143.200 TL`den

Transkript

143.200 TL`den
İÇİNDEKİLER
>>
08
SEHA'DAN KISA KISA/
Seha Yapı Yeni Bir
Kentsel Dönüşüm
Projesine Başlıyor!
10
RÖPORTAJ/
TSKB Genel Müdürü
MAKBULE YÖNEL MAYA:
“Tüketicilere Satıştaki
Projelerden Almalarını Öneririm.”
14
KEYİFLE/
Habeşistan’dan Fincana
KAHVENİN
SERÜVENİ
22
HAYIRLA/
Mevlana’nın İzinde
Bir Hayat:
EVA DE VITRAY
MEYEROVITCH
26
30
RÖPORTAJ/
34
BİZİMLE/
Özlem Mahallesi’ nde
Seha’ dan İkinci Proje
SEHA BAHAR EVLERİ
40
ÇELEBİCE/
44
SİZİNLE/
İSA YILMAZ:
Seha Yeni Bir Projeye
Başladığı Zaman İnsanlar
Akın Akın Oraya Gidiyorlar
46
20
BİZİMLE/
36
RÖPORTAJ/
82
FİKRİMCE/
Seha SİMGEŞEHİR
Projesinde 2. Etabı Cazip
Fiyatlarla Satışta
ABDULLAH ÖZTÜRK,
Eva de Vitray Meyerovitch’i anlattı.
RÖPORTAJ/
MEHMET AYDIN:
“Üç Satır Bütün Ufkunuzu
Değiştirmeye Yeter”
KEYİFLE/
Türkiye’nin En Meşhur
SEMT PAZARLARI
HÜSEYİN ÖKSÜZ
Hamit Aytaç İcazetimi
Hasta Yatağında Yazdı
Çanakkale’nin Şiirini
Akif; Romanını
Mehmed Niyazi Yazdı
İÇİNDEKİLER
50
52
56
58
62
>>
BİZİMLE/
SEHA ÖZLEM
KONUTLARI’nda
Huzurlu Bir Yaşam
Sizleri Bekliyor
Hüdaverdi Dursun
Seha Yapı Genel Müdürü
Hurşit Büyükmatür
Seha Yapı Kurumsal Pazarlama Yöneticisi
RÖPORTAJ/
NURİ ŞİMŞEKLER:
“Osmanlı’da İslam, Mevlevilik
Kültürüyle Sevdirilmiş”
BİZİMLE/
Seha Yapı Şelale Park
3. ve SON ETAPTA
SAYILI DAİRELER
DOĞAYLA/
Baharı Müjdeleyen
Göçebe Çiçek
LALE
KEYİFLE/
Sadece Kumaş Değil,
Tıkırtılı Bir Yaşam
BULDAN BEZİ
70
DOĞAYLA/
Küller Arasında
Bir Vaha:
MEKE GÖLÜ
74
77
78
80
86
88
KULAĞA KÜPE/
VİTRİFİYE;
Doğadan Evimize...
SAYGIYLA/
BİRÛNÎ
HAYIRLA/
MESNEVİ’ DEN
RÖPORTAJ/
AYDOĞDU MOBİLYA
KULAĞA KÜPE/
Mutfak Sırları
OKUDUKÇA/
GNG Tanıtım Tic. Ltd. Şti. Adına İmtiyaz
Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni
Fikri Cumhur
Sanat Yönetmeni
Ayşe Kalyoncu
Düzelti
Nazmiye Yıldırım
Editörler/Tasarım
Engin Kaban (Fotoğraf)/ Şule İlgüğ (Tasarım)
Ceyhun Durmaz (İlüstrasyon)
Katkıda Bulunanlar
Engin Kaban, Selim Cayık, H. İbrahim İzgi,
Hurşit Büyükmatür, Mustafa Cambaz
Harun Şahin, Işıl Dinçer
GNG Tanıtım Tic. Ltd. Şti.
Ömer Avni Mahallesi İnebolu Sokak
Set Apartmanı No:63/3 Kabataş
Beyoğlu/ İstanbul
Telelefon: 0 212 245 38 05
Faks:
0 212 245 38 08
E-Posta: [email protected]
www.gngtanitim.com
Baskı
Bahçıvanlar Basım Sanayi A.Ş.
Fevzi Çakmak Mah. Ankara Yolu Üzeri
Büsan OSB. Yanı 10633 Sokak No:11
Karatay /KONYA
Telefon
0 332 345 24 24 (pbx)
Faks
0 332 345 24 25
E-Posta [email protected]
Web
www.bahcivanlar.com.tr
Yerel Süreli, 3 aylık ücretsiz yayın.
Seha Anahtar Dergisi’nin, tüm telif hakları
Seha Yapı’ya aittir.
Reklamlar reklam veren şirketlerin
sorumluluğundadır.
Dergide yayımlanan yazı ve fotoğraflardan,
yayıncının izni alınarak ve kaynak belirtilerek,
tam veya özet alıntı yapılabilir.
DEĞERLİ DOSTLAR
İlk bahar sayımızla birlikte sizlere tekrar merhaba diyoruz. Yeni bir sezona
girerken bu sene kışı hemen hemen hiç yaşamadık ve imalatlarımız neredeyse
durmaksızın devam etti. Baharla birlikte yeni projelerin arefesindeyiz.
Şirketimiz için kazançlı olmasını dilerim.
Öncelikle Selçuklu, Yazır bölgesinde yeni geliştirdiğimiz iki parselin haberini
vermek isterim. İki ayrı parselde toplamda takriben 216 dairelik 4+1 tipinde
yeni yaşam alanları inşa etmeyi planlıyoruz. Satışına ve inşasına yaz aylarında
başlamayı planladığımız bu yeni taşınmazlar üzerinde Konya, Selçuklu’nun
çehresini değiştirecek modern projeler üretmeye devam edeceğiz.
HÜDAVERDİ DURSUN
Seha Yapı Genel Müdürü
Seha Şelale Park projemizdeki son dairelerin satışlarının tamamlanmasıyla
birlikte müşterilerimizin ve bölge halkının tercih ettiği 4+1 tipinde konutları
sizlere yeni projemizle birlikte sunmaya devam edeceğiz. Biliyorsunuz 3+1
tipinde konutlar için aynı bölgede 2014 yazında teslim edeceğimiz 240
daireden oluşan Seha Yasemin Evleri’nin satışlarına ve yapımına devam
ediyoruz.
2013’te farklı bölgelerde ve ülkelerde büyümeyi hedefliyoruz. Gelişmekte olan
Kuzey Irak bölgesine büyük bir proje ile adım atmayı hedefliyoruz. Bölgede
geçtiğimiz ay iş geliştirme çalışmaları bağlamında örnek bir villa yapmış
bulunuyoruz. Emeği geçen takım arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Simgeşehir 2. etap inşaatımız devam ediyor ve 2013’ün sonbaharında hak
sahiplerine teslim edilmeye başlanacak. Son derece uygun fiyatı ile satışlarımız
devam ediyor.
2013’ün sektörümüz açısından hareketli geçeceğini öngörüyorum. Tedarikçi
ve taşeronlarımızla birlikte kazançlı ve bereketli bir sezon geçirmek dileğiyle...
Sağlıcakla kalın.
Hüdaverdi DURSUN
Genel Müdür
MERHABA
Baharla birlikte portföyümüze yeni işler yeni projeler katmanın heyecanı içerisindeyiz.
Selçuklu’da 216 dairelik yeni bir 4+1 projeyi yaz aylarında satışa sunmak için
hazırlıklarımız devam ediyor. Seha Şelale Park projemizin kalan son dairelerini 2. çeyrek
itibariyle tamamlamak üzereyiz. Bu nedenle müşterilerimizin ve bölge halkının tercih
ettiği 4+1 tipinde konutları, yeni projemizle birlikte sunmaya devam edeceğiz. Yeni
projemiz için ön kayıtlarımız başladı. Her zaman olduğu gibi bu yeni projemizin satışına
başlarken yatırımcılarımız için cazip fiyatlarla çıkılacak. Bilindiği gibi 3+1 tipinde
konutlar için aynı bölgede 2014 yazında teslim edeceğimiz 240 daireden oluşan Seha
Yasemin Evleri’nin satışı ve yapımı hızla devam ediyor.
Bu sayımızda Konya’da pek bilinmeyen bir Mevlâna aşığı Eva de Vitray Meyerovitch’in
aziz hatırası için manevi oğlu Prof. Dr. Abdullah Öztürk ile yaptığımız söyleşiyi
okumanızı özellikle isterim. Müslüman olduktan sonra Havva adını alan Fransız asıllı
bu büyük mevcudiyet, Mevlâna efendimizin tüm eserlerini Fransızca’ya çevirmiş ve
batıya İslam’ı hakiki vechiyle tanıtmıştır. “İslamın güler yüzü” isimli kitabını okumanızı
tavsiye ederiz. Allah kendisinden razı olsun.
Vasiyeti ile vefatının onuncu yılında kabrinin Konya’ya taşınmasının hikayesini ve
sevenleri ile yapılmış söyleşiyi gerçekleştirmiş olmaktan büyük bir mutluluk duyuyoruz.
Bu vesileyle değerli hocalarım Prof. Dr. Abdullah Öztürk ve Prof. Dr. Mehmet Aydın
beylere kurumumuz adına teşekkür ederim.
Mevlâna ve Mevlevilik Araştırmaları Enstitüsü Müdürü değerli hocam Doç. Dr. Nuri
Şimşekler ile enstitünün kuruluş amacı ve enstitünün ilk yüksek lisans talebelerini kabul
etmesiyle birlikte hedefleri üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Bu zor görevde, kendisini
çalışmalarında başarıya ulaştırmasını yüce Allah’tan niyaz eder, kendisine teşekkür
ederiz.
Güzel yazı denince akla gelen ilk isimlerden Hattat Hüseyin Öksüz hocamızla hat
üzerine güzel bir söyeşi gerçekleştirdik. Kendisine şükranlarımızı arz ediyoruz.
Sözü güzeli ile tamamlayalım;
Ben ben isem canda değil
Ben sen isem tende değil
Sen ben isem ten can olur
Ben ben isem tende değil
Hasılı ben’den çıkıver
Benliği viran ediver
Canda beni ister isen
Benliği at can oluver
Ken’an Rıfai
Ham ervahlar her yerde yığın yığın
Nedir onlarla alıp verdiğin
Uzlete nâil ol, gönüle sığın
Cihan gönül kadar geniş değil
Halil Çakar Dede
(v.14.01.2013)
SEHA’DAN KISA KISA
>>
SEHA YAPI, YENİ ÇELİK
KONSTRÜKSİYON PROJELERİNE
İMZA ATMAYA DEVAM EDİYOR!
KONYA ŞEKER-PATATES DEPOLARI
Seha Yapı, Temmuz 2012’ de
yapımına başladığı, Konya Şeker
Fabrikaları Seydişehir Pratiko
Patates İşleme Tesisleri’ nin çelik
konstrüksiyon patates depoları
inşaatını tamamladı. Yapımında 800
ton çelik kullanılarak tamamlanan
proje, 13.000 m2 kapalı alanda, 47
metre açıklık, 105 metre uzunluk
ve 10 metre yüksekliğindeki depo
binalarından oluşuyor.
SEHA YAPI, MERAM
BELEDİYESİ İŞBİRLİĞİYLE
DİVANPARK KONUTLARI’NIN
İNŞAATINA BAŞLIYOR
Meram Belediyesi tarafından ihaleye açılan, Konya’nın en eski yerleşim
yerlerinden Çaybaşı Mahallesi’nde projelendirilen Divan Park Konutları, Seha
Yapı tarafından hayata geçiriliyor. Kentsel dönüşüm kapsamında inşa edilecek
projede, 2+1 tipinde 160, 3+1 tipinde 80 ve 4+1 tipinde 336 konut olmak üzere
3 tipte toplam 576 konut bulunuyor. Geçtiğimiz günlerde sözleşmesi yapılan
Divan Park projesindeki dairelerin 274 adedi arsa sahiplerine verilecek, 300
adet 4+1 tipinde daireler ise Meram Belediyesi tarafından satışa sunulacak. Site
şeklinde planlanan proje, kapalı otoparkı, güvenliği ve peyzajıyla birlikte 2015’te
teslim edilecek.
PROJENİN KÜNYESİ:
Toplam İnşaat Alanı : 136.149 m2
Toplam Konut Sayısı : 576 konut
Konut Tipleri ve Sayıları : 2+1 tipinde: 160 adet, 3+1 tipinde : 80 adet,
4+1 tipinde: 336 adet
Satışa Sunulacak Olan Konut Sayısı : 300 (sadece 4+1 daireler satışta)
Lokasyon : Çaybaşı Mahallesi / Meram
İşin Süresi: 730 gün (2015 Yaz)
Satış İçin Başvuru: Meram Belediyesi, Tel: 0332-320 10 00
anahtar // ilkbahar 2013 • 8
TİGEM- SARAYÖNÜ BESİ ÇİFTLİĞİ
Seha Yapı tarafından inşa edilen diğer
çelik konstrüksiyon projesi olan
TİGEM’e bağlı Konya Sarayönü’ndeki
2000 büyükbaş hayvan kapasiteli besi
çiftliğinin yapımı tamamlandı. Kasım
2012’ de başlanan ve bu yıl teslim
edilen, yapımında 500 ton çelik
kullanılan proje, 11.000 m2 kapalı
alanda, 28 metre açıklık, 130 metre
uzunluk ve 11 metre yükseklikten
oluşuyor.
TİGEM- URFA CEYLANPINAR BESİ
ÇİFTLİĞİ
Seha Yapı’ nın yeni bir çelik
konstrüksiyon projesi de Urfa
Ceylanpınar’da yükseliyor.
TİGEM’e bağlı Urfa Ceylanpınar’da
bulunan 3000 büyükbaş hayvan
kapasiteli besi çiftliği projesinin
yapımına başlandı. 15 metre açıklık,
70 metre uzunluk ve 15 metre
yükseklikteki binalardan oluşan
projede, 600 ton çelik kullanılacak
ve proje 9.100 m2 kapalı alandan
oluşacak.
SEHA YAPI’DAN
YENİ BİR PROJE DAHA GELİYOR
KIRŞEHİR NEŞET ERTAŞ KÜLTÜR MERKEZİ’Nİ
SEHA YAPI İNŞA EDECEK
Kırşehir Belediyesi tarafından ihaleye
çıkarılan Neşet Ertaş Kültür Merkezi
Seha Yapı tarafından inşa edilecek.
Proje hakkında görüşlerini dile getiren
Seha Yapı Genel Müdürü Hüdaverdi
Dursun; “Kırşehir önem verdiğimiz bir
bölge, daha önce TOKİ’nin 760 konut,
1 adet camii, 24 derslikli ilköğretim
okulu ile altyapı ve düzenleme
ihalesini kazanmıştık. Bu kez ise tüm
ülkemize mal olmuş değerli ozanımız
merhum Neşet Ertaş’ın adının verildiği
kültür merkezinin ihalesini alarak
Kırşehir’e böylesine önemli bir merkezi
kazandıracak olmanın mutluluğunu
yaşıyoruz. Neşet Ertaş Kültür
Merkezi’ni tamamladığımızda sadece
Kırşehir’in değil bölgenin de sosyal
ve kültürel yaşamına önemli bir katkı
sağlanmış olacak.” dedi.
Toplamda 20.568 metrekare inşaat
alanına sahip olan Neşet Ertaş
Kültür Merkezi’ni Seha Yapı 450
günde tamamlayarak Kırşehirlilerin
hizmetine sunacak. Neşet Ertaş
Kültür Merkezi’nde sergi alanları ve
atölyelerin yanı sıra Neşet Ertaş anısına
bir de müze bulunacak.
SİMGEŞEHİR’DE
ÇOK ÖZEL FİYATLARLA
KALİTELİ YAŞAM SİZLERİ BEKLİYOR!
Ankara Etimesgut’taki 3+1 tipinde dairelerden oluşan
Simgeşehir’de, 2. Etap satışları çok özel fiyatlarla
devam ediyor. Depreme dayanıklı yapısı, güvenlikli
ve kontrollü site içerisinde yeşil alanları, çocuk oyun
alanları, kullanışlı daire yapısı ve site içi otoparkı ile
yaşanacak bir proje sahiplerini bekliyor. Tercihiniz
ister karlı bir yatırım yapmak, ister huzur içinde
yaşayabileceğiniz yuva almak olsun, Simgeşehir
Konutları, tüm ihtiyaçlarınıza, hatta daha fazlasına
cevap veriyor.
Seha Yapı, Selçuklu Belediyesi tarafından
ihale yolu ile satışa sunulan 7 kata imarlı
iki parseli satın alarak, yaşam alanı
projelerine bir yenisini daha ekledi.
Selçuklu Belediyesi tarafından Yazır
Mahallesi’nde 122 bin 555 m² alan
üzerine yapılan Selçuklu Kanyon
Parkı’nın üst kısmında yer alan parseller,
hem kanyon park hem de şehir
manzarasıyla ön plana çıkıyor. Projenin
az katlı (7 kat) olması ve yüksek
konumu itibarıyla manzarası, projeye
artı değer katıyor.
Seha Yapı Genel Müdürü Hüdaverdi
Dursun konuyla ilgili yaptığı
açıklamada; Seha Yapı’nın bölgenin
çehresini değiştiren projelere imza
atmaya devam edeceğini belirterek,
“Selçuklu’ nun gelişimine katkı
sağlamaktan dolayı son derece
mutluyuz. İhale bedeli ile Selçuklu
Belediyesinin de hizmetlerine katkı
sağlamış oluyoruz” dedi. Dursun
“yeni aldığımız bu taşınmazlara 4+1
tipinde bölgenin en şık, konforlu ve
kullanışlı yaşam alanlarını yapmayı
planlıyoruz” diyerek ön talepleri almaya
başladıklarını söyledi.
Seha Yapı diğer projelerdeki
çalışmalarına da hız kesmeden
devam ediyor. 240 daireden oluşan
3+1 tipindeki Seha Yasemin Evleri
2014’te teslim edilecek. 4+1 tipindeki
Seha Şelale Park’ta ise yaşam Ağustos
2013’te başlayacak. Bölgede 3+1 konut
ihtiyacına Seha Yasemin Evleri, 4+1
konut ihtiyacına ise Seha Şelale Park ile
cevap veren Seha Yapı, Şelale Park’taki
son dairelerin satışını tamamlayarak
yeni bir 4+1 projeyi, satın aldığı bu
taşınmazların üzerine ekleyecek.
anahtar // ilkbahar 2013 • 9
RÖPORTAJ
>>
anahtar // ilkbahar 2013 • 10
TSKB GAYRİMENKUL DEĞERLEME A.Ş.
GENEL MÜDÜRÜ MAKBULE YÖNEL MAYA:
SATIŞTAKİ
“TÜKETİCİLERE
PROJELERDEN ALMALARINI ÖNERİRİM
ÇÜNKÜ BU SON FIRSAT”
GAYRİMENKUL ALIM SATIMINDA UYGULANACAK KDV ORANLARI
İLE İLGİLİ ÇIKAN YENİ YASA KAMUOYUNDA BİR HAYLİ TARTIŞILDI.
GAYRİMENKUL SEKTÖRÜNÜ YAKINDAN İLGİLENDİREN KDV ORANLARI
KAMUOYUNUN BÜYÜK BİR KISMI İÇİN BELİRSİZLİĞİNİ KORURKEN,
ANAHTAR OLARAK TSKB GAYRİMENKUL DEĞERLEME GENEL
MÜDÜRÜ MAKBULE YÖNEL MAYA İLE ÖNCELİKLE SEKTÖRDEKİ
YENİ DÜZENLEMELER OLMAK ÜZERE GAYRİMENKUL SEKTÖRÜNÜ
İLGİLENDİREN BİRÇOK KONUDA GÖRÜŞ ALIŞVERİŞİNDE BULUNDUK.
Kdv oranında değişiklik
öngören yeni düzenlemeleri sorarak
başlayalım söyleşimize isterseniz?
Bundan önceki dönemde 150
metrekareye kadar olan tüm konutlar
için uygulanan KDV oranı yüzde
1 olurken, bunun üzerine çıkan ve
ticari olan tüm kullanımlarda bu oran
yüzde 18 olarak uygulanıyordu. Söz
konusu oranlar arasında herkesin kabul
ettiği büyük bir farklılık söz konusu
idi. Konutların büyüklüklerinin satış
fiyatını etkilemesi sebebi ile böyle bir
yol izlenmiş olabilir ancak günümüzde
durum daha farklı. Konut fiyatları
bulunduğu mevkiye göre de ciddi
farklılıklar gösterebiliyor. İstanbul
için en düşük ve en yüksek konut
alanları arasındaki farkın yaklaşık
30 kat civarında olduğu söylenebilir.
Değer odaklı bir yol izlendiği gözü
ile bakılırsa, uygulamalanın doğru
olduğu görünüyor. Ancak söz konusu
uygulamanın iki önemli eksiği var:
Birincisi; söz konusu yeni uygulamada
rayiç bir değer üzerinden gidilmesi.
Rayiç birim değerini, şu an belediyelerde
oluşturulan komisyonlar saptıyor.
Ancak bu saptamalar her zaman doğru
değeri yansıtmayabiliyor.
anahtar // ilkbahar 2013 • 11
RÖPORTAJ
>>
RAYİÇ TANIMININ DEĞİŞTİRİLEREK,
GÜNCEL PİYASA DEĞERİ İLE DOĞRU
İLİŞKİ KURULARAK YENİDEN
TANIMLANMASI GEREKTİĞİNİ
DÜŞÜNÜYORUM. BİZ DEĞERLEME
UZMANLARI OLARAK, RAYİÇ DEĞER
EŞİTTİR PİYASA DEĞERİ DİYE BİR
DENKLEM KURUYORUZ.
Bu durumun ortadan kaldırılabilmesi
için rayiç değerin belirlenmesinde
izlenen yöntemin değiştirilmesi
gerekiyor. İkinci eksiklik ise;
KDV oranlarının değişmesi veya
düzenlenmesi için alınan kararlarda
bir süreç izlenmedi. Kanun çıkarıldı
ve bundan sonra alınan ruhsatlar
için geçerli olduğu ilan edildi. Şu an
hesapları eski oranlara göre yapılarak
alınan arsalar, kat karşılığı verilmiş
alanlar, hasılat paylaşım oranlı
ihaleler var. Yeni uygulamanın ciddi
farklılıklar arzetmesi ile ciddi zarara
uğrayabilecek müteahhitler olabileceğini
düşünüyorum.
Söz konusu değişikliğin Türkiye’nin
en pahalı şehri ile en ucuz şehri olarak
gösterilen yerlere pozitif bir etkisi olacağını
düşünüyor musunuz?
Söz konusu uygulamanın her şehrin
en pahalı semtini etkileyeceğini
düşünüyorum.
Rayiç bedel ile piyasa değerlerinin arasında
doğru bir ilişki kurulabiliyor mu?
Rayiç tanımının değiştirilerek, güncel
piyasa değeri ile doğru ilişki kurularak
yeniden tanımlanması gerektiğini
anahtar // ilkbahar 2013 • 12
düşünüyorum. Biz değerleme uzmanları
olarak, rayiç değer eşittir piyasa değeri
diye bir denklem kuruyoruz.
Gerçekçi rakamlar oluşturularak rayiç
değer ile piyasa değerleri arasında doğru
bir ilişki kurulmalı… Bunun için de bir
takım alt düzenlemelere ve belki yeni
otoritelere ihtiyaç olacağı söylenebilir.
Söz konusu uygulama konusunda
avantaj ve dezavantaj olarak gördüklerinizi
paylaşabilir misiniz?
Benim için ilk eksiklik geçiş sürecinin
olmamasıdır; bunu haksız buluyorum.
Diğeri ise bahsettiğimiz gibi rayiç
değer ile piyasa değerinin eşitlenipeşitlenmemesi. Bunun kontrol edilmesi
ve koordinasyonunun doğru yapılıp
yapılmaması tereddütlerim içinde. Öte
yandan yeni uygulamanın olumlu ve
doğru yönleri de var elbet. İstanbul
özelinde bir örnek vermek gerekirse;
şehrin en değerli yerinde metrekaresi
7-8 bin Dolar olan fiyatlardan satış
yapılıyordu. Kimi projelerde bu rakam
daha da fazla yükselebiliyor tabii ki. Söz
konusu satış rakamına sahip olan bu
gayrimenkullerin KDV’sinin yüzde 1
olması kesinlikle haksızlıktı.
Rayiç değer, satış fiyatına bağlı olarak
değerlendirilmeliydi. Satış fiyatlarıyla
belli kademelendirmeler yapılıp, belli
total değerden bir orana gidilseydi çok
daha gerçekçi bir yol izlenmiş olabilirdi.
Bu süreç ikinci el piyasasını olumlu
etkileyecek şeklinde düşünebilir miyiz?
Tabii, düşünülebilir. Çünkü ister
istemez eşik oraya geliyor artık. İkinci
el konutlar da bir miktar prim yapacak
şeklinde düşünebilirsiniz.
Vatandaş sorusu soracak olursak: Bu
durumda tüketici tarafına nasıl bir tavır
almalarını önerirsiniz?
Tüketicilere, şu an satışta olan
projelerden bir an evvel alım
yapmalarını öneririm. Bu gerçekten, bazı
ilanlarda abartılıyor gibi düşünülse de
son fırsat. Bunun altını çizmek lazım.
Bu KDV tutarında, o büyüklükte, o
nitelikte bir ev almanız artık bundan
çok kısa bir zaman (5-6 ay) sonra
belki mümkün olmayacak; çünkü yeni
projeler satışa çıkmış olacak.
Bu durumda bankalar nasıl hareket edecek?
Güncel koşullara göre o faiz oranları
çok etkilenmeyecektir, ama bankaların
şunu yapmasını bekleyebilir tüketici
ve geliştiriciler: KDV dâhil kredinin
paketlenmesi, ya normalde satış fiyatı
KDV hariç verilir ya da ekspertiz
raporlarında ve onun %75’ine kredi
kullandırılır. BDDK ile bu görüşmelerin
yapılıp KDV dâhil rakam üzerinden
%75’e dönmesi hem tüketici için hem de
geliştiriciler için sektörün önünü açacak
bir uygulama olabilir.
TÜKETİCİLERE, ŞU AN SATIŞTA
OLAN PROJELERDEN BİR AN
EVVEL ALIM YAPMALARINI
ÖNERİRİM. BU GERÇEKTEN, BAZI
İLANLARDA ABARTILIYOR GİBİ
DÜŞÜNÜLSE DE SON FIRSAT.
BUNUN ALTINI ÇİZMEK LAZIM.
Son yıllarda gayrimenkul tüketicilerinin
davranışlarında nasıl bir değişim gözlendi?
Tüketicilerin son 3 yılda son derece
bilinçlendiğini söyleyebiliriz. Bundan
birbirinden etkilenerek gayrimenkul
alımı yapan bir tüketici profili varken,
şimdi brüt ile net metrekare arasındaki
farkı, KDV’yi, aidatı, teslimle ilgili
birçok detayı ince eleyip sık dokuyan bir
tüketici profili var.
Şu dönemde bir projenin başarıya
ulaşabilmesi için nasıl bir yol
izlenmesi gerekir?
İlandan ve satış ofisinden iyi bir proje
yapar, doğru fiyatla piyasaya çıkarsanız
kesinlikle iyi sonuç alırsınız. Sadece
gerçek emsalleriyle ve doğru bir
fiyatla çıkmanız gerekiyor. Firmanın
güvenilirliği şu dönemde çok önemli.
anahtar // ilkbahar 2013 • 13
KEYİFLE
>>
anahtar // ilkbahar 2013 • 14
SELİM CAYIK
ENGİN KABAN
KEÇİLER BU KADAR MERAKLI VE BAŞINA BUYRUK HAYVANLAR
OLMASAYDI MUHTEMELEN BUGÜN KAHVE İÇEMİYOR OLACAKTIK.
"KEÇİLERLE KAHVENİN NE İLGİSİ VAR" DİYORSUNUZ DEĞİL Mİ?
KEŞFİ İLE İLGİLİ RİVAYETLER DEĞİŞSE DE, KAHVE DÜNYAYA
YAYILDIĞI NOKTA OLAN YEMEN'E HABEŞİSTAN'DAN (ETİYOPYA)
GELMİŞTİR. 16. YÜZYILIN BAŞLARINDA MISIR VE HİCAZ'IN
FETHEDİLMESİNDEN SONRA, KAHVE YEMEN YOLUYLA
HABEŞİSTAN VALİSİ ÖZDEMİR PAŞA TARAFINDAN KANUNİ SULTAN
SÜLEYMAN DÖNEMİNDE GETİRİLİR ÜLKEMİZE. KISA SÜREDE
SARAY VE KONAKLARDA YAYGINLAŞIR;
anahtar // ilkbahar 2013 • 15
KEYİFLE
>>
TÜRK İNSANI KAHVEYİ
TAHTAKALE'DE, HALEPLİ HAKİM VE
ŞAMLI ŞEMS ADINDA İKİ OSMANLI
TÜCCAR TARAFINDAN AÇILAN
"KAHVEHANE" İLE ÖĞRENMEYE
BAŞLAR.
Keçiler bu kadar meraklı ve başına
buyruk hayvanlar olmasaydı
muhtemelen bugün kahve içemiyor
olacaktık. Hikaye şöyle: 8. Yüzyılda
Habeşistan (Etiyopya) Kaffa’da yaşayan
Khaldi adındaki çoban bir çalıya ait
kırmızı meyveleri yiyen keçilerinin
gün boyu daha hareketli olduklarını,
geceleri ise uyumadıklarını fark eder.
Yemişlerden kendisi de yer ve o da
kendini daha dinç hisseder. Yemişlerin
bu etkisinin kısa sürede farkına varan
diğer insanlar, önceleri bu yemişi
toz haline getirip ekmeklerine
katarlar. Yıllar geçtikçe bu kırmızı
renkli meyvelerin çekirdeklerini
kavurduktan sonra haşlayarak
suyunu içmeye başlarlar. İşte bu içecek
onlarca farklı çeşidi ve sunumu
ile damak tadımızı şenlendiren
kahvenin ilk örneğidir.
OSMANLI YAŞAMINI
ŞEKİLLENDİREN
ESMER GÜZELİ
Dünyaya yayıldığı yer olan
Yemen’e Habeşistan’dan
gelen kahve Yemen yoluyla
Habeşistan valisi Özdemir
Paşa tarafından Kanuni Sultan
Süleyman döneminde getirilir
Anadolu’ya. Kısa sürede saray ve
anahtar // ilkbahar 2013 • 16
konaklarda yaygınlaşır; hatta sarayda
“Kahvecibaşı”na bağlı kahveciler
teşkilatı oluşturulur. Türk insanı,
günlük yaşamında önemli yer tutan
kahveyi Tahtakale’de, Halepli Hakim
ve Şamlı Şems adında iki Osmanlı
tüccar tarafından açılan “Kahvehane”
ile öğrenmeye başlar. Kahvehaneler
açılmaya başladıktan kısa bir süre
sonra şair, yazar, edip, âşık, meddah ve
daha pek çok sanat ve fikir erbabının
toplandığı ve sanatlarını icra ettiği,
her sınıftan fikir ve din adamlarının
dinlendiği, siyasi tartışmaların yapıldığı
mekânlara dönüşür.
VİYANA KAFELERİNDEN
SÖMÜRGECİ HÂKİMİYETE...
Avrupa’dan gelen yabancılar İstanbul’da
tanıştıkları bu içeceği kendi ülkelerine
de taşırlar. Başlangıçta “acı şeytan icadı”
diye Avrupa’da dışlanan kahve, zamanın
Papası VII. Clement tarafından test
edilip denendikten sonra onaylanır
ve yayılmaya başlar. Efsane odur ki,
Osmanlı orduları Viyana kapısından
dönerken, bir tercüman ücret olarak
orduyla gelen kahve torbalarını ister ve
bunlarla Viyana’da ilk kahvehaneyi açar.
Gerçekteyse ilk Viyana kahvesini açan
1685 yılında Johannes Diodato adında
Osmanlı’dan gelen bir Ermeni’dir. Yeni
KAHVE PİŞİRME
YÖNTEMLERİ
Doğrudan Kaynatma:
Bu yönteme en iyi
örnek Türk kahvesidir.
Kapta Filtreleme:
French-press,
Plunger-pot gibi
aletlerle yapılır.
içecek kısa sürede yaygınlığa ulaşır
ve sayısı hızla artan kahvehaneler
burada da edebiyatçı, düşünür ve bilim
adamlarının uğrak yerleri olan sosyal
mekânlara dönüşür. Kahve batıya
Viyana’dan yayılır fakat bu dönemde,
kahve ticareti Arap’ların tekelindedir.
Arap’lar kahve çekirdeklerinin tohum
olarak kullanılmasını önlemek amacıyla
ihraç etmeden önce kaynatmak gibi bir
yöntem geliştirirler.
Tabii ki batılılar boş durmaz. 17.
yüzyılda bir Hollandalı tarafından kahve
tohumları Avrupa’ya kaçırılır ve bir
Hollanda sömürgesi olan Java adasında
(şimdiki Endonezya’da) yetiştirilmeye
başlanır. Amsterdam valisinin Fransa
kralına hediye ettiği genç bir kahve
ağacından 50 yıl içinde Fransa
sömürgesi olan Karayipler’deki Martinik
adasında 18 milyon ağaca ulaşılır.
Kahve tohumlarının Brezilya’ya ulaşma
hikâyesi de ilginç. Brezilya imparatoru,
subaylarından Francisco de Mello
Palheta’yı kahve tohumlarından
alması için Fransız Guanası’na yollar.
Fransızlar kahve tohumunu vermezler
ancak valinin karısını baştan çıkaran
Palheta, ülkesine dönerken kadının
gül buketinin içine kahve tohumlarını
koymasını sağlar. Bu hikâye ne
kadar doğrudur bilinmez ama şimdi
milyarlarca dolarlık iş hacmi olan
Brezilya kahve endüstrisinin başlangıcı
tarihe böyle yazılır.
Bizim için ticari bir metadan ziyade
sohbete bahane bir keyif aracı olan
kahveyi üretmek için Batılılar,
dünyanın tropik bölgelerdeki geniş
ormanlık alanları kahve üretimi
için yok ederler. Böylece kahveyi,
plantasyonlarda yerli halkları köle
gibi çalıştırma pahasına petrolden
sonra en kârlı yatırım haline getirirler.
Bir çok türünün üretilmesinin yanı
sıra “Soluble Coffee” veya “Instant
Coffee” gibi isimlerle anılan ama
bizim “neskafe” diye bildiğimiz “Hazır
Kahve” de 1930’lu yıllarda batılılar
tarafından, İsviçreli bilim adamlarının
7 yıl süren araştırmaları sonucu ortaya
çıkar.
ONCA ZAHMETİN
40 YILLIK HATIRI VARDIR
Kahve yemişi ağaçta iken önce
yeşildir. Olgunlaşınca kırmızı renk
alır. Ağaçtan toplanan yemişler işte bu
kırmızı olanlardır. Kurutma ya da sulu
yöntemle kırmızı kabuklar ayrılacak
hale gelir. İçinden çıkan çekirdeğin üzeri
parşömen benzeri bir zarla kaplıdır ve
Filtreleme: Yaygın
bir yöntemdir.
Kâğıt veya metal
(altın kaplı)
filtreler kullanılır.
Espresso / Capuccino:
Bu yöntem kahvenin
tadını en iyi
hissettiren yöntem
olarak kabul edilir.
Kahveye tadını
veren yağlar
erir, üzerinde
bir köpük
tabakası oluşur.
Ocak Üstü Yöntem:
İtalya’da yaygındır.
Ocak üstü pişirme
aygıtları (metal,
vakum vb.) kullanılır.
anahtar // ilkbahar 2013 • 17
KEYİFLE
>>
elde ovuşturulursa bu zar soyulur. Açığa
çıkan çekirdek sarı-yeşil-kahverengidir.
Bu şekilde çuvallara doldurulur ve
fırınlanmaya gönderilir. Fırınlanınca
esas rengi olan kahverengi tonlarını
alır. Bizim bir çırpıda anlattığımız bu
süreç aslında uzun ve tam 24 aşaması
olan zahmetli bir süreçtir. “Bir fincan
kahvenin 40 yıl hatırı vardır” sözü bu
zahmetli sürece karşı bir saygı ifadesi
olarak da söyleniyor olamaz mı?
BEŞ PARA YETMİYORSA...
Tahmis, kahvecinin Osmanlı’daki
adıdır. Tahmisler mahallenin bilgili
insanlarıdır. Başı sıkışanlar, her konuda
ona danışabilir. Kanaatkârdırlar, ticaretin
çok kazancından ziyade devamlılığını
önemserler. Önemserler önemsemesine
ama tahmisin biri uzun süredir kahve
ücretini artırmadığı için oldukça
zor durumdadır. Artık bıçak kemiğe
dayanmıştır ancak bunu söylemeye de
utanmaktadır. Doğrudan söylemektense
daha nazik ve latif bir yöntem olduğunu
düşünerek kâğıda bir beyit yazar ve
akşam dükkânını kapatırken bu kâğıdı
dükkânının kapısına asar. Beyit şöyledir:
Kahve Yemen’den gelir, yolları ırak.
Beş para yetmiyor, on para bırak.
Sabah korka korka ve müşterilerinin
tepkisini merak ederek dükkânının
önüne gelir. Bakar ki kendi yazdığı
beyitin altında cevap niteliğinde bir
başka beyit:
Kahve Yemen’den gelir, yolları sapa.
Beş para yetmiyorsa, dükkânı kapa.
anahtar // ilkbahar 2013 • 18
Geleneksel Keyif
Tiryakiye yakışır bir kahve ağır
ateşte 15- 20 dakika pişirilmeli,
cezve sık sık ateşe sürülüp
geri çekilmelidir. Her
fincan kahve için bir kaşık
kahve ve bir kaşık şeker
günümüzde kural haline
gelmiştir. Nasıl pişirilirse
pişirilsin köpüksüz bir Türk
kahvesi düşünülemez.
YEREL KAHVELER
Cilveli Kahve: Fincana dökülen bol köpüklü
Türk kahvesinin üzerine çifte kavrulmuş,
öğütülmüş badem ve iki çeşit baharattan
oluşan karışım dökülür. Kahvenin yanında
verilen kaşıkla bademler yenir, ardından
kahve içilir. Köpükle badem ezmesinin
karışımı özel bir tat oluşturur. Dövülmüş
bademin kahvenin dibine çökmemesi için
mutlaka çifte kavrulmuş olması gerekir.
Kenger Kahvesi: Kenger bitkisinin
gövdesinin kesilmesi ile çıkan süt
1-2 günde beyazımsı renk alır ve
kıvamlı hale gelir. Bundan kenger
sakızı hazırlanır. Olgunlaşan başlar
ise kavrulup öğütülerek kenger
kahvesi yapılır.
Dibek Kahvesi: Dibek kahvesi aslında bir kahve öğütme
yöntemidir. Kavrulan kahve yuvarlak, içi çukur taş ya da
tahtadan yapılan bir anlamda havana benzeyen büyük
kaplara konur ve bir tokmakla ince hale gelene kadar
ezilir. Bu yöntemle öğütülen kahve koyu kıvamlı olur.
Menengiç (Çedene) Kahvesi: Aslında kahve yemişinden
yapılan bir içecek değildir. Çitlenbik de denen Menengiç
ağacı koyu yeşil, minik meyveler verir. Meyvesi kokulu
ve yağlıdır. Bu meyve yağsız kavrulur ve çıtır çıtır yenir.
Çedene kahvesi Türk Kahvesi gibi hazırlanır. Kahve yapmak
için kullanılan menegiç yağlı ve macun kıvamındadır.
Mırra: Arap coğrafyasına
özgü, birkaç kez demlenerek
hazırlanan acı bir kahvedir. İsmi, Arapça acı
anlamına gelen murdan türemiştir. Çok acı ve koyu
olması nedeniyle ufak bardakta içilir. Türkiye’de
de Şanlıurfa, Mardin gibi Arap kültürünün
hâkim olduğu yörelerde ustaları
tarafından hazırlanması makbul
olan, kültürel açıdan anlamlı,
sunumu özel çaba gerektiren bir
kahvedir.
anahtar // ilkbahar 2013 • 19
BİZİMLE
>>
87.000
başlayan
fiyatlarla
TL’den
SEHA YAPI İMZASI TAŞIYAN
SİMGEŞEHİR, HEM EV SAHİBİ
OLMAK HEM DE AKILLI YATIRIM
YAPMAK İSTEYENLER İÇİN
KAÇIRILMAYACAK BİR FIRSAT
SUNUYOR. SİMGEŞEHİR
KONUTLARI’NDA SİZİ,
BEKLEDİĞİNİZDEN ÇOK DAHA
FAZLA ŞEY BEKLİYOR.
SEHA YAPI GÜVENCESİYLE
2. ETAP SATIŞLARI SATIŞA SUNULAN
SiMGE ŞEHiR’DE
BEKLEDİĞİNİZDEN ÇOK FAZLASI VAR
Ankara Etimesgut’ta 50 bin metrekare
alan üzerinde inşa edilen ve 21 bloktan
oluşan ‘Simgeşehir Konutları’ şehrin
gürültüsünden uzak sakin ve huzurlu
bir yaşam sunuyor. Depreme dayanıklı
konutlar, kullanışlı daireler, güvenlikli
ve kontrollü site yaşamı, yeşil alanlar,
çocuk oyun alanları, site içi otoparkı
ile ‘Simgeşehir’de yaşam, 2011’de
başladı, şimdi yeni ev sahiplerini, yeni
komşularını bekliyor.
Sınırlı sayıdaki ilk etapta 3+1 tipinde
dairelerde hemen teslim tapu ve daire
satışlarının yanı sıra uygun fiyatlı 2013
yaz teslimi ikinci etap satışları da devam
ediyor. Simgeşehir’de sizi, huzurlu ve
rahat bir yaşam bekliyor.
PROJE KÜNYESİ
Kullanım Amacı: Konut
Saha Genişliği: 49.079 m²
İnşaat Alanı : 115.696 m²
Daire Sayısı: 980 Konut
Blok Adedi : 21
Yapım Tekniği: Betonarme Tünel
Kalıp Sistemi
Dinlenme Alanları : Çocuk Bahçesi, Spor
Alanı,Dekoratif Havuz
Başlangıç: Haziran 2008
anahtar // ilkbahar 2013 • 20
Simgeşehir’den cazip fiyat ve uygun
ödeme koşulları ile siz de ev sahibi olmak
istiyorsanız acele edin. Hemen teslim
tapu ve dairelere Vakıfbank kredisi ile
sahip olabilirsiniz.
anahtar // ilkbahar 2013 • 21
HAYIRLA
>>
EVA DE VITRAY MEYEROVITCH
BİR GÜN DUA EDEREK; "EY TANRIM! NE OLUR, NE YAPMAM GEREKTİĞİNİ
BANA SÖYLE! BANA BİR İŞARET GÖNDER." DEDİM. BU İŞARET BANA
BİR RÜYA İLE GELDİ. BİR GÜN RÜYAMDA MEZARA GÖMÜLDÜĞÜMÜ,
MEZAR TAŞIMDA DA İSMİMİN ARAPÇA OLARAK "HAVVA" OLARAK
YAZILI OLDUĞUN GÖRDÜM... UYANDIĞIM ZAMAN BANA ŞU SÖZLERİN
SÖYLENDİĞİNİ HATIRLADIM: "PEKİ CANIM, BİR İŞARET İSTEDİN, O
İŞARET DE ŞU: BİR MÜSLÜMAN OLARAK GÖMÜLECEKSİN."
EVA DE VITRAY MEYEROVITCH, 1909
yılında Bolougne’da doğdu. Katolik
ve aristokrat bir ailenin mensubu.
Latince-Grekçe bölümünü bitirerek
liseden mezun oldu. Ardından Hukuk
tahsilini tamamladı. Felsefe doktorası
yaptı. Bu yılları, kilisede ve rahibelerin
içinde geçti. Çalışmalarını edebiyat,
felsefe ve tasavvuf konuları üzerinde
yoğunlaştırdı. Dünyanın birçok
ülkesindeki üniversitlerde dersler ve
konferanslar verdi. Müslüman oldu.
Müslüman olduktan sonra “Havva”
adını aldı. Mevlana ve Muhammed
İkbal’in bütün eserlerini Fransızca’ya
çevirdi. 24 Temmuz 1999 tarihinde vefat
etti. Cenazesi, vasiyeti üzerine, Konya’ya
getirildi ve Üçler Mezarlığı’na defnedildi.
Doktorasını Mevlâna üzerine yapan,
onun tüm eserlerini ilk defa Fransızcaya
kazandıran Eva de Vitray Meyerovitch,
“Mutlağın Aranışı” (La Quête de
I’Absolu) başlığıyla yayınladığı Mesnevi
çevirisindeki önsözü ile de batılıların
anahtar // ilkbahar 2013 • 22
dikkatin çeker. Eva de Vitray (Havva
Hanım), Mesnevide, daha 1940’larda
sözü edilen “Nükleer Fizik Teorisi”
ve atomdan bahsedildiğini, bunun ne
Yunan’daki Dêmocrite ne de İslam
felsefesiyle ilgisi olduğunu; ne Mevlâna
ne de sonraki dönemlerde bilindiğini,
dolayısıyla Mevlâna’nın bu atom ve
nükleer güçle olan ilgisini açıklamanın
kolay olmadığını belirtir. Batıda İslam’ı
yanlış tanıtmaya çalışanlara karşı da
Mevlâna’nın İslam ve tasavvuf anlayışını
ortaya koyan Havva Hanım, Paris’te
“İslam et Occident”; “Soufisme d’Orient
et d’Occident” gibi birçok derneklerin
kuruluş ve faaliyetlerine destek verir.
Fransa “İlmi Araştırmalar Merkezi”nde
(CNRS) uzmanlık ve yöneticilik yapan;
Ezher ve diğer Mısır üniversitelerinde
felsefe dersleri veren Hava Hanım’a,
Mevlâna ve Türk kültürüne yaptığı
hizmetlerinden dolayı 1987 yılında
Selçuk Üniversitesi tarafından “Docteur
Honoris Casua” ünvanı verilir. “Tüm
zamanların en büyük sufi dehası, tek
önderim Mevlâna’dır” diyen Eva de Vitray,
Mevlâna düşüncesindeki mütevazı ve
entelektüel kimliğiyle birçok batılı ve
doğulu insanın da kendisi gibi İslamı
kucaklamasını sağlar.
Eva de Vitray’ın Mevlâna ile tanışması
ilginç bir mesajla gerçekleşir. Kendisi bu
karşılaşmayı 1975 yılında bir Fransız
televizyonuna verdiği mülakatta şöyle anlatır:
“Bir gün Sorbonne Üniversitesi’nin
kütüphanesinde Dr. Muhammed İkbal
tarafından kaleme alınmış Hz. Mevlâna’nın
görüşlerini anlatan yarım sayfalık bir yazıya
rastladım. Mevlâna’nın kısa mesajını içeren
bu metni okuduğumda kafam allak bullak
oldu. Çünkü ya Hz. Mevlâna’nın sözleri
doğruydu ya da şimdiye kadar okuduğum
Yunan felsefesinin söyledikleri. İlk işim
Mevlâna ile ilgili yayınları aramak oldu. Ama
nafile. Kocaman kütüphanede Mevlâna’ya
ait hiçbir kayda rastlayamadım. Bu husutaki
merakımı gidermek konusunda yapacağım
tek şey Dr. Muhammed İkbal vasıtasıyla Hz.
Mevlâna’ya ulaşmaktı ve öyle de yaptım.”
Mevlâna düşüncesinin kaynağını
arayan Havva Hanım, Dr. İkbal’in izini
sürer ve ilk olarak onun “İslam’da
Dini Düşüncenin Yeniden Yorumu
(ihyası)” adlı İngilizce eseriyle
karşılaşır. Birçok sorunun cevabını ve
İslam’ın evrenselliğini bu kitapta bulur.
Müslüman olmaya karar veren Eva de
Vitray, içinde yaşadığı dünyası, konumu,
aile yapısı sebebiyle yaşadığı gelgitleri şu
cümlelerle anlatır:
“Hz. Mevlâna’nın dizinin dibinde oturabilen
bir mürit olsaydım bu çok kolay ve harika bir
şey olurdu (...) Ama benim İkbal’in eserini
okuduktan sonra İslam’a attığım ilk adımlar
çok kolay olmadı. Çünkü ben Katolik bir
büyükannenin elinde yetişmiş ve kocası da
Yahudi olan biriydim. Bana kılavuzluk edecek
birisi olmadığı için bazen kendimi kaybediyor,
delice bir şeyler yaptım duygusuna
kapılıyordum. Bir gün dua ederek; “Ey
Tanrım! Ne olur, ne yapmam gerektiğini
bana söyle! Bana bir işaret gönder.” dedim.
Bu işaret bana bir rüya ile geldi. Bir gün
anahtar // ilkbahar 2013 • 23
HAYIRLA
>>
rüyamda mezara gömüldüğümü, mezar
taşımda da ismimin Arapça olarak “Havva”
olarak yazılı olduğunu gördüm... Uyandığım
zaman bana şu sözlerin söylendiğini
hatırladım: “Peki canım, bir işaret istedin,
o işaret de şu: Bir müslüman olarak
gömüleceksin.” Bundan sonra İslam ile
yoluma devam ettim. 15 yıl sona İstanbul’a
ilk ziyaretimi gerçekleştirdim. Restore edilen
bir mevlevihanenin bahçesinde, yıllar önce
rüyamda gördüğüm mezarıma benzeyen
bir mezarla karşılaştım. Mihmandarıma bu
mezarların kime ait olduğunu sorduğumda,
“Mevlevi kadınların mezarları” dedi. O
zaman mevlevi olmam gerektiği mesajını
almış oldum.”
Böylece Mevlâna ile buluşan Eva de
Vitray’ın, bundan sonraki en büyük
arzusu ve uğraşı, Mevlâna’yı ve onun
eserlerini batı dünyasına tanıtmak ve
hakikat yolunu göstermek olur. Bu yolda
önce Farsça öğrenen Havva Hanım
Tebriz Üniversitesi eski rektörü Cemşit
Murtazavi ile Mesnevi’yi Fransızcaya
çevirir. İlk defa Fransızcaya çevirdiği
Hz. Mevlâna’nın eserleri ve bu eserleri
sunarken yaptığı çarpıcı bilimsel
yorumlar Fransa’da çok etkili olur. 19721990 yılları arasında yayımlanan çeviri
ve araştırmalarının Mevlâna’yı tanıtma
yolunda önemli etkisi olur.
24 Temmuz 1999 günü ebediyete
anahtar // ilkbahar 2013 • 24
intikal eden Havva Hanım’ın en önemli
vasiyeti Hz. Mevlâna’nın yakınlarına
defnedilmektir. Paris yakınlarında bir
müslüman mezarlığına defnedilen
Havva Hanım’ın naaşı, 14 Aralık 2008
yılında Prof. Dr. Abdullah Öztürk
ve Konya Büyükşehir Belediyesi’nin
çabasıyla Konya’ya getirilir ve
Mevlana türbesinin karşısındaki Üçler
Kabristanı’na defnedilir. Böylece, “Benim
gibi yaşlı bünyesi, hasta kalbiyle kilometreler
katetmek bile Hz. Mevlana’nın huzurunda
yorgunluk değil, mutluluk verir. Onun
maneviyatının gölgesinde kıyamete kadar
kalabilmek için beni Konya’ya gömün” diyen
Havva Hanım’ın vasiyeti 10 yıl aradan
sonra gerçekleşmiş olur.
Çevirileri:
Odes Mistiques, Editions Klingsieck, 1973
(Şems-i Tebriz-i Divanı’ndan seçmeler.)
Le Livre du Dedans, de Djalal-Od-Din
Rumi, Editions Sinbad, 1976
La parole secrete de sultan Valad,
Editions du Rocher, 1982
Rubaiy’at, Editions Albin Michel, 1987
Lettres de Rumi, Editions J.Renard
Mathnawi de Djalal-Od-Din Rumi, 6 vol
(506000 vers) Editions Rocher, 1990
Maitre et disciple (Sultan Veled marif)
Paris 1982, Editions Sindbad
anahtar // ilkbahar 2013 • 25
HAYIRLA
>>
anahtar // ilkbahar 2013 • 26
‘…Çevremi kuşatan gelenekçilikten ıstırap
duyuyordum ve sıkıntılarımı rahiplerime
anlatacak olsam, bana hepsi de aynı şekilde
şüphelerden uzak durmamı öğütlüyor ve bu
şüpheleri benden gidermesi için Rabbime dua
etmem gerektiğini söylüyorlardı. 18 yaşıma
gelip de felsefe okumaya başlayınca, duyduğum
bu huzursuzluk dayanılmaz bir hal aldı.
Mutlak’ın susuzluğunu çekiyordum ve hayli
huzursuzdum. Benim hâlim, daha ziyade,
geceleyin kendisini duyacak birini arayan bir
geminin attığı imdat işaretini andırıyordu…”
‘Müslüman olmuştum, hem de hiçbir şeyi inkâr
etmeden. Ne Tevrat’ı inkâr ediyordum ne de
İncil’i. Sadece beni her zaman rahatsız etmiş
olan hususları, konsillerin kararlarını, Allah’ın
şu gibi veya bu gibi olduğuna karar vermek için
Roma’da toplanmış o beylerin dogmalarını bir
tarafa bırakıyordum…
“TANRIM,
BANA BİR IŞIK VER!”
YUKARIDAKİ ALINTILAR ‘EVA DE VİTRAY-MEYEROVİTCH’E AİT.
MÜSLÜMAN OLUP HAVVA ADINI ALAN BU DEĞERLİ İNSANI,
ONU ÇOK YAKINDAN TANIYAN PROF. DR. ABDULLAH ÖZTÜRK HOCA İLE KONUŞTUK…
Hocam, konuyla ilgili söyleşimize başlamadan önce
okuyucularımıza sizi tanıtalım dilerseniz?
Öncelikle ‘Havva Hanım’ (Eva De VitrayMeyerovitch) gibi önemli bir isme yer verdiğiniz
için sizlere teşekkür ederek başlamak istiyorum.
Bendeniz, 1950 yılında Beyşehir’de doğdum.
Liseyi ve ortaokulu Beyşehir’de bitirdikten
sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca
Bölümü’nü bitirdim. Son sınıfta okurken
kazandığım bir burs neticesinde yolum kısa
süreliğine Paris’e düştü. Paris dönüşümde,
‘Sorbonne Üniversitesi’nde okumak kararı
almıştım. Yani doktoramı orada yapmak
istiyordum. Ve okulu bitirir bitirmez Paris’e gittim
ve üniversiteye kaydoldum. 1972 ile 1980 yılları
arasında Paris’te kaldım. Sorbonne Üniversitesi’ni
bitirdikten sonra yani doktora ve yüksek lisansımı
tamamladıktan sonra Türkiye’ye döndüm ve
Selçuk Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak
göreve başladım.
Havva Hanım’la tanışmanız nasıl oldu?
‘Sorbonne Üniversitesi’nde okurken uluslararası
bir yurtta kalıyordum. Aynı yurtta bugün YÖK
Denetleme Kurulu üyesi Doç. Dr. Hüseyin Sak
kalıyordu. Onunla aynı zamanda oda arkadaşıydık.
Bir gün Hüseyin Sak ile gazeteci Nejat Aşkın
Unesco Başkanı’nı ziyarete giderler. Yanlış
hatırlamıyorsam 1974 yılları. O zamanlar Unesco
Başkanı, ‘Amadou Mahtar M’Bow’ isminde
Müslüman asıllı bir Afrikalıdır. Bu ziyaret sırasında
nur yüzlü, sıcak ve samimi yaşlı bir kadına
rastlarlar. Ne ki bu kadın ‘Prof. Dr. Eva De VitrayMeyerovitch’den başkası değildir. Havva Hanım,
bizim arkadaşların Türk olduğunu öğrenince
‘aranızda Konyalı var mı?’ diye sorar. Bizimkiler,
‘var ama burada değil’ derler. Yani benden
bahsediyorlar. Havva Hanım, ‘Ben de Konyalı’
demiş. ‘Bu kartı Konyalı arkadaşa verin, beni arasın’
diye de tembihte bulunmuş.
anahtar // ilkbahar 2013 • 27
HAYIRLA
>>
Arkadaşlar bana ilettiğinde
tanımıyorum, niye gideyim falan
dedim. Onlarsa ayıp olur, gitmen
gerek gibi sözler sarf ettiler. Neyse,
pazar günü Havva Hanım’ın evine
gittim. Paris yakınlarında oturuyordu.
Kapıyı çaldım, nur yüzlü yaşlıca bir
bayan kapıyı açtı. Beni görür görmez,
‘Konyalı’ dedi. Ben de, ‘evet, Konyalı’
dedim. Derken bana Mevlevi selamı
verdi. Ben de ona Mevlevi selamı ile
karşılık verdim. Aslında ben Mevlevi
selamını bilmiyordum. Sadece onu
taklit ettim. Ama iyi ki taklit etmişim.
Sonra öğrendim ki Mevlevi selamı
karşılıklı verilirmiş. O sırada evde, bir
Fransız televizyonu Havva Hanım ile
Mevlana üzerine söyleşi yapıyordu. Bir
ara beni göstererek, bundan sonraki
soruları ona soracaksınız, ‘karşınızda
gerçek bir Konyali var’ dedi. Mevlana
uzmanı, gerçek Müslüman… Başımdan
aşağı kaynar sular döküldü. Neyse ki,
‘tamam, bir dahaki sefer onunla söyleşi
yaparız’ deyip ayrıldılar. Bir oh çektim,
rahatladım. Onlar gittikten sonra
epey sohbet ettik. Sohbet arasında bir
ara bana, ‘sen benim manevi oğlum
olur musun’ dedi. Kendisinden çok
etkilenmiştim. ‘Tamam’ dedim. Yalnız
sizden bir ricam var, beni gerçek
Müslüman ve Mevlevi uzmanı diye
tanıtmayın lütfen. Çünkü hakkıyla
onları temsil edemem…
Havva Hanım’ı yakından tanıyan birisi
olarak, kendisini biraz tanıtır mısınız?
Havva Hanım, aristokrat ve dindar
bir ailenin kızıdır. İlk zamanlar elit
ailelere mensup öğrencilerin gittiği bir
rahibe okuluna gider. Ama anılarında
o dönemden ve rahibelerden pek
memnun olmadığını söyler. Sonra
Hukuk Fakültesi’ne girer, akademik
kariyer yapar ve kitaplara sığmayacak
başarılara imza atar.
Daha sonra Fransa’nın İlmi Araştırmalar
Milli Merkezi’nde Fizik Bölümü Daire
Başkanlığı’na atanır. Kendisi fizikçi
değildir ama sanırsam ona duyulan
güven ve bilgi birikimi yeterli görülür.
Oysa branşı hukuktu değil mi hocam?
Kendisi felsefe ve hukuk okumuştur.
Üç dört lisan, eski Yunanca bilir. Bu
yüzden, yani çok dil bildiğinden söz
konusu göreve getirilir. Bu görevi
sırasında Fransa’nın en büyük
fizikçileri ile tanışır.
anahtar // ilkbahar 2013 • 28
Kaç yıllarıdır?
Yaklaşık olarak 2. Dünya Savaşı yılları.
Nerede kalmıştık. Dolayısı ile fizikle
irtibatı vardır. İlerde Havva Hanım,
Mevlana üzerine çalıştığında atomu,
Mevlana’nın atomdan bahsettiğini
anlayacaktır. Oysa bugün hiçbir bilim
adamı, hiçbir ilahiyatçı Mevlana’nın
atomdan bahsettiğini bilmez. Bunu
ortaya koyan Havva Hanım’dır…
Hocam, Havva Hanım’ın İslam’la
tanışmasını merak eder olduk…
2. Dünya Savaşı yıllarında, Havva
Hanım sözünü ettiğimiz merkezde
çalışırken, Pakistanlı bir akademisyen
ona, ‘Muhammed İkbal’in bir kitabını
hediye eder. O kitap, ‘İslâm’da Dinî
Düşüncenin Yeniden İnşası’dır. Havva
Hanım bu kitaptan çok etkilenir. Ve
o kitaptan Mevlana’yı öğrenir. Fakat
Mevlana hakkında bildikleri yetersizdir
ve onun izini sürmeye karar verir.
Üniversite Kütüphanesi’ne gider, orada
yine Mevlana hakkında yazılmış, Dr.
Muhammed İkbal’in bir ya da bir
buçuk sayfalık yazısına rastlar. Onu
okuduğunda şok geçirir. Bu arada
Mevlana ile ilgili eserler arar. Ama
yeterince bir kaynak bulamaz. İkbal’in
Mevlana hakkında yazdığı tüm eserleri,
kitaplarını okur ve onları Fransızcaya
çevirir. Sonra birgün, ey Tanrım,
bana bir işaret ver! İslam’a gireyim
mi, girmeyeyim mi? diye bir söz eder.
Ve o gece rüyasında mezarını görür.
Mezarında ismi, Havva olarak yazılıdır.
Oysa ismi Eva’dır. Ve böylece başlar yeni
hayatı…
O dönemlerde kaç yaşlarındadır?
Genç, 30 yaşlarında falan.
Derken Havva Hanım, Türkiye’ye gelir
ve Sultanahmet’te bir otele yerleşir.
Halil Can isminde bir neyzenle tanışır.
Daha doğrusu kendisine tavsiye edilmiş
bu insanı bulur. Halil Can onu Galata
Mevlevihanesi’ne götürür.
Burada Mevlevi hanımların mezarlığında
Havva isminde ve bir mezar görür. Bu
mezar rüyasında gördüğü mezarın bir
benzeridir ve bu durumdan çok etkilenir
ve ağlar. Bir yandan da kendi kendine
‘kızım sen Mevlevi olacaksın’ der.
Bir başka gün Yolu Eyüp’e düşer. Orada
namaz kılar. Onu Eyüp Sultan’a götüren
şoför de inançlı birisidir ve o da namaz
kılar. Sonra geri dönerler. Havva Hanım
parayı uzatır. Şoför ise almak istemez.
‘Ben uzatıyorum, o almıyor. Sonra ismini
sordum. Ali dedi. Bak Ali! Haram,
haram dedim’ diyor. Bu böyle sürmüş.
Sonra Ali, ‘Hac’ demiş, ‘Arafat’ demiş,
‘Orada bana dua edersin’ demiş. Velhasıl
yarı yarıya anlaşmışlar…
Derken, uzatmamayım Havva Hanım’ın
yolu Mekke’ye düşer. Kalabalık bir
grupla hacca gider. Sonra hacda ‘bir
baktım ki korkunç bir şey. O kalabalık,
o mahşer, o Arafat... Manzara, bir Batılı
olarak bana çok bambaşka, çok ilginç
geldi. Sanki başka bir dünyadaydım.
Tam Arafat’a vardım ki, Ali aklıma
düştü. (Gerisini ağlayarak, gözyaşları
içinde anlatıyor.) Çocuklarım, eşim,
dostum kimse gelmedi aklıma. Ali
geldi aklıma, sözleri kulağımda çınladı.
Onlar için ağlamadım, ama Ali için
çok ağladım. Ona dualar ettim’ diye bu
hikayesini hep anlatır ve her defasında
ağlardı…
Hocam, insan bıkıp usanmadan dinleyebilir.
Onu anlatmakla bitiremeyiz.
Neyse, bir gün Havva Hanım
rahatsızlanır. Sonra hastalığı ilerler
ve yatağa düşer. Çocukları pek
ilgilenmemiş. Bana da vasiyetini
yazamamış. Sonra öldüğü haberi geldi.
24 Temmuz 1999…
Vasiyetinden bahsetmenin vakti
geldi sanırım hocam?
Tabi ki. Bir Üniversite kürsüsünde
söyledi hem de. Ölürsem, beni
Konya’ya defnedin, Mevlana Türbesi’nin
karşısında bulunan‘Üçler
Mezarlığı’na diye…
Bakıcısı ölümünden sonra dostlarını
arıyor. Çocuklarına haber veriyor. Hatta
iki gün defnedilemiyor evde bekliyor
naaşı. Mezarlığa ise sadece büyük
oğlu gelmiş… Ölümüne gidemedik…
(Gözleri doluyor.) Sonra 10 yıl sonra
şöyle bir haber geldi. ‘Hocam, bir mezar
taşı bile yok. Bir Mezar, bir taş dikelim,
ama burada kimse ilgilenmiyor’ dediler.
Bir yolunu bulup Fransa’ya gittim.
Hemen mezarlığa gittik. Müslümanlar
için mütevazi bir köşe yapmışlar. Hatta
Yılmaz Güney, sanırım Ahmet Kaya’da
orada. Kiminde taş falan var, ama Havva
Hanım’ın mezarında bir taş olsun yok.
Numaralardan bulduğumