak için
çok uğraştım. Ve sizinle konuşabilmek çok daha fazla ilgimi çekti ve bundan çok memnunum.
Size bu sabahki mesajım potansiyel olarak çelişkili olacaktır. Çünkü tüm dünyada sosyal amaçlı
etkinliklerinin finansmanının sağlanması konusunda büyük bir devrim ortaya çıkmak üzere
olduğuna inanıyorum. Ve bu devrimin vakıflara çok büyük fırsatlar sağlayacağını düşünürken
aynı zamanda çok büyük riskler getireceğinden de eminim. Özellikle de vakıfların daha ,geniş
sosyal amaçlı finansman dünyasında neler olup bittiğini anlayamazlarsa ne olacak? Bundan
dolayı şimdi bana verilen sürede yapmak istediğim şey kısaca sizi yeni hayırseverlik hududu
olarak isimlendirdiğim yeni dünyayı sizlere tanıtmaktır.
Olup bitenler, bence, gerçekten de çok dikkat çekici. Bağışların çok daha ötesinde evrensel
çapta hayır işleri dünyasına doğru hareket ediyoruz. Bizim bağışlarımız; hayır vakıfları
tarafından kullanılan klasik araçlar ve klasik mekanizmadır. Ancak bunun üzerinde biraz
düşündüğünüzde finansman kaynaklarının kullanımında XIX., belki de XVI. yüzyıl teknolojisi
benimsenmektedir. Ve dünyamızın diğer sektörleri, iş topluluğu ve hatta hükümet topluluğu;
bağışların ötesinde hüküm sürmüşlerdir; çünkü bağışlar oldukça etkisizdir. Elinizden çıkar
çıkmaz gitmekte ve bir daha geri gelmemektedir; başka gelir kaynaklarının oluşturulmasında
çok az arttırıcı etki yaratır. Ve bu yüzdendir ki dünyanın sosyal amaçlı kuruluşlarının kullandığı
çok farklı finansman yardım şekilleri bombardımanı görüyoruz. Bunların arasında krediler
vardır; bunların arasında kredi teminatları vardır; bunların arasında bonolar vardır, bunların
arasında öz kaynak yatırımları vardır ve menkul kıymetleştirme kullanılmaktadır. Bunlar
finansman dünyasında çok bilindik kelimelerdir; ancak hayır işleri dünyası için yeni kavramlardır.
Ve esas olarak size söyleyeceklerim, hayırseverlik işlerin bu gerçeklikleri fark etmek zorunda
olduğudur. Ve daha da ötesi, hayır işleri kuruluşları oluşturmanın bir yolu olarak da
vasiyetnamelerin ötesine geçmek gerekir. Özelleştirme işlemlerinin dünyanın pek çok
kısmında büyük hayırsever kurumlarının kurulmasına yol açmak için uyguladığı yolları takip
_ 50 _
Prof. Dr. Lester SALAMON
eden özelleştirme yardımıyla gerçekleştirilen hayırseverleştirme denilen bir projemiz vardır.
Ve şu ana kadar insanların varlığının somutlaştırıldığı ve fiyatlar üzerinden ifade ettiği ve
özelleştirme yolu ile hayırsever kuruluşlarına dönüştüğü bu tür mekanizmadan doğan beş
yüzün üzerinde vakıf oluğunu saptadık. Ve varlıklı kişilerin olmadığı ancak devasa popüler
kişilerin varlıklarının girişim şeklinde mevcut bulunduğu dünyanın bazı yerlerinde vakıf
oluşturmanın en vaat edici yolu bence budur. Ve her ne kadar tüm açılardan uygun olmasa
bile buna Türkiye’yi örnek verebilirim. Türkiye özelleştirme konusunda kitlesel bir süreçten
geçmektedir. Ve inanıyorum ki insanların mal varlıkları olan bu mal varlıklarının bir kısmına
hayırsever kuruluşlar koymalıdır. Bunun da ötesinde belki de bu konferansta bulunan hepiniz
için acı bir mesaj olacak ama vakıfların ötesine geçiyoruz. Çünkü bu konferansın odak noktası
vakıflardır. Ancak sosyal amaç etkinlikleri dünyasında şekillenen büsbütün yeni kurumlar
dünyası vardır ve bunlar genellikle vakıfların yapmadıkları şekillerde bu eylem araçlarını
seferber edip kullanıyorlar. Bazıları bunları yaparken bazıları yapmamaktadır. Ve sonunda
paranın ve diğer yardım şekillerinin ötesine geçiyoruz. Bu, gönüllü çalışma şeklini alabilir,
ancak ekipman, teknoloji, meslekler hakkında bilgi ve ortaya çıkmakta olan bir dizi değişimler
gibi çok çeşitli şeylerin ticaretini yapan hayırseverlik dünyasında geniş iki değişimden meydana
gelen tüm ağın ortaya çıkışını görmekteyiz. Ve tüm bu yeni araçlar, hayır işleri hedeflerine
ulaşabilmek için kaldıraç kullanılmasını ifade etmektedir. Ve temel kavram; dünyada
karşılaştığımız problemlerle karşılaştırıldığında günün sonunda vakıflarda ve hayır
kurumlarında mevcut kaynakların oldukça sınırlı olmasına dayanmaktadır. Ve bundan dolayı,
bu problemleri çözme dünyasında gerçekten fark yaratmak istiyorsak hayırsever hedeflere
ayrılan özel yatırım kaynaklarını ana paraya dahil ederek hayırsever kaynakları toplumlarımızdaki
mevcut diğer kaynaklarla birlikte yükseltmenin yollarını bulmalıyız. Bundan dolayı olup biten
şey; bence hayırseverliğin büyük patlaması olarak isimlendirebileceğimiz bir şeydir.
Biliyorsunuz, dünyanın nasıl yaratıldığını açıklayan büyük patlama teorisi; patlamanın
meydana gelip yıldızlara ve evrene neden olduğu fikri ile çelişkilidir. Yani, bir hayır kurumu;
benzer büyük patlamanın ortasındadır. Ve bu durum hayır işleri etkinlikleri alanında ortaya
çıkan yeni kuruluşlardan sadece bir kısmı için geçerlidir. Ve içerisinde bu dönüşüm vakıflarından
bir tanesi olan Volkswagen vakıfları vardır. Ayrıca bu tür vakıflar arasında esas olarak hayırsever
ve finansman kurumlarından her tip mikro girişime kadar çeşitli kuruluşlardan finansman
sağlayarak gelişmekte olan dünyanın pek çok yerinde kurduğu tesisleri ile birlikte dünya
çapında 65 milyar dolarlık sanayi olmayı başaran ve aynı zamanda mikro girişimlerin finansörü
konumundaki "action"da yer almaktadır. Bunlar, ipotek anaparasını yeniden finanse etme
amacıyla düşük gelir krediler ve ipotekler satın almanın yollarını sağlayarak ikinci piyasa
şeklinde ortaya çıkan toplum yatırım fonunu içermektedir. Düşük gelirli konaklama işine
girilmektedir. Gerçekten de insanların bilmediği bir sürü yeni oyunculardan meydana gelen
bir gruptur. Ortaya çıkan şey …. Bunun için bir karışıklık söz konusudur. Pek çok kişinin bu
şeyleri gruplandıracak ve ne olduklarını fark edecek veya hatta orada olup olmadıklarını
bilecek herhangi gruplandırma şekli yoktur. Ve bence bu, pek çok kişinin fark ettiğinden daha
çok, daha kapsamlı, daha büyük oranda gerçekleşmektedir. O halde ortaya çıkan şey, yeni bir
parodidir; yani toplumsal hedefli aktivitelerinin nasıl takip edildiği yeni bir modeldir. Geleneksel
hayırseverlik, ana aktörler olarak bilinen vakıflara ve bireylere odaklanır. Yeni hayırseverlik
_ 51 _
Hayırseverliğin Yeni Öncüleri
hududu; bir sürü yeni yatırım fonlarının, kredi fonlarının, tahvil fonlarının ve öz kaynak
fonlarının yayıldığı görüşündedir. Yatırım sermayesi sosyal etkinlik faaliyetleri ile sınırlı
tutulmaktadır. Geleneksel hayırseverlik; işletme gelirine odaklanır. Kuruluşların yıl boyunca
kendi faturalarını ödemeleri sağlanmalıdır. Yeni hudutlar; yatırım sermayesini yani uzun sürede
iyi işler yapmaya devam edebilecek sürdürülebilir girişimlerin nasıl oluşturulduğunu inceler.
Geleneksel hayır işlerinin aracı bağışlardır. Bunun yerine, ortaya çıkan şey bir sürü finansman
aracıdır. En alta vakıf yardımlarını koyup bu vakıf yardımlarını öz kaynak finansmanı ve en
üstte yer alan borçlar ve krediler ile birleştirerek farklı risk seviyelerine sahip farklı seviye
katmanlarına sahip bu karmaşık proje yardımları oluşturulur. Böylece ürünler katmanı, yani
piramidin en altı için ipotek senedi düzenleyen çok çeşitli komplike girişimlerini finanse
edecek kapasiteyi yaratmış olursunuz. Geleneksel olarak bakıldığında hayırseverlikte kullanılan
araçlar kar amacı gütmez. Ama bu hayırseverliğin yeni hudutlarında kullanılan araçlar arasında
her geçen gün sayıları artan toplumsal girişimler yer almaktadır. Bunlar; toplumsal amacı kar
elde etme becerisi ile birleştiren girişimlerdir. Belki çok büyük karlar elde edilmiyor; ama
yatırımcısının anaparasını döndürmeye yetecek yüzde bir veya iki oranında kar sağlanıyor.
Eski hayırseverlik; elbette ki son derece önem arz eden sosyal getiriye odaklanmaktaydı. Ancak
yeni hudutlar hem toplumsal hem de maddi getirilere odaklanmaktadır. Toplumsal amaçlı bir
etkinlik içerisinde kendi kendisini sürdürmesi için kar akışı oluşturacak bir yol bulmaları
gerektiğini fark etmektedirler. Eski hayırseverlik anlayışı; çok sınırlı kaldıraçlara, yani bağışlara
odaklanmaktaydı. Aslında zeki olmadığın sürece bağışların hiç de kaldıraç etkisi yoktur. Para
gelir, para gider. Yeni hayırseverlik hudutları kaldıracın genişletilmesine odaklanmaktadır. Ve
sonra, son olarak da geleneksel hayırseverlik anlayışı; çıktıya odaklanmaktan mutluluk duyar;
kaç çocuk beslendi, kaç okula hizmet edildi gibi. Ama yeni hudutlar sonuçlara; yanı bunun
sonucunun ne olduğuna bakıyorlar. Ve bunlar ölçütleri zorluyor. Ve işte bu yüzden biliyorum
ki öz kaynak sistemi ortaya çıkmıştır. Ve yeni aktörler, sadece kar amacı gütmeyen kuruluşlar
değil her türlü girişim, sadece bağışlardan değil aynı zamanda kredilerden ve kredi
teminatlarından oluşan yeni araçlar, yeni ajanslar, toplumsal girişimler ve benzeri toplumsal
kooperatifler, toplum hedefli içerikli faaliyetlere hizmet sunan çeşitli girişimler ve son olarak
da yararlanıcılara ulaşma amacıyla kurulmuş her türlü birim dahil olmak üzere yepyeni fon
kaynakları ortaya çıkmıştır. Bu yeni dünyayı anlayabilmek için büyük bir kitap üzerinde
çalışmaktaydım; Oxford University Press tarafından yayınlandı. Bence öncelikle yeni
hayırseverlik hududu fikrini kavramsallaştırıp kuruluşları bir dizi aktör ve bu aktörlerin
kullandıkları bir dizi araçlar şeklinde ikiye ayırması açısından çok önemli kavramsal çığır açtı.
Ve bunların her birini sistematik olarak inceledik. Burada kullanılan terimler; finansman
dünyasında çalışanlara çok aşina; ancak hayırseverlik dünyası için çok yabancı kelimelerdir.
Burada sermaye kaynakları, ikincil piyasalar ve toplumsal borsalar, hayırsever bankalar sıfatına
haiz vakıflar, kamu yatırımı benzeri fonlar ve girişim brokerleri hakkında konuşuyoruz. Bunlar
hayırseverlik ve vakıf dünyası için öğreneceğimiz çok yabancı kelimelerdir. Ama size iletilmek
istenen mesaj; bunları öğrenmeliyiz, çünkü tüm dünyanın vakıf topluluğuna, vakıf
topluluğunun da bu gelişmeleri içselleştirmeye ihtiyacı vardır. Eğer vaktim varsa bu siyah
kutuları açayım. Sermaye kaynakları isimli bu gruba bakalım. Bunlar; sosyal amaçlı etkinliklere
bağışlanan çeşitli kaynaklardan elde edilmiş finansmanı toplamak için kurulmuşlardır. Bunların
_ 52 _
Prof. Dr. Lester SALAMON
çok farklı türden fonları vardır. Bunların bir kısmı öz kaynak fonlarıdır. Bazıları kredi fonlarıdır.
Bazıları tahvil ihracı yapmaktadır. Birleşik Devletler’den sadece birkaç örnek vermek gerekirse
toplumsal kalkınma finansmanı kurumları olarak isimlendirdiğimiz bir ağımız var. Birleşik
Krallık'ta benzer kurumlar vardır. Bunlar; insanların yatırımlar yaptıkları ve yatırımlarını aldıkları
ve bu parayla düşük gelirli konut ve toplumu kalkındırmak ve geri kalan bölgeleri ve geri kalan
alanları desteklemek için kredi sağladıkları finansman kurumlarıdır. Bir diğeri ise Amerika
Bankası’nın sermaye erişim fonudur. Emeklilik fonlarını alır ve benzer şekilde düşük gelirli
konuta para yatırır. Daha önce değindiğim uluslararası eylem; global mikro girişim sanayisinin
mali koludur. Bankalardan, sigorta olaylarından, emeklilik fonlarından para toplar ve dünyanın
her yerindeki mikro girişimcilerin eline geçen ödenekler yoluyla bunu kanalize eder; böylece
65 milyar dolarlık bir sanayi kurulur. Uluslararası ekonomik yenilik; ekonomik getiri, toplumsal
getiri ve çevresel getiri hedefleri olan üç alt tabanlı yatırım fonuna bir örnektir. Ve bir de öz
kaynak fonu. Ve sadece size ölçütler hakkında bir fikir sahibi olabilmeniz için belirtmek
gerekirse bu yeni sermaye kaynakları dünyasının şu anda 300 milyar ABD dolar civarı bir varlığı
olduğunu tahmin ediyoruz. Bu miktar; tüm ABD vakıf topluluğunun yarısı büyüklüğündedir.
1.300 adet CDFI (toplumsal kalkınma finansman kurumları) ömürleri boyunca yaklaşık 12
milyar dolarlık yatırım yapmıştır. EII – bu Uluslararası Ekonomi Yeniliğinin üç tabanlı öz kaynak
fonlarında 20 milyar doları vardır. Ve bu yüzden yine dikkat çekecek şekilde ilerlemektedir.
Veya başka bir örnek verecek olursak ikincil piyasalar. Bunlar nelerdir? Bunlar; bankaların
verdiği kredileri satın alan ticari alanda çok iyi bilinen kuruluşlardır. Özellikle, diyelim ki ipotek
kredileri. Böylece bankaların ilave krediler üretmesine olanak tanınmaktadır. Bu yüzden,
sermaye piyasalarından para elde ederler ve kredi satın alırlar. Her türlü toplumsal ikincil
piyasaların ortaya çıktığını görüyoruz. Örnekler arasında toplumsal yatırım fonu vardır;
bunların en büyüğü ABD’dedir. İnsanlar için düşük gelirli konut oluşturan ünlü uluslararası
kuruluşlar olan Habitat for Humanity (İnsanlık Habitatı); ABD’de kurulu olan Self-Help North
Carolina (Öz Yardım Kuzey Carolina) ve sonra da Bangladeş’te kar amacı gütmeyen çok büyük,
çok ünlü ve çok önemli kuruluş Bangladesh Action Committee (Bangladeş Eylem Komitesi);
mikro girişim kredisi finansörü olmuştur. Ve bunların her biri büyük çapta büyüme göstermeye
başlamıştır. CDFI’lerden kredi satın alıyorlar ve özellikle de birincil arazi sahiplerinin oluşturulan
para ile yeni krediler sağlamasına olanak tanımaktadırlar. Veya habitat flexcap programı.
Habitat; insanlar için konut inşa ediyor; ama tabi ki de onların tedarikleri satın almaları
gerekiyor, araziyi satın almak zorundalar. Bundan dolayı da sermeye gereklidir. Fakir kişilere
ödemeleri için ipotek düzenliyorlar. Bunların geri ödenmesi gereklidir. Ancak belli sayıda
ipotek düzenlediklerinde parasız kalıyorlar. Ve bunun için Habitat for Humanity, yatırımcılara
ulaştıkları, anapara oluşturdukları ve bağlı kuruluşlarının ilave krediler sağlamasına olanak
verecek şekilde bağlı kuruluşlarından kredi satın aldıkları ikincil piyasayı oluşturmuştur. Diğer
bir örnek: son zamanlarda sermaye piyasaları ile ilgili fon oluşturdular. Böylece 180 milyon
dolar elde edip bunu mikro finans kredilerine dönüştürdüler. Üçüncü örnek ise toplumsal
borsadır. Ve dünyada bunlardan çok sayıda ortaya çıkmıştır. Borsalar; girişim kişisinin
özelliklerini karşılamak zorunda olmadan insanların sosyal girişimlere yatırımda bulunmasına
olanak tanır. Orta sınıf fonksiyonu sağlar. Kişilerin güvenebilmesi ve ticaret platformu
sağlayabilmesi için ihraç edilen hisseler düzenlerler. Böylece anapara sosyal girişimlere daha
_ 53 _
Hayırseverliğin Yeni Öncüleri
serbest bir şekilde akabilir. Ve bunun pek çok borsada ortaya çıktığını gördük; Birleşik Krallık'ta
sosyal borsa vardır; Singapur’da etkili borsa vardır. Chicago Climate Exchange (Chicago İklim
Borsası) ve European Climate Exchange (Avrupa İklim Borsası) vardır. Ve Brezilya’da ticaret
yapma platformu olan Bovespa vardır. Ve yine bunlar da çok önemli büyüklüklere ulaşmışlardır.
Singapur; başka bir sosyal borsa olan Marichas ile işbirliği başlatmak üzeredir. Başka bir borsa
mekanizması olan European Climate Exchange (Avrupa İklim Borsası); 5 milyar kez karbon
dioksit eş değeri, 85-90 milyar ABD doları borsası üzerinden ticaret yapmıştır ve global karbon
kredi piyasası yaklaşık 142 milyardır. Bu, şirketlerin; karbon emisyonlarını azaltarak satış yapan
şirketlere karşılık olarak diğer şirketlerin kirliliğe neden olmalarına olanak tanıyan diğer
şirketlere sertifika düzenlemesine olanak veren karşılıklı değişim mekanizmasıdır. Ve genel
olarak, kirletme oranını düşürebilmek için piyasadan faydalanır. Ve vakıf topluluğu olan Avrupa
Topluluğu için en önemli unsurlardan biri de esas itibari ile hayırsever bankalar şeklinde işlev
gösteren bir dizi vakfın ortaya çıkışıdır. Bağışların ötesine geçerler. Toplumsal hedeflerini
geliştirmek için alternatif araçları ve normal bir şekilde bağış bütçelerini ve mal varlıklarını
esas olarak kullanmaya başlamışlardır. Buna İtalya, Torino’dan bankacılık kökeni olan İtalyan
kurumlarından Fondazion CRT’yi, ABD’deki NEKC vakfını örnek olarak verebiliriz. Ve bu vakıflar
çok farklı şekillerde faaliyet göstermektedirler. Bağışların ötesine geçmekte ve yapılan
bağışlardan yararlanmaktadırlar. Ve bu yüzden Fondazione CRT; yaptığı bağışın %40’ını
misyonuna ve etki yaratmaya ayırmıştır. HB Hareen vakfı, şu anda misyonlarını gerçekleştirmeye
yardım eden bu tür yatırımlara mal varlıklarının %40’ından fazlasını ayırmıştır. Bu yüzden,
kendi yatırım fonksiyonlarına bağışlara yapılan uygulamadan farklı bir şekilde muamele
etmiyorlar. Sosyal amaçlarını gerçekleştirmek için mal varlıklarını kullanmaya çalışıyorlar.
Bunlar aktörlerdir. Ve yine aynı şekilde ne tür araçların kullanılabilir olduğu hakkında konuşabilir
miyiz? Kısaca bunlardan iki tanesine hızlıca değinelim. Bunlardan bir tanesi sigortadır. Hepimiz
sigortanın ne olduğunu biliyoruz. Pek çok gelişmekte olan ülkede sigorta tarihinin çok
geçmişlere dayandığını da biliyoruz. Örneğin gelişmekte olan ülkelerin pek çok kısmında
defin fonları gibi. Ancak şu anda meydana gelen durum oldukça farklıdır. İnsanları normal
mahsul problemlerinin yanı sıra çeşitli kriz ve felaket sonucu gelişmemiş alanlarda ortaya
çıkan risklere karşı korumak için özel sigorta şirketlerinin özellikle mikro sigorta için piramidin
en alt kısmında duran piyasayı fark etmeye başladıklarını görüyoruz. Ancak dünyanın en
yoksul yüz ülkesinde düşük gelirli kişilerin %3’ünden daha az bir kısmının sigortası olduğu
ortaya çıktı. Ve bundan dolayı insanları bir şekilde sigorta altına alabilmek için tüm gerçeği
baştan sonra değiştirmemiz gereklidir. Ve biliyoruz ki, sigortası olmayan kişiler çok fazla risk
altındadırlar. Onlar risk almak istemiyorlar ve bu büyük bir kısmı makul risk almanın zor olduğu
pek çok kırsal alanlardaki muhafazakarların olduğunu gösterir. Ve bu yüzden olaylar meydana
geledurmuştur. Mikro yenilik sigorta tesisinde uluslararası işçi organizasyonu vardır ve özellikle
piramidin alt kısmı için mikro sigorta ürünlerinin oluşturulmasını teşvik etmeye odaklanan bir
dizi yatırım fonu şeklinde ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları çok büyük ölçeklere ulaşmıştır.
HIV, AIDS için Güney Afrika güvence programı olan All life (tüm yaşam); 2010 yılından beri
müşteri bazında %30 büyüme göstermiştir; insanların AIDS ile mücadele için önleyici önlemler
almaya başlaması ile birlikte gözle görülür gelişmeler elde edilmiştir. BM Dünya Gıda Programı
_ 54 _
Prof. Dr. Lester SALAMON
da önde gelen bir başka örnektir. Ürünleri sulamak için çalışan Etiyopyalı çiftçilere ödeme
yapıyor ve ilaç sigortası vererek onları yönlendiriyor. Böylece ilaç sigortası elde etmenin hızlı
getirisi; rüzgarların onların çalışmaları üzerindeki etkisini sınırlamak için sulama setleri inşa
etmektir. Bu türden başka bir fikre ise sosyal etki bağları adı verilir. Bu fikrin pilot uygulaması
Birleşik Krallık'ta yapılmaktadır. Belki bazı suçlar işlediklerinden dolayı hapishaneyi boylayan
kişilerin tekrar suç işlemelerini önleme amacıyla erken müdahalelerden elde edilen tasarrufları
kullanması için hükümete vermenin bir yolunun bulunduğu ile ilgili haberler alacağız. Ve bir
kişinin ikinci suçu işleme riskini azaltırlarsa hapishanedeki kişiler için yapacağı ödemelerden
devletin büyük miktarlarda para tasarrufunda bulunabileceğini ortaya çıkardılar. Ve böylece
sosyal etki bağı; özel yatırımcılara ihale edilir ve onların bu önleyici programlara yatırım
yapmaları sağlanır. Ve programın başarılı olması durumunda hükümetin bir parça getiri ile
birlikte yatırımı geri ödeyeceği konusunda hükümetten onay alır, ki böylece yatırımcı risk alıp
önleyici programların finansmanı yapabilsin. Neden böyle bir şey olsun veya bu saman alevi
gibi bir şey mi yoksa hayatta kalır mı? Dayanıklı bir şey mi? Birkaç dakikamız daha var mı?
Bunun neden olduğunu bana açıklayan çok sayıda faktörün olduğunu kısaca söyleyeyim.
Bence sadece geçici bir gelişme değildir. Bence bunun neden olması gerektiğinden
kaynaklanan hem ana hem de destekleyici faktörler var. Birincisi, bizimde içerisinde yaşadığımız
ana faktörleri eminim ki anlatmama gerek yok; İnferno’sunda bize tarif eden Dante gibi belli
başlı çevrecilere göre, çevre felaketleri, global ısınma, toprak kullanımı, su tedariklerinin
fazlalığı, artan açıklık problemi açısından yaşanan felaket zamanları. İkincisi, hükümet desteği
ile ilgili problemlerimiz var. Hükümetlerin kemer sıktığı dönemlerde yaşıyoruz ve hükümetlerde
meydana gelen değişikliklerin bu zorlukları arttırması sınırlıdır. Ve hayırseverlik büyürken
biliyoruz ki karşılaşılan problemlere rağmen belli bir büyüklüğü ulaşacaktır. Ve son olarak da
problemleri çözebilecek yeni ürünlerle ilgili yaratıcı fikirlere sahip çok farklı girişimcilerin, yani
sosyal girişimcilerin ortaya çıktığını görmekteyiz. Bunun için Hindistan’da 3 dolarlık gözlük
milyonlarca okul çağı çocuğun okulda kalmasını sağlıyor. Veya güneş panelleri. Bunlar tarım
ürünleri için Afrika’daki çiftçilere sağlanabilir. Bunların her birinin maliyeti düşüktür ve toplam
insan sayısı ile çarptığınızda canlı bir girişiminiz olur. Ve bu kişiler anapara arıyorlar. Ve bunu
bulmak için nereye gidiyorlar? Onlar buluyorlar. Çünkü tedarik ortaya çıkmıştır. Destekleyici
faktörler arasında şu anda genişlemekte olan bir varlık tabanı olduğu için yıllar önce, 10 yıl
önce özellikle düşük gelirli konuta yatırım yapma fikriyle ortaya çıkan ilk müdahaleciler de
vardır. Pek çok yeni kavramlarımız var. Özellikle, bazılarınızın da bileceği gibi, C.K. Prahalad
çalışmasını yapan Hintli ekonomist, piramidin alt kısmında bir servet olduğunu fark etti. Ve en
alt piramit cezası kısmı olarak isimlendirdiğiniz şeyden dolayı orada bir servet vardır. Piramidin
en alt kısmındaki kişiler; pek çoğumuzun çok daha ucuza satın aldığı ürünlere aslında çok
daha fazla ödemektedir. Ve onlar daha fazla ödüyorlar. Çünkü dağıtım sistemleri çok daha
sınırlıdır. Bu piyasalarda tekellik vardır. Ve bundan dolayı daha fazla ödeme yapıyorlar. Bu;
sisteme giren girişimciler için fırsat yaratır, daha ucuz ürünleri yaratır ve bunları daha düşük
maliyetlere dağıtır; böylece kişilerin tasarrufta bulunmalarını ve kar elde etmelerini sağlar. Ve
yatırımlar ve yatırımcılar için bir fırsat yaratılır. Sahnede yeni oyuncuları var. İnsanlar;
hayırseverlik – kapitalistlerin ortaya çıkışını konuşmaktadırlar.
_ 55 _
Hayırseverliğin Yeni Öncüleri
İnsanlar; büyük servetler yapan ancak farklı şekillerde hayır işleri yapmak isteyen Bill
Gates gibi insanları sever. Onlar bunu girişimleri ve piyasaların mucizelerini kullanarak
yapmak istediler. Bence ekonomik krizin etkileri olmakta; bununla birlikte başka faktörler de
bulunmaktadır. O halde bu sizin için ve bizim için ne demek oluyor? Paylaşılan bazı önemli
adımlar olduğunu düşünüyorum. Birincisi, yeni bitirdiğim bu kitapta genel hatları verildiği
şekilde nelerin yaşanmakta olduğunu görselleştirmemiz gereklidir. Ve bu da size bu sabah
iletmek istediğim mesajın ta kendisidir. Çok önemli şeyler oluyor. Yeni aktörler, yeni araçlar ve
yeni hayırseverlik hududu; ve bunları anlama gereği. İkincisi, bunu kamulaştırmamız gereklidir.
Sadece bu tür toplumlarda değil diğer finansman kurumların toplumlarında da bu kaynağı
toplamak ve yönetmek için tüm yeni dili ve yöntemi öğrenmesi gereken kâr amacı gitmeyen
kuruluşlara anapara tedariki gereklidir. Hükümetlerin problemleri çözmek için bu tür kaldıraç
rolündeki anaparayı kullanmaları konusunda aktörlerin hepsini teşvik etmesi gereklidir. Hem
vakıfları hem de kâr amacı gütmeyen kuruluşları bu yeni araçları kullanmalarını sağlayacak
şekilde kapasite oluşturma konusunda yaşanan bir güçlük söz konusudur ve son olarak da
günün sonunda gerçekten de bu anlaşmaların yapılması gereklidir. Umarım size geleceğin
nasıl bir şey olacağına dair gözünüzde canlandırabileceğimiz bir mesaj iletebilmişimdir.
_ 56 _
9$.,)/$5,1'(ïñì(152/¶
3URI'U¶VWÖQ(5*¶'(5
7ÖUNL\H¶ÁÖQFÖ6HNWÐU9DNIÜ7¶6(97¶5.ñ<(
Değerli konuklar; bugün önemli bir konferansta aranızda bulunmaktan büyük mutluluk
duyuyorum. Böyle seçkin bir topluluğu bir araya getirdiği için, Vakıflar Genel Müdürlüğümüzü
ayrıca can-ı gönülden kutluyorum. İnanıyorum ki, bu konferans sayesinde vakıflarımız ve Genel
Müdürlüğümüz, özellikle yurtdışı tecrübelerinden öğrendikleriyle ülkemizi ve vakıflarımızı
çok daha iyi noktaya getireceklerdir. Güzel bir örneğini Lester’ın sunumunda gördük zaten,
dünyada olan yenilikleri.
Bu sunumda sizlere, ülkemizde köklü bir geçmişe sahip olan vakıfların Osmanlı’dan
günümüze tarihsel sürecinden, Cumhuriyet sonrası kurulan yeni vakıfların mevcut
durumundan ve hızlı gelişmelere tanık olduğumuz bu süreçte dünyada gelişen farklı vakıf
modellerinden bahsetmeye çalışacağım.
Sunumun başında, temsil ettiğim kurumu biraz sizlere anlatmadan yapamam. Bu kadar
seçkin bir grubun bir arada olması önemli bir fırsat.
TÜSEV, 1993 yılında vakıf ve dernekler tarafından kurulmuştur. Dönemin önde gelen
vakıf ve dernekleri tarafından kurulan TÜSEV’in amacı, üçüncü sektörün yasal, mali ve
işlevsel altyapısını geliştirmektir. TÜSEV program alanları da bu amaca yönelik çalışmalar
gerçekleştirmektedir. Bu program alanlarını şöyle özetleyebiliriz: Yasal çalışmalar, sosyal
yatırım, yayınlar ve uluslararası ilişkiler. Tabii, kurulduğumuz ilk dönemde yasal çalışmalar
bizim için çok önemliydi. Bu amaçla ülkemizde sivil toplum olgusunu geliştirmek için, yabancı
uzmanların da katkılarıyla çok sayıda rapor hazırlamış, sivil toplum mevzuatının iyileştirilmesi
için çalışmalar yapılmıştır ve TÜSEV bu konuda çok da aktif olmuştur. Ancak, yıllar içinde,
özellikle mevzuat konusunda yapılan iyileştirmeler sayesinde sektörün başka ihtiyaçlarına
çözüm önerileri geliştirmek amacıyla farklı program alanları oluşturduk. Mesela sosyal yatırım
alanında, ülkemizde bağışçılığın ve bağışçılık kültürünün gelişmesi, ülkemizde bulunmayan
yeni modellerin tanıtılması ve bunlarla ilgili farkındalık yaratılması çalışmaları yapıyoruz.
Araştırma programımız kapsamında, sivil toplum alanında eksik olduğunu düşündüğümüz
konularda raporlar üretiyor, uluslararası karşılaştırmalı çalışmalar yapıyor ve dünyada olan
gelişmeleri sizlerin ve Türkiye’de üçüncü sektörün dikkatine sunmaya çalışıyoruz.
Uluslararası ilişkiler ilk kurulduğumuz günlerde pek gündemde değildi, fakat sonradan
çok gelişen bir alanımız oldu. Bu alanda da çok önemli bir açığı kapattığımıza inanıyorum.
_ 57 _
Vakıfların Değişen Rolü
TÜSEV olarak, kendi alanında öncü birçok uluslararası kuruluş ve üst kuruluşun üyesiyiz. Ayrıca,
mümkün olduğu kadar uluslararası etkinliklere ev sahipliği yaparak, Türk sivil toplumunun
bu tecrübelerden yararlanmasına çalışıyoruz. Örnek vermek gerekirse, birkaç sene evvel
European Foundation Center, Avrupa Vakıf Merkezi’nin toplantısını İstanbul’da yaptık. Sayın
Başbakan yapmıştı açılışını. Her sene Avrupa’nın değişik şehirlerinde yapılan toplantıların
en başarılılarından biri oldu. Amacımız, hem Türkiye’yi yabancı vakıflara tanıtmak, hem de
yabancı vakıfları Türk vakıflarına tanıtmaktı. Gelecek sene de WINGS kuruluşunun toplantısını
burada yapacağız. Ayrıca, bir akademik kuruluş olan Sivil Toplum Derneğinin toplantısını 2
sene evvel İstanbul’da yaptık. Bence, uluslararası ilişkiler konusunda TÜSEV cidden önemli ve
öncü bir rol oynuyor. Sektörün gelişmesi için çalışmalarımıza devam ediyoruz. Ayrıca, Avrupa
Vakıflar Birliği modeli çerçevesinde bu yıl büyük bir toplantıyı da Türkiye’de Türk vakıfları için
organize etmeyi düşünüyoruz.
Burada TÜSEV’in bazı yayınlarını görüyorsunuz. TÜSEV’in, Türkiye’de sivil toplum alanındaki
bilgi birikimini oluşturmak ve sivil toplumu ilgilendiren çeşitli konularda bilgi paylaşmak
amacıyla kaleme aldığı bu raporların tümünü TÜSEV web sitesinde bulabilirsiniz. TÜSEV
raporları, Türkiye’de sivil toplumun genel çerçevesini analiz eden, her yıl sivil toplumun farklı
gelişmeler ışığında incelendiği Sivil Toplum İzleme Raporu, Türkiye’de stratejik bağışçılığın
gelişmesi yolunda yapılan çalışmaların bir ayağı olan bireysel bağışçılar ve hibe veren vakıflara
yönelik rehberlerin de yer aldığı geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Biraz önce bahsettiğim
gibi, yasal ve mali konularda ilgili çok sayıda raporumuza yine web sitemizden ulaşılabilir.
Ülkemizin vakıf konusunda çok önemli bir geleneği var. Onun için, Osmanlı vakıflarından
bahsetmeden geçmek mümkün değil. Türkiye’de vakıfların tarihsel süreci incelendiğinde -ki,
Başkanımız Murat Çizakça’nın bu konuda çok güzel araştırmaları var- Osmanlı döneminde
vakıfların, ihtiyaç sahipleriyle varlıklı kişiler arasında bir köprü görevi üstlenmiş yoksullara
yardım konusunda temel kurumlar haline geldikleri görülmektedir. Buna göre, Osmanlı’da
vakıfların temel 3 unsuru bulunmaktadır; varlıklı kişiler tarafından yapılan bağışlar, bu bağışın
getirdiği devamlı gelirler ve bağışın yöneltilebileceği bir amaç. Bu, sağlık, eğitim gibi farklı
konular da olabilir.
Vakıflar incelendiğinde, o dönem kriterlerine göre, sosyal adalet konusunda önemli
çalışmalar yaptıkları görülmektedir. Câmiler, medreseler ve çeşitli ibadet yerleri inşa etmenin
yanı sıra, köprü, kaldırım, kütüphane, çeşme gibi, kamuya hizmet veren birçok kalıcı eserin
inşası ve tadilatında rol oynadıkları, sosyal yardım konusunda önemli görevler üstlendikleri
görülmektedir.
Cumhuriyet dönemine geldiğimizde de, Cumhuriyetin belki de attığı ilk önemli adım,
Atatürk’ün ilerici bir bakış açısıyla, o zamanın konjonktürü uygun şartları sağlamasına rağmen,
vakıfların önemine inanması, onların kamulaştırılmaması, tüzelkişiliklerinin devamını sağlamak
konusunda gerekli tedbirlerin alınması ve dünyada eşine az rastlanır bir kamu kuruluşu olarak
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kurulmuş olmasıdır.
Uzun yıllar vakıflar kabaca eski ve yeni vakıflar ayırımıyla düzenlenmiş ve ayrı mevzuatlarla
yönetilmiştir. Yeni vakıflar açısından önemli bir süreç, 2001 yılında yayınlanan yeni Türk Medeni
Kanunu’dur. Bu metinde, vakıflarla ilgili özel düzenlemelere yer verilmiştir.
_ 58 _
Prof. Dr. Üstün ERGÜDER
Yakın zamana geldiğimiz zaman, 2008 yılında kanunlaşan Vakıflar Kanunu’nun
öneminden bahsetmek çok yerinde olacaktır. Vakıflar Kanunu ile eski ve yeni vakıflar aynı
mevzuat altında birleştirilmiş, önemli açılımlar geliştirilmiştir. Yeni Vakıflar Kanunu ile, Vakıflar
Genel Müdürlüğü’nün üst karar alma organı olarak vakıf yapılarının içinde Vakıflar Meclisi’nin
kurulması da son derece önemlidir diye düşünüyorum. Bu, dünyada gittikçe daha önemli bir yer
tutan katılımcı yönetim anlayışına uygun bir yapılanmadır. Bu yeni organ, yeni vakıflar, cemâat
vakıfları ve mülhak vakıfların seslerini duyurmaları ve karar alma süreçlerine katılmasını temin
ettiği için son derece olumludur. Yine bu vakıf gruplarını temsil eden kişilerin seçim yoluyla
vakıflar tarafından seçilmiş olmaları da meşruiyet sağlama açısından son derece önemli bir
örnektir diye düşünüyorum.
Günümüzdeki vakıflar sivil toplum alanının önemli aktörleri haline gelmişlerdir. Artık
vakıflar sadece hayır işi yapmak için kurulmamakta, toplumun birçok önemli sorununa farklı
bakış açıları ve yenilikçi çalışma yöntemleriyle çözüm aramaktadırlar.
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 2013 istatistiklerine baktığımızda, Türkiye’de 4 bin 734
yeni vakıf olduğunu görüyoruz. Vakıflarımızın çalışma alanları farklılık gösterirken, yapılan
çalışmaların ağırlıklı olarak hizmet temelli olduğunu söylemek mümkündür. Buna göre, yeni
vakıflardan 3449 vakıf eğitim alanında, 2478 vakıf sosyal yardım alanında, 1644 vakıf sağlık
alanında çalışmaktadır. Demokrasi, hukuk ve insan hakları konusunda çalışan vakıfların sayısı
ise sadece 216’dır. Bu sayıların ve vakıfların faaliyet alanlarındaki çeşitlenmelerin önümüzdeki
dönemde değişeceğini ve vakıfların şartlara göre farklı amaçları yerine getirmek üzere
kurulacaklarını veya kendilerini gözden geçirerek yeniden yapılanacaklarını öngörmek
mümkündür. Dünyada yaşanılan gelişmeler ışığında, hak temelli çalışmalar yapan vakıfların
sayısının da yakın gelecekte artacağını öngörmek mümkündür.
Türkiye’nin köklü bir vakıf geçmişine sahip olmasının nedenlerinden biri de, kültürümüzün
bir parçası haline gelen hayırseverlik geleneğidir. İhtiyaç sahiplerine yardım eli uzatmak,
bu coğrafyada nesillerden beri süregelen bir davranıştır. Bununla beraber, geçtiğimiz süre
içerisinde hayırseverlik olgusunun tüm dünyada stratejik bağışçılığa yöneldiği gözlenmektedir.
Hayırseverlik dediğimizde aklımıza, ihtiyaçları gidermek üzere yapılan, dini motivasyonu
ağır basan ve genellikle tek seferlik bağışlar gelmektedir. Stratejik bağışçılık dediğimizde ise,
sorunların temelinde çözülmesi için stratejik hedef ve yöntemler belirlenerek yapılan, uzun
süreli sürdürülebilir bağışlar anlaşılmaktadır. Bu kapsamda kaynak sıkıntısı çeken vakıfların
sağlıklı ve sürdürülebilir bir ortamda çalışmaları için, uzun vadeli kaynak aktarımını öngören
stratejik bağışçılık anlayışının yaygınlaştırılması çok önem kazanmaktadır.
“Neden yeni vakıf modellerine ihtiyacımız var?” diye sormak gerekirse, yaşanılan
ekonomik ve çevresel sorunların artmasıyla beraber ihtiyaçlar da artmakta, fakat buna paralel
olarak varlıklar da azalmaktadır. Ayrıca, bu artan ihtiyaçlarla beraber devletin de kapasitesi
büyük bir sıkıntıyla karşılaşmaktadır. Vakıfların aktif varlıklarında azalma görülmektedir,
vakıfların sabit giderlerinde ise bir azalma söz konusu değildir. Dolayısıyla azalan kaynakların
genel olarak sabit giderlerde kullanıldığı, bunun da vakıfların amaca yönelik harcamalarını
olumsuz etkilediğinden söz etmek mümkündür. Hatta bu söylediğimi şöyle de tekrardan
_ 59 _
Vakıfların Değişen Rolü
gözden geçirebilirim: Günümüzde vakıfların çağdaş yönetim modellerine yatırım
yapmaları gerekmektedir diye düşünüyorum. Daha çağdaş iletişim ve yönetişime geçmek
durumundadırlar. Onun için, “Sabit giderlerde bir azalma söz konusu değildir” ifadesini biraz
değiştirip, “Sabit giderlerde de fazlalaşma olması olasıdır” demek gerekir diye düşünüyorum.
Ülkemizde ise birçok vakıf az miktarda varlık ile varlıklarını sürdürmeye çalışmaktadır.
Bundan dolayı yenilikçi bir bakış açısına sahip olunması önemlidir diye düşünüyorum.
Fark yaratma isteği olan, fakat kısıtlı fonlarla faaliyetlerini yürütmekte olan vakıflar için
alternatif vakıf modellerinden bahsetmek gerekir. Alternatif vakıf modellerinden bahsederken,
hibe veren vakıflardan bahsedecektim; fakat Lester Salamon’u gayet ilgiyle dinledim. Biz, hibe
veren vakıflar konusunu Türkiye’de gündeme koymaya çalışırken, dünya biraz daha başka
yönlere doğru yöneliyor. Onun için, bu konferans o bakımdan da çok faydalı diye düşünüyorum.
Dünya genelinde artık hibe veren vakıfların sayısının giderek arttığını görüyoruz. Özellikle
büyük fonlara sahip vakıfların daha verimli olduğu görüldüğü ve çarpan etkisi yüksek olduğu
için, ya bu modele geçiyorlar ya da kendi bünyelerinde hibe programları oluşturuyorlar. Bu
vakıflar sadece kendilerini geliştirmekle kalmayıp, diğer sivil toplum kuruluşlarına finansman
ve destek sağlayarak da sosyal değişimin destekleyicisi ve öncüsü oluyorlar. Vakıflar, farklı sosyal
sorunları ve ihtiyaçları belirleyip, bunların ele alınması için hibe programları oluşturabilirler;
mali, teknik desteklerin yanı sıra, bilgi kaynaklarıyla sivil toplum kuruluşlarını destekleyebilirler.
Hibe veren vakıfların katkıları şöyle sıralanabilir: STK’ların mali sürdürülebilirliklerine
katkıda bulunurlar, STK’ların kaynak çeşitliliği sağlamalarına ve otonomi kazanmalarına
yardımcı olurlar; STK’ların yeni bir girişim başlatmalarına, var olan girişimlerini genişletmelerine
veya kamu fonlarının elvermediği riskli alanlara girmelerine imkân tanırlar. Bir kıyaslama
yapmak gerekirse, hibe veren vakıfların bir hayli yaygın olduğu Amerika Birleşik Devletlerine
baktığımızda, varlıkları 645 milyar doları bulan 76 bin vakıf olduğunu ve verilen hibe tutarının
ise 47 milyar dolar olduğunu görmekteyiz. Türkiye’de hibe veren sadece 7 vakıf bulunmaktadır.
Bunların birçoğu sadece hibe vermemekte, kendi faaliyetlerini de sürdürmektedirler. Bu sayının
yakın zamanda artacağını ve daha fazla vakfın bu modeli benimseyeceğini düşünüyorum.
Size yeni bir modelden de bahsetmek istiyorum. TÜSEV olarak bu konuda öncülük yapmış
olmaktan da ayrıca büyük bir mutluluk duyuyoruz. “Bağışçılar Vakfı” kavramının Türkiye’ye ilk
bizim çabalarımız sayesinde yerleştiğini düşünüyorum. Bunun Birleşik Amerika’daki tanımı
“Community Foundation” kavramıdır. Bağışçılar vakfı da, çok sayıda bağışçının katkılarıyla
kurulan, o yerelde yaşayanların yaşam kalitesini ve refah seviyesini arttırma amacı güden,
yerel sorunların çözülmesi için yerel kaynakları kullanan ve bağışlarla yarattığı ana varlık ve
diğer fonlar sayesinde yerel gelişim projelerine hibe desteği sağlayan, sorunların çözümü için
yerel işbirliklerini teşvik eden vakıf türüdür. Yani community foundation veya bağışçılar vakfı
modelinin yerel özelliği çok önemli ve o yörede yaşayan, bir hayır işi yapmak isteyen insanların
bir araya gelip, kaynaklarını birleştirip bağışçılar vakfı kanalıyla bu hizmetleri götürmeleri
bizim için oldukça yeni bir gelişme.
_ 60 _
Prof. Dr. Üstün ERGÜDER
Bağışçılar vakfından biraz daha bahsedelim. Amaç, yalnız yardım değil, yörenin
kalkınmasına destek olmak, yerel liderliği geliştirmek; iş çevresi, kamu ve sivil toplum aktörleri
arasında iletişimi güçlendirmek; etkili bağışçılığı geliştirmek, toplumun ihtiyaçları hakkında
farkındalık yaratmak, yerel toplum için sürekli varlıklar oluşturmaktır. Türkiye’nin ilk bağışçılar
vakfı modeli ise Bolu şehrinde, TÜSEV’le de işbirliği halinde 2008 yılında kurulmuştur.
Bolu’nun önde gelen işadamları tarafından kurulan Bolu Bağışçılar Vakfı’nın amacı, yaşam
kalitesi yükseltilmiş bir Bolu yaratmak olarak belirlenmiştir. Burada tabii, ABD’de yaşayan ve
orada hayatını kazanmış bir Türk vatandaşımız Sayın Haldun Taşman’a da çok teşekkür etmek
istiyorum. Arizona Community Foundation çerçevesinde edindiği bilgileri doğmuş olduğu
Bolu’ya getirerek, Bolu’da böyle bir bağışçılar vakfının kurulmasına önderlik etmiştir. Onun için,
Türkiye’ye çok önemli bir katkıda bulunmuştur diye düşünüyorum. Bağışçılar vakfı modelinin
Türkiye’de önümüzdeki günlerde artacağını düşünüyorum. Artması için, biz TÜSEV olarak
elimizden geleni yapıyoruz, ama kolay değil. Eski alışkanlıkları değiştirmek kolay olmuyor.
Değişik illerde temaslarımız oluyor bağışçılarla. İnşallah bunu başarırız. Ama ileride artacağına
inanıyorum.
Bir an durup geleceğe doğru bakarsak, daha önce de bahsettiğim gibi, vakıfların bu
coğrafyada köklü bir geçmişi var ve kamuya yönelik toplumsal ihtiyaçlara yönelik hizmetlerde
bulunmaya devam edeceklerdir. Yalnız, vakıflarımızın özellikle hibe kanalıyla daha çok hizmet,
sürdürülebilir hizmet, sosyal adaleti gerçekleştirme gibi alanlara kayması lazım ve bunu da
sürdürülebilir stratejik bağışlarla yapması gerekir diye düşünüyorum.
Kaynak sıkıntıları artması beklenen bir ortamda gerekli yasal düzenlemelerin
yapılmasıyla birlikte toplumsal kalkınma için güçlü adımlar atan bağışçılar vakfı ve hibe
veren vakıf modelleriyle kurulan vakıfların sayısının artması hem beklenmekte, hem kanımca
gerekmektedir. Özellikle artan iletişim teknolojisiyle vakıf sektörünün dönüşeceği, hatta
dönüşmesi gerektiğini de düşünmek gerekir diye düşünüyorum. Ayrıca, vakıflarımızın
artık çağdaş yönetime ve çağdaş finansman modellerine geçmesi gerekmektedir. Lester’in
sunumunda da gördük; yani özellikle özel sektörde kullanılan çağdaş yönetişim modellerinin,
çağdaş finansman modellerinin Türk vakıf sektörüne de, bizim vakıf sektörümüze de girmesi
gerekmektedir diye düşünüyorum.
Burada konuşmama son verirken, bana bu fırsatı veren başta Vakıflar Genel Müdürlüğü
olmak üzere tüm emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Umuyorum ki, bu iki gün tartışacağınız
konular vakıf sektörünün gelişmesi için önemli fırsatlar sunacak ve önümüze yeni perspektifler
getirecektir.
Hepinize başarılı bir konferans diliyorum canı gönülden. Sağ olun.
_ 61 _
_ 62 _
)281'$7,2160$.,1*$',))(5(1&(
'U'DYLG/<11
:HOOFRPH7UXVWr(1*/$1'
Thank you very much Dr.Ertem and Prime Minister and everybody organizing this
conference. Well, I think its very important that we take time to share experiences and learn
from one another as we have this morning there are very many different forms of foundations
that we say across the world, so its quite important that we look at the opportunies to see
what we can learn from one another.
I want to do 4 things over the next 15 minutes. I want to provide you with some
background to the Wellcome Trust and give you a little bit of an indication of our philosophy
to philantrophy. Secondly I want to just say something about the context in which we and
I think all of us in this room are operating in and then I want to bring it down to practical
examples give you three ways in which we as a foundation trying to make a difference in the
area we working. And then finally, I want to conclude with the summary of what I think of the
characteristics what make foundations unique.
So, first of all the Wellcome Trust is headquarted in London although we operate
globally. So we work in most countries around the world with a particular focus in the UK,
Africa, Southeast Asia and India. We have a very clear and simple vision. We want to create
extraordinary improvements in human and animal health and the way that we think we can
best achieve that is by supporting biomedical sciences and medical humanities. So we have
a very tightly focused vision and we have a very clear way in which we think we will best go
about that. We are able to spend about a billion dollars a year on this activity.
The Wellcome Trust was established on the death of Sir Henry Wellcome. Sir Henry
Wellcome was an American pharmacist who came to London to set up a global company,
pharmaceutical company. He was very innovative, he was very interested in research on
pharmacy and he was very interested in how society related to medicine and health. And
through his interest thats really given us the mandate for our charitable activies. And since
1936, the endowment has grown we have no shares now in the pharmaceutical company and
so we are completely independent of both commercial and political interests.
Like most foundations of course, we are operating in a very unstable, uncertain and
unequal world. And this is no more certain really, in middle income countries where we see
greatest need particulary in the area of health. So you can see from this distorted map of
_ 63 _
Foundations: Making A Difference
the world which is based on the deaths from malaria, diarrhea, malnutrition and flooding
compiled by OECD and the WHO where the greatest burden from these disasters if you like
you can see are in Asia and Africa. And this effects very much our approach in what we do.
So 3 examples of different ways in which we are trying to make a difference :
The first example is a program which is aim to strengthen universities and research
institutions across Africa. What we are trying to do is build the capability with the African
universities to help develop more research in medicine and health. And we think this is very
important because without helping to grow the capability countries never ever be able to
undertake their own research programs. We want to create a sustainable way in which we
can fund the researches in those countries. I think this is a very good example where we as
a foundation solve the need then make them partner with several African institutions and
countries to develop the initiative. And then we invited the institutions to compete to actually
participate in the program. So combination of a foundation being very strategic but being
very open and allowing competition to those institutions to participate. And you will see
from this program, it has already leveraged 68 million dollars from other funders including
foundations. So good example, I am afraid we have grown funding can leverage at scale there.
But this is the intent of a foundation.
The second example is a different example, this is a sort of classic groan to world to a
researcher who comes to us a funder a with a very good idea to develop a treatment for
malaria; his idea his technical knowledge his research team and he goes away and does it and
through his research he creates a new treatment which is adopted by the WHO. So different
way in which a funder in a responsive mode waiting for the good ideas come from other
people can make a difference through its funding.
And my third example is where several funders get together because they see in action
they want to be catalytic and they see a market failure. And this third example is where the
Wellcome Trust is where worked with a Foundation and the global alliance for improve nutrition
to establish a nutrition index which begins to score the certain criteria how well certain food
and beverage companies are doing in providing the world’s population with nutritious food
with the right information at the right price. We want to impact companies and board room
behaviour and get nutrition higher up the agenda on these companies board discussions. So
this is a very good example where foundations can work together to be very catalytic.
So there different examples there of how we are trying to make a difference but through
our funding through our leverage we are working in different ways. Part of the reason why we
can work in these different ways is because of the unique characasteristics that foundation
share. We are often very independent, we are often a funder rather than a donor so we will
know what we are trying to achieve and some control over that rather than handing money
over to a third party. We can invest and spend for the long term where the private sector
and governments may be more interested in short term impacts and outcomes. We can be
catalytic and leverage other funds and other actions. We can be highly innovative, we can
_ 64 _
Dr. David LYNN
change the way we do things as I think the three examples demonstrate. We can often have a
higher appetite for risk for trying something and if it doesn’t work moving on the something
else in the different way. And I think foundations are extremely good in working in partnership
with other foundations, with banks,with the commercial sector and also with governments.
And in the UK we do this under the legislation of the charities act which provides really our
governance and through that piece of legislation we are regulated by the charity commission.
So although we have a quite tight regulatory framework in which we operate we have these
flexibilities that we can introduce in the way we approach things.
Finally I want to close with a quote from Andrew Carnegie who was the richest man in the
world in 1889 and he said something which I think is very wise. He said it is more difficult to
give money away intelligently than to earn it in the first place.
Thank you.
_ 65 _
VAKIFLAR: BİR FARKLILIK YARATMAK
Dr. David LYNN
Wellcome Trust – İNGİLTERE
Dr. Ertem’e ve Başbakan Yardımcısı’na ve bu konferansı organize eden herkese teşekkür
ederim. Evet, bu sabah da gördüğümüz gibi yeryüzünde söyleyebileceğimiz birbirinden
farklı çok sayıda vakıf türü vardır ve tam da bundan dolayı deneyimlerimizi paylaşmaya ve
birbirimizden bilgi almaya vakit ayırmamız gereklidir. Çünkü birbirimizden öğrenebileceğimiz
fırsatlara bakmamız son derece önem arz etmektedir.
Bu 15 dakika içerisinde 4 şey yapmak istiyorum. Wellcome Trust’ın arka planı hakkında
bilgi verip hayırseverlik felsefemizi kısaca tanıtmak isterim. İkincisi, bizim ve sanırım şu anda
bu odada bulunan hepimizin faaliyet gösterdiği bağlam ile ilgili bir şeyler söylemek istiyorum
ve sonra da vakıf olarak çalışmakta olduğumuz alanda farklılık yaratabilmek için uyguladığımız
üç yolu gösterecek örnekler vermek istiyorum. Ve daha sonra son olarak da vakıfların eşsiz
olmasını sağlayan özelliklerini özetleyerek sonuca bağlamak istiyorum.
Bu yüzden, her şeyden önce, dünya çapında faaliyet göstermemize rağmen Wellcome
Trust’ın merkezi Londra’dadır. Bunun için özellikle Birleşik Krallığa, Afrika’ya, Güneydoğu
Asya’ya ve Hindistan’da odaklanarak dünyadaki pek çok ülkede çalışmalar yapıyoruz. Çok
açık ve net bir vizyonumuz var. İnsan ve hayvan sağlığında olağanüstü gelişmelere imza
atmak ve en iyi biyomedikal bilimleri ve medikal beşeri bilimleri destekleyerek bu gelişmeleri
sağlayabileceğimize inandığımız yolu yaratmak istiyoruz. Bu yüzden çok sıkı odaklanmış bir
vizyonumuz var ve en iyi şekilde yürüyeceğimize inandığımız çok açık bir yola sahibiz. Bu
etkinliğe yılda yaklaşık bir milyar dolar harcayabiliriz.
Wellcome Trust; Sayın Henry Wellcome’un vefat etmesi üzerine kuruldu. Sayın Henry
Wellcome; evrensel çapta eczacılıkla ilgili bir şirket kurmak için Londra’ya gelmiş Amerikalı
bir eczacıdır. Çok yenilikçiydi, eczacılık ile ilgili yapılan araştırmalarla ilgileniyordu ve ayrıca
toplum ile tıp ve sağlık arasında nasıl bir ilişki kurulduğuna ilgi gösteriyordu. Ve hayırseverlik
etkinliklerimizi onun bu ilgisi ile yönetiyoruz. Ve 1936 yılından beri yapılan bağışlar o kadar
arttı ki artık eczacılık alanında çalışan bu şirkette hiçbir payımız kalmadı ve hem ticari hem de
siyasi çıkar açısından tamamıyla bağımsız olduk.
Elbette pek çok vakıf gibi bizler de istikrarsızlığın, belirsizliğin ve eşitsizliğin hakim
olduğu bir dünyada çalışmalarımızı yürütüyoruz. Ve bu durum özellikle sağlık alanında çok
büyük ihtiyaçları olan orta gelirli ülkelerde daha açık görülmektedir. Bu yüzden, OECD’nin
ve WHO’nun derlediği bilgilere göre sıtma, ishal, yetersiz beslenme ve sel sonucu meydana
gelen ölümleri esas alan bu karışık dünya haritasına bakarak bu felaketlerin en ağır yükünü
taşıyanların Asyalılar ve Afrikalılar olduğunu görebilirsiniz. Ve böyle durumlar izleyeceğimiz
yaklaşımımızı belirlemede çok etkili olmaktadır.
Farklılık yaratmaya çalışmak için kullandığımız farklı yollara 3 örnek vereceğim:
_ 66 _
Dr. David LYNN
İlk örnek; Afrika’da üniversiteleri ve araştırma kurumlarını güçlendirmeyi hedefleyen
program ile ilgilidir. Yapmaya çalıştığımız şey; tıp ve sağlık alanında daha fazla araştırma
geliştirmesine yardımcı olmak için Afrika üniversitelerine kapasite oluşturmaktır. Ve bunun
çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü ülkelerin kapasitelerinin artmasına yardımcı
olmadan onların araştırma programlarını asla üstlenemeyiz. Bu ülkelerde yapılan araştırmalara
fon sağlamada kullanacağımız sürdürülebilir bir yol yaratmaya çalışıyoruz. Bence vakıf olarak
ihtiyacı karşılayıp sonra da teşviki geliştirmek için çeşitli Afrika kurumları ve ülkeleri ile ortak
olmamızı gösteren iyi bir örnek. Ve daha sonra programımıza katılmak için kurumları yarışmaya
davet ediyoruz. Bu yüzden vakıf kombinasyonu çok stratejik olmakla birlikle herkese ve
her şeye açıktır ve bu kurumların yarışmaya katılmasına olanak tanır. Ve bu programdan da
göreceğiniz gibi vakıflar dahil olmak üzere diğer fon sağlayanlardan 68 milyon dolar elde etti
bile. Bu yüzden iyi bir örnek, ama korkarım ki sadece oradaki seviyeyi yükseltecek kadar fon
sağlayabildik. Ama vakfın amacı da budur.
İkinci örnek farklı bir örnektir; sıtma tedavisi geliştirme fikriyle gelip hem fon sağlayan
hem de araştırma yapan kişiye duyulan özlemdir. Bu araştırmacının fikirleri, teknik bilgisi,
araştırma ekibi ve gerekli olan her ne varsa bir araya getirilip WHO tarafından benimsenen
yeni tedavi oluşturulmuştur. Şimdi de farklı bir şekilde parlak fikirler üretip sağlanacak fonla
farklılık yaratabilecek kişileri beklemek de farklılık yaratmanın farklı bir yoludur.
Ve benim üçüncü örneğimde ise çok sayıda fon sağlayan birey bir araya gelirler; onların ortak
özelliği iteklemek istedikleri eylemleri olması ve piyasanın başarısız olduğunu görmeleridir. Ve
üçüncü örneğimde ise Wellcome Trust; besin değerlerini yükseltme amacıyla yiyecek ve içecek
mamul eden şirketlerin dünyaya doğru fiyatla ve doğru bilgi ile gerekli besleyici yiyecekleri ne
kadar iyi ürettiklerine dair belli başlı kriterleri koymaya başlayan beslenme indeksi oluşturmak
için vakıfla ve kurulan evrensel ortaklıkla çalışmıştır. Tüm ülkeleri etkilemek, yeni davranış
şekli geliştirmek ve bu şirketlerin yönetim kurulu toplantılarında ele aldıkları gündemde besin
değerine daha fazla yer vermelerini sağlamaktır. Bu yüzden de bu örnek; vakıfların hep birlikte
hızlandırıcı unsur olabildiğini göstermesi açıdan önemlidir.
Bu yüzden farklı şekillerde üzerinde çalışma yaptığımız ve fon sağlayarak nasıl fark
yaratıldığını gösteren çok farklı örnekler vardır. Biz bu farklı yollarla çalışıyoruz; bunun
bir nedeni paylaştığımız vakfın kendisine has özelliklerinin olmasıdır. Genellikle bağımsız
çalışıyoruz; bağış yapandan çok fon sağlayan konumundayız. Bu yüzden de elde etmeye
çalıştıklarımızın farkındayız ve parayı üçüncü kişiye teslim etmekten ziyade bu parayı belli
dereceye kadar kontrol ediyoruz. Özel sektörler ve hükümetler kısa vadeli etki ve çıktılar
ile ilgilenirken bizler uzun vadeli sonuçlara yatırım yapıp bunlar için para harcayabiliyoruz.
Çok fazla yenilikçi olabiliyoruz; üç örnekten de anlaşılabileceği gibi eylemlerimizi yapma
şeklini değiştirebiliriz. Bizler genellikle bir şeyi deneme riskine dört elle sarılabiliyor, işe
yaramadığında farklı şekilde farklı bir şeye yönelebiliyoruz. Ve sanıyorum ki vakıflar, başka
vakıflarla, bankalarla, ticari sektörler ve hükümetlerle çok iyi ortaklıklar kurarak çalışabilecek
bir konumdadır. Ve Birleşik Krallık’ta hayırseverlik komisyonu ile eylemlerimizin yönetişimi ve
düzenlenmesi açısından bize tüzük sağlayan hayırseverlik kanunu mevzuatı kapsamında bu
tür ortaklıklar kuruyoruz. Bu yüzden faaliyet gösterdiğimiz düzenleyici çerçevenin oldukça sıkı
olmasına rağmen nesnelere yeni yaklaşım yöntemi getirebildiğimiz esnekliklerimiz de vardır.
_ 67 _
Vakıflar: Bir Farklılık Yaratmak
Son olarak, 1889 yılında dünyanın en zengin kişisi olan Andrew Carnegie’nin söylediği ve
benim de çok mantıklı bulduğum bir sözüyle bitirmek istiyorum. ‘’Parayı akıllıca harcamak,
para kazanmaktan çok daha zordur.’’
Teşekkür ederim.
_ 68 _
9DNÜI.DYUDPÜQÜQ
7DQÜPODQPDVÜ
YH9DNÜIODUOD
ñOJLOL7HULPOHULQ
.DUíÜODíWÜUÜOPDVÜ
2WXUXP
2WXUXP%DüNDQ×
<LGL:$',
.DW×O×PF×ODU
'U5XSHUW*UDI675$&+:,7=
$EGXOODK2PDU,VVD0'$/$
.KDOHG68..$5,(+
6DDGELQ0RKDPPDG$/02+$11$
3URI'U8VDPD$/$1,
_ 69 _
_ 70 _
:+$7,6$)281'$7,21"
$+,6725,&$/$1'
75$16&8/785$/3(563(&7,9(
'U5XSHUW*UDI675$&+:,7=
0DHFHQDWD,QVWLWXWH+XPEROGW8QLYHUVLW\*(50$1<
I. Introduction
Foundations are among the oldest cultural achievements of mankind. They are know
to have existed in the earliest societies of Egypt and Mesopotamia and in ancient Greece
and Rome (Cizakca 2000, 5). They are a common feature of our Mediterranean heritage; to all
probability there is a tradition of foundations in India, China, and other parts of the world, since
giving to strangers outside the family came to be a world-wide feature around the 6th century
BCE (Armstrong 2006). Arab and other Muslim countries boast a rich foundation culture, as
do all countries of Europe. From there, the notion spread to North and Latin America, and it
was in the United States in particular that the notion of a foundation saw a spectacular revival
in the 20th century, which in turn influenced governments, individual philanthropists and
business corporations world wide in adopting or rediscovering foundations as instruments
of philanthropic action.
However, it remains unclear whether the use of the term is in fact as universal as may
seem. In analyzing the breadth and width of existing foundations, it is easy to discern
considerable differences (Anheier and Daly 2007). Not only can one see numerous hybrid
cases and indeed aberrations. Even in looking at the mainstream in different cultural and legal
environments, one will find that very diverse legal forms and even more diverse practices
and role models exist. Not only has individual creativity made for marked differences in the
way foundations are set up and perform their tasks. Practices have necessarily changed over
time, learning experiences and administrative regulations have helped shape traditions that
do not necessarily conform to a standard model. Moreover, fundamental religious beliefs
and cultural frameworks have exercised a strong influence over the theory, reasoning and
practical solutions.
Based on this observation, this paper will examine whether there is in fact a common
denominator at all. It will ask whether there exist sufficient valid commonalities that allow us to
meaningfully define a foundation in a way that it may apply to all bodies world-wide that use
this term in defining themselves or in being defined by others. Given the differences between
Islamic law, Anglo-Saxon law, Roman law and other legal systems, the working hypothesis is
that in a strictly legal sense, the answer will be no, but that this answer will not in the end be
relevant to the question. Therefore, a universal historical, cultural, and sociopolitical approach
will be used. Necessarily, this approach will be transcultural and transnational.
_ 71 _
What is a Foundation? A Historical and Transcultural Perspective
II.
The Creation of a Foundation
The creation of a foundation by a private citizen is commonly prompted by three very
basic impulses:
x The impulse to give (philanthropy),
x The impulse to be remembered (memory),
x The impulse to impose one’s will on others (hierarchy).
While economists, misinterpreting Adam Smith, have insisted that man is driven
exclusively by his own material interests, this is in fact not so. Adam Smith himself maintained:
“How selfish soever man may be supposed, there are evidently some principles in his nature,
which interest him in the fortune of others, and render their happiness necessary to him,
though he derives nothing from it except the pleasure of seeing it that every man had an urge
to act on human sentiment, a regard for others.“ (Smith [1759] 1982, 9) It is neither accidental
nor contrary to man’s basic impulse that all religions regard empathy, sharing with others
and giving to the poor as fundamental assets of belief (Fleishman 2007, 46-47). Biologists
tell us that a practicing of giving may be observed in some animals. So, while society would
certainly break down if this impulse were totally absent, one does not need to be afraid of this
happening. Giving, however, may take very different forms, and may consist in giving time,
know-how, reputation and creativity as well as material assets.
Combined with the equally fundamental wish to be remembered, giving may well result
in striving for something sustainable, all the more so, when religious beliefs make giving a
precondition for eternal salvation. This may lead to the donation of a valuable work of art.
Or, as Plato tells us, using the term philanthropy for the first time, it may be Socrates calling
himself a philanthropist for sharing his wisdom with his pupils and other listeners free of
charge (Plato 3 d). Added to the wish to impose one’s will on others, easily to be recognized
as a basic human impulse, a philanthropic and memorial urge may drive a citizen who is in a
position to do so to forge his or her philanthropy into a sustainable institution, not necessarily,
but all the more so, if he or she believes this to be God’s command or an act pleasing to God.
„As I study wealthy men, I can see but one way in which they can secure a real equivalent for
money spent, and that is to cultivate a taste for giving where the money may produce an
effect which will be a lasting gratification“, wrote John D. Rockefeller in 1909 (140-141).
Admittedly, not every creation of a foundation is driven by these impulses. Creations by
private citizens and families most commonly are, while political aims and ulterior motives
may enter into the reasoning but more often than not do not do so. This is different, when
corporations set up foundations, most commonly in connection with their corporate social
responsibility and/or public relations goals. Philanthropy and memory do not take priority,
and hierarchy may only be of marginal importance, while political aims will be dominant.
_ 72 _
Dr. Rupert Graf STRACHWITZ
Yet, it needs to be mentioned that a corporation would have other options if philanthropy,
memory, and hierarchy were not involved at all. Parliaments, governments, and government
agencies who have become avid creators of foundations in recent years, most commonly have
political reasons in doing so, but even here, both memory and hierarchy may well be analyzed
as being at least on the hidden agenda that results in the creation. And finally, civil society
organisations themselves, whose main motive in creating foundations commonly has to do
with fund-raising, more often than not see the advantages of a hierarchical institution over
a heterarchical one (Dreher 2013) when looking at the foundation model. In summarizing,
it may be said that while foundations are not necessarily an expression of philanthropy, and
are not necessarily created by private citizens, all existing foundations carry the notion of an
hierarchical institution.
This does not imply that all foundations exist to further the public good. In many countries,
pension funds, support of the founder’s family, control over a business company and other
goals may be achieved by using a foundation model. But with the obvious exception of abuses
of the term, creating a sustainable hierarchy is always part of the reasoning. To society at
large, this is acceptable as long as no harm is done to society. When the French philosophers
of the enlightenment argued against the existence of foundations, their reasoning was that
foundations, owning an ever greater share of the land and pursueing obsolete goals, were
harmful to society (Turgot [1757] 1844, 299-309). With the exception of societal models that
have either, as in the case of late 18th century France ruled out any form of non-governmental
public benefit action, or, as 20th century totalitarian regimes have done, attempted to create
a “new man“ with no individual impulses to follow, this principle of acceptability has been
held to be valid and legitimate. Indeed, it appears that in Islamic societies governments are
precluded from interfering with a citizen’s exercise of faith to an extent that would keep him
from becoming a waqif, a founder, if he so chooses or feels to be so obliged by his religious
convictions (Dafterdar 2013).
III.
Institutionalized Action
From the days of the earliest communities in history, two very basic models of
institutionalized action may be discerned. The first relies on the will of an individual which
others are willing or indeed forced to follow. The second relies on an ongoing evolution of
the collective will of all concerned, who will continually participate in shaping and reshaping
it. The first may be described as a hierarchy, the second as a heterarchy (Dreher 2013). Both
models exist in the reality of political communities. While a monarchy may well be termed a
hierarchy, a republic may be classified as heterarchical, or, to use the word corresponding to
monarchy, as a polyarchy (Fleishman 2007, xvi / 32). It is obvious that existing states in many
cases would not apply either of these models in their pure form. Many modern monarchies
are in fact based on constitutions, and as Plato and Aristotle pointed out in the 4th century BCE,
democracies may well deviate from the rule of participation by all. Also, in many democracies,
strong leaders have imposed their will at least on their own times, while weak monarchs have
_ 73 _
What is a Foundation? A Historical and Transcultural Perspective
regularly depended on the will of others. Yet, it is fair to say that the two basic principles exist.
In the business world too, there is a divide between private businesses, quite often owned
and managed by a family for generations, and public corporations, joint stock companies, the
licence to operate of which is subject to the common will of the shareholders.
The same may be said for different faiths. While both Islam and Christianity hold that
one man, the Prophet of Islam and Jesus Christ respectively, acting by command of God
Himself, laid down for ever after the principles of their religion, the Jewish and many other
religions, while acknowledging the importance of certain leaders would emphasize the
ongoing discussion over even the most fundamental principles, to be participated in by all
members of the religious community. Strong cultural traditions as well as fundamental beliefs
determine whether an institution will follow one model or the other. While the heterarchical
model obviously is the one chosen in modern democracies and is therefore seen by many as
the only legitimate one, this is in fact not so. The rule of law, and indeed human rights cover
hierachical models, and even within democartic societies it is not illegal, let alone illegitimate
to entertain organisations that are in themselves hierarchical. In conclusion, it may be said
that both models are anthropological constants, and that it would be futile to attempt to
organize a society entirely along one or the other.
Given that modern societies tend to define the public sphere as consisting of three
arenas, the state, the market, and civil society, one may well ask whether both models of
institution exist in the civil society arena as well as in the other two. It is generally upheld
that membership organisations are the institutional backbone of civil society – associations,
societies, and clubs, the members of which determine the fate of their organisation. However,
in defining foundations as public benefit institutions, they can fill the gap in providing the
hierarchical model for civil society. In taking a closer look at how foundations originate and
operate, we will ask whether they really are part of civil society and may thus be defined as
its hierarchical component. This issue becomes even more interesting – and indeed complex
– when grappling with the problem of whether religious communities are part of civil
society. This is not the place to enter into this argument; I would certainly uphold the view
that in applying the model of three arenas – or three spheres – it seems logical that religious
communities should be counted among the actors in civil society, since they do not meet the
definitory characteristics of the state, let alone those of the market.
IV.
Foundations in Civil Society
Modern civil society performs seven different functions (Strachwitz 2012, 41). Many civil
society organisations in fact perform more than one. The functions are:
x
x
x
x
Political deliberation (voice),
Service provision,
Advocacy,
Watchdog,
_ 74 _
Dr. Rupert Graf STRACHWITZ
x Intermediary,
x Self-help,
x Community building.
In practice, foundations may engage in nearly all of these functions. Many are known as
owners and managers of houses of worship, hospitals, schools, art museums and a plethora
of other public benefit institutions. Service provision is as much an operational model for
foundations as for other civil society organisations. Some foundations, especially in recent
years have emerged as advocacy organisations, actively campaigning for causes to do with the
environment, civil rights, gender issues etc. Others act as watchdogs in consumer protection
and other areas.
It is therefore one of the most common misunderstandings that foundations are
necessarily or predominantly grant making institutions. In the United States and the United
Kingdom in particular, the common notion of a foundation is that it assists governmental
and non-governmental bodies by funding their work (Fleishman 2007, 50). Not only is there
no evidence for this, it also reflects a grave misconception of philanthropy. A foundation is a
philanthropic institution because someone has set it up in a philanthropic spirit, not because
the institution itself acts philanthropically. Philanthropy has to do with voluntarily action which
is clearly the case with the waqif, the founder. The resulting institution however has no choice,
being obliged by the will of its founder, expressed in the founding documents, to do what
the founder has ordered. The foundation does not have the option of not acting or making
grants. The administrator, mutawalli, trustee, board member, director etc. is an executor of
the philanthropist’s will. He is not the philanthropist himself, although many people in those
positions acquire an air as if they were. It is this wrong interpretation of philanthropy that has
prompted scholars and practitioners to suggest there is no common denominator, argueing
that making grants and managing an institution are activities so diverse that they cannot be
joined. In this sense, grant making would come under the heading of intermediary, while
otherwise, a foundation might be a service provider.
In recent years, this notion has been belied by the fact that many grant making foundations
have become critical of their own passive approach and have opted for a more pro-active role,
and indeed in some cases for taking on the management of a project or even an institution.
Thus, the divide between grant making and operational has become increasingly blurred.
Today, it is certainly true to say that within civil society, both foundations and membership
organisations may be intermediaries as grant makers, and service providers as operators.
Similiarly, political deliberation may happen in either form. Large foundations today play
an important role in providing political decision makers with analyses, research and policy
papers, and, to an extent where this is being criticized, actively engage in political discussions
of general interest that they hope will eventually lead to political decisions. It has been argued
that membership organisations have a higher degree of legitimacy in acting in this way,
due to the fact that they are themselves supported by a membership base that takes policy
decisions in a democratic fashion. This argument exaggerates the role of the members and
_ 75 _
What is a Foundation? A Historical and Transcultural Perspective
overlooks the fact that the base may be extraordinarily small, possibly consisting only of very
few hand-picked individuals. Yet, with both the number and the size of foundations growing
world-wide, we may expect this argument to be put forward ever more strongly.
It is only in the remaining two functions of civil society that foundations, by their nature,
cannot engage. Self-help organisations, ranging from sports clubs to patients’ organisations
work on the principle of members with similiar interests and needs coming together to
satisfy these needs. This obviously necessitates the existence of members. Foundations may
have members of boards and committees, but not of the actual institution. In some legal
environments, organisations may exist that are foundations and membership organisations
at the same time, allowing the members to take decisions on most issues, but not on the
inalienable assets and the basic purpose of the organisation. The National Trust in England is a
good example of a hybrid of this type. In a transcultural context, this is certainly an exception.
The other field that foundations will find it virtually impossible to actively engage in
is community building, incidentally one of the most pressing and indeed rewarding issues
of civil society, given that political communities are increasingly eroding and religious
communities are increasingly seen as part of civil society. Again, in as much as they engage
in community building, which many do, they must be classified as hybrids, for again it is not
within the scope of the members’ decision making to redefine the fundamentals of faith, as of
any other fundamental principle. Generally speaking, foundation may well be intermediaries
in providing funds and possibly know-how, but it will have to be the members themselves
who build their community, irrespective of a founder’s will.
In summing up, foundations are certainly more than grant makers. They may operate
their own institutions and programmes, which in turn may provide services, act as watchdogs
or advocates of causes, and be platforms of discourse and policy building in society. This
makes them valid and legitimate actors in civil society and separates them from voluntary
private and individual action. Whatever they do, they are responsible and indeed accountable
actors in the public sphere, and must comply with rules and regulations either self-imposed
or imposed by law.
V.
The Endowment
The general public is often lead to believe that what distinguishes foundations from
other bodies more than anything else is that they have an endowment at their disposal. Most
people would add that this endowment is necessarily material, is provided by the founder,
and yields a revenue which serves to fund the foundation’s activities. Certainly, this model
applies to a great number of foundations in any cultural context. Roman law, codified by
order of the Roman Emperor Justinian in the 6th century CE, which formed an important legal
base for both Islamic and European foundation law, defined a foundation as a universitas
bonorum, a moral – as opposed to a natural – person based on an endowment, as opposed to
the universitas personarum, based on people. Closer scrutiny however reveals that this is only
partly true and not a definitory element.
_ 76 _
Dr. Rupert Graf STRACHWITZ
Firstly, in introducing a differenty typology, foundations may be classified as
x
x
x
x
owners,
grant makers,
operators,
benevolent.
A very large number of foundations, particularly those with a religious connotation, come
under the ‚owner’ type. They may own a house of worship, built originally by the founder,
possibly, but by no means necessarily with his own funds, but only in comparatively rare
cases do they also possess an andowment that allows them to pay for the maintenance and
upkeep. More often than not, they will need support from the members of the congregation
and other sources. The reason for it being set up as a foundation is to ensure that the building
and the land it stands on shall be sued for its original purpose in perpetuity. The same applies
to foundations that own works of art, lent in perpetuity and inalienably to a public museum,
as it did to columns and monuments in ancient Greece and Rome that were left to their own
devices and some of which have lasted until the present. So obviously, in applying the model
of inalienability, corresponding to the founder’s will, the revenue aspect loses priority. Indeed,
in many cases there was no flow of funds at all after the foundation had been set up.
A similiar case may be made for operating foundations. A foundation that operates a
school or hospital will probably rely on fees for its services to a far larger extent than on a
revenue from an endowment. It will operate on a business plan that matches services and fees,
and not differ in this respect from any other school or hospital. It will however carry a much
more stringent obligation to continue to operate the institution and will to all probability
have to comply with a number of rules set up by the founder. E.g., the school may be for male
and/or female students, and governmental authorities may not violate this restriction.
Furthermore, even grant making and benevolent foundations may well seek sources of
funding beyond a possible revenue from their endowment. They may engage in public fundraising, apply for government grants, and negotiate sponsorhsip agreements with business
corporations; indeed, many foundations are in no position to fulfill the obligations towards
their grantees or satisfy the demand they have invited people in distress to present to them,
were it not for outside sources of income. That in some jurisdictions, foundations are precluded
from attaining funds from third parties, does not mean that this be a general principle.
An additional consideration may be added: In history, there have been many cases where
the creator of a foundation was responsible for the driving concept. It was his idea, he saw
it through, and the foundation may well bear his name. But it was not from his fortune that
the endowment was provided. It may have been public subscription. And finally: In some,
albeit rare cases, the idea or the personality of a founder was so strong that his idea alone was
institutionalized. No additional assets were needed to make the idea have an impact. They
were borne entirely by the idea.
_ 77 _
What is a Foundation? A Historical and Transcultural Perspective
In summing up, foundations need to have an asset base, but neither does this asset base
necessarily have to be material, nor does it have to originate with the founder nor does it have
to yield a revenue, nor finally, does it have to provide a source of income. And needless to say,
although some legal frameworks restrict the nature of assets that foundations may hold to
liquid assets, this is far from being a general, let alone a definitory rule. Foundations may well
be proprietors of land, own business companies, both related and unrelated to their public
benefit goal, or hold any other type of assets conceivable.
VI.
Conclusion
Foundations exist in a large number of legal forms and perform a very diverse set of
functions. They may be autonomous legal entities owned by no-one, or trusts legally owned
by their trustees, may be incoprorated, be subject to specific legislation in civil or in public
law. They may have legal personality or not, may pursue causes of public benefit or not, may
be tax-exempt or not, and may be subjected to very varied rules and regulations. They may be
an expression of philanthropy or not, be an instrument for spending the founder’s wealth for
the common good or not. They will usually have a long term, sustainable perspective, having
commonly, but not necessarily been created in perpetuity.
They are certainly not everlasting. But for as long as they exist, they are compelled to follow
the founder’s will, thus necessarily being an hierarchical organisation. Administrators, boards,
mutawallis, and trustees may take decisions, but only within the scope the original deed offers
them. They are certainly not entitled to go beyond the founder’s will or change it. Nevertheless,
they represent a legitimate form of societal action as institutions within organized civil
society. This formula applies to all forms a foundation may take, so, as hierarchical institutions,
they are bound together by a common definition. In this sense, an islamic Waq’f is not far
removed from a German Stiftung, a French Fondation, a Dutch Stichting, an Italian Fondazione,
and from a foundation in an English-speaking country. Ancient foundations and modern
ones, religious and secular ones, and foundations in all parts of the world share the distinct
quality of being bound to the founder’s will that separate them from other organizational
forms and unite them across religious, historical, cultural, and legal divides. They are of
course not a ‚western’ invention. A foundation, thus defined, is a unique type of institution
that merits public attention, and possibly criticism, but also some recognition and certainly
more research as a world-wide commonality. The answer to the question whether there is a
universal definition of a foundation, clearly is ‚yes’: A foundation is an institution the decisions
and actions of which are determined by the founder’s will. It is therefore right and proper that
THE foundation is counted among the contributors to social change and a peaceful evolution
of society. At a time when short-lived popular ideas have as strong an influence on how or
society is shaped as do comparatively clandestine traditions, an institution whose tradition is
openly stated has a role to play.
_ 78 _
Dr. Rupert Graf STRACHWITZ
References
Adam, Thomas / Frey, Manuel / Strachwitz, Rupert Graf (eds.): Stiftungen seit 1800 –
Kontinuitäten und Diskontinuitäten. Stuttgart: Lucius & Lucius
Anheier, Helmut K. / Daly, Siobhan (eds.): The Politics of Foundations – A Comparative
Analysis. Abingdon, Oxon: Routledge
Armstrong, Karen (2006): The Great Transformation, The World in the Time of Buddha,
Socrates, Confucius and Jeremiah. New York: Alfred A. Knopf
Cizakca, Murat (2000): A History of Philanthropic Foundations: the Islamic World From the
Seventh Century to The Present. Istanbul: Bogazici University Press
Cutbill, Clive / Paines, Alison / Hallam, Murray (eds.) (2012): International Charitable Giving.
Oxford: Oxford University Press
Dafterdar, Mohammed Hisham (2013): Legal Issues Relating to Endowment (Awqaf )
Foundations; in: Cizakca, Murat / Dafterdar, Mohammed Hisham: On Foundations in An Islamic
Context. Berlin: Maecenata (Opusculum No. 67)
Dogan, Mattei / Prewitt, Kenneth (eds.) (2007): Fondations philanthropiques en Europe et
aux Etats-Unis. Paris: Editions de la Maison des Sciences de l’homme
Dreher, Julia (2013): Formen sozialer Ordnung im Vergleich: Hierarchien und Heterarchien
in Organisation und Gesellschaft. Berlin: Maecenata (Opusculum No. 63)
Fleishman, Joel (2007): The Foundation – A Great American Secret. New York: Public Affairs.
Lehrack, Dorit (2012): Chinas philanthropischer Sektor auf dem Weg zu mehr Transparenz.
Berlin: Maecenata (Opusculum No. 58)
McCarthy, Kathleen D. (2003): American Creed – Philanthropy and the Rise of Civil Society.
Chicago: The University of Chicago Press
Owen, David (1964): English Philanthropy 1660 – 1960. Cambridge (Mass.): Harvard
University Press
Platon: Eutyphron
Prewitt, Kenneth / Dogan, Mattei / Heydemann, Steven / Toepler, Stefan (eds.) (2006): The
legitimacy of Philanthropic Foundations: United States and European Perspectives. New York:
Russell Sage
Rockefeller, John D. (1909): Random Reminiscences of Men and Events. New York:
Doubleday.
Rohe, Mathias (2009): Das islamische Recht – Geschichte und Gegenwart. Muenchen: Beck
_ 79 _
What is a Foundation? A Historical and Transcultural Perspective
Sen, Amarty (ed.) (2011): Peace and Democratic Society. Open Book Publishers
Smith, Adam (1759/1982): The Theory of Moral Sentiments. Indianapolis
Strachwitz, Rupert Graf / Mercker, Florian (eds.): Stiftungen in Theorie, Recht und Praxis.
Berlin: Duncker & Humblot
Strachwitz, Rupert Graf (2010 a): Die Stiftung – ein Paradox? Zur Legitimität von Stiftungen
in einer politischen Ordnung. Stuttgart: Lucius & Lucius
Strachwitz, Rupert Graf (2010 b): Foundations, Definition and History; in: Helmut Anheier
/ Stefan Toepler / Regina List (eds.), International Encyclopedia of Civil Society (vol. 2). New
York: Springer
Strachwitz, Rupert Graf (2012); Der zivilgesellschaftliche Mehrwert, in: Zeitschrift für
Stiftungs- und Vereinswesen, Baden-Baden: Nomos 2/2012, p. 41-48
Strachwitz, Rupert Graf (2013): Muslimische Strukturen im Stiftungswesen – Eine
Jahrtausende alte Tradition im Wandel der Zeit; in: Olaf Zimmermann / Theo Geißler (eds.): Islam
– Kultur – Politik. Berlin: Deutscher Kulturrat 2013, 145-147
Turgot, Anne Robert Jacques (1757): Fondation; in: Denis Diderot / Jean Baptiste Le Rond
de’Alembert (ed.), Encyclopédie ou Dictionnaire raisonné des sciences, des arts et des métiers. 28
vols. 1751-1772. Reprinted in: Oevres de Turgot, Nouvelle édition. Paris 1844
Zunz, Olivier (2012): Philanthropy in America. Princeton/Oxford.
_ 80 _
VAKIF NEDİR? TARİHİ VE KÜLTÜRLERARASI BİR BAKIŞ
Dr. Rupert Graf STRACHWITZ
Maecenata Enstitüsü, Humboldt Üniversitesi – ALMANYA
I.
Giriş
Vakıflar insanoğlunun en eski kültürel başarılarından biridir. En erken Mısır ve Mezopotamya
toplumlarında ve antik Yunan ve Roma’da var olduğu bilinmektedir (Cizakca 2000, 5). Vakıflar;
Akdeniz mirasımızın ortak bir özelliğidir; en iyi ihtimalle M.Ö. 6’ncı yüzyıl civarında aile
dışından olan yabancılara yardım etmek dünya çapında bir özellik olduğundan Hindistan’da,
Çin’de ve dünyanın diğer kısımlarında da vakıf geleneği mevcut bulunmaktadır (Armstrong
2006). Arap ve diğer Müslüman ülkeleri; tüm Avrupa ülkeleri gibi zengin vakıf kültürüne sahip
olmalarıyla gurur duymaktadır. Oradan da bu kavram Kuzey ve Latin Amerika’ya yayılmıştır ve
özellikle 20’nci yüzyılda vakıf kavramının gözle görülür dirilişi Birleşik Devletler’de yaşanmış
olup bu diriliş; yardımsever eylemler için vakıfların benimsenmesi veya yeniden keşfedilmesi
açısından dünya çapında hükümetleri, bireysel yardımseverleri ve iş kurumlarını etkilemiştir.
Ancak, terimin kullanım alanının göründüğü kadar evrensel olup olmadığı açık değildir.
Mevcut vakıfların genişliğini analiz ederken büyük farklılıkların olduğunu sezmek çok kolaydır
(Anheier ve Daly 2007).Sadece çeşitli hibrit vakaları ve aslında sapıtmalar görülmez. Farklı
kültür ve yasal ortamlardaki yayılışa bakıldığında bile çok çeşitli yasal formların ve hatta çok
çeşitli uygulamaların ve rol modellerin mevcut olduğu görülecektir. Vakıfların kurulma ve
etkinliklerini gerçekleştirme şekillerinde sadece kişisel yaratıcılık göze çarpar değişiklikler
yaratmamıştır. Zamanla uygulamalar da elbette değişiklik göstermiştir. Deneyimlerden
çıkarılan dersler ve idari düzenlemeler de standart modele uygun olmak zorunda olmayan
geleneklerin şekillenmesine yardım etmiştir. Ayrıca temel dini inançlar ve kültürel çerçeveler
de kuram, gerekçelendirme ve pratik çözümler üzerinde ciddi bir etki yaratmıştır.
Bu gözleme dayanan bu makale; gerçekten de ortak bir payda olup olmadığını
inceleyecektir. Kendilerini tanımlamak veya başkaları tarafından tanımlanırken bu terimi
kullanan dünya çapındaki tüm organlara uygulanabilecek şekilde anlamlı bir vakıf tanımı
yapmamıza olanak verecek yeterli ve geçerli ortak yönlerin olup olmadığı sorusu sorulacaktır.
İslam hukuku, Anglo-Sakson hukuku, Roma hukuku ve diğer hukuk sistemleri arasındaki
farklılıklar göz önünde bulundurulduğunda işleyen hipotez; en dar hukuk anlamıyla, verilecek
cevabın hayır olduğu şeklindedir. Ancak bu yanıt; sonunda soru ile ilgili olmayacaktır. Bundan
dolayı evrensel tarih, kültürel ve sosyo-politik yaklaşım kullanılacaktır. Bu yaklaşımın kültürler
arası ve milletler arası olmak zorundadır.
II.
Bir Vakfın Kuruluşu
Özel bir vatandaş tarafından bir vakfın kuruluşu genel olarak üç ana dürtü ile çabuklaştırılır:
x Verme dürtüsü (hayırseverlik),
x Hatırlanma dürtüsü (hafıza),
x Kişinin kendisini diğerlerine empoze etme dürtüsü (hiyerarşi).
_ 81 _
Vakıf Nedir? Tarihi ve Kültürlerarası Bir Bakış
Adam Smith’i yanlış yorumlayan ekonomistlerin kişinin sadece kendi maddi çıkarları ile
hareket ettiği konusunda ısrarcı olmalarına rağmen işin aslı öyle değildir. Adam Smith kendisi
şu şekilde devam etmiştir: ‘Şu zamana kadar insanoğlu ne kadar da bencil zannedilmiştir;
onun yapısında kendisini diğerlerinin şansı ilgilendirdiği ve kendisi için gerekli mutluluğu
bulduğu bazı ilkelerin olduğu açıktır; herkesin insan hassaslığı için hareket ettiğini, diğerlerine
saygı gösterdiğini görmenin verdiği haz dışında bundan elde edeceği başka hiçbir şey
olmasa bile’ (Smith [1759] 1982, 9). Tüm dinlerin empatiye, başkaları ile paylaşmayı ve temel
dini inançlarından dolayı yoksullara bağış yapılmasını teşvik etmesi tesadüfi olmadığı gibi
insanoğlunun temel dürtüsüne de aykırı değildir (Fleishman 2007, 46-47). Biyologlar; bağış
yapma uygulamasının bazı hayvanlarda gözlemlenebildiğini söylemektedir. Bunun için, bu
dürtünün tamamıyla yok olması halinde toplumun kesinlikle parçalanacak olmasına rağmen
kimsenin bunun meydana gelmesinden korkmasına gerek yok. Ancak bağış yapmak çok
farklı şekillerde meydana gelebilir; zaman, teknik bilgi, ün, yaratıcılık ve ayrıca maddi varlık
vermekten meydana gelebilir.
Eşit derecede temel hatırlanma isteği ile de birleşince bağış yapmak; dini inanışların
vermeyi ebedi kurtuluş için ön koşul koyduğu göz önüne alındığında sürdürülebilir bir şey
için mücadele etmeye yol açar. Bu, değerli sanat çalışmasının bağışlanmasına yol açabilir.
Veya, hayırseverlik terimini ilk kez kullanan Plato’nun da bize dediği gibi öğrencileri ve diğer
dinleyicileri ile ücret almadan kendi bilgilerini paylaştığından dolayı kendisini hayırsever
isimlendiren Sokrat olabilir (Plato 3 d). Temel insan dürtüsü olarak kolaylıkla fark edilebilecek
dürtü olarak tanımlanabilecek insanın kendisini diğerlerine kabul ettirme isteği ile hayırseverlik
ve hatırlanma olgusu birleşince bu hayırseverlik ve hatırlanma olgusu; kişinin Allah’ın emri
veya Allah’ı memnun eden bir eylem olduğuna inanması her zaman olmasa bile genellikle
hayır yapabilme konumunda olan bir vatandaşı kendi hayırseverliğini sürdürebilir bir kuruma
uygun hale getirmeye itebilir. 1909 yılında John D. Rockefeller; ‘Zengin adamlar üzerine
araştırma yaparken, hiçbir şey bulamasam bile, onların harcanan para için gerçek eş değeri
nasıl teminat altına aldıklarını, yani parayı sonsuza dek sürecek hoşnutluk etkisi yaratacak yere
vererek haz almaya çalıştıklarını gördüm’ diye yazmıştır (140-141).
İtiraf etmeliyiz ki; her vakfın kurulmasını tetikleyen unsurlar arasında bu dürtüler
olmamaktadır. Vakıf kuruluş gerekçeleri içerisinde siyasi hedefler ve gizli dürtüler olmakla
birlikte özel vatandaşlar ve aileler tarafından gerçekleştirilen kurulumlar genellikle bu şekilde
davranmamaktan daha fazlasıdır. Kurumların vakıflar kurması durumunda en çok kurumsal
sosyal sorumlulukları ve/veya kamu ilişkileri hedefleri açısından durum farklıdır. Hayırseverlik
ve hatırlanma öncelikli değildir; siyasi amaçlar hakim olurken hiyerarşi, tek marjinal önem
kaynağı olabilir. Ancak hayırseverlik, hatırlanma ve hiyerarşi hiç dahil edilmese bile kurumun
başka opsiyonlarının olabileceği de belirtilmelidir. Son dönemlerde istekli vakıf kurucuları
olan parlamentoların, hükümetlerin ve hükümet kuruluşlarının genellikle vakıf kurmada
siyasi nedenleri vardır; ancak burada bile hatırlanma ve hiyerarşi de en azından kuruluşa
neden olan gizli gündem maddesi olarak analiz edilmelidir. Ve son olarak, vakıf kurmadaki
ana güdüsünün fon sağlama olduğu sivil toplum kuruluşları; vakıf modeline baktığımızda,
hiyerarşik kurumunun heterarşik kuruma olan üstünlüklerini görememektedir (Dreher 2013).
_ 82 _
Dr. Rupert Graf STRACHWITZ
Özetlemek gerekirse tüm kuruluşların her zaman hayırseverliğin bir ifadesi olmaması ve her
zaman özek vatandaşlar tarafından kurulmaması ile birlikte tüm mevcut vakıfların hiyerarşik
kurum kavramını içerisinde barındıkları söylenebilir.
Bu; tüm vakıfların kamu iyiliğini ilerletmek için var olduğunu ima etmez. Pek çok ülkede
emeklilik aylıkları, kurucu ailesinin desteklenmesi, iş şirketini kontrol etme ve diğer hedefler;
vakıf modeli kullanılarak elde edilebilir. Ancak terimin açık bir şekilde kötüye kullanılması
hariç tutulması koşulu ile sürdürülebilir hiyerarşinin kurulması her zaman gerekçelendirmenin
bir parçasıdır. Geniş çapta bakıldığında toplum açısından topluma zarar vermediği sürece bu
kabul edilebilir bir şeydir. Aydınlanma dönemi Fransız filozofları; vakıfların varlığı aleyhinde
tartıştıklarında gerekçelendirme; daha büyük toprak hissesine sahip olan ve mutlak hedeflerin
peşinde koşan vakıfların topluma zararlı oldukları yönündeydi (Turgot[1757] 1844, 299-309).
Geç 18’inci yüzyıl Fransa’sının sivil kamu yararı eylem şekillerini uyguladığı veya 20’nci yüzyıl
totaliter rejimlerin yaptığı gibi takip edeceği bireysel dürtüleri olmayan ‘yeni insan’ yaratmaya
çalışan toplumsal modelleri hariç bırakılması koşulu ile bu kabul edilebilirlik ilkesinin geçerli
ve meşru olduğuna karar verilmiştir. Aslında İslami toplum hükümetleri; bireyin dini kanıları
gereği kendi seçim yapması veya kendisini zorunlu hissetmesi durumunda vatandaşın,
vakfeden, yani kurucu olduğu boyuta kadar ibadetini yapmasına müdahale etmekten men
edilmiş gibi görünmektedir (Dafterdar 2013).
III.
Kurumsallaştırılmış Eylem
Tarihte en erken toplumların ortaya çıktığı günlerden itibaren iki temel kurumsallaştırılmış
eylem modeli olduğu sonucuna varılabilir. Bunlardan ilki; diğerlerinin takip etmeye istekli
veya aslında zorlandığı bireyin isteğine dayanır. İkincisi ise; şekillendirmede ve yeniden şekil
vermede sürekli yer alacak tüm ilgili kişilerin kolektif isteğinin sürekli gelişmesine dayanır.
Bunlardan ilki; hiyerarşi olarak tarif edilebilirken ikincisi heterarşi olarak tanımlanabilir (Dreher
2013). Her iki model de siyasi toplumların gerçekliğinde vücut bulmaktadır. Bir monarşi için
hiyerarşi kelimesi çok uygun olurken cumhuriyet için de heterarşi veya tam da monarşiye denk
gelecek kelimeyi kullanacak olursak poliyarşi uygun olacaktır (Fleishman 2007, xvi / 32). Var
olan devletlerin pek çok durumda bu modellerden hiçbirini saf bir şekilde uygulamadıkları da
açıktır. Pek çok modern monarşi aslında anayasaları esas almıştır ve Plato’nun ve Aristoteles’in
de M.Ö. 4’üncü yüzyılda işaret ettiği gibi pek çok demokraside güçlü liderler en azından
kendi dönemlerinde kendi isteklerini empoze ederken zayıf monarşiler düzenli bir şekilde
başkalarının isteklerine bağlı kalmışlardır. Ancak iki temel ilkenin de var olduğunu söylemek
yanlış olmaz. İş dünyasında da genellikle nesiller boyu bir aile tarafından sahip olunan ve
yönetilen özel iş yerleri ile işletme lisansının hissedarların ortak kararına bağlı olduğu kamu
kurumları ve iş ortaklıkları arasında da bir ayrım söz konusudur.
Aynı şey farklı inançlar için de söylenebilir. İslamiyet ve Hıristiyanlık; Allah’ın emri ile
hareket eden sırasıyla İslam Peygamberi’nin ve Hazreti İsa’nın kendi dinlerinin ilkelerini ilelebet
koyduklarına inanırken Yahudiler ve pek çok diğer dinler belli başlı liderlerin önemini onaylarken
din topluluğunun tüm üyelerinin katılacağı en temel ilkeler üzerinde sürekli tartışılabileceğini
_ 83 _
Vakıf Nedir? Tarihi ve Kültürlerarası Bir Bakış
vurgulamaktadır. Temel inançların yanı sıra güçlü kültürel gelenekler, kurumun hangi modeli
takip edeceğini belirler. Heterarşik model genellikle modern demokrasilerde seçilirken ve
bundan dolayı pek çok kişi tarafından meşru model olarak görülürken aslında hiç de öyle
değil. Kanun kuralları ve aslında insan hakları; hiyerarşik modelleri kapsamaktadır ve hatta
demokratik toplumlarda bile kendisi içerisinde hiyerarşik olan kuruluşlara sahip olmak için
gayrimeşruluğun bir yana bırakılması yasa dışı değildir. Sonuç olarak her iki modelin de
antropolojik süreklilikler ile ilgili olduğu ve bir toplumu tamamıyla birine veya diğerine göre
organize etmeye çalışmanın boşa çaba olduğu söylenebilir.
Modern toplumların kamu küresini devlet, pazar ve sivil toplum olmak üzere üç alandan
oluşan yapı olarak tanımlamaya çalıştıkları düşünüldüğünde her iki model kurumunun da diğer
ikisinde olduğu gibi sivil toplum alanında da mevcut olup olmadığını sormak gerekir. Genellikle
üyelik kuruluşlarının, üyelerinin kendi kuruluşlarının kaderini belirledikleri birlikler, topluluklar
ve kulüpler gibi sivil toplumun kurumsal sırt kemiği olduğu düşünülür. Ancak vakıflar, kamu
yararı gözeten kuruluşlar olarak tanımlandığında sivil topluma yönelik hiyerarşik modelin
sağlanmasında bir boşluk doldurulabilir. Vakıfların nasıl ortaya çıktıklarına ve işlediklerine
daha yakından bakmak gerekirse bunların gerçekten de sivil toplumun bir parçası olup
olmadıklarını ve böylece kendi hiyerarşik bileşeni olarak tanımlanıp tanımlanamayacakları
sorusu sorulmalıdır. Bu konu; dini toplulukların sivil toplumun bir parçası olup olmadığı
problemi ile birlikte ele alındığında daha ilginç ve bir o kadar da karmaşık hale gelmektedir.
Bu tartışmaya girmenin yeri değil; üç alan veya üç küre modelini uygularken devletin ve
kendi haline bırakılan piyasanın tanımlayıcı özelliklerini karşılamadıklarından dolayı dini
topluluklarının sivil toplum içerisindeki aktörler arasında sayılmasının mantıklı göründüğü
görüşünü s.a.v.unacağım.
IV.
Sivil Toplumdaki Vakıflar
Modern sivil toplum yedi farklı işlevi gerçekleştirmektedir (Strachwitz 2012, 41). Aslında
pek çok sivil toplum kuruluşları birden fazlasını yerine getirmektedir. Bu fonksiyonlar şunlardır:
x
x
x
x
x
x
x
Siyasi ihtiyat (ses),
Hizmet sağlama,
Danışmanlık,
Bekçilik etmek (yolsuzluklara karşı),
Aracılık,
Öz yardım,
Toplum inşa etme.
Uygulamada vakıflar; bu fonksiyonların hemen hemen hepsi ile iştigal olmaktadır.
Bunlardan pek çoğu; ibadethane, hastane, okul, sanat müzesi ve diğer kamu yararı kurumlarına
bol miktarda sahip olanlar ve bunları yönetenler olarak bilinmektedir. Hizmet sağlama; diğer
sivil toplum kuruluşlarında olduğu gibi vakıflar için de işletme modelidir. Bazı kuruluşlar,
_ 84 _
Dr. Rupert Graf STRACHWITZ
özellikle de son yıllarda, çevre, sivil haklar, kadın konuları vb. alanlarında işlev gösterme
amacıyla etkin kampanyalar düzenleyerek danışmanlık kuruluşları olarak ortaya çıkmışlardır.
Bundan dolayı en yaygın yanlış anlamalardan bir tanesi vakıfların illaki hakim bir şekilde
hibe yapan kurumlar olduğu yönündedir. Özellikle Birleşik Devletler’de ve Birleşik Krallık’ ta
genel vakıf kavramı; işlerine fon sağlayarak hükümet ve sivil organlara yardımcı olması ile
ilgilidir (Fleishman 2007, 50). Bunun için yeteri kadar kanıt olmadığı gibi ayrıca hayırseverlikle
ilgili tehlikeli bir yanlış algılamayı da yansıtmaktadır. Bir vakıf, hayırsever kurumudur. Bunun
nedeni, bir kişinin bunu hayırsever ruhla kurmuş olmasıdır; kuruluşun kendisi hayırsever yapıda
hareket etmesi değildir. Hayırseverliğin; vakfeden, yani kurucu ile ilgili durumda olduğu gibi
gönüllülükle alakalı olması gereklidir. Ancak ortaya çıkan kurumun; kuruluş dokümanlarında
açıklandığı şekilde kurucusunun yapılmasını istediklerini yapmak zorunda olmak dışında
başka bir seçeneği olmayan bir yapıdır. Vakıf; bağış yapmama veya almama opsiyonuna
sahip değildir. İdareci, mütevelli, kayyum, kurul üyesi, yönetici vb. hayırseverlerin isteklerini
yürüten kişidir. Bu konumlardaki kişiler hayırsevermiş gibi bir havaya girse bile aslında onlar
hayırsever kişiler değildir. Hayırseverlikle yapılan işte bu yanlış yorum; bilim adamlarının ve
uygulamacılarının bağış yapmanın ve bir kurumu yönetmenin birbirine bağlanamayacak kadar
çok çeşitli etkinlikler olduğunu ileri sürerek tek bir ortak tanımın olmadığını ileri sürmelerine
yol açmıştır. Bu bağlamda bağış yapmak aracılık başlığının altına girerken bir vakıf ise servis
sağlayıcısı olarak konumunu koruyabilir.
Son dönemlerde bu kavram; pek çok bağış yapan vakıfların kendi pasif yaklaşımlarından
dolayı eleştiriye maruz kalmaları ile bir projenin veya hatta bir kurumun yönetimini üstlenmeleri
ile ilgili vakalarda olduğu gibi daha pro-aktif rol almayı tercih ettikleri gerçeği ile çelişmektedir.
Böylece, bağış yapma ve işletme arasındaki ayrım giderek artan bir şekilde daha da belirsizleşti.
Günümüzde sivil toplum içerisinde hem vakıfların hem üyelik kuruşlarının bağış yapanlara
aracılık ettiğini ve işleten yapılar olarak hizmet sağlayıcıları olduğunu belirtmek kesinlikle
doğru olur.
Benzer şekilde, politik ihtiyat iki şekilden biriyle meydana gelebilir. Günümüzde büyük
vakıflar; siyasi karar veren birimlere analizleri, araştırma ve politika çalışmalarını sağlama
konusunda önemli rol oynar ve eleştirme boyutuna kadar siyasi kararlara yol açacaklarını
umdukları ve genel çıkarı ilgilendiren siyasi tartışmalara faal olarak katılabilir. Demokratik
bir şekilde politika kararlarını veren üyelik tabanı ile desteklendiklerinden dolayı üyelik
kuruluşlarının bu şekilde hareket etme konusunda daha fazla meşruluğu vardır. Bu tartışma
üyelerin rolünü abartır ve tabanın sadece birkaç kişiden meydana gelen olağan dışı bir şekilde
küçük olabileceği gerçeğini görmezden gelir. Ancak, vakıfların dünya çapında hem sayıca hem
de ölçü olarak büyümesi ile birlikte bu düşüncenin daha da güçlü bir şekilde ileri sürülmesini
bekleyebiliriz.
Vakıfların kendi yapıları dolayısıyla iştigal edemedikleri iki sivil toplum fonksiyonu vardır.
Spor kulüplerinden hasta kuruluşlarına kadar öz-yardım kuruluşları; benzer çıkarları olan ve bu
çıkarları karşılamak için bir araya gelen üyeler ilkesine dayalı olarak çalışmaktadır. Bu elbette ki
üyelerin olmasını gerekli kılmaz. Vakıflarda fiili kurum değil de kurul ve heyet üyeleri olabilir.
_ 85 _
Vakıf Nedir? Tarihi ve Kültürlerarası Bir Bakış
Bazı yasal ortamlarda kuruluşlar hem vakıf hem de üyelik kuruluşları olarak mevcut olabilir; bu
da elden çıkarılamaz varlıklar ve kuruluşun temel amacı dışında üyelerin pek çok konuda karar
almalarına olanak tanır. İngiltere’deki National Trust; bu hibrit tipe güzel bir örnektir. Kültürler
arası bağlamda bu kesinlikle bir istisnadır.
Vakıfların fiilen aktif bir şekilde iştigal olmasının mümkün olamayacağı diğer bir alan ise
toplumun inşa edilmesidir; bu alan, politik toplulukların giderek artan bir şekilde yıprattıkları
ve dini toplulukların giderek artan oranda sivil toplumun bir parçası olarak görüldüğü göz
önünde bulundurulduğunda, belki de en baskı yapıcısı ve sivil toplumun en vaat edici
konularından biridir. Benzer şekilde pek çoğunun yaptığı gibi vakıflar toplum inşa etme süreci
ile ilgilendikçe bunlar hibrit olarak sınıflandırılmalıdır. Çünkü yine bu; diğer temel ilkelerden
herhangi birinde olduğu gibi üyelerin inanç temellerini yeniden tanımlama konusunda
verdikleri kararın kapsamı dışındadır. Genel olarak, bir vakıf; fon ve olasılıkla teknik bilgi
sağlama konusunda aracı olabilirler; ancak kurucunun isteğinden bağımsız olarak toplumları
inşa eden kendi üyeleri ile yakından ilişkili olmak zorundadır.
Özetlemek gerekirse vakıflar kesinlikle bağış yapanlardan daha fazlasıdır. Bunlar
karşılığında hizmet sağladıkları, davanın koruyucuları veya danışmanları sıfatıyla hareket
ettikleri toplumda politika ve söylem platformları olan kendilerine ait kurumlarını ve
programlarını yürütmektedirler. Bu; onların sivil toplumda geçerli ve meşru aktörler haline
getirir ve böylece gönüllü özel ve bireysel eylemlerden ayrılırlar. Ne yaparlarsa yapsınlar kamu
küresinde sorumludurlar ve aslında hesap verebilen aktörler olup kendisi tarafından veya
kanunlarca konulan kurallara ve düzenlemelere riayet etmeleri gerekmektedir.
V.
Bağış
Genellikle genel kamuda vakıfları diğer organlardan ayıran asıl unsurun tasarruflarında
bulunan bağış olduğuna inanma eğilimi vardır. Pek çok kişi; bu bağışın ille de maddi olması
gerektiğini, kurucu tarafından sağlandığını ve vakfın etkinliklerine para kaynağı sağlamak
için kar ürettiğini ekleyebilir. Tabi ki, bu model herhangi bir kültürel bağlamda pek çok vakfa
uygulanır. M.Ö. 6’ncı yüzyılda Roma İmparatoru Justinian emri ile sisteme bağlanan hem
İslami hem de Avrupa vakıf kanunu için önemli yasal tabanı oluşturan Roma hukuku; vakfı
insanlara dayalı universitaspersonarum’ın tersine, bağışa dayalı, doğalın tersine ahlaklı kişi
universitasbonorum, şeklinde tanımlamaktadır. Ancak daha yakından incelendiğinde bunun
kısmen doğru olduğu ama tanımlayıcı bir unsur olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Birincisi, farklı tipolojiyi tanıtırken vakıflar şu şekilde sınıflandırılabilir:
x
x
x
x
Sahipler,
Bağış yapanlar,
İşletenler,
Müşfikler.
_ 86 _
Dr. Rupert Graf STRACHWITZ
Çok sayıda vakıf, özellikle de dini açılımları olan vakıflar ‘sahipler’ tipine girmektedir.
Bunların nispeten çok az vakada bakımını ve onarımını yaptırmaya olanak verecek şekilde
bağışları olan, ilk başta kurucusu tarafından büyük bir olasılıkla kendilerine ait olmayan
paralarla yaptırılan ibadethaneleri olabilir. Yine nadiren de olsa, cemaat üyelerinden ve diğer
kaynaklardan destek verilmesine ihtiyaçları olacaktır. Bunun vakıf olarak kurulmasının nedeni;
ayakta duran binanın ve arsanın ömür boyu ilk amacını sürdürmesini sağlamaktır. Aynı şey;
kendi araçlarına bırakılan ve bazılarının günümüze kadar sürdüğü antik Yunan ve Roma’daki
sütun ve anıtlara yapıldığı gibi, kamu müzesine ömür boyu ve elden çıkarılamaz bir şekilde
ödünç verilen sanat eserleri için de geçerlidir. Açıkçası, kurucunun isteğine uygun bir şekilde
elden çıkarmama modelinin uygulanmasında gelir konusu önceliğini kaybeder. Gerçekten de
pek çok vakada vakıf kurulduktan sonra fon akışı hiç de yoktur.
Benzer bir durum işletme vakıfları için de ele alınabilir. Bir okul veya hastane işleten bir vakıf;
bağıştan gelen gelirden çok daha fazla verdiği hizmetlerinin karşılığında elde ettiği ücretlere
güvenir. Bu; hizmet ve ücretle eşleşen ve bu açıdan herhangi diğer okul veya hastaneden
farkı olmayan bir iş planı üzerinde çalışacaktır. Ancak kurumu işletmeye devam etmek için çok
daha zorlu bir yükümlülüğü yerine getirecekler ve çok büyük bir olasılıkla kurucusu tarafından
konulan bir dizi kurallara uymak zorunda kalacaklardır. Örneğin, okul erkek ve/veya bayan
öğrenciler için olabilir ve hükümet makamları bu kısıtlamayı ihlal edemezler.
Ayrıca, bağış yapma ve hatta yüce gönüllü vakıflar da kendi bağışlarından elde
edilen olası kârın ötesinde fon kaynakları arayabilir. Kamu fonu sağlama ile uğraşabilirler,
hükümet bağışları için başvuru yapabilirler ve iş kurumları ile sponsorluk sözleşmeleri
müzakere edebilirler; aslında pek çok vakıf; dış gelir kaynakları olmasa bağış yapanlara karşı
yükümlülüklerini gerçekleştirebilecek ve kendilerine sunmak için davet ettikleri kişilerin
taleplerini karşılayabilecek durumda olamazlar. Bazı yargı alanlarında vakıfların üçüncü
taraflardan fon almaları yasaklanması; bunun genel ilke olacağı anlamına gelmez.
İlave bir husus eklenebilir: Tarihte vakıf kurucusunun motivasyon kavramından sorumlu
olduğu pek çok durum vardır. Bu onun fikriydi, destek oldu ve vakıf da onun adını taşıyor.
Ancak bağışın sağlandığı yer onun varlığı değildir. Kamu bağışı olabilirdi. Ve son olarak, bazı
durumlarda, nadir de olsa, kurucunun fikri veya kişiliği o kadar güçlüdür ki sadece onun fikri
kurumsallaştırılabilir. Fikrin etki yaratmasını sağlamak için ilave varlığa gerek yoktur. Tamamıyla
fikirden doğmuşlardır.
Özetlemek gerekirse vakıfların varlığa dayandırılması gereklidir; ancak bu varlık
dayanağının maddi olması gerekmediği gibi kurucusu da sağlamamış olabilir veya kâr
getirmeyebilir ve son olarak da gelir kaynağı sağlayamayabilir. Ve yine de bazı yasal çerçeveler,
vakıfların varlıklarını tasfiye etmek için tuttukları varlıkların yapısını sınırlandırmalarına rağmen
bu uygulama genel olmaktan çok uzaktadır; tanımlayıcı kural olarak bir kenara bırakılmalıdır.
Vakıflar; toplumun yararı hedefleri ile ilgili olan veya olmayan toprak sahipleri olabilir, işyeri
şirketleri olabilir veya akla uygun diğer türden aktifleri elinde bulundurabilir.
_ 87 _
Vakıf Nedir? Tarihi ve Kültürlerarası Bir Bakış
VI.
Sonuç
Vakıflar çok çeşitli yasal şekillerde mevcudiyetlerini bulmakta ve çok çeşitli fonksiyonları
yerine getirmektedirler. Bunlar; kimse tarafından sahip olunmayan otonom yasal kuruluşlar
olabildiği gibi kayyumların yasal olarak sahip oldukları trustlar; medeni ve kamu kanunda
özel mevzuata tabi olacak şekilde şirket oluşturabilir. Bunların yasal kişilikleri olabilir veya
olmayabilir; kamu yararının peşinde koşabilirler veya koşmayabilirler; vergiden muaf olabilirler
veya olmayabilirler; çok çeşitli kurallara ve düzenlemelere tabi olabilirler veya olmayabilirler.
Bunlar hayırseverliğin bir ifadesi olabilirler veya olmayabilirler; kurucunun varlığının ortak iyilik
için harcamak için bir araç olabilirler veya olmayabilirler. Bunların genellikle uzun dönemli,
sürdürülebilir bakış açısı olacak ancak illaki de ömür boyu sürmek için kurulmayabilirler.
Bunlar elbette ki sonsuza kadar sürecek değiller. Ancak mevcut oldukları sürece
kurucusunun istediğini takip etmeye ve dolayısıyla hiyerarşik kuruluş olmaya mecburlardır.
İdareciler, kurullar, mütevelliler ve kayyumlar karar verebilirler; ancak sadece ilk senedin
kendilerine sundukları kapsam içerisinde sınırlı kalmak zorundadırlar. Elbette kurucunun
isteğinin ötesine geçme veya bunu değiştirme hakları yoktur. Ancak yine de düzenli sivil
toplumda kurum olarak toplumsal eylemin meşru şeklini temsil ederler. Bu formül vakıfların
girebileceği tüm şekiller için geçerlidir. Bu yüzden hiyerarşik kurumlar olarak birbirlerine ortak
tanımla bağlıdırlar. Bu anlamda İslami vakıf; Alman Stiftung’tan, French Fondation’dan, Hollanda
Stichting’ten, İtalyan Fondazione’den ve İngilizce konuşulan ülkelerdeki Foundation’dan
çok da uzak değildir. Antik vakıflar ve modern vakıflar, dini ve laik vakıflar ve dünyanın her
bölümündeki vakıflar; kendilerini diğer kuruluşla ilgili şekillerden ayıran ve hepsini dini, tarihi,
kültürel ve yasal bölümler etrafında birleştiren kurucunun isteğine bağlı kendisine özgü bir
özelliği taşır. Bunlar elbette ki ‘Batı’ icadı değildir. Böylece tanımlanmış olan vakıf; kamunun
dikkatini çeken ve olasılıkla eleştirisini alan ama aynı zamanda genel olarak dünya çapında
fark edilen ve daha fazla araştırması yapılan eşsiz kurum tipidir. Evrensel vakıf tanımının
yapılıp yapılamayacağı sorusuna verilen yanıt açıkça ‘evet’tir: Bir vakıf; kurucusunun isteği ile
belirlenen kararları ve eylemleri olan bir kurumdur. Bundan dolayı THE vakfının sosyal değişime
ve toplumun huzurlu bir şekilde gelişmesine katkı sağlayan unsurlar olarak sayılması doğru
ve uygundur. Kısa ömürlü popüler fikirlerin nispeten gizli yapılan gelenekler kadar toplumu
şekillendirmede güçlü etkiye sahip olduğu bir zamanda geleneği açık bir şekilde belirtilen bir
kurumun oynayacak rolü vardır.
_ 88 _
'(),1,1*7+(7(50)281'$7,21
$0$/$:,$1(;3(5,(1&(
$EGXOODK2PDU,VVD0'$/$
0XVOLP$VVRFLDWLRQRI0DODZLr0$/$:,
1. Introduction
Foundations are stand alone institutions that exist in many governments around the
world. The main purpose of such entities is to improve and enrich societies where these
foundations work rather than to make financial profits for themselves.
Given this fact, there are different terminologies that are used in different countries, there
is a need for researchers to look for a general terminology of the term foundation and its other
related terms like endowment, trust and waqf. These terms mean the same although there
are some aspects where they differ theoretically as well technically.
The aim of this presentation is to explore some meanings attached to the term foundation
in relation to the African context in general and Malawi in particular. A number of various
terms are used by different foundations to include different combinations of activities done
by individual sectors like general charity, faith groups and community interest foundations.
After exploring different understanding of the term foundation the paper will recommend a
working definition.
Before we define the concept of Foundation, it is important to outline some of the
purposes of the nonprofit sector where foundation derive from. Among them are:
x to improve and enrich society
x to create social wealth rather than material wealth.
According to the common understanding behind this categorization of the sector is that
it exists to make a difference to society rather than to make financial profits
2. What is a foundation then?
From an American set up, a foundation is a body pursuing, a defined purpose. Foundations
can be built on the basis of different legal forms for a variety of aims. Most foundations are set
to serve charitable purposes.
Like in the United Kingdom, numerous philanthropic and charitable formations are
regarded to be foundations.
_ 89 _
Defining the Term Foundation: A Malawian Experience
Like in UK, in Canada, a foundation is defined as a non-governmental entity that is
established as a nonprofit corporation or a charitable trust, with a principal purpose of making
grants to unrelated organizations, institutions, or individuals for scientific, educational,
cultural, religious, or other charitable purposes.
This latter definition is what is found in an African set up in general and Malawi in particular.
In agreement to the above definitions, Sembereka, 2013, argues that in a Malawian set
up, there are value based and faith based foundations which follow under public as well as
private categories which will be elaborated later.
3. Types of Foundation
The philanthropic world in general and Malawi in particular consists of two principal
types of foundations, private and public.
A. Public Foundation
A public foundation is also called a grantmaking public charity. They raise money from
the public (individuals, corporations, and other foundations) to provide grants for their service
delivery.
According to (Buteau.E and A Brock 2011).
There are numerous types of public foundations:
1. Community Foundations seek support for themselves from the public, but like private
foundations provide grants. Their grants primarily support the needs of the geographic
community or region in which they are located. Due to broad public support. In Malawi we
have Angaliba Foundation.
2. Faith Based Foundations
Faith based organizations, such as churches, Masjids which are charitable, have a primarily
religious motivation. Some faith-based organizations also set up projects that are separately
constituted to address specific social needs, and these are included as voluntary sector.
3. Other Public Foundations include funds serving other population groups and fieldspecific funds like special foundations for the people with special needs.
B. Private Foundations:
Private Foundations are nongovernmental, nonprofit organizations with funds (usually
from a single source, such as an individual, family, or corporation) and programs that are
managed by their own trustees or directors and established to maintain or aid, primarily
through grantmaking, social, educational, religious, or other charitable activities serving the
common welfare.
Categorization of Private Foundation
_ 90 _
Abdullah Omar Issa MDALA
Some have categorized private foundations into three types while others have categorized
a foundation into two as follows:
The Categorization into three types:
1. Independent or Family Foundations receive endowments from individuals or families
(and, in the case of family foundations, they continue to show measurable donor or donorfamily involvement).
2. Company-Sponsored or Corporate Foundations receive funds from their parent
companies, although they are legally separate entities.
3. Operating Foundations run their own programs and services and typically do not
provide much grant support to outside organizations
The categorization into two types is as follows:
A private nonoperating foundation that grants money to other charitable organizations
A private operating foundation distributes funds to its own programs that exist for
charitable purposes
Some describe a private operating foundation as a cross between a public charity and
a standard private “grant making” foundation. Like a public charity, it has a specific focus
and conducts its own charitable activities. Like a standard private foundation, it is usually
controlled by the donor or the substantial contributors.
To qualify as a private operating foundation, the foundation must do more than simply
conduct its own charitable activities. In addition, most of its income, assets, and any support
it receives, must be used directly in the active conduct of its charitable activities.
Whatever the category a foundation may follow under, both types of private foundations
are subject to certain restrictions and requirements. For example, they must distribute a
specific portion of their income for charitable purposes each year, and they cannot do business
with their major contributors (Salamon, L.M, 1996:28)
Examples of the above foundations include
Al-Haramayn Foundation from Saudi Arabia, China Foundation for poverty Alleviation
Mo Ibrahim Foundation from United States of America, Al-Imdaad Foundation and Gift of the
Givers Foundation both from South Africa . Joyce Banda Foundation and Angaliba Foundation
both from Malawi and IHH Humanitarian Relief Foundation (Turkish: İHH İnsani Yardım Vakfı)
_ 91 _
Defining the Term Foundation: A Malawian Experience
Conclusion
Having defined the term foundation from different perspectives, it is challenging to
come up with a unified definition of a foundation. Nonetheless, given the similarities of
activities various foundations operate in, the present paper suggests that a foundation is an
organization established to provide services for the welfare of the people. Foundations have
made important contributions to development in many countries.
Foundations are increasingly involved in public-private partnerships whose activities
range from crop and disease research to improving infrastructure, especially water supply and
human rights. They have also evolved innovative approaches to building democratic life in
developing countries. Better information exchange with official aid agencies and appropriate
fiscal encouragement of their activity can help maximize foundations’ future development
contribution.
References
1. Al Imdaad Foundation, Internet Source accessed on 30th August 2013, https://www.
alimdaad.com/Main.aspx
2. Boris E.T et all, 2006. Foundation expenses and compensation, how operating
characteristics influence spending, foundation center. New York.
3. Buteau.E and A Brock 2011, Rhetoric versus Reality, A strategic Disconnect at
Community Foundations.
4. China Foundation for Poverty Alleviation, Internet Source accessed on 20th August
2013/ /http://www.chinacsrmap.org/Org_Show_EN.asp?ID=117
5. Gift of the Givers foundation , Internet Source accessed 30th August 2013 http://www.
giftofthegivers.org/
6. Hall, Peter Dobkin. “A Historical Overview of the Private Nonprofit Sector,” in Powell, 1987
7. Joyce Banda Foundation internet Source accessed on 22 August 2013. http://
joycebandafoundation.com/programs.html
8. Lloyds tsb foundation for England and Wales, Internet Source accessed on 30 August
2013. http://www.lloydstsbfoundations.org.uk/Pages/Welcome.aspx
9. Mo Ibrahim foundation, Internet Source accessed on 22 August 2013.( http://www.
moibrahimfoundation.org/).
10. Pierce. T , 2013. What it takes to be a private operating foundation. a non published
paper for attorney at law.
11. Salamon, Lester M. America’s Nonprofit Sector: A Primer. New York: The Foundation
Center, 1992.
12. Salamon,L and Helmut K.A 1996: Defining the non profit Sector: Across-National
Analysis, forthcoming, Manchester: Manchester University Press
13. Sembereka Mc Donald: 2013, personal interview with Presidential Advisor on Non
Governmental Organizations, government Offices: Blantyre. Malawi
Types of Foundations, Internet Source accessed 15th August 2013.
http://www.coloradofunders.org/index.cfm?fuseaction=Content.Types_of_Foundations
_ 92 _
VAKIF KAVRAMINI TANIMLAMAK: MALAVİ TECRÜBESİ
Abdullah Omar Issa MDALA
Malavi Müslüman Birliği – MALAVI
1. Giriş
Vakıflar; tüm dünyada pek çok devlette mevcut olan bağımsız kuruluşlardır. Söz konusu
kuruluşların ana amacı; kendileri için maddi kârlar elde etmek yerine çalıştıkları toplumları
geliştirmek ve zenginleştirmektir.
Bu gerçek göz önünde bulundurulduğunda farklı ülkelerde kullanılan farklı terminolojileri
vardır; araştırmacıların vakıf teriminin genel terminolojisine ve vakfiye, trust ve vakıf gibi diğer
ilişkili terimlere bakması gereklidir. Terimler teknik açıdan farklılık gösterdiği gibi kuramsal
olarak da bazı hususlar olmasına rağmen bu terimlerin hepsi aynı anlama gelir.
İşte bu sunumun amacı; genelde Afrika, özelde ise Malawi bağlamında vakıf kelimesi ile
bağlantılı bazı anlamları incelemektir. Çok çeşitli terimler; genel hayırseverlik, vefalı gruplar
ve kamu çıkarını düşünen kuruluşlar gibi bireysel sektörler tarafından yapılan farklı etkinlik
kombinasyonlarını içerecek şekilde farklı vakıflar tarafından kullanır. Vakıf teriminin farklı
şekilde anlaşılmasını inceledikten sonra bu makale; işe yarayan bir tanım önerecektir.
Vakıf kavramını tanımlamadan önce vakfın türediği kâr amacı gütmeyen sektörün
hedeflerin bazılarının genel hatlarıyla belirtilmesi önemlidir. Bunların arasında:
x Toplumu geliştirmek ve zenginleştirmek;
x Maddi varlıktan ziyade toplumsal varlık oluşturmaktır.
Genel anlayışa göre sektörün bu sınıflandırmasının arkasında; maddi gelirler elde
etmekten ziyade topluma fark katma amacı yatmaktadır.
2. O Halde Vakıf Nedir?
Amerikan açısından bakıldığında bir vakıf; tanımlanmış bir amacın peşinde koşan organdır.
Vakıflar; çeşitli amaçlar için farklı hukuki şekillere dayalı olarak kurulabilir. Vakıfların çoğu hayır
işlerine hizmet etmek için kurulur.
Birleşik Krallık’ ta olduğu gibi çok sayıda bağış yapan ve hayırsever oluşumlar vakıf olarak
görülmektedir.
Birleşik Krallık’ ta olduğu gibi Kanada’da da vakıf; bilimsel, eğitimsel, kültürel, dini veya
diğer hayır işleri için ilişkisi olmayan kuruluşlara bağış yapma amacı ile kâr amacı gütmeyen
kuruluş veya hayırsever trust olarak kurulmuş sivil kuruluş olarak tanımlanmaktadır.
Bu ikinci tanımlama genelde Afrika’da özelde ise Malawi’de gözlemlenen kuruluş şekli ile
aynıdır.
Yukarıdaki tanımlamaları kabul eden Sembereka 2013; Malawia kurulumunda daha sonra
da ele alacağımız özel kategorilerin yanı sıra kamu kategorilerini de takip eden değer tabanlı
ve inanç tabanlı kuruluşlar olduğunu ileri sürmektedir.
_ 93 _
Vakıf Kavramını Tanımlamak: Malavi Tecrübesi
3. Vakıf Tipleri
Genel olarak hayırsever dünya ve özelde Malawi; kamu ve özel olmak üzere iki ana tip
vakıftan meydana gelmektedir.
A. Kamu Vakfı
Kamu vakfına ayrıca bağış yapan kamu yardım derneği de denir. Hizmetlerinin verilmesi
için fonları sağlayabilme amacıyla kamudan (bireylerden, kurumlardan ve diğer vakıflardan)
para toplarlar.
(Buteau.E ve A Brock 2011)’e göre:
Çeşitli kamu vakfı tipleri vardır:
1. Toplum Vakıfları; kendileri için kamudan destek ararlar; ancak özel vakıflar gibi bağış
sağlarlar. Bağışları genel olarak bulundukları coğrafi toplumun ve bölgenin ihtiyaçlarını
destekler. Malawi’de geniş kamu desteği ile kurulmuş Angaliva Vakfı vardır.
2. İnanca Dayalı Vakıflar Hayır kurumu olan Kiliseler, Mescitler gibi inanca dayalı
kuruluşların temelde dini motivasyonu vardır. Bazı inanca dayalı kuruluşlar ayrıca spesifik
toplumsal ihtiyaçlarını ele alacak şekilde ayrıca oluşturulan projelere imza atarlar ve bunlar da
gönüllü sektöre dahil edilir.
3. Diğer Kamu Vakıfları içerisinde özel ihtiyaçları olan kişiler için özel vakıflar gibi sahaya
özgü fonlara ve diğer popülasyon gruplarına hizmet eden fonlar vardır.
B. Özel Vakıflar:
Özel Vakıflar; kendi mütevellileri veya müdürleri tarafından yönetilen ve özellikle bağış
yaparak sosyal, eğitim, dini veya genel refaha hizmet veren hayır işlerine yardım etme veya
bunların sürekliliğini koruma amacıyla kurulmuş fonları olan (genellikle birey, aile veya kurum
gibi tek kaynaktan sağlanan) kâr amacı gütmeyen sivil toplumlar kuruluşlarıdır.
Özel Vakıfların Sınıflandırılması:
Bazıları vakıfları üç gruba ayırırken diğerleri de aşağıda belirtildiği şekilde ikiye ayırır:
Üç grup şeklinde sınıflandırma:
1. Bağımsız veya Aile Vakıfları; kişilerden veya ailelerden bağışlar alır (ve aile vakfı olması
durumunda ölçülebilir bağış veya bağış-ailenin dahil olmasını gösterebilir).
2. Şirket Tarafından Sponsorluğu Yapılan veya Kurumsal Vakıflar; hukuki olarak ayrı
kuruluşlar olmasına rağmen ana şirketlerinden fonları alır.
3. İşletme Vakıfları; kendi programlarını ve hizmetlerini yürütür ve genellikle dışarıdaki
kuruluşları desteklemek için çok fazla bağış sağlamaz.
İki tip şeklindeki sınıflandırma aşağıdaki şekilde gibidir:
_ 94 _
Abdullah Omar Issa MDALA
Diğer hayırsever kuruluşlarına para veren özel çalışmayan vakıf,
Özel çalışma vakfı; hayırsever amaçları için elindeki fonları kendi programlarına
dağıtır.
Bazıları özel işletmeli vakfı, kamu hayır kuruluşu ile standart özel ‘bağış yapan’ vakıf
arasında bir kesişme noktası olarak tanımlar. Kamu hayır kurumuna benzer şekilde odaklandığı
spesifik konu vardır ve kendisine ait hayırsever etkinlikleri yürütür. Standart özel vakıf gibi
genellikle bağış veya özel katkılarla kontrol edilir.
Özel çalışma vakfı olabilmek için vakıf; kendi hayırsever etkinliklerini yürütmekten çok
daha fazlasını yapmalıdır. Ayrıca, gelirin, mal varlıklarının ve elde ettiği desteğin; hayır işlerinin
etkin bir şekilde yürütülmesinde doğrudan kullanılması gereklidir.
Vakfın takip ettiği kategori her ne olursa olsun, her iki tip özel vakıf; belli başlı kısıtlamalara
ve koşullara tabidir. Örneğin, her yıl bağış için gelirinin belli bir kısmını dağıtmalıdır ve büyük
katkı sağlayanlarla işlerini yürütemezler (Salamon, L.M, 1996:28).
Yukarıdaki vakıflara örnek verecek olursak:
Suudi Arabistan’dan Al-Haramayn Vakfı, Çin Fakirliğin Giderilmesi Vakfı, Amerika Birleşik
Devletlerden Mo İbrahim Vakfı, Güney Afrika’da Al-Imdaad Vakfı ve Verenlerin Bağışı Vakfı.
Malawi’ den Joyce Banda Vakfı ve Angaliba Vakfı ve IHH İnsani Yardım Vakfı (Türkiye).
Sonuç
Farklı açılardan vakıf terimini tanımladıktan sonra tek bir vakıf tanımı ile sonuca varmamak
oldukça zor bir durumdur. Ancak yine de, çeşitli vakıfların gerçekleştirdikleri etkinliklerin
benzerlikleri göz önünde bulundurulduğunda bu çalışma; bir vakfın, insanların refahı için
hizmetler sağlamak için oluşturulmuş bir kuruluş olduğunu ileri sürer. Vakıflar; pek çok
ülkedeki gelişmelere önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Vakıflar; etkinlikleri mahsul ve hastalık araştırmasından alt yapının özellikle de su tedarikinin
ve insan haklarının geliştirilmesine kadar her türlü kamu-özel ortaklıklara her geçen gün daha
fazla dahil olmaktadırlar. Ayrıca gelişmekte olan ülkelerde demokratik yaşamı oluşturacak
yenilikçi yaklaşımları da ilerletmişlerdir. Resmi yardım kurumları ve bu etkinliklerin uygun
mali teşviki ile daha iyi bilgi değişimi; vakıfların gelecekteki geliştirme katkısının maksimize
edilmesine yardımcı olabilir.
_ 95 _
_ 96 _
$&203$5,6212)7+(:(67(51$1'
086/,00(7+2'62)$:4$)
)281'$7,21625758676
.KDOHG68..$5,(+
$ZTDI$XVWUDOLDr$8675$/,$
It is estimated that the Muslim community in Australia sends over $25 million Australian
dollars overseas as aid that is collected from Muslims living in Australia. This money is
collected through the many local Muslim Charities. As it is a relatively new community, funds
are raised locally for building infrastructure such as mosques; other prayer places (Musallahs)
and schools to service the community.
It is envisaged that if some of this money is collected and used to build sustainable Awqaf
then profits generated would be distributed to the poor and needy as well as building local
capacity of the communities and self-sustainable community development projects.
This is a hard task to administer as the Trusts are not managed by a central organization
or government, as is the case in some Muslim countries where they have “Ministries of Awqaf”
specifically designed to put controls around these funds.
Having said that, the Australian and state governments in Australia have services or laws
to help manage or guide associations in Trusts, Endowments, Foundations and so on. One
example is in the State of NSW as is the case in other states, there’s an institution known as the
“Public Trustee” which helps or has control over the management of some trusts for Minors
and others who want them to manage their assets on their behalf. There’s something similar
currently in Dubai “Awqaf and Minors Affairs Foundations”.
With limited resources and many services required we are left with some challenges.
How can a system be created in order to convince donors and other organization to think
differently and use a ‘Waqf system instead? Especially Waqf being a new term with religious
significance.
The second challenge facing all the foundations around the world is how to better utilize
and generate a good level of income for the resources physical, human resources or financial
resources invested?
The answer may lie in contemporary ideas eg. The Awqaf NZ and Awqaf Australia model is
one way, whereby the skin, wool and bones from the Qurbani are utilized to create an income
that can become a Waqf.
_ 97 _
A comparison of the Western and Muslim methods of Awqaf, Foundations or Trusts
Corporate Social Responsibility (CSR)
All major companies around the globe like to contribute to society in one form or another.
A framework that offers a critical understanding of Awqaf and its connection with the role of
corporate social responsibility (CSR) has been developed to provide a detailed encounter of
the issues. This framework analyses the role of Awkaf Australia using the bottom up approach
to CSR and identifies its contribution of economic, environmental and social sustainability to
community, business and government.
We would like to facilitate that where we turn the model upside down and we as Awkaf
Australia and other Awqaf organisations should help with delivering this with the benefits
going to Government, society (employment and funds) and companies where they are
recognised as contributors and returned sales to these organisations also.
This enables active engagement for the introduction of Awkaf Australia’s latest initiative,
AWQAF BRANDING!. (See model in attached presentation on Page3)
AWQAF Branding Globally
Another method which is being developed by Awkaf Australia is creating a ‘Global Awqaf
Brand’ and marketing this brand worldwide, and by capitalising on this brand by producing
products for distribution by Awqaf organisations globally such as ‘Awkaf Au Honey’ in Australia
which is one of their products and others such as farms, shoes, rugs, olives, oil, and so on
elsewhere where profits can be used by Awqaf.
By creating an ‘Awqaf Brand’ it can be assumed that we are creating positive engagement
in the global market. This not only allows Awqaf to become recognised on a global scale
as a not-for-profit entity that provides a direct benefit to those who are less fortunate but
also provides benefit to overcome issues relating to globalisation on an economic scale. By
implementing useful marketing strategies we are able to develop this brand on a national
and international scale. This reinforces the purpose of an Awqaf fund that we are all familiar
with. We can achieve this by capitalising on this brand through the creation of products for
distribution by Awqaf such as ‘Awkaf Australia Honey.’
Awkaf Australia’s Achievements so far:
The words ‘WAQF and AWQAF’ has started to become familiar in Australia since the first
Australia and NZ Awqaf Conference was held in Sydney Australia on 6-7 December 2012.
Awkaf Australia was registered on 11 Dec 2013. It is less than one year old. It was started
in order to create awareness and assist in the development of sustainable Awqaf for local
organisations.
Listed below are some examples of what is being developed in Australia
_ 98 _
Khaled SUKKARIEH
Awqaf as a Community Development Capacity
1. Example of making a waqf to generate funds.
Through creation of separate small waqf for individual organisations whereby, as well
collection of funds they also sell products at stalls (market-like after Friday prayers or other
special occasions). A member of Awkaf Australia has also become a member of ‘Sultan Fatih
Mosque’ located in Newcastle (New South Wales Australia). The committee has started the
Awqaf model. They have a market on Fridays to support the mosque. They struggled to collect
funds on Friday prayers to pay their debts. So stalls were started with the marquee being
sponsored by a local private institution. Due to its success, it was decided that this should
continue to be the model that would be used to encourage generation of funds to support and
sustain the projects of the mosque alongside any donations or fundraising efforts. They are
also on their way to developing the first Islamic Garden in Newcastle to replace the courtyard
of the mosque. This would also be partially funded by Australian Government.
2. At least one of the major charitable organizations has started to think of ‘Zero Cost
Model’. That is by creating a waqf to support their income and give back 100% of funds
collected to the needy and development of projects.
Conclusion/ proposition
In conclusion, a new way of thinking is required to market Awqaf to the community
globally and the generation of funds and better returns on investment both monetary and
services. We believe by marketing the “Awqaf” brand and making it a global household name
everyone in society will benefit and we will deliver better services. Therefore, we propose that
a few Awqaf organisations take on the task of creating a world brand of Awqaf and market it
globally so that everyone benefits.
_ 99 _
BATIDAKİ VE İSLAM DÜNYASINDAKİ EVKAF, VAKIF VE TRUST YAPILARININ
KARŞILAŞTIRILMASI
Khaled SUKKARIEH
Awqaf Avustralya – AVUSTRALYA
Avustralya’daki Müslüman topluluğun Avustralya’da yaşayan Müslümanlardan toplanan
25 milyon Avustralya dolarından daha fazla bir miktarı deniz aşırı ülkelere yardım olarak
gönderdiği tahmin edilmektedir. Bu para; pek çok yerel Müslüman hayır kurumları aracılığı
ile toplanmaktadır. Nispeten yeni bir topluluk olduğu için bu fonlar; cami, diğer dua yerleri
(Musalla) ve topluluğa hizmet edecek okullar gibi yapıları inşa etmek için yerel çapta elde
edilir.
Bu paranın bir kısmının sürdürülebilir vakıf inşa etmek için toplanılması ve kullanılması
halinde elde edilen kârların fakir ve muhtaç olan kimselere de dağıtılabileceği gibi yerel
topluluk kapasitesini geliştirmek ve kendini sürdüren topluluk geliştirme projeleri oluşturmak
için de kullanılabileceği ön görülmektedir. Trustlar, merkezi bir kuruluş veya hükümet
tarafından yönetilmediği için idare edilmesi zordur. Bu durum; özellikle bu fonları kontrol
altına almak için ‘Evkaf Bakanlıklarının’ kurulmuş olduğu bazı Müslüman ülkelerde de aynıdır.
Bunu söyledikten sonra Avustralyalıların ve Avustralya’daki hükümetlerin Trustlar, Bağış
Kurumları, Vakıflar ve benzeri kuruluşlar gibi birliklerin yönetilmesine veya bu tip birliklere
yol göstermeye yardımcı olacak hizmetleri veya kanunları vardır. Bunlardan bir tanesi; diğer
devletlerde olduğu gibi New South Wales Devletidir; azınlıklar ve kendi adlarına varlıklarını
yönetmek isteyen diğer kişiler için bazı trustların yönetimine yardımcı olan veya bu yönetimi
kontrol altında tutan ‘Kamu Trustı’ olarak bilinen bir kurum vardır. Buna benzer şu anda
Dubai’de ‘Evkaf ve Azınlık İşleri Vakıfları’ vardır.
Sınırlı kaynağa karşın çok sayıda ihtiyaç duyulan hizmet olduğu göz önünde
bulundurulduğunda bazı güçlüklerle karşı karşıya kalıyoruz. Hayır sahiplerini ve diğer
kuruluşları farklı düşünmeye ve ‘bunun yerine Vakıf sistemi’ kullanmaya ikna etmek için
nasıl bir sistem kurulabilir? Özellikle vakfın dini önemi olan yeni bir terim olması göz önüne
alındığında.
Yatırılan fiziksel kaynaklardan, insan kaynaklarından veya finansman kaynaklarından iyi
seviyede gelir elde edip bunları daha iyi kullanabilmenin yollarını aramak dünyadaki tüm
vakıfların karşı karşıya kaldığı ikinci zorluktur.
Bunun yanıtı çağdaş fikirlerde gizli olabilir. Örneğin Awkaf Yeni Zelanda ve Awkaf
Avustralya modelinde vakıf olabilecek gelir elde etmek için kurbanlıklardan elde edilen deriyi,
yünü ve kemikleri kullanmaktadır.
Kurumsal Sosyal Sorumluluk (CSR)
Dünya çapında bütün büyük şirketler; herhangi bir şekilde topluma katkıda bulunmayı
sever. Konuları ayrıntılı bir şekilde ele alabilme amacıyla evkafın kritik anlayışını ve bunun
kurumsal sosyal sorumluluk (CSR) ile olan bağlantısını öneren bir çerçeve geliştirilmiştir. Bu
_ 100 _
Khaled SUKKARIEH
çerçeve; CSR’ye olan yaklaşımı kullanarak Awkaf Avustralya rolünü analiz eder ve bunun
topluluğa, iş hayatına ve hükümete sağladığı ekonomik, çevresel ve sosyal sürdürülebilirlik
katkılarını tanımlar.
Modeli alt üst ettiğimizde bunların bağışçı olarak görüldüğü hükümete, topluma (istihdam
ve fonlar) ve şirketlere yarar ve ayrıca satış iadeleri sağlayacak şekilde Awkaf Avustralya ve diğer
evkaf kuruluşları olarak bu amacın gerçekleştirilmesine yardımcı olmak için olanak sağlamak
isteriz. Bu; Awkaf Avustralya’nın en son teşviki olan AWKAF MARKA işinin tanıtılmasına etkin
olarak dahil olmamızı sağlar.
Dünya Çapında AWKAF Markası
Awkaf Avustralya tarafından geliştirilmekte olan diğer bir yöntem; ‘Evrensel Awkaf
Markası’ oluşturmak ve bu markayı tüm dünyaya pazarlamak ve ürünlerinden biri olan ‘Awkaf
Avusturalya Balı’nın ve diğer çiftlik ürünlerinin, kârını Awkaf’ın kullanabileceği ayakkabıların,
kilimlerin, zeytinlerin, yağların ve bunun gibi ürünlerin Awkaf kuruluşları tarafından global
olarak dağıtılması için Avustralya’da üretim yapmak ve bu markanın sermayesini oluşturmaktır.
‘Awkaf Markası’ oluşturarak global piyasada olumlu iştigal alanı yarattığımız düşünülebilir.
Bu sadece Awkaf’ın; sadece daha az şanslı olan kişilere doğrudan yarar sağlayan bir kuruluş
olarak tanınmasına olanak sağlamaz; ayrıca ekonomik ölçekte globalleşme ile ilgili konuların
üstesinde gelme yararı sağlayan kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olarak da algılanılmasını
sağlar. Yararlı pazarlama stratejileri uygulanarak bu markayı hem ulusal hem uluslararası
ölçekte geliştirebiliyoruz. Bu; hepimizin bildiği evkaf fonunun amacını güçlendirmektedir.
‘Awkaf Avustralya Balı’ gibi Awkaf tarafından dağıtılabilecek ürünler yaratma sayesinde bu
markanın sermayesi sağlanarak evkaf fonunun amacı güçlendirilebilmektedir.
Awkaf Avustralya’nın şu ana kadar elde ettiği başarıları:
VAKIF ve EVKAF kelimeleri Avustralya’da ilk kez 6-7 Aralık 2012 tarihinde Sydney
Avustralya’da düzenlenen Avustralya ve Yeni Zelanda Awkaf konferansında duyuldu.
Awkaf Avustralya; 11 Aralık 2013 tarihinde tescil edildi. Bir yaşında bile değil. Yerel
topluluklar için farkındalık oluşturmak ve sürdürülebilir evkaf geliştirilmesine yardımcı olmak
için kuruldu.
En azından akıllarında bu vardı.
Avustralya’da geliştirilmekte olan bazı örnekler aşağıda listelenmiştir.
Toplumsal Kalkınma Kapasitesi olarak Efkaf
1. Fon oluşturmak için vakıf yapma örneği
Fonların toplanmasının yanı sıra bireysel kuruluşlar için ayrı küçük vakıf oluşturarak
tezgahlarda ürünlerini satıyorlar (Cuma namazlarından veya diğer özel günlerden sonra
pazar yeri gibi). Awkaf Avustralya’nın bir üyesi ayrıca Newcastle’ da kurulu olan Sultan Fatih
Camii’nin de üyesi oldu (New South Wales, Avustralya). Komite; Awkaf modeline başladı. Camiyi
_ 101 _
Batıdaki ve İslam Dünyasındaki Evkaf, Vakıf ve Trust Yapılarının Karşılaştırılması
desteklemek için Cuma günleri pazar kuruyorlar. Borçlarını ödemek için Cuma namazlarında
fon toplamaya çaba harcıyorlar. Bu yüzden çadırlar içerisinde bu tezgahlar ilk kez bir yerel
özel kuruluş tarafından sağlanan sponsorlukla kuruldu. Yapılan herhangi bir bağış veya fon
sağlama çabaları ile birlikte cami projelerini destekleyecek ve sürdürecek fonların oluşumunu
teşvik etmek için bu modelin kullanılmasının elde ettiği başarısından dolayı devam edilmesine
karar verildi. Bu kişiler ayrıca caminin alanını değiştirmek için Newcastle’ daki ilk İslami Bahçeyi
geliştirmeyi planlıyorlar. Bu da kısmen Avustralya Hükümeti tarafından desteklenecektir.
2. En azından, büyük hayır kuruluşlardan bir tanesi; ‘Sıfır Maliyet Modeli’ üzerinde
düşünmeye başladı. Bu model yatırımları destekleyecek ve toplanan fonların %100’ünü
ihtiyacı olan kişilere ve proje geliştirmeye geri verecek bir vakfın kurulmasıyla elde edilecektir.
Sonuç / Öneri
Sonuç olarak, evrensel olarak evkafı topluma pazarlayabilmek, fonlar oluşturmak ve
hem parasal hem de hizmetlere yapılan yatırımlardan daha iyi kârlar edebilmek için yeni
bir düşünme şekli gereklidir. ‘Awkaf’ markasının pazarlamasıyla ve evrensel olarak herkes
tarafından tanınmasıyla birlikte toplum içerisindeki herkesin fayda sağlayacağına ve daha iyi
hizmetler sunacağımıza inanıyoruz. Bundan dolayı, birkaç evkaf kuruluşunun Awkaf dünya
markasını yaratma ve herkesin fayda sağlayacağı şekilde bunu evrensel olarak pazarlama
görevini üstlenmesini öneriyoruz.
_ 102 _
6DDGELQ0RKDPPDG$/02+$11$
ΔϳΩϭόγϟ΍ΔϳΑέόϟ΍ΔϛϠϣϣϟ΍±ϪΗϠ΋ΎϋϭϲΣΟ΍έϟ΍΢ϟΎλϥΑϥϣΣέϟ΍ΩΑϋϑΎϗϭ΃
ΎϧϬϣϟ΍ΩϣΣϣϥΑΩόγΔϳΩϭόγϟ΍ΔϳΑέόϟ΍ΔϛϠϣϣϟ΍ϡγΎΑΙΩΣΗϣϟ΍
ΩόΑΎϣ΍ϡϳυόϟ΍ϲϠόϟ΍ͿΎΑϻ΍ΓϭϗϻϭϝϭΣϻϭϥϳόΑΎΗϟ΍ϭϪΑΎΣλ΍ϭϪϟ΍ϰϠϋϭΩϣΣϣΎϧϳΑϧϰϠϋௌϰϠλ
έϣΗ΅ϣϟ΍ ϩΫϫ ϡϳυϧΗ ϰϠϋ ΎϳϛέΗ ϲϓ ϑΎϗϭϸϟ ΔϣΎόϟ΍ ΔϳέϳΩϣϠϟ ΔϘϳϘΣ ϱέϛη ϲΛϳΩΣ ϊϠρϣϭ ΙϳΩΣϟ΍ ˯ΎϧΛ΍ ΎϬϟ ϑϗϭϳ ϥ΍ ϕΣΗγΗ ϑΎϗϭϷΎϓ
΍Ϋϫ ΎϧΗόϣΟ ΎϬϧ΍ ΓέϣΛ ϲϫ ΓΩΣ΍ϭ ΓέϣΛ ϻ΍ ϑΎϗϭϷ΍ ϥϣ ϥϛϳ ϡϟ ϭϟϰϠϋϭ ϝΟ ௌ ϥΫΈΑ ΎϬΑ ϰυΗΣϳ ΔϧγΣ Δϣγ ϥϭϛϳ ϥ΍ ϭΟέϧ ϱΫϟ΍
ϥ΍ϥϭΩϥϣ΍ϭόϣΗΟϳϥ΍ϭ˯΍έΑΧϟϥϛϣϳϻϑΎϗϭϷ΍ι΋ΎλΧϭϑΎϗϭϷ΍ι΋ΎλΧϲϓϡϛϳϟ΍ϲΛϳΩΣΎϛέΎΑϣϭΎϳϓΎϛϙϟΫϥΎϛϟϡϭϳϟ΍
Δγγ΅ϣϟ ϥϛϣϳ ϻϭ ΎϬϧϳΑ ϑΎϗϭϷ΍ ι΋ΎλΧϭ ϻ΍ ϥϭϧΎϘΑ Δόο΍ϭ ΔϳϣϳυϧΗ Δ΋ϳΑ ϲϓ ϥϳϋ˷έηϣϭ ϭ ϥϳέϛϔϣϟ ϥϛϣϳ ϻϭ ϡϬϧϋ ΏϳϐΗ
Ώλϧϭ ϻ΍ έϳΑϛ ϭ΍ έϳϐλ ϑϗϭ ϊοϳ ϥ΍ Ωϳέϳ ϑϗ΍ϭϟ ϥϛϣϳ ϻϭ ΎϬϟ ϥϭϬΑΗϧϳ Ϫϧϳϋ΍ Ώλϧ ϑΎϗϭϷ΍ ι΋ΎλΧϭ ϻ΍ ΓΩϳΩϛ ΔΛϳΩΣ ΓΩϳϟϭ
ϭ΃ ϕϳϠόΗ Ωϳέ΍ ˮ Γέϭλϟ΍ ϩΫϫ ϥϭέΗϪϧϋ ΏϳϐΗ ϑΎϗϭϷ΍ ι΋ΎλΧ ϲΗϔϳ ϥ΍ ϥϛϣϳ ϻ ϲΗϔϣϟ΍ ωέηϟ΍ ϡϟΎϋϑΎϗϭϻ΍ ι΋ΎλΧ Ϫϧϳϋ
΍ϭέϳγϳϥ΍ΏΟϳϑΎϗϭϷ΍ϲϓϥϳϠϣΎόϟ΍ϝ ˷ϭΟΗϰϟ΍ΝΎΗΣϳϑΎϗϭϷ΍ϥϻΔΑϭΟ΍Εϟ΄γΎϧ΃ϲϟ΍ϭΣϣγ΍ˮϕϠόϳΩΣ΍ϥϛϣϣΎϬϳϠϋρϘϓϥϳϘϠόΗ
ϲΑέόϟΎΑϙόϣγ΍Ύϧ΍ϝοϔΗ΍ϭΩόϘϳϥ΍ϻ
ρϘϓ ΓΩΣ΍ϭΓ΃έϣ΍ Ύϣ΍ ΔΟΎΟΩϟΎϛ ρϘϓϪϣΎϬΗϟΎΑ ΍ϭέϛ˷ ϓ έϳρϟ΍ ΍ϭ΃έΎϣϟ ΍ΩΟϲΣργ ϡϫέϳϛϔΗ αΎϧϟ΍ ΏϠϏ΍ ϥ΍ ϰϟ΍ έϳηΗ Γέϭλϟ΍ΔϠΧ΍Ωϣ
ϭΟϟ΍ϲϓέϳρϳϱΫϟ΍έ΋Ύρϟ΍ϭ΃ΝΎΟΩϟ΍ϝϣΎϛϥϣΩϳϔΗγΗϥ΍ΕϋΎρΗγ΍έυϧΩόΑέϳϛϔΗΎϬϟ
ϥ΍ϻ΍ΔΑΟϭϑΎϗϭϷ΍ϥ΍ϰϟ΍έυϧϳαΎϧϟ΍ϥϣέϳΛϛϑΎϗϭϷ΍ϰϟ΍έυϧϳϥϣΎοϳ΍ϑϗϭΕϗϭϟ΍ϥϻϭΕϗϭϠϟ΍έΎλΗΧ΍΢ϳΣλΙΩΣΗϣϟ΍
ϑϗϭϟ΍ϥ΍ϯέϳϲΟϳΗ΍έΗγϻ΍ΩόΑϟ΍ϑϗϭϟ΍ι΋ΎλΧϰϟ΍έυϧϳϥϣϥϛϟΏλϧϣϑϗϭϟ΍ϥ΍ϻ΍ΔϳέΎΟΗΔϘϔλϑϗϭϟ΍ϥ΍ϻ΍Δϔϳυϭϑϗϭϟ΍
ϡϛΗΎϗϭϷ ΍έΎλΗΧ΍ϭ ΎϬϧϋ ΙΩΣΗ ϥϳΛΩΣΗϣϟ΍ νόΑ ϥϻ έϭΎΣϣϟ΍ νόΑ ίϭΎΟΗ΄γ ΔϘϓ΍έ ΓέυϧΑ ΍Ϋϫ ϰϟ΍ έυϧϧ ϥ΍ ϲϐΑϧϳϭ ϕϠΣϳ έ΋Ύρ
ϲϓ εΎϋ ϭϫϭ ϲόϓΎηϟ΍ ϡΎϣϻ΍ϡ΋Ύϧ ϑϗϭϟ΍ ϥϻ ϡΩΎϘϟ΍ ϲϓ Ύοϳ΍ϭ ϕΑΎγϟ΍ ϲϓ ϝϭΩϟ΍ ΕΎϳϧ΍ίϳϣ ϥϣ ϯέΑϛ ΔΑγϧ ϝΛϣΗ ϑΎϗϭϷ΍
ΎϬϟ έλΣϻ ϕηϣΩ ϲϓϑΎϗϭϷ΍ ϝϭϘϳ έϳϬηϟ΍ ΔϟΎΣέϟ΍ ΔρϭρΑϥΑ΍ϭ Εϗϭϟ΍ ϙ΍ΫϲϓϑΎϗϭ΍Δϛϣ έϭΩ έΛϛ΍ϭϝϭϘϳ ΓέΟϬϠϟ ϲϧΎΛϟ΍ ϥέϘϟ΍
ΙϳΩΣ Ϫϳϓ ϥϻ ϑϳέόΗϟ΍ ίϭΎΟΗ΄γΓέΟϬϠϟ ϥϣΎΛϟ΍ ϥέϘϟ΍ ϲϓ εΎϋ ΔρϭρΑ ϥΑ΍ϭ ΍Ϋϫ ϝΛϣ ϲϓ έγϔϳ ϡΛ ΎϬϔϳέΎλϣϭ ΎϬϓΎλϭ΍ϭ ΎϬϋ΍ϭϧ΄Α
ϑϗϭ Ύϣ΍ Ϫόϔϧ ΩϭλϘϣ ΙϳΣ ϥϣ ϡγϘϧϳ ϑϗϭϟ΍ ϥ΍ ϰϟ΍ έϳη΍ ϥϛϟ ΓϭΧϻ΍ ΎϬϧϋ ΙΩΣΗ Ύοϳ΍ ΎϬϣΎγϗ΍ϭ ϑΎϗϭϷ΍ΓϭΧϻ΍ Ϫϳϟ΍ ΎϧϘΑγ έϳΛϛ
ϥ΍Ύϣ΍ϭϩέϳϏϭ΍ϥϳϛγϣϟ΍ϭ΍ΝΎΗΣϣϠϟϑϗ΍ϭϟ΍ϪλλΧΎϣϰϠϋϑέλϳϪόϳέϭέΎϣΛΗγϻ΍ϪΑΩ΍έϳϑϗϭϭ΍ϰϔηΗγϣΩΟγϣϝΛϣέηΎΑϣ
ΊηϧΗϲΗϟ΍Δϳϔϗϭϟ΍ΕΎγγ΅ϣϟ΍νόΑϛϪΗέηΎΑϣΎοϳ΍Ω΍έϳϭϩέΎϣΛΗγ΍Ω΍έϳϥϳέϣϻ΍ϥϳΑϊϣΟϥϭϛϳ
ϲϫ ϻ ΔϠϘΗγϣ ΔϳΗΣΗ Δϳγγ΅ϣ ΔϳϧΑ ΩΎΟϳ΍ΔϠϘΗγϣ Δϳγγ΅ϣ ΔϳΗΣΗ ΔϳϧΑ ΩΎΟϳ΍ ϰϠϋ ϡϭϘΗ ϲϫ ΓέλΗΧϣ ΔϐϳλΑ ϑΎϗϭϷ΍ ϑΎϗϭϷ΍ Γέρϓ
ϡϳϘϟ΍ νόΑ ρϘγΗ Ϋ΋ϧϳΣϭ ΓέΟΎΗϣϟ΍ϭ ΔγϓΎϧϣϟ΍ϭ ΢Αέϟ΍ ΃ΩΑϣ ΕΣΗ ρέΧϧΗ ϲϫ ϻϭ ΔϟϭΩϟ΍ ϝΛϣΗϭ ΔϟϭΩϟ΍ ΓίϬΟ΍ ϡΎυϧ ΕΣΗ ρέΧϧΗ
ϭϫ Ύϣ ϩΎϣγϣ ϥϻ΍ έηΗϧϳ ϱΫϟ΍ ΙϟΎΛϟ΍ ωΎρϘϟ΍ϑΎϗϭϷ΍ Γέϛϓ ϥϣ ˯ίΟϻ΍ ϝϭΩϟ΍ νόΑ ϲϓΙϟΎΛϟ΍ ωΎρϘϟ΍ ϰϣγϣ ΎϣϭϑϗϭϠϟ ΔϳγΎγϻ΍
ϑΎϗϭϷ΍ϲϫαϳϟϭΓέϛϓϥϣ˯ίΟϻ΍
ΓϭϘϟ΍ ρΎϘϧ ϰϟ΍ έυϧϳ ΔϳΟϳΗ΍έΗγ΍ ΔρΧ ϡΩϘϳ ϥ΍ ϥϛϣϳ ιΧη ϝϛ ϲϧόϳ ϑΎϗϭϷ΍ ΎϬϳϠϋ ΩϧΗγΗ ϲΗϟ΍ ΓϭϘϟ΍ ρΎϘϧ ϭϫ ϑϗϭϟ΍ ι΋ΎλΧ
έηϋ Ε΍ϭϧγ αϣΧ ϥϣίΑ ΓΩϭΩΣϣ ϥϭϛΗ ΓΩΎϋ ΔϳΟϳΗ΍έΗγϻ΍ ΔρΧϟ΍ ϥϻ ΍Ϋϫ ϥϣ ΩόΑ΍ ϰϟ΍ ΏϫΫΗ ϝΑ ϪΗϭϗ ρΎϘϧ ϲϫ ϑϗϭϟ΍ ι΋ΎλΧϭ
ϕϭέϔϟ΍ ϥϣϭ ϝΑΎϘϣ Ϫϟ αϳϟ ωέΑΗ ΩϘϋ ϑϗϭϟ΍ ϥ΍ ι΋ΎλΧϟ΍ ίέΑϻ΍ ϲϘΑ Ύϣ Ϫλ΋ΎλΧΑ έϣΗγϣ ϑϗϭϟ΍ ϥϛϟ Ε΍ϭϧγ ΙϼΛ Ε΍ϭϧγ
_ 103 _
Vakfı, Vakıf Yapan Özellikler ϒϗϭϒϗϮϟ΍ϞόΠΗϲΘϟ΍κ΋ΎμΨϟ΍
ΓΎϋ΍έϣϓ Ϋ΋ϧϳΣϭ ΎϘϠρϣ ˯ϲηϟ΍ ΍Ϋϫ ϝΑΎϘϣ ϭϫ Ύϣ Ϳ ΎϋέΑΗ Ύϣϧ΍ϭ ϑϗϭ΍ Ώ΋΍έοϟ΍ ρΎϘγ΍ ϝΟϷ αϳϠϓ Δϳϣϼγϻ΍ Δόϳέηϟ΍ ϲϓ ΓέϳΑϛϟ΍
ϥϋ ϝϘΗγϳ ϝϣΎϛ ϝϼϘΗγ΍ ϝϘΗγϣ ϑϗϭϟ΍ Δόϳέηϟ΍ ϲϓ ϝϣΎϛ ϝϼϘΗγ΍ ϝϘΗγϣ ϑϗϭϟ΍ ΎϬΑ ΔϳΎϧόϟ΍ ϲϐΑϧϳ ϑϗϭϟ΍ ϊϓΩΗ ϲΗϟ΍ ϊϓ΍ϭΩϠϟ ϑϗ΍ϭϟ΍
ϡϛΎΣϟ΍ ϲϟ΍ϭϟ΍ ϲϧόϳ ϲϋ΍έϟ΍ ϥϋ ϝϘΗγϳϭϪϧϭΛέϳ ϼϓ Ϫϔϗϭ΍ ϥϣ ΔϳέΫ ϥϋϪϧϭΛέϳ ϼϓ ϪΗϳέΫ ϥϋ ϝϘΗγϳϭϪϣγΎΑ ϝΟγϳ ϼϓ Ϫϔϗϭ΍ ϥϣ
ϪϧϷΎϣϟΔϳΩΎλΗϗϻ΍ΕΎϣίϻ΍ϭέρΎΧϣϟ΍ϥϋΩόΑϳϭϲϧρϭϟ΍ΩΎλΗϗϻ΍ϰϠϋυϓΎΣϳϪϧ΍Ϫλ΋ΎλΧϥϣϑϗϭϟ΍ϪϳϓϥϭϣϛΣΗϳϼϓΔϳϋέϟ΍ϭ
ΎϧϧϳΑΎϫ΍Ωλϰϟ΍ϲΗ΄ϳΩΩέϳϭΓϭϘΑέηΗϧΗϲΗϟ΍Γέϛϔϟ΍ΩΎΟϳ΍ϰϟ΍ϕΑγϥϣϭϫϑϗϭϟ΍έρΎΧϣϟ΍ϥϣΔϳϟΎϋΔΑγϧϲϓϑϗϭϟΎΑϥϋϊϧϣϳ
Δόϔϧϣϟ΍ Γέ΋΍Ω ϥϣ ΝέΧϳ Ϫϧ΍ ϡϛΎΣϟ΍ϭ ϲϟ΍ϭϟ΍ ϙϠϣ ϲϓ αϳϟϭ ϑϗ΍ϭϟ΍ ϙϠϣ ϲϓ αϳϟ Ϫϧ΃ Ϋ΍ΔϳέΎΑΗϋϻ΍ ΔϳλΧηϟ΍ ϲϫϭ ΎϫέΩλϣ ϥΣϧϭ
Δϳϻϭϟ΍ ϝόΟϭ ϑϗϭ΍ Ύϳϟ΍ϭ ϥ΍ ϲϣϼγϻ΍ ΦϳέΎΗϟ΍ ϑέόϳ ϻ ϑΎϗϭϻ΍ ϝϭΩϟ΍ ΓέΎυϧ ϙϟΫ ϥϣ ϲϣϭϛΣϟ΍ έ΍έϘϟ΍ ϡϋΩ Γέ΋΍Ωϭ ΔϳλΧηϟ΍
ϯΩϋ ϑϗϭϟ΍ ι΋ΎλΧ ϥϣ ωΎΟέΗγϻ΍ ϝΑϘϳ ϻ Ϫϧ΍ ι΋ΎλΧϟ΍ ϥϣ΍Ϋϫ ϝΛϣ ϲϓ ΎϬΟέΎΧ ΓέΎυϧϟ΍ ϝόΟϳϭ ϑϗϭϳ ϲϟ΍ϭϟ΍ ϥϣΔϣϭϛΣϠϟ
ΔόΑΎΗϣϟ΍ϭιϼΧϻ΍ϪϳϓρέΗηϳΫ΋ϧϳΣϭϰϠϋϭϝΟͿϪΑέϗϪϧ΍Ύοϳ΍ϪϧϣϭϪϳϓϑέλΗϳϼϓϑέλΗϟ΍ΔϳϠΑΎϘϟ΍
ϊϓΎϧϣϟ΍ΔϳοϗϰϠϋυϓΎΣϳϊϣΗΟϣϟ΍ϝϛΎηϣϑϳϔΧΗϰϠϋυϓΎΣϳέ΍έϣΗγϻ΍ϭΔϣϭϣϳΩϟ΍ϰϠϋυϓΎΣϳϯΩϣϟ΍ΓΩϳόΑΔϳΟϳΗ΍έΗγ΍ϑ΍Ωϫ΍ϑϗϭϠϟ
΍ΫϫϝΛϣϲϓΔϳϠ΋Ύόϟ΍ΕΎϛέηϟ΍ϝΑϘΗγϣϥϳϣΎΗϝΎϣϟΎΑωΎϔΗϧϼϟΩϣϻ΍ΔϟΎρ΍ϊϣΗΟϣϠϟΓΩΩόΗϣϟ΍
ΔϗΩλ ϰϠλ ΎϬϧϣ Ωϋ΍ϭ ΙϼΛΑ ϻ΍ ϪϠϣϋ ϊρϘϧ΍ ϡΩ΍ ϥΑ΍ ΕΎϣ ΍Ϋ΍ ϝϭϘϳϰϠλ ϲΑϧϟ΍ ϙϟΫϟϭ έϣΗγϳϭ ϡϭΩϳ Ϫϧ΍ ϑϗϭϟ΍ ι΋ΎλΧ ϥϣ
ϭϫϥϣϲϓϝΟϻ΍ϪϳΗ΄ϳΩΑϻϩέΑϗϲϓϑϗ΍ϭϑϗ΍ϭϠϟΔΑέϘϟ΍ϝϭλΣϝΎΛϣϛ΍ϭΫΧϑϗϭϠϟΓΩΩόΗϣϩϭΟϭϲϓέ΍έϣΗγϻ΍ϭΔϣϭϣϳΩϟ΍ΔϳέΎΟ
ϙϟΫϟϭΎϬϳϓϑέλΗϟ΍ϥϣϊϧΗϣϳϭέϣΗγΗϭϰϘΑΗϥ΍ΩΑϻϥϳόϟ΍ϥϳόϟ΍˯ΎϘΑϲϓΔϳέ΍έϣΗγϻ΍ϝϣόϟ΍ϕϳέρϥϋϝΟϻ΍ϩΎϣγϣΩϭΟϭϣϲΣ
ϥϳϋ ϑϗϭϟ΍ Ε΍Ϋ ϕϓΩΗ ϲϓ Δϳέ΍έϣΗγϻ΍ ΎϬϧϣϭΔϳ΅έϟ΍ ϕϓΩΗ Δϳοϗ ϲϓ Δϳέ΍έϣΗγϻ΍ ΎϬϧϣϭ˯ΎϳΣϻ΍ ϰϠϋ Ε΍ϭϣϻ΍ ϡϛΣ Ωϋ΍ϭϘϟ΍ ϯΩΣ΍
έϣΛΗγΗ ΔΑγϧϟ΍ ϥϣ ˯ίΟ ιλΧϳ ϥ΍ Ύϔϗϭ Ϫϟ ϝόΟϳ ϥϣ ΢λϧϧ Ύϣ΋΍Ω ΢λϧϧ ϙϟΫϟϭ ϑϗϭϟ΍ ϊϳέ ϲϓ Δϳέ΍έϣΗγϻ΍ ΎϬϧϣϭϭϣϧΗ ϑϗϭϟ΍
ϕϳο΍ ϲϓ ϻ΍ ΎϬϟ΍ΩΑΗγ΍ϭ ϑΎϗϭϻ΍ νέόΗ ϡΩϋ Δϳοϗ ϭϫϭ έϭϬηϣ ϑϭέόϣ ρέη ϰϠϋ ϥϭλϧϳ ϡϼγϻ΍ ˯ΎϬϘϓ ϝ΍ίΎϣϭϲϣ΋΍Ω ϝϛηΑ
ΓέΎΑόϟ΍ ϲϓ ωέΎηϟ΍ ιϧϛ ϑϗ΍ϭϟ΍ ρέη ϡϬοόΑ ϝΎϗ ϙϟΫϟϭ ΎϬϣ΍έΗΣ΍ ΏΟϳ ϑϗ΍ϭϟ΍ ΓΩ΍έ΍ ϡ΍έΗΣ΍ ι΋ΎλΧ Ύϧϫ έλόϠϟ ΕΑϛϭΩϭΩΣϟ΍
ϝϭ΃Ϫϧ΍ϑΎϗϭϻ΍ι΋ΎλΧϥϣΔΑγΎϧϣέϳϏΔ΋ϳΑϟ΍ΕϧΎϛϭϑΎϗϭϻ΍ΕέλΣϧ΍ΎϣϠϛϑϗ΍ϭϟ΍ρέηέϳϳϐΗϝϋαΎϧϟ΍ϡΩϗ΍ΎϣϠϛϭΓέϳϬηϟ΍
ϕϠΧ ϰϠϋ ϑΎϗϭϻ΍ Γέϛϓ Ωϳϛ΄Η ΕΎϳλϭΗ ΍έϳΧ΍έΎϣΛΗγϻ΍ϭ έΎΧΩϻ΍ ΏΟϭϳ Ϫϧ΍ ϑϗϭϟ΍ ι΋ΎλΧ ϥϣΔϳϋΎϣΗΟϻ΍ ΕΎϧϳϣ΄Η ϥϣ ϡΎυϧ
ϪΗΎΑϏέϭϪρϭέηϑϗϭϣϟ΍ϕϘΣϳϭϪυϔΣϭϪϋ΍ϭϧ΍ϭϪϔϳέόΗϥϣοΗϳϑΎϗϭϸϟϡΎυϧΏϭΟϭΔϳγγ΅ϣϟ΍ϪΗϳϧϓϭϪΗΎϣϭϘϣϝϣΎϛΑΙϟΎΛ˯ΎρϏ
ϻϭϑέηϳϭΕΎΑϘόϟ΍ϥϣοϲϣϭϛΣίΎϬΟΩΎΟϳ΍ΎϬϧϣϥϳϔϗ΍ϭϟ΍ρϭέηϊϣϕϭΎϔΗϳϭ΍ϡΟγϧϳΎϣΑϑϗϭϟ΍Γέ΍Ω΍ΎϬϧϣϭϡϼγϻ΍Δόϳέηϕϓϭ
ϑϗϭϟ΍ι΋ΎλΧΓΎϋ΍έϣΔϳέ΍έϣΗγϻ΍ϰϠϋΩϳϛ΄ΗΕλϘϧϝΑϑΎϗϭϻ΍ΕΩ΍ίϓΫϳϔϧΗϟ΍ϲϓϝΧΩ΍ίΎϬΟϥ΍ΎϧϣϠϋΎϣϥϻΫϳϔϧΗϟ΍ϲϓϝΧΩϳ
ˮΓέϭλϟ΍ϩΫϫϰϠϋϡϛϘϳϠόΗΎϣϥ΍ϭΧ΍ΎϳΎϣΎΗΧϑϗϭϟ΍ι΋ΎλΧΔϳοϗ΍ϭϋ΍έϳϥ΍Δϳϔϗϭϟ΍ΞΟΣϟ΍ϥϭΑΗϛϳϥϣϭ˯΍έΑΧϟ΍ϰϠϋϭ
ϯϭΗγϣϟ΍ωΎϔΗέ΍ϰϠϋΩϋΎγϳϑϗϭϟ΍ϭϝΑϘΗγϣϟ΍ΓέυϧϥϋέΑόΗΔϠΧ΍Ωϣ
Ωέ΍ϭϣϠϟϝΛϣϻ΍ϡ΍ΩΧΗγ΍ϡΩϋ΢οϭΗΓέϭλϟ΍ΩϘΗϋ΍ϯέΧ΃ΔϠΧ΍Ωϣ
ΩόλϳϰΗΣΩέ΍ϭϣϟ΍ϥϣ΍έϳΛϛϡΩΧΗγ΍ϯέΧ΍ΔϠΧ΍Ωϣ
ΎϬΑϳΗέΗϥγΣϧϡϟΎϧϧϛϟϑΎϗϭϻ΍ϥϣΔϣΧοΓϭέΛΎϧΩϧϋϥ΍ϲϫϭΎϬϠϛΎηϣϭϑΎϗϭϻ΍νόΑϝΛϣΗΓέϭλϟ΍ϩΫϫϥ΍ΔϘϳϘΣϟ΍ΙΩΣΗϣϟ΍
ΎϬΑϥϭόϔΗϧϳϓΎϧέϳϐϟΎϬϳΩϬϧϡϟϼγϟ΍ΕϳϘΑϭΩΣ΍ϭϡϠγΎϧϳϔϛϳΫ΋ϧϳΣϭΎϬϟΔϳόϳέηΗϟ΍ΔϳϣϳυϧΗϟ΍Δ΋ϳΑϟ΍ΩΎΟϳ΍ϭΎϬϣϳυϧΗϭ
ௌΔϣΣέϭϡϛϳϠϋϡϼγϟ΍ϭϡϛϟ΍έϛη
_ 104 _
VAKFI, VAKIF YAPAN ÖZELLİKLER
Saad bin Mohammad AL-MOHANNA
Abdurrahman bin Salih Al-Racihi ve Ailesi Vakıfları - SUUDİ ARABİSTAN
Peygamberimiz Hz. Muhammed’e, Onun Ashabına ve Tabiine Salât ve Selam Olsun.
Allah’tan Başka Güç ve Kuvvet Sahibi Yoktur…
Vakıflar, üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Ben konuşmamın başlangıcında
samimi teşekkürlerimi bu kongreyi düzenleyen Vakıflar Genel Müdürlüğüne arz etmek
istiyorum. Umarım bu konferans herkesin yararlanabileceği güzel bir çalışma olur. Vakıfların
başka hiçbir yararı olmamış olsa bile bugün bizi burada bir araya getirmesi dahi başlı başına
bir başarı olarak bize yeter. Size yapacağım konuşmam vakıfların hususiyetleri ile ilgilidir.
Vakıfların hususiyetleri uzmanların üzerinde durdukları önemli konulardan biridir. Yasa
koyucuların düzenleme kapsamında ele aldıkları önemli konular arasında muhakkak vakıfların
özellikleri de yer alır. Yeni doğmuş modern ve yeni bir kurumun dikkatini çeken konular
arasında vakıfların özellikleri gelir. Küçük veya büyük bir vakıf kurmak isteyen vakfedenin
nazarı itibara aldığı konulardan biri olarak yine vakıfların özellikleri karşımıza çıkar. Fetva
makamında olan bir müftünün vakıfların özelliklerine göz kapaması düşünülemez bile. Bu
resmi görüyor musunuz? Ben yalnız bir ya da iki görüş almak istiyorum. Görüş beyan etmek
isteyen biri var mı? Bana müsaade ederseniz ben cevapları sordum zira vakıflar, vakıflar
bünyesinde çalışanların görüşlerine ve bunlar tarafından idare edilmeye ihtiyaç duymaktadır,
bunların oturmalarına değil.
Buyurun, sizi Arapça olarak duyabiliyorum…
Dinleyici: Mevcut resim insanların büyük kısmının düşüncelerinin gerçekten çok
sathi olduğuna işaret etmekte. İnsanlar kuş gördüklerinde tavuk gibi yalnız bunu yutmayı
düşünmekteler. Fakat bir kadın ise olaya baktıktan sonra bir görüş oluşturur ve tavuk veya
havada uçan kuşun bütününden nasıl yararlanabileceğini düşünür.
Konuşmacı: Zamandan tasarruf yapmak adına doğrudur. Zira zamanın kendisi de vakıftır.
Vakıflara bakan insanların çoğu vakıflara bir öğünmüş gibi bakıyor. Hâlbuki vakıflar bir görevdir,
vakıflar ticari bir mutabakattır, vakıflar bir mevkidir. Ama vakıflara stratejik boyutuyla bakan
insanlar vakfın yolunan bir kuş olduğunu düşünmekteler. Buna bir takım şeylerin eşliğinde
bakmamız lazımdır. Ben burada bazı tartışmaları geçmek istiyorum zira bazı konuşmacılar
bunlarla ilgili bilgiler verdiler. Zamanınızı boşa harcamamak için kısaca belirtmek gerekirse
vakıflar geçmişte olduğu gibi gelecekte de ülkelerin bütçelerinde büyük oranlar tutmaktadır.
Hicri on ikinci asırda yaşamış olan İmam Şafi, Mekke’de vakıfların büyük bir rol oynadığını
belirtmekte. Hicri sekizinci asırda yaşamış meşhur gezgin İbn Battuta’da Şam’da her tür, her
vasıf ve her bütçede sayısız vakfın bulunduğunu belirterek bunların bir yorumunu yapmakta.
Ben burada bu tanımları geçeceğim zira diğer konuşmacı kardeşlerimiz benden önce bu
konuda epey şeyler söylediler. Kardeşlerimiz, vakıflar ve bölümleri hakkında da konuştular
ama ben vakıfların güttüğü yarar amacı açısından ya cami ve hastane benzeri doğrudan vakıf
ya da yatırım ve gelir elde ederek vakfedenin ihtiyaç sahiplerine, yoksullara ve başkalarına
_ 105 _
Vakfı, Vakıf Yapan Özellikler
tahsis etmesi şeklinde bir ayrıma işaret etmek istiyorum. Bunun yanı sıra bu ikisi arasında bir
birleştirme yapılıp hem yatırım hem de uygulama söz konusu olabilir. Buna örnek olarak bu
amaç için kurulan bazı vakıf müesseseleri gösterilebilir.
Vakıfların doğası: Vakıflar kısaca ifade etmek gerekirse bağımsız kurumsal bir altyapının
oluşturulmasına dayanır. Bağımsız kurumsal bir altyapının oluşturulması devleti temsil eden
herhangi bir kurumun yönetimi altına girmesini gündeme getirmediği gibi kar, rekabet ve
ticaret amacı da güdemez. Aksi takdirde bu durumda vakıfların bazı temel değerleri geçerliliğini
kaybeder. Vakıf düşüncesinin bir bölümü bazı ülkelerde üçüncü sektör olarak değerlendirilir.
Bu gün gittikçe yayılan üçüncü sektör tanımlaması vakıfların yalnızca bir kısmına işaret etmekte
olup, vakıfların bütününü kastetmez.
Vakıfların hususiyetleri, vakıfların dayandıkları güç noktalarıdır. Bu konuda herkes stratejik
planlar sunabilir ve güç noktalarına bakabilir. Vakıfların özellikleri arasında güç noktalarına
sahip olmaları da bulunur. Bundan daha ilerisine gidilecek olursa stratejik plan beş sene,
on sene, üç sene gibi belirli bir süreyle sınırlı olurken vakıflar geriye kalan hususiyetleriyle
varlığını sürdürmeye devam eder. Vakıfların en belirgin özelliklerinden birisi karşılığı olmayan
teberrularda bulunmalarıdır. İslam Şeriatında büyük farklardan olarak bu bağışlar vergiden
düşmek için değil herhangi bir karşılık beklemeden Allah’ın rızasını talep etmek için yapılır.
Vakıflarda vakfedenin güttüğü hedeflere riayet edilmesi gerekir. Şeriata göre vakıflar tam bir
bağımsızlığa sahip olup bu bağımsızlık vakfedenin kendisinden de bağımsız olmayı beraberinde
getirir, öyle ki tescil vakfedenin adıyla yapılmaz, vakfedenin neslinden bağımsız olur ve miras
edinilemez, koruyup gözetenden yani yönetici validen ve sponsorlardan bağımsız olurlar ve
tahakküm altına alınamazlar. Ülke iktisadının korunmasına katkıda bulunmak, iktisadi risk ve
krizlerden kaçınmasına yardımcı olmak da vakıfların hususiyetlerindendir. Vakıflar kuvvetle
yayılan düşüncenin oluşmasında ve seslerin aramızda yankı bulmasında önemli görevler
üstlenen kuruluşlardır. Bizler insanlar olarak vakıfların kaynağını oluştururuz. Vakıflar tüzel
kişiliğe sahip kuruluşlardır. Dolayısıyla vakıflar artık vakfedenin mülkü olmaktan çıktığı gibi,
vali veya yöneticinin de mülkü olmayıp şahsi menfaat dairesinin ve devlet kararları destekleme
dairesinin dışına çıkar. İslam tarihinde bir valinin vakıf yapıp bunun velayetini devlete verdiği
görülmemiştir. Valinin vakfettikten sonra bunun işlerini yürütme görevi başkalarına verilir.
Karşılıklılık prensibi dışında iade talebinde bulunulması halinde kabul edilmemesi de vakıfların
hususiyetlerinden olup bu konu üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunulamaz.
Vakıfların, sürekliliği ve devamlılığı olan, toplumsal sorunların hafifletilmesini ve toplumun
çeşitli yararlarını güden, maldan yararlanılan sürenin uzatılmasını sağlayan, aile şirketlerinin
geleceklerini sağlama alan uzun vadeli stratejik hedefleri bulunur.
Vakıfların özellikleri arasında devam ve süreklilik bulunur. Bu nedenle Peygamber
Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmakta: “ Şayet bir insan ölürse ameli sona erer. Üç kişinin durumu
bundan müstesnadır. Sadaka verenler bunlardandır”. Devamlılık ve süreklilik vakıfların sahip
olduğu özelliklerdendir. Örnek olarak vakfedenle yakınlık söz konusu olabilir. Süreklilik ayni
mal varlıkları için de önem taşımaktadır. Ayni olanın var olmaya devam etmesi gerekir ve
bunun üzerinde başka amaçla tasarrufta bulunmadan imtina edilmesi gerekir. Bu bağlamda
_ 106 _
Saad bin Mohammad AL-MOHANNA
bağış akışı konusunun sürekliliğinin sağlanması önem taşımaktadır. Aynı şekilde gelişen vakıf
kaynağında bağış akışının sürekliliğinin de sağlanması gerekir. Bu durum vakıf gelirlerinin
sürekliliği için de söz konusudur. Bu nedenle her zaman vakfedenlere sahip olunan mal
varlığının bir kısmını daimi gelir getirecek bir şekilde yatırım yapmalarını tavsiye ediyoruz.
İslam fakihleri bugün dahi bilinen meşhur şartı temel almaktalar. Buna göre vakıfların
varlıklarını tehlikeye düşürecek durumlara maruz kalmamaları veya değişime uğramamaları,
ya da bunların çok sınırlı bir çerçevede tutulmaları gerekir. Diğer yandan vakfedenin arzusuna
saygı gösterilmesi de bir diğer önemli noktayı oluşturuyor. Bu nedenle bazıları vakfedenin
arzusunun yasa koyucunun koyduğu hüküm derecesinde önemli olduğu görüşündedir.
İnsanlar vakfedenin şartını değiştirmek istedikçe vakıfların daha çok münhasır hale geldikleri
görülmekte. Bazı durumlarda da içerisinde bulunulan çevre buna müsait olmamakta. İlk
sosyal güvenlik sistemi olmaları da vakıfların hususiyetleri arasında bulunmaktadır. Vakfın
hususiyetleri biriktirme ve yatırım yapmayı gerektirmekte. Son olarak vakıflar fikrini teyit
amacıyla üçüncü bir örtünün tüm bileşenleri ve kurumsal becerileriyle yaratılması tavsiye
edilir. Vakıflar sisteminin gerekliliği bunun tanımlanmasını, çeşitlerini ve korunmasını içerir.
Vakfedenin şartları, arzuları İslam Şeriatına uygun olarak gerçekleştirilir. Vakfın vakfedenlerin
şartlarıyla uyumlu veya buna uygun olarak yönetilmesi bu kapsamda değerlendirilir. Devlet
tarafından cezalar kapsamında bir idarenin oluşturulması ve denetim işlerini yürütmesi ama
uygulamaya müdahale etmemesi gerekir. Zira bildiğimiz kadarıyla idarenin uygulamaya
müdahale etmesi vakıflarda karışıklığa sebebiyet vermekte ve süreklilik imkanlarını olumsuz
etkilemekte. Bu nedenle vakıfların bu hususiyetlerine riayet etmek gerekir. Uzmanların ve
vakıf gerekçelerini yazanların vakıfların hususiyetlerine riayet etmeleri önem taşımaktadır.
Son olarak değerli kardeşlerim bu konudaki görüşlerinizi almak isterim. Görüşleriniz
nelerdir?
Dinleyici: Söyledikleriniz gelecekle ilgili görüşü yansıtıyor ve vakıflar toplumsal seviyenin
yükselmesine katkıda bulunuyor.
Başka Bir Dinleyici: Ortaya koyduğunuz resmin, kaynakların iyi bir şekilde kullanılmadığını
gösterdiğini düşünüyorum.
Başka Bir Dinleyici: Kaynaklar yükselene kadar çok iyi kullanılmalı.
Konuşmacı: Aslında bu resim bazı vakıfları ve onların sorunlarını göstermektedir.
Vakıfların bizim büyük zenginliklerimiz olduğu doğrudur. Bununla birlikte vakıflar konusunda
pek çok şeyi iyi bir şekilde tertip edemedik, düzenleyemedik, yasal düzenlemelerle bir çevre
oluşturamadık. Bu durumda bize yalnız bir merdiven yeterli olmakta ve diğer merdivenleri
başkalarına hediye etmekteyiz. Böylece onlar bunlardan yararlanmakta.
Teşekkür ederim. Allah’ın Selamı, Rahmeti ve Bereketi üzerinize olsun.
_ 107 _
_ 108 _
3URI'U8VDPD$/$1,
ϕ΍έόϟ΍±Δϳϗ΍έόϟ΍ΔόϣΎΟ
x
x
_ 109 _
_ 110 _
Prof. Dr. Usama ALANI
_ 111 _
_ 112 _
Prof. Dr. Usama ALANI
_ 113 _
_ 114 _
Prof. Dr. Usama ALANI
_ 115 _
x
_ 116 _
Prof. Dr. Usama ALANI
x
x
_ 117 _
_ 118 _
Prof. Dr. Usama ALANI
,QWHUQDO5HYHQXH&RGH
_ 119 _
R
RUGLQDU\IRXQGDWLRQ
&
&RUSRUDWHIRXQGDWLRQV
Δγγ΅ϣϟ΍ˬ7UXVWV 'HSHQGHQWIRXQGDWLRQV
ΕΎγγ΅ϣϟ΍έϬΗηΗϭˬ
8PEHUHOODIRXQGDWLRQVΔϳΎϣΣϟ΍ΕΎγγ΅ϣΔϳϣγΗΑΔρϭέηϣϟ΍ΔόΑΎΗϟ΍
,%,' )RXQGDWLRQ/DZLQ6ZLW]HUODQGrRYHUYLHZDQGFXUUHQWGHYHORSPHQWVLQFLYLODQGWD[ODZ%\3URI'U'RPLQLTXH-DNRE0,//XQG
DQG'U*RUDQ6WXGHQ//0&DPEULGJHZZZUZLX]KFK. ../ EMAMS_Foundation_Law_Reader.pdf.S
_ 120 _
Prof. Dr. Usama ALANI
_ 121 _
_ 122 _
Prof. Dr. Usama ALANI
&RQQRUV1RQSURILW2UJDQDL]DWLRQ3)UHHPDQ3ULYDWH)RXQGDWLRQV3
,QWHUQDO5HYHQXH6HUYLFH KWWSHQZLNLSHGLDRUJZLNL)RXQGDWLRQB8QLWHGr6WDWHVBODZ _ 123 _
,%,' )RXQGDWLRQ/DZLQ6ZLW]HUODQGrRYHUYLHZDQGFXUUHQWGHYHORSPHQWVLQFLYLODQGWD[ODZ%\3URI'U'RPLQLTXH
-DNRE0,//XQGDQG'U*RUDQ6WXGHQ//0&DPEULGJHZZZUZLX]KFK. ../
EMAMS_Foundation_Law_Reader.pdfS
_ 124 _
Prof. Dr. Usama ALANI
_ 125 _
_ 126 _
Prof. Dr. Usama ALANI
www.uky.edu/EVPFA/Controller/files/.../POLICY.pdf
,%,'S
_ 127 _
,%,'S
,%,'S
,%,'
_ 128 _
Prof. Dr. Usama ALANI
_ 129 _
_ 130 _
Prof. Dr. Usama ALANI
_ 131 _
_ 132 _
Prof. Dr. Usama ALANI
_ 133 _
_ 134 _
Prof. Dr. Usama ALANI
_ 135 _
_ 136 _
Prof. Dr. Usama ALANI
_ 137 _
_ 138 _
Prof. Dr. Usama ALANI
_ 139 _
_ 140 _
Prof. Dr. Usama ALANI
_ 141 _
_ 142 _
Prof. Dr. Usama ALANI
_ 143 _
_ 144 _
Prof. Dr. Usama ALANI
_ 145 _
_ 146 _
İSLAMİ VAKIF BAĞIŞLARININ (BAĞIŞ FAALİYETLERİNİN), VAKIF (KURUM)
KÜLTÜRÜYLE KORUNMASI
Prof. Dr. Usama ALANI
Aliraqiya Üniversitesi – IRAK
İslami Vakıflara Batılı Emperyalistlerin başlattığı saldırılar henüz bitmedi. Daha sonra
bunu zalim ve müstebit yöneticiler üstlendi. Bu durumdan geçiş ülkelerindeki İslami
azınlıklar veya çoğunluk olarak nitelendirilenlerin yönetimlerinin baskısı altındaki İslami
gruplar etkilenmeye devam etmekteler.
Bu durum, vakıfları ve varlıklarını koruma ve kimliklerini muhafaza etme amacı bulunan
kurumsal sistemlerin kullanılmasını gerekli kılmakta. Vakıf müesseselerinin teşkili Batı
toplumlarında asırlardır süregelen başarılı ve kabul gören üsluplar olarak değerlendirilmekte
olup bu durum İslam gerçeğinde bundan yararlanmayı gerektirmektedir.
Bu yararlanmayı hayata geçirmek için bu sunumda aşağıdaki konular ele alınacaktır:
x Vakıf müessesesiyle (Foundation) İslam âlemindeki vakıf müessesesi arasındaki
benzerlikler ve farklılıklar;
x Vakıf müessesesi sistemini kullanmak suretiyle aşağıda yer aldığı şekliyle vakıfların
korunması:
o Mevzuat yönüyle (Yasa – Yargı),
o Organizasyon ve idare yönüyle,
o Denetim yönüyle (Devlet veya diğer),
o Gelişim yönüyle.
GİRİŞ
Çağdaş toplumlarda İslam vakıflarının durumu:
İslam toplumunun gelişimiyle (Tarihsel süreçte amacı dışında kullanım, kötü yönetim ve
usulsüzlük, soygun ve haksız yere vakfın işgal edilmesi gibi nedenlerden dolayı vakıflardaki
yolsuzluk fenomenine dikkat çekilebilir)1. Bu köklü dönüşümler bir takım temel sorunlara
sebebiyet vermiş, modern devletin tüm vakıf işlerini kontrol altına almasına yol açmış, olması
gereken hiçbir bağımsızlığı bulunmayan ve meşruiyetini ve görevini devletten alan devlet
vakıf bakanlıklarının ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Bilakis bu bakanlıkların idari
çalışmalarının büyük kısmı yeterlilik ve iş bitirme hususunda gerekli olan en asgari şartlara
dahi sahip bulunmamaktadır. Hatta vakıf bakanlıkları devlet bünyesinde çalışan kurumların
en zayıflarını oluşturmaktadır2.
Siyasi düzen veya tam olarak ifade etmek gerekirse hükümet bu konuda tarafsızlık ilkesi
temelinde çalışmayıp bilakis devlet kararları elit gücün çıkarlarına bağlı olarak alınmaktadır.
Ama bu bağlamda önemli olan devletin rolüyle vakıf müessesi arasındaki tahakküm ilişkisi
ñEUDKLP*KDQHP9DNÜI6LVWHPLQLQ7DULKL2OXíXP*ÐVWHUJHOHUL7RSOXPVDOñNWLVDGL.XUXPVDO9DNÜIODU'HUJLVL'HQH\VHO6D\Ü$VÜP
6D\ID
<DVHU$O+RUDQL7DULKLñVODP7HFUÖEHVLQGH9DNÜIODUÜQ.XUXPVDO6RUXQODUÜ6HNL]LQFL<ÜO6D\Ü0D\ÜV6D\Ü
_ 147 _
İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması
çok tehlikeli yeni bir düzeni beraberinde getirmiş bulunmaktadır. Buna devralma düzeni de
denebilir. Bu düzende kaynakların kullanımı, dayanışma ve kamu yararı amaçları için yürütülen
faaliyetler siyasi düzendeki güç sahiplerinin yararına gerçekleşmektedir3.
Tabi burada devletin vakıflar üzerindeki tahakkümünün genişlemesine katkıda bulunanı
hükmü altına almasına katkıda bulunan bir takım nedenler bulunmaktadır:
1. Vakıflar üzerinde idari ve yeterlilik açısından denetim yapan cihazların geri kalmış olması,
2. Modern devletlerin sivil toplum kuruşluları4 üzerinde tahakküme yönelmeleri,
3. Vakıfların yeniden yapılandırılması için Fas, Mısır ve Suriye’de5 olduğu gibi emperyalist
girişimler,
4. Küreselleşme çerçevesinde büyük devletlerin küçük devletler üzerinde tahakküm
kurmaları sonucunda hayır bağışlarının terörle irtibatlandırılmasını ve bunların devletin
yasalarının kontrolü altına sokulmasını beraberinde getirmiştir ki bunun sonucunda ilgili
ülkenin tüm finans kurumlarının zaptı, denetimi ve muhasarası gibi bir durum ortaya çıkmış
bulunmaktadır 6.
BİRİNCİ BÖLÜM – VAKIF MÜESSESESİ VE İSLAM VAKFI ARASINDAKİ BENZERLİKLER
İslam vakıf sistemi ile Batı dünyasındaki vakıf müessesesi arasındaki benzerlikler konusuna
başlamadan önce konu çeşitli görüşler yardımıyla el alınacaktır:
1.1. Kavramlar Açısından:
Öncelikle kavramları kristalize etmek gerekir. Zira bu şekilde her iki kavram arasındaki
yakınlaşma ve uzaklaşma noktalarını belirlememiz mümkün olur.
Vakıf müesseseleri (Foundation) hakkında çeşitli tanımlar yapıldı. Bu tanımlarda vakıf
müessesesi, hayır müesseselerini desteklemek için oluşturulan bir organizasyon olarak
görülmekte7.
Amerikan Miras Sözlüğünde vakıf kavramının anlamları arasında şunlar yer almakta: Bağış
oluyla kurulan ve finanse edilen her türlü müessese vakıf müessesesidir (Any institution that is
founded and supported by endowment)8 .
Oxford sözlüğünde kelimenin kendisi şu şekilde tanımlanmaktadır: Bilimsel araştırma
veya hayır alanı gibi belirli bir amaç için kurulan herhangi bir kurumdur9.
$\QÜND\QDN
ñEUDKLP *KDQHP %DWÜ 7RSOXPXQGD 9DNÜIODUÜQ 7DULKL 2OXíXPX $UDS <XUGXQGD 9DNÜI YH 6LYLO 7RSOXP 6HPSR]\XPXQGD \DSÜODQ ELU
VXQXP$UDS%LUOLðL$UDíWÜUPDODUÜ0HUNH]L%H\UXWLQFL%DVNÜ6D\ID
0XKDPPHG=DKHG$O.HYVHUL.HYVHUL0DNDOHOHUL.DKLUH(]KHU7DULKL(VHUOHU.ÖWÖSKDQHVL6D\ID
<DVHU$O+RUDQL7DULKLñVODP7HFUÖEHVLQGH9DNÜIODUÜQ.XUXPVDO6RUXQODUÜ$GÜJHÁHQHVHU6D\Ü
:HEVD\IDVÜwww.investorword.com9DNÜINHOLPHVLQLQDUDíWÜUPDVÜ
7KH$PHULFDQ+HULWDJH(QJOLVKDVDVHFRQG/DQJXDJH+RXJKWRQ0LIIOLQ&RPSDQ\%RVWRQ1HZ<RUN86$6D\ID
2[IRUG$GYDQFHG/HDUQHUV'LFWLRQDU\RI&XUUHQW(QJOLVK2[IRUG8QLYHUVLW\3UHVV6L[WK(GLWLRQ6D\ID
_ 148 _
Prof. Dr. Usama ALANI
Strauss sözlüğüne göre ise vakfın, belirli bir tüzel kişiliğe sahip, kendisine bağışlanmış
belirli bir para veya mal varlığı bulunan, gelirlerinden amaçları için harcamalar yapılan bir
kurum olması gerekir. Vakfın kurucularından bağımsız bir heyet olması veya bir tüzel kişiliğe
sahip bir olması, araç olarak özel malı genel hayır ve yarar amacı güden alanlarda kullanıyor
olması gerekir.
Vakıf (Foundation) devlete ait olmayan bir kurul veya organizasyon olup bir mütevelli
heyeti veya vasiler ya da bir yönetim kurulu tarafından idare edilir. Bununla birlikte vakıf
genel olarak kitleden bağış toplamamakta, bilakis kurucuları tarafından bağışlanan mallara
dayanmakta ve genel yararı bulunan amaçlara hizmet etmektedir10.
Websters sözlüğünde ise şu tanım yapılmakta: Vakıf ile mali bir fon veya hastane
yenilenmesi, hayır işi ve benzeri konular ya da bir araştırma veya eğitim için finansman projesi
anlaşılır11.
Hayır müessesesi (Foundation) şu şekilde tanımlanır: “Kamuya ait olmayan, kar amacı
gütmeyen ve varlığa sahip bir kurum olup varlıklarını hayır amacına yönelik programların
idaresi için kullanır12.
Önceki tanıma dayanarak bu müesseseleri ayıran önemli unsurlar şunlardır13:
1. Hayır ve bağış mallarının idaresi için kurumsal bir çalışma,
2. Devlet idare organlarına entegre olmamış âdemi merkeziyetçilik ve bağımsızlık,
3. Bağışların fert, aile ve kurumlarla sınırlılık,
4. Eğitim ve sağlıktan çeşitli sektörlere varıncaya dek toplumsal refaha katkıda bulunan
ve kamunun yararına hayır çalışmaları.
Bu tanımlara bakarak “Foundation” kavramının organizasyonu, hayır müesseselerinin
ister vakıf şeklini alsın isterse hayır derneği şeklini alsın isterse bir başka şekilde olsun, şekil
açısından açıkladığını görüyoruz. Bununla birlikte (hayır alanından çalışan) müessese kavramı
diğer derneklere ve organizasyonlara Vakıf Yapanlara teşmil edilmektedir.
“Foundation” lafzının münhasır yasal tek bir anlama delalet etmediğinden emin olmak
lazım. Ayrıca bu lafız yalnız kendi başına, kamu yararı güden bir müessesenin burada söz
konusu olduğunu ispata yeterli olmayabilir. Bunun yanı sıra böyle bir bağın mevcudiyetinden
emin olmanın tek yolu Amerika Birleşik Devletlerinde olduğu gibi yasal durum ve yürürlükte
olan federal vergi mevzuatı tarafından belirlenen bir takım unsurlardır14.
0XQ]LU4DKIñVODP9DNIÜ*HOLíLPL<ÐQHWLPLYHñOHUOHPHVL'DUXnO)LNUìDP6D\ID
11 :HEVWHUnV1HZ:RUOG'LFWLRQDU\RIWKH$PHULFDQ/DQJXDJH6HFRQG&ROOHJH('ñ7ñ216LPRQDQG6FKXVWHU,QF&OHYHODQG
6D\ID
)UHHPDQ3ULYDWH)RXQGDWLRQV6D\ID$XVWLQ)RXQGDWLRQV6D\ID$QKHLHU3ULYDWH)XQGV6D\ID
8VDPH$PU$O$VKTDU%DWÜ+D\ÜU7HFUÖEHVL,íÜðÜQGDñVODP9DNÜI0ÖHVVHVHVLQLQ*HOLíLPL'XUXP$UDíWÜUPDVÜ8OXVODUDUDVÜ.XYH\W
9DNÜI$UDíWÜUPDODUÜ\DUÜíPDVÜQGDEDíDUÜOÜRODQDUDíWÜUPDODUVLOVLOHVL9DNÜIODU*HQHO6HNUHWHUOLðL.XYH\W'HYOHWL%LULQFL%DVNÜ+LFUL
0LODGL6D\ID
7DUHT$EGDOODK+DUZDUGYH.DUGHíOHUL$PHULND%LUOHíLN'HYOHWOHULQGH(ðLWLP9DNIÜ+HGHIOHUL9DNÜIODU'HUJLVL2QELULQFL\ÜO6D\Ü
0D\ÜV+LFUL6D\ID
_ 149 _
İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması
İslam’da vakıf kavramına gelince, bu çalışmayı yapan araştırmacıya göre mevkuf mallara
olan ihtiyacın artmasına ve iktisadi hayattaki rolünün artmasına koşut olarak İslam’da vakıf
tanımının her çeşit vakfı ve şartlarını içermesi gerektiğini düşünmektedir. Bununla kendisinden
veya ürünlerinden genel veya özel olarak iyilik anlamında yararlanılan malın geçici veya daimi
bir surette hapsedilmesi (tutulması) kastedilmektedir15. Bu tanımdan İslam’da vakfın en önemli
özelliklerinin şunlar olduğu sonucunu çıkarabiliriz:
1. Bağış devam eden bir sadaka olup bu devam ya mevkuf kaynağın üretim ömrünün
devamına ya da Vakıf Yapanın şartlarının devamına işaret eder,
2. İslam’da bağış, mevkuf kaynağın doğasına ve türüne göre iktisadi açıdan üretim veya
hizmet sermayesini temsil eder,
3. İslam’da vakıf tüm mevkuf malları temsil eder. Bu, fakihlerin çoğuna göre olduğu gibi
ya ebedi (daimi) ya da Malikilerin cevaz verdikleri gibi menkul şeklinde olur,
4. İslam vakfı, ya kendisinden kaynaklanan ortaya çıkan geliri veya bağış ürününün satışı
veya pazarlanması yoluyla elde edilen malları içerir,
5. Ayrıca İslam vakfı hangi tür ve cinsten olursa olsun yapılan tüm hayır ve hasenatı içerir,
6. İslam vakfı Vakıf Yapanın iradesini yansıtan yasal tüzel bir kişiliği temsil eder,
7. İslam vakfı sürekliliğin ve iyi idarenin korunmasını gerektirir.
1.2. Çeşitlilik ve Şekil Yönüyle:
Bizden öncekiler İslami bağış ve türleri arasında ve özellikle de nesillere yönelik bağışla
diğerleri arasında hayır hasenat açısından bir ayırım yapmamışlardır. Vakfın tüm şekillerine
bağış veya hapis veya sadaka adı tesmiye edilmiştir16. Bununla birlikte daha sonra gelenler
bağışları bazı mülahazalar nedeniyle çeşitli bölümlere ayırmışlardır. Bunlar 17:
a. Yararın tahakkuku açısından vakıf çeşitleri (kendilerine vakfedilenler yönüyle)
1. Ailevi veya nesli vakıf:
Bundan kasıt Vakıf Yapanın zürriyetine veya bunlardan sonra gelenlere münhasır hayır
hasenatı kesintiye uğramayan özel yararı bulunan vakıftır. Al Zubeyr Vakfı örneğinde olduğu
gibi18.
Aile vakfında herkesin bildiği daimi bir yarar bulunur ki bu zaman geçse de Vakıf Yapanın
evlatları veya torunları tabakadan tabakaya nesilden nesle mevkuf kaynakların yıllık veriminden
yararlanmaya devam eder. Aile vakfında kendilerine vakfedilenlerin akraba, kardeş veya
başkaları tarafından yapılmış olması fark etmemektedir. Bu türden vakıflar üzerinde günümüz
mevzuatları özellikle Hicri on dördüncü asır başlarında bir takım zorluklar çıkarmaktadır. Ve
hatta bazı durumlarda bunların ilgasına dahi gidilebilmektedir19.
0XQ]XU4DKIñVODP9DNIÜ6D\ID
$EX=HKUD9DNÜI¶]HULQH'HUVOHU6D\ID0XKDPPHG8EH\G$O.XEH\VL9DNÜI+ÖNÖPOHUL
8VDPH$EGÖOPHFLW(ODQL9DNÜI<DWÜUÜP)RQODUÜ)ÜNKLñNWLVDGL$UDíWÜUPD'DUXO%HíDLU(OñVODPL\\H%H\UXW%DVNÜ6D\ID
%XKDULWDUDIÜQGDQ(O9HVD\DnGDYH(O%H\KDNLWDUDIÜQGDQVÖQQHWNLWDEÜQGD]LNUHGLOPLíWLU
$KPHW%LQ6DOLK(O$EXGVVHODP0ÖVOÖPDQODUGDYHGLðHUOHULQGHYDNÜIWDULKLñVODPìHULDWÜQGD9DNÜIYH$ODQODUÜ6HPSR]\XPX
_ 150 _
Prof. Dr. Usama ALANI
2. Hayır Vakfı:
Vakıf Yapanın başından itibaren hayır hasenat olarak yaptığı bir bağıştır. Bunun yararı
yalnız belirli bir kişiye yönelik olmaz.
3. Ailevi Hayır Vakfı20:
Bu, bir kısmı ailevi bir kısmı ise hayra yönelik olmak üzere iki görüntülü bir durumdur.
Bunlardan birincisi: Vakıf Yapan kişi, mevkuf evin getirisinin üçte birini örneğin Kuran-ı
Kerim hıfız halkalarına infak edilmesini ve getirinin diğer kısmını kendi evlatlarına ve daha
sonra da onların evlatlarına infak edilmesini şart koşabilir.
İkincisi: Vakıf Yapan kişi, mevkuf evin getirisinden örneğin bin Riyalin veya belirli bir
meblağın infak edilmesini ve geriye kalanının ise azalan veya çoğalan bir şekilde evlatlarına
ödenmesini şart koşabilir.
Yalnız, Vakıf Yapanın başlangıçta evini kendisine daha sonra ise evlatlarına vakfetmesi ve
onlardan sonra da Kuran-ı Kerim hıfız evine vakfetmesi halinde burada bir aile vakfından söz
etmek mümkün olur.
Şayet bu evi başlangıçta beş seneliğine Kuran-ı Kerim hıfzına daha sonra ise bu sürenin
sonunda bunu hayatı boyunca kendisine ve kendisinden sonra da evlatlarına bırakması
durumunda burada bir hayır vakfından söz etmek mümkün olur. Burada vakfın türünü
belirleyen işin başında kendisine vakfedilen cihetin kendisidir.
b. Yönetim şekli açısından bağış türleri21:
Bu türden bağışlar şu kısımlara ayrılır:
1. Vakıf Yapanın kendisi veya kendisinden sonra gelen ve vasıfları Vakıf Yapan tarafından
belirlenen soyu tarafından yönetilen bağışlar.
2. Müstefit tarafları denetleyen vakıf nazırı tarafından yönetilen bağışlar. Vakıf Yapanın,
vakfının kendisine bağış hayırları infak edilen bir cami imamı tarafından idare edilmesini vakıf
tüzüğünde belirtmesi buna örnek gösterilebilir.
3. Yargı tarafından idare edilen vakıflar:
Bunlar, kuruluş belgeleri kaybolan ve Vakıf Yapanın bunların nasıl idare edilecekleri
yönündeki tercihleri bilinmeyen vakıflar, ya da devlet idaresine tabi olan vakıflardır. Bunlar
son asırlarda ve özellikle de on dokuzuncu yüzyılın yarısından Osmanlı Devletinde vakıflar
bakanlığı kuruluş kanunun çıkarılmasından sonra devletin kontrolüne geçmiş olan vakıflardır.
c. İktisadi içeriğine göre vakıf türleri22:
Bu türden vakıflar şu kısımlara ayrılır:
1XU%LQW+DVDQ%LQW$EGXOKDOL\P.DUXQñVODP)ÜNKÜQGD9DNÜILGDUHFLVLQLQJÐUHYOHUL9DNÜIODUGHUJLVL<ÜO6D\Ü(NLP6D\ID
0XQ]LU4DKIñVODP9DNIÜ6D\ID
$\QÜND\QDN6D\ID
_ 151 _
İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması
1. Doğrudan hizmet sunan vakıflar: Bunlar, kendisine vakfedilene doğrudan hizmet sunan
vakıflardır. Namaz için yer temin eden cami vakfı, öğrencilerin eğitimi için yer temin eden okul
vakfı benzeri vakıflar bunlara örnek gösterilebilir. Bu doğrudan hizmetler fiili üretimi temsil
eder ya da vakıf mallarının kaynaklarının kendisi fiili yararları temsil eder. Bu yararlarla ilgili
vakıf malları nesilden nesle biriken sabit üretimsel varlıkları temsil eder.
2. Yatırım vakıfları: Bunlar, sınaî, zirai, ticari veya hizmet yatırımlarına yönelik mevkuf
vakıfları olup bunlarla kendi zatları kastedilmez. Bilakis bunlarla vakıf amaçları doğrultusunda
sarf edilen net gelir getirisi üretimi kastedilir. Bu durumda yatırım mülkleri pazarda talepte
bulunan müşteriler için herhangi bir mal veya hizmet üretebilir ve bunların net gelirleri vakıf
amaçları doğrultusunda infak edilebilir.
d. Mevkuf mal türleri açısından vakıf çeşitleri:
Vakfedilen mal türleri açısından vakıflar ya gayrimenkul ya da menkul şeklinde olur. Al
Zakhira isimli kitabın müellifi hapsi üçe kısma ayırmakta23:
1. Arazi ve ev, dükkan, duvar, mescit, fabrika, mezar ve yol benzerleri.
2. At ve inek gibi hayvanlar ve köleler.
3. Silah ve zırh. Bu konuda dört görüş bulunmaktadır. Bunlardan kimi cevaz vermekte,
kimi men etmekte ve kimi özellikle ata izin vermekte ve kimi özgürleşmesini engellediği için
kölelerin durumunu kerih görmekte.
Batı dünyasında ise vakıf müessesesi şu kısımlara ayrılmakta:
a. Genel kamu yararına olan müesseseler:
Toplum yararına olan kurumlar (Public Foundation) hayır kurumları olarak değerlendirilirler.
Bunların en önemli hedefleri hayır projelerini hayır faaliyetleriyle finanse etmek ve çeşitli
sponsorlar tarafından finanse edilen hayır faaliyetleri yürütmektir. Bunlar, özel müesseseleri
ve bireyleri ve kamu kurumlarını içerebilir. Bu müesseselere genel hayır konumunu muhafaza
edebilmesi için finans kaynaklarının çeşitlendirilmesini sağlama şartı koşulabilir. Kiliseler,
hastaneler ve ihtisas hastanelerine ve üniversitelere bağlı tıbbi araştırma merkezleri ve okullar
genel kamu yararına olan kurumlar kapsamında sınıflandırılırlar. Bununla birlikte genel
kamu yararına olan kurumların en büyük kısmı yerel topluluklar müesseseleri adı altında
(Community Foundation) kurulan kuruluşlardır. Bunlar belirli bir coğrafi bölge dahilinde fakir
ve muhtaç kesimlerin gereksinimlerini karşılamaya yönelik olarak çalışırlar. Amerika Birleşik
Devletlerinde kentleşmiş ve kırsal kesimlerde şu anda bu çerçevede çalışan 700 civarında bu
türden müessese faaliyet yürütmekte ve bunların 2007 yılındaki bütçeleri 48 milyar Dolara
çıkmış bulunmaktadır24.
b. Özel kamu yararına olan müesseseler:
Özel kamu yararına olan müesseseler maddi kaynaklarını genellikle tek bir temelden
temin ederler (aile, fert veya iktisadi bir tesis). Aynı şekilde görevi hayır finans kuruluşlarına
veya fertlere münhasır olur ve hayır projelerinin hayata geçirilmesi ve idaresinde doğrudan
faaliyetlere yönelir. Bu özel müesseseler üçe ayrılırlar25:
$O=DNKLUD$O/DNKPL
7DUHT$EGDOODK+DUZDUGYH.DUGHíOHUL$PHULND%LUOHíLN'HYOHWOHULQGH(ðLWLP9DNIÜ+HGHIOHUL$GÜJHÁHQHVHU6D\ID
$GÜJHÁHQHVHU6D\ID
_ 152 _
Prof. Dr. Usama ALANI
ƒBağımsız vakıf müesseseleri (Independent Foundation): Bunlara aile kurumları adı da
verilir. Bunların kaynakları ister fert bazında isterse aile bazında olsun tek bir kaynaktan yapılan
hibe veya bağışlardan meydana gelir. Bu müesseseler kamu yararına olan müesseselerin %
98 gibi büyük bir çoğunluğunu oluşturmaktadır. Bu bağımsız müesseseler başlangıçlarında
fakirliğin şiddetinin azaltılması, eğitim, sağlık gibi belirli konularda uzmanlaşmaya çalışmışlardır.
Bununla birlikte yirminci asrın başlarında bunların yeni bir nesli ortaya çıkarak tek bir alanda
faaliyet yürütmek yerine çeşitli alanlarda çalışmalara başlamıştır. Bu bağımsız müesseseler
hacim ve hedef yönüyle farklılıklar gösterirler.
ƒİktisadi şirketler tarafından finanse edilen vakıf müesseseleri (Company sponsored
foundation): Bu müesseseler kar amacı güden herhangi bir şirketten yıllık bağış ve katkılar
elde ederler. Müessese ve şirket arasındaki organik ilişkiye rağmen her ikisi de yasal olarak
birbirlerinden ayrı yapılardır. İktisadi şirketler tarafından finanse edilen müesseseler bağımsız,
yasal koruma altında olan ve kendilerine has bir mütevelli heyeti bulunan kuruluşlardır.
ƒOperasyonsal vakıf müesseseleri (Operating foundation): (birey veya aile) tek bir
kaynağın kurduğu bu türden vakıfları diğerlerinden ayıran en önemli özellik bunların önceden
uğraşı alanlarını belirlemeleri ve diğer müesseselere bağışta bulunma yerine projelerini
doğrudan kendilerinin uygulamaya koymalardır. Bireyler tarafından kurulan müzeler için
finanse edilen vakıf türleri bu alanda en çok öne çıkan türlerdendir. Aynı şekilde, fakir toplum
katmanlarına tahsis edilen ve gelirleri sunmuş olduğu hizmetlerin finansmanı için kullanılan
hastane vakıfları da bu kapsama girer.
1.3. Vakıf müessesesinin iktisadi önemi yönüyle:
Bu müesseselerin Amerika Birleşik Devletlerindeki ehemmiyetini ve sahip olduğu vakıf
varlıklarının hacmini ve bu vakıf varlıklarının doğasını bilme babında burada yararlı bir takım
istatistikleri sunuyoruz:
o Amerikan Hayır İstatistikleri Ulusal Merkezi verilerine göre kayıtlı özel vakıf
müesseselerinin (Private foundation) sayısı 1998 yılında 70.480 iken bu sayı 2011 yılında
98.434e yükselmiştir. 2010 yılında4459 yeni vakıf kurulmuştur26.
o En büyük on vakfın yıllık geliri 2011 yılında 15 milyar Doları aşmış bulunmaktadır. Tüm
vakıfların toplam gelirleri ise 84,99 milyar Doları bulmaktadır27.
o Özel müesseselerin sayısı 97.000e ulaşmış bulunuyor. Toplumsal müesseseler Haziran
2012’den 1.100 daha fazla bulunmakta. Özel müesseselerin toplam varlıkları 646,5 Milyar
Dolara ulaşırken toplumsal müesseselerin varlıkları ise aynı dönem içerisinde 48,8 milyar
Dolara ulaşmış bulunmaktadır28.
o 2011 yılında hayır ve vakıf bağışlarının Amerika Birleşik Devletleri gayri safi yurtiçi
hâsılasına nispi oranı % 2ye ulaşmış bulunmaktadır29.
*LYLQJ86$)RXQGDWLRQ6D\ID
,%,'
,%,'6D\ID
,%,'6D\ID
_ 153 _
İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması
İslam ülkelerindeki vakıfların mal varlıklarının tutarı konusunda veri bulunmamakta.
Bununla birlikte Ernst Young Danışmanlık şirketinin 2010 yılı verilerine göre düzenlediği
raporda İslam vakıfları sektörüne ışık tutulmakta. Buna göre İslam vakıflarının varlıkları takribi
105 milyar Dolara ulaşmakta. Rapor bu sektörün İslami bankaların sunduğu mali hizmetlerde
yeni bir neslin ortaya çıkmasında katalizatör görevi üstleneceğine işaret etmekte. Ayrıca bu
sektör İslami yatırım fonları alanında da dirilmeye katkıda bulunacaktır30.
Yukarıda yer alanlardan da anlaşılacağı üzere Batı dünyasında vakıf müessesesi
(Foundations) büyük oranda İslam vakıf müessesesine benzemektedir. Zira burada da getirisi
hayır işlerine yatırılan ve harcanan sürekli bir malın varlığı söz konusudur. Aynı durum şekildeki
çeşitlilik içinde söz konusudur. Bununla birlikte bilahare açıklayacağımız üzere bazı noktalarda
İslam vakıf geleneğinden ayrılmaktadır.
İKİNCİ BÖLÜM: BATI ÂLEMİNDE VAKIF MÜESSESESİ
Birincisi: Batı Âleminde vakıf kurmak için gerekli olan yasal koşullar
Bu bentte bazı Batı âlemi ülkelerinde bir müessese kurmak için gerekli görülen en önemli
yasal şartları ele alacağız.
2.0.1. Birleşik Krallıklarda, İngiltere ve Galler’de vakıf müessesesinin kuruluşu Hayır İşleri
Yüksek Komiserliği (Charity Commission for England and Wales) nezdinde yapılmaktadır.
Müessesesin tescil şekli (özel veya kamu vb…) (sınırlı veya sınırsız) bağışların türü, mevkuf
malların çeşidi ve kaynağına göre belirlenmektedir31. Vakıf müesseseleri idaresi sorumluları söz
konusu yasal bağımsızlığın vakıflara kendi politikalarını belirleme, müdahaleler, dış baskılar
veya kurum üzerindeki çeşitli tahakkümler nedeniyle gerçekleştirmekte zorlandığı hedeflerini
gerçekleştirme imkanı sunduğunu belirtmekteler.
Burada Birleşik Krallıklarda bağış kurumu olarak çalışan üç çeşit hayır kurumu bulunmakta32.
- Hayır vakfı müessesesi ve sekreterlikleri: Bunlar gönüllü işleri ve sivil toplumu
destekleyen bağımsızlığa sahip müesseselerdir.
- Sosyal müesseseler: Bunlar vakıf sekreterlikleri olup belirli sosyal grupları ve amaçları
desteklerler.
- Diğer hayır müesseseleri: Bunlar çalışan büyük hayır müesseseleri olup belirli bir hedefi
kapsar ve destekler. Örneğin Britanya Kalp Vakfı.
2.0.2. Amerika Birleşik Devletlerinde Vakıf Müesseseleri:
Amerikan yasasına göre vakıf müessesi kar amacı gütmeyen organizasyon türlerinden
biridir.
)XDW$O$PU¡DðGDí9DNÜI0ÖHVVHVHVL0RGHOLQH'RðUXñGDUHYH<DWÜUÜP7XQXV9DNÜIODU6HPSR]\XPXQGDVXQXOPXíWXU9DNÜDYH
*HOHFHðLQ.XUXOPDVÜìXEDW7XQXV&XPKXUL\HWL6D\ID
8VDPH$PU$O$VKTDU%DWÜKD\ÜUWHFUÖEHVLÜíÜðÜQGDñVODPYDNÜIPÖHVVHVHVLQLQJHOLíLPL6D\ID
*UDQWPDNLQJE\8.WUXVWVDQGFKDULWLHV2FDNŚƩƉ͗ͬͬǁǁǁDFIRUJXNWUXVWVDQGIRXQGDWLRQV"LG S
_ 154 _
Prof. Dr. Usama ALANI
Amerikan iç gelir yönetmeliği (IRC)33 bireyler, aileler veya şirketler tarafından finanse edilen
özel müessese (private) ile kar amacı gütmeyen ve gelirlerini genellikle kamu finansmanı
(public) yoluyla elde eden diğer müessese türleri arasında bir ayırım yapmaktadır.
Kanuna uygun olarak idari ve işletme masrafların % 5i aşmaması gerekmektedir. Bunlar
hiçbir işçi çalıştırmayan küçük müesseseler de olabilir veya yanında görevliler çalıştıran büyük
müesseseler gibi vakfın değerinin % 0,5ine ulaşabilir. Amerikan Kongresi sunulan tekliflerle
ödenek için söz konusu % 5 şartını ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Bu teklifler doksanlı
yılların sonlarında olduğu gibi bu müesseselerin yatırım gelirleri elde etmesi ve iktisadi
gelişmelerin söz olması durumunda revaç ve teyit görmektedir. İktisadi krizlerin ortaya
çıkması ve 2001-2003 ve daha sonrasında olduğu gibi gelirlerin azalması döneminde de
bu teklifin gündemden kalkması söz konusu olmaktadır. Bu müesseseler Amerikan İç Gelir
Yasasının 501inci maddesinin C fırkası uyarınca vergi muafiyetinden yararlanmaktadır. Bu yasa
kar amacı gütmeyen 28 tür hayır organizasyonunu içermektedir34.
2.0.3. İsviçre Vakıf Müesseseleri35:
Öncelikle Batı toplumlarında şu an geçerli olduğu üzere müessese lafzına işaret etmek
gerekir. Bu lafız burada tüm hayır iş türlerini içermektedir. Ve İsviçre yasal ve finanssal
kolaylıklar ve yasaların sunduğu vergi muafiyetleri açısından kurumlar ve finansörler için bir
cennet olarak kabul edilmektedir.
Ticari sicile kayıt zorunluluğu bulunmaması nedeniyle özel ve kilise müesseselerinin
adedini saymak oldukça zor görünmekte.
Bununla birlikte kayıtlı olan müesseselerin sayısı 01.01.2011 itibarıyla 17897’ye ulaşmış
bulunmaktadır. İsviçre özel yasaları müesseselerin her türlü yasal şekillerini kapsamakta
ve ticari sicile kayıt olması gereken geleneksel ve kilise müesseseleri (ordinary foundation)
gibi geleneksel müesseseler üzerine yoğunlaşmış bulunmaktadır. Memurların yararına
olan ve müessese hükmüne giren emeklilik fonları benzeri programlarda bu kapsamda
değerlendirilmektedir.
Buna aile müesseselerini (Family Foundations) eklemek gerekir. Zira yasa bunları aileye
bağışta bulunmak veya desteklemek amacıyla kurulmuş olmaları hasebiyle bu kapsam
içerisine almaktadır. Bu kurumların ticari sicile kayıt olma zorunluluğu bulunmadığı gibi devlet
denetimine de tabi bulunmamaktalar.
İsviçre’de yaygın halde bulunan diğer vakıf müesseselerinden olmak üzere şirket vakıfları
veya şirketler tarafından finanse edilen (corporate foundations) vakıflar bulunmaktadır.
Bunlar iki türde olmaktalar: Doğrudan bir şekilde destek olan müesseseler veya holding vakıf
müesseseleridir. Birinci şıkka giren vakıf müesseseleri İsviçre’de yaygın bir halde bulunurlar ve
,QWHUQDO5HYHQXH&RGH
,%,'
)RXQGDWLRQ/DZLQ6ZLW]HUODQGrRYHUYLHZDQGFXUUHQWGHYHORSPHQWVLQFLYLODQGWD[ODZE\3URI'U'RPLQLTXHMDNRE0,//XQG
DQG'U*RUDQ6WXGHQ//0&DPEULGJHeǁǁǁ͘ƌǁŝ͘ƵnjŚ͘ĐŚͬͬ͘͘͘DD^ͺ&ŽƵŶĚĂƟŽŶͺ>ĂǁͺZĞĂĚĞƌ͘ƉĚĨ6D\ID
_ 155 _
İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması
hastaneler, okullar, bakım merkezleri ve benzeri kurumların finansmanı bunlara örnek olarak
gösterilebilir. Diğer holding vakıf müesseselerine gelince bunlar hayır işlerini idare etmesini
olanaklı kılan varlıklara sahip bulunan müessese türleridir.
Burada bağlı müesseseler (Dependent foundations) ve trustlar bulunmakta. Bağlı
müesseselerden kasıt tüzel kişiliklere sahip bulunmayan bağlı müesseselerdir. Genellikle
bunların kaynakları bağış, miras ve vasiyet gibi kaynaklardır. Bağlı / şartlı müesseseler koruma
(şemsiye) müesseseleri (Umbrella foundations) olarak bilinirler.
Müesseseler belirli bir amaç için varlıkların tutulması yoluyla kurulurlar. Bu bağlamda
vakıf müesseseleri belirli bağımsız varlık toplulukların bağışlarından oluşur, tüzel kişiliğe sahip
olurlar ve belirli bir amaca yönelik çalışırlar. İsviçre yasalarına göre aşağıda yer alan özelliklerin
vakıf müesseselerinde bulunması gerekir: Kuruluş için niyetin bulunması, inşa amacının
belirlenmesi, mevkuf varlıkların bulunması ve yönetim.
Kurucu (Vakıf Yapan), bağışlamak istediği varlıkların kullanım amacını belirleme hususunda
tam bir hürriyete sahip olur. Bununla birlikte bunların yasayla çatışmaması ve ahlaki değerlere
zıt olmaması gerekir. Vakıf müessesesinin ne kurumun kendisi ne de Vakıf Yapan için herhangi
bir şahsi çıkar gütmemesi gerekir. Kanun, mevkuf malların türünün belirlenmesi hususunda
herhangi bir sınırlamaya gitmemekte. Zira gayrimenkul, nakit, imtiyaz hakkı, teminatlar,
üçüncü şahıslardan olan hak edişler ve benzeri varlıkların bağışlanmasına izin vermektedir.
Aynı şekilde varlıkların miktarı konusunda da bir asgari sınır belirlememektedir. Bununla
birlikte fiiliyatta başlangıç varlığının elli (50) bin İsviçre Frangından az olmaması gerekmekte.
İkincisi: Batı Aleminde Vakıf Müesseselerinin Organizasyonsal Yönü:
Birleşik Krallıklarda tüm vakıfların bir mütevelli heyetlerinin (Vasilerin) veya vakıf ana
nizamnamesine (iç yönetmelik) uygun olarak vakıf işlerinin takip edilmesini üstlenen
yöneticilerinin bulunması gerekir. Mütevelli heyetin her birinin vakıf nizamnamesinin
uygulamaya ve vakfın bağımsızlığını korumaya özen göstermesi gerekir.
Mütevelli heyet müessesenin politika ve stratejik planlarını yapar. Müessesesinin hayır
işlerinin genişlemesi ve mütevelli heyetin görevini en iyi bir şekilde yerine getirme hususunda
sürekli danışmanlık desteği olmaksızın acze düşmesi halinde mütevelli heyeti karşılaştığı
sorunların çözümü hususunda ilgili profesyonel kuruma ve kuruluşlardan destek alabilir36.
Vakfın günlük olağan işleri yürütme kurulu tarafından yapılır ve üst makama karşı sorumlu
olur (Mütevelli heyet veya yöneticiler). Müessesenin daha önce zikredildiği üzere hayır işleri
yüksek komiserliği nezdinde tescil edilmesi gerekir. Amerika Birleşik Devletlerinde yönetsel
üslup Birleşik Krallıktakinden farklıdır.
İsviçre’de ise İsviçre yasaları vakıf müessesesini yöneten bir takım bölümler ihdas etmiş
bulunmaktadır. Zira burada öncelikle bir denetim mekanizması ve yönetim kurulu veya mütevelli
heyet şeklinde bir yönetim mekanizmasının bulunması gerekir. Bu kurul müessesenin yasal
8VDPH$PU$O$VKTDU%DWÜ7HFUÖEHVL,íÜðÜQGDñVODP9DNÜI0ÖHVVHVHVLQLQ*HOLíLPL6D\ID
_ 156 _
Prof. Dr. Usama ALANI
sorumluluğunu üstlenir ve müessesenin yönetimini denetler ve vakıf ana sözleşmesinin veya iç
yönetmeliğinin ışığı altında çeşitli makamlar nezdinde temsil eder37. Ayrıca müessesenin bir veya
birden fazla gerçek kişi ya da bir tüzel kişiliğe sahip bir yürütme organının veya müessesenin
hacmine göre bölümlerinin olması gerekir. Bunlar müessesenin hak ve yükümlülüklerini ve
kapanış işlemlerini takip eder, müessesenin idari organına karşı sorumlu olurlar38.
Üçüncüsü: Batı Aleminde Vakıf Müessesesinin Vergi Muafiyeti:
2.3.1. Birleşik Krallık:
Birleşik Krallıklarda çeşitli vergi türleri bulunmaktadır. Bunlar gelir vergisinden KDV’ye
ve oradan da sermayeden elde edilen gelirden doğan vergilere kadar uzanır. Britanya Vergi
Sistemi genel ve şümullüdür. Bununla birlikte vakıf trustlarına ve hayır kurumlarına mal ve
hizmet üretseler dahi bazı avantajlar ve istisnalar getirilmiştir.
Örneğin vakıf hayır trustları, kırılgan gruplara sunulan yemek ve sağlık desteği
hizmetlerinde KDV ödemesinden muaf tutulmaktalar. Aynı durum çocuklara sunulan bakım
hizmetleri veya dini kurumların desteklenmesi ya da her çeşit eğitim ve bilimsel araştırma için
de söz konusudur.
Aynı şekilde hayır kurumları gelir vergisinden muaf tutulmakta ve mirasın bir kısmının
tahsis edilmesi durumunda bağış ve miras vergisinden muaf tutulmakta.
2.3.2. Amerika Birleşik Devletleri:
Araştırmacılar, Amerika Birleşik Devletlerinde hayır için yapılan mal bağışlarında vergi
muafiyetleri ve kolaylıklarını düzenleyen 1917 yılında yapılan kanunun onayından bu yana
Amerikan yurttaşının teberru seviyesinin diğer ülkelerde yapılan teberru seviye ortalamasını
aştığı görülmekte39. Buna ilerde açıklanacağı üzere Batı ülkelerinde aile vakıflarında Vakıf
Yapanın, eşinin ve evlatlarının intifa şartı bulunan vakıfları da kapsayacak şekilde vergi
kolaylıkları eklenmiştir40.
Hayır ve vakıf müesseseleri için vergi muafiyetleri ve kolaylıklarından iki türlü yararlanılmakta:
Birincisi; Bu müesseselerin, sahip oldukları gayrimenkul ve vakıf mameleklerinin vergiden muaf
tutulması bu müesseselerin varlıkları üzerindeki yıllar ve onlarca sene boyunca amortisman
ve aşınma payının muhafaza edilmesi anlamına gelmektedir. İkincisi; mameleklerini hayır
kurumları lehine teberruda bulunanlar ve vakfedenler hakkında vergi kolaylıklarıdır. Bu şekilde
kar amacı gütmeyen müesseselerin desteklenmesi için teberru sahipleri ve vakfedenler teşvik
edilmiş olmakta.
)RXQGDWLRQ/DZLQ6ZLW]HUODQGr2YHUYLHZDQGFXUUHQWGHYHORSPHQWVLQFLYLODQGWD[ODZE\3URI'U'RPLQLTXHMDNRE0,//XQG
DQG'U*RUDQ6WXGHQ//0&DPEULGJHǁǁǁ͘ƌǁŝ͘ƵnjŚ͘ĐŚͬͬ͘͘͘DD^ͺ&ŽƵŶĚĂƟŽŶͺ>ĂǁͺƌĞĂĚĞƌ͘ƉĚĨ6D\ID
,%,'
%LUVDKDDUDíWÜUPDVÜQGDEDðÜíWDYHUJLVLVWHPLQLNXOODQPDNLVWH\HQ$PHULNDQ\XUWWDíÜQÜQ\ÜOOÜNJHOLULQLQRUDQÜQGDEDðÜí\DSWÜðÜ
RUWD\D ÁÜNPÜíWÜU 'LðHU \DQGDQ EDðÜí \DSDUNHQ YHUJL \ÐQHWPHOLðLQL GLNNDWH DOPD\DQ \XUWWDíODUÜQ LVH \ÜOOÜN JHOLULQLQ VLQL EDðÜí
íHNOLQGHYHUGLðLJÐUÖOPHNWH%DNÜQÜ]7UHVVOHU&KDULWDEOH*LYLQJ6D\ID
8VDPD $O $VKTDU %DWÜ 7HFUÖEHVL ,íÜðÜQGD ñVODPL 9DNÜIODUÜQ UROÖQÖQ HWNLQOHíWLULOPHVL ìDUMDK 8OXVODU DUDVÜ WRSOXPGD ñVODPL YDNÜIODU
NRQJUHVLQLQÁDOÜíPDODUÜQDVXQXOPXíELUDUDíWÜUPDGÜUìDUMDK9DNÜIODU*HQHO6HNUHWHUOLðL6D\ID
_ 157 _
İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması
Bunun yanı sıra Batı kanunları bu vergi kolaylıklarının sunulmasında bazı mülahazalar
nedeniyle kurumlar arasında farklılar gözetmektedir. Bunların başında idare ve finansman
açısından geniş bir kapsamı bulunan hayır kurumlarına verilen destekler ve bunların idari ve
mali açıdan daha dar bir kapsama sahip olan hayır kurumlarına (fert, müessese, aile tarafından
yapılan maddi yardımlar kastedilmekte) nazaran vergisel açıdan tercih edilmeleri gelmektedir.
Ayrıca Batı Vergi Sistemi, doğrudan halka hizmet sunan hayır işletme kurumlarına vergi
imtiyazları vermekte ve bunları para yardımında bulunan hayır kurumlarına nazaran vergisel
yönden öncelikli kılmaktadır41.
Özel müesseseler adet olarak kamu müesseselerinin muafiyetlerinden daha az muafiyetler
elde etmektedir. Müesseselere verilen vergi muafiyetleri Amerikan Vergi Mevzuatı tarafından
yapılan sınıflandırmaya uygun olarak yapılmaktadır (IRS)42, 43.
1969 yılı vergi reformu yasası, vergilerin çoğundan müstesna tutulmaların özel vakıf
müesseselerinin toplumsal taşıdıkları anlamın doğasını belirleyerek bağışçıların vergisel
muafiyet elde etmelerini sağlamaktadır. Bunun için özel vakıf müesseselerinin aşağıdaki
yükümlülükleri yerine getirmesi gerekmektedir:
a) Vakıf varlıklarının % 5 oranından bir miktarı hayır amaçları için vermesi ve buna şahsi
amaçlar için kullanılan meblağların dahil edilmemesi gerekir;
b) Vakfın kar getiren hiçbir faaliyet yürütmemesi gerekir;
c) Vakfın, her yıl genel çalışmalarını içeren bir rapor ve her mali yılsonunda kar amacı
güden şirketlerde olduğu gibi kapanış hesaplarını sunması gerekir;
d) Vakıf müessesesinin, kar amacı gütmeyen bir müesseseyle ilgili herhangi bir ek
gerekliliği de yerine getirmesi gerekir44.
2.3.3. İsviçre45:
Hayır kurumlarına sunulan muafiyetler açısından vergi kanunu genişletilmiş ve federal
doğrudan vergi yasası ve kantonlar ve toplumsal kurumlar vergi yasası ile tüm vergi muafiyetleri
garanti altına alınmıştır. Burada muafiyet açısından vakıf müessese türleri arasında bir ayırıma
gidilmiştir.
Kar amacı gütmeyen müessese ve organizasyonlara gelince İsviçre vergi dairesi genel yarar
gözeten kurumlara muafiyetler vermektedir. Bu kavramla iki özelliğin tahakkuk etmesi gerekir.
Bunlardan birincisi, kurum tarafından yapılan faaliyetlerin topluluğun ihtiyaçlarını karşılamak
amacıyla yapılması ve bu faaliyetlerin kuruma herhangi bir iktisadi veya şahsi ya da her ikisinin
bir arada olduğu bir yararının olmaması gerekir. Genel yarar türleri tüm hayır işlerinin türlerini
&RQQRUV1RQSURILWRUJDQL]DWLRQ6D\ID)UHHPDQ3ULYDWHIRXQGDWLRQV6D\ID
,QWHUQDO5HYHQXH6HUYLFH
KWWSHQZLNLSHGLDRUJZLNL)RXQGDWLRQB8QLWHGr6WDWHVBODZ
,%,'
)RXQGDWLRQ/DZLQ6ZLW]HUODQGrRYHUYLHZDQGFXUUHQWGHYHORSPHQWVLQFLYLODQGWD[ODZE\3URI'U'RPLQLTXH-DNRE0,//XQG
DQG'U*RUDQ6WXGHQ//0&DPEULGJHZZZUZLX]KFK(0$06B)RXQGDWLRQB/DZB5HDGHUSGI6D\ID
_ 158 _
Prof. Dr. Usama ALANI
içerecek şekilde çeşitlendirilmiştir ki bunlar insani, sağlık, çevre, eğitim, bilimsel ve kültüreldir.
Bunlar eğitim, insan hakları, çevre koruması, hayvanlara şefkat ve toplumun yararlı gördüğü
her şey gibi toplumsal ilgileri de eklemek gerekir.
Kar amacı gütmeyen kuruluşlar vergi muafiyeti ve türü açısından çeşitli sınıflara tabi olurlar.
Doğrudan vergiyle ilgili konularda kar amacı gütmeyen kuruluşlar ki bunların durumlarını
daha önce zikretmiştik, doğrudan vergilerden bütünüyle muaf tutulurlar.
Katma değer vergisine gelince kar amacı gütmeyen kuruluşlar gelirleri yıllık 150 bin İsviçre
Frankını aşmadığı sürece bu vergiden muaf tutulurlar. Aynı şekilde bu kuruluşlara yapılan bağış
ve teberrularda katma değer vergisinden muaf tutulurlar. Vergi yasası devamla bu kuruluşları,
teberru gibi belirli bağışların yanı sıra mirasın vakfa tahsis edilmesi halinde bunları bağış ve
miras vergisinden de muaf tutmakta.
İsviçre vergi yasası aile vakıflarını ve diğer vakıfları şirketler gibi veya şirketler tarafından
finanse edilenlerde olduğu gibi gayrimenkul ve mülkiyet gelir vergisinden müstesna
tutmamıştır. Bununla birlikte bu müesseselerin kamu hizmeti görmeleri durumunda kısmi
muafiyetler söz konusudur.
Dördüncüsü: Batı Aleminde Vakıfların Denetimi:
Vakıf müessesesinin iki türlü denetime tabi olduğunu belirtmek gerekir; bunlar iç ve
dış denetimlerdir. İç denetimden kasıt günlük işlerin gidişatının ve müessesenin plan ve
hedeflerinin uygulanmansın denetlenmesidir. Buna ilaveten yıllık mali raporun dış yeminli
mali müşavir tarafından onaylanması gerekmektedir.
Vakıf müessesesinin dış denetimine gelince bu, ya devletten bağımsız bir organ tarafından
yapılır, genel gidişat denetlenir ve incelenir. Buna örnek olarak Britanya’da olduğu gibi Hayır
Yüksek Komiserliği gösterilebilir. Ya da Amerika Birleşik Devletleri ve İsviçre’de olduğu gibi
devlet veya ihtisas mahkemeleri tarafından yapılır.
Batı devletleri, kendi çerçevesi dışında çalışan tüm vakıf şekillerini denetler. Bu görev salt
yasa ve mevzuat yapmakla sınırlı olmaz. Bilakis devletin görevleri arasında vakıfları bireysel ve
kurumsal sivil toplum çalışması yapan organizasyonlar bünyesine entegre etmek için yollar ve
üsluplar üretmek gibi görevler de bulunur. Devletin bu konudaki gerekçeleri arasında şunlar
yer alır46:
1. Belirleyici özelliği muhafaza etme zorunluluğu. Devlet çeşitli hizmet üretmek suretiyle
gerek bireyleri gerekse sivil toplumu ve gerekse de vakıflarla birlikte halkı daha etkin hale
getirir. Özellikle bu etkileşim vakfın toplumsal gelişime katkıda bulunmasında ve vakfın bu
alandaki rolünün daha bariz olmasında oldukça uygun ve doğru bir yaklaşım olarak öne
çıkmaktadır. Buna tarihi tecrübeyle birlikte modern Batı toplumlarındaki uygulamaları örnek
olarak gösterebiliriz.
8VDPH$PU$O6KDTU%DWÜ+D\ÜU7HFUÖEHVL,íÜðÜQGDñVODPL9DNÜI0ÖHVVHVHOHULQLQ*HOLíLPL6D\ID
_ 159 _
İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması
2. Toplumsal çalışma yapılırken Batı insanının şahsı arzularıyla uyumlu vakıfsal ve hayırsal
formüllere uygun irade özgürlüğünün korunması.
3. Toplumsal hayır çalışmaları yaparken özgürlüklerden doğan risklere karşı kamu
güvenliğini teminat altına alan işlemler ve yöntemleri koyma zorunluluğu.
4. Gerek Vakıf Yapanın gerekse kendisine bağışta bulunulanın haklarının vakıfsal hayır
tecrübelerinin muhafazası ışığında bir bütün halinde korunması.
Devletin vakıf müesseselerini denetlemesindeki amaç devletle bu müesseseler arasındaki
ilişki sınırının çizilmesi ve düzenlenmesi, diğer yandan haklarının ve rolünün aşılmamasını
teminat altına almaktır. Ayrıca bu müesseselerin yasa ve genel örfü çiğnememeleri ve toplumun
hukukunu ihlal etmelerini önlemekte devletin denetim amaçları arasında yer almaktadır.
Beşincisi: Batı Aleminde Müessesenin Yatırımsal Rolü:
Vakıf müesseseleri yıllar içerisinde büyük gelişmeler kaydetmektedir. Bunun
nedeni bu müesseselere yapılan teberruların, bağışların ve vasiyetlerin artmasından
kaynaklanmamaktadır. Bilakis bu durum, vakıf müesseselerinin yürürlükteki yasaların da
kendilerine verdikleri vergi muafiyetlerinden de yararlanarak yıllık gelirlerini artırmak amacıyla
varlıklarıyla ilgili takip ettikleri yatırımsal politikalardan kaynaklanmaktadır.
Bununla sınırlı olmamak ama bir örnek vermek gerekirse Amerika Birleşik Devletlerinde
en büyük 20 vakıf 2008 yılında yaşanan küresel mali krize rağmen 1992-2005 arasında yıllık
ortalama % 9 oranında büyümüşlerdir47. Bu yatırımların boyutunu iyi anlayabilmek için
Batı alemindeki vakıfların yatırımlarına iki örnek vereceğiz: Bunlar; İngiliz Wellcome Trust ve
Amerikan Kentucky Üniversitesi Vakfı yatırımları.
İngiliz Wellcome Trust Vakfının varlık yatırımı vakfın ana nizamnamesinde yer alan yetkiler
uyarınca ve İngiliz yasa ve mevzuatlarının izinleri ışığında yapılmaktadır. Zira İngiliz yasaları
bu konuda yatırım kuralları ve devletin görevi konusunu birbirinden ayırmış bulunmaktadır.
İngiliz Hayır İşleri Yüksek Komiserliği vakıfların yürürlükteki yasalara uygun olarak yatırım
politikaları yapmalarının öneminin altını çizmekte. Bu politika ve talimatlar yatırım alanında
çalışanlar tarafından kitabın uygun bir şekilde uygulanmakta olup kendilerine bunun dışına
çıkma yetkisi verilmemekte48.
Wellcome Vakfı mütevelli heyeti yatırım faliyetlerinin türünü belirlemek suretiyle yatırım
çalışmalarının yönlendirilmesinde önemli bir rol üstlenmekte, yatırım sonucu beklenen kar
oranlarını belirlemekte, nakit miktarını tayin etmekte, piyasanın tehlikelerine karşı yatırım
portföyü yedekleri oluşturmakta, vakfın yatırım portföyünde değişikliklere yatırım alanı ve
mekanı açısından dikkat etmekte. Ayrıca vakıflar üzerinde yürürlükte olan yasalar vakıfların
yatırım işlerine girmeleri halinde bunların ahlaki ve toplumsal sorumluluklarına riayet etmeleri
zorunluluğunu getirmekte.
KWWSZZZLQYHVWRSHGLDFRPDUWLFOHVILQDQFLDOWKHRU\LY\OHDJXHHQGRZPHQWVPRQH\PDQDJHPHQWDVS
8VDPD$PU$O6KDTU%DWÜ+D\ÜU7HFUÖEHVL,íÜðÜQGDñVODPL9DNÜI0ÖHVVHVHOHULQLQ*HOLíLPL6D\ID
_ 160 _
Prof. Dr. Usama ALANI
Amerika Birleşik Devletlerinde vakıf müesseselerinin yatırım politikalarına gelince
bunlar vakfın en bariz yatırım hedeflerine işaret eden çeşitli kapsamlı yatırım stratejileri
hazırlamaktalar.
Amerikan Kentucky Üniversitesine gelince on Aralık 2013 tarihinde üniversite vakıflarının
ve bunlara bağlı kuruluşların yatırım politikası onaylanmıştır49.
Burada politika, genel çerçevesi içerisinde belirlenmiş, yatırım politikasına yöneliş
nedenleri açıklanmıştır. Vakıf müessesesinden üniversite için bağış, teberru, vasiyet ve
benzeri kaynaklardan gelen bir varlıklar grubu oluşturulmuştur. Böylece üniversitenin
bilimsel burslar, kürsüler, araştırmalar, akademik programlar ve benzeri yükümlülükler için
gereken finansman sağlanmış olmakta. Bu varlıkların sürekliliğini teminat altına almak ve
bu yükümlülüklerin karşılanması için yıllık getirinin sağlanması için vakıf varlıklarını yatırım
alanında değerlendirmek önem taşımaktadır50.
Mütevelli heyeti kendisine bağlı yatırım kuruluna yatırım yapmak, yatırım projelerini
hayata geçirmek ve bunların takibini yapmak için gerekli yetkileri vermiştir. Bu genel
amacın tahakkuku için politikalar belirlenmiş, kapsamlı planlar yapılmış ve yol felsefesi tayin
edilmiştir. Böylece yatırım varlıklarının çizilen hedefin gerçekleşmesi için etkin bir şekilde
yönlendirilmesi ve yönetilmesi hedeflenmiştir. Sorumlulukların belirlenmesi, vakıf mallarının
yatırım hedeflerinin tespit edilmesi, vakıf varlıklarının yatırım kılavuzunun yazılması, yatırım
sonuçlarının değerleme ölçütlerinin konması ve vakıf varlıkların yürürlükteki yasalar ve
talimatlar ışığında yönetilmesi bağlamında takip edilecek politikalar belirlenmiştir.
Yatırım kurulu Kentucky Üniversitesinde vakıf müessesesinin mali ve yatırımsal hedeflerini
şu şekilde belirlemiştir51:
1. Vakıf varlıklarının uzun vadeli bir şekilde alım gücünün korunması ve müstefitler
arasında adaletin sağlanması için gelirlerin düzgün bir şekilde yönlendirilmesi;
2. Enflasyon ve toplam giderlerden sonra yıllık en az % 4,5 oranında gerçek gelir
ortalamasının sağlanması ve iktisadi altüst oluşlar ve krizlere riayet edilmesi.
Burada takip edilen politika yatırım alanlarının çeşitlendirilmesi ve beklenmeyen
kayıplardan veya performans yetersizliğinden doğacak olası tehlikeleri azaltmaya yöneliktir.
Hisselere yatırım, duran varlıklara yatırım, mutlak ve gerçek gelirlere yatırım, gayrimenkule
yatırım gibi çeşitli yatırım alanları belirlenerek her yatırım alanında piyasa durumu, gelişim
derecesine, kredibilitesi, tehlike derecesi, sektör türü, içerisinde yatırım yapılması düşünülen
ülkenin iktisadi durumu gibi unsurlara göre belirlemeler yapılmıştır52.
Politika, vakıf varlıklarının yatırım alanlarına yönlendirilmesi hususunda her alan için
standart hedefler ve kapsamlar belirlemiştir. Nitekim hisseler hususunda koyduğu yatırım
ZZZXN\HGX(93)$&RQWUROOHUILOHV32/,&<SGI
,%,'6D\ID
,%,'6D\ID
,%,'6D\ID
_ 161 _
İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması
yükseltici hedeflerle yıllık % 24 oranında bir gelir ve sabit gelir içinde % 10 bir büyüme ve
gayrimenkul alanında da % 12 oranında bir büyüme ve benzerlerini gerçekleştirmektedir53.
Daha önce belirtilenlerden anlaşıldığı üzere Batı Alemi vakıf müesseseleri İslam
Alemimizde olduğu üzere oldukça ilerlemiş bulunmakta. Bu nedenle vakıf müessesi kavramı
kısaca aşağıda olduğu gibi özetlenebilecek bir takım sıfatlara haiz bulunmaktadır. Bunlar54 ;
1. Vakıf işlerinde müessese kavramının pekişmesi Batının on dokuzuncu yüzyılın başlarında
idari, hukuki, teknoloji gibi çeşitli alanlarda müşahede etmiş olduğu medeniyet gelişmesinin
bir ürünü bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha sonra ise sınai devrim gerçekleşmiş
ve bundan da dev bir ekonomik gelişmeyle birlikte karmaşık sosyal ilişkiler topluluğu ortaya
çıkmıştır. Burada yüzeysel ve ferdi konuları ele almakta yarar bulunmamaktadır. Bu nedenle
vakıf müesseselerinin kuruluşu işte bu karmaşık ilişkilerin karşılanmasının bir karşılığı ve etkin
ve kalıcı çözümlerin geliştirilmesinin bir sonucudur denebilir.
2. Vakıf Yapan, vakıf müessesi kavramı vasıtasıyla bireysel teberru ve bağışların
ulaşamayacağı ufuklara ulaşabilir. Hizmet, sağlık ve eğitim sektörlerindeki hisseler buna örnek
gösterilebilir.
3. Vakıf müessesesi; iane, teberru ve toplumun gereksinimlerinin karşılanma yükünü
teberruda bulunanların denetçiler tarafından rahatsız edilmesine veya zamanını alacak ayrıntılı
işlerle uğraşmasına gerek kalmaksızın üstlenmektedir. Ve hatta müesseseler vasıtasıyla mal
bağışı ve teberruda bulunanlar bu bağışların düzgün bir şekilde yerlerine ulaştırılmasından
da emin olmuş olurlar.
4. Vakıf müessesesinin var oluşu hayatta kalmayı sağlayabilmek için bir alt yapı sunar ve
vakıf varlıkları vasıtasıyla hayır işlerinin sürekliliği teminat altına alınmış olur.
5. Vergisel muafiyetler ve kolaylıkların elde edilmesi sağlanır.
6. Vakıf müesseseleri durumunda teberruda bulunan kişi bu müesseselerdeki mallarını
idare etme, kimlerin bunlara bağışta bulunabileceğini belirleme, bunun ne zaman olacağı,
mamelekine teberruda bulunulan malların türünü belirleme imkânına sahip olur. Aynı şekilde
vakıf müessesesindeki işleri denetleme ve bunlardan hırsızlık veya intifa gibi gayrimeşru
kullanımların önüne geçme imkânı da bulunur.
7. Müessesenin haklarının ve diğerlerine karşı olan yükümlülüklerinin muhafazasını da
sağlayan tüzel ve yasal kişiliğinin korunması da teminat altına olunmuş olur.
Batının vakıf müesseseleri deneyiminin başarısı bir gecede olan bir şey değildir. Aynı
şekilde devletle olan ilişkisi de her zaman samimi bir ilişki olarak görülemez. Zira çeşitli çatışma,
denetim altına alma ve müsadere dönemleri yaşanarak bugünkü durumuna ulaşmıştır.
Deneyimden yararlanma bize zaman sürecine inip Batı’da vakıf müessesesinin ulaşmış olduğu
,%,'
%X EÐOÖPÖQ \D]ÜPÜQGD 8VDPD $PU $O $VKTDUnÜQ %DWÜ WHFUÖEHVL ÜíÜðÜQGD ñVODPL YDNÜI PÖHVVHVHOHULQLQ JHOLíLPL LVLPOL NLWDEÜQGDQ
\DUDUODQÜOPÜíWÜU6D\ID
_ 162 _
Prof. Dr. Usama ALANI
noktaları görmemizi de sağlayacak böylece hatalardan kaçınma ve isabet noktalarını görme
fırsatı sunacaktır. “Andolsun onların hikayelerinde düşünen insanlar için ibretler vardır”55
Mevcut kaynakların çoğu idare, performans, yatırım açısından ve müsadere ve devralınma
tehlikesine maruz kalmaları yönüyle İslam Alemimizdeki vakıf performansında sorunların
bulunduğuna işaret etmekte. İslam Aleminde vakıf sisteminin kurumsallaşması ve onunla
ayağa kalkış, kimliğinin, hak ve yükümlülüklerinin korunması konuları araştırmanın üçüncü
kısmında ele alınacaktır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: İSLAM ALEMİNDE VAKIF MÜESSESELERİNİN GELİŞTİRİLMESİNE
DOĞRU
Vakıf, toplumla devlet arasındaki ilişki üzerinde müessir olan etkin bir ağırlığı bulunan güç
unsurlarından ya da bu ikisi arasında çatışma konularından biridir56. İslam Aleminde vakıfların
devletle ilişkisinde tarihi tecrübe üç aşamanın bulunduğuna işaret etmekte57:
1. Ademi merkeziyetçilikle birlikte bağımsızlık merhalesi;
Bu dönem devletin en küçük bir müdahalesinin dahi bulunmadığı vakfın kendi
kendisini yönettiği bir dönem olup iki özelliğe sahip bulunmaktaydı: Bağımsızlık ve ademi
merkeziyetçilik. Dr. Ghanem bu iki unsuru Mısır’da vakfın tarihi oluşumunun en önemli
belirtilerinden saymaktadır.
2. Merkezilikle birlikte bağımsızlık merhalesi:
Bu dönem vakıflar için bağımsız bir divanın (sekretarya) kurulduğu ve tüm vakıfların
bağımsızlıklarının korunduğu bir dönemdir. Bununla birlikte vakıf nazırı tayininde veya işletme
ve kiralamaya onayda ya da “değiştirme” şartının yanlı ve usulsüz uygulanmasında yargının
kullanılması suretiyle merkezi bir şekilde vakıf idaresi söz konusudur.
3. Merkeziyetçilikle birlikte bağımsızlığın kaybedilmesi merhalesi:
Bu dönem Mısır’da Temmuz devrimiyle birlikte başladı. Daha sonra Sudan, Somali, Cibuti
ve diğer Arap ve İslam Ülkelerine doğru yayıldı. Burada vakıflar devletin genel mülkiyeti haline
geldiler. Devlet ne derse onu yapan ve devletin sanki mülkü üzerinde tasarruf yapar gibi bir
durumun olduğu bir dönemdir bu dönem.
Konunun bizim araştırmamızla ilgili kısmı merkeziyetçilikle birlikte bağımsızlığın
kaybedildiği merhaledir ki bu dönem Mısır’la ve sosyalist kanunlarıyla birlikte 1952 yılında
başlamış ve bunu takiben çok uzun sürmeyerek Nil vadisi ülkelerine ve diğer Arap ülkelerine
uzanmıştır. Bu, vakfın isminden başka geriye bir şey bırakmayan bir müdahale olmuş ve
vakıf ismini toplum bilincinde olumsuz yüklü bir isim haline getirmiştir. Bunun haricinde
vakıf felsefesinin ve cevherinin gerçeğinden geriye hiçbir şey kalmamış ve Zirai Reform
<XVXI6XUHLVLQFLD\HWLQELUNÜVPÜ
1DVU 0XKDPPHG $ULI 9DNÜI VLVWHPLQLQ NXUXPVDO \DSÜVÜ VRUXQODU YH UHIRUP GHQH\LPOHUL http://repository.ksu.edu.sa/jspui/
handle/123456789/83396D\ID
ñEUDKLP$O%H\\RXPL*KDQHP0ÜVÜUnGD9DNÜIODUYH6L\DVHW.DKLUH'DUXnOìXUXT%LULQFL%DVNÜ6D\ID
_ 163 _
İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması
Yasaları uyarınca vakıf arazileri, aynı toprak ağalarının, emperyalist işbirlikçilerinin ve krallık
kalıntılarının mameleklerinin müsadere edilmesi ve kamulaştırılmasında olduğu gibi,
dağıtılmış ve yeni türeyen askeri elitlerin vakıf varlıklarına bütünüyle el koymaları sonucunu
doğurmuştur. Böylece vakıf işleri de devletin genel eğilimleri arasına giren bir iş haline gelerek
fakir tabakaların bakımıyla ilgilenilmeye ve bunlara yönelik hizmetler sunulmaya başlanmıştır.
Daha sonra ise vakıf devletin ayrılmaz bir parçası halinde gelmiş ve böylece de varlığını haklı
kılacak tüm gerekçelerini kaybetmiştir58.
İslam Aleminin çoğunda vakıfların durumuyla ilgili yapılacak araştırmayla ilerlemenin
sağlanmasını ve saçmalıklardan kaçınılmasını mümkün kılan bir yönteme ulaşılması
hedeflenmelidir. Böylece vakıflara toplumdaki asli görevi ve etkin rolü iade edilmeli. Belki de
Batı Alemindeki vakıf müessesesi ve ulaşmış olduğu gelişim İslam Alemimizde de örnek olarak
alınabilir.
Vakıf müesseseleri, İslam şeriatı hüküm ve prensipleri ışığında ve Vakıf Yapanın güttüğü
amaca göre özel doğası olan ve mevkuf malları yöneten birimler olarak tanımlanırlar.
Yürürlükteki yasalar ve adetlerin ışığında ise birey ve topluma fayda ve hizmet götürme
amacı güden ve İslam toplumlarının kapsamlı gelişimine katkıda bulunan kurumlar olarak
tanımlanırlar59.
Birincisi – İslam Aleminde vakıf müessesesinin yasal çerçevesine doğru:
Gelişmiş dünya da vakıf müesseselerinin gelişme ve kalkınma için taşıdığı önemi ve
bunun içinde vakıflarla ilgili kodifikasyonun önemini net bir biçimde görmek mümkündür.
Düşüncemize göre İslam Alemiyle Batı Alemi arasında çevre farklılığına rağmen vakıf
müesseseleri hususunda yapılacak mevzuatlarda kodifikasyon konusunda işbirliği söz konusu
olabilir. Yasaların zulüm ve istibdat aracı haline gelip menfi bir durum oluşturması durumunda
bunların üzerine eğilmek gerekir. Özellikle de mevzuatın fasit ve müstebit bir yönetimle
birleşmesi durumu oldukça sorunludur.
Araştırmacı, vakıf müessesesinin kodifikasyonunda tarafsız gerekçelerin ortaya konmasına
katılmakta. Bunun için60;
1. Vakıf Yapanın hürriyetinin, bireysel ve dini özgürlükleri teminat altına alan yasalarla
korunması; Bu, bireysel özgürlüğü teminat altına alan insan haklarıyla ilgili anlaşmalarla
sağlanabilir. Zira günümüz yasaları Vakıf Yapanın bireysel özgürlüğüyle ilgili bir takım
değişiklikler göstermektedir. Bu bağlamda Vakıf Yapanın koymuş olduğu şartlar ve kamu
yararıyla çelişmeyen isteklerinin dikkate alınmadığı görülmekte.
Aynı şekilde yürürlükteki kanunlar birey ve cemaatleri dini gerekleri yerine getirme
hususunda teminat altına almakta ki nitekim vakıfta bu gereklerden bir tanesini meydana
getirmekte.
1DVÜU0XKDPPHG$ULI9DNÜI0ÖHVVHVHVLQLQ.XUXPVDO<DSÜVÜ6RUXQODUYH5HIRUP7HFUÖEHOHUL$GÜJHÁHQHVHU6D\ID
+ÖVH\LQ+DVDQìDKDWD9DNÜI0ÖHVVHVHOHULQGH*HQHO0RGHUQ<ÐQHWLP3URJUDPYH¶VOXSODUÜñVODPñNWLVDW'ÖíÖQFHVLQGH
$UDíWÜUPD6LOVLOHVL6D\ID
8VDPD $PU $O $VKTDU 9DNÜIODUÜQ .DQXQL 'Ö]HQOHPHVL *HUHNÁHOHU <ÐQWHPOHU $ODQODU 6XXGL $UDELVWDQ .UDOOÜðÜ ¶ÁÖQFÖ 9DNÜIODU
.RQJUHVL6XQXPODUÜQGD\D\ÜQODQPÜíELUDUDíWÜUPDñVODP¶QLYHUVLWHVL&LOW6D\IDr
_ 164 _
Prof. Dr. Usama ALANI
2. Vakıf mülklerinin korunması.
3. Vakıf sektörünün ilerlemesi.
4. Çeşitli sebeplerle yürürlükteki yasaların çağdaş gereksinimleri yerine getirme etkisini
kaybetmesi.
5. İslam fıkhının en iyi yasaları yapabilme ve asra ayak uydurabilme konusunda verimliliğini
ve gücünü ispat etmesi.
Vakıf müesseseleri yasasının bir takım sıfatlara sahip olması gerekir. Bunların içerisinde en
önemlilerini şöyle sıralamak mümkündür:
1. Örneğin kendisiyle diğer yürürlükteki yasalar arasındaki ilişkinin düzenlenmesine
herhangi bir halel gelmeksizin sivil devletin diğer yasalarından bağımsız olması.
2. Kanun, vakfın tüzel ve yasal kişiliğinin teminat altına alınmasına riayet edilmesi.
3. Vakıfların kuruluşlarında Vakıf Yapanların özgürlüklerine riayet edilmesi.
4. Kurumsal teknik yönlerde herhangi bir ihlale sebep olunmaksızın vakfın fıkıh yönlerine
riayet edilmesi.
5. Kanunun esnekliği ve asrın yeniliklerine ayak uydurabilmesi.
6. Vakıfların tescilinde yasal işlemlerin tanzimi ve kolaylaştırılması.
7. Vakıf müesseselerini denetleyen makamın belirlenmesi ve bunların yargıyla
irtibatlandırılması.
8. Mezhebi ve grupsal özelliklere riayet edilmesi mali ve şer’i yargı makamlarının çokluğu
hasebiyle kaosu önlemek için devletin ihtimam göstermesi gereken bir konudur. Bu konularda
bazı ülkelerin belirli bir grup veya mezhep temelinde koymuş olduğu kanunlarla ilgili
tecrübelerden yararlanılabilir. Özellikle de bazı mezhepler ve gruplar arasında ortak paydalar
bulunmakta olduğu için bunlardan hareketle genel yararın ortaya çıkmasını mümkün kılan
bazı kodifikasyonlara gidilebilir61.
9. Vakıf müesseseleri kanuna yönetim erkan ve seviyeleriyle iş akışlarının konması.
10. Vakıf müesseselerinin, dönemsel mali raporlar yayınlama zorunluluğu getirmek
suretiyle şeffaflık kuralına uymaya zorlanması.
Yukarıda yer alan sıfatların yapılması istenen kanunda hayata geçirilmesi için bunları
hazırlayacak entegre bir kurulun oluşturulması gerekir. Bu kurulda şeriat ilim adamlarının,
kanun, toplum, iktisat, idare ve stratejik planlama konusunda ihtisas sahibi kişilerin yer alması
önemlidir. Ayrıca İslam şeriatının ruhu dikkate alınırken modern yönetim bilimi gerekliliklerinin
ve stratejik planlama temellerinin gözden uzak tutulmaması gerekir.
8VDPD$PU$O$VKTDU9DNÜIODUÜQ.DQXQL'Ö]HQOHPHVL*HUHNÁHOHU<ÐQWHPOHU$ODQODU6D\ID
_ 165 _
İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması
Kapsam ve çağdaş vakıf müessesesinin gelişimine ayak uydurabilmesi açısından kanunun
başarılı olabilmesi için kanunun vakfın hedeflerini gerçekleştirmesine katkıda bulunan alanları
içermesi ve bunları muhafaza ederek sürekliliğini teminat altına alması gerekir. Bu nedenle vakıf
müessesesi kanununun başından itibaren vakıf erkanı içermesini önemli buluyoruz. Bunlar;
1. Mevkuf kaynaklar:
Kanunun olabildiğince çok çeşitli vakıf şekillerini içermesi, asrın yeniliklerine ve hayır
yolunda Vakıf Yapanın isteklerine uygun olması gerekir. Buna başarılı bir örnek vermek
gerekirse Kuveyt Vakıf Kanun Taslağını (1984) ele alabiliriz. Zira burada varlığın veya yararın
tutulması (hapsedilmesi) veya ebedilik veya geçicilik açısından çeşitli vakıf türleri ele alınmıştır.
Bu durum ayrıca, mevkuf kaynağın tüzel veya itibari kişiliğinin tanınmasını da gerektirir ki
böylece vakfın korunmasını sağladığı gibi sürekliliğini sağlamakta. Vakıf müessesesi kanunun
bu alanda vakıf mülkiyetini belirleyen kanuni bir hükmü içermesi de gerekir. Belki de bu
konuda var olan Batı kanunlarından istifade edilebilir.
2. Kendilerine vakfedilenler:
Çağdaş vakıf müessesi kanununda müstefit tarafların Vakıf Yapan tarafından belirlenmesi
gerektiği varsayılır. Bu konuda mezheplerin gerek hayır babında yapılmış vakıf olsun gerekse
aileye yönelik yapılmış vakıf olsun çeşitli görüşleri bulunmakta.
3. Vakıf Yapan:
Araştırmacı, Batı Aleminde vakıf müessesesi kanunlarının bağış türleri, miktarı ve müstefit
tarafın belirlenmesinin koşulları hususunda geniş bir perspektiften olaya baktığını açıklığa
kavuşturmuş bulunmaktadır. Bu durum Vakıf Yapanın mevkuf kaynağın türü ve bunun
kullanımında bireysel tercihlerinin gerçekleşmesini mümkün kılmakta. Halbuki bazı yürürlükte
olan kanunlar bazı bağış türlerini men etmek veya çeşitli kayıtlarla kayıt altına almak suretiyle
veya vakfedeni vakfının denetiminden men etmesi gibi nedenlerle bu alanı iyice daralttığı
görülmekte.
Bu bağlamda fakihlerin vakfedene yaptığı bağışta artırma veya eksiltme yapması, ekleme
veya çıkarma yapması, vermesi veya yoksun bırakması, değiştirmesi veya tadil etmesi, iptal
veya yerine başkasını ikame etmesi gibi konularda verdikleri cevazın ve öşür şartının dikkate
alınması gerekir. Öyle ki kanun bağışın yatırımına ait hükümleri, imarıyla, değişikliğiyle,
bölünmesiyle veya sonlandırılmasıyla ilgili konuları düzenlemeyi üstlenir62. Kanunun Vakıf
Yapanın öne sürmüş olduğu şartlara gözünü kapatması doğru olmaz. Nitekim fakihler bu
duruma karşı uyarıda bulunmuş ve Vakıf Yapanın şartlarına sırt dönülmesini men etmişlerdir.
4. Sîga:
Kanunun vakıf tesisinde şekli şartları dikkate alması ve Vakıf Yapanın önünü açması için
kolaylıklar getirmesi gerekir. Kanunun başarılarından sayılabilecek bir durumda Vakıf Yapanın
%XDODQGD¶UGÖQ9DNÜI0DOODUÜQÜQ<DWÜUÜP.DQXQXQGDQ.XYH\W9DNÜIODU*HQHO6HNUHWDU\DVÜWHFUÖEHVLQGHQ6XGDQñVODPL9DNÜIODU.XUXOX
WHFUÖEHVLQGHQYHñQJLOWHUH+D\ÜU0DOODUÜ<DWÜUÜP.DQXQXQGDQ\DUDUODQÜODELOLU
_ 166 _
Prof. Dr. Usama ALANI
yürürlükteki ilişkilerini düzenlemesi ve yürürlüğü sürdüğü müddetçe Vakıf Yapanın yasalarla
ilişkisinde herhangi bir kesintiye meydan vermemesidir. Bu nedenle vakıf müesseseleri
kanununun medeni kanunun her biriyle ilişkisini düzenlemesi gerekir. Zira İslam Alemimizde
bazı medeni kanunlar vakıfla ilgili hükümler içermektedir. Öyle ki bağışın genel hayır işleriyle
irtibatı bulunmakta, bazı yerel ve sivil toplum kuruluşlarını bünyesinde bulundurmaktadır.
Bu vakıf müesseselerinin faaliyetlerini sivil toplum kuruluşları kanununa koymayı gerektiren
neden bu çeşit organizasyonların sahip olduğu bir takım ayrıcalıklardır. Vakıf, Vakıf Yapan
ve vakfedilenlerin haklarına tecavüz edenlerin de sert cezalarla cezalandırılmaları gerekir.
Bu durum vakıf müesseseleri kanununun bu konuda ceza yasasıyla ilgili hükümlerinin
düzenlenmesi önemlidir. Zira vakıf müessesesinin bir idari yönetim şeması bulunur buna göre
çeşitli vazifeler yerine getirilir. Aynı şekilde vakıf müesseseleri kanunun idare kanunu (sivil
hizmetler) veya insan kaynakları yönetimi kanunu ile de uyumlu olması gerekir.
İkincisi – Vakıf müesseselerinde idari ve organizasyon çerçevesi:
Burada bazı araştırmacıların açıklamış olduğu çeşitli etmenler bulunmakta. Bu nedenle
modern dünyada vakıfların idare kural ve yöntemine yeniden bakmak gerekir. Bunlar63;
1. Müessese üslubunun ortaya çıkması. Bu, ticari hedeflerin gerçekleşmesi için yönetile
bir sermaye grubunun var olması.
2. Vergi sisteminin genişlemesi, karmaşık bir hal alması ve hayır ve vakıf çalışmalarında
sunulan muafiyetlerin bulunması.
3. gayrimenkul kaynaklarının haricinde yatırım araçlarının çeşitlenmesi ve bunların
birbirlerinden farklı olması ve bu çeşitlenmelerde tehlikelerin az olması.
4. Müesseselerin yönetiminde uluslar arası yetkinliği bulunan profesyonel yönetimlerin
rolünün artması ve hisse sahipleri tarafından yetkileri altına konan sermayelerin iyi bir şekilde
kullanılması. Böylece mülkiyetle idare arasında kesin bir ayrışımın gerçekleştirilmesi.
5. İşlemlerde şeffaflık prensibine verilen önemin artması, mali durumlarla ilgili her türlü
bilgiyle ilgili açıklık getirilmesi, bilinen muhasebe standartlarının kullanılması, tüm mali
ürünlerle ilgili kredisel sınıflandırmaların bulunması gibi mali işlerle ilgili değişik yöntemlerin
var olması, mali piyasalardaki mevcut yatırımsal araçların bulunması ve bunlarla ilgili güvenin
güçlenmesi.
Vakıfların yönetiminin tanımı; vakfın ve genel ve özel iyilik açılarından vakıftan Vakıf
Yapanın koyduğu şartlara uygun olarak kanun kapsamında yararlananların yararının örnek bir
şekilde gerçekleşmesi amacıyla vakıf ve insan kaynaklarının denetimini yapan insan gücünün
düzenlenmesi ve yönetilmesi bağlamında da yapılabilir64.
)XDW$EGXOODK$O$PU$UDS\DUÜPDGDVÜÖONHOHULQGHYDNIÜQNXUXPVDO\DSÜVÜ$UDS\XUGXQGDYDNÜIVLVWHPLYHVLYLOWRSOXPEDíOÜNOÜNLWDS
$UDS%LUOLðL$UDíWÜUPDODUÜ0HUNH]LYH.XYH\W'HYOHWL9DNÜIODU*HQHO6HNUHWDU\DVÜ%H\UXW6D\ID0XQ]LU4DKI¡DðGDí
ñVODP7RSOXPXQGD9DNÜI9DNÜIODUYHñVODPLñíOHU%DNDQOÜðÜ'RKD.DWDU+LFUL0LODGL6D\ID
+DVDQ 0XKDPPHG $O 5XIDL 0HUNH]L\HWÁLOLN YH $GHPL 0HUNH]L\HWÁLOLN $UDVÜQGD 9DNÜI ñGDUHVL 6XXGL $UDELVWDQ .UDOOÜðÜ ¶ÁÖQFÖ
9DNÜIODU.RQJUHVLQHVXQXODQELUDUDíWÜUPDñVODP9DNIÜñNWLVDWñGDUHñQíDYH0HGHQL\HW¶ÁÖQFÖ9DNÜIODU.RQJUHVL6XQXPODUÜñVODP
¶QLYHUVLWHVL+LFUL0LODGL¶ÁÖQFÖ2WXUXP¶ÁÖQFÖ%ÐOÖP6D\ID
_ 167 _
İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması
Bu tanımı vakıf müesseselerinin tanımında kullanmamız durumunda vakıftaki insan
kaynaklarının yönetiminin idari ve teknik görevleri de içermesi gerekir.
İktisadi hayatın karmaşıklığından, mali işlemlerin çeşitliliğinden, yatırım şekillerinin
çokluğundan, muhasebe işlemlerinin gelişiminden, bir yanda idari tarafla ilgili görevlerin
birleşiminden, diğer yanda teknik yönle ilgili olarak teknolojik gelişmelerin vakıfların idare,
bakım ve ilerlemesinde kullanıma girmesinden yola çıkarak artık vakıf idaresinin vakıf nazırı
olan tek bir kişinin idaresine verilmesi mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle vakfın
idaresinin kurumsal çalışmanın gelişimine ayak uydurması gerekir.
Bu konuda böyle bir hüküm vermeden önce, vakfı (bağışı) bir müesseseye çeviren öznel
ve nesnel nedenlerin varlığına işaret etmek gerekir ki bu bağlamda öznel nesneler vakfın
yükümlülükleri ve görevlerinde kendini gösterir.
İslam vakıflar alanında çalışan araştırmacılar vakıf idaresinin çeşitli, çok yönlü ve karmaşık
bir olay olduğuna işaret etmekteler. Bununla sınırlı olmamakla birlikte bir örnek olarak
vakıf nazırının görevleri arasında yalnızca Vakıf Yapanın şartının yerine getiril getirilmediği,
varlıkların ve bunların ürünlerinin korunması, imaret ve vakfın ıslahı, vakıf izni, vakıf toprağının
ekimi, vakıf, vakıftaki nizalar, vakıf gelirinin tahsili, verimin taksimatı, vakfın gelişmesi, vakıf
borçlarının ödenmesi, vakfın değişimi ve ihtiyaç durumunda satılması, telefe maruz kalınacak
durumlarda vakıfla ilgili tasarrufta bulunmamak ve vakfın gerek duyduğu görevlerin
raporlanması gibi görevler yer almaktadır65. Diğer yandan ise araştırmalar bağımsız bireysel
yönetimin organizasyonsal soyutlanmayı da beraberinde getirdiğini belirtmekte. Bu nedenle
vakıf idareleri arasındaki eşgüdüm ve tekâmül fırsatları azalmakta66.
Nesnel nedenlere gelince; Bunlar müesseselerin bireyden daha uzun süre devam eden
sürekliliği bulunan yapılar olmasında saklıdır. Zira vakıf nazırının vefatıyla vakit dolmuş
olur. Diğer yandan vakfın kurumsallığı onun idari yönetim şemasının düzenlenmesini de
beraberinde getirir. Yapılan bağışın kurumsal bir yapıya dönüşümü onu muhasebesi yapılabilir
bir hale getirir, gelişime ve dış değerlemeye açık bir konuma kavuşur.
Vakıf müessesesi alanında Batı tecrübesini incelemek suretiyle yönetim kurulu veya
mütevelli heyetin vakfın yönetim ve yönlendirmesinde üstlendiği rol açıklığa kavuşmuş oldu.
Burada soruya neden olan görüntü yönetim kurulu olan vakfın İslami vakfı yönetmesinin
mümkün olup olmadığıdır? Aslında bu soruya bağışın vakfa dönüşümünde ve görevlerinde
öznel ve nesnel nedenleri incelerken cevap verildi. Konuya verilecek cevap konumlardaki yer
değiştirmeyle ilgilidir.
Yapılan bağışın kurumsal bir yapıya dönüşmesindeki amaç bağış varlıklarının muhafaza
edilmesi ve bunların sürekliliğinin sağlanmasında saklıdır. Ayrıca vakıf nazırının görevini
yasaya uygun bir şekilde yapmasını temin etmek, bağış parçalarının ve kapsamının hiç
1XU%LQW+DVDQ%LQ$EGXOKDOLP4DURXWñVODP)ÜNKÜQGD9DNÜI1D]ÜUÜQÜQ*ÐUHYOHUL9DNÜIODU'HUJLVL9DNÜIODU*HQHO6HNUHWHUOLðL.XYH\W
¶ÁÖQFÖ<ÜO6D\Ü+LFULìDEDQ(NLP6D\IDr
0HOLKD 0XKDPPHW 5L]T ñVODP 7RSOXPODUÜQGD 9DNÜI 6HNWÐUÖQÖQ .XUXPVDO *HOLíLPL 0ÜVÜU $UDS &XPKXUL\HWLQLQ 'XUXPXQXQ
ñQFOHQPHVL.XYH\W8OXVODUDUDVÜ9DNÜI$UDíWÜUPDODUÜ<DUÜíPDVÜQGD'HUHFH\H*LUHQ$UDíWÜUPDODU6LOVLOHVL.XYH\W'HYOHWL9DNÜIODU
*HQHO6HNUHWHUOLðL+LFUL0LODGL6D\ID
_ 168 _
Prof. Dr. Usama ALANI
birisinde denetim ve gözetim eksikliğinin meydana gelmesinden emin olmak, bağış üzerinde
yapılan tüm işlerin dönemsel raporlarını çıkarmak ve bunların yönetim kurulu tarafından
tartışılmasını ve onaylanmasını sağlamak suretiyle belgelendirmesini yapmak, Vakıf Yapan
kişinin öngördüğü şartları yerine getirmek ve bağışın yatırım işleri için en iyi üslubu seçmekte
bu dönüşümün amaçları arasında yer alır.
Yapılan bağışın bir müesseseye dönüşmesi görevlerin dağılımına yeniden bakmayı gerekli
kılmakta. Zira denetimsel işler ve varoluşsal kararların yargı onayına gerek duyulmaksızın
yönetim kurulunun alanına girmesi gerekir ve uygulamayla ilgili işlerin yönetim kuruluna karşı
sorumlu olan görev uygulama organına yönlendirilmesi gerekir.
Her müessesenin; hedeflenen amaç, politika, plan ve programlara uygun olarak yerine
getirilmesi gereken çeşitli vakıf faaliyetlerinin yürütülmesiyle bağlantılı yatay ve dikey
görev ilişkilerinin sorumluluk, yetki ve görev sıralamasında hiyerarşik temele dayanan bir
yönetim şemasının olması gerekir67. Tüm vakıf müesseselerine uygun bir yönetim şemasının
yapılmasının imkansızlığına işaret etmek gerekir. Zira vakıflar hacim, faaliyet türü, yasalar ve
her ülkede geçerli olan örf ve adetler nedeniyle çeşitlilik gösterirler. Bununla birlikte pratik
uygulamada kılavuz olarak alınacak bir takım ana hatlar bulunur ki bunları şu şekilde sıralamak
mümkündür:
1. Yönetim kurulunda ifadesini bulan en üst idarenin bulunması,
2. Yürütme müdürü tarafından yönetilen bir yürütme organının bulunması ve bununla
çeşitli idareler arasında irtibatın sağlanması,
3. Yönetim kuruluna bağlı ve uygun kararların alınmasına yardımcı olan çeşitli ihtisas
kurullarının bulunması.
Yönetim kurulunun en önemli görevlerinden biri stratejik konulara bakmaktır. Bunlar68;
1. Hedefler, politikalar ve stratejik planlamalar,
2. İş nizamnamesinin ve yönetmeliklerinin onaylanması,
3. Dönemsel ve dönemsel olmayan performans raporlarına bakılması,
4. Çeşitli stratejik kararların alınması.
Burada şöyle bir soru ortaya çıkabilir; Vakıf nazırı bu kurumsallaşma sürecinde nerede
duracak ve görevini geçmiş oluyor mu ve yasanın bu konuda yönetim kurulu tayinindeki
konumu nedir?
Belki de burada müesses çerçevesinde en öne çıkan görev vakıf nazırı görevidir. Zira
fakihler bu görevi Vakıf yapanın iradesine bağlamaktalar. Fakihlere göre vakıf nazırından kasıt
bilindiği üzere Vakıf yapan kişinin hayattayken vekaletle ölümünden sonra da vasiyetle bağış
işlerinin hepsini üstlenen kişidir. Burada kayyum, mütevelli ve nazırın hepsi aynı manaya gelir69.
+ÖVH\LQ+ÖVH\LQìDKDWD$GÜJHÁHQHVHU6D\ID
$GÜJHÁHQHVHU
ñEQ$ELGLQ+DíL\H5HGGXnO0XKWDU
_ 169 _
İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması
Bakımını, bekçiliğini, muhafazasını yapmak ve yararları kendilerine bağışlananlara
bunları yönlendirmek gibi Vakıf Yapan kişinin çizdiği amaca uygun işleri yerine getiren kişiye
bağışta bulunulması adettendir. Müslüman fakihler bağışta bulunulan şeyin kamu makamları
tarafından kollanmaya gereksiniminin bulunduğunun bilincindeler. Aynı müstefitlerin bağışa
olan gereksinimleri ve yararını kullananların gözetilmeye olan gereksinimleri gibi. Bu nedenle
tüm ülkelerde yargı vakıfları denetler70. Daha sonra vakıfların yönetim işi divanlar oluşana
kadar gelişmeye devam etti. Böylece vakıfların denetim işlerini yapan başında yargıçların
bulunduğu divanlar meydana geldi. Daha sonra ise Müslümanların vakıflara olan ilgilileri
gelişerek İslam Devletlerinde vakıf işlerini yürütmek için ihtisas bakanlıkları kuruldu. Bunlar
vakıfların denetleme, tescil, kollama ve gelirlerini tahsis edilen yerlere harcama gibi konularla
ilgilenmeye başladılar. Daha sonra ise tüm İslam ülkelerinde vakıf idaresini düzenleyen özel
kanunlar çıkarıldı. Vakıf nazırı, çizelgeleri hazırlamakla yükümlü olur ve görevinde kusurlu
davranması halinde Bakanlık tarafından ihtisas mahkemesine yönlendirilir.
İslam terbiyesinde denetim temel konulardan sayılır ve bu durum vakıf nazırı üzerinde
de uygulanır. Kendi üzerinde denetim yapılması vakıf nazırının güvenilirliğinden hiçbir
şey eksiltmez. Böyle bir denetim kendisini bir değerlendirmeye tabi tutması ve varsa eğer
hatalarını düzeltmesi için bir fırsat sunar. Vakıf nazırı üzerinde denetim işleminin zayıflığı
vakfedilenin aksamasına veya vakıf yapanın şartlarının ihlal edilmesine yol açar. Bu nedenle
güvenin ve dini inancın azaldığı günümüzde vakıflar üzerinde ciddi bir denetimin yapılması
ve vakıf idaresinde görülen kasıtlı kusur ve umursamazlığın hesabının sorulması gerekir71.
Öyle ki bugün yaygın olarak Vakıflar Bakanlık ve Kurullarında idari yeterlilik oldukça geri kalmış
durumda bulunmaktadır ki bu durum vakıf nazırlarının hesaba çekilmesinde ve takiplerinde
kusurlara yol açmakta. Bunun yanı sıra başka nedenlerden dolayı vakıf nazırlarından hesap
sorulmamaktadır. Bunlar arasında vakıflarla ilgili dakik istatistik bilgilerinin bulunmayışı, her
iki tarafta da idari yolsuzluğun yayılması, kanunların eskimesi ve muhasebe yönetmeliklerinin
gelişimine ayak uyduramaması ve benzeri nedenler bulunmaktadır. İşte tüm bu nedenlerden
dolayı vakıf nazırlarının denetim ve hesaba çekilmeleri zayıflamış bulunmakta.
Diğer yandan bazı hakimler özellikle büyük vakıflarda hakime vakıf nazırının denetim ve
murakabesine yardımcı olması için yardımcı tayin etmekte72. Burada öncelikli olarak vakfın
bir yönetim kurulunun oluşumuna yönelerek üyelerini vakıf yapanın vakfiyesinde belirttiği
şartlardan esinlenerek, yürürlükteki yasalara ve her vakfın iç yönetmeliklerine uygun olarak
seçmek gerekir.
Bu kurul vakıf nazırını denetleme görevini üstlenir. Öyle ki vakıf nazırının görevleri daha
önce açıklandığı üzere genellikle uygulamaya dönük olur. Vakıf nazırı vakfın en üst yürütme
müdürü görevini de üstlenebilir. Bu durumda yürürlükteki talimatların gerektirmesine göre
yönetim kuruluna karşı sorumlu olur.
9DNÜIODUÜGHQHWOH\HQLONKDNLP+LíDP%LQ$EGXOPHOLN]DPDQÜQGD0ÜVÜUnGDEXOXQDQ7XED%LQ1HPLUnGLU
)D\VDO %LQ &DIHU $EGXOODK %DOL *ÖYHQLOLUOLN YH 7HPLQDW $UDVÜQGD 9DNÜI 1D]ÜUÜQÜQ 9DNIHGLOHQ Ö]HULQGHNL HOL 6XXGL $UDELVWDQ NUDOOÜðÜ
¶ÁÖQFÖ9DNÜIODU.RQJUHVL¡DOÜíPDODUÜQDVXQXODQELUDUDíWÜUPD$GÜJHÁHQHVHU6D\ID
$GÜJHÁHQHVHU6D\ID
_ 170 _
Prof. Dr. Usama ALANI
Bu durumda yasa koyucu bunu engelleyici bir tavır almaz. Zira yasa koyucu bu konuda
arzusunu açıkça ortaya koyarak vakfedilenin ve kendilerine vakfedilenlerin yararlarının
korunmasının kendisi için öncelikli olduğunu belirtmiştir. Buna göre vakıf yapanın koyduğu
şartların ışığında maksatların yerine getirilmesine dikkat eder.
Vakfedilenin korunması ve bakımı için yardımcı teknik kurullarıyla birlikte bir yönetim
kurulunun ve bir yürütme kurulunun oluşturulması, yürütmeyle ilgili yönetim işlerinin yetkin
bir şekilde yerine getirilmesi, kendilerine mevkuf yapılanların yararına hizmet edilmesi vakfiye
şartları açısından önem taşır. Yönetim kurulu yürütme kurulunu abartıdan ve vakfedilene zararı
dokunan işlerden men eder, sapmaları düzeltir, bunların ele alınması için alternatif yöntemler
teklif eder ve bu konularda ihtisas sahibi teknik kurulların görüşlerini alır. Yürütme, sürekli
denetim ve takip hissiyle vakfedilenin geleceğiyle ilgili konularda olabildiğince usulsüzlük ve
umursamazlıktan uzak durur.
3- Vakıf Müessesesinde Mali Yön:
Bu kalem, vakıf müessesesinin muhasebe bilimi, mali idare ve vergi mevzuatı ile olan
ilişkisi boyutuyla ele alınacaktır.
Muhasebe biliminin temel kuralları esas amacın tüm ayrıntılarıyla muhasebe biriminin
varlık ve paralarının korunması, mali durumunun açıklığa kavuşturulması ve uygun kararlar
alabilmek için gerekli mali verilerin sunulmasına yöneliktir. Öyle ki bununla hedeflenen vakfın
ve varlıklarının korunmasıdır. Muhasebe biriminin varlıklarının ve paralarının korunmasında
ifadesini bulan muhasebenin hedefi ilave bir önem kazanmaktadır. Muhasebenin
gerçekleştirmiş olduğu bu korumayı şu şekilde açıklamak mümkündür:
1. Vakıfla ve hareketleriyle ilgili veri ve bilgilerin belgelendirilmesi ve muhasebe belge ve
defterlerinde işlemler yapılmasıdır ki vakfın mülkiyetini yasal yollarla ispat için bunlar önem
taşımaktadır.
2. Doğru yapılmayan kullanımları en iyi bir şekilde öğrenme imkanı sunar ve yanlışlıkların
düzeltilmesine imkan tanır ki bu durum muhasebenin varlıkları koruması anlamına gelir.
3. Kendilerine koruma sağlayan mal sahipleri tarafından doğrudan denetim. Muhasebenin
haricinde malın korunabileceği bir başka vesile bulunmaz. Böylece kendisi için vakıf malını ve
verilerini belgelendirir, içerisinde yapılan işlemleri belirtir, bu şekilde üzerinde herhangi bir
haksız harekette bulunulmadığı teyit edilmiş olur73.
4. Müessesenin konumunun güvenliğini beraberinde getiren şeffaflığı sağlar, paraların
hareketini belirtir, varsa eğer üzerinde ki şüphe ve ithamları uzaklaştırır.
Bunlar müessesenin dış koruması açısından söz konusudur. Bunun yanı sıra muhasebe,
vakfın elde ettiği gelirlerin hak sahiplerine dağılım hedeflerinin gerçekleşmesini açıklığa
0XKDPPHG$EGXOKDOLP$PU9DNÜI¶]HULQGH0XKDVHEH.RQXODUÜYH6RUXQODUÜo9DNÜIYH1D]DULYH7DWELNL6RUXQODUÜQGD<HQL.RQXODUp
KDNNÜQGD WDUWÜíPDODU RWXUXPXQGD VXQXODQ ELU ELOLPVHO ÁDOÜíPD 6DODK .DPLO ñVODP ñNWLVDW 0HUNH]L (O (]KHU ¶QLYHUVLWHVL &LGGHnGH
EXOXQDQñVODP.DONÜQPD%DQNDVÜQDWDELñVODP$UDíWÜUPDYH(ðLWLP(QVWLWÖVÖLOH.XYH\W'HYOHWL9DNÜIODU*HQHO6HNUHWDU\DVÜDUDVÜQGD
LíELUOLðL+LFULìDEDQ0LODGL(NLP6D\IDhttp://iefpedia.com/arab/
_ 171 _
İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması
kavuşturmak ve yürütme müdürünün (Vakıf nazırı) verimlilik miktarı bilgisi, bunların düşük
oluş sebepleri, bunun kusur sonucu mu yoksa ihmal mi ya da haddi aşma gibi nedenlerden
dolayı mı olduğu konusunda performansına yönelik bir hüküm vererek müessesenin iç
korumasında da önemli bir görev üstlenir. Şayet vakfın harap olması veya helak olması gibi
dış sebeplerden dolayı verimlilikte düşüş yaşanıyorsa bu durumda onun değiştirilmesi veya
yatırım yönlerinde bir değişikliğe gidilmesi düşünülebilir.
Vakfın mali durumunun ise tüm yükümlülükleri, borçları, net varlıkları, malının bileşenleri
çeşitli boyutlarıyla belirtilmesi gerekir. Vakıf mali çizelgeleri hazırlanırken vakıf sürekliliği ve
daimiliği, vakıf mallarının muhafaza kapsamı ve amacını gerçekleştirmek için gelir üretme
kudreti ve bunun hayır için en iyi şekilde sarf edilmesi ve gelir üretme kudretinin var olmaya
devam etmesi gibi özelliklerinin belirtilmesi gerekir74.
Vakıf müessesesi için mali yönetim biliminin önemini ortaya çıkarmadan önce bunun
tanımını yapmak gerekir. Öyle ki bu bilim, organizasyonun ana hedefinin gerçekleşmesinde
kullanılmak üzere gereken paranın elde edilmesi için en iyi yöntemin araştırılmasıyla
ilgilenen bir bilim dalı olması nedeniyle piyasanın organizasyon için taşıdığı önemin altını
çizmektedir. Zira böylece organizasyonun ana hedefinin gerçekleşmesi sağlanmış olur ki bu
da organizasyonun var olması, hayatta kalması ve sürekliliğini devam ettirmesi açısından
büyük önem taşır.
Burada vakfın veya vakıf müessesesinin mali idaresinin işleri şu şekilde tecessüm eder:
1. Vakıf gelirinin bu konuda meşru yöntemler kullanmak suretiyle yeni kaynaklar
oluşturarak büyütülmesi,
2. Hedeflerini gerçekleştirmesi için vakıf gelirlerinin hak edenlere dağıtılması ve böylelikle
daimiliğinin ve sürekliliğinin sağlanması,
3. Vakıf gelirinin bir kısmının vakfın bakımı, korunması ve sürdürülebilirliği için kullanılması,
4. Vakıf değerinin yıllık büyüme ortalamasının gerçekleştirilebilmesi için göstergesel bir
hedefin konması ve bunun yıllık enflasyon ortalamasını ve vakfın alım gücünün azalmadığını
göstermesi.
Bu nedenlerle mali yönetim, vakfın bakım ve muhafazası için vakıf gelirlerini uygun
bir şekilde muhafaza etmeye bu gelirleri yükseltmeye gayret etmeli. Burada fakihlerin izin
verdiği üzere vakıf için yapılan yasal harcamaların da karşılanması gerekir. Vakfın himayesi
anlamına gelen konulardan bir diğeri de vakfın telef ve harap olmadan korunmasıdır. Vakfın
alım gücünün korunması hedefi vakfın değerinin ve gelirlerinin azalmasının önüne geçilmesi
bağlamında en büyük koruma hedefleri arasında yer alır. Bu konuda bir örnek vermek
gerekirse vakıf binasının ticari bir mekanda yeniden inşa edilmesi veya herhangi bir mescidin
kendisine gelir getirici bir şekilde yeniden tasarımlanması ya da buna benzer bir başka yolla
gelir sağlanması düşünülebilir.
$GÜJHÁHQHVHU6D\ID
_ 172 _
Prof. Dr. Usama ALANI
Bazı düşünürlerin vergi muafiyetlerini Batı Aleminde vakıf sekreterliklerinin ve
müesseselerinin yayılmasında ana neden olarak kabul ederler. Belki de bu durum günümüzde
İslam gerçeğinde bir karşılık bulabilir. Bu konuda şer’i bir temelde bulunmakta, öyle ki fakihlerin
çoğu vakfın zekattan muaf tutulmasından yana bir tutum almaktalar. Teknik yönden ise vergi
muafiyeti varlıklıları vakıf yapmaya veya yeni vakıflar yapmaya ya da vakıflarını genişletmeye
teşvik edecektir. Ayrıca muafiyet sermayeleri kesintilerden koruyacak ve bunların vakfın
bakımında kullanılmasını sağlayacak ya da vakfın değerinin korunmasını mümkün kılacaktır.
Diğer yandan vakıf yatırımları üzerindeki vergi muafiyetleri vakıf yatırımlarının artmasını ve
dolayısıyla toplumsal gelirin yükselmesini beraberinde getirebilecektir.
4- Vakıf müesseselerinin yatırımsal yönü:
En yüksek getiriyi en az tehlikeyle elde etmek için vakıf müessesesi içerisinde yatırım
işlemlerinin geliştirilmesine gerek bulunmaktadır. Bu mihver kapsamında vakıf için münasip
yatırım fırsatlarını elde etme dairesini genişletmek konusunda yoğunlaşmak mümkündür.
Bunun için75, en iyi fiyat ve şartlarla uygun yatırım fırsatları elde etmek amacıyla seçkin yatırım
kurumlarıyla stratejik ortaklık ilişkisi kurulması önem taşır. Bu çerçevede vakıf müessesesi
seçilen yatırım kurumlarıyla anlaşarak kendisine bu konuda yatırım teklifleri sunmalarını
isteyebilir ve bunları vakfın planına uygun bir şekilde inceleyip tahlil yaptıktan sonra bir
sonraki aşamaya geçebilir.
Çeşitli yatırım fırsatları arasında bir ayrım yapabilme konusuna yeterince önem verilmesi
gerekir. Bunun için iktisadi fizibilite araştırmaları yapılarak yatırım fırsatlarının kabul edilmesi için
açık göstergeler belirlenir. İktisadi fizibilite araştırması projenin vakıfsal yatırım için çekiciliğini,
beklenen getirinin gerçekleşmesi için çeşitli faraziyeleri, bunların piyasa koşulları açısından
sıhhatini, bu gelirleri sağlayacak projenin bileşenlerinin doğasını ve yatırım gelirlerinin mali
faraziyelerinin neler olduğunu belirlemeye çalışır.
Vakfın yatırım ve varlık performansının iyileştirilmesi için daha önce belirtildiği üzere
vakıf kaynaklarının ve mali varlıklarının her bir ya da tüm bölümlerinin yönetiminde belirli
yatırım makamlarından yardım ve destek alınabilir. Ebu Zehra yeterli tecrübe bulunmaması
halinde bu konuda vakıf yönetiminin kaynaklarıyla gerektiği şekilde ilgilenebilecek uzman
kişi ve kurumlara yönelebileceğini ifade etmekte76. Munzur Qahf ise vakfın yatırım alanında
denetimsel bir ilişkisinin bulunması gerektiğini belirtmekte ve bu ilişkinin de teknik ve
uzman kamuya ait olmayan kurumlara yetki verilmesi ve böylece yatırımsal ve kurumsal
performansının yükseltilmesi şeklinde olabileceğine işaret etmekte77. Vakıfla yatırım kurumu
arasındaki ilişkinin etkin olabilmesi için vakıfla yatırım kurumu arasındaki bu ilişkiye hakim
olacak ve sürekliliğini sağlayacak pratik kuralların konması gerekir.
Bu bağlamda Kuveyt Vakıflar Genel Sekretaryasının varlıklarının bir bölümünü başarılı
bir tecrübeye sahip olan uygun şirketlerden birinin yönetimine vermesi ve gayrimenkul
)XDW$O$PU0XDVÜU°UQHN9DNÜI.XUXPXQD'RðUXELUDUDíWÜUPD<ÐQHWLPYH<DWÜUÜP$GÜJHÁHQHVHU6D\ID
0XKDPPHG(EX=HKUD9DNÜI+DNNÜQGD'HUVOHU'DUXnO)LNUHO$UDEL.DKLUH+LFUL0LODGL6D\IDr
0XQ]XU4DKI0XDVÜUñVODP7RSOXPXQGD9DNÜI$GÜJHÁHQHVHU6D\ID
_ 173 _
İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması
portföyünün yönetimiyle ilgili olarak ta Rim gayrimenkul Şirketi gibi uzman bir gayrimenkul
şirketini görevlendirmesi örnek gösterilebilir. Bu şirket sermayesinin % 40ına sahip bulunmakta.
Ayrıca kaynaklarının yapımı ve yenilenmesi için de gayrimenkul projeleri yönetim ve geliştirme
şirketiyle sözleşmeler yapmıştır.
Yatırım işlerinde ilerleme ve performans yeterliliğini artırma, vakıf kaynağının yok ve harap
olmasının önlenmesi ve hak edenlere olumlu olarak dönecek vakıf gelirinin artırılması büyük
önem taşımaktadır. Ayrıca yatırım işleminin devamı vakıfların piyasa değerini ve alım gücünü
korur. Buradan başarılı bir yatırımın amaçlarından bazılar vakıf kaynaklarının korunması, alım
gücünün muhafazası ve yatırımsal gelirinin artırılmasıdır.
Bu bir yandan, diğer yandan ise uzman yatırım şirketleriyle anlaşma ve ortaklık vakfın
başkaları nezdinde olan belgeleri nedeniyle korunmasına yol açar. Ayrıca vakıf müesseselerinin
yerel ve uluslar arası piyasalarda itibarı ve iktisadi yeri olan mali yatırım müesseseleriyle irtibatlı
olması durumunda bu müstefitler vakfın saldırıya uğramasına izin vermezler.
5- Vakıf müessesesinin denetimsel yönü:
Batı tecrübesinin ele alınması, Batı ülkelerinden İngiltere ve diğerlerinde olduğu gibi
vakıfları ve hayır kuruluşlarını denetleyen bağımsız kurulların varlığını açıklığa kavuşturdu.
Ayrıca bu kurullar vakıf müesseseleri üzerindeki denetim görevlerini dönemsel rapor
takiplerini yapmak, bunların amaçlarına uygun bir şekilde yapılıp yapılmadıklarını incelemek
ve iç tüzüklerine aykırı işlerin yapılmadığını teyit etmek suretiyle gerçekleştirmekteler.
Mevcut koşullarda vakıf müesseselerini denetleyen denetim makamlarına yeniden göz
atılması gerekir. Zira tarihi tecrübe vakfın hükümetin vesayeti altına yerleştirilmesinin vakfı
devlete tabi bir hale getirdiğini ve keyfi kararlarına ve haksız emirlerine amade kıldığını
göstermektedir ki bu durum denetim makamlarına yeniden bakılmasını zorunlu bir hale
getirmekte. Öyle ki İslam Aleminde vakıflar üzerinde bağımsız denetim müesseselerinin
oluşturulması bazı sınırlı tecrübeler bulunsa dahi her ülkenin kendine özgü bazı
hususiyetlerinden hareketle pek çok zorluklarla karşılaşmakta. Yargının denetim vesayetine
başvurularak vakıf müesseselerinin korunduğunu görüyoruz.
Bu sözümüzle vakfın yargıya ve olağan mahkemelere tabi bir hale getirilmesi gerektiğini
söylemiyoruz. Vakıf müesseselerinde meydana gelen uluslar arası ve yerel gelişmeler ve
vakıfların hususiyetleri vakıf işlerine ve vakıf müesseselerine bakan ihtisas mahkemelerinin
kurulmasını zorunlu kılmaktadır.
Vakıf kendi başına bağımsız, yönetmelikleri ve İslam fıkhının kendisine vermiş olduğu
hükümleri olan bir müessesedir. Aynı vakıfların genel velayetlerinin şer’i yargı yetkisi altına
alınmalarında olduğu gibi. Aslında fakihler vakıf işlerine bakılmasını bir kurala bindirerek bu
işleri üstlenecek bir vakıf nazırı belirlemişlerdir. Vakıf nazırı yargı hakimi tarafından belirlenir.
Tabi bu durum Kenzu’l-Daqaiq şerhi El Bahr El Rahiyk’te yer aldığı üzere tüm hakimler için
geçerli değildir. Buradan vakıf işleri için yargıdan bir grubun bu işlere tahsis edilmesi gerektiği
sonucu çıkarılabilir78.
)D\VDO%LQ&DIHU$EGXOODK*ÖYHQYH7HPLQDW$UDVÜQGD9DNÜI1D]ÜUÜQÜQ(OL$GÜJHÁHQHVHU6D\ID
_ 174 _
Prof. Dr. Usama ALANI
Vakıf müesseseleri kanununda vakfiyelerin yargı emirleri doğrultusunda korunması
amacıyla bağımsız yargının yetkilerinin bir hükme bağlanması gerekir. Bu, yargıya vakfın
idari ve mali işleriyle ilgili belgeleri elde etme yetkisi verilmesini gerekli kılar79. Ayrıca, vakfın
korunması için yasal yollar hususunda da bir hüküm gerekir. Bunun için ilgili yargıya yönetim
kurulunu yargı emirlerin uyarınca hesaba çekme veya tasarruflarını kayıt altına alma gibi
konularda yetki verilmesi gerekir.
Bu, vakıf müessesesinin iç organı tarafından korunmasıyla ilgilidir. Diğer yandan yargı,
vakfın dışarıdan gelen saldırılara karşı korunmasına katkıda bulunur. Yargının heybeti ve
onaylı sicilleri vakıf müessesesinin usulsüzlük yapmak ve fesat karıştırmak isteyenlere karşı
caydırıcılık görevi yürüttüğü görülmekte.
Hatme:
Batı Aleminde vakıf müessesesi, bulunduğu ülkelerdeki hukuki, idari ve mali alanlardaki
gelişmelerden yararlanarak ve gelişmeleri kendi kurumsallığı için devreye koyarak gelişim ve
büyüme alanında büyük ilerlemeler kaydetme başarısı gösterebilmiştir. Ayrıca Batı Aleminde
vakıf müessesesinin devletin teşvik ve korunması için yaptığı yasalar yönüyle ilgisinden olumlu
bir şekilde etkilendiği de görülmekte. Buna vakıf müesseselerinin yatırım yeterliliğini artıran
vergi muafiyetlerini de eklemek gerekir.
Araştırmacı, siyasi, hukuki ve denetimsel çevrenin vakıf müessesi üzerindeki olumlu veya
olumsuz etkilerini reddetmiyor. Bu nedenle vakıfları incelerken ve onlar vasıtasıyla ilerleme
gerçekleştirmeye gayret ederken her ülkenin hususiyetlerini dikkate almanın mantıklı
olacağına inanıyoruz. Bu nedenle vakfın kurumsal yapısının, devletin çevresini, siyasi sistemini,
yürürlükteki yasaların doğasını dikkate alması gerekir. Zira bunlar vakfa kurumsal bir temel
yapı verilirken önem taşır.
Vakıf müessesesinin şekli günümüzde en uygun şekillerden sayılmakta olup bunun yaygın
hale gelmesinin teşvik edilmesi, vakıf müesseselerinin her türlü devlet müdahalesinden uzak
bir şekilde bağımsızlığını teminat altına alan hukuki çerçevenin sunulması, toplum yararına
faaliyetlerini yürütürken engel konmaması, iptal edilmemesi ve men edilmemesi gerekir.
Vakıf müessesesi için uygun hukuki çerçevenin sunulmasında modern yönetim ve denetim
üsluplarına riayet edilmesi gerekir. Bu durum yönetim kurulunun performansının düzenlenmesi
hususunda da geçerlidir ki böylece vakıf yapanların vasiyetleri de olması gerektiği bir şekilde
yerine getirilmiş olur. Vakıf müessesesinin yürütme organının tam denetimi vakıf sermayesinde
aşırıya kaçılmaması ve hedeflerinin dışına çıkılmaması açısından gereklidir.
Vakıf müessesesinin kuruluş amacına uygun olarak işler yapmak suretiyle her türlü
vergiden muaf tutulması gerekir. Teamüllerinde şeffaflık prensibine ihtimam göstererek, tüm
mali verilere açıklık getirerek, bilinen muhasebe standartlarına uyarak, tüm mali ürünlerde
kredibilite sınıflandırmasına giderek çalışmaların yapılması önem taşır. Bu şekilde mali
çalışmalarda ve mali piyasalarda bulunan yatırım araçlarında programlı bir çalışma yapıldığı
anlaşılır ve vakfa güveni bu şekilde artırır.
8VDPH$PU$O6KDTU9DNIÜQ+XNXNL'Ö]HQOHPHVL*HUHNÁHOHU<ÐQWHPOHU$ODQODU$GÜJHÁHQHVHU6D\ID
_ 175 _
İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması
Vergi muafiyeti vakıf müesseselerinde yatırımın teşvik edilmesin katkı sağlar. Burada
yatırım araçlarında çeşitliliğe riayet etmek ve vakfın tehlikeye maruz kalmasını azaltmak
gerekir.
Vakıf ve müesseseleriyle ilgili görev denetimini üstlenen bağımsız bir yargının inşa
edilmesine çalışmak lazım. Yargı yoluyla denetim ve murakabe yapılması vakıf müesseselerinin
performansına etki eder ve bunu hayata geçirmek için gerekli mevzuatın çıkarılması gerekir.
Bu çalışmalar kapsamına yürütmenin performansı, vakfın korunması, devletin vakıf üzerinde
otorite kurması, elini kolunu bağlaması, mallarını müsadere etmesi ve çalışmalardan men
etmesinin önüne geçilmesi de girer.
Bütün bunlar, toplu çalışma ve toplu bilinç gerektiren uygun hukuki bir çevrenin
bulunmasına bağlı olarak kalır. İslam topluluklarında vakfı ve gelecekteki rolünü korumak için
ilgili tarafların gerekli çalışmaları şimdiden yapmaya gayret etmesi büyük önem taşımaktadır.
Kaynakça:
1. Al Ashqar, Usame Amr, Batı Tecrübesi Işığında İslam Vakıflarının Rolünün Etkinleştirilmesi,
Şarjah Uluslar arası Toplumda İslam Vakıfları Kongresi çalışmalarında sunulan bir araştırma,
Şarjah Vakıflar Genel Sekreterliği, 25-27.04.2005,
2. Al Ashqar, Usame Amr, Batı Tecrübesi Işığında İslam Vakıf Müessesesinin Gelişmesi
(Durum araştırması), Kuveyt Vakıf Araştırmaları Yarışmasında Başarı Kazanan Araştırmalar
Silsilesi (11), Vakıflar Genel Sekreterliği, Kuveyt Devleti, Baskı 1, Hicri 1428 / Miladi 2007,
3. Al Ashqar, Usame Amr, Vakfın Hukuki Düzenlemesi, Gerekçeler, Yöntemler, Alanlar, Suudi
Arabistan Krallığı Üçüncü Vakıflar Bilimsel Kongresi Çalışmalarında yayınlanan bir araştırma,
İslam Üniversitesi, Hicri 1430 / Miladi 2009, Cilt 3,
4. Bali, Faysal Bin Cafer Abdullah, Güven ve Teminat Arasında Vakıf Üzerindeki Vakıf
Nazırının Eli, Suudi Arabistan Krallığı Üçüncü Vakıflar Kongresi Çalışmalarına sunulan bir
araştırma,
5. El Buhari, Muhammet Bin İsmail, Sahih-i Buhari, Mustafa Diyb AL Bagha’nın tetkikiyle,
2inci Baskı, Daru İbni Kesiyr, Beyrut, Hicri 1987,
6. El Beyhaqi, El Sunen El Kübra, Ahmet Bin El Hüseyin, Muhammet Abdulkadir Ata’nın
tetkikiyle, El Baz Kütüphanesi, Mekke-i MÖükerreme, Hicri 1414 / Miladi 1994,
7. El Hurani, Yaser, Tarihi İslam tecrübesinde Vakıf Müessesesinin Sorunları, Vakıflar Dergisi,
Sekizinci Yıl, Sayı 14, Mayıs 2008,
8. Rizq, Meliha Muhammet, İslam Topluluklarında Vakıflar Sektörünün Kurumsal Gelişimi
(Mısır Arap Cumhuriyetinin Durum Araştırması), Kuveyt Uluslar arası Vakıf Araştırmaları
Yarışmasında Başarı Kazanan Araştırmalar Silsilesi (8), Kuveyt Devleti, Vakıflar Genel
Sekretaryası, Hicri 1427 / Miladi 2007,
9. Al Rufai, Hasan Muhammet, Merkeziyetçilik ve Âdemimerkeziyetçilik Arasında Vakıfların
İdaresi, Suudi Arabistan Krallığı Üçüncü Vakıflar Kongresine sunulan bir araştırma (İktisat, idare,
_ 176 _
Prof. Dr. Usama ALANI
inşa ve medeniyet), Üçüncü Vakıflar Kongresi Çalışmaları, İslam Üniversitesi, Hicri 1430 / Miladi
2009, Üçüncü Oturum, Üçüncü Bölüm,
10. Şahata, Hüseyin Hüseyin, Vakıf Müesseselerinde Modern Genel Yönetim Program ve
Üslupları, İslam İktisat Düşüncesinde Araştırmalar Silsilesi,
11. İbni Abidin, Muhammet Emin Bin Amr, Tenvir El Ebsar Ma El Dur El Muhktar, İbn Abidiy
haşiyesiyle, Beyrut, 2inci Baskı, Daru İhyau’l-Turas El Arabi, Hicri 1409 / Miladi 1988,
12. Arif, Nasır Muhammet, Vakıflar Nizamında Kurumsal Yapı; Sorunlar ve Reform
Tecrübeleri, http://repository.ksu.edu.sa/jspui/handle/123456789/8339
13. El Ani, Usame Abdülmecit, Vakıf Yatırım Fonları, Fıkhi iktisadi Araştırma, Daru’l-Beşair El
İslamiyye, Beyrut, 1inci Baskı, 2010,
14. Abdullah Tareq, Harvard ve Kardeşleri: Amerika Birleşik Devletlerinde Vakıf Eğitim
Yönelimleri, Vakıflar Dergisi, On birinci sene, Sayı Hicri 1432 / Miladi 2011/20,
15. El Abdu’s-Selam, Ahmet Bin Salih, Müslümanlarda ve Diğerlerinde Vakıf Tarihi, İslam
Şeriatında Vakıf ve Alanları,
16. El Amr, Fuat Abdullah, Arap Yarımadası Ülkelerinde Vakfın Kurumsal Yapısı, Arap
Yurdunda Vakıf Nizamı ve Sivil Toplum Kitabı, Arap Birliği Araştırmaları Merkezi ve Kuveyt
Devleti Vakıflar Genel Sekreterliği, Beyrut, Miladi 2003,
17. El Amr, Fuat Abdullah, Muasır Vakıf Müessesi Modeline Doğru, İdare ve Yatırım,
Tunus Vakıf Sempozyumunda sunuldu, Vakıa ve Geleceğin İnşası, 28-29 Şubat 2012, Tunus
Cumhuriyeti,
18. Amr, Muhammed Abdulhalim, Vakıf Üzerinde Muhasebe Konuları ve Sorunları, “Vakıf
ve Nazari ve Tatbiki Sorunlarında Yeni Konular” hakkında tartışmalar oturumunda sunulan
bir bilimsel çalışma, Salah Kamil İslam İktisat Merkezi, El Ezher Üniversitesi, Cidde’de bulunan
İslam Kalkınma Bankasına tabi İslam Araştırma ve Eğitim Enstitüsü ile Kuveyt Devleti Vakıflar
Genel Sekretaryası arasında işbirliği, Hicri 20-21 Şaban 1423 / Miladi 26-27 Ekim 2002, Sayfa 6,
http://iefpedia.com/arab/
19 Ghanem, İbrahim Al Beyyoumi Mısır’da Vakıflar ve Siyaset (Kahire: Daru’l-Şuruq, Birinci
Baskı, 1998)
20. Ghanem, İbrahim Al Beyyoumi, Vakıf Sisteminin Tarihi Oluşum Göstergeleri (Toplumsal,
İktisadi, Kurumsal). Vakıflar Dergisi. Deneysel Sayı. Asım 2000.
21. Ghanem, İbrahim Al Beyyoumi, Arap Toplumuna Vakfın Tarihi Oluşumu, Arap Yurdunda
Vakıf ve Sivil Toplum Sempozyumu, Arap Birliği Araştırmaları Merkezi, Beyrut, 2inci Baskı, 2010,
22. Qarut, Nur Bint Abdulhalim, İslam Fıkhında Vakıf Nazırının Görevleri, Vakıflar Dergisi,
Yıl 3, Sayı 5 Şaban 1424, Ekim,
23. Qahf, Munzur, Muasır İslam Toplumunda Vakıf, Vakıflar ve İslami İşler Bakanlığı, Katar,
Hicri 1419 (Miladi 1998),
24. Qahf, Munzur, İslam Vakfı, Gelişimi, Yönetimi, İlerlemesi, Daru’l-Fikr, Şam 2006,
_ 177 _
İslami Vakıf Bağışlarının (Bağış Faaliyetlerinin), Vakıf (Kurum) Kültürüyle Korunması
25. El Qubeysi, Muhammed Ubeyd, İslam Şeriatında Vakıf Hükümleri, Vakıflar ve Dini İşler
Bakanlığı, Irak, Daru’l-Şuun el-Sakafiyyah, Bağdat, Miladi 2001,
26. El Kevseri, Muhammet Zahit, Makalat-ı Kevseri, Kahire, El Ezher Tarihi Eseler
Kütüphanesi, 1994,
27. Anheier,Helmut, Private Fund, Puplic Purpose, Pelnum Puplishers,New York,1998,
28. CONNORS T, The nonprofit handbook : management (3° Ed.), 2002 supplement
29. David F. Freeman (Author) , John A. Edie (Author) , Jane C. Nober (Author), The
Handbook on Private Foundations, Third Edition, 2005,
30. Foundation Law in Switzerland – overview and current developments in civil and tax
law By Prof. Dr. Dominique Jakob,M.I.L.(Lund) and Dr. GoranStuden,LL.M.(Cambridge)., www.
rwi.uzh.ch/. ../ EMAMS_Foundation_Law_Reader.pdf
31. Giving USA Foundation p157
32. Grantmaking by UK trusts and charities , January 2007,
33. http://en.wikipedia.org/wiki/Foundation_(United –States-_law)
34.http://www.investopedia.com/articles/financial-theory/09/ivy-league-endowmentsmoney-management.asp
35. The American Heritage English as a second Language, Houghton Mifflin Company,
Boston, New York, USA,1998,
36. Oxford Advancsd Learner s Dictionary of current English ,Oxford University Press,Sixth
edition,2000,
37. Webster s New World Dictionary of the American Language, Second College Edition,
Simon and Schuster Inc., Cleveland,1986,
38. http://www.acf.org.uk / trusts and foundations/?id=74,p.3
39. www.i+nvestorword.com
40.www.uky.edu/EVPFA/Controller/files/.../POLICY.pdf
_ 178 _
+$<,56(9(5/ñ.
2WXUXP
2WXUXP%DüNDQ×
+XVDLQ%(1<281,6
.DW×O×PF×ODU
5DZDD1DQF\$/%,/$/
$VKDKDGX$6$/,
0DUW\Q(9$16
_ 179 _
_ 180 _
7+(:$4)3+,/$17+523,&6<67(0
7+(9$/8(7+$7%,1'686
5DZDD1DQF\$/%,/$/
7KH)RXQGDWLRQ&HQWHUr86$
Honorable guests, ladies and gentlemen. Thank you for the opportunity to share some
thoughts with you today and special thanks to our hosts for convening this important and
very much needed gathering. My information sharing with you today, grows out of a personal
journey based on early childhood memories as a Muslim-American professional working in
philanthropy. As a child growing up in northern Lebanon, I was surrounded by examples on
how private wealth in trusted to individuals by God, is used in a form of wakif-hayri,
philanthropic vakıf, to do probably good. From schools to hospitals and graveyards to water
stations and many more examples. For as long as I can remember, my daily life was touched
by these examples of good deeds to benefit societal needs. I recall my mum holding my hands
in a soak and going out of her way to visit a water station, sabil may. We would both drink from
its running cold water and recite the fatihah for the souls of those that passed. I would tell her
why would I have to go to this particular water station, why is it that we skip all the other ones
and come to this one? It is obviously a lot longer to get there. She would smile not saying
much. Eventually I think my mum got tired of me asking her why is it that we come to this
water station. And she told me that the water station was set up by family members of hers
through a vakif. Fast forward 20 years later I was working at the Surrogate’s Court in New
Jersey. After a long day at work, I came to my parents’ house. The surrogate’s court, what they
do it probate wills, exactitude of the states they usually submit their annual counting and
they formalize adoptions. So after long day my father says to me, “what is new at work?”. I
would say “oh, not much. Just family members fighting with each other over a heritance”. He
would say “they should set up a vakif. It would have been better. My father was correct in that.
Setting up a vakif was a good idea. On that day, I shared with my father an annual report with
a list of donator contribution. And I probably pointed to him my name on the donor list. He
said “it is better to give anonymously.” But if it informs the public, and it raises awareness
about a cause that you care about, why not? Why not make it public? He is a wise old man.
And that day my dad and I had a wonderful conversation about how in Islam the believers are
discouraged from publicly displaying their giving. But there are exceptions. There are stories
in our history that suggest making donations public will promote knowledge about a cause
_ 181 _
The Waqf Philanthropic System - The Value That Binds Us
as well as increased giving by others. My father told me the story about when the news of
Omar broke out that when he set up a vakif in Haybar, many real estate owners during his
reign 635-645 set up their own vakif following in Omar’s example. One cannot help but to
bring their experience in history to their professional commitments. Having worked in
philanthropy for many year now, my observation is that we bring our experience both personal
and professional to our work lives. These experiences enrich and enlighten in us and in whole
our philanthropic work. The philanthropic sector includes thousands of organizations and
networks around the globe filled with boundless passion, ideas and possibilities that
increasingly transcend geographic boundaries and barriers. In each of these areas, there are
technology and tools to inform our proving to be important infrastructures to build dialogue,
collaborative relationships and strengthen ties. You, as private foundations, over the year have
a significant role in addressing global challenges including pursuing social, economic and
civil issues around the globe from health and medical research to alleviating poverty as well
as building education and civil society infrastructures. Similarly, one can find common
examples and objectives in philanthropic outcome. Such as supporting the poor and needy,
public utilities and libraries, scientific research, education and health including care for the
animals and the environment. Lending to individuals to start a small business, supporting
parks, roads, bridges, dams and access to safe water. The practice of philanthropic vakıf dates
back to the period of the prophet – peace and blessing be upon him. For example, drinking
water used to be sold in Medina at a very high price. Many could not afford it. The prophet
called upon the faithful to buy the well and make it into a vakıf for all to access. For drinking
sanitation and hygiene to perform their daily voodoos prior to prayers. From the time of the
prophet until today continuing in his tradition and the tradition of the companions. Many of
the faithful established philanthropic vakif around the world to provide the public with access
to water. Capturing and reporting information at these philanthropic deeds along with many
others like them will give a more complete picture of actual and potential philanthropic
support of this very important issue. The foundation center is using the latest technology to
offer a vivid portrait of giving and related activities around the world. Building custom maps
and other data visualization tools, helping those that are working and supporting philanthropic
efforts make more informed decisions. 3 years ago the foundation center started working
with the Conrad-Hilton Foundation. Developing and maintaining a web-based platform to
serve as the central hub of rich information for donors, policy makers and other stakeholders
seeking information, news and knowledge related to philanthropy and access to safe water.
Working in partnership with the Hilton, Gates, Rockefeller, Buffet and other foundations, this
foundation center compiled relevant content that is regularly updated as new information
became available. These foundations and others are working with the center because we
bring standardization and common vocabulary to philanthropy by systematically collecting
_ 182 _
Rawaa Nancy ALBILAL
and classifying the individual grants or giving of over 25 thousand US and increasingly nonUS foundations. Moreover, the center maintains a profile. Profiles of the programmatic
interests, assets and other basic information on over a hundred thousand foundations
worldwide. A priority of the foundation center’s 2020 strategic plan is to empower donors
with the knowledge and tools they need to be more strategic. If practical point of departure
includes building a global common data platform to improve our knowledge management,
capacity and collaboration potential. In a world of increasing complexity and scarce resources
stakeholders will need to act more collaboratively, timely and effectively. By better building
managing and sharing philanthropic giving, philanthropic values can only be strengthened.
The prophet and his companions were pioneers in identifying the issue of accessing safe
water as a public good and a philanthropic example. Access to safe water is one of the most
crucial issues of our time. Worldwide, nearly 780 million people do not have reliable access to
clean water. And a staggering 2.5 billion including one billion children do not have adequate
sanitation. Moreover competing uses for water, particularly for agriculture and clean energy
are diverting this precious resource from those that need it the most. The world poor. This is
nothing less than a global emergency. One which organized philanthropy, can do better job
in addressing if we can work together. Of the 6.2 billion by US billion dollars by US foundations,
for international issues of that 6.2 billion according to our findings in 2008 only 72 million
went to fall water. The Hilton foundation has taken important steps in developing resources
to water issues and has launched a 5 year effort to achieve the millennium development goals
for safe water access in 5 sub Saharan African countries in addition to providing ongoing
support for similar activities in water stressed regions of Mexico and India. An important part
of this strategy is coordination with other actors including foundations and other donors from
various regions as well as the creation of effective information systems to guide WASH. WASH
stands for Water Sanitation Hygiene. These ambitious goals will be challenged by the nature
of the foundation sector itself and a high transaction cost of donor collaboration. American
foundations, most of which are endowed institutions are not faced with either selling products
in a marketplace or fundraising for their activities. This gives them enormous freedom as we
said it this morning to experiment, innovate and take risk, adopt a long term approach to
problem solving. Yet, it is also a process. It also means that each foundation also tends to
develop its own internal information system to process grants, track progress and report on
its work. When foundations attempt to work together in long term collaborations, the
limitations of their individualized approach to knowledge management becomes apparent.
What one foundation calls a livelihood project or strategy may for another foundation be
sanitation or environmental issues. A recent foundation center survey of some 160 thousand
foundation grants found 82 different terms to describe general operating support.
Collaboration between foundations bilateral, donors and multi-lateral development banks
_ 183 _
The Waqf Philanthropic System - The Value That Binds Us
faces similar challenges as a large donor. As large donors also have their own ways of
classifications of these investments. As I stated before, a priority of foundation center strategy
for strategic plan 2020 is to empower donors with their knowledge and tools they need to be
more strategic. I am here to extend an invitation to you and we would be honored to work in
partnership with you, building the knowledge tools that would help propel your philanthropic
work and issues of sustainable safe water or any other issue that you are working on that is in
a public interest. An important aspect of this work would be to greatly expand our current
data collection efforts by revising the taxonomy used in the foundation center’s philanthropic
classification system. To better capture philanthropic activities made by international
foundations, to address the important issues that you are working on. This would be done by
working closely with networks and collaborating partners. The knowledge and the tools that
we can build together can potentially be used to inspire the vakıf, the philanthropist to make
more informed designations of resources and help our shared caring system fulfill its micro as
well as macro local or global vision as well as its mission. Thank you very much.
_ 184 _
Vakıf Hayırseverlik Sistemi - Bizi Bağlayan Değer
Rawaa Nancy ALBILAL
Vakıflar Merkezi – ABD
Saygıdeğer konuklar, hanımefendiler ve beyefendiler. Sizinle bazı düşünceleri paylaşma
fırsatını sağladığınızdan dolayı teşekkür ederim ve ayrıca bu önemli ve çok gerekli toplantıyı
düzenleyen ev sahibimize özel teşekkürleri borç bilirim. Sizinle bugün paylaşacağım bilgiler;
hayırseverlik alanında Müslüman – Amerikalı profesyonel olarak çalışan bir kişinin erken
çocukluk hatıralarına dayanan kişisel yolculuktan ortaya çıkmıştır. Kuzey Lübnan’da büyüyen
bir çocuk olarak etrafımda Allah tarafından insanlara tevdi edilen özel varlığın nasıl hayır
vakıfları, yardımsever vakıfları şeklinde belki de iyi bir şeyler yapmak için kullanıldığına dair
pek çok örnek vardı. Okullardan hastanelere, mezarlıklardan su sebillerine kadar ve bunun
gibi pek çok örnek. Hatırlayabildiğim yaşa kadar benim günlük yaşamım bu toplumsal
ihtiyaçlardan yararlanabilecek çok sayıda iyi davranışlar etrafında dönüyordu. Annemin
terden sırılsıklam olan ellerimi tuttuğunu ve yolunu değiştirip beni su sebiline, belki de daha
doğrusu bir sebile götürdüğünü hatırlıyorum. Hem akan soğuk suyundan içerdik hem de
vefat etmiş oradan geçmiş kişilerin ruhlarına Fatiha okurduk. Ona neden ille de bu su sebiline
gitmek zorunda olduğumu, neden diğerlerini atlayıp buna geldiğimizi sorar dururdum. Bana
gülümserdi, ama hiçbir şey söylemezdi. En sonunda sanıyorum ki annem sürekli ona neden
bu su sebiline geldiğimizi sormamdan bıkmış olmalı ki sonunda bu su sebilinin vakıf aracılığı
ile kendi aile üyeleri tarafından yapıldığını söyledi. Hızlı geçen 20 yıl sonra New Jersey’deki
Surrogate’s Court’ta çalışıyordum. İşte geçirdiğim uzun günden sonra ebeveynimin evine
gelirdim. Surrogate Court; vasiyetnameleri onaylar, bunların yıllık hesaplarını ibraz ederler ve
benimsenen unsurları resmileştirirler. Çok uzun bir günden sonra babam bana sorardı ‘bugün
işte yeni ne oldu?’. Ben de “oh, çok değişiklik yok. Sadece miras için birbiriyle kavga eden aile
üyeleri’ derdim. O da ‘Onların bir vakıf kurmaları gerekir. Bu çok daha iyi olur.’ derdi. Babam
bu konuda haklıydı. Vakıf kurmak iyi bir fikirdi. O gün babamla bağış yapanların katkılarını
içeren liste ile birlikte yıllık raporu paylaştım. Ve sanırım ona bağış yapan listesindeki kendi
adıma işaret ettim. ‘İsim vermeden bağış yapmak daha iyidir’ dedi. Ama kamuyu bilgilendirirse
ve ilgilendikleri davanın ne olduğu konusunda farkındalık oluşturursa neden bunu kamunun
bilgisine sunmayalım? Akıllı yaşlı adamdı. Ve o gün babamla ben İslamiyet’te inananların
yaptıkları bağışları insanlara göstermemeleri konusunda nasıl teşvik edildikleri konusunda
mükemmel bir sohbet ettik. Ama bazı istisnalar vardır. Yapılan bağışların kamunun bilgisine
sunulmasının dava hakkında bilgi vereceği gibi diğer kişilerin de bağış yapmasını arttıracağı
fikrini öneren tarihimizde pek çok hikaye vardır. Babam bana Hz. Ömer’in haberlerinin
Hayber’de vakıf kurduğunda çığır açtığını, onun 635-645 yılları arasındaki yönetimi sırasında
pek çok menkul sahiplerinin Ömer’in örneğini takip ederek kendi vakıflarını kurdukları hikayeyi
anlattı. Bir kişinin tarihteki deneyimleri profesyonel bağlılıkların getirmemesi imkansızdır.
Şu ana kadar uzun yıllar hayırseverlik için çalışmış biri olarak gözlemlediğim kadarıyla
hem kişisel hem de profesyonel deneyimlerimizi iş hayatımıza getiriyoruz. Bu deneyimler;
özelde bizi ve genelde hayırseverlik işimizi zenginleştirir ve aydınlatır. Hayırseverlik sektörü;
coğrafi sınırları ve bariyerleri her gün daha da fazla geçen olasılık, fikir ve sonsuz istekle dolu
_ 185 _
Vakıf Hayırseverlik Sistemi - Bizi Bağlayan Değer
evrende binlerce kuruluştan ve ağdan meydana gelir. Bu alanların her birinde bizim diyalog
oluşturma, işbirliğine dayalı ilişkiler kurma ve bağları güçlendirme için gerekli önemli altyapı
olduğumuzu kanıtlayacak teknoloji ve araç var. Sizin yıllar boyu özel kurum olarak eğitim
ve sivil toplum altyapılarının oluşturulmasının yanı sıra fakirliğin önlenmesinde hem sağlık
hem de medikal araştırma ile elde edilen sosyal, ekonomik ve sivil konuların takip edilmesi
dahil olmak üzere evrensel zorlukları ele alma konusunda önemli rolünüz oldu. Benzer
şekilde hayırseverlik çıktısında ortak örnekler ve hedefler bulunabilir. Örneğin, fakirleri ve
muhtaçları desteklemek, kamu hizmet alanları ve kütüphaneler, bilimsel araştırma, eğitim
ve hayvanlar ve çevre dahil olmak üzere sağlık hizmetleri. İnsanlara küçük iş yerleri kurarken
ikraz kredisi vermek, parkları, yolları, köprüleri, barajları ve güvenli suya erişimi desteklemek
gibi. Hayırsever vakıf uygulaması; Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) dönemine kadar
gerilere gitmektedir. Örneğin içme suyu Medine’de çok yüksek fiyata satılmaktaydı. Pek
çok kişi bunu karşılayamıyordu. Peygamber; inanlara sağlıklı içme suyu ve dua etmeden
önce günlük ibadetlerini etmek için temiz su bulmaları için bir çeşme almaya ve herkesin
kullanması için bir vakfa çevirmeye davet etti. Peygamberin zamanında günümüze kadar
bu gelenek devam edegelmiştir. Pek çok inançlı kimse; halkın suya erişimini sağlamak için
tüm dünyada hayırsever vakıf kurdu. Bunlar gibi pek çok kişi ile birlikte bu hayırsever işlerde
bilgilerin alınması ve rapor edilmesi; bu çok önemli konun gerçek ve potansiyel hayırsever
desteğinin eksiksiz bir resmini verecektir.Vakıf merkezi; tüm dünyada bağış yapma ve ilişkili
etkinliklerin parlak bir portresini sunacak şekilde en son teknolojiyi kullanmaktadır. Gelenek
haritasını ve diğer veri görselleştirme araçlarını oluşturmak, çalışanlara yardım etmek ve
yardımsever çabaları desteklemek daha bilgilendirilmiş kararlar verir. 3 yıl önce vakıf merkezi;
Conrad – Hilton Vakfı ile birlikte çalışmaya başladı. Web tabanlı bir platformun geliştirilmesi ve
sürdürülmesi; hayırseverlik ve güvenli suya erişim sağlanması hakkında bilgi ve haber almak
isteyen bağış yapanlar, politika oluşturanlar ve diğer paydaşlar için merkezi zengin bağlantı
merkezi şeklinde işlev göstermektedir.
Hilton, Gates, Rockefeller, Buffet ve diğer vakıflarla ortaklıklar kurarak çalışan bu vakıf
merkezi; yeni bilgiler elde edildikçe düzenli bir şekilde güncellenen ilgili içeriği derledi. Bu vakıflar
ve diğerleri merkezle birlikte çalışıyor. Çünkü bireysel bağışları veya 25 binin üzerinde ABD doları
ve giderek artan bir şekilde ABD dışı vakıfların bağışlarını sistematik bir şekilde toplayarak ve
sınıflandırarak hayırseverlik kavramına standartlaştırmaya çalışıyor ve ortak terimler getiriyoruz.
Ayrıca merkezin bir profili vardır. Programla ilgili çıkarlar, varlıklar ve tüm dünya çapında yüz
binin üzerinde vakıf ile ilgili diğer temel bilgi profilleri mevcut bulunmaktadır. Vakıf merkezinin
2010 stratejik planının önceliği; daha stratejik olmaları gereken araçları ve bilgi ile bağış yapanları
güçlendirmektir. Eğer uygulama ayrılma noktası içerisinde bilgi yönetimimizi, kapasitemizi ve
işbirliği potansiyelimizi geliştirmek için evrensel ortak veri platformunun oluşturulması varsa
giderek daha da karmaşık hale gelen ve kaynakları azalan dünyada paydaşların daha işbirlikçi,
daha dakik ve daha verimli hareket etmeleri gerekecektir. Sadece hayırsever bağışı daha iyi
oluşturarak, yöneterek ve paylaşarak hayırseverlik ile ilgili değerler güçlendirilebilir. Peygamber
ve onun yakınları; güvenli suya erişimi kamu yararı ve hayırseverlik örneği olarak tanımlama
konusunda öncüdürler. Güvenli suya erişim; zamanının en önemli konularından biridir. Dünya
_ 186 _
Rawaa Nancy ALBILAL
çapında yaklaşık 780 milyon kişinin temiz suya güvenli erişimi vardır. Ve bir milyar dolar çocuk
dahil olmak üzere 2.5 milyar kişinin yeterli sıhhi tesisi yoktur. Ayrıca su için rekabet eden
kullanımlar özellikle de tarım ve temiz enerji için buna en çok ihtiyacı olan kişilerden bu değerli
kaynağın yolunu değiştirmektedir. Dünya fakir. Bu evrensel acil durumdan daha az bir şey
değildir. Hayırseverlik düzene sokulduğunda birlikte çalışabilirsek daha iyi işler yapılabilir. 2008
yılındaki bulgularımıza göre 6.2 milyarlık uluslararası konular için 6.2 milyar ABD dolarından
sadece 72 milyonu su için harcandı. Hilton vakfı; su konuları ile ilgili kaynakları geliştirme
konusunda önemli adımlar atmıştır ve Meksika’nın ve Hindistan’ın su sıkıntısı olan bölgelerinde
benzer etkinlikler için sürekli destek sağlamaya ek olarak 5 Sahra altı Afrika ülkesinde güvenli su
erişimi için milenyum gelişim hedefine ulaşma amacıyla 5 yıllık çaba sarf etmiştir.Bu stratejinin
önemli bir kısmı; WASH’a kılavuz edecek etkili bilişim sistemlerinin kurulmasının yanı sıra çeşitli
bölgelerden elde edilen vakıflar ve diğer bağışlar dahil olmak üzere diğer aktörler ile kurulan
koordinasyondur. WASH; Su Sıhhi Hijyen’in kısaltmasıdır. Bu kararlı hedeflerin önündeki engel
yine vakıf sektörünün kendi yapısıdır ve bağış ortaklığı için konulan yüksek işlem maliyetleridir.
Pek çoğunun bağış kurumları olduğu Amerika vakıflarının etkinlikleri için para elde etme
çalıştıklarına veya pazar alanında ürün sattıklarına rastlamaktayız. Bu sabah konuştuğumuz
gibi bu onlara deney yapmaya, yenilik getirmeye ve risk almaya ve problem çözümüne uzun
süreli yaklaşım getirme konusunda büyük bir özgürlük verir. Ancak yine de bu bir süreçtir. Bu
ayrıca her bir vakfın bağışları işlemek, gelişimi takip etmek ve bu çalışma konusunda rapor
vermek için kendi iç bilgi sistemini geliştirme eğiliminde olduğu anlamına gelir. Vakıflar uzun
vadeli işbirliklerinde birlikte çalışmaya çalışırken bireyselleştirilmiş yaklaşımının kendilerinin
bilgi yönetimi üzerindeyarattığı sınırlılıkların olduğu çok açıktır. Bir vakfın geçim kaynağı projesi
veya strateji olarak gördüğü şey diğer vakıf için sağlık veya çevre ile ilgili bir konu olabilir. 160
bin vakıf bağışının üzerinden yapılan vakıf merkezi anketi; genel işletim desteğini tarif eden 82
farklı terim olduğunu buldu. İki taraflı vakıflar, bağışlayanlar ve çok taraflı kalkınma bankaları
arasındaki işbirliği de büyük bağış yapma unsuru gibi benzer zorluklarla karşı karşıya kalır.
Çünkü büyük bağış yapanların bu yatırımları sınıflandırmada kullandıkları kendi yolları vardır.
Daha önce de belirttiğim gibistratejik plan 2020 için vakıf merkez stratejisi önceliği; daha
stratejik olması gereken araçlar ve bilgi ile bağış yapanları güçlendirmektir. Burada yardımsever
çalışmalarınızı ve sürdürülebilir güvenli su konularını veya üzerinde çalıştığınız kamu çıkarı olan
diğer konuları geliştirmeye yardım edecek bilgi araçlarını oluşturmak için sizleri bizimle ortak
olmaya davet ediyoruz ve sizinle ortaklık yapmaktan büyük onur duyacağız. Bu çalışmanın
önemli açısı dauluslararası vakıfların yaptıkları hayırsever etkinlikleri daha iyi anlayabilme
ve üzerinde çalıştığınız önemli konuları ele alma amacıyla vakıf merkezinin yardımsever
sınıflandırma sisteminde kullanılan taksonomiyi gözden geçirerek mevcut veri toplama
çalışmalarını büyük oranda genişletmek olacaktır. Bu ancak ağlar ve işbirliği yapan ortaklar ile
yakından çalışarak elde edilecektir. Birlikte inşa edebileceğimiz bilgi ve araçlar; potansiyel olarak
iyilik sever vakıfları için kaynakları daha bilinçli bir şekilde kullanmaları konusunda potansiyel
olarak esin kaynağı olacak ve paylaştığımız bakım sistemimizin misyonunun yanı sıra makro
yerel veya global vizyona ek olarak mikro seviyede de başarılı olmasına yardımcı olacak.
Çok teşekkür ederim.
_ 187 _
_ 188 _
86,1*:$4),167,787,216)25$//(9,$7,1*
62&,$/$1'(&2120,&352%/(067+(
67$786482$1':$<)25:$5')25
=,0%$%:($1'27+(56$'&&28175,(6
$VKDKDGX$6$/,
,VWLTDPDK)RXQGDWLRQ=,0%$%:(
ABSTRACT
This paper looks at the important role played by waqf institutions and other related
charitable organisations in alleviating social and economic problems. It also tries to highlight
the social and economic problems bedeviling countries in the Southern African Development
Community, the need for solutions through charitable endowments like waqf and what should
be done to achieve desired goals in the foreseeable future. Nations in the Southern tip of Africa
belong to an economic bloc referred to as the SADC. Poverty, disease, social and economic
injustice is a characteristic common amongst most of these nations. Although governments
in these countries are working towards the eradication of these social and economic ills, there
remains a gap to be addressed through other philanthropic activities by organized institutions
and individuals. The paper is biased towards waqf activity and the study of Zimbabwe as what
holds true in Zimbabwe is a clear reflection of other SADC countries, although variations can
be found from country to country but they are insignificant with the exception of South Africa
which is the most developed country in SADC and in Africa as a whole.
DEFINING WAQF
Charitable spending and giving have been exalted in all religions and practiced throughout
the history of mankind. In Islam the institution of charity has been overemphasized by
making it one of the pillars of religion. Above the compulsory charity of zakah there is waqf
which can be made by the rich and poor alike, whereas zakah is restricted to the haves of
society. Waqf is defined as holding a Maal (an asset) and preventing its consumption for the
purpose of repeatedly extracting its usufruct for the benefit of an objective representing
righteousness and/or philanthropy for as long as its principal is preserved either by its own
nature - as in land - or from arrangements and conditions prescribed by the Waqf founder
(Kahf, 1998). The concept of waqf is related to the trusts which are established under various
legal systems. In the Zimbabwean perspective, a trust is established by a founder(s) who
identify beneficiaries and set aside an amount of money and or property for the benefit
of the prescribed beneficiaries. The money is managed by trustees who are chosen by the
founder. A trust has no perpetuity as it can be dissolved as opposed to waqf which can only be
exchanged for a similar or better waqf. Another difference between a waqf and a trust arises
from the principle of ownership, wherein ownership of a trust is with the founder and that of
a waqf is with Allah (God).
_ 189 _
Using Waqf Institutions for Alleviating Social And Economic Problems: The Status Quo and
Wayforward for Zimbabwe and Other SADC Countries
The Holy Quran does not contain the word waqf but refers to spending for the sake of God
in various verses of which two of them are quoted below:
“O believers, spend the best from what you have obtained and from what we have given
out to you from the earth”. (albaqarah verse 267)
“You will not achieve piety until you give away what you love most” (al Imraan verse 92)
From the narrations of the prophet of Islam, he said, “when the son of Adam dies, his deeds
are cut off except a pious son who supplicates for him, knowledge which he left and continuous
charity (sadaqatuljariyah)”. Hence in some texts waqf is referred to as sadatuljariyah.
Ahmad (2004) cites the prophet’s mosque as the first waqf which Muhammad (PBUH)
established as he purchased land and the mosque was constructed on that land. As further
examples the prophet who was generous in his personality also encouraged his companions
to set up some waqf. Most notable was the waqf of Umar and that of Uthman. Umar established
a waqf land in Madinah which could neither be sold nor be given as a gift. Produce from that
land was distributed amongst the poorfolk of Madinah. Uthman’s waqf was on the famous
well of Rumah which he bought and made the water free for everyone to drink. This was
after it had been found out that there was a water shortage and the available sources were
expensive.
Initially waqfs were made from immovable property, but it was the Ottoman rulers who
introduced cash waqfs.
SOCIAL AND ECONOMIC PROBLEMS OF SOUTHERN AFRICA
Socio-Economics is related or concerned with the interaction of social and economic
factors. Social and economic problems are mainly concerned on poverty, unemployment, child
labour, illiteracy, drug abuse, wars, energy crisis, lack or decline of tourism, lack of adequate
health solutions, export and stock market problems among others. Most of the social and
economic problems are covered under poverty hence the eradication of poverty will unlock
a great deal of the problems.
The World Bank defines poverty as an “unacceptable human deprivation in terms of
economic opportunity, education, health and nutrition, as well as lack of
empowerment and security.” From the definition we can see that deprivation of the basic
necessities of life would amount to a degree of poverty. It is the through waqf institutions that
the deprivations can be turned into unlimited access. This can only hold if and only if waqf
and related institutions have been used in a proper way to solve the problems.
The major fields addressed by waqf and philanthropic activities are mainly centered on:
(1) Family Rehabilitation
(2) Education & Culture
(3) Health & Sanitation
(4) Social Utility and
(5) Others
_ 190 _
Ashahadu ASALI
Focusing waqf and philanthropy on the above will be a great leap forward in alleviating the
social and economic problems which affect Southern Africa.
STATUS QUO OF WAQF AND RELATED ORGANISATIONS IN ZIMBABWE
Waqf and related institutions have been in existence in Zimbabwe since the advent of Islam
in the 15th century as present day mosques and madrasahs/maktabs are established on waqf
properties. In most cases rich families, would purchase land for religious purposes and build
mosques for the benefit of the community. Mosques would become community centers as
some families who had no places of residence resorted to camping at the mosque whilst others
bought houses near mosques. However, when a waqf is established it cannot sustain itself as
a standalone project as it will need some cash flows to ensure its continuous sustainability
and development, hence there is a need for profitable projects to back up the main waqf
project. This has been found lacking in most of the established waqfs in Zimbabwe except
for a few. For instance a wealthy family drilled a borehole at a mosque as sadaqatuljaariyah
and the borehole was electrically operated. With persistent water shortages, the borehole
became a source of water for the whole community wherein people would queue for water
whenever there was no water from the district municipality. At the same time electricity
charges were going up as the borehole ended up operating for 24 hours a day. Who now had
the responsibility to pay for the electricity? The waqf owner simply put it as, “my waqf is on the
borehole and not on the electricity charge”. In summary, there should be a support project for
the main waqf in order to achieve perpetuity and sustainability.
Asali A, and Yasini I (2009) noted the following as Waqf related institutions or Administrators
of Waqf funds and / or properties:1. MajlisulUlaama Zimbabwe – Manages some Buildings and IDB scholarship trust.
2. Khatri trust – Established as a family Waqf but due to the needless of the Khatri family it
has been expanded to the African communities.
3. (Direct Aid) AMA – Has immovable assets, built Masaajid and sunk boreholes.
4. Islamic Cultural Institute – Administers Waqf and Zakah funds
5. Islamic Information Services – Has family Waqf
6. Centennial Trust – It operated the only yeast supplying company in Zimbabwe, Anchor
yeast. However its operations are not known to the public. (The aspect of perpetuity is
questionable).
7. Masaajid – Some of the Masaajid were built as Waqf while others were built by non
Muslim employers for their Muslim employees. However those established as Waqf do not
have proper administrators appointed by the Waqif. Some of the Masaajid are run by Waqif’s
sons on self-appointment.
8. As-Shifa Clinic – Provides primary health care in three of the largest cities of Zimbabwe,
viz Harare, Bulawayo and Kwekwe. Of importance to note is that it is the only waqf related
project of its kind and access to health facilities has been made easy as the services are within
the reach of the majority.
9. Islamic orphanage centers – IqraaDarulIlm, Al huda Islamic Centre (Chinyika), Chinyika
Islamic Centre (Goromonzi).
_ 191 _
Using Waqf Institutions for Alleviating Social And Economic Problems: The Status Quo and
Wayforward for Zimbabwe and Other SADC Countries
10. K. Kaunda / Orr Ave building – This building is a Waqf belonging to the town Mosque
(Harare). However speculations claim that most of the buildings along South Ave belong to
town Masjid.
11. Waterfalls Islamic Society – Administers a Masjid, Industrial stand and flats on lease
contracts. Rental income received is used for the general upkeep of the Masjid and madrasah
including the salaries of the Imaam and mosque attendants.
12. Marondera Islamic Trust – Administers Masajid and Madaaris in Mashonaland East
province.
13. Ashukri Life Foundation- Registered as a Public VoluntaryOrganization (PVO) with the
aim of supporting and promoting community for the care and protection of orphans and
vulnerable children (OVCs)
REVITALISING WAQF –ALLEVIATING THE SOCIAL AND ECONOMIC PROBLEMS
Cash Waqfs and microfinance
A research on waqf would be incomplete without mentioning Islamic banking. This makes
me remember one day when I was preparing my paper and talking to my friend who asked me,
“Will you keep the money in the ribawi banks (conventional banks)?”. I had to simply answer
him that considerations of interest free banking in Zimbabwe are long overdue and as an acid
test, we have to start with microfinance which will bring us back to waqf as the microfinance
model will be backed by waqf.
Farooq Shaikh from the Lahore University of Management Sciences explains how modern
day economists are looking for ‘solutions’ for poverty alleviation and increasing access to
finance by the poor.Since most governments cannot not gather sufficient funds to fully address
this problem, the focus has shifted to the private sector where specialized microfinance
institutions (MFIs) are believed to provide easy access of finance to the poor around the world.
However, microfinance institutions are under heavy criticism for their high mark-up rates
and alleged abuse for loan recovery.
An alternative approach to cheaper finance for small to medium enterprises is the cash
waqf model. This will reduce pressure on government spending for public welfare.
Although most established awqaf are based on real estate, there have been examples in
history during the Ottoman Empire where awqaf were established for the specific purpose of
giving out interest-free loans to the beneficiaries of the waqf.
These loans used to be self-sustaining and were based on the Islamic finance concept of
Diminishing Musharaka, a form of a mortgage (different in certain respects). In this structure,
borrowers are provided loans against their houses, although they continue to stay in them
by paying a fixed rental. Borrowers pay back the principal through a series of transactions,
leading to eventual ownership.
It is interesting to note how a cash-waqf fund could be tailored to provide easy access to finance
to the poor and help poverty alleviation.One of the interesting models being implemented in
Bangladesh is that of Cash Waqf Certificates by Social Islami Bank Limited (SIBL).
_ 192 _
Ashahadu ASALI
Individuals can open an account and donate money by buying Cash Waqf certificates. The
Bank manages the funds on behalf of the waqif (the original owner) and the account is open
till perpetuity. The funds generated from these certificates are invested in different profitable
investments. The profits accrued from the investments are used for funding poverty alleviation
programs.
The Waqif also has an option of defining the purpose for which the profits of the account
could be used.
Cash Waqf certificates are an interesting method to combat poverty, and the model has been
used in several countries, including Indonesia and Ghana. They increase social investment,
channel charity, improve access to finance, stimulate SME growth, and integrate banking,
impact investing, social finance and philanthropy. With further improvement in structure,
Cash Waqf certificates could become widely used instruments in an active social capital
market. (sourcehttp://socialfinance.ca/blog/post/the-waqf-model-and-poverty-alleviation)
Waqf for educational undertakings
As pointed out above, lack of education is another social ill affecting the populace in
Zimbabwe and when it comes to the Muslim communities it is worse. There are many
situations where people have failed to proceed for higher studies at universities and technical
colleges due to lack of funding and proper career guidance despite obtaining good grades in
secondary school. With proper management of waqf funds and the undertaking of profitable
enterprises, funds will be made available for continuous educational support to various
students. This will go a long way in assisting students of various backgrounds irregardless
of race, religion and culture. As the majority of the population is in poverty, the only way to
untie the shackles of poverty is through a proper education which will empower the nation.
With education in modern disciplines, it will be easy for people to get gainful employment
which will increase their standards of living. Investing in Waqf for education related projects
will also supplement other scholarships already available like the Islamic Development Bank
Scholarship programme, government scholarships like the Zimbabwe Presidential scholarship
and the Turkey-Africa Scholarship. Alumnis of the waqf related scholarships should also be
motivated to contribute for the continuous function of the scholarship through making of
waqfs themselves and volunteering in career guidance and management programmes.
Though one might argue that Zimbabwe has the best literacy rate in Africa, but literacy
simply means the ability to read and write, and the focus in this century is on the ability
to acquire skills and scientific development which is lacking in Southern Africa. So, waqf
educational projects should focus mainly on the development of scientific education.
Health waqfs
Access to adequate health is of paramount importance to the nation so that it becomes
free from preventable disease. A disease free society is bound to have a higher life expectancy
and in turn prosper. For that waqf and philanthropy can be channeled towards the building
of hospitals and health centers which are accessible to ordinary citizens. Training for doctors
and nurses can also be provided through waqf and the inculcation of volunteerism amongst
health workers. Doctors and nurses can volunteer to provide their services in remote areas
_ 193 _
Using Waqf Institutions for Alleviating Social And Economic Problems: The Status Quo and
Wayforward for Zimbabwe and Other SADC Countries
using mobile clinics at certain intervals. This as an alternative form of philanthropy will help
many communities to access health facilities.
Municipalities
Municipal services like the provision of roads, clean water and sanitation are some of the
areas which waqf and philanthropy can assist in alleviating the social and economic problems.
The towns and cities in Southern Africa were mostly built during the colonial era and were
built for a small population. Due to rural-urban migration, the towns became overcrowded
and water supply was now inadequate causing municipalities to ration these services. Coming
up with mega-Waqf projects for the provision of municipal services improves the standards of
living of society.
Fundraising for waqf
Another important programme which can make people participate in waqf and volunteering
projects is the use of crowdfunding. Crowdfunding has been defined as requesting small
donations via mail, social networks, the web or mobile money transfer systems. The idea is that
an order of magnitude more people will donate a dollar or two to support something they
like rather than give $100, $50 or even $25. Working with large numbers, we can see that a
considerable sum of money can be raised through crowdfunding. Zimbabwe with a population
of 12 million as per the 2012 national census, it is upon community leaders and individuals to
kickstart such vibrant projects. As the monies donated will be insignificant, people will adopt a
culture of saving for beneficial means thereby widening the field of participation for both the
poor and the rich, as the making of waqf is not only limited to the rich.
DrAdiSetia (2009) argues that even though the norm is that a waqf benefits the community
in which it is set up, in today’s situations waqfs can be set up for the benefit of poor recipients
in other countries. He cited the waqf al-Haramayn of Ottoman Algiers which was set up to
benefit the poor and needy of the two holy mosques of Makkah and Madinah. It is against this
background that waqf administrators and philanthropists in Southern Africa should partner
with individuals and organizations who hold similar views in order to transfer the many waqf
projects in rich countries. Obviously recipients in the poor countries in Africa will benefit
through the globalization of waqf and philanthropy thereby helping in the alleviation of their
social and economic problems.
STRATEGIC MANAGEMENT OF WAQF INSTITUTIONS
Although waqf is a voluntary act, if its management is taken for granted, the objective of
alleviating socio and economic problems will remain a dream unless there is a paradigm shift
in its management and administration. Today’s waqf and philanthropic activities need to be
managed using modern day expertise in order to achieve the best results. On the development
of modern waqfs, the UN HABITAT says:
‘The current reappraisal of the role of the endowment (waqf) offers opportunities to
learn from the mistakes of the past and to construct a modern legal and administrative
framework. As some have argued there is no reason why a new modern responsive
doctrine of endowment (waqf) cannot emerge from personal reasoning recognised by
_ 194 _
Ashahadu ASALI
classical Islamic jurisprudence (ijtihad), which is a confluence of foundational Islamic
principles and modern management techniques. Since the endowment (waqf) is not
a Qur’anic creation, it is more easily subject to creative interpretation and change, just
as States have done in the past to suit their interests. This contention is being debated
amongst scholars and the classical rules relating to the endowment (waqf) are under
review’. (UN HABITAT)
It holds true that the colonization of muslim lands and the fall of the caliphate had a
negative impact on the development and success of waqf institutions. The twenty first century
development and management of these institutions should be revamped especially in muslim
minority countries. For waqf institutions to succeed, the following recommendations should
be implemented
Boards of Mutawallis/Nazirs
The board of mutawallis/nazirs who are responsible for the management of waqf should
consist of skilled individuals who bring in a mixture of capabilities, These should range from
lawyers, accountants, influential figures in society, doctors, engineers, beneficiaries (as they
are the ones affected by certain problems and need to be involved in solving them) and
employees of waqf projects.
Reporting and Accountability issues
Proper corporate governance issues should be addressed to ensure the sustainability of
waqf institutions. Financial accounting principles should be adopted consistent with waqf
reporting and yearly external audits conducted by experienced consultants should be made.
These will cement the confidence of current and future waqf stakeholders.
Training and Development
Continuous training and development for waqf administrators should be implemented
with technical assistance from organizations like the Islamic Research and Training Institute
(IRTI),a specialised unit of the Islamic Development Bank and AWQAF SA, a South African waqf
institution which has acquired experience in the management of various waqfs over the years.
Education and training of all staff will ensure continuous improvement in knowledge, skills
and capabilities which facilitate consistent conformance to the stakeholders’expectations.
Strategy and Risk Management
The concept of risk management is not new to the public service as the basic principles
of service delivery. Awqaf institutions are bound by founders/waqifs to provide products or
services in the interest of the public good. As no institution has the luxury of functioning in a
risk-free environment, philanthropic institutions also encounter risks inherent in producing and
delivering such goods and services. Stakeholders understand this but expect waqf institutions
to perform without any unnecessary exposure to risk. In other words, stakeholders are averse
to value erosion caused by risks that ought to be detected and avoided through prudent
management actions. The Awqaf Institution’s environment is fraught with unique challenges,
_ 195 _
Using Waqf Institutions for Alleviating Social And Economic Problems: The Status Quo and
Wayforward for Zimbabwe and Other SADC Countries
such as lack of capacity, lengthy decision lead times, limited resources, competing objectives
and investment issuesto mention a few. Such dynamics place an extra risk management
burden on theWaqf management.
Risk management is a management tool that increases an institution’s prospects of success
through getting it right the first time and minimising negative outcomes. Value is maximised
when institutions set clear the realistic objectives, develop appropriate strategies, understand
the intrinsic risks associated therewith and direct resources towards managing such risks on
the basis of costbenefit principles. Within high performing institutions, risk management is a
strategic imperative rather than an option.
CONCLUSION
The effective management of waqf institutions and related philanthropic activities help
in the alleviation of social and economic problems affecting Zimbabweans and nations in
the Southern African Development Community. Though the duty to provide public goods in
today’s world is vested upon governments, governments in these countries are constrained
in their national budgets which make them not fully provide for the public and merit goods.
Alternatively the same goods can be provided for by the private sector but at an extra
cost and thereby making their consumption by poor communities difficult as they do not
have the means to pay for these goods. Therefore waqf and philanthropic institutions can
augment government’s efforts in the provision of these goods and services as what transpired
throughout history mainly in Muslim lands where the government would largely concentrate
in national security issues and tax collection.
REFERENCES
Ahmed, H. (2004): “Role of Zakah and Waqf in Poverty Alleviation”, Islamic Research and
Training Institute, Islamic Development Bank, Jeddah, Saudi Arabia
Asali, A. and Yasini,I. (2009): “Waqf-Status, Prospects and Potentialities within the
Zimbabwean Context”, Paper presented at the Southern Africa Waqf Training Course, Pretoria,
South Africa.
Kahf, M. (1998): “Financing the Development of Awqaf Property”, Paper
presented at the Seminar on Development of Awqaf organized by
Islamic Research and Training Institute (IRTI), Kuala Lumpur.
Mullins J. (2005): ”Management and OrganisationalBehaviour
Setia, A. (2009): “Four Papers on Waqf and the Islamic Gift Economy (Al-iqtisad Al-infaqi),
Southern Africa Waqf Training Course, South Africa.
UN-HABITAT (2005), Islam, Land & Property Research Series Paper 7: Waqf
(endowment) and Islamic Philanthropy
www.siblbd.com
_ 196 _
TOPLUMSAL VE EKONOMİK PROBLEMLERLE MÜCADELEDE VAKIF KURULUŞLARININ
ROLÜ: ZIMBABWE VE DİĞER SADC ÜLKELERİ İÇİN STATÜ VE İLERLEME
Ashahadu ASALI
Istiqamah Vakfı – ZIMBABWE
ÖNSÖZ
Bu araştırmanın amacı sosyal ve ekonomik problemlerin önlenmesinde vakıf kurumlarının
ve diğer ilgili hayır kuruluşlarının oynadığı rolü ele almaktadır. Ayrıca, Güney Afrika Kalkınma
Topluluğunda yer alan ülkeleri çileden çıkaran sosyal ve ekonomik problemlerin, vakıf gibi
hayırsever yardımlar aracılığı ile çözümlenmesi gerektiğinin ve görülebilir gelecekte istenilen
hedefleri elde etmek için yapılması gerekenlerin altını çizmektedir. Afrika’nın Güney ucundaki
ülkeler; SADC olarak adlandırılan ekonomi bloğuna aittir. Yoksulluk, hastalık, sosyal ve ekonomik adaletsizlik bu ulusların çoğunda görülen genel bir özelliktir. Bu ülkelerdeki hükümetlerin bu sosyal ve ekonomik problemlerin yok edilmesine yönelik çalışma yapmalarına rağmen
organize kurumlar ve bireyler tarafından diğer hayırsever eylemler aracılığı ile ele alınacak bir
boşluk vücut bulmaktadır. Bu makale; Zimbabwe’de doğru olduğu sanılan şeyin; ülkeden ülkeye farklılık gösterse bile SADC’ de en az gelişmiş ülke olan Güney Afrika ve genel olarak Afrika
dışında çok büyük farklılıkların olmamasından dolayı diğer SADC ülkelerinin açık bir yansıması
olduğu gerekçesi ile Zimbabwe’deki vakıf etkinliğine ve araştırmasına ön yargılı davranmıştır.
VAKFIN TANIMLANMASI
Hayırsever amaçlar için yapılan harcama ve bağış; insanlık tarihi boyunca tüm dinlerde ve
uygulamalarda yüceltilmiştir. İslamiyet’te hayırseverlik kurumu; dinin kaidelerinden biri haline getirilerek çok fazla vurgulanmıştır. Zorunlu zekat bağışından da önce gelen hem zenginler hem de fakirler tarafından yapılabilen vakıf vardır. Zekat ise sadece toplumda varlık
sahibi olan kişilere düşmektedir. Vakıf; Mal (varlık)sahibi olmak ve toprak arazisinde olduğu
gibi kendi yapısı ile veya Vakıf kurucusunun şart koyduğu koşullar ile korunduğu sürece haklılığı ve / veya hayırseverliği temsil eden bir hedefin yararına olmasını sağlamak için sürekli
kullanım hakkının alınmasıyla amacıyla tüketilmesinin önlenmesi şeklinde tanımlanmaktadır
(Kahf, 1998). Vakıf kavramı; çeşitli yasal sistemler kapsamında oluşturulan trustlar ile ilgilidir.
Zimbabweli bakış açısına göre bir trust; yararlanıcıları tanımlayan ve belirtilen yararlanıcıların
faydasına olacak şekilde belli miktar parayı veya mülkü kenara ayıran kurucu(lar) tarafından
oluşturulur. Bu para; kullanıcı tarafından seçilen trust üyeleri tarafından yönetilir. Bir trustın
sürekliliği yoktur; vakıftan farklı olarak, yerine benzer veya daha iyi vakıf kurulması için tasfiye
edilebilir. Vakıf ve trust arasındaki diğer bir farklılık ise sahip olma ilkesinden doğar; burada
trust mülkiyeti kurucuya ve vakfın kurucusu ise Allah’a aittir.
Kutsal Kuran’da vakıf kelimesi yer almamaktadır; ama çeşitli ayetlerde Allah rızası için harcama yapılmasından bahsedilmektedir. Bunlardan iki tanesi aşağıya alıntılanarak konulmuştur:
“Ey amenü olanlar! Kazandıklarınızın ve yerden çıkardıklarımızın temizlerinden ihtiyacı
olanlara verin”. (bakara 267. ayet)
“Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe asla Birr’e nail olamazsınız’ (al’i- İmran , 92. Ayet)
_ 197 _
Toplumsal ve Ekonomik Problemlerle Mücadelede Vakıf Kuruluşlarının Rolü: Zımbabwe ve
Diğer SADC Ülkeleri İçin Statü ve İlerleme
Âdemoğlu öldüğünde, İslam’ın peygamberi ile ilgili anlatımlardan dedi ki: ‘Adem oğlu
öldüğünde yaptığı işlerin sevabı da kesilir - üç şey müstesna: sadaka-i cariye, kendisinden yararlanılan ilim, kendisine dua eden hayırlı evlât’ Böylece bazı metinlerde vakıf; sadaka-i cariye
şeklinde belirtildi.
Ahmad (2004); Peygamber Camisini Muhammed’in (SAV) satın alıp o arazi üzerinde inşa
ettiği ilk vakıf olarak belirtir. Daha fazla örnek vermek gerekirse kişiliği açısından eli açık olan
peygamber ayrıca sahabelerini de vakıflar kurmaya teşvik etmiştir. Bunlardan en çok bileneni, Umar ve Utman vakfıdır. Umar; Medine’de bir arazi üzerine satılamayan ve hediye olarak
verilemeyen bir vakıf kurdu. Bu araziden elde edilenler; Medine’nin yoksul halkına dağıtıldı.
Utman vakfı ise satın alıp herkesin içmesi için ücretsiz su veren ünlü Rumah çeşmesi idi. Bu
vakıf; suyun yeterli olmadığı ve mevcut su kaynaklarının pahalı olduğu bir durumun ortaya
çıkması üzerine yapıldı.
İlk başta vakıflar; gayrimenkullerden yapılırdı; ama Osmanlı hükümdarları nakit vakıfları da
tanıttı.
GÜNEY AFRİKA’NIN SOSYAL VE EKONOMİK SORUNLARI
Sosyo-ekonomi; sosyal ve ekonomik faktörlerin etkileşimi ile ilgilidir. Sosyal ve ekonomik
problemler esas olarak fakirlik, işsizlik, çocuk işçi, eğitimsizlik, uyuşturucu kullanma, savaşlar,
enerji krizi, turizmin olmaması veya azalması, yeterli sağlık çözümlerinin olmaması, ihracat
ve stok piyasası problemleri ile ilgilidir. Pek çok sosyal ve ekonomik sorun; yoksulluk kapsamı
altındadır. Bunun için de fakirliğin yok edilmesi çok sayıda problemin de önünü kesecektir.
Dünya Bankası; fakirliği ‘ekonomik fırsat, eğitim, sağlık ve beslenme, güçlenme ve güvenlik yetersizliği açısından insanlığın kabul edilemez bir şekilde mahrum bırakılması’ olarak tanımlamaktadır. Bu tanımdan yola çıkarak temel yaşam gereksinimlerinden mahrum bırakma;
fakirlik derecesine kadar gidebilmektedir. Bu mahrum bırakmalar ancak sınırsız erişim haline
vakıf kurumları sayesinde getirilebilir. Bu sadece ve sadece vakıf ve ilgili kurumlar problemleri
çözmek için uyun bir şekilde kullanılması ile elde edilebilir.
Vakıf ve hayırsever etkinliklerin ele aldığı büyük alanlar esas olarak şu şekildedir:
(1) Aile Rehabilitasyonu
(2) Eğitim&Kültür
(3) Sağlık&Sıhhi
(4) Sosyal Tesis
(5) Diğerleri
Vakıf ve hayırseverliği irade açısından ele aldığımızda Güney Afrika’yı etkileyen sosyal ve
ekonomik problemlerin önlenmesi açısından büyük adım atılmış olacaktır.
ZIMBABWE’DE VAKIF VE İLİŞKİLİ KURULUŞLARIN STATÜSÜ
Vakıf ve ilgili kurumlar; günümüzdeki camilerin ve medreselerin / mekteplerin vakıf mülkleri üzerine kurulduğu 15inci yüzyıldan beri İslamiyet’in gelişinden bu yana Zimbabwe’de var_ 198 _
Ashahadu ASALI
lığını korumaktadır. Pek çok durumda zengin aileler dini amaçlar için arazi satın alır ve sonra
da toplumun yararı için camiler inşa ederlerdi. Camiler; kalacak yeri olmayan bazı ailelerin
konakladığı toplum merkezleri olurken diğerleri de camilerin yanlarından ev alırlardı. Ancak
vakıf kurulduğunda sürekliliğini ve gelişmesini sağlamak için bazı nakit akışlara gereksinim
duyulduğundan dolayı bağımsız proje olarak kendini sürdürememektedir; bundan dolayı da
ana vakıf projesini destekleyecek karlı projelere ihtiyaç duyulmaktadır. Birkaç tanesi dışında
Zimbabwe’ deki kurulu vakıfların çoğunda böyle bir şeyi bulmak zordur. Örneğin, zengin bir
aile sadaka-i cariye olarak camiye sondaj kuyusu açtırdı ve bu sondaj kuyusu elektrikle çalışıyordu. Sürekli su kesilmelerinin olduğu bir yerde sondaj deliği; ilçe belediyesinden gelen su
olmadığından insanların su için sıraya girdikleri tüm toplumun su kaynağı oldu. Aynı zamanda
sondaj deliği günün 24 saati çalıştığında elektrik ücretleri de tavan yaptı. Şimdi elektriği ödemek kimin sorumluluğundadır? Vakıf sahibi basit bir şekilde şöyle ifade etmektedir, ‘benim
vakfım sondaj deliğidir; elektrik ücreti değildir’. Özetle, sürekliliği ve kalıcılığı elde edebilmek
için ana vakıf için destek projesi olmalıdır.
Asali A, ve Yasini I (2009); aşağıdakileri Vakıf ile ilişkili kurumlar veya vakıf fonları ve/veya
mülkleri idarecileri olarak belirtti: 1. Majlisul Ulaama Zimbabwe – Bazı binaları ve IDB bursluluk trustını yönetir.
2. Khatri trust – aile vakfı kurdu; ancak Khatri ailesinin ihtiyacı olmadığından Afrika toplumlarına kadar genişletildi.
3. (Doğrudan Yardım) AMA – Mescit ve batan sondaj deliklerini oluşturdu.
4. İslam Kültürü Kurumu – Vakfı ve Zekat fonlarını yönetir.
5. İslami Bilgi Sistemleri – Aile vakfı vardır.
6. Centennial Trust – Zimbabwe’de tek maya sağlayan şirket olan Anchor mayayı çalıştırmaktadır. Ancak faaliyetleri kamu tarafından bilinmemektedir (bunun sürekliliği sorgulanmaya açıktır).
7. Mescit – Mescitlerin bazıları vakıf olarak inşa edilirken diğerleri gayrimüslim patronlar tarafından Müslüman çalışanları için inşa edildi. Ancak vakıf olarak oluşturulanların, vakıf kurucusu tarafından atanmış uygun idarecileri yoktur. Mescitlerin bazıları vakıf kurucusunun oğlu
tarafından çalıştırılmaktadır.
8. As-Shifa Kliniği –Zimbabwe’nin üç büyük şehri olan Harare’de, Bulawayo’da ve Kwekwe’de
ana sağlık bakımı vermektedir. Bunun önemi; kendi türünde vakıf projesi ile ilgili tek olmasıdır
ve sağlık tesislerine erişim; hizmetlerin büyük bir çoğunluğunun ulaşabileceği yerde olmasından dolayı kolay olmaktadır.
9. İslami yetimhane merkezleri – IqraaDarulIlm, Al huda İslam merkezi (Chinyika), Chinyika
İslam Merkezi (Goromonzi).
10. K. Kaunda / OrrAvebinası – Bu bina; kasabanın Camisine (Harare) ait bir vakıftır. Ancak
söylentiler; South Ave boyunca uzanan binaların çoğunun kasabanın Mescidine ait olduğunu
iddia etmektedir.
11. Waterfalls İslam Topluluğu – Kira sözleşmelerine dayalı olarak daireleri, sınai standartlarını ve bir Mescit yönetir. Elde edilen kira geliri; İmam maaşları ve camiye gelenler dahil olmak
üzere Mecit’in ve medresenin genel bakımı için kullanılmaktadır.
_ 199 _
Toplumsal ve Ekonomik Problemlerle Mücadelede Vakıf Kuruluşlarının Rolü: Zımbabwe ve
Diğer SADC Ülkeleri İçin Statü ve İlerleme
12. Marondera İslam Trustı – Mashonaland Doğu ilinde Mescit ve Medrese yönetir.
13. Ashukri Yaşam Vakfı- Yetimleri ve hassas çocukları korumak ve onlara bakmak (OVC’ ler)
için toplumu destekleme ve geliştirme amacıyla Public Voluntary Organization (PVO ) (Kamu
Gönüllü Kuruluşu) olarak tescil edilmiştir.
VAKFI CANLANDIRMAK – TOPLUMSAL VE EKONOMİK PROBLEMLERİN ÖNLENMESİ
Nakit Vakıfları ve Mikro Finans
Vakıf üzerine yapılan bir araştırma; İslam bankacılığına değinilmediğinde eksik kalır. Bu bana
‘paranı ribawi bankalarında mı (geleneksel bankalar) koruyacaksın?’diye soran arkadaşımla
konuştuğum ve bu çalışmayı hazırladığım günü hatırlatıyor. Basit bir şekilde Zimbabwe’deki
faizli bankacılık ile ilgili usullerin çoktan geride kaldığını ve asit testi olarak bizi yeniden mikrofinansman modelinin vakıf tarafından destekleneceği vakfa geri götürecek mikro-finans ile
başlamak zorunda olduğumuz şeklinde yanıt verdim.
Lahore Üniversitesi Yönetim Bilimleri bölümünde Farooq Shaikh; modern günümüz ekonomistlerinin fakirliğin azaltılması ve fakirlerin finansmana daha fazla erişmesini sağlamak için
nasıl çözümler aradıklarını açıklamaktadır. Çok sayıda hükümet bu sorunu tamamıyla ele almaya yetecek kadar fon toplayamadığı için bu odak; özelleştirilmiş mikro finans kurumlarının
(MFI’lar) tüm dünyada fakirlere finansmana kolay erişim sağladığı inanılan özel sektörün eline
geçmiştir.
Ancak, mikro finans kurumları uyguladıkları yüksek oranlardan ve kredinin geri alınmasında kötüye kullanma olduğundan dolayı çok ağır eleştiri almaktadır.
Küçük ve orta ölçekli girişimler için daha ucuz finansmana alternatif yaklaşım ise nakit vakıf
modelidir. Bu; hükümetin kamu refahı için yapması gereken harcama baskısını azaltır.
Çok sayıda kurulu vakfın menkule dayanmasına rağmen vakıfların yararlanıcılarına faizsiz
kredileri verme amacıyla vakıfların kurulduğu Osmanlı İmparatorluğu döneminde çok sayıda
örnek vardır.
Bu krediler kendi kendilerini sürdürebiliyorlardı ve bir çeşit ipotek olan İslami Muşaraka’nın
Azaltılması finansman kavramını esas almaktaydı (belli başlı açılardan farklı). Bu yapı içerisinde
kredi kullananlara; sabit kira ödemeye devam etmelerine rağmen evleri karşılığında krediler
sağlanır. Ödünç alan kişiler; çeşitli işlemlerle anaparayı geri ödeyerek sonunda mülk sahibi
olurlar.
Fakirlere finansman sağlama ve fakirliğin kaldırılmasına yardımcı olma amacıyla kolay erişim sağlayacak şekilde Bir nakit vakfı fonunun nasıl şekillendirilebildiğini fark etmek gerekir.
Bangladeş’te uygulanmakta olan ilginç modellerden birisi de Sosyal İslam Bankası Limitet Şirketi (SIBL) tarafından düzenlenen Nakit Vakıf Sertifikalarıdır.
Bireyler; Nakit Vakıf Sertifikaları satın alarak para bağışlayabilirler ve hesap açabilirler ve
hesap sonsuza kadar açık kalır. Bu sertifikalardan ortaya çıkan fonlar farklı kar amacı güden yatırımlara yatırılır. İcatlardan tahakkuk eden karlar; fakirliğin önlenmesi programlarına kaynak
sağlamak için kullanılmalıdır.
_ 200 _
Ashahadu ASALI
Vakıf kurucusunun ayrıca hesabın karlarının kullanılacağı amacı belirleme opsiyonu olabilir.
Nakit Vakfı Sertifikaları; fakirlik ile mücadele etmenin ilginç bir yöntemidir ve bu model
Endonezya ve Gana dahil olmak üzere çok çeşitli ülkelerde kullanılmıştır. Sosyal yatırımı arttırır, hayırseverliği kanalize eder, finansmana erişimi geliştirir, SME büyümesini dürtükler ve
bankacılık, etki yatırımı, toplumsal finansman ve hayırseverliği entegre eder. Yapıda daha da
fazla gelişme olduğunda Nakit Vakıf Sertifikaları; etkin sosyal sermaye piyasası içerisinde büyük çapta kullanılan araçlardır.
Eğitim İşletmeleri İçin Vakıf
Yukarıda belirtildiği şekilde eğitimin olmaması; Zimbabwe’de halkı etkileyen başka bir toplumsal rahatsızlıktır ve konu Müslüman topluluklara gelince daha da kötüleşmektedir. İnsanların üniversitelerde ve teknik yüksekokullarda para yetersizliğinden ve lisede çok iyi notlar
almasına rağmen rehberlik olmadığından daha üst çalışmalara devam edemediği çok sayıda
örnek bulunmaktadır. Vakıf fonlarının uygun bir şekilde yönetilmesi ve karlı girişimlerin üstlenilmesi ile birlikte fonlar çeşitli öğrencileri destekleyecek sürekli eğitim için kullandırılabilir.
Bu; ırka, dine ve kültüre bakmadan çeşitli arka planları olan öğrencilere yardım etmede alınan
uzun yol olacaktır. Nüfusun büyük kısmı yoksulluk içinde olduğundan dolayı fakirliğin pençesinden kurtulmanın tek yolu ulusu güçlendirecek uygun eğitimden geçer. Modern disiplinlerde verilen eğitim ile birlikte kişilerin kendi yaşam standartlarını yükseltecek karlı istihdamlar
elde etmeleri kolaylaşacaktır. Eğitim ile ilgili projeler için vakfa yatırım yapmak da ayrıca İslam
Kalkınma Bankası Bursu programı gibi diğer bursları, Zimbabwe Başkanlık bursu ve Türkiye –
Afrika bursu gibi hükümet burslarını da destekleyecektir.
Vakfın sağladığı burslardan mezun olan kişiler de kendileri vakıf kurarak ve kariyer rehberliğinde ve yönetim programlarında gönüllü işler yaparak bursun sürekli işlev göstermesine
katkıda bulunmaya motive edilmelidir.
Zimbabwe’nin Afrika’da en iyi okur-yazarlık oranına sahip olduğu öne sürülse bile okur-yazarlık sadece okuma ve yazma yeteneğidir ve yüzyılımızda ise odaklanılan konu; Güney Afrika’da eksik olan beceri ve bilimsel gelişme elde etme yeteneğidir. Bu yüzden vakfa bağlı eğitim projelerinin esas olarak bilimsel eğitimin geliştirilmesine odaklanmalıdır.
Sağlık Vakıfları
Yeterli sağlık erişimi; ulusun önlenebilir hastalıklardan arındırılması için ulus açısından son
derecede önem taşıyan bir husustur. Hastalıkları olmayan bir toplumun daha yüksek ortalama
ömrü olacaktır ve sonunda zenginleşecektir. Bunun için vakıf ve hayırseverlik; sıradan vatandaşların erişebileceği hastanelerin ve sağlık merkezlerinin inşa edilmesine kanalize edilebilir.
Vakıf yoluyla ve sağlık çalışanlarına gönüllülüğü katarak doktorlar ve hemşireler için eğitim
sağlanabilir. Doktorlar ve hemşireler; belli başlı aralıklarda mobil klinikler kullanarak uzak alanlara hizmetlerini gönüllü olarak götürebilirler. Bu; alternatif hayırseverlik şekli olarak pek çok
kişinin sağlık tesislerine erişmesine yardımcı olacaktır.
_ 201 _
Toplumsal ve Ekonomik Problemlerle Mücadelede Vakıf Kuruluşlarının Rolü: Zımbabwe ve
Diğer SADC Ülkeleri İçin Statü ve İlerleme
Belediyeler
Yolların, temiz suyun ve sıhhi tesislerin sağlanması gibi belediye hizmetleri; vakfın ve hayırseverliğin sosyal ve ekonomik problemlerin önlenmesine yardımcı olacak alanlardan bazılarıdır. Güney Afrika’daki kasabalar ve şehirler genellikle koloni döneminde sadece küçük bir
nüfus için inşa edilmiştir. Kırsal – kentsel göçlerden dolayı kasabalar aşırı derecede kalabalık
olmuştur ve artık su kaynağı yetersiz olmuştur; bu da belediyelerin bu hizmetleri paylaştırmalarına neden oldu. Belediye hizmetlerinin sağlanması için mega-vakıf projesinin bulunması
toplumun yaşam standartlarını geliştirmiştir.
Vakıf İçin Kaynak Sağlama
İnsanların vakfa ve gönüllülük projelerine katılmalarını sağlayabilecek başka bir önemli
program ise kitle fonlamasının kullanılmasıdır. Kitle fonlaması; mektup, sosyal ağ, web veya
mobil para transfer sistemleri yoluyla küçük bağışlar talep etme şeklinde tanımlanabilir. Bu
fikir; insanların $100, $50 ve hatta $25 vermek yerine hoşlandıkları bir şeyi desteklemek için
bir veya iki dolar bağışlayabilecekleri düşüncesine dayanır. Büyük sayılarla çalışıldığında kitle
fonlaması ile çok büyük oranlarda para toplandığını görebiliriz. 2012 nüfus sayımlarına göre
12 milyon nüfusu olan Zimbabwe’de böyle bir canlı projeyi başlatmak topluluk liderlerinin ve
bireylerinin görevidir. Bağışlayan paralar çok fazla olmayacağı için insanlar; yararlı araçlar için
biriktirme kültürü benimseyeceklerdir ve böyle vakfı sadece zenginlerle sınırlandırmayarak
hem fakirlerin hem de zenginlerin katılım alanını genişletecektir.
Dr. Adi Setia (2009); vakfın kurulduğu topluma yarar sağlayan bir standardı olduğunu öne
sürmesine rağmen günümüz koşullarında vakıflar diğer ülkelerdeki fakir alıcıların da yararı
için kurulabilmektedir. İki kutsal cami olan Mekke ve Medine’nin fakirlerine ve muhtaç olanlarına yarar sağlamak için kurulan Osmanlı Cezayir al-Haramayn vakfını örnek verdi. Bundan
dolayı Güney Afrika’daki vakıf idarecilerinin ve hayırseverlerin; pek çok vakıf projesini zengin
ülkelere aktarmak için benzer görüşleri olan bireyler ve kuruluşlar ile ortak olmalıdır. Açıkça
Afrika’daki fakir ülkelerdeki alıcılar; vakfın ve hayırseverliğin globalleştirilmesinden yarar sağlayacaklar ve böylece sosyal ve ekonomik problemlerin hafifletilmesine yardımcı olacaklardır.
VAKIF KURUMLARININ STRATEJİK YÖNETİMİ
Vakfın gönüllü yapılan iş olmasına rağmen eğer yönetimi garanti altına alınmazsa ve yönetiminde ve idaresinde paradigma geçişi olmadığı sürece sosyo-ekonomik problemlerin azaltılması hedefi hayal olarak kalmaya mahkumdur. Günümüz vakıf ve hayırseverlik etkinleri; en
iyi sonuçları elde etmek için modern uzmanlık kullanılarak yönetilmelidir. Modern vakıfların
geliştirilmesi hakkında UN HABITAT şöyle der:
‘Hayır kurumunun (vakıf) rolüne şu anda yeniden biçilen değer; geçmişteki hatalardan ders
çıkarmak ve modern yasal ve idari çerçeve oluşturma açısından fırsatlar sunmaktadır. Bazılarının
öne sürdüğü gibi İslami vakıf ilkelerinin ve modern yönetim tekniklerinin kesişme noktası olan
klasik İslami içtihadının tanıdığı kişisel akıl yürütme sonucu neden yeni müdahale edici vakıf
doktrinin ortaya çıkmadığına dair bir sebep yoktur. Hayır kurumu (vakıf) Kur’an’da belirtilen bir
_ 202 _
Ashahadu ASALI
oluşum olmadığından Devletlerin kendi çıkarlarına göre geçmişte yaptığı gibi yaratıcı yoruma
ve değişikliğe çok daha kolay tabi olabilir. Bu tartışma konusu; bilim adamları arasında çok fazla
ele alınmaktadır ve hayır kurumu (vakıf) ile ilgili klasik kurallar inceleme altındadır.’ (UN HABITAT).
Müslüman topraklarının kolonileştirilmesi ve halifeliğin indirilmesi; vakıf kurumlarının gelişmesine ve başarılı olmasına olumsuz etki yaratığı doğrudur. Yirmi birinci yüzyılda bu kurumların geliştirilmesi ve yönetilmesi özellikle Müslüman azınlığı olan ülkelerde modernleştirilmelidir. Vakıf kurumlarının başarılı olması için aşağıdaki öneriler uygulanmalıdır.
Mütevelli ve Nazır Kurulu
Vakıf yönetiminden sorumlu olan mütevelli / nazır kurulu; farklı yetenekleri bir araya getiren beceri sahibi bireylerden meydana gelmelidir. Bunlar; avukat, muhasebeci, toplumdaki
etkili kişiler, doktorlar, mühendisler, yararlanıcılar (çünkü bu kişiler, belli başlı problemlerden
etkilenen ve çözümünde dahil edilmesi gereken kişilerdir) ve vakıf projelerinin çalışanları olmalıdır.
Rapor Etme ve Hesap Verebilme Konuları
Uygun kurumsal yönetişim konuları vakıf kurumlarının sürdürülebilirliğini sağlayacak şekilde ele alınmalıdır. Finansman muhasebe ilkeleri; vakıf raporları ile tutarlı olacak şekilde benimsenmeli ve deneyimli danışmanlar tarafından yıllık bağımsız denetimler yapılmalıdır. Bunlar;
mevcut ve gelecek vakıf paydaşlarının güveninin kazanılmasını sağlayacaktır.
Eğitim ve Gelişme
Vakıf idarecilerinin sürekli eğitilmesi ve geliştirilmesi; yıllar boyu çeşitli vakıfların yönetiminde yer alarak deneyim elde eden Güney Afrika vakıf kurumu olan İslami Kalkınma Bankası
ve AWQAFSA’ nın uzman birimi İslami Araştırma ve Eğitim Kurumu (IRTI) gibi kuruluşlardan
elde edilen teknik yardımla uygulanmalıdır. Personele sağlanan eğitim ve öğretim; paydaşların beklentileri ile tutarlı bir uyumu kolaylaştıracak yetenek, beceri ve bilgilerinin sürekli geliştirilmesini sağlayacaktır.
Strateji ve Risk Yönetimi
Risk yönetimi kavramı; temel hizmet sunma ilkeleri olarak kamu hizmeti açısından yeni bir
şey değildir. Awqaf kuruluşları; kamu yararına olacak ürünleri veya hizmetleri sağlama konusunda kurucularına /vakfedenlere bağlıdır. Hiçbir kuruluşun risksiz bir ortamda işlev gösterme
gibi bir lüksü olmadığı için hayırsever kurumlar da söz konusu hizmetlerin ve ürünlerin üretilmesinde ve sağlanmasında yapısında olan risklerle karşılaşmaktadır. Paydaşlar bunu anlar;
ama vakıf kurumlarının gereksiz risk almadan işlev göstermelerini beklerler. Diğer bir ifadeyle
paydaşlar; ihtiyatlı yönetim eylemleri ile saptanması ve önlenmesi gereken risklerin neden
olduğu değer erozyonuna karşıdırlar. Evkaf kuruluşunun ortamı; birkaç tanesine değinecek
olursak, kapasite yetersizliği, uzun karar verme süreleri, sınırlı kaynaklar, rekabet etme hedefleri ve yatırım kaynakları gibi kendisine özgü zorluklarla doludur. Söz konusu dinamikler; vakıf
yönetiminin omzuna ekstra risk yönetimi yükünü bindirmektedir.
_ 203 _
Toplumsal ve Ekonomik Problemlerle Mücadelede Vakıf Kuruluşlarının Rolü: Zımbabwe ve
Diğer SADC Ülkeleri İçin Statü ve İlerleme
Risk yönetimi; olumsuz çıktıları en aza indirgeyerek kurumun başarı beklentilerini arttıran
yönetim aracıdır. Kurumlar gerçekçi hedefler koyduğunda, uygun stratejiler geliştirdiğinde,
bunlarla ilişkili içgüdüsel riskleri ve uyun maliyet ilkeleri esas alınarak bu riskleri yönetmeye
yönelik doğrudan kaynakları anladığından değer maksimize edilir. Yüksek performans gösteren kurumlar içerisinde risk yönetimi; bir opsiyondan çok stratejik açıdan bir zorunluluktur.
SONUÇ
Vakıf kuruluşlarının ve ilişkili hayırsever etkinliklerinin etkili bir şekilde yönetilmesi; Zimbabwe’yi ve Güney Afrika Kalkınma Topluluğu içindeki diğer ulusları etkileyen sosyal ve ekonomik sıkıntıların giderilmesine yardımcı olacaktır. Günümüz dünyasında kamu yararına işleri
sağlama görevi hükümetlere bırakılmış olsa bile bu ülkelerdeki hükümetlerin milli bütçeleri
sınırlıdır ve bu da onların kamunun refahını tam olarak sağlayamamalarına neden olmaktadır. Alternatif olarak, aynı yararlar, özel sektör tarafından da sağlanabilir, ancak bunlar ekstra maliyet gerektirir ve onların da bunlar için ödeme yapacakları araçları olmadığından fakir
toplumlar tarafından tüketilmeleri zorlaşmaktadır. Bundan dolayı vakıf ve hayırsever kurumlar; hükümetin büyük çapta ulusal güvenlikle ilgili konulara ve vergi toplamaya odaklandığı
Müslüman topraklarında tarih boyunca görüldüğü gibi hükümetin bu yararları ve hizmetleri
sağlama çabalarını arttırabilir.
_ 204 _
3,21((5,1*3+,/$17+523<
<($56
0DUW\Q(9$16
&DUQHJLH8.7UXVW6&27/$1'
It is a privilege to be here in your wonderful country. It is also a great privilege to work for
foundation. I am going to very take it through the lessons we have learned over the years. We
were founded by Andrew Carnegie; at the time the richest man in the world. In fact he was so
rich. He was richer than the current 6 richest people in the world and he gave all his money
away to foundations. Those foundations have 22 of them in America and in UK. Something
that we are particularly proud of in Trust is the role charter. Role charter is something given
by the Monique of UK. It has been given for 500 years. It is near 1000 organizations being
given a role charter. So it is particularly privileged that we have to take it very seriously.
Remix is limited to United Kingdom. And I put the 4 countries of the United Kingdom up here
because actually it is quite a challenge for our trustees to address the remit within a country
that has been very divided in parts. The statue is a statue of northern art while you realize
it has been welfare between the communities for 30 years. Our focus is on well-being. Now
as a previous speaker said, that is a very wide focus. And the angroconic is set our trustees
promote the wellbeing of the people of the United Kingdom. Because it is so widespread
and so challenging, our Trust takes a five way view. Every 5 years, it reviews what is done,
sometimes making very strong changes. We have an approach which has been mentioned
today, which is about an asset model, not a deficit model. We try to find things which people
and communities have and invest in those rather than find out what they don’t have and give
them to that community. So that micro funding, an asset which may be a leader or people, it
may be energy, it may be land. And we try to build on that. Not to what it demonstrates what I
mean. We are best known in UK for the libraries that we build. We have built 600 libraries. And
in the United Kingdom, there are over 2500 public libraries around the world. Then an example
of the partnership. We never said “here is a library and here is how to run it”. We said “if you are
willing to run this library, we will build it for you”. So we will provide a capital for the library if
you provide the books and the people to do so. And most of these libraries are still growing
all those years later. This is another picture about what we see as our role in society. We are
of course independent from government. But we are not entirely separate from government.
If we want to do something in foundations, we do want to do something experimental. If it
works, somebody has to bring it to scale. Somebody has to say that is a good idea, we will do
more of that. If trust in government is broken, it is difficult for foundations to bring successful
projects to scale. And I file since 2008 that there has been a reduction in trusting governments
_ 205 _
Pioneering Philanthropy, 100 Years
certainly in the OECD countries. So very briefly, then what is the attitude of our trust? Broad
experimentation, thoughtful partnership and not seeking impact. So let’s briefly explain each
one of those. Broad experimentation. We can afford to lose money. What we cannot afford to
lose is our reputation. So when we go to something which we said experimental is often a
reputation putting on the line. And this is a lodge in the hardness of Scotland which is refused
to be in a large number of places in UK. Because what I arrived here was, if you wanted to
encourage the local people for going into devotedness, you have to have some way that
could be in fine. Often they didn’t have a car, they relied on public transport they will be there
for longtime. So we eventually got permission to build this with a great deal of opposition. It
is extraordinarily successful for a large should be relocated around many other parts of the
United Kingdom. Partnership, you may have read in the papers, I don’t know if you have, that
we have had a profile problem with our media in UK. We had a newspaper closed because of
its illegal activities. Partnership that we found a very respectful journalist with John Lakins,
the head of BBC and we worked with him to find a program on better journalism. To try to
improve the degree of journalism in the UK. That is a very long term project. And in terms of
impact, what I mean by this is that I wouldn’t want to run on a private company to say what is
your purpose. My purpose is to make profits. But that I want to run a foundation, I say what is
your purpose? My purpose is to make impact. Running a company, the purpose is the service
you provide, the thing you manufacture. If it is good enough, you make good profits. If we
are good enough in our ideas we have impact and this is an example. We found thousands of
playing fields around the UK. First one is in 1946. If we had a very short term impact, we might
after 5 years, how many children played in your playing field? How many people walked their
dogs in that playing field? We took a very long term view about playing fields. And 60 years
later you can see the value of that open scape in village or thousands like this around UK.
We couldn’t get after looking at it or seeking immediate impact at all. We have a policy cycle
in our organization we have talked of. We write commission reports, we take commission to
think about an issue. And we go through a process of decision making and testing issues. I will
give you one example of this. To bring together everything I said, within the UK what we have
a serious problem in our towns. Our town centers are dying. That is because we have very
successful out of town shopping centers. So within the towns there are lots of broader shops
and no economic life. So looking at our process, what we try to do? We firstly commission
the report we served us help to write about trying to analyze the problem and where would
the asset be which we could invest in? We had endless meetings. I am afraid if you work in
a foundation, you do tend to go far too many meeting. But sometimes it is necessary. And
what we focused on an idea could test them. When we would try to utilize the asset of young
people’s entrepreneur skill and energy, let’s say could those young people be the future of
our times? Could we find a way linking their commercial energy to solve a social problem?
We opened a competition in UK we invited people to come to open a competition 500 which
are 10 of the best ideas. And you have some of them before you here. And we asked them to
open for a week in our town a work throughout week of what is happening with the business
with banks, give them a large amount of support. And what we had as a result was this test
idea, and I think what this demonstrates is that 02:20:40. What I say philanthropy brings with
_ 206 _
Martyn EVANS
our experience of philanthropy; it brings three Ts. and often the second two are forgotten.
The first of course is Treasure, money. We do bring money. Most of people who want to speak
to me and many of you who run foundations want to speak to you about the money that you
have. But the second thing we bring and I think we bring that not to those who are thinking,
we give other people time to bring this thought. There is lots of thought for people out there,
there is complex problems in the 21st century they can’t be resolved by any one organization.
So the thought we can pay for, we can convene together. But the third most important thing
that we bring and others bring is time. We bring the time so that things come to permission.
And we give people time to work through their experiments. If you add those three things
together you eventually get impact and that is what I think the philanthropy formula is. That
is a beautiful building in a park which Andrew Carnegie brought for the people of Down
Fermant. And there is my e-mail address. I would like to hear from any of you who would like
to hear more about our work or work with us in the future. Thank you for your time.
_ 207 _
HAYIRSEVERLİĞE ÖNCÜLÜK, 100 YIL
Martyn EVANS
Carnegie UK Trust – İSKOÇYA
Sizin muhteşem ülkenizde olmak büyük bir ayrıcalık. Bir vakıf için çalışmak da büyük bir
ayrıcalıktır. Yıllar boyunca edindiğimiz derslerin arasına dalacağız. Vakfımız o dönemlerde
dünyanın en zengin adamı olan Andrew Carnegie tarafından kuruldu. Aslında o kadar zengindi
ki dünyadaki şu anki en zengin 6 insandan da zengindi ve tüm parasını vakıflara verdi. Bu
vakıflardan Amerika’da ve Birleşik Krallık’ta 22 tane var. Vakıfta özellikle gurur duyduğumuz
şey; kraliyet imtiyaznamesidir. Kraliyet imtiyaznamesi; Birleşik Krallık Monarşisi tarafından
verilen bir şeydir. 500 yıldır verilmiştir. Bu kraliyet imtiyaznamesinin verildiği yaklaşık 1000 tane
organizasyon vardır. Bundan dolayı, bu işi çok ciddiye alma konusunda ayrıcalıklı durumdayız.
Yeniden karışım; Birleşik Krallık ile sınırlıdır. 4 Birleşik Krallık ülkesini de buraya koydum. Çünkü
aslında bölümlere ayrılmış bir ülkede yaşayan kişilere hitap etmek mütevellilerimiz açısından
oldukça zor bir iş. 30 yıl boyunca topluluklar arasındaki refah olduğunu fark ettiğinizde
yönetmeliğin; kuzey çalışması yönetmeliği olduğu görülür. Odaklandığımız nokta refah
seviyesidir. Daha önceki konuşmacının da belirttiği gibi bu çok geniş bir alandır. Ve bizim
hedefimiz; mütevellilerimizin Birleşik Krallık halkının huzurunu arttırmak için çalışmasıdır. Çok
geniş ve çok zor olduğundan dolayı vakfımız 5 farklı bakış açısını esas alır. Her 5 yılda bir ne
yapıldığını gözden geçirir; zaman zaman çok güçlü değişiklikler de yapar. Bugün de değinildiği
gibi açık hesap modeli olmaktan ziyade aktif modeli ile ilgili bir yaklaşımımız var. İnsanların
ve toplulukların sahip olmadıklarını ve o topluluğa vermediklerini bulmaktan çok neye sahip
oldukları ve yatırım yaptıkları şeyleri bulmaya çalışıyoruz. Bunun için aktif olan mikro fon
sağlama; lider veya kişiler olabilir; enerji olabilir; ödünç para olabilir. O her neyse onun üzerine
yapılanmaya çalışıyoruz. Bizler Birleşik Krallık’ta inşa ettiğimiz kütüphanelerle tanınıyoruz.
Birleşik Krallık’ta 600 tane kütüphane inşa ettik. Tüm dünyada 2500’ün üzerinde kamuya açık
kütüphane vardır. Bu da bir ortaklık örneğidir. Asla ‘işte kütüphane, buyur yönet’ demedik.
Dedik ki ‘bu kütüphaneyi çalıştırmak istersen senin için yapacağız’. Bunun için insanlara
kitapları sağlarsan ve onların kitaplardan yararlanmalarına yardımcı olursan sana kütüphane
için sermaye vereceğiz. Ve bu kütüphanelerin büyük bir kısmı üzerinden yıllar geçse bile hala
büyümektedir. Bu; toplumda rolümüz olarak gördüğümüzün başka bir resimdir. Elbette ki
hükümete bağlı değiliz. Ancak tamamıyla hükümetten bağımsız da değiliz. Vakıflarla ilgili bir
şey yapmak istediğimizde deneysel bir şey de yapmak istiyoruz. Eğer işe yararsa birileri bunu
belli bir dereceye kadar getirmek zorundadır. O kişi; bu güzel fikir, bunu geliştireceğiz demeli.
Hükümete duyulan güven bozulursa vakıfların başarılı projeleri belli bir seviyeye çıkarmaları
çok zor olur. Ve güven sağlayan hükümetlerde ve özellikle de OECD ülkelerinde 2008
yılından bir azalma olduğunu fark ediyorum. Bu yüzden kısaca bahsetmek isterim, vakfımızın
yaklaşımı nedir? Geniş deneme, düşünceli ortaklıklar ve etki peşinde koşmama. Bunların her
_ 208 _
Martyn EVANS
birini kısaca açıklayalım. Geniş deneme. Para kaybetmeyi göze alabiliriz. Kaybetmeyi göz
alamadığımız şey itibarımızdır. Bu yüzden deneysel dediğimiz şeyler aslında yoluna sokmak
istediğimiz ünümüzdür. Ve bu; Birleşik Krallığın pek çok yerinden olmayı reddeden İskoçya’nın
sertliğinden kaynaklanır. Burada vardığım nokta, yerli halkın bağlılığını teşvik etmek isterseniz
bir şekilde yolunda iyi giden bir şeylerin olması gereklidir. Genellikle, onların arabası yoktur;
toplu taşımayı kullanırlar ve orada uzun süre bekleyecekler. Bu yüzden, çok sayıda itiraza
rağmen bunu inşa etmek için sonunda izin alabildik. Bir vakfın Birleşik Krallığın pek çok diğer
kısımlarında bulunması olağanüstü bir başarıdır. Ortaklık konusuna geldiğimizde, bilmiyorum
gazetelerden okudunuz mu, belki okumuşsunuzdur, Birleşik Krallıkta medyamızla ilgili profil
problemi var. Yasadışı etkinliklerinden dolayı gazetemiz kapatıldı. Ortaklık olarak BBC’nin
başkanı olan John Larkin ile çok saygıdeğer bir gazeteci bulduk ve Birleşik Krallık’ta gazeteciliğin
derecesini geliştirmeye çalışma amacıyla daha iyi gazetecilik ile ilgili bir program bulmak için
onunla çalıştık. Bu uzun vadeli bir projedir. Ve etki açısından, bundan kastım; amacınızın ne
olduğunu söylemek için özel bir şirket çalıştırmak istemeyeceğimdir. Benim amacım kar elde
etmek. Ama bir vakıf yürütmek istediğim için senin amacın ne diye soracağım. Benim amacım
etki yaratmak. Şirket çalıştırdığınızda amacınız sağladığınız hizmet, imal ettiğiniz şeydir. Yeteri
kadar iyi ise iyi kar elde edersiniz. Eğer fikirlerimiz yeteri kadar iyi ise etki yaratırız ve bu bir örnek
olur. Birleşik Krallık’ ta binlerce oyun alanı kurduk. Bunlardan bir tanesi 1946 yılında kuruldu.
Çok kısa vadeli etkimiz olsaydı 5 yıl sonra oyun alanınızda kaç çocuk oynadı ? O oyun alanında
kaç kişi köpeklerini gezdirdi diye sorardık. Biz oyun alanları ile ilgili çok uzun vadeli düşündük.
60 yıl sonra bir köyde açık bir alanın veya Birleşik Krallığın tamamında bunun gibi binlercesinin
değerini görebilirsiniz. Kuruluşumuzda üzerinde konuştuğumuz konuyla ilgili bir politika
döngümüz vardır. Komisyon raporları yazarız, bir konu hakkında düşünmek için komisyon
alıyoruz. Ve karar verme ve test etme süreci ile devam ediyoruz. Size bununla ilgili bir örnek
vereceğim. Dediğim her şeyi bir araya getirmek için, Birleşik Krallık sınırları içerisinde ciddi
bir problemimiz var. Şehir merkezlerimiz ölüyor. Bunun nedeni, şehir dışında bulunan büyük
alışveriş merkezleridir. Bu yüzden şehir içerisinde daha geniş dükkanlar var; ama ekonomik
yaşam yok. Sürecimize bakacak olursak biz ne yapmaya çalışıyoruz? İlk önce problemi ve yatırım
yapacağımız aktifi nerede kullanacağımızı analiz etmeye çalışırken yazmamıza yardımcı olan
raporu onaylıyoruz. Çok sayıda toplantımız olur. Korkarım, bir vakıfta çalışıyorsanız çok sayıda
toplantıya gitme olasılığınız vardır. Ama bazen gerekli de oluyor. Ve odaklandığımız fikri test
edebiliriz. Genç kişilerin girişimcilik becerilerini ve enerjilerini kullanmaya çalıştığımızda, ne
diyelim, bu gençler geleceğimiz olabilir mi? Onların sahip oldukları ticari enerjiyi bağlayacak
bir yol bulup toplumsal sorunu çözebilir miyiz? Birleşik Krallık’ ta bir yarışma açtık. İnsanları; en
iyi 500 içerisinden en iyi 10 fikri bulacak bir yarışmaya katılarak dükkan açmaya davet ettik. Ve
onlara şehrimizde bir haftalığına dükkan açmalarını söyledik; onları büyük oranda destekledik.
Ve sonunda ortaya çıkan test fikriydi ve bu da 02:20:40’ın gösterdiği şeydi, bence. Şunu
_ 209 _
Hayırseverliğe Öncülük, 100 Yıl
demek istiyorum ki hayırseverlik bize hayırseverlik deneyimi getirdi. Bize üç şey kazandırdı.
Ve genellikle son ikisi unuttuğumuz şeylerdi. Birincisi, elbette ki hazine, para. Para getiriyoruz.
Vakıf çalıştıranlardan benimle konuşmak isteyen insanların çoğu; sizinle sahip olduğunuz
para hakkında konuşmak istiyor. Ama getirdiğimiz ikinci şey ve bence bunu düşünen kişilere
getirmedik; diğer kişilere bu fikir hakkında düşünmeleri için zaman verdik. Orada insanlar
için çok sayıda düşünce var; herhangi bir kuruluş tarafından çözülemeyen karmaşık 21’inci
yüzyıl problemleri var. Bunun için ödeme yaptığımız düşünceyi, bir araya getirebiliriz. Ancak
üçüncüsü ve getirdiğimiz en iyi şey diğerleri için zamandır. Vaatler verilmesi için zaman getirdik.
Ve insanlara deneyleri üzerinde çalışmaları için zaman verdik. Bu üç şeyi birbirine eklerseniz
sonunda etki elde edersiniz ve bence bu da hayırseverliğin formülüdür. Bu; Down Fermant
halkı için Andrew Carnegie’nin getirdiği bir park içerisinde güzel bir bina. E-posta adresimi de
sizlere paylaşıyorum. İşlerimiz hakkında bilgi edinmek ve gelecekte bizimle çalışmak isteyen
sizlerden haber almak isterim. Zaman ayırdığınız için teşekkürler.
_ 210 _
'ÖQ\D¶]HULQGH
)DUNOÜ%ÐOJHOHUGHNL
9DNÜIODUÜQ8OXVDO
YH8OXVODUDUDVÜ
)DDOL\HWOHUL
2WXUXP
2WXUXP%DüNDQ×
3URI'U/HVWHU6$/$021
.DW×O×PF×ODU
$QGUHZ%52:1
=HLQRXO$EHGLHQ&$-((
$QWRQLR1,&2/(77,
5DIIDHOH9,78//,3DROR0217(08552
_ 211 _
_ 212 _
7+(&+85&+&200,66,21(56$1'
7+(,5&2175,%87,21727+(&+85&+
2)(1*/$1'
$QGUHZ%52:1
&KXUFK&RPPLVVLRQHUVIRU(QJODQG(1*/$1'
The Church Commissioners for England have a long history. They were formed in 1948
through merging Queen Anne’s Bounty, a Parliamentary Charity founded in 1704, and
the Ecclesiastical Commissioners, a Church charity set up in 1836. They were both historic
charitable foundations whose objectives were to help support the ministry of the Church of
England. Bringing them together was a logical development. The Commissioners’ mission is
still to support the work of the Church of England, especially in areas of need and opportunity.
Some of this wording is taken from one of the founding trusts in 1840.
There are 33 Church Commissioners who act as Trustees, including the Archbishops of
Canterbury and York, four bishops, three clergy and four lay-members from General Synod
(the Church of England’s ‘parliament’), two cathedral deans and others appointed by both the
Church and the Crown. These include six state office holders of which the Prime Minister and
the Lord Chancellor are two.
In total, the Commissioners manage a current investment portfolio worth £5.5 billion
(end 2012) held in a multi-asset portfolio. It is managed with the objective of achieving longterm investment returns of at least inflation plus 5% per annum, measured over rolling 10
year periods. The Church is keen to receive financial support which is sustainable. We try to
increase the amount at a level which reflects earnings rather than price inflation as most of
the financial support is used to meet salaries and other employment related costs. We operate
an Ethical Investment Policy, restricting investment in certain sectors (pornography, tobacco,
alcohol, and defence). However, rather than being purely restrictive, the policy encourages
active engagement with businesses where investments are held to encourage good practice
and sustainable behaviours. Discussions are held with a number of companies, from some of
the largest to some of the smallest, over matters of concern. These have included governance,
human rights, and supplier policies. As shareholders, we engage with businesses at a very
senior level and do not act as either campaigners or as a pressure group.
The Commissioners have power from both the Church and State parliaments to fund their
pension expenditure from capital. This means the actual amount of the capital is reducing
over time; the length of time of the pension liability the Commissioners are responsible for.
We expect to be meeting this pension liability for the next fifty or sixty years. This power to
spend capital has to be renewed every seven years.
_ 213 _
The Church Commissioners and Their Contribution to the Church of England
The investment portfolio is very well diversified across a wide range of investment
assets. 43% is held in UK and global equities. Examples of multinational companies where
the Commissioners hold shares include Shell, HSBC, Vodafone, Roche and Unilever. The
equity portfolio is all externally managed under mandates offering different investment
styles or types. For example, some managers focus on large or small companies, while others
are country specific. Managers are chosen who we believe will manage the portfolio well,
achieving sustainable returns which meet our performance requirements and are able to
adopt the ethical policy.
About fifteen percent of the portfolio is held in Alternative Strategies. These include
Hedge Funds, Absolute Return Funds, Infrastructure and Timberland. With regards to the final
item, the Commissioners have recently acquired sections of forest in Scotland, and in the US
north-west, north-east and southern states. Timber is a commodity that has the advantage
of being linked into a number of industries (construction, paper and consumer durables), is
sustainable and displays low volatility of returns.
Some 32% of the portfolio is held in Real Estate. This is a very high percentage relative
to other investors based in the UK. It comprises commercial, residential, rural property and
includes strategic land; land that is currently farmed but planning consent is being sought
for an alternative and more valuable use. The Commissioners also invest in a number of
investment partnerships with like minded investors to obtain exposure to real estate assets
or markets that they could not access on their own, i.e. large shopping centres, or overseas
assets (Asia, Japan, Scandinavia and Eastern Europe). Most of these investments are in the
form of partnerships.
The remaining 10% of the portfolio is held in cash and different credit strategies. Having
both pension and in perpetuity endowment responsibilities, we avoid investing in Gilts
and Bonds which traditionally underperform equities, alternative strategies or real estate –
commonly called growth or risk assets which perform better during times of inflation. We seek
to reduce the risk in the portfolio through wide diversification of asset classes. The relative
high weighting in cash also enables us to meet our expenditure without having to sell assets,
possibly into a depressed market. No investor wants to be forced to do this.
Turning now to the purposes to which the £207m (2012) the Church Commissioners make
available to the Church was distributed. The majority (£120 million) was paid to retired clergy
by way of a pension. The Commissioners pay the pension for service given by clergy up until
the end of 1997. Subsequent years are covered by a separate scheme managed by a different
trust, the Church of England Pensions Fund, funded through on-going financial contributions
from the dioceses. Some £40 million was made available last year to the poorer dioceses to
help them pay their clergy stipends. Of the 43 English dioceses, some 32 received financial
support. Its distribution is determined by a formula which takes into consideration wealth,
area, number of priests and church buildings. The Commissioners also provide money to
encourage individual parishes to grow the churches mission and make a difference. Finally,
they make money available to fund specific projects aimed at growing the church in some of
the very poor and disadvantaged parts of England.
_ 214 _
Andrew BROWN
Another one of the Church Commissioners’ responsibilities is to fund the work of both
Archbishops, Canterbury and York, and all of the English bishops. This will be to cover all of
their working costs and, for the 41 diocesan bishops, we own and pay for the running costs
of their houses which form their home, place of work and contain a chapel. Some are historic
buildings. Finally, we help support the work of the cathedrals by paying the stipend of the
dean and two canons who assist in the work. We also provide grants to help the poorer
cathedrals to support the pay to employ some staff to help the cathedral with its work. This
might be education, music or visitor ministries.
Two other forms of support for the national Church are provided by the Commissioners.
Firstly, they run the clergy and pension payroll ensuring all clergy and pensioners are
paid properly and on time each month. Secondly, the Commissioners are required by law
to seek to ensure that all proposals to reorganise parishes are done fairly, having taken
into consideration the views of those who live nearby or who otherwise have an interest.
Sometimes such proposals will result in a church being closed and, if so, they ensure that
such closure proposals are considered properly and fairly, and suitable alternative uses are
found for the building wherever possible. The meetings are held in public and local people
can speak either in favour or against such a proposal.
As a charity, the focus of the Church Commissioners for England is managing the historic,
financial resources of the Church of England to support her work in every community in the
country with a focus on ‘need and opportunity’. In total, the financial support provided by
the Commissioners represents 15% of the cost of running the Church of England. The vast
majority is paid for by regular worshippers.
_ 215 _
KİLİSENİN TEMSİLCİLERİ VE İNGİLİZ KİLİSESİNE SAĞLADIKLARI KATKILAR
Andrew BROWN
İngiltere Kilisesi Temsilciliği – İNGİLTERE
İngiltere Kilisesi Temsilcilerinin çok eskilere dayanan bir geçmişi vardır. Bunlar; Kraliçe
Anne’ın Bounty’si, 1704 yılında kurulan Parlamento Hayır Kurumu ve 1836 yılında kurulmuş
kilise hayır kurumu olan Ecclesiastical (eklesiyastik) temsilcileri bir araya gelerek 1948 yılında
oluşturulmuştur. Bunlar; İngiliz Kilisesi Bakanlığına destek vermeyi hedefleyen tarihi hayır
vakıflarıdır. Bunları bir araya getirmek mantıklı bir gelişmedir. Temsilcilerin misyonu hala başta
ihtiyaç ve fırsat alanları olmak üzere İngiliz Kilisesinin çalışmalarını desteklemektir. Bu sözlerin
bazıları 1840 yılında trustların bir tanesinden alınmıştır.
İngiltere Kilisesinin Başpiskoposluğu ve York Başpiskoposluğu, dört piskoposluk, Genel
Kilise Meclisinden (İngiliz Kilisesi Parlamentosu) üç papaz ve dört mürit, iki katedral başrahibi
ve hem kilise hem de kraliyet tarafından atanan diğer kişiler dahil olmak üzere mütevelli
sıfatıyla hareket eden 33 kilise temsilcisi vardır. Bunların içerisinde iki tanesi Başbakan ve
Lordlar Kamarası Başkanı olmak üzere altı devlet görevlisi vardır.
Toplamda temsilciler; çok varlıklı portföy içerisinde tutulan 5.5 milyar değerinde cari
yatırım portföyünü (2012 sonu) yönetmektedir. Son 10 yıl içerisinde yıllık ölçülen en az %5
enflasyonun getirdiği uzun vadeli yatırım kârlarını elde etme amacı ile yönetilmektedir. Kilise;
sürdürülebilir finansman desteği almayı istemektedir. Finansman desteğinin büyük bir kısmı
maaşları ve istihdamla ilgili diğer maliyetleri karşılamak için kullanıldığından dolayı fiyat
enflasyonundan ziyade kazançları yansıtan seviyede miktarı arttırmaya çalışıyoruz. Yatırımı
belli sektörlerle (pornografi, tütün, alkol ve s.a.v.unma) sınırlandırarak Etik Yatırım Politikası
yürütüyoruz. Ancak politika; sadece kısıtlayıcı olmaktan çok yatırımların iyi uygulamaları ve
sürdürülebilir davranışları teşvik etmek için yapıldığı iş kollarıyla aktif olarak iştigal olmayı
teşvik eder. Konuyla ilgili en büyük şirketlerden tutun da en küçük şirketlere kadar çok
sayıda şirketle tartışmalar yapılmıştır. Bunların arasında yönetişim, insan hakları ve tedarikçi
politikaları vardır. Hissedarlar olarak çok yüksek seviyedeki işlerle uğraşıyoruz ve kampanyacı
veya baskı grubu şeklinde hareket etmiyoruz.
Temsilciler sermayeden kendi emeklilik maaş giderlerinin fonunu sağlamak açısından
güçlerini hem Kiliseden hem de Devlet parlamentolarından almaktadır. Bu; gerçek sermaye
miktarının ve temsilcilerin emeklilik maaşı karşılığı sorumlu oldukları sürenin azaldığı
anlamına gelmektedir. Önümüzdeki elli veya altmış yıl içerisinde bu maaş yükümlülüğünün
karşılanmasını bekliyoruz. Sermayeyi harcama yetkisinin her yedi yılda bir yenilenmesi
gereklidir.
Bu yatırım portföyü; çok çeşitli yatırım varlıkları ile birlikte çeşitlendirilmiştir. %43’ü
Birleşik Krallık’ta ve global öz kaynaklarda tutulmaktadır. Temsilcilerin hisselerinin olduğu çok
uluslu şirketlere örnek olarak Shell, HSBC, Vodafone, Roche ve Unilever verilebilir. Öz kaynak
portföyü farklı yatırım stilleri veya tipleri sunan talimatlar altında haricen yönetilir. Örneğin,
_ 216 _
Andrew BROWN
bazı yöneticiler büyük veya küçük şirketlere odaklanırken diğerleri ülkeye özgü durumunu
korumaktadır. Performans gerekliliklerimizi karşılayan sürdürülebilir kârları elde edip etik
politikamızı benimseyerek portföyü iyi yöneteceğini düşündüğümüz yöneticiler seçilmiştir.
Portföyün yaklaşık yüzde %15’i, alternatif stratejilerde tutulur. Bunlar arasında Hedge
Fonları, Mutlak Getiri Fonları, Altyapı ve Ormanlık Arazi vardır. Son madde ile ilgili olarak
temsilciler İskoçya’da, ABD’nin kuzeybatı, kuzeydoğu ve güney eyaletlerinde orman bölümleri
edinmişlerdir. Kereste; çok sayıda sanayi ile ilişkili olma avantajına sahip (yapı, kağıt ve
tüketici sarf malzemeleri) bir ürün olarak sürdürülebilir özelliktedir ve düşük kâr uçuculuğu
göstermektedir.
Portföyün %32’si, gayrimenkullerde tutulmaktadır. Bu, Birleşik Krallık’taki diğer yatırımcılara
nazaran çok yüksek bir yüzdedir. Bu portföy; ticaret, konut, köy mülkiyetinden meydana gelir
ve içerisinde şu anda tarımcılık yapılan ancak alternatif ve daha değerli kullanım için alınması
planlanan araziler vardır. Temsilciler aynı zamanda kendi kendilerine büyük alışveriş merkezi
veya deniz aşırı mal varlıkları (Asya, Japonya, İskandinavya ve Doğu Avrupa) gibi erişemedikleri
gayrimenkul varlıklarına veya piyasalara erişebilme gayesiyle benzer düşünen yatırımcılar
ile birlik olup çok sayıda yatırım ortaklıklarına yatırım yapar. Bu yatırımların büyük bir kısmı
ortaklık şeklindedir.
Portföyün geriye kalan %10’u, farklı kredi stratejileri kullanılarak para cinsinden tutulur.
Hem emeklilik aylığı hem de sürekli bağış sorumlulukları üstlenerek geleneksel olarak yeterli
performans göstermeyen öz kaynaklara sahip bonolara ve sağlam yatırımlara, alternatif
stratejilere veya enflasyon olduğu zamanlarda daha iyi performans gösteren büyüme veya
risk varlıkları adı verilen gayrimenkullere yatırım yapmaktan kaçınıyoruz.
Mal varlıkları sınıflarını geniş çapta çeşitlendirerek portföy risklerini azaltmaya çalışıyoruz.
Para açısından nispeten yüksek ağırlığa sahip olmak; mal varlıklarını muhtemelen çökmüş
piyasaya satmak zorunda kalmadan giderlerimizi karşılamamızı sağlar. Hiçbir yatırımcı bunu
yapmaya zorlanmak istemez.
Kilise temsilcilerinin Kiliselere dağıtmak için sağladığı 207 milyon pound (2012) meblağın
hedeflerine dönecek olursak büyük bir kısmı (120 milyon pound) emekli maaşı yoluyla emekli
din adamlarına ödendi. Temsilciler; 1997 yılının sonuna kadar din adamlarına verdikleri
hizmetlerin karşılığında maaş ödediler. Müteakip yıllarda ise piskoposluk bölgelerinin sürekli
bir şekilde sağladığı finansman katkıları ile fonu sağlanan İngiltere Kilisesi Emeklilik Maaşları
Fonu isimli farklı bir trustın yönettiği ayrı bir şema görüldü. Geçen yıl daha fakir piskoposluk
bölgelerine, din adamlarının giderlerini ödemelerine yardımcı olmak için 40 milyon pound
verildi. 43 İngiliz piskoposluk bölgesinden 32 tanesi finansman desteği aldı. Bunun dağılımı;
varlığını, alanını, rahip sayısını ve kilise binalarını dikkate alan bir formülle belirlenir. Temsilciler
aynı zamanda kendilerine ait din bölgelerinde kilise misyonunu büyütmeye ve farklılık
yaratmaya çalışmaları konusunda teşvik edecek parayı sağlarlar. Son olarak da İngiltere’nin
çok yoksul ve dezavantajlı kısımlarının bazılarında kilisenin büyümesini hedefleyen spesifik
projelere fon sağlayacak parayı kullandırılır.
_ 217 _
Kilisenin Temsilcileri ve İngiliz Kilisesine Sağladıkları Katkılar
Kilise Temsilcilerinin sorumluluklarından bir başkası da İngiltere Kilisesinin
Başpiskoposluğu ve York Başpiskoposluğu ve diğer tüm İngiliz piskoposlukları tarafından
yapılacak çalışmalara fon sağlamaktır. Bu, 41 bölge piskoposuna borç para verip evlerini, iş
yerlerini oluşturan ve içerisinde şapel bulunan konutlarının işletim maliyetleri de dahil olmak
üzere bu piskoposların tüm çalışma maliyetlerini karşılayacaktır. Bunların bir kısmı tarihi
binalardır. Son olarak da başrahibin ve ona işlerinde yardımcı olan iki rahibin giderlerini
ödeyerek katedrallerin desteklenmesine yardımcı oluyoruz. Daha yoksul katedrallerin işlerini
yürütebilmesi için istihdam ettikleri personele ödeme yapmalarını destekleme amacıyla bu
katedrallere ödenekler veriyoruz.
Milli Kiliseye destek vermenin diğer iki şekli de temsilciler tarafından uygulanmıştır.
Birincisi, tüm rahiplere ve emeklilere uygun bir şekilde ve her ay düzenli olarak ödeme
yapılmasını sağlayarak rahipleri ve maaş bordrolarını yönetmişlerdir. İkincisi temsilcilerden,
yakınlarda yaşayan kişilerin veya çıkarı olan kişilerin görüşlerini göz önünde bulundurarak
kendi din bölgelerini yeniden organize edecek tüm önerilerin adil bir şekilde yapılmasını talep
eden kanuna uymaları istenmiştir. Bazı zamanlarda bu öneriler kiliselerin kapanmasına neden
olacaktır ve böyle bir durum olursa kapatma önerilerinin uygun ve adil bir şekilde göz önünde
bulundurulmasını sağlarlar ve mümkün olan yerlerde bina için uygun alternatif kullanımlar
bulunur. Toplantıları kamuya açık düzenlerler ve yerel halk da söz konusu önerilerin lehine
veya aleyhine söz sahibi olur.
Hayır kuruluşu olarak İngiltere Kilise Temsilcilerinin odaklandığı konu; ‘ihtiyacı ve fırsatı’
merkeze alarak ülke içerisindeki her toplumun çalışmasına destek vermek için İngiliz Kilisesinin
tarihsel finansman kaynaklarını yönetmektir. Toplamda temsilciler tarafından sağlanan
finansman kaynağı; İngiltere Kilisesini yönetme maliyetinin %15’ini temsil eder. Büyük bir
kısmı ise düzenli ibadet eden kişiler tarafından ödenir.
_ 218 _
7+(*52:7+$1''(9(/230(17
2))281'$7,216,1086/,0
0,125,7,(6:,7+63(&,),&
5()(5(1&(726287+$)5,&$
=HLQRXO$EHGLHQ&$-((
1DWLRQDO$ZTDI)RXQGDWLRQRI6RXWK$IULFD$:4$)6$
5(32)6287+$)5,&$
I would like to thank to organizers for this wonderful opportunity for us to actually present
our organization and what is happening in Muslim Minorities. My topic is on the growth and
development of foundations in Muslim Minorities with specific reference to South Africa. So,
I think first question is why Muslim Minorities? What is so significant about them? We also
want to look at… We are the Muslim Minorities. Perhaps we get proud because we are Muslim
Minorities and Waqf Covenants in Muslim Minorities. I think the first thing is… If we ask the
question we are the Muslim Minorities then we have to say that they are all over the world. In
every country of the World, the Muslim Minorities are represented and we find their presence.
It is an important extension of the Ummah from the Arab world and from the broader Muslim
World. Muslim Minorities are able to participate and influence at socio-economic and politic
levels through democratic processes. There is meaningful participation in the economies of
those countries by in large religious freedom; able to organize and strengthen the community; able to contribute to broader the social agreement. And I think, importantly, Muslim
Minorities tend to become very innovative and we have seen this experience also from our
new, baby Awqaf Australia.
Now, perhaps if I may just focus on South Africa very briefly… In South Africa, Muslims
arrived as slaves around 1562. That was the first wave of Muslims arriving there. For the first
hundred and fifty years Islam was a banned religion. So the development of mosques and
Awqaf and all that had to be really in the background and probably even underground. We
only find that the mosques, after the 1804 or 1798 the first mosque was established by a slave
lady. The second wave of Muslims arrived from India and also British Colonial India. And with
them came also, I think, a bit of the heritage of Awqaf because Waqf was already established
during the Mongol Empire in India. So, especially with those coming from India they already
had some kind of indication of Awqaf. We also find that during that time, because of apartheid, lots of restrictions on land ownership on business, on jobs which kind of hampered the
growth of Awqaf in the Country.
Of course in 1994, after the Mandela Era, we find that there is much more freedom, there is
mosques proliferating all over the Country. We have Muslims moving to where there is new
developments are taking place. To give you an idea of the total population of South Africa is
50 Million and Muslim Population is around 1.5 percent which is a very small ratio of the total
_ 219 _
The Growth and Development of Foundations in Muslim Minorities-with Specific Reference to
South Africa
population. If we just look at a quick survey on the waqf status, we find predominantly mosques,
we find religious institutions, about 80 about 709 mosques, 78 Muslim Schools, lots of charity
and welfare organizations, about 150 of them, lots of Madrassahs and very little is known about
family trusts and commercial waqfs. So that’s an area that we filled as lots of development
actually needed in the development of the awqaf sector in terms of commercial reality.
So now, we find that in year 2010 and thanks to the IDB in 1984, a group of us, including
myself, were very fortunate to attend a two weeks program where there was a seminar on
management of awqaf properties and, I think, that’s where the seed was planted. It was only
the year 2000 the concept was designed and engineered into a model that we could now start
implementing. Our legal structure is a trust and some people call it foundations, etc. but it is
actually a trust in South Africa. A trust is an association not for gain or in a company. We have
very strong corporate governance. This is our structure. We have a council of Mutawallees
who are actually our trustees and who govern the organization. We have a CEO and Management Board and the management is separated from the Council of Mutawallees to just to give
it better corporate governance. Our vision for South Africa is to as for the organization, is to be
the leading civil society waqf institution, having exemplary financial and human capital asset
base, providing cutting edge value adding initiatives and ultimately, you know, we see ourselves playing the role of social justice, playing the critic role of implementing social justice in
the community and also to provide value adding services.
Our mission is to popularize, to mobilize, to create, to develop, to invest… anything and
everything to do waqf. So advocacy programs, events that we do would be focused on that
primary purpose. And of course, then we would invest in those waqf founds and utilize those
revenues in what we call “downstream projects”. And of course, we are volunteer – driven. So
we need to mobilize a lot of volunteers from the community in terms of the expertise and
skills and that’s how we have actually grown.
Some of the achievements that we have had over the years: we’ve organized conferences
and events. In 2007 we had an International Waqf Conference in Cape Town. We have had
several training programs, ongoing training programs, we are exporting our ideas as well and
now we have successfully launched the Awqaf Uganda and thanks also to Awqaf New Zeeland with whom we have been talking to one – another and spinoff is going on to Awqaf
Australia and so forth and hopefully, in Malawi and other African Countries as well.
We also have a team of people doing research and development. Our advocacy is also very
pronounced in terms of a web-site, in terms of public newspapers, television and so forth.
Ultimately, we need to create that kind of awareness in benefits of waqf, especially in a minority situation. Of course we have our investments and perhaps I kind just say what our
modus operandi is. That we mobilize cash we mobilize property, shares from people and also
through endowments, endowments through donates; all that gets pooled into the Awqaf
South Africa. And from there, once the funds are pooled in, they are invested, revenues are
generated and revenues are split between and administration fee of 12,5% maximum with
other projects get 87%.
_ 220 _
Zeinoul Abedien CAJEE
That has been our growth; not the 5.5 Billion that the church commissioners talked about
but in our humble way that has been our growth path for the past 13 years. We started in 2001
and we still believe in that we are still at very formative stage, that we need to develop much
more, that we need to mobilize much more. Our sights are definitely on 100s of Millions and
the Billions in the future but I think we need to have the time to do that.
I think also, in terms of… maybe I’m going to skip this particular slide about minority community Awqaf, I may come back to that one. If you look at the difference between the majorities and minorities, I thing instead of deficit we have investment waqfs we don’t have legislation governing as such, although from a sheria perspective we have that. We lack certain tax
incentives, we lack resources for training, we lack capacity. We lack kind of supervisory bodies
that we should be having; the standard setting bodies and we also lack state support which
also I think, you have ample of that.
What is our vision for Awqaf in minorities? I think one of the greatest possible visions that
we have is to create Awqaf “Heavens”. And we have learned this morning about the foundation, civilization, the greatness and how Awqaf has played itself out in several countries, especially in Turkey. We need to have this whole idea of proliferation; to proliferate far and wide,
every community, every family, every organization, every corporate, individual and so forth.
And, you know, if we have to compare, as already stated by somebody earlier, that while you
may have in many Muslim Countries very large endowments, we may have smaller endowments, but in terms of number we may have actually be increasing exponentially. We need to
capacitate our institutions; we need to develop human resources: more training is needed. We
need to, very importantly create, state of art multi-generational governance structures. Because we don’t have state apparatus supporting, as civil society, we need to have that kind of
long term view of governing structures. Of course, we need to create self-reliant, empowered
and benevolent societies. Very important for us, for example, in South Africa, that we portrait
ourselves as benevolent societies and not only for portrayal purposes but in realty that’s what
ummah should be doing. So we serve humanity and serve creation and in that way empower
the ummah.
What kind of benefits shall we get out of developing the Awqaf in minorities? I think, we
do become empowered because we have control, management and mobilization of our own
resources. We become more independent, become more indispensible to the community as
well. We have to make contributions to, or to become contributors to broader society, to become more educated community, more influential. Respect and understanding of Muslims
should increase. And the notion of peaceful co-existence becomes embedded in our societies.
Some of our recommendations that we look at in South Africa:
Number 1 is leading example of minorities. We need to build it up we believe that the minorities need a catch-up in terms of waqf development. There is ample, plenty of potential in
developing Awqaf in Muslim Minorities. I think not enough has been done, particularly from
the majorities to assist. Whatever little has been done, I mean, is highly appreciated, particu_ 221 _
The Growth and Development of Foundations in Muslim Minorities-with Specific Reference to
South Africa
larly from the IDB. I think we need to create an International Awqaf Development Council that
would be able to facilitate and support the minority communities in developing the waqf
sector; to set standards for supervisory, advisory, advocacy, research. And we need to network
and collaborate with, between the minorities and majorities.
So, in conclusion, I’ve just got a not that says that I have got 3 minutes, in conclusion, we
thank [inaudible content] for bringing us together. And we would like to thank all the predecessor awqaf and in particular the awqaf sector in Turkey, which remains a role model and inspiration to all of us. We also would like to recognize several of the waqfs in Turkey. Corporate
waqfs Sabanci, Koc, Hulusi Vakfi and the Sultan Mehmet Vakfi to the Organizers of the World
Foundation Conference and the Director of Awqaf.
_ 222 _
MÜSLÜMAN AZINLIK TOPLULUKLARI VAKIFLARININ BÜYÜMESİ VE
GELİŞİMİ - GÜNEY AFRİKA
Zeinoul Abedien CAJEE
Güney Afrika Ulusal Vakfı (AWQAF SA) – GÜNEY AFRİKA CUMHURİYETİ
Öncelikle, bu kuruluşu ve Müslüman azınlıklarda neler olduğu ile ilgili bilgileri sunma şansı
verdiği için bu etkinliği organize eden herkese teşekkür etmek isterim. Benim konum; özellikle
Güney Afrika’ya atıfta bulunarak Müslüman azınlıklardaki vakıfların büyümesi ve gelişmesi ile
ilgilidir. Bunun için, sanırım ilk soru neden Müslüman azınlıklar? Onlarla ilgili bu kadar önemli
olan şey ne? Ayrıca bakmak istedik… Bizler Müslüman azınlıklarıyız. Belki de Müslüman
azınlıkları ve Müslüman azınlıklarında vakıf kuruluşları olduğumuz için gurur duyuyoruz. Bence
ilk şey … Soruyu sorarsak bizler Müslüman azınlıklarıyız, o halde Müslümanların tüm dünyada
her yerde olduğunu söylemek zorundayız. Dünyanın her ülkesinde Müslüman azınlıklar
temsil edilmektedir ve onların varlığını görüyoruz. Ümmetin Arap dünyasından ve daha
geniş Müslüman dünyasından yayılması önemlidir. Müslüman azınlıklar; demokratik süreçler
yardımıyla sosyo-ekonomik ve politik seviyelerde katılabilmekte ve etkileyebilmektedir.
Bu ülkelerin ekonomilerine büyük din özgürlüğünü katması, topluluklarını organize edip
güçlendirebilmesi; daha geniş sosyal anlaşmaya katkıda bulunması son derece anlamlıdır. Ve
bence daha da önemlisi Müslüman azınlıklar çok yenilikçi olma eğilimi göstermektedir ve biz
bunu yeni doğan bebeğimiz Awkaf Avustralya’dan edindiğimiz deneyimlerden görüyoruz.
Şimdi belki de çok kısaca Güney Afrika’ya odaklanacak olursak… Güney Afrika’ya
Müslümanlar 1562 yıllarında köle olarak geldiler. Bunlar, buraya gelen ilk Müslüman dalgasıydı.
İlk yüz elli yıl boyunca İslam; yasaklı dindi. Bunun için camilerin ve evkafın gelişmesi arka
planda ve hatta alt planda kaldı. Bir köle hanım efendi tarafından inşa edilen ilk camiye
ancak 1804 veya 1798’den sonra rastlıyoruz. İkinci Müslüman dalgası; Hindistan’dan ve ayrıca
İngiliz kolonisi Hindistan’dan geldi. Ve onlarla birlikte bence evkaf mirası da geldi; çünkü
Vakıf Hindistan Moğol İmparatorluğu sırasında zaten kurulmuştur. Bunun için, özellikle de
Hindistan’dan gelenlerle birlikte evkaf ile ilgili bazı izler görüldü. Ayrıca bu sıralarda ayrımdan
dolayı toprak mülkiyetine, iş edinmeye, her türlü meslek edinmeye konulan sınırlandırmalar;
ülkede evkafın gelişmesini güçleştirdi.
Elbette ki 1994 yılında Mandela çağından sonra; biraz daha hürriyet olduğunu, tüm ülkede
her yerde camilerin artmakta olduğunu görüyoruz. Yeni gelişmelerin olduğu yerlere taşınan
Müslümanları görüyoruz. Güney Afrika’nın nüfusu ile ilgili size bir fikir vermek için diyebilirim
ki Güney Afrika’nın toplam nüfusu 50 milyon iken Müslüman sayısı; toplam nüfusun çok küçük
bir oranı olan yüzde 1,5 civarındadır. Vakıf durumuna şöyle bir bakış atacak olursak hakim
derecede camiler, yaklaşık 80 tane dini kuruluş, yaklaşık 709 cami, 78 Müslüman okulu, çok
sayıda hayır kuruluşu ve yaklaşık 150 tane yardım organizasyonu, çok sayıda medrese vardır;
ancak aile trustları ve ticari vakıflar ile ilgili çok az bilgi vardır. Bu yüzden bu alan; ticari gerçeklik
açısından evkaf sektörünün geliştirilmesinde gerek duyulan pek çok gelişme ile doldurmamız
gereken bir alandır.
_ 223 _
Müslüman Azınlık Toplulukları Vakıflarının Büyümesi ve Gelişimi - Güney Afrika
İşte şimdi, 2010 yılında, benim de içinde yer aldığım grup 1984’teki UDB sayesinde
evkaf mallarının yönetilmesi ile ilgili bir seminerin olduğu iki haftalık bir programa katılma
şansı elde etti ve sanıyorum ki tohumların ekildiği yer burasıydı. Kavram tasarlandığında ve
artık uygulamaya başlayabileceğimiz bir model içerisine oturtulduğunda artık 2000 yılına
gelmiştik. Hukuki yapımız bir trusttır ve bazı kişiler buna vakıf adını vermektedir; ancak bu,
Güney Afrika’da kurulmuş bir trusttır. Trust; kar elde etmek için veya bir şirket parçası olarak
kurulmamış bir birliktir. Çok güçlü bir kurumsal yönetimimiz var. Bu bizim yapımız. Bizim vakıf
üyelerimiz olan ve kuruluşumuzu yöneten Mütevelli Heyetimiz var. CEO’muz ve yönetim
kurulumuz var ve yönetim; daha iyi kurumsal yönetişim sağlayabilme amacıyla Mütevelli
Heyetinden ayrı tutulmaktadır. Güney Afrika için vizyonumuz; bir kuruluş olarak, sivil toplum
vakıf kuruluşu olmak, örnek alınacak finansman ve insan sermaye aktif tabanına sahip olmak,
teşvikler ekleyerek en üst değeri sağlamak, ve son olarak, biliyorsunuz ki, kendimizi sosyal
adalet rolü oynayan, toplumda sosyal adaletin uygulanması için kritik rolü oynayan kişiler
olarak görüyoruz, ayrıca katma değerli hizmetler sunmaktır.
Misyonumuz; vakıf yapmak için herhangi bir şeyi ve her şeyi popülerleştirmek, mobilize
etmek, oluşturmak, geliştirmek ve yatırımını yapmak. Bu yüzden aktif destek programları ve
organizasyonlar bizim temel hedef için odaklandığımız şeylerdir. Ve tabi ki ‘sonraki projeler’
adını verdiğimiz bu vakıf kuruluşlarına yatırım yaparız ve bu gelirleri kullanırız. Ve tabi ki de
bizler gönüllüğümüzle hareket ederiz. Bu yüzden, uzmanlık ve beceri açısından toplumdan
çok sayıda gönüllüyü harekete geçirmemiz gerekir ve işte bu aslında nasıl büyüdüğümüzün
açıklamasıdır.
Yıllar boyunca elde ettiğimiz başarılardan bazıları şunlardır: Konferanslar ve etkinlikler
düzenledik. 2007 yılında Cape Town’da Uluslararası Vakıf Konferansı düzenledik. Çok sayıda
eğitim programlarımız, hala devam etmekte olan eğitim programlarımız var; fikirlerimizi de
ihraç ediyoruz ve artık başarılı bir şekilde Awqaf Uganda’yı açtık ve ayrıca sürekli konuştuğumuz
Awqaf Yeni Zelanda’ya da teşekkür ederiz ve Awqaf Avustralya yan ürünleri devam ediyor ve
umut ederiz ki Malawi’de ve diğer Afrika ülkelerinde de devam eder.
Ayrıca araştırmadan ve geliştirmeden sorumlu bir ekibimiz var. Aktif desteğimiz;
web-site, gazeteler, televizyon ve bunun gibi açılardan çok iyi duyurulmuştur. Son olarak
da vakıfların özellikle de azınlık durumundaki kişiler için sağladığı yararlar konusunda
farkındalık oluşturmamız gereklidir. Elbette ki, yatırımlarımız var ve belki de sadece çalışma
tarzımızı anlattım. Nakitleri seferber ediyoruz, gayrimenkulleri, insanlardan gelen hisseleri
ve ayrıca bağışları seferber ediyoruz; bunların tamamı Awqaf Güney Afrika içinde bir havuza
alınmaktadır. Buradan, fonlar bir havuzda toplandığında, yatırım yapılır, gelirler elde edilir ve
gelirler; %87 oranında diğer projeler ve en fazla %12,5 idari ücret şeklinde paylaştırılır.
Bizim büyümemiz; kilise vakıf yöneticilerinin hakkında konuştukları 5,5 milyar değil
belki; ama bizim basit bir şekilde geçtiğimiz 13 yıldır var olan büyüme yolumuz. 2001 yılında
_ 224 _
Zeinoul Abedien CAJEE
başladık ve hala oluşum aşamasında olduğumuza, daha fazla gelişmemiz gerektiğine, daha
fazlasını seferber etmemiz gerektiğine inanıyoruz. Gözümüz gelecekte 100’lerce milyon ve
milyarlarda; ancak bunu yapmamız için zamana ihtiyacımız var, bence.
Çoğunluklar ve azınlıklar arasındaki farka bakarsak açık yerine bizim öyle yönetilmeyen,
sahip olduğumuz şeriat bakış açısından bile olsa yatırım vakıflarımız olduğunu düşünüyorum.
Belli başlı vergi teşviklerinden yoksunuz; eğitim kaynaklarından yoksunuz, kapasiteden
yoksunuz. Sahip olmamız gereken denetim organ türlerinden, standart yönetim organlarından
yoksunuz ve ayrıca sizin çok fazla sahip olduğunuzu düşündüğüm devlet desteğinden de
yoksunuz.
Azınlıklarda evkaf için vizyonumuz nedir? Bence, sahip olabileceğimiz en büyük olası
vizyonlarımız; evkaf ‘Cennetleri’ oluşturmaktır. Ve bu sabah öğrenmiş bulunuyorum, pek çok
ülkede özellikle Türkiye’de vakfın, medeniyetin, büyüklüğün ve özellikle evkafın kendisinin
nasıl rol oynamakta olduğunu. Her topluluğu, her aileyi, her organizasyonu, her kurumunu,
bireysel ve benzeri tüm unsurları hızla çoğaltmak için bu çoğaltma fikrine ihtiyacımız var. Ve
biliyorsunuz ki, daha önce başka birinin de belirttiği gibi karşılaştırmamız gerekirse vakıflar
pek çok Müslüman ülkede çok büyük bağışlar alırken, bizim bağışlarımız daha az, ama sayı
açısından katlanarak artış göstermektedir. Kurumlarımızı yetkilendirmemiz gereklidir; insan
kaynaklarını geliştirmemiz gereklidir: daha fazla eğitime gereksinim vardır. Daha da önemlisi,
son teknolojiye sahip çok jenerasyonlu yönetişim yapıları oluşturmamız gereklidir. Sivil toplum
olarak devlet desteğimiz olmadığı için bu türden uzun vadeli yönetişim yapılarına sahip
olmamız gereklidir. Elbette ki, kendisine güvenen, güçlü ve hayırsever toplumlar oluşturmamız
gerekir. Örneğin, bizim için çok önemli olan şey, Güney Afrika’da bizler kendilerimizi hayırsever
toplumlar olarak resmediyoruz; sadece görünüş amacıyla değil, ümmetin yapması gerektiği
gerçeklik açısından. Bu yüzden de insanlığa hizmet ediyoruz ve yaradılışa hizmet ediyoruz ve
bu şekilde ümmeti güçlendiriyoruz.
Azınlıklarda vakıfları geliştirerek sağlayacağımız faydalar nelerdir? Sanırım, güçleniyoruz;
çünkü kendi kaynaklarımız üzerinde kontrol etme, yönetme ve harekete geçirme yetkimiz
oluyor. Giderek daha fazla bağımsız ve ayrıca vazgeçilmez oluyoruz. Daha geniş topluluğa
daha fazla katkıda bulunmak veya katkı sağlayan kişiler olmak, daha eğitimli ve etkili topluluk
olmamız gereklidir. Müslümanlara karşı duyulan saygının ve anlayışın artması gereklidir. Ve
huzurlu bir şekilde bir arada var olma fikri toplumlarımız içerisinde yerleşmiştir.
Güney Afrika’da üzerine çalıştığımız önerilerimizden bazıları şunlardır:
Birincisi, geliştirmemiz gereken azınlıkların lider örneğidir. Azınlıkların vakıf gelişimini
yakalamaları gerektiğine inanıyoruz. Müslüman azınlıklarında vakıf geliştirme açısından çok
büyük potansiyel vardır. Sanıyorum ki az iş yapılmadı, özellikle de azınlıkların yardımlarıyla.
Her ne kadar az yapılsa bile, yani özellikle IDB tarafından takdir edildi. Bence, vakıf sektörünün
geliştirilmesi açısından azınlık topluluklarına yardımcı olabilecek ve destekleyebilecek,
_ 225 _
Müslüman Azınlık Toplulukları Vakıflarının Büyümesi ve Gelişimi - Güney Afrika
denetim, öneri, destek, araştırma ile ilgili standartları koyabilecek Uluslararası Evkaf Geliştirme
Konseyi kurmamız gereklidir. Ayrıca azınlıklar ve çoğunluklar arasında bir ağ ve işbirliği
kurulmasına gerek vardır.
Ve sonuç olarak; şimdi 3 dakikam kaldığı ve daha fazla konuşamayacağım için, sonuç
olarak, bizi bir araya getirdiği için çok teşekkür ederiz. Ve ayrıca vakıf ve özellikle bizim için
rol model ve esin kaynağı olan Türkiye’deki vakıf sektörü atalarına teşekkür etmek isterim.
Ayrıca Türkiye’deki çok sayıda vakfı da anmak isterim. Kurumsal vakıf olan Sabancı, Koç, Hulusi
Vakfı ve Sultan Mehmet Vakfı, Dünya Vakıflar Konferansı’nı organize edenlere ve Vakıflar Genel
Müdürü’ne teşekkürlerimi sunarım.
_ 226 _
62&,$/&$3,7$/&8/785$/+(5,7$*(
)81'5$,6,1*7+((;3(5,(1&(2)
=(7(0$)281'$7,21,1%$6,/,&$7$
6287+(51,7$/<
$QWRQLR1,&2/(77,
=HWHPD)RXQGDWLRQ,7$/<
Zétema Foundation is established and operates in the city of Matera, in the Basilicata
region, Southern Italy. Its activity is deeply rooted and is strongly intertwined with the recent
history of this place.
The region is one of the smallest in Italy: it counts less than 600 thousands inhabitants
distributed within nearly 10 thousand sq. km. It is the second region in Italy with the lowest level
of population density. The population is mostly concentrated in the main towns, with only two
cities counting more than 50 thousands inhabitants. Basilicata has always suffered for a strong
marginalization within the national context, in part due to its geomorphologic configuration,
but also as a result of a long-standing deprivation of the necessary infrastructures, especially
of an effective transport network.
Regional economy is rapidly changing: the manufacturing sector (automobiles and
upholstered furniture being the most important productions) is suffering for the effects of
the global crisis and there is an important, growing role played by tertiary sector. Having
the biggest oil reserves of continental Europe, the region plays a strategic role for the Italian
economy.
There is a remarkable stock of cultural and environmental resources (there are 20 hectares
per capita of protected areas and natural parks, while the Italian rate is 5,5 ha/p.c.). In the last
decades, tourism has increased and nowadays it seems to provide a valid alternative for many
people with no occupation due to massive labour shortcuts in manufacturing sector.
In this scenario, the city of Matera – 60 thousands inhabitants, the second capital city in
the region – is one of the most important tourist attraction (in 2012, there were 118 thousands
arrivals and 183 thousands overnight stays). In 1993 it was enlisted in the Unesco World
Heritage List, because of its historical centre, named “Sassi”, and for the facing Regional Park
of the Rupestrian Churches. Sassi, as the Unesco Commission judged in 1993, are “the most
outstanding, intact example of a troglodyte settlement in the Mediterranean region, perfectly
adapted to its terrain and ecosystem. The first inhabited zone dates from the Palaeolithic,
while later settlements illustrate a number of significant stages in human history” (Unesco,
1993).
_ 227 _
Social Capital, Cultural Heritage, Fund Raising: The Experience of Zetema Foundation in
Basilicata, Southern Italy
Nevertheless, Sassi have not always been perceived in such a valuable way. They are a
rock-cut settlement, where most of the dwellings are not built, but carved into stone. During
the first half of the XX century, most of the inhabitants of Matera used to live in those caves,
suffering dramatic sanitary conditions. Animals (e. g. mules, pigs, etc.) were hosted in the
same caves where people lived; in the houses there was no drinkable water, nor sewerage;
a high rate of children mortality was due to malnutrition and endemic diseases. Such urban
condition was for the first time “denounced” to a worldwide audience by a book whose English
translation reached a fast success in western Countries. It was Carlo Levi’s 1945 book “Christ
stopped in Eboli”: one of its chapters contained a tough description of Sassi that moved a
worldwide sympathetic audience. The book was a powerful way to raise awareness towards
an unbelievable condition of backwardness. Italian politicians and public opinion labelled
Matera and Sassi as a “national shame” that had to be erased. In the following years, Levi wrote:
“in Sassi caves it is hidden the capital of county people, the hidden heart of their most ancient
civilization. It is impossible for anyone to see Matera and not be struck by it, its aching beauty
is so immediate and moving”.
In short time, the Government funded a process of urban regeneration that brought to
the complete abandonment of Sassi and to the transfer of the whole Sassi population (at that
time, around 15.000 people) to newly built neighbourhoods. The process, in just 15 years,
literally transformed the old historic centre into a ghost town, an erased “shame” that had to
be forgotten.
Figure 1: A view of the historic center of Matera from the Murgia High Plateau.
The experience of the Cultural Association “La Scaletta” and Zétema Foundation: from
social commitment to institutional activity.
_ 228 _
Antonio NICOLETTI
During those years, there was nearly no one interested in the future of the historic centre
of Matera nor in its past. With the aim of discovering the hidden value of Matera and reacquiring a sense of belonging to their hometown, few people gathered around the newly
founded Circolo Culturale La Scaletta, a cultural association born in 1959 with the mission
of researching, discovering and promoting culture and cultural heritage in Matera and
Basilicata. The incessant work of La Scaletta led to the discovery and registration of more
than 150 rock-carved churches in Matera and in the countryside, many of them with very
important medieval frescos. The commitment of the young volunteers in the Circolo was also
aimed at raising awareness and moving public opinion, letting people understand that Sassi
were an extraordinary evidence of history and identity, a resource that had to be discovered,
preserved, valorised. Matera, as they say, is a most ancient settlement that tells the story of
humankind, from the “black holes of the Paleolithic” up to now.
The Association played a crucial role in the development of the contemporary identity
of the city of Matera as a place of ancient history and outstanding culture. In a way, they
were able to subvert the mainstream cultural approach towards Sassi, building awareness
and generating social commitment (Settis, 2012).
The efforts of La Scaletta volunteers for the common good and their scientific
achievements were rewarded from the Italian Presidency of the Republic with the Gold Medal
of “Outstanding Merit for Services to Education, Culture and Art”.
Figura 2: The Crypt of the Original Sin, Matera. It was discovered in 1963 by members of
La Scaletta Association and it was restored and opened to public visits in 2005 by Zétema
Foundation.
In cooperation with other institutions, as a result of an innovative project for the
development of cultural heritage in Mezzogiorno, la Scaletta took part in the institution of
_ 229 _
Social Capital, Cultural Heritage, Fund Raising: The Experience of Zetema Foundation in
Basilicata, Southern Italy
Zétema Foundation. Zétema, established in 1998, stems from La Scaletta and gives continuity
to its more than 50-year-long experience. The mission of the Foundation is to design, support
and implement studies, researches and education activities, as well as to design and implement
projects, in the field of restoration, preservation, management, valorisation of cultural and
environmental heritage and activities.
Its work has deep roots in local culture. Zétema works in close partnership with public
and private bodies: among others, the Ministry of Culture, national Foundations and research
centres, private donors, regional and local administrations, local associations and NGOs.
In its managing board there is one representative of the Ministry of Culture, the Mayor
of Matera and three representatives of the local private cultural not-for-profit sector. The
permanent vice-presidency of the Foundation is given to the president of the Circolo La
Scaletta.
The Foundation pursues a “theory-in-practice” approach, being its motto “who wants to
learn without doing is like one who wants to harvest without sowing”. This phrase, coming
from the culture of local traditional peasants, transposes the ancient Latin concept “intelligere
et agere”: to understand and to act. In fact, Zétema Foundation concretely supports research
that must be translated into projects for the discovery, restoration, preservation and
valorisation of local cultural heritage.
In so doing, in few years the Foundation has developed and implemented several
outstanding cultural projects, designing and deploying an ambitious strategy for the
social, cultural and economic development of the eastern part of the Basilicata region. The
scenario in which every action has been framed is the programme of the Cultural District of
the Rupestrian Habitat of Basilicata: an integrated collaborative project involving public and
private institutions, cultural not-for-profit actors, entrepreneurs, citizens. In such a project,
the activity of cultural heritage preservation is conceived of as an activity of cultural capital
production, generating common resources for sustainable territorial development.
So far Zétema, with an incessant activity of fund raising, has invested more than 4 millions
of euros for the restoration, preservation and valorisation of run-down and abandoned
monuments. Its approach defined a code of practice for the protection of Mediterranean
rupestrian heritage and a benchmark for the management of Italian cultural heritage.
The results are valuable not simply because the Foundation restored monuments and
produced tourist attractions, but mainly because its activity demonstrates how cultural
investments can be a way to create new occupation. As the historical sites that have been
restored and re-functionalised by the Foundation are among the most interesting tourist
attractions of Matera, two cooperatives were formed by formerly young unemployed people
in order to keep them open for visitors and to take care of those sites with daily maintenance.
Nowadays, Zétema permanently employs two full-time people. Moreover, highly specialised
professionals constantly provide support for the design and implementation of new Zétema
projects.
_ 230 _
Antonio NICOLETTI
Social capital and Cultural heritage as key resources to face the crisis
Cities have been traditionally theatre and catalysts for change and innovation. Now
they are acquiring new centrality in the policies for regional development promoted by the
European Union and by the Italian Government. In a scenario of growing uncertainty and
economic crisis, more frequently than in the past many medium-size cities need to redefine
their identity through integrated urban development policies. In western Countries, this
phenomenon characterized famous experiences of urban regeneration of medium and big
cities in the Seventies and Eighties like Bilbao. The Basque capital city, after a heavy crisis of
manufacturing and chemical industry occurred in the Eighties, decided to transform its urban
identity from an industrial to a cultural city, thus shifting its investment policies in support of
advanced tertiary and tourism sectors. A number of projects were implemented; above all,
the construction of the famous Guggenheim museum, besides many other interventions for
the regeneration of the city centre. World famous architects like Frank Gehry and Santiago
Calatrava were called to provide their contribution to the regeneration strategy and the whole
process accounted for huge financial efforts (cfr. Plaza, 2000).
Nowadays, in the Italian context (and in Southern Italy in particular), the approach to
urban development strategies must be necessarily different. Under the heavy pressure of the
economic crisis, public finances might not be able to support heavy investments in projects
and the uncertainty of the market prevents private investors from providing their capitals for
large and costly urban regeneration projects. While, in the past, urban transformations were
mainly oriented to produce new symbolic landmark buildings as a result of processes that
often underestimated costs and overestimated benefits, today there are strong conditioning
factors deriving from the changed macro-economic and social context (see Carmona, 1999).
Interventions and policies are less targeted to “physical” projects while looking for higher
levels of integration with other programming dimensions. In so doing they pursue intangibles
objectives more directly related to quality of life, looking for innovative solutions for urban
socio-economic development.
For the city of Matera and its territory, Zétema Foundation designs a scenario that goes
in this wake. Its development strategies are definitely integrated: not merely physical, not
only intangible. It builds social capital through cooperation between the public sector,
entrepreneurs, banks, not-for-profit sector, also exploring innovative ways to pursue common
goals. Such cooperation is constantly operational:
Within the managing board of the Foundation, that includes national and local public
bodies, local cultural associations and well-known figures in the field of culture;
In the projects that the Foundation promotes for the valorisation of regional cultural
heritage, as these projects and initiatives gather together, for their implementation, local
cultural associations, cooperatives of young people, national leading actors in the field of
culture;
In the activity of fund raising, as the Foundation received both private resources from
_ 231 _
Social Capital, Cultural Heritage, Fund Raising: The Experience of Zetema Foundation in
Basilicata, Southern Italy
national bank foundations and other donors, and public resources, mainly from the European
Union through Structural Funds
The Foundation plays a crucial role in the support of the local community to discover
and understand how territorial and cultural heritage can be transformed in assets for local
sustainable development. Having in mind the importance of translating “knowledge into
action” (Friedmann, 1987), the Foundation defined a model of intervention consisting in the
following steps:
Discovery of abandoned and run-down monuments;
Definition of high-quality integrated projects for the restoration and re-functionalization
of the monuments;
Fund-raising and implementation;
Entrustment for the management of the restored monuments through the employment
of young entrepreneurial groups
Figure 3: A view of MUSMA – Museum of Contemporary Sculpture of Matera. This project
realised by Zétema Foundation is the only sculptures-museum in the world that is hosted in
caves.
Roots behind all these steps are into social cultural activism, which constitute a strong
support to all its initiatives. Social capital and trust are crucial in every action that Zétema pursues.
In MUSMA (Figure 3), the underground museum of contemporary sculptures owned by Zétema,
each piece of the very important collection has been donated to the Foundation by artists, heirs,
collectors that have embraced Zétema project. “Casa di Ortega”, the museum of applied arts that
Zétema is currently restoring and mounting, will be completed through an innovative fundraising campaign, supported by a national bank for operators of the third sector.
_ 232 _
Antonio NICOLETTI
The strategy is based on small-scale projects, in which cultural heritage preservation and
valorisation are also means to support the growth of the so-called creative class (cfr. Florida,
2003; Landry, 2000; Landry and Hyant, 2012). This happens also through the involvement of
young people in educational activities for art and creativity (Figure 4).
Figure 4: In Matera, historical heritage and contemporary artworks catalyse attention from
both old and young generations. The latters are more and more involved in educational
activities for art and creativity.
In so doing, the Foundation plays a strong role in shaping the future of the city, also thanks
to the tireless action of its president and founder, Raffaello de Ruggieri. The Foundation has
an important legitimacy towards the public opinion, given the “demonstrative” effect of its
successful projects. The cultural sites that have been recovered by the Foundation are key
tourist attractions, in a local tourist offer that is still not adequately organised. Therefore, it
plays an action of cultural leadership, pushing forward a clear vision of territorial development,
based on the development and exploitation of the cultural capital. It provides constant
support to young actors and researchers, also involving them in project development and
implementation; it searches new ways of funding its projects, looking for support from
outside the region and often exploring new possibilities and sources for funding (e.g. bank
Foundations funding competitions or loans from private “volunteers”, guaranteed by a
national bank specialized in the support of the third sector).
So far, Zétema has traced a path towards sustainable development that can be useful
for similar territories, too. As general remarks, some key factors of the positive experience of
Zétema Foundation can be summarized as follows:
To recognise and to study local existing or potential assets (considering the concept of
“local” as a resource, towards a global context in which “diversity” is a strength);
_ 233 _
Social Capital, Cultural Heritage, Fund Raising: The Experience of Zetema Foundation in
Basilicata, Southern Italy
To develop and to implement projects of outstanding quality, using interdisciplinary
competences for the preservation and valorisation of cultural assets;
To consider local communities both as beneficiaries and as primary actors;
To promote cooperation between public institutions and private actors;
To set ambitious objectives and to pursue them with a positive, proactive and realistic
attitude (“following utopia with the feet on the ground”)
The projects that are produced and put into practice are effective means of powerful
messages towards different actors in the local and regional public arena. Through them, the
Foundation demonstrates the power of quality action for the common goods, in processes of
translation of often-complex issues, building and leading opinions, structuring and mobilizing
social involvement.
The “promise kept” by the active commitment of Zétema Foundation is that culture can
create jobs even in “difficult” areas like the Italian Mezzogiorno, producing “new” culture and
improving the quality of life.
Also as a result of the efforts spent in sharing its vision on the future of Matera and Basilicata,
now it is possible to see wide changes in territorial policies. In the last three years the city
Administration and – very significantly – all political parties and all regional institutions have
embraced a broad territorial development strategy which is centred on culture and creativity.
The objective of this strategy is to implement a cultural programme that would possibly let
Matera become European Capital of Culture in 2019, out of a very difficult competition against
many other Italian cities. Recently, Matera has been short-listed for that role, together with
other 5 cities, out of a group of 21 candidates. The final decision of the assessing commission
will be taken in the last quarter of 2015.
Such a broad convergence on the idea of culture as an asset for change is probably the
biggest result of Zétema activities in Basilicata.
References
Carmon N. (1999), Three generations of urban renewal policies: analysis and policy
implications, Geoforum, Volume 30, Issue 2, 145–158
Florida R. (2003), Cities and the creative class, Cities & Community, vol. 2(1)
Friedmann J. (1987), Planning in the Public Domain, Princeton University Press
Landry C. (2000), The creative city: A toolkit for urban innovators, Earthscan, London
Landry C., Hyant J. (2012), The Creative city index. Measuring the pulse of the city, Comedia,
Glouchestershire
Plaza B. (2000), Evaluating the influence of a large cultural artifact in the attraction of
tourism: the Guggenheim Museum Bilbao case, Urban Affairs Review, 36(2), 264-274
Settis S. (2012), Azione popolare. Cittadini per il bene comune, Einaudi, Torino
UNESCO World Heritage Committee (1993), report of the Seventeenth Session, Cartagena,
Colombia.
_ 234 _
SOSYAL SERMAYE, KÜLTÜREL MİRAS VE FON YARATMAK: GÜNEY İTALYA’DAN
ZETEMA VAKFI’NIN TECRÜBESİ
Antonio NICOLETTI
Zetema Vakfı – İTALYA
Zétema Vakfı; Güney İtalya’da, Basilicata bölgesinde, Matera şehrinde kurulmuştur ve
burada çalışmalarını sürdürmektedir. Etkinliği çok derinlere dayanmaktadır ve bu yerin yakın
tarihi ile iç içedir.
Bu bölge; İtalya’ daki en küçük bölgelerden bir tanesidir: yaklaşık 10 bin km kare içerisine
dağılmış 600 binden daha az kişinin yaşadığı bir yerdir. İtalya’da nüfus yoğunluğu en düşük
olan ikinci bölgedir. Nüfus en fazla 50 binden fazla yaşayanın olduğu iki şehri ile birlikte ana
kasabalarda yoğunlaşmıştır. Basilicata; kısmen jeomorfolojik konfigürasyonundan dolayı ve
ayrıca gerekli alt yapılardan, özellikle de etkili ulaşım ağından uzun süre mahrum bırakılması
sonucu ulusal bağlam içerisinde güçlü bir marjinalleşme sonucu her zaman sıkıntı çekmiştir.
Bölgesel ekonomi hızlı bir şekilde değişmektedir: imalat sektörü (otomobiller ve en önemli
üretimlerinden olan döşeme mobilya); global krizin etkilerinden dolayı sıkıntı çekmektedir ve
üçüncü sektörün rolü giderek büyümektedir. Avrupa Kıtası’nda en büyük petrol rezervleri olan
bölge İtalya ekonomisi için stratejik bir rol oynamaktadır.
Önemli derecede kültürel ve çevre kaynağı birikimi vardır (İtalya oranı 5.5 hektar / kişi
başı olurken kişi başına 20 hektar korunan alan ve milli parkdüşmektedir). Son yıllarda turizm
artmış ve turizm sektörü bugünlerde imalat sektöründe mevcut kitlesel iş gücü yetersizlikleri
sonucu mesleği olmayan kişilere geçerli bir alternatif sunacak gibi görünmektedir.
Bu senaryoda, 60 bin kişinin yaşadığı, bölgenin ikinci başkenti olan Matera şehri;
turist çeken önemli bölgelerden birisidir (2012 yılında 118 bin kişi vardır ve 183 bin gece
konaklama yapıldı). Bu şehir, 1993 yılında ‘Sassi’ isimli tarihi merkezi sayesinde ve buradan
Bölgesel Rupestrian Kilisesi Parkına görülmesi sebebiyle Unesco Dünya Miras Listesine alındı.
1993 yılında Unesco Komisyonu’nun da karar verdiği gibi Sassi, kendi toprak yapısına ve
eko sistemine ayak uyduran, Akdeniz Bölgesi’ndeki ilkel yaşamın en belirgin el değmemiş
örneğidir. İlk yaşam Palaeolitik döneme kadar giderken sonraki yerleşimler insanlık tarihinde
çok sayıda önemli aşamaları göstermektedir. ‘’(Unesco, 1993).
Ancak yine de Sassi daha önce hiç böyle değerli bir şekilde ele alınmamıştı. Bunlar;
yerleşim yerlerinin çoğunun inşa edilmediği ancak kaya içine oyulduğu kaya yerleşimlerdir.
XX. yüzyılın ilk yarısında Matera sakinlerinin büyük bir kısmı kötü sıhhi koşullarından dolayı
sıkıntı çektikleri bu mağaraların içerisinde yaşıyordu. Hayvanlar da (yani katırlar, domuzlar
vb.) insanların yaşadığı aynı mağaralara alınıyordu; evlerin içlerinde içme suyu olmadığı gibi
kanalizasyon da yoktu; yetersiz beslenme ve bulaşıcı hastalıklar sonucu yüksek oranda çocuk
ölümleri meydana geliyordu. Böyle koşulları olan kentsel bir alan, ilk defa İngilizce tercümesi
batı ülkelerde hızla başarı yakalayan bir kitap ile dünya çapında izleyiciye ‘ifşa edildi’. Bu,
Carlo Levis’ in 1945 tarihli ‘İsa Bu Köye Uğramadı’ adlı kitabıydı: tün dünyanın sempatisini
kazanan kitap bölümü, dokunaklı Sassi tasvirinin olduğu bölümdü. Bu kitap; inanılmaz geri
_ 235 _
Sosyal Sermaye, Kültürel Miras ve Fon Yaratmak: Güney İtalya’dan Zetema Vakfı’nın Tecrübesi
kalmışlık durumuna karşı farkındalık oluşturmanın etkili bir yoluydu. İtalyan siyaset adamları
ve kamuoyu Matera’yı ve Sassi’yi silinmesi gerekli ‘ulusal utanç kaynağı’ olarak yaftaladı.
Devam eden yıllarda Levi şöyle yazdı: ‘Sassi mağaralarında köy insanlarının başkenti, gizli
antik medeniyeti ruhu saklıdır. Matera’ yı görüp de hayran kalmamak mümkün değil; acı veren
güzelliği o kadar doğrudan ve duygulandırıcı ki.’
Kısa süre içerisinde Hükümet; Sassi’nin tamamıyla terk edilmesine ve tüm Sassi halkının
(o dönemlerde yaklaşık 15.000 kişi) yeni inşa edilmiş komşu alanlara aktarılmasına yol açacak
kentsel dönüşüm sürecine fon sağladı. Bu süreç sadece 15 yıl içerisinde kelimenin tam
anlamıyla eski tarihi merkezi hayalet kasabaya döndürdü ve unutulması gereken ‘utancı’ sildi.
Kültür Birliği ‘La Scaletta’ ve Zetama Vakfının tecrübesi: Toplumsal bağlılıktan
kurumsal etkinliğe
O yıllarda tarihi merkez Matera’nın ne geleceği ne de geçmişi ile ilgilenen neredeyse
hiç kimse yoktu. Matera’nın gizli değerini keşfetmek ve kendi kasabalarına ait olma hissini
yeniden edinmek için birkaç kişi; Matera’da ve Basilicata’da kültürü ve kültürel mirası araştırma,
keşfetme ve geliştirme misyonu ile 1959 yılında doğan yeni kurulmuş kültürel birlik olan
Circolo Culturale La Scaletta’nın etrafında birleşti. La Scaletta’nın sürekli çalışması; Matera’da
ve kırsal kesimlerde pek çoğunda çok önemli ortaçağ fresklerinin olduğu 150’den fazla kayaya
oyulmuş kilisenin keşfedilmesine ve tescil edilmesine yol açtı. Circolo bünyesinde yer alan genç
gönüllülerin bağlılığının da amacı, farkındalık yaratmak ve kamuoyunu harekete geçirmek,
insanların Sassi’nin olağan üstü tarih ve kimlik kanıtı olduğunu, keşfedilmesi, korunması,
değerlendirilmesi gereken bir kaynak olduğunu anlamalarına olanak tanımaktır. Onların
dediğine göre Matera; ‘Paleolitik Dönemin siyah deliklerinden’ günümüze kadar insanlığın
geçmişini anlatan en antik yerleşim yeridir.
Birlik; Matera şehrinin antik yer ve seçkin kültür merkezi sıfatıyla çağdaş kimliğinin
geliştirilmesinde önemli rol oynadı. Bir şekilde farkındalık oluşturarak ve sosyal bağlılık
göstererek Sassi’ye karşı gösterilen genel kültürel yaklaşımı kırabildiler (Settis, 2012).
La Scaletta toplumun iyiliği için gönüllü çalışmalar yaptı ve başarıları; İtalya
Cumhurbaşkanlığının takdim ettiği ‘Eğitime, Kültüre ve Sanata Yaptıkları Eşsiz Hizmetler’ Altın
Madalyası ile ödüllendirildi.
Mezzogiorno’da kültürel mirasın geliştirilmesine yönelik yenilikçi projenin sonucu
olarak diğer kurumlarla yapılan işbirliğinde la Scaletta; Zetema Vakfı kurumunda yer aldı.
1998 yılında kurulan Zetema’nın kökleri La Scaletta’ya dayanır ve 50 yıldan fazla uzun süren
deneyime devamlılık katar. Vakfın amacı; restorasyon, koruma, yönetim, kültürel ve çevre
mirası gibi alanların ve bunların etkinliklerinin değerlendirilmesi ile ilgili projeler tasarlamanın
ve uygulamanın yanı sıra araştırma, çalışma ve eğitim etkinlikleri tasarlamak, desteklemek ve
uygulamaktır.
Çalışmalarının kökleri esas olarak lokal kültürle ilgilidir. Zetema; kamu ve özel organlarla
yakın ortaklılıklar kurarak çalışır: diğerlerinin yanı sıra Kültür Bakanlığı, milli vakıflar ve araştırma
merkezleri, özel bağış yapanlar, bölgesel ve yerel idareler, yerel birlikler ve STK’lar.
_ 236 _
Antonio NICOLETTI
Yönetim kurulunda bir Kültür Bakanlığı temsilcisi, Matera Belediye Başkanı ve kar amacı
gütmeyen yerel özel kültürel sektörden üç temsilci vardır. Vakfın daimi başkan yardımcılığı;
Circula La Scaletta başkanına verilmiştir.
Vakıf; ‘uygulamada kuram’ yaklaşımını takip eder ve ‘eyleme geçmeden öğrenmek isteyen
bir kişi ekim yapmadan hasat almaya çalışan kişi gibidir’ sloganı ile hareket ederler. Yerel
geleneksel köylü kültüründen gelen bu ifade; anlamak ve eyleme geçmek anlamına gelen
antik Latin kavramı “intelligere et agere”den yararlanmaktadır. Aslında Zetema Vakfı somut
olarak yerel kültürel mirasın keşfedilmesi, restorasyonu, korunması ve değerlenmesi için proje
haline dönüştürülmesi gereken araştırmaları desteklemektedir.
Bu şekilde hareket ederek birkaç yıl içerisinde Vakıf; Basilicata bölgesinin doğu kısmının
sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmesine yönelik belirsiz bir strateji tasarlayan ve konuşlandıran
çok sayıda dikkat çeken kültür projesi geliştirmiş ve uygulamıştır. Her bir eylemin kameraya
alındığı bu senaryo; Basilicata’nın Kültürel Rupestral (Kayalarda Yaşayan) Halk Bölgesi
programıdır: kamu ve özel kurumları, kar amacı gütmeyen kültürel aktörleri, girişimcileri,
vatandaşları içeren işbirliğine dayalı entegre projedir bu. Böyle bir projede kültürel mirasın
korunması etkinliği; sürdürülebilir bölgesel kalkınma için ortak kaynaklar oluşturma, kültürel
sermaye üretme etkinliği olarak algılanabilir.
Şu güne kadar fon yaratmak için çok sayıda etkinlik yapan Zetema; kullanılmayan ve
terk edilen anıtların restore edilmesi, korunması ve değerlenmesi için 4 milyon avrodan fazla
yatırım yapmıştır. Yaklaşımı; Akdeniz’de kayalarda yaşayan mirasın korunmasına yönelik
meslek kurallarını ve İtalya kültürel mirasın yönetilmesi için temel ölçütü tanımlamıştır.
Elde edilen sonuçlar, sadece Vakfın anıtları restore edip turist çekmesinden dolayı değil;
asıl etkinliklerinin kültürel yatırımların yeni istihdam alanı yatırmadan nasıl kullanılabileceğini
göstermesi açısından değerlidir. Vakıf tarafında restore edilen ve yeniden işlevsel hale getirilen
tarihi alanlar; Matera’nın en ilgi çekici turistik yerleri arasında olmasından dolayı bunların
ziyaretçilere açık olmasını sağlamak ve günlük bakımlarını yapmak için eskiden işsiz olan
gençler iki kooperatif kurdu. Bu günlerde Zetema iki kişiyi tam zamanlı istihdam etmektedir.
Ayrıca yüksek uzmanlıkları olan profesyoneller de yeni Zetema projelerinin tasarlanması ve
uygulanması için sürekli destek vermektedir.
Krizle yüzleşecek anahtar kaynaklar olarak toplumsal sermaye ve kültürel miras
Şehirler geleneksel olarak yenilik ve değişim için tiyatro ve katalizörler olmuştur. Artık
Avrupa Birliğinin ve İtalya Hükümetinin geliştirdiği bölgesel kalkınmaya yönelik politikalarla
merkez konuma gelmektedirler. Giderek artan belirsizlik ve ekonomik kriz senaryosunda
geçmişten daha sık bir şekilde entegre kentsel kalkınma politikaları ile çok sayıda orta ölçekli
şehirlerin kimliklerini yeniden belirlemesi gereklidir. Batı ülkelerinde bu kavram özellikleri
arasında Bilbao gibi yetmişlerde ve seksenlerden orta ölçekli ve büyük şehirlerde gerçekleşen
ünlü kentsel dönüşüm tecrübeleri vardır. Bask’ın başkenti; seksenlerde görülen ağır imalat
ve kimyasal sanayisi krizinden sonra kentsel kimliğini sanayiden kültür şehri kimliğine
dönüştürmeye karar verdi ve böylece yatırım politikalarını ileri üçüncü dereceye ve turizm
_ 237 _
Sosyal Sermaye, Kültürel Miras ve Fon Yaratmak: Güney İtalya’dan Zetema Vakfı’nın Tecrübesi
sektörlerine yönlendirdi. Çok sayıda proje uygulandı; her şeyden önemlisi, şehir merkezinin
dönüştürülmesi için yapılan pek çok diğer müdahalenin yanı sıra ünlü Guggenheim müzesi
inşa edildi. Frank Gehry ve Santiago Calatraca gibi dünya çapında ünlü mimarlar; yeniden
yapılandırma stratejisine katkıda bulunmak için davet edildi ve tüm sürece büyük finansman
katkıları yapıldı (cfr. Plaza, 2000).
Bugünlerde İtalya bağlamında (ve özellikle Güney İtalya bağlamında) kentsel kalkınma
stratejilerine yaklaşımın farklı olması gereklidir. Ağır ekonomik kriz baskısı altında kamu
finansmanları projelere yapılacak ağır yatırımları destekleyemeyebilir ve piyasanın belirsiz
olması özel yatırımcıların sermayelerini büyük ve maliyetli kentsel dönüşüm projelerine
yatırmalarını önleyebilir. Geçmişte kentsel dönüşümler esas olarak az değer biçilmiş maliyetleri
ve tahmin edilenden fazla yararları olan süreçler sonucunda yeni sembolik binaları oluşturma
eğiliminde olurken günümüzde değişen makro-ekonomik ve toplumsal bağlamdan
kaynaklanan güçlü iyileştirici faktörler söz konusudur (bknz. Carmona, 1999). Müdahaleler
ve politikalar artık ‘fiziksel’ projeleri daha az hedeflemekte ve diğer programlama boyutları ile
daha yüksek seviyelerde entegre olmaya çalışmaktadırlar. Bu şekilde yaparak, yaşam kalitesi
ile daha doğrudan ilişkisi olan maddi olmayan hedeflerin peşinde koşarlar ve kentsel sosyoekonomik kalkınma için yenilikçi çözümler ararlar.
Matera şehri ve bölgesi için Zetema Vakfı; bu uyanışla birlikte yürütülecek bir senaryo
hazırlamaktadır. Kalkınma stratejileri tamamıyla entegre olmuştur: sadece fiziksel olmadığı
gibi sadece manevide değildir. Kamu sektörü, girişimciler, bankalar, kar amacı gütmeyen
sektör ile işbirliği kurarak ve aynı zamanda ortak hedeflerin peşinden koşmak için yenilikçi
yollar arayarak toplumsal sermayeyi inşa eder. Böyle bir işbirliği:
- İçerisinde milli ve yerel kamu organlarının, yerel kültürel birliklerinin ve kültür alanında
tanınan isimlerin yer aldığı vakfın yönetim kurulu;
- Uygulanabilmesi için yerel kültür birliklerini, genç insanlar birliklerini, kültür alanında
ulusal çapta lider aktörleri bir araya getirdiğinden dolayı vakıf tarafından bölgesel kültür
mirasının değerlendirilmesini arttıran projeler;
- Vakıf başta Yapısal Fonlar aracılığı ile Avrupa Birliğinden olmak üzere milli banka
kuruluşlarından ve diğer bağış yapan kişilerden ve kamu kaynaklarından ve özel kaynaklardan
sağladığı fon yaratma etkinliği açısından sürekli işleyecektir.
Vakıf; yerel sürdürülebilir kalkınma için bölgesel ve kültüre mirasın nasıl varlığa
dönüştürülebildiğini keşfetmeleri ve anlayabilmeleri konusunda yerel halkın desteklenmesinde
önemli bir rol oynamıştır. ‘Bilginim eyleme’ dönüştürülmesinin önemini hiç unutmayan
(Friedmann, 1987) Vakıf aşağıdaki adımlardan meydana gelen müdahale modelini tanımladı:
- Terk edilmiş ve kötüleşmiş anıtların keşfedilmesi;
- Anıtların restore edilmesi ve tekrar işlevsel hale getirilmesi için yüksek kaliteli entegre
projelerin tanımlanması;
- Fon yaratma ve uygulama;
- Genç girişimci grupların istihdam edilmesi yoluyla restore edilmiş anıtların
yönetilmesinin sağlanması.
_ 238 _
Antonio NICOLETTI
Bu adımların arkasındaki tüm kökler; tüm girişimcilere güçlü kaynak oluşturan toplumsal
kültürel aktivizme uzanır. Toplumsal sermaye ve güven; Zetama’nın takip ettiği her eylemde
önemlidir. Zetema’nın sahip olduğu yer altı çağdaş heykeltıraş müzesi olan MUSMA’da (Şekil 3)
sergilenen çok önemli koleksiyonun her bir parçası; artistler, onların halefleri, Zetama projesini
kucaklayan kolektörler tarafından Vakfa bağışlanmıştır. Zetema’nın şu anda restore ettiği ve
kurmakta olduğu uygulamalı sanatlar müzesi olan ‘Casa di Ortega’; üçüncü sektör operatörleri
için ulusal banka tarafından desteklenen yeni fon yaratma kampanyası ile tamamlanacaktır.
Bu strateji; kültürel mirasın korunmasının ve değerlendirilmesinin yaratıcı sınıf adı verilen
sınıfın büyümesine destek sağladığı küçük ölçekli projelere dayanmaktadır (bknz. Florida,
2003; Landry, 2000; Landry ve Hyant, 2012). Bu strateji genç kişilerin sanat ve yaratıcılık ile
ilgili eğitim etkinlikleri alanına dahil olması ile gerçekleşir.
Bu şekilde hareket eden Vakıf; başkan ve kurucu Rafaello de Ruggieri’nin de bitmek
bilmeyen eylemleri sayesinde şehrin geleceğinin şekillenmesinde büyük rol oynamaktadır.
Vakfın, başarılı projelerinin ‘gösterici’ etkisi de göz önüne alındığında kamuoyundan onay
gördüğü anlaşılır. Vakıf tarafından iyileştirilen kültürel alanlar; turistleri çeken çok önemli
merkezler haline gelmiştir. Ancak yerel turizm açısından henüz yeteri kadar organize
edilmemiştir. Bundan dolayı, kültürel sermayenin geliştirilmesine ve kullanılmasına dayanan
bölge kalkınması ile ilgili net bir vizyon elde etmeye çalışarak kültür liderliğinde önemli rol
oynamaktadır. Genç aktörlere ve araştırmacılara sürekli destek sağlar ve ayrıca onları projenin
geliştirilmesi ve uygulanması aşamalarına dahil eder; bölge dışından destek arayarak ve fon
yaratma için yeni olasılıkları ve kaynakları araştırarak (örneğin banka. Vakıflar; üçüncü sektör
desteği alanında uzmanlaşmış ulusal bankanın garanti ettiği, özel ‘gönüllülerden’ krediler alır
veya yarışmalara fon sağlar) projeler için yeni kaynak yaratma yolları bulmaya çalışır.
Şu ana kadar Zetema; benzer bölgeler için de yararlı olabilecek sürdürülebilir kalkınmaya
giden yolu takip etti. Genel görüş olarak Zetema Vakfının olumlu deneyiminin bazı anahtar
faktörleri şu şekilde özetlenebilir:
- Lokal mevcut veya potansiyel varlıkları fark etmek ve araştırmak (‘Çeşitliliğin’
güçlendirildiği global bağlam içerisinde ‘yerel’ kavramını kaynak olarak düşünerek);
- Kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi için disiplinler arası yeterlilikleri
kullanarak dikkat çekici kaliteli projeler geliştirmek ve uygulamak;
- Yerel toplulukların hem yararlanıcı hem de birincil aktörler olduğunu düşünmek;
- Kamu kurumları ve özel aktörler arasında işbirliğini geliştirmek;
- İstekli hedefler oluşturmak ve olumlu, geleceğe dönük ve gerçekçi tavırla bu hedefleri
yakamaya çalışmak (‘ayakları yere basarak ütopyayı takip etmek’)
Üretilen ve uygulamaya konulan projeler; yerel ve bölgesel kamu alanında farklı aktörlere
yönelik güçlü mesaj vermenin etkili yollarındandır. Bunlar aracılığı ile Vakıf; sıklıkla karmaşık
konuları dönüştürme süreçlerinde fikirler oluşturma ve yönlendirme, toplumsal katılımı
yapılandırma ve harekete geçirme gibi ortak hedeflere ulaşmada kaliteli eylemin gücünün
önemini kanıtlamaktadır.
_ 239 _
Sosyal Sermaye, Kültürel Miras ve Fon Yaratmak: Güney İtalya’dan Zetema Vakfı’nın Tecrübesi
Zetema Vakfının aktif bağlılığı ile ‘tutulan söz’; kültürün yeni ‘kültür’ yaratarak ve yaşam
kalitesini geliştirerek İtalyan Mezzogiorno gibi zor alanlarda bile istihdam yaratabileceği ile
ilgilidir.
Ayrıca Matera ve Basilicata ile ilgili gelecek vizyonunu paylaşmak için gösterilen çabaların
sonunda artık bölgesel politikalarda meydana gelen büyük değişmeleri görmek mümkündür.
Son üç yılda şehir idaresi ve – çok önemli – tüm siyasi partiler ve bölgesel kurumlar; kültürü ve
yaratıcılığı merkeze alan geniş bölgesel kalkınma stratejisine kucak açtı. Bu strateji; Matera’nın
pek çok diğer İtalya şehirlerine karşı zorlu rekabetinden sonra, 2019 yılı Avrupa Kültür Başkenti
olmasını sağlayacak kültür programını uygulamayı hedeflemektedir. Son dönemlerde Matera;
21 aday içerisinden diğer 5 şehirle birlikte bu rol için finale kaldı. Değerlendirme komisyonu
nihai kararının 2015 yılının son çeyreğinde verecektir.
Değişim için bir varlık olarak kültür fikrinin bu şekilde çakışması belki de Zetema
etkinliklerinin Basilicata’da ortaya çıkardığı en büyük sonuçtur.
_ 240 _
1(:3(563(&7,9(6)25
)281'$7,216(8523($181,21
$1'62&,$/,1129$7,21
5DIIDHOH9,78//,0DWHUDKXE,7$/<
3DROR0217(085524XDOLW\3URJUDP,7$/<
Social Innovation
“Social innovation refers to new strategies, concepts, ideas and organizations that meet social
needs of all kinds — from working conditions and education to community development and
health — that extend and strengthen civil society.”
Why is social innovation so important?
Social Innovation is a key topic for the European debate of these years. Strictly related to the
economic crisis, it has become relevant for these reasons:
- To find new and alternative solutions for social problems
- To build sustainable community projects, new businesses, new jobs, new culture
- To help people in being happier
- To improve our communities’ lifestyle
Social innovation is also important to change human attitudes. Human personality is a perfect
machine for survival. It developed in millions of years to safeguard the continuity of species
through attack and defense. Men who are slave to their instinct:
x consider the outside world as a threat for their survival;
x act in a selfish way;
x collect resources for personal interest and do not think to the planet or worse to their
own future.
Thanks to Social Innovation, today men are becoming aware of the need to think differently,
putting themselves in relationship with the others. They have to stimulate creativity and
control their ego to have a better life in terms of individual, community, future generations
and entire world.
How to do social innovation?
Helping people and communities to use their capabilities and creativity to improve the
consideration of personal and social problems and solve them with shared, sustainable,
repeatable, methods and projects. That is the value of social innovation.
_ 241 _
New Perspectives for Foundations - European Union and Social Innovation
Who can stimulate social innovation and changes?
We believe there are currently in Europe “Intermediary organizations”, public and private
entities, with a philanthropic mission, able to sustain culture and society and promote
innovation through the application of new values, social and economic, to everyday challenges
of a community.
Two examples from Italy
Fondazione con il Sud: it is a non-profit corporation, born in November 2006. The foundation
is funded by nearly 80 Italian bank foundations and the “Forum del Terzo Settore”, body which
includes approximately 90,000 Italian entities committed in voluntarism and social enterprises.
Mission - Exemplary projects based on the creation of partnership between voluntary
organizations and public bodies, universities, private professionals and social parties, in
precise areas of interest:
- education of young people, most of all linked to culture of legality and the civil conviviality;
- generation of A-level human capital;
t
- care and valorization of common goods, through national voluntary networks;
t
- development, qualification and innovation of health and social services;
- cultural mediation and immigration policies (welcome and integration)
Fondazione con il Sud supported more than 430 initiatives, implicating in project
partnerships more than 5,500 entities and dispensing totally more than 96 million €, through
calls open to voluntary organizations, universities, public bodies and enterprises.
Key words: Social innovation, Community building, Common goods
Fondazione Accenture: Is a non-profit organization promoted by important Italian businesses
and foundations
It’s activities consist in:
1. studies and researches in technological and social innovation
2. actions aimed at supporting the increase and development of businesses and
communities in Italy
In March 2010 Accenture created ideaTRE60, an online platform to select and put into effect
the best social innovation ideas:
- young talents, researchers, organizations and businesses
- meet in ideaTRE60 to activate collective intelligence and give life to innovative ideas
committed to common progress, which are converted into concrete projects through the
instrument “call for ideas”
Key words: New models of development, Education of young people, Cultural heritage
EU and Social Innovation
The European Union is currently proposing several opportunities, through its programs,
_ 242 _
Raffaele VITULLI - Paolo MONTEMURRO
to promote, in several fields, social innovation. The 2020 strategy has a clear goal which is
promoting a more sustainable, smart and equal society all over the continent.
From our point of view, Muslim foundations are the perfect intermediary organization to
promote social innovation through European programs and cooperation.
They have all features and capabilities to stimulate local communities and to promote an
enlargement of the local vision to wider perspectives.
Horizon 2020: the EU vision
Research and Development for Societal Challenges
Inclusive innovative and secure society
Reinforce socio-political and cultural inclusion through research on European identity and
cultural interaction. This richness should be used to favor innovation in society through the
tools of technology and tradition.
Creative Europe
New Culture Program
Support program for Europe’s cultural and creative sectors
Promote cultural and linguistic diversity through funding for:
x artist
x cultural professional
x cultural heritage management
x artistic residence
x film industry
x media
x book
Erasmus +
The new EU program for education, training, youth & sport
A new single program to assist Europe to realize inclusive smart & sustainable growth through
lifelong learning and mobility.
IPA 2
Funds for Countries in the pre-accession phase
Preparation for Community’s cohesion policy as well as agriculture and rural development
policy
It will support a single operational program addressing three major areas of intervention:
employment, education and training as well as social inclusion
A proposal from materahub:
_ 243 _
New Perspectives for Foundations - European Union and Social Innovation
Creative Land Europe
A network of European culture and creative centers to activate process of co-creation and
cultural coproduction
We invite citizens to create CLHUB, communities born to share projects focused on primary
needs:
t
- innovative solution for old & new community problems
t
- valorization of common goods & resources
t
- participation to social & policy project
t
- development of new business ideas, cultural & artistic productions
Experts, creative, artists, can sustain CLHUB working as facilitators
_ 244 _
VAKIFLAR İÇİN YENİ BAKIŞ AÇILARI - AVRUPA BİRLİĞİ VE TOPLUMSAL
YENİLENME
Raffaele VITULLI - Materahub – İTALYA
Paolo MONTEMURRO - Quality Program – İTALYA
Toplumsal Yenilik
“Toplumsal yenilik; çalışma koşullarından ve eğitimden toplumun geliştirilmesine – sağlığına
kadar sivil toplumu genişleten ve güçlendiren her türlü sosyal ihtiyaçları karşılayan yeni stratejileri,
kavramları, fikirleri ve kuruluşları ifade eder.’’
Sosyal yenilik neden bu kadar önemlidir?
Sosyal yenilik; bu yılların Avrupa tartışmasında anahtar konudur. Ekonomik krizle yakından
ilişkisi olan bu kavram şu nedenlerden dolayı önemlidir:
- Toplumsal problemler için yeni ve alternatif çözümler bulmak,
- Sürdürülebilir toplumsal projeler, yeni iş yerleri, yeni meslekler, yeni kültür oluşturmak,
- İnsanların daha mutlu olmalarına yardımcı olmak,
- Toplumlarımızın yaşam şeklini geliştirmek.
Toplumsal yenilik; insan tavırlarını değiştirme açısından da önemlidir. İnsan kişiliği; hayatta
kalmak için mükemmel bir makinedir. Saldırı ve s.a.v.unma yardımıyla türlerin devamlılığını
güvence altına almak için milyonlarca yıl boyunca gelişmiştir. Kendi içgüdülerinin esiri olanlar:
x Dış dünyayı kendi yaşamları için bir tehdit olarak görürler;
x Bencil bir şekilde hareket ederler;
x Kişisel çıkarlar için kaynak toplarlar ve gezegenlerinin veya geleceğinin daha kötüye
gideceğini düşünmezler.
Sosyal Yenilik sayesinde bugün insanlar; farklı düşünmek, başkaları ile ilişki kurmak zorunda
olduklarının farkına varmaktadırlar. Yaratıcılığı tetiklemek ve bireysel, toplum, gelecek nesiller
ve tüm dünya açısından daha iyi bir yaşam için egolarını kontrol altında tutmak zorundadırlar.
Sosyal yenilik nasıl yapılır?
İnsanlara ve toplumlara; kişisel ve sosyal problemleri konusunu geliştirmek için kapasitelerini
ve yaratıcılığını kullanma ve onlarla paylaşılan, sürdürülebilir, tekrar edilebilir yöntem ve
projeler geliştirmeleri konusunda yardımcı olarak yapılır. İşte bu sosyal yeniliğin değeridir.
Kimler sosyal yeniliği ve değişiklikleri tetikleyebilir?
Şu anda Avrupa’da bulunan hayırsever bir misyonu olan kamu ve özel kuruluşlardan meydana
gelen ‘aracı kuruluşların’ yeni sosyal ve ekonomik değerler bileşkesinin günlük zorluklara
uygulanması aracılığı ile yeniliği tetikleyebileceği; kültürü ve toplumu sürdürebileceğine
inanıyoruz.
İtalya’dan iki örnek
Fondazione con il Sud: 2006 yılı Kasım ayında doğan kar amacı gütmeyen kurumdur. Bu vakıf
fonları hemen hemen 80 İtalyan banka vakfı ve kendisini gönüllü olmaya ve sosyal girişimlere
adamış yaklaşık 90,000 İtalyan birimini içeren “Forum del Terzo Settore” organı sağlamaktadır.
_ 245 _
Vakıflar için Yeni Bakış Açıları - Avrupa Birliği ve Toplumsal Yenilenme
Misyon – Tam olarak ilgili alanlarında gönüllü kuruluşlar ve kamu organları, üniversiteler,
özel profesyoneller ve sosyal taraflar arasındaki ortaklık oluşturulmasına dayalı olacak örnek
projeler.
- Çoğu meşruluk ve sivil eğlence kültürü ile birbirine bağlı genç kişilerin eğitilmesi;
- A seviyesindeki insan sermayesinin oluşturulması;
- Ulusal gönüllü ağlar üzerinden ortak malların bakımı ve değerlemesinin yapılması;
- Sağlık ve toplumsal hizmetlerin geliştirilmesi, yeterliliğinin sağlanması ve yenilenmesi;
- Kültürel meditasyon ve göçmenlik politikaları (kucak açma ve entegrasyon).
Fondazione con il Sud; 5,500’den fazla kuruluş ile proje ortaklığı anlamına gelen 430’dan fazla
teşviki destekledi ve gönüllü kuruluşlara, üniversitelere, kamu organlarına ve girişimlerine açık
çağrılar aracılığı ile 90 milyon €’ dan fazla fon sağladı.
Anahtar kelimeler: Toplumsal yenilik, Toplumun inşa edilmesi, Ortak mallar
Fondazione Accenture: Önemli İtalya iş yerlerinin ve kurumlarının desteklediği kar amacı
gütmeyen kuruluştur.
Etkinlikleri şunları içerir:
1. Teknolojik ve sosyal yenileşmedeki çalışmalar ve araştırmalar,
2. İtalya’da iş yerlerinin ve toplulukların arttırılmasını ve geliştirilmesini destekleyen
eylemler.
2010 yılı Mart ayında Accenture; en iyi sosyal yenilik fikirlerini seçmek ve uygulamaya sokmak
için bir online platform olan ideaTRE60’ı kurdu.
- genç yetenekler, araştırmacılar, kuruluşlar ve işyerleri kolektif istihbaratı etkinleştirme ve
‘fikirler için davetiye’ aracılığı ile somut projelere dönüştürülen ortak gelişmeye adanan
yenilikçi fikirlere hayat vermek için ideaTRE60’ da buluşmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Yeni kalkınma modelleri, Genç insanların eğitimi, kültürel miras
AB ve Toplumsal Yenilik
Avrupa Birliği şu anda çeşitli alanlarda sosyal yeniliği geliştirme amacıyla programları aracılığı
ile çeşitli fırsatlar sunmaktadır. 2020 stratejisinin tüm kıta üzerinde daha sürdürülebilir, akıllı ve
eşit toplumu geliştirecek açık bir hedefi vardır.
Bizim bakış açımızdan bakıldığında Müslüman vakıflar; Avrupa programları ve işbirliği aracılığı
ile sosyal yenileşmeyi güçlendirecek mükemmel aracı kuruluşlardır.
Bunların hepsinin yerel toplumları uyandıracak ve yerel bakış açısının daha geniş bakış açılara
uzanmasını sağlayacak özellikleri ve yetenekleri vardır.
Horizon 2020: AB vizyonu
Toplumsal Zorluklar için Araştırma ve Geliştirme
Katılımcı yenilik ve güvenlik toplumu
Avrupa kimliği ve kültürel etkileşim ile araştırma yaparak sosyo-politik ve kültürel katılımı
güçlendirmektedir. Bu zenginlik; teknoloji ve gelenek araçları ile toplumda yeniliğin lehine
kullanılmalıdır.
_ 246 _
Raffaele VITULLI - Paolo MONTEMURRO
Yaratıcı Avrupa
Yeni Kültür Programı
Avrupa’nın kültürel ve yaratıcı sektörleri için destek programı.
Şunlar için fon sağlayarak kültürel ve dilsel çeşitliliği arttırır:
x sanatçı
x kültür meslekleri
x kültürel miras yönetimi
x sanat rezidansı
x film sanayisi
x medya
x kitap
Erasmus +
Eğitim, öğretim, gençlik & spor için yeni AB programı
Yaşam boyu öğrenme ve hareketlilik ile katılımcı akıllı & sürdürülebilir büyümeyi gerçekleştirmek
için Avrupa’ya yardımı olan yeni tek program
IPA 2
Katılım öncesi aşamada ülkeler için fonlar
Topluluğun tarımsal ve kırsal kalkınma politikasının yanı sıra birleşme politikasına yönelik
hazırlık
Üç büyük müdahale alanını ele alan tek işletimsel programı destekleyecektir: sosyal katılımın
yanı sıra istihdam, eğitim ve öğretim
Materahub’tan bir öneri:
Creative Land Europe (Yaratıcı Vatan Avrupa)
Birlikte yaratma ve kültürel birlikteliği süresini etkinleştirecek Avrupa kültürü ve yaratıcı
merkezler ağı.
Vatandaşları ana ihtiyaçlara odaklanan projeleri paylaşmak için doğan CHLIB, yani topluluklar
oluşturmaya davet ediyoruz:
- Eski & yeni toplum problemlerine yönelik yenilikçi çözüm
- Ortak malların & kaynakların değerlemesinin yapılması
- Sosyal & politika projesine katılım
- Yeni iş fikirlerinin, kültürel & sanat eseri üretimlerin geliştirilmesi
Uzmanlar, yaratıcılar ve sanatçılar; kolaylaştırıcılar olarak CLHUB’un çalışmalarını idame
ettirebilirler.
_ 247 _
_ 248 _
9DNÜIODUÜQYH9DNÜI
%HQ]HUL°UJÖWOHULQ
¶ONH(NRQRPLVLQH
(WNLOHULYH.DWNÜODUÜ
2WXUXP
2WXUXP%DüNDQ×
3URI'U+VH\LQ+$7(0ú
.DW×O×PF×ODU
3URI'U1HFGHW6$ø/$0
'U5HD]XO.$5,0
$EGXOODK(.ú1&ú
+XVDLQ%(1<281,6
_ 249 _
_ 250 _
9$.,)/$5'$)ñ1$16$/5$325/$0$
9(+(6$39(5ñ/(%ñ/ñ5/ñ.
3URI'U1HFGHW6$ï/$0
$QDGROX¶QLYHUVLWHVL7¶5.ñ<(
1. Giriş
Türkiye’de gönüllü kuruluşlar arasında en önemlileri vakıflardır. Toplumun maddî ve manevî
ihtiyaçlarının karşılanmasında en büyük görevi üstlenen vakıfların, ne zaman ortaya çıktığı
konusunda, çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Bir kısım araştırmacılar vakfın İslamiyet’ten önce
de var olduğu fikrini s.a.v.unarak Sümerlere, Eski Türklere, Roma ve Bizans İmparatorluğuna
kadar dayandırmaktadır.
Vakıf bir mal – varlık – topluluğudur. Toplum ve kamu kaynağı kullanan vakıfların gelir
ve giderleri ile varlıklarının muhasebeleştirilmesi ve raporlanması önemli bir konudur.
Vakfın finansal işlemlerinin devlete, vakfedenlere ve ilgili taraflarla paylaşılması son derece
önemlidir. Bu nedenle vakıflarda hesap verilebilirlik önemlidir. Eğer vakıflar hesap verilebilir
ise, ülkede sosyal kaynak yaratma artmakta vakıflar toplum yararına işler yapmaya devam
edebilmektedirler.
Bu çalışmada geçmişten günümüze vakıflarda finansal raporlama ve hesap verilebilirlik
üzerinde durulacaktır.
2. Finansal Raporlama
Finansal raporlama; vakfın mali karakterli işlemleri kaydederek ilgili taraf ve paydaşlara
(içeri ve dışarı) raporlayan bir muhasebe bilgi sistemidir. Bu sistemde vakfın gelirleri, giderleri,
varlıkları ve kaynakları detaylı bir şekilde izlenir. Ayrıca sayılan bu kalemlerdeki değişiklikler
de izlenir.
Vakıflardaki parayla ifade edilebilen (finansal) her türlü işlem, olay muhasebenin konusuna
girer. Bu finansal işlem ve olaylar, vakfın varlık ve kaynaklarında değişme yaratırlar. Muhasebe
de bu değişimleri günlük olarak takip eder, benzer işlem ve olayları gruplandırır, bilgiyi
herkesin anlayabileceği şekilde kullanabilmek için özetleyip belli dönemlerde kullanıcılara
özetlenmiş halini sunar.
Muhasebe, ayrıca vakıf hakkında finansal tablolarda özetlenmiş bilgilerden yararlanarak
gelecek hakkında tahminlerde bulunur ve vakıf hakkında genel olarak yorumlar yapar.
Muhasebenin kapsamına giren olaylarda şu iki şart birlikte olmalıdır:
_ 251 _
Vakıflarda Finansal Raporlama ve Hesap Verilebilirlik
x Vakıf ile ilgili bir olay olmalıdır.
x Para ile ölçülebilir olmalıdır.
Mali nitelikli (ekonomik değeri olan parasal olay) bir olay olmalıdır. Muhasebe vakıf ile
ilgili mali olaylarla şu dört süreçte ilgilenir:
1) Tespit EderĺBelge SistemiĺBağış makbuzu ve gider belgeler ile;
a) Ekonomik olaylar dinamik yapılı, muhasebe kayıt süreci ise statik yapılıdır. Bu iki yapı
belge düzeni ile uyumlu duruma getirilir.
b) Bir belgede en az 5 unsur olmalıdır: Bunlar; yer bildirimi, zaman bildirimi, kişi/kurum
bildirimi, konu bildirimi ve finansal boyut bildirimidir.
2) Tasnif Eder ĺ Hesap Sistemi ĺ Hesap Planı ile mali olayların farklı nitelikte olması
bunların farklı kümelerde biriktirilmesini gerektirir. Bu kümelere hesap denir.
3) Kayıt Eder ĺ Defter Sistemi ĺ Defter kayıtları ile kaydedilir.
4) Rapor Eder ĺ Raporlama Sistemi ĺ Mali (Finansal) Tablolar
x Bilanço
x Gelir Tablosu
x Diğer Mali Tablolar
5) Yorum Yapar ĺ Muhasebe Bilgi Sistemi Bilgi kullanıcılarının amaçlarına uygun raporlar
üretir ve yorumlar.
Muhasebenin ürettiği mali bilgiler, vakıf ile ilgili kişi ve kurumlara, vakıf hakkında
yapacakları değerlendirmeler için sunulur ve ne anlama geldikleri açıklanır. Muhasebenin
üretmiş olduğu bilgiye şu kişi/kurumlar ihtiyaç duyabilir:
x
x
x
x
x
x
x
Vakfedenler
Mütevelli ve Yöneticiler
Bağışçılar
Fon sağlayanlar, banka ve kredi kurumları
Devlet ve Denetçiler
Kamuoyu
Diğer
Vakıf kurucuları, mütevelli ve yöneticilere ve vakıf ilgililerine doğru mali bilgiler aktarması
gerekir. Vakıflar belirli amaçları gerçekleştirmek için kurulurlar ve çalışırlar. Bu amaçlardan en
vazgeçilmez olanları, kuruluş amacını gerçekleştirmek, süreklilik ve topluma hizmettir.
Vakıf amaçları etkin ve verimli gerçekleştirmek, özel olarak ise sürekliliği sağlamak için,
akılcılığın ve bilimselliğin gereği olarak;
x Faaliyetlerin önceden planlanması,
_ 252 _
Prof. Dr. Necdet SAĞLAM
x Mümkün olduğunca plan doğrultusunda hareket edilmesi ve gerçekleşen faaliyetlerin
sürekli izlenmesi
x Sonuçların kontrol edilmesi gerekir.
Muhasebe, vakıf yönetimine şu katkıları sağlar:
x Muhasebe yazılı bir hafıza niteliğinde olduğundan, geçmiş mali olaylar hakkında bilgi
verir. Bu bilgiler vakfın gelecek faaliyetlerin planlanmasında kullanılabilir.
x Vakıftaki işlemlerin günlük takibini yaparak gerçekleştirilen faaliyetlerin izlenmesine
katkı sağlar.
x Plan ve Bütçe verileri ile uygulama sonuçlarının karşılaştırılmasını yaparak, vakıf
faaliyetlerinin kontrol edilmesine katkı sağlar.
Vakıf ile ilgili çeşitli kişi ve kuruluşlar, vakıf hakkında yapacakları değerlendirmeler ve
verecekleri kararlar için muhasebenin sağlayacağı mali bilgilere ihtiyaç duyarlar. Mali bilgilerin
doğruluğu, vakıftaki fonların yerinde kullanımı, vakıf hakkında yapılacak değerlendirmeler ve
verilecek kararların doğruluğu ve geçerliliği açısından önemlidir.
Muhasebenin temel kavramları çerçevesinde oluşturulan genel kabul görmüş muhasebe
ilkeleri, bir bakıma temel kavramların uygulamaya yansımasını sağlayan aracılardır. Genel
kabul görmüş muhasebe ilkeleri, uygulamada geniş ölçüde kullanılmalarına karşın, her yerde
ve her zamanda geçerli kurallar değildirler.
Genel Kabul Görmüş Muhasebe İlkelerinin amacı; muhasebe uygulamalarında farklılıkları
azaltarak, karşılaştırmaya elverişli, uyumlu (tutarlı) ve yararlı muhasebe bilgilerinin üretilmesine
imkân sağlamaktır. Vakıflar gerçekleştirdikleri mali olayları; iş hacimleri, yasal statüleri ve muhasebeden
beklentilerine bağlı olarak, değişik yöntemlerle muhasebe kayıtlarına alırlar. Buna göre tek
taraflı ve çift taraflı olmak üzere iki ayrı muhasebe kayıt yönteminden söz edilebilir.
Tek taraflı mali olayların yalnızca bir yönünün muhasebe kayıtlarına alındığı muhasebe
türüdür. Örneğin veresiye satış yapan bir tüccar; yalnızca malı alanların borcunu bir defterde
izliyor, buna karşılık stoktaki azalmaları kayıtlarda izlemiyorsa, tek taraflı kayıt yöntemi
uyguluyor demektir.
Tek taraflı kayıt yöntemi, uygulaması kolay bir muhasebe yöntemidir. Küçük vakıfların
uyguladığı, işletme hesabı esasına göre defter tutmayı, bu yönteme örnek verebiliriz.
Çift taraflı kayıt yöntemi ise, işletmenin gerçekleştirdiği mali olayların her iki yönünün de
kayıtlara alındığı muhasebe yöntemidir. Örneğin; yukarıdaki tüccar depodan azalan malları
da kaydetmiş olsaydı çift taraflı kayıt yöntemini uygulamış olurdu. Diğerine göre ayrıntılı ve
zor olmasına rağmen, işletme faaliyetleri ve sonuçları hakkında daha anlamlı sonuçlar verir.
Bilanço esasına göre defter tutma sistemini, bu kayıt yöntemine örnek verebiliriz.
_ 253 _
Vakıflarda Finansal Raporlama ve Hesap Verilebilirlik
3. Hesap Verilebilirlik
Hesap Verebilirlik, bir kuruluşun aldığı kararlardan etkilenecek kişilere karşı gönüllü ya
da zorunlu olarak sorumlu olmasıdır. Hesap verebilirliğin ön şartı şeffaflık ilkesidir. Bir vakfın
hesap verebilir olması, kaynaklarını etkin ve amaçları doğrultusunda kullandığını ve kaynakları
kişisel çıkar için kullanılmadığını gösterir.
Hesap verebilir bir vakıf, üyelerine, faydalanıcılarına ve maddi destekçilerine karşı her
zaman yanıt verebilir olmalıdır. Hesap verme, yönetim fonksiyonunun özünde vardır ve
kaynakları yöneten her kişinin en temel yükümlülüğüdür.
Hesap verilebilirlik ile şeffaflık arasında ilişki vardır. Şeffaflık kararların, kurallar ve
düzenlemeler doğrultusunda katılımcı yollarla alınması ve uygulanmasıdır. Bu süreçte alınan
kararlardan etkileneceklerin bilgiye erişiminin sağlanması ve bu bilginin de ulaşılabilir, anlaşılır
ve somut olması prensibidir.
Şeffaflık; vakfın görev ve fonksiyonlarının, vakıf gelir ve giderleri, varlıkları ve borçlarına
ait bilgilerin açık, anlaşılır ve düzenli olarak güven tesis edecek şekilde kamuoyunun bilgisine
sunulmasıdır. Yönetimin şeffaflığı aslında onun elinde bulundurduğu bilgi ve belgelere
ulaşmakla sağlanabilir.
Vakıflarda güven önemlidir. Her faaliyetini açıkça ifade edebilen kurumlara kamuoyunda
daha çok güvenilir. Finansal tablolara yansıyan ve tüm paydaşları ilgilendiren bir işlem ve olayın
neden ve nasıl yapıldığının açık olması ve kamuoyu ile paylaşılması sonuçta güven artırıcıdır.
Diğer önemli bir konu ise kamuyu aydınlatmadır. Günümüzde vakıflar toplumlarda
güçlü aktörler haline geldikçe, hesap verebilir olmaları da gerekir. Kurumsal şeffaflığın yerine
getirilmesi sürecinde, şeffaflık kavramının tamamlayıcısı olarak karşımıza kamuyu aydınlatma
(disclosure) kavramı çıkmaktadır.
Şeffaflık ve kamuyu aydınlatma, başarılı kurumsal yönetimin özelliklerinden biridir ve
doğrudan finansal raporlama ile ilişkilidir. Şeffaflık ve kamuyu aydınlatma, birbirini karşılıklı
olarak etkileyen kavramlardır. Vakıflarda şeffaflık kültürü daha çok benimsendikçe, açıklanan
bilgilerin niteliği ve niceliği de artar.
Vakıflarda Şeffaflık ve Hesap Verebilirliği sağlamak için geliştirilen araçları şu şekilde
sıralayabiliriz.
x Sivil topluma yönelik toplumsal sahipliği artırmak
x Kamu ile diyalogun güçlendirilmesi
x Vakıfların finansal sürdürülebilirliklerini sağlamak
4. Türkiye’de Vakıflarda Finansal Raporlama
Vakfın, gelir ve giderlerinin kaydedilmesinde Osmanlı devlet muhasebesi olan Merdiven
Yöntemi kullanılmıştır. Siyakat yazısıyla tutulan Merdiven Yöntemi nakit, varlık, sermaye ve kâr
hesaplarını içermemekteydi. Osmanlı İmparatorluğu’ndan (1299-1922) kalan yaklaşık olarak
95.000.000 adet belge ve 360.000 adet muhasebe defteri vardır.
_ 254 _
Prof. Dr. Necdet SAĞLAM
Osmanlılar tarafından bu muhasebe kayıt yöntemi yaklaşık 500 yıl boyunca kullanılmış ve
1879 yılına çift taraflı muhasebe kayıt yöntemine geçilmiştir.
Tek taraflı muhasebe kayıt yönteminde sadece gelirin veya sadece giderin yazılması
esastır. Çift taraflı muhasebe kayıt yönteminde en az iki hesabın çalıştığı ve bunlardan birinin
borçlanması durumunda diğerinin alacaklandırılması temeline dayandığı bilinmektedir.
Merdiven Yöntemi’nde çok sayıda defter tutulmuştur. Bunlar; Ruznamçe (günlük defter),
Evarece (büyük defter), Tevcihat (masraf izleme defteri), Tahvilat (kişi hesaplarını izleme defteri),
Müfredat (illerin gelir ve giderlerinin kayıt edildiği defter), Defter-i Camiü’l Hesap (devlet gelir
ve giderlerinin yıllık olarak bir araya getirildiği defter).
Arşivdeki muhasebe defterleri incelendiğinde önce günlük defter kayıtlarının yapıldığı
sonra kayıtların bu defterden, büyük defter niteliğindeki konularına göre ayrılmış deftere
aktarıldığı görülmektedir.
Günümüzde vakıflarda finansal raporlama konusu 5737 Sayılı Vakıflar Kanunu’nda
düzenlenmiştir. Bu kanunun Madde 31.Maddesi’nde “Vakıflar, muhasebe kayıtlarını Genel
Müdürlükçe belirlenecek usûl ve esaslar dahilinde tutmak zorundadırlar. Tutulacak defter ve
kayıtlar ile ilgili usûl ve esaslar yönetmelikle düzenlenir. Mazbut vakıfların her birinin gelir ve
giderleri ayrı ayrı takip edilir.
Vakıflar, varlıklarını, ekonomik kural ve riskleri gözetmek suretiyle değerlendirirler.”
denmektedir. Bu maddeye dayanarak Vakıflar Genel Müdürlüğünce belirlenen, 27.09.2008
tarihli ve 27010 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Vakıflar Yönetmeliğinin
50/(1) inci maddesinde, vakıfların muhasebe kayıtlarını Genel Müdürlüğün resmi internet
sitesinde yayımlanan Vakıflar Tekdüzen Hesap Planına uygun olarak tutmaları gerekmektedir.
Vakıflarının Muhasebesinin, Tekdüzen Hesap Planına ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun
kayıt nizamı ile ilgili hükümlerine uygun olarak yürütülmesi gerekmektedir. Küçük ve yeni
kurulan vakıfların işletme hesabına göre kayıt yapmalarına izin verilirken, diğer vakıflar
bilanço esasına göre yukarıda belirtilen hesap planına göre kayıt ve raporlarını düzenlemek
zorundadırlar.
5737 sayılı Kanuna göre; vakıf yönetimi; vakfın yönetici veya yönetim kurulu üyeleri
listesini, bir önceki yıla ait faaliyet raporlarını, bütçe ve bilançolarını, gayrimenkullerini, malî
tablolarını ve bu tabloların uygun araçlarla yayınlandığına dair belgeyi, işletme ve iştiraklerinin
malî tabloları ile yönetmelikle belirlenecek diğer bilgileri içeren beyannameyi her takvim
yılının ilk altı ayı içerisinde Genel Müdürlüğe verir.
5737 sayılı Kanuna göre; Mülhak, cemaat, esnaf vakıfları ile yeni vakıflarda iç denetim
esastır. Vakıf; organları tarafından denetlenebileceği gibi, bağımsız denetim kuruluşlarına da
denetim yaptırabilir.
Diğer taraftan Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınacak vakıfların;
‡ Bilanço esasına göre defter tutmaları,
_ 255 _
Vakıflarda Finansal Raporlama ve Hesap Verilebilirlik
‡ Muhasebe kayıtlarının Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğlerine uygun olması,
‡ Vakfın muhasebe kayıtları ile iktisadi işletmesinin muhasebe kayıtlarının birbiriyle
karışmasını önleyecek şekilde ayrı ayrı izlenmesi gerekmektedir.
Vergi muafiyeti talebinde bulunan vakıfların; vergi muafiyeti talebinde bulundukları
tarihte 2012 yılı için en az 733.000 TL gelir getirici mal varlığına ve en az 69.000 TL yıllık gelire
sahip olmaları gerekmektedir.
Yıllık gelirin tespitinde; genel ve özel bütçeli idareler bütçelerinden yapılan yardımlar ile
bağış niteliğindeki gelirler dikkate alınmaz. Bu tutarlar, her yıl Vergi Usul Kanunu hükümlerine
göre o yıl için belirlenen yeniden değerleme oranında artar ve izleyen yılda bu miktarlar esas
alınır.
Vakıf resmi senedinde, 4962 sayılı Kanunun 20 nci maddesi hükmüne uygun olarak yıl
içinde elde edilen brüt gelirlerin; en az üçte ikisinin sağlık, sosyal yardım, eğitim, bilimsel
araştırma ve geliştirme, kültür ve çevre koruma ile ağaçlandırma faaliyetlerinden oluşan
amaçlara harcanacağının yazılı olması, son bir yılda veya son iki yılın ortalaması bazında
bu koşulu fiilen yerine getirmiş olması ve vergi muafiyetinin devamı süresince de bu şarta
uyulması gerekmektedir.
Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Kurumu değişik işletme büyüklükleri, sektörler
ve kâr amacı gütmeyen kuruluşlar için uluslararası muhasebe standartlarından farklı
düzenlemeler yapmaya yetkilidir. Bu nedenle önümüzdeki dönemde bu kurumun vakıflarda
finansal raporlama konusunda düzenleme yapması mümkündür.
5. Vakıflarda Finansal Raporlama İle İlgili Kuruluşlar
Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (UFRS) için genel amaçlı finansal tablolarının
esasına olan kâr amaçlı kuruluşlar için geliştirilmiştir, ancak genellikle STK’lar için de uygulanır.
KOBİ’ler (Küçük ve orta ölçekli işletmeler) için son yayınlanan UFRS çok daha kısa ve sindirimi
daha kolaydır.
İngiliz Statement of Recommended Practice (SORP) standartları hayır kurumu için
geçerlidir. Bu standartlarda fon muhasebe ve kısa (ara) raporlama için iyi öneriler yer alır. Bu
standartlarda değişikliğe gidilmektedir.
Uluslararası Kamu Sektörü Muhasebe Standartları (IPSAS ) devletteki raporlamalar için
kullanılır. Bu standartlar kâr amacı olmayan, devlet muhasebesinde nakit esası, fon muhasebesi,
tek taraflı işlemler için kullanılır.
Amerikan Genel Kabul Görmüş Muhasebe İlkeleri (US GAAP) kar amacı gütmeyen
kuruluşlar (NPIS) için finansal raporların nasıl olması gerektiği konusunda detaylı düzenlemeler
yapmıştır.
6. Vakıflarda Finansal Raporlama İle İlgili Sorunlar
Bütün dünyada vakıflarda finansal raporlamada bazı zorluklar vardır. Bu zorlukların bir
kısmı yayınlanan finansal raporlama standartları ile çözümlenirken bazıları üzerine tartışmalar
devam etmektedir. Özellikle aşağıda sıralanan konularda tartışmalar sürmektedir:
_ 256 _
Prof. Dr. Necdet SAĞLAM
x
x
x
x
x
Hibelerin raporlanması,
Bağışların takibi,
Fon muhasebesi uygulaması,
Tarihi ve Kültürel Miras Varlıkların raporlanması,
Diğer sorunlar.
Aşağıdaki tarihi ve kültürel miras varlıklarının finansal raporlamasında ve varlıkların
değerlerinin tespitinde güçlükler mevcuttur.
x
x
x
x
x
x
Tarihi binalar ve anıtlar,
Arkeolojik sahalar,
Her türlü koruma alanları ve sanat eserleri
Kütüphane koleksiyonları;
Müzeler
Diğer kültür varlıkları.
Aşağıdaki toplumsal varlıklarının finansal raporlamasında ve değerlerinin tespitinde
güçlükler mevcuttur.
x
x
x
x
x
x
Kırsal eğlence yerleri ve piknik / kamp alanları;
Doğal kaynaklar;
Sit alanları
Milli parklar;
Kentsel parklar ve spor alanları ve
Yollar ve araziler.
IPSAS-17 Maddi Duran Varlıklar Standardı yukarıdaki sorunların çözülmesine kısmen
yardımcı olmaktadır. Bu standart tarihi ve kültürel miras varlıklarını muhasebeleştiren
kuruluşların, bu varlıklar bakımından, aşağıdaki hususları açıklamasını istemektedir.
x
x
x
x
x
x
Kullanılan ölçüm esası,
Kullanılan amortisman yöntemi,
Brüt defter değeri,
Dönem sonunda birikmiş amortisman tutarı,
Dönem başında ve sonundaki defter değerlerinin mutabakatı.
Gerekli görülen diğer hususlar.
Diğer taraftan alınan vakıf varlıkların aktifleştirilmesi, gider yazılması, sermaye hibe fonu
ve sermaye fonu gibi modellerde sorunların çözümüne yardımcı olabilir.
Aktifleştirme modelinde duran varlıklar tarihi maliyetten amortisman düşülmesiyle net
olarak bilançoda gösterilir. Varlığın kalıntı değeri dikkate alınarak varlığın beklenen faydalı
ömrü boyunca amortisman ayrılır. Sonuçta sabit kıymetler, bilançoda görünür. Gelir ve Gider
Tablosunda ise amortisman gider olarak gösterilir. Bu yöntem, Uluslararası Finansal Raporlama
Standartları (UFRS) ile uyumludur.
_ 257 _
Vakıflarda Finansal Raporlama ve Hesap Verilebilirlik
Giderleştirme Modelinde yıl içinde alınan sabit kıymetler sermaye harcamaları olarak
Gelir ve Gider Tablosunda gösterilmiştir. Sonuçta sermaye harcamaları Gelir ve Gider Tablosu
görünür. Sabit kıymetler, bilançoda görünmez. Bu yöntem genellikle bağışçılar tarafından
kullanılır.
Sermaye hibe fonu modelinde bağış yoluyla elde edilen sabit kıymetler satın alma
yılında kısıtlı hibe fonlarından gider ve sermaye hibe fonuna aktarılır. Varlığın kalıntı değeri
dikkate alınarak varlığın beklenen faydalı ömrü boyunca amortisman hesaplanan oranlarda
sermaye hibe fonu ile amortismana tâbi gösterilir. Sonuç: sabit kıymetler, bilançoda görünür.
Amortisman ise fondan düşülür.
Sermaye fonu modelinde tüm duran varlık edinme yılında gelir fonlarından gider yazılır
ve sermaye fonuna transfer edilir. Varlığın kalıntı değeri dikkate alınarak varlığın beklenen
faydalı ömrü boyunca amortisman ayrılır.
Sonuçta sabit kıymetler, bilançoda görünür. Gelir fonları (sınırlı hibe fonları ve genel
fonlar) satın alma yılında sermaye harcamaları ile tahsil edilir. Bilançonun alt bilançoda sabit
kıymetlerin net defter değerine eşit Sermaye Fonu, gösterir.
7. Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşların Hesap Verilebilirlikleri
Türkiye’de STK’ların hesap verilebilirlik algılaması konusunda Eskişehir’de 2011 yılında 1924 yaş arası 540 üniversite öğrencisi genç üzerinde Türkiye’deki STK’ların hesap verilebilirlikleri
üzerine yaptığımız araştırmadan bazı sonuçları burada vermekte yarar görülmüştür. Vakıflar
üzerindeki toplumsal algı önemlidir. Eğer toplum vakıflara güvenirlerse bağış ve destek
yapmaya devam edeceklerdir.
Katılımcıların %48’i kısmen Türkiye’deki STK’ ları güvenilir bulurken %31’i güvenilir
bulmamışlardır.
Türkiye’deki STK’ ların güvenilirlik düzeyi hakkında ne düşünüyorsunuz?
a. Tam güvenilir buluyorum
b. Kısmen güvenilir buluyorum
c. Güvenilir bulmuyorum
d. bir fikrim yok
Toplam
Sayı
51
252
163
64
530
Yüzde
0,10
0,48
0,31
0,12
100
Katılımcıların %37’si STK kamuoyuna hesap verilebilirliğini kanıtlamış kısmen kanıtlamış
derken %37’si kanıtlamamış demiştir.
^ŝnjĐĞ^d<ŬĂŵƵŽLJƵŶĂŚĞƐĂƉǀĞƌŝůĞďŝůŝƌůŝŒŝŶŝŬĂŶŦƚůĂŵŦƔŵŦĚŦƌ͍
Ă͘<ĂŶŦƚůĂŵŦƔƨƌ
ď͘<ŦƐŵĞŶŬĂŶŦƚůĂŵŦƔƨƌ
Đ͘<ĂŶŦƚůĂŵĂŵŦƔƨƌ
Ě͘&ŝŬƌŝŵLJŽŬ
dŽƉůĂŵ
_ 258 _
^ĂLJŦ
34
193
196
105
528
Yüzde
0,06
0,37
0,37
0,20
1,00
Prof. Dr. Necdet SAĞLAM
Katılımcıların %41’i’si STK’ların mali akışlarının hesap verilebilirliğinin kanıtlanması,
güvenilir olması anlamına kısmen gelir derken %20’si bu fikre katılmazken, %24’ü bu fikri
desteklemiştir.
^ŝnjĞŐƂƌĞ^d<͛ůĂƌŦŶŵĂůŝĂŬŦƔůĂƌŦŶŦŶŚĞƐĂƉǀĞƌŝůĞďŝůŝƌůŝŒŝŶŝŶŬĂŶŦƚůĂŶŵĂƐŦ͕ŐƺǀĞŶŝůŝƌŽůŵĂƐŦĂŶůĂŵŦŶĂŵŦŐĞůŵĞŬƚĞĚŝƌ͍
Ă͘<ĂƨůŦLJŽƌƵŵ
ď͘<ŦƐŵĞŶ<ĂƨůŦLJŽƌƵŵ
Đ͘<ĂƨůŵŦLJŽƌƵŵ
Ě͘&ŝŬƌŝŵLJŽŬ͘
dŽƉůĂŵ
^ĂLJŦ
Yüzde
128
216
106
75
525
0,24
0,41
0,20
0,14
100
Katılımcıların STK ’ların mensup oldukları devlete ve kendi üyelerine hesap verebilirlikleri
nasıl olmalıdır sorusuna katılımcıların %64’ü Kuruluşun her adımı şeffaf bir şekilde izlenebilmeli
ve sorgulanabilmeli demiştir. %36’sı ise yalnız hedef ve adımlar herkesçe sorgulanabilmeli,
geri kalan yönetsel işlemler yetkili merciiler tarafından yürütülmeli demiştir.
^d<͛ůĂƌŦŶŵĞŶƐƵƉŽůĚƵŬůĂƌŦĚĞǀůĞƚĞǀĞŬĞŶĚŝƺLJĞůĞƌŝŶĞŚĞƐĂƉǀĞƌĞďŝůŝƌůŝŬůĞƌŝŶĂƐŦů
ŽůŵĂůŦĚŦƌ͍
Ă͘<ƵƌƵůƵƔƵŶŚĞƌĂĚŦŵŦƔĞīĂĨďŝƌƔĞŬŝůĚĞŝnjůĞŶĞďŝůŵĞůŝǀĞƐŽƌŐƵůĂŶĂďŝůŵĞůŝĚŝƌ͘
ď͘zĂůŶŦnjŚĞĚĞĨǀĞĂĚŦŵůĂƌŚĞƌŬĞƐĕĞƐŽƌŐƵůĂŶĂďŝůŵĞůŝ͕ŐĞƌŝŬĂůĂŶLJƂŶĞƚƐĞůŝƔůĞŵůĞƌ
LJĞƚŬŝůŝŵĞƌĐŝŝůĞƌƚĂƌĂķŶĚĂŶLJƺƌƺƚƺůŵĞůŝĚŝƌ͘
dŽƉůĂŵ
^ĂLJŦ
Yüzde
338
0,64
188
0,36
526
100
Katılımcıların %49’u STK’larda çalışan yöneticilerin yolsuzluk yapma oranını yüksek, %25’i
orta %8’i düşük görmüştür.
^ŝnjĐĞ^d<͛ůĂƌĚĂĕĂůŦƔĂŶLJƂŶĞƟĐŝůĞƌLJŽůƐƵnjůƵŬLJĂƉŵĂŽƌĂŶŦŶŦŶĂƐŦů
ŐƂƌƺLJŽƌƐƵŶƵnj͍
Ă͘ĚƺƔƺŬ
ď͘ŽƌƚĂ
Đ͘LJƺŬƐĞŬ
Ě͘ďŝůŵŝLJŽƌƵŵ
ĐĞǀĂƉLJŽŬ
dŽƉůĂŵ
^ĂLJŦ
Yüzde
41
133
264
56
46
540
0,08
0,25
0,49
0,10
0,09
100
Katılımcıların STK’ların denetimini %52’i kısmen yeterli bulurken, %40’ı yetersiz ve %8’i
yeterli bulmuştur.
^d<͛ŶŦŶĚĞŶĞƟŵůĞƌŝŶŝLJĞƚĞƌůŝďƵůƵLJŽƌŵƵƐƵŶƵnj͍
Ă͘LJĞƚĞƌůŝ
ď͘ŬŦƐŵĞŶLJĞƚĞƌůŝ
c. Yetersiz
dŽƉůĂŵ
^ĂLJŦ
45
275
210
530
Yüzde
0,08
0,52
0,40
100
Yukarıdaki araştırma Sivil Toplum Kuruluşlarında finansal raporlama ve hesap verilebilirlik
algısının düşük olduğunu göstermiştir. Bir sivil toplum kuruluşu olan vakıfların hesap
verilebilirliklerini geliştirmeleri ve finansal raporlarını kamuya açıklamanın önemlidir.
Vakıflarda hesap verilebilirlik artıkça kaynak ve bağış temini kolaylaşmaktadır.
_ 259 _
Vakıflarda Finansal Raporlama ve Hesap Verilebilirlik
8. Sonuç
Vakıfların iyi bir finansal raporlama düzenini kurarak, hesap verilebilirlik üzerinde durmaları
gerekir. Hesap verilebilirliğin artması vakıflara güvenin artmasını sağlayacak ve bu vakıfların
kaynak ve bağış bulmalarını kolaylaştıracaktır.
Kamunun vakıfların finansal raporlama düzenlerini geliştirmeye yönelik (fon muhasebesi,
Tarihi ve Kültürel Miras Varlıklarının Finansal Raporlaması vb.) konularda düzenleme yapması
ve teşvik etmesi gerekir.
Kaynaklar:
Avustralya Muhasebe Standartları Kurulu, ACT ACCOUNTING POLICY Heritage and
Community Assets, FOR THE REPORTING PERIODS ENDING ON OR AFTER, 30 JUNE 2009
Blagescu, M., (2004). What Makes Global Organisations Accountable? Reassessing the
Global Accountability Framework. Paper No. 101, One World Trust, London.
Bond (2006) A BOND Approach to Quality in Non-Governmental Organisations: Putting
Beneficiaries First, BOND www.bond.org.uk/futures/standards/report.htm
Brock, K and Pettit, J (eds) (2007) Springs of Participation: Creating and Evolving Methods
for Participatory Development, Practical Action.
Ebrahim, A. (2003) “Accountability in Practice: Mechanisms for NGOs.”World Development,
Vol. 31, No. 5, pp. 813–829.
Ebrahim, A. (2003). “Making Sense of Accountability: Conceptual Perspectives for Northern
and Southern Nonprofits.” Nonprofit Management and Leadership, Vol. 14, No. 2, Winter, pp.
191–212.
European Commission (2009), ECNL Study on Recent Public and Self-regulatory Initiatives
Improving Transparency and Accountability of Non-profit Organisations in the European
Union, pp.2-92
Jacobs, A. and Wilford, R. Putting new approaches to NGO accountability into action,
http://www.nuigalway.ie/dern/documents/19__alex_jacobs_and_robyn_wilford.pdf
Jonathan A. Fox and L. David Brown, (1998) The struggle for accountability: the World
Bank, NGOs, and grassroots movements. Cambridge [England] : Cambridge University Press.
Jonathan P. Doh and Sushil Vachani, (2004)The Importance of Nongovernmental
Organizations (NGOs) in Global Governance and Value Creation: An International Business
Research Agenda, by Hildy Teegen, Journal of International Business Studies.
J. A. Fox and L. D. Brown (Eds.) (1998) The Struggle for Accountability: NGOs, Social
Movements and the World Bank. Cambridge, MA: MIT Press; p. 267-302
Jane G. Covey , Accountability And Effectiveness Of Ngo Policy Alliances, IDR Reports
Vol.11 No.8.
Lee, J. (2004), NGO Accountability: Rights and Responsibilities, CASIN Geneva, Switzerland
October 19, pp.3-11.
_ 260 _
Prof. Dr. Necdet SAĞLAM
Gary J., GO WAY TO GO Political Accountability of Non-government Organizations in a
Democratic Society, IPA Backgrounder, November 2000, Vol. 12/3.
Saglam N., (2004) Non-government Organisations (NGOs) in the European Union and
Turkey, The European Union and Mediterranean, The Mediterranean’s European Challenge
Volume V, University of Malta.
Saglam N., Aydın D., Başar M., (1999) Kar Amacı Gütmeyen Kuruluş Olarak Vakıflar, Mevcut
Durumları, sorunları ve Çözüm Önerileri, Anadolu Üniversitesi Eskişehir Ekonomik ve Sosyal
Araştırmalar Merkezi Yayın No:1999-1 Aktüel Ajans, Eskişehir.
Saglam N., (2006) Avrupa Birliğinde ve Türkiye’de Vakıflar, Sivil Toplum Dergisi Yıl: 4. Sayı: 15.
Saglam, N.,(2002) “Avrupa’da Vakıfların ve Gönüllü Kuruluşların Rolü ve Sağlanan Teşvikler”,
Vakıf ve Kültür Dergisi, İstanbul.Aydın D., Büker S., Sağlam N., Vakıflar Muhasebesi ve Yönetimi,
Eskişehir 1998
Saglam N. Timur M. N., A RESEARCH ON THE ACCOUNTABILITY OF NGOs IN ESKISEHIR,
TURKEY, 13th BIENNIAL CIGAR CONFERENCE GHENT 2011, Bridging public sector and nonprofit sector accounting.
Saglam N. Tekdüzen Hesap Planı Uygulama Rehberi, 2013 muhasebetr.com
Sivil Toplum Kuruluşları için Teknik Destek- TACSO Türkiye Ofisi, SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
İÇİN İYİ YÖNETİŞİM VE ÖZ DÜZENLEME MODELLERİ, Sivil Toplumda Hesap Verebilirlik, Şeffaflık
ve Kalite Yönetimi Modelleri Araştırma Raporu, 2013.
Yeni Zelanda, Hazinesi, the Treasury Accounting Policy Team, Valuation Guidance for
Cultural and Heritage Assets, November 2002.
_ 261 _
_ 262 _
6,*1,),&$1&(2)&$6+:$4)
,1(;3$16,212)&+$5,7$%/(
)281'$7,216
'U5HD]XO.$5,0
,QVWLWXWHRI+D]UDW0RKDPPDG6$:%$1*/$'(6+
Introduction:
Throughout the Islamic world magnificent works of architecture and social services of
vital public importance have been financed and maintained by the institution of Waqf for
centuries. Despite the overwhelming achievements, the history of Waqf is a turbulent one.
For centuries the fate of these institutions was closely linked to the fates of the states under
which they functioned. Consequently they experienced dramatic ups and downs: the period
of establishment and growth was followed by growth and neglect and decline. Proper
utilization of Waqf can significantly contribute towards the ultimate goal of many economists
by reducing government expenditure massively and thereby lowering government’s budget
deficit which eventually curbs government borrowing and ultimately reduces rate of interest.
In spite of the advancement of wealth, social services, technology and increased government
participation in socio economic development, growing number of people around the world
are still facing dire living standards. The increase of wealth even in many Islamic countries
is not proportionate to number of people living below the poverty line. This highlights the
importance of adequately using the charitable foundations of Zakat, Saadqah and Waqf in
Muslim majority countries. Ironically, these activities and institutions have met the needs of
Islamic civilization for hundreds of years, when government participation was far below than
present. Thus, while we attempt to look into the possibilities of efficient revival of Waqf, we
will make a self-search to look back in the history of Islam, and look into the teachings of the
Holy Quran and Sunnah.
Development of Waqf:
Philanthropic endowments have a history considerably older then of Islam and hence
some commentators have stated that it is very likely that Islam may have been influenced by
earlier civilizations. In their opinion the extent to which waqfs were influenced by the ancient
institutions of Mesopotamia, Greece, Rome and to which they were the product of genius of
Islam is a question that is still not resolved. Unlike the contemporary Zakat fund, the ‘idea of
Waqf is as old as humanity’.1Professor Timur Kuran elaborates in a study on the development
of Waqf: ‘The Institution did not have to be developed from scratch because various ancient
1
Monzer Kahf, ‘:DTIDQGLWV6RFLRSROLWLFDO$VSHFWV ‘,http//monzer.kahf.com.
_ 263 _
Significance of Cash Waqf in Expansion of Charitable Foundations
peoples- Persians, Egyptians, Turks, Jews, Byzantines, Romans and others- had developed
similar structures. Just as Islam did not emerge in a historical vacuum, so the first founders
of Islamic trusts and the jurists who shaped the pertinent regulations almost certainly drew
inspiration from models already present around them.’2 These arguments, perhaps true to
the extent that the legal or conceptual aspects of Waqf may have been derived from earlier
concepts, should not diminish the fact that Waqf was established by the noble Prophet
Mohammad (SAW), which is discussed below and rapid growth in Islamic society was only due
to the importance of Islamic principles of charitable acts. Although the Holy Quran does not
specifically refer to the term or institution of Waqf, the principle of Waqf is definitely derived
from the importance of such acts highlighted in the Holy Quran where Allah (SWT) states“By no means shall you attain Al Birr (piety, righteousness- here it means Allahs reward,
i.e. Paradise), unless you spend (in Allah’s cause) of that which you love; and whatever of good
you spend, Allah knows it well.” (Sura: Al Imran, Verse: 92)
‘Those who spend their wealth (in Allah’s Cause) by night and day, in secret and in public,
they shall have their reward with their Lord. On them shall be no fear, nor shall they grieve. “
(Sura: Al Imran, Verse: 274)
The institution of Waqf is perhaps more specifically established by the words and acts the
noble Prophet Mohammad (SAW) when he states- “Among acts and good deeds for which a
believer is rewarded after death, a piece of knowledge he has taught and diffused, a virtuous
son he has brought up, an inherited book of Quran he has left, a mosque or a wayfarer’s house
he has constructed, a river he has caused to stream or alms he has handed out of his riches
while still healthy and alive, so that he benefits there from in afterlife”.
In fact, the concept of Waqf was developed by the Holy Prophet Hazrat Mohammad
(SAW) and since then it has played a vital role in fulfilling the needs of Islamic civilization. In
the history of Islam, the first example of religious Waqf is the mosque of Quba’ in Madinah, a
city 400 kilometer north of Makkah. It was built upon the arrival of the Prophet Muhammad
(SAW) in 622. Six months later, the building of the Quba’ was followed by the mosque of the
Prophet in the center of Madinah. Today, it still stands on the same lot with an extended and
enlarged structure.
Another kind of Waqf that was also developed during the time of the Holy Prophet (SAW),
was Philanthropic Waqf, which aimed to support the poor segment of the society and all
other activities which are of benefit to people at large such e.g. scientific research, education,
health services, care of animals and environment, etc. Philanthropic Waqf was first initiated by
Prophet Muhammad (SAW) as well. Once, a man by the name Mukhairiq, in his will wrote that
his seven orchards in Madinah shall be given after his death to Prophet Muhammad (SAW).
In year four of the hijrah calendar, he died and Prophet (SAW) took hold of the orchards and
made them a charitable Waqf for the benefit of the poor and needy. This practice was followed
7LPXU.XUDQm7KH3URYLVLRQRI3XEOLF*RRGVXQGHU,VODPLF/DZRULJLQV,PSDFWDQG/LPLWDWLRQVRIWKH:DTI6\VWHPm
/DZDQG6RFLHW\5HYLHZ
_ 264 _
Dr. Reazul KARIM
by the companion of the Prophet (SAW) and his second successor Khalipah Umar (r.a.).
According to Abdullah bnu Umar (r.a.), Umar (r.a.) obtained a land lot in Khaibar and went to
the Prophet (SAW) asking for His advice. He said: “O Prophet of the Almighty, I have obtained a
land in Khaibar. I have never obtained a property more precious to me than this. What do you
advise me? Prophet Mohammad (SAW) said: “If you want, you can bequeath it, and give it as a
charity; provided that it should not be sold, bought, given as gift or inherited.” He said, “then
Umar gave it as charity for the poor, relatives, slaves, wayfarers, and guests. There is no harm
for the person responsible for it to feed himself or a friend from it but for free.”
Similarly, according to Usman (r.a.), when Prophet (SAW) arrived in Madina and realized
that the city had very little drinking water except the water of Bi’r Ruma (Ruma Well), He asked
“Who will purchase Bi’r Ruma to equally share the water drawn there from with his fellow
Muslims and shall be rewarded with a better well in the Garden (of Eden)?” It was said that
this well belonged to a man from Bani Ghaffar, who used to sell a waterskin full for a dry
measure of cereal. Prophet (SAW) asked him: “Do you want to sell it to me for a water source in
Heaven?” The man answered: “That’s the only source of income that my children and I have”.
When Usman (r.a.) heard about this, he paid for it thirty five thousand Dirhams. Then he came
to the Prophet (SAW) and said: “Can you make me the same offer?” He said, “Yes”. “Then I offer
it to the Muslims” he replied.
As stated earlier that the Holy Quran makes no specific reference to Waqf as it does about
Zakat. Naturally, rules regarding Waqf are open for amendment. However, the basic principles
of charitable activities are highlighted in several verses of the Holy Quran and also the Sunnah
of Prophet Mohammad (SAW) which set the basic laws while discussing the development or
advancement or modernization of Waqf. Few of these verses state as follows“He who spends his wealth for increase in self-purification, And who has (in mind) no
favour from anyone to be paid back, Except to seek the Countenance of his Lord, the Most
High. He surely will be pleased (when he will enter Paradise). “ (Sura: Al lail, Verse: 18 - 21)
“Those who spend (in Allah’s Cause) in prosperity and in adversity, who repress anger, and
who pardon men; verily, Allah loves Al-Musinun (the good-doers) “ (Sura: Al Imran, Verse: 134)
“If you disclose your Sadaqat (alms giving), it is well; but if you conceal them to the poor,
that is better for you. (Allah) will expiate you some of your sins. And Allah is Well-Acquanted
with what you do. “ (Sura: Al Baqarah, Verse: 271)
Prophet Momammad, (SAW) said “Charity is obligatory everyday on every joint of a
human being. If one helps a person in matters concerning his riding animal by helping him
to ride on it or by lifting his luggage onto it, all these will be regarded as charity. “ (Shahih Al
Bukhari Vol 4, Hadith No 141)
As Prophet Mohammad (SAW) instructed his Companions about bequest and its benefits,
they continued to put their money and property in it; In parallel with the qualitative and
quantitative growth of Waqf endowment, there was a growth in terms of administrative
_ 265 _
Significance of Cash Waqf in Expansion of Charitable Foundations
and financial structures of the bequest property. It must be noted here that the primary
jurisprudence of Waqf is thus derived from the acts and words of Prophet Muhammad (SAW)
and the acts of his Caliphates.
Waqf in expanding Islamic Civilization:
During the terms of Harun al-Rashid, Saladin, Suleiman, and the great figures in Islamic
history, contribution was made to the everyday welfare of the community. Although these
contributors within Islam carried their names through the great mosques of Islam, it must also
be noted that they stand as a testimony to the faith of the ordinary people who had supported
them for centuries. Charity being one of the five fundamental principles of Islam brought
countless thousands of anonymous shopkeepers, farmers and other ordinary citizens to make
their small contributions as well. As such, whenever one travels in the Islamic world, from West
Africa to the Philippines, wherever there is an established Muslim community, one finds Waqf.
Typically, dedicated Waqf property would include a mosque, a mausoleum for the
founder, a madrasa, hostels for travellers, commercial complexes. Understandably, most
frequent use of Waqf revenue has been expenditure on mosques. Building a mosque was the
first thing the Holy Prophet (SAW) did when he arrived to Madina and consequently, so did all
the conquerors and the advocates of Islam whenever they brought their religion to a region.
In fact, there are no mosques except the bequeathed ones; and a mosque is by definition
bequeathed. In Bangladesh, until 1986 a total of 150,593 Waqf estates existed of which 123,006
were mosques Waqf endowment for mosques comprises the land lot, construction, furniture,
annexes such as Quaranic schools, libraries, ablution facilities and sometimes housing for the
Imam. It also comprises of Waqf whose returns are devoted to management and maintenance
of the mosque, including wages for caretakers, the Muezzin and the Imam.
Education in general has been the second largest user of Waqf revenues. Even government
financing of education used to take the form of constructing a school and assigning certain
properties as Waqf for its expenses. According to historical sources, Jerusalem had 64 schools
at the beginning of the twentieth century, all of them which are Waqf and supported by
Awqaf properties in Palestine, Turkey and Syria. Waqf financing of education usually covers
libraries, books, salaries of teachers and other staff and stipends for students. Financing was
not restricted to religious studies especially at the stage of the rise of Islam. In addition to
freedom of education, this approach of financing helped creating a learned class which did
not solely derive from the rich and ruling classes. Due to this independent source of financing,
religious leaders and teachers have always been able to take social and political positions
independent of that of the ruling class.
Another beneficiary sector of Waqf is the category of the poor, needy, orphans, persons
in prisons, etc. Different types of Awqaf were created in response to the diversified need of
the society. Soup kitchens were one such endowment which used to serve food to the poor.
Al-Maqdisi, the famous Arab geographer, after a visit to Hebron and the Rawza of Ibrahim (AS)
in A.D. 985 wrote, “In the sanctuary at Hebron, is a public guest house, with a cook, a baker
_ 266 _
Dr. Reazul KARIM
and servants. These present a dish of lentils and olive oil to every poor pilgrim who arrives and
even the rich if they desire it. Most men wrongly imagine that this dole is of the original Guest
House of Ibrahim, but in fact the funds came from the endowments of a certain Companion
of the Prophet (SAW) and many others. At the present day, in Islam there is no known charity
that is better regulated than this one. Those who travel and are hungry may eat good food
here, and thus the custom of Prophet Ibrahim (AS) is continued.
Waqf endowments further include health services which cover the construction of
hospitals, spending on physicians, apprentices and patients. There is also Awqaf for helping
people to go to Makkah for pilgrimage, for helping women to get married, and for other
philanthropic purposes. Other public services that Waqf endowment financed were the
building of public baths, bridges, town walls, lightening of alleys, as well as dedicating land
lots to be used as graveyards.
Thus, it is apparent that Waqf along with other endowments successfully filled the needs
of social services in particular basic needs like food and education. It is also worth mentioning
that the growth, expansion and variation that Islamic Waqf endowment witnessed were
paralleled by a growth and expansion in jurisprudence, legal opinion, legislation and in the
systems of documentation, archiving, exchange, investment and accounting. These aspects
showed a high level of civilization and modernity in Islamic history.
Islamic world started to face great changes from early 19th century to the middle of the 20th
century, namely the European invasion of most of the Islamic countries, was unprecedented
in Muslim history. That invasion was not only cultural and economic but also military and
political. All this resulted in a new situation whereby the colonial authorities started a policy
in many parts of the Islamic world that aimed to combat and harass Islamic Waqfs and their
strong institutions. The general atmosphere of underdevelopment and backwardness in the
Muslim world also had an impact on the Awqaf property and consequently, the western system
of education was introduced by colonial authorities, which was then supported by newly
created economic opportunities. All these gave a strong blow to the traditional education
which was financed by an already underdeveloped Awqaf. One of the colonial measures taken
in Morocco was the transfer of the best Waqf lands to the French colonists. The French practice
in Morocco was also rehearsed in Algeria, Tunisia, Syria and Lebanon. One important aspect of
independent source of financing for education was that religious leaders and teachers have
always been able to take social and political positions independent of that of the ruling class
and at times opposed the policies of the rulers. Therefore, we see that during the occupation
of Algeria by French troops in 1831, the colonial authority took control of the Awqaf property.
After the end of the colonial period and with the independence of most Islamic countries,
came the establishment of national states and a new leadership took a different stand towards
Awqaf which did not necessarily always have a positive impact. Governments in some countries
inherited the practices of the colonial period in terms of institutions, laws, and policies.
They continued following the same policy spontaneously and indifferently, consciously or
unconsciously, but without any ill motive. Other governments continued the colonialist policy
_ 267 _
Significance of Cash Waqf in Expansion of Charitable Foundations
out of conviction. Among these policies included abolishing Islamic institutions that were
already marginalized or weakened during the colonial period and this included the bequest
institutions and property. In addition, the need for reform in many Muslim countries arose
due to the fact that about half of the cultivable land in Algeria in mid nineteenth century
was dedicated to Waqf. Similarly, in Tunis one third in 1883, in Turkey three fourths in 1928
and in Egypt one seventh in 1935 of arable land were endowed. Consequently, many Waqf
properties in Syria, Egypt, Turkey, Tunis and Algeria were added to the public property of the
government and were distributed through land reforms and other means and methods while
governments in those countries took responsibilities to spend on mosques and religious
schools. For instance the University of Al-Azhar was founded in Cairo at around 970 and was
financed by Waqf revenues until the government took control over the Awqaf in 1812. For
similar reasons many Muslim countries established a branch of the government for Awqaf
and religious affairs. On the other hand some countries such as Lebanon, Turkey, Jordan and
recently Algeria have tried to revive and develop the properties of Waqf. They enacted new
laws of Awqaf which helped in recovering, preserving and developing the property of Awqaf
and encouraged people to create new Waqf in these countries.
The new independent states in the Islamic world adopted the policy of control over
social life and ascribed all its functions and facilities to the government and its institutions,
ranging from administrative and management issues, borders and security and all kinds
of social services. This experience allowed the government to interfere in everything, do
everything and own everything. Given their failure and inefficiency, these experiences and
types of management, made the bequest sector continue receding. After stripping of the
developmental and productive Waqf estates, in some countries the word Awqaf became a term
which referred to mosques only. An impact of this new trend is evident from the experience in
Bangladesh. As stated earlier, in Bangladesh, until 1986 a total of 150,593 Waqf estates existed
of which 123,006 were mosques (amongst country’s total 131,641 mosques). This shows that
the use of Waqf in other social or charitable activities has become severely limited. This trend
ultimately resulted in several mosques being established in one neighborhood within the
distance of couple of meters. While establishment of mosques through Waqf should continue
and be encouraged it should also be remembered that there remains a long list of other
approved charitable and social activities by Sharia. Thus the emergence of the totalitarian
nature of the government shrank the role and responsibility that every Muslim bears in
the development of social welfare, cultural activity and education on the ground that the
government was in charge of all this, including budgets and prerogatives.Jennifer Bremer
summarized this fact in a presentation at the meeting of the Center for the Study of Islam and
democracy:
‘In country after country, the state seized up these abuses as the excuse it needed to
suppress privately managed charities. In the name of reform the state moved to assume
control over how charitable assets could be used, or to take the revenues for it own, and
then to seize the assets themselves, greatly limiting or even eliminating privately managed
charities altogether.
_ 268 _
Dr. Reazul KARIM
Other Challenges
In addition to historical challenges of state interference and political commitment there
remains certain other crucial challenges that modern Waqf face. Amongst them two most
significant impediments are (i) Management issues, i.e. appointment and efficiency of the
Mutawalli and (ii) Availability of property, i.e. charitable property.
Scope of Property:
One aspect with regard to property issue is that since the beginning of Waqf about 1400
years before the conception of property has vastly expanded. While initially Waqf was made
only with real or immoveable property new concepts of financial rights has developed and
property today includes several tangible and intangible items which of immense economic
value. Important types of property include real property (land), personal property (other
physical possessions), and intellectual property (rights over artistic creations, inventions, etc.).
Similarly, patents, trademarks, goodwill and other rights related to the product of talents are
also an important new dimension in contemporary life.
Another limitation is that while population has rapidly increased in this century real
property, particularly in terms of land property has not increased. Since for a long time the
perception has been that Waqf are created only with real properties many people not owning
any land property have been secluded from participating in Waqf endowment. Earlier we noted
that the success of Islamic charitable activities has always depended on mass participation of
ordinary Muslims.
Management Issues:
There has been a tendency in some countries to have state control over the management
and administration of Waqf properties while in other counties it is still a privately managed
institution. While state control does ensure some sort of security over the mismanagement
and protection from corruption, it is also affected by lack of resources, inefficiency and
bureaucracy.
In creating a Waqf it is the waqif (Waqf founder) who determines the type of management
for his Waqf. He usually appoints a manager, (‘Mutawalli’) whose responsibility is to administer
the Waqf property to the best interest of the beneficiaries. The first duty of Mutawalli is to
preserve the property and then to maximize the revenues of the beneficiaries. The Waqf
document usually mentions how the Mutawalli should be compensated for his services and if
nothing is mentioned he can either volunteer the work or seek assignment of compensation
from the Court.
A study of history of Waqf shows that Waqf is certainly not an invitation to the authority
of the government to dominate its benevolent activities. In the opposite, from its beginning,
Awqaf was a clear representation of creating an independent sector related to philanthropies
that is kept away from both the profit-motivated individuals and the authority-dominated
action of the government. This is noted in the practice of the Khaliphates when ‘Umar Bin Al_ 269 _
Significance of Cash Waqf in Expansion of Charitable Foundations
Khattab (r.a.). During his reign as a Khalifa, he wrote the document of his famous Waqf, which
is considered the main source of Fiqh on Waqf. He appointed himself as a manager, and after
him a person from his family, not his successor in khilafa. The other Waqf which was done at
the time of the Prophet (SAW) by ‘Usman (r.a.), the Waqf of the well of “Ruma” which supplied
drinking water at Madina was not also put under the command of the government.
Both of these Awqaf were managed virtually by the community without any government
interference. The Ottoman Awqaf law was the first step of government intervention but
because it did not transfer all Awqaf management to the hands of government nor did it
eliminate the private Awqaf. During the first half of the twentieth century Awqaf laws were
issued in almost all Muslim countries and several communities. These laws established a
branch of government, called “Ministry of Awqaf’ or Department of Awqaf’ to manage Awqaf
properties the same way other branches of the public sector are managed. Hence, instead
of having a strong private sector, independent of both the profit-making motivation of
individuals and the power of the government, Awqaf came under the shadow of a corrupt and
inefficient public sector. As government is a bad manager of economic enterprises benevolent
projects are managed with further more inefficiency. This is perhaps noted in the failure of
governments’ mismanagement and intervention is evident from the loss of Awqaf properties
in many countries. The huge amount of Waqf estates (150,593 estates) in the 64 districts of
Bangladesh is regulated by a Department of Waqf which only has only 24 branch offices and
a total manpower of 99 staffs. In September 2005, it was reported in a Parliamentary Standing
Committee meeting of the Ministry of Religious Affairs that over 700,000 acres of land, out of
905,497 acres, owned by Waqf estates have been grabbed by land grabbers. Similarly situation
has been experienced in India where the current structure for the management of estimated
300,000 registered Awqafs includes the presence of Waqf Boards in each state managed by a
Central Waqf Board. Unfortunately, most of these properties are also under illegal occupation.
The appointment of Mutawalli, thereby management of Waqf is one of the most
important factors that relate to the success of a Waqf estate. It must be noted that the failure
of government Waqf Board or Department whatever name it is called, is not just a bureaucratic
failure. Much of a responsibility lies on the Mutawalli in charge of the Waqf. The immense
amount of Waqf land that been grabbed, particularly in countries like Bangladesh, India is not
merely due to government mistakes but also due to the inefficiency, or at times dishonesty
of the Mutawalli himself. Such encroachments could have been easily avoided or challenged
at Court by seeking eviction if the Mutawalli had been active and took appropriate measures
seeking legal protection. Some commentators have argued that Waqf estates from its very
beginning have been successfully managed by privately appointed Mutawallis. However, the
fact remains that while the Waqif himself can appoint a highly capable individual to manage
the Waqf during or after his lifetime, he cannot ensure the continued appointment of efficient
Mutawallis for generations to come. The success of management lies in several qualities
of a Mutawalli which must include Tawqa, honesty, sound business knowledge, efficiency,
management capability and vision. It is often difficult to ensure that all Mutawallis appointed
possess the said qualities.
_ 270 _
Dr. Reazul KARIM
This does not necessarily mean that we should abolish the appointment of private
Mutawallis by the Waqif. It must continue because besides the fact that this is one of the
core principal noted in the Fiqh of Waqf it also reduces burden on government management.
Infact at times this can achieve better success through efficient and expert management. In
this regard we note that there are certain Awqaf which has lasted for centuries under private
management and have successfully provided services to people of a community while it also
continued to expand in course of time. For example, in Bangladesh a renowned Waqf estate is
Hamdard Laboratories which produces medicines from natural sources like herbs, medicinal
plants and minerals. Starting about 100 years ago it has initiated projects like science city,
college, university, science laboratory and hospital in Bangladesh and has acquired 300
acres of land for cultivation, conservation of rare and valuable medicinal plants. Similarly
Anjuman-e-Mofıdl Islam is another Waqf which provides services like hospitals, ambulance
and even burial for the unidentified deads. These institutions have been providing services
to the community for long under a successful private management. Similar success has been
achieved with a lot Waqf estates.
The failure of Waqf due to corruption, mismanagement and government intervention
has led to several reform attempts in the management of Awqaf in some Muslim countries.
Unfortunately, all these reforms could not touch the real problem; hence, solutions suggested
were only cosmetics and represent mere change of hands, a kind of intergeneration struggle,
rather than a change in the concept of management.
CASH WAQF:
It is a Waqf where the corpus is cash instead of real property. It was initially a subject of
division on the ground that Waqf corpus must be immoveable. The earliest origins of the Cash
Waqf in the Islamic world may be traced back to the eighth century when Imam Zufer was
asked how such waqf should function. The fact that the question was asked at all, may be
taken as an indication of the existence of such waqfs at that time.3 However, following bitter
struggles between generations of pragmatists and moralists, it was approved by the Ottoman
Courts as early as the beginning of 15th Century and by the end of the 16th century they had
become extremely popular all over Anatolia and the European provinces of the Empire.
Research has revealed that Cash Waqf existed in Syria, Egypt, Sudan and Aden.3 The legality
of Cash Waqf in the vast lands from Balkans to Malay thus implies a general acceptance by all
the major schools of Islamic jurisprudence. But this general acceptance has not been without
a fierce controversy that lasted from at least sixteenth century until twentieth.
Advantages of Cash Waqf Scheme:
With regard to the challenges discussed above, particularly property, financial rights and
management issues Cash Waqf provides an opportunity to overcome many of those obstacles
in the following:
Bruce Masters,7KH2ULJLQVRI:HVWHUQ(FRQRPLF'RPLQDQFHLQWKH0LGGOH(DVW, New York University Press, (p 162 regarding
Syrian cash waqf).
_ 271 _
Significance of Cash Waqf in Expansion of Charitable Foundations
LIt provides an opportunity for participation of all Muslims from different financial
ability and not just the wealthy Muslims or owners of real property Waqf.
LLCash Waqf scheme can gather scattered endowments to create a common fund to
maximize its utilization.
LLLSuch scheme can enhance the government’s national development plan for poverty
eradication and social services through co-ordination.
LYFund raised by Cash Waqf scheme can be used to fund microfinance projects which
is currently funded by high interest rate and charges.
(v) This scheme will ensure organized and need based project/investment selection.
Development projects and investments will be selected on basis of priority, its need in a
locality and in coordination with government development plan. The fund will become a
development partner for the government in selecting projects so far as reasonably practicable,
while its independent nature shall continue.
Cash Waqf in other Countries:
An interesting application of Waqf is Malaysia is observed in the field of high finance.
The revenues of the Religious Departments of various states which are partially constituted
of waqf revenues have been invested in the Islamic Bank Malaysia and the Takaful Co. 25% of
the Equity of the Islamic Bank Malaysia has been provided by these religious departments.
Another interesting case is the Muslimin Trust Fund Association of Singapore founded n 31st
August 1904 by the cash donated by famous Alsagoff and Co and other Muslim businesses and
individuals. This cash was donated with the intention for financing burials of poor Muslims,
support orphans and schools. The original fund was expected to be supported by alms giving
and alms boxes were placed in the mosque to collect money which were opened once a
month. The money earned was spent to pay the Imam of the mosque and 97.5% of it was
deposited in HSBC bank for the purposes of the association. Thus, in Malaysia and Singapore
Cash Waqf existed but they are in a dormant state.4
Cash Waqf in Bangladesh:
Bangladesh Waqf Administration is an autonomous institution and functions its all
activities based on religious, social welfare and service-oriented organizations. This institution
was established under the Bengal Waqf Act in 1934 during the British Colonial rule in Indian
Subcontinent. Activities of all Waqf Estates are currently governed under the Waqf Ordinance,
1962.
A significant development that took place in recent years is that, the introduction of Cash
Waqf Certificate by several private Islamic Banks. This was initiated through Social Investment
Bank Limited5 in the year 1998 where the Bank acts as a Mutawalli for Waqf projects initiated
and maintained by itself. . The Bank provides the purchaser of a Waqf Certificate a list of
beneficial projects from which the Waqif at its discretion can choose type of beneficiaries.
Cizakca, above p 46.
http://www.siblbd.com/html/cash_waqf_scheme.html.
_ 272 _
Dr. Reazul KARIM
Promoting Cash Waqf:
The main purpose of operating Cash Waqf fund (‘Fund’) is to provide opportunity to
more Muslims to participate in Wafq endowment. Experience of Cash Waqf in Bangladesh
shows it can be an efficient way to expand Waqf. The growth rate of cash at Social Islami Bank
has been 12 times in 9 years. Many other Banks now offer the same service for its popularity.
Operation of the Fund:
As the Fund will be based on Cash Waqf only, its operation will be focused on the collection
of fund by selling Cash Waqf Certificates. Initially, it may invest the accumulated fund in Islamic
Markets or stocks and distribute the yearly return/profit to fund charitable activities. Once the
Fund reaches a substantial figure it may initiate its own scheme.
Donors creating waqf with a larger amount may be able to create beneficial schemes of his
own or alternatively choose any project from a specified list of benevolent projects like others.
One important aspect with regard to the collection of the Fund has to be that the operation
costs have to be minimal for two reasons. Firstly, to ensure mass participation people with
lower income has to be given the opportunity to contribute. Thus the value of each Waqf
Certificate may be as low as a US dollar. Secondly, the process of collection, maintenance and
investment should be low and effective.
Fund Collection:
To ensure lower cost in fund collection following procedures may be adopted:
Banks: Waqf certificates may be sold through branches of Islamic Banks in Muslim
countries where an account may be opened in the name of the Fund and a Waqif may instantly
collect a simple certificate upon filling a form and making the payment in the specified
account number of the Fund.
Internet: Though the use of internet in many of the Muslim countries, particularly Middle
East has not been rapid and vast, online sale of Waqf Certificate in electronic form will be
another effective and simple way to reach to millions of Muslims worldwide. Any Waqif who
has a credit card can opt to purchase Waqf certificates from a specified site created in the
name of the Fund through secure online transaction.
Another advantage of online Waqf Certificate will be that the financial details, activities
of the Fund or Foundation and projects will be free for review in public domain and thereby
increase public confidence and trust.
Mobile Telephone: This particular form of distribution of Waqf Certificate may be the most
effective way to reach mass population in both developed and underdeveloped countries. It is
noted that in recent years the growth of mobile telephone user, both in the underdeveloped
and developing nations has been rapid. Using a mobile phone an interested Waqifs will be
able to purchase Waqf Certificates by sending an SMS, or making a call or through mobile
banking facility. Recent data published by Bangladesh Bank shows that since the initiation of
Mobile banking service in Bangladesh it has taken off in a big way. People with no banking
_ 273 _
Significance of Cash Waqf in Expansion of Charitable Foundations
accounts have adopted mobile transaction particularly in rural areas of Bangladesh. On
average, around $15.6 million is transacted each day through mobile banking services. As of
April 2013, Bangladesh had 5.254 million mobile banking subscribers, up 12.47 percent from
the previous month6. This can be another popular way to expand Cash Waqf.
Public Confidence: Since the Waqifs will make the donation in perpetuity without any
self-interest an essential factor for the success of such fund will be public trust. Therefore, it is
important to ensure such a fund is created and operated by an organization of international
repute that has the support, participation, representation or supervision of national
governments or similar international organizations. Further, as the success of such Fund will
rely on the Islamic spirit of endowments among Muslims, measures have to be undertaken to
increase awareness among Muslims, perhaps through media campaign and in some form of
marketing or advertising.
Waqf based Microfinance:
Microfinance has been a popular scheme of making the poor self-dependent. Usually
commercial banks and Micro Finance Institutions (MFI) issue such loans. Whereas commercial
banks are profit maximizing firms, MFIs are either government or non-government
organizations formed to provide the poor with finance to achieve self-dependency. MFIs
extend credit of small amounts at interest.
The creation of a Waqf fund will also enable Muslim countries to initiate Islamic Microfinance
projects and thus bring with greater success in microfinance activities. Unlike the conventional
microfinance that charges high interest, Islamic Microfinance can be based upon profit sharing
and service charges. Some Islamic Microfinance Institutions (MFIs) have already been introduced
in some Muslim countries. A survey of Islamic MFIs in Bangladesh, identify lack of funds as one
of the major constrains to growth and operation. The same survey identifies some problems
Islamic MFIs face in obtaining fund from external sources. The funding shortage of Islamic MFIs
can greatly be supported by creation of the proposed Fund.
Conclusion:
Since eradication of poverty is a key feature and objective of Islamic finance, Muslims today
are stand far behind from the desired destination though some Muslim countries have been
blessed with natural resources. Perhaps, the only way of achieving this goal is ensure the proper
utilization of the charitable activities encouraged in the Holy Quran and its practice established
by the noble Prophet Mohammad (SAW) through institutions like Zakat, Waqf, Saadqah.
Noble prize winning microfinance institution Grameen Bank started in Bangladesh in the
year 1976 with a fund of only $27USD. Today, it has made more than $6.5 billion in loans to 7
million people in Bangladesh. Therefore, Cash Waqf Fund is not only possible but it will create an
opportunity to prove to the world underlying spirit of humanity in Islam and its financial principles.
httpZZZWKHGDLO<6WDUQHWEHWDQHZVPRELOHEDQNLQJFDUYLQJ-aQLFKH
_ 274 _
HAYIRSEVER BAĞIŞLARIN GENİŞLEMESİNDE PARA VAKIFLARININ ÖNEMİ
Dr. Reazul KARIM
Hazreti Muhammed (S.A.V.) Enstitüsü – BANGLADEŞ
Giriş
İslam dünyasında kamu açısından önem arz eden sosyal hizmetler ve görkemli mimari
eserler için ihtiyaç duyulan finansman yüzyıllar boyu vakıf kurumları tarafından sağlandı ve
idame ettirildi. Çok büyük başarılar elde etmesine rağmen vakıflar tarihi çok çalkantılıdır.
Yüzyıllar boyu, bu kurumların kaderi çok yakın bir şekilde işlev gösterdikleri devletlerin kaderleri
ile bağlantılı olmuştur. Bundan dolayı da çok sivri inişler ve çıkışlar göstermişlerdir: kuruluş
ve büyüme dönemlerinin ardından büyüme ve ihmalkârlık ve çöküş gelmiştir. Vakfın uygun
bir şekilde kullanılması; hükümetin borç almasını önleyerek ve sonuçta faiz oranını düşürüp
bütçe açığını en aza indirgeyerek ve hükümet giderlerini azaltarak pek çok ekonomistin
ulaşmak istediği hedefe büyük oranda katkı sağlayabilir. Varlıkta, sosyal hizmetlerde,
teknolojide ve sosyo-ekonomik kalkınmaya katılım sağlamada görülen ilerlemelere rağmen
dünyada çok sayıda kişi hala çok feci yaşam standartları ile karşı karşıya kalmaktadır. Pek çok
İslam ülkelerinde varlığın artması; yoksulluk sınırının altında yaşayan insanların sayısı ile doğru
orantılı değildir. Bu da Müslüman çoğunluğunun olduğu ülkelerde Zekat, Sadaka ve Vakıf gibi
hayır kuruluşlarının yeterli derecede kullanılmasının önemini vurgulamaktadır. İronik olarak,
bu etkinlikler ve kurumlar; hükümet katkılımı şu ankinden çok daha az olduğu yüzyıllar
boyunca İslam medeniyetinin ihtiyaçlarını karşılamıştır. Bundan dolayı vakfın etkili bir şekilde
canlandırılması olasılıklarına bakmaya çalışırken İslam tarihinin geçmişi üzerinde araştırma
yapacağız ve Kutsal Kuran ve Sünnet öğretilerini ele alacağız.
Vakfın Geliştirilmesi:
Hayırsever bağışlarının İslamiyet’ten çok daha eski bir geçmişi vardır ve bundan dolayı da
bazı yorumcular İslamiyet’in önceki medeniyetlerden etkilenmiş olabileceğini ifade etmişlerdir.
Onlara göre vakıfların antik Mezopotamya, Yunanistan, Roma kurumlarından hangi boyuta
kadar etkilendikleri ve hangilerinin sadece İslam ürünü olduğu hala çözülmemiş bir sorudur.
Çağdaş Zekat fonundan farklı olarak ‘Vakıf fikri insanlık tarihi kadar eskidir’.1Profesör Timur
Kuran; vakıfların geliştirilmesi üzerine yapılan çalışmada şu şekilde belirtmektedir: ‘Kurumun
en baştan geliştirilmiş olması gerekli değildir; çünkü çeşitli antik toplumlar – İranlılar, Mısırlılar,
Türkler, Yahudiler, Bizanslılar, Romalılar ve diğerleri – benzer yapılar geliştirmişlerdir. İslamiyet
tarihsel vakum içerisinde ortaya çıkmadığı gibi kalıcı düzenlemelere şekil veren İslam hukuk
adamlarının ve trustların ilk kurucularının çevrelerinde mevcut olan modellerden esinlenmeleri
kaçınılmazdır.’2 Vakıfların yasal veya kavramsal açılarının erken kavramlardan türediğini kabul
edebilecek bu iddialar; aşağıda ele alınacağı gibi, vakfın soylu Peygamber Muhammed (s.a.v.)
tarafından kurulduğu ve bu vakıfların İslam toplumunda hızlı büyümelerinin sadece ve sadece
İslami hayır işleri ilkesinin öneminden kaynaklandığı gerçeğini göz ardı etmemelidir. Kutsal
1
Monzer Kahf, ‘:DTIDQGLWV6RFLRSROLWLFDO$VSHFWV http//monzer.kahf.com.
7LPXU.XUDQm7KH3URYLVLRQRI3XEOLF*RRGVXQGHU,VODPLF/DZRULJLQV,PSDFWDQG/LPLWDWLRQVRIWKH:DTI6\VWHPm/DZ
DQG6RFLHW\5HYLHZ
_ 275 _
Hayırsever Bağışların Genişlemesinde Para Vakıflarının Önemi
Kuran doğrudan vakıf terimine veya kurumuna atıfta bulunmamasına rağmen Vakıf ilkesi,
Kutsal Kuran’da altı çizilen ve Allah (c.c.)’ın şu şekilde ifade ettiği hayır işlerinin öneminden
ortaya çıkmıştır:
“Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe (Allah için vermedikçe), asla Birr’e nail olamazsınız.
(Allah’ın size verdiklerinden, Allah için) bir şey infâk ettiğiniz zaman muhakkak ki Allah, onu en iyi
bilendir. “ (İmran Suresi, 92. Ayet)
‘Mallarını gece ve gündüz, gizli ve aşikâr (Allah yolunda) infâk edenler (verenler), işte onların
ecirleri (mükâfatları) Rab’lerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.”
(İmran Suresi, 274. Ayet)
Vakıf kurumu belki de soylu Peygamber Muhammed (s.a.v.), “İnsan öldükten sonra sevabı
kendisine ulaşan iyi işler ve iyi şeylerin birine öğrettiği ve yaydığı ilim, Geriye bıraktığı salih evlad,
miras olarak bıraktığı Kur’an-ı Kerim, yaptırdığı cami ve misafirhane, akıttığı nehir, öldükten sonra
sevabı kendisine ulaşacak bir şekilde sıhhatli iken hayatında verdiği sadaka” olduğunu söylediği
zaman Peygamber Muhammed (s.a.v.)’in kelimeleri ve hareketleri ile kurulmuştur.
Aslında vakıf kavramı; Kutsal Peygamber Hazreti Muhammed (s.a.v.) tarafından geliştirilmiş
olup daha sonra da İslam medeniyetinin ihtiyaçlarının giderilmesinde önemli rol oynamıştır.
İslam tarihinde dini vakfın ilk örneği; Mekke şehrinin kuzeyinden 400 km uzaklıktaki Medine
şehrinde bulunan Küba camisidir. 622 yılında Peygamber Muhammed’in (s.a.v.) varması
üzerine inşa edildi. Altı ay sonra Küba binasını; Medine merkezindeki Peygamber camisi takip
etti. Günümüzde hala genişletilmiş yapısı ile aynı arazi üzerinde ayakta durmaktadır.
Kutsal Peygamber (s.a.v.) zamanında geliştirilen başka bir vakıf türü ise toplumun fakir
kesimini ve bilimsel araştırma, eğitim, sağlık hizmetler, hayvanların bakımları ve çevre gibi
büyük çapta insanlara fayda sağlayacak başka etkinlikleri desteklemeyi hedefleyen Hayır
Vakfıdır. Hayır Vakfı da ilk olarak Peygamber Muhammed (s.a.v.) tarafında başlatıldı. Mukhairiq
isimli bir adam kendi vasiyetnamesine ölümünden sonra Medine’deki yedi meyve bahçesinin
Peygamber Muhammed’e (s.a.v.) verilmesini yazdı. Hicri takvimine göre dördüncü yılda öldü
ve Peygamber (s.a.v.) bu meyve bahçelerini aldı ve muhtaçların ve fakirlerin yararlanması için
hayır vakfı haline dönüştürdü. Peygamber’in (s.a.v.) sahabeleri ve ikinci halefi olan Halife Ömer
(R.A) bu uygulamayı takip etti. Abdullah bin Umar (r.a.)’e göre Ömer (r.a.); Khaibar’dan bir
toprak parçası edindi ve Peygamber’den (s.a.v.) akıl istedi. Dedi ki: ‘O, Allah’ın Elçisi Peygamber,
Khaibar’dan bir arazi edindim. Daha önce bundan değerli bir gayrimenkulün olmadı. Bana
ne önerirsin?’. Peygamber Muhammed (s.a.v.) dedi ki: ‘İstersen bunu bağışlayabilirsin,
satılmaması, satın alınmaması, hediye verilmemesi veya miras olarak alınmaması koşulu ile
bir hayır olarak verebilirsin’. Peygamber Muhammed (s.a.v.) dedi ki, ‘daha sonra Ömer, fakirler,
akrabalar, köleler, yolda kalanlar ve misafirler için hayır olarak verdi. Bundan sorumlu olan bir
kişiye kendisini veya bir arkadaşını ücretsiz beslemenin bir zararı yoktur’.
Benzer şekilde Osman (r.a.)’a göre Peygamber (s.a.v.) Medine’ye vardığında ve şehirde
Bi’r Ruma (Ruma Kuyusu) suyu dışında çok az içme suyu olduğunu fark ettiğinde ‘Müslüman
arkadaşları ile çekilen suyu eşit bir şekilde paylaşmak ve Bahçede (Cennet) daha iyi bir kuyu
_ 276 _
Dr. Reazul KARIM
ile ödüllendirilmek için kim Bi’r Ruma’yı satın alacak?’ diye sormuştur. Bu çeşmenin bir ölçek
buğday karşılığında bir kırba satan Bani Gaffarlı bir adama ait olduğu söylenmekteydi.
Peygamber (s.a.v.) ona sordu ki: ‘Cennette su kaynağı karşılığında onu bana satmak ister misin?’.
Adam yanıt verdi: ‘Bu benim ve çocuklarımın tek gelir kaynağı.’ Osman (r.a.) bunu duyduğunda
ona otuz beş bin dirhem ödedi. Daha sonra Peygamber’e (s.a.v.) gitti ve dedi ki: ‘Aynı teklifi
bana yapar mısın?’. Dedi ki, ‘evet’. ‘O halde ben de bunu Müslümanlara sunuyorum’ diye yanıt
verdi.
Daha önce de belirttiğimiz gibi Kutsal Kuran; Zekattaki gibi vakıf olgusuna spesifik
atıfta bulunmamaktadır. Doğal olarak vakıf ile ilgili kurallar değişikliğe açıktır. Ancak hayır
etkinliklerinin temel ilkeleri Kutsal Kuranın çeşitli ayetlerinde ve ayrıca vakfın geliştirilmesini
veya ilerletilmesini veya modernleştirilmesini tartışırken temel kuralları koyan Peygamber
Muhammed (s.a.v.)’in sünnetlerinde vurgulanmıştır. Bu ayetlerden bir kaçı şöyledir:
Allah yolunda servetlerini verenler, temizlenip vicdanlarını arındıranlar da, ateşten
uzaklaştırılacaktır. Onun üzerinde başkasının, karşılığı verilecek hiçbir nimeti yoktur. O, sadece
yüceler yücesi rabbinin rızasını kazanmak İçin harcar. O, yakında razı olacaktır’ (Leyl Suresi, Ayet:
18-21.)
“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları
affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever “ (Imran Suresi, 134. Ayet)
“Eğer sadakaları açıkça verirseniz, işte o (davranışınız) ne güzel! Ve eğer o (sadakaları)
gizleyerek fakirlere verirseniz artık o sizin için daha da hayırlıdır. (Böylece Allah), günahlarınızdan
(bir kısmını) örter (bağışlar). Allah, yaptıklarınızdan haberdar olandır. “ (Bakara Suresi, 271. Ayet)
Peygamber Muhammed (s.a.v.) dedi ki, “İnsanoğlunun her bir eklemi için her gün sadaka
verilmesi zorunludur. Bir kişi başkasına hayvanları sürmesi veya onu yüklemesi ile ilgili olarak
yardım ederse bunların hepsi sadaka olarak görülecektir” (Shahih Al Bukhari Vol 4, Hadis No 141)
Peygamber Muhammed (s.a.v.)’in Sahabelerine bağış ve yararları hakkında öğrettiği
gibi onlar da paralarını ve mallarını sadaka verdiler; vakıf bağışlarının nitel ve nicel olarak
büyümesi ile paralel olarak bağış mallarının idari ve finansman yapıları açısından büyüme
meydana geldi. Belirtilmelidir ki vakfın ana içtihat bilimi; Peygamber Muhammed (s.a.v.)’ın ve
Halifelerinin eylemlerinden ve dediklerinden türemiştir.
İslam medeniyetini genişletmesi açısından vakıflar:
Harun el-Raşit, Saladin, Süleyman ve İslam tarihindeki büyük insanların dönemlerinde
toplumun günlük sosyal yardımlarına katkıda bulunuldu. İslamiyet içerisindeki bu katkı
sağlayan kişilerin isimleri İslam’ın büyük camileri ile devam ettirilse bile yüzyıllar boyu onları
destekleyen sıradan insanların inancına tanıklığın bir sembolü olduklarını belirtmek gereklidir.
İslamiyet’in beş temel ilkesinden bir olan yardımseverlik; adı bilinmeyen binlerce dükkan
sahibinin, çiftçinin ve diğer sıradan vatandaşların da küçük katkılarda bulunmasını sağlamıştır.
Benzer şekilde Batı Afrika’dan Filipinlere uzanan İslam dünyasında yolculuk yapan bir kişi her
nerede Müslüman toplum var ise orada vakıf olduğunu da görür.
_ 277 _
Hayırsever Bağışların Genişlemesinde Para Vakıflarının Önemi
Tipik bir şekilde bağışlanan vakıf malları içerisinde, cami, kurucusu için anıt türbe, medrese,
yolcular için misafirhane, ticari kompleksler yer alabilir. Anlaşıldığı üzere vakıf gelirlerinin
en sık kullanım yeri cami giderlerini karşılamaktır. Kutsal Peygamber (s.a.v.) Medine’ye ilk
vardığında yaptığı ilk şey bir cami inşa etmek oldu. İslam fatihleri ve danışmanları da dinlerini
getirdikleri bölgeye ilk iş olarak cami inşa ettiler. Aslında vasiyet edilmiş ve tanıma göre vasiyet
edilen camiler dışında hiç cami yoktur. Bangladeş’te 1986 yılına kadar toplam 150,593 vakıf
vardı, bunlardan 123,006’sı camilerdi. Camilere yapılan vakıf bağışları; araziden, inşaattan,
mobilyadan, Kuran Okulları gibi eklerden, kütüphanelerden, abdesthanelerden ve bazen de
İmam için ev yapılmasından meydana gelmektedir. Ayrıca bakımını yapan kişilere, Müezzine
ve İmama ödenen ücretler dahil olmak üzere elde edilen gelirleri caminin yönetimine ve
bakımına adanmış vakıflar da mevcut bulunmaktadır.
Genel olarak eğitim, vakıf gelirlerinin en fazla kullanıldığı ikinci alan olmuştur. Hatta eğitimi
finanse eden hükümet bile bir okul inşa ettirip giderleri için belli başlı mülkiyetleri Vakıf olarak
devretme şeklini benimsemiştir. Tarihi kaynaklara göre Kudüs’te yirminci yüzyılın başlarında
çoğunun vakıf olduğu ve İran’daki, Türkiye’deki ve Suriye’deki vakıf malları ile desteklenen
64 okul vardı. Eğitimin vakıfla finanse edilmesi içerisinde çoğunlukla kütüphaneler, kitaplar,
öğretmen ve diğer personel masrafları ve öğrencilere verilecek burslar vardır. Finansman
özellikle İslam’ın çıkış aşamasında dini çalışmalar ile sınırlı değildir. Eğitim özgürlüğüne ek
olarak bu finansman yaklaşımı; sadece zengin ve yönetici sınıflarından olmayan eğitimli bir
sınıfın oluşturulmasına yardım etti. Bu bağımsız finansman kaynağı sayesinde din liderleri
ve öğretmenler her zaman yöneten sınıftan bağımsız toplumsal ve siyasi konumlar elde
edebilmişlerdir.
Vakıflardan fayda sağlayan diğer bir sektör ise muhtaçlar, fakirler, yetimler, mahkumlar
kategorisidir. Toplumun farklı ihtiyaçlarına yanıt verecek farklı vakıf türleri kurulmuştur.
Aşhaneler; fakirlere yiyecek hizmeti verebilmek için kullanılan bir bağış kurumudur. M.S. 985’te
Hebron’u ve İbrahim (a.s.) Ravzasını ziyaret ettikten sonra ünlü Arap coğrafyacısı El-Makdisi
şöyle yazar; ‘Hebron’da ibadethanede aşçı, fırıncı ve uşakların olduğu kamu misafirhanesi
vardı. Burada her gelen hacıya ve hatta isterlerse zenginlere mercimek yemeği ve zeytinyağı
ikram ediyorlardı. Pek çok kişi bu sadakanın İbrahim’in orijinal misafirhanesinden geldiğini
düşünerek hata yapmaktadırlar; aslında fonlar, Peygamber’in (s.a.v.) Sahabelerinden ve pek
çok diğer kişiden gelen bağışlardan elde ediliyordu. Günümüzde ise İslamiyet’te bundan daha
iyi düzenlenmiş bir tane daha hayır kuruluşu yoktur. Seyahat edenler ve aç kalanlar burada iyi
yemekler yiyebilir ve böylece Peygamber İbrahim’in (a.s.) geleneği devam ettirilmiş olur’.
Vakıf bağışları içerisinde ayrıca hastanelerin inşa edilmesini, hekimlere, stajyerlere ve
hastalara yapılan harcamaları kapsayan sağlık hizmetleri de vardır. Ayrıca insanlara Mekke’ye
hacılık görevlerini yerine getirmeye yardım eden, kadınlara evlenmeleri için yardım eden ve
diğer hayırsever amaçlarla uğraşan vakıflar da vardır. Vakıf bağışlarının finanse ettiği diğer kamu
hizmetleri arasında hamamların, köprülerin, kalelerin, inşa edilmesi yolların ışıklandırılması ve
ayrıca mezarlık olarak kullanılmak üzere arazilerin bağışlanması vardır.
_ 278 _
Dr. Reazul KARIM
Bundan dolayı diğer hayır kurumları ile birlikte vakıfların sosyal hizmetlere duyulan
ihtiyaçları, özellikle de yiyecek ve eğitim gibi temel ihtiyaçları karşıladığı çok açıktır. İslam
Vakıf kurumlarının yaşadığı büyümenin, gelişmenin ve değişmenin hukuk sisteminde,
hukuki önerilerde, yasamada ve dokümantasyon, arşivleme, değişim, yatırım ve hesaplama
sistemlerinde meydana gelen büyüme ve genişleme ile paralellik gösterdiğini de değinmek
gerekir. Tüm bu konular İslam tarihinde yüksek seviyede medeniyet ve modernite göstermiştir.
İslam dünyası; XIX. yüzyılın başından XX. yüzyılın ortalarına kadar çok büyük güçlülerle
karşı karşıya kaldı; özellikle de İslam ülkelerinin büyük bir kısmının Avrupa tarafından işgal
edilmesi Müslümanlık tarihinde önceden görülmemiş bir şeydi. Bu işgal sadece kültürel
ve ekonomik değil aynı zamanda askeri ve siyasi idi. Bunların hepsi yeni bir duruma yol
açtı; koloni yetkilileri İslam dünyasının pek çok bölümünde İslam vakıfları ve onların güçlü
kurumları ile mücadele etmeyi ve bunları yok etmeyi hedefleyen bir politikayı uygulamaya
başladı. Müslüman dünyasındaki yeteri kadar gelişmemişliğin ve geriliğin hakim olduğu genel
atmosferin de vakıf mülkiyeti üzerinde etkisi vardı ve sonuç olarak batı eğitim sistemi koloni
yetkililer tarafından getirildi ve daha sonra yeni oluşturulan ekonomik fırsatlar ile desteklendi.
Bunların hepsi; hali hazırda gelişmemiş vakıflar tarafından finanse edilen geleneksel eğitimin
yerinde yeller esmesine neden oldu. Fas’ta alınan koloni önlemlerinden bir tanesi de en iyi
vakıf arazilerinin Fransız kolonicilere devredilmesiydi. Fas’taki Fransız uygulaması ayrıca
Cezayir’de, Tunus’ta, Suriye’de ve Lübnan’da da prova edildi. Eğitime yönelik bağımsız
finansman kaynağının en önemli açısı; din liderlerinin ve öğretmenlerinin yönetim sınıfından
bağımsız olarak ve yöneticilerin politikalarına muhalefet ettikleri zamanlarda toplumsal ve
siyasi konumlar elde edebilmiş olmalarıdır.
Koloni döneminin sona ermesinden ve pek çok İslam ülkesinin bağımsızlığını
kazanmasından sonra ulus devletleri kurulmaya başladı ve yeni liderlik; her zaman hiç de
olumlu etki yaratmayacak şekilde vakıflara karşı farklı bir tutum sergiledi. Bazı ülkelerdeki
hükümetler, kurum, kanun ve politika açısından koloni döneminin uygulamalarını benimsedi.
Onlar; kötü amaç gütmeden, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde, içlerinden gelerek veya fark
etmeyerek aynı politikayı uygulamaya devam ettiler. Diğer hükümetler de inanç gereği
koloni politikasını devam ettirdi. Bu politikalar daha önceden marjinalize olmuş veya koloni
döneminde zayıflamış İslam kurumlarını kaldırmayı ve ayrıca vasiyet kurumlarını ve mülkiyeti
de içermektedir. Ayrıca pek çok Müslüman ülkesinde reforma duyulan ihtiyaç on dokuzuncu
yüzyıl ortalarında tarım yapılabilir arazinin yaklaşık yarısının vakıflara adanmış olmasından
kaynaklanmaktadır. Benzer şekilde 1883’te Tunus’ta tarıma elverişli arazinin üçte biri, 1928
yılında Türkiye’de dörtte üçü, 1935 yılında Mısır’da yedide biri bağışlandı. Sonuç olarak
Suriye’deki, Mısır’daki, Türkiye’deki, Tunus’taki ve Cezayir’deki çok sayıda vakıf malı devletin
kamu mallarına eklendi ve toprak reformları, başka yol ve yöntemler ile dağıtılırken bu
ülkelerdeki hükümetler de camilere ve dini okullara harcama yapma sorumluluğunu üstlendi.
Örneğin, Al-Azhar Üniversitesi; 970 dolaylarında Kahire’de kuruldu ve 1812 yılında hükümet
vakıfların kontrolünü ele alıncaya kadar vakıf gelirleri ile finanse edildi. Benzer nedenlerden
dolayı çok sayıda Müslüman ülke vakıflar ve din işleri için bir hükümet kolu kurdu. Öte yandan
Lübnan, Türkiye, Ürdün ve son dönemlerde Cezayir gibi ülkeler vakıf gayrimenkullerini
_ 279 _
Hayırsever Bağışların Genişlemesinde Para Vakıflarının Önemi
canlandırmaya ve geliştirmeye çalışmıştır. Vakıfların mallarının iyileştirilmesine, korunmasına
ve geliştirilmesine yardımcı olacak ve bu ülkelerde yaşayan kişileri yeni vakıflar kurmaya teşvik
edecek yeni vakıf kanunları düzenlendi.
İslam dünyasındaki yeni bağımsız devletler; sosyal yaşam üzerinde kontrol kurma
politikasını benimsedi ve sosyal yaşamın tüm işlevlerini ve tesislerini, idari ve yönetim
konularından tutun da sınırlara, güvenliğe ve her türlü sosyal hizmete kadar hükümete ve
hükümet kurumlarına yüklediler. Bu deneyim; hükümetin her şeye müdahale etmesine, her
şeyi yapmasına ve her şeye sahip çıkmasına olanak tanıdı. Görülen başarısızlık ve verimsizlik göz
önünde bulundurulduğunda bu denetimler ve yönetim tipleri bağış sektörünün gerilemeye
devam etmesine neden oldu. Gelişme gösteren verimli vakıf arazilerinin soyulmasından sonra
bazı ülkelerde evkaf kelimesi sadece camileri ifade eden bir terim olarak bilinmeye başladı.
Bu yeni eğilimin etkisi; Bangladeş’teki denetimlerden açıkça görülmektedir. Daha önce de
belirtildiği şekilde Bangladeş’te 1986 yılına kadar toplam 150.593 vakıf arazisi vardı ve bunun
123.006 tanesi camiydi (ülkenin toplam 131.641 camisi içerisinde). Bu gösterir ki diğer sosyal
veya hayır işi etkinliklerinde vakıfların kullanımı oldukça sınırlıdır. Bu eğilim; birkaç metre
mesafe içerisinde birbirine komşu olan çok sayıda caminin yapılmasına neden olmuştur.
Vakıf yolu ile camilerin inşasına devam ettirilmesi ve bunun teşvik edilmesi gerekirken geride
Şeriat’ın onayladığı diğer hayır işleri ve toplumsal etkinliklerin yer aldığı bir liste kalmıştır.
Böylece totaliter hükümet yapısının ortaya çıkması ile birlikte her Müslümanın sosyal refahı,
kültürel etkinliği ve eğitimi geliştirmesi açısından üstlenmesi gereken rolü ve sorumluluğu
daraltı. Çünkü artık hükümet; bütçe ve ayrıcalık dahil olmak üzere tüm bunlardan sorumlu
tutuldu. Jennifer Bremer bu konuyu İslam ve Demokrasi Araştırmaları Merkezindeki bir
toplantıda yaptığı sunumda şu şekilde özetlemektedir:
‘Bir ülkeden sonra diğer ülkede, devlet özel olarak yönetilen hayır kurumlarına baskı
yapması gerektiği mazereti ile bu kötü kullanımlara el koydu. Reform adına devlet; bağışlanabilir
varlıkların nasıl kullanılabileceğini kontrol altında tutmak veya bundan elde edilen gelirleri
kendisi için almak ve sonra da bu varlıklara el koymak için hareket etti, büyük oranda özel
olarak yönetilen hayır kurumlarını sınırlandırarak ve hatta yok ederek.
Diğer Güçlükler
Devlet müdahalesinden ve siyasi taahhütlerden kaynaklanan tarihsel güçlülüklere ek
olarak modern vakıfların karşı karşıya kaldığı belli başlı önemli başka güçlükler de var. Bunların
arasında en önemli iki engel (i) yönetim ile ilgili konular, yani mütevellinin atanması ve etkili
olması ve (ii) mülkiyetin mevcut olması, yani hayır yapılabilir mülkiyetin mevcut olmasıdır.
Mülkiyetin Kapsamı:
Yaklaşık 1400 yıl önce vakfın başlamasından bu yana mülkiyet fikri çok çeşitli bir şekilde
genişleme göstermesi mülkiyet konusu ile ilgili ele alınan bir husustur. İlk başta vakıf sadece
arazi veya gayrimenkul mallarla yapılabilirken yeni finansman hakları kavramları gelişmiştir
ve günümüzdeki mülkiyet kavramı içerisinde ekonomik değeri olan maddi olan ve olmayan
varlıklar girmektedir. Önemli mülkiyet tipleri arasında gayrimenkul (arazi), kişisel mülkiyet
_ 280 _
Dr. Reazul KARIM
(diğer fiziksel mallar) ve fikri mülkiyet (sanat kreasyonları, icatlar vb. üzerindeki haklar) vardır.
Benzer bir şekilde yetenekli kişilerin ürünleri için aldığı patentler, ticari markalar, iyi niyet ve
diğer haklar da çağdaş yaşamda yer alan yeni ve bir o kadar da önemli boyutlardır.
Diğer bir kısıtlama ise bu yüzyılda nüfus çok hızlı bir şekilde artarken gayrimenkul
özellikle arazi mülkiyeti açısından artma görülmemiş olmasıdır. Uzun süre vakıfların sadece
gayrimenkul ile oluşturulabileceği düşüncesinden dolayı gayrimenkulü olmayan kişiler vakıf
bağışlarına katılamamışlardır. Daha önce de belirttiğimiz gibi İslami hayır etkinliklerinin
başarısı her zaman sıradan Müslümanların kitle katılımına bağlı olmuştur.
Yönetim konuları:
Bazı ülkelerde vakıf mülklerinin devlet tarafından yönetilip idare edilmesi söz konusu
olurken bazı ülkelerde de vakıflar hala özel olarak yönetilen müesseseler durumundadır.
Devlet kontrolü vakıflar üzerinde yanlış yönetime karşı güvenlik ve yolsuzluğa karşı koruma
sağlamazken ayrıca vakıfların kaynak azlığından, verimli olunmamasından ve bürokrasiden
etkilenmesine yol açmaktadır.
Bir vakıf kurarken vakıfta uygulanacak yönetim tipini belirleyen kişi vakfeden kişidir
(vakıf kurucusu). Genellikle sorumluluğu yararlanıcıların en iyi çıkar sağlayacak şekilde vakıf
mülkiyetini idare etmek olan bir yönetici (mütevelli) atar. Mütevellinin ilk görevi mülkiyeti
korumak ve sonra da yararlanıcıların gelirlerini maksimize etmektir. Vakıf dokümanı
genellikle Mütevellinin hizmetlerinin karşılığının nasıl olması gerektiğine değinir ve hiçbir
şey belirtilmemişse bu mütevelli gönüllü çalışır veya Mahkemeden ödeme kararı çıkmasını
isteyebilir.
Vakıfların tarihi ile ilgili yaptığımız araştırma; vakıfların kesinlikle hükümet yetkisini hayır
işleri üzerinde egemenlik kurmaya davet etmek gibi bir şey olmadığını göstermektedir. Tam
tersine, başından itibaren vakıflar hem kar amacı güden bireylerden hem de hükümetin yetki
egemenliği işlemlerinden uzak tutulan, hayırseverlerle ilişkili bağımsız sektör kurmanın açık
bir ifadesiydi. Bu; Ömer Bin Hattab’ın (r.a.) Halifelik döneminde vakfın fıkhı ile ilgili ana kaynak
olarak düşünülen ünlü vakıf dokümanını yazdığı Halifelik uygulamalarında fark edilir. Kendisini
yönetici olarak atadı, kendisinden sonra da ailesinden bir kişinin geleceğini belirtti; halifelikteki
halefini kendi yerine yönetici olarak belirtmedi. Peygamber (s.a.v.) döneminde Osman (R.A)
tarafından yapılan diğer bir vakıf olan Medine’de içme suyu sağlayan ‘Ruma’ çeşmesi vakfı da
devlet yönetimine verilmedi.
Bu vakıfların her ikisi de herhangi bir hükümet müdahalesi olmadan toplum tarafında fiilen
yönetildi. Osmanlı Evkaf Kanunu, hükümet müdahalesine yol açan ilk adımdı. Ancak bu ne
Evkaf yönetimini hükümetin eline verdi ne de özel vakıfları azalttı. Yirminci yüzyılın ilk yarısında
Müslüman ülkelerin ve diğer çeşitli toplumların hemen hemen hepsinde vakıflar kanunları
düzenlendi. Bu kanunlar ile kamu sektörünün diğer kollarının yönetildiği şekilde vakıf mallarını
da yönetmek için ‘Evkaf Bakanlığı’ veya ‘Evkaf Dairesi’ gibi hükümet kolları kuruldu. Böylece
güçlü özel sektör yerine bireylerin kar amacı güdüsünden ve hükümet gücünden bağımsız
vakıflara gölge düşürdü. Hükümet; ekonomik girişimleri kötü yönettiği için hayır işleri projeleri
_ 281 _
Hayırsever Bağışların Genişlemesinde Para Vakıflarının Önemi
çok daha etkisiz bir şekilde yönetilir hale gelmektedir. Belki de bu durum hükümetlerin kötü
yönetimi sonucu ortaya çıkan başarısızlıkla birlikte fark edilmiştir ve pek çok ülkede vakıf
mallarının kaybedildiği göz önünde bulundurulduğunda müdahalenin olduğu çok açıkça
görülmektedir. Bangladeş’in 64 ilindeki devasa vakıf arazisi miktarı (150.593 arazi) sadece
24 şube görevlisi ve toplam 99 personeli olan Vakıf Dairesi tarafından düzenlenmektedir.
2005 yılı Eylül ayında Din İşleri Bakanlığının Parlamento Daimi Kurul toplantısında vakıfların
sahip olduğu 905.497 dönüm araziden 700.000 dönüm arazisine başkasının arazisine tecavüz
eden kimselerce el konulduğu rapor edildi. Benzer şekilde, tahminen 300.000 tescilli vakfın
yönetilmesi için oluşturulan mevcut yapı içerisinde Merkezi Vakıf Kurulu tarafından yönetilen
her bir arazi için kurulmuş Vakıf Kurullarına sahip Hindistan’da da aynı durum yaşanmıştır. Ne
yazık ki bu gayrimenkullerin büyük bir kısmı yasadışı yollarla işgal edilmiş durumdadır.
Mütevellinin atanması, sonuç olarak vakfın yönetimi; vakıf arazinin başarısı ile ilişkili
en önemli faktörlerden bir tanesidir. Adı ne olursa olsun, vakıf kurulunun veya bölümünün
başarısız olmasının sadece bürokratik başarısızlık olarak adlandırılmaması gerektiğine dikkat
edilmelidir. Sorumluluğun büyük bir kısmı; vakıftan sorumlu mütevelliye kalır. Özellikle
Bangladeş, Hindistan gibi ülkelerde ele geçirilen büyük miktardaki vakıf arazisi; hükümet
hatalarından değil aynı zamanda mütevellinin kendisinin verimsiz olmasından veya bazen
de dürüst olmamasından kaynaklanır. Bu tür zararlar; mütevelli faal olmuş olsaydı ve hukuki
koruma talep eden uygun önlemleri almış olsaydı mahkeme tarafından ihtiyat konularak
kolaylıkla önlenebilirdir.
Bazı yorumcular; vakıf arazilerinin en başından itibaren özel olarak atanmış Mütevelliler
tarafından başarılı bir şekilde yönetilmiş olduğunu ileri sürmüştür. Ancak, vakfeden kişinin
kendi yaşadığı sürece ve kendisi öldükten sonra vakfı yönetmesi için yüksek derecede
yetkin birini atarken gelecek nesiller boyu etkili mütevellilerin atanmaya devam etmesini
sağlayamayacağı hususu göz ardı edilmemelidir. Yönetimin başarısı; Mütevellinin takva,
dürüstlük, sağlam işletme bilgisi, etkililik, yönetim kapasitesi ve vizyon gibi özellikleri içeren
çeşitli niteliklerinde yatmaktadır. Atanan tüm Mütevellilerin bu belirtilen niteliklere sahip
olmasını sağlamak genellikle zordur.
Bu ille de vakfeden tarafından özel Mütevellilerin atanmasını kaldırmamız gerektiği
anlamına gelmez. Devam etmelidir. Çünkü bunun vakıf fıkhında çekirdek ilkelerden biri
olmasının yanında hükümet yönetimi üzerindeki yükü de azaltır. Aslında bazı zamanlarda etkili
ve uzman yönetim ile daha iyi başarılar elde edilebilir. Bu açıdan bakıldığında özel yönetim
altında yüzyıllar boyu ayakta kalan ve bu süre içerisinde bir yandan genişlemeye devam
ederken bir yanda da halka başarılı bir şekilde hizmet eden belli başlı vakıfların olduğunu
görürüz. Örneğin Bangladeş’te baharat, tıbbi bitkiler ve mineraller gibi doğal kaynaklardan
ilaçlar üreten Hamhard Laboratuvarları ünlü vakıf arazisidir. 100 yıl önce kurulan bu kuruluş,
Bangladeş’te bilim şehri, yüksekokul, üniversite, fen laboratuvarı ve hastane gibi projeler
başlatmış ve nadir bulunan ve değerli tıbbi bitkileri yetiştirmek ve korumak için 300 dönüm
arazi edinmiştir. Benzer şekilde
_ 282 _
Dr. Reazul KARIM
Anjuman-e-Mofıdl İslam; hastaneler, ambulans ve hatta kimliği belirlenemeyen ölülerin
gömülmesi gibi hizmetler sağlayan bir başka vakıftır. Bu kurumlar; başarılı özel yönetim
kapsamında uzun yıllardır topluma hizmet götürmektedir. Benzer başarı vakıf arazileri ile de
elde edilmiştir.
Yolsuzluk, yanlış yönetim ve hükümet müdahaleleri sonucu vakıfların başarısız olması bazı
Müslüman ülkelerde evkaf yönetiminde çeşitli reform denemeleri yapılmasına yol açmıştır. Ne
yazık ki bu reformların hiçbiri gerçek probleme ulamamışlardır; bundan dolayı da önerilen
çözümler kozmetik olmaktan ileri gidememiş; yönetim kavramında bir değişiklikten ziyade
sadece el değişikliği, yani nesiller arası bir çabayı ifade etmiştir.
PARA VAKFI:
Sermaye olarak gayrimenkul yerine para verilmesi ile kurulan vakıftır. Vakıf sermayesinin
taşınmaz olması koşulu olmasını ileri süren görüş açısından farklı bir alana tabidir. İslam
dünyasındaki en erken Para Vakfı kökenleri; İmam Zufer’e böyle bir vakfın nasıl fonksiyon
göstereceği sorulduğu sekizinci yüzyıla kadar gitmektedir. Bu sorunun sorulması bile o
zamanlarda bu türden vakıfların var olduğuna dair bir gösterge olarak kabul edilebilir.3 Ancak,
bu tür vakıflar pragmatikler ve ahlakçılar arasındaki sert çabalardan sonra 15inci yüzyılın
başlarında Osmanlı Mahkemeleri tarafından onaylandı ve 16ncı yüzyılın sonlarına gelindiğinde
tüm Anadolu’da ve İmparatorluğun Avrupa eyaletlerinde aşırı derecede popüler oldu.3Yapılan
araştırmalar; Para Vakfının Suriye’de, Mısır’da, Sudan’da ve Aden’de mevcut olduğunu ortaya
çıkarmıştır.4 Balkanlardan Malay’a kadar geniş topraklarda Para Vakfının meşru olması; büyük
İslam hukuk bilimi okulları tarafından genel olarak kabul gördüğünü ima etmektedir. Ancak
bu genel kabul; en azından on altıncı yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar süren sert çekişmeler
sonucu elde edilmiştir.
Para Vakfı Projesinin Avantajları:
Yukarıda ele alınan zorluklarla, özelliklerle mülkiyet, finansman haklar ve yönetim konuları
ile ilgili olarak Para Vakfı; aşağıdaki engellerin pek çoğunu aşmak için bir fırsat sağlar:
LSadece varlıklı Müslümanların veya gayrimenkul vakıf sahiplerinin değil farklı finansman
yeterlilikleri olan tüm Müslümanların katılmasına fırsat tanır.
LLPara Vakfı projesi; kullanımı maksimize edebilme amacıyla ortak fon oluşturmak için
dağıtılan bağışları toplayabilir.
LLLBöyle bir program; işbirliği kurarak fakirliğin yok edilmesine ve sosyal hizmetlerin
sağlanmasına yönelik hükümetin ulusal kalkınma planını geliştirebilir.
LYPara Vakfı projesi tarafından sağlanan fonlar; yüksek faiz oranı ve ücretlerle fonu
sağlanan mikro finans projelerinin fonunu sağlamak için kullanılabilir.
(v) Bu proje; organize edilmiş ve ihtiyaca dayalı projenin / yatırımın seçilmesini
sağlayacaktır. Kalkınma projeleri ve yatırımları; önceliği yerel çapta gereksinime vererek
'RF'U&HQJL]7RUDPDQ3UR'U%HGUL\H7XQFVLSHU5HV$VVLVW6LQDQ<LOPD]&DVK$ZTDILQWKH2WWRPDQVDV3KLODQWKURSLF)RXQGDWLRQV
DQGWKHLU$FFRXQWLQJ3UDFWLFHVKWWSZZZFRPPHUFHXVDVNFDVSHFLDODKLFSDSHUV$+,&),1$/3DSHUSGI
%UXFH0DVWHUV7KH2ULJLQVRI:HVWHUQ(FRQRPLF'RPLQDQFHLQWKH0LGGOH(DVW1HZ<RUN8QLYHUVLW\3UHVVSUHJDUGLQJ
6\ULDQFDVKZDTI
_ 283 _
Hayırsever Bağışların Genişlemesinde Para Vakıflarının Önemi
hükümetin kalkınma planı ile koordinasyon içerisinde seçilecektir. Bu fon; bağımsız yapısı
devam ederken uygulanabilir olduğu sürece projelerin seçilmesinde hükümetin kalkınma
ortağı olacaktır.
Diğer Ülkelerdeki Para Vakıfları:
En ilginç vakıf uygulamasının yapıldığı Malezya; yüksek finansman alanında
gözlemlenmiştir. Kısmen vakıf gelirlerinden oluşan çeşitli devletlerin Din Bölümlerinin
gelirleri İslam Bankası Malezya’ya ve Takaful Şti.’ne yatırılmıştır ve İslam Bankası Malezya’nın
Öz Kaynağının %25’i dini bölümler tarafından sağlanmıştır. Diğer ilginç bir vaka ise ünlü
Alsagoff ve Co ve diğer Müslüman iş yerlerinin ve bireylerin bağışladıkları paralarla 31 Ağustos
1904 tarihinde kurulan Singapur Müslüman Trust Fonu Birliğidir. Bu para; fakir Müslümanları
gömme masraflarını karşılama, yetimlere ve okullara destek verme amacıyla bağışlandı. İlk
fonun verilen sadakalarla desteklenmesi beklenmekteydi ve ayda bir kez açılmak üzere para
toplama amacıyla camilere bağış kutuları konuldu. Kazanılan para; caminin İmamına ödemek
için harcandı ve bunun %97.5’i birlik amacına uygun olacak şekilde HSBC bankasına yatırıldı.
Böylece Malezya’da ve Singapur’da Para Vakfı oluşturuldu; ancak faal durumda değildir.5
Bangladeş’teki Para Vakfı:
Bangladeş Para Vakfı özerk bir müessesedir ve dini, sosyal yardımlaşma ve hizmet odaklı
örgütleri esas alan etkinliklerde işlev gösterir. Bu müessese; Hindistan Alt Kıtasında İngiliz
Kolonisi döneminde 1934 tarihinde Bengal Vakıf Kanunu kapsamında kuruldu. Tüm Vakıf
Eyaletlerinin etkinlikleri şu anda Vakıf Tüzüğü, 1962 kapsamında idare edilmektedir.
Son yıllarda meydana gelen önemli bir gelişme de çeşitli özel İslam Bankaları tarafından
Para Vakfı Sertifikasının tanıtılmasıdır. Başlatılan ve kendisini idame ettiren Vakıf projelerinde
Bankanın Mütevelli sıfatıyla hareket ettiği 1998 yılında Sosyal Yatırım Bankası Limited Şirketi6
aracılığı ile Bu sertifikaların düzenlenmesine başlandı. Banka; vakfeden kişinin kendi iradesi
ile yararlanıcı tiplerini seçebileceği yararlanıcı projeleri listesini Vakıf Sertifikası alıcısına sunar.
Para Vakıflarının Geliştirilmesi:
Para Vakfı fonu (‘Fon’) işletmesinin ana amacı, daha fazla Müslümanın vakıf bağışı
yapabilmelerine fırsat tanımaktır. Bangladeş’teki Para Vakfı Deneyimi; bunun vakfı
genişletmenin etkili bir yol olduğunu göstermektedir. Sosyal İslami Bankasındaki para 9 yıl
içerisinde 12 kat büyüdü. Artık pek çok diğer banka popülerliği için aynı hizmeti sunmaktadır.
Fonun İşletilmesi:
Fon sadece Para Vakfına dayalı olduğu için bunun işletilmesi de Para Vakfı Sertifikalarının
satışı ile fonun tahsis edilmesine odaklanacaktır. İlk başta, İslam Piyasaları veya stoklarına
biriken fonu yatırabilir ve yıllık getirisini / karını hayır işlerine fon sağlamak için dağıtabilir. Fon
önemli bir rakama ulaştığında kendi planını başlatabilir.
&L]DND\XNDUÜGDV
KWWSZZZVLEOEGFRPKWPOFDVKBZDTIBVFKHPHKWPO
_ 284 _
Dr. Reazul KARIM
Büyük miktarda paralarla vakıf kurmak için bağış yapan kişiler kendi yararlı planlarını
oluşturabilirler veya alternatif olarak diğerleri gibi belirlenmiş hayır işi projeleri listesinden
herhangi bir projeyi seçebilirler. Fonun tahsil edilmesi ile ilgili önemli bir açı da işletme
maliyetlerinin iki nedenden dolayı minimum olması gerekmesidir. Birincisi, kitlesel katılımı
sağlamak için düşük gelirli kişilere katkı yapılmasına fırsat tanınması gereklidir. Bundan dolayı
her bir Vakıf Sertifikasının değeri bir ABD doları kadar düşük olmalıdır. İkincisi tahsil etme,
sürdürme ve yatırım sürecinin maliyeti düşük ve etkili olması gereklidir.
Fon Toplama:
Fon toplamada en az maliyet olmasını sağlamak için aşağıdaki prosedürler benimsenebilir:
Bankalar: Vakıf sertifikaları; Fon adına hesabın açıldığı Müslüman ülkelerdeki İslam
bankalarının şubeleri aracılığı ile satılabilir ve vakfeden, bir form doldurduktan ve Fonun
belirtilen hesap numarasına ödemesi yapıldıktan sonra basit bir sertifika tahsil edebilir.
Internet: İnternet kullanımının pek çok Müslüman ülkede, özellikle de Orta Doğu’da çok
hızlı ve geniş olamamasına rağmen elektronik formatta Vakıf Sertifikasının on-line satışı; dünya
çapında milyonlarca Müslümana ulaşabilmenin başka bir etkili ve basit yolu olabilir. Kredi kartı
olan herhangi bir vakfeden; güvenli on-line işlem üzerinden Fon adına oluşturulan belirlenmiş
siteden vakıf sertifikalarını satın almayı tercih edebilir.
On-line Vakıf Sertifikasının diğer bir avantajı da; finansman ayrıntıları, Fon etkinlikleri veya
Vakıf ve projelerin kamu tarafından incelenmesi serbest olması ile birlikte kamu güveninin
artmasının sağlanmasıdır.
Mobil Telefon: Vakıf Sertifikasının dağıtılması şekli; gelişmiş ve gelişmemiş ülkelerde kitle
topluma ulaşabilmenin en etkili yolu olabilir. Son yıllarda hem gelişmemiş hem de gelişmekte
olan ülkelerde mobil telefon kullanıcılarının sayısında çok hızlı artış olduğu görülmektedir. Bir
cep telefonu kullanarak ilgili vakfeden kişi SMS göndererek veya bir arama yaparak veya mobil
bankacılık tesisi üzerinden Vakıf Sertifikaları satın alabilecektir. Bangladeş Bankası tarafından
yayınlanan son veriler; Bangladeş’teki mobil bankacılık hizmetlerinin teşvik edilmesinden
bu yana çok yol alındığını göstermektedir. Bankacılık hesapları olmayan kişiler; özellikle
Bangladeş’in kırsal alanlarında mobil işlem yapmayı benimsediler. Her gün mobil bankacılık
hizmetleri üzerinde ortalama 15.6 milyon dolar civarında işlem yapılmaktadır. 2013 yılı Nisan
ayı itibari ile Bangladeş’te yüzde 12.47’si önceki aydan olmak üzere 5.254 milyon mobil
bankacılık abonmanı oldu.7 Bu, Para Vakıflarını genişletmenin başka bir popüler yoludur.
Kamu Güveni: Vakfedenler kendi çıkarı olmadan sürekliliği olan bağış yapacaklarından
dolayı söz konusu fonun başarısının elde edilmesi için gerekli en temel faktör kamu güveni
olacaktır. Bundan dolayı, böyle bir fonun, desteği olan uluslararası alanda tanınan, ulusal
hükümetlere veya diğer benzeri uluslararası örgütlere katılım sağlayan, bu kuruluşlarda temsil
edilen veya denetleme yetkisi olan bir örgüt tarafından oluşturulmasının ve işletilmesinin
sağlanması son derecede önemlidir. Ayrıca söz konusu Fonun başarısı Müslümanlar arasındaki
httpZZZWKHGDLO<6WDUQHWEHWDQHZVPRELOHEDQNLQJFDUYLQJ-aQLFKH
_ 285 _
Hayırsever Bağışların Genişlemesinde Para Vakıflarının Önemi
İslami bağış ruhuna dayalı olacağından belki de medya kampanyası ve pazarlama veya
reklamcılık gibi unsurlar kullanılarak Müslümanların farkındalığını arttıracak önlemler alınması
gereklidir.
Vakıf tabanlı mikro-finans:
Mikro-finans; fakirlerin kendi kendilerine yetebilmelerini sağlayacak popüler bir projedir.
Genellikle ticari bankalar ve Mikro Finansman Kurumları (MFI) böyle kredileri düzenler.
Ticaret bankaları karı maksimize etmeye çalışan firmalar olurken MFI’ler ise fakirlere kendi
kendilerine yetebilmelerini sağlamaları için finansman sağlamak üzere kurulmuş kamu veya
sivil kuruluşlardır. MFI’ler faiz karşılığında küçük meblağlı krediler kullandırırlar.
Bir vakıf fonunun oluşturulması; Müslüman ülkelerinin İslam Mikro-finans projelerini
teşvik etmelerini ve böylece mikro-finansman etkinliklerinde daha fazla başarılı olmalarını
sağlayacaktır. Yüksek faiz isteyen geleneksel mikro finansmandan farklı olarak İslam Mikro
Finansmanı; kar paylaşmayı ve hizmet ücretlerini esas alabilir. Bazı İslami Mikro Finansman
Müessesleri (MFI’ler) bazı Müslüman ülkelerinde tanıtılmıştır. Bangladeş’teki İslam MFI’ler
üzerine yapılmış bir araştırmada büyüme ve işletme ile ilgili en büyük kısıtlamalardan biri
olarak fonların yetersiz olması gösterilmiştir. Aynı araştırma; fonun harici kaynaklardan
alınması konusunda İslam MFI’ların karşılaştığı bazı problemleri de tanımlamaktadır.8 İslam
MFI’ların fonlarının azlığı; önerilen Fonun oluşturulması ile büyük oranda giderilebilir.
Sonuç:
İslam finansmanın anahtar özelliği ve hedefi fakirliğin yok edilmesi olduğu göz önünde
bulundurulduğunda günümüzde Müslüman ülkelere doğal kaynaklarından dolayı tapılmasına
rağmen Müslümanlar istenilen hedefin çok daha gerisinde kalmaktadırlar. Belki de bu hedefe
ulaşmanın tek yolu Zekat, Vakıf, Sadaka gibi kurumlar yardımıyla soylu Muhammed Peygamber
(s.a.v.) tarafından yapılan uygulamanın devam ettirilmesini ve Kutsal Kuran’da teşvik edilen
hayır kurumlarının uygun bir şekilde kullanılmasını sağlamaktır. Nobel ödüllü mikrofinansman kurumu Grameen Bankası; sadece 27 ABD doları fonu ile 1976 yılında Bangladeş’te
faaliyetlerine başladı. Günümüzde Bangladeş’te 7 milyon kişiye verdiği kredi ile 6.5 milyar ABD
dolarından daha fazla kazandı. Bundan dolayı Para Vakfı Fonu sadece uygulanabilir olmakla
kalmayacak ayrıca İslam ve finansman ilkelerinin özünü oluşturan insanlık ruhunun altını çizen
bir dünya şeklinde kendisini kanıtlama fırsatı da yakalayacaktır.
Habib Ahmed,:DTI%DVHG0LFURILQDQFH5HDOL]LQJWKH6RFLDO5ROHRI,VODPLF0LFURILQDQFH IRTI/IDB, Paper for I’International
Seminar on integrating Awqaf in the Islamic Financial Sector’ Singapore, March 2007.
_ 286 _
*(¡0ñì7(1*¶1¶0¶=(9$.,)/$5,1
(.2120ñ¶=(5ñ1'(.ñ(7.ñ/(5ñ9(%ñ5
)ñ1$16<°1(7ñ002'(/ñ2/$5$.3$5$
9$.,)/$5,1,1*¶1¶0¶=(8<$5/$10$6,
$EGXOODK(.ñ1&ñ
7ÖUNL\H*ÐQÖOOÖ7HíHNNÖOOHU9DNIÜ7*797¶5.ñ<(
Günümüzde yaşanılan sorunlarla ilgili düzenleme, bir gözden geçirme yapacağım. Özette
böyle yaptığım için, bu akşam değiştirdim. Yoksa bilimsel tarafını daha ziyade karz-ı hasen
müessesesinin bugüne uyarlanması şeklinde düzenlemiştik.
Öncelikle Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı (TGTV) hakkında biraz size bilgi vermek
istiyorum. Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı, Türkiye’de geniş kitlelere hitap eden vakıfların
oluşturduğu bir çatı örgütü. Bu örgütte 13 tane komisyonumuz ve 5 tane de platformumuz
bulunmaktadır. Bunların her birisi bu vakıfların topluca bir faaliyet yürütmesine katkı
sağlamaktadır. Her bir vakfımız büyük salonlar dolduracak geniş kitlelere hitap etmektedir.
Mesela bu pazar Sinan Erdem Spor Salonunu bir üyemiz doldurmuştu. Artık böyle ciddi
anlamda geniş kitlelere hitap eden bir vakfın çatı örgütü çalışmaları içerisinden geliyoruz. Bu
nedenle tüm bu dönemde yaşanılan sorunları; özellikle muhafazakâr camiada, İslami camiada
bu sistemlere, kurumsallaşma ve hesap verilebilir, şeffaf yönetime geçiş konusunda yapılan
çalışmaların, toplantıların, beyin fırtınası toplantılarının bir miktar sonucunu paylaşmış
olacağım burada.
Burada, her birisi büyük kitlelere hitap eden vakıfların kaynaklarının sağlam temelli
hale gelmesi, daha büyük bütçeleri idare edebilecek konuma gelmelerinin sağlanması, akar
oluşturmalarını sağlayacak yeni bakış açıları kazandırmak, endüstrileşmiş yapılar oluşturmalarına
katkı sağlamak -mesela ülkemizde böyle büyük vakıflar endüstriyel grupları yönetmiyor;
belki vakıflarımızın bundan sonra endüstriyel grupları da yönetmesinin yolunun açılması
lazım- kaynakların önündeki engelleri belirlemek, ticari ve endüstriyel ilişkilerde helalliğin
tanımlanmamasının yaptığı tahribatlar ve bu tahribatlar sonucu samimi vakıfların kaynaklarının
azalması sonucunu doğurmaktadır. Allah rızası için veren işadamları yerine kapitalist mantıkla
veren işadamlığa geçişi sağlayan bu durumun düzeltilmesi gerekliliği konusu var.
Şöyle kısaca Osmanlı dönemine gidersek, Osmanlı ekonomisinde vakıflar Osmanlının
ekonomik yapısı adalet temeline ve öncelikle İslam devletinin miras kalan ikta, tımar, mukataa
gibi kurumlarının yanında, fütüvvet, ahilik gibi esnaf kurumlarının yan yana yer aldığı büyük
bir birikime dayanmaktaydı. XVII. yüzyılda Osmanlı topraklarının yüzde 20’si vakıf sistemi
içerisinde yer almaktaydı. Yine XIX. yüzyılda tesis edilen vakıfların kurucularının yüzde 42’si ise
devlet adamlarından oluşmaktaydı. Bizim bu dönemde özellikle devlet adamlarımızın daha az
vakıf kurduğunu görüyoruz. Halbuki, Osmanlı Devleti’nde vakıfların kurucularının yüzde 42’si
devlet adamlarından oluşmakta, yine yüzde 18’i kadınlardan oluşmaktadır.
_ 287 _
Geçmişten Günümüze Vakıfların Ekonomi Üzerindeki Etkileri Ve Bir Finans Yönetim Modeli
Olarak Para Vakıflarının Günümüze Uyarlanması
1456-1546 tarihleri arasında İstanbul’da kurulan vakıfların yüzde 46.12’si, XVII. asırda
kurulan vakıfların yüzde 31’i, XIX. asırda kurulan vakıfların yüzde 56’sı para vakfı. Demek ki;
nakit yönetimi üzerine o dönemde ciddi bir ihtiyaç var ve toplumun karz-ı hasen sistemi
içerisinde değerlendirmesine katkı sağlıyoruz.
XVII. ve XIX. yüzyılın başlarında Osmanlı ekonomisinde vakıfların payı yüzde 35-40
civarında. O dönemde ekonominin yaklaşık 5’te 2’si vakıflar tarafından idare ediliyor.
Vakıflar vasıtasıyla oluşturulan finansman sistemi, kültür, eğitim, sağlık, altyapı, bayındırlık,
dini ve sosyal hizmetlerin görülmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bugün ülkemizde sadece
eğitim için devletin harcadığı para 100 milyarın üzerinde. O dönemde devlet bu alanda bir
yatırım yapmıyor ve vakıflar bu yatırımı destekliyorlar.
Yine Osmanlı ekonomi politiğinin anlaşılmasında ayrı bir önemi olduğu daha açık
bir biçimde anlaşılacak olan, gerçekten de vakıflar sayesindedir ki, güçlü devlet tarafından
mülkiyet haklarının çiğnenmesi engellenmiş, İslam medeniyetinin zengin mimari mirası
finanse edilip yüzyıllarca korunabilmiş, mahalleler maddi bunalıma düşen bir devlet tarafından
bindirilen ağır vergi yükünü kaldırabilmiş, arazilerin İslam hukuku gereği aşırı parçalanması
önlenebilmiş, yaşlılıkla maluliyet maaşları verilebilmiş; bir kurum olarak sigortanın bilinmediği
bir çağda, lonca ya da mahalle üyeleri için ilkel de olsa bir sigorta güvencesi sağlanmıştır.
O dönemde, aslında devletin işleyemediği dönemlerde vakıflar hakikaten toplumun bir
güvencesi olmuş ve toplumun gerçekten müreffeh bir şekilde sürdürülebilirliğini sağlamıştır.
Geçmişte para vakıfları muamele-i şer’iyye dediğimiz bir akitle karz-ı hasen vermişler.
“Vakıf malı azalmaz” yaklaşımıyla, daha ziyade ihtiyacı olan tacirlere 10’a 11 oranında yıllık fon
kullandırmışlardır. Bey’ bi’l-vefa denilen bir model var; bedelini geri getirdiğinde iade edilecek
mal üzerinden kullandırılan kredi işlemi diyoruz buna. Mal, kreditöre teslim edilir, iade işlemi
gerçekleştirilinceye kadar maldan kreditör faydalanır. Bu şekilde bir sistem. Bey’bil istiğlalde
ise, mal kreditöre teslim edilmez, kullanıcı tarafından kiralanır.
Bir de murabaha dediğimiz model var; bugün özellikle finans kurumlarının en çok kullandığı
model bu, yüzde 90 oranında. Alıcının cebinde peşin parası var gibi kreditör namına bir malı
alması ve kreditörle anlaştığı oran ve vadede kreditöre ödeme yapması olarak görebiliriz.
Bir diğer konu selem. Gelecekte üretilecek bir malın bedeli bugünden üreticiye ödenerek
akitleşme işlemi yapılıyor ve bu şekilde de vakıflar gelir elde ediyor. Bir de icareteyn var; vakıf
mallarının peşin veya normal kira bedeli üzerinden kiralanması.
Bugün baktığımızda, finans kurumları da benzer işlemleri yapıyor, murabaha yapıyor,
leasing yapıyor, ortaklık yapıyor. Selem senedi yöntemiyle finansman çok fazla başvurdukları bir
yöntem değil. İstisna yöntemiyle finansman, risk sermayesi ortaklığı ve menkul kıymetleştirme
dediğimiz daha ziyade sukuk üzerinde duruluyor.
Şu an bizim finans kurumlarımız türev işlemler yapmıyorlar. Daha çok Forward, future
sözleşmeleri, swat, opsiyon işlemleri daha ziyade yapmıyorlar, çünkü fetvasını alamadıklarını
düşünüyorlar. Bu konuda da aslında bir çalışma yapılması gerekir.
_ 288 _
Abdullah EKİNCİ
Eski vakıfların toplum içerisinde olma usulleri:
Özellikle toplum içerisinde çok etkin oluyorlar. Bunun sebebi ise, vakıf mütevellileri
toplumun önde gelenleri tarafından teşekkül ediliyor. Bugün spor camiasında vb yerlerde
çokça gördüğümüz bir yaklaşım; toplumun önde gelenleri tarafından mütevelliler oluşturan
vakıflar toplum üzerinde çokça etkili oluyorlar.
Ahilik teşkilatının vakıf varlıklarının işletilmesine katkıları oluyor. Nasıl oluyor? Vakıf
faaliyetleri konusunda ücretsiz, ticari olarak yöneticilik yapıyorlar veya vakıf varlıklarını
batırdığı zaman bir tüccar, onu ahilik teşkilatı kendisi karşılıyor.
Vakıf gelirlerinin toplumun bir hayrî hizmetini karşılamak için vakfedilmiş olması, vakıf
gelirlerinin câmi giderlerine; imam, müezzin ödemelerine ayrılması, su ve sebil yaptırılması
gibi toplumun her zaman itibar gösterdiği ve önünde olduğu kişilerin ödemelerini vakıflar
yapıyor. Mesela deniliyor ki, “Yeni Câmi’deki imamın ücretini falan vakıf veriyor.” Ve bu şekilde
toplum da bunu bildiği için, o vakfa itibar ediyor.
Bugün stratejik kaynak diye tabir ettiğimiz bir konuda sürekli gelir sağlama amacı
üzerine kurulması ve toplumun bunu bilmesi:
Özellikle günübirlik harcamaları vakıflar yerine, daha ziyade işadamları sponsorluğu
tarafından yapıyoruz. Halbuki; vakıflar sürekli gelir getiren ve sürekli harcama ihtiyacı olan
alanlarda faaliyet gösteriyorlar ve böylece, toplumun sürekli desteklenmesi gereken alanlarına
hitap ediyorlar.
Özellikle Osmanlı döneminde vakıflar nakitlerinin sarraflar tarafından işletilmesi gündeme
gelmiş. Genellikle güvenli olduğu için sarraflara bu nakitler teslim edilmiş, sarraflar yıl sonunda
elde etmiş oldukları gelirleri vakfa vermişler, bu şekilde bir sistem uygulamışlar. Daha ziyade
ücretli çalışanların da olduğu dönemler olmuş. Mesela vakfın malını işleten bir kişi oradan
ücret almış, kârı vakfa kalmış. Bu şekilde bir sistem çalıştırılmış.
Bir diğer konu, Anadolu’da yaygınlaştırılan bir yapı; vakıf nakitlerinin müşareke yöntemiyle
işletilmesi özellikle girişimciliği arttırmış. Özellikle ahilik sisteminde var olanlar girişimci olarak
girmişler. Vakıf malları eksilemeyeceği için, anaparanın dışında elde etmiş oldukları kârın
yarısını vakfa vermişler, yarısını da kendileri kullanmışlar. Zarar etmesi durumunda ise, esnaflar
zor duruma düşmemesi durumunda kendisi ödemiş, zor durumda düşerse de ahilik teşkilatı
buna kefil olmuş ve karşılamıştır.
Günümüz finans kurumlarında özellikle faizsiz finansla ilgili yaşanılan bazı sorunlar var.
Bunlar ne? Faiz piyasasında fiyatların sürekli olarak örnek alınması. Özellikle katılım bankaları
murabahada ve değişik finansal, bireysel ürünlerde faiz piyasasındaki fiyatları örnek alıyor
ve bunu kâr payı olarak uyguluyor. Günlük ve likit ürünlerden elde edilen gelirlerin faizli
işlem yapanlara göre sınırlı olması, bu da onları daha fazla kâr koymaya, daha fazla işlem kârı
koymaya itiyor; çünkü diğer faizli kurumlar likit varlıklardan daha yüksek getiri elde ediyorlar,
ama katılım bankaları bu konuda daha sınırlı bir işleme sahipler.
Faiz ödeyen kurumlara yönelimi önlemek için tahmini kâr sözü verme hevesi var; bazı
kurumlarda bunu yaşıyoruz. Yani yüksek para getirenlere, “Sana yıl sonunda şu kadar kâr
vereceğiz” gibi sözler veriliyor bazen. Bu da ciddi anlamda sistemi tıkıyor.
_ 289 _
Geçmişten Günümüze Vakıfların Ekonomi Üzerindeki Etkileri Ve Bir Finans Yönetim Modeli
Olarak Para Vakıflarının Günümüze Uyarlanması
Fıkıh konularında, bankacılık sistemini bilmeyen, sadece dini bilgiye sahip kişilerden
oluşması da özellikle sorunlardan birisi. Finans kurumlarında daha ziyade ilahiyat mezunları
bu alanda çalışıyorlar. Halbuki; ticari işleri bilen işletme mezunlarının da fıkıh konusuna hâkim
olup bu alanı doldurması gerekiyor.
Mahrum olunan kâr payı gibi, borcunu ödeyemeyen kişilerden piyasanın üzerinde fazla
tahsilat yapılması; bu da faizli bir finansal kurum yaklaşımı getiriyor. Bazı kuruluşların personel
eğitiminin yetersizliği ve faiz hesabı üzerinden kâr hesabı yapmaları söz konusu. Özellikle
müşterilerine yönelik kâr hesabını faiz üzerinden, “Faizi şu kadardır” diye hesaplıyor ve müşteri,
bankadan farklı konuşan bir kişi görüyor karşısında.
Üretim sistemlerine vakıf finansmanının etkileri konusunda özellikle bu dönemde vakıf
finansmanını çok az kullanıyoruz. Her aşamada faizli bir fon yerine, vakıf varlıklarından
yapılan finansmanla tamamen kâra ortak olan bir sistem oluşuyor. Bir ürünün hammadde
aşamasından nihai kullanıcısına ulaşana kadar faizli bir finans sistemiyle desteklendiğinde,
tam 3 katı maliyet artışına neden oluyor. Halbuki vakıf sistemiyle finanse etmiş olsak, bu,
sadece kâra ortak olmak şeklinde bir yapıyla oluyor.
Özellikle eski dönemlerde Mısır Çarşısı’nda olduğu gibi, değişik vakıflarımız gelirlerini,
akarlarını sürekli hale getirmişler. Halbuki bugün de benzer şeyler yapılabilir. Hanlar, hamamlar,
değişik kurumlar vakıf yatırımı olarak değerlendirilir ve sürekli bir kira geliri elde eden vakıflar
oluşabilir. Şehir terminallerinin mülkleri, AVM’lerin mülkleri, şehir merkezlerindeki büfeler,
müzeler ve ziyaret yerleri, endüstrileşmiş şirketlerin reklam bütçeleri, patent hakları, teknolojik
buluşlara ortaklık, vakıf fonlarının yatırım fonu olarak kullanılması sonucu ortaya çıkan ticari
kâr, vakıf üye aidatları… Bizim Türkiye’de mesela Hayat Vakfımız sadece vakıf üye aidatları
üzerine bina ediyor sistemini ve bu şekilde üyelerine burs veriyor, kendini geliştiriyor.
Vakıf dergileri konusunda dünyada National Geographic bir vakıf örneği olarak önümüzde
duruyor. Yine vakıf yayın gelirleri konusunda National Geographic hakikaten televizyonlarıyla,
yayınlarıyla dünyada ciddi anlamda bir sonuç elde ediyor.
Sonuç olarak, vakıf sistemleri Allah rızası için toplumun bir ihtiyacını karşılamak üzere
kurulmaya başlanmış, gelişmiş ve her alanda etkin, helal ve akılcı çözümler üretilmiş.
Ülke yönetimine menfaat odaklı kişiler geldiklerinde sistemi bozmuşlar. Bugün görmüş
olduğumuz olumsuz yaklaşımları ortadan kaldırmak için, halkına samimi olarak hizmet
etmek isteyen samimi yöneticilere ihtiyaç var. Yeni finansal ve ticari ürünlerin önündeki
helallik kavramı sorununun acilen çözülmesi gerekir. Bu sorunun çözümü için, her meslek
grubundan uzmanlaşmış, mesleki bilgi ve tecrübeye sahip, fıkıh bilgisi tescillenmiş heyetler
oluşturulmalıdır. Özellikle tekstilde, kuyumculukta ve her alanda bir heyet oluşturulmasını
tavsiye ediyoruz.
_ 290 _
(1*,1((5,1*7+($:4$),1'8675<
+XVDLQ%(1<281,6
$ZTDI1HZ=HDODQG1(:=($/$1'
Your Excellency of Director General of Foundation in Turkey. Thank you so much for having
me here in Turkey. And for the audience, I hope you can give me some feedback, especially from
the sisters. We do see a lot of you in this conference. And hopefully next time we see more of
you speaking here. Sixty to seventy percent of our support come from the sisters. So we rely
heavily on the female in Awqaf. Today inshallah I will talk to you about our experience from
New Zealand in how we end up thinking of engineering the Awqaf industry. So New Zealand
is located close to Australia. New Zealand is the first non-Muslim country to win helal award
internationally. And New Zealand has been ranked first in a lot of international positions. I don’t
have that much time to go but inshallah I will supply you the presentation. And one of the
best things about New Zealand is the world’s latest helal sheep exporter. We export a lot of
sheep. So our model is based on sheep. So we realize that our Awqaf model is based on what
we waste from our charity resources. And we have realized that the people, they throw the
wool and the skin of the Kurbani, which is the sacrifice that the Muslims do every year for the
non-Muslim speakers. So we both see how much this industry has worked. We focus on the
Muslim in the West, we don’t focus on the Muslim in the Muslim countries. So there are 5 million
sheep every year slaughtered by the Muslim in the Western countries as Kurbani. The wool, the
skin and the bone are not used. The Muslim in the West with Kurbani alone worth 50 million
US dollars. It is wasted at the moment. So we have based our Awqaf model on this one and
we started conducting some trials and we have signed in 8 months 4 protocols for 4 countries.
Major one was the Awqaf Dubai. So Dubai became a strategic partner and we conducted 4 trials
in the waste of the product and we made a lot of money out of this products. So inshallah any
money we make from the wool and the skin, we establish Awqaf from it. So that is the model.
We started aiming at protecting and preserving the heritage among the refugees and the
needy people in the Western countries and in their own home countries. So we decided to use
the term engineering because it is efficient. It makes you aware of the available resources and
utilize it for maximum and it helps you innovate with new things. We decided to use Awqaf as a
platform because Awqaf is a sustainable ready community development platform well known
by the Muslim and well understood, so we do not need to reinvent anything. And we call it an
industry because it is a multibillion dollar sector under development. It requires a research and
_ 291 _
Engineering the Awqaf Industry
development and any specialized organization and it is constraint in its own country. It does
not go overseas. So in New Zealand we have thought of a different approach. So however we
came across with some logistic problems. So we decided to establish Awqaf farm. The reason
is we wanted to buy a big sheep or cow that people don’t sell this for us or because they push
the prices up for us. Limited day, 84 day, we have to do it in 4 days so we need our stock and
we can’t book the space in the helal and the exchange rate because in the market we have it
in Europe and processing is in Australia and New Zealand. And people place their order at the
last minutes. So this is a logistic problem. Therefore we thought of Awqaf as a farm, as a way
to overcome this stuff elhamdurillah we have made a preliminary study and we are working
with civil partners in doing this. So first we were going to buy the farm. And because the Awqaf
organization they don’t leave their country, they don’t want their Awqaf money goes outside
their countries. So we have started thinking of different approaches, which is Awqaf share,
Awqaf certificate as a proverb from Bangladesh mention, and Awqaf Sukuk. So we are going to
be the first international Awqaf organization that issue Awqaf Sukuk inshallah next year. So our
Awqaf Sukuk model is like this: we take a thousand dollar from the person and we do Kurbani
for him or for her, as long as the Vakif is there even after they leave the life. And the first issue of
our Awqaf Sukuk will be a 100 million US dollar inshallah. 100.000 Sukuk. But we are aiming at
a 1 billion dollar Sukuk. We have realized from this, when we were going to issue the Sukuk we
realized there is a big gap between the bank sector and between the Awqaf organization. Awqaf
organization does not know what is going on in the banking sector, the Islamic banking sector.
And the Islamic banking sector is not interested in the Awqaf because Awqaf is a long-term and
they are looking for a short term. So we come up with a model. This is the model that inshallah
we are going to do. And this model is, we prepared a study, we then sent it to organization I call
it Awqaf Bank Air but we are going to change the name. This bank is going to loan us Card Hassal
which is an interest free loan. And then we established the Awqaf farm and inshallah once it is
not successful we sell the farm and return the money but if it is successful, we keep repaying
this bank. And once it’s all the payment made, we keep also investing in the bank. So this bank
will loan people money as Card Hassal. So like the brothers here were mentioning previously.
So the name, we think, Vakif Bank or word Awqaf development bank Card Hassal and Awqaf
bank but the name we really like is Awqaf Card Foundation Services. We do not like the word
bank. Because at the moment you say bank, people think interest and this stuff. So we would
like it to be linked to Card Hassal and Awqaf. Legal status of this organization, it has to be nonprofit, it has to be sharihabbo, it has an international status, and it has to be independent from
the government and specialized in Awqaf and Card Hassal. And it has to be registered to issue
Awqaf Sukuk. Funding of this, from the wool itself, from the Kurbani can easily fun the operation
of this organization. And looking at Awqaf in New Zealand since we started we never took a
donation and we never accepted donation and we never accepted any financial assistance and
we have a lot of money from the waste of the products. We have more than we need now.
So the model is working. And inshallah, in conclusion, we believe that we have a model that
_ 292 _
Husain BENYOUNIS
linked the charity, Awqaf, Card Hassal and Islamic banking which we call Awqaf-is, it is a shortcut,
we believe that Kurbani will help our project of charity, Awqaf farm, Awqaf Wood and Plant,
Awqaf Car Plants. We can all fund these through Awqaf Sukuk. We need to activate Card Hassal
through Awqaf and Awqaf Sukuk and we need to use what the Islamic banking has used like
the Sukuk. So we need more research and development. We need a detailed proposal inshallah
we are at the final stage of preparing this. We are going to hold conferences specifically for this
objective. We are going to do statistical survey. We spoke yesterday with the Islamic University
of Rotterdam. And they agreed to help us with doing this. And we need to detrain our people to
run this organization. And we need public lecture in several countries to create awareness. And
inshallah we are going to start next year to exhibition so the people, the mainstream society see
what Awqaf can do for them. And inshallah most important is we want to link Awqaf with Card
Hassal. So we are looking for a country to host this organization. Inshallah, maybe Turkey will
be the country that will make the initiative. And for now, we think and we believe that we need
to go and educate the people, and educate the official and educate whoever we need. With
education, inshallah we will change a new era of Awqaf. And that is all for today. Thank you very
much for having me in Turkey here and I have learned so much from the others. And we hope
we can work with you soon inshallah.
_ 293 _
VAKIF SEKTÖRÜ MÜHENDİSLİĞİ
Husain BENYOUNIS
Yeni Zelanda Vakfı – YENİ ZELANDA
Sayın Türkiye Vakıflar Genel Müdürü. Buraya, Türkiye’ye beni davet ettiğiniz için çok
teşekkür ederim. Ve sayın dinleyiciler, umarım sizler, özellikle de kız kardeşlerim, bana geri
dönüş sağlarsınız. Bu konferansa katılmış çok fazla bayan görüyorum. Umuyorum ki bir
sonrakinde sizlerin arasından çok daha fazla konuşmacı olur. Desteğimizin yüzde altmışı ila
yüzde yetmişini kız kardeşlerimizden alıyoruz. Bunun için Vakıflarda bayanlara oldukça fazla
güveniyoruz. Bugün inşallah sizlerle Yeni Zelanda’da Vakıf sektörü mühendisliği fikrine nasıl
ulaştığımız ile ilgili bir deneyimizi paylaşacağım. Yeni Zelanda, Avustralya’ya yakın bir yerdedir.
Yeni Zelanda uluslararası çapta helal ödülünü kazanan ilk gayrimüslim ülkedir. Ve Yeni Zelanda;
pek çok uluslararası konumda birinci sırada yer almıştır. Çok derinlemesine işleyecek kadar
vaktim yok ama inşallah şimdi size bir sunum yapacağım. Yeni Zelanda ile ilgili en iyi şeylerden
bir tanesi de dünyanın en son helal koyun ihracatçısı olmasıdır. Çok sayıda koyun ihraç
ediyoruz. Bu yüzden de modelimiz koyunu esas almaktadır. Bunun için Vakıf modelimizin
hayır kurumu kaynaklarımızdan ziyan ettiklerimize dayandığını fark ettik. Ve insanların, yani
Müslümanların gayrimüslim konuşmacılar için açıklamak gerekirse Müslümanların her yıl
kurban ettiği kurbanlığın yününü ve derisini attıklarını fark ettik. Bunun için bu sanayinin nasıl
çalıştığınız her ikimiz de gördük. Batıdaki Müslümanlara odaklandık; Müslüman ülkelerdeki
Müslümanlara odaklanmadık. Bunun için Batı ülkelerinde kurban olarak her yıl 5 milyon koyun
kesilmektedir. Yünü, derisi ve kemikleri kullanılmamaktadır. Sadece Batıda kurbanlığı olan
Müslümanlar 50 milyon ABD dolar değerindedir. Bu miktar şu anda boşa harcanmaktadır.
Bunun için vakıf modelimizde bunu esas aldık ve bazı denemeler yapmaya başladık; 8 ay
içerisinde 4 ülkede 4 protokol imzaladık. En büyükleri Awqaf Dubai idi. Bunun için Dubai;
stratejik bir ortak oldu ve ürünün harcanmasında 4 deneme gerçekleştirdik ve bu ürünlerden
çok para edindik. Bunun için inşallah yünden ve deriden elde edeceğimiz tüm paralarla
vakıfları kuruyoruz. İşte modelimiz budur. Batı ülkelerinde ve kendi ana vatanlarında muhtaç
insanlar ve mülteciler arasında mirası korumayı ve kollamayı amaç edinmeye başladık. Bunun
için etkili olduğunu düşünerek mühendislik terimini kullanmaya karar verdik. Bu; sizin mevcut
kaynakları fark etmenizi ve en yüksek düzeyde bunlardan faydalanmanızı sağlar ve yeni
şeylerle yenilik yapmanıza yardımcı olur. Vakıfları platform olarak kullanmaya karar verdik.
Çünkü vakıf; Müslümanlar tarafından iyi bilinen ve iyi anlaşılmış sürdürülmeye hazır toplumsal
kalkınma platformudur. Bunun için herhangi bir şeyi yeniden icat etmeye gerek kalmadı. Buna
sanayi adını verdik. Çünkü gelişmekte olan multi-milyar dolarlık bir sektördür. Bunun için
araştırma ve geliştirme ve herhangi uzman kuruluş gereklidir ve kendi ülkesi içerisinde
sınırlıdır. Deniz aşırı ülkelere gitmemektedir. Bunun için Yeni Zelanda’da farklı bir yaklaşım
üzerine kafa yorduk. Ancak bazı mantıklı sorunlarla karşı karşıya kaldık. Bu yüzden de vakıf
çiftliği kurmaya karar verdik. Bunu nedeni; insanların bize satmadıkları büyük bir koyun veya
dana alma isteğimiz veya insanların fiyatları bize yönelik yükseltmeleridir. Süremiz, 84 günle
_ 294 _
Husain BENYOUNIS
sınırlı, bunu 4 günde yapmak zorundayız. Bunun için stoka ihtiyacımız var ve helal alanında
yer ayırtamayız. Çünkü Avrupa’daki, Avustralya’daki ve Yeni Zelanda’daki döviz piyasaları farklı
işlemektedir. Ve insanlar siparişlerini son dakikalarda vermektedir. Bu sebeple, bu bir mantıksal
problemdir. Bunun sonucunda, vakıfları çiftlik olarak düşündük; elhamdülillah bu sorunun
üstesinden gelebilecek bir yol olarak. Ön çalışmalarımızı yaptık; bunu yaparken sivil ortaklarla
çalışıyoruz. Bu yüzden ilk önce çiftlik satın alacaktık. Ve Vakıflar örgütü ülkeden ayrılmayacağı
için vakıf parasının da ülkelerinin dışına çıkmasını istemezler. Vakıf hissesi, Bangladeş’ten bir
deyim olan vakıf sertifikası ve vakıflar faizsiz bonosu gibi farklı yaklaşımlar üzerinde düşünmeye
başladık. Bunun için ilk önce inşallah önümüzdeki yıl evkaf faizsiz bonosu düzenleyen
uluslararası ilk vakıf örgütü olacağız. Bu yüzden, Vakıf Sukuk modelimiz şu şekildedir: şahıstan
bin dolar alıyoruz ve o kişi hayattan göç etse de Vakıf ayakta kaldığı sürece onun için kurban
kesiyoruz. Ve ilk vakıf faizsiz bonosu ihracımız inşallah 100 milyon ABD dolar olacaktır. 100.000
faizsiz bono. Ama amacımız 1 milyar dolar faizsiz bonodur. Ancak burada şunu fark ettik, faizsiz
bono çıkaracakken banka sektörü ve vakıf örgütü arasında büyük bir boşluk olduğunu fark
ettik. Vakıf kuruluşu; işlerin bankacılık sektöründe, İslami bankacılık sektöründe nasıl ilerlediğini
bilmiyor. Ve İslami bankacılık sektörü vakıflarla ilgilenmez. Çünkü vakıf uzun vadelidir ve
bankalar kısa vade istemektedir. Bu yüzden bir model bulduk. İnşallah uygulayacağımız model
bu olacak. Ve bu modelle ilgili bir çalışma hazırladık. Daha sonra bunu kuruluşa gönderdik.
Ben buna Vakıf Bank Air diyorum. Ama adını değiştireceğiz. Bu banka bize faizsiz kredi olan
Kart Hassal kredisi verecektir. Ve vakıflar çiftliğini kurduktan sonra ve başarılı olmazsa inşallah
çiftliği satacağız ve parayı iade edeceğiz. Ama başarılı olursa bu bankaya geri ödeme yapmaya
devam edeceğiz. Ödeme tamamıyla yapıldığında bankaya yatırım yapmaya devam edeceğiz.
Bu yüzden banka; insanlara Kart Hassal adıyla kredi vermektedir. Ve kardeşlerim, daha önce
burada da değindiğimiz gibi isimle ilgili olarak adının Vakıf Bank veya Awkaf kelimesinden
geliştirilen gelişim bankası Kart Hassal ve vakıf bankası olabileceğimi düşündük; ancak en çok
beğendiğimiz isim Vakıf Kart Vakıf Hizmetleri oldu. Banka kelimesini sevmedik. Çünkü şu anda
ne zaman ağzınızdan banka kelimesi çıksa insanların aklına faiz gibi şeyler gelir. O yüzden
bunun Kart Hassal ve vakıf ile ilişkili olmasını istedik. Bu kuruluşun yasal statüsü; kar amacı
gütmeyen, sharihabbo, uluslararası statüsü olmak zorundadır. Ayrıca hükümetten bağımsız
olmak ve vakıflara ve Kart Hassal’a özel olmak zorundadır. Ve vakıfların faizsiz bono ihraç
edebilecek şekilde tescil edilmesi gereklidir. Bunun fonunun sağlanmasında kurbandan
elde edilen yünün kendisi bu kuruluşun çalıştırılmasına kolaylıkla yardımcı olacaktır.
Başladığımızdan bu yana Yeni Zelanda’daki vakıflara baktığımızda kesinlikle bağış almadık
ve asla bağış kabul etmediğimiz gibi herhangi mali yardım da istemedik. Ürün atıklarından
sağlanan çok fazla paramız var. Şu anda ihtiyacımızdan daha fazlası var elimizde. Bu yüzden
model çalışıyor. Ve inşallah sonuç olarak inanıyorum ki kısaca vakıf-is olarak andığımız Vakıf,
Kart Hassal ve İslami bankacılık ile hayır kuruluşu arasında bağlantı kuran bir modelimiz
olacak; inanıyorum ki kurban hayır kuruluşu projemize, vakıf çiftliğimize, vakıf yün ve bitki,
vakıf araba bitkileri projemize yardımcı olacak. Bunların hepsi için gereken finansmanı bu
_ 295 _
Vakıf Sektörü Mühendisliği
Vakıf Faizsiz Bonoları ile karşılayabiliriz. Kart Hassal’ı vakıf ve vakıf faizsiz bono yardımıyla etkin
duruma getirmemiz gereklidir; İslami bankacılığın faizsiz bono gibi kullandığı şeyi kullanmamız
gereklidir. Bu yüzden de daha fazla araştırma ve geliştirme yapmalıyız. İnşallah hazırlıklarının
son aşamasında olduğumuz ayrıntılı bir teklife ihtiyacımız var. Özellikle bu hedefe yönelik
konferanslar düzenleyeceğiz. İstatistiksel araştırmalar yapacağız. Dün Rotterdam İslam
Üniversitesi ile konuştuk. Ve bu konuda bize yardımcı olmayı kabul ettiler. Halkımızı bu
kuruluşu desteklemeye davet edeceğiz. Ayrıca farkındalık oluşturmak için pek çok ülkede
bilgilendirme yapmalıyız. Ve inşallah önümüzdeki yıl sergilemeye başlayacağız. Böylece
insanlar, kamuoyu vakıfların kendileri için neler yapabileceğini görecekler. İnşallah en önemlisi
de vakıf ile Kart Hassal arasında bağlantı kurmak istiyoruz. Bunun için bu kuruluşa ev sahipliği
yapacak bir ülke arıyoruz İnşallah, belki de Türkiye teşviki yapacak ülke olacaktır. Şimdilik,
insanları, resmi görevlileri ve kimin ihtiyacı varsa herkesi eğitmemiz gerektiğini düşünüyor ve
buna inanıyoruz. Eğitimle birlikte, inşallah, vakıflar alanında yeni bir çağ açacağız. Bugünlük
bu kadar. Beni buraya Türkiye’ye çağırdığınız için teşekkür ederim; burada diğer katılımcılardan
çok şey öğrendim. Sizinle en yakın sürede inşallah çalışmayı umuyoruz.
_ 296 _
9DNÜIODUÜQ<DVDO
6WDWÖOHULYH
9DNÜIODUODñOJLOL
<DVDO'Ö]HQOHPHOHU
YH8\JXODPDODU
2WXUXP
2WXUXP%DüNDQ×
'U5XSHUW*UDI675$&+:,7=
.DW×O×PF×ODU
'U0+LVKDP'$)7(5'$5
3URI'U+VH\LQ+$7(0ú
úOKDQ$+0(7
_ 297 _
_ 298 _
/(*$/,668(65(/$7('72
(1'2:0(17$:4$),167,787,216
'U0+LVKDP'$)7(5'$5
4$)+ROGLQJr%$+5(<1
1. Abstract
Awqaf is an important economic sector. Its importance is gleaned from the massive assets
it controls, its substantial social expenditure, the large number of people it employs, and its
significant contribution to the economy which adds between 10 to 14 per cent to the GDP of
some countries.1 With such a significant economic output, and growth in the number, size and
diversity of organisations entrusted with awqaf properties, awqaf as a faith-based charitable
institution has generated interest beyond philanthropists and Shariah scholars, and the sector
is no longer seen as exclusively religious. With a broader business focus, it became clear that
the sector is in fact an industry and is being subjected to increased scrutiny by governments
and regulatory authorities.
The size of the sector and its growing economic importance qualify it for serious attention
by legislators and standards setters of the Islamic financial industry. In order to rejuvenate
the institution of waqf and reverse the trend of neglect and to enhance its role in social and
economic development, a number of issues must be addressed: How should the regulatory
framework operate? Would the regulations help or hinder the development of awqaf and the
creation of new waqfs? Is uniformity needed? And how will this help? What is an ideal model
for corporate governance? Is that model workable within the parameters imposed by other
features of the business and political environment? What about sustainability and profitability
and shouldn’t awqaf be profitable in order to be sustainable? Do we see a conflict between
awqaf as a not-for profit sector and the pursuit of growth and profitability? Is it acceptable to
combine awqaf and business? Is this ethical, and how would it affect stakeholders?
The awqaf sector and its management often remain not well understood. While a full
answer to these questions is beyond the scope of this paper, there are a number of issues
that appear important for our concern. The paper will focus on issues that are relevant for the
integration of awqaf into the mainstream of the Islamic financial industry. It will also address
matters that are of concern to regulatory authorities, awqaf foundations and to all awqaf
stakeholders.
.KDQ)DKLPo,QWHJUDWLQJIDLWKEDVHGLQVWLWXWLRQV=DNDWDQG$ZTDILQSRYHUW\UHGXFWLRQVWUDWHJLHVp,VODPLF5HVHDUFKDQG7UDLQLQJ
,QVWLWXWH,57,,'%36HHDOVRQHZVUHOHDVHE\-RKQ+RSNLQV8QLYHUVLW\o1RQSURILWFRQWULEXWLRQWR*'3HQRUPRXVpKWWSZZZ
MKXHGXQHZVKRPHVHSJGSKWPO
_ 299 _
Legal Issues Related to Endowment Awqaf Institutions
2. Introduction
The institution of waqf is a sunna established by the Prophet (pbuh) that became the
base upon which the Islamic socio-economic development model was built. As a feature of
the Islamic civilisation, the history of awqaf is rich with impressive achievements in the field
of social services ranging from education to healthcare and to non-medical welfare. Awqaf
served the poor in particular and society in general. Awqaf also contributed to the protection
of the environment and the preservation of the flora and fauna. Mosques and shrines, major
hospitals and universities, libraries and museums, animal shelters and sanctuaries were
established as waqf. However, despite these achievements, the history of awqaf is rife with
turbulent events. For centuries, governments considered awqaf as public property and part
of the national wealth and exercised different degrees of control over this institution. The
control by governments had several negative impacts on the waqf system that led not only to
much less new awqaf being established, but also to the expropriation of large areas of awqaf
land.2 In addition, financial chicanery and the corruption of some waqf managers (mutawallis/
nazirs) has led to the loss and deterioration of properties that left many undeveloped or in a
state of disrepair and the latent wealth of awqaf continues to be largely untapped.
Awqaf in many Muslim countries today has not fulfilled its purpose as a driver of economic
growth. One of the major impediments to growth is the lack of proper legal environment.
Legislative reforms and the implementation of a modernised Shariah-based model and
a governance framework are needed to remove obstacles that hinder the development of
awqaf and generate productive growth for the country.
3. The third sector
Awqaf (singular, waqf ) is an Arabic word meaning assets that are donated, bequeathed, or
purchased for the purpose of being held in perpetual trust as ongoing charity (sadaka jariya),
or for a cause that Islam regards as socially beneficial.3 This condition of perpetuity has led
over the years to a considerable accumulation of societal wealth that played an important role
in improving the lot of the Muslim community. As a reflection of its increasing contribution
to the economy, awqaf as a non-profit institution has come to be known as the third sector,
as distinct from the government sector also known as the first sector, and the private sector
sometimes called the second sector.4
Awqaf organisations are Islamic not-for-profit entities with a wide diversity of structures
and purposes. Their operations dovetail into all sectors of the economy and include a wide
range of industries including real estate, education, healthcare, social services and recreation.
They undertake a broad range of social, cultural and economic activities. They play a significant
role especially in areas where public services are insufficient and where the private sector
does not find it profitable to invest.
&L]DNFD0XUDWo$ZTDILQKLVWRU\DQGLWVLPSOLFDWLRQIRUPRGHUQ,VODPLFHFRQRPLHVp,VODPLF6WXGLHV9RO1R1RY3
6KHLNK0RKDPPDG$EX=DKUDDZTDIOHFWXUHVo0XKDGDUDWILOZDTIpSQGHGLWLRQ'DUXO)LNU$O$UDEL
$KPDG+DELEo/HJDO(QYLURQPHQWDQGQRQSURILWVHFWRU,PSOLFDWLRQVIRUJURZWKRIDZTDILQVWLWXWLRQVp,57,,'%3
_ 300 _
Dr. M. Hisham DAFTERDAR
Awqaf organizations are not part of government although many perform a public
service. They ease the pressure on the public purse and can stimulate the economy in times
of economic downturn. Being an awqaf foundation does not necessarily mean being small.
A considerable number of them are large-scale organisations with cross-border operations,
controlling substantial assets, and employing significant number of people.
4. Legal status and ownership of awqaf
The concept of ownership in awqaf can be quite complex and somewhat confused. There
are differences among the four schools of Islamic jurisprudence (mazhabs) on who owns the
waqf assets. The Shafeis, argue that ownership of awqaf belongs to God and what appears
to be human ownership is in fact a matter of trusteeship. The Hanafis and Hanbalis view that
the waqf belongs to the beneficiaries although their ownership is not complete in the sense
that they ‘own’ only the benefit or usufruct of the property but cannot dispose of it or use it
in any way different from what was decreed by the waqif (founder of the waqf ). Maliki jurists
are of the view that a waqf remains in the ownership of the waqif and is inherited by his/her
legal heirs.5 Thus the Malikis do not insist on the perpetuity of the waqf like the Shafeis, Hanafis
and Hanbalis. Ibn Arafa, a Maliki scholar defines perpetuity “as long as the property lasts” to
include such perishable assets as orchards, livestock, items of furniture and mobile assets.6
In Shia Islam, the Ja’fari school, also known as “Imami Shi’ites” and “Twelver Shi’ites” which
comprises the overwhelming majority of Shi’ites today, has similar views as the Shafeis in
respect of the ownership of awqaf, upholding the general rule of “alienating the asset and
expending the usufruct”. However, the Ja’fari school uses ‘aql’ “intellect” instead of ‘qiyas’
(deductive analogy) in the Sunni schools, which gives Shi’ite jurists more flexibility when
establishing Islamic laws.
The term “waqf” implies a distinct legal entity that usually has an indefinite life span. The
fact that a waqf outlives the waqif, the mutawalli and the beneficiary, it has a separate and
independent personality “thimmah” of its own. This is akin to the concept of the continuing
legal entity which was developed in the west over the last three centuries. The waqf, however,
differs from the corporate entity by virtue of its moral responsibility. While there is general
agreement on the legal status of a corporation, there is no such agreement about its moral
status. Corporations do not have a body or a soul; people act on their behalf, and may not be
held personally responsible for actions on behalf of a corporation. On the other hand, in an
awqaf organization, a more holistic integration of all stakeholders and a strong ethical doctrine
of “personal supervision” guide people’s behavior. The waqf is perceived as a sacred trust and
there is no separation between its legality and morality. While a corporate entity can dispose
of its assets and can be imminently terminated by its shareholders, the waqf is protected by a
series of Shariah rulings which ensure its irrevocability, alienability and perpetuity. Even if the
original purpose of the waqf ceases to exist, the benefit can be assigned to another charitable
purpose and the property remains in the domain of the waqf.
$O'DUGLU$O6KDUKDO.DELU$O'XVXNL9ROS
.DKI0RQ]HUo7RZDUGVWKHUHYLYDORIDZTDI$IHZILTKLLVVXHVWRUHFRQVLGHUp3
_ 301 _
Legal Issues Related to Endowment Awqaf Institutions
The dispute among jurists on the principle of perpetuity versus temporality of the waqf
is mainly a matter of ijtihad [legal interpretation] and is incidental to the noble objective of
‘birr’ (donating for a benevolent purpose). There are, however, mechanisms by which some
perishable or short-lived assets can be held in perpetuity. For example, biological assets such
as farm animals, crops and orchards are self-generating and regenerating assets. There are
also methods by which inanimate assets can be renewed or replaced by proper provisioning.
According to Sheikh Zarqa “everything in waqf is subject to ijtihad and there is no single ruling
in it that gained unanimity except that the waqf purpose must be benevolent (birr)”.7
5. Family awqaf
Some of the earliest awqaf were founded for the benefit of the poor members of the
family.8 Later on, family waqfs (waqf ahli) were established for mundane reasons such as to
protect a property from falling into the wrong hands or to reduce its exposure to risks such
as confiscation by the state or claims by intransigent creditors and rapacious predators.9 The
waqf was also used as an instrument to protect the property from the owners themselves
in matters arising – in some cases - from their personal affairs. As a waqf, the property is
inalienable and therefore cannot be sold or pledged as collateral. From a legal point of view,
the beneficiaries of the family waqf are family members who are regarded as ‘objects’ having
only a ‘contingent’ interest in relation to the waqf property.
The family waqf lost its innocence in the early 16th century as many family awqaf were
created as testamentary trusts, arising upon the death of the founder. Some of these waqfs
were designed to circumvent Islamic inheritance rules, by favouring the sons and depriving
the daughters or disentitling them upon marriage, or by distributing equally between males
and females in a way that would be prohibited under the Islamic laws of inheritance.10 These
testaments had a particularly negative impact on the family unity and cast a shadow over the
waqf’s utility as a family wealth management tool, as they gave rise to disputes that brought
them under heavy attack in several Muslim countries. Some countries enacted laws that
dissolved existing family awqaf and prevented establishing new ones as happened in Egypt,
Syria and Lebanon where family awqaf properties were quarantined as inherited assets and
then liquidated and/or distributed to the beneficiaries according to Shariah inheritance rules
or the intestacy laws of the country.11
The dissolution of family awqaf in some countries is attributed to many factors including
the exponential increase in the number of beneficiaries after few generations to the point
where the benefit accruing to an individual becomes insignificant; breakdown of the
=DUTD6KHLNK0XVWDIDo$KNDP$O:DTIp8QLYHUVLW\RI'DPDVFXV3UHVV3
7KHFUHDWLRQRIIDPLO\ZDTIVZDVHQFRXUDJHGE\WKH3URSKHWSEXKLQPDQ\KDGLWKV)RUH[DPSOHVRIIDPLO\ZDTIVE\WKHFRPSDQLRQV
RIWKH3URSKHWSEXKVHH$O.KDVVDIo$KNDP$O$ZTDIpS
&L]DNFD0o$ZTDILQKLVWRU\DQGLWVLPSOLFDWLRQIRUPRGHUQ,VODPLFHFRQRPLHVp,VODPLFHFRQRPLFVWXGLHV9RO3
:\QHQ7KRPDV6XSUDQRWHDW
11 (J\SWLDQ/DZ1R6HSWHPEHUDPHQGLQJH[LVWLQJ/DZRI:DTI$UWLFOH6\ULDQ/HJLVODWLYH'HFUHH1R
DPHQGHGE\/HJ'HFUHH1RRI1RY/HEDQHVH/DZRI'KXUUL:DTI0DUFK$UWLFOH
_ 302 _
Dr. M. Hisham DAFTERDAR
relationships among family members; disputes arising between the beneficiaries and the
mutawallis; and the conflicts of interest arising from mutawallis who are also beneficiaries of
the waqf they control, and consider their role as a right that can be passed on to heirs as part
of their estate.
6. Regulating awqaf – historical perspective
Throughout Islamic history, governments considered awqaf as a national resource and
tried to bring it under state control. The first attempt by the state to control awqaf took place
in Egypt during the period of Mamluk rulers (1250-1517). This was strongly objected to by
Muslim scholars that it was quickly withdrawn. The change came with the Ottomans (12811918) who in the early nineteenth century enacted laws for awqaf and established a special
ministry to oversee awqaf affairs. The most important of these laws was the waqf law of 1863
which regulated the registration, control and management of waqf properties. This law came
as a sweeping reform to the prevailing chaos and rogue behaviour of some mutawallis in
managing awqaf.
During the first half of the twentieth century many Muslim countries issued awqaf laws
which were based on the Ottoman laws; and by the second half of the twentieth century,
most Arab and Muslim countries had gained their independence and enacted new laws
that put awqaf under government control.12 They established ministries and directorates as
government agencies to manage awqaf as a public sector instrumentality. Thus awqaf fell into
the hands of the state which covered its administrative expenses from the general budget
which gave the government the right of control. However, the degree of control varied from
one country to another.13
In Egypt, awqaf land accounted for one quarter of the agricultural area of the country
when Mohammad Ali Pasha (1805-1848), in the process of building the modern state brought
awqaf under state control.14 The state’s control of awqaf land continued until Nasser in 1952
nationalised them as part of the policy of land reform. Large areas of awqaf land were also
nationalised in Algeria, Syria, Tunisia, Turkey and Palestine. The nationalisation of awqaf land
and the transfer of responsibility from private mutawallis to ministries of awqaf meant the
demise of the independent identity of the waqf institution and endorsed the waqf as an
instrument of government policy.15
The government’s control of awqaf has led to a significant decline of the sector to the
point where awqaf’s role as a welfare mechanism was reduced to the point that it became
a burden on the public purse. In recent years, many Muslim countries embarked on
reforming the administration of awqaf by separating the custody function from awqaf asset
$ZTDIODZVZHUHHQDFWHGLQ(J\SWDQG-RUGDQLQ/HEDQRQLQ7XQLVLDLQ,UDTLQ,QGLDLQ0DOD\VLDLQ
3DNLVWDQLQ
/DQH-DQ(ULNDQG5HGLVVL+DPDGLp5HOLJLRQDQG3ROLWLFV,VODPDQG0XVOLP&LYLOLVDWLRQp6HFRQGHGLWLRQ$VKJDWH3XEOLVKLQJ&R3
.DKI0RQ]HUo7KHUROHRIZDTILQLPSURYLQJWKH8PPDKZHOIDUHp3
,ELG3
_ 303 _
Legal Issues Related to Endowment Awqaf Institutions
management by establishing separate entities to develop and manage awqaf properties.
They recognised that the waqf has a separate personality ‘thimmah’ and that awqaf funds
are not to be commingled with public funds. Egypt in 1971 established the “Egyptian Awqaf
Authority” to take over the management of awqaf properties from the Ministry of Awqaf. In
Sudan, the “Federal Corporation of Awqaf” was established in 1987. Kuwait in 1993, founded
“Awqaf Public Foundation”. In Jordan, the Ministry of Awqaf, Islamic Affairs and Holy Places
established “Awqaf Properties Investment Corporation”. In Malaysia, at the federal level, the
Prime Minister’s Department in March 2004 established the Department for Awqaf, Zakat and
Hajj (JAWHAR) to coordinate the activities of the states’ religious councils in matters relating
to awqaf development. The latest is the establishment of “Qatar Awqaf Authority” in 2007
to take over the activities of the former Awqaf Department at Ministry of Awqaf and Islamic
Affairs.
In Iran, the ‘Waqf and Charity Organisation’ (WCO) was established in 1984 as the official
body under the Ministry of Culture and Islamic Guidance to oversee, promote, manage and
carry out activities and projects that are founded as awqaf. The investment and operating
arm of WCO is Iran’s Endowment Fund (IEF), whose objectives are to develop, revive, expand,
reconstruct and rehabilitate awqaf properties, and provide social assistance as directed by the
Waqf and Charity Organisation.16
In non-Muslim countries, Muslim communities administer their awqaf properties in
accordance with the trust and foundations laws of the country. Many of these laws were
inspired from the Islamic waqf system. Muslim communities in these countries establish their
awqaf foundations as non-profit organisations that hold titles to waqf properties.
7. Custody and management of awqaf
In principle, the waqif through a deed determines the objectives of the waqf and its
management and succession processes. The waqf manager or trustee (mutawalli/nazir) holds
the title of the waqf property, exercises legal control and is bound by fiduciary responsibility
and moral obligation to protect and administer the waqf for the benefit of the beneficiaries
in accordance with the terms of the waqf deed. Mutawallis are expected to comply with both
the letter and spirit of the waqf condition. The importance of the conditions of the waqif is
indicated by the often quoted maxim: “The conditions of the waqif have the same legal weight
as the edicts of the legislator”. However, some flexibility is afforded through the differences of
the schools of jurisprudence. Abu Hanifah, for example, allows changing the conditions of the
waqif if there is an overriding public benefit (maslaha amma), or when the beneficiaries or the
purpose of the waqf come to an end.17
The authority of mutawallis to act and make decisions on behalf of the waqf carries an
immense responsibility and their duties are wider and more onerous than they were assumed
.LODQL$PMDGo$QRYHUYLHZRQ$ZTDIDQGWKH:DTIODZVLQWKH,VODPLF5HSXEOLFRI,UDQp,Q$UDELF3XEOLVKHGE\m:DTIDQG&KDULW\
2UJDQLVDWLRQRI,UDQp+3
=DNL(LVVDo$VXPPDU\RIZDTIUHJXODWLRQVp.XZDLW$ZTDI3XEOLF)RXQGDWLRQ'HSDUWPHQWRI6WXGLHVH[WHUQDO5HODWLRQV$'
$+3
_ 304 _
Dr. M. Hisham DAFTERDAR
to be. As trustees, mutawallis have the primary responsibility for prudent management of assets
in their custody. As such, mutawallis are expected to have a certain level of business skills and
investment knowledge to support their role in monitoring the safety and performance of assets
under their control. However, because of the nature of awqaf, its religious message and social
application, it seems logical that those who are entrusted with the custody and management
of awqaf properties are more religiously conscious and therefore employ their faith when
managing. But the operating environment is rapidly changing and as a consequence the role
of the mutawallis is also changing. Mutawallis are not only required to act in good faith for the
best outcomes for the waqf, but also to be seen acting diligently and ethically, and build trust
among those they deal with. Due to the unscrupulous behaviour of some mutawallis awqaf
had lost much of the respect and trust of the community. Mutawallis have to overcome image
problems. They need to develop behavioural characteristics and bring awqaf management
into line with community expectation, in order to change the traditional image as persons
who insular, ignorant, sceptical and as much a business risk as being concerned only with the
social aspects of the waqf. Mutawallis have the responsibility to safeguard and grow assets in
their custody and produce returns rendering it harder to act solely on their beliefs.
8. Enabling legal environment
One of the major impediments for the development and growth of awqaf is the lack of
constructive legal and regulatory environment. Without a good sustainable environment, it is
difficult to develop an industry. Awqaf is an economic sector built on voluntary contribution
of assets and on mostly voluntary contribution of services. Therefore, the regulatory
environment should foster public confidence in the waqf, encourage donors, and promote
ethical and proactive behaviour of employees, volunteers and mutawallis. Donors usually are
generous and feel more comfortable with organisations whose operations are governed by
clear and applicable standards of accountability and transparency. Also, financiers are more
willing to provide capital for projects of organisations that adopt best practices of corporate
governance.18
Unlike commercial corporations, the services delivered by awqaf may often be intangible
and difficult to measure. Companies have clear delineations about shareholders, with all
reporting geared towards profits. The position is not so simple for awqaf organisations.
Regulated mainly by Shariah and restricted by waqif conditions, many awqaf foundations
consider regulatory and compliance issues of corporate governance as costly and unnecessary
administrative burdens. Unlike commercial corporations, staff in an awqaf foundation is
comprised of low-paid professionals or volunteers who have chosen to work in awqaf for less
tangible rewards. Their loyalty is more to the cause of the waqf than to the organisational
entity. They are mainly concerned with the social aspects and pay little attention to financial
efficiency or accountability. They claim that by legislating what is effectively an issue of faith,
the very fabric of awqaf will be undermined.
2n+DOORUDQ .HUU\ o&UHDWLQJ DQ (QDEOLQJ (QYLURQPHQW IRU 3ULYDWH 3KLODQWKURS\ WKH 5ROH RI &KDULW\ /DZ LQ 1RUWKHUQ ,UHODQGp 7KH
,QWHUQDWLRQDO-RXUQDORI1RWIRU3URILW/DZ9ROXPH,VVXH0DUFK
_ 305 _
Legal Issues Related to Endowment Awqaf Institutions
Strategy formulation in an awqaf foundation can be subject to a unique and complex set
of influences. What is deemed to be appropriate strategy will be conditioned by concern not
to violate the conditions of the waqif, the wishes of the donors and the legal environment.
The concerns of non-beneficiary stakeholders should also form part of awqaf foundations’
responsibilities and as such mutawallis should have the duty to act in the interest of the entire
community. These days no organisation is immune to public scrutiny, not even a shelter or
an orphanage that does not have a blemish to its name. Therefore the impact of awqaf’s
performance on the community must be positive and the organisation must be seen to be
operating in compliance with community standards and expectations.
The major challenge faced by awqaf is ensuring that the massive treasure of awqaf
is preserved, developed, continues to grow and contribute to the social and economic
development of the Ummah. This can be met only by creating an enabling legal environment
– one that creates a level playing field for awqaf managers and causes them to be transparent
and accountable and enables them to strengthen their operational undertakings in order to
fulfill their obligations to donors, beneficiaries and all other stakeholders.
9. Flexible and efficient awqaf law
Awqaf is a global sector and many awqaf organisations have international presence acting
as trustees and custodians (mutawallis) of a plethora of assets, cash flows and cross-border
investments, operating across multiple jurisdictions with different legal systems, regulatory
requirements and cultural norms. It is not rare to find a waqf property in one country and
the beneficiaries in another while the waqf organizational entity is based in a third country.19
Thus, a waqf may fall under different jurisdictions depending upon the type of connection
to the jurisdiction: the connection of the awqaf organisation to the jurisdiction, i.e., where
the foundation was establish; the connection of the waqf asset to the jurisdiction, i.e., where
the asset is located; and the connection of the beneficiaries to the jurisdiction, i.e. where the
beneficiaries reside.
In a globalised environment, a waqf has a much broader exposure than it does
domestically. The same waqf may be subject to different laws depending upon the type and
degree of connection to the jurisdiction. Awqaf are regulated by the country’s local awqaf
law, if there is one, or are subject to laws which are designed for other sectors. In general, the
existing awqaf laws are not written to operational requirements. They mainly define the rules
of overseeing the waqf and the relationships among stakeholders, but fall short of addressing
the developmental needs of the sector. On the other hand, regulating awqaf by applying
other laws puts the sector at a disadvantage inasmuch as the sector’s specific requirements
may not be served by such laws. The harmonisation of awqaf laws across national boundaries
is essential for the development and growth of the sector. What is needed is a unified awqaf
law that applies across countries. However, there is no unanimous agreement on developing
awqaf laws with global application. The states have powers, rights and privileges to enact their
$ZTDI RUJDQLVDWLRQV ZLWK FURVVERUGHU LQYHVWPHQWV DQG EHQHILFLDULHV LQFOXGH :RUOG $VVHPEO\ RI 0XVOLP <RXWK :$0< 2,&
6ROLGDULW\)XQG,VODPLF'DDZD2UJDQLVDWLRQ6KDUMDK$ZTDI*HQHUDO7UXVWDQG.XZDLW$ZTDI3XEOLF)RXQGDWLRQ
_ 306 _
Dr. M. Hisham DAFTERDAR
laws. Many jurisdictions consider that their existing waqf laws are adequate for regulating
their awqaf; and what may be applicable to one country may not be to the next.
To be acceptable internationally, the global awqaf law should provide only the conceptual
framework and should be broadly stated to allow individual governments to modify it taking
into account the legal code, the social structure, the ethnic composition and the particular
needs and circumstances of the country. The global ideal awqaf law should be a principlebased framework that provides an authoritative benchmark for awqaf organisations across
jurisdictions. The intention is not to substitute a local law by another or to morph all the
different national awqaf laws into one global law. A model international awqaf law should give
a strong but flexible legislative framework to facilitate its worldwide use. If it is too strict or too
detailed, then it will be met with less satisfaction and more resistance. It should be designed to
appropriately regulate the sector and create incentives for it to expand. Like the ‘corporations
act’ in common law countries, the awqaf law should have a system of replaceable rules, so
that awqaf organisations can design their by-laws to fit their needs and circumstances more
closely. Hence, the content of the legal rules should not be determined simply by the wording
of a text, but ultimately by legal practice and coherence guided by the principles of Shariah.
From a juridical point of view, the awqaf law should be interpreted less strictly than other laws
and more attention should be given to the intent of the law than its formal expression.
A number of mechanisms exist to deal with these challenges, including a global code
for ethical behaviour, international treaties and multilateral agreements. However, the main
difficulty is that there is no “global sovereignty” to push along such a process. Self-regulation
is another possible solution. The sector shows great concern for ethics based on fundamental
values such as honesty, integrity, fairness, trust, commitment, compassion and responsibility.
These values are especially important for awqaf as it is through this sector where social impacts
are more visible. While standard regulations serve as a model of how awqaf organisations
should operate, in these areas awqaf organisations are better placed to regulate their own
activities, and can produce more social cooperation and better economic outcomes than any
government-mandated rules.
10. Corporate governance
A key issue to awqaf is the need to maintain trust between the waqf organization and
its stakeholders. In awqaf, good corporate governance involves more than compliance with
standards of transparency and reporting. It is the assurance that assets and resources are
managed in the interests not only of the beneficiary groups but of all stakeholders.
The lack of uniformity in reporting and the failure of many awqaf organisations to
produce financial reports, limits their accountability to the waqifs, to beneficiaries, and other
stakeholders. Most awqaf organisations design their annual reports to be used as public
relations tools to present themselves to as an attractive entity for donors’ funds. This type
of reporting is largely unregulated leading to problems of comparability and reliability.
Confusion, uncertainty and sometimes unscrupulousness are perceived in the texture of
_ 307 _
Legal Issues Related to Endowment Awqaf Institutions
awqaf organisations. Therefore, in order to correct this image and to bridge awqaf culture of
philanthropy and issues of organisational management, a suite of internationally recognised
standards of corporate governance must be established.
The establishment of sector-specific standards requires time to evolve, and for awqaf
the setting of standards faces higher hurdles. Based on fundamental social values, awqaf
governance standards should consider the legal, ethical and human issues and deal with
how awqaf organisations should act to be transparent and accountable in their program
operations, asset and resource management, fund raising, financial management, and nonfinancial performance.
Contrary to popular belief, awqaf organisations have many similarities to private sector
corporations. In some ways, it seems like there is very little difference to the corporate world –
assets need to be managed, revenues to be earned, bills to be paid and reports to be made. They
also undertake a wide range of activities such as investment, project management, fund raising
and maintenance of key banking relationships. The private sector offers a very effective model
of corporate governance, and there is greater recognition for the accountability tools used in the
corporate world. The private sector is better regulated, leading to more discipline, risk-awareness,
and sustainability assurance. Awqaf may adopt some of the private sector concepts of corporate
governance and apply some of its commercial principles and benchmarks. For example, awqaf, as
an endeavour that looks beyond profit motives to social good, can use result-based accountability
as its evaluation framework to measure the impact of its social programs on beneficiaries and
communities.20 Awqaf may also proclaim the guiding principles of the ‘Donor Bill of Rights’ which
was created by the Association of Fund Raising Professionals (AFP) and endorsed by numerous
charity and non-profit organisations throughout the world.
Corporate governance standards may initially be introduced as a ‘good practice guide’ for
awqaf. The ‘Guide’ can be a designed as a working tool for mutawallis to improve accountability,
transparency and waqf management. It might include provisions covering qualifications,
appointment and responsibilities of awqaf mutawallis, such as administering waqf deeds
and the conditions of the waqif, remuneration and management fees and procedures to be
followed for allocating contributions and procedures that help ensure that awqaf assets are
invested with due care, skill and diligence. To be effective, these standards should be given
the force of law, such that breaching the standards is a breach of the law.
The perpetuity of the waqf creates issues of trusteeship succession and highlights the need for
the corporate mutawalli. A waqf foundation, as an incorporated entity, has an indefinite life and a
distinct patrimony independent of its founders. While a waqf can be managed by an individual, a
corporate structure has obvious advantages. The foundation structure allows the segregation of
duties and allocation of responsibilities according to areas of specialisation. A board of directors
overseeing the waqf would be more able to enhance welfare of the target groups.21
0DUN)ULHGPDQo5HVXOWVEDVHG$FFRXQWDELOLW\)UDPHZRUNpKWWSZZZXQLWHGZD\GPRUJ8VHU'RFVB5%$BGHVFULSWLRQSGI
+DELE$KPDGo5ROHRI=DNDKDQG$ZTDILQ3RYHUW\$OOHYLDWLRQp2FFDVLRQDO3DSHUS,'%,VODPLF5HVHDUFK7UDLQLQJ,QVWLWXWH
_ 308 _
Dr. M. Hisham DAFTERDAR
The corporate structure underlines the need for licensing regulations where mutawallis
or waqf administrators need to be certified and licensed. The certification of mutawallis sets
a process that will see standards of appropriate qualification and personal competence to
ensure that awqaf mutawallis possess the highest level of transparency, accountability and
professionalism. Just as company law provides that listed companies appoint an auditor,
awqaf governance laws should also make it mandatory for awqaf organizations to be audited.
Such audits should ensure compliance with Shariah, the rulings (fatawi) of the Fiqh Academy,
AAOIFI auditing standards22, the conditions of the waqif and all matters relating to the waqf. A
perceived conflict between the mutawalli and his obligations to the waqf or non-compliance
with any of the regulations should lead to revoking of the mutawalli’s license.23
11. Issues of sustainability and profitability of awqaf
Sustainability is not anything new for awqaf. It’s a term that pools together a number of
activities that awqaf has been practicing for the last 1400 years. Like all organizations, awqaf
have to generate revenues to fund their operations. Foundations need to generate sufficient
cash from the assets in custody, or appeal to donors who may have their own particular view
of what objectives and services that the organisation should be providing. Nevertheless,
donations are uncertain and unpredictable and as a result of lingering financial crises and the
mounting pressure on charities to declare their funding sources, corporations and individuals
are now giving less. Many awqaf foundations have reported that there has been noticeable
reduction in donor funds and are having difficulty in achieving financial sustainability. Many
are finding it necessary to expand their revenue base to include steadier forms of income from
commercial activity and investments. Their social work is getting more intimately enmeshed
with the pursuit of business interests. This spills over into the increasingly competitive
environment where awqaf have to compete in the marketplace with the commercial sector.
These endeavours raise concerns about the impact of such activities on the social mission of
the foundation.
There is a fundamental difference between awqaf and the commercial world in calculating
the consequences of business decisions. In companies, decisions are justified in terms of their
short term effect on profitability and shareholder value. While in awqaf, business decisions are
commonly considered good if they achieve long term benefits for their beneficiaries.
Awqaf organisations have different purposes and processes for generating revenues.
Their commercial activities are usually complementary pertaining mainly to the maintenance
and utilization of the awqaf properties as well as other economic activities to generate
income that may be utilised for the achievement of their goals. Profitability is not their main
credo and their ultimate goal is not financial. Their obligation for asset protection and custody
emphasises ongoing viability rather than the pursuit of short-term profit maximisation.
$FFRXQWLQJDQG$XGWLQJ2UJDQLVDWLRQIRU,VODPLF%DQNVDQG)LQDQFLDO,QVWLWXWLRQr$XGLWLQJ6WDQGDUGVIRU,VODPLFILQDQFLDOLQVWLWXWLRQV
$O'DUGLU$O6KDUKDO.DELU$OL.KDOLO9ROS$QDZTDIPXWDZDOOLFDQEHUHPRYHGE\DMXGJHLIKHLVGLVTXDOLILHGIRUDQ\RIWKHVH
UHDVRQV
_ 309 _
Legal Issues Related to Endowment Awqaf Institutions
Awqaf stakeholders include donors, waqifs, mutawallis, beneficiaries, clients, employees,
volunteers and government. Each of these groups consists of individuals of diverse nationality,
culture, age, education and socio-economic status. Such groups will have different values,
interests, goals and perceptions of acceptable performance. In responding to this list of
stakeholders, awqaf organisations may face a problem of balancing financing and operational
objectives. The financial objectives can be readily expressed in quantitative terms, while
operational objectives are more conventionally expressed in qualitative terms. There is the
risk of overemphasising the financial objectives at the expense of the operational objectives,
thereby inducing a form of role-reversal where operational objectives support financial
objectives, rather than the financial objectives support the organisation’s operational
objectives. Thus awqaf foundations must seek a balance between being financially efficient
and socially effective. There is little use in being a highly cost efficient operation if the
foundation is proving to be ineffective in delivering successful outcomes in operational terms.
Likewise, an awqaf foundation that is highly effective in meeting its operational objectives,
but which is inefficient financially soon finds itself unable to continue delivering services as
its resources drain to critical levels.
The dichotomy between sustainability and profitability is false. There is a misconception
among some that because an organisation is a waqf, it should not seek profits. Some
stakeholders believe that awqaf foundations should break even or distribute the surplus if
there is one. Thus, the waqf is seen as a flow-through entity that is a conduit of income to
beneficiaries and not a receptacle to accumulate it.24 Responsible awqaf organisations take a
long term view when investing. They make investments that may not necessarily yield shortterm profit but that stand them in good stead to realise their mission well into the future.
The main difference between awqaf and the private sector is that in the corporate world,
surplus is used to create individual wealth. In awqaf, the surplus is used to accomplish a
mission. Achieving financial sustainability is a goal that all awqaf orgnisations should strive
for. Imagine, for example, an orphanage operated by a waqf foundation. If it does not have
any surplus funds to meet ongoing operating and future capital costs, the orphanage may
be forced to close down. The inability to access any surplus funds from its own reserves may
result in the withdrawal of much needed community service.
12. Policy implication
With the rise of popular movements like “human rights” and “economic equality”,
governments in Muslim countries assumed direct responsibility for the welfare of their citizens
and the role of awqaf was marginalised. However, in spite of government’s control, awqaf
remained more firmly tied to society than to the state. Government’s welfare programs have
been unable to serve efficiently all of the social needs, especially the delivery of speedy aid
and humanitarian support to vulnerable groups who perceived government’s actions with a
lot of dissatisfaction and suspicion. On the other hand, faith-based charity institutions such
)ORZWKURXJKHQWLWLHVDOVRNQRZQDVSDVVWKURXJKHQWLWLHVRUmILVFDOO\WUDQVSDUHQWHQWLWLHVnDUHOHJDOHQWLWLHVZKHUHLQFRPHmIORZV
WKURXJKnWREHQHILFLDULHV
_ 310 _
Dr. M. Hisham DAFTERDAR
as waqf and zakah enjoy a higher degree of popular trust having grassroot knowledge and
much better access to people in need of support than any government agency. Being an
act of worship, the practice of waqf as a voluntary act of benevolence gave the sector public
support that contributed to a large degree in shaping its independence. 25
Given the apparent support for awqaf at the local and national levels, the sector needs
not operate at the periphery of socio-economic activity, but should rather be mainstreamed
within the state’s legal, social and economic systems. The waqf has relations with all areas of
social and economic development such as housing, employment, social amenities, investment
and commercial activity at zero cost to the state. Therefore, a great deal of thought should go
into government policies which impact on the awqaf as it intersects with other sectors of the
economy. It is imperative that the impact of any policy of government on awqaf should not
hinder the sector’s investment and its capacity to grow. Policies which restrict free cash flow
could affect awqaf’s capacity to be of service to its beneficiaries and ultimately to government.
Awqaf is a business sector, albeit not-for-profit, and despite its role as a welfare mechanism,
or perhaps because of it, the awqaf sector appears to have an edge over other sectors. The
sector is regarded as relatively resilient and recession proof. Awqaf organisations are resistant
to market forces because their assets are donated and have access to free funds and services.
They have low overheads and enjoy tax concessions. They can turn social projects into cashflow projects, and exercise considerable discretion in their operations. Yet, because of awqaf’s
private and usually esoteric nature, and lack of certainty about how they are governed and
regulated, the sector appears to work in isolation from other sectors.
Historically, awqaf development has been a contention between open market competition
and protectionism. Lately, awqaf is getting more attention from both the public and the
private sectors. Awqaf organisations are now competing commercially in a wide range of
business activities such as real estate, healthcare, trade, industry and agriculture. As awqaf
organisations are entering into various types of partnerships with the private sector, disputes
are likely to arise and frustrate such arrangements. Awqaf’s investments are more about social
and cultural values than about financial returns. There were also reports of some for-profit
enterprises being established as charitable waqfs in order to benefit from the privileges and
tax concessions granted to foundations, doing some charity work to cover up their objectives.
With such dubious actions, the result is often confusion, uncertainty, dissension, and in some
cases conflict particularly in the area of “business versus charity”.
Legal reforms concerning awqaf have loomed large in comparative studies of law and
society. Enacting an awqaf law will invariably involve striking a balance between protecting
awqaf assets, developing the sector, maintaining equitable relationship with other sectors
and examining the effect of other laws on awqaf. In an economic, social and governance
context, the law should assist in restoring faith in awqaf and in creating a more efficient sector.
%HOOR'RJDUDZD$KPDGo3RYHUW\DOOHYLDWLRQWKURXJK]DNDKDQGZDTILQVWLWXWLRQV$FDVHVWXG\IRUWKH0XVOLP8PPD
LQ*KDQDpDWZWĂƉĞƌEŽ͘Ϯϯϭϵϭ͕ƉŽƐƚĞĚϭϬ͘:ƵŶĞϮϬϭϬϭϯ͗ϯϴhd͘
_ 311 _
Legal Issues Related to Endowment Awqaf Institutions
There are concerns about extending regulatory control across countries. Applying the
same rules to control foundations under different jurisdictions is always a challenge from
an enforcement point of view. One set of international standards for awqaf, such as the
International Reporting Financial standards (IFRS) for accounting or Basel II for banking,
is for the most part a good thing, ultimately creating more efficient sector. But it must be
recognised that different circumstances and disparate cultures exist in different countries and
that each country may have to do its own thing in terms of the form of its awqaf standards. As
the international standards gain acceptance, governments will be motivated to adopt them
as their national standards in regulating awqaf organisations operating in and from their
territories.
13. Concluding remarks
Awqaf institutions are effective organisations for the socio-economic, cultural and
religious development of a country. They have no direct political involvement, although they
exercise considerable influence on the country’s political and social life. The development of
the awqaf sector is on the national agenda of many Muslim countries as a strategy to boost
the economy and complement government’s social programs.
One of the most critical problems facing the efforts to develop the awqaf sector is the
widespread lack of regulations prescribing acceptable norms of corporate governance. As
charitable institutions, awqaf foundations are perceived to lack the organisational discipline
of for-profit corporations. This has resulted in a very slow pace of developing awqaf properties,
hence the reason we see many awqaf properties often in prime locations remaining vacant,
under-developed, or under-utilised. Some were even lost due to squatting, encroachment or
sheer neglect.
The issue of corporate governance is central to the idea of ‘sustainable development’.
Awqaf must be transparent and accountable in respect of their funding and operations.
Today, awqaf foundations have a broad business focus. They are taking responsibility for a
wider range of activities in the commercial, industrial, agricultural and services sectors. Areas
where guidance is required include institutional, legal and regulatory disciplines. This entails
the skilling and empowerment of mutawallis and managers to be effective gate keepers
and responsible stewards of the assets under their control, and to enable them to charter the
continued growth of their organisations.
The renewed interest in awqaf offers an opportunity to learn from the mistakes of the
past and to construct a modern legal and regulatory framework.There will be a lot of footwork
in putting an international awqaf law into practice. There needs to be cooperation among
regulators to develop a global awqaf law that rationalises legislation among jurisdictions. Islamic
regulatory and standards setting bodies of the Islamic financing industry should embark on a
comprehensive study of awqaf. The collaboration of institutions like the Islamic Fiqh Academy,
Islamic Financial Services Board (IFSB) and Accounting and Auditing Organisation for Islamic
Financial Institutions (AAOIFI), together with the Islamic Development Bank (IDB) and Islamic
_ 312 _
Dr. M. Hisham DAFTERDAR
Research and Training Institute (IRTI) and other related parties, will make it possible for an
international awqaf law to evolve in a responsive and uncontroversial manner. Recognising
that awqaf foundations are non-profit entities holding valuable assets and providing essential
social services, the law should offer adequate protection for awqaf assets and to donors and
beneficiaries. The real reform agenda for awqaf is to have succinct, relevant, understandable
and implementable standards that optimise efficiency and effectiveness of the sector and the
knowledge, expertise and leadership of awqaf professionals.
With the right transparency, stability, long term planning and guidance, the prospects for
awqaf are great and the more we delay this important concept, the more the awqaf sector is
placed at disadvantage progress-wise.
References
Ahmed, Habib (2007), Legal Environment and Nonprofit Sector: Implications for Growth of
Awqaf Institutions, Islamic Research and Training Institute, Islamic Development Bank, Jeddah.
Ahmed, Habib (2004), Roleof Zakah and Awqaf in Poverty Alleviation, Islamic Research and
Training Institute, Islamic Development Bank, Jeddah
Ahmed, Hasanudddin (1998), Strategies to develop waqf administration in India, Research
paper No. 50, Islamic Research and Training Institute, Islamic Development Bank, Jeddah
La Zakat et le Waqf: Aspects historiques, juridiques et economiques. Actes de seminaire
tenu au Benin du 25 au 31 Mai 1997, edite par Dr. Boualem Bendjilali, Banque Islamique de
Developpement, et Istitut Islamique de Recherches et de formation
Bello, Dogarawa Ahmad (2009): Poverty Alleviation through Zakah and Waqf Institutions:
A Case for the Muslim Ummah in Ghana. Ahmadu Bello University, Zaria-Nigeria. Online at
http://mpra.ub.uni-muenchen.de/23191/
MPRA Paper No. 23191, posted 10. June 2010 13:38 UTC
Brody, Evelyn (2005), “Charity Governance: What’s Trust Law Got To Do With It?”, ChicagoKent Law Review, 80, 641-87.
Chapra, M. Umer (1985), Towards a Just Monetary System, The Islamic Foundation, Leicester.
Cizakca, Murat (2000) A History of Philanthropic Foundations:/The Islamic World From the
Seventh Century to the Present (Istanbul: Bogazici Univ)
Dallah Albaraka (1994), Fatawa: Shari’ah Rulings on Economics, Dallah Albaraka Group ,
Research and Development Dept., Jeddah.
Edelman, Lauren B. and Mark C. Suchman (1997), “The Legal Environments of
Organisations”, Annual Review of Sociology, 23, 479-515.
Gerber, Haim “The Waqf Institution in Early Ottoman Edirne” Asian and African Studies,
1983, Vol 17, pp 29-45
http:/www.oecd.org/dataoecd/56/36/1922428.pdf.
_ 313 _
Legal Issues Related to Endowment Awqaf Institutions
International Fellows in Philanthropy Program (IFPP) (2000), Toward an Enabling Legal
Environment for Civil Society, Institute for Policy Studies, Center for Civil Society Studies, Johns
Hopkins University, Baltimore.
Kahf, Monzer (1999), ‘Towards the Revival of Awqaf: A Few Fiqhi Issues to Reconsider’,
Presented at the Harvard Forum on Islamic Finance and Economics, October 1, 1999.
Kahf, Monzer (2004), “Shari’ah and Historical Aspects of Zakah and Awqaf”, background
paper prepared for Islamic Research and Training Institute, Islamic Development Bank.
Makdisi, John A. (1999), “The Islamic Origins of the Common Law”, North Carolina Law
Review, 77, 1635-1739.
Management and development of awqaf properties – Islamic Development Bank/Islamic
Research and Training Institute (IRTI) Seminar No. 16 held in Jeddah from 24/12/1983 to
5/1/10984 edited by Dr. Hassam Abdullah Alamin
Mohammed, Sadig Hammd (2006), “Types of Alarsad and Trusts: A Comparative Study
from Islamic Sharia Perspective”, paper presented at Seminar on Endowments (Awqaf ) in
Europe, Birmingham, U.K., March 20-22, 2006.
Salamon, Lester M. and Stefan Toepler (2000), “Influence of the Legal Environmnet on the
Development of the Nonprofit Sector”, Working Papers Series No. 17, The Johns Hopkins Center
for Civil Societies Studies, Baltimore.
Schwarcz, Steven L. (2003), “Commercial Trusts as Business Organisations”, The Business
Lawyer, 58, 1-27.
Thomas, Ann Van Wynen (1949), “Note on the Origin and Uses of Trust—Waqfs”,
Southwestern Law Journal, 3, 162-66.
UN-HABITAT 2005 Waqf (Endowment) and Islamic Philanthropy. Paper 7 –Islam, Land &
Property Research Series, Nairobi, Kenya
Usmani, M. Taqi (1999), An Introduction to Islamic Finance, Idaratul Maarif, Karachi.
Zarqa, Shaikh Mustafa (1947), Ahkam al Waqf, University of Damascus Press, Damascus (in
Arabic).
_ 314 _
BAĞIŞ VE VAKIF KURULUŞLARI İLE İLGİLİ YASAL KONULAR
Dr. M. Hisham DAFTERDAR
QAF Holding – BAHREYN
1. Özet
Vakıflar; önemli bir ekonomik sektördür. Bunun önemi; kontrol ettiği kitlesel varlıklarından,
önemli sosyal giderlerinden, çalıştırdıkları çok sayıda insandan ve bazı ülkelerin GSYH’sinin
yüzde 10 ile 14 arasında fark yaratacak şekilde ekonomiye sağladıkları önemli katkılarından
kaynaklanır.26 Önemli ekonomik çıktısı ve sayısı, büyüklük açısından büyüme göstermesi ve
vakıfların mal varlıklarının vakfedildiği kuruluşların çeşitliliği ile birlikte inanç odaklı hayır
kurumu olarak vakıflar; hayırseverlerin ve Şeriat bilim adamlarının ötesinde bir ilgi yaratmış
ve sektör sadece dini olarak görülmekten çıkmıştır. Odaklandığı alan daha da genişledikçe
sektörün aslında bir sanayi olduğu ve giderek hükümetler ve düzenleyici kurullar tarafından
daha fazla incelemeye maruz kalmaya başladıkları gün gibi ortaya çıkmıştır.
Sektörün büyüklüğü ve artan ekonomik önemi; İslami finansman sanayisinin kanun
yapıcılarının ve standart belirleyicilerinin ciddi anlamda dikkatini çekmesini sağlamıştır. Vakıf
kurumunu yenileştirmek ve ihmal eğilimini tersine döndürmek ve ayrıca sosyal ve ekonomik
kalkınmadaki rolünü geliştirmek için pek çok sayıda konu ele alınmalıdır: Düzenleyici çerçeve
nasıl çalıştırılmalıdır? Düzenlemeler; vakıfların geliştirilmesine ve yeni vakıfların kurulmasına
yardımcı olabilir mi veya bunu durdurabilir mi? Eş biçimlilik mi gerekli? Ve bu nasıl işe
yarayacaktır? Kurumsal yönetişim için ideal model nedir? İş ve siyasi ortamla ilgili diğer
özelliklerin ortaya çıkardığı parametreler içerisinde bu model işe yarar mı? Sürdürülebilirlik
ve karlılık konusu nasıl değerlendirilebilir ve sürdürülebilir olmak için vakıfların kar amacı
gütmemesi mi gerekir? Vakıfların kar amacı gütmeyen sektör özelliği ile büyüme ve karlılık
istemesi arasında bir çelişki görüyor muyuz? Vakıflar ve işi kombine etmek kabul edilebilir
özellikte midir? Bu etik midir ve paydaşları nasıl etkileyecektir?
Vakıflar sektörü ve yönetimi genellikle çok iyi anlaşılmaz. Bu sorulara tam yanıt verilmesi,
ancak bu sunum içeriğinin çok ötesinde olmasına rağmen ilgilenmemiz için önemli olduğu
ortaya çıkan çok sayıda konu vardır. Bu çalışma; vakıfların İslami finansman endüstrisinin
ana damarı ile entegre olması için ilgili konulara odaklanacaktır. Çalışma ayrıca düzenleyici
kurulları, vakıfları ve tüm vakıf paydaşlarını ilgilendiren hususları ele alacaktır.
2. Giriş
Vakıf kurumu; İslami sosyo-ekonomik kalkınma modelinin üzerine inşa edildiği temel
olan, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından tavsiye edilen bir sünnettir. İslam medeniyetinin
bir özelliği olarak vakıf tarihi; eğitimden sağlık hizmetlerine ve refaha kadar uzanan
sosyal hizmetler alanında elde edilmiş göze çarpıcı başarılarla doludur. Vakıflar özellikle
fakirlere olmak üzere genel anlamda tüm topluma hizmet etmiştir. Vakıflar ayrıca çevrenin
.KDQ )DKLP o)DNLUOLðLQ D]DOWÜOPDVÜ VWUDWHMLOHULQGH LQDQÁ WDEDQOÜ NXUXPODUÜQ =HNDW YH (YNDI HQWHJUH HGLOPHVLp ñVODPL $UDíWÜUPD (ðLWLP.XUXPX,57,,'%3$\UÜFD-RKQ+RSNLQV8QLYHUVLW\o*6<ñ+nHNDUDPDFÜJÖWPH\HQNDWNÜpVÖUÖPÖQHGHEDNÜQÜ]KWWS
ZZZMKXHGXQHZVKRPHVHSJGSKWPO
_ 315 _
Bağış ve Vakıf Kuruluşları ile İlgili Yasal Konular
korunmasına, hayvanlar ve bitkilerin korunmasına katkıda bulunmuştur. Camiler, büyük
hastaneler, üniversiteler, kütüphaneler ve müzeler, hayvan korunakları ve ibadethaneler
vakıf olarak kuruldu. Ancak bu başarılara rağmen vakıflar tarihi; çalkantılı olaylarla da
doludur. Yüzyıllar boyunca hükümetler; vakıfları kamu mülkü ve ulusal varlığın bir parçası
olarak düşünmüş, bu kurumu çeşitli derecelerde kontrol altında tutmuşlardır. Hükümetlerin
uyguladığı kontrol; sadece daha az sayıda yeni vakıf kurulmasına değil aynı zamanda büyük
vakıf toprak alanlarının kamulaştırılmasına da yol açacak şekilde vakıf sistemini olumsuz
yönde etkilemiştir.27 Ayrıca finansman alanında görülen hileler ve bazı vakıf yöneticilerinin
yolsuzluğu (mütevelliler / nazırlar) pek çoğunun yeteri kadar geliştirilmemiş veya onarımsız
bırakarak mülklerin kaybedilmesine ve kötüleşmesine yol açmış, vakıfların gizli varlığı büyük
oranda kullanılmamaya devam edilmiştir.
Günümüzde pek çok Müslüman ülkesinde vakıflar; ekonomik büyümenin sürücüsü
olarak amacını henüz gerçekleştirememiştir. Büyümenin önünde duran en büyük engellerden
bir tanesi; uygun yasal ortamın yetersizliğidir. Hukuki reformların ve modernleştirilmiş Şeriat
tabanlı modelin uygulanmasının ve yönetişim çerçevesinin vakıfların gelişmesini önleyen
engelleri kaldırması ve ülke için verimli büyüme yaratması gereklidir.
3. Üçüncü Sektör
Evkaf (tekili, vakıf ); İslam’ın sosyal olarak yararlı gördüğü neden veya devam eden
hayırsever kurumu olarak (sadaka-i cariye) sürekli bir güven kapsamında tutulması amacıyla
bağışlanan, vasiyet olunan veya satın alınan varlık anlamına gelen Arapça bir kelimedir.28 Bu
süreklilik durumu yıllar boyunca Müslüman topluluğunun büyük bir kısmını geliştirmede
önemli rol oynayan büyük oranda toplum varlığının birikmesine yol açmıştır. Ekonomiye
sağladığı yansıması olarak kar amacı gütmeyen bir kurum olan vakıflar; birinci sektör olarak
da bilinen hükümet sektöründen ve ikinci sektör olarak özel sektörden ayrılan üçüncü sektör
olarak da bilinir hale gelmiştir.29
Vakıf kuruluşları; çok çeşitli yapıları ve hedefleri ile birlikte kar amacı gütmeyen
İslami kuruşlardır. Bu kuruluşların etkinlikleri tüm ekonomi sektörleri ile iç içe geçmiştir ve
gayrimenkul, eğitim, sağlık, toplumsal hizmetler ve eğlence dahil olmak üzere çok sayıda
sanayi türü içermektedir. Çok geniş sosyal, kültürel ve ekonomik etkinlikleri üstlenirler.
Özellikle kamu hizmetlerinin yetersiz olduğu alanlarda ve özel sektörün yatırım yapmayı karlı
bulmadığı alanlarda önemli rol oynarlar.
Vakıf kuruluşları; kamu hizmetleri gerçekleştirmesine rağmen hükümetin bir parçası
değildir. Kamu bütçesi üzerindeki basıncı azaltırlar ve ekonomik bunalım zamanlarında
ekonomiyi tetikleyebilirler. Vakıf olmak illaki de küçük olmak demek değildir. Çok fazla sayıda
vakıf; önemli miktarda aktifi kontrol eden ve çok sayıda insan çalıştıran sınır ötesi faaliyetleri
olan büyük ölçekli kuruluşlardır.
&L]DNFD0XUDWo7DULKWHHYNDIYHPRGHUQñVODPLHNRQRPLOHUDÁÜVÜQGDQJÐVWHUJHOHULnp,VODPLF6WXGLHV&LOW1R1RY3
6KHLNK0RKDPPDG$EX=DKUDHYNDIGHUVOHULo0XKDGDUDWILOZDTIpVQFLEDVNÜ'DUXO)LNU$O$UDEL
$KPDG+DELEo<DVDO¡HYUHYH.DU$PDFÜ*ÖWPH\HQ6HNWÐU(YNDI.XUXOXíODUÜLÁLQ%Ö\ÖPH*ÐVWHUJHOHULp,57,,'%3
_ 316 _
Dr. M. Hisham DAFTERDAR
4. Yasal Durum ve Vakıflar Mülkiyeti
Vakıflar içerisindeki mülkiyet kavramı; oldukça karmaşık ve biraz da kafa karıştırıcıdır. Vakıf
aktiflerine sahip olan kişi ile ilgili İslam içtihat biliminde dört farklı okul (mezhep) bulunmaktadır.
Şafi’ler, vakıf mülkiyetinin Allah’a ait olduğunu ve insan mülkiyeti olarak görünenin sadece
yeddi-eminlik olduğunu ileri sürerler. Hanefiler ve Hanbeliler; sadece vakfın kullanım hakkına
veya yararına sahip olmalarından ancak bunu vakfedenin (vakıf kurucusunun) karar verdiğinin
dışında farklı tasarruf edemeyecek veya kullanamayacak olmalarından dolayı yararlanıcılar
vakfın tam mülki sahibi olmasa bile vakfın o vakıftan yararlanan kişilere ait olduğu görüşündedir.
Maliki hukuk adamları; vakıfların vakfeden kişiye ait olarak kaldığı ve kendi yasal varisleri
tarafından miras olarak alındığı görüşündedir.30 Bundan dolayı Malikiler; Şafiler, Hanefiler ve
Hanbeliler gibi vakıfların sürekli olması gerektiği konusunda ısrar etmezler. Bir Maliki bilim
adamı Ibn Arafa; sürekliliği; mülkiyetin, meyve bahçeleri, çiftlik hayvanları, mobilya parçaları
ve taşınabilir varlıkları içerecek şekilde ‘ayakta kaldığı sürece’ şeklinde tanımlar.31
Şii İslamı’nda günümüzde büyük bir kısmının Şiilerin meydana getirdiği Imami Shi’ites” ve
“Twelver Shi’ites” olarak da bilinen Caferi okulunun genel ‘aktifi yabancılaştırma ve yararlanma
hakkını tüketme’ kuralını benimsemesinden dolayı Şafiler’in vakıf mülkiyetine benzer vakıf
mülkiyeti görüşleri vardır. Ancak Caferi okulu; Sunni okullarında kullanılan ‘kıyas’ (çıkarımsal
analoji) yerine ‘akl’ı (akıl) kullanmaktadır ve bu da İslami kanunları oluştururken Şii hukuk
adamlarına daha fazla esneklik vermektedir.
‘Vakıf’ kelimesi; genellikle sınırsız ömrü olan kendisine özgü yasal bir kuruluşu ifade eder.
Vakfın ‘vakıftan, mütevelliden ve yararlanıcıdan daha uzun süre yaşamasından dolayı kendisine
ait ayrı ve bağımsız kişilik anlamına gelen ‘thimmah’ı vardır. Bu kavram son üç yüz yıldır Batı’da
geliştirilen ve devam etmekte olan yasal kişilik kavramına benzemektedir. Ancak vakıf, ahlaki
sorumluluğundan dolayı kurumsal kişilikten ayrılır. Kurumun yasal durumu ile ilgili genel bir
anlaşma varken ahlaki durumu ile ilgili böyle bir anlaşma söz konusu değildir. Kurumların
gövdesi veya ruhu yoktur; kişiler kendi namlarına hareket ederler ve bir kuruluş adına yaptığı
eylemlerden kişisel olarak sorumlu tutulmayabilirler. Öte yandan, vakıf kuruluşunda tüm
paydaşların daha kutsal bir şekilde entegre olma güdüsü ve güçlü ‘kişisel gözetim’ denilen
etik doktrin insanların davranışlarına rehberlik etmektedir. Vakıf, kutsal güven olarak algılanır
ve bunun yasallığı ile ahlaklılığı birbirinden ayıran bir çizgi yoktur. Kurumsal kişilik aktiflerini
imha edip tamamıyla paydaşları tarafından feshedilebilirken vakıf; geri alınamazlığını, elden
çıkarılamazlığını ve sürekliliğini sağlayan bir dizi Şeriat kuralları ile korunur. Vakfın ilk amacı
mevcudiyetini kaybetse bile fayda başka bir hayırsever amaca aktarılabilir ve mülkiyet vakfın
hükmü altında kalmaya devam eder.
Hukuk adamlarının vakıfların kalıcılığı ile geçiciliği ilkesi hakkındaki anlaşmazlıkları
esas olarak içtihattan (hukuki yorum) kaynaklanmaktadır ve yeni ‘iyilik’ hedefi (yüce
gönüllük amacı ile bağış yapma) sonucu ortaya çıkmaktadır. Ancak ölebilen veya kısa süreli
yaşayabilen varlıkların sürekliliğinin sağlanabildiği mekanizmalar söz konusudur. Örneğin,
çiftlik hayvanları, mahsuller ve meyve bahçeleri gibi biyolojik varlıklar kendi kendilerini
$O'DUGLU$O6KDUKDO.DELU$O'XVXNL9ROS
.DKI0RQ]HUo(YNDIÜQFDQODQPDVÜQDGRðUX\HQLGHQGÖíÖQÖOPHVLJHUHNHQELUNDÁIÜNÜKNRQXVXp3
_ 317 _
Bağış ve Vakıf Kuruluşları ile İlgili Yasal Konular
oluşturabilen ve üreyebilen varlıklardır. Ayrıca cansız varlıkların yenilenebileceği ve yerine
yenilerinin getirilebileceği yöntemler de vardır. Şeyh Zarqa’a göre ‘vakıf içerisindeki her şey
içtihada tabidir ve vakıf amacının yüce gönüllü (iyilik) olması dışında oy birliği ile kabul edilmiş
tek bir kural yoktur.32
5. Aile Vakıfları
En erken vakıflardan bir kısmı; ailenin fakir üyelerinin faydalanması amacı ile kuruldu.33
Daha sonra aile vakıfları (waqf ahli); mülkiyeti yanlış kişilerin eline geçmesine karşı koruma
veya devlet tarafından el konulması veya uzlaşması zor olan alacaklıların ve doymak bilmez
açgözlülerin öne sürdüğü iddialar gibi risklere maruz kalmasını azaltma gibi dünyevi
nedenlerle kuruldu.34 Vakıf ayrıca mülkiyeti kendi kişisel işleri sonucunda ortaya çıkabilecek
sorunlarda mülkiyet sahiplerine karşı korumayacak bir araç olarak da kullanıldı. Bir vakıf olarak,
mülkiyet elden çıkarılamaz özelliktedir ve bundan dolayı satılamaz veya karşı teminat olarak
ipotek edilemez. Hukuki açıdan bakıldığında aile vakfı yararlanıcıları; vakıf mülkiyeti ile ilişkili
‘rastlantı’ çıkarı olan ‘nesneler’ olarak görülen aile üyeleridir.
Aile vakfı; kurucunun ölmesi üzerine vesayet trustları olarak kurulduğu 16. yüzyıl başlarında
masumiyetini yitirdi. Bu vakıfların bir kısmı; erkek çocukların lehine davranarak ve kız çocukları
mahrum ederek veya evlendikten sonra verilen hakları geri alarak veya İslami miras kanunları
kapsamında yasaklanacak şekilde kadınlar ve erkekler arasında eşit paylaşım yaparak İslami
miras kurallarından kaçma amacıyla tasarlandı.35 Bu vasiyetnameler; aile birliğini olumsuz
yönde etkiledi ve aile varlığı yönetim aracı olarak kullanılan vakıf yararı üzerine gölge düşürdü,
pek çok Müslüman ülkede ihtilafların artmasına sebebiyet verdi. Bazı ülkeler; mevcut aile
vakıflarını tasfiye etmek için kanunlar koydular ve aile vakıflarının mülkünün miras bırakılan
aktifler olarak karantinaya alındığı ve sonra Şeriat miras kanunlarına göre ve ülkenin miras
kanunları esas alınarak tasfiye edildiği ve / veya yararlanıcılarına dağıtıldığı Mısır’da, Suriye’de
ve Lübnan’da olduğu gibi yenilerinin kurulmasını önlediler.36
Bazı ülkelerde birkaç nesil sonra yararlanıcıların kat kat artması ile birlikte bir bireye
tahakkuk eden yararın önemsiz olması, aile üyeleri arasındaki ilişkilerin bozulması,
faydalanıcılar ve mütevelliler arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar ve kontrol ettikleri vakfın
aynı zamanda yararlanıcısı statüsünde olan mütevellilerden kaynaklanan çıkar çatışmaları ve
üstlendikleri rolleri menkulün bir parçası olarak varislerine geçecek bir hak olarak düşünmeleri
aile vakıflarının çözülmesine neden olan problemler arasındadır.
=DUTD6KHLNK0XVWDIDo$KNDP$O:DTIp8QLYHUVLW\RI'DPDVFXV3UHVV3
$LOHYDNÜIODUÜQÜQNXUXOXíXQDSHNÁRNKDGLVWH3H\JDPEHU6$9WHíYLNHWPLíWLU0XKDPPHGnLQ6$9LQDQODUÜQÜQNXUGXðXDLOHYDNÜIODUÜ
ÐUQHNOHULLÁLQ$O.KDVVDIo$KNDP$O(YNDIpVEDNÜQÜ]
&L]DNFD0o7DULKWHHYNDIYHPRGHUQñVODPLHNRQRPLOHUDÁÜVÜQGDQJÐVWHUJHOHULnñVODPHNRQRPLVLDUDíWÜUPDODUÜ&LOW3
:\QHQ7KRPDV6XSUDQRWDW
0ÜVÜU.DQXQX1R(\OÖOPHYFXW9DNÜI.DQXQX0DGGHnÖGHðLíWLUPLíWLU6XUL\H0HY]XDW.DUDU1R
.DVÜPWDULKOLQROX.DUDUQDPHLOHGHðLíWLULOGL/ÖEQDQ'KXUUL9DNIÜ.DQXQX0DUW0DGGH
_ 318 _
Dr. M. Hisham DAFTERDAR
6. Vakıfların Düzenlenmesi – Tarihi Perspektif
İslam tarih boyunca hükümetler vakıfları ulusal kaynak olarak düşünmüş, bunu devlet
kontrolü altına sokmaya çalışmıştır. Vakıfları kontrol etmek için devlet tarafından atılan ilk
adım; Memluk hakimiyeti döneminde Mısır’da gerçekleşti (1250 -1517). Bu adım Müslüman
bilim adamları tarafından kesinlikle reddedildi ve hemen geri alındı. Değişiklik; on dokuzuncu
yüzyılın ilk dönemlerinde vakıflar için kanun çıkaran ve vakıf işlerini yönetmek için özel bakanlık
kuran Osmanlılar (1281 – 1918) ile birlikte geldi. Bu kanunların en önemlisi; vakıf mülklerinin
tescilini, kontrol edilmesini ve yönetilmesini düzenleyen 1863 tarihli vakıf kanunuydu. Bu
kanun; vakıfların yönetiminde yer alan bazı mütevellilerin uygunsuz davranışlarını ve devam
eden karmaşıklığa çözüme kavuşturan bir reform olarak geldi.
Yirminci yüzyılın ilk başlarında çok sayıda Müslüman ülke Osmanlı kanunlarını esas alan
vakıflar kanunlarını düzenledi; ve yirminci yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde pek çok Arap ve
Müslüman ülkeleri bağımsızlıklarını elde etti ve vakıfları hükümet kontrolü altına sokan yeni
kanunlar getirdi.37 Kamu sektörü aracı olarak vakıfları yönetecek hükümet kurumları sıfatıyla
bakanlıklar ve müdürlükler oluşturdular. Böylece, vakıf; hükümete kontrol hakkı vermesine yol
açacak şekilde genel bütçeden idari giderlerini karşılayan devletin eline geçti. Ancak kontrol
derecesi ülkeden ülkeye değişiklik gösterdi.38
Mısır’da vakıf arazisi; modern eyaleti inşa etme aşamasında Muhammed Ali Paşa
(1805-1848), vakıfları devlet kontrolü altına soktuğunda ülkenin tarım alanının çeyreğini
oluşturuyordu.39 Devletin vakıfları kontrol etmesi; 1952 yılında Nasser bunları toprak
reformu politikasının bir kısmı olarak kamulaştırıncaya kadar devam etti. Geniş vakıf arazisi
alanları ayrıca Cezayir, Suriye, Tunus, Türkiye ve İran’da da kamulaştırıldı. Vakıf arazisinin
kamulaştırılması ve sorumluluğun özel mütevellilerden vakıf bakanlıklarına aktarılması; vakıf
kuruluşunun bağımsız kimliğinin yok olması anlamına geldi ve vakfı, devlet politikasının bir
aracı haline getirdi.40
Ülkenin vakıfları kontrol etmesi; vakıf refah mekanizması rolünün kamu cüzdanına bir yük
olduğu noktaya kadar gelerek önemli oranda sektörün ivme kaybetmesine neden oldu. Son
yıllarda çok sayıda Müslüman ülke; vakıf mülklerini geliştirecek ve yönetecek ayrı kurumlar
oluşturarak vakıfların aktif yönetiminden sorumluluk fonksiyonunu ayırarak vakıf idaresinde
reform yapmaya başladı. Vakfın ‘ ayrı bir kişiliği olduğunu ve vakıf fonlarının kamu fonları ile
karıştırılmaması gerektiğini fark ettiler. 1971 yılında Mısır; vakıf mallarının yönetimini Vakıflar
Bakanlığından almak için ‘Mısır Vakıflar Makamını’ kurdu. Sudan’da 1987 yılında “Federal
Vakıflar Kurumu” kuruldu. 1993 yılında Kuveyt ‘Vakıflar Kamu Kuruluşunu’ kurdu. Ürdün’de
İslami Vakıf İşleri ve Kutsal Yerler Bakanlığı, ‘Vakıf Malları Yatırım Kurumunu’ kurdu. Malezya’da
federal seviyede 2004 yılı Mart ayında Başbakan; vakıfların geliştirilmesi ile ilgili konularda
eyaletlerin din meclisleri etkinliklerini koordine etme amacıyla Vakıf, Zekat ve Hac Bölümünü
(YNDI NDQXQODUÜ nGD 0ÜVÜUnGD YH ¶UGÖQnGH \ÜOÜQGD /ÖEQDQnGD \ÜOÜQGD 7XQXVnWD \ÜOÜQGD ,UDNnWD \ÜOÜQGD
+LQGLVWDQnGD\ÜOÜQGD0DOH]\DnGD\ÜOÜQGD3DNLVWDQnGDNRQXOGX
/DQH-DQ(ULNYH5HGLVVL+DPDGLp'LQYH3ROLWLNDñVODPYH0ÖVOÖPDQ0HGHQL\HWLp6HFRQGHGLWLRQ$VKJDWH3XEOLVKLQJ&R3
.DKI0RQ]HUo¶PPHWUHIDKÜQÜJHOLíWLUPHGHYDNIÜQUROÖnp3
%NQ]3
_ 319 _
Bağış ve Vakıf Kuruluşları ile İlgili Yasal Konular
(JAWHAR) kurdu. En son; Vakıf ve İslam İşleri Bakanlığında önceki Vakıflar Dairesinin etkinlerini
devralmak için 2007 yılında ‘Katar Vakıflar Makamı’nı kurdu.
İran’da ‘Waqf and Charity Organisation (Vakıf ve Hayır Kurumu Örgütlenmesi)’ (WCO);
vakıf sıfatıyla fonu sağlanan etkinlikleri ve projeleri kontrol etmek, geliştirmek, yönetmek
ve gerçekleştirmek için Kültür ve İslam Rehberliği Bakanlığı kapsamında resmi organ olarak
1984 yılında kurulmuştur. WCO’nın yatırım ve faaliyet kolu; amaçları vakıfların mülklerini
geliştirmek, canlandırmak, yaymak, yapılandırmak ve rehabilite etmek ve Waqf and Charity
Organisation’ın talimat verdiği şekilde sosyal yardım sağlamak olan İran’ın Endowment Fund
(Bağış Fonu) (IEF)’tir.41
Müslüman olmayan ülkelerde Müslüman toplumlar; ülkenin trust ve vakıf kanunlarına
uygun bir şekilde vakıfların mülklerini idare eder. Bu kanunların pek çoğunun esin kaynağı
İslami vakıf sistemidir. Bu ülkelerde yer alan Müslüman toplumlar; vakıf mülklerini elinde
bulunduran kar amacı gütmeyen birimler olarak vakıf kuruluşlarını kurmaktadır.
7. Vakıfların Sorumluluğu ve Yönetilmesi
İlke olarak bir senet ile vakfeden vakfın hedeflerini, yönetimini ve vesayet süreçlerini
belirler. Bir vakıf yönetici veya trustee (mütevelli / nazır); vakıf mülkiyetini elinde bulundurur,
hukuki kontrolü uygular ve vakıf senedi hükümlerine göre yararlanıcıların faydası için vakfı
koruma ve idare etme konusunda kayyumluk sorumluluğu ve ahlaki yükümlülüğü vardır.
Mütevellilerden vakıf durumunun hem maddi hem de manevi boyutuna riayet etmesi beklenir.
Vakfedenin koyduğu koşullarının önemi; sıklıkla alıntılanan deyim ile gösterilir: ‘Vakfedenin
koşullarının önemi; yasama koyucuların hükümleri ile aynı yasal ağırlığa sahiptir”. Ancak hukuk
felsefesi okulları arasındaki farklılıklardan dolayı bazı esneklikler olabilir. Örneğin Abu Hanifah;
mükellefiyetsiz toplum çıkarının olması durumunda veya yararlanıcıların ve vakfın amacının
sona ermesi halinde koşulların değiştirilmesine izin verir.42
Mütevellilerin vakıf adına karar verme ve hareket etme yetkisi çok büyük bir sorumluluk
içermektedir ve görevleri zannedildiğinden daha geniş ve daha fazladır. Mütevelli sıfatıyla
sorumlu oldukları varlıkları basiretli bir şekilde yönetme gibi temel sorumlulukları vardır. Yani
mütevellilerden kontrolleri altındaki aktiflerin güvenliğini ve performansını izleme rollerini
destekleyecek belli seviyede iş becerisine ve yatırım bilgisine sahip olmaları beklenmektedir.
Ancak vakıfların yapısından, dini iletisinden ve sosyal uygulamasından dolayı kendilerine vakıf
sorumluluğu ve vakfın yönetimi tevdi edilen kişilerin dini açıdan daha bilinçli olmaları ve bundan
dolayı yönetirken imanını işe soktukları mantıklı görünmektedir. Ancak faaliyet ortamı sürekli
bir şekilde değişme göstermektedir ve sonuç olarak mütevellilerin de rolü değişmektedir.
Mütevellilerden sadece vakıf için en iyi sonuçları doğuracak şekilde iyi niyet çerçevesinde
hareket etmeleri değil aynı zamanda uygun ve ahlaklı davranan kişiler olarak görülmeleri ve
ilgilendikleri unsurların güvenlerini kazanmaları beklenmektedir. Bazı mütevellilerin ahlaka
aykırı davranmalarından dolayı vakıflar saygınlıklarından ve toplum güveninden çok şey
kaybettiler. Mütevelliler bu imaj problemlerinin üstesinden gelmek zorundadırlar. Dar görüşlü,
.LODQL $PMDG oñUDQ ñVODP &XPKXUL\HWLnQGHNL 9DNÜI .DQXQODUÜQD YH (YNDID *HQHO %DNÜín $UDSÁD 3XEOLVKHG E\ m:DTI DQG &KDULW\
2UJDQLVDWLRQRI,UDQp+3
=DNL(LVVDo9DNÜIGÖ]HQOHPHOHULQLQELUÐ]HWLp.XYH\W(YNDI.DPX9DNIÜ$UDíWÜUPDODU'ÜíñOLíNLOHU%ÐOÖPÖ$'$+3
_ 320 _
Dr. M. Hisham DAFTERDAR
cahil, şüpheci ve sadece vakfın sosyal açıları ile ilgilendikleri için iş riski şeklindeki genel imajı
değiştirmek için davranış özellikleri geliştirmeleri ve vakıf yönetimini toplum beklentisi ile
aynı doğrultuya getirmeleri gereklidir. Mütevellilerin sorumlulukları altındaki aktifleri güvence
altına almak ve bunları büyütmek ve sadece kendi inanışlarına göre hareket etmelerini daha
da zorlaştıracak şekilde karlar üretmek gibi sorumlulukları da vardır.
8. Sağlayıcı Yasal Çevre
Vakıfların gelişmesinin ve büyümesinin önünde duran en büyük tehlikelerden bir tanesi yapıcı
yasal ve düzenleyici ortamının yetersizliğidir. İyi bir sürdürülebilir çevre olmadan bir sanayinin
geliştirilmesi zordur. Vakıflar; gönüllü aktif katkısına ve genellikle gönüllü hizmet katkısına dayalı
ekonomik sektördür. Bundan dolayı düzenleyici çevre; vakıftaki kamu güvenini arttırmalı, bağışları
teşvik etmeli ve çalışanların, gönüllülerin ve mütevellilerin etik ve ileriye yönelik davranışlarını
geliştirmelidir. Bağış yapan kişiler genellikle cömerttir ve faaliyetlerinin açık ve geçerli hesap
verilebilirlik ve şeffaflık standartlar ile yönetilen kuruluşlar olduğundan kendilerini daha huzurlu
hissederler. Ayrıca finansman sağlayıcılar; en iyi kurumsal yönetişim uygulamalarını benimseyen
organizasyon projeleri için sermaye sağlamaya daha istekli olacaklardır.43
Ticari kurumlardan farklı olarak vakıflar tarafından verilen hizmetler sıklıkla maddi duran
varlıklar değildir ve ölçülmesi zordur. Şirketlerin; kar amacı güden paydaşları ile ilgili açık
tarifleri vardır. Bu konum; vakıf kuruluşları için o kadar basit değildir. Genellikle Şeriat ile
düzenlenen ve vakfeden koşulları ile sınırlı tutulan pek çok vakıf; düzenlemeleri ve kurumsal
yönetişime uygunluk konularının maliyetli ve gereksiz idari yükler olduğunu düşünmektedir.
Ticari kurumlardan farklı olarak vakıflarda çalışan personel; daha az maddi kazançlar için
vakıflar çalışmayı tercih eden düşük ücretli profesyonellerden veya gönüllülerden meydana
gelmektedir. Onların bağlılığı; kurumsal kimlikten çok vakfa yöneliktir. Bunlar genellikle
toplumsal konularla ilgilenirler ve maddi karlılığa veya hesap verilebilirliğe çok az dikkat
ederler. Etkili inanç konusu olduğu düzenlenerek vakfın asıl dokusunun göz ardı edileceğini
öne sürmektedirler.
Vakıflarda strateji formülasyonu; eşsiz ve karmaşık etkilere tabi olabilir. Uygun olduğu
düşünülen strateji vakıf koşullarını ihlal etme ilgisine, bağış yapanların isteklerine ve yasal
ortama bağlıdır. Yararlanıcı olmayan paydaşların ilgi noktaları; vakıfların sorumluluklarının
bir parçasını oluşturmalı ve mütevellilerin tüm topluluğun çıkarına uygun hareket etme
görevi olmalıdır. Bu günlerde hiçbir kuruluş kamu incelemelerinden etkilenmemektedir; adı
lekelenmiş tek bir korunak veya yetimhane bile yoktur. Bundan dolayı vakfın toplum üzerindeki
etkisi olumlu olmalıdır ve kuruluşun toplumsal standartlara ve beklentilere uygun bir şekilde
çalışıyor gibi görünmesi gereklidir.
Vakıfların karşılaştığı en büyük zorluk; vakıfların kitlesel hazinesinin korunmasını,
geliştirilmesini, büyümeye devam etmesini ve Ümmetin sosyal ve ekonomik gelişmesine
katkıda bulunmasını sağlamaktır. Bu sadece vakıf yöneticileri için seviyeli oyun alanı oluşturan
ve onların şeffaf ve hesap verebilir olmasını sağlayan ve bağış yapanlara, yararlanıcılara ve
2n+DOORUDQ.HUU\o°]HO+D\ÜUVHYHUOLNLÁLQ)ÜUVDW<DUDWÜFÜ2UWDPÜQ2OXíWXUXOPDVÜ.X]H\ñUODQGDnGD+D\ÜUVHYHUOLN.DQXQX
5ROÖp7KH,QWHUQDWLRQDO-RXUQDORI1RWIRU3URILW/DZ&LOW6D\Ü0DUW
_ 321 _
Bağış ve Vakıf Kuruluşları ile İlgili Yasal Konular
tüm paydaşlara karşı yükümlülüklerini yerine getirebilme amacıyla işletimle ilgili taahhütlerini
güçlendirmelerini sağlayan sağlayıcı yasal ortam oluşturularak karşılanabilir.
9. Esnek ve Etkili Vakıflar Kanunu
Vakıflar; global sektördür ve aktif, nakit akış ve sınır ötesi yatırımlar zengini trust üyeleri
ve sorumlu bireyleri (mütevelli) sıfatıyla hareket eden, farklı hukuk sistemleri, mevzuat
koşulları ve kültürel normları olan birden fazla yargı sisteminde faaliyet gösteren uluslararası
mevcudiyete sahiptir. Vakıfın bir ülkede kurulduğu, vakıf mallarının başka bir ülkede olduğu,
yararlanıcılarının ise üçüncü bir ülkede yaşadığı örneklerin bulunması çok da zor değildir.44
Hal böyle olunca bir vakıf; yargı ile bağlantısına göre farklı türden yargı alanları kapsamına
girebilmektedir: vakfın kurulduğu yerde vakıf kuruluşunun yargı alanı ile bağlantısı; aktifin
bulunduğu yerde vakıf aktifinin yargı alanı ile bağlantısı; ve yararlanıcılarının ikamet ettiği
yerde yararlanıcıların yargı alanı ile olan bağlantısı gibi.
Ülke genelindeki durum ile karşılaştırıldığında globalleşmiş bir ortamda vakıf daha geniş
maruziyete sahiptir. Aynı vakıf; yargı alanı ile bağlantı derecesine ve tipine bağlı olarak farklı
kanunlara tabi olabilir. Vakıflar; eğer bir tane ise ülkenin yerel kanununa göre düzenlenir
veya diğer sektörler için tasarlanan kanunlara tabi olur. Genelde mevcut vakıf kanunları;
işletimsel gereklilikler şeklinde yazılmamaktadır. Bunlar genel olarak vakıf ile paydaşlar
arasındaki ilişkileri kontrol eden kuralları tanımlar ancak sektörün kalkınma gerekliliklerini
ele alma konusunda yetersiz kalmaktadır. Öte yandan diğer kanunları uygulayarak vakıfların
düzenlenmesi; bu kanunların sektörün spesifik koşullarına hizmet etmemesinden dolayı
sektörü dezavantajlı bir konuma getirir. Ulusal sınırlar içerisinde vakıflar kanunlarının
uyumlaştırılması; sektörün kalkınması ve büyümesi için de gereklidir. Gerekli olan şey; ülkeler
dışında da uygulanabilecek birleştirilmiş vakıflar kanunudur. Ancak global uygulaması olan
vakıflar kanunlarının geliştirilmesi anlamında genel bir kabul söz konusu değildir. Devletlerin
kanunlarını yürürlüğe sokacak yetkileri, hakları ve ayrıcalıkları vardır. Pek çok yargı alanı;
mevcut vakıf kanunlarının vakıfları düzenleme konusunda yetersiz kaldıklarını ve bir ülkede
uygulanan kanunun diğerinde uygulanamayacağını düşünmektedir.
Uluslararası çapta kabul edilebilir olmak için global vakıflar kanunu sadece kavramsal
çerçeve sağlamalı ve her devletin kendi hukuk kanunlarını, toplumsal yapısını ve etnik
oluşumunu ve ülkenin kendisine özgü ihtiyaçlarını ve koşullarını göz önünde bulundurarak
değişiklikler yapmalarını sağlayacak şekilde genel olarak ifade edilmelidir. Evrensel vakıflar
kanunu; yargı alanları arasında vakıf kuruluşlarına yönelik yetkili karşılaştırma sağlayacak ilke
tabanlı çerçeve olmalıdır. Buradaki amaç; yerel kanunun yerine diğerini getirmek veya tüm farklı
ulusal vakıflar kanunlarını tek bir evrensel kanun çatısı altında toplamak değildir. Uluslararası
vakıflar kanunu modeli; dünya çapında kullanımını kolaylaştıracak güçlü ancak esnek hukuki
çerçeve sunmalıdır. Çok katı veya çok ayrıntılı olması durumunda daha az memnuniyet ve
daha fazla direnç olacaktır. Sektörü düzenleyecek ve yayılmasını teşvik edecek biçimde uygun
olarak tasarlanmalıdır. Genel hukuk ülkelerindeki ‘kurumsal kanun’ gibi vakıflar kanununun
da değiştirilebilir kurallar sistemi olmalıdır. Böylece, vakıf kuruluşları, ihtiyaçlara ve koşullara
8OXVODUDUDVÜ \DWÜUÜPODUÜ YH \DUDUODQÜFÜODUÜ RODQ YDNÜI NXUXíODUÜ LÁHULVLQGH 'ÖQ\D 0ÖVOÖPDQ *HQÁOLðL 0HFOLVL :$0< 2,& .DUGHíOLN
)RQXñVODPL'DDZD.XUXOXíX6KDUMDK9DNÜI*HQHO7UXVWYH.XYH\W(YNDI.DPX9DNIÜ\HUDOPDNWDGÜU
_ 322 _
Dr. M. Hisham DAFTERDAR
daha uygun hale getirecek biçimde tüzüklerini tasarlayabilir. Ancak, hukuk kurallarının içeriği;
sadece bir metnin kelimeleri ile değil geniş çerçevede hukuki uygulama ve Şeriat ilkelerinin
rehberlik ettiği tutarlılık içerisinde saptanmalıdır. Yargılama açısından bakıldığında vakıflar
kanunu diğer kanunlardan daha az katı kanunlar şeklinde yorumlanmamalı ve resmi ifadeden
çok kanunun amacına dikkat edilmelidir.
Evrensel etik davranış kanunu, uluslararası anlaşmalar ve çok katmanlı sözleşmeler dahil
olmak üzere bu tür güçlüklerin üstesinden gelebilmek için çok sayıda mekanizma mevcut
bulunmaktadır. Ancak asıl zorluk; bu süreci devam ettirecek ‘global egemenliğin’ olmamasıdır.
Öz-düzenleme diğer bir olası çözümdür. Sektör; dürüstlük, birlik, adalet, güven, taahhüt,
istek ve sorumluluk gibi temel değerlere dayalı etiğe büyük ilgi göstermektedir. Bu değerler
özellikle vakıflar için önemlidir. Çünkü bu sektörün sosyal etkileri ancak bu yollarla daha da
ortaya çıkmaktadır. Standart düzenlemeler; vakıf kuruluşlarının nasıl çalışabileceği ile ilgili
bir model olarak hizmet ederken bu alanlarda vakıf kuruluşları kendi etkinliklerini daha iyi
düzenleyebilmekte ve diğer hükümet tarafından konulan kurallara göre daha fazla toplumsal
işbirliği ve daha iyi ekonomik sonuçlar doğurabilmektedir.
10. Kurumsal Yönetişim
Vakıflar için önemli konu; vakıf kuruluşu ile paydaşları arasındaki güveni sürdürme
gereksinimidir. Vakıflar kapsamındaki iyi kurumsal yönetişimi; şeffaflık ve hesap verebilme
standartlarına uygunluktan daha fazlasını içermektedir. Bu; sadece yararlanıcı grupları için
değil tüm paydaşlar için çıkar elde edecek şekilde varlıkların ve kaynakların yönetileceğine
dair bir garantidir.
Hesap vermede değişmezliğin olmaması ve pek çok vakıf kuruluşunun finansman
raporlar oluşturmaması onların vakfedenlere, yararlanıcılara ve diğer paydaşlara karşı
hesap verebilirliğini sınırlandırmaktadır. Çok sayıda vakıf kuruluşu; bağış yapan kişiler için
kendilerini cazip kuruluş olarak gösterme amacıyla kamu ilişkileri araçları olarak kullanılacak
yıllık raporlarını tasarlamaktadır. Bu türden raporlama; karşılaştırabilme ve güven sağlama
problemlerine yol açacak şekilde düzensizdir. Karmaşıklık, belirsizlik ve bazen de vicdansızlık;
vakıf kuruluşlarının dokusunda olduğu şeklinde algılanmaktadır. Bundan dolayı, bu imajı
düzeltmek ve vakıfların yardımsever kültürü ile kuruluş yönetimi konuları arasında bir köprü
oluşturmak için uluslararası çapta tanınacak kurum yönetişim standartları oluşturulmalıdır.
Sektöre özgü standartların oluşturulmasının geliştirilmesi için zamana ihtiyaç vardır.
Çünkü bir vakfa yönelik standartların oluşturulması için pek çok engelin aşılması gereklidir.
Temel sosyal değerler esas alındığında vakıf yönetişim standartları; yasal, etik ve insan ile
ilgili konuları göz önünde bulundurmalı ve vakıf kuruluşlarının program faaliyetlerinde,
varlık ve kaynak yönetimlerinde, fon sağlamada, finansman yönetiminde ve gayri-finansman
yönetiminde nasıl şeffaf ve hesap verebilir olacağı ile uğraşmalıdır.
Genel inancın tersine vakıf kuruluşlarının; özel sektör kurumları ile pek çok benzerlikleri
vardır. Bazı şekillerde yönetilmesi gereken varlıkları, kazanılması gereken gelirleri, ödenmesi
gereken faturaları ve düzenlenmesi gereken raporları olan kurumsal dünya ile aralarında çok az
farklılık var gibi görünmektedir. Ayrıca yatırım, proje yönetimi, fon sağlama ve önemli bankacılık
_ 323 _
Bağış ve Vakıf Kuruluşları ile İlgili Yasal Konular
ilişkilerinin sürdürülmesi gibi çok çeşitli etkinlikleri üstlenirler. Özel sektör; çok etkili kurumsal
yönetişim modeli sunar ve kurumsal dünyada kullanılan hesap verebilirlik araçlar geniş çapta
kabul görmüştür. Özel sektör; daha fazla disipline, risk farkındalığına ve sürdürülebilirlik
sigortasına yol açacak şekilde daha iyi düzenlemiştir. Vakıflar; özel sektöre ait kurumsal yönetişim
kavramlarından bir kısmını benimseyebilir ve ticari ilke ve karşılaştırma yöntemlerinden bir
kısmını uygulayabilir. Örneğin toplumun iyiliği için kar güdülerinin ötesine geçmek için çabalayan
bir kuruluş olan vakıflar, sonuç tabanlı hesap verebilirliği; sosyal programlarının yararlanıcıları
ve toplum üzerindeki etkisini ölçecek değerlendirme çerçevesi olarak kullanabilir.45 Vakıflar; Fon
Sağlama Profesyonelleri Birliği (AFP) tarafından kurulan ve tüm dünyada çeşitli hayır kurumları
ve kar amacı gütmeyen kuruluşlar tarafından desteklenen ‘Bağış Yapan Kişi Hakları Beyannamesi
(Donor of Bill of Rights) APF’nin rehberlik edici ilkelerini de duyurdu.
Kurumsal yönetişim standartları ilk başta vakıflar için ‘iyi uygulama kılavuzu’ olarak tanıtıldı.
‘Kılavuz’; hesap verebilirliği, şeffaflığı ve vakıf yönetimini geliştirmek için mütevelliler açısından
işe yarayan bir araç olarak tasarlanabilir. Ayrıca vakıf mallarının yatırımlarının özenli, ihtiyatlı ve
dikkatli bir şekilde yapılmasını sağlaya yardımcı olan katkıların ve prosedürlerin tahsis edilmesi
için takip edilecek vakıf senetlerinin ve vakfedenin şartlarının, bedel ve yönetim ücretlerinin
ve prosedürlerinin düzenlenmesi gibi vakıf mütevellilerinin sorumluluklarını, yeterliliklerini ve
atanmasını kapsayan hükümler de içerebilir. Etkili olabilmesi için bu standartlara hukuki güç
verilmelidir; örneğin standartların ihlal edilmesi, kanunun ihlal edilmesi anlamına gelmelidir.
Vakfın sürekliliği; kayyumluğun veraseti konusunu ortaya çıkarmakta ve kurumsal
mütevelliye duyulan ihtiyacın altını çizmektedir. Şirketleşmiş bir kuruluş olarak vakıf
kuruluşunun sonsuz ömrü ve kurucularından bağımsız ayrı malvarlığı vardır. Bir vakıf bir birey
tarafından yönetilebilirken bir kurumsal yapının açıkça görülen avantajları vardır. Vakıf yapısı;
uzmanlık alanlarına göre görevlerin ayrılmasına ve sorumlulukların tahsis edilmesine olanak
tanır. Vakfı kontrol eden yönetim kurulu; hedef grupların refahını daha da fazla geliştirebilir.46
Kurumsal yapı; mütevellilerin veya vakıf idarecilerinin tasdik edilmesini ve kendilerine
lisans verilmesini ön gören izin verme düzenlemelerine duyulan ihtiyacın altını çizmektedir.
Mütevellilerin tasdik edilmesi; şeffaflığı, hesap verebilirliği ve vakıf mütevellilerinin en yüksek
seviyede profesyonellik sahibi olmasını sağlayacak uygun yeterlilik ve kişisel salahiyet
standartlarını ön gören bir süreci başlatır. Şirket kanunun; listelenen şirketlerin bir denetçi
atamasını gerektirmesi gibi vakıf yönetişim kanunları da vakıf kuruluşlarının denetlenmesini
zorunlu hale getirmelidir. Bu tür denetimler; Şeriat, kuralları (fatawi) veya Fıkıh Akademisi,
AAOIFI denetleme standartları47, vakfedenin koşulları ve vakıf ile ilgili tüm konular ile uyumu
sağlayacaktır. Mütevelli ve vakıf ile ilgili yükümlükleri veya düzenlemelerden herhangi birisine
uyulmaması arasındaki algılanan çelişki; mütevellinin lisansının geri alınmasına yol açmalıdır.48
0DUN)ULHGPDQo6RQXÁ7DEDQOÜ+HVDS9HULOHELOLUOLN¡HUÁHYHVLpKWWSZZZXQLWHGZD\GPRUJ8VHU'RFVB5%$BGHVFULSWLRQSGI
+DELE$KPDGo)DNLUOLðLQ°QOHQPHVLQGH=HNDWÜQYH(YNDIÜQ°QHPLp2FFDVLRQDO3DSHUV,'%ñVODPL$UDíWÜUPD(ðLWLPNXUXPX
ñVODPEDQNDODUÜYH)LQDQVPDQ.XUXOXíXLÁLQ0XKDVHEHYH'HQHWLP.XUXOXíXrñVODPILQDQVPDQNXUXOXíODUÜLÁLQGHQHWOHPHVWDQGDUWODUÜ
$O'DUGLU$O6KDUKDO.DELU$OL.KDOLO&LOWSr%LUHYNDIPÖWHYHOOLVLKHUKDQJLELUQHGHQGHQGROD\ÜGLVNDOLIL\HROPDVÜGXUXPXQGD
KDNLPWDUDIÜQGDQ\HULQGHQDOÜQDELOLU
_ 324 _
Dr. M. Hisham DAFTERDAR
11. Vakıfların Sürdürülebilirliği ve Kârlılığı ile İlgili Konular
Sürdürülebilirlik vakıflar için yeni bir şey değildir. Bu; son 1400 yıldır vakıfların uygulamakta
olduğu çok sayıda etkinlikle birlikte havuzda toplanan bir terimdir. Tüm kuruluşlarda olduğu
gibi vakıflar; faaliyetlerini sürdürmek için gelir elde etmek zorundadırlar. Vakıflar sorumlulukları
altında tuttukları mal varlıklarında yeterli nakit elde etmek veya özellikle kuruluşun sağlaması
gereken hedefler ve hizmetler hakkında bir görüşü olan bağış yapacak kişileri cezbetmek
zorundadır. Ancak yine de bağışlar belirsizdir ve önceden görülemez ve geçmek bilmeyen
maddi krizler ve fon sağlama kaynaklarını beyan etme konusunda hayır kuruluşlarına yapılan
baskı sonucu kuruluşlar ve bireyler artık daha az bağış yapmaktadır. Pek çok vakıf kuruluşu;
bağış yapanlardan sağlanan fonlarda gözle görülür bir azalma olduğunu ve finansman
sürdürülebilirliklerini sağlamada zorluk çektiklerini bildirmektedir. Bunlardan pek çoğu ticari
etkinliklerden ve yatırımlardan gelen daha sabit formları içerecek şekilde gelir tabanlarının
genişletilmesinin zaruri olduğunu düşünmektedir. Sosyal çalışmaları; iş çıkarlarının takip
edilmesi ile çok daha içten bir şekilde tuzağa düşürülmektedir. Vakıfların ticaret sektörünün
yer aldığı piyasada rekabet etmesi gereken giderek artan rekabetçi ortam, bardağı taşıran son
damla olmaktadır. Bu çabalar; bu etkinliklerin vakıfların toplumsal misyonu üzerindeki etkisi
hakkında kaygıları ortaya çıkarmaktadır.
İş kararlarının sonuçlarının hesaplanması açısından vakıflar ve ticaret dünyası arasında
temel farklılık vardır. Şirketlerde kararlar karlılık ve hissedar değeri üzerindeki kısa dönemli
etkileri açısından gerekçelendirilir. Vakıflar içerisinde iş kararlarının yararlanıcıları için uzun
vadeli yararlar elde ederse iyi olduğu düşünülür.
Vakıf kuruluşlarının gelir elde etmede farklı hedef ve süreçleri vardır. Bunların ticari
etkinlikleri genellikle hedeflerine ulaşmak için kullanılabilecek geliri oluşturabilen diğer
ekonomik etkinliklerinin yanı sıra vakıf mülkünün bakımı ve kullanılması ile ilgilidir. Kar elde
etmek vakıfların ana hedefi olmadığı gibi son hedefleri de maddiyatla ilgili değildir. Onların
varlığı koruma yükümlülüğü ve sorumluluğu; kısa vadeli karın büyütülmesinden ziyade ayakta
kalmaya devam etme amacını vurgulamaktadır.
Awqaf paydaşları arasında bağış yapanlar, vakfedenler, mütevelliler, yararlanıcılar,
müşteriler, çalışanlar, gönüllüler ve hükümetler vardır. Bu grupların her biri; farklı milletten,
kültürden, yaştan gelen, farklı eğitim ve sosyo-ekonomik durumu olan bireylerden meydana
gelmektedir. Bu grupların farklı değerleri, çıkarları, hedefleri ve kabul edilebilir performans
algılamaları olacaktır. Bu paydaş listesine yanıt verirken vakıf kuruluşları; finansmanın ve faaliyet
hedeflerinin dengelenmesi açısından bir problem ile karşı karıya kalacaklardır. Bu finansman
hedefleri kolay bir şekilde nicel olarak ifade edilebilirken faaliyet hedefleri daha çok nitel olarak
ifade edilmektedir. Faaliyet hedeflerinden ödün vererek finansman hedeflerini gereğinden
fazla vurgulama riski vardır ki bunun sonucunda finansman hedeflerinin kuruluşun faaliyet
hedeflerini destekleyeceği yerde faaliyet hedeflerinin finansman hedefleri desteklediği tersine
dönen rol imajı uyandırılacaktır. Hal böyle olunca, vakıf kuruluşları; finansman açıdan verimli ve
sosyal açıdan etkili olabilme arasında bir denge kurmalıdır. Vakfın faaliyetleri açısından başarılı
sonuçlar elde etmede yetersiz olduğu anlaşıldığında yüksek derecede ekonomik faaliyet
kullanmasının hiçbir anlamı yoktur. Aynı şekilde faaliyet hedeflerini karşılamada son derecede
_ 325 _
Bağış ve Vakıf Kuruluşları ile İlgili Yasal Konular
etkili ancak finansman açıdan verimsiz olan bir vakıf kuruluşu da kaynakları kritik seviyelere
kadar boşalacağı için kendisini hizmet vermeye devam edemeyeceği bir konumda bulur.
Sürdürülebilirlik ve karlılık arasındaki ikili çatışma yanlış bir durumdur. Bir kuruluşun vakıf
olmasından dolayı kar istememesi gerektiği şeklinde yanlış algılama vardır. Bazı paydaşlar; vakıf
kuruluşlarının eğer bir tane varsa fazlalık olanı dengelemeleri veya dağıtmaları gerektiğine
inanmaktadır. Bundan dolayı vakıf; yararlanıcılara gelirin aktarıldığı ancak biriktiremeye
uygun olmayan akış içerikli bir yapı olarak görülmektedir. 49 Sorumlu vakıf kuruluşları; yatırım
yaparken uzun vadeli görüşe sahip olur. İllaki de kısa vadeli kar getiren değil; aynı zamanda
gelecekte misyonlarını iyi bir şekilde gerçekleştirebilmeleri için iyi durumda kalabilecek
yatırımlar yaparlar. Vakıflar ve özel sektör arasındaki ana farklılık; kurumsal dünyada
fazlalıkların bireysel mülkiyet oluşturmak için kullanılmasıdır. Vakıflarda fazlalık bir misyonu
elde etmek için kullanılır. Finansman sürekliliğin elde edilmesi; tüm vakıf kuruluşlarının çaba
gösterdiği bir hedeftir. Örneğin bir vakıf kuruluşu tarafından işletilen yetimhaneyi düşünelim.
Devam eden faaliyetleri ve gelecekteki anapara maliyetlerini karşılayacak fazla fonu olmaması
durumunda yetimhane kapatılmak zorunda kalabilir. Kendi rezervlerinden kaynaklanan fazla
fonlara erişilmemesi; çok ihtiyaç duyulan hizmetin çekilmesine neden olabilir.
12. Politika Göstergeleri
‘İnsan hakları’ ve ‘ekonomik eşitlik’ gibi popüler hareketlerin artmasıyla birlikte Müslüman
ülkelerindeki hükümetlerin kendi vatandaşlarının refahını sağlama konusunda doğrudan
sorumlulukları olduğu düşünüldü ve vakıfların rolü de marjinalize edildi. Ancak hükümet
kontrolüne rağmen vakıflar; devletten daha çok topluma sıkıca bağlı kaldı. Hükümetin
kalkınma programları; çok fazla memnuniyetsiz ve şüphe ile dolu hükümet eylemlerini
algılayan hassas gruplara sosyal ihtiyaçları özellikle de hızlı yardım ve insanlık desteğini etkili
bir şekilde sunamamaktadır. Öte yandan vakıf ve zekat gibi inanca dayalı hayır kuruluşları;
taban örgütlenmesi bilgisine sahiptir ve hükümet kurumlarına göre desteğe muhtaç olan
kişilere daha iyi erişim sağlayan yüksek derecede popüler güvene sahiptir. İbadet şekli olan
vakıf uygulaması sektöre gönüllü iyilik eylemi olarak bağımsızlığının şekillenmesinde yüksek
derecede katkı sağlayan kamu desteğinin verilmesini sağladı. 50
Yerel ve ulusal seviyelerde vakıflara verilen destek göz önünde bulundurulduğunda
sektörün sosyo-ekonomik etkinlik çerçevesinde faaliyet göstermesine gerek yoktur; devletin
yasal, sosyal ve ekonomik sistemleri çerçevesinde de yaygın hale getirilebilir. Vakfın devlete
sıfır maliyetle konut, istihdam, sosyal tesisler, yatırım ve ticari etkinlik sağlamaları açısından
tüm sosyal ve ekonomik kalkınma alanları ile ilişkileri vardır. Bundan dolayı, diğer tüm ekonomi
sektörleri ile kesiştiği için vakıflar üzerinde etkisi olacak hükümet politikaları içerisine girmesi
gereken çok sayıda düşünce vardır. Hükümetin vakıflar ile ilgili politikasının sektörün yatırımını
ve kapasitesinin büyümesini önleyici olmaması son derecede önemlidir. Serbest nakit akışını
sınırlandıran politikalar; vakıfların yararlanıcılarına ve dolayısıyla hükümete hizmet etme
kapasitesinin servis dışı kalmasına neden olur.
m0DOLDÁÜGDQíHIIDINXUXOXíODURODUDNGDELOLQHQDNÜíNXUXOXíODUÜJHOLULQ\DUDUODQÜFÜODUDDNWÜðÜNXUXOXíODUGÜU
%HOOR 'RJDUDZD $KPDG o=HNDW YH YDNÜI NXUXPODUÜ LOH IDNLUOLðLQ NDOGÜUÜOPDVÜ *DQDnGD 0ÖVOÖPDQ ¶PPHWL LÁLQ YDND
ÁDOÜíPDVÜpDWZDĂŬĂůĞEŽ͘Ϯϯϭϵϭ͕ϭϬ,ĂnjŝƌĂŶϮϬϭϬƚĂƌŝŚŝŶĚĞϭϯ͗ϯϴhd͛ĚĞŐƂŶĚĞƌŝůĚŝ͘
_ 326 _
Dr. M. Hisham DAFTERDAR
Vakıf iş sektörüdür; ancak kar amacı gütmez ve refah mekanizması rolüne rağmen veya
tam da bundan dolayı, vakıflar sektörü diğer sektörlerine karşı avantaj sağlamaktadır. Bu sektör;
nispeten elastiki ve ekonomik gerilemeden etkilenmeyecek sektör olarak görülmektedir.
Düşük genel giderleri vardır ve vergi imtiyazlarından faydalanabilir. Sosyal projeleri nakit-akışlı
projelere döndürebilirler ve kendi faaliyetlerinde büyük oranda takdir yetkisi kullanabilirler.
Ancak vakıfların özel ve genellikle ezoterik yapısından ve bunların nasıl yönetildiği ve
düzenlendiği konusunda belirsizliklerin olmasından dolayı sektörün diğer sektörlerden ayrı
çalışıyor gibi görünmektedir.
Tarihi olarak bakıldığında vakıflar gelişimi; açık piyasa rekabeti ve korumacılık arasında
çekişme konusu olagelmiştir. Son zamanlarda vakıflar hem kamunun hem de özel sektörlerin
dikkatini giderek daha fazla çekmeye başlamıştır. Vakıf kuruluşları artık gayrimenkul, sağlık
hizmeti, ticaret, sanayi ve yatırım gibi çeşitli iş faaliyetleri alanında ticari açıdan rekabet etmeye
başlamışlardır. Vakıf kuruluşları; özel sektör ile çeşitli ortaklık tiplerine girdikçe anlaşmazlıkların
ortaya çıkması ve söz konusu düzenlemelerin önlenmesi ihtimali de olacaktır. Vakıf yatırımları;
finansal dönütlerden çok sosyal ve kültürel değerler ile ilgilidir. Kendi hedeflerini karşılama
amacıyla hayır işleri yaparak vakıflara verilen ayrıcalıklardan ve vergi imtiyazlarından
faydalanmak için hayır vakfı şeklinde kurulan bazı kar amacı güden kuruluşların olduğuna dair
bilgiler vardı. Böyle müphem eylemlerle birlikte sonuçta genellikle kafa karışıklığı, belirsizlik,
anlaşmazlık ve bazı durumlarda özellikle de ‘iş ile hayırseverliğin karşılaştırılması’ alanında
çatışma elde ederiz.
Vakıflar ile ilgili yasal reformlar; karşılaştırmalı hukuk ve toplum çalışmalarında geniş çapta
görülmektedir. Vakıflar kanunun yürürlüğe sokulması; vakıf varlıklarının korunması, sektörün
geliştirilmesi ve diğer sektörlerle eşit ilişkiler kurulması ve diğer kanunların vakıflar üzerindeki
etkisinin incelenmesi unsurları arasında bir denge kurulmasını gerektirecektir. Ekonomik,
toplumsal ve yönetişim bağlamında kanunlar vakıflar olan inancın yeniden sağlanmasına ve
daha etkili sektörün kurulmasına yardımcı olmalıdır.
Ülkeler arasında düzenleyici kontrolü genişletilmesi konusunda bazı düşünceler söz
konusudur. Farklı yargı alanlarında yer alan kuruluşları kontrol etmek için aynı kuralların
uygulanması; uygulama açısından her zaman bir güçlük olarak karşımıza çıkacaktır. Muhasebe
için Uluslararası Raporlama Finansman Standartları (UFRS) veya bankacılık için Basel II gibi
vakıflara yönelik bir dizi uluslararası standartlar, sonunda daha etkili sektör oluşturacak iyi
şeylerdir. Ancak farklı ülkelerde farklı koşulların ve farklı kültürlerin mevcut olduğu ve her
ülkenin kendi vakıf standartları açısından kendi yapmak zorunda oldukları şeylerin mevcut
olduğu göz ardı edilmemelidir. Uluslararası standartlar kabul edildikçe hükümetler; kendi
bölgeleri içerisinde faaliyet gösteren vakıf kuruluşlarını düzenlerken bunları kendi ulusal
standartları olarak benimseme konusunda motive olacaklardır.
13. Sonuç
Vakıf kuruluşları; bir ülkenin sosyo-ekonomik, kültürel ve dini kalkınması açısından
etkili kuruluşlardır. Ülkenin siyasi ve sosyal yaşamı üzerinde büyük bir etki yaratmasına
rağmen doğrudan politikaya dahil değildir. Vakıf sektörünün geliştirilmesi; hükümetin sosyal
programlarının başlatılması ve tamamlanması stratejisi olarak pek çok Müslüman ülkesinin
ulusal gündeminde yer almaktadır.
_ 327 _
Bağış ve Vakıf Kuruluşları ile İlgili Yasal Konular
Vakıf sektörünü geliştirmek için sarf edilen çabalarda karşılaşan en öneli problemlerden
bir tanesi; kabul edilebilir kurumsal yönetişim normlarını belirten genel düzenleme eksikliğidir.
Hayır kuruluşları olan vakıf kuruluşlarının, kar amacı güden kurumlarının organizasyon
disiplinine sahip olmadıkları algılanır. Bu; vakıf mallarının çok yavaş bir şekilde gelişme
göstermesine neden olur; bundan dolayı pek çok yerde boş, yeteri kadar geliştirilmeden veya
yeteri kadar kullanılmadan bırakılan çok sayıda vakıf mallarının olduğunu görüyoruz. Hatta
bazıları; izinsiz yerleşimden, zarar verilmesinden veya sadece ihmal edilmesinden dolayı bile
kaybedilmektedir.
Kurumsal yönetişim konusu; ‘sürdürülebilir kalkınma’ fikrinin can damarıdır. Vakıflar; fon
sağlaması ve faaliyetleri açısından şeffaf ve hesap verebilir olmalıdır. Günümüzde vakıflarının
geniş iş dünyası odağı vardır. Ticari, sınai, tarımsal ve hizmet sektörlerinde çok çeşitli
faaliyetlerin sorumluluklarını alıyorlar. Rehberliğin gerekli olduğu alanlar içerisinde kuruluş,
yasal ve düzenleyici disiplinler yer almaktadır. Bunun ardından; mütevellilerin ve yöneticilerin
kontrolleri altında tuttukları mal varlıklarının etkili ve sorumlu güvenli görevlileri olabilmeleri ve
kuruluşlarını sürekli büyütebilmelerini sağlamak için becerilerinin geliştirilmesi ve yetkilerinin
arttırılması gelir.
Vakıflara karşı yeniden gösterilen ilgi; geçmişteki hatalardan ders çıkarılmasına ve modern
yasal ve düzenleyici çerçeve yapılandırılmasına fırsat tanımaktadır. Uluslararası vakıfları
uygulamaya sokmak için çok fazla ayak çalışması olacaktır. Yargı alanları arasında meşruluğu
rasyonelleştirecek global vakıflar kanunu geliştirmek için düzenleyici kurullar arasında bir
işbirliğinin olması gereklidir. İslam finansman sanayisinin organlarını düzenleyen İslami
mevzuat ve standartlar; vakıflar üzerinde kapsamlı çalışma yapılmasının başlangıç noktası
olmalıdır. İslami Kalkınma Bankası (IDB) ve İslami Araştırma ve Eğitim Kurumu (IRTI) ve diğer
ilişkili taraflarla birlikte İslami Fıkıh Akademisi, İslami Finansman Hizmetler Kurulu (IFBS) ve
İslami Finansman Kurumları Muhasebe ve Denetim Kuruluşu gibi kurumlar arasındaki işbirliği;
uluslararası bir vakfın yanıt verici ve itiraz edilmeyecek bir şekilde gelişmesini mümkün
kılacaktır. Vakıf kuruluşlarının değerli aktifleri elinde tutan ve gerekli toplumsal hizmetleri
sağlayan kar amacı gütmeyen kuruluşlar olduğu düşüldüğünde kanun; vakıf varlıkları, bağış
yapan kişiler ve yararlanıcılar için yeterli koruma sağlamalıdır. Vakıflara yönelik gerçek reform
gündemi; sektörün ve vakıf çalışanlarının bilgisinin, uzmanlığının ve liderliğinin etkililiğini ve
verimliliğini optimize eden özlü, ilgili, anlaşılabilir ve uygulanabilir standartlara sahip olmalıdır.
Doğru bir şeffaflık, stabilite, uzun vadeli planlama ve rehberlik ile vakıfların geleceği
güzel görünmektedir ama bu önemli kavramı ne kadar ertelersek vakıf sektörünü de ilerleme
açısından o kadar dezavantajlı bir konuma getiririz.
_ 328 _
7¶5.ñ<(n'(.ñ9$.,).85808181
+8.8.ñ$¡,'$1*(1(/*°5¶1¶0¶
3URI'U+ÖVH\LQ+$7(0ñ
2NDQ¶QLYHUVLWHVL7¶5.ñ<(
Türk Hukukunda vakıf kurumuna genel bir bakış sağlamak, tabii, 15 dakika içinde olabilecek
bir şey değil. Benim de bu yönde hiçbir kabiliyetim olmadığını önceden söylemiştim. Onun
için, belki bilmece gibi gelecek hukuk terimlerini kullanarak, hukukçu olmayan bir toplulukta
konuşmak kolay değil. Bir de İslam hukukunda da vakıf terimi, mesela Kur’âni bir terim değildir.
Kur’ân’da vakıf müessesi bu adla anılmış değildir. Temelde bir sadaka kavramı vardır. Bundan
önceki oturumda bir ara söylediğim gibi, sadaka kavramı hibeden, bağışlamadan, alelade
bağışlamadan şu şekilde ayrılır: Kurbet kastıyla yapılan bir karşılıksız kazandırma. Kurbet kastı,
Avrupa dillerinde, Batı dillerinde, Latincede “Karitas” ile karşılanır. Mesela Fransızcada charitable
kelimesi kullanılır, charite kullanılır. Kısaca, Allah sevgisiyle yapılan karşılıksız kazandırma,
amacı bu olacak. Sonradan ortaya çıkan vakıf teriminin, vakıf kavramının temelinde aslında
sadaka vardır. Bu, İbranicede de böyledir. İlâhî vahyin ortak bir terimidir. İbrani hukukunda
da sadaka terimi kullanılır, çünkü ilâhî vahyin tekliği gerçeği karşısında bu böyledir. Ama
sadaka teriminden vakıf teriminin doğması kanaatimce şu sebeple olmuştur: İslam’da,
devletin kamu hukukunun sapması. Maalesef başka toplumlarda da olduğu gibi, İslam’ın
kusursuzluğu uygulamanın kusursuzluğunu gerektirmez. Çünkü yeryüzünde insanlara irade
serbestisi verilmiştir, yanlış da seçilebilir, nitekim seçilmiştir. Sapma başlayınca, Hazreti Ali,
Kur’ân-ı Kerîm’de bu vasiyetlerin dokunulmazlığı kuralından faydalanarak, kendisinden sonra
kamu tahsislerinin, kamu hukuku tahsislerinin sürekliliğini sağlamak, fertlere aktarılmasını
önlemek için, mevkuf terimini kullanmıştır, sadaka-i mevkufe terimi ortaya çıkmıştır. Mevkuf
kelimesinden de daha sonraki devirlerde mevkufat ve sonunda vakıf terimi ortaya çıkmıştır.
Alman hukukunda vakıf terimi, mesela kamu hukuku tahsisleri için de, benzer şekilde ayrı
bir tüzelkişilik verilen kamu hukuku tahsisleri için de kullanılabilir. Kamu malından yapılmış
tahsisler için de kullanılabilir. Burada mevkufenin anlamı nedir? Batı hukuklarında, Latince
bir terimle extra commercium denir; yani muamelat alanının dışına çıkartılmış, başkasına
verilmeyecek, bağışlanmayacak, devredilmeyecek, satılmayacak şekilde yapılmış bir tahsis,
bir özgüleme, sadaka-i mevkufe. Bu sadaka-i mevkufe terimi Osmanlı’da gayrisahih vakıfların
temelini teşkil etmiştir, ama bunlar daha sonra ferdi vakıflarla karıştırılmıştır. Ama bunlar ferdi
hayırseverlik kurumları değildir; devlet reisinin, padişahın, ulul emrin, sultanın hayır cihetlerine
tahsistir. Gayrisahih vakıf denir. Gayrisahih burada batıl anlamında değildir elbette. Yine Batı
hukuklarında quasi kelimesi kullanılır, yani geniş anlamda vakıf. Kamu hukuku tahsisleri
bugünkü fonlar. Osmanlı vakıflarının iktisaden önemli olanı bu vakıflardı. Hanedanın, padişahın
_ 329 _
Türkiye’deki Vakıf Kurumunun Hukuki Açıdan Genel Görünümü
izniyle, ulul emr sıfatıyla padişahın kendisinin veya onun izniyle yüksek devlet görevlilerinin
kurduğu; ama kendi mal varlığından karşılamıyor. Yani bugünkü fonlar gibi.
Bir de ferdi vakıflar vardı. Bu ferdi vakıflar alanında da birçoğunun zürri vakıf amacı da vardı.
Yine İslam tarihinde bunun iki sebebi olduğunu görüyoruz bilhassa. Bir hayırseverlik amacıyla
yapılmış, saf hayırseverlik amacıyla, saf kurbet kastıyla kurulmuş ferdi vakıflar yok değildir,
elbette vardır, ama ferdi vakıfların da çoğunluğu şu şekildedir: Erkek soyuna vakfetmek için,
kızları mirastan uzaklaştırmak kastı rol oynamıştır; miras hukuku kurallarını bertaraf ederek,
mal varlığını erkek soyuna vakfetmek için.
Keşke Ebu Hanife hükümdarımız da olsaydı da, bunları çok güzel izah etseydi. Çünkü
İmam Ebu Hanife, bu kanuna karşı hilelere başlangıçta şiddetle karşı çıkmıştır; ama o da doğru
söylediği, doğrudan sapmadığı için şehit edilmiş ve daha sonra da onun görüşleri unutularak,
bu hile-i şerriye vakıfları yolu açılmıştır. Nasıl açılmıştır? Bana kalırsa, Ebu Hanife’nin de söylediği
gibi, İslam’a uymayan bir içtihatla, bir görüşle şu yetki verilmiştir: Sağlığında vakıf kuran mahfuz
hisse kayıtlarından kurtulur. Ölüme bağlı kurarsa, ancak 3’te 1’ini vakfa tahsis edip, geri kalan
3’te 2’yi mirasçılarına bırakmak gerekir; ama sağlıkta bir insan mal varlığı üzerinde, ölümle
sonuçlanan hastalık döneminde de değilse, sağlığında, mal varlığı üzerinde, İslam hukukunda,
istediği gibi tasarruf eder. Onun için, sağlıkta vakıf kurma yolu seçilmiştir. Fakat bu takdirde
de elinden mal varlığının çıkmasına razı olmayan sözde vakıf için şu hile-i şerriye de imdada
yetişmiştir: Sağlıkta vakıf kurabilirsin, ama ölünceye kadar da vakıftan yararlanan olarak yine
kendini tayin edebilirsin. Böylelikle bu işi kurtarmış oluyor. Ayrıca şu deniliyor: Ölünceye kadar
yönetimi de sende olur, mütevelli de sen olursun.
İslam hukuku devrini inşallah tebliğin yazılı metninden okursunuz.
Türkiye’de İslam hukukunun uygulanmadığını burada hepimiz biliyoruz tabii. 1926’dan
itibaren İsviçre’den, vakıflar da dâhil olmak üzere, Medeni Kanun alındı. İsviçre bu konuda
Alman hukuk ailesine mensup olduğu için, temelde Alman hukukuna uygun bir şekilde vakıf
kurumu artık bir Batı anlayışıyla Türk hukukunda kabul edildi.
Peki, eski vakıflar ne oldu? Eski vakıflardan iktisaden önemli olanları zaten Tanzimat
Döneminde bu tahsis edilen fonlar bozulmuş, maliye hazinesine alınmıştı. Hanedanın veya
yüksek devlet görevlilerinin tesis ettiği bu fon kabilinden iktisaden önemli büyük vakıfların
yalnız hayrat gayrimenkulleri kalmıştı. Yoksa, gelir getiren malları maliye hazinesine aktarılmıştı.
Cumhuriyet devrinden sonra Medeni Kanun yeni kurulacak vakıflara uygulanacaktı. Vakıf
ismi de kaldırıldı, tesis denildi. Eski kurulanlara vakıf denildi. Bunların da bir kısmı zaptedilmişti,
Vakıflar Genel Müdürlüğünün temsil ettiği mahfuz vakıflar tüzel kişiliği diye bir tek tüzelkişiliğin
içinde erimişti. Mesela artık Süleymaniye Vakfı’nın, Sultanahmet Vakfı’nın Türkiye’de ayrı
tüzelkişiliği yoktur, hepsi tek bir tüzelkişilik içinde erimiştir; ama bu tüzelkişiliğin de, bu özel
hukuk tüzelkişiliğinin de hiçbir kendi organı yoktur, kanuni temsilcisi vardır, ehliyetsizdir âdeta.
Kanuni temsilcisi de Evkaf Nezareti, Osmanlı devrindeki Bakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü
adını almıştır ve ona bir kamu tüzelkişiliği verilmiştir.
_ 330 _
Prof. Dr. Hüseyin HATEMİ
Zaptedilmiş olan eski vakıfların temsilcisi bugün Vakıflar Genel Müdürlüğüdür. Bir de
zaptedilmemiş olan daha çok evlatlık vakıflar vardır. Bunlar da Vakıflar Genel Müdürlüğüne
bir nevi idari vesayeti altına alınmışken, son zamanlarda yeni çıkan Vakıflar Kanunuyla, son
hükümet devrinde çıkan Vakıflar Kanunuyla idari vesayet diyebileceğimiz kurallar hafifletişmiş,
daha demokratik bir hal almıştır; ama yine de bu eski vakıflar medeni hukuk devrinde kurulmuş
vakıflardan ayrıdır.
Vakıf terimi 1967 yılında yeniden iade edildi. Yeni Medeni Kanun devrinde kurulan vakıflara
da artık tesis demiyoruz, vakıf diyoruz. 903 sayılı Kanunla 1967’de Medeni Kanunda değişiklik
yapıldı. İkinci Medeni Kanun 2002 yılında yürürlüğe girdi. Bu da eski Medeni Kanunun
değiştirdiği hükümlerde bazı değişiklikler yaptı.
Hukuki problemler çok; ama dediğim gibi, bunlardan bahsetmeye imkân kalmadı. Yalnız
şunu söyleyeyim ki: Yapılması gereken bazı şeyler daha devam ediyor. Bu yeni hükümetin
yaptığı en olumlu şey, bu çıkartılan 5737 sayılı Vakıflar Kanununa bir geçici madde ekleyerek,
eskiden Müslüman olmayan cemâat mensupları tarafından kurulmuş vakıfların ellerinden,
şimdiye ayrıntıya giremeyeceğim için anlatamayacağım hukuki sebeplerle, fakat hukuk
devletinin yapmaması gereken şekilde el konulmuş mallarının iadesinin yolunun açılmasıdır.
Ama bu da tam olmamıştır. Bilhassa Katolik vakıflarının, bunların Katolik tarikatlarının malları
olduğu, Katolik tarikatlarının da Türkiye’de tarikatlara tüzelkişilik tanınmadığı için tüzelkişilikleri
olmadığı gerekçesiyle Osmanlı zamanında tüzelkişilikleri, varlıkları kabul edilmiş vakıflar şimdi
yok edilmiş durumdadır. Cemâat vakıflarının el konulan mallarının hepsi de iade edilmiş değildir.
Bu hukuk devleti eksikliği dolayısıyla geçmişte yapılan olaylar yalnız cemâatlere mahsus da
değildir; Medeni Kanundan önce kurulmuş, Osmanlı döneminde kurulmuş vakıflara da zapt
uygulamasıyla çok haksızlıklar yapılmıştır. Şimdi nispeten iyi bir durumdayız, ama bütün her
şeyin hukuk devletine uygun olduğunu söylemek için vakit erkendir.
Özet olarak söylemek isteyeceğim, bizim üzerinde konuşmaya değer görmemiz gereken
vakıf, İslam hukukunun özünde olan bu hayri amaçlarla yapılmış vakıflardır. Ama şimdi vakıf
terimini yalnız bunlar için de kullanmıyoruz. Onun için, yanlış anlamaların önlenmesi için bu
hususa dikkat edelim. Uğrunda gayret sarf edilmesi gereken vakıf, hayri amaçlarla kurulan
vakıflardır, gerçek anlamda hayri amaçlarla. Cemâat de kendi yoksulları için, Allah rızası için
kurduğu vakıflar da hatta bağımsız olmalıdır. Vakıflar Genel Müdürlüğünden ayrı üst denetim
kuruluşlarına tüzelkişilik tanınarak, cemâat vakıfları bunlara bağlanmalıdır.
Yine sözümü zamanında bitiremedim, ama söylenecek söz çok ve 15 dakikada söylemeye
de imkân yok.
_ 331 _
_ 332 _
<81$1ñ67$1%$7,75$.<$n'$9$5
2/$1260$1/,7¶5.9$.,)/$5,1,1
+8.8.ñ67$7¶6¶9()ññ/ñ'85808
ñOKDQ$+0(7
$YXNDW6DEÜN0LOOHWYHNLOL<81$1ñ67$1
Yunanistan ve Türkiye, 1923’te Doğu Sorunu’nun çözümü çerçevesinde, Lozan
Antlaşması’na dayanan azınlıkların korunmasına ilişkin benzer normları benimsemek zorunda
bırakılmıştır. Antlaşma’nın 37-45. maddeleri, Türkiye’deki “Gayrimüslim” ile Yunanistan’daki
“Müslüman” azınlıkların korunmasına yönelik yasal çerçeveyi oluşturmaktadır. Antlaşma’da, dil
hakları, din özgürlüğü ile vakıfların kurulması ve yönetilmesi konularında bu azınlıklara pozitif
haklar tanınmaktadır. Osmanlı millet sistemini hatırlatan normlar, azınlıkların korunmasına
ilişkin güncel ilkelerle kaynaştırılmakta; uluslararası hukukla desteklenen ve azınlıkların
korunmasına dair tek zeminin din olduğu paradoksal bir hukuk düzeniyle, bireylerin azınlık
hakları kurumların cemaat haklarıyla harmanlanmaktadır.
Bu bağlamda “azınlık cemaati”, vakıfların ve mülklerinin korunup yönetilmesi görevini
üstlenen tüzel kişiliktir.
Lozan Antlaşması, dinsel, sosyal ya da eğitim amaçlı cemaat/azınlık vakıflarına taşınmaz
mülk edinme, kullanma ve elden çıkarma hakkı tanır. Antlaşma’nın 40-44. maddeleri,
Türkiye’deki Gayrimüslim azınlıklara bu hakları tanır ve Türkiye devletine bu haklara karşılık
düşen görevler yükler. 45. madde, Yunanistan’a, Antlaşma uyarınca Türkiye’nin Gayrimüslim
azınlığına sağlamak zorunda olduğu hakları kendi Müslüman azınlığına sağlamak konusunda
“paralel yükümlülükler” getirir. Lozan Antlaşması, dinsel, sosyal ya da eğitim amaçlı cemaat/
azınlık vakıflarına taşınmaz mülk edinme, kullanma ve elden çıkarma hakkı tanır. Antlaşma’nın
40-44. maddeleri, Türkiye’deki Gayrimüslim azınlıklara bu hakları tanır ve Türkiye devletine bu
haklara karşılık düşen görevler yükler. 45. madde, Yunanistan’a, Antlaşma uyarınca Türkiye’nin
Gayrimüslim azınlığına sağlamak zorunda olduğu hakları kendi Müslüman azınlığına sağlamak
konusunda “paralel yükümlülükler” getirir.
Başka bir deyişle, 40-44. maddeler, Yunanistan’daki Müslüman azınlıklara Türkiye’deki
Gayrimüslimlere tanıdığı hakların aynısını tanır ve iki devlete de aynı görevleri yükler.
Antlaşma’nın ilgili hükümleri şöyledir:
Madde 40 – Gayrimüslim azınlıklara mensup Türk [Yunan] uyrukları, hukuken ve fiilen,
öteki Türk [Yunan] uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır.
Bilhassa, masrafları kendilerine ait olmak üzere her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal
kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek
_ 333 _
Yunanistan Batı Trakya’da Var Olan Osmanlı Türk Vakıflarının Hukuki Statüsü ve Fiili Durumu
ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe
yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır.
Madde 42(3) – Türkiye [Yunanistan] Hükümeti, söz konusu azınlıklara ait kiliselere,
havralara, mezarlıklara ve öteki din kurumlarına tam bir koruma sağlamayı taahhüt eder. Bu
azınlıkların Türkiye’deki [Yunanistan’daki] vakıflarına, din ve hayır işleri kurumlarına her türlü
kolaylık ve izin sağlanacak ve Türkiye [Yunanistan] Hükümeti, yeniden din ve hayır kurumları
kurulması için, bu nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan hiçbirini
esirgemeyecektir.
Ayrıca Antlaşma’nın 41. (2) sayılı maddesi, Yunanistan ve Türkiye hükümetlerine, dini
azınlıkların önemli oranda mevcut oldukları yerlerde “Devlet bütçesi, belediye bütçesi ya da
öteki bütçelerce, eğitim, din ya da hayır işlerine genel gelirlerden sağlanabilecek paralardan”
“adil bir hisse” ayırma yükümlülüğü getirmektedir. Hem Yunanistan hem de Türkiye, yıllar
içerisinde Lozan azınlıklarına kamu finansmanı sağlama konusundaki kararlarını, dış politika
değerlendirmelerine dayandırmıştır. Madde 44 (3)’e göre taraflar, aralarında bu konularla
ilgili bir ihtilaf doğması halinde Lahey Uluslararası Daimi Adalet Divanı’na başvurabilirler.
Antlaşma’nın bu maddesi de hiçbir zaman kullanılmamıştır.
Vakıfların Mülkiyet Sorunları
1920’de, Yunanistan’da Lozan öncesi Müslüman cemaatler için hazırlanan 2345 Sayılı
Yasa’nın kabulünden sonra, vakıf mülklerinin yönetimi Müslüman cemaatin yetkisine ve yerel
müftünün gözetimine verilmiştir. Siyasi müdahaleler yüzünden cemaat kurulları yavaş yavaş
yasal statüsünü kaybetmiş ve 1949’da Batı Trakya’daki Müslüman vakıflar için 2345 Sayılı
Yasa yürürlüğe konmuştur. Daha sonra vakıf yönetim kurullarının belirlenmesi için seçimler
düzenlenmiş, yönetim kurulları Yunanistan devleti karşısında önemli bir siyasi rol kazanmıştır.
Sonuç olarak, 1967’den beri yönetim kurulları için seçim yapılmamıştır ve yönetim kurulu
üyeleri Yunanistan yetkilileri tarafından atanmaktadır.
Yunanistan’daki cemaat vakıfları kentsel ve kırsal olarak ikiye ayrılır. Kentsel alanlar olan
Gümülcine, İskeçe ve Dimetoka’da vakıflar bir arada toplanarak her bir şehirde tek bir yönetim
kurulu tarafından yönetilmektedir. Köy vakıflarından ise, genellikle yönetim kurulunun başkanı
olan tek bir müdür (mütevelli) sorumludur. Yönetim kurulu üyelerinin hükümet tarafından
mı atanacağı, yoksa cemaatin üyeleri tarafından mı seçileceği, hükümet ile cemaat arasında
çekişme konusu olmuştur ve bu durum hâlâ geçerlidir. 1920’de oluşturulan yasal çerçeveyi
“modernize etmek” için çıkarılan 1980 tarihli ve 1091 Sayılı Yasa, Müslüman liderlerin ciddi
tepkisine neden olmuş ve uygulamaya konamamıştır. Aynı felsefe benimsenerek hazırlanan,
Batı Trakya’daki Müslüman vakıflarının ve mülklerinin yönetimine ilişkin 2008 tarihli ve 3647
Sayılı Yasa, 1980 tarihli yasanın yerine geçmiş, ancak azınlık liderleri bu yasayı da reddetmiştir.
Dolayısıyla durumda bir değişiklik olmamıştır: Vakıflar, Doğu Makedonya ve Trakya Bölge
Sekreteri (Genikos Grammateas tis Perifereias Anat. Makedonias kai Thrakis) (bundan böyle
Bölge Sekreteri) tarafından kişisel güven esasına göre atanan İskeçe, Gümülcine ve Dimetoka
yönetim kurulları tarafından yönetilmektedir. Köylere yayılmış durumdaki kırsal vakıflar, müftü
_ 334 _
İlhan AHMET
tarafından atanan mütevelliler tarafından yönetilmektedir ve bu kişiler istifa etmedikçe ya da
ciddi bir güven sorunu yüzünden müftü tarafından değiştirilmedikçe görevde kalmaktadırlar.
2001’den bu yana, mütevelliler köylüler tarafından seçilmekte ve müftü tarafından atanmaktadır.
Bununla birlikte, bu seçim, her köyün Gümülcine ve İskeçe’deki hangi müftüye (seçilmiş olana
mı, atanmış olana mı) bağlı olacağı konusunda verdiği siyasi kararla bağlantılıdır. Üstelik, bu
yönetim kurullarının işleyiş ve seçim tarzlarının, tüm Batı Trakya bölgesinde homojen olarak
belirlenmiş bir model izlemediği görülmektedir.
Yunanistan’da Vakıflara İlişkin Yasaların Evrim Süreci
Aralık 2007’de, Yunanistan Parlamentosu’nda vakıflara ilişkin yeni bir yasa müzakere edilmiş
ve Şubat 2008’de 3647 Sayılı Yasa kabul edilmiştir. Müzakerelerde, İslam hukukunun cemaat
vakıfları için geçerliliğinin belirsizliği gibi temel sorunlar ele alınmadığı gibi, tasarı üzerinde
önemli değişikliklere de gidilmemiştir. Ayrıca, hükümet Parlamento’ya vakıf varlıklarının
ayrıntılı bir listesini de sunmamıştır.
Yönetim kurulu üyelerinin seçilmesi ve gayrimenkullerin sicil kaydının yapılması açısından
yasada vakıf şu şekilde tanımlanmaktadır:
Kutsal İslam Hukukuna göre vakıf, taşınmaz veya maddi mallardan ya da kâr amacı
gütmeyen, hayır ya da genel olarak dini amaçlı bir gelirden ya da mevcut olan ya da kâr amacı
dışında bir amaçla kurulan yardım, hayır ya da genel olarak dini amaçlı bir kuruluş veya bir
hayırsever, dini, veya hayır kuruluşu yararına elde edilmiş bir gelirden ibaret olan bağıştır.
3647 Sayılı Yasa’da, vakıf varlıklarının, öncelikle merkezi olarak yönetildikleri Gümülcine,
İskeçe ve Dimetoka kentlerinde fiilen üç gruba ayrılmış olduğu kabul edilmektedir. İkinci olarak,
köylerde dağınık durumdaki vakıf varlıkları yerel bazda yönetilmeye devam edilecektir. Üçüncü
olarak da, okul vakıfları (Osmanlı maarif vakfından türeyen bir kavramdır) kentin yönetim
kurullarına tabi olmamaları için ayrı bir grup olarak sınıflandırılmıştır. İlk kez, mütekabiliyet
maddesine yapılan atıf yasadan çıkarılmıştır ve vakıflar açıkça özel hukuk kapsamına giren
tüzel kişilikler olarak tanımlanmaktadır. Ayrıca, artık var olmayan cemaatlerin vakıfları, yok
olmamaları için en yakın yönetim kurulunun yönetimine tabi kılınmıştır. Son olarak, eski bir
İtalyan kararnamesi yürürlükte tutularak Rodos ve İstanköy’deki vakıflar bir kez daha yasanın
kapsamı dışında bırakılmakta ve bu vakıfların yönetim kurulu üyelerini seçmelerine izin
verilmemektedir. Yasada özel olarak belirtilen münhasır ve sınırlı amaçlar için vakıf gelirinin
harcanmasına izin verilmektedir.
Yasada bir hukuk kaynağı olarak İslam hukukuna doğrudan atıfta bulunulmakla birlikte,
uygulanabilirlik sorununa netlik kazandırılmamıştır. Gelecekte kurulacak tüm Müslüman
vakıflarının kuruluş ve idari işler açısından Medeni Kanun’un vakıflara (idrymata) ilişkin
hükümlerine, yönetimleri açısındansa Müslüman vakıflara (vakoufia) ilişkin yasaya tabi olacağı
öngörülmektedir.
Yasada, yönetim kurulu seçimlerinin, merkezi hükümetin bölgedeki temsilcisi ile yerel
müftü ve imamların sıkı gözetimi altında yapılması öngörülmekte, ama bu kişilerin görevleri
_ 335 _
Yunanistan Batı Trakya’da Var Olan Osmanlı Türk Vakıflarının Hukuki Statüsü ve Fiili Durumu
açıkça tanımlanmamaktadır. Bölge sekreterinin “istisnai olarak” özel bir komiteye bağlı bir
vakıflar grubu oluşturma ve seçim düzenleme yetkisi mevcuttur. Seçimlerin yapılmaması
durumunda, bu hükümet temsilcisi kendi tercihine bağlı olarak yönetim kurulu üyeleri
atayabilir. Bu kesin yetkinin, Lozan Antlaşması’nın vakıf yönetim kurullarına özerklik tanıyan
40. maddesine uygunluğu son derece tartışmalıdır. Müftünün (seçilme yöntemine ilişkin
tartışmalardan dolayı) Batı Trakya’da meşruiyetinin tartışmalı oluşundan ve vakıf varlıkları
üzerindeki gözetim yetkilerinin hukuki kapsamından ötürü,müftünün kurullar üzerindeki
gözetim yetkisi de başka bir sorun yaratmaktadır.3647 Sayılı Yasa’nın, yönetim kurullarının
seçimine ilişkin hükmü uygulamaya sokulmamıştır. Batı Trakya’nın her kentinde bir tane
olmak üzere, eski (atanmış) yönetim kurulları işler durumda tutulmuştur. AKPM, bu duruma
dikkat çekerek, Yunanistan’a 3647 Sayılı Yasa’yı uygulaması çağrısında bulunmuş ve “bu
yasanın hükümleri vakıfların yasal statüleriyle bağlantılı olan –onlarca yıldır çözüm bekleyen–
sorunları önemli ölçüde düzenleyebilmelidir,” ifadesini kullanmıştır.
Yasa, Müslüman azınlığın karar alma sürecinin dışında bırakılmasına yönelik siyasi
değerlendirmelere uygun olarak şekillendirilmiştir. Azınlık liderleri, atanmış müftü ileYunanistan
otoritelerinin sahip oldukları gözetim yetkilerini dengeleyecek yeterli bir özerklik düzeyi
sağlamadığı için yasayı kınamış ve “yasayı reddettiklerini”, dolayısıyla “uygulamayacaklarını”
açıklamışlardır.
Diğer yandan, azınlık cemaatlerinin özyönetime yönelik meşru talepleri, iyi
yönetişime, şeffaflığa ve katılımcı yönetime dayanan bir dahili hesap verebilirlik söylemiyle
tamamlanmamaktadır. Şu an için, ne hükümet ne de azınlığın siyasi liderleri bu tür konuları
ele almaya hazır durumdadır. Azınlık liderleri, hükümetin azınlığın işlerine aşırı derecede
karışmasını kınadıkları için, şu ana kadar hiçbir seçim yapılmamıştır ve yönetim kurulları
hâlâ seçimle değil atamayla gelen üyelerden oluşmaktadır. Gerek dahili gerekse harici mali
denetime tabi olan vakıf yöneticileri, yönetimin hesap verebilirliği ve şeffaflığı ilkelerine
zerre kadar saygı duymamaktadırlar. Örneğin, Gümülcine yönetim kurulu yıllık bütçesini ve
hesaplarını ancak 2007’de yayımlamaya başlamıştır.
Vakıfların Mülkİyet Sorunları
Gerek Lozan Antlaşması, Yunanistan’ın ulusal yasaları uyarınca, mülk sahibi olmak ve
kazanç elde etmek azınlık vakıflarının temel bir hakkıdır. Cami, okul ya da, nadiren, bir su
kaynağı ya da yetimhane gibi bir “ana” vakıf yapısından oluşur ve bu yapı onu işleten (tüzel
kişilik olarak) vakfa adını verir. Vakıflar, cemaat üyelerinin alımları ya da bağışları yoluyla
mülk edinirler. Uygulamada, Yunanistan’daki vakıflar, hem (vakıf yönetim kurullarının kötü
yönetimi ve aşırı düzeydeki satışları gibi) dahili, hem de (hükümetin aşırı düzeydeki el koyma,
“kamulaştırma” ya da istimlak işlemleri, devletin yeni mülk edinmeleri tanımaması, hukukun
üstünlüğüne uyulmaması, yargı adaletsizlikleri gibi) harici faktörler yüzünden, mülk edinme
ve bunlardan yararlanma haklarını ellerinden alan kısıtlamalarla karşılaşmaktadır.
Yasa uyarınca vakıf mülkü, “vakfın kendisi ve vakfın işleyişi için bağışlanan ve kurumların
amaçlarıyla ya da kurumun kendisiyle bağlantılı olan diğer tüm taşınmaz ya da fiziki mallar
_ 336 _
İlhan AHMET
şeklinde tanımlanmaktadır. Zaman içerisinde Müslüman cemaatlerin mülkleri üzerindeki
kontrollerinin zayıflamasının sonucu olan hukuki belirsizlikler ve idari uygulamalar, vakıfların
mülk edinmesini ve mülklerini korumasını önlemiştir. Özellikle Lozan Antlaşması’nın yürürlüğe
girdiği ilk yıllarda, Müslüman cemaate ve özel kişilere ait mülklerin çoğunun Batı Trakya’daki
Rum mültecilerin kullanımına tahsis edildiği dönemde bu durum yaşanmıştır. Bu mülkler
meşru sahiplerine iade edilirken belli bir yüzdeleri istimlak edilmiştir. En önemli ve sembolik
önemi haiz kayıplar, Dimetoka Camii ve Gümülcine’deki Gazi Evrenos İmareti’dir. İstimlakler,
özellikle 1930’larda, Gümülcine ve İskeçe’nin kentsel planlaması sırasında vakıf varlıklarının
sayısının azalmasına yol açmıştır. Bulgar işgali (1941-1944) ve askeri cunta (1967-1974)
döneminde, kent merkezlerindeki Müslüman cemaat hedef alınarak, camiler, hamamlar,
tekkeler ve diğer vakıf varlıkları istimlak ve imha edilmiştir. Vakıfların yönetiminde hesap
verebilirlik unsurunun olmaması, Müslüman cemaatinin yönetim kurullarının ve müftünün
aşırı düzeyde vakıf mülkü satışı yapmalarını kolaylaştırmıştır (özellikle 1958-1963 döneminde
İskeçe’de).1980’de mevzuatta yapılan reform bağlamında, bir dizi kararname ve işlem yoluyla
vakıf yöneticileri vakıflarının varlıklarını devlete beyan etmeye ve tescil ettirmeye zorlanmıştır.
Bu işlem için son tarih birkaç kez uzatılmakla birlikte, yasa hiçbir zaman işletilmemiştir. Son
dönemde, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi 2/2007 ile, Genel Sekretere vakıf yönetim kurullarına
gayrimenkul varlıklarını iki yıl içinde tescil ettirme çağrısında bulunma yetkisi verilmiş, ancak
bu kararname de uygulamaya konmamıştır.
2009’da Batı Trakya’daki kentsel merkezlerde tapu sicil kaydı sürecinin ilk aşamasının
tamamlanmasıyla birlikte, nihayet azınlık vakıfları, mülk sahibi tüzel kişilikler olarak az da olsa
görünürlük kazanmıştır. Gümülcine’de, 35 vakıf 150’yi aşkın varlığını kaydettirmiştir. İskeçe’de,
vakıflar yaklaşık 90 adet taşınmaz varlığa sahip tek bir tüzel kişilik olarak birleştirilmiştir.
Ancak, İskeçe şehrindeki hiçbir caminin tapusu bulunmamaktadır. Dedeağaç ve Dimetoka’da
ise vakıflara ait az sayıda varlık bulunmaktadır. Sayısı henüz bilinmeyen bir kısım vakıf mülkü
de, Batı Trakya’nın çeşitli yerlerindeki köylere dağılmış durumdadır. Gayrimenkuller için sicil
kaydının yaptırılması, özellikle özel veya vakıf mülkleri için tapu belgelerinin bulunmadığı
dağlık kesimlerde kolay bir iş değildir.
Bağış ya da satın alma yoluyla yeni mülk edinmek için, Medeni Kanun’da belirtilen
temel şartların yerine getirilmesi, yani bir noter önünde yasal bir sözleşmenin yapılması ve
bunun tapu sicil müdürlüğüne kaydettirilmesi gerekmektedir. Şu ana kadar, vakıf yönetim
kurulları tarafından gayrimenkullerin edinilmesi ya da kullanılması konusunda ciddi bir
sorun bildirilmemiştir. Hassas bir konu olan vakıf mülklerinin vergilendirilmesi, ancak yakın
bir zamanda düzenlenmiştir. 2007 tarihli ve 3554 Sayılı Yasa’nın 7. maddesi uyarınca, vakıf
mülkleri vergiden ve diğer tüm yasal yüklerden muaf tutulmaktadır.
TRAKYA’DA VAKIFLAR
ANTLAŞMALAR VE KANUNLAR
a- 2 Temmuz 1881 İstanbul Antlaşması
b- 1-14 Kasım 1913 Atina Antlaşması
_ 337 _
Yunanistan Batı Trakya’da Var Olan Osmanlı Türk Vakıflarının Hukuki Statüsü ve Fiili Durumu
c- 2345/1920 Sayılı Yasa
d- 10 Ağustos 1920 Yunan Sevri
e- 1091/1980 Vakıflar Yasası
f- 3554/2007 Vakıflar Yasası
g- 3634/2008 Vakıflar Yasası
h- 3647/2008 Vakıflar Yasası
1821 YUNAN DEVLETİNİN KURULUŞU
(Mora Yarımadası-Peloponisos)
İSTANBUL ANTLAŞMASI (02.07.1881)
“Yunanistan’ ın sınırlarının Arta ve Preveze’ ye kadar genişlediği zaman yapılan antlaşma.”
18 Maddeden ibarettir.
Madde 4/b: Vakıf malları, camiler, medreseler, okullar ve diğer hayır kurumları ve hasenat
binalarının, vakıf mallarının bakımına ayrılan malların mülkiyeti de Yunan Devleti tarafından
tanınacaktır.
Madde 8: Yunanistan’a bırakılan topraklar üzerinde yaşayan Müslümanlara ibadet
özgürlüğü tanınır. Var olan veya ileride oluşacak olan Müslüman toplulukların örgütlenmesine
ve hiyerarşisine hiçbir helal getirilmeyecektir. Onlara ait olan taşınmazlara zarar verilmeyecektir.
ATİNA ANTLAŞMASI ((1-14).11.1913)
16 Madde, 3 Protokolden ibarettir.
3 NOLU PROTOKOL
10-Baş Müftünün görevi İslâm cemaatini gözetlemek, vakıfları yönetmek,
11-Kamu yararına olmadıkça, peşin ve yeterli ödeme yapılmadıkça hiçbir vakıf yeri
kamulaştırılamaz.
12-Tüm İslâm mezarlıkları vakıf sayılır,
13- İslâm cemaatinin tüzel kişiliği tanınmıştır.
15-Özel Müslüman okulları ve özellikle Selanik’teki Mithat Paşa Sanat Okulu tanınacak ve
kuruldukları günden beri var olan giderlerini karşılayan mülkler tanınacak,
Baş Müftü ve Müftüler bunları teftiş edecek.
2345 SAYILI KANUN (03.07.1920)
15 Maddeden ibarettir.
_ 338 _
İlhan AHMET
Kanunun adı: “Μüftüler ve Baş Müftü intihabıyla (seçimiyle) İslâm cemaatlerine ait evkaf
varidatının idaresine dair kanun”.
İsminden de anlaşılacağı gibi bu kanun müftülerin seçimini, yetkilerini ve vakıfların
idaresinin nasıl olacağını anlatmaktadır.
SEVR ANTLAŞMASI (29.09.1920)
20 Maddeden ibarettir.
Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan.
Yunanistan’daki azınlıkların korunmasına dair 10 Ağustos 1920 de Sevr’de imzalanan
anlaşma, Britanya, Fransa, İtalya, Japonya bir tarafta, Yunanistan diğer tarafta.
1 Ocak 1913 tarihinde Yunanistan Krallığına büyük topraklar katıldığı için, Yunanistan
Krallığı topraklarında yaşayanlara ırk, dil veya din ayrımı gözetmeksizin hak eşitliği vermektedir.
Bunun için de aşağıdaki maddeleri içeren antlaşma imzalanmaktadır.
Madde 2: Yunanistan kendi toprakları üzerinde yaşayanların özgürlüklerini din, dil, soy, ırk
gözetmeksizin sağlayacağını temin eder.
Madde 11: Yunanistan 1914-1919 s.a.v.aşını sona erdiren antlaşmalarla elde ettiği
topraklardaki toprak sistemini değiştirecek yeni yönetmenlikler çıkarmayacağı yükümlülüğünü
kabul eder.
Not: Batı Trakya 1919 Nuill Antlaşması ile Yunanistan’a bırakılmıştır.
Madde 14/b: Yunanistan camilerinin, mezarlıkların ve Müslümanlara ait diğer dinî
kurumların korunmasını karşılamayı üstlenir. Şu anda var olan vakıflar ve Müslümanlara ait
dinî ve hayır kurumlarına tam tanıma ve bütün kolaylıklar sağlanacak. Yeni dinî ve hayır
kurumlarının sağlanmasına da karşı çıkmayacak.
Yunanistan 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşması ile daha önce çıkarmış olduğu 2345/1920
sayılı kanunu uluslararası antlaşma ile tasdik etmiştir.
2345/12. Madde: Müftülüklerde vakıflar için yönetim kurulları oluşturulacak.
∙ 6 veya 7, en çok 12 kişiden müteşekkil olacaktır.
∙ 3 yıl için Müslümanlar tarafından seçilecektir.
29 Temmuz 1949 yılında kraliyet kararnamesi ile 2345/1920 sayılı yasanın 12. Maddesi
değiştirilerek Gümülcine 12, İskeçe 12, Dedeağaç 7, Dimetoka 7 üyeden oluşturulur
denilmektedir.
21 Nisan 1967 tarihine kadar cemaat seçimleri çıkarılan kral iradeleri ile problemli olarak
devam etmiştir.
1967 yılında Cunta, yukarıda saydığımız antlaşmaları ve kanunları yok saymıştır.
_ 339 _
Yunanistan Batı Trakya’da Var Olan Osmanlı Türk Vakıflarının Hukuki Statüsü ve Fiili Durumu
Cunta, 1967 yılında 65/1967 no’lu yasayla Yunanistan’da seçimle işbaşına gelen herkesi
kurumların başından uzaklaştırdı, yerine atamalar yaptı, bu durum Müslüman-Türk Vakıfları’nda
da gerçekleşti.
Aynı zamanda Dedeağaç’ta müftülük bulunmadığı gerekçesiyle Cemaat İdare Heyeti
dağıtıldı.
1974 tarihinde Cunta gitti. Yunanistan’a demokrasi geldi ancak vakıf idarelerine tayin
devam etti.
1980/1091 SAYILI YASA
Yunanistan, vakıfların idaresi konusunda yeni bir kanun çıkarmıştır.
23 Maddeden ibarettir.
a-4.Madde: Vakıfların her biri ayrı tüzel kişilik olacaktır. Her vakıf vergi yükümlülüğü
bakımından 542/1977 sayılı yasanın 46. maddesine göre vergi verecektir.
Madde 11: Birden fazla vakıfın bulunduğu belediyeler veya köy belediyelerinde, vali kendi
takdirine göre adayların başarı sırasını göz önünde tutarak seçilenlerden istediği kişiler ile
yönetim kurulunu oluşturur.
Madde 16: Her vakıf yönetimi vali tarafından kontrol edilir.
Madde 19: Vakıf, okul ise başka bir yönetim kurulu oluşturulur.
Kısaca bu yasa ile vakıflar valiye teslim edilmektedir.
NOT:
∙Azınlık ileri gelenleri bu kanunu reddetmiş, yasa uygulanma imkânı bulamamıştır.
∙Hafız Yaşar bu yasa yüzünden istifa etmiştir.
∙Batı Trakya’da okulların %60’ı vakıf malıdır, %20’si de cami ile aynı binadadır.
1974 yılında vakıf yöneticilerinin sözlü olarak Yunan idarecilerine vakıflardan vergi
alınmama konusunda yaptıkları müracattan sonra aldıkları sözlü “vermeyin” sözünden sonra
vergi ödememeleri neticesinde 6 milyon evro borç birikmiştir.
Yapılan itiraz sonrasında aşağıdaki kanun çıkarılmıştır.
3554/2007 Nolu yasa 16 maddeden ibarettir.
Bu yasanın 7. Maddesine göre vakıfların emlak ve gelir vergileri, pul paraları hariç kalmak
üzere vergi borçları silinmiştir.
3634/2008 Nolu yasa çıkarılarak 3554 sayılı yasanın 7. Maddesi tekrar değiştirilmiştir. Buna
göre “Taşınmaz Mal Bileşik Vegisi-Enieo Telos Akinitis Periusias ” isimli yeni bir emlak vergi
yasası çıkarılmıştır.
_ 340 _
İlhan AHMET
Buna göre:
Okul, cami, medrese ve mezarlıklar vergiden muaftır.
Gelir getiren diğer gayrimenkullerden % 0,1 (binde bir) oranında vergi alınacaktır.
Gayrimenkul * % 0,1=Emlak Vergisi
2008/3647 SAYILI YASA
“Batı Trakya Müslüman Azınlığın Vakıf ve Taşınmazlarının Yönetim ve İdaresi” 24 maddeden
oluşmaktadır.
Madde 6/1: Gümülcine, İskeçe ve Dimetoka Belediyeleri idari sınırları içinde olanlar hariç,
Trakya’nın yerleşim bölgelerinde kain her caminin veya camiler topluluğunun vakıf mal
varlığını Vakıf Heyetleri yönetir.
Madde 6/2: Vakıf heyeti üç kişiden oluşur, biri başkan, ikincisi kasadar ve üçüncüsü de üye.
Madde 7/1: Vakfın ait olduğu yerleşim biriminin Müslüman halkı, köy imamının olumlu
görüşünden sonra, vakıf heyetini seçer.
Madde 7/2: Seçilen şahıslar kendi aralarında toplanır, başkan, kasadar seçerler ve durumu
müftüye bildirirler.
Madde 7/3: Seçim neticelerini onaylayan yetkili müftü, devamında Bölge Genel Sekreterini
bilgilendirir.
Madde 8: Vakıf heyeti üyelerinden herhangi birinin tayinini reddi, ölüm veya ağır hastalık
gibi durumlarda, heyet en azından iki kişiyle devam eder.
Anlaşmazlık hallerinde problem müftü tarafından çözülür.
Madde 9: Vakıf heyeti, bu yasanın 3. Maddesinin 2. Paragrafında düzenlenen
yükümlülüklerin yanında her mali yıl içinde müftüye ayrıca hesap vermek zorundadır.
Madde 10: Bu maddeye göre, sonuçta vakıflar konusundaki yetkiler Genel Sekreterlikte
toplanmaktadır.
Madde 24/3: Seçimlerin yapılması veya idare heyetlerinin oluşmaması durumunda,
müftünün de görüşü alınarak Yunan vatandaşı Müslümanlardan oluşan kişilerden, Bölge
Genel Sekreteri geçici heyeti oluşturur.
Not:Bugün 24. Maddeye göre vakıflar yönetilmektedir.
SONUÇ
t TBZ‘M‘:BTB B[‘OM‘L IBLMBS‘O‘O LPSVONBT‘ WF DFNBBU WBL‘øBS‘O‘O IVLVL TƌTUFNƌOƌO
içine çekilmesi için, Lozan Batı Trakya ve Rodos/İstanköy’de yaşayan Müslüman cemaatlerle
içten ve derinlikli bir diyalog tesis edilerek özgürlükçü ve demokratik bir yasal çerçeve
_ 341 _
Yunanistan Batı Trakya’da Var Olan Osmanlı Türk Vakıflarının Hukuki Statüsü ve Fiili Durumu
geliştirilmeli, Müslüman cemaatlerin vakıflarını özgürce işletebilmelerini sağlayacak yönetim
ve idare yapıları kurulmalıdır. Antlaşması ve vakıflara ilişkin medeni kanunla uyumlu hale
getirilmelidir.
t½[FMWFLBNVTBMBMBOMBSBSBT‘OEBEBIBOFUCƌSBZS‘NPMNBM‘CVÎFSÎFWFEFB[‘OM‘LMBSLBSBS
ve yönetim yetkisine sahip olmalı ve devlet azınlığın haklarını korumak için açıklık, adil idare
ve hesap verebilirlik ilkelerinin garantörü olarak gözetim işlevini yerine getirmelidir.
t7BL‘øBSIFSIBOHƌCƌSΑLBSTBIƌCƌOƌOTƌZBTƌIFEFøFSƌOFWFHƌ[MƌBNBÎMBS‘OBUBCƌPMEVLMBS‘
sürece, en gelişmiş hukuki çözüm bile Müslüman vakıflarının sorunlarının çözülmesini
sağlayamayacaktır.
t,BZ‘Q PMNBMBS‘ EVSVNVOEB CBǵM‘DB WBL‘øBS‘O UBQV TƌDƌM CFMHFMFSƌ ΑLBSU‘MNBM‘ WF
gayrimenkuller azınlık vakıflarının adına tescil edilmelidir.
_ 342 _
ñVODP¶ONHOHULQGH
¡DðGDí9DNÜI
8\JXODPDODUÜ
2WXUXP
2WXUXP%DüNDQ×
'U/D\DFKL)(''$'
.DW×O×PF×ODU
<UG'Ro'U+VH\LQ(578d
'U$OL$VJKDU6$(,',
6HQDMLG=$-,029,&
<LGL:$',
_ 343 _
_ 344 _
ñ6/$0+8.8.7$5ñ+ñ1'(9$.,)/$5
ñ/(%$7,.¶/7¶5¶1'(.ñ%(1=(5ñ
.8580/$5,1.$5ì,/$ì7,5,/0$6,
<UG'RÁ'U+ÖVH\LQ(578¡
(U]LQFDQ¶QYHUVLWHVLr7¶5.ñ<(
Özet
İnsan, sosyal bir varlıktır. Bu yüzden toplum içerisinde yaşamak zorundadır. Toplumda
yaşayan insanların sosyal ve ekonomik durumu farklıdır. İnsan, doğası gereği, muhtaç olanlara
yardım etme eğilimindedir. Önceleri insanlar, ihtiyaç sahibi kimselere bireysel yardımda
bulunmuşlardır. Uygarlık seviyesi geliştikçe, bireysel yardımlaşma kurumsal yardımlaşmaya
dönüşmüştür. Bu yüzden, sosyal yardımlaşma ve dayanışma kurumları ortaya çıkmıştır. Bu
kurumlardan biri de vakıftır.
Vakıflar, İslâm’ın yardımlaşmaya verdiği önem sayesinde, İslâm dünyasında önemli gelişme
göstermiştir. Bu kurumlar, Selçuklular zamanında sosyal hayatın her alanında faaliyetler ifa
etmiştir. Osmanlılar döneminde daha fonksiyonel hale gelmiştir.
Bu kurum, Batı’da genellikle foundation, stiftung yada trust diye anılmaktadır. Orta Çağda,
yeterince gelişme gösterememiştir. Ancak sanayi devriminden sonra gelişmeye başlamıştır.
Günümüzde sivil toplum kuruluşlarının öneminin anlaşılmasıyla üçüncü sektör içerisinde yer
alan vakıflar, çok etkin hale gelmiş ve faaliyetlerini uluslararası düzeye taşımıştır.
Anahtar Kelimeler: Vakıf, üçüncü sektör, sosyal hizmetler, suistimal, kâr amacı gütmeyen
Abstract
The person is a social entity, that’s why he has to live in a society. The economic and social
situation of human beings who live in society is different. The human being tends to help
poor people instictively. At first, people used to give individual help to the poor. As the level
of civilization improved, individual helping changed into institutional helping. Thus, social
helping and solidarity institutions came out. One of them is foundation.
Foundations improved in Islamic world due to the importance given to helping in Islam.
These institutions, carried out activities in every part of social life in Seljukians. These
activities became more functional in Ottoman period.
This institution has been called foundation, stiftung or trust in the west. In the Middle Age, it
didn’t develop sufficiently. But after Industrial Revolution, it began to develop. Nowadays, with
_ 345 _
İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması
the comprehension of importance of civil society institutions, foundations in the third sector
has became more active and they have carried their activities into an international level.
Keywords: Foundation, third sector, social services, misuse, nonprofit sector
1. Vakıfların tarihçesi bakımından
1.1. Başlangıç ve tekamül süreci
İslam’dan önce de semavi dinlerin etkileriyle çeşitli kültürlerde çok olmasa da vakfa benzer
kurumların varlığı kabul edilmektedir. Ancak vakıflar; hizmet alanları, hukuki statüsü, amaçları
ve işlevleri bakımından hemen hemen bütünüyle İslam kültürünün ürünüdür (Gözübenli
2003: 27).
Menşei ve kökeni bakımından her ne kadar değişik teori ve görüşler olsa da vakıf kurumu;
hem teorik yönden, hem toplumda taban bularak yaygınlaşması bakımından ve hem de
kurumsallaşması itibariyle İslam kültürünün eseri olarak kabul görmektedir (Gözübenli 2003:
27; Akgündüz 1990b: 53). O kadar ki, 16. asra gelindiğinde Türk dünyasında vakıflar, İnsanların
problemlerinin yanısıra nesli kaybolan hayvanlara yönelme, yaralı kuşları tedavi etme gibi
konularla ilgilenme imkanına sahip olmuşlardır. Bu yüzden Batılı sosyal siyasetçiler bile, 16.
asır Türkiye’sine vakıf cenneti demişlerdir (Yazgan 1977: 15).
Buna karşılık, kamu kuruluşları yada özel kuruluşlar tarafından yardıma muhtaç olan
yoksullara, işsizlere, hastalara, özürlülere ve yaşlılara sağlanan hizmetler birçok ülkede 20.
yüzyılda gelişmiştir. Zira Ortaçağ Avrupa’sında yoksullara yardım edebilecek başlıca kuruluş
kiliseydi. Kilise daha çok manastırlar kanalıyla özellikle eğitim, yoksul ve hastaların bakımı gibi,
bugün sosyal yardım adını verdiğimiz hizmetlerin bir kısmını yerine getirmekteydi (Temel
Britanica 1993 XV 328). Ancak bunlar yetersiz ve kurumsal anlamdaki vakıf hizmetlerinden
oldukça gerideydi (Kendall vd. 1996: 15). Zaten sonraki dönemlerde Hristiyan hayır
kavramından uzaklaşılmış sırf seküler (dünyevî) amaçlı kurumlara dönüşmeye başlamıştır.
Özellikle İngiltere’de VIII. Henry’nin Manastırları ortadan kaldırması ile bu süreç hız kazanmıştır.
Vakıf benzeri kurumların bir kısmı kötü yönetim ve amaç dışı kullanım gibi sebeplerle ciddi
tepkilere maruz kalmışlardır. İngiltere’de Liberal İktisat Düşüncesinin öncüsü Adam Smith ve
Fransa’da Anna Robert ve Jacques Turgot gibi düşünürler amaçlarından sapma gösteren vakıf
benzeri oluşumları ağır biçimde tenkit etmişlerdir (The Encyclopaedia Brittannica Micropaedia
VII 937). Bu yüzden, bu tür yardım sistemleri bazı Avrupa ülkelerinde ve İngiltere’de 16. yüzyılda
etkisini iyice yitirmiştir (Taylor vd. 1999: 57; Strachwitz 2001: 133).
Batı’da başlangıçta vakıfların çoğunun, Ortaçağ’ın başlarında asil aileler tarafından dînî
kurumlar olarak diğer şeylerin yanında rahip olan genç oğullarına gelir sağlamak maksadıyla
kurulduğu ifade edilmektedir. Bu vakıfların yöneticilerini, Bir toprak ağası veya aile meclisi
atamıştır. Daha sonraları ise vakıf benzeri kurumları kuran krallar, hükümet veya ticari şirketler,
yeni vakıf benzeri kurumların yöneticilerini atamışlardır. Sağlıklı sosyal yardım hizmetleri,
ancak 19. yüzyılın sonlarında ve sayılı bazı ülkelerde yaygınlaşmaya başlamıştır (Crespi 2004:
153; Strachwitz, 2001: 133).
_ 346 _
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ
1.2. Dinin temel oluşturması
İslam Hukuku’nda vakıfların temel dinamiklerinin İslamın öğretileri olduğu bilinmektedir.
Batı hukuk kültüründe de yardımlaşmaya esas teşkil edecek kurumların temelinde dînî
telkinlerin yattığını söylemek mümkündür. Zira Hz. İsa’nın peygamber olarak geldiği dönem, mal
hırsı ve servet yığma düşüncesinin zirvede olduğu bir dönemdir. Din adamları halkın mallarını
haksız yollarla elde etmektedirler (Kur’an 9/34). Roma idarecileri halkı iki sınıfa ayırmışlardır.
Bir tarafta her imkânı elde edebilen asil ve soylular, diğer tarafta en basit insan haklarından
mahrum köleler ve ezilenler. Bu husus Matta İncili’nde Hz. İsa’nın dilinden anlatılmaktadır. Hz.
İsa, böyle bir ortamda peygamber olarak gönderilmiş ve ilk önce Yahudilerin alt-üst ettikleri
sosyal düzeni düzeltmeye çalışmakla işe başlamıştır (Yazgan 1977: 10).
Bugün elde mevcut İncil’ler Hıristiyanlıkta da bir sosyal yardım ve dayanışmanın olduğuna
işaret etmektedir. İncil, durumu iyi olanları, yoksullara, zayıflara, sıkıntıya düşmüşlere yardıma
teşvik eder (Matta 5/6). Fakiri yoksulu yedirenin kefili Tanrı’dır (Matta 25/34 vd.). Giyinmeye
ve yemeye çok önem verilmez, yaşayacak kadar gelirle geçinme övülür. Bağış yapmak teşvik
edilir. Gösteriş için sadaka vermek yerilir. Mal, altın ve gümüş yığmanın kötülüğü anlatılır.
Servete köle olunmaması istenir (Matta 6/1 vd.). Zenginlerin kötü âkıbetine dikkat çekilir. Dul
ve yetimlerin mallarını yiyip iyilik gösterisi yapanlar ayıplanır. Fakirlere acıdıklarını söyleyip
çalanlar kötülenir (Yuhanna 12/3 vd.).
İncil’de, bu ve benzeri naslarla yer alan ve sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı hedef alan
emirler, sonraları kilise sandıkları şeklinde müesseseleşmiştir. Kilise çevresinde oturanların
ödedikleri aidatlarla bu müesseselerin hayatiyeti devam ettirilmiştir (Yazgan 1977: 10). Orta
Çağ’da Katolik Kilisesi halkın refah seviyesinin yükseltilmesine katkılar sağlamış ve bir kısım
hizmetleri sunmaya çalışmıştır. Bu dînî gelenek, sosyal yardım alanındaki gelişmenin temel
dinamiğini oluşturmuştur. Bu konuda öncü rol kiliseye aittir. Ancak daha sonra kilise sahip
olduğu gücünü kaybetmiştir. Bunun sonucu, sahip olduğu serveti de devlete bırakmak
zorunda kalmıştır. Mesela 18. yüzyılda İspanya’da kilise sahip olduğu servetinden mahrum
bırakılmıştır. Bu servet, mahalliidarelerce hayır faaliyetleri için kullanılmıştır. Benzeri sıkıntılar
İtalya ve Polonya başta olmak üzere diğer Avrupa ülkelerinde de yaşanmıştır (Kendall vd.1996:
23; Strachwitz 2001: 133).
Bunun sebebi müessesenin farklı bir hukuki kişilikle gelişme göstermesi olmuştur. Çünkü
hayır amaçlı yapılan bağışlar doğrudan kiliseye yapılmıştır. Bu muamele bir taraftan kiliseyi
çok varlıklı bir hale getirirken ve kilise görevlilerine geniş imkânlar sağlarken diğer taraftan
idareyi elinde bulunduranların tepkisini çekmiştir. Yani büyük güce sahip bir ruhban sınıfının
oluşması ve bu sınıfın büyük paralara hükmetme yetkisini tekelinde bulundurması, zamanla
kiliseye dolayısıyla da vakıf benzeri kurumlara karşı tavır ve sert tedbirler alınmasına sebep
olmuştur.
Kurumun Batı’da farklı kişilikle gelişme göstermesinin ve yardımlarının kiliseye
yönlendirilmesinin sebebi ise Bu iki medeniyetin yardım kavramını algılama biçiminden
kaynaklanmaktadır. İslâmiyet ve Hıristiyanlık, insanların yeryüzünde yapacakları birtakım işlere
_ 347 _
İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması
göre kurtuluşa ereceklerini bildiren esaslar getirmiştir. Ancak yaklaşım ve vasıtalar birbirinden
farklılık arz etmektedir. Hıristiyanlık insanın cismani yönünü daha başlangıçta bir kenara atarak
ruhun kurtuluşu üzerinde durur. Kurtuluş, ruhun orijinal günahtan arınması, yani doğuştan
günahkâr olarak dünyaya gelen insanın hep Tanrı ile meşgul olarak ondan bağışlanma dilemesi
ile mümkündür. İyi bir Hıristiyan olmanın ayırt edici özelliği, iyilik yapmaktan ziyade kötülükten
kaçınmaktır. İyilik, ruhun kurtuluşuna yardım edici hizmetlerde bulunmakla olur ki, bu da Tanrı
ile kul arasında bir iştir. Kim Hıristiyan kardeşlerinin Tanrıdan bağış dilemesine yarayan hizmetler
yaparsa o zaman hayır işlemiş olur. Böylece hayır işleri ibadetlerle aynı manaya gelmiş olup,
Hıristiyanlar özellikle kiliselere ve benzeri dini kuruluşlara bağış yapmak suretiyle hayırseverlik
borçlarını ödeme yoluna gitmişlerdir. İslâm ise daha baştan Hıristiyanlıktakinin aksine ruh ve
beden ayırımına gitmeyerek her ikisini bir bütün olarak ele alır. İnsan, günahlarını ruh ve beden
ile işlediği gibi sevap kazandırması umulan işleri de ruh ve beden beraberliğinde işlemektedir.
Bu anlayışa paralel olarak İslâmiyet maddi hayat ile manevî hayat arasında da köklü bir ayırım
yapmaz. İnsanlar, dünyadaki nimetlerden tadacaklar, ancak Allah’ın kendilerine bildirmiş
olduğu ölçüler içerisinde kalacaklardır. Bu farklı çıkış noktası, İslâmiyet ve Hıristiyanlıkta
benzer fakat farklı karakterde hayır müesseselerinin oluşmasına sebep olmuştur. Hıristiyanlar
hayır hizmeti olarak din işlerine Müslümanlar ise hem din hem de dünya işlerine kendilerini
vermişlerdir. Müslümanlıkta ruh ve bedeni, dünya ile âhireti birlikte değerlendirmenin neticesi
olarak vakıf külliyeleri mükemmel bir hayır müessesesi olarak ortaya çıkmıştır. Müslümanlar da
cami ve mescit yaptırmaya önem vermişlerdir, fakat hayrın camiden ibaret olmadığını bildikleri
için, mabetlerin yanı sıra mektep, çeşme, kütüphane, medrese, dârüşşifa, imâret vb. eserler
meydana getirmişlerdir. Batı’da ise hayır denince, bütün bağışlar kiliseye yönlendirilmiş ve
hayır işleri genellikle bu mabetlerde görev yapan kimselerin inisiyatifine terk edilmiştir. Hayır
sahipleri bizzat hayır işlerini üstlenmedikleri için Ortaçağda, hayır kurumları hem çok gelişme
gösterememiş ve hem de hayır kurumlarında çeşitlilik oluşamamıştır (Güngör 1993: 74).
İslam’da ise ruhban sınıfı oluşmamıştır. Mescitler sadece ibadet yeri olarak kalmıştır.
Kilisenin üstlenmiş olduğu bu görevi, İslam dünyasında vakıf kurumu yerine getirmiştir.
Kurum, daha İslam’ın ilk dönemlerinde sadak-i mevkûfe olarak ortaya çıkmış ve yüzyıllar
süresince İslam Hukukundaki vakıf kurumunun gelişmesinde etkin rol oynamıştır. Kısacası,
Batı dünyasında mal topluluğu denilen vakıflar (foundations), kilisenin elindeydi. Bu yüzden
bağımsızlığını elde edemeyen vakıf benzeri kurumlar çok fazla gelişme gösterememiştir.
Karakteristik sivil toplum dini olan İslam’da ise mal topluluğunu oluşturan vakıflar, mescitten
bağımsız olarak gelişme göstermiş ve özellikle de ülkenin sosyal ve politik hayatında önemli
rol oynamıştır (Baloğlu 1997: 3). Vakıflar sadece kamu yararına faaliyetler göstermekle
kalmamış, servet ve mal topluluklarının yönetimini de büyük ölçüde elinde bulundurmuştur.
Bu durum İslam Hukuku’nda vakıfların gelişmesini sağlayan önemli bir unsur olarak öne
çıkmıştır (Kendall vd. 1996: 23).
Bu bağlamda, Batı’daki bu kurumlar IX. asra kadar yaşayabilmiş, daha sonra amacından
büyük ölçüde sapma göstermiştir. Öyle ki, XI. asırda Hıristiyanlar, kilise sandıklarında toplanan
paraları sosyal güvenlik amaçlı değil; daha çok Türkler üzerine gönderilen haçlı ordularının,
silah ve mühimmatının finanse edilmesine hasretmişlerdir (Yazgan 1997: 10).
_ 348 _
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ
Her ne kadar Batı kültüründe XX. asrın ikinci çeyreğinden itibaren ulaştığı seviye itibarıyla,
insan hakları, insanın sırf insan olmasından dolayı sahip olduğu haklar olarak ifade edilmeye
başlanmışsa da, özellikle dayandığı felsefi anlayış bakımından, bu hakların sistematik bir
bütünlük arz ettiğini söylemek oldukça zordur. Bu durum, büyük ölçüde Batı kültüründeki
insan haklarının her bir öğesinin, farklı gaye ve mülahazalarla, farklı zamanlarda peyderpey
tanınmasından kaynaklanmıştır. Ayrıca bu hakların büyük bir kısmı dini - ahlaki değerlerle
de desteklenmemektedir. Bundan dolayı, hukuk düzeninin tespit edemediği durumlarda, en
temel hakların bile her düzeyde rahatlıkla ve de en ağır şekilde ihlal edilebildiği, günümüz
dünyasının acı bir gerçeğidir (Gözübenli ts: 3).
Bu yönüyle İslâm dünyasında da Hıristiyanlık dünyasında da temeli dine dayanan bu
kurumlar, İslâm ülkelerinde genellikle başlangıçtaki amacı doğrultusunda gelişme gösterirken
Batı ülkelerinde amacından büyük ölçüde sapma göstermiştir. Bu da belli döneme kadar
batıda bu kurumun gelişmesini engellemiştir.
1.3. Sosyal ve mâlî hakların elde ediliş biçimi
İnsana insan olduğu için iyi muamele ve yardımı esas alan İslam Hukuku’ndaki vakıflara
mukabil, Batı kültüründe insanlara tanınan sosyal ve ekonomik haklar, menşei ve özü itibariyle,
her zaman insana sırf insan olması sebebiyle değer vermekten kaynaklanmış değildir. Sosyal
güvenlik hakları başta olmak üzere, Batı’da işçi sınıfına tanınan hakların menşei, açlık ve
sefaletle karşılaşan insanların taşkınlık ve tahriplerini önlemek amacına dayanmaktaydı.
Esasen işin temelini yine zenginlerin çıkarları oluşturuyordu. Onların ekonomik üstünlük ve
menfaatlerinin korunması bu aç ve sefil insanların nispeten teskin edilmesine bağlıydı. Yani,
işin temelini yine zenginlerin ekonomik üstünlük ve çıkarlarının korunması teşkil etmekteydi
(Kendall vd. 1996: 15, 24; Gözübenli 2003: 30). John F. Kennedy’nin “Özgür bir toplum çok
sayıdaki fakirine yardım edemezse, az sayıdaki zenginini kurtaramaz” (TÜSEV 3. Sektör 1996:
56). sözü adeta bu tespiti doğrular mahiyettedir.
Bilindiği gibi, daha çok Batı’da, ekonomik faaliyetler rasyonel girişimler oldukları için, bu
girişimler teknik rasyonellik esaslarına uygun olarak yürütülmek durumundadır. Kapitalist
dünya görüşüne göre, ekonomik hayat tamamen rasyonel esaslara göre oluşturulmalı ve
iktisadi faaliyetlerde sosyal yani dini ve ahlaki değerlerin etkisi minimum düzeye indirilmelidir.
Realitede bu durum fazlasıyla gerçekleşmiş ve kapitalist rejimin hakim olduğu toplumlarda,
ekonomik faaliyetlerde sosyal değerler tümden etkisiz bırakılmıştır.
Esasen İslâm’ın değerler sisteminde insanlara tanınan hak ve hürriyetler, insana insan
olduğu için bahşedilmiştir. Batı kültüründe ise, özellikle ekonomik ve sosyal hakların teori ve
pozitif hukuka yansıma sürecinde, aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Batı’da bu haklar,
kapitale sahip olanların ekonomik çıkarlarını koruma amacıyla tanınmıştır1.
1 %DWÜnGDÁRN]RUíDUWODUDOWÜQGDHOGHHGLOHQLQVDQKDNODQñVO¼PGÖQ\DVÜQGD$VÜUGDQ\DQL+]3H\JDPEHUGÐQHPLQGHQEHULYDUGÜU
%XKDNODU.XUnDQnGDVÖQQHWWH9HGD+XWEHVLnQGHYH0HGLQH$QD\DVDVÜQGDDÁÜNÁDEHOLUWLOPLíWLU2VPDQOÜ'HYOHWLEDíWDROPDNÖ]HUH
0ÖVOÖPDQ'HYOHWOHUGHNLJD\ULPÖVOLPOHUHDLWPDEHWOHUPÖONOHUPHNWHSOHUYHHVNLPDKNHPHNDUDUODQ\DQLíHUnL\HVLFLOOHULJÖQÖPÖ]H
XODíDQ FDQOÜ íDKLWOHUGLU %DWÜ GÖQ\DVÜQGD LVH 0DJQD &DUWD %LOGLUJHVL LOH )UDQVÜ] ñKWLODOL LOH SH\GHUSH\ HOGH HGLOPH\H
EDíODPÜíWÜU*HUÁHNPDQDGDKDNYHKÖUUL\HWOHU;,;YH;;$VÜUGDJHUÁHNOHíPLíWLU$PHULNDnGDLVH;9,,,<Ö]\ÜOGD\D\ÜQODQDQ9LUJLQLD
+DNODU%LOGLULVLnQLQNDEXOÖLOHELUNÜVÜPKDNODUHOGHHGLOPH\HEDíODQPÜíWÜU%N6DOLK6XEKLñVODP.XUXPODUÜÁHYñEUDKLP6DUPÜí
$QNDUDV$NJÖQGÖ]%HOJHOHUV
_ 349 _
İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması
Bu durum, sanayici ve diğer işverenlerin kazançlarını maksimize etme çabalarında,
işçilerin insan onuruna yakışmayacak çalışma şartlarına mecbur edilmelerinin etkisiyle
başlayan sosyal huzursuzluklara sebebiyet vermiştir. Varılan bu sonuç, idarecilere ve sosyal
bilimcilere, ekonomik rasyonalitenin sosyal değerlerle sınırlandırılması gerektiği gerçeğini
kabul ettirmiştir. Yine bilindiği gibi, ücretli - sabit gelirli kesimin ekonomik ve sosyal durumlarını
iyileştirmeye yönelik çabalar, temel itibarıyla bu sosyal huzursuzlukları önlemeye ve de varlıklı
kesimin iktisadi çıkarlarını korumaya yönelik sus payı mahiyetindeki bahşişlerdir. Yani, insan
hakları içerisinde yer alan ekonomik ve sosyal hakların kaynağı, sanayici ve diğer işverenlerin
ekonomik çıkarlarını koruma gayretidir (Kessler 1945: 33; Dönmezer 1995: 334-344; Gözübenli
ts: 11; Akgündüz 1990b: 116).
Diğer taraftan, Amerika kıtası geniş bir kıta olup zenginliklerle bilhassa altın madenleri ile
doludur. Afrika kıtası da yine zenginliklerle doludur. Avrupalılar tarafından keşfedilen siyah derili
insan kırbaçla tarlalarda ve maden ocaklarında çalıştırılmış, sonrada bunların alın teri ile üretilen
her çeşit hammadde yine kırbaç zoru ile bu insanların küreklerini çektikleri gemiler vasıtası ile
Avrupa’ya taşınmıştır. Avrupalılara kısa yoldan zenginlik doğmuştur. Amerika’daki zenginlikleri
üretmek için de Kızılderili insan kullanılmak istenmiştir. Ancak karşı koyan bu insanlar katledilerek
yok edilmiştir. O yok edilirken siyah derili insanlar gemilere doldurulup Amerika’ya taşınmıştır.
Kırbaç altında ocaklarda ve tarlalarda çalıştırılmıştır. Böylece Avrupa; Kızılderili ırkı yok edip,
siyah derili ırkın alın terini devamlı sömürmek sureti ile ve onların yaşadıkları toprakların da
bütün zenginliklerini kullanarak korkunç bir zenginliğe ulaşmıştır. Bu kadar horlanan ve ezilen
insanların haklarını elde etmeleri elbette zor olmuş ve hayli zaman almıştır (Yazgan 1977: 15).
Bu zorluğun sebebi, her sistemin kendini birtakım tedbirler manzumesi ile emniyete
almasından kaynaklanmaktadır. Feodalitede olsun monarşide olsun, faşizmde olsun ve
demir perde ülkelerinde yaşanan komünizmde olsun hep bu ilke geçerliliğini korumuştur.
Fakat Avrupa’nın yaşadığı kapitalizmde durum biraz farklı gelişme göstermiştir. Batı
Avrupa’da kapitalizm, demokrasi ve liberalizm ile beraber ilerleme kaydetmiştir. Kapitalist
düzenin yerleştiği çağlar, burjuvazi ile birlikte demokrasinin ve insan haklarının kök saldığı
çağlardır. Önceki sistemleri oluşturan feodalite ve monarşiyi kuşatan ve koruyan kurallar
birer ikişer ortadan kaldırılınca düzenin eskisi gibi yenisi de tam bir boşluk içinde her türlü
dokunulmazlığı yitirmiş oldu. Burjuvazi, yerleşik kuvvetlere karşı canı pahasına koparıp aldığı
hakları serbestçe kullanmaya çalışırken sistemin mantığı gereği, kendine karşı olanların da
seslerini yükseltmelerine tahammül göstermek durumunda kaldı (Ülgener 1983: 80). Bundan
sonradır ki kitleler birer birer sosyal hak ve güvenliklerini elde etmeye başlamışlardır. Yani
bu haklar lütuf olarak verilmemiş, zorla alınmıştır. Büyük zorluklar aşılarak elde edilen bu
haklardan geriye dönüş olmadığı gibi sivil toplum kuruluşlarının önemi daha iyi anlaşılmıştır.
Bu suretle bu kurumlar, önceki hakları muhafaza ve yenileri elde etme çabası içerisinde gelişme
göstererek faaliyetlerini sürdürmüşlerdir ve halen de gelişme göstererek sürdürmektedirler.
Bu karşı çıkış, sivil toplumun değerlerini sergileyen en önemli çıkıştır. İlk kez Amerikan
Bağımsızlık Bildirisi’nde, daha sonra Fransız Devrimi İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi’nde
ifadesini bulan bu anlayış ayaklanmaların esas gerekçesini oluşturmuştur (Ateş 1991: 37).
_ 350 _
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ
Bu noktada Batı ile İslam dünyasındaki en önemli ayırım noktası; Batı’da haklar, halkın
idareyi zorlaması ile güç şartlar altında ve bedeller ödenerek elde edildiği için değeri daha
iyi bilinmiş, İslam coğrafyasında ise haklar, devlet yada toplum tarafından atıfet ve lütuf
olarak verildiği için kıymeti o ölçüde bilinememiştir. Mesela bizde öğretmenler, örgütlenme
özgürlüğünün kısıtlanması sonucu, siyasal irade üzerinde bir baskı grubu oluşturamamakta;
bu yüzden yönetim, eğitim standartları üzerinde dilediği gibi oynayabilmektedir. Oysa Batı
ülkelerinde sınıftaki öğrenci sayısına varıncaya kadar eğitim standartları üzerinde öğretmen,
meslek örgütleri birinci derecede rol oynamaktadır. Vakıf ve benzeri kurumlardan oluşan
üçüncü sektör bu gibi durumlarda siyasal irade ve ona bağlı yönetimin hem en yakın yardımcısı,
hem de korkulu rüyası olmuştur. Toplumsal tepkinin siyasal iradeyi baskı altına alabildiği
ülkelerde toplumu sarsan olaylar karşısında parlamentoda milletin vekilleri kararsız ve rahat
davranamazlar. Çünkü krizler baş gösterebilir. Bu ülkelerde güvenlik güçlerinin başarısı da,
büyük ölçüde vatandaşlar arasındaki yardımlaşma, dayanışma, toplumsal direnç ve tepkiye
bağlıdır. Bunun gerçekleşmesinde de, yukarıda zikredildiği gibi vakıf vb. kurumların rol ve
etkisi büyük olmuştur (Baloğlu 1994: 14).
2. Vakıflarda aranan kriterler bakımından
Orta Çağ’da göz ardı edilmesine rağmen günümüzde rasyonel yaklaşımlar sonucu Batı’da
vakıf benzeri kurumların önemi anlaşılmıştır. Bunun neticesinde, genel olarak üzerinde
anlaşılan ve vakıf benzeri kurumlarda bulunması gereken bir kısım kriterler tespit edilmiştir.
Bunlar: Kurumun anlamlı ve sürekli bir kurumsal yapısının olması, mal varlığının olması,
kamu sektörü dışında olması, yani kamu sektörünün bir parçası olmaması, sahibine veya
yöneticilerine kâr dağıtmaması, kârlarını kuruluşun amaçları ve misyonu için kullanmaları,
kendi kendini yönetmeleri, özgürce karar alma ve uygulama yetkisinin olması, kamu amaçlarını
destekleyici nitelikte olması, gönüllülük esasına dayanması, üyelik esasına dayanmaması
şeklinde özetlenebilir (Aydın 2002: 40).
2.1. Vakıfların malvarlığı
Toplumda oynadığı önemli rolden dolayı vakıf hizmetlerinin yanında vakfın malvarlığı
da büyük önem taşımaktadır. Yani vakfedilen kıymet, menkul veya gayrimenkulun getirişi,
vakfın amacını gerçekleştirecek faaliyetler yapmasına yeterli olmalıdır. Hemen hemen tüm
vakfiyelerde amaçlanan hizmetler ile onlara ayrılan malvarlıkları arasında gerçek bir dengenin
bulunduğunu ve hatta şart koşulan hizmetlere fazlası ile gelir kaynaklarının ayrılmış olduğu
bilinmektedir.
Günümüzde ise TMK Hükümlerine göre, 2004 yılı için vakıf kuruluş asgari malvarlığı tutarı;
sosyal ve kültürel amaçlı vakıflar için yaklaşık olarak 376 milyar TL, eğitim ve sağlık amaçlı vakıflar
için 564 milyar TL ve diğer amaçlı vakıflar için ise 940 milyar TL olarak belirlenmiştir (Karşılaştırmalı
Rapor 2004: 1-3). Yani Türkiye’de yeni bir vakıf kurmak en az 250.000 Amerikan Doları ve zorlu bir
tescil süreci gerektirir ki bu durum hayır etkinliklerinin yolunu açacak mekanizmaları geliştirmek
isteyen küçük şirketler için caydırıcı olabilmektedir (Bikmen 2004: X 5).
_ 351 _
İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması
Avrupa’da ise yeterli malvarlığının ne olduğu ülkelere göre değişmektedir. Ancak aşağıda
belirtilen yöntemler, en yaygın olarak kullanılanlarıdır:
İlgili yasada açıkça belirtilen sabit tutar.
Kuruluşun amaçlarını gerçekleştirmek için gerekli anavarlığın yeterli olması genel kuralı.
Başlangıçta mülk tahsisinin gerekmemesi.
Kuruluş sırasında sabit tutarda minimum sermaye yatırılması kuralının geçerli olduğu
ülkelerde bu tutar 5000 ile 100.000 Euro arasında değişmektedir. Yasaları uyarınca en az
anavarlık tutarı gereken ülkelerde geçerli tutarlar aşağıda belirtilmiştir:
Avusturya: Özel vakıflar (privatestiftung) için 72.670 Euro.
Belçika: Kuruluş sermayesi olarak 24.800 Euro yatırılması gerekmektedir.
Danimarka: Minimum kuruluş sermayesi olarak 34.000 Euro yatırılması gerekmektedir.
Finlandiya: Minimum kuruluş sermayesi olarak 25.050 Euro yatırılması gerekmektedir.
Liechtenstein: Minimum sermaye olarak 30.000 İsviçre Frangı (yaklaşık 19. 500 Euro)
yatırılması gerekmektedir.
Bu ülkelere ek olarak Fransa’da da vakıf kurmak için sabit bir sermaye yatırılması
gerekmektedir. Ancak Fransa yasalarına göre bu tutar, Avrupa Birliği’ne üye ülkeler arasında
en yüksek tutardır. Devletin onayladığı vakıfların en az 762.000 Euro anavarlığa sahip olması
gerekmektedir. Bu durumda bile Devlet Konseyi bir vakfın kuruluş sermayesinin amaçları için
yeterli olup olmadığını tespit etme ve ek miktar yatırılmasını talep etme hakkına sahiptir.
Diğer bazı ülkelerde yasalara göre minimum sabit bir anavarlık gerekmeyip, kuruluş
sırasında minimum varlığının vakfın amaçlarını karşılamak için yeterli olması gerekli
görülmüştür. Örnek olarak Avusturya’da yasaya göre genel amaçlı vakıflar (stiftungen) için
minimum sermaye kuralı yoktur; ancak sermayenin belirtilen amacı yerine getirmek için
yeterli olması gerekmektedir. Aynı şekilde Almanya’da yasalar uyarınca minimum sermaye
gerekmemektedir; ancak resmi makamlar bir vakfın varlıklarının, belirtilen amaçları yerine
getirmek için yeterli olup olmadığını tespit etmelidir. Resmi makamlar genelde vakıfların
en az 50.000 Euro sermaye ile kurulmasını gerekli görmektedir. İtalya’da da ilgili yasaya göre
minimum sermaye gerekmemektedir; ancak resmi makamlar bir vakfın aktiflerinin belirtilen
amaçları yerine getirmek için yeterli olup olmadığını tespit etmelidir. Bakanlık veya bölgesel
düzeyde resmi makamlar farklı rakamlar uygulamaktadır. Bunlar içinde Bakanlığın gerekli
gördüğü en yüksek tutar yaklaşık 100.000 Euro’dur.
İşin ilginç yanı, minimum sermaye kuralı ile ülkelerin kalkınma düzeyleri arasında doğru
orantı bulunmamasıdır. Bazı Batı Avrupa ülkeleri çok özgürlükçü davranarak vakıf kurmak için
kuruluş sermayesini gerekli görmemektedir. Örnek olarak Hollanda yasalarına göre vakıflar
kuruluş sırasında mal tahsis etmek zorunda değildir, ihtiyaç duyulan varlıkların gerektiği
zamanda temin edilmesi yeterlidir. Resmi makamlar vakıfları sadece gereken ana varlığa
_ 352 _
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ
sahip değil iseler ve kaynak oluşturamıyorlarsa denetlemektedir; bu denetimin sonucunda
vakfı tasfiye etmek için mahkeme kararı alınabilmektedir. İngiltere’de minimum sermaye
gerekmemektedir. Ancak bir vakıf yeterli mali kaynaklara sahip değilse Charity Commission of
Englandand Wales2 tarafından tescili uzun süre geciktirilmektedir.
Son olarak, vakıf kurmak için yüksek sermayeye sahip olunması kuralı bulunan ülkelerde
genelde üçüncü bir kâr amacı gütmeyen örgütlenme biçimi daha bulunmaktadır. O da, üyesi
olmayan ve mal varlığı bulunmayan örgütler. Bunlar genelde başkalarından bağış alan veya
gelir elde eden sivil toplum örgütleridir. Söz konusu sivil toplum örgütleri genelde hizmet
sağlayan kuruluşlardır. Bunlar arasında fikir üreten örgütler (think-tank), sosyal hizmet
örgütleri, kâr amacı gütmeyen üniversiteler ve eğitim merkezleri bulunmaktadır. Bu tür
örgütlerin isimleri farklı olabilmektedir, örnek olarak Çek Cumhuriyeti’nde ve Macaristan’da
yaygın olarak “kamuya yararlı şirket” ismi kullanılmaktadır (Karşılaştırmalı Rapor 2004: 1-3).
Netice olarak vakıfların önceden belirlemiş oldukları amaçları gerçekleştirmek için belirli
bir miktar paranın tahsisi gerekmektedir. Ancak genellikle Batı ülkelerinde bu şartı yerine
getirmek daha kolay ülkemizde ise miktarın yüksekliği dolayısıyla daha zordur. Çünkü bu kadar
miktarın tahsis edilmesi her zaman mümkün değildir. Bu rakamın yüksek tutulması yozlaşmayı
ortadan kaldırma düşüncesine dayanmaktadır. Oysa vakıf kurmayı alabildiğine kolaylaştırmak
bir yozlaşma sebebi ise bu ölçüde zorlaştırmakta bu kurumu yokluğa mahkûm etmek anlamına
gelmektedir. Esasen vakıf kurumunun yozlaşmasında, vakfa tahsis edilecek malvarlığının
düşüklüğü değil; idarenin sivil oluşumlara menfi bakış açısı önemli rol oynamaktadır (Aydın
2004: 241). Batı’da sivil toplum kuruluşlarına olumsuz bakmak bir yana bu kuruluşlar, ülke
kalkınmasının lokomotifi ve halkın taleplerinin yönetime yansımasının önemli bir unsuru
olarak görülmektedir. Bu farkındalık kurumların hızla çoğalmasını ve gelişmesini sağlamıştır.
2.2. Vakıfların bağımsızlığı
Vakıflar, kendi parasal kaynağı olan ve bunu kendi ihtiyacına göre kendi kararı ile kamu
yararına projeler veya faaliyetler için harcayan kuruluşlardır. Bunlar, hükümetten ve diğer kamu
kurumlarından tamamıyla bağımsız olup bağımsız mütevelli heyetleri tarafından yönetilirler
(Avrupa Komisyonu’nun ... Tebliği 2001: 4). Bu durum bizde de Batıda da böyledir (Kendall
vd 1996: 15). XIX. asrın ilk çeyreğine kadar, ülkemizde vakıflar üç ana grupta toplanmaktadır.
Bunlar; Osmanlılardan önceki İslam devletlerinden intikal edenevkâf-ı kadîme, mîrî arazinin
temliki ile kurulan evkâf-ı irsâdiye ve Osmanlı tebasından hayırsever kimselerin kendi
mülklerinden ayırdıkları mallarla tesis ettikleri evkâf-ı sahîhe-i lâzimedir.
Bu vakıf türlerinden her biri, vakfiyelere göre, vakfiyeleri olmayanlar da eski teâmullere göre,
ayrı hükmi şahsiyetler olarak faaliyetler göstermişlerdir. Evkâf-ı İrsâdiye ile evkâf-ı kadîmenin
bir kısmı dışında kalan, diğer vakıflar üzerinde hükümetlerin doğrudan müdahalesi olmamıştır.
&KDULW\&RPPLVVLRQRI(QJODQGDQG:DOHV\ÜOÜQGDNXUXODQYHEDNDQOÜNODUGDQEDðÜPVÜ]ELUNDPXRUJDQÜGÜU%DíNDPJÖQFHO
ELOJLOHULSDUODPHQWR\DELOGLUPHNWHQVRUXPOXRODQEDNDQWDUDIÜQGDQDWDQÜU&RPPLVVLRQEDNDQOÜNLOH\DNÜQLOLíNLGHÁDOÜíÜU\DVDPDVÖUH
FLQHJLUGLOHUVDðODUYH67.nODULÁLQNDQXQLOHX\XPXQXVDðODPDNNÐWÖX\JXODPDODUÜYHVXLLVWLPDOOHULHQJHOOHPHNHWNLQ\DVDOPDOLYH
\ÐQHWLíLPÁHUÁHYHVLLÁLQGHGDKDL\LÁDOÜíPDVÜQÜVDðODPDNHNRQRPLNYH\DVDOJHOLíPHOHUHX\XPXVDðODPDNL\L\ÐQHWLíLPYHKHVDS
YHULOHELOLUOLðLJHOLíWLUPHDODQODUÜQGDKL]PHWYHULU
_ 353 _
İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması
Kadı huzurunda yapılan murafaalı duruşma sonunda, şer’iye sicillerine yapılan tescilin haricinde,
merkezî bir tescil makamı bulunmadığından evkâf-ı sahîhe-i lâzimeden birçoğunun varlığından
merkezî hükümetin haberi bile olmamaktaydı (Elmalılı 1973: 112-116). Bu vakıflar, vakıf
kurucularının belirlediği esaslara ve yerinden yönetim esaslarına göre yönetilmekteydiler.
Günümüzde ise TMK Madde 106 uyarınca Genel Kurul toplantılarında VGM temsilcisinin
bulundurulması zorunludur. Bu durum vakıfların bağımsızlığına gölge düşürmektedir.
Avrupa’da ise Hükümet temsilcilerinin özel gönüllü kuruluşların genel kurul toplantılarına
katılmaları, Avrupa standartlarına aykırı bir uygulama olarak kabul edilmektedir. Ayrıca, böyle
bir kural, Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’nun kesin ihlali anlamına gelmektedir. (Madde 8
çerçevesinde koruma altında olan özel hayatın korunması hakkı.)
AB ülkeleri genel olarak, kurul toplantılarının vakıf ve sivil toplum örgütlerinin özel ve kendi
içişlerine yönelik faaliyetleri olduğunu benimsemiştir. Hükümet yetkilileri nasıl ticari şirketlerin
yönetim kurulu toplantılarına katılamıyorlarsa aynı şekilde vakıf kurul toplantılarına katılma
hakkına da sahip değillerdir. Denetim konusundaki yaklaşım farklılıklarına rağmen, Avrupa
ülkeleri, vakıf ya da STK’ların kurul toplantılarına hükümet katılımını zorunlu kılmamakta ve
izin vermemektedir.
Gerçekten de, bu görüş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu konu ile ilgili doktrini
tarafından da desteklenmektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa Konvansiyonu’nun
8. Maddesinde3 “özel hayat” ve “ev” kelimelerinin mesleki veya ticari faaliyet yada tesisleri
kapsayacak şekilde genişlemesinin “8. Maddenin, bireyi kamu makamlarının keyfi müdahaleleri
karşısında korumak olan temel amacı ve hedefiyle tutarlı ve uyumlu” olduğunu beyan etmiştir.
Avrupa Konvansiyonu’nun 8. Maddesinin mesleki ve ticari tesisler için de geçerli olduğu
gerçeği göz önüne alınırsa, bu maddenin, vakıflar da dahil olmak üzere gönüllü ve kâr amacı
gütmeyen kuruluşlar için de aynı ölçüde geçerli olduğu sonucuna varılabilir. Bu nedenle, 8.
Madde, hükümetin, (vakıflarda dâhil) STK’ların genel kurullarda dahil olmak üzere yönetim
organlarının toplantılarına katılmasına engel teşkil etmektedir (Karşılaştırmalı Rapor 2004: 3-4).
Batı’da vakıf benzeri kurumların İslam dünyasına nispeten daha bağımsız olması
gelişmeleri için önemli bir sebep teşkil etmiştir. Vakıf benzeri kurumlara güven duyulmaktadır.
Temel kabul bu kurumların faydalı sivil toplum kuruluşu olduğu yönündedir. Yani öncelikle ve
öncelikle güven esas alınmıştır (Mcllnay 1998: 3).
2.3. Vakıflarda gönüllülük esası
Vakıflar, başlangıçta tamamen gönüllülük esasına dayanan bir hizmet anlayışını
benimsemiş bir özel hukuk kurumudur. Bunlara katılım için herhangi bir zorlama olmadığı
gibi aidiyet bakımından kamu kurum ve kamu mallarıyla ilgileri de yoktur. Kamusal yönetimin
vakıflar üzerinde sadece kontrol yetkisi vardır.
$YUXSDñQVDQ+DNODQ.RPLV\RQXnQXQ0DGGHVLíXíHNLOGHGLU+HUNHVELUELULQLQÐ]HOYHDLOHKD\DWÜQDKDQH\DíDPÜQDYH\D]ÜíPD
Ð]JÖUOÖðÖQHVD\JÜOÜROPDOÜGÜU<DVDODQQJHUHNWLUGLðLYHGHPRNUDWLNELUWRSOXPGDXOXVDOJÖYHQOLNPHQIDDWOHULQLQNDPXJÖYHQOLðLQLQ
YHÖONHQLQHNRQRPLNIHUDKÜQÜQNRUXQPDVÜVXÁYH\DNDUJDíDQÜQÐQOHQPHVLWRSOXPVDOVDðOÜðÜQYHDKODNLGHðHUOHULQNRUXQPDVÜ\DGD
EDíNDODUÜQÜQKDNYHÐ]JÖUOÖNOHULQLQNRUXQPDVÜLÁLQJHUHNOLROGXðXGXUXPODUKDULFLQGHEXKDNNÜQNXOODQÜOPDVÜQDNDPXPDNDPODQQFD
PÖGDKDOHHGLOHPH]
_ 354 _
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ
Osmanlı Devletinin son dönemlerinde, bilhassa Tanzimatla birlikte Batılılaşma sürecinin
bir uzantısı olarak, merkezileşme anlayışı her alana yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Bu anlayışın
bir sonucu olarak vakıfların yönetimi de tedricen merkezileştirilmiş ve vakıfların yönetimi
yanında birçok vakfın mülkiyeti üzerinde de kamu adına merkezi yönetimin tasarruf hakkı
olduğu düşüncesi ortaya çıkmıştır (Öztürk: 2004: 63-68).
Günümüz dünyasında ise çağdaş demokrasiler başlıca üç sektöre ayrılırlar:
Birincisi, tüm çalışanları genel veya katma bütçeler ile belediyeler ve diğer kamu
bütçelerine bağlı kamu hizmeti görevlilerinden oluşan “birinci sektör”dür. Buna kamu sektörü
de denir.
İkincisi kâr amaçlı özel sektördür. Devletin ekonomik gücünü esas bu sektör oluşturur.
İşveren ve işçi sendikaları ve konfederasyonları ile odalar ve borsalar da bu sektöre ait
kuruluşlardır.
Üçüncüsü ise vatandaşların, kâr paylaşma amacı gütmeksizin, gönüllü olarak kamu
görevlerine iştirakini sağlayan vakıf ve dernek gibi gönüllü kuruluşlardan teşekkül eden
üçüncü sektördür.
Çağdaş demokrasilerin önemli bir özelliği, katılımcı ve çoğulcu olmasıdır. Katılımcılığı
ve çoğulculuğu sağlamakta vakıf ve derneklere önemli görevler düşmektedir. Şöyle ki,
vatandaşların gönüllü olarak kamu görevlerine malvarlığı ile katılımı oluşturan örgüt vakıftır;
düşünce ve emek bağlamında örgütleyen ise dernektir. Birincisi daha çok nakdi diğeri ise fikri
düzeyde gerçekleşmektedir (Türkiye Üçüncü Sektör... Beyannamesi, 1994: VII; Baloğlu 1994:
3). İslam dünyasında bu kurumların, tamamen gönüllü ve ulvi gayelerle yüzyıllar boyunca
hizmetler verdiği bilinmektedir.
Vakıf benzeri kurumların çalışmalarında mevcut servetin işletilmesinin yanında, gönüllü
hizmet kabul etmek ve bunları değerlendirmek suretiyle maddi varlığını ve hizmetlerini çok
büyük ölçüde genişletmek imkânı mevcuttur. Batı ülkelerinde ve özellikle Amerika’da sosyal
hizmetlere ayrılan paraların yanında gönüllü hizmetlerin nakdi değere dönüştürülerek ifadesi
de büyük bir tutarı oluşturmaktadır. Mesela Amerikan Kızılhaç’ının Milli Gönüllüler Şubesi
müdiresi Mis. Robert Wilson’a göre sosyal davalara kendini vermiş gönüllü olarak çalışan
Amerikan kadını 20 milyondur (1. Sosyal Hizm... 1959: Tuncay 1984: 312) Bunlar haftada en
az 3 saat fahri hizmet görürler. Bu şekilde sosyal hizmetlere tahsis edilmiş olan saatler asgari
ücret üzerinden hesaplanarak para ile ifade edilecek olursa yılda 2 milyar 250 milyon $ gibi
büyük bir rakam karşımıza çıkmaktadır. Amerikan Eski Cumhurbaşkanı Eisnhower, bu gönüllü
kadın topluluğu için “Cemiyetimizin büyük şerefi ve Birleşik Devletlerin silahlı kuvvetlerinin
cümlesinden beş defa daha önemlidir” ifadesini kullanmıştır.
Bizim ülkemizde ise nüfusa kültürel ve sosyal seviye farkına göre bunun yüzde ve hatta
binde biri sağlanabilse, ülke imkânlarına göre çok büyük bir meblağa ulaşılabilir (Tuncay 1984:
312; Koç 2002: 15).
_ 355 _
İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması
2.4. Vakıflarda kurbet kasdı
İslam Hukukuna göre vakıflarda amacın kurbet kasdına uygun olması gerekmektedir.
Vakfın meşruiyetinde yatan asıl sebep, sürekli sadaka anlamına gelen, vakıfla hayır cihetlerine
tasaddukta bulunarak Allah’a yaklaşması gayesidir. Bu yüzden İslam hukukçuları vakfın
amacının kurbet olmasını yani sevap ve ibadet olan bir fiile vesile olmasını şart koşmuşlardır
(Kubeysî 1977: I 34, 396; Akgündüz 1996: 234). Bu sebeple; vakıf işlemlerinde kurbetkasdının
sadece “vâkıfın inancı”nda “sübjektif’ olarak gerçekleşmesi yeterli görülmemiştir. Yargı
organını normatif denetiminin sağlanabilmesi ve vakfın amacının meşru olup olmadığının
denetlenebilmesi için, kurbetin “objektif’ gerçekleşmesi; diğer bir ifade ile İslam’a göre de
somut vakıf kurma işlemindeki “tahsis”in “tasdik edilebilmesi” aranmıştır.
Uyulması gereken ikinci ilkede “mahfuz hisseye riayet” dir. İslam Hukuku’na göre, ölüme
bağlı işlemlerde bir kimse ancak terekesinin üçte birinde tasarruf edebilir. Gerisi mirasçıların
iznine bağlıdır.
Her iki ilke açısından da bazı sapmalar ve kanuna karşı hileler müşahede edilebilir. Bu istisnai
durumlar bir tarafa bırakılacak olursa, İslam Hukuku ile Batı Hukuku bu açıdan karşılaştırıldığı
takdirde, Hatemi çok genel bir çerçeve içinde şu tespiti yapmaktadır. “İslam Hukuku; “birr”
ve “takva” doğrultusunda oldukça ve mirasçıların haklarına da riayet edildikçe, “gönüllü
kuruluşlar” şeklinde ifade edilmeye başlanan girişimlere daha elverişli bir ortam hazırlamıştır.
Osmanlı Türk Hukuku’ndaki gelişme de bu iki temel ilke açısından gözlemlenmelidir: “Şahıs
toplulukları”na da amaçları “birr” ve “takva” yönünde olmak şartı ile cevaz verildiği halde, İslam
Pozitif Kamu Hukuku uygulamasındaki önemli sapma açısı ve bu açının gitgide büyümesi,
şahıs topluluklarının tüzelkişiliğinin belirginleşmesini önlemiştir. Bu da “vakıf’ türünden
tüzelkişiliğin büsbütün güçlenmesine yol açmıştır. Batı’daki ve özellikle Katolik Dünyasındaki
tarihi gelişim ise farklı olmuştur. Vakıf türünden ayrı ayrı tüzel kişilikler yerine başta “kilise”
manevi şahsiyetine, birde kilisenin tanıdığı “tarikat” manevi şahsiyetlerine yapılan “yükümlü
bağışlamalar”, vakıf türünden tüzelkişiliğin belirginleşmesini önlemiştir. Ancak, Protestanlık
(reformation) hareketinden sonra, Cermen Hukuku’nda geliştirilen “stiftung” kurumu ortaya
çıkabilmiştir.
İslam Hukuku’nun özellikle “kurbetkasdı” yönünden getirdiği ilke ve düzenlemeler,
“gönüllü kuruluşlar” ın, örgütlü özel çıkar gurupları (baskı gurupları) haline dönüşmesini
önleyici tedbirlerin başında gelmektedir. Zira İslam dünyasındaki vakıf müessesesini, diğer
hukuk sistemlerinden ayıran en önemli fark gaye farkıdır. Vakfın meşruiyetinde yatan asıl
sebep, kişinin vakıf yoluyla tasaddukta bulunarak Allah’a yaklaşma gayesidir. Bu gayeye her
zaman riayet edildiğini söylemek mümkün olmasa da genel itibariyle insanlar bu hususa
dikkat etmişlerdir (Hatemi 1996: 15; Akgündüz 1990b 85). Ayrıca İslam hukukuna göre kurulan
vakıflardaki manevi sorumluluk anlayışı Batıdaki vakıflarda bulunmamaktadır. Mesela dua,
beddua ve lanete uğrama korkusu bağlamındaki yaptırımı, Batı hukuk kültüründeki vakıf
kurumunda görmek pek mümkün değildir (Mcllnay 1998: 34).
_ 356 _
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ
3. Vakıfların bugünkü durumu bakımından
3.1. Sektörün büyüme ve gelişmesi
3.1.1. Nitelik olarak
Günümüzde vakıf benzeri kurumlar, Avrupa’da ve bilhassa Anglo-Sakson ülkelerde çok
daha fonksiyonel olup, her geçen gün daha da değeri anlaşılmakta, sayıları artmakta ve
hacimleri genişlemektedir. Prof. Ernest Renter’in bu konudaki görüşleri şu şekilde özetlenebilir:
Vakıflar hemen her ülkede mevcut olup önemli role sahiptir. Hele Anglo- Sakson ülkelerinde
vakıfların rolü çok daha benimsenmiş bulunmaktadır. Bu ülkelerdeki kamu hizmetleri ve
bunları yerine getirmek için yapılan masraflar ile Avrupa’da bilinegelen durum arasında bir
mukayese bile yapılamaz. Anglo-Sakson ülkelerinin hemen her tarafında genel vakıfların kamu
hizmetlerine mahsus binaların yükseldiği görülür. Devlete ve komüne ait kamu hizmetlerinin
ifası konusunda bu gelişmeler alınmadan yapılacak mukayeseler doğru olmayan neticelere
varır. Avrupa’da dînî mahiyette olan vakıfların yanında kamu hizmetleri vakıfları, aile vakıfları,
büyük endüstri muhitlerinde sosyal işleri ifaya tahsis edilen vakıflar, araştırma enstitüleri için
vakıflar ve komün vakıfları da yer almaktadır.
Bazı belirli gayeler için sarf edilen ilk paraları vakıflar temin ederler. Genellikle tanınmış
vakıfların verdiği heyecan ile ma’şeri vicdan uyanmış ve vakfın harekete geçirdiği bu faaliyet
sonraları kamu idaresinin sürekli olarak ele aldığı bir görev haline gelmiştir. Buna paralel olarak
şehirlerde yardım müesseseleri çoğalmıştır.
Batı’da4beledî vakıflar da büyük hizmetler üstlenmiş bulunmaktadır. Özellikle Almanya’da
Beledî vakıflar sisteminin çok eski bir tarihi vardır. Genellikle vakıf bütçeleri şehrin asıl
bütçeleri ile karıştırılmamakta ve statülerinin kendilerine yüklediği hizmetlerin icrasına tahsis
edilmektedir.
Şehirliler, kamu işlerinin bu çalışan kolunu vakıflarla birlikte faaliyete getirip işlettikleri
oranda, şehir idaresi fiili olarak vakıf kaynaklarından istifade edebilir. Bunun neticesi olarak da
vergi ihtiyacında bir hafifleme görülür.
İsviçre kanunlarında da beledi vakıflar benzer şekilde faaliyetler göstermekte ve şehirlerin
daha düzenli ve istikrarlı bir şekilde büyümesinde ve gelişmesinde önemli bir yer tutmaktadır
(Tuncay 1984: 308).
Günümüzde bunların ötesinde artık devletlerarası, devletler üstü oluşumlar ortaya
çıkmaktadır. Belli problemleri çözmek için çok önemli sivil toplum ağları kurulmaktadır. Mesela
Avrupa Genişleme Ağı adı ile sivil toplum ağları kurulmuştur. Yine Amerika ve Avrupa’da Sivil
toplum merkezleri kurulmaktadır. Filantropik organizasyonlar, yani üçüncü sektör kuruluşları
nasıl yönetilir diye sertifika programlarının ötesinde özellikle lisansüstünde derece programları
çıkmaya başlamıştır. Bu alanda bizde üçüncü sektör vakfının bu anlamda hizmet oluşturma
çabaları mevcuttur (Mcllnay 1998: 8-14).
$OPDQ íHKLU LGDUHOHULQLQ WDVDUUXIXQGD EXOXQDQ PÖONOHULQ EÖ\ÖN ELU NÜVPÜ YDNÜIODUD DLWWLU %XQODU \D GRðUXGDQ GRðUX\D YDNÜIODUD DLW
PÖONOHUGLUELOKDVVDRUPDQODUYHHNLOHELOLUWRSUDNODU\DGDíHKLUOHULQYDNÜIVHUPD\HVLQL\DWÜUPÜíROGXNODUÜHPODNWLUìHKLUKL]PHWOHULQGHQ
ELUÁRðXQX \HULQH JHWLUHELOPHN Ö]HUH Ð]HOOLNOH íHKLUOHUGHNL \HQL JHOLíPHOHU YH PHVNHQ NXUPD\D \DUGÜP DPDFÜQD \ÐQHOLN íHKLU
LGDUHOHULQLQHOOHULQGH\HWHFHNNDGDUDUD]LYHDUVDVWRNXEXOXQGXUPDODUÜJHUHNWLðLLÁLQGLUNLEXLíOHWPHíHNOLELUKD\OL\D\JÜQOÜNND]DQPÜíWÜU
7XQFD\
_ 357 _
İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması
AB’de vakıflar ve diğer gönüllü kuruluşlar, 1980-1990 yılları arasında yeni istihdam
oluşturma hususunda Fransa ve Almanya’da önemli gelişme kaydetmiştir. Fransa’da
gerçekleştirilen her yedi işten birisi ve Almanya’da her sekiz işten birisi bu sektör tarafından
oluşturulmuştur. Bu göstergeler, Avrupa’da kâr amacı gütmeyen sektörün sadece insanların
yaşam kalitelerini artırmakla kalmadığını; aynı zamanda ekonomik büyümeye ve istihdama
katkıda bulunduğunu ortaya koymaktadır. Bu gerçekten önemli bir bulgudur. Yurdun her
köşesinde birçok gönüllü kuruluş ve vakıf, işsizlerin eğitimi ve yeniden eğitime tabi tutulmasıyla
ilgilenmekte, bazen zor durumda bulunanlara, bedensel engellilere, problemli gençlere ve şu
veya bu sebeple bir iş kolunda form tutturamayanlara yardım etmektedirler (Taylor vd. 1996:
22; Sağlam 2002: 47).
Ülkemizde ise sektörün hukuki, idari ve mali bakımdan birikmiş problemlerine çözümler
beklenirken, vergi yasalarındaki değişiklikler ve yayınlanan tebliğler vasıtasıyla sektörün
gelişmesi, dünya gidişatının tersine yavaşlatılmıştır (Öneriler Paketi TÜSEV 2000: 2). Ancak
Son dönemde Türkiye şartlarındaki bazı değişiklikler vakıflar açısından önemli fırsatlar
sunmaktadır. Devletin tutumundaki olumlu değişim, gerek Sivil Toplum Kuruluşu - devlet
işbirliğini teşvik eden yeni yasal düzenlemelerde (örn. yeni Vakıf Yasası), gerekse devletin
bireyler ve iş çevrelerinden eğitim ve sağlık gibi alanlarda yardım almak amacıyla getirdiği
teşviklerde kendini göstermektedir. Özel sektör nezdinde, kurumsal sosyal sorumluluk
anlayışının, vatandaşlar nezdinde ise gerek sosyal sorumluluk gerekse vakıf benzeri kurumlar
yoluyla kalkınma ve demokratikleşme süreçlerine katılım gibi anlayışların gelişmesi de ayrıca
olumlu bir gelişmedir. Bireysel düzeyde vatandaşların gönüllü kuruluşlara katılım düzeyleri
düşük olsada her iki vatandaştan birinin Sivil Toplum Kuruluşlarının toplumsal meselelerin
çözümünde etkili olabileceğini düşünmesi de ümit vericidir (Bikmen vd. 2006: 178).
3.1.2. Nicelik olarak
Türkiye’de eski vakıflar dâhil 9.326 vakıf mevcuttur. Vakıf benzeri kurumların sayısının en
çok olduğu ülke İsveç olup 20 ile 30 bin arasında bir sayıya sahiptir. Belçika’da 310, İngiltere’de
8.800, Danimarka’da 14.000, Fransa’da 404, Almanya’da 8.312, İtalya’da 1.300, Yunanistan’da
500, Hollanda’da 1.000, İspanya’da 6.000, İsviçre’de 8.000 vakıf bulunmaktadır.
Diğer bir açıdan her 100 bin kişiye düşen vakıf sayısı itibariyle durum şöyledir Türkiye’de
her 100 bin kişiye 16 vakıf düşmektedir. İsveç’te 200, Norveç’te 68, Danimarka’da 272, Fransa’da
1, Almanya’da 10, Yunanistan’da 5, İtalya’da 2, Hollanda’da 5, İspanya’da 15, İsviçre’de 111 vakıf
düşmektedir. Bu tablo nüfusa oranla toplumun vakfa olan ilgisini göstermektedir (Aydın 2002: 40).
Avrupa’da vakıflar ve gönüllü kuruluşlar yaklaşık 100 milyon insanı ilgilendirmektedir. Bu
da toplam AB nüfusunun üçte biri anlamına gelmektedir. Bir toplumda sivil toplum, bireysel
hakların fiilen harekete geçirilmesi için önemlidir. Bu da büyük ölçüde vakıflar ve diğer gönüllü
kuruluşlar aracılığıyla gerçekleştirilmektedir.
Avrupa’da faaliyet gösteren derneklere ek olarak, sosyal ve çevre vakıfları ve diğer gönüllü
kuruluşlar ile farklı ulusal ve uluslar arası vakıfları ve diğer gönüllü kuruluşları ortak çatı altında
toplayan şemsiye kuruluşlar da mevcuttur. Gençlerin eğilimleri ile ilgilenen Avrupa Gençlik
Forumu, kalkınma alanında faaliyet gösteren LiaisonGroup of Devolopment NGO, Aile ve
_ 358 _
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ
Sosyal refah sahasında çalışmalar yapan COFACE, Avrupa Kadın Platformu veya Avrupa Vakıf
Merkezi gibi yapılardan da söz etmek mümkündür.
Amerika’da ise 750. 000 kâr amacı gütmeyen kuruluş bulunmaktadır. Bu kuruluşların
faaliyet giderleri 1996 yılında 433 milyar dolara ulaşmıştır. Aynı zamanda kâr amaçsız sektör
Amerika’nın 80 milyon çalışanı ile en çok insan istihdam eden sektörüdür (Sağlam 2002: 47).
3.2. Vakıflarla ilgili çalışmalar
Günümüzde sivil toplum alanı, çok hızlı bir şekilde gelişmekte ve büyümektedir. Bu gelişme
ve büyümeye paralel olarak da bu sahada yapılan çalışmalar, ülkeler arası karşılaştırmalı bir
şekilde artmakta ve gelişmektedir. Bu bağlamda, merkezi Londra’da bulunan London School
of Economics’te başlatılan 19 Avrupa ülkesinin katıldığı, Avrupa’da Vakıflar Projesi iki yıl kadar
süren önemli bir çalışma olarak değerlendirilmektedir (Aydın 2002: 39).
Batılı iktisatçılar, kâr amacı gütmeyen, şirket statüsünde olmayan ama bir yandan da çok
faydalı işler yapan bu kurumları ciddi olarak incelemeye almışlardır. Johns Hopkins projesi de
bu amaçla ortaya çıkmıştır. Lester Salamon liderliğinde Johns Hopkins Üniversitesi, Institute of
Policy Studies Batı başta olmak üzere bütün dünyada vakıfların, nasıl çalıştığı üzerinde gayet
ciddi araştırmalar yapmaktadır. Ne yazık ki engin vakıf geleneğine sahip olmamıza rağmen
bu projeye dâhil olmayan nadir ülkeler arasında yer almaktayız. Bu projenin dışında kalmamız
dolayısıyla kendi vakıf sistemimizi global anlamda diğer ülkelerle mukayese imkanından
büyük ölçüde mahrum bulunmaktayız (Çizakça 2002: 36).
Dernekler, vakıflar ve diğer kâr amacı gütmeyen kuruluşlar için kolaylaştırıcı bir çevre
geliştirmeyi amaç edinen SEAL (The Social Economy and Law) projesi, Avrupa’nın gündeminde
bulunan yasal gelişmeler hakkındaki bilgilerimizi arttırarak yasal reform sürecini iyileştirmeye
çalışmaktadır.
EFC (European Foundation Centre), Avrupa Vakıf Merkezi 1989’da kurulmuştur. Merkezi
Bürüksel-Belçika’dadır. Avrupa Topluluğu düzeyinde önde gelen vakıfları ve bağımsız olarak
bağışta bulunan kuruluşları temsil etmek ve faaliyetlerini takip etmek için kurulmuştur. EFC
çeşitli Avrupa ülkelerinin vakıf birlikleri arasında iletişim ve işbirliğini yaymakta ve bu amaçla
konferanslar, forumlar, toplantılar düzenlemekte ve vakıf federasyonları ile ortak iletişim
merkezleri kurulmasını teşvik etmektedir (Kendall vd. 1996: 42).
Council On Foundations (ABD Vakıflar Konseyi): 1949’da kurulmuştur. Merkezi
Washington’da bulunmaktadır. Toplam 1300’ü aşkın bağış yapan vakıf ve kuruluşu bir araya
getirerek daha sorumlu ve etkin hayır işleri yapmalarını teşvik etmektedir.
ABD Vakıflar Konseyi, uluslararası programlarına 1983 yılında başlamıştır. Bu programların
amacı, konsey üyelerinin kendi ulusal sınırlarının ötesinde başarılı hayır faaliyetlerinde
bulunmalarını sağlamak; ABD dışında 3. sektörün gelişmesini desteklemek; en önemlisi, bağış
yapan vakıf ve özel kuruluşların yerel ve uluslararası sorunların birbirleriyle bağlantılarını daha
iyi anlamalarını sağlayarak ülke dışında bağışlara yönelmeleri hususunda teşvikte bulunmaktır.
_ 359 _
İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması
CIVICUS-World Alliance for Citizen Participation (Dünya Vakıf ve Dernekler Birliği): 1991
yılında kurulmuştur. Merkezi, Washington D. C. dedir. CIVICUS dünyanın her tarafından gönüllü
çalışma ve hayır faaliyetleri yoluyla topluma hizmet etmek isteyen uluslararası kuruluş ve
bireylerin meydana getirdiği bir birliktir. Amacı, sivil eylemle sonuç almak olgusunu geliştirmek
ve güçlendirmektir. Bütün üye vakıf ve dernekleri ile bölgesel, ulusal ve uluslararası seviyede
bilgi ve deneyimleri bir araya toplayıp, paylaştırmayı hedefler (Mcllnay 1998: 8-10). Çeşitli
üniversitelerde yapılan araştırmalar ve özel çalışmalar ayrı tutulacak olursa bizde de VGM’nün
yaptığı çalışmaların dışında organizasyon, araştırma - geliştirme ve Avrupa ile entegrasyon
anlamında çalışmalar yapan TÜSEV ve TÜSEV’e bağlı olarak çalışmalarını sürdüren Sivil Toplum
Endeks Projesi (STEP)5 ve buna benzer kuruluşlar mevcuttur.
3.3. Gelir kaynakları ve harcamaları
Johns Hopkins Üniversitesi üçüncü sektörün6 durumu hakkında en büyük araştırma
merkezlerinden birine sahiptir. Daha önce 22 ülkede yapılan araştırmaları vardır. Bu sayı şimdi
40’ı aşmış durumdadır. Türkiye henüz sisteme entegre olamamıştır. 1995 yılı itibariyle bu 22
ülkede yapılan araştırmada üçüncü sektörün gayri sâfı milli hasılası 1.1 katrilyon dolardır (Aydın
2002: 39). Toplam gelirlerin yüzde 47’si hizmet gelirlerinden oluşmaktadır. Yüzde 42’sinde de
kamu katkısı söz konusudur. Bağışların toplam gelir içerisindeki payı ise yüzde 11’dir.
ABD’deki Ford Vakfı, 15 milyar dolar malvarlığı ile dünyanın en büyük vakıfları arasında yer
almaktadır. ABD yasaları vakıfların her yıl amaçları doğrultusunda, bir önceki yıl sahip oldukları
varlıklarının %5’i kadar harcama yapmalarını şart koşmaktadır. Bu kanuna göre Ford Vakfı,
yıllık 700-750 milyon dolar harcama yapmaktadır. Bizde ise vakıflar sahip oldukları varlıklarını
%80’ini harcamak zorundadır. Buda vakıfları gerçekten çok zor durumda bırakmaktadır (Koç
2002: 15).
Osmanlı bütçe çalışmalarına bakıldığı zaman devletin harcamalarının hemen hemen
tamamının askeri alanlara gittiği ve devletin hizmet sektörüne fazla harcama yapmadığı
görülecektir. Çünkü o dönemde hizmetleri ifa eden devlet değildi. Bu hizmetlerin, eğitimden
sağlığa, kültürden imara kadar hepsini vakıflar yerine getirmekteydi. Bugün de devlet bu
hizmet sektöründen elini çekebilir, rolünü azaltabilir. İyi çalıştırılması durumunda eskiden
olduğu gibi bu tür hizmet alanları yine vakıf vb. oluşumlara bırakılabilir.
0HWRGRORMLVLQL&,9ñ&86nXQVDðODGÜðÜ6LYLO7RSOXP(QGHNV3URMHVL67(3VLYLOWRSOXPXQGHðHUOHQGLULOPHVLQLDPDÁOD\DQELUmDNWLIDUDí
WÜUPDnSURMHVLGLU(QGHNVLQKHGHILNDONÜQPDYH\ÐQHWLPGHVLYLOWRSOXPUROOHULQLQNDEXOJÐUGÖðÖVD\JÜ\ODNDUíÜODQGÜðÜYHWDPDQODPÜ\OD
\HULQHJHWLULOGLðLELUWRSOXPDPDFÜLVHVLYLOWRSOXPX\ÐQHWLPYHNDONÜQPDGDNLUROÖQÖJHUÁHNOHíWLUHELOHFHNGÖ]H\GHJÖÁOHQGLUPHNWLU
67(3WDUDIÜQGDQÖONHPL]GHNLVLYLOWRSOXPXQ\DSÜRUWDPGHðHUOHUYHHWNLER\XWODUÜQD\ÐQHOLNGHULQOHPHVLQHELUDUDíWÜUPDJHUÁHNOHíWL
ULOPHNWHGLU(QÐQHPOLVRUXQODUÜPÜ]DUDVÜQGD\HUDODQ'ÖíÖQFHYHñIDGH°]JÖUOÖðÖñíVL]OLNYH8OXVDO%ÖWÁH67(3ÁHUÁHYHVLQGHD\UÜFD
HOHDOÜQPDNWDVLYLOWRSOXPXQEXÖÁNRQXGDNDPXSROLWLNDODUÜPHWNLOHPHER\XWXGHðHUOHQGLULOPHNWHGLU&,9,&869DWDQGDí.DWÜOÜPÜñÁLQ
'ÖQ\DñíELUOLðL¶ÁÖQFÖ6HNWÐUYDNÜIYHGHUQHNJLELN¼UDPDFÜJÖWPH\HQEÖWÖQROXíXPODUÜLÁLQHDOPDNWDGÜU6DGHFHYDNÜIODUODELUHELU
ÐUWÖíHQELUNDYUDPGHðLOGLU9DNÜIODUGHUQHNYENXUXPODUODELUOLNWH¶ÁÖQFÖ6HNWÐUÁDWÜVÜDOWÜQGDGHðHUOHQGLULOPHNWHGLU$GÜQDÖÁÖQFÖ
VHNWÐUGHQHQEXNXUXOXíODUÜQÐ]HOOLNOHULQGHQEDKVHWPHN\HULQGHRODFDNWÜU%XVHNWÐUHGDKLONXUXPODUÜQPDOYDUOÜðÜROPDOÜ$QODPOÜ
YHVÖUHNOLELU\DSÜ\DVDKLSROPDOÜ°]HOROPDOÜNDPXVLVWHPLQLQELUSDUÁDVÜROPDPDOÜ.HQGLNHQGLQL\ÐQHWHELOPHOLÐ]JÖUFHNDUDU
DOPDYHX\JXODPD\HWNLVLEXOXQPDOÜ.¼UGDðÜWPDPDN*ÐQÖOOÖOÖNHVDVÜQDGD\DQPDOܶ\HOLNHVDVÜQDGD\DQPDPDOÜ'HUQHNJLEL
Ö\HOLðHGD\DQPDPDOÜ.DPXVDODPDÁODUÜGHVWHNOH\LFLPDKL\HWWHROPDOÜ%N$\GÜQ6DðODP
_ 360 _
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ
Sosyal devlet düzeni anlayışı doğrultusunda yapılan araştırmalar, Batı ülkelerinde devletin
ve belediyelerin gördüğü sosyal hizmetlerin genişlemesi nispetinde sosyal derneklerle
vakıfların hizmetlerinin de onunla doğru orantılı olarak arttığını göstermektedir.(Tuncay 1984:
306, 307). Çünkü Batı ülkelerinde de bir memleketin medenilik ve gelişme seviyesi sosyal
hizmetlerin çeşitli sahalarda kaydettiği ilerlemeyle ölçülmektedir.
AB komisyonu tarafından yapılan bir araştırmaya göre vakıf ve benzeri kuruluşların üye
ülkelerdeki yıllık toplam harcamalarının tutarı 127 milyar Euro’dur. Örneğin İtalya’nın 17 milyar,
Fransa’nın 31.3 milyar, İngiltere’nin 36.6 milyar ve Almanya’nın 42.2 milyar Euro harcaması
vardır.
Bu harcamalar GSMH’nın yüzdesi olarak değerlendirildiğinde ise İtalya’da %2, Fransa’da
%3.3, Almanya’da %3.6, ve İngiltere’de %4.8’dir.
Ortalama bir kuruluş için toplam yıllık harcama 31.149 Euro’dur. Bunun 27.743 Euro’su
ücretlere, 465 Euro’su yönetime ve 1.044 Euro’su diğer masraflara gitmektedir. Küçük kuruluşlar
bu ortalamanın altında, büyük kuruluşlar ise bu ortalamanın üstünde harcama yapmaktadırlar.
3.4. İstihdam
22 ülkede yapılan araştırmada üçüncü sektör, 18.8 milyon çalışanla istihdam bakımından
en önde yer almaktadır. Bu rakam; işsizliğin olduğu bir ortamda işsizliğin çözümü bakımından
önemli bir veridir. Toplam istihdamdaki payları itibariyle ele alındığında; Almanya’da sektörün
toplam istihdamın %3.7’ sini, toplam hizmet istihdamının %10’unu oluşturmaktadır. Bu da
bir milyon insan demektir. Kâr amacı gütmeyen sektör bilhassa sağlık alanında önemlidir.
Hastanede ayakta tedavi görenler sektör tarafından tedavi edilenlerin %40’ını, yatarak tedavi
olanların %60’ını karşılamaktadır.
Fransa’da sektör toplam istihdamın %4.2’sini ya da hizmet sektöründeki tüm çalışanların
%10’unu kapsamaktadır. Toplam istihdam gücü 800.000 kişiden oluşmaktadır. Kamu yararına
çalışan kuruluşlar, yatılı hastaların yarıdan fazlasını, ilk ve ortaokul öğrencilerinin ise % 20’sinin
bakımını üstlenmiş durumdadır.
İtalya’da toplam istihdamın yaklaşık olarak %2’si veya hizmet sektöründe istihdam
edilenlerin %5’den fazlası bu sektörde istihdam edilmektedir. Daha çok sosyal hizmetlerde
faaliyet gösteren sektör yaklaşık 400.000 kişiyi istihdam etmektedir. Çocuk yuvalarının %20
’si ve yatılı bakım isteyenlerin %40’ı kâr amacı gütmeyen kurumlar tarafından üstlenilmiş
bulunmaktadır.
İngiltere’de sektördeki istihdamın %4’ü, hizmet sektöründe ise %9’dan fazlası
mevzubahistir. Alanda 900.000 kişi istihdam edilmektedir. Vakıf vb. kurumlar özellikle araştırma
ve eğitim alanında önemli hizmetler sunmaktadır. Kolejlerin tümü, ilk ve ortaokulların ise
%22’si kâr amacı gütmeyen kuruluşlarca yönetilmektedir (Mcllnay 1998: 15; Komisyonu’nun
Tebliği 2001: 6).
_ 361 _
İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması
Hollanda’da çalışanların %12’si, İrlanda’da 11’i, Belçika’da 10’u, İsrail’de 9.7’si bu sektörde
çalışmaktadır. 22 ülke ortalaması %’de 5’tir. Yani her 100 kişiden 5’i bu sektörde istihdam
edilmektedir (Aydın 2002: 40).
Bu rakamlar vakıfların durumunun iyi olduğu dönem olan Osmanlı ile mukayese
edildiğinde, bu kurumların o gün için bugünkü Amerika ve Batı dünyasından çok ileride olduğu
açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Zira, Osmanlının yükselme dönemlerinde bir asırlık zaman
dilimi içerisinde ihtimali sondaj metoduyla seçilen belli sayıdaki vakıflar üzerinde yapılan
araştırmalar sonunda elde edilen verilerin genele teşmil edilmesi suretiyle ulaşılan verilere göre;
Osmanlı ekonomisinin XVII. yüzyılda yaklaşık olarak %16’sı, XVIII. yüzyılda %27’si, XIX. yüzyılda
ise %16’sı vakıfların elinde bulunuyordu (Öztürk: 2004: 41). Bu yönüyle Osmanlı’da vakıf,
bugün vakıf cenneti diye nitelendirilen ABD’den daha ileri seviyede bulunmaktaydı. Bugün
bu müessese Avrupa’da ve bilhassa Amerika’da oldukça gelişmiştir. Amerika’ya vakıf cenneti
diyen sosyal siyasetçiler de çok sayıdadır. Gerçekten bugün Amerika’da hastanelerin büyük bir
kısmı, üniversitelerin ve müzelerin büyük kısmı vakıfların malıdır ve vakıfların yönetimindedir
(Akgündüz 1990: 196; Yazgan 1977: 15). Bu gelişmelere rağmen, günümüz Amerika’sında,
Üçüncü sektör kuruluşlarında ülke toplamının ancak %10’u çalışmaktadır (Gömüş 1996: 23).
Verilen bu istatistikler göstermektedir ki vakıflar Osmanlı döneminde, serbest ekonomi
kurallarına ve yerinden yönetim esaslarına göre faaliyet gösteren her biri ayrı hükmi şahsiyeti
haiz, devletin yükselme ve duraklama dönemlerine paralel olarak hizmet çerçevesi genişleyip
daralan, toplum ve devlet hayatımızda sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi yönlerden belirgin
bir potansiyele sahip bir sektör haline gelmiştir. Bu sayede eğitim, sağlık, sosyal güvenlik,
bayındırlık ulaşım ve güzel sanatlar gibi bir toplumun insani hasletlerini geliştirerek, onu
başarıya ulaştıracak birçok müessesenin kurucusu ve işleticisi olmuş ve adeta o dönemde hem
ferdi ve hem de devleti ilgilendiren bir yaşam biçimi haline gelmiştir (Öztürk: 2004: 42).
3.5. Denetim ve kontrol
Paranın çok olduğu yerlerde genellikle yolsuzluklardan da söz edilir. İslam dünyasında
devlet, bir taraftan vakıf kurucusunun şartlarına uyarken ve vakfın özerkliğini zedelememeye
çalışırken diğer taraftan da denetim ve kontrol mekanizmasını çalıştırarak kurumun sağlıklı
büyümesini sağlamıştır. Burada devlet, önemli iki mekanizmayı oturtmuştur. Birincisi, velev bir
akçelik bir görev de olsa bir vakıftan birisine görev verilse, devlet onun için bir berat vermek
zorundadır. Bu şekilde bir kuruşluk vakfın dahi, devlet tarafından tutulan kaydı bulunmaktadır.
Bu önemli bir denetim mekanizmasıdır. İkinci bir husus ise vakıfların yıllık muhasebesini devlet
istemektedir. Bu muhasebe mahallin kadısına ulaştırılmakta ve mahallin kadısı vasıtasıyla da
kontrolü yapılmaktadır. İşte devletin güçlü olduğu dönemlerde, vakıf şartlarına elden geldiğince
uyulmuş; ancak diğer taraftan da dizginler elde tutulmaya çalışılmıştır (İbşirli 2004: 74).
Vakıfların en önemli özelliklerinden biri, denetim altında ama gereksiz müdahaleden
uzak olmasıdır. Vakıfların yaşatılması ve sağlıklı geliştirilebilmesi için müdahalelerin önünün
alınması elzemdir. Oysa bu durum zaman zaman insanı rahatsız edecek ideolojik boyutlara
ulaşabilmiştir (Akgündüz 1990: 71; İbşirli 2004: 76).
_ 362 _
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ
Bu kurumların sağlıklı gelişebilmesi için, kamu denetim görevi, çağdaş demokrasilerde
olduğu gibi, siyasal otoritenin takdiri dışında yasa ile örgütlenmiş etkin ve bağımsız bir merkezî
denetim kuruluna tevdi edilmeli, bu örgütün tarafsızlığı, yetki ve sorumlulukları ve görevini
suistimal edeceklere verilecek cezalar aynı yasa içinde belirtilmelidir.
Merkezi Denetim Örgütü’nün görevi yönetmek değil, çalışanların yasaya ve kuruluş
senedine uygun olup olmadığını denetlemekten ibaret olmalıdır. Yani buyurgan bir otorite
değil denetleyen ve yol gösteren bir hüviyet arz etmelidir.
Yasa hükümleri ayrıntılı ve anlaşılır olmalı, tüzük yönetmelik ve tebliğler, sadece yasa ile
açıkça belirtilen görevleri kapsamalı; Merkezî Denetim Örgütü bunları kullanmak suretiyle
vakıfları yönetme yolunu tutmamalıdır.
Her vakıf özerkliği haiz özel hukuk tüzel kişisi olarak, çalışmalarını yasa ve kuruluş senedi
hükümleri uyarınca, basiretli bir iş adamı gibi bağımsız olarak ve özgürce yönetmekten
sorumlu olmalıdır (Öneriler Paketi TÜSEV 2000: 11).
Avrupa’da devlet Üçüncü Sektör adı altında toplanan gönüllü ve kâr amacı gütmeyen
kuruluşları cesaretlendirmek için yeterince bağımsızlık tanımakta ve güven ortamında
faaliyetlerini sürdürmelerine yardımcı olmaktadır. Bu durum, devletin kontrol etme görevini
yapmasına engel teşkil etmemektedir (Leat 2001: 268). Olması gerekende budur. Yoksa
herhangi bir endişeye mahal verecek bir durum olmadığı halde potansiyel suçlu gibi
davranmak bu kuruluşları zedelemekte ve görevlerini verimli bir şekilde yerine getirmelerine
engel teşkil etmektedir.
3.6. Hizmet alanları
Günümüz Batı dünyası ve Amerika’daki vakıf benzeri benzeri kurumların hizmetleri
başta eğitim, sağlık ve sosyal yardım konuları olmak üzere sosyal hayatın her alanına yayılmış
bulunmaktadırlar. Mesela Amerikan Ford Vakfı’nın hizmet konuları ve muazzam varlığı
karşısında toplum hayatında oynadığı rol çok önemli boyutlara ulaşmıştır. Bu doğrultuda
Nobel, Rockfeller, Carnegie, Nuffield, Gulbenkian Foundation vb. vakıflar da zikredilebilir
(Strachwitz 2001: 139; Siederer 1996: 113-114; Tuncay 1984: 305).
Özellikle II. Dünya s.a.v.aşından sonra Batı ülkelerinde çağdaş manada ifa edilen sosyal
hizmetlerin başlıcaları şunlardır (Aydın 2002: 43).
Tıbbi Sosyal Hizmetler, Ev Ekonomisi ve Gıda, Fakirlere Meskenler, İşçilere Yardım, Eğitim
Hizmetleri, Sosyal Güvenlik ve Yardım, Fert, Aileyi ve Cemiyeti Koruma, Devlet ve belediye
memurlarını sosyal konular için yetiştirme ve devlete bu hizmetler yerine getirmesi için
kaynak temini, Sosyal Etütler ve Araştırmalar, Köylerin Gelişmesi ve Kalkınması, Köyden Şehre
Akının Tanzimi, gibi başlıklar altında toplanmakta ve bu hizmetler için kurulmuş olan dernek
ve vakıflar devlete yardımcı olmaktadır.
Dünyanın hemen her yerinde doktorlar daha çok büyük şehirlerde toplanarak küçük şehir ve
kasabalara gitmek istemedikleri için halk ve köylü ile temas edecek doktor kitleleri yetiştirmekten
_ 363 _
İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması
ve halkla kaynaştırıp halk hizmetinde daimi olarak bırakmaktan, Birleşmiş Milletleri en çok
ilgilendiren fakir veya iktisâdi bakımdan az gelişmiş, memleketlerdeki açlığı önlemeye veya gıda
ihtiyacını sağlamaya matuf evrensel mahiyetteki çalışmalara, fakirlere müsait şartlarla sağlıklı
meskenler teminine; işçilerin çalışma şartlarının ıslahına, okul içi ve okul dışı eğitim çalışmalarına,
geniş kitleleri içerisine alan halk eğitimine ve her derecedeki eğitim hizmetleri için eleman
yetiştirilmesine, kreşler, anaokulları gibi müesseselerin kurulmasına ve işletilmesine, sosyal
güvenlik ve yardım işlerinin geliştirilmesine, malul ve yaşlıların korunmasına ve tedavilerine
sakatların rehabilitesine, ailenin korunması ve geliştirilmesine, fuhşun ve suç işlenmesinin
önlenmesine, suçluların ıslahına bütün bu konularda çalışacak sosyal hizmet ve yardım
elemanlarının yetiştirilmesine ve formasyonuna, devlet ve belediye personelinin bu konulara ilgi
gösterecek ve gerekli hizmette bulunabilecek şekilde yetiştirilmelerine, bu hizmetler için kaynak
teminine ve devletin mali gücünün artırılmasına, sosyal etütler ve araştırmalar yapılmasına
köy kalkınması programlarının ve buna ait diğer tedbirlerin düzenlenmesine, köylülerin
aydınlatılması, uyarılması, kooperatif tesis ettirilmesi, iskan durumlarının incelenmesi, gerekirse
yerlerinin değiştirilmesi, veya daha büyük üniteler haline getirilmesi, tarım reformu, tarım kredisi,
tarım maddeleri fiyatlarında istikrar temini, rekolte sigortası, köyden şehre gelenlerin barınma
ve iş bulma ihtiyaçlarının karşılanması, köyden şehre akının fazla olduğu ve zararlı bir hal almaya
başladığı zamanlarda köy sanayi el sanatları kurulması, bunların teşvik ve yaygınlaştırılması
suretiyle tedbirler alınması, köylerde uzun süren işsizliğin önlenmesi, özel şekilde yetiştirilen
sosyal hizmet ve yardım elemanlarından köylerde liderler seçilmesi ve kurulacak guruplarla
ülkü, el ve işbirliği yapılarak köyün sosyal ve ekonomik kalkınma programlarının düzenlenmesi,
köylülerin bu konularda devletle ve devletin de onlarla karşılıklı işbirliği yaparak toplum
kalkınmasının süratle gerçekleştirilmesi vb. ne kadar hayati konu ve mesele var ise bunlar sosyal
dernekler ve vakıflar tarafından benimsenmekte ve gerçekleştirilmektedir. Batı ülkelerinde
devletin bu kabil dernek ve tesisler var diye sosyal hizmet ve yardım konuları ile alakasını kesip
azaltmak bir tarafa günden güne sosyal devlet amacına doğru yöneldiği, buna karşılık devletin
bu alanlardaki verimi % hesabıyla yükselmesi oranında hayır derneklerinin ve tesislerin de arttığı
müşahede edilmiştir (Tuncay 1984: 308). Kısaca eskiden İslam dünyasında olduğu gibi bugün
Batı dünyasında vakıf benzeri kurumların hemen hemen el atmadığı alan yok gibidir.
Almanya’da bu sektör hastanelerin %40’ını ve bakımevlerinin %60’ını üstlenerek önemli
bir yapı oluşturmuştur.
Fransa’da ilk ve ortaokulların %20’si ve bakımevlerinin %50’si bu kuruluşlar tarafından
işletilmektedir.
İtalya’da bu sektör, kreş ve anaokullarının %20’sini ve bakımevlerinin %40’ını işletmektedir.
İngiltere’de ilk ve ortaokulların %22’si kâr amacı gütmeyen kuruluşlarca işletilmektedir
(Mcllnay 1998: 8; Sağlam 2002: 48).
AB’de bu kuruluşların hedef kitlesi içinde kamu %46 ile birinci sırayı almaktadır. Kamuyu
%37 ile gençler ve %35 ile yaşlılar izlemektedir. Az bir kısım kuruluşlar kendi özel gruplarının
önceliğini belirlemişlerdir.
_ 364 _
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ
Yararlananların %39’u genel kamu, %38’i hedef grupları, %38’i üyeler, %22’si devlet ve
diğer kamu kurumlarıdır (Strachwitz: 139, 140; Sağlam 2002: 48 Avrupa Komisyonu’nun ...
Tebliği 2001: 6).
Avrupa’da vakıflar ve diğer gönüllü kuruluşlar, bütün bu faaliyetlerin yanı sıra, demokratik
ve şeffaf bir Avrupa toplumunun oluşturulması, farklı çıkar gruplarının görüşlerinin
uzlaştırılması, toplumun değişime ayak uydurmasının sağlanması ve sürdürülmesi7veya
hükümetlerin dolduramadığı mekanizmalardaki boşlukların doldurulması bakımından da
fevkalade önemlidir. Vakıflar ve diğer gönüllü kuruluşlar doğrudan ve dolaylı olarak rekabetin
artmasına ve ekonomik büyümeye katkıda bulunurlar. Bazı vakıflar kendi aralarında ittifak
kurarak, Avrupa düzeyinde örgütlenirler ve milliyetçi unsurların ötesine geçerek Avrupa
çapında kitlelerin taleplerini dile getirirler. Bu kuruluşlar Avrupa parlamentosunda lobi
faaliyetleri yürüterek, politika üretiminde ve karar verme sürecinde çok önemli rol oynarlar
(Kendall vd.1996: 16; Sağlam 2002: 46). Böylece ulusal faaliyetlerinin yanı sıra uluslararası
faaliyetlerde de bulunurlar (Kendall vd.1996: 16; Avrupa Komisyonu’nun ... Tebliği 2001: 5).
Kısacası günümüzde çağdaş, demokratik, gelişmiş ülkelerde vakıf vb. kurumlar;
*
Fikir ve emeklerini gönüllü olarak kamu yararına teşkilatlandırmak suretiyle katılımcılığı ve
çoğulculuğu gerçekleştirmekte,
*
Demokrasinin ön şartı olan piyasa ekonomisinde özel finansman kaynaklarını kâr paylaşma
amacı gütmeksizin kamu yararına yönlendirerek kurumlaştırmakta,
*
Kamu finansmanına dayalı merkeziyetçi ve müdahaleci yönetim düzeninden, kamu ve
özel finansmana dayalı ve ademi merkeziyetçi yönetim düzenine geçişi sağlamakta,
*
Vatandaşlar arasında yardımlaşma ve dayanışmayı gerçekleştirmekte;
*
Yolsuzluklara, anarşi ve teröre karşı direnç göstererek kamu vicdanında toplumsal tepkiyi
oluşturmakta,
*
Milli birlik ve beraberliği güçlendirmekte,
*
Kamu görevlerinin, bölgeler arasında dengeli kalkınma ve bireyler arasında sosyal
adalet ve fırsat eşitliği ilkelerine uygun olarak yerine getirilmesi için lazım gelen duyarlı
bir kamuoyunun hazırlanmasına ve siyasi irade üzerinde demokratik bir baskı grubu
oluşturmasına katkıda bulunmakta,
*
Azınlığın problemleri ile yakından ilgilenmekte, kültürel kimliğini korumakta ve sürekliğini
sağlamakta,
*HUHNWLðLQGH6LYLO7RSOXP°UJÖWOHULYHÐ]HONXUXOXíODUÜQHWNLQELU\DSWÜUÜPDVDKLSROGXNODUÜQÜQLOJLQÁÐUQHðL/RQGUDnGDIÜQDQVDOÁHYUHOHUGH
\DíDQPÜíWÜU/RQGUDnGDRUWDÐOÁHNOLXOXVDOEDQNDWDUDIÜQGDQKD]ÜUODQPÜíELUNDÁVD\IDOÜNELUEURíÖUGHEDQNDPHYGXDWVDKLSOHULQHYH
NHQGLVLLOHÁDOÜíDQWÖP\DWÜUÜPFÜODUDLONHOHULQLíXíHNLOGHVÜUDODPÜíWÜU%DQNDQÜQJHUHNÐ]ND\QDNIRQODUÜYHJHUHNVHPHYGXDWODUÜKLÁELU
íHNLOGHEDVNÜFÜYHLQVDQKDNODUÜPLKODOHGHQUHMLPOHUOH\ÐQHWLOHQÖONHOHUHJÐQGHUPHPHN¡HYUHNLUOLOLðLROXíWXUDQILUPDODUÜQILQDQVH
HGLOPHPHVL .R]PHWLN ÖUHWLPL LÁLQ GHQH\OHULQGH KD\YDQODUÜ NXOODQDQ ILUPDODUÜQ ILQDQVH HGLOPHPHVL .DQOÜ VSRUODUÜ GHVWHNOH\HQ
ILUPDODUD\DWÜUÜP\DSPDPDN'RðD\Ü\DGDÁDOÜíDQODUÜPVÐPÖUÖFÖQLWHOLNWHÖUHWLPPHWRWODUÜNXOODQDQILUPDODUÜGHVWHNOHPHPHN
7ÖWÖQÖUHWLPLQGHEXOXQDQILUPDODU%DN'DOJDNÜUDQ
_ 365 _
İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması
*
Uluslararası işbirliğini geliştirmekte, dünya kamuoyunu hazırlayarak hükümetlerin ve
hükümetler arası kuruluşların kararlarını etkilemekte ve yönlendirmektedir (Baloğlu 1994:
19).
Ülkemizde de bu tür faaliyetlerde bulunan vakıflar mevcuttur. Bu vakıflar faaliyetlerinin
yanı sıra mülk edinme gayret ve çabası içerisindedirler8.
Geçmişte İslam dünyasında da vakıflar, eğitim-öğretim, sağlık, sosyal güvenlik başta
olmak üzere şehircilik ve bayındırlık hizmetlerinin icra edilmesinde önemli roller oynamışlardır.
Fethedilen yerlerde Türk-İslam kültürünün yerleşmesinde ve iskân meselelerinde büyük
ölçüde katkılar sağlamışlardır. Merkezde ve taşrada imar işlerini, köy ve şehirlerin su ihtiyacını
karşılayan müessese yine vakıflar olmuştur. Vakıf kuranların çoğu askeri sınıftan9olduğu
için hayrî vakıflarla kamuya gelir transferi sayılabilecek hizmetler gerçekleştirilmiştir. Varlıklı
insanların servetlerinin hizmete dönüştürülmesine de katkıda bulunulmuştur. Taşınmaz kültür
varlıkları oluşturularak geleceğe taşınmasına gayret edilmiştir. XVIII. asırda devlet, halktan
sosyal ihtiyaçların karşılanması için vakıf yapmasını istemiştir. İnsani duygu vedüşüncelerle
birlikte ekonomik, sosyal ve psikolojik sebepler ve vakıf hukukunun sağladığı avantajlar servet
sahibi insanları vakıf yapmaya özendirmiş ve Osmanlı devletinde büyük bir vakıf medeniyeti
ortaya çıkmıştır (Öztürk: 2004: 70).
Bugünkü anlamda özellikle Batı’da sivil toplum kurumlarının yapmayı arzu ettiği hatta
yapamadığı hizmetleri o günün vakıfları mükemmel bir tarzda gerçekleştirmişlerdir. Murat
Çizakça’nın ısrarla üzerinde durduğu subsudiarity ilkesinin ruhu yaşanmıştır. Yani problemler
merkeze yada devlete gerek kalmadan mahallinde ve sivil kurumlar tarafından çözüme
kavuşturulmuştur.
Günümüzde de kültürel kimliğin kazandırılmasında ve vatandaşların toplum sorunlarında
bilinçlendirilmelerinde vakıf vb. gönüllü kuruluşların fonksiyonu büyüktür. Ancak ülkemizde
bu kurumlara gereken önem verilmemiştir. Bu yüzden vatandaşlar arasında olması gereken
dayanışma ve bütünleşme arzu edilen düzeyde sağlanamamıştır. Bu boşluktan yolsuzluklar
ortaya çıkmış ve özellikle terör, bu boşluktan kolaylıkla yararlanabilmiştir. Başta vakıflar olmak
üzere gönüllü kuruluşlar belirli düzeyde örgütlenemediği için olaylar karşısında umulduğu
gibi bir toplumsal tepki oluşturulamamıştır. Oysa toplumsal tepkinin güçlü olduğu ülkelerde,
kamu hizmetlerinde hayatı zora sokan çarpıklıklar, sapmalar ve yolsuzluklar ortaya çıkma
zemini bulamamıştır. Zira uğradıkları haksızlıklar karşısında, toplumun haklarını s.a.v.unan ve
onları koruyan vakıf vb. gönüllü kuruluşlar etkin bir şekilde görevlerini yerine getirmişlerdir
(Baloğlu 1994: 9).
WDULKOL X\XP \DVDODUÜ GRðUXOWXVXQGD 0$''( s $ WDULKOL YH VD\ÜOÜ 9DNÜIODU .DQXQXQXQ LQFL PDGGHVLQLQ
VRQXQDDíDðÜGDNLIÜNUDODUHNOHQPLíWLUo&HPDDWYDNÜIODUÜYDNIL\HOHULROXSROPDGÜðÜQDEDNÜOPDNVÜ]ÜQ%DNDQODU.XUXOXQXQL]QL\OHGLQÈ
KD\UÈVRV\DOHðLWVHOVÜKKÈYHNÖOWÖUHODODQODUGDNLLKWL\DÁODUÜPNDUíÜODPDNÖ]HUHWDíÜQPD]PDOHGLQHELOLUOHUYHWDíÜQPD]PDOODUÜÖ]H
ULQGHWDVDUUXIWDEXOXQDELOLUOHU%XYDNÜIODUÜQGLQÈKD\UÈVRV\DOHðLWVHOVÜKKÈYHNÖOWÖUHODODQODUGDNLLKWL\DÁODUÜQÜNDUíÜODPDNÖ]HUHKHU
QHVXUHWOHROXUVDROVXQWDVDUUXIODUÜDOWÜQGDEXOXQGXðXYHUJLND\ÜWODQNLUDVÐ]OHíPHOHULYHGLðHUEHOJHOHUOHEHOLUOHQHQWDíÜQPD]PDOODU
EX.DQXQXQ\ÖUÖUOÖðHJLUGLðLWDULKWHQLWLEDUHQDOWÜD\LÁLQGHEDíYXUXOPDVÜK¼OLQGHYDNÜIDGÜQDWHVFLOROXQXU&HPDDWYDNÜIODUÜDGÜQD
EDðÜíODQDQYH\DYDVL\HWROXQDQWDíÜQPD]PDOODUGDEXPDGGHKÖNÖPOHULQHW¼ELGLUo
%XUDGDNLDVNHULVÜQÜIWDQPDNVDWVDGHFHÖQLIRUPDOÜDVNHUOHUGHðLOD\QÜ]DPDQGDELUWDNÜPPLOOHWJUXSODUÜQÜQEDíÜQGDNLPLOOHWLQHQFDPÜQ
GDQVRUXPOXNLíLOHUGLU%N2UWD\OÜ
_ 366 _
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ
Vakıfların hizmet alanları Batı’da da İslam dünyasında da aşağı yukarı benzer yapıya
sahiptir. Problemler benzer olunca geliştirilen çözüm önerileri ve faaliyetleri de benzerlikler
arz etmektedir. Ancak Batı’da farklı olarak adına “governmentaly-supportedfoundations”
denilen ve partileri desteklemek amacı ile kurulan vakıflar İslâm dünyasında pek rastlanan
tür değildir. Gerçi Batı’da da çok fazla yaygın olmamakla beraber başta Almanya olmak üzere
bazı bölgelerde bu tür vakıflara rastlanmaktadır. Bunların amacı, bir partiyi güçlendirmek ve
iktidara taşımaktır (Kendall vd. 1996: 19).
Farklı vakıf tür ve hizmet alanlarından biri de değişik kanallardan fon sağlayarak proje ve
organizasyonları destekleyen vakıflardır. Yani bazı vakıfların proje ve organizasyon destekleme
amacı ile kurulmuş olmasıdır. Bu tür vakıflar büyük fonlar oluşturarak değişik alanlarda yapılan
proje çalışmalarına katkı sağlamaktadırlar. Kanser hastalığını araştıran bir araştırma merkezine
ya da aids hastalığı ile mücadele içerisinde olan bir sağlık kuruluşuna fon sağlamak gibi.
Benzeri faaliyetler bizde de olmasına rağmen Batı’da bu tür organizasyonlar hem çoğunlukta
ve hem de çeşitlilik arz etmektedir (Mcllnay 1998: XII; (Kendall vd.1996:17).
Bütün bu genel açıklamalardan sonra şu çıkarımda bulunmak mümkündür. Osmanlının
özellikle ilk asırlarında ve ortalarında hemen hemen münhasıran vakıflar eliyle yürütülmüş
bulunan sağlık ve sosyal hizmetleri ile milli eğitim hizmetlerinin, bugün için memleketimizde
devlet eli ile mükemmel bir şekilde yürütüldüğünü söylemek mümkün değildir. Birçok
gelişmiş ülkelerde çeşitlivakıf kurumlarının icra etmekte oldukları hizmetler ve toplum
hayatında oynadığı rol dikkate alınacak olursa, ülkemiz için maziden de örnekler alınarak,
bu müessesenin hizmetinden velev ki bu hizmetler devlet tarafından yürütülmüş olsa bile
istifade etmek pekâlâ mümkündür.
Şu anda Amerika’da bulunan 3.000’in üzerindeki Üniversite arasında Top Universities yani
ilk onda yer alan en meşhur üniversite arasında yer alan, Princeton Üniversitesinin belli bir yeri
vardır. New Jersey’e bağlı bir kasaba olan Princeton’da bulunan Princeton Üniversitesi başta
olmak üzere, Amerika’daki bilimsel gelişmenin mimarı kabul edilen üniversitelerin önemli
bir kısmı, non-profit yani kâr amacı gütmeyen vakıf üniversitelerin başında gelmektedir
(Akgündüz ttp://www.osmanli.org.tr/osmanlidaegitim.pph). Bu durum günümüzde vakıfların
eğitim alanında da hala çok etkin olabileceğini göstermektedir.
4. Vakıfların etkileşimi bakımından
Dünyada vakıfların kuruluş ve gelişmesinde ülkemizin öncülük ettiği, Osmanlılar
döneminde vakıfların nicelik olarak çoğaldığı ve nitelik bakımından geliştiği ülkemiz sınırları
içinde kalan ve dışında bulunan vakıfların büyük bir bölümünün bugün de hizmet verdiği
bilinmektedir.
Vakıflar, özellikle geçmişte İslâm dünyasında önemli fonksiyonlar icra ederken Batı’ya da
örneklik etmiştir. Zira İslam coğrafyası aydınlık bir dönemi yaşarken karanlık dönemlerinden
birini yaşayan Batı dünyası ise s.a.v.aş ortamının olumsuz şartları altında karşılaştığı İslâm
dünyası ile uzun bir süre yakın ilişki içerisine girmek gereği duymamıştır. Ancak X. asrın
sonlarında II. Sylvestre’in atılımlarıyla başlayan ilgi, ilk karşılaşmadan ancak dört asır sonra
_ 367 _
İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması
Hıristiyan dünyası, İslam bilim ve düşüncesiyle tanışma fırsatı bulmuştur. Üç asır boyunca
sürecek olan Arapça’danLatince’ye tercümeler neticesinde XII. asrın başından itibaren hem antik
düşüncenin hem de İslâm düşüncesinin evrensel nitelikli özgün eserlerini yakından tanıma
imkânı bulmuştur. Bu sayede Batı büyük bir kültürel atılımı başlatırken ve tarihinin dönüm
noktalarından birini oluşturan Rönesans hareketini gerçekleştirirken İslam dünyasından da
etkilendiğini inkar kabil değildir (Mesud 1990: 89).
Batı dünyasına bu etki üç alanda yoğunlaşmıştır: Düşünce alanında, Bilim alanında, Kültür
ve medeniyet alanında.
Bu etki iki aşamada meydana gelmiştir. Birinci aşamada, İslâm düşüncesinin temel eserleri
Latince ve İbranice başta olmak üzere bazı mahalli dillere tercüme edilmiştir. İkinci aşamada
ise bu düşüncenin temel problemleri doğrultusunda üretilen fikirler, Batı Avrupa’nın bilim ve
kültür çevrelerin ulaştırılarak buralarda yeni düşüncelerin gelişmesine ve yayılmasına zemin
hazırlamıştır (Karlığa 2004: 17-19).
Bu etki din, dil, kültür ve düşünceye münhasır kalmamış hukuki bakımdan da Hıristiyan
toplum üzerinde İslâm’ın etkisi olmuştur. Zira, fıkıh kurallarından ilham alarak zimmîler de
mülklerini habbûs (vakıf ) yapmışlardır. Yani ölüm halinde bazı mülklerini kilise veya tarikatlar
bağışlamışlardır. Bunu yaparken mülklerinin el değiştirmeyeceğinden ve gelirlerinin kiliseye
kalacağından emin olmuşlardır (Karlığa 2004: 155).
Bologna Hukuk Fakültesi ile Fıkıh öğreniminin ağırlıkta olduğu Nizâmiye medreselerinin
şekil ve metot bakımından birbirine benzediği, Salerno Tıp Okulu’nun da İslâm dünyasındaki
tıp öğrenimine göre tanzim edildiği ifade edilmektedir (Makdisi 24 Karlığa 2004: 200’den).
Paris Üniversitesi’nin ve diğer Batı üniversitelerinin bir çoğunun kuruluşunda etkili olan vakıf
özelliğinin Nizâmiye ve diğer İslâm üniversitelerinde karşılaştığımız sultanların ve diğer devlet
adamlarının vakıflarıyla büyük benzerlikler gösterdiği kuşkusuzdur. Paris Üniversitesi’nin
Nizâmiye Medresesi’nden etkilendiği insaf sahibi birçok batılı yazar tarafından da ifade
edilmiştir (Levy 193 Karlığa 2004: 200’den).
XI ve XII. yüzyıllarda haçlı seferleri ile İslâm dünyasını daha yakından tanımaya başlayan
Avrupa, İslâm dünyasından kurum alma işlemini de hızlandırmıştır. Bunda XIII. yüzyılın sonuna
doğru İslâm coğrafyasının, Atlantik’ten Pasifik Okyanusuna kadar yayılmış ve o zamana kadar
görülmemiş bir refaha ulaşmış olmasının etkisi büyüktür. Çünkü o dönemde İslâm dünyası
dünya ekonomisine hâkim olmuş ve Avrupa’dan daha üstün bir kurumsal yapıya kavuşmuştur.
Bu şartlar altında, Avrupa’nın İslâm dünyasından sadece uluslararası geçerliliği olan İslâm
sikkelerini değil; aynı zamanda bazı ekonomik kurumları, hatta sistemi, almaya çalışması
anlaşılabilir tabii bir durumdur.
Vakıf sistemini inceleyen ekonomistler, bir toplumun ihtiyaç duyabileceği tüm hizmetlerin
yüzyıllar boyunca devlete çok düşük maliyetle karşılandığını öğrenince, Batı’nın ekonomik
düşünce dünyasında vakıf benzeri kurumlara yönelik ciddi bir ilgi oluşmuştur (Anheier 2001: 40).
_ 368 _
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ
Vakıflar, bahsi geçen hizmetleri verirken devlete maliyet getirmemesi dikkate değer
bulunmuştur. Bu durum vakıfların ilginç yanını oluşturmaktadır. 10-13. yüzyıllarda Avrupa,
her türlü eğitim ve sağlık kurumlarını destekleyen vakıflar, kontrat hukuku, iş ortaklılıkları,
para transfer teknikleri ile ağırlık ve ölçme sistemlerini İslâm dünyasından almıştır. Çünkü bu
kurum ve teknikler, Avrupa’da kullanılan benzerlerinden çok daha ileri seviyedeydi. Özellikle
İslam geleneği olan vakıflar, Haçlı Seferleri sırasında Batı tarafından alınmıştır. Bunun en güzel
örneklerinden biri de Oxford Üniversitesi’nin meşhur Merton Koleji’dir. Bu kolej, tamamen bir
vakıf yapısı içinde inşa edilmiştir. Yani vakıf, Batı’nın 12. yüzyılda örneğini İslam dünyasından
almış olduğu kurumlardan sadece biridir (Çizakça 2002: 36; Çizakça 2000: 9).
Toynbee, Haçlı Seferleri’nin en önemli sonucunun, siyasal olmaktan çok ekonomik ve
kültürel olduğunu dile getirmekte ve İslamın Latin dünyasının basit yaşamına medeniyetin
nimetlerini sunduğunu açıkça ifade etmektedir. Ona göre özellikle de mimari gibi belirli sanat
dallarında bu İslami etki Batı dünyasının “ortaçağı” nı bütünüyle kaplamıştır. Sicilya ve Endülüs
gibi Arap İmparatorluğunun Batıdaki haleflerinde bu etki daha derin ve geniş bir şekilde
görülmüştür (Toynbee 1988: 178).
İslam dünyasındaki vakıflarımızdan etkilenerek Amerika ve Avrupa ülkelerinde kurulan
vakıfların, daha çok geliştiği, özellikle büyük sanayici ve işadamlarının kurdukları vakıfların
ülkelerinde ve başka ülkelerde dahi; eğitim, ilmî araştırma, eski eserleri onarma, müzeler
kurma ve güzel sanatları destekleme sahalarında büyük hizmetler verdiği kabul edilmektedir
(Başman 2002: 32).
KAYNAKÇA
Akgündüz, A. (1990). Belgeler Gerçekleri Konuşuyor (1), İzmir.
Akgündüz, A. (1990). Belgeler Gerçekleri Konuşuyor (2), İzmir.
Akgündüz, A. (1996). İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, İstanbul.
Akgündüz, A. “Princeton Üniversitesi Penceresinden Amerikan Eğitimine Bir Bakış”, bk.
ttp://www.osmanli.org.tr/osmanlidaegitim.pph
Anheier, H. (2001) “Foundations in Europe: a ComparativePerspective”, Foundations in
Europe, London.
Avrupa Komisyonu’nun Avrupa’daki Gönüllü Kuruluşlar ile Vakıfların Rolünün
Geliştirilmesine İlişkin Tebliği, ter. Ender Gürol, İstanbul, 2001
Aydın, D. (2002) “Batıda Vakıflarda Aranan Temel Özellikler”Vakıf ve Kültür Dergisi, İstanbul.
Aydın, M.A. (2004). “Vakıfların Yeniden Yapılandırılması”, Vakıf Sempozyumu Kitabı, Ankara.
Baloğlu, Z. (1994). Türkiye Üçüncü Sektör Raporu, İstanbul.
Baloğlu, Z. (1997). “Third Sectorand International Cooperation”, The II. International
Meeting of Foundations, İstanbul.
Başman, M.A. (2002) “Vakıflar”, Vakıf ve Kültür Dergisi, XIX. Vakıf Haftası Özel Sayısı,
İstanbul.
Bikmen, F. (2004). “Türkiye’de Kurumsal Filantropi”, Bülten, TÜSEV, İstanbul.
_ 369 _
İslam Hukuk Tarihinde Vakıflar ile Batı Kültüründeki Benzeri Kurumların Karşılaştırılması
Bikmen, F., Meydanoğlu, Z., (2006). “Türkiye’de Vakıflar ve Sosyal Yatırımın Geleceği”, STD,
(temmuz-eylül),www.tusev.org.tr/userfiles/image/filiz%20bikmen&zeynep_meydanoglu.pdf
Birleşmiş Milletler neşriyatından olan Milletlerarası Sosyal Hizmetler Programları Etüdü
New York 1959’dan naklen Tuncay 1984
Bucenun, M. (1990) İslam ve Batı, Çev. Aydın, Cemal, İstanbul.
Crespi de Validaura, G. (2004) “İspanya’daki Vakıf Sistemi”, çev. M. Sinan Şanlı, Vakıflar
Sempozyumu Kitabı, Ankara.
Çizakça, M. (2000) A History of Philanthropic Foundations, İstanbul.
Çizakça, M. (2002) “Vakıflar Konusunda Batıdaki Son Gelişmeler ve Subsidiarity Kavramı”,
Vakıf ve Kültür Dergisi, İstanbul.
Çizakça, M. (2002) Demokrasi Arayışında Türkiye, Ankara.
Dönmezer, S. (1995) Toplumbilim, İstanbul.
Dünya Vakıflarının Üç Büyüğü, 3. sektör (TÜSEV Yayınları), İstanbul, 1996
el-Kubeysî, M. (1977) Ahkâmu’l Vakffi’ş-Şeriati’l-İslâmiyye, Bağdad.
el-Makdisî, George, The Rise of Colleges, s. 24’den naklen Karlığa B. (2004) İslâm
Düşüncesi’nin Batı Düşüncesi’ne Etkileri, İstanbul.
Elmalılı, M. H. (1973) Ahkâm-ı Evkâf, İstanbul.
Ergüder, Ü. (2002) (Oturum Açış Konuşması), Vakıf ve Kültür Dergisi, XIX. Vakıf Haftası Özel
Sayısı, İstanbul.
F. DALGAKIRAN (1996) (derleyen), “Şimdi Avrupa’da NGO’cu Olmak Vardı”, 3. Sektör (TÜSEV
Yayın Organı), İstanbul.
Görmüş, A. (1996). “Osmanlı’da Vakıf Bugünkü ABD’den Çok Öndeydi”, 3. Sektör, Dünyada
Kopan Fırtına ve NGO’lar.
Gözübenli, B. (2003) “İslâm Toplumunda Vakıf Kültürünün Doğuşu”, Yeni Ümit Dergisi,
Yıl:16, Sa: 60, İzmir.
Gözübenli, B. ts. “İslam Ülkesindeki Gayrimüslimlerin Sosyal Güvenlik Haklarına Dair
Kur’anî İlkeler”, Erzurum.
Güngör, E. (1993) Sosyal Meseleler ve Aydınlar, İstanbul.
Hatemi, H. (1996). “Vakıf Kurumunun Kökeni Hakkında Düşünceler”, 3.Sektör, İstanbul.
Koyunoğlu H. (2002) Sosyal Politika Açısından Vakıflar -XVII. Yüzyıl İstanbul Örneği(yayınlanmamış doktora tezi), İstanbul.
İbşirli, M. (2004) “Türk Medeni Kanunu Öncesi Vakıf Sistemi” (oturumunda tartışmacı),
Vakıflar Sempozyumu Kitabı, Ankara.
Karlığa, B. (2004) İslâm Düşüncesi’nin Batı Düşüncesi’ne Etkileri, İstanbul.
Kendall. J- Knapp M. (1996) TheVoluntary Sector in the UK, Manchester (İngiltere).
Kessler, G. (1945) İçtimâi Siyaset, İstanbul.
Koç, R. (2002) “XIX. Vakıf Haftası Konuşması”, Vakıf ve Kültür Dergisi, XIX. Vakıf Haftası Özel
Sayısı,, Ankara.
Leat, D. (2001) “United Kingdom”, Foundations in Europe, London.
Mcllnay, D. P. (1998) How Foundations Work, San Fransisco.
_ 370 _
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ERTUÇ
Ömer H. (1307) Ahkâmu’l-Evkaf, İstanbul.
Öztürk, N. (2004)“Sosyal Siyaset Açısından Cumhuriyet Öncesi Vakıfları”, Vakıf Sempozyumu
Kitabı, Ankara.
Philanthropic Foundation, TheEncycIopaedia Brittannica Micropaedia Chicago, 1974
Sağlam, N. (2002) “Avrupa’da Vakıfların ve Gönüllü Kuruluşların Rolü ve Sağlanan Teşvikler”
Vakıf ve Kültür Dergisi, İstanbul.
Salih, S. (1999) İslam Kurumları, çev. İbrahim Sarmış, Ankara.
Siederer, N. (1996) “The Role of The Grant-MakingTrust”, SweetCharity, Londonand New
York.
Sosyal Hizmetler Kongresi Zabıtları ve İhtisas Komisyonları Raporları, Ankara, 1959.
Strachwitz, RupertGraf, “Germany”, Foundations in Europe, London, 2001
Taylor, M. Kendall, J. (1999). “History of TheVoluntarySector”, European Foundations
Fondamentals, Brüksel.
Taylor, M. Langan, J. (1996) “What is TheVoluntarySector”, SweetCharity, Londonand New
York.
Temel Britanica, (1993) İstanbul.
Toktamış A. (1991) “Sivil Toplum ve Değerleri”, Sivil Toplum, İstanbul.
Toynbee, A. (1988) Medeniyet Yargılanıyor, çev., Ufuk Uyan, İstanbul.
Tuncay, A. (1984). Eski Vakıf Hükümlerimiz ve Vakıflarla İlgili Bazı İnceleme ve Sorunlar,
İstanbul.
Türkiye Üçüncü Sektör Konferansı Kararları ve Türkiye Üçüncü Sektör Beyannamesi, (1994)
İstanbul.
Türkiye Üçüncü Sektör Ulusal Deklarasyonu ve Öneriler Paketi, (2000), TÜSEV, İstanbul.
TÜSEV, 3. Sektör, Bülten, İstanbul, 1996.
Ülgener, F. S. (1983) Zihniyet Aydınlar ve İzm’ler, Ankara.
Vakıflar Mevzuatının Bazı Maddelerine İlişkin Karşılaştırmalı Rapor, (2004). TÜSEV Yayınları,
İstanbul.
Vakıflar Sempozyumu Kitabı, (2004). Ankara.
Yazgan, T. (1977) Görüşler, İstanbul.
_ 371 _
_ 372 _
7+(52/(2):$4),17+(,6/$0,&
:(/)$5(6<67(0
'U$OL$VJKDU6$(,',
8QLYHUVLW\RI7HKHUDQ,5$1
It is a great pleasure to be here at World Foundations Conference and many thanks to the
organizers who have invited me. What strikes me as the most contentious aspect of the role
of Waqf in the Islamic welfare system is the question why in the post-revolutionary era the
Islamic republic establishment led to the integration of the religious establishment into the
political system through the concept of “Guardianship of the Jurisconsult” (velayat-e faqih),
but the religious leaders refused to apply the economic aspect of religion in Islamic state.
In order to answer this question I have studied the relative capacity of the religious
leaders to run the foundations which established in the post-revolutionary era to maintain
their own kinds of distributional economic policies. The establishment of these foundations
(bonyads) following the revolution of 1978–79 created a large socio-economic sector. It was
not a unique event among the twentieth century’s political revolutions because most of them
have been followed by social revolutions as well. For instance Nicaragua, tried to harness a
mass society by creating parallel structures of revolutionary legitimacy and authority in order
to contribute to the consolidation process. In Iran, the creation of some populist organizations
(bonyads) maintained the hegemony of revolutionary forces over the subordinated classes
and assisted them to administer and pursue social welfare and reconstruction programs. Yet,
they are a unique product of the 1979 revolution in the sense that the creation of an Islamic
state was mainly based on Ayatollah Khomeini’s doctrine that the restoration of Muslim unity
depended solely on the establishment of a government having the real interests of Muslims
at heart.
Exiting a sense of flexibility in these foundations indicates a relationship between the
economic structure and social policy mechanism. This flexibility illustrates society’s capacity
to go through what Esping-Andersen calls ‘de-commodification’,1 that is to say people can
received social services out of market. and using Ulrich Beck’ terminology, it demonstrates
how society is prevented from making “manufactured risks”2 in order to insure itself, whether
by religious organizations, the family, or welfare state. I am here to explain this sense of
flexibility in the Islamic welfare system. Before I do, I would like to highlight two theoretical
points as an introduction.
6HH(VSLQJ$QGHUVHQ*7KH7KUHH:RUOGVRI:HOIDUH&DSLWDOLVP&DPEULGJH3ROLW\3UHVV
*LGGHQV$QWKRQ\o5LVNDQG5HVSRQVLELOLW\p0RGHUQ/DZ5HYLHZ
_ 373 _
The Role of Waqf in the Islamic Welfare System
First, to know about the relationship between economic activities as a rational action,
and religious activities as emotional ones, we have to analyze the society’s economic culture.
Here I define culture in the broader sense. I would like to make the point that a different social
policy in each society derives from a certain economic culture. It is correct that waqf plays
important role in Islamic welfare system, but does it mean people might think that it was in
their self-interest to behave morally and in accordance with religion- or they have little room
to keep their private ownership on property.
The second point is about the different rights, I mean civil, political and social rights and
their relations. Of course, religious organizations would provide welfare for the vulnerable. We
consider them as granting social rights. However, their functions have certain implications on
the civil and political rights.
Islamic welfare system: state and society
Keeping these points in mind, it can be plausibly argued that the economic situation
in Iran and in the Middle East and North African countries has been under pressure by the
internal forces (which are mainly based on ever-increasing expectations and social needs
and wants under the forces of globalization). Their social policy, whether by the state or
society, has likely played a critical role both in the resolution of their economic development,
and in the promotion of non-state and para-governmental religious organizations. For
instance, the reaction of Iranian society to the economic downturn and ever-increasing
rate of unemployment in Iran, in recent decades, has increased the family’s support of the
unemployed youth. However, it has then resulted in the further economic deprivation of the
family. The tightening family unit is a particularly interesting phenomenon as the country
passed through a revolution and eight years of war in recent decades.
In Iran diverse non-state actors have historically played critical roles in enabling
populations to meet their basic needs, whether by providing or mediating access to social
benefits and programs. But these attempts were dramatically undermined when three decade
ago the revolutionary state claimed the main slogan of the revolution is to bring justice in
practical terms. The system of non-state organized welfare provision was gradually replaced
by the para-governmental religious welfare organizations, and it neutralized the effects of
the non-state provision of social welfare on state capacity.3 By the concept of state capacity,
it means the ability of the state to control the legitimate means of force within its borders
and para-governmental welfare organizations take control of the means of legitimating by
direct supporting people. The para-governmental religious organizations have systematically
taken the responsibility of non-insurance sector. However, the formal social insurance which
started 80 years ago expanded. The social assistance and support services for the poor and
vulnerable are run by para-governmental religious organizations.
The interaction among various programs has implications for the overall design of social
policy programs. Furthermore, interaction among formal social policy and other programs may
also have important financial consequences. More evidence is needed and more research has
7KLVVHFWLRQRISDSHUGUDZVKHDYLO\RQP\SUHYLRXVSDSHUZKLFKDOUHDG\SXEOLVKHG)RUPRUHVHH6DHLGL$OL$
7KHDFFRXQWDELOLW\RISDUDJRYHUQPHQWDORUJDQL]DWLRQVERQ\DGVWKHFDVHRI,UDQLDQIRXQGDWLRQV,UDQLDQ6WXGLHV
YROQR
_ 374 _
Dr. Ali Asghar SAEIDI
to be done based on transparent data for it to be possible to evaluate the costs and benefits of
various programs. Nevertheless, here we shall try to explain these organizations’ perception
of need and vulnerability, the type of relationship between these faith-based organizations
and their beneficiaries, and how they identify vulnerable groups in order to ensure that they
can be provided with an acceptable standard of living, as/which is? the objective of all social
security policies.
These para-governmental organizations claim to provide a collection of measures
and activities relating to social work, advisory and other social and rehabilitation services
rendered for satisfying the needs of low-income groups, improvements in the conditions of
families of martyrs, former prisoners of war, needy rural dwellers, orphans, the disabled, and
the handicapped. Active para-governmental organizations in this regard are the Martyrs’
Foundation (Bonyad-e Shahid), the Imam Khomeini Relief Aid Committee, the Oppressed and
Disabled Foundation, the Housing Foundation, and The 15th Khordad Foundation.
These organizations represent the dual power structure which of course, in one hand,
reinforces the authority of religious organizations but on the other, it decreases accountability
which might prevent the materialization of the citizenship which is based on rights. The
establishment of several para-governmental organizations, such as faith-based organizations,
following the revolution of 1978–79 created a large socio-economic sector. Although it was
not a unique event among the twentieth century’s political revolutions because most of them
had been followed by social revolutions in order to harness a mass society by creating parallel
structures of revolutionary legitimacy and authority and contribute to the consolidation
process, it was a unique event in the sense that it created some populist organizations to
provide welfare services for the vulnerable as a religious duty. It maintained the hegemony
of revolutionary forces over the subordinated classes and assisted them in administering
and pursuing social welfare and reconstruction programs. They are also a unique product
of the 1979 revolution in the sense that the creation of an Islamic state was mainly based
on Ayatollah Khomeini’s (the revolutionary leader) doctrine that the restoration of Muslim
unity depended solely on the establishment of a government having the real interests of
Muslims at heart.4 The Islamic state tried to implement some of the most important religious
injunctions. Criticizing the machinery of the old regime as being inline with the capitalist mode
of production, an instrument of dependence, establishing rent seeking groups, widening gap
between classes, and urban and rural areas, and social inequality, the Islamic state tried to
create a welfare state which brought constitutional and distributional justice in practical terms.
It was impossible to apply the economic aspect of religious injunctions, whether collecting
the alms-tax, protecting the poor, or supervision of endowments (awqaf )5 within the Islamic
state without the creation of these organizations. At first glance, it seemed that the religious
5XKROODK .KRPHLQL 1DPHKnL DV ,PDP 0XVDYL .DVKLI DO*KLWD 7HKUDQ r DQG + (QD\DW o,UDQ .KXPD\QLnV
&RQFHSWRIm*XDUGLDQVKLSRIWKH-XULVFRQVXOWnpLQ,VODPLQWKH3ROLWLFDO3URFHVVHG-DPHV3LVFDWRUL1HZ<RUNr
$ZTDI DUH UHOLJLRXV HQGRZPHQWV SURSHUWLHV JLYLQJ UHYHQXHV $ZTDI DUH DGPLQLVWHUHG E\ PDQDJHUV RU D FKDULWDEOH IRXQGDWLRQ
ZKLFKDUHLQFKDUJHRIHQVXULQJWKDWDOOUHYHQXHVHQGXSLQWKHULJKWSRFNHWV$ZTDIOHDGHUVDUHPRVWO\XODPDDQGORFDOUHOLJLRXV
OHDGHUVZRUNLQJLQGHSHQGHQWO\IURPWKHVWDWH,QWKHPRGHUQZRUOGDZTDIDUHLPSRUWDQWPHDQVRIILQDQFLQJWKHDGPLQLVWUDWLRQRI
PRVTXHVDQGUHOLJLRXVVFKRROV7KHLQVWLWXWLRQRIDZTDIDVFKDULWDEOHRUJDQL]DWLRQVKDVSOD\HGDPDMRUUROHLQWKHGHYHORSPHQWRI
HFRQRPLHVDQGWKHDFFXPXODWLRQRIODQGHGSURSHUW\LQ,VODPLFVRFLHWLHVIRUFHQWXULHVVHUYLQJDVPHFKDQLVPVIRUXQWD[HGVDYLQJ
DQGLQYHVWPHQW
_ 375 _
The Role of Waqf in the Islamic Welfare System
and revolutionary leaders did not trust the state enterprise for this truly religious obligation
immediately after the revolution. But the expansion of these organizations in subsequent
years indicated that they are unique in the way of reconstructing religious charities into giant
para-governmental monopolies with no governmental discretion (and citizen scrutiny) over
their charitable operations while they could contribute to the ideological and cultural needs
of an Islamic state. Although several studies showed that they were successful in giving social
assistance to the poor who had been neglected during the old regime, as we will demonstrate,
they embodied a contradictory position within the religious establishment and reinforced
part of a dual structure of power in the Islamic state when they worked in parallel with state
enterprises.
The establishment of the Islamic Republic led to the integration of the religious
establishment into the political system through the effective application of the concept of
“Guardianship of the Jurisconsult” (velayat-e faqih). Nevertheless, the religious leaders did not
incline to apply the welfare aspect of religious injunctions within the government policies.
The religious leaders favored running these organizations in order to maintain their own
kinds of distributional policies. The latent function of these organizations is also to maintain
their relations to the people which are vital for them. In addition, the ideological functions of
these organizations have been contributed to the social mobility of revolutionary forces, the
state ideology, and consolidation of political power.
However, the crisis of routinization of post-charismatic authority, did not allow paragovernmental charitable organizations to make a harmonious plan with any state economic
reforms. The problems encountered by these organizations when the reformist government
took office and a new era, marked by accountability and scrutiny, began two decade after the
revolution.
Discussions of faith-based or charitable organizations, their role within the Islamic state,
and their relationship with religious leaders requires some consideration of their antecedents
as charitable foundations (awqaf) in order to discover whether there existed any theoretical
basis for the relationship between these two kinds of organizations. It can be simply argued
that what distinguishes these para-governmental welfare organization set up by religious
leaders from all charitable foundations in the contemporary history of Iran is that the paragovernmental organizations were established in the political system of the post-revolutionary
era while the charitable foundations were popular religious-economic awqaf (endowment)
which were led mostly by grand and local religious leaders, working independently from the
state, and aloof from politics.6
The main duty of religious leaders in the tradition of Shi‘ite Islam in Iran, apart from
exercising Ejtehad (religious interpretation) in the occultation of the Imam, is to serve as
guardians of those who are without a protector in society.7 For this reason they are persons
6 0DORQH\ o$JHQWV RU 2EVWDFOHV" 3DUDVWDWDO )RXQGDWLRQV DQG &KDOOHQJHV IRU ,UDQLDQ 'HYHORSPHQWp LQ 7KH (FRQRP\ RI ,UDQ
'LOHPPDVRIDQ,VODPLF6WDWHHG3DUYLQ$OL]DGHK/RQGRQDQG1HZ<RUN
$EEDV(TEDO.KDQHGDQL1DZEDNKWL7HKUDQ
_ 376 _
Dr. Ali Asghar SAEIDI
who are entrusted with deposits, the estates of minors, and the guardianship of orphans.8 The
Quran asks Muslims to show solidarity with the socially weaker members of the community.
A tax called zakat serves this purpose for the ulama (grand Ayatollahs). The term zakat is
normally translated as tax for the poor, or “alm-tax.” The Quran mentions zakat as well as a tax
called “the fifth” (al-khums).9 The khoms plays an important role for the Shi‘ites.10 These taxes
and payments are based on the mechanism of taqlid (emulation of another in matters of the
law) in Islamic jurisprudence in the sense that it is a duty (taklif ) of the moqalled (a believer
who emulates) to pay religious tax to a jurisconsult (mojtahed). Taqlid has acquired special
significance for Shi‘ism as the theoretical foundation for an accentuated clerical hierarchy.11
It is incumbent upon the layman to follow the jurist’s ruling for determining the ethnically
and ritually correct behavior, including paying taxes, but the mojtahed has no independent
accountability, as the principle of ejtehad is based on independent juristic reasoning.12
The ulama (grand Ayatollahs) doctrinally concentrate on payment of the alms and charity,
particularly khoms (share of the imam), as a special source of income for supporting the poor
as well as the Shi‘ite seminaries.13
During the Qajar’s reign (1785–1925), along with the extensive expansion of the religious
folk rites, the religious authority of the ulama developed. In the course of time, the collection
and distribution of various kinds of alms and money intended for pious and charitable purposes
were the responsibility of the ulama as representatives of the authority of the imam.14 The more
the ulama received the sums (alms and donations), the more it reflected their authority and
importance. In addition, the income generated from the awqaf associated with shrines and
mosques was one of the most significant sources of income for the ulama. The institution of
awqaf as charitable organization has played a major role in the development of economies and
the accumulation of landed property in Islamic societies for centuries, serving as mechanisms
for untaxed s.a.v.ing and investment. In Safavid times (1501–1722), Isfahan, the capital city
at the time, had extensive awqaf lands attached to its mosques and religious and traditional
schools (madresehs). However, this was to be undermined by the local magnates in periods
of chaos, for instance, between the end of the Safavids and the beginning of the Qajars.15
The rapid increase of groups of pilgrims and mourners changed the character of the Shi‘ite
holy cities in the Qajar period. It also increased the ulama’s sources of income. The awqaf, as
well as the various grants and voluntary donations, became important sources of income. For
+DPLG$OJDU5HOLJLRQDQG6WDWHLQ,UDQr%HUNHOH\DQG/RV$QJHOHV
4XUDQWUDQV0DUPDGXNH03LFNWKDOO/RQGRQ,WFDQEHIRXQGLQWKHYHUVHoNQRZWKDWZKDWHYHU\RXDFTXLUHDV
PDWHULDOJDLQDILIWKEHORQJVWR*RGDQGWRWKH3URSKHWDQGWRWKRVHUHODWHGDQGWKHRUSKDQVDQGWKHSRRUDQGWKHZD\IDUHUVp
+HLQ]+DOP6KLmD,VODP)URP5HOLJLRQWR5HYROXWLRQ3ULQFHWRQ$6DFKHGLQDo$O.KXPV7KH)LIWKLQWKH,PDPL6KLmL
/HJDO6\VWHPo-RXUQDORI1HDU(DVWHUQ6WXGLHVr1&DOGHUo.KXPVLQ,PDPL6KLmL-XULVSUXGHQFH)URPWKH
7HQWKWRWKH6L[WHHQWK&HQWXU\$'p%XOOHWLQRIWKH6FKRRORI2ULHQWDODQG$IULFDQ6WXGLHVrDOVRVHH+RVVHLQ%HQ
%DEYH\HK0HQ/D\DK]DUDOIDTLKYRO%HLUXWQGr
11 /&ODUNHo7KH6KLmL&RQVWUXFWLRQRI7DTOLGp-RXUQDORI,VODPLF6WXGLHVQR
6DLG $PLU $UMRPDQG 7KH 6KDGRZ RI *RG DQG WKH +LGGHQ ,PDP &KLFDJR DQG /RQGRQ r &ODUNH o7KH 6KLmL
&RQVWUXFWLRQRI7DTOLGp
$.D]HPL0XVDYLo7KH%DVLVDQG1DWXUHRIXODPDnVDXWKRULW\LQ4DMDU,UDQp,UDQ1DPHKQR
$OJDU5HOLJLRQDQG6WDWH
$QQ.6/DPEWRQ/DQGORUGDQG3HDVDQWLQ3HUVLD/RQGRQr
_ 377 _
The Role of Waqf in the Islamic Welfare System
example, the lands attached to the shrine of the Imam Reza in Mashad, situated mostly in the
province of Khorasan, constituted probably the largest single source of clerical income during
the Qajar period.16 The importance of the awqaf to the ulama can be seen in the struggles
among ulama to control their administration. The issue was also sensitive for the state and it
constituted a subject for dispute between the ulama and the state. For instance, in the Qajar
period the chief administrator of awqaf (motavallibashi) who was initially selected from the
ranks of the ulama, came to be reputed as the most important figure next to the provincial
governor. When the state took the operation of awqaf lands and their administration out of
the control of the ulama during the Reza Shah’s reign, it led to unrest and riots in the provinces
since the ulama considered it a serious threat to their financial independence from the state.17
The Rise of New Forms of Religious Charities
The establishment of the Islamic Republic led to the integration of religion and state with
the ulama as the sole rulers and arbiters of the political order, including the enforcement
of the Islamic penal code. Nevertheless, the new government did not integrate some of the
other important religious injunctions, such as collecting the alms-tax and administration
of awqaf, and let the religious institutions responsible for these financial practices function
separately from the state organizations. For example, the Bonyad-e Astan-e Qods-e Razavi
continued to be controlled by religious leaders. It was the most important charitable
foundation, based on the shrine of Imam Reza at Mashad with an annual budget, mostly from
the alms given by pilgrims.18 Although the religious leaders soon legitimized paying tax to
the Islamic government, they distinguished it from Islamic tax. For instance, some religious
leaders encouraged people to pay tax by saying that “those who do not pay their taxes are
like those who do not pay their khoms; their property is illicit, because property or wealth that
evades tax payment does not belong to the owner but to the people, the martyrs, and the
unfortunate rural dwellers.” When, in the aftermath of the revolution of 1979, the properties
of the Shah and the royal family were confiscated, the control of these vast fixed and liquid
assets passed on to religious leaders in the forms of newly established para-governmental
organizations, and it increased their financial independence. The Revolutionary Council was
commissioned by the revolutionary leader’s injunction to confiscate all the wealth of the royal
family and related persons in favor of the poor, the worker, and state employees. Ayatollah
Khomeini, in his letter to the council, commanded “all of the Shah’s and royal family’s liquid
assets should be deposited in the banks in the name of the Revolutionary Council’s.”19 He
*HRUJH1&XU]RQ3HUVLDDQGWKH3HUVLDQ4XHVWLRQYRO/RQGRQ
)RU D GHWDLOHG OLVW RI $VWDQH 4RGVH 5D]DYL DVVHWV LQ IRUPV RI ZDTI LQ WKH FLW\ RI +HDUW QRZ LQ ZHVWHUQ $IJKDQLVWDQ LQ WKH
SUH0RQJROKLVWRU\VHH$OL.DULPL\DQ$VQDGH$VWDQH4RGVH5D]DYLGDU+HUDW7HKUDQIRUPRUHRQ*RKDUVKDG
0RVTXHXSULVLQJLQ0DVKKDGVHH+RVVHLQ0DNL7DULNKH%LVWVDOHK\H,UDQYRO7HKUDQ$]L]ROODKm$WDURGL7DULNK
$VWDQH4RGVH5D]DYLYROV7HKUDQ9H]DUDWH(UVKDUGH,VODPLDQG0DMLG7DIUHVKLDQG-DOLO%DKDU
6KHQDVQDPHK=HQGHJDQLYD$VDUH6KHLNK$KPDG%DKDU7HKUDQrDQG+r/6DmLG9DKHG4L\DPH
*RKDUVKDG7HKUDQQGDQG/&<DWH.KXUDVDQDQG6LVWDQ(GLQEXUJKDQG/RQGRQDQG
7KLVIRXQGDWLRQZLWKLWVKLVWRULFDOEDFNJURXQGDVRQHRIWKHPRVWLPSRUWDQWWUDGLWLRQDOUHOLJLRXVFKDULWLHVLVFRQWUROOHGE\WKHVXSUHPH
OHDGHU7KHZRUG%RQ\DGZDVDGGHGWRWKHWLWOHRIWKLVRUJDQL]DWLRQDIWHUWKHUHYROXWLRQ7KHSRVLWLRQRIKLVUHSUHVHQWDWLYHLVQRW
WKHVDPHDVWKH6KDKnVUHSUHVHQWDWLYHGXULQJWKH3DKODYLHUD)RUPRUHVHH$]L]ROODKm$WDURGL7DULNK$VWDQH4RGVH5D]DYL
5XKROODK.KRPHLQL6DKLIHK\H1XU>3DJHVRI/LJKW$&ROOHFWLRQRI6SHHFKHVDQG3URQRXQFHPHQWV@YRO7HKUDQ
_ 378 _
Dr. Ali Asghar SAEIDI
directly asked the revolutionary committees across the country to implement this order. He
called these assets spoils (ghanimat, pl. ghana’em)20 and added that they must be kept and
controlled separately from government properties. According to the Law of July 1979, the
assets of fifty-one of the largest Iranian industrialists and their immediate families who had
profited from “illegitimate ties” with the Shah were confiscated and came under the control
of the state and created a large para-governmental sector in the sense that they are holding
companies in the private sector based on unclaimed assets. Ironically, although they did not
neglect the sanctity of the right of private property, by confiscating these properties they
took the opportunity to restore their control over vast amounts of property by calling them
assets gained from illegal ties, thus securing their economic independence. Two days after
the nationalization of large enterprises, Ayatollah Khomeini tried to assure the merchants and
traders of the bazaar that private ownership was secure. He pointed out the cooperation of
the ulama with the merchant communities in many instances in the course of the revolution,
and distinguished the Islamic state from the communist state by saying that the objective for
the Islamic economy is not to eliminate private economic activity.21
These foundations are absolutely loyal to the supreme leader and to local religious
leaders who act as representatives of the supreme leader in the capital. The foundations
extended their activities qualitatively and quantitatively and played a significant role in the
implementation of welfare policies. The studies show the religious organization (faith based
organizations) like the Imam Relief Committee functioned well in comparison to NGO’s and
the governmental welfare-run programmes.
Concluding remarks: The challenges and opportunities
In conclusion, I may say that the above analysis has dealt with factors which led to the
creation of charitable foundations after the revolution of 1979. The development of social
policy has closely been related to their political economy in the sense that they provide the
welfare services either as a response to the social demand for the sake of social and political
stability, or political legitimacy. In addition, the establishment of these foundations has been
accomplished on the basis of the religious authority of the ulama (religious leaders), which
entitled them to receive religious charities and financial obligations. The foundations loyal
to the supreme leader were vital for the institutionalization of ideology of the Islamic state
by implementing wide ranged social and cultural activities. However, their major functions
were to implement the promises made under a populist social safety net parallel to formal
social security. The foundations withhold their economic and accounting information from
the public. The Islamic state is coming under discreet pressure from the inside and outside
to open up these charitable organizations to scrutiny, with transparent accounts, and clearly
defined statutes and operating principles.
$FFRUGLQJWRVXUD4XUDQoZKDWHYHU\HWDNHDVVSRLOVRIZDUORDILIWKWKHUHRILVIRU*RGDQGIRUWKHPHVVHQJHUDQGIRUWKH
NLQVPDQZKRKDWKQHHGDQGRUSKDQVDQGWKHQHHG\DQGWKHZD\IDUHUVp7KHYHUEJKDQLPDLVDPELJXRXVLQ$UDELF,WPHDQVERWK
oWRDFKLHYHRUSURILWpDQGoWRWDNHDVVSRLOVp7KH6XQQLVLQWHUSUHWWKLVYHUVHDFFRUGLQJWRWKHODWWHUGHILQLWLRQDQGDSSO\LWRQO\WR
MXVWLI\WKHWD[DWLRQRIZDUVSRLOV7KH6KLmLXODPDKRZHYHULQWHUSUHWJKDQLPDDVoWRHDUQpLQLWVEURDGHVWVHQVHDQGVLQFHWLPH
LPPHPRULDOKDYHXQGHUVWRRGWKHoILIWKpDVDW\SHRILQFRPHWD[+DOP6KLmD,VODP)URP5HOLJLRQWR5HYROXWLRQr
.H\KDQ7LUDQG$OL5DKQHPDDQG)DUKDG1RPDQL7KH6HFXODU0LUDFOH/RQGRQDQG1HZ-HUVH\
_ 379 _
The Role of Waqf in the Islamic Welfare System
Although they have dominated the larger part of society, their future activities are 1)
geared towards solving the lack of accountability, 2) respecting the social rights of citizens
through the recognition of liberty and dignity of people while they have been served, 3)
having the empowerment plans in order to shift vulnerable groups to the corporatist social
security system, 4) instigating a system to systematically recognize those entitled, 5) creating
a dynamic network to the other non-state welfare institutions such as the family unit, and 6)
making policy to insure people in order to prevent manufactured risks, a type of risk that is
related to the reflexive behavior of modern people in the globalized world.
These foundations which rooted in the institution of Waqf can be considered as
one dimension of social capital because it is the aggregate of the actual and potential
resources that are linked to possession of a durable network of more or less institutionalized
relationships of mutual acquaintance and recognition – or in other words, to membership in
a group. Non-state religious charitable organizations baed on Waqf increases the trust and
institutionalizing the social network. However, the more this social trust reinforce the more it
might increase the problem of conversion of social capital to economic one. In order to clarify
this contradiction we have to remember the historical origin of the relationships of waqf and
accumulation of private capital. Homa Katouzian, an Iranian famous scholar argued that the
Iranian merchant was not naturally charitable or spendthrift; and it was certainly not merely
the teachings of Islam which encouraged him to spend rather than accumulate; the sociopolitical environment simply left him with no rational alternative.
This was a main cause of traditional merchant charity (unknown in Europe), which had
survived down to the present day ; periodic public feasts, and distribution of both cooked
and uncooked food among the needy on religious and other occasions. It would be mistake
to regard this as an inevitable consequence of the teachings of Islam, if only because such
teachings are common to many religious including Christianity.
Absence of a legal code of conduct, that is, the arbitrary nature of power at all levels, leaves
little room for financial and security. As Lambton said, there were both public and private
endowments in land. The former enjoying greater security – were a source of income and
scholarship grants for religious dignitaries and colleges; the latter were a source of income for
the descendants of the rich – landlords as well as merchants. Neither was nearly as inviolable
as private ownership in Europe, let alone European endowments. Therefore, the contradiction
relationships between one of characteristics of waqf as a social capital and private property
remain. We have to remember again that private property is a precognition for capitalism, or,
to phrase this last condition in a more sociological was, that capitalism can only exist if the
individual has a legal right to exclude others from using some object or person.
Despite these challenges, these organizations have the capacity to provide opportunities
for the state in the time economic recession, to take care of citizen’s welfare, and increase selfreliance. This can be illustrated by examining recent grass root pressure for political rights. It
may serve as being a sign of raising a new state-society nexus which sets them on a path in
which they respond to the citizen rights democratically, developmentally and inclusively. The
role of religious welfare organizations are exactly similar to a family unit which must leave
patrimonial ruling and accept the process of democratization.
_ 380 _
Dr. Ali Asghar SAEIDI
Working parallel with the governmental organizations and state policy, have given
a unique opportunity to Iranian religious organizations to decrease the state control over
individuals. It has prevented the state to erode the liberty and freedom of people. Unlike,
the government welfare organizations, they are more likely to enhance self reliance and
willingness of the poor and vulnerable groups.
As mentioned earlier, these faith-based welfare organizations have provided welfare
services according to their duties rather than their rights. However, the question will remain
whether any interpretation of the text allows them to be more flexible, that is to say the
exercising religious interpretation. As much as they received pressure from the government
and the people can they interpret their relations to the people democratically? In case of
Iranian foundation the recent development indicates that they have served the vulnerable
according to the order of the government and based on new security law they are more
accountable. As of recently, they have publicized their activities. They have also been forced
to cover their support to guardianship less and lone-parent household in the sense that they
have recognized the women as breadwinner of the household. However, there is much doubt
as to whether this is, or ever was common among all Muslim welfare organizations in the
region.
_ 381 _
İSLAMİ SOSYAL YARDIM SİSTEMİNDE VAKIFLARIN ROLÜ
Dr. Ali Asghar SAEIDI
Tahran Üniversitesi – İRAN
Giriş
Burada, Dünya Vakıflar Konferansı’nda olmaktan dolayı mutluluk duyarım ve beni davet
eden organizatörlere teşekkürlerimi sunarım. İslami sosyal yardımlaşma sistemi içerisinde
vakıfların rolü ile ilgili benim en çok dikkatimi çeken tartışmalı konu; devrim sonrası bir
dönemde ‘Hukuk Danışmanı Velayeti’ (velayeti fakih) kavramı sayesinde İslam cumhuriyeti
kuruluşunun dini kuruşların siyasi sistem ile entegre olmasına yol açmasının, ancak din
liderlerinin dinin ekonomik açısını İslam devletine uygulamayı reddetmelerinin altında yatan
nedenlerdir.
Bu soruya yanıt vermek için dağıtım ile ilgili kendi ekonomik politikalarını sürdürmek
için devrim sonrası çağda kurulan vakıfları işletecek dini liderlerin nispi kapasitesi üzerinde
araştırma yaptım. 1978 – 79 devriminden sonra bu vakıfların (bonyadların) kurulması; büyük
bir sosyo-ekonomik sektörü meydana getirmiştir. Bu; yirminci yüzyılın siyasi devrimleri arasında
gerçekleşen tek olay değildir. Çünkü bunların büyük bir kısmının ardından sosyal devrimler de
meydana gelmiştir. Örneğin Nikaragua birleşme sürecine katkıda bulunmak için paralel devrimci
meşruluk ve otorite yapılarını oluşturarak kitle toplumundan faydalanmaya çalıştı. İran’da
bazı popülist örgütlerin kurulması (bonyadlar); bağlı sınıflar üzerinde devrimci kuvvetlerin
egemenliğini sürdürmüş, sosyal refahı ve yeniden yapılanma programlarını yönetebilmeleri
ve takip edebilmeleri konusunda yardımcı olmuştur. Ancak yine de bunlar, İslam devletinin
kurulmasının esas olarak Müslüman birliğinin eski haline getirilmesinin sadece merkezdeki
Müslümanların gerçek çıkarlarına sahip hükümetin kurulmasına bağlı olduğunu ileri süren
Ayetullah Humeyni’ nin doktrinine dayalı olması açısından 1979 devrimin yegane ürünleridir.
Bu vakıflarda esnekliğin olması; ekonomik yapı ile toplumsal politika mekanizması
arasında bir ilişki olduğunu göstermektedir. Bu esneklik; toplumun Esping-Andersen’in ‘decommodification’ diye isimlendirdiği meta olmaktan çıkarmaya maruz kalma kapasitesini
göstermektedir,1 yani insanlar piyasa dışı sosyal hizmetleri alabilirler ve Ulrich Beck’in
terminolojisini kullanacak olursak, aile veya sosyal yardımlaşma devleti gibi dini kuruluşların
toplumun kendisini sigorta etmesi için ‘üretilen riskler’2 yapmasını nasıl önlediğini
göstermektedir. İşte İslami sosyal yardımlaşma sistemi içerisindeki bu esnekliği açıklamak için
buradayım. Bunu yapmadan önce giriş olarak iki kuramsal noktanın altını çizmek isterim
Birincisi, rasyonel eylem olarak ekonomik etkinlikler ve duygusal eylemler olarak
dini etkinlikler arasındaki ilişkiyi anlamak için toplumun ekonomik kültürünü analiz etmek
zorundayız. Burada kültürü geniş anlamda tanımladım. Her bir toplum içerisindeki farklı sosyal
politikanın belli başlı ekonomik kültürden çıktığını öne sürmek isterim. Vakfın İslami sosyal
yardımlaşma sistemi içerisinde önemli rol oynadığı doğrudur, ancak böyle olması insanların
6HH(VSLQJ$QGHUVHQ*7KH7KUHH:RUOGVRI:HOIDUH&DSLWDOLVP&DPEULGJH3ROLW\3UHVV
*LGGHQV$QWKRQ\o5LVNDQG5HVSRQVLELOLW\p0RGHUQ/DZ5HYLHZ
_ 382 _
Dr. Ali Asghar SAEIDI
dine göre ve ahlaklı bir şekilde davranmanın kendilerine çıkar sağladıklarını – veya bir mülke
sahip olmalarına hiç gerek olmadığını düşündükleri anlamına mı gelir?
İkinci husus ise farklı haklar; yani medeni, siyasi ve sosyal haklar ve bunlarla ilişkili konular
ile ilgilidir. Elbette dini örgütler, kırılganlar için sosyal yardım sağlayacaktır. Bunları, sosyal
hakların verilmesi olarak düşünüyoruz. Ancak, bunların fonksiyonlarının medeni ve siyasi
haklar kapsamında belli başlı açılımları vardır.
İslami Sosyal Yardımlaşma Sistemi: Devlet ve Toplum
Bu konuları aklımızın bir köşesine koyarak İran’da ve Orta Doğu’da ve Kuzey Afrika
ülkelerinde mevcut ekonomik durumun iç kuvvetlerin baskısı altında olduğu ileri sürülebilir (bu
iç kuvvetler; sürekli artan beklentilere ve sosyal ihtiyaçlara ve evrenselleşme zorunluluğundan
kaynaklanan isteklere dayanmaktadır). Devlet veya toplum tarafından belirlenen sosyal
politika; büyük olasılıkla devlet dışı ve yarı-kamusal dini kuruluşlarının geliştirilmesinde ve
ekonomik kalkınmanın çözülmesinde kritik rol oynamaktadır. Örneğin, İran toplumunun
ekonomik krize ve son yıllarda görülen sürekli artan işsizlik oranına verdiği tepki; ailenin işsiz
kalan gençlere verdiği desteği arttırmıştır. Ancak, ailenin ekonomik anlamda daha da çok
mahrum kalmasına neden olmuştur. Bağlayıcı aile birimi özellikle önemli bir kavramdır. Çünkü
son yıllarda ülke, bir devrimden ve sekiz yıl süren bir s.a.v.aştan geçmiştir.
İran’daki çok farklı devlet dışı aktörler; tarihe bakıldığında, insanların sosyal yararlara ve
programlara erişmesine aracılık ederek toplumun temel ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli rol
oynamıştır. Ancak otuz yıl önce devrimci devlet, ana sloganının uygun bir şekilde adalet getirmek
olduğunu öne sürdüğünde bu denemeler büyük oranda görmezden gelindi. Yarı kamusal
dini sosyal yardımlaşma örgütleri yavaş yavaş devlet dışı örgütlenen sosyal yardım sağlama
sisteminin yerine geçti ve devlet dışı sosyal yardım sağlanmasının devlet kapasitesi üzerindeki
etkilerini nötrleştirdi.3 Devlet kapasitesi kavramı ile devletin kendi sınırları içerisinde meşru
kuvvet araçlarını kontrol altında tutabilme becerisi denmek istenmiş olup yarı kamusal sosyal
yardım örgütleri kişileri doğrudan destekleyerek meşrulaştırma araçlarını kontrol altında tutar.
Yarı kamusal dini örgütler sistematik bir şekilde sigorta dışı sektörün sorumluluğunu üstlenmiştir.
Ancak 80 yıl önce başlamış olan resmi sosyal sigorta yayılmıştır. Yoksullar ve kırılganlar için sosyal
yardım ve destek hizmetleri; yarı kamusal dini örgütler tarafından yönetilmektedir.
Çeşitli programlar arasında gerçekleşen etkileşimin sosyal politika programlarının genel
tasarımı ile ilgili açılımları vardır. Ayrıca resmi sosyal politika ve diğer programlar arasındaki
etkileşimin de önemli maddi sonuçları olabilir. Çeşitli programların maliyetlerini ve sağladığı
faydaları değerlendirmek için şeffaf verilere dayalı daha fazla araştırma yapılmasına ve daha
fazla kanıt elde edilmesine gereksinim vardır. Ancak yine de burada bu örgütlerin ihtiyacı ve
kırılganlığı nasıl algıladıklarını, bu inanç tabanlı kuruluşlar ile yararlanıcıları arasındaki ilişki
tipini ve kabul edilebilir yaşama standardı sağlandığından emin olmak için kırılgan grupları
nasıl tanımladıklarını, tüm sosyal güvenlik politikalarının amacını açıklamaya çalışacağım.
7KLV VHFWLRQ RI SDSHU GUDZV KHDYLO\ RQ P\ SUHYLRXV SDSHU ZKLFK DOUHDG\ SXEOLVKHG )RU PRUH VHH 6DHLGL $OL $ 7KH
DFFRXQWDELOLW\RISDUDJRYHUQPHQWDORUJDQL]DWLRQVERQ\DGVWKHFDVHRI,UDQLDQIRXQGDWLRQV,UDQLDQ6WXGLHVYROQR
_ 383 _
İslami Sosyal Yardım Sisteminde Vakıfların Rolü
Bu yarı kurumsal örgütler; düşük gelirli grupların ihtiyaçlarını karşılamak için gerçekleştirilen
sosyal çalışmalar, danışmanlık ve diğer sosyal hizmetler ve rehabilitasyon hizmetleri, şehit
ailelerinin, eski savaş mahkumlarının, muhtaç köylülerin, yetimlerin, engellilerin koşullarında
yapılan iyileştirmeler ile ilgili ölçüt ve etkinliklerin bir derlemesini sunacaklarını ileri
sürmüşlerdir. Bu açıdan Şehit Vakfı (Bonyad-e Shahid), İmam Humeyni Bağış Yardımı Komitesi,
Baskı Altında Kalanlar ve Engelliler Vakfı, Konut Vakfı ve 15inci Khordad Vakfı aktif yarı kamusal
örgütler arasındadır.
Bu örgütler; elbette bir yandan dini örgütlerin otoritesini güçlendirirken öte yandan
haklara dayalı vatandaşlığın maddileştirilmesini önleyebilen hesap verebilirliği azaltacak ikili
güç kaynağını temsil eder. 1978 – 79 devriminden sonra inanç tabanlı örgütler gibi çeşitli yarı
kurumsal örgütlerin kurulması büyük sosyo-ekonomik sektöre yol açmıştır. Paralel devrimci
meşruluk yapıları ve otorite kurarak ve birleşme sürecine katkıda bulunarak kitle toplumundan
faydalanmak için pek çoğunun ardından sosyal devrimler geldiğinden bunun yirminci yüzyıl
siyasi devrimleri arasında tek olmamasına rağmen dini vazife olarak kırılgan kişilere sosyal
yardımı sağlayacak bazı popülist örgütleri kurması açısından yegane bir olaydı. Bu; bağlı
sınıflar üzerinde devrimci kuvvetlerin egemenliğini sürdürmüş, sosyal refahın ve yeniden
yapılanma programlarının yönetilebilmesine ve takip edilebilmesine yardımcı olmuştur. Ancak
yine de bunlar, İslam devletinin kurulması, Müslüman birliğinin eski haline getirilmesinin
sadece merkezdeki Müslümanların gerçek çıkarlarına sahip hükümetin kurulmasına bağlı
olduğunu ileri süren Ayetullah Humeyn’in (devrim lideri) doktrinine dayalı olması açısından
1979 devrimin yegane ürünleridir.4 İslam devleti; en önemli dini ihtiyatları uygulamaya çalıştı.
İslami devlet; eski rejimin mekanikliğini kapitalist üretim şekline göre hareket etmesi, bağlılık
aracı olması, bazı gruplara rant sağlaması, sınıflar ve kentsel ve kırsal alanlar arasındaki boşluğu
genişletmesi ve toplumsal adaletsizliğe yol açması açısından eleştirerek anayasal ve dağılımsal
adaleti uygulanabilir bir şekilde getiren refah devleti kurmaya çalıştı. Bu örgütler kurulmadan
İslam devleti içerisinde sadaka toplama, fakirleri koruma veya bağış kuruluşlarının (vakıfların)
izlenmesi gibi dini ihtiyatların ekonomik açısının uygulanması mümkün değildi.5 İlk bakışta,
dindar ve devrimci liderler, devrimden hemen sonra devlet girişimine bu dini yükümlülük
açısından güven duymuyormuş gibi görülmektedir. Ancak müteakip yıllarda bu örgütlerin
genişletilmesi; İslam devletinin ideolojik ve kültürel ihtiyaçlarına katkıda bulunurken hükümet
kararı (ve vatandaş incelemesi) olmadan dini hayır kuruluşlarını hayır işleri üzerinden devasa yarı
kurumsal tekeller olacak şekilde yeniden yapılandırması açısından bunların yegane olduğunu
göstermiştir. Pek çok çalışmanın bunların eski rejim sırasında göz ardı edilen fakirlere sosyal
yardım sağlamada başarılı olduklarını göstermesine rağmen bizim de kanıtlayacağımız gibi
bunlar bünyelerinde dini kuruluş kapsamında çelişkili bir konumu barındırmışlar ve devlet
kuruluşları ile paralel çalıştıklarında İslam devletindeki ikili güç yapısını güçlendirmişlerdir.
5XKROODK .KRPHLQL 1DPHKnL DV ,PDP 0XVDYL .DVKLI DO*KLWD 7HKUDQ r DQG + (QD\DW o,UDQ .KXPD\QLnV
&RQFHSWRIm*XDUGLDQVKLSRIWKH-XULVFRQVXOWnpLQ,VODPLQWKH3ROLWLFDO3URFHVVHG-DPHV3LVFDWRUL1HZ<RUNr
$ZTDIDUHUHOLJLRXVHQGRZPHQWVSURSHUWLHVJLYLQJUHYHQXHV$ZTDIDUHDGPLQLVWHUHGE\PDQDJHUVRUDFKDULWDEOHIRXQGDWLRQZKLFKDUH
LQFKDUJHRIHQVXULQJWKDWDOOUHYHQXHVHQGXSLQWKHULJKWSRFNHWV$ZTDIOHDGHUVDUHPRVWO\XOHPDDQGORFDOUHOLJLRXVOHDGHUVZRUNLQJ
LQGHSHQGHQWO\IURPWKHVWDWH,QWKHPRGHUQZRUOGDZTDIDUHLPSRUWDQWPHDQVRIILQDQFLQJWKHDGPLQLVWUDWLRQRIPRVTXHVDQGUHOLJLRXV
VFKRROV7KHLQVWLWXWLRQRIDZTDIDVFKDULWDEOHRUJDQL]DWLRQVKDVSOD\HGDPDMRUUROHLQWKHGHYHORSPHQWRIHFRQRPLHVDQGWKHDFFXPXODWLRQ
RIODQGHGSURSHUW\LQ,VODPLFVRFLHWLHVIRUFHQWXULHVVHUYLQJDVPHFKDQLVPVIRUXQWD[HGVDYLQJDQGLQYHVWPHQW
_ 384 _
Dr. Ali Asghar SAEIDI
İslam Cumhuriyetinin kurulması; dini kuruluşların ‘Hukuk Danışmanı Koruması’ (velayat-e
fakıh) kavramını etkin bir şekilde kullanarak siyasi sistem ile entegre olmasına yol açmıştır.
Ancak yine de dini liderler; hükümet politikaları dahilinde dini ihtiyatların sosyal yardım açısını
uygulama eğilimine girmemişlerdir. Dini liderler; kendi dağılımsal politikalarını sürdürmek için
bu örgütleri yönetmeyi tercih etmişlerdir. Bu örgütlerin gizli fonksiyonu ayrıca kendileri için
önemli olan kişilerle ilişkilerini sürdürmektir. Ayrıca, bu örgütlerin ideolojik fonksiyonlarına
devrimci kuvvetlerin sosyal hareketliliği, devlet ideolojisi ve politik gücün birleşmesi de katkı
sağlamıştır.
Ancak karizmatik sonrası otoritenin (post-charismatic authority) rutinleşmesi krizi; yarı
kurumsal hayır örgütlerinin devletin ekonomik reformları ile uyumlu plan yapmasına olanak
tanımadı. Reformcu hükümet görevi aldığında ve iki yıl sonra hesap verme ve inceleme
konularının damga vurduğu yeni çağ başladığı zaman bu kuruluşların karşılaştıkları sorunlar
devrimden yirmi yıl sonra başladı.
İnanca dayalı kuruluşlar veya hayır kuruluşları, bunların İslam devleti içerisindeki rolleri
ve dini liderler ile olan ilişkileri ile ilgili tartışmalar; bu iki tür kuruluş arasındaki ilişkiye yönelik
herhangi kuramsal temelin olup olmadığını keşfetmek için hayır kuruluşları (vakıflar) sıfatıyla
bunların geçmişinin ele alınmasını gerekli görmüştür.
Dini liderler tarafından kurulan bu yarı kurumsal sosyal yardım kuruluşunu çağdaş İran
tarihindeki diğer tüm hayır kuruluşlarından ayıran şeyin; yarı kurumsal örgütlerin devrim
sonrası çağın politik sistemi içerisinde kurulması, hayır kuruluşlarının ise devletten bağımsız
ve siyasetten uzak çalışan büyük ve yerel dini liderlerin yönettiği popüler dini – ekonomik
vakıf (bağış kuruluşu) olması ileri sürülebilir.6
İmamın okültasyonunda içtihadın (dini yorumlama) uygulanması dışında İran Şii İslam
geleneğindeki dini liderlerin ana vazifesi; toplumda koruması olmayan kişilere koruyucuları
olarak hizmet vermektir.7 Bu nedenden dolayı onlar; kendilerine tasarruflar tevdi edilen kişiler,
azınlıkların devletleri ve yetimlerin koruyucularıdır.8 Kur’an, Müslümanlardan toplumun sosyal
açıdan daha zayıf üyelerine bağlılık göstermelerini ister. Zekat adı verilen vergi, ulema (büyük
Ayetullahlar) için bu amaca hizmet eder. Normalde zekat terimi; fakirler için vergi veya ‘sadaka
vergisi’ şeklinde tercüme dilebilir. Kur’an; zekatın yanı sıra ‘beşte bir (humus)’ denilen bir
vergiden bahsetmektedir.9 Humuslar Şiiler için önemli bir rol oynar.10 Bu vergiler ve ödemeler;
mukallitin (taklit eden inanan) hukuk danışmanına karşı (müçtehit) dini vergi ödemekle
6 0DORQH\ o$JHQWV RU 2EVWDFOHV" 3DUDVWDWDO )RXQGDWLRQV DQG &KDOOHQJHV IRU ,UDQLDQ 'HYHORSPHQWp LQ 7KH (FRQRP\ RI ,UDQ
'LOHPPDVRIDQ,VODPLF6WDWHHG3DUYLQ$OL]DGHK/RQGRQDQG1HZ<RUN
$EEDV(TEDO.KDQHGDQL1DZEDNKWL7HKUDQ
+DPLG$OJDU5HOLJLRQDQG6WDWHLQ,UDQr%HUNHOH\DQG/RV$QJHOHV
4XUDQWUDQV0DUPDGXNH03LFNWKDOO/RQGRQ,WFDQEHIRXQGLQWKHYHUVHoNQRZWKDWZKDWHYHU\RX
DFTXLUHDVPDWHULDOJDLQDILIWKEHORQJVWR*RGDQGWRWKH3URSKHWDQGWRWKRVHUHODWHGDQGWKHRUSKDQVDQGWKHSRRUDQG
WKHZD\IDUHUVp
+HLQ]+DOP6KLmD,VODP)URP5HOLJLRQWR5HYROXWLRQ3ULQFHWRQ$6DFKHGLQDo$O.KXPV7KH)LIWKLQWKH
,PDPL6KLmL/HJDO6\VWHPo-RXUQDORI1HDU(DVWHUQ6WXGLHVr1&DOGHUo.KXPVLQ,PDPL6KLmL
-XULVSUXGHQFH)URPWKH7HQWKWRWKH6L[WHHQWK&HQWXU\$'p%XOOHWLQRIWKH6FKRRORI2ULHQWDODQG$IULFDQ6WXGLHV
rDOVRVHH+RVVHLQ%HQ%DEYH\HK0HQ/D\DK]DUDOIDTLKYRO%HLUXWQGr
_ 385 _
İslami Sosyal Yardım Sisteminde Vakıfların Rolü
yükümlü olması (taklif) açısından İslami içtihat biliminde konu edilen taklit mekanizmasına
(kanun hususlarında bir başkasının benzetilmesi) dayanır. Taklit; üzerinde durulan din görevlisi
hiyerarşisine yönelik kuramsal kuruluş yapısıyla Şiilik açısından özel önem kazanmıştır.11 Vergi
ödeme dahil olmak üzere din adamlarının etnik açıdan ve ritüel olarak doğru davranışları
belirlemesine yardımcı olan kuralları takip etmek herkesin görevidir; ancak müçtehidin
bağımsız hesap verebilirliği yoktur. Çünkü içtihat ilkesi bağımsız hukuki gerekçelendirmesine
dayalıdır.12 Ulema (büyük Ayetullahlar) doktrin olarak sadaka ve hayır kurumu ödemesine,
özellikle de Şii ilahiyat fakültelerinin yanı sıra fakirleri desteklemek için özel gelir kaynağı
olmalarından dolayı humuslara (imamın payı) odaklanırlar.13
Dini halk geleneklerinin kapsamlı bir şekilde genişlemesi ile birlikte Kaçar yönetimi (17851925) sırasında dini ulema otoritesi de gelişti. Bu süre içerisinde çeşitli sadakaların ve dini ve
hayır işleri için niyet edilen paraların toplanması ve dağıtılması; imam otoritesinin temsilcileri
sıfatı ile ulemanın sorumluluğundaydı.14 Ulema ne kadar çok para (sadaka ve bağış) topladıkça
otoritesi ve önemi de o kadar arttı. Ayrıca türbeler ve camiler ile ilişkili vakıflardan elde
edilen gelir de ulema için en önemli gelir kaynaklarından biriydi. Hayır, örgütü olarak vakıflar
kurumu; vergisiz birikim ve yatırımlar için mekanizma olarak hizmet ederek yüzyıllar boyu
İslam toplumlarında toprak mülklerinin toplanmasında ve ekonomilerin gelişmesinde önemli
rol oynamıştır. Safevi döneminde (1501–1722) zamanın başkenti olan Isfahan’da camilere ve
dini ve geleneksel okullara (medreselere) ekli çok geniş vakıf arazileri vardı. Ancak bunlar;
Safevilerin sonunda ve Kaçarların başında ortaya çıkan kaos dönemleri gibi dönemlerde
yerel kodamanlar tarafından zayıflatıldı.15 Hacı ve ağıtçı gruplarda görülen hızlı artış; Kaçar
dönemindeki Şii kutsal şehirlerinin yapısını değiştirdi. Ayrıca ulemanın gelir kaynaklarını da
arttırdı. Çeşitli bağışların veya gönüllü ödeneklerin yanı sıra vakıflar da önemli gelir kaynakları
oldu. Örneğin, çoğu Horasan ilinde bulunan Masat’taki İmam Reza Türbesine bağlı araziler;
Kaçar döneminde belki de en büyük dini gelir kaynağını oluşturdu.16 Vakıfların ulema için
ne kadar önemli olduğu vakıfların idaresini kontrol etmek için ulemaların kendi aralarında
yaşadıkları çekişmelerden görülebilir. Bu konu ayrıca devlet için de önemli bir konu olup ulema
ve devlet arasında da ihtilaf konusu olmuştur. Örneğin Kaçar döneminde ilk başta ulemanın
içerisinden seçilen baş vakıf idarecisi (mütevelli başı); il valisinden sonraki en önemli kişi olarak
hürmet görmüştür. Rıza Şah döneminde devlet, vakıf arazilerinin işletilmesini üstlendiğinde
ve idari kontrolü ulemanın elinden aldığında bu davranışın vakıfların finansman açısından
devletten bağımsızlıklarına ciddi tehdit oluşturduğu düşünüldüğü için illerde huzursuzluklar
ve ayaklanmalar ortaya çıktı.17
11 /&ODUNHo7KH6KLmL&RQVWUXFWLRQRI7DTOLGp-RXUQDORI,VODPLF6WXGLHVQR
6DLG $PLU $UMRPDQG 7KH 6KDGRZ RI *RG DQG WKH +LGGHQ ,PDP &KLFDJR DQG /RQGRQ r &ODUNH o7KH 6KLmL
&RQVWUXFWLRQRI7DTOLGp
$.D]HPL0XVDYLo7KH%DVLVDQG1DWXUHRIXOHPDnVDXWKRULW\LQ4DMDU,UDQp,UDQ1DPHKQR
$OJDU5HOLJLRQDQG6WDWH
$QQ.6/DPEWRQ/DQGORUGDQG3HDVDQWLQ3HUVLD/RQGRQr
*HRUJH1&XU]RQ3HUVLDDQGWKH3HUVLDQ4XHVWLRQYRO/RQGRQ
)RU D GHWDLOHG OLVW RI $VWDQH 4RGVH 5D]DYL DVVHWV LQ IRUPV RI ZDTI LQ WKH FLW\ RI +HDUW QRZ LQ ZHVWHUQ $IJKDQLVWDQ LQ WKH
SUH0RQJROKLVWRU\VHH$OL.DULPL\DQ$VQDGH$VWDQH4RGVH5D]DYLGDU+HUDW7HKUDQIRUPRUHRQ*RKDUVKDG
0RVTXHXSULVLQJLQ0DVKKDGVHH+RVVHLQ0DNL7DULNKH%LVWVDOHK\H,UDQYRO7HKUDQ$]L]ROODKm$WDURGL7DULNK
_ 386 _
Dr. Ali Asghar SAEIDI
Yeni Dini Hayır Kuruluşu Şekillerinin Ortaya Çıkışı
İslam Cumhuriyetinin kurulması; İslami ceza kanunun uygulanması dahil olmak
üzere politik düzenin tek yöneticileri ve söz sahipleri sıfatına haiz ulema ile din ve devletin
birleşmesine yol açtı. Ayrıca, yeni hükümet; sadaka geliri ve vakıfların idaresini toplama gibi
diğer önemli dini ihtiyatların bazılarını entegre etmedi ve bu finansman uygulamalarından
sorumlu dini kurumların devlet kuruluşlarından ayrı bir şekilde işlev göstermesine olanak
verdi. Örneğin, Bonyad-e Astan-e Qods-e Razavi dini liderlerin kontrolü altında kalmaya
devam etti. Bu; genellikle hacıların verdiği sadakalardan oluşan yıllık bütçesi olan, Masat’taki
İmam Reza türbesine dayalı en önemli hayır kuruluşudur.18 Çok kısa bir süre sonra dini liderlerin
İslam hükümetine vergi ödenmesini meşrulaştırmasına rağmen bunu İslami vergiden ayrı
tuttular. Örneğin, bazı dini liderler; ‘vergilerini ödemeyen kişiler humuslarını ödemeyen
kişiler gibidirler; onların mülkiyeti yasa dışıdır; çünkü vergi ödeme yükümlülüğünden kaçan
varlıkları veya mülkleri mal sahibine değil, insanlara, şehitlere ve şansız köylü vatandaşlara
aittir’ diyerek insanları vergi ödemeye teşvik ettiler. 1979 devriminden sonra Şah ve kraliyet
ailesi mülklerine el konulduğunda bu geniş sabit ve likit varlıkların kontrolü yeni kurulan
yarı kamusal örgütlerdeki dini liderlere geçti ve bunların finansman açısından bağımsızlıkları
arttı. Devrimci Meclise fakirlerin, işçilerin ve devlet çalışanlarının lehine kraliyet ailesinin ve
ilişkili kişilerin varlığına el koyması konusunda devrimci lideri ihtiyatı ile yetki verildi. Meclise
yazdığı mektupta Ayetullah Humeyni; Şah’ın ve kraliyet ailesinin likit varlıklarının tamamının
Devrimci Meclis adına bankaya yatırılması hususunda’ emir verdi19 Devrimci heyetlerden tüm
ülkede doğrudan bu emrin uygulanmasını istedi. Bu varlıklara yağma adını verdi (ganimet,
çoğulu ganimetler)20 ve bunların hükümet mülklerinden ayrı bir şekilde tutulması ve kontrol
edilmesi gerektiğini de ekledi. Temmuz 1979 Kanununa göre en büyük İran sanayicilerinin Şah
ile ‘gayri-meşru bağları’dan kar elde etmiş en yakın akrabalarının beşte birinin mal varlıklarına
el konuldu ve devlet kontrolü altına alındı ve böylece üzerinde hak talep edilmeyen mal
varlıklarına dayalı özel sektörde şirketleri kapsayacak şekilde büyük yarı kamusal sektör
oluşturuldu. İronik olarak özel mülkiyet hakkı kutsallığını ihmal etmemelerine rağmen bu
mal varlıklarına el koyarak ve bunlara yasa dışı bağlardan elde edilen varlıklar adını verip
ekonomik bağımsızlıklarını güvence altına aldıkları büyük miktarlardaki mülkiyeti eskiden
olduğu gibi kontrol etme fırsatını yakaladılar. Büyük kuruluşların millileştirilmesinden iki gün
sonra Ayetullah Humeyni; tüccarlarını ve pazar satıcılarını özel mülkiyetin güvence altında
$VWDQH4RGVH5D]DYLYROV7HKUDQ9H]DUDWH(UVKDUGH,VODPLDQG0DMLG7DIUHVKLDQG-DOLO%DKDU
6KHQDVQDPHK=HQGHJDQLYD$VDUH6KHLNK$KPDG%DKDU7HKUDQrDQG+r/6DmLG9DKHG4L\DPH
*RKDUVKDG7HKUDQQGDQG/&<DWH.KXUDVDQDQG6LVWDQ(GLQEXUJKDQG/RQGRQDQG
7KLVIRXQGDWLRQZLWKLWVKLVWRULFDOEDFNJURXQGDVRQHRIWKHPRVWLPSRUWDQWWUDGLWLRQDOUHOLJLRXVFKDULWLHVLVFRQWUROOHGE\WKHVXSUHPH
OHDGHU7KHZRUG%RQ\DGZDVDGGHGWRWKHWLWOHRIWKLVRUJDQL]DWLRQDIWHUWKHUHYROXWLRQ7KHSRVLWLRQRIKLVUHSUHVHQWDWLYHLVQRW
WKHVDPHDVWKH6KDKnVUHSUHVHQWDWLYH1D\HEDO7TZOL\HKGXULQJWKH3DKODYLHUD)RUPRUHVHH$]L]ROODKm$WDURGL7DULNK$VWDQH
4RGVH5D]DYL
5XKROODK.KRPHLQL6DKLIHK\H1XU>3DJHVRI/LJKW$&ROOHFWLRQRI6SHHFKHVDQG3URQRXQFHPHQWV@YRO7HKUDQ
$FFRUGLQJWRVXUD4XUDQoZKDWHYHU\HWDNHDVVSRLOVRIZDUORDILIWKWKHUHRILVIRU*RGDQGIRUWKHPHVVHQJHUDQGIRUWKH
NLQVPDQZKRKDWKQHHGDQGRUSKDQVDQGWKHQHHG\DQGWKHZD\IDUHUVp7KHYHUEJKDQLPDLVDPELJXRXVLQ$UDELF,WPHDQVERWK
oWRDFKLHYHRUSURILWpDQGoWRWDNHDVVSRLOVp7KH6XQQLVLQWHUSUHWWKLVYHUVHDFFRUGLQJWRWKHODWWHUGHILQLWLRQDQGDSSO\LWRQO\WR
MXVWLI\WKHWD[DWLRQRIZDUVSRLOV7KH6KLmLXOHPDKRZHYHULQWHUSUHWJKDQLPDDVoWRHDUQpLQLWVEURDGHVWVHQVHDQGVLQFHWLPH
LPPHPRULDOKDYHXQGHUVWRRGWKHoILIWKpDVDW\SHRILQFRPHWD[+DOP6KLmD,VODP)URP5HOLJLRQWR5HYROXWLRQr
_ 387 _
İslami Sosyal Yardım Sisteminde Vakıfların Rolü
olduğu konusunda temin etmeye çalıştı. Ulemanın devrim boyunca pek çok durumda tüccar
toplulukları ile kurduğu işbirliğine işaret etti ve İslam ekonomisinin hedefinin özel ekonomik
etkinliği yol etmek olmadığını söyleyerek İslam devletini komünist devletten ayırdı.21
Bu vakıflar mutlak suretle büyük liderlerine ve başkentte büyük liderin temsilcileri sıfatıyla
hareket eden yerel dini liderlere bağlıdır. Bu vakıflar etkinliklerini nitel ve nicel çapta genişlettiler
ve sosyal yardım politikalarının uygulanmasında önemli rol oynadılar. Bu çalışmalar; İmam
Bağış Komitesi gibi dini kuruşların (inanca dayalı kuruluşlar); STK’ya ve hükümete bağlı sosyal
yardım programlarına nazaran daha iyi işlev gösterdiği ortaya koymuştur.
Sonuç açıklamaları: Zorluklar ve Fırsatlar
Sonuç olarak yukarıdaki analizin 1979 devriminden sonra hayır kuruluşlarının kurulmasına
yol açan faktörleri ele aldığını söyleyebilirim. Sosyal politikanın gelişmesi; toplumsal ve siyasi
istikrarın sağlanması için sosyal talebe yanıt olarak veya siyasi meşruluk sıfatıyla sosyal yardım
hizmetlerini sağlamaları açısından siyasi ekonomi ile yakından ilgilidir. Ayrıca bu vakıflar; dini
hayır kuruluşlarının ve finansman yükümlülüklerinin tevdi edildiği dini ulema (dini liderler)
otoritesine dayalı olarak kurulmuştur. Büyük liderlerine bağlı kalan vakıflar; çok çeşitli sosyal
ve kültürel etkinliklerini uygulayarak İslami devlet ideolojisinin kurumsallaştırılmasında son
derece önemli rol oynamışlardır. Ancak bunların en büyük işlevi tam olarak resmi sosyal
güvenliğe paralel olan popülist sosyal güvenlik kapsamında verilen vaatleri uygulamaktır.
Bu vakıflar ekonomik ve muhasebe bilgilerini kamudan geri çekti. İslami devlet; hayırsever
kuruluşlarının şeffaf hesaplar ve açıkça tanımlanmış tüzükler ve işletme ilkeleri ile incelemeye
açılması konusunda hem içerden hem dışardan baskı görmektedir.
Toplumun büyük bir kısmına hakim olmalarına rağmen gelecekteki etkinlikleri 1) Hesap
verebilirliğin olmaması problemini çözmeye, 2) Hizmet ettikleri insanların özgürlüğünü ve
itibarını tanıyarak vatandaşların sosyal haklarına saygı duymaya, 3) Kırılgan grupları işbirlikçi
sosyal güvenlik sistemine geçirmek için yetki verici planlar yapmaya, 4) Sistemi sistematik bir
şekilde yetki verilenleri tanıma yönünde teşvik etmeye, 5) Aile birimi gibi devlet dışı sosyal
yardım kuruluşlarına yönelik dinamik ağ kurmaya, ve 6) Globalleşmiş dünyada modern
insanların refleks davranışı ile ilişkili risk tipi olan üretilen riskleri önlemek için insanları
sigortalayacak politikayı yapmaya yöneliktir.
Kökeni vakıf kurumuna dayanan bu kuruluşlar; sosyal sermayenin bir boyutu olarak
düşünülebilir. Çünkü bunlar; az çok kurumsallaştırılmış karşılıklı tanıma ilişkilerini içeren
sağlam ağa sahip olmayla – yani diğer bir ifade ile bir grup içerisindeki üyelik ile bağlantılı
gerçek ve potansiyel kaynakların birikimidir. Vakfa dayalı devlet dışı dini hayır kurumları
güveni ve sosyal ağın kurumsallaştırılmasını arttırır. Ancak sosyal güven ne kadar güçlenirse
sosyal sermayenin ekonomik sermayeye dönüştürme problemi de o kadar artabilir. Bu çelişkiyi
açıklığa kavuşturmak için vakıf ilişkilerinin tarihi kökenini ve özel sermayenin birikimini
hatırlamamız gereklidir. Ünlü İran bilim adamı olan Homa Katouzian; İran tacirinin yapısında
hayırseverlik veya s.a.v.urganlık olmadığını; bunun biriktirmekten ziyade harcama konusunda
.H\KDQ7LUDQG$OL5DKQHPDDQG)DUKDG1RPDQL7KH6HFXODU0LUDFOH/RQGRQDQG1HZ-HUVH\
_ 388 _
Dr. Ali Asghar SAEIDI
teşvik eden İslam öğretilerinden kaynaklanmadığını; sosyo-politik ortamın ona başka akla
yatkın alternatif bırakmadığını öne sürmüştür. Bu; günümüze kadar hayatta kalan geleneksel
ticaret hayır kurumunun ana nedenidir (Avrupa’da bilinmez); periyodik kamu şölenler ve hem
pişmiş hem de pişmemiş yiyeceklerin dini ve diğer etkinliklerde muhtaç olanlara dağıtılması.
Buna sadece İslam öğretilerinin kaçınılmaz sonuçları olarak bakılması yanlış olacaktır. Çünkü
söz konusu öğretiler, Hristiyanlık dahil olmak üzere pek çok dinde ortaktır.
Yasal mesleki ahlak kurallarının olmaması, yani tüm seviyelerde rastgele güç yetkisi olması;
finansmana ve güvenliğe neredeyse hiç yer bırakmaz. Lambton’ın da dediği gibi ülkede hem
kamu bağışları hem de özel bağışlar vardır. Daha fazla güvenliğe sahip kamu bağışları; dini
rütbe sahipleri ve üniversiteler için gelir kaynağı ve burs ödenekleri olurken özel bağışlar ise
tüccarların yanı sıra zenginlerin – toprak sahiplerinin çocukları için gelir kaynağı oldu. Avrupa
bağışları bir kenara bırakıldığında, bunlardan hiçbiri Avrupa’da özel mülkiyet olarak ihlal
edilemez özelliktedir. Bu yüzden vakfın sosyal sermaye ve özel mülkiyet özellikleri arasındaki
çelişkili ilişki durumunu hala korumaktadır. Özel mülkiyetin kapitalizm için önsezi olduğunu
unutmamalıyız veya daha sosyolojik bir biçimde son koşulu ifade etmek gerekirse ancak
bireyin yasal olarak diğer kişileri bir nesneyi veya kişiyi kullanmaktan men etme hakkı olması
durumunda kapitalizm ortaya çıkabilir.
Bu güçlüklere rağmen bu kuruluşlar, ekonomik gerileme döneminde devletin
vatandaşlarının refahını koruyabileceği ve kendi kendine yetmeyi arttırabileceği fırsatları
saklama kapasitesine sahiptir. Bu en iyi son dönemlerde politik haklar için gösterilen baskı ile
örneklendirilebilir. Bu; söz konusu bu kuruluşların vatandaşlık haklarına demokratik, geliştirici
ve dahil edici bir şekilde tepki vermesini sağlayan yeni devlet – toplum bağının ortaya çıkışının
bir işareti olabilir. Dini sosyal yardım kuruluşlarının rolü; babadan kalma kurallarını terk etmesi
ve demokratikleşme sürecini kabul etmesi gereken aile birimi ile birebir aynıdır.
Hükümet kuruluşları ve devlet politikası ile paralel çalışmak; İran dini kurumlarına devletin
birey üzerindeki kontrolü azaltması konusunda yegane fırsat sunmuştur. Devletin, insanların
özgürlüğünü yok etmesini önledi. Hükümet tarafından kurulan sosyal yardım kuruluşlarından
farklı olarak bunlar büyük olasılıkla fakir ve kırılgan grupların kendi kendilerine yetmelerini ve
istekli olmalarını arttıracaktır.
Daha önceden de belirtildiği gibi bu inanca bağlı sosyal yardım kuruluşları; kendi
haklarından ziyade kendi vazifelerine göre sosyal yardım hizmetlerini sağlamışlardır. Ancak
akıllara metnin herhangi bir yorumunun, yani dini yorumun uygulanmasının onları daha
esnek olmasına olanak verip veremeyeceği sorusunu getirecektir. İnsanlardan ve hükümetten
baskı gördükçe insanlarla olan ilişkilerini demokratik olarak yorumlayabilecekler mi? İran
vakfı ile ilgili olarak son gelişmeler; vakıfların hükümetin emrine göre ve daha hesap verebilir
oldukları yeni güvenlik kanunu esas alarak kırılgan kişilere hizmet verdiklerini göstermektedir.
Son dönemlerde etkinliklerini kamulaştırmışlardır. Ayrıca kadınların evin reisi olduğunu
düşündükleri tek ebeveynli korumaya muhtaç aileleri kapsayacak şekilde desteklerini
genişletmek zorunda kalmışlardır. Ancak bu uygulamanın şimdi veya eskiden bölgedeki
diğer Müslüman sosyal yardım kuruluşlarında hiç bu kadar yaygın olup olmadığı konusunda
şüpheler vardır.
_ 389 _
_ 390 _
6HQDMLG=$-,029,&
ϙγέϬϟ΍ϭΎϧγϭΑϟ΍±ΎϳΟϛϳέϳΩΎϛγϓϭϛΎϓΎϧγϭΑϱ΍έλϑΎϗϭ΃ΔϳέϳΩϣ
ϑΎϗϭϻΎΑΔϗϼόϟ΍Ε΍ΫΕΎΣϠρλϣϟ΍ϊϣΎϬΗϧέΎϘϣϭϑϗϭϟ΍ΕΎΣϠρλϣϝΎϣϛ΍ ϲϣϼγϻ΍ϝϭΩϟ΍ϲϓΔϳέλόϟ΍ϑϗϭϟ΍ΕΎϘϳΑρΗ ϥϣΎοΗϥϋέΑόΗϲΗϟ΍ΔϳϋΎϣΗΟϻ΍ΕΎρΎηϧϟ΍ϡΩϗ΃ϥϣϪϟΔϬΑΎηϣϟ΍ΕΎγγ΅ϣϟ΍ϭϑϗϭϟ΍Ωόϳ
ϥΎϛ Ύϳ΃ϭ .ϰϟΎόΗϭ ϪϧΎΣΑγ ௌ ΓΎοέϣϟ ˯˱ ΎϐΗΑ΍ ϥϳΩϟ΍ ϰϠϋ ϡϭϘΗ ϲΗϟ΍ ϭ΃ ˬϡϬϧϳΑ Ύϣϳϓ ϡϬϠϓΎϛΗϭ αΎϧϟ΍
ΓΩΩΣϣΕΎ΋ϓΕΎΟΎϳΗΣ΍ΔϳΑϠΗϭΔϣΎόϟ΍ΔΣϠλϣϟ΍ϕϳϘΣΗϲϓϡϫΎγΗΎϬϧ΄ΑϙέΗηΗΎϬϧΈϓˬΎϬϧϣϑΩϬϟ΍
ΕΎόϣΟΗϠϟΔϳγΎγϷ΍ΕΎΟΎϳΗΣϻ΍ΔϳΑϠΗϝΟ΃ϥϣΔϳ΍ΩΑϟ΍ϲϓ΄ηϧΗΕΎγγ΅ϣϟ΍ΕϧΎϛϊϣΗΟϣϟ΍ϲϓ
ˬΔϳϓ΍έϐΟϟ΍ΩϭΩΣϟ΍ΕΎγγ΅ϣϟ΍ϭϑΎϗϭϷ΍ΕίΎΗΟ΍ΩϘϓˬϡϭϳϟ΍Ύϣ΃ΎϫέϳϭρΗϭϥΩϣϟ΍ϭ΃ΔϳϠΣϣϟ΍
Δϳϓ΍έϐΟϟ΍ΩϭΩΣϟ΍ίϭΎΟΗϡϭϳϟ΍ΔϳϣϧΗϟ΍ϡϭϬϔϣϥ΃ΎϣϛˬΎϫέγ΄ΑΕΎόϣΗΟϣΔϳϣϧΗϭέϳϭρΗϲϓϡϫΎγΗϟ
ϭ΃ΔϠΛΎϣϣϟ΍ΕΎγγ΅ϣϟ΍ΔϳϣϧΗϭέϳϭρΗϲϓϡϫΎγΗΎϣΔϟϭΩϲϓϑΎϗϭϷ΍ΕΣΑλ΃ΙϳΣΑˬΔϟϭΩϠϟ
ϝϭΩϟ΍ϙϠΗΔϳϣϧΗϭέϳϭρΗϲϓϡϫΎγΗϲϬϓϙϟΫΑϭˬϯέΧ΃ϝϭΩϲϓΔϬΑΎηϣϟ΍
ϥϣϭˬϡΎϋϑϟ΃ϥϣέΛϛϷϡϟΎόϟ΍ϲϓΓΩΎϳγϟ΍ΎϬϟΕϧΎϛΓέΎοΣ΍ϭΩϳηϥϳϣϠγϣϟ΍ϭϡϼγϹ΍ϥ·
ΕϣΎϗ΃ϭˬϥϳΩϟ΍ϭϡϠόϟ΍ϥϳΑΕόϣΟΩϘϓˬϝ΍ΩΗϋϻ΍ϭϥί΍ϭΗϟ΍ΔϳϣϼγϹ΍ΓέΎοΣϟ΍ϪΑΕίϳϣΗΎϣϡϫ΃
ΎϬΑ ΕίϳϣΗ ΔϣϬϣ Γίϳϣ ϲϫ ϙϠΗ ΓέΧϵ΍ ϥϋ ΎϳϧΩϟ΍ ϝλϔΗ ϡϟϭ ˬΓΩΎϣϟ΍ϭ Ρϭέϟ΍ ϥϳΑ ϥί΍ϭΗϟ΍
ϥϣϱΩΎϣϟ΍ΏϧΎΟϠϟϲγΎγϷ΍ΎϬϣΎϣΗϫ΍ϲρόΗϲΗϟ΍ϯέΧϷ΍Ε΍έΎοΣϟ΍ϥϋΔϳϣϼγϹ΍ΓέΎοΣϟ΍
αΎγϷ΍ϝϼΧϥϣϩέϳΛ΄ΗΑϙϟΫϭˬϥί΍ϭΗϟ΍΍ΫϫϕϳϘΣΗϲϓέϳΑϛέϭΩϝ΍ίϳΎϣϭϑϗϭϠϟϥΎϛϭΓΎϳΣϟ΍
ϲϓϭ ˬΩέϔϠϟϲϋΎϣΗΟϻ΍έ΍έϘΗγϻ΍ϲϓϭˬΩέϔϟ΍ΔϳϣϧΗ ϲϓ ˬΔϳΣϭέϟ΍ΕΎΟΎϳΗΣϻ΍ΔϳΑϠΗϭ ϲϧϳΩϟ΍
ϱΩΎλΗϗϻ΍ϭϣϧϟ΍ϲϓϑϗϭϟ΍έϳΛ΄Ηϥ΃υΣϼϣϟ΍ϥϣϭϪϠϛϊϣΗΟϣϠϟϲϋΎϣΗΟϻ΍ϭϱΩΎλΗϗϻ΍ϭϣϧϟ΍
ϥ΍ΩϠΑϟ΍ϲϓΔλΎΧϭˬϡϟΎόϟ΍˯ΎΣϧ΃ϊϳϣΟϲϓ΍ΫϫΎϧϣϭϳϲϓ΍έϣΗγϣϝ΍ίϳΎϣϲϓΎϘΛϟ΍ϭϲϋΎϣΗΟϻ΍ϭ
΍ΩϭΟϭϣϝ΍ίΎϣϭ΃΍ΩϭΟϭϣϡϼγϹ΍ΎϬϳϓϥΎϛϲΗϟ΍
_ 391 _
Sivil Toplum Hareketinin ve Yeni Vakıf Anlayışının, İslam Dünyasına Maddi-Manevi
ϲϣϼγϻ΍ϢϟΎόϟ΍ϲϓΔϳϮϨόϤϟ΍ϭΔϳΩΎϤϟ΍ΎϬΗΎϤϫΎδϣ
ϭϑΎϗϭϻ΍ΔΣΎγϲϓΓΪϳΪΠϟ΍ϢϫΎϔΘϟ΍
ϭϲϧΪϤϟ΍ϊϤΘΠϤϟ΍ΔϛήΣ
Sağlayabileceği
Katkılar
ϲϓϙϟΫϛϭϫϭˬΎϘΑΎρΗϣϥϛϳϡϟϥ·ˬϪΑΎηΗϣϭϬϓˬϥ΍ΩϠΑϟ΍ϑϼΗΧΎΑϑΎϗϭϷ΍έϳΛ΄ΗϑϠΗΧϳϻϭ
ϲϋΎϣΗΟϻ΍ ϙγέϬϟ΍ϭ ΔϧγϭΑϟ΍ ϭϣϧ ϲϓ ϡΧο έϳΛ΄Η ϑΎϗϭϸϟ ϥΎϛ ΙϳΣ ˬϙγέϬϟ΍ϭ ΔϧγϭΑϟ΍
ϙγέϬϟ΍ϭΔϧγϭΑϟ΍ϲϓϥϛΎϣϷ΍νόΑϲϓϑΎϗϭϷ΍αϳγ΄ΗϥΎϛϭϲΧϳέΎΗϟ΍ϭϲϓΎϘΛϟ΍ϭϲγΎϳγϟ΍ϭ
ϥΩϣϟ΍ ϙϠΗ Εϣϧ ΩϘϓ ϭϔϳϳ΍έγ ΔϣλΎόϟ΍ ΎϬϳϓ ΎϣΑ ϥΩϣϟ΍ έϬη΃ ΎϬϧϣ Εϣϧ ϲΗϟ΍ ΓέΫΑϟ΍ ΔΑΎΛϣΑ
ϡΗϑϗϭϟ΍ϝοϔΑϭέλόϟ΍ϙϟΫϲϓϱΩΎλΗϗ΍έϳΛ΄ΗέΑϛ΃ΎϬϟϥΎϛϲΗϟ΍ϑΎϗϭϷ΍ϝοϔΑΕέϭρΗϭ
Ε΂ηϧϣϟ΍ϥϣΎϫέϳϏέϳΛϛϟ΍ϭϝΎϔρϷ΍νΎϳέϭΏέηϟ΍ϩΎϳϣΔϣυϧ΃ϭΕΎϳϔηΗγϣϟ΍ϭϥϳϛΎϛΩϟ΍˯ΎϧΑ
ΔϳϟΎϣϭΔϳϋΎϣΗΟ΍Δγγ΅ϣϝ΍ίϳΎϣϭϥΎϛϑϗϭϟ΍ϥΈϓˬϲϧϳΩϟ΍ΏϧΎΟϟ΍ϰϟ·ΔϓΎο·ϭΔϳΩΎλΗϗϻ΍
ϊϣΗΟϣϠϟϭ΃ΩέϔϠϟ˯΍ϭγˬΎϳϧϳΩϭΎϳϓΎϘΛϭΎϳϋΎϣΗΟ΍ϭΎϳΩΎλΗϗ΍Δηϳόϣϟ΍ϯϭΗγϣϥϳγΣΗϲϓϡϫΎγΗ
ΔϧγϭΑϟ΍ϲϓϑϗϭϟΎϓˬϯέΧϷ΍ϥ΍ΩϠΑϟ΍ϥϣέΛϛ΃ˬϙγέϬϟ΍ϭΔϧγϭΑϟ΍ϲϓϡϭϳϟ΍ΎϳϠΟ΍Ϋϫ΍ϭΩΑϳΎϣΑέϭ
ΩΟϭϳΫ·ˬϙγέϬϟ΍ϭΔϧγϭΑϟ΍ΕΎϳλϭλΧϥϣ΍ΫϫϭˬϥΩϣϟ΍ϥϣΩϳΩόϟ΍˯Ύϣγ΃ϲϓϝΧΩϙγέϬϟ΍ϭ
ΎϣϫέϳϏϭϑϗϭέΩϧϛγ΍ˬϑϗϭϲϳϧέϭϏϝΛϣϑϗϭϟ΍ΔϣϠϛϰϠϋΎϬϣγ΍ϝϣΗηϳϥΩϣϡϭϳϟ΍ΎϬϳϓ
ϑϗϭϟ΍ϰϠϋΕ΄ηϧΎϬϠϣΎϛΑΎϧΩϣϥ΃ϰϠϋϝΎΛϣϝοϓϭ΃ϭϝϳϟΩέϳΧϲϬϟϥΩϣϟ΍ϩΫϫ˯Ύϣγ΃ϥ·
Ϫγγ΃ϰϠϋΕϣϧϭ
ΓέΗϔϟ΍ϙϠΗΕϧΎϛϭˬΎϬϳϟ·ϥϳϳϧΎϣΛόϟ΍ϡϭΩϗϊϣϙγέϬϟ΍ϭΔϧγϭΑϟ΍ϲϓϑΎϗϭ΃ϝϭ΃Εγγ΄Η
ΎϬϟϥΎϛϭϭϣϧέΑϛ΃ΓέΗϔϟ΍ϙϠΗϲϓΕΩϬηϑΎϗϭϷ΍ϥϷˬΎϬϳϓϑΎϗϭϸϟΔΑγϧϟΎΑΕ΍έΗϔϟ΍ϡϫ΃ϲϫ
ϡϛΣϟ΍ΩϬϋϲϓϑΎϗϭϷ΍νόΑΕίϳϣΗΩϗϭΔϳγΎϳγϟ΍ϭΔϳϋΎϣΗΟϻ΍Ε΍έΎγϣϟ΍ϲϓέϳΛ΄Ηϡυϋ΃
Ε΍Ϋ ϑΎϗϭϷ΍ ΕέϬυ ΍Ϋϛϫϭ ˬϩέγ΄Α ϊϣΗΟϣϟ΍ ϲϓ ΎϫέϳΛ΄ΗΑ ϙγέϬϟ΍ϭ ΔϧγϭΑϟ΍ ϲϓ ϲϧΎϣΛόϟ΍
αέ΍ΩϣϟΎϛ ΔϳϣϳϠόΗϟ΍ ν΍έϏϷ΍ Ε΍Ϋ ϑΎϗϭϷ΍ϭ ˬΩΟΎγϣϟ΍ϭ ϊϣ΍ϭΟϟΎϛ ΔϳϧϳΩϟ΍ ν΍έϏϷ΍
ϡΎΗϳϷ΍ϭϥϳΟΎΗΣϣϟ΍ϭ˯΍έϘϔϟ΍ΓΩϋΎγϣϟΔϳέϳΧϟ΍ν΍έϏϷ΍Ε΍ΫϑΎϗϭϷ΍ϭˬΕΎΑΗϛϣϟ΍ϭΏϳΗΎΗϛϟ΍ϭ
ϩΎϳϣ Δϣυϧ΄ϛ ΔϳϋΎϣΗΟϻ΍ ν΍έϏϷ΍ Ε΍Ϋ ϑΎϗϭϷ΍ϭ ˬϥϳϣέΎϐϟ΍ϭ ϝϳΑγϟ΍ ˯ΎϧΑ΃ϭ ϡϠόϟ΍ ΔΑϠρϭ
ΔϳΩΎλΗϗϻ΍ν΍έϏϷ΍Ε΍ΫϑΎϗϭϷ΍ϰϟ·ΔϓΎο·ˬΕΎϋΎγϟ΍Ν΍έΑ΃ϭέϭγΟϟ΍ϭΕΎϗέρϟ΍ϭΏέηϟ΍
ϊϳϣΟΑϡΗϬΗΕϧΎϛϑΎϗϭϷ΍ϥ΃ϯέϧϥ΃ΎϧϫΎϧϧϛϣϳϭΎϫ έϳϏϭέΟΎΗϣϟ΍ϭΕΎϧΎΧϟ΍ϭϕ΍ϭγϷΎϛ
ϡϭϘΗϱΫϟ΍αΎγϷ΍ϥ·ϭϊϣΗΟϣϠϟϭϝΑρϘϓΩέϔϠϟαϳϟΔϳγΎγϷ΍ΕΎΟΎϳΗΣϻ΍ϲΑϠΗϭϊϣΗΟϣϟ΍ΕΎ΋ϓ
ϑΎϗϭϷ΍ΕϧΎϛΩϗϭϲϋΎϣΗΟϻ΍ϭϲΣλϟ΍ϭϲϣϳϠόΗϟ΍ϥΎϣϷ΍ϭϫϊϣΗΟϣϟ΍Ϫϳϟ·ΩϧΗγϳϭΔϟϭΩϟ΍ϪϳϠϋ
Δγγ΅ϣΕϧΎϛϑϗϭϟ΍Δγγ΅ϣϥϷˬΔϳγΎγϷ΍ΕΎΟΎϳΗΣϻ΍ϩΫϫϊϳϣΟϲΑϠΗϙγέϬϟ΍ϭΔϧγϭΑϟ΍ϲϓ
ΔϳϣϳϠόΗϭΔϳΣλϭΔϳϋΎϣΗΟ΍
ΎϬϟϭ΃ϭˬϑΎϗϭϷ΍ΕΎϛϠΗϣϣϥϣέϳΛϛϟ΍ϰϠϋ˯ϼϳΗγϻ΍ϡΗϱέΎϐϧϬϟ΍ϱϭΎγϣϧϟ΍ϡϛΣϟ΍ϡϭΩϘΑϭ
ϥϭΩΔϟϭϠϳΣϟ΍ϝΟ΃ϥϣˬΔϣΧοϥΎΑϣΎϬϳϠϋΕϳϧΑΙϳΣˬΩϳόϟ΍ΓϼλϟΔλλΧϣϟ΍ΕΎϳϠλϣϟ΍
ˬϥΩϣϟ΍ίϛ΍έϣϲϓΔΑ΍ΫΟϟ΍˯ΎϧΑϟ΍ϲο΍έ΃ΕΑλΗϏ΍ϡΛΓέϳΑϛΩ΍Ωϋ΄ΑΔϘϧΎηΑϟ΍ϥϳϣϠγϣϟ΍ϊϣΟΗ
ϲϓϱΩΎλΗϗϻ΍ϭϣϧϟ΍ϲϓϑΎϗϭϸϟέϳΑϛϟ΍έϳΛ΄ΗϠϟ΍έυϧϭΔϳϋ΍έίϟ΍ΕΎόϣΟϣϟ΍ϭΕΎΑΎϐϟ΍ϙϟΫϛϭ
ΕϧγϓˬΎϬϳϠϋϑΎϗϭϷ΍ΓέϭρΧϰϟ·ΕϬΑϧΗϱέΎϐϧϬϟ΍ϱϭΎγϣϧϟ΍ϝϼΗΣϻ΍ΕΎρϠγϥΈϓˬΕϗϭϟ΍ϙϟΫ
ΎϬΗϣϳϗϥϣϝϳϠϘΗϟ΍ϭΎϬϓϼΗ·ϭΎϬϳϠϋ˯ϼϳΗγϻΎΑ΢ϣγΗϭϑΎϗϭϷ΍Ωϳ˷ ϘΗ ϲΗϟ΍ ϥϳϧ΍ϭϘϟ΍ ϥϣ ΔϠγϠγ
Ωη΃ ΍έϳλϣ ϑΎϗϭϷ΍ ΕΩϬη ˬϥϳϳϧϳϓϭϠγϟ΍ϭ Ε΍ϭέϛϟ΍ϭ Ώέλϟ΍ ΔϛϠϣϣ αϳγ΄Η ΩόΑϭ
ϲϓϙγέϬϟ΍ϭΔϧγϭΑϟ΍ϥΎϛγϙέΎηϳϡϟϲΗϟ΍ϥϳϳϧϳϓϭϠγϟ΍ϭΕ΍ϭέϛϟ΍ϭΏέλϟ΍ΔϛϠϣϣϥϷˬΎϣϼυ
_ 392 _
Senajid ZAJIMOVIC
ϡΗΎϬϳϠϋ˯ΎϧΑϭϲϋ΍έίϟ΍ΡϼλϹ΍έϳΑ΍ΩΗΔϳρ΍έϘϣϳΩέϳϏΏϳϟΎγ΄ΑϭέγϘϟΎΑΕοέϓˬΎϬϠϳϛηΗ
4000000ϑΎϗϭϷ΍ϲο΍έ΃ϥϣϡϧϭΩϥϳϳϼϣΔόΑέ΃ϲϟ΍ϭΣΓέΩΎλϣ1939–1918ϲϣΎϋϥϳΑ
ϲο΍έϷ΍ϥϣϡϧϭΩ12500000)Ε΍ϭϛΑϟ΍ϲο΍έ΃ϥϣϡϧϭΩϥϭϳϠϣϑλϧϭΓέηϋϲϧΛ΍ϭϡϧϭΩ
ϰϠϋ–ΎϳϠϛηϭΎϳϧϭϧΎϗ–Δϳ΋ΎϬϧϟ΍ΔΑέοϟ΍ϰϟ·ϙγέϬϟ΍ϭΔϧγϭΑϟ΍ϲϓϑΎϗϭϷ΍ΕοέόΗϭ
ϰϠϋ˯ΎοϘϟ΍Ϋ΋ϧϳΣϡΗΩϘϓΔϳΩΎΣΗϻ΍Δϳϛ΍έΗηϻ΍ΎϳϓϼγϭϏϭϳΔϳέϭϬϣΟϲϓϲϋϭϳηϟ΍ϡϛΣϟ΍Ωϳ
1959–1945)ϲϋϭϳηϟ΍ϡϛΣϟ΍ϥϣϰϟϭϷ΍ΓέηϋϊΑέϷ΍Ε΍ϭϧγϟ΍ϲϓΎϣϳγϻϭˬΎϣΎϣΗϑΎϗϭϷ΍
έΛϛ΃ΏΎλΗϏ΍ϡΗˬΔϳόϣϘϟ΍ϥϳϧ΍ϭϘϟ΍ϥϣΎϫέϳϏϭΓέΩΎλϣϟ΍ϭϙϼϣΗγϻ΍ϭϡϳϣ΄Ηϟ΍ϥϳϧ΍ϭϗέ΍ΩλΈΑϭ
ϑΎϗϭϷ΍ϡυόϣϝ΍ϭίϪϧϋΞΗϧΎϣϣΔϟϭΩϟ΍΢ϟΎλϟΔϟϭϘϧϣϟ΍έϳϏϑΎϗϭϷ΍ΕΎϛϠΗϣϣϥϣ%95ϥϣ
ΎϫΩϭΟϭϟαϳ΋έϟ΍έλϧόϟ΍έΑΗόΗΕϧΎϛϲΗϟ΍ΎϬΗΎϛϠΗϣϣϟΎϬϧ΍ΩϘϓΏΑγΑ
ΩόΗΔϳγΎϳγϟ΍Ε΍ΩΎϳϘϟ΍ϭˬ1992ϡΎϋΫϧϣΩϳΩΣΗϟΎΑϭˬϰϟϭϷ΍Δϳρ΍έϘϣϳΩϟ΍ΕΎΑΎΧΗϧϻ΍Ϋϧϣϭ
ϰϠϋΔϧγϥϭέηϋΕοϣΩϗϭϥϳϳϠλϷ΍ΎϬΑΎΣλϷΕΎϛϠΗϣϣϟ΍ΓΩΎϋ·ϭΔϳϛϠϣϟ΍ΓΩΎϋ·ϥϭϧΎϗϥγΑ
έ΋ΎγΧϝϣΣΗΗϙγέϬϟ΍ϭΔϧγϭΑϟ΍ϲϓϑΎϗϭϷ΍ϥ·.ΩόΑ ˷ϥγϳϡϟϥϭϧΎϘϟ΍ϥϛϟˬΩϭϋϭϟ΍ϙϠΗϝϭ΃
ˬ΍ΫϟΎϳϭϧγϙέΎϣϥϭϳϠϣ 20ϲϟ΍ϭΣέ΋ΎγΧϟ΍ϩΫϫώϠΑΗϭˬΕΎϛϠΗϣϣϟ΍ΓΩΎϋ·ϡΩϋΏΑγΑΔΣΩΎϓ
ϥϳϛΎϛΩϟ΍ϭ έΟΎΗϣϟ΍ϭ ϕϘηϟ΍ϭ ϲϧΎΑϣϟ΍ ϥϭϛϟ ΍έυϧϭ ˬΔϳϛϠϣϟ΍ ΓΩΎϋ· ϥϭϧΎϗ Ω ϭΟϭ ϡΩόϟ ΍έυϧϭ
ϑΎϗϭϷ΍ΕΣΑλ΃ˬΔϳϣϭϛΣΓίϬΟ΃ϭΩ΍έϓ΃ϥϣέϳϐϟ΍ΓίΎϳΣϲϓˬΔϳϔϗϭϟ΍ϲο΍έϷ΍ϭϕΩΎϧϔϟ΍ϭ
ΔϓΎϛϡϋΩϲϓϡΎϬγϹ΍ϲϫϭϻ΃ˬϲοΎϣϟ΍ϲϓΎϬΑϊϠροΗΕϧΎϛϲΗϟ΍ΎϬΗϟΎγέ˯΍Ω΃ϥϋΓίΟΎϋ
ΎϬϟΓέϭΎΟϣϟ΍ϕρΎϧϣϟ΍ϭϙγέϬϟ΍ϭΔϧγϭΑϟ΍ϲϓΔϳϋΎϣΗΟϻ΍ΔϳϣϧΗϟ΍Ε΍έΎγϣ
ϑΎϗϭϷ΍ϥ΃ϯέϧϥ΃ΎϧϧϛϣϳϲοΎϣϟ΍ϰϟ·ΎϧΩϋ΍ΫΈϓˬϑΎϗϭϷ΍Γέ΍Ω·ϡΎυϧΑϕϠόΗϳΎϣϳϓΎϣ΃
ϲϓ ΔϳϣϼγϹ΍ ΔΧϳηϣϟ΍ ϥϣ ΍˯ίΟ ΕΣΑλ΃ ϡΛ ˬΔϟϭΩϟΎΑ ΔρΑΗέϣ ΕϧΎϛ ϙγέϬϟ΍ϭ ΔϧγϭΑϟ΍ ϲϓ
Δγγ΅ϣΕγϳϟΔϳϣϼγϹ΍ΔΧϳηϣϟ΍ϭΔϳϧΎϣϠϋΔϟϭΩϙγέϬϟ΍ϭΔϧγϭΑϟ΍ϡϭϳϟ΍ϭϙγέϬϟ΍ϭΔϧγϭΑϟ΍
ϝϣΎϛΔϳϣϼγϹ΍ΔΧϳηϣϠϟϝϔϛϳΔϟϭΩϟ΍έϭΗγΩϥ΃ϯϭγΔϟϭΩϟΎΑΎϬρΑέϳ˯ϲηϻϭˬΔϟϭΩϠϟΔόΑΎΗ
ϲϓ ϑΎϗϭϷ΍ ϥΈϓ ΔϟϭΩϟΎΑ ΔϳϣϼγϹ΍ ΔΧϳηϣϟ΍ ρΎΑΗέ΍ ϡΩόϟ ΍έυϧϭ ΎϬ΋Ύοϋ΃ ϕϭϘΣϭ ΎϬϗϭϘΣ
ΔΧϳηϣϟ΍ΎϫέϳΩΗϭΎϳϧϭϧΎϗΎϫίϭΣΗΕΎϛϠΗϣϣϲϫΎϣϧ·ˬΔϟϭΩϟΎΑΔρΑΗέϣέϳϏϙγέϬϟ΍ϭΔϧγϭΑϟ΍
ΔϳΎϣΣ ˯ΎϧΛΗγΎΑ ϑΎϗϭϷ΍ ϰϠϋ ΔρϠγ ϱ΃ ϙϠΗϣΗ ϻ ΔϟϭΩϟ΍ϭ ϙγέϬϟ΍ϭ ΔϧγϭΑϟ΍ ϲϓ ΔϳϣϼγϹ΍
ϲΗϟ΍ϕϭϘΣϟ΍αϔϧΑϊΗϣΗΗϑΎϗϭϷ΍ΕΎϛϠΗϣϣϥ΃ϰϧόϣΑˬΓ΍ϭΎγϣϟ΍΃ΩΑϣΏΟϭϣΑϑΎϗϭϷ΍ΕΎϛϠΗϣϣ
ΔΧϳηϣϠϟΔϟϭϔϛϣϟ΍ϕϭϘΣϟ΍ϰϠϋ΍ΩΎϣΗϋ΍ϭϯέΧ΃ΕΎϛϠΗϣϣϱ΃ϭ΃ΔλΎΧϟ΍ΕΎϛϠΗϣϣϟ΍ΎϬΑϊΗϣΗΗ
Γέ΍Ω·ϕΣΎϬΑΟϭϣΑΕϠϘϧϭϝΎΟϣϟ΍΍ΫϫΎϬΑΕϣυϧΔλΎΧΎϣΎϛΣ΃ΓέϳΧϷ΍ΕόοϭˬΔϳϣϼγϹ΍
ˬ΍ΩϳΟϼϛηέΑΗόϳ΍ΫϫϭˬΔϳϋέϔϟ΍ΓίϬΟϷ΍ϰϟ·ΎϫέϭΩΑϪΗϠϘϧϲΗϟ΍ϭˬϑΎϗϭϷ΍ΔϳέϳΩϣϰϟ·ϑΎϗϭϷ΍
Δγγ΅ϣϟ΍ϩΫϬϟΔϠϣΎϛϟ΍ΔϳϧϭϧΎϘϟ΍ΔϳΎϣΣϟ΍έϳϓϭΗϟϑΎϛέϳϏϪϧϛϟ
Ε΍έΎγϣϟ΍ ϲϓ ΔϬΑΎηϣϟ΍ ΕΎγγ΅ϣϟ΍ϭ ϑΎϗϭϷ΍ έϳΛ΄Η ϝϭΣ έϭΩϳ ΙϳΩΣϟ΍ ϥ΃ ΎϣΑϭ
ΕϻΎΣϡϭϳϟ΍ΩΟϧϭΕΎγγ΅ϣϟ΍ϩΫϫϥϳΑΎϣΩΣϰϟ·ϝλϓ΃ϥ΃Ωϭ΃ϲϧϧΈϓˬϡϟΎόϟ΍ϲϓΔϳΩΎλΗϗϻ΍
ΔϧγϭΑϟ΍ϲϓΎϧΩϧϋΙΩΣϳ΍ΫϫϭˬΔϬΑΎηϣϟ΍ΕΎγγγ΅ϣϟ΍ϑΎϗϭϷ΍ϭϥϳΑϱϭΎγΗϡϟΎόϟ΍ϲϓΓέϳΛϛ
ΎϣϬϧϳΑέϳΑϛϕέϓΩΟϭϳϥϛϟϭˬϙγέϬϟ΍ϭ
_ 393 _
Sivil Toplum Hareketinin ve Yeni Vakıf Anlayışının, İslam Dünyasına Maddi-Manevi
ϲϣϼγϻ΍ϢϟΎόϟ΍ϲϓΔϳϮϨόϤϟ΍ϭΔϳΩΎϤϟ΍ΎϬΗΎϤϫΎδϣ
ϭϑΎϗϭϻ΍ΔΣΎγϲϓΓΪϳΪΠϟ΍ϢϫΎϔΘϟ΍
ϭϲϧΪϤϟ΍ϊϤΘΠϤϟ΍ΔϛήΣ
Sağlayabileceği
Katkılar
ΕΎγγ΅ϣϟ΍ ϡϭϘΗ ΎϣϧϳΑ ΔϳϣϼγϹ΍ Δόϳέηϟ΍ ϡΎϛΣ΃ ϰϟ· ϡϼγϹ΍ ϲϓ ϑϗϭϟ΍ ϡΎυϧ ΩϧΗγϳ
ϲϧϭϧΎϘϟ΍ ΎϬόοϭϭ ΎϬγϳγ΄Η ϰϠϋ Ωϭϳϗ ϱ΃ ϥϭΩΑ ϲλΧηϟ΍ ϥϭϧΎϘϟ΍ αΎγ΃ ϰϠϋ ΔϬΑΎηϣϟ΍
ϑϗϭϟ΍ρΑΗέϳΎϣϧϳΑˬΕΎϛϠΗϣϣϱ΄ΑΔϘϠόΗϣϥϭϛΗϥ΃ϥϭΩΎϬγϳγ΄ΗϥϛϣϳΔϬΑΎηϣϟ΍ΕΎγγ΅ϣϟ΍ϭ
ϥϳόϟ΍ΔϳϛϠϣϕΣϥϋϑϗ΍ϭϟ΍ϝίΎϧΗϳϭϑϗ΍ϭϟ΍ΎϫΩΩΣϳΔΣο΍ϭρϭέηϕϓϭϭΔϧϳόϣΕΎϛϠΗϣϣΑ
ϙϠΗϲϛϟΎϣϡϫϥϭϘΑϳΩ΍έϓ΃ΔϋϭϣΟϣϭ΃ΩέϓΎϬϣϳϘϳΔϬΑΎηϣϟ΍ΕΎγγ΅ϣϟ΍ΎϣϧϳΑˬϰϟΎόΗௌϪΟϭϟ
ϑέλΗϟ΍ ϡϬϧϛϣϳ ΔϬΑΎηϣϟ΍ ΕΎγγ΅ϣϟ΍ ϲϛϟΎϣ ϥΈϓ ˬϡϫϷ΍ έϣϷ΍ ϭϫϭ ˬ΍έϳΧ΃ϭ ΕΎϛϠΗϣϟ΍
ΕΎγγ΅ϣϠϟαϳϟϭϲϧϭϧΎϘϟ΍ϝϭ΍ΩΗϟ΍ϥϣϑΎϗϭϷ΍ΕΎϛϠΗϣϣΝέΧΗΎϣϧϳΑˬΩϭϳϗϱ΃ϥϭΩΕΎϛϠΗϣϣϟΎΑ
Δγγ΅ϣαΎγϷ΍ϲϓέΑΗόΗϑϗϭϟ΍Δγγ΅ϣΎϣϧϳΑˬΔϳϭϳϧΩΔϣγΕ΍ΫΎϬϧ·ϝΑˬϲϧϳΩέϭΩΔϬΑΎηϣϟ΍
ΎϣΓΩΎϋϭˬΎϳϧϣίΓΩϳϘϣϥϭϛΗϥ΃ΔϬΑΎηϣϟ΍ΕΎγγ΅ϣϠϟϥϛϣϳϭΔϧγϟ΍ϭϥ΁έϘϟ΍ϰϠϋΔϣ΋ΎϗΔϳϧϳΩ
ΎϳϧϣίΓΩϳϘϣέϳϏαΎγϷ΍ϲϓϲϬϓϑΎϗϭϷ΍Ύϣ΃έΛϛ΃ϭ΃ΩΣ΍ϭϑΩϫ ϕϳϘΣΗΑΎϫΩϭΟϭρΑΗέϳ
ϥϳΑϊϣΟϟ΍ϥ΃ΎϣϛˬΎϬϧ΍ΩϘϔΑϭ΃ϥϳόϟ΍ϝ΍ϭίΑϻ·ϝϭίϳϻϑϗϭϟ΍ϥ΃ϥϭϣϠγϣϟ΍˯ΎϣϠόϟ΍ϯέϳϭ
ϑϗϭϟ΍έϣϋϝϳρϳΎϬϧϳΑϊϣΟϟ΍ϥ·ϝΑˬϑϗϭϟ΍ϝ΍ϭίϲϧόϳϻϑΎϗϭϻ΍
ϥ΃ΩΟϧγϓˬΔϬΑΎηϣϟ΍ΕΎγγ΅ϣϟ΍ϭϑΎϗϭϷ΍ϥϳΑΡΎΟϧϟ΍ΕϻΩόϣϲϓΔϧέΎϘϣΎϧΩϘϋ΍Ϋ·ϭ
ϭ΃ΔϠΛΎϣΗϣϟ΍ϑ΍ΩϫϷ΍Ε΍ΫΔϬΑΎηϣϟ΍ΕΎγ΅ϣϟ΍ϥϭϛϲϓϙϟΫΏΑγϥϣϛϳϭˬΎΣΎΟϧέΛϛ΃ΓέϳΧϷ΍
ΎϬϓ΍Ωϫ΃ ϰϟ· ϝϭλϭϟ΍ ϲϓ Ξ΋ΎΗϧϟ΍ ϕϘΣΗϭ ΔϳϣϟΎϋ ΔϛΑη ϥϣο ΎϬϧϳΑ Ύϣϳϓ ΔρΑ΍έΗϣ ΔϬΑΎηΗϣϟ΍
ϰϠϋ˯ΎϧΑ –ϑΎϗϭϸϟϲϐΑϧϳϭˬωϭοϭϣϟ΍΍ΫϫϰϠϋϝϣόϳϥ΃ΏΟϳϑϗϭϟ΍ϥ΃ΩϘΗϋ΃ϭΔϳϣϟΎόϟ΍
ΎϬΗϟΎγέϕϘΣΗϥ΃ –ϥϭϣϠγϣϟ΍ΎϬϳϓ εϳόϳϲΗϟ΍ϝϭΩϟ΍ΕΎΟΎϳΗΣ΍ϭΔϳϣϼγϹ΍Δόϳέηϟ΍ϡΎϛΣ΃
ΔϣϠγϣϟ΍ΔϣϷ΍ΔϳϣϧΗϲϓΔϠΛϣΗϣϟ΍ΔϳϣϟΎόϟ΍
έΑΗόΗΎϬόϳϣΟΎϬϧΈϓˬΔϬΑΎηϣϟ΍ΕΎγγ΅ϣϟ΍ϭϑϗϭϟ΍ϥϳΑϑϼΗΧϻ΍ϥϋέυϧϟ΍νϐΑϭˬϥϛϟ
ϥϷˬϊϣΗΟϣϟ΍ϭΩέϔϟ΍ΔηϳόϣϯϭΗγϣ ϥϳγΣΗ ϰϟ· ϱΩ΅Η ΔϋϭϧΗϣ ΔϳϋΎϣΗΟ΍ ΕΎρΎηϧϟ ΎϣϬϣ Ύϛ ˷έΣ˵ϣ
ΕΎΟΎϳΗΣϻ΍ϭ ΓΎϳΣϟ΍ ϲϓ ΍ΩΟ ΔϣϬϣ Ώϧ΍ϭΟ ΎϬΗΎρΎηϧΑ ϸϣΗ ΔϬΑΎηϣϟ΍ ΕΎγγ΅ϣϟ΍ϭ ϑΎϗϭϷ΍
ϲϐΑϧϳϙϟΫϝΟ΃ϥϣϭˬϥϣΛΑέΩϘϳϻϲοΎϣϟ΍ϲϓϑΎϗϭϷ΍έϭΩϥΎϛϙϟΫΏΑγΑϭΔϳϋΎϣΗΟϻ΍
ϥϣΛΑέΩϘϳϻ΍έϭΩϝΑϘΗγϣϟ΍ϲϓΏόϠΗϥ΃ϑΎϗϭϸϟ
ΕΎόϣΟΗϟ΍ϭΕΎόϣΗΟϣϟ΍ΔϳϣϧΗϲϓΎϣϬϣ΍έϭΩΏόϠΗϝ΍ίΗΎϣϭΕϧΎϛϑΎϗϭϷ΍Δγγ΅ϣϥ·
Δϳϟϭ΅γϣϟΎΑϪγΎγΣ·ϭϪΗέΩΎΑϣϟϭϲϧΩϣϟ΍ϊΗϣΟϣϠϟΎϳΩϳϠϘΗΔϛϭέΗϣϟ΍Ώϧ΍ϭΟϟ΍ϲϓΔλΎΧϭˬΔϣϠγϣϟ΍
ΔϳέϳΧϟ΍ϭΔϳϋΎϣΗΟϻ΍ΕΎϣΩΧϟ΍ϭΕ΍ΩΎΑόϟ΍ϝΎΟϣϥ·ΕΎόϣΟΗϟ΍ϭϊϣΗΟϣϟ΍ϡΩϘΗϭϡΎόϟ΍ϊοϭϟ΍ϩΎΟΗ
˯Ύηϧ·ϥϣϑΩϬϟ΍ϭϥϳϔϗ΍ϭϟ΍ϡΎϣΗϫ΍ρΣϣΕϧΎϛΎϫέϳϏϭΔϳΗΣΗϟ΍ΔϳϧΑϟ΍ωΎρϗϭΔϳϣϳϠόΗϟ΍ϭΔϳϭΑέΗϟ΍ϭ
ϝϭΩϟ΍ ϊϳϣΟ ϲϓ ϙϟΫϛ ϭϫ ϡϭϳϟ΍ ΎϬϟΎΣϭ ˬϲοΎϣϟ΍ ϲϓ ϑΎϗϭϷ΍ ϝΎΣ ϥΎϛ ΍Ϋϛϫ ϑΎϗϭϷ΍
ϥΎϛϱΫϟ΍έϭΩϟ΍ΏόϠϳϻϡϭϳϟ΍ϑϗϭϟ΍ϥ΃΢ο΍ϭϟ΍ϥϣϥϛϟΎϧΩϧϋϙϟΫϪΑηϳϝΎΣϟ΍ϭˬΔϳϣϼγϹ΍
ˬΓΎϳΣϟ΍έ΋΍ϭΩϊϳϣΟϲϓΔϟϭΩϟ΍έϭΩέϭϬυϥϋ˯ϲηϝϛϝΑϗϡΟΎϧ΍ΫϫϭˬϲοΎϣϟ΍ϲϓϪΑΎρϭϧϣ
ΎϬΗ΍˯΍έΟΈΑΔϟϭΩϟΎϓϲϧΩϣϟ΍ϊϣΗΟϣϟ΍ιΎλΗΧ΍ϥϣϲοΎϣϟ΍ϲϓΕϧΎϛϲΗϟ΍ΕϻΎΟϣϟ΍ΎϬϳϓΎϣΑ
ϝΛϣΗϣϟ΍ϑΎϗϭϷ΍έϭΩΩϳϳϘΗϰϟ·ΓΩϣόΗϣΕόγˬΔϳέ΍ΩϹ΍έϳΑ΍ΩΗϟ΍ΫΎΧΗ΍ϭϥϳϧ΍ϭϘϟ΍ϥγϕϳέρϥϋϭ
ΔϣϛΎΣϟ΍ΕΎρϠγϟ΍ΎϬϳϠϋϕϓ΍ϭΗϥϛΗϡϟϲΗϟ΍ϭˬϊϣΗΟϣϟ΍ϲϓΓΩΩΣϣΕΎϬΟϭΗϭΕΎϳϠϣϋϡϳυϧΗϲϓ
ΎϬϧϣϥϳΩϳϔΗγϣϟ΍ϭΔϳϧόϣϟ΍ΕΎϬΟϟ΍ϝΑϗϥϣϑΎϗϭϷ΍ΔϳΎϋέΔϠϗˬϑΎϗϭϷ΍έϭΩϑόοΏΎΑγ΃ϥϣϭ
_ 394 _
Senajid ZAJIMOVIC
ΞΗϧΎϣϣˬΎϬΗέ΍Ω·ϭΎϬϣϳυϧΗϲϓϲϠΧ΍Ωϟ΍ϑόοϟ΍ϥϋϼοϓˬΎϬΗϳϣϧΗϭΎϫέϳϭρΗΑϡϬϣΎϣΗϫ΍ιϘϧϭ
ΔϳΩΎλΗϗϻ΍Δ΋ϳΑϟ΍ϲϓϭϊϣΗΟϣϟ΍ϝΧ΍ΩΔϠλΎΣϟ΍Ε΍έϳϐΗϟ΍ϲϓϱϭΎγΗϣϟ΍έϳϏϡϠϗ΄Ηϟ΍ϭϝϭΣΗϟ΍Ϫϧϋ
ΔϳϋΎϣΗΟϻ΍ϭ
ΕΎϳλϭΗϟ΍ϭΕΎΣέΗϘϣϟ΍
ϑΎϗϭϷ΍ϥϳΑϙέΗηϣϟ΍ϲΟϳΗ΍έΗγϻ΍ϥϭΎόΗϟ΍ΔϣΎϗ·ϰϠϋϊϳΟηΗϟ΍ϭϑΎϗϭϸϟΞϳϭέΗϟ΍ΓΩΎϳί 1
ϊϣΗΟϣϟ΍ΕΎ΋ϔϟΔΑγϧϟΎΑΔϳϣϫ΃Ε΍ΫˬΓΩΩΣϣΕΎϋϭέηϣϲϓΔϳϣϼγϹ΍ϝϭΩϟ΍ϲϓ
ΕϼϣΣϟ΍ˬϯέΧ΃ΓέΎΑόΑϭˬϊϣΗΟϣϟ΍ϲϓΔϧϳόϣΕΎ΋ϓΔϳϣϧΗϰϟ·ΔϓΩΎϬϟ΍ΕϼϣΣϟ΍ϡϋΩϭΫϳϔϧΗ 2
˭ΔϳϣΎϧϟ΍ϝϭΩϟ΍ϲϓΔλΎΧϭˬΎϳϗϼΧ΃ϭΎϳΩΎϣϲϣϼγϹ΍ϡϟΎόϟ΍ΔϳϭϘΗϰϟ·ϑΩϬΗϲΗϟ΍
ϭϣϧϟ΍ Δϣϟϭϋ έΎηΗϧ΍ ϊϣ ˬέοΎΣϟ΍ Ύϧέλϋ ϲϓ Ύϣϳγϻϭ ˬϑϗϭϟ΍ Δϣϟϭϋ ϰϠϋ ϝϣόϟ΍ 3
˭Φϟ΍ˬΔγΎϳγϟ΍ϭΓέΎΟΗϟ΍ϭϱΩΎλΗϗϻ΍
ϑΎϗϭϷ΍ Ε΍Ω΍έϳ· έΎϣΛΗγΎΑ ΢ϣγΗ ϲΗϟ΍ ϯϭΎΗϔϟ΍ ΍ϭέΩλϳ ϥ΃ ϥϳϣϠγϣϟ΍ ˯Ύ ϬϘϔϟ ϲϐΑϧϳ 4
ϯέΧ΃ϝϭΩϲϓΔϣ΋ΎϘϟ΍ϑΎϗϭϷ΍ΔϳϣϧΗΎϬϧϣϑΩϬϟ΍ϥϭϛϳΕΎϋϭέηϣϲϓΎϬϔϳυϭΗϭ
εΗϳϓϭϣϳ΍ίϝΎϣΟΩϳΎϧγ
ϙγέϬϟ΍ϭΔϧγϭΑϟ΍ϲϓϑΎϗϭϷ΍έϳΩϣ
_ 395 _
SİVİL TOPLUM HAREKETİNİN VE YENİ VAKIF ANLAYIŞININ, İSLAM DÜNYASINA
MADDİ-MANEVİ SAĞLAYABİLECEĞİ KATKILAR
Senajid ZAJIMOVIC
Saraybosna Vakıflar Müdürlüğü – BOSNA-HERSEK
- Vakıf kavramlarının tanımlanması ve bunların vakıflarla ilgisi bulunan kavramlarla
karşılaştırmasının yapılması
- İslam Ülkelerindeki muasır vakıf uygulamaları
Vakıflar ve bunlara benzeyen kurumlar insanların kendi aralarındaki dayanışma ve
yardımlaşmayı ifade eden ya da Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanmak amacıyla dine dayanan
en eski sosyal faaliyetlerden kabul edilmektedir. Amaç bunlardan hangisi olursa olsun vakıflar
kamu yararının gerçekleşmesine ve toplumda belirli grupların gereksinimlerinin karşılanmasına
katkıda bulunmaktadır. Müesseseler başlangıçta yerel toplulukların veya şehirlerin temel
ihtiyaçlarının karşılanması ve geliştirmesi amacıyla kuruluyorlardı. Günümüzde ise vakıflar ve
müesseseler toplumların aileleriyle birlikte gelişmesi ve büyümesi için coğrafi sınırları aşmış
bulunuyorlar. Aynı şekilde günümüzde büyüme kavramı ülkenin coğrafi sınırlarını aşmış
durumda. Öyle ki herhangi bir ülkede bulunan vakıflar diğer ülkelerdeki aynı veya benzeri
müesseselerin gelişmesi ve büyümesine katkı eder bir hale gelmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla
vakıflar o ülkenin gelişmesi ve büyümesine katkı sağlamaktalar.
Aslında İslam ve Müslümanlar dünyada bin yıldan daha fazla liderlik eden bir medeniyet
kurmuşlardır. İslam Medeniyetini diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerden bazılar denge
ve itidaldir. İslam Medeniyeti bilim ve dini birleştirmiş, ruh ve madde arasında bir denge
kurmuş, dünyayı ahretten ayırmamıştır. İşte bunlar İslam Medeniyetini diğer medeniyetlerden
ayıran en önemli özelliklerden olup hayattaki maddi yöne temel önemi vermiştir. Vakfın işte
bu dengenin sağlanmasında hala büyük bir önemi bulunmaktadır. Dini temelden hareketle
ruhi ihtiyaçların karşılanması, ferdin gelişimi ve sosyal istikrarı ve toplumun bir bütün halinde
ekonomik ve sosyal gelişimine gereken ehemmiyeti gösteren yine İslam’dır. Burada dikkat
çeken konu vakıfların ekonomik, sosyal ve kültürel gelişime olan tesirinin günümüzde de
dünyanın her tarafında hala devam etmesidir. Özellikle de İslam’ın var olduğu ve var olmaya
devam ettiği ülkelerde bunları görmekteyiz.
Vakıfların etkisi ülkelerin değişmesiyle değişmemektedir. Zira bunlar birbirinin aynı
olmasalar da birbirlerine oldukça benzemekteler. Aynı durum Bosna-Hersek için de söz
konusudur. Öyle ki Vakıfların Bosna-Hersek’in toplumsal, siyasi, kültürel ve tarihi gelişiminde
büyük etkisi bulunmakta. Bosna-Hersek’te vakıfların kuruluşu bir tohum mesabesinde olup
bu şekilde başta başkent Saraybosna olmak üzere pek çok meşhur şehir tesis etmiştir. Bu
şehirler vakıfların sayesinde ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Vakıfların bu asırlarda bu şehirlerin
gelişiminde büyük iktisadi etkileri olmuştur. Vakıflar sayesinde dükkanlar, hastaneler, içme
suyu sistemleri, anaokulları ve pek çok iktisadi tesisler kurulmuştur. Dini yönün yanı sıra
vakıfların hala süregelen sosyal ve mali kurum olma özellikleri vardır. Böylece bunlar fert
ve toplumun yaşam standartlarının iktisadi, sosyal, kültürel ve dini yönden iyileştirilmesine
_ 396 _
Senajid ZAJIMOVIC
katkı sağlamaktadır. Belki bu konuda diğer ülkelere nazaran en iyi örnek olarak Bosna-Hersek
gösterilebilir. Bosna-Hersek’te vakıflar pek çok şehrin ismine dahil olmuş olup bu durum
Bosna-Hersek’in özelliklerinden olarak değerlendirilmektedir. Zira bugün ismi vakıf kelimesini
içeren şehirler bulunmaktadır. Örneğin; Gornji Vakıf, İskender Vakıf ve benzerleri…
Aslında bu şehirlerin isimleri bu şehirlerin tamamıyla vakıflar eliyle ve vakıfların temelleri
üzerinde kurulduğuna ve geliştiğine en iyi örneklerdir.
Bosna-Hersek’te ilk vakıflar Osmanlıların gelişiyle birlikte kurulmuşlardır. Bu dönem
vakıflar için en önemli dönemlerdir. Zira vakıflar bu dönemde ek büyük gelişmelere şahit olmuş
ve sosyal ve siyasi gidişatlar üzerinde en büyük tesirleri icra etmişlerdir. Osmanlı yönetimi
zamanında Bosna-Hersek’te bazı vakıflar bir bütün olarak toplumu etkileme yönüyle temayüz
etmişlerdir. Aynı şekilde dini amaç güden vakıflar (cami ve mescitler gibi), eğitim amacı güden
vakıflar (okullar, medreseler ve kütüphaneler), hayır amacı güden vakıflar (fakir, muhtaç, yetim,
ilim öğrencisi, dilenci ve borçlulara yardım için) ve sosyal amaç güden vakıflar (içme suyu
sistemleri, yollar, köprüler, saat kuleleri benzeri) ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra ekonomik
amaç güden vakıfları da belirtmek gerekir (pazarlar, hanlar, ticaret haneler ve benzerleri).
Vakıfların toplumun tüm gruplarıyla ilgilendiğini ve yalnız bireyin değil tüm toplumun temel
ihtiyaçlarını karşıladığını görüyoruz. Devletin üzerinde yükseldiği ve toplumun dayandığı
temel eğitim, sağlık ve sosyal güvenliktir. Bosna-Hersek’te vakıflar tüm insani gereksinimleri
karşılamaktaydılar. Zira vakıf müessesesi aynı zamanda sosyal, sağlık ve eğitim müesseseleridir.
Avusturya-Macaristan yönetiminin gelişiyle birlikte vakıfların pek çok mallarına el
konuldu. Bunların en başında bayram namazları için tahsis edilen namazgahlar olup bunların
üzerine görkem için büyük hacimli binalar inşa edilmiştir. Boşnak Müslümanlar bunlara çok
iltifat etmemişlerdir. Daha sonra şehirlerin merkezlerindeki araziler gasp edilerek bunların
üzerlerine gösterişli binalar inşa edilmiştir. Aynı şekilde ormanlar ve zirai topluluklarda bu
durumdan nasibini almıştır. Vakıfların iktisadi gelişim üzerindeki etkilerinin büyük olması
hasebiyle Avusturya-Macaristan işgal yönetimi vakıfların bu konuda kendileri açısından
taşıdığı tehlikeyi görerek vakıfları kayıt altına alan bir dizi yasalar çıkarmış ve bunların işgaline,
yok edilmelerine ve kıymetlerinin azaltılmasına çalışmışlardır.
Sırp, Hırvat ve Slovenya Krallığının kurulmasından sonra vakıflar büyük zulümler
görmüşlerdir. Zira Bosna-Hersek halkının kuruluşuna iştirak etmediği Sırp, Hırvat ve Slovenya
Krallığı zorla ve demokratik olmayan yollarla “ Tarım Islah Tedbirleri” adı altında uygulamalar
başlatmışlar ve buna binaen 1918 – 1939 yılları arasında dört milyon dönüm (4.000.000)
civarında vakıf arazisini ve on iki buçuk milyon dönüm (12.500.000) Al Bakvat arazisini
müsadere etmişlerdir.
Bosna-Hersek’te vakıflar, Yugoslavya Sosyalist Cumhuriyeti döneminde komünist yönetim
eliyle gerek yasal gerekse şeklen öldürücü bir darbeye maruz kalmışlardır. Bu dönemde
vakıflar bütünüyle silinmişlerdir. Bu durum sosyalist yönetimin ilk on beş yılında (1945 – 1959)
aynı şekilde olmuştur. Çıkarılan millileştirme, istimlak, müsadere ve diğer baskıcı yasalar
vasıtasıyla vakıfların taşınmaz mallarının % 95’inden fazlası devlet yararına gasp edilmiştir.
_ 397 _
Sivil Toplum Hareketinin ve Yeni Vakıf Anlayışının, İslam Dünyasına Maddi-Manevi
Sağlayabileceği Katkılar
Bunun sonucunda vakıfların büyük çoğunluğu varlıklarının ana unsuru olarak kabul edilen
mameleklerini kaybetmeleri hasebiyle hayata veda etmişlerdir.
Siyasi yöneticiler 1992 yılındaki ilk demokratik seçimlerden bu yana varlıkları ve
mülkiyetlerini asıl sahiplerine iade etmek için kanun hazırlamakta. Bu arada bu vaatlerin
ilkinin üzerinden yirmi sene geçmesine rağmen henüz bir yasa çıkarılabilmiş değil.
Bosna-Hersek’te bulunan vakıflar varlıklarının iade edilmemesi nedeniyle büyük zararlar
görmekteler. Bu zararların toplamı yıllık 20 milyon Alman Markı civarındadır. Bunun
ve mülkiyet iade kanununun bulunmayışının yanı sıra binaların, dairelerin, iş yerlerinin,
dükkanların, otellerin ve vakıf arazilerinin devlet fert ve organlarının elinde olmayışı
nedeniyle vakıflar geçmişte olduğu gibi üstlendiği misyonun (Bosna-Hersek ve mücavir
bölgelerde her türlü sosyal gelişimi desteklemeye katılmak) gereklerini yerine getirmekte
acze düşmekteler.
Vakıfların idare nizamıyla ilgili konulara eğilecek olursak; geçmişe döndüğümüz
takdirde Bosna-Hersek’te vakıfların devletle irtibatlı olduğunu görebiliriz. Vakıflar daha sonra
Bosna-Hersek şeyhülislamlığının bir parçası oldular. Bugün ise Bosna-Hersek devleti laik bir
devlet olup şeyhülislamlık devlete tabi bir kurum olmadığı için kendisini devlete bağlayan
herhangi bir bağ bulunmamaktadır. Bununla birlikte devletin anayasası şeyhülislamlığın ve
üyelerinin tüm haklarını teminat altına almaktadır. Şeyhülislamlığın devletle bir bağlantısının
bulunmaması nedeniyle vakıfların da devletle herhangi bir bağlantısı bulunmamaktadır. Bunlar
yasal olarak Bosna-Hersek’te şeyhülislamlık tarafından mülkiyeti havzasında bulundurulan
ve idare edilen varlıklardır. Devletin, eşitlik prensibi temelinde vakıfların mameleklerini
korumanın ötesinde vakıflar üzerinde herhangi bir tasarruf yetkisi bulunmamaktadır. Bir diğer
ifadeyle vakıfların varlıkları özel mülkiyetin veya diğer herhangi bir varlığın yararlandığı tüm
haklardan yararlanmaktadır. Şeyhülislamlığa tevdi edilen haklara istinaden şeyhülislamlık bu
konuları düzenleyen hükümler vazetmiş ve bunun uyarınca da vakıfların idare hakkını vakıflar
müdürlüğüne tevdi etmiştir. Vakıflar müdürlüğü de bu görevini yan kurullara devretmiş
bulunmaktadır. Bütün bunlar şekil olarak güzel görünmekle birlikte bu müessesenin tam
yasal korunmasını sağlamak için yeterli değildir.
Konuşmanın vakıfların ve benzeri müesseselerin dünya da iktisadi gidişat üzerindeki
etkileri üzerine olması nedeniyle ben olabildiği kadarıyla bu müesseseler arasında bazı
ayırımlar yapmak istiyorum. Günümüzde dünyada pek çok durum var ki vakıflar ve benzeri
müesseseler arasında eşitlemeler yaparlar ki bu durum Bosna-Hersek’te bizim için de söz
konusudur. Bununla birlikte bu ikisi arasında büyük farklar bulunmaktadır.
İslam’da vakıf nizamı İslam Şeriat Hükümlerine dayanmaktadır. Hâlbuki benzeri
müesseseler kuruluşunda herhangi bir şarta ve yasal durumuna bağlı olmaksızın kişisel
hukuka dayanır. Benzeri müesseseler herhangi bir mal varlığına bağlı olmaksızın kurulabilirken
vakıfların belirli oranda mal varlıklarının olması ve vakfeden tarafından konulan şartlara uygun
olması gerekir. Vakfeden, Allah rızası için ayni mülkiyet hakkından feragat ederken benzeri
müesseseler ise fert veya topluluklar tarafından kurulurlar ve bu kişiler mal varlıklarının
sahipleri olarak kalırlar. Ve son olarak en önemli bir konuya işaret etmek istiyorum. Benzeri
müesseselerin sahipleri herhangi bir kısıntı olmadan mal varlıkları üzerinde tasarrufta
_ 398 _
Senajid ZAJIMOVIC
bulunabilirlerken vakıf malları üzerinde yasal işlemler yapılamaz. Benzeri müesseselerin
dini bir görevi bulunmayıp bilakis dünyevi bir görüntüleri bulunurken vakıflar aslında Kuran
ve Sünnet’e dayanan dini kurumlardır. Benzeri müesseseler zamanla sınırlı olabilir ve var
oluşları genellikle bir veya birden fazla hedefin gerçekleşmesiyle ilintilidir. Vakıflar ise aslında
zamanla sınırlı değildir. İslam âlimleri aslında vakfın, kaynak ortadan kalkmadıkça veya
kaybedilmedikçe ortadan kalkmayacağı görüşündeler. Ayrıca vakıflar arasında birleştirme
vakfına ortadan kalktığı anlamı taşımaz. Bilakis bunlar arasındaki birleştirme vakfın ömrünü
uzatır.
Vakıflar ve benzeri müesseseler arasında başarı ortalaması açısından bir mukayese
yapacak olursak bunlardan benzeri müesseselerin daha çok başarı yakaladığını görürüz. Bunun
sebebi benzeri müesseselerin uluslar arası bir ağ kapsamında aynı veya benzeri hedefleri olan
müesseselerle irtibatlı olmaları ve uluslar arası hedeflere ulaşmada sonuç elde etmeleridir.
Vakıfların da bu konuda çalışmaları gerektiğine inanıyorum. Vakıfların, İslam Şeriatının
hükümlerine ve Müslümanların yaşadığı ülkelerin ihtiyaçlarına binaen, İslam Ümmetinin
gelişmesinde ifadesini bulan uluslar arası misyonunu gerçekleştirmesi gerekir.
Bununla birlikte, vakıflar ve benzeri müesseseler arasındaki farklılıklardan sarfı nazar
edecek olursak, bunların hepsi birey ve toplumun yaşam seviyelerinin iyileştirilmesine
yardımcı olacak çeşitli sosyal faaliyetlerin geliştirilmesinde önemli bir muharrik güç olarak
kabul edilirler. Zira vakıflar ve benzeri kuruluşlar geliştirdikleri faaliyetlerle toplumsal yaşam ve
gereksinimlerin önemli bir bölümünü kapsarlar. Bu nedenle vakıfların geçmişteki rolü parayla
ölçülemez. Bu nedenle vakıfların gelecekte de parayla ölçülemez rol oynaması gerekir.
Vakıf kuruluşları Müslüman toplulukların ve toplumların gelişiminde önemli bir rol
oynadılar ve hala oynamaya da devam ediyorlar. Özellikle de geleneksel olarak terk edilmiş bir
alan olan sivil toplum alanında olduğu gibi genel durumla ilgilenmesi ve toplum ve toplulukların
ilerlemesi için girişimde bulunması ve sorumluluk üstlenmesi büyük önem taşımaktadır.
İbadet, sosyal, hayır, eğitim, altyapı sektörü ve benzeri alanlarda hizmet sunumu vakfedenlerin
ilgisini çeken konuları ve vakıfların inşa hedeflerini oluşturmaktadır. Nitekim geçmişte de
vakıfların durumları böyle olduğu gibi günümüzde de vakıfların durumu bu şekildedir. İslam
ülkelerinde böyle olduğu gibi bizim ülkemizde de durum bu şekildedir. Bununla birlikte
günümüzde vakıflar geçmişte kendilerinden alışık olunan rolü oynamamaktalar. Bunun nedeni
her şeyden önce devletin hayatın tüm alanlarında bir rol üstlenmesinden kaynaklanmaktadır.
Buna, daha önce sivil toplumun uğraşı alanına giren alanlarda dâhildir. Devlet icraatlarıyla
ve yasalar çıkarmak ve gerekli idari tedbirleri almak suretiyle vakıfların toplum içerisindeki
çalışmalarını ve yönelimlerini düzenlemekte ve bilinçli olarak vakıfların rolünü sınırlamaya
gayret etmektedir. Bu konuda yöneten makamlar onaylamadıkları faaliyetleri kısıtlamaktalar.
Vakıfların rolünün zayıflama nedenleri arasında ilgili taraflarca vakıflara sponsor olanların
ve bunlardan yararlananların azlığı, bunların vakıfların gelişmelerine ve büyümesine önem
vermemeleridir. Bunun yanı sıra vakıfların organizasyon ve yönetiminde görülen iç zafiyetleri
de eklemek gerekir ki bunun sonucunda toplumda ve ekonomik ve sosyal çevrede meydana
gelen değişikliklere yeterince uyum sağlanamaması ve takip edilememesi gibi durumlar
ortaya çıkmaktadır.
_ 399 _
Sivil Toplum Hareketinin ve Yeni Vakıf Anlayışının, İslam Dünyasına Maddi-Manevi
Sağlayabileceği Katkılar
Teklifler ve Tavsiyeler:
1. Vakıflara teşviklerin artırılması ve İslam Ülkelerinde vakıflar arasında çeşitli toplum
katmanları için önem taşıyan ortak projelerde müşterek stratejik işbirliklerinin kurulması;
2. Toplumda belirli grupların geliştirilmesini hedefleyen çalışmaların yapılması ve
desteklenmesi. Bir diğer ifadeyle özellikle gelişmekte olan ülkelerde İslam Alemini maddi ve
ahlaki açıdan kuvvetlendirmeyi hedefleyen çalışmaların desteklenmesi önem taşımakta;
3. Yaşadığımız çağda iktisadi, ticari, siyasi ve diğer alanlarda meydana gelen
küreselleşmenin yayılmasına koşut olarak vakıfların da küreselleşmesine çalışılması;
4. İslam Âlimlerinin vakıfların gelirlerinin yatırımda kullanılması ve bunların, amacı diğer
ülkelerde bulunan vakıfların geliştirilmesini hedefleyen projelerde kullanılmasına izin veren
fetvalar yayınlaması önem taşımaktadır.
_ 400 _
)81&7,212)$)281'$7,21
<LGL:$',
6DXGL$UDELD0HGLQD8QLYHUVLW\r=,0%$%:(
I am indeed honored to be invited to this great and beautiful country to speak on a topic
of such great importance at a time when the world is facing some of its greatest economic,
social and political challenges. All of which bring into the focus the rule of function of
foundation in society. A topic that I have been interested to speak on. Ladies and gentlemen,
although the idea of foundations is as old as human civilization itself, it can be found in the
teachings of the three Abrahamic traditions: Judaism, Christianism and İslam. It was here in
Turkey during the ottoman period that for us Muslims at least the idea of foundations were
crystalized. It is therefore befitting in what we are holding this auspicious conference here in
Turkey. In these few minutes allocated to me, I would like to add you that for me as a Muslim
Scholar, the functions of a foundation are defined in two important general Islamic legal
and ethical principles. The first principle is the general infamous legal dicta, which means if
a mandatory duty and a responsibility cannot be performed except by adopting a specific
method or means, then that method also becomes mandatory. Islamic jurists and scholars
often try to confine this general principle to the execution of religious rituals and the al ibadet
only. However, the Arabic particular Ma, which means he, that which is linguistically general
M is inclusive. It is therefore applied to any other activity beyond the religious rituals. For
example, the stage of examination of education or knowledge is a mandatory act in Islam. But
the provision of school furniture and buildings is not in itself a mandatory act but a medium
for the establishment of a mandatory act. Since we now live in an era and in societies where
the stage and dissemination of education cannot properly take place without the school
buildings and furniture, the provision of these items is now also a mandatory act under Islamic
law and ethics. This is not uniquely in Islamic principle. For example in a society like Britain,
the provision of education is a mandatory act under British law. When it was discovered that
many children were failing to concentrate or fully participate in education due to hunger, the
British government made it compulsory for local authorities to provide school dinners with
legal nutritional requirements. I am sure that we all can think of many other examples from
our different countries and in the work of our respective foundations are doing. The second
important general Islamic legal and ethical principle which defines the function of a foundation
in Islam is the principle of Makhbashidi or the five necessary objectives of Islam. From all the
schools of Islamic law or almadahibur almah, discussed these 5 objectives in greater details.
However, this is not the time or place for me to provide such greater details for this topic. I will
_ 401 _
Function of a Foundation
only mention them here briefly and also explain how I believe they define the function of a
foundation. 04.06:12 is a prominent andalucian Islamic jurist, theologian and philosopher of
law whose ideas on Sharia have been influential and central to modern debates on Islam and
society. Well written in his Alimuvaffakat, a seminar text of Islamic law, le adijdad. The Omar,
indeed all religious traditions unanimously agree that divine law was a reviewed to preserve
the 5 necessary objectives which are faith, life, family, property and intellect. According to
Ashadibi, such universal principles of 5 necessary objectives are not unique to Islam or the
Quran but can also be found in other religious traditions such as Judaism and Christianity.
And according to the influential and prominent 13th century Islamic Jurist 04:07:24 in his book
the major principles, he mentioned the necessary 5 objectives can be established and known
through human reason and human nature. In other words, ladies and gentlemen, some of
the 5 necessary objectives are shared by all human beings whether with a Jewish, Muslim,
Christian or no particular religious faith. For us Muslims, the preservation of 5 objectives is
necessary and mandatory. And according to the first ethical and legal principle I cited at the
beginning of my talk, the method and means to establishing these 5 necessary objectives
also become mandatory duties and functions of Islamic foundations. I and many other Islamic
scholars do not believe that these 5 necessary objectives are limited to the rhyme of Islamic
laws. In fact they are Islamic evidence from Islamic texts that in common areas, beyond what
we traditionally think of the law. Thank you very much.
_ 402 _
BİR VAKFIN İŞLEVİ
Yidi WADI
Suudi Arabistan Medine Üniversitesi – ZİMBABVE
Bizleri toplum içerisindeki vakıfların işlevlerine odaklanmamızı sağlayan dünyanın en
büyük ekonomik, sosyal ve politik zorluklarla karşı karşıya kaldığı şu zamanlarda, benim de
çok ilgimi çeken böyle önemli bir konu hakkında konuşmak üzere bu mükemmel ve güzel
ülkeye davet edildiğim için onur duydum. Baylar ve bayanlar, vakıf fikri insanlık medeniyetinin
kendisi kadar eski olmasına rağmen özellikle üç İbrahim geleneğinin öğretilerinde bulunabilir:
Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet. Tam olarak da Türkiye’de burada Osmanlı döneminde
Müslümanlar için sonunda vakıf fikri harekete geçirildi. Bundan dolayı bu konferansın
Türkiye’de düzenlenmesi son derece yerinde bir karar olmuş. Bana ayrılan bu birkaç dakika
içerisinde Müslüman bilim adamı olarak kendim için size bir vakfın işlevlerinin genel İslami
hukuki ve etik ilkeler olmak üzere iki önemli ilke kapsamında tanımlandığını anlatmak isterim.
Birinci ilke; zorunlu bir görevin ve sorumluluğun spesifik yöntem veya yollar benimseme
dışında gerçekleştirilememesi durumunda o yöntemin de zorunlu olacağı anlamına gelmiş
şu adı kötü çıkmış genel meşru vecizedir. İslam hukukçuları ve bilim adamları sıklıkla bu
genel ilkeyi sadece dini ritüellerle ve ibadet ile sınırlı tutmaya çalışmaktadır. Ancak Araplar,
özellikle erkil yani erkek anlamına gelen ve dil bilim açısından genellikle M olan Ma da
kapsam içindedir. Bundan dolayı dini ritüellerin ötesindeki diğer etkinliklere de uygulanır.
Örneğin, eğitim ve bilgi incelemesi aşaması; İslamiyet’te zorunlu bir eylemdir. Ancak okul
mobilya ve binalarının sağlanması kendisi içerisinde zorunlu eylem olmaktan çok zorunlu
eylemin oluşturulması için bir araçtır. Artık eğitim aşamasının ve dağıtılmasının okul binaları
ve mobilyası olmadan uygun bir şekilde gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığı bir çağda
ve toplulukta yaşadığımızdan dolayı bu maddelerin sağlanması, İslami kanun ve etiğine
göre zorunlu eylemdir. Örneğin, Britanya gibi bir ülkede İngiliz kanunlarına göre eğitimin
sağlanması zorunludur. Pek çok çocuğun açlıktan dolayı eğitime konsantre olamadığı veya
tamamıyla katılamadığı ortaya çıktığında İngiliz hükümeti; yerel makamlarını yasal beslenme
gerekliliklerini karşılayacak şekilde okulda akşam yemekleri vermeleri konusunda zorunlu
tuttu. İlgili vakıflarımızın yapmakta olduğu çalışmalarla ilgili pek çok ülkeden pek çok başka
örnek daha bulabileceğimizden eminim. İslamiyet’te bir vakfın işlevini tanımlayan ikinci
önemli genel İslami hukuki ve etik ilkesi; Makâsıdu’ş-Şerîa denilen İslam’ın beş temel hedefidir.
İslami hukuk fakültelerinin tamamı bu 5 hedefi çok daha ayrıntılı bir şekilde ele aldı. Ancak bu
konu ile ilgili daha fazla ayrıntı vermenin ne zamanı ne de yeridir. Ben sadece bunları kısaca
değineceğim ve bunların vakfın fonksiyonunu nasıl tanımladığını açıklamaya çalışacağım.
Çok önemli İslam hukukçusu, din adamı ve şeriat hakkındaki düşünceleri İslam ve toplum
üzerine yapılan modern tartışmalarda etkili ve bu tartışmaların ana damarını oluşturan kanun
filozofudur. Çok iyi yazılmış Alimuvaffakat’ında “le adijdad” başlıklı İslami kanunla ilgili seminer
metni yer almaktadır. Gerçekten de Ömer; tüm dini geleneklerin oy birliği ile kabul ettikleri gibi
ilahi kanunlar 5 temel ilke olan iman, yaşam, aile, mülkiyet ve akıl ilkelerini koruyacak şekilde
gözden geçirmiştir. Ashadibi’ ye göre bu evrensel olan 5 temel ilke sadece İslam’a ve Kuran’a
özgü bir şey değildir; aynı zamanda Hristiyanlık ve Musevilik gibi diğer dini geleneklerde de
_ 403 _
Bir Vakfın İşlevi
bulunabilir. Ve etkili ve önemli bir XIII. yüzyıl İslam Hukukçusu temel ilkeleri işlediği kitabında
5 temel ilkenin insan aklıyla ve insan yapısı ile oluşturulabileceğini ve bilinebileceğini
belirtmiştir. Diğer bir ifadeyle, baylar ve bayanlar, 5 temel ilkenin bir kısmı; ister Musevi olsun,
ister Müslüman olsun, ister Hristiyan olsun ya da isterse belli bir dini imanı olmayan kişi
olsun, tüm insanlar tarafından paylaşılır. Biz Müslümanlar için bu 5 ilkenin korunması gerekli
ve zorunludur. Ve konuşmamın başında belirttiğim ilk etik ve meşru ilkeye göre bu 5 temel
hedefin oluşturulması için gerekli yöntem ve yollar da İslami kuruluşların zorunlu vazifeleri
ve fonksiyonlarıdır. Ben ve pek çok diğer İslam bilim adamı; bu 5 temel ilkenin İslam hukuku
dizeleri ile sınırlı olmadığına inanıyoruz. Aslında genel olarak kanun olarak düşündüğümüz
ortak alanlarda İslami metinlerden alınan İslami kanıtlar vardır. Çok teşekkür ederim.
_ 404 _
,57,YH.XYH\W(YNDI
ñGDUHVL°QGHUOLðLQGH
+D]ÜUODQDQñVODPL
9DNÜIODU<DVDVÜ
2WXUXP
2WXUXP%DüNDQ×
'DYXW*D]L%(1/ú
.DW×O×PF×ODU
'U/D\DFKL)(''$'
3URI'U0RKDPHG5$0$'$1
3URI'U*RXPD$/=5,4,
3URI'U0XUDWdú=$.d$
_ 405 _
_ 406 _
'U/D\DFKL)(''$'
ΔϳΩϭόγϟ΍ΔϳΑέόϟ΍ΔϛϠϣϣϟ΍±/Zd/ϲϣϼγϻ΍ϡϳϠόΗϟ΍ϭΙΣΑϟ΍ίϛέϣ
ϲηΎϳόϟ΍ΔϳΩϭόγϟ΍ΔϳΑέόϟ΍ΔϛϠϣϣϟ΍ϡγΎΑΙΩΣΗϣϟ΍
ϥϳόϣΟ΍ϪΑΣλϭϪϟ΍ϰϠϋϭΩϣΣϣΎϧΩϳγϥϳϠγέϣϟ΍ϑέη΍ϰϠϋϡϼγϟ΍ϭΓϼλϟ΍ϭϥϳϣϟΎόϟ΍ΏέͿΩϣΣϟ΍
ϥ΍ϭ ΔϳγΎγϻ΍ ΕΎϣΩϘϣϟ΍ ϡϳΩϘΗ ϰϠϋ ϱέϭΩ έλΗϘϳγϭ ϑϗϭϠϟ ϲΟΫϭϣϧϟ΍ ϥϭϧΎϘϟ΍ ωϭέηϣ ΔγϠΟϟ΍ ϩΫϫ ϲϓ ϡΩϘϧγ ϥΣϧ ௌ ˯Ύη ϥ΍ ϱέϭΩ
Ω΍ϭϣ ϲϓ Δϳϧϔϟ΍ϭ ΔϳϧϭϧΎϘϟ΍ ϲΣ΍ϭϧϟ΍ ϙέΗ΍ϭ ϥϭϧΎϘϟ΍ ΍ΫϬϟ Δ΋ϳϬΗϟ΍ ϲϓ ΕΎΣϣϠϟ΍ νόΑ ϲρϋ΄γ ϲϧϧϛϟϭ ΔγϠΟϟ΍ αϳ΋έ Ωϳγϟ΍ ΎϬϳϟ΍ ϲϧϘΑγ ϥΎϛ
ϥϭϧΎϘϟ΍ωϭέηϣνέϋϲϓ΃ΩΑϧϥ΍ϝΑϗϡϛϧΫ΄Ηγ΃ϲϧϧϛϟϲϘϳέίϟ΍ΔόϣΟέϭΗϛΩϟ΍ϭϥΎοϣέΩϣΣϣέϭΗϛΩϟ΍ϥϳϣϳέϛϟ΍ϥϳΫΎΗγϻ΍ϼϛϟϥϭϧΎϘϟ΍
ϲϫ ϑϗϭϟΎΑ ϕϠόΗϳ Ύϣ ϲϓ ΔϳϣϧΗϠϟ ϲϣϼγϻ΍ ϙϧΑϟ΍ ΔΑέΟΗ ΎόΑρ ϰϟΎΟϋ ϲϓ έϳη΍ ϲϣϼγϻ΍ ϙϧΑϟ΍ Δϳϣϼγ΍ ΔϳϟϭΩ Δγγ΅ϣ ϝΛϣ΍ ϲϧϧ΍ ΎϣΑ
ϙϧΑϟ΍ ϑϗϭϟ΍ ϲϓ ρΎϘϧϟ΍ ϡϫ΍ ϰϟ΍ ρϘϓ έϳη΄ϓ ϪϠΟ ϙέΗϳ ϻ ϪϠϛ ϙέΩϳ ϻ Ύϣ ϥϛϟϭ ϝΟΎϋ ϝϛηΑ ΎϬϟ νέόΗϧ ϥ΍ ϥϛϣϳ ϻϭ ΔϳέΛ ΔΑέΟΗ
ΎγΎγ΍ϰϧόΗΔϳϟϭΩΔϳϟΎϣΔγγ΅ϣϭϫΔϳϣϧΗϠϟϲϣϼγϻ΍ϙϧΑϟ΍ΔϠϣΎϛΔΑέΟΗϟ΍νέόΗγϧΙϳΣΑΎϧϟ΢ϧγΗγΔϣΩΎϗιέϓϲϓϪϠόϟϭϲϣϼγϻ΍
ΎϘΑΎγ ϪϳϠϋ ϕϠρϳ ϥΎϛ Ύϣ ϭ΍ ϲϣϼγϻ΍ ϥϭΎόΗϟ΍ Δϣυϧϣϟ ΔϳϣΗϧϣϟ΍ ϝϭΩϟ΍ ϡϫ ˯Ύοϋϻ΍ ϝϭΩϟ΍ϲϣϼγϻ΍ ϡϟΎόϟ΍ ϲϓ ˯Ύοϋϻ΍ ϝϭΩϟ΍ ΔϳϣϧΗΑ
ϝϭΩϟ΍ϊϳϣΟϪϳΣΎϧΟΕΣΗϡοϳϰΣο΍ϥϻ΍ϭͿΩϣΣϟ΍ϭΔϟϭΩϥϳέηόϟ΍ίϭΎΟΗΗϻϝϭΩϟ΍ϥϣΩΩόΑϙϧΑϟ΍΃ΩΗΑ΍ϲϣϼγϻ΍έϣΗ΅ϣϟ΍Δϣυϧϣ
ΩόΑϲϣϼγϻ΍ϙϧΑϟ΍˯Ύοϋϻ΍ϝϭΩϟ΍ϲϓϲϋΎϣΗΟϻ΍ϡΩϘΗϟ΍ϭΔϳΩΎλΗϗϻ΍ΔϳϣϧΗϟ΍ϡϋΩϭϫϥϭέΗΎϣϛϑΩϬϟ΍ϭΔϟϭΩϥϭγϣΧϭΔΗγΔϳϣϼγϻ΍
Δϣ΍έϛϝΟ΃ϥϣΔϳ΅έΎϫΎϣγϭϥϳέηϋϭϥϳϔϟ΃Δϧγϰϟ΍Δϳ΅έϊοϭϓϝΑϘΗγϣϠϟΔϳ΅έϊοϳϥ΍Ω΍έ΍ΔϣϸϟϪΗϣΩΧϥϣΔϧγϥϳέηϋϊρϗϥ΍
ϰϟ΍ ϙϧΑϟ΍ ΎϬϳϠϋ ίϛέϳ ϱΫϟ΍ ˯Ύϳηϻ΍ ϡϫ΍ ϲϫ Ύϣϭ ϡϫ΍ ϲϫ Ύϣϭ ϙϧΑϠϟ ϲϠΑϘΗγϣϟ΍ ϑ΍έηΗγϻ΍ Ώϧ΍ϭΟ ϰϠϋ Είϛέ Δϳ΅έϟ΍ ϩΫϫ ϥΎγϧϻ΍
ΓΎϛίϟ΍ ΕΎγγ΅ϣϭ ϙϧΑϟ΍ ϥϳΑ Ύϣ ϕϳγϧΗϟΎΑ ϥϛϣϳ ϑϳϛϭ ΓΎϛίϟ΍ϭ ϑΎϗϭϻ΍ ωϭοϭϣ Δϳ΅έϟ΍ ϲϓ ϪϳϠϋ ίϛέ Ύϣϣ Ϫϧϛϟϥϳέηϋϭ ϥϳϔϟ΍ ΔϳΎϏ
ϰϠϋ˯Ύοϋϻ΍ ϝϭΩϟ΍ ϯϭΗγϣ ϰϠϋ ϲϋΎϣΗΟ΍ ϥΎϣ΍ ΔϛΑη ˯Ύηϧ΍ϭ Δϳϣϼγϻ΍ Δϣϼϟ ΔϣΩΧϟ΍ ϡϳΩϘΗϟ ϥϳΗγγ΅ϣϟ΍ ϥϳΗΎϫ ϝόϔϧ ϥ΍ ϥϛϣϳ ϑϳϛ
ϑϳέηϝΩΎϋΥϻ΍ΩϭΟϭϣΔ΋ϳϬϠϟϱΫϳϔϧΗϟ΍έϳΩϣϟ΍Υϻ΍ϭϑϗϭϠϟΔϳϣϟΎόϟ΍Δ΋ϳϬϟ΍ϑϗϭϟ΍ωϭοϭϣϲϓϙϧΑϟ΍ϝΧ΍ΩϝϣόΗϲΗϟ΍ΕΎϬΟϟ΍ϰϟΎΟϋ
ΔϬΟϟ΍ϑΎϗϭϸϟΓΩϳΩΟϊϳέΎηϣϭΕ΍έΩΎΑϣΡέρϲϓΔϳϣγέϟ΍έϳϐϟ΍ϭΔϳϣγέϟ΍ϑΎϗϭϻ΍ΕΎ΋ϳϫϭΔϳϣϼγϻ΍ϝϭΩϟ΍ϊϣϕϳγϧΗϟ΍ΎϬΗϣϬϣϩΫϫ
ΕΎ΋ϳϫ ϥϣ ΩΩϋ ΎϬϟΎϣ α΃έ ϲϓ ϙέΗηΗ ΍ΩΟ ΔϳΩΎϋ ΔϳέΎϣΛΗγ΍ ΔυϔΣϣ ϕϭΩϧλ ϥϋ ΓέΎΑϋ ϑΎϗϭϻ΍ ΕΎϛϠΗϣϣ έϳϣΛΗ ϕϭΩϧλ ϲϫ ΔϳϧΎΛϟ΍
Ϫϧϛϟ ΢Αέ ϰϟ΍ ϑΩϬϳ ϲΣΑέ ϕϭΩϧλ ϭϫ ϕϭΩϧλϟ΍ ΍ΫϬϟ ϲγΎγϻ΍ νέϐϟ΍ ϥϳϧγΣϣϟ΍ νόΑϭ Δϳϣϼγϻ΍ ϙϭϧΑϟ΍ ϥϣ ΩΩϋϭ ϑΎϗϭϻ΍
ϕϭΩϧλϟ΍ϩΫϫϲϓ΍ϭϧΎϛϥϣΩΣ΍ϡΎηϫΥϻ΍ϭϊϳέΎηϣϟ΍ΔϣΎϗΈΑΔϳϔϗϭϟ΍ϲο΍έϻ΍ΔϳϣϧΗϲϓρϘϓϑϗϭϟ΍ωΎρϗϲϓέΎϣΛΗγϻ΍ϝΎΟϣιλΧϳ
έϣϻ΍ ΍Ϋϫ ϲϓ ΔϠϳϠΟ ΕΎϣΩΧ ϕϘΣϳ ϥ΍ ωΎρΗγ΍ϭ ϲϣϼγϻ΍ ϡϟΎόϟ΍ ϝϛ ϲϓ ΎΑϳέϘΗ ϊϳέΎηϣ Ϫϟ ϥϻ΍ ρΎηϧ Ϫϟ ϕϭΩϧλϟ΍ϭ Ϫϳϓ ίέΎΑ έϭΩ Ϫϟϭ
ρϘϓ ϲϣϼγ΍ ϲϧϣΎοΗ ϕϭΩϧλ ΎϣϬϧϳΑ ΍ϭϗέϔΗ ϰΗΣ ϥϣΎοΗϠϟ ϥϳϗϭΩϧλ ϙΎϧϫΔϳϣϧΗϠϟ ϲϣϼγϻ΍ ϲϧϣΎοΗ ϕϭΩϧλ ϭϫ έΧ΍ ϕϭΩϧλ ΎϧϳΩϟ
ϲϓΕΩϘϋϲΗϟ΍Δϳϣϼγϻ΍ΔϣϘϟ΍ϥϣέ΍έϘΑ΃ΩΑ΍ΫϫΔϳϣϧΗϠϟϲϣϼγϻ΍ϥϣΎοΗϟ΍ϕϭΩϧλϭϫΎϧΣ΍ΎϧϗϭΩϧλϲϣϼγϻ΍ϥϭΎόΗϟ΍Δϣυϧϣϲϓϭϫ
ϕϭΩϧλϟ΍ ϩΫϫ ϥϣ Ω΋΍ϭόϟ΍ϭ ϙϧΑϟ΍ Ϫϟ΍ϭϣ΍ έϣΛΗγϳϭ ϙϧΑϟ΍ ϩέϳΩϳ ϕϭΩϧλϟ΍ ΍Ϋϫ ϪΟϭϣϭ Ε΍έϻϭΩϟ΍ ϥϣ Ε΍έΎϳϠϣ έηϋ Ϫϟ ΕλλΧϭ Δϛϣ
ΙϭΣΑϟ΍ϭ ΕΎγ΍έΩϟ΍ ϡϳΩϘΗ ϲϓ ϲϫ ΩϬόϣϟ΍ ϝϐη ϥϣ ˯ίΟ ΏϳέΩΗϟ΍ϭ ΙΣΑϠϟ ϲϣϼγϻ΍ ΩϬόϣϟ΍ ΍έϳΧ΍ϭέϘϔϟ΍ ΔΣϓΎϛϣ ϊϳέΎηϣ ϲϓ ϑέλΗ
ϥΫΈϓϝϣόϟ΍ ϩΫϫ ϲϓ ΎϧΗϛέΎηϣ Ε˯ΎΟ Ύϧϫ ϥϣϭ Δϳϣϼγϻ΍ ϝϭΩϟ΍ ΕΎόϳέηΗΑ ϡΎϣΗϫϻ΍ Ύοϳ΍ϭ Ε΍έΩϘϟ΍ ˯ΎϧΑ ϙϟΫϛϭ ϑΎϗϭϷΎΑ ϕϠόΗϳ Ύϣ ϲϓ
ΓέϛϔΑ ΃ΩΑϧ ϥ΍ ΎϧΩέ΍ ΍Ϋ΍ ϝϳϠϘΗϟ΍ ϑϗϭϟ΍ ϡΎϛΣ΍ ϝϳϠϘΗ ΎϬϧϣϭ ΕϻΎΟϣϟ΍ ϝϛΑ ϙϧΑϟ΍ ϡΎϣΗϫ΍ϭ ϑϗϭϟ΍ ώϳλ ϝϳόϔΗ ϰϠϋ ϝϣόϟ΍ ϰϟ΍ ϑΩϬϧ ΎϧΣ΍
ϝϛηϟΎΑ ΔΑϭΑϣ Εγϳϟϭ ΔϧϭΩϣ Εγϳϟ ϡΎϛΣϻ΍ ϩΫϫ ϥϛϟ ϪϘϔϟ΍ ΏΗϛ ΎϬΑ έΧγΗ ΕΎγϠΟϟ΍ ϲϓ ΎϧόϣΗγ΍ Ύϣϛ ϑϗϭϟΎΑ ΔϘϠόΗϣϟ΍ ΔϳϬϘϔϟ΍ ϡΎϛΣϻ΍
ϑέϋ ϝϫ ϪϘϔϟ΍ ΏΗϛ ϲϓ ΓΩϭΟϭϣϟ΍ ΔϳϬϘϔϟ΍ ϡΎϛΣϻ΍ ϝϳϠϘΗ ϝΟ΍ ϥϣ ωϭέηϣϟ΍ ΍Ϋϫ ΄ηϧ ϙϟΫϟ ΙϳΩΣϟ΍ έλόϟ΍ ϲϓ Ϫϓέόϧ ϱΫϟ΍ ϲϧϭϧΎϘϟ΍
ϲϣϼγϻ΍ έΩλϟ΍ ϲϓ ΍Ϋϫ έϬυϳ ϡϟ ΎόΑρ ΓέλΎόϣϟ΍ ϥϳϳϧϭϧΎϘϟ΍ ΕΎϧϭΩϣ ϲϓ ϥϻ΍ ϥϭΩϣϟ΍ ϝϛηϟΎΑ ϡΎϛΣϻ΍ ϝϳϠϘΗ Γέϛϓ ϝ΋΍ϭϻ΍ ϥϭϣϠγϣϟ΍
_ 407 _
Δϴϣϼγ
ϻ΍ΐϳέΪΘϟ΍ϭΙϮΤΒϟ΍ΪϬόϣϭϑΎϗϭϼϟΔϴΘϳϮϜϟ΍Γέ΍Ωϻ΍ΓΩΎϴϘΑΖδγ΍ϲΘϟ΍Δϴϣϼγϻ΍ϑΎϗϭϻ΍ϥϮϧΎϗ
IRTI
ve Kuveyt Evkaf İdaresi Önderliğinde Hazırlanan İslami Vakıflar Yasası
ΩΣ΍ϭ ΏΎΗϛ ϲϓ ΩΣ΍ϭ ϥΎϛϣ ϲϓ Δϳέϛϔϟ΍ ˯΍έϵ΍ ΩϳΣϭΗ Γέϛϓ ϥϛϟ ϡΎϛΣϻ΍ ΔϠΟϣ ΕέΩλ ΎϣϧϳΣ ΔϳϧΎϣΛόϟ΍ ΔϓϼΧϟ΍ ϲϓ ΎΑϳέϘΗ έϬυ ϝϭϻ΍
ϙϟΎϣ ϡΎϣϻ΍ ϪϬΟϭϭ΍ έϣ΃ ϥΎϛΔϳγΎΑόϟ΍ ΔϟϭΩϟ΍ ˯ΎϓϼΧ ΩΣ΍ έϭλϧϣϟ΍ έϔόΟ ϭΑ΍ ϡϬϧϣ ˯ΎϔϠΧϟ΍ νόΑ ΕΩέϭ ΕϧΎϛ ΎϬΑ ΎόϳϣΟαΎϧϟ΍ ϡ΍ίϟ΍ϭ
ϥ΍ϰϠϋϙϟΎϣϡΎϣ΍ΩόΑέϭλϧϣϟ΍έϔόΟϕϔΗ΍ϭ΄ρϭϣϟ΍ϪϳϣγΩϗϙϟΎϣϡΎϣϻ΍ϥΎϛϭΓΩΣ΍ϭΔϧϭΩϣϲϓϲϣϼγϻ΍ϪϘϔϟ΍ϡΎϛΣ΍ϊϣΟϳϥ΍ϲοέ
Ϫϧϛϟ Δϳ΍ΩΑϟ΍ ϲϓ ϙϟΎϣ ϡΎϣϻ΍ ϝΑϗϭϑϳγϟ΍ ΩΣΑ ϭϟϭ ϥϳϣϠγϣϟ΍ ϝϛ ϪΑ ϡίϠϳϭ ϲϣϼγϻ΍ ϡϟΎόϟ΍ έΎλϧ΍ ϊϳϣΟ ϰϟ΍ ϪϠγέϳ ΄ρϭϣϟ΍ ΏΎΗϛϟ΍ ϩΫϫ
Ύόγ΍ϭ ϕϳοϧ ϥ΍ ϥϛϣϳ ϻ Ϫϧ΍ ϩΎϧόϣ ΎϣΑ Ϫϟ ϝΎϗϭέϭλϧϣϟ΍ έϔόΟϰϟ΍ ϊΟέϓϲϣϼγϻ΍ έϛϔϟ΍ έϳΟΣΗ Ϫϳϓέϣϻ΍ ϥ΍ ΩΟϭϪγϔϧ ϊΟ΍έ ΎϣϧϳΣ
αΎϧϟ΍ϡίϠϧϭΩΣ΍ϭϱ΃έϲϓϙϟΫϊϣΟϧϥ΍Δϳϣϼγϻ΍ΔϟϭΩϟ΍ϻϭϥϳϣϠγϣϟ΍΢ϟΎλϥϣαϳϟϭ˯΍έ΍ϡϬϟϭέΎλϧϻ΍ϲϓ΍ϭόγϭΗΔΑΎΣλϟ΍ϥ΍ϭ
ϑΎϗϭϻ΍ ΎϬϧϣο ϥϣϭ ΕϼϣΎόϣϟ΍ ϪϘϓϭ ΔϣΎϋ ΔϔλΑ ϪϘϔϟ΍ ϝϳϠϘΗϟ ΓΩΎΟ ΔϟϭΎΣϣ ϝϭ΍ ΎϣΑέ ΔϳϧϭϧΎϘϟ΍ ΕΎϧϭΩϣϟ΍ νόΑ ΕέϬυ ϙϟΫ ΩόΑ ϥϛϟ
ϥϣ ΍ϭΩΎϔΗγ΍ ΎϬΗϏΎϳλΑ ΍ϭϣΎϗϭ ΔϠΟϣϟ΍ ΍ϭΑΗϛ ϥϳΫϟ΍ ΔϠΟϣϟ΍ ϥϳέέΣϣϟ΍ ΔϘϳϘΣϟ΍ ϲϓ ΔϳϟΩόϟ΍ ϡΎϛΣϻ΍ ΔϠΟϣ ϝϼΧ ϥϣ ΔϳϧΎϣΛόϟ΍ ΔϟϭΩϟ΍ ϲϓϭ
Φϳηϟ΍ Δϣϼόϟ΍ ΔϳϧΎϣΛόϟ΍ ΔϟϭΩϟ΍ ϲϓ ϙϟΫϛ ίϳϳϣΗ ΔϣϛΣϣ αϳ΋έϭ ΔϳϟΩόϟ΍ ϡΎϛΣϻ΍ ΔϠΟϣϟ΍ έϳέΣΗ αϳ΋έ ϡϬϧϣο ϥϣ ΔϠΟϣϟ΍ ϲϓ ϥϳϭΩΗϟ΍ ϩΫϫ
ϑΎϗϭϻ΍ ϡΎϛΣ΍ ϲϓ ϑϼΧϻ΍ ϑΎΣΗ΍ ΎϫΎϣγϭ ϑϗϭϟ΍ Ώ΍ϭΑ΍ ϝϛ ΕϠϣη ΓΩΩόΗϣ ϝ΋Ύγϣ ϲϓ ϪΑ ΔλΎΧ ΔϳϧϭϧΎϗ ΔϧϭΩϣ ϊοϭ ϲϣϠΣ έϣϋ
ΩΎϔΗγ΍ ΎηΎΑ ϱέΩϗΔϣϼόϟ΍ Ύοϳ΍ ϙϟΫϛΓΩϳΩϋ Ε΍ϭϧγ Ϋϧϣ ΔϛέΑϟ΍ ΔϟΩ ϲϓ ΓΩϏ ϭΑ΍ έΎΗγϟ΍ ΩΑϋ έϭΗϛΩϟ΍ ϑ΍έηΈΑ ΓΩϳΩΟ ϊΑρΎϬϧϣ ΕόΑρϭ
ύΎλϭ ϲϔϧΣϟ΍ ΏϫΫϣϟ΍ ϰϠϋ ρϘϓ ϑϗϭϠϟ αϳϟ ΔϘϳϘΣϟ΍ ϲϓ ϥϳϧ΍ϭϗ ΔϋϭϣΟϣ ΔϏΎϳλΑ ϡΎϗϭέλϣΑ ϝΩόϟ΍ έϳίϭ ϥΎϛ ϭϫϭ ΔϠΟϣ ϥϣ Ύοϳ΍
ϝΩόϟ΍ Ύοϳ΍ϑΎϗϭϻ΍ ϝϛΎηϣ ϲϓ ϑΎλϧϻ΍ϭ ϝΩόϟ΍ ϩΎϣγϭ ϑϗϭϟ΍ ϡΎϛΣ΍ ϝϳϭΩΗΑ ϡΎϗ ϙϟΫ ΩόΑ ϡΛ ϥ΍έϳΣϟ΍ Ωηέϣ ΎϫΎϣγ ΕϼϣΎόϣϟ΍ ϡΎϛΣ΍
ΔϳϧϭϧΎϘϟ΍ Ε΍ΩϭϬΟϣϟ΍ ϩΫϫ ΎόΑρ ϲΟΫϭϣϧϟ΍ ϥϭϧΎϘϟ΍ ωϭέηϣ ΎϧΑϫΫ ΍Ϋ΍ϥϳϘϘΣϣϟ΍ ΓϭΧϻ΍ νόΑ ϕϳϘΣΗΑ ΓέϳΧϻ΍ ΔόΑρϟ΍ ωϭΑρϣ ϑΎλϧϻ΍ϭ
ϭϵϯϲϲϓΔϧΟϠϟ΍ϝϳϛηΗ΃ΩΗΑ΍ϱέλϣϟ΍ϥϭϧΎϘϟ΍ωϭέηϣΎϬϧϣοϥϣΔϳϧϭϧΎϘϟ΍ϊϳέΎηϣϟ΍ϥϣΩΩϋϙϟΫΩόΑΎϫϼΗΎηΎΑϱέΩϗϝΎϣϋ΍ΎϫέΧ΍ϭ
ϰΗΣ ΍ΩϬΟ Δϟ΄γϣϟ΍ ΕΫΧ΍ ϥΎϣϟέΑϟ΍ ΔΑϗ ϲϓ ϙ΍έϋϭ ϝϳϭρ ϝ΍ΩΟ ΩόΑ ϻ΍ έΩλϳ ϡϟ Ϫϧϛϟ ϰϲ ϰϓΎϗϭϷ΍ ϱέλϣϟ΍ ϥϭϧΎϗ ϥϭϧΎϘϟ΍ έΩλ ϡΛ
ΕέΩλ ΞϳϠΧϟ΍ ϲϓ ϡΛ ΎϳΑϳϠϟϭ ϥϳϧ΍ϭϘϟ΍ ϥϣ ΩΩϋ έϭϬυ ϙϟΫ ΩόΑ ϊΑΗΗγ΍ ΍ΩΟ ΓέϳΛϛ ΕϼϳΩόΗ ΔϘϳϘΣϟ΍ ϲϓ ϥϭϧΎϘϟ΍ ϩΫϫ ϰϠΗ ϡΛ ϰϲ ϲϓ έΩλ
ϡγϘΗ Εγϳϟ ΎϧΣ΍ Ύϧϋϭέηϣ ϥϣ ϑΩϬϟ΍ϥϳϧ΍ϭϘϟ΍ ΕέΩλ΍ Δϳϣϼγϻ΍ ϝϭΩϟ΍ ϡυόϣ ΓέϳΧϻ΍ Ε΍ϭϧγϟ΍ έηόϟ΍ ϝ΋΍ϭϻ΍ έηόϟ΍ ϰϟ΍ ϥϳϧ΍ϭϗ ΓΩϋ
Δϳϣϼγϻ΍ ϝϭΩϟ΍ Ϫϧϣ ΩϳϔΗγΗ ϥ΍ ϥϛϣϳ ϲΟΫϭϣϧ ϥϭϧΎϗ ώϳλϧ Ύϧϧ΍ ϰϟ΍ ΎϧϓΩϫ Ύϧϧ΍ϭ ΍ΩΑ΍ ΍Ϋϫ ϰϟ΍ ϑΩϬϧ ϡϟ Δϳϣϼγϻ΍ ϝϭΩϟ΍ ϑϗϭϠϟ ϥϭϧΎϗ
ϱΫϟ΍ ΔϘϳέρϟ΍ ϝϼΧ ϥϣ ϙϟΫ ϝόϔϳ ϥ΍ ϥϛϣϳ ϥϳϧ΍ϭϗ ϥϣ ΎϬϳΩϟ Ύϣ έϳϭρΗ ϲϓ ϭ΍ ΩϳΩΟ ϥϭϧΎϗ ˯Ύηϧ΍ ϲϓ Ϫϧϣ ΩϳϔΗγΗ ϥ΍ ϯέΗ ϲΗϟ΍ ΔϟϭΩϟ΍
ϲϓ ΎϧόϣΟΔϳΫϳϔϧΗϟ΍ ΔΣ΋ϼϟ΍ ϊϣ ΔϳϓΎοϻ΍ ΓέϛΫϣϟ΍ ϊϣ ϥϭϧΎϘϟ΍ ϥϋ ΓέΎΑϋ ϲϫ ϥϭϧΎϘϟ΍ ΔϏΎϳλ ϲϓ ϩΎϧόΑΎΗ ϲΗϟ΍ ϝΣ΍έϣϟ΍ϭ ϥϻ΍ ϩέϛΫ΄γ
Ύϧϟ αέΩϳ ιΧη ϝϛ ΎϧΩϧγ΍ ϡΛ ϕϳέϓ Ύϧϭϛ ϡΛ ΔγϧΎΟΗϣ ΕΎϋϭϣΟϣ ϰϟ΍ ΎϫΎϧϋίϭ ϡΛ ϥϳϧ΍ϭϗ ϡϭϳ ϝϛ Δϳϣϼγϻ΍ ϝϭΩϟ΍ ϥϳϧ΍ϭϗ ϊϳϣΟ Δϳ΍ΩΑϟ΍
ϩΫϫ ϥϣ ιϠΧΗγϳ ϡΛ ϥϭϧΎϘϟ΍ ϲϓ ίϳϣΗϟ΍ ϪΟϭ΃ϭ έϭλϘϟ΍ ϪΟϭ΃ ϰϠϋ ϑϘϳ ϥ΍ϭ ΎϬϠϳϠΣΗΑ ϡϭϘϳ ϥ΍ϭ ΎϬγέΩϳ ϥ΍ ϥϳϧ΍ϭϘϟ΍ ϥϣ ΔϋϭϣΟϣ
ϝϣόϟ΍ ϕϳέϔϟ΍ ΕΎϏΎϳλϟ΍ ΙϼΛ ϩΫϫ ΩόΑ ΕΎϏΎϳλ ΙϼΛ ϰϟ΍ ΎϧϳϬΗϧ΍ ϡϛϳϠϋ ϝϳρ΍ ϻ ϰΗΣ ΔϘϳϘΣϟ΍ ϲϓ ϙϟΫ ΩόΑ ΩΣ΍ϭ ϥϭϧΎϗ ΔϋϭϣΟϣϟ΍
ΎϧϳΩϟ ΓΩΣ΍ϭ ΔϏΎϳλ ϰϟ΍ ΎϧϳϬΗϧ΍ ΎϣΩόΑ Δϳ΋ΎϬϧϟ΍ ΔϠΣέϣϟ΍ ΓΩΣ΍ϭ ΔϏΎϳλ ϭ΍ ΩΣ΍ϭ ϥϭϧΎϗ ιϼΧΗγ΍ϭ ΎϬΟΎϣΩΈΑ ϡΎϗϭ ΝΫΎϣϧϟ΍ ϩΫϫ αέΩ
ΔϳΫϳϔϧΗϟ΍ ΔΣ΋ϼϟ΍ ϊϣ ΔϳΣΎοϳϻ΍ ΓέϛΫϣϟ΍ ϊϣ ϥϭϧΎϘϟ΍ ΔΧγϧ ϡϬϟ ΎϧϠγέ΍ϭ ωΎϣΗγ΍ ΔγϠΟ ΎϧΩϘϋϭ ˯΍έΑΧϟ΍ νόΑϭ ϑΎϗϭϻ΍ ΕΎγγ΅ϣ ϊϳϣΟ
ϲϫϩΫϫΕϼϳΩόΗϟ΍ϩΫϫΎϧϠΧΩ΍ϡΛϥϣϭϥϭϛέΎηϣϟ΍Ύϫ΍ΩΑ΃ϭΕΎγγ΅ϣϟ΍ΎϬΗΩΑ΍ϲΗϟ΍ΕΎυΣϼϣϟ΍ϰϟ΍ΎϧόϣΗγ΍ϭϙϧΑϟ΍έϘϣϲϓωΎϣΗΟ΍ΎϧΩϘϋϭ
ϡΎηϝϭΩϥϳϧ΍ϭϗΞϳϠΧϝϭΩϥϳϧ΍ϭϗΎϫΎϧγέΩϲΗϟ΍ΕΎϣϳγϘΗϟ΍ϝϭΩϟ΍ϭϫϲϠϟ΍ΞϳϠΧϟ΍ϝϭΩϟΔϋϭϣΟϣΎϫΎϧΩλέΔϘϳϘΣϟ΍ϲϓϲΗϟ΍ΕΎϋϭϣΟϣϟ΍
ΔϏΎϳλ Ω΍Ωϋ΍ϭ ΔΛϼΛϟ΍ ΕΎϏΎϳλϟ΍ ΝΎϣΩ΍ Ω΍Ωϋ΍ ϰϠϋ ϑέη΍ ϱΫϟ΍ ϝϣόϟ΍ ϕϳέϔϟ΍ ΍Ϋϫ Ύϳέϭγϭ έλϣ ϥϭϧΎϗϭ ϲΑέόϟ΍ Ώέϐϣϟ΍ ϝϭΩ ϥϳϧ΍ϭϗ
Ύοϳ΍ ΍ϭϠϣϋ ϥϳΫϟ΍ ϥϳϳϧϭϧΎϘϟ΍ έΎΑϛ ϥϣ ϥϳϳϧϭϧΎϗ ΙϼΛϭ ϑΎϗϭϸϟ ΔϣΎόϟ΍ ΔϧΎϣϻ΍ ϥϣ ϝΛϣϣϭ ϝϳϭϣΗϠϟ ϲϣϼγϻ΍ ϙϧΑϟ΍ ϥϣ ϝΛϣϣ Ϫϳϓ ϥϭϧΎϘϟ΍
ϥϣ ϝϳϋΎϣγ΍ ΩϣΣϣ έϭΗϛΩϟ΍ ϥΎοϣέ ΩϣΣϣ έϭΗϛΩϟ΍ ϑϗϭϟ΍ ωϭοϭϣ ϲϓ ΓέϳΑϛ ΓέΑΧ ϡϬϳΩϟ ΍ϭϠϣϋ Ύϣϧ΍ϭ ΔϣΎόϟ΍ ϥϳϧ΍ϭϘϟ΍ ϲϓ ρϘϓ αϳϟ
ϝϳρ΍ϻϰΗΣΔλϼΧϟ΍ϲϫϩΫϫΎΑϳέϘΗϑΎϗϭϸϟΔϣΎόϟ΍ΔϧΎϣϻ΍ϥϣϡΣϠϣϟ΍Ώϛ΍ϭϛΕΧϻ΍ϭϲϘϳέίϟ΍ΔόϣΟέϭΗϛΩϟ΍ϙϟΫϛϭΓέϫΎϘϟ΍ΔόϣΎΟ
ϥϭϧΎϘϟ΍΍ΫϫϲϓΔϳϧϭϧΎϘϟ΍ϭΔϳϧϔϟ΍ϲΣ΍ϭϧϟ΍ϥ΍ϭΧϻ΍ϝϭΎϧΗϳϡΛϡϛϳϠϋ
_ 408 _
IRTI VE KUVEYT EVKAF İDARESİ ÖNDERLİĞİNDE HAZIRLANAN İSLAMİ
VAKIFLAR YASASI
Dr. Layachi FEDDAD
İslâmi Araştırma ve Eğitim Merkezi (IRTI) – SUUDİ ARABİSTAN
Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah’a ve Salat ve Selam gönderilenlerin en şereflisi
Peygamberimiz Hz. Muhammed ve Onun Ailesinin ve Ashabının hepsine olsun.
Benim görevim, Allah’ın izniyle, bu oturumda vakıflarla ilgili bir model kanun taslağı
sunmamızdır. Benim görevim, her ne kadar sayın oturum başkanı bu konuda benden önce
davranmış olsa da temel tanıtımlarla sınırlı olacaktır. Ben bu kanunun hazırlanması hususunda
bazı mülahazalar verecek ve kanun maddeleri hususunda kanuni ve teknik konuları değerli
hocalarımız Dr. Muhammed Ramazan ve Dr. Cuma Al Zirqi’ye bırakacağım. Bununla birlikte
kanun taslağının sunumuna başlamadan önce sizden uluslar arası İslami bir kurum olan İslam
Bankasını temsil ettiğimi belirtmeme izin vermenizi istiyorum. İslam Kalkınma Bankası’nın
vakıflarla ilgili tecrübesi zengin bir tecrübedir ve bunu çok hızlı bir şekilde sunmak mümkün
olmasa da ben burada İslam Bankasının vakıflar konusundaki tecrübelerinin en önemli
noktalarına işaret edeceğim. Belki de gelecekte ortaya çıkacak fırsatlarla bu konudaki
tecrübeyi daha ayrıntılı bir şekilde sizlere sunabileceğiz. İslam Kalkınma Bankası uluslar
arası alanda çalışan mali bir kuruluş olup temel olarak İslam Dünyasındaki üye devletlerin
gelişimleriyle ilgilenmektedir. Üye ülkeler, İslam İşbirliği Teşkilatına veya daha önceki ismiyle
İslam Konferansı Örgütüne üye ülkelerdir. Banka, yirmiden az ülkeyle başlamış olup Allah’ın
izniyle bugün kanatları altında tüm elli altı İslam Ülkesini içerir bir hale gelmiş bulunmaktadır.
Bildiğiniz üzere hedef, üye ülkelerde iktisadi gelişmeyi ve sosyal ilerlemeyi desteklemektir.
İslam Bankası, ümmetin hizmetinde geçen yirmi yıldan sonra gelecek için bir vizyon ortaya
koymak istedi. Nitekim bu vizyonu 2020 yılı vizyonu olarak koyduktan sonra buna “İnsanın
Saygınlığı İçin Vizyon” ismini verdi. Bu vizyon bankanın gelecek öngörüsünün çeşitli
boyutları üzerinde yoğunlaşmakta ve 2020 yılında kadar neyin en önemli ve neyin bankanın
üzerinde yoğunlaşması gereken en önemli şey olduğunu belirlemektedir. Vizyonun üzerinde
yoğunlaştığı konular arasında vakıflar ve zekat konusu ile banka ile zekat müesseseleri
arasında nasıl eşgüdüm sağlanır, nasıl bu iki kurumu İslam Ümmetine daha iyi hizmet eder
hale getirebiliriz ve nasıl üye ülkeler arasında sosyal güvenlik ağını inşa edebiliriz soruları
yer almaktadır. Banka içerisinde vakıflar konusunda çalışanlar arasında Uluslar arası Vakıflar
Kurulu bulunmaktadır. Bu kurulun CEO’su kardeşimiz Adil Şerif aramızda bulunmaktadır ve
kendisi vakıflara yönelik girişimlerde bulunmak ve yeni projeler geliştirmek hususunda İslam
Ülkeleri ve resmi ve gayri resmi vakıf kurullarıyla eşgüdüm görevini yürütmektedir. Bu alanda
çalışan bir diğer kurum Vakıf mamelekini verimli hale getirme fonu olup bu fon normal yatırım
portföyü fonundan meydana gelmekte ve sermayesine Vakıflar Kurulları ve İslam Bankalarının
bir kısmı ve bazı hayırseverler iştirak etmektedir. Bu fonun esas amacı kar amacı güden bir fon
olması hasebiyle kar yapmayı hedeflemektedir. Bununla birlikte vakıf arazilerinin geliştirilmesi
amacıyla projeler geliştirmek suretiyle yalnızca vakıflar alanında yatırım yapmaya mahsus
kılınmıştır. Değerli kardeşimiz Hişam bu fonda olanlardan biridir. Kendisi bu konuda önemli bir
rol oynamakta. Fon bugün itibarıyla çeşitli faaliyetler yürütmekte, takriben tüm İslam Aleminde
_ 409 _
IRTI ve Kuveyt Evkaf İdaresi Önderliğinde Hazırlanan İslami Vakıflar Yasası
çeşitli projeleri hayata geçirmiş ve bu alanda güzel hizmetler gerçekleştirmiş bulunmaktadır.
Bizim başka bir fonumuz daha bulunmaktadır. Bu fon İslami Kalkınma Dayanışma Fonu’dur.
Konunun açıklığa kavuşması babında belirtmek gerekirse burada iki tane dayanışma fonu
bulunmaktadır. Bunlardan yalnız İslam Dayanışma Fonu, İslam İşbirliği Örgütüne aittir. Bizim
fonumuz ise İslam Kalkınma Dayanışma Fonu’dur. Bu fon Mekke’de gerçekleştirilen İslam
Zirvesinin bir kararıyla faaliyete geçmiş ve onlarca milyar Dolarlık bir bütçe tahsis edilmiştir.
Bu fonu Banka yönlendirmekte ve malların yatırım işlerini Bankamız yapmaktadır. Bu fondan
elde edilen gelirler fakirlikle mücadele projelerine sarf edilmektedir. Son olarak İslam Eğitim
ve Araştırma Enstitüsü bulunmakta. Bu enstitünün çalışmalarının bir bölümü vakıflarla ilgili
araştırma ve incelemelerin yapılmasından meydana gelmektedir. Aynı şekilde kapasite inşası,
İslam Ülkeleri Yasamalarıyla ilgilenmek enstitünün faaliyetleri arasında yer almaktadır. Bundan
hareketle bu çalışmaya katılmaktayız.
Dolayısıyla biz vakıf kavramının etkin bir hale getirilmesini hedefliyoruz. Banka, bu
konuda her türlü alanlara ilgi göstermektedir. Bu bağlamda vakıf hükümlerinin azaltılmasını
da zikredebiliriz. Azaltma denince, istersek eğer, vakıfla ilgili fıkıh hükümlerinden hareket
ederek başlayabiliriz. Çeşitli oturumlarda dinlediğimiz üzere fıkıh kitapları ulaşabileceğimiz
bir noktada bulunmakla birlikte bu hükümler modern çağda alışık olduğumuz yasal şekliyle
derlenmemiş ve bölümler halinde düzenlenmemiştir. Bu nedenle bu proje fıkıh kitaplarında
yer alan fıkıh hükümlerinin azaltılması amacıyla hayata geçirilmiştir. İlk dönem Müslümanları
hükümleri günümüzde çağdaş yasaların tedvininde olduğu gibi azaltmayı biliyorlardı. Tabi
ki bu İslam’ın ilk ortaya çıkışında görülmemekle birlikte takribi olarak Osmanlı Hilafet Devleti
zamanında Mecelle-i Ahkâm’ın çıkarılmasıyla ortaya çıkmıştır. Yalnız tüm fikri görüşlerin tek
bir kitapta tek bir yerde birleştirilmesi, insanların hepsinin buna uymakla yükümlü kılınması
hususunda bazı halifeler çalışmalar yapmışlardır. Abbasi Devleti Halifelerinden Ebu Cafer El
Mansur bunlardan biri olup İmam Malik’e (r.a.) emrederek veya yönlendirerek İslam Fıkhını
tek bir kitap halinde tedvin etmesini istemiştir. İmam Malik yazdığı kitabına El Muvatta ismini
vermiş ve Cafer El Mansur İmam Malik’ten sonra bu El Muvatta kitabına onay vererek İslam
Aleminin her tarafına göndermiş ve tüm Müslümanları gerekirse kılıç zoruyla buna uymakla
yükümlü kılmıştır. İmam Malik başlangıçta bu durumu kabul etmiş ama daha sonra kendi nefsini
gözden geçirerek bu zorlamanın İslam düşüncesini donuk hale getireceğini düşünmüştür.
Daha sonra Cafer El Mansur’a giderek geniş olanın daraltılamayacağını, sahabenin çeşitli
yerlere dağılmış olduğunu, bunların kendilerine has görüşlerinin bulunduğunu, bütün
bunların tek bir görüşe indirgenmesinin ve insanların buna uymakla yükümlü kılınmasının ne
Müslümanların ne de İslam Devletinin yararına olduğunu belirtmiştir. Daha sonra bir takım
hukuki kodifikasyonların yapıldığı görülmüştür. Beklide fıkhın azaltılmasına yönelik ilk ciddi
çalışma genel olarak Osmanlı Devleti zamanında yapılan Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye isimli
muamelat fıkhıdır. Bu çalışma kapsamında vakıflar konusu da ele alınmıştır. Aslında Mecelle’yi
yazan ve kavramlaştıran muharrirler Mecelle’deki bu kodifikasyondan yararlanmışlardır. Bunlar
arasında Mecelle-i Ahkam-ı Adliye yayın kurulu başkanı ve Osmanlı Devleti Temyiz Mahkemesi
Başkanı Alim Şeyh Ömer Hilmi çeşitli meselelere yönelik özel bir kanuni kodifikasyon yapmıştır.
Bu eser “İltafü’l-Ahlaf fi Ahkemi’l-Evkaf” isimle vakıfla ilgili tüm bölümleri içermekteydi. Bu
_ 410 _
Dr. Layachi FEDDAD
eserin yeni baskısı Dr. Abdussettar Ebu Ghoude’nin denetimi altında çeşitli yıllardan beri
Dallah Al Baraka tarafından yapılmaktadır. Aynı şekilde Mısır’da Adalet Bakanı olan Alim Kadri
Paşa da Mecelle’den istifade ederek yalnız vakıflar için değil Hanefi Mezhebi üzerine çeşitli
kanun gruplarını kavramsallaştırmış, muamelat hükümlerini kavram haline getirerek “Murşid
el Hiyran” ismin vermiştir. Daha sonra vakıf hükümlerini uluslar arası bir kavram haline getirerek
“El Adl ve’l Ensaf” ismini vermiştir. El Adl ve’l Ensaf’ın da son baskısı bazı kardeşlerimiz tarafından
gözden geçirilmiştir. Model kanun taslağı konusuna doğru gidersek bunlar bu alanda yapılan
hukuki gayretlerdir. Bunların en sonu Kadri Paşa’nın çalışmaları olup bunu daha sonra bir
takım hukuki projeler takip etmiştir. 1936 yılında kurul oluşumuna başlanılan Mısır Kanun
Taslağı da bu kapsamda değerlendirilmektedir. Daha sonra 46 yılına ait Mısır Vakıflar kanunu
çıkarılmıştır. Lakin 46 yılında bu kanun ancak Meclis çatısı altında yürütülen uzun tartışmalar
sonucunda çıkmış ve konu büyük gayret gerektirmiştir. Daha sonra bu kanun aslında pek
çok tadilatlar görmüş ve bunu çeşitli kanunlar takip etmiştir. Libya’da ve daha sonra Körfez
Ülkelerinde son on yılda çeşitli kanunlar çıkmış ve bunu daha sonra İslam Ülkelerinin çoğunda
çıkarılan kanunlar takip etmiştir. Bizim bu projemizin amacı vakıflar kanunun İslam Ülkelerine
taksim etmek değildir. Biz bunu hedeflemiyoruz. Biz bir model kanun metni oluşturup İslam
Ülkelerinin bundan istifade etmeleridir. Yeni bir kanun çıkarmak veya sahip olduğu mevcut
kanunun geliştirmek için bundan istifade etmek isteyen bir devlet bunu şimdi açıklayacağım
şekilde yapabilir. Kanun metnini hazırlarken takip ettiğimiz aşamalar kanun ve ek müzekkere ve
uygulama yönetmeliklerinden ibarettir. Başlangıçta her gün tüm İslam Ülkelerinin kanunlarını
topladık ve bunları daha sonra uyumlu gruplara dağıttık. Bunu takiben bir ekip oluşturarak
her bir kişiye incelemesi, tahlil etmesi, kanundaki artı ve eksileri belirtmesi için kanunların
belirli bir kısmını verdik. Daha sonra kanun kanun bu grupları tamamladık. Konuyu daha fazla
uzatmak istemiyorum. Kısaca ifade etmek gerekirse biz üç metin hazırladık, bu üç metinden
sonra çalışma grubu bu örnekleri inceleyerek bunları entegre ederek tek bir kanun veya tek
bir metin haline getirdi. Son aşama olarak tek bir metin haline getirdikten sonra tüm vakıf
müesseseleri ve bazı uzmanlarla birlikte bir görüş alış veriş toplantısı düzenledik ve kendilerine
açıklamalı müzekkere ve uygulama yönetmeliğiyle birlikte bir kanun nüshasını gönderdik.
Daha sonra bankanın merkezinde bir toplantı düzenleyerek müesseselerin ve katılımcıların
görüşlerini dinledik. Daha sonra bu tadilatları da ilave ettik. İşte aslında Körfez Ülkelerinde
gördüklerimiz bunlardır. Bu bağlamda Körfez Ülkelerinin kanunlarını, Şam Ülkelerinin
kanunlarını, Mağrip Ülkelerinin kanunlarını, Mısır ve Suriye kanunlarını bu çalışma grubu
incelemiş ve üç metnin entegrasyonunu ve kanun metnini hazırlamıştır. Bu ekibin içerisinde
İslam Finans Bankasının bir temsilcisi, Vakıflar Genel Sekreterliğinin bir temsilcisi ve kendileri
de yalnız genel hukuk alanında değil aynı zamanda vakıflar konusunda da büyük tecrübe
sahibi büyük hukukçulardan üç hukukçu Dr. Muhammed Ramazan, Dr. Muhammed İsmail
(Kahire Üniversitesi) ve Dr. Cuma Al Zirqi ve Vakıflar Genel Sekretaryasından kız kardeşimiz
Kevakib El Mulhem de yer almıştır. Söz uzatmadan kısacası özet olarak bunları belirtebilirim.
Daha sonra arkadaşlarımız bu kanunun teknik ve yasal durumunu ele almışlardır.
_ 411 _
_ 412 _
3URI'U0RKDPHG5$0$'$1
Εϳϭϛϟ΍ΔόϣΎΟ±έλϣΔϟϭΩαϠΟϣϥϳΩϋΎϘΗϣϟ΍έΎηΗγϣ
ϥΎοϣέΩϣΣϣΔϳΑέόϟ΍έλϣΔϳέϭϬϣΟϟ΍ϡγΎΑΙΩΣΗϣϟ΍
ௌϝϭγέϰϠϋϡϼγϟ΍ϭΓϼλϟ΍ϭͿΩϣΣϟ΍ϡϳΣέϟ΍ϥϣΣέϟ΍ௌϡγΑ
ϥ΍ϭΟέϧϭϝϓΎΣϟ΍˯ΎϘϠϟ΍΍ΫϫϡϳυϧΗϟϭΔϣϳέϛϟ΍ϡϬΗϭϋΩϟΎϳϛέΗϲϓϑΎϗϭϸϟΔϣΎόϟ΍ΔϳέϳΩϣϟ΍ϲϓΓϭΧϻ΍έϛηϧΔϳ΍ΩΑϟ΍ϲϓ
ΙϼΛέυΣϣΕϧϛΎϧ΍ωϭέηϣϟ΍΍Ϋϫϲϓέυϧϟ΍ΕΎϬΟϭϊϣγϧϥ΍ϭΟέ΍ϭΩϳΩΟϟ΍ϥϭϧΎϘϟ΍ϥϋΕΎϣϭϠόϣϟ΍ϥϣέΩϘΑϡϫΎγϧ
ΎϳΎοϘϟ΍ϭ΍Δϳγϳ΋έϟ΍ΎϳΎοϘϟ΍ΙϟΎΛϟ΍έϭΣϣϟ΍ϥϭϧΎϘϟ΍Ω΍Ωϋ΍Ωϧϋϕϳέϔϟ΍ΎϬΑϡίΗϠϳϲΗϟ΍ΕΎγΎϳγϟ΍ϮϡϗέϥϭϧΎϘϟ΍΍ΫϬϟέυΎΣϣ
έΩϗΎϬϳϓϥ΍Γ΃έϣϟ΍ΎϳΎοϘϟέϳηϳϥϛϟϑϗϭϟΎΑΔϘϠόΗϣϟ΍ΎϳΎοϘϟ΍ϥϣέϳΛϛϟ΍ϝϭΎϧΗϳϥϭϧΎϘϟ΍ϭϥϭϧΎϘϟ΍ωϭέηϣϲϓΔΛΩΣΗγϣϟ΍
Ω΍Ωϋ΍Ωϧϋϕϳέϔϟ΍ΎϬΑϡίΗϟ΍ϲϟ΍ΕΎγΎϳγϟΎΑϕϠόΗϣϟ΍ϲϧΎΛϟ΍˯ίΟϟ΍ϥϣϝϭϻ΍˯ίΟϟ΍ϝϭΎϧΗϲηΎϳϋέϭΗϛΩϟ΍ΏϳΫϛΗϟ΍ϥϣ
ωΎϳλϧϻ΍ϭϫϕϳέϔϟ΍ΎϬΑϡίΗϠϳϲΗϟ΍ϝϭϻ΍΃ΩΑϣϟ΍ϭ΍ϰϟϭϻ΍ΔγΎϳγϟ΍ΔϳέϳγϔΗϟ΍ΓέϛΫϣϟ΍ϭΔϳΫϳϔϧΗϟ΍ΔΣ΋ϼϟ΍ϭϥϭϧΎϘϟ΍ωϭέηϣ
Ε΍ΩΎϬΗΟϻ΍ϥϣϭΝ΍ίϣϟ΍ϥϣΫΧϻ΍ϥϳόϣΏϫΫϣΑϡ΍ίΗϟϻ΍ϡΩϋϊϣϲϣϼγϻ΍ϪϘϔϟ΍ϲϓΓΩέ΍ϭϟ΍Δϳϋέηϟ΍ϡΎϛΣϸϟϝϣΎϛϟ΍
ΕϣίΗϟ΍ϥϭϧΎϘϟΎΑΓΩέ΍ϭϟ΍ϡΎϛΣϻ΍ϝϛϓϲϟΎΗϟΎΑϭΔοϳέόϟ΍έϭρΗϟ΍ϝ΍ϭΣ΍ΩΑϻ΍ϭΩϼΑϟ΍ϝ΍ϭΣ΍ΏγΎϧϳϡ΋ϼϳΎϣΔϳϬϘϔϟ΍
ϲϛϟΔϧϭέϣϟ΍ϥϣέϳΑϛέΩϘΑΫΧϻ΍ϲϫϕϳέϔϟ΍ΎϬΑϡίΗϠϳϲΗϟ΍ΔϳϧΎΛϟ΍ΔγΎϳγϟ΍ϥϳόϣΏϫΫϣΑϡ΍ίΗϟϻ΍ϥϭΩΔϳϋέηϟ΍ϡΎϛΣϷΎΑ
ϙϟΫέϳϏϭΔϳϧΎϛγϟ΍ϑϭέυϟ΍ϭΔϳϋΎϣΗΟϻ΍ϭΔϳΩΎλΗϗϻ΍ϑϭέυϑϼΗΧ΍ϊϣΔϳϣϼγϻ΍ΩϼΑϟ΍ϝ΍ϭΣϷϡ΋ϼϣϥϭϧΎϘϟ΍ϥϭϛϳ
ΫΧΗΗΔϧϭέϣϟ΍έϭϣϻ΍ϥϣ
Ε΍˯΍έΟ΍ϪϟϥϭϧΎϘϟ΍ϥϵΔϳϠϳλϔΗϟ΍ϡΎϛΣϻ΍ϭΔϳΫϳϔϧΗϟ΍ΔΣ΋ϼϟΎϧϛέΗϭΔϳϠϛϟ΍ϡΎϛΣϻ΍ϭΔϳγϳ΋έϟ΍Ωϋ΍ϭϘϟ΍ϥϭϧΎϘϟ΍ΎϧϣοΎϧΣ΍ϭ
ϲΑΎϳϧϟ΍αϠΟϣϟ΍ϰϠϋνέόϟ΍ΏϠρΗϳϝϭΩϟ΍ϡυόϣϲϓϥϻΓΩϘόϣΕ΍˯΍έΟ΍ϡΛϩέϳΑόΗϭϩέϳϭρΗΕ΍˯΍έΟ΍ϭϥϭϧΎϘϟ΍Ω΍Ωϋ΍
˯΍έίϭϟ΍αϠΟϣϭ΍˯΍έίϭϟ΍αϳ΋έϠϟΎϣ΍έϳίϭϠϟΎϣ΍ΔϟϭΩϝϛέϭΗγΩΏγΣέ΍Ωλϻ΍ΓέϭλϥϭϛΗΑΔϳΫϳϔϧΗϟ΍ΔΣ΋ϼϟ΍αϛόΑ
ΎϣΩΣϰϟ΍ϲϧόϳϥ΍έΧϻ΍Ίϳηϟ΍ϲΑΎϳϧϟ΍αϠΟϣϟ΍ϰϠϋνέόΗϟϲϟΎΗϟΎΑϭΔϟϭΩϟ΍αϳ΋έϟ΍ϡϭγέϣΎϬΑέΩλϳΎϣ˯ϲηϰλϗ΍
ΕΎΣϠρλϣϟ΍νόΑΑΫΧ΄ϧϡϟϲϟΎΣϟ΍Εϗϭϟ΍ϲϓΔϧϭΩΗϣϟ΍ΔΛϳΩΣϟ΍Δϳϋέηϟ΍ΕΎΣϠρλϣϟ΍ϭΔϳϧϭϧΎϘϟ΍ΕΎΣϠρλϣϟΎΑΎϧΫΧ
ϝϳϭρΕϗϭΫΧ΄ϳϩΎϧόϣϲϧόϳΔϘϳϘΣϰϟ΍ϝϭλϭϟ΍ϭΓέϭΟ΄ϣΎϣΩΣϰϟ΍ΕΣΑλ΍ΕΎΣϠρλϣϟ΍ϩΫϫϥϻϡϳΩϘϟ΍ϪϘϔϟ΍ΎϬΑΫΧϻ΍
ϲϧΩϣϟ΍ϥϭϧΎϘϠϟϡΎόϟ΍έΎρϻ΍ϥϣοϑϗϭϟΎΑΔλΎΧϟ΍ϡΎϛΣϻ΍ϭΩϋ΍ϭϘϟ΍ϥϭϛϳϥ΍΃έρΑϝϭΩϟ΍νόΑϲϓϥ΍ΔΛϟΎΛϟ΍ΔγΎϳγϟ΍
ΕΎϓέλΗΕϧΎϛ˯˱ ΍ϭγΔϳΩ΍έϻ΍ΕΎϓέλΗϟ΍ϭΔϳϧΩϣϟ΍ΕϼϣΎόϣϟ΍ΔϛέΣϡοϧΗϟΩϋ΍ϭϘϟ΍ϝΛϣϳϲϧΩϣϟ΍ϥϭϧΎϘϟ΍ϥ΍έΎΑΗϋ΍ϰϠϋ
ρ΍έϓ΍΃έρϝϭΩϟ΍νόΑϲϓϭΔϓϼΧϟ΍ϭΔϳλϭϟ΍ϭΔΑϬϟ΍ϝΛϣΩέϔϧϣϱΩ΍έ΍ϝϣϋΓέϭλΑϭ΍έΑόΗΓέϭλϲϫϲΗϟ΍ΔϳΩ΍έϻ΍
ωϭΟέϟ΍ϡΗϳϥ΍ϰϠϋϑΎϗϭϷϥϳϧ΍ϭϘϟ΍Ύϣ΋΍ΩιϧϡΗϳϭΎϬΑϭΔϳϋέηϟ΍ϡΎϛΣϻ΍έΩλϣϑϗϭϟ΍ϥϻιΎΧϥϭϧΎϘΑϑϗϭϟ΍
ϥϭϧΎϘΑϑϗϭϟ΍Δο΍έϔΑΫΧ΄ϳϱΫϟ΍ϱ΃έϟ΍ϭϫϭϲϧΎΛϟ΍ϱ΃έϟ΍ϰϟ΍ϡυϧ΍ϕϳέϔϟ΍ιϧΩϭΟϭϡΩϋΔϟΎΣϲϓΔϳϋέηϟ΍ϡΎϛΣϸϟ
_ 413 _
Δϴϣϼγϻ΍ΐϳέΪΘϟ΍ϭΙϮΤΒϟ΍ΪϬόϣϭϑΎϗϭϼϟΔϴΘϳϮϜϟ΍Γέ΍Ωϻ΍ΓΩΎϴϘΑΖδγ΍ϲΘϟ΍Δϴϣϼγϻ΍ϑΎϗϭϻ΍ϥϮϧΎϗ
ϝΛϣΔϣΎϋέϭϣ΄ΑεϗΎϧΗϪϘϔϟ΍ΏΗϛϥ΄ΑΩΟϳϑϗϭϟΎΑΔλΎΧϟ΍ΔϣϳΩϘϟ΍ϪϘϔϟ΍ΏΗϛϟ΍ϰϠϋϊϠρϳϲϟ΍Εϗϭϟ΍Ε΍ΫϲϓϭιΎΧ
ϥΎϳϋϻ΍έΎΟϳϹΎΑϕϠόΗϳΎϣϳϓΔλΎΧϡΎϛΣ΍ϑϗϭϟ΍ΩέϔϧϳϻϭέΎΟϳϹΎΑΔλΎΧϥϳϧ΍ϭϗΩΟϭϳϡϟΎόϟ΍ϝϭΩϡυόϣϲϓϑϗϭϟ΍έΎΟ΍
Ωϋ΍ϭϘϟ΍ϥϭϧΎϘϠϟϲγΎγϻ΍ϭϲϣγέϟ΍έΩλϣϟ΍ΏϧΎΟΑιϭλΧϟ΍΍ΫϬΑΔϣΎόϟ΍ϡΎϛΣϻ΍ϰϟ΍ωϭΟέϟ΍ϡΗϳΎϣϝοϓΔϓϭϗϭϣϟ΍
ϲϓϝϣόΗέϣΗ΅ϣϟ΍΍ΫϫϲϓΎϫΎϧϟϭΎϧΗϥΣϧϡϟΎόϟ΍ϰϟϭΗγϣϰϠϋϲϟ΍ΕΎϣυϧϣϟ΍ϥϣϡΧίϙΎϧϫϥ΃ϯ΃έϕϳέϔϟ΍ϥϛϟΔϳϋέηϟ΍
Γέ΍ΩΎΑϕϠόΗϳΎϣϳϓΕ΍ΫϟΎΑϭΎϬϧϣΓΩΎϔΗγϻ΍ϥϣΩΑϻϰϟ΍Ε΍έΑΧΔϠλΣϣΎϬϳΩϟϥ΃ϭϑϗϭϟ΍ϝΎΟϣϟϝΛΎϣϣϭϪΑΎηϣϟϝΎΟϣ
ϭΕΎϣυϧϣϟ΍΍ΫϫϥϣΎϧΩϔΗγ΍ΔϳόϣΗΟϣϟ΍ΎϬΗϗϼόΑϕϠόΗϳΎϣϳϓϭΔϳϓΎϔηϟ΍ϭΔΑΎϗέϟΎΑϕϠόΗϳΎϣϳϓϭΎϫέΎϣΛΗγ΍ϭϑϗϭϟ΍ϝ΍ϭϣϻ΍
ϲϫΕϼϛηϣϟ΍ϭΕ΍έϐλϟ΍ϲϫϪϳϠϋΎϣϭϻΎϣΔϳϣϼγϻ΍ΩϼΑϟ΍ϲϓϑϗϭϟ΍ϕϳΑρΗΑϭΕΎϣυϧϣϟ΍ϩΫϫΕϟϭΎϧΗϲΗϟ΍ΕΎγ΍έΩϟΎΑ
ϪϧϣϲΑϠγϑϗϭϣΫΧ΄ΗΕΎόϣΗΟϣϟ΍νόΑϥ΍ϰϟ΍ΕΩ΍ϲΗϟ΍ΔϳΑϠγϟ΍ϝϣ΍ϭόϟ΍ϭΩϼΑϟ΍νόΑϲϓ΢ΟϧϳϪϠόΟΔϳΑΎΟϳϻ΍ϝϣ΍ϭόϟ΍
ϥϭΛϼΛϭΔΗγΔϧγϡΩϗωϭέηϣϟ΍ϥϭϧΎϗνέϓΎϣϟϲηΎϳϋέϭΗϛΩϟ΍ϪϟΎϗϱΫϟ΍ϰϠϋΎϧΩόϘΗϰΗΣϲϟϻ΍ϑϗϭϠϟΔΑγϧϟΎΑΕ΍ΫϟΎΑϭ
ϭ΍ϲϟϻ΍ϑϗϭϟ΍ϰϠϋϲϫΔΑΎλϣϟ΍ΔϳγΎγϻ΍ΔϠϛηϣϟ΍ϥΎϛΕ΍ϭϧγέηϋΓΩϣϟΥϭϳηϟ΍αϠΟϣϭΏ΍ϭϧϟ΍αϠΟϣϲϓεϘϧϭ
ϲϓϡϭϳϟ΍ΡΎΑλϲϓΎϫΎϧόϣγϲΗϟ΍ΏΎΑγϸϟϑϗϭϟ΍ϥϣωϭϧϟ΍΍ΫϫΩοϥΎϛϡΎϋϱ΃έϙΎϧϫϥ΍έΎΑΗϋ΍ϰϠϋϱέίϟ΍ϑϗϭϟ΍
νόΑϥΎϣέΣϲϓΎϫϭϠϐΗγ΍ϑΎϗϭϻ΍έΎοϧνόΑϥ΍ϥϋϼοϓΙ΍έϳϣϟ΍ϥϣΙΎϧϻ΍ϡέΣΗϟϝϐΗγϳϑϗϭϟ΍ϥΎϛϥ΍΄Αϧϟ΍
ωϭέηϣϟ΍΍ΫϫΩ΍Ωϋ΍ΕΎγΎϳγϲϓϑϗϭϟ΍ΕΎγΎϳγΑϕϠόΗϣ˯ίΟ΍ΫϫϭΔλΎΧϟ΍ϝ΍ϭϣϻ΍ϩΫϫϥϣϥϳϘΣΗγϣϟ΍νόΑϭΔΛέϭϟ΍
ϑϗϭϟ΍ϑϳέόΗϲϓΔϳϣϫ΍έΛϛϻ΍˯Ύϳη΍ϰϠϋίϛέϧϥ΍ΏΟϳΓέϳΛϛ˯Ύϳη΍ΏΗΎϛΓΎϳΣϟ΍ϲϓϥ΍Ε΍έϭρΗϟ΍ϡϫ΍ϝϭϘϧΎϣΩϧϋ
ίϳϣϳϱΫϟ΍ϭϫϥϛϟϭωϭοϭϣϟ΍΍ΫϫϲϓϝϭΎϧΗ΍ϥϟΎϧ΍˯ΎϬϘϔϟ΍ϥϳΑΎϬϳϠϋϑϠΗΧϣΔϳέϛϓΎϳΎοϗϲϓϑϗϭϟ΍ϑϳέόΗϪϋ΍ϭϧ΍ϭ
ϑϗϭϟ΍΍Ϋϫϥ΍ϭϫΔϳϋέΑΗϟ΍ϝΎϣϋϻ΍ΎϬϣγ΍ϝΎϣϋϻ΍ΎϬϧϣϑΩϬϟ΍ϥϭϛϳϲΗϟ΍ΔϳϧϭϧΎϘϟ΍ΕΎϓέλΗϟ΍ω΍ϭϧ΍ϥϣϩ΍ΩϋΎϣϋϑϗϭϟ΍
ϥϋΔϳέϳΧϟ΍ΕΎϳόϣΟϟ΍ϥϋϩέϳϏϥϋϑϗϭϟ΍ίϳϣϳϱΫϟ΍ϲγΎγϻ΍έΎϳόϣϟ΍ϭϫ΍ΫϫΏϳόϟ΍˯ΎϳέΑϷϕΎϔϧϻ΍ϡΗϳϭΏϳόϟ΍αΑΣΗ
Δϳλϭϟ΍ϝ΍ϭϣ΍ϝϛϕϔϧΗϥϛϣϣΔϳλϭϟ΍ϑϗϭϟ΍ίϳϣϳϱΫϟ΍ϪΑΎηΎϣϭ΍ϥΎγϧ΍ΩλϗΎϬϧϣΩλϘϟ΍ϱΩΩόΗϝϣϋϭϫϼΛϣΔϳλϭϟ΍
ϥϭϣγϘϳ˯ΎϬϘϔϟ΍ϝΛΎϣϳΎϣϭ΍Ϋϫϑϗϭϟ΍˯Ύϳέϥϣϕϔϧ΍ϥϛϟΏϳόϟΎΑυϔΗΣ΍Ύϧ΍ϑϗϭϟ΍ϥϛϟΔϳλϭϟ΍ϝ΍ϭϣ΍ϝϛϕΎϔϧ΍ϥϣΩΑϻϭ΍
ϥϳΑΎϣίϳϣϣϥϭϧΎϗωϭέηϣϱέϳΧϟ΍ϑϗϭϠϟΔΑγϧϟΎΑϙέΗηϣϟ΍ϑϗϭϟ΍ϭϱέϳΧϟ΍ϑϗϭϟ΍ϭϲϟϻ΍ϑϗϭϟ΍ΙϼΛϰϟ΍ϑϗϭϟ΍
ϲϓϭϡϠόϟ΍ΏϼρϰϠϋϑϗϭϭ΍ϰϣΎΗϳϟ΍ϰϠϋϑϗϭ˯΍έϘϔϟ΍ϰϠϋϑϗϭ΍ϱΩΎόϟ΍ϱέϳΧϟ΍ϑϗϭϟ΍ϱέϳΧϟ΍ϑϗϭϟ΍ϥϣϥϳϋϭϧ
ϭ΍ϰϔηΗγϣϟϑϗϭιλΧ΍ϭ΍ΔϬΑΟϟϑϗϭιλΧϧΎϣΩϧϋϡΎϋϕϓέϣΔϳΫϐΗϭ΍Γέ΍Ω΍ϪϧϣΏλΧϳϱΫϟ΍ϱέϳΧϟ΍ϑϗϭϟ΍
ϩΫϫ˯΍Ω΍ϡυϧΗϥϳϧ΍ϭϗΩΟϭϳϭΎϫέϳΩΗΔϟϭΩϟ΍ΔϣΎϋϕϓ΍έϣϙΎϧϫϩέϳϏϭ΍ϥϳΩϟ΍ϡϳϠόΗϼΛϣϥϳόϣωϭϧϡϳϠόΗϟϑϗϭιλΧ΍
ϲϋέηϟ΍ιϧϟ΍έγϔϳϩέϳγϔΗΓέϭέοϭϪΑϡ΍ίΗϟϻ΍ΓέϭέοϰϧόϣΑωέΎηϟ΍ιϧϛϑϗ΍ϭϟ΍ρέηϝϭϘϧΎϧϛ΍Ϋ΍ΕΎϣΩΧϟ΍
ϡϳϠόΗϟΕϗϭιλΧΗΕϗϭϟ΍νόΑϲϓϼΛϣϝ΍΅γϟ΍ϭϫΔϣΩΧϟ΍˯΍Ω΄ΑϡυϧϳϲΗϟ΍ϥϳϧ΍ϭϘϟ΍ΔϠγϠγϰϠϋυϓΎΣ΍ϥ΍Ύοϳ΍ΩΑϻ
ΓέΗϔϟ΍ϝϼΧϭ΍ϲϣϳϠόΗϟ΍ϡΎυϧϟ΍ΔϧϳόϣΓΩΎϣαϳέΩΗϡΩϋϑϗϭϟ΍ρϭέηϥϣοϥϣϭϡϳϠόΗϟ΍ϥϣϥϳόϣωϭϧϡϳϠόΗϟϭ΍ϝΎϔρϻ΍
ΔϣΎόϟ΍ϥϳϧ΍ϭϘϟ΍ΩϭΟϭϊϣρέηϟ΍΍ΫϫϝϫΕΎϧΑϟ΍αέΩϣϭ΍ΔϳϧΩΑϟ΍ΓΩΎϣϟ΍αέΩϣϭ΍ϼΛϣϰϘϳγϭϣϟαέΩϣˮΩΑϻΔϳϣϳϠόΗϟ΍
ΕΎϣΩΧϠϟιλΧΗϲΗϟ΍ϑΎϗϭϻ΍ϝΎϗΎϣΏγΣϭΔϟ΄γϣϟ΍ϩΫϫϡυϧϥϭϧΎϘϟ΍ϝϭΑϘϣέϳϐϟ΍ϭ΍ϝϭΑϘϣϡϳϠόΗϟ΍ϥϣωϭϧϟ΍΍ΫϫϡυϧΗ
ΏΟϳϭϥϛϳϡϟϪϧ΄ϛρέηϟ΍΍ΫϫέΑΗόϧϥΣϧϓϥϭϧΎϘϟ΍ϑϟΎΧϳϑϗ΍ϭϠϟρέηϱ΍ϭϥϳϧ΍ϭϘϟΎΑϡ΍ίΗϟϻ΍ΩΑϻΔϣΎόϟ΍ϕϓ΍έϣϟ΍ϭ΍
ϥϳΑΎϣίϳϣϳϥϭϧΎϘϟ΍ϑϗ΍ϭϟ΍ϥΎϛέϷΔΑγϧϟΎΑΓΩϭΟϭϣϯέΧ΍έϭϣ΍ϰϟ΍ΔϓΎοϹΎΑΩϳΩΟϡϳγϘΗ΍ΫϫϭϥϭϧΎϘϟ΍ϡΎϛΣ΄Αϡ΍ίΗϟϻ΍
΍Ϋ΍ϥϛϳϡϟϥ΄ϛΩϭΟϭϣϭαϳϟϑϗϭϟ΍ϪϧΎϛέ΍ϥϣϑϗϭϰϠΧΗ΍Ϋ΍ϑϗϭϟ΍ϥΎϛέ΍ϩΫΎϔϧρϭέηϭϪΗΣλρϭέηϭϑϗϭϟ΍ϡΎϛΣ΍
ϡϟϥϛϟϪρϭέηϰϓϭΗγ΍ϭϪϧΎϛέ΍ϰϓϭΗγ΍ΩϭΟϭϣϑϗϭϟ΍΍Ϋ΍ϥϼρΑϠϟϝΑΎϗϪϧϛϟΩϭΟϭϣϑϗϭϟ΍ΔΣλρϭέηϥϣρέηϰϠΧΗ
ϥ΍ϑϗϭϟ΍ϥϋϥϠόϧϥ΍ϥϭϧΎϘϟ΍ϲϓΓΩϭΟϭϣϟ΍ΫΎϔϧϟ΍ρϭέηϥϣϝΛϣέΛ΍ΙΩΣϳϻϪϧϛϟΩϭΟϭϣϑϗϭϟ΍ΫΎϔϧϪρϭέηϰϓϭΗγϳ
ϻΩϭΟϭϣϑϗϭϟ΍ϥ΍ϝϭϘϧϪϧϋϡϼϋϻ΍ϡΗϳϡϟϥ΍ϭϪϧϋϡϼόϟ΍έΎΑΧϻ΍ϡΗϳϥ΍ϭΔϘΛϭϣϭΔΑϭΗϛϣΓέΟΣϲϓϑϗϭϟ΍ϥϭϛϳ
ˮΔϘϓ΍ϭϣΑϻ΍ΫϔϧϳϻΔϛέΗϟ΍ΙϠΛϥϣέΛϛϻ΍ϲϠΑϘΗγϣϟ΍ϑϗϭϟ΍ϥ΍ρϭέηϟ΍ϥϳϠΛϣϥϣοϥϣϪϟϲϧϭϧΎϘϟ΍έΛϻ΍ΫϔϧϳϻΙΩΣϳ
ϑϗϭϟ΍ϥϛϟΔϳοϗϲϫϭϑϗϭϟ΍ρϭέηϲϓϙϟΫϛϭΫϓΎϧέϳϏϪϧϛϟΔϘϓ΍ϭϣΩόΑϻ΍ΔϛέΗϟ΍ΙϠΛϰϠϋΩϳίϳϱΫϟ΍˯ίΟϟ΍Ιέϭϟ΍
ϭϟΎϫΩϭΟϭΏΑγΩϘϔΗϥϳϔϗ΍ϭϟ΍ρϭέηνόΑϭΔϠϳϭρΔϳϧϣίΕ΍έΗϔϟέϣΗγΗΕϗ΅ϣϑϗϭΩΑ΅ϣϑϗϭϝ΍ϭΣϻ΍ϥϣέϳΛϛϲϓ
ΔϧϳόϣΏΎΑγϷ˯ΎοϘϠϟϪόϓέϟ˯ΎοϘϠϟΔλέϔϟ΍ΡΎΗ΍ϥϭϧΎϘϟ΍ϲϓϑϗϭϟ΍ρέηέϳϐΗϟωέΎλϭϫϥΎϛϟΓΎϳΣϟ΍ΩϳϗϰϠϋϑϗ΍ϭϟ΍
ϥϳΑϥϣϭΩϭΩλϟ΍ϩΫϫϡϛΣΗΔϳΩΟΏΎΑγ΍ϙΎϧϫϥϭϛϳϥ΍ϭϲ΋ΎοϗϡϛΣϭΩλϥϣΩΑϻϑϗ΍ϭϟ΍ρέηέϳϐϳϲοΎϘϟ΍ϥ΍
ΔόΑ΍έϟ΍ΔΟέΩϟ΍ϥϣΏέΎϗ΍ϭ΍ϑϗ΍ϭϟ΍ωϭέϓϭ΍ϝϭλ΍ΔϳϋΎϣΗΟϻ΍ϝ΍ϭΣϻ΍έϳϐΗΗϪΗϳγϔϧϑϗ΍ϭϟ΍Γέγ΍ϼΛϣΏΎΑγϻ΍
ΏΎΑγ΍ϭϑϗϭϟ΍˯Ύηϧ΍Ε΍˯΍έΟ΍ϲϓΓέϳΛϛϯέΧ΍ΏΎΑγ΍ΩϭΟϭΑϭϝ΍ϭϣϸϟΔΟΎΣέΛϛ΍΍ϭΣΑλ΍ϲϋΎϣΗΟϻ΍ϡϬϟ΍ϭΣ΍ΕέϳϐΗ
˯Ύηϧ΄ΑέρΧΗέρΧϳϥ΍ϭΔϘΛϭϣϭΔΑϭΗϛϣϥϭϛΗϥ΍ΩΑϻΔρΎγΑϟΎΑΫΧ΄ϧΕϗϭϟ΍αϔϧϲϓϭϑΎϗϭϻ΍ΞΟΣϊγϭϧΎϧϟϭΎΣϥΣϧ
_ 414 _
Prof. Dr. Mohamed RAMADAN
ϥ΍ϝΎϗΔϘΑΎγϟ΍ΓϭΩϧϟ΍ϲϓ˯ϼϣίϟ΍ΩΣ΍ϡϳυϧΗϲϓέρΧΗϑΎϗϭϷΎΑΔϳέ΍Ωϻ΍ΔϬΟϟ΍ϱ΍Δϳϧόϣϟ΍ΔϬΟϟ΍ϥϣϝϛϑϗϭϟ΍
ϰΗΣΓέϳϐλϑΎϗϭ΍ϻ΍ΩΟϭϳϻΡέγϣΗϣέίΟϥϋΓέΎΑϋϪϠϛϡϟΎόϟ΍ϯϭΗγϣϰϠϋϭϥΎρϭϻ΍ϯϭΗγϣϰϠϋϑΎϗϭϻ΍
ϡϳυϧΗϰϠϋΎϧϠϣϋϥϭϧΎϗωϭέηϣΑϥΣϧΓέϳΑϛΓϭϗϥϭϛϳΑϊϳϣΟΗϟ΍ϥ΍ϊϣϪΑιΎΧϡϟΎϋϲϓϑϗϭϝϛΓέϳΑϛϭΔργϭΗϣ
ϡϳϠϗ΍ϡϳυϧΗΩΟ΍ϭΗϳΔϘρϧϣϝϛϲϓϼΛϣΔϳΩϭόγϟ΍ϭϥ΍έϳ΍ϭέλϣϭΎϳϛέΗϝΛϣΓέϳΑϛϝϭΩϡϳϠϗ΍ϡϳυϧΗϭϫϭΔϟϭΩϝϛϯϭΗγϣ
Ϫϳϓϥ΍ϲϧρϭϟ΍ϯϭΗγϣϟ΍ϰϠϋνέϐϟ΍ϕϘΣΗΔϳΗΣΗϰϧΑΎϬϟϲϧΑϳϭΕΎϣΩΧϟ΍ΩΣϭϳϭϡϬϧϳΑϕγϧϳϭϑΎϗϭϻ΍ϩΫϫϊϣΟϳϑϗϭϟ΍
ϲϣϼγϻ΍ϡϟΎόϟ΍ϯϭΗγϣϰϠϋΔϳϣϼγϻ΍ϥ΅ηϟ΍ϭϑΎϗϭϻ΍˯΍έίϭϭϋΩϧϭέϭΩϟ΍αϔϧΑϡϭϘϳϲϧρϭϟ΍ϑΎϗϭϸϟΩΎΣΗϻ΍
ΕΎϣϳυϧΗϟ΍ϯϭΗγϣϲϓϥϭϛϳϡϳυϧΗϟ΍΍ΫϫϥϳϣϠγϣϟ΍ϑΎϗϭϷϡΎόϟ΍ΩΎΣΗϻ΍ϲϣϼγϻ΍ϡϟΎόϟ΍ϯϭΗγϣϰϠϋϡϳυϧΗϥϭϛϧϭ
ϥϭϛΗγϥϳϣϠγϣϠϟΔϣΎόϟ΍ΕΎΟΎϳΗΣϻ΍ΔϬΟ΍ϭϣϭΙέ΍ϭϛϟ΍ΔϬΟ΍ϭϣϲϓΎϧΗϳϠϋΎϓΓέϭΑ΄ϣέίΟϲϓϝϣόϧˮΔϳϣϟΎόϟ΍Δϳϣϼγϻ΍
ΓΩΩΣϣΔϠϳγϭϩΫϫΊηϧΗϻϑΎϗϭϻ΍ϥ΍ϑϗϭϟ΍ΕΎΑΛ΄ΑϕϠόΗϳΎϣϳϓϯέΧϻ΍ΕΎϣυϧϣϟ΍ϑϠΧϱέΟϧϝυϧγϭΔϳΎϐϠϟΓΩϭΩΣϣ
έυΎϧϝϛϰϠϋϡ΍ίϟ΍ϲϓΓΩϭΟϭϣϟ΍ΔϠϛηϣϟ΍ϲϫϥϭϧΎϘϟ΍έ΍Ωλ΍ϰϠϋΔϘΑΎγϟ΍ϑΎϗϭϻ΍ϥϛϟΏϭΗϛϣϭϕΛϭϣϥϭϛΗγΕΎΑΛϹ
ˮΔΧγϧϪϳΩϟϥΎϛ΍Ϋ΍έρΧϳϭΡϭέϳϲϣϳϠϗϻ΍ΩΎΣΗϻ΍ϭ΍ϑΎϗϭϻ΍ϡΎόϟ΍ΩΎΣΗϻ΍ϭΔλΗΧϣϟ΍ΔϬΟϟ΍ϰϟ΍ΏϫΫϳϪϧ΍ϰϠϋϑϗϭϟ΍
έϳη΍ϑϭγαϳ΋έϟ΍ΓΩΎϳγϥΫ΍ΩόΑΔϟϭΩϟ΍ϲϓΓΩϭΟϭϣϟ΍ΔϳϧϭϧΎϘϟ΍ϝ΋ΎγϭϠϟ΍έυϧέυΣϳϡϟϥ΍ϭΩΎΣΗϻ΍ϭΔϳέ΍Ωϻ΍ΔϬΟϟ΍ϲϓ
ϥ΍ϭϧϋϊοϳϱΩέϓωϭέηϣϪϟϼΛϣΩΣ΍ϭίϭΟϳϻϝϭϘϧΔϳέΎΟΗϟ΍ϥϳϧ΍ϭϘϟ΍ϲϓϑΎϗϭϻ΍ϰϠϋΔυϓΎΣϣϠϟΓέϳΧ΍ΔρϘϧϟ
Ε΍ΫΔϛέηϟ΍ΕϧΎϛ΍Ϋ΍ϭϱΩέϓωϭέηϣαϳϟΔϛέηϪϧ΍αΎγ΍ϰϠϋϝϣΎόΗϳϪόϣϝϣΎόΗϳϱΫϟ΍ϥϻΔϛέηϩΫϫωϭέηϣϟ΍
ϱ΍ϰϠϋΎϧοέϓΎϧϫϥΣϧϪόϣϝϣΎόΗϳϱΫϟ΍΄ρΧϳϻϰΗΣΓΩϭΩΣϣΔϳϟϭ΋γϣΕ΍ΫΔϛέηϟ΍ϩΫϫϥ΍ΏΗϛϳϡίϻΓΩϭΩΣϣΔϳϟϭ΋γϣ
ΔϳϧϭϧΎϘϟ΍ϡΎϛΣϸϟΎϘϓϭΊηϧΗϲΗϟ΍ΕΎγγ΅ϣϟ΍ϰϠϋρϘϓϡγϻ΍ϥϭϛϳϓϑϗϭΎϬϣγ΍ϥϣοΗϻϥ΍ΔϳϔϗϭέϳϏΔϣυϧϣϭΔ΋ηϧϣ
ΎϬϣγ΍έϳϐΗΎϬϧ΍ϑϗϭϡγ΍ϡΩΧΗγΗϥΎΟϠϟϰϠόϣϲϓϡϬΑΔλΎΧϟ΍ν΍έϏ΍έϳϏϲϓϡγ΍ˮϻϲϛϟΔϳϔϗϭΔγγ΅ϣϲϫϭϑϗϭϠϟ
ϪϧϣΓΩΎϔΗγϼϟϡϬϧϳΑϩέέϣϳϥ΍ΓΩΣ΍ϭΔϗέϭ˯΍έϗ΍ϡϟΎϧ΍ϭΔϧϳόϣέϭϣ΍ϙΎϧϫϭΔϧϳόϣΓέΗϓϝϼΧ
_ 415 _
IRTI VE KUVEYT EVKAF İDARESİ ÖNDERLİĞİNDE HAZIRLANAN İSLAMİ
VAKIFLAR YASASI
Prof. Dr. Mohamed RAMADAN
Mısır Devlet Meclisi Emekli Müşaviri - Kuveyt Üniversitesi – KUVEYT
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla Başlarım. Salât ve Selam Allah’ın Elçisinin Üzerine
Olsun…
Öncelikle Vakıflar Genel Müdürlüğüne nazik davetlerinden ve bu önemli toplantıyı
düzenlediklerinden dolayı teşekkür ederim. Yeni kanun hakkındaki bazı bilgilerimizle bu
toplantıya birazcık katkımızın olmasını ve bu kanun konusunda başkalarının görüşlerinden de
yararlanmayı umarız. Ben şahsen bu kanun çalışmalarına üç oturumun 2 numaralı yazanakçı
olarak katıldım. Çalışma grubunun kanunu hazırlanırken takip ettiği politikalar, üçüncü
oturumda, ana konularda veya kanun taslağında da takip edilen yeni konulardır. Kanun
vakıflarla ilgili pek çok konuları ele almakta, kadınla ilgili konulara işaret etmekte ve içerisinde
bir miktar da tekzip yer almakta. Dr. Layachi, çalışma grubunun kanun taslağını, uygulama
yönetmeliğini ve yorum müzekkeresini hazırlarken dikkate aldığı bazı politikaları ve ilgili ikinci
kısmın birinci kısmını ele aldı. Çalışma grubunun uymakla yükümlü olduğu birinci politika
veya birinci prensip İslam Fıkhında yer alan şer’i hükümlere tamamıyla uyum durumudur.
Burada belirli bir mezhep takip edilmeyip daha ziyade yapılan fıkıh içtihatlarından bir karşım
yapılarak ülkelerin durumlarına ve özel gelişim koşullarına en uygun olanları seçildi. Diğer
yandan kanunda yer alan tüm hükümler herhangi bir mezhep seçimi yapılmaksızın şer’i
hükümlere uygunluğu oranında dikkate alındı. Çalışma grubunun dikkate aldığı ikinci konu
esneklikten olabildiğince yararlanmak oldu. Kanunun, iktisadi, sosyal, demografik ve diğer
alanlardaki farklılıklarından hareketle İslam Ülkelerinin koşullarına uygun olmasına dikkat
edildi. Esneklikle ele alınan konular şöyle özetleyebiliriz:
Kanuna ana kuralları ve kapsayıcı hükümleri ekleyerek uygulama yönetmeliği ile ayrıntılı
hükümleri dikkate almadık. Zira kanunun, kanun hazırlık icraatları, gelişim icraatları ve yorumu
öncelikli işlerimiz arasında yer almaktaydı. Daha sonra ise zor olan konularla ilgili çalışmalar ele
alındı. Doğal olarak ülkelerin çoğu, uygulama yönetmeliklerinin aksine kanun taslağını kendi
devletinin anayasasına uygun hale getirmek amacıyla önce Milli Meclisinde ele alıp daha
sonra kanun haline getirmek istemekte. Uygulama yönetmeliğinde Bakan, Başbakan, Bakanlar
Kurulu veya devlet başkanının kararnamesi yeterli olabilmekte. Diğer yandan taslağın milli
meclise sunulabilmesi için, belirli bir noktaya kadar hukuki kavramları ve günümüzde tedvin
edilmiş modern şer’i kavramları aldık. Eski fıkhın temel almış olduğu bazı kavramları bir kenara
bıraktık. Zira bu kavramlar belirli bir noktaya kadar artık gündem dışında kalmış olmakta ve
günümüz gerçekliğiyle tam olarak örtüşmemekte.
Dikkate alınan üçüncü nokta, bazı ülkelerde vakıflarla ilgili kurallar ve hükümler medeni
kanunun genel çerçevesi içerisinde ele alınmakta. Zira medeni kanun yurttaşların fiillerini ve
iradi tasarruflarını içermekte. Bu iradi tasarruflar gibi görünen tasarruflar olduğu gibi hibe,
vasiyet ve halef bırakma gibi iradi fiiliyat konuları için de söz konusudur. Bazı ülkelerde
vakıfların durumu özel kanunlarla düzenlenmiştir. Zira vakıf şer’i hükümlerin kaynağını
_ 416 _
Prof. Dr. Mohamed RAMADAN
oluşturur ve bununla kanun hükümleri daimi olur. Dolayısıyla vakıfla ilgili herhangi bir
konuda bir hükmün bulunmaması halinde şer’i hükümlere başvurulur. Çalışma grubu bazı
durumlarda ikinci bir görüşü temel aldı. Bu ikinci görüş vakfın özel bir kanunla ele alınmasını
gerekli gören bir görüştür. Aynı zamanda vakıflarla ilgili eski fıkıh kitaplarına bakıldığında bu
fıkıh kitaplarının vakıf kirası gibi genel konuları tartıştığını görmekteyiz. Dünyanın pek çok
ülkesinde kirayla ilgili özel kanunlar bulunmakta. Dolayısıyla vakıfların kira konusuyla ilgili
özel hükümlerin konmasına gerek bulunmamakta. Mevkuf kaynaklarla ilgili olarak, kanunun
ana ve esas kaynağının yanı sıra bu konuda şer’i kuralların genel hükümlerine başvurmak
gerekebilir. Diğer yandan çalışma grubu dünya genelinde organizasyonların durumlarına da
baktı. Biz bu kongrede benzer ve aynı alanlarda çalışan organizasyonları, bunların yatırımlarını,
denetim ve şeffaflıklarını ve toplumsal ilişkilerini de inceliyoruz. Bu organizasyonlardan ve bu
organizasyonların yaptıkları araştırmalardan yararlandık ve İslam ülkelerindeki leh ve aleyhteki
vakıf uygulamalarına baktık. Burada bazı açıklar ve sorunlar olmakla birlikte bazı ülkelerde
başarıya götüren olumlu unsurları ve bazı toplumların olumsuz bir tavır takınmalarına neden
olan olumsuz unsurları inceledik. Ve bizzat araçsal vakıf konusunda Dr. Layachi’nin sunduğu
ve Millet Meclisinde ve Senatoda on yıl boyunca tartışılan kanun taslağının beraberinde
getirdiklerine ilişkin söyledikleri bize öncülük etmekte. Burada karşılaşılan esas sorun bu
sabah haberlerde duyduğumuz üzere vakfın bir araç olarak kullanılarak kadınların mirastan
mahrum bırakılmaları gibi durumlardır. Bazı vakıf yetkililerinin vakfı, bazı murisleri ve bazı hak
sahiplerini, bu özel mallardan yoksun bırakmak için kullandıklarını görüyoruz. Bu nedenle
bu kısım kanun taslağının hazırlanış politikası ve vakıf politikasıyla alakalı bir durum olarak
karşımıza çıkmakta. Şayet hayatta önemli saydığımız konulardan bahsedecek olursak bunlar
arasında vakfın tarifinde ve türlerinde en çok önem taşıyan konuları ve bunla