Farklı Oranlarda Kullanılan Çay Posasının Marul Bitkisi

Transkript

Farklı Oranlarda Kullanılan Çay Posasının Marul Bitkisi
Uluslararası katılımlı
‘Türkiye Doğal Beslenme ve
Yaşam Boyu Sağlık Zirvesi’ 2015
BİLDİRİLER ÖZEL SAYISI
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
© Bu dergi kısmen ya da tamamen izinsiz hiçbir yöntemle basılamaz, çoğaltılamaz
ve dağıtılamaz. Bilimsel yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Dergi özel
sayısında yer alan bildiriler bilimsel hakem değerlendirmesine göre yayınlanmıştır.
2
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Uluslararası katılımlı;
‘Türkiye Doğal Beslenme ve Yaşam Boyu
Sağlık Zirvesi’ 2015
20-23 Mayıs 2015
‘Saglıga Giden Yol’
BİLİNÇLİ SAĞLIKLI YAŞAM DERGİSİ
Bildiriler Özel Sayısı
Ankara, 2016
3
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
4
ISSN 2149-147X
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
SUNUŞ
Sağlıklı ve uzun yaşamın sırrı dengeli ve doğal beslenme, her türlü zararlı
alışkanlıklardan uzak durma, düzenli uyku ve spor yapmaktan geçmektedir.
Günümüzde ise genellikle yoğun bir tempo ile çalışılmakta, dengesiz ve yetersiz
beslenme, stres gibi faktörler insan sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Son
yıllarda ayrıca yoğun kentleşme ile birlikte sağlıksız gıda tüketimi ve özellikle ev
dışı hızlı beslenme alışkanlıklarında da büyük artışlar gözlenmiştir. Oysa yapılan
sayısız bilimsel araştırmalar, kimi sağlıksız gıdalar ile başta kanser olmak üzere
çoğu hastalıklar arasında kesin bir ilişki olduğunu açık olarak ortaya koymaktadır.
Bunlara birde tütün ve benzeri zararlı alışkanlıklar, sentetik kimyasallar, hormonlar
ve tarım ilacı kalıntıları gibi diğer olumsuzluklar eklendiğinde sorun daha da ciddi
bir hal almaktadır.
Sağlıksız beslenen kişilerde vücut direnci azalmakta, enfeksiyon riski
artmakta, halsizlik, damar sertliği, kanser, karaciğer hastalıkları, şeker, tansiyon
gibi sayısız sağlık sorunları ortaya çıkabilmektedir. Diğer taraftan, organik üretim,
doğal gıdalar, doğal ilaçlar, bitkisel tedavi yöntemleri, tamamlayıcı tıp teknikleri,
ekolojik yaşam gibi konularda günümüzde büyük bir kavram kargaşası ve bilgi
kirliliği yaşanmakta, insanlar doğal denilerek sunulanları düşünmeden alıp
kullanabilmektedir. Bu tür kargaşaların önüne geçilmesi, konunun uzmanları
tarafından tartışılması ve tüketicilerin bilinçlendirilmeleri önemli bir görev olarak
görülmektedir. Kısacası, topraktan soframıza dek uzanan beslenme zincirinin her
halkasında, başta tarım, gıda, beslenme, sağlık ve spor olmak üzere sağlıklı yaşam
unsurları ile ilgili tüm disiplinlere düşen sorumluluklar bulunmaktadır. Bu konuda
disiplinler arası karşılıklı bilgi ve tecrübelerin bilimsel veriler ışığında birlikte
tartışılması, elde edilen bilgilerin toplumun tüm kesimleri ile paylaşılması büyük
öneme sahiptir.
Bu amaçla, T.C. Başbakanlık Sağlık Koordinatörüğü’nün öncülüğünde ve
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi ev sahipliğinde uluslararası katılımlı ‘Türkiye
Doğal Beslenme ve Yaşam Boyu Sağlık Zirvesi’2015 organize edilmiştir. Farklı
çözüm ortaklarını bir araya getirmesi, karşılıklı deneyimlerin paylaşılması ve ortak
kararlar alınmasını sağlayan zirve, oldukça geniş bir katılımla gerçekleştirilmiştir.
Ulusal ve uluslararası güçlü işbirliklerinin kurulması açısından da önemli bir fırsat
olan zirveye katılımlarınız ve değerli katkılarınızdan ötürü teşekkür ederiz.
Saygılarımızla,
Editörler
Prof.Dr. Celil Göçer
T.C. Başbakanlık Sağlık Koordinatörü
Prof.Dr. Mehmet Rüştü Karaman
Yüksek İhtisas Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Doğal-Der Başkanı
Prof.Dr. Nevin Şanlıer
Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
5
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
6
ISSN 2149-147X
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Onursal Başkanlar
Prof.Dr. Azmi Özcan
Prof.Dr. Yunus Söylet
Prof.Dr. Mehmet Rüştü Karaman
Onur Kurulu
Dr. Nihat Pakdil
Prof.Dr. Eyüp Gümüş
Prof.Dr. Lütfi Akca
Faruk Özçelik
Prof.Dr. Mustafa Öztürk
Prof.Dr. Ersan Aslan
Nesrin Çelik
M. Rifat Hisarcıklıoğlu
Şemsi Bayraktar
Prof.Dr. Erkan İbiş
Prof.Dr. Süleyman Büyükberber
Prof.Dr. A.Murat Tuncer
Prof.Dr. M.İhsan Karaman
Prof.Dr. Sabri Gökmen
Prof.Dr. Osman Şimşek
Prof.Dr. Ayşe Baysal
Prof.Dr. Öztekin Oto
Prof.Dr. Nazif Bağrıaçık
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Müsteşarı
Sağlık Bakanlığı Müsteşarı
Orman ve Su İşleri Bakanlığı Müsteşarı
Gençlik ve Spor Bakanlığı Müsteşarı
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşarı
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Müsteşarı
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Müsteşarı
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı
Türkiye Ziraat Odaları Birliği Başkanı
Ankara Üniversitesi Rektörü
Gazi Üniversitesi Rektörü
Hacettepe Üniversitesi Rektörü
İstanbul Medeniyet Üniversitesi Rektörü
Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Rektörü
Namık Kemal Üniversitesi Rektörü
Beslenme Eğitimi ve Araştırma Vakfı Başkanı
Türkiye Kalp ve Sağlık Vakfı Başkanı
Türk Diyabet ve Obezite Vakfı Onursal Başkanı
7
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
8
ISSN 2149-147X
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Organizasyon Komitesi Başkanlığı
Prof.Dr. İlhan Doran Şeyh Edebali Üniv. Ziraat ve Doğa Bilimleri Fak.
Prof.Dr. Nevin Şanlıer Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
Organizasyon Komitesi
Prof.Dr. İrfan Şencan
Prof.Dr. İrfan Erol
Prof.Dr. Özkan Ünal
Doç.Dr. Masum Burak
Mevlüt Gümüş
Dr. Gürsel Küsek
Prof.Dr. Ahmet R. Mermut
Prof.Dr. Nevzat Artık
Prof.Dr. M. Sait Gönen
Şemsi Kopuz
Prof.Dr. Vural Gökmen
Prof.Dr. Ayten Namlı
Prof.Dr. Uygun Aksoy
Dr. Ayhan Dağ
Prof.Dr. Hasan İlkova
Prof.Dr. A.Kadir Halkman
Prof.Dr. Medine Güllüce
Yıldıray Gençer
Prof.Dr. Ahmet Başaran
Prof.Dr. Nurettin Heybeli
Prof.Dr. Tanay Sıdkı Uyar
Prof.Dr. Fatih Gültekin
Prof.Dr. Rahmi Türk
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı
Gıda ve Kontrol Genel Müdürü
Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı
Tarımsal Araşt. ve Politikalar Genel Müdürü
Bitkisel Üretim Genel Müdürü
Tarım Reformu Genel Müdürü
ECSS ve EUROSOIL Başkanı
Ankara Üniv. Gıda Güvenliği Enstitüsü Müdürü
Türkiye Endokrin. ve Metabolizma Dern. Bşk.
Türkiye Gıda ve İçecek San. Dernek. Fed. Bşk.
Ulusal Gıda Teknoloji Platformu Başkanı
Türkiye Toprak Bilimi Derneği Başkanı
Türkiye Organik Tarım Hareketleri Birliği
Türkiye Diyetisyenler Derneği Başkanı
Türk Diyabet Cemiyeti Başkanı
Gıda Teknolojisi Derneği Başkanı
TÜBİTAK Bideb Üyesi
TÜRKTOB ve TSÜAB Başkanı
Türkiye Doping Kontrol Merkezi Başkanı
Organ, Doku, Hücre Nakli Derneği Başkanı
EUROSOLAR Türkiye Başkanı
Helal Gıda Derneği Başkanı
SOMTAD Soğutma Muhafaza Dern. Başk.
9
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
Prof.Dr. Mustafa N. İlhan
Prof.Dr. Cemal Çevik
Prof.Dr. Engin Eker
Prof.Dr. Metin Turan
Prof.Dr. Harun Parlar
Prof.Dr. Rüveyda Akbay
Cengiz Celayir
Doç.Dr. Toker Erguder
Zeki Ilgaz
Prof.Dr. Tarkan Karakan
Doç.Dr. Saniye Bilici
Doç.Dr. Duygu Ö.Demiralp
Doç.Dr. Metin Yıldırımkaya
Doç.Dr. Eda Köksal
Samim Saner
Doç.Dr. Fahri Yakaryılamz
Doç.Dr. Selcen Darçın
Dr. Mehmet Küçük
Prof.Dr. Aydın Adiloğlu
Doç.Dr. Erdal Eren
Doç.Dr. Mevlüde Karadağ
Doç.Dr. Turgut Kutlu
Doç.Dr. Metin Başaranoğlu
Y.Doç. Serap Kızılaydemir
Y.Doç.Dr. Sema Leblebici
Dr. Aynur Özbahçe
Dr. Şehnaz N. Yalçın
Şemsettin Toprak
ISSN 2149-147X
Türkiye Bilinçli Sağlık Platformu Başkanı
Akupunktur ve Tamamlayıcı Tıp Derneği Bşk.
Türkiye Alzheimer Vakfı Başkanı
Ulusal Humik Madde Derneği Başkanı
Münih Teknik Üniversitesi Gıda Enst. Başkanı
Bilimsel Tavukçuluk Derneği Türkiye Başkanı
Türkiye İlaç Sanayi Derneği (TİSD) Başkanı
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Türkiye Temsilcisi
Türkiye Süt, Et, Gıda San. ve Ürt. Birliği Başkanı
Prebiyotik ve Prebiyotik Derneği Başkanı
Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
Ankara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi
Ankara Lokman Hekim Hastanesi Başhekimi
Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
Gıda Güvenliği Derneği Başkanı
Ankara Lokman Hekim Hastanesi
Şeyh Edebali Üniv. Ziraat ve Doğa Bilimleri Fak.
Toprak Mahsülleri Ofisi Yönetim Kurulu Üyesi
Namık Kemal Üniv. Bitki Besleme A.B.D. Başkanı
Bilecik Şeyh Edebali Üniv. Sağlık Y.O. Müdürü
Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
Şeyh Edebali Üniv. Ziraat ve Doğa Bilimleri Fak.
Bezmialem Üniv. Gastroenteroloji A.B.D. Başkanı
Bilecik Şeyh Edebali Üniv. Tarım Bilim. Tekn. Fak.
Bilecik Şeyh Edebali Üniv. Tarım Bilim. Tekn. Fak.
Toprak Gübre Su Merkez Araştırma Enst. Müdürü
Ankara Lokman Hekim Hastanesi
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Ankara Şubesi Bşk.
10
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Ulusal Bilim Kurulu
Prof.Dr. Emine Akalın
Prof.Dr. Ahmet Rüçhan Akar
Prof.Dr. Meral Aksoy
Prof.Dr. Dilek Anaç
Prof.Dr. Mustafa Aslan
Prof.Dr. Sevil Başoğlu
Prof.Dr. H.Tanju Besler
Prof.Dr. Yavuz Beyatlı
Prof.Dr. Yasemin Beyhan
Prof.Dr. Hayati Bilgiç
Prof.Dr. Dilek Boyacıoğlu
Prof.Dr. Faruk Bozoğlu
Prof.Dr. Uğur Coşkun
Prof.Dr. H.Nedim Çetin
Prof.Dr. Gürhan R. Çiftçioğlu
Prof.Dr. Abdurrahman Çömlekçi
Prof.Dr. H.Yıldız Daşgan
Prof.Dr. Recep Demirbağ
Prof.Dr. Mehmet Demirci
Prof.Dr. Sedef Nehir El
Prof.Dr. Funda Elmacıoğlu
Prof.Dr. Cevdet Erdöl
Prof.Dr. İsmail Filya
Prof.Dr. Muazzez Garipağaoğlu
Prof.Dr. Erdoğan Güneş
Prof.Dr. Şengül Hablemitoğlu
Prof.Dr. Mehmet İnan
Prof.Dr. Neriman İnanç
Prof.Dr. Yüksel Kan
Prof.Dr. Efsun Karabudak
11
İstanbul Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
Bahçeşehir Üniversitesi
Ege Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Acıbadem Üniversitesi
Hacettepe Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Haliç Üniversitesi
Gülhane Askeri Tıp Akademisi
Karadeniz Teknik Üniversitesi
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Sakarya Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Çukurova Üniversitesi
Harran Üniversitesi
Namık Kemal Üniversitesi
Ege Üniversitesi
Marmara Üniversitesi
TBMM Sağlık Komisyonu
Uludağ Üniversitesi
Medipol Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
Akdeniz Üniversitesi
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi
Selçuk Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
Prof.Dr. Ayşe Karaduman
Prof.Dr. A.Vahap Katkat
Prof.Dr. Mükerrem Kaya
Prof.Dr. Nurgül Keser
Prof.Dr. Yunus Kılıç
Prof.Dr. Gül Kızıltan
Prof.Dr. Hüseyin Koç
Prof.Dr. Ali Koşar
Prof.Dr. Hamit Köksel
Prof.Dr. N.Mücella Müftüoğlu
Prof.Dr. Sonay Sözüdoğru Ok
Prof.Dr. F. Akın Olgun
Prof.Dr. İlkay E. Orhan
Prof.Dr. İbrahim Ortaş
Prof.Dr. Ayşe Özfer Özçelik
Prof.Dr. Metin Petek
Prof.Dr. Kadir Saltalı
Prof.Dr. İbrahim Saraçoğlu
Prof.Dr. M.Bilgin Saydam
Prof.Dr. Fatih Seyis
Prof.Dr. Bülent Sivri
Prof.Dr. Gökhan Söylemezoğlu
Prof.Dr. Metin Saip Sürücüoğlu
Prof.Dr. Fikrettin Şahin
Prof.Dr. Seçil Şatır
Prof.Dr. Erol Şengör
Prof.Dr. Muhittin Tayfur
Prof.Dr. Aziz Tekin
Prof.Dr. İlyas Tuncer
Prof.Dr. Şefik Tüfenkçi
Prof.Dr. Halil Vural
Prof.Dr. İlhan Yetkin
Prof.Dr. Neziha Yılmaz
12
ISSN 2149-147X
Hacettepe Üniversitesi
Uludağ Üniversitesi
Atatürk Üniversitesi
Sakarya Üniversitesi
TBMM Tarım Komisyonu
Başkent Üniversitesi
Gaziosmanpaşa Üniversitesi
Ankara Lokman Hekim Hastanesi
Hacettepe Üniversitesi
Çanakkale Onsekiz Mart Üniv.
Ankara Üniversitesi
Ege Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Çukurova Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
Uludağ Üniversitesi
K.Maraş Sütçü İmam Üniversitesi
Marmara Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi
Recep Tayyip Erdoğan Üniv.
Hacettepe Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
Yeditepe Üniversitesi
Hitit Üniversitesi
Afyon Kocatepe Üniversitesi
Başkent Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
İstanbul Medeniyet Üniversitesi
Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Hacettepe Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Bozok Üniversitesi
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
İçindekiler
BÖLÜM I. TARIM, İYİ TARIM UYGULAMALARI ...
ve ORGANİK ÜRETİM
15
BÖLÜM II. GIDA HİJYENİ ve GÜVENLİĞİ …….…… 407
BÖLÜM III. BESLENME ve DİYETETİK ……….…… 531
BÖLÜM IV. SAĞLIKLI YAŞAM VE SPOR …….……
13
699
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
14
ISSN 2149-147X
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
BÖLÜM I.
TARIM, İYİ TARIM
UYGULAMALARI (İTÜ)
ve ORGANİK ÜRETİM
15
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
16
ISSN 2149-147X
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Anadolu Toprakları ve Doğal Bitki Kaynaklarının
Korunması ve Tescillenmesi
İbrahim A. Saraçoğlu1, Sedat Karadeniz2
Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, 34668, Haydarpaşa, İstanbul/Türkiye.
Marmara Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü, İstanbul/Türkiye
E-posta: [email protected]
1
2
Özet: Tarımda sürdürebilirlik doğal kaynakların korunmasına doğrudan
bağlıdır. Hibrid veya transgenik (GDO) tohumlar ve bu tohumların bitkileri, doğal
kaynakları oluşturmaz. Doğal kaynaklar aynı zamanda genetik kaynaklardır.
Tohumda genetik kaynakların yok olması tarımda dışa bağımlı kalmak demektir.
Sürdürülebilir tarımda, özellikle Avrupa Birliği ülkelerinde tarımsal ürünleri
tanımak ve korumak amacıyla birçok doğal ürün belirli standartlarda tescil
edilmektedir. Kayıt altına alınan doğal ürünler Genotip ve Fenotip esas alınarak
yapılmaktadır. Bu sistemde kayıt altına alınan seçilmiş ürünler PDO (Protected
Designation of Origin), PGI (Protected Geographical Indication) ve TSG
(Traditional Speciality Guaranted) olarak adlandırılan ve geleneksel özelliklerini
koruyan bir takım standartlar altında yapılmaktadır. Avrupa Birliğinin PDO, PGI
ve TSG standartlarına göre yapılan kayıt ve tesciller; Anadolu Topraklarının zengin
biyolojik çeşitliliğini tanımlamakta, kayıt altına alarak tescil edilmelerinde
yetersizdir. Anadolu Topraklarına ait orijinal bitki ve orijinal tohumlarımızın
kaynağının Anadolu olmadığını uluslararası tahkimde üzülerek görmek zorunda
kalacağız. Bu nedenle Anadolu Topraklarının doğal kaynaklarının genotip (GT),
fenotip (PT), PDO, PGI ve TSG gibi tescil ve tanımlama standartlarına ilaveten
mutlaka alt tür ve cinslerinin içerdikleri kimyasal maddelerine göre, kategorik
sınıflandırılmasına gidilmesi zorunludur. Kimyasal kategorik sınıflandırma
Kimyasal taksonomi (Chemotaxonomy CT) yatay geçişleri ve yatay geçişlerin
ortaya çıkardığı biyolojik çeşitlilik birimlerinin belirlenmesinde en önemli analitik
yöntemdir. Bu yöntem sayesinde genetik kaynakların biyolojik çeşitliliği ve
orijinleri belirlenerek, Anadolu Topraklarından başka ülkelere kaçırılarak tescil
edilmiş birçok bitkinin öz kaynağı belirlenmiş olacaktır. Sonuç olarak; Anadolu
Topraklarına ait tohum ve bitkilerin, Avrupa Birliği Uyum Paketinin öngördüğü
standartlara ilaveten Chemotaxonomik normu da esas alarak (uygulayarak) ileride
doğacak birçok hukuksal savaşın önünü kesmiş ve Anadolu’nun zengin biyolojik
çeşitliliğinin Anadolu’ya ait olduğunu kanıtlamış, tescil etmiş ve de Anadolu’nun
bitki örtüsünün bağımsızlığını belgelemiş olacağız.
Anahtar kelimeler: Doğal Tohum, Hibrit Tohum, Gdo ve İnsan Sağlığı
17
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Conservation of Anatolian Soils and Registering
Natural Plant Resources
Abstract: Sustainability in agriculture is directly linked to the preservation
of natural resources. Hybrid or transgenic (TG) seeds, and plants of these seeds do
not constitute the natural resources. Besides, natural resources, at the same time,
are the genetic resources. The loss of genetic resources in seed means to remain
dependent on foreign agriculture. In sustainable agriculture, especially in European
Union (EU) countries, many natural products are recorded/registered in certain
standards in order to recognize and protect these products. The records/registration
of these products are based on their genotypic and phenotypic features. The
selected products in this system are recorded under three schemes such as PDO
(protected designation of origin), PGI (protected geographical indication) and TSG
(traditional specialty guaranteed) to protect the product names from misuse and
imitation. However, these schemes become inadequate in terms of recording and
registering the rich biological diversity of Anatolian soils. Thus, we will have to
see, in regret, at international arbitration that Anatolia is not the source of these
plants and seeds though they originally belonged to Anatolia. Therefore, in
addition to genotype (GT), phenotype (PT), PDO, PGI and TSG recording/
registration standards, the categorical classification of subspecies and varieties,
according to the chemical compounds, is imperative. Chemical categorical
classification “Chemotaxonomy (CT)” is the most important analytical method to
determine the horizontal transfers and horizontal transfer exposed biological
diversity units. Thanks to this method, biological diversities of genetic resources
and their origins could be identified; therefore, the origin of many plants, which
once have been smuggled from Anatolian soils to other countries and registered,
will have been determined. As a result; in addition to the standards set by European
Union Harmonization Package for the plants and seeds of Anatolia, adaptation of
Chemotaxonomic norm in plant recordings/registrations will prevent many legal
battles to possibly occur in future. Moreover, this will prove and register the
Anatolia's rich biodiversity, and will also document the exclusiveness of Anatolia
vegetation.
Key words: Natural seed, Hybrid seed, GMO and human health
18
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
1. Giriş
Bitkiler, yeryüzünün yaşama elverişli olmasını sağlayan canlılardır.
Yediğimiz besinler doğrudan bitkilerden ya da bitkilerle beslenen hayvanların
ürünlerinden elde edilmektedir. Bitkiler, sadece beslenme değil aynı zamanda
giyim, yağ, ilaç gibi yaşamsal kalitemizi etkileyen ürünler için gereksinimlerimizi
sağlarlar (Rates, 2001; Kalpesh ve ark., 2011; Mtunzi ve ark., 2012). Türkiye,
coğrafi yapısı ve ekolojik koşulları nedeniyle dünyanın en önemli gen
merkezlerinin başında gelmektedir. Ülkemiz florasında bulunan yaklaşık 12.000
bitkinin 3.500 kadarı endemik özellik göstermesi gen merkezi önemini daha da
arttırmaktadır (Kaya, 2009). Bitki genomunda var olmayan yeni bir genetik
materyal bitki genomlarına aktarıldığında, aktarılan bölgedeki mutasyon nedeniyle
bitkinin fenotipinde ya da kimyasal yapısında beklenmeyen değişikliklerin
oluşabileceği bilinmektedir (Cellini ve ark., 2004; Latham ve ark., 2006; Rischer
ve Oksman-Caldentey, 2006).
Genetiği değiştirilmiş bitkilerde beklenmeyen etki, hedef genlerin
oluşturduğu özellikler dışında, geliştirildiği anacından farklı olarak gerçekleşen
fenotipik, tepkisel ve yapısal değişiklere denir. Beklenmeyen etkilerin bazıları
öngörülebileceği gibi bazılarını tahmin etmek mümkün değildir. (Cellini ve ark.,
2004; Kleter ve Kok, 2010). Genetiği değiştirilmiş organizmaya eklenmiş olan
DNA ‘nın kromozamların yapısını bozup kromozomlar üzerindeki genlerin yeni bir
düzenlemeye gidebileceği ve gen fonksiyonlarının etkilenebileceği belirtilmiştir.
Bir organizmaya başka bir organizmadan enfekte edilen genetik materyalin mevcut
genetik materyallerle allelik olmayan interaksiyonlarına girmesi öngörülemeyen bir
takım sonuçlara zaman içinde ortaya çıkabileceği belirtilmiştir (Wahl ve ark., 1984;
Cellini ve ark., 2004; Kleter ve Kok, 2010). Beklenmeyen etkiler, genetik yapısı
değiştirilmiş ürünün güvenliğini yakından ilgilendiren bir olaydır. Genetik
modifiksyon sayısı arttıkça beklenmeyen etkilerin oranı artmaktadır. Karmaşık
şekil alan genetik değişiklik beklenmeyen etkileri teşvik etmektedir Kleter ve Kok,
2010). FOE (Friends of the Earth) verilerine göre, 2013 yılında 27 ülkede 18
milyon çiftçi tarafından GDO ekimi yapılmış ve %92’si ise altı ülke (ABD (70,1
milyon ha), Brezilya (40,3 milyon ha), Arjantin (24,4 milyon ha) , Hindistan (10,8
milyon ha), Kanada (yaklaşık 6 milyon ha) ve Çin (3,9 milyon ha) ) tarafından
gerçekleştirilmiş. Uluslararası biyoteknoloji şirketleri tarafından global tohum
pazarının %70, zirai kimyasal madde satışının % 75 ve Genetiği Değiştirilmiş (GD)
tohum pazarının tamamını elinde bulundurmaktadır (Anonim, 2013).
Genetiği değiştirilmiş organizmaların tohumları doğaya yayılması hayvanlar
aracılığı ile olabileceği gibi, yem işleme, hasat sırasında ve nakliye süreçleri
sırasında da gerçekleşebilir. Gen kaçışının potansiyel sebepleri tohum ve çiçek
tozudur (Pessel, 2001; Devos ve ark., 2004; Legere, 2005). Herbisitlere karşı Cry
proteini içeren transgenik bitkiler, habitatlarında mevcut olan bitkileri de
etkileyebilirler. Herbisitlere dayanıklı çeşitlerin etkilediği hedef dışı organizmalar
zararlıların doğal düşmanları ve tozlayıcılar, toprak organizmaları, hedef dışı
19
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
otçullar, tehlikesiz türler, lokal çeşitliliğe katkıda bulunan diğer türler örnek olarak
verilebilir (OECD, 2007; Sanvido ve ark., 2007). Brassica rapa ve Brassica
oleracea genomlarının birleşmesiyle oluşan kolza (Brassica napus), aynı türden
bitkilerin yaklaşık % 30’u ile tozlanabilmektedir. Gen kaçışının çoğunlukla
Brassica rapa, diğer kolza varyeteleriyle ve diğer türlerle olabildiği belirtilmiştir
(Tzotzos, 2009). Yapılan başka bir çalışmada kolzadan (Brassica napus) lahanaya
(Brassica juncea) gen kaçışının yüksek olduğu bildirilmiştir (Song ve ark., 2010).
Bilindiği gibi, transgenik mısır çeşitleri (Zea mays ssp. mays) ile yabani
mısır çeşitleri (Zea mays ssp. mexicana) yakın akraba olduklarından, genetik olarak
uyum sağlarlar. Bu sebeple, çiçek tozu aracılığı ile gen geçişlerinin mümkün
olduğu belirtilmektedir (Anonim, 2009). Transgenik bitkilerin bazıları döllenip ve
çiçek tozlarını canlı olarak çok uzak mesafelere gönderebilen bitki türlerindendir.
Bu nedenle transgenik türlerden yabanil (ari) gen kaynaklarına gen geçiş olasılığı
çok yüksektir. Amerika’nın Teksas eyaletinde son derece korumalı koşullar altında
yetiştirilen organik mısır çeşidi olan Terra Prima’ ya çiçek tozu aracılıyla gen
aktarımı sağlandığı ve transgenik özellik gösterdiği saptanan mevcut ürünün
tamamı toplanarak yok edilmiştir (Bett, 1999). Toprakta bulunan organizmaların,
transgenik mısır bitkilerinin taşıma ve yem işleme sırasında istem dışı veya bu ürün
ile beslenen hayvanların sindirim sisteminden dışkı ile çevreye doğrudan yada
dolaylı yollarla yayılan Cry proteinlerinin etkisi incelendiğinde, genetiği
değiştirilmiş ürünlerin antibiyotiklere dirençlilik ve toksik özellikleri dikkat
çekmektedir (Anonim, 2009). Transgenik DNA’nın, laboratuvar koşullarında
toprak bakteri ve mantarlarına ve tarla koşullarında çiçek tozu aracılığı ile arı
larvalarının bağırsaklarındaki bakterilere geçtiği belirtilmiştir (Schluter ve ark.,
1995; Bergelson ve ark., 1998; Sorochinskii ve ark., 2011 ).
Genetiği değiştirilmiş organizmalardan üretilen gıda ve yemlerde bulunan
transgenlerin, insan ve hayvanların sindirim sistemlerinde bulunan
mikroorganizmalarla enfekte olabilme riski bulunmaktadır. Böyle bir durumda
insan sağlığının olumsuz etkilenmesi söz konusudur. Bu ihtimalin önemsiz olarak
adlandırmak bilimsel yaklaşıma aykırıdır. Örneğin, transgenik ürünlerdeki Cry
proteininin, mikrobiyel işlemlerden korunmakla birlikte topraktaki mineraller
tarafından tutularak, insektisidal aktivitesini sürdürdüğü (Koskella ve Stotsky,
1997; Crecchio ve Stotsky, 1998; OECD, 2007; Valldor ve ark., 2015) ve ekim
alanında 9-40 gün arasında ömrünün olduğu (Marchetti ve ark., 2007; Accinelli ve
ark., 2008) belirtilmiştir.Fareler üzerinde yapılan çalışmada üç farklı genetiği
değiştirilmiş mısırın (NK 603, MON 810 ve MON 863) karşılaştırmalı besleme
demelerinde kan ve organlara ilişkin veriler değerlendirilmiştir. Transgenik mısır
ile beslenen farelerde yan etkilerin ortaya çıktığı belirlenmiştir. Özellikle,
karaciğerde albümin /globülin oranı ve böbreklerde ürin kreatin ve potasyum
değerlerindeki toksisite belirlenmiştir. Aynı zamanda, kalp, adrenal salgı bezleri,
dalak ve hematolojik sistemde de bazı önemli etkiler belirlenmiştir. Çalışma
sonucunda hepatorenal toksisitenin, genetik yapısı değiştirilmiş mısırlardaki
glifosata ve böceklere dirençliliği sağlayan genlerden (cp4 epsps, cry1Ab ve
20
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
cry3Bb1) kaynaklandığı belirtilmiştir (de Vendomois ve ark., 2009). Avusturya
Sağlık Bakanlığı tarafından Kasım 2008’de yapılan bir başka deneyde mısırın
NK603xMON810 çeşidi ile beslenen farelerin 3. nesilde sperm ve yumurta
sayısında azalma ve buna bağlı olarak üreme oranlarında düşüş gözlenmiştir. Aynı
şekilde farelerin böbrek, akciğer ve karaciğerlerinde deformasyonlar gözlenmiş ve
kontrol grubu ile karşılaştırmalarında çok önemli sağlık sorunlarının ortaya çıktığı
saptanmıştır (Velimirov ve Binter, 2008).
DNA, ölü bitki dokularında, hücre çeperi ve duvarı aracılığı ile birkaç gün
geçiş özelliklerini koruyacak biçimde kalabildiği belirtilmiştir (Nielsen ve ark.,
2000). Günümüze kadar yapılan çalışmalar, bitki DNA’sının, toprağın yapısına, pH
değerine, nemine ve mikrobiyel aktivitesine bağlı olarak, birkaç saatle birkaç gün
içerisinde toprak bakterilerine geçebileceğini göstermektedir (Anonim, 2009). Bu
süre zarfında topraktaki mikroorganizmaların transgenik bitki parçalarına maruz
kalıp gen geçişi gerçekleşebilmektedir (Paget ve Simonet, 1997; Ma ve ark., 2011).
Moleküler (PCR tabanlı) ve immünolojik testlerden yararlanılarak yapılan bir
çalışmada, Bt11 genetiği değiştirilmiş mısır çeşidi ile beslenen domuzlarda Cry1Ab
proteininin sindirim sisteminde tam olarak parçalanmadığı belirlenmiştir
(Chowdhury ve ark., 2003). Bitki ve bakteri arasındaki gen geçişleri transgenik
bitkilerde antibiyotiğe dirençlilik geninin bakterilere geçme olasılığı önemli bir risk
teşkil etmektedir (Bergmans, 1993; Rissler ve Mellon, 1993; Ammann ve ark.,
2012).
Toprak bakterisi olan Acinetobacter’e antibiyotiğe dirençli genlere sahip
transgenik bitkiden kolaylıkla gen geçişi olduğu belirtilmiştir (De Vries ve
Wackernagel, 1998; Gebhard ve Smalla, 1999; Ma ve ark., 2011). Bu nedenlerle,
transgenik bitkilerde antibiyotiğe dirençlilik sağlayan bazı markör genlerin
kullanımı birçok AB üyesi ülkede yasaklanmıştır. Görüldüğü gibi, yatay gen
geçişlerinin olabileceği birçok araştırıcı tarafından kabul edilmesine rağmen aksini
savunanlar da mevcuttur.
2. Sonuç
Önemli gen merkezlerinden biri olan Anadolu, genetiği değiştirilmiş
bitkilerin biyo-çeşitliliğimiz üzerinde büyük bir tehdit unsurudur. Gen aktarımı
yöntemleriyle yeni özellik ya da özellikler kazandırılmaya çalışılan bitkilerin
yaşadıkları habitatın bozulmasına, genetik çeşitliliğin ve ekosistemdeki türlerin
dağılımını bozarak genetik kaynakları oluşturan yabani (ari) türlerin yok olmasına
neden olacaktır. Genetiği değiştirilen organizmalardan gerçekleşecek bir gen kaçışı
yabani (ari) türlerin de aynı özelliğe sahip olmalarına neden olacak ve bu süreç
sonucunda kaynak olarak değerlendirdiğimiz yabani türlerimiz yok olacaklardır.
Gen kaynaklarımız için geri dönülmez tahribatla karşı karşıya kalınacaktır. Böyle
bir durumda mevcut gen kaynaklarının tamamen kaybedilmesi dahi söz konusu
olacaktır. Bir organizmaya başka bir organizmadan aktarılan genetik materyalin
mevcut genetik materyallerle allellik olmayan gen interaksiyonlarına girmesi
21
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
durumunda, önceden kestirilmeyen birtakım sonuçları da zaman içinde ortaya
çıkabileceği; allellik olmayan gen interaksiyonları ve çevre ile olabilecek
interaksiyonlar nedeniyle yeni genotipin patojenlerle ilişkileri ve çeşitli kimyasal
ilaçlarla etkileşime neden olabileceğinin göz önünde tutulması gerekmektedir ve bu
doğrultuda yabani türlerimizin korunması için gerekli olan çalışmaların yapılması,
kontrollerin daha da artması gerekmektedir.
Uygulanan teknik yöntemlerde oluşabilecek gıdalardan elde edilen şaşırtıcı
neticeler ile karşılaşılabilir. Çünkü genetik müdahale ile doğal denge üzerinde
yapılan bu etkiler, istenmeyen dejenerasyonlara (bozulmalara) sebebiyet verebilir.
Genetiği değiştirilmiş organizmaların, toprak bünyesindeki mikroorganizmaları
olumsuz ya da olumlu yönde etkileyerek doğal mikro dengeyi bozabilir. Bu
bozulma
mikroorganizmanın
mutasyona
uğrayarak
olması
birçok
mikroorganizmanın yok olmasına sebep olabilir. Hatta insan ve hayvan
bünyesindeki mikroorganizmalarla birleşme ihtimali göz ardı edilmemelidir.
Genetiği değiştirilmiş organizmalarda, antibiyotiğe dayanıklı genin kullanılması,
antibiyotiğe olan dayanıklılığın artmasını sağlayacak ve herhangi bir zorunlulukta
kullanılması icap eden tedavi amaçlı antibiyotiğin etkisiz kalma ihtimali söz
konusu olacaktır.
Gen aktarımı neticesinde genlerin istenmemesi durumunda bile diğer canlı
ve doğal çevreye sıçraması sonucu, kontrolsüz bir açılım ve ardından biyolojik
felaket olabilecektir. Aynı zamanda tabiat zincirinin bir halkası olan böceklerin
beslenme zinciri içerisinde bu organizmalardan etkilenip, değişikliğe uğrayarak
oldukça dirençli bir mekanizma geliştirebilmeleri riskini de göz ardı edilmemedir.
Gen aktarım sonucunda istenmeyen ürün çıktısı olarak açığa çıkabilecek alerjik ve
zehir etkisi olan toksik ürünler tüm insan ve hayvanlara beslenme yoluyla geçişi
olabilecektir. Bu durum canlı metabolizmasını önemli derecede etkileyip yaşamsal
faaliyetlerinin kısıtlanmasına bile neden olabilecek durumlar söz konusu olacaktır.
Kaynaklar
Accinelli, C., Koskinen, W.C., Becker, J.M. and Sadowsky, M.J. 2008.
Mineralization of the Bacillus thuringiensis Cry1Ac endotoxins in soil.
Journal of Agricultural and Food Chemistry. 56: 1025-1028.
Ammann, K., Jacot, Y., & Simonsen, V. 2012. Methodological lacunas: the
need for new research and methods in risk. Methods for Risk Assessment
of Transgenic Plants: III. Ecological risks and prospects of transgenic
plants, where do we go from here? A dialogue between biotech industry
and science, 185.
Anonim, 2009. MON 810 Environmental risk assessment case study.
www.agbios.com/cstudies. php?book=ESA&ev=MON810.
22
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Anonim, 2013. FOE (Friends of the Earth). http://www.foereurope.org/sites.
Bergelson, J., Purrington, C.B. and Wichmann, G. 1998. Promiscuity in
transgenic plants. Nature, 395: 25.
Bergmans, H. 1993. Acceptability of the use of antibiotic resistance genes as
marker genes in transgenic plants. P. 106-108. In: OECD Report on the
Scientific Approaches for the Assessment of Research Trials with
Genetically Modified Plants. April 6-7, 1992. Jouy-en-Josas.
Bett, K.S., 1999. Mounting Evidence of genetic pollution from GE crops
growing evidence of widespread GDO. www.purefood.org /ge/gepollution.
Cellini, F., Chesson, A., Colquhoun, I., Constable, A., Davies, H.V., Engel,
K., Gatehouse , A.M.R., Karenlampi, S., Kok, E.J., Leguay, J.J.,
Lehesranta. S., Noteborn, H.P.J.M., Pedersen. J. and Smith, M. 2004.
Unintended effects and their detection ingenetically modifed crops. Food.
Chem. Toxicol., 42: 1089–1125.
Chowdhury, E.H., Kuribara, H., Hino, A., Sultana, P., Mikami, O., Shimada,
N., Gruge, K.S., Saito, M. And Nakajima, Y. 2003. Detection of corn
intrinsic and recombinant DNA fragments and Cry1Ab protein in the
gastrointestinal contents of pigs fed genetically modified corn Bt11. J.
Anim. Sci., 81: 2546-2551.
Crecchio, C. and Stotsky, G. 1998. Insecticidal activity and biodegradation
of the toxin from Bacillus thuringiensis subsp. Kurstaki bound to humic
acids from soil. Soil Biology and Biochemistry 30 (4): 463-470.
De Vendomois, J.S., Roullier, F., Cellier, D. and Séralini, G. 2009. A
comparison of the effects of three GM corn varieties on mammalian health.
Int. J. Biol. Sci., 5, 706–26.
De Vries, J. and Wackernagel, W. 1998. Detection of nptII (kanamycin
resistance) genes in genomes of transgenic plants by marker-rescue
transformation. Mol. Gen. Genet. 257: 606-613.
Devos, Y., Reheul, D., De Schrijver, A., Cors, F. and Moens, W. 2004.
Management of herbicide-tolerant oilseed rape in Europe: a case study
on minimizing vertical gene flow. Environ Biosafety Res, 3, 135-48.
Gebhard, F. and Smalla, K. 1999. Monitoring field releases of genetically
modified sugar beets for persistence of transgenic plant DNA and
horizontal gene transfer. FEMS Microbiol. Ecol., 28: 261-272.
Kalpesh I., Ramarao V., Mohan J. S. S. and Kothari I. L. 2011. Ecologically
important and life supporting plants of little Rann of Kachchh, Gujarat.
Journal of Ecology and the Natural Environment Vol. 3(2), pp. 33-38,
February 2011.
Kaya, E. 2009. Türkiye Geofitleri [online], Yalova, Atatürk Bahçe Kültürleri
Merkez Araştırma Enstitüsü, www.turkiyegeofitleri.com.
Kleter, G.A., Kok, E.J. (2010). Safety assessment of biotechnology used in
animal production, including genetically modified (GM) feed and GM
animals – a review. Animal Sci. Pap. and Rep. 2: 105-114.
23
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Koskella, J. and Stotzky, G. 1997. Microbial utilization of free and claybound insecticidal toxins from Bacillus thuringiensis and their retention of
insecticidal activity after incubation with microbes. Applied and
Environmental Microbiology 63 (9): 3561-3568.
Latham, J.R., Wilson, A.K. and Steinbrecher, R.A. 2006. The mutational
consequences of plant transformation. J Biomed. Biotechnol., 25376: 1–7.
Legere, A. 2005. Risks and consequences of gene flow from herbicideresistant crops: canola (Brassica napus L.) as a case study. Pest Manag Sci,
61, 292-300.
Ma, B. L., Blackshaw, R. E., Roy, J., & He, T. 2011. Investigation on gene
transfer from genetically modified corn (Zea mays L.) plants to soil
bacteria. Journal of Environmental Science and Health, Part B, 46(7), 590599.
Marchetti, E., Accinelli, C., Talame, V. and Epifani, R. 2007. Persistence of
Cry toxins and cry genes from genetically modified plants in two
agricultural soils. Agronomy for Sustainable Development 27 (3): 231-236.
Mtunzi F., Nkwe J., Modise J., Sipamla A. and Dikio E. 2012.
Phytochemical Analysis and Heavy Metals Composition of Some
Medicinal Plants Products in South African Markets, Journal of Natural
Products, Vol. 5(2012): 21-26.
Nielsen, K.M., Smalla, K., van Elsas, J.D. 2000. Natural Transformation of
Acinetobacter sp. Strain BD413 with Cell Lysates of Acinetobacter sp.,
Pseudomonas fluorescens, and Burkholderia cepacia in Soil Microcosms.
Appl. Environ. Microbiol. 66: 206-212.
OECD, 2007. Consensus document on safety information on transgenic
plants expressing Bacillus thuringiensis – derived insect control proteins.
Series on Harmonisation Regulatory Oversight in Biotechnology, Number
42 Organisation for Economic Co-operation and Development (OECD),
Paris, 109 pp.
Paget, E. and Simonet, P. 1997. Development of engineered genomic DNA
to monitor the natural transformation of Pseudomonas stutzeri in soil-like
microcosms. Can. J. Microbiol., 43: 78-84.
Pessel D., J, L., V. Emeriau, M. Krouti, A. Messean and P. H. Gouyon.
2001. Persistence of oilseed rape (Brassica napus L.) outside of
cultivated fields. TAG Theoretical and Applied Genetics, Volume 102,
841-846.
Rates, S.M.K. 2001. Plants as source of drugs. Toxication,39: 603-613.
Rischer, H., Oksman-Caldentey, K.M. 2006. Unintended effects in
genetically modified crops: revealed by metabolomics? Trends
Biotechnol., 24 (3):102–104.
Rissler, J. and Mellon, M. 1993. Perils amidst the promise. Ecological risks
of transgenic crops in a global market. Union of Concerned Scientists,
Cambridge, MA.
24
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Sanvido, O., Romeis, J and, Bigler, F. ,2007. Ecological impacts of
genetically modified crops: ten years of field research and
commercialcultivation. Adv Biochem Eng Biotechnol 107:235–278.hea
Schluter, K., Futterer, J. and Potrykus, I. 1995. Horizontal gene-transfer
from a transgenic potato line to a bacterial pathogen (Erwiniachrysanthem) occurs, if at all, at an extremely low-frequency.
Bio/Technology, 13: 1094–1098.
Song, C., Qu, Z., Blumm, N., Barabási, A.L. 2010. Limits of Predictability
in Human Mobility. Science 327, 1018.
Sorochinskii, B. V., Burlaka, O. M., Naumenko, V. D., & Sekan, A. S. 2011.
Unintended effects of genetic modifications and methods of their analysis
in plants. Cytology and Genetics, 45(5), 324-332.
Tzotzos, G.T., Head, G.P., Hull, R. 2009. Genetically Modified Plants,
Assessing Safety and Managing Risk First Edition. Elsevier Inc.,
Burlington, MA, USA. 259 S. ISBN:978-0-12-374106-6.
Valldor, P., Miethling-Graff, R., Martens, R., & Tebbe, C. C. (2015). Fate of
the insecticidal Cry1Ab protein of GM crops in two agricultural soils as
revealed by 14C-tracer studies. Applied Microbiology and Botech. 1-9.
Velimirov A., Binter C. 2008. Biological effects of transgenic maize
NK603xMON810 fed in long term reproduction studies in mice.
Wahl, G.M., de Saint Vincent, B.R. and de Rose, M.L. 1984. Effect of
chromosomal position on amplification of ransfected genes in animal cells.
Nature 307, 516-520.
25
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Selenyum, Bitki, Hayvan ve İnsan Sağlığı
Aişe Deliboran
Zeytincilik Araştırma İstasyonu Müdürlüğü, İzmir
E-posta: [email protected]
Özet: Selenyum, Dünyada demir veçinko ile birlikte üzerinde en çok
araştırma yapılan ve insan sağlığı açısından önemli olanmikro besin
elementlerinden biridir. Selenyum hem insanlar hem de hayvanlar için zorunlu bir
maddedir ve besin maddeleriyle birlikte yeterli miktarda alınması gerekmektedir.
Hem insan hem de hayvanların yeterli beslenmesi için tüketilen gıdalarda Se
konsantrasyonunun 100-1000 μg kg-1 arasında olması arzu edilmektedir.
Selenyumun en önemli anti-kanserojen maddelerden biri olduğu ve kalp-damar
hastalıklarında da önleyici etkisi olduğu ileri sürülmektedir. Araştırmalar, Se
beslenmesinde buğdayın en önemli gıda kaynağı olduğunu göstermektedir. Bitkisel
kökenli gıdalarda ise Se’un en önemli kaynağı topraktır. Hayvanların başlıca Se
alımları yemle birlikte gerçekleşmektedir. Selenyum hayvanlarda vit E ile sinerjik
etki göstererek, güçlü bir antioksidan görevi üstlenmektedir. Bunu ise glutatyon
peroksidaz yoluyla başarmaktadır. Besin zincirinin selenyum bakımından
tamamlanabilmesi için, insan ve hayvan beslenmesinde kullanılan bitkilerin
üretiminde selenyum katkılı gübrelerin kullanılması gerektiği düşünülmektedir.
Anahtar kelimeler: Selenyum, bitki, hayvan, insan sağlığı
Selenium, plant, animal and human health
Abstract: Selenium is an element on which many researches have been
made along with iron and zinc and is one of the most important micronutreints in
the world for human health. Selenium is essential material both for humans and
animals, and must be taken with nutrients in sufficient amount. Concentration of
selenium in the food both for humans and animals is desired between 100-1000 μg
kg-1. It has been suggested that selenium is one of the most important anti-canser
agent and has a preventive effect in the cardiovascular diseases. Researches show
that wheat is the most important source of food in Se nutrition. Major source of
selenium in plant-based foods is soil.Major Se intake of animalshappens with feed.
Selenium undertakes a powerful antioxidan task by showing a synergistic effect
with vitamin E in animals. It manages this via glutathione peroxidase. It is assumed
that enriched Se fertilizers should be used in plant production which is usedat
human and animal nutrition to complete food chain in term of Se in vivo.
Key words: Selenium, plant, animal, human health.
26
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
1. Giriş
Dünyada, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki insanlarda başta demir (Fe),
çinko (Zn) veselenyum (Se) olmak üzere mikro element eksiklikleri ve buna bağlı
ciddi sağlık sorunları çokyaygın biçimde ortaya çıkmaktadır (Welch ve Graham,
2004; Çakmak ve ark., 2009). Yapılançalışmalar mikro element eksiklikleri
probleminin dünya nüfusunun yarısını etkilediğinigöstermektedir. Sorunun başlıca
nedeni olarak da mikro elementlerce çok fakir olan tahılkökenli gıdaların yoğun
biçimde tüketilmesi gösterilmektedir. Selenyum, Dünyada demir veçinko ile
birlikte üzerinde en çok araştırma yapılan ve insan sağlığı açısından önemli
olanmikro besin elementlerinden biridir.Selenyum hem insanlar hem de hayvanlar
için zorunlu bir maddedir ve besin maddeleriyle birlikte yeterli miktarda alınması
gerekmektedir (Çakmak ve ark., 2009). Hem insan hem de hayvanların yeterli
beslenmesi için tüketilen gıdalarda Se konsantrasyonunun 100-1000 μg kg-1
arasında olması arzu edilmektedir(Alloway 1968; Broadley ve ark., 2007). Bu
çalışmada selenyumun bitki, insan ve hayvan beslenmesindeki önemi, selenyumun
genel özellikleri tartışılmıştır.
2. Selenyum’un (Se) tarihçesi
Selenyum 1817’de İsveç bilim adamı Berzelius tarafından keşfedilmiştir.
Yunanca ‘’ay’’ anlamına gelen ‘’selene’’ den türemiştir. Selenyum uzun yıllar
yüksek toksisiteye sahip, hatta kanserojen bir element olarak tanınmıştır. Biyolojik
sistemler için yararlı bir element olduğu ilk kez 1957’de gösterilmiştir.Buna
rağmen 1973 yılına kadar canlı bünyesindeki rolü tam olarak
anlaşılamamıştır.Selenyumun glutatyon peroksidaz enziminin yapısında
keşfedilmesi, yiyeceklerdeki ve sağlıktaki öneminin anlaşılması yönüyle temel bir
başlangıç olmuştur(Arthur ve ark., 1996).
3. İnsan için selenyumun önemi
İnsan beslenmesinde kullanılan gıdaların miktarı kadar besin değeri de
önemlidir. Sonyıllarda besin değeri yüksek ve nitelikli gıda üretimine olan ilgi
hızla artmaktadır. Kullanılangıda maddelerinin hastalıklara ve strese karşı
koruyucu özellikleri de ön plana çıkmaktadır.Bu bağlamda özellikle antioksidanlar,
lifli besinler ve selenyumca (Se) zengin bitkiselgıdaların üretimi önem
kazanmaktadır.İnsan sağlığı açısından kritik düzeydeki işlevlerinden dolayı
bitkilerde ve dolayısıyla bitkisel kökenli gıdalarda selenyum miktarının yeterli
düzeyde olması hedeflenmektedir (Hawkesford ve Zhao, 2007; Çakmak ve ark.,
2009).İnsanların günlük Se beslenmesinde diyetteki gıda kaynakları önemlidir,
tüketilen gıdaların Se bakımından fakir olması sonucu insanlarda Se eksikliği
görülmektedir (Fınley 2005). Selenyumun en önemli anti-kanserojen maddelerden
biri olduğu ve kalp-damar hastalıklarında da önleyici etkisi olduğu ileri
sürülmektedir (Sanmartin ve ark., 2008; Çakmak ve ark., 2009).Bu
bağlamdaselenyum anti kanserojen maddeler içerisinde oldukça önemli bir yere
27
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
sahiptir ve günümüzdeyaklaşık 1 milyar insanın Se eksikliği ile karşı karşıya
olduğu bildirilmektedir (Combs 2004).Tüketilen gıdalarda Se’un azlığının
kanserintetiklenmesinde ve gıdalardaki Se azlığının da toprak faktörleriyle ilişkili
olduğu bildirilmekteve bu nedenle toprakların Se-katkılı gübreler ile gübrelenmesi
önerilmektedir (White and Broadley, 2009; Çakmak ve ark., 2009).Selenyum, 5’
triiodotironin deiodinaze enziminin yapısında da bulunmaktadır. Bu nedenle tiroit
bezi fonksiyonunda da görev almaktadır (McDowell1992).Son yıllarda artan bir
kabule göre Se ayrıca savunma (immun) sisteminin kuvvetlenmesindeve AIDS
hastalığının önüne geçilmesinde de çok etkin olan bir mineral elementtir
(Hoffmann ve Berry, 2008;Çakmak ve ark., 2009). Günde 200 μg Se kullanımının
AIDS hastalarında çokolumlu sonuçlar verdiği bulunmuştur (Shorposher ve ark.,
2003).Selenyum aynı zamanda radyasyon zararına karşı da koruyucu etkilere
sahiptir (Weiss ve Landhaur, 2003; Celaries ve ark., 2004;Çakmak ve ark, 2009).
4. Bitkiler için selenyumun önemi
Selenyum bitkiler için mutlak gerekli olmayıp nikel, kobalt ve silisyum gibi
bitkilere yararlı olan ve bitki besleme kitaplarında yararlı bitki mikro besin
elementleri grubu altında değerlendirilen bir elementtir. Selenyum çoğu bitki türleri
için zorunlu bir besin olarak görülmemesine rağmen, emiliminden sonra amino
asitlerin ve proteinlerin yapısına katılmasıyla bitkiler için önem arz etmektedir
(Erikson 2001). Bitkisel kökenli gıdalarda Se’un en önemli kaynağı
topraktır(Marchner 1995). Çok az oranda da olsa atmosferik yolla bitkiler Se
alabilmektedir. Selenyumun topraktan bitkiler tarafından alınabilmesi için mutlaka
kimyasal olarak çözünür ve alınabilir bir formda olması gerekmektedir. Bitkiler
Se’u daha çok oksitlenmiş selenat (Se+6) formunda almaktadır. Selenyum
topraklarda çoğunlukla selenate (SeO4-2), selenite ( SeO3-2) ve selenid (Se-2)
formlarında bulunmaktadır. Oksidasyon düzeyi artıkça (toprak pH’sı arttıkça) Se
bitkiler tarafından kolaylıkla alınabilmektedir. Toprakların pH’sı düştükçe
bitkilerin topraktan Se alımı zorlaşmaktadır.
Yüksek bitkilerde selenyum topraktan selenat (SeO4-2) veya selenit (SeO3-2)
formunda alınmaktadır. Selenyumun kükürt asimilasyon yoluyla metabolize olduğu
düşünülmektedir. Çünkü bitkiler selenyum ve kükürt’ün birbirine benzer
yapılarından dolayı aralarında ayrım yapamamaktadır. Selenit pasif yolla bitkiye
girerken, selenat sülfat taşıyıcılarından aktif taşımayla hücrelere girmekte ve aynı
zamanda kükürt emilimi ile rekabet etmektedir. Bitkiler selenyumu fonksiyonel
olarak bünyelerinde biriktirmekte fakat esas olarak tohumlarında daha çok
biriktirmektedir (Steven 1994). Bu durum selenyum biriktirmeyen bitkilerde
selenyum toksisitesine neden olmaktadır (Searight ve Moxon, 1945). Son yıllarda
kükürt içeren gübrelerin kullanımında giderek bir artışın olduğu gözlenmektedir.
Kükürtlü gübre kullanımının bazı önemli yararları olmakla birlikte, bu gübrelerin
kullanımındaki artış bitkilerin topraktan Se alımını şiddetli biçimde durdurmaktadır
(Hawkesford ve Zhao, 2007;Çakmak ve ark., 2009).
28
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Se ile S’ün fiziksel ve kimyasal benzerliği bitkilerdeki Se ve S
metabolizması arasındaki yakın bağlantıyı açıklayabilmektedir (Sors ve Ellis,
2005). Selenyum, kuraklık, düşük sıcaklık gibi çevresel stres etmenlerine karşı
dayanıklılıkta önemli bir rol oynamaktadır. Toksik O2 türevlerinden biri olan
hidrojen peroksit (H2O2) detoksifikasyonunu sağlayan glutatiyon peroksidaz enzimi
için gerekli olan Se’un, olasılıkla bu enzimin aktivitesinin yüksek düzeyde
kalmasını sağlayarak bitkileri düşük sıcaklık, yüksek ışık intensitesi ve UV ışık
stresinden koruduğu bildirilmektedir (Seppanen ve ark.,2003;Çakmak ve ark.,
2009).
Bitkisel besinler, dünya genelinde birçok ülkede selenyumun başlıca günlük
besin kaynaklarıdır. Gıda içerisindeki selenyum miktarı, bitkilerin veya
hayvanların yetiştirildiği toprağın selenyum miktarına bağlıdır. Avrupa’datopraklar
selenyum bakımından fakirdir. Selenyum seviyesi en düşük topraklar İspanya,
Yunanistan ve Doğu Avrupa’dadır. Birleşmiş Milletlere göre Avrupa ülkelerinde
daha düşüktür. Birleşmiş Milletlerde, Kuzey Nebraska'nın yüksek düzlüklerinde ve
Dakota'da topraklar çok yüksek seviyede selenyuma sahiptir. Çin ve Rusya'nın bazı
bölgelerinde topraktaki selenyum seviyesi ise çok düşüktür (Karaarslanve Kurt,
2010).
5. Se beslenmesinde en önemli gıda kaynağı buğday
Araştırmalar, Se beslenmesinde buğdayın en önemli gıda kaynağı olduğunu
göstermektedir. Buğdayda selenyum uygulamaları genellikle buğdayın tane
verimini etkilememektedir. Bu yüzden Se uygulamalarında amaç buğday
tanesindeki Se konsantrasyonundaki artışları araştırmaya yoğunlaşmıştır. İnsan ve
hayvan sağlığı için buğday tanesinde arzu edilen Se seviyesini (100 μg Se kg-1)
elde etmek için 10 g Se ha-1 uygulama dozunun yeterli olduğu belirtilmiştir
(Stephen ve ark., 1989;Çakmak ve ark., 2009).Rusya’da yapılan bir tarama
çalışmasında serumdaki Se konsantrasyonu ile tüketilen buğday ununun Se
konsantrasyonu arasında çok yakın pozitif bir ilişki (r= 0.79) bulunmuştur
(Golubkina ve Alfthon, 1999). Ekmeğin ABD’de insanların Se beslenmesinde
ikinci önemli gıda kaynağı olduğu ve Avustralya’da ise çocukların günlük Se
gereksinmesinin 1/3’lük bölümünü yine ekmeğin karşıladığı bildirilmiştir (Lyons
ve ark., 2003).Bazı çalışmalarda tüketilen tahılların Se konsantrasyonunun insan
sağlığı açısından özellikle Avrupa ülkeleri için yeterli düzeyde olmadığı ve mevcut
düzeyin mutlaka arttırılması gerektiği vurgulanmıştır (Adams ve ark., 2002; Arthur
2003; Lyons ve ark., 2003; Broadley ve ark., 2006Çakmak ve ark., 2009).
İngiltere’de yetiştirilen buğdaylardan yapılan ekmeklerdeki Se konsantrasyonun,
Kanada’da yetiştirilen buğdaylardan yapılan ekmeğe göre 10 ile 50 kez daha az Se
içerdiği bulunmuştur. Kanada buğdayları, insanların günlük Se gereksinmesinin
çok büyük bölümünü sağlarken, İngiltere’de yetişen buğdayların günlük Se
gereksinmesinin sadece %10’luk bir bölümünü karşıladığı bildirilmektedir. Bu
nedenle, Kuzey Amerika’dan yüksek Se içeriğine sahip buğday ithali
özendirilmektedir (Anonymous 2002; 2005;Çakmak ve ark., 2009).
29
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Avrupa’da bazı ülkelerde buğdayların genel olarak Se bakımından fakir
olması nedeniyle, gübrelere tıpkı Finlandiya’da olduğu gibi Se ilave edilmesi fikri
doğmuştur (Eurola ve ark., 1990; Lyons ve ark., 2003). Finlandiya’da gübrelere
Se’un katılmasına ve uygulanmasına karar verilmeden önce (1984 yılından önce)
buğdayların Se konsantrasyonu 1 kg tane başına ortalama 10 μg dolayında
bulunurken, 1984’de ülke çapında Tarım Bakanlığı ve sağlık kuruluşlarının
öncülüğünde başlatılan Se katkılı gübre uygulamalarıyla bu değer 25 katlık bir
artışla 250 μg düzeyine çıkmıştır. Finlandiya’da kanser vakalarının azalmasında bu
uygulamanın çok önemli bir yeri olduğu sıklıkla vurgulanmaktadır (Rayman 2002).
Britanya’da da bu tür gübreleme programının hemen başlatılması gerektiği
belirtilmektedir (Adams ve ark., 2002;Çakmak ve ark., 2009).
Günümüzde yetiştirilen buğdayların Se konsantrasyonun çok düşük olması
nedeniyle, buğdayların ya gübreleme ya da ıslah yoluyla Se bakımından
zenginleştirilmesi gündeme gelmektedir (Broadley ve ark., 2006; Hawkesford ve
Zhao, 2007; Rayman 2008; Broadley ve ark., 2009). Avustralya koşullarında
yürütülen tarama çalışmaları ve tarla testlerine göre modern (günümüzde ekimi
yapılan) buğday çeşitleri arasında tane Se konsantrayonu bakımından genetik
varyasyon çok düşük düzeydedir. Ancak, sınırlı sayıdaki primitive (ilkel) buğdayda
(Triticum diccoocoides) ve buğdayın yabani akrabası olan Aegilops tauschii’de
yapılan Se taramalarında tane Se konsantrasyonu bakımından ıslah açısından
önemli bir genetik varyasyonun var olduğu saptanmıştır. Bu nedenle, genotiplerin
Se açısından sağlıklı biçimde taranabilmesi için Se bakımından homojen olan
topraklarla çalışılmasına özen gösterilmesine işaret edilmiştir (Lyons ve ark,.
2005a; Çakmak ve ark., 2009).
6. Sonuç
Selenyum hem insanlar hem de hayvanlar için zorunlu bir maddedir ve besin
maddeleriyle birlikte yeterli miktarda alınması gerekmektedir. Hem insan hem de
hayvanların yeterli beslenmesi için tüketilen gıdalarda Se konsantrasyonunun 1001000 μg kg-1 arasında olması arzu edilmektedir. Araştırmalar, Se beslenmesinde
buğdayın en önemli gıda kaynağı olduğunu göstermektedir. Bitkisel kökenli
gıdalarda ise Se’un en önemli kaynağı topraktır. Hayvanların başlıca Se alımı
yemle birlikte gerçekleşmektedir. Sonuç olarak, besin zincirinin selenyum
bakımından tamamlanabilmesi için, insan ve hayvan beslenmesinde kullanılan
bitkilerin üretiminde selenyum katkılı gübrelerin kullanılması gerektiği
düşünülmektedir.
Kaynaklar
Adams, M.L., Lonbi, E., Zhao, F.J. and McGrath, S.P., 2002. Evidence of
low selenium concentrations in UK bread-making wheat grain. J. Sci. Food
Agric, 82: 1160-1165.
30
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Alloway, W.H. 1968. Controls on the environmental levels of selenium.
Trace Subst. Environ. Health, 2: 181–206.
Anonymous, 2002. UK breadmaking wheats selenium deficient.
http://www.foodnavigator.com/Science-Nutrition/UK-breadmakingwheats-seleniumdeficient.
Anonymous, 2005. Selenium? Yes, Selenium.
http://www.openi.co.uk/oi050414.htm.
Arthur, J.R., Bermano, G., Mitchell, J.H. and Hesketh, J.E., 1996.
Regulation of selenoprotein gene expression and thyroid hormone
metabolism. Biochem. Soc. Trans., 24: 384-388.
Arthur, J. R. 2003. Selenium supplementation does soil supplementation
help and why?. Proc. Nutr. Soc., 62: 393-397.
Broadley, M.R., White, P.J., Bryson, R.J., Meacham, M.C., Bowen, H.C.,
Johnson, S.E.,Hawkesford, M.J., McGrath, S.P., Zhao, F.J.,
Breward, N., Harriman, M. and Tucker,M., 2006. Biofortification of UK
food crops with selenium. Proc. Nutr. Soc., 65: 169-181.
Broadley, M.R. and White, P.J., 2009. Biofortification of crops with seven
mineral elements oftenlacking in human diets-iron, zinc, copper, calcium,
magnesium, selenium end iodine. New Phyt., Vol 182, Issue 1: 49-84.
Cakmak, I., Oztürk, L., Başağa, H., Çekiç, C., Taner, S., Irmak, S., Geren,
H., Kılıç, H., Aydın, N., Avcı, M. and Gezgin, S., 2009. Türkiye’de
seçilmiş
bölgelerde
bugdayların
ve
toprakların
selenyum
konsantrasyonunun araştırılması, selenyum gübrelemesine buğdayın
reaksiyonu ve selenyumca zengin genotiplerin fizyolojik olarak
karakterizasyonu. Proje No: 105 0 637. Tübitak Sonuç Raporu.
Celaries, B., Amourette, C., Lion, C. and Rima, G.,2004.
Germaselenazolidines and germadiselenoacetals: syntheses and
radioprotective properties. Apl. Organometallic Chemistry, 18(12):68-689.
Combs, G.F.,2004. Status of Selenium In Prostate Cancer Prevention,
British Journal of Cancer, 91: 195-199.
Eriksson, J. 2001. Concentrations of 61 trace elements in sewage sludge,
farmyard manure, mineral fertilizer, recipitation and in oil and crops.
Report 5159, The Swedish Environmental Protection Agency.
Eurola, M., Efholm, P., Ylinen, M., Koivistoinen, P. and Varo, P., 1990.
Effects of selenium fertilization on the selenium content of cereal grains,
flour, and bread produced inFinland, Cereal Chem., 67(4): 334-337.
Fınley, J.W. 2005. Selenium accumulation in plant foods, Nutr. Rev., 63 (6):
196-202.
Golubkına, N.A. and Alftan, G.V., 1999. The human selenyum status in 27
region of Russia.J.Trace Elem.Med.Biol., 13: 15-20.
Hawkesford, M.J. and Zhao, F.J., 2007. Strategies for increasing the
selenium content of wheat.Journal of Cereal Science, 46: 282-292.
Hoffmann, P.R. and Berry, M.J., 2008. The influence of selenium on
immune responses, Mol. Nutr.FoodRes., 52(11): 1273-1280.
31
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Karaarslan, K. ve Kurt, S., 2010. Selenyumun kimyasal analiz yöntemleri.
Sakarya Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Kimya Bölümü.
Lyons, G.H, Stangoulis, J.C.R. and Graham R.D., 2003. High-selenium
wheat: biofortification forbetter health, Nutr. Res. Rev., 16: 45-60.
Lyons, G., Ortiz-Monasterio, I., Stangoulis, J. and Graham, R., 2005a.
Selenium concentration in wheat grain: Is there sufficient genotypic
variation to use in breeding?, Plant and Soil, 269(1): 369-380.
Marschner, H. 1995. Mineral nutrution higher plants, second edition, ed:
Academic Pres, London.
McDowell, L.R. 1992. Minerals in Animal and Human Nutrition, Academic
pres, New York.
Rayman, M.P. 2002. The argument for increasing selenium intake, Proc.
Nutr. Soc., 61, 203-215.
Rayman, M.P. 2008. Food-chain selenium and human health: emphasis on
intake, Br. J. Nutr. 100, 254-268.
Sanmartin, C., Plano, D. and Palop, J.A., 2008. Selenium compounds and
apoptotic modulation: Anew perspective in cancer therapy. Mini Rev. Med.
Chem. 8: 1020-1031.
Searight, W,V. and Moxon, A.L., 1945. Selenium in glacial and associated
deposits.So.Dak. Agri. Sta.Tech.Bull, 5:1.
Seppanen, M., Turakainen, M. andHartikainen, H., 2003. Seleniım effects
on oxidative stres in patato. Plant Science, 165 (2): 311-319.
Shor-Posner, G., Lecusay, R., Miguez, M.J., Moreno-Black, G., Zhang, G.,
Rodriguez, N., Burbano, X., Baum, M. and Wilkie, F.,2003. Psychological
burden in the era of HAART: Impact of therapy. International Journal of
Psychiatry in Medicine,33(1): 55-69.
Sors, T.G., Ellis, D.R. and Ellis, D.E., 2005. Salt selenium uptake,
translocation, assimilation and metabolic fate in plants. Review
Photosynthesis Research, 86: 373–389.
Steven, L.McCarty. 1994. Design and application of dynamic headspace
sampling system for thestudy of bioremediation of toxic metalloids by
bacteria.
Stephen, R.C., Savile, D.J. and Watkinson, J.H., 1989. The effects of sodium
selenate applicationson growth and selenium concentration in wheat. New
Zealand Journal of Crop andHorticultural Science, 17(3): 229-237.
Weiss, J.F. and Landauer, M.R., 2003. Protection against ionizing radiation
by antioxidant nutrientsand phytochemicals. Toxicology, 189: 1-20.
White, P.J. and Broadley, M.R., 2009. Biofortification of crops with seven
mineral elements oftenlacking in human diets - iron, zinc, copper, calcium,
magnesium, selenium andiodine, New Phytol., 182: 49-84.
32
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Tarımda Toprak Kalitesi İçin Gidya Kullanımı
Kadir Saltalı
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, K.Maraş
E-posta: [email protected]
Özet: Sürdürülebilir tarımsal üretim için toprak kalitesi toprak
özelliklerinin muhafaza edilmesi ve geliştirilmesidir. Sürdürülebilir tarım için
toprak kalitesinin muhafaza edilmesi kritik öneme sahiptir. En önemli toprak kalite
indikatörlerinden birisi toprakların organik madde içeriğidir. Türkiye topraklarının
çoğunluğunun (% 65) organik madde içeriği az ve çok az sınıfındadır. Toprak
kalitesini artırabilmek için hayvan gübreleri, leonardit ve gidya gibi organik
materyaller topraklara uygulanmalıdır. Bunlar içerisinde gidya düşük maliyetli
kireç ve kil içeren inorganik materyaller ve organik materyallerin bir karışımıdır.
Gidyanın organik madde içeriği genel olarak %40-50 arasında değişmekte olup
linyit katmanlarının üzerinde bulunmaktadır. Gidyanın kalorisi linyitten düşük
olduğu için termik santrallerinde kullanılmamaktadır. Bu yüzden linyitin
alınabilmesi için gidyanın kaldırılması gerekmektedir. A ve B termik santrallerinde
gidyanın yaklaşık rezervi 1.8 milyar tolup yeni planlanan C ve D santralleri ile bu
rezervin yaklaşık 4 milyar ton olduğu tahmin edilmektedir. Düşük organik madde
içeriğine sahip topraklara gidya uygulanması sürdürülebilir tarımsal üretim için
hem toprakların organik madde içeriğini hem de toprak kailtesini artırır.
Anahtar kelimeler: Gidya, organik madde, toprak kalitesi
Gyttja Use For Soil Quality In Agrıculture
Abstract: Soil quality is maintenance or enhancement of the soil properties
for sustainable agricultural production. The maintenance of soil quality has critical
importance for the agricultural sustainability. One of the most important soil
quality indicators is soil organic matter content. The majorities of the soils (65 %)
in Turkey have low and very lower organic matter contents. The organic materials
as farmyards, leonardite and gyttja must be applied to the soils to increase soil
quality. Gyttja which low-cost and locally available natural materials is a mixture
organic and inorganic materials as calcareous and clay, its content of organic
matter generally varied from 40 to 50 % by weight, and located on lignite
deposits. The gyttja which is not used in the coal-fired power plant due to its low
quality must be removed for the lignite layer can be taken for mining.
Approximately reserve of the gyttja is 1.8 billion tons in the Afsin–Elbistan coal-
33
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
fired power plants (A-B units) in Turkey. It is suggested that gyttja reserves
approximately 4 billion tons with new planning coal-fired power plants (C-D
units). The using of the gyttja in soils with low organic matter contents increases
both the soil organic matter contents and soil quality for sustainable agriculture
Key words: Gyttja, organic matter, soil quality
1.Giriş
Toprakların sürdürülebilir kullanımı için, toprak kalitesinin muhafaza
edilmesi yada iyileştirilmesi gereklidir. Toprak kalitesini artırmanın en önemli
unsurlarından birisi de organik madde içerikli kaynakların topraklara
uygulanmasıdır. Bu kaynaklar arasında toprak özelliklerini koruyacak ve
iyileştirebilecek niteliklere sahip bir organik materyal olan gidya üzerinde son
günlerde sıklıkla durulmaktadır. Gidya; yüksek oranda karbon ve humik asitler
içeren kömür düzeyine ulaşmamış kil ve kireç karışımlı organik materyaldir. AfşinElbistan Kömür Havzasında A ve B termik santrali sahasında tarımsal amaçla
kullanılabilecek gidya rezervinin yaklaşık 1.8 milyar ton olduğu rapor edilmiştir
(Gökmen ve ark., 1992). Afşin-Elbistan Kömür Havzasında yeni üretime açılacak
alanlar ile bu rakamın 3,5-4 milyar ton olduğu ifade edilmektedir. Havzadan alınan
gidya fotoğrafı ve analiz verileri (Çizelge 1) aşağıda verilmiştir. Karaca ve ark.
(2006) gidya ve gübre (NP) uygulamasının toprakların mikrobiyolojik
özelliklerinin üzerine etkisi konusunda yaptıkları inkübasyon denemesinde, gidya
ve gübrenin birlikte verildiği uygulamalarda toprakların organik madde içeriğinin,
mikrobiyal biyokitlenin ve enzim aktivitesinin olumlu yönde arttığını rapor
etmiştir. Diğer bir çalışmada gidya ve gübre uygulaması ile üreaz, fosfataz, ßglukosidaz enzim aktivitelerinin arttığı, bu artışların toprak kalitesini olumlu
yönde etkilediği bildirilmiştir (Karaca ve ark., 2006).
Toprağa gidya uygulanması bir yandan bitkisel verimi arttırmakta bir yandan
da bitkinin Zn ve B beslenme statüsünü iyileştirmektedir. Gidya ile birlikte fosfor
ve çinko uygulamalarının bitki gelişimini teşvik ettiği ve bitkinin fosfor ve çinko
alımını arttırdığı rapor edilmiştir (Torun ve ark., 2001). Gidya uygulaması ile
toprağın organik madde içeriğinin arttığı, toprakların su tutma ve iletkenlik
kapasitelerinin yükseldiği, agregat stabilitesini iyileştirdiği, tarım makinelerine
sürüm kolaylığı sağladığı yani toprağın fiziksel özelliklerini geliştirdiği
bildirilmiştir. Özellikle kurak-yarıkurak bölgelerde organik madde ve nem içeriği
düşük topraklarında gidya benzeri materyallerin kullanılması, bitki
yetiştiriciliğinde önemli kazanımlar sağlar. Bu bakımdan topraklara gidya
uygulamasının toprakların su tutma kapasiteleri, yarayışlı su miktarlarını
yükselttiği rapor edilmiştir (Yörük, 1981).
34
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
2. Materyal ve Metot
Afşin-Elbistan Termik Santralinde, linyit kömürünün üzerinde bulunan
farklı gidya katmanlarından alınan örnekler materyal olarak kullanılmıştır.
Örnekler hava kuru hale getirildikten sonra aşağıdaki analizler yapılmıştır.
Örneklerin reaksiyonu, pH metre ile potansiyometrik olarak; elektriksel
iletkenlik (EC) ise; iletkenlik cihazı ile ölçülmüştür (Richards, 1954). Örneklerin
kireç içeriği Scheibler Kalsimetresin ile belirlenmiştir (Kacar, 1996). Gidya
materyalinin organik madde (%) içeriği Modifiye Walkley-Black yaş yakma
yöntemine göre yapılmıştır (Kacar, 1996). Gidya örneklerinin humik asit içeriği
TSE 5869 yöntemine göre (TSE, 2003), toplam N içeriği ise Kjeldahl yöntemine
göre yapılmıştır (Kacar, 1996).
3. Sonuçlar ve Tartışma
Araştırmada kullanılan ve farklı katmanlardan alınan gidya örneklerine ait
veriler Çizelge 1’de ve gidya materyaline ait şekiller fotoğraf 1, 2, 3 ve 4’de
verilmiştir. Çizelge 1’de görüldüğü gibi gidya örneklerinin pH değeri 6.25-7.07,
EC değeri 860-1970 µS/cm, kireç içeriği % 11-74, organik madde içeriği % 23-58,
toplam N içeriği %0.57-1.47 ve hümik asit içeriği ise %22-43 arasında
değişmektedir.
Çizelge 1. Gidya materyalinin bazı fiziksel ve kimyasal özellikleri
Gidya
pH
EC
Kireç
OM
Total
Hümik
(1:2.5)
µS/cm
(%)
(%)
N (%)
asit (%)
Gidya-1
6,25
1408
11
58
1,47
43
Gidya-2
7,07
860
74
23
0,57
22
Gidya–3
6,76
1970
34
43
1,13
34
Gidya-1;Orijinal Katmandan alınan örnek. Gidya-2; Orijinal Katmandan alınan
örnek ( Gri, Bej Gidya).
Gidya-3; Satış (Depo) bölgesinden alınan karışık örnek. OM;Organik Madde. N;
Azot
35
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Şekil 1, 2, 3 ve 4. Gidya materyaline ait fotograflar
Şekil 1’ de gidyanın üzerindeki sedimetler kaldırıldıktan sonraki hali
verilmiştir. Gidya tabakalar halinde olup (şekil 1), siyah-kahverengi
görünümündeki tabakalar kaliteli gidyayı beyazımsı-gri halinde görülen tabakalar
ise kireç içeriği yüksek olan kalitesiz gidya tabakalrıdır. Şekil 2’ kaliteli ve
kalitesiz gidyanın büyük kazıcılar tarafından kazıldıktan sonraki karışık ( satış için
depolanmış) hali görülmektedir. Şekil 3’ de kabuklu göl canlılarının fosilleri
görülmektedir. Şekil 4’de ise gidya ile karışık kireç materyali görülmektedir.
Kaliteli, organik madde ve hümik asit içeriği yüksek, kireç içeriği düşük gidya
şekil 1’de kahverengi-siyah görünümündeki gidyadır.
Gidyanın toprak organik maddesi ve mikrobiyolojik özelliklerine etkisi
Topraklar canlı varlıklardır ve bir gram toprakta mikrobiyolojik canlı sayısı
bir milyar civarındadır. Topraklardaki mikrobiyolojik canlılar temel enerji ve besin
kaynakları organik maddedir. Toprakların organik madde içeriği ne kadar fazla
olursa, toprak o oranda canlı, dinamik ve kaliteli olur. Kaliteli topraklarda
yetiştirilen bitkilerin verimi ve kalitesi de yüksek olur. Bu nedenle toprak organik
maddesi toprak kalitesinin en önemli göstergesi olarak değerlendirilir. Türkiye
kurak ve yarı kurak bir iklim bölgesinde bulunduğundan, genellikle ülkemizde
toprakların organik madde içeriği (Karadeniz bölgesi hariç) düşüktür. Toprakların
organik madde kapsamının az olması, gübreler ile uygulanan bitki besin
36
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
maddelerinin bitkiler tarafından alımının azalmasına neden olmaktadır. Gidyanın
organik madde içeriği %23-58 arasında değişmektedir. Bu nedenle, gidya organik
maddesi düşük topraklarda organik madde içeriğini artırmak amacıyla
kullanılabilir. Karaca ve ark. (2006), gidya ve gübre (NP) uygulamasının
toprakların mikrobiyolojik özelliklerinin üzerine etkisi konusunda yaptıkları
inkübasyon denemesinde, gidya ve gübrenin birlikte verildiği uygulamalarda
toprakların organik madde içeriğinin, mikrobiyal biyokitlenin ve enzim
aktivitesinin olumlu yönde arttığını rapor etmişlerdir.
Gidyanın toprakların kimyasal özellikleri ve bitki besleme üzerine etkisi
Toprakların organik madde kapsamının az, % kireç içeriği ve pH’nın yüksek
olduğu topraklarda gübreler ile uygulanan bitki besin maddeleri, genellikle bitkiler
tarafından alınamaz konuma dönüşür. Bitki besin alımındaki bu olumsuz koşullar,
ancak topraklara organik materyallerin uygulanması ve toprak pH’nın düşürülmesi
ile mümkündür. Gidyanın organik madde içeriği (% 23-58) ve humik asit içeriğinin
(%22-43), toprakların kimyasal özelliklerini iyileştirdiği düşünülmektedir.
Topraklara gidya uygulaması ile topraklarda biyokimyasal reaksiyonların arttığı ve
topraklarda alınamaz konumda olan bitki besin maddelerinin, bitki kökleri
tarafından alınabilir hale geldiği rapor edilmiştir. Aynı zamanda gidyanın
topraklarda ayrışması sırasında ortaya çıkan organik bileşiklerin, bitki besin
maddelerinin toprak bileşenleri tarafından sıkı bir şekilde bağlanmasını engellediği
ve gübreler ile topraklara uygulanan besin maddelerinin bitkiler tarafından alımını
artırdığı belirlenmiştir (Torun ve ark., 2001). Gidya ile birlikte fosfor ve çinko ile
birlikte uygulanmasının bitki gelişimini teşvik ettiği ve bitkinin fosfor ve çinko
alımını arttırdığı rapor edilmiştir (Yılmaz, 1993).
Gidyanın toprakların fiziksel özelliklerini üzerine etkisi
Toprakların fiziksel özellikleri toprağın havalanması, suyun toprağa girmesi,
toprağın su tutması, suyun toprak içerisinde hareketi vb konuları kapsamaktadır.
Toprakların fiziksel özelliklerini iyileştirmek için genellikle organik orijinli
materyallerin kullanılması önerilmektedir. Bu bağlamda, organik madde içeriği
yüksek gidya’nın toprağın fiziksel özellikleri iyileştirmede kullanımı mümkündür.
Gidya uygulaması ile toprağın organik madde içeriğinin arttığı, toprakların su
tutma ve iletkenlik kapasitelerinin yükseldiği, agregat stabilitesini iyileştirdiği,
tarım makinelerine sürüm kolaylığı sağladığı yani toprağın fiziksel özelliklerini
geliştirdiği bildirilmiştir (Yörük, 1981).
4. Sonuç ve Öneriler
Yapılan araştırmalarda topraklara gidya uygulamasının toprakların fiziksel,
kimyasal ve biyolojik özelliklerini iyileştirdiği ve toprak kalitesini artırdığı
belirlenmiştir. Tarla ve sera koşullarında yürütülen çalışmalarda gidya
uygulamasının toprakların organik medde içeriğini, toprağın verimini, su tutma
37
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
kapasitesini, geçirgenliğini, havalanma ve agregatlaşma, mikrobiyal biyokütlenin
ve enzim aktivitesinin olumlu yönde artırdığı görülmüştür. Toprak kalitesini ve
bitkisel ürün kalitesini artırmak için topraklara gidya uygulaması önerilebilir.
Gidya konusunda yapılan araştırmalarda gidya uygulamasının serada
koşullarında 5 ton/da, tarla koşullarında 5-10 ton/da düzeyine kadar uygulama
yapılabileceği rapor edilmiştir. Meyve üretiminde ise normal verim çağındaki
meyveler için ağaç başına 50-100 kg uygulama yapılabilir. Uygulanan gidyanın
toprak ile karıştırılması ve sonbaharda uygulaması tavsiye edilmektedir.
Kaynaklar
Gökmen, V., Memikoğlu, O., Dağlı, M., Öz, D., Tuncalı, E. 1993.
Türkiye Linyit Envanteri, Sh. 269-272.MTA, Ankara,
Karaca A, Turgay, O.C., Tamer, N. 2006. Effects of a humic deposit (gidya) on soil
chemical and microbiological properties and heavy metal availability. Biol
Fertil Soils. 42: 585–592
Kacar, 1994. Bitki ve Toprağın Kimyasal Analizleri III. Ankara Üniversitesi Ziraat
Fak. Eğitim Arş ve Geliş. Vakfı yayınları No:3
Richards, L. A. (Ed.) 1954. Diagnosis and Improvement of Saline and Alkali Soils.
USDA Agriculture Handbook 60, Washington D. C.
Torun, B., Gültekin, İ., Bozbay, G., Çakmak, İ., Yazıcı, A., Derici, R. 2001.
TARP-1862’nolu TÜBİTAK Proje Kesin Sonuç Rap. Çinko Eksikliği Ve
Bor Toksisitesinin Yaygın Olduğu Tahıl Üretim Alanlarına Gidya
Uygulanmasının Bitkisel Verim Üzerine Etkisi
TSE. 2003. Kahverengi kömürler ve linyitlerde hümik asitlerin tayini, TS 5869
ISO 5073, Türk Standartları Enstitüsü, Ankara.
Yılmaz, G. 1993. Gidyanın Toprağın Organik Madde İçeriğine Ve Çinko Fosfor
İnteraksiyonuna Etkisi Üzerine Bir Araştırma. Çukurova Üni. Fen Bil.
Ens.Y. Lisans Tezi.
Yörük, M., 1981. Afşin-Elbistan linyit kömürü havzasında elde olunan gidya’ların
tarımda kullanılma olanakları üzerinde bir araştırma (Doktora tezi), Ankara.
38
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Sürdürülebilir Tarımda Organik Gübrelerin Kullanımı
Gökhan Çaycı1, Çağla Temiz1
1
Ankara Üniv. Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, Ankara
E-posta: [email protected]
Özet: Türkiye toprakları, çok uzun süre tarım yapılması, yanlış arazi
kullanımı, orman ve mera arazilerinin yok edilmesi, aşırı toprak işleme, aşırı
otlatma, ekim nöbeti sistemlerinin uygulanmaması ve erozyon gibi nedenlerle
organik madde bakımından fakirdir. Türkiye topraklarının yaklaşık % 92’sinde
yeterli olarak kabul edilen %3 organik madde düzeyinin altında organik madde
bulunmaktadır. Organik madde, toprakların fiziksel, kimyasal ve biyolojik
özelliklerini son derece olumlu etkileyen bir toprak yapı maddesidir ve
sürdürülebilir tarım uygulamalarının da vazgeçilmez bir unsurudur. Topraklarımıza
organik madde sağlayacak en önemli kaynaklardan biri çiftlik hayvanlarının
gübreleridir. Çiftlik hayvanları dışkılarının besin maddesi ve gübre özelliklerinin
çok geniş sınırlar arasında değişmesi ve pek çok faktörden etkilenmesi nedeniyle
organik gübre potansiyelimizi net olarak söylemek mümkün değildir. Hayvan
gübrelerinin tarımda kullanılmaları söz konusu olduğunda içinde bulunması
muhtemel patojenler ile yabancı ot tohumlarının yok edilmesi, stabil bir yapıya
kavuşması, herhangi bir besin maddesi toksisitesi yaratmaması ve kötü kokunun
azaltılması için kompostlaştırma işlemine tabi tutulması gerekmektedir.
Kompostlaştırma işlemi sonucu tarım topraklarına uygulanacak çiftlik gübreleri ve
diğer organik atıklar topraklarımızın kalite özelliklerini olumlu yönde
iyileştirecektir. Dünyada ve ülkemizde yapılan birçok araştırma kimyasal ve
organik gübrelerin birlikte kullanımlarının verim, ürün kalitesi ve toprak
özelliklerine olan etkilerinin yalnız başlarına kullanılmalarından daha fazla
olduğunu göstermiştir. Organik gübre kullanımının arttırılması amacıyla devletimiz
tarafından yapılacak her türlü destek topraklarımızın gelecek nesillere sağlıklı
olarak aktarılmasına katkıda bulunacaktır.
Anahtar sözcükler: toprak kalitesi, organik madde, sürdürülebilir tarım, ekosistem
1. Giriş
Günümüz toprak yönetim uygulamalarında amaç sadece en yüksek ürünü
almak değil aynı zamanda bozulan dengenin de yeniden sağlanması olmalıdır.
Toprak bozulmasının kontrol altına alınabilmesi ve gerekli ıslah çalışmaları için,
öncelikle bozulmada etkili faktör ve süreçlerin çok iyi değerlendirilmesi gerekir.
Artan dünya nüfusu, sağlıksız kentleşme ve endüstrileşme bir ülkenin en önemli
39
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
doğal kaynaklarından olan topraklarının yanlış kullanımlarına neden olmaktadır.
Bu sağlıksız gelişme toprağın da en önemli öğelerinden biri olduğu çevre ve
ekosistem üzerine ciddi zararlar vermektedir. Toprağın en temel özelliklerinden
birisi de, yüzlerce hatta binlerce yılda oluşmasına rağmen kısa sürede kolaylıkla
kaybedilebilmesi veya bozuluma (degradasyon) uğramasıdır. Bozunumun en temel
nedenleri de uygun olmayan toprak ve su yönetimleridir.
Türkiye topraklarının sürdürülebilir yönetiminde en önemli sorunlardan
birisi organik madde kayıpları ve noksanlığıdır. Türkiye toprakları, iklim,
topografya, uzun yıllardır bitki besin maddelerinin sömürülmesi, yanlış arazi
kullanımı, orman ve mera arazilerinin yok edilmesi, aşırı toprak işleme, ekim
nöbeti sistemlerinin uygulanmaması ve erozyon gibi nedenlerle organik madde
bakımından çok fakirdir. Türkiye topraklarının yaklaşık % 92’sinde yeterli olarak
kabul edilen %3 organik madde düzeyinin altında organik madde bulunmaktadır
(Eyüpoğlu, 1999). Bilindiği üzere organik madde, toprakların fiziksel, kimyasal ve
biyolojik özelliklerini son derece olumlu etkileyen bir toprak yapı maddesidir.
Sürdürülebilir tarım uygulamalarının da vazgeçilmez bir unsurudur.
Organik madde;
toprakların su tutma ve havalanma özelliklerini
iyileştirmekte, hafif ve gözenekli yapısı ile toprak işlemeyi ve bitki köklerinin
toprağa nüfuzunu kolaylaştırmakta, toprak tanelerinin kümeleşmesine ve
agregasyona yardımcı olmakta ve erozyon tehlikesini azaltmakta,
toprak
yüzeyinde kabuk tabakasının oluşumunu engelleyerek toprağa suyun girişini
arttırmakta ve yüzey akışını azaltmakta, düşük hacim ağırlığı ile toprakta
sıkışmanın oluşumunu engellemekte ve toprakların daha kısa sürede tava
gelmesine yardımcı olmakta, azot, fosfor, kükürt ve kalsiyum başta olmak üzere
birçok makro ve mikro bitki besin maddesini ihtiva etmekte, yüksek katyon
değişim kapasitesi özelliği ile bitki besin maddelerinin toprakta tutulmasına
yardımcı olmakta ve yanlış toprak yönetim pratiklerinden kaynaklanabilecek
ekstrem tuzluluk ve pH değişimlerine karşı toprağı dirençli kılmakta, içerdiği
humik asit sayesinde toprakta yarayışlılıkları kısıtlanan bazı mikro bitki besin
maddelerinin yarayışlılığını arttırmakta, tarım ilaçları, ağır metaller ve birçok
kirleticinin olumsuz çevresel etkilerini toprakta azaltmakta ve ekosistemdeki besin
maddelerinin döngüsünde önemli bir role sahip toprak mikroorganizmalar için
karbon ve enerji kaynağı olarak hizmet etmektedir (Kütük ve Çaycı, 2010).
Toprak özellikleri ve bitki gelişimine pek çok katkısı olan böyle bir
kaynaktan günümüzde maalesef çok yetersiz düzeyde yararlanılmaktadır. Bunun
sebepleri arasında üreticinin bilinçsizliğini ya da isteksizliğini söylemek doğru
değildir. Aksine çiftçi organik gübrenin ve organik materyallerin yararlarını
bilmekte ve bunu tarlasına uygulamak istemektedir. Bununla beraber, çiftçilerimiz
hayvansal dışkıların ve bitkisel atıkların uygun şekilde kompost edilmesi ve
korunması konusunda bilgi eksikliği sorunu ile karşı karşıyadır. Ülkemizde de
hayvansal işletmelerden açığa çıkan atıkların kontrolsüz depolanması sonucu
oluşan sızıntılar yeraltı ve yerüstü su kalitesini bozmakta, atıklar yüksek amonyak
40
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
emisyonuna sahip olması nedeniyle kötü kokmakta, sinek ve diğer parazitlere
beslenme ve üreme ortamı yaratmaktadır. Söz konusu sebeplerden dolayı çoğu
zaman hayvansal üretim işletmeleri ile toplum, yerel yönetimler ve çeşitli resmi
kurumlar arasında sorunlar yaşanmaktadır.
2.
Çiftlik Hayvanı Dışkılarının Gübre Özellikleri
Organik atık materyaller arasında çiftlik hayvanları hem açığa çıkan
miktarlarının çok fazla olması hem de besin maddesi içeriklerinin diğer pek çok
organik atıktan daha yüksek olması nedeni ile ayrı bir öneme sahiptirler. Çiftlik
hayvanları dışkılarının besin maddesi ve gübre özellikleri pek çok faktörden
etkilenmektedir ve geniş sınırlar arasında değişmektedir. Bu faktörlerin başında
hayvanın yaşı, hayvanın yediği yem miktarı, yem rasyonunun bileşimi, yemden
yararlanma oranı, hayvanların varlığını sürdürdüğü ortamdaki çevresel koşullar,
kullanılan altlık malzemenin cins ve miktarı, dışkıdaki katı madde oranı ve
gübrelerin saklanma tekniği gelmektedir. Çizelge ‘1 de üretimi yaygın yapılan
çiftlik hayvanlarına ait dışkıların gübre özellikleri verilmiştir.
Çizelge 1. Çiftlik hayvanı dışkılarının gübre özellikleri (Wortmann ve ark., 2014)
Özellik
%N
%P
%Nem
C/N
pH
Et sığırı
0,2-3,0
0,1-1,2
20-80
10-20
6-8
Süt sığırı
0,3-0,6
0,1-0,2
75-90
8-30
6-8
Etlik
tavuk
1,7-6,8
0,8-2,6
22-29
6-24
6,5-8,5
Hindi
1,2-1,8
0,3-0,9
50-87
4-18
6-7,5
Domuz
0,3-0,5
0,1-0,2
70-85
15-21
7,0-8,0
Koyun*
4,0
0,60
-
-
-
At*
1,7
0,30
-
-
-
*Follet ve ark., (1981)
Çizelge 1’den görüleceği üzere küçük baş hayvan ve kanatlı dışkılarının
besin maddesi içerikleri büyük baş hayvanlardan daha fazla bulunmaktadır.
41
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
3. Organik Atıkların Kompostlanması
Kompostlaştırma organik atıkların biyolojik olarak parçalanabilen kısmının
geri kazanılması ve yeniden değerlendirilmesidir. Kompostlaştırma ile toprak
iyileştirici özelliği ve gübre değeri yüksek olan bir ürün elde edilir.
Kompostlaştırma işlemiyle organik materyaldeki bitkiler tarafından kullanılması
zor olan bitki besin elementleri kullanılabilir hale gelmekte ve kompostlaştırma
işlemi sırasında oluşan yüksek sıcaklıkla hastalık yapıcı patojenler ile yabancı ot
tohumları yok edilmektedir. Kompostlaştırma işlemi biyolojik, kimyasal ve fiziksel
bir işlem olduğundan kompost oluşumunda etkili olan birçok faktör bulunmaktadır.
Bu faktörlerden özellikle nem, sıcaklık, C/N oranı, pH, parçacık büyüklüğü,
porozite ve besin maddeleri bu işlemin kolay, ekonomik ve koku oluşturulmadan
yürütülmesinde büyük öneme sahiptirler (Ekinci ve ark., 2004). Hızlı bir
kompostlama için tavsiye edilen sınır değerleri Çizelge 2’ de verilmiştir.
Çizelge 2. Hızlı kompostlama için tavsiye edilen koşullar (NRAES, 1992).
Özellik
C/N
Nem Kapsamı
Oksijen Kapsamı
Parçacık Büyük. çap
pH
Sıcaklık (°C)
Kabul edilebilir sınırlar
20:1 – 40:1
% 40-65
%5
3.17- 12,7 mm
5.5- 9.0
44-66
Tercih edilen sınırlar
25:1 – 30:1
% 50- 60
% 5- 15
8-12
6,5 – 8,0
55- 60
4. Organik Gübrelerin Toprak, Verim ve Çevre Üzerine Etkileri
Başarılı bir toprak yönetiminde, toprak verimliliği geliştirmeli ve bunun
sonucunda ürün verimleri arttırılmalı ve elde edilen yüksek seviye muhafaza
edilmelidir. Toprak verimliliğinin arttırılmasına birçok tarım pratiği etki etmekle
beraber tüm bu pratikler topraktaki organik maddenin miktarının arttırılması ve
sürdürülmesine yöneliktir.
Organik gübrenin ilavesi toprak strüktürü ve onunla ilgili özellikler üzerinde
faydalı bir etkiye sahiptir. Organik materyallerin toprağa ilavesini takiben
ayrışması esnasında açığa çıkan yapışkan maddeler, toprak taneciklerinin kümeli
bir yapı oluşturmasına ve kümeler arası boşlukların oluşmasına yardımcı olurlar.
Az okside olmuş yüksek moleküler ağırlığa sahip humik maddelerin agregatlaşma
işlemlerinde, düşük moleküler ağırlığa ve fazla okside olmuş humik materyallere
göre daha fazla etkiye sahip oldukları bilinmektedir. Diğer taraftan organik madde
artışı, solucanların artışına ve dolayısıyla toprak içinde onların boşluklar
yaratmasına neden olur. Oluşan boşluklara bağlı olarak toprakta hacim ağırlığı
azalmakta, toplam gözenek hacmi ve makro gözenek miktarlarında artış
olmaktadır. Bu değişimler bitki köklerinin daha kolay nüfuz etmelerine, yağmur ve
42
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
sulama sularının toprağa daha fazla sızmasına, bitki gelişimi ve mikroorganizmalar
için gerekli olan su, hava ve ısı dolaşımının artmasına olanak sağlamaktadır. Diğer
taraftan özellikle killi topraklarda toprak yapışkanlığı ve toprak işleme aletlerine
gösterilen toprak direnci azalmaktadır. Çiftlik gübresi uygulamaları genellikle
topraklarda agregasyonu, organik karbon miktarını ve mikrobiyal toplulukların
sayısını arttırmaktadır (Martens ve Frankenberger, 1992). Çiftlik gübresi
uygulamalarının kaba bünyeli topraklarda agregasyonu arttırabildiği, ince bünyeli
topraklarda ise azaltabileceği rapor edilmiştir (Nyamangara ve ark., 1999; Pare ve
ark., 1999).
Organik gübrelerin yapısında var olan organik madde çoğunlukla kendi
ağırlığının 5-6 misli suyu tutabilmekte, dolayısıyla organik gübre ilavesi ile bitki
kök bölgesinde tutulan su miktarı artmakta ve yıkanma azalmaktadır. Aynı şekilde
organik gübre ilavesi buharlaşmayı da önemli ölçüde azaltmaktadır. Bu nedenle
organik gübreler özellikle sadece yağmur suyuyla beslenen kurak ve yarı-kurak
alanlarda büyük öneme sahiptir. Yüksek yağışlı bölgelerde ise organik maddenin
topraklara kazandırdığı elastikiyet, toprak yüzeyine düşen yağmur damlalarının
enerjilerinin azalmasına ve toprak yüzeyindeki zararının azalmasına neden
olmaktadır.
Toprak verimliliği kavramında bitki besin maddelerinin tedariki önemli bir
konudur. Toprak verimliliğinde yaygın bir varsayım, bitkinin besin maddesi
ihtiyaçlarının mineral gübrelerle sağlanacağı ve bunu takibinde artan verimlerin
olacağıdır. Tecrübeler bunun doğru olmadığını göstermiştir. Çünkü mineral
gübreler tüm besin maddelerini kapsamadığı gibi toprağın fiziksel verimliliğinin
önemli ögeleri olan strüktür, nem tutulumu ve erozyona karşı direnç gibi özellikler
üzerine hemen hemen hiçbir etkiye sahip değillerdir. Organik gübreler ise azot,
fosfor, kükürt, kalsiyum ve potasyum gibi makro temel elementler dışında bitkiye
mutlak gerekli pek çok iz elementi de içermektedirler.
Mineral gübrelerle karşılaştırıldığında N, P ve K gibi makro elementler
bakımından organik gübrelerin tek başına bitkinin ihtiyacını sağlamada yetersiz
kalması ya da çok fazla miktarlarda kullanılma gerekliliği organik gübrelerin tek
başına kullanımında bir zorluk yaratmaktadır. Bu nedenle bitkinin besin maddesi
ihtiyaçlarını karşılamada yaygın yaklaşım organik gübrelerle mineral gübrelerin
birlikte kullanılmasıdır. Şöyle ki bitkinin ihtiyaç duyduğu azot miktarının yarısının
organik materyallerden yarısının mineral gübreden sağlanması her ikisinin tek
başına kullanılmasından daha etkili olduğu görülmüştür (Dalzell ve ark., 1987;
Demirtaş ve ark., 2012).
Organik gübrelerle mineral gübreleri tarlaya birlikte uygulamak daha akılcı
bir yoldur. Çünkü mineral gübreler bütünüyle suda eriyebilir ve kısa sürede bitki
alımına müsait hale gelirler. Buna karşın organik gübrelerin bünyesindeki besin
maddeleri yavaş çözünür olup, daha uzun bir süreç içinde yarayışlı hale gelmekte
ve bakiye etkileri daha uzun süreli olmaktadır. Diğer taraftan organik gübre
43
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
uygulamasına bağlı olarak toprağın su tutma kapasitesinin artması mineral
gübrelerin kullanım etkinliğini de arttırmaktadır. Çok kuru topraklarda suyun
yetersizliğine bağlı olarak besin maddeleri alınamamakta, çok ıslak topraklarda ise
besin maddeleri bitki kök bölgesinden kolayca aşağı katlara yıkanmaktadır.
Organik gübreler 200-250 me/100g’a varan yüksek katyon değişim
kapasitesine sahiptirler. Dolayısıyla mineral gübrelerle ilave edilen besin maddeleri
organik kolloidler tarafından adsorbe edilmekte ve katyon değişim ilkeleri
çerçevesinde daha kontrollü şekilde toprak çözeltisine salıverilmektedirler. Diğer
taraftan organik gübrelerin yapısındaki azotun mineralizasyonu; ham materyallerin
C/N oranları, kompostlama koşulları, kompost olgunluğu, kompostun uygulama
zamanı ve kompost kalitesine bağlı olarak değişiklik göstermektedir ( Hargreaves
ve ark., 2008). Toprakta fosforun yarayışlılığı büyük ölçüde toprak pH’sına
bağlıdır. Fosforun çözünebilirliğinin toprağa organik madde ilaveleri ile arttığına
dair birçok çalışma rapor edilmiştir ( Sanyal ve De datta, 1991). Organik maddenin
ayrışması esnasında açığa çıkan humik asitlerin yarayışsız fosfat formlarını
yarayışlı formlara dönüştürmede etkili oldukları bilinmektedir (Muhammad ve ark.,
2007). Frossard ve ark., ( 2002), kompostlanmış organik katı atıklarda toplam
fosforun %2-%16’sının hemen alınabilir inorganik fosfor, %40-%70’nin ise yavaş
alınabilir fosfor olduğunu belirtmişlerdir.
Organik maddenin ayrışması esnasında karboksilik ve fenolik grupların
dissosiyasyonundan açığa çıkan negatif yük alanları topraktaki potasyumun
dinamiklerinde önemli rol oynamaktadır. Kil minerallerince sıkı bir şekilde
bağlanmış bakiye potasyumun, organik maddenin ayrışması esnasında açığa çıkan
organik asitler tarafından serbestleştirilerek daha fazla alınabilir olduğu
belirtilmektedir ( Dhanorkar ve ark., 1994). Bazik katyonlar olarak kompostta yer
alan kalsiyum ve magnezyum elementleri oksitler, hidroksitler ve karbonatlar
halinde toprağa uygulandıklarında toprak asitliğini azaltabilir ve pH derecelerini
değiştirmek suretiyle besin maddelerini bitkilere daha yarayışlı hale çevirebilirler
(Fricke ve Vogtman, 1994).
Giresun’da fındık zurufu kompostu, tavuk gübresi, ahır gübresi ve organik
toprağın (peat) toprak özellikleri ve verim üzerine etkisinin araştırıldığı bir
çalışmada, tüm organik madde uygulamalarının toprağın yarayışlı su kapsamını
arttırdığı, özellikle tavuk gübresi ve peat materyalinin bu konuda daha etkili
olduğu, toprağın strüktür stabilitesinin uygulama sonrasındaki yılda daha yüksek
olduğu, aynı zamanda hidrolik iletkenliğin de arttığı, ilk yıl düşük olan hacim
ağırlıklarının ikinci yıl arttığı, 150 kg/ocak ve 200 kg/ocak uygulamalarının toprak
özelliklerini ve verimi arttırmada daha etkili olduğu, fındık bahçesine organik
materyallerin verilmesinin ardından, birinci yıl fındık veriminin 4.13 kg/ocak,
ikinci yıl ise 4.88 kg/ocak değerine ulaştığı belirtilmiştir (Özenç, 2004).
Ceyhan ve ark.,
(2000) Domates yetiştiriciliğinde çeşitli hayvan
gübrelerinin etkilerini karşılaştırmışlar ve en iyi sonucu 6 ton/da domates verimi ile
44
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
5 ton/da düzeyinde broiler gübresi uygulandıklarında bulduklarını rapor
etmişlerdir. Şeker ve Turhan (2006) bazı organik ve inorganik gübrelerin, şeker
pancarı-buğday ekim nöbetinde buğday verimine bakiye etkilerini araştırdıkları bir
çalışmada tavuk gübresinin bakiye etkisinin diğer organik gübrelerden daha fazla
olduğunu, bakiye etkinin uygulama düzeyine bağlı olarak üç yıla kadar uzadığını
belirtmişlerdir.
Zengin ve ark., (2010), İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kemerburgaz
Kompost Tesisinde
üretilen kompostun, Karaman’daki elma bahçelerine
uygulanmasının toprak özelliklerini ve verimi arttırdığını, kompost uygulaması ile
meyve verimi, ağırlığı ve çapı ile P, S, Fe, Zn, Cu ve Mn miktarlarının arttığını,
yöre çiftçileri tarafından uygulanan kimyasal gübrelerin yarı dozu ile birlikte
verilen 30 kg kompost/ağaç dozunun en fazla meyve verimini sağladığını, meyve
ağaçlarına kompost uygulaması ile kimyasal gübre kullanımının %50 civarında
azaltılabileceğini bildirmişlerdir. Tıbbi ve aromatik bir bitki olan fesleğenin verim
ve yağ içeriğine, organik ve inorganik gübrelerin etkisinin incelendiği bir
çalışmada, T1: Kontrol (Gübre Yok), T2: Çiftlik Gübresi (10 ton/ha), T3:
Vermikompost (10 ton/ha), T4: NPK (100:50:50 kg/ha), T5: Çiftlik Gübresi (5
ton/ha) + NPK (50:25:25 kg/ha), T6: Vermikompost (5 ton/ha) + NPK (50:25:25
kg/ha) uygulamalarından elde edilen bulgulara göre, ürün veriminde sıralama
10,23, 13,42, 13,64, 14,72, 16,42, 16,85 (ton/ha) İle T1<T2<T3<T4<T5<T6
şeklinde olurken, toplam yağ miktarları ise 0,65, 0,66, 0,75, 0,69, 0,71, 0,72 (%) ile
T1<T2<T4<T5<T6<T3 olarak gerçekleşmiştir (Anwar ve ark., 2005).
Kimyasal ve organik gübrelerin brokoli bitkisinin verimi üzerine yapılan bir
çalışmada, bitkinin azot ihtiyacı esas alınarak; T1; %50 sığır gübresi (kimyasal
azotun yarısı) T2: %100 sığır gübresi (kimyasal azotun tamamı), T3: %100 kanatlı
gübresi (kimyasal azotun tamamı), T4: kimyasal gübre (azotun tamamı)
uygulanmış ve sırasıyla T1:13,69 ton/ha, T2: 16,95 ton/ha, T3: 24,38 ton/ha ve T4:
16,28 ton/ha ürün verimleri elde edilmiştir (Abou El-Magd ve ark., 2006).
Artan kimyasal gübre kullanımı beraberinde bazı çevresel sorunlar meydana
getirmiştir. Aşırı ve bilinçsiz kullanım nedeniyle kimyasal gübrelerle önemli
miktarlarda toksik elementler topraklara bırakılmaktadır. Bu elementler özellikle
fosfatlı gübrelerden kaynaklanan Cd, Zn, Cr, Pb, Ni, As ve U’dur. Fazla miktarda
uygulanan azot ve fosforlu gübrelerin yıkanması ve yüzey akışı ile taban ve yüzey
suları hatta içme suları kirlenmekte, uygun olmayan toprak ve çevre koşullarında
amonyak ve azot oksitlerin (NO, N2O, NO2) salınımı hava kirliliğine ve küresel
ısınmaya neden olmaktadır (Güler, 2004).
Diğer taraftan özellikle azotlu gübrelerin fazla kullanılması durumunda,
yapraktaki nitrat miktarı özellikle yaprağı yenen sebzelerde ve bazı yumrulu
bitkilerde, insan sağlığını tehdit eden nitrozamin maddesi yüksek düzeylere
ulaşmaktadır (Roorda Van Eysinga, 1984). Ayrıca toprağa uygulanan azotlu ve
fosforlu kimyasal gübrelerin yüzey sularına ulaşan yüksek miktarları ötrifikasyona
45
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
neden olarak su ortamının doğal dengesini bozmaktadır. Kimyasal gübrelerin aşırı
ve bilinçsiz kullanılmasının insan ve çevre sağlığı bakımından sorunlar
oluşturabilecek olması, organik gübrelerin kullanımının önemini bu açıdan da öne
çıkarmaktadır.
5.
Sonuç ve Öneriler
Topraklarımızın büyük kısmında organik madde yetersizdir ve bunun için
her türlü tarımsal kaynaktan elde edilen organik gübreler doğru bir şekilde tarımda
kullanılmalıdır. Organik materyallerin yakılarak enerji elde edilmesi gibi tarım dışı
amaçlı kullanılmaları düşünülmemelidir. Bazı üretim alanlarında her geçen yıl
artan oranda kimyasal gübre kullanılmasına rağmen verim artışı sağlanamamasının
temel nedenlerinden birisi de toprakta organik madde miktarının yetersiz oluşudur.
Kimyasal gübreler ve organik gübrelerin birlikte kullanılması ürün verimi, toprak
kalitesi ve sürdürülebilir tarım için en uygun olanıdır.
Hayvansal atıkların kompostlanarak ve stabil bir materyal elde edildikten
sonra tarımda kullanılması en akılcı yaklaşımdır. Bu nedenle organik gübre üretimi
ve tüketimini teşvik etmek amacıyla Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
tarafından tescil almış organik gübrelerin kullanımı devlet tarafından desteklenmeli
ve organik gübre kullanımı özendirilmelidir. Tarım topraklarımızın yanlış
kullanımı sürdükçe, verim güçleri düştükçe, toprak kalitesi ve sağlığı azalmaya
devam ettikçe gelecek yıllarda organik gübrelerin tarımımızdaki değeri daha iyi
anlaşılacak ve organik gübreler çok daha fazla aranır olacaktır.
Kaynaklar
Abou El- Magd, M.M., El-Bassiony, A.M. and Fawzy, Z.F. 2006. Effect of
organic manure with or without chemical fertilizers on growth, yield and
quality of some varieties of broccoli plants. Journal of Applied Sciences
Research, 2(10): 791-798.
Anwar, M., Patra, D. D., Chand, S., Kumar Alpesh, Naqvi, A. A. and Khanuja, S.
P. S. 2005. Effect of organic manures and inorganic fertilizer on growth,
herb and oil yield, nutrient accumulation, and oil quality of French Basil.
Communications in Soil Science and Plant Analysis, 36: 1737–1746.
Ceyhan, Ş., Yoldaş, F., Mordoğan, N. ve Çakıcı, H. 2000. Domates
yetiştiriciliğinde farklı hayvansal gübrelerin verim ve kaliteye etkisi. II.
Sebze Tarımı Sempozyumu, 11-13 Eylül, İsparta, s. 51-55.
Dalzell, H. W., Biddlestone, A. J., Gray, K.R. and Thurairajan, K. 1987. Soil
Management: Compost production and use in tropical and subtropical
environments. FAO soils Bulletin No: 56. Rome.
46
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Demirtaş, E.I., Özkan, C.F., Asri, Ö, F. ve Arı, N. 2012. Bazı organik ve
kimyasal gübre uygulamalarının domateste verim ve kalite üzerine etkileri.
Alatarım 11 (2): 9-16.
Dhanorkar, B. A., Borkar, D. K., Puranik, R. B. and Joshi, R. P. 1994. Forms of
soil K as influenced by long term application of FYM and NPK in vertisol. J.
Potassium Res. 10: 42-48.
Ekinci, K., Camcı, S.Ç., Akbolat, D., Atılgan, A. ve Onursal, E. 2004. Kompost
oluşumuna etkili faktörler üzerine bir araştırma. Türkiye 3. Ulusal Gübre
Kongresi, Tarım-Sanayi-Çevre, 11-13 Ekim 2004, Tokat, s. 793-804.
Eyüpoğlu, F. 1999. Türkiye Topraklarının Verimlilik Durumu. Köy Hizmetleri
Genel Müdürlüğü, Toprak ve Gübre Araştırma Enstitüsü Yayınları, Genel
Yayın No: 220, Teknik Yayın No: T-67.
Follet, R.H., Murphy, L.S. and Donahue, R.L. 1981. Fertilizers and Soil
Amendments. Prentice-Hall, Inc., Englewood Cliffs, USA.
Fricke, K. and Vogtman, H. 1994. Compost quality: physical characteristics,
nutrient content, heavy metals and organic chemicals. Toxicol. Environ.
Chem. 43: 95-114.
Frossard, E., Skrabal, P., Sinaj, S., Bangerter, F. and Traore, O. 2002. Form and
exchangeability of inorganic phosphate in composted solid organic wastes.
Nutr. Cycl. Agroecosyst. 62: 103-113.
Güler, S. 2004. Dünya'da ve Türkiye'de gübre tüketiminde yaşanan gelişmeler.
In: Karaman M.R, Brohi A.R (eds) Türkiye 3. Ulusal Gübre Kongresi,
Tarım-Sanayi-Çevre, 11-13 Ekim 2004, Tokat, s. 47-54.
Hargreaves, J. C., Adl, M. S. and Warman, P. R. 2008. A review of the use of
composted municipal solid waste in agriculture. Agric. Ecosyst. Environ.
123: 1-14.
Kütük, C. ve Çaycı, G. 2010. Tavuk dışkılarının organik gübreye dönüştürülme
yöntemleri. Kümes Hayvanları Kongresi. 7-9 Ekim, Kayseri, 2010, s. 1-8.
Martens, D. A. and Frankenberger, Jr. W. T. 1992. Modification of infiltration
rates in an organic-amended irrigated soil. J. Agron. 84: 707-717.
Muhammad, S., Muller, T. and Georgjoergensen, R. 2007. Compost and P
amendments for stimulating microorganizms and maize growth in a saline
soil from Pakistan in comparision with nonsaline soil from Germany. J. Plant
Nutr. Soil Sci. 170: 745-751.
NRAES, 1992. On-farm composting (Ed. Rynk, R.) Natural Resource, Agriculture
and Engineering Service, Co-operative Extension, Ithaca. New York.
Nyamangara, J., Piha, M. I. and Kirchmann, H. 1999. Interactions of aerobically
decomposed cattle manure and nitrogen fertilizer applied to soil. Nutr. Cycl.
Agroecosys., 54: 183-188.
Özenç, N. 2004. Fındık zürufu ve diger organik materyallerin fındık tarımı yapılan
toprakların özellikleri üzerine etkileri. Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri
Enstitüsü, Doktora tezi, 399.
47
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Pare, T., Dinel, H., Moulin, A.P. and Townly-Smith, L. 1999. Organic matter
quality and structural stability of a Black Chernozemic soil under different
manure and tillage practices. Geoderma 91: 311-326.
Roorda Van Eysinga, J.P.N.L. 1984. Nitrate in vegetables under protected
cultivation. Acta Hort. 145: 251–256.
Sanyal, S. K. and De Datta, S. K. 1991. Chemistry of phosphorus transformations
in soil. Advanced Soil Science. 16: 1-20.
Şeker, C. Turhan, M. 2006. Bazı organik ve inorganik gübrelerin şeker pancarıbuğday ekim nöbetinde buğdayın verimine bakiye etkileri. Selçuk
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 20 (38): 43–48.
TUİK. 2014. http:// www.tuik.gov.tr/PrehaberBultenleri.do?ic
Wortmann, C.S., Charles, A.S. and David, D.T. 2014. Composting manures and
other organic residues http://my.extension.illinois.edu/documents/172209.
Zengin, M., Gökmen, F. ve Gezgin, S. 2010. Meyve bahçelerinde organik çöp
kompostu kullanımı. Selçuk Üniversitesi, Selçuk Tarım ve Gıda Bilimleri
Dergisi, 24(3): 109-117.
48
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Organik Tarımda Geçiş Süreci ve Kocaeli İli Örneği
Mesude Ünal1 Bahar Aydın Can2 Turgut Kutlu3
Kocaeli Üniversitesi Arslanbey Meslek Yüksekokulu Organik Tarım Programı
2
Kocaeli Üniversitesi Arslanbey Meslek Yüksekokulu Pazarlama Programı
3
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesi Tarla
Bitkileri Bölümü, E-posta: [email protected]
1
Özet: Organik üretim; yönetmeliklere bağlı bir tarım şekli olduğundan
Organik Tarım Kanunu ve Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin
Yönetmeliğe göre; organik üretimin temel aşamalarından birisi geçiş sürecidir.
Geçiş süreci; tek yıllık bitkilerde ekim tarihinden itibaren en az iki yıl, çok yıllık
bitkilerde ilk organik ürün hasadından önce üç yıldır. Geçiş süreci boyunca
üreticiler birçok sorunla karşılaşabilir. Üretimde mineral gübre kullanılmadığı için
konvansiyonel tarıma göre ürün veriminde azalmalar olmakta bunun yanında
üretici hastalık ve zararlılarla kimyasal ilaç kullanmadan mücadele etmek zorunda
kalmaktadır. Geçiş sürecinde, ürün veriminde meydana gelen azalmalar ve
sertifikasyon ücretleri üreticiler için caydırıcı olabilir. Ancak geçiş süreci; toprak
yapısının ve doğal dengenin iyileşmeye başlaması ve üreticinin alışkanlıklarından
vazgeçip yeni tarımsal üretime uyum sağlaması için gerekli bir uygulamadır. Geçiş
sürecinin iller bazında ayrıntıları ile incelenmesi ve çözüm önerileri getirilmesi
önem taşımaktadır. Bu çalışmanın amacı; 2010-2014 yıllarında Kocaeli İli geçiş
sürecindeki üretici sayısı, ürün çeşidi, üretim alanı ve miktarını incelemek ve
organik tarıma geçişin artması için öneriler getirmektir.
Anahtar kelimeler: Geçiş süreci, organik tarım, Kocaeli.
Transition Period In Organic Agriculture and The Sample
of Kocaeli
Abstract: Organic production; is a form of agriculture due to the
regulations of Organic Agriculture and Organic Farming Act and in accordance
with the Regulation on the Implementation of the Principles; is one of the main
stages of transition period to organic production. The transition period for oneyear plants is at least two years from the date of for perennial plants it is three years
before the first organic harvest. Farmers may encounter many problems during the
transition period. Because mineral fertilizers on production are not used, yield
reduction might occur compared to conventional agriculture, in addition, farmers
49
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
have to fight against the diseases and pesticides without using chemicals. The
transition period occurring in crop yield reductions and certification fees can be a
deterrent for farmers. But the transition period is essential to start to recover the
soil structure and the natural balance of the farmer give up practice habits to adapt
to new agricultural production. It’s important to examine the transition period on
the provinces in details and provide solutions about it. This study aims to research
about the number of farmers, product range, production area and its quantity on the
transition period in Kocaeli among 2010-2014 and to offer suggestions about the
development of organic agriculture.
Key words: Transition period, organic agriculture, Kocaeli.
1.Giriş
Üreticiler; Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin
Yönetmeliğe göre, organik ürün sertifikası alabilmek için geçiş sürecine uymak
zorundadırlar. Geçiş Süreci; Bu Yönetmelik hükümlerine göre faaliyete
başlanmasından, ürünün organik olarak sertifikalandırılmasına kadar geçen dönem
olarak tanımlanmaktadır. Organik olarak değerlendirilecek bitkisel ürün için, tek
yıllık bitkilerde ekim tarihinden itibaren en az iki yıl, çok yıllık bitkilerde ise
organik ürün hasadından önce üç yıllık geçiş sürecinin uygulanması gerekir. Geçiş
sürecinde bitkisel üretim için ilgili üretim alanında bu yönetmelik ile yasaklanmış
girdinin kullanıldığı en son tarih temel alınır. Kontrol ve sertifikasyon kuruluşu
veya kontrol kuruluşu gerekli incelemeleri yaparak geçiş sürecini uzatabilir ya da
kısaltabilir. Geçiş süreci, tek yıllık bitkilerde 12 ay, çok yıllık bitkilerde 24 aydan
daha az uygulanamaz (Anonim 2010). Organik tarımın ilk aşaması olan geçiş
süreci üreticiler için zor atlatılmaktadır. Bu dönemde kimyasal ilaç ve gübre
kullanımı yasak olduğundan ve üretim sistemi yeni değiştiği için verimde düşüşler
olmaktadır. Yeni sisteme geçiş yapmak bir çiftçilik sisteminden vaz geçmek
üreticiler için kolay değildir (İlbaş, 2009; Akgün, 2011).
Araştırıcılar yaptıkları çalışmalarda; organik domates yetiştiriciliğinde
geçiş dönemi boyunca azot eksikliği nedeniyle sorunların yaşandığını , üreticilerin
bu dönemde besin maddesi eksikliği ve hastalıklarla mücadele yüzünden verimde
kayıplarının olduğunu, geçiş sürecinde buğday veriminin %23-65 oranında
azaldığını tespit etmişlerdir ( Scow ve ark. 1994; Bruggen and Termorshuizen
2003; Gopinath ve ark. 2008). Ancak yaşanan bu sorunlara rağmen üreticinin yeni
tarım sistemine alışması, bitki besleme, hastalık ve zararlılarla mücadeleyi
yönetmeliğe göre yapabilmek için tecrübe kazanması ve toprak yapısının bu zaman
periyodunda iyileşmeye başlaması nedenleriyle geçiş süreci gereklidir.
Yapılan çalışmalarda; fiğ ön bitkisi desteğindeki geçiş sürecinde biber
toplam verim değeri yüksek olarak elde edilmiştir (Duman ve Elmacı 2014),
50
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
konvensiyonal tarımdan organik tarıma geçişte ve organik tarım boyunca bitki ve
kelebek türlerinde zenginleşme tespit edilmiştir ( Jonason ve ark. 2011) , Yılmaz ve
Bostan (2010) fındık bahçelerinin toprak özelliklerini incelemiş; 1.geçiş yılında
organik madde miktarını % 10.37, 3. geçiş yılında ise % 13.65 olarak bulmuşlardır.
Organik üretimi arttırmanın yollarından biri; üreticilerin zorlandığı geçiş süreci
dönemini üreticilere iyi kavratmak geçiş süreci boyunca ürün veriminde, toprakta
ve doğal ortamda olabilecek değişimleri belirtmektir. Aynı zamanda bu dönemde
üreticinin bilgi ve ekonomik açıdan daha çok desteklenmesi sağlanmalıdır.
Çalışmada 2010-2014 yıllarında Kocaeli İli geçiş sürecindeki üretici sayısı, ürün
çeşidi, üretim alanı ve miktarı incelenerek, organik tarıma geçişin artması için
öneriler getirilmiştir.
2. Materyal ve Yöntem
Çalışmada; Kocaeli İlinde organik bitkisel üretime başlamak isteyen geçiş
sürecindeki üretici sayıları, ürün çeşidi, üretim alanı ve miktarı verileri için Gıda
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın resmi web sitesindeki 2010-2013 yılları
arasındaki istatistik verilerden yararlanılmıştır. 2014 yılına ait kesin olmayan
veriler Kocaeli İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü Organik Tarım
Biriminden alınmıştır. Elde edilen veriler organik üretime geçmiş üretici
bilgileriyle karşılaştırılarak değerlendirilmiştir.
3. Bulgular ve Tartışma
Çizelge 1. Yıllara Göre Kocaeli Organik Tarım Verileri (www.tarim.gov.tr 2014)
Yıllar
Çiftçi Sayısı
2010
2011
2012
2013
6
3
5
6
Gerçek Üretim
Alanı (ha)
10.05
12.13
34.16
46.35
Üretim Miktarı
( ton)
169.07
50.32
244.61
373.66
Çizelge 1’de yıllara göre Kocaeli İli organik tarım verileri sunulmuştur.
Çizelge 1’i incelediğimizde yıllara göre organik üretim yapan çiftçi sayısında
düzenli bir dağılım görememekteyiz. 2010’da 6 olan üretici sayısı, 2011 ve
2012’de azalmış 2013’de yine 6 üreticiye ulaşmıştır. Ünal ve Can (2013) Kocaeli
İlinde organik üretim yapan üreticilerle görüşüp, üreticilerin karşılaştığı sorunları
tespit etmeye çalışmışlardır. Girdi ve özellikle gübre fiyatlarının yüksekliği,
nakliyat sorunları, istenilen miktarda ve yönetmeliğe uygun organik gübre
bulunamaması, hastalık ve zararlılar konusunda bilgi eksikliklerinin olması, işçilik
maliyetlerinin yüksek olması ve pazarlama sorunları yaşadıklarını bildirmişlerdir.
Çizelge 1’de gerçek üretim alanını incelediğimizde, 2010’da 10.05 ha olan alan,
2013 yılında 46.35 ha’a ulaşmıştır. Üretici sayısının aynı kalmasına rağmen üretim
51
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
alanının artması organik üretime devam eden üreticilerin üretim alanlarını
arttırması ile açıklanabilir. En fazla üretim miktarına 373.66 ton ile 2013 yılında
ulaşılmıştır.
Çizelge 2: Yıllara Göre Kocaeli ili Organik Tarım Geçiş Süreci Bitkisel Üretim
Verileri (www.tarim.gov.tr 2014)
Ürünler
Yıllara Göre Üretim Miktarı (ton)
2010
2011
2012
2013
Armut
0.77
0.05
-
0.09
Arpa
18.00
0.50
29.76
1.88
1.00
0.55
-
-
15.00
0.55
0.10
4.85
-
0.38
0.75
4.12
Elma
0.05
0.03
-
0.05
Fasulye
0.30
0.06
0.28
0.78
Fındık
0.90
0.20
-
0.49
Kabak
0.01
0.22
0.40
0.26
-
1.90
-
1.44
Mısır
0.30
0.68
0.38
1.80
Üzüm
14.02
-
-
-
Yulaf
12.00
6.32
-
-
Diğer
16.50
8.00
1.28
14.84
TOPLAM
42.40
19.44
32.95
30.60
Buğday
Çilek
Domates
Karpuz
Çizelge 2’de yıllara göre Kocaeli İli organik tarım geçiş süreci bitkisel
üretim verileri sunulmuştur. Çizelge 2’yi incelediğimizde 2010 ve 2013 yıllarında
geçiş süreci ürünü üretim miktarında düzenli bir değişim olmamıştır. 2010 yılında
toplam üretim miktarı 42.40 ton iken 2013 yılında 30.60 ton olmuştur. Ürün
bazında tabloyu incelediğimizde yine düzenli bir değişim görülmemektedir. Arpa
2010 yılında 18.00 ton iken, 2011 yılında 0.50 tona düşmüştür. Aradaki fark
arpanın organik tarım ürünü olarak sertifikalandırılması olarak düşünülse bile Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı verilerine göre Kocaeli İli 2012 yılı organik arpa
miktarı 1.65 ton, 2013 yılında ise 15.31 tondur. Bu verilere göre üreticinin geçiş
süreci ürününün bir bölümünde organik üretime geçemediği düşünülebilir. 2010
yılında 15 ton olan çilek geçiş süreci ürünü, 2011 yılında 0.55 ton, 2012 yılında
0.10 ton, 2013 yılında 4.85 ton olmuştur. 2010 yılında 14.02 ton olan geçiş süreci
ürünü olan üzüm üretimi diğer yıllarda bulunmamaktadır.
52
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Bu durum için üretici geçiş sürecinde organik tarım faaliyetlerini
bırakmıştır denilebilir. Geçiş süreci ürünü olarak domatesi incelediğimizde 20112013 yılları arasında artış olduğu görülmektedir. 2011 yılında üretim 0.38 ton iken
2013 yılında 4.12 tona ulaşmıştır.
2013 Yılı Kocaeli İli Organik Tarım Üretim Verileri
(ton)
Diğer
Marul
22.93
Karpuz
44.23
Fasulye
65.72
Çilek
Biber
Bal Kabağı
0
20
40
60
80
100
120
Şekil 1: 2013 Yılı Kocaeli İli Organik Tarım Üretim Verileri(ton)
(www.tarim.gov.tr 2014)
Şekil 1’de 2013 yılı Kocaeli İli organik tarım üretim verilerine
bakıldığında, organik domates üretim miktarı 65.72 ton ile en fazla üretilen ürün
olmaktadır. Bu verilere göre geçiş süreci domates üreticisinin, organik domates
üretimine başlayabildiğini söyleyebiliriz.
53
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Yıllara Göre Kocaeli İli Organik Tarım Geçiş Süreci
12
Üretici Sayıları
12
10
8
ÇİFTÇİ SAYISI
8
6
4
3
4
2
0
2010
2011
2012
2013
Şekil 2: Yıllara Göre Kocaeli İli Organik Tarım Geçiş Süreci Üretici Sayıları
(www.tarim.gov.tr 2014)
Şekil 2’de yıllara göre Kocaeli İli organik tarım geçiş süreci üretici sayıları
verilmiştir.
Şekil 2’yi incelediğimizde; 2010 yılında 8 olan geçiş süreci üreticisi,
2011 yılında 4, 2012 yılında 3, 2013 yılında 12 üretici olmuştur. Bu üretici
sayılarını Çizelge 1’de Kocaeli İlinde organik üretim yapan üretici sayıları ile
karşılaştırdığımızda geçiş sürecindeki üreticilerin tamamının organik üretime
geçemediği varsayılabilir. 2014 yılı kesin olmayan verilerine göre 12 olan geçiş
süreci üreticisinden 4’ü geçiş sürecinde organik üretimi bırakmıştır.
Çizelge ve şekillerdeki verileri incelediğimizde geçiş sürecinde üretici
sayıları, üretim miktarı ve ürün çeşidine göre düzenli değişimlerin olmadığını ve
bir kısım üreticinin organik üretime geçemediği görülmektedir. Geçiş süreci
zorunluluğu, organik tarıma başlayacak üreticilerin sayısını sınırlandırabilir. Geçiş
süreci döneminde kimyasal ilaç ve gübre kullanılmadığı ve üretim metodu değiştiği
için verimde kayıplar olmaktadır. Bu kayıplara rağmen ürün; 12 ayı tamamladıktan
sonra geçiş süreci ürünü olarak sertifikalandırıldığı için fiyatı, konvansiyel üründen
çok az yüksek olmaktadır. Bu dönemde üretici kontrol ve sertifika ücretleri, alet
ekipman ücretleri gibi ilave harcamalar yapmaktadır. Buna rağmen geçiş sürecinde
üretici tarımsal destekleme bulamamaktadır ( Okuyucu ve Okuyucu 2006; İlbaş
2009; Demiryürek 2011). Üretici yönlendirilmesindeki noksanlıklar, kimyasal girdi
kullanımını teşvik eden teknoloji, toprak analiz sonuçlarında organik tarım
54
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
yönetmeliğine göre gübrelemenin nasıl yapılacağının belirtilmemesi ve pazar
bulmadaki sorunlar yüzünden geçiş sürecini yaşamak ve organik üretime başlamak
zor olmaktadır (Sayın 2002; Ünal ve Can 2013).
Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü, Organik Tarım Biriminden
aldığımız kesin olmayan sonuçlara göre 2014 yılı toplam organik tarım alanı 820
da, geçiş sürecindeki tarım alanı 250 da dır. 2014 yılında 21 üretici organik üretim
yapmaktadır. 12’ si geçiş sürecinde bulunan üreticiler karışık sebze-meyve ekim
dikimi yapmaktadır. Bu üreticilerden 4’ü geçiş sürecini tamamlamadan organik
üretimden vazgeçmiş bulunmaktadır. Bırakma nedeni olarak geçiş süreci ürününe
pazar bulamamak olarak belirtilmiştir.
Kocaeli ilinde organik tarım pazarı kurulması üreticileri, organik üretime
yönlendirmede teşvik edici olacaktır. Organik tarım pazarlarında, geçiş süreci
ürününün daha kolay alıcı bulabilmesi için tüketiciler bilgilendirilmelidir. Geçiş
sürecinin kolay atlatılabilmesinin en önemli etkenlerinden biri üreticilerin geçiş
süreci konusunda bilinçlendirilmesinden geçmektedir. Geçiş sürecinde toprak
biyolojik özelliklerinin iyileştiği, bu sürecin uzun ancak kalıcı olduğu
vurgulanmalıdır. İyi yönetilen toprak ve su kaynakları sonucunda sürdürülebilir bir
üretimin temellerinin atılacağı belirtilmelidir. Geçiş sürecinin mevcut yapıyı
iyileştirmek ve yeni tarımsal sisteme ayak uydurulmasını sağlamak gibi
avantajlarının olduğu vurgulanmalıdır. Sivil toplum kuruluşları, il müdürlükleri
organik tarım birimleri ve üniversiteler geçiş sürecine daha fazla önem vermeli bu
konuda araştırma, eğitim ve yayın desteği sağlamalıdır. Bilimsel çalışmalarda geçiş
süreci ile ilgili araştırmalar artmalıdır.
Martini ve ark. (2004), Condron ve ark. (2010) geçiş süreci ile ilgili
yaptıkları çalışmalar sonucunda; ürün miktarları, ürün verimini sınırlandıran
etkenler ve toprak özellikleri konusunda daha çok ve kapsamlı çalışılması
gerektiğini önermişlerdir. Geçiş süreci organik tarıma başlamada kilit rol
oynamaktadır. Organik tarım yapan üretici sayısını arttırmak ancak geçiş sürecini
atlatan girişimlerle sağlanmaktadır. Bu nedenle geçiş süreci döneminde artan
giderler için üreticilere mali destek verilmesi önem kazanmaktadır. Bunun yanında
geçiş süreci döneminde kontrol ve sertifikasyon ücretleri azaltılabilir. Organik
tarım alanlarının artması Kocaeli için avantaj olacaktır. Sanayinin yoğun olduğu
ilde organik üretim ve öncesindeki geçiş süreci tarım alanlarının kirlenmeden
korunmasının, mevcut kirliliğin iyileştirilmesinin güvencesi olacaktır.
4. Sonuç
Organik tarımın yapılabilmesi için geçiş süreci yasal zorunluluktur. Geçiş
sürecinin 2-3 yıllık süreleri kapsaması üreticiler için vazgeçirici bir etken olarak
görülebilir. Kocaeli İline baktığımızda; organik üretim yapmak için girişimde
bulunan üreticilerin tamamı organik üretime devam edememiş, bir kısmı geçiş
55
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
sürecinde organik üretimi bırakmıştır. Üreticiler; pazarlama, mali desteğin
olmaması, verimde düşüşlerin olması, maliyetlerin kontrol ve sertifikasyon
ücretleri ile arttığı ve yeni tarımsal sisteme ayak uyduramama sorunları
yaşamaktadırlar. Geçiş süreci, yapılan bilimsel çalışmalarla da desteklendiği üzere
toprak yapısının iyileştiği, organik madde miktarının ve bitki besin elementlerinin
doğru toprak yönetimi ile arttığı, üreticinin yeni sisteme alıştığı bir dönemdir. Bu
dönemde üreticilere; bilgi desteği verilmesi, mali destek sağlanması, pazar
sorunlarının çözümü için organik pazar kurulması ve tüketicileri geçiş süreci ürünü
hakkında bilgilendirerek iç talebin artmasının sağlanması gerekmektedir.
Sonuç olarak; geçiş sürecinin gerekliliği nedeniyle bu süreci sınırlandırmaktan
çok, üreticilerin dönemi kolay atlatabileceği çözümler uygulamaya konulmalıdır.
Çünkü bozulan doğal dengenin yeniden sağlanabilmesi için doğaya zaman
tanınması gerekir. Organik tarımda bu zaman geçiş sürecidir.
Kaynaklar
Akgün, T (2011) Organik Tarım. Güney Ege Kalkınma Ajansı. geka.org.tr
Anonim (2010) Organik Tarım Kanunu ve Organik Tarımın Esasları ve
uygulanmasına İlişkin Yönetmelik. 27676 sayılı Resmi Gazete’de
yayımlanmıştır. Ankara, 112s.
Anonim (2014) www.tarim.gov.tr
Condron, L.M., Cameron, K.C., Di, H.J., Clough, T.J., Forbes, E.A., McLaren, R.G
ve Silva, R.G (2000) A comparison of soil and environmental quality under
organic and conventional farming systems in New Zealand. New Zealand
Journal of Agricultural Research, Vol. 43: 443-466.
Demiryürek, K (2011) Organik tarım kavramı ve organik tarımın Dünya ve
Türkiye’deki durumu. Gazi Osman Paşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi,
28(1): 27-36.
Duman, İ ve Elmacı Ö.L (2014) Organik koşullarda uzun süreli önbitki-salçalık
biber ( Capsicum annum L. cv. Kapya ) kombinasyonu şeklinde yapılan
yetiştiriciliğin verim meyve ve toprak özelliklerine etkisi. Ege Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Dergisi.51(3):289-296.
Gopinath, K.A., Saha S., Mina B.L., Pande, H., Kundu, S ve Gupta H.S (2008)
Influence of organic amendments on growth, yield and quality of wheat and
soil properties during transition to organic production. Nutrition Cycle
Agroecosystem 82:51-60.
İlbaş, A.İ (2009) Organik tarım. İlkeler ve Ulusal Mevzuat. Eflatun yayınevi,
Ankara, 267s.
Jonason, D., Andersson G.,K.S., Öckinger, E., Rundlöf, M., Smith, H.,G ve
Bengtsson J (2011) Assessing the effect of the time since transition to organic
farming on plants and butterflies. Journal of Applied Ecology 48, 543-550.
56
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Martini, E.A., Buyer, J.S., Bryant, D.C., Hartz, T.K ve Denison, R.,F (2004) Yield
increases during the organic transition: improving soil quality or increasing
experience? Field Crops Research 86: 255-266.
Okuyucu, B.R. ve Okuyucu F (2006) Çayır-meralarda organik tarım uygulamaları
ve yararları. Hayvansal Üretim 47(1): 54-61.
Sayın, C (2002) Dünya, AB ve Türkiye’de organik tarıma yönelik gelişmeler ve
izlenen politikalar. İzmir Ticaret Borsası Yayınları. Yayın No: 76.136s.
Scow, K.M., Somasco, O., Gunapala, N., Lau, S., Venette, R., Ferris, H., Miller,
R., Shennan, C ve Davis, U.C (1994) Transition from conventional to lowinput agriculture changes soil fertility and biology. California Agriculture
48(5):20-26.
Ünal, M., Can Aydın, B (2013) Kocaeli İlinde organik bitkisel üretim sorunlar ve
çözüm önerileri. Türkiye V. Organik Tarım Sempozyumu, 25-27 Eylül 2013,
Samsun.
Van Bruggen A.H.C ve Termorshuizen A.J (2003) Integrated approaches to root
disease management in organic farming systems. Australasian Plant Pathology,
32, 141-156.
Yılmaz F.,I ve Bostan S.,Z (2010) Organik tarıma geçiş sürecindeki ve organik
fındık bahçelerinde bazı toprak özelliklerinin değişimi. Türkiye IV. Organik
Tarım Sempozyumu, 28 Haziran-1 Temmuz 2010, Erzurum.
57
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Sosyal Tarım
Hamide Gübbük1, Selen Çaglayık Eloglu2
1
Akdeniz Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, 07058 Antalya.
Agro Ekoloji Uzmanı, Serbest Araştırmacı,Ethem Efendi Cad., 94/8, Erenköy,
İstanbul. E-posta: [email protected]
2
Özet: Sosyal tarım özet haliyle, belirlenen hedef kitlelere tarımsal aktiviteler
aracılığıylarehabilitasyon hizmetleri sunmayı amaçlar. Tarımınbu şekilde sosyal
amaçlı kullanımı, henüz yeni bir konu olmakla birlikte, özellikle Avrupa’da
gittikçe yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Bu amaçla kurulmuş sosyal çiftliklerin
sayısı Avrupa’da sürekli artış göstermekte olup, ülkemizde ise bu tarz bir oluşum
henüz mevcut değildir. Günümüzde artan projelere rağmen, Avrupa’da dahi sosyal
tarımın tanımlanması henüz tam olarak yapılamamış ve ‘social farming’,
‘greencare’ ve ‘farming for health’ olmak üzere farklı isimlerle adlandırılmaktadır.
Sosyal tarımda hedef kitle, farklı dezavantajlı gruplardan insanları içine almakta ve
bunlar arasında, fiziksel ve zihinsel engelliler ile duygusal sorunlar yaşayanlar,
çocuk suçlular, öğrenim güçlüğü çeken çocuklar, uzun dönem işsizlik problemi
olan kişiler, alkol ve uyuşturucu bağımlıları, ıslah evi ve huzurevi sakinleri ile yarı
açık cezaevlerinde kalan mahkumlar sayılabilmektedir. Farklı ülkelerde kurulan
sosyal çiftliklerde faaliyet olarak, ülkelerin ekolojik koşullarına göre sebze ve
meyve yetiştiriciliği, fidan üretimi, organik yetiştiricilik, süs bitkileri üretimi ile
büyükbaş ve küçükbaş hayvan ile kümes hayvanlarının yetiştiriciliğinin ön plana
çıktığı gözlenmiştir. Bu çiftliklerde aynı zamanda sanatsal ve kültürel faaliyetler de
tarımsal aktivitelere yardımcı olarak düzenlenmekte ve çiftlikten yararlanan
insanların yaşam kalitesi arttırılmaya çalışılmaktadır. Sosyal amaçlı kurulmuş bu
çiftlikler, dezavantajlı grupların yaşam ve meslek edinme yerleri, okulları ve aynı
zamanda rehabilite edildikleri merkezlerdir. Bu çalışmada, sosyal tarımın tarihini
ve gelişimini takip ederek, Avrupa ve dünyadan örnekler yoluyla sosyal tarım
yapılan çiftlikleri ve buralarda yapılan çalışmaları sunmayı ve aynı zamanda da bu
örneklerden gelen veriler ve yerel bilgiler doğrultusunda Türkiye’de sosyal tarım
çalışmalarına ön ayak olmayı amaçlamaktadır.
Anahtar kelimeler: Sosyal tarım, biyodinamik tarım, rehabilitasyon merkezi
58
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Social Farming
Abstract: Social farming mainly aims to give rehabilitation services to
target groups through agricultural activities. While the use of agriculture in this
way is still an emerging field, recently it has become more common especially in
Europe. The number of social farms is increasing in Europe but so far there have
not been any developments in Turkey. Although the number of projects is
increasing, there is still no consensus on the description of social farming even in
Europe, and it is called with varied names from “social farming”, “green care” and
“farming for health”. The target groups in social farming are disadvantaged groups
in the society, and including people with physical and mental disabilities and with
mental problems, troubled youth and children who have learning problems, longterm unemployed people, and people with drug and alcohol addicts, rehabilitation
center and nursing home residents and people who have been incarcerated.
Activities that are being conducted on social farms in different countries including
vegetable and fruit growing, seedling growing, organic production, ornamentals
production and animal husbandry. Artistic and cultural activities are also organized
to support the agricultural ones and used to increase the life quality of people who
are benefiting from the farms. The farms established with a social mission are
residential and vocational schools for these disadvantaged people and also centers
where they are rehabilitated. The aim of the study is to present social farms
andtheir activities conducted on these farms by tracing the history of social farming
and its development and through examples through Europe and the World, and also
to trigger the development of social farming activities in Turkey in the light of
international research and local knowledge coming from these examples.
Key words: Socialfarm, biodinamic farming, rehabilitation center
1. Giriş
Sosyal tarım, Avrupa’da son yıllarda eğitim ve sektöriyel anlamda
yaygınlaşmaya başlayan bir akımdır. Tarımın çok amaçlı kullanımı olarak
adlandırılan sosyal tarım, sadece tarım sektörü açısından değil, aynı zamanda
sağlık ve sosyal hizmet sektörü açısından da stratejik öneme sahiptir. Sosyal tarım
kavramından, önceden belirlenmiş hedef kitlelere tarımsal aktiviteler
aracılığıylaterapi, rehabilitasyon ve eğitim hizmetlerinin sunulması anlaşılmaktadır
(DiIacovoveO’Connor, 2009). Bu kapsamda, iyileştirme ve rehabilitasyon ihtiyacı
içerisinde olan gruplara ve bireylere tarımsal aktivitelerin kazandıracağı fiziksel,
sosyal ve zihinsel destekler sunulmaktadır. Sosyal tarımda meslek grubu olarak
ziraatçılar, veterinerler, doktorlar, psikiyatrlar, ekonomistler, sosyal bilimciler,
uğraş terapistlerigibi uzmanlar ortaklaşa çalışarak tarımsal faaliyet gösteren
çiftliklere sosyal bir boyut kazandırmaktadırlar. Çalışmalara katılacak ve terapi
hizmetlerinden faydalanacak kişiler ise toplumun farklı kesimlerini temsil eden
59
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
dezavantajlı birey ya da gruplar içerisinde yer almaktadır. Bunlar arasında, fiziksel
ve zihinsel engelliler ile duygusal sorunlar yaşayanlar, çocuk suçlular, öğrenim
güçlüğü çeken çocuklar, uzun dönem işsizlik problemi olan kişiler, alkol ve
uyuşturucu bağımlıları, ıslah evi ve huzurevi sakinleri ile yarı açık cezaevlerinde
kalan mahkumlar gösterilebilir. Bu derlemede, dünyada sosyal tarımın durumuna
ve ülkemizde sosyal tarım faaliyetlerinin başlatılması için mevcut alt yapı ve
ülkemizde gelecekte uygulanabilirliği ile ilgili görüşlere yer verilmiştir.
2. Sosyal Tarımın Tarihçesi ve Gelişimi
Bitkilerin, hayvanların ve doğal çevrenin insan sağlığına olan pozitif etkisi
insanlık tarihi boyunca bilinmiş ve tartışılmış, yazılara konu olmuştur. Bahçe
çalışmalarının ve kırsal alanda zirai uygulamalar yapmanın tıbbi ve terapi amaçlı
olarak insan sağlığına pozitif etkisi olduğu düşüncesi resmi olarak ilk kez 18.
yüzyılda ABD’de psikiyatri alanında onay görmüştür (Davis, 1998). Daha sonra bu
kavram yaygınlaşmış ve Avrupa’ya yayılmıştır; kırsal alanda psikiyatri hizmeti
sunan merkezler açılmıştır. İkinci Dünya savaşı sonrası bahçe çalışmaları savaş
gazilerine ve mağdurlarına uygulanmaya başlamış ve kavramın psikolojik
tedavinin de ötesinde fiziksel terapi ve rehabilitasyon amaçlı kullanılması başlamış
ve yaygınlaşmıştır. 1950’li yıllardan itibaren de bu programlar düzenli ve kurumsal
olarak uygulanmasına başlanmıştır.
Bahçe terapisi ve benzeri kavramları da içererek bunları bir çiftlik
bünyesinde kapsamlı bir terapi anlayışı ile sunan sosyal tarım ise dünyada,
özellikle de Avrupa’da 1960’lardan itibaren başlamış ve 1980’lerde ivme
kazanmıştır. Devlet desteği ya da bireysel girişimler, organizasyonlar sayesinde
gelişen sosyal tarım, günümüzde artık bilinen ve sıkça uygulanan bir kavramdır.
Sosyal tarımın gelişmesinde en önemli katkıyı ise AB ve benzeri oluşumların
desteklediği projeler oluşturmuştur. Bu kapsamda ilk proje Avrupa Uygulama
Topluluğu (EuropeanCommunity of Practice: CoP) olup, bunu Sağlık için Tarım
(FarmingforHealth) projesi izlemiştir (HassinkvevanDijk 2006). Daha sonra COST
aksiyonu çerçevesinde yürütülen 866no’luve Tarımda Yeşil Terapi (GreenCare in
Agriculture) isimli proje (Braastadve ark.,2007) ile Avrupa Birliği projesi
kapsamında yürütülenSoFar projesi (DiIacovoveO’Connor, 2009) bunlara örnek
olarak gösterilebilir.
Sosyal tarım uygulamalarına ek olarak, sosyal tarım eğitimi ile ilgili de
Avrupa’da faaliyetler devam etmektedir. Bu amaçla, DIANA ve MAIE projeleri
tamamlanmış ve INCLUFAR projesi ile ilgili çalışmalar ise hala devam etmektedir
(van Elsen ve ark., 2014). Bu projelerden DIANA’da, tarımsal çiftliklerde sosyal
hizmet sektöründe çalışanlar için profesyonel eğitim verilmesi ve MAIE
projesinde, çiftlik sahiplerinin kendi çiftliklerinde sosyal hizmet sektörü için
çalışma başlatabilmeleri amacıyla müfredat geliştirilmesi amaçlanmıştır.
INCLUFAR projesinde ise planlanan eğitim programlarının ve müfredatlarının
diğer ülkelere transferi hedeflenmektedir. Günümüzde uygulamaların teoriye ve
60
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
belirli bir program düzenine oturtulmasına önem verilmekte ve bu sayede kavramın
küresel olarak yayılması hedeflenmektedir.
3. Sosyal Tarımın Özellikleri ve Bileşenleri
Sosyal tarım, amaçlanan tarımsal üretimin ötesinde, ihtiyaç sahibi bireylere
ve uygulama yapılacak olan hedef kitleye doğanın ve tarımsal çalışmaların
gücünden yararlanarak iyileştirme ve rehabilitasyon hizmeti vermeyi içermektedir.
Yapılan çalışmalar sonucu hem terapi hizmeti alan kişiler hem de çiftlik sahipleri
karşılıklı olarak fayda görmektedirler. Faaliyetler bitkisel üretimden toprak
iyileştirmeye, hayvan bakımından gıda üretimine, topluluk oluşturma
uygulamalarından, bireysel mesleki beceri gelişimine kadar farklı alanlarda
yapıldığı için çiftlikler tarımsal üretimin de ötesine geçerek bütüncül bir dünya
anlayışı ile kullanılır hale gelmektedir.
Yapılan tarım çalışmaları farklı birçok alanı kapsadığı için sunulan terapi ve
rehabilitasyon hizmetleri de insanların farklı ihtiyaçlarına karşılık vermektedir.
Örneğin bahçe çalışmalarının yararları birçok farklı çalışmada incelenmiştir (Relf,
1998). Bahçecilik ve toprakla uğraşmak özellikle fiziksel dayanıklılığı arttırır ve
motor becerileri geliştir. Hayvancılık ve hayvan bakımı ise sorumluluk bilinci
aşılanması ve empati kurmanın geliştirilmesi açısından önemlidir. Çiftlik
yaşamının ya da tarımsal üretimin önemli bileşenlerinden olan ortak çalışma ve
topluluk kültürü de katılımcıların farklı insanlarla birlikte yaşaması ve çalışmasına
olanak tanır ve onların toplumdaki sosyal entegrasyonuna yardımcı olur. Bunlara
ek olarak, yetiştirdikleri ürünleri satma ve pazarlama imkanı bulan katılımcılar,
aynı zamanda mesleki becerilerini de geliştirerek, hem kendilerine hem de kuruma
ekonomik fayda da sağlarlar.
Sosyal tarım, ihtiyaç sahibi bireylere uğraş terapisi yöntemlerinde olduğu
gibi uğraş, meslek ya da iş kazandırmaya etki eder (Simson ve Straus, 1998). En
son olarak sosyal tarım uygulanacak mekanda yapılacak diğer kültürel, sanatsal,
eğitimsel ve sosyal aktiviteler de katılımcıların kişisel becerilerinin artmasına
yardımcı olur. Özetle sosyal tarım faaliyetleri toplumdaki ihtiyaç sahibi ve
dezavantajlı birey ve gruplara bütüncül bir yöntemle terapi, iyileşme ve eğitim
olanağı sunar ve katılımcılar terapi görmekten ve doğanın iyileştirici yönlerinden
faydalanırlarken bir yandan da toplum içerisinde yeni roller edinir, mesleki
beceriler kazanır ve sosyalleşirler. Sosyal tarımın en büyük özelliği bu bütüncül
bakış açısıyla insana ve doğaya yaklaşmasıdır.
Avrupa’da sosyal tarım çalışmaları yapılan yerlerde genellikle sürdürülebilir
tarım teknikleri uygulanmakta, ekolojik çalışmalara öncelik verilmekte,
biyoçeşitliliğin korunması için çaba sarfedilmekte ve buralarda yoğun emek
gerektiren bir çalışma ortamı bulunmaktadır (DiIacovo, 2008). Bu çalışmaların bir
61
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
ortak noktası da bu çalışmaların, alanında öncü kişiler ya da topluluklar tarafından,
girişimcilik örneği olarak, mevcut ekolojik ve tarımsal duruma yenilikçi bir bakış
açısı getirmek amacıyla başlatılmış olmasıdır. Örneğin, sosyal tarıma yönelik öncü
çalışmaların birçoğunda ekosistemlere ve dünyanın doğal dengesine uygun tarıma,
insan potansiyelinin tam anlamıyla ortaya çıkartılmasına ve barışçıl topluluklara
inanç duyulan bir yaklaşım söz konusudur. Aynı şekilde tarımda modernizasyon ve
makineleşme süreci sonunda azalan doğa ve insan ilişkilerini yeniden ortaya
çıkartmak ve doğa ile uyumlu topluluklar kurma fikirleri de bu çalışmaları
tetikleyen fikirlerdir. Günümüzde Avrupa’da, sosyal amaçlı kurulmuş çiftliklerin
sayısı artış göstermiş ve son yıllarda bu sayı, Hollanda’da 800, İtalya’da 600,
Fransa’da 500, Norveç’de ve Finlandiya’da 400, Avusturya ve Almanya’da 200 ve
İngiltere’de ise 100’ün üzerinde kaydedilmiştir (DiLacovo ve O’Connor, 2009).
Sosyal tarım uygulamalarında benzerlikler dışında farklılıklar da vardır.
Örneğin Kuzey Avrupa’da (Hollanda, Almanya, Belçika) daha çok bireysel ve
kurumsal çiftlikler sosyal tarım ile ilgilenirken, Güney Avrupa’da (İtalya’da) bu
çalışmalar sosyal kooperatifler üzerinden yürütülmektedir (DiLacovo, 2008). Bu
farklılıkta, Kuzey Avrupa’daki tarım kültürünün etkisi olduğu, bu bölgelerde
kapsamlı sosyal tarıma olanak sağlayanbüyük ölçekli tarım ve hayvancılık yapılan
büyük çiftlikler sayıca fazladır. Örneğin bu bölgelerde engelli bireylerin tam
zamanlı olarak çalıştığı ve kaldığı çiftliklerin yanında, çiftliğin bir parçası olarak
kurulmuş huzurevleri ya da çocuk yuvaları yaygındır.
4. Türkiye’de Sosyal Tarımın Durumu
Türkiye’de tarımsal faaliyet alanı geniş olmasına rağmen, sosyal çiftlikler
henüz mevcut değildir. At destekli terapi hizmeti (hipoterapi) sunan bazı çiftlikler
yakın zamanda açılmıştır fakat kapsamlı bir sosyal tarım çiftliği henüz yoktur.
Sosyal tarım, tarımsal kapasitesi yüksek olan Türkiye için de yenilikçi bir anlayış
sunmaktadır ve bu alanda yakın zamanda çalışmaların desteklenmesi ve
geliştirilmesi önem arz etmektedir.
Son yıllarda diğer birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de kentsel yaşam
ağırlık kazanmaya başlamıştır. Günümüzde nüfusun %70’i kentlerde yaşamakta ve
kırsal topluluklardan kente göç hızla devam etmektedir. Kırsalda ekonomik ve
sosyal olanakların azlığı, insanları kente yöneltmektedir. Fakat hızla gelişen nüfus
ve konut artışı ise kentlerde insanların doğadan uzaklaşmasına yol açmaktadır.
Kırsal kesimde iş ve sosyal olanakların arttırılması, kentlerdeki plansız gelişme ve
yığılmayı önleyecektir. Bunun yanında ihtiyaç sahibi bireyler ile dezavantajlı
gruplar ise olanak eksikliği ve kırsaldan uzaklık sebebiyle doğanın sağaltıcı
gücünden uzak kalmaktadırlar. Bu kesimlere terapi, tedavi ve iyileşme sağlayan
merkezlerin sayısı da gene eksik kalmaktadır. Sosyal tarım işte bu noktada farklı
kesimlerin yararlanacağı bir platform oluşturabilir. Kırsalda uygulanacak sosyal
tarım projeleri kırsal bölgelerde ekonomiyi ve sosyal hayatı canlandırabilir ve aynı
62
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
zamanda ihtiyaç sahibi bireylere, hedef gruplara ve dezavantajlı gruplara terapi ve
iş olanakları yaratabilir.
Türkiye’de tarımın kapladığı alan, bu daldan elde edilen gelirin milli gelir ve
dış ticaretteki payı, bu üretim dalı ile geçinen nüfus ve beslenme açısından önemi,
endüstriye sağladığı hammaddeler bakımından durumu ile topraklarının korunması
ve güzelleştirilmesindeki yeri bilinen bir gerçektir. Fakat Avrupa ve ABD başta
olmak üzere bütün dünyada tarımın 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
makineleşmesi ve modernizasyonu hem kaynakların hızla tükenmesine, hem çevre
sorunlarına hem de insanın kentleşme sebebiyle yalnızlaşmasına sebep olmuştur.
Tarımda sürdürülebilir, toplum için ve yenilikçi yaklaşımların gerekliliği açıktır.
Sosyal tarım kapsadığı alanlar itibariyle bu yenilikçi bakış açısına sahiptir.
Türkiye coğrafi özelliklerinden dolayı farklı tarım türlerinin yapılabildiği bir
ülke olduğu için mevcut tarımsal aktiviteler de ona göre çeşitlidir. Sosyal tarım
uygulamaları planlandığı zaman bu çeşitlilikten faydalanılabilir. Hayvancılıktan,
sebze, meyve ve süs bitkisi yetiştiriciliğine kadar birçok alanda çalışmalar
yapılabilir. Avrupa’da görülen örneklerdeki gibi organik ve hatta biyodinamik
tarım projelerinin içerisine sosyal tarım pratikleri yerleştirilebilir. Türkiye’de
Kuzey Avrupa’da olduğu gibi büyük ölçekli çiftlikler sınırlıdır. Ayrıca kırsal
kesimde alt yapı eksikliği de projelerin geliştirilmesine engel teşkil etmektedir.
Örneğin, engelli bireylere ve yaşlılara hitap edecek projelerin tekerlekli sandalyeye
uygun yollar, doktor ve hastaneye erişim gibi özelliklere sahip olması önemlidir.
Bu nedenle, Avrupada olduğu gibi çiftliklerin içerisine sosyal tarım uygulamalarını
adapte etmek zordur. Ülkemizde, katılımcıların tam zamanlı kaldığı ve çalıştığı,
terapi gördüğü çiftlikler yakın zamanda mümkün görünmemekle birlikte
Türkiye’de İtalya’daki gibi sosyal kooperatifler yaratılabilir ya da sadece sosyal
tarım amacıyla düzenlenmiş ve tasarlanmış oluşumlar, kurumlar, çiftlikler ortaya
çıkartılabilir.
Dünyada sosyal tarım ile ilgili gelişmeler,bu alanda hizmet gösteren
okullarda veya çiftliklerde eğitmenlerin yetiştirilmesi, sosyal tarımın insan sağlığı
ve ekonomi üzerine etkileri konularında yoğunlaşmıştır. Türkiye’dehenüz sosyal
tarım çiftlikleri bulunmamaktadır. Fakat Tarım, Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı,
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığının birlikte çalışmaları
sonucu,bazı çiftlik, işletme ve bireysel girişimlerden bazılarına sosyal tarım statüsü
kazandırılabilir. Bu girişimlerin, organik vebiyodinamik tarım çerçevesinde
uygulamaya konmasınındaha yararlı sonuçlar çıkaracağına inanıyoruz. Ayrıca
kentlerde ihtiyaç sahibi bireylerin çalıştığı, yaşadığı ya da eğitim aldığı merkezlere
de uygulamalı sosyal tarım ve benzeri terapi çalışmaları entegre edilebileceği
görüşündeyiz.
63
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
5. Sonuç
Dünyada tarıma bakış açısı gün geçtikçe değişim göstermektedir. Bu nedenle
Avrupa’da özellikle son yıllarda tarıma sosyal boyut kazandırma ile ilgili
çalışmalara hız verilmiş ve böylece tarım, insanların günlük yaşam stresinden
uzaklaşma, yaşamlarına dinamizm kazandırma, ihtiyaç sahibi bireylere terapi,
çiftlik sahiplerine ise yeni ekonomik kazançlar sağlayanbir olgu olarak görülmeye
başlanmıştır.Ülkemizde henüz sosyal tarım çiftlikleri bulunmamakla birlikte,
ekolojik açıdan bölgesel farklılıklarımız dikkate alındığında, potansiyel açıdan
avantajlı olduğumuz söylenebilir. Bu nedenle, yakın gelecekte ülkemizde sosyal
tarım ile ilgili bölgesel düzeyde pilot çalışmalarınbaşlamasının yararlı olduğu
öngörülmektedir.
Kaynaklar
Braastad, B. O.,Gallis, C., Sempik, J., Senni, S., van Elsen, T., 2007. COST
Action 866 “GreenCare in Agriculture”– A multi-disciplinary scientific
network. −In: Gallis, C. (Hrsg., 2007): Green Care in Agriculture: Health
effects, economicsandpolicies. 1st European COST Action 866 Conference,
Proceedings (Vienna, Austria), UniversityStudioPress: 13-24, Thessaloniki.
Davis, S. 1998. Development of the profession of horticultural therapy. In:
SharonSimponand Martha Straus (ed.), Horticulture as therapy. CRC Press,
FL, pp. 3-20.
Di Iacovo, F., 2008. Social farming: Dealing with communities rebuilding local
economy. Rural futures:Dreams, dilemmas, dangers http://www. actuaracd.
org
DiIacovo, F. and O’Connor, D., 2009.Supportingpoliciesforsocialfarming in
Europe. Progressingmultifunctionality in responsiveruralareas. SoFarproject:
Supporting EU AgriculturalPolicies, Arsia, Florenz (Italien), p. 221.
Hassink, J.,vanDijk, M. (Ed.) (2006): Farmingforhealth: Green-carefarmingacross
Europe andthe United States of America, Wageningen UR Frontis Series
Vol. 13. Springer, p. 362.
Relf, P., 1998. People-plant relationship. In: Simson Sharon and Martha Straus
(ed.), Horticulture as therapy. CRC Press, FL, pp. 21-42.
Simson, S. and Straus, M., 1998. Horticulture as therapy: Principles and and
practice. Binghamton, NY: Haworth, 478 p.
vanElsen, T., Hertz, G., Ehlers, H., Schafer, W. andMerkens, K., 2014.
INCLUFAR – InclusiveFarming:A new educational approach in Social
Farming.RAHMANN, G and AKSOY, U (Eds.), Proceedings of the 4th
ISOFAR Scientific Conference, ‘BuildingOrganicBridges’, at the Organic
World Congress, 13-15 Oct 2014.,Istanbul, Turkey (e-print ID 24071), 518521.
64
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Tekirdağ İlindeki Ceviz (Juglans regia) Bahçelerinin
Beslenme Durumlarının Yaprak Analizleriyle Belirlenmesi
Yusuf Solmaz1 Aydın Adiloğlu1
Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme
Bölümü, 59030- Süleymanpaşa- Tekirdağ, e-posta: [email protected]
1
Özet: Bu çalışma Tekirdağ İlindeki ceviz (Juglans regia) bahçelerinin
beslenme durumlarının yaprak analizleriyle belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Bu
amaç doğrultusunda Süleymanpaşa, Saray, Ergene, Kapaklı, Marmara Ereğlisi,
Muratlı, Hayrabolu, Malkara, Şarköy, Çerkezköy, Çorlu İlçelerinden ve 32 farklı
köyde bulunan 44 ceviz bahçesinden alınan 46 ceviz yaprak örneği analiz
edilmiştir. Yaprak örnekleriyle ilgili analiz sonuçları sınır değerler ile
karşılaştırılarak incelenen bahçelerin besin elementi durumları ve beslenme
sorunları tespit edilmeye çalışılmıştır. Elde edilen bulgulara göre ceviz
bahçelerinden alınan yaprak örneklerinin % 84.78’inde N, % 4.39’unda P, %
4.35’inde K, % 2.18’inde Ca, % 4.35’inde Mg, % 4.35’inde S, % 2.18’inde Fe, %
8.69’unda Cu, % 65.21’inde Zn ve % 4.35’inde ise Mn yetersizliği görülmüştür.
Yaprak örneklerinin % 15.22’sinde N, % 89.13’ünde P, % 95.65’inde K, %
84.78’inde Ca, % 95.65’inde Mg, % 91.30’unda S, % 97.82’sinde Fe, % 89.3’ünde
Cu, % 34.79’unda Zn ve % 84.78’inde Mn içeriğinin yeterli düzeyde olduğu
saptanmıştır. Yaprak örneklerinin % 6.58’inde P, % 13.04’ünde Ca, % 2.18’inde
Cu ve % 10.87’sinde Mn içeriğinin yüksek düzeyde olduğu bulunmuştur.
Anahtar kelimeler: Tekirdağ, ceviz, besin elementi, yaprak analizi
Determination of Nutritional Status of Walnut (Juglans
regia) Orchards By Leaf Analysis in Tekirdağ Region
Abstract: This study was conducted to determine the nutritional status of
the walnut (Juglans regia) orchards leaf sample analysis in Tekirdağ region. For
this purpose, 46 leaf samples, which were taken from 44 different walnut orchards
located in 32 different villages in: (Çorlu, Saray, Ergene, Kapaklı, Marmara
Ereğlisi, Muratlı, Hayrabolu, Malkara, Şarköy, Çerkezköy) and were analyzed. By
comparing the results of the leaf samples analysis with the nutrient status limits of
the investigated gardens the nutrition status have been studied and determined.
According to the results, 84.78 % N, 4.39 % P, 4.35 % K, 2.18 % Ca, 4.35 % Mg,
4.35 % S, 2.18 % Fe, 8.69 % Cu, 65.21 % Zn and 4.35 % Mn deficiency were
determined. On the other hand, 15.22 % N, 89.13 % P, 95.65 % K, 84.78 % Ca,
95.65 % Mg, 91.30 % S, 97.82 % Fe, 89.3% Cu, 34.79 % Zn and 84.78% Mn were
65
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
determined sufficient in leaf samples and 6.58 % P, 13.04 % Ca, 2.18 % Cu and
10.87 % Mn were found excess level in leaf samples.
Key words: Tekirdağ, walnut, nutrient element, leaf analysis.
1. Giriş
Ceviz; Dicotiledoneae sınıfı, Juglandales takımı, Juglandaceae
familyasına ait olan sert kabuklu meyveler sınıfına girmektedir (Şen 1986). Juglans
cinsi içerisinde 20 kadar tür bulunmasına karşın, çoğunlukla Juglans regia’nın
kültürü ve ticareti yapılmaktadır (Manning, 1978; Adıman, 2013). Kültüre
alınmamış ceviz türleri dünyanın birçok yerinde yayılma imkanı bulmuştur.
Cevizin üç farklı bölgenin (İran’da Ghilan Bölgesi, Çin ve Karpat Dağları’ndan
Türkiye, Irak, İran, Afganistan, Güney Rusya, Hindistan, Mançurya ve Kore’ye
kadar uzanan geniş bir alan) doğal bitkisi olduğu düşünülmektedir (Şen, 1986).
Köken itibari ile dünyada büyük bir yayılma alanına sahip olan Anadolu
cevizi (Junglans regia) çeşitli göçler ve ticaret kervanları vasıtasıyla doğal yayılma
alanı dışına da götürülmüş olup, bugün tropik bölgeler dışında hemen hemen
dünyanın her yerinde yetiştiriciliği yapılan bir meyve türü durumundadır (Şen,
1986; Adıman, 2013). Ceviz meyvesinin besin değeri yüksek olup ceviz ağaçları
ise mobilya endüstrisinde kullanılması nedeniyle ticari bir önemi vardır. Ceviz
özellikle kuru meyve şeklinde çok tüketilmektedir (Oliveira ve ark., 2008). Ceviz
için toprak ve bitki analizlerinin birlikte yorumlanması ayrı bir önem taşımaktadır.
Türlerin ve çeşitlerin çok farklı olması ve aynı ağaç üzerinde çok farklı yaşlarda
yaprakların bulunması, ceviz analizlerinde ve gübre önerilerinde ayrı bir özenin
gösterilmesini gerektirmektedir. Ceviz verimi ve kalitesinin arttırılmasında mutlaka
dengeli gübreleme yapılması gerekmektedir (Ponder ve Schlesinger, 1986; Garrett
ve ark,. 1991; Jones ve ark., 1995; Jacobs ve ark., 2005; Adıman, 2013).
Drossopoulos ve ark. (1996) ellibir farklı ceviz bahçesinden almış oldukları
yaprak örneklerini analiz ederek ceviz bahçelerinin beslenme durumlarını
incelemişlerdir. Elde edilen sonuçlara göre, N 16-35 mg/g, P 1.3-2.1 mg/g, K 8.618.5 mg/g, Ca 26.1-41.4 mg/g, Mg 3.7-4.5 mg/g, Fe 176-342 mg/kg, Mn 93-171
mg/g, Cu 7.5-15 mg/kg, Zn 37.5-66.7 mg/kg arasında olduğu saptanmıştır. Bu
çalışmanın amacı Tekirdağ İlinde bulunan ceviz bahçelerinin bazı makro ve mikro
besin elementi durumlarını yaprak analizleriyle belirleyerek beslenme
bozukluklarının olup olmadığını tespit etmektir.
2. Materyal ve Yöntem
Bu araştırmada Tekirdağ ilinin Süleymanpaşa, Saray, Ergene, Kapaklı,
Marmara Ereğlisi, Muratlı, Hayrabolu, Malkara, Şarköy, Çerkezköy, Çorlu
ilçelerinde bulunan ceviz bahçelerinden yaprak örnekleri alınmıştır. Örnekleme
yerlerine ilişkin bazı bilgiler Çizelge 1’ de gösterilmiştir.
66
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
No
İlçe
Köy
Arazi (da)
Enlem
Boylam
1
Süleymanpaşa
Köseilyas
10
41.01083
27.59027
Rakım Yaş
111
Çesit
7
Chandler
2
Saray
Ayvacık
80
41.48246
27.94152
205
7
Kaman,Yavuz,
Bilecik ,Yalova
3
Saray
Sofular
26
41.43322
27.67444
125
9
Bilgi Yok
4
Ergene
Paşaköy
70
41.40401
27.60344
118
7
Chandler
5
Kapaklı
Uzunhacı
21
41.35191
27.83205
110
6
Chandler
6
Marmara Ereğlisi
Yeniçiftlik
40
41.02596
27.85398
123
4
Bilgi Yok
7
Süleymanpaşa
Gündüzlü
10
41.08398
27.51235
201
6
Bilgi Yok
8
Muratlı
Merkez
700
41.18295
27.46423
87
7
9
Muratlı
Merkez
700
41.17933
27.46281
109
5
10
Muratlı
Merkez
700
41.17326
27.46131
143
7
11
Muratlı
İnanlı
30
41.21406
27.48832
71
4
12
Muratlı
Ballıhoca
15
41.19988
27.49578
79
7
Chandler, Pedro,
Şebin, Bileck
Chandler, Pedro,
Şebin, Bilecik
Chandler, Pedro,
Şebin, Bilecik
Şebin, Bilecik
Yavuz
Şebin, Kaplan,
Yalova, Bilecik
Şebin, Bilecik,
Yalova
13
Hayrabolu
Çeneköy
10
41.19102
27.19312
83
10
14
Hayrabolu
Çerkezmüsellim
10
41.26185
26.99964
152
9
15
Hayrabolu
Temrezli
2
41.31065
27.08646
49
8
Bilgi Yok
16
Hayrabolu
Tatarlı
2
41.14468
27.06219
146
10
Bilgi Yok
17
Malkara
Haliç
10
40.86605
26.79084
211
4
Bilgi Yok
18
Malkara
Haliç
12
40.86653
26.79120
212
15
Bilgi Yok
19
Malkara
Çavuşköy
20
40.87954
26.95460
178
9
Chandler
20
Malkara
Gönence
4
40.91129
26.92309
163
5
Bilgi Yok
21
Süleymanpaşa
Nusratfakı
10
40.94164
27.32588
235
15
Bilgi Yok
22
Süleymanpaşa
Hacıköy
4
40.99348
27.35788
310
4
Yalova, Şebin
23
Süleymanpaşa
Kaşıkçı
300
41.03997
27.24378
242
4
Bilgi Yok
24
Malkara
Sağlamtaş
240
40.78605
27.10167
146
5
Bilgi Yok
25
Şarköy
İshaklı
23
40.74902
27.10401
277
5
Chandler
26
Şarköy
İshaklı
35
40.74570
27.07891
248
4
Chandler
27
Şarköy
Merkez
50
40.63977
27.08535
147
9
Bilgi Yok
28
Şarköy
Merkez
22
40.64186
27.07637
200
15
Bilgi Yok
29
Şarköy
Merkez
5
40.65783
27.05673
321
4
Bilgi Yok
30
Şarköy
Yeniköy
24
40.63605
26.99292
251
4
Şebin
67
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
No
İlçe
Köy
Arazi (da)
31
Şarköy
Yeniköy
2
40.64598 27.00179
206
11
Bilgi Yok
32
Şarköy
Hoşköy
6
40.71637 27.27384
244
7
Şebin, Yalova,
Bilecik
33
Şarköy
Güzelköy
3
40.73712 27.30565
194
4
Bilgi Yok
34
Süleymanpaşa
Yeniköy
2
40.82857 27.39655
319
9
Bilgi Yok
35
Süleymanpaşa
Yeniköy
2
40.85529 27.37316
112
10
Bilgi Yok
36
Süleymanpaşa
Işıklar
148
40.86471 27.36315
128
6
Bilgi Yok
37
Süleymanpaşa
Naipköy
17
40.87781 27.39881
135
6
Bilgi Yok
38
Süleymanpaşa
Naipköy
15
40.87714 27.42436
115
9
Bilgi Yok
39
Çerkezköy
Veliköy
20
41.26120 27.90494
134
10
Şebin, Yalova,
Bilecik
40
Ergene
Velimeşe
2
41.25301 27.88118
154
12
Bilgi Yok
41
Çorlu
Sarılar
2
41.14032 27.66658
156
10
Bilgi Yok
42
Çorlu
Merkez
4
41.13673 27.80777
152
8
Bilgi Yok
43
Çorlu
Türkgücü
2
41.08751 27.82195
76
13
Bilgi Yok
44
Marmara Ereğlisi
Türkmenli
2
41.04467 27.85107
126
9
Bilgi Yok
45
Çorlu
Merkez
2
41.16170 27.77684
148
9
Bilgi Yok
46
Muratlı
Yeşisırt
2
41.12311 27.48594
90
8
Bilgi Yok
Enlem
Boylam Rakım Yaş
Çesit
Yaprak örnekleri 2014 yılı Temmuz ayında arazi büyüklüğüne, bahçede
bulunan ağaçların yaşlarına göre tahmini 5-10 ağaçtan literatürde belirtildiği
şekilde alınmıştır (Ponder, 2004). Ceviz bahçelerinden alınan yaprak örnekleri
hemen laboratuar getirilmiş ve gerekli analizler için hazırlanmıştır (Kacar ve İnal,
2010). Öğütülmüş yaprak örneklerinde toplam azot, fosfor, potasyum, kalsiyum,
magnezyum, kükürt, demir, bakır, çinko, mangan analizleri yapılmıştır (Kacar ve
İnal, 2010).
Sonuçlar P, K, Ca, Mg için kuru maddede %; S, Fe, Cu, Zn, Mn için ise kuru
maddede mg/kg olarak verilmiştir. Daha sonra bulunan değerler kritik besin
elementi değerleriyle karşılaştırılmıştır (Jones ve ark., 1991; Şen, 1986).
68
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
3. Bulgular ve Tartışma
Yaprak örneklerinde belirlenen N, P, K, Ca, Mg, Fe, Cu, Zn, Mn Jones ve
ark. (1991) tarafından verilen sınır değerlere göre değerlendirilerek; S ise Şen
(1986) tarafından verilen sınır değerlerine göre değerlendirilerek aşağıda ayrıntılı
olarak tartışılmıştır.
Tekirdağ İlindeki ceviz bahçelerinden alınan yaprak örneklerinin kuru
maddede toplam azot kapsamları % 0.99-3.02 arasında değişmektedir. Yaprak
örneklerinin analiz sonuçları Jones ve ark. (1991) tarafından yeterli olarak
belirlenen % 1.90-2.60 sınır değerleri ile karşılaştırıldığında ceviz bahçelerinin %
84.78’inin yetersiz düzeyde, % 15.22’sinin yeterli düzeyde azot içerdiği
saptanmıştır. Tekirdağ İlindeki ceviz bahçelerinden alınan yaprak örneklerinin
fosfor analizleri sonucunda fosfor kapsamlarının % 0.11-0.32 arasında değiştiği
belirlenmiştir. Araştırmadan elde edilen yaprak örnekleri analiz sonuçları Jones ve
ark. (1991) vermiş oldukları sınır değerler ile karşılaştırılmıştır. Değerlendirme
sonucunda örneklerin % 4.39’unun yetersiz düzeyde, % 89.13’ünün yeterli
düzeyde, % 6.58’inin yüksek düzeyde fosfor içermektedir.
Tekirdağ İlindeki ceviz bahçelerinden alınan yaprak örneklerinin potasyum
analizleri sonucunda potasyum kapsamlarının %1.02-2.18 arasında değiştiği
bulunmuştur. Yaprak örneklerinin analiz sonuçları Jones ve ark. (1991) tarafından
verilen yeterli olarak belirlenen % 1.50-2.00 sınır değerleri ile karşılaştırıldığında
ceviz bahçelerinin % 4.35’inin yetersiz düzeyde ve % 95.65’inin yeterli düzeyde
potasyum içerdiği belirlenmiştir. Tekirdağ İlindeki ceviz bahçelerinden alınan
yapak örneklerinin kalsiyum analizleri sonucunda kalsiyum kapsamlarının % 0.312.86 arasında değiştiği saptanmıştır. Yaprak örneklerinin analiz sonuçları Jones ve
ark (1991) tarafından verilen yeterli olarak belirlenen 1.20-1.60 sınır değerleri ile
karşılaştırıldığında ceviz bahçelerinin % 2.18’inin yetersiz, % 84.78’inin yeterli, %
13.04’ünün ise yüksek düzeyde kalsiyum içerdiği görülmüştür.
Tekirdağ İlindeki ceviz bahçelerinden alınan yaprak örneklerinin
magnezyum analizleri sonucunda magnezyum kapsamlarının % 0.12 ile % 0.54
arasında değiştiği belirlenmiştir. Yaprak örneklerinin analiz sonuçları Jones ve ark
(1991) tarafından verilen yeterli olarak belirlenen % 0.24-0.40 sınır değerleri ile
karşılaştırıldığında ceviz bahçelerinin % 4.39’unun yetersiz ve % 95.65’inin ise
yeterli düzeyde magnezyum içerdiği görülmektedir. Tekirdağ İlindeki ceviz
bahçelerinden alınan yaprak örneklerinin kükürt analizleri sonucunda kükürt
kapsamlarının % 0.04-0.23 arasında değişmektedir. Yaprak örneklerinin analiz
sonuçları Şen (1986) tarafından verilen yeterli olarak belirlenen 0.11-0.20 sınır
değerleri ile karşılaştırıldığında ceviz bahçelerinin % 4.35’inin yetersiz, %
91.30’unun yeterli, % 4.35’inin yüksek düzeyde kükürt içerdiği görülmektedir.
69
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Tekirdağ ilindeki ceviz bahçelerinden alınan yaprak örneklerinin demir
analizleri sonucunda demir kapsamlarını 15.10-228.44 mg/kg arasında değiştiği
belirlenmiştir. Yaprak örneklerinin analiz sonuçları Jones ve ark. (1991) tarafından
verilen yeterli olarak belirlenen 50-300 mg/kg sınır değerleri ile karşılaştırıldığında
ceviz bahçelerinin % 2.18’inin yetersiz, % 97.82’sinin yeterli düzeyde demir
içerdiği saptanmıştır. Tekirdağ İlindeki ceviz bahçelerinden alınan yaprak
örneklerinin bakır analizleri sonucunda bakır kapsamlarının 2.61-13.05 mg/kg
arasında olduğu saptanmıştır. Yaprak örneklerinin analiz sonuçları Jones ve ark.
(1991) tarafından verilen yeterli olarak belirlenen 6-50 mg/kg sınır değerleri ile
karşılaştırıldığında ceviz bahçelerinin % 8,69’unun yetersiz, % 89.13’ünün yeterli,
ve % 2.18’inin yüksek düzeyde bakır içerdiği belirlenmiştir.
Tekirdağ İlindeki ceviz bahçelerinden alınan yaprak örneklerinin çinko
analizleri sonucunda çinko kapsamlarının 6.79-49.99 mg/kg arasında değiştiği
belirlenmiştir. Yaprak örneklerinin analiz sonuçları Jones ve ark. (1991) tarafından
verilen yeterli olarak belirlenen 20-100 mg/kg sınır değerleri ile karşılaştırıldığında
ceviz bahçelerinin % 65.21’ inin yetersiz ve % 34.9’ unun yeterli düzeyde çinko
içerdiği saptanmıştır. Tekirdağ İlindeki ceviz bahçelerinden alınan yaprak
örneklerinin mangan analizleri sonucunda mangan kapsamlarının 1.27 ile 552.06
mg/kg arasında olduğu bulunmuştur. Yaprak örneklerinin analiz sonuçları Jones ve
ark. (1991) tarafından verilen yeterli olarak belirlenen 25-200 mg/kg sınır değerleri
ile karşılaştırıldığında ceviz bahçelerinin % 4.35’inin yetersiz, % 84.78’inin yeterli,
% 10.87’sinin yüksek düzeyde mangan içerdiği bulunmuştur.
4. Sonuç ve Öneriler
Sonuç olarak yörede ceviz yetiştiriciliğinde verim ve kalitenin
yükseltilebilmesi için diğer tarımsal uygulamalar ile birlikte dengeli beslenmeye
yönelik çalışmaların pratik olarak hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bunu için de
alınması gerekli önlemler arasında ceviz bahçelerinin özellikle organik madde
düzeylerinin artırılması için başta çiftlik gübresi olmak üzere uygun ve ekonomik
olabilecek organik gübrelerin ceviz bahçelerine mutlaka uygulanması gerekir.
Diğer taraftan ceviz bahçelerinde çinko noksanlığının da önemli boyutlarda olduğu
saptanmıştır. Gübreleme programlarında çinkolu gübrelemeye mutlaka yer
verilmelidir. Aksi takdirde ürünün verim ve kalitesinde ciddi kayıpların olması
kaçınılmaz bir durum olarak karşımıza çıkacaktır.
Kaynaklar
Adıman, M., 2013. Tokat ili Niksar ilçesi ceviz bahçelerinin mineral beslenme
durumlarının belirlenmesi. Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen Bilimleri Enst.,
Toprak Bilimi ve Bitki Besleme ABD, Yüksek Lisans Tezi, Tokat.
70
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Drossopoulos, B,, Kouchaji, G.G., and Bouranis, D.L., 1996. Seasonal dynamics of
mineral nutrient and carbonhydrates by walnut tree leaves. Journal of Plant
Nutr., 19 (3, 4): 493-516.
Garret, H.E., Jones, J.E., Hanes, J.K., and Slusher, J.P., 1991. Black walnut nut
profuction under alley cropping management: An Old but new cash crop
fort he farm community. Proc. 2nd. N. Amer. Agroforestry Conf. H.E.
Garret (ed.) Springfield, Mo., 18-21 August.
Jacobs, D.F., Salifu, F.K., and Seifert, J.R., 2005. Growth and nutritional response
of hardwood seedlings to controlled-release fertilization at outplanting.
Foristry Ecol. Manage., 214: 28-39.
Jones, J.B., Wolf, B., and Mills, H.A., 1991. Plant Analysis Handbok. MicroMacro Publushing, Inc., USA, 213p.
Jones, J.E., Haines, J., Garret, H.E., and Loewenstein, E.F., 1995. Genetic selection
and fertilization provide ıncreased nut production under walnutagroforestry management. Agroforestry Systems, 29: 265-273.
Kacar, B.,ve İnal, A., 2010. Bitki Analizleri (2. Baskı). Nobel Yayın, No: 9125,
Ankara.
Manning, W.E., 1978. The Classification with in the juglandaceae. Ann. Mo. Bot.
Gard., 65, 1058-1087.
Oliveira, I., Sousa, A. Isabel, and C.F.R., 2008. Total phenols antioxidant potential
and antimicrobial activity of walnut (Juglans regia L.) green husks. Food
Chem Toxicol, DOI: 10.1016/j, fct. 2008.03.017.
Ponder, F., 2004. Soils and nutrition management for black walnut. In: Black
Walnut in a New Century: Proceedings of the 6th Walnut Council Research
Symposium, eds. C. H. Michler, P. M. Pijut, J. W. van Sambeek, M. V.
Coggeshall, J. Seifert, K. E.Woeste, R. Overton, and F. Ponder, pp. 71–76.
Ponder, F., and Jr. Schlesinger, R.C., 1986. Release and fertilization of natural
black walnut. Northern Journal of Applied Forestry. 3: 153-155.
Şen, S.M., 1986. Ceviz Yetiştiriciliği Besin Değeri Folklorü. ÜÇM Yayıncılık,
Başak Matbaacılık, Ankara, 220 s.
71
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Jeofazi Materyallerinin Bazı Kimyasal ve
Mineralojik Özellikleri
Sonay Sözüdoğru Ok1*, Mümtaz Kibar 1, Kıymet Deniz2
1
Ankara Üniv. Ziraat Fakültesi, Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, Ankara
2
Ankara Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Mineraloji Petrografi ABD, Ankara
E-posta: [email protected]
Özet: İnsanların eski çağlardan beri besin veya ilaç olarak ya da psikolojik
nedenlerle jeofazi materyalleri kullanmaktadırlar. Bilindiği üzere, mineraller insan
vücudunda çok düşük miktarlarda bulunup, metabolik aktiviteler için gereklidir.
Kaynağı toprak olan bu minerallerin vücuda alınımları besin ve su yolu ile olup,
bitkiler bu mineralleri bünyelerinde biriktirirler. Bu bitkileri tüketen insanların bu
şekilde mineral madde gereksinmeleri karşılanır ve fazlası vücutlarından atılır. Bu
yolla ihtiyaçlarını gideremeyen insanların ise kil ya da toprak yiyerek Fe, Zn gibi
mineral madde eksikliklerini giderme yoluna gittikleri bilinmektedir. Gıda dışı olan
bu materyallerin tüketimi özellikle hamile bayanlarda çok daha yaygındır. Bu
araştırmada, piyasada satılan ve insanlarca tüketilen veya tedavi amaçlı kullanılan
5 kil/toprak örneği alınarak bunların bazı kimyasal ve mineralojik özellikleri XRF
ve XRD teknikleri kullanılarak incelenmiştir. Örneklerden kırmızı renkli 5 no’lu
örneğin element kapsamının diğerlerinden oldukça farklı olduğu görülmüştür. Bu
örnekte CaO miktarının, 4’ nolu örnekte SiO2 miktarının başat bulunmuştur. Yalnız
1 no’lu örnekte Fe miktarı yüksek iken, diğerlerinde Zn Yüksektir. Bazı iz element
miktarlarının ise 2, 3 ve 4 no’lu örneklerde Zn > Co > Mo > I > Se, 1 no’lu örnekte
Co > Zn > I > Mo > Se ve 5 no’lu örnekte Co > Mo > I > Zn > Se sırasını izlediği
belirlenmiştir. As, Pb, Th ve U miktarları izin verilen sınır değerlerinin üzerinde
kaydedilmiştir. Hangi amaçla kullanılırsa kullanılsın bu tür materyallerin iz ve ağır
metal element içeriklerinin belirlenmesi ve toplumun bu konuda aydınlatılması
gerektiği sonucuna varılmıştır.
Anahtar kelimeler: Kil yeme, jeofazi, element
Some Chemical and Mineralogical Properties of
Geophagical Materials
Abstract: Clay or earth is consumed by humans from the ancient times as
a drug or psychological or nutritional reasons. As known, minerals are found in
trace amounts in human body and they are required for metabolic activities. Uptake
of these minerals, as mentioned before that its source is the earth, via food and
water and plants are collect it into their bodies. Humans who consumed these
72
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
plants also meet their mineral requirements, and they remove excess of them from
their bodies. People who could not meet their requirements like these ways, they
want to eat clay or earth to for the meeting of their Fe, Zn, etc. mineral
requirements. Particularly, consuming these type materials (non-food) is very
common within the pregnant women. In this research, selling on the market and
consuming by the people or for therapeutic purposes 5 different clay/earth samples
were used and their chemical and mineralogical properties were examined.
Analyses were done with the X-Ray Fluorescence Spectroscopy technique. The red
one (No. 5) have been seen rather different in content than the others. It was found
CaO amount of this sample is dominant, but SiO2 is dominant in the sample 4, only
amount of (Fe) high in the sample 1 when others rich in (Zn); some of the trace
element amount were ranked in the samples of 2, 3 and 4 as Zn > Co > Mo > I >
Se; but, in the sample 1 as Co > Zn > I > Mo > Se and in the sample of 5 as Co >
Mo > I > Zn > Se; the amount of As, Pb, Th and U minerals are recorded above
allowed limits. Whatever purpose they are used, it was concluded that content of
trace and heavy metals of them should be identified, and public should be informed
in this regard.
Key words: Clay, geophagia, elements
Giriş
Bilindiği üzere, mineraller insan vücudunda çok düşük miktarlarda
bulunmaktadır ve metabolizma için gereklidir. Bu minerallerin esas kaynağı
topraktır. Bitkiler bu mineralleri bünyelerine alarak biriktirirler. İnsanlar da bitkiler
ve su tüketimi yoluyla mineral ihtiyaçlarını sağlarlar. Besin yoluyla mineral
eksikliklerini gideremeyen bazı insanların kil ya da toprak tükettikleri ve bu
alışkanlıkların eski çağlardan beri süre geldiği bilinmektedir. Bu olaya jeofazi adı
verilmektedir. Kil veya toprak tüketiminin farklı nedenleri bulunmaktadır:
1-İnsanların eksikliğini duydukları demir ve çinko gibi elementleri
vücutlarına sağlamak amacıyla besin olarak tüketmek,
2- Endişe ve heyecan gibi duyguların oluştuğu psikolojik durumu yenmek
için tüketmek,
3- Doğurganlığın simgesi, atalarla bağlantıyı sürdürme gibi kültürel
alışkanlıklar çerçevesinde tüketmek (Atabey, 2010).
4- Vücutta meydana gelen herhangi bir zehirlenmeyi gidermek için tüketmek
(Walker et al. 1997).
Afrika, Çin, Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri gibi dünyanın değişik
kıtalarında yer alan ülkelerde jeofazi görülmektedir. Jeofazi materyallerininkil/toprak-yapısında bulunan elementler ve tüketim alışkanlıkları bölgeler veya
73
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
ülkelere göre farklılık göstermektedir (Kawai et al. 2009; Young et al. 2011).
Ülkemizde %70’e varan bir jeofazi alışkanlığı olduğu belirtilmiştir (Çavdar 1983).
Gıda dışı olan bu materyallerin kimyasal ve mineralojik özellikleri üzerinde çeşitli
çalışmalar bulunmaktadır. Ülkemizde bu konuda çalışmalar bulunmakla beraber
sınırlıdır (Çavdar 1983; Atabey 2010).
Kırsal yaşamda süre gelen kapalı ekonomi yaşamı, insanların beslenmelerini
sadece çevrelerinde yetişen besinlerle sınırlamaktadır. O bölgede toprak ya da suda
bulunan mineral eksiklikleri o alanda yetişen bitkiler ve hayvanlara yansımakta ve
insan beslenmesinde eksiklik görülmektedir. (Sözüdoğru ve ark. 1997). İnsanlarda
jeofazi alışkanlığının nedenleri konusunda farklı hipotezler bulunmaktadır. Besin
maddesi eksikliği bu nedenlerden biri olarak değerlendirildiğinde, Fe eksikliği olan
ve kil/toprak yeme alışkanlığı olan bireylerin Fe eksiklikleri giderildikten sonrada
bu alışkanlıkları sürdürdükleri ortaya konmuştur. Yine kırsal kesimden şehre göç
eden insanlarda kil/ ya da toprak yeme alışkanlıklarının devam ettiği saptanmıştır.
Kil/toprak yeme alışkanlığının insanlarda-barsak, mide hastalıkları gibi birçok
hastalıklara neden olabileceği belirtilmektedir. Daha çok çocukluk ve hamilelik
döneminde yaygın olduğu belirlenen bu alışkanlığın sonucunda bazı parazitlerin
vücuda bulaştığı bazı çalışmalarda ortaya konmuşken bazı yerlerde killerin
derinlerden çıkarıldığı ve kaynatılarak tüketildiği ve bir soruna yol açmadığı
bildirilmektedir (Young et al. 2011).
Şehre göç eden insanlarda yıllar sonra ortaya çıkan hastalıkların geçmişteki
alışkanlıklardan kaynaklanması olasıdır. Bu nedenle insanlar tarafında çeşitli
amaçlarla tüketilen bu materyallerde günümüz teknolojisinden yararlanarak
mümkün olduğunca fazla elementin analizlerinin yapılması ve miktarlarının ortaya
konması son derece önem taşımaktadır. Böylece farklı yörelerden toplanarak
araştırılan örneklerin sonuçları o bölgelerin Halk Sağlığı Kurumu tarafından
değerlendirmeye alınmalı ve halk bu konuda bilgilendirilmelidir.
Bu çalışmada ülkemizin 5 farklı yerinden, piyasada satılan kil/toprak örneği
alınarak bazı besin elementleri içerikleri, element oksit kapsamları ve mineralojik
yapılarının araştırılması ve insanlar tarafından tüketimleri halinde alınabilecek
miktarlarının toplam değerler üzerinden de olsa belirlenmesi amaçlanmıştır.
Materyal ve Metod
Bu araştırmada ülkemizin farklı kentlerinde satılan ve insanlar tarafından
tüketim veya tedavi amaçlı kullanılan 5 farklı kil/toprak örnekleri alınmıştır. XRD
ve XRF teknikleri kullanılarak kimyasal ve mineralojik özellikleri belirlenmiştir.
Sonuç
Kil/Toprak Örneklerinin Mineralojisi ve Ana Element Oksit Jeokimyası
74
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Örneklerin fiziksel özelliklerinden renkleri incelendiğinde, 1’nolu örnekte kırmızıbeyaz, 2,3 ve 4’ nolu örneklerde grimsi beyaz rengin ve 5’nolu örnekte kırmızı
rengin hakim olduğu gözlenmiştir. 5’nolu örneğe elle dokulduğunda ele kırmızı
tozun bulaştığı ve eli kırmızıya boyadığı gözlemlenmiştir. Söz konusu 5 adet
kil/toprak örneğinin XRD (X-Ray difraksiyon yöntemi) tekniği elde edilen
difraktogramlarına göre toplam mineral içerikleri aşağıda sıralanmıştır (Şekil 1).
1 nolu kil/toprak örneği: illit-smektit-kaolen-kalsit-dolomit-ankeritkuvars
2 nolu kil/toprak örneği: smektit-kaolen-illit-feldspat-kuvars
3 nolu kil/toprak örneği: smektit-kaolen-illit-dolomit- kalsit-feldspatkuvars
4 nolu kil/toprak örneği: smektit-kaolen-illit-feldspat-kuvars
5 nolu kil/toprak örneği: kalsit
Mineral içerikleri dikkate alındığında örneklerin, 5’ nolu örnek hariç, birden fazla
mineralden oluştuğu görülmektedir. Smektit hakim mineraldir.
Şekil 1. Kil/toprak örneklerinin mineral içerikleri
75
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Materyallerde XRF tekniği ile belirlenen ana element oksit yüzdesi genel
olarak aşağıdaki sırayı izlemiştir: (Çizelge 1.)
SiO2> CaO> MgO> Fe2O3> Na2O> Al2O3>K2O
XRF analizlerinde örneklerin Fe2O3 değerleri %1,5–2 arasında olup demir
okside olduğundan amorf özellik göstermiş; XRD grafiklerinde net olarak
belirlenememiş, ancak 1’ nolu örnekte % 8,45’lere varan Fe2O3 varlığı ile birlikte
ankerit mineraline rastlanmıştır. Kil mineralleri 2,3,4’ nolu örneklerde oldukça
yüksek miktarlarda iken 1’ nolu örnekte azalmış, sırası ile başta kalsit minerali
olmak üzere dolomit, ankerit ve kuvars minerali önemli miktarlara ulaşmış, bu
durum ana element oksit yüzdelerine de yansımıştır.
Çizelge 1. Ana element oksit bolluk (%)’si
Örnek
No
1
No
2
3
4
5
SiO2
CaO
MgO
40,8
60,0
51,6
60,5
-
16,5
6,20
59,5
14,0
17,4
14,9
18,2
-
Fe2O3
(%)
8,45
1,75
1,88
1,80
-
Al2O3
K2O
Na2O
5,20
3,60
5,04
3,81
-
0,40
1,25
1,33
1,27
-
4,90
5,30
-
Bunun dışında 5’ nolu; görünüşte nerdeyse pas görünümünde olan örneğin
tamamı kalsit minerali olarak tespit edilmiş olup, % 59,5’ lere ulaşan CaO miktarı
ve % 38’ lik yanma kaybı ile dikkati çekmiştir. Sonuçlar mevcut örneklerin
sanılanın aksine saf, tek türde bir kil minerali olmayıp farklı sedimenter
kaynaklardan beslenen, çimentolanan mineral karışımları olduğunu göstermiştir.
XRF analizlerindeki ana element oksit değerleri de bunu doğrulamaktadır. En fazla
SiO2, 2 ve 3’ nolu örneklerde belirlenmiştir, 5’ nolu örnekte ise SiO2
saptanmamıştır. Kenya’da yapılan bir çalışmada jeofazi alışkanlığını belirlemek
için Si analizi baz alınmış ve bu tür materyalleri tüketen kadınların dışkılarında
bulunan Si miktarının, jeofazi alışkanlığı olmayan kadınlardan alınan örneklerden
daha yüksek olduğu ortaya konmuştur (Luoba et al. 2004).
Örneklerden 5’nolu materyalin diğerlerinden çok farklı özellikte olduğu ve
büyük çoğunluğunu CaO’ in oluşturduğu görülmüştür. Diğer 2 ve 4’ nolu
örneklerde CaO bulunmamıştır. Örneklerin MgO içerikleri hemen hemen birbirine
yakındır. Demiroksit kapsamına bakıldığında 1’nolu örneğin diğerlerine göre 4
kata yakın Fe2O3 kapsadığı görülmektedir. 5’ nolu örnek hariç diğerlerinin (2,3 ve
4 no lu) ise Fe2O3 kapsamları birbirine çok yakındır. Alüminyum oksit miktarı, 1
ve 3 nolu örneklerde diğerlerine göre daha yüksek bulunmuş iken 5’ nolu örnekte
yoktur. Potasyum oksit, 1 nolu örnekte düşük, 2, 3, 4’ nolu örneklerde birbirine
76
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
yakın bulunmuş, 5’ nolu örnekte yine diğer element oksitlerde olduğu gibi
saptanmamıştır. Örneklerin Na2O kapsamları 2 ve 4’ nolu örneklerde değerler
birbirine yakın değerler göstermişken diğer örneklerde (1,3,5 no) rastlanmamıştır.
Yanma kayıpları değerleri (%)’ de olarak 1’ nolu örnekte 13,8; 2’ nolu
örnekte 11,8; 3’ nolu örnekte 13,9; 4’ nolu örnekte 8,74 ve 5’ nolu örnekte 38,7
bulunmuştur.
Kil/toprak örneklerinin besin elementleri kapsamı
İnsanların günlük mineral alım düzeyleri yaş ve kiloya göre değişmekle
birlikte ortalama değerler üzerinden belirlenmektedir. Günlük olarak 250 mg’dan
fazla alınması gereken elementlere makro elementler, 20 mg’ın altında alınması
gereken elementler mikro elementler olarak değerlendirilmektedir (Baysal, 1977).
Bazı literatürlerde bu değerler >100 mg ve <100 mg olarak ta
değerlendirilmektedir. Bir insanın günlük element olarak kalsiyum (Ca) alım
düzeyi 1000 mg, sodyum (Na) 2-3 g, klor (Cl) 750 mg, potasyum (K) 2-4 g,
magnezyum (Mg) 320-400 mg olarak belirtilmektedir (Baysal, 1977). Alınan bu
miktarların bir kısmı vücutta tutulmakta, bir kısmı ise çeşitli yollarla vücuttan geri
atılmaktadır.
Kalsiyumun vücut için çok büyük önemi vardır. İnsan organizmasında en
fazla bulunan elementlerden birisidir. Kemiklerin yapısında önemli rol oynar.
Örnekler makro element kapsamı yönünden değerlendirildiğinde 5 nolu örneğin
100 gramında 42.5 g Ca bulunduğu hesaplanmıştır. Bu değer günlük 100 g olarak
tüketimi düşünüldüğünde alım düzeyinin üstündedir. Ancak bu örneğin pazardan
alınması sırasında satan kişinin verdiği bilgiye göre yemeden ziyade tedavi amaçlı
kullanıldığı belirtilmiştir. Görünüşü ve yapısı yemeye uygun görünmemektedir.
Diğer iki örneğin Ca kapsamları daha düşük olup, 1 nolu örnekte 11,42 g Ca/100g
ve 3 nolu örnekte 4.42 g Ca/100g bulunmaktadır. Materyallerden 2 ve 4 nolu
örnekler Na kapsamı yönünden değerlendirildiğinde, örneklerde bulunan Na
miktarı yaklaşık %’de 2 civarındadır (3,62-3,92 g/100g). Günlük alım miktarını
100 g’lık tüketim geçebilir ve fazla tüketilmesi halinde zararlı olabilir (Çizelge 1).
Mikro elementlerin günlük alım miktarları Fe için 10-15 mg, Zn için 12-15
mg, I için 150 µg olarak bildirilmektedir (Baysal, 1977). Örneklerin Fe kapsamları
hesaplandığında 1 nolu örneğin yaklaşık 5,92 g Fe/ 100 g içerdiği bu miktarın
günlük alım düzeyinden hayli yüksek olduğu görülmektedir (Çizelge 1). Diğer
örneklerde ise 100 gramda yaklaşık 1.25 g kadar Fe bulunmaktadır. Endonezya da
yapılan bir çalışmada jeofazi materyallerinin Fe kapsamlarının yüksek olduğu
belirlenmiş ve Fe eksikliğini gidermede kaynak olabileceği belirtilmiştir (Mahaney
et al. 2000). XRF sonuçlarına göre 1’ nolu örneğin Mo hariç aşağıda verilen mikro
besin elementlerince diğer örneklere göre daha varsıl olduğu görülmektedir
(Çizelge 2, Şekil 2).
77
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 2. Mikro element miktarları
Örnek
no
1
2
3
4
5
Co
Cu
41,1
10,9
18,7
11,7
7,20
34,3
10,3
9,20
10,1
1,00
Zn
ppm
35,9
27,8
26,8
27,9
0,50
Se
Mo
I
0,20
0,20
0,20
0,20
0,30
2,80
2,20
2,90
6,20
6,50
9,1
1,8
1,8
1,8
5,9
Buna rağmen örneklerin mikro element kapsamları 100 g tüketilmesi
halinde, mikro elementler için belirtilen 20 mg değerinin altındadır.
Çinko açısından bakıldığında, 5 nolu örnek hariç diğer örneklerin Zn
kapsamı diğer elementlere göre daha yüksek bulunmuştur. Günlük Zn alımının 1215 mg arasında değiştiği göz önüne alınırsa 1 nolu örnek için 100 g örnekte 3.59
mg Zn bulunmaktadır. Diğer örneklerin Zn kapsamları 2.68-2.79 mg /100g
arasında değişmektedir. Bu değerler jeofazi materyallerinin sanıldığı gibi Zn’ce
zengin olmadığını göstermektedir. Bu materyallerden alınabilecek Zn miktarı
aşağıdaki hesaplamayla verilmiştir. Günlük çinko alımının hesaplanması:
Zn (kil/toprak ile alınan miktar ) (mg gün) = Zn (kil/toprakda bulunan miktar
mg/kg) X günlük kil/toprak tüketimi (kg)
Bir yetişkinin 2’nolu örnekten bir günde 100 g kil/toprak tükettiği varsayımı
ile alacağı Zn miktarı;
Zn (mg/gün)= 27,8 mg/Kg X 0.1kg = 2.78 mg/gün olur.
Bu değerin günlük tüketim değeri olan 12-15 mg Zn’ dan düşük olduğu
görülür. Aras ve ark (2001), günlük Zn alımı ile ilgili çalışmalarında bir günde
yetişkin bir erkeğin ortalama 186 g ekmek tükettiğini ve ekmeğin 10 gram Zn
içerdiği varsayımı ile buran 1.9 mg/gün Zn aldığını hesaplamışlardır. Günlük Zn
alımını 8.0 mg/gün baz alarak, ekmekten alınan çinkonun bu alımın % 23’ünü
oluşturduğunu hesaplamışlardır. Hooda et al. (2002) daha çok Zn ve Fe eksikliğini
gidermek için tüketildiği varsayılan jeofazi materyallerini 5 ayrı ülkeden (
Türkiye’de dahil) toplayarak araştırma yapmışlardır. Sonuçlar bu materyallerin
insanlarda Fe ve Zn eksikliğini gidermediği gibi Zn ve Fe’i adsorbe ederek
eksiklik oluşturduğunu, mide asiti pH’sı olarak kabul edilen pH 2’de bile bu
elementlerin kil/toprak tarafından adsorbe edildiğini ortaya koymuşlardır. Sadece
kireç içeren materyalden önemli miktarda Ca salındığını ve Ca kaynağı
olabileceğini belirtmişledir.
78
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
1’nolu örneğin 100 gramında 910 ug I bulunmaktadır, 2, 3 ve 4 nolu
örneklerde 180 ug/100g iyot bulunmaktadır. Bu değerler insanlar tarafından günlük
olarak alınması gereken 150 ug düzeyinin üzerindedir. 5’ nolu örnekte ise 590
ug/100g İyot bulunmaktadır. İyot tıpta dezenfektan olarak yara tedavisinde
kullanılmaktadır. Bu örneğin tedavi amaçlı kullanılmasının altındaki özelliklerden
biri iyot içeriğinin yüksek olması olabilir.
45
40
35
1
ppm
30
2
25
3
20
4
15
5
10
5
0
Co
Cu
Zn
Se
Mo
I
Şekil 2. Örneklerin mikro element kapsamlarının karşılaştırılması
Bu çalışmada verilen dğerler elementlerin toplam miktarlardır. Vücut
tarafından alınabilir miktarların hesaplanması için mide pH’ sını simüle eden
ortamlarda çalışma yapılması gerekir. Diğer yandan örneklerin toksik metal
içerikleri, As, Pb ve Cd sırasıyla 0.05 ppm (WHO/IPCS, 2002), 0,3 ppm
(FAO/WHO, 2001) ve 0.2 ppm (WHO, 1992) olan maksimum izin verilen
değerlerden daha yüksektir (Çizelge 3).
Avrupa da bu konuda yıllarca süren tüketimin ardından sonra Afrika’dan
Avrupa’ya getirilen ve detoks amaçlı kullanılan kaolin tipi killerin yüksek
miktarlarda ağır metal içerdikleri ve doğrudan tüketildiği için izin verilen sınırların
(Pb, Cd ve Hg için sırasıyla 0,2, 0,1 and 0,3 μg /g) çok üstünde olduğu
bildirilmiştir (Bonglaisin et al. 2011).
79
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 3. Ağır metal miktarları
Örnek No
Pb
No
1
2
3
4
5
2,60
4,50
8,50
4,60
2,40
Cd
(ppm)
0,80
0,60
0,70
ppm
0,40
0,60
As
Hg
3,20
1,00
2,40
2,40
0,40
0,70
0,60
0,60
0,60
0,90
Örneklerin Thoryum miktarları 0,60-3,80 ppm, uranyum miktarları da 5,9012,9 ppm arasında değişmiştir. Uranyum 5’ nolu örnekte12,9 ppm bulunmuştur.
Mwalongo et al. (2013) yaptıkları araştırmada jeofazik killerde U 18,5 ppm, Th
31,4 ppm bulmuşlar ve bu değerlerin materyallerin volkanik kökenli olmalarından
kaynaklandığını belirtmişlerdir. Gıdalarda Uve Th miktarları için izin verilen sınır
0.005ppm düzeyindedir (WHO, 2001). Dolayısıyla bu araştırmadaki materyallerde
de değerler çok yüksektir.
Tartışma
Çinko ve Fe eksikliğini giderme açısından jeofazi materyallerinin tüketimi
değerlendirildiğinde araştırma materyallerinin sadece Fe içeriklerinin yüksek
olduğu, Zn içeriklerinin ise düşük olduğu ortaya konmuştur. Mikro element
içerikleri de insanlar için belirtilen günlük alım düzeylerinin altındadır. Örneklerde
hakim kil mineralinin smektit olması nedeniyle elementlerin vücut tarafından
emiliminin de çok düşük olacağı tahmin edilmektedir (Minnich et al. 1968). İllit
tipi kil minerali içeren1’nolu örnek tüketildiğinde ise mineral alımı smektit grubu
kil içeren örneklere göre biraz daha fazla olabilir. Araştırma sonuçları ayrıca ağır
metal ve radyoaktif element tayinlarinin bu tür örneklerin değerlendirilmesinde
mutlaka göz önüne alınması gerekliliği ortaya koymuştur. Minerallerin toplam
değerleri üzerinden yapılan bu çalışma, mide asiti pH’ sında çözünebilir değerlerin
elde edilmesine yönelik yapılacak yeni çalışmalara katkı sağlayacaktır.
Kaynaklar
Aras, N. K., Nazlı, A., Zhang, W. and A.Chatt. (2001). Dietary intake of zinc and
selenium in Turkey. J of Radioanalytical and Nuclear Chemistry, 249 (1),
33-37
80
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Atabey, E. (2010). Türkiye’de kil ve toprak yeme alışkanlığı (Jeofajia)-topraktaki
organizmalar (patojenler)-pekmez toprağı ve sağlık. MTA. Yer Bilimleri
Kültür serisi-8.
Baysal, A. (1977). Beslenme. Hacettepe Üni. Yayınları. A13. II. Baskı.
Bonglaisin, J.N. Mbofung, C.M.F. and D.N. Lantum. (2011). Intake of Lead,
Cadmium and Mercury in Kaolin-eating: A Quality Assessment. J of Med
Sci, 11: 267-273.
Çavdar, A.O., Arcasoy, A., Cin, Ş., Babacan, E. and S. Gözdaşoğlu, (1983).
Geophagia in Turkey: Iron and Zinc deficiency, iron and zinc adsorption
studies and response to treatment with zinc geophagia cases. Prog Clin Biol
Res. 129, 71-97.
FAO/WHO (2001). Food additives and contaminants. Joint Codex Alimentarius
Commission, FAO/WHO. Food standards Programme. ALINORM 01/12A.
Hooda, P.S., Henry, C.J.:K., Seyoum, T.A., Armstrong, L.D.M. and M. B. Fowler
(2002). The potential impact of geophagia on the bioavailability of iron, zinc
and calcium in human nutrition. Environ Geochem Hlth 24: 305–319.
Kawai, K., Saathoff, E., Antelman, G, Msamanga, G. and W.W. Fawzi (2009).
Geophagy (Soil-eating) in relation to Anemia and Helminth infection
among HIV-infected pregnant women in Tanzania. Am J Trop Med Hyg. 80
(1):36-43.
Luoba AI, Geissler PW, Estambale B, Ouma J.H, Magnussen P, Alusala D, Ayah
R, Mwaniki D. and H. Friis ( 2004). Geophagy among pregnant and lactating
women in Bondo District, western Kenya. Trans R Soc Trop Med Hyg. 98
(12):734-41.
Mahaney, W. C., Milner, M.W., Mulyono, H.S., Hancock, R.G.V., Aufreiter, S.,
Reich, M and Wink, M. (2000). Mineral and chemical analysis of soils eaten
by humans in Indonesia. Int. J of Env. Health and Res. 10, 93-109.
Minnich, V., Okcuoglu, A., Tarcon, Y., Arcasoy, A., Cin, S., Yorukoglu, O.,
Renda, F. And Demirag, B. (1968). Pica in Turkey II. Effect of clay upon
iron absorption. Am. J. Clin. Nutr. 21:78-86.
Mwalongo D, Mohammed NK. (2013). Determination of essential and toxic
elements in clay soil commonly consumed by pregnant women in
Tanzania. Radiat Phys Chem. 91:15–18.
Sözüdoğru, S., Usta, S., Halilova, H., Hosseinin, S. ve İ. Ünver. (1997). Kastamonu
yöresinde su, toprak ve bitki örneklerinin iyodür kapsamları. Türk Tarım ve
Ormancılık Dergisi. 21(3): 213-218.
Walker, A.R.P., Walker, B.F., Sookaria, F.I. and R.J. Canaan, 1997. Pica. J. Roy
Health, 117: 280-284.
WHO (1992). Cadmium. environmental Health Criteria. World health
Organization. Geneva. p. 280
WHO (2001). Depleted Uranium. Sources, Exposure and Health Effects.
Department of Protection of Human Environment. Geneva.
81
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
WHO/IPCS (2002). Arsine: Human Health Aspects. World health Organization,
International programme on chemical safety (Concise International
Chemical Assessment Document No. 47). Geneva.
Young, S.L. Sherman, P.W., Lucks, J. B. and G.H. Pelto. (2011) "Why on Earth?:
Evaluating Hypotheses about the Physiological Functions of Human
82
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
83
ISSN 2149-147X
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
İyi Tarım Uygulamaları Belgelendirmesi Yapan Kuruluşlar
ve Bu Kuruluşların Akreditasyon Şartları
Mehmet Hasdemir1
Füsun Zehra Özkan2 Murat Akkurt3
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü
2
Başkent Üniversitesi Kalite Mühendisliği Anabilim Dalı
3
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü
E-posta: [email protected]
1
Özet: Bu çalışmada, Türkiye’de İyi Tarım Uygulamaları Hakkında
Yönetmelik ile GLOBALG.A.P. Standardına göre belgelendirme faaliyetinde
bulunan kuruluşların mevcut durumları ve akreditasyon şartları incelenmiştir.
Yapılan incelemede, sektörel gelişmeler yanında, bu sektörde akreditasyona esas
teşkil eden, 2012 yılında yürürlüğe giren ve geçiş dönemi halen devam eden
ISO/IEC 17065:2012 Uygunluk Değerlendirmesi-Ürün, Proses ve Hizmet
Belgelendirmesi
Yapan Kuruluşlar
İçin
Şartlar
Standardı
birlikte
değerlendirilmiştir. Bu amaçla, Türk Akreditasyon Kurumu’ndan iyi tarım
uygulamaları ve GLOBALG.A.P. kapsamlarında akredite olan kuruluşlar ile 2013
yılında anket çalışması yapılmıştır. Anket sonuçlarına göre ürün belgelendirme
kuruluşlarının organizasyonel yapıları, personel durumları ve karşılaştıkları
sorunlar analiz edilmiştir. Analiz sonuçlarına göre %94.4’ü limited şirket
statüsünde olan bu kuruluşların %16.7’si yabancı ortaklı olup ortalama 6.4 yıl
sektörel deneyime sahiptir. Belgelendirme faaliyetleri için tam zamanlı olarak
istihdam edilen kontrolör sayısı ortalama 5.1 iken sertifiker sayısı ortalama 1.7’dir.
Kontrolörlerin ortalama mesleki tecrübeleri 9 yıl, sertifikerlerin 11.9 yıldır.
Belgelendirme kuruluşlarının %88.9’u karşılaştıkları en önemli sorunun haksız
rekabet olduğunu belirtmişlerdir. Akreditasyon standartlarına uyumda ve doküman
hazırlamada sorunla karşılaştıklarını bildirenlerin oranı ise %22.2 olarak tespit
edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: İyi tarım uygulamaları, GLOBALG.A.P., akreditasyon,
Organizations Performing Certification Activities for Good
Agricultural Practices and Accreditation Requirements
Abstract: In this study, the current situation and accreditation requirements
of the certification organizations were investigated. These organizations are
performing certification activities according to GLOBALG.A.P. Standard and the
Regulation on Good Agricultural Practices in Turkey. In the study sectoral
84
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
developments and the ISO/IEC 17065:2012 standard- were evaluated. This
Standard is Conformity Assessment- Requirements for bodies certifying products,
process and services and the transition period is still ongoing. For this purpose, the
survey was conducted in 2013 with these organizations accredited by the Turkish
Accreditation Agency. According to the survey results, the staff situation,
organizational structure and the problems encountered of those product
certification bodies have been analysed. According to the analysis results 94.4% of
those organizations that limited company status, has an average of 6.4 years of
industry experience. Number of controllers who are employed as full-time
certification activities as an auditor for an average of 5.1 and the number of staff
working in the field of certification decision position in the average of 1.7.
Controllers have 9 years of professional experience, certifiers/decision makers have
11.9 years. The most important problem faced by those certification bodies
reported that 88.9% of the unfair competition. In compliance with accreditation
standards and preparing documents stating that they encounter problems the rate of
22.2% was determined.
Key words: Good agricultural practices, GLOBALG.A.P., accreditation.
1. Giriş
Günümüz dünyasında, birim alandan elde edilen üretimi artırmaya dayalı
tarımsal politikaların yerine, çevreye zarar vermeden güvenli gıda üretimini
sürdürülebilir bir şekilde sağlayan tarımsal politikalar öne çıkmaktadır. Diğer
taraftan tüketicilerin, çevreye dost insan sağlığına duyarlı güvenli gıda talepleri,
tarımsal arzı yönlendiren en önemli etken halini almaktadır. Tüketicilerin bu
talepleri, uluslararası ticareti de etkileyerek satın alınacak ürünlere karşı güveni
sağlayacak teknik tedbirlerin alınmasını zorunlu hale getirmekte ve ayrıca satın
alma gücü ile paralel olarak, organik tarım, fonksiyonel tarım, iyi tarım
uygulamaları (İTU) veya doğa dostu tarım sistemleri adı altında yeni üretim
sistemlerinin ve bu sistemlere ilişkin ürün belgelendirmesinin ortaya çıkmasına
neden olmaktadır (Hasdemir, 2011).
Tarımsal ürünlerin belgelendirilmesi; sürekli değişen tüketici talep ve
beklentilerinin karşılanması ve ilgili taraflara ürünle ilgili güven sağlanması
açısından büyük önem kazanmıştır. Belgelendirmenin nihai amacı da tüm ilgili
taraflara, bir ürünün belirtilen şartları yerine getirdiğine ilişkin güven vermektir
(Anonim, 2012).
Türkiye’de iyi tarım uygulamalarına (İTU) ait ilk belgelendirme,
EUREPGAP Protokolü ile başlamıştır. Özellikle Avrupa ülkelerine yönelik ihracat
yapan yaş meyve sebze sektöründe, iyi tarım uygulamaları yapan üreticiler 2003
yılından itibaren EUREPGAP kapsamında belgelendirilmekte olup bu durum ülke
içerisinde iyi tarım uygulamalarının yaygınlaşmasına ve yasal düzenlemelerin
85
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
yapılmasına neden olmuştur. Sektöre yaşanan bu gelişmeler doğrultusunda
08.09.2004 Tarihinde İyi Tarım Uygulamalarına İlişkin Yönetmelik 25577 Sayılı
Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir (Hasdemir, 2009). Daha sonra
07.12.2010 tarihli ve 27778 sayılı Resmi Gazete yayımlanan İyi Tarım
Uygulamaları Hakkında Yönetmelik ile 2004 yılında yayımlanan ilk yönetmelik
yürürlükten kaldırılmıştır. İTU kapsamında yapılan belgelendirmeler halen 2010
yılında yayımlanan Yönetmeliğe göre yürütülmektedir.
İTU ve GLOBALG.A.P. standartlarında yapılan üretimin belgelendirilmesi,
akredite belgelendirme kuruluşları tarafından yürütülmektedir. ISO/IEC
17065:2012 Uygunluk Değerlendirmesi-Ürün, Proses ve Hizmet Belgelendirmesi
Yapan Kuruluşlar İçin Şartlar Standardı kapsamında tarım sektöründe
belgelendirme faaliyetlerini sürdüren belgelendirme kuruluşları, Türk Akreditasyon
Kurumu (TÜRKAK) tarafından akredite edilebilmektedir. Her bir belgelendirme
programı kapsamında akreditasyon ön şart olmakla birlikte, İyi Tarım
Uygulamaları Hakkında Yönetmelik ile GLOBALG.A.P. Genel Yönetmeliği,
akreditasyon için gerekli kriterleri ayrıca tanımlamaktadır. Bununla birlikte, Türk
Akreditasyon Kurumu-TURKAK tarafından yayınlanmış olan R50.07
‘TÜRKAK’ın Tanık Olacağı İyi Tarım Uygulamaları, Organik Tarım ve
GLOBALG.A.P. Sertifikasyonu Denetimlerine İlişkin Kurallar Rehberi’
dokümanına göre ürün belgelendirme kuruluşlarının faaliyet gösterdikleri
alanlardaki kapsamları dikkate alınarak akreditasyon gerçekleştirilmektedir.
Rehber R50.07, İTU ve GLOBALG.A.P. Belgelendirmesi yapan kuruluşların
akreditasyon denetimlerinde, TÜRKAK tarafından yürütülecek ofis denetimi ve
tanık denetimlere yönelik çalışmalar ile ilk akreditasyon, gözetim, kapsam
genişletme ve akreditasyon yenileme ile şikayet denetimlerine ait süreçleri
açıklamaktır. Kılavuz ayrıca her bir belgelendirme programı için akreditasyon
denetimlerinde esas alınacak asgari denetim süreleri ve her belgelendirme programı
için tanımlanabilecek akreditasyon kapsamlarını içermektedir (TÜRKAK, 2014).
2. Materyal ve Yöntem
Araştırmanın ana materyalini, TÜRKAK’dan İTU’na göre akredite olan ürün
belgelendirme kuruluşları oluşturmaktadır. Türkiye’de bu kapsamda, İyi Tarım
Uygulamaları Hakkında Yönetmelik ile GLOBALG.A.P. Standardına göre
belgelendirme programları bulunması nedeniyle, bu programların birine veya her
ikisine göre akredite olan belgelendirme kuruluşları araştırma kapsamında
incelenmiştir. Bu amaçla, araştırmanın yapıldığı 2013 yılı itibariyle, iyi tarım
uygulamaları programlarında TÜRKAK’tan akredite olan 24 kuruluşa, hazırlanan
anket formları elektronik ortamda e-posta yoluyla gönderilmiştir. Gönderilen anket
formlarında bulunan sorulara cevap veren 18 belgelendirme kuruluşu, araştırma
kapsamında incelenmiştir.
86
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
3. Belgelendirme Kuruluşları ve Akreditasyon Şartları
İyi Tarım Uygulamaları Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre İTU
belgelendirilmesine yönelik kontrol ve sertifikasyon işlemleri, Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığının yetkilendirdiği kontrol ve sertifikasyon kuruluşlarınca
yapılmaktadır. Kontrol ve sertifikasyon kuruluşlarının, Bakanlıkça yetkilendirildiği
tarihten itibaren iki yıl içerisinde, TS EN 45011 veya TS EN ISO/IEC 17065 veya
eşdeğeri uluslararası standartlarda Türk Akreditasyon Kurumu veya Avrupa
Akreditasyon Birliği veya IAF karşılıklı tanınma anlaşmasına göre geçerliliği
mevcut uluslararası akreditasyon kurumlarından akredite olmaları gerekmektedir.
Ayrıca akredite oluncaya kadar kontrol ve sertifikasyon kuruluşlarının
yayımlayacak belge ve üretici sayısı sınırlandırılmıştır. Akredite olmayan kontrol
ve sertifikasyon kuruluşları, her kapsam için toplam en fazla on üretici için
sertifika düzenleyebilmektedir. Ancak TS EN 45011 veya TS EN ISO/IEC 17065
standardlarına göre akredite olmakla birlikte, akreditasyon kapsamında İTU
olmayan kontrol ve sertifikasyon kuruluşları her kapsamda toplam en fazla yirmi
üretici için sertifika düzenleyebilmektedirler.
GLOBALG.A.P. Genel Yönetmelikleri V4’e göre; başvurduğu kapsamda
akredite olmayan belgelendirme kuruluşları, geçici olarak onaylanabilmekte, ancak
nihai onay için altı ay içerisinde akredite olmaları gerekmektedir. Ayrıca akredite
oluncaya kadar sınırlı sayıda üretici için belgelendirme yapabilmektedirler.
Akredite olmayan belgelendirme kuruluşları, ilk kapsam için toplam en fazla beş
üreticiye sertifika düzenleyebilmektedir. Ancak EN 45011 veya ISO/IEC 17065
standardlarına göre akredite olmakla birlikte, akreditasyon kapsamında
GLOBALG.A.P. bulunmayan belgelendirme kuruluşları her kapsam için toplam en
fazla yirmi üretici için sertifika düzenleyebilmektedir.
ISO/IEC 17065:2012 Uygunluk Değerlendirmesi-Ürün, Proses ve Hizmet
Belgelendirmesi Yapan Kuruluşlar İçin Şartlar Standardı, Eylül 2012 tarihinde
yayınlanarak ISO Guide 65 kılavuzu veya EN 45011:1998 standardı yerine
geçmiştir. Uluslararası Akreditasyon Forum (International Akreditation ForumIAF)’un kararı çerçevesinde bu yeni standardın uygulanması için 3 yıllık bir geçiş
dönemi belirlenmiştir. Bu karar, ISO Guide 65 veya EN 45011 kapsamında
faaliyetlerini yürüten Uygunluk Değerlendirme Kuruluşlarının en geç Ağustos
2015 tarihine kadar geçiş çalışmalarını tamamlamasını gerektirmektedir.
ISO/IEC 17065:2012 standardı; CEN tarafından onaylanan ve Aralık
2012’de TS EN ISO/IEC17065: 2013 numaralı Türk Standardı olarak kabul edilen
EN ISO/IEC17065: 2012 standardı esas alınarak, Türk Standardları Enstitüsü
Mühendislik Hizmetleri İhtisas Kurulu’na bağlı TK29 Yönetim Sistemleri Teknik
Komitesi marifetiyle Türkçeye tercüme edilmiş, TSE Teknik Kurulu’nun 10 Nisan
2013 tarihli toplantısında kabul edilerek yayımına karar verilmiştir.
87
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
ISO/IEC
17065:2012 standardı ürünlerin, proseslerin ve hizmetlerin
belgelendirmesini kapsamaktadır. Ürünleri, prosesleri veya hizmetleri
belgelendirmenin nihai amacı ise belgelendirilen unsurların belirtilen şartları yerine
getirdiğine ilişkin güven vermektir. Belgelendirmenin değeri de belirtilmiş olan
şartların karşılandığının, tarafsızlık ve yeterliliği olan üçüncü bir tarafça gösterilen
güven ve inancın derecesidir. Ürünlerin, proseslerin veya hizmetlerin
belgelendirilmesi; bunların, standardlarda ve diğer normatif dokümanlarda
belirtilen şartlara uygun olduğuna ilişkin güvence sağlamanın bir aracıdır.
ISO/IEC 17065 standart aşağıdaki ana başlıklardan oluşmaktadır (Anonim, 2012).
1)
2)
3)
4)
5)
6)
7)
8)
Kapsam,
Atıf yapılan standard ve/veya dokümanlar,
Terimler ve tarifler,
Genel şartlar,
Yapısal şartlar,
Kaynak şartları,
Proses şartları,
Yönetim sistemi şartları.
Türkiye’de İTU belgelendirmesinde yaşanan gelişmeler bu alanda faaliyette
bulunan kuruluşları da etkilemektedir. Belgelendirilen üretici sayısında paralel
olarak belgelendirme kuruluşlarının sayısı da artmaktadır. 2009 yılında Gıda Tarım
ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yetkilendirilen belgelendirme kuruluşu sayısı
12 iken (Hasdemir, 2009), 2015 yılında 26’ya ulaşmıştır. 2014 yılı itibariyle 53 ilde
2.1 milyon da alanda 21.3 bin üretici iyi tarım uygulamaları sertifikasına sahiptir
(Anonim, 2015).
Türkiye’de GLOBALG.A.P. belgelendirmesi yapmak üzere GLOBALG.A.P.
tarafından
yetkilendirilen
kuruluşlar
da
bulunmaktadır.
Türkiye’de
GLOBALG.A.P. belgesi vermek üzere onaylanan belgelendirme kuruluşu sayısı
2015 yılı itibariyle toplam 18’dir. Bu kuruluşlardan 14’ü yurt dışında bulunan
belgelendirme kuruluşlarının şubesi olarak faaliyet göstermektedir. Dünya
genelinde ise 110’dan fazla ülkede 139 bin üretici 141 akredite belgelendirme
kuruluşu tarafından GLOBALG.A.P. kapsamında belgelendirilmektedir.
GLOBALG.A.P. belgelendirilmesi yapılan toplam alan ise küresel olarak 29.8
milyon da’dır (GLOBALG.A.P., 2015)
Türkiye’de Yönetmelik çerçevesinde yürütülen İTU ile GLOBALG.A.P.’e
ait veriler karşılaştırıldığında, Türkiye’de İTU belgelendirmesi yapan bir kuruluşa
ortalama 820.46 üretici düşerken, küresel ölçekte GLOBALG.A.P.
belgelendirilmesi yapan bir kuruluşa ortalama 985.82 üretici düştüğü
görülmektedir. Bununla birlikte bir üreticinin İTU belgesine sahip ortalama
üretim alanı 100.68 da iken, GLOBALG.A.P. belgesine sahip bir üreticinin
ortalama üretim alanı 214.62 da’dır (Tablo 1).
88
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Tablo 1. Belgelendirme kuruluşu, üretim alanı ve üretici sayısı oranları
Belgelendirme
Kuruluşu
Üretici /
Üretim Alanı /
Üretici Sayısı
Sayısı
Belgelendirme
Kuruluşu Oranı
GLOBALG.A.P.*
141
985.82
214.62
İTU**
26
820.46
100.68
Oranı (da)
*Dünya genelindeki GLOBALG.A.P. verilerini ifade etmektedir.
**Türkiye’de Yönetmelik çerçevesinde yürütülen İTU’a ait verilerini ifade
etmektedir.
4. Araştırma Bulguları
Ankete katılan belgelendirme kuruluşlarının organizasyonel yapıları, sektörel
deneyimleri, personel durumları, denetçilerinin eğitim durumları ve mesleki
tecrübeleri, akreditasyon süreleri, ISO/IEC17065 standardına geçiş hazırlıkları,
eğitim ihtiyaçları ve karşılaştıkları sorunları analiz edilmiştir. Bu analizlere ait
sonuçlar aşağıda ayrı ayrı ele alınmıştır.
4.1. Belgelendirme Kuruluşlarının Organizasyonel Yapıları
Ankete katılan İTU belgelendirme kuruluşlarının organizasyon yapısı Tablo
2’de verilmiştir. Bu Tablo incelendiğinde belgelendirme kuruluşlarının büyük bir
çoğunluğunun (%94.44) limited şirket yapısında olduğu görülmektedir. Gerçek kişi
olarak her hangi bir belgelendirme kuruluşu bulunmazken anonim şirket yapısında
olanların oranı %5.56’dır.
Tablo 2. Belgelendirme kuruluşlarının organizasyon yapısı
Kuruluşa ait özellikler
Limited şirket
Hukuki yapı
Anonim şirket
Gerçek kişi
Yabancı ortaklı
Ortalık durumu
Tamamı yerli ortaklı
Yurt dışı şubesi olanlar
Şube durumu
Yurt içi şubesi olanlar
Şubesi bulunmayan
89
Oran (%)
94.44
5.56
16.67
83.33
5.56
5.56
94.44
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Türkiye’de tarımsal belgelendirmenin yurt dışı kaynaklı olarak başlaması, bu
alandaki belgelendirme kuruluşlarının ortaklık yapısına da yansımıştır. Anket
sonuçlarına göre Türkiye’de faaliyette bulunan belgelendirme kuruluşlarının
%16.67’sinin ortakları arasında yabancı ortak bulunmaktadır. Tamamı yerli
ortaklardan oluşan belgelendirme kuruluşlarının oranı %83.33’dür. Yabancı ortak
yapısına rağmen belgelendirme kuruluşlarının büyük bir çoğunluğu sadece bir
merkezde faaliyette bulunmaktadır. Yurt dışı veya yurt içinde şubesi olanların
oranı %5.56’dır (Tablo 2).
4.2. Sektörel Deneyim
Belgelendirme kuruluşların ortalama faaliyet süresi 7.72, belgelendirme
faaliyetleri ise ortalama 6.67 yıldır. Belgelendirme alanında en yüksek süre 16 yıl,
en düşük ise 1 yıldır. (Tablo 3).
Tablo 3. Sektörel deneyim süreleri
En Az
En Çok Ortalama
Standart
Hata
Toplam faaliyet süresi (yıl)
2
16
7.72
3.739
Belgelendirme faaliyetleri süresi
(ay)
1
16
6.67
3.464
4.3. Personel Durumları
İTU yönetmeliği gereğince kuruluşların belgelendirdikleri üretici sayısına
göre değişmekle birlikte en az bir kontrolör ve bir sertifiker istihdam etmeleri
gerekmektedir. İTU bireysel sertifikasyonda bir kontrolör, günde en fazla bir
üretici kontrol edebilmekte, ancak aynı köy/mahalle sınırları içinde olması halinde
bir günde iki üretici kontrol edebilmektedir. İTU grup sertifikasyonunda ise bir
kontrolör, aynı il sınırları içerisinde yer alması durumunda bir günde en fazla üç
üretici kontrol edebilmektedir. GLOBALG.A.P.’te seçenek bir kontrolü
kapsamında bir üretici için en az 3 saatlik denetim süresi istenilmektedir. Bu
nedenle kuruluşların belgelendirdikleri müşteri sayılarına göre kontrolör sayıları
değişmektedir.
Anket sonuçlarına göre İTU belgelendirmesi yapan kuruluşlar ortalama 5.11
tam zamanlı kontrolör (denetçi), 1.67 ‘de tam zamanlı sertifiker istihdam
etmektedir. Kontrolörler ortalama 9 yıl, sertifikerler ise ortalama 11.94 yıl mesleki
tecrübeye sahiptir. Belgelendirme kuruluşundaki hizmet süresi ise kontrolörlerde
4.17 yıl, sertifikerler de 5.89 yıldır. Bu veriler, sertifikerlerin kontrolörlerden daha
fazla sektörel deneyime sahip olduklarını göstermektedir. Ayrıca hem kontrolörler
90
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
hem de sertifikerler ilgili yönetmelik ve standardın aradığı asgari deneyim
sürelerinin üzerinde bir deneyime sahiptir (Tablo 4).
Tablo 4. Personel durumu
En Az
En Çok
Ortalama
Standart
Hata
Tam zamanlı kontrolör
sayısı
1
10
5.11
3.216
Sözleşmeli kontrolör sayısı
-
8
0.44
1.886
Tam zamanlı sertifiker
sayısı
-
3
1.67
0.686
Sözleşmeli sertifiker sayısı
-
1
0.06
0.236
Kontrolör tecrübesi (yıl)
3
27
9.00
7.244
Kontrolör hizmet süresi
(yıl)
1
10
4.17
2.479
Sertifiker tecrübesi (yıl)
4
28
11.94
7.487
Sertifiker hizmet süresi
(yıl)
1
12
5.89
3.692
4.4. Karşılaşılan Sorunlar
Ankete katılan İTU belgelendirme kuruluşlarının karşılaştıkları sorunlar
Tablo 5’de verilmiştir. Belgelendirme kuruluşlarının %88.89’u karşılaştıkları en
önemli sorunun, haksız rekabet olduğunu belirtmişlerdir. Akreditasyon
standartlarına uyumda ve doküman hazırlamada sorunla karşılaştıklarını
bildirenlerin oranı ise %22.22 olarak tespit edilmiştir. Bununla birlikte kuruluşların
%56.56’sı çiftçilerin istenilen belgeleri ibraz edememelerinden kaynaklanan
sorunlar yaşadıklarını, %44.44’ü ise bürokratik engellerle karşılaştıklarını
belirtmektedirler.
91
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Tablo 5. Belgelendirme kuruluşlarının karşılaştığı sorunların dağılımı
Karşılaşılan sorunlar
Oran (%)
BK’lar arasındaki haksız rekabet
88.89
Çiftçilerin istenilen belgeleri ibraz
edememesi
56.56
Bürokratik engeller
44.44
Kalifiye personel sorunu
33.33
Akreditasyon standartlarına uyum
22.22
Doküman hazırlanması
22.22
*Aynı kuruluş birden fazla sorun bildirebilmiştir.
5. Sonuç
Türkiye’de tarımsal ürün belgelendirmesi yapan kuruluşların büyük bir
çoğunluğu (%94.44) limited şirket statüsünde olup ortalama %16.67’si yabancı
ortaklıdır. Ortalama 6.67 yıllık tarımsal belgelendirme tecrübesine sahip bu
kuruluşların, istihdam ettiği ortalama tam zamanlı kontrolör sayısı 6’dan, ortalama
tam zamanlı sertifiker sayısı ise 2’den azdır. GLOBALG.A.P. verilerine göre 2014
yılı itibariyle küresel bazda 141 akredite belgelendirme kuruluşunda sözleşmeli ve
tam zamanlı toplam 1600 denetçiye (inspectors) karşılık kuruluş bazında ortalama
11.35 denetçi görev yapmaktadır. Türkiye’de Yönetmelik çerçevesinde yürütülen
İTU ile GLOBALG.A.P.’e ait veriler karşılaştırıldığında belgelendirme
kuruluşların ortalama üretici sayısı açısından yakınlık gösterdiği görülmektedir.
Ancak bu durum, 2013 yılında 8170 olan İTU belgeli üretici sayısının,
%161.10’luk bir artışla 2014 yılında 21332’ye çıkması sonrasında oluşmuştur.
Belgelendirme programında görev alan ziraat mühendisleri ve diğer ilgili
meslek gruplarından personelin büyük bir çoğunluğu, lisans eğitimlerinde ürün
belgelendirmesi ve kalite yönetim sistemi konularında eğitim almamaktadır.
Üniversitelerin ilgili bölümlerinde tarımsal ürün belgelendirme programları
kapsamında ders açılması, özellikle Ziraat Fakültelerinde bu alanda ana bilim
dalının oluşturulması ve gerekirse uzaktan eğitimle kontrolör ve iç kontrolör
eğitimleri verilmesi, üniversiteler ile yasal düzenleyicilerin aynı platformda rol
almaları, uygulayıcılar ile daha etkin iletişim sağlanması ve yasal düzenleyiciler,
akreditasyon kuruluşu ile üniversitelerin yönetmeliklerin hazırlanması ile ilgili
ortak bir platformda birlikte hareket etmelerini sağlayacak alt yapının
oluşturulması Türkiye’de tarım ürünlerinin belgelendirmesine önemli katkılar
sağlayacaktır.
92
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Belgelendirme kuruluşlarının karşılaştığı en önemli sorunların başında gelen
haksız rekabet dikkate alındığında, bu alanda örgütlenmenin geliştirilmesine
ihtiyaç olduğunu anlaşılmaktadır.
Ayrıca Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı’nın sistem üzerindeki düzenleyici rolü de dikkate alınmak
durumundadır. Bununla birlikte, Türkiye’de tarımsal belgelendirme kuruluşlarının
ve ürünlerin sayısal artışında en önemli unsurlardan biri olan tarımsal desteklerin
de sistemi geliştirici ve iyileştirici şekilde düzenlenmesi büyük önem arz
etmektedir.
Sektörel veriler dikkate alındığında, Türkiye’de bu sektörde belgelendirme
yapan kuruluşların çok büyük organizasyonlar olmadığı anlaşılmaktadır. Bu
nedenle, tarımsal destekleme politikası sadece belgeli üretimin sürdürülebilirliği
açısından önemli olmayıp, tarımsal belgelendirme yapan kuruluşlarının
sürdürülebilirliği açısından da büyük önem arz etmektedir.
Bağımsız, tarafsız ve yetkin kuruluşlarca gerçekleştirilen belgelendirme
faaliyetlerinden,
sadece
belgelendirme
kuruluşlarının
müşterileri
faydalanmamaktadır. Aynı zamanda resmi kurumlar, sivil toplum kuruluşları,
tüketiciler ve kamuoyu da faydalanmaktadır. Bu nedenle, belgelendirme sisteminin
yetkinliği ve güvenilirliği tüm tarafların lehine olup mevcut akreditasyon sistemi de
bu yetkinliği artırmaya yönelik olmalıdır.
Kaynaklar
Anonim, 2012. TS EN ISO/IEC 17065:2012 Uygunluk Değerlendirmesi-Ürün,
Proses ve Hizmet Belgelendirmesi Yapan Kuruluşlar Için Şartlar.
Anonim, 2015. Tarımsal veriler. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Bitkisel
Üretim
Genel
Müdürlüğü.
http://www.tarim.gov.tr/sgb/Belgeler/SagMenuVeriler/BUGEM.pdf.
Son
erişim tarihi: 15.05.2015
Hasdemir, M. 2009. Dünya’da ve Türkiye’de İyi Tarım Uygulamaları. Standard
Ekonomik ve Teknik Dergi, Yıl:48, Sayı: 565, Ankara.
Hasdemir, M. 2011. Kiraz Yetiştiriciliğinde İyi Tarım Uygulamalarının
Benimsenmesini Etkileyen Faktörlerin Analizi Ankara Üniversitesi Fen
Bilimleri Enstitüsü, Tarım Ekonomisi Anabilim Dalı. Doktora Tezi
(basılmamış), Ankara
GLOBALG.A.P., 2015. GLOBALG.A.P. Annual Report 2013-2014.
http://www2.globalgap.org/iframe/cb-profiles/13263.html.Son Erişim Tarihi:
15.05.2015
TÜRKAK, 2014. R50.07-TÜRKAK’ın Tanık Olacağı İyi Tarım Uygulamaları,
Organik Tarım ve GLOBALG.A.P. Sertifikasyonu Denetimlerine İlişkin
Kurallar Rehberi. Türk Akreditasyon Kurumu.
93
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Türkiye’de İyi Tarım Uygulamaları ve Risk Yönetimi
Gonca Gül Yavuz1 Mehmet Hasdemir2 Umut Gül1 Mine Hasdemir1
Tarımsal Ekonomi ve Politika Geliştirme Enstitüsü
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü
E-posta:[email protected]
1
2
Özet: Tarım sektörü, küresel bazda ciddi bir dönüşüm geçirmektedir.
Küresel iklim değişikliği yanında tarım ve gıda piyasalarında yaşanan
dalgalanmalar, sektörü önemli ölçüde etkilemekte, riskleri ve belirsizlikleri
artırmaktadır. Ayrıca azalan doğal kaynaklara karşılık, artan dünya nüfusunu
beslemek üzere tarımda teknoloji kullanımı her geçen gün farklı bir boyut
kazanmaktadır. Yaşanan bu gelişmeler, mevcut kaynakların etkin kullanımını
sağlama yanında, olası riskleri ortadan kaldıracak veya azaltacak tedbirlerin
önceden alınmasını sağlayacak risk yönetimine olan ihtiyacı artırmaktadır.
Yürütülen bu araştırmada; iyi tarım uygulamalarında tanımlanan bu riskler, 5363
Sayılı Tarım Sigortaları Kanunu çerçevesinde teminat altına alınan riskler ile 5977
sayılı Biyogüvenlik Kanunu çerçevesinde gerekli olan riskler açısından
değerlendirilmiştir. Araştırma kapsamında Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
kayıtları dikkate alınarak değerlendirmeler yapılmıştır. Araştırma sonucunda; gıda
güvenliği, işçi sağlığı ve güvenliği ve çevrenin korunmasına yönelik risk
değerlendirmesini zorunlu kılan iyi tarım uygulamaları kriterleri ile
GLOBALG.A.P. standardının hedeflendiği şekilde uygulanması durumunda,
Türkiye’de tarım işletmelerinin risk yönetimine önemli katkılar sağlayacağı,
böylece kriz yönetimi yerine risk yönetimini esas alan bir işletme yapısının
kurulmasına yardımcı olacağı düşünülmektedir.
Anahtar kelimeler: İyi tarım uygulamaları, risk değerlendirme, risk yönetimi.
Good Agricultural Practices and Risk Management
in Turkey
Abstract: The agricultural sector is experiencing a serious conversion on a
global basis. Beside the global climate change, fluctuations on agriculture and food
markets affect the sector significantly, and increase the risks and uncertainties. In
response to diminishing natural resources, technology using in agriculture to feed a
growing world population becomes a different dimension with each passing day.
These developments, in addition to provide efficient use of current resources,
increase the necessity to risk management for providing measures to reduce or
94
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
eliminate the potential risks in advance. In this research; these risks which
described in good agricultural practices are evaluated in terms of guaranteed risks
under the framework of Agricultural Insurance Law No. 5363 and necessary risks
under the framework of Agricultural Biosafety Law No. 5977. The Ministry of
Food Agriculture and Livestock records are taken into account in evaluations. As a
result of research; it is beleived to be helpful for providing an important
contribution on risk management in Turkey and establishing a risk management
based farm structure rather than a crisis management based when GLOBALG.A.P.
standards applied as targeted with the good agricultural practices criterias that
required food security, health and safety and conservation oriented risk assessment.
Key words: Good agricultural practices, risk assessment, risk management.
1. Giriş
Küresel iklim değişikliği yanında tarım ve gıda piyasalarında yaşanan
dalgalanmalar sektörü önemli ölçüde etkilemekte, riskleri ve belirsizlikleri
artırmaktadır. Dünya genelinde kişi başına düşen tarım arazisi ve su başta olmak
üzere doğal kaynaklar azalmaktadır. Geçtiğimiz dönemde tarımsal üretim yıllık
ortalama %2 artış göstermiştir. Gelecek on yılda ise bu artışın yavaşlayarak,
ortalama %1.7 olacağı öngörülmektedir. Yaşanan bu gelişmeler, mevcut
kaynakların etkin kullanımını sağlama yanında, olası riskleri ortadan kaldıracak
veya azaltacak tedbirlerin önceden alınmasını sağlayacak planlamaları da zorunlu
kılmaktadır (Anonim, 2014a).
Geçtiğimiz yüzyılda tarımsal politikalarda ana hedef, tarımla uğraşanların
gelir düzeylerini yükseltmek ve insanların gıda ihtiyaçlarını karşılamak olarak
belirlenmiştir. Bu hedefe ulaşmak üzere de öncelikle birim alandan elde edilen
verimi yükseltmeye yönelik çalışmalar yapılmıştır. Ancak günümüzde bu
politikalarda önemli değişimler yaşanmakta olup birim alandan elde edilen üretimi
artırmaya dayalı tarımsal politikalar yerine, çevreye zarar vermeden güvenli gıda
üretimini sürdürülebilir bir şekilde sağlayan tarımsal politikalar önem
kazanmaktadır.
Bunun yanında, kırdan kente göç ve yüksek gelir gruplarının tüketim
alışkanlıklarının değişmesi, insanlığın gıda ediniminden saklamaya, beklentiden
tüketime kadar pek çok aşamada gıda alışkanlıklarını değiştirmiştir. Binlerce yıllık
gıda temin ve tüketim alışkanlıklarının hızla değişiyor olması, gıdanın riskli bir
konuma gelmesine neden olmuştur. Kırsalda yaşarken tükettiği gıdanın bizzat
üreticisi olan veya üreticisini tanıyan insan, şehirleşme ile birlikte modern olarak
tanımlanan usullerde kendisine sunulan binlerce çeşit ürüne mevsim farkı
gözetmeksizin ulaşmaya başlamıştır. Bu durum, gıdanın sistematik biçimde
güvenilirliğinin sağlanması ve bunun sürekli izleme ve denetimlerle sürdürülmesi
gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Talebe bağlı arz sisteminde, gıda güvenliğinden
95
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
gıda güvenilirliğine, enerjiden sanayi girdisine, gen çeşitliliğinin korunmasından
sürdürülebilirliğe kadar uzanan çizgi, tarımsal girdiden tüketime kadar olan süreçte
her noktanın yönetilmesini zorunlu kılmaktadır. “Tarımın Yeni Paradigması"
olarak adlandırılan bu durum; gıda güvenliğinden gıda güvenilirliğine uzanan
çizgide gıda sektörünü tarımla bütünleştirmiştir (Anonim, 201).
Ayrıca biyoteknoloji alanında yaşanan gelişmeler, insan ve çevre sağlığı
yanında, tarımsal üretimin sürdürülebilirliği açısından, sektörü önemli ölçüde
etkilemektedir. Küresel bazda farklı uygulamaları olmakla birlikte, bu durum risk
yönetimi çerçevesinde ele alınmaktadır. Türkiye’de ise 5977 sayılı Biyogüvenlik
Kanunu 2010 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 5977 sayılı Kanun amaçları içerisinde
bilimsel ve teknolojik gelişmeler çerçevesinde, modern biyoteknoloji kullanılarak
elde edilen genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar ve ürünlerinden
kaynaklanabilecek riskleri engelleme hususları yer almaktadır.
Yaşanan bu gelişmeler, mevcut kaynakların etkin kullanımını sağlama
yanında, olası riskleri ortadan kaldıracak veya azaltacak tedbirlerin önceden
alınmasını sağlayacak risk yönetimine olan ihtiyacı artırmaktadır. Bu durum,
tarımsal üretim sistemini sosyal açıdan yaşanabilir, ekonomik açıdan karlı ve
verimli, insan sağlığını koruyan, hayvan sağlığı ve refahı ile çevreye önem veren
bir hale getirmek için uygulanması gereken işlemler olarak tanımlanan “İyi Tarım
Uygulamaları (İTU)”nın önemini artırmaktadır.
Üreticilerin İTU’ya karar vermeden önce, üretim alanında daha önce
yetiştirilen ürün veya tarımsal faaliyetleri bilmeleri, insan sağlığı ve çevreye olan
etkilerini değerlendirmeleri gerekmektedir. Bu değerlendirme doğrultusunda,
üretim kararı öncesinde risk değerlendirmesi yapılmalı ve bu değerlendirme
sonuçlarına göre mevcut risklerin etkilerini giderecek tedbirler alınmalıdır. Ayrıca
toprak sağlığının korunması, tarım ilaçlarına bağımlılığın azaltılması, bitki
sağlığının maksimum düzeyde sağlanabilmesi için dönüşümlü üretim yapılmalıdır
(Anonim, 2014b).
2. Türkiye’de İyi Tarım Uygulamaları
Türkiye’de İTU’ya ait ilk belgelendirme, EUREPGAP Protokolü ile
başlamıştır. Özellikle Avrupa ülkelerine yönelik ihracat yapan yaş meyve sebze
sektöründe, iyi tarım uygulamaları yapan üreticiler 2003 yılından itibaren
EUREPGAP kapsamında belgelendirilmekte olup bu durum ülke içerisinde iyi
tarım uygulamalarının yaygınlaşmasına ve yasal düzenlemelerin yapılmasına neden
olmuştur. Sektörde yaşanan bu gelişmeler doğrultusunda 08.09.2004 tarihinde İyi
Tarım Uygulamalarına İlişkin Yönetmelik 25577 Sayılı Resmi Gazetede
yayınlanarak yürürlüğe girmiştir (Hasdemir, 2009). Daha sonra 07.12.2010 tarihli
ve 27778 sayılı Resmi Gazete yayınlanan İyi Tarım Uygulamaları Hakkında
Yönetmelik ile 2004 yılında yayınlanan ilk yönetmelik yürürlükten kaldırılmıştır.
96
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
İTU kapsamında yapılan belgelendirmeler halen 2010 yılında yayınlanan
yönetmeliğe göre yürütülmektedir.
Öncelikle ihracata yönelik üretim yapan yaş meyve ve sebze sektöründe
EUREPGAP ile başlayan iyi tarım uygulamaları, Türkiye’de hızlı bir şekilde
gelişme göstererek yaygınlaşmıştır. 2004 yılında Türkiye’de 102 üretici 2905 ha
alanda yaptığı üretimle EUREPGAP sertifikasına sahipken. 2006 yılında
EUREPGAP sertifikasına sahip üretici sayısı 3222’ye, 2007 yılında 6905’a
yükselmiştir. Bu gelişmeler ile 2004 yılına kadar EUREPGAP kapsamında
belgelendirme yapılan 41 ülke arasında 31. sırada yer alan Türkiye, 2007 yılı sonu
itibariyle 85 ülke arasında 4. sıraya yükselmiştir (Hasdemir, 2009;
GLOBALG.A.P., 2015). Bu gelişmeler, özellikle ihracata giden ürünlerde
karşılaşılan kalıntı riski sorunun çözümünde önemli katkılar sağlamıştır.
EUEREPGAP ile başlayan daha sonra standartta yaşanan isim değişikliği
sonrasında GLOBALG.A.P olarak devam eden belgelendirmeler yanında, ulusal
mevzuata göre de Türkiye’de iyi tarım uygulamalarına devam edilmektedir. 2004
yılında yayınlanan yönetmeliğe dayanılarak, mülga Tarım ve Köyişleri
Bakanlığınca kontrol ve sertifikasyon kuruluşlarının yetkilendirilmesi sonucunda,
ilk belgelendirme 2007 yılında başlamıştır.
Türkiye’de İTU’ya ait üretim verileri Tablo 1’de verilmiştir. Bu tablo
incelendiğinde 2014 yılı itibariyle 53 ilde 2.15 milyon da alanda 21.3 bin üreticinin
iyi tarım uygulamaları sertifikasına sahip olduğu görülmektedir. Yıllar itibariyle
üretici sayısında ve üretim alanında dalgalanmalar yaşanmakta birlikte, son iki
yılda üretici sayısı ve üretim alanı önemli ölçüde artmıştır. Özelikle 2014 yılında,
bir önceki yıla göre üretici sayısında %161.1’ lik bir artış yaşanmıştır (Anonim,
2015a).
3. Türkiye’de Risk Yönetimi
Tarım sigortaları uygulamaları; genel sigortacılık kanunu çerçevesinde,
bitkisel ürünlerin dolu riskine karşı sigortalanması ile Türkiye’de 1957 yılında
başlamıştır. 2005 yılında yürürlüğe giren 5363 sayılı Tarım Sigortaları Kanunu ile
“Tarımda Risk Yönetimi” yeni bir boyut ve ivme kazanmış olup, üreticilerin,
kanunda belirtilen riskler nedeniyle uğrayacağı zararların tazmin edilmesini temin
etmek ve prim desteği sağlamak üzere, tarım sigortaları uygulamasına yönelik
esaslar belirlenmiştir. Kanun çerçevesinde kısa adıyla TARSİM olarak adlandırılan
Tarım Sigortaları Havuz Sistemini oluşturularak, 2006 yılından itibaren devlet
destekli tarım sigortası poliçesi düzenlenmeye başlanmıştır (Anonim, 2014a).
97
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Tablo 1. Türkiye’de iyi tarım uygulamaları verileri
İl
Üretim Alanı
Üretici
Üretici Sayısındaki
Sayısı
(da)
Sayısı
Değişim (%)
2007
18
53 607
651
-
2008
19
60 231
822
26.27
2009
42
1 702 804
6 020
632.36
2010
49
781 740
4 540
-24.58
2011
49
499 632
3 042
-33.00
2012
47
837 171
3 676
20.84
2013
56
985 099
8 170
122.25
2014
53
2 147 705
21 332
161.10
Kaynak: (Anonim, 2015a).
Yıllar itibarıyla, düzenlenen poliçe sayılarında önemli artışlar yaşanmıştır.
Türkiye’de tarım sigortaları kapsamında düzenlenen poliçe ve hasar tazminatlarına
ilişkin veriler Tablo 2’de verilmiştir. Bu tablo incelendiğinde 2006 yılında toplam
12330 poliçe düzenlenmişken, 2014 yılında düzenlenen poliçe sayısının 1
milyonun üzerine çıktığı görülmektedir. Bu doğrultuda prim tutarları ve hasar
tazminatları da önemli ölçüde artmıştır. 2006 yılında yaklaşık 4.46 milyon TL olan
prim tutarı ve 868 bin TL olan hasar tazminatı, 2014 yılında 684 milyona prim
tutarına ve 502 milyon hasar tazminatına ulaşmıştır
Düzenlenen poliçelerin ise önemli bir kısmı bitkisel ürün kapsamındadır.
2006 yılında düzenlenen 11547 adet poliçe ile bitkisel ürünler payı %84.80 iken
sera poliçesinin payı 1118 adet poliçe ile %9.07’dir. 2014 yılında ise bitkisel ürün
poliçesi sayısı 1 milyonun üzerine çıkarak tüm poliçeler içerisindeki payı %94.75’e
ulaşmıştır. 2014 yılında sera poliçesi sayısal olarak artmakla birlikte oransal olarak
azalmış ve 16890 poliçe ile oranı %1.55 olarak gerçekleşmiştir (Tablo 2).
98
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Tablo 2. TARSİM poliçe sayıları ve hasar tazminatları
Toplam
Bitkisel
Toplam
Toplam
Hasar
Ürün
Prim
Poliçe
Tazminat
Poliçe
Sayısı
Tutarı (TL)
(TL)
Sayısı
Sera Ürün
Poliçe Sayısı
2006
12 330
4 450 853
867 975
10 456
1 118
2007
218 938
64 103 578
41.386 021
207 328
1 456
2008
260 944
98 443 549
40.207 975
250 225
2 489
2009
306 770
120 348 681
89.372 359
285 243
3 622
2010
366 410
185 433 744 113.775 832
345 575
3 456
2011
587 716
440 879 023 209.818 684
549 538
6 431
2012
744 089
499 348 870 260.665 781
693 417
14 244
2013
891 876
526 835 325 386.093 178
841 694
16 252
2014
1 086 612 683 535 994 501.590 394 1 029 586
16 890
Toplam 4 475 685 2 623 379 617 1 643 778 199 4 213 062
65 958
Kaynak: (Anonim, 2015b)
Şekil 1. Sigorta poliçe sayısındaki değişim.
99
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Sigorta kapsamları ve hasar tazminatları birlikte değerlendirildiğinde, yıllar
itibariyle tarım sigortaları içerisinde bitkisel ürün poliçe sayısının artarken toplam
hasar tazminatları içerisindeki payının azaldığı görülmektedir. 2006 yılında
yaklaşık 868 bin olan toplam hasar tazminatı içerisindeki bitkisel ürünlerin payı
%90.20 iken, 2014 yılında 502 milyon olan toplam hasar tazminatı içerisindeki
bitkisel ürünlerin payı %79.51’e gerilemiştir (Şekil 1 ve 2).
Şekil 2. Hasar tazminatındaki değişim.
5363 sayılı Tarım Sigortaları Kanunun amacı; üreticilerin bu Kanunda
belirtilen riskler nedeniyle uğrayacağı zararların tazmin edilmesini temin etmek
üzere, tarım sigortaları uygulamasına ilişkin usûl ve esasların belirlemektir.
Kanunun 12. maddesinde; “kapsama alınacak bitkiler, bitkisel ürünler ve seralar,
tarımsal yapılar, tarım alet ve makineleri ile çiftlik hayvanları için kuraklık, dolu,
don, sel, taban suyu baskını, fırtına, hortum, deprem, heyelan, yangın, kaza ve
zararlılar ile hayvan hastalıklarının neden olacağı zararlar ve/veya tarım sektörü
bakımından önemli görülecek diğer risklere ilişkin teminatlar Kurulun teklifi
üzerine Bakanlar Kurulunca belirlenir” hükmü yer almakta olup teminat altına
alınacak riskler tanımlanmıştır. Ayrıca Kanunun 17. maddesinde “bu Kanun
kapsamında, uygulama yılında yer alan riskler için tarım sigortası yaptırmayan
üreticiler, 20.6.1977 tarihli ve 2090 sayılı Kanundan yararlanamaz” hükmü
bulunmaktadır.
Bu durum, Türkiye’de tarımsal üretimde bulunan üreticilerin sürdürülebilir
bir işletmecilik için olası risklerden etkilenmeyecek veya riskleri asgariye
100
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
indirmeye yardımcı olacak iyi tarım uygulamaları gibi sistemleri uygulamasını
daha da önemli hale getirmektedir.
4. İyi Tarım Uygulamalarında Risk Yönetimi
İyi Tarım Uygulamaları Hakkında Yönetmeliğin 5 inci maddesi gereğince
İTU, Bakanlıkça belirlenen uygunluk kriterleri ve kontrol noktaları doğrultusunda
gerçekleştirilmektedir. Kontrol noktaları ise çevre, insan ve hayvan sağlığına zarar
vermeyen bir tarımsal üretimin yapılması, doğal kaynakların korunması, tarımda
izlenebilirlik ve sürdürülebilirlik ile güvenilir ürün arzını sağlamaya yönelik risk
değerlendirmesi sonucu belirlenen ve kontrol edilen aşamaları tanımlamaktadır. Bu
nedenle İTU sistemi ve bu sistemin kontrolü risk değerlendirmesi esasına
dayanmaktadır.
Kontrol noktaları içerisinde bulunan tüm çiftlik tabanı 2.2.1 kontrol
noktasında; arazinin üretime uygunluğunu gösteren bir risk değerlendirmesi yapılıp
yapılmadığı sorgulanmaktadır. TÇ-2.2.2 kontrol noktası ise kirlilik veya su
kaynağına ve/veya taban suyuna bulaşma gibi tüm tanımlanmış riskleri asgariye
indirmeye yönelik stratejilerin belirlendiği bir yönetim planı oluşturulup
oluşturulmadığını incelenmektedir. TÇ-3.1.1 kontrol noktası; çiftlikte, emniyetli ve
sağlıklı çalışma koşullarına yönelik yazılı bir risk değerlendirmesi olup olmadığını
sorgulamaktadır. Bitkisel üretim kapsamında bulunan CB-5.5 kontrol noktalarında
gübrelerle ilgili risk analizi, CB-6.3’de sulama suyu kalitesi ile ilgili risk analizi
istenilmektedir. Meyve sebze kapsamında ki kontrol noktalarından ise MS-4.1
kontrol noktasında hasat ve nakliye işlemleri ile ilgili risk analizi, MS-5.1’de hasat
edilmiş ürünlerle ilgili hijyen kurallarını içeren risk analizi yapılıp yapılmadığı
kontrol edilmektedir. Ayrıca CB-2.4.2 maddesinde GDO’lu üretim materyalleri
kullanılmadığının kanıtlanması istenilmektedir.
İTU kontrol noktalarında belirtilen risk analizleri, daha çok gıda güvenirliği,
iş güvenliği ile çevre sağlığına odaklanmakla birlikte, bir tarım işletmesinin
sürdürülebilirliğini tehdit edebilecek tüm unsurları ele almaktadır. Bu durum
gelirde de istikrar sağlayarak, hasar odaklı sigortacılık ve buna dayalı risk
yönetimine önemli katkılar sağlamaktadır.
GLOBALG.A.P Entegre Çiftlik Güvencesi Standardında; gıda güvenliği,
işçi sağlığı ve güvenliği ve çevre korunmasını kolaylaştırmak amacıyla bazı risk
değerlendirmeleri yapmak gereklidir. Bir risk değerlendirmesi İTU gereklilik ve
yasalarına uymak için olduğu kadar ürünleri, işçileri ve işletmeyi korumak için de
önemli bir adımdır. Bir risk değerlendirmesi iş sahasında gerçekten de önemli olan
bu risklere ve gerçek zarara yol açabilecek potansiyelli risklere odaklanmaya
yardım etmekte olup risklerin tümünü ortadan kaldırması beklenmemektedir.
Ancak makul ölçüde uygulanabilir olduğu derecede ürün ve çalışanları korunması
beklenmektedir GLOBALG.A.P Kılavuzlarına göre risk değerlendirme adımları
aşağıdaki şekildedir (GLOBALG.A.P, 2012).
101
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Adım 1: Tehlikeleri tanımlayın.
Adım 2: Kimin/neyin ve nasıl zarar görebileceğine karar verin.
Adım 3: Riskleri değerlendirin ve önlemlere karar verin.
Adım 4: Bulguları/iş planını kaydedin ve onları uygulayın.
Adım 5: Değerlendirmeyi gözden geçirin ve gerekirse güncelleyin.
Şekil 3. Yeni sahalar için örnek risk değerlendirmesi.
Risk değerlendirmenin bu adımları yanında, yerel mevzuatı, arazinin önceki
kullanımını, toprak yapısını, erozyonu, rüzgâra maruz kalmayı, drenajı, su
kalitesini ve sel durumunu dikkate almak gerekmektedir. Bu çerçevede,
GLOBALG.A.P. Kılavuzlarına göre yapılabilecek risk değerlendirilmesi Şekil 3’de
görülmektedir.
5. Sonuç
Teknolojik gelişmeler, biyoteknoloji ve küresel iklim değişiklikleri yanında
ekonomik krizler, tarım sektöründe riskleri artırmakta, ayrıca olası risklerin
şiddetini de yükseltmektedir. Bu nedenle kriz yönetim modelinden ziyade,
risklerin analiz edilerek buna göre tedbirlerin alındığı risk yönetimi modeline
geçilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Sektörün ihtiyaç duyduğu bu yönetim
mekanizmasının kurulmasında, her aşamasında risk değerlendirmeyi öngören İTU
önemli katkılar sağlayacaktır.
Devlet destekli tarım sigortası poliçesi düzenlenmesinin yapıldığı mevcut
dönemde, risk kapsamı çok daha hızlı bir şekilde genişletilmiş ve sisteme dahil
üretici sayısı artırılmıştır. Ancak, tarımsal üretimde, kapsama alınması gereken çok
102
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
daha fazla katostrofik riskler ve ürünler bulunmaktadır. Ayrıca üretimden
pazarlamaya kadar geçen tarımsal üretim sürecinde, biyogüvenlikten, işçi
güvenliğine, tüketim aşamasında karışılabilecek üçüncü taraf sorumluluklara veya
müşteri mesuliyetine kadar birçok risk faktörü ve bu risklerden kaynaklanan
mesuliyetler söz konusudur. Gelecek yıllarda tarım işletmeleri, tüm bu faktörleri
dikkate alarak gelirlerini tüm risklere karşı koruyacak bir modele geçmek
durumundadır.
Kaynaklar
Anonim, 2010. Stratejik Plan. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Ankara.
Anonim, 2014a. Onuncu Kalkınma Planı, Bitkisel Üretim Özel İhtisas Komisyonu
Raporu, Kalkınma Bakanlığı, Ankara.
Anonim, 2014b. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı. Bitkisel Üretim Genel
Müdürlüğü,
http://www.tarim.gov.tr/Sayfalar/Icerikler.aspx?IcerikId=
d783c1bd-0806-45b5-8217-342e931ba9d3).
Anonim, 2015a. Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü Verileri. Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı http://www.tarim.gov.tr/sgb/Belgeler/ SagMenu
Veriler / BUGEM.pdf. Son erişim tarihi: 15.05.2015
Anonim, 2015b. Tarım Sigortası Verileri. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı,
Tarım Reformu Genel Müdürlüğü.
GLOBALG.A.P., 2012. GLOBALG.A.P Entegre Çiftlik Güvencesi Standardı V4
Kontrol Noktaları ve Uygunluk Kritiri.
GLOBALG.A.P., 2015. Annual Report 2013-2014. GLOBALG.A.P.
Hasdemir, M. 2009. Dünya’da ve Türkiye’de İyi Tarım Uygulamaları. Standard
Ekonomik ve Teknik Dergi, Yıl:48, Sayı: 565, Ankara.
103
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Sera Yetiştiriciliğinde Yararlı Mikroorganizmaların
(Bio-Gübre) Kullanımı
Özlem Altuntaş, İ.Kutalmış Kutsal
İnönü Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, Battalgazi
Kampüsü, Battalgazi-Malatya, E-posta: [email protected]
Özet: Dünyada özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra
sanayileşme ve hızlı nüfus artışı önemli çevre sorunlarını da ortaya çıkarmıştır.
Nüfus artışı nedeniyle yoğun tarımsal girdi kullanılarak birim alandan yüksek
verim alınmasına ve yeni alanların tarıma kazandırılmasına yönelik hedefler
belirlenmiştir. Sonuçta, yoğun ve bilinçsiz pestisit ve gübre kullanımı ile yanlış ve
gereksiz toprak işleme uygulamaları; kalıntı riski, toprağın fiziksel ve kimyasal
yapısının bozulması aynı şekilde toprak organik maddesi ve mikrobiyal
aktivitesinin gerilemesi, tuzlanma, çoraklaşma gibi kayda değer agronomik ve
çevre sorunlarına neden olmuştur. Tüm bu gelişmeler, gıda ve dolayasıyla da canlı
kalitesini olumsuz yönde etkilemiştir. Bu nedenle, birçok ülkede konvansiyonel
tarımdan organik tarıma geçilmeye başlanmıştır. Sera tarımında, birim alana daha
fazla bitki düşmesi, verimin açık alana göre daha yüksek olması, yaz sıcaklarında
organik maddenin hızlı parçalanması gibi nedenlerden dolayı gübre kullanımı daha
yoğundur. Ayrıca, sera tarımında uygulanan toprak dezenfeksiyonu, zararlı
mikroorganizmaların yanında yararlı mikroorganizmaları da yok ederek toprak
canlılığını olumsuz yönde etkilemektedir. Bio-gübre olarak adlandırılan
mikroorganizmaların sera tarımında kullanılması hem bitki beslemeye yardımcı
olacak hem de toprak canlılığını artırmak suretiyle toprak yapısını düzeltecektir.
Bu gübrelerin etkin kullanımı sonucu bitki gelişimi ve verim olumlu yönde
etkilenmektedir. Kök gelişimi iyi olan sağlıklı bitkilerin abiyotik ve biyotik stres
koşullarına dayanımı da artmaktadır. Bu konuda yapılan çalışmalar, özellikle
mikoriza kullanımının gübre tasarrufu sağlayacak kadar fayda gösterdiğini
kanıtlamıştır.
Anahtar kelimeler: Sera tarımı, yararlı mikroorganizma, bio-gübre, organik tarım
Use of Beneficial Microorganisms (Bio-fertilizer) in the
Greenhouse Cultivation
Abstract: Rapid population growth and industrialisation which occured in
the second half of the twentieth century, caused important environmental problems.
Therefore,the agriculture aims obtaining maximum yield per unit area by using
104
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
intense agricultural inputs and redounding new areas. Ultimately, intensive usage
of pesticides and fertilizers, incorrect soil cultivation caused significant agronomic
problems such as residual risk, spoiling structure of soil, decreasing soil organic
matter and microbial activity; such as salinization and desertification. All these
developments effected food and living quality negatively. For quality again, the
usage of Eco-friendly and natural promoting factors have become popular. Thus, a
lot of country have started to switch from conventional farming to organic farming.
Fertilization is rather more intensive in greenhouse production because of the
higher number of plant in a certain area, higher yield and rapid fragmentation of
organic matter. Furthermore, being applied in greenhouse production the soil
disinfectation affects adversely soil fertility by destroying beneficial
microorganisms as well as those are harmful. Besides, utilization of natural
resources has taken over in recent year as a result of developed environmental
consciousness. For those reasons, using of microorganisms in greenhouse
production, called Bio-fertilizers, will help both in plant nutrition and soil
improvement by increasing soil fertility. Effective application of such fertilizers
affects plant growth and yield positively. On the other hand, resistance to abiotic
and biotic stress conditions. The previous studies on this subject has proven that
especially mycorrhiza application supply benefit as higher as allowing fertilizer
savings.
Key words: Greenhouse cultivation, benefical microorganisms, bio-fertilizer,
organic farming.
1. Giriş
Bitkilerin mevsimleri dışında yetiştirilmesine olanak sağlayan seracılık,
günümüzde tarımın yüksek gelir getiren bir sektörüdür. Buna karşılık ilk kuruluş
maliyeti yüksek, işçiliğin ve girdilerin en yoğun kullanıldığı tarım koludur.
Dünyada iklim kuşağı nedeniyle seracılık, Kuzey Avrupa ülkelerinde ve Akdeniz
ülkelerinde farklılık gösterir. Türkiye seracılık bakımından Akdeniz iklim
kuşağında önemli bir yere sahiptir. 8.097 ha cam sera ve 29.865 ha plastik sera
olmak üzere toplam 37.962 ha sera alanı ile Türkiye, sera alanı bakımından Çin,
Güney Kore, Japonya ve İspanya’nın ardından beşinci sırada yer almaktadır
(Anonim, 2014 a,2014 b). Seracılık son yıllarda özellikle iklimin uygun olduğu
sahil şeridinde gelişme göstermiştir. Seralarımızın büyük çoğunluğu Akdeniz
Bölgesi’nde bulunmaktadır. Ege Bölgesi’nde ise sera alanlarının artışında
jeotermal enerji kaynaklarının varlığı önemli rol oynamıştır. Seracılık işletmelerine
baktığımızda, diğer Akdeniz ülkelerindeki gibi aile işletmelerinde sadece anti-don
amaçlı ısıtma ya da korumanın olduğu; ticari işletmelerde ise klima kontrollü sera
tarımı yapılmaktadır (Tüzel ve ark. 2005). Her iki işletme şeklinde de yapılan
üretimde bitki besin madde kullanımı yoğundur. Sebzeler diğer bitkilerle
kıyaslandığında çok daha fazla besin maddesine ihtiyaç duyarlar. Bu yüzden sebze
105
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
yetiştiriciliğinde gübrelemenin ayrı bir önemi vardır. Sera sebze yetiştiriciliğinde
yüksek verimli hibrit çeşitlerin kullanılması ve yetiştirme süresinin uzun olması
nedeniyle açıkta yapılan yetiştiriciliğe göre birim alandan daha çok besin maddesi
kaldırırlar. Dolayısıyla sera yetiştiriciliğinde açıkta yapılan yetiştiriciliğe göre bitki
besin elementi kullanımı daha yüksektir.
Ürünle birlikte topraktan kaldırılan ve çeşitli yollarla uzaklaşan besin
maddeleri, yeterli düzeyde verilmez ise ya da bilinçsizce fazla uygulanır ise verim
ve kalitenin olumsuz etkilenmesine neden olur. Son yıllarda bilinçli tüketicilerin
doğal ya da doğala yakın yöntemlerle yetiştirilmiş ürünlere olan talebi, sera
ürünlerinde de yetiştiricilik sırasında üreticiyi bu yönde tedbirler almaya
yöneltmektedir (Titiz, 2004). Hormon, ilaç kalıntısı ve yoğun gübre kullanımı sera
ürünlerinin kalitesi için olumsuz başlıklardır. Bilinçli tarımsal üretimde var olan
yer altı ve yer üstü canlılar arasındaki dengeyi sürdürmek, biyoçeşitliliği korumak
ve ekolojik yapının sürdürülebilirliği sağlamak gereklidir. Sadece verimliliği esas
alan uygulamalar tarımsal ekosistemlerde dengeleri bozmaktadır. Günümüzde
tüketicilerin üründe kaliteye önem vermeleri nedeniyle, artık üreticilerimizde
sadece verimliliği esas alan uygulamalar yerine doğaya dost teknikleri ve girdileri
tercih etmeye başlamışlardır.
Çevreye zararı olmayan bu tekniklerden birisi de; üretimde yararlı
mikroorganizmaları kullanmaktır. Toprağın fiziksel, kimyasal ve biyolojik yapısını
düzenlenmesine yardımcı olan bu mikroorganizmalar, toprak verimliliğini
arttırmanın yanında, bitki besin elementlerinden bitkinin etkin bir şekilde
yararlanmasını sağlamakta, bitki gelişimini, hastalık ve zararlılara dayanımı
arttırmaktadırlar. Ayrıca abiyotik stres koşullarında (tuzluluk, kuraklık, soğuk gibi)
bitkilerin hiç ya da daha az zarar görmesini sağlarlar.
2. Sera Sebze Yetiştiriciliği ve Organik Tarım
Dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de sebzeler, mevsim dışında
tüketiciler tarafından talep edilmektedir ve bu pazar büyük bir potansiyel
taşımaktadır (Engindeniz ve Tüzel, 2006). Bu nedenle domates, hıyar, biber,
patlıcan, kabak ve kavun gibi sıcak seven yazlık sebze türleri seralarda mevsim
dışında kış aylarında üretilerek tüketicilerin hizmetine sunulmaktadır. Akdeniz kıyı
şeridinde yaygın olan sera tarımı, hem iklimin hem sera koşullarının hastalık ve
zararlı gelişimine uygun olması nedeniyle; toprak üzerinde yapılan yetiştiricilikte
toprak kaynaklı hastalık ve zararlılar organik seracılığın yapılmasında büyük engel
teşkil etmektedir (Daşgan ve ark., 2008). Modern işletmelerde klima kontrolünün
yanında topraksız yetiştiricilik bu sorunları kısmen çözmüş olsa bile, bitki besleme
konusunda doğal yetiştiriciliğe yakın üretim yapmak istiyorsak doğayla uyumlu
teknikleri kullanmak akıllıca olacaktır.
Dünyada özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısında meydana gelen hızlı
nüfus artışı ve sanayileşme önemli çevre sorunlarını da ortaya çıkarmıştır. Nüfus
106
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
artışı, beraberinde açlık problemini de getirmiş ve bu soruna çözüm olarak ise
yoğun tarımsal girdi kullanılarak birim alandan yüksek verim alınmasına ve yeni
alanların tarıma kazandırılmasına yönelik hedefler belirlenmiştir. Sonuçta, yoğun
ve bilinçsiz pestisit ve gübre kullanımı ile yanlış ve gereksiz toprak işleme
uygulamaları; kalıntı riski, toprağın fiziksel ve kimyasal yapısının bozulması aynı
şekilde toprak organik maddesi ve mikrobiyal aktivitesinin gerilemesi, tuzlanma,
çoraklaşma gibi kayda değer agronomik ve çevre sorunlarına neden olmuştur. Tüm
bu gelişmeler, gıda ve dolayasıyla da canlı kalitesini olumsuz yönde etkilemiştir.
Tarımsal üretimde kalite yönetimi anlayışının benimsenmesi, özellikle gelişmiş
ülkelerde çevre sorunlarının yoğunlaşması, gıda kaynaklı hastalıkların artması
sonucunda ortaya çıkmış bir gelişmedir.
Bu ülkelerde tarımsal kaynaklı kirleticilerin yoğun biçimde kullanımı ve
doğal dengeyi bozan tarım teknikleri uygulamalarının olumsuz etkileri dikkati
çekmeye başlamış ve tekrar eski kaliteye ulaşmak için çevreye dost, doğal
geliştirici faktörlerin doğa ile uyumlu bir şekilde kullanılması gündeme gelmiştir.
Böylece birçok ülkede konvansiyonel tarımdan organik tarıma geçilmeye
başlanmıştır (Zengin 2007).
Organik üretim yöntemleri ile bitki yetiştirmede biyolojik döngü ve toprak
biyolojik aktivitesini arttırmaya yönelik yöntemler ön plana çıkmaktadır (Uzun,
2007). Genel olarak seralarda bitki yetiştiriciliği sırasında yüksek miktarlarda besin
elementine ihtiyaç duyulmakla birlikte hem organik hem de konvansiyonel
yetiştiricilikte aşırı gübrelemeden de kaçınılması gerekmektedir (Bernard ve
Berrouard, 1994). Fakat her türlü seracılıkta gübrelemenin kontrol altında tutulması
zordur. Günümüzde çevre bilincinin gelişmesi ve organik yetiştiriciliğin önem
kazanması üretimde doğal kaynakların kullanımını ön plana çıkarmıştır (Ortaş,
2000). Klasik yetiştirme sisteminde kullanılan mineral gübreler; verimi
arttırmasının yanında üründe kalitenin düşmesine, hastalık ve zararlılara karşı
direncin azalmasına bunun sonucu olarak da artan ilaç kullanımına neden olmuştur.
Yıldan yıla gübre ve ilaç kullanımı bitkisel üretimde artmıştır. Gübre kaynaklarının
sınırlı ve pahalı olması nedeniyle doğal yararlı mikroorganizmaların kullanımı ve
değerlendirilmesi daha temiz bir çevre için hem de ekonomik nedenlerle önemlidir
(Ortaş, 2000).
Sera sebze yetiştiriciliğinde bir diğer konu; toprakta yapılan yetiştiricilikte
sera torağının dezenfeksiyonu sırasında zararlı olanların yanında yararlı
mikroorganizmaların yok edilmesidir. Topraksız yetiştiricilikte ise, kullanılan
substratların hastalık ve zararlı etmenlerini taşımaması gerekir. Bunun için de ya
elde edilmeleri sırasında bu nitelikleri kazanırlar ya da daha sonra dezenfekte ya da
sterilize edilirler (İkiz, 2003). Her iki durumda da yararlı mikroorganizmalar yok
edildiğinden substratlarda da yararlı mikroorganizmalar bulunmamakta bitkinin
besin ihtiyacı sadece kökler tarafından sağlanmaktadır. Sonuç olarak; sera sebze
yetiştiriciliği ister toprakta yapılsın ister topraksız tarım şeklinde yapılsın, doğada
bulunan yararlı mikroorganizmalardan yoksundur.
107
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
3.2. Bio-gübreler ve Sebze Üretiminde Kullanılması
Tohum, bitki yüzeyi veya toprağa uygulandığında atmosferik azotu fiskeden,
organik ve inorganik kaynaklardan mineral elementlerin alınabilirliğini artırarak
veya sekonder metabolit üretimiyle bitkisel gelişmeyi teşvik eden; rizosferde
kolonize olabilen veya bitki dokularına girebilen, canlı mikroorganizmalardan
meydana gelen materyale "Bio-gübreler" veya “Mikrobiyal gübreler” adı verilir.
Bunlar, yetiştiricilikte kullanıldığında; biyolojik aktiviteyi arttırarak toprağı
iyileştirmekte, bitki beslenmesine yardımcı olmakta, bitki büyüme ve gelişimini
arttırmakta, verimi ve ürün kalitesini olumlu etkilemektedir. Toprak
mikroorganizmaları toprakta pek çok kimyasal değişimin içinde yer almakla
birlikte, bitki gelişmesi için gerekli olan örneğin azot ve karbon besin
elementlerinin döngüsünde görev aldıkları için toprak verimliliğinin önemli
unsurlarıdır. Bio-gübrelerin içeriğindeki yararlı mikroorganizmalar, bitkinin
rizosfer ve endorizosfer bölgesinde koloniler kurmak suretiyle, bitki gelişimini
direkt ve dolaylı yollarla teşvik eder (Saxena ve ark. 2005). Bio-gübre olarak
kullanılan yararlı mikroorganizmalar;
-
Atmosfer azotunu fikse eder,
Organik atıkları ve kalıntıları parçalar,
Toprak kökenli patojenleri baskılar,
Bitki besin maddelerinin yarayışlılığını artırır ve dönüşümlerini sağlar,
Çözünemeyen besin kaynaklarını çözünür hale getirir.
Son yıllarda bitkisel gelişmeyi teşvik edici ve artırıcı Rhizobium,
Azotobacter, Bacillus, Azospirillum Pseudomonas, Enterobacter, Klebsiella ve
Staphylococcus gibi bakterilerin, bazı Aspergillus ve Penicillium funguslarının
biyolojik gübre olarak kullanımı üzerine yoğun araştırmalar yapılmakta ve olumlu
sonuçlar alınmaktadır (Kaiser, 1995; Srinivasan vd., 1996; Bashan ve Holguin,
1997; Sudhakar vd., 2000; Çakmakçı, 2002). Mikroorganizmaların bio-gübre
olarak kullanımının birçok faydaları vardır. Bio-gübre daha ucuz, bitkilere toksik
etki göstermez, yeraltı sularını kirletmez, toprak asitliğini artırmaz. Bu gübreler,
gelişimi teşvik edici ve hormonsal maddeler de üreterek bitki gelişmesini
artırmakta, hastalıkların kontrolünde kullanılmakta ve toprak bitki besin
elementlerinin alımını ve ekonomik kullanımını sağlamaktadır. Gübre üretiminde
önemli miktarda fosil enerji kullanılmakta, oysa çevre dostu bio-gübre enerji olarak
gerçekte bedavadır.
Biyolojik gübrelerin bitki gelişmesi ile ilgili en belirgin özellikleri
simbiyotik ve simbiyotik olmayan azot fiksasyonu, bitki besin elementlerini mobil
hale getirilmesi, toprak kökenli hastalıkların biyolojik kontrolü ve bitki gelişimini
uyarıcı maddelerin salgılanmasıdır (Lucy vd., 2004). Tarla ve bahçe tarımında
108
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
yetiştirilen bitkilerin rizosferlerinden farklı bakteri türleri izole edilmekte,
saflaştırılmakta, potansiyeli ortaya konulmakta ve bio-gübre olarak uygun
mikroorganizma karışımları hazırlanmaktadır. Bu bakteriler arasından aktif olan
türler, etkinlikleri ve ortam koşullarına adapte olabilme özellikleri dikkate alınarak
seçilmekte, birden fazla türü içeren bio-gübrelerde kullanılmak üzere muhafaza
edilmektedir. Bio-gübre üretimi için belli bir yoğunlukta olan ve kullanılmak
istenen mikroorganizma türlerine turba yosunu gibi uygun ortamlar sağlanmakta,
yapıştırıcı olarak da arap sakızı benzeri maddeler kullanılabilmektedir.
Mikroorganizmalar tohumların kaplanmasında kullanılabildiği gibi fide veya
bitkilere de uygulanabilmektedir. Yapraklara püskürtülmesi durumunda ise, birçok
bitki patojenine karşı antagonistik etki gösterebilmektedir (Sudhakar ve ark.,
2000).
Mikorizalar ise; bitki köklerinin korteks dokusunu kolonize eden mantar ile
bitki arasındaki işbirliğini ifade eder. Bu işbirliğinde bitkiler fotosentez sonucu
ürettikleri karbonu mantara, mantar da hifleri ile besin elementleri ve suyu bitkiye
iletmektedir. Doğadaki birçok bitki mikoriza mantarları ile simbiyotik ortaklık
oluşturmuş durumdadır. Bitkilerin mikorizal simbiyozlardan sağladığı faydalar
bitki büyüme ve gelişmesini dolayısıyla verimi arttırmak, biyotik ve abiyotik stres
koşullarına dayanımı arttırmaktadır. Bitki büyüme ve gelişmesi mikoriza
mantarlarının hiflerinin aynı kök gibi görev yapması, köklerin ulaşamadığı
alanlarda bulunan su ve besin maddelerini bitkiye ulaştırması şeklinde
gerçekleşmektedir. Yani mikoriza bitkinin etkili kök yüzey alanını arttırmaktadır.
4. Sonuç
Mikrobiyal gübreler, bitkilerin kök yüzeylerinde kolonize olarak köklerin
gelişimini olumlu katkı yapmaktadır. Dolayısıyla köklerde etkili olan bu pozitif
gelişim, bitkilerin toprak üstü kısımlarının gelişimi ve verimini arttırmaktadır.
Ayrıca, bu mikroorganizmaların hormon benzeri metabolitler üretmesi ve toprak
veya organik maddeden bitkiler için yarayışlı besinleri çözebilmesi sayesinde,
bitkilerde genellikle boy, kök yaş ağırlığı ve verim gibi önemli parametreleri
olumlu yönde etkilemektedir. Dünyada ve ülkemizde gün geçtikçe organik ürünlere
karşı olan ilginin artması, organik ürün yetiştiriciliğine olan ilgiyi de artırmıştır.
Üreticiler ve üreticilere gerekli girdileri sağlayan firmalar da bu konuya daha
duyarlı hale gelmişler ve organik tarımda kullanılabilecek olan girdileri artırmaya
ve geliştirmeye yönelik çalışmalar başlatmışlardır. Bu çalışmalar sonucunda
bitkilerin beslenmesi ve sağlığının korunabilmesi için organik tarımda da
kullanılabilecek olan bitki aktivatörleri ve mikrobiyal gübreler geliştirilerek
üreticilerin hizmetine sunulmuştur.
Sonuç olarak; doğada doğal olarak bulunan faydalı toprak
mikroorganizmaları dezenfekte ya da solarize edilmiş sera toprağında ya da
topraksız kültür ortamlarında bulunmamaktadır. Açıkta yetiştiriciliğe göre daha
yoğun gübre kullanılan sera sebze yetiştiriciliğinde faydalı mikroorganizmaların
109
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
toprağa ya da ortama ilavesi hem gübre kullanımını azaltacaktır hem de verilen
besin elementlerinden bitkinin daha etkin faydalanmasını sağlayacaktır. Daha az
gübre kullanımı temiz bir çevre açısından yararlı olduğu gibi ekonomik yönden de
tasarruf sağlayacaktır.
Kaynaklar
Aksoy U. 1999. Ekolojik Tarımdaki Gelişmeler. Ekolojik Tarım Organizasyonu
Derneği Yayınları.
Anonim 2014 a. http://www.tuik.gov.tr
Anonim 2014 b. http://www.faostat.fao.org
Bashan, Y., Holguin, G., 1997. Azospirillum-plant relationships: Environmental
and physiological advances (1990-1996). Can. J. Microbiol. 43, 103-121
Berhard, G. Ve Berrouard, S., 1994. Effects of Several Organic Ferilizers on
Growth of Greenhouse Tomato Transplants. Canadian Journal of Plant
Science, January. p.: 167-168.
Çakmakçı, R., 2002. Azot fiksasyonu ve fosfat çözücü bakteri aşılamalarının şeker
pancarı verim ve kalitesine etkisi. II. Şeker Pancarı Üret. Semp., Verim,
Kalit. Yük., 257-270.
Daşgan, H.Y., Yılmaz, A. Türemiş, N., 2008. Topraksız Hıyar Yetiştiriciliğinde
Organik ve Sentetik-İnorganik Kaynaklı Bitki Beslemenin Karşılaştırılması.
VII. Sebze Tarım Sempozyumu. 26-29 Ağustos, Yalova. 413-416. Emre
Basımevi, İzmir
Engindeniz, S., Tüzel, Y., 2006. Economic Analysis of Organic Greenhouse
Lettuce Production in Turkey. Scienta Agricola, v.63, p.285-290.
İkiz, Ö., 2003. Topraksız Biber Tarımında Mikorizaların Etkileri. Çukurova
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, s.:182, Adana.
Kaiser, P., 1995. Diazotrophic mixed cultures of Azospirillum brasilense and
Enterobacter cloacea. NATO ASI Ser. Ser. G, 37, 207-212.
Ortaş, İ., 2000. Mikorizanın Çevre Biliminde Kullanımı ve Önemi. GAP Çevre
Kongresi, Şanlıurfa, 255-272.
Srinivasan, M., Petersen, D.J., Holl, F.B., 1996. Influence of indoleacetic-acidproducing Bacillus isolates on the nodulation of Phaseolus vulgaris by
Rhizobium etli under gnotobiotic conditions Can. J. Microbiol. 42,10061014.
Sudhakar, P., Chattopadhyay, G.N., Gangwar, S.K., Ghosh, J.K., 2000. Effect of
foliar application of Azotobacter, Azospirillum and Beijerinckia on leaf
yield and quality of mulberry (Morus alba). J. Agric. Sci., Camb., 134, 227234.
Titiz, S., 2004. Modern Seracılık: Yatırımcıya Yol Haritası. Ansiad, Antalya,
s.:124.
110
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Tüzel, Y., Gül, A., Daşgan, H.Y., Özgür, M., Özçelik, N., Boyacı, H.F., Ersoy, A.,
2005. Örtüaltı Yetiştiriciliğinde Gelişmeler. Türkiye Ziraat Mühendisliği VI.
Teknik Kongresi, 3-7 Ocak, Ankara, 609-627.
Güzel, Y., Leonardi, C., 2005. Protected Cultivation in Mediterranean Region.
International Conference on Plasticulture and Precision Farming. 19-22
Kasım, Hindistan.
Uzun, S., 2007. Seracılıkta Konvansiyonel-Organik Karşılaştırılması. Organic
Agriculture in Turkey Congress, 19-20 October, Bahçeşehir University,
Beşiktaş, İstanbul.
Zengin M (2007) Organik Tarım. Hasad Yayıncılık Ltd. Şti., İstanbul.
111
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Organik Üretimin Geliştirilmesi ve Sürdürülebilirliği:
Trakya Bölgesi Arı Yetiştiriciliği Örneği
Aydın Gürel1 Ahmet Gündüz2
Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi, Bölümü, Tekirdağ,
E-posta: [email protected],
2
Muğla İli Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, Muğla.
1
Özet: Türkiye iklim koşulları, bitki örtüsü ve 40.000 arıcısı ile yeryüzünde
arıcılığa en uygun ülkelerden birisidir. Günümüzde aşırı derecede ve bilinçsizce
kullanılan sentetik kimyasallar ile üretilen gıdaların insan sağlığını tehdit ettiğine
dair görüş ve bulgular giderek artmaktadır. Bu nedenle ülkemizde üretilen balların
ihracatta istenmeyen kalıntı madde içerikleri giderek sorun olmaktadır.
Konvansiyonel bal üretiminde kullanılan kimyasalların arı ürünleri ve insanlar
üzerindeki olumsuz etkileri bilinmektedir. Bu nedenle günümüzde organik bal
üretimi ile arı ürünlerindeki kimyasal kalıntı sorununu minimuma indirgeme
çalışmaları hız kazanmaktadır. Bu araştırmanın amacı, Trakya Bölgesi arı
yetiştiriciliğinin mevcut durumunu irdelemek ve arıcılık işletmelerinin organik bal
üretebilme koşul ve olanaklarını saptamaktır. Bu bağlamda Trakya Bölgesinde
Yapılan araştırmada arıcıların ¾’ünün son beş yılda en fazla bir kursa katıldığı, %
91,5’i veteriner yardımı almadığı tespit edilmiştir. Ayrıca % 25,5’i komşu ve
arkadaşlarından ve % 27,0’si gazete dergi vb. basılı yayınlardan ve % 38,5’i TV
vb. görsel yayınlardan bal üretimi hakkında bilgi edindiği ve % 95,6’sının ise hiç
danışmalık hizmeti almadığı saptanmıştır. Ayrıca % 25,5’i komşu işletmeden, %
27,0’si gazete dergi vb. basılı yayınlardan ve % 38,5’i TV vb. görsel yayınlardan
bal üretimi ile ilgili bilgi edinebilmektedirler. Bu çalışmada Türkiye’de gıda
güvenliğinin mevcut durumu ve gıda güvenliği açısından yaşanan sorunlar
irdelenmektedir.
Anahtar kelimeler: Trakya Bölgesi, arıcılık, organik arıcılık, bal üretimi
Development and Sustainability of Organic Production: The
Case of Beekeeping in the Region of Thrace
Abstract: Turkey is one of the most favourable countries for beekeeping in
the world due to its climatic conditions, vegetation, and 40,000 beekeepers. There
is an increase in views and evidences that the foodstuff produced with the
excessive and the ignorant usage of the synthetic chemicals is threatening the wellbeing of the humans. Therefore the undesirable substance content of the honey
112
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
produced in Turkey destined for export has become a growing problem. The
chemicals used in conventional honey production are known to have negative
effects on bee products and humans. Therefore, organic honey production and
researches on minimizing the chemical residues are picking up speed day by day.
The aim of this study is to analyse the current situation of the beekeeping in Thrace
and to determine the requirements and the possibilities of organic honey production
for beekeeping businesses. In this context, according to a survey conducted in
Thrace, it was found that ¾ of the beekeepers attended a maximum of a single
course within the last five years, and 91.5% of them receive no vetenary assistance.
Besides, 25.5% of the beekeepers obtain information on honey production from
neighbours and friends, 27% of them from printed publications such as newspapers
or magazines and 38.5% of them from visual broadcasts. Furthermore, the ratio of
those that receive no consultation services is 95.6%. In this study, the current
situation and the problems faced in terms of food safety in Turkey are examined.
Key words: Region of Thrace, beekeeping, organic beekeeping, honey production
1. Giriş
Organik arıcılığı Akyol (2009) kimyasal girdi kullanmadan, üretimden
tüketime kadar her aşaması kontrollü, sertifikalı ve kayıt altına alınmış bir disiplin
bütünü olan, işletmesi, ambalajlaması, etiketlenmesi, depolanması ve taşınmasına
dair usulle belirlenmiş, modern arıcılık metotları kullanılan, toprak ve su
kaynakları ile havayı kirletmeyen, çevre, bitki, hayvan ve insan odaklı olan, daha
verimli, istikbali ve bütünleşik ürün hedefleyen bozulan ekolojik dengeyi yeniden
tesis etme mücadelesi veren tarım biçimi olarak tanımlamaktadır. Emsen ve Genç
(2005) organik arıcılık yapacak olan kişinin parazit akarları, hastalığa sebep olan
organizmalar ve diğer zararlılar kadar bal arılarının davranışları ve yaşam siklüsü
hakkında da geniş bir bilgiye sahip olmaları ve tüm bu hastalıkları kontrol altına
almak için doğal kaynakları seçmelerinin gerekli olduğunu vurgulamaktadır. Yücel
(2005) organik üretimde arıların orijini, kovan bölgesinin 3 km yarıçapı, yani
kovanların sanayi alanlarından, karayollarından ve tarım ilaçlarının kullanıldığı
konvansiyonel tarım alanlarından uzakta bulunmasının önemini belirtmektedir.
Torun (2011) organik tarımda üreticilerin bilgi kaynaklarının önemini
vurgulamaktadır.
Trakya bölgesi ülkemizin en fazla ayçiçeği üretimi yapılan bölgelerinden
biridir. Bu kapsamda Lampeitl (1984) ve Doğaroğlu (1985) ayçiçeği bitkisinin
sunduğu nektar zenginliği yanı sıra ve tozlaşma ile ayçiçeğinde verimin artmasının
da oldukça önemli olduğunu bildirmektedirler. Namık Kemal Üniversitesi, Fen
Bilimleri Enstitüsü “Organik Bal Üretimi Açısından Trakya Bölgesi Arı
Yetiştiriciliğinin Mevcut Durumu” isimli yüksek lisans tezinden türetilen bu
113
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
bildirinin amacı, Trakya Bölgesi arı işletmelerinin organik bal üretebilme koşul ve
olanaklarını sürdürülebilirlik açısından irdelemektir.
2. Materyal ve Yöntem
Araştırmanın birincil verilerini Türkiye Arı Yetiştiricileri Merkez Birliği
ve Trakya Bölgesi’ndeki arı yetiştiricileri birliklerinden elde edilen bilgiler
doğrultusunda Trakya Bölgesi Arı işletmelerinden anket yöntemi ile elde edilen
veriler oluşturmaktadır. Bu bağlamda Trakya Bölgesi Arı Yetiştiricileri
Birliklerinden elde edilen veriler doğrultusunda, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli illeri
ve Çanakkale İli’nin Gelibolu, Eceabat ilçelerinde bulunan 50 ve üzeri kayıtlı
kovanı bulunan 200 üreticiye anket uygulanmıştır.
3. Bulgular ve Tartışma
3.1. Organik Bal Üretimini Olumlu Yönde Destekleyen Bulgular
İşletmelerin % 92,0’si yerli ırk arıları tercih etmektedirler. % 94,0’ü ana
arıyı kendisi üretmektedir. % 82,5’i 1–3 yılda bir ana arı yenilemesini yapmaktadır.
% 96,0’sı ana arıların kanatlarını kesmemektedir. % 27,0’si eski ana arının
kendiliğinden ölmesini beklerken, % 72,5’i başını koparma ya da sıkarak öldürme
ve % 0,5’i de kimyasal vb. yöntemleri kullanmaktadır. % 96,5’i kovanlarını
etiketlemekte, % 86,5’i temiz su kaynağının yakınındadır ya da temiz su temin
etmektedir. İşletmelerin % 60,0’ı atıklarını yakarak, % 5,5’i gömerek, % 34,5’i de
çöpe atarak imha etmektedir. % 1,5’i ilaçları arı ürünleri ile aynı yerde depolarken,
% 98,5’i aynı yerde depolamaktadır (Şekil 1) .
114
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
İlaçları arı ürünleri aynı yerde depolamayanlar
98.5
İlaçları arı ürünleri aynı yerde depolayanlar
1.5
İşletme atıklarını çöpe atıp imha edenler
34.5
İşletme atıklarını gömenler
5.5
İşletme atıklarını yakanlar
60
Temiz su kaynağında olanlar/temin edenler
85.5
Kovanlarını etiketleyenler
96.5
Eski ana arının ölmesi için kimyasal vb. kullananlar
0.5
Eski ana arının başını sıkarak/kopararak öldürenler
72.5
Eski ana arının kendiliğinden ölmesini bekleyenler
27
Ana arıların kanatlarını kesmeyenler
96
1–3 yılda bir ana arı yenilemesini yapanlar
82.5
Ana arıyı kendisi üretenler
94
Yerli ırk arıları tercih edenler
92
0
20
40
60
80
100
120
Şekil 1: Organik bal üretimini olumlu etkileyen bulgular (%)
3.2. Organik Bal Üretimini Olumsuz Yönde Destekleyen Bulgular
İşletmelerin % 6,0’sı organik arıcılık özellikleri açısından organik koşulları
taşıdığını belirtmişlerdir. % 99’u mum teminini fabrikalardan yapmakta, % 79,5’i
zararlılarla mücadelede kimyasal ilaçları tercih etmekte, % 8,5’i beslenme ve
zararlılarla mücadele işlemlerini kayıt altında tutarken, % 92,5’i tutmamaktadır.
Ayrıca % 10,5’i ilaç kullanımı kayıt altında tutarken, % 89,5’i tutmamaktadır. %
1,5’i bal ve petekli bal örneklerini düzenli olarak akredite kurumlarda analiz
ettirirken, % 98,5’i analizin çok pahalı olması nedeniyle bunu yapmamaktadır. %
82,5’inin bala sıcaklık uygulamasını uygun yapmamakta, % 89,5’i hasat ettikleri
ünleri kontrolsüz olan ev ortamında (oda veya yüklüklerde) saklamakta, % 95,5’i
besleme materyallerini ısı, nem kontrollü ve kaydı olmayan depolarda
saklamaktadır. Bu koşullarda sadece %1’i organik arı besini kullandığını
belirtirken, % 99,0’u organik olmayan arı besini kullanmaktadır (Şekil2).
115
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
99
Organik arı besini kullanmayanlar
1
Organik arı besini kullananlar
95.5
Besleme materyallerini kontrolsüz saklayanlar
89.5
Hasat edilen ürünü kontrolsüz ev ortamında…
82.5
Bala sıcaklık uygulamasını uygun…
98.5
Petekli bal örneklerini düzenli analiz…
1.5
Petekli bal örneklerini düzenli analiz ettirenler
89.5
İlaç kullanımı ile ilgili kayıt tutanlar
10.5
İlaç kullanımı ile ilgili kayıt tutanlar
92.5
Beslenme ve zararlılarla mücadeleyi kayıt…
Beslenme ve zararlılarla mücadeleyi kayıt…
8.5
79.5
Zararlılarla mücadelede kimyasal ilaçları…
99
Mum teminini fabrikalardan yapanlar
6
Organik koşulları taşıdığını belirtenler
0
20
40
60
80
100
120
Şekil 2: Organik bal üretimini olumsuz etkileyen bulgular (%)
3.3. İşletmelerin iletişim Kanalları
Bal üretimi üzerine işletmelerin iletişim kanalları irdelendiğinde; % 88’i
son beş yılda sadece bir adet kursa katıldığı, % 91,5’i veteriner yardımı almadığı,
% 25,5’i komşu ve arkadaşlarından, % 27,0’si gazete dergi vb. basılı yayınlardan
ve % 38,5’i TV vb. görsel yayınlardan bal üretimi hakkında bilgi edindiğini
belirtmektedir. Ayrıca işletmelerin % 95,6’sının ise hiç danışmalık hizmeti
almadığı saptanmıştır (Şekil 3).
116
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Danışmanlık hizmeti almayanlar
96.5
Görsel yayınlardan yararlananlar
38.5
Basılı yayınlardan yararlananlar
27
Arkadaş/ komşudan yararlananlar
25.5
Veterinerden yardım almayanlar
91.5
Son 5 yılda bir adet kursa katılanlar
88
0
20
40
60
80
100
120
Şekil 3: İşletmelerin İletişim Kanalları (%)
Tarımsal üretimde yeniliklerin yaygınlaşması ve sürdürülebilirliği açısından
iletişim kanallarının etkinliği önemli yer tutmaktadır. Kırsal iletişim üzerine
Albrecht (1970) tarımda teknolojik gelişmelerin çiftçilerce tanıtılması ve
benimsetilmesi için çiftçilerin yeni bilgilerden düzenli olarak haberdar edilmelerini
ve bilgi akışının düzenli olmasının gerekliliğini vurgulamaktadır. Diederich (1975)
kırsalda bilgi akışının işlememesi durumunda yeniliğin şeklen doğru uygulanması
mümkün değildir, ifade etmektedir. Rogers (1969) çiftçiler haberleri genel olarak
köye gelenlerden, köy dışına gittiklerinde ve kitle iletişim araçlarıyla aldıklarını
bildirmektedir.
Torun (2011) organik tarımda üreticilerin bilgi kaynaklarının önemini
vurgulamaktadır. Bu bağlamda Gürel (1998; 2010a, 2010b ve 2014) Trakya
Bölgesinde çiftçilerin yayımcılar ve çiftçi örgütleri ile olan iletişimin önemini
vurgulamakta olup, bu kapsamda gerek kurum ve kuruluşlarla ve gerekse çiftçi
örgütleri ile olan iletişimin zayıf olduğunu bildirmektedir. Dolaysıyla kırsalda
iletişimin zayıf olması diğer üretim faktörlerinde olduğu gibi, organik üretiminde
bilinçli bir şekilde yaygınlaşmasını engelleyen etmenlerdendir.
4. Sonuç:
Trakya Bölgesi’nde sadece Kırklareli ilinin ormanlık/dağlık bölgeleri
organik bal üretimi için uygun olabileceği saptanmıştır. Bölge genelinde organik
bal üretimi açısından irdelenen toplam 19 işletme özelliklerinden 9’u organik bal
üretimini olumlu yönde desteklerken, diğer 10 özelliğin organik bal üretimini
olumsuz yönde desteklediği belirlenmiştir. Organik üretimin sürdürülebilir
117
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
olabilirliği bu alandaki iletişimin, yani bireysel, grupsal ve kitlesel yayım
yöntemlerinin etkinliğine bağlıdır ki, bu hizmetler yetersiz düzeydedir.
Kaynaklar
Akyol, M. T., 2009. Organik Arıcılık Makalesi (Standart Dergisi Yıl:48 Sayı: 567
Ağustos 2009) (ISSN:1300 8366) Sayfa:85
Albrecht, H., 1970, Die Sozialökonomische Beratung in der Landwirtschaft,
Mainz.
Diederich, J., 1975, “Vorstellung eines Beratungsprojektes” In : Sachverhalte und
probleme der Kommunikation bei der Zusammenarbeit mit Partnern in der
dritten Welt, Witzzenhamsen.
Doğaroğlu, M., 1985. Bitkisel Üretimde Verimliliği Artırmada Bal Arısının Yeri ve
Önemi. Yem Sanayi Derigisi, Sayı: 48.
Emsen, B. ve Genç, F., 2005. Organik Bal Üretimi, Erzurum.
Güneş, T., Arıkan, R., 1988. Tarım Ekonomisi İstatistiği, Ankara Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Yayınları :1049, Ders Kitabı, Ankara.
Gürel, A., 1998, Malkara İlçesinde Ayçiçeği Üreticilerinin Teknolojik Yeniliklere
Karşı Davranışlarını Etkileyen Etmenler Üzerine Bir Araştırma, Yayın No:
262, Araştırma No: 90, T.Ü. Tekirdağ Ziraat Fakültesi, Tekirdağ, 106 s.
Gürel, A., 2010a, Kırsal Kalkınma Yatırımları Açısından Hayrabolu’da Üretici
Davranışları, Hayrabolu Değerleri Sempozyumu, Hayrabolu, Tekirdağ.
Gürel, A., 2010b, Malkara’da Kırsal Halkın Yeniliklere Karşı Davranışlarını
Etkileyen Etmenler, Malkara Değerleri Sempozyumu, Malkara, Tekirdağ.
Gürel. A., 2014, Marmara Bölgesinde Mantar Üretimi ve Değerlendirilmesi,
Namık Kemal Üniversitesi, NKUBAP.00.24.Ar.12..12 Nolu Proje Raporu,
Tekirdağ.
Lampeitl, 1984. Bienen Halten. Eine Einiuhrung in die lmkerei. Verlag Eugen
Ulmer, Sttutgart.
Rogers, E. M., 1969, “ Modernisation Among Peasats, Holt, Rinehart and Winston,
Inc., New York.
Torun, E. (2011) ‘Organik Tarımda Çiftçilerin Bilgi Kaynakları (Kocaeli İli
Kartepe İlçesi Örneği)’, KSÜ Doğa Bil. Derg., 14(4).
Yücel, B., 2008. Arıcılıkta organik üretimin esasları nelerdir? (Yrd. Doç. Dr. Banu
Yücel Ege Ün. Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü), (http://mellifera.
blogcu.com/organik-tarim-doc-dr-banu-yucel-in-calismasi)
118
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Sağlıklı Üretimde Bilgilendirme ve Bilinçlendirme
Faaliyetlerinin Mevcut Durumu: Edirne İli Çeltik
Üretimi Örneği
Aydın Gürel1 Cenk Ozan Şentürk2
Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi, Bölümü, Tekirdağ
E-posta: [email protected]
Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi, Tekirdağ
Özet: Bilindiği gibi sağlıklı üretim açısından tarımsal üretimde kullanılan
kimyasalların (tarımsal ilaç vb.) insan ve toplum sağlığı üzerindeki olumsuz
etkileri her geçen gün artarak önem kazanmaktadır. Bu nedenle bu alanda
bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyetlerinin önemi oldukça büyüktür. Bu
bağlamda Edirne İli çeltik üreticileri üzerine yapılan bir araştırmada çeltik
üreticilerin çeltik üretimde en öncelikli probleminin % 99,4 oranla ilaçlama
zorlukları, % 96,8’i çeltik üretimi ile ilgili bilgilendirme faaliyetlerinin yeterli
olmadığını belirtmektedir. Tavsiye edilen ilaç dozuna üreticilerin % 46,1’i bazen,
% 47,4’ü ise her zaman dikkat ettiğini belirtmiştir. Üreticilerin % 17,5’inin kamu
yayımcılarıyla hiç iletişim kurmadıkları, çiftçi kurslarına katılımın düşük olduğu
(% 18,8), % 40,2’sinin sesli ve görsel yayınlardan, yaklaşık % 50,0’ının basılı
yayınlardan yararlanmadığı saptanmıştır. Bu bildiri ile Edirne İlinde çeltik üretimi
yapan tarım işletmeleri örneği ile sağlıklı üretimde bilgilendirme ve bilinçlendirme
faaliyetlerinin mevcut durumu irdelenmektedir.
Anahtar kelimeler: Çeltik, Edirne, Sağlıklı Üretim, Bilgilendirme, Bilinçlendirme
Current State of Advising and Awareness Rising Activities at
Healthy Production: the Case of Rise Production in the
Edirne Province
Abstract: As is known, the negative effects of the chemicals used in
agricultural production on human and public health is becoming more and more
important in terms of healthy production. Therefore, the importance of the advising
and awareness rising activities in this subject is quite large. In this context, a survey
conducted on rice producers in the Edirne Province found that 99.4% of them
agrees that the greatest problem in rice production is difficulties of applying
pesticides, and that 96.8% of the producers thought that the advising activities for
rice production are not sufficient. It was also found in the same survey that 46.1%
119
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
of the producers sometimes complied with the prescribed pesticide dose, while
47.4% always sticked to the prescribed dose. According to the same survey, 17.5%
of the producers never contacted the public publishers, the attendance to the farmer
courses was low (18.8%), 40.2% of the producers did not make use of vocal and
visual broadcasts, and about 50% of them did not draw benefit from printed
publications. In this paper, the current state of the advising and awareness rising
activities in the healthy production through the example of the agricultural
businesses producing rice in the Edirne Province is examined.
Keywords: Rice, Edirne, Healthy Production, Adivising, Awareness Rising
1. Giriş
Namık Kemal Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü “Çeltik Üretimi Yapan
Tarım İşletmelerinde Tarımsal İlaç Kullanımında Yayım Yaklaşımları: Edirne İli
Örneği” isimli yüksek lisans tezinden türetilen bu bildirinin amacı, Edirne İlinde
çeltik üretimi yapan tarım işletmeleri örneği ile tarımsal ilaç kullanımı ve bu
konuda bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyetlerinin (bireysel, grupsal ve kitlesel
yayım: çiftçi toplantıları, çiftçi kursları, tarla günleri, demonstrasyonlar vb.)
mevcut durumunu irdelenmektedir.
2. Materyal ve Yöntem
Bu araştırmanın ana materyalini aşağıdaki formül kullanılarak ± %10 hata
payı ile saptanan 154 işletmeye basit tesadüfi örnekleme yöntemi ile (Güneş ve
Arıkan, 1988) uygulanan anketlerden ve ayrıca gözlem ve mülakat yöntemiyle elde
edilen veriler oluşturmaktadır.
n = Ömek sayısı, z α /2= z değeri,
α = Populasyonun standart apması
D = Örnekleme hatası (% 10)
3. Bulgular ve Tartışma
3.1. Çeltik Üretiminde Öncelikli Sorunlar
Çeltik üreten çiftçilere en öncelikli problemlerinin hangileri olduğu
sorulmuştur. Alınan yanıtlara göre ürünün pazar fiyatından (% 62,3) ve girdi
maliyetlerinden (% 37,7) ziyade üreticilerin çeltik üretimde en öncelikli problemi
% 99,4 oranla ilaçlama zorlukları olduğu ve ilaçlamada tavsiye edilen ilaç dozunun
120
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
üzerine çıkanların oranı yaklaşık % 93,5’dir (% 46,1 + % 47,4). Bu kapsamda
bilgilendirme, bilinçlendirme faaliyetlerinin yetersiz olduğunu belirtenlerin
oranının % 96,8 olduğu saptanmıştır. Bu bulguya göre üreticilerin çeltik üretimde
en öncelikli problemi insan sağlığı açısından önemli olan tarımsal ilaçların
kullanımında karşılaşılan zorluklardır (% 99,4). Aynı zamanda bu konuda
bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyetlerinin yetersiz olduğunu belirten çiftçi
oranı % 96,8’dir (Şekil 1).
Şekil 1: Tarımsal İlaç kullanımında Öncelikli Problemler (%)
Girdi maliyetleri
37.7
Ürünün Pazar fiyatı
62.3
Bilgilendirme faaliyetlerinin yetersizliği
96.8
Tavsiye edilen dozun üzerine her zaman
çıkanlar
47.4
Tavsiye edilen dozun üzerine bazen
çıkanlar
46.1
İlaçlama zorlukları
99.4
0
20
40
60
80
100
120
3.2. Sağlıklı Üretimde Bilgilendirme Bilinçlendirme
Dünyanın her yerinde olduğu gibi, ülkemizde de bilgilendirme ve
bilinçlendirme yöntemlerini bireysel, grupsal ve kitlesel olmak üzere üç ana grupta
toplamak mümkündür.
Bu kapsamda çeltik üretiminde bireysel bilgilendirme bilinçlendirme
görüşmeleri irdelendiğinde yayımcılar ile çok sık görüşen çifti oranı oldukça
düşüktür (% 3,9). Yayımcılarla hiç görüşmeyenlerin oranı ise % 17,5’dir. Grupsal
eğitim açısından bakıldığında; Çiftçi toplantılarına, demostrasyonlara ve çiftçi
121
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
kurslarına katılanların oranı oldukça düşüktür. Bu durum görsel, sesli ve basılı
kitlesel bilgilendirme ve bilinçlendirme yöntemleri açısından da memnuniyet verici
düzeyde değildir (Şekil 2).
Şekil 2: Bilgilendirme ve Bilinçlendirme Faaliyetleri (%)
Dergi, Gazete vb. az ya da hiç bilgi…
51.3
TV ve Radyodan az yada hiç bilgi…
40.2
Çiftçi kurslarına az ve hiç katılmayanlar
81.2
Çiftçi kurslarına çok ve orta düzeyde…
18.8
Tarla günlerine çok sık katılanlar
42.9
Demostrasyonlara çok sık katılanlar
8.4
Çiftçi toplantılarına çok sık katılanlar
8.4
Yayımcılarla hiç görüşmeyenler
17.5
Yayımcılarla çok sık görüşenler
3.9
0
10 20 30 40 50 60 70 80 90
Sağlıklı üretimde bilgilendirme ve bilinçlendirme yöntemleri üzerine
Albrecht (1970) tarımda teknolojik gelişmelerin çiftçilerce tanıtılması ve
benimsetilmesi için çiftçilerin yeni bilgilerden düzenli olarak haberdar edilmelerini
ve bilgi akışının düzenli olmasının gerekliliğini vurgulamaktadır. Diederich (1975)
kırsalda bilgi akışının işlememesi durumunda bilgilerin şeklen doğru uygulanması
mümkün değildir ifade etmektedir. Rogers (1969) çiftçiler haberleri genel olarak
köye gelenlerden,
köy dışına gittiklerinde ve kitle iletişim araçlarıyla
sağladıklarını ifade etmektedir. Torun (2011) organik tarımda üreticilerin bilgi
kaynaklarının önemini vurgulamaktadır. Bu bağlamda Gürel (1998, 2010a, 2010b
ve 2014) Trakya Bölgesinde çiftçilerin yayımcılar ve çiftçi örgütleri ile olan
iletişimin önemini vurgulamaktadır. Bu kapsamda gerek kurum ve kuruluşlarla ve
gerekse çiftçi örgütleri ile olan iletişimin zayıf olduğunu bildirmekte olup, bu
durumun kırsal kalkınmada engelleyici bir rol oynadığını ve bilinçsiz tarımsal ilaç
kullanımının sağlıklı üretimi olumsuz yönde etkilediğini vurgulamaktadır.
4.Sonuç
Sağlıklı beslenme açısından gıdaların sağlıklı üretimi olmazsa
olmazlardandır. Bu kapsamda çeltik üretimi örneğinde görüldüğü gibi, ne yazı ki,
bitkisel üretimde tarımsal ilacın kullanımı öncelikli sorunlar arasında önemli bir
yer tutmaktadır. Bu konuda kurum ve kuruluşların bilgilendirme, bilinçlendirme
faaliyetleri ise oldukça yetersiz düzeydedir. Gerek insan sağlığı, gerek iç tüketim
122
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
(iç Pazar) ve gerekse ihracat (dış pazar) açısından gıda ürünlerinde bilgilendirme,
bilinçlendirme faaliyetlerinin (bireysel, grupsal ve kitlesel eğitim) etkinliği üretim
aşamasında arttırılmalıdır.
Kaynaklar
Albrecht, H., 1970, Die Sozialökonomische Beratung in der Landwirtschaft,
Mainz.
Diederich, J., 1975, “Vorstellung eines Beratungsprojektes” In : Sachverhalte und
probleme der Kommunikation bei der Zusammenarbeit mit Partnern in der
dritten Welt, Witzzenhamsen.
Güneş, T., Arıkan, R., 1988. Tarım Ekonomisi İstatistiği, Ankara Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Yayınları :1049, Ders Kitabı, Ankara.
Gürel, A., 1998, Malkara İlçesinde Ayçiçeği Üreticilerinin Teknolojik Yeniliklere
Karşı Davranışlarını Etkileyen Etmenler Üzerine Bir Araştırma, Yayın No:
262, Araştırma No: 90, T.Ü. Tekirdağ Ziraat Fakültesi, Tekirdağ, 106 s.
Gürel, A., 2010a, Kırsal Kalkınma Yatırımları Açısından Hayrabolu’da Üretici
Davranışları, Hayrabolu Değerleri Sempozyumu, Hayrabolu, Tekirdağ.
Gürel, A., 2010b, Malkara’da Kırsal Halkın Yeniliklere Karşı Davranışlarını
Etkileyen Etmenler, Malkara Değerleri Sempozyumu, Malkara, Tekirdağ.
Gürel. A., 2014, Marmara Bölgesinde Mantar Üretimi ve Değerlendirilmesi,
Namık Kemal Üniversitesi, NKUBAP.00.24.Ar.12..12 Nolu Proje Raporu,
Tekirdağ.
Rogers, E. M., 1969, “ Modernisation Among Peasats, Holt, Rinehart and Winston,
Inc., New York.
Torun, E. (2011) ‘Organik Tarımda Çiftçilerin Bilgi Kaynakları (Kocaeli İli
Kartepe İlçesi Örneği)’, KSÜ Doğa Bil. Derg., 14(4).
123
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Organik Tarim ve Sürdürülebilirliği
Hacı Dursun Yıldız, Hilal E.Yıldız
Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürü, Bilecik
Özet: Organik tarım; ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan
dogal dengeyi yeniden kurmaya yönelik insana ve çevreye dost üretim sistemlerini
içermekte olup, esas itibariyle sentetik kimyasal ilaçlar ve gübrelerin
kullanılmasının yerine organik ve yeşil gübreleme, münavebe, toprağın
muhafazası, bitkinin direncini arttırma, parazit ve predatörlerden yararlanmayı
tavsiye eden ve üretimde miktar artısını değil ürünün kalitesinin yükselmesini ilke
edinen bir üretim şeklidir. Bu kapsamda doğa ile uyumlu, kaynakları doğru
kullanan, sürdürülebilir kalkınmayı hedefleyen yeni tarımsal yaklaşımlar tüm
dünyada yayılma göstermektedir. Bu yaklaşımların bir kısmı sadece kavram olarak
kalsa da diğer bazı yaklaşımlar hayatımızda belirgin bir şekilde yer almaya
başlamıştır. Ülkemizde organik tarım üretimi her geçen gün artarak yeni alanlara
yayılmaktadır. Genel olarak en önemli sorun eğitime dayalı bilinç ve bilgi eksikliği
olarak ortaya çıkmaktadır. Çalışmamızın temel amacı; öncelikle organik tarım
kavramını tanımlamak, günümüzde organik tarımın dünya ve Türkiye’deki
durumunu ortaya koymak, gelişimi ve sürdürülebilirliği açısından karşılaşılan
problemleri irdeleyerek çözüm önerileri sunmaktır.
Anahtar kelimeler: Organik Tarım, Sürdürülebilirlik
Organic Agriculture and Sustinability
Abstract: Organic agriculture includes friendly production systems to
human and enviroment that regain natural balance which lost by wrong application
at the ecologic system. Principally organic agriculture is a production kind that
organic and green manuring altenatively to sentetic shemical drugs and manures,
rotation, preservation of soil, augmentation of resistangce of soil, recommendation
using parasytes and predators; and also establish a principle decrease quality of
product, not to raise amount of product. In thiscontext; new agricultural approaches
that aim at being consistently to natüre, using sources correctly, to purpose
sustainable development are spreading to all World. These approaches had begun
to occupy an insignificant place in agricultural society, instead of some of them had
remanied as a Notion. In our country, organic agricultural production raises with
each passing day by the spreading to new areas. Generally, the most important
problem occurs as deficiency of consciousness and knowledge. The basic aim of
124
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
our study is defining organic agriculture, stating situation of organic agriculture in
Turkey and at the World, to explicate daily troubles in terms of sustainability and
development.
Anahtar kelimeler: Organic Agriculture, Sustinability
Giriş
‘Organik Tarım’ sağlıklı gıdalarla dengeli beslenmek, doğal dengenin
korunmasına yardımcı olmak için zirai üretimin en uygun koşullarda teknik
tedbirler, biyolojik etkin mücadele, doğal gübrelemeyi kapsayan bilinçli tarım
sistematiği olarak tanımlanabilir. Bu yolla elde edilen ürünlere organik ürün veya
organik gıda denir. Organik Tarım ekolojiye (insana ve çevreye) dost üretim
yöntemlerini içermekte olup, esas itibariyle sentetik kimyasal ilaçlar ve gübrelerin
kullanılmasının yerine organik ve yeşil gübreleme, münavebe, toprağın
muhafazası, bitkinin direncini arttırma, parazit ve predatörlerden yararlanmayı
tavsiye eden ve üretimde miktar artısını değil ürünün kalitesinin yükselmesini ilke
edinen bir üretim şeklidir (Rehber ve Turhan, 2001).
Organik tarım uygulamaları gelişmekte olan ülkelerde de yaygınlaşmaktadır.
Bu, özellikle gelişmiş ülkelerde tüketicilerin kendi sağlıklarını ve çevreyi
korumaya verdikleri önemin giderek artması sonucu karşımıza çıkmaktadır.
Özellikle Avrupa, kuzey Amerika ve Okyanusya kıtalarında organik gıda pazarı
gelişmektedir. Gelişmiş ülkelerde yetiştirilemeyen organik ürünlere olan talep,
uluslararası ticareti geliştirmiştir. Türkiye gibi ekolojisi organik tarıma uygun
gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerinden gelen talepleri karşılayabilmek için
organik ürün üreticisi ve ihracatçısı konumuna gelmektedirler (Demiryürek, 2011).
2011 yılında yapılan FIBL (Organik Tarım Araştırma Enstitüsü)–
IFOAM araştırmasına göre, dünyada 37,2 milyon hektar alanda organik
tarım yapılmaktadır. Okyanusya Bölgesi organik tarım alanları (12,2 milyon
hektar ve yüzde 33) konusunda birinci sırada yer almakta iken onu sırasıyla
Avrupa (10,6 milyon hektar ve yüzde 29), Latin Amerika (6,9 milyon hektar
ve yüzde 18,4) ve Asya (3,7 milyon hektar ve yüzde 10) izlemektedir.
Avustralya (12 milyon hektar), Arjantin (3,8 milyon hektar) ve ABD (1,9
milyon hektar) ile ilk üç sırada yer almaktadır. Organik tarım alanlarının
dağılımları ve büyüklüklerinin aksine organik üretim ile uğraşanların sayısı
farklılık göstermektedir.
125
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Harita 1: Dünyada Organik Tarım Alanlarının Dağılımı, 2010
Kaynak: https://www.fibl.org
Türkiye’de organik tarım, 1984-1985 üretim sezonunda Avrupalı firmaların
ülkemizden organik ürün talebi ile ihracata yönelik olarak başlamıştır. Bu arada
Türkiye’deki organik tarım hareketinin sağlıklı ve doğru gelişimini gerçekleştirmek
amacıyla 1992 yılında Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği (ETO) kurulmuştur.
Avrupa Birliğindeki gelişmelere uyum sağlamak üzere Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı çeşitli kurum ve kuruluşların işbirliği ile yönetmelik hazırlama
çalışmalarına başlamış ve "Bitkisel ve Hayvansal Ürünlerin Ekolojik Metotlarla
Üretilmesine İlişkin Yönetmelik" 18 Aralık 1994 tarih ve 22145 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve yetkili kılınan Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı’nın denetiminde ve yönetmelik kuralları çerçevesinde organik tarım
faaliyetleri başlamıştır.
Daha sonra Avrupa Birliği’ne katılım sürecinde, “Avrupa Birliği
Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı” gereğince Avrupa
Birliği Organik Tarım Yönetmeliğinde yapılan ekler ve değişiklikleri ve bitkisel,
hayvansal ve su ürünlerini de kapsayacak şekilde hazırlanarak 11.07.2002 tarih ve
24812 sayılı Resmi Gazete de, “Organik Tarımın Esasları ve Uygulamasına İlişkin
Yönetmelik” yayınlanmıştır. Organik ürünlerin üretimi, tüketimi ve
denetlenmesine dair kanun tasarısı Hükümetin acil eylem planı içerisinde yer almış
ve 5262 sayılı “Organik Tarım Kanunu” 03.12.2004 tarihli ve 25659 sayılı Resmi
Gazetede yayımlanmıştır. Bu Kanun gereğince hazırlanan “Organik Tarımın
Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik” 10.06. 2005 tarihli ve 25841 sayılı
Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
126
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
Ürün
sayısı
Çiftçi sayısı
Number
of crops
Number of
holdings
(Adet Number)
ISSN 2149-147X
Üretim –
Production
Alan - Area(1)
(Adet Number)
(%)
(Hektar Hectares)
(%)
(Ton
Ton)
(%)
2002
150
12 428
-
89 827
-
310
125
-
2003
179
14 798
19,1
113 621
26,5
323
981
4,5
2004
174
12 751
-13,8
209 573
84,4
377
616
16,6
2005
205
14 401
12,9
203 811
-2,7
421
934
11,7
2006
203
14 256
-1,0
192 789
-5,4
458
095
8,6
2007
201
16 276
14,2
174 283
-9,6
568
128
24,0
2008
247
14 926
-8,3
166 883
-4,2
530
224
-6,7
2009
212
35 565
138,3
501 641
200,6
983
715
85,5
2010
216
42 097
18,4
510 033
1,7
1
343
737
36,6
2011
225
42 460
0,9
614 618
20,5
1
659
543
23,5
2012
204
54 635
28,7
702 909
14,4
1
750
127
5,5
127
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
2013
213
60 797
11,3
769 014
ISSN 2149-147X
9,4
1
620
466
-7,4
Kaynak: TUİK, 2014
Tabloda da görüldüğü gibi 2002 yılında 150 ürün ile başlayan organik tarım,
çiftçi sayısı, üretim alanı ve miktarı ile ürün sayısı bakımından yıllar itibariyle
gözle görülür bir ilerleme kaydetmiştir. 2013 yılında ise Türkiye’de organik üretim
yapan çiftçi sayısı 60.797’e, üretim yapılan alan 769.014 hektar alana ulaşmıştır.
Organik tarım açısından Türkiye’deki gelişim süreci ile ABD ve Avrupa
ülkelerindeki gelişim süreci karşılaştırıldığında önemli farklılıklar ön plana
çıkmaktadır. Bunlardan en önemlisi, Türkiye’de organik tarımın dışardan talep
kaynaklı firmalar üzerinden şekillenmiş olmasıdır. Bu kapsamda organik ürün
pazar durumuna bakıldığında, genel olarak Türkiye’nin dünya organik tarım
ürünleri pazarındaki payının çok düşük olduğu söylenebilir. Türkiye’nin organik
ihraç ürünlerinin çok az bir bölümü işlenmiş tarım ve gıda ürünüdür. İç pazar
talebi, tüketici bilinçsizliği, tanıtım eksikliği, ürünlerin pahalılığı, pazarlama
problemleri gibi nedenlerden dolayı sınırlıdır. Diğer taraftan iç pazarın
geliştirilmesine yönelik altyapı çalışmaları, tüketici bilinçlendirme faaliyetleri vb.
destek hizmetleri yeterli değildir (Kızılaslan, 2013).
Tarım sistemlerinin sürdürülebilirliği, hem doğal kaynakların korunmasını
hem de bitkisel üretim artışının sağlanmasını ele almaktadır. Kısaca tarım dışı
girdilerden daha çok, tarım içi doğal kaynaklara yönelerek üretim artışını
sağlamaktır. Sürdürülebilir tarım, uzun dönemde doğal kaynakların korunmasının
yanı sıra çevreye zarar vermeyen tarımsal teknolojilerin kullanıldığı bir tarımsal
yapının oluşturulmasıdır (Turhan, 2005). Bu çevrede en az zarar veren tarım
sistemi ‘organik tarım’ sistemi olarak ortaya çıkmıştır. Organik tarım yalnızca
doğal, ekolojik, arılı, hormonsuz, ilaçsız, gübresiz, gibi terimlerle ifade edilen
sağlıklı ürünler elde etme yöntemi değildir, aynı zamanda üretim faaliyetlerinin her
aşamasının yasal zeminde kontrol edildiği ve denetlendiği, kayıt esasına dayalı
olarak sertifikalandırıldığı bir üretim sistemidir. Kısacası ekolojik ve ekonomik
boyutu bulunan sürdürülebilir bir tarım yöntemidir. Çevre koruma ve sürdürülebilir
tarıma ait sorunların çözümünde, ayrıca hayat boyu sağlıklı yaşam protokolünde
organik tarım, ülkelerin tarımsal gelecekleri için bir çare olarak öne çıkmaktadır.
Yeni bir yüzyıla giren dünyamızda gelecekle ilgili kaygılar yoğun bir
biçimde hissedilmeye başlanmıştır. Dünya nüfusunun hızla artması bunu takiben
gelecekle ilgili birçok araştırmanın yapılması ileride dünya nüfusunu beslemeye
yetebilecek kadar çok besin maddesinin üretilebilme olasılıklarını sorgulamamıza
yol açmaktadır. Yapılan araştırmaların pek çoğunun sonucu tarımsal üretim
programlarıyla gelişmenin çok fazla olamayacağı bir programa doğru gidildiğini
gösteriyor. Bu doğrultuda tarımsal üretimin, çevreye zarar vermeden ihtiyacı
karşılayacak potansiyele sahip bir yapı oluşturulması zorunluluğu karşımıza
128
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
çıkmaktadır. Organik tarımında en önemli hedefi insan sağlığının korunması ve
çevreye dost üretim teknikleriyle Sonuç olarak günümüzde, gelecek nesilleri
tehlikeye atmadan gereksinimlerini karşılayan bir toplum oluşturmak açısından
sürdürülebilir tarım son derece önemli bir eylemdir. Toprak ve su kaynaklarının
korunması, erozyon ve orman yangınları ile mücadele, biyolojik çeşitliliğin
sağlanması, entegre ilaç yönetimi, iyi tarım ve tekniklerin kullanılarak tarımsal
arazilerimizin verimliliğinin arttırılması ve son yıllarda önemini gittikçe arttıran
organik tarım, sağlıklı bir yaşam ve sürdürülebilir tarım için geleceğe yönelik insan
hayatında vazgeçilmez bir önem arz etmektedir.
Kaynaklar
Kızılaslan H., Olgun A., 2013. Türkiye’de Organik Tarım ve Organik Tarıma
Verilen Desteklemeler, sf. 10, http://ziraatdergi.gop.edu.tr
Kurğa C., Erdal M., Ağrı İli Organik Tarım ve Hayvancılık Raporu, 2014. Serhat
Kalkınma Ajansı Ağrı Yatırım Destek Ofisi.
Turhan Ş., 2005. Tarımda Sürdürülebilirlik ve Organik Tarım. Tarım Ekonomisi
Dergisi 2005; 11(1) : 13 – 24.
Rehber E., ve S. Turhan, 2001, Prospects and Challenges for Developing Countries
in Trade and Production of Organic Food and Fibers: The Case of
Turkey, 72nd EAAE Seminar Organic Food and Marketing Trends,
Chania, Greece, 7-10 June 2001
129
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Organik Hayvancılık Geliştirme Stratejileri: SorunlarÇözüm Önerileri
Gürsel Dellal1, Ali Kemal Öztürk2, Vecihi Aksakal3,
Erkan Pehlivan1
1
2
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü, Ankara.
G.T.H.B., İyi Tarım Uygulamaları ve Organik Tarım Daire Başkanlığı
3
Gümüşhane Üniversitesi Kelkit Aydın Doğan M. Y. O., Gümüşhane.
E-posta: [email protected]
Özet: Organik hayvansal üretim insan sağlığını, çevreyi, hayvan refahını
ve sağlığını sürdürülebilir bir şekilde korumayı ve iyileştirmeyi amaçlayan
alternatif bir üretim sistemidir. Dünyada organik hayvansal ürünlerin üretimi ve
pazarlanması bakımından henüz yeterli düzeylerde ilerleme sağlanamamıştır.
Bununla birlikte AB’de olduğu gibi Türkiye’de de son yıllarda organik hayvansal
üretimde artışlar yaşanmıştır. En yüksek artışlar ise organik tavukçuluk sektöründe
gerçekleşmiştir. Bu bildiride Türkiye’de organik hayvansal üretimin mevcut
durumu ve sorunları ile birlikte, geliştirilmesine yönelik stratejiler ve fırsatlar
üzerinde durulmuştur.
Anahtar kelimeler: Türkiye, organik gıda, organik hayvansal üretim, stratejiler
Organic Livestock Development Strategies: ProblemsSuggestions
Abstract: Organic animal production is an alternative management system
with the aim of improving and protection of human health, animal health and
welfare, environment as sustainable manner. The production and marketing of
organic animal production in the world has not been sufficient progress yet.
However in the recent years there have been increases in organic livestock
production volume in Turkey as in the EU. The highest progress was realized in
organic poultry industry. This paper will be emphasized on current state of the
organic livestock production in Turkey and given some strategies and opportunities
for its development.
Key words: Turkey, organic food, organic animal production, strategies
130
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
1. Giriş
Küresel organik tarımsal üretim, son yıllarda önemli düzeylerde artış
göstermiştir. Nitekim 1997’de 11 milyar dolar olan toplam organik tarımsal üretim
değeri 2007, 2010 ve 2012’de sırasıyla 35, 59 ve 64 milyar dolara (yaklaşık 50
milyar Euro) ulaşmıştır. Bu alandaki lider ülkeler ise sırasıyla A.B.D (22.6 milyar
Euro), Almanya (7 milyar Euro) ve Fransa’dır (4 milyar Euro).Küresel organik
tarım ürünleri pazarı içinde, organik hayvansal ürünlerin hala düşük oranlarda yer
almasına karşın, bu üretim kolu da dünyada ve AB’de giderek gelişmeye devam
etmektedir (Willerve Lernoud, 2014). Türkiye’de 2013 yılı verilerine göre organik
hayvansal üretimin genel ekonomiye olan katkısı çok düşük düzeylerdedir. Buna
karşın Türkiye, organik hayvansal üretiminin geliştirilebilmesi için birçok fırsata
da sahiptir. Bu nedenle, bu fırsatların iyi bir şekilde değerlendirilerek uygulamaya
aktarılması, bu üretim kolunun ve ülke ekonomisine olan katkısının sürdürülebilir
bir şekilde geliştirilmesini olumlu düzeyde etkileyecektir.
2. Dünyada ve AB’de Organik Hayvansal Üretim
Dünyada organik tarımla ilgili olarak yaklaşık 160 ülkeden veri
alınabilmektedir. Buna karşın, Avrupa ülkelerinin büyük çoğunluğunun dışında
dünyada çok az ülkeden organik hayvansal üretimle ilgili veri toplanabilmekte ve
bu durum esas olarak birçok ülkede organik hayvansal üretimin, organik tarım
içerisinde halihazırda önemli bir düzeyde rol oynamamasından ileri gelmektedir
(Willer ve Lernoud, 2014).
Dünya genelinde organik hayvan sayılarında 2007-2012 arasında önemli
düzeyde artışlar görülmüştür. En önemli artış, kanatlı hayvanlarda gerçekleşmiş (%
127) ve bunu sırasıyla büyükbaş (% 71), domuz (% 65) ve koyun (% 34) izlemiştir.
Dünyada organik hayvansal üretim, esas olarak Avrupa ve Kuzey Amerika’da
yoğunlaşmıştır. Organik büyükbaş, koyun ve domuz varlığının sırasıyla % 70’i, %
80’i ve % 77’si Avrupa’da, kanatlı hayvan varlığının ise % 53’ü Kuzey
Amerika’da ve % 44’ü de Avrupa’da bulunmaktadır. Dünyada organik sertifikalı
büyükbaş, koyun, domuz ve kanatlı hayvan varlığının en yüksek olduğu ilk üç ülke
ise sırasıyla; Çin, ABD, Fransa; Arjantin, İngiltere, İtalya; Çin, Fransa, Almanya ve
ABD, Fransa, Almanya’dır (Willer ve ark., 2014).
AB’de 2003-2012 yılları arasında yetiştiriciliği yapılan tüm organik çiftlik
hayvanı sayılarında artışlar yaşanmıştır. Bununla birlikte en yüksek artış, kümes
hayvanlarında gerçekleşmiş ve bunları sırasıyla domuz, büyükbaş, arı, koyun ve
keçi izlemiştir. Bu türlerin 2012 yılındaki sayıları sırasıyla 26.010.830 milyon adet,
912.871 baş, 3.250.557 baş, 380.792 kovan, 4.294.024 baş ve 656.366 baş’tır
(Willer ve ark., 2014; Atkinson 2014; ec.europa.eu/eurostat2014).
131
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
AB’de, çiftlik hayvanı türlerine göre organik sertifikalı süt üretimini
gösterir veriler yetersizdir. Nitekim 2012’de yalnızca organik sığır sütü üretimine
ait veri (37.569 ton)bulunmaktadır. Aynı yılda organik sertifikalı toplam et üretimi
toplam 542.894 ton’dur ve bu üretim içinde en yüksek payı sırasıyla sığır, koyun,
domuz, kanatlı, diğer etler ve keçi eti oluşturmaktadır. AB’de 2012 yılında organik
tavuk eti ve yumurta üretimine ait veri bulunmamaktadır. AB’de organik bal
üretimi sürekli bir artış eğilimindedir ve 2012 yılında 38.760 ton’a
ulaşmıştır.(ec.europa.eu/eurostat 2014).
3.Türkiye’de Organik Hayvansal Üretim
Türkiye’de esas olarak organik sığır, koyun, keçi, tavuk, arı ve bu
türlerden elde edilen ürünlerin üretimi yapılmaktadır. Tablo 1’den görülebileceği
gibi 2006-2013 yılları arasında yetiştiriciliği yapılan sertifikalı organik hayvan
sayıları bakımından bütün türlerde artışlar gerçekleşmiştir. En yüksek artışlar ise
sırasıyla tavuk, keçi, sığır, koyun ve arı türlerinde olmuştur. Bununla birlikte bu
üretim kolunun, 2013 yılında gerçekleşen toplam hayvansal üretim içerisindeki
payının yüksek olmadığı söylenebilir (< % 1). 2013 yılı verilerine göre, Türkiye
genelinde organik sertifikalı sığır üretimi 6, organik sertifikalı koyun ve keçi
üretimi 5 bölgede, organik sertifikalı tavuk üretimi 6 bölgede, organik sertifikalı arı
üretimi ise bütün bölgelerde yapılmaktadır. Organik sertifikalı sığır sayısı
bakımından Kuzeydoğu Anadolu bölgesi ilk sırada yer alırken, organik sertifikalı
koyun sayısı bakımından Ortadoğu Anadolu bölgesi, organik sertifikalı keçi sayısı
bakımından Batı Marmara bölgesi, tavuk sayısı bakımından Ege bölgesi ve organik
sertifikalı arı kovanı sayısı bakımından ise Doğu Karadeniz bölgesi ilk sırada yer
almaktadır (GTHB 2014; tuik.gov.tr., 2014).
Türkiye'de 2013 yılı verilerine göre organik sertifikalı sığır, koyun ve keçi
eti ve sütü üretimi sırasıyla 126 ton ve 51.002 ton; 128 ton ve 1.103 ton; 98 ton ve
2.675 ton olarak gerçekleşmiştir.Aynı yılda gerçekleşen sertifikalı tavuk eti ve
yumurta sayısı ise 1.618 ton ve 48 milyon adettir. Organiksertifikalı bal, bal mumu,
polen, propolis ve arı sütü üretim miktarları sırasıyla 335.5 ton, 2.5 ton, 4.9 ton,
0.67 ton ve 0.38 ton’dur (GTHB 2014).Türkiye’de2006-2013 yılları arasında, diğer
organik sertifikalı hayvansal üretim kolları ile karşılaştırıldığında organik sertifikalı
tavuk üretimi, daha hızlı ve sürdürülebilir bir gelişme göstermiştir. Bu durumun
esas olarak gelişmiş ve uzmanlaşmış olan geleneksel tavukçuluk sektörünün bu
sektör üzerindeki olumlu etkisiyle birlikte, organik tavukçuluk yapan işletmelerin
pazarlama imkanlarının daha iyi olmasından ileri geldiği kabul edilebilir. Tüm
sektörlerde organik sertifikalı hayvansal ürün üretiminin, organik sertifikalı hayvan
sayılarını yansıtmaması ise işletmelerin büyük bir kısmının organik ürün sertifikası
almamalarından ileri geldiği söylenebilir.
132
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Tablo 1. Türkiye’de 2006-2013 Yılları Arasında Türlere Göre Organik Sertifikalı
Hayvan Sayılarının Değişimi (GTHB, 2014).
Hayvan Türü (baş)
Sığır
Koyun
Keçi
Tavuk
Arı
2006
1.238
10.399
474
2.700
26.596
2013
47.715
40.022
18.639
881.614
32.342
2006-2013 Değişim (%)
+3754
+285
+3832
+32552
+22
4. Türkiye’de Organik Hayvansal Üretimin Sorunları, Çözüm
Önerileri ve Geliştirilmesine Yönelik Fırsat ve Stratejiler
4.1. Sorunlar ve Çözüm Önerileri
Türkiye’de organik hayvansal üretimin gelişmesini olumsuz olarak
etkileyen sorunlar genel ve işletme düzeyinde olmak üzere iki grup altında
toplanabilir. Genel sorunlar şunlardır: a)İşletmelerin küçük ve parçalı arazi yapısı;
b) Kontrolsüz hayvan hareketleri; c) Desteklere ait sorunlar; d) Sertifikalı üretime
geçiş sürecine ilişkin sorunlar; e) Organik ürünlerin pazarlanmalarına ait sorunlar;
f) Geleneksel hayvancılık sektörünün organik hayvancılığa olumsuz bakışı; g)
Organik hayvansal üretim konusundaki bilimsel araştırmaların yetersizliği; h)
Organik etiketli olmayan ürünlerin organik olarak pazarlanması; ı) Organik
hayvansal ürün fiyatlarının yüksek olması; i) Örgütlenmedeki yetersizlikler; j)
Bilgili ve deneyimli teknik eleman yetersizliği; k) Sertifikasyon sürecine ait
sorunlar. İşletme düzeyindeki sorunları ise şunlar oluşturmaktadır: a)Yetiştirilen
hayvanların orjinleri bakımından sorunlar; b) Sürü sağlığı yönetimi bakımından
sorunlar; c) Hayvan refahı bakımından sorunlar;c) Hayvan beslenmesi bakımından
sorunlar; d) Ürün işleme sürecindeki sorunlar; e) Sulama yetersizliği ve su
kalitesine bağlı sorunlar.
Bu sorunların, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, üniversiteler ve ilgili
diğer araştırma kurumları, yetiştirici örgütleri ve kontrol ve sertifikasyon kurumları
arasında karşılıklı işbirliği içinde çözülmesi organik hayvansal üretimin sağlıklı bir
şekilde gelişmesine önemli katkıda bulunacaktır.
4.2. Fırsatlar ve Stratejiler
Türkiye’de organik hayvansal üretimin gelişimini yavaşlatan birçok
sorunun bulunmasına karşın, gelişim hızını artırabilecek coğrafik, biyolojik ve
kültürel birçok güçlü fırsat da bulunmaktadır. Bu fırsatlar ve bunların
133
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
değerlendirilmesine yönelik olarak geliştirilebilecek stratejilerTablo 2’de verilmeye
çalışılmıştır.
Tablo 2. Türkiye’de Organik Hayvansal Üretimin Geliştirilmesine Yönelik
Fırsatlar ve Stratejiler
Fırsatlar
Stratejiler
-Geleneksel hayvansal üretimde bölgelere
göre birikim ve uzmanlaşma vardır.
-Başta Doğu Anadolu Bölgesi olmak üzere
yoğun sanayi ve tarım üretimi nedeniyle
kirlenmemiş bölgelerin bulunması, organik
hayvansal üretimin geliştirilmesi açısından
önemli bir fırsattır.
-Organik hayvansal üretimin en önemli
girdilerinden birisi de mera genişliği ve
kapasitesidir. Doğu ve Güney Anadolu
Bölgesinde yeterli genişlikte köy civarı ve
yayla meraları bulunmaktadır ve entansif
sistemlere göre, ekstansif sistemlerin
organik sistemlere dönüştürülmesi daha
kolay, etkili ve ucuz olmaktadır (Scialabba
ve Hattam, 2002).
Türkiye’de son yıllarda sağlıklı beslenme
ve yaşama bilincinde önemli düzeyde
gelişmeler vardır(Genel).
Üretimin bölgesel planlanması:
-Organik sığır sütü: Kuzeydoğu
-Organik koyun eti: Ortadoğu
-Organik keçi sütü: Batı Marmara
-Organik keçi eti: Akdeniz, Ege,
Güney Doğu A.
-Organik yumurta: Ege, Doğu A.
-Organik
tavuk
eti:Orta-Batı
Anadolu
-Organik arı üretimi: Tüm bölgeler
Genel tüketici algısı ve tercihine
göre planlama: Tüketici algısı ve
tercihinin eğitim, yaş, gelir düzeyi,
köken, din, sağlık duyarlılığı gibi
faktörlere göre analizi
Hedef kitleye yönelik planlamalar:
Eko turizm, çocuk, yaşlı ve hasta
beslenmesi ve tekstilleri.
Doğal kaynakların
değerlendirilmesine yönelik
planlamalar: Örn: Gökçeada da
organik keçi üretimi.
Türkiye’de aynı zamanda organik ürünleri
tercih eden gelir düzeyi yüksek tüketici
grubu da bulunmaktadır.
Türkiye’de farklı bölgelerde önemli dağlık
ve ormanlık alanlar ve iç su kaynakları ve
adalar bulunmaktadır. Bu alanlar, organik
hayvansal üretim için uygundurlar ve
buradaki üreticiler organik üretime daha
kolay geçirilmektedirler.Örneğin, Falkland
Adaları’nda
(Malvinler)
organik
koyunculuk iyi gelişmiştir.
Dünyada organik hayvansal ürünlere olan İhracatın geliştirilmesine yönelik
talep büyümektedir. Örneğin AB, organik planlamalar:İlk aşamada arı ürünleri.
sığır, koyun ve keçi eti bakımından net
ithalatçıdır ve bazı gelişmekte olan ülkeler,
134
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
hayvansal ürünlerini gelişmiş olan ülkelere
başarılı bir şekilde ihraç edebilmektedirler.
Bu
ülkelerin
birikimlerinden
ve
deneyimlerinden yararlanılabilir.
-Türkiye’de çok önemli bir yerli çiftlik
hayvanı genetik kaynağı potansiyeli vardır
ve 5 farklı arı ırkı ile Avrupa’da bal arısı
gen merkezi konumundadır. Yine 6 farklı
yerli sığır ırkı, 1 manda ırkı, 25 koyun ırkı,
5 keçi ırkı ve 3 tavuk ırkının yetiştiriciliği
yapılmaktadır (TAGEM 2011).
-Yerli ırk ve tiplerin, stres ve hastalıklara
karşı daha dayanıklı olmaları nedeniyle bu
ırklara dayalı olarak geliştirilecek organik
hayvan yetiştiriciliğinde, kimyasal ilaç ve
antibiyotiklere çok daha az gerek
duyulacaktır.
-Tüketiciler yerli hayvan ırklarından elde
edilen ürünleri tercih etmektedirler (?)
-Dünyada gelişmekte olan ve tropikal
ülkelerde organik hayvansal üretime
başlamak için hayvansal orijinli deri, kürk
ve lif gibi gıda olmayan tekstil ham
maddeleri ve ürünleri de umut verici
alanlar olarak görülmektedir. İngiltere,
önemli miktarlarda ham ve işlenmiş tekstil
ürünleri ithal etmekte ve bunun önemli bir
kısmı
gelişmekte
olan
ülkelerden
sağlamaktadır. Mevcut uluslararası pazar
durumu, organik tekstil ürünlerinin
uluslararası ticaretinde hızlı bir artışın
olduğunu göstermektedir. Bu ürünler
arasında özellikle organik deri önemli bir
potansiyel değere sahiptir. Türkiye’de de
hayvan derisive yapağı, tiftik ve ipek gibi
hayvansal liflerin üretim ve değerlendirme
potansiyelinin yüksek olduğu dikkate
alındığında, bu ürünlerin organik olarak
üretilmeleri bakımından da önemli fırsatlar
olduğu kabul edilebilir.
135
ISSN 2149-147X
Yerli hayvan genetik kaynaklarının
organik üretim sistemlerinde daha iyi
değerlendirilmesine yönelik
planlamalar. Bu planlamalar, yerli
hayvan genetik kaynaklarının
korunmasına ve geliştirilmesine de
olumlu katkıda bulunacaktır.
Organik deri ve hayvansal
üretimine yönelik planlamalar
lif
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Kaynaklar
Atkinson, C. 2014. "Organic Animal Husbandry in Europe-Currentand Future
Challanges". Proceedings of the IAHA Preconferenceand Workshop,
IFOAM 18thOrganic World Congress in Istanbul, 12-15 October, Istanbul.
GTHB, 2014.T.C. Gıda TarımveHayvancılıkBakanlığı, Organik Tarım Bilgi
Sistemi.
Scialabba, N.E., Hattam, C. (eds) 2002. "Organic Agriculture, Environment and
Food Security". Environment and Natural Resources Management Series
No. 4. Food and Agriculture Organization of the United Nations, Rome,
258 pp. Available at: www.fao.org/docrep/005/y4137e/y4137e00.htm
(accessed on 11 October 2011).
TAGEM, 2011. "Domestic Animal Genetic Resources in Turkey". General
Directorate of Agricultural Research and Policy, Ministry of Food
Agriculture and Livestock, Republic of Turkey, pp. 112, Ankara.
Willer, H.,Lernoud, J. 2014. "The World of OrganicAgriculture.
StatisticsandEmergingTrends 2014". FIBL, Frick, and, IFOAM, Bonn.
Willer, H.,Lernoud, J., Schlatter, B. 2014. "OrganicLivestockWorldwidwSomeKeyStatistics". Proceedings of the IAHA Preconferenceand
Workshop, IFOAM 18thOrganic World Congress in Istanbul, 12-15
October, Istanbul.
(http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page/portal/statistics/search_database,
01.10.2014).
(http://tuikapp.tuik.gov.tr/hayvancilikapp/hayvancilik.zul, 01.10.2014).
136
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Hayvan Beslenmesinde Mikro Elementlerin Yeri ve Önemi
Serap Kızıl Aydemir1 İlhan Doran1
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Ziraat ve Doğa Bilimleri Fakültesi
Tarla Bitkileri Bölümü-Bilecik, E-posta:[email protected]
1
Özet: Hayvanların sağlıklı olarak beslenmeleri ve normal fonksiyonlarını
yerine getirebilmeleri için, mikro elementlerin yeterli ve belirli oranlarda alınması
büyük önem taşımaktadır. Bu elementler; organizmanın çeşitli yapısal ve
fonksiyonel faaliyetlerine katılmakta, özellikle çeşitli enzim sistemlerinde rol
almaktadır. Ayrıca, mineraller uygun kas ve sinir fonksiyonları ile optimum vücut
gelişimi için gerekli olan maddelerdir. Hücrelerin, hormonların ve vücut
enzimlerinin esansiyel yapı taslarıdır. Hayvanların mineral madde ihtiyacı; tür, ırk,
yaş, cinsiyet, büyüme, sağlık, gebelik, süt verimi gibi faktörlere göre değişmekle
birlikte alınan mineral maddelerin miktarları ve biyoyararlılıklarına da bağlıdır.
Çiftlik hayvanları için tavsiye edilen mineral madde miktarı sabit olmayıp verim,
canlı ağırlık, çevre ve yemle ilgili faktörlere göre değişebilmektedir. Hayvanların
mikro elementlerden yararlanabilmesini, toprağın kompozisyonu, yem
bitkilerindeki mineral madde konsantrasyonu ve iklim şartları etkiler. Mineral
madde yetersizliğinde iştahsızlık, verim kaybı, kaşeksi, kıl dökülmesi, deri ve
kılların renk değiştirmeleri ve yapısal bozuklukları, yavru atmalar, diyare, anemi,
kemik bozuklukları ve pika gibi hastalıklar oluşabilir. Bununla beraber, mineral
madde noksanlığında toprak yeme, çevredeki cisimleri yalama, yem niteliğinde
olmayan maddeleri yeme isteği ve kondüsyon düşüklüğünün görüldüğü, bağışıklık
sistemlerinin etkilenmesi sonucu enfeksiyonlara karşı vücut direncinin düştüğü
bildirilmektedir. Hayvanlarda mineral madde yetersizliği belirtileri, genellikle uzun
vadede ortaya çıktığı ve ihtiyaç duyulan mineral maddelerin verilmesi durumunda,
kısa sürede yetersizlik belirtilerinin ortadan kalktığı, hayvanda kondüsyonun
düzeldiği ve verimlerinin arttığı bilinmektedir.
Anahtar Kelimeler: Hayvan, besleme, mikro elementler
Place and Importance of Trace Elements In Animal Nutrition
Abstract: Adequate intake of trace elements is of great importance for farm
animals to perform and sustain their healthy feeding and normal life functions.
These elements take part in various structural and functional activities of the
organism and have roles in various enzyme systems. In addition, they are required
substances for optimum body development because of their appropriate muscle and
137
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
nerve functions. They are essentially the building blocks of cells, hormones and
enzymes. Even though mineral requirements of the animals vary with a number of
factor, such as their specie, race, age, sex, growth, health, pregnancy and milk
yield, etc. it also depends on amount of mineral intake and their bioavailability.
Moreover, mineral amounts suggested for farm animals are not constant and may
vary with yield, live weight, and the factors related to environment and feed stuff.
Utilization of micro (trace) elements by animals is affected by soil composition,
mineral content of forages and climate. In mineral deficiencies, anorexia, yield
loss, cachexia, hair loss, structural disorders in skin and hair and colour changes,
abortion, diarrhoea, anaemia, bone disorders and pica like diseases can be
observed. Furthermore, loss of condition and low body resistance to diseases are
also reported as a result of mineral deficiencies. Symptoms of mineral deficiencies
in animals are usually seen in the long run and they easily disappear shortly after
the intake of such elements. For example, recovery in body condition and increases
in yields.
Key words: Animal, nutrition, micro-elements
Giriş
Mikro elementler, evcil hayvanların sağlıklı biçimde gelişme, büyüme,
üreme ve verimlilikleri için gerekli temel maddelerdir. Özellikle mikro
elementlerin hücre metabolizmasındaki fonksiyonları çok çeşitli olup, asit-baz
dengesi, vücut sıvı ve dokularının ozmotik basıncı, membran geçirgenliği, doku
hassasiyetinin oluşumu, hormon ve enzimlerin kendilerine özgü fonksiyonlarının
gerçekleştirmesi, büyüme ve hayvansal üretim-verim ile canlının yaşam
fonksiyonlarının yerine getirilmesinde son derece önemlidir. Mikro elementler
organizmada düşük yoğunluklarda bulunmasına karşın, pek çok önemli fizyolojik
işlevde süreklilik için gereklidir. Bu gereklilik sağlanmadığı zaman, hayvanın
sağlını yitirmesi ve veriminin düşmesi sonucu yetiştirici açısından ciddi ekonomik
kayıplar oluşur. Mikro elementlerin emilim ve biyoyararlılık oranı yüksektir. En
çok kan, karaciğer, kemik ve böbrek gibi doku ve organlarda bulunurlar.
Hayvanların mikro element gereksiniminin karşılanmasında genellikle
inorganik tuzlar (oksitler, sülfatlar ve karbonatlar) kullanılır. Organizmanın mineral
maddelere ve mikro elementlere olan gereksinim çeşitli faktörlerin etkisine
bağlıdır. Özellikle verim düzeyi yüksek olan hayvanlarda enerji ve mineral dengesi
çok önemli bir kavramdır. Toprak, su ve yem maddelerinin mikro element içeriği,
sindirim kanalındaki emilim şekilleri, emilim sırasında mikro elementler arası
etkileşim, vücutta depolanma durumları, hayvanın kendisine ait özellikler
gereksinimi azaltmakta veya yükseltmektedir.
138
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çiftlik hayvanları için tavsiye edilen mineral madde miktarı sabit olmayıp
verim, canlı ağırlık, çevre ve yemle ilgili faktörlere göre değişebilmektedir.
Mineral gereksiniminin tam olarak karşılanmasında dikkatli olunmalıdır. Genel
olarak problemler verimde ve hayvan sağlığında gözlemlenmektedir. Bu etki
hemen olmamakla birlikte hayvanlar uzun süre yetersiz beslemeye maruz
kaldığında çoğu minerale gereksinimleri artar. Eğer mineral eksikliğinin klinik
semptomları görünmeye başlandıysa, eksiklikler kısa zaman içinde performansa
zarar verebilir. Çoğu mineralin yüksek seviyede kullanımı hayvanlar üzerinde
toksik olabilirler. Mineral emiliminin çoğu diğer besin maddelerinin emiliminden
daha düşük olması nedeniyle mineral gereksinmesini karşılamada daha dikkatli
olunmalıdır (Boğa ve Filik, 2011).
Süt Hayvanlarının Beslenmesinde Mikro Elementleri
Mikro elementler tek başlarına oldukları kadar birbirleriyle etkileşimlerine
bağlı olarak da reprodüksiyon üzerine etkilidirler. Bu etkilerini birbirlerini ve
absorbsiyon mekanizmasını etkileyerek gösterirler (Hutjens, 2004). Bu yüzden
rasyonlara katılırlarken belli oranlarda bulunmaları gerekir (Tablo 1). Söz konusu
Mikro elementler sırasıyla selenyum, bakır, çinko, iyot, manganez, kobalt ve
demirdir. Bu mikro elementler Dairy NRC (National Research Council;
KANADA) `ye göre rasyonlarda belli miktarlarda bulunmalıdırlar (Tablo 2).
Tablo 1. Rasyonlarda olması gereken iz element oranları.
ÇİNKO : MANGANEZ
ÇİNKO : BAKIR
DEMİR : BAKIR
POTASYUM : SODYUM
SODYUM+POTASYUM /
KALSİYUM+MAGNEZYUM
*Hutjens (2004)’ten alınmıştır.
1:1
4:1
20 : 1
5:1
<2:1
Tablo 2. Mikro elementlerin rasyonlarda kuru maddede gereken değerleri.
DÜVE
KURUDAKİ
LAKTASYONDAKİ
İNEK
İNEK
KOBALT
0,10
0,10
0,10
BAKIR
10
10
10
İYOT
0,25
0,25
0,60
DEMİR
50
50
50
MANGANEZ
40
40
40
SELENYUM
0,30
0,30
0,30
ÇİNKO
40
40
40
139
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Bilindiği gibi ülkemiz hayvan varlığı bakımından önemli potansiyele sahip
olmasına rağmen elde edilen verim düzeyleri ülke genelinde düşük kalmaktadır.
Süt ineklerinden genetik özelliklerinin elverdiği düzeyde verim elde edilmesinde
makro elementlerin yanı sıra mikro elementlerinde hayvana verilmesi büyük önem
taşımaktadır. Zira mikro elementler miktar olarak düşük düzeylerde olmasına
rağmen hayvan organizmasında çok önemli görevler üstlenmektedir. Süt sığırcılığı
işletmelerinde verimin en iyi şekilde elde edilebilmesi için enerji, protein, mineral
madde ve vitamin dörtlüsünün hayvana dengeli bir şekilde rasyonla sunulması
gerekmektedir. Bu dört faktörün arasındaki denge bozulduğunda her bir besin
maddesinden yararlanma düzeyi değişmekte ve buna bağlı olarak verimde düşme
meydana gelmektedir.
Mikro Element Eksikliği
Mikro element eksiklikleri genellikle toprak yapısı ve yetiştirmenin yapıldığı
bölgenin coğrafyasına bağlıdır (Kreplin ve Yaremcio, 2004). Mineral
yetersizliklerin/fazlalıkların spesifik bölgelerde yoğunlaştığı ve doğrudan toprağın
yapısı ile ilişkili olduğu kabul edilmektedir. Hayvanların tükettiği herhangi bir
bitkideki belli bir mineralin miktarı o bitkinin yetiştiği toprağa, topraktaki
yoğunluğuna, bitkinin tipi ve gelişme dönemindeki çevresel faktörlere bağımlılık
gösterir. Canlılık olaylarının akışı için önemli olan mineral maddelerin-Mikro
elementlerin eksikliği ve/veya fazlalıkları metabolizmanın akışını bozmakta ve
ölümle sonuçlanabilen karakteristik hastalıkları oluşturmaktadır.
Bununla birlikte, fertilite problemleri, deri ve tüylerle ilgili problemler,
Büyüme gerilikleri, gebelik döneminde yaşanan problemler, et ve süt üretiminde
düşüş, düşük döl tutma problemi, belirsiz kızgınlık, gebe ineklerde fötusta gelişme
anomalileri, sindirim etkinliğinde azalma, enfeksiyonlara karşı vücut direncinin
gelişmesinde gerilik, özellikle kanatlılarda immun yanıtın şiddetinin azalması gibi
sonuçları vardır.
Aytekin ve Kalınbacak, (2008) tarafından yapılan bu çalışmada Afyon’a
bağlı Sinanpaşa ilçesi ve köylerinde yetiştiricilerden temin edilen 40 toprak yeme
semptomu gösteren, 10 sağlıklı olmak üzere toplam 50 adet buzağıda kan
serumlarında kalsiyum, fosfor, bakır, çinko, magnezyum ve demir düzeyleri
araştırıldı. Çalışma sonucunda, ülkemizde ve Afyon bölgesinde önemli bir problem
olarak karşılaşılan toprak yeme alışkanlığı olan buzağıların serumlarında fosfor ve
bakır minerallerinin düzeylerinde önemli derecede düşüş (p<0,05), diğer
minerallerin normal seviyede olduğu görülmüştür. Nitekim yapılan deneysel
çalışmalarda gebeliği boyunca yeteri kadar mineral madde verilmeyen ineklerin ve
koyunların yavrularında toprak yeme alışkanlığı ve beyaz kas hastalığının meydana
geldiği görülmüştür. Ayrıca sıcak ve soğuğa maruz bırakılan gebe hayvanların
kendilerinde ve yavrularında serum mineral düzeyinin düşük olduğu belirlenmiştir
(Kume ve ark., 1996).
140
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Minerallerin topraktaki ve bitkilerdeki azlığı ülkemizde ve dünyada
hayvanlarda toprak yemeye neden olmaktadır. Nijerya’da toprak yiyen sığırların
kan serumlarında Na, Ca, Fe, Zn ve Cu düzeyleri normal iken fosfor düzeyinin
oldukça düşük olduğu ve toprak yeme alışkanlığının bu mineralin eksikliğine bağlı
olduğu düşünülmüştür (Smith ve Akinbamijo 2000).
Bazı Mikro Elementlerin İşlevleri
Çinko
Çinko`nun hayvanlarda normal büyüme ve sağlık açısından çok önemli bir
element olduğu ve noksanlığında çeşitli malformasyonlara ve seksüel
fonksiyonlarda azalmalara yol açtığı bilinmektedir. Aynı zamanda diyetlere ilave
edilen çinkonun reprodüktif performans üzerine olumlu etkisinin olduğu da
bilinmektedir (Hostetler ve et all., 2003; Ergün ve ark., 1998; Hidroglou, 1979).
Çinko hücre bölünmesi, gen ekspresyonunun çeşitli aşamalarında görevlidir.
Bütün matrix-metalloproteinazların yapısına girerek gebeliğin anne tarafından
tanınmasında ve devamlılığında önemli rol alır. Ayrıca kromatinlerin proteinlerini
etkileyerek hücrelerin transkripsiyon yeteneklerini etkiler (Leonhard-Marek, 2000).
Vitamin-A metabolizmasına katılan birçok enzim çinkoya bağlı olarak
düzenlenmektedir. Bu yüzden çinko eksikliği görülen hayvanlarda dolaylı yoldan
vitamin-A eksikliğine bağlı olarak gelişmede gerilik görülür ve epitel korunma
mekanizması etkilenir. Ayrıca yem tüketimindeki azalmaya bağlı olarak gelişen
enerji dengesizliği fertilite üzerinde negatif bir etki yaratır. Aynı zamanda
enfeksiyolara karşı duyarlılığı arttırır (Leonhard-Marek, 2000).
Çinko ineklerde total kandaki miktarı 319±34 μg/dl`dir. Kanın yanı sıra
idrarda da tespit edilebilir. Hayvan vücudundaki çinko ortalama 20-30 mg/kg olup
mutlak ihtiyaç duyulan bir iz elementtir. Çeşitli dokularda bulunmakla beraber en
çok karaciğer, deri, kemik, böbrek, göz, prostat, kas, pankreas, kıl ve yapağıda
bulunur. Çeşitli enzimlerin (karbonik anhidraz, peptidazlar, dehidrogenazlar, alkali
fosfataz gibi) ve aynı zamanda insulin`in yapısına katılır (Ergün ve ark., 1998).
Besin elementi olarak çinko ile iyi beslenmiş bitkilerin ürünlerini gıda olarak
kullanan insan ve hayvanlar sağlıklı beslenmiş olurlar. İnsanların beslenmesinde
olduğu gibi hayvanların beslenmesinde kullanılan yem ve yem maddelerinin de
(mısır, arpa, kepek, küspe, melas, silajlık mısır, yonca, fiğ v.b.) yüksek oranda
çinko içermesi et, süt ve yumurta verimi bakımından önemlidir. Çinko katkılı
kompoze gübrelerle yetiştiriciliği yapılan yem bitkilerinin (mısır, arpa, fiğ, korunga
gibi) yapılarında daha fazla çinko bulunacağı için yem sanayi bu nedenle daha
sağlıklı ve çinko bakımından zengin karma yem yapma imkanına kavuşacak ve
daha ekonomik yem üretimi yapılmış olacaktır.
141
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çinko Noksanlığı
Çinko, organizmada önemli fonksiyonlara sahip olan temel iz elementlerden
birisi olup, yetersizliği durumunda ruminantlarda derideki epitel hücrelerin
keratinleşmesi ile kendini gösteren parakeratoz gelişir. Deride kuruma, kalınlaşma,
kepeklenmeler meydana gelir. Boynuz ve kıl gibi diğer keratinli yapılarda da şekil
bozuklukları ortaya çıkar. Yaraların iyileşmesi gecikir ve üreme bozulur (Kaya ve
Bilgili, 2000). Karaciğerde A vitamininin mobilizasyonun da bozulma, kanatlılarda
embriyo ve kuluçka randımanında düşüş yumurta veriminde azalma
Keleş ve ark., tarafından 2006 yılında yapılan çalışmada gelişme geriliği
problemleri olan düvelerde Zn, Cu ve tiroid hormon konsantrasyonlarının rolünü
araştırmak amaçlandı. Çalışmada Yüzüncü Yıl Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç
Hastalıkları kliniğine getirilen 6-12 aylık yaşlarda 35-50 kg canlı ağırlığında 11
adet (Test Grubu) ve normal canlı ağırlığında (80-100 kg) 6 adet (Kontrol Grubu)
Doğu Anadolu Kırmızısı düve materyal olarak kullanıldı. Klinik olarak enfeksiyon
ve paraziter enfestasyon teşhis edilemedi. Bu nedenle, büyüme çağındaki düvelerde
gelişme geriliğine neden olduğu bilinen iz element ve troid hormon durumları
araştırıldı. Kontrol grubundan elde edilen değerlerle karşılaştırıldığında test
grubunda Zn, Cu, T3, FT3, T4 ve FT4 değerlerinin daha düşük olmasına rağmen,
sadece Zn (p<0.05), T4 ve FT4 (p<0.01) değerlerindeki farklılıklar istatistiksel
olarak önemli bulundu. Bu nedenle, özellikle Zn ve Cu içeriğinden yetersiz ve
dengesiz beslenmenin, test grubunda absorbsiyon bozukluklarına yol açarak
growth hormonunun stimülatörü olan tiroid hormon konsantrasyonları ve gıda
değerlendirilmesindeki azalmaya bağlı olarak gelişme geriliğine neden oldugu
sonucuna varıldı.
Bakır
Karaciğerde depolanan önemli minerallerden biridir. Vücut dokusunun
yeniden oluşması için gerekli enzimlerin hayati komponentidir. Hemoglobine bağlı
demirin korunması ve Vitamin C’nin kullanımı için gereklidir. Bakır vücutta
konnektif dokuların, kan ve enzim sistemlerinin bir elemanı olarak görev yapar
(Hutjens, 2004; Spitzer JC, 1986). Bakır dışarıdan alınmak zorundadır ve eksikliği
bakırca fakir olan arazilerde yetiştirilen yemlere bağlıdır. Bu element beyin,
böbrek, kalp, kıl ve yapağıda yüksek konsantrasyonlarda bulunur. Bakır hayvan
vücudunda 2 mg/kg CA (canlı ağırlık) miktarında, genç hayvanların dokularında
ise daha yüksek miktarlarda bulunur. Bakır kandaki miktarı 32,8-35,2 μg/dl
arasındadır bunun yanında idrarda da tespit edilebilir. Bakır %90 oranında kanda
bulunurken %10 eritrositlerde bulunur, demirle yakın ilişkisi olup demirin
hemoglobine dönüşmesinde, akyuvarların oluşmasında ve aktivitelerinde görevlidir
(Ergün ve ark., 1998).
142
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Bakır Noksanlığı
Bakırın eksikliği kıl ve yapağı yapısında bozukluk, büyüme geriliği, anemi,
diyare, eklem bozuklukları ve fertilite bozukluklarına yol açar. (Hutjens, 2004;
Spitzer JC, 1986; Ergün ve ark., 1998; Hidiroglou ve Batra 1994; Span ve ark.,
1997). Sığırlarda sürekli ishaller ve miyokard infarktüsune bağlı ani ölümler,
Koyunlarda yapağının rengini ve karakteristik kıvrımlarını kaybetmesi tavuk ve
köpeklerde rasitizme benzer kemikleşme bozuklukları, spontan kemik kırıkları
görülmektedir.— Bakır yetersizliğine bağlı olarak kuzularda sitokrom oksidaz
enzim sisteminin yetersiz kalması, gerek embriyonal gelişme döneminde ve
gerekse doğumdan sonra merkezi sinir sisteminde demiyelinizasyona neden olur.
Hayvanlarda bakır ve çinko düzeyi toprağın bileşimi, iklim şartları, hasat
işlemleri, mera ve rasyonların bu elementlerden fakir olması, bakır ve çinkonun
birbirleriyle ve molibden, kurşun, kadmiyum ve kükürt gibi bazı elementler ile
antagonistik etkileşimleri, gebelik, mevsim ve genetik faktörler etkili olmaktadır
(Alonso ML, 2000; Haenlein GFW, 1986).
Selenyum
Selenyum, hücre membranını oksidasyona karşı korur. Tüm aerob yaşayan
hücreler değişik enzimatik ve enzimatik olmayan savunma mekanizmaları
oluşturarak, aşırı oluşan serbest oksijen radikallerinden kendilerini korurlar
(Leonhard-Marek, 2000).
Hidiroglou ve Batra (1994) yaptıkları çalışmada plazma selenyum
seviyelerinin saman veya silaj beslemesine göre değişmediği, Se enjeksiyonu
yapılan gruplarda (30 ng/ml) ise plazma değerlerinin kontrol grubuna (17 ng/ml)
göre önemli derecede yüksek çıktığını bildirilmişlerdir. Plasental Se seviyelerinde
de aynı sonuçlar elde edilmiştir; saman ve silaj beslemesinde herhangi bir farklılık
görülmezken Se enjeksiyonu yapılanlarda plasentada değerlerin önemli ölçüde
yüksek (64 ppm) olduğu saptanmıştır.
Selenyum Noksanlığı
Genç ruminantlarda beyaz kas hastalığına, üreme bozukluklarına, süt
ineklerinde de retensiyo sekundinarum olgularında artışa, kanatlılarda fertilite
sorunları, karaciğer ve pankreas nekrozuna neden olur. Bu mikro element eksikliği
genelde rasyonlardaki miktarlarının azlığına bağlı olarak şekillenir; bunda en
önemli faktör yetiştiriciliğin yapıldığı coğrafyanın toprak yapısıdır. Vücuttaki
tespiti plazma, serum, idrar ve karaciğer biyopsi materyali analizleriyle yapılır.
Selenyum`un total kandaki miktarı 0,1-0,2 μg/ml`dir.
143
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Hemingway (2003), yaptığı çalışmada doğum öncesi Se ve Vit-E uygulanan
hayvanlarda retensiyo oranını % 13 uygulanmayanlarda ise % 20 olarak
bildirmiştir. Yapılan çalışmalar (Eğer ve ark., 1985; Jaskowski JM 1993) selenyum
eksikliği olan bölgelerde selenyumun hayvan başına 25-50 mg ve vitamin E`nin
600 mg dozunda uygulanmasının retensiyo sekundinarum olgularının meydana
gelme oranını % 20,8’den tek başına Se ile % 8,3’e Vit-E ile birlikte
kullanıldığında % 4,2`e gerilettiğini ortaya koymuştur.
Demir
Vücut için gerekli minerallerden biridir. Hemoglobin (kırmızı kan hücresi),
miyoglobin (kas pigmenti) ve enzim üretimi için gereklidir. Vücuttaki demirin
sadece %8'i kan damarlarından gelir. Demir vücutta büyümeye yardım eder,
yorgunluğa karşı ve hastalıklardan korunmada kullanılır. Ayrıca demir, vücuttaki B
grubu vitaminlerinin kullanımını arttırır.
Demir Noksanlığı
Demir eksikliği kanatlılarda mikrositik, hipokromik anemiye neden
olmaktadır. Canlı ağırlıkta azalma Demir yetersizliği yada fazlalığı immun sistemi
etkiler.
İyot
Tiroid bezlerinin içeriğinde yer alır. Tiroid ve tiroid kontrol
mekanizmasında, zihinsel fonksiyonlarda, enerji ve kilo almada önemli bir rol
oynar. Bu element başlıca tiroid bezinde çoğu organik biçimde bulunduğu gibi
inorganik biçimde de bulunabilir. İyot kanda proteine bağlı olarak 2,74,1 μg/dl
arasında bulunur.
Yavrunun gelişimi sırasında tiroid bezi gelişene kadar yavru anneden gelen
tiroksine bağlı olarak gelişimini sürdürür. Özellikle beynin gelişiminde maternal
tiroid hormonları etkilidir. Fötal troidin gelişmesiyle beynin gelişiminde birlikte
etkilidirler (Hostetler et all., 2003).
İyot Noksanlığı
Eksikliğinde guatr, reprodüktif organların gelişiminde gerilik, süt veriminde
azalma, yemden yararlanmanın azalması ve bunların yanı sıra uzamış gebelik
süreci ve zayıf veya tüysüz buzağı doğumları görülebilir (Kreplin ve Yaremcio,
2004; Spitzer 1986). Ölü veya yaşama güçlüğü çeken buzağı doğumlarının arttığı
işletmelerde iyot eksikliği akla gelmeli ve bu durumda proteine bağlı iyot ölçümleri
yapılmalıdır. Süt ineklerinde genel olarak iyot eksikliği olmamaktadır. Eksikliği
144
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
denizden uzak bölgelerde daha çok görülmektedir. Sınır değer ise serumda 5
ng/100 ml’dir. Pancar, karaturp, turp, kolza, lahana gibi yemlerin fazla verildiği
yerlerde görülmektedir.
Manganez
Manganez birçok enzim sisteminin aktivasyonunda görevlidir. Manganez
total kanda 6,6±2,3 μg/dl düzeyinde bulunur. Manganez kolesterin sentezindeki
gerekliliği ile steroid hormonların salınma mekanizmasına katılmaktadır.
Manganez uterusun östrojen için hazırlanarak duyarlılaştırılmasında rol
oynar (Lothammer, 1982). Manganez anadan yavruya plasenta aracılığıyla iletilir
ve kemik formasyonunda önemli olan kondroitin sülfat ve kemik matriksini
oluşturan mukopolisakkaritlerin yapısına katılarak organogenezis sırasında kemik
formasyonunda rol alır (Hostetler ve ark., 2003).
Manganez Noksanlığı
Eksikliğinde döl veriminde azalma, kanatlılarda yumurta veriminde azalma,
kemik yapısında deformasyonlar Kemiklerde kısalma ve kolay kırılma
görülmektedir. Manganez eksikliği pancar posasının ve mısır silajının fazla
verilmesi sonucunda da ortaya çıkar.
Sonuç
Mikro
elementlerin
eksikliği
hayvanlarda
önemli
semptomlar
oluşturmaktadır. Bununla beraber ciddi ekonomik kayıplar gözlenir. Mikro
mineraller oransal olarak ucuz olup yüksek düzeyde rasyona katılmaları dokulara
daha fazla geçişe neden olur. Ayrıca mikro elementler mineral atılımını artırmadan
yarayışlılığı artırır ve çevre kirliliğini de önlerler. Mikro mineraller immun sisteme
sağladığı katkıdan dolayı rasyonlarla birlikte hayvanlara verilmelidir.
Hayvansal dokulardaki mineral madde düzeylerinin belirlenmesinde
serumdan ve yün, kıl, karaciğer ve böbrek gibi dokulardan yararlanılmaktadır.
Ancak, hayvanlarda doku, kıl veya yün mineral düzeylerinin ölçümü serum
analizlerine göre daha doğru sonuçlar verdiği bildirilmektedir (Bayşu ve ark.,
1984).
Ülkemizin bütün bölgelerini kapsayan hayvanların kan mineral ve mikro
element profillerinin ortaya konduğu, bölgelerin toprak, su ve bitkilerinin mineral
ve mikro element düzeylerinin belirlendiği kapsamlı çalışmalar bulunmamaktadır.
Mevcut çalışmalar yöresel bazda ve inorganik metabolizmada rol oynayan belirli
mineral ve mikro element düzeylerine yönelik çalışmalardır. Bu çalışmalardan
sağlanan veriler kullanılarak Türkiye’deki minerallerle ilgili beslenme
hastalıklarının genel durumunun ortaya konmasına çalışılmaktadır.
145
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Kaynaklar
Alonso ML (2000): Arsenic, cadmium. lead. copper and zinc in cal/le Fom Galicia,
NW Spail1. Sci Total Environ, 246.237-248.
Aytekin, İ., Kalınbacak, A. 2008. Afyon Yöresinde Yetiştirilen Toprak Yiyen
Buzağılarda Kalsiyum, Fosfor, Magnezyum, Bakır, Çinko ve Demir
Düzeyleri. Atatürk Üniversitesi Vet. Bil. Derg. 2008, Cilt: 3, Sayı: 2, Sayfa:
34–42.
Bayşu N, Dündar Y, Bayrak S (1984): Koyun ve kuzularda yün ve kan bakır
değerleri arasındaki ilişki ve bunun diagnostik önemi. Doğa Bil Der, 8, .117122.
Boğa, M., Filik, G. 2011. Ruminant Hayvan Beslemede Organik İz Minerallerin
Önemi. Lalahan Hay. Arast. Enst. Derg. 2011, 51(1) 31-40.
Eğer S, Drori D, Karoori I, Miller N. (1985). Effect of selenium and vitamin E on
incidence of retained placenta. J Dairy Sci. 68: 2119-2122.
Ergün A, Tuncer ŞD, Çolpan İ, ve ark. (1998). İz Elementler. (Alınmıştır) Hayvan
Besleme I. A Ergün (editör) s. 133-145. Ankara Üniversitesi Basımevi,
Ankara.
Hemingway RG. (2003). The influences of dietary intakes and supplementation
with selenium and vitamin E on reproduction diseases and reproductive
efficiency in cattle and sheep. Vet Res Com. 27: 159-174.
Hidiroğlu M. (1979). Trace element deficiencies and fertility in ruminants. J Dairy
Sci. 62: 1195-1206.
Hidiroğlu M, Batra TR. (1994). Changes in plasma α-tocopherol and selenium of
gestating cows fed hay or silage. J Dairy Sci. 77: 190-195.
Hostetler CE, Kincaid RL, Mirando MA. (2003). The role of essential trace
elements in embryonic and fetal development in livestock. Vet J. 166: 125139.
Hutjens MF. Importance of trace minerals in dairy heifer, dry cow, and lactating
cow rations. Erişim: http://www.traill.uiuc.edu.
Jaskowski JM. (1993). Über den Einfluβ antepartaler Gaben von Selen-Vitamin-EKombinationen auf die Inzidenzpuerperaler Störungen beim Rind. Tierärztl
Prax. 21: 111-116.
Kaya S, Bilgili A. Mineral Maddeler. In: Kaya S, Pirinçi İ, Bilgili A (Editörler).
Veteriner Uygulamalı Farmakoloji, 2. Baskı, Ankara, Medisan, 2000: 225239.
Keleş, İ., Dönmez, N., Altuğ, N., Ceylan, E., 2006. Serum Zinc, Copper and
Thyroid Hormone Concentrations in Heifers with Retarded Growth. YYÜ
Vet Fak Derg, 2006, 17 (1-2):103-105.
Kreplin C, Yaremcio B. Effects of nutrition on beef cow reproduction.
Erişim:http://www1.agric.gov.ab.ca/$department/deptdocs.nsf/all/agdex3527
opendocument Erişim tarihi: 18.11.2004
146
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Kume, S., Toharmat, T., Kobayashın 1996. Effect of restricted feed intake of dams
and heat stres on mineral status of newborn calves. J. Dairy Sci. 81: 15811590.
Leonhard-Marek S. (2000). Warum beeinflussen spruenelemente die fertilität
Tieräztl Prax. 28(6): 60-65.
Lothammer KH. (1982). Umweltbedingte Fruchbarkeitsstörungen. (Alınmıştır)
Fertilitätsstörungen beim weiblichen Rind. E Grunert, M Berchtold
(editörler) s. 390-432. Verlag Paul Parey, Berlin und Hamburg.
Smith, OB., Akinbamijo, OO., 2000. Micronutrients and reproduction in farm
animals. Anim Reprod Sci.60-61:549-60.
Spain N, Lucy M, Hardin DK. (1997). Effects of nutrition on reproduction in dairy
cattle. (Alınmıştır) Current Therapy in Large Animal Theriogenolgy. RS
Youngquist (editör) Chapter 55. s. 420-421. W.B. Saunders, Philedelphia.
Spitzer JC. (1986). Influences of nutrition on reproduction in beef cattle.
(Alınmıştır) Current Therapy in Theriogenology. DA Morrow (editör). Baskı
2. s.322-323. W.B. Saunders, Toronto
147
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Tarım Uygulamalarında Yeni Bir Yaklaşım: Biyokömür
Sema Leblebici1, Turgut Kutlu1, Derya Şenal1
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, Ziraat ve Doğa Bilimleri Fakültesi,
Gülümbe-Bilecik, E-posta: [email protected]
1
Özet: Günümüzde ekolojik sorunların başında toprak kaybı, verimsizleşme
ve aşırı karbon salınımından kaynaklanan küresel ısınma gibi sorunlar yer
almaktadır. Tüm bu sorunların çözüm önerilerinden biri olarak son yıllarda
biyokömür üretimi gündeme gelmiştir. Biyokömür; sınırlı oksijen bulunan bir
ortamda, yüksek sıcaklıkta biyokütlenin ısıtılması ile oluşan ve proliz adı verilen
termokimyasal bir işlem ile üretilir. Odun yongası, mısır koçanı, pirinç kabuğu,
fıstık kabuğu, ağaç kabuğu gibi tarımsal atıklar, işlenmiş kağıtatığı, hayvan
gübresi, kentsel atıklar, ormansalbiyokütle atıkları gibi çeşitli organik maddeler
biyokömür üretiminde hammadde olarak kullanılmaktadır. Biyokömür etkisini
toprakta uzun yıllar devam ettiren doğa dostu bir üründür. Bu çalışmada
biyokömürün tarımsal üretimdeki avantajları ve ekolojiye katkıları daha önce
yapılan araştırmalardan yararlanılarak ortaya konulmuştur.
Anahtar kelimeler: Biyokömür, Tarım, Ekoloji, Çevre
A New Approach in Agriculture Application: Biochar
Abstract: Nowadays soilloss, unproductivity, global warming which is
caused by excessive carbon emission, etc. are becoming top of the ecological
problems. Biocharproduction, given as one of the solutions to all of these
problems, has been on theagenda, recently. Biochar is produced via ther
mochemical decomposition process called pyrolysis, heating biomass at high
temperatures in a limited oxygen environment. Organic materials likely
agriculturalwastes such as wood chip, corncob, ricehulls, peanutshells, bark;
treated paper waste, animal manure, urban wastes, forestry biomass wastes can be
used to produce biochar. Biochar is environmentally friendly product, itseffects in
soillastingfor a long time. Inthisstudy, adventages of biochar in agricultral activity
and aid to ecology has been presented using previously made researches.
Key words: Biochar, Agriculture, Ecology, Environment
148
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
1. Biyokömür Nedir?
Günümüzde tüm dünyanın başlıca sorunları arasında toprak kaybı,
verimsizleşme ve aşırı karbon salınımının neden olduğu küresel ısınma
gelmektedir. Bu sorunların çözümü olarak ise son yıllarda gündem de olan en
önemli konu ise biyokömür’dür. Biyokömür kısaca organik materyalin termal
bozunması olarak tanımlanabilir. Daha geniş bir ifade ile; sınırlı oksijen bulunan
bir ortamda, yüksek sıcaklıkta biyokütlenin ısıtılması ile oluşan ve proliz adı
verilen termokimyasal bir işlem ile üretilir. Yüksek ısı ve basınç altında organik
madde içinde bulunan maddelerin büyük bir kısmı su buharı ve gaz halinde
atmosfere karışırken geriye yoğun karbon içeriğine sahip biyokömür kalmaktadır.
Biyokömür oluşumunda en önemli faktör sıcaklıktır. Biyokütleyi ısıtma hızı ne
kadar yavaş olursa prolizden elde edilen ürün miktarı o kadar fazla olmaktadır
(Lehmann ve Josephen, 2009; Hunt et al., 2010).
Biyokömürilk kez Amazon ormanlarında insanların yaşadığı yerlerin
yakınında bulunan verimli topraklarının çok koyu renkli olması ile dikkat çekmiş;
organik madde bakımından zengin olan koyu renkli bu toprakların Amozon
yerlilerinin ağaç dalları ve orman atıklarını yakarak toprağa gömmesi ile oluştuğu
anlaşılmıştır. Biyokömür, çok eskiden beri kullanılan odun kömürü ve benzeri
materyallerden; toprağın iyileştirilmesi, verimliliğin sağlanması ya da artırılması,
karbon depolama ve toprak sızıntı suyunun filitrasyonu gibi özellikleriile
ayrılmaktadır.
16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe giren Kyoto Protokolü’ne Aralık 2006
tarihinde toplam 169 ülke ve devlete bağlı örgütler imza atmışlardır. Buna göre
ülkeler sanayilerinde hava kirliliğine, yer altı ve yer üstü su kaynaklarına ve
topraklarında kirlenmeye neden olan her türlü kirleticiyi azaltmak ve önlemek
zorundadırlar. Ülkeler ve firmaları, karbon azaltım taahhütlerine yönelik
faaliyetleri sonucunda, azalttıkları her bir tona eş değer karbon için, ticareti de
yapılabilen, “Karbon Tahsisatı” veya “Karbon Kredisi” olarak adlandırılan karbon
hakları vardır. Bu şekilde içerdiği karbonu toprağa gömerek atmosfere geri
dönmesini önleyen bu ticaret, ülkelere Kyoto Protokolü kapsamında karbon puanı
sağlar. Bu durum biyokömürün önemi giderek daha da artmıştır (Organ ve Çiftçi,
2013).
2. Biyokömür Nelerden Elde Edilir?
Organik ve inorganik maddeler biyokömür üretiminde hammadde olarak
kullanılabilmektedir. Mineral içerik bakımından yüksek olan her organik madde,
ısıl işleme tabi tutulduğunda biyokömür elde edilmektedir. Odun yongası, mısır
koçanı, pirinç kabuğu, fıstık kabuğu, ağaç kabuğu gibi tarımsal atıklar, işlenmiş
kağıt atığı, hayvan gübresi, kentsel atıklar, ormansalbiyokütle atıkları biyokömür
149
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
hammadde kaynaklarına örnek olarak verilebilir.Biyokömürün bileşimi (C, N, K,
Ca…) kullanılan hammadde çeşidine göre değişiklik gösterebilmektedir (Windeatt
et al., 2014).
3. Biyokömür’ünÖzellikleri Nelerdir?
1.




Mikro-Gözenekli Yapısı
Hava ve su tutma kapasitesi
Mikroorganizmalar için doğal yaşam ortamı oluşturması
Kimyasal element adsorbsiyonu
Nem kontrolü
2.



Alkali Kapsam
Toprağın kimyasal içeriğinin zenginleştirilmesi
Toprakların nötr hale getirilmesi
Mikroorganizmaların çoğalmasında rol alması
3.



İnorganik İçerik
Ototrofik ve simbiyotik mikroorganizmaların artması
Baklagil bakterileri (Rhizobium) çoğalması
Bazı mantar türlerinin bulunması
4. Biyokömür Kullanımı
Biyokömürleonardit ve klinoptilot gibi toprak düzenleyicisi olarak iş
görmektedir. Tarımda gübre olarak tek başına değil; herhangi bir gübre ya da
kompostla karıştırılarak kullanılmaktadır. Çünkü biyokömürün esas görevi
gübrenin etkin bir şekilde tutunmasını sağlayarak bitkinin gübreden çok daha fazla
yararlanmasını sağlamaktır (Zheng et al., 2010; Sufardi et al., 2011).
Biyokömür oldukça gözenekli bir yapıya sahiptir. Gözenekli bu yapı
sayesinde toprakta bulunan mikroorganizma yoğunluğunun ve faaliyetlerinin
artmasını; toprağın su tutma kapasitesinin de artmasını sağlamaktadır (Gul et al.,
2015; Plaza et al., 2015). Ayrıca toprak katyon değişim kapasitesini
düzenlemektedir. Biyokömür, farklı kimyasal özelliklere sahi topraklara
uygulandığında farklı sonuçlar elde edilmiş ve ürün verimi ve kalitesinin değiştiği
tespit edilmiştir (Verheijen et al., 2010; Herath et al., 2013; Liang et al., 2014;
Peake et al., 2014).
150
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Tablo1. Biyokömürün Kullanım Şekli ve Dozaj Uygulamaları
(www.marmore.com.tr/kutuphane-biochar)
Bitki Türü
Kullanım Oranı
Sebze ve
Tahıllar
50 Ton/Ha
(5 Ton/da)
5 kg/m2 alana
Meyveler
1-5 kg/çukur
1-5 kg/ağaç
1-5 kg/ m2
alana
Süs Bitkileri
1-5 kg/çukur
Kullanım Şekli
Toprak hazırlığı yapılırken, yanmış ahır
gübresiyle
veya
kimyasal
gübrelerle
karıştırılarak, toprağa serpilir ve karıştırılır.
Toprak yapısına bağlı olarak bahçe kurulmadan
önce toprak hazırlığı sırasında, yanmış ahır
gübresiyle
veya
kimyasal
gübrelerle
karıştırılarak, toprağa serpilir ve karıştırılır.
Fidan dikimi sırasında açılan fidan çukurlarına
toprak yapısına bağlı olarak değişen miktarlarda,
gübreyle birlikte biyokömür çukura ilave edilir
ve fidan dikilerek can suyu verilir.
Mevsimsel yağışlardan önce ağaçların taç iz
düşümüne gerekli oranda biyokömür serpilir ve
toprağa karıştırılır.
Toprak hazırlığı yapılırken yanmış ahır
gübresiyle
veya
kimyasal
gübrelerle
karıştırılarak toprağa serpilir ve karıştırılır.
Fidan dikimi sırasında açılan fidan çukurlarına
toprak yapısına bağlı olarak değişen miktarlarda
gübreyle birlikte biyokömür çukura ilave edilir
ve fidan dikilerek can suyu verilir.
5. Biyokömür’ün Ekolojik Önemi
Biyokömür hem toprağa hem de bitkisel üretime çeşitli yararlar sağlamakta
bu yararları sağlarken aynı zamanda doğaya zararvermemektedir. Metan
emisyonunu engellemesi, N2O emisyonunu ciddi oranda azaltması, karbonun uzun
süre tutulması toprağın pH değerini yükseltmesi, su kullanımını aktive etmesi,
katyon değişim kapasitesini artırması ve geçirgenliği yükseltmesi tarım arazileri
başta olmak üzere toprak ekosistemine katkıları arasında sayılmaktadır. Ayrıca
biyokömür içeren toprakların renkleri koyu olduğu için güneş ışınlarını daha fazla
absorbe ederler. Bitkisel üretime faydaları ise; bitki büyümesini hızlandırması,
ürünlerin pazara erken girmesini sağlaması, birim alandan yüksek verim elde
edilmesi ve ürün kalitesinin artırılması, bitkinin hastalık ve zararlılara karşı dirençli
olmasıdır (Granadstein et al., 2009; BiocharScience Network, 2010; Widowati et
al., 2011).
151
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çevre yönetiminde biyokömür uygulamaları, birbiri ile ilişki içersinde olan
dört farklı konuyu etkiler; toprak iyileştirme, atık yönetimi, iklim değişikliğinin
etkilerinin azaltılması ve enerji üretimi (Chen et al., 2014).Biyokömüriklim
değişikliği ile mücadeleye yardımcı olmaktadır. Atmosfere karbon ilavesini negatif
hale getirir ve karbon toprakta tutunarak yüzlerce yıl etkisini devam ettirir.
Biyokömür günümüzün en önemliekolojikproblemi olan küresel ısınmanın
engellenmesinde kullanılan doğa dostu bir üründür.
Kaynaklar
Chen, X., Chen, Z.,Cheng, S.,Dai, J., Fu, T.,Gai, J., Guan, C., Guo, Y., Li, Z., Liu,
X., Lv, F.,Rong, T.,Shan, L.,Wu, C., Wu, W.,Xiang, Z., Xie, L., Bou, S.,Yu,
Z.,Yuan, L., Zhai, H., Zhang, Q.,Zhu, Y., (Editorial), 2014. Beyond Biochar
– Soil.Plantand Environment: ResearchProgressandFutureProspects. Journal
of IntegrativeAgriculture, 13(3): 467-470.
Granatstein, D.,,Collins, H., Garcia-Perez, M., Yoder, J., 2009. Submitted to the
SustainableAgriculture Grant Program Illinois Department of Agriculture
Final Report. Submitted to the Sustainable Agriculture Grant Program
Illinois Department of Agriculture, 181 page, USA.
Gul, S.,Whalen, J.K., Thomas, B.W., Sachdeva, V., Deng, H., 2015.Physicochemicalpropertiesandmicrobialresponses
in
biochar-amendedsoils:
Mechanismsandfuturedirections. Agriculture, Ecosystemsand Environment
206, 46–59.
Herath, H.M.S.K.,Arbestain, M.C., Hedley, M., 2013.Effect of biochar on
soilphysicalproperties in twocontrastingsoils: An Alfisoland an Andisol.
Geoderma 209–210, 188–197.
Hunt, J.,DuPonte, M., Sato, D., Kavabata, A., 2010.The Basics of Biochar : A
Natural SoilAmendment. Collage of TropicalAgricultureand Human
Resources. University of Hawai’i at Manoa, December SCM-30, 1-6.
Lehmann, J.,Josephen, S., 2009.BiocharforEnvironmental Management: An
Introduction. ES_BEM_16-2, page 1-12.
Liang, F.,Li, G., Lin, Q., Zhao, X., 2014.CropYieldandSoilProperties in the First 3
Years Afte rBiochar Application to a CalcareousSoil.Journal of Integrative
Agriculture, 13 (3): 525-532.
Organ, İ., Çiftçi, T.E., 2013. Karbon Vergisi. Niğde Üniversitesi İİBF Dergisi,
Cilt:6, Sayı: 1, s. 81-95.
Peake, L.R.,Reid, B.J., Tang, X., 2014.Quantifyingtheinfluence of biochar on
thephysicalandhydrologicalproperties of dissimilarsoils. Geoderma 235–236,
182–190.
Plaza, C.,Pawlett, M., Fernandez, J.M., Mendez, A., Gasco, G., 2015,
Doesbiocharinterferewithstandardmethodsfordeterminingsoilmicrobialbioma
ssandphenotypiccommunitystructure? SoilBiology&Biochemistry 81, 143146.
152
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Sufardi, K.,Nisa, Zaitun, Chairunas, Gani, A., Slavich, P., McLeod M., 2011.Effect
of NPK fertilizerandbiocharapplicationtosoilchemicalproperties of irrigation
paddy.Proceedings of TheAnnual International Conference Syiah Kuala
University, 55-59, Banda Aceh, Indonesia.
Verheijen, F.,Jeffery, S., Bastos, A.C., Velde, M., Diafas, I., 2010.Biochar
Application
toSoilsA
Critical
ScientificReviewof
Effects
on
SoilProperties.ProcessesandFunctions, JRC Scientificand Technical Reports,
166 page, Ispra-Italy. www.marmore.com.tr/kutuphane-biochar
Widowati, Utomo, W.H.,Soehonod, L.A., Guritno, B., 2011.Effect of biochar on
theReleaseandLoss
of
NitrogenfromUreaFertilization. Journal
of
AgricultureandFoodTechnology, 1(7) 127-132.
Windeatt, J.H.,Ross, A.B., Williams, P.T., Forster, P.M., Nahil, M.A., Singh, S.,
2014.Characteristics of biocharsfromcropresidues: Potential for carbon
sequestration and soil amendment. Journal of Environmental Management
146, 189-197.
Zheng, W.,Sharma, B.K., Rajagopalan, N., 2010.Using Biochar as a
SoilAmendmentforSustainableAgriculture. Illinois SustainableTechnology
Center University of Illinois at Urbana-Champaign, Submitted to the
SustainableAgriculture Grant Program Illinois Department of Agriculture,
42 page, Illinois, USA.
153
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
İyi Tarım Uygulamalarında 5N1K
Derya Şenal1, Turgut Kutlu1, Sema Leblebici1
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, Ziraat ve Doğa Bilimleri Fakültesi,
Gülümbe-Bilecik, E-posta: [email protected]
1
Özet: Geleneksel tarım hızla artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla
üretimin artmasına yönelik geliştirilen sentetik girdilerle (pestisit, gübre, vb.) doğal
dengenin bozulmasına, çevre kirliliğine, insan, bitki ve hayvanlarda sağlık
sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Geleneksel Tarımın yaratmış olduğu
olumsuz etkiler neticesinde bu sisteme alternatif olarak İyi Tarım Uygulamaları
geliştirilmiştir. İyi Tarım Uygulamaları tarımın sürdürülebilir hale getirilmesi ve
aynı zamanda da kırsal kalkınmayı sağlayan, ekonomik açıdan karlı, verimli, insan
sağlığını ve varlığını koruyan, hayvan sağlık ve refahı ile çevreye önem veren bir
sistem olarak tanımlanmaktadır. Bu makale, İyi Tarım Uygulamalarının ne, neden,
nasıl, ne zaman, nerede ve kimlere sorularına cevap bulacak şekilde daha önce
yapılan çalışmalardan faydalanarak hazırlanmıştır.
Anahtar kelimeler: İyi Tarım Uygulamaları, Konvansiyonel Tarım, Pestisit, Gübre
6Wh in Good Agricultural Practices
Abstract: Conventional Agricultural Practices, which were developed to
supply sufficient amount of food for increased world population by using
excessive amount of synthetic inputs (Pesticides, fertilizers etc.), caused distruption
of natural balance, environmetal pollutions, appearance of health problems in
human, plants and animals. Good Agricultural Practices were outlined alternatively
due to the negative effects of Conventianal Agricultural Practices. Good
Agricultural Practices are described as a system making agriculture sustainable,
supporting rural development, economically rantable, productive, conserving
human health and presence, considering environmental importance including
animal health and welfare. This article has been prepared as answers of 6Wh
questions (What, Why, When, Which, Where and Who) related to Good
Agricultural Practices by using recent studies.
Key words: Good Agricultural Practices, Conventianal Agriculture, Pesticides, Fertilizers
154
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
1. Konvansiyonel Tarım ve Neden Olduğu Sorunlar
Konvansiyonel tarım, dünyada ve ülkemizde birim alandan en fazla ürünü ve
kazancı elde etmek amacıyla oluşturulmuş bir tarımsal üretim sistemidir. Bu sistem
içerisinde her türlü kimyasal ilaç, sentetik gübre ve bitki geliştirici hormonlar
denetime tabii tutulmadan kontrolsüz bir şekilde kullanılmaktadır. Beraberinde
insan, hayvan-bitki sağlığı, ve çevre kirliliği sorunlarının ortaya çıkmasına neden
olmaktadır. Özellikle son dönemlerde sağlık alanında yapılan araştırmalara göre,
pestisitlerin insanlarda karaciğer, akciğer, pankreas, meme, lösemi, lenfoma vb.
kanser vakalarına (Eskenazi et al., 2006), şeker hastalığına (Eskenazi et al., 2009),
hiperglisemi, hiperinsülinemi rahatsızlıklarına, ve Parkinson hastalığına (Ascherio
et al., 2006) neden olmaktadır.
Gebelik sürecinde ceninlerin ölüm risklerinin artması (Venners et al., 2005),
doğum sonrası prolaktin düzeyinin ve süt üretiminin etkilenmesi, emzirme
süresinin kısalması (Gladen and Rogan, 1995), 8 yaş civarlarındaki kız
çocuklarının fiziksel büyümelerinin gerilemesi (Karmaus et al., 2002), kızlarda
adet başlama döneminin daha erken yaşlara çekilmesi (Ouyang et al., 2005),
erkeklerin sperm miktarlarının azalması (De Jager et al., 2006), kadınlarda
menopoz yaşının erkene çekilmesi (Akkina et al., 2004), ve hamile kalma
süreçlerinin gecikmesi (Cocco et al., 2005) tarım ilaçlarına bağlanmaktadır. Aynı
zamanda, anne karnındaki sıvıya ve anne sütüne geçen ilaçların sinir reflekslerini
zayıflattığı (Rogan et al., 1986), insanlardaki gerginliği arttırdığı (Sagiv et al.,
2008) tespit edilmiştir.
Sentetik gübrelerden fosforun besin ve suya bulaşması sonucunda kalp ve
damarlar ile bağlantılı olarak kardiyovasküler risklerin ortaya çıkmasına, kronik
böbrek hastalıklarının oluşmasına (Kalantar-Zadeh et al., 2010); azot,
methemoglobinemi hastalığına (Wolfe and Patx, 2002), mesane, prostat,
yumurtalık, mide ve karaciğerde kanser vakalarına (Weyer et al., 2001) neden
olmaktadır. Eskiden çabuk atlatılan ancak günümüzde ölüm vakalarıyla sonuçlanan
grip hastalığı, sıkça hastalanan dirençsiz çocuklar, allerjik vakalar, düzensiz uyku,
kansızlık, görme bozuklukları, v.b bir çok hastalığın sebebi tarımda kullanılan
sentetik kimyasallara bağlanmaktadır. Ancak, bu çalışmalarla ilgili daha kesin
sonuçlara ulaşmak için daha detaylı çalışmaların yapılması ön görülmektedir.
Tarımda kullanılan sentetik kimyasallar beraberinde doğadaki birçok canlıyı
da tehdit etmektedir. Uygulanan tarım ilaçları atmosfere karışarak soluduğumuz
havayı, sulama suları ve yağmurlarla birlikte bitkiden ve topraktan yıkanarak yer
altı sularına karışarak sularımızı; kısacası çevreyi kirletmektedir. Kullanılan
sentetik gübreler ise toprağın organik yapısını bozarak çoraklaşmaya ve
tuzlanmaya sebep olmaktadır. Konvansiyonel tarımın yaratmış olduğu bu sorunlar
beraberinde alternatif tarım sistemlerini geliştirmiştir. Bu sistemlerden biri de İyi
Tarım Uygulamaları'dır.
155
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
2. İyi Tarım Uygulamaları Nedir?
İyi Tarım Uygulamaları (İTU), FAO tarafından "tarımsal üretim sisteminin
sosyal açıdan yaşanabilir, ekonomik açıdan karlı ve verimli, insan sağlığını
koruyan, hayvan sağlık ve refahı ile çevreye önem veren bir hale getirmek için
uygulanması gereken işlemler" olarak tanımlanmaktadır.
3. Neden İyi Tarım Uygulamaları
İyi Tarım Uygulamaları çevrenin ve toprağın korunmasını amaçlar, aynı
zamanda da tarımsal üretimin karlı ve verimli olmasını sağlar. Hayvan sağlık ve
refahını, tarımda geriye yönelik izlenebilirliği ve gıda güvenliğini sağlar. Bunlara
ilave olarak kontrollü ve sertifikalı üretim sistemini oluşturur. Zararlılarla Entegre
Mücadele (Integrated Pest Management-IPM) ve Entegre Ürün Yetiştiriciliği
(Integrated Crop Management-ICM) tekniklerini bir arada kullanmaktadır. Üretici
ve tarım işçilerinin sağlık, güvenlik ve refahına yönelik tedbirleri kapsar.
Çalışanların refahı için ISO 9001 Kalite, ISO 14001 Çevre Yönetim ve OHSAS
18001 İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Sistemleri standartlarından yararlanır.
İTU, tarımsal üretimimiz iç ve dış pazarda rekabet şansını yakalar.
Ürünlerin, insan sağlığına zararlı kimyasal, fiziksel ve mikrobiyolojik kalıntılar
içermediği; çevreyi kirletmeden ve doğal dengeye zarar vermeden; insan ve diğer
canlıları olumsuz etkilemeden üretildiğini belgeler. Kısaca, tüketicilere tarımsal
ürünlerin ve işlenmiş gıdaların güvenle üretildiğinin garantisini sunar. Üretim
sonrası hasat ve depolamada hijyenik koşulların sağlanması ve ürüne bulaşmanın
önlenmesi amacıyla Tehlike Analizi ve Kritik Kontrol Noktaları (HACCP)
standartları uygulanır.
4. İyi Tarım Uygulamalarının Amacı
Kimyasal kullanımının azaltılması; toprak ve çevreye zarar veren
uygulamaların en aza indirilmesi. Doğru bitki koruma uygulamaları ve bitki
besleme teknikleri ile biyoçeşitlilik gözetilerek türlerin korunması. Doğru bitki
koruma uygulamaları ve bitki besleme teknikleri ile tarımda verim ve kalitede artış
sağlayarak insan ve hayvan sağlığı ile çevreyi tehdit eden uygulamaları önlemek.
Kısıtlı su kaynaklarının akılcı ve planlı kullanımını sağlamak. Tarımsal üretimin
her aşamasının kontrol ve kayıt altına alınması. Havzalarda bulunan yeraltı
sularının çekilmesini en aza indirgeme. Pestisitlerin yönetmeliklere uygun olarak
toplanmasını sağlamak. Yeraltı su kaynaklarının daha etkin, planlı ve akılcı
kullanılmasını sağlamak. Çiftçilerin kendi alanlarının uzmanı haline getirilmesi.
Tarımsal ürünlere sertifika alınarak ihracatta yaşanabilecek sorunların önüne
geçmek (Ersun ve Arslan, 2011).
156
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
5. İyi Tarım Uygulamalarının İlkeleri ve Koşulları
İTU'nın ilke ve koşulları aşağı tabloda çevre, toplum ve ekonomi açısından
zorunlu ve tavsiye şeklinde özetlenmektedir.
ÇEVRE
Toprak
TOPLUMSAL
Sosyal ve İnsan
Hakları
Zorunlu yapılması gerekenler
*Toprak muhafazası/erozyon *Yerinde konut ve
*Bitki ve hayvan verimliliği
sıhhi tesisler
*Toprakla ilgili besinler ve
İş/Çalışma Haklarıgübreleme
Çalışma Şartları
*Çalışma şartları
**İşte güvenlik
***Güvenlik
sorunları üzerine
eğitim
***Güvenli çalışma
ortamı
***Güvenlik
ekipmanları ve acil
durum kitleri
***Güvenli kullanım
kimyasalları
Orman
**Sağlıklı çalışma
şartları
*Tükenmiş ağaçların ve
**Güvenli içme
ormanların yeniden
suyuna erişim
ağaçlandırılması
**İş yerinde sağlık
*Kesim ve/veya yangınlara
tesislerine ulaşım
karşı ormanların korunması
**Tıbbi
*Ekosistemin korunması
yardım/sağlık
*Üretim alanları içerisinde
sigortası erişim
ormanların korunması
**Mekanda eğitim
Kimyasallar/Doğal Organik
ihtiyaçları
Girdiler
157
EKONOMİK
Kalite
*Kalite yönetimi
uygulamaları
*Ürün güvenliği
*Soğuklama,
paketleme,
depolama ve hijyen
olanakları
*Ürün özellikleri
**Canlılık
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
*Tüm kimyasallar yasak
*İzinli kimyasalların listesi
*Entegre Zararlı/Ürün
Yönetimi (IPM/ICM)
sistemleri
*Kimyasal maddeler
**Gübreler
**Pestisitler
**Diğer kimyasallar
*Organik doğal girdiler
**Gübreler
**Biopestisitler
*Ekipman ve kimyasal
kullanımı ile ilgili eğitim
*Depolama/Düzen/Kimyasal
atıklar
*Kimyasalların yönetimi
*Yabancı ot kontrolü
Biyoçeşitlilik
*Yeni üretim için etki analizi
*Tampon bölge
*Su kültürü yoğunluğu /
çeşitlilik
*Ekolojik niş
*Yüksek koruma değeri
alanları
*Biyoteknolojinin kullanımı
*Genetiği değiştirilmiş
organizmaların kullanımı
**Yönetim sistemi
**Risk önleme
Hayvanlar
*Hayvancılıkta sağlıklı ve
insanca muamele
*Hayvan ıslahı
*Beslenme, tedavi ve yöntem
*Hayvan refahı
*İlaç kullanımı
Atık
*Atık yönetimi-toplama,
işleyiş, yoketme
*Kirlilik yönetimi
*Değer zincirinde ürünlerin
atık ambalajı
158
ISSN 2149-147X
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
*Atıkların yok edilmesi
**Atıkları ortadan kaldırmak
için yakma
Su
*Az bulunan alanlarda
kullanım/yüksek risk
*Belirli kullanım/yönetim
stratejisi
**Koruyucu yöntemlerle
suyun azaltılması
**Atıkları azaltmak için
malzemelerin yeniden
kullanımı
**Geridönüşüm suyu
*Su kalitesi
**Su arıtma
**Su koruma
**Suyun bertaraf edilmesi
Biyoçeşitlilik
*Habitat/ekosistem
*Yaban hayatı
*Ayrılmış arazi
*Temel arazi kullanımının
değiştirilmesi
Atık
*Atık yönetimi-toplama,
işleyiş, yoketme
**Koruyucu yöntemlerle
atıkların azaltılması
**Atıkları azaltmak için
malzemelerin yeniden
kullanımı
**Önlenemeyen geri
dönüşüm atıklar
*Kompost yapımı
Enerji Kullanımı/Yönetimi
*Enerji kullanımının
Tavsiyeler
İş/Çalışma HaklarıÇalışma Şartları
*Zorunlu olmayan
çalışma
*Fiziksel şiddetin
kullanılmaması
*Çocuk işçilerin
yasaklanması
İş/Çalışma Haklarıİstihdam Koşulları
*İstihdam koşulları
**Hizmet poliçeleri
ve uygulamaları
***İstihdam
uygulamalarının
şeffaflığı
***Yazılı sözleşme
**Açıkça belirtilen
izin günleri
**Ücretlerin
zamanında ödenmesi
**Asgari ücret şartı
159
ISSN 2149-147X
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
azaltılması
*Yenilenebilir enerji
ISSN 2149-147X
**Ücret düzeyi
**Çocuk işçi ve
minimum yaş sınırı
**Eşit ücret
**Çalışma
saatlerinin
maksimum sayısı
**Desteklenen lokal
kira ve satınalma
İş/Çalışma Haklarıİşçileri Güçlendirme
*Örgütlenme
özgürlüğü
*Toplu pazarlık
*İşte ayrımcılık
yapılmaması
*Ortak komiteler ve
birlikler
(www.standardsmap.org)
6. Avrupa’da, Dünyada ve Türkiye’de İTU’nın Tarihsel Süreci
1997'de Avrupa'da lider perakendecilerin oluşturduğu Euro-Retailer Produce
Working Group (EUREP), İyi Tarım Uygulamaları ve belgelendirilmesi
çalışmalarını başlatmıştır. Şubat 2001'de EUREP'in perakendeci ve tedarikçi
üyeleri, "Konsey" ve "Teknik ve Standartlar Komitesi" ni kurmuşlar ve
EUREPGAP
sertifikasyon
kurallarını
ortaya
koyan
dokümanlarını
yayımlamışlardır. Son yenilemesi Mart 2007'de onaylanarak yürürlüğe girmiş,
Eylül 2007'de Global-G.A.P. olarak isim değişikliği yapılmıştır. Şu an dünyada
tüm kıtalarda 110'un üzerinde ülkede 130.000'den fazla üretici 400'ün üzerinde
üründe Global-G.A.P. uygulamalarına devam etmektedir. Aynı zamanda 1400
uzman ve denetçiyle birlikte akredite olmuş 142 sertifikasyon kuruluşu Global
G.A.P. alanında hizmet sunmaktadır (http://search. standardsmap.org/ assets/
media/ GLOBALGAP/ English/ AtAGlance_EN.pdf).
Ülkemizde İyi Tarım Uygulamaları 08.09.2004'te "İyi Tarım
Uygulamalarına İlişkin Yönetmelik" ile başlatılmıştır. 6968 sayılı "Zirai Mücadele
ve Zirai Karantina Kanunu" ve bunlara ilişkin çıkarılan mevzuat İTU'nun
ülkemizdeki temellerini oluşturmuştur. İTU’na ilişkin yönetmelik 08.09.2004
tarihinde 25577 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmiş, 15.05.2006
tarihinde son halini almıştır (http://www.ctr.com.tr).
160
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
7. İyi Tarım Uygulamaları'nın Faydaları
Üreticilere; İç ve dış pazarda tercih edilme sebebidir. Eşit rekabet
şartlarında önde olmayı sağlar. Perakendecilerle nitelikli anlaşma sağlar. Kaliteli
ürün yetiştiriciliğine olanak sağlar. Uzun vadede üretim maliyetlerinde düşüş,
dolayısıyla karda artış imkanı sağlar. Üretimde çalışan kişilerin güvenliğini ve
refahını sağlar.
Tüketicilere; Gıda güvenliği ve insan sağlığı ile ilgili riskleri azaltır.
Ürünün kaynağı hakkında izlenebilirlik sayesinde yeterli bilgiyi sağlar. Üründe
kalite ve güvenilirliği sağlar. Gıda kalitesi ve güvenliği ile ilgili talepleri karşılar.
Perakendecilere; Üretici ile nitelikli anlaşma olanağı sağlar. Halk sağlığı ve
ürünün güvenilirliği ile ilgili endişeleri ortadan kaldırır. Tüketicinin ürüne olan
güveniyle talepte artış sağlanır. Yasal düzenlemelere uygunluk göstermesi
nedeniyle engellerin ortadan kalkmasına olanak sağlar.
Çevreye; Sürdürülebilir, çevreye karşı sorumluluk alan bir üretim, doğal
hayatın ve biyolojik çeşitliliğin korunmasını sağlar. Tarımın çevreye olan zararlı
etkilerinin azaltır. Korumacı bir yönetim planı uygular (Ersun ve Arslan, 2011;
http://www.ctr.com.tr).
Sonuç olarak, ülkemizde son yıllarda İyi Tarım Uygulamaları özellikle
ihracata yönelik üretim yapan üreticilerimiz tarafından benimsenmiş olup,
günümüzde giderek yaygınlaşmaya başlamıştır. Ancak bu uygulamaların daha da
yaygınlaşması ve başarılı olabilmesi için destek politikalarının geliştirilmesi
beklenmektedir. Üreticilerin yanında sağlıklı ve güvenli ürün tüketmeyi tercih eden
toplumun her kesimini, İyi Tarım Uygulamaları hakkında bilgilendirmek için
görsel basını kullanarak, eğitim seminerleri vererek bilinçlendirmemiz
gerekmektedir.
Kaynaklar
Akkina J., Reif J., Keefe T. and Bachand A. 2004. Age at natural menopause and
exposure to organochlorine pesticides in Hispanic women. J. Toxicol
Environ Health A 67(18):1407-1422.
Ascherio A., Chen H., Weisskopf M.G., O'Reilly E., McCullough ML., Calle EE.,
Schwarsschild MA. and Thun MJ. 2006. Pesticide exposure and risk for
Parkinson's disease. Ann. Neurol. 60(2), 197-203.
Cocco P., Fadda D., Ibba A., Melis M., Tocco MG., Atzeri S, et al. 2005.
Reproductive outcomes in DDT applicators. Environ Res. 98(1):120-126.
161
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Ersun, N. ve Arslan, K. 2011. Türkiye'de Organik Tarım ve İyi Tarım
Uygulamaları Üretim ve Pazarlama Esasları, İstanbul Ticaret Odası Yayın
No: 2010-101, 325.
Eskenazi B., Marks Ar., Bradman A., Fenster L., Johnson C., Barr DB., et al. 2006.
In utero exposure to dichlorodiphenyltrichloroethane (DDT) and
dichlorodiphenyldichloroethylene (DDE) and neurodevelopment among
young Mexican American children. Pediatrics 118(1):233-241.
Eskenazi B., Chevrier J., Goldman Rosas L., Anderson H.A., Bornman M.S.,
Bouwman H., Chen A., Cohn B.A., de Jager C., Henshel D.S., Leipzig F.,
Leipzig J.S., Lorenz E.C., Snedeker S.M. and Stapleton D. 2009. The pine
river statement: Human health consequences of DDT Use. Environmental
Health Perspectives, V:117,N:9, 1359-1367.
Fawell J. and Nieuwenhuijsen MJ. 2003. Contaminants in drinking water
environmental pollution and health. Br. Med. Bull. 68(1), 199-208.
Garabrant DH., Held J., Langholz B., Peters JM. and Mack TM. 1992. DDT and
telated compounds and risk of pankreatic cancer. J Natl Cancer Inst 84
(10):764-771.
Gladen BC. and Rogan WJ. 1995. DDE and shortened duration of lactation in a
northern Mexican town. Am J Public Health 85(4):504-508.
Haffner SM. 1998. Epidemiology of type 2 diabetes: risk factors. Diabetes Care
21(suppl 3):C3-C6.
De Jager C., Farias P., Barraza-Villarreal A., Avila MH., Ayotte P., Dewailly E, et
al. 2006. Reduced seminal parameters associated with environmental DDT
exposure and p,p-DDE concentrations in men in Chiapas, Mexico: a crosssectional study. J Androl 27(1):16-17.
Kalantar-Zadeh K., Gutekunst L., Mehrotra R., Kovesdy CP., Bross R.,
Shinaberger CS., Noori N., Hirschberg R., Benner D., Nissenson AR. and
Kopple JD. 2010. Understanding sources of dietary phosphorus in the
treatment of patients with chronic kidney disease. Clin. J. Am. Soc. Nephrol.
5(3), 519-530.
Karmaus W., Asakevich S., Indurkhya A., Witten J. and Kruse H. 2002. Childhood
growth and exposure to dichlorodiphenyl dichloroethene and polychlorinated
biphenyls. J Pediatr 140(1):33-39.
Ouyang F., Perry MJ., Venners SA., Chen C., Wang B., Yang F., et al. 2005.
Serum, DDT, age at menarche, and abnormal menstrual cycle length. Occup
Environ Med 62(12):878-884.
Purdue MP., Hoppin JA., Blair A., Dosemeci M. and Alavanja MC. 2007.
Occupational exposure to organochlorine insectisides and cancer incidence
in the Agricultural Health Study. Int J Cancer 120 (3):642-649.
Venners SA., Korrick S., Xu X., Chen C., Guang W., Huang A., et al. 2005.
Preconception serum DDT and pregnancy loss: a prospective study using a
biomarker of pregnancy. Am J Epidemiol 162 (8):709-716.
162
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Rogan WJ., Gladen BC., McKinney JD., Carreras N., Hardy P., Thullen J., et al.
1986. Neonatal effects of transplacental exposure to PCBs and DDE. J
Pediatr 109(2):335-341.
Sagiv SK., Nugent JK., Brazelton TB., Choi AL., Tolbert PE., Altshul LM., et al.
2008. Prenatal organochlorine exposure and measures of behavior in infancy
using the Neonatal Behavioral Assessment Scale (NBAS). Environ Health
Perspect 116:666-673.
Weyer PJ., Cerhan JR., Kross BC., Hallberg GR., Kantamneni J., Breuer G., Jones
MP., Zheng W. and Lynch CF. 2001. Municipal drinking water nitrate level
and cancer risk in older women: the lowa Women's Health Study.
Epidemiology 12(3), 327-338.
Wolfe AH. and Patx JA. 2002. Reactive nitrogen and human health: acute and
longterm implications. AMBIO J. Hum. Environ. 31 (2), 120-125.
http://search.standardsmap.org/assets/media/GLOBALGAP/English/AtAGlance_E
N.pdf. http://www.ctr.com.tr
163
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Farklı Oranlarda Kullanılan Çay Posasının Marul Bitkisi
Gelişimi Üzerine Etkisi
Ümran Gülsüm Irmak1 Nuray Mücellâ Müftüoğlu1
1
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Toprak Bilimi ve
Bitki Besleme Bölümü, 17020 Çanakkale, E-posta: [email protected]
Özet: Ülkemiz’de, önemli miktarlarda ve değişik özelliklere sahip organik
atıklar bulunmaktadır. Bu atıklar gerekli önlemler alınmadığı ve geri kazanımları
sağlanmadığı takdirde çevre ve toplum sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir.
Çay bitkisinden de hem imalat aşamasında, hem de çay olarak içildikten sonra
önemli miktarda organik atık meydana gelmekte, bu atıklar yakılmakta veya çöpe
atılmaktadır. Yıllık yurt içi çay tüketim miktarı yaklaşık 140000 ton olup bu kadar
çay tüketilmesi bu kadar çay posasının oluşmasına neden olmaktadır. Bu
çalışmanın amacı; organik bir atık olan çay posasının bitki yetiştiriciliğinde
yetiştirme ortamı olarak değerlendirilme olanaklarının araştırılmasıdır. Araştırmada
bitkisel materyal olarak Lactucasativa (marul), yetiştirme ortamı olarak toprak ve
çay demlendikten sonra geriye kalan posa kullanılmıştır. Çay posası ve toprak
kullanılarak; 1. Toprak, 2. ¼ Çay posası + ¾ Toprak, 3. ½ Çay posası + ½ Toprak,
4. ¾ Çay posası + ¼ Toprak, 5. Çay posası olmak üzere 5 farklı ortam denenmiştir.
Tohum ekimi 07.11.2012 tarihinde yapılmış, 07.01.2013 tarihinde ise bitki hasat
edilmiştir. Hasat edilen bitkilerde; verim, kök ağırlığı, verim/kök ağırlığı, bitki
boyu, kök uzunluğu özelliklerine bakılmıştır. Araştırmadan elde edilen veriler
MINITAB 16.0 istatistik paket programı ile değerlendirilmiştir. Denenen
ortamlardan en uygununun toprak olduğu, çay posasının miktarı arttıkça bitki
gelişiminin olumsuz etkilendiği belirlenmiştir. Çayın demlenmesi esnasında bitki
besin maddelerinin büyük bir kısmının deme geçmesi nedeni ile bitki besin
maddelerinin azaldığı bu nedenle bitkinin yer aldığı ortamın da fakirleştiği, ayrıca
organizmalar ile mücadeleye giren bitkinin yenik düştüğü sonucuna varılmıştır.
Anahtar kelimeler: Çay posası, marul, organik atık, verimlilik
Effects Of Different Rates Of Tea Wastes On Growth
Of Lettuce
Abstract: There are huge amounts of organic wastes with different
characteristics in Turkey. Such wastes may negatively affect environmental and
social health when the relevant measures are not taken and recycle of these wastes
164
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
are not supplied. Tea creates significant amounts of organic waste both during the
processing activities and after consumed as a drink. These wastes most of the time
are incinerated or disposed to garbage. Annual domestic tea consumption is about
140 000 ton and such an amount creates an equal amount of organic waste each
year. The present study was conducted to investigate the possible use of organic tea
wastes as a growing medium in plant production activities. Lettuce (Lactuca
sativa) was used as the plant material and soil-brewed tea waste mixture was used
the growing medium of the study. Five different growth mediums were used in
experiments (1. Soil, 2. ¼ Tea waste + ¾ Soil, 3. ½ Tea waste + ½ Soil, 4. ¾ Tea
waste + ¼ Soil, 5. Tea waste). Sowing was performed on 07.11.2012 and harvest
was performed on 07.01.2013. Yield, root weight, yield/root weight ratio, plant
height and root length were investigated on harvested plants. Statistical analyses
were performed by using MINITAB 16.0 software. Soil was found to be the best
growing medium and increasing tea waste ratios negatively affected plant growth.
Since majority of the nutrients passed to brewed solution while brewing, the
growth mediums containing tea wastes were found to be poor in nutrients. Plant
struggle with microorganism also weakened the plants.
Key words: Tea waste, lettuce, organic waste, yield
1. Giriş
Ülkemizde ve Dünya’da her yıl önemli miktarlarda ve değişik özelliklere
sahip atıklar ortaya çıkmaktadır. Gerekli önlemler alınmadığı ve geri kazanımları
sağlanmadığında bu atıklar öncelikle çevre, daha sonra da toplum sağlığını
olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Özellikle bünyesinde yüksek oranda organik
madde içeren atıklar bilinçsizce ve gelişi güzel olarak çevreye terk edildiğinde,
kolayca aerobik ve anaerobik parçalanmaya uğramakta ve bunun sonucunda
görüntü kirliliği ve yoğun bir kötü kokunun yanı sıra her türlü hastalık etmeni
mikroorganizmanın üremesine ortam sağlamaktadırlar (Erdoğan, 2004).
Çay bitkisi gerek yetiştiriciliğinde budama artıkları, gerek imalat esnasındaki
çay çöpü ile gerekse demlendikten sonra kalan çay posası ile bu organik maddeler
içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Çay, Türkiye ekonomisi için olduğu kadar
Doğu Karadeniz Bölgesinin ekonomisi ve sosyal yaşamı için de vazgeçilmez bir
üründür. Ülkemizde çay tarımı; Doğu Karadeniz Bölgesinde Rize, Artvin, Trabzon,
Giresun ve Ordu illerini kapsayan toplam 767000 dekar alanda yapılmaktadır. Çok
yıllık bir bitki olan çay, dünyada çok geniş bir iklim kuşağında yetiştirilmektedir.
Türkiye’deki çay yetiştirilen alanlar, dünyada çay yetiştirilen alanların en kuzey
enleminde yer almaktadır. Türkiye’de çay bitkisi Doğu Karadeniz Bölgesinde
40°45´-41°32′ ′kuzey enlemleri ile 37°30´-45°00´ doğu boylamları arasında,
doğuda Gürcistan sınırından başlayan ve batıda Fatsa’ya değin uzanan alan
içerisinde, sahilden 30 km içerilere giren, yer yer 1000 m yükseltiye erişen dar bir
kıyı bandında yetiştirilmektedir.
165
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Bu alan içerisinde Trabzon ili sınırları içinde bulunan Araklı deresine kadar
olan bölge ekonomik anlamda çay bitkisi için birinci bölge, bu bölgenin batısında
kalan bölge ise ikinci bölgedir. Bunun sebebi gerek iklim gerekse toprak
özelliklerinin Araklı deresinden sınıra doğru olan bölgede çay yetiştiriciliği için
daha uygun olmasıdır. Bu durumun yansıması olarak da Türkiye’deki çay
yetiştiriciliği yapılan tarım alanları doğudan itibaren sınırımızdan başlayarak %11’i
Artvin, %65’i Rize, %21’i Trabzon ve %3’ü ise Giresun ve Ordu illerinde yer
almaktadır. Ülkemizde çay yetiştiriciliği yapılan alanların %93’ü 0-500 m
yükseltilerde, %95’i sahilden 25 km içeriye kadar yayılmaktadır.
Çay bahçelerinin %9’u ekonomik ömür kabul edilen 50 yaş üzerindedir.
Bölgenin coğrafi karakteri nedeniyle çay bahçeleri düzden sarpa kadar değişen
farklı eğimlerde kurulmuştur. Çay bitkisinden elde edilen yıllık çay üretim miktarı
yaklaşık 215000 ton olup yıllık yurt içi tüketim miktarı ise yaklaşık 140000 tondur
(Anonim, 2015). Çay bitkisi, yetişmesi için gerekli olan koşulların sağlanabildiği
bazı ülkelerde olmasına rağmen ekonomik olarak 30 kadar ülkede yetiştiriciliği
yapılmaktadır. Ülkemiz çay yetiştirilen alanlar bakımından 7., üretilen mamul çay
bakımından 5. sırada bulunmakta, tüketim olarak ise yılda yaklaşık kişi başına 2,5
kg ile 2. lik ile 4. lük arasında yer almaktadır.
Çaylık alanların budanması, çayın üretilmesi, piyasaya sürülmesi ve
tüketilmesi önemli miktarda çay atığının oluşmasına neden olmaktadır. Çay
posasının yanı sıra çay bitkisinden imalat aşamasında çıkan çay çöpü adı verilen
kaba materyal de organik atık olmasına rağmen kullanma olanağı olmadığından
yakılmakta veya çöpe atılmaktadır. Çay bitkisi ve çay tarım toprakları ile ilgili
birçok çalışma yapılmış olmasına rağmen (Müftüoğlu, 1982; Sarımehmet ve ark.,
1982; Kacar ve ark., 1987; Müftüoğlu, 1987a; Müftüoğlu, 1987b; Müftüoğlu,
1989; Müftüoğlu, 1990; Kacar ve ark., 1991; Müftüoğlu ve Sarımehmet, 1993a;
Müftüoğlu ve Sarımehmet, 1993b; Sarımehmet ve Müftüoğlu, 1993a; Sarımehmet
ve Müftüoğlu, 1993b; Müftüoğlu ve Demirer, 1997; Müftüoğlu, 1998; Müftüoğlu
ve Sarımehmet, 1998; Müftüoğlu ve ark., 2010; Müftüoğlu ve ark., 2012a;
Müftüoğlu ve ark., 2012b; Müftüoğlu ve ark., 2013) çay atıklarından yararlanma
amacı ile çok daha az çalışma yapılmış (Kütük, 2000; Yakupoğlu ve Özdemir,
2007; Aşık ve Kütük, 2012) ancak çay posası ile ilgili verimlilik amaçlı detaylı
çalışmalara rastlanmamıştır. Bu çalışmanın amacı; atık olarak çay posasının bitki
yetiştiriciliğinde yetiştirme ortamı olarak değerlendirme olanaklarının
araştırılmasıdır.
2. Materyal ve Yöntem
Araştırmada bitkisel materyal olarak Lactucasativa (marul) bitkisinin
Yedikule 5701 çeşidi kullanılmış ve denemenin yetiştirme ortamı materyali olarak
çay posası ve toprak kullanılmıştır. Ortam olarak kullanılan toprağın analizi
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki
Besleme Bölümüne ait olan Bitki Besleme Laboratuvarında yapılmıştır. Materyal
166
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
olarak kullanılan toprağın bünyesi kumlu, pH yönünden kuvvetli alkali, suda
eriyebilir tuz bakımından tuzsuz, kireç bakımından fazla kireçli, alınabilir
potasyum bakımından çok az ve organik madde miktarı ise çok az sınır değerleri
arasında bulunmaktadır.
Posa, çay bitkisinin yetiştirilip hasadından sonra fabrikasyon işlemlerinden
geçmesi sonucu elde edilen kurutulmuş çayın demlendikten sonra geriye kalan atık
kısmını oluşturmaktadır. Analiz sonucu çay posasının organik karbonu %47,27,
toplam azotu %4,05 ve karbon azot oranı da 11,67 olarak tespit edilmiştir.Yapılan
araştırma Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Terzioğlu Yerleşke’sinde bulunan
Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü’ne ait olan plastik örtülü
ısıtmasız serada yürütülmüştür. Denemede ilk aşama olarak marul tohumlarının
çimlenme yüzdeleri bulunmuştur. İkinci aşamada marul tohumları 01.10.2013
tarihinde viyollere ekilmiş ve üçüncü aşamada gerçek üç yapraklı hale gelen marul
fideleri 07.11.2012 tarihinde saksılara şaşırtılmıştır.
Denemede çay posası kullanılarak 5 farklı ortam elde edilmiştir. Bunlar;
1. Toprak
2. ¼ Çay posası + ¾ Toprak
3. ½ Çay posası + ½ Toprak
4. ¾ Çay posası + ¼ Toprak
5. Çay posasıdır.
Hasat olgunluğuna erişen marullar 07.01.2013 tarihinde hasat edilmiştir.
Hasat edilen bitkilerde aşağıdaki parametrelere bakılmıştır.
Verim (g/bitki): Bitki kök boğazından kesilerek hasat edilmiş ve hassas
terazide tartılarak elde edilmiştir.
Yaş kök ağırlığı (g/bitki): Bitkilerin kökleri hassas terazide tartılarak
belirlenmiştir.
Verim/Yaş kök ağırlığı: Bitkinin yeşil aksamı ile yaş kök ağırlığının
birbirine oranlanması ile bulunmuştur.
Bitki boyu (cm): Bitkideki en büyük yaprağın boyunun ölçülmesiyle
bulunmuştur.
Kök uzunluğu (cm): Bitkinin kök boğazından kök ucuna kadar olan kısmının
ölçülmesiyle belirlenmiştir.
167
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Araştırma dört tekerrürlü olarak tesadüf blokları deneme desenine göre
kurulmuş, araştırmadan elde edilen veriler MINITAB 16.0 istatistik paket programı
kullanılarak varyans analizine tabi tutulmuştur.
3. Bulgular ve Tartışma
3. 1. Verim (g/bitki)
Ortamlardan elde edilen verim değerleri Çizelge 1’de verilmiştir.
Çizelge 1. Verim değerleri
VERİM (g)
58,61±3,353 A
14,56±3,513 B
8,24±2,721 C
9,22±3,411 C
4,63±1,263 C
%1
ORTAM
Toprak
1/4 Çay posası+3/4 Toprak
1/2 Çay posası+1/2 Toprak
3/4 Çay posası+1/4 Toprak
Çay posası
LSD
Verim değerleri 4,63-58,61 g arasında değişmekte olup en yüksek verime
toprak ortamında ulaşılmıştır. Toprağa karıştırılan çay posası miktarı arttıkça
verimde düşme görülmektedir. İstatistiki olarak incelendiğinde ortamlar arasında
%1 önemde fark bulunmaktadır.
3. 2. Yaş Kök Ağırlığı (g/bitki)
Toprak ve çay posası karışımından elde edilen ortamlarda bulunan yaş kök
ağırlığı değerleri Çizelge 2’de verilmiştir.
Çizelge 2. Yaş kök ağırlığı değerleri
YAŞ KÖK AĞIRLIĞI (g)
13,93±3,836 A
7,47±1,791 BC
8,10±3,132 B
6,59±3,237 BC
2,89±1,552 C
%1
ORTAM
Toprak
1/4 Çay posası+3/4 Toprak
1/2 Çay posası+1/2 Toprak
3/4 Çay posası+1/4 Toprak
Çay posası
LSD
Yaş kök ağırlığının 2,89-13,93 g arasında değiştiği, ortamdaki çay posası
miktarı arttıkça verimde görüldüğü gibi kök ağırlığında da azalma olduğu
görülmektedir. Bitkinin büyüyüp gelişebilmesi için, verimin fazla olması için iyi
bir kök yapısına sahip olması gerektiği düşünüldüğünde kök gelişmesi için fiziksel
168
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
olarak uygun olan posanın verim üzerine etkisinin olumsuzluğu kök oluşumunu da
olumsuz etkilemektedir. İstatistiki olarak incelendiğinde yaş kök ağırlıkları
arasında %1 önemde fark belirlenmiştir.
3. 3. Verim/Yaş Kök Ağırlığı
Ortamlardan elde edilen verim ve yaş kök ağırlıkları değerinden hesaplanan
verim/kök oranı Çizelge 3’ de verilmiştir.
Çizelge 3. Verim/yaş kök ağırlığı değerleri
VERİM/YAŞ KÖK AĞIRLIĞI
4,52±1,5082 A
1,99±0,4578 B
1,06±0,2707 B
1,47±0,3712 B
1,76±0,4464 B
%1
ORTAM
Toprak
1/4 Çay posası+3/4 Toprak
1/2 Çay posası+1/2 Toprak
3/4 Çay posası+1/4 Toprak
Çay posası
LSD
Verim ve yaş kök ağırlıkları oranının 1,06-4,52 arasında değiştiği,
oluşturulan köke karşılık en fazla verimin toprak ortamında elde edildiği
görülmektedir. Bu değerler istatistiki olarak incelendiğinde ortamlar arasında %1
fark saptanmıştır.
3. 4. Bitki Boyu(cm)
Ortamlardan elde edilen bitki boyu değerleri Çizelge 4’de verilmiştir.
Çizelge 4. Bitki boyu değerleri
BİTKİ BOYU (cm)
13,25±1,708 A
7,35±1,748 B
6,25±1,054 BC
7,08±2,030 BC
4,50±1,323 C
%1
ORTAM
Toprak
1/4 Çay posası+3/4 Toprak
1/2 Çay posası+1/2 Toprak
3/4 Çay posası+1/4 Toprak
Çay posası
LSD
Bitki boyunun 4,50-13,25 cm arasında değiştiği, çizelgede de görüldüğü gibi
ortamdaki çay posası miktarı arttıkça bitki boyunda gerileme olduğu
görülmektedir. Bitki boyu değerleri istatistiki olarak incelendiğinde ortamlar
arasında %1 fark bulunmaktadır.
169
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
3. 5. Kök Uzunluğu (cm/bitki)
Ortamlardan elde edilen kök uzunluğu değerleri Çizelge 5’de verilmiştir.
Çizelge 5. Kök uzunluğu değerleri
KÖK UZUNLUĞU (cm)
28,75±8,100 A
22,25±4,573 AB
16,75±2,500 BC
14,75±1,500 C
6,33±1,528 D
%1
ORTAM
Toprak
1/4 Çay posası+3/4 Toprak
1/2 Çay posası+1/2 Toprak
3/4 Çay posası+1/4 Toprak
Çay posası
LSD
Kök uzunluğunun 6,33-28,75 cm arasında değiştiği ve en iyi özelliklerin
toprak ortamında olduğu belirlenmiştir. Ortamda çay posası miktarı arttıkça
bitkinin kökleri istenilen düzeyde gelişememiştir. Kök uzunluğu değerleri
incelendiğinde ortamlar arasında istatistiki olarak %1 düzeyinde önemli fark
bulunmaktadır.
4. Sonuç
Denemede kullanılan toprak ve çay posası karışımları ile elde edilen
ortamlar incelendiğinde en uygun ortamın toprak olduğu, çay posasının bitki
gelişimi üzerine olumlu etkisinin olmadığı görülmüştür. İncelenen tüm özelliklerin
toprağa karıştırılan çay posası miktarı arttıkça düzenli olarak bozulma olduğu ve bu
etkinin istatistiki olarak incelendiğinde %1 düzeyinde önemli olduğu bulunmuştur.
Çay posası miktarı arttıkça verimde görülen düşüşün nedeni; çayın
demlenmesi esnasında bitki besin maddelerinin büyük bir miktarının deme
geçmesi, dolayısı ile çay posasının bitki besin maddelerince yoksunlaşması olarak
açıklanabilir. Bitki besin maddesince az olan çay posası miktarının artması,
bitkinin yer aldığı ortamın fakirleşmesi sonucunu yaratmaktadır. Ayrıca
organizmalar ile rekabete giren bitkinin yeterince beslenemediği sonucuna
varılmıştır.
Kaynaklar
Anonim, 2015. www.caykur.gov.tr Erişim: 28.03.2015
Aşık, B.B., Kütük, C., 2012. Çay atığı kompostunun çim alanların
oluşturulmasında kullanım olanağı. Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Dergisi (Journal of AgriculturalFaculty of UludagUniversity), 2012, Cilt 26,
Sayı 2, 47-57.
170
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Erdoğan, A., 2004. Bira fabrikası atığının Primula’nın yetişme ortamında
kullanılması. Ankara Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Toprak Anabilim
Dalı, Yüksek Lisans Tezi. Ankara.
Kacar, B., Yalçın, S.R., Sarımehmet, M., Mahmutoğlu, H., Müftüoğlu, N.M., 1991.
Çay bitkisine bölünerek uygulanan azotlu gübrenin etkinliği üzerinde bir
araştırma. Doğa-TurkishJournal Of AgricultureandForestry, Cilt: 15, No: 3,
685-699, Ankara.
Kacar, B., Yalçın, S.R., Sarımehmet, M., Müftüoğlu, N.M., Mahmutoğlu, H., 1987.
Çayda azotlu gübrenin ekonomik kullanımı üzerinde bir araştırma. Çay
İşletmeleri Genel Müdürlüğü, Çay Enstitüsü Başkanlığı, 1986 Yılı Çalışma
Raporu, Rize, s. 154-164.
Kütük, C. 2000. Çay atığı kompostu ve atık mantar kompostunun yetiştirme ortamı
bileşeni olarak süs bitkisi yetiştiriciliğinde kullanılması. MKÜ Ziraat
Fakültesi Dergisi 5 (1–2): 75–86.
Müftüoğlu, N.M., 1982. Çay topraklarında oluşan asitleşmenin çeşitli zamanlarda
farklı yöntemlerle saptanması ve saptanan bulguların değerlendirilmesi. Çay
Kurumu Genel Müdürlüğü, Çay Araştırma Enstitüsü, 1982 Yılı Çalışma
Raporu, Rize, s. 93-98.
Müftüoğlu, N.M., 1987a. Çay topraklarında oluşan asitleşmenin çeşitli zamanlarda
farklı yöntemlerle saptanması ve saptanan bulguların değerlendirilmesi. Çay
İşletmeleri Genel Müdürlüğü, Çay Enstitüsü Başkanlığı, 1986 Yılı Çalışma
Raporu, Rize, s. 178-190.
Müftüoğlu, N.M., 1987b. Doğu Karadeniz çay tarım topraklarının mikrobiyolojik
dinamiği ve toprak asitliğini etkileyen biyolojik faktörler üzerinde
araştırmalar. Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü, Çay Enstitüsü Başkanlığı,
1986 Yılı Çalışma Raporu, Rize, s. 87-88.
Müftüoğlu, N.M., 1989. Üzerinde Çay Tarımı Yapılan Doğu Karadeniz Bölgesi
Podsolik Topraklarının Mikrobiyolojik Aktivitesi ve Toprak Asitliğini
Etkileyen Biyolojik Faktörler Üzerinde Araştırmalar. Ege Üniversitesi Fen
Bilimleri Enstitüsü, Toprak Anabilim Dalı, Bornova İzmir, 118 s. (Doktora
Tezi)
Müftüoğlu, N.M., 1990. Doğu Karadeniz çay tarım topraklarının mikrobiyolojik
dinamiği ve toprak asitliğini etkileyen biyolojik faktörler. Çay İşletmeleri
Genel Müdürlüğü, Çay Kur Yayını, No: 12, Rize, 118 s.
Müftüoğlu, N.M., 1998. Çay topraklarında oluşan asitleşmenin çeşitli zamanlarda
farklı yöntemlerle saptanması. Türk-Koop Ekin, Ekim-Aralık 1998, Yıl: 2,
Sayı: 6, ISSN: 1301-515X, 52-55.
Müftüoğlu, N.M., Demirer, T., 1997. Çay tarım topraklarının gübreleme sorunları
ve öneriler. I. Trakya Toprak ve Gübre Sempozyumu, 20-22 Ekim 1997,
285-288, Tekirdağ.
Müftüoğlu, N.M., Mahmutoğlu, H., Özer, S.P., Tanyel, G., Kalcıoğlu, Z., Turna,
T., Yüce, E., 2012a. Çay Bitkisinin Verim ve Kalitesi Üzerine Bazı Toprak
ve Bitki Özelliklerinin Etkisi. Kriter Yayınevi, Hobyar Mah. Ankara Caddesi
171
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Güncel Han No: 45/18-20 Fatih/İstanbul, ISBN: 978-605-4613-35-9,
Sertifika No:11413, 100 s.
Müftüoğlu, N.M., Özer, S.P., Tanyel, G., Kabaoğlu, A., 2012b. Doğu Karadeniz
Bölgesinde Çay Tarımı Yapılan Topraklarda Bazı Bitki Besin Maddelerinde
Zamana Bağlı Olarak Meydana Gelen Değişmeler. Kriter Yayınevi, Hobyar
Mah. Ankara Caddesi Güncel Han No: 45/18-20 Fatih/İstanbul, ISBN: 978605-4613-36-6, Sertifika No:11413, 167 s.
Müftüoğlu, N.M.,Sarımehmet, M., 1993a. Doğu Karadeniz Bölgesi çay tarım
topraklarının fosfor miktarları ile ilgili bir araştırma. Ege Üniversitesi Ziraat
Fakültesi Dergisi, Cilt: 30, Sayı: 3, 65-72, Bornova-İzmir.
Müftüoğlu, N.M.,Sarımehmet, M., 1993b. Doğu Karadeniz Bölgesinde çay tarımı
yapılan toprakların asitlik durumu. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi,
Cilt: 30, Sayı: 3, 41-48, Bornova-İzmir.
Müftüoğlu, N.M.,Sarımehmet, M., 1998. Doğu Karadeniz Bölgesinde çay
kültürüne alınmış ve alınmamış toprakların bazı özellikler yönünden
karşılaştırılması. Ziraat Mühendisliği, Mayıs-Haziran, Sayı: 315, 44-46,
Ankara.
Müftüoğlu, N.M., Yazıcı, G., Özer, S.P., Tanyel, G., 2013. Doğu Karadeniz
Bölgesinde çay tarımı yapılan toprakların bazı özellikler bakımından
değerlendirilmesi. 6. Ulusal Bitki Besleme ve Gübre Kongresi, 03-07
Haziran 2013, Genişletilmiş Bildiri Özetleri Kitabı, s. 61-64, Nevşehir.
Müftüoğlu, N.M., Yüce, E., Turna, T., Kabaoğlu, A., Özer, S.P., Tanyel, G., 2010.
Çay tarımı yapılan alanların bazı toprak ve bitki özelliklerinin
değerlendirilmesi. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi Özel Sayı, s.
309-316, ISSN 1018-8851, (5. Ulusal Bitki Besleme ve Gübre Kongresi
Bildiriler Kitabı, 15-17 Eylül 2010, İzmir).
Sarımehmet, M., Müftüoğlu, N.M., 1993a. Doğu Karadeniz Bölgesi çay tarım
topraklarının organik madde durumu. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Dergisi, Cilt: 30, Sayı: 3, 49-56, Bornova-İzmir.
Sarımehmet, M., Müftüoğlu, N.M., 1993b. Doğu Karadeniz Bölgesi çay tarım
topraklarının azot durumu. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, Cilt:
30, Sayı: 3, 57-64, Bornova-İzmir.
Sarımehmet, M., Müftüoğlu, N.M., Yılmaz, E., 1982. Çay tarımının geliştirilmesi
ve kalitesinin ıslahı ana proje içinde yer alan “Ülkemiz Çay Topraklarının
Bitki Besin Elementleri Muhtevalarının ve Fiziki Yapılarının Tespiti” ile
ilgili proje çalışmaları. Çay Kurumu Genel Müdürlüğü, Çay Araştırma
Enstitüsü, 1982 Yılı Çalışma Raporu, Rize, s. 71-92.
Yakupoğlu, T., Özdemir, N., 2007. Erozyona uğramış topraklara uygulanan arıtma
çamuru ve çay endüstrisi atığının toprakların mikro element içeriklerine
etkileri. OMÜ Ziraat Fakültesi Dergisi (J. of Fac. of Agric., OMU), 2007, 22
(2): 207-213.
172
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Organik Tıbbi Aromatik Bitkilerin Yetiştirilmesi
ve Yenilenebilir Enerji Teknolojileri
A. Nihal Yücekutlu1
1
Hacettepe Üniversitesi, Fen Fakültesi, Kimya Bölümü, Beytepe, Ankara
E-posta: [email protected]
Özet: Bitki üretiminin ana hedefleri verimliliğin artırılması ve sera ortamında
ideal ve sağlıklı bitkiler yetiştirmek geliştirmektedir. Organik tarım, çevre
korumada, toprakta sürdürülebilirlik, uzun zamandan beri daha karlı olarak
geleneksel tarımsal üretimde kullanılmaktadır. Organik tıbbi ve aromatik bitkiler
fide çeşitliliğin korunması, tarımsal üretimin geliştirilmesi ve gıda güvenliğinin
artırılması için son derece önemli bir konudur. Sürdürülebilir enerji yaklaşımında,
güneş enerjisi bolca mevcuttur, dünyada özellikle kırsal alanlarda, organik tarım
sektöründe yenilenebilir enerji teşvik edilmektedir. Ayrıca, bu makalede, güneş ve
biyokütle gibi yenilenebilir enerji teknolojileri, sırasıyla durumu ve fırsatları
incelenmektedir. Serada, günümüzde aromatik bitkilerin ticari ekimi, bitkilerden
elde edilen uçucu yağ ve aroma ekstraktlarının üretimi için hammadde temini için
kullanılmaktadır. Bu araştırmanın ana konusu, aromatik bitkilerden uçucu yağın
elde edilmesidir.
Anahtar kelimeler: Organik tıbbi ve aromatik bitkiler, yenilenebilir enerji, uçucu
yağlar.
Cultivating Of Organic Medicinal Aromatic Plants And
Renewable Energy Technologies
Abstract: The main targets of plant production is increasing of productivity
and improving of cultivate ideal and healthy plants in greenhouse media. Organic
farming is more profitable in environmental protection, soil sustainability and it is
used in traditional agricultural production for a long time. The conservation of
organic medicinal and aromatic plants seedlings diversity is an extremely important
issue for improving the agricultural production and enhancing the food security.
The sustainable energy approach promotes renewable energy in the organic
agriculture sector, especially in rural areas all over the world where solar energy is
available in abundance. Furthermore, this article is examined the status and
opportunities for a number of renewable energy technologies, such as solar and
biomass. The commercial cultivation of aromatic plants in greenhouse today, raw
material for production of essential oils and aroma extracts is undertaken to supply.
The main subject of this research is to obtain essential oils from aromatic plants.
173
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Key words: Organic medicinal and aromatic plants, renewable energy technologies
and essential oils.
1. Giriş
Türkiye sahip olduğu ekolojik koşullar nedeniyle, bitki türlerinin çokluğu
bakımından dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer almakta ve pek çok bitkinin
gen merkezi konumundadır. Son 20 yıldır, Türkiye'de ve dünya’da büyük önem
taşıyan tıbbi aromatik bitkilere ve droglara olan ilgi ve talep her geçen gün
artmaktadır.
Tıbbi bitkilerin sınıflandırılması
• Alfabetik Sınıflandırma,
• Morfolojik Sınıflandırma,
• Botanik (Taksonomik) Sınıflandırma,
• Kimyasal Sınıflandırma,
• Farmakolojik Sınıflandırma,
• Farmakimyasal Sınıflandırma
Internet kaynaklarından alınmış yazılı belgelerden (İşler N.,
http://www.mku.edu.tr/getblogfile.php?keyid=1030)
Tıbbi ve aromatik bitkilerin kimyasal karakterizasyonu, tedavi edici bir etkiye
sahip olan kimyasal bileşiklerin niceliksel tespitini kapsar, glikozitler, alkaloitler,
uçucu yağlar, vb. (MedPlaNet., 2011). Uçucu yağlar bitkilerin çiçek, meyve,
kabuk, yaprak, rizom, reçine ve odun kısımlarından elde edilmektedir.
Tıbbi ve aromatik bitkiler yetiştirilmesinde aşağıdaki adımlar yerine getirilmelidir:
• Ekolojik bölgeleme,
• Ürün rotasyonu,
• Gübreleme,
• Toprak işleri,
• Tohum ve ekim veya ekim-dikim materyali,
• Bakım çalışmaları (yabani otlar ile mücadele, hastalık ve zararlılar, sulama),
174
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
• Hasat, havalandırma, üretim (MedPlaNet., 2011).
Uçucu yağlar, tıbbi ve aromatik bitkilerin farklı bölgelerinden elde edilen
doğal ürünleri (örneğin, genellikle kozmetik sektöründe hammadde, halk ilaçları ve
kokuları gibi bitki baharat olarak kullanılır) ülke ekonomisine katkıda sağlamak ve
yerel halkın tarım ürünlerinden gelir elde etmesi açısından önemli bir yere sahiptir.
Uçucu yağların bileşim ve miktarları baharat cinsine, üretim şekline, iklime ve
yetiştirildiği bölgenin coğrafi yapısına bağlı olarak değişmektedir (Özcan ve
Erkmen, 2001).
2. Materyal ve Yöntem
Bir ekstraktif konsantre çözelti elde etmek için genel teknolojik akış
aşamaları:
- Bitki kabulü
- Tartım
- Bitkinin parçalanması
- Homojenizasyonu
- Biyoetken bileşiklerin ekstraksiyonu
- Ekstraktif çözeltisinin filtrelenmesi
- Saflaştırma ve ekstraktif çözeltinin konsantrasyonu (MedPlaNet., 2011).
Uçucu yağ elde edilme yöntemleri;
Bitkilerden, uçucu yağların ekstraksiyonu farklı (Geleneksel ve Modern)
yöntemleri ile elde edilebilir.
• Soğuk pres
• Su buharı ile damıtma
• Organik çözücüler ile uçucu yağların ekstraksiyonu
• Bir sorbent malzeme üzerine adsorpsiyon
• Süperkritik Karbondioksit (SC-CO2).
3. Bulgular ve Tartışma
Bu çalışmada, geleneksel olarak kullanılan aromatik tıbbi bitkilerin elit
tohum seçiminden başlayarak, ekiminin (iyi tarım uygulamaları) her aşaması takip
175
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
edilerek elde edilen hasat sonucunda ve standardizasyon koşulları sağlanarak elde
edilen uçucu yağın ve bileşenlerinin farmakolojik özellikleri araştırılarak sağlık,
kozmetik ve endüstriyel alanlarda kullanılabilme imkânları incelenecektir.
4. Sonuç
Türk florası 9000'den fazla bitki türü içerir. Yaklaşık 3000’i endemiktir.
Türkiye'de, 1000’i tıbbi ve aromatik bitki olarak kullanılır (Özgüven ve ark., 2005).
Çöven bitkisi, Gypsophila simonii yaygın olarak Çankırı çevresinde yetişen yerli
bir türdür, Türkiye geneline dağılır. Bu çalışmada, endemik bir bitki olan
Gypsophila simonii köklerinden ekstraksiyon sonunda elde edilen ham
saponinlerin kimyasal ve fiziksel özellikleri araştırıldı. Saponinler, asit hidrolizi
sonucu elde edilen saf aglikon silika jel kaplı ince bir tabaka üzerinde kromatografi
yöntemleri ile ayrıldı. Yapısı 1H-NMR, 13C-NMR, FTIR and EIMS analiz
yöntemleri ile karakterize edilmiştir. Analiz verilere göre saponinden yeni bir
Gypsogenin ester (C31H51O3) yapısı önerilmiştir [1,2]. Elde edilen sapogenin X-ray
difraksiyon için kristalize edildi, fakat X-ray analiz sonuçları kristalize bileşikte
sadece sakkaroz (C12H22O11) olduğunu gösterdi. Fotokimyasal testleri, ekstraksiyon
özütlerde terpenoidler varlığını gösterdi. Bitki materyalindeki ekstraktların toplam
saponin içeriği % 12.30±0.50 arasında değişmektedir. Ayrıca bu çalışmada, ose ve
toplam ose (7.0±0.20%) tipi kalitatif (nitel) ve kantitatif (nicel) olarak incelenmiştir
(Yücekutlu, et al. 2012).
Distilasyon, aromatik bitki materyalinden uçucu yağ ekstraksiyonu hala en
ekonomik yöntemdir. Geleneksel tedavi yöntemlerinde kullanılan, bitkilerden
etken maddenin eldesi ile ülke ekonomisine katkı sağlanılabilir. Son yıllarda,
örneğin, aromaterapinin yaygınlaşmasıyla birlikte lavantanın sedative olarak
aromaterapide kullanılması da yaygınlaşmıştır. Parfüm endüstrisi için önemli bir
uçucu yağ bitkisi olan lavantanın yatıştırıcı, spazmolitik, antiviral ve antibakteriyel
gibi terapatik etkisi vardır (Kim and Lee, 2002). Güneş enerjisi, güneş'ten
doğrudan elde edilen enerjidir. Bu yenilenebilir kaynak tarım sektörü için çok
büyük bir potansiyele sahiptir. Bu nedenle, organik tarımda yenilenebilir enerji
sistemlerinin kullanımının teşvik edilmesine ihtiyaç vardır. Örneğin, güneş
fotovoltaik su pompaları ve elektrik, sera teknolojileri, bitkilerin hasat sonrası
işlenmesi için güneş kurutucuları ve güneş enerjili sıcak su ısıtıcıları vb.
Fosil yakıtların doğrudan veya dolaylı olarak kullanımıyla ortaya çıkan
çevresel sorunların etkin bir şekilde önlenebilmesi için, yenilenebilir enerji
kaynaklarından yararlanılması gerekir. Bununla birlikte, tarım sektöründe
yenilenebilir enerji kaynaklarının ekonomik uygulanabilirliği ve uygulama
yöntemi, bölgesel koşullara bağlı olarak değişir. Tarım sektöründe etkin olarak
yararlanılabilecek başlıca yenilenebilir enerji kaynakları; güneş enerjisi, jeotermal
enerji, biyokütle enerjisi ve rüzgâr enerjisidir.
176
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Tarımda yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması durumunda:
1) İşletme giderleri azalır. 2) Dış alım yapılan fosil enerjilere olan gereksinim
azalır. 3) Elektriksel güç için aşırı talep azalır. 4) Çevre kirliliği azalır. 5)
Ekonomik gelişme sağlanır. Tarımsal üretim işlemlerinde yararlanılabilecek
yenilenebilir enerji teknolojisinin seçimi: gerekli enerjinin çeşidi, yenilenebilir
enerji kaynağı ve tarımsal yapı ve işlemlerin tasarımına bağlıdır. Tarımda güneş
enerjisi kullanımının planlı biçimde artırılması gereklidir (Öztürk, H.H.,
http://www.solar-academy.com/menuis/tarimda-yenilenebilir-enerji-kaynaklarininkullanimi.021520.pdf, Erişim tarihi: 15 Temmuz 2015).
Kaynaklar
İşler N., Genel Tıbbi Bitkiler, M.K.Ü. Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü,
Erişim tarihi; 05 Temmuz 2015, http://www.mku.edu.tr /getblogfile.php.
Tudora C., Courses Technologies For Growing Medicinal and Aromatic Plants,
Calarasi – Silistra Area, Erişim tarihi; 05 Temmuz 2015,
http://medplanet.dbioro.eu/doc/Courses_EN.pdf
Özgüven M., Sekin S., Gürbüz B., Şekeroğlu N., Ayanoğlu F., Ekren S., 2005.
Tütün, Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Üretimi ve Ticareti. Türkiye Ziraat
Mühendisliği VI. Teknik Kongresi. 3-7 Ocak 2005. Ankara.
Yücekutlu, A. N. and Bildacı, I., 2008. Determination of Plant Saponins and Some
of Gypsophila' Species. A Review of the Literature, Hacettepe Journal of
Biology and Chemistry, 36(2), 129-135.
Yücekutlu, A. N., Özbey S. and Bildacı, I., 2012. Gypsophila simonii:
Identification, Extraction, Isolation of Sapogenin and X-Ray
Crystallographic Structure of Sucrose, Hacettepe J. Biol. & Chem., 40 (1),
53–59.
Özcan M., Erkmen O., 2001. Antimicrobial Activity of the Essential Oils of
Turkish Plant Spices,Eur Food Res Technol, 212, 658-660.
Kim, N.S. and Lee, D.S. (2002). Comparison of Different Extraction Methods for
the Analysis of Fragrances from Lavandula Species By Gas
Chromatography–Mass Spectrometry. Journal of Chromatography A, 2002,
982:31–47.
Öztürk H.H., Tarımda Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Kullanımı, Çukurova
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Makinaları Bölümü, 01330 Balcalı,
Adana, ([email protected]), Erişim tarihi; 15 Temmuz 2015.
http://www.solar-academy.com/menuis/tarimda-yenilenebilir-enerji-kaynaklarininkullanimi.021520.pdf
177
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Base ActosolR Uygulaması Altında Farklı Mısır
Genotiplerinin (Lycopersicon Esculentum L.) Gelişimi ve
Fosfor Alım Etkinlikleri*
Mehmet Rüştü Karaman1, Metin Turan2, Aydın Adiloğlu3
Ayhan Horuz4, Esra Kutlu5
Yüksek İhtisas Üniversitesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Ankara
E-posta: [email protected]
2
Yeditepe Üniversitesi, Müh. ve Mim. Fak. Genetik ve Biyomüh. Bölümü, İstanbul
3
Namık Kemal Üniv. Ziraat Fak.,Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, Tekirdağ
4
Ondokuzmayıs Üniversitesi, Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, Samsun
5
Ordu Üniversitesi, Ziraat Fak.,Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, Ordu
1
Özet: Araştırma, sera koşullarında ve tesadüf parselleri deneme desenine
göre üç tekerrürlü olarak yürütülmüştür. Çalışmada İç Anadolu Bölgesinden temin
edilen on farklı mısır genotipi (Lycopersicon Esculentum L.) denemeye alınmıştır.
Denemelerde humik madde kaynağı olarak 0, 60, 120 mg H.A./kg dozlarında
Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu bünyesinde biyoteknolojik yöntemle
geliştirilmiş olan leonardit kökenli Base ActosolR (% 12 humik asit) ürünü
kullanılmıştır. Fosforlu gübre ise 0, 100 mg P kg-1 dozlarında ve H3PO4 formunda
uygulanmıştır. Normal bitki gelişimi için ayrıca azotlu gübre olarak her saksıya
100 mg N kg-1 dozunda amonyum nitrat ve ihtiyaca göre diğer bitki besin
elementleri her saksıya eşit miktarlarda uygulanmış, sulama ve diğer bakımlar rutin
olarak yapılmıştır. Bitkiler yaklaşık 8 haftalık gelişme süresinden sonra toprak
yüzeyinden kesilerek hasat edilmiş, 68 oC’de sabit ağırlığa gelinceye kadar
kurutularak kuru ağırlıkları belirlenmiştir. Araştırma sonuçlarına göre; humik asit
uygulaması mısır genotiplerinin kuru madde verimi ve beslenme düzenini olumlu
yönde etkilemiş, mısır genotiplerine bağlı olarak humik asit x fosfor dozu
interaksiyonları farklılıklar göstermiştir.
Anahtar Kelimeler: Mısır genotipleri, humik asit, bakteriyel gübre, fosfor
*Bu çalışma TKİ Etüt Proje ve Tesis Dairesi Başkanlığınca desteklenmiştir.
178
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Growth and P Uptake Effectiveness of Corn Genotypes
(Lycopersicon Esculentum L.) under the Application of
Base ActosolR
Abstract: This research was performed under the greenhouse conditions
according to trial design of completely randomized design with three replications.
In the research, ten different corn genotypes (Lycopersicon Esculentum L.)
obtained from Central Anatolia region. In the experiment, Leonardite based Base
ActosolR (% 12 humic acide) product in doses of 0, 60, 120 mg H.A./kg is used as
humic material source that developed based on biotechnology by Turkey Coal
Corporations Foundation. Although phosphorous fertilizer is used in doses of 0,
100 mg P kg-1 and applied in the H3PO4 form. Additionally, for normal plant
growing in dose of 100 mg N kg-1 ammonium nitrate and according to need the
other plant nutrient elements are applied in equal amounts for each planter as
nitrous fertilizer, irrigation and other controls are made routinely. After
approximately eight weeks developing period, the plants are harvested from the soil
surface and the dry weights of plant is identified until to come in the proven weight
at 68 oC. According to result of research; the humic acide applications have
positive side effected on dry matter productivity and nutrient mechanism of corn
genotypes and depend on the corn genotypes, humic acide x phosphorus dose
interactions were showed differences.
Keywords: Corn genotypes, humic acide, bacterial fertilizer, phosphorus
1. Giriş
Humik maddeler toprak organik maddesinin önemli bir parçası olup, doğada
bitki ve hayvan ürünlerinin çürümesi ile meydana gelen canlı bir maddedir. Toprak
organik maddesindeki karbonun küresel boyuttaki varlığı, 3.0-3.5x1012 ton olarak
tahmin edilmektedir. Topraktaki karbonun, küresel olarak, %70-80’i humik
maddeden oluşmaktadır (Pettit, 2006; Peuravuori ve ark., 2006). Humik maddelerin
başlangıç maddeleri lignin ve vanililinin bozunma ürünleri olup (Debreceni, 1994),
temel yapıları amino asitli, amino şekerli, peptidli ve aromatik gruplarla bağ
kurmuş alifatik bileşikli kompleks makro moleküller olarak kabul edilmektedir
(Dizman ve ark., 2012).
Humik bileşiklerin adsorplama, absorplama, iyon değişim kapasitesi, redoks
özelliği, dağılma veya emülgatör özelliği, besin değeri ve diğer benzer vasıfları
sayesinde sağlık, gıda ve tarım sektörünün dikkatini çekmiştir (Senesi ve Miano,
1994; Wiegand ve ark., 2004; Kulikova ve ark., 2005; Mikkelsen, 2005; Karaman
ve ark., 2012). Doğal organik madde kaynaklarından (leonardit, torf vb.) elde
edilen humik maddeler ile bitki gelişimi arasındaki olumlu ilişkiler çeşitli bilimsel
179
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
araştırmalarla ortaya konmuştur (Nardi ve ark., 2002; Chen ve ark., 2004; Salman,
2005).
Humik bileşiklerin bitki gelişimine doğrudan etkileri kök gelişimini ve
bitkilerce besin elementi absorpsiyon metabolizmalarını etkilemesinden,
dolayısıyla besin elementi yarayışlılığını artırmasından ileri gelmektedir (Mawgoud
ve ark., 2007; Karaman ve ark., 2012, 2013; Aydın ve ark., 2013). Pettit (2006)
humik maddenin yapısında yer alan küçük moleküler yapılı fulvik ve humik
asitlerin bitki köklerince daha rahat bir şekilde absorbe edildiğini ve besin elementi
yarayışlılığını da artırdığını bildirmiştir. Nardi ve ark. (2002), humik bileşiklerin
birkaç mekanizma ile bitki gelişimine olumlu etkide bulunduklarını, kök ve sürgün
gelişimine olumlu etki yapmaları ve besin elementlerinin alınabilirliğini artırmaları
yanısıra özellikle farklı stres koşullarına karşı dayanım (rezistans) sağladıklarını
bildirmişlerdir. Buna karşılık, ülkemiz tarım alanlarında humik madde uygulaması
ve bitki besin elementleri arasındaki interaktif ilişkiler konusunda yürütülen
araştırmalar halen yetersiz olup, bu konuda özellikle bitki gelişimi ve meyve kalite
unsurları açısından farklı toprak ve bitki çeşitleri bazında güncel bilimsel verilere
ihtiyaç bulunmaktadır (Hafez, 2004; Karaman ve ark., 2012).
Sonuç olarak, organik madde rezervi hızla azalan ve besin elementleri
yarayışlılığı ve alınabilirliği yönünden ciddi problemler bulunan tarım
topraklarımızda, alternatif organik madde kaynaklarının bilimsel veriler ışığında
kullanımı, sürdürülebilir verim ve kalite artışı yönünden mutlak öneme sahiptir. Bu
çalışmada, Ülkemizde humik maddenin ana kaynağını oluşturan ve oldukça zengin
potansiyele sahip düşük kalorili leonardit kaynaklardan byoteknolojik yöntemlerle
elde edilen humik maddenin farklı mısır genotiplerinin (Lycopersicon Esculentum
L.) gelişimi ve fosfor alım kapsitelerine etkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
2. Materyal ve Metot
Araştırma, sera koşullarında ve tesadüf parselleri deneme desenine göre üç
tekerrürlü olarak yürütülmüştür. Çalışmada İç Anadolu Bölgesinden temin edilen
ADA-9510, ADA-9516, SASA-14, SAKARYA, SAMADA- 07, SASA-40, SASA5, SASA-11, ADA-313, SASA-1 olmak üzere on farklı mısır genotipi
(Lycopersicon Esculentum L.) denemeye alınmıştır. Humik madde kaynağı olarak
0, 60, 120 mg H.A kg-1 dozlarında Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu bünyesinde
biyoteknolojik yöntemle geliştirilmiş olan leonardit kökenli Base ActosolR (% 12
humik asit) ürünü kullanılmıştır.
Fosforlu gübre ise 0, 100 mg P kg-1 dozlarında ve H3PO4 formunda
uygulanmıştır. Normal bitki gelişimi için ayrıca azotlu gübre olarak her saksıya
100 mg N kg-1 dozunda amonyum nitrat ve ihtiyaca göre diğer bitki besin
elementleri her saksıya eşit miktarlarda uygulanmış, sulama ve diğer bakımlar rutin
olarak yapılmıştır. Bitkiler yaklaşık sekiz haftalık gelişme süresinden sonra toprak
yüzeyinden kesilerek hasat edilmiş, 68 oC’de sabit ağırlığa gelinceye kadar
180
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
kurutularak kuru ağırlıkları belirlenmiştir. Denemede kullanılan toprağın kimi
fiziksel ve kimyasal analiz sonuçları Çizelge 1’de sunulmuştur.
Çizelge 1. Deneme toprağının kimi fiziksel ve kimyasal özellikleri
Toprak özelliği
Besin element kapsamı
pH, 1:2.5
7.70
Toplam N, %
EC, %
0.04
P2O5, kg/da
Kireç, %
8.79
K2O, kg/da
OM, %
1.75
Fe, ppm
Kum,%
26.24
Mn, ppm
Silt,%
18.06
Zn, ppm
Kil,%
55.70
Cu, ppm
0.025
0.39
80.00
16.03
5.93
0.21
2.18
3. Bulgular ve Tartışma
3.1. Mısır genotiplerinin kuru madde miktarı
Humik asit uygulaması fosfor uygulanmayan koşullarda farklı mısır
genotiplerinin kuru madde verimini olumlu yönde etkilemiştir (Çizelge 2). Fosfor
uygulamasının mısır kuru madde miktarına etkisi istatistiki olarak önemli (**P <
0.01) bulunmuş ve kontrole göre artan fosfor dozları ile birlikte mısır bitkilerinde
kuru madde miktarı da artış göstermiştir. Humik madde ve fosfor uygulanmayan
çeşitlerdeki kuru madde verimleri 2.09-7.47 gr/saksı arasında, fosfor uygulanan
çeşitlerde ise 38.37-72.11 gr/saksı arasında değişmiştir. Humik madde
uygulanmayan koşullarda fosfor dozuna bağlı olarak kuru madde miktarı kontrolde
ortalama 3.24 g/saksı’dan, P-100 dozunda ortalama 51.68 g/saksı’ya yükselmiştir.
Ortalama kuru madde miktarı ise kontrolde 4.64 gr/saksı düzeyinden, fosfor
ıuygulaması ile birlikte ortalama 51.71 gr/saksı düzeyine çıkmıştır. Benzer
çalışmalarda da fosfor uygulamasının bitki kuru madde miktarına olumlu etkisi
ortaya konmuştur (Zhang ve ark., 2005; Onasanya ve ark., 2009; Pauline ve ark.,
2010). Mısır genotiplerinin fosforlu gübre uygulamasına karşı tepkileri de oldukça
değişken olmuştur. Farklı mısır genotiplerinin fosforlu gübrelemeye değişik
tepkileri diğer araştırma sonuçları ile de uygunluk içindedir (Hussein, 2009; Cheng
ve ark., 2010).
181
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 2. Humik madde uygulaması altında farklı fosfor dozlarında mısır bitkisi
genotiplerinin kuru madde miktarları, g/saksı
-P
+P
Genotip
H-0
H-60 H-120 Ort.
H-0
H-60 H-120
Ort.
ADA-9510
2.91 3.53
3.78
3.41 72.11 42.13 65.90 60.04
ADA-9516
2.79 2.60
5.97
3.79 49.63 48.25 63.17 53.68
SASA-14
4.06 3.66
5.48
4.40 43.39 51.78 52.08 49.08
SAKARYA
2.09 4.36
6.85
4.43 38.37 53.50 44.89 45.59
SAMADA- 07 4.26 4.84
7.47
5.52 60.75 49.26 51.70 53.90
SASA-40
3.92 6.11
5.36
5.13 56.05 50.69 45.91 50.88
SASA-5
2.29 7.67
5.54
5.16 43.79 61.77 59.39 54.98
SASA-11
3.48 8.93
4.66
5.69 48.67 48.66 45.06 47.47
ADA-313
3.63 4.53
5.26
4.47 48.31 63.34 52.95 54.87
SASA-1
3.02 4.94
5.18
4.38 55.71 40.29 43.81 46.60
Ort.
3.24 5.11
5.55
4.64 51.68 50.97 52.48 51.71
Genotip (G):0.703, P dozu (P): 0.001**, Humik Asit (HA): 0.737, H x P : 0.813,
G x P: 0.547, G x H : 0.420, G x P x H: 0.615, **P < 0.01
Humik madde uygulamasının kuru madde miktarına etkisi fosforlu gübre
uygulanmayan koşullarda oldukça ciddi düzeylerde gerçekleşmiştir. Fosfor
uygulanmayan koşullarda artan humik madde uygulamasına bağlı olarak kontrolde
ortalama 3.24 gr/saksı olan kuru madde miktarı, H-60 ve H-120 düzeylerinde
sırasıyla ortalama 5.11 ve 5.55 gr/saksı düzeylerine çıkmıştır. Fosfor uygulanan
koşullarda ise humik madde uygulamasının kuru madde verimine etkisi belirsiz
kalmış, ancak bir kısım genotiplerde (ADA-9516, SASA-14, SAKARYA, SASA5, ADA-313) olumlu etkiler söz konusu olmuştur. Bu durum, özellikle bitki besin
maddesi noksanlığı koşullarında humik madde uygulamasının çok daha belirgin
etkisini ortaya koymaktadır. Humik madde uygulamasının bitki gelişimi ve kuru
madde miktarına olumlu etkisi diğer çeşitli çalışmalarla da ortaya konmuştur
(Hafez, 2004; Chen ve ark., 2004; Defline ve ark., 2005; Mikkelsen, 2005; Khaled
ve Fawy, 2011).
3.2. Mısır genotiplerinin azot kapsamları
Mısır genotiplerinin azot kapsamları humik madde uygulamasına bağlı
olarak önemli düzeyde artmıştır (P < 0.01) (Çizelge 3). Genotiplerin azot
kapsamları humik madde uygulamasına bağlı olarak fosfor uygulanmayan
koşullarda ortalama % 2.04 ile 2.41 arasında, fosfor uygulanan koşullarda ise
ortalama % 2.28 ile 2.62 arasında değişmiştir.
182
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 3. Humik madde uygulaması altında farklı fosfor dozlarında mısır bitkisi
genotiplerinin azot kapsamı, %
-P
+P
Genotip
H-0
H-60 H-120 Ort.
H-0
H-60 H-120 Ort.
ADA-9510
2.04 2.03
2.38
2.15 2.06 2.46
2.80
2.44
ADA-9516
1.89 2.41
2.49
2.26 2.03 2.02
2.74
2.27
SASA-14
1.88 2.28
2.38
2.18 2.32 2.42
2.71
2.48
SAKARYA
2.04 1.97
2.59
2.20 1.87 2.25
2.51
2.21
SAMADA- 07 2.00 2.64
2.53
2.39 2.22 2.48
2.63
2.44
SASA-40
2.05 2.23
2.18
2.15 2.44 1.93
2.84
2.40
SASA-5
2.18 2.43
2.09
2.23 2.66 2.37
2.12
2.38
SASA-11
2.13 2.33
2.44
2.30 2.14 2.37
2.87
2.46
ADA-313
2.41 2.08
2.16
2.22 2.35 2.25
2.35
2.31
SASA-1
1.82 2.27
2.87
2.32 2.78 2.32
2.70
2.60
Ort.
2.04 2.26
2.41
2.24 2.28 2.29
2.62
2.40
Genotip (G): 0.658, P dozu (P): 0.006**, Humik Asit (HA): 0.001**, H x P :
0.224, G x P: 0.920, G x H : 0.132, G x P x H: 0.425, **P < 0.01
HA-0: 2.16b, HA-60: 2.28b, HA-120: 2.52a (n:60)
Fosfor uygulaması mısır genotiplerinin ortalama azot kapsamları üzerine
istatistiki olarak % 1 düzeyinde önemli etkide bulunmuştur. Kontrolde ortalama %
2.24 olan azot kapsamı, artan fosfor dozu ile birlikte ortalama % 2.40 düzeyine
çıkmıştır. Bununla birlikte humik madde uygulanan ve uygulanmayan koşullarda
mısır genotiplerinin P uygulamasına gösterdiği tepkiler de farklı olmuştur. En
yüksek azot kapsamına fosfor uygulanmayan koşullarda ortalama % 2.39 ile
SAMADA-07 çeşidinde rastlanmış, fosfor uygulanan koşullarda ise ortalama %
2.60 ile en yüksek değer SASA-1 çeşidinde belirlenmiştir.
3.3. Mısır bitkilerince sömürülen azot miktarları
Sömürülen N miktarı yönünden mısır genotipleri arasında fosfor ve humik
madde uygulamasına bağlı olarak istatistiki olarak önemli (**P < 0.01) farklılıklar
belirlenmiştir (Çizelge 4).
Ortalama en yüksek sömürülen azot miktarı ortalama 147 mg/saksı ile ADA9510 mısır genotipinde gerçekleşmiş, en düşük sömürülen azot miktarına ise
ortalama 99 mg/saksı ile SAKARYA çeşidinde rastlanmıştır. ve 13.09 mg/saksı ile
A-3127 ve A-3735 genotiplerinde belirlenmiştir. En düşük değerler ise ortalama
5.61 mg/saksı ve 5.82 mg/saksı ile SA-88 ve S-4340 genotiplerinde
gerçekleşmiştir. Mısır genotiplerinde artan fosfor dozlarına bağlı olarak humik
madde uygulanan ve uygulanmayan her iki koşulda da sömürülen azot miktarları
artış göstermiş, ancak artış hızı humik madde uygulanmayan koşullarda daha
yüksek olmuştur. Benzer çalışmalarda da fosfor uygulamasına ve farklı genotiplere
183
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
bağlı olarak mısır bitkilerince sömürülen azot miktarlarının değiştiği belirlenmiştir
(Martins ve ark., 2008).
Çizelge 4. Humik madde uygulaması altında farklı fosfor dozlarında mısır bitkisi
genotiplerince sömürülen azot miktarları, mg/saksı
-P
+P
Genotip
H-0
H-60 H-120 Ort.
H-0
H-60 H-120 Ort.
ADA-9510
59
73
90
74
149
104
187
147
ADA-9516
53
63
149
88
102
96
170
123
SASA-14
77
83
132
97
101
120
143
121
SAKARYA
43
86
179
103
71
115
111
99
SAMADA- 07 84
130
189
134
133
119
134
129
SASA-40
77
144
116
113
138
97
125
120
SASA-5
50
179
113
114
118
142
125
128
SASA-11
75
228
112
138
128
108
108
129
ADA-313
88
94
116
99
111
144
123
126
SASA-1
56
112
150
106
155
95
120
123
Ort.
66
119
135
106
119
114
137
123
Genotip (G): 0.708, P dozu (P): 0.001**, Humik Asit (HA): 0.003**, H x P :
0.141, G x P: 0.547, G x H : 0.392, G x P x H: 0.470, **P < 0.01
Diğer taraftan, humik madde uygulaması mısır bitkilerince azot kullanım
etkinliğini önemli düzeyde (**P < 0.01) artırmıştır. Nitekim sömürülen azot
miktarı humik madde uygulanmayan koşullarda ortalama 8.21 mg/saksı’dan,
humik madde uygulaması ile birlikte ortalama 10.75 mg/saksı düzeyine
yükselmiştir. Benzer çalışmalarda da toprağa humik madde ilavesi ile bitkilerce
azot kullanım etkinliklerinin artırılabileceği belirlenmiştir (Raina and Goswami,
1988).
3.4. Mısır genotiplerinin fosfor kapsamları
Mısır genotiplerinin fosfor kapsamları humik madde uygulamasına bağlı
olarak önemli düzeyde artmıştır (P < 0.01) (Çizelge 5). Genotiplerin fosfor
kapsamları ortalama 1.51 ile 1.60 g/kg arasında değişmiştir. Yapılan Duncan
gruplandırmasında en yüksek fosfor kapsamı A-3735 ve A-3127 genotiplerinde
elde edilmiştir, en düşük fosfor kapsamı ise S-4340 genotipinde tespit edilmiştir.
Fosfor uygulaması mısır genotiplerinin ortalama fosfor kapsamları üzerine
istatistiki olarak % 5 düzeyinde önemli etkide bulunmuştur. Bununla birlikte humik
madde uygulanan ve uygulanmayan koşullarda mısır genotiplerinin P
uygulamasına gösterdiği tepkiler de farklı olmuştur. Humik madde uygulanmayan
koşullarda fosfor dozuna bağlı olarak fosfor kapsamları kontrolde ortalama 1.41
g/kg’dan, P-100 dozunda ortalama 1.66 g/kg’a yükselmiştir.
184
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 5. Humik madde uygulaması altında farklı fosfor dozlarında mısır bitkisi
genotiplerinin fosfor kapsamı, g/kg
-P
+P
Genotip
H-0 H-60 H-120 Ort. H-0 H-60 H-120 Ort. Gen. Ort.
ADA-9510 0.603 0.600 0.540 0.581 0.623 0.726 0.583 0.644 0.613bc
ADA-9516 0.503 0.583 0.543 0.543 0.714 0.713 0.703 0.710 0.626abc
SASA-14
0.690 0.593 0.707 0.663 0.850 0.870 0.747 0.822 0.743a
SAKARYA 0.607 0.520 0.633 0.587 0.876 0.800 0.750 0.809 0.698ab
SAMAD-07 0.590 0.513 0.493 0.532 0.713 0.817 0.583 0.704 0.618abc
SASA-40
0.667 0.523 0.580 0.590 0.667 0.757 0.740 0.660 0.656abc
SASA-5
0.466 0.553 0.513 0.511 0.567 0.717 0.583 0.622 0.566c
SASA-11
0.493 0.427 0.453 0.458 0.676 0.733 0.773 0.728 0.593bc
ADA-313
0.520 0.600 0.700 0.607 0.700 0.620 0.860 0.667 0.637abc
SASA-1
0.557 0.653 0.780 0.601 0.676 0.640 0.687 0.698 0.650abc
Ort.
0.570 0.556 0.576 0.567 0.706 0.739 0.692 0.713
Genotip (G): 0.001**, P dozu (P): 0.001**, Humik Asit (HA): 0,831, H x P :
0.363, G x P : 0.298, G x H : 0.822, G x P x H: 0.784, **P < 0.01
Humik madde uygulaması altında ise fosfor dozuna bağlı olarak fosfor
kapsamları kontrolde ortalama 1.53 g/kg’dan, P-100 dozunda ortalama 1.65 g/kg’a
yükselmiştir. Yapılan Duncan gruplandırmasında en yüksek fosfor kapsamı
ortalama 1.63 g/kg g/kg ile G x P, buna karşılık en düşük fosfor kapsamı ortalama
1.45 g/kg ile G x P interaksiyonlarından elde edilmiştir. G x P x H interaksiyonu
açısından en yüksek P kapsamı ise ortalama 1.78 g/kg ile humik madde
uygulanmayan koşullarda P-100 uygulaması ile A-3735 soya genotipinde
belirlenmiştir.
3.5. Mısır bitkilerince sömürülen fosfor miktarları
Sömürülen P miktarı yönünden mısır genotipleri arasında fosfor
uygulamasına bağlı olarak istatistiki olarak önemli (**P < 0.01) farklılıklar
belirlenmiştir (Çizelge 6).
Yapılan Duncan gruplandırmasında mısır genotipleri arasında en yüksek
sömürülen fosfor miktarları ortalama 13.12 mg/saksı ve 13.09 mg/saksı ile A-3127
ve A-3735 genotiplerinde belirlenmiştir. En düşük değerler ise ortalama 5.61
mg/saksı ve 5.82 mg/saksı ile SA-88 ve S-4340 genotiplerinde gerçekleşmiştir.
Benzer çalışmalarda da fosfor uygulamasına bağlı olarak bitkilerce sömürülen
fosfor miktarlarının değiştiği belirlenmiştir (Sankhyan ve Sharma, 1997; Zhang ve
ark., 2005; Hussein, 2009).
185
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 6. Humik madde uygulaması altında farklı fosfor dozlarında mısır bitkisi
genotiplerince sömürülen fosfor miktarları, mg/saksı
-P
+P
Genotip
H-0
H-60 H-120 Ort.
H-0
H-60 H-120 Ort.
ADA-9510
0.018 0.022 0.020 0.020 0.445 0.305 0.394 0.381
ADA-9516
0.013 0.014 0.031 0.020 0.350 0.346 0.461 0.386
SASA-14
0.028 0.021 0.040 0.030 0.369 0.446 0.389 0.402
SAKARYA
0.013 0.023 0.044 0.027 0.336 0.425 0.335 0.366
SAMADA- 07 0.025 0.026 0.037 0.029 0.431 0.417 0.296 0.382
SASA-40
0.027 0.035 0.033 0.032 0.380 0.387 0.337 0.368
SASA-5
0.011 0.037 0.029 0.025 0.253 0.445 0.341 0.346
SASA-11
0.017 0.039 0.022 0.026 0.292 0.356 0.353 0.334
ADA-313
0.019 0.027 0.037 0.028 0.350 0.393 0.358 0.367
SASA-1
0.017 0.030 0.031 0.025 0.385 0.258 0.355 0.333
Ort.
0.019 0.027 0.032 0.026 0.359 0.378 0.362 0.366
Genotip (G): 0.982, P dozu (P): 0.001**, Humik Asit (HA): 0.731, H x P: 0.834, G
x P : 0.982, G x H : 0.836, G x P x H: 0.878, **P < 0.01
Diğer taraftan, humik madde uygulaması mısır bitkilerince fosfor kullanım
etkinliğini önemli düzeyde (**P < 0.01) artırmıştır. Nitekim sömürülen fosfor
miktarı humik madde uygulanmayan koşullarda ortalama 8.21 mg/saksı’dan,
humik madde uygulaması ile birlikte ortalama 10.75 mg/saksı düzeyine
yükselmiştir. Benzer çalışmalarda da toprağa humik madde ilavesi ile bitkilerce
fosfor kullanım etkinliklerinin artırılabileceği belirlenmiştir (Nardi ve ark., 2002;
Patil ve ark., 2011).
3.6. Mısır genotiplerinin potasyum kapsamları
Mısır genotiplerinin potasyum kapsamları humik madde uygulamasına bağlı
olarak önemli düzeyde artmıştır (P < 0.01) (Çizelge 7). Genotiplerin potasyum
kapsamları ortalama 1.51 ile 1.60 g/kg arasında değişmiştir. Yapılan Duncan
gruplandırmasında en yüksek potasyum kapsamı A-3735 ve A-3127 genotiplerinde
elde edilmiştir, en düşük potasyum kapsamı ise S-4340 genotipinde tespit
edilmiştir. Fosfor uygulaması mısır genotiplerinin ortalama potasyum kapsamları
üzerine istatistiki olarak % 5 düzeyinde önemli etkide bulunmuştur. Bununla
birlikte humik madde uygulanan ve uygulanmayan koşullarda mısır genotiplerinin
P uygulamasına gösterdiği tepkiler de farklı olmuştur. Humik madde
uygulanmayan koşullarda P dozuna bağlı olarak potasyum kapsamları kontrolde
ortalama 1.41 g/kg’dan, P-100 dozunda ortalama 1.66 g/kg’a yükselmiştir. Humik
madde uygulaması altında ise fosfor dozuna bağlı olarak potasyum kapsamları
kontrolde ortalama 1.53 g/kg’dan, P-100 dozunda ortalama 1.65 g/kg’a
yükselmiştir. G x P x H interaksiyonu açısından en yüksek K kapsamı ise ortalama
186
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
1.78 g/kg ile humik madde uygulanmayan koşullarda P-100 uygulaması ile A-3735
soya genotipinde belirlenmiştir.
Çizelge 7. Humik madde uygulaması altında farklı fosfor dozlarında mısır bitkisi
genotiplerinin potasyum kapsamı, g/kg
-P
+P
Genotip
H-0
H-60 H-120 Ort.
H-0
H-60 H-120 Ort.
ADA-9510
2.403 2.376 2.107 2.296 2.347 2.477 2.463 2.429
ADA-9516
2.043 2.733 2.607 2.429 2.473 2.177 2.553 2.401
SASA-14
2.240 2.277 2.356 2.291 2.480 2.350 2.203 2.344
SAKARYA
1.840 2.766 2.657 2.421 2.180 2.873 2.697 2.583
SAMADA- 07 2.430 2.483 2.503 2.472 2.360 2.400 1.893 2.218
SASA-40
2.580 2.167 2.753 2.500 1.810 2.270 2.057 2.046
SASA-5
2.430 2.443 2.587 2.486 2.317 2.247 2.350 2.304
SASA-11
2.493 2.053 2.363 2.303 2.253 2.380 2.430 2.355
ADA-313
2.393 2.446 2.716 2.519 2.700 2.767 2.613 2.693
SASA-1
2.803 2.790 2.587 2.727 2.896 2.283 2.460 2.580
Ort.
2.366 2.454 2.524 2.448 2.382 2.432 2.372 2.395
Genotip (G): 0.050*, P dozu (P): 0.365, Humik Asit (HA): 0.501, H x P: 0.460,
G x P : 0.252, G x H :0.231, G x P x H: 0.369, **P < 0.01
3.7. Mısır bitkilerince sömürülen potasyum miktarları
Sömürülen K miktarı yönünden mısır genotipleri arasında fosfor ve humik
madde uygulamasına bağlı olarak istatistiki olarak önemli (**P < 0.01) farklılıklar
belirlenmiştir (Çizelge 8).
Çizelge 8. Humik madde uygulaması altında farklı fosfor dozlarında mısır bitkisi
genotiplerince sömürülen potasyum miktarları, mg/saksı
-P
+P
Genotip
H-0
H-60 H-120 Ort.
H-0
H-60 H-120 Ort.
ADA-9510
0.070 0.087 0.080 0.079 1.672 1.033 1.612 1.439
ADA-9516
0.058 0.071 0.149 0.093 1.243 1.104 1.632 1.327
SASA-14
0.092 0.083 0.127 0.101 1.074 1.248 1.142 1.155
SAKARYA
0.038 0.121 0.183 0.114 0.833 1.592 1.231 1.219
SAMADA- 07 0.102 0.186 0.136 0.093 1.413 0.980 1.179 1.015
SASA-40
0.093 0.120 0.151 0.121 1.015 1.135 0.930 1.027
SASA-5
0.057 0.182 0.146 0.128 0.995 1.419 1.398 1.271
SASA-11
0.086 0.179 0.115 0.127 1.073 1.195 1.079 1.116
ADA-313
0.087 0.109 0.143 0.113 1.291 1.750 1.373 1.471
SASA-1
0.085 0.141 0.138 0.121 1.640 0.968 1.030 1.213
Ort.
0.077 0.121 0.142 0.113 1.225 1.259 1.240 1.241
Genotip (G): 0.629, P dozu (P): 0.001**, Humik Asit (HA): 0.723, H x P: 0.901,
G x P :0.414, G x H : 0.255, G x P x H: 0.363, **P < 0.01
187
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Yapılan Duncan gruplandırmasında mısır genotipleri arasında en yüksek
sömürülen potasyum miktarları ortalama 13.12 mg/saksı ve 13.09 mg/saksı ile A3127 ve A-3735 genotiplerinde belirlenmiştir. En düşük değerler ise ortalama 5.61
mg/saksı ve 5.82 mg/saksı ile SA-88 ve S-4340 genotiplerinde gerçekleşmiştir.
Mısır genotiplerinde artan fosfor dozlarına bağlı olarak humik madde uygulanan ve
uygulanmayan her iki koşulda da sömürülen potasyum miktarları artış göstermiş,
ancak artış hızı humik madde uygulanmayan koşullarda daha yüksek
olmuştur.Benzer çalışmalarda da fosfor uygulamasına ve farklı genotiplere bağlı
olarak mısır bitkilerince sömürülen potasyum miktarlarının değiştiği belirlenmiştir
(Nawaz ve ark., 2006).
Diğer taraftan, humik madde uygulaması mısır bitkilerince potasyum
kullanım etkinliğini önemli düzeyde (**P < 0.01) artırmıştır. Nitekim sömürülen
fosfor miktarı humik madde uygulanmayan koşullarda ortalama 8.21 mg/saksı’dan,
humik madde uygulaması ile birlikte ortalama 10.75 mg/saksı düzeyine
yükselmiştir. Benzer çalışmalarda da toprağa humik madde ilavesiyle bitkilerce
potasyum kullanım etkinliğinin artırılabileceği belirlenmiştir (Mawgoud ve ark.,
2007; Patil ve ark., 2011).
4. Sonuç
Humik madde uygulamasına bağlı olarak mısır genotipleri arasında kuru
madde ağırlıkları, fosfor kullanım etkinlikleri ve fosforlu gübrelemeye tepki
açısından önemli farklılıklar belirlenmiştir. Mısır bitkilerince fosforlu gübre
kullanım etkinliği açısından bakteriyel humik asit uygulaması olumlu sonuçlar
vermiştir. Çalışma ayrıca, gübre kullanım etkinlikleri ve fosfor noksanlığına
dayanıklılık açısından farklı mısır genotipleri arasında dahi farklılıklar
olabileceğini ortaya koymuştur.
Kaynakça
Aydın, A., Yıldırım, E., Karaman, M.R., Turan, M., Demirtaş, A., Şahin, F.,
Güneş, A., Esringü, A., Dizman, M., Tutar, A. 2012. Humik Asit, PGPR ve
Kimyasal Gübrenin Farklı Özellikteki Toprakların Bazı Kimyasal
Özelliklerine Etkisi. SAÜ Fen Edebiyat Drg.14(1):309-316.
Aydın, M., Yılmaz, E., Şahin, S., Gebeloğlu, N., Sağlam, N. ve Karaman, M.R.
2013. Karnabaharda Humik Asit ve Çinko Uygulamaları İle Verim ve
Kalite Özellikleri Arasındaki İlişkiler. Türkiye 6. Ulusal Bitki Besleme ve
Gübre Kongresi, 03-07 Haziran, Kapadokya, Bildiri Kitabı, s. 410.
Chen, Y., Nobili, M. and Aviad, T. 2004. Stimulatory effect of humic substances
on plant growth. In: agdoft F., Ray R. (eds): Soil Organic Matter in
Sustainable Agriculture. CRC Press, Washington.
Cheng, F., Tu, P., Yan, X., Wang, X. and Liao, H. 2010. Phosphorus nutrition
characters for new soybean germplasms with phosphorus efficiency on acid
red soils. Plant Nutrition and fertilizer Science,16:71-81.
188
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Defline, S., Tognetti, R., Desiderio, E. and Alvino, A. 2005. Effect of foliar
application of N and humic acids on growth and yield of durum wheat.
Agronomy for Sustainable Development, 25:183-191.
Delgado, A., Madrid, A., Kassem, S., Andreu, L. and Campillo, M.C. 2002.
Phosphorus fertilizer recovery from calcareous soils amended with humic
and fulvic acids. Plant and Soil 245:277-286.
Dizman, M., Tutar, A., Karaman, M.R., Turan, M. ve Horuz, A. 2012. Humik
maddelerin ilaç olarak kullanımı ve insan sağlığına etkileri. SAÜ Fen
Edebiyat Dergisi (1):25-33.
Hafez, M.M. 2004. Effect of some sources of nitrogen fertilizer and concentration
of humic acid on the productivity of squash. Egypt. J. Apl. Sci. 19:293-309.
Hussein, A.H.A. 2009. Phosphorus Use Efficiency by Two Varieties of Corn at
Different Phosphorus Fertilizer Application Rates. Research Journal of
Applied Sciences. 4(2):85 -93.
Karaman, M.R., Turan, M., Yıldırım, E., Güneş, A., Esringü, A., Demirtaş, A.,
Gürsoy, A., Dizman, M., Tutar, A. 2012. Ca ve B Humat Bileşiklerinin
Domates Bitkisinin Verim Parametreleri İle Klorofil ve Stoma Geçirgenliği
Üzerine Etkilerinin Belirlenmesi. SAÜ Fen Edebiyat Der., 14(1):177-185.
Karaman, M.R., Şahin, S., Geboloğlu, N., Turan, M., Güneş, A., Tutar, A. 2012.
Humik Asit Uygulaması Altında Farklı Domates Çeşitlerinin (Lycopersicon
esc. L.) Demir Alım Etkinlikleri. SAÜ Fen Edebiyat Dergisi, 14(1):301-308.
Karaman, M.R., Turan, M., Tutar, A., Dizman, M., Şahin, S. 2012. Usage of
Leonardite Ore Based on Humate Sources as a Potential Organic Fertilizer Functions of Natural Organic Matter in Changing Environment. Springer
Publ., pp 598-601, ISBN 978-7-308, China.
Karaman, M.R., Zengin, M., Adiloğlu, A. ve Horuz, A. 2012. Humik Madde
Uygulaması Altında Farklı Soya Genotiplerinin P Kullanım Etkinliklerinin
Belirlenmesi. SAÜ Fen Edebiyat Dergisi, 14(1):335-344.
Karaman, M.R., Geboloğlu, N., Turan, M., Şahin, S., Dizman, M. and Horuz, A.
2013. Possible use of leonardite based humates to improve the zinc use
efficiency of tomato cultivars (Lycopersicon esculentum L.). Journal of
Food, Agriculture and Environment, JFAE-2012-CHA-77.
Khaled, H. and Fawy, H.A., 2011. Effect of different levels of humic acids on the
nutrient content, plant growth, and soil properties under conditions of
salinity. Soil and Water Res., 6(1):21-29.
Kulikova ve ark. 2005. Mitigating activity of humic substances direct influence on
biota, use of humic substances to remediate polluted environments: from
theory to practice. Hatfield, K. and Hertkorn, N.; Springer, Netherlands.
Martins, A.O., Compostrini, E., Magalhaes, P.C. and Netto, A.T. 2008. Nitrogenuse efficiency of maize genotypes in contrasting environments. Crop
Breeding and Applied Biotechnology 8: 291-298.
Mikkelsen, R.L. 2005. Humic materials for agriculture Davis California, USA.
Better Crops with Plant Food. 89(3):6-7.
189
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Mawgoud, A., Greadly, El., Helmy, Y.I. and Singer, S.M. 2007. Responses of
tomato plants to different rates of humic based fertilizer and NPK
fertilization. Journal of Applied Sciences Research. 3(2): 169-174.
Nardi, S., Pizzeghello,D., Muscolo, A. and Vianello, A. 2002. Physiological effects
of humic substances on higher plants. Soil Biol. and Bioc. 34:1527-1536.
Nawaz, I., Hassan, Z., Ranjha, A.M. and Arshad, M. 2006. Exploiting genotypic
among fifteen maize genotypes of Pakistan for K up take and use efficiency
in solution culture. Pak. J. Bot., 38(5):1689-1696.
Onasanya, R.O., Aiyelari, O.P., Onasanya, A. and Oikeh, S. 2009. Growth and
Yield Response of Maize (Zea mays L.) to Different Rates of N and P
Fertilizers in Southern Nigeria. World Journal of Agr. Sci. 5(4):400-407.
Patil, R.B., More, A.D., Kalyankar, M. and Wadje, S.S. 2011. Effect of potassium
humate on nutrients uptake of glycine max, phaseolus mungo and triticum
aestivum. Plant Sciences Feed 1(10):174-178.
Pauline, M.M., John B.O., Jude J.O., Whitbread, A. and Hargreaves, J. 2010.
Effect of phosphorus fertilizer rates on growth and yield of three soybean
cultivars in Limpopo Province. African J. of Agr. Res., 5(19):2653-2660.
Pettit, R.E. 2006. Organic matter, humus, humate, humic acid, fulvic acid and
humin. The Wonderful World of Humus and Carbon.
Peuravuori, J., Zbankova, P. and Pihlaja, K. 2006. Aspects of structural features in
lignite and lignite humic acids. Fuel Process Technol. 87:829-39.
Raina, J.N. and Goswami, K.P. 1988. Effect of fulvic acid and fulvates on the
growth and nutrient uptake by maize plant. Ind. Soc.Soil Sci., 36:264-268.
Salman, S.R., Abou-hussein, S.D., Abdel-Mawgoud, A.M.R. and El-Nemr, M.A.
2005. Fruit yield and quality of watermelon as affected by hybridsand
humic acid application. Journal of Applied Sciences Research 1(1):51-58.
Sankhyan, N.K. and Sharma, C.M. 1997. Effect of P and Zn fertilization on grain
yield and uptake by maize (Zea mays L.). Ind.J. Agric. Sci., 67:63-66.
Senesi, N. and Miano, TM. 1994. Humic substances in the global environment:
implications for human health; Elsevier: Amsterdam.
Wiegand, C., Meems, N., Timofeyev, M., Steinberg, C.W. and Pflugmacher, S.
2004. More evidence for humic substances acting as biogeochemicals on
organisms. In: Ghabbour E.A. & Davies G. eds. Humic Substances:
Nature’s Most Versatile Materials. Taylor and Francis, NY., pp. 349-363.
Zhang, F.C., Kang, S.Z. and Gong, D.Z. 2005. Maize growth and phosphorous and
zinc uptake under different phosphorous supply levels. Chinese Journal of
Applied Ecology, 16(5):903-906.
190
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
GELİ Müessesesi Bünyesinde Faaliyet Gösteren Açık Ocak
Linyit İşletmeciliğinin Çevresinde Yer Alan Zeytin
Ağaçlarının Vejetatif Gelişimlerine Etkilerinin Belirlenmesi
Aydın Adiloğlu1 Metin Turan2 Mehmet Rüştü Karaman3
Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme
Bölümü, 59030- Süleymanpaşa- Tekirdağ
2
Yeditepe Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi Genetik ve
Biyomühendislik Bölümü, Ataşehir- İstanbul
3
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Ziraat ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Bilecik
E-mail:[email protected]
1
Özet: Bu araştırmada GELİ (Güney Ege Linyit İşletmeleri- Yatağan/Muğla)
Müessesesi içerisindeki açık ocak linyit işletmeciliği ile kömür üretim
faaliyetlerinin etrafında yer alan zeytin ağaçlarının vejetatif gelişimlerine olan
potansiyel etkileri incelenmiştir. Bu amaçla; açık ocak kömür çıkarma işleminin
devam ettiği alandan 10, 50, 100, 250, 500, 750, 1000, 1500, 2000, 2500, 3000 m
uzaklıktaki zeytin ağaçları (Memecik çeşidi) ile birlikte maden çıkarma işlemi
tamamlanmış ve doğal yapısı bozulan arazilerin yeniden iyileştirilmesi çalışmaları
çerçevesinde, döküm harmanı olarak kullanılan aynı uzaklıklardaki zeytin
ağaçlarına (Gemlik çeşidi) ait bazı ölçüm ve analizler yapılmıştır. Elde edilen
bulgulara göre; araştırma alanları içerisindeki zeytin ağaçlarının vejetatif
gelişimlerine, açık ocak linyit işletmeciliğinin önemli bir potansiyel kirletici
etkisine rastlanılmamıştır. Bitkinin vejetatif verimini etkileyen stoma geçirgenliği,
fotosentez, toplam klorofil, yıllık dallardaki yaprak sayısı, yaprak uzunluğu, yaprak
genişliği, yaprak sapı uzunluğu gibi parametreler ile zeytin ağacı yapraklarının
mineral madde kapsamları açısından mesafeye bağlı önemli bir değişkenlik tespit
edilmemiştir. Farklı mesafelere bağlı olarak alınan zeytin ağacının yapraklarının
azot içerikleri yetersiz, fosfor, potasyum, kalsiyum, magnezyum içerikleri yeterli,
sodyum içerikleri toksik seviyenin altında, çinko, demir, mangan, bakır ve bor
mikro element düzeyleri ise yeterli olarak belirlenmiştir. Zeytin ağacı yapraklarının
ağır metal içeriklerinde de mesafelere göre herhangi bir farklılığa rastlanılmamıştır.
Farklı mesafelere bağlı olarak zeytin ağaçlarının yetiştirildiği alanlardan alınan
toprak örneklerinin pH’sı nötr ve hafif alkali, tuzsuz, çok fazla kireçli ve organik
madde içerikleri orta-yeterli-fazla olduğu tespit edilmiştir. Gerek üst toprak ve
gerekse bitki yapraklarında yapılan analizler sonucunda ağır metal değerleri ve
diğer kirletici partikül miktarları normal düzeylerde bulunmuştur.
Anahtar kelimeler: zeytin, bitki besin elementi, ağır metal, vejetatif verim
191
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Determination of GELİ Open Mine Lignite Industry’s Effects
on the Vegetative Growing of Olive Trees around
Administrating Area
Abstract: It was investigated GELİ open mine lignite administrating
potential effects on the vegetative growing of olive trees in administrating area and
near the GELİ administrating in this research. For this purpose, olive leaf and soil
samples taken from different distance (10, 50, 100, 250, 500, 750, 1000, 1500,
2000, 2500 and 3000 m) from GELİ open mine lignite administrating area olive
trees (Memecik variety) and degrade of natural status areas which is olive
plantations (Gemlik variety). According to the results, it was not determined
potential pollute effects of GELİ open mine lignite administrating on vegetative
growing of olive trees in research area. It was not change found stomata
permeability, photosynthesis, total chlorophyll, number of annual leaf in branch,
length of leaf, width of leaf, length of leaf stem, mineral matter content of leaf
samples according to the different distance from GELİ open mine lignite
administrating. Nitrogen contents of leaf samples were found deficiency;
phosphorus, potassium, calcium, magnesium contents of leaf samples were
determined sufficient; sodium contents of samples were found the low of toxic
level; zinc, iron, manganese, copper and boron contents were found sufficient
levels in olive leaf samples which are taken from different distance. Heavy metal
contents of leaf samples were not found difference according to difference
distance. pH values are neutral and slightly alkali, without salt, excess lime and
organic matter amount were determined medium, sufficient and excess in the soil
samples which collected from research area. On the other hand, both the soils
samples and the olive leaf samples were found normal heavy metal contents in
research area.
Key words: olive, plant nutrient element, heavy metal, vegetative yield.
1. Giriş
Dünyada yaklaşık olarak 10 milyon hektarlık bir alanda 805 milyon adetten
fazla zeytin ağacı mevcut olup 17.2 milyon ton zeytin üretimi gerçekleşmektedir.
Bu miktar zeytin ağacının yaklaşık % 98’i Akdeniz ülkelerinde bulunmakta olup,
bu miktarın % 11’ine sahip olan Türkiye zeytinin anavatanı olarak kabul
edilmektedir (Doran ve ark., 2008).
Zeytin üretimi ülkemizde 41 il ve 270 ilçede yapılmaktadır. Zeytin
üretiminin % 53’ü Ege Bölgesinde, % 18’i Marmara Bölgesinde, % 23’ü Akdeniz
Bölgesinde, % 6’sı Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ve % 0.2’si de Karadeniz
Bölgesinde gerçekleştirilmektedir (TÜİK, 2013).
192
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Zeytin, ekonomik anlamda 30-45 paralelleri arasında, Kuzey yarımkürede
30, Güney yarımkürede ise 8 ülkede sınırlı alanlarda yetiştirilen çok yıllık bir
Akdeniz bitkisidir. Türkiye’de zeytin, Akdeniz ikliminin hâkim olduğu Ege ve
Akdeniz kıyılarında yaygın olarak yetiştirilmektedir. Muğla, Türkiye’nin en önemli
zeytin üretim bölgesi olan Ege Bölgesi sınırları içinde yer almakta ve üretim
bakımından bölgede dördüncü sıradadır. Ülkemizde görülen tür zenginliğinin
yanında çeşit bolluğu açısından da Zeytin’in özel bir yeri bulunmaktadır. Nitekim
88’i yerli, 34’ü yabancı tür olmak üzere ülkemizdeki zeytin çeşit sayısı toplamı
132’dir (TÜİK, 2013).
Türkiye’de yaklaşık 658,000 hektarlık bir alandaki 95 milyon ağaçtan
1,650,000 ton zeytin elde edilmektedir. Bu miktar üretimle ülkemiz dünya zeytin
üretiminin yaklaşık % 11’ini karşılamakta olup, siyah zeytin üretiminde birinci,
sofralık zeytin üretiminde ikinci ve zeytinyağı üretiminde ise dördüncü sırada yer
almaktadır (Doran ve ark., 2008).
Zeytinin yetiştiriciliği için iklim elemanlarından sıcaklık ve yağış özellikleri
önemlidir. Zeytin, tomurcuklanmadan çiçeklenmeye kadar olan dönemde 5- 10°C,
çiçeklenme döneminde 15- 20°C, meyve oluşumu devresinde 20- 25°C, meyvenin
olgunlaşma döneminde 15°C, olgunlaşmadan hasat dönemine kadar da ortalama
5°C dereceye kadar sıcaklık şartlarını istemektedir.
Mardin ili Derik ilçesi’nde yetiştirilen Halhalı zeytin çeşidine ait bahçelerin
beslenme durumlarını tespit etmek amacıyla yapılna bir araştırmada (Doran ve ark.,
2008), yaprak anazizi sonuçlarına göre zeytin ağaçlarının yaprak örneklerinin P, K,
Ca, Mg, Fe ve Mn içerikleri yeterli, N, Zn, Cu ve B içerikleri ise yetersiz
bulunmuştur.
Çalışkan (2007) tarafından yapılan bir araştırmada sebzelerdeki ağır metal
kirliliği incelenmiştir. Bu amaçla, Tekirdağ ili Çorlu ilçesi’nden 44 farklı tarladan
alınan marul bitkisinin kurşun içeriğinin 1.47- 3.52 mg/kg, kadmiyum içeriğinin
0.50- 0.62 mg/kg ve krom içeriğinin ise 2.04- 3.28 mg/kg arasında değiştiği
belirlenmiştir. Bu sonuçlara göre, marul bitkisinde ağır metal kirlenmesinin önemli
boyutlarda olduğu ortaya konulmuştur.
Güneydoğu Marmara Bölgesi zeytin bahçelerinde yapılan bir araştırmada,
topraklarda bazı ağır metallerin kirlilik düzeyleri incelenmiştir. Araştırmadan elde
edilen bulgulara göre, topraklarda Nikel ve krom kirliğinin yüksek olduğu
belirlenmiştir. Toprakların kadmiyum, kobalt ve bakır içeriklerinin ise şimdilik izin
verilebilir sınırlar içerisinde oldukları görülmüştür (Gürel ve Başar, 2014).
Zeytinin yetişme koşulları bakımından iklim şartlarının yanı sıra toprak
şartları da önem taşımaktadır. Zeytin, çok seçici olmamakla birlikte kalkerli-kumlu,
besin maddelerince zengin, pH değeri 6-8 seviyesinde olan topraklarda daha iyi
yetişmektedir. Taban suyunun 1 m’den daha yakın olmaması istenmektedir. Zeytin
193
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
ağacının kök ve saçak gelişimi için uygun olan topraklar kumlu-tınlı, tınlı, tınlıkumlu, killi-tınlı ve siltli tınlı olanlarıdır. Bu tip topraklar geçirgen yapıları ve
yeterli su tutma kapasiteleri ile zeytin tarımı için uygun şartlar sağlamaktadır.
TKİ GELİ (Güney Ege Linyit İşletmeleri- Yatağan/Muğla) Müessesesi
günümüzde gelişen çevre bilinci ile birlikte linyit çıkarılması sonucunda tahrip
edilen doğanın yeniden geri kazanılması amacı ile 1991 yılında başlatmış olduğu
çevreye duyarlı bitki yetiştirme çalışmaları her geçen yıl artarak devam etmiştir.
1991 yılında ilk defa zeytin ağacı dikimi başlamış ve 10.6 hektarlık bir alanda 2100
adet zeytin ağacı dikilmiştir. Daha sonraki yıllarda dikilen zeytin ağacı sayısı hızla
artmıştır. GELİ Müesssese Müdürlüğü tarafından linyit kömürü çıkarılan tarım
alanlarında 2010 yılı itibariyle toplam 165.4 hektarlık bir alanda 41,500 adet zeytin
ağacı dikilmiştir (Karaman ve ark., 2012).
Bu araştırmada, GELİ müessesesi bünyesindeki IR:7200 ruhsat nolu saha
içerisinde yer alan zeytin ağaçlarının vejetatif ve generatif gelişimlerine açık ocak
linyit işletmeciliğinin potansiyel kirletici etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
2. Materyal ve Yöntem
2.1. Araştırma Sahası Bilgileri
Güney Ege Linyitleri İşletmesi (GELİ); Yatağan, Tınaz-Bağyaka ve MilasSekköy işletmelerinde açık ocak yöntemi ile üretim yapmaktadır. İşletmenin
ürettiği kömür büyük ölçüde termik santralarla ve sanayiye verilmektedir. GELİ
Müessesesi Müdürlüğü yerleşim alanı, Yatağan İlçesi Merkezine 8 Km. mesafede
ve Yatağan- Milas Karayolu üzerindedir. İşletmede altı adet açık ocakta işletme
faaliyeti gösterilmektedir.
Eskihisar ocağı Yatağan ilçe merkezine 8 Km, Tınaz ocağı Muğla il
merkezine 18 Km, Yatağan ilçe merkezine 25 Km., Bağyaka Ocağı Muğla il
merkezine 24 Km., Yatağan İlçe merkezine 15 Km. mesafedir. Yörede çoğunlukla
tipik Akdeniz İklimi hakimdir. Bölgede yazlar sıcak ve kurak kışlar ılık ve
yağışlıdır. Yağışlar genellikle yağmur şeklinde oluşmaktadır. Merkezi Muğla' da
bulunan GELİ Müessese Müdürlüğü, Yatağan Bölge Müdürlüğü, Tınaz- Bağyaka
Bölge Müdürlüğü, Milas Bölge Müdürlüğü olmak üzere, 1984 yılında
yapılanmıştır.
1995 yılında yapılan reorganizasyon çalışmaları sonucunda Müessese
Müdürlüğü kapatılarak, Yeniköy Linyitleri İşletmesi Bölge Müdürlüğü (YLİ) ile
Güney Ege Linyitleri İşletmesi Bölge Müdürlüğü'ne (GELİ) dönüştürülmüştür.
Yönetim kurulunun 15.04.2002 tarihli kararı ile Bölge müdürlüklerinin İşletme
müdürlüklerine dönüştürülmesiyle GELİ İşletme müdürlüğü ve Yeniköy Linyitleri
İşletme müdürlüğü olarak faaliyetlerini sürdürmekte iken, 22.07.2002 tarih ve
34/232 sayılı yönetim kurulu kararındaki “Genel Müdürlük Merkezinde toplanmış
194
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
bulunan yetkilerin taşra teşkilatlarına devredilmesi, merkezdeki atalet ve
yığılmaların ortadan kaldırılması, taşradaki aktivitelerin, iş ve hizmetlerdeki
karlılık ve verimliliğin artırılması “ prensibinden hareketle 01.04.2004 tarihinden
geçerli olmak üzere merkezi Yatağan’da bulunan GÜNEY EGE LİNYİTLERİ
İŞLETMESİ MÜESSESESİ MÜDÜRLÜĞÜ tekrar tesis edilmiş, yapılanmasını
aynen koruyan Yeniköy Linyitleri İşletmesi Müdürlüğü de kurulan Müessese
Müdürlüğüne bağlanarak halen faaliyetler bu şekilde devam ettirilmektedir.
Söz konusu maden işletmeciliği çalışmaları çerçevesinde doğal yapısı
bozulan arazilerin yeniden düzenlemesi ve iyileştirilmesi çalışmaları MuğlaYatağan İşletmesi' nde 1991 yılında başlatılmıştır. Diğer uygulamalardan farklı
olarak Yatağan' da toprak döküm harmanı olarak kullanılan mülkiyeti orman
idaresine ait 542.000 m2' lik alanda çalışma yapılmaktadır.
2.2. Toprak Örneklemesi ve Toprak Analizleri
Toprak örnekleri, zeytin ağaçlarının taç izdüşümünden alınmıştır. Hava
kurusu hale getirilen ve 2 mm’lik elekten elenen toprak örneklerinde, kimi fiziksel
ve kimyasal analizler aşağıdaki yöntemlere göre yapılmıştır. Elde edilen bulgular
temelde Toprak Kirliliği Kontrol Yönetmeliğinde (TKKY, 2010) belirtilen kritik
değerler ile karşılaştırılmış ve toprakların kirlilik derecesi ortaya konulmuştur.
Toprak örneklerinde tekstür (Gee ve Bauder, 1986). pH (Thomas, 1996),
elektriksel iletkenlik (Rhoades, 1996), kireç içeriği (Loeppert ve Suarez, 1996),
organik madde içeriği (Nelson ve Sommers, 1996), azot içeriği (Bremmer, 1996),
kükürt içeriği Carbon Ölçüm Cihazı (Leco Truspec CHN) ile, alınabilir fosfor
(Kuo, 1996), değişebilir katyonlar (Na, K, Ca ve Mg) (Helmke ve Sparks, 1996;
Suarez, 1996), elverişli Fe, Mn, Zn, Cu, B, Mo, Co miktarları ile ekstrakte
edilebilir Cd, Pb, Ni, Cr, Se ve Mo miktarları (Lindsay ve Norvell, 1978)’e göre
belirlenmiştir.
2.3. Yaprak Örneklemesi, Yaprak Ölçümleri ve Analizleri
Zeytin yapraklarında bazı fizyolojik ölçüm ve gözlemler, yaprakların normal
iriliklerine ulaştıkları Temmuz ayında seçilen yıllık sürgünlerde yapılmıştır.
Yaprak örnekleri, yıllık uç sürgünlerin ortasındaki karşılıklı yaprak çifti şeklinde
ve ağaçların dört bir yanından tekniğine uygun olarak alınmıştır (Jones ve ark.,
1991). Alınan yaprak örneklerinde yaprak sayısı (adet), yaprak uzunluğu (cm),
yaprak genişliği (cm), yaprak sapı uzunluğu (cm), fotosentez kapasitesi, klorofil
miktarı, hücre geçirgenliği ve stoma geçirgenliği ölçümleri yapılmıştır.
3. Bulgular ve Tartışma
Turgut Beldesinde istimlak edilmesi düşünülen 1.034 da’lık, Yeşilbağcılar
Beldesinde istimlak edilmesi düşünülen 477 da’lık ve toprak döküm harmanı
olarak kullanılan mülkiyeti GELİ Müessesesine ait 542 da’lık alanda kömür
195
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
çıkarılan sahaya olan mesafeler dikkate alınarak zeytin ağaçlarında kimi fizyolojik
ölçümler, generatif gözlemler ile toprak ve yaprak örneklemesi yapılmıştır. Kömür
çıkarma işleminin devam ettiği alandan istimlak edilmesi düşünülen alana olan 10,
50, 100, 250, 500, 750, 1000, 1500, 2000, 2500, 3000 m uzaklıktaki zeytin
ağaçlarına (Memecik ve Gemlik çeşitleri) ait ölçümler 5 paralelli olarak alınmış ve
ortalama değerler çizelgeler şeklinde verilmiştir.
Çizelge 1. Farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacına ait fizyolojik parametreler
Stoma
Geçirgenliği
mmol m-2 s-1
Fotosentez
değeri
µmol m-2 s-1
Toplam
Klorofil
İçeriği (OD)
Hücre
geçirgenliği
%
0-10
415.44
9.27
73.12
81.70
10-50
451.15
10.96
79.40
88.73
50- 100
496.08
13.08
87.31
97.56
100- 250
534.10
14.88
94.00
105.04
250- 500
573.26
16.73
100.89
112.74
500 -750
620.50
18.96
109.21
122.03
750- 1000
668.88
21.24
117.72
131.55
1250- 1500
706.90
23.04
124.41
139.02
1500 -2000
755.28
25.32
132.93
160.77
2000 -2500
793.30
27.12
139.62
170.06
2500 -3000
832.46
28.97
146.51
167.06
Mesafe (m)
Turgut Beldesi’nde Zeytin ağacı yapraklarına ait analiz sonuçları Çizelge 14’de ve topraklara ait analiz sonuçları ise Çizelge 5’de, Yeşilbağcılar Beldesi’nde
Zeytin ağacı yapraklarına ait ortalama değerler Çizelge 6-9’da ve topraklara ait
ortalama değerler ise Tablo 10’da, döküm sahası zeytin ağacı yapraklarına ait
analiz sonuçları ise Çizelge 11-14’de ve topraklara ait analiz sonuçları da Çizelge
15’de verilmiştir.
196
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 2. Farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacına ait gelişim parametreleri
Mesafe (m)
Yıllık dallardaki
Yaprak
yaprak sayısı, adet uzunluğu, cm
Yaprak
genişliği,
cm
Yaprak sapı
uzunluğu,
cm
0-10
358.20
5.07
1.16
0.40
10-50
380.80
5.15
1.22
0.37
50- 100
381.80
5.02
1.21
0.37
100- 250
383.20
5.22
1.17
0.36
250- 500
375.40
5.26
1.17
0.35
500 -750
372.40
5.11
1.16
0.36
750- 1000
394.00
5.12
1.18
0.38
1250- 1500
392.20
5.16
1.18
0.39
1500 -2000
405.00
5.07
1.20
0.36
2000 -2500
481.00
5.13
1.20
0.36
2500 -3000
379.80
4.97
1.20
0.34
Bitkinin vejetatif ve generatif verim parametrelerini etkileyen stoma
geçirgenliği, fotosentez, toplam klorofil gibi parametreler bakımından, mesafeye
bağlı önemli bir değişkenlik tespit edilmemiştir.
Zeytin ağacı yapraklarının mineral madde kapsamları açısından da mesafeye
bağlı önemli bir farklılık veya değişkenliğe rastlanmamıştır. Farklı mesafelere bağlı
olarak alınan zeytin ağacının yapraklarının mineral madde kapsamları
incelendiğinde azot yetersiz, fosfor, potasyum, kalsiyum, magnezyum yeterli,
sodyum toksik seviyenin altında, çinko, mangan ve bakır mikro element düzeyleri
ise yeterli olarak belirlenmiştir (Özkaya ve ark., 2008).
197
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 3. Çalışma alanında farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacı yapraklarına
ait makro ve mikro besin elementi içerikleri (N, P, K, Ca, Mg ve S %;
Na, Fe, Cu, Mn, Zn, B mg /kg)
Mesafe, m
N
P
K
Ca
Mg
Na
S
Fe
Cu
Mn
Zn
B
0-10
1.14 0.15 1.18 0.92 0.24 719.68 0.31 185.83 5.52 24.88 16.08 48.79
10-50
1.16 0.21 1.69 0.94 0.34 728.76 0.31 199.66 5.58 25.19 15.38 45.07
50- 100
1.18 0.26 2.08 0.96 0.42 735.57 0.31 210.03 5.62 25.43 15.21 44.14
100- 250
1.21 0.32 2.60 0.98 0.52 744.65 0.31 223.87 5.68 25.74 14.16 38.57
250- 500
1.21 0.35 2.79 0.98 0.56 748.05 0.31 229.05 5.70 25.86 13.54 35.31
500 -750
1.24 0.41 3.28 1.00 0.65 756.68 0.32 242.19 5.76 26.16 13.23 33.64
750- 1000
1.27 0.50 4.02 1.03 0.80 769.62 0.32 261.90 5.84 26.61 12.58 30.20
1250- 1500
1.30 0.57 4.54 1.05 0.91 778.70 0.32 275.74 5.89 26.92 11.53 24.63
1500 -2000
1.32 0.62 4.99 1.07 1.00 786.65 0.32 287.84 5.94 27.20 11.27 23.23
2000 -2500
1.34 0.69 5.51 1.09 1.10 795.73 0.33 301.67 6.00 27.51 10.22 17.66
2500 -3000
1.35 0.71 5.70 1.09 1.14 799.14 0.33 306.86 6.02 27.63 9.60 14.40
Zeytin ağacı yaprağının ağır metal içerikleri dikkate alındığında aynı durum
söz konusu olup, mesafelerde ise herhangi bir önemli etkiye rastlanılmamıştır.
Farklı mesafelere bağlı olarak zeytin ağaçlarının yetiştirildiği alanlardan alınan
toprak örnekleri üzerinde yapılan analizler sonucunda, toprak örneklerinin pH’sı
nötr ve hafif alkali, tuzsuz, çok fazla kireçli ve organik madde içerikleri ortayeterli-fazla olduğu tespit edilmiştir (Lindsay ve Norvell, 1969; FAO, 1990;
TOVEP, 1991).
Çizelge 4. Çalışma alanında farklı mesafelerde bulunan zeytin ağaçlarına ait ağır
metal içerikleri (Cd, Pb, Ni, Cr, Se ve Mo, mg/kg)
Mesafe, m
Cd
Pb
Ni
Cr
Se
Mo
0-10
0.54
0.33
0.14
0.12
0.13
0.07
10-50
0.49
0.31
0.15
0.12
0.12
0.06
198
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
50- 100
0.42
0.29
0.15
0.13
0.11
0.05
100- 250
0.35
0.27
0.15
0.13
0.10
0.04
250- 500
0.29
0.25
0.15
0.13
0.09
0.04
500 -750
0.21
0.22
0.15
0.13
0.08
0.03
750- 1000
0.14
0.20
0.15
0.13
0.07
0.02
1250- 1500
0.07
0.17
0.15
0.13
0.07
0.01
1500 -2000
0.02
0.15
0.15
0.13
0.06
0.01
2000 -2500
0.07
0.13
0.16
0.13
0.05
0.01
2500 -3000
0.13
0.11
0.16
0.14
0.04
0.02
Çizelge 5. Çalışma alanında farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacı yetiştiriciliği
yapılan alanlara ait üst toprak (0-20 cm) kimyasal analiz sonuçları
Mesafe, m
pH
EC dS/m
Kireç %
OM %
0-10
7.00
0.33
42.70
3.48
10-50
8.00
0.25
28.58
2.66
50- 100
8.00
0.31
24.56
1.42
100- 250
7.00
0.41
8.38
6.20
250- 500
7.00
0.25
65.06
1.82
500 -750
7.50
0.41
71.72
3.32
750- 1000
8.00
0.44
50.66
2.92
1250- 1500
8.00
0.26
64.16
4.04
1500 -2000
8.00
0.26
47.64
3.37
2000 -2500
8.00
0.29
44.38
3.10
2500 -3000
8.00
0.26
39.84
4.48
199
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 6. Farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacına ait fizyolojik parametreler
Mesafe (m)
Stoma
Geçirgenliği
mmol m-2 s-1
Fotosentez
değeri
µmol m-2 s-1
Toplam
Klorofil
İçeriği (OD)
Hücre
geçirgenliği
%
0-10
494.37
10.48
67.27
76.80
10-50
508.94
13.83
69.25
79.06
50- 100
516.65
14.28
70.30
80.26
100- 250
538.12
15.48
73.22
83.60
250- 500
584.33
15.80
77.55
88.54
500 -750
597.70
15.85
79.33
90.57
750- 1000
586.89
17.31
77.89
88.93
1250- 1500
575.72
17.74
76.41
87.24
1500 -2000
579.74
16.86
76.94
87.85
2000 -2500
590.72
18.06
78.40
89.51
2500 -3000
582.67
18.60
77.33
88.29
Çizelge 7. Farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacına ait gelişim parametreleri
Yıllık dallardaki
yaprak sayısı,
adet
Yaprak
uzunluğu, cm
Yaprak
genişliği, cm
Yaprak sapı
uzunluğu,
cm
0-10
388.80
5.19
1.19
0.38
10-50
370.60
5.01
1.19
0.37
50- 100
354.40
5.17
1.19
0.39
100- 250
376.40
5.27
1.18
0.38
250- 500
385.80
5.10
1.18
0.35
500 -750
366.20
5.04
1.19
0.36
Mesafe (m)
200
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
750- 1000
367.00
5.20
1.18
0.35
1250- 1500
379.80
5.22
1.17
0.38
1500 -2000
407.60
5.18
1.17
0.35
2000 -2500
378.60
5.14
1.17
0.35
2500 -3000
379.00
5.10
1.18
0.37
Çizelge 8. Çalışma alanında farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacı yapraklarına
ait makro ve mikro besin elementi içerikleri (N, P, K, Ca, Mg ve S %;
Na, Fe, Cu, Mn, Zn, B mg /kg)
Mesafe, m
N
P
K
Ca
Mg
Na
S
Fe
Cu
Mn
Zn
B
0-10
1.27 0.15 1.16 0.86 0.23 637.48 0.35 166.19 6.71 23.28 15.04 44.16
10-50
1.61 0.22 1.48 1.09 0.29 679.34 0.30 149.47 5.46 23.13 15.13 42.11
50- 100
2.07 0.22 1.55 1.41 0.31 704.21 0.22 145.54 5.00 22.24 16.51 37.35
100- 250
1.80 0.26 1.85 1.22 0.37 752.13 0.22 137.45 5.17 21.90 14.34 40.03
250- 500
1.75 0.25 1.70 1.19 0.34 617.14 0.24 146.65 5.19 24.06 13.96 36.85
500 -750
1.81 0.26 1.71 1.22 0.34 618.58 0.23 144.26 5.33 22.58 14.40 37.03
750- 1000
1.75 0.25 1.86 1.18 0.37 637.71 0.22 138.92 5.04 21.36 13.90 40.36
1250- 1500 1.85 0.25 1.63 1.25 0.32 750.11 0.24 143.52 5.49 23.28 14.69 35.30
1500 -2000 1.89 0.25 1.77 1.28 0.35 759.88 0.23 141.31 4.97 23.13 14.06 33.90
2000 -2500 1.91 0.26 1.98 1.29 0.39 577.36 0.22 142.42 4.76 22.24 10.33 26.85
2500 -3000 1.89 0.26 1.99 1.27 0.39 596.11 0.22 140.58 5.13 21.71 10.81 32.25
201
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 9. Çalışma alanında farklı mesafelerde bulunan zeytin ağaçlarına ait ağır
metal içerikleri (Cd, Pb, Ni, Cr, Se ve Mo, mg/kg)
Mesafe, m
Cd
Pb
Ni
Cr
Se
Mo
0-10
0.50
0.29
0.16
0.12
0.12
0.08
10-50
0.50
0.28
0.13
0.10
0.11
0.07
50- 100
0.50
0.25
0.12
0.08
0.10
0.08
100- 250
0.34
0.26
0.12
0.07
0.10
0.05
250- 500
0.35
0.24
0.12
0.08
0.10
0.05
500 -750
0.38
0.24
0.13
0.08
0.10
0.06
750- 1000
0.37
0.27
0.12
0.07
0.11
0.06
1250- 1500
0.40
0.23
0.13
0.08
0.09
0.06
1500 -2000
0.46
0.22
0.12
0.08
0.09
0.07
2000 -2500
0.46
0.18
0.11
0.08
0.07
0.07
2500 -3000
0.49
0.21
0.12
0.07
0.08
0.07
Çizelge 10. Çalışma alanında farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacı yetiştiriciliği
yapılan alanlara ait üst toprak (0-20 cm) kimyasal analiz sonuçları
Mesafe, m
pH
EC dS/m
Kireç %
OM %
0-10
7.56
0.33
43.60
3.55
10-50
7.98
0.25
29.47
2.74
50- 100
7.89
0.31
24.93
1.44
100- 250
7.28
0.42
8.64
6.39
250- 500
7.62
0.25
64.09
1.79
500 -750
7.38
0.42
73.52
3.40
750- 1000
7.34
0.45
52.00
2.99
202
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
1250- 1500
7.96
0.25
61.92
3.89
1500 -2000
8.12
0.25
46.38
3.28
2000 -2500
7.41
0.30
46.00
3.21
2500 -3000
7.34
0.25
38.14
4.28
Çizelge 11. Farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacına ait fizyolojik parametreler
Mesafe (m)
Stoma
Geçirgenliği
mmol m-2 s-1
Fotosentez
değeri
µmol m-2 s-1
Toplam
Klorofil
İçeriği (OD)
Hücre
geçirgenliği
%
0-10
535.92
22.25
94.44
80.26
10-50
551.71
25.12
88.82
83.60
50- 100
542.70
23.13
90.17
88.54
100- 250
565.25
20.96
93.91
90.57
250- 500
598.70
21.39
95.42
88.83
500 -750
612.40
21.45
96.57
87.41
750- 1000
601.33
23.44
94.83
87.85
1250- 1500
589.88
24.02
93.02
89.51
1500 -2000
594.00
22.83
93.67
88.29
2000 -2500
605.25
24.45
95.45
76.80
2500 -3000
597.00
25.18
94.14
79.06
203
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 12. Farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacına ait gelişim parametreleri
Mesafe (m)
Yıllık dallardaki
yaprak sayısı,
adet
Yaprak
uzunluğu, cm
Yaprak
genişliği, cm
Yaprak sapı
uzunluğu,
cm
0-10
337.60
4.88
1.15
0.28
10-50
316.60
4.91
1.14
0.28
50- 100
302.60
4.90
1.15
0.28
100- 250
268.20
4.76
1.14
0.27
250- 500
294.20
4.89
1.14
0.28
500 -750
321.00
4.80
1.14
0.27
750- 1000
317.60
4.80
1.13
0.25
1250- 1500
311.00
4.84
1.14
0.27
1500 -2000
296.80
4.84
1.15
0.24
2000 -2500
296.00
4.80
1.15
0.27
2500 -3000
316.00
4.78
1.14
0.34
Çizelge 13. Çalışma alanında farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacı yapraklarının
makro ve mikro besin elementi içerikleri (N,P,K,Ca,Mg ve S %;
Na,Fe,Cu,Mn,Zn,B mg /kg)
Mesafe, m
N
P
K
Ca
Mg
Na
S
Fe
Cu
Mn
Zn
B
0-10
1.97 0.22 1.65 1.21 0.35 494.23 0.29 142.71 5.61 22.29 18.05 40.14
10-50
1.88 0.21 1.84 1.37 0.38 526.68 0.25 139.96 5.10 23.25 20.86 38.29
50- 100
2.01 0.21 1.64 1.33 0.31 545.96 0.24 139.22 4.68 23.18 22.27 39.58
100- 250
1.75 0.25 1.85 1.16 0.38 583.11 0.24 131.47 4.83 22.83 21.92 44.58
250- 500
1.70 0.24 1.70 1.13 0.35 478.46 0.26 140.27 4.85 25.08 24.09 41.04
500 -750
1.76 0.25 1.71 1.16 0.35 479.57 0.25 137.98 4.98 23.55 22.62 41.24
204
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
750- 1000
ISSN 2149-147X
1.69 0.24 1.86 1.12 0.38 494.40 0.23 132.88 4.71 22.27 21.39 44.94
1250- 1500 1.79 0.24 1.63 1.18 0.33 581.55 0.26 137.28 5.13 24.27 23.31 39.31
1500 -2000 1.83 0.24 1.77 1.21 0.36 589.12 0.25 135.17 4.64 24.11 24.13 38.99
2000 -2500 1.85 0.25 1.98 1.22 0.40 447.62 0.24 136.22 4.45 23.18 27.72 37.22
2500 -3000 1.83 0.25 1.99 1.20 0.40 462.15 0.24 134.46 4.79 22.63 27.06 44.71
Çizelge 14. Çalışma alanında farklı mesafelerde bulunan zeytin ağaçlarına ait ağır
metal içerikleri (Cd, Pb, Ni, Cr, Se ve Mo, mg/kg)
Mesafe, m
Cd
Pb
Ni
Cr
Se
Mo
0-10
0.43
0.26
0.13
0.10
0.09
0.06
10-50
0.43
0.26
0.13
0.10
0.09
0.06
50- 100
0.43
0.25
0.12
0.08
0.09
0.08
100- 250
0.40
0.27
0.12
0.08
0.10
0.05
250- 500
0.42
0.25
0.12
0.08
0.09
0.05
500 -750
0.46
0.25
0.13
0.08
0.09
0.06
750- 1000
0.44
0.27
0.12
0.07
0.10
0.06
1250- 1500
0.48
0.23
0.13
0.08
0.09
0.06
1500 -2000
0.55
0.23
0.12
0.08
0.08
0.07
2000 -2500
0.56
0.18
0.12
0.08
0.07
0.07
2500 -3000
0.60
0.20
0.12
0.08
0.08
0.07
205
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 15. Çalışma alanında farklı mesafelerde bulunan zeytin ağacı yetiştiriciliği
yapılan alanlara ait üst toprak (0-20 cm) kimyasal analiz sonuçları
Mesafe, m
pH
EC dS/m
Kireç %
OM %
0-10
6.75
0.34
64.96
5.29
10-50
7.50
0.25
40.90
3.81
50- 100
7.30
0.39
32.30
2.29
100- 250
7.35
0.45
11.16
10.11
250- 500
7.30
0.27
77.32
2.91
500 -750
7.58
0.44
78.54
6.06
750- 1000
7.57
0.46
65.68
6.78
1250- 1500
7.52
0.32
83.18
6.85
1500 -2000
7.47
0.34
60.49
5.73
2000 -2500
7.26
0.31
54.88
5.69
2500 -3000
7.11
0.27
51.62
7.60
4. Sonuç ve Öneriler
GELİ Müessesesi açık ocak linyit işletmeciliği amacıyla istimlak edilmesi
düşünülen 1034 da ve 477 da alanlar ile 542 da’lık toprak döküm harmanı olarak
alanlardan kömür çıkarma işlemi yapılan sahaya olan mesafeler dikkate alınarak
ilgili alandaki zeytinliklerde toprak ve yaprak örneklemesi yapılmış, zeytinliklerin
vejetatif gelişme durumları gözlenmiştir. Kömür çıkarma işleminin devam ettiği
alandan istimlak edilmesi düşünülen alanlar ile Yatağan' da toprak döküm harmanı
olarak kullanılan olan 10, 50, 100, 250, 500, 750, 1000, 1500, 2000, 2500, 3000 m
uzaklıktaki zeytin ağaçlarına (Memecik ve Gemlik çeşitleri) ait bazı ölçüm ve
analizler yapılmıştır. Elde edilen bulgular aşağıda sıralanmıştır;
GELİ müessesesi bünyesindeki IR:7200 ruhsat nolu saha içerisindeki zeytin
ağaçlarının vejetatif gelişimlerine açık ocak linyit işletmeciliğinin önemli bir
potansiyel kirletici etkisine rastlanmamıştır. Bitki gelişim durumunu ortaya koyan
stoma geçirgenliği, fotosentez, toplam klorofil, fiziksel özellikler gibi parametreler
bakımından, mesafeye bağlı önemli bir değişkenlik tespit edilmemiştir. Gerek üst
toprak ve gerekse bitki yapraklarında yapılan analizler sonucunda iz element
206
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
değerleri ve diğer kirletici ağır metal ve partikül miktarları normal düzeylerde
bulunmuştur.
GELİ işletmesi bünyesinde ilgili bölgede, döküm harmanı sahası olarak
kullanılan ve üzeri zeytinlik bahçesine dönüştürülen alandaki zeytin ağaçlarının
vejetatif gelişimlerine de açık ocak linyit işletmeciliğinin herhangi bir potansiyel
kirletici etkisine rastlanmamıştır.
Söz konusu alanlarda yapılan bilimsel gözlemlerde, GELİ bünyesinde
faaliyet gösteren açık ocak linyit işletmeciliğinin, çevresinde yeralan zeytin
ağaçlarının generatif gelişimlerine olumsuz etki yaptığına dair herhangi bir bulguya
rastlanmamıştır.
Sonuç olarak, GELİ Müessesesi bünyesinde bulunan Yeşilbağcılar ve Turgut
Beldeleri zeytinlik alanlarında projelendirilen dekapaj ve açık ocak kömür üretim
faaliyetlerinin de, etrafında yer alan zeytinliklerin vejetatif ve generatif
gelişimlerine olumsuz etkisinin olmayacağı sonucuna varılmıştır.
Kaynaklar
Bremner, J.M., 1996. Nitrogen- Total. Methods of Soil Analysis: Part 3. Chemical
Methods, Ed. by Sparks DN, et al., SSSA Book Series, No. 5, Madison, pp.
1085–1121.
Çalışkan, S., 2007. Çorlu ve civarında yetişen bitkilerde ağır metal
konsantrasyonlarının belirlenmesi. Trakya Üniversitesi, Fen Bilimleri
Enstitüsü, Çevre Bilimleri Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Edirne.
Doran, İ., Koca, Y.K., Pekkolay, B., ve Mungan, M., 2008. Derik yöresi
zeytinliklerinin beslenme durumunun tespiti. Akdeniz Üniversitesi Ziraat
Fakültesi Dergisi, 21 (1): 131- 138.
FAO, 1990. Guidelines for soil description. Food and Agriculture Organization of
the United Nations, Rome, 69 pp.
Gee, G.W., and Bauder, J.W., 1986. Particle Size Analysis. Methods of Soil
Analysis, Part 1. Physical and Mineralogical Methods, Agronomy
Monograph, No. 9, 383–411.
Gürel, S., and Başar, H., 2014. Metal status of olive trees grown in southestern
marmara region of Turkey. Communications in Soil Science and Plant
Analysis, 45: 1464- 1479.
Helmke, P.A., and Sparks, D.L., 1996. Lithium, Sodium, Rubidium and Cesium.
Methods of Soil Analysis: Part 3. Chemical Methods, Ed. by Sparks DN, et
al., SSSA Book Series, No. 5, Madison, pp. 551–574.
Jones, J.B., Wolf, B., and Mills, H.A., 1991. Plant Analysis Handbok. MicroMacro Publushing, Inc., USA, 213p.
207
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Karaman, M.R., Turan, M., ve Adiloğlu. A., 2012. GELi müessesesi bünyesinde
faaliyet gösteren açık ocak linyit işletmeciliğinin çevresinde yer alan zeytin
ağaçlarının vejetatif ve generatif gelişimlerine etkilerinin belirlenmesi. TKİ
Genel Müd. Teknik Rapor, Ankara.
Kuo, S,, 1996. Phosphorus. Methods of Soil Analysis: Part 3. Chemical Methods,
Ed. by Sparks DN, et al., SSSA Book Series, No. 5, Madison, pp. 869–919.
Lindsay, W.L., and Norvell, W.A., 1969. Reactions of EDTA complexes of Fe, Zn,
Mn, and Cu with soils. Vol. 33 (1): 86- 91.
Lindsay, W.L., and Norvell, W.A., 1978. Development of a DTPA soil test for
zinc, iron, manganase and copper. Soil Sci. Soc.Am.J. 42: 421- 428.
Loeppert, R,H,, and Suarez, D.L., 1996. Carbonate and Gypsum. Methods of Soil
Analysis: Part 3. Chemical Methods, Ed. by Sparks DN, et al., SSSA Book
Series, No. 5, Madison, pp. 437–474.
Nelson, D.W., and Sommers, L.E., 1996. Total Carbon, Carbon and Organic
Matter. Methods of Soil Analysis: Part 3. Chemical Methods, Ed. by Sparks
DN, et al., SSSA Book Series, No. 5, Madison, pp. 961–1010.
Özkaya, M.T., Ulaş, ve Çakır, E., 2008. Zeytin ağacı ve zeytin yetiştiriciliği.
Eflatun Yayınevi, s. 1- 25, Ankara.
Rhoades, J.D., 1996. Electrical Conductivity and Total Dissolved Solids. Methods
of Soil Analysis: Part 3. Chemical Methods, Ed. by Sparks DN, et al., SSSA
Book Series, No. 5, Madison, pp. 417–435.
Suarez, D.L., 1996. Beryllium, Magnesium, Calcium, Strontium and Barium.
Methods of Soil Analysis: Part 3. Chemical Methods, Ed. by Sparks DN, et
al., SSSA Book Series, No. 5, Madison, pp. 575–601.
Thomas, G.W., 1996. Soil pH and Soil Acidity. Methods of Soil Analysis, Part 3.
Chemical Methods, Ed. by Sparks DN, et al., SSSA Book Series, No. 5,
Madison, pp. 475–490.
TKKY, 2010. Toprak kirliliğinin kontrolü ve noktasal kaynaklı kirlenmiş sahalara
dair yönetmelik. 8 Haziran tarih ve 27605 sayılı Resmi Gazete.
TOVEP, 1991. Türkiye Toprakları Verimlilik Envanteri. T.C. Tarım Orman ve
Köy İşleri Bakanlığı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü.
208
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Doğal İnsektisitler: İki Farklı Bitki Ekstraktının
Yeşil Şeftali Yaprakbiti Myzus persicae Sulzer 1776
(Hemiptera: Aphididae) Üzerine Etkisi
Şahin Kök1 İsmail Kasap1
1
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü,
Çanakkale, Türkiye, e-posta: [email protected]
Özet: Yeşil şeftali yaprakbiti olarak bilinen Myzus persicae meyve, sebze ve
süs bitkileri üzerinde bulunan yaygın bir zararlıdır. Son yıllarda bu zararlı ile
mücadelede birden fazla kimyasal kullanımı zorunlu hale gelmiştir. Yoğun
kimyasal kullanımının çevreye olumsuz etkisinin yanı sıra zararlı, kullanılan
kimyasallara karşı da direnç geliştirebilmektedir. Bu bakımdan zararlılarla
alternatif mücadele yöntemleri önem kazanmaktadır. Zararlılarla mücadelede bitki
ekstraktlarının kullanımı pestisitlere karşı alternatif hale gelmiştir. Bitki
ekstraktlarının doğaya toksik etkisinin olmaması, toprak ve su kirliliğine yol
açmaması ve ürünlerde kalıntı oluşturmaması gibi nedenlerden dolayı son yıllarda
önemi artmıştır. Bu çalışmada Çay ağacı olarak bilinen Melaleuca alternifolia
(Myrtaceae)'dan elde edilen Fungatol ve Gamma-T-ol ekstraktlarının M. persicae
üzerine etkisi yaprak disk daldırma yöntemi kullanılarak belirlenmeye çalışılmıştır.
Denemelerde tatlı sivri biber (Capsicum annuum (Solanaceae))'den elde edilen 5cm
çapında yaprak diskleri kullanılmıştır. Bütün denemeler 5 tekerrür olacak şekilde
gerçekleştirilmiştir. Bitki ekstraktlarının dört farklı konsantrasyonları (Fungatol
%1.25, 1.90, 2.50, 3.50 ve Gamma-T-ol %0.50, 1.00, 1.50, 3.60)'nın M. persicae
üzerine etkisi test edilmiştir. Denemelerde 1, 24, 48 ve 72. saat sonunda meydana
gelen ölüm oranları araştırılmıştır. Bu çalışmaların sonucunda en yüksek ölüm
oranları Fungatol %3.50 ve Gamma-T-ol %3.60 konsantrasyonlarında
gözlenmiştir. Çalışmada 1, 24, 48 ve 72. saat sonunda görülen ölüm oranları
Fungatol %3.50 ve Gamma-T-ol %3.60 konsantrasyonlarında sırasıyla %0.00,
14.00, 44.00, 72.00 ve %0.00, 6.00, 46.00, 80.00 olarak belirlenmiştir.
Anahtar kelimeler: Yeşil şeftali yaprakbiti, Myzus persicae, alternatif mücadele
yöntemi, bitki ekstraktları
Natural Insecticides: Effects of Two Different Plant Extract
on Green Peach Aphid, Myzus Persicae Sulzer 1776
(Hemiptera: Aphididae)
Abstract: Myzus persicae known as Green peach aphid is a common pest
causes damage on fruits, vegetables and ornamental plants. In recent years to
209
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
control this pest, more than one chemical applications must be done. Intensive use
of chemicals has many negative effects on environment. Furthermore, this pest can
gain resistance against chemicals. Considering this situation, alternative control
methods has became important. The use of plant extracts to control pests have been
alternative against pesticides. The importance of plant extracts is increased in
recent years, due to their non toxicity to nature, lack of soil and water pollution and
residue on products. In this study, the effect of Fungatol and Gamma-T-ol extracted
from Melaleuca alternifolia (Myrtaceae) known as Tea tree on Myzus persicae was
determined using leaf dipping method. In experiments, the leaf discs (5cm
diameter) taken from long green pepper (Capsicum annuum (Solanaceae) were
used. All experiments were repeated 5 times. The effect of four concentrations of
the plant extracts (1.25, 1.90, 2.50, 3.50% Fungatol and 0.50, 1.00, 1.50, 3.60%
Gamma-T-ol) were tested. In experiments, the mortalities occured at 1, 24, 48 and
72 hours later were observed. As a result of these studies, the highest mortality was
observed at 3.50% concentration of Fungatol and 3.60% concentration of GammaT-ol. The mortalities of 3.50% and 3.60 % concentration Fungatol and Gamma-Tol at 1, 24, 48 and 72 hours later were determined as 0, 14.00, 44.00, 72.00% and 0,
6.00, 46.00, 80.00%, respectively.
Key words: Green peach aphid, Myzus persicae, Alternative control method, plant
extracts
1. Giriş
Kimyasal uygulamalar dünyada ve ülkemizde kolay ve kısa sürede sonuç
vermesi nedeni ile tarımsal üretimde en fazla kullanılan mücadele yöntemidir.
Tarımda kullanılan kimyasalların kısa ve uzun vadede çevre ve insan sağlığına
ciddi etkileri saptanmıştır. Kimyasalların uzun süreli kullanımı su ve toprak
kirliliğine sebep olmasının yanı sıra bu kirliliğe maruz kalan insanlarda ishal,
çocuk düşürme, hepatit A ve tifo gibi önemli sağlık sorunlarına neden olmaktadır
(Cutler ve Miller, 2005; Grant ve ark., 2012). POPs (Kalıcı Organik Kirleticiler)
grubunda bulunan o,p'-DDT, p,p'-DDE ve p,p'-DDD gibi bileşikler meme kanseri
ile ilgili süreçlerde önemli rol oynamakta ve kanser riskini arttırmaktadır (Pestana
ve ark., 2015). ABD'nin North Carolina ve Iowa bölgelerinde tarımla uğraşan
ailelerin çocukları üzerinde yapılan çalışmada pestisitlere maruz kalmanın
çocuklarda kanser hastalıkları riskini 1,36 kat, lenfoma riskini 2,18 kat ve Hodgkin
Lenfoma riskini ise 2,56 kat arttırdığı belirlenmiştir (Flower ve ark., 2004).
Kimyasal bileşiklere karşı alternatif yöntemlerin başında bitki ekstraktları
gelmektedir. Bitkilerden elde edilen ekstraklarla yapılan ilk mücadele yöntemleri
eski Romalılara kadar uzanmaktadır. Eski Romalılar Helleborus bitkisi ve
zeytinyağını doğal insektisit olarak kullanmışlardır (Smith ve Secoy, 1975). Aynı
şekilde Sabadilla ve tütün 16. yüzyılda insektisit olarak kullanılmıştır (Schmutterer,
1990).
210
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Yaprakbitleri bitki özsuyunu emerek beslenmelerinin yanında yaprak üzerine
salgılamış oldukları tatlımsı maddeler ile fumajine sebep olarak zarar oluştururlar.
Ayrıca bitki virüs hastalıklarını taşıyarak da zarar yapmaktadırlar (Uygun ve ark.,
2010). Myzus persicae meyve, sebze, süs bitkileri gibi birçok bitkinin içerisinde
bulunduğu 40'dan fazla familyaya bağlı bitkiler üzerinde beslenmektedir. Yayılış
alanı çok geniş olup bütün dünyada dağılım göstermektedir (Blackman ve Eastop,
2006).vBu çalışma Çay ağacı olarak da bilinen Melaleuca alternifolia'nın
ekstraktları olan Fungatol ve Gamma-T-ol'ün 40'dan fazla familyaya bağlı bitkide
önemli bir polifag zararlı olan Yeşil Şeftali Yaprakbiti (M. persicae) üzerindeki
insektisit etkisini belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir.
2. Materyal ve Yöntem
Çalışmanın ana materyalini Çay ağacı ekstraktları olan Fungatol ve GammaT-ol uçucu yağları, biber bitkileri üzerinden toplanan Myzus persicae bireyleri,
biber bitkisi (Capsicum annuum) ve çeşitli laboratuvar malzemeleri
oluşturmaktadır. Ekstraktlar, Fungatol %1.25, 1.90, 2.50, 3.50 ve Gamma-T-ol
%0.50, 1.00, 1.50, 3.60 dozlarında olacak şekilde saf su ile hazırlanmıştır.
Denemeler 5 cm çapındaki petrilerde gerçekleştirilmiştir. Petrilerin tabanına
nemlendirilmiş pamuk üzerine kurutma kâğıdı serilmiş ve biber yaprak diskleri
yerleştirilmiştir. İçeride fazla miktarda nem birikmesini engellemek amacıyla petri
kaplarının kapak kısmında delik açılmış ve burası da tül ile kapatılmıştır.
Denemeler 5 tekerrürlü gerçekleştirilmiş olup yaprak diskleri ektraktların farklı
konsantrasyonlarında yaprak daldırma yöntemine göre 5 sn süre ile tutulmuş ve
kuruması için yaklaşık 15 dakika bekletilmiştir. Kontrol gurubunda ise saf su
kullanılmıştır. Kuruduktan sonra petri kaplarına alınan yaprak diskleri üzerine her
petriye 10 adet ergin M. persicae bırakılmıştır. Sayımlar 1, 24, 48 ve 72. saatlerde
yapılmış ve petrilerdeki ölen bireyler kaydedilmiştir.
Denemelerden elde edilen verilerle SAS paket programı kullanılarak
istatistik analiz yapılmıştır (SAS, 1998). Etki Abbot formülüne göre belirlenmiştir
(Abbott, 1925). Elde edilen Abbot değerleri varyans analizine tabi tutulmuş ve her
ekstrakt için uygulanan konsantrasyonlar kendi aralarında karşılaştırılarak
değerlendirilmiştir. Farklı bulunan değerlere Duncan Testi uygulanmıştır.
Denemeler sonucunda elde edilen veriler kullanılarak Polo-PC™ programında
probit analizi yapılmış ve LC50 değerleri belirlenmiştir (LeOra, 1994).
3. Bulgular ve Tartışma
Fungatol ve Gamma-T-ol ekstraktlarının farklı konsantrasyonlarının
kullanıldığı denemelerde en düşük ölüm oranı ekstraktların en düşük
konsantrasyonlarında elde edilirken en yüksek ölüm oranı ise en yüksek
konsantrasyonlarda saptanmıştır. Denemeler sonucunda Fungatol ekstraktında en
211
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
yüksek ölüm oranı %3.50 konsantrasyonunda elde edilirken en düşük ölüm oranı
ise %1.25 konsantrasyonunda elde edilmiştir. Gamma-T-ol ekstraktında en yüksek
ölüm oranı %3.60 konsantrasyonunda tespit edilirken en düşük ölüm oranı ise
%0.50 konsantrasyonunda belirlenmiştir. Her iki ekstraktta da konsantrasyon
yoğunluğu arttıkça ölüm oranlarında da buna paralel olarak artış gözlenmiştir
(Çizelge 1).
Çizelge 1. İki farklı bitki ekstraktının yeşil şeftali yaprakbiti (Myzus persicae)
üzerine etkisi (ortalama±standart hata) ve ölüm oranı (%)
Ekst.
Kons.
(%)
24. Saat
48. Saat
72. Saat
Ölüm
Etki
Ölüm
Etki
Ölüm
Etki
Oranı
(%)
Oranı
(%)
Oranı
(%)
(%)
(%)
(%)
Fungatol 1.25
4
4.00±4.00 a
14
14.00±5.10
a
16
16.00±6.00
1.90
8
8.00±3.74 a
16
16.00±6.00
a
22
22.00±3.74
2.50
8
8.00±5.83 a
22
22.00±4.90 ab
50
44.44±4.97
3.50
14
14.00±6.78 a
44
37.78±9.03 b
72
68.89±10.77
LC50
LC50: 21.874±29.143
LC50: 5.012±1.356
LC50: 2.570±0.165
Gamma- 0.50
0
0.00±0.00 a
4
4.00±2.45
a
10
10.00±3.16
T-ol
1.00
0
0.00±0.00 a
8
8.00±3.74
a
12
12.00±4.90
1.50
0
0.00±0.00 a
32
32.00±3.74 b
56
56.00±5.10
3.60
6
6.00±2.45 b
46
46.00±4.00
c
80
77.78±3.51
LC50
LC50: 0.00±0.00
LC50: 3.352±0.553
LC50: 1.754±0.158
*Aynı sütun içerisinde ayrı harflerle gösterilen ortalamalar arasındaki fark
istatistiki olarak önemli bulunmuştur (P<0.05).
Fungatol ekstraktının uygulandığı denemelerde uygulamadan 1 saat sonra
yapılan sayımlarda ölüm saptanmazken 24 saat sonra yapılan sayımlarda uygulama
dozlarında saptanan ölüm oranları arasındaki fark istatistiki olarak önemsiz
bulunmuştur. Fungatol ekstraktının 48 sonra yapılan sayımlarında ise uygulama
dozları arasındaki fark istatistiki olarak önemli bulunmuştur. Gamma-T-ol
uygulamasından 1 saat sonra yapılan sayımlarda ölüm gözlenmezken 24 ve 48 saat
sonra yapılan sayımlarda elde edilen ölüm oranları arasındaki fark istatistiki olarak
önemli bulunmuştur. Fungatol ve Gamma-T-ol uygulamasından 72 saat sonra
yapılan sayımlarında her iki ekstraktın konsantrasyonları arasındaki fark istatistiki
olarak önemli bulunmuştur (P<0.05) (Şekil 1,2).
212
a
a
b
c
a
a
b
c
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
1.25%
1.90%
2.50%
ISSN 2149-147X
3.50%
100
c
80
60
40
20
b
b
a a a
a
a a
ab
a
a
0
24. Saat
48. Saat
72. Saat
Şekil 1. Fungatol’ün M. persicae üzerine etkisi
0.50%
1.00%
1.50%
3.60%
100
c
80
b
60
c
b
40
20
a a a
b
a a
a a
0
24. Saat
48. Saat
72. Saat
Şekil 2. Gamma-T-ol’ün M. persicae üzerine etkisi
Çay ağacı (Melaleuca alternifolia)'ndan elde edilen Fungatol ve Gamma-Tol ekstraklarının zararlılar üzerindeki insektisit etkilerini belirlemeye yönelik
yapılan çalışmalar oldukça az sayıdadır.
Kök ve ark. (2014), Fungatol ve Gamma-T-ol ekstraktlarının Aphis gossypii
üzerine toksik etkilerini belirlemeye yönelik olarak yaptıkları çalışmada,
ekstraktların %3.50 ve 3.60 konsantrasyonlarının sırasıyla %42 ve 54 ölüm
meydana getirdiğini bildirmişlerdir. Kasap ve Hassan (2014), Fungatol ve GammaT-ol ekstraktlarının %3.50 ve 3.60 konsantrasyonlarının her ikisinin de
Tetranychus urticae üzerinde %94 oranında ölüm meydana getirdiğini
bildirmişlerdir. Iramu (2012), Fungatol, Gamma-T-ol, Fungatol+Neem ve GammaT-ol+Neem ekstraktlarının A. gossypii'ye karşı etkili olduklarını bildirmiştir.
Ayrıca yaprak daldırma yönteminin kullanıldığı bu çalışmada Fungatol+Neem ve
Gamma-T-ol+Neem LC50 değerlerini sırası ile %2.78 ve %0.76 olduğunu tespit
etmiştir. Fakat bu ekstraktların A. gossypii'nin gelişim ve üremesi üzerine bir
etkisinin olmadığını bildirmiştir. Hori (1999), Myzus persicae üzerinde 10 farklı
bitki ekstraktının etkilerini incelediği çalışmada yarpuz ve kekik ekstraktlarının
yüksek toksik etki gösterdiğini bildirmiştir. Pinheiro ve ark. (2013), Cymbopogon
213
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
winterianus'dan elde edilen ekstraktın %1'lik konsantrasyonunun Frankliniella
schultzei ve M. persicae üzerinde sırasıyla %34.3 ve %96.9 ölüm meydana
getirdiğini tespit etmiştir. Ayrıca bu çalışmada M. persicae için LC50 ve LC90
değerlerini %0.36 ve %0.66 olarak bildirmişlerdir.
Tunç ve Şahinkaya (1998), önemli sera zararlılarından olan Tetranychus
cinnabarinus ve A. gossypii üzerine Cuminum cyminum, Pimpinella anisum,
Origanum syriacum var bevanii ve Eucalyptus camaldulensis ekstraktlarının
insektisit etkisini araştırdıkları çalışmada ilk üç ektraktın %0.5'lik
konsantrasyonunun 2-3 günlük uygulama süresi sonunda yaklaşık %99 oranında
etki gösterdiğini bildirmişlerdir. Bu çalışmada elde edilen sonuçlar ile yukarıda
belirtilen çalışmaların sonuçları karşılaştırıldığında Fungatol ve Gamma-T-ol
ekstraktlarının %3.50 ve 3.60 konsantrasyonunun, M. persicae üzerinde etkili
olduğu ve bu zararlının mücadelesinde kullanılabileceği sonucuna varılmıştır.
4. Sonuç
Günümüzde tarımsal mücadelede kullanılan kimyasalların yerine doğaya ve
insan sağlığına daha az zararlı yeni mücadele yöntemlerine ihtiyaç duyulmaktadır.
Tarımda kullanılan kimyasalların hem insan sağlığı hem de çevreye olan olumsuz
etkileri düşünüldüğünde doğal insektisitlerin önemi gün geçtikçe artmaktadır.
Sonuç olarak bu çalışmada Fungatol ve Gamma-T-ol ekstraktlarının Yeşil Şeftali
Yaprakbiti (Myzus persicae)'ne karşı laboratuvar koşullarında yüksek insektisit
etkisi gösterdiği saptanmıştır. Bu ekstraktlardan elde edilen sonuçların doğa
koşullarında yapılacak çalışmalarla desteklenmesinin organik üretim ve entegre
mücadelede doğal insektisitlerin kullanımına katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Kaynaklar
Abbot, W.S., 1925. A method of computing the effectiveness of an insecticide. J.
Econ. Ent., 18 (2): 265-267.
Blackman, R.L. and Eastop, V.F. 2006. Aphids on the World's Herbaceous Plants
and Shrubs. John Wiley & Sons Ltd., Naturel History Museum, London.
1439 p.
Cutler, D.M. and Miller, G. 2005. The role of public health improvements in health
advances: the 20th century united states. Demography, 42(1): 1-22.
Flower, K.B., Hoppin, J.A., Lynch, C.F., Blair, A., Knott, C., Shore, D.L. and
Sandler, D.P., 2004. Cancer risk and parental pesticide application in
children of agricultural health study participants. Environ. Heal. Pers., 112
(5): 631-635.
214
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Grant, S., Saphores, J., Feldman, D., Hamilton, A., Fletcher, T.D., Cook, P.,
Stewardson, M., Sanders, B., Levin, L., Ambrose, R., Deletic, A., Brown, R.,
Jiang, S., Rosso, D., Cooper, W. and Marusic, I., 2012. Taking the “waste”
out of “wastewater” for human water security and ecosystem sustainability.
Science, 337, 681–686.
Hori, M., 1999. Antifeeding, settling inhibitory and toxic activities of labiate
essential oils against the green peach aphid, Myzus persicae (Sulzer)
(Homoptera: Aphididae). Appl. Entomol. Zool., 34 (1): 113-118.
Iramu, E.T., 2012. A critical evaluation of the effects of plant essential oil
formulations against two generalised insect pests of Abelmoschus manihot
(L.) Medik (Family: Malvaceae). School of Agriculture and Food Sciences,
The University of Queensland. PhD Thesis, 198p.
Kasap, I. and Hassan, E., 2014. Effects of two different plant extract on the
twospotted spider mite, Tetranychus urticae Koch (Acari:Tetranychidae).
ICOB7, 19-25 Ekim, Antalya-Turkey. 32p.
Kimbaris, A.C., Papachristos, D.P., Michaelakis, A., Martinou, A.F. and Polissiou,
M.G., 2010. Biocontrol Science and Technology, 20(4): 411-422.
Kök, Ş., Kasap, I. and Hassan, E., 2014. Effects of two different plant extract on
Cotton aphid, Aphis gossypii Glover 1877 (Hemiptera: Aphididae). ICOB7,
19-25 Ekim, Antalya-Turkey. 106p.
LeOra Software, 1994. Polo-PC a User’s Guide to Probit or Logit Analysis, 1119,
Shattuck Avenue, Berkeley, CA, 94707.
Pestana, D., Teixeria, D., Faria, A., Domingues, V., Monteiro, R. and Calhau, C.,
2015. Effects of environmental organochlorine pesticides on human breast
cancer: putative ınvolvement on ınvasive cell ability. Environmental
Toxicology, 30(2): 168-176.
Pinheiro, P.F., de Queiroz ,V.T., Rondelli, V.M., Costa, A.V., Marcelino, T.P. and
Pratissol, D., 2013. Insecticidal activity of citronella grass essential oil
on Frankliniella schultzei and Myzus persicae. Ciênc. agrotec., Lavras,
37(2): 138-144.
SAS Institute, 1998. User’s Manuel version 7.0. SAS, Institute, Cary, N.C.
Schmutterer, H., 1990. Properties and potential of natural pesticides from the
neem tree Azadirachta indica A. Juss. Annu. Rev. Entomol., 35:271-97.
Smith, A.E. and Secoy, D.M., 1975. Use of plants in control of agriculture and
domestic pests. J. Agric. Food Chem., 23: 1050-1051pp.
Tunc, I. and Şahinkaya, Ş., 1998. Sensitivity of two greenhouse pests to vapours of
essential oils. Entomologia Experimentalis et Applicata, 86: 183–187.
Uygun, N. and Ulusoy, M.R., Karaca, İ., Satar, S., 2010. Meyve ve Bağ Zararlıları.
Çukurova Üniversitesi Yayınları, Özyurt Matbaacılık, Adana.
215
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Türkiye’deki Bazı Linyit Yataklarında Gelişen Leonardit
Oluşumlarının İncelenmesi*
Aydın Adiloğlu1, Metin Turan3, Mehmet Rüştü Karaman2
Mümin Dizman3, Hüseyin Yalçın4, Saniye Demir5
Namık Kemal Üniv. Ziraat Fak. Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, Tekirdağ
e-posta: [email protected]
2
Doğal Beslenme ve Sağlıklı Yaşam Bilimsel Araştırmaları Derneği, Ankara
3
Yeditepe Üniversitesi, Müh. ve Mim. Fak. Genetik ve Biyomüh. Bölümü, İstanbul
4
Cumhuriyet Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Jeoloji Müh. Bölümü, Sivas
5
Gaziosmanpaşa Üniv. Ziraat Fak., Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü, Tokat
1
Özet: Bu çalışma, Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu ruhsatlı işletme
alanları içerisinde bulunan linyit yatakları üzerinde gelişen leonardit malzemenin
fiziksel, kimyasal ve mineralojik özellikleri ile organik gübre olarak kullanım
potansiyellerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Araştırmada, Tekirdağ-Saray,
Adana-Tufanbeyli, Konya-Beyşehir, Bursa-Davutlar, Balıkesir-Balya leonardit
yataklarından alınan leonardit örnekleri kullanılmıştır. İncelenen alanlardan alınan
leonardit örneklerinde kimi fiziksel, kimyasal ve minerolojik analizlerle birlikte,
humik asit ve hormonel içerikler belirlenmiştir. Örneklerde ayrıca, humik madde
çözünürlük testleri yapılmış ve ağır metal içerikleri de belirlenmiştir. Araştırma
sonuçlarına göre, incelenen parametreler yönünden maden yatakları arasında
önemli farklılıklar olduğu, humik asit, organik asit, hormon içerikleri, FTIR
spektrumları, besin elementi ve diğer ağır metal içeriklerinin örnekleme alanı ve
jeolojik oluşuma göre önemli düzeyde değiştiği belirlenmiştir.
Anahtar kelimeler: Leonardit, humik madde, amino asit, hormon
*Bu çalışma TKİ Etüt Proje ve Tesis Dairesi Başkanlığınca desteklenmiştir.
Investigation of Developing Lignite Formation at Some
Lignite Lodes in Turkey
Abstract: This research was made for the aim of clarifying the usage
potantial of developing leonardite material as organic fertiliser with the physical,
chemical and mineralogic properties. In this research, the samples that taken from
Tekirdağ-Saray, Adana-Tufanbeyli, Konya-Beyşehir, Bursa-Davutlar, BalıkesirBalya leonardite lodes were used. Humic acide and hormonal contents was
identified with some physical and mineralogic analyses from leonardite samples
216
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
that taken from researched fields. Additionally at the samples, humic material
resolution tests are made and the heavy metal contents were identified. According
to result of the research, at the side of the researched parameters, the important
differences between the ore beds, humic acide, organic acide, the hormone
contents, FTIR spectrums, nutrient element and the other heavy metal contents’s
sampling area and according to geological formation changes in an important level
were identified.
Key words: Leonardite, humic material, amino acide, hormone
1. Giriş
Kömürde meydana gelen en önemli kimyasal değişimlerden birisi tarımın
kara altını olarak isimlendirebileceğimiz leonarditin oluşumudur. Leonardit; düşük
ısıl ve rank değerine sahip, olgunlaşmamış ve yüzeye çok yakın linyit yatakları
üzerinde gelişen ve linyitin yüzey basıncı altında yüksek derecede okside olmuş
özel bir kömür çeşididir (Kalaitzidis, 2003). Linyit havzalarının üst bölgeleri,
geçirdikleri oksitlenme süreci ve humus tortulaşmasına bağlı olarak leonardit
özelliği taşımaktadır (Fong ve ark., 2006). Leonarditi linyitten ayıran en önemli
fark oksijen yüzdesinin fazla olması ve yakıt olarak kullanılma olanağının
bulunmamasıdır (Engin ve Cöcen, 2012).
Leonardit, organik madde kaynağı olarak çok ilginç bir keşfedilme tarihine
sahiptir. 1940 ve 1950’lerde bilim adamları toprak ve bitkilerden doğal olarak
meydana gelen katı hümik asitin yararlarını araştırırken, bazı bilim adamları da
kömür madenciliği endüstrisinde yüksek oksidasyonlu linyitin (Leonardit) hümik
asitçe zengin olduğunu ve bundan dolayı önemli bir ekonomik değere sahip
olduğunu ortaya çıkarmışlardır. Devam eden araştırmalar sonucunda, yerbilimci
Dr. A.G. Leonard, Kuzey Dakota’da yüksek oksidasyona sahip linyit kömürünü
leonardit olarak adlandırmıştır (Odzoba ve ark., 2001). Leonardit adı ABD ve
dünyanın pek çok ülkesinde genellikle kabul edilmekle beraber bazı ülkelerde
Humat, Organik Humat, Humalit veya Humus olarak da adlandırılmaktadır.
Ülkemizde 1990’lı yıllardan beri diğer organik materyallere ilaveten
leonardit kullanımı yaygınlaşmaya başlamıştır. Özellikle tarımsal alanlarda verimi
artıran bir organik gübre olmasından dolayı, organik maddece fakir olan ülkemiz
tarım toprakları için son derece önemli bir tarımsal girdidir. Genellikle ithal
edilerek temin edilen leonarditin ülkemizdeki yataklarında gerekli çalışmaların
yapılarak elde edilmesi daha doğru olacaktır (İlhan, 1993; Karaman ve ark., 2012;
Turan ve ark., 2013; Yürek ve ark., 2013).
Toprakla leonardit arasındaki en önemli fark bitki besin elementleridir.
Leonardit materyali bitki besin elementleri bakımından toprakla kıyaslandığında,
fosfor (P2O5) yönünden yüksek, potasyum (K) bakımından fakirdir, kalsiyum
karbonat içerikleri çok yüksek, toprak reaksiyonları (pH) nötr civarındadır. Mikro
217
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
elementlerden bitki tarafından alınabilir Fe, Mn, Cu, Zn elementleri yeter
düzeydedir. Leonardit materyali bitki gelişimini engelleyecek düzeyde bor
içermemektedir (Erkoç, 2009).
Hümik yüzeyler (Leonardit), peat ve kahverengi kömürde oldukça yüksek
miktarlarda bulunur. Oluşumu milyonlarca yıl öncesi bitki ve hayvan kalıntılarının
sıcaklık, basınç, oksidasyon ve çok özel şartlar gerektirdiğinden doğada nadir
olarak oluşur ve kalitesi bölgeden bölgeye değişir (Demir ve ark., 2013). Yüksek
kalitede bir leonarditte hümik asit içeriği, organik madde miktarı, pH değeri, C/N
oranı, özgül ağırlık ve bazik çözeltide yüksek çözünürlük derecesi önemli
parametreleridir. Yoğunluğu 0.75–0.85 gr/cm3, pH değeri ise 3–5 arasında
değişmektedir. %1 lik KOH, NaOH çözeltilerinde çözünürlüğü yüksek, sudaki
çözünürlüğü ise düşüktür (Olivella ve ark., 2002). Leonardit ile ilgili bilimsel
çalışmalar çok yeni olması nedeniyle teknik olarak çok net bir sınıflandırma
bulunmamaktadır. Bununla birlikte genel olarak; yüksek kaliteli leonarditlerde %
65-85 humik asit, organik madde miktarının minimum %65, pH değerinin 4, C/N
oranının 17, özgül ağırlığın 0.8 gr/cm3 ve bazik solüsyonda yüksek çözünürlük
özelliklerinin bulunduğu bildirilmiştir (Anonim, 2007).
Leonardit, toprak düzenleyicisi olarak doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki
şekilde etki yapar. Toprağın tekstürünü geliştirerek killi toprakların gevşemesini ve
havalanmasını sağlar ve tohum temasını artırır. Agregat stabilitesini artırdığından
dolayı su tutma kapasitesini geliştirir ve yüzey akışını azaltır. Yılmaz ve ark.
(2008), yaptıkları denemede değişik kökene sahip üç adet organik materyalin
(işlenmiş tavuk gübresi, çöp kompostu, leonardit) toprağın agregat büyüklük
dağılımı ve dayanıklılığı üzerine etkilerini araştırmışlardır. Yedi aylık bir
inkübasyon periyodu sonunda elde edilen bulgulara göre, uygulamaların toprağın
agregat büyüklük dağılımı ve dayanıklılığı üzerine etkisi değişik agregat
boyutlarında farklı düzeylerde gerçekleşmiştir. Çalışmada, organik materyallerin
toprağa düzenli uygulanması ile agregat büyüklük dağılımında ve agregat
dayanıklılığında önemli değişimlerin elde edildiğini tespit edilmişlerdir.
Delfine ve ark. (2005), hümik asitin yapraktan uygulanmasının bitki
gelişimine fotosentetik metabolizmaya ve durum buğdayının dane kalitesine olan
etkilerini belirlemek amacıyla, yapraktan hümik asit uygulaması ile dikim,
köklenme ve gövde gelişimi esnasında mineral azot gübrelemesinin ve amonyum
nitrat solusyonu olarak azotun yapraktan uygulamasını karşılaştırmıştırlar. Hümik
asitin yapraktan uygulanması kontrol ve toprağa gübre olarak azot uygulamasına
göre bitki kuru madde miktarında bir artış sağlanmıştır. Bu etki dane verimi ve
dane protein içeriğine denemenin sürdüğü her iki yılda da gözlenmiştir. Sonuç
olarak hümik asitin durum buğdayının bitki gelişimine dane verimine ve kalitesine
ve fotosentetik metabolizmalarını kısmi artırıcı etkileri olduğu belirtilmiştir.
Bu araştırmada Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu’nun (TKİ) ruhsatlı
alanlarından Bursa -Davutlar, Balıkesir-Balya, Adana-Tufanbeyli, Tekirdağ-Saray
218
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
ve Konya-Beyşehir leonardit yataklarından alınan örneklerin bazı, kimyasal,
mineralojik ve hormonal özellikleri incelenmiştir.
2. Materyal ve Yöntem
Bu araştırmada; Türkiye Kömür İşletmeleri’nin ruhsatlı alanlarında bulunan
Bursa -Davutlar, Balıkesir-Balya, Adana-Tufanbeyli, Tekirdağ-Saray ve KonyaBeyşehir kömür sahalarında yer alan leonardit yatakları incelemeye alınmış ve söz
konusu yataklardan leonardit örneklemesi yapılmıştır. Laboratuvara getirilerek
analizlere hazır hale getirilen leonardit örneklerinde; organik karbon (Nelson ve
Sommers 1982), Humik asit (Anonim 1988), pH (McLean, 1982), Katyon Değişim
Kapasitesi (Rhoades, 1982a), Değişebilir katyonlar (Na, K, Ca ve Mg) (Rhoades,
1982), Fosfor (Olsen ve ark., 1954), Elektriksel iletkenlik, (Demiralay, 1993),
alınabilir mikro elementler (Fe, Mn, Zn, Cu) (Lindsay ve Norvell, 1978), yarayışlı
B (AOAC, 2005), toplam N (Bremmer , 1982) analizleri yapılmıştır. Örneklerin
besin element içerikleri nitrik asit-hidrojen peroksit (2:3) asit ile 3 farklı adımda (1.
adım; 145 ºC’de % 75 mikrodalga gücün de 5 dakika, 2. adım; 180 ºC’de % 90
mikrodalga gücünde 10 dakika ve 3. adım 100 ºC’de % 40 mikrodalga gücünde 10
dakika) 40 bar basınca dayanıklı mikrodalga yaş yakma ünitesine tabi tutulduktan
sonra ICP OES spektofotometresinde belirlenmiştir (Mertens, 2005). Örneklerde
indol asetik, giberallik, salisilik ve absisik asitlerin analizleri (HPLC yöntemi)
(Horgan ve Kramers, 1979; Koshimizo ve Iwamura, 1986; Morris ve ark., 1990)
yapılmıştır. Örneklerin serbest amino asit kompozisyonunun belirlenmesinde ise
Aristoy ve Toldra (1991) ve Antoine ve ark. (1999)’da verilen yöntemler esas
alınmıştır. Amino asit tayini phenylisothiocyanate (PITC) ile kolonlarda ayırma
işlemi ile belirlenmiştir. Hormonal analizler için örneklerde ekstraksiyon ve
saflaştırma işlemleri Kuraishi ve ark. (1991) ve Battal ve Tileklioğlu (2001)
metotlarına göre yapılmıştır. Hormon analiz yönteminde yüksek performanslı sıvı
kromatografisi (HPLC) yöntemi kullanılmıştır.
3. Bulgular ve Tartışma
Farklı beş bölgeden alınan leonardit örneklerinde ortalama Uv spektra
sonuçları Çizelge 1’de verilmiştir. Leonardit örneklerinde gözlenen çıkıntıdaki
değişikliklerin nedeni olarak aromatik bileşiklerin konsantrasyonlarındaki
değişiklikler gösterilmiştir. Neticede, bu değişiklikler humifikasyon sürecindeki
farklılığın karakteristik yapısından ileri gelmektedir. Diğer taraftan aynı leonardit
örneklerinin bazı ortalama kimyasal analiz sonuçları ise aşağıdaki Çizelge 1’de
verilmiştir.
219
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 1. Farklı beş ocaktan alınan 30’ar adet leonardit örneğinin ortalama UVspektra sonuçları (n=30).
Örnekleme yeri
365 nm
465 nm
665 nm
E4/E6
Adana-Tufanbeyli
Balıkesir-Balya
Bursa-Davutlar
Konya-Beyşehir
Tekirdağ-Saray
0.452
0.625
0.336
0.233
0.372
0.277
0.284
0.196
0.146
0.232
0.215
0.185
0.199
0.143
0.194
1.29
1.54
0.98
1.02
1.20
Çizelge 2. Farklı beş ocaktan alınan 30’ar adet leonardit örneğinin ortalama
kimyasal analiz sonuçları (n=30).
Nem
Kül
S
U.M.
HA
O.M.
Örnekleme yeri
%
%
%
%
%
%
Adana/Tufanbeyli/Yamanlar
Konya/Beyşehir/Bademli
Bursa/Keles/Davutlar
Tekirdağ/Saray
Balıkesir/Balya/Mancılık
Örnekleme yeri
Adana/Tufanbeyli/Yamanlar
Konya/Beyşehir/Bademli
Bursa/Keles/Davutlar
Tekirdağ/Saray
Balıkesir/Balya/Mancılık
41
48
31
45
5
C
%
28
25
26
16
45-65
pH
2.1
1.1
4.5
1.9
N
%
24
24
20
22
EC
dS/cm
59.50
42.40
27.28
24.45
22.40
KDK
cmol/k
g
36.50
30.39
22.86
17.74
21.34
4.8
4.2
4.6
5.0
4.7
3.25
2.32
1.67
1.43
1.64
1210
1050
1037
985
968
205
184
160
134
152
63.10
52.40
39.42
30.60
36.80
Çizelge 2 incelendiğinde leonardit örneklerinin kimyasal özellikleri arasında
önemli farklılıkların mevcut olduğu görülmektedir. Araştırma sonuçlarına göre en
yüksek HA ve FA içeriklerine Adana-Tufanbeyli ve Konya-Beyşehir yöresi
leonardit örneklerinde rastlanmış, bunu sırasıyla Bursa-Keleş, Tekirdağ-Saray,
Balıkesir-Balya yöreleri takip etmiştir. Leonardit örneklerinin tarımsal potansiyeli
açısından humik-fulvik içerikleri oldukça önemlidir. Nitekim humik maddenin
yapısında yer alan küçük moleküler yapılı fulvik ve humik asitlerin bitki köklerince
daha rahat absorbe edildiği ve mikrobesin elementi yarayışlılığını da artırdığı
bildirilmiştir (Pettit, 2006). Genel olarak; düşük kaliteli (% 35-50 humik asit,
organik madde miktarı minimum %35, pH değeri 6.5, C/N oranı 21, özgül ağırlık
1.4 gr/cm3, bazik solüsyonda düşük çözünürlük), orta kalite (% 50-65 humik asit,
organik madde miktarı minimum %50, pH değeri 5.5, C/N oranı 19, özgül ağırlık
1.2 gr/cm3, bazik solüsyonda orta çözünürlük), yüksek kalite (% 65-85 humik asit,
organik madde miktarı minimum %65, pH değeri 4, C/N oranı 17, özgül ağırlık 0.8
220
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
gr/cm3, bazik solüsyonda yüksek çözünürlük) kalite sınıflaması yapılmıştır
(Anonim, 2007). Buna göre, inceleme yapılan leonardit yataklarının büyük
bölümünün düşük ve orta kalitede olduğu görülmektedir.
Araştırmaya konu olan leonardit örneklerinin ortalama 22 farklı amino asit
belirlenmiş ve örneklerin amino asit içerikleri Çizelge 3’de görülmektedir. Çizelge
3’e göre leonardit örneklerinin amino asit içerikleri bölgelere göre önemli
farklılıklar göstermektedir. Leonardit örneklerinin ortalama organik asit içerikleri
Çizelge 4’ de ve bazı makro ve mikro besin elementi içerikleri ise Çizelge 5’de
verilmiştir. Söz konusu çizelgeler incelendiğinde leonardit örneklerinin organik asit
ve besin elementi içeriklerinin yüksek değerlerde olduğu anlaşılmaktadır.
221
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 3. Farklı beş ocaktan alınan 30’ar adet leonardit örneğinin ortalama amino asit analiz sonuçları (n=30).
Amino asit,
Aspartate Glutamate Asparagine Serine
Glutamine Histidine Glycine Theonine
pmol/ul
Beyşehir
285
2865
102
241
145
2415
26
15
Davutlar
312
3215
214
365
185
2744
25
26
Tufanbeyli
457
4122
512
369
214
3266
38
27
Balya
341
4211
415
341
514
2845
62
35
Saray
541
5241
311
425
352
3166
84
74
Amino asit
pmol/ul
Beyşehir
Davutlar
Tufanbeyli
Balya
Saray
Cystine
Valin
Methionine
Tryptophan
Phenylalanine
İsoluecine
Leucine
178
142
362
285
375
652
542
1026
912
875
245
269
322
301
451
41
57
169
142
178
288
312
325
302
415
17
84
124
102
165
296
341
541
415
235
222
Lysine
514
415
1124
1026
845
Arginine Alanine
Tyrocine
78
81
115
91
110
286
451
415
312
612
1012
915
1865
1754
1241
Hydroxyproline
Sarcosine
Proline
85
241
952
845
415
415
558
844
462
625
202
312
451
352
411
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 4. Farklı beş ocaktan alınan 30’ar adet leonardit örneğinin ortalama organik asit analiz sonuçları (n=30).
Organik asit, ng/ul Oxalic
Propionic
Tartaric
Bütyric
Malonic
Malic
Lactic
Citric
acid
acid
acid
acid
acid
acid
acid
acid
Maleic
acid
Fumaric
acid
Succinic
acid
Beyşehir
Davutlar
Tufanbeyli
Balya
Saray
8415
8865
10241
9241
9877
546
611
687
415
815
13652
12458
12366
11524
13698
6852
5685
7254
7745
6542
5124
4854
5698
5548
5865
1542
1245
1854
1912
1544
7569
7874
8214
6542
7125
1754
1854
1965
2245
1847
1125
1542
1266
1653
1458
14514
13698
15628
14522
15698
5026
5266
7541
7814
6211
Çizelge 5. Farklı beş ocaktan alınan 30 ‘ar adet leonardit örneğinin ortalama besin elementi analiz sonuçları (n=30).
mg/kg
P
K
Ca
Mg
S
Na
B
Fe
Zn
Beyşehir
1425
4152
10251
1254
2214
124.52
65.23
12.53
15.62
Davutlar
1542
5122
10695
1451
2231
154.00
55.42
15.42
20.18
Tufanbeyli
2215
7541
11263
1685
2652
102.36
41.25
26.53
24.55
Balya
1754
5698
9854
1241
1854
186.52
72.36
20.11
21.59
Saray
1263
4155
8411
1152
1415
136.25
41.52
16.85
14.11
223
Cu
21.45
27.51
16.52
14.59
13.29
Mn
36.52
45.62
30.14
41.50
8.65
Mo
4.25
5.41
3.42
5.44
2.41
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Leonardit örneklerinin ortalama hormon analiz sonuçları ise Çizelge
6’da verilmiştir. Analiz edilen dört farklı hormon analiz değerleri
incelendiğinde beş farklı bölgeden alınan leonardit örneklerinin Gibberalik
asit, Salisilik asit, IAA ve Absisik asit değerlerinin bölgelere göre farklılıklar
gösterdiği görülmektedir.
Çizelge 6. Farklı beş ocaktan alınan 30 ‘ar adet leonardit örneğinin ortalama
hormon analiz sonuçları (n=30).
Hormon, ng/ul
Giberallic asit Salisilik asit
IAA
Absisik asit
Beyşehir
11245
8544
412
6.38
Davutlar
12542
9021
454
5.88
Tufanbeyli
14524
9652
587
4.25
Balya
13241
9241
512
5.41
Saray
10856
8451
449
7.36
Çizelge 6’nın incelenmesinden de görülebileceği gibi en yüksek AA
değerleri Beyşehir ve Saray bölgesi leonardit örneklerinde belirlenmiş,
Tufanbeyli yöresi örneklerinde AA değeri düşük çıkmıştır. Buna karşılık en
yüksek GA değeri Tufanbeyli yöresi örnekleri için belirlenmiş, Ilgın yöresi
örneklerinde GA değerleri düşük çıkmıştır. IAA değerleri ise Tufanbeyli ve
Balya yöresi örneklerinde daha yüksek çıkmıştır. Yapılan benzer çalışmalar,
humik asitlerin bitki gelişimi ve verim açısından önemli biyo-stimulantlar
olduğunu ve toprağın fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerinin
geliştirilmesinde önemli etkiye sahip olduklarını ortaya koymuştur (Morris
ve ark., 1990; Keeling ve ark., 2003; Mikkelsen, 2005; Karaman ve ark.,
2012).
4. Sonuç
Humatların organik gübre olarak potansiyellerinin çok iyi bilinmesine
karşılık, farklı leonardit kaynaklarından elde edilen humik maddelerin
özellikleri hakkında halen yeterli bilgi bulunmamaktadır. Potansiyel organik
gübre olarak uygun humat bileşiklerinin geliştirilmesi ve bu amaçla farklı
leonardit kaynaklarının incelenmesi, besin elementlerinin bitkilere
yarayışlılığını artırma ya da toksisitesini önlemede önemli katkılar
sağlayacaktır.
224
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Araştırma sonuçları, incelenen leonardit örneklerinin amino asit,
hormon ve kimi bitki besin elementlerince önemli bir potansiyel
oluşturduğunu ortaya koymuştur. Nitekim incelenen özelliklerden amino
asitler, hormonlar ile makro (N, P, K, Ca, Mg, S) ve mikro (Fe, Cu, Zn, Mn,
Mo, B) besin elementleri, sağlıklı bitki beslenmesi ve bitki gelişimi
açısından önemli özelliklerdir. Söz konusu özellikler, ekonomik maliyet
açısından da organik gübre olarak önemli avantajlar sağlayıcı niteliktedir.
Bununla birlikte elde edilen bulgular, farklı kaynaklarda yer alan leonardit
yataklarından elde edilen örneklerde belirlenen özelliklerin önemli düzeyde
değişkenlik gösterdiğini ortaya koymuştur. Nitekim sonuçlar toplu olarak
değerlendirildiğinde, genel olarak en yüksek HA ve FA açısından AdanaTufanbeyli ve Konya-Beyşehir yöresi leonardit örneklerinde incelenen
özelliklerin daha zengin olduğu, bunu sırasıyla Bursa-Keleş, Tekirdağ-Saray,
Balıkesir-Balya yörelerinin takip ettiği görülmektedir. Bu durum, organik
gübre ve humik madde kaynağı olarak değerlendirilecek leonardit
yataklarının yeterince incelenerek, en uygun kaynaklardan elde edilecek
leonardit materyallerin humik madde kaynağı olarak değerlendirilmesi
gerektiğini ortaya koymaktadır.
Kaynaklar
Anonim, 1988. Kahverengi Kömürler ve Linyitler- Humik Asitlerin Tayini.
TSE Türk Standardı. TS. 5869 ISO 5073.
Anonim, 2007. http://www.phelpstek.com/clients/humic_acid.html.2007.
Antoine, F.R., Wei, C.I., Littell, R.C. and Marshall, M.R. 1999. HPLC
method for analysis of free ami-no acids in fish using ophthaldialdehyde precolumn derivatization. J. Agr. Food Chem. 47:
5100-5107.
Aristoy, M.C. and Toldra, F. 1991. Deproteinization techniques for HPLC
amino acid analy-sis in fresh pork muscle and dry-cured ham. J. Agr.
Food Chem. 39: 1792-1795.
Battal, P. and Tileklioğlu, B. 2001. The effects of different mineral nutrients
on the levels of cytokinins in Maize. Turkish J. of Botany, 25: 123130.
Bremner, M. 1982. Total Nitrogen. In: Page, A.L, Miller, R.H. and Keeney,
D.R. (Eds), Methods of Soil Analysis, Part 2. ASSSA Madison, WI,
pp.595-624.
Delfine, S., Tognetti, R., Desiderio, E. and Alvino, A. 2005. Effect of foliar
application of N and humic acids on growth and yield of wheat.
Agron. Sustain. Dev. 25: 183- 191.
225
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Demir, C., Çamdibi, A., Yetkiner, S., Demirel, O., Turan, M. and Karaman,
M.R. 2013. Application of Humic Acid Analysis Methods to Turkish
Leonardites and Their Comparison. Soil-Water Journal, Vol 2,
Number 2 (1): 447-456.
Demiralay, İ. 1993. Toprağın Fiziksel Analizleri. Atatürk Üni. Ziraat Fak.
Yayınları No: 143, Erzurum.
Engin, V.T. ve Cöcen, E.İ. 2012. Leonardit ve Humik Maddeler. MT
Bilimsel, 7-2012, Temmuz Sayısı.
Erkoç, İ. 2009. Sera şartlarında domates yetiştiriciliğinde kükürt ve leonardit
uygulamalarının fosfor yarayışlılığına etkileri. Yüksek Lisans Tezi.
Çukurova Üniv. Fen Bil. Enst., Bahçe Bitkileri ABD, Adana, 10-13 s.
Fong, S.S., Seng, L., Chan, W.N., Asing, J., Nor, M.F.B.M. and Pauzan
A.S.B.M. 2006. Characterization of the coal derived humic acids from
mukah, sarawak as soil conditioner. J. Braz. Chem. Soc., 17 (3): 582587.
Horgan, R., and Kramers, M.R. 1979. High performance liquid
chromatogaphy of cytokinins. Journal of Chromatopraphy. 173: 263270.
İlhan, E. 1993. Türkiye Linyit Yataklarının Jeolojisi Hakkında. MTA Genel
Müdürlüğü Yayını.
Kalaitzidis, S., Papazisimou, S., Giannouli, A., Bouzinos, A. and Christanis,
K. 2003. Prelimnary comparative analyses of two Greek leonardites.
Science Direct. Fuel 82: 859-861.
Karaman, M.R., Turan, M., Tutar, A., Dizman, M. and Şahin, S. 2012.
Possible Usage of Leonardite Ore Based on Humate Sources as a
Potential Organic Fertilizer - Functions of Natural Organic Matter in
Changing Environment. Springer Publication, pp 598-601, ISBN 9787-308-10271-1, China.
Karaman, M.R., Turan, M., Tutar, A. ve Dizman, M. 2012. Bitkisel
Üretimde Humik Madde ve Mikrobesin Elementi Yarayışlılığı
İlişkileri. SAÜ Fen Edebiyat Dergisi, 14(1): 165-175.
Keeling, A.A., McCallum, K.R. and Beckwith, C.P. 2003. Crop and
Environment Research Centre, Harper Adams University College,
Newport, Shropshire, UK, Bioresource Tech., 90(2): 127-137.
Kuraishi, S., Tasaki, K., Sakurai, N. and Sadatoku, K. 1991. Changes in
levels of cytokinins in etiolated squash seedlings after illumination.
Plant Cell Physiol. 32: 585-591.
Lindsay, W.L. and Norvell, W.A. 1978. Development of a DTPA soil test
for zinc, iron, manganase and copper. Soil Sci. Soc. Am. J., 42: 421428.
226
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Mclean, E.O. 1982. Soil pH and Lime Requirement. Methods of Soil
Analysis Part2. Chemical and Microbiological Properties Second
Edition. Agronamy. No: 9 Part 2 . Edition P: 199-224.
Mertens, D. 2005. AOAC Official Method 975.03. Metal in Plants and Pet
Foods. Official Methods of Analysis, 18th ed. Horwitz, W. and G.W.
Latimer, (Eds). Chapter 3, pp 3-4, Gaitherburg, Maryland 208772417, USA.
Mikkelsen, R.L. 2005. Humic materials for agriculture Davis California,
USA. Better Crops with Plant Food. 89(3): 6-7.
Morris, J.W., Doumas, P., Morris, R.O., and Zaer, J.B. 1990. Cytokinins in
vegetative and reproductive buds of Pseudotsuga menziesii. Plant
Physiol. 9: 67-71.
Nelson, R.E. and Sommers, L.E. 1982. Total Carbon, Organic Carbon and
Organic Matter. Methods of Soil Analysis. Part 2. Chemical and
Microbiological Properties. 2nd Edition. Agr. No: 9. 539-579, 1159 p,
Madison, Wisconsin USA.
Odzoba, D.M., Blyth, J.B., Engler, R.F., Dinel, H. and Schnitzer, M. 2001.
Leonardite and humified organic matter. In Ghabbour E.A. Davies G.
(eds.) Humic Substances: Structures Models and Functions. Royal
Society of Chemistry 388 pp.
Olsen, S.R., Cole, V., Watanabe, F.S. and Dean, L.A. 1954. Estimation of
available phosphorus in soils by extraction with sodiumbicarbonate,
Agricultural Handbook, US. Soil Department 939, Washington. D.C.
Rhoades, J.D. 1982. Cation Exchange Capacity. Methods of Soil Analysis
Part 2. Chemical and Microbiological Properties. Agr. No: 9, 2nd Ed.,
pp. 149-157, USA.
Turan, M., Ağar, G., Arslan, E., Güllüce, M., Taşcı, S., Şahin, F. and
Karaman, M.R. 2013. Determination of Protective Role of Humic
Acids against Cadmium Stress Induced DNA Damage in Vicia faba L.
Soil-Water Journal, 2(1): 495-500.
Yürek, Ş., Çamdibi, A., Aktaş, M., Uzınpınar, B., Karaman, M.R., Turan, M.
and Walia, D. 2013. Recovery of Biogas and Humic Acid Derivatives
from Turkish Lignite through Biotechnological Methods. Soil-Water
Journal, 2 (1): 257-264.
227
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Makarnalık Buğday Islah Materyalinin Kuru
Koşullardaki Kalite Performanslarının
Değerlendirilmesi
Seydi Aydoğan, Aysun Göçmen Akçacık, Mehmet Şahin
Sümerya Hamzaoğlu, Berat Demir, Musa Türköz
Bahri Dağdaş Uluslararası Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü,
Konya, e-posta adresi: [email protected]
1
Özet: Bu çalışma, 2010-2014 yıllarında kuru koşullarda ön verim,
verim ve bölge verim kademelerindeki makarnalık buğday ıslah
materyallerinin, farklı çevrelerdeki kalite özelliklerinin belirlenmesi
veseleksiyon kriteri olarak değerlendirilmesi amacıyla tesadüf blokları
deneme desenine göre 2 tekerrürlüolarakyürütülmüştür. Bazı kalite
özellikleri (bin tane ağırlığı, hektolitre ağırlığı, protein oranı, SDS
sedimantasyon, b renk değeri, reolojik özelliklerden miksograf
parametreleri) incelenmiştir. Ön verim denemesinde 156,
verim
denemesinde 90 ve bölge verim denemesinde 90 genotipte kalite analizleri
yapılmıştır. Verim, kalite ve hastalığa tolerans yönüyle seçilen 166 ıslah
materyali bir üst kademeye aktarılmıştır. Bu çalışmanın sonuçlarına göre
yıllar ve çevre şartlarının kalite parametreleri üzerine etkili olduğu tespit
edilmiştir.
Anahtar kelimeler: Makarnalık buğday, ıslah, genotip, kalite özellikleri
Evaluation of Quality Performance of Durum Wheat
Breeding Material in Rainfed Conditions
Abstract: This study was conducted to determine and evaluate the
selection criteria quality traits of durum wheatof the breeding materials in
pre-yield, yield and advanced yield trialin rainfed conditions at different
locations in the 2010-2014 and according to randomized block designed with
two replications. Some quality characteristics (thousandgrainweight, test
weight, protein content, SDS sedimentation, b colorvalues of the rheological
properties of mixograph parameters were investigated. Quality analyzes
were performed on 156 genotypes of preliminary yield trials, 90 genotypes
of yield trials and 90 genotypes of advanced yield trial. Aspect of yield,
quality and disease to lerance selected 166 breeding material was transferred
228
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
to a higher level. According to the results of this study, it was determined
that the year and environment condition sare effective on th equality traits
Keywords: Durum wheat, breeding, genotype, qualitytraits.
1. Giriş
Temel besin maddesi olan buğday, Dünya’da ve Türkiye’de en fazla
yetiştirilen kültür bitkisidir. Buğday ülkemizaçısından çok önemli ve
stratejik bir bitki olup, birçok ülkenin temel kalori, protein ve mineral
kaynağı durumundadır. Türkiye’de günlük enerji gereksiniminin ortalama %
40’ı sadece buğdaydan karşılanmaktadır. Makarnalık buğdaylar tetraploid
(2n=4x=28, AABB) bitkiler olup, kalite özellikleri ve kullanım alanları
bakımından hekzaploid (2n=6x=42, AABBDD) T. aestivum ve T.
compactum buğdaylarından çok farklı ve özel bir konuma sahiptir. Avrupa
ve Kuzey Amerika ülkelerinde makarnalık buğdayların ana kullanım şekli
makarna olup,bu amaca yönelik üretim yapılmaktadır. Bunun yanında
Türkiye, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerini içeren diğer bölgelerde
makarna üretimi yanında bulgur, kuskus ve değişik ekmek çeşitlerinin
üretiminde de kullanılmaktadır(Liu ve ark., 1996).
Geniş tüketim yelpazesi ve ürün çeşitliliği ile vazgeçilmez
besinlerden olan makarnalık buğday, beslenme alışkanlıkları ve çevre şartları
değişse bile temel besin maddesi olma özelliğini muhafaza etmektedir.
Makarnalık buğdaydan elde edilen son ürünün kalitesi tanenin fiziksel
özellikleri ve kimyasal bileşimi ile doğrudan ilgilidir. Bu kalite
kriterlerinden en önemlileri ise protein miktarı, gluten kuvveti, pigment
miktarı ve oksidatif enzim aktiviteleridir. Bu kriterler kaliteli bir makarnada
istenen pişme kalitesini ve sarı parlak rengi tayin eden başlıca
özelliklerdir(Sönmezoğlu, 2010). Makarna, durum buğdayı irmiğinden
üretilen ve kolay hazırlanabilen, sağlıklı ve besleyici bir gıda maddesidir.
Yüksek oranda protein ve B vitamini içerir. Makarna üretiminde, camsılığı
%50’nin üzerinde, proteini tercihen %13.5-14.0 arasında, sarı pigmenti 5-7
ppm civarında bulunan, lipoksidaz aktivitesi düşük ve irmik verimi yüksek
(%65) olan makarnalık buğdaylar tercih edilir. Kaliteli makarna üretimi için;
bin tane ve hektolitre ağırlıkları yüksek, kızışmış, çimlenmiş, buruşuk ve
kırık tane oranları düşük olan teknolojik kalitesi yüksek durum
buğdaylarından elde edilen irmik kullanılmalıdır.Makarnalık buğdaydan elde
edilen önemli bir diğer besin maddesi olan bulgur, makarnalık buğday
tanelerinin, haşlanıp kurutulmasından sonra öğütülerek hazırlanan yarı hazır
bir gıda maddesidir.
229
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Buğdaya dayalı tüm sanayi kollarında olduğu gibi, bu sektörün de en
büyük problemi kaliteli ve yeterli hammadde teminidir. Kaliteli bulgur
üretimi için, protein ve sarı pigmentçe zengin, lipoksigenaz enzim aktivitesi
düşük sert buğdaylar kullanılmalıdır. Homojen yapıya sahip, yabancı madde
miktarı düşük, hastalıksız sert buğdayın üretiminin artırılması gerekmektedir
(Anon. 2011).Dünya’da olduğu gibi ülkemizde de sanayicimizin ihtiyacının
karşılanmasında üstün nitelikli, kaliteli yeni buğday çeşitlerinin
geliştirilmesinin önemi büyüktür.
2. Materyal ve Yöntem
Bu çalışma 2010-2014 yılları arasında Konya-merkez ve Çumra
lokasyonunda tesadüf blokları deneme desenine göre 4 tekerrürlü olarak
yürütülmüştür. Laboratuvar çalışmaları 2 tekerrürlü olarak yapılmış
oluplokasyon ortalama değerleri alınmıştır. Araştırmada genotiplerin bazı
kalite özellikleri (bin tane ağırlığı, hektolitre ağırlığı, protein oranı, SDS
sedimantasyon değeri ve irmik rengi (b) değerimiksograf parametreleri)
incelenmiştir. Laboratuvarda analize tabi tutulan buğday örnekleri, AACC
metod 26-95’e göre (% 14.5 rutubet olacak şekilde) tavlanarak, AACC
metod 26-50’ye göre BrabenderJunior değirmende öğütülmüştür. Protein
oranı AOAC 992.23 (Anonymous, 2009), SDS sedimantasyon AACC 5670’ya göre (Anon. 2000), renk (b) analizi Hunterlab marka Mini
ScanXEplus isimli cihazla yapılmıştır (Anon. 1996). Miksograf analizleri
AACC 54-40A metoduna göre, 35 g’lıkMiksograf cihazı (National Mfg.Co.
Lincoln. NE) ile (Anon.2000),bin tane ağırlığı (g) ve hektolitre ağırlığı
(kg/100lt) ise Williams ve ark. (1988) metoduna göre yapılmıştır.
3. Bulgular ve Tartışma
Kuru makarnalık buğday ön verim, verimvebölge verim
denemelerindeyeralan 336 materyalde yapılan kalite analizlerinin lokasyon
ortalama değerlerine göre bintane ağırlığının 37.30-40.12 g arasında
değiştiği, çalışmanın dört yıllık ortalama değerleri bakımından en yüksek
bintane ağırlığının makarnalık verim kademesindeki materyalden elde
edildiği tespit edilmiştir(Çizelge 1).Islah materyalinin protein oranı deneme
aralığı %13.36-14.01 arasında değişmiş, dört yıllık ortalama değerlere göre
en yüksek protein oranının makarnalık bölge verim kademesindeki
materyalden elde edildiği tespit edilmiştir(Çizelge 3).
230
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 1. 2010-2014 yılları arasında kurumakarnalık ön verim denemesindeki
156 genotipin kalite özelliklerinin ortalama değerleri
Bin tane
2010-2011
Ağr.
Protein
SDS
Renk
KMÖVD
(g)
Oranı (%)
(ml)
(b)
Seçilen Hatlar Ort.
37.64
15.20
17.96
22.36
Standartlar Ort.
35.81
14.38
17.83
21.98
Genel Ortalama
35.51
14.91
20.23
21.94
2011-2012 KMÖVD
Seçilen HatlarOrt.
37.27
15.01
26.38
20.43
Standartlar Ort.
37.92
15.24
27.60
20.67
Genel Ortalama
37.40
14.94
25.50
20.30
2012-2013 KMÖVD
Seçilen Hatlar Ort.
43.95
11.26
16.78
19.45
Standartlar Ort.
43.17
12.21
16.42
21.12
Genel Ortalama
43.29
10.91
15.31
18.71
2013-2014 KMÖVD
Seçilen Hatlar Ort.
37.87
13.77
22.03
21.36
Standartlar Ort.
35.41
13.83
24.30
20.47
Genel Ortalama
36.93
13.82
21.21
21.33
2010-2014 Genel Ortalama
Seçilen Hatlar Ort.
39.18
13.81
20.79
20.90
Standartlar Ort.
38.08
13.92
21.54
21.06
Genel Ortalama
38.28
13.65
20.56
20.57
KMÖVD: Kuru Makarnalık Ön Verim Denemesi
Çizelge 2. 2010-2014 yılları arasında kurumakarnalık verim denemesindeki
90 genotipin kalite özelliklerinin ortalama değerleri
2010-2011
Bin tane HektolitreAğr. Protein
SDS
Renk
KMVD
Ağr.(g)
(kg/lt)
Oranı %)
(ml)
(b)
Seçilen
HatlarOrt.
36.41
77.50
14.24
19.07
22.68
Standartlar Ort.
33.34
76.45
15.43
19.40
23.26
Genel Ortalama
34.90
77.10
14.58
20.80
22.60
2011-2012 KMVD
Seçilen
HatlarOrt.
39.40
75.78
13.41
23.79
23.22
Standartlar Ort.
40.15
75.32
13.61
29.33
23.46
Genel Ortalama
39.55
75.69
13.44
24.90
23.27
231
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
2012-2013 KMVD
Seçilen Hatlar
Ort.
43.30
79.10
Standartlar Ort.
41.40
77.50
Genel Ortalama
42.47
78.30
2013-2014 KMVD
Seçilen
HatlarOrt.
41.38
75.39
Standartlar Ort.
39.89
74.58
Genel Ortalama
40.80
75.40
2010-2014 Genel Ortalama
Seçilen
HatlarOrt.
40.12
76.94
Standartlar Ort.
38.70
75.96
Genel Ortalama
39.43
76.62
KMVD: Kuru Makarnalık Verim Denemesi
ISSN 2149-147X
12.34
12.75
12.32
15.00
16.80
14.72
21.05
21.95
20.73
13.44
13.71
13.58
25.50
21.80
21.20
20.79
21.87
21.10
13.36
13.88
13.48
20.84
21.83
20.41
21.94
22.64
21.93
Çizelge 3. 2010-2014 yılları arasında kuru makarnalık bölge verim denemesindeki 90 genotipinkalite özelliklerinin ortalama değerleri
2010-2011
Bin tane
Hektolitre
Protein
SDS
Renk
KMBVD
Ağr.(g)
Ağr. (kg/lt) Oranı (%)
(ml)
(b)
Seçilen Hatlar
Ort.
34.61
78.61
14.39
22.22
23.02
Standartlar Ort.
33.12
76.16
15.28
22.90
21.79
Genel Ortalama
34.25
77.00
14.71
26.94
21.96
2011-2012 KMBVD
Seçilen Hatlar
Ort.
40.08
75.64
13.69
23.09
21.95
Standartlar Ort.
39.83
73.90
13.77
26.25
22.14
Genel Ortalama
40.03
75.30
13.70
23.70
21.98
2012-2013 KMBVD
Seçilen
HatlarOrt.
36.04
75.44
13.57
21.80
22.56
Standartlar Ort.
35.15
75.02
13.31
17.13
23.68
Genel Ortalama
35.7
75.49
13.54
18.63
22.73
2013-2014 KMBVD
Seçilen
HatlarOrt.
40.14
76.25
13.26
23.28
21.42
Standartlar Ort.
41.11
75.65
13.69
19.50
23.06
Genel
40.40
76.25
14.00
20.90
21.93
232
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
Ortalaması
2010-2014 Genel Ortalama
Seçilen
HatlarOrt.
37.72
76.49
13.73
Standartlar Ort.
37.30
75.18
14.01
Genel Ortalama
37.60
76.01
13.99
KMBVD: Kuru Makarnalık Bölge Verim Denemesi
ISSN 2149-147X
22.60
21.45
22.54
22.24
22.66
22.15
Çizelge 4. 2013-2014 yılı kuru makarnalık bölge verim denemesindeki 25
genotipin miksograf parametrelerinin ortalama değerleri
Mik. Mik. Mik.Yu Mik.
Mik.
Mik. Pik
Hat/Çe
G.
Pik
m.
Pik
Top.
Miksograms
Alanı(N
şit
Sür.(d Yük.( Değeri( G.(
Alanı(N kala (1-8)
m)
k)
%)
%)
%)
m)
1
1.50 75.94 26.74 4.02 69.09
359.61
7
4
1.54 67.71 30.37 2.99 54.69
295.56
5
6
1.23 61.14 19.17 2.50 38.20
276.33
4
7
2.06 54.74 16.85 5.15 89.59
249.93
6
9
2.28 27.03
4.54
1.30 40.11
254.04
5
19.6
12
2.89 82.55 15.35
180.22 423.80
8
7
18
1.94 32.60
3.93
1.73 36.23
185.82
4
23
2.39 75.31 27.76 4.29 91.60
356.82
7
11.8
24
3.23 68.87 11.07
120.21 362.39
8
7
Kızılta
1.28 58.91 25.10 2.22 38.94
264.21
5
n-91
Ç-1252 1.28 54.88 19.15 2.37 45.06
252.52
4
Eminb
2.59 67.72 14.04 6.38 87.14
358.24
7
ey
Kundur
1.19 54.09 21.84 2.05 36.55
245.91
4
u-1149
Altın2.54 48.39 14.48 2.28 52.12
236.47
4
98
Genel
1.78 55.47 17.24
4
57
269.72
Ortalama
Mik. G. Sür; Miksograf gelişme süresi, Mik. Pik. Yük; Miksografpik
yüksekliği, Mik. Pik G; Miksograf pik genişliği, Mik. Pik Alanı; Miksograf
pik alanı, Mik. Top. alan; Miksograftoplam alan
233
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Makarnalık buğday için önemli olan diğer bir analiz ise SDS
sedimantasyon testidir. SDS sedimantasyon değerinin yüksek olması gluten
kalitesinin iyi olduğununbir işareti olup makarna sanayisi ve bulgur
sanayisinde arzu edilen bir durumdur. Materyalin SDS sedimantasyon
deneme aralığı 20.41-22.60 ml arasında değişmiş, çalışmanın dört yıllık
ortalama değerlerine göre en yüksek SDS sedimantasyon değeri makarnalık
bölge verim kademesindeki materyalden elde edilmiştir(Çizelge 3). Makarna
sanayisinde önemli bir diğer kalite analizi b renk değeridir. Renk (b)
değerinin yüksek olması materyalin pigment değerinin yüksek olması ve
kehribar renk alması demektir. Renk (b) değeri20.57-22.16 arasında
değişmiş, dört yıllık ortalama renk değerlerine göreen yüksek brenk
değerimakarnalık bölge verim kademesinde tespit edilmiştir(Çizelge
3).Hektolitre ağırlığı, makarnalık buğdaylarda irmik verimi ve dane
homojenliği bakımından önemlidir. Denemede hektolitre ağırlığı değerleri
75.10-76.94 kg/lt arasında değişmiş, çalışmanın dört yıllık ortalama
değerlerine göre en yüksek hektolitre ağırlığı makarnalık verim
kademesindeki materyalde tespit edilmiştir (Çizelge 2).
Makarnalık buğdayınhammadde olarak kullanıldığı sektörün
isteklerine göre ıslah kuruluşları yeni makarnalık buğdayçeşitleri
geliştirmektedirler. Ekmeklik buğdayda un sanayicisi için önemli olan hamur
özellikleri makarnalık buğdaylarda da önemli bir hal almıştır. Makarnalık
buğdaylarda hamur kalitesi yani gluten kuvvetinin yüksek olması
makarnanın pişmesi sırasında organik maddelerin suya karışma miktarını
azaltacaktır. Bilgisayarlı miksograf cihazının az örnekle çalışması ve analiz
süresinin kısa olması nedeniyle buğday ıslahında kullanılması, buğday
genotiplerinin kalite yönü ile değerlendirilmelerinde büyük kolaylık
sağlamaktadır(Şahin ve ark.2011). 2013-2014 yılında kuru makarnalık bölge
verim denemesinde yer alan materyalin hamur özellikleri miksograf cihazı
ile incelenmiştir. Miksograf gelişme süresi 1.28-3.23 dk.arasındadeğişmiş,
en yüksek değer 12 ve 24 numaralı hatlardan elde edilmiştir. Miksograf
gelişme süresinin uzun olması hamurun yoğrulma süresinin uzun olduğunu
göstermektedir.
Aydoğan ve ark. (2014), makarnalık buğdayda miksograf
parametrelerini inceledikleri bir çalışmada gelişme süresinin sulu koşullarda
1.69-3.45 dk., kuru koşullarda ise 1.37-2.37 dk. arasında değiştiğini
belirlemişlerdir. Materyalin miksograf pik yüksekliği
% 27.3382.55arasında değişmiştir. 12 ve 23 numaralı hatlar yüksek değer vermiş
olup protein kalitelerinin iyi olduğu söylenebilir. Miksograf yumuşama
değerinin düşük olması istenmektedir.
234
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Düşük yumuşama materyalin analiz süresince, yoğrulma esnasında
hamurun mukavemetini koruduğu anlamına gelmektedir. İncelenen
materyalin yumuşama değeri % 4.54-30.37 dk.arasında değişmiş, en düşük
değer 9 numaralıgenotipten elde edilmiştir. Diğer bir hamur özelliği
isemiksografpik genişliği olup analiz süresince hamurun oluşturduğu alan
olarak tanımlanır.Y üksek olması materyalin gluten mukavemetinin iyi
olduğunu göstermektedir. Pik genişliği değerleri % 1.30-19.67 arasında
değişmiştir. Miksograf pik alanı deneme aralığı36.23-180.22 Nm arasında
değişmiş, 12 numaralı hattın en yüksek değeri verdiği tespit edilmiştir.
Toplam alan değeri deneme aralığı ise 185.82-423.80 Nm arasında değişmiş,
en yüksek değer 12 numaralı hattan elde edilmiştir. Tüm miksograf
parametreleri değerlendirildiğinde 12 numaralı hattın en yüksek
skaladeğerini verdiği tespit edilmiştir(Çizelge 4).
4. Sonuç
Makarna kalitesine önemverens anayiciler, proteinmiktarı yüksek,
protein kalitesiiyi, renk bakımından yeterlive pişme kalitesi uygun
makarnalık buğday çeşi t l e r i i s t e m e k t e d i r . Hammadde kalitesi
makarna kalitesi için temel oluşturmaktadır. Kalitekantitatifbir özellik
olduğu için birçok faktör etkilidir, bu nedenle kalite ıslahı kompleks bir
çalışmadır. Makarnalık buğdayın kalitesinin ıslah programları ilearttırılması
hem üretici hem de tüketicilerin isteklerinin karşılanabilmesi yönünden
büyük önem taşımaktadır.
Kaynaklar
Anonim,2011.http://uhk.org.tr/dosyalar/bugdayraporumayis2011.pdf
Anonymous, (1996). www.Hunterlab.com. CIE (L* a* b*) colorscale.
Anonymous,2009.Approvedmethodologies.www.leco.com/resources/approv
ed_methods
Anonymus, 2000. ApprovedMethods of theAmericanAssociation of
CerealChemist, USA.
Aydoğan, S., Şahin, M., Göçmen Akçacık, A., Hamzaoğlu, S., Yakışır, E.
2014. Makarnalık Buğday Çeşitlerinin Sulu ve Kuru Koşullarda Bazı
Kalite Özellikleri ve Miksograf Parametrelerinin Değerlendirilmesi.
Uluslararası Mezopotamya Tarım Kongresi22-25 Eylül, Diyarbakır.
Sönmezoğlu, A.,2010. Bazı Makarnalık Buğday Çeşitlerinin Makarna
Kalitesi
Bakımından
Islahı.
GaziOsmanpaşa
Üniversitesi.
Tokat(Doktora Tezi).
235
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Liu, C.Y.,Shepherd, K.W., andRathjen, A.J., 1996. Improvement of durum
wheatpastamakingandbreadmakingqualities. CerealChemistry, 73,
155- 166.
Williams, P., El-Haramein, J.F., Nakkoul, H., Rihawi, S., 1988. CropQuality
Evaluation MethodsandGuidelines. SodiumDodecylSulphate (SDS)
Sedimentation. P:13-16 İnternational Center ForAgriculturalResearch
in TheDryAreas (ICARDA), Syria.
Şahin, M., Göçmen Akçacık, A., Aydoğan, S., Taner, S., Ayrancı, R., 2011.
Ekmeklik Buğdayda Bazı Kalite Özellikleri ile Miksograf
Parametreleri Arasındaki İlişkilerin İncelenmesi. Tarla Bitkileri
Merkez Araştırma Enstitüsü Dergisi, 2011, 20 (1): 6-11.
236
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Kireçli Topraklarda Yarayışlı Demir (Fe) Miktarının
Belirlenmesi İçin Kullanılabilecek Ekstraksiyon
Yöntemleri
Aydın Adiloğlu1 Mehmet Rüştü Karaman2 Sevinç Adiloğlu1
1
Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme
Bölümü, 59030- Süleymanpaşa- Tekirdağ
e-mail: [email protected]
2
Bilecik Şeyh Edebali Üniv. Ziraat ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Bilecik
Özet: Bu araştırmanın amacı Trakya Bölgesi’nde kireçli topraklarda
bitkilere yarayışlı demir (Fe) miktarının belirlenmesinde kullanılabilecek en
uygun kimyasal ekstraksiyon yönteminin belirlenmesidir. Bu amaçla
bölgeden 10 farklı toprak örneği alınmış ve buğday bitkisi ile serada bir
saksı denemesi yapılmıştır. Toprakta yarayışlı Fe miktarının belirlenmesinde
0.005 M DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA, 0.05 M HCl + 0.012 M
H2SO4, 1 M NH4OAc, 0.005 M DTPA + 1 M NH4HCO3 ve 0.2 M
CH3COOH + 0.25 M NH4NO3 + 0.013 M HNO3 + 0.015 M NH4F + 0.001
M EDTA yöntemleri kullanılmıştır. İki aylık denemenin sonunda bu
yöntemler ile belirlenen yarayışlı Fe miktarları ile bitkilerin kuru madde
miktarları, Fe içerikleri ve topraktan kaldırdıkları Fe miktarları arasında
korelasyon katsayıları belirlenmiştir. Araştırmanın sonunda en yüksek
korelasyon katsayıları (r) 0.005 M DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA
yöntemi ile 0.648**, 0.780** ve 0.656** ve 0.005 M DTPA + 1 M
NH4HCO3 yöntemi ile ise 0.595**, 0.637** ve 0.625**, şeklinde
belirlendiğinden bölgede kireçli toprakların yarayışlı Fe içeriklerinin
belirlenmesinde bu iki yöntemin kullanılabileceği önerilmiştir.
Anahtar kelimeler: Demir, buğday, DTPA; kireçli toprak.
Determination of Suitable Extraction Method for the
Available Iron (Fe) Content of Calcareous Soils
Abstract: The aim of this research was to determine the most
suitable extraction method for the available iron contents of calcareous soils
in Trakya Region, Turkey. For this purpose ten calcareous soil samples were
taken from research area and five extraction methods (0.005 M DTPA + 0.01
237
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
M CaCl2 + 0.1 M TEA, 0.05 M HCl + 0.012 M H2SO4, 1 M NH4OAc, 0.005
M DTPA + 1 M NH4HCO3 and 0.2 M CH3COOH + 0.25 M NH4NO3 +
0.013 M HNO3 + 0.015 M NH4F + 0.001 M EDTA methods) were used and
three biological indices (dry matter yield, Fe concentration, Fe uptake) were
compared. The plant biological indices were determined with wheat
(Triticum aestivum L.) plant grown under greenhouse conditions. At the end
of the experiment and according the experiment results, the highest
correlation coefficients (r) were determined to be between the 0.005 M
DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA, 0.005 M DTPA + 1 M NH4HCO3
methods and the biological indices. The correlation coefficients (r) for the
0.005 M DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA method and the three
biological indices were 0.648**, 0.780** and 0.656** respectively. For the
0.005 M DTPA + 1 M NH4HCO3 method, these coefficients were
determined 0.595**, 0.637** and 0.625**, respectively. Consequently, these
extraction methods were suggested for the determination of the available Fe
contents of the calcareous soils in Trakya Region, Turkey.
Key words: Iron, wheat, DTPA, calcareous soil.
1. Giriş
Demir mikro besin elementi bitkiler için az miktarlarda gerekli
olmasına rağmen bitkilerin beslenmesinde mutlak gerekli olan besin
elementlerinden birisidir. Dünyada ve ülkemizde son yıllarda birim alandan
daha fazla ürün alınması zorunluluğu ile daha fazla kullanılan azotlu,
fosforlu ve potasyumlu gübreler, bitkilerin demir elementine daha fazla
ihtiyaç duymasına neden olmuştur. Bu ihtiyacın giderilebilmesi için ise
çoğunlukla toprak analizlerinin sonuçlarına göre demirli gübreleme
yapılmaktadır.
Günümüzde dünyada demir eksikliği sorunu mikro besin
elementlerinin eksikliklerinin ilk sıralarında yer almaktadır. Demir eksikliği
genellikle yüksek pH, fazla kireç, yetersiz organik madde ve kumlu
topraklarda daha fazla görülmektedir (Lindsay ve Schwab, 1982, Adiloğlu,
2006). Bitkiler için mutlak gerekli olan demir elementinin eksikliği
ülkemizde % 26. 87 ve Trakya Bölgesi’nde ise % 10.4 dolaylarındadır
(Eyüpoğlu ve ark., 1998; Adiloğlu, 2012). Toprakta bitkiler yarayışlı demir
miktarının tayininde kullanılabilecek çok sayıda yöntem geliştirilmiş
olmasına rağmen bunların hiç birisi standart bir yöntem olarak kabul
edilememiştir (Leoppert ve Inskeep, 1996).
238
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Nötr ve alkalin topraklarda DTPA yönteminin toprakta bitkilere
yarayışlı demir miktarının tayininde kullanılabileceği önerilmiştir (Lindsay
ve Norvell, 1978). ABD’de yapılan bir araştırmada 0.001 M EDDHA
yönteminin toprakta bitkilere yarayışlı demir miktarının tayininde
kullanılabilecek en uygun yöntemlerden birisi olduğu ortaya konulmuştur.
Çünkü söz konusu bu yöntem ile topraklarda belirlenen bitkilere yarayışlı
demir miktarı ile biyolojik indisler arasında en yüksek korelasyonlar
saptanmıştır (Johnson ve Young, 1973).
Kahverengi Orman Toprakları’nın bitkilere yarayışlı demir
içeriklerinin tayininde kullanılabilecek yöntem veya yöntemlerin
belirlenmesi üzerinde yapılan bir araştırmada (Adiloğlu, 2006), 0.005 M
DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA ve 0.005 M DTPA + 1 M NH4HCO3
yöntemlerinin kullanılabileceği önerilmiştir. Söz konusu bu yöntemler ile
topraklarda belirlenen yarayışlı demir miktarları ile biyolojik indisler
arasında en yüksek korelasyon katsayıları belirlenmiştir.
Chatzistathis ve ark. (2014) tarafından Kuzey Yunanistan’da yapılan
bir araştırmada bitkilere yarayışlı demir tayininde kullanılabilecek yöntemler
olarak DTPA, Mehlich 3 ve Soltanpour ve Schwab yöntemlerini
seçmişlerdir. Söz konusu bu yöntemlerden DTPA yönteminin Kuzey
Yunanistan topraklarında yarayışlı demir miktarının tayininde
kullanılabilecek en uygun yöntem olduğunu önermişlerdir. Polonya’da
bitkilere yarayışlı mikro element tayininde kullanılabilecek en uygun yöntem
veya yöntemlerin tespit edilmesi için yapılan bir araştırmada, Mehlich 3 ve
Yanai (0.2 M CH3COOH + 0.25 M NH4Cl + 0.005 M C8H8O7 (Sitrik asit) +
0.05 M HCl) yöntemlerinin kullanılabileceği ortaya konulmuştur (Krzysztof
ve ark., 2015).
Brezilya’da Oksisol ve Ultisol toprakların bitkilere yarayışlı
katyonik mikro besin elementi içeriklerinin tayininde kullanılabilecek
yöntemlerin belirlenmesi için yapılan bir araştırmada (Sobral ve ark., 2013),
Mehlich 3 ve DTPA yöntemlerinin kullanılabileceği önerilmiştir. Birçok
araştırıcı topraklarda bitkilere yarayışlı demir miktarının belirlenmesinde
kullanılabilecek en uygun yöntemin belirlenmesinde biyolojik indisler ile
kimyasal yöntemler ile bulunan demir içerikleri arasında en yüksek
korelasyon katsayısını veren yöntemin o bölge için en uygun yöntem
olabileceği önerisinde bulunmuşlardır (Aydemir, 1981; Yanai ve ark., 2000;
Adiloğlu, 2006; Krzysztof ve ark., 2015). Bu çalışmada kireçli topraklarda
bitkilere yarayışlı demir miktarının tayininde kullanılabilecek en uygun
yöntem veya yöntemlerin belirlenmesi araştırılmıştır.
239
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
2. Materyal ve Yöntem
Bu araştırmada Trakya Bölgesi’nde 10 farklı yerden ve kireçli
topraklardan 0-20 cm derinlikten toprak örneği alınmıştır (Jackson, 1967).
Toprak örneklerinde pH, kireç, organik madde miktarı (Sağlam, 2012) ve
tekstür (Gee ve Bauder, 1986) analizleri yapılmıştır. Araştırmada kullanılan
toprak örneklerin bazı fiziksel ve kimyasal analiz sonuçları Çizelge 1’de
verilmiştir. Çizelge 1 incelendiğinde toprak örneklerinin pH değerlerinin
7.43 ile 8.02 arasında, kireç içeriklerinin % 5.69 ile % 17.23 arasında,
organik madde miktarlarının % 0.23 işle % 1.02 arasında değiştiği ve tekstür
sınıflarının ise genellikle kil (C) olduğu görülmektedir.
Çizelge 1. Toprak örneklerinin bazı fiziksel ve kimyasal özellikleri.
Toprak pH
Kireç,
Org.
Kil, % Silt, % Kum,
no
%
mad.
%
%
1
7.66
12.20
0.52
38.42
27.66
33.92
2
7.97
8.58
0.76
35.23
25.61
39.16
3
7.85
5.69
0.23
40.42
15.78
40.80
4
8.02
13.27
0.78
42.45
30.07
27.08
5
7.62
17.23
0.67
38.85
12.10
49.05
6
7.98
16.52
0.98
41.08
33.10
25.82
7
7.80
7.98
0.76
38.33
18.85
42.82
8
7.65
9.52
0.53
44.32
28.05
27.63
9
7.52
6.67
1.02
43.28
24.30
32.42
10
7.43
7.86
0.87
47.60
21.72
35.68
min
7.43
5.69
0.23
max
8.02
17.23
1.02
Tekstür
CL
CL
C
C
SC
C
SC
C
C
C
Toprakların bitkilere yarayışlı demir içeriklerinin tayininde 0.005 M
DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA (Lindsay ve Norvell, 1978), 0.05 M
HCl + 0.012 M H2SO4 (Wear ve Evans, 1968), 1 M NH4OAc (Olson, 1948),
0.005 M DTPA + 1 M NH4HCO3 (Soltanpour, 1991), ve 0.2 M CH3COOH +
0.25 M NH4NO3 + 0.013 M HNO3 + 0.015 M NH4F + 0.001 M EDTA
(Mehlich, 1984) yöntemleri kullanılmıştır. Söz konusu bu yöntemlerin bazı
özellikleri ise Çizelge 2’de görülmektedir.
240
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 2. Kimyasal ekstraksiyon yöntemlerinin bazı özellikleri
Yöntem
Toprak:
çözelti
oranı
0.005 M DTPA + 0.01 M 1: 2
CaCl2 + 0.1 M TEA
0.05 M HCl + 0.012 M 1: 4
H2SO4
1 M NH4OAc
1: 4
0.005 M DTPA + 1 M 1: 2
NH4HCO3
0.2 M CH3COOH + 0.25 M 1: 10
NH4NO3 + 0.013 M HNO3 +
0.015 M NH4F + 0.001 M
EDTA
Çalkalama
süresi
120 dak.
15 dak.
30 dak.
15 dak.
5 dak.
Kaynak
(Lindsay
ve
Norvell, 1978)
(Wear ve Evans,
1968)
(Olson, 1948)
(Soltanpour,
1991)
(Mehlich, 1984)
Tesadüf blokları deneme desenine göre üç paralelli olmak üzere
sera koşullarında bir saksı denemesi düzenlenmiştir. Saksılara 2.5 kg toprak
konulmuş ve buğday (Triticum aestvium L.) bitkisi yetiştirilmiştir. Buğday
bitkisinin seçilmesinin nedeni demir noksanlığına hassa bitkilerden biri
olmasıdır (Martens ve Westermann, 1991). Her saksıya 150 mg/kg N
(NH4NO3) ve 100 mg/kg P2O5 (KH2PO4) uygulanmıştır. Saksılara üç farklı
dozda demir uygulaması (Fe0: 0, Fe1: 15, Fe2: 30 mg/kg) FeSO4 formunda
uygulanmıştır. Saksılarda çimlenmede sonra homojen gelişim gösteren 20
adet bitki olacak şekilde seyreltme yapılmıştır. Saksıların nem düzeyleri
deneme süresince tarla kapasitesinin % 80’i olacak şekilde sulama
yapılmıştır. Bitkiler 60 günlük gelişim döneminden sonra toprak yüzeyinden
kesilmek suretiyle hasat edilmiştir. Koru madde miktarları belirlenen bitki
örneklerinin ayrıca demir içerikleri de belirlenmiştir (Kacar ve İnal, 2010).
Bitkilerin kuru madde miktarları, demir içerikleri ve topraktan
kaldırdıkları demir miktarları biyolojik indis olarak kullanılmıştır.
Toprakların beş farklı yönteme göre belirlenen yarayışlı demir içerikleri ile
bitkilerin kuru madde miktarları, demir içerikleri ve toprakta kaldırdıkları
demir miktarları arasında korelasyon katsayıları belirlenmiştir (Düzgüneş ve
ark., 1987).
241
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
3. Bulgular ve Tartışma
3.1. Artan Miktarlarda Demir Uygulamasının Bitkinin Kuru
Madde Miktarı, Demir İçeriği ve Topraktan Kaldırdığı Demir
Miktarı Üzerine Etkisi
Bitkilere artan miktarlarda demir uygulaması ile birlikte bitkinin
kuru madde miktarları artmış ve en yüksek kuru madde miktarları Fe 3
dozunda elde edilmiştir. Diğer taraftan bitkilerin demir içerikleri ile
topraktan kaldırdığı demir miktarları da artan demir uygulamalarından
olumlu etkilenmiştir (Çizelge 3). Bu durumun en önemli sebebi olarak
toprakların kireç içeriklerinin ve pH değerlerinin yüksek oluşu nedeniyle
yarayışlı demir içeriği düşük olan topraklara uygulanan demirin bitkilerce
alınmasının olumlu yönde etkilenmesi gösterilebilir.
Yapılan istatistiksel değerlendirmede bitkiler uygulanan artan
miktarlardaki demir gübrelemesinin bitkinin biyolojik indisleri üzerindeki
olumlu etkilerinin istatistiksel olarak % 1 düzeyinde önemli olduğu
belirlenmiştir (Çizelge 3).
Çizelge 3. Buğday bitkisinin biyolojik indislerine Fe uygulamasının etkileri*,**
Toprak
No
Kuru madde
miktarı, g/saksı
Bitkinin Fe içeriği,
mg/kg
Bitkinin topraktan
kaldırdığı Fe,
µg/saksı
Fe0
Fe1
Fe2
Fe0
Fe1
Fe2
Fe0
Fe1
Fe2
1
2.46 a 2.78 b 2.96 c 92 a 112 b 123 c 226 a 311 b 364 c
2
2.38 a 2.63 b 2.87 c 102 a 115 b 126 c 243 a 302 b 362 c
3
2.22 a 2.46 b 2.69 c 110 a 121 b 138 c 244 a 298 b 371 c
4
2.35 a 2.70 b 2.93 c 98 a 110 b 120 c 230 a 297 b 351 c
5
2.53 a 2.86 b 3.12 c 112 a 127 b 138 c 283 a 363 b 431 c
6
2.46 a 2.85 b 3.14 c 102 a 118 b 132 c 251 a 336 b 415 c
7
2.52 a 2.83 b 3.18 c 108 a 128 b 136 c 272 a 362 b 433 c
8
2.51 a 2.74 b 3.05 c 102 a 128 b 137 c 256 a 351 b 418 c
9
2.42 a 2.65 b 2.89 c 110 a 135 b 147 c 266 a 358 b 425 c
10
2.45 a 2.78 b 3.02 c 110 a 130 b 146 c 270 a 361 b 393 c
* : değerler üç tekerrür ortalamasıdır, **: her bir biyolojik indis ayrı
değerlendirilmiştir.
Bu bulgu bu konuda önceki araştırıcıların bulguları ile paralellik
taşımaktadır (Başar ve Özgümüş, 1999; Adiloğlu, 2006). Çizelge 3
242
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
incelendiğinde bitkilerin kuru madde miktarlarının 2.22 ile 3.18 g/saksı
arasında; demir içeriklerinin 92 ile 147 mg/kg arsasında ve topraktan
kaldırdıkları demir miktarlarının ise 226 ile 433 µg/saksı arasında değiştiği
görülmektedir.
3.2. Toprakların Farklı Ekstraksiyon Yöntemlerine Göre
Yarayışlı Demir İçerikleri
Toprakların beş farklı kimyasal ekstraksiyon yöntemine göre
belirlenen yarayışlı demir içerikleri Çizelge 4’de verilmiştir. Çizelge 4’e
göre toprakların bitkilere yarayışlı demir içerikleri kimyasal ekstraksiyon
yöntemlerine göre önemli farklılıklar göstermektedir. Bu duruma neden
olarak kimyasal ekstraksiyon çözeltilerinin kimyasal özelliklerinin, pH
değerlerinin, toprak: çözelti oranları ile çalkalama sürelerinin farklılığı
gösterilebilir. Çizelge 4 incelendiğinde toprakların en yüksek bitkilere
yarayışlı demir içerikleri 0.005 M DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA
yöntemi ile ve en düşük yarayışlı demir içerikleri ise 1 M NH4OAc ve 0.05
M HCl + 0.012 M H2SO4 yöntemleri ile belirlenmiştir. Buna göre kireçli
topraklarda bitkilere yarayışlı demir miktarının belirlenmesinde asit
çözeltilerine göre şelat+ tuz karışımı olan çözeltilerin daha yüksek
düzeylerde yarayışlı demiri topraktan ekstrakte ettiği görülmektedir.
Çizelge 4. Farklı kimyasal ekstraksiyon yöntemlerine göre toprakların
yarayışlı demir içerikleri.
Yöntem
Yarayışlı Fe, mg/kg
1
2
3
4
5
6
7
8
0.005 M DTPA + 0.01 4.78 5.52 3.24 7.86 4.45 6.53 2.12 5.07
M CaCl2 + 0.1 M TEA
0.05 M HCl + 0.012 M 2.30 2.24 1.15 3.47 1.08 4.74 1.16 2.61
H2SO4
1 M NH4OAc
2.12 1.89 1.02 3.41 2.16 2.87 0.56 3.21
0.005 M DTPA + 1 M 4.42 4.89 2.76 5.41 3.20 4.98 1.46 4.24
NH4HCO3
0.2 M CH3COOH + 3.46 2.96 4.21 6.85 4.27 4.87 1.02 3.64
0.25 M NH4NO3 +
0.013 M HNO3 + 0.015
M NH4F + 0.001 M
EDTA
243
9
10
3.19 6.32
1.87 2.42
1.16 2.45
2.62 5.27
3.04 5.12
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
3.3. Kimyasal Ekstraksiyon Yöntemleri ile Biyolojik İndisler
Arasındaki İlişkiler
Kimyasal ekstraksiyon yöntemlerine göre belirlenen toprakların
yarayışlı demir içerikleri ile bitkilerin bazı biyolojik indisleri arasındaki
korelasyon katsayıları aşağıdaki Çizelge 5’de verilmiştir. Çizelge 5
incelendiğinde bütün kimyasal ekstraksiyon yöntemleri ve biyolojik indisler
(kuru madde miktarı, bitkinin demir içeriği ve bitkinin topraktan kaldırdığı
demir miktarı) arasında istatistiksel olarak % 1 ve % 5 düzeylerinde önemli
korelasyon katsayıları (r) belirlenmiştir. Ancak en yüksek korelasyon
katsayıları 0.005 M DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA yöntemi ile
belirlenmiş ve bu yöntemi 0.005 M DTPA + 1 M NH4HCO3 izlemiştir. 0.005
M DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA yöntemi ile belirlenene korelasyon
katsayıları (r) 0.648**, 0.780** ve 0.656** ve 0.005 M DTPA + 1 M
NH4HCO3 yöntemi ile ise 0.595**, 0.637** ve 0.625**, şeklinde
bulunmuştur. En düşük korelasyon katsayıları ise 1 M NH4OAc yöntemi ile
elde edilmiştir.
Kimyasal yöntemlerin korelasyon katsayıları ve önemlilik sıralaması
ise 0.005 M DTPA + 0.01 M CaCl2 + 0.1 M TEA > 0.005 M DTPA + 1 M
NH4HCO3 > 0.2 M CH3COOH + 0.25 M NH4NO3 + 0.013 M HNO3 + 0.015
M NH4F + 0.001 M EDTA >0.05 M HCl + 0.012 M H2SO4 > 1 M NH4OAc
şeklinde bulunmuştur.
Çizelge 5. Kimyasal ekstraksiyon yöntemleri ile biyolojik indisler arasındaki
korelasyon katsayıları
Kimyasal ekstraksiyon
Demir uygulanmamış saksılarda (Fe0)
çözeltileri
Kuru
Bitkinin Bitkinin
madde
Fe
topraktan kal.
miktarı
içeriği
Fe miktarı
0.005 M DTPA + 0.01 M CaCl2 0.648**
0.780** 0.656**
+ 0.1 M TEA
0.05 M HCl + 0.012 M H2SO4
0.378*
0.421*
0.385*
1 M NH4OAc
0.310
0.296
0.340*
0.005 M DTPA + 1 M 0.595**
0.637** 0.625**
NH4HCO3
0.2 M CH3COOH + 0.25 M 0.578**
0.460** 0.526**
NH4NO3 + 0.013 M HNO3 +
0.015 M NH4F + 0.001 M
EDTA
*: % 5 düzeyinde önemli, **: % 1 düzeyinde önemli
244
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
4. Sonuç ve Öneriler
Bu araştırmadan elde edilen bulgulara göre Trakya Bölgesi’nde
kireçli alkalin toprakların bitkilere yarayışlı demir miktarlarının
belirlenmesinde en uygun yöntemler olarak öncelikle 0.005 M DTPA + 0.01
M CaCl2 + 0.1 M TEA yöntemi ve 0.005 M DTPA + 1 M NH4HCO3
yöntemlerinin kullanılabileceği ortaya konulmuştur. Çünkü bu yöntemler ile
belirlenen toprakların yarayışlı demir içerikleri ile bitkilerin bazı biyolojik
indisleri arasında en yüksek korelasyon katsayıları belirlenmiştir. Söz
konusu bu yöntemler farklı bölge kireçli toprakları için de bazı araştırıcılar
tarafından önerilmiştir (Aydemir, 1981; Haddad ve ark., 1993; Adiloğlu,
2006).
Kaynaklar
Adiloğlu, A,, 2006. Determination of suitable chemical extraction methods
for the available iron content of Brown Forest Soils in Turkey.
Eurasian Soil Science, 39: 961- 967.
Adiloğlu, A., 2012. Türkiye tarımı ve geleceği paneli, NKÜ Ziraat
Fakültesi’nin 30. Kuruluş Yılı Etkinlikleri, 15 Mayıs, Tekirdağ.
Aydemir, O., 1981. Comparison of various chemical extraction methods in
predicting plant available soil ıron. Turk. J. Doğa 5: 213– 220.
Başar, H., and Özgümüş, A., 1999. Effects of various ıron fertilizers and
rates on some micronutrients contents of peach trees. Turk. J. Agric.
Forest. 23 (3): 273– 281.
Chatzistathis, T., Alifragis, D., Therios, I., and Dimassi, K., 2014.
Comparison of three micronutrient soil test extractants in three greek
soil types. Commun. in Soil Science and Plant Analysis, 45: 381391.
Düzgüneş, O., Kesici, T., Kavuncu, O., ve Gürbüz, F., 1987. Araştırma ve
Deneme Metodları (İstatistik Metodları II). Ankara Üniversitesi
Ziraat Fak. Yay. No: 1021.
Eyüpoğlu, F., Kurucu, N., ve Talaz, S., 1998. Türkiye topraklarının bitkilere
yarayışlı mikro element (Fe, Cu, Zn, Mn) durumu. Toprak, Gübre
Araştırma Enst. Yayınları No: 72.
Gee, G,W., and Bauder, J.W., 1986. Particle Size Analysis. In Methods of
Soil Analysis, Part 1. Physical and Mineralogical Methods,
Agronomy Monograph, No. 9, pp. 383– 411.
Haddad, K.S., and Evans, J.C., 1993. Assessment of chemical methods for
extracting zinc, manganese, copper, and iron from New South Wales
Soils. Commun. Soil Sci. Plant Anal. 24: 29– 44.
245
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Jackson, M.L., 1967. Soil chemical analysis handbook. Micro-Macro
Publishing, Inc, USA.
Johnson, G.V.P., and Young, R.A., 1973. Evaluation of EDDHA as an
extraction and analytical reagent for assessing the iron status of soils.
Soil Sci. 115: 11–17.
Kacar, B., and İnal, A., 2010. Bitki Analizleri, Nobel Yayın No: 1241.
Krzysztof, G., Zofia, S., Urszula, P., and Krzysztof, B., 2015. Suitability of
different extractants for determination of available Cu and Mn
Contents in Polish soils. Commoun. in Soil Science and Plant
Analysis, 46 (S1): 81- 93.
Lindsay, W.L., and Norvell, W.A., 1978. Development of a DTPA soil test
for Zinc, Iron, Manganese, and Copper, Soil Sci. Am. J. 42: 421–
428.
Lindsay, W.L., and Schwab, A.P., 1982. The Chemistry of iron in soils and
its availability to plants. J. Plant Nutr. 5: 821–840.
Loeppert, R.H., and Iskeep, W.P., 1996. Iron. Methods of Soil Analysis: Part
3. Chemical Methods, Ed. by D. N. Sparks et al., SSSA Book Series,
No. 5, pp. 639–664, Madison.
Martens, D.C., and Westermann, D.T., 1991. Fertilizer applications for
correcting micronutrient deficiencies. Micronutrients in Agriculture,
2nd ed., SSSA Book Series, No. 4 Madison.
Mehlich, A., 1984. Mehlich 3 soil test extractant: A Modification of Mehlich
2 extractant. Commun. in Soil Science and Plant Analysis, 15: 14091416.
Olson, R.V., 1948. Iron solubility in soils asa by pH and free iron oxide
content. Soil Sci. Soc. Am. Proc. 12: 153–157.
Sağlam, M.T., 2012. Toprak ve Suyun Kimyasal Analiz Yöntemleri. Namık
Kemal Üniversitesi, Yayın No: 2, Tekirdağ.
Sobral, L.F., Smyth, J.T., Fageria, N.K., and Stone, L.F., 2013. Comparison
of copper, manganese and zinc extraction with Mehlich 1, Mehlich 3
and DTPA solutions for soils of the Brazilian Coastal Tablelands.
Commun. in Soil Sci. and Plant Anal., 44: 2507- 2513.
Soltanpur, P.N., 1991. Determination of nutrient availability and elemental
toxicity by AB-DTPA Soil Test and ICPS. Adv. Soil Sci. 16: 165–
190.
Wear, J.I, and Evans, C.E., 1968. Relationship of zinc uptake by corn and
sorghum to soil zinc measured by three extractions. Soil Sci. Soc.
Am. Proc. 32: 543–546.
Yanai, M., Uwasawa, M., and Shimizu, Y., 2000. Development of a new
multinutrient extraction method for macro- and micro- nutrients in
arable land soil. Soil Sci. and Plant Nutrition 46 (2): 299- 313.
246
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Solucan Gübresi Uygulamasının Salata (Lactuca sativa
L. var. crispa) Bitkisinin Verimi Üzerine Etkisi*
Aydın Adiloğlu1 Funda Eryilmaz, Açikgöz2 Sevinç Adiloğlu1
Yusuf Solmaz1 Ece Çaktü3
Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme
Bölümü, 59030- Süleymanpaşa-Tekirdağ, e-posta: [email protected]
2
Namık Kemal Üniversitesi Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu Bitkisel ve
Hayvansal Üretim Bölümü, 59030- Süleymanpaşa- Tekirdağ
3
Riverm Kimyevi ve Zirai Maddeler, Gıda, Madencilik San. ve Tic. Ltd. Şti.
Nusratlı Mah. 59100- Süleymanpaşa- Tekirdağ
1
Özet: Bu araştırma artan miktarlarda solucan gübresi uygulamasının
salata (Lactuca sativa L. var. crispa) bitkisinin verimi üzerine olan etkisini
belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırmada salata bitkisi olarak Lactuca
sativa L. var. crispa cv. Bellafiesta çeşidi ile solucan gübresi olarak RİVERM
firmasına ait solucan gübresi kullanılmıştır. Araştırmada solucan gübresi
uygulaması bir kontrol olmak üzere dört doz (I. doz: 0 kg/da II. doz: 400
kg/da, III. doz: 800 kg/da, IV. doz: 1200 kg/da) şeklinde uygulanmıştır.
Salata bitkileri dikimden 30 gün sonra hasat edilmiş ve her bitkinin yaş
ağırlığı, bitki boyu ve çapı, bitkideki yaprak sayısı, yaprak uzunluğu ve
yaprak genişliği ölçülmüştür. Daha sonra bitki örneklerinin kuru madde
miktarları ile birlikte bazı makro bitki besin elementi içerikleri (N, P, K, Ca
ve Mg) belirlenmiştir. Elde edilen bulgulara göre, artan solucan gübresi
uygulamaları ile birlikte salata bitkisinin verim, yaş ağırlığı, bitki çapı,
bitkideki yaprak sayısı, yaprak uzunluğu ve genişliği üzerinde önemli artışlar
saptanmıştır. Ancak bitkinin N, P, K, Ca ve Mg içeriklerindeki değişimler
önemli bulunamamıştır.
Anahtar kelimeler: Solucan gübresi, biyolojik özellik, makro besin, salata
*: Bu araştırma Namık Kemal Üniversitesi Bilimsel Araştırma koordinasyon
Birimi tarafından desteklenmiştir.
247
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
The Effect of Vermicompost Applications on Yield of
Lettuce (Lactuca sativa L. var. crispa) Plant
Abstract: This research was done to determine the effect of
increasing Vermicompost application on yield of lettuce (Lactuca sativa L.
var. crispa) plant. For this purpose Lactuca sativa L. var. crispa cv.
Bellafiesta lettuce kind and Riverm Company Vermicompost were used in
this research. Four Vermicompost doses (I. dose: 0 kg/da II. dose: 400 kg/da,
III. dose: 800 kg/da, IV. dose: 1200 kg/da) were applied to letuce plant. Then
lettuce plants were harvested 30 day after planting and fresh weight, plant
height and size, number of leaf in plant, length of leaf and width of leaf for
each plant. Dry matter yield and some macro element (N, P, K, Ca and Mg)
contents of plants were determined. According to the results, important
increases of fresh weight, plant size, number of leaf, length of leaf and width
for each plant and dry matter yield of plants were determined with increasing
Vermicopmost applications. But the effects of Vermicopmost applications
on some macro element (N, P, K, Ca and Mg) contents of plant were not
found significant statistically.
Key words: Vermicompost, biological property, macro nutrient, lettuce
1. Giriş
Günümüzde insanlığın gıda ihtiyacının karşılanabilmesi için birim
tarım alanından daha fazla ürün alınması bir zorunluluk halini almıştır. Diğer
taraftan birim alandan alınan ürünün daha fazla artırılması zorunluluğu bu
konuda çalışanlara birim alana daha fazla inorganik gübre uygulaması
zorunluluğunu gerektirmektedir. Aşırı inorganik gübre kullanılması
sonucunda doğal kaynaklar, toprak ve su kaynakları aşırı derecede
kirlenmekte ve ciddi sağlık sorunlarını gündeme gelmektedir. Genellikle
sebze yetiştiriciliğinde daha yüksek verime ulaşmak, büyümenin
maksimum değere ulaşması için bitki besin maddelerinin ana kaynağı
olarak inorganik gübrelerin miktarı üzerinde yoğunlukla durulmakta
ancak çoğunlukla da aşırıya kaçılmaktadır (Adediran ve ark., 2004;
Naeem ve ark, 2006).
Özellikle yeşil aksamlı bitkilerin azot içerikli inorganik gübrelemeye
olumlu cevap verdiği ancak azot uygulamasının belli bir noktaya kadar
bitkinin verimini olumlu bir şekilde etkilediği bilinmektedir. Artan azot
gübrelemesi bitkilerin bazı agronomik özelliklerini, makro ve mikro besin
248
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
elementi içeriklerini, ürünün kalitesini pozitif veya negatif bir şekilde
etkileyebilmektedir. Azot bitkinin vejetatif gelişiminin şekillenmesinde ve
verim kalitesinde önemli bir rol oynamaktadır Ancak verimi arttırmak için
aşırı azot içerikli inorganik gübre kullanımı bitkilerde nitrat birikme riskine
sebep olmaktadır (Addiscott, 2005; Lemaire ve Gastal, 2009).
Aşırı azotlu inorganik gübre uygulamalarının toprak kirliliğine sebep
olmasının yanı sıra (Gollany ve ark., 2004; Beman ve ark., 2005; Zand-Parsa
ve ark., 2006) sebzelerde insan sağlığına zararlı bileşiklerin birikimine de
neden olmaktadır (Ruiz ve Romero, 1999). Nitekim FAO/WHO (1996)’ ya
göre nitrat insan vücudunun her bir kg için 5 mg’ı geçmesi durumunda
toksik etki meydana getirmektedir. Bu yüzden sebze yetiştiriciliğinde azot
gübrelemesinin yönetimi, programlanması son derece önemlidir. Bu soruna
çözüm arayan bilim insanları son yıllarda organik gübre kullanılmasının
artırılması gerektiğini, yapmış oldukları çalışmalarda ortaya koymuşlardır.
Çünkü tarımda kullanılan organik gübreler bir gübre materyali ve besin
kaynağı olmasının yanında inorganik gübrelerin toprak ve su kaynaklarında
oluşturduğu kalite bozulmasını da ıslah edebilmektedir. Son yıllarda
özellikle sebze tarımında organik gübrelerin kullanımı yoğunluk
göstermektedir.
Organik gübreler bitki beslemede son yılarda önemli ölçülerde
kullanılmaktadır. Söz konusu bu gübrelerin kullanımı bitkinin verim ve
kalitesinde önemli artışlar sağlamaktadır. Bu konuda yapılan bir araştırmada
(Doğru ve ark., 2012), mısır bitkisine 50, 100, 200, 400 ve 600 mg/kg humik
asit uygulamasının bitkinin taze ve kuru ağırlığı, çözünebilir protein miktarı
üzerindeki etkilerini incelemişlerdir. Mısır bitkisinin incelenen biyolojik
özellikleri üzerinde 200 mg/kg humik asit uygulamasından sonraki dozlarda
önemli ölçüde artışlar sağlanmıştır.
Patates bitkisine artan dozlara solucan gübresi uygulamasının bitkinin
verim ve verim unsurları üzerindeki etkilerinin araştırıldığı bir araştırmada 0,
4.5, 9 ve 12 ton/da solucan gübresi uygulanmıştır. Sonuçta en yüksek bitki
boyunun, gövde ve yaprak kuru ağırlığının, kuru ve yaş yumru ağırlığının,
toplam yumru ağırlığının, yumru sayısının, yumru çapının, yumru azot
yüzdesinin, yumru potasyum yüzdesi gibi bazı biyolojik parametrelerin 12
ton/da solucan gübresi uygulamasından elde edildiği ortaya konulmuştur
(Yourtchi ve ark., 2013).
Alam ve ark. (2007) tarafından yapılan bir araştırmada, artan
miktarlarda solucan gübresi uygulaması ile birlikte patates bitkisinin bazı
verim ve verim özellikleri incelenmiştir. Artan solucan gübresi uygulamaları
249
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
ile birlikte patates bitkisinin yumru çapı, yumru ağırlığı, birim alandan elde
edilen patates verimi, yaprak alanı indeksi gibi bazı agronomik
özelliklerinde önemli artışlar sağlanmıştır.
Azerbaycan’da yapılan bir araştırmada solucan gübresinin kırmızı
soğan (Allium cepa L.) bitkisinin verimi üzerinde 2, 4, 6 ton/ha gübre
uygulamasının etkileri araştırılmıştır. Denemenin sonunda en yüksek soğan
verimi, bitkinin protein ve askorbik asit içeriği 6 ton/ha solucan gübresinin
uygulandığı parsellerden elde edilmiştir (Bai ve Malakouti, 2007).
Karnabahar bitkisi yetiştiriciliğinde solucan gübresinin farklı dozlarının
etkileri Bangladeş’te yapılan bir araştırmada incelenmiştir. Bitkilere solucan
gübresi 0, 1.5, 3, 6 ton/ha olmak üzere dört farklı dozda uygulanmıştır.
Denemenin sonunda maksimum bitki boyu, bitkinin yaprak sayısı, meyve
çevresi, meyve boyu, toplam ağırlık, pazarlanabilir ağırlık ve koçan verimi
gibi bazı biyolojik özelliklerinde ölçümler yapılmıştır. Elde edilen bulgulara
göre, en yüksek verim parametre değerlerine 6 ton/ha solucan gübresinin
uygulandığı parsellerde ulaşılmıştır (Jahan ve ark., 2014).
Bu araştırmada artan miktarlarda solucan gübresi uygulamasının
salata (Lactuca sativa L. var. crispa) yetiştiriciliğinde verim, bazı bitki besin
elementi içeriğinin tespiti ve bitkinin bazı agronomik özellikleri üzerine olan
etkileri incelenmiştir.
2. Materyal ve Yöntem
Araştırmada salata bitkisine ait Lactuca sativa L. var. crispa cv.
Bellafiesta çeşiti kullanılmıştır. Tohumlar çokgözlü saksılara 2’şer adet olarak
ekilmiş ve ekimde üretim ortamı olarak torf kullanılmıştır (KlasmannDeilmann, potground H, Germany). Bitkiler ekimden 25-30 gün sonra 3-4
gerçek yaprak olduklarında asıl yerlerine 25 x 25cm SA x SÜ olacak şekilde
dikilmişlerdir. Deneme tesadüf blokları deneme desenine 3 tekrarlı olarak
tasarlamış ve her bir parselde 9 ve toplamda 108 bitki mevcuttur. Toplam
deneme alanı 75 m2’ dir. Denemede solucan gübresi (I. doz: 0 g/m2, II. doz: 400
g/m2, III. doz: 800 g/m2, IV. doz: 1200 g/m2) bitkilere dikimden hemen sonra
şekilde verilmiştir. Denemede kullanılan solucan gübresinin bazı kimyasal
özellikleri aşağıdaki Çizelge 1’de görülmektedir.
250
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 1. Solucan gübresinin bazı kimyasal özellikleri
pH
Org. M.
%
7.60 51.80
Toplam Org. C Topl. N, Suda çöz. Suda çöz. Suda çöz. Suda çöz.
hümik+
%
P2O5, %
K2O, %
CaO, % MgO, %
fulvik asit %
46.10
27.80
1.50
0.20
1.10
0.26
Bitkiler dikimden 25-30 gün sonra hasat edilerek hemen bitki boyu
(cm), bitki çapı (cm), yaprak uzunluğu (cm), yaprak genişliği (cm), kök
uzunluğu (cm), bitki ağırlığı (gr) ve yaprak sayısı (adet) olarak ölçümleri
yapılmıştır. Bitkiler laboratuar ortamında safsu ile yıkanarak bitkilerin kuru
madde miktarları, 65 0C’de 48 saat süreyle kurutularak belirlenmiştir Kuru
ağırlıkları belirlendikten sonra, öğütülen örneklerinde ICP-OES cihazı ile
gerekli elementel analizler yapılmıştır (Kacar ve İnal, 2010).
3. Bulgular ve Tartışma
3.1. Solucan Gübresi Uygulamasının Salata Bitkisinin Bazı
Biyolojik Özellikleri Üzerine Etkisi
Artan miktarlarda solucan gübresi uygulaması ile birlikte salata
(Lactuca sativa L. var. crispa cv. Bellafiesta) bitkisinin bitki boyu, bitki
çapı, yaprak sayısı, yaprak uzunluğu, yaprak genişliği ve bitki ağırlığı
üzerine olan etkileri üç paralelin ortalaması olarak aşağıdaki Çizelge 2’de
verilmiştir. Solucan gübresinin artan dozlarının uygulaması ile birlikte salata
bitkisinin biyolojik özelliklerinde olan etkiler farklılık göstermiştir (Çizelge
2). Artan miktarlarda solucan gübresi uygulaması ile birlikte bitki çapı,
yaprak sayısı, yaprak uzunluğu, yaprak genişliği ve bitki ağırlığı
değerlerinde kontrole göre önemli artışlar belirlenmiştir.
Diğer taraftan solucan gübresi uygulaması ile birlikte salata bitkisinin
bitki boyu ve kök uzunluğu değerlerinde kontrole göre azalışlar
belirlenmiştir. Bu sonuçlar Yourtchi ve ark. (2013)’ ün bulguları ile
uygunluk içerisindedir. Yapılan istatistiksel değerlendirmede söz konusu
artışlar % 5 düzeyinde önemli bulunmuştur.
251
0.13
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 2. Solucan gübresinin salata bitkisinin bazı biyolojik özellikleri
üzerine etkileri.
Doz Bitki
boyu
Bitki
çapı
Kök
uzun.
Yap.
Say.
Yaprak uzunluğu
(cm)
Yaprak genişliği
(cm)
iç
orta
dış
iç
orta
dış
Bitki
ağ.(gr)
I
35.5
28.8
16.6
19.7
9.0
13.6
14.8
6.9
12.6
13.2
108.1
II
34.9
31.0
16.7
23.6
9.3
15.3
16.8
7.3
14.4
15.7
130.1
III
34.6
31.4
16.0
22.8
10.0
15.2
17.3
8.3
14.3
16.9
133.2
IV
32.7
31.7
14.8
21.8
8.4
15.0
17.0
7.3
13.6
16.8
125.4
3.2. Solucan Gübresi Uygulamasının Salata Bitkisinin Bazı Makro
(N, P, K, Ca, Mg) Bitki Besin Elementi İçerikleri Üzerine Etkisi
Artan miktarlarda solucan gübresi uygulamasının salata bitkisinin bazı
makro besin elementi içerikleri üzerindeki etkileri üç paralelin ortalaması
olarak aşağıdaki Çizelge 3’de verilmiştir.
Çizelge 3. Solucan gübresi uygulamasının salata bitkisinin bazı besin
elementi (N, P, K, Ca, Mg) içerikleri üzerine etkileri.
Dozlar
N, %
P, %
K, %
Ca, mg/kg
Mg,
mg/kg
I
5.43
0.92
10.95
1.42
0.21
II
5.30
0.81
9.24
1.25
0.18
III
5.09
0.71
9.86
1.24
0.18
VI
5.11
0.67
9.61
1.42
0.20
Çizelge 3’den görüleceği üzere artan miktarlarda solucan gübresi
uygulaması ile birlikte salata bitkisinin N, P, K, Ca ve Mg içeriklerinde
kontrol parsellerine göre önemli bir değişiklik olmamıştır. Salata bitkisinin
makro besin elementi içeriği üzerindeki artan solucan gübresi uygulamasının
252
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
etkileri istatistiksel olarak önemli bulunamamıştır. Bu sonuca sebep olarak
deneme süresinin 30 gün gibi kısa bir süre olması ve bitkilerin topraktan
besin elementlerini yeterli miktarlarda alamamış olması gösterilebilir.
Bu konuda yapınla bir araştırmada tarla koşullarında kırmızı soğan
(Allium cepa L.) bitkisinin protein ve askorbik asit içeriği ile solucan
gübresinin artan dozları arasında doğrusal bir ilişki saptanmıştır (Bai ve
Malakouti, 2007).vYourtchi ve ark. (2013) tarafından yapılan bir araştırmada
tarla koşullarında patates bitkisine artan miktarlarda solucan gübresi
uygulaması ile birlikte bitkinin azot, fosfor ve potasyum içeriklerinde önemli
artışlar sağlanmıştır.
4. Sonuç ve Öneriler
Bu araştırmadan elde edilen bulgulara göre salata bitkisine artan
miktarlarda solucan gübresi uygulaması ile birlikte bitkinin verimi, yaş
ağırlığı, bitki çapı, bitkideki yaprak sayısı, yaprak uzunluğu ve genişliğinde
önemli artışlar saptanmıştır. Ancak bitkinin azot, fosfor, potasyum, kalsiyum
ve magnezyum içeriklerinde önemli bir değişiklik bulunamamıştır.
Türkiye’de tarım alanlarının önemli bir bölümünde organik madde
yetersizliği görülmektedir. Bu nedenle ülkemizde tarım alanlarının organik
madde miktarlarının artırılması günümüzde artık bir zorunluluk halini
almıştır. Bu nedenle solucan gübresinin tarımda kullanılmasının
yaygınlaştırılması düşüncesi hem toprakların organik madde içeriklerinin
artırılmasına katkı sağlayacak ve hem de bitkilerin bazı kalite
parametrelerinde önemli bir girdi oluşturacaktır. Solucan gübresinin tarımsal
üretimde kullanılmasının yaygınlaştırılması ile birlikte topraklarda kimyasal
gübrelerin neden olduğu kirlilik ve besin dengesi bozuklukları ıslah edilmiş
olabilecektir. Solucan gübresi bitkisel üretimde farklı bölge, farklı bitki,
farklı toprak ve iklim koşullarında farklı hedefler ve çıktılar için de
kullanılabilecektir.
Bu çalışmada solucan gübresinin salata yetiştiriciliği örneği ile bitkisel
üretimde kullanılabileceği ortaya konulmuştur. Türkiye’de tarım alanlarının
önemli bir bölümünde organik madde yetersizliğinin olduğu bilinmektedir.
Bu araştırmada ülkemizdeki tarım topraklarının organik madde
yetersizliğinin giderilmesinde de solucan gübresi kullanımının bir alternatif
organik madde kaynağı olabileceği ortaya konulmuştur.
253
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Kaynaklar
Addiscott, T.M., 2005. Nitrate. Agriculture and Environment. Wallingford,
Oxfordshire, UK, CABI Publishing.
Adediran, A.J., Taiwo, B.L., Akande, O.M., Sobule, A.R., and Idowu, J.O.,
2004. Application of organic and inorganic fertilizer for sustainable
maize and cowpea yields in Nigeria, J. Plant Nutrition, 27: 1163– 1181.
Alam, M.N., Jahan, M.S., Ali, M.K., Ashraf, M.A., and Islam M.K., 2007.
Effect of vermicompost and chemical fertilizers on growth, yield and
yield components of potato in barind soils of Bangladesh. J. Appl. Sci.
Res., 3 (12): 1879- 1888.
Bai, B.A., and Malakout, M.J., 2007. The Effect of different organic manures
on some yield and yield quality parameters in onion. Iran Soil and Water
Sciences Journal, 21 (1): 43- 53.
Beman, J.M., Arrigo, K., and Matson, P.M., 2005. Agricultural runoff fuels
large phytoplankton blooms in vulnerable areas of the ocean, Nature,
434: 211– 214.
Doğru, A., Darçın, E.S., Tutar, A., Dizman, M., and Koç, Y., 2012.
Potasyum humatın mısır (Zea mays L.) bitkisinin büyümesi üzerine
etkileri. SAÜ Fen Ed. Dergisi 14 (1): 83- 93.
FAO/WHO, 1996. Toxicological evaluation of certain food additives and
contaminants. Geneva, World Health Organization, Joint FAO/WHO
Expert Committee on Food Additives, WHO Food Additives Series
No. 35.
Gollany, H.T., Molina, J.E., Clapp, C.E., Allmaras, R.R., Layese, M.F., Baker,
J.M., and Cheng, H.H., 2004. Nitrogen leaching and denitrification in
continuous corn as related to residue management and nitrogen
fertilization. Environmental Management, 33: 289– 298.
Jahan, F.N., Shahjalal, A.T.M., Paul, A.K., Mehraj, H., and Uddin, A.F.M.J.,
2014. Efficiency of vermicompost and conventional compost on
growth and yield of cauliflower. Bangladesh Research Publications
Journal, 10 (1): 33- 38.
Kacar, B., ve İnal, A., 2010. Bitki Analizleri. Nobel Yayın, No: 849, 659s,
Lemaire, G., and Gastal, F.F., 2009. Quantifying crop responses to nitrogen
deficiency and avenues to improve nitrogen use efficiency. In: Sadras V,
Calderini D, (Eds.), Crop Physiology, Academic Press, USA, pp: 171–
211.
Naeem, M., Iqbal, J., and Bakhsh, M.A.A., 2006. Comparative study of
inorganic fertilizers and organic manures on yield and yield components
of Mungbean (Vigna radiat L.), J. Agric. Soc. Sci., 2: 227– 229.
Ruiz, J.M., and Romero, L., 1999. Cucumber yield and nitrogen metabolism in
response to nitrogen supply. Scientia Horticulturae, 82: 309– 316.
254
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Yourtchi, M.S., Hadi, M.H.S., and Darzi, M.T., 2013. Effect of nitrogen
fertilizer and vermin-compost on vegetative growth, yield and NPK
uptake by tuber of potato (Agriacv.). Int. J. Agric. Crop Sci. 5(18): 20332040.
Zand-Parsa, S., Sepaskhah, A.R., and Ronaghi, A., 2006. Development and
evaluation of integrated water and nitrogen model for maize.
Agricultural Water Management, 81: 227.
255
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Vermikompost ve Diğer Bazı Organik Kaynaklı
Gübrelerin Kıvırcık Bitkisinin (Lactuca sativa var.)
Besin Elementleri İçeriği Üzerine Etkisi1
Korkmaz Bellitürk1 Nazlı Hınıslı2 Aydın Adiloğlu1
1
Namık Kemal Üniv. Ziraat Fak. Toprak Bilimi ve Bitki Besl. Böl. Tekirdağ
2
Bingöl İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü.
Özet: Sera koşullarında, tesadüfî deneme desenine göre yerleştirilen,
2500 g’lık saksılarda yürütülen bu çalışmada; vermikompost, sığır ve koyun
gübreleri % 0 (kontrol), %1 (25 g), %3 (75 g), %5 (125 g), %7 (175 g)
miktarlarda uygulanmış ve gübre materyallerinin kıvırcık marulun
gelişimine etkisinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışma sonucunda,
vermikompostun kıvırcık marulun erkencilik özelliğine etkisinin önemli
derecede olduğu görülmüştür. Genel olarak bitki besin elementlerinin
alınabilirliği açısından koyun gübresi uygulamalarının olumlu sonuçlar
verdiği tespit edilmiştir. Sığır gübresinin ise N alımında önemli rol oynadığı
artan gübre miktarlarına karşılık elde edilen değerlerden anlaşılmaktadır.
Lineer bir artış sergileyen N miktarı, 175 g sığır gübresi uygulamasında %
3.608 N ile maksimum seviyeye ulaşmıştır. Özellikle Ca, Cu ve Zn
elementlerinin kıvırcık marul bitki bünyesine alımında vermikompostun iyi
sonuçlar verdiği belirlenmiştir.
Anahtar kelimeler: Vermikompost, koyun gübresi, sığır gübresi, kıvırcık
The Effect of Vermicompost and Other Some
Organic Manures on Plant Nutritions Content of Curly
Lettuce (Lactuca sativa var.)
Abstract: In the greenhouse conditions study was handled, according
to occasional design of experiments positioned 2500g pots. In this study;
vermicompost, cow and sheep manures 1% (25 g), 3% (75 g), 5% (125 g),
Bu makale, “Vermikompost Gübresinin Kıvırcık Bitkisinin Gelişmesi Üzerine
Etkisinin Belirlenmesi ve Diğer Bazı Organik Kaynaklı Gübrelerle
Karşılaştırılması” başlıklı Yüksek Lisans Tezi’nden türetilmiştir.
1
256
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
7% (175 g) amounts and control performings which includes no manure
(%0) were performed, we want to compare curly lettuce’s with manure
media and without manure media. It was found that vermicompost was such
a suitable manure for earliness in the plant seedling. Also cow manure
especially contributed in taking N, it is realized from achieved assets about
analysis results. A lineer increasing in amount of N, in 175 g cow manure
application; with 3,608% N reached maximum level. Generally, there are
positive results about sheep manure usage for plant nutrıtıons activities.
Especially, in the Ca, Cu and Zn plant nutrition purchased for curly lettuce,
it was determined that vermicompost gives good results.
Key words: Vermicompost, sheep manure, cow manure, curly lettuce
1. Giriş
Nüfusun hızlı artışı ile orantılı olarak artan gıda ihtiyacı, tarım
toprakları üzerindeki tarımsal faaliyetlerin artmasına neden olmaktadır.
Geleneksel tarım sisteminde gübre ve kimyasal ilaçların aşırı ve bilinçsizce
kullanımı hem çevre hem de toprak sorunlarına yol açmaktadır. Bu durum,
özellikle bitki beslemede sadece kimyasal gübrelere bağımlı olarak yapılan
tarımın sürdürülebilir olmadığı ve günümüz tarımında yenilik yapılması
gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu amaçla geleneksel tarım sistemlerine
alternatif olarak toprak ve ekosisteme olumsuz etkileri olmayan
sürdürülebilir ve organik gübre kullanımının yaygın olduğu tarımsal üretim
sistemleri üzerinde yoğun çalışmalar yapılmaktadır.
Tüm dünyada tarımsal üretimde sürdürülebilirlik kavramına vurgu
yapan ve organik üretim yöntemlerini teşvik eden yaklaşımların
yaygınlaşması sürecinde yer solucanlarının, organik atık ve artıkları kısa
zamanda yüksek kalitede değerli bir ürüne dönüştürebilme kapasitelerinin
anlaşılması, Avrupa ülkeleri, Hindistan ve Amerika’da vermikültür adı
verilen yeni bir tarımsal üretim sektörünün doğmasını sağlamıştır (Erşahin,
2007). Ülkemizdeki tarımsal uygulamalarda son günlerde “vermikompost”
kullananların ve bu gübreyi üretmek isteyenlerin sayısında önemli sayıda
artışlar gözlenmektedir. Bunun sebepleri arasında topraklardaki organik
madde düşüklüğünün telafisi ve artık bu gübreye ulaşmanın ve üretimin
giderek daha kolay olması düşünülebilir. Ama en önemli sebep; tabi ki bu
gübrenin toprak, ürün ve çevre üzerindeki faydalarıdır (Bellitürk ve ark.,
2013). Polat ve ark. (2000), farklı organik gübre uygulamalarının marulda
verim, kalite ve bitki besin maddeleri alımı üzerine etkilerini belirlemek
amacıyla bir araştırma yapmışlardır. Araştırma sonucunda; tüm organik
257
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
gübre uygulamalarının verimde kontrole göre % 56-212 oranlarında
değişmekle birlikte önemli düzeyde etkili olduğu; KT2 (katı tavuk
gübresi)+ST (sıvı tavuk gübresi) uygulamasının diğer uygulamalarla
kıyaslandığında marulun baş boyu, kök boğazı çapı, baş ağırlığı ve verim
üzerine etkisinin en yüksek düzeyde olduğunu, pH'ya etkisinin ise önemsiz
bulunduğu belirtilmiştir.
Gül ve ark. (2003), topraksız ortamda Iceberg marul yetiştiriciliğinde
organik gübrenin etkisi üzerine yaptıkları araştırmada; organik gübre
materyali olarak yetiştirme ortamına ekim öncesi 200 g/bitki olacak şekilde
karıştırılan sığır gübresinin erkencilik ve bitki gelişimi üzerine bir etkisinin
bulunmadığını, ayrıca organik gübrenin perlit ve tüf ortamında ana besin
uygulaması olarak kullanılabileceğini bildirmişlerdir. Arancon ve ark. (2005)
tarafından bildirildiğine göre, az miktarda kullanıldıklarında bile bitkilerin
gelişmelerini önemli ölçüde artıran vermikompost gerek çiçekçilikte ve
gerekse meyve ve sebze yetiştiriciliğinde etkin bir şekilde kullanılmaktadır.
Vermikompost ve sığır gübresi kullanılarak üretilen domates ve marul
tohumlarının çimlendirilmesi ile ilgili yapılan bir çalışmada, sığır gübresine
kıyasla, vermikompostun bitki büyüme ve gelişimi üzerindeki etkisinin daha
iyi olduğu bildirilmiştir (Atiyeh ve ark., 2000). Azarmi ve ark. (2008),
domates yetiştirilen topraklarda dekara 1.5 ton vermikompost
uygulandığında toprak fiziksel yapısının olumlu yönde değiştiği, organik
karbon ile N, P, K,Ca, Zn ve Mn miktarlarında artışlar olduğunu ifade
etmişlerdir. Bu çalışmada farklı dozlarda koyun, sığır ve vermikompost
gübre uygulamaları sonucunda marul bitkisinin yapraklarındaki bazı bitki
besin elementlerinin analiz edilmesi ve bu analizlerden elde edilen
karşılaştırılması üzerinde durulmuştur.
2. Materyal ve Metot
Bu çalışmada Gentilina Salata Tohumluğu, Baş Salata Kıvırcık
Tohumu kullanılmıştır. Deneme, Yeşil Sanat Peyzaj Mimarlık İnşaat Gıda
Tekstil Sanayi Ticaret Ltd. Şirketi’ne ait arazi toprağı kullanılmıştır. Bu
toprağa ait bazı fiziksel ve kimyasal özellikler Çizelge 1’de verilmiştir.
Deneme, son ağırlık 2500 gram olacak şekilde seçilen saksılarda
yürütülmüştür. Her bir saksı içerisine 2500 gram toprak tartılarak saksılar
doldurulmuştur. Saksılara toprak ağırlığının % 1 (25 g)’i, %3 (75 g)’ü, %5
(125 g)’i, %7 (175 g)’si kadar bütün gübreler ayrı ayrı tartılarak ilgili
saksılara karıştırılmıştır. Her çeşit gübre uygulaması için kontrol grubu (% 0
gübre= gübresiz) da aynı şekilde 4 tekerrürlü olarak kurulmuştur. Saksıların
sulanmasında saf su, özel olarak düzenlenen sulama düzeneği ile
258
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
kullanılmıştır (Şekil 1). Kıvırcık bitkileri, ekim tarihinden 45 gün sonra
hasat edilerek, analiz edilmek üzere laboratuara gönderilmiştir.
Şekil 1. Denemenin kuruluşuna ait görüntüler.
Bitki ve organik gübre örneklerinde toplam azot Kjeldahl yöntemi
kullanılarak tayin edilmiştir. Fosfor, Potasyum, Kalsiyum, Magnezyum,
Demir, Bakır, Çinko, Mangan, Bor analizleri için örnekler yaş yakılıp ICPOES cihazında belirlenmiştir (Kacar ve İnal, 2008). Toprak örneklerinin
tekstür sınıfları suda doygunluk yöntemi yöntemi ile (Tüzüner, 1990); pH
(1:2.5 toprak:saf su) cam elektrodlu pH-metre ile (Bayraklı, 1986)
belirlenmiştir. Toprak örneklerinde elektriksel iletkenlik aleti ile tuzluluk
(1:2.5 toprak:su), Walkley-Black yöntemi ile organik madde ve scheibler
kalsimetresi ile kireç (Gedikoğlu, 1990) analizleri yapılmıştır. Değişebilir
Ca, Mg ile P2O5, K2O, Fe, Cu, Zn ve Mn miktarları Kacar (2009) tarafından
bildirildiği şekilde, ICP-OES cihazında belirlenmiştir.
259
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Verilerin değerlendirilmesinde SPSS Paket Programı kullanılmış olup,
korelasyon analizleri yapılarak sonuçlar elde edilmiştir (Eymen, 2007).
Çizelge 1. Denemede kullanılan toprak analiz sonuçları.
Parametreler
Analiz Sonucu
N
0.135
P2O5
113.90
K 2O
391,98
Organik Madde
2.69
Su İle Doygunluk
40.90
pH
7.16
Tuz
0.006
Kireç (CaCO3)
11.12
Ca
12.81
Mg
1007.99
Fe
11.84
Cu
1.28
Zn
3.37
Mn
2.78
B
0.01
Birimi
%
kg/da
kg/da
%
%
%
ppm
ppm
ppm
ppm
ppm
ppm
ppm
Toprak analiz sonuçları değerlendirildiğinde deneme toprağının tınlı
tekstür yapısında olduğu, tuzsuz ve pH’nın nötr olduğu, organik maddesinin
ve kireç durumunun orta seviyede olduğu sonucuna varılmıştır. Besin
elementi içerikleri açısından ise P, K, Fe ve Mg miktarının çok yüksek, Cu
ve Zn’nin yüksek, Mn elementinin yeterli seviyede, N seviyesinin orta
düzeyde ve B miktarının ise noksan olduğu sonuçları elde edilmiştir.
Denemede kullanılan vermikompost, koyun ve sığır gübrelerine ait analiz
sonuçları Çizelge 2’de topluca verilmiştir.
260
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 2. Saksı denemesinde kullanılan organik gübrelerin analiz sonuçları.
Vermikompost
Koyun
Sığır
(Solucan
Birim
Parametreler
Gübresi Gübresi
Gübresi)
Toplam Azot
1.10
2.43
0.56
%
Toplam Fosfor
1.11
3.79
0.65
%
Suda Çözünür Potasyum
7.19
40.60
5.45
%
Toplam Kalsiyum
10.19
5.19
1.35
%
Toplam Magnezyum
0.77
1.74
0.44
%
Toplam Bor
0.003
0.010
0.002
%
Suda Çözünür Çinko
86.41
381.82
51.51
ppm
Suda Çözünür Bakır
15.65
50.72
14.24
ppm
Suda Çözünür Demir
885.90
1830.00
556.94
ppm
Suda Çözünür Mangan
657.82
798.20
311.45
ppm
Organik Madde
37.84
58.49
12.20
%
Çizelge 2 incelendiğinde, denemede kullanılan vermikompost, koyun
ve sığır gübrelerinin organik madde oranları sırasıyla % 37.84; 58.49 ve
12.22 olduğu ve en yüksek değerin koyun gübresinde olduğu görülmektedir.
3. Sonuçlar ve Öneriler
Gözlemlere ilişkin sonuçlara göre, vermikompost gübrelemesi yapılan
saksılarda çimlenme ve çıkış özelliği açısından “erkencilik” gözlemlenmiş
olup, ilk çıkışlar denemenin kuruluşundan itibaren 8. günde başlamıştır.
Diğer bütün saksılarda ilk çıkışlar yaklaşık olarak 15. günden itibaren
başlamıştır. Farklı uygulama miktarları doğrultusunda vermikompost, sığır
ve koyun gübresi uygulamalarının kıvırcık marul bitkisi yaprak analizleri
sonucunda elde edilen besin elementleri arasındaki ilişkinin derecesi yapılan
korelasyon testleri ile ortaya konulmuştur. Bu bağlamda korelasyon
derecesinin +1.0'a yakın olması ilişkinin kuvvetli olduğunu ve bu değerden
uzaklaştıkça özellikle 0'dan daha düşük değerlerde ise ilişkin kuvvetinin
zayıf ve yok denecek kadar az olduğu yorumu yapılabilinir. Çizelge 3'te
261
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
farklı gübre uygulamaları ile besin elementi miktarları arasındaki korelasyon
ilişkilerine ilişkin istatistiki analiz sonuçları verilmiştir.
Çizelge 3. Farklı organik gübre uygulamaları ile marul bitkisi yaprak analiz
sonucunda elde edilen bazı besin element değerleri arasındaki ilişki
Marul Bitkisi Yaprak Analiz Sonucu Besin Elementi Değerleri
Gübre
Uygulamaları
Sığır
Koyun
(N)
(P)
(K)
(Ca) (Mg) (Fe)
(Cu) (Zn)
(Mn)
(B)
0.736 0.03 -0.88 -0.44 -0.57 -0.488 0.653 0.001 -0.692 -0.883
0.411 0.84
0.17
0.89 0.83 0.500 0.821 0.774 0.611 -0.507
Vermikompost 0.140 -0.32 -0.53 0.42 0.25 -0.246 0.439 0.706 -0.608 -0.901
Çizelge 3'ten elde edilen sonuçlar doğrultusunda toplam azota
bakıldığında özellikle sığır gübresi korelasyon katsayısı 0.736 gibi bir değer
elde edilmişken vermikompost uygulamasında bu değer 0.140 gibi bir
değerde kalmıştır. Bu da sığır gübre uygulamasının marul bitkisi
yapraklarındaki toplam azot miktar artışında kuvvetli bir ilişkinin ortaya
koyduğunu ifade edebilir. Diğer gübrelere kıyasla sığır gübresinin azot artışı
üzerindeki ilişki derecesi kuvvetli bir gösterge niteliğindedir.
Fosfor elementine bakıldığında koyun gübresi uygulaması ile fosfor
arasında 0.848 gibi bir değerle diğer gübrelere oranla kuvvetli bir ilişki
bulunmuştur. Potasyum miktarında ise korelasyon açısından uygulanan
gübre çeşitlerinin potasyum miktarı üzerine ilişkisi yok denecek kadar düşük
düzeyde olduğu görülmektedir. Magnezyum elementinin farklı gübre
uygulamaları arasındaki korelasyon ilişkisine bakıldığında ise 0.831'lik
korelasyon katsayısı değeri ile koyun gübresi uygulamasının magnezyum
üzerinde ciddi bir ilişkinin olduğu sonucunu ortaya koymaktadır. Yine
Demir, Bakır, Mangan gibi besin elementlerine bakıldığında ise koyun
gübresi uygulamalarının korelasyon katsayısının diğer gübre çeşitlerine
oranla daha fazla olduğu görülmektedir. Ancak Bor bitki besin elementi
üzerine farklı gübre uygulamalarının bor elementi artış miktarına etkisinin
olmadığı açık olarak gözlemlenmiştir. Ancak marul bitkisi yapraklarındaki
çinko miktar artışında koyun gübresi ve vermikompost uygulamalarının
etkili olduğu ve aralarındaki ilişki düzeyinin kuvvetli olduğu görülmüştür.
262
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Uygulanan gübre çeşidi ile bitki besin maddeleri arasındaki ilişkinin
düzeyini daha net ve görsel olarak ifade eden grafik Şekil 2' de verilmiştir.
Şekil 2. Bitki besin maddeleri ile uygulanan gübre çeşitleri arasındaki ilişki.
Elde edilen korelasyon katsayılarının paralelinde özetle; koyun
gübresi uygulamalarının hemen hemen tüm besin elementlerinin artışında
önemli bir etkiye sahip olduğu görülmüştür. Ancak marul bitki
yapraklarındaki çinko besin elementi artışında koyun gübresi uygulaması ile
vermikompost gübre uygulamalarında ilişki düzeyi kuvvetli ve paralel bir
durum arz etmiş olduğu görülmüştür. Şekil 2'de verilen grafikten de açıkça
görüleceği üzere korelasyon katsayılarında +1.0 değerine en yakın gübre
uygulaması genel olarak koyun gübresi olarak ortaya çıkmıştır. Fakat
spesifik olarak vermikompost uygulaması Ca, Cu ve Zn'de ilişki düzeyi
kuvvetli olurken sığır gübre uygulaması özellikle N ve Cu'nun miktarı ilgili
gübre uygulaması ile kuvvetli derecede ilişkili bir durum ortaya koymuştur.
Kıvırcıkta, noksanlığında büyümenin gerilemesine sebep olan, baş
tutmanın gerçekleşmediği ve normale göre yaprakların daha kıvrımlı
olmasına sebep olan Ca’un (Güneş ve ark. 2007) etkinliğinin artırılmasını
263
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
sağlamak için vermikompost uygulaması tercih edilebilir. Noksanlığında
marulun rozet şeklinde bir görüntü aldığı ve büyümenin gerilediği Zn
elementinin etkinliğinin gerçekleşmesi için organik gübrelerden
vermikompost uygulanabilir. Ancak organik madde söz konusu olduğunda,
her üç gübrenin de uygulanabileceği görülmüştür.
Bu çalışmada elde edilen veriler doğrultusunda özelikle koyun gübresi
uygulamalarının besin elementlerinin kıvırcık bitkisinin bünyesine alımında
olumlu etkilerinin olduğu söylenebilir. Vermikompost uygulamalarının ise
kıvırcık bitkisinin erkencilik özelliğine etki ettiği görülmüştür. Ülkemizde bu
konu ile ilgili çok fazla çalışma yapılmamış olup, saksı denemesi şeklinde
yürütülen bu çalışmanın tarla koşullarında ve farklı sebzeler üzerinde
denenmesi, daha net sonuçlar ortaya koymayı sağlayacaktır.
Kaynaklar
Arancon, N., and Edwards C. A., 2005. Effects of vermicomposts on plant
growth. International Symposium Workshop on Vermitechnology.
Philippines.
Atiyeh, R.A., Dominguez, J. Subler, S., Edwards, C.A., 2000. Changes in
biochemical properties of cow manure during processing by
earthworms (Eisenia andrei, Bouché) and the effects on seedling
growth. Pedobiologia. 44 (6): 709–724.
Azarmi, R. Giglou, M.T., and Talesmikail, R.D., 2008. Influence of
vermicompost on soil chemical and physical properties in tomato
(Lycopersicum esculentum L.) Field. African Journal of
Biotechnology.7 (14): 2397-2401.
Bayraklı, F., 1986. Toprak ve Bitki Analizleri (Çeviri). Ondokuz Mayıs
Üniv. Ziraat Fakültesi, s: 77-79, Samsun.
Bellitürk, K., Aslan, S. ve Eker, M., 2013. Ekosistem mühendisleri diye
adlandırılan toprak solucanlarından elde edilen vermikompostun
bitkisel üretim açısından önemi. Hasad (Bitkisel Üretim) Tarım
Dergisi, Eylül, İstanbul, 29 (340): 84-87.
Erşahin, Y., 2007. Vermikompost ürünlerinin eldesi ve tarımsal üretimde
kullanım alternatifleri. Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi
Dergisi, 24 (2): 99-107.
Eymen, E., 2007. SPSS Kullanma Klavuzu. İstatistik Merkezi Yayın No:1,
İstanbul.
264
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Gedikoğlu, İ., 1990. Toprak Verimliliğinin Tayininde Kullanılan
Laboratuvar Analiz Yöntemleri. KHGM, Şanlıurfa Araş. Enst. Müd.
Yay. Genel Yayın No: 55, Teknik Yayın No:11, s:22-27, Şanlıurfa.
Gül A., Öztan F., Eroğlu D. ve Yağmur B., 2003. The Use of organic
manure for iceberg lettuce plants grown in substrates. Acta Hort.
(ISHS) 608: 53-57 http://www.actahort.org/books/608/608-6.
Güneş, A., Alparslan, M., ve İnal, A., 2007. Bitki Besleme ve Gübreleme.
Ankara Üniv. Ziraat Fakültesi, Toprak Bölümü Ders Kitabı:504,
Yayın No:1551, Ankara.
Kacar, B. ve İnal, A., 2008. Bitki Analizleri. Nobel Yayın No:1241, Fen
Bilimleri No: 63:816-855, Ankara.
Kacar, B., 2009. Toprak Analizleri (Genişletilmiş 2. Baskı). Nobel Yayın
No: 1387, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara.
Polat, E., Sönmez S., Demir H., ve Kaplan M., 2000. Farklı organik gübre
uygulamalarının marulda verim, kalite ve bitki besin maddeleri
alımına etkileri. Türkiye 2. Ekolojik Tarım Sempozyumu, s: 69-77
Antalya.
Tüzüner, A., 1990. Toprak ve Su Analiz Laboratuvarları El Kitabı. T.C.
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, s:
61-73, Ankara.
265
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Krom (Cr), Kadmiyum (Cd) ve Kurşun (Pb) ile
Kirlenmiş Topraklarda Yetiştirilen ve Tıbbi ve
Aromatik Bir Bitki Olan Labada Bitkisinde
(Rumex patientia L.) Bakır (Cu) ile Ağır Metallerin
İnteraksiyonu
Sevinç Adiloğlu
Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme
Bölümü, Tekirdağ, e-mail: [email protected]
Özet: Bu araştırmada ağır metallerle kirlenmiş topraklarda
fitoremediasyon yöntemi kullanılarak tıbbi ve aromatik bir bitki olarak
yetiştirilen Labada bitkisinin (Rumex patientia L.) Cr, Cd ve Pb ağır
metallerinin bakır mikro elementi ile olan interaksiyonu araştırılmıştır. Bu
amaçla kirletici olarak saksılara 100 mg/kg Cr, Cd ve Pb ağır metalleri
Cr(NO3)3, Cd(NO3)3, Pb(NO3)2 şeklinde uygulanmıştır. Bu kirleticilerin
labada bitkisi (Rumex patientia L.) tarafından alınmasını artırmak için
saksılara çiçeklenme başlangıcında 0, 5, 10 ve 15 mmol/kg dozlarında
EDTA uygulanmıştır. Bitkiler iki aylık gelişim periyodu sonunda hasat
edilmiştir. EDTA’ nın artan dozları ile labada bitkisinin Cr, Cd ve Pb
içeriklerindeki değişimi belirlenerek Cu mikro elementi ile interaksiyonu
incelenmiştir. Saksı denemesinden elde edilen bulgulara göre, artan EDTA
dozları ile birlikte bitkinin kök ve yaprak aksamında Cr, Cd ve Pb ile birlikte
Cu içeriği de artmıştır. Söz konusu bu artışlar istatistiksel olarak
değerlendirmeye tabi tutulup % 1 düzeyinde önemli bulunmuştur.
Anahtar kelimeler: İnteraksiyon, ağır metal, toprak, kirlilik, labada , bakır
266
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Interaction of Some Heavy Metals and Copper (Cu) in
Dock (Rumex patientia L.) Medical and Aromatic Plant
which is Grown Chromium (Cr), Cadmium (Cd) and
Lead (Pb) Polluted Soils
Abstract: It was investigated interaction of Cr, Cd and Pb with Cu
in Dock (Rumex patientia L.) medical and aromatic a plant with using
phytoremediation method in heavy metal pollution soils. For this purpose
100 mg/kg Cr, Cd and Pb were applied each pots as Cr(NO3)3, Cd(NO3)3 and
Pb(NO3)2 forms. 0, 5, 10 and 15 mmol/kg EDTA were applied to each pot in
beginning of flowering season for the increasing of uptake heavy metals by
plant. Plants were harvested after two months growing. It was determined
with the increasing EDTA doses and Cr, Cd and Pb contents of Dock plant
and the interaction of between heavy metal and Cu contents of Dock plant at
the pot experiment. According to the pot experiment results, Cu contents of
roots and leaves of plant increased with increasing EDTA application to
plants and increasing Cr, Cd and Pb contents of plants. These increases were
found statistically significant at the level of 1 %.
Key words: Interaction, heavy metal, soil, pollution, dock, copper
1. Giriş
Son yıllarda ağır metallerin sebep olduğu toprak kirliliği tüm
dünyanın dikkatle üzerinde durduğu bir konudur. Topraktaki ağır metal
kirliliğiyle ilgili çalışmalar ağır metallerin kaynakları ve davranışları, halk
sağlığı ve çevre üzerindeki etkiler, kirlenmiş bölgelerin araştırılması ve
analizi, iyileştirme yönetimi, teknikleri ve risk değerlendirmesi üzerinde
yoğunlaşmıştır.
Son zamanlarda yapılan çalışmalarda Vaccinium myrtillus Aesculus
hippocastanum L., Silene vulgaris, Calendula officinalis, Thlaspi
caerulescens, Althaea rosea, Solanum nigrum L, Hypericum amblysepalum,
Urtica urens, Taraxacum officinale, Mentha sp, Onosma bracteatum,
Plantago lanceolata gibi şifalı bitkilerin toksik ağır metalleri bünyelerinde
yüksek miktarda biriktirebildikleri ve diğer bazı bitkilerden daha başarılı bir
şekilde fitoremediasyonda katılabilecekleri belirlenmiştir. Aynı zamanda
tıbbi ve aromatik bitkilerin biriktirdikleri ağır metallerin sekonder
metabolitlerinin miktarını ve içeriğini olumsuz yönde etkilemediği ifade
edilmiştir (Yaldız ve Şekeroğlu, 2012).
267
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Ağır metallerin tohum çimlenmesi, bitkide büyüme ve gelişme
gerilikleri; çiçeklenme ve verimde azalma; ürün kalitesinde bozulma, azot
döngüsü ve bağlanmasını bozması, klorofil miktarını azaltması, enzim
sistemlerinde bozulmalara yol açması; bitkilere yarayışlı diğer elementlerin
alımını engellemesi gibi hücre içi mekanizmalarda da olumsuz etkilerinin
olduğu belirlenmiştir. Be sebeple ağır metal uygulanan parsellerde bitkinin
kuru madde miktarlarında da azalmalar görülmüştür. (Pandey ve Sharma,
2002; Taboada-Castro ve ark., 2002; Belimov ve ark., 2003; Peralta-Videa
ve ark., 2004).
Artan dozlarda yapılan Cu uygulamalarının toprak pH’sı ve bitki besin
elementleri üzerine önemli etkilere sahip olduğu belirlenmiştir. Farklı
dozlarda yapılan Cu uygulamasının toprak pH’sını, değişebilir Mg ve bitkiye
yarayışlı Fe içeriklerini düşürdüğü; toprak örneklerinin toplam N, alınabilir
P, değişebilir K, bitkiye yarayışlı Zn ve Cu içeriklerini artırdığı
belirlenmiştir (Sönmez ve ark., 2006).
Wang ve ark. (2007), laboratuar ortamında, farklı dozlarda Cu
uygulanan saksılarda bir arbüsküler mikorizal mantar olan Acaulospora
mellea ile inoküle olmuş veya olmamış mısır (Zea mays) bitkisinin gelişimi
ve Cu alımı üzerine bir çalışma yapmışlardır. Çalışma sonucunda yüksek
konsantrasyonda Cu içeren saksılardaki bitkilerin topraktan besin elementi
alımlarının düşük çıkmasını toprak pH değerine bağlamışlardır. Topraktaki
malik asit, sitrik asit, oksatik asit gibi organik asitlerin yapısının ve
konsantrasyonunun mantar tarafından değiştirildiğini gözlemlemişlerdir.
Araştırıcılar yaptıkları çalışmada, Acaulospora mellea türünün, bakırın mısır
tarafından fitoekstraksiyonu için uygun olmadığını ancak, mikorizal
bitkilerin köklerinde yüksek Cu alım kapasitelerinden dolayı
fitostabilizasyon için daha uygun olacağını ifade etmişlerdir. Diğer yandan
kirleticilerin rüzgâr, su erozyonu, yıkanma ve toprak dağılması ile taşınması
engellenmektedir. Bitkinin kök çevresi mikrobiyolojisi ve kimyası ile
yakından ilişkili olan sistemde bitki, kirletici etmenin yapısını suda
çözünemeyen-taşınamayan şekilde değiştirebilmekte olduğu görülmüştür
(EPA, 2000; Yıldız, 2008).
Canlılar üzerinde mikro besin elementlerinin etkisi dikkate
alındığında, toprak ve su örneklerinde bulunan mikro besin elementlerinin
analizi büyük önem taşımaktadır. Metaller bütün aerobik ve genellikle
anaerobik organizmalar için esansiyel maddelerdir. Bununla birlikte krom,
kurşun, kobalt ve nikel gibi birçok ağır metalin yüksek miktarlarının insan
sağlığını ciddi derecede etkilediği kanıtlanmıştır. İnsan vücudu ağır metalleri
işleyememekte ve dışarı atamamaktadır. Sonuçta bu ağır metaller çeşitli
organlarda birikmektedir. Yüksek miktarlarda birikim de insan vücudunda
268
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
ciddi zararlara neden olabilmektedir. Çevrede kirletici etkileri en fazla
gözlenen bazı ağır metaller, Kadmiyum, Nikel, Civa, Krom, Gümüş, Kobalt,
Kalay, Bakır, Çinko ve Kurşundur (Wase ve Forster, 1997).
2. Materyal ve Metod
Deneme “Şansa Bağlı Tam Bloklar” deneme desenine göre 3
tekerrürlü olarak yapılmıştır. Denemede; 3 kirletici Cr(NO3)3, CdSO4, ve
(Pb(NO3)2 × 4 şelat dozu (EDTA) (0, 5, 10, 15 mmol/kg) × 3 tekerrür + 3
kontrol: toplam 39 saksı yer almıştır. Denemede kirletici ve şelat
uygulamalarının yapılmadığı kontrol saksıları da 3 tekerrür olarak
oluşturulmuştur. Bu araştırmada; bitki materyali olarak labada bitkisi
(Rumex patientia L.) kullanılmıştır. Bitki tohumlarının doğrudan saksılara
ekimi yapılmıştır. Çimlenmeden sonra her saksı da üç adet bitki kalacak
şekilde seyreltme yapılmıştır. Ekim yapılmadan önce bitkiler için gerekli
olan N, P ve K ihtiyaçları toprakta bulunan elverişli miktarları dikkate
alınarak azot kaynağı olarak amonyum nitrat, fosfor kaynağı olarak ise
triplesüperfosfat gübresi ve potasyum kaynağı olarak ise potasyum sülfat
gübreleri saksılara ekimle birlikte uygulanmıştır.
Kirleticilerin saksılara uygulanmasından sonra toprak tarafından
absorbsiyonu için 30 gün inkübasyona bırakılmış ve bu sürenin sonunda her
bir kirleticinin uygulandığı saksıdan toprak örneği alınarak ekstrakte
edilebilir Cr, Cd ve Pb analizleri yapılmıştır. İnkübasyon işleminden sonra
saksılara labada (Rumex patientia L.) bitkisinin tohumları ekilmiştir. Daha
sonra bitkilere çiçeklenme başlangıcında ağır metal alımını etkinleştirmek
için yukarıda açıklanan dozlarda EDTA uygulamaları yapılmıştır.
2.1. Bitki Analizleri
Bitkiler iki aylık büyüme periyodu sonucunda hasat edilerek her
saksıdaki bitkinin kök ve gövde ağırlıkları belirlenmiştir. Hasat edilen
Labada (Rumex patientia L.) bitkileri laboratuar ortamın getirilerek kuru
madde miktarları belirlenmiştir. Bitki örnekleri mikrodalga fırında yaş
yakılmıştır. Yakılan bitki örnekleri, çözelti içerisindeki ağır metaller ICPOES cihazı ile tesbit edilmiştir. (Kacar ve İnal, 2010). Bitki örneklerinin azot
içeriklerinin tayininde, modifiye edilmiş mikro Kjeldahl yöntemi
kullanılmıştır (Sağlam, 2012).
269
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
2.2. Toprak Analizleri
Laboratuar koşullarına getirilen toprak örneğinde pH (Jackson, 1967),
CaCO3 içeriği (Sağlam, 2012), elektriksel iletkenlik (EC) (Sağlam, 2012),
organik madde miktarı (Kacar, 1995) yöntemine göre belirlenmiştir.
Ekstrakte edilebilir fosfor (Olsen, 1982), değişebilir potasyum (Kacar, 1995)
ve alınabilir Fe, Zn, Cu ve Mn analizleri (Lindsay ve Norwell, 1978) metodu
ile yapılmıştır. Tekstür analizi (Bouyoucos, 1955)’ e göre yapılmıştır.
2.3. Denemede Kullanılan Bitkinin Bazı Özellikleri
Güncan (1979)’a göre bahçelerde, yamaçlarda, tarlalarda, sulama
kanalı, göl kenarlarında, yol kenarlarında ve çayırlarda yetişen labada 60120 cm boyunda bir gövdeye sahiptir. Gövdenin alt yaprakları geniş ve
büyük olup, orta yapraklar geniş ve uçları kütleşmiş ve hafif kıvırcıktır. Kök
kazık formunda olup 30 cm’ den daha fazla derine gitmektedir. Labada bir
vejetasyon döneminde iki defa tohum bağlamaktadır. İlk tohum bağlama
Mayıs-Haziran aylarında ikincisi ise Ekim ayında oluşmaktadır. Bitki toprak
istekleri açısında kireççe fakir alanları tercih etmektedir. Labada bitkisi
(Rumex patientia L.) çok yıllık bir bitki olmakla birlikte geleneksel tıpta
yaygın olarak kullanılmaktadır. İdrar söktürücü, ateş düşürücü, yara
tedavilerinde kullanılan bu bitki anti enflamatuvar etkiye sahiptir (Süleyman
ve ark., 1999).
Yapılan çalışmalar tıbbı ve aromatik bitkiler içerisinde labada
bitkisinin kirlenmiş alanların temizlenmesinde fitoremediasyon potansiyeli
gösterdiği belirlenmiştir. Diğer yandan yapılan araştırmalarda tıbbi ve
aromatik bitkilerin bünyelerinde akümüle ettikleri ağır metallerin sekonder
metabolitlerinin miktarını ve içeriğini negatif yönde etkilemediği ifade
edildiğinden fitoremediasyon sonucunda hasat edilen bitkilerin
değerlendirilmesi de dikkate değer bir durumdur (Bahtiyarca ve Bağdat,
2007).
2.4. İstatistiksel Analiz
Deneme sonucunda belirlenen verilerin istatistiksel olarak ele
alınması, varyans analizleri (MSTAT 3.00/EM) istatistik paket program ile
yapılmış ve ortalamalar arasındaki farklılıklar % 1 ve % 5 önemlilik
seviyesinde LSD testine göre belirlenmiştir (Düzgüneş ve ark., 1987).
270
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
3. Bulgular ve Tartışma
3.1. Deneme Toprağı Örneğinin Bazı Fiziksel ve Kimyasal
Özellikleri
Araştırma toprağında yapılan analizlerden elde edilen kimi fiziksel ve
kimyasal özelliklere ait değerler Çizelge 1’de sunulmuştur.
Çizelge 1. Deneme toprağının bazı fiziksel ve kimyasal özellikleri
pH
ECx 106
Tekstür Sınıfı
Org. Mad. (%)
P2O5 (kg/da)
K2O (mg/kg)
Kireç, %
Cr (mg/kg)
Cd (mg/kg)
Pb (mg/kg)
7.95
0.011
Kil
0.14
12.50
497.03
6.03
0.05
0.02
0.98
Çizelge 1’ den de görüldüğü üzere deneme toprağı; killi tekstürde,
organik madde miktarı çok az ve nötr pH özelliğindedir. Herhangi bir
tuzluluk sorunu bulunmayan deneme toprağının kireç içeriği orta kireçli
olarak bulunmuştur. Özellikle deneme konusu olan ağır metallerin (Cd, Cr
ve Pb) eser düzeylerde oldukları belirlenmiştir. Sera koşullarında toprağa
100 mg/kg dozlarında uygulanan Cr, Co, Ni ve Pb kirleticilerinin labada
bitkisi tarafından alımını kolaylaştırmak amacıyla farklı dozlarda uygulanan
EDTA’ nın bitkilerin kök ve gövde aksamındaki bakır elementi içerikleri
üzerindeki etkilerine olan etkileri Çizelge 2 ve Çizelge 3’de verilmiştir.
271
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 2. Labada bitkisinin gövde aksamında EDTA dozlarının ve ağır
metal (Cr, Cd, Pb) uygulamaları ile Bakır (Cu) interaksiyonuna ait ortalama
değerleri (mg/kg) ve önemlilik grupları *,**
EDTA
Ağır metal
Ortalama
0
5
10
15
CrxCu
8.113 d
8.573 c
8.857 b
9.317 a
8.715 a
CdxCu
7.883 a
7.810 a
7.700 a
7.393 ab
7.697 b
PbxCu
5.857 c
7.487 b
10.023 a
7.500 b
7.717b
Ortalama
7.284 b
7.957 b
8.860 a
8.070 a
* : değerler üç tekerrür ortalamasıdır. **: her bir element ayrı
değerlendirilmiştir.
Labada bitkisinin kök ve gövde aksamlarına ait bakır (Cu) elementi
içerikleri üzerinde EDTA uygulamalarının etkileri Çizelge 1 ve Çizelge 2
verilmiştir. Söz konusu bu çizelgeler incelendiğinde ağır metallerle (Cr, Ni
ve Pb) kirletilen parsellerde artan dozlarda uygulanan EDTA bitkinin kök ve
gövde aksamlarının Cu içeriklerinde önemli değişimlere sebep olmuştur.
Artan miktarlarda EDTA dozlarının uygulandığı parsellerdeki bitkilerin Cu
içeriği kök ve gövde aksamlarında her bir ağır metalin uygulandığı
saksılarda genellikle artmıştır. Bu durum EDTA uygulamalarının Cu
elementinin labada bitkisi tarafından alınabilirliğini artırdığını
göstermektedir. Bu artışlar istatistiki % 1 düzeyinde önemli bulunmuştur.
Çizelge 3. Labada bitkisinin kök aksamında EDTA dozlarının ve ağır metal
(Cr, Cd, Pb) uygulamaları ile Bakır (Cu) interaksiyonuna ait ortalama
değerleri (mg/kg) ve önemlilik grupları *,**
Ağır metal
CrxCu
CdxCu
PbxCu
Ortalama
EDTA
0
10.383 b
8.277 d
13.627 c
10.762 d
5
9.943 c
8.563 c
15.267 a
11.258 b
10
12.317 a
8.750 b
15.177 b
12.081a
*: değerler üç tekerrür ortalamasıdır.
**: her bir element ayrı değerlendirilmiştir.
272
15
8.103 d
13.110 a
11.940 d
11.051 c
Ortalama
10.187 b
9.675 b
14.003 a
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Bakır elementi ile toprakların kirlenmesi gübreleme, ilaçlama,
tarımsal veya yerleşim yeri atıkları ve aynı zamanda endüstriyel emisyon
gibi Cu içeren minerallerden kaynaklanmaktadır. Endüstriyel kirlenme
çevresel bir problem olmasına rağmen, aynı zamanda bu tip kirlenmeler
atmosferin uzun zamanlı kirlenmesinde de etkili olmaktadır (Bakırcıoğlu,
2009). Esringü (2012) tarafından yapılan bir araştırmada kanola bitkisi
kullanılarak Cr, Cd, Pb gibi ağır metallerin fitoremediasyon yöntemi ile
uzaklaştırılması için bir çalışma yapılmıştır. Artan EDTA uygulaması ile
birlikte kanola bitkisinin topraktan kaldırdığı söz konusu ağır metallerin
miktarında da önemli artışlar olduğu belirlenmiştir.
Manios ve ark. (2002), yaptıkları çalışmada atık su kompostları içeren
materyallerde yetiştirilen Typha latifolia bitkisinin toplam protein
konsantrasyonu üzerine ağır metallerin etkilerini incelemişlerdir. Yapılan 10
haftalık bir araştırmada Cd, Cu, Ni, Pb ve Zn’nin farklı konsantrasyonlarını
içeren solüsyonları bitkilere uygulamışlardır. Sonuçta Typha latifolia’nın
yaprak ve gövdelerinde Ni ve Zn’nin konsantrasyonlarında bir artış
gözlemlemişler ve aynı yüksek konsantrasyonları diğer dört metal için de
kaydetmişlerdir.
Bununla
birlikte
yaprak
dokularında
protein
konsantrasyonunun arttığını gözlemlemişlerdir. Diğer taraftan bitkilerin
gelişimi ve sağlığında üzerinde ağır metallerin olumsuz etkilerinin artan
konsantrasyonla birlikte meydana geldiğini saptamışlardır.
Aşağıdaki Çizelge 4‘de EDTA ve ağır metal uygulanan saksılarda
labada bitkisinin hasat edilmesi sonrasında toprakta kalan bakır miktarı ile
ağır metal interaksiyonuna ilişkin varyans analizi verilmiştir. Çizelge 4’de
görüldüğü gibi her bir ağır metalin uygulandığı saksılarda artan EDTA
uygulamaları ile birlikte topraktaki bakır miktarları artmış ve bu artış
istatistiksel olarak % 1 düzeyinde önemli bulunmuştur. Buradan artan EDTA
dozları ile birlikte Cr, Cd ve Pb uygulanan saksılarda çözünebilir bakır
miktarının arttığı görülmektedir.
273
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 4. Hasat sonrasında toprakta EDTA dozlarının ve ağır metal
(Cr, Cd, Pb) uygulamalarının Bakır (Cu) interaksiyonuna ilişkin
ortalama değerleri (mg/kg) ve önemlilik grupları*, **
Ağır metal
CrxCu
CdxCu
PbxCu
Ortalama
EDTA
0
0.540 d
0.793 d
0.860 d
0.731 d
5
0.660 c
0.863 c
1.360 c
0.961 c
10
1.650 b
1.087 b
2.273 b
1.670 b
15
1.797 a
1.487 a
2.490 a
1.924 a
Ortalama
1.162 b
1.058 b
1.746 a
* : değerler üç tekerrür ortalamasıdır.
**: her bir element ayrı değerlendirilmiştir.
Sonuç ve Öneriler
Topraklara uygulanan 100 mg/kg Cr, Cd ve Pb kirletici ağır metaller
ile birlikte 0, 5, 10 ve 15 mmol/kg dozlarında uygulanan EDTA şelatının
artan dozları bitkinin hem kök ve hem de gövde aksamında bulunan bakır
miktarlarını önemli derecede artırdığı görülmüştür. Söz konusu bu artışlar
istatistiksel olarak % 1 düzeyinde önemli bulunmuştur. Bu sonuç beklenen
bir durumdur. Çünkü topraklara EDTA gibi çeşitli şelatların uygulanması
toprakta ağır metallerin çözünürlüğünü ve bitkiler tarafından alınmasını
artırmaktadır. Bu durum bakır ağır metali için de geçerlidir.
Tarım topraklarında kirliliğe sebep olan ve özellikle sanayi kökenli
insan aktivitelerine bağlı olarak topraklara bulaşan Cr, Cd ve Pb gibi bazı
ağır metallerin topraktan klasik fizikokimyasal yöntemlerin kullanılması ile
birlikte temizlenmesi pahalı tekniklerdir. Bu nedenle toprakta bulunan bazı
ağır metallerin (Cr, Cd ve Pb) çözünürlüklerini EDTA gibi bazı şelatörler
yardımı ile artırarak doğal yollardan topraktan uzaklaştırılmasını sağlayan
fitoremediasyon yöntemleri kullanılmalıdır. Çünkü bu yöntemlerin
uygulaması hem kolay ve hem de maliyeti düşüktür. Fitoremediasyon
yöntemi ile topraktaki ağır metallerin uzaklaştırılmasında ağır metallerin
topraktaki konsantrasyon ve çeşidine bağlı olarak değişen farklı
hiperakümülatör bitkilerin (örneğin labada bitkisi) kullanılması tarım
topraklarında her geçen gün daha fazla önem kazanmaktadır. Bu yöntemin
uygulanması ile birlikte bitkinin topraktan kaldırdığı bakır miktarının da
arttığı ortaya konulmuştur.
274
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Bu araştırmada tarım alanlarındaki Cr, Cd ve Pb gibi bazı ağır
metallerin labada bitkisi ile fitoremediasyon yöntemi kullanılarak
giderilebileceği ortaya konulmuştur. Labada bitkisi topraktan söz konusu bu
ağır metalleri EDTA uygulamalarıyla birlikte daha fazla alırken diğer
yandan da bu ağır metaller bitkinin bakır alımı arasında önemli istatistiksel
ilişkiler elde edilmiştir. Bu sonuç labada bitkisinin topraktan artan EDTA
uygulaması ile birlikte Cr, Cd ve Pb ağır metalleri ile birlikte bakır
elementini de daha fazla kaldırdığını göstermektedir. Sonuç olarak ağır
metal kirliliği görülen tarım alanlarında EDTA uygulamaları ile birlikte
labada bitkisinin topraktan uzaklaştırdığı Cr, Cd ve Pb miktarları ile Cu
miktarları arasında önemli interaksiyonların olduğu belirlenmiştir.
Kaynaklar
Bakırcıoğlı, D., 2009. Toprakta makro ve mikro element tayini. Trakya
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Kimya Anabilim Dalı. Edirne.
Bahtiyarca, R., and Bağdat, E.I.D., 2007. Phytoremedation behaviour of
some medicinal and aromatic plants to various pollutants. Tarla
Bitkileri Merkez Araştırma Enst. Dergisi. Cilt: 16, Sayı: 1, 2.
Belimov, A.A., Safronova, V.I., Tsyganov, V.E., Borisov, A.Y.,
Kozhemyakov, A.P., Stepanok, V.V., Martenson, A.M., Pearson, V.G.
and Tikhonovich, I.A., 2003. Genetic variability in tolerance to
cadmium and accumulation of heavy metals in pea (Pisum Sativum
L.). Euphytica 131: 25–35.
Bouyoucos, G. J., 1955. A Recalibration of the hydrometer method for
making mechanical analaysis of the soils. Agronomy Journal, 4(9):
434.
Düzgüneş, O., Kesici T., Kavuncu O. ve Gürbüz F., 1987. Araştırma ve
Deneme Metodları (İstatistik Metodları II). Ankara Üniversitesi Ziraat
Fak. Yay.: 1021. Ders Kitabı. 295s
EPA (Environmental Protection Agency), 2000. Introduction to
phytoremediation, EPA/600/R-99/107, National risk management
research laboratory office of research and development U.S.
Environmental Protection Agency Cincinnati, Ohio 45268, USA.
Esringü A., 2012. Toprakta kurşun (Pb), kadmiyum (Cd) ve bor (B)
elementlerinin şelatör desteğiyle kolza (Brassica napus L.) bitkisi
kullanılarak fitoremediasyon yöntemiyle giderilmesi. Atatürk
Üniversitesi Fen Bilimleri Enst. Toprak Anabilim Dalı, Doktora Tezi.
275
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Güncan, A., 1976. Erzurum çevresinde bulunan yabancı otlar ve
önemlilerinden bazılarının yazlık, hububatta mücadele imkânları
üzerinde araştırmalar. Atatürk Üniv. Yayınları. 446, Ziraat Fak. Yayın
I. 209, Araştırma Serisi 135, Erzurum.
Jackson M.C., 1967. Soil chemical analysis. Prentice Hall of India
Private’Limited, New Delhi.
Kacar B., 1995. Bitki ve Toprağın Kimyasal Analizleri: III. Toprak
Analizleri. A.Ü. Ziraat Fak. Eğit., Araşt. ve Gel. Vakfı Yay. No: 3,
Ankara.
Kacar, B,. ve İnal, A., 2010. Bitki Analizleri, Nobel Yayın No: 1241.
Lindsay W.L. and Norvell W.A., 1978. Development of a DTPA soil test for
zinc, iron, manganase and copper. Soil Sci. Soc.Am.J. 42: 421- 428.
Manios, T., Stentiford, E.I., Millner, P.A., 2002. The Effect of heavy metals
on the total protein concentration of Typha Latifolia L. plants,
growing in a substrate containing sewage sludge compost and watered
with metaliferus water. Environmental Engineering 37 (8): 14411451.
Olsen, S.R., and Sommers L.E., 1982. Phosphorus. Methods of soil analysis.
Part II. Chemical and microbiological properties In: (Page, A.L., R.H.
Miller and D.R. Keeney eds.). 2nd Ed., ASA SSSA Publisher,
Agronomy. No: 9 Madison, Wisconsin, pp. 403-427, USA.
Pandey, N., Sharma, C.P, 2002. Effect of heavy metals Co2+, Ni2+, and Cd2+,
on Growth and Metabolism of Cabbage. Plant Science 163: 753-758.
Peralta-Videa, J.R., Rosa, G., Gonzalez, J.H., and Gardea-Torresdey, J.L.,
2004. Effects of the growth stage on the heavy metal tolerance of
alfalfa plants. Advances in Environmental Research 8: 679-685.
Sağlam, MT., 2012. Toprak ve Suyun Kimyasal Analiz Yöntemleri. Namık
Kemal Üniversitesi, Yayın No: 2, Tekirdağ.
Sönmez, S., Kaplan, M., Sönmez, N.K. ve Kaya, H., 2006. Topraktan
yapılan bakır uygulamalarının toprak ph’sı ve bitki besin maddesi
içerikleri üzerine etkisi. Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi,
19(1): 151-158.
Süleyman, H., Demirezer L.Ö., Kuruüzüm A., Banoğlu Z.N., Göçer F.,
Özbakir G. and Gepdiremen A., 1999. Antiinflammatory effect of the
aqueous extract from Rumexpatientia L. Roots. Journal of
Ethnopharmacology 65: 141–148
Taboada-Castro, M.M., Dieguez- Villar, A., and aboada-Castro, M.T., 2002.
Effect of soil use and agricultural practices on heavy metal levels in
surface waters. Communications in Soil Science and Plant Analysis
33(15-18): 2833-2849.
276
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Wang, F.Y., Lin, X.G., and Yin, R., 2007. Inoculation with arbuscular
mycorrhizal fungus acaulospora mellea decreases Cu phytoextraction
by maize from Cu–contaminated soil. Pedobiologia., 51: 99–109.
Wase, D.A., and Forster, C.F., 1997. Biosorbents for metal ions, London,
UK, CRC. 113 p.
Yaldız, K.,ve Şekeroğlu, M., 2012. Tıbbi ve aromatik bitkilerin bazı ağır
metallere tepkisi. Türk Bilimsel Derlemeler Dergisi 6 (1): 80-84.
Yıldız, S., 2008. Nişasta sanayi atıksularının bitkisel iyileştirilme
(fitoremediasyon) kapasitesine mikorizal simbiyozun etkilerinin
araştırılması. Çukurova Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Çevre
Mühendisliği Anabilim Dalı, Adana.
277
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Mikoriza ve Tuz Stresi İnteraksiyonunun Mısır
(Zea Mays L.) Bitkisinin Erken Gelişme Döneminde
Bazı Fizyolojik Özelliklerine Etkisi
Hülya Okkaoğlu1 Rıza Avcıoğlu2
Çukurova Üniversitesi Karaisalı Meslek Yüksekokulu, Adana
EgeÜniversitesi , Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Böl., Çayır Mera ve
Yembitkileri B. D. İzmir, E-posta: [email protected]
1
2
Özet: Üç değişik mısır çeşidine (King, Shemal, Hido) uygulanan üç
farklı mikoriza türü (Glomus intraradices, Glomus mossae, Aculoaspora
bireticulata) ile beş değişik tuz (NaCl) dozunun (0, 50, 100, 150, 200 mMol)
etkilerini incelemek amacıyla yürütülen bu araştırma, Ege Üniversitesi Ziraat
Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Çayır Mera ve Yembitkileri Bilim Dalının
fizyoloji laboratuarında 2007-2009 tarihleri arasında yürütülmüştür.
Çalışmada yaprak ayasında klorofil a-b içeriği, yaprak ve kökte Na+ve K+
iyonu birikimi, kök ağırlığı, mikorizal kolonizasyon oranı gibi özellikler
incelenmiştir. Çalışmamızın sonucunda, mikoriza mantarlarının mısır
çeşitlerinin erken gelişme dönemlerinde fizyolojik özelliklerine ve toksik
iyon düzenlemesine güçlü katkılar sağladığı belirlenmiştir. Özellikle
G.intraradices’in Hido mısır çeşidi ile oluşturduğu mikorizal birlikteliğin,
200 mMol tuz dozuna kadar olan yüksek tuz konsantrasyonlarında, direnç
geliştirdiği belirlenmiştir. Sürdürülebilir bir çevre için son yıllarda önem
kazanan kuraklık ve tuz stresine dayanıklılık açısından mikorizaların ümit
vaad ettiği ve pratiğe dönük tarla çalışmalarına da başlanması gerektiği
sonucuna varılmıştır.
Anahtar kelimeler: Mikoriza, tuz stresi, klorofil a-b, Na+ ve K+ iyon
278
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Arbuscular Mycorrhizal Association Mitigate Salt Stress
by Improve Some Physiological Aspects In Early
Growing Stage of Maize (Zea mays L.)
Abstract: The effects of varied rates of three different Mycorrhiza
spp.(Glomus intraradices, Glomus mossae, Acaulospora bireticulata) on
three commercial maize varieties including: King, Shemal, Hido which
were subjected to five different salt (NaCl) dozes (0, 50, 100, 150, 200
mM) was our aim in this study. This interesting investigation on
interactions of mycorrhizal fungus and salinity on cultivars was conducted
in the physiology laboratory of Pasture and Forage Crops section of Field
Crops Department, Agriculture Faculty, Ege University in 2007-2009. The
stress resistance correspondent affinities were examined such as
chlorophyll a- b content in leaves, and Na+, K + accumulation in leaves and
roots as well as root weight and mycorrhizal colonization was determined.
Our initial observation indicates a strong contribution on the physiological
properties of growth and toxic ions adjustment in maize crops by
mycorrhizal fungi. Among our applied mycorrhizal species G. intraradices
revealed significant association with the rhizosphere of Hido cultivar. This
root colonization proved also mycorrhizal contributive improvement
influence on saline stressed plant under the effect of concentrated salt
applications, up to the 200 mM. AM fungi can help improve the biomass
yield of root by improving resistance to high salt concentration. This
finding would lead us to better understanding of the function of hyphal
stress alleviation by acquisition more water and nutrients by preforming
root colonization and enhance rhizosphere area. We concluded that all
mycorrhizas were promising agents for drought and salt stresses gaining
significance for a sustainable environment in the present days, and practical
field studies focusing on this technique should be commenced in near
future.
Key words: Mycorrhiza, salt stress, chlorophyll a-b, Na+, K+ accumulations
1. Giriş
Tarımsal açıdan stres etmenlerinin önemli bir ögesini oluşturan toprak
tuzluluğu, bitkilerde büyüme ve gelişmeyi, ürünlerin nitelik ve niceliğini çok
olumsuz yönde etkilemektedir. Bu etkilenmenin düzeyi toprağın nemine ve
eriyebilir tuz içeriğine bağlıdır. Topraktaki bitki gelişiminin iyi bir göstergesi
279
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
olan osmotik basınç, 20 atm’e ulaştığında bitki gelişimi kısıtlanmakta; 40
atm’de ise bitki ölümleri gerçekleşmektedir. Bu durum fizyolojik kuraklığı
sonuçladığından, bitki kökleri toprakta bulunan suyu alamamaktadırlar
(Ekmekçi ve ark.,2005). Toprak çözeltisinde tuz konsantrasyonunun artmasına
bağlı olarak, su potansiyeli doğrusal şekilde azalmakta ve dolayısıyla tuz
konsantrasyonu arttıkça bitkiler daha az su alabilmektedirler (Ayyıldız, 1990).
Doğal gübre olarak nitelendirilen mikoriza mantarları ile bitki kökleri
arasındaki simbiyotik yaşamda bitki, mikorizaya enerji kaynağı olarak
karbonhidrat verirken, mikoriza da bitkinin gereksinim duyduğu besin
elementi ve su alımını desteklemektedir (Marschner, 1998).
Biyotik ve abiyotik stres koşulları altında konukçu bitki ile simbiyotik
yaşamda olan ve bitkinin stres faktörlerine toleransını arttıran mikorizalar
(Smith and Read, 1997; Karagiannidis et al., 2001), sürdürülebilir tarımda
yeni bir ümit olma yolundadır. Ayrıca, kimyasal gübrelere alternatif doğal
gübre olarak anılan mikorizaların organik tarım ve sürdürülebilir tarımda
ülke ekonomilerine de büyük yararlar sağlayacağı kuşkusuzdur (Almaca ve
ark., 2009). Feng et al. (2002) yaptıkları çalışmada, mikoriza ile birliktelik
kuran mısır bitkilerinin, tuz stresine maruz kaldıklarında, klorofil
konsantrasyonlarının, kök ve sap ağırlıklarının, fosfor ve çözülebilir şeker
oranlarının mikorizayla kolonizasyon sağlanmamış olan bitkilere göre, daha
yüksek olduğunu belirtmişlerdir.
Bir çok çalışmanın model ve öncü bitkisi olan mısır, mikorizalarla
simbiyotik ilişkide, çok başarılı sonuçlar veren konukçu bir bitkidir. Bu
araştırma çalışmamız da, orta derecede tuza dayanıklı bir sıcak iklim bitkisi
olan mısırın, mikoriza inoküle edilerek yarı hidroponik ortamda
yetiştirilmesi ve bu simbiyotik mantarların mısırın erken gelişme döneminde
bitkinin büyüme ve fizyolojik özelliklerine etkisini araştırmak amacıyla
yürütülmüştür.
2. Materyal Ve Yöntem
Deneme; Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü’nün
Çayır Mer’a ve Yem Bitkileri Bilim Dalı Fizyoloji Laboratuarında 2007-2009
tarihleri arasında yürütülmüştür. Çalışma, değişik kaynaklardan temin edilen 3
farklı mikoriza türünün,( Glomus mossae, Glomus intraradices, Aculoaspora
bireticulata) farklı tuz yoğunluklarında (0 mMol, 50 mMol, 100 mMol, 150
mMol, 200 mMol) yetiştirilen 3 farklı mısır çeşidinin (King, Shemal, Hido),
erken gelişme dönemlerindeki morfolojik ve fizyolojik özelliklerine etkisi
araştırmak amacıyla bölünen bölünmüş parseller deneme desenine göre 3
tekrarlamalı olarak yürütülmüştür. Denemede bitkileri yetiştirmek, ortamda
280
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
mikorizaları yerleştirmek ve tuz etkilerini araştırmak amacıyla, 50 mm
çapında ve 30 cm yüksekliğinde silindirik PVC kaplar kullanılmıştır Her çeşit
için 6 adet hazırlanan PVC kapların her birine 530 g steril kum + 70 g
mikoriza +100 g steril kum sandaviç şeklinde yerleştirilmiş ve bu harca 5 adet
tohum ekimi yapılmıştır. Hidroponik ortam için 45x55 cm boyutlarında 20 cm
derinliğinde plastik havuzlar kullanılmıştır. Her havuza 15 lt saf su konarak,
daha önce hesaplanmış olan ve deneme bitkilerinin makro ve mikro besin
elementi gereksinimini karşılayacak olan Hoagland çözeltisinden modifiye
edilerek hazırlanan besin solusyonu haftada bir ya da büyüme hızlandığında
iki defa verilmiştir. Buna göre; 2 mMol Ca (NO3)2.4H2O; 1 mMol KNO3;
0,0094 mMol (NH4)2HPO4 ve microelementler için Fetrilon Combi-1 Yaprak
gübresinden 11,25 g/l hazırlanmış ve her havuza 83 cc alarak uygulanmıştır.
Yine ön denemelerle saptanan bu besin çözeltisinde bitkilerin sağlıklı
olarak büyüdükleri belirlenmiştir. Deneme, 3 çeşit için 5 tuz dozunda, 3 x 5 =
15 kez kurulmuş, her kurulumda 3 mikoriza türü ve kontrol olmak üzere 4
plastik havuz yer almıştır. Kumlu hidroponik olarak da tanımlanan bu
düzenekte plastik havuzların su ortamı her hafta değiştirilmiş, hazırlanan P’suz
Hoagland çözeltisinden verilmeye devam edilmiştir. Ortam pH’sı günde 2 kez
kontrol edilerek 6,0-6,5 arasında kalması sağlanmış (Hawkins and George,
1997), bu amaçla besin çözeltisine gerektiğinde HCl ya da NaOH verilerek pH
değerinin 6,0 -6,5 arasında kalması sağlanmıştır. Hidroponik ortamda,
havalanmanın optimumda tutulması amacıyla EP 8500’lük akvaryum pompa
ve hortumları ile besin ortamına sürekli hava pompalanmıştır (Resh, 1995) .
Denemenin kontrollü olarak sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için,
bitkilerin yetiştirildiği ortam çelik konstrüksiyon + polietilen örtüyle
kaplanarak büyütme ortamı (biyosfer) olarak düzenlenmiştir. Ortamın sıcaklık,
nem ve ışık düzenlenmesi mısır bitkisine uygun olarak ayarlanmış,
gerektiğinde termostatlı elektrikli ısıtıcı çalıştırılarak ya da vantilatör
yardımıyla ortam sirkülasyonu sağlanmış ve sıcaklığı gündüz 26 ± 2 ºC , gece
18 ± 2 ºC olacak şekilde dengelenmiştir.
Ortamda, her gün 14 saatlik ışıklanma süresini sağlamak amacıyla
zamanlayıcı ile ayarlanmış ve 20000- 25000 lüx ’lük ışık veren Na buharlı
halojen lamba düzeneği kurulmuştur. Kontrollü şartlarda yetiştirilen ve 18
günlük büyümesini tamamlayan fideler 3 x 6 = 18 hasat edilip, fizyolojik
analizler için yaprak örnekleri derin dondurucuda kök örnekleri ise % 50 etil
alkol içinde buzdolabında saklanmıştır.Örneklerin, kök ağırlıkları tartılarak
belirlenmiş, klorofil a ve b içerikleri; Spektrofotometrede (Cdeman JuierII
Model 6/20), =663nm-645 nm dalga boylarında absorbsiyon değerleri
açısından okunmuş ve Lichtenhaler and Welburn (1983)’un Arnon(1949)’dan
geliştirerek önerdikleri modele göre, konsantrasyon değerleri (mg/g)
281
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
saptanmıştır. Yaprak Ayası ve Kökte Na+ ile K+ İyonu Birikimi Drew et al,
(1988)’e; Mikorizal kolonizasyon oranı Philips and Hayman (1970) ‘ın
belirttikleri yönteme göre yapılmıştır.
3. Bulgular ve Tartışma
3.1. Kök Ağırlığı (g)
Faktörlerin ayrı ayrı etkilerine göre, G.intraradices uygulanan bitkiler
3,64 g/bitki kök ağırlığı ile en yüksek değere ulaşmış, ancak diğer 2
mikoriza türü ile aralarında çok farklılık olmadığı, G.mossae uygulanan
bitkilerin ortalama 3,62 g/bitki ve A.bireticulata uygulananların ise 3,52
g/bitki kök ağırlığı değerlerinin aynı grupta yer aldıkları belirlenmiştir
(Çizelge 1). Tuz içermeyen ortamdaki bitkilerin kök ağırlığı 4,05 g/bitki
olarak bulunmuş, Hido çeşidinin ortalama 3,67 g/bitki kök ağırlığı ile diğer
çeşitlere göre daha başarılı olduğu saptanmıştır. Sonuçlar, 3 mikoriza türü
ile birliktelik oluşturan bitkilerin ortalama olarak aynı grupta yer aldıklarını
açıkça ortaya koymaktadır. Ancak, Hido çeşidine ait bitkiler, diğer çeşitlere
göre 3 mikoriza türüyle de özellikle 150 mMol tuz dozunda en yüksek kök
ağırlıkları vermiştir.
Mikoriza uygulanan bitkilerin ortalama kök ağırlıkları, mikoriza
uygulanmayan bitkilere göre oldukça yüksek bulunmuştur. Faktörlerin ayrı
ayrı etkileri açısından, Hido çeşidinin diğer çeşitleri açık farkla geride
bırakarak yüksek ortalama kök ağırlıklarına sahip olduğu saptanmıştır. Bu
sonuç, 150 mMol tuz içeren ortamda yetiştirilen ve mikorizal birliktelik
oluşturan bitkilerin, tuz stresi koşullarında mikoriza uygulanmayan bitkilere
bakarak, tuz stresinin etkisini daha etkin azaltmalarından, mikorizanın
oluşturduğu hiflerin besin maddelerinden ve sudan çok daha iyi
yararlanmayı sağlamasından kaynaklanmaktadır.
Bu bölümdeki sonuçlarımız, mikorizal birlikteliğin bitki köklerinin
büyüme hızı ve morfolojisini geliştirdiğini, konukçu bitkinin kök hidrolik
iletkenliğini arttırıp, ozmotik dengeyi ve karbonhidrat içeriğini dengelediğini
ve stres koşullarına dayanıklılığını arttırdığını belirten araştırıcılarla (Kothari
et al., 1990; Bethlenfalvay et al.,1998; Ruiz- Lozano and Azcon, 2000; RuizLozano, 2003; Sheng, et al., 2008) uyumlu bulunmuştur.
3.2.Yaprak Ayasında Klorofil –a ve b İçerikleri(mg/g)
Faktörlerin ayrı ayrı etkileri açısından sonuçlar incelendiğinde, hiç tuz
içermeyen ortamda yetiştirilen bitkilerin ortalama 1,215 mg/g ile en yüksek
klorofil a içeriğine ulaştıkları, G.intraradices uygulanan bitkilerin ortalama
282
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
0,658 mg/g ile diğer mikoriza türlerini geride bıraktıkları, Hido çeşidinin
0,660 mg/g ile en fazla klorofil a içeren çeşit olduğu belirlenmiştir (Çizelge
2). Faktörlerin etkileri ayrı ayrı incelendiğinde, Hido çeşidinin ortalama
0,374 mg/g ile diğer çeşitleri geride bıraktığı, G.intraradices uygulanan
bitkilerin ortalama 0,390 mg/g ile diğer mikoriza türlerinden ve kontrol
uygulamalarından daha başarılı olduğu, tuz uygulanmayan ortamda
yetiştirilen bitkilerin ortalama 0,701 mg/g ile en yüksek klorofil b içeriğinde
olduğu belirlenmiştir (Çizelge 3).
Yaprak ayalarındaki klorofil a içeriği irdelendiğinde, faktörlerin ayrı
ayrı etkileri açısından, erken gelişme döneminde tuz uygulanmayan
bitkilerin klorofil a içeriği, beklenene uygun olarak en yüksek değerde
belirlenmiş ve tuz dozu arttıkça bitkilerin klorofil konsantrasyonları
azalmıştır. Hido çeşidi, bir çok karakterde olduğu gibi, klorofil - a içeriği
açısından da yüksek içerikle dikkati çekmiştir. G.intraradices ile birliktelik
oluşturan bitkilerin klorofil a içeriği, diğer mikoriza türleri ve mikoriza
uygulanmayan bitkilerin klorofil - a içerikleriyle karşılaştırıldığında, anılan
türle gerçekleştirilen simbiyosis sonucunda, çeşitlerin klorofil a içeriği
açısından daha başarılı oldukları saptanmıştır. Yaprak ayalarındaki klorofil b içeriği değerlendirildiğinde, Hido çeşidinin klorofil - b içeriği, klorofil a’da olduğu gibi, diğer çeşitlerden daha yüksek olarak saptanmıştır, gerek
klorofil a ve gerekse klorofil - b içerikleri mikorizal birliktelik oluşturan
bitkilerde, mikoriza uygulaması yapılmayan bitkilere nazaran daha yüksek
gerçekleşmiştir.
Mikorizaları, tuzlu yetişme koşullarında biyo – yenileyici (onarıcı)
olarak ifade eden Singh et al.(1997)’ın yorumları, çalışmamızın sonuçlarını
doğrular niteliktedir. Mikorizal birliktelik oluşturan bitkilerin, mikoriza
uygulaması yapılmayan bitkilere nazaran, verim öğelerini oluşturan pek çok
etmen açısından üstünlükleri bu bölümde de açıkça gözlemlenmiştir. Ruiz
Lozano et al. (1996)’da, mikorizalı bitkilerin tuz stresi etkisi altındaki
büyüme başarısı mekanizmasının, mikorizanın besin madde alımına
katkısından daha çok, CO2 değişim oranı artışından transpirasyon ve stoma
iletkenliğinin gelişmesinden ve su kullanım etkinliğinin artması gibi
fizyolojik proseslerden kaynaklandığını açıklamakta ve sonuçlarımızla
uyumlu veriler ortaya koymaktadır. Örneğin, mikorizalar klorofil sentezi
sürecinde Mg absorbsiyonunu arttırarak, Na+’un antogonistik etkisini
baskılayabilmekte
ve
bu
aşamada
bitkiye
önemli
katkı
gerçekleştirebilmektedirler (Jentschke et al. 2000). Yaprak ayalarındaki
klorofil - a ve b içeriklerini ele aldığımız bu bölümde, King çeşidinde
mikoriza uygulanmayan ve 200 mMol tuz dozunda yetiştirilen genç fide
dönemindeki yaprakların klorofil b içeriğinin, klorofil a içeriğinden yüksek
283
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
çıkması dikkat çekici bir sonuç olarak ortaya çıkmıştır. Yüksek yoğunlukta
tuz içeren ortamda yetiştirilen genç fidelerde, hasat zamanına doğru (tuz
stresine 10-12 gün maruz kalma süreci) yapraklardaki yeşil rengin kırmızıya
dönmesi ve kurumalar, klorofil miktarındaki olumsuz değişimlerin açık bir
göstergesi olarak gözlenmiştir.
Gürel ve ark. (2006)’da pamuk yapraklarındaki kızarıklığın
nedenlerini ve biyokimyasal mekanizmalarını inceledikleri çalışmalarında,
kızarık yapraklarda antosiyaninlerin yoğun birikimi, klorofil içeriğindeki
azalmalar, prolin içeriğinde ve peroksidaz aktivitesindeki artışlar gibi
oldukça belirgin biyokimyasal değişiklikler saptadıklarını belirtmişlerdir.
Bitki fotosentez ortamlarında en çok bulunan klorofil - a’nın stres
koşullarında klorofil b’ye dönüştüğü ve stres devam ettikçe, bu moleküllerin
de yıkılarak antosiyanin pigmentlerine indirgendikleri bilinmekte (Salisburry
and Ross, 1992; Kacar ve Katkat, 1999), bulgularımız bu yaklaşımlarla
açıklanabilmektedir.
3.3.Yaprak Ayasında Na+ İyonu Birikimi (%)
Faktörlerin etkileri ayrı ayrı değerlendirildiğinde, 200 mMol tuz
dozundaki bitkilerin ortalama %0,505 ile en yüksek değere sahip oldukları,
mikoriza uygulanmayan bitkilerde ortalama %0,454 Na+ iyonu birikimi
saptandığı, King çeşidinin ise yapraklarında ortalama %0,531 değeri ile en
fazla Na+ iyonu biriktirdiği belirlenmiştir. Tuz stresi araştırma
çalışmalarında en çok kullanılan tuz bileşiği NaCl olduğundan, Na+’un
vakuolde birikimini sağlayan taşınım sisteminin iyi bilinmesi gerekmektedir
(Binzel et al., 1988). Bitkiler Na+ iyonunu almaları ve ona gösterdikleri
tepkilerine göre, natrofilik ve natrofobik olmak üzere ayrımlanmaktadırlar.
Natrofilik bitkiler, aldıkları sodyumu organları ve dokuları arasında
dağıtırken, mısır gibi natrofobik bitkiler ise Na+ iyonunu köklerinde
biriktirmektedirler (Kacar ve Katkat, 1999).
Çalışmamızın bu bölümünde mısır çeşitleri arasında da geniş bir
varyasyon olduğu görülmektedir(Çizelge 4). Özellikle Hido çeşidinin
yapraklarındaki Na+ iyonu birikiminin diğer çeşitlere oranla çok düşük
olduğu görülmektedir. Kloroplastlarda biriken Na+ ya da Cl- iyonlarının
yoğunlukları yüksek düzeye ulaştığında fotosentez engellendiğinden (Kacar
ve Katkat, 1999 ) Na+ konsantrasyonunun düşük olması, bitkinin tuz stresine
karşı dayanımının arttığını göstermekte ve fotosentez ürünlerindeki kaybın
minumumda kalması nedeniyle bitkinin gelişiminde olumsuzluklarla
karşılaşılmamaktadır. Bitkiler özellikle sürgünlerden, meristemlerden ve
yapraklardan tuzu dışarı atarak da tuz stresinin etkisine karşı direnmeye
284
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
çalışmaktadırlar ve bunu da köklerden sürgünlere zararlı iyonların
gönderilmesini engellemeyi yeterince başaramadıkları koşullarda
yapmaktadırlar. Köklerinde mikorizal birliktelik oluşturan ve bolca hif
içeren bitkilerde ise doğal olarak köklerde Na+ birikimi (bloklama)
kolaylaşmaktadır.
Bu bölümdeki sonuçlarımız, mikoriza türleri ile birliktelik oluşturan
bitkilerin, mikoriza uygulanmayan bitkilere göre, yapraklarındaki Na+iyonu
birikiminin daha az olduğunu açıkça ortaya koymakta ve açıklamayı
doğrulamaktadır. Mikorizanın, tuz stresinin etkisini azaltarak, yani
yapraklarda Na+ iyonu birikimini gerileterek K+/Na+ oranını düzenlediğini ve
köklerden yapraklara tuzun taşınımını azalttığını belirten Asghari (2004) ile
Garg ve Manchanda (2009) ‘nın yorumları da sonuçlarımızla uyumlu
bulunmuştur.
3.4. Kökte Na+ İyonu Birikimi (%)
Faktörlerin etkileri ayrı değerlendirildiğinde, mikoriza uygulanmayan
kontrol bitkilerinin ortalama %0,644 ile en fazla Na+ iyonu içerdiği, Hido
çeşidinin köklerinde diğer çeşitlere göre %0,668 oranında Na+ iyonu
biriktirdiği, 200 mMol tuz dozunda yetiştirilen bitkilerin köklerinde %0,920
ile en yüksek Na+ iyonu birikimi olduğu Çizelge 5’ten de izlenebilmektedir.
Bilindiği gibi bitkiler genç fide döneminde tuz stresine, gelişimini
tamamlamış bitkilere göre daha duyarlıdırlar. Ayrıca, kökleri çok yüksek tuz
konsantrasyonuna maruz kalan fidecikler tuzdan daha fazla etkilenmektedir
(Larcher,1995).
Mikorizal birliktelik oluşturmayan bitkilerin Na+ iyonu birikiminin,
mikorizal simbiyosis oluşturan bitkilerden daha fazla olması beklene
uymaktadır. Ancak mikorizal hiflerin kök hacmine önemli bir artış sağladığı
dikkate alındığında, mikorizal simbiyosis oluşturan bitkilerde göreceli olarak
nisbi Na+ birikiminin daha düşük olacağı pek çok araştırıcı (Asghari, 2008;
Kaya et al., 2009) tarafından belirtilmiştir. Örneğin, Asghari (2008)
mikorizal birliktelik oluşturan bitkilerin köklerindeki Na+ iyonu
konsantrasyonunun nispi azalmasını K/Na oranının artmasını sonuçladığını
açıklamakta ve bu sayede konukçu bitkinin tuz stresi etkisini daha kolay
tolere edebildiğini öne sürmektedir. Özellikle Hido çeşidi açısından
saptadığımız sonuçlarımız bu görüş ile tam bir uyum içindedir.
285
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
3.5.Yaprak Ayasında K+ İyonu Birikimi
Sonuçlar faktörlerin ayrı ayrı etkilerine göre değerlendirildiğinde,
G.mossae uygulaması yapılan bitkilerin yaprak ayalarında ortalama % 0,736
K+ iyonu birikimi olmuş, King çeşidi % 0,749 değeriyle K+ iyonu birikimi
bakımından diğer çeşitleri geride bırakmış, 50 mMol tuz dozunda %0,799
ile en yüksek ortalama K+ iyonu birikimine sahip olduğu görülmüştür
(Çizelge 6).
Bitkilerin tuz stresinin etkilerine, hücresel düzeyde dayanıklılıklarının
başka bir ifadesi olan K+ iyonu birikimi, stres altındaki bitkilerde
osmoregülasyonu kolaylaştırmakta ve bu ozmotik basınç dengelemesi de,
bitkinin besin maddeleri ve su alımına katkı sağlayarak bitkinin su
tüketimini dengelemektedir.
Bu bölümdeki sonuçlar, mısır yapraklarında K+ iyonu birikimi
açısından ele alındığında, 50 mMol tuz konsantrasyonunda yetiştirilen
bitkilerin, ortalama olarak en yüksek K+ iyonu içeriğine sahip olduğu
görülmüştür. King çeşidinin diğer çeşitlere göre yapraklarında daha fazla
K+iyonu içerdiği belirlenmiştir. Özellikle G.mossae ile mikorizal simbiyosis
gerçekleştiren bitkilerin yapraklarında, ortalama olarak diğer mikoriza
türlerinden ve mikoriza uygulanmayan bitkilerden daha fazla K+ iyonu
biriktiği saptanmıştır. Yapraklarda K+ iyonu birikiminin, özellikle yüksek tuz
konsantrasyonlarındaki koşullarda, mikorizal simbiyosis gerçekleştiren
bitkilerde, birliktelik oluşturmayan bitkilere nazaran daha fazla olduğu
dikkat çekmektedir. Bu durum, mikorizalı bitkilerdeki yüksek K
akümülasyonunun, K/Na oranının yüksek olmasını sağlayarak, bitkide Na+
iyonu hareketini ya da sitoplazmadaki iyonik dengeyi düzenleyerek,
konukçu bitkiye katkıda bulunduğu görüşünü doğrulamaktadır (Allen and
Cunningham,1983).
286
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
3.6. Kökte K+ İyonu Birikimi (%)
Faktörlerin etkileri ayrı ayrı değerlendirildiğinde, 50 mMol tuz
dozundaki bitki köklerinin ortalama %1,068 ile en yüksek K+ iyonu
içerdiği, A.bireticulata uygulamasının %0,779 oranıyla köklerde K+ iyonu
birikimi açısından diğer mikoriza türlerini ve kontrol bitkilerini geride
bıraktığı, Hido çeşidinin ortalama % 0,996 ile en yüksek K+ iyonu
içeriğine sahip olduğu saptanmıştır (Çizelge 7).Köklerdeki K+iyonu
içeriği açısından faktörlerin etkileri ayrı ayrı incelendiğinde, çeşitler
arasında çok geniş bir varyasyon görülmektedir. Özellikle Hido çeşidinin
köklerinde, diğer çeşitlere oranla çok daha fazla K+ iyonu birikimi olduğu
belirlenmiştir. A.bireticulata uygulanan bitkilerin köklerinde, mikoriza
içermeyen uygulamaya ve diğer mikoriza türleri uygulamalarına göre
nispeten daha fazla K+ iyonu birikimi gözlenmiştir. 50 mMol tuz dozunda
yetiştirilen bitkilerin köklerinde K+iyonu birikiminin, en yüksek düzeyde
olduğu bulunmuştur.
Hido çeşidinin erken gelişme dönemindeki fideciklerinin
köklerindeki K+ iyonu birikimi, tüm mikoriza türleri ile birlikteliklerde ve
tüm tuz dozlarında, mikorizal simbiyosis gerçekleştirmeyen bitkilerden
dikkat çekici bir düzeyde yüksek saptanmıştır. Yaprak ve kökteki K+
iyonu birikimi değerleri birlikte ele alındığında, Hido çeşidinde K + iyonu
birikiminin genellikle köklerde gerçekleştiği, yaprakda daha az iyon
birikimi olduğu belirlenmiştir. Allen and Cunningham (1983) ve Colla et
al. (2008), K/Na oranının yüksek olmasının, çeşitli enzimatik proseslerde
ve protein sentezinin engellenmesini önlemede yardımcı olduğunu
açıklamaktadırlar. Sonuçlarımız, mikorizalı bitkilerdeki düşük Na +
birikimini özellikle yapraklardaki kuru madde birikiminin artışı nedeniyle
ortaya çıkan ‘seyreltme etkisi’ olarak tanımlayan Kaya et al. (2009) ve
Al-Karaki (2006)’nin yorumlarıyla uyumlu bulunmuştur.
3.7. Mikorizal Kolonizasyon Oranı (%)
Faktörlerin etkileri ayrı ayrı irdelendiğinde, G.intraradices ile
birliktelik oluşturan erken gelişme dönemindeki bitkilerin köklerindeki
kolonizasyon oranının, ortalama %48,6 değeri ile diğer mikoriza
türlerinden daha başarılı olduğu Çizelge 8’de görülmektedir. Tuz
uygulanmayan ortamda yetiştirilen bitkilerin ortalama % 74,8 değeri ile
iyi bir performans gösterdiği ve tuz dozu arttıkça mikorizal birlikteliğin
oranının azaldığı belirlenmiştir. Hido çeşidinin, ele aldığımız ve önceki
bölümlerde açıklamaya çalıştığımız pek çok karakterde çok iyi
287
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
performans göstermesinin, ortalama %50 kolonizasyon oranıyla diğer
çeşitlere nazaran daha başarılı mikorizal birliktelik gerçekleştirmesinden
kaynaklandığı kanaatımızı pekiştirmektedir. Shemal çeşidinin, tuz dozu
arttıkça istikrarlı olarak, kolonizasyon oranında da azalmalar görülmüştür.
King çeşidinin G.intraradices ve A.bireticulata uygulandığı ortamlardaki
150 mMol tuz dozunda, 100 mMol tuz dozundan daha fazla kolonizasyon
oranı gerçekleştirdiği görülmektedir. Hido çeşidi ise tüm mikoriza türleri
uygulamalarında daha başarılı olmuş ve 150 mMol tuz dozunda, 100
mMol tuz dozuna göre daha başarılı bir mikorizal kolonizasyon
sağlamıştır.
Bolat ve Ortaş (2006), turunç bitkilerinin mikoriza ile simbiyotik
ilişki sonucunda belli bir doza (1000 µmhos/cm) kadar, tuz ilavesi sonucu
oluşan strese olumlu katkı sağladığını belirtmekte ve tuz içermeyen suyla
sulanan turunç bitkilerinde köklerde daha fazla mikorizal kolonizasyon
görüldüğünü
açıklayarak,
sonuçlarımıza
benzer
yaklaşımı
sergilemektedirler.
Çizelge 1: Farklı Mısır Çeşitlerinde Uygulanan Değişik Mikoriza Türleri
ile Tuz Dozlarının Kök Ağırlığına Etkileri (g/bitki)
Çizelge 2: Farklı Mısır Çeşitlerinde Uygulanan Değişik Mikoriza Türleri
ile Tuz Dozlarının Yaprak Ayasında klorofil-a İçeriğine Etkileri (mg/g)
288
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 3: Farklı Mısır Çeşitlerinde Uygulanan Değişik Mikoriza Türleri
ile Tuz Dozlarının Yaprak Ayasında klorofil-b İçeriğine Etkileri (mg/g)
Çizelge 4: Farklı Mısır Çeşitlerinde Uygulanan Değişik Mikoriza Türleri
ile Tuz Dozlarının Yaprak Ayasında Na+ İyonu Birikimine Etkileri (%)
Çizelge 5: Farklı Mısır Çeşitlerinde Uygulanan Değişik Mikoriza Türleri
ile Tuz Dozlarının Kökte Na+ İyonu Birikimine Etkileri (%)
289
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 6: Farklı Mısır Çeşitlerinde Uygulanan Değişik Mikoriza Türleri
ile Tuz Dozlarının Yaprak Ayasında K+ İyonu Birikimine Etkileri (%)
Çizelge 7: Farklı Mısır Çeşitlerinde Uygulanan Değişik Mikoriza Türleri
ile Tuz Dozlarının Kökte K+ İyonu Birikimine Etkileri (%)
Çizelge 8: Farklı Mısır Çeşitlerinde Uygulanan Değişik Mikoriza Türleri
ile Tuz Dozlarının Mikorizal Kolonizason Oranına Etkileri (%)
4. Sonuç
Değişik mısır çeşitlerine uygulanan 5 farklı tuz dozunun (0- 50100- 150- 200 mMol NaCl) etkisiyle 150 mMol tuz dozuna kadar olumlu
ve anlamlı bir dayanıklılık ve tolerans izlenmiştir.Mısır çeşitlerine
uygulanan 3 farklı mikoriza türü (Glomus intraradices, G.mossae ve
Acoulospora bireticulata)’nün etkisiyle, pek çok fizyolojik ve morfolojik
özellikte olumlu sonuçlar elde edilmesi mikoriza kullanımının önemini
290
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
ortaya koymuş ve yakın gelecekte bu mikroorganizmaların tarımda yaygın
kullanımının gerekliliğini kanıtlamıştır. Sonuçlar topluca irdelendiğinde;
mısır genotipleri arasında değişik mikoriza türleriyle mikorizal birliktelik
oluşturma açısından, özellikle erken gelişme döneminde önemli
farklılıklar bulunduğu, G.intraradices’in mikorizal çalışmalarda önemle
dikkate alınması gerektiği, mısır gibi tuza dayanıklılığı sınırlı olan
bitkilerin tuzlu ortamlarda mikoriza destekli olarak yetiştirilmesinin
tarımsal açıdan da yararlar sağlayacağı ve çeşit seçimine bu açıdan da
özen gösterilmesi gerektiği söylenebilmektedir.
Kaynaklar
Almaca, D. N., Öktem, A. G., Söylemez, S. and Coşkun, M., 2009,
Mikorizanın Doğal Gübre Olarak Kullanılma Olanakları. I. Gap
Organik Tarım Kongresi 17-20 Kasım 2009 Şanlıurfa Bildiri
Özetleri, 170s.
Allen E. B. and Cunningham G. L., 1983, Effects of Vesicular-Arbuscular
Mycorrhizae on Distichlis spicata Under Three Salinity Levels.
New Phytologist ,93: 227–236pp.
Al-Karaki, G. N., 2006, Nursery Inoculation of Tomato with Arbuscular
Mycorrhizal Fungi and Subsequent Performance Under Irrigation
with Saline Water. Scientia Horticulturae ,109:1-7pp.
Anonim, 2009;May Tohum Grubu web sayfası.www.may.com.tr .Erişim
tarihi:08.11.2009.
Arnon, D. I. 1949, Copper Enzymes In Isolated Chloroploasts
Polyphenoloxidase in Beta vulgaris, Plant Physiology, 24: 1-5pp.
Asghari, H. R., 2004, Effects of Arbuscular – Mycorrhizal Fungal
Colonization on Management of Saline Lands . The University of
Adelaide Faculty of Science (Unpublished PhD thesis).School of
Earth and Environmental Sciences.198p. South Australia.
Asghari, H. R., 2008, Vesicular – Arbuscular (VA) Mycorrhizae Improve
Salinity Tolerance In Pre- Inoculation Subterranean clover
(Trifolium subterraneum) Seedlings. International Journal of Plant
Production, 2 (3) : 243-256pp.
Ayyıldız, M., 1990, Sulama Suyu Kalitesi ve Sulamada Tuzluluk
Problemleri. Ank. Üni. Zir. Fak. Yay. No:1196, 282 s.
Bates, L. S., Waldern, R. P. and Teare, I. D. 1973, Rapid determination of
free proline for water-stress studies, Plant and Soil, 39: 205-207pp.
291
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Bethlenfalvay, G. J., Brown, M. S., Ames, R. N. and Thomas, R. S., 1998,
Effects of Drought on Host and Endophyte Development in
Mycorrhizal Soybeans in Relation to Water Use and Phosphate
Uptake. Physiol. Plan., 72 : 565-571pp.
Binzel M. L., Hess, F.D, Bressan, R. A. and Hasegawa, P. M., 1988,
Intracellular Compartmentation of Ions in Salt-Adapted Tobacco
Cells. Plant Physiol., 86: 607-614pp.
Bolat, N. Ve Ortaş, İ., 2006, Doğal Ekosistemde Bulunan Mikoriza
Türlerinin Kültür Bitkilerine Adaptasyonunun Sağlanması.
(Basılmamış YL Tezi). Çukurova Üniversitesi Fen Bilimleri
Enstitüsü. 64s, Adana.
Colla G, Rouphael Y, Cardarelli M, Tullio M, Rivera C. M. and Rea E.
2008; Alleviation of Salt Stress by Arbuscular Mycorrhizal in
Zucchini Plants Grown at Low and High Phosphorus concentration.
Biology and Fertility of Soils V: 44, p: 501–509pp.
Drew, M., Guenther, J. and Lauchli, A., 1988, The Combined Effects of
Salinity and Root Anoxia on Growth and Net Na+ and K+
Accumulation in Zea mays Grown in Solution Culture, Ann. Bot.,
61: 41-53pp.
Ekmekçi, E., Apan, M. ve Tekin, K. 2005, Tuzluluğun Bitki Gelişimine
Etkisi, OMÜ Zir. Fak. Dergisi, 2005, 20(3): 118-125s.
Feng, G., Li, X. L., Zhang , F. S. and Li, S. X., 2000; Effect of
Phosphorus and Arbuscular Mycorrhizal Fungus on Response of
Maize Plant to Saline Environment. Plant Resour. Environ. , 9 :2226pp.
Garg, N. And Manchanda, G., 2009; Role of Arbuscular Mycorrhizae in
the Alleviation of Ionic, Osmotic and Oxidative Stresses Induced by
Salinity in Cajanus cajan (L.) Millsp.(pigeonpea). Journal of
Agronomy and Crop Science, Blackwell Verlag, 195: 110,123pp.
Gürel, A., Hakerlerler, H., Yağmur, B., Akdemir, H. ve Bulgaristan
Bilimler Akademisi (Edrava, A., Gesheva, E., Tsonev, T., Velikova,
V.), 2006; Reddening of Cotton Leaves: Causes and Biochemical
Mechanisms (Pamuk
Jentschke G., Brandes, B., Kuhn, A. J., Schroder, W. H., Becker, J. S. and
Godbold, D.L.,2000; The Mycorrhizal Fungus Paxillus Involutus
Transport Magnesium to Norway spruce Seedlings. Evidence From
Stable Isotope Labeling. Plant Soil ,220 : 243-246pp.
Kacar, B. ve Katkat, V., 1999; Gübreler ve Gübreleme Tekniği.Uludağ
Üniversitesi Güçlendirme Vakfı Yayın No: 144, Vipaş Yayın
No:20, ISBN 975-564-084-3, 531s, Bursa
292
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Karagiannidis, N., Bletsos, F. and Stavropoulos, N., 2001; Effect of
Verticillium wilt (Verticillum dahliae Kleb.) and Mycorrhiza
(Glomus mosseae) on Root Colonization, Growth and Nutrient
Uptake in Tomato and Eggplant Seedlings. Scie. Hortic., 94: 145156pp.
Kaya, C., Asraf, M., Sönmez, O., Aydemir S., Tuna, A. L. and Cullu, M.
A., 2009; The Influence of Arbuscular Mycorrhizal Colonization on
Key Growth Parameters and Fruit Yield of Pepper Plants Grown at
Hıgh Salinity. Scientia Horticulturae, 121: 1-6pp.
Kothari S. K., Marschner, H. and George E., 1990; Effect of VA
Mycorrhizal Fungi and Rhizosphere Microorganism on Root and
Shoot Morphology, Growth and Water Relations of Maize. New
Phytologist, 116: 303–311pp.
Larcher, W., 1995; Physiological Plant Ecology. Plants Under Stress.
Springer. Austria. 513 p. ISBN 3540435166.
Marschner, H., 1998; Role Of Root Growth, Arbuscular Mycorrhiza, And
Root Exudates For The Efficiency and Nutrient Acquisition. Field
Crops Research, 56: 203-207pp.
Phillips J.M. and Hayman, D. S. 1970; Improved Procedures for Clearing
and Staining Parasitic and Vesicular-Arbuscular Mycorrhizal Fungi
for Rapid Assessment of Infection. Trans Br Mycol Soc., 55:158–
161pp.
Resh, H. M., 1995; Hydroponic Food Production. 3rd ed. Santa Barbara:
Woodbridge Press Publishing Co. 1-65pp.
Ruiz- Lozano, J. M., 2003; Arbuscular Mycorrhizal Symbiosis and
Alleviation of Osmotic Stress: New Perspectives For Molecular
Studies. Mycorrhiza, 13: 309-317pp.
Ruiz-Lozano JM, Gómez M, Azcón R., 1995; Influence of Different
Glomus Species on the Time-Course of Physiological Plant
Responses of Lettuce to Progressive Drought Stress Periods. Plant
Sci., 110: 37-44pp.
Ruiz- Lozano, J.M., Azcon, R., 2000; Symbiotic Efficiency and
Infectivity of an Autochthonous Arbuscular Mycorrhizal Glomus
sp.from Saline Soils and Glomus deserticola Under Salinity.
Mycorrhiza, 10: 137-143pp.
Salisbury, F. B. and Ross, C. W., 1992; Plant Physiology, Wadsworth
Pub. Com., Inc., Belmont, California- USA
293
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Sheng, M., Tang, M., Chen, H., Yang, B., Zhang, F., Huang, Y., 2008;
Influence of Arbuscular Mycorrhizae on Photosynthesis and Water
Status of Maize Plants Under Salt Stress. Mycorrhiza, 18: 287296pp.
Singh, R.P., Tripathi, R.D., Sinha, S.K., Meheshwari, R.,Srivastava, H.S.,
1997; Responses of Higher Plants to Lead Contaminated
Environment. Chemosphere, 34: 2467-2493pp.
Smith, F. A., Smith, S.E., 1997; Structural Diversity in VesicularArbuscular Mycorrhizal Simbiosis. New Phytologist, 137: 373388pp.
294
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
İyi Tarım Uygulamaları İle Üretilen Şeker Mısır
(Zea Mayşvar.Saccharata)’ın Tane Verimi ve
Besin Değerleri
Fikret Budak1 Serap Kızıl Aydemir2
Igdır Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri- Igdır
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Tarım Bilimleri ve Teknolojileri
Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü-Bilecik
e-posta: [email protected]
1
2
Özet: Bu çalışma, 2011-2012 yıllarında Iğdır Üniversitesi Tarımsal
Uygulama ve Araştırma Merkezi çiftliğinde, üzerinde en az 12 yıl hiç
tarım yapılmayan arazi üzerinde ve kimyasal kullanılmadan yapılmıştır.
Organik tarımda azami geçiş süreci tek yıllık bitkilerde 2, çok yıllık
bitkilerde ise 3 yıl geçiş süresi olması dolayısıyla süre bakımından
yönetmeliklere göre uygun olması yanında organik üretim için diğer
şartlara haiz olmaması yönüyle iyi tarım uygulamaları olarak
değerlendirilebilecek bu çalışma Tesadüf Blokları Deneme Desenine göre
dört (4) tekerrürlü olarak 15 Nisan da kurulmuştır. Materyali olarak 4 adet
hibrit şeker mısır çeşidi (Vega, Merit, Jubile ve Lincoln) ve 1 adet
Sakarya kompozit şeker mısır çeşidi kullanılmıştır. Araştırma sonunda, en
yüksek dane verimi 780,46 kg/da ile Vega çeşidinden, en düşük dane
verimi ise 686,26 kg/da ile Sakarya kompozit çeşidinden elde edilmiştir.
Merit çeşidi 741,36 kg/da ile ikinci sırada Jubilee 733,25 kg/da ile üçüncü
Lincoln çeşidi ise 706,82 kg/da dördüncü sırada yer almıştır. İstatistiki
bakımdan Vega çeşidi ile diğer çeşitler arasında fark önemli olurken Merit
ve Jubile çeşitleri aynı grupta yer almış ve arasındaki fark istatiksel
değerlendirmelerde önemli bulunmamıştır. Tane verimi yönünden bu
farklılıklar çeşitlerin farklı genotipik yapıya sahip olmaları ve çevre
koşullarında farklı etkilenmelerinden kaynaklanmaktadır. Şeker mısırı
çeşitlerinin kalite ve besin değerleri bakımından analizleri yapılmıştır.
Buna göre, Sakarya şeker mısırı danesinin farklı kısımlarında (endosperm,
embriyo ve kabuk) değişmekle birlikte ortalama % 13 su, % 11,2 protein,
% 4,6 yağ, % 72,3 nişasta % 2,3 şeker bakımından diğer çeşitlerden daha
yüksek fakat % 8,2 lif oranı bakımından Merit çeşidi ile yaklaşık aynı
değerlere sahip olmuştur. Merit çeşidi sırasıyla % 12,3 su, % 10,3 protein,
295
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
% 4,1 yağ, % 69,6 nişasta % 2,1 şeker ve % 8,4 lif oranları tespit
edilmiştir. Diğer çeşitler ise Merit çeşidi ile aynı değerlere sahip
olmuşlardır. Bu çalışmada sonucunda, iyi tarım uygulamaları ile hiçbir
kimyasal kullanılmadan mısır üretimi yapılmıştır. Benzer şekilde
sözleşmeli organik tarım yapılabileceği görülmüştür.
Anahtar kelimeler: İTU, şeker mısırı, kalite, besin değeri, verim
Graın Yıeld and The Nutrıtıonal Values of Sweet Corn
(Zea Mays Var. Saccharata) In Produced With Good
Agrıcultural Practıces
Abstract: This work is in the years 2011-2012 Igdir University
Agricultural Research Center was carried out on the farm that has not
been made no agriculture at least 12 years and without the use of
chemicals. The maximum number of organic agriculture in the transition
process only annual plants 2, perennial plant is 3 years due to the duration
of the transition period in terms of regulations for organic production with
other appropriate conditions lack aspects of possessing good agricultural
practices can be evaluated in this study according to designed as a
randomized complete block design with four replications April 15, is
founded in. As the material 4 hybrid sugar corn (Vega, Merit, and
Lincoln) 1 pieces variations of composite has been used in sugar corn of
Sakarya. At the end of the research, the highest yield of 780,46 kg/ha with
variation of the grain from Vega, is the lowest yield of 686,26 kg/ha with
grain has been obtained from the Sakarya composite types. Types of merit
is second with 741,36 kg/da Jubilee 733,25 kg/ha and the third Lincoln
variety is 706,82 kg/ha is in fourth place. Other varieties with the
Statistical variation of the Vega, while important difference between
Merit and difference between varieties of statistical assessments of the
Jubilee in the same group and was not important. These differences are in
terms of the efficiency of different genotypic structure of varieties and is
due to different environmental conditions of exposure. Corn sugar
varieties, quality and nutritional values in terms of analyses have been
conducted. Accordingly, Sakarya corn sugar in different parts of the grain
(endosperm, embryo, and shell). Although the average 13% water,%
72.3%, 4.6% fat, proteins 11,2 starch 2.3% higher than any other kinds of
sugar but in terms of Merit-fibre varieties of approximately 8.2% have the
296
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
same values have been. Types of merit respectively 12.3% 4.1% 10.3%
water, protein, fat,% 2.1% 8.4% sugar and starch 69.6 fiber ratios have
been determined. Other variants have the same values with the type of
Merit have been. In this study, good agricultural practices with Corn
without the use of any chemicals production. Similarly, it was seen that
organic farming can be done under contract.
Key words: GAP, sweet corn, quality, nutritional values, yield
1. Giriş
Mısır bitkisi, birim alandan yüksek tane verimine sahip olması,
besin değerlerinin yüksek olması, insan ve hayvanların dengeli ve sağlıklı
beslenmesinde önemli bir yere sahip olması bakımından önemlidir.
Genellikle taze olarak veya konserve endüstrisi için yetiştirilen şeker
mısırı (Zea mays saccharata Sturt.) tarımının geliştirilmesi, mısırın insan
besin kaynağı olarak tüketimi yönünden ağırlık kazanmaktadır. Şeker
mısırın endospermi şekerle dolu olduğundan taze iken tatlıdır. Tanedeki
protein ve yağ oranı diğer mısırlardan yüksektir (Köycü, 1987). At dişi
mısır, sert mısır, şeker mısırı, cin mısırı, kavuzlumısır, unlu mısır ve
mumlu mısır gibi çeşitleri vardır.(Elçi veark.,1987; Kırtok, 1998).
Bu çeşitlerden şeker mısırı, sert ve cin mısırıinsan beslenmesinde
kullanılmaktadır. Şeker mısır (tatlı mısır) bitki habitusünün daha küçük
olması ve tanelerinin kimyasal bileşimi ile diğermısırlardan ayrılmaktadır.
Özelllikle şeker mısırı (tatlı mısır) bünyesinde yüksek miktarda besin
maddesi içermekte ve özellikle süt olum döneminde endosperminde
yüksek miktarda şeker bulundurmaktadır. Olgun tanelerinde şeker oranı
daha düşük olmakla birlikteyinede tatlı lezzetini devam ettirmektedir
(Erdal ve Pamukçu, 2005). Embriyosu iri olduğundan yağ ve protein oranı
da diğer alt tür varyete gruplarına göre daha yüksektir (Koçak, 1987;
Pierce, 1987). Besin değeri venişastasının sindirilebilme derecesi
dahayüksektir (Koçak, 1987). 100 g tazepişirilmiş şeker mısırında; 120
mg vitamin A,0.15 mg thiamin, 0.12 mg riboflavin, 1.7 mg niacin ve 2.0
mg askorbik asit bulunmaktadır (Sezer ve Köycü, 1995).
Şeker mısır ülkemizde ilk kez 1930’luyıllarda yetiştirilmesine karşı
son yıllarakadar üretim ve tüketiminde önemli artışlar görülmemiştir.
297
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Şeker mısırın üretim vetüketim miktarları ile ilgili olarak tam bir bilgi de
bulunmamaktadır.
Bu durumun nedenlerinin başında üretimdeki çeşitlerinverimlerinin
düşük olması, üreticilereyeterince tanıtılmaması, tohumluk fiyatlarının
yüksek olması, konserve ve dondurulmuş ürün olarak işleme
teknolojisinin bilinmemesi ve taze ürünün muhafazasının zorolması
gösterilmektedir (Anıl, 1999). Ancak son yıllarda özellikle gıda sanayine
hammadde sağlamak amacıyla Ege, Marmara ve Akdeniz bölğelerinde
şekermısırı yetiştiriciliğinin arttığı bildirilmektedir (Turgut, 2000).
Ülkemizde şeker mısırının taze tüketimi, koçanları suda haşlanarak ve
ateşte közlenerek yapıldığı gibi; koçanlarından ayrılan taneleri haşlanarak
conserve yapılmakta veya dondurularak değerlendirilmektedir. Bu durum
geniş bir zaman diliminde rahatlıkla tüketimi yapılan besin kaynağı olarak
şeker mısırını karşımıza çıkarmaktadır. Ayrıca şeker mısırın vejetasyon
süresi diğer mısırtürlerine göre daha kısa olduğu için ekolojikkoşulların
mısır tarımı için uygun fakatyetişme mevsiminin kısa olduğu birçok
bölgede mısır yetiştiriciliğine olanak sağlamaktadır (Okutan, 1992). 2013
yılı itibariyle toplam mısır üretim miktarımız 5.900.000 ton ile hububattan
sonra ikinci sırada yer almaktadır. Dekara ortalama 895 kg dane verimi ile
tahıl grupları içerisinde ilk sıra yer almaktadır.
2.Materyal ve Metot
Bu çalışma, 2011 yılında 15 Nisan – 23 Ağustos ayların arasında
Iğdır Üniversitesi Tarımsal Uygulama ve Araştırma Merkezi çiftliğinde
yapılmıştır. Materyal olarak 4 adet hibrit şeker mısır çeşidi (Vega, Merit,
Jubile ve Lincoln) ve 1 adet Sakarya kompozit şeker mısır çeşidi
kullanılmıştır. Denemeler Tesadüf Blokları Deneme Desenine göre dört
(4) tekerrürlü olarak kurulmuştur. Deneme kurulduktan sonra çıkışı
sağlamak için 1, toprak ve bitki durumu göz önüne alınarak ilk çapa ve
seyreltme zamanında 1, tepe püskülü çıkarmadan önce 1 ve süt olum
döneminde 1 defa olmak üzere toplam 4 kez sulama yapılmıştır.
Deneme yeri toprağının fiziksel ve kimyasal özellikleri Tablo 1’de
verilmiştir.Tablo 1’ de görüldüğü gibi, toprak yapısı kireçli, alkali ve orta
tuzlu killi-kumlu bir yapıya sahip olup organik madde bakımından zengin
değildir. Ekim alanı Nisan ayında 18-20 cm derinlikte pullukla
sürüldükten sonar kazayağı ile işlenmiştir. Ekimden önce tırmık çekilerek
toprak ekime hazır hale getirilmiştir. Deneme, Tesadüf Blokları Deneme
298
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Desenine göre 4 tekerrürlü olarak kurulmuştur.Parsel boyu 10 m, sıra
arası 70 cm ve 6 sıradır.
Tablo 1. Deneme Yeri Toprağının Fiziksel ve Kimyasal Özellikleri
Derinlik (cm)
0-30
30-60
60-90
Kireç (%)
7.24
7.01
7.45
Total tuz (%)
0.097
0.096
0.095
pH
7.4
7.6
7.7
Kil, % Kum,% O.M. %
20.21 24.02
1.04
21.23 23.56
1.01
21.15 20.12 1.00
3. Bulgular ve Tartışma
Çeşitlerin Tane Verimi
Tane verimi bakımından şeker mısır çeşitleri arasındaki farklılık
0.05 düzeyinde istatistiki olarak önemli bulunmuştur.Araştırma sonunda,
en yüksek dane verimi 780.46 kg/da ile Vega çeşidinden, en düşük dane
verimi ise 686.26 kg/da ile Sakarya kompozit çeşidinden elde edilmiştir.
Merit çeşidi 741.6 kg/da ile ikinci sırada Jubilee 733.25 kg/da ile üçüncü
Lincoln çeşidi ise 706.82 kg/da dördüncü sırada yer almıştır. İstatistiki
bakımdan Vega çeşidi Merit çeşidi ile aynı grupta yer alımış ve
istatistiksel olarak bir fark görülmez ikendiğer çeşitler arasında fark
önemli olmuştur.Jubile çeşidi ab grubunda ve Vega, Merit ve Lincoln
çeşitleri arasında yer almıştır.Lincoln çeşidi istatistiksel olarak b değeri ile
ikinci grupta yer almış ve diğer çeşitler arasındaki fark önemli
bulunmuştur. Samsun da yapılan çalışmalarda Merit çeşidinin kimyasal
gübre kullanılmayan alanlarda en yüksek koçan veriminin 1255.8 kg/da,
en düşük verimin ise 790.2 kg/da olduğu bildirilmiştir (Turgut, 1988).
Bulgularımızda yaklaşık değerlere sahip olmuştur.
Diyarbakırda yapılan bir araştırmada Tane Verimi bakımından
Merit çeşidinden 913,3kg/da, Vega çeşidinden 733,2 kg/da, Jubile
çeşidinden 743,0 kg/da ve Kompozit çeşitden ise 650,1 kg/da alındığı
bildirilmiştir (Albayrak, 2013). Ekolojik koşullar arasında farklılıklar
olmasına rağmen, yaptığımız araştırmada da Merit çeşididiğer çeşitlere
göre daha yüksek verime değerlerine sahip olmuştur.
Çalışmalarımızda tane verimi yönünden bu farklılıklar çeşitlerin
farklı genotipik yapıya sahip olmaları ve çevre şartlarından farklı
etkilenmelerinden kaynaklanmaktadır.Tane verimi çeşidin genetik
299
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
özellikleri ile çevrenin etkisi altında bulunduğu birçok araştırıcı tarafından
açıklanmıştır (Koçak, 1991; Öktem ve Öktem, 2006).
Tablo 2. Çeşitlere Ait Tane Verimleri (kg da-1)
Çeşitler
Verim
Vega
780.46 a
Merit
741.36 ab
Jubile
733.25 ab
Lincoln
706.82 b
Sakarya
686.26 c
Çeşitlerin Besin İçerikleri
Tablo 3.Çeşitlerinin Teknolojik Analiz Değerleri (%)
Çeşitler
lif
Vega
Merit
Jubile
Lincoln
Sakarya
Su
12.4
12,3
12,5
12,6
13,0
Protein
Yağ
Nişasta
10,4
10,3
10,6
10,7
11,2
4,4
4,1
4,2
4,4
4,6
71,3
70,6
70,7
71,1
72,3
şeker
2,1
2,1
2,2
2,0
2,3
8,1
8,4
8,0
8,0
8,2
Teknolojik analiz değerleri incelendiğinde protein, şeker, nişasta ve
yağ oranı en yüksekolan çeşidin Sakarya kompozit çeşidi, en düşük
protein, yağ ve nişasta oranları olan çeşidinise Merit çeşidi olduğu
görülmektedir. Diğer çeşitler ise bu iki çeşit arasında yer almıştır.
300
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Tablo 4. Çeşitlerinin Vitamin ve Mineral İçerikleri (mg/100gr)
Çeşitler
Vega
Merit
Jubile
Lincoln
Sakarya
A
B
C
vitamini vitamini vitamini
5.8
1.4
5.1
5.1
1.7
5.4
5.0
1.3
5.7
5.4
1.6
6.7
5.6
1.5
6.8
Çinko
(Zn)
0.62
0.41
0.43
0.50
0.46
Demir Magnezyum
(Fe)
(Mg)
0.43
34.00
0.46
29.80
0.51
35.70
0.42
31.00
0.52
37.00
Tablo 4 incelendiğinde vitamin A bakımından en yüksek değere
5.8mg ile Vega çeşidi, en düşük değere 5.0 mg ile Jubile çeşidi sahip
olmuştur. 1.7 mg ile Merit çeşidi en yüksek, 1.3 mg ile ise Jubile çeşidi en
düşük B vitaminine sahip olmuştur.Yine diğer çeşitler bu değerler
arasında yer almıştır.C vitamin bakımından 6.8 mg ile Sakarya çeşidi ön
plana çıkarken, en düşük değer 5.1 mg ile Vega çeşidinde tesbit edilmiştir.
Mikro elementler bakımından incelendiğinde en yüksek magnezyum ve
demir içeriğine Sakarya çeşidi sahip olmuştur. En yüksek çinko elementi
0.62 mg ile Vega çeşidinde bulunmuştur.
Yapılan bir çalışmada, 100 gram taze mısır’da 9 gr protein, 1 gr
şeker, 7 gr lif, 5 gr yağ, % 4 A vitamini, %1 kalsiyum ve % 15 demir
olduğu bildirilmiştir (http://nutritiondata.self.com/facts/cereal-grains- andpasta/5687/2.2015. Yapılan diğer bir çalışmada, 100 gram mısır’da 3 gr
protein, 3 gr şeker, 3 gr lif, 1 gr yağ, % 4 A vitamini ve % 3 demir olduğu
bildirilmiştir (http://nutritiondata.self.com/facts/vegetables-and-vegetableducts/2415/2.2015. Yapılan diğer bir analizde 150 gram mısır’da 55.5gr
magnezyum, % 1.2 demir, 150 gr fosfor, 6 μg A vitamin, 0.23 mg B1 ve
0.15 mg B2 vitamini ve olduğu bildirilmiştir (http://slism.com/calorie
/106175.2015). Türkiye’de yaygın bir şekilde kullanılan mısır unlarının
bazı fiziksel ve kimyasal özellikleri belirlenmesi amacıyla yapılan bir
çalışmada protein oranlarının % 4.9 -% 7.1 arasında, nişasta oranlarının %
68,6-75,5 arasında ve nem oranlarının ise %11,1-18,2 arasında değiştiği
bildirilmiştir(Kilinççeker, ve Hepsağ, 2010).
Mısır da bulunan bazı vitamin ve minerelllerin birçok faydalarının
olduğu bilinmektedir.A Vitamini (retinol), bağışıklık sistemi, kemik
gelişimi gibi pek çok fonksiyonda görev alan önemli bir vitamindir.A
Vitamini, vücut dokularının ve cildin sağlıklı olmasını ve bağışıklık
sisteminin güçlenmesini sağladığı, sağlıklı bir kemik yapısı için de gerekli
301
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
olduğu, Antioksidan olarak faaliyet yaparak hücreleri kansere ve diğer
hastalıklara karşı koruduğu, yaşlanma sürecini yavaşlattığı, ayrıca, görme
duyusu için de faydalı olduğu, özellikle, anne karnındaki bebeğin sağlıklı
gelişimi için hamilelerin yeterli miktarda A vitamini alması gerektiği
bildirilmiştir (http://tr.mydearbody.com/vitaminler/a-vitamini.html. 2015).
B vitaminleri yağların hazmedilmesini kolaylaştırdığı için ishallerin
oluşmasını engeller. Buna ek olarak sinirleri dinlendirir, cildi parlak, canlı
ve diri tutar ve tırnakların kırılmamasının önüne geçer. B vitaminleri B-1,
B-2,B-6 ve B-12 vitaminlerinin hepsine birden denir. Bu grup vitaminler
İştah, sindirim ve sinir sistemi için çok gerekli ve hayati öneme sahiptir. B
grubu vitaminleri; tahıllar, yağsız et, böbrek, yürek, beyin, karaciğer, yer
fıstığı, tavuk, ceviz, yumurta, kepek ekmeği ve yağlı tohumlarda
mevcuttur (http://www.formistan.com) .B vitami özellikle öğrenme ve
hafıza gücü ve konsantrasyon için gerekli olduğu bildirilmiştir
(http://www.beslenmedestegi.com/vitaminler/b-vitamini-faydalari.2015).
C Vitamini (Askorbik Asit), bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi,
kemik ve dişlerin gelişimi gibi pek çok fonksiyonda görev alan önemli bir
vitamindir. Vücutta kemiklerin, dişlerin, cildin ve eklemlerin gelişmesini
ve güçlenmesini sağlar. Yaraları iyileştirir ve dokuları yeniler. Kanser ve
kalp hastalıklarına karşı koruyucudur. Bağışıklık sistemini güçlendirir.
Hastalıklara karşı direnci artırır. Enerji üretiminde ve strese karşı
hormonların yapımında görevlidir. Özellikle çocuklar için büyümeye ve
gelişmeye yardımcı olur. Kanı zehirlerden temizler. Tansiyonu düşürür.
Kandaki şeker miktarını azaltır. Böbreküstü bezlerinin çalışmasını
arttırarak erkeğin erkeklik gücünü sürdürmesini sağlamaktadır. Ayrıca
hücrelerin korunması ve sağlıklı kalmasını sağladığı ve yetişkin bir
insanın günlük ihtiyacının 40 mg olduğu bildirilmiştir (http://www. nhs.
Uk/ Conditions/vitamins-minerals/Pages/Vitamin-C.aspx).
Çinko, vücudumuzdaki birçok enzimin ve insülin hormonunun
yapısında bulunan önemli bir mineraldir. Çinko vücudumuzda çoğunlukla
iskelet kemikleri ve kaslarda bulunur. Bağırsaklardan emilmesi için
pankreasın salgıladığı enzimlere ihtiyaç vardır. Çinko vücutta birçok
enzimin yapısında bulunur ve ayrıca hücre zarında bulunarak hücreyi
oksitleyici radikallerden korur. Çinko ayrıca RNA ve DNA’yı sabit hale
getirir ve DNA’nın iyi çalışmasını sağlar. Prostat bezinin ve üreme
organlarının iyi çalışması için yeteri kadarçinko alınması gerekir. Sperm
hareketinin artmasında rolünün, kuvvetli bir antioksidan olduğu ve
302
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
vücudumuzda bakır-çinko süperoksitdismutaz (CuZnSOD) isimli anti
oksidan bir enzimin yapısına girerek bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiği
bildirilmiştir (http://www.diyetdr.com).
Demir, Tahıllar, pekmez, yumurta, fasulye, lahana, patates, pancar,
badem, fındık, hurma ve kabak gibi besinlerde de bulunmaktadır
(http://www.mailce.com). İnsan vücudu için önemi ve faydaları açısından
vazgeçilmez bir mineraldir. B vitaminlerinin kullanımı, bakır ve kalsiyum
emilimi, kanda oksijeni taşıyan kırmızı kan hücrelerinin ve çeşitli
enzimlerin üretimi için gereklidir. Demir minerali, bağışıklık sistemini
güçlendirerek hastalıklardan korunmaya yardımcı olur. Vücut direncini
arttıran demir yorgunluğa karşı etkilidir. Demir minerali vücudun
büyümesine de yardım eder. Bu nedenle, özellikle gelişme çağındaki
çocuklar için vücut ve beyin gelişimi açısından çok önemlidir.
http://tr.mydearbody.com/mineraller/magnezyum-minerali.html 2015).
Magnezyum, sinir sisteminin aşırı duyarlılığını azaltarak
sakinleşmeye yardımcı olduğu için " Anti-stres Minerali " olarak da
bilinir. Enzimlerin harekete geçirilmesi ve kandaki şekerin enerjiye
dönüştürülmesinde rol alır. C vitamini, sodyum, potasyum, kalsiyum ve
fosfor gibi vitamin ve minerallerin daha etkili kullanılması için de
gereklidir. Ayrıca cildi düzgünleştirir, saçı güzelleştirir, tırnakları
kuvvetlendirir. Sinir sistemi sağlığı, vücut ısısının dengede tutulması gibi
pek çok fonksiyonda görev alan magnezyum, kemik ve diş gelişimi ve
sağlığı açısından da gereklidir. Astım ve alerjik nezleyi hafiflemesi de
Magnezyumun Faydaları arasındadır. Adet dönemi öncesi magnezyum
takviyesi adet sancılarını azaltır. Gebelikte görülen kramplara karşı
koruyucudur. (http://tr.mydearbody.com/mineraller/magnezyum).
Sonuç
Yapılan bu çalışma ile iyi tarım uygulamaları ve hatta organik tarım
ile üretilecek mısırın bir bölgeyle sınırlı olmadığı, Ülkemiz genelinde
uygulanabileceği ve konvansiyonel tarıma nisbeten verimi düşük olsa da
kalite ve sağlık açısından daha yüksek düzeylerde olacağı ve kaliteli
beslenme konusunda hem şimdiki hem de gelecek nesillere daha sağlıklı
bir çevre ve daha iyi bir gelecek bırakmak adına çok büyük katkılarda
bulunacaktır. Şeker (tatlı) mısırın vejetasyon süresi diğer mısır türlerine
göre daha kısa olması bakımından, vitamin ve mineral deposu olması
bakımında; farklı ekolojik şartlara göre değişmekle ile birlikte verim
303
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
açısından Iğdır İli için Vega çeşidi, besin elementi ve mineral bakımından
ise bütün çeşitler yaklaşık aynı değerlere sahip olmasından dolayı tercih
edilebilir.
Kaynaklar
Albayrak, Ö.,2013. Diyarbakir Koşullarina Uygun Şeker Mısır (Zea mays
L. saccharata Sturt.) Çeşitlerinin Belirlenmesi. Dicle Üniversitesi
Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.
Anıl, H., 1999.Çarşamba Ovasında ŞekerMısırın Verim, Verim Unsurları
ile Bazı Kalite Karakterlerine Şaşırtmanın ve Farklı Ekim
Zamanlarının Etkisi. Yüksek LisansTezi, Ondokuz Mayıs
Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 63 s., Samsun
Elçi, S., Kolsarıcı, Ö. ve Geçit, H., 1987. (Tarla Bitkileri). A.Ü. Ziraat
Fakültesi Yayın No:100. Ankara
Erdal., Ş. ve Pamukçu, M., 2005. Tatlı Mısır (Zea mays L. var. saccharata
Sturt.). Derim, 22(2): 41-46.
[http://nutritiondata.self.com/facts/vegetables-and-vegetable
products/2415/2.2015].
[http://nutritiondata.self.com/facts/cereal-grains-and-pasta/5687/2.2015].
[http://slism.com/calorie/106175.2015].
[http://www.nhs.uk/Conditions/vitamins-minerals/Pages/Vitamin-C.aspx.
2015].
[http://tr.mydearbody.com/vitaminler/a-vitamini.html.2015].
[http://www.mailce.com/demir-mineralinin-onemi-ve-faydalari.2015].
[http: //www.diyetdr.com/Tr/content3.asp?m1.2015].
Kırtok, Y., 1998. Mısır Üretimi ve Kullanımı. Ç.Ü. Zir. Fak. Tarla
Bitkileri Bölümü. Kocaoluk Basım veYayınevi, Tarsus. S:8-10.
Kilinççeker, O., Hepsağ, F., 2010.Kaplama Malzemesi Olarak Mısır
Unlarının Bazı Kalite Özelliklerinin Belirlenmesi. Gıda
Teknolojileri Elektronik Dergisi Cilt: 5, e-ISSN:1306-7648, No: 2,
2010 (20-27).
Koçak, A.N., 1987. Mısırın İnsan Gıdası Olarak Önemi ve Gıda
Endüstrisindeki Yeri.Türkiye’de Mısır Üretiminin Geliştirilmesi,
Problemler ve Çözüm Yolları Sempozyumu. TARM, Ankara.
Koçak, M., 1991.Samsun Ekolojik Şartlarında Bazı Şeker Mısır
Çeşitlerinde Verim, Verim Öğeleri ve Bazı Kalite Özelliklerine
Azotlu Gübrelemenin Etkisi Üzerine Bir Araştırma. Yüksek Lisans
Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 72
sayfa, Samsun.
304
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Köycü, C., Yanıkoglu, S., 1987.Samsun Ekolojik Sartlarında Mısır
(Zeamays L.) Çesit ve Ekim Zamanı Üzerinde Bir Arastırma,
Türkiye’de Mısır Üretiminin Gelistirilmesi, Problemler ve Çözüm
Yolları Sempozyumu, Ankara, 287-302, 23-26 Mart 1987.
Okutan, M., 1992. Tokat Ekolojik Kosullarında II. Ürün Olarak Seker
Mısır Yetistirme OlanaklarınınBelirlenmesi Üzerine Bir Arastırma.
Yüksek. Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi, Fen Bilimleri
Enstitüsü, s:48 Sivas.
Öktem, A. ve Öktem, G.A., 2006.Bazı Şeker Mısır Genotiplerinin (Zea
mays L. var. saccharata Sturt) Harran Ovası Koşullarında Verim
Karakteristiklerinin Belirlenmesi. Uludağ Üniv. Zir. Fak. Derg., 20
(1):33-46.
Pierce, C.L., 1987. Vegetable Characteristics, Production and Marketing.
Newyork, pp:167-175.
Sezer, İ ve Köycü, C., 1995. Samsun İlinde Ana ve İkinci Ürün Olarak
Şeker Mısır Yetiştirme ve Değerlendirilmesi. Karadeniz Bölgesi
Tarımının Geliştirilmesinde Yeni Teknikler Kongresi, O.M.Ü. Zir.
Fak.,19-11 Ocak 1995, Samsun.
Turgut, İ., 1988.Bursa Kosullarında Yetistirilen Seker Mısırında (Zea
mays saccharata Sturt.) Bitki Sıklığının ve Azot Dozlarının Taze
Koçan Verimi ile Verim Öğeleri Üzerine Etkisi Türk J Agric. For
24 (2000) 341–347 TÜBİTAK
Turgut, İ., 2000. Bursa Kosullarında Yetistirilen Seker Mısırında
(Zeamays L. var. saccharata Sturt.) Çesitlerinin Taze Koçan
Verimi ile Verim Ögeleri Üzerine Etkileri. Turk.J. Agric For.,
24:341.
305
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
The Effects of Application Different Organic and
Inorganic Materials As Fertilizer On Growth and
Nutrient Uptake of Clover Plant
Ahmet Demirbas1, Cağdas Akpınar2, Tolga Karakoy1
E. Serap Kızıl Aydemir3, Zulkuf Kaya4
1
Department of Crop and Animal Production, Vocational School of Sivas,
University of Cumhuriyet, Sivas
2
Department of Organic Farming Management, Kadirli School of Applied
Sciences, University of Osmaniye Korkut Ata, Osmaniye
3
Department of Field Crops, Bilecik Şeyh Edebali University, Bilecik
4
Department of Soil Science and Plant Nutrition, Faculty of Agriculture,
University of Cukurova, Adana, E-posta: [email protected]
Abstract: The aim of this study was to investigate the effect of
mycorrhizae, compost and different inorganic materials on growth and
nutrient uptake of clover plant. The experiment was carried out in
greenhouse at University of Cukurova, Faculty of Agriculture,
Department of Soil Science and Plant Nutrition. In the experiment
compost, ground basalt, sphalerit, sulphur and their combinations were
used as fertilizer and compared with chemical fertilizers. The experiment
was set up mycorrhizae and non-mycorrhizae and was arranged in a
randomized complete block design in three replications. The experiment
treatments were 0)Control, 1)180 g basalt pot-1, 2)180 g basalt pot1
+compost, 3)0.56 g sphalerit pot-1, 4)0.56 g sphalerit pot-1+compost,
5)0.67 g S pot-1, 6)0.67 g S pot-1+compost, 7)180 g basalt+0.56 g
sphalerit pot-1, 8)180 g basalt+0.56 g sphalerit pot-1+compost, 9)180 g
basalt+0.67 g S pot-1, 10)180 g basalt+0.67 g S pot-1+compost, 11)0.56 g
sphalerit+0,67 g S pot-1, 12)0.56 g sphalerit+0,67 g S pot-1+compost,
13)180 g basalt+0.67 g S+0.56 g sphalerit pot-1, 14)180 g basalt+0.67 g
S+0.56 g sphalerit pot-1+compost, 15)Compost, 16)Chemical fertilization
(for every pot 0.5 g N, 1 g K (K2SO4), 0.4 g P (TSP), 22.5 mg Zn (ZnSO4)
and 90 mg Fe (Fe-EDDHA) were applied). According to the results,
compost, ground basalt, sphalerit, sulphur and their combinations
increased plant dry matter production and nutrient uptake of clover plant
which inoculated mycorrhizae when compared with control. Also
306
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
important increase was determined in the phosphorus content of clover
plant. Especially the mycorrhizae application showed significant
differences from other applications in terms of plant growth and nutrient
uptake.
Key words: Organic and inorganic materials, mycorrhizae, clover
1. Introduction
The damages on human and health of society of the negative
effects of chemicals -being used in agricultural production (such as
medicine, fertilizers)- had increasingly started to make itself felt. While
increase of yield is being ensured on one hand, the ecologic balance in
production had been disrupted, the good agricultural lands had been lost
and the live part of soil had died on the other hand. The recovery of these
substances lost by soil had started to become too expensive, and
sometimes it had became impossible. In recent years, the insensible use of
either agricultural medicines or chemical fertilizers had caused the arise of
poor quality products that will threat human health besides the increase in
production. The phosphor and nitrate -that penetrate to depths of soil- is
reaching to fresh water resources, and that is causing significant problems
in respect of lives of human, domestic animals and wide life.
The researches performed had indicated that the use of mineral
fertilizers is clearly increasing yield, but causing decrease of the product’s
quality, decrease in the resistance of culture plants against diseases and
pests in weak soil and use of pesticides increasingly, and that it is being
entered to an insensible period in plant production by the use of more
fertilizers and medicines in years (Colak, 1994).
Today, as the sources of fertilizer are limited and expensive, the
use of sources of natural fertilizers –that is effective in the intake of
nutrients by the plants- is being deemed possible for both plant production
and clean environment. In the system developed under the name of
organic agriculture at most of the developed countries, the use of natural
resources as far as possible in agricultural production is being brought to
the forefront. Today, many western countries are applying alternative
agricultural techniques –that have mechanisms to also protect the natureinstead of conventional classic agricultural techniques (Ortas, 1997).
307
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Organic agriculture, that intends to cultivate soil and grow crops by
keeping the soil live and healthy, may be an alternative to the current
agricultural system which depends only on chemicals (Dahama, 1996).
Recently, there is an increasing interest for the use of organic
fertilizers –as source of nutrient at agricultural fields- as inorganic
fertilizers are costly, as they have negative effects on the structure of soil,
health of human and environment, and as they contaminate the
underground waters under intensive agricultural conditions (Kang and Juo,
1980; Ayoola and Adeniyan, 2006; Khan et al., 2008).
Organic materials are secure and environment friendly nutrients,
they increase the yield of soil, prevent the potential environmental
problems due to excess use of inorganic fertilizers, and provide macro and
micro nutrients by creating a positive residual effect -for the product to be
grown next- in case of implementation of suitable administration
techniques (Edwards and Daniel, 1992; Eghball et al., 2004; Hirzel and Walter,
2008). In addition, organic fertilizers don’t release the nutrients as fast as
the mineral fertilizers, and thus when compared with the plants fertilized
by readily useful microelements, the plants fertilized by organic fertilizers
generally grow more slowly. The consumers accept that organic products
are generally more tasteful and healthy compared to conventional
products (Ekelund and Tjarnemo, 2004). But, in respect of the grower,
generally the low level of yield in organic plant production compared to
conventional production is being assessed as a disadvantage (Mader et al.,
2002; Dumas et al., 2003). Another difficulty is inability to obtain the
nutrients from organic fertilizers in a timely manner and at sufficient
degree (Bath, 2000; Kirchmann et al., 2002; Gunnarsson, 2003).
Arbuscular mycorrhizal fungi (AM) is related with the roots of
about 80% of all the land plant species, and it has a wide ecological field
from humid areas to arid area, from poles to tropical areas (Schübler et al.
2001). The plants benefit highly from the nutrients due to AM fungi as
especially phosphorus being ahead, and it increases the tolerance of the
plant against draught stress and some pathogens (Koide and Mosse,
2004). Moreover, it plays an important role in the formation of soil’s
aggregates, and contributes significantly to the productivity and quality of
soil (Wright and Upadhyaya, 1998).
In this study, it was intended to determine the effects of
mycorrhizae, compost and different inorganic materials –that play a
308
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
natural and effective role- on the nutrient intake and growth of clover
plant.
2. Materials and Method
Material
In the research, Karaburun series soil (Typic Xerorthent) being
available at the land of University of Cukurova, Faculty of Agriculture
Research and Implementation Farm was used. The soil was taken from a
depth of 0-20 cm, and its analyses were made as per Page et al. (1982) and
are provided in Table 1. Prior to testing, the soil was sterilized for 2 hours
at 120 0C within autoclave. The sterilized soil was stored in polyethylene
bags -until being used in pot test (for about 3 weeks)- in order to give
chance for growth of natural microorganism population. Sphalerit used in
the research was obtained from a zinc mine around the province of
Kayseri, county of Develi (16% Zn), and as being sieved with a size of <1
mm, it was used as being calculated over 40 kg Zn ha -1. And as sulphur,
powder form sulphur being sold in market was used. Basaltic tuff used as
material in this research was obtained from basaltic tuff beds at Delihalil
and Uctepeler located in between the provinces of Adana-Osmaniye, and
it was used as to be 4% of soil as being sieved in the size of sand (<1
mm).
The average values of some elements in the basalt rock as per
Manson (1967) and Carroll (1970) are given in Table 2. As compost, the
compost -formed at the research land of University of Cukurova Faculty
of Agriculture Department of Soil Science and Plant Nutrition- was used
as being calculated over 5 ton/da, and some of its properties are given in
Table 3. Clover plant was used as test plant.
In the research, G.
etinicatinum was used as mycorrhizae species, and it was applied as to
have 1000 spore pot-1. The mycorrhizae was applied about 50 mm below
the seeds.
309
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Table 1. Some physical and chemical properties of soil used in the
research
P2O5
Structur
e
K2O
Org. Mad. pH CaCO3
(kg ha-1)
CL
18.7
Tuz
Fe
(%)
1.3
7.63
17.5
Mn
Cu
(mg kg-1)
(%)
620.0
Zn
0.025 6.02 0.21
2.11
0.53
Table 2. Average values of some elements being available in the basaltic
tuff used in the research
P2O5 K2O S
MgO CaO SiO2 Al2O3 Zn
Cu Ni
Se
Co Sr Ba
(%)
(mg kg-1)
0.56 2.1 0.35 9.5 10.0 42.0 13.0 200.0 60.0 70.0 40.0 50.0 50.0 75.0
Table 3. Properties of compost used in the research
Organic substance
N
3.3
1.26
P
(%)
0.16
K
pH
1.1
7.4
Plant Analyses
The stems and roots of the plants were dried for 48 hours at 65-75
C, and then their dry substance weights were determined, and some part
of them was grinded at agate mill for analysis. For the analysis of
phosphor (P), potassium (K) and micronutrient elements (Fe, Cu, Zn,
Mn); 0.2 g was taken from the grinded plant samples, and it was burned
for 5 hours at 550 0C in muffule furnace by the implementation of dry
burning method. 2 ml from 1/3 HCL solution was put on the burned
samples, and its top was completed with pure water, and the samples was
drained to 20 ml containers by filter paper. 0.5 ml was taken from each
sample through micro pipette, and it was completed to 10 ml by pure
water, and then the samples -that were dyed as per the method of Murphy
and Riley (1962), were read at spectrophotometer at a wavelength of 882
nm, and their phosphor content was determined.
0
310
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
In the extraction solution obtained by dry burning method, K, Zn,
Fe, Cu and Mn concentrations were determined by the help of atomic
absorption (Kacar, 1972).
Pot Tests
The test was carried out under greenhouse conditions in plastic pots
with a capacity of 5 kg. 4,5 kg soil was used in each pot. The test was
formed with and without mycorrhizae. The variants of the test had been as
follows: 0)Control, 1)180 g basalt pot-1, 2)180 g basalt/pot + compost,
3)0.56 g sphalerit pot-1, 4)0.56 g sphalerit/pot + compost, 5)0.67 g S pot-1,
6)0.67 g S/pot + compost, 7)180 g basalt + 0.56 g sphalerit pot -1, 8)180
g basalt + 0.56 g sphalerit pot-1+ compost, 9)180 g basalt + 0.67 g S pot-1,
10)180 g basalt + 0.67 g S pot-1+ compost, 11)0.56 g sphalerit+0.67 g S
pot-1, 12)0.56 g sphalerit + 0.67 g S pot-1 + compost, 13)180 g basalt +
0.67 g S+0.56 g sphalerit pot-1, 14)180 g basalt + 0.67 g S + 0.56 g
sphalerit pot-1+ compost, 15)Compost, 16)Chemical fertilization (for
every pot 0.5 g N, 1 g K (K2SO4), 0.4 g P (TSP), 22.5 mg Zn (ZnSO4) and
90 mg Fe (Fe-EDDHA) were applied). The plants were harvested from
the soil surface in the flowering/earing phase, and their dry matter yields
and P, K, Fe, Mn, Zn and Cu contents were determined.
Statistical Analyses
For the statistical analysis of the findings of research and of all
measured variables, SPSS 13.0 for Windows packaged software was used.
The differences among the averages were determined by Tukey test.
3. Results and Discussion
3.1. The effects of the applications on the shoot dry matter
production
311
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Table 1. The effects of various organic and inorganic materials on shoot
dry matter production of clover plant (g plant-1)
Shoot dry weight (g plant-1)
Applications
(-) Mycorrhizae
(+) Mycorrhizae
0
7.10 ±0.07 b
4.82 ±0.73 f
1
6.57 ±1.49 bc
5.09 ±0.48 ef
2
9.68 ±1.70 a
6.58 ±0.25 de
3
5.05 ±1.06 cd
9.21 ±0.88 bc
4
4.45 ±0.76 de
4.88 ±0.78 ef
5
0.97 ±0.22 gh
8.32 ±0.57 bc
6
2.46 ±0.64 ef
9.44 ±0.28 b
7
0.54 ±0.05 h
8.23 ±1.56 b-d
8
3.62 ±0.98 d-f
7.67 ±1.04 cd
9
0.85 ±0.13 gh
5.26 ±0.11 ef
10
1.36 ±0.11 gh
5.62 ±1.27 ef
11
1.15 ±0.18 gh
9.58 ±0.22 b
12
3.06 ±1.31 ef
12.60 ±1.35 a
13
0,47 ±0.12 h
5.33 ±0.06 ef
14
0.58 ±0.08 h
8.35 ±0.61 bc
15
1.14 ±0.71 gh
16
3.98 ±0.10 d-f
P<0.05
312
11.34 ±0.86 a
7.55 ±0.33 cd
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
When the findings of the research were examined in respect of
shoot dry matter production of clover plant, it was observed that the 180 g
basalt pot-1+compost applications had provided the highest dry matter
production in clover plants which were not inoculated with mycorrhizae
(9.68 g plant-1). It was determined that the control application had
followed the aforementioned one by 7.10 g plant-1 dry matter production,
and that the other applications were not statistically significant. And in the
clover plant inoculated with mycorrhizae, it was determined that the
highest dry matter production occurred in the application of 0.56 g
sphalerit + 0.67 g S pot-1+ compost by a dry matter production of 12.60 g
plant-1. All applications -on the clover plant inoculated with mycorrhizaehad significantly increased the shoot dry matter production of clover plant
compared to control application (Table 1).
3.2. Effects of the applications on the nutrient content
When P content of clover plant is examined, the application of .56
g sphalerit pot-1and 180 g basalt pot-1had significantly increased the P
content compared to control in ones not inoculated with mycorrhizae.
These applications had provided the P content of 0.237% and 0.232%
respectively. And the other applications are not statistically significant
compared to control (Table 2). When the P content of clover plant
inoculated with mycorrhizae was examined, it was determined that the
applications generally increased the P content of the plant compared to
control. Among these applications, the 0.56 g sphalerit pot-1+0.67 g S pot1
+compost application had been the one which had increased the content
of the clover plant the most by 0.266% P. 0.67 g S pot-1+compost
application by 0.252% P content follows the above one. In a similar study
of Demirbas (2005), it was determined that application of basalt+sulphur
significantly increases the P content of clover plant, and application of
sphalerit significantly increases the P content of wheat.
When the findings of the research are examined in respect of K
content, results similar to the results of P are being observed. In the clover
plant inoculated with mycorrhizae, the 180 g basalt pot-1application had
been the one that increased the K content of the plant the most by 5.03%
K. And the other applications had not made a positive effect on the K
content of clover plant not inoculated with mycorrhizae. And in the clover
plant inoculated with mycorrhizae, it was determined that 180 g bazalt
313
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
pot-1+0.67 g S pot-1+compost application was the one which had increased
the K content of plant the most by 5.85% K.
Table 2. Effects of various organic and inorganic materials on the P and K
content of clover plant (%)
P (%)
Appl. (-) Mycorrhizae
K (%)
(+) Mycorrhizae
(-) Mycorrhizae
(+) Mycorrhizae
0
0.190 ±0.00 a-c
0.165 ±0.00 h
4.89 ±0.14 ab
4.55 ±0.04 ef
1
0.232 ±0.01 a
0.200 ±0.01 fg
5.03 ±0.07 a
3.97 ±0.00 g
2
0.208 ±0.11 ab
0.213 ±0.02 d-g
4.52 ±0.08 ab
5.44 ±0.21 a-c
3
0.237 ±0.00 a
0.155 ±0.02 h
4.72 ±0.29 ab
3.75 ±0.54 g
4
0.113 ±0.01 d-f
0.218 ±0.01 c-f
2.94 ±0.44 d
5.27 ±0.34 b-d
5
0.149 ±0.02 b-d
0.192 ±0.00 g
1.17 ±0.03 g
4.84 ±0.21 d-f
6
0.143 ±0.05 c-e
0.252 ±0.00 ab
4.41 ±0.56 b
5.43 ±0.47 bc
7
0.077 ±0.01 ef
0.206 ±0.00 e-g
1.49 ±0.23 fg
4.60 ±0.22 ef
8
0.107 ±0.00 d-f
0.236 ±0.01 b-d
4.67 ±0.14 ab
5.22 ±0.08 b-d
9
0.115 ±0.00 d-f
0.216 ±0.01 c-g
4.81 ±0.17 ab
5.64 ±0.29 ab
10
0.108 ±0.01 d-f
0.236 ±0.01 b-d
2.55 ±0.19 de
5.85 ±0.01 a
11
0.090 ±0.01 d-f
0.158 ±0.01 h
2.01 ±0.00 ef
4.28 ±0.11 fg
12
0.139 ±0.01 c-f
0.266 ±0.00 a
3.03 ±0.18 cd
5.04 ±0.11 c-e
13
0.078 ±0.00 ef
0.164 ±0.02 h
1.99 ±0.52 ef
4.60 ±0.30 ef
14
0.134 ±0.00 c-f
0.230 ±0.00 b-e
2.13 ±0.48 e
5.22 ±0.08 b-d
15
0.090 ±0.00 d-f
0.212 ±0.01 d-g
2.87 ±0.01 d
4.62 ±0.00 ef
16
0.076 ±0.00 f
0.239 ±0.02 bc
3.60 ±0.08 c
5.06 ±0.41 c-e
P<0.05
314
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
When Table 3 is examined, it is being observed that the 180 g
basalt pot-1+ 0.56 g sphalerit pot-1application is the one that had increased
the Fe content of clover plant inoculated with mycorrhizae the most by
204.7 mg kg-1. Statistically, 0.56 g sphalerit pot-1+0.67 g S pot-1and 180 g
basalt pot-1+0.67 g S pot-1+0.56 g sphalerit pot-1applications follow the
above one by 135.2 mg Fe kg-1 and 134.2 mg Fe kg-1 Fe respectively. And
when the Fe content of clover plant inoculated with mycorrhizae is
examined, 180 g basalt pot-1+0.67 g S pot-1+compost application was
found as the one which had increased the Fe content of the plant the most
by 101.2 mg Fe kg-1.
When the effects of materials used in the research on the Zn
content of clover plant are examined, it was determined that the chemical
fertilizer application had been the one that increased the Zn content of the
clover plant -inoculated and not inoculated with mycorrhizae- the most by
172.07 mg Zn kg-1 Zn and 146.8 mg Zn kg-1 respectively. It was
determined that the organic and inorganic materials applied to clover plant
doesn’t effect the Zn content of the plant compared to chemical
fertilization.
And when the effects of materials used in the test on the Mn
content of the clover plant is examined, it was determined that 180 g
basalt pot-1+0.67 g S pot-1+0.56 g sphalerit pot-1+compost and compost
applications were the most significant ones increasing the Mn content of
the clover plant not inoculated with mycorrhizae by 178.9 mg Mn kg-1 and
167 mg Mn kg-1 respectively. And in the clover plant not inoculated with
mycorrhizae, 0.56 g sphalerit pot-1+0.67 g S pot-1+compost application
had been the one which had increased the Mn content of the plant the
most by 156.3 mg Mn kg-1 (Table 4).
And in the Cu content of clover plant not inoculated with
mycorrhizae, it was determined that 0.56 g sphalerit pot-1application was
the one that had increased the Cu content of the plant the most by 21.9 mg
Cu kg-1. And in the clover plant inoculated with mycorrhizae, statistically
the 0.56 g sphalerit pot-1+0.67 g S pot-1+compost and 0.56 g sphalerit pot1
applications were found as the ones increasing the Cu content of the plant
the most by 18.7 mg Cu kg-1and 18.6 mg Cu kg-1respectively.
315
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Table 3. Effects of various organic and inorganic materials on the Fe and
Zn intake of clover plant (mg kg-1)
Fe (mg kg-1)
Appl.
(-)Mycorrhizae
0
Zn (mg kg-1)
(+)Mycorrhizae
(-)Mycorrhizae
(+)Mycorrhizae
73.6 ±13.2 c
68.5 ±3.5 h
24.14 ±1.36 ef
39.4 ±1.4 g
1
98.9 ±2.4 bc
87.1 ±0.9 b-f
31.28 ±3.14 b-e
51.2 ±0.7 d-f
2
91.1 ±2.8 bc
99.0 ±3.5 ab
28.08 ±1.45 b-e
53.4 ±2.0 de
3
112.6 ±5.3 bc
83.7 ±10.6 c-g
32.77 ±3.17 b-d
46.2 ±2.4 e-g
4
66.1 ±10.3 bc
74.7 ±2.1 f-h
26.11 ±2.88 de
57.1 ±0.4 d
5
118.0 ±41.2 bc
79.0 ±3.0 d-h
25.57 ±1.33 de
51.4 ±1.0 d-f
6
77.6 ±0.8 bc
91.5 ±2.3 a-d
26.34 ±3.30 c-e
44.8 ±5.3 fg
7
204.7 ±89.3 a
95.2 ±16.9 a-c
27.41 ±0.22 b-e
55.6 ±2.6 d
8
99.6 ±16.1 bc
81.8 ±2.9 c-h
34.86 ±1.17 b
67.4 ±3.5 c
9
130.3 ±15.9 bc
87.4 ±6.6 b-f
31.35 ±1.11 b-e
52.7 ±0.6 d-f
10
107.9 ±2.7 bc
29.49 ±2.73 b-e
55.5 ±0.2 d
11
135.2 ±15.6 b
78.3 ±6.9 d-h
30.21 ±1.15 b-e
54.5 ±7.6 d
90.5 ±4.7 a-e
34,22 ±3.78 bc
75.7 ±1.1 b
12
93.9 ±9.6 bc
101.2 ±8.1 a
13
134.2 ±27.7 b
93.3 ±3.0 a-c
26.59 ±2.43 c-e
51.4 ±1.8 d-f
14
128.1 ±61.2 bc
77.8 ±1.4 e-h
32.38 ±2.53 b-d
46.2 ±2.5 e-g
15
87.3 ±0.0 bc
73.6 ±1.5 gh
16.45 ±1.44 f
55.3 ±0.4 d
16
94.9 ±12.9 bc
98.6 ±4.3 ab
172.07 ±12.49 a
146.8 ±10.1 a
P<0.05
316
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Table 4. Effects of various organic and inorganic materials on the Mn and
Cu intake of clover plant (mg kg-1)
Mn (mg kg-1)
Cu (mg kg-1)
Appl.
(-) Mycorrhizae
(+) Mycorrhizae
(-) Mycorrhizae
0
69.4 ±6.1 hi
88.8 ±1.7 f-i
15.4 ±1.2 c-e
14.7 ± 3.1 bc
1
48.0 ±4.9 i
82.9 ±3.3 g-i
19.6 ±0.7 ab
16.8 ±1.5 a-c
2
50.6 ±3.3 i
11.7 ±0.4 f
15.6 ±1.5 a-c
3
74.0 ±3.8 g-i
21.9 ±0.2 a
18.6 ±1.4 a
4
93.3 ±4.0 d-h
17.6 ±1.1 bc
14.5 ±2.8 bc
5
91.0 ±29.5 e-h
19.5 ±2.1 ab
16.2 ±1.1a-c
120.3 ±1.7 c
93.7 ±3.5 e-g
119.0 ±0.1 cd
91.5 ±13.5 e-h
(+) Mycorrhizae
6
128.5 ±22.1 b
144.0 ±16.5 ab
17.6 ±0.3 bc
14.4 ±1.1 b-c
7
125.9 ±14.8 bc
79.0 ±0.8 hi
13.7 ±0.1 d-f
14.2 ±0.8 c
8
105.9 ±7.0 b-f
94.0 ±0.6 e-g
17.4 ±0.4 bc
15.5 ±0.3 a-c
9
85.5 ±10.0 f-h
74.7 ±0.5 i
17.8 ±0.4 bc
16.5 ±0.1 a-c
10
120.3 ±2.3 b-d
80.9 ±4.5 g-i
15.5 ±3.7 c-e
14.9 ±1.1 bc
11
108.0 ±7.3 b-f
89.7 ±0.8f-h
17.5 ±0.6 bc
13.9 ±2.3 c
12
121.5 ±24.3 bc
156.3 ±0.8 a
19.8 ±4.7 ab
18.7 ±3.0 a
13
100.3 ±11.0 c-g
105.4 ±13.8 de
12.5 ±0.1 ef
17.8 ±0.8 ab
14
178.9 ±14.4 a
105.3 ±2.4 de
16.8 ±0.8 b-d
14.6 ±0.6 bc
15
167.0 ±7.3 a
100.1 ±3.3 ef
13.0 ±0.6 ef
16.5 ±0.8 a-c
16
116.9 ±4.6 b-e
132.4 ±4.8 bc
11.2 ±0.1 f
16.6 ±0.7 a-c
P<0.05
317
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
4. Conclusion
According to the findings of the research, it was determined that
the applied materials significantly increased the dry matter production of
the clover plant not inoculated with mycorrhizae compared to the clover
plant inoculated with mycorrhizae. It is being thought that this condition
arises from the fact that the organic and inorganic materials applied to
pots were being made more effective by mycorrhizae, and thus shoot dry
matter productions of clover plant inoculated with mycorrhizae had
increased. Moreover, in the study it was determined that the organic and
inorganic materials significantly increase the % P content of clover plant
especially when applied along with mycorrhizae. Demir and Onogur
(2001) specify that mycorrhizae absorbs the nutrients –that the plant will
not be able to use, whose solubility are low or insufficient- and especially
phosphorus, and brings them in the plant. Also in the similar studies
performed, the constribution of the mycorrhizae fungi in the intake of
nutrients and especially of P had been proven under controlled conditions
and land tests (Kothari et al., 1991; Ortaş et al., 1996; Hooker and
Atkinson, 1996).
The findings of the research indicate that organic and inorganic
materials –being cheaper compared to chemical fertilizer- can be used in
plant production. Moreover, as the result of the study, it was determined
that the effects of these materials increase more when applied along with
mycorrhizae which is a natural source.
Acknowledgements
We present our acknowledgements to Prof.Dr. Ibrahim Ortas for his
contributions in this study which was carried out at Cukurova University.
Kaynaklar
Ayoola, O.T. and Adeniyan, O.N. 2006. Influence of poultry manure and
NPK fertilizer on yield and yield components of crops under
different cropping systems in south west Nigeria. African J. of
Biotech 5: 1386-1392.
318
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Båth, B. 2000. Matching the availability of N mineralisation from greenmanure crops with the N-demand of field vegetables. PhD Thesis,
Swedish University of Agricultural Sciences, Uppsala,Sweden.
Carroll, D. 1970. Clay Minerals: A Guide to Their X-ray
Identification.Geol.Soc. Amer. Spec. Pub. 126.
Colak, A.K., 1994. Medicine-Free and Mineral Fertilizer Agriculture.
Notes of Kahramanmaras Farmers’ Conferences.
Dahama, A. K., 1996. Organic farming: an overwiev. In: Dahama, A. K.
(Ed.), Organic Farming for Sustinable Agriculture. Agro
Botanical Publishers, India (Chapter I).
Demir, S. and Onogur, E. 2001. Importance of Formation in Plants of
Vesicular-Arbuscular Mycorrhizae Regarding Nutrition and
Protection of Plant
Demirbas, A. 2005. Opportunities of Using Organic and Inorganic
Materials in Increasing the Productivity of Soil Subjected to
Erosion. Post Graduate Tesis. 84 p.Adana.
Dumas, Y., Dadomo, M., Di Lucca, G. and Grolier, P. 2003. Effects of
environmental factors and agricultural techniques on antioxidant
content of tomatoes. J. Sci. Food Agric. 83, 369–382.
Edwards, D.R. and Daniel, T.C. 1992. Environmental impacts of on farm
poultry waste disposal - A review. Bioresour Technol 33: 9–33.
Eghball, B., Ginting, D. and Gilley, J.E. 2004. Residual effects of manure
and compost applications on corn production and soil properties.
Agron J 96: 442–447.
Ekelund, L. and Tjärnemo, H. 2004. Consumer preferences for organic
vegetables – the case of Sweden. Acta Hort. 655, 121–128.
Gunnarsson, S. 2003. Optimisation of N release – Influence of plant
material chemical composition on C and N mineralisation. PhD
Thesis, Swedish University of Agricultural Sciences,
Uppsala,Sweden.
Hirzel, J. and Walter., I. 2008. Availability of nitrogen, phosphorus and
potassium from poultry litter and conventional fertilizers in a
volcanic soil cultivated with silage corn. Chilean J of Agric Res
68: 264-273.
Hooker, J.E. and Atkinson, D. 1996. Arbuscular mycorrhizal fungiinduced alteration to tree-root architecture and longevite. P. Z.
Pflanzenernahr. Bodenk.. 159. 229-234.
Kacar, B.1972. Chemical Analyses of Plant and Soil II, Plant Analyses,
Ankara.
319
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Kang, B.T. and Juo, A.S.R. 1980. Management of low activity clay soils
in Cavenness F. Tropical Root crops: Research Strategies for the
1980s Ottawa, Ontario, IDRC 129-133.
Khan, H.Z, Malik, M.A. and Saleem, M.F. 2008. Effect of rate and source
of organic material on the production potential of spring maize
(Zea mays L.). Pak J Agric. Sci 45: 2008.
Kirchmann, H., Johnston, A.E.J. and Bergström, L. F. 2002. Possibilities
for reducing nitrate leaching from agricultural land. Ambio 31,
404–408.
Koide, R. T. and Mosse, B. 2004. A history of research on arbuscular
mycorrhiza. Mycorrhiza. 14: 145–163.
Kothari, S.K., Marschner, H. and Romheld, V. 1991. Contribution of the
VA mycorrhizal hyphae in acquisition of phosphorus and zinc by
maize growth in a calcareous soil. Plant and Soil. 131, 177-185.
Mäder, P., Fliessbach, A., Dubois, D., Gunst, L., Fried, P. and Niggli, U.
2002. Soil fertility and biodiversity in organic farming. Science
296, 1694–1697.
Manson, V. 1967. Geochemistry of Basaltic Rocks: Major Elements,
Edited by:H.H. Hess. Vol:1, Interscience pub. London. 215-271.
Murphy, Y. and Riley, J.P. 1962. A Modified Single Solution Method For
Determination of Ohosphate in Natural Waters. Analytica
Chimica Acta, 27:31-36.
Ortas, I. 1997 What is mycorrhizae? Magazine of TUBITAK:
February 1997, No 351. Ankara.
Ortas, I., Harris, P.J. and Rowell, D.L. 1996. Enhanced uptake of
phosphorus by mycorrhizal sourghum plants as influenced by
forms of nitrogen. Plant and Soil. 184: 255-264.
Page, A.L., Miller, R.H. and Keeney, D.R. (Eds.), 1982. In: Methods of
Soil Analysis. Part 2. Chemical and Microbiological Properties,
2nd ed. Agron. Monogr. 9. ASA–SSA, Madison, USA.
Schüßler, A., Schwarzott, D. and Walker, C. 2001. A new fungal phylum,
the Glomeromycota: phylogeny and evolution. Mycol. Res. 105:
1413–1421.
Wright, S.F. and Upadhyaya, A. 1998. A survey of soils for aggregate
stability and glomalin, a glycoprotein produced by hyphae of
arbuscular mycorrhizal fungi. Plant Soil. 198: 97-107.
320
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Kahramanmaraş İli Bağ Alanlarında Biyoteknik
Mücadele Uygulamaları
M. Murat Aslan
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma
Bölümü Avşar Kampüsü, Kahramanmaraş
E-posta: [email protected]
Özet: Bu çalışma 2013 yılında salkım güvesi (Lobesia botrana
Den. et Schiff.)’ne karşı çiftleşmeyi engelleme yöntemi (ÇE), İsonet-L
yayıcıları kullanılarak Kahramanmaraş-Bertiz ilçesinde 1.2 ha’lık
Kabarcık üzüm bağında yürütülmüştür. Yaklaşık 1.1 ha’lık Kabarcık bağ
alanı ise kontrol alanı (KA) olarak insektisitlerle korunmuştur. 2013
yılında ÇE bağında L. botrana’ nın vuruk sayıları sırasıyla 1. dölünde %
7, 2. dölünde % 4 ve 3. dölünde % 5 olmuştur. 1. ve 3. döllerine karşı 2
kez Bacillus thuringiensis ssp. kurstaki kullanılmıştır. KA bağında 8 kez
insektisit kullanılmasına rağmen vuruk sayıları, 1. dölünde % 20, 2.
dölünde % 18, 3. dölünde ise % 3 olmuştur. Sonuç olarak bu çalışmada
çiftleşmeyi engelleme tekniğinin Lobesia botrana’ya karşı büyük ölçüde
önerilebileceği, eğer vuruk sayısı ekonomik zarar eşiğinin üzerine
çıktığında bakteriyel bir preparat olan Basillus thurigensis ssp. kurstaki
gibi bir insektisitle desteklenmelidir.
Anahtar kelimeler: Çiftleşmeyi engelleme, Isonet-L yayıcısı, Bağ, Salkım
güvesi, Bacillus thuringiensis ssp kurstaki.
Biotechnical Control Applications in Kahramanmaras
Vineyard Area, Turkey
Abstract: This study was conducted in Bertiz District,
Kahramamaras province in 2013 to test efficacy of mating disruption
technique with Isonet-L dispensers against the european grapevine moth
(Lobesia botrana Den. et Schiff.) in a vineyard of the variety ‘Kabarcık’
of about 1,2 ha. Control plots (about 1,1 ha of the variety ‘Kabarcık’) was
ptotected by insecticides. The infestation rates were found as 7, 4 and 5 %
321
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
for the 1st, 2nd and 3rd generations respectively in 2013. Bacillus
thuringiensis ssp. kurstaki were used two times against it’s 1st and 3st
generation in the plots with mating disruption treatment. The
corresponding levels of infestation rates of 20, 18 and 3 % for the 1st, 2nd
and 3rd generations respectively in the control area where chemical
insecticides were used 8 times. In conclusion, this study suggests that
mating disruption technique can be used against L. botrana on a large
scale, unless it should be supported by a bacterial preparations as Bacillus
thuringiensis ssp. kurstaki as infestation rate exceeds the economical
threshold levels.
Key words: Mating Disruption, Dispensers Isonet-L, Grape, Lobesia
botrana, Bacillus thuringiensis ssp. kurstaki.
1. Giriş
Ülkemizde toplam tarım alanlarımızın % 2,7’sinde bağcılık
yapılmakta olup, bu oran tüm bahçe bitkileri tarımına ayrılan alanın %
20,9’udur. Toplam bağ alanı (520.000 ha) bakımından dünya ülkeleri
arasında 4. ve yaş üzüm üretimi (3.500.000 ton) bakımından da 5. sırada
bulunan ülkemiz bağcılığı, birinci derecede çekirdekli ve çekirdeksiz kuru
üzüm, ikinci derecede de sofralık üzüm üretimi ile tanınmaktadır (FAO,
2013). Kahramanmaraş ili bağcılık açısından 2013 yılı TUİK verilerine
göre 332.673 da bağ alanı ve 215.249 bin ton üzüm üretimi ile bulunduğu
bölgede önemli bir yer tutmaktadır.
Kahramanmaraş ilimize özgü ve daha çok Bertiz yöresinde
yetiştirilen Kabarcık üzümü Hititler’den günümüze kadar gelen bir üzüm
çeşididir. Kahramanmaraş ili bağlarında zararlılar ve hastalıklar yönünden
önemli sorunlar olduğu bilinmektedir. Bölgede bağ yetiştiriciliğinde
önemli sorunlardan biri bitki koruma sorunları olup, bağ salkım güvesi
(Lobesia botrana (Den.-Schiff)), bağ üvezi (Arboridia adanae (Dlab.)) ve
floksera (Viteus vitifolii (Fitch.)) önemli bağ zararlıları arasında yer
almaktadır (Erkılıç ve ark., 1995). Bu zararlılardan özellikle bağ salkım
güvesi L. botrana’ya karşı bilinçsiz bir şekilde yapılan kimyasal
mücadelede en yoğun bağ yetiştiriciliği yapılan Kahramanmaraş-Bertiz
yöresinde ilaç uygulama sayısı 7-9’u bulmaktadır. Avrupa bağlarında
olduğu gibi ülkemiz bağlarında da en önemli zararlı olan ve mücadelesi
yapılan salkım güvesi Lobesia botrana çiçek, koruk ve tatlanma
döneminde danelerde zarar yaparak direk ve indirek olarak da hastalık
322
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
gelişimi için uygun ortam oluşturması nedeni ile önemli zararlara sebep
olur (Fermaund ve Le Menn, 1992; Altındişli ve ark., 2002, Kovancı ve
ark., 2005; Akyol ve Aslan, 2010; Öztürk ve Acıöz, 2010; Mamay ve
Çakır, 2014).
Bu nedenle salkım güvesi ile mücadelede biyoteknik yöntemlerin
kullanılma olanaklarını araştırma gerekliliği ortaya çıkmıştır. Audemard
(1987) Cydia pomenella, Cydia molesta, Anarsia lineatella, Synanthedon
myopatforrnis, Adorophyes erana, Archips podana, Pandemis heparana,
Eupoecilia amhigucila, Lobesia botrana, Zeuzera pyrina ve daha birçok
Lepidopter türleri ile mücadelede başarılı sonuçların alındığı ve bağın ana
zararlısı olan salkım güvesine karşı biyoteknik bir yöntem olan
çiftleşmeyi engelleme yönteminin geliştirilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Çiftleşmeyi engelleme yönteminin kullanımı Avrupa da gittikçe artmaya
başlamış ve birçok ülkede bu yöntem büyük alanlarda denenmiştir.
Örneğin, İtalya da (Mauro ve ark., 2000) yaklaşık 2000 ha’lık bir alanda
(Charmillot ve ark., 2000) İsviçre de yaklaşık 5000 ha’lık bir alanlarda
çiftleşmeyi engelleme yöntemini kullanmışlardır. Ülkemizde ise
çiftleşmeyi engelleme tekniği, 2005 yılından beri salkım güvesine karşı
kullanılmaktadır. Manisa’ da 2009 yılında yaklaşık 5500 dekarda
uygulanırken 2012 yılında bu alan yaklaşık 50 bin dekara ulaşmıştır
(Altındişli ve Özsemerci, 2013a).
Günümüzde bağ alanlarında sadece bilinen mücadele yöntemleri
değil, aynı zamanda artık bağ ekosistemlerini bir bütün olarak ele alan ve
koruyan mücadele yöntemlerinin de gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Kahramanmaraş bağ alanları gerek sahip olduğu ekolojik koşullar ve
gerekse tarımsal geçmişi bakımından Türkiye’de yadsınamayacak bir
konuma sahiptir. Bu çalışmada Kahramanmaraş bağ alanlarındaki zararlı
L. botrana’ya karşı entegre mücadele çerçevesinde kimyasal mücadeleye
alternatif olabilecek çiftleşmeyi engelleme yönteminin (mating disruption)
uygulanabilirliğinin belirlenmesine yönelik çalışma yapılmıştır.
2. Materyal ve Yöntem
1 Ocak’tan itibaren günlük maksimum sıcaklık toplamı 100 gün
dereceye ulaştığında (Mart sonu veya Nisan başı) çiftleşmeyi engelleme
bağına 2 adet ve kontrol bağ alanına 2 adet olmak üzere 4 adet pherocon
tipi tuzak asılmıştır. Ergin uçuş süresi boyunca haftalık olarak tuzak
kontrolleri yapılarak, ilk ergin yakalanışıyla birlikte, 2013 yılında 31 Mart
tarihinde İsonet-L yayıcıları Charmillot ve ark., (1995), önerdiği gibi
323
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
çiftleşmeyi engelleme bağına sıra aralarına 6 m de bir kenarlara ise 2 m de
bir aralıklarla 20 m2 de 1 adet olacak şekilde 500 adet/ha asılmıştır.
Yayıcıların etki süresinin 150-160 günü kapsayacağı üretici firma ShinEtsu tarafından bildirildiği için sezon boyunca bir kez kullanılmıştır.
İklimsel veriler ise (sıcaklık, orantılı nem) Kahramanmaraş meteoroloji
müdürlüğünden alınmıştır.
Salkım güvesi (L. botrana)’nin 1. 2. ve 3. dölünün yumurta ve
larvalarının beklendiği kritik dönemlerde her iki bağda da 100 salkım
kontrol edilmiş, bu salkımlarda canlı yumurta, larva ve/veya larva zararı
bulunduğunda o salkım bulaşık olarak kabul edilmiştir. Çiftleşmeyi
engelleme bağındaki salkımlarda bulaşma oranı ekonomik zarar eşiği olan
% 5’i aştığında popülasyonu düşürmek amacıyla 2013 yılında 1. ve 3.
döllerine karşı birer kez olmak üzere toplam 2 kez bakteriyel bir preparat
olan Bacillus thuringiensis ssp. kurstaki kullanılmıştır. Kontrol bağ
alanındaki salkım güvesi ilaçlamaları ise üreticiye bırakılmış ve not
edilmiştir.
3. Bulgular ve Tartışma
Salkım güvesi L. botrana’ya karşı çiftleşmeyi engelleme tekniğinin
uygulanabilirliğinin araştırıldığı bu çalışma, Kahramanmaraş için önemli
bir üzüm çeşidi olan ‘Kabarcık’ üzüm bağında yürütülmüş ve yapılan
uygulamalar sonucunda aşağıdaki sonuçlar elde edilmiştir.
324
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
10
Yakalanan Ergin Sayısı/Hafta
9
8
7
6
5
4
3
2
1
0
11/08/2013
04/08/2013
28/07/2013
21/07/2013
14/07/2013
07/07/2013
30/06/2013
23/06/2013
16/06/2013
09/06/2013
02/06/2013
26/05/2013
19/05/2013
12/05/2013
05/05/2013
28/04/2013
21/04/2013
14/04/2013
07/04/2013
31/03/2013
Tarih
Şekil 1. Kahramanmaraş-Bertiz’de 2013 yılında çiftleşmeyi engelleme
uygulaması yapılan bağdaki eşeysel çekici tuzaklarda yakalanan salkım
güvesi (L. botrana) ergin sayıları
2013 yılında, çiftleşmeyi engelleme uygulaması yapılan bağda
31.03.2013 tarihinde asılan 2 pherocon tipi tuzakta, toplam 2 L. botrana
ergini yakalanmış ve erginlerin yakalandığı bu tarihde İsonet-L yayıcıları
asılmıştır. Çiftleşmeyi engelleme uygulaması yapılan bağa İsonet-L
yayıcılarının asılmasıyla yakalanan L. botrana ergin sayısı 0’a düşmüştür.
19.05.2013 tarihine kadar ergin yakalanması görülmemiş ve ilk kez
26.05.2013 tarihinde pherocon tipi tuzaklarda 3 adet ergin yakalanmıştır.
2013 yılında çiftleşmeyi engelleme bağında L. botrana’nın 1. dölünde 2,
2. dölünde 7 ve 3. dölünde 13 ergin yakalanırken (Şekil 1), kontrol bağ
alanında 1. dölünde 320, 2. dölünde 245 ve 3. dölünde 140 ergin
yakalanmıştır (Şekil 2). Bu da bizim çalışmamızda ÇE bağında tuzaklarda
yakalanan ergin sayısının çok düşük ya da hiç yakalanmaması İsonet-L
yayıcılarının etkinliğini göstermiştir (Şekil 1). Çiftleşmeyi engelleme
bağlarında pherocon tipi tuzaklarda ergin bireylerin yakalanmamasının,
bu sistemin tam anlamıyla başarılı olduğunu göstermediğini
belirtmişlerdir (Charmillot ve ark., 1992).
325
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
240
220
200
Yakalanan Ergin Sayısı/Hafta
180
160
140
120
100
80
60
40
20
0
11/08/2013
04/08/2013
28/07/2013
21/07/2013
14/07/2013
07/07/2013
30/06/2013
23/06/2013
16/06/2013
09/06/2013
02/06/2013
26/05/2013
19/05/2013
12/05/2013
05/05/2013
28/04/2013
21/04/2013
14/04/2013
07/04/2013
31/03/2013
Tarih
Şekil 2. Kahramanmaraş-Bertiz’de 2013 yılında kontrol bağ alanındaki
eşeysel çekici tuzaklarda yakalanan salkım güvesi (L. botrana) ergin
sayıları
Kontrol bağ alanına, çiftleşmeyi engelleme bağıyla aynı tarihte 2
adet pherocon tipi tuzak asılmış ve 31.03.2013 tarihinde 20 L. botrana
ergini yakalanmış ve tuzaklarda yakalanma bu tarihten itibaren 1. döl
süresince devam etmiştir. 26.05.2013 tarihinden itibaren 2. dölün ergin
uçuşları başlamış ve 09.06.2013 tarihinde pherocon tipi tuzaklarda
yakalanan ergin sayısı artmıştır. Bu tarihten sonra azalan ergin sayısı
07.07.2013 tarihinde 2 adete kadar düşmüştür. 3. döl erginleri 14.07.2013
tarihinde uçuşmaya başlamış ve hasat tarihi olan 17.08.2013 tarihine
kadar tuzaklarda ergin yakalanmaya devam etmiştir (Şekil 2).
2013 yılında çiftleşmeyi engelleme bağında 100 salkımdaki vuruk
sayıları 1. dölde % 7, 2. dölde % 4 ve 3. dölde % 5 olmuştur. Bu nedenle
1. ve 3. döle karşı 12.05.2013 ve 11.07.2013 tarihlerinde 2 kez olmak
üzere Bacillus thuringiensis ssp. kurstaki kullanılmıştır. Kontrol bağ alanı
ile karşılaştırıldığında, yapılan 8 insektisit uygulamasına rağmen vuruk
sayıları 1. dölde % 20, 2. dölde % 18 ve 3. dölde % 3 olmuştur. Kontrol
326
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
100
Çiftleşmeyi engelleme
90
80
Kontrol
70
60
50
40
30
20
10
Tarih
Şekil 3. Kahramanmaraş-Bertiz’de 2013 yılında çiftleşmeyi
engelleme ve kontrol bağ alanındaki vuruk sayıları
327
Hasat
08.08.13
01.08.13
25.07.13
18.07.13
11.07.13
03.07.13
27.06.13
20.06.13
13.06.13
06.06.13
30.05.13
23.05.13
16.05.13
09.05.13
02.05.13
25.04.13
14.04.13
07.04.13
0
31.03.13
100 salkımdaki vuruk sayıları/hafta
alanında üzümün tatlanması ile birlikte 3. döle karşı yapılan yoğun
ilaçlama nedeni ile 3 döl vuruk sayısı düşmüştür (Şekil 3). Charmillot ve
ark. (1998), İsviçre’de bağlarında yaptıkları çalışmada L. botrana’nın 1.
dölündeki zarar oranını % 2,4 olarak bulmuşlardır. Ancak özellikle
yüksek başlangıç popülasyonuna sahip olan ve ilk kez yöntemin denendiği
bağlarda ve bazı sınır alanlarda zararın % 10 olduğunu bildirmişlerdir. 2.
dölün ortalama zararını 58 bağda % 1.8 bulmuşlardır. 68 bağda toplam
1211 ha’lık uygulama yaptıkları bağ alanlarının % 69’unda zararın % 1’
den az, % 21’inde % 1-5, % 8’inde % 5-10 ve % 2’sinde % 10’dan fazla
olduğunu bildirmişlerdir. Moschos ve ark. (2004), 1996-1998 yıllarında
Yunanistan bağlarında yaptıkları çalışmalarda salkım güvesinin 2. ve 3.
dönem larvalara karşı seçici insektisit ve B. thuringiensis uygulamış ve
koruyucu kuşak oluşturmuşlardır. Muamele edilmeyen alanlar ile
karşılaştırılan feromon muameleli alanlarda zararlının popülasyon
yoğunluğu 2. dölde % 67’ den 3. dölde % 57’ ye kadar gerilediğini tespit
etmişlerdir.
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Yöntemin spesifik oluşu ve doğal dengeyi koruyucu olması
nedeniyle çiftleşmeyi engelleme yönteminin ülkemizde bağ üreticileri
tarafından kullanılması kimyasal mücadeleye birinci derecede alternatif
bir yöntem olarak görülmektedir.
Çalışmanın yapıldığı alanda yıllardır süre gelen geleneksel kimyasal
mücadele uygulamaları sonucu zararlının baskı altına alınamadığı ve
çiftçilerin böceğin çıkış zamanını saptayamadıklarından bilinçsizce
ilaçlama yaptıkları dahası kısa süre aralıklarla ilaçlamalar yaparak bu
açığı kapatmaya çalıştıkları belirlenmiştir. Yapılan sörveylerde
bölgemizde bağ alanlarında ekonomik zarara sebep olan tür olarak salkım
güvesi (L. botrana) olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü yapılan çalışmada
görülmüştür ki bağ üreticileri tarafından salkım güvesinin tek zararlı
olarak görüldüğü ve ayrıca salkım güvesine karşı geniş spektrumlu
ilaçların kullanılmasıyla diğer zararlılarında baskı altına alındığı tespit
edilmiştir.
Denemenin yürütüldüğü alanlarda yıllardır süre gelen bilinçsizce
yapılan yoğun ilaçlamalar nedeni ile elde edilen yararlı tür sayısı oldukça
az ve popülasyon yoğunluğu en fazla olan predatörler Chrysoperla carnea
ve Coccinella septempunctata olmuştur.
4. Sonuç
Bu çalışma sonucunda denemenin yürütüldüğü çiftleşmeyi
engelleme bağının diğer alanlardan iyice izole edilmesi gerektiği, yeteri
kadar yayıcı asılması, aynı zamanda komşu bağ alanlarından gelebilecek
çiftleşmiş L. botrana dişi bireylerin kontrol altına alınması gerektiği
belirlenmiştir. Bu nedenle çiftleşmeyi engelleme tekniğinin uygulanacağı
bağ alanlarındaki üzüm çeşidinin erken veya geç hasat edilmesinin önemli
olduğu belirlenmiştir. Bağ salkım güvesi ile mücadelede çiftleşmeyi
engelleme yönteminin tek başına başarılı olma ihtimali yüksek olduğu,
insan ve çevre sağlığına olumsuz etkileri olmayan bakteriyel bir preparat
olan Bacillus thuringiensis ssp. kurstaki gibi bir insektisitin
uygulanmasının doğal dengeyi koruduğu gibi başarıyı da arttıracağı
belirlenmiştir. Çiftçilerin bilinçsizce ve böceğin dölünün çıkış zamanını
saptayamaması nedeni ile rastgele kimyasal pestisid uygulaması sonucu
insan ve çevre sağlığına zarar vermesi nedeni ile bu metodun bağ
alanlarında uygulanmasının ve geliştirilmesinin önemli olduğu tespit
edilmiştir.
328
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Teşekkür: Bu çalışma 2012/3-15M nolu proje kapsamında
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri
Yönetim Birimi Başkanlığınca desteklenmiştir.
Kaynaklar
[1] Akyol, B., Aslan M. M. (2010) "Investigations on Efficiency of Mating
Disruption Technique Against The European Grapevine Moth
(Lobesia botrana Den. Et.Schiff.) (Lepidoptera; Tortricidae) In
Vineyard, Turkey", Journal of Animal and Veterinary Advances ,
Cilt 9 (4), 730-735.
[2] Altındişli, F. Ö., Koçlu, T., Hepdurgun, B., Charmillot, P. J. (2002)
Early Studies on the Effectiveness Of Mating Disruption Technique
Against Lobesia botrana Den.-Schiff. in the Seedless Sultana
Vineyards of the Aegean Region in Turkey. Proc.Of Iobc Meeting
on Pheromones and Other Semiochemicals in Integrated Production.
Erice, İtaly, September 22-27.
[3] Altındisli, F. O., Özsemerci, F. (2013a) Ege Bölgesi’nde Salkım güvesi
(Lobesia botrana Den. & Schiff.) ne Karşı 80’li Yıllardan Günümüze
Mücadele Anlayışı. I. Bitki Koruma Ürünleri ve Makinaları
Kongresi. (Sözlü bildiri) 2-5 Nisan 2013, Antalya. 1: 113-125.
[4] Audemard, H. (1987) Perspectives et problems de la lutte par
confusion, Mating Disruption behaviour of Moths and Molecules,
Bull. Srop., 3, 3-4.
[5] Charmillot, PJ., Pasquier, D., Alipaz, N. T., Sealco, A. (1992) Etude
Du Comportement De Icudemis De La Vigne Lobesia botrana Den.
Et Schiff (Lep., Tortricidae) A L’interieur Et L’exterieur Dune
Ceinture De Diffuseurs. J. Appl.Ent., 120, 603-609.
[6] Charmillot, P. J., Pasquier, D., and Scalco, A. (1995) Mating
Disruption to Control Vine and Grape Moths in Perroy: Results for
1994. Rev. Suisse Vitic. Arboric. 27: 339-345.
[7] Charmillot, P. J., Pasquier, D., Schmid, A., Emery, S., De Montmollin,
A., Desbaillet, C, Perrotet, M. Bolay, J. M., Zuber, M., 1998. Lutte
Par Confiision Contre Les Vers De La Grappe Eudemis Et Cochylis
En Suisse, Revue Suisse Vitic. Arboric. Hortic., 29, 5, 291-29
329
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
[8] Charmillot, P. J., Hofer, D., Pasquier, D. (2003). Attract and Kill A
New Method for Control of The Codling Moth Cydia pomonella.
Entomologia Experimentalis Et Applıcata 94. (2): 211 -216.
[9] Erkılıç L., Mart C. ve Yiğit A. (1995) Güney Anadolu Bölgesi Bağ
Alanlarında Entomolojik Sorunlar ve Çözüm Önerileri. GAP
Bölgesi Bitki Koruma Sorunları ve Çözüm Önerileri Simpozyum
Bild., 27-29 Nisan 1995, Şanlıurfa, 296-303.
[10] FAO. (2013) http://faostat3.fao.org/download/Q/QC/E
[11] Fermoud, M., Le Menn, R. (1992) Transmission of Botrytis cinerea
to Grapes by Grape Berry Moth Larvae–Phytop Athology 82: 13931398.
[12] Kovancı B., Türkmen C., Kumral N.A. (2005) Ġznik (Bursa)
ilçesindeki bağlarda zararlı Salkım güvesi [Lobesia botrana (Den.Schiff.) (Lep.: Tortricidae)]’nin ergin popülasyon dalgalanması
üzerinde araĢtırmalar. 6. Türkiye Bağcılık Sempozyumu, 19-23
Eylül 2005, Tekirdağ, Cilt: 1, 289-296.
[13] Mamay, M., Çakır, A. (2014) Şanlıurfa Merkez ilçe bağlarında
Salkım güvesi [Lobesia botrana Denis & Schiffermüller
(Lepidoptera: Tortricidae)]’nin ergin popülasyon değişimi ve
bulaşma oranının belirlenmesi. Bitki Koruma Bülteni, 54(2):103114.
[14] Mauro, V., Roberto, L., Luisa, M., Flavia, F. (2000) Experience
Withmating Disruption Technique to Control Grape Berry Moth,
Lobesia botrana, in Trentino. Pheromones for İnsect Control in
Orchards and Vineyards. IOBC/WPRS Bulletin 24 (2): pp. 81-88.
[15] Moschos, T., Souliotis, C., Broumas, T., Kapothanassi, V. (2004)
Control of the European Grapevine Moth Lobesia botrana in
Greece by the Mating Disruption Technique: A Three-Year Sörvey
Phytoparasitica 32 (1): 83-96.
[16] Öztürk N., Acıöz, S. (2010) Tarsus (Mersin) bağlarında zararlı
Salkım güvesi [Lobesia botrana Den. & Schiff. (Lepidoptera:
Tortricidae)]’nin ergin popülasyon değiĢimi. Bitki Koruma Bülteni,
50 (3): 111-120.
[17] TUİK. (2013) http://tuikapp.tuik.gov.tr/bitkiselapp/bitkisel.zul.
330
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Serada Organik Domates Yetiştiriciliğinde Toprağa
Mikronize-Bentonitli-Kükürt Uygulamasının Etkileri
H. Yıldız Daşgan1*, Yelderem Akhoundnejad1, Günce Akkuzu Doğan2,
Mahmut Bayram3
1
Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, Adana
Balkan Kükürt Gübre Zirai İlaç Tohum Sanayi ve Tic. Ltd. Şti. İstanbul
3
Geçit Kuşağı Tarımsal Araştırma Enstitüsü Eskişehir
E-posta: [email protected],[email protected]
2
Özet: Bu çalışmada, serada organik domates yetiştiriciliğinde çakılı
deneme olarak 2. yılında toprağa uygulanan 4 farklı kükürt ürününün: 1.
Mikronize Bentonitli Kükürt (MBS) tek başına (%90 Kükürt+%10
Bentonit), 2. MBS+Fe (%87 Kükürt+%10 Bentonit, %3 Fe), 3. MBS+Zn
(%87 Kükürt+%10 Bentonit, %3 Zn), 4. MBS Fe+Zn (%86 Kükürt+%10
Bentonit, %2 Fe+%2 Zn) ve 5. Kontrol, bitkide büyüme, verim ve meyve
kalitesi, ayrıca toprakta pH ve EC değerleri, Fe ve Zn konsantrasyonu
üzerine etkileri incelenmiştir. Denemede bitki büyüme parametreleri (bitki
boyu, gövde çapı, yaprak sayısı) ve meyve kalite ölçümleri (meyve boyu,
meyve çapı, suda çözülebilir kuru madde (SÇKM), asitlik, meyve eti
sertliği, meyve eti kalınlığı, meyve hacmi, pH ve EC) incelenmiştir. Bitki
büyüme ve meyve kalite parametreleri üzerine uygulamaların etkileri
istatistiksel olarak fark oluşturmamıştır. Sera toprağına 2 yıl üst üstüne 50
kg/da mikronize-kükürt-ürünleri uygulandığında, hiç uygulama
yapılmayan kontrole göre, MBS uygulamasında %14, MBS+Fe
uygulamasında %21, MBS+Zn uygulamasında %15 ve MBS+Fe+Zn
uygulamasında ise %27 domates verim artışları kaydedilmiştir. Toprak
Fe ve Zn konsantrasyonlarında ise Fe içeriği bakımından fark
bulunmazken, Zn konsantrasyonları bakımından Zn içerikli, MBS +Zn ve
MBS + Fe+Zn uygulamalarının ön plana çıktığı görülmüştür. Toprak pH’
sında kontrol parseli ile kıyaslandığında tüm uygulamalarda düşüş
meydana gelmiştir. Kaydedilen en iyi pH düşmesi 0.28 birim ile MBS
+Fe+Zn uygulamasında gerçekleşmiştir. Uygulamalardaki EC değerlerine
bakıldığında ise en düşük EC değeri hiç uygulama yapılmayan kontrol
parselinde bulunmuştur.
Anahtar kelimeler: Mikronize-bentonitli-kükürt, sera,organik domates, pH
331
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
The Effects of Soil Application of the MicronizedSulfur- with-Bentonite on Organically Grown
Greenhouse Tomatoes
Abstract: In this study at second year experiment, 4 different sulfur
products contained micronized-sulfur-with bentonite (MBS) were used to
grow organic greenhouse tomato. The treatments were ; 1. Micronizedsulfur-with bentonite (MBS) alone (%90 Sulfur+%10 Bentonite), 2.
MBS+Fe (%87 Sulfur+%10 Bentonite, %3 Fe, 3. MBS+Zn (%87
Sulfur+%10 Bentonite, %3 Zn), 4. MBS Fe+Zn (%86 Sulfur+%10
Bentonite, %2 Fe+%2 Zn) and 5. Control. The effects of sulfur products
on plant growth, total crop yield, some fruit quality parameters, leaf and
soil Fe and Zn concentrations, soil pH and EC, were investigated. The
effects of the treatments on the plant growth parameters and fruit quality
properties were not significant. However, total fruit yield was increased
by 14%, 21%, 15% and 27% in MBS, MBS+Fe, MBS+Zn and
MBS+Fe+Zn, respectively. Soil Fe content was not changed by the
treatment,s however Zn content was significantly increased by the
MBS+Zn and MBS +Fe+Zn applications. Soil pH was decreased by the
all sulfur treatments in comparison control, however the most important
pH decrease was recorded as 0.28 unit in and MBS+Fe+Zn treatment. Soil
EC values of the all sulfur treatments were higher than the control.
Key words: Micronized-sulfur-with-bentonite, Solanum lycopersicum,
organic tomato production, soil pH
1. Giriş
Son yıllarda dünyada ve ülkemizde yaygınlaşan organik bitkisel
üretimde, gerek tarım ilacı ve besin maddesi kapsamında ve gerekse
toprak ıslahında izin verilen ender maddelerden birisi kükürttür. Toprağa
kükürt uygulamasının üç önemli nedeni vardır; 1) Besin maddesi olarak
toprağa kükürt vermek, 2) Kükürt sayesinde toprak pH’sını düşürmek, 3)
Kükürdün toprak hastalık ve zararlılarına karşı olan etkinliğinden
faydalanmak. Burada yapılan çalışmada, kükürt uygulamalarının toprak
pH’sı üzerine düşürücü etkisi ve Fe ile Zn başta olmak üzere diğer mikro
ve makro besin maddeleri kullanımının etkinliğinin organik yetiştiricilikte
artırılmasıdır.
332
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Yüksek pH değerleri topraklardaki bitki besin maddelerinin bitkiler
tarafından alınabilirliği, toprağın verimliliği ve gübreleme programları
üzerinde çok önemli rol oynar. Yüksek pH’lı toprakların genellikle
verimsiz olmasının baş nedeni yüksek pH’nın fosfor ve iz elementlerin
(demir, mangan ve çinko vb) toprakta yarayışlılığının azalmasına yol
açmasıdır. Yüksek pH’lı toprakların verimi pH’yı düşürerek
iyileştirilebilir. Ancak böyle toprakların etkin bir biçimde düzeltilebilmesi
toprağın alkalinite (baziklik) yapısı ve düzeyine, kireç durumuna, sulama
suyunun kalite ve miktarına, toprak tipine ve yetiştirilen bitkiye bağlıdır.
Genellikle alkali karakterli topraklarda; ortamdaki H+ iyonları
konsantrasyonunu arttırmak ve/veya mevcut H+ iyonlarını aktif hale
geçirmek için, toprağa elementel kükürt, sülfürik asit, amonyum sülfat
veya kalsiyum sülfat uygulamaları yapılabilir. Bunlar içerisinde en yaygın
kullanılanı ise kükürt uygulamasıdır. Geleneksel olarak eskiden beri süre
gelen uygulamada kükürt kaynağı olarak toz kükürt iken, şimdi yeni
teknoloji ile üretilen ve çok küçük partikül çaplarına sahip kükürt
parçacıklarından oluşturulan ve bentonit kiline emdirilen mikronize
kükürt, tüm dünyada bilinçli üreticiler tarafından tercih edilmektedir.
Herhangi bir kükürt kaynağının toprak iyileştirmedeki görevini yerine
getirmesinde en önemli unsur kükürt kolloidlerinin (partiküllerin)
boyutudur. Mikronize kükürt teknolojisi ile üretilen ve bentonite
emdirilen kükürt kaynağı ve toprak iyileştiricisinde kükürt kolloidlerinin
partikül büyüklükleri ultra küçüktür. Kükürt kolloidleri/parçacıkları ne
kadar küçük olursa, elementel kükürtün oksidasyonu ve bitkilerin
kullanabileceği SO4-2 formuna dönüşümü o kadar hızlı olacaktır. Ayrıca
kükürt partikülleri mikron düzeyinde ne kadar küçültülürse, toprak
bakterileri ile interaksiyon için o denli büyük bir yüzey alan var demektir
ki dolayısıyla çok süratle ve çok fazla asit oluşumu gerçekleşir. Bentonit
kilinin önemi suyu çekerek genleşmesi ve her zaman bünyede suyu
bulundurmasıdır. Devreye kükürt bakterilerinin de girmesiyle uygun
sıcaklık koşullarında ve toprak tekstürüne de bağlı olarak mikronize
kükürtün toprak pH sı üzerindeki etkisi haftalar içerisinde başlamaktadır.
Kükürdün toprak pH’sını düşürücü etkisi ile besin maddeleri
yarayışlılığını artırmasının yanı sıra aslında bitki sağlığına da önemli
katkılarının olduğu bilinmektedir. Kükürdün bitkilerde fungal ve bakteriel
hastalıklara dayanıklılığı teşfik eden bir besin maddesi olduğu
anlaşılmıştır (Bloem ve ark., 2007). Kükürt bu yönüyle organik bitkisel
üretimde çok önemli bir role sahip olurken, konvansiyonel üretimde de
333
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
pestisit harcamalarını azaltmada etkin rol almaktadır. Kükürt içeren
metabolitlerin, bitkilerin geliştirdiği patojen dayanıklılıklarına önemli
katkılarda bulunduğu düşünülmektedir. Bu metabolitlerden bazıları;
glutathione, glucosinolates, uçucu gazlar, fitoaleksinler ve S bakımından
zengin proteinlerdir. Bitkilerin S ile beslenme statüleri bu metabolitlerin
üretimini ve dolayısıyla patojenlere dayanıklılığı önemli bir şekilde
etkilemektedir (Bloem ve ark., 2005).
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında yaşanan hızlı sanayileşme ve
nüfus artışı önemli çevre sorunlarını da beraberinde getirmiştir. Dünyada
nüfusun sürekli artış göstermesi ve tarım alanlarını genişletme
olanaklarının sınırlı olması sebebiyle, birim alandan elde edilen ürün
miktarının artırılması çalışmalarına yönelinmiştir (Midmore, 1993).
Yoğun olarak kullanılan yapay gübre, hormon, ve zirai ilaçlar; toprak, su,
hava, gıda ve dolayısıyla canlı kalitesini bozmuştur. Tekrar eski haline
ulaşmak için günümüzde çevreye dost, doğal geliştirici faktörlerin doğa
ile uyumlu bir şekilde kullanılması gündeme gelmiştir. Böylece birçok
ülkede organik tarım kavramı kullanılmaya başlanmıştır.
Organik tarım; ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu
kaybolan doğal dengeyi yeniden kurmaya yönelik insana ve çevreye dost
üretim sistemlerini içermekte olup, esas itibariyle sentetik kimyasal ilaçlar
ve gübrelerin kullanılmasının yerine organik ve yeşil gübreleme,
münavebe, toprağın muhafazası, bitkinin direncini arttırma, parazit ve
predatörlerden yararlanmayı tavsiye eden ve üretimde miktar artışını değil
ürünün kalitesinin yükselmesini ilke edinen bir üretim şeklidir (Rehber ve
Turhan, 2001).
Tarım topraklarının sürdürülebilirliğini sağlamak, tarım
topraklarını ıslah etmek amacıyla 2011 Eylül ayında üretim faaliyetlerine
başlayan Balkan Kükürt Gübre Ltd. Şti. firması Türkiye’ de yerli
kaynakları kullanarak ilk kez Mikronize Bentonitli Kükürt üretimini
gerçekleştirmiştir. Şuan AGRISUL 90 ticari ismi ile üretilen bu ürünün
içeriği % 90 oranında elementel kükürt (S) ve % 10 bentonittir. 135 °C’
deki sıvı kükürt bentonit kiline emdirilerek lentil (yarım mercimek)
formunda üretilmektedir. Bu teknoloji ile üretilen ‘’Mikronize Bentonitli
Kükürt’’ şuan dünya üzerinde Türkiye dahil olmak üzere dört ülkede
üretimi gerçekleştirilmektedir (ABD, Hindistan, Kanada, Türkiye).
Balkan Kükürt Gübre Ltd. Şti. önceleri ithal yollarla getirilen bu ürünü şu
an başta Avrupa ülkeleri olmak üzere 17 ülkeye ihracıtını
334
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
gerçekleştirmektedir. Bilindiği üzere elementel kükürdün bitkiler
tarafından alınabilir forma dönüşmesi ve toprak pH sını düşürmesi için
toprakta okside olması gerekmektedir. Bu oksidasyonun da hızı kükürt
parçacıklarının mikron çapına bağlıdır. Mikron çapı küçüldükçe
topraktaki oksidasyon hızı artmaktadır. Balkan kükürt Gübre Ltd. Şti.
firması tarafından üretilen AGRISUL 90 ticari isimli Mikronize Bentonitli
Kükürt tanecikleri diğer kükürt formlarına göre çok daha küçük mikron
çapına sahiptir. Bu nedenle toprakta hızlı şekilde okside olmaktadır.
2. Materyal ve Yöntem
Organik domates yetiştiriciliği denemeleri Çukurova Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü araştırma ve uygulama alanında
360 m2 alana sahip plastik serada 2 yıl üst üstüne çakılı denemeler olarak
gerçekleştirilmiştir. Bu deneme kapsamında bitki materyali olarak
Alsancak F1 domates çeşidi kullanılmıştır. Tohumlar 15.01.2014 tarihinde
cam sera içerisinde 2:1 oranında torf:perlit karışımı bulunan vivollere
ekilmiştir. Domates fideleri 4-5 gerçek yapraklı olunca 20.02.2014
tarihinde seraya dikim yapılmıştır. İki yıl olarak gerçekleştirilen çakılı
denemedeki uygulama konuları; Balkan Kükürt Gübre Ltd. Şti. tarafından
üretimi yapılan AGRISUL 90 ticari ismiyle piyasada bulunan ‘‘Mikronize
Bentonitli Kükürt-MBS (%90 Kükürt + %10 Bentonit) ve buna Fe ile Zn
mikroelement takviyeleri yapılarak üretilen Mikronize Bentonitli Kükürt
+Fe (%87 Kükürt + %10 Bentonit, %3 Fe), Mikronize Bentonitli Kükürt
+Zn (%87 Kükürt + %10 Bentonit, %3 Zn), Mikronize Bentonitli Kükürt
Fe+Zn (%86 Kükürt + %10 Bentonit, %2 Fe + %2 Zn)’’ ve hiçbir
uygulama yapılmayan kontrol parsellerinden oluşmuştur. Sera toprağı
deneme uygulamaları öncesinde örnekleme yapılarak Geçit Kuşağı
Tarımsal Araştırma Enstitüsü’nde Eskişehir’de analiz yapılmıştır. Buna
göre kontrol parseli dışında tüm uygulamalara 50 kg/da dozunda MBS ve
türevleri uygulanmıştır. Deneme iki yıl üst üste çakılı olarak
gerçekleştirildiğinden, denemenin birinci yılında da yine aynı dozda
parsellere uygulamalar yapılmıştır. Denemedeki her uygulamada bitkileri
beslemek için aynı gübreler kullanılmıştır. Dikim öncesinde organik
çiftlik gübresi 250 kg/da hesabı ile tüm uygulamalara eşit şekilde
verilmiştir. Deneme 5 uygulamalı her uygulama 4 tekerrürlü ve her
tekerrürde 16 bitki olacak şekilde tesadüf blokları deneme desenine göre
kurulmuştur. Bitki yoğunluğu 100 cm x 50 cm x 40 cm olacak şekilde çift
sıralı ve dekara 2666 bitki yoğunluğu ile dikilmiştir.
335
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Sera toprağından yetiştiricilik süresi boyunca 28.03.2014,
25.04.2014 ve 30.05.2014 tarihlerinde olmak üzere 3 defa toprak örnekleri
0-30 cm derinlikten alınıp açık havada kurutularak analize hazır hale
getirilmiştir. Üç farklı tarihte alınan bu toprak numuneleri her parsel kendi
arasında olmak üzere homojen şekilde karıştırılmış ve Geçit Kuşağı
Tarımsal Araştırma Enstitüsü’ne analiz için gönderilmiştir. Burada
Toprak ve Su Kaynakları Bölümü’nde pH, EC, Fe ve Zn ölçümleri
tekerrürlü olarak yapılmıştır. Bitki boyu, gövde çapı ve yaprak sayısı ile
ilgili ölçümler de yine 28.03.2014, 25.04.2014 ve 30.05.2014 tarihlerinde
3 defa kaydedilmiştir. Bitki boyları 1 cm duyarlılıkta metre ile cm
cinsinden, gövde çapı; seçilen 10 bitkide ilk salkımın hemen altından 0.01
mm duyarlılıkta dijital bir kumpas ile mm cinsinden ölçülmüştür.
Yaprak sayısı (adet / bitki) seçilen 10 bitkiden kaydedilmiştir.
Meyveler olgunlaşmaya başlayınca haftalık hasatlar yapılarak, meyve
ağırlığı ve sayısı olarak kaydedilmiş, deneme sonunda toplam verim
hesaplanmıştır. Ayrıca domates meyvelerinde kalite özelliklerini ortaya
koymak için meyve-pomolojik analizlei yapılmıştır. Meyve hasatları
16.05.2014 tarihinde başlamış 10.07.2014 tarihine kadar devam etmiştir.
Toplam 9 hasat gerçekleşmiştir. Pomolojik analizler için 29.05.2014
tarihinde her tekerrürden rastgele 10 adet meyve seçilmiştir. Bitki
beslenmesi üzerine uygulamaların etkisini görmek için 28.03.2014,
25.04.2014 ve 30.05.2014 tarihlerinde olmak üzere üç farklı tarihte
domates bitkilerinin yukarından 5. yaprakları alınmış ve bunlarda Fe ve
Zn analizleri yapılmıştır.
3. Bulgular ve Tartışma
3.1. Bitki Boyu
Organik domates bitkilerinde üç farklı tarihte yapılan ölçümlerde,
Mikronize-Bentonitli-Kükürt (MBS) uygulamalarının bitki boyu üzerinde
istatistiksel olarak fark oluşturmadığı görülmektedir. Yaraş ve Daşgan
(2012) yaptıkları bir çalışmada, 15 kg/da mikronize bentonitli kükürt, 200
kg/da leonardit ve hiçbir şey kullanılmayan kontrol uygulamalarıyla
konvansiyonel sera domates yetiştiriciliğinde, bitkiler 64 günlük iken boy
ölçümlerinde leonardit uygulamasında 156.21 cm ile en yüksek, 138.14
cm ile kontrol bitkilerinde en düşük ve 145.02 cm ile mikronize bentonitli
kükürt bitkilerinde ortada yer alan bitki yüksekliğini kaydetmiştir.
336
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 1. Organik domates bitkilerinde Mikronize-Bentonitli-Kükürt
(MBS) uygulamalarının bitki boyuna etkisi (cm)
Uygulamalar
28.03.2014
25.04.2014
30.05.2014
Kontrol
56.50
116.63
190.23
MBS
57.80
115.03
194.05
MBS+Fe
57.20
113.93
193.93
MBS+Zn
55.93
112.70
192.75
MBS+Fe+Zn
57.53
115.03
194.35
ÖD
ÖD
ÖD
LSD0.05
MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli Değil
3.2. Yaprak Sayısı
Organik domates bitkilerinde üç farklı tarihte yapılan ölçümlerde,
mikronize bentonitli kükürt uygulamalarının yaprak sayısı üzerinde
istatiksel olarak fark oluşturmadığı görülmektedir. Yaraş ve Daşgan
(2012) yaptıkları bir çalışmada, mikronize bentonitli kükürt, leonardit ve
kontrol uygulamalarıyla konvansiyonel sera domates yetiştiriciliğinde,
bitkiler 64 günlük iken kaydedilen yaprak sayısı bakımından; leonardit
uygulamasında 26.18 yaprak/bitki ile en yüksek, 25.73 yaprak/bitki ile
kontrol bitkilerinde en düşük ve 24.66 yaprak/bitki ile mikronize
bentonitli kükürt bitkilerinde ortada yer alan bitki yüksekliği
kaydedilmiştir.
337
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 2. Organik domates bitkilerinde Mikronize Bentonitli Kükürt
uygulamalarının yaprak sayısına etkisi (adet/bitki)
Uygulamalar
28.03.2014
25.04.2014
30.05.2014
Kontrol
13.45
19.93
28.50
MBS
13.03
20.65
29.55
MBS+Fe
13.15
19.73
30.55
MBS+Zn
13.47
20.10
29.58
MBS+Fe+Zn
13.10
19.80
30.80
ÖD
ÖD
ÖD
LSD0.05
MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli Değil
3.3. Gövde Çapı
Organik domates bitkilerinde üç farklı tarihte yapılan ölçümlerde,
mikronize bentonitli kükürt uygulamalarının gövde çapı üzerinde
istatistiksel olarak fark oluşturmadığı görülmektedir.
Çizelge 3. Organik domates bitkilerinde Mikronize-Bentonitli-Kükürt
(MBS) uygulamalarının gövde çapı üzerine etkisi (mm)
Uygulamalar
28.03.2014
25.04.2014
30.05.2014
Kontrol
12.09
14.24
16.49
MBS
12.39
14.05
16.20
MBS+Fe
12.17
14.63
16.89
MBS+Zn
12.29
14.52
16.84
MBS+Fe+Zn
12.19
14.14
17.08
ÖD
ÖD
ÖD
LSD0.05
MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli Değil
338
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
3.4. Toplam Verim Üzerine Uygulamaların Etkileri
Sera üretim sezonu tamamlandığında toplam meyve verimi
değerlerine bakıldığında, istatistiksel olarak önemli farklar elde edilmiştir.
En yüksek domates verimi 19.37 kg/m2 ile MBS’e Fe ve Zn mikro
elementlerinin her ikisinin birden eklendiği üründen elde edilmiştir. Bunu
takip eden uygulama MBS+Fe uygulaması 18.46 kg/m2 ile ikinci sırada
yer almıştır. MBS tek başına ve Zn eklenmiş kükürt ürünleri birbirlerine
çok yakın ve sırasıyla 17.39 kg/m2 ve 17.58 kg/m2 domates verimi
oluştururken, denemede en düşük domates verimi beklendiği gibi hiçbir
kükürt uygulaması yapılmayan kontrol parsellerinden 15.30 kg/m2 olarak
kaydedilmiştir.
Sera toprağına 2 yıl üst üstüne 50 kg/da mikronize-kükürt-ürünleri
uygulandığında, hiç uygulama yapılmayan kontrole göre, MBS
uygulamasında %13.7, MBS+Fe uygulamasında %20.7, MBS+Zn
uygulamasında %14.9 ve MBS+Fe+Zn uygulamasında ise %26.6 domates
verim artışları kaydedilmiştir.
Yaraş ve Daşgan (2012) yaptıkları çalışmada, 15 kg/da mikronizebentonitli-kükürt, 200 kg/da leonardit ve hiçbir şey kullanılmayan kontrol
uygulamalarıyla konvansiyonel sera domates yetiştiriciliğinde, en yüksek
verim kükürt uygulanan parselde olurken en az verim kontrol parselinde
olmuştur. Mikronize bentonitli kükürt uygulanan bitkilerden hiçbir
uygulama yapılmayan kontrol bitkilerine göre % 23 verim artışı
sağlanırken, leonardit uygulanan parsellerden kontrole göre % 18 verim
artışı elde edilmiştir. Demirtaş ve ark. (2012) bazı organik ve kimyasal
gübre uygulamalarının domates verim ve kalitesi üzerine etkisini
inceledikleri çalışmada; kullanılan kokteyl domates çeşidinde kimyasal
gübre (KG) ve organik gübre (OG) uygulamalarının verim üzerine etkisi
istatistiksel olarak %1 düzeyinde önemli bulunmuştur. KG ve OG
uygulamalarında kontrole göre önemli artışlar sağlanmakla birlikte en
yüksek verim 4.56 kg/bitki ile kimyasal ve organik gübrelerin birlikte
uygulandığı 1/1 KG + OG uygulamasından elde edildiğini bildirmişlerdir.
Wang ve ark. (1991), organik ve kimyasal gübreler yanında 35 L/ha
humik
asit
uygulamasında
üzüm
bitkisi
üzerine
etkisini
gözlemlemişlerdir. Humik asit ile birlikte uygulama yapılan organik
gübrelerin daha fazla üzüm verimi sağladığı ve meyvenin şekerinde de
kontrolden çok daha fazla değerler elde edildiği bildirilmiştir.
339
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 4. Organik domates bitkilerinde Mikronize-Bentonitli-Kükürt
(MBS) uygulamalarının domates meyve verimi üzerine etkisi
Verim (kg/m2)
Uygulamalar
Kontrol
15.30
MBS
17.39 b
MBS+Fe
18.46 ab
MBS+Zn
17.58 b
MBS+Fe+Zn
19.37 a
LSD0.05
c
1.32
MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli Değil
3.6. Meyve Kalite Özellikleri
Denemenin meyve hasat döneminin ortasında bir zamanda her
tekrarlamadan 10 meyve alınarak bunlarda bazı fiziksel (Çizelge 5) ve
bazı kimyasal (Çizelge 6) analizler yapılmıştır. Denemedeki kükürt
uygulamalarının incelenen meyve kalite özellikleri üzerine etkisi önemli
bulunmamıştır.
Toplam meyve verimi üzerinde kükürt ürünlerinin artırıcı etkisinin
meyve tutumu yani bir bitki üzerindeki meyve sayısını artırdığı için etkili
olduğu düşünülmektedir. Çünkü ortalama meyve ağırlığı, eni, boyu çapı
üzerinde farklı bir etki olmadığına göre verim artışı, meyve sayısndan
kaynaklanıyor olmalıdır. Yaraş ve Daşgan (2012) serada konvansiyonel
yetiştiricilikte yaptıkları çalışmada da meyve özellikleri üzerine
mikronize-bentonitli-kükürt veya leonardit etkilerinin önemli farklar
yaratmadığı belirtilmektedir.
340
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 5. Organik domates bitkilerinde Mikronize-Bentonitli-Kükürt
uygulamalarının meyve fiziksel kalite özelliklerine etkisi
Uygulama
Ağırlık Boy Çap
(g)
(cm) (mm)
M.Eti
M. Eti Meyve
Sertliği Kalınlığı Hacmi
(Kg/cm2)
(mm)
(cm3)
Kontrol
219
60
75
1.3
9.8
176
MBS
202
60
73
1.2
8.9
162
MBS+Fe
197
58
74
1.3
9.3
156
MBS+Zn
208
60
75
1.2
9.9
167
MBS+Fe+Zn
220
60
76
1.1
9.1
179
LSD0.05
ÖD
ÖD
ÖD
ÖD
ÖD
ÖD
MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli Değil
Çizelge 6. Organik domates bitkilerinde Mikronize-Bentonitli-Kükürt
uygulamalarının meyve kimyasal kalite özelliklerine etkisi
SÇKM
(%)
Asitlik
(%)
pH
EC (dSm-1)
Kontrol
3.83
0.30
4.77
5.3
MBS
3.79
0.29
4.67
5.2
MBS+Fe
4.03
0.31
4.60
5.5
MBS+Zn
3.73
0.27
4.70
5.3
MBS+Fe+Zn
3.98
0.30
4.68
5.3
LSD0.05
ÖD
ÖD
ÖD
ÖD
Uygulama
MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli Değil
341
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
3.7. Yaprak Fe (Demir) Konsantrasyonu
Organik domates bitkilerinde üç farklı tarihte yapılan yaprak Fe
analizlerinde, mikronize bentonitli kükürt uygulamalarının yapraktaki
demir konsantrasyonları üzerinde 28.03.2014 tarihi dışında istatistiksel
olarak fark oluşturmadığı görülmektedir. 28.03.2014 tarihinde yapılan ilk
ölçümde, kükürt uygulanan parsellerde bitkiler vegetatif ve generatif
büyüme için demiri fazla kullandığından olabilir, kontrol parsellerinden
alınan yaprak örneklerindeki demir konsantrasyonu en yüksek değerde
bulunmuştur. Daha sonraki iki tarihte yapılan Fe analizlerinde, kükürt
uygulamalarının pH düşürücü etkisinden olabilir, bu uygulamaların
yapraklarında Fe arttığı görülmüştür (Çizelge 7). Yaraş ve Daşgan (2012)
yaptıkları benzer bir çalışmada Fe konsantrasyonları yetiştiricilik öncesi
toprağa leonardit, mikronize-bentonitli-kükürt uygulandığında ve kontrol
uygulamalarında sırasıyla 70.76 ppm, 62.31 ppm ve 49.84 ppm olarak
bildirmişlerdir. Winsor ve Adams (1987)’a göre sera domateslerinde
yeterli demir ile beslenme durumunda yaprak demir (Fe) değerleri alt ve
üst sınırları 50 ppm ile 200 ppm arasında bildirilmektedir.
Çizelge 7. Organik domates bitkilerinde Mikronize-Bentonitli-Kükürt
uygulamalarının yapraktaki Fe konsantrasyonuna olan etkisi
Uygulamalar
28.03.2014
25.04.2014
30.05.2014
Kontrol
168 a
100
135
MBS
128 b
126
173
MBS+Fe
131 b
118
161
MBS+Zn
143 ab
124
141
MBS+Fe+Zn
126 b
122
155
LSD0.05
26.30
ÖD
ÖD
MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli Değil
342
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
3.8. Yaprak Zn (Çinko) Konsantrasyonu
Organik domates bitkilerinde üç farklı tarihte yapılan ölçümlerde,
mikronize bentonitli kükürt uygulamalarının yapraktaki çinko
konsantrasyonları üzerinde istatistiksel olarak fark oluşturmadığı
görülmektedir. Deneme bitkileri yapraklarında yapılan Zn analizlerinde,
uygulamaların düzenli bir etkisi belirlenememiştir. İlk analiz tarihinde
kontrol dışındaki tüm kükürt uygulamalarında yaprakta Zn artışı
görülmektedir. İkinci analiz tarihide, kontrol dahil tüm uygulamalarda
yaprak Zn konsantrasyonu düşmüştür (Çizelge 8). Bu aşama, domates
hasatlarının en düzeyde olduğu pik yaptığı dönemdir. Çinkonun meyveye
çok kullanıldığı söylenebilir. Yaraş ve Daşgan (2012) yaptıkları benzer bir
çalışmada Zn konsantrasyonları yetiştiricilik öncesi toprağa leonardit,
mikronize-bentonitli-kükürt uygulandığında ve kontrol uygulamalarında
sırasıyla 82.40 ppm, 140.91 ppm ve 102.15 ppm olarak bildirmişlerdir.
Anonymous (2004)’a göre sera domateslerinde yeterli çinko ile beslenme
durumunda yaprak çinko değerleri alt ve üst sınırları 20 ppm ile 250 ppm
arasında bildirilmektedir.
Çizelge 8. Organik domates bitkilerinde Mikronize-Bentonitli-Kükürt
(MBS) uygulamalarının yaprak Zn konsantrasyonuna etkisi
Uygulamalar
28.03.2014
25.04.2014
30.05.2014
Kontrol
204
88
157
MBS
219
69
180
MBS+Fe
220
56
146
MBS+Zn
230
66
146
MBS+Fe+Zn
225
61
162
LSD0.05
ÖD
ÖD
ÖD
MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli
Değil
343
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
3.9. Toprak pH ve EC Değerleri
Toprağa uygulanan mikronize bentonitli kükürt uygulamalarının
toprak pH değerleri üzerindeki etkilerine bakıldığında uygulama yapılan
parsellerde 0.10 ila 0.28 birim arasında düşüşler söz konusudur. EC
değerlerine bakıldığında ise en düşük EC değerinin hiç uygulama
yapılmayan kontrol parselinde bulunduğu görülmektedir. Yaraş ve
Daşgan (2012) yaptıkları benzer bir çalışmada, mikronize-bentonitlikükürt ve leonarditin bir yetiştiricilik sezonunda, konvansiyonel sera
domates yetiştiriciliğinde toprak pH’sını sırasıyla 0.51 ve 0.45 birim
düşürdüğünü bildirmiştir.
Çizelge 9. Organik domates bitkilerinde Mikronize Bentonitli Kükürt
uygulamalarının toprak pH ve EC değerlerine olan etkisi
Uygulamalar
pH
EC
Kontrol
8.36 a
0.48 c
MBS
8.25 ab
0.60 bc
MBS+Fe
8.19 ab
0.64 bc
MBS+Zn
8.22 ab
0.71 b
MBS+Fe+Zn
8.08 b
1.14 a
0.15
0.16
LSD0.05
MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli Değil
3.9. Toprak Fe ve Zn Konsantrasyon Değerleri
Deneme
sona
erdiğinde,
mikronize
bentonitli
kükürt
uygulamalarının toprak Fe ve Zn konsantrasyonlarına olan etkilerine
bakıldığında; Fe konsantrasyonu bakımından uygulamalar arasında
istatistiksel olarak fark bulunmazken, Zn konsantrasyonu bakımından Zn
elementi katkılı mikronize bentonitli kükürt uygulamalarının ön plana
çıktığı görülmektedir. Deneme sonu olduğu için kükürt uygulamalarında
artan meyve verimi ile beraber topraktaki Fe daha fazla tüketilmiş olabilir.
344
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Bu nedenle fark görülmemiş olabilir. Ya da söz konusu kükürt ürünlerine
eklenen %2’lik Fe yetersiz gelmiştir.
Çizelge 9. Organik domates bitkilerinde Mikronize Bentonitli Kükürt
uygulamalarının toprak Fe ve Zn değerlerine olan etkisi
(mg/kg)
Uygulamalar
Fe
Zn
Kontrol
2.96
2.92 c
MBS
2.97
2.62 c
MBS+Fe
2.72
2.22 c
MBS+Zn
2.82
12.17 b
MBS+Fe+Zn
2.96
18.59 a
LSD
ÖD
2.52
MBS- Mikronize Bentonitli Kükürt, Fe-Demir, Zn-Çinko, ÖD-Önemli Değil
4. Sonuç
Serada organik domates yetiştiriciliğinde toprağa uygulanan
mikronize bentonitli kükürt ve buna Fe ile Zn eklenmiş türevlerinin
meyve verimi üzerine artırıcı etkisi %14 ile %26 arasında belirgin bir
şekilde görülmüştür. Toprak pH’sı üzerine düşürücü etkisi ise başlangıç
pH’sına göre 0.28 birimlik bir düşüş kaydedilmiştir. Toprak işlemesi
sırasında veya seralarda yaz aylarında solarizasyon öncesi toprağa
mikronize bentonitli kükürt uygulanması, pH düşmesi, muhtemel olarak
toprak kökenli hastalıklar için dezenfeksiyon ve kükürtün besin maddesi
etkilerinden olsa gerek meyve verimi artışı sağlamaktadır. Sera organik
domates yetiştiriciliğinde toprak hazırlığı sırasında dekara 50 kg
mikronize kükürt tek başına veya toprak analiz sonuçlarına göre mikro
element eksikliği varsa Fe ve Zn eklenmiş türevleri kullanılması
önerilmektedir.
345
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Teşekkür
Burada sunulan makale Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının
TAGEM (Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü)
Başkanlığı tarafından, TAGEM-12/AR-GE/29 nolu proje ile
desteklenmiştir. Finansal desteklerinden dolayı TAGEM’e ve Çukurova
Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri (BAP) Koordinasyon Birimine
teşekkür ederiz. Ayrıca Mikronize-Bentonitli-Kükürt ürünleri sağlayan
Balkan Kükürt Ltd. Şti. ‘e teşekkürler.
Kaynaklar
Midmore Dj, 1993. Agronomic Modification of Resource Use and
Intercrop Productivity. Field Crops Reserch 34, 357-380.
Rehber E., ve Turhan, 2001, Prospects and Challenges for Developing
Countries in Trade and Production of Organic Food and Fibers:
The Case of Turkey, 72nd EAAE Seminar Organic Food and
Marketind Trends, Chania, Greece, 7-10 June 2001.
Bloem, E., Haneklaus, S., Salac, I., Wickenhäuser, P., Schnug, E.,
2007.Facts and Fiction about Sulfur Metabolism in Relation to
PlantPathogen Interactions. Plant Biology, Vol.9, issue 5, 596-607.
Bloem, E., Haneklaus, S., Schnug, E., 2005. Significance of Sulfur
Compounds in the Protection of Plants Against Pests and Diseases.
Journal of Plant Nutrition, Vol. 28, İssue 5, 763-784.
Yaraş, K., Daşgan, H.Y., 2012. Sera koşullarında toprağa uygulanan
mikronize-bentonitli-kükürt ve organik maddenin toprak pH’sı,
domatesin bitki büyümesi, verimi ve meyve kalitesi üzerine etkileri,
Tarım Bilimleri Dergisi 5 (1): 175-180.
Winsor, G., Adams, P., 1987. Glasshouse Crops. Volume:3, 109-135.
Anonymous, 2004. 3. Ulusal Gübre Kongresi 11-13 Ekim 2004 Tokat
(sayfa 1274).
Demirtaş, E.I., Arı, N., Arpacıoğlu, A.E., Özkan, C.F., Aslan, H. 2007.
Örtüaltı Domates Yetiştiriciliğinde Mantar Atığı Kullanımının Bazı
Toprak Özellikleri ve Verim Üzerine Etkisi. Türkiye V. Ulusal
Bahçe Bitkileri Kongresi, s:220-223, Erzurum, 2012. alatarım 2012,
11 (2): 9-16.
Wang, C.D., Chan, H.T., Lay, C.L., 1991. Effect of organic manures on
the yield and quality ofgrapes. Bulletin of Taichung District Agric.
Improv. Station, 32: 41-48.
346
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Sera Topraksız Hıyar Yetiştiriciliğinde Selenyum (Se)
ve Silisyum (Si) ‘un Kullanılması
H. Yıldız Daşgan*, Yelderem Akhoundnejad
Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, Adana,
E-posta: daş[email protected]
Özet: Yetiştiricilik sırasında Si ve Se uygulamalarının bazı bitki
türlerinde verim ve ürün kalitesini artırdığı gösterilmiştir. Son yıllardaki
araştırma bulguları, söz konusu bu iki elementin bitkilerde bir besin
maddesi gibi fayda sağlamasının yanı sıra, biyotik ve abiyotik (kuraklık,
tuzluluk vb) stres koşullarında zararlanmayı azalttığı ve bitkinin strese
dayanımını artırdığı yönündedir. Bu faydalarından dolayı, bazı ülkelerde
yeni nesil özel gübreler ismi altında Si içeren gübreler üretilerek
pazarlanmaya başlamıştır. Silisyum (Si), oksijenden sonra % 28’lik bir
oranla yerkürede ve toprakta ikinci bol bulunan element olmasına rağmen
çoğunlukla çözünemeyen oksitler veya silikatlar şeklindedir. Bitkiler bu
çözünmeyen Si formlarını kullanamamaktadır. İnsan ve hayvan
organizmalarında büyüme-gelişme ve hayatın devamı için eksikliği risk
edilemeyecek bir element olan selenyumun bitki-hayvan-insan beslenme
zincirinde yer alması büyük önem arz etmektedir. Son yıllarda yapılan
bazı çalışmalarda, bu beslenme zincirinde kritik pozisyonda olan
bitkilerin, Se içeriğini artırarak (biofortification) insan ve hayvan
organizmalarının Se gereksinimi karşılanmaya çalışılmaktadır.
Uygulamaların verim üzerine etkisi, tek başına Se uygulaması kontrole
göre %12.4, tek başına Si uygulaması %5.1 ve her iki elementin beraber
olduğu Se+Si uygulaması ise kontrole göre %8.4 verim artışı
oluşturmuştur. Selenyum ve silisyum uygulamalarının hıyar meyvelerinde
fiziksel özellikler üzerine etkileri önemli bulunmamıştır. Ancak
meyvelerin Se ve Si içerikleri artmıştır bu durum insan beslenmesi
bakımından özellikle Se durumunda önemli olabilir.
Anahtar kelimeler: Selenyum, Silisyum, Topraksız yetiştiricilik
347
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Use of Selenium (Se) and Silicon (Si) in Soilless
Production of Cucumber
Abstract: Although selenium (Se) and silicon (Si) are not shown
as essential mineral nutrients, may be this information can be change in
close future. Because these 2 elements have significant positive effects on
plant growth and developments in many plant species. Also, there are so
many studies that Se and Si have important increasing effects on yield and
crop quality properties. In recent researches showed that Se and Si not
only increase plant growth and yield but also protect plants from biotic
and abiotic stress factors. Because of these properties of Si, in some
countries new generation fertilizers with Si is produced and distributed to
the market. Although the silicon is more abundant elements with 28%
percent after oxygen in earth, plants are not utilized from the Si forms.
Selenium is an essential micronutrient for human and animals. In recent
years some researchers have been carried out in order to increase plant’s
Se contents (biofortification) for getting benefits in nutrition of human
and animals. Cucumber yield was increased by 12.4% in Se, 5.1% in Si
and 8.4% in Se+Si treatments. Selenium and Si were not significantly
affected to the cucumber fruit physical properties however Se and Si
contents of the fruit were increased by the treatments. This can be
important especially for Se nutrition of the human.
Key words: Selenium, Silicon, Soilless Culture, Human nutrition,
Cucumis sativus
1. Giriş
Topraksız yetiştiricilikte üretimin püf noktası bitki besleme
konusudur. Çünkü bitkilerin içinde yetiştirildiği katı veya sıvı ortamlar
besin maddeleri yönünden toprağın aksine inerttir. Bitkilerin yaşamsal
gereksinim duyduğu besin maddeleri hazırlanan besin çözeltisi ile
verilmektedir. Her bitki türüne ve bitkilerin farklı gelişme aşamalarına,
çevre koşularına göre değişen besin maddeleri oran ve kompozisyonları
optimum pH ve EC düzenlemeleriyle bitkilere sunulmaktadır. Bu
durumda topraksız yetiştiricilik sistemlerinde bitkilere besin çözeltisi ile
ne verilirse bitkiler sadece bunları kullanmakla kontrol altında
tutulmaktadır. Geleneksel topraklı üretimde ise gübrelerle toprağa verilen
besin maddelerinin dışında topraktan gelen ekstra besin maddelerinin de
348
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
devreye girebilmesi olasılık dahilindedir. Son yıllarda yapılan
çalışmalarda yıllardan beri bilinen azot, fosfor, potasyum, kalsiyum,
magnezyum, demir, mangan, çinko, bakır, bor ve molibden elementleri
dışında özellikle de silisyum (Si) ve selenyum (Se)’un bitki beslemedeki
olumlu katkılarının ortaya çıkarılması (bkz. Önceki çalışmalar kısmı) bizi
bu çalışmaya yöneltmiştir. Bu çalışmanın amacı, sera topraksız bitki/sebze
yetiştiriciliğinde besin çözeltisine Si ve Se eklemeleri yaparak, bitki
büyüme ve gelişmesini, verim ve ürün kalitesini artırmaktır. Şu ana kadar
yapılan toprakta veya topraksız koşullarda iklim odasında, serada saksıda
yapılan model veya küçük çaplı verim ve fizyolojik denemelerde söz
konusu bu iki elementin bir gübre gibi işe yaradığı gösterilmiştir.
Burada sunulan çalışmada ise pratikte topraksız sera üreticilerinin
sonuçlarından faydalanacağı şekilde gerçek boyutlarda bir deneme
planlanmıştır. Silisyum ve Se uygun dozlarda tek tek ve beraber bitki
beslemede kullanılmıştır. Silisyum ve Se eklemeleri yapılmayan kontrol
bitkileri ile karşılaştırmalı yetiştirilmiştir. Adana ekolojik koşullarında,
serada ilkbahar sezonunda topraksız hıyar yetiştiriciliği takvimine uygun
bir şekilde farklı uygulamalar ile yetiştirilen hıyar bitkilerinde büyüme ve
gelişme parametreleri, toplam ürün verimi ve hıyar meyve kalite
özellikleri ile bitkilerin beslenmesi yönlerinden karşılaştırmalı
incelemeleri yapılmıştır. Hıyar seçilmesinin nedeni ise ülkemiz topraksız
seralarında domatesten sonra en fazla hıyar yetiştirilmesidir.
Silisyum bitkiler için temel bir mineral element olarak
gösterilmemekle birlikte, direkt veya dolaylı olarak pek çok bitki türünde
büyüme ve gelişme üzerine faydalı pozitif etkilerde bulunmaktadır.
Yetiştiricilik sırasında Si uygulamalarının verim ve ürün kalitesini önemli
bir şekilde artırdığı arpa, çeltik ve şeker kamışı, domates, hıyar, soya
fasulyesi, bambu gibi bitkilerde bildirilmektedir (Ma ve Takahashi, 2002).
Silisyumun diğer önemli bir özelliği, biyotik ve abiyotik stres koşullarında
bitkide zararlanmayı azalttığı ve strese dayanımının artırıldığı yönündedir
(Ma 2004; Li ve ark., 2009).
Savvas ve ark. (2007), topraksız gül yetiştiriciliğinde 1.5-2.0 mM
Si uygulamasının bitkide vegetatif gelişmeyi ve gül kalitesini artırdığı
ayrıca, sistemde oluşan tuzluluk problemine karşı bitkilerin toleransını
artırdığını bildirilmektedir. Savvas ve ark. (2009), topraksız koşullarda
yetiştirilen sera kabaklarında 1mM Si kullanıldığında tuz stresi altında
bitkinin büyüme ve gelişmesi, verimliliği ve külleme hastalığına
dayanıklılığının arttığı bildirmektedir. Abou-Baker ve ark.,( 2011), bakla
349
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
bitkisinde yaptıkları bir çalışmada Si’un K2SiO4 ve MgSiO4 formlarında
300 ppm Si olacak şekilde ekimi takiben 30, 60 ve 80 gün sonra yapraktan
uygulamışlardır. Yapraktan sadece su püskürtülen kontrol bitkilerine göre
Si’un her iki formu da bitki boyu, kök uzunluğu, yeşil aksam taze ve kuru
ağırlıkları, kök taze ve kuru ağırlıkları ve tohum verimi üzerine önemli
artışlara neden olmuştur. Silikat formlarının her ikisi de bitki büyüme
parametreleri ve verim üzerinde artırıcı etki göstermesine karşın K 2SiO4
formunun daha artırıcı bir rol oynadığı görülmüştür.
Zhangve ark., (2012) kestane ağacına yapraktan %0.12 Si
uygulaması ile bitkilerde fotosentezin ve buna bağlı olarak da bitkilerde
büyümenin arttığı rapor edilmektedir. Toresano-Sánchez ve ark. (2012),
serada topraksız ortamda kayayününde Si uygulayarak kiraz domatesi
yetiştiriciliğini bitkinin beslenmesi ve verim yönünden iki ayrı denemede
incelemişlerdir. Domateslerde Si uygulamasının verim bakımından %2.04.8 arasında artırmıştır.
Selenyum insan vücudu için elzem bir mikro elementtir. İnsan ve
hayvan organizmalarında büyüme-gelişme ve hayatın devamı için
eksikliği risk edilemeyecek bir elementtir (Reilly, 1996). Yetişkin bir
insan günde 55-70 µg Se almalıdır (McDowell, 2003). Selenyum
eksikliğinde insan ve hayvanlarda bazı hastalıklar ortaya çıkmaktadır.
Vücudun bağışıklık sistemi zayıflamakta, viral enfeksiyonlar artmakta ve
kanser tetiklenmektedir. Bununla birlikte yüksek dozlarda alınan Se toksik
olabilmektedir. Tarım yapılan topraklarda Se içeriği oldukça düşüktür.
İnsan ve hayvan beslenmesinde Se ‘un elzem olması, beslenme zincirinde
kullanılan stratejik bitkilerin (tahıllar ve sebzeler: buğday, mısır, patates,
domates, yeşil sebzeler-marul vb) Se içeriklerinin artırılmasına yönelik
çalışmaları teşvik etmektedir. Bu çalışmalarda üzerinde durulan konular,
Se biriktiren genotiplerin taranarak seçilmesi veya yetiştiricilik sırasında
Se gübrelemesi ile Se içeriğinin artırılması, söylenebilir (Ramos ve ark.,
2011), bu faaliyetlere “Se biyofortifikasyonu” denilmektedir.
Selenyumun bitkiler için faydalı bir element olduğu ve düşük
konsantrasyonlarda kullanıldığında bitki büyümesini teşfik ettiği
bildirilmektedir (Hartikainen ve ark., 2000; Turakainen ve ark., 2004;
Rios ve ark., 2010). Lyons ve ark., (2009), Brassica (lahanagiller
familyası) bitkilerinden, özellikle de tohumlarının yüksek yağ içeriği
nedeniyle biyo-yakıt potansiyeli olan “Kolza” veya “Kanola” olarak
bilinen Brassica rapa L.’ nın generatif gelişmesi; çiçeklenme, tohum
verimi ve tohum canlılığı üzerine etkilerini araştırmışlardır. Sonuçlar
350
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
inanılmaz etkileyicidir. Yağlı tohumları için yetiştirilen bu bitkide; polen
canlılığında, tohum miktarında, tohum çimlenme oranında ve tohumların
Se içeriğinde önemli ve çok faydalı artışlar elde etmişlerdir. Bunun
üzerine yazarlar, selenyumun bitkilerin sadece vegetatif gelişmesi üzerine
değil aynı zamanda generatif gelişmesi üzerine de pozitif faydalar
sağladığını bildirmişlerdir (Lyons ve ark., 2009). Selenyumun çim
bitkilerinde 0.1 ve 1.0 mgL-1 arasındaki dozlarda bir antioksidan etkisi
yaptığı ve lipit peroksidasyonunu engellediği bildirilmektedir
(Hartikainen ve ark., 2000). Kabak bitkilerinde 1.5 mg L-1 Se
uygulamasının verimi artırdığı rapor edilmiştir (Germ ve ark., 2005).
Selenyumun bitki büyümesi ve stres sırasında bitkilere direnç
sağlaması konusunda faydaları kanıtlanmasına karşın (Hartikainen, 2005)
halen selenyumun bitkiler için gerekli bir “Esas” (essential) element
olarak tanımlanmamıştır. Selenyumun sadece bitkiler için faydalı bir
element olduğu değil, insan ve hayvanlar için de çok önemli olduğu
bilinmektedir. İnsanlarda Se elementinin sağlık üzerine pek çok olumlu
ve önemli katkıları olduğu bildirilmektedir (Combs, 2001). Selenyum
insan beslenme programlarında günde 200 µg alınırsa karaciğer, prostat
ve kolon kanserlerine yakalanma riskini önemli ölçüde azalttığı
belirtilmiştir (Combs, 2001). İnsan sağlığı için önemli bir anti-oksidan
olan selenyumun, insan-hayvan-bitki beslenme gıda zincirinde temeli
oluşturan bitkilerin yetiştiriciliği sırasında gübreleme ile verilmesi bütün
canlılar için fayda sağlayacak bir olay olmaktadır.
Tarafımızdan yapılan bir ekip çalışmasında Se ve Si ‘un domates
bitkilerinde tuz stresini azaltıcı etkileri incelenmiştir. Bu çalışmada, 200
mM NaCl gibi gerçekten yüksek bir tuz stresi ile çalışılmıştır. Bununla
birlikte Se ve Si’un tuz stresini azaltıcı etkileri; yeşil aksam ve kök
ağırlıklarında, yaprak oransal su içeriğinde, yeşil aksamda ve özellikle de
kökte Na ve Cl iyonlarının daha az lokalize edilmesinde çok net olarak
görülmüştür (Avcu ve ark., 2013).
2. Materyal ve Yöntem
Deneme, Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri
Bölümü’nün “Topraksız yetiştiricilik” çalışmaları için ayrılan 500 m2 cam
serada 2013 sonbahar yetiştiricilik döneminde gerçekleştirilmiştir.
Denemede kullanılan hıyar çeşidi “Beith alfa” tipinde Monsanto Gıda ve
Tarım Tic. Ltd. Şti. tohum firmasına ait multi verim özelliğine sahip
Ariasos F1 çeşididir. Hazır fide siparişi verilmiştir. Serada topraksız
351
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
sisteme bitkilerin dikilmesi 28.08.2013 tarihinde yapılmıştır. Deneme 3 ay
sürmüş ve ısıtmasız bir serada yürütüldüğünden havaların soğuması ile
beraber 30 Kasım 2013’de tamamlanmıştır. Aşağıda 4 ana konuda
sunulan uygulamalar açık topraksız yetiştiricilik sisteminde substrat
kültüründe damla sulama sistemiyle uygulanmıştır.
1.
Kontrol : Bitkilere uygulanan besin çözeltisi Çizelge 1’de
gösterilen bitki besin maddeleri konsantarsyonlarına uygun olarak
hazırlanmıştır. Bu kontrol çözeltisi içerisinde Si veya Se olmamıştır.
2.
Silisyum Uygulaması : Bitkilere uygulanan besin çözeltisi
içerisinde son konsantrasyon 2.8mM Si olacak şekilde, potasyum silikat
(K2SiO3) bileşiğinden faydalanılmıştır (Ashraf ve ark., 2010).
3.
Selenyum Uygulaması: Bitkilere uygulanan besin çözeltisi
içerisinde son konsantrasyon 10µM Se olacak şekilde, sodyum selenat
Na2SeO4 bileşiğinden faydalanılmıştır (Hawrylak-Nowak, 2009).
4.
Silisyum ve Selenyum Uygulaması: Bitkilere uygulanan besin
çözeltisi içerisinde son konsantrasyon 2.8 mM Si+10 µM Se olacak
şekilde, potasyum silikat (K2SiO3) ve sodyum selenat (Na2SeO4)
bileşiklerinden faydalanılmıştır.
Çizelge 1. Denemede kullanılan besin miktarları (Daşgan ve ark., 2012)
Element
mg l-1
N
150-200
P
40-60
K
200-350
Ca
150-225
Mg
50-70
Fe
2.0-5.0
Mn
0.8-1.0
Zn
0.5-0.7
B
0.4-0.5
Cu
0.1-0.2
Mo
0.05
352
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Uygulama 2 ve 3’de 2.8 mM K2SiO3’dan gelen potasyum
hesaplanarak K2SO4’dan sağlanıp uugulama 1 ve 3’e ayrıca eklenmiştir.
Çalışmada öngörülen 4 farklı uygulamanın her biri için 500 litre kapasiteli
besin çözeltisi tankları kullanılmıştır. Silisyum (K2SiO3) uygulamasında,
K2SiO3 çözelti pH’sını yükselttiği için ayrı bir tanktan verilmiştir. Her
“Uygulama” için bağlı olduğu tank çıkışına su motoru, sayaç, manometre
ve filtre bağlanmıştır. Serada, hıyar bitkileri 3.33 bitki/m2 dikim
yoğunluğunda 100 cm boyunda, 20 cm genişliğinde ve 4 cm
derinliğindeki Hindistan cevizi (cocopeat) paketlerinde 150cm x 90cm x
25cm sıra arası ve üzeri mesafelerle yetiştirilmiştir. Denemede yer alan
farklı uygulamalar için, 4 tekerrür ve her tekerrürde 16 bitki olacak
şekilde (64 bitki/uygulama) tesadüf blokları deneme desenine göre dikim
yapılmıştır. Ayrıca seranın uzun kenarları boyunca sağ ve sol iki kenarına
bir sıra halinde “Kenar tesir” bitkileri dikilmiştir. Hindistan cevizi lifi
(cocopeat) paketleri dikimden bir günce besin çözeltisi ile ıslatılarak
genleştirilmiştir.
3. Bulgular ve Tartışma
3.1. Bitki Büyüme Parametreleri
Araştırmada farklı uygulamaların bitki büyümesi üzerine etkilerini
görmek için yetiştirme sezonu boyunca 21 gün aralıklarla 3 defa 19 Eylül,
11 Ekim ve 1 Kasım tarihlerinde bitki boyu, gövde çapı ve yaprak sayısı
ölçümleri yapılmıştır. Uygulamaların incelenen bitki büyüme
parametreleri üzerine önemli etkileri görülmemiştir (Çizelge 2, 3 ve 4).
Sonbahar mahsulü hıyar denemesi 29.11.2013 tarihinde sonlandırılmıştır.
Son ölçüm tarihi olan 01.11.2013 tarihinde gerçekleştirilen ölçümlerde,
Selenyum tek başına ve Selenyum+Silisyum uygulamalarında diğer
uygulamalara göre bitki boyu ve gövde çapında hafif bir artış gözlenirken,
yaprak sayısında da istatistiksel olarak bu iki uygulamanın ön plana
çıktığı görülmektedir. Araştırmada incelenen uygulamaların hıyar
bitkilerinde deneme sonundaki toplam yeşil aksam taze ve kuru ağırlıkları
ile vegetasyon boyunca üretilen toplam yaprak alanı üzerine etkileri
Çizelge 5’de görülmektedir. Meyveler hariç yaprak ve gövde taze
ağırlığını içeren toplam yeşil aksam üzerine uygulamaların etkisi
istatistiksel olarak önemsiz bulunmuştur.
Lee ve ark. (2010), soya fasulyesi yetiştiriciliğinde Na2SiO3
formunda 2.5mM Si uygulandıklarında bitki büyümesi üzerine Si’un
353
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
artırıcı etkisini bitki boyunda %3.4, kök boyunda %2.9 olarak
bildirmişlerdir.
Sharma ve ark. (2010), Brassica napus bitkisini, Se kaynağı
olarak Selenat-Se ve Selenit-Se ile yetiştirmişlerdir. Uygulama dozları her
iki kaynak için de 1, 2, 4 Se mg kg-1 toprak olmuştur. Yazarlar, Selena-Se
kaynağının bütün dozlarında kontrol bitkilerine göre bitki kuru ağırlığı,
bitki boyu gibi büyüme parametrelerinde gerileme olduğu bununla
birlikte, Selenit-Se kaynağının ise en az kontrol kadar olabildiği ancak
kontrolden fazla büyümeyi artırmadığını bildirmiştir. Selenat-Se ve
Selenit-Se olmak üzere iki farklı uygulama ile yetiştirilen Brassica napus
tohumlarında Selenit-Se uygulanan tohumlardaki Se içeriği miktar olarak
insan sağlığı için uygun iken, Selenat-Se içerenlerde Se miktarının toksik
dozlara ulaşabildiği bildirilmiştir (Sharma ve ark. (2010).
Çizelge 2. Farklı uygulamalar ile yetiştirilen hıyar bitkilerinin değişik
zamanlarda ölçülen bitki boyu değerleri (cm)
Uygulamalar
19.09.2013
11.10.2013
01.11.2013
Kontol
200.02 a
314.78
37.98
Selenyum
191.24 b
320.63
343.93
Silisyum
184.23 c
302.78
321.58
Selenyum+Silisyum
183.58 c
310.28
342.83
Çizelge 3. Farklı uygulamalar ile yetiştirilen hıyar bitkilerinin değişik
zamanlarda ölçülen gövde çapı değerleri (mm)
Uygulamalar
19.09.2013
11.10.2013
01.11.2013
Kontol
7.71 a
8.22
8.22
Selenyum
7.85 a
8.10
8.30
Silisyum
7.52 b
8.03
8.23
Selenyum+Silisyum
7.33 c
8.15
8.32
354
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 4. Farklı uygulamalar ile yetiştirilen hıyar bitkilerinin değişik
zamanlarda ölçülen yaprak sayısı değerleri (adet/bitki)
Uygulamalar
19.09.2013
1.10.2013
01.11.2013
Kontol
26.07
40.23
45.56 bc
Selenyum
25.30
40.63
46.78 ab
Silisyum
25.42
39.60
44.00 c
Selenyum+Silisyum
25.56
40.53
47.68 a
Çizelge 5. Uygulamaların hıyar bitkilerinde yeşil aksam (meyve hariç)
taze ağırlığı, kuru ağırlığı ve yaprak alanı üzerine etkileri
Uygulamalar
Toplam yeşil
aksam taze
ağırlığı
(g/bitki)
Toplam yeşil
aksam kuru
ağırlığı
(g/bitki)
Toplam yaprak
alanı
(cm2/bitki)
Kontol
479
113 b
18760
Selenyum
487
126 a
20376
Silisyum
460
112 b
18421
Selenyum+Silisyum
489
127 a
19497
3.1. Toplam Verim ve Meyve Sayısı
Topraksız yetiştirilen hıyar bitkileri farklı beslenme uygulamaları
ile 23 Ağustos 2013 ile 29 Kasım 2013 tarihleri arasında yetiştirilmiştir.
Bu süreçte hıyar bitkilerinden ilki 18.09.2013 tarihinde olmak üzere 2 ay
10 gün boyunca toplam 15 hasat gerçekleştirilmiştir. Çizelge 6’da sezon
boyunca elde edilen hasatların toplamı gösterilmektedir. Verim değerleri
üzerine uygulamaların etkisi istatistiksel olarak önemsiz görülmekle
birlikte, tek başına Se uygulaması kontrole göre %12.4, tek başına Si
355
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
uygulaması %5.1 ve her iki elementin beraber olduğu Se+Si uygulaması
ise kontrole göre %8.4 verim artışı oluşturmuştur. Hasat edilen toplam
meyve sayılarında da Se, Se+Si ve Si uygulamalarında kontrole göre
sırasıyla %12.6, %10 ve 4.2 artışlar kaydedilmiştir. Tek başına Si
uygulamasının toplam verim ve meyve sayısı değerlerinin düşük olmasını,
Si kaynağı olarak kullanılan Potasyum Silikatın yüksek alkali olmasına
bağlıyoruz. Her ne kadar ayrı bir tanktan ve ayrı bir damlam sistemi ile de
uygulansa kök bölgesinde pH yükselmesi olumsuzluk yaratmış olabilir.
Seppänen, ve ark. (2010), Brassica napus ve Brassica rapa, yağ
bitkisi olan iki Brassica türüne Se uygulaması/gübrelemesi yaparak
yetiştirmiştir. Deneme sonunda bu türlerin tohum veriminde ve yağ
miktarında bir artış görülmemekle birlikte yağ kalitesinin yükseldiği ve
özellikle Se içeriğinin arttığı belirtilmiştir. Brassica türlerinde yağ
içeriğinin Se bakımından yükselmesi insan ve hayvan beslenmesinde çok
önemli olarak vurgulanmıştır.
Djanaguiraman ve ark. (2004), soya tohumlarına ekim öncesi
5ppm sodyum selenat uygulamışlar ve daha sonra tohum ekiminden 45,
60 ve 75 gün sonra 50 ve 100 ppm dozlarında yaprak uygulaması şeklinde
sodyum selenat uygulamışlardır. Yazarlar Se uygulamasının bitkilerin
yaşlanmasını geçiktirdiği, yaprak sayısı ve yaprak alanını artırdığı
100ppm Se dozunun verimi %11 artırıcı etki yaptığını bildirmişlerdir.
Türkmen (2010) sarımsak bitkisi yetiştiriciliğinde tarla ve sera
denemeleri yaparak verim üzerine etkisini incelemiştir. Tarla denemsinde
sodyum selenat olarak Se dozları 12.5, 25, 50, 100 g da-1 olarak
kullanılmıştır. Kullanılan Se dozları sarımsak yetiştiriciliğinde verimi
artırmamıştır.
Toresano-Sánchez ve ark. (2012), serada topraksız ortamda
kayayününde Si uygulayarak kiraz domatesi yetiştiriciliğini bitkinin
beslenmesi ve verim yönünden iki ayrı denemede incelemişlerdir.
Domateslerde Si uygulamasının verim bakımından %2.0-4.8 arasında
artırmıştır.
Açık tarlada hıyar yetiştiriciliğinde, selenyum, Na2SeO4 bileşiği
olarak 50 ppm dozunda ve silisyum, K2SiO3 bileşiği olarak 300 ppm
dozunda yapraklardan sprey şeklinde olmak üzere 3 defa 15 gün
aralıklarla uygulanmıştır. Meyve veriminde % 11, Silisyum, % 8 ve Se +
Si uygulaması ise verimde % 25 artışlar sağlamıştır. Her iki mineralin
356
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
beraberce yapraktan kullanımı verimi artırıcı etki yapmıştır. Bitki
büyümesi ve meyve özellikleri üzerine Se ve Si’un etkileri belirgin
değilken, meyvenin Se ve Si içeriği üzerine artırıcı etkiler görülmüştür
(Çetinsoy ve Daşgan, 2015).
Çizelge 6. Uygulamaların sonbahar dönemi yetiştiriciliğinde hıyar
bitkilerinde 18.09.2013 ve 29.11.2013 tarihleri arası 15 hasat için toplam
verim ve meyve sayısı üzerine etkileri
Meyve Sayısı
Verim
kg/m2
Uygulamalar
kg/bitki
Adet/m2
Adet/bitki
Kontol
5.65
1.76
45.74
14.25
Selenyum
6.35
1.97
51.49
16.04
Silisyum
5.96
1.85
47.68
14.77
Selenyum+Silisyum
6.15
1.92
50.
15.67
3.2.
Meyve Özellikleri
Hasat döneminin ortasında Ekim ayında alınan meyve
örneklerinde Tablo 10’da görülen bazı kalite özellikleri incelenmiştir.
Hıyar meyvelerinin irilikleri ile ilgili olan ağırlık, boy, çap ve hacim
özellikleri bakımından Se+Si elementlerinin beraberce verildiği
uygulamada meyveler biraz daha iri olarak ön plana çıkmaktadır.
Selenyum+silisyum uygulaması meyvelerini ağırlık, boy ve çap
bakımından Se uygulamasının takip ettiği görülmektedir (Çizelge 7).
Silisyum tek başına uygulamasında ise hıyar meyvelerinin ağırlık, boy ve
hacimde kontrolden bile daha düşük değerler verdiği görülmektedir. Hıyar
meyvelerinde incelenen pH, EC ve kuru madde özellikleri bakımından
uygulamalar arasındaki farklılıklar önemli bulunmamıştır (Çizelge 7).
Türkmen (2010) sarımsak bitkisi yetiştiriciliğinde tarla ve sera
denemeleri yaparak verim üzerine etkisini incelemiştir. Tarla denemsinde
sodyum selenat olarak Se dozları 12.5, 25, 50, 100 g da-1 olarak
357
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
kullanılmıştır. Kullanılan Se dozları sarımsak baş ağırlığı ve diş ağırlığı
üzerine artırıcı bir etkide bulunmamıştır.
Çizelge 7. Uygulamaların hıyar meyvelerinde bazı kalite özellikleri
üzerine etkileri
Ağırlı
k (g)
Uyg.
Boy
Çap
(cm)
(mm)
Hacim
(cm3)
pH
EC
Kuru
Madde
(%)
Kontol
114
14.08 b
31.85 c
123.7
5.51
4.39
4.58
Selenyum
117
13.74 bc
34.04 a
124.1
5.25
4.64
5.33
Silisyum
113
13.61 c
33.15 b
90.5
5.49
4.91
5.20
Se+Si
121
14.59 a
35.15 a
141.2
5.48
5.01
4.51
3.3.
Meyvede Se ve Si Analizleri
Çalışmada hıyar meyveleri içeriği üzerine bitki beslemede
kullanılan Se ve Si elementlerinin etkilerini görmek için meyvelerde söz
konusu elementlerin analizleri yetiştirme sezonu boyunca iki örnekleme
yapılarak incelenmiştir. Selenyum ve Si element konsantrasyonlarının
beklendiği üzere besin çözeltisine eklendiği uygulamalarda yüksek olduğu
görülmüştür. İnsan beslenmesinde Se’un önemi açısından bu durum ilerde
değerlendirilebilir. Topraksız yetiştiricilikte besin çözeltisine eklenen Se
hem bitki beslenmesi üzerine ve hem de ürüne geçerek onu tüketen insna
beslenmesi üzerine etkili olabilir. Denemede kullanılan Se dozlarlı çok
yüksek değildi ilerde yapılacak çalışmalarda Se dozları artırılabilir.
Bununla birlikte kontrol dahil söz konusu elementlerin eklenmediği
uygulamalarda da Se ve Si içeriği belirlenmiştir (Çizelge 8). Selenyum ve
Si eklenmeyen uygulamalarda belirlenen Se ve Si elementleri sulama
suyu, kullanılan gübre içerikleri ve kullanılan substrattan gelmiş olabilir.
Türkmen (2010), sarımsak serada sarımsak yetiştiriciliği
denemesinde, 2.0 ve 3 Se mg kg-1 toprak uygulaması yaptığında,
sarımsak bitkisi başlarında Se konsantrayonlarını sırasıyla 153 ve 466 mg
kg-1 ve gövdede Se konsantrasyonlarını sırasıyla 331 ve 701 mg kg-1
358
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
olarak bildirmiştir. Yetiştiricilik sırasında kullanılan Se dozu arttıkça
ürünün yenilebilir kısmındaki Se içeriği artmaktadır.
Çizelge 8. Uygulamaların hıyar meyvelerinde Se ve Si konsantrasyonu
üzerine etkileri
Selenyum
Uygulamalar
Silisyum
Birinci
Ölçüm
İkinci
Ölçüm
Birinci
Ölçüm
İkinci
Ölçüm
19.09.2013
01.11.2013
19.09.2013
01.11.2013
(mg kg-1)
(mg kg-1)
(%)
(%)
Kontol
218
ab
207 c
0.368 c
0.648 c
Selenyum
245.0 a
250 b
0.363 c
0.508 d
Silisyum
190.0 b
197 c
0.403 b
0.760 b
Se+Si
260.0 a
293 a
0.435 a
0.873 a
Sonuç
Topraksız hıyar yetiştiriciliğinde bitkilerin beslenmesinde 2.8 mM Si
Potasyum Silikat (K2SiO3) formunda ve 10 µM Se Sodyum Selenat
(Na2SeO4) formunda kullanılmıştır. Deneme sonuçlarına göre, bitki boyu,
gövde çapı, yaprak sayısı ve biyomas taze ağırlığı gibi bitki büyüme
parametreleri üzerinde Se ve Si etkileri önemli bulunmamıştır. Ancak
biyomas kuru ağırlığı ve yaprak alanı üzerine Si katkısı önemsiz
bulunurken, Se katkısı sırasıyla bu parametrelerin sırasıyla %12 ve %4-9
arasında arttığı belirlenmiştir.
Uygulamaların verim üzerine etkisi, tek başına Se uygulaması
kontrole göre %12.4, tek başına Si uygulaması %5.1 ve her iki elementin
beraber olduğu Se+Si uygulaması ise kontrole göre %8.4 verim artışı
oluşturmuştur. Selenyum ve silisyum uygulamalarının hıyar meyvelerinde
359
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
fiziksel özellikler üzerine etkileri önemli bulunmamıştır. Ancak
meyvelerin Se ve Si içerikleri biraz artmıştır bu durum insan beslenmesi
bakımından Se durumunda önemli olabilir.
Proje çalışmasında Si kaynağı olarak kullanılan K2SiO3 bileşiği
yüksek alkali özelliğe sahip olduğu için, topraksız yetiştiricilik
sistemlerinde besin çözeltisinde ve kök bölgesinde substrat içerisinde pH
yükselmelerine neden olmaktadır. Bizim denememizde bu engeli aşmak
için K2SiO3 ayrı bir tankta hazırlanarak bitkilere verilmiştir. Bu durumda
substrat içerisinde kök bölgesi pH değerleri yükselmemesi için sürekli
kontrol edilerek gerektiği durumlarda substrat asidik özelliğe sahip
seyreltik besin çözeltisi ile yıkanarak pH kontrol altında tutulmuştur.
Potasyum silikat için özel ayrı tankı içerisinde 2.8mM Si konsantrasyunu
için hazırlanan çözeltinin pH değerleri 7-9 arasında değişmiştir. Asit ile
pH değerlerini ancak 6.5 civarına düşürülebilmiştir. pH 6.5 altına
düşürüldüğünde çözelti içerisinde K2SiO3 bileşiğinden kaynaklanan
jelimsi minik (0.3-1 mm) süspansiyon tanecikler oluşmaktadır. Bu
taneciklerin Damla sulama memelerini tıkamaları söz konusu
olabilmektedir. Ayrıca bu tanecikler (birkaç hafta içerisinde) substrat
yüzeyinde jelimsi bir tabaka oluşturabilmektedir. Sulama sistemi ile gelen
besin çözeltisi bazen bu jelimsi tabaka üzerinde kalarak substrat içerisine
penetre olamamaktadır. Topraksız yetiştiricilik sistemlerinde Si kaynağı
olarak K2SiO3 kullanıldığında ortaya çıkan bu sorunların çözülmesi
gerekmektedir.
Burada sonuçları sunulan projede Se’un bitki büyümesi, fotosentez ve
verim üzerine pozitif artırıcı etkileri daha fazla görülmüştür. Uygulamada
diğer besin elementleri gibi aynı tanktan rahatça verilebilmektedir. Besin
maddesi analizleri de diğer mikro elementler gibi aynı yöntemlerle çok
rahat yapılabilmektedir. Bundan sonraki çalışmalarda Se’un artan dozları
denenebilir, bitki büyüme ve gelişmesi, verim artışı yanında ve ürün
kalitesi anlamında meyveye/sebzeye geçen Se’un insan sağlığı
bakımından getireceği pozitif etkiler incelenebilir.
Teşekkür
Bu çalışma TÜBİTAK 113O609 nolu hızlı destek projesi tarafından
desteklenmiştir. Yazarlar olarak teşekkür ederiz.
360
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Kaynaklar
Abou-Baker, N.H., Abd-Eladl M., Abbas, M.M. 2011. “Use silicate and
different cultivation practices in alleviating salt stres effect on bean
plants”, Aust. J. Basic and Applied Sci. 5(9): 769-781.
Ashraf M, Rahmatullah M, Afzal R, Ahmed F, Mujeeb A & Sarwar L
Ali, 2010. “Alleviation of detrimental effects of NaCl by silicon
nutrition in salt-sensitive and salt-tolerant genotypes of sugarcane
(Saccharum officinarum L.)”, Plant and Soil 326: 381-391.
Avcu, S., Akhoundnejad, Y., Daşgan, H.Y. 2013. “Domatesde tuz stresi
üzerine selenium ve silicon uygulamalarının etkileri”, Tarım
Bilimleri Araştırma Dergisi 6 (1): 183-188.
Combs, G.F. Jr., 2001. “Selenium in global food systems”, Br J Nutr
85:517–542.
Çetinsoy, M.F., Daşgan, H.Y., 2015. Açıkta hıyar yetiştiriciliğinde
yapraktan uygulanan selenyum ve silisyumun etkileri. Nevşehir
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü (2. Tarım Kongresi Bildirileri ).
Daşgan , H.Y., Kusvuran, S. and Kirda, C. 2012. “Use of short duration
partial root drying (PRD) in soilless grown cucumber by 35%
deficit irrigation”, Acta Hort. (ISHS) 927:163-170.
Djanaguiraman, M., Durga Devi, D., . Shanker, A.K., . Annie Sheeba, J.,
Bangarusamy, U., 2004. “Impact of selenium spray on monocarpic
senescence of soybean (Glycine Max L.)”. Food, Agriculture &
Environment Vol.2 (2) : 44-47.
Germ, M., Kreft, I., Osvald, J. 2005. “Influence of UV-B exclusion and
selenium treatment on photochemical efficiency of photosystem II,
yield and respiratory potential in pumpkins (Cucurbita pepo L.)”,
Plant Physiology and Biochemistry 43, 445-448.
Hartikainen .H, Xue T.L., Piironen, V. 2000. “Selenium as an antioxidant
and pro-oxidant in ryegrass”. Plant Soil 225:193–200.
Hawrylak-Nowak, B.H., 2009. “Beneficial Effects of Exogenous
Selenium in Cucumber Seedlings Subjected to Salt Stress”. Biol
Trace Elem Res 132(1-3):259-69.
Lee, S.K., Sohn, E.Y., Hamayun, M., Yoon, J.Y., Lee, I. J., 2010. “Effect
of silicon on growth and salinity stress of soybean plant grown
under hydroponic system”. Agroforest Syst 80:333–340.
Li, Q.F., Ma, C.C., Ji, J. 2009. “Effects of silicon on water metabolism in
maize plants under drought stres”. Acta Ecologica Sinica 29: 41634168.
361
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Lyons, G.H., Genç, Y., Soole, K., Stangoulis, J.C.R., Liu, F., Graham,
R.D., 2009. Selenium increases seed production in Brassica. Plant
Soil 318: 73-80.
Ma J.F., Takahashi E. 2002. “Soil, fertilizer, and plant silicon research in
Japan”. Elsevier Science, Amsterdam.
Ma, J.F. 2004. “Roel of silicon in enhancing the resistance of plants to
abiotic and biotic stres”. Soil Sci. Plant Nutr. 50:11-18.
Mcdowell, L.R. 2003. “Minerals in animal and human nutrition”.
Amsterdam, Elsevier.
Ramos, S.J., Rutzke, M.A., Hayes, R.J., Faquin, V., Guilherme, L.R.G.,
Li, L. 2011. “Selenium accumulation in lettuce germplasm”, Planta
233: 649-660.
Reilly, C. 1996. “Introduction. Selenium in food and health”. London:
Blackie Academic & Professional.
Rios, J.J., Blasco, B., Rosales, M.A., Sanchez-Rodriguez, E., Leyva, R.,
Cervilla, L.M., Romero, L., Ruiz, J.M. 2010. “Response of nitrogen
metabolism in lettuce plants subjected to different doses and forms
of selenium”, J Sci Food Agric 90:1914–1919.
Savvas, D., Giotis, D., Chatzieustratiou E., Bakea, M., Patakioutas, G.
2009. “Silicon supply in soilless cultivation of zucchini alleviates
stres induced by salinity and powder mildew infections”. Environ.
Expt. Botany 65: 11-17.
Savvas, D., Gizas, G., Karras, G., Lydakis-Simantiris, N., Salahas, G.,
Papadimitriou, M., Tsouka, N., 2007. “Interactions between Si and
NaCI salinity in a soilless culture of roses in reenhouse”, Europ. J.
Hort. Sci. 72 (2): 73-79.
Seppänen, M.M, Kontturi, J., Lopez Heras, I., Madrid, Y., Camara, C.,
Hartikainen, H., 2010. “Agronomic biofortification of Brassica with
selenium enrichment of Se-Met and its identification in Brassica
seeds and meal”. Plant Soil 337:273–283.
Sharma, S., Bansal, Bansal, A., Dhillon, S.K. ve Dhillon, K.S., 2010.
“Comparative effects of selenate and selenite on growth and
biochemical composition of rapeseed (Brassica napus L.)”. Plant
Soil 329:339–348.
Toresano-Sanchez, F., Valverde-Garcia, A., Camacho-Ferre, F. 2012.
“Effect of the application of silicon hydroxıde on yield and quality
of cherry tomato”. Journal of Plant Nutrition, 35:567–590.
Toresano-Sanchez, F., Valverde-Garcia, A., Camacho-Ferre, F. 2012.
“Effect of the application of silicon hydroxıde on yield and quality
of cherry tomato”. Journal of Plant Nutrition, 35:567–590.
362
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Turakainen, M., Hartikainen, H., Seppanen, M.M. 2004. “Effects of
selenium treatments on potato (Solanum tuberosum L.) growth and
concentrations of soluble sugars and starch”, J Agric Food Chem
52:5378–5382.
Türkmen, Ö. (2010). “Toprak özellikleri ile Se ayrayışlılığı arasındaki
ilişkiler ve sarımsağın Se ile zenginleştirilmesi”. Ankara
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Toprak Anabilim Dalı Dokotra
tezi, 177 sayfa.
Zhang, C., Moutinho-Pereira, J.M., Correia, C., Coutinho, J., Gonçalves,
A., Guedes, A. ve Gomes-Laranjo, J., 2012. “Foliar application of
Sili-K® increases chestnut (Castanea spp.) growth and
photosynthesis, simultaneously increasing susceptibility to water
deficit”. Plant Soil, Published online 28 July 2012, DOI 10.
363
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Deniz Yosunu Uygulamasının Şeker Pancarında (Beta
vulgaris L.) Verim ve Kalite Özelliklerine Etkisi
Aziz Şatana1 Sevinç Adiloğlu2 Halis Şimşek3
1
Erciyes Üniv., Seyrani Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Kayseri
2
Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Toprak Bilimi ve Bitki
Besleme Bölümü, Tekirdağ
3
North Dakota State University, Agricultural and Biosystems Engineering,
Fargo, ND, USA, E-posta: [email protected]
Özet: Bu araştırma sıvı deniz yosunu uygulamasının şeker
pancarında verim ve kalite özelliklerine etkisinin incelenmesi amacıyla
yürütülmüştür. Araştırmada Dioneta tohum çeşidi kullanılmıştır. Tarla
denemeleri 2011 ve 2012 yıllarında 2 yıl süreyle 2 faktörlü tesadüf
blokları deneme desenine göre yürütülmüştür. Denemeler 8 Mart 2011 ve
23 Mart 2012 tarihlerinde kurulmuş olup ekim sıklığı 45 x 25 cm, her
parselde sıra sayısı 6 ve parsel alanı 13.5 m2 olmak üzere 3 tekerrürlü
olarak yürütülmüştür. Araştırmada kullanılan sıvı deniz yosununda % 9
organik madde, % 0.4 alginik asit ve % 3 K2O bulunmaktadır. Çalışmada
bu sıvı gübre toprak ve yapraktan uygulanmıştır. Her iki uygulama 10
Mayıs, 11 Temmuz ve 2 Eylülde olmak üzere 3 farklı zamanda yapılmış,
toprak için 0, 50, 100, 150 ml/da (T0, T1, T2, T3) ve yaprak için 0, 50, 100,
150 ml/da (Y0, Y1, Y2, Y3) olmak üzere kontrol dahil 4 doz uygulanmıştır.
Araştırmada elde edilen verilere göre; en yüksek şeker varlığı 2 Eylülde %
17.3 ile 2012 yılında Y3 dozunda ve en yüksek pancar verimi 10 Mayısta
8852 kg/da ile 2011 yılında T2 dozunda tespit edilmiştir. Araştırma
sonuçları göstermiştir ki; şeker pancarında deniz yosunu topraktan
uygulandığında verimi, yapraktan uygulandığında ise kaliteyi
yükseltmiştir.
Anahtar kelimeler: Şeker Pancarı, deniz yosunu, verim, kalite
364
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
The Effect of Seaweed Application of Yield and Some
Quality Parameters of Sugar Beet (Beta vulgaris L.)
Abstract: This research was done for the effect of liquid seaweed
application on yield and some quality parameters of sugar beet (Beta
vulgaris L.). Dioneta seed kind was used in this research. Field
experiment was done randomize block experiment design in 2011 and
2012 years. Planting frequency 45 x 25 cm2 order number for each parcel
6 and 13.5 m2 each parcel area and three replications. Seaweed was 9 %
organic matter content, 0.4 % alginik asit content and 3 % K2O content.
Seaweed was applied to the soils three different times (10 May, 11 July
and 2 September) and four doses (0, 50, 100, 150 ml/da) and applied to
plant four doses (80, 50, 100, 150 ml/da). According to the results, the
highest sugar amount was determined 17.3 % with 150 ml/da applied to
plant and the highest yield was obtained 100 ml/da to the soil.
Consequently, sugar beet quality increased with seaweed application to
plant and yield increased seaweed application to the soil.
Key words: Sugar beet, seaweed, yield, quality.
1. Giriş
Şeker pancarı (Beta vulgaris L.) tarımında genel olarak
konvansiyonel gübreleme teknikleri uygulanmaktadır. Ancak son yıllarda
aşırı gübreleme ve diğer sebepler ile toprak yapısının bozulması ve
organik tarımın yaygınlaşması sonucunda organik gübreler gündeme
gelmiş ve kullanımı artmaya başlamıştır. Bu organik gübrelerden birisi de
deniz yosunlarıdır (Ascophyllum nodosum). Deniz yosunları üzerinde
araştırmalar ve onların kullanılmaları üzerindeki çalışmalar çok uzun
yıllardan beri yapılmaktadır. Deniz yosunları M.Ö. 2700 yıllarında
kullanılmaya başlanmıştır. Milattan sonraları da tıbbi ve besin maddesi
olarak Çin, Japonya ve Kore’de büyük öneme sahip olmuşlardır. Fakat
bilimsel metodlarla değerlendirmeleri son yüzyıllarda olmuştur.
Genellikle ada ülkelerinde besin olarak kullanılma olanakları
nedeniyle dikkati çekerek zamanımıza kadar artan bir ilgiyle gözlenmiştir.
Bu nedenle çok uzun bir tarihsel geçmişleri bulunmaktadır. Deniz
yosunlarının bilinen en eski kullanım sahası gübre olup en çok uzak
365
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
doğuda kullanılmıştır. Avrupa’da 12. yüzyılda Fransa, İrlanda, İngiltere
gibi kıyıları geniş ülkelerde bu tip değerlendirme çok olmuştur. Fransa,
deniz yosunlarından yararlanmaya genel olarak 17. yy’da başlamıştır.
İngiltere de 1720 yılından itibaren yosun toplanmaya başlanmış ve
bu yüzyılın sonlarında İskoçya’da yıllık yosun üretiminin 20.000 ton kuru
alg ağırlığına eriştiği söylenmektedir. Bu değer de yaklaşık olarak
400.000 ton yaş alg’e eşdeğer kabul edilmektedir (Abetz, 1980). Deniz
yosunları; Japonya, Çin, Kore, Filipinler ve benzeri yerlerde yiyecek
olarak, Avrupa ve Amerika’da endüstrinin bir çok alanında bazı ürünlerin
ham maddesi olarak kullanılmıştır. Bu nedenle deniz yosunları her
yönleriyle incelemeye ve üzerinde durulmaya değer organizmalar olarak
karşımızda durmaktadırlar. İçinde bulunduğumuz yüzyılda deniz
yosunlarından ham madde olarak yararlanma çalışmaları hızlanmış ve bu
konuda çok sayıda yeni alg cinslerinden ve türlerinden ürün elde eden
endüstriler geliştirilmeye başlanmıştır. Örneğin Danimarka’da agar elde
etme denemeleri önem kazanmış ve 1940 yılında “Danimarka agarı” adı
altında kırmızı alglerden olan Furcellaria cinsinden bol miktarda ürün elde
edilmeye başlanmıştır (Blunden, 1992).
Deniz kıyısı uzun ve deniz yosunu bol olan Norveç, İrlanda, Fransa
ve Amerika gibi ülkelerde mevcut algleri değerlendirmek için yukarıdaki
çalışmaların dışında diğer yararlanma yolları da aranmış ve gübre olarak
fakir toprakların değerlendirilmesinde kullanılmalarına yönelinmiştir.
Dolayısı ile gübre sanayi gelişmeye başlamıştır. Besin ve diğer ekonomik
değerleri tam olarak saptanmış olan deniz yosunları, yeryüzünün 2/3’ünü
kaplayan denizlerdeki dağılımı, suların yapısına ve iklimlere göre büyük
değişiklikler göstermektedir. Denizler, genellikle suyun üst sınırından,
1000 m derinliğe kadar değişik nitelik ve sayıda deniz yosunu ile
örtülüdür (Güner ve Aysel, 1996).
Yosun özleri; meyve depo kayıplarının azaltılması, ürün miktarının,
topraktan inorganik besin maddelerinin alınımının, tohum çimlenmesinin
ve stres koşullarına direncin arttırılması gibi alanlarda özellikle gelişmiş
ülkelerde organik tarımda daha fazla değerlendirilmektedir (Blunden,
1991). Deniz yosunları hemen hemen tüm birincil ve ikincil besleyicileri,
iz elementlerini içeren ve tarımda etkisi kanıtlanmış türlerdir. Deniz
yosunlarının içeriğindeki en önemli maddelerden bazıları; alginik asit,
vitaminler, oksinler, en az iki tür giberilin ve antibiyotikler olup; taze
deniz yosununda, kurutulmuş deniz yosunu ununda ve sıvı deniz yosunu
366
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
ekstraktında bulunabilir. Bu maddelerden alginik asit, toprak
düzenleyicisi; diğerleri ise bitki düzenleyicileri olarak değerlendirilebilir.
Günümüzde deniz yosunları birçok ülkede gerek sıvı ekstrakt gerekse
direk olarak toprağa karıştırılmak suretiyle kullanılmaktadırlar. Toprağa
direk olarak karıştırıldıklarında; toprak yapısını düzeltilerek, toprak
verimliliğinin uzun süre korunması amaçlanmaktadır. Fransa sahillerinde
"maerly" olarak bilin bazı kırmızı yosunlar, % 80 kalsiyum karbonat
içerdiği için asit topraklarda ve turbalarda toprak pH'sını düzenlemek için
kireç yerine kullanılmaktadır (Şimşek, 1995; Abetz, 1980).
Deniz yosunu ekstraktının yaprak ve toprağa uygulanabileceğini,
ancak topraktan yapılan uygulamalarda daha fazla deniz yosun ekstrakt
kullanılması gerektiğini bildirmiştir. Genellikle kahverengi alglerin sıvı
extraktları tarımda ve bahçe bitkilerinde kullanılmak için
pazarlanmaktadır. (Blunden ve ark., 1992). Okyanuslar ve denizler;
vitamin, mineral ve iz elementlerin zengin kaynaklarıdırlar, deniz
yosunları da tıpkı bir sünger gibi bu elementleri yüksek
konsantrasyonlarda absorbe etme yeteneğindedirler. Bu nedenle deniz
yosunları eskiden beri diğer alanlarda olduğu gibi tarımda da çok geniş bir
kullanım alanı bulmuştur (Dring, 1986). Deniz yosunları kuvvetli kök
gelişmesini sağlayarak, bitkilerin topraktan daha fazla besin maddesi ve
su almalarını, bitkilerde klorofil oluşumunu hızlandırarak yeşil aksamın
artmasını, dolayısıyla daha fazla karbonhidrat, protein vb. maddelerin
yapılmasını sağlar (Blunden ve ark., 1992).
Deniz yosunu renkleri toprakta uzun müddet kaldıkları zaman doğal
şartlarda kolayca parçalanarak bol miktarda azot (N) ve kalsiyum (Ca)
ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca iz element olan magnezyum (Mg), mangan
(Mn), bor (B), demir (Fe), çinko (Zn), bakır (Cu) ve kobalt (Co) da ihtiva
etmektedirler. Deniz yosunlarının bütün bu etkileri içerisinde bulunan;
makro ve mikro elementler ( N, Ca, Mg, Mn, B, Br, I, Zn, Cu, Co), bitki
büyüme düzenleyicileri (Oksinler, Sitokininler, Gibberellinler, Absisik
Asit) ve betainler gibi bileşiklerden kaynaklanmaktadır (Hang ve Chen,
1995).
Yukarıda saydığımız yararlı etkilerinden dolayı, doğal bir kaynak
olarak deniz yosunlarının da organik tarımda geniş bir kullanım alanı
bulunmaktadır. Deniz yosun ekstraktları birçok ülkede; örtü¸ altı
sebzeciliği, meyve (turunçgil, asma, elma, armut vb.) ve süs bitkileri
(orkideler vb.) yetiştiriciliğinde yaygın olarak kullanılmaktadır (Güner ve
367
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Aysel, 1996). Uzun yıllardan beri denizler tarafından doğal olarak kıyıya
atılan bazı deniz algleri tarlalarda gübre olarak kullanılagelmiştir. Bu
konuda Avrupa ülkeleri genellikle Kahverengi Algílerden Fucus,
Ascophyllum ve Laminaria cinslerini kullanmaktadırlar. Amerika’da ise
Macrocystis, Nereocystis gibi büyük talluslu Kahverengi algler
değerlendirilmiştir (Güner ve Aysel, 1996).
Eski yıllarda deniz yosunu gübreleri çok özen isteyen özel kültürler
için kullanılmıştır. Örneğin, Fransa’nın Atlantik kıyılarında seralarda
sebze yetiştiricileri tarafından çileklerin gübrelenmesinde yararlanılmıştır
(Whapham, 1994). Gübre materyali olarak yalnız kahverengi deniz
yosunları değil yeşil ve kırmızı algler de kullanılmaktadır. Brezilyalı
balıkçılar sahillerde bol olan deniz yosunlarından Hypnea türlerini
toplayıp hindistan cevizi ve palmiyelerin kuvvetli kök yapmaları için
gübre olarak değerlendirmişlerdir. Yine Brezilya’da Yeşil alglerden Ulva,
Enteromorpha da aynı amaçlar için toplanıp değerlendirilmiştir (Güner ve
Aysel, 1996).
Düzenli bir şekilde deniz yosun ekstraktlarını kullanan çiftçiler;
yonca, soya, karnabahar, hıyar, domates, patates ve çilekte yüksek verim
ve kalite elde etmişlerdir. Turunçgil, elma, şeftali, kiraz, üzüm ve
domatesde deniz yosun ekstraktlarının meyve tutumunu arttrıdığı
kaydedilmiştir (Kumbul, 2000). Deniz yosunlarının yaprak spreyi
şeklindeki uygulamaları portakal, laym, elma, hıyar ve domateste hasat
süresince oluşacak bozulmaları da önlemektedir (Blunden, 1991).
Ascophyllum nodosum extraktının çim alanlarına uygulanması sonucu
çimlerde yeşil rengi arttırdığı kaydedilmiştir (Johanna ve ark., 1983).
Son zamanlarda ki bir çok çalışma bu etkilerin sayısını arttırmıştır.
Domates bitkilerine Ascophyllum nodosum extraktının kökten ve
yapraktan uygulanması sonucu yapraklardaki yeşil rengi fark edilir bir
biçimde arttırdığı kaydedilmiştir. Yine hıyarlarda deniz yosunu
extraktlarının klorofil miktarını arttırdığı kaydedilmiştir (Whapham ve
ark., 1993). Serada yetiştirilen hıyarlara haftada bir defa deniz yosunu özü
verilmesi sonucu kök büyümesinin uyarıldığı, bitkinin toplam kuru
ağırlığının % 50 oranında arttırdığı ayrıca, kökler vasıtasıyla daha çok
bitki besin elementi alındığı belirlenmiştir. Benzer şekilde, lahanalarda
topraktan veya yapraktan deniz yosunu özü uygulandığında kök ve sürgün
büyemesinin arttığı saptanmıştır (Verkleij, 1992).
368
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Verkleij (1992), şeftalilerde hasad öncesinde 100-1000 kez
seyreltilmiş deniz yosunu özü uygulamasının depo ömrünü uzattığını, muz
ve mango meyvelerinin sulandırılmış ticari deniz yosunu solusyonuna
batırılmasının da olgunlaşma oranını arttırdığını bildirmiştir. Ascophyllum
nodosum ekstraktı olan Goemar GA 14'ün ıspanak bitkisine sprey
şeklinde uygulanması sonucunda; ıspanakta taze ağırlık miktarının arttığı
saptanmıştır (Gassan ve ark., 1992). Buğdayda deniz yosunu
extraktlarının gerek yaprak gerekse topraktan uygulanması sonucunda,
bitkilerin boyunu ve kuru ağırlıklarını arttırdığı bulunmuştur. Normal
koşullarda deniz yosunu extraktlarının topraktaki mikroorganizma sayısını
değiştirdiği kaydedilmiştir (Allwright, 1992).
Bazı deniz yosun ekstraktları kıraç alanları iyileştirmek amacıyla
kısmen Aran Adaları, İrlanda ve İskoçya'da kullanılmaktadır. Yine besin
maddelerince fakir alanlar ile kurak alanlarda suyu tutması nedeniyle
deniz yosunları oldukça kullanışlı olabilirler. İngiltere’de deniz yosunları
gübre ve toprak yapısını iyileştirmek amacıyla oldukça yaygın bir şekilde
kullanılmaktadır (Güner ve Aysel, 1996). Bir kahverengi alg olan
Himanthalia
Elongata,
Breton
çiftçileri
tarafından
enginar
yetiştiriciliğinde kullanılmaktadır. Yine kahverengi alg ekstraktları
tohumu uzun süre toprağa bağlamak ve topraktaki suyu tutması nedeni ile
tohum çimlenmesinde işlenmiş toprağa sprey şeklinde uygulanmaktadır
(Alwright, 1992).
Marullarda büyüme ve besin maddesi içeriği üzerine sıvı yosun
ekstraktı (Kelpak)'nın etkisi incelenmiş ve Kelpak'ın ürün miktarını ve
yapraklardaki Ca, K, Mg miktarını arttırdığı kaydedilmiştir (Grouch ve
ark., 1990). Şimşek (1995), klemantin mandarininde deniz yosunu özü
uygulamasının vegetatif gelişmeyi teşvik ettiğini saptamıştır. Kök ve ark.
(2010) farklı dozlarda bağlara deniz yosunu ekstratı uygulaması
yapmışlar, 1000 ve 3000 ppm dozlarda üzüm kalitesinde en iyi sonuçları
almışlardır. Deniz yosunu ekstraktları bitkilerin hastalık ve zararlılara
dayanıklılığını da etkilemektedir. Fakat bu konuda yapılmış çok az
çalışma vardır. Deniz yosunu extraktlarının bitki nematodları üzerine olan
etkilerinin araştırıldığı bir çalışmada, deniz yosunu extraktının
Belonolaimus longicaudatus nematodunun zararını azalttığı kaydedilmiştir
(Grouch ve Staden, 1993; Whapham ve ark., 1994).
Morgan ve Tarjan (1980), bu extraktın domates bitkilerine
uygulanması sonucunda kök büyümesinin arttığı ve kök ur nematodu
369
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
(meloidigyne spp.) 'nun zararının azalttığını belirtmişlerdir. Yine,
Ecklonia maxima'dan elde edilen ekstraktın laboratuvar kosullarında
yetiştirilen domates bitkilerinde köklenmeyi arttırdığı kaydedilmiştir
(Finnie ve Staden, 1985). Verkleij (1992), şalgamlara her hafta 120 kez
sulandırılmış deniz yosunu ekstraktının püskürtülmesi sonucunda
uygulama yapılan bitkilerin toplam yaprak yüzeylerinin % 15'inin kontrol
bitkilerinin ise % 85'inin mildiyöden etkilendiğini bildirmiştir. Aynı
araştırıcı çileklerde yaptığı bir çalışmada Botrytis Cinerea enfeksiyonunun
oluşumunu araştırmıştır. Deniz yosunu ekstraktı püskürtelen bitkilerde
enfeksiyon oluşum oranının % 4.6, kontrol bitkilerinde ise % 22.5
olduğunu belirlemiştir. Ayrıca, elmalarda kırmızı örümceğin ilk
generasyonunun deniz yosunu ekstraktı uygulanması ile baskı altına
alındığını saptamıştır.
Deniz yosun extraktlarının dünya tarımında kullanımı sonucunda;
Çimlenmeyi arttırmak, daha iyi kök gelişmesi sağlamak, meyve ve
sebzelerin depo ömrünü arttırmak, daha koyu renkli ve büyük çiçek ve
yaprak oluşumunu sağlamak, hastalık ve zararlılara; don, kuraklık gibi
stres koşullarına ve olumsuz toprak koşullarına dayanımın arttırılması,
topraktaki besin elementlerinin alımının arttırılması, bitkilerin daha uzun
süre genç kalmalarını sağlamak gibi bir çok farklı etkileri kaydedilmiştir
(Hang ve ark., 1995).
2.Materyal ve Method
Araştırmada kullanılan Dionetta çeşiti Türkiye Şeker Fabrikaları
A.Ş. (T.Ş.F.A.Ş.)’den temin edilmiştir. Tarla denemeleri 2011 ve 2012
yıllarında Tekirdağ-Hayrabolu merkez ilçede çiftçi koşullarında 2 yıl
süreyle 2 faktörlü tesadüf blokları deneme desenine göre yürütülmüştür.
Denemeler 08 Mart 2011 ve 23 Mart 2012 tarihlerinde kurulmuş olup
ekim sıklığı 45 x 25 cm, her parselde sıra sayısı 6 ve parsel alanı 13.5 m2
olmak üzere 3 tekerrürlü olarak yürütülmüştür. Araştırma yapılan tarladan
0-20 cm derinlikten toprak örnekleri alınmış ve Hayrabolu Ticaret
Borsası’nın laboratuarında analiz edilmiştir. Analiz sonuçlarına göre
denemede taban gübresi olarak 12 kg/da 20-20 kompoze gübre, ilk
çapadan sonra ise 8 kg/da nitrat (% 33) üst gübreleme yapılmıştır.
Araştırmada kullanılan sıvı deniz yosunu İzmir’de kurulu bulunan
İZOTAR A.Ş’den sağlanmıştır. Bu gübrenin içinde % 9 organik madde,
% 0.4 alginik asit ve % 3 K2O bulunmaktadır. Çalışmada bu sıvı gübre
toprak ve yapraktan uygulanmıştır. Her iki uygulama 10 Mayıs, 11
370
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Temmuz ve 2 Eylülde olmak üzere 3 farklı zamanda yapılmış, toprak için
0, 50, 100, 150 ml/da (sırasıyla T0, T1, T2, T3) ve yaprak için 0, 50, 100,
150 ml/da (sırasıyla Y0, Y1, Y2, Y3) olmak üzere kontrol dahil 4 doz
uygulanmıştır. Denemeler 13 Ekim 2011 ve 15 Ekim 2012’de hasat
edilmiştir.
Denemelerde hasat edilen pancarların kalite analizleri Alpullu
Şeker Fabrikası laboratuarında yapılmıştır. Araştırma yerinin iklim
verileri Tekirdağ Meteoroloji İl Müdürlüğünden elde edilmiştir.
Araştırmada verilerin varyans analizleri; TARİST ve MSTAT-C programı
(MSTAT 1989), önemlilik düzeylerini belirlemek için EKÖF testi
uygulanmıştır (Korkut, 1992). Yapılan istatistiki analizlerde yıllar
arasındaki fark önemli bulunmuş ve her yıl ayrı analiz edilmiştir. Çizelge
1 incelendiğinde; Hayrabolu lokasyonunda 2011 yılında ortalama yağış
729.6 mm, 2012 yılında 670.8 mm ve uzun yıllar yağış ortalaması ise 585
mm olarak tespit edilmiştir. Çizelge 2’de görüldüğü gibi; denemenin
yapıldığı tarla killi-tınlı, bazik ve organik maddesi düşük (% 0.9-1.1) bir
özelliğe sahiptir.
Çizelge 1. Tekirdağ-Hayrabolu’da 2011ve 2012 yılları iklim verileri
Aylar
Sıcaklık (°C)
Yağış (mm)
Oransal Nem (%)
2011 2012 Uzun 2011 2012 Uzun 2011 2012 Uzun
Yıllar
Yıllar
Yıllar
Ocak
5.3
3.5
4.9
42.4 61.6
69.1 84.7 86.7 83.5
Şubat
5.1
3.2
5.4
40.3 47.5
54.4 77.1 90.0 81.6
Mart
7.1
7.9
7.3
23.4 22.7
55.2 79.4 81.8 81.1
Nisan
10.5 14.1 11.9
78.8 70.0
40.9 76.5 82.4 78.8
Mayıs
16.5 18.1 16.8
42.8 60.2
38.7 77.4 91.2 77.3
Haziran
21.9 24.1 21.3 101.8 0.0
37.0 70.4 78.2 73.7
Temmuz 25.5 27.0 23.8
7.8
5.5
23.1 67.5 68.7 70.4
Ağustos
24.3 26.0 23.7
16.0
7.8
14.5 64.5 62.7 71.4
Eylül
22.3 22.2 20.0 142.4 12.1
36.2 66.8 73.6 74.8
Ekim
14.0 19.2 15.4 154.3 169.9 64.0 82.4 87.3 79.7
Kasım
8.5 13.7 11.0
4.0
14.0
73.2 90.7 97.0 82.8
Aralık
8.1
6.4
7.3
75.6 199.5 82.7 91.5 97.3 83.1
Ortalama 14.1 15.5 14.0 729.6 670.8 585.0 77.4 83.1 78.1
371
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 2. Tekirdağ-Hayrabolu’da toprak özellikleri
Yıllar
2011
2012
Fiziksel ve Kimyasal Özellikler
Kil (%)
37.18
42.09
Kum (%)
6.23
9.56
Silt (%)
56.59
48.35
pH
7.30
7.60
Tuzluluk (MS/cm)
1125
1200
Kireç (%)
3.50
3.70
Organik Madde (%)
0.90
1.10
Toplam N (%)
0.06
0.08
P2O5 (ppm)
5.50
9.00
K2O(ppm)
350
263
Fe (ppm)
3.40
5.90
Cu (ppm)
1.80
1.90
Zn (ppm)
0.36
0.54
Mn (ppm)
21.00
15.00
B (ppm)
0.90
0.80
3. Bulgular ve Tartışma
Çizelge 3’de görüldüğü gibi; 2011 yılında şeker pancarında farklı
doz ve zamanlarda toprak ve yapraktan deniz yosunu uygulamalarının
şeker varlığı, amino azot ve şeker verimi için istatistiki olarak önemli
(P≤0.05) bulunmuştur. Aynı yıl şeker varlığı en yüksek % 16.9 ile 2
Eylülde ve Y3 dozunda elde edilirken % 16.7 ve 16.8 aynı grupta yer
almıştır. Doz ortalamalarında ise en yüksek şeker varlığı % 16.1 ile 2
Eylülde saptanmıştır. Amino azot bakımından en yüksek değer % 0.0036
ile 11 Temmuz ve 2 Eylülde belirlenmiş, % 0.034 ile 10 Mayıs diğer
grupta saptanmıştır. En yüksek pancar verimi 8852 kg/da ile 10 Mayısta
ve T2 dozunda elde edilmiş, 8650 kg/da ile 11 Temmuzda ve T2
dozundaki değer ise aynı grupta yer almıştır. Çizelge 4 incelendiğinde;
2012 yılında şeker pancarında farklı doz ve zamanlarda toprak ve
yapraktan deniz yosunu uygulamalarının şeker varlığı ve amino azot
istatistiki olarak önemli (P≤0.05) bulunmuş ancak pancar verimi istatistiki
açıdan önemli bulunmamıştır. Aynı yıl şeker varlığı en yüksek % 17.3 ile
2 Eylülde ve Y3 dozunda elde edilmiştir.
372
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Doz ortalamalarında ise en yüksek şeker varlığı % 15.9 ile 2
Eylülde saptanmış, % 15.8 ile 10 Mayıs ve 11 Temmuz zamanları ayrı
grupta belirlenmiştir. Amino azot bakımından en yüksek değer % 0.0039
ile 2 Eylülde belirlenmiş, % 0.038 ile 11 Mayıs zamanı ayrı gruplarda
saptanmıştır. En yüksek pancar verimi 8381 kg/da ile 10 Mayısta ve T2
dozunda tespit edilmiştir. Deniz yosunu uygulamaları ile elde ettiğimiz
şeker varlığı, amino azot ve pancar verimi bulgularımızda verim ve kalite
artışı kaydedilmiş ve bu bulgular Güner ve Aysel (1996), Whapham
(1994), Kumbul (2000), Blunden (1991), Johanna ve ark. (1983),
Whapham ve ark.(1993), Verkleij (1992), Gassan ve ark. (1992),
Allwright (1992), Grouch ve ark. (1990), Şimşek (1995), Finnie ve Staden
(1985) ile Kök ve ark. (2010)’nın bulgularıyla uyum göstermiştir.
Çizelge 3. 2011 yılında deniz yosunu uygulamasının şeker pancarında
şeker varlığı, amino azot ve pancar verimine etkisi
2011
Şeker Varlığı
Amino Azot (%)
Pancar Verimi
(%)
(kg/da)
Doz
10
11
2
10
11
2
10
11
2
Mayıs Tem.
Eylül Mayıs Tem. Eylül Mayıs
Tem.
Eylül
Kont.
15.1e
15.1e
15.1e
0.032
0.036
0.034
6780e
6780e
6780e
T1
15.3f
15.4f
15.5f
0.034
0.038
0.040
7335d
7636d
7526d
T2
15.6e
15.6e
15.9d
0.032
0.032
0.034
8852a
8650ab 8363b
T3
15.8d
15.7d
16.0c
0.036
0.038
0.040
8281b
8177b
8266b
Y1
16.1c
16.0c
16.3b
0.032
0.034
0.034
7522d
7681d
7634d
Y2
16.2c
16.5b
16.7ab 0.038
0.036
0.038
7954c
8016c
7821bc
Y3
16.5b
16.8ab
16.9a
0.036
0.038
0.034
8105b
8292b
8286b
Ort.
15.8b
15.9b
16.1a
0.034b 0.036a 0.036a
7833
7890
7811
EKÖF
P≤0.05
Doz x Zaman:1.182
Zaman: 1.154
Zaman: 0.0016
373
Doz x Zaman: 102.654
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 4. 2012 yılında deniz yosunu uygulamasının şeker pancarında
şeker varlığı, amino azot ve pancar verimine etkisi
Şeker Varlığı
(%)
10
11
2
Mayıs
Tem.
Eylül
10
Mayıs
Kont.
15.0h
15.0h
15.0h
T1
15.2g
15.4f
T2
15.5f
T3
2012
Doz.
Amino Azot (%)
Pancar Verimi
(kg/da)
10
11
2
Mayıs Tem. Eylül
11
Tem.
2
Eylül
0.036
0.036
0.038
6531
6531
6531
15.1g
0.038
0.040
0.040
7156
7246
7272
15.3fg
15.3fg
0.036
0.032
0.038
8381
8022
8107
16.0d
15.9d
15.8e
0.038
0.040
0.042
7895
7941
8005
Y1
15.9d
15.8e
16.1cd
0.034
0.036
0.034
7321
7248
7452
Y2
16.4c
16.1cd
16.9b
0.040
0.042
0.040
7465
7526
7581
Y3
16.9b
17.0b
17.3a
0.038
0.040
0.040
7662
7651
7523
Ort.
15.8b
15.8b
15.9a
0.037c
0.038b
0.039a
7487
7452
7496
EKÖF
P≤0.05
Doz x Zaman: 1.105
Zaman: 1.039
Zaman: 0.0007
Sonuç
Bu araştırmada; topraklardaki organik madde miktarının önemli
ölçüde düşük olması nedeniyle şeker pancarının beslenmesinde sorunlar
ortaya çıktığı, bu sorunların aşılmasında organik gübrelerin önemli rol
oynadığı belirlenmiştir. Bu organik gübrelerden birisi olan deniz yosunu
gübresi şeker pancarında önemli verim ve kalite artışlarına neden
olmuştur. Araştırmada elde edilen sonuçları göstermiştir ki; şeker
pancarında deniz yosunu topraktan uygulandığında verimi, yapraktan
uygulandığında ise kaliteyi yükseltmiştir. Şeker pancarına topraktan deniz
yosunu gübresi uygulanması ile vejetasyon süresi boyunca bitkinin
beslenmesi uzun zamana yayılmakta, bitkide besin elementi birikimi
artmakta ve bu süreç sonunda verim yükselmektedir. Yapraktan ve hasad
zamanına yakın bir tarihte deniz yosunun uygulanması ise kısa zamanda
374
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
bitkide karbonhidrat birikimine ve şeker varlığının artmasına yol
açmaktadır.
Kaynaklar
Abetz, P., 1980. Seaweed extracts: Have they a place in Australian
agriculture or horticulture? J. Australian Inst. Agric. Sci., 46: 23-29.
Allwright K.J. 1992. Effect of seaweed extracts on growth of wheat, and
Soil-Borne Diseases. Abstract of the 14th International Seaweed
Symposium, Brest and St Malo, France, Abstract No: 004.
Blunden G. 1991. Agricultural uses of seaweeds and seaweed extracts. In:
Seaweed resources in Europe: Uses and potential. pp. 65-81. John
Wiley and Sons, Chichester.
Blunden G. 1992. Plant growth stimulants and seaweed extracts. The
Journal of International Crop and Animal Husbandry, 44 (1-2): 2225.
Blunden G., Whapham, C., and Jenkins, T. 1992. Seaweed extracts in
agriculture and horticulture: Their origins, uses and models of
action. School of Pharmacy and Biomedical Science and School of
Biological Sciences, University of Portsmouth, King Henry John
Street, Portsmouth, Hampshire P01 202, U.K.
Dring M.J. 1986. The Biology of marine plants. Edward Arnold
(Australia) Pty Ltd. 80 Waverley Road, Caulfield East Victoria
3145, Australia.
Finnie, J.F., and Staden, J.V. 1985. Effect of seaweed concentrate and
applied hormones on in vitro cultured tomato roots. Journal of Plant
Physiol, Vol. 120: 215-222.
Gassan, L., Jeannin, I., Lamaze, T., and Morot, J. 1992. The Effect of the
ascophyllum nodosum extract coemar GA 14 on the growth of
spinach. Botanica Marina. Vol. 35: 437-439.
Grouch, I. J., Beckett, R.P., and Staden, J.V. 1990. Effect of seaweed
concentrate on the growth and mineral nutrition of nutrientstressed lettuce. Journal of Applied Phycology 2: 269-272.
Grouch, I.J., and Staden, J.V. 1993. Effect of seaweed concentrate from
ecklonia maxima (Osbeck) papenfuss on meloidogyne incognita
infestation on tomato. Journal of Applied Phycology. 5: 37-43.
Güner, H., ve Aysel,V. 1996. Tohumsuz Bitkiler Sistematiği. 1. Cilt
(Algler). Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Kitaplar Serisi, No.108.
Bornova, İzmir.
375
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Hong, Y. P., Chen, C.C., Cheng, H.L., and Lin, C.H. 1995. Analysis of
auxin and cytokinin activity of commercial aqueous seaweed
extract. Gartenbauwissenschaft, 60(4): 191-194. Verlag Eugen
Ulmer GmbH & Co ., Stuttgart.
Kumbul, B. 2000. Deniz yosunlarının bahçe bitkilerinde kullanım alanları.
Akdeniz Üniv. Zir. Fak. Bahçe Bitkileri Bölümü, Bitirme Tezi,
Antalya.
Korkut, K.Z. 1992. Tarla Deneme Tekniği. Trakya Üniversitesi Tekirdağ
Ziraat Fakültesi, Yayın No: 82, Ders Notu No:57, Sayfa: 150,
Tekirdağ.
Kök, D., Bal, E., Çelik S., Özer C. and Karauz A. 2010. The influences of
different seaweed doses on table quality characterietics of CV.
Trakya İlkeren (Vitis vinifera L.). Bulgarian J. Agric. Sci., 16: 429435.
MSTAT 1989. Mstat-C: A Microcomputer Program fort the Design,
Management and Analiysis of Agronomic Research Experiments.
Michigan State University, USA.
Şimşek, Z. 1995. Klemantin mandarininde bilezik alma, demir bileşikleri
ve deniz yosunu öz¸ uygulamalarının verim ve kalite üzerine
etkileri. Yüksek Lisans Tezi. Akdeniz Üniv. Zir. Fak. Bahçe
Bitkileri Bölümü, Antalya.
Verkleij, F.N. 1992. Seaweed extracts in agriculture and horticulture:
Biological Agriculture and Horticulture. Vol. 8: 309-324.
Whapham, C.A., Blunden, G., Jenkins, T. and Hankins, S.D. 1993.
Significance of betaines in the ıncreased chlorophyll content of
plants treated with seaweed extract. Journal of Applied Phycology.
5: 231-234.
Whapham, C.A., Jenkins, T., Blunden, G. and Hankins, S.D. 1994. The
role of seaweed extracts, ascophyllum nodosum, in the reduction in
fecundity of meloidogyne javanica. Fundam. Appl. Nematol.,
17(2): 181-183.
376
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Gümüşhane-Zigana Mevkii'nde Ökseotu Bulaşmış
Sarıçam (Pinus sylvestris L.) Orman Ekosistemlerinin
Yerel Ekolojik Özelliklerinin Belirlenmesi
Ayhan Usta1, Yavuz Okunur Kocamanoğlu1, Murat Yılmaz1
Ertuğrul Bilgili1
1
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Orman Fakültesi, Orman Mühendisliği
Bölümü, Trabzon, E-Posta: [email protected]
Özet: Ökseotu hem yerel halk tarafından hem de bilimsel anlamda
tıbbi etkilere sahip yarı parazit bir bitkidir. Yapılan bu çalışmada, tıbbi
etkilere sahip olan Ökseotunun Gümüşhane-Zigana mevki'inde arız
olduğu Sarıçam orman ekosistemlerinin yerel ekolojik özellikleri ortaya
koyulmuştur. Bu amaçla, Gümüşhane Orman İşletme Müdürlüğü'nde
sarıçamın bulunduğu alanlarda 2x2 km’lik aralık mesafe ile 1000 m2
büyüklüğünde toplam 16 örnek alan alınmıştır. Arazi çalışmaları sırasında
yerel ekolojik özelliklerden olan konum etmenlerinden yeryüzü şekli,
arazi eğimi, yükselti ve bakı belirlenmiştir. Bu örnek alanlarda açılan
toprak çukurlarından toplam 52 adet toprak örneği alınmıştır. Toprak
örneklerinde bazı toprak özellikleri (kum, toz, kil, pH, faydalanabilir su
kapasitesi, organik madde miktarı, Ca++, Mg++, Na+, K+) tespit
edilmiştir. Sarıçam orman ekosistemlerinde ökseotu bulunan ağaçlarda
ökseotu durumu ve meşçerelerdeki ortalama bulaşma derecesi
belirlenmiştir. Buna göre, Gümüşhane-Zigana mevkiinde ökseotu
ortalama bulaşma derecesi ile bazı toprak özelliklerinin değişimi ortaya
koyulmuştur.
Anahtar kelimeler: Sarıçam, ökseotu, bulaşma derecesi,ekolojik özellikler
377
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Determination of The Local Ecological Characteristics
on Forest Ecosystems of European pine mistletoe
(Viscum album ssp. austriacum (Wiesb.) Vollman) In
Gümüşhane-Zigana
Abstract: Mistletoe is a semi-parasitic plant which has effects both
scientifically and medicinal. In this study; mistletoe’s, which has
medicinal effects, local ecological features on infected scots pine forest
ecosystem has been revealed in Gümüşhane-Zigana site. For this purpose,
sampling plots were selected according to 2x2 km grid system in the study
area. The size of each sampling plots were determined as 1000 m2 and
52soil samples were taken from 16 sample plots. Local ecological
characteristics of the spatial factors such as relief, slope, altitude and
aspect were determined during the field studies. Some soil properties were
detected in soil samples (sand, silt, clay, pH, available water capacity
(AWC), organic matter, and soil nutrient elements, (Ca++, Mg++, Na+,
K+).The incidence of mistletoe on infected trees and average degree of
infection on stands determined in Scots pine forest ecosystem.
Accordingly, average degree of infection and change of some soil
properties has been revealed in Gümüşhane-Zigana site.
Key words: Scots pine, mistletoe, degree of contamination, ecological
characteristics
1.Giriş
Sarıçam (Pinus sylvestris L.) dünya üzerinde önemli ve ekonomik
değeri haiz ağaç türlerinin başlıcalarından bir tanesidir. Bu önem, bu ağaç
türünün saf halde ve diğer ağaç türleriyle karışık olarak geniş ormanlar
oluşturmasından ve odununun kullanım yerlerinin geniş ve değerli
olmasından dolayı ileri gelmektedir. Ayrıca, düzgün, dolgun ve boylu
gövde yapma özelliği dolayısıyla odunundan tam olarak faydalanılabilme
imkânının olması sarıçamınekonomik yönünün önemini arttırmaktadır
(Alemdağ 1967).
Türkiye’de asli ağaç türlerinden olan sarıçam bozuk, müdahale
görmüş ve kapalılığı kırılmış meşçerelerde ökseotu zararı sonucu büyük
artım kayıplarına uğramaktadır. Meşçerelerde artım kayıpları
oluşturmasına rağmen ökseotu, çeşitli tıbbi etkilere sahip bir bitkidir.
378
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
İnsan ve hayvan orijinli yapılan çalışmalarda sulu ekstrelerinin birçok
kanser hücresi üzerinde olumlu etkilere sahip olduğu görülmüştür
(Bayazit, 2004). Fareler üzeride ki tümörlerde yapılan deneylerde tümör
boyutlarını küçülttüğü saptanmıştır(Zarkovic, 1997). Diyabet hastalarında
pankreas hücrelerini uyararak insülin salınımısağladığı görülmüştür
(Swanson, 1989; Gray, 1999). Yüksek tansiyon hastalarında datansiyon
düşürücü etkisi ve baş ağrısı ve baş dönmesi durumlarında tedavi edici
etkisigörülmüştür (O’Hare, 1928; Bowman, 1990).
Ökseotu yarı parazit bir bitki olup dünya genelinde geniş bir yayılış
alanına sahiptir. Viscaceae familyasının bilinen 7 cinsi ve yaklaşık 365
türü bulunmaktadır (Coder K.D., 2008). Çalışma kapsamında
değerlendirilecek olan tür Viscum album L. dir. Bu türün bilinen 3 alt türü
bulunmaktadır. Bunlar; V. album ssp. album (yapraklı ağaç ökseotu), tüm
yapraklı ağaçlarda; V. album ssp. austriacum (çam ökseotu), çamlarda ve
ender olarak ladinlerde; V. album ssp. abietis (Göknar ökseotu),
göknarlarda zarar yapmaktadır.
Ökseotu, odunsu bitkilerin yarı parazit bir bitkisi olup dört mevsim
yeşildir. Ağaçların dalları üzerinde kümeler halinde yetişir. Ökseotu
meyvelerinin etli ve yumuşak olması, kuşlar tarafından beğenilerek
yenmesine sebep olur (Mandacı, S.,1998). Bu meyveleri yiyen kuşların
dışkılarıyla birlikte ağaç dallarına düşentohumlar dallara yapışmakta
çimlenip gelişmektedir (Becker, H.,1986). Dal üzerinde kabuk içlerine
doğru emeçlerini salarak ksilem iletim demetlerinden besin maddelerini
alarak gelişir. Özümlemeyi ise kendisi yapmaktadır.
Ökseotunun sarıçamın yayılış gösterdiği alanlarda yayılış ve zarar
durumunun ortaya konulması yukarıda anlatılan özelliklerinden dolayı
oldukça önemlidir. Bu itibarla, çalışmanın amacı Gümüşhane-Zigana
Mevkii'nde ökseotu bulaşmış Sarıçam (Pinus sylvestris L.) orman
ekosistemlerinin yerel ekolojik özelliklerinin belirlenmesidir. Çalışma
alanımız için belirleyebildiğimiz etmenler ile ökseotu bulaşıklık dereceleri
arasındaki ilişki ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu amaçla yola çıkılarak
fizyografik ve edafik etmenlerin sarıçam ökseotu bulaşıklık dereceleri ve
varlığındaki payının ne olduğu belirlenmeye çalışılmıştır. Yerel ekolojik
özelliklerin bulaşma derecesi üzerindeki etkisinin daha iyi
gözlemlenebilmesi için ökseotu bulaşmış örnek alanlar dikkate alınmıştır.
379
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
2.Materyal ve Yöntem
2.1. Araştırma Alanı
Araştırma alanı, idari bakımdan Trabzon Orman Bölge Müdürlüğü,
Torul Orman İşletme Müdürlüğü, Zigana Orman İşletme Şefliği sınırları
içerisinde yer almaktadır (Şekil 1). Zigana Orman İşletme Şefliğinin
Sarıçam sahaları araştırma alanı olarak seçilmiştir.
Şekil 1. Araştırma alanı
Araştırma alanı, Karadeniz Bölgesinin Doğu Karadeniz Bölümü
sınırları içinde yer almaktadır. Alan Karadeniz ardında kaldığı ve
Karadenizde dağların denize paralel olmasından dolayı denizin etkisini
tam olarak hissedememektedir. Fakat bölgenin Torul kısmına yakın aşağı
havza kısmından geçen Harşit çayının taşıdığı nemli hava kütlesinin bu
alandaki iklime büyük etkisi bulunmaktadır. Kıyıdan iç kesimlere doğru
gidildikçe hem yağış oranı azalmakta, hem de karasallık nedeniyle
sıcaklıklar düşmektedir. Doğu Karadeniz ikliminin daha çok egemen
olduğu yukarı havza kısmında yaz aylarında yoğun sis görülmektedir. Alt
yükseltilerde yazlar daha kurak, kışlar ılık; üst yükseltilerde ise yazlar
serin, kışlar daha soğuk ve karlıdır.
Türkiye üç flora bölgesine ayrılmıştır. Bunlar Avrupa-Sibirya (Euro
Siberian), Akdeniz (Mediterranean), İran-Turan (Irano-Turanian) flora
bölgeleridir. Araştırma alanımız Zigana Orman İşletme Şefliği, Avrupa-
380
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Sibirya flora alanının Colchis (Kolşik) alt bölümünde yer almaktadır
(Davis, P. H.,1988). Sarıçam (Pinus sylvestris) araştırma alanının ana
ağaç türüdür. Ayrıca, göknar (Abies nordmanniana), kavak (Populus
nigra-Populus tremula), meşe (Quercus) türleri asli ağaç türleriyle karışık,
küçük grup veya küme halinde saf ve karışık halde bulunurlar.
2.2. Yöntem
Zigana Orman İşletme Şefliği sınırları içerisinde sarıçamın
bulunduğu alanlarda 2x2 km karelaj sistemi oluşturulmuştur. Karelaj
sisteminin oluşturulmasında ve araştırma alanında yayılış gösteren orta
yaşlı-yaşlı sarıçam meşcerelerinin seçiminde amenajman planlarındaki
sayısal meşcere tipleri harita altlıkları kullanılmıştır. Oluşturulan karelaj
sisteminin kesişim noktalarında ve bu noktalardan 500 metre yarıçaplı bir
uzaklıktaki alan içerisinde orta yaşlı ve yaşlı ökseotu bulaşmış sarıçam
meşcerelerinde çalışılmıştır. Çalışma amacına uygun (çağ, ökseotu
durumu, eğim, bakı, yükselti), 16 adet 1000 m2’lik örnekleme alanı
belirlenmiştir. Bu örnekleme alanlarından 52 adet toprak örneği alınmıştır.
Arazi çalışmaları sırasında yerel ekolojik özelliklerden olan konum
etmenleri (yükselti, eğim) belirlenmiştir. Bu örnek alanlarda açılan toprak
çukurlarından toplam 52 adet toprak örneği alınmıştır. Toprak
örneklerinde bazı toprak özellikleri (kum, toz, kil, pH, faydalanabilir su
kapasitesi, organik madde miktarı, Ca++, Mg++, Na+, K+) tespit edilmiştir.
Örnekleme alanlarında ölçümü yapılan her bir ağaç numaralandırılarak ökseotu bulaşma oranı belirlenmiştir. Ökseotu bulaşma oranının
belirlemek için, ökseotunun konukçu üzerinde konumu ve yoğunluğu
hakkında detaylı bilgi toplanmasına olanak sağlayan 6 dereceli bodur
ökseotu sınıflandırma sistemi kullanılmıştır(Hawksworth, F.G.,1977). Bu
yöntemde ağacın tepesi 3 eşit bölüme ayrılır ve her üç bölüm için
ökseotunun dallarda bulunma durumu dikkate alınarak %50 ve aşağısı için
"1" değeri, %50'den yukarısı için ise "2" değeri verilir. Toplam oranın
belirlenmesinde ağaç tepesinin her üç bölümü için verilen oranlar toplanır.
Bulaşma derecesine göre sınıflar: bulaşmanın olmadığı bireyler için "0"
değeri, hafif bulaşma için "0.1 -2.0", orta derecede bulaşma için "2.1-4.0",
yüksek derece bulaşma için "4.1" ve "6.0" arasında değişen değerler
verilmek suretiyle belirlenir.
Çalışmada, ökseotu bulaşıklık derecesi ile bazı yetişme ortamı
özellikleri arasında ilişki olup olmadığını belirlemek amacıyla korelasyon
analizi yapılmıştır. Ökseotu bulaşmış alanlardaki bulaşıklık derecesi ile
381
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
ilişkili çıkan yetişme ortamı özelliklerine regresyon analizi uygulanarak,
regresyon denklemleri elde edilmiştir.İstatistiksel analizlerin yapılmasında
SPSS paket programından yararlanılmıştır.
3.Bulgar ve Tartışma
Çalışma kapsamında, ökseotu bulaşıklık derecesi ile bazı yetişme
ortamı özellikleri arasında ilişkiler araştırılmıştır. Korelasyon sonuçları
Tablo1'de gösterilmiştir.
Tablo 1. Korelasyon analizi
Kum
Toz
Kil
FSK
pH
EC
OM
P2O5
Bul.
-,479** ,350* ,446** -,171 -,011 -,339* -,186 -,138
Kum
-,793** -,883** -,282* ,331* ,334* -,006
Toz
Kil
FSK
,414** ,244 -,170
-,092
,109
Ca
Mg
-,113
-,160
K
Na
Yük. Eğim MTD
,227 ,206 -,280* -,151 ,490**
,009 ,528** ,528** -,239 ,132 -,173 ,092 -,339*
,022
-,265 -,323* ,031 ,013 -,111 -,063 ,177
,233 -,364** -,428** -,075 -,030 -,585** -,540** ,333* -,207 ,344* -,089 ,370**
,024
,220
,159
-,148
-,047
,051
-,190 -,216 ,312* ,203 -,057
pH
,601** ,059
-,096 ,606** ,621** -,183 ,040 -,303* ,276* -,184
EC
,280*
,123 ,524** ,465** -,343* ,054 -,205 ,215 -,125
OM
,390** -,268
P2O5
-,192
,048 ,119 ,139 ,143 -,100
-,233 -,276* ,372** ,321* -,078 ,041 ,115
,833**
Ca
,029
,196 -,041
,611**
,407**
,138 -,186 ,183 -,106
,465**
Mg
K
,325* ,116 -,318* ,145
Na
-,223 -,264 ,194
Yük.
,038 ,139
Eğim
-,238
**. Correlation is significant at the 0.01
level (2-tailed).
*. Correlation is significant at the 0.05
level (2-tailed).
382
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Bu çalışmada Gümüşhane-Zigana Mevkii'nde ökseotu bulaşmış
Sarıçam (Pinus sylvestris L.) orman ekosistemlerinin yerel ekolojik
özellikleri belirlenmeye çalışılmıştır.
Korelasyon sonucunda bulaşma derecesi üzerinde yetişme ortamı
özelliklerinden yükselti, MTD, kum, toz, kil ve EC gibi özellikler etkili
bulunmuştur (Tablo 1, Şekil 2).
383
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
384
ISSN 2149-147X
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
385
ISSN 2149-147X
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Şekil 2. Ökseotu bulaşıklık derecesi ile bazı ekolojik özellikler arasındaki
ilişkiler
386
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Ökseotu ortalama bulaşma derecesi ile yetişme ortamı özellikleri
arasındaki korelasyon analizi sonucunda, ilişkili çıkan yetişme ortamı
özelliklerine çoğul regresyon analizi uygulanarak ökseotunun ortalama
bulaşma derecesine etkili olan etmenler belirlenmeye çalışılmıştır. Bu
amaçla SPSS programı kullanılmıştır. Sürekli ölçekteki bulaşıklık
değişkeni bağımlı değişken (y) ve örnek alanlara ilişkin sürekli ölçekteki
tüm değişkenler bağımsız değişken (X1,X2,X3…….Xk) olarak dikkate alıp
adımsal regresyon (Stepwise Regression) seçeneği kullanılarak p<0,05
önem düzeyinde anlamlı ilişkiler veren değişkenler belirlenerek regresyon
denklemleri elde edilmiştir. Analiz sonucuna göre, 4 adet regresyon
denklemi Tablo2'de verilmiştir.
Tablo2. Stepwise çoğul regresyon modelleri
Bağımsız
Değişkenler
MTD
MTD,Yükselti
Regression equations
0,6390+007*MTD
1,831+0,08*MTD0,0009*Yükselti
MTD,Yükselti,%Kil 1,94+0,006*MTD0,001*Yükselti+0,036*Kil
MTD, Yükselti,
2,230+0,006*MTD%Kil, EC
0,001*Yükselti+0,029*Kil
R2
Adjusted
R2
0,240
0,225
0,364
0,338
0,539
0,511
0,584
0,548
Korelasyon analizinde, ökseotu bulaşmış alanlarda ortalama
bulaşma derecesi ile yükselti arasında p<0,05 düzeyinde negatif bir ilişki
(r=-0,28) bulunmuştur. Yükseltinin iklim özelliklerinden yağış ve
sıcaklığı etkisi altında bulundurarak bitki toplumlarının dikey yayılışını
etkilediği bilinmektedir (Çepel, N.,1995). Yükseltinin artmasıyla birlikte
sıcaklığın azalması ökseotunun yaşam faaliyetlerinide kısıtlayabilmektedir
(Dubbertin ve ark. 2005). Bu durumun ise, ökseotu bulaşma derecesini
olumsuz yönde etkilediğini göstermektedir. Ayrıca Sarıçamın optimal
olarak yetiştiği yükseltiler kuzey bakıda 1400-1600 m, güney bakıda ise
1500-1700 m arasındadır (OAE,1994).Bu amaçla, araştırma alanı
incelendiğinde örnek alanların 1100 ile 1600 m arasında olduğu
gözlenmektedir. Ökseotunun yayılmasında en büyük etken olan kuş
türlerinden ökse ardıç kuşunun (Turdus viscivorus) 800-1800 m
yüksekliklerde yaşamını sürdürmesi (Snow D. W., Perrins C. M., 1998)
de örnek alanların tamamen bu kuşun etki alanında olduğunu
387
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
göstermektedir. Bu ise ökseotunun bulaşma derecesini etkileyen diğer
yetişme ortamı özelliklerini görme açısından önemlidir.
Çalışma kapsamında ökseotu bulaşıklık derecesi ile mutlak toprak
derinliği ile arasında p<0,01 düzeyinde pozitif bir ilişki (r=0,49)
bulunmuştur. Toprak genetiğindemutlak toprak derinliği, B katmanının alt
sınırına kadar olan kalınlık olarak anlaşılır. Bitki köklerinin gelişebildiği
materyalin derinliği ise fizyolojik toprak derinliği olarak bilinir (Çepel,
N., 1996).Toprak derinliği, ağaç köklerinin gelişebileceği toprak hacmini,
bu topraklarda tutulan su ve besin maddesi kapasitesini etkilemektedir.
Derin topraklar daha fazla su ve besin maddesi depolayarak orman
ağaçlarının beslenme ortamlarını geliştirmektedir (Yılmaz, M., 2005).
Mutlak toprak derinliğinin artması Sarıçamın yetişme ortamını
iyileştirdiği gibi ökseotunun ihtiyacı olan bitki besin elementlerinin de
sağlanması anlamına gelmektedir.
Ökseotu bulaşmış alanlarda ortalama bulaşma derecesi ile kum
oranı arasında negatif (p<0.01, r=-0,479),toz oranı arasında pozitif
(p<0.01, r=0,350) ve kil oranı arasında ise pozitif bir ilişki (p<0.01,
r=0,446) bulunmuştur. Toprağı oluşturan tane boyutu sınıfları, toprakların
suyu geçirgenliği, su tutma kapasitesini, havalanmasını, kök yayılışını ve
besin maddesi ekonomisini etkiler. İnce topraklar, içindeki kil miktarının
artışına bağlı olarak drenajı engeller, su tutma kapasitesini arttırır,
havalanma koşullarını kötüleştirir, kök yayılışını engeller. Buna karşın
yüksek bir katyon değişim kapasitesine sahip olduklarından dolayı, besin
maddeleri bakımından zengin topraklardır. Kaba tekstürlü topraklar ise,
bu sayılan özelliklerin aksine sahiptir(Çepel, N., 1996). Sarıçamın yetişme
ortamına bakıldığında genellikle kırıntılı, gevşek, geçirgen topraklarda
daha iyi yetişmekte olduğu bilinmektedir(Çepel N., Dündar, M. 1997).
Çalışma kapsamında ökseotu bulaşıklık derecesi ile toprakların
elektriksel iletkenlikleri (EC) arasında negatif bir ilişki (p<0,05, r=-0,339)
bulunmuştur. Bunun anlamı topraklardaki elektriksel iletkenlik arttıkça
ökseotu ortalama bulaşma derecesininazalmasıdır. Ancak, burada
korelasyonu tersinden anlamaya çalışırsak, bulaşma derecesi arttıkça
topraktaki elektriksel iletkenliğin azaldığını söyleyebiliriz. Bunun sebebi
bulaşma derecesi arttıkça ökseotunun etkisiyle topraktan alınan
katyonların artacağından hareketle, elektriksel iletkenliğin düşebileceği
düşüncesi daha doğru olacaktır. Nitekim, korelasyon tablosuna
bakıldığında anlamlı bir ilişki çıkmamasına rağmen bulaşma derecesinin
388
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
artmasına bağlı olarak OM, P2O5, Ca ve Mg gibi toprak özelliklerinin
negatif yönde ilişki göstermesi de bu durumu desteklemektedir.
Sonuç
Bu çalışma, Gümüşhane-Zigana mevkiinde Sarıçam meşçerelerinde
gerçekleştirilmiştir. Işık isteği fazla olan bu yarı parazit bitki, özellikle
arazi çalışmaları sırasında daha çok kapalılığı kırılmış, bozuk
meşçerelerde yoğun olarak bulunduğu gözlemlenmiştir. Çalışmalarımızın
sonucunda da yetişme ortamının bulaşıklık derecesine doğrudan veya
dolaylı bir etkisinin olduğu görülmektedir. Özellikle yükseltisi az olan
meşçerelerde sosyal baskı ile birlikte sarıçamın yetişme ortamı daha çok
bozulmakta ve bunun sonucunda bulaşıklık derecesi arttığı görülmektedir.
Ökseotu, orman yapısına zarar vermesine rağmen tıp ve eczacılık
alanlarında yapılan çalışmalarda insan sağlığına olan yararlı etkileri göz
ardı edilmemelidir. Bu bakımdan ökseotu bulaşıklılığının yoğun olduğu
bölgelerde bu bitkilerin odun dışı ürün olarak kullanıma sunulması
gerekmektedir. Böylece orman yapılarına zarar veren bu bitkinin etkisi
azaltılarak insan hayatına olan olumlu etkisini arttırmak mümkün
olacaktır.
Teşekkür
Bu çalışma TUBİTAK tarafından 112O258 kod nolu proje ile
desteklenmiştir.
Kaynaklar
Alemdağ, Ş., 1967. Türkiye’deki Sarıçam Ormanlarının Kuruluşu, Verim
Gücü ve BuOrmanların İşletilmesinde Takip Edilecek Esaslar,
Ormancılık Araştırma EnstitüsüYayınları, Teknik Bülten Seri
No:20, Ankara.
Bayazıt, V.,2004. Cytotoxic Effects of Some Animal and Vegetable
Extracts andSome Chemicals on Liver and Colon Carcinoma and
Myosarcoma. Saudi Med J.;25:156-163.
Becker, H., 1986. Botany of European Mislettoe(Viscum album L.),
Karger Medical andScientific Publishers, 43,1 , 2-7.
389
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Coder K.D., 2008. American Mistletoe (Phoradendron serotinum var.
serotinum) Infectionin Trees, Warnell School of Forestry and
Natural Resources University of Georgia,Tree Health Series,
Georgia .
Çepel, N., 1995. Orman Ekolojisi, İ.Ü. Yayınları, Üniversite Yayın
No:3886, SosyalB.M.Y.O. Yayın No:433, İstanbul
Çepel, N., 1996. Toprak İlmi Ders Kitabı, İ.Ü. Yayınları, Üniversite
Yayın No:3945,Orman Fakültesi Yayın No:438, İstanbul.
Çepel N., Dündar, M. ve Günel, A., 1977. Türkiye’nin Önemli Yetişme
Bölgelerinde SafSarıçam Ormanlarının Gelişimi ile Bazı Edafik
ve Fizyografik Etmenler Arasındakiİlişkiler, TÜBİTAK, Proje
No:TOAG 154, Ankara.
Dobbertin M., Hilker N., Rebetez M., Niklaus E.Z., Wohlgemuth T.,
Rigling A., 2005. The upward shift in altitude of pine mistletoe
(Viscum album ssp. austriacum ) in Switzerland—the result of
climate warming?. International Journal of Biometeorology, 50
(1): 40-47.
Davis, P. H., 1988. Flora of Turkey and the East Aegean Island, Ediburgh
UniversityPress., Edinburgh.
Ertan Eruz.,E., 1979. Toprak Tuzluluğu ve Bitkiler Üzerindeki Etkileri,
İstanbulÜniversitesi, Orman Fakültesi Dergisi.
Hawksworth, F.G., 1977. The 6-class dwarf mistletoe rating system,
USDA Forest ServiceGeneral Technical Report RM-48, Rocky
Mountain Forest and Range Experiment Station, Fort Collins,
Colorado.
Irmak,A., 1970. Orman Ekolojisi, İ.Ü. Orman Fak. Yayın No:149,
İstanbul.
Kaya, N., Öztürk, M., 2003. Elazığ il Sınırları İçerisindeki Sulama
Sularının İncelenmesi, Fırat Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi,
İnşaat
Mühendisliği
Bölümü,
DoğuAnadolu
Bölgesi
Araştırmaları: 3, Elazığ.
Mandacı, S., 1988 . Balıkesir İli Tarım ve Orman Alanlarında Ökseotları,
Zararları, Korumave Savaş Yöntemleri, Yüksek Lisans Tezi,
Uludağ Üniversitesi, Fen BilimleriEnstitüsü, Bursa.
OAE, 1994. El Kitabı Dizisi:7, Muhtelif Yayınlar Serisi: 67, Ankara.
O’hare, JP., Hoyt, LH., 1928., Mistletoe in the Treatment of
Hypertension. NewEng J Med;199:1207–13.
Snow D. W., 1998. Perrins C. M., The Birds of the Western Palearctic
(Concise Edition),Oxford University Press.
390
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Swanson-Flatt, SK., Day, C., Baıley, CJ., Flatt, PR. 1989,. Evaluation
ofTraditional Plant Treatments for Diabetes: Studies in
streptozotocin-diabetic Mice. ActaDiabetologica Latina;26:51–5.
SPSS Paket Programı, Versiyon 11,5
Wanner, J.L., 1986. Effects of infection by dwarf mistletoe
(Arceuthobium americanum)on the population dynamics of
lodgepole pine (Pinus contorta), Portland StateUniversity,
Environmental Sciences and Resources Ph. D. Program.
Wanner, J.L., 1986. Effects of infection by dwarf mistletoe
(Arceuthobium americanum)on the population dynamics of
lodgepole pine (Pinus contorta), Portland StateUniversity,
Environmental Sciences and Resources Ph. D. Program.
Zarkavıc, N., Zarkavıc, K., Graınca, S., ET AL., 1997. The Viscum
albumPreparation Isorel Inhibits the Growth of Melanoma
B16F10 by Influencing the RumorhostRelationship. Anticancer
Drugs.;8:S17-S22.
391
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Organik Üretimde Doğru Ambalaj Tasarımı:
İncir Reçeli Örneği
Seçil Şatır¹ Orhan Irmak² Hesna Şatır³
¹Hitit Üniversitesi-Mühendislik Fakültesi
[email protected]
² Endüstri Ürünleri Tasarımcısı: [email protected]
³Reçel uzmanı: [email protected]
Özet: Organik üretim kavramı, incir ağacına özgü tanımlanacaktır.
Bildirimiz öncelikle ambalaj konusunu temel alacaktır. Ambalaj kavramı,
içeriğine göre şekillendiği, sağlıklı beslenme kavramının önemli bir yan
konusu olduğu ve hatta endüstriyel olarak hazırlanıp tüketiciye sunulan
gıdaların ilk karşılaşıldığı nesne olduğu nedenle, asla ihmal edilmemesi
gerekli olan bir kavramdır. Ihmal edilmemesinin ötesinde, içeriğini doğru
yansıtan, yan etkilerden koruyucu niteliği olan, içerik ile etkileşiminde
malzemesi zararlı maddelere dönüşmeyen ve yine içerik üretim tarihi, son
kullanma tarihi vb. bilgilerin hem tüketici tarafından iyi ve doğru
algılanmasını sağlayan ve hem de topyekün etik davranışları sergileyen
özellikleri taşıması son derece önemlidir. Bu bağlamda, ambalaj
kavramına deneyim kazandıracak olan incir reçeli, bitkisi, üretimi, gıda
niteliği, reçel yapımı ve incir reçeli ambalajının tasarlama sürecini
kapsayacak bir metni oluşturacaktır. İncir reçelinin kavanoz şeklindeki
ambalajı, profesyonel bir grafik tasarımcısı olan Dr. Orhan Irmak ve ekibi
tarafından geliştirildi; ambalajın gelişim süreci, pazardaki diğer benzer
ürünlerden fark yaratması ve gıdanın kendisi ile doğru ve olumlu
özdeşleşmesi vb. bilgiler, başlı, başına bir deneyim olarak gerçekleşmiştir.
Anahtar kelimeler: Organik üretim, Ambalaj Tasarımı, incir reçeli
392
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Proper Packaging Design in Organic Production: The
Fig Jam Example
Abstract: Organic production concept will be defined specifically
for the fig tree. Our paper will chiefly consider packaging. Packaging is a
notion which should never be neglected as a package is shaped by its
ingredients, as it is an important subtopic of a healthy diet and as it is the
first object encountered by consumers, which is industrially produced to
contain food. Besides being indispensable, it is very important that
packaging should ensure that it reflects its ingredients, preserves the
product from outer effects, does not turn into hazardous substances by
reacting with the contents, and again it should have total ethical attitude
besides ensuring that the information regarding the ingredients, date of
expiration, etc. is shown and perceived in an accurate manner. In this
context, fig jam, which will provide an experiment for the concept of
packaging, will form a text that will cover fig as a plant, its production,
nutritional value, jam making, and design process for fig jam packaging.
The jar packaging for fig jam was developed by Dr. Orhan Irmak, a
professional graphic designer and his team; the development process of
the packaging, its creation of difference from other similar products and
identifying correctly and positively with the food constitute an experience.
Key words: Organic production, Packaging Design, fig jam
1. Giriş
Organik üretim kavramını temel almış olan bu bildiride incir
bitkisine gereği gibi bir alan ayrılmış olması, konunun bir doğal beslenme
zirvesinde sunulacak olmasından ve ayrıca, doğal beslenmenin
içeriklerinin tamamlayıcı unsuru olan ambalaj tasarımının doğru kararlarla
geliştirilmesi gereğidir. Bu nedenle bildiri, organik kavramını
tanımlamanın yanısıra, bu kavrama bağlı olarak doğal beslenme
kavramını ve gereklerini ele alacaktır.
Konu aynı zamanda reçel olunca, ve şekerle beslenmenin sağlık
adına çok ta doğru olmadığını her fırsatta açıklayan beslenme uzmanlarına
inat dermiş gibi incir reçelinin konu edinilmiş olması doğal beslenme
zirvesinin içeriğine ters düşecekmiş gibi bir izlenimi ortaya koymaktadır.
Fakat, aynı zamanda düşünce geliştirmek zorunluluğu olan konu, incir
bitkisinin Türkiye’ye özgü bir bitki olmasında, dünya incir ihracatına en
393
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
ileri düzeyde Türkiye’nin sahip olmuş olması, daha da önemlisi, incir
meyvesinin hiç akla gelmeyecek kadar faydalı besin değerlerine sahip
olmuş olmasıdır. Bu nedenle, çok ilginç bir şekilde dişi ve erkek incir
ağaçlarının varlığı ile, alışılmışın dışında bir döllenmeye sahip olan incir
bitkisinin, ayrıca kutsal bir özelliği de vardır: “Kuran'da Hz. Muhammed
'in "eğer seçme hakkı olsa cennete götüreceği ağacın incir ağacı olacağı“nı
belirtmesi”, incir meyvesinin değerini arttırmaktadır (İncir Araş.
İstasyonu: 1938-2012). Bu bilgiler doğrultusunda, incir reçelinden
vazgeçmek yerine, daha az miktarda şeker kullanarak ve yerken azar azar
yemeyi tercih ederek, incir meyvesinden olabildiğince çok yönlü
yararlanmak gereklidir.
Bu bildirinin yöntemi temelde deneysel bir çalışmayı ve bu
çalışmanın destekleyicisi olan literatür taramasını içermektedir. Teorik
bağlamda, organik tarım, buna bağlı olarak incir bitkisinin organik olma
özelliğini, bakımı, korunması, sulanması, besin değeri ve Türkiye için
katma değeri olacak ve başka bir tüketim değeri olmayan erkek incirin en
iyi şekilde değerlendirilmesi ile reçeli, ambalajı vb. bilgiler araştırılmıştır.
İncir reçeli her yönü ile deneysel çalışılmıştır.
2. Organik Kavramı
Organik kavramı temelinde ele alınmış olan bu bildiri, organik
kavramını ulusal ve uluslararası boyutta literatür taraması ile tanıtmakta
ve özellikle asıl materyal olan incir bitkisi, besin değeri ve bu bağlamda
işe yaramaz gibi görünen erkek incir meyvelerinin değerlendirilmesi ve
ülke adına katma değer kazandırılması içerikli olarak deneysel
çalışmalarla zenginleştirmektedir.
Organik kavramı farklı dillerde farklı isim alır: Örneğin,
İngiltere’de organik(organic), Almanya’da Organik (organisch) organlarla
ilgili anlamına gelirken, daha doğru bir ifade ile ekolojik (ökologisch)
kavramı öne çıkıyor; Fransa’da ise,(organique) kavramından çok,
biyolojik (biologique) kavramı tam anlamı veriyor. ABD Tarım Dairesi
(United States Departement of Agriculture, USDA) tarafından geniş
kapsamlı tanıma göre:
«Organik tarım, sentetik içerikli gübre,tarım ilaçları, büyüme
düzenleyiciler ve hayvanyem katkıları kullanımını yasaklayan veya büyük
ölçüde kaçınan bir üretim sistemidir.» «Mümkün olduğu ölçüde organik
tarım sistemleri toprağı işlemek ve verimliliğini korumak, bitki besin
maddeleri sağlamak, zararlı böcek, yabancı ot ve hastalıkları kontrol
394
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
etmek için ürün münavebesi, yeşil gübreleme, organik çiftlik artıkları ve
biyolojik zararlı kontrolü işlemlerine dayanır»(USDA,1980),(Demiryürek,
2011:28).
Neden Organik? Sorusu çok eski dönemlere uzanmaktadır. Rudolf
Steiner'in 1924 Tarihinde yazdığı ‘Organizm Olarak Çiftlik’ çalışmalarını
inceleyen ve bundan esinlenerek ‘Organik Tarım Çiftliği’ kuran, Oxford
Üniversitesi, Tarım Bilimi mezunu Lord Northbourne’ın uygulamaları
dikkate değer. Lord Northbourne aynı zamanda, Rudolf Steiner'in yine
1924 yılında açtığı kursa katılmış olan Ehrenfried Pfeiffer’in BiyoDinamik Tarım ve Bahçecilik (1938) kitabından da esinlenmişti. Bu
bilgiler, John Paull (2014: 31-53) tarafından araştırılmış ve anahtar
niteliğindeki bilgiler aşağıda kısaltarak, öz olarak aktarılmaktadır:
Northbourne’e göre "çiftlik yaşayan bir bütündür; özellikle biyolojik
bütünlüğü olmak zorundadır; kendi içinde dengeli, organik yaşamı olan
canlı bir varlıktır.” “Bir çiftliğin ithal doğurganlıkları (üretimleri) varsa,
ne organik bir bütün olur ve ne de kendi kendine yeter!.. Bir çiftlik
işletmesi, anlamsal olmaktan daha fazla olarak organik yaşamalıdır.
Bütüncül bakış, ancak, toprak, üzerinde büyüyen bitkiler ve mikro
organizmalarla birlikte organik bir bütün oluşturmak üzere korunur.
R.Steiner, Koberwitz Şehri’nde sekiz seri konferans vermiş ve
“...gerçekten çiftlik canlı bir organizmadır; kendi süreçlerinin bütünü
içinde ekili alan canlı bir varlıktır.” Bu sözler organik kavramını çok iyi
açıklamaktadır.
Lord Northbourne’en “Organizma olarak Çiftlik” (Paull,2006:1418) çalışmaları ve uygulamaları aynı zamanda bu kadar erken tarihlerde
organik gıda bilgilerini de ele alıyordu. Gıda kalitesi analizi ile ortaya
koyduğu gibi, gıdanın kimyasal bileşiminin, görünüşünden ve tadından
daha önemli bir mesele olduğunu açıklıyordu: Daha kaliteli bir gıda, gıda
kimliği ve tazeliği demekti. Gıdanın kozmetiği üzerine odaklanmaya karşı
durdu ve “gerçek kalite ucuzluğa yol veriyor” diye (kozmetikle
ucuzlatmak anlamında) endişelerini dile getirdi.
Güncelde aktüel olan sürdürülebilirlik kavramı, organik tarımda da
yer bulmuştur; buna göre çiftlik dışındaki tarımsal girdilere olan
bağımlılıkların mümkün olduğunca azaltılması ve çiftlik kapsamındaki
her türlü doğal kaynakların verimliliğinin arttırılması ve kullanılması
güncel araştırıcılar tarafından da önerilmektedir.
395
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
2.1 Organik İncir Ağacı Yetiştiriciliği ve İncir Bitkisi
İncir bitkisi, çiçekli bitkilere ait bir sınıflandırma olan “Urticales”
takımında yer alır. Bu takım üyelerinin temel özelliği, çiçeklerinin küçük
yapıda ve çok yoğun dizilmiş olması, süt boruları ve liflerinin
bulunmasıdır. Lifli ve süt borulu özellikleri ile “Urticales” takımının bazı
bitkileri sanayi alanında ve özellikle tekstilde kullanılmaktadir.
“Urticales” takımı içinde “Moracae” (dutgiller) familyasının “Ficus”
cinsinden olan incir bitkisi “Ficus carica” türüdür. “Moracae”
familyasının “Ficus carica” türü, çok sayıdaki familyalar ve türler içinde
Türkiye’de varlıkları, Gözüaçık, Fent, Özgen (2011:238) tarafından
araştırılmış bitki grubu olarak ta dikkati çekmektedir. İncir ağacı aslında
başka meyve ağaçlarına göre bakımı zahmetsiz olan bir ağaçtır. Ancak
yerini bulamaz ve cok sulanırsa hastalıklı olur: En önemli hastalığı
«Beyaz Kök Çürüklüğü» dür. Bu hastalık için önlemler:
1. Toprağın aşırı su tutması önlenmelidir,
2. Sel sularından korunmalıdır.
3. Sulama suyu ya da gübre ağaç taç izdüşümlerine verilmelidir.
4. Ağaçların kök boğazları açılmalı yaz boyunca
havalandırılmalıdır.
5. Kökleri tamamen çürüyen ağaçlar, toprakta hiç kök parçası
kalmayacak şekilde sökülmeli ve temizlenmelidir.
6. Hastalıklara karşı, tohum ya da klon anaçları kullanılmalıdır.
İncirin, kendine özgü bir döllenme niteliğinin olması, çok özel
kurutma şartlarının gerekliliği, buna bağlı olarak yıllık sıcaklık, yağış,
nem ortalamalarının üst ve alt sınırlarının varlığı, incir bitkisini çok
özelleştirmektedir. En yoğun üretimi Büyük ve Küçük Menderes
Havzası’nda yer almaktadır. Ege Bölgesi’nin Büyük ve Küçük Menderes
Havzası, kışları ılık ve yazları sıcak ve kuru olduğu için incir bitkisinin en
çok verim alınan bölgesi olmuştur. İncir bitkisinin verimle yetiştiği
yerlerde, yıllık ortalama sıcaklık 18-20 Cº dir. Kök derinliği 120 cm ye
kadar olan kumlu-killi, kireçce zengin, yeterli organik maddeye sahip
topraklar incir ağacı için en verimli ortamlardır; yıllık yağış
optimizasyonu 625 mm olan bu ortamlar da incir ağacı 8-10 metreye
kadar büyür. İncir ağacının doğal ortamda ve hastalıklara karşı korunarak
yetiştirildiği durumlar organik olma özelliğini taşır. Daha da önemlisi,
incir meyvesi, “organik tarımı, bitkisel veya hayvansal üretimi doğanın
396
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
dengesini bozmadan yapmak” olarak tanımlayan Akgün (2015:11)’ün
araştırmasında, kuru incir, fındık, kuru üzüm, kuru kayısı “ ağırlıklı
organik ihracat ürünlerimiz” olarak tanıtılmaktadır.
2.2. Anavatanı, Bitki özellikleri, Ekolojisi ve çeşitleri
Kimliği tarih öncesi devirlere kadar uzanan incir bitkisi, meyvesi,
yaprağı, ağacı, filizlenmesi, çiçeklenme ve döllenmesi vb. özellikleri ile
oldukça farklı nitelikler taşır. Ege Bölgesi’ndeki antik yerleşim alanı
"Caria"dan "Ficus carica" botanic adını alan incir Anadolu ve Ege'de
binlerce yıllık bir geçmişe sahiptir. Incirin anavatanı Anadolu’dur
(www.yeniasir.com.tr). Beslenme ve sağlık açısından incir, doğallığın,
enerjinin, yaşam sisteminin dengesi olarak kabul görmekte ve tavsiye
edilmektedir. Anadolu’da ve özellikle de Ege’de uygarlıklar boyunca
bolluğun ve berekeketin sembolu olmuştur. Dişi ve erkek çiçekleri olan
incir meyveleri (syconiumlar) ayrı ağaçlar üzerinde bulunur. 3 tip çiçeğe
sahiptir (İncir Araş. İstasyonu: 1938-2012, Malatya Belediyesi-Baharkent
İlçesi: www.buharkent.gov.tr):



Erkek meyvelerde bulunan “erkek çiçekler” döllenme için poleni
meydana getirirler.
Erkek meyvelerde bulunan “dişi gal çiçekler” ilek arısının yaşam
döngüsünü tamamlamasına ve yumurta bırakmasına uygun olarak
kısa biçimli, büyük ve yuvarlak yumurtalığa sahiptir.
Dişi meyvelerde bulunan “dişi çiçekler” meyvesini yediğimiz
inciri meydana getirirler. Daha uzun bir biçime sahiptirler. İlek
arıcığının taşıdığı polenler sayesinde döllenme burada meydana
geldiği için incir meyvesi bu tip içinde oluşur.
Incir ağaçları yılda üç kez meyve verebilir. Erkek incir ağacının kış
ürünü olarak “Boğa ürünü”, ilkbahar döneminde “İlek ürünü”, yaz
döneminde “Ebe ürünü” olmak üzere birbirlerinden farklı üç mevsim
ürünü gelişir. Dişi incir ağacının meydana getirdiği üç farklı ürün ise,
üreticiler tarafından, ilkbahar ürünü olarak”Yel lobu”, yaz ürünü olarak
ana ürün olan “İyi lob”, sonbahar ürünü olarak “son lob” adını alan incir
meyvesinden söz edilmektedir. İncir meyvesini meydana getirecek dişi
çiçeklere polenlerin ulaşabilmesine kadar geçen sürede senkronize bir
döngü bulunmaktadır:
397
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Erkek incir ağaçlarında bir serinin ürünleri ceviz büyüklüğüne
ulaştığında, (erkek çiçekler olgunlaştığında), diğer serinin ürünleri fındık
büyüklüğüne gelir, yani gal çiçekleri olgunluğa gelir. Bir sonraki ürüne
geçen dişi arı değişikliğe uğramış dişi gal çiçekleri üzerine yumurta
bırakırlar. Yumurtalardan çıkan larvalar, bu çiçeklerin ovaryumlarında
(Ege Bölgesinde halk arasında bu ovaryumlara darı denir) gelişir. Erkek
arılar, dişi arılardan önce yumurtadan çıkar ve dişi arılar gal çiçeklerini
terk etmeden önce onları döller. Çiftleşmeden sonra, ergin dişi arılar takip
eden erkek incir meyvesine geçer ve böylece bu döngü devam eder (İncir
Araş. İstasyonu: 1938-2012,).
Resim 1: İncir meyvesinin botanic özellikleri:
Erkek çiçek, dişi gal çiçek ve dişi çiçek gibi üç tip çiçeğe sahip
olan incir meyvesinin çiçekleri bir kılıfla sarılıdır. İlek arısı adı verilen,
incir çiçeğinin döllenmesine hizmet eden çok özel bir tür böcek sayesinde
çiçekler döllenir ve meyve oluşmaya başlar. İncir bitkisinin çiçeklerindeki
bu özel döllenme olayına "Kaprifikasyon" denir. (Resim kaynağı: Malatya
Belediyesi resmi İnternet Sitesi + www.buharkent.gov.tr)
398
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
İncir meyvesi, taze yenecek türleri, kurutmalık türleri olarak çok sayıda
çeşitlere sahiptir. En iyi kurutmalık incir meyvesi aşağıdaki resimlerde
görüldüğü üzere “Sarılop ve “Sarı zeybek”tir.
Resim 2: Incir Araştırma İstasyonu(1938-2012)’nun gerçekleştirdiği
araştırma ve uygulamalar sonucu elde ettiği incir türleri resimlerde
görüldüğü gibi sırası ile soldan sağa: kurutmalık incir cinsleri olan “Sarı
lop” ve “Sarı zeybek”.
2.2.1. İncirin Besin Değeri, Reçeli ve Diğer Özellikleri
İncirin dişi ağaçlarının meyvesi büyüktür, olgunlaşır ve fazla
sayıdadır. Erkek ağaçların meyvesi küçük ve az sayıdadır. Erkek incir
meyvesi dişilerinin ki gibi yenilebilir lezzette değildir, ancak tozlaşma
için gereklidir. Genelde tozlaşma için pek çok dişi ağacın yakınına sadece
bir tane erkek ağaç dikilir. Erkek incir ağacının meyveleri bu bildirinin
kapsamında okunacağı gibi reçel yapımında değerlendirilir.
İncirin Besin değeri: Meyvelerin bileşimini %30-40 şeker ve A,B,C
vitaminleri oluşturmaktadır. Meyvelerinden hazırlanan infusyon özellikle
çocuklarda kullanılabilen bir müshildir. Yapraklarındaki süt, "incir sütü"
olarak bilinir ve halk arasında siğillere karşı kullanılır. Türün taze
yaprakları ise, lapa halinde yaralara karşı tedavide halk ilacı olarak
kullanılmaktadır.. İncirin protein, vitamin ve mineral değeri küçük kuru
bir tanesinden umulmuyacak kadar önemlidir. 100 gr kuru incir günlük
ihtiyaç olan:





“Ca gereksiniminin % 17’sini
Fe ve Mg gereksiniminin % 30’unu
P gereksiniminin % 20’sini
B1 vitamini gereksiniminin % 5’ini
B2 vitamini gereksiniminin % 4’ünü karşılar. “(Tariş Genel
Müdürlüğü, 1990).
399
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Sağlıklı beslenmedeki önemi açısından, 100 gr. Kuru İncirin Besin Değeri
İçerikleri: Enerji (kcal) 217, protein (gr) 4, şeker (gr) 55.3, yağ (gr) 1.2,
diyet Lifi (gr) 6.7, kalsiyum (mg) 138, fosfor (mg) 163, demir (mg) 4.2,
magnezyum (mg) 91.5, vitamin B1 (mg) 0.073, vitamin B2 (mg) 0.072
(Tariş kaynaklarının katkılarıyla, Germencik belediyesi: www.germencik.
bel.tr).
İncir reçeli – “Ege Güzeli”: İncirin asıl bilinen ve makbul olan
reçeli, olgunlaşmamış-ham olan, küçük, yeşil, ilek inciri de denen erkek
incirden yapılan reçeldir. Bu bilgiyi” Tarım ve Ziraat Bilgi Bankası” da
(http://www.tarimziraat.com/)
desteklemektedir.
İncirler
ceviz
büyüklüğünde olmalı, içindeki çekirdekler teşekkül etmemiş olmalıdır.
Reçellik incirler genellikle yeşil kabukları incecik soyulmuş olarak satılır.
Bu tarifteki incirlerin ise kabuklarının soyulmamış olması özellikle tarifin
özgünlüğüdür. “Ege Güzeli” adının, tarifi veren Hesna Şatır’a ait olduğu
kadar incir kabuklarının soyulmamış olma özelliğinin de kendisine ait
olması, bir gıda tasarımı niteliği taşır.
Malzemeler:
200 adet yeşil kabukları soyulmamış, ceviz büyüklüğünde erkek
incir,
Şurubu için:
1,5 Kg toz şeker (2 Kg şekerden vazgeçildi ve fazla ağdalı olması
istenmedi.)
1 fincan su, 1 silme tatlı kaşığı limon tuzunu eritmek için,
Toz şekere uygun bir ölçek belirlenir ve bu ölçeğin ½ kadarı
şurubun suyu olacaktır.
Yapılışı:
İncirler yıkanır. Yirmi dakika haşlanır, süzülür. Haşlanmış incirler
beş-altı kez soğuk su ile yıkanır; yirmi dakika soğuk suda bırakılır.
Şurubu kaynatılır. Şurup koyulaşmaya başlayınca, incirler sıkılarak soğuk
sudan çıkarılır ve şuruba atılır. Şurup iyice koyulaşıncaya kadar kaynatılır.
İnmesine yakın limon tuzu ile kestirilir. Bir taşım daha kaynatılır ve
ateşten indirilir. Soğuduktan sonra yemeye hazırdır. Tarifi çok yalın olan
incir reçeli, kendisi gibi özgün bir cam ambalaja ihtiyaç duyacaktır.
400
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
2.2.2. “Ege Güzeli” Ambalajı
Arka Plan: Ege Güzeli markası için ambalaj tasarımı çalışması,
Orhan Irmak Tasarım’da ele alındı. Orhan Irmak Tasarım, kurulduğu
2004 yılından bu yana ambalaj tasarımı alanında hizmet veren ve
Turquality marka destek sistemi tarafından akredite edilmiş bir tasarım
ofisidir. İstanbul’da merkez ofisi ve Frankfurt’da iletişim ofisi bulunan
Orhan Irmak Tasarım, 12 kişilik bir ekip ile Türkiye’deki bir çok sektör
lideri firma ile beraber Mısır, Libya, İspanya, Rusya, Almanya gibi çeşitli
ülkelerdeki firmalara da ambalaj tasarımı alanında hizmet vermektedir.
Ege Güzeli projesi, firmanın kurucu ortağı olan Orhan Irmak yaratıcı
yönetmenliğinde, firmada sanat yönetmeni olarak görev yapan Akın
Tangün, Bürkan Çiftçigüzeli ve Levent Yılmaz’ın katılımı ile gerçekleşti.
Firma, ambalaj tasarımı ve özellikle gıda ambalajı tasarımı konusundaki
birikimi ile, yaratıcı bir fikir ortaya koymaya çalışmıştır.
Projede öncelik: “Ege güzeli” ismini ve son derece yalın
hazırlanmış reçetenin doğallığını ambalaja nasıl yansıtabiliriz sorusu
olmuştur. Projenin ilk aşaması olarak reçel ambalajları incelenmiştir. İç
piyasada yurt dışında market raflarında yer alan reçel ambalajları
detaylıca analiz edilmiştir. Bu noktada iç piyasada geçme (sleeve) etiket
kullanılmamış olduğu ve bunun farklılaşma için kullanılabileceği tespit
edilmiştir. Sleeve etiket kavanozun bütün yüzeylerini kapladığı için
markaya oldukça geniş bir iletişim alanı sağladığı nedenle ambalaj
tasarımı alanında kullanımı oldukça yaygınlaşmaktadır. Yurt dışı
raflarında sleeve etiket kullanılarak hazırlanmış başarılı örnekler de
görülmüştür. Bu ön araştırma neticesinde “Ege Güzeli” markası için
sleeve etiketlemeye, ama aynı zamanda “Ege Güzeli”ne uygun formda bir
kavanoz tasarımı yapılması kararlaştırılmıştır.
Projenin ikinci aşaması: Paralel olarak “Ege Güzeli” markası için
logo tasarımı ve şişe tasarımı süreçlerine geçilmiştir. Logo tasarımında
“Ege Güzeli” isminin çağrıştırdığı dişi kimlik ve ürünün doğallığı, el
yazısı şeklinde ortaya konulmuştur. Ayrıca alt alanda hafifçe yuvarlak
çizgilerin bulunması dişi kimliği, buna karşılık yukarıda daralarak dik
duran gövde özelliği ise erkek kimliği temsil etmektedir. Zıt kutuplu iki
kimliği ayni ambalaj üzerinde uyum içinde bulunması tasarımın abartısız
bir başarısı sayılır.
401
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Resim 3: Pazarda var olan reçel incelenmiş, raflarda yer alan ve tipik olan
bazıları ya da bir grubu detaylıca analiz edilmiştir. Reçel ambalajlarında
geçme (sleeve) etiket özelliğinin bulunmadığı fark edilmiştir.
Resim 4: “Ege Güzeli” isminin ve markasının çağrıştırdığı dişi kimlik ve
ürünün doğallığı el yazısı ile verilmiştir.
Resim 5: Kavanoz tasarımında öncelikle dişi ve erkek kimlikli reçel
özellikleri dikkate alınmıştır.
Projenin üçüncü aşaması: Kavanoz tasarımı üzerindeki sleeve
etiket alanının logo tasarımı ile birlikte kullanılması ve etiket tasarımının
oluşturulması bu aşamadadır. Kavanozun alt bölümündeki geniş alan,
logo için kullanılmış ve böylece rafta geniş bir logo görünürlüğü
sağlanmıştır. Etiket tasarımında kullanılan görsel öğelerin ürün doğal
algısını destekleyecek ve yalın tarifini yansıtacak şekilde abartıdan uzak
olmasına dikkat edilmiştir. Tarifte yer alan ve makbul olarak ifade edilen
olgunlaşmamış-ham, küçük, yeşil, erkek incir görseli ambalajdaki ana
görsel unsur olmuştur. Ambalaj üzerinde tüketicilerin satın alma nedeni
olarak göreceği düşünülen “ev yapımı lezzeti” bir ikon olarak
kullanılmıştır.
402
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Resim 6, 7, 8: “Ege Güzeli” isminin, erkek incir resminin ve incir ağacı
yaprağının geçme (sleeve etiketi ile kavanoza uygulanması.
Resim 9, 10: İncir reçeli tarifindeki “ev yapımı lezzeti” ve reçeli yapan
dişi kimlik özellikleri reçel ambalajına yalın bir oya deseni ile verilmek
istenmiştir.
Son aşama: Ürün markasında yer verilen ve incirin ana vatanı olan
Ege yöresinin ambalajda yansıtılması gerektiği düşünülmüştür. Bu amaçla
nelerin ambalaj üzerinde kullanılacağı araştırılmıştır. Hem dişi kimliği
öne çıkarması hem de ambalaj üzerinde yer alan diğer öğelerle
yarışmadan bir tasarım unsuru olarak yer alabileceği öngörülen oya işleri
ambalajda kullanılmıştır. Tasarımın görünür kısımlarının ötesinde
içeriğinin ve organic özelliğinin ambalajda okunabilirliği tüketiciler için
olmassa olmaz niteliktir.
403
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Resim 11: “Ege Güzeli” ambalaj tasarımının son durumu.
Gerçekleştirilmiş olan “Ege Güzeli” ambalaj tasarımı pazarda,
raflarda yerini alırken, var olan reçellerden ve reçel ambalajlarından
dikkate değer bir fark meydana getirecektir. Çünkü, organic olma özelliği
taşıyacak olan incir bitkisinin ambalaj üzerindeki bilgileri de içeriğini
yansıtacaktır.
3. Bulgular ve Tartışma
Doğal Beslenme Zirvesinde sunulmuş olan bu bildiri bulguları
tartışmaya açıktır. Organik tarım, organik çiftlik, buna bağlı olarak
beslenmenin doğallığı ve sağlık açısından reçeli yapılan bir meyvenin
şekerinin az kullanılması dikkate alınan özelliklerdir. Fakat Türkiye’nin
batısında ve özellikle kendisi için çok uygun bir ortamda yetiştirilerek
bütün dünyaya satılan, dolayısı ile vazgeçilmesi imkânsız olan bir
meyveden çok yönlü yararlanılması gerçeği de yadsınamaz. Yararlanma
düzeyi açısından yalnız döllenme aşamasında işe yarar gibi görünen,
olgunlaşmadığı için yenmeyen, erkek incir meyvesinin ziyan edilmemesi,
az şekerli reçelinin yapılarak beslenme değeri yüksek olan bir besin haline
getirilmesi, doğal beslenme bilgilerini desteklemektedir.
Bu nedenle geleneklerin sürdürülmesi doğrultusunda sağlıklı
beslenmek adına şeker dozu aza indirilmiş bir reçelden vazgeçmek pek
doğru olmaz. Bu bakış açısı ile organik tarımı, doğal beslenmesi ve
ambalajı ile bütünsel bir tasarım kavramı bu bildiriye yön vermiştir.
404
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
4. Sonuç
‘Doğal Beslenme Zirvesi 2015’ kapsamında ele alınmış olan bildiri,
en başta organik tarım çerçevesi içinde değerlendirilmiştir. Takribi olarak
diğer bütün bildiriler içinde oldukça farklı bir alanı teşkil edeceği
düşünülmektedir. Çünkü, incir bitkisi, birçok yönü ile alışılmışın dışında
bir bitkidir: Organik tarımı, kendi doğallığını kendi yetiştirilme tarzı ile
belirlemiş gibidir. Nispeten özel toprak alanı ve toprak içeriği ister. Aşırı
sulanmak istemeyerek üreticilerin işini kolaylaştırır. Kuru incir meyveleri
ise, en ileri düzeyde organik ihraç ürünleri arasında yer alır.
Tarih öncesi devirlerden beri varlığı ile hem kutsaldır, hem çok
gelenekseldir, ve hem de şekerli olmasına rağmen vazgeçilemeyecek
kadar yüksek besin değerlerine sahiptir. Daha da ilginci, hayvan ve insan
eş değeri gibi, erkek ve dişi ağaçlara sahip olarak özel bir döllenme
sistemi vardır. Buna bağlı olarak erkek incir ağacının meyveleri şimdiye
kadar hiç alışılmadık türde yalnız döllenme için işe yararken bu bildiri
içeriğinde, şekeri az olarak, özel bir reçeli yapılmak sureti ile değer
kazandırılmaktadır. Gerek organik tarımı, gerek besin değeri ve gerekse
katma değer kazandıracak meyvesi ve reçeli ile incir bitkisi tam bir doğal
beslenme ürünüdür.
Kaynaklar
Akgün, T., (2015), Organik Tarım, TC Güney Ege Kalkınma Ajansı –
Uzman- İzleme ve Değerlendirme Birimi makalesi, ss:11
Demiryürek, K., 2011, Organik Tarım Kavramı ve Organik Tarımın
Dünya ve Türkiye’deki Durumu, Gazi Osmanpaşa ÜniversitesiZiraat Fakültesi Dergisi, 28(1), ss: 27-36
Gözüaçık, C., Fent, M., Özgen, İ., 2011, Güneydoğu Anadolu Bölgesi
Pentatomidae (Hemiptera: Heteroptera) Faunasına katkılar, Orjinal
araştırma (original article), Türkiye Entomoloji Bülteni, cilt: 1, sayı.
4, ss: 235-252
Paull, J., 2006, The Farm as Organism: The Foundational Idea of Organic
Agriculture, Elementals-Journal of Bio-Dynamics Tasmania, No:
83. ss: 14-18
Paull, J., 2014, Lord Northbourne, The Man Who Invented Organic
Farming, A Biography, Journal of Organic Systems, 9 (1), ISSN:
1117-425, ss: 31-53
405
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Germencik Belediyesi Resmi Sitesi,
http://www.germencik.bel.tr/55/Germencik-Inciri.aspx
İncir Araştırma İstasyonu: 1938 – 2012,
<http://www.erbeyliincir.gov.tr/node/60>
Malatya Belediyesi web sahifesi, Buharkent İlçesi web sahifesi kaynağı:
http://www.buharkent.gov.tr/incir.asp (15 of 47) [1/3/2010 4:59:52
PM]
Tarım ve Ziraat Bilgi Bankası,
http://www.tarimziraat.com/gida/recel_yapimi/incir_receli/incir_rec
eli_nasil_yapilir/
Tariş İncir Birliği, Tariş Genel Midürlüğü, 1990,
http://www.tarisincir.com/ ,
Yeni asır Gazetesi, http://www.yeniasir.com.tr/Ekonomi/2011/02/23/
incirin_anavatani
406
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
BÖLÜM II:
GIDA HİJYENİ ve
GÜVENLİĞİ
407
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
408
ISSN 2149-147X
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Gıda Güvenliğinde ve Gıda Pazarında Etik
İlkelerin Önemi
Hasan Vural1
1
Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Bursa
e-posta: [email protected]
Özet: Etik kelimesi çok sık kullanılmakta olup pek çok metinde
yeralmaktadır. İnsanların çoğu muhtemelen etik davranışın neyi
vurguladığı hakkında fikir sahibidirler – bu bir şeyin iyi yapılması
anlamındadır. Ekonomistler, gıda üretim davranışlarındaki üç çeşidi
betimleyerek, tarımsal üretimdeki etik standartların daima kendi ödülünü
getirmeyeceğini belirleyen durumlarında olası olduğunu söylemektedirler.
Tüketicilerin davranışları; araştırma, tecrübe ve güven şeklinde
etiketlenmektedir. Sağlık iddiaları ve besin etiketlemesi konusu toplumun
etik olarak davranan gıda üreticilerinin ilgisini korumaya yönelik adımlar
atılmasına gerek duyabildiği ve onları etik davranışlarının istikrarını
korumasını talep ettiği gerçeğini vurgulamaktadır. Etik matriksin ilk
prensibi ve en önemlisi üretici ve tüketicinin refahını da belirten faydadır.
Gıda tüketiminde sağlık tehlikelerine neden olacak gıda üretim süreçleri,
tüketicilerin refahını azaltma potansiyeline sahiptir. Bunun en uç ve en
tehlikeli boyutu da gıda zehirlenmesinden oluşabilecek ölümlerdir.
Buradaki önemli katılım, neyin yanlış gittiğini anlamaktır. Herkes kabul
etmelidir ki gıda sektöründeki etik davranış güvenli gıda sağlanmasıdır.
Gıda pazarlarındaki finansal spekülasyonun ne ölçüde gıda fiyatı
artışlarına ve fiyat dalgalanmasına katkıda bulunduğu devam eden şiddetli
bir tartışmadır. İster fayda, ister adalet prensibi açısından bakılsın, eğer bir
ürün spekülasyonu gıda fiyatlarına etki ediyorsa, bu etik davranış olarak
açıklanamaz.
Anahtar kelimeler: Gıda güvenliği, etik ilkeler, tarımsal pazarlama, gıda
ekonomisi
409
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Importance of Ethical Principles in the Food Safety
and Food Market
Abstract: The word ethical is now in frequent use and appears in a
wide range contexts. Most people probably believe they have some
understanding of what behaving ethical implies – that is something to do
with doing good. Economists have suggested that, by delineating three
kinds of food product attributes, it is possible to identify circumstances in
which ethical standarts in agricultural production may not always bring
their own reward. Consumer attributes have been labeled; search,
experience and credence. The issue of health claims and food labeling
highlights the fact that society may sometimes need to take steps to
protect the interest of the food producer who behaves ethically, and
regulate to provide for uniformity in their attempts to do so. The first of
the ethical matrix is wellbeing and, crucially, this of course includes the
wellbeing of those who consume the food product, as well as those who
produce it. Food production processes that induce health hazards in food
consumption have the potential to reduce the wellbeing of consumers –
and the extreme version of this is death from food poisoning. Here, the
important contribution is to understand, what went wrong. Everyone
accepts that ethical behavior in the food industry implies supplying safe
food. There is an ongoing and vigorous debate around the extent to which
financial speculation in food commodity markets contributes to food price
rises and price volatility. Whether viewed form the principle of wellbeing
or of fairness, if commodity speculation does contribute to food price
volatility, then this cannot be described as ethical behavior.
Key words: Food safety, ethical principles, agricultural marketing, food
economics
1. Giriş
Tarımın çok fonksiyonlu yapısı içinde en önemli görevi insanlara
yeterli gıda sunmaktır. Yeterli, kaliteli ve güvenli gıdaya erişim
insanoğlunun en temel hak ve özgürlüklerinden olup bu haktan kimse
mahrum edilemez. Tarım sektörü yeterli ve kaliteli gıdanın temin
edilmesinde lokomotif görevi görmektedir. 2050 yılına kadar dokuz
milyarı aşması beklenen dünyanın, tarım ürünlerine olan beklenen talep
artışı yeterli ve kaliteli gıdaya erişim hususunda bir takım sorunlar
410
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
doğurmaktadır (FAO, 2003). Artan nüfusa paralel artan ihtiyaçlara karşın
aynı doğrultuda artmayan doğal kaynaklar ve tarım alanlarından daha
fazla verim elde edilmeye çalışılmaktadır.
Bu durum beraberinde; yoğun kimyasal girdi kullanımı sebebiyle
toprağın ve doğal kaynakların bilinçsizce kullanılarak tahrip edilmesine
yol açmaktadır. Yanlış kullanım ve uygulama metotlarının yanında, ürün
elde edildikten sonraki süreçlerde gıda güvenliğine yönelik kuşkuların
artmasına sebep olmaktadır. Günümüzde; yüksek verim amaçlı kullanılan
genetiğiyle oynamış organizmaların tarımsal sahada, özellikle Amerika
gibi dış ülkelerde sıklıkla kullanıldığı görülmektedir. Bilhassa tohum
alanında kullanım sonucu ortaya çıkan, transgenetik tohumlar kısa vadede
verim artışı sağlasa da uzun vadede hem insan sağlığı hem de doğal
kaynaklar açısından risk taşımaktadır.
Etik terimi Yunanca ethos yani "töre" sözcüğünden türemiştir.
Değerler felsefesinin dalı olan etik, felsefenin üç ana dalından biridir;
varlık, bilgi ve değer. Doğru davranışı, yanlış davranıştan ayırabilmek
amacıyla ahlâk kavramının doğasını anlamaya çalışır. Etik batı
geleneğinde zaman zaman ahlâk felsefesi olarak da anılmıştır. Etik daha
çok ahlak üzerinde konuşur, sorgular, tartışır, düşünür, yargılar. Ancak
ahlak yöresel, etik ise evrensel düzeyde değerlendirilme içermektedir.
Etik ilkeler, evrensel kabul gören kurallardır.
“Etik” kelimesi çok sık kullanılmakta olup pek çok metinde
yeralmaktadır. İnsanların çoğu muhtemelen “etik davranışın” neyi
vurguladığı hakkında fikir sahibidirler – bu “bir şeyin iyi yapılması”
anlamındadır. Etik konusunun derinlemesine araştırılmasında, bu yüzden
onun yüzeysel ve basit görünen anlamının altında “doğru şeyi yapmanın”,
ahlaki felsefeye dayandırılan etik kuralları tanımlanmaktadır. İnsanların
klasik erdem davranışları da; adalet, sağduyu, güven ve cesarettir.
Seebauer’e göre “insanlar içgüdülerine uyarak iyiyi
belirleyebilirler” (Seebauer, 2013). Çinli “Renging” kavramına göre,
Chau’nun yorumu şöyledir; İnsanlar bir duruma bağlı olarak iyilik
yapmayı zorunluluk hissederler. Durumun mantığına ve arkasındaki
nedene bakmaksızın sadece doğru görünen yardımsever bir eylemi
gerçekleştirmek gibidir (Chau, 2013).
Seebaure’e göre, “doğru etik davranış genellikle kendimiz,
kurumlarımız ve bütün dünya için doğru sonuçlara yolaçar”. Fakat
bunu uygulamak için doğru bir etik davranışı ve kurumun belirlediği
411
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
pozitif etki sağlayacak süreçlerin oluşturulması konusunda ortak
konsensusa ulaşılması gerekmektedir. Belkide etik kurallar konusunda
ayrıntılı çalışmanın nedeni Seebauer’in açıkca belirttiği gibi (etik kuralları
anlamada), “doğru olanı daha kolay yapmaya güç sağlar”; ve Mepham’a
göre “Gıda etiği disiplini gıda sanayinin çeşitli dallarında etik
uygulamaları daha çok teşvik etmede yararlı bir rol oynayabilir mi?”
sorusuna cevap olumlu olmalıdır (Mepham, 2008).
Bazı yazarlar etikle ilgili şu bilgileri sunmuşlardır (Clark ve
Ritson, 2013):
Bu beni gerçekten üzmüştür. Çünkü benim tasarladığım aletlerin
bir kısmı ile sığırlara işkence yapmışlardır. Çalışanlara sığırlara elektrik
şoku verilmesini fakat müfettişler varken bunu asla yapmamaları gerektiği
söylenmiştir. (ABD’den örnek)
İnsanlar önemsemedikleri, etkisinin uzun süreli olmayacağı,
ihtiyaçları olmayan şeylere para harcamaya ikna edilmektedirler.
Gıda (tarım) üreticileri daha fazla sömürülmektedir. Ucuz gıda
arzusu gıda üretimine zarar vermektedir. İster muz, ister kahve üreticileri
olsun darbelere maruz kalmaktadırlar. Zenginler her fiyattan ucuz gıda
istemektedirler (üreticiler maliyetine ya da zararına satış yapmalıdırlar,
çiftçilerin refah payı olmamalı?).
“Hayvan refahının standardının yükseldiği yerlerde etin kalitesi
de artacaktır”.
Uzmanlar ayrıca, sadece insanca üretilen etlerin tüketiminin
artışını ve kötü tanıtımının tüketimdeki potansiyel etkisini tartışmaktadır.
Ancak, bunu tüketici nasıl bilecek? Hayvan refahının yüksek standartları
etin kalitesini geliştirebilir. Fakat, yüksek üretim maliyetleri ortaya
çıkabilir. Ekonomistler, gıda üretim davranışlarındaki üç çeşidi
betimleyerek, tarımsal üretimdeki etik standartların daima kendi ödülünü
getirmeyeceğini
belirleyen
durumların
da
olası
olduğunu
söylemektedirler.
Tüketicilerin alıişverişteki davranışları; araştırma, tecrübe ve
güven şeklinde etiketlenmektedir. Tüketici bir meyvenin şeklini,
büyüklüğünü ve rengini alışveriş sırasında bilebilir. Tüketici sadece
tüketimden sonra tecrübe kazanacaktır (Vural, 2014). Lezzeti, yapısı,
412
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
pişirme kalitesi gibi özellikler başlıca tecrübelerdir. Gıda zehirlenmesi
gibi istenmeyen tecrübelerle de karşılaşabilir. Tüketiciler yeşil muzların
olgun olmadığını ve siyahlarının çok olgunlaşmış olduğu gibi tecrübeler
kazanırlar. Tüketiciler bu şekilde basitçe güven duygusu kazanırlar.
Tüketiciler alışverişte gıdaya daha fazla değer vermektedirler. Fakat
bunlar zaten tipik güven yaklaşımlarıdır. Hayvan refahı bunlardan biridir.
Tüketicilerin güven yaklaşımları sorununa çözüm olabilecek klasik çözüm
etiketlemedir. Üretimde etik değerlere önem veren bir gıda şirketi buna
uygun şekilde ürünü etiketleyebilir, sağlık konusunda bilinçli tüketicilerin
araştıracağı şekilde ürün birleşimi hakkında bilgi verebilir.
Bu düzenli çözümün iki sıkıntısı vardır. İlki, olumlu güven
yaklaşımı sayılamayacak “etik olmayanı” (pestisit kalıntıları içerir,
hayvanlar kafeslerde tutulur) etiketleyecek bir unsurun yokluğudur. Daha
da kötüsü, özenli bir şirketin olumlu güven varlığını hileli olarak
etkileyecek teşviklerin olmasıdır; veya en azından daha az vicdanlı
şirketlerin yanıltıcı iddalarda (örneği;%10 yağ içerir yerine ,%90 yağsızdır
gibi) bulunmasıdır.
Batı ülkelerinde son yıllarda rekabette geşişmemiş ülkelerdeki
üreticiyi ve kendi tüketicilerini korumak amacıyla “Adil Ticaret” etiketi
uygulaması başlatılmıştır. Aslında adil ticaret ürünlerinin ayırt edici tüm
özelliği tüketicilerin onlara verdiği değer olan güven yaklaşımıdır. Adil
ticaret hareketinin başarısı ADİLTİCARET (fair trade) markası
tüketicilerin ve onların marka garantisi taşıyan ürünler için gerekli olan
standartların belgelenmesindeki güven takdirine bağlıdır (Norman, 2013).
1. Etik Matrisi
Etik ilkelerinin çeşitli alanlarda uygulanması amacıyla etik matrisi
geliştirilmiştir (Mepham, 2013). Etik matrisinde üç ilke bulunmaktadır.
Bunlar; fayda, özerklik ve adalettir.
413
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Tablo 1. Etik matrisin süt üretimine uygulanması
Fayda
Özerklik
Adalet
Süt çiftliği
Tatmin edici gelir Eylem Yönetsel
ve çalışma
özgürlüğü
koşulları
Ticaret kanunları
ve uygulamaları
Tüketiciler
Gıda güvenliği ve Demokratik,
kabul edilebilirliği. bilinçli seçim
Yaşam kalitesi
örneğin;
güvenilir gıda
Gıda
kullanılabilirliğinin
uygunluğu
Süt inekleri
Hayvan refahı
Davranışsal
özgürlük
Gerçek değer
Biyota
Koruma
Biyoçeşitlilik
Sürdürülebilirlik
Etik matriksin ilk prensibi ve en önemlisi üretici ve tüketicinin
yararını da belirten “fayda”dır. Gıda tüketiminde sağlık tehlikelerine
neden olacak gıda üretim süreçleri, tüketiciye gıdaların faydalarını
azaltma potansiyeline sahiptir. Bunun en uç ve en tehlikeli boyutu da gıda
zehirlenmesinden oluşabilecek ölümlerdir. Herkes kabul etmelidir ki gıda
sektöründeki etik davranış güvenli gıda sağlanmasıdır.
2. Gıda Alanında Etiğin Önemi
Gıda Güvenliği; İngilizcede “Food Safety” olarak yer almakta ve
sağlıklı, kusursuz gıda üretimini sağlamak amacıyla gıdaların; üretim,
işleme, muhafaza ve dağıtımı sırasında gerekli kurallara uyulması ve
önlemlerin alınması olarak tanımlanmakta ve sağlıklı, sağlığa yararlı ve
sağlıklı durumu korunmuş gıda kavramlarını içermektedir. Tüketilen
gıdaların sağlık sorununa yol açmaması için gereken gıda yönetimi gıda
güvenliği olarak tanımlanabilir (Rehber, 2013).
Gelişmiş ülkelerde bazı profesyonel gruplar ve şirketler etiğin
formal kodlarını kullanmaktadırlar. Bu kodlar iş yerinde beklenen etik
standartların hatırlatıcısı olarak gerçek değere sahiptir. Bir kamu belgesi
gibi bu kodlar, ihlal edenlere karşı resmi veya hukuki disiplin cezası
414
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
alması için bir temel olarak hizmet vermektedir. FAO gıda güvenliğini
sağlamak için dört temel koşul ileri sürmüştür. Bunlar;
* Gıdaya erişimde eşitlik
* Gıda maddelerine ulaşım
* Sürdürülebilir üretimin sağlanması, ve
* Gıda kalitesidir.
Gıdaya erişimde eşitlik konusu, herkesin dengeli ve kaliteli
beslenme adına güvenli gıdanın temin edilmesinde eşit haklara sahip
olduğudur. Sürdürülebilir üretim konusunda, bilhassa tarımsal açıdan
doğal kaynakların doğru kullanımı, çevreye ve doğaya saygılı, aynı
zamanda ekonomik olarak sürdürülebilir tarım vasıtasıyla artan nüfusun
ihtiyaçlarının yeterli ve kaliteli bir şekilde karşılanmasını ifade
etmektedir. Gıdaya erişim (ulaşım) konusundaysa; gıdanın satın alımı,
pazarlanması, gerekli takdirde yeterli gıdaya erişim konusunda sorun
yaşayan üçüncü dünya ülkelerine düzenli gıda yardımlarıyla ve alınacak
tedbirlerle besinsel ihtiyaçların karşılanmasını ifade etmektedir. Gıda
kalitesi konusunda ise; sadece nicelik olarak yeterli gıdanın temini değil
aynı zamanda nitelik olarak gereken kalite şartlarının yerine getirilmesi ve
insan sağlığı açısından risk oluşturmamasını tanımlamaktadır.
Gıda etiği, gıda bilimi, teknolojisi ve uygulamalarında, doğru
olarak kabul edilecek değerleri araştırmak, bulmak, sistemleştirmek ve
insanların hizmetine sunmak” olarak da açıklanabilmektedir.
Korthals (2008) üretim ve tüketim arasındaki mesafenin uzunluğu
nedeniyle tüketicinin etik izlenebilirlik için gıda seçiminde baskın olmaya
başladığını; mevcut yönelimlerin üç çeşit etik ilgi yarattığını bildirerek,
bunları; hayvan refahı, güvenilir bilgi ve izlenebilirliğe iştirak etme ve
katılım olarak sıralamaktadır.
Lang ve ark. (2005) ise etiğin izlenebilirlik amaçlarını şöyle
sıralamaktadırlar:





Hayvan refahını sağlamak
İnsan sağlığını korumak
Sürdürülebilir üretim, çevre dostu üretim ve işleme yöntemlerini
teşvik etmek
Ticareti iyileştirmek
Çalışma koşullarını iyileştirmek
415
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12





ISSN 2149-147X
Kaliteyi (tat ve bileşim vb) garanti altına almak
Üretim yeri ve ürünün kökenini bilmek
Tüketici güvenini geliştirmek
Katılımcılığı geliştirmek
Saydamlık sağlamak
Tüketici açısından gıda etiği, gıdanın geçmişiyle ilişkili olan bir
kavramdır. Böylece gıdanın üretimi ile ilgili bilgiler yukarıda listelenenler
hakkında bilgi verecek ve tüketicinin seçiminde etkili olacaktır. Sağlık
iddiaları ile ilgili olarak, etik davranışı uygulamaları için İngiltere’de
hükümet “GIDA ETİK KURULLARI” kurmuştur. 1992 yılında ACNFP
“gıda kullanımında genetik değişimin etikleri alt komitesini” kurmuştur.
Kurumun organları geniş bir yelpazede görüştükten sonra kamu
endişesine yol açan, dört ana olumsuz etki alanı saptanmıştır (Clark ve
Ritson, 2013).
1. İnsan genlerinin gıda hayvanlarına transferi
2. Bazı dini gruplar tarafından kullanımı yasak olan etlerin
genlerinin bazı hayvanlara transferi (domuz genlerinin koyunlara
transferi)
3. Hayvan genlerinin vejeteryanlar tarafından özellikle endişe
oluşturabilecek bitkilere transferi
4. Hayvan yemi olarak insan geni içeren organizmaların
kullanılması.
Bununla birlikte bir sonraki araştırma ortaya çıkarmıştır ki, gıda
üretiminde çağdaş teknolojilerin kullanılması ile ilgili kamu endişesi
bundan çok daha geniş kapsamlıdır. Özellikle tüketicinin GDO ürünü
“kabul etme “ istekliliği şiddetle ondan faydalanmak isteyenler tarafından
etkilenmektedir. Her şeyden ötesi, ülkelerde söz konusu yeni teknolojiye
karşıtlığın gelişmesi, insanlarda “doğal olmayan” inancından doğan
bilinmeyen korkusuyla bağdaştırılan ve bilim adamlarının insanlara yeni
teknolojiden yalnızca gıda şirketlerinin faydalanacağı düşüncesini empoze
etmesidir. Tüketici menfaati saptandığında, GDO ürün daha kabul
edilebilir ve çelişkili (mantıksız) bir biçimde daha güvenli hale
gelmektedir.
Bu son nokta, bilimsel kanıt önerileri asılsız olan gıda güvenliği
hakkında tüketici endişelerine nasıl cevap verileceği etik sorununu ortaya
çıkarmaktadır. Gıda güvenliği riskleri hakkında “uzman” ve “uzman
416
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
olmayan” kişilerin bakış açıları karşılaştırıldığında genellikle iki taraf
arasında zıt durum görülmektedir. Tüketiciler yeni teknolojilerin
izlenmesinde en çok gıdalardaki katkı maddeleri ve kimyasal kalıntılardan
kaygılanırken, bilimadamları ise kötü beslenmenin sağlığa etkisine ve
mikrobiyolojik kirlenmeye (kontaminasyon) yoğunlaşmaktadırlar.
4. 2017’ye Doğru Türkiye’nin Gıda Güvenliği Stratejisi
FAO’nun 2001 raporunda gıda güvencesi; insanların aktif ve
sağlıklı bir yaşam için onların beslenme gereksinimi ve tercihlerine
uygun, yeterli, sağlıklı ve besleyici gıdaya her zaman fiziksel, sosyal ve
ekonomik olarak ulaşması durumudur, şeklinde tanımlanmıştır (FAO,
2002). Genel olarak bakıldığında, gıda güvencesinin gıda güvenliği
kavramını da içerdiği bir gerçektir. Şayet tüketilen gıda sağlıklı değilse,
tüketilmesi sağlıklı olamayacağı gibi gıda güvencesi de sağlamayacaktır
(Kinsey, 2004).
Dünyada, tarımın görünümü ve gelecek vadede gıda güvenliğinin
değerlendirilmesi amacıyla yapılan çalışmalara paralel olarak, Türkiye’de
2013-2017 arası dönemi kapsayan stratejik plan oluşturulmuştur (Anonim,
2010). Bu plan katılımcı bir anlayışla, anket vb. çalışmalar vasıtasıyla,
üretici ve tüketici beklentilerini göz önüne alarak, Türkiye’nin söz konusu
alanda küresel bir aktör haline getirme vizyonu doğrultusunda
hazırlanmıştır. Plan çerçevesinde;
*Tarımsal üretim ve arz güvenliği,
* Gıda güvenliği,
* Bitki sağlığı, hayvan sağlığı ve refahı,
* Tarımsal alt yapı ve kırsal kalkınma, ve
* Kurumsal kapasite, olarak beş temel stratejik alan belirlenmiştir.
5.Gıda Üretimi Etiği İle Tıp Etiği İlişkisi
İlk bakışta, ilaç ve gıda üretimi alanlarında arasındaki
benzerliklerden daha çok, farklılıklar var gibi görünmektedir. Gıda
üretimi; gıda geliştirme, hayvan yetiştirme, ulaşım, gıda işlenmesi ve
tüketicilere satış dahil farklı sorumluluklar taşıyan sanayiyi içine alan
karmaşık bir alandır. Bu üretim aşamalarının hiçbirinin, ilaç gibi kamusal
bir malla yakından alakalı olduğu görünmemektedir. Ancak, son on yıl
gıda üretimi ile biyomedikal etiğin temel konuları arasında önemli bir
417
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
ilişki olduğu ortaya çıkmıştır. Gıda üretimi ve sağlık, hastalık sorunları
arasında doğrudan bir bağlantı bulunmaktadır. Örneğin, gıda ve gıda
üretimiyle ilgili olan Escherichia Coli enfeksiyonlarındaki artış gıda
şirketleri için endişe yaratmaktadır.
Gıda sanayinde firmaların etik uygulamasında dikkat edilecekleri
temel konular; uluslararası kurallar, hükümet yasaları, şirket standartları,
ortalama pazar standartları ve endüstriyel ilişkiler olarak belirlenmektedir.
Genel olarak bir
sınıflandırılmaktadır:
-
ülkede
etiksel
zorluklar
şu
şekilde
Ekonomik Etiksel Zorluklar
Kişiler arası Etiksel Zorluklar
Yasal veya Düzenleyici Etik Sorunlar
Diğer Etiksel Zorluklar
7. Gıda üretim ve pazarlamasında etik
Gıda ürünlerinin gönül rahatlığıyla tüketilmesini sağlayan en
önemli etken tüketicinin gıdaya olan güvenidir. Beslenme hakkından
bahsederken, insanların sağlıklı olarak gıda maddelerine ulaşma hakkına
da değinilmiştir. Farklı nedenlerden dolayı insanların bu haktan mahrum
bırakıldıkları görülmektedir.
Tamamı etik ihlali olan bu nedenler neler olabilir?




Ürünün, bilindik bir markaymış gibi algılanmasını
sağlamak,
Üründe gerçekten olmayan bir özelliğin varmış gibi
gösterilmesini sağlamak,
Ürünün uygun olmayan bir özelliğini örtmeye
çalışmak,
Üründe meydana gelen bozulmayı kapatmaya çalışmak.
Gıdalardaki hilelerin bilinen tarihi ortaçağa kadar uzanmaktadır.
O zamanlarda bile caydırıcı olması açısından çok ciddi cezaların
uygulandığı bilinmektedir. Günümüzde ise durum çok daha karmaşıktır.
Bir yandan bilimsel çalışmalar teknolojinin gelişmesine paralel olarak
ilerlemeler kaydederken, diğer yandan gıda ürünlerindeki hileler de
418
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
daha zor tespit edilebilen, benzer ileri teknik ve teknolojilerin
kullanıldığı bir seviyeye ulaşmış durumdadır. Yani bilimsel ve teknolojik
gelişmeler gıda ürünlerinde başvurulan hilelerin tespitini kolaylaştırırken,
aynı bilimsel ve teknolojik gelişmeler daha karmaşık hilelerin de
ortaya çıkmasına hizmet etmektedir.
Gıdaların eskiden olduğu gibi sadece duyusal (tat) ve fiziksel
(görüntü) özelliklerinin incelenmesi bu türden hilelerin tespiti için
gerekli verileri artık sağlayamamaktadır. Diğer taraftan, teknoloji ve
bilimin en önemli çıktılarından olan modern, gelişmiş analitik cihazlar
ve bunlarla birlikte bilimsel çalışmalarla geliştirilen pratik, hızlı ve
güvenilir metotlar, gıdalardaki hilelerin günümüzde kolaylıkla tespit
edilebilmesine de imkân sağlamaktadır. Hem dürüst, üretken, büyük ve
küçük ölçekli kuruluşlara karşı yapılan haksız rekabetin giderilmesi,
hem de ülke ekonomisine katkı ve sağlıklı güvenilir gıdaların
tüketime sunulmasını sağlamak için, kuruluşlar ar-ge çalışmaları ile
önemli sorumluluklar üstlenmelidir.
Çoğumuz satın aldığımız gıdaların etiket bilgilerindeki üretim ve
son kullanım tarihlerini kontrol ederiz. Sağlıklı gıda tüketimi için bu
önemlidir. Ancak aynı duyarlılığı gıdanın etiketi ve içeriği konusunda
gösteriyor muyuz? Tahminen çok az kişi bunu merak etmektedir.
Aslında gıdalarda hile şüphesi tam da bu noktada başlamaktadır.
-Tükettiğim ürünün etiket bilgileri doğru mu?
- Ürün, etiket bilgisine uygun mu?
- Organik diye aldığım gıda organik mi?
- Katkı maddesi kullanılmış mı?
- Ürün belirtilenden daha düşük kalitede mi?
- Sağlık açısından risk taşıyor mu?
Bu ve benzeri soruların pek çoğunu kendimiz cevaplayamayız.
Çünkü çoğu zaman bu soruların cevapları gıda ürünlerinin
görünüşünden ve tadından anlaşılmaz. Gerekli cevaplar, sadece
gıdaların uygun ortamlarda, uygun analiz metotlarıyla incelenmesiyle
elde edilebilir. Kontrol talebi, gıda ürünlerini tüketiciye sunan büyük
market
zincirlerinden,
üretimi
yapan firmalardan,
denetleme
419
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
sorumluluğu bulunan kurumlar ve kuruluşlardan, hatta bireysel
tüketicilerden gelmelidir. Oluşan talep kadar, bu talebin ciddi çalışan,
güvenilir kurum ve kuruluşlarda yapılacak analizlerle karşılanması da
önemlidir. Ayrıca, bu kurum ve kuruluşların analizlerin doğruluğunu
ve devamlılığını da sağlayarak güven oluşturması gerekir. Toplumda
bilinçli tüketici ve üreticiler arttıkça problemlerin azaltılması
mümkündür. Literatürde bilinçli bir tüketicinin yol haritası olabilecek
birçok tüketim modellemesi önerilmektedir.
Gıda ürünlerinde en çok karşılaşılan hile çeşidi taklittir. Taklit
kelimesi herkesin bildiği bir kelimedir, ama “tağşiş” çok yaygın
olarak bilinmez. “Tağşiş” literatürde kısaca, bir ürünün doğallığının
başka bir ürünle bilinçli veya bilinçsiz olarak değiştirilmesi anlamına
gelmektedir. Gıda sektöründe tağşişin önemli iki nedeni bulunmaktadır.
-Bunlardan biri insan sağlığı açısından risk taşımayan, daha
sağlıklı, raf ömrü daha uzun ve fonksiyonel gıda üretimi ve benzeri
amaçlarla yapılan tağşiştir.
-Diğeri ise ilkinin tam tersine yüksek kalitedeki ürüne daha
düşük kalitede ürünler katarak aynı fiyata tüketiciye sunulan gıdalar
üretmektir.
Tağşiş: Gıda maddelerinin ve gıda ile temasta bulunan
madde ve malzemelerin, mevzuata veya izin verilen özelliklerine
aykırı olarak üretilmesi halini ifade etmektedir.
Bu tür tağşişler ürün kalitesini düşürerek hem haksız rekabete
yol açar hem de insan sağlığını ciddi olarak tehdit edebilir. Gıdada
hile olarak adlandırdığımız asıl problem de bu noktada başlar. Bu
nedenle, Türkiye’de ve dünyada üretim yapan milyonlarca büyük ve
küçük çaplı, dürüst ve saygın kurum ve kuruluşa karşı haksız rekabeti
engellemek, toplumun daha sağlıklı ve kaliteli ürünleri bilinçli olarak
tüketmesini sağlamak için merdiven altı yani yasal olmayan üretimi
engellemek, başta düzenleyici ve denetleyici görevleri bulunan devlet
kurumları olmak üzere, herkesin görevi olmalıdır.
Taklit ve tağşiş problemi sadece Türkiye’de değil Dünya’nın
birçok ülkesinde de yaşanmaktadır. Türkiye’de üretilen veya tüketilen
bütün gıdaların kalitesinin belirlenmesi ve izlenebilirliğinin sağlanması
gelişmiş bir ülke kimliği açısından çok önemlidir. Yurt içinde kaliteli ve
420
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
sağlıklı gıda tüketiminin sağlanmasının yanı sıra, ülkemizden yurt dışına
ihraç edilen gıdaların kontrolü de aynı derecede önemlidir. Çünkü
Avrupa ülkeleri gibi gelişmiş ülkelere ihraç edilen ürünlerin hileli
çıkması durumunda ülkemize bakış açısı değişmektedir. Burada
yaptırımlarla
karşı
karşıya kalabiliriz. Gıda ürünlerimize kota
konulabilir. Bu da hem ülke ekonomisine zarar verir hem de duyulan
güvenin kaybolmasına yol açar.
Bundan dolayıdır ki, Türkiye’deki gıda ürünlerinin kalitesinin
belirlenmesi, üreticilerin ve tüketicilerin bilinçlendirilmesi çok önem
verilmesi gereken bir konudur. Hernekadar ülkemizde ve dünyada bu
tür sıkıntıların yaşanmaması için pek çok denetim yapılsa da, yasal
düzenlemeler getirilse de gıda hileleri devam etmektedir. Üreticinin ve
özellikle de tüketicinin bilinçlendirilmesi ve yine özellikle üreticinin
sorumluluklarının artırılması son derece önemli görünmektedir. Bilinçsiz
kullanılan katkı maddeleri, bilindiği halde kontamine (pestisitler, ağır
metaller, hormonlar ve diğer bulaşanlarla) gıdaların tüketime
sunulması insan sağlığını tehdit eden en önemli gıda hileleridir.
Ülkemizde gıda güvenliğini ve adil ticareti temin amacıyla yeterli
sayıda, geniş katılımlı ve uzmanların yer aldığı ETİK KURULLARININ
bulunmaması sektör ve tüketici açısından büyük bir eksikliktir. Bu
kurullar Avrupa Birliği’ne tarım ve gıda sektörünün uyumu çalışmaları
için de önem taşımaktadır (kamu, sivil toplum, üniversite, özel sektör ve
çiftçi temsilcileri bulunmalıdır).
Türk Gıda Kodeksi’nde ve diğer mevzuatta bu kalıntıların
miktarlarına dair yasal sınırlar vardır. Belirtilen yasal sınırların aşılması,
insan sağlığını ciddi olarak tehdit eder. Bilinen önemli gıda hileleri; Gıda
Renklendiricileri, Pul Biberlerde Boya Kullanılması, Bitkisel Yağ
Karışımları, Bal örneklerinde yapay tatlandırıcıların kullanılması, Et
ürünlerindeki tağşiş (domuz eti kullanımı, başka et türlerinin
kullanımı), Alkollü içkilerde metanol kullanımı, Meyve sularında ve süt
ürünlerinde görülen çeşitli hileler verilebilir. Dünya’da insan sağlığını
önemli ölçüde etkileyen başlıca gıda taklit ve tağşişlerine şunlar örnek
verilebilir; -1981. Toksik yağ sendromu: Anileine ile tağşiş edilen
kolza yağının tüketimi sonucu yüzlerce insan ölmüştü. -1985. Şaraplara
donmalarını engellemek için etilenglikol katılması. –1985. Çürümüş
yumurtaların pastacılık ürünlerinde kullanılması. -1980. Deli dana
hastalığına yakalanmış inek etlerinin tüketilmesi. -1994.
421
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Baharatlarda kurşun tetraoksit tespiti. -1996. Konsantre sentetik
elma suyu. -1999. Yemlerde dioksin bulunması. – 2001. Et ürünlerinde
sentetik hormonların kullanılması.- 2002. Çin’deki bal ürünlerinde
antibiyotik bulunması. -2003. Şarapların su, şeker, alkol ve
renklendiriciler kullanılarak tağşiş edilmesi. -2004. Pul biberlerde
yasak boyaların kullanılması. -2005. Atık etlerin normal et olarak
kullanılması. -2006. Genetik olarak modifiye (GDO) edilmiş pirincin
normal pirince katılması.
Kaynaklar
Anonim, 2010. Gıda Alanı Ulusal Ar-Ge ve Yenilik Stratejisi
Hazırlanmasına İlişkin Bilgi
Notu. TÜBİTAK Bilim, Teknoloji ve Yenilik Politikaları Daire
Başkanlığı, Ankara, s.19.
Chau, V.S., 2013. An east asian perspective on food ethics: implications
for childhood obesity in mainland China. In:Clark, A. ve Ritson,
C. (ed.), Practical ethics for food professionals. John Wiley&Sons,
Ltd. The Atrium, Southern Gate, Chichester, West Sussex,
İngiltere. s.57.
Clark, J.P. ve Ritson, C., 2013. Practical ethics for food professionals.
John Wiley&Sons, Ltd. The Atrium, Southern Gate, Chichester,
West Sussex, İngiltere.
FAO, 2002. Food insecurity, The State of Food Insecurity in the World
2001, FAO, Roma, İtalya.
FAO, 2003. Trade reform and food security, conceptualizing the linkages.
FAO, Roma, İtalya, s.296.
Kinsey, J., 2004. Does food safety conflict with Food Security? The safe
consumption of Food.
Working paper 04-01, The Food Industry center, University of Minnesota,
ABD.
Korthals, M., 2008. Ethics and Politics of Food: Toward a Deliberative
Perspective. Journal of Social
Philosophy,Volume 39, Issue 3, pages 445–463.
Lang, T. ve D. Barling, 2012. The Geographical Journal, Vol. 178, No. 4,
December 2012, pp. 313–326,
Mepham, B., 2008. “Bioethics. An introduction for the biosciences”.
Second edition, OUP, Oxford. İngiltere.
422
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Mepham, B., 2013. Ethical principles and the ethical matrix. In:Clark, A.
ve Ritson, C. (ed.), Practical
ethics for food professionals. John Wiley&Sons, Ltd. The Atrium,
Southern Gate, Chichester, West Sussex, İngiltere. s.39.
Norman, R., 2013. The fair trade movement. In:Clark, A. ve Ritson, C.
(ed.), Practical ethics for food
professionals. John Wiley&Sons, Ltd. The Atrium, Southern Gate,
Chichester, West Sussex, İngiltere. s.203.
Rehber, E., 2013. Tarım Ekonomisi. Ekin yayınevi, Bursa.
Seebauer, E.G., 2013. Fundamental of ethics: the use of virtues. In:Clark,
A. ve Ritson, C. (ed.),
Practical ethics for food professionals. John Wiley&Sons, Ltd. The
Atrium, Southern Gate, Chichester, West Sussex, İngiltere. s.4.
Vural, H., 2014. Tarım ve Gıda Ürünleri Pazarlaması. Uludağ Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Ders Notları No:111, Bursa.
423
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Ormanlarımız ve Gıda Güvenliği
Fuat Şanal¹ A. Sermin Özer²
OGM, Odun Dışı Ürün ve Hizmetler Dairesi Başkanlığı, Ankara
E-post: [email protected]
Özet: Canlıların hayatiyetini devam ettirmek, sağlıklarını korumak,
yaşam kalitelerini yükseltmek için çeşitli gıdalarla beslenmeye ihtiyaçları
vardır. Bütün canlılar için gıda temini, yaşamın devamı için temel ve
vazgeçilemez bir haktır. Beslenmenin temeli ise sağlıklı ve güvenilir gıda
kaynaklarına erişimde kolaylık ve sürekliliktir. Gıdalar fiziksel, kimyasal
ve biyolojik özelliklere sahip olduğundan doğal gıdaların zamanında,
toplama ve işleme koşullarına uygun olarak temin edilmeleri ve gerektiği
şekilde kullanılmaları çok önemlidir. Aksi halde besleyici ve tedavi edici
olmak yerine, tehlikeli hatta zararlı olabilmektedir. 3 flora kuşağının
kesiştiği bölgede bulunan ülkemizde yaklaşık 11.500 bitki türü olup bu
zenginliğin çok önemli bir kısmı orman rejimine giren sahalarda doğal
yayılış göstermektedir. Bu sebeple ormanlarımız önemli gıda
kaynaklarından biridir. 21.7 milyon ha. orman alanımız diğer özellikleri
yanında, zengin ürün çeşitliliği ile çeşitli fonksiyonlara sahiptir. ODOÜ
olarak adlandırılan ürün gurubunda bulunan bitkilerin; meyveleri,
yaprakları, kökleri, yumru ve soğanları, mantarlar ile orman altı florayı
oluşturan otsu bitkiler önemlidir. Bunların çeşitli bölümlerinin
destilasyon, ekstraksiyon, vb. kimyasal yollarla işlenmesi sonucunda elde
edilen sabit ve uçucu yağlar, tedavi edici etkileri yanında, doğrudan gıda
kaynağı olarak kullanıldığı gibi gıdalara katkı maddesi, koruyucu, tat ve
koku verici olarak da kullanılmaktadır. ODOÜ içinde yer alan tıbbiaromatik ve soğanlı bitkilerin gıda güvenliği bakımından da ayrı bir
önemi vardır. Söz konusu bu ürünlerimizin bir kısmı aynı zamanda
hayvanlar için kıymetli besin kaynağıdır.
Anahtar kelimeler: Orman, ODOÜ, tıbbi aromatik bitkiler, gıda güvenliği
424
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Our Forests And Food Safety In Turkey
Abstract: Maintaining the vitality of living, protect their health,
they need to be fed with a variety of food to improvet heir quality of life.
Especially human, food supplies for all living creatures is a fundamental
and inalienable rights for the continuation of life. Nutrition is the
foundation of health and Access to resourcesto be obtained from reliable
sources, theease of Access and continuity. Foods physical, chemical and
biologicalpropertieswith time because of thenaturalfood, areto be suitably
provided to collect and process conditions and using as necessary is
veryimportant. Otherwise, nutrientsandtherapeuticinstead it may be
dangerous or evenharmful.3 flora generations of our country located at the
intersection of the flora is approximately 11,500 plant species naturally
occurring in the field covered by this wealth shows a very important part
of theforestregime. This is why our forests are an important food source.
21.7 million ha. Ourforests, among other features, has a variety of
functionswith a rich assortment. Plants in the product group called NWFP;
fruits, leaves, roots, tubersandbulbs, mushrooms and various parts of their
forest with herbaceous plants that make up the six flora distillation,
extraction, andso on. Chemically fixed and volatile oils obtained by
treating with the therapeutic effect Next, the food additive to be used as
directly as food sources, preservatives, flavors and fragrancesused as the
transmitter. NWFP located in medicinal and aromatic, and in terms of
food security also has a special importance for bulbous plants. Such is
also valuable food source for animals that some of our products.
Key words: Forest, NWFP, medicinal and aromatic plants, food security
1. Giriş
Dünya üzerindeki bütün canlıların yaşamlarını sürdürebilmek için
çeşitli gıdalarla beslenmeleri ve su tüketmeleri gerekmektedir. Gıda, gıda
güvenliği ve beslenme ile ekonomik büyüme ve toplumun refah seviyesi
arasındaki ilinti çok yönlü ve önemlidir. Besin olarak kullanılan gıdalar,
yaşam için gerekli olan protein, karbonhidrat, vitamin ve mineralleri
sağlayan temel kaynaklardır. Gıdaların yapısında su bulunsa da doğal su
ve diğer içecekler de bu yaşamsal döngüyü sağlayıp tüketilen gıdaların
vücuda yararlı hale gelmesinde çok önemli bir role sahiptir.
425
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Beslenme; bireysel olarak hayatta kalabilmek, sağlıklı, kaliteli ve
dinamik yaşam için önemli olmakla birlikte toplum sağlığı açısından da
önemli ve stratejiktir. Besin ve gıda kaynaklarının neredeyse tamamına
yakını doğadan temin edilmektedir. Bunlardan bir kısmı tarımsal
(bakliyatlar, sebzeler vb.) ve hayvansal ürünlerdir (koyun, keçi, büyükbaş
hayvanlar ile onlardan elde edilen süt vb. ile balık) (http://www.
tarim.gov.tr).“orman alanlarımız ve orman rejimine giren sahalar” da gıda
kaynağı olarak önemlidir.
Ülkemiz floristik yapısı bakımından dünyada önemli bir yere sahiptir.
Akdeniz, İran-Turan ve Avrupa-Sibirya floristik kuşakları ülkemizde
kesişen 3 önemli kuşaktır. Bunların her biri kendilerine has karakteristik
farklı flora (bitki), fauna (hayvan) ve coğrafik yapı çeşitliliğine sahiptir.
Ülkemizin dünya üzerindeki konumu sebebiyle; iklim, yükselti, toprak ve
jeolojik yapı farklılıkları, yer altı ve üstü kaynak zengini olduğu
bilinmektedir. Ülkemiz dünya da biyolojik çeşitlilikçe zengin ve önemli
ülkelerin arasında ön sıralarda yer almasının temeli budur. Bu özellikler
ülkemizin, tüm canlılar için vazgeçilemez yaşamsal önemi olan gıda
kaynaklarının temininde de bir kaynakve sürdürülebilir faydalanma ile
yaşamın sigortası olduğu söylenebilir.
Gıda güvenliği; toplumların yaşamının devamı ve sağlığı için yasal
olarak kontrol altında tutulan, kurallarından kesinlikle taviz verilemeyen
ve kuralları geriye dönük işletilemeyen, ancak günün gelişen koşulları
dikkate alınarak ilgili kurul ve kurumlarca güncellenebilen bir kurallar ve
uygulamalar bütünü olan öncelikli bir konudur. Bu doğrultuda hazırlanan
son kanun “5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem
Kanunu” olup 13.06.2010 Tarih ve 27.610 sayılı Resmi Gazete’ de
yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu kanun; Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı ve AB Komisyon yetkilileri arasında yapılan görüşmeler
neticesinde Gıda Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı tarafından hazırlanmıştır.
İlgili bütün kurum ve kuruluşlar, üreticiler, yetiştiriciler, toplayıcılar,
tedarikçiler, kooperatifler, ara satıcılar ve nihai ürün satıcıları vd. söz
konusu bu kanun hükümlerini yerine getirmekle, toplum sağlığı için gıda
güvenliğini sağlamakla ve sürdürülebilir olmasını sağlamakla
sorumludurlar. Gıda güvenliği denildiğinde; besin kaynağı olan gıda
kaynaklarınınkullanım amaçlarına uygun olarak temini, yetiştirilmesi,
üretimi, devamında kullanıma hazır hale getirilirken hijyen kurallarına ve
sterilizasyona azami özen gösterilmesi, depolanması ve tüketicilere zarar
vermemesi gibi geniş bir çerçeve akla gelmektedir. Bu kapsam daha da
426
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
genişletildiğinde gıdalardan ve onların işlenmesi aşamasında ortamdan
uzaklaştırılamaması olası olan kimyasallar vebiyolojik etkenlerden
kaynaklanabilecek her çeşit hastalığı önleyecek kurallar ve tedbirlerin
tamamı anlaşılmaktadır (Türker, 2012).
Orman ürünleri açısından gıda güvenliği; Ormanlardan elde edilecek
ham madde niteliğindeki ürünün temini ile başlar. Nakliyesi, tedarikçi
firmanın piyasalardaki güvenilirliği, nakliye koşulları, uygun alanlarda
depolanması ve muhafazası, amaca uygun ve ileri teknolojiler ile
işlenmesi, ürün tipi ve özelliklerine göre amaca uygun nitelik ve
ebatlarda ambalajlanması, pazarlara sunuş şekli, satış koşulları ve
tüketicinin muhafaza koşullarının sağlanması ile son bulur. Ulusal planda
(UP 2012) ormancılığımızın temel amacı “Ülkemiz orman kaynaklarının
sürdürülebilir yönetimiyle toplum refahına ve ülkenin sürdürülebilir
kalkınmasına optimum katkıların sağlanması” şeklinde belirtilmiştir.
Beslenme, besin ve gıda güvenliği de bu kapsamda ele alınacak temel
komponentler arasında yer almaktadır. Gıda ve beslenme güvenliğinin
sağlanması küresel boyutta, kapsayıcı bir ekonomik büyüme ve kalkınma
yaklaşımı gerektirmektedir. Bu yaklaşımda orman kaynakları ayrı bir
öneme sahiptir. G20 Liderleri 2013 Deklarasyonunda “küresel gıda
sisteminin güçlendirilmesi için ekonomik büyüme ve istihdam
olanaklarının arttırılmasının desteklenmesi kapsamında tarımsal verimlik,
yatırımlar ve ticaretin önemi vurgulanmıştır. FAO ve OECD’nin 2014
yılında diğer uluslararası kuruluşların desteği ile G20’ye sunduğu “Gıda
Güvenliği ve Beslenme Kapsamında Ekonomik Büyüme ve İstihdam
Yaratma Olanakları Değerlendirme Belgesi” konuya ışık tutacak,
hedefleri belirleyecek niteliktedir. G20’nin ekonomik büyümeyi
destekleyen çabaları, küresel gıda güvenliği ve beslenmenin sağlanmasına
yönelik çabalarla örtüşmektedir.
Bu sebeple büyüme, istihdam ve finans gündemi gıda güvenliği ve
beslenme ile yakından alakalıdır. Buna paralel olarak dünya üretiminin
yüzde 85’ini oluşturan G20 ülkelerinin iş dünyası temsilcilerinin katıldığı
B20 toplantısı yapılmıştır. Mevcut küresel yönetim yapılarının, içinde
bulunduğumuz küresel sorunların çözümü konusunda yetersiz kaldığı
konusunda fikir birliği olduğu gibi B20 de önerilen çözüm önerilerini
etkin şekilde uygulayabilecek yeni bir küresel yönetim anlayışına ve
kurumlara ihtiyaç duyulduğu ifade edilmiştir. Büyüme sorunları, borç
krizi, işsizlik, gelir dağılımı, iklim değişikliği gibi konularda ortak
öneriler ve ortak bir anlayış ortaya çıkmış olup 12 maddelik konu
427
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
gruplarında, gıda güvenliğinin birçok madde ile az veya çok ilgili olduğu
görülmüştür.
FAO’nun tahminlerine göre dünya nüfusunun % 12’si (842
milyonkişi) günlük temel besin ihtiyaçlarını karşılayamamakta olup, bu
populasyonun yaklaşık yarısı G20 ülkelerinde yaşamaktadır
(http://www.tarim.gov.tr). Ülkemizin Biyolojik Çeşit zenginliği ve
Önemi: Son tespitlere göre ülkemizde taksonlar ile birlikte 1/3 ü endemik
yaklaşık 11.500 bitki türü doğal olarak yetişmektedir. Bunun yanında
54.000 in üzerinde omurgasız ve 1.500 kadar da omurgalı hayvan türü de
doğal olarak yaşamaktadır. Zehirli ya da zehirsiz 10.000 kadar mantar
türü bulunmaktadır. Bütün bu flora ve fauna zenginliğinin çoğunun doğal
yaşam ortamının başında ormanlarımız ve orman rejimine giren alanlar
gelmektedir.Gıda güvenliği bakımından önemli olan bu cins ve tür
zenginliği insanlığın hayatiyetinin sürdürülebilmesi için gerekli olan bir
temel kaynak, adeta bir sigortadır.
Gıda Güvenliği ve Biyolojik Çeşitlilik kavramı biyolojik çeşitliğe
zarar vermeden, devamlılık ilkesine bağlı kalarak, sürdürülebilir
faydalanma kapsamında insanlar başta olmak üzere canlıların ihtiyaç
duydukları gıda kaynaklarına erişebilmeleri amacına hizmet etmektedir
(Ekim, 2002).Bu kapsamda gıda üretimi ve temini açısından tarım olduğu
kadar orman ürünleri üretimi de çok önemli olup orman rejimine giren
sahalarda doğal yayılış gösteren otsu ve odunsu bütün ürünler dikkate
alınmalıdır.
2. Materyal ve Metot:
2.1 Ormanlarımız ve Odun Dışı Orman Ürünleri (ODOÜ)
Çeşitli fonksiyonlara sahip olan ormanlarımız 2012 yılı tespitlerine
göre 21,7 milyon Ha. alanı kaplamakta olup bu rakamın 2015 yılında 22
mil. Ha. ulaşacağı tahmin edilmektedir. OGM’ninvizyonu; orman
varlığımızın korunması, geliştirilmesi, ürün tiplerine göre sürdürülebilir
faydalanmanın sağlanması olup bu görev 6831 sayılı kanunla OGM’ye
verilmiştir. Bu doğrultuda belirlenen stratejik amaç; ormanların ürettiği
mal ve hizmetlerden toplumun gelişen ve değişen beklentilerini en üst
düzeyde karşılamak, çok yönlü ve sürdürülebilir fayda teminidir.
Ormanlardan elde edilen ürün guruplarından biri de diğer faydaları
yanında “doğal beslenme ve gıda güvenliği açısından önemli bir kaynak
428
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
olan ODOÜ dir. Ağaç, ağaççık, çalı ve otsu bitkilerin; uçucu yağları,
meyve, tohum, çiçek, yaprak, kabuk, kök vb. ile hayvansal ürünlerbu
kapsamdadır (ÖZER, 1990, 2007).
2.2 ODOÜ’nin Kullanım Alanları ve Gıda Güvenliği
Yurdumuzda beslenme amacıyla doğadan faydalanmanın ve bu
amaçla bitki toplanmasının önemli bir geçmişi vardır. Tarihin ilk
devirlerinden beri insanlığın faydalandığı tabi kaynakların başında bitkisel
kaynaklar gelmektedir (Baytop, 1999, 1984). Çünkü bu kaynaklar diğer
pek çok kullanım alanları yanında temel ve destek gıda kaynağı olarak ve
ilaç hammaddelerinin elde edilmesinde hala yeri sentetik maddelerle
doldurulamayacak ana materyaller olarak kullanılmaktadır (Özer, 1990).
Orman köyleri ve ormana yakın köylerde yaşayan yöre halkı bazı
gıda maddesi ihtiyacını, civar dağ ve ormanlardan yukarda tanımı
yapılmış olan ODOÜ’lerini kendisi toplayarak karşılar. Bu gelenek kırsal
kesimlerde hala sürmektedir. Birçok yabani bitkinin toprak üstü kısmı
(meyve, yaprak, çiçek) veya kökleri sebze olarak kullanılmaktadır. Bunlar
çiğ veya pişmişolarak yenildiği gibi kurutularak, salamura halinde veya
tursu seklinde de tüketilmektedir. Ülkemizde otlardan faydalanma da
geniş bir kültür birikimi vardır. (Yıldırımlı, 2004; Baytop, 1994; Tarakçı,
2006; Bulut, 2005). Bazı bölgelerde (Batı ve Güney Anadolu), sebze
olarak kullanılan bitkiler, mevsiminde, semt pazarlarında getirilerek
satılmaktadır (Bulut, 2005).
Bu ürünlerimiz gıdadan, ilaç yapımına, kozmetikten uçucu yağ
üretimine ve boyaya kadar yüzlerce farklı alanda kullanılmaktadır. Bu
alanların başında insanoğlunun en temel ve yaşamsal ihtiyacı olan gıda,
içecek ve tedavi edicilerin teminidir. Bitkisel ürünleraynı zamanda insanın
en yakın dostu ve yardımcısı, ekosistemlerin önemli bir parçası olan
hayvanlar için de besin ve gıda kaynağıdır. Bitkilerin kök, meyve, sürgün,
tohum, yumru, dal ve gövde kabukları gibi bölümleri, yumrulu ve soğanlı
bitkiler ile adaçayı, kekik gibi otsu karakterdeki bitkiler ile mantarlar
besin maddesi olarak kullanılmaktadır. Bu ürünlerin pek çoğu aynı
zamanda gıdalara renk, lezzet ve koku verici olarak kullanılan katkı
maddeleridir.Kullanım alanı çeşitliliği ve ana kaynak oldukları için gıda
güvenliği bakımından çok önemlidir.Yerel halkın hem gıda kaynağı hem
de geçimine katkı değeri oldukça önemli olan ODOÜ kaynaklarının
potansiyel değerleri hesaplanan değerlerinin çok üzerindedir. Bu ürünler
429
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
arasında arıcılık faaliyetleri ileelde edilen bal da ülkemiz için güvenilir
gıda kaynakları arasında olup, sürdürülebilirlik ilkelerine uygun üretim
yapılmakta ve köylü desteklenmektedir. Ülkemizdeki227 adet “ bal
ormanı” nın da ülkemiz bal üretiminin %80-85 i karşılanmaktadır.
2.3 . Bitkisel ODOÜ lerinin Gıda Olarak Kullanım Alanları:
* Çiğ olarak tüketilenler: Ceviz, çam fıstığı, kestane, menengiç,
hindiba, alıç, keçiboynuzu gibi bitkilerin meyve ya da tohumları,
* Pişirilerek değerlendirilenler: Hindiba, nişhoş (Tavşancıl otu),
çakşır otu, yabani nane, çirişotu, sumak, alıç, ısırgan ile mantarlar.
Çövenden helva ve dondurma yapımında katkı maddesi olarak
kullanılmaktadır.
* Çay ve diğer şekillerde içecek olarak faydalanılan bitkiler:
Kızılcık, meyankökü, ahududu, böğürtlen, nar, kuşburnu,adaçayı, kekik,
sideritis sp., nane, kızılcık, yaban mersini, rezene, meyan kökü, papatya(M.recutita), lavanta(Lavandulaangustifolia), okaliptüs ve mürver
* Turşu ve salamurası yapılanlar: Çakşır otu, mantar, kapari
(C.spinosa L),gilaboru (Viburnum sp.), mantarlar
* Reçeli yapılanlar: Keçiboynuzu (Harnup), kestane, kuşburnu,
böğürtlen, dağ çileği, ahududu, yabani elma ve armut, ahududu, böğürtlen,
nar, mürver.
* Hazmettirici olarak kullanılan sakızlar:Kenger, çam, damla
sakızı kitre.
*Baharat, pasta, börek, çörek ve yemeklere koku ve tat
vericiler: Soğan ve sarımsak (Allium sp.), kekikler ( Thymus sp.),
mercanköşk, defne yaprağı ve yağı (Laurusnobilis L.), fesleğen, bazı nane
türleri, kuşburnu, mahlep, sumak (CotinuscoggyriaScop.), Cehri
(Rhamnuspetiolaris)
* İçecekler: Adaçayı (Salvia sp. L.), dağ çayı-yaylaçayı (Sideritis
sp.) ve kuşdili (Biberiye) (R.officinalis L.) yaprakları veya çiçek
durumları. Batı ve Güney Anadolu dağ köylerinde olduğu gibi son
yıllarda bütün ülkede içecek olarak kullanımoldukça yaygındır (Özhatay,
1997; Bulut, 2005).
* Hayvansal ürünler: Arıcılık ve bal, yaban keçisi (süt ve süt)
gibi ürünler.
* Su ve Su ürünleri: Toplam 104,5 milyar m³ olarak tahmin edilen
ekonomik olarak faydalanılabilecek su miktarının yarıya yakını orman
alanlarından üretilmektedir (Kantarcı, 1993). Orman içi sularda alabalık,
sazan, ve yayın bulunmaktadır.
430
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
*Hayvansal Ürünler:Orman alanlarında yaşayan yaban
hayvanlarının populasyonlarının kontrollü olarak sürekli faydalanma
ilkeleri doğrultusunda değerlendirilmektedir. Ormanlarımızda bulunan
yaklaşık 0,8 milyon Ha. mera ve otlak alanlarından orman köylüleri
hayvanlarını otlatmak amacıyla yararlanmaktadır. Yabanıl meyveler
yabanıl yaşamın ana besin kaynaklarını ve barınma ortamlarını oluşturur.
Hayvanlarla meyveler arasında sembiyotik (ortak yaşam) ilişki söz
konusudur.
Ormanlarımız yöre, bölge, ülke hatta küresel boyutta insanlığa
zengin kaynaklarlar sunmaktave insanlara güvenilir gıda kaynağı da olan
diğer canlılar için göz ardı edilemez gıda kaynaklarıdır.Orman
köylülerince değerlendirilen bitkiler ve bunların faydalanılan bölümleri
ailenin ihtiyaçları karşılandıktan sonra satılarak bir gelir elde
edilmektedir. Bu faydalanma bugün belirli yöre ve ürünler önemli bir gelir
kaynağı haline gelmiş durumdadır. ODOÜ’nin önemi, faydanın
ekonomik, sosyal, kültürel ve ekolojik nitelikli oluşundan, faydalanan
kitlenin ve faydalanma alanlarının genişliğinden kaynaklanır(Geray, 1998
ve 2001’e atfen Şafak ve Okan, 2004).
2.4. Bulgular ve Tartışma
Giderek artan dünya nüfusu gıda gereksinimini doğadan karşılayan
bütün canlıların birbirleri üzerine olduğu kadar doğal kaynaklara ve
biyolojik çeşitliğe olanyönelişini ve bundan kaynaklanan baskısını
artırmaktadır. Sonuçta pek çok canlı türü yok olma tehlikesi ile karşı
karşıya kalmakta ve yenilenebilmeleri için gerekli doğal süreç giderek
uzamaktadır. Gıda kaynağı olan biyolojik çeşitliliğin korunmasıtürler
yanında tür sayısı ve tür içi çeşitliliğin korunması da temel hedef
olmalıdır. Bu çeşitliliği; canlıların ırkları, çeşit, cins, tür ve alt türleri
oluşturmaktadır. Günümüzde gıda sektöründe ekonomik kaygılarla
yüksek verime sahip ve istenilen niteliklerde ancak genleri değiştirilmiş
tek tip bitki ve hayvan çeşitleri üretilmeye başlamıştır. Birkaç ülkenin
öncülüğünde başlayıp gelişen küresel boyuttaki bu yöneliş bazı genlerin
yok olmasına ve gen havuzlarının daralmasına sebep olmaktadır. Sonuçta
ilerleyen zamanlarda güvenilir gıda kaynaklarına erişimde ciddi sıkıntılar
yaşanacaktır.
Yüksek verimli, seçilmiş alanlarda yetişen tek tür ya da sınırlı
sayıdaki tür yerine farklı bölgelerde elverişsiz sayılabilecek iklim
431
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
koşullarında yetişebilecek, o ekosistemin elemanı olan ve çeşitli
hastalıklara dayanıklı türlerin yetiştirilmesi üretici ve tüketicilerin yararına
olacaktır. Gıda kaynağı olabilecek biyolojik çeşitliliği olumsuz
etkileyecek çeşitli faktörler vardır. Bu faktörlerin başında; sosyo
ekonomik yapı ve bu yapıdaki ani değişimler, aşırı ve bilinçsiz tarımsal
faaliyetler, bilinçsiz endüstrileşmeve şehirleşme,orman yangınları,hızlı
nüfus artışı ve nüfusun büyük şehirlerde yığılma eğilimi
göstermesi,toprak, hava ve su kirliliği gelmektedir.
Bu faktörlerin gıda güvenliğine olan tehdidinin minimize
edilebilmesi için öncelikle yeterli büyüklükte habitatların korunmaya
alınması gerekmektedir. Ekonomik önemi olmayan türlerde MP, TP,
TKA, TA, Biyo-Genetik Rezerv Alanları, Muhafaza Ormanları, Gen
Koruma ormanları, Tohum Meşcereleri gibi koruma statüleri uygulanarak
pasif koruma yapılmalıdır. Ancak ekonomik önemi olan türler için İn-Situ
(yerinde) koruma yöntemlerinin uygulanmasınave ek olarak Ex-Situ
(dışarda) Koruma yöntemleri uygulanmalı ve nesillerinin devamı
sağlanmalıdır.
3 . Sonuç ve Öneriler
Ülkemiz ormanlarından mevcut uygulamalarla, sürdürülebilir
kalkınmaya yönelik, ekonomik, ekolojik, sosyal, kültürel vb. açılardan
önemli katkıları olabilecek stratejik bir kaynak durumundaki ODOÜ’den
tam anlamıyla ve bütün komponentleri ile yararlanıldığından
bahsedilemez. Ormanların sunduğu faydalanma yollarından birisi olan
ODOÜ den ekosistem tabanlı sürdürülebilir orman kaynakları yönetimine
hızla geçiş yapılmasının önemi gün geçtikçe artmaktadır (Türker ve ark.
2006).Konuya insanlığın ve bütün canlılar aleminin beslenme ve gıda
temininin önemi ve temini açısından bakıldığında orman varlıklarımızın
insanlığın ve canlıların yaşam kaynağı ve nesillerinin devamı için bir
sigorta olduğu açıkça görülebilir.
Hatalı, aşırı ve her çeşit bilinçsiz faydalanma ile canlıların besin
zincirinin kırılması yaşam döngüsü zarara uğrayacaktır. Bunun için; Gıda
ve beslenme ile ilgili bütün sektörler arasında iş birliği ve doğal özellikle
güvenilir kaynaklardan gıda temininde sürdürülebilirlik ilkesi mutlaka
dikkate alınmalıdır. Doğadan güvenilir gıda kaynağı temininde ise besin
zinciri kırılmamalıdır.Orman alanlarından sürdürülebilir faydalanma için
mutlaka ileriye dönük, 5 er yıllık dilimler halinde faydalanma planları ve
432
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
stratejileri hazırlanarak uygulamaya alınmalı, hedefler doğrultusunda
eylem planları hazırlanmalıdır.İleride karşılaşılabilecek sorunları ve
çözüm önerilerini tespite yönelik, belli zaman aralıkları ile ilgili bütün
paydaşların katılacağı sempozyum, çalıştay ve panel gibi toplantılar
düzenlenmeli toplantı sonuç bildirgeleri kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
Gıda, baharat, gıda katkısı niteliği taşıyan ODOÜ’ lerinin sürekliliğinin
temini ve yöre halkına ekonomik katkı sağlanması amacıyla ziraatınin
yapılması/ yaptırılması teşvik edilmelidir. Orman alanlarında kimyasal
nitelikli gübre ve zirai mücadele ilaçları kullanılmadığı için ürünün gıda
olarak en üst düzeyde güvenilirdir.
Kaynaklar
Anonim, 2007. T.C. Başbakanlık DPT, Yayın No: DPT: 2712-ÖİK:665 9.
kalkınma planı, 2007-2013, Ormancılık özel iht. Kom.raporu,
Ankara.
Anonim, 2013.ODOÜ’ninÜr. ve Sat.Esa., Tebliğ No: 297, Ank.
Baytop, T., 1999.Türkiye’de Bitkiler ile Tedavi Geçmişte ve Bugün, Nob
Kit. İst.
Ekim,T., 2002. TÜSAB Botanik Semineri Notları, Ar-ge depart. İstanbul
Kızmaz, M., 2001. PoliciestoPromoteSustainableForest Operations
&Utilization of NWFP. MOF of Turkey, SeminarProceedings,
Harvest of NWFP, p.97-113, Ank
Özer A.S., 1987. Ülkemizdeki Bazı Önemli Orman Tali Ürünlerinin
Teşhis ve tanı. Kılavuzu, Tar Or ve Köy. Bak.OGM, Yayın No:659,
Seri No:18, Ank.
Özer, A.S., 1990. Bitkisel Kaynaklarımız ve Tıbbi Bitkil., OAE Dr.
No:71,C:35 Ank
Özer, A.S., Tümen, İ., Keskiner, Ü.A., 2011. Odun Dışı Orman Ürünleri,
Ürün Çeşitliliği ve Standardizasyonun Önemi, I. Ulusal Akdeniz
Orman ve Çevre Sempozyumu Bildiri özetleri Kitabı, KSİÜ, Or.
Fak, Kahramanmaraş.
Şafak, İ., Okan, T., 2004. Kekik, Defne ve Çamfıstığının Üretimi ve
Pazarlaması, DOA Dergisi, DOA Yayın NO: 34, Sayı: 10, s:121129, Tarsus.
Türker, M. F., Öztürk, A., Pak, M., Durusoy, İ. 2006. Odun Dışı Organik
Orman Ürünleri ve Yönetimi, Uluslararası Rekabet Araştırmaları
Kurumu Derneği (Urak) Yayınları, Yayın No: 2006/1, İstanbul.
433
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Türker, M. F., Öztürk, A., Pak, M., Tiryaki, E., 2001. Türkiye
Ormancılığında ODOÜ İşletmeciliğinde Karşılaşılan Sorunlar ve
Çözüm Önerileri, Türkiye Ormancılar Derneği, 1. Ulusal Orman.
Kong., 2001, Ank
Türker, S. 2012 Türkiye’de Gıda Güvenliği ve Gıda Mevzuatının Gelişim
süreci, SD Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Platformu.
URL, 2014a. http://www.bcs.gov.tr/resources/resources
URL,2014b.http://web.ogm.gov.tr/birimler/merkez/egitim/disiliskiler.
URL, 2014d. http://sura.ormansu.gov.tr/sura/AnaSayfa/GrupRaparlari
URL,2014c.http://www.ogm.gov.tr/ekutuphane/Dokumanlar
Zeydanlı, U., Tuğ, S., 2008. Biyolojik Çeşitlilik ve Orman
Ekosistemlerindeki Önemi, Orman ve Biyolojik Çeşitlilik, Doğa
Koruma Merkezi, Anka
434
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Üzüm ve Üzüm Ürünlerinde Biyoaktif Bir Bileşen;
Resveratrol
Mehmet Gülcü1
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Bağcılık Araştırma Enstitüsü
Müdürlüğü, 59100 Süleymanpaşa, Tekirdağ
E-posta: [email protected]
1
Özet: Resveratrol (trans-3,4',5-trihydroxystilbene), bitkilerin
büyüme ve gelişme aşamalarının herhangi bir döneminde çevresel stres ve
hastalıklara karşı, dayanıklılık mekanizmasının oluşturulması amacıyla
üretilen, stilben sınıfından fenolik bir bileşik olup bilinen en kuvvetli
antioksidanlardan birisidir. Hücresel ve hayvan modellerinde yürütülen
çok sayıda çalışmada, resveratrolün birçok biyolojik aktiviteye sahip
olduğu ortaya konmuştur. Yapılan çalışmalarda trans-resveratrolün birçok
hastalığın önlenmesinde koruyucu ajan görevi üstlendiği tespit edilmiştir.
Keşfedilen biyoaktif özellikleri doğrultusunda, resveratrol son yıllarda
fonksiyonel gıda endüstrisinde temel bileşenler arasında yer almakta,
katma değeri yüksek bitkisel ilaç ve takviyelerin üretiminde kullanılan
antioksidan maddelerin başında gelmektedir. Üzümdeki resveratrol varlığı
ve miktarı genel olarak üzüm çeşidine, yetiştirildiği bölge özelliklerine,
iklim koşullarına, bağda uygulanan kültürel/bitki koruma işlemlerine göre
değişebilmektedir. Üzümün kabuk ve çekirdeğinin resveratrol miktarı
bakımından, meyve eti kısmına göre yaklaşık 100 kez daha zengin olduğu
bildirilmiştir. Üzüm ürünlerindeki resveratrol varlığı ve miktarı ise başta
hammadde olarak işlenen üzüm çeşidine, uygulanan üretim teknik ve
teknolojilerine, depolama süresi ve koşullarına göre değişebilmektedir. Bu
çalışmada, tüketim konusunda resveratrol içeriğinin bir tercih sebebi
olması ve daha bilinçli bir tüketici talebinin oluşturulmasına katkı
sağlamak amacıyla üzüm ve bazı üzüm ürünlerinde (üzüm suyu, şarap,
sirke, kuru üzüm vb.) resveratrol varlığı ve etki eden faktörler
değerlendirilmiştir.
Anahtar kelimeler: Üzüm, Resveratrol, Antioksidan, Üzüm Ürünleri
435
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Resveratrol; A Bioactive Component In Grapes
And Grape Products
Abstract: Resveratrol (trans-3,4',5-trihydroxystilbene), stilbene
deriative effective antioxidant, is a phenolic compound produced by
plants to acquire resistance againts stress and disease conditions.
Resveratrol is one of the most powerful antioxidants and considered to be
a preventive food component. In accordance with discovered bioactive
properties, resveratrol is among main components of functional food and
supplements in recent years. The resveratrol content of grapes and the
amount of resveratrol at the grapes differs depending on geographical
origin, growing region characteristics and climatic conditions, cultivar and
agronomic techniques, the health status of the grapes. The amount of
resveratrol in the grape products vary depending on grape cultivar,
processing techniques, storage period and conditions. In this study, what
factors’ affecting the resveratrol presence in the grapes and products
(grape juice, wine, vinegar, raisin etc.) is determined to be a reason for the
preference for consumption of resveratrol content and to contribute the
creation of a more consciously consumer demand.
Key words: Grape, Resveratrol, Antioxidant, Grape Products
1. Giriş
Üzümün içermiş olduğu karbonhidrat ve mineral maddelerin yanı
sıra, diğer meyveler içerisinde ayrı ve özel bir yere sahip olmasının asıl
nedeni üzümün kabuğunda ve çekirdeklerinde oldukça fazla miktarlarda
bulunan fenolik bileşiklerden kaynaklanmaktadır. Fenolik bileşikler insan
sağlığı bakımından antioksidan özellikleri ile ön plana çıkan doğal
bileşiklerin başında gelmektedir. Resveratrol (trans-3,4',5-trihydroxy
stilbene), bitkilerin büyüme ve gelişme aşamalarının herhangi bir
döneminde çevresel stres ve hastalıklara karşı, dayanıklılık
mekanizmasının oluşturulması amacıyla üretilen, stilben sınıfından
fenolik bir bileşik olup bilinen en kuvvetli antioksidanlardan birisidir.
İki fenol halkasının bir stiren çift bağ ile bağlanması sonucu oluşan
ve genellikle 3,4',5-trihydroxystilbene olarak adlandırılan resveratrol E(trans-) ve Z- (cis-) olmak üzere iki geometrik izomer şeklinde bulunur.
436
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Bitki materyallerinde çoğunlukla trans-izomer formda bulunur (Filip ve
ark., 2003; Pervaiz 2003). Cis-resveratrol, üzüm kabuğu veya suyunda
tespit edilemediğinden, trans-resveratrolün izomerizasyonundan veya
resveratrol polimerlerinin üzüm kabuğunun fermantasyonu boyunca
parçalanması sonucu oluştuğu düşünülmektedir (Abril ve ark., 2005).
Soleas ve ark. (1997), UV ışınlarına maruz kalma sonucu trans- izomerin
cis-izomere dönüşmesinin kolaylaştığını bildirmiştir. Sinclair (2005),
resveratrolün ışık, ısı ve oksijene maruz bırakıldığında degradasyona
uğradığını bildirmiştir. Başka bir araştırma çalışmasında ise transresveratrolün oda sıcaklığında uğradığı oksidasyonun ihmal edilebilir
düzeyde olduğu bildirilmiştir (Bertelli 1998).
Son yıllarda bazı besinlerin doğal yollardan hastalıkların önlenmesi
ve tedavisindeki etkinliğinin bilimsel olarak ortaya konulması,
sağlığımızın korunmasında beslenme desteğinin önemini arttırmıştır. Bu
nedenle fonksiyonel besinler nutrasötikler ve doğal sağlık ürünleri daha
fazla tüketilir hale gelmiştir. Bu bağlamda resveratrol de son yıllarda
fonksiyonel gıda endüstrisinde temel bileşenler arasında yer almakta ve
katma değeri yüksek bitkisel ilaç ve gıda takviyeleri üretiminde kullanılan
antioksidan maddelerin başında gelmektedir. Hücresel ve hayvan
modellerinde yürütülen çok sayıda çalışmada, resveratrolün birçok
biyolojik aktiviteye sahip olduğu ortaya konmuştur. Yapılan birçok
çalışmada trans-resveratrolün birçok hastalığın önlenmesinde koruyucu
ajan görevi üstlendiği tespit edilmiştir, örneğin; kalp hastalıkları, kanser,
viral enfeksiyonlar, Alzaimer gibi nörodejeneratif oluşumlar.
Günümüzde, 72 bitki türünde resveratrol üretimi belirlenmiş
olmakla birlikte, doğrudan insan beslenmesinde kullanılanların sayısı
sınırlıdır. Beslenme alanında yaygın kullanılan türler arasında dut,
yerfıstığı ve asmalar sayılmaktadır. Bu çalışmada, tüketim konusunda
resveratrol içeriğinin bir tercih sebebi olması ve daha bilinçli bir tüketici
talebinin oluşturulmasına katkı sağlamak amacıyla üzüm ve bazı üzüm
ürünlerinde (üzüm suyu, pekmez, şarap, sirke, vb.) resveratrol varlığı ve
etki eden faktörler değerlendirilmiştir.
2. Üzüm ve Ürünlerinde Resveratrol
Üzümdeki resveratrol varlığı ve miktarı genel olarak üzüm
çeşidine, yetiştirildiği bölge özelliklerine, iklim koşullarına, bağda
uygulanan kültürel/bitki koruma işlemlerine göre değişebilmektedir.
Üzümün kabuk ve çekirdeğinin resveratrol miktarı bakımından, meyve eti
437
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
kısmına göre yaklaşık 100 kez daha zengin olduğu bildirilmiştir. Üzümde
olgunluğa erişilmesinin hemen öncesinde resveratrol sentezinin en yüksek
seviyeye ulaştığı ve hemen hemen tümünün kabukta sentezlendiği
bildirilmiştir (Stervbo ve ark., 2007). Taze üzüm kabuğunun 1 gramında
50 ila 100 μg düzeyinde resveratrol bulunduğu bildirilmiştir (Tuma,
2007). Ho ve ark. (2004), üzümün kabuk ve çekirdeğinin resveratrol
miktarı bakımından, pulp kısmına göre yaklaşık 100 kez daha zengin
olduğunu bildirmiştir. Asmalar henüz tomurcuk ve çiçeklenme evresinde
iken resveratrol miktarının düşük olduğu, ancak üzümler tam olgunluğa
(reach maturity) erişmeden hemen önce resveratrol miktarının en yüksek
seviyeye ulaştığı bildirilmiştir (Jeandet ve ark. 2002).
Resveratrolü doğal olarak üretilebilen türlerin başında gelen
asmalar; sofralık üzüm, şarap, kuru üzüm, sirke veya geleneksel ürünler
olarak tanımlanan pekmez, pestil gibi diğer işlenmiş ürünleri ile
beslenmede yaygın olarak kullanılmaktadır. Üzüm ürünlerindeki
resveratrol varlığı ve miktarı başta hammadde olarak işlenen üzüm
çeşidine, uygulanan üretim teknik ve teknolojilerine, depolama süresi ve
koşullarına göre değişebilmektedir. Üzümde bulunan resveratrol içeriği
çekirdek ve kabuk kısımlarında yoğunlaştığından, üzümden üretilecek
ürünlerin resveratrol içeriği de üretim prosesinde uygulanacak maserasyon
vb. işlemlerle, ürünün kabuk ve çekirdek kısımlarıyla temas süresine bağlı
olarak değişiklik gösterecektir.
Kırmızı şarap üretiminde, mayşe fermantasyonu sırasında kabuk
ve çekirdek ile yapılan maserasyon işlemi resveratrol miktarının kırmızı
şarapta beyaz şaraba oranla çok daha yüksek miktarlarda bulunmasını
açıklamaktadır. Resveratrol konsantrasyonu fermantasyon boyunca
artmakta fakat şaraba geçen miktar üzüm çeşidine ve enolojik şartlara
bağlı olarak değişmektedir (Gerogiannaki- Christopoulou ve ark., 2006).
Maserasyon esnasında şaraba stilben geçişinin çok hızlı olduğu ve 10-12.
günlerde maksimum seviyelere ulaştığı bildirilmiştir (Roggero, 1996).
Malolaktik fermantasyondan sonra resveratrol miktarının alkol
fermantasyonunun sonunda ölçülen miktara göre iki katına kadar
yükselebileceği ve bunun nedeninin glukozid ve/veya oligomerik
formlarının malolaktik bakterilerin aktivitesi ile serbest şekle dönüşmeleri
olabileceği bildirilmiştir (Yasui ve ark., 2002). Şaraba uygulanan bazı
durultma yardımcı maddelerinin de resveratrol düzeyini düşürdüğü
bildirilmiştir (Siemann ve Creasy 1992; Soleas ve ark., 1995; Threlfall ve
ark., 1999).
438
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Çizelge 1. Üzüm ve bazı üzüm ürünlerinin resveratrol içeriği
Ürün
Resveratrol (ppm)
Siyah Üzüm1
1.5
Beyaz Üzüm1
0.2
Kırmızı Üzümsuyu2
0.5
Beyaz Üzümsuyu2
0.05
Kırmızı Şarap1
2.7
Rose Şarap1
1.2
Beyaz Şarap1
0.4
Sirke1
0.1
Kuru Üzüm3
0.8
1
Rothwell ve ark. (2013); 2 Romero-Pérez ve ark. (1999); 3 Breksa ve ark.
(2010)
Kırmızı üzüm suyunda resveratrol düzeyi, beyaz örneklere göre
yaklaşık 10 kat daha yüksek oranda tespit edilmiş, araştırmacılar bu
farklılığın kullanılan üzüm çeşidi, depolama koşulları ve üretim
prosesindeki değişikliklerden kaynaklanabileceğini bildirmiştir (RomeroPérez ve ark. 1999). Siyah üzüm suyu üretiminde uygulanan mayşe ısıtma
ile resveratrol etkin olarak ekstrakte edilirken, beyaz üzüm suyu
üretiminde üzümler soğuk-doğrudan preslendiği için bunun
gerçekleşmediği bildirilmiştir (Creasy ve Creasy, 1998; González-Barrio
ve ark., 2009). Organik ve konvansiyonel üzüm sularının resveratrol
içeriklerinin farklı olduğu ve bunun izahının organik yetiştiricilikte
pestisit kullanılmamış olmasıyla açıklanabileceği bildirilmiştir (Dani ve
ark. 2007). Üzüm suyuna uygulanan bazı durultma ve berraklaştırma
ajanlarınında şarapta olduğu gibi resveratrol düzeyini düşürmesi
muhtemeldir.
Yapılan çalışmalarda sirkede az miktarda da olsa resveratrol ve
türevlerinin varlığı tespit edilmiştir (García-Parrilla ve ark. 1997; Morales
439
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
ve ark. 2001; Yanbin ve ark. 2008; Machado ve ark. 2011). Sirke
prosesinde özellikle asetifikasyon esnasında resveratrol glukozid
konsantrasyonunda önemli azalmalar görüldüğü bildirilmiştir (Cerezo ve
ark., 2008). Bazı araştırmacılar kuru üzümlerdeki resveratrol miktarını
incelemişlerdir, üzüm çeşidi ve uygulanan kurutma tekniğine bağlı olarak
resveratrol içeriğinin değişiklik gösterdiği, özellikle geleneksel olarak
güneşte kurutma işleminde ışığa maruziyet sebebiyle resveratrol kaybı
meydana gelirken kurutucu vasıtasıyla hazırlanan kuru üzümler işleme
esnasında ışığa maruz kalmadıkları için resveratrol içeriğinde önemli bir
kayıp olmadığı bildirilmiştir (Creasy ve Creasy, 1998; Zhao ve Hall,
2008; Breksa ve ark. 2010).
3. Sonuç
Yetiştirilme alanı ve üretim miktarı bakımından dünyada ve
ülkemizde ilk sıralarda yer alan bir meyve olarak üzüm, eski çağlardan bu
yana gerek sofralık olarak ve gerekse değişik şekillerde işlenmek suretiyle
her mevsimde temin edebileceğimiz bir besindir. Ülkemizde sofralık
olarak tüketildiği gibi pekmez, üzüm suyu, kuru üzüm, şarap, sirkeye
işlenerek ve ayrıca değişik yörelerde halkımızın tercihine göre, ”bulama,
katı pekmez, pestil, köfter, cevizli sucuk, hardaliye” ve daha ismini
sayamadığımız pek çok geleneksel ürün halinde işlenerek tüketimi
gerçekleşmektedir. Bu çalışmanın hazırlık sürecinde de görülmüştür ki,
özellikle üzümden üretilen pek çoğu ülkemize özgü olan başta pekmez
olmak üzere geleneksel üzüm ürünlerinin resveratrol içerikleri konusunda
henüz literatüre rastlanmamaktadır. Üzüm ve üzüm ürünlerinin tüketimi
konusunda resveratrol içeriğinin bir tercih sebebi olması ve daha bilinçli
bir tüketici talebinin oluşturulması konu ile ilgili yapılacak Ar-Ge ve
tanıtım çalışmalarına bağlıdır.
Kaynaklar
Abril, M., Negueruela, A.I, Perez, C., Juan, T., Estopanan, G. 2005.
Preliminary study of resveratrol content in Aregon red and rose
wines, Food Chemistry, 92; 729-736 pp.
Bertelli, A. A. 1998. Stability of resveratrol over time and in the various
stages of grape transformation. Drugs under experimental and
clinical research 24 (4): 207-211.
440
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Breksa, A. P., Takeoka, G. R., Hidalgo, M. B., Vilches, A., Vasse, J., &
Ramming, D. W. 2010. Antioxidant activity and phenolic content
of 16 raisin grape (Vitis vinifera L.) cultivars and selections. Food
Chemistry, 121(3), 740-745.
Cerezo, A. B., Tesfaye, W., Torija, M. J., Mateo, E., García-Parrilla, M.
C., & Troncoso, A. M. (2008). The phenolic composition of red
wine vinegar produced in barrels made from different woods.
Food Chemistry, 109(3), 606-615.
Creasy, L. L., & Creasy, M. T. 1998. Grape chemistry and the
significance of resveratrol: an overview. Pharmaceutical
biology.7
Dani, C., Oliboni, L. S., Vanderlinde, R., Bonatto, D., Salvador, M., &
Henriques, J. A. P. 2007. Phenolic content and antioxidant
activities of white and purple juices manufactured with
organically-or conventionally-produced grapes. Food and
Chemical Toxicology, 45(12), 2574-2580.
Filip, V., Plockova, M., Šmidrkal, J., Špičková, Z., Melzoch, K., &
Schmidt, Š. 2003. Resveratrol and its antioxidant and
antimicrobial effectiveness. Food chemistry, 83(4), 585-593.
García-Parrilla, M.C., Gonzalez, G. A., Heredia, F. J., & Troncoso, A. M.
1997. Differentiation of wine vinegars based on phenolic
composition. Journal of Agricultural and Food Chemistry, 45,
3487–3492.
Gerogiannaki-Christopoulou, M., Athanasopoulos, P., Kyriakidis, N.,
Gerogiannaki, I.A., Spanos, M. 2006. Trans-resveratrol in wines
from the major Greek red and white grape varieties, Food Control
17, 700-706 pp.
González-Barrio, R., Vidal-Guevara, M. L., Tomás-Barberán, F. A., &
Espín, J. C. 2009. Preparation of a resveratrol-enriched grape
juice based on ultraviolet C-treated berries. Innovative Food
Science & Emerging Technologies, 10(3), 374-382.
Ho, Y.S., Xiong, Y., Ma, W., Spector, A., Ho, D. 2004. Mice Lacking
Catalase Develop Normally but Show Differential Sensitivity to
Oxidant Tissue Injury. J Biol Chem 279 (31): 32804-812.
Jeandet, P., Douillet-Breuil, A. C., Bessis, R., Debord, S., Sbaghi, M., and
Adrian, M. 2002. Phytoalexins from the Vitaceae: biosynthesis,
phytoalexin gene expression in transgenic plants, antifungal
activity, and metabolism. J. Agric. Food Chem. 50, 2731–2741.
Machado, M. M., Montagner, G. F. F. D. S., Boligon, A., Athayde, M. L.,
Rocha, M. I. U. M. D., Lera, J. P. B., ... & Cruz, I. B. M. D. 2011.
441
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Determination of polyphenol contents and antioxidant capacity of
no-alcoholic red grape products (Vitis labrusca) from
conventional and organic crops. Química Nova, 34(5), 798-803.
Morales, M. L., Tesfaye, W., Garcia-Parrilla, M. C., Casas, J. A., &
Troncoso, A.M. 2001. Sherry wine vinegar: Physicochemical
changes during the acetification process. Journal of the Science of
Food and Agriculture, 81(7), 611–619.
Pervaiz, S. 2003. Resveratrol: from grapevines to mammalian biology.
FASEB. J. 17, 1975–1985.
Roggero, J. P. 1996. Évolution des teneurs en resvératrol et en picéide
dans des vins en cours de fermentation ou de vieillisement.
Comparaison des cépages grenache et mourvèdre. Sciences des
aliments, 16(6), 631-642.
Romero-Pérez, A. I., Ibern-Gómez, M., Lamuela-Raventós, R. M., & de la
Torre-Boronat, M. C. 1999. Piceid, the major resveratrol
derivative in grape juices. Journal of Agricultural and Food
Chemistry, 47(4), 1533-1536.
Rothwell JA, Pérez-Jiménez J, Neveu V, Medina-Ramon A, M'Hiri N,
Garcia Lobato P, Manach C, Knox K, Eisner R, Wishart D,
Scalbert A. 2013. Phenol-Explorer 3.0: a major update of the
Phenol-Explorer database to incorporate data on the effects of
food
processing
on
polyphenol
content.
Database,
10.1093/database/bat070.
Siemann, E. H., & Creasy, L. L. 1992. Concentration of the phytoalexin
resveratrol in wine. American Journal of Enology and Viticulture,
43(1), 49-52.
Sinclair, D. 2005. Science of Aging. PBS. http://Pbs.org (Last accessed:
November, 2007).
Soleas, G. J., Goldberg, D. M., Karumanghiri, A., Diamandis, E. P., &
Ng, E. 1995. Influences of viticultural and oenological factors on
changes in cis‐and trans‐resveratrol in commercial wines. Journal
of Wine Research, 6(2), 107-121.
Soleas, G. J., Diamandis, E. P., and Goldberg, D. M. 1997. Resveratrol: a
molecule whose time has come? And gone? Clin. Biochem. 30,
91–113.
Stervbo, U., Vang, O., Bonnesen, C. 2007. A review of the content of the
putative chemopreventive phytoalexin resveratrol in red wine,
Food Chemistry 101, 459-457.
442
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Threlfall, R. T., Morris, J. R., & Mauromoustakos, A. 1999. Effects of
fining agents on trans-resveratrol concentration in wine.
Australian Journal of Grape and Wine Research, 5, 22-26.
Tuma, R. S. 2007. Anti-Aging Targets Tap Biggest Disease Markets.
Cambridge Healthtech Institute. Wang, Y., Catana, F., Yang, Y.,
Roderick, R., van Breemen, R. B. 2002. An LCMS method for
analyzing total resveratrol in grape juice, cranberry juice, and in
wine. J. Agric. Food Chem. 50 (3): 431-5.
Yanbin, Y., Jiang, L., Xinmin, Y., & Li, L. 2008. Change of resveratrol
during the fermentation of grape vinegar [J]. Sino-Overseas
Grapevine & Wine, 3, 008.
Yasui, Y., Yunoki, K., Naito, A., Kawaguchi, M., & Ohnishi, M. 2002.
Effects of weather conditions and aging on resveratrol
concentration in red wines. Journal-Japanese Society Of Food
Science and Technology, 49(4), 220-227.
Zhao, B., & Hall, C. A. 2008. Composition and antioxidant activity of
raisin extracts obtained from various solvents. Food Chemistry,
108(2), 511-518.
443
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Tekirdağ İl Merkezinde Yetiştilen Ispanağın (Spinacia
olarocea L.) Antioksidan Kapasitenin Belirlenmesi
Ayşe Makasçı Afacan1, Sevinç Adiloğlu2
Namık Kemal Üniversitesi, Muratlı MYO Kimya Teknolojisi Programı,
Tekirdağ
2
Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki
Besleme Bölümü, Tekirdağ
E-posta: [email protected], [email protected]
1
Özet: Bu çalışmada ıspanak (Spinacia olarocea L.) bitkisinin
antioksidan kapasitesi belirlenmiştir. Ispanak ülkemizde oldukça fazla
miktarda yetiştirilen ve çok büyük miktarda tüketilen bir sebzedir. Bu
çalışmanın amacı, ülke tarımında önemli bir yeri olan Tekirdağ İl
Merkezinde yetiştirilen ıspanak sebzesinin, yaş ve kuru olarak hazırlanan
ekstraktlarının antioksidan kapasitesinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Toplanan ıspanaklar iki kısma ayrıldı. Bir kısmı gölgede kurutuldu, diğer
kısmı ise yaş olarak kullanıldı. Yaş olarak kullanılan ıspanaklara
maserasyon tekniği ile ekstraksiyon işlemi yapıldı. Kurutulmuş ıspanak
örnekleri ise öğütüldükten sonra soxhlet aparatı kullanılarak ekstraksiyonu
yapıldı. Elde edilen örneklerin analizi yapılıncaya kadar +4ºC’de
bekletildi. Bu çalışmada β-karoten linoleik asit metodu ile çalışıldı. Deney
tüplerindeki numunelerin ve kontrol çözeltisinin absorbansı 450 nm de
okutuldu. Bu andan itibaren inkübasyondaki çözeltilerin absorbansı her 30
dakikada bir 90 dakika boyunca okutuldu. Yapılan analizler sonucu
ıspanak bitkisinin iyi bir aktivite gösterdikleri belirlenmiştir.
Anahtar kelimeler: Ispanak (Spinacia olarocea L.), antioksidan kapasite,
BHT (butillenmişhidroksi toluen)
444
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
The Determination of Antioxidant Capacity in
Spinach (Spinacia olaroce L.) Grown in the Province
of Tekirdağ
Abstract: In this study, antioxidant capacity of spinach (Spinacia
olaroce L.) is determined. Spinach is a vegetable that is grown and
consumed in large amounts in Turkey. This study aims to determine the
antioxidant capacity of extracts; both dry and fresh, of spinach grown in
Tekirdağ, a city which has an important place in the country’s agriculture.
Spinach collected was divided into two parts. A portion was dried in the
shade, and the other part was used fresh. Fresh spinach was extracted by
maceration technique. On the other hand, dried spinach samples were
extracted using soxhlet apparatus after being grinded. The samples
obtained were stored at + 4 ° C until they were analyzed. In this study, the
method of β-carotene linoleic acid was used. The absorbance of the
samples in test tubes and control solution was read at 450 nm. From this
moment, the absorbance of the solution in the incubation was read every
30 minutes for 90 minutes. As a result of the analysis, it can be concluded
that spinach had a good activity.
Key words: Spinach (Spinacia Oleracea L.), antioxidant capacity, BHT
(butylated hydroxy toluene)
1. Giriş
Antioksidanların sağlık üzerine etkilerinin anlaşılması ile bu
konuda yapılan çalışmaların sayısı gün geçtikçe artış göstermektedir.
Meyve ve sebzeler, sağlık için gerekli olan vitamin ve minerallerin
yanında; beslenmede önem taşıyan diğer gıda bileşenlerini de
içermektedir. Antioksidanlar serbest radikallerin zararlı etkilerini önemli
ölçüde azaltabilen bileşiklerdir (Halliwell ve Aruoma, 1991). Doğal
antioksidanlar bitkilerin bütün kısımlarında doğal bir şekilde meydana
gelmektedir. Bunlar karotenoidler, vitaminler, fenoller, flavonoitler,
glutatyon ve endojen metabolitleri içerir (Larson, 1988). Tarla
bitkilerinde, sebze ve meyveler de birçok antioksidan içerirler (Cao ve
ark., 1996; Afacan ve ark., 2014).
Doğal antioksidan bileşikler; sebzelerde, kabuklu ve kabuksuz
meyvelerde, tohumlarda, yapraklarda, çiçeklerde, köklerde ve kabuklarda
445
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
bol miktarda bulunmaktadır (Pratt ve ark., 1990). Bundan dolayı bol
miktarda sebze ve meyve tüketimi hastalıklara yakalanma riskini azalttığı
gibi, kanserde ve ölüm oranında düşüş meydana getirmektedir (Ames ve
ark., 1993). En önemli doğal antioksidanlar arasında askorbik asit,
tokoferoller, karotenoidler ve skualen sayılabilir. Ispanak bitkisinin ana
vatanı Orta Asya’dır. Serin iklim sebzesidir. Kış ve ilkbahar aylarında
üretimi yapılır. Ispanak ülkemizin sadece aşırı yağış alan Doğu Karadeniz
bölgesinde çok sınırlı olmak üzere, bunun dışındaki bütün bölgelerimizde
yetişebilen ve büyük miktarlarda üretilen bir sebzedir.
Yapılan araştırmalar ıspanağı bolca tüketen kişilerde bazı kanser
türlerine yakalanma olasılığının çok düşük olduğunu göstermiştir.
Ispanak, dünyada ve ülkemizde bol üretilen ve tüketilen sebzelerden
biridir. Pek çok çeşidi bulunan ve oldukça kolay yetiştirilen ıspanak, bir
yıllık otsu bitkidir. Yeşil yapraklı sebzeler de antidiabetik, antihistaminik,
antikarsinojenik ve antibakteriyel etkileriyle sağlık üzerine son derece
önemli faydaları olan sebze gruplarındandır (Subhasree ve ark., 2009).
2. Materyal ve Yöntem:
Araştırmada kullanılan ıspanak numuneleri Tekirdağ il merkezinde
yetiştirilen tarladan toplandı. Bu çalışmanın amacı, ülke tarımında önemli
bir yeri olan ıspanak sebzesinin, yaş ve kuru olarak hazırlanan
ekstraktlarının antioksidan kapasitesinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Toplanan ıspanaklar iki kısma ayrıldı. Bir kısmı gölgede kurutuldu, diğer
kısmı ise yaş olarak kullanıldı. Yaş olarak kullanılan ıspanaklara
maserasyon tekniği ile ekstraksiyon işlemi yapıldı. Kurutulmuş ıspanak
örnekleri ise öğütüldükten sonra her birinden yaklaşık 15 g alınıp soxhlet
kartuşuna yerleştirildi. 30 oC de metanol, etanol ve aseton ile ayrı ayrı bu
çözücülerde 6 saat ekstra edildi. Elde edilen ekstrelerin çözücülerini
uzaklaştırmak için evaporatörde vakum altında 40 oC’ye tabi tutuldu.
Örnekler analizi yapılıncaya kadar +4 ºC’de bekletildi.
2.1.Toplam antioksidant aktivitenin belirlenmesi
β- Karoten- Lineolik Asit Emülsiyon Yöntemi: Bu metot Amin ve
Tan (2002)’ye göre yapıldı. β- Karoten- Lineolik Asit Emülsiyon
Yöntemi: 0,2 mg β- karoten, 1 mL kloroformda çözüldü. Üzerine 0,02 mL
lineolik asit çözeltisi ve 200 mg tween 20 ilave edildi.
446
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Kloroform 40 0C de tamamen uzaklaştırıldı. 100 mL saf suda
çözüldü. Şiddetli şekilde karıştırıldı. Kontrol çözeltisi içinde aynı
işlemleri tekrarlandı. Numunelerin ve karıştırılmak üzere hazırlanan
sentetik antioksidan konsantrasyonu 2 mg/mL olacak şekilde metanol ve
etanol hazırlandı. Deney tüplerine, hazırlanan drog, gallik asit ve BHT
çözeltilerinden 0,2’şer mL alınarak üzerlerine 5 mL, hazırlanan emülsiyon
çözeltisi ilave edildi. 40 0C de su banyosunda inkübasyona bırakıldı.
Deney tüplerindeki numunelerin ve kontrol çözeltisinin absorbansı
450 nm de okundu. Bu andan itibaren inkübasyondaki çözeltilerin
absorbansı her 30 dakikada bir 90 dakika boyunca okundu. Bu absorbansa
dayanarak, yapılan hesaplamalarda absorbans değişim oranı ve buna bağlı
olarak da % oksidasyonu engelleme katsayıları hesaplandı. R=
ln(a/b)/120, Burada; ln=doğal logaritma, a= başlangıc absorbansı, b= 90
dakika inlübasyondan sonraki absorbansı AA; antioksidan aktivite eşitliği
 Rkontrol  Rnumune 
 x100
Rkontrol


AA= 
3. Bulgular ve Tartışma:
β- Karoten-lineolik asit emülsiyon sistemi metodunda,
emülsiyondaki lineoik asit oksidasyon sonucu oluşan radikallerin βkaroten’le reaksiyonundan oluşan sarı rengin zaman içerisinde
kaybolmasına dayanmaktadır. β-karoten lineolik asit metodunda ıspanağın
test süresinin 90 dakika boyunca sarı rengin solmasını önlemesi yüksek
potansiyel antioksidan varlığını göstermektedir (Şekil 1. ve 2).
447
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Yaş ıspanak
Şekil 1. Yaş ıspanağın; β-karoten lineoleik asit emülsiyon sistemindeki 2
mg/mL metanollü, etanollü ve asetonlu ıspanak (Spinacia Olarocea L.),
Gallik asit ve BHT zamana karşı absorbsiyon değişim grafiği.
Kuru Ispanak
Absorbance(450 nm)ı
0.6
0.5
control
0.4
BHT
0.3
Gallic acid
0.2
Ethanol
0.1
Methanol
0
Acetone
0
20
40
60
80
100
time(minute)
Şekil 2. Kuru ıspanağın; β-karoten lineoleik asit emülsiyon sistemindeki 2
mg/mL metanollü, etanollü ve asetonlu ıspanak (Spinacia Olarocea L.),
Gallik asit ve BHT zamana karşı absorbsiyon değişim grafiği.
β-karoten lineoleik asit emülsiyon yönteminde ıspanak bitkisinin
metanol, etanol ve aseton ekstraktlarının antioksidan aktiviteleri ölçülüp,
448
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
sentetik antioksidan olan gallik asit, BHT’nin antioksidan aktiviteleri ile
karşılaştırıldı. Yapılan β-karoten lineoleik asit emülsiyon sistemi
metodunda ıspanak (Spinacia olarocea L.), etanol ve metanol ekstraktı
asetona göre daha fazla antioksidan aktivite gösterdi.
Bu sonuç bize etanol ve metanol ekstraktının daha yüksek
antioksidan molekül içerdiği hakkında fikir verir. Yeşil yapraklı sebzeler
de antidiabetik, antihistaminik, antikarsinojenik ve antibakteriyel
etkileriyle sağlık üzerine son derece önemli faydaları olan sebze
gruplarındandır (Subhasree ve ark. 2009). Zengin diyet lifi, vitamin,
mineral, karotenoid ve fenolik madde içeriklerine sahiptirler. Özellikle
içerdikleri C vitamini, fenolik ve karotenoid bileşiklerin bu sebze
grubunun toplam antioksidan kapasitesine katkısı büyüktür (Isabelle ve
ark. 2010).
Bütün aerobik canlılarda antioksidan savunma sistemleri
bulunmaktadır. Bazı durumlarda antioksidan savunma sistemi yetersiz
kaldığından, antioksidan bileşiklerin diyetsel olarak alınması
gerekmektedir (Özen ve Korkmaz, 2003). Sentetik antioksidanlardan
BHA ve BHT yiyeceklerin saklanmasında kullanılan bileşiklerdir. Fakat
bu ve diğer sentetik antioksidanların bazı yan etkileri bulunmaktadır. Bu
nedenle günümüzde insanlar sentetiklerden daha çok doğal
antioksidanlara yönelmişlerdir. Fenolik bileşikler bitkiler aleminin önemli
doğal bileşenleridir ve son yıllarda gıdalardaki fenolik bileşiklerin
antioksidan etkilerinin incelenmesi giderek önem kazanmaktadır (Nehir El
ve ark., 1999).
Maydanoz, dereotu ve rokanın antioksidan etkilerini BHT’nin
antioksidan etkileri ile karşılaştırmışlardır. Her üç bitkinin ekstrelerini
flavonid bileşiklerce zengin bulmuşlar ve tüm örneklerin antioksidan
etkilerini BHT’ye yakın veya daha yüksek bulmuşlardır (Nizamlıoğlu ve
Nas, 2010).
4. Sonuç
Doğal antioksidanlar arasında önemli rol oynayan bitkisel polifenol
içeriği bitki türü, tarımsal proses, ışık iklim, hasat zamanı ve depolama
şartları gibi pek çok dış etkenden etkilenir (Heimler vd., 2007). Genellikle
yeşil yapraklı bitkilerde yaprak ekstreleri daha güçlü serbest radikal tutma
özelliği göstermiştir ( Afacan M.A ve ark., 2010). Sonuç olarak şunu
449
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
önerebiliriz hastalıklara yakalanmamak için bol,bol yeşil sebze tüketmek
gerekir.
Kaynaklar
Afacan, A., Adiloğlu, S., Hasanghasemi, A. and Sağlam,. C., 2014.
Determination of physiological and harvest antioxidant activities of
sunflower plants growing in alkaline soils with Dpph method.
Journal of Essential Oil Bearing Plants. 17(5): 1017-1022.
Afacan, M.A., Mammadov, R., Dusen, O., and Isik, H.I., 2010.
Antimicrobial and antioxidant activities of medicinal plant species
Ornithogalum alpigenum stapf. from Turkey. Journal of Medicinal
Plant Research 4(16):1637-1642
Ames, B.M., Shigena, M.K., and Hagen, T.M., 1993. Oxidants,
antiaxidants and the degenerative diseases of ageing. Proceedings
of national Academy of Sciences USA, 90: 7915-7922.
Amin, I., ve ark., 2002. Antioxidant aactivity of selected commercial
seaweeds, Mal J nutr,8 (2): 167-177
Cao, G,. Sofic, E., and Prior, R.L., 1996. Antioxidant capacity of tea and
common vegetables. Journal of Agricultural and Food Chemistry,
44: 3426-3431.
Halliwell B., and Aruoma O., 1991. DNA Damage by oxygen-derived
species: its mechanisms and measurement in mammalian systems.
FEBS Lett., 281: 9-19
Heimler D., Isolani I., Vıgnolını P., Tombelli S., and Romanı A., 2007.
Polyphenol content and antioxidative activity in some species of
freshly consumed salads. Journal of Agricultural and Food
Chemistry, 55, 1724-1729.
Isabelle, M., Lee, B.L., Lim, M.T., Koh, W.P., Huang, D.J. and Ong, C.N.
2010. Antioxidant activity and profiles of common vegetables in
Singapore. Food Chemistry, 120, 993-1003.
Larson, R.A., 1988. The antioxidants of higher plants. Phytochemistry,
27: 969–978.
Nehir El S., Karakaya S., Taş AA., 1999. Bazı gıdalardaki fenolik
bileşiklerin antioksidan etkilerinin in vitro koşullarda saptanması.
Tübitak Projesi No: Togtag-1698, İzmir.
450
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Özen, T., Korkmaz, H., 2003. Modulatory effect of Urtica dioica L.
(Urticaceae) leaf extract on biotransformation enzyme systems,
antioxidant enzymes, lactate dehydrogenase and lipid peroxidation
in mice, Phytomedicine, 10: 405–415.
Pratt, D,E., and Hudson, B.J.F., 1990. Natural antioxidants not exploited
commercially in food antioxidants.; Hudson B.J.F., Ed.; Elsevier;
Amsterdam, pp 17-192.
Subhasree, B., Baskar, R., Keerthana, R.L., Susan, R.L. and Rajasekaran,
P. 2009. Evaluation of antioxidant potential in selected green leafy
vegetables. Food Chemistry, 115: 1213-1220.
451
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Gıda Güvenirliliği Açısından Süt ve Süt Ürünlerinin
Üretimi, İşlenmesi, Taşınması ve Pazarlanması
İlkay Uçum1 Bülent Gülçubuk2 Berrin Taşkaya Top3
Ali Berk4 Tijen Özüdoğru5
Tarımsal Ekonomi ve Politika Geliştirme Enstitüsü –Ankara
Prof. Dr. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü
3
Tarım Reformu Genel Müdürlüğü–Ankara
E-posta: [email protected]
1,3,5
2
Özet: Süt ve süt ürünleri sağlığımız açısından son derece önem
arzeden ürünler olmakla birlikte, süt sağıldıktan kısa bir süre sonra
bozulma sürecine girmektedir. Bu yüzden süt ve süt ürünleri kritik
ürünlerdir. Bu çalışmada Erzurum ilinde süt sığırcılığı yapan hayvancılık
işletmeleri ile süt işleyen firmaların üretim koşulları, sütün kalitesini
koruması açısından sütün taşıma koşulları ve pazarlama yapıları
incelenmiştir. Ayrıca üretici ve işleyici açısından sektörle ilgili
problemlerin tespit edilmesi ve bu sorunlara çözüm önerileri sunulması
amaçlanmaktadır. Araştırmanın birincil ve temel materyalini Erzurum
ilinde süt sığırcılığı faaliyeti gerçekleştiren 62 üretici ve 24 adet süt
işleyen firma ile yapılan anketlerden elde edilen veriler oluşturmaktadır.
Yapılan analizlerde sektörde yer alan işletmelerin karşılaştıkları en önemli
sorunlar; merdiven altı üretim, hammadde sıkıntısı, finansman
yetersizliği, Kalifiye-teknik eleman yetersizliği, üretici örgütlenme
yetersizliği ve sütün taşınmasında yaşanan problemlerdir. Ankete katılan
işletmelerin büyük çoğunluğu hammadde temininde karşılaştıkları en
önemli problemin hammaddenin azlığı ve kalitesi olduğunu
belirtmişlerdir. Sütün kalitesinin düşük olması ise sütün taşınmasında
gerekli koşulların yerine getirilmemesinden kaynaklanmaktadır.
Anahtar kelimeler: Süt, süt sığırcılığı, Gıda güvenliği
452
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
In Terms of Food Safety The Production of Milk and
Dairy Products and Accessing to Market
Abstract: Milk and dairy products are so important products for the
health. As well as its importance raw milk and dairy products are one of
entering the fast degradation process. Fort that reason, after production
process as soon as possible, these products should be taken in the cold
chain. In this study, it was examined that milk production process at
animal holdings, in terms of maintaining the quality of the milk
transportation conditions, marketing structure of animal holdings and milk
processing companies in Erzurum province in Turkey. On the other hand,
in terms of producers and processors, it is also aimed to be identified of
problems related with the sector and solution proposals. The primary data
of the study was collected from animal holdings (62 holdings) and milk
processing companies (24 companies) by survey in Erzurum province.
According to analysis results, problems in the transportation process of
the milk can be summarized such as unregistered production, shortages of
raw materials, lack of funding, qualified technical personnel and
organization. Moreover most of processor companies especially specified
insufficient of raw material and its quality problems. The poor quality raw
material (milk) is occurred by failure to fulfill the requirements for
transporting milk.
Key words: Milk, Animal Holdings, Food safety
1. Giriş
Erzurum ‘da doğal koşullar bitkisel üretimden ziyade hayvancılık
için daha elverişli olup, hayvancılık ilde önemli bir geçim veya ek gelir
kaynağıdır. Erzurum’un Çayır ve Mera varlığı 1.622.520 ha olup,
Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi’nin çayır mera alanlarının %43’ünü teşkil
etmektedir. Bu potansiyel, bölgede mera hayvancılığının yoğun bir
şekilde yapılabilmesine imkân sağlamaktadır.
Hayvancılık, Erzurum’un sosyo-ekonomik kalkınmasında önemli
ekonomik fonksiyonları yüklenebilecek bir potansiyele sahiptir. Erzurum
ilinin 2013 yılı itibariyle toplam sığır varlığı 669.524 adet olup hem ülke
ve hem de bölgede büyük baş hayvan varlığı bakımından ilk sıralarda yer
almaktadır. Hayvancılık, sanayi sektörünün birçok koluna girdi sağlaması
453
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
açısından da önem arz etmektedir. İlde yer alan süt ürünlerine dayalı
işletmeler yine il ekonomisine önemli katkılar sağlamaktadır. Türkiye
büyükbaş hayvan varlığının % 5’ine, küçükbaş hayvan varlığının ise %
2,50’sine sahip Erzurum ilinin Türkiye et üretimi (%1,1) ve süt üretimi
içindeki payı (%3,8) sahip olduğu hayvan varlığının yanında çok düşük
seviyededir.
Bu nedenle hayvancılık sektörünün mevcut durumunun,
ihtiyaçlarının, potansiyelinin analizler ile ele alınması, bölgede en fazla
istihdamı sağlayan sektörün anlaşılması açısından dikkate alınması
gereken bir noktadır. Bu görüş çerçevesinde Erzurum’da hayvancılık
sektörünün üretim, taşıma, işleme ve pazarlama yapıları incelenmiş ve bu
işletmelerin problemleri tespit edilmeye çalışılmıştır.
2. Materyal ve Yöntem
Araştırmanın ana materyalini, 2013 yılı itibariyle Erzurum’da KOBİ
kapsamında yer alan ve süt, sanayiinde faaliyet gösteren 24 adet süt
işletmesi ile bunlara girdi sağlayan ve hayvancılıkla uğraşan 62 üreticiye
uygulanan anketlerden elde edilen veriler oluşturmaktadır. Araştırma
kapsamına alınan tarım işletmelerinin seçiminde, pazara yönelik üretimde
bulunan süt sığırcılığı işletmelerine ulaşmak hedeflendiğinden, inceleme
alanında 25 başın altında hayvan sayısına sahip işletmeler ana kitleye
edilmemiştir. Yirmi beş baş ve üzerinde süt sığırına sahip Erzurum ilinde
570 süt sığırcılığı işletmesi araştırmanın ana kitlesini oluşturmuştur. Buna
göre anket yapılacak süt sığırcılığı işletme sayısı Erzurum’da 62 olarak
tespit edilmiştir. Ana kitlenin frekans dağılımı göz önünde bulundurularak
üreticilerle yapılacak anket sayıları 25-30 arası hayvan varlığına sahip
işletmeler, 31-40 arası hayvan varlığına sahip işletmeler, 41 ve üzerinde
hayvan varlığına sahip işletmeler olmak üzere üç gruba ayrılmıştır. Anket
çalışmasından elde edilen ham veriler gerekli değerlendirmeleri ve
hesapları yapabilmek amacıyla SPSS 20 paket programına aktarılmış ve
sonuçlar tablolar halinde sunulmuştur.
3. Bulgular ve Tartışma
3.1 Üreticiler ile ilgili bulgular
Üreticilerle yapılan görüşmelerde üreticilerin, %6,5’inin19-29 yaş
grubunda, %37,1’inin 30-40 yaş grubunda ve %56,5’inin ise 41+ yaş
grubunda yer aldığı tespit edilmiştir. İşletme sahiplerinin yarısından daha
454
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
fazlasının 41 ve üzeri yaşta olduğu görülmektedir. Görüşme yapılan
üreticiler, gençlerin tarım ve hayvancılıkla uğraşmak istemediklerini,
bunun için kentlere göç ederek oralarda çalışmayı tercih ettiklerini
belirtmişlerdir.
Çizelge 1’de üreticilerin süt sığırcılığı faaliyetini yapma nedenleri
verilmiştir. Üreticilerin çok büyük bir bölümü (%85,5) hayvancılığın tek
geçim kaynağı olduğunu beyan etmişlerdir. Hayvancılık kırsal alanda
gerçekleştirilen ve fazla sermaye gerektirmeyen, kırsal alandaki işgücünü
istihdam eden önemli bir ekonomik faaliyettir. Hayvancılık faaliyetini
ticari amaçla yapan üreticilerin oranı ise %11,3’tür. Sektörün yeterince
gelişememesinin bir nedeni de hayvancılık faaliyetini ticari amaçla
yapanların az olmasıdır. Hayvancılık faaliyeti ticari amaçlarla
yapılmadığından işletmelerde uzmanlaşma da gerçekleşememektedir.
Çizelge 1. Üreticilerin hayvancılık yapma nedenleri
Gruplar
25-30
31-40
41+
Tek Geçim
25
18
10
Ticaret
1
4
2
Aile İhtiyacı
0
1
0
Alternatif Geçim
1
0
0
Kaynağı
Toplam
27
23
12
Toplam
Sayı
%
53
85,5
7
11,3
1
1,6
1
1,6
62
100,0
Üreticilerin sahip oldukları hayvanların %82,3’ü melez ırkından
oluşmaktadır. Erzurum’da birkaç yıl öncesine kadar yerli hayvan ırkları
çoğunluktayken, bu ırklardan elde edilen verim düşüklüğü nedeniyle ıslah
çalışmaları yapılmış, bunu neticesinde melez ırkında önemli artışlar
görülmüştür. Erzurum’da en fazla yoğunluğa sahip olan melez ırkının
ortalama laktasyon süresi 144 gün, laktasyon dönemi günlük süt verimi
6,8 kg’dır.
Üreticilerin sütü alıcıya ulaştırırken yaşadıkları sorunlar başında
%54,8 oranla soğutma tankını olmaması gelmektedir. Üreticilerin yaşadığı
diğer problemler, süt toplama merkezinin uzak olması (%22,6) ve düzenli
alımların olmamasıdır (%22,6). Süt sağıldıktan sonra ne kadar kısa
sürede saklama koşullarına uygun bir halde depolanırsa kalitesi o kadar
iyi olmaktadır. Örneğin sağıldıktan birkaç saat sonra soğutulmuş
455
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
tankerlere ulaştırılırsa dahi kalitesinde yaklaşık %10’luk bir düşüş
olmaktadır (Döven ve diğ. 2013).
Erzurum’da çiğ süt değer zincirinde özellikle üretim, toplama ve
sanayiye aktarma aşamalarında teknik alt yapı ve organizasyon anlamında
ciddi yetersizlik, makinalı sağım, süt toplama ve soğutma merkezlerinin
yetersizliği, beraberinde çiftliklerin küçük ölçekli ve dağınık olması süt
toplama maliyetlerini oldukça yükseltmektedir. Ayrıca kooperatifler ve
üretici birlikleri gibi hayvancılık örgütlerinin kuruluş amaçları
doğrultusunda yeterli faaliyet göstermemeleri, bu örgütlerin ve
sanayicilerin toplama ve soğutma sürecinde yetersiz rol almaları; süt
sektörünün istenilen seviyede kurumsallaşmasını geciktirmektedir
(Anonim, 2014).
Üreticilerin soğutma tanklarının olmaması sütün kalitesi açısından
büyük bir problem yaratmaktadır. Dolayısıyla süt işleme sanayi
sektöründe yeterli kalite ve miktarda ham madde temini önemli bir sorun
olarak ortaya çıkmaktadır. Süt işleyen firmalar özellikle bu konuda sıkıntı
yaşadıklarından devletin beş baş ve daha faza hayvana sahip üreticilere
soğutma tankı desteği verilmesini istemektedirler.
Demir ve Aral, 2010” Kars İli Süt Sanayi ve Mandıra
İşletmelerinde Üretim ve Sanayi Entegrasyonunun Ekonomik ve SosyoEkonomik Analizi” konulu çalışmasında, ilde 32 adet süt işletmesi ile
yaptığı anket çalışması sonucunda; işletmelerin tamamının kendi araç ve
işçileri ile çiğ sütü süt sığırcılık işletmelerinin kapılarından aldıklarını,
ancak mandıralara yakın üreticilerin ürettikleri sütü kendi güğümleri ile
mandıralara götürdüklerini tespit etmiştir. Çiğ sütün süt sanayi
işletmelerine getirilişinde işletmelerin önemli bir bölümünün krom güğüm
ve krom tankerlerden faydalandığı tespit edilmiş, soğutmalı tankerlerle çiğ
süt taşıyan işletme sayısı 3 tane olup, bunun 2’sinin fabrika, diğerinin ise
büyük ölçekli mandıra olduğu saptanmıştır. Bölgede iki fabrika dışında
sadece bir mandıranın süt soğutma tankını kullandığını belirtmiştir.
Üreticilerin, %51,6’sı sütü mandıralara pazarlarken, %21’i
aracılara, %16’sı tüccara satmaktadır. Üreticilerin sütü diğer pazarlama
kanalları birlikler ve süt fabrikalarıdır. Bazı üreticiler ise sütünü pazarda
kendisi satmaktadır.
456
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Üreticilerin, hayvancılık faaliyetinde yaşadıkları problemlerin başında,
ürün fiyatlarının düşük olması (%25,5) gelirken, maliyetin yüksek olması
(%20,0) ve pazarlama (%16,4) diğer önemli problemler arasındadır.
Çizele 2. Üreticilerin hayvancılık faaliyetinde yaşadıkları problemler*
Gruplar
Toplam
Problem
25-30 31-40
41+
Sayı
%
Ürün Fiyatı Düşük
8
5
1
14
25,5
Maliyetin yüksek olması
5
4
2
11
20,0
Hayvan hastalıkları
1
5
4
10
18,2
Pazarlama
6
2
1
9
16,4
Fiyatların istikrarsızlığı
1
3
3
7
12,7
Üreticilerin bilinçsiz olması
1
1
0
2
3,6
Mera otlatma sorunu
0
1
0
1
1,8
Hayvan ırklarının veriminin
1
0
0
1
düşük olması
1,8
Toplam
23
21
11
55
100,0
*çoklu cevap kullanılmıştır.
Üreticiler, özellikle yem fiyatlarını çok yüksek olduğunu bu yüzden
maliyetlerinin yüksek olduğunu, bu durumun devam etmesi durumunda
süt sığırcılığı faaliyetini bırakacaklarını ifade etmişlerdir.
3.2 Süt İşletmeleri ile ilgili bulgular
Anket yapılan süt işletmelerinin faaliyette bulundukları yılların
dağılımı Çizelge 3’te verilmiştir. İşletmelerin %29,2’sinin 1-10 yıl
arasında, %29,2’sının 11-20 yıl arasında ve %41,7’sinin ise 21 yıl ve daha
fazla süre faaliyet gösterdiği görülmektedir.
Çizelge 3. İşletmelerin faaliyet süreleri
Gruplar
Faaliyet Süresi
1-10
7
11-20
7
21+
10
Toplam
24
(%)
29,2
29,2
41,7
100,0
Görüşülen işletmelerde yıllık 25-250 ton arasında süt işleyen işletme oranı
%37,5, 251-400 ton arasında süt işleyen işletme oranı %8,3, 400-1000 ton
457
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
arasında süt işleyen işletme oranı %37,5, 1000 ton ve daha fazla süt
işleyen işletme oranı %16,7 olarak tespit dilmiştir (Çizelge 4).
Çizelge 4. Süt işletmelerinin yıllık işledikleri süt miktarı (ton)
İşlenen süt miktarı
Sayı
%
25-250
9
37,5
251-400
2
8,3
400-1000
9
37,5
1000+
4
16,7
Toplam
24
100
Üretilen ürünlerin büyük kısmı İl içerisinde pazarlanmakla birlikte
özellikle İstanbul, Ankara, Bursa gibi büyük iller olmak üzere diğer illere
de pazarlanmaktadır. Satışların %46,9’luk kısmı toptan satış şeklinde
gerçekleşirken, %43,6’sı kısmı ise firmaların perakende satış
mağazalarında satışa sunulmaktadır. Sektörde yer alan işletmelerin
karşılaştıkları en önemli sorunlar; merdiven altı üretim (%15,0),
hammadde sıkıntısı (%14,7), finansman yetersizliği (%10,5), Kalifiyeteknik eleman yetersizliği (%8,3), üretici örgütlenme yetersizliği (%8,3)
ve sütün taşınmasında yaşanan problemler (%7,9)’dir (Çizelge 5).
Çizelge 5. İşletmelerin sektörde karşılaştığı en önemli problemler*
Erzurum
Problemler
Sayı
%
Merdiven altı üretim
19
14,1
Hammadde sıkıntısı
17
12,6
İşlenen sütün kalitesi
16
11,9
Finansman
15
11,1
Kalifiye-teknik eleman yetersizliği
13
9,6
Örgütlenme yetersizliği
10
7,4
Sütün taşınması problemi
10
7,4
Düşük kapasiteli üretim
7
5,2
Devlet politikaları
6
4,4
Süt ürünlerine talebin düşük olması
6
4,4
Pazarlama
6
4,4
Uygun makinaların yokluğu
5
3,8
Teknolojinin yeterince kullanılamaması
5
3,7
Toplam
135
100,0
458
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Merdiven altı üretim bu sektörde büyük bir problem olarak ortaya
çıkmaktadır. Bu işletmeler diğer kayıtlı işletmeler gibi bazı
yükümlülüklerin altına girmeden ve denetimsiz üretim yaparak, ucuza mal
ettiği üretimleri daha düşük fiyatla satmakta ve dolayısıyla haksız
rekabete neden olmaktadır. Tüketiciler bu ayrımı gözetmeden fiyatı düşük
olduğu için bu işletmelerin ürününe talep oluşturmakta, kalite
standartlarınmı dikkate almamaktadır.
Görüşülen üreticilerin %45,4’ü hammadde temininde karşılaştıkları
en önemli problemin hammaddenin azlığı ve kalitesi olduğunu
belirtmişlerdir. Süt işleyen firmalar, sütü aldıkları yerlerin ortalama 70 km
uzaklıkta olduğunu belirtmişlerdir. Süt, çoğu zaman gerektiği gibi hijyen
şartların uygun olarak taşınmadığından kalitesinde düşüş olmaktadır. Yine
işletmecilerin %11,3’ü taşımanın hammadde temininde problem teşkil
ettiğini belirtmişlerdir.
Aksoy (2008) “Doğu Anadolu Hayvancılığının Avrupa Birliğine
Uyumu ve Rekabet Edebilirliğinin Analizi” konulu çalışmasında, kapasite
kulanım oranlarının mevsimlere göre çok fazla değişiklik gösterdiğini,
ham maddenin bol olduğu ilkbahar da bile kapasite kullanım oranı %39,0
iken, kışın bu oranın %13,6’ya düştüğünü ve kapasite kulanım oranının en
fazla değişkenlik gösterdiği il Erzurum olduğunu ifade etmektedir.
Araştırmacı Erzurum’da süt işletmelerinin kapasite kullanım oranının
ilkbahar mevsiminde %34,9, yaz mevsimine %27,6, sonbahar mevsiminde
%11,4 ve kış mevsiminde %6,5 olduğunu tespit etmiştir. Erzurum ilinde
pazarlama faaliyetlerine ilişkin en önemli sorunlar örgütlenme yetersizliği
(%23,5), süt ve süt ürünlerinin fiyatının düşük olması (%15,7) rekabet
gücünün zayıf olması (%13,7), olarak tespit edilmiştir.
4. Sonuç
Hayvancılık Erzurum ili için sosyo-ekonomik yönden önemli bir
potansiyele sahip olmasına rağmen, hayvan ırklarının veriminin düşük
olması, sütün gereği gibi muhafaza edilememesinden kaynaklanan kalite
düşüklüğü, süt işletmelerinin yaşadığı hammadde sorunu, kapasite
kullanım oranının düşüklüğü ve pazara erişim gibi birçok yapısal ve
organizasyon yetersizlikleri problemlerinden dolayı il sahip olduğu
potansiyelinden yararlanamamakta ve ekonomik anlamda istenilen
seviyede katma değer sağlayamamaktadır. Üreticiler, süt üretiminde
kullanılan girdilerin uygun fiyatla temin edilemediğini, özellikle yemin
pahalı olduğunu buna karşın çoğu zaman süt fiyatının süt maliyetinin
459
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
altında kaldığını belirtmişlerdir. Üreticiler, durumun böyle devam etmesi
halinde süt sığırcılığı yapan işletmelerin giderek azalacağını; bu durumun
önlenmesi amacı ile devletin büyük çiftlikler kurulmasını sağlamak amacı
ile teşvik vermesi gerektiğini ifade etmişlerdir.
Süt işleyen işletmeciler de aynı fikri savunmuşlar, süt üretiminin
azalmasının önüne geçilmesi için büyük ölçekli süt sığırı işletmelerinin
mutlaka kurulması gerektiğini ifade etmişlerdir. Görüşülen işletmeler,
sektörde çok önemli bir problem olarak görülen merdiven altı işletmelerin
ve bazı kayıtlı işletmelerin süt ürünlerini işlerken çok zararlı katkı
maddeleri kullandıklarını ve bunların yeterince denetlenemediklerini
belirtmişlerdir. İşletmeciler, alışveriş merkezlerinin üretici ve toptancıyı
bitirdiğini; tüketicilerin büyük markaların raf ürünlerine talep
oluşturduklarını, kendi ürünlerine olan talebin azaldığını böyle devam
ederse üreticiyi de bitireceği endişelerini belirtmişlerdir.
Erzurum’un hayvancılık potansiyelini kullanabilmesi ve hem ilin
hemde bölgenin kalkınmasına daha fazla katkı sağlaması için öncelikle
sektördeki bütün aktörlerin işbirliği içerisinde hareket etmesi
gerekmektedir. Özellikle üreticilerin yetiştiricilik ve kalite konusunda
yeterince bilinçlendirilmeleri sağlanmalı; bu üreticilere soğutma tankı
desteği mutlaka verilmelidir. Süt tedariği kooperatifler vasıtasıyla
sağlamalıdır. Veterinerlik hizmetleri yeterli düzeyde yapılmalı, verimi
yüksek ırk seçimine dikkat edilmeli, besleme, bakım ve barınak koşulları
iyileştirilmesidir. Merdiven altı problemini çözmek için denetimler
sıkılaştırılmalı ve gerekli önlemler alınmalıdır.
Kaynaklar
Aksoy, A. 2008. Doğu Anadolu Hayvancılığının Avrupa Birliğine Uyumu
ve Rekabet Edebilirliğinin Analizi. Atatürk Üniversitesi, Fen
Bilimleri Enstitüsü, Doktora tezi.
Anonim, 2014. Erzurum İl Gıda ve Hayvancılık Müdürlüğü Yayın
Organı, Sayı (3), Erzurum’da Tarım.
Demir, P., Aral, S. 2010. Kars İli Süt Sanayi İşletmelerinde Üretim ve
Sanayi Entegrasyonunun Ekonomik ve Sosyo-Ekonomik Analizi,
Kafkas Üniversite Veterinerlik Fakülte Dergisi, 16 (4): 585-592.
Döven, M.S, Karadal, H., Hızıroğlu, A. 2013. Aksaray İli Süt ve Süt
Ürünleri Sanayisinin Küme Potansiyeli Analizi.
460
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Balda Taklit ve Tağşişe Yönelik Denetlemeler
ve İlgili Mevzuat
Pınar Öztürk
Arıcılık Araştırma İstasyonu Müdürlüğü Ordu-Ulubey Karayolu, Dedeli
Kampüsü, Altınordu, Ordu, E-posta: [email protected]
Özet: Dünya bal üretiminde ülkemiz 2.ci sıradadır (FAOSTAT,
2012). Bal beslenme ve bazı hastalıkların tedavisinde önemli bir yere
sahip olup ekonomik olarak değerli olmasına ve çokça talep edilmesine
sebep olmaktadır. Bu durum bazı üreticiler tarafında suistimal
edilebilmekte piyasada taklit ve tağşişli ballarla karşılaşılmaktadır (Çetin
ve ark., 2011). Sahte bal, katkılı (tağşişli) ve suni (taklit) ballar olmak
üzere iki şekilde üretilmektedir. Tağşişli bal, arının değişik şeker şurupları
(yüksek fruktozlu şeker şurubu, invert şeker şurubu, sakaroz şurubu,
glikoz şurubu) ile beslenmesi, üretimden sonra şurupların katılması, farklı
özellikteki balların karıştırılması, düşük rutubet içeriğine sahip ballara su
ilave edilmesidir. Taklit bal ise üretimi tamamıyla kimyasal yolla, değişik
şeker şuruplarından üretilir (Çetin ve ark., 2011; Gürel ve Gösterit, 2011).
Denetimi Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına bağlı kontrol görevlisi
yapar. Kontrolör, bal satan işletmeleri Bal Tebliğine göre denetler, analiz
yapılmak üzere almış olduğu numuneyi Gıda Kontrol Laboratuarına
gönderir. Rutin denetimlerin dışında Bakanlığımıza bağlı Alo 174 Gıda
Hattı vasıtasıyla da denetimler yapılmaktadır. Gıda Hattı, tüketicinin gıda
güvenilirliği ile ilgili her türlü ihbar ve şikayette ilgili merciye kolay bir
şekilde ulaşabilmesi, iletişimin tek merkezden yönlendirilmesi, tüketiciye
en kısa zamanda dönüş yapılabilmesi ve sonucun takibi amacıyla
kurulmuştur. Denetlemelerde insan tüketimine uygun olmadığı tespit
edilen ballar piyasadan toplatılıp para cezası verilir. Sonuç olarak, yasal
mevzuatın uygulanması büyük ölçüde mesleki örgütlenme ve mesleğin
etik ilkelerinin çok iyi kavranmasıyla olacaktır. Bu nedenle Türkiye’ de
arıcılık, karlılığı ve sürdürülebilirliği sağlayacak şekilde bilgi ve
teknolojiyi kullanan, örgütlü, etik kuralları olan ve bu kurallara büyük
ölçüde uyulan bir meslek olarak yapılanması önemlidir (Gürel ve Gösterit,
2011).
Anahtar kelimeler: Bal, taklit ve tağşiş, mevzuat, denetleme
461
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
1. Giriş, Denetimlerin İşleyişi ve İlgili Mevzuat
Türkiye 7.060.973 kovan sayısı ile bal üretiminde bir önceki yıla
göre % 8,2 artarak 102.486 ton olmuştur (TÜİK, 2014). Dünya bal
üretiminde ise ülkemiz 88.162 ton ile 2.ci sırada yer almaktadır. Dünya
bal ithalatında görülen artışlar ve uluslar arası bal fiyatlarının hızlı bir
biçimde artması, bal üretim ve ticaretinin gelecekte de karlı bir faaliyet
olmaya devam edeceğini göstermektedir. Bir yandan dünya bal talebinin
artması diğer yandan önemli tüketici piyasalarında üretimin yavaşlaması
ülkemiz bal üretici ve ihracatçılarına önemli bir fırsat sunmaktadır
(Seyidoğlu, 2014).
Bal beslenme ve bazı hastalıkların tedavisinde önemli bir yere sahip
olup ekonomik olarak ta değerli olmasına ve çokça talep edilmesine sebep
olmaktadır. Bu durum bazı üreticiler tarafında suistimal edilebilmekte
piyasada taklit ve tağşişli ballarla karşılaşılmaktadır (Çetin ve ark., 2011).
Sahte bal, katkılı (tağşişli) ve suni (taklit) ballar olmak üzere iki şekilde
üretilmektedir. Tağşişli bal, arının değişik şeker şurupları (yüksek
fruktozlu şeker şurubu, invert şeker şurubu, sakaroz şurubu, glikoz
şurubu) ile beslenmesi, üretimden sonra şurupların katılması, farklı
özellikteki balların karıştırılması, düşük rutubet içeriğine sahip ballara su
ilave edilmesi şeklinde yapılan işlemlerle genel bileşim özellikleri
değiştirilmiş balları kapsamaktadır. Taklit bal ise üretimi tamamıyla
kimyasal yolla, değişik şeker şuruplarından üretilen ballar olup arısız bal
üretimidir (Çetin ve ark., 2011; Gürel ve Gösterit, 2011).
5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem
Kanunun 24. Maddesi 4.bendine göre balda taklit ve tağşiş yasaktır. Bala
gıda katkı maddeleri de dahil olmak üzere dışarıdan hiçbir madde
katılamaz. Balın doğal bileşiminde bulunmayan organik ve/veya
inorganik maddelerden ari olması gerekir. Bal, 23/8/2006 tarihli ve 26268
sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Şeker Tebliğinde
yer alan şekerleri içeremez (Anonim, 2010).
Bal tebliği ile balın tekniğine uygun ve hijyenik şekilde üretilmesi,
hazırlanması, işlenmesi, depolanması, nakledilmesi ve piyasaya arz
edilmesi aşamalarında taşıması gereken özellikler belirlenmiştir (Anonim,
2012). Bal tebliği, ülkemizde bal satışı yapan işletmelerin denetimde
dikkate alınmaktadır. Bal tebliğinin 1 numaralı ekinde Ballara Ait Diğer
Özellikler yer almıştır. Buna göre fruktoz ve glikoz en az % 60, HMF en
462
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
fazla 40 mg/kg, protein ve ham bal delta Cl3 değerleri arasındaki fark -1,0
veya daha pozitif olmalıdır (Anonim, 2012). Sahte ballarda büyük oranda
bal tebliğinde yer alan bu değerlerde farklılık oluşmaktadır.
5996 sayılı Kanunun 31. Maddesi 3.bendine göre gıda satan
işletmelerin denetimi Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına bağlı İl ve
İlçe Resmi Kontrol görevlisindedir. Bu Kanun kapsamında öngörülen gıda
kontrolü ile ilgili düzenlemeler, gıda ile temas eden madde ve malzemeler
ile bu işle iştigal eden işyerleri için de uygulanır.
Resmi kontroller, uygun sıklıkta, tarafsız, şeffaf ve mesleki
gizlilik ilkelerine uygun olarak risk esasına göre, ön bildirim gereken
haller dışında, önceden haber verilmeksizin gerçekleştirilir. Bu kontroller,
izleme, gözetim, doğrulama, tetkik, denetim, numune alma ve analiz gibi
uygulamaları da kapsar. Üretim, işleme ve dağıtım aşamalarında hangi
meslek mensuplarının hangi resmi kontrollerden sorumlu olduğu ilgili
kanunun 2 numaralı ekinde belirtilmiştir (5996 sayılı Kanunun 31.
Maddesi 1.bendi). Denetimler sonucunda olumsuzluk tespit edilen
işletmelerde kontrol sıklığı artırılır.
Alo 174 Gıda Hattına tüketicinin gıda güvenilirliği ile ilgili her
türlü ihbar ve şikayette ilgili merciye kolay bir şekilde ulaşabilmesi,
iletişimin tek merkezden yönlendirilmesi, tüketiciye en kısa zamanda
dönüş yapılabilmesi ve sonucun takibi amacıyla kurulmuştur. Alo 174
Gıda Hattına vatandaşlarımız ihbar-şikayette bulunmak istediğinde
işletme adı ve adresini, şikayetçi olduğu ürün bilgilerini paylaştığında
kayıt oluşturulmaktadır. Başvuruların sonlandırılma süresi ortalama 15
gündür.
Kontrol görevlisi denetimden önce; Gıda Güvenliği Bilgi Sistemi
(GGBS) ve denetlenecek işyeri dosyasından ilgili bilgi ve belgeler ile
geçmiş denetim kayıtlarını inceleyerek resmi kontrol ile ilgili gerekli
hazırlıkları yapar. Kontrol görevlisi kimliğini ibraz ederek kendisini
tanıtır, işletme yetkilisine resmi kontrolün amacı konusunda bilgi verir.
Denetim, işletme yetkilisi ya da yetkilinin görevlendireceği işletme
elemanı ile beraber yapılır.
Kontrolör, bal satan işletmeleri Bal Tebliğine göre denetler ve
analiz yapılmak üzere almış olduğu numuneyi bulunduğu ildeki Gıda
463
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Kontrol Laboratuarına gönderir. 5996 sayılı Kanun gereği, bu muayene ve
analiz sonucu kesin olup analiz sonucuna itiraz edilemez.
Bal satan işletmelerde resmi kontrol sonucu mevzuata
uygunsuzluk tespit edilmesi halinde “İdari Para Cezası Yaptırım Kararı”
(EK-16) en az iki suret düzenlenerek İl Müdürünün onayına sunulur.
Resmi kontrol sırasında herhangi bir engelleme ile karşılaşıldığında bu
durum, “Denetim ve Kontrolün Engellendiğine Dair Tutanak” (Ek-2) ile
tespit edilerek, 5996 sayılı Kanunun 41(1) inci maddesi (ç) bendine göre
yasal işlem uygulanır. En kısa süre içerisinde güvenlik güçleri ile beraber
resmi kontrol yeniden yapılır. Denetim sırasında; a) Öncelikle işletmenin
onaylı veya kayıtlı olarak faaliyet gösterip göstermediği, eğer
göstermiyorsa 5996 sayılı Kanunun 42. Maddesi uyarınca savcılığa suç
duyurusunda bulunulur, b) 5996 sayılı Kanun’un EK-1’ine uygun olarak
işin nev’ine göre personel çalıştırıp çalıştırmadığı kontrol edilir.
Resmi kontrollerin herhangi bir aşamasında işletme yetkilisinin,
tutanakları imzalamayı reddetmesi durumunda işletme yetkilisinin adı ve
soyadı yazılarak ya da kaşesi basılarak imza kısmına “İMZADAN
İMTİNA ETMİŞTİR” ifadesi yazılır ve tutanak Tebligat Kanununa göre
işletmeye tebliğ edilir. Verilen idari para cezaları tebliğ tarihinden itibaren
30 (otuz) gün içinde ödenmek zorundadır. İdari para cezalarının
kesinleşmesi üzerine ödemeler, ilgili muhasebe müdürlüğüne/mal
müdürlüğüne veya müdürlüğün hesabının bulunduğu bankalara yapılır.
Kontrolör; laboratuvar, muayene ve analiz raporuna ilişkin bilgi
ve sonuçları öncelikle GGBS’ ne girişini yapar ve aynı zamanda yazı ile İl
Müdürlüğüne bildirir. Muayene ve analiz raporlarının bir nüshası
laboratuvarda dosyalanır. İnsan tüketimine uygun olmadığı tespit edilen
ballar masrafları işyeri sahibine ait olmak üzere piyasadan toplatılır ve
mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilir. Bu ürünleri üreten veya
piyasaya arz edenler hakkında kamunun sağlığına karşı suçlar kapsamında
Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulur (5996 sayılı Kanunun
40. Maddesi 1.bendi). Günümüzde balda taklit ve tağşiş yapanlara10.000
Lira para cezası verilir. Sahte ballara el konulup mülkiyetinin kamuya
geçirilmesine karar verilir (5996 sayılı Kanunun 40. Maddesi I.bendi).
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, uygun gördüğü hallerde yapılan
kontroller sonucunda sahip olduğu bilgileri, kamuoyunun bilgisine
sunmaktadır (5996 sayılı Kanunun 31. Maddesi 6.bendi).
464
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
2.Sonuç ve Değerlendirme
Yasal mevzuatın uygulanması büyük ölçüde mesleki örgütlenme ve
mesleğin etik ilkelerinin çok iyi kavranması ile olacaktır. Her meslek
grubunda olduğu gibi arıcılıkta da bilgisizlikten ve açgözlülükten
kaynaklanan yanlış uygulamalar her zaman olacaktır. Ayrıca arıcılık
sektörü doğası gereği bu olumsuzluklara oldukça açıktır. Bu nedenle
Türkiye’ de arıcılık karlılığı ve sürdürülebilirliği sağlayacak şekilde bilgi
ve teknolojiyi kullanan, örgütlü, etik kuralları olan ve bu kurallara büyük
ölçüde uyulan bir meslek olarak yapılanmalıdır (Gürel ve Gösterit, 2011).
Kaynaklar
Anonim, 2010. Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu;
11.06.2010 tarih ve 5996 Resmi Gazete.
Anonim, 2012. Türk Gıda Kodeksi, Bal Tebliği (2012/58). Başbakanlık
Basımevi, Ankara.
Çetin, K., Alkın, E., Uçurum, H.Ö. 2011. Piyasada Satılan Çiçek
Ballarının Kalite Kriterlerinin Belirlenmesi. Gıda ve Yem Bilimi Teknolojisi Dergisi / Journal of Food and Feed Science Technology 11:49-56.
FAO-STAT, Erişim adresi: www.fao.org. Erişim tarihi: 31,03,2015
Gürel, F., Gösterit, A. 2011. Arıcılığın Etik Açıdan Değerlendirilmesi.
Erişim adresi: http://www.aricilikmuzesi.net
Seyidoğlu, H. 2014. Dünya Bal Ticareti ve Türkiye’nin Yeri. Arıcılık
Araştırma Dergisi. Yıl 6, Sayı 12, Sayfalar 13-18.
TÜİK, 2014. Hayvansal Üretim İstatistikleri, Ankara
465
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Türkiye’de Gıda Güvenliğinin Mevcut Durumu ve
Karşılaşılan Sorunlar
Aydın Gürel1 Cennet Eden2
1
Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi, Bölümü,
Tekirdağ, [email protected],
2
İstanbul İli Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, İstanbul.
Özet: Son yıllarda tüm dünya ülkelerini ilgilendiren temel
konuların başını gıda güvenliği, gıda güvencesi ve beslenme almıştır.
Artan dünya nüfusunun yeterli, sağlıklı ve güvenilir besin kaynaklarına
ulaşması giderek daha çok risk altına girmiştir. Gıda güvenliği gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkeler kadar gelişmiş ülkeleri de tehdit eden bir unsur
olmaya başlamıştır. Bu gelişmeler doğrultusunda da tüm dünya ülkeleri ve
uluslar arası kuruluşlar önlemler almaya ve uygulamaya başlamıştır.
Teknolojinin tarımda ve tarıma dayalı sanayinde yoğun olarak
kullanılması tehlike riskleri de yaratmaya başlamıştır. Gıdalardan
kaynaklanan tehlikelerin artması, tüketicilerin ekonomik ve sosyal
özelliklerinin değişmesi tüketicilerin gıda ürünlerinde beklentilerini de
değiştirmiştir. Bu çalışmada Türkiye’de gıda güvenliğinin mevcut durumu
ve gıda güvenliği açısından yaşanan sorunları irdelenmektedir.
Anahtar kelimeler: Gıda, Tüketici, Gıda Güvenliği Sorunları
Current Status and Problems of Food Security
in Turkey
Abstract: Head of the main issues concerning food safety
throughout the world in recent years, has taken food security and
nutrition. Enough of the growing world population, has come under
increasingly more risk to achieve a healthy and reliable food source. Food
security in developed and developing countries as in developed countries
are also becoming a threat. These developments are also in line to take in
all the world's countries and international organizations and has begun
implementing measures. Intensive use of technology in agriculture and
466
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
agro-industry has begun to create the danger risks. Increase the hazards
caused by food, changes in consumers' economic and social
characteristics of food products and consumer expectations have changed.
In this study, the problems faced in terms of the current state of food
security and food safety in Turkey are examined.
Key words: Food, Food Safety, Consumer, Food Safety Issues
1. Giriş
Globalleşen dünyada, her türlü ürünün ticaretiyle birlikte hızlı
tüketim malları olan gıda maddelerinin dünyanın bir ucundan diğerine
gönderilmesi rutin bir hale gelmiştir. Bu durum, gıda güvenliği kavramını
günümüzde ön plana çıkarmıştır. Gıda tüketiminin, yani beslenmenin
dünya üzerindeki her insan için elzem olduğu göz önüne alındığında,
yeterli hijyenik şartları taşımayan gıda maddelerinin ne kadar büyük bir
tehdit olduğu açıktır.
AB, gıda güvenliği alanındaki bakış açısındaki sürekli
değişimlerle, bugünkü riskleri daha oluşmadan elimine etmeyi ön planda
tutan ve gıda zincirinin her aşamasında uygulanan “tarladan sofraya” gıda
güvenliği politikasını uygulamaya koymuştur. AB’ye aday ülke olan
Türkiye zaman içerisinde geliştirdiği gıda güvenliği mevzuatı ve
uygulamalarını AB’ye uyumlaştırma çalışmalarını sürdürmektedir.
Bu kapsamda gıda güvenliğini sağlamaya yönelik olarak “Gıda
Güvenliği Yönetim Sistemleri” olarak adlandırılan bir dizi araç dünyada
uygulamaya girmiştir. İyi Tarım Uygulamaları (GAP), İyi Üretim
Uygulamaları (GMP), İyi Hijyenik Uygulamalar (GHP), İyi Laboratuar
Uygulamaları (GLP) ile Tehlike Analizi ve Kritik Kontrol Noktaları
(HACCP) gibi uygulamalar gıda güvenliğini sağlamaya yönelik araçlar
olarak uluslararası boyutta kabul görmüş ve yaygınlaşmaya başlamıştır.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de en önemli tüketici
sorunlarından biri “Gıda Güvenliği” olup, yasa yapıcı her kurum ve
kuruluşun gıda zincirindeki yerini, rolünü ve pozisyonunu bilmesi,
gereğini yerine getirmesi gereklidir. Zincirin ilk halkası tarla ya da çiftlik
iken, son halkası tüketicilerin de mutlaka şeffaf bir şekilde bu sürece dahil
edilmesi sorunların giderilmesi açısından kaçınılmaz bir zorunluluktur.
467
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Namık Kemal Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü “Türkiye’de
Gıda Güvenliğinde Karşılaşılan Sorunlar ve Gıda Güvenliğinin
Benimsenmesinde Eğitim Yöntemlerinin Uygulanabilirliği” isimli yüksek
lisans tezinden türetilen bu bildirinin amacı, Türkiye’de gıda güvenliğinin
mevcut durumunu ve gıda güvenliği açısından karşılaşılan sorunları
irdelenmektedir.
2. Materyal ve Yöntem
Araştırma materyali daha çok literatüre dayalı verilerden elde
edilmiştir. Bunun nedeni çalışmanın makro düzeyde bilgiler içermesidir.
Bundan dolayı kapsamlı bir literatür taraması yapılarak çalışmaya
materyal toplanmıştır. Bu kapsamda AB ve Türkiye’de gıda güvenliği,
AB’nin gıda güvenliği anlayışı, AB gıda güvenliği ile ilgili yasal
düzenlemeler, AB gıda güvenliği mevzuatının kapsadığı alanlar,
Türkiye’de gıda güvenliği, Türkiye’nin AB gıda güvenliği mevzuatına
uyumunda yaşanan sorunlar ve sorunların çözümünde eğitim
yöntemlerinin uygulanabilirliği ve tüketicilerin eğitimi üzerine yazılmış
yurtdışı ve yurtiçi literatürler değerlendirilmiştir.
3. Bulgular ve Tartışma
Gıda sanayinin temel yapı taşı tarım sektörüdür ve tarımsal
üretimdir. 2010 yılı Genel Tarım Sayımı verilerine göre Türkiye’de
toplam 3 076.649 tarımsal işletme bulunmaktadır. Bu işletmelerin %
67,4’ünde hem bitkisel üretim hem de hayvan yetiştiriciliği % 30,2’inde
yalnız bitkisel üretim, % 2.4’ünde ise yalnız hayvan yetiştiriciliği
yapılmaktadır. İşletme başına 6 hektar arazi ve 18 büyük ve küçükbaş
hayvan düşmektedir (Anonim 2011). Türkiye İstatistik Kurumu 2009 yılı
verilerine göre ülkemizde; toplam büyükbaş hayvan sayısı 10.811.165,
koyun sayısı 21.749.508, keçi sayısı 5.128.285 ve 234.082.206 kanatlı
hayvan bulunmaktadır (Anonim 2010a). Bitkisel üretimde 2003 yılı
itibariyle ekili alanlar 17,5 milyon hektar olup bağ, bahçe, meyvelik
alanlarla beraber 20 milyon hektar ekili dikli alan bulmaktadır. (Anonim
2006).
Bu verilere göre, Türkiye’de tarım işletmelerinin yaklaşık ¾’ü (%
67,4) karma işletmelerden oluşmaktadır. Buna karşın uzmanlaşmış
anlamda yalnız bitkisel (% 30,2) ve yalnız hayvansal (% 2,4) üretim
yapan tarım işletmelerin sayısı azdır. Ayrıca tarım işletmeleri gerek arazi
468
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
büyüklüğü, gerek yetiştirdikleri hayvan sayısı ve gerekse bağ, bahçe
meyvecilik açısından küçük işletmelerdir. Küçük işletmelerde kontrol,
denetim, eğitim ve yayım faaliyetlerinin uygulanması oldukça zordur. Bu
durum tarlada gıda güvenliğini de olumsuz etkilemektedir.
Gıda işletmelerinde görülen mevcut durum tarım işletmelerinin
mevcut durumundan pek de farksız değildir. 2009 yılı sanayi envanterine
göre Türkiye’de gıda işletme sayıları 50.853’tür (Anonim 2010b). Bu
işletmelerin % 36,1’i tahıl, un ve unlu mamuller iken, bunu % 19,3 ile
pastacılık ürünleri ve tatlılar, % 6,5 ile şekerli mamuller, % 6,0 ile süt ve
süt ürünleri ve % 5,9 ile meyve ve sebze işletmeleri izlemektedir.
Gıda sektörde gıda güvenliğini olumsuz etkileyen birçok etmen
bulunmaktadır. Bunlar; işletmelerinin küçük ölçekli yapıya sahip olması,
kayıt dışı üretim, geleneksel üretimden modern üretim yöntemlerine
geçişte yaşanan zorluklar, kayıtsız işletmelerin varlığı, gıda kalite güvence
sistemlerinin maliyetli olması, eğitimsiz işgücü, yetişmiş insanların etkili
kullanılamaması, mesleki eğitim programlarında gıda güvenliğinin
yeterince ele alınmaması, denetim personeli ve laboratuar personellerinin
hizmet içi eğitimlerinde eksiklikler, üretici ve tüketici bilinçsizliği,
mevzuat yetersizliği, akredite laboratuarların yetersizliği, mevcut
laboratuarlardaki teknik yetersizlik, yetersiz Ar-Ge altyapısı, araştırmayayım ilişkisinin zayıflığı, organizasyon eksikliği, genetik kaynakların
korunmasında bilinç eksikliği, genetik kirlenme, kaliteli ham madde
yetersizliği, ambalaj sanayinin yetersizliği, denetim yetersizliği, denetim
kurumları arasında yetki ve koordinasyon bozukluğu, standardizasyon
yetersizliği, çevreye zararlı materyallerin kullanım kolaylığı ve
maliyetlerinin düşüklüğü, gelişmiş alet ve ekipmanların maliyet ve satın
alma değerlerinin yüksekliği, devlet kurumları arasında koordinasyon ve
işbirliği eksikliği, katkı ve kalıntıların bilinçsiz kullanımı, yanıltıcı
reklamlar, yasalarda düzenlenmesi uygun görülen hedef kitle eğitim
programlarının yetersizliği gibi sıralanabilir.
Tarım sektöründe yapılan birçok çalışma tarımsal üretim
sürecindeki gıda güvenliğine ışık tutmaktadır. Örneğin; DPT 9. Kalkınma
Planı, 2007-2013 raporunda (Anonim 2007) gıda güvenliğinin başlangıç
noktasının çiftçi olduğu belirtilmekte ve başta bitki ve hayvan sağlığı ve
gıda güvenliği olmak üzere tarım sektöründe altyapı sorunların olduğu ve
çalışmaların ildirilmektedir. Bu bağlamda bu alanda yoğunlaştırılmasının
gerekliliği vurgulanmaktadır. Yılmaz (2008) “Trakya Bölgesinde Kırsal ve
469
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Kentsel Tüketicilerin Gıda Ürünleri Tüketim Alışkanlıkları ve Gıda
Güvenliği Bilgi Düzeylerinin Tespiti” adlı çalışmada kentlerde
yaşayanların kırsal kesimde yaşayanlara göre gıda tüketiminde daha
dikkatli oldukları özellikle hayvansal ürün kaynaklı hastalıklara karşı
kentte yaşayanların daha özenli olduklarını bildirmektedir.
Bu bağlamda (Gürel 1998, 2010a, 2010b ve 2014) Trakya
Bölgesinde yapmış olduğu çalışmalarda yayım elamanları, çiftçi ve çiftçi
örgütleri çiftçi arasındaki iletişimin zayıf olduğunu ve bunun üretim
faktörlerini olumsuz etkilediği bkuşkusuz gıda güvenliği de olumsuz
etkilenmektedir. Durmuşoğlu ve ark. (2010) ise “Türkiye’de Pestisit
Kullanımı, Kalıntı ve Dayanıklılık Sorunları” adlı çalışmada, gıda
güvenirliliğin sağlanması için, çevreyi ve dış ticaretimizi koruyabilmek
amacıyla kırsalda pestisit kullanımının bilinçli ve kontrollü yapılması
gerektiği vurgulanmakta olup, çevreyi ve insan sağlığını olabildiğince az
etkileyebilen düşük riskli ya da çevre dostu pestisitlere öncelik verilmesi
gerektiği önermektedir.
Gıda sektöründe de yapılan birçok çalışma gıda güvenliği
açısından sektörün yapısına ışık tutmaktadır. Örneğin; Günal (2000)
Erzurum il merkezindeki resmi kurumlarda toplu beslenme hizmeti veren
personelin işyeri ve kişisel hijyen konusunda bilgi düzeyinin incelendiği
çalışmada; kurum beslenme servisinde çalışanların %74,7’sinin mesleki
eğitim kursu almadığı, %41 inin işe başlamadan önce ellerini yıkamadığı,
%70’inin çalıştığı birimin denetlenmediği tespit edilmiştir. Baş ve ark.,
(2007) Türkiye’de yiyecek sektöründe gıda güvenliği sisteminin ve
HACCP sisteminin önündeki engelleri saptamak ve gıda güvenliği
programlarının belirlemek için yapılan çalışmada, çalışmaya katılanların
%63.5’i HACCP sistemini bilmediklerini, %23.9’u HACCP sistemini çok
karışık bulduklarını ifade etmişlerdir.
Ayrıca gıda sektöründe çalışanların %31’i temel yiyecek hijyeni
eğitimi almadıklarını ifade etmişlerdir. Meer ve Misner (2000)
Amerika'nın Tarım bölgesi Arizona'nın Maricopa ve Pima bölgelerinde,
geliştirilmiş yiyecek ve beslenme eğitim programına katılanların yiyecek
güvenliği bilgisi ve tekniklerini belirlemek amacıyla yapılan çalışmada
katılımcıların %50.0'sinin televizyon programlarının güncel besin
güvenliği bilgilerini elde etmede önemli bir araç olarak gördükleri
belirlenmiş ve basılı ve görsel basında besin güvenliği ile ilgili yayınlara
geniş yer verilerek besin güvenliği bilgisinin arttırılacağı sonucuna
470
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
varılmıştır. Küçükkomürler ve Şanlıer (2001) “Ayak-Üstü (Fast -Food)
Yiyecek Satışı Yapan Yerlerde Görevli Personelin Hijyen Konusundaki
Bilgilerinin Değerlendirilmesi” adlı çalışmada, Ankara’daki ayaküstü
yiyecek satışı yapılan yerlerde görevli personelin hijyen konusundaki
bilgilerini değerlendirmiştir.
Bu iş yerlerinde çalışan görevli personelin hijyen bilgilerin
yetersiz olduğu tespit edilmiş ve konu ile ilgili eğitimlerin
yaygınlaştırılması gerektiği vurgulanmıştır. Halaç (2002) “Türkiye’de
Gıda Sanayinde Kalite ve Güvenlik Standartları: Kavramlar, Mevzuat ve
Uygulamalar” adlı çalışmada; Türkiye’de gıda sektöründe uygulanmakta
olan gıda mevzuatı ile kalite güvence sistemleri ve uygulamada
karşılaşılan sorunları tespit edilmiş olup, mevzuat bakımında AB ile fazla
bir uyumsuzluk bulunmamasına karşın, uygulamada çok büyük
eksikliklerin olduğu saptanmıştır. Çığ (2008) “Avrupa Birliği’nde Gıda
Kontrolü Uygulamaları ve Türk Gıda Kontrol Sisteminin AB’ye Uyumu”
başlıklı çalışmada, Türkiye’de gıda güvenliğinin etkin olarak
yürütülebilmesi için tüm gıda işletmelerin kayıt altına alınması, envanter
bilgilenin tutulması gerektiği, denetimlerin tek bir kurumda toplanması,
konu ile ilgili mevzuat ve kanunların zaman kaybedilmeden çıkarılması
gerektiği vurgulanmaktadır.
4. Sonuç
Türkiye’de tarım sektöründe tarım işletmelerinin küçük ve karma
işletmelerden oluşması, kontrol, denetim, eğitim ve yayım faaliyetlerinin
yetersizliği gıda güvenliğini olumsuz etkilemektedir. Gıda sektöründe ise,
işletmelerinin küçük ölçekli olması, kayıt dışı üretim, geleneksel
üretimden modern üretim yöntemlerine geçişte yaşanan zorluklar,
eğitimsiz işgücü, yetişmiş insanların etkili kullanılamaması, mesleki
eğitim programlarında gıda güvenliğinin yeterince ele alınmaması,
denetim personeli ve laboratuar personellerinin hizmet içi eğitimlerinde
eksiklikler, üretici ve tüketici bilinçsizliği, mevzuat yetersizliği,
laboratuarlarda teknik yetersizlik, yetersiz Ar-Ge altyapısı, araştırmayayım ilişkisinin zayıflığı, organizasyon eksikliği, kaliteli ham madde
yetersizliği, ambalaj sanayinin yetersizliği, standardizasyon yetersizliği,
katkı ve kalıntıların bilinçsiz kullanımı, yanıltıcı reklamlar gibi etmenler
gıda güvenliğini olumsuz etkilemektedir.
471
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Kaynaklar
Anonim (2007). 9. Kalkınma Planı (2007-2013). Gıda Güvenliği, Bitki ve
Hayvan Sağlığı Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Başbakanlık
Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Yayın No: DPT 2711, S:82
Anonim, 2006. Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013). Gıda Sanayii
Özel İhtisas Komisyonu Raporu,
T.C. Başbakanlık Devlet
Planlama Teşkilatı, Ankara, S:105.
Anonim, 2010a. Hayvansal Üretim 2009. T.C. Başbakanlık Türkiye
İstatistik Kurumu Haber Bülteni, http://www.tuik.gov.tr.
Anonim, 2010b. 2009 Yılı Gıda Sanayi Envanteri. Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı Koruma Kontrol Genel Müdürlüğü, Ankara, S:271
Anonim,
2011.
GAP
Bölgesinde
Hayvancılığın
Yapısı.
http://www.gap.gov.tr/proje-ve-faaliyetler/ekonomik-kalkinma-vegirisimcilik-genel-koordinatorlugu/tarim-orman-ve-kirsalkalkinma/mevcut-durum/gap-hayvansal-uretimi/gap-bolgesindehayvanciligin-yapisi, Erişim Tarihi: 02.02.2014
Baş M, Yüksel M, Çavuşoğlu T., 2007, Difficulties And Barriers For The
İmplementing Of HACCP And Food Safety Systems In Food
Businesses In Turkey. Food Control 18(2)124-130
Çığ, E., 2008, Avrupa Birliği’nde Gıda Kontrolü Uygulamaları ve Türk
Gıda Kontrol Sisteminin AB’ye Uyumu. AB Uzmanlık Tezi, T.C.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği
Koordinasyon Dairesi Başkanlığı, Ankara.
Durmuşoğlu E, Tiryaki O, Canhilal R (2010). Türkiye’de Pestisit
Kullanımı, Kalıntı ve Dayanıklılık Sorunları. Türkiye Ziraat
Mühendisliği 7. Teknik Kongresi Bildiriler Kitabı 2, Ankara 589607.
Günal Ü., 2000, Erzurum İli Merkezinde Resmi Kurumlarda Toplu
Beslenme Hizmeti Veren Personelin İşyeri ve Kişisel Hijyen
Konusunda Bilgi Düzeyi. Yüksek Lisans Tezi,, Atatürk Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Erzurum.
Gürel, A., 1998, Malkara İlçesinde Ayçiçeği Üreticilerinin Teknolojik
Yeniliklere Karşı Davranışlarını Etkileyen Etmenler Üzerine Bir
Araştırma, Yayın No: 262, Araştırma No: 90, T.Ü. Tekirdağ Ziraat
Fakültesi, Tekirdağ, 106 s.
Gürel, A., 2010a, Kırsal Kalkınma Yatırımları Açısından Hayrabolu’da
Üretici Davranışları, Hayrabolu Değerleri Sempozyumu,
Hayrabolu, Tekirdağ.
472
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Gürel, A., 2010b, Malkara’da Kırsal Halkın Yeniliklere Karşı
Davranışlarını
Etkileyen
Etmenler,
Malkara
Değerleri
Sempozyumu, Malkara, Tekirdağ.
Gürel. A., 2014, Marmara Bölgesinde Mantar Üretimi ve
Değerlendirilmesi, Namık Kemal Üniversitesi, NKUBAP.00.
24.Ar.12..12 Nolu Proje Raporu, Tekirdağ.
Halaç E., 2002, Türkiye’de Gıda Sanayinde Kalite ve Güvenlik
Standartları: Kavramlar, Mevzuat ve Uygulamalar. Yğksek Lisans
Tezi, Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Antalya.
Küçükkömürler S, Şanlıer N., 2001, Ayak-Üstü (Fast -Food) Yiyecek
Satışı Yapan Yerlerde Görevli Personelin Hijyen Konusundaki
Bilgilerinin Değerlendirilmesi. Mesleki Eğitim Dergisi, 3:5:65-76.
Meer R R Ve Misner S L., 2000. Food Safety Knowledge and Behavir of
Expanded
Food
and
Nutrition
Education
Program
Participants In Arizona Journal of Food Protection, 63(21)17251731.
Yılmaz E., 2008, Trakya Bölgesinde Kırsal ve Kentsel Tüketicilerin Gıda
Ürünleri Tüketim Alışkanlıkları ve Gıda Güvenliği Bilgi
Düzeylerinin Tespiti, Doktora Tezi, Namık Kemal Üniversitesi Fen
Bilimleri Enstitüsü, Tekirdağ.
473
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Gıda Güvenliğinin Benimsenmesinde Eğitim ve
Bilinçlendirme Yöntemleri
Aydın Gürel1 Cennet Eden2
1
Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi, Bölümü,
Tekirdağ, [email protected],
2
İstanbul İli Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, İstanbul.
Özet: Gıda güvenliği alanında yaşanan sorunlar; tüketiciler ve
üreticilerin gıda güvenliği riskine karşı ilgisini ve bu konulardaki bilinç
düzeyini arttırarak en aza indirilebilir. Gıda güvenliğinde eğitim; kişiyi,
davranış ve değerlerini değiştirmeyi amaçlar. Kişi değişmedikçe onun
dışında değişen yasal uygulamaların işlerlik kazanması beklenemez. Gıda
güvenliği eğitimi konusunda kamu, üniversite, sanayi ve sivil toplum
kuruluşları önemli rol oynayabilmektedir. Bu çalışmada gıda güvenliğinin
benimsenmesinde bireysel, grupsal ve kitlesel eğitim yöntemleri
irdelenmektedir.
Anahtar kelimeler: Gıda Güveliği, Eğitim, Bilinçlendirme
Education and Awareness Rising Methods for the
Adoption of the Food Safety
Abstract: The problems experienced in the field of food safety
can be reduced to a minimum by raising the interest and the awareness of
the consumers and the producers on risks related to the food safety.
Education about the food safety aims to change the behaviour and the
values of the individuals, as well as the individuals themselves. New legal
implementations cannot be expected to lead to much changes as long as
the individual does not adopt new ways of thinking. Public institutions,
universities, industrial sector and civil society organizations play a key
part in food safety education. In this study, individual, group, and mass
education methods used for adoption of the food safety are discussed.
Key words: Food security, Education, Awareness,
474
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
1. Giriş
Tüm dünyada her yıl milyonlarca insan gıda kökenli
hastalıklardan etkilenmektedir. Örneğin ABD'de her yıl tahmini 76 milyon
gıda kaynaklı hastalık vakasının ortaya çıktığı, bunların da 325 bininin
hastane bakımı gerektirdiği ve 5 bininin ise ölümle sonuçlandığı tahmin
edilmektedir. Birçok gıda kaynaklı hastalık sporadik ve bildirimi
yapılmazken, gıda kaynaklı hastalık salgınları çok büyük kitleleri
etkileyebilmektedir. Örneğin, Kalkan (2011) 1994 yılında ABD'de ortaya
çıkan Salmonella salgınında (kontamine dondurma) tahminen 224 bin
kişinin etkilendiğini, 1988 yılında Çin'de kontamine istiridyelerin
tüketilmesiyle ortaya çıkan Hepatit A salgınının 300 bin kişiyi etkilediği
bildirilmektedir. Bu bağlamda tüketiciler eğitilip bilinçlendirilerek;
ürünler üzerinde kritik yapabilen, analiz yeteneklerini kullanabilen, kendi
ihtiyaçlarını giderirken topluma olan etkilerini de görebilen bir üçüncü
göz yani "tüketici gözü" oluşturması mümkündür. Eğitimler; kişiyi,
davranış ve değerlerini değiştirmeyi amaçlar.
Kişi değişmedikçe onun dışında değişen yasal uygulamaların
işlerlik kazanması beklenemez. Gelecekte gıda üreticisi olabileceği gibi
her daim tüketici olan bireylerde çocukken gıda güvenliği ve güvenilirliği
bilincinin oluşturulması gıda kaynaklı problemlerin azalmasına neden
olacaktır. Bu kapsamda gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun her ülke hedefe
odaklı bireysel, grupsal ve kitlesel eğitim yöntemlerini uygulayarak
eğitilmiş tüketici tipini yaratmak zorundadır.
Bu bağlamda Namık Kemal Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü
“Türkiye’de Gıda Güvenliğinde Karşılaşılan Sorunlar ve Gıda
Güvenliğinin Benimsenmesinde Eğitim Yöntemlerinin Uygulanabilirliği”
isimli yüksek lisans tezinden türetilen bu bildirinin amacı, amacı gıda
güvenliğinin benimsenmesinde eğitim ve bilinçlendirme yöntemlerini
irdelemektir.
2. Materyal ve Yöntem
Araştırma materyali daha çok literatüre dayalı verilerden elde
edilmiştir. Bunun nedeni çalışmanın makro düzeyde bilgiler içermesidir.
Bundan dolayı kapsamlı bir literatür taraması yapılarak çalışmaya
materyal toplanmıştır. Bu kapsamda AB ve Türkiye’de gıda güvenliği,
AB’nin gıda güvenliği anlayışı, AB gıda güvenliği ile ilgili yasal
475
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
düzenlemeler, AB gıda güvenliği mevzuatının kapsadığı alanlar,
Türkiye’de gıda güvenliği, Türkiye’nin AB gıda güvenliği mevzuatına
uyumunda yaşanan sorunlar ve sorunların çözümünde eğitim
yöntemlerinin uygulanabilirliği ve tüketicilerin eğitimi üzerine yazılmış
yurtdışı ve yurtiçi literatürler değerlendirilmiştir.
3. Bulgular ve Tartışma
3.1 Eğitim ve Bilinçlendirme Yöntemleri
Gıda güvenliğinde eğitim ve bilinçlendirme; gıda işi ile uğraşan iş
görenlerin güvenilir gıda üretmesinde, tüketiciyi koruma ve gıda
güveliğini tüketici açısından sağlamada en etkili yöntemdir. Gıda
güvenliğinde eğitim ile kişiyi, davranışlarını ve alışkanlıklarını
değiştirmek mümkündür. Bu kapsamda Dağ (1996) toplu beslenme
servislerinde çalışan personel için geliştirilen hijyen eğitim programının
personelin bilgi, tutum ve davranışları üzerindeki etkilerini incelemiştir.
Günal (2000) Erzurum il merkezindeki resmi kurumlarda toplu beslenme
hizmeti veren personelin işyeri ve kişisel hijyen konusunda bilgi düzeyini
araştırmıştır. Küçükkomürler ve Şanlıer (2001) “Ayak-Üstü (Fast -Food)
Yiyecek Satışı Yapan Yerlerde Görevli Personelin Hijyen Konusundaki
Bilgilerinin Değerlendirilmesi” adlı çalışmasında, Ankara’daki ayaküstü
yiyecek satışı yapılan yerlerde görevli personelin hijyen konusundaki
bilgilerini değerlendirmiş ve iş yerlerinde çalışan görevli personelin
hijyen bilgilerin yetersiz olduğunu tespit edilmiştir.
Baş ve ark. (2007). Türkiye’de yiyecek sektöründe gıda güvenliği
sisteminin ve HACCP sisteminin önündeki engelleri saptamak ve gıda
güvenliği programlarının belirlemek için yapılan çalışmada, çalışmaya
katılanların %63.5’i HACCP sistemini bilmediklerini, %23.9’u HACCP
sistemini çok karışık bulduklarını ifade etmişlerdir. Ayrıca gıda
sektöründe çalışanların %31’i temel yiyecek hijyeni eğitimi almadıklarını
ifade etmişlerdir. Meer ve Misner (2000) Amerika'nın Tarım bölgesi
Arizona'nın Maricopa ve Pima bölgelerinde, geliştirilmiş yiyecek ve
beslenme eğitim programına katılanların yiyecek güvenliği bilgisi ve
tekniklerini belirlemek amacıyla bir çalışma yapmışlardır. Araştırmaya
katılanların %50.0'sinin televizyon programlarının güncel besin güvenliği
bilgilerini elde etmede önemli bir araç olarak gördükleri belirlenmiştir.
Besin güvenliği konusunda kadınlar erkeklere kıyasla, 50 yaş
476
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
üstündekiler, genç yetişkinlere kıyasla daha yüksek besin teknikleri puanı
almışlardır.
Mazzocchi ve ark. (2004), araştırmalarında deli dana krizi sonucu
tüketicilerin refah kaybını tahmin etmeye çalışmışlardır. Tüketicilerin
bilgilendirilmemiş olmasının maliyeti, mevcut enformasyon altında
bilgilendirilen ve bilgilendirilmemiş tercihlerin faydası karşılaştırılarak
ölçülmüştür. Sonuç olarak, İtalyan tüketicilerin gecikmiş olarak
bilgilendirilmekten dolayı önemli bir refah kaybına uğradığı saptanmıştır.
Kabacık (2008) Lappalainen ve arkadaşlarına atfen yapılan bir
araştırmada Avrupalılar için ambalaj üzerindeki besin etiketlerinin çok
önemli bir bilgi kaynağı olduğu ve tüketicilerin besinlerini seçerken bu
etiketlere göre tercih yaptıklarını saptamışlardır.
Bu kapsamda hedef kitleye (üreticiler, STK’lar, kamu ve özel
kuruluşlar, ürünü işleyen ve pazarlayan kuruluşlar vb.) uygulanan
bilgilendirme, bilinçlendirme eğitim yöntemleri bireysel, grupsal ve
kitlesel olmak üzere üç grup altında toplanmaktadır.
3.2. Bireysel Eğitim
Bir kişiye ya da bir aileye yönelik verilen eğitim hizmetidir. Gıda
güvenliği bilinci hem üretici hem tüketicilerde birebir görüşmelerle
oluşturulmaktadır. Bu yöntem kişileri ikna etmede diğer eğitim
yöntemlerine göre daha etkilidir. Ancak en masraflı yöntemdir. Gıda
sektöründe önder olabilecek, çevresini etkileyebilecek kişiler seçilerek bu
kişilerin eğitimin ve bilinçlenmesi bireysel yöntemlerle sağlanır. Bireysel
eğitim metotları ile çok az bir gruba ulaşılabildiğinden geniş bir tüketici
kitlesini eğitmek mümkün olmayabilmektedir (Şekil 1).
Şekil 1: Jelatin ve Alkol Sorunu ve Hijyen Eğitimi
Kaynak: Anonim 2015a1 ve 2015a2
477
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
3.3. Gurupsal Eğitim
Sınırlı sayıda kişilerden oluşan gruplara yönelik yapılan bir eğitim
şeklidir. Davranış değişiminde önemli rol oynamaktadır. Gıda güvenliği
problemlerinden pestisit kullanımı, hayvan hastalıkları, salgın hastalık
kontrolü vb yetiştiricilik konularında bilinçlenme sağlamak üzere Gıda,
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, ziraat odaları, yetiştirici birlikleri,
kooperatifler ve STK’ların eğitimlerinde yaygın olarak uygulanmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde ve bilhassa özel sektör tarafında intensif olarak
kullanılan bir eğitim yöntemidir. Grup eğitim metotları olarak toplantı,
grup tartışmaları, panel, hizmet içi eğitimler, sertifika programları,
konferans, konu bazlı gıda güvenliğine dair sertifika programları gibi
teknikler gıda güvenliği eğitiminde uygulanmaktadır. Ayrıca örnek olay
incelemeleri, temsil tiyatro gibi eğitsel oyunlar ile de hem tüketicileri hem
de gıda iş görenlerini eğitmek mümkündür (Şekil 2).
Şekil 2: Grupsal Eğitim
Kaynak: Anonim 2015b1 ve 2015b2
3.3. Kitlesel Eğitim:
Birebir ve grup eğitim metotlarının aksine aynı anda çok sayıda
kişiye hitap edilebilir bir eğitim yöntemidir. Medya araçları (TV, radyo,
gazete, bilgisayar, cep telefonu vb.) aracılığı ile uygulanmaktadır. Aynı
anda çok sayıda hedef kitleye uygulanabilen en hızlı ve en ekonomik
eğitim yöntemidir. Ancak bilgi akışı, iletişim tek yönlüdür. Mesajın hedef
kitleye etkinliğinin ölçümü zor ve masraflıdır. Mesajın yanlış anlaşılma
olasılığı yüksektir. Hedef kitlenin sorunlarını saptama olanağı yok
denecek düzeydedir (Şekil 3).
478
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Şekil 3: Kitle İletişim Araçları
Kaynak: Anonim 2015c
3.4. Eğitim Yöntemlerinin Etki Dereceleri
Bir eğitim programında kullanılabilecek olan eğitim
yöntemlerinin belirlenmesinde birinci derecede önemli olan, yöntemin
kendisi değil hedef kitlenin gösterdiği davranış değişikliğidir. Bu
kapsamda faaliyet alanına göre eğitim yöntemlerinin etkinliği farklıdır
(Şekil 4).
Şekil 4: Eğitim Yöntemleri ve Etki Dereceleri
Eğitim Yöntemleri
Faaliyet
Bireysel Grupsal Kitlesel
Yenilikler hakkında bilgilendirme
Düşük
Orta Yüksek
Problem bilinci uyandırma
Orta Yüksek Düşük
Bilgilerin aktarılması
Düşük
Orta Yüksek
Hedef kitle görüşlerinin değiştirilmesi
Orta Yüksek Düşük
Hedef kitlenin öğrenme sürecinin
Orta Yüksek Düşük
etkilenmesi
Hedef kitlenin bilgilerinin değerlendirilmesi
Orta Yüksek Düşük
Mesajların hedef kitle sorunlarıyla
Yüksek Orta
Düşük
örtüşmesi
Verilen bilgilerin somutluk derecesi
Yüksek Orta
Düşük
Hedef kitle başına maliyet
Yüksek Orta
Düşük
Kaynak: Anonim 1998
479
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
4. Sonuç:
Gıda güvenliğinin benimsenmesinde eğitim ve bilinçlendirme
faaliyetleri olmazsa olmazlardandır. Uygulanan eğitim yöntemlerinden
hiçbiri diğerinde daha etkili ya da üstün değildir. Önemli olan, faaliyet
alanına göre en etkili eğitim yöntemini ya da eğitim yöntemlerini
saptamak ve doğru uygulamaktır.
Kaynaklar
Anonim, 1998, Tarımsal Yayım El Kitabı (2. Baskı) Birleşmiş Milletler
Gıda ve Tarım Teşkilatı, Ankara.
Anonim, 2015a1, Gıda Güvenliği, Jelatin ve Alkol Sorunu,
http://www.gidasayfasi.com/category/gida-guvenligi/page/12,
Erişim Tarihi: 08.05.2015.
Anonim, 2015a2, Gıda Güvenliği, Ataşehir’de Hijyen Eğitimi,
http://www.gidasayfasi.com/category/gida-guvenligi/page/12,
Erişim Tarihi: 09.05.2015.
Anonim,
2015b1,
PQS
Danışmanlık,
http://www.pqs.com.tr/
yoenetim.html, Erişim Tarihi: 11.05.2015.
Anonim, 2015b2, Bilgi Teknolojileri Eğitim ve Danışmanlık, Net Bilgi
Grup, http://www.netbilgigrup.com/egitim_karisik.html, Erişim
Tarihi: 08.05.2015.
Anonim, 2015c, Geçmişten Günümüze Kitle İletişim Araçları, Şanlıurfa
Güncel,
http://www.sanliurfaguncel.com/Egitim-gecmistengunumuze-kitle-iletisim-araclari-sergisi-73666.html,
Erişim
Tarihi: 08.05.2015.
Baş M, Yüksel M, Çavuşoğlu T., 2007, Difficulties And Barriers For The
İmplementing Of HACCP And Food Safety Systems In Food
Businesses In Turkey. Food Control 18(2)124-130
Dağ A., 1996, Toplu Beslenme Servislerinde Çalışan Personel İçin
Geliştirilen
Hijyen
Eğitim
Programının
Bilgi
Tutum ve Davranışlara Etkisi. Yüksek Lisans Tezi Hacettepe
Üniversitesi Ankara Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
Günal Ü., 2000, Erzurum İli Merkezinde Resmi Kurumlarda Toplu
Beslenme Hizmeti Veren Personelin İşyeri ve Kişisel Hijyen
Konusunda Bilgi Düzeyi. Yüksek Lisans Tezi,, Atatürk
Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Erzurum.
480
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Kabacık M., 2008. Dört ve Beş Yıldızlı Otel Mutfaklarında Çalışan
Personelin Gıda Güvenliği Konusundaki Bilgilerinin Saptanması.
Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara
Kalkan O., 2011, Gıda Güvenliği ve Gıda Kaynaklı Hastalıkları-1.
http://www.bsm.gov.tr/makale/20052.asp?sayi=20052,
Erişim
Tarihi: 15.12.2011
Küçükkömürler S, Şanlıer N., 2001, Ayak-Üstü (Fast -Food) Yiyecek
Satışı Yapan Yerlerde Görevli Personelin Hijyen Konusundaki
Bilgilerinin Değerlendirilmesi. Mesleki Eğitim Dergisi, 3:5:65-76.
Mazzocchi M, Stefani G, Henson S.J., 2004. Consumer Welfare And The
Loss Induced By Withholding Information: The Case Of Bse In
Italy. Journal Of Agricultural Economics, 55(1):41-58
Meer R R Ve Misner S L., 2000. Food Safety Knowledge and Behavir of
Expanded Food and Nutrition Education Program Participants
In Arizona Journal of Food Protection, 63(21)1725-1731.
481
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Beslenmede Mikroorganizmalar
Cihan Darcan1, Gülçin Çetin1, Özge Kaygusuz1
1
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Moleküler
Biyoloji ve Genetik Bölümü, Gülümbe-Bilecik,
E-posta: [email protected]
Özet: Küresel iklim değişiklikleri, dünyanın tarım politikalarındaki
yanlışlıklar, sanayileşme ve nüfus artışı gibi nedenlerden bitkisel ve
hayvansal üretim zaman içerisinde insan nüfusuna yeterli gelmeme
durumunda olacaktır. Bu nedenle alternatif yiyecek kaynaklarının
yaratılması gerekmektedir. Mikroorganizmalar alternatif besin kaynakları
olarak değerlendirilebilir. Bu kaynakların besin olarak kullanımı, peynir,
yoğurt gibi gıdalarla aslında çok eski yıllardan beri var olan bir durumdur.
Ancak gerçek anlamda direkt besin olarak kullanımı henüz
değerlendirilme noktasındadır. Hayvanlar için ek gıda katkı maddesi
olarak kullanılan mikrobiyal besinlerin insanların besini olmaya aday
olması mümkündür. Son 30 yılda, Tek Hücre Proteini olarak adlandırılan
ve insan katkı maddesi olarak mikroorganizmaların kullanımı noktasında
çalışmalar bulunmaktadır. Ancak yeterli düzeye ulaşamamıştır.
Anahtar kelimeler: Mikrobiyal besin, tek hücre proteini
Microorganisms In Nutrition
Abstract: Crop and animal production will not be sufficient for
the human population over time for reasons such as global climate
changes, inaccuracies in the world's agricultural policy, industrialization
and population growth. Therefore, it is necessary to create alternative food
source. Microorganisms may be considered as alternative food sources.
The use of these resources as food is a condition that has been in fact very
old year with foods such as yogurt and cheese. However, the microbial
nutrition is not considered as direct food use in the real sense. Microbial
nutrients can be a candidate to be a nutrient for humans that can be used
as an additional food additives for animals. The last 30 years, the so-
482
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
called Single Cell Protein and a work point in the use of microorganisms
as human adjuvant. But did not reach a satisfactory level.
Key words: Microbial nutrition, Singel Cell Proteins
Giriş
Hızla artan dünya nüfusu, dünyanın önümüzdeki yıllarda en
önemli probleminin açlık olacağını göstermektedir. Dünya nüfusu haftada
bir milyon üç yüz bin, saniyede ise iki kişi artmaktadır. Gıda üretimi ise,
aynı düzeyde artmamakta, her yıl gittikçe büyüyen bir gıda maddeleri
açığı ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan dünyanın birçok yöresinde
kalitesiz ve dengesiz diyetlerle beslenme genel bir tablo olarak ortaya
çıkarmakta, tahıl ağırlıklı diyetlerle beslenmede gerekli kalori
sağlanmasına karşın lizin, triptofan, metiyonin gibi esansiyel aminoasitler
yönünden bir eksiklik meydana gelmektedir. Bu durum bizi yeni gıda
üretim teknolojileri aramaya ve gıdaları nicelik ve nitelik yönünden
takviye etmeye zorlamaktadır (1,8).
Dünyadaki protein yetersizliğine yanıt arama çalışmalarında,
insan ve hayvan beslenmesinin temel öğelerini oluşturan protein, lipit,
karbonhidrat, vitamin ve mineral maddeleri basit organik ve anorganik
maddelerden hızlı bir şekilde sentezleyebilme özelliğine sahip olan
mikroorganizmalar giderek önem kazanmaktadır. Özellikle mikrobiyal
üretim sonucu oluşan biyomasın protein içeriğinin yüksek olması ve
üzerinde çalışılmış olan bir çok mikroorganizma türünün temel
aminoasitlerini içermesi, bu yönde yapılan çalışmaların önemini daha da
arttırmıştır.
Tek Hücre Proteini Tarihçesi
Küf, maya, bakteri ve alg gibi mikroorganizmaların besiyerlerinde
üretilmeleri sonucu bu mikroorganizmalara ait hücrelerin kurutulması ile
elde edilen ürüne "Tek Hücre Proteini (THP)" (Single-Cell Protein=SCP)
adı verilmiştir. Çok eski zamanlardan beri insanlar bilinçsiz olarak
mikroorganizmalardan faydalanmışlardır. Ekmek, peynir, yoğurt, turşu ,
sirke, şarap ve bira gibi ürünler bu şekilde ortaya çıkmıştır. Böylece,
insanlar yüzyıllardır farkında olmadan mikroorganizmaları kullanarak,
tükettikleri bazı gıdaların niteliklerini istedikleri yönde değiştirmiştir.
Bazen de yeni gıda türleri (kefir gibi) elde etmişlerdir (1,3,7).
483
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
İnsanlar, 19.yy'da mikroorganizmaların gıda üretiminde
kullanılabileceklerinin farkına varmışlardır. Ancak mikroorganizmaların
bilinçli olarak gıda üretiminde kullanılması son yıllarda başlamıştır.
Gelişen bilimsel ve teknolojik çalışmalarla mikroorganizmaların insanlık
ve endüstri yararına kullanılması, bugün biyoteknoloji veya endüstriyel
mikrobiyoloji adı ile uygulamalı bir bilim dalı hatta üretim alanı ortaya
çıkarmıştır (9).
Mikroorganizmalardan elde edilen proteinler önceleri "Mikrop
Proteini" olarak isimlendiriliyordu. Prof. Dr. Catol Wilson 1966 yılında
besin maddelerine verilen "mikrobial" teriminin hoş karşılanmayacağını
öne sürerek "Tek Hücre Protein” terimini kullanmıştır. Tüm proteinlerin
tek hücreden kaynaklanmaları nedeniyle tek hücre proteininin istenilen
anlamı taşıması kısa sürede kullanılmasını yaygınlaştırmıştır (1,2,5,6,7,8).
Tek Hücre Proteini Elde Edilen Mikroorganizmalar




Algler
Bakteriler
Mantarlar
Mayalar
Tek Hücre Proteini Üretim Süreci
Tek hücre proteini üretimi, substrat olarak atık materyallerin
kullanılması ile yapılabilmektedir. Özellikle odun parçası, talaş, mısır
koçanı gibi tarımsal atıklar, işlenmiş gıda atıkları, alkol üretim atıkları,
hidrokarbonlar veya insan ve hayvan dışkıları substrat olarak
kullanılmaktadır (10).
Herhangi bir mikroorganizmadan veya substrattan tek hücre proteini
üretilirken temel olarak aşağıdaki adımlar izlenilir;
•
Karbon kaynağı sağlanmalı (Bunun için fiziksel ve kimyasal ön
işlemler gerekebilir)
•
Karbon kaynağına seçilmiş mikroorganizmanın gelişimini
destekleyecek nitrojen, fosfor ve diğer besinsel ihtiyaçlar
eklenmelidir.
484
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
şartlar
ISSN 2149-147X
•
Hijyenik ve steril
engellenmelidir.
•
Seçilen mikroorganizma saf şekilde inokulasyon edilir.
•
THP üretim süreci yüksek oranda oksijen gereklidir (Ancak algler
hariç). Bu nedenle yeterli havalandırma sağlanmalıdır. Ayrıca
sıcaklıkta uygun değerde sağlanmalıdır.
•
Mikrobiyal biyokütle medyumdan sağlanmalıdır.
•
Yararının ve
işlenmelidir.
kararlılığının
sağlanarak
arttırılması
kontaminasyon
için
biyokütleler
Tek Hücre Proteini Üretiminin Tercih Sebepleri ve Avantajları
Mikroorganizmalar, dünyada binlerce türden oluşan çok geniş bir
çeşitliliğe sahiptir ve bu türler farklı organik ya da inorganik
maddeleri besin olarak kullanırlar.
Kısa sürede bölünerek çoğalırlar. Örneğin; bir alg 2-6 saatte, bir
maya 1-3 saatte ve bir E.coli 18-20 dakikada bir bölünerek
çoğalır.
Bakteri kalıtım materyalleri, yüksek yapılı canlılara oranla
üzerinde daha kolay maniplasyon yapılabilecek şekilde az ve basit
moleküllerdir. Tek hücre proteini üretiminde kullanmak için
bunlarla yeni hibrit mikroorganizma türlerinin sentezi
mümkündür.
Sürekli madde sentezlettirmek amacıyla, cam ve plastik gibi inert
yüzeylere bağlanabilir ya da jel içinde muhafaza edilebilirler.
Çevre, yer ve iklim gibi doğa faktörlerinden pek etkilenmezler.
Yüksek yapılı canlıların hayati önem taşıyan özel proteinlerini ya
da benzeri bileşikleri gen aktarımı yolu ile mikroorganizmalara
ürettirmek mümkündür.
Bazı tür mikroorganizmalar güneş enerjisi gibi sürekli ve ucuz
enerji kaynaklarını biyolojik dönüşüm mekanizmalarında
kullanma yeteneğine sahiptirler.
485
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
İnsanlar için gıda niteliğinde olmayan maddeleri kullanarak tek
hücre proteini sentezleyebilirler.
Mikroorganizmaların özünde mevcut olan yüksek proteinlerin,
(hücrenin yaklaşık %60-70'i oranında [kuru ağırlıkta]) temel
proteinler olduğu bilinmektedir.
Mikroorganizmalar bitkiler dışında, inorganik maddelerden ve
havadaki azot, oksijen, karbon v.s.'den organik madde
sentezleyebilen tek canlı türüdür (1, 2, 6, 9).
Tek Hücre Proteini Üretiminin Sakıncaları
Bakteriyel gıdalar tüketici açısından rahatsız edici, bayağı olarak
değerlendirilebilir.
Kuru maddelerinde yüksek oranda nükleik asit içerirler. Nükleik
asitlerin yüksek konsantrasyonu (%6-11), serum ürik asit
seviyesini yükselterek böbreklerde sertlik (taş) yapan gut
hastalığına sebep olabilmektedir. Bu nedenle nükleik asit oranı
%2'yi geçmemelidir.
Yabancı protein yenmesinden dolayı deri reaksiyonları ortaya
çıkabilmektedir.
İçinde bulunabilecek farklı maddelerden dolayı karsinojenik,
mutajenik ve teratojenik etkiler görülebilir.
Deniz alglerinde flor ve iyat oranları normal düzeyin üstünde
olabilir.
Piliçlerde tek hücre proteini olan Probian, yemlere belli bir oranı
geçecek şekilde katılırsa (%25-30'dan fazla) intestinal
malabsorbsiyon nedeniyle vitamin D3'ün emilmesi azalır (1, 2, 5).
Mikrobiyal tek hücre proteini yalnızca insan gıdası olarak değil ,
hayvan besleme yemlerinde de kullanıldığından, bunların
hayvanlar üzerinde ve hayvansal gıdalardaki etkileri de göz
önünde bulundurulmalıdır. Örneğin: süt ineklerinde Aspergillus
ve Penicillum türlerinden elde edilen mikrobiyal gıdaların
yemlerde kullanılması aynı zamanda süt ile insanlara
mikotoksinlerin geçme tehlikesini de ortaya çıkarmaktadır (3, 4).
486
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Genetik materyali değiştirilmiş bakteriler, laboratuvar ya da
üretim sahası dışına çıkarlarsa ekolojik dengenin bozulması gibi
birçok problemi de beraberinde getirirler (7).
Kaynaklar
Çetin, E.T. (1983). Endüstriyel mikrobiyoloji. İ.Ü. Tıp Fak. Vakfı Yay.,
No:2, İstanbul.
Frazier, W.C., Westhoff, D,C. (1978). Food microbiology. Third edition.
Mc Graw Hill Publication. USA .
Etidal, W.J., Mona, M.R., Sorial, AM. (1989). Microbial biomass protein
and polysaccharide production from vegetable processing wastes. J.
Basic Microbiol. 29, 9,581-586.
Karapınar, M., Oker, N. (1988). Hurda incirlerin bioprotein üretiminde
substrat olarak kullanımı. EO. Müh. Fak. Derg., 6, 1, 29-43.
Litschfield. J.H. (1989). Single-cell proteins. Science., 219, 740 -746.
Miller, B.M., Litsky, W. (1976). Industnal mierobiology. Me.Graw-Hill
Book Company. USA
Nickerson, J.T.R., Karel, M. (1989). Food fermentation and single-eell
protein. Food science. EIsevier Pub. USA
Potter, N.N. (1980). Food Science. Third Edition. AVI publishing
company, Ine. Westport, Conneeticu!. USA
Sancak,
Y.C.,
İşleyici,
Ö.
(1996).
Gıda
Endüstrisinde
Mikroorganizmaların Kullanılma Alan ar ı ve Mikrobial Gıda
Üretimi. Y.Y.Ü. Vet. Fak. Derg. 7(1-2), 110-116
Srividya, A.R., Vishnuvarthan, V. J., Murugappan, M., Dahake, P.G.
(2013). Single Cell Protein-A Review.I.J.P.R.S. 2, 1-4.
487
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Türkiye’de Süt, Yoğurt ve Peynir Tüketim
Alışkanlıklarına Bir Bakış ve Çözüm Önerileri
Atila Yetişemiyen1, Erdoğan Güneş2
1
Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Süt Teknolojisi Bölümü, 06110,
Ankara, [email protected]
2
Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü, 06110,
Ankara, [email protected]
Özet: İnsanlar sağlıklı olarak büyümek, gelişimlerini tamamlamak
için süt ve süt ürünlerini tüketmek zorundadırlar. Türkiye’de süt ürünleri
tüketimi ve tüketim alışkanlıklarında tarihi bir gelişim yaşamıştır. Ancak
tüketim ulaşılan nokta gelişmiş ülke düzeyinde değildir. Son yıllarda
eğitim ve gelir düzeyindeki artış, ürün çeşitliliği, sanayinin standart
kalitede üretimde bulunması, tüketim artışının teşvikine yönelik reklamlar
tüketimi artırmaktadır. Bu arada süt sanayinin modernizasyonu, kapasite
artışı ve güvenilirliği yanında kayıt altına alınan firmaların AB
standardında üretimde bulunmaları, sektörün gelişmesine katkıda
bulunmaktadır. Tüketici güveni ve sütün insan hayatı ve gelişimi için
kamu spotlarıyla ve okul sütü gibi projelerle desteklenerek öneminin
vurgulanması da tüketimin gelecekte daha da artacağını bizlere işaret
etmektedir.
Anahtar kelimeler: Türkiye, tüketim, süt, yoğurt, peynir
An Overview and Solutions for Milk, Yoghurt and
Cheese Consumption Habits in Turkey
Abstract: People must consume milk and milk products in order to
be healthy, grow and develop themselves. In Turkey, consumption habits
of milk and milk products had experienced an historical development.
However, the point that has been reached in consumption was not the
same as a developed country. Education and increase in income levels,
product diversity, standardization in production, advertisements
encouraging consumption has increased consumption of milk and milk
488
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
products. By the way modernization of dairy industry, advanced capacity
and besides its reliability; production of recorded firms according to EU
standards contributes development of dairy sector. By public service
broadcasting and school milk projects, importance of milk consumption in
human health and life for consumer confidence has been emphasized so
these are pointing out that in the future milk consumption rate will
continue to increase.
Key words: Turkey, consumption, milk, yoghurt, cheese.
1. Giriş
Türkiye nüfusu giderek artmaktadır ve nüfusun yeterli ve özellikle de
sağlıklı beslenmesi konusu her geçen gün önem kazanmaktadır. Bu
süreçte üretimde bulunan gıda sanayi işletmeleri, piyasa denetimi ve
kontrolünde bulunan kamu sektörü yanında tüketici algı ve yönelimleri,
üretimin nitelik ve niceliğini belirlemektedir. Gıda sanayinin toplam
üretim değerleri içinde süt ve süt ürünleri sanayinin payı %15
düzeyindedir (Güneş vd. 2015). Gıda sanayi işletmeleri içerisinde
hayvansal ürünlerin işlendiği süt ve süt ürünleri sanayi, tüketici
gelirindeki artış, beslenme konusunda bilinç düzeyinin yükselmesi,
sektörel gelişmeyi sağlayan önemli firmaların kalite ve güvenilir
üretimleriyle gelişme eğilimini artırmaktadır. Tüketici talebi genel olarak
geleneksel metotlarla üretilen süt ve ürünlerinden, işlenme derecesi en
azından pastörize düzeyinde olan sütlere doğru artmaktadır. Bu
gelişmenin uygun fiyat ve kalite ile desteklendiği sürece tüketici
davranışlarına yansıyacağı tahmin edilmektedir.
2. Materyal ve Yöntem
Türkiye’de süt ve ürünlerinin tüketim alışkanlıkları, bunu etkileyen
temel etkenlerin sorun ve önerileriyle tartışıldığı derleme niteliği taşıyan
bu çalışmada, ulusal ve uluslar arası istatistik kurumların çeşitli verilerden
yararlanılmıştır. Araştırmada yapılan çeşitli bölgesel ve ulusal düzeydeki
tüketim alışkanlıkları araştırmalardaki bilgi ve verilerden de
faydalanılarak, konu ile ilgili değerlendirmeler yapılmış ve önerilerde
bulunulmuştur.
489
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
3. Bulgular ve Tartışma
Türkiye’de kişi başına yıllık içme sütü, yoğurt ve peynirin tüketim
değerleri sırasıyla 37,3 kg, 30,6 kg ve 16,5 kg olarak belirlenmiştir (TÜİK
2014). Üretim miktarına göre bir hesaplama yapıldığında; içme sütünün
yaklaşık %15’i pastörize süt, %85’i ise UHT süt olarak tüketilmektedir
(TÜİK 2014). Ankara’da yapılan bir çalışmada, bireylerin süt tüketim
tercihleri %22,4 UHT, %65,3 pastörize, %12,2 açık süt olarak
belirlenmiştir (Aksan vd. 2015). Yoğurt olarak evlerde sokak sütünden
(üretilen çiğ sütün % 20’si kadar olduğu düşünülmektedir) yapılan yoğurt
haricinde endüstriyel yoğurt, tüketimin en az %80’ini oluşturmaktadır.
Peynirde ise çok çeşit olmasına rağmen tüketimde ağırlıklı tercih, taze
beyaz peynir ve taze kaşar peyniridir.
Dünyanın gelişmiş Batılı ülkelerinde yıllık kişi başına tüketim değeri
ise yüksektir. İçme sütü tüketim değeri; AB’de ve ABD’de 60-90 kg,
İsveç, İngiltere, Avustralya’da 100 kg’dan daha yüksektir (IDF 2014).
Gelişmiş ülkelerde yoğurt, fermente süt ürünleri grubunda yer aldığından,
yoğurda dair istatistikler mevcut değildir. Fermente süt ürünleri 2012’de
üretim miktarına göre; AB’de 9,3 milyon ton, ABD’de 2,0 milyon ton,
Çin’de 4,1 milyon ton, Türkiye’de 1,6 milyon tondur. Peynir ise; AB ve
ABD’de kişi başına yıllık tüketim 15 kg, Avustralya ve Kanada’da10-15
kg, Rusya’da5-10 kg düzeyindedir (IDF 2014).
Türkiye’de süt ve ürünleri tüketim alışkanlıkları tarihi bir gelişim
sürecine sahiptir. Türklerin süt ürünleri üretimi ve tüketimi binlerce yıl
öncesine dayanmaktadır. M.Ö 6500-5500’lerde Konya Çatalhöyük’deki
kazılardan tarım toplumunda yaşayanların koyun ve keçi sütlerinden meşe
palamutu (pelit) ile mayalayarak yoğurt yaptıkları anlaşılmıştır (Yurdakök
2015). Yine gezgin Venedikli Marco Polo, seyahatnamesinde Moğol
imparatoru Kubilay Han’ın (1259-1294) askerlerinin kumanya olarak
süttozu taşıdıklarından söz etmiştir (Yetişemiyen 2007). 1542’de Kanuni
Sultan Süleyman’ın bir hekiminin, Fransa kralı I. François’nın geçmeyen
ateşli bir hastalığını yoğurttan yaptığı ilaçla iyileştirdiği bildirilmektedir
(Yurdakök 2015). Buradan birçok millet, topluluk ve kavimlerin yaşadığı
Anadolu’da yoğurt, peynir, tereyağı, ayran ve süttozu gibi süt ürünleri,
göçer yaşamı ve Yörük geleneği içinde tarımsal gıdalar olarak yer aldığı
görülmektedir (Şengül ve Ürkek 2013).
490
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Avrupa’da özellikle İngiltere’de ve ABD’de sütün ürünlere
endüstriyel olarak (imalathane/fabrikasyon düzeyinde) işlenmesi, 19.
yüzyılın başlarında olmuştur. Türkiye’de ise Dünyadakinden yaklaşık
yüzyılı aşkın bir süre sonra süthanelerde süt ürünleri işlenmeye
başlamıştır. Özellikle I. Dünya Savaşında İstanbul ve çevresine,
Trakya’ya yerleşen Yahudi, Rum, Balkanlı, Rus, Ermeni göçmenlerin
açtıkları bu imalathanelerde pastörize süt, sterilize süt, kondens süt,
yoğurt, tereyağı, ayran, peynir çeşitleri gibi ürünler üretilmiştir.
Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla birlikte AOÇ (Atatürk Orman
Çiftliği), Ziraat Okulları ve Devlet Üretme Çiftliklerindeki işletme ve
süthanelerde de sağılan sütler ürünlere işlenmiştir. Teknoloji ve kapasite
gelişimine bağlı olarak asıl sanayileşme, 1970’den sonra modern süt
fabrikaları ile başlamıştır. Türkiye Şeker Fabrikaları, Et ve Balık
Kurumu’ndaki gibi 1969’da KİT (Kamu İktisadi Teşkilatı) şeklinde
kurulan Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu (TSEK) ile devlet, süt
hayvancılığını ve süt işleme sanayini geliştirmek, desteklemek için 10-15
yıl içinde Anadolu’nun değişik yerlerinde 40’a yakın fabrika açmıştır.
Aynı zaman dilimi içinde özel sektör de süt sanayine yatırım yapmış ve
önemli modern yüksek kapasiteli fabrikalar kurulmuştur. Ancak 1995’de
özelleştirme kapsamında TSEK özelleştirilmiş, fabrikalar ya özel sektöre
satılmış veya kapatılmıştır. Cumhuriyet dönemiyle başlayan süt
sektöründeki sanayileşme ile toplum, endüstriyel süt ürünleri ile tanışmış
ve sürekli artan bir tüketim talebi içinde olmuştur.
Türkiye’de içme sütü tüketim alışkanlığında günümüzde iki seçenek
söz konusudur:
 Açıkta satılan sokak sütünün tercih edilmesi.
 İşlenmiş ve ambalajlanmış endüstriyel içme sütün tercihi.
Gelişmiş modern toplumlarda örneği olmayan “Sokak Sütü”nün
ülkemiz medyasının kimi yayınlarında sanki “doğal/organik süt”müş gibi
anlatılması, özellikle konu uzmanı olmayan kişilerin bu iddiada bulunması
nedeniyle sokak sütü tüketimi önemli sayılabilecek bir orandadır. 2000’li
yıllarda sokak sütü, toplam üretilen çiğ sütün %40’ı oranında iken, bugün
bu oranın %20’lere düştüğü tahmin edilmektedir.
Süt üretimi ülkemizde genel olarak artmaktadır ve bu artışlar süt
tüketimi yanında sütün işlenmiş diğer şekillerinin talebini de
491
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
artırmaktadır. T.C. Sağlık Bakanlığı ve Hacettepe Üniversitesi tarafından
ortaklaşa yapılan "Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması"na göre;
Türkiye’de süt tüketmeyenlerin oranının %44,6 iken, sütü haftada 1-2 kez
genellikle kahvaltıda tüketenlerin oranı %19,5 olarak belirtilmektedir.
Buna rağmen sütün işlenmiş şekillerinden olan yoğurt, ayran ve kefiri her
gün tüketenlerin oranı %55,1 düzeyindedir. Her gün peynir tüketenlerin
oranı ise %76’ya ulaşmıştır (Sağlık Bakanlığı ve Hacettepe Üniversitesi,
2014).
Türkiye’de
üniversite öğrencileri
üzerinde süt
tüketim
alışkanlıklarının belirlenmesine yönelik yapılan bir çalışmada; süt içmeyi
seven öğrencilerin oranı %69,7 olurken, sütü düzenli olarak tüketenler ise
%34,2 düzeyinde belirlenmiştir. Öğrencilerin sütü sevmeme nedenleri
tadından (%38,6) ve kokusundan (%37,6) dolayı olmaktadır. Tüm
öğrencilerin %81’i sütün her yaşta tüketilmesi gerektiğini bildirirken,
öğrencilerin %68,3’ü süt fiyatlarını normal bulmuştur. Ayrıca öğrencilerin
içtikleri süt konusunda sınırlı düzeyde bilgiye sahip oldukları ve sütü
farklı şekillerde tüketmeyi tercih ettikleri de belirlenmiştir (Şimşek ve
Açıkgöz 2011).
Benzer şekilde ilköğretim öğrencileri üzerinde yapılan bir çalışmada
süt tüketiminin yetersiz olduğu ve öğrencilerin büyük çoğunluğu
tarafından tüketilen sütlerin hijyenik olmadığı belirlenmiştir. Buna karşın,
öğrencilerin sütün içeriğinin ve yararlarının farkında oldukları görülmüş,
okullarda tüketimini artırmaya yönelik kampanyaların düzenlenmesi
gerektiği sonucu ortaya çıkmıştır (Önsüz vd. 2012).
Süt tüketim tercihindeki bu değişimin diğer süt ürünleri talebindeki
iyileşme ile birlikte nedenlerini şu şekilde sıralamak mümkündür:





Sağlıklı ve doğru beslenme bilincinin yaygınlaşması, eğitim
düzeyi artışı ve bilinçli tüketim
Hızlı kentleşme ve gelir düzeyinde yaşanan iyileşme ile kamu
spotlarının ve promosyonların tüketiciye etkin aktarılması
Süt sanayinin modernizasyonu, kapasite artışı ve güvenilirliğinin
artması
Süt ürünlerinin sağlıklı yaşam için gerekli olduğu düşüncesi ve
reklam faaliyetlerinin artışı ile tüketicilerde artan ürün
bağımlılığının sürekliliği
Sanayinin ürün çeşitliliğindeki gösterdiği artış
492
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Özellikle son yıllarda süt ve süt ürünleri tüketim alışkanlığının daha
da yaygın hale getirilmesine yönelik olarak üretici firmalar ArGe
faaliyetlerine hız vererek iç pazara yeni ürünler (laktoz şekeri içermeyen
süt, belirli yaş gruplarının ihtiyaçlarına yönelik hazırlanmış süt vb)
sunmaya başlamışlardır. Bu ürünlerin daha çok belirli tüketici gruplarına
yönelik olarak üretildiği dikkat çekmektedir. Ayrıca bu konuda
gözlemlenen bir başka gelişme de geleneksel ürünlerimizin de (ayran,
kaymak ve geleneksel peynir çeşitleri) modern işleme yöntemleri ile
işlenerek pazara sunulmalarıdır. Bunun yanısıra batı ülkelerinde tüketimi
yaygın halde bulunan süt ürünleri de günümüzde birçok firma tarafından
ülkemizde de üretilmeye başlanmıştır.
Bu ürünler arasından özellikle meyveli yoğurt ve Mozzarella peyniri
yıllar itibariyle tüketim açısından giderek artan bir trend göstermektedir.
Dondurma üretiminde ise yabancı sermayeli yatırımlar ağırlıkta olup,
üretimin büyük bölümünü gerçekleştirmektedirler. Pazarın doymamış
olması sebebi ile yerli firmalar da bu konudaki yatırımlarını
hızlandırmışlardır. Bunun yanı sıra yerel çeşitlerin (Maraş dondurması
gibi) üretimi de giderek önem kazanmaktadır (Hekimoğlu ve Altındeğer
2008).
Sokak sütünü doğal, katkısız ve organik olduğu yanılgısıyla satın
alan tüketiciler, genellikle sütü evde yoğurt yapımında kullanmaktadır.
Çok azı kaynatarak soğutup süt olarak içmektedir (Şengül ve Ürkek,
2013). Kentlerde artık alışverişin hipermarketlerde ve AVM’lerde
(Alışveriş Merkezleri) hızla yaygınlaşmış olması ve yoğun çalışma
hayatından dolayı, insanlar haftada ancak 1-2 kez gıda alışverişi
yapabilmektedir. Dolayısıyla tüketicilerin doğal olarak dayanıklı gıdaları
tercih etmeleri nedeniyle, sütte de UHT-süt (uzun ömürlü süt) tüketimi
pastörize süte göre çok yüksektir. Pastörize içme sütü, buzdolabında en
çok 5-6 gün muhafaza edilebilmesi ve ambalajı açıldıktan sonra 1-2 gün
içinde tüketilme zorunluluğu nedeniyle çalışan aileler tarafından, onun
UHT süte göre daha besleyici ve doğala yakın olduğu bilinmesine rağmen
pek tercih edilememektedir.
Yoğurt bilindiği gibi Türklerin milli yiyeceğidir ve yoğurt tüketiciye
3 şekilde pazarlanmaktadır:
 Marketlerde satılan endüstriyel yoğurt.
 Kasaba/semt pazarlarında satılan açık yoğurt (özellikle torba
yoğurdu),
493
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
 Evlerde sokak sütünden yapılan yoğurt,
Her sofrada ve birçok yemekte yoğurt yer almaktadır. Avrupa, ABD
gibi gelişmiş ülkelerde nasıl çoğu yemek haşlanmış patates veya püresi,
ketçap veya mayonez ile destekleniyorsa, Türkiye’de de kebabından sebze
yemeğine kadar birçok yemek, yoğurt ile birlikte sunulmaktadır.
Tüketicilerin içme sütünde olduğu gibi ağırlıkla endüstriyel yoğurdu
tercih etmeleri, kent ve çalışma hayatı nedeniyle daha pratik gelmektedir.
Ancak medyadaki yanlış bilgilendirmeler nedeniyle kimi insanlarda
endüstriyel yoğurda karşı yanlış bir önyargı oluştuğu gözlenmektedir.
Gelişmiş ülkelere göre Türkiye’de yıllık tüketim miktarının düşük
olduğu peynir ürünündeki alışkanlıklar için aşağıdakiler söylenebilir:




Peynir genellikle kahvaltılarda yenilmekte, ayrıca ara öğün olarak
börek ve sandviçler de peynirli olmaktadır.
Kahvaltıda ve sandviçlerde taze Beyaz peynir, taze Kaşar peyniri
diğer çeşitlere göre daha çok tercih edilirken, böreklerde lor veya
çökelek kullanılmaktadır.
Son 15-20 yıldan beri gerek üretici, gerekse tüketici ekonomik
nedenler ve damak alışkanlığından dolayı Beyaz ve Kaşar
peynirleri daha çok taze şekilde tercih etmektedir. Bir diğer neden
de olgun peynirlerin aroma ve kokusunun çocukların pek de
hoşuna gitmeyişidir.
Klasik çeşitlerin yanında tüketici son 10-15 yıldır
yöresel/geleneksel peynirlere ve sürülebilir krem tipi peynirlere
de ilgi duymaktadır.
İnsanların hipermarketlerde alışveriş yapmaları, sağlıklı, dengeli ve
yeterli beslenme bilincinin gittikçe artması, bu konuyla ilgili yayın ve
haberlerin çoğalması gibi nedenler ile tüketiciler daha bilinçli ve bilgili
tüketim kararlarıyla hareket etmektedirler. Süt ve ürünlerinin satın
alınmasında tüketicinin dikkat ettiği başlıca hususlar şu şekilde
sıralanabilir:
 Ürün görselliği (göze hoş gelip gelmemesi), ambalajı (şişe ya da
karton kutu), miktarı ve fiyatı,
 Ürünün üretim ve son kullanma tarihi,
494
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
 Üretici firmanın tanınırlığı ve güvenirliliği, firmanın adı,
markanın aranırlığı
 Ürün etiket bilgileri (bileşim ile ilgili olarak)
Elazığ ili merkez ilçede yaşayan tüketicilerin süt tüketim
alışkanlıklarını ve bu alışkanlıkları etkileyen faktörleri belirlemek üzere
yapılan bir araştırmada; merkez ilçedeki tüketicilerin %78,0’inin süt
alırken markayı önemsedikleri ve %58,0’inin karton kutuyu ambalaj tipi
olarak tercih ettikleri belirlenmiştir. Tüketicilerin %84,6'sı okul sütü
programının “çok gerekli” veya “gerekli” olduğunu, %86.3’ü toplumun
süt tüketimi konusunda yeterince teşvik edilmediğini düşündüklerini
beyan etmişlerdir.
Katılımcıların %79,0’u en çok inek sütünü tercih ettiklerini,
%60,2’si ise sütteki yağ oranına önem verdiklerini belirtmişlerdir. Elazığ
merkez ilçede sütün en çok satın alındığı yer %66,9’luk bir oranla
marketler olmuştur. Tüketicilerin sütü satın alırken en çok dikkat ettikleri
hususlar ise %45,3’lük oranla firma adı ve %24,4’lük oranla sütün fiyatı
olmuştur. Toplumun içme sütü tüketimi hakkında teşvik edilmesi için en
etkili yol olarak ise %70,9’luk bir oranla “Radyo ve TV” tercih edilmiştir.
Ayrıca, tüketicilerin süt tüketimi tercihlerinde cinsiyetin, öğrenim
durumunun, hane halkı büyüklüğünün ve gelir düzeyinin değişik
düzeylerde farklılıklara neden olduğu belirlenmiştir (Şeker vd. 2012).
Benzer bir araştırmada süt tüketim tercihlerinin cinsiyet, beden kütle
indeksi ve gelir durumuna göre farklılık göstermediği (p≥0.05), ancak
eğitim düzeyi arttıkça pastörize ve UHT süt tüketimine yönelimin anlamlı
olarak arttığı p=0.021 belirlenmiştir (Aksan vd. 2015).
Bu arada tüketicinin ürün çeşitliliğinde aradığı önemli kriterler de
piyasa yapısını ve değişimini etkilemektedir. Bununla süt ve süt ürünleri
piyasası içinde farklı içerik ve amaçlı ürünler ortaya çıkmaktadır:

Süt yağı, tuz, şeker gibi bileşenlerin seviyesine (diyetetik olarak)
bağlı ürünler.
 Aromalı ve/veya meyveli (çocuk ve gençler için) ürünler.
 Probiyotik/prebiyotik nitelikli (ileri yaş grubu için) ürünler.
 Yöresel ya da geleneksel nitelik taşıma özelliği (Anamın yoğurdu,
yöresel peynirler vb.) imajı yaratan ürünler.
Bütün ürünlerde ortaya konulan farklılıklar hem yaş ve cinsiyet, hem
de fonksiyonel olma özelliği ile piyasalarda yerini almakta, bu durum
495
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
sanayinin ürün çeşitliliğini artırarak rekabette başarı düzeyini yükselme
çabalarına yol açmaktadır.
Sonuç olarak; Türkiye’de süt ve süt ürünleri tüketimine ilişkin genel
anlamda şu hususlar dikkati çekmektedir:




Türkiye’de yıllık kişi başı tüketim miktarları açısından yoğurt ve
peynir tüketimi “iyi” düzeyde sayılabilir. Özellikle yoğurt tüketim
miktarı yeterlidir.
Yoğurt dışında fermente süt ürünleri (kefir, krem peynir, fermente
krema ürünleri vb) bakımından tüketim çok düşüktür.
Peynirde kişi başı tüketim, yeterli gibi gözükse de, gelişmiş
ülkelerin neredeyse yarısı kadardır.
İçme sütünde ise durum iç açıcı değildir. Tüketim miktarı olarak
Avrupa’nın, ABD’nin yaklaşık 1/3’ü kadardır.
Ülkemizde bu alanda yaşanan bilgi kirliliği tüketimi etkilemektedir.
İçme sütü, yoğurt ve peynir tüketim alışkanlıklarındaki doğrular ve
yanlışların belirlenmesi ve buna bağlı olarak çalışmaların yapılması
gerekmektedir. Bu alanda ileri sürülen doğru ve yanlışlar şu şekilde
söylenebilir. Tüketicinin bilgi kirliliğine rağmen sokak sütünden
uzaklaşması, endüstriyel ürünlere daha çok yönelmesi, tüketicilerin sadece
incelediği ambalaj/etiket bilgileri ile yetinmemesi, ambalaj içindeki
ürünün de etiket bilgileri ile örtüşmesini sorgulaması ve kasaba/semt
pazarlarındaki yoğurt, peynir gibi ürünlere eskisi kadar itibar edilmemesi
doğru yaklaşımlardır.
Bu süreçte TV, gazete ve sanal ortamda uzman olmayanların söylem
ve iddialarına inanılması, sokak sütünü doğal-organik süt sanmak,
kaynatmakla onun güvenli olduğuna inanması ve önemli markalar
tarafından otomatik şekilde işlenmiş-ambalajlanmış süt ürünlerini doğal
değilmiş ve katkılı gibi düşünmesi yanlış değerlendirmelerdir. Süt
tüketim alışkanlığının yaygın hale getirilmesine yönelik olarak sanayi
işletmeleri Ar-Ge faaliyetlerine hız vererek iç pazara olduğu kadar dış
pazarlara da yönelik yeni ürünleri başarıyla pazarlamaktadırlar.
Ülkemizde süt tüketimini destekleyici uygulamaların artırılması
önemlidir. Bu süreçte “Okul Sütü” gibi tüketimi arttırıcı ve geniş kitlelere
yayılmasını sağlayan programların devamlılığının sağlanması, bunun
yanında süt çiftliklerinin üretimde ve sanayicinin de ihracatta artan
ölçülerde desteklenmesi, süt sanayicisinin yurtdışı pazarlarında var olması
496
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
ve rekabet edebilmesi açısından önemlidir. Okul sütü peynir, yoğurt,
ayran, dondurma gibi ürünlerle çeşitlendirilerek devam etmelidir.
Kaynaklar
Aksan, A.Ç., Çerçi, A., Pazarbaşı, İ., Gümüş, D. 2015. Ankara İlinde
İkamet Eden 19-25 Yaş Arası Yetişkin Biraylerde Süt Tüketim
Tercihlerinin ve Bu Tercihlere Yönelim Nedenlerinin Belirlenmesi,
Hacettepe University Faculty Of Health Sciences Journal, Vol 1, No.
Suppl 1.
Güneş, E., Keskin, B., Demirbaş, N. 2015. Türkiye`de Tarıma Dayalı
Sanayinin Yapısı Ve Gelişimi, ZMO VIII. Teknik Kongresi, Ankara.
Hekimoğlu, B. ve Altındeğer, M. 2008. Ülkemizde ve Samsun İlinde Süt
Hayvancılığı ve Süt Sektöründeki Mevcut Sorunlar ve Öneriler,
Samsun İl Tarım Müdürlüğü Strateji Geliştirme Birimi, Samsun.
IDF, 2014. Dünya Süt Zirvesi Raporu IDF 2013. Ulusal Süt Konseyi,
Ankara.
Önsüz, F., Demir, F., Zengin, Z., Bektaş, H. 2012. Sakarya İli'nde Bazı
İlköğretim Okulu Öğrencilerinin Sut Tüketimi Alışkanlıkları, Sürekli
Tıp Dergisi, 21 (3):94-102.
Şeker, İ., Şeker, P., Şahin, M. Özen, V. S., Akdeniz, A. Erkmen, O.,
Kışlalıoğlu, İ., Sargın, G. Doğu, G. B. 2012. Elazığ İli Merkez İlçede
Tüketicilerin Süt Tüketim Alışkanlıkları ve Bu Alışkanlıkları
Etkileyen Faktörlerin Belirlenmesi, F.Ü.Sağ.Bil.Vet.Derg. 26 (3):
131 - 143
Şengül, M. ve Ürkek, B. 2013. Organik Süt. ISBN: 978-605-5267-09-4.
Yayın No.25, Sidas Medya Ltd.Şti. 86 s. Ankara.
Şimşek, B. Ve Açıkgöz, İ. 2011. Süleyman Demirel Üniversitesi
Öğrencilerinin İçme Sütü Tüketim Alışkanlıklarının Belirlenmesi,
YYÜ Tarım Bilimleri Dergisi, 21 (1): 12-18.
T.C. Sağlık Bakanlığı ve Hacettepe Üniversitesi 2014. Türkiye Beslenme
ve Sağlık Araştırması, Ankara.
TÜİK 2014. Tarım İstatistikleri Özeti-2013-. Türkiye İstatistik Kurumu,
Ankara.
Yetişemiyen, A. 2007. “Koyulaştırılmış ve Kurutulmuş Süt Ürünleri
Teknolojisi. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayın No: 1558,
Ders kitabı: 511. 116 s. Ankara.
Yurdakök, M., 2015. Yoğurdun Öyküsü, Probiyotiklerin Tarihi. ISBN:
978-975-277-563-3. Güneş Tıp Kitapevleri, 2015. 94 s. Ankara.
497
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Gıda Açlığı Sorunu ve Küresel Gelişmeler
Erdoğan Güneş1
1
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü
06110 Ankara, E-posta: [email protected]
Özet: Küresel dünyamızda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin
besin kaynakları ve varlık durumları, beslenme şekillerini etkilemektedir.
Gıda açlığı; temelde toplumların gelir düzeyi başta olmak üzere
varsıllık/yoksulluk düzeyi ile ilişkilidir. Gelişmiş ülkelerde gıda
tüketiminde protein ağırlıklı beslenme, yoksul ülkelerde ise nişasta bazlı
tüketim öne çıkmaktadır. Bu arada global bakış açısıyla, dünyada artan
gıda fiyatları ve açlık ilişkisi, arz ve talepten kaynaklanan nedenlerle
biçimlenmektedir. Gıda açlığının büyük ölçüde etkilediği yoksul halklara
bu olumsuzlardan etkilenmenin derecesini azaltmak için küresel önlem ve
hareketler günümüzde artmaktadır. Alınan önlemler küresel iklim
değişimi kadar, paylaşımı esas alan uygulamalara kadar geniş alana
yayılmaktadır. Bu süreçte küresel hareketler yanında, yerel ve sivil
inisiyatifler/oluşumlar, artan yoksulluğun daha da ciddi boyuta
ulaşacağını ve bunun sosyal sorunlara neden olabileceğini belirterek,
önlemleri artırmaktadır. Çalışma, gıda açlığı nedenselliğinin ortaya
konulması, etkilerinin ölçülmesi, alınan önlemlerin sonuçlarının ortaya
konulmasını ve bu konuda gelişmelerin bilimsel bakış açısı ile
değerlendirilmesini içermektedir.
Anahtar kelimeler: Gıda, açlık, gelir, beslenme, fiyat.
The Problem of Food Hunger and Global
Developments
Abstract: The food supply of developed and underdeveloped
countries and presence status affects nutrient diets in our global world.
Food hunger; mainly the welfare society are associated with the income /
poverty levels of countries. Weight proteins in the diet food consumption
in developed countries, while in the poorest countries stands starch-based
498
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
consumption. Meanwhile, with the global perspective, the relationship
between rising food prices and hunger in the world are shaped formation
caused by supply and demand. Food hunger greatly affect in reducing the
severity of the adverse effects on poor people is increasing global
measures and movements. The measures taken up to global climate
change, based on sharing may be in wide area applications. In this process
until the global movement, local and civil initiatives / formations,
increasing poverty will reach even more severe, and noting that it may
cause social problems are increasing their actions. At this research, it will
be put forth the work of food hunger causality, measurement of impact,
involves reveal the results of the measures taken and to evaluate the
scientific point of view of the developments.
Key words: Food, hunger, income, nutrition, price.
1. Giriş
Gıda insan hayatının vazgeçilmez ihtiyacıdır ve gıdaya ulaşmak
insan hakkıdır. Nitekim bu düşüncelerle artan sorunların yarattığı tehditler
sonucunda Birleşmiş Milletler, insanlığın refahını ve esenliğini sağlamaya
yönelik bin yılın hedeflerden birini; yoksulluğun ve açlığın yok edilmesi
ve gıda güvencesinin sağlanması olarak ele almıştır (FAO 2005). Bu arada
İnsan Hakları Beyannamesi’nin 25. Maddesi’nde de her bireyin sağlığını
ve refahını temin edecek yeterli gıdaya ulaşmaya hakkı olduğu da
vurgulanmaktadır. Bu genel gerçekler ışığında mevcut durum nedir, gıda
açlığını ortaya çıkartan etkenler nelerdir, bu alanda yerel/küresel alınan
önlemler ve sorunun çözümünde başarıyı artıran/sınırlayan etmenler
nelerdir gibi konuların tartışılması, gıda açlığı sorununun çözümüne
katkıyı artıracaktır.
Gıda güvenliği; insanların sağlıklı ve nitelikli bir yaşam
sürdürebilmeleri için beslenme ihtiyacını karşılayacak yeterli, güvenli ve
besleyici gıdaya her zaman ulaşabilmesidir. Dünyanın birçok yerinde,
büyük bölümü kırsal alanlarda olmak üzere insanların günlük
beslenmelerinde yeterli miktar ve kalitede gıda bulunmaması ya da bunun
sürekliliğinin sağlanamaması gerçeği, insanlığı açlık sorunu ile karşı
karşıya bırakmaktadır. Aslında Dünyada gıda kaynaklarının yeterli
olmasına karşılık; gıda dağıtımdaki/dağılımındaki eşitsizlikler ve tüketim
sistemi, sorunun önemli parçalarını oluşturmaktadır (www.halksagligi.
hacettepe. edu.tr). Bu nedenle Kuzey/Güney uçurumu sonucu bir yanda
499
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
açlık diğer yandan da sağlıksız beslenme ya da aşırı tüketim sonucunda
yaşanan obezite durumunda bulunan insanlar artmaktadır. Fazlalaşan
nüfus ve iklimsel değişimlerle beslenmede tarımsal üretim artmasının
gerekliliği ve mevcut nüfus artışı göz önüne alındığında üretimin %70’e
yakın yükselmesi gerektiği bildirilmektedir (FAO 2014). Bu uçurumun
derinliği, tarım-gıda üretimi ve ticareti açısından güneyin kısıtları kadar
kuzeyin fırsatlarına da bağlıdır.
Kuzeyin başlıca fırsatları; toprak ve iklimin tarıma elverişliliği,
makinalı ve girdili tarıma geçiş önceliği, buna bağlı verim yüksekliği,
maliyet düşüklüğü ve çiftçiye sağlanan kalıcı devlet desteğidir. Güneyin
başlıca kısıtları ise; toprak yetersizliği ve verimsizliği, savaş ve etnik
kavga yaygınlığı, gıda yerine pazar bitkisi üretimi, nüfus artış hızının
yüksekliği, borç yükü nedeni ile yatırım yetersizliğidir. Bir başka kısıt da
dünya tarım ve gıda ticaretindeki liberalleşme eğilimidir. Bu durum, bir
yandan dünya gıda ticaretinin belirli sayıdaki çok uluslu firma tarafından
kontrol edilmesine, bir yandan da yıkıcı rekabet nedeni ile güney
ülkelerinde çiftçiliğin terk edilmesine yol açmıştır (Ekşi ve İşçi 2012).
Mevcut durum bize beslenme önünde olabilecek ekolojik, teknik,
ekonomik, sosyal vb. sorunların çözümünün zorunluluğunu
göstermektedir.
2. Materyal ve Yöntem
Çalışmada Dünya’da gıda güvencesi sorunu ve açlığın
nedenselliği, etki düzeyi, açlıkla mücadelede yapılanlar, başarılanlar ve
beklenen hedefler ele alınacak, bu konuda karşılaşılan direnç alanları ve
başarı sürecine yönelik öneriler ortaya konulacaktır. Araştırmada konu ile
ilgili ikincil verilerden, sürekli yayımlanan istatistiklerden, yerel ve
küresel düzeyde yapılan araştırmalardan geniş ölçüde yararlanılarak,
yorumlamalar neden-sonuç ilkeleri çerçevesinde ortaya konulmuştur.
3. Bulgular ve Tartışma
Gıda güvencesi, FAO tarafından tüm insanların sağlıklı ve aktif
bir hayat sürdürebilmeleri için gerekli olan temel gıdayı zamanında,
güvenli koşullarda ve yeterli miktarlarda temin etme olarak tanımlanmıştır
(Denli ve Anlı 1997; FAO 2010; Nah and Chau 2010; Premanandh 2011;
Erbaş ve Arslan 2013). Toplumsal boyutta, gıda güvencesinin yetersizliği
ve açlık nedeniyle birçok sorun ortaya çıkmakta, ülkesel huzursuzluklar
oluşmakta ve savaşlar olmaktadır. Gıda dengesizliği nedeniyle oluşan bu
500
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
sosyal kargaşalar, gıda güvencesini daha da büyük tehlikeye sokmaktadır.
Bireysel boyutta ise açlık, çeşitli sağlık sorunlarını da ortaya
çıkarmaktadır. Bu sorunlar, çoğunlukla kalp ve damar hastalıkları,
solunum ve sindirim sistemi rahatsızlıkları, bağışıklık sistemi
zayıflamaları, tüberküloz, felç ve enfeksiyon gibi hastalıklar ve prematüre
bebek doğumlarıdır (Erbaş ve Arslan 2013). Günümüzde dünya
nüfusunun 805 milyonu gıda açlığı ile karşı karşıyadır. Bu değer 19901992 yıllarında 1.015 milyon düzeyinde gerçekleşmişti (Tablo 1).
Veriler son yıllarda gıda açlığında azalmaların olduğunu, son 25
yılda yaklaşık 215 milyonunun üzerinde kişinin açlık sorununun
çözümlendiği göstermektedir. Özellikle Güney, Doğu, Latin Amerika ve
Karayibler, Kafkasya ve Orta Asya’da aç olan kişi sayısında azalma
yaşanmaktadır. Doğu-Güneydoğu Asya-Latin ABD ülkelerinde bu alanda
iyileşmeler daha fazla göze çarpmaktadır. 2015 yılında 63 ülkede başarı
sağlanmış olup, bunun temel nedenini, çeşitli ülkelerde bütüncül
yaklaşımla tarımsal yatırımlar ve verimlilik artışı, arazi, hizmet,
teknolojiye erişim kolaylığı sağlama, çocuk ve kadınlar için özel
beslenme programları uygulamaları oluşturmuştur. Örneğin Latin
Amerika ülkeleri “sosyal koruma politikaları ve güvenlik sistemleri”
uygulamaları ile açlığın artmasını engellemiştir. Güney Amerika
ülkelerinde konu ile ilgili kısmi başarılarda mikro kredi uygulamasının
etkisi bulunmaktadır (FAO 2005).
Açlıkla mücadelede ulaşım ve haberleşme imkânlarının artmasıyla
birlikte insanların çevrelerine olan ilgi ve farkındalıkları da yükselmiştir.
Dünyanın farklı farklı yerlerindeki insanların birbirlerinin gıda
ihtiyaçlarından haberdar olmaları, devletler yanında önemli insani yardım
kuruluşlarının çözüm üretme çabalarına girişimlerini de yaygınlaştırmıştır.
Bunun sonucu olarak bilinçli ve imkân sahibi kişiler, devletler, açlık
sorunu ile mücadelede ve gıda güvencesinin sağlanması amacıyla WHO
(Dünya Sağlık Örgütü), FAO (BM Gıda ve Tarım Organizasyonu) ve
WFP (BM Dünya Gıda Programı) gibi kuruluşlar aracılığıyla yardım
faaliyetlerine hız vermişlerdir. Alınan önlemler dünyada aç nüfus oranının
1990’lı yıllardan günümüze %18,7’den %11,3’e düşürmüş olup, bu
azalma gelişmekte olan ülkelerde daha fazla oranlarda (%23,4’den
%13,5’a inmiş) gerçekleşmiştir (FAO 2014). Zaman zaman devletler
kendi içlerinde yasal önlemlerle paylaşım düşüncesi temelli gıda israfını
önleyici yasalarla önlemler almaktadırlar. Örneğin Fransa’da yenilebilir
gıdaların süpermarketler tarafından çöpe atılmasına yönelik yaptırımlar
501
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
artmaktadır. Dünyada her yıl 1,4 milyar ton gıda çöpe gitmekte,
Fransa’da günlük kişi başı 20 kiloluk gıda israfı yaşanmaktadır. Bu da
yıllık 20 milyar Euro’ya tekabül ediyor. Avrupa Komisyonu da üye
ülkelere 2025 yılına kadar gıda israfını yüzde 30 oranında düşürmeleri
teşvikinde bulunuyor (http://tr.euronews.com).
Tablo 1: Dünyada Açlığın Bölgesel Dağılımı
Bölgeler
Nüfus
(Milyon)
1990-92
Gelişmiş Ülkeler
Bölgesel Pay
(%)
2012-14
1990-92
2012-14
20
15
2,0
1,8
Güney Asya
292
276
28,8
34,3
Sahra Altı Afrika
176
214
17,3
26,6
Doğu Asya
295
161
29,1
20,0
Güneydoğu Asya
138
64
13,6
7,9
69
37
6,8
4,6
Batı Asya
8
19
0,8
2,3
Kuzey Afrika
6
13
0,6
1,6
10
6
0,9
0,7
1
1
0,1
0,2
1.015
805
100,0
100,0
Latin Amerika ve Karayibler
Kafkasya ve Orta Asya
Okyanusya
TOPLAM
Kaynak: FAO 2014.
Not: Güney ile Güney Asya, Güney Doğu Asya, Sahra Altı Afrika, Latin
Amerika, Kuzey denilince Avrupa, Kuzey Asya, Kuzey Amerika ve
Avustralya anlaşılmaktadır.
502
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Dünyada var olan açlık olgusunun temelinde 2 etken bulunmaktadır:
 Tarımsal üretimin ve doğal olarak gıda üretiminin geleceği
 Gıda paylaşımındaki adaletsizlik
Üretimin ve ürünün değerlendirilmesinin önünde yer alan küresel
ısınma, kullanılabilir suyun azalması, tarım arazilerinin kuraklaşması,
toprağın verimsizleşmesi ve tuzlanması, erozyon, ürün hastalık ve
zararlılarının direnç kazanması, tarım arazi parsellerinin miras paylaşımı
yoluyla küçülmesi, gibi yer alan temel sorunlar yanında hızlı nüfus artışı,
köyden kente göçün artması, ülkelerin sosyal huzursuzlukları, biyoyakıt
tüketiminin yaygınlaşması, organik gıdalara olan talebin artması, yüksek
miktarlarda gıda stoklanması, istikrarsız ve yüksek gıda fiyatları, israf gibi
unsurlar günümüzde gıda açlığının nedenleri arasında gösterilmektedir
(Erbaş ve Arslan 2013).
İklim içerisinde önemli yer alan yağış rejiminin değişmesi nedeniyle
bazı tarım alanlarının kuraklaşırken, bazı tarım alanlarının ise sel suları
altında kalarak kullanılamaz hale gelebileceği öngörülmektedir. Yapılan
çalışmalarda yıllık yağış rejimlerindeki %10’luk bir farklılaşmanın tahıl
üretiminde %4,4’lük bir azalmaya neden olacağı ileri sürülmektedir. Bu
arada artan nüfusun gıda ihtiyacının karşılanması için ise gelecek 10 yıl
içerisinde mevcut gıda üretiminin yaklaşık olarak %50 oranında
artırılması gerekmektedir Ayrıca her yıl 2-5 milyon hektar ekilebilir alan
erozyon ve/veya kuraklaşma gibi çeşitli etkenlerle kaybedilerek tarım dışı
kalmaktadır. Gelişmiş ülkelerde marketten satın alınan gıdaların yaklaşık
üçte biri evsel atık olarak israf edilmektedir Bu kayıp oranları tahıl ve
baklagillerde toplam üretimin %15 kadarı iken, meyve ve sebzelerde
%35’e kadar çıkabilmektedir (Wolf ve ark. 2003; Kader 2005; DaMatta
ve ark. 2009; Munir ve ark. 2010; Abebaw ve ark. 2010; Premanandh
2011; Erbaş ve Arslan 2013).
Son yıllarda gıda fiyatlarındaki artış ve dünya tahıl üretimindeki
gerilemeler, yeterli gıdaya ulaşmaktaki önemli engellerden biridir. Dünya
gıda pazarında 60 tarım ürününün fiyatı 2006 yılında %14, 2007 yılında
da % 37 arttı. Mısır fiyatları % 70 arttı. Pirinçte artış % 100’ü aştı.
Buğday, soya fasulyesi ve yemeklik yağlarda da hızlı bir yükseliş olmuş,
2007 yılı ortalarından beri gıda fiyatları dünya genelinde %40’e yakın
artmıştır. Buğday 28 yıldaki en yüksek düzeyine ulaşmış, gıda
fiyatlarındaki artış, gelişmekte olan ülkelerin gıda ithalatı faturalarını %25
503
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
oranında artırmıştır. Dünya Gıda Programı raporuna göre (WFP), 2009
yılında aynı parayla bir önceki yıl alınandan %40 daha az yiyecek satın
alınabilmektedir.
Görüldüğü gibi açlıkla acil mücadelenin yanı sıra geleceğe dönük
olarak da küçük çiftçilere destek verilmesi de önemli görülmektedir. Gıda
ve Tarım Örgütü (FAO) da, düşük gelirli ülkelere tohum desteği için 1,7
milyar dolarlık destek çağrısı yapmıştır. Bunun yanı sıra, Tarımsal
Kalkınma için Uluslararası Fon (IFAD) da, en fazla etkilenen ülkelerdeki
yoksul çiftçilere destek için fazladan 200 milyon dolar ayıracağını
belirtmiştir (Özbek 2009). Aslında Dünyadaki tüm yoksulluğu ve açlığı
kökünden yok etmek için ise yaklaşık 135 milyar doların yeterli olduğu
belirtilmektedir (www.mbmtr.org).
İleri sürülen konular içerisinde toprak ve su kaynaklarının güvenliği
ve iklim değişikliği, belirsizliğini korumaktadır. Petrol fiyatlarının
değişkenliği, yakıt tarımı güncelliğini devam ettirmektedir. Genetik
mühendisliğinin katkısının da makul olan tüketici endişesiyle kısıtlı
kalması nedeniyle açlık sorunu devamlılığını sürdürmektedir. Tarımda
artan alt yapı yatırımları ve birim alan verimliliğini artırma çabaları, israf
düzeyinde bilinçlendirme ve enerji kaynaklarının verimliliğini
yükseltmeye yönelik çalışmalar ve artan duyarlılık gıda açlığı riskinin
azalmasına yol açabilir.
Açlık olgusunu ortaya çıkartan bir diğer neden olarak gıda
dağılımındaki adaletsizlik ileri sürülmektedir. Tarım uzmanı ve çevre
analisti olarak tanınan önemli bilim adamı Dr. Lester R. Brown,
dünyadaki açlık sorununun gıdanın eşit dağılımıyla aşılacağını
savunmaktadır. Dr. Brown’a göre, dünyadaki açlığın nedeni, gıda
yetersizliği değil, insanlar arasında gıdanın eşit dağılımının
yapılamamasıdır. ABD’deki insanların obeziteyle mücadele ederken,
Nijerya, Meksika, Peru, Hindistan ve Pakistan’daki insanların kıtlıkla
karşı karşıya kalmalarının eşitsizlikten kaynaklandığını vurgulamaktadır
(www.gidatarim.com).
504
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
4. Sonuç
Günümüzde gıda güvencesinin sağlanması ve açlığın önlenebilmesi
için gerek ulusal düzeyde gerekse uluslararası düzeyde birçok proje ve
program yürütülmekle birlikte henüz soruna kalıcı bir çözüm
geliştirilemediği görülmektedir. Uygulanan kimi reçeteler gerçekçi
olmaktan uzaktır, politik esaslı olarak kurgulanmaktadır ve geri kalmış
fazla nüfuslu ülkelerinde ithalata bağımlılık yaratıcı etkiler yaratmış olup
ülkelerin kendine yeterlikten dışa bağımlı hale gelmelerine yol açmıştır.
Sorunun çözümünde, her ülkenin kendi kaynaklarını en iyi biçimde
değerlendirmeyi
teşvik
edici
yaklaşımların
önemli
olduğu
düşünülmektedir. Gıda alığı ile savaşmada başarıların artması, ülkelere
özgü anlayış farklılıklarının dikkate alınması yanında uluslar arası
toplumun katkıları ve siyasi kararlılığın devamı ile daha mümkün
görülmektedir. Açlık çekilen bölgelere doğrudan gıda yardımları yerine,
yerel üretim imkânlarının korunması ve geliştirilmesi faaliyetlerine destek
yapılmalıdır. Bu arada açlıkla mücadelede devletler ve uluslararası
organizasyonların toplumların yönetim düzeninde; siyasi istikrar ve gelir
dağılımında adalet sağlayarak, enerji kaynaklarını istikrara kavuşturarak,
tarımsal üretim faaliyetlerini teşvik ederek, küçük ölçekli tarım arazilerini
toplulaştırarak, tarım alanlarının korunmasını ve sürdürülebilir işlenmesini
sağlayarak, mikrokredi uygulamalarını teşvik ederek yardımlarını
artırmalıdırlar. Ayrıca iklimsel değişimin olumsuz etkilerini azaltmak
amacıyla fosil kaynaklar yerine küresel ısınmaya neden olmayan güneş,
rüzgar ve jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının
teşvik edilmesi gıda güvenliği açısından önemlidir.
Gelişmekte olan ülkelerde kırsal kalkınma ve sosyal korumayı teşvik
eden yasalar ve bunların uygulaması, işletmeci yanında toplumun gıda
üretimi, işlemesi ve tüketimi konusunda eğitilmesi, tarım alanlarının
kullanıma açılması ve modern araçlarla üretimin mekanize edilmesi,
kuraklığa, hastalıklara ve zararlılara dayanıklı hibrid tohumların temin
edilmesi, tarımsal biyoteknoloji konusunda araştırmaların derinlemesine
yapılması, derin sulama kuyularının açılarak kapalı sulama sistemlerinin
kurulması, ikinci hatta üçüncü ürün yetiştirme imkânlarının araştırılması
ve topraksız tarım tekniklerinin öğretilmesi gibi uygulamalarla gıda
arzının sürdürülebilirliği sağlanmalıdır.
Sonuç olarak, gıda güvencesi sağlama ve açlığı azaltmada; küresel
düzeyde önlemler artırılmalıdır. Küresel iklim değişimi ile mücadele
505
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
edilmesi, dünya nüfus artış hızının yavaşlatılması, başta toprak olmak
üzere üretim ve doğal faktörlerin etkin kullanılması, yerel ürünlerin
korunarak gıda üretim imkanlarının desteklenmesi, yerel gıdaların
tüketiminin teşvik edilmesi ve gıda kayıplarının en aza indirilmesi gibi
çalışmalarda bulunulmalı, uluslar arası fonlarla bu tip çalışmalar
desteklenmelidir.
Kaynaklar
Abebaw, D., Fentie, Y. and Kassa, B. 2010. The impact of a food security
program on household food consumption in Northwestern Ethiopia:
A matching estimator approach. Food Policy 35: 286-293.
DaMatta, F. M., Grandis, A., Arenque, B.C. and Buckeridge, M. S. 2009.
Impacts of climate changes on crop physiology and food quality.
Food Research International 43: 1814-1823.
Denli, Y. ve Anlı, R. E. 1997. Gıda güvencesi. Gıda Dergisi, 22: 249-250.
Ekşi, A. ve İşçi, A. 2012. Dünyada Açlık Olgusu ve Çözüm Arayışları,
Gıda Dergisi, 37 (1): 39-45.
Erbaş, E. ve Arslan, S. 2013. Açlığın Önlenmesi ve Gıda Güvencesinin
Sağlanması, Gıda Mühendisliği Dergisi 36. Sayı: 50-59.
FAO 2005. The state of food insecurity in the world 2005: Eradicating
world hunger–key to achieving the Millennium Development
Goals. Available: ftp://ftp.fao.org.
FAO 2010. The state of food insecurity in the world-addressing food
insecurity in protracted crises. http://www.fao.org/ docrep
/013/i1683e/i1683e.pdf (Erişim tarihi 25.06.2015).
FAO
2014.
The
State
of
Food
Insecurity
in
the
World,http://www.fao.org/3/a-i4030e.pdf
(Erişim
tarihi:25.06.2015).
http://www.halksagligi.hacettepe.edu.tr/duyurular/toplum%20icin/16Eki
mGidaGunu.pdf (Erişim tarihi: 25.06.2015).
http://gidatarim.com/ekonomi/gidanin-esit-dagilimi-acligi-bitirecek
/77499. html (Erişim tarihi 23.06.2015).
http: www.mbmtr.org/uploads/1/7/9/4/.../temkon_2__ kaan_uysal.pdf
(Erişim tarihi 23.06.2015).
http://tr.euronews.com/2015/05/22/fransa-gida-israfina-agir-cezalargetiriyor/ (Erişim tarihi 29.06.2015).
506
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Kader, A. A. 2005. Increasing food availability by reducing postharvest
losses of fresh produce. Acta Hort 682:2169–2175.
Munir, A., Hanjra, M. A. and Qureshi, M. E. 2010. Global water crisis
and future food security in an era of climate change. Food Policy
35: 365-377.
Nah, S. L. and Chau, C.F. 2010. Issues and challenges in defeating world
hunger. Trends in Food Science and Technology 21: 544-557.
Özbek, O. 2009. Gıda Krizi ve Açlık Geleceğimizi Tehdit Ediyor, İzmir
Ticaret Odası, AR-Ge Ekonomi Bülteni.
Permanandh, J. 2011. Factors affecting food security and contribution of
modern Technologies in food sustainability. Journal Science of
Food Agriculture. 91:2707-2714.
Wolf, J. Bindraban, P. S., Luijten, .J C. and Vleeshouwers, L. M. 2003.
Exploratory study on the land area required for global food supply
and the potential global production of bioenergy. Agricultural
Systems 76: 841-861.
507
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Yaprakları Salata Olarak Tüketilen Kıvırcık
(Lactuca sativa L.) Bitkisinin Antioksidan
Kapasitesinin Belirlenmesi
Ayşe Makasçı Afacan
Namık Kemal Üniversitesi, Muratlı MYO Kimya Teknolojisi Programı,
Tekirdağ, E-posta:[email protected]
Özet: Bu çalışmada bitkisel ürünlerin ve gıdaların antioksidan
kapasitesinin belirlenmesinde en çok kullanılan yöntemlerden biri olan βkaroten linoleik asit emülsiyon metodu ile çalışıldı. Bu çalışmanın amacı,
Tekirdağ İl Merkezinde yetiştirilen yaprakları salata olarak tüketilen
kıvırcık salatanın yaş ve kuru olarak hazırlanan ekstrelerinin antioksidan
aktivitesinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Taze olarak tüketilen kıvırcık
salatanın yeşil yaprakları maserasyon ile ekstrakte edildi. Kurutulan
yapraklar ise soxhlet aparatı ile ekstraksiyonu yapılmıştır. Elde edilen
örneklerin analizi yapılıncaya kadar +4 ºC’de bekletildi. Bu çalışmada βkaroten linoleik asit metodu çalışıldı. Deney tüplerindeki numunelerin ve
kontrol çözeltisinin absorbansı 450 nm’de okutuldu. Bu andan itibaren
inkübasyondaki çözeltilerin absorbansı her 30 dakikada bir 90 dakika
boyunca okutuldu. Yapılan analizler sonucu kıvırcık bitkisinin
antioksidan kapasite gösterdiği saptandı.
Anahtar kelimeler: Kıvırcık ( Lactuca sativa L.), Antioksidan kapasite,
linoleik asit, BHT (butillenmişhidroksi toluen)
Determination of Antioxidant Capacity of Lettuce
(Lactuca sativa L.) whose Leaves are Used in Making
Salad
Abstract: In this study, β-carotene linoleic acid emulsion method,
one of the most common methods used for the determination of the
antioxidant capacity of herbal products and food was applied. This study
aims to compare the antioxidant activity of fresh and dry extracts of the
lettuce grown in the province of Tekirdag. The green leaves of lettuce
508
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
consumed fresh were extracted by maceration. On the other hand, dried
leaves were extracted using soxhlet apparatus. The samples obtained were
stored at + 4 ° C until they were analyzed. In this study, the method of
linoleic acid and beta carotene was used. The absorbance of the samples
in test tubes and control solution was read at 450 nm. From this moment,
the absorbance of the solution in the incubation was read every 30
minutes for 90 minutes. As a result of the analysis, it has been determined
that lettuce has antioxidant capacity.
Key words: Curly (Lactuca sativa L.), antioxidant capacity, linoleic acid,
BHT (butylated hydroxy toluene)
1.Giriş
Serbest radikallerin çok reaktif türler olduğu, doku ve organları
tahribat güçlerinin üst düzeyde olduğu bilinmektedir. Serbest radikaller
organizmayı oluşturan temel birimlere geri dönüşü olmayan zararlar
verebilirler. (Halliwell ve Aruoma, 1998).
Canlı hücreler reaktif oksijen türlerinin zararlarını gidermek için
bu reaktif türleri elimine edebilecek veya oluşumunu engelleyecek
savunma sistemlerine sahiptirler. Antioksidanlar, yükseltgenebilen
substratlara göre daha düşük derişimlerde, substratın prooksidanlarla
başlatılan oksidasyonunu ciddi derecede engelleyen ya da geciktiren
maddelerdir ve doku hasarlarını engelleyebilirler. Prooksidanlar ise
lipitler, proteinler ve nükleik asitlerde oksidatif hasara sebep olan ve
bunun sonucunda çeşitli patolojik olaylara ve hastalıklara yol açan toksik
maddelerdir. Antioksidanlar, hücrelere zarar veren bu prooksidanları
(reaktif oksijen ve azot türleri, serbest radikaller) etkin bir şekilde
indirgeyerek düşük toksisiteli veya toksik olmayan ürünlere dönüştürürler
(Cao, ve Prior, 1999).
Doğal antioksidan kaynaklarını genel olarak bitki fenolikleri
oluşturmaktadır (Atoui ve ark., 2005; Huang ve ark., 2005; Mathew ve
Abraham, 2006a; Skerget ve ark.,2005). Fenoliklerin antioksidan
aktiviteleri, moleküllerinde yer alan hidroksil grubuyla ilişkilidir (Raven
ve ark.,1999; Ziakova ve Brandsteterova, 2003). Bitki fenoliklerinin en
geniş kısmını flavonoidler olusturmaktadır. Bu grup altında bilinen
8000’den fazla bileşik mevcuttur (Pietta ve Gardana, 2003).
509
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Doğal antioksidan kaynakları olarak meyveler, sebzeler, tarla
bitkileri,bitkisel çaylar, şarap, kahve ve kakao gibi ürünleri içeren birçok
gıda maddesi ve içeceğini saymak mümkündür (Roginsky ve Lissi, 2005;
Afacan ve ark., 2014). Doğal antioksidan kaynaklarını genel olarak ‘bitki
fenolik maddeleri’ oluşturmaktadır (Atoui ve ark., 2005; Huang ve ark.,
2005; Mathew ve Abraham, 2006a; Skerget ve ark., 2005). Fenolik
maddeler; biyolojik olarak antibakteriyel, antikanserojenik, antialerjik
aktivite gösteren bilesiklerdir (Parejo ve ark., 2002; Ziakova ve
Brandsteterova, 2003; Atoui ve ark., 2005).
Geniş, uzun, yeşil yapraklı, yıllık veya altı aylık olarak
yetiştirilen kıvırcık marul, bir ılıman iklim sebzesidir. Bitki önce yenilen
kısmı olan vejetatif aksamını oluşturur, daha sonra gövde oluşturarak
çiçek sapını ve çiçek topluluğunu oluşturur. Yetiştirilen birçok türü vardır.
Marul lactucine, asparagine, hyocyamine ve acide ilac tucique içerir.
Bundan başka içinde klorofil, kalsiyum, fosfor, iyot, manganez, çinko,
sodyum, klor ve vitaminlerden A, B, C, D ve E vitaminleri vardır.
Bu şifalı sebze serinletici, iştah açıcı, sindirim sistemini düzenleyici,
hazmı kolaylaştırıcı, kabızlığı giderici, kanı temizleyici, vücuttan
toksinleri atıcı, vücudu mineralize edici, uyku verici, yumuşatıcı
etkilerinden başka kan şekerini düşürerek kandaki şeker oranını
dengeleyici bir bitkidir. Bu yüzden şeker hastalarının bu şifalı sebzeyi
tüketmesi tavsiye edilir. Çarpıntı, mide ağrılarında, sinirlenme
durumunda, uykusuzluğa iyi gelmesi de faydaları arasındadır. Aynı
zamanda karaciğer ve dalak organları içinde çok yararlıdır.
2. Materyal ve Metod
Araştırmada kullanılan kıvırcık numuneleri Tekirdağ il
merkezinde yetiştirilen tarladan toplandı. Bu çalışmanın amacı, ülke
tarımında önemli bir yeri olan yaprakları salata olarak kullanılan kıvırcık
sebzesinin, yaş ve kuru olarak hazırlanan ekstraktlarının antioksidan
kapasitesinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Toplanan sebzeler iki kısma
ayrıldı. Bir kısmı gölgede kurutuldu, diğer kısmı ise yaş olarak kullanıldı.
Yaş olarak kullanılan kıvırcıklara maserasyon tekniği ile ekstraksiyon
işlemi yapıldı. Kurutulmuş kıvırcık örnekleri ise öğütüldükten sonra her
birinden yaklaşık 15 g alınıp soxhlet kartuşuna yerleştirildi. 30 oC de
metanol, etanol ve aseton ile ayrı ayrı bu çözücülerde 6 saat ekstra edildi.
Elde edilen ekstrelerin çözücülerini uzaklaştırmak için rotary
510
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
evaporatörde vakum altında 40 oC’ ye tabi tutuldu.
yapılıncaya kadar +4 ºC’de bekletildi.
Örnekler analizi
2.1. Toplam antioksidant aktivitenin belirlenmesi
β- Karoten- Lineolik Asit Emülsiyon Yöntemi: Bu metot Amin
ve Tan (2002)’ye göre yapıldı. β- karoten- lineolik asit emülsiyon
yöntemi: 0,2 mg β- karoten, 1 mL kloroformda çözüldü. Üzerine 0,02 mL
lineolik asit çözeltisi ve 200 mg tween 40 ilave edildi. Kloroform 40 0C’
de tamamen uzaklaştırıldı. 100 mL saf suda çözüldü. Şiddetli şekilde
karıştırıldı. Kontrol çözeltisi içinde aynı işlemleri tekrarlandı.
Numunelerin ve karıştırılmak üzere hazırlanan sentetik antioksidan
konsantrasyonu 2 mg/mL olacak şekilde metanol ve etanol hazırlandı.
Deney tüplerine, hazırlanan drog, gallik asit ve BHT çözeltilerinden 0,2’
şer mL alınarak üzerlerine 5 mL, hazırlanan emülsiyon çözeltisi ilave
edildi. 40 0C de su banyosunda inkübasyona bırakıldı. Deney tüplerindeki
numunelerin ve kontrol çözeltisinin absorbansı 450 nm de okutuldu. Bu
andan itibaren inkübasyondaki çözeltilerin absorbansı her 30 dakikada bir
90 dakika boyunca okutuldu.
Bu absorbansa dayanarak, yapılan hesaplamalarda absorbans
değişim oranı ve buna bağlı olarak da % oksidasyonu engelleme
katsayıları hesaplandı.
R= ln(a/b)/120
Burada; ln=doğal logaritma, a= başlangıc absorbansı, b= 90
dakika inlübasyondan sonraki absorbansı
AA; antioksidan aktivite eşitliği
 Rkontrol  Rnumune 
 x100
Rkontrol


AA= 
3. Bulgular ve Tartışma
β- Karoten-lineolik asit emülsiyon sistemi metodunda,
emülsiyondaki lineoik asit oksidasyon sonucu oluşan radikallerin βkaroten’le reaksiyonundan oluşan sarı rengin zaman içerisinde
kaybolmasına dayanmaktadır. β-karoten lineolik asit metodunda kıvırcığın
511
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
test süresinin 90 dakika boyunca sarı rengin solmasını önlemesi yüksek
potansiyel antioksidan varlığını göstermektedir (Şekil 1 ve 2 ).
Yaş Kıvırcık
Absorbance(450nm)ı
1
0.8
control
0.6
BHT
0.4
Gallic acid
Ethanol
0.2
Methanol
0
0
20
40
60
80
100
Acetone
time(minute)
Şekil 1. Yaş kıvırcığın; β-karoten lineoleik asit emülsiyon sistemindeki 2
mg/mL metanollü, etanollü ve asetonlu kıvırcık ( Lactuca sativa L.),
gallik asit ve BHT zamana karşı absorbsiyon değişim grafiği.
Kuru Kıvırcık
absorbance(450nm)ı
0.7
0.6
0.5
control
0.4
BHT
0.3
Gallic acid
0.2
Ethanol
0.1
Methanol
0
0
20
40
60
time(minute)
512
80
100
Acetone
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Şekil 2. Kuru kıvırcık; β-karoten lineoleik asit emülsiyon sistemindeki 2
mg/mL metanollü, etanollü ve asetonlu kıvırcık ( Lactuca sativa L.),
gallik asit ve BHT zamana karşı absorbsiyon değişim grafiği.
β-karoten lineoleik asit emülsiyon yönteminde kıvırcık bitkisinin
metanol, etanol ve aseton ekstraktlarının antioksidan aktiviteleri ölçülüp,
sentetik antioksidan olan gallik asit, BHT’nin antioksidan aktiviteleri ile
karşılaştırıldı. Yapılan β-karoten lineoleik asit emülsiyon sistemi
metodunda kıvırcık ( Lactuca sativa L.), etanol ve metanol ekstraktı
asetona göre daha fazla antioksidan aktivite gösterdi. Bu sonuç bize
etanol ve metanol ekstraktının daha yüksek antioksidan molekül içerdiği
hakkında fikir verir.
4. Sonuç
İnsanlar tarafından sıklıkla tüketilen bu bitkinin önemli derecede
antioksidan aktiviteye sahip olduğu söyleyebiliriz. Maydanoz, dereotu ve
rokanın antioksidan etkilerini BHT’nin antioksidan etkileri ile
karşılaştırmışlardır. Her üç bitkinin ekstrelerini flavonid bileşiklerce
zengin bulmuşlar ve tüm örneklerin antioksidan etkilerini BHT’ye yakın
veya daha yüksek bulmuşlardır (Nizamlıoğlu, N.M., NAS, S., 2010).
Genellikle yeşil yapraklı bitkilerde yaprak ekstreleri daha güçlü serbest
radikal tutma özelliği göstermiştir ( Afacan M.A ve ark., 2010). Elde
edilen sonuçlara göre yaprakları salata olarak tüketilen taze kıvırcık
salatanın yaş olarak hazırlanan ekstrelerinin daha fazla antioksidan özellik
gösterdiğini söyleyebiliriz.
Kaynaklar
Amin, I., ve ark., 2002. Antioxidant aactivity of selected commercial
seaweeds. Mal J. Nutr. 8(2): 167-177
Afacan, A., Adiloğlu, S., Hasanghasemi, A., and Sağlam,. C., 2014.
Determination of physiological and harvest antioxidant activities of
sunflower plants growing ın alkaline soils with dpph method.
Journal of Essential Oil Bearing Plants. Vol. 17(5): 1017-1022.
Afacan M.A., Mammadov, R., Dusen, O., and Isık, H.I., 2010.
Antimicrobial and antioxidant activities of medicinal plant species
Ornithogalum alpigenum stapf. from Turkey. Journal of Medicinal
Plant Research 4(16): 1637-1642
513
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Nizamlıoğlu, N.M. ve Nas, S., 2010. Meyve ve sebzelerde bulunan
fenolik bileşikler; yapıları ve önemleri. Electronic Journal of Food
Technologies, 5(1): 20-35.
Halliwell, B., Aruoma, O. I., 1998. Free Radicals and antioxidants: The
Need for in vivo markers of oxidative stress. Journal of American
Oil Chemistry Society, 75(2): 199-212.
Cao, G., and Prior, R.L., 1999. In vivo antioxidant capacity: comperison
of different analytical methods, Free Radical Biology and
Medicine, 27: 1173-1181.
Atoui, A. K., Mansouri, A., Boskou, G. and Kefalas, P., 2005. Tea and
herbal infusions: Their antioksidant activity and phenolic profile.
Food Chemistry.
Huang, D., Ou, B. and Prior, R.L., 2005. The chemistry behind
antioxidant capacity assays, reviews, Journal of Agricultural Food
Chemistry, 53: 1841-1856.
Mathew, S. and Abraham, T.E., 2006a. Studies on the antioxidant
activities of cinnamon (Cinnamomum verum) bark extracts,
through various in vitro models, Food Chemistry, 94: 520-528.
Mathew, S. and Abraham, T.E., 2006b. In vitro antioxidant activity and
scavenging effects of Cinnamomum verum leaf extracts assayed by
different methodologies , Food and Chemical Toxicology, 44: 198206.
Pietta, P. and Gardana, C., 2003. Flavonoids in herbs, in flavonoids in
health and disease 2nd Ed. revised and exponded, pp. 49-69, (Eds.
Rice-Evans, C.A. Packer, L.), Marcel Dekker Inc.
Parejo, I., Viladomat, F., Bastida, J., Rossas-Romero, A., Flerlage, N.,
Burillo, J. and Codina, C., 2002. Comparison between the radical
scavenging activity and antioxidant activity of six distilled and
nondistiled Mediterranean herbs and aromatic plants, Journal of
Agricultural and Food Chemistry, 50: 6882-6890.
Raven, P.H., Evert, R.F. and Eichhorn, S.E., 1999. Biology of Plants 6th
Ed. New York, USA.
Roginsky, V. and Lissi, E.A., 2005. Review of methods to determine
chain breaking antioxidant activity in food. Food Chemistry, 92:
235-254.
Skerget, M., Kotnik, P., Hadolin, M., Hras, A.R., Simonic, M. and Knez,
Z., 2005. Phenols, proanthocyanidins, flavones, and flavonol in
some plant materials and their antioxidant activities. Food
Chemistry, 89: 191-198.
514
Bilinçli Sağlıklı Yaşam Dergisi Ocak 2016, Sayı:12
ISSN 2149-147X
Farklı Menşeili Soğuk Sıkma Çörekotu Yağlarının
Fiziksel ve Kimyasal Özelliklerinin
İncelenmesi
Ayşe Akan1, Fatma Ebru Koç1, Emre Uysal1, Çağlar Kulu1
Aksuvital Doğal Ürünler, Gıda Sanayi ve Tic. A.Ş. İstanbul/Türkiye
Ar&Ge Departmanı, E-posta: [email protected]
1
Özet: Çörekotu (nigellasativa) Akdeniz Bölgesi’nin tohumları
baharat olarak kullanılan doğal bir bitkisidir. Tüm dünyada tüketilen ve
tıbbi uygulamaları olan çörekotu tohumu gıda olarak kullanımının yanı
sıra steroller ve tokoller bakımınd

Benzer belgeler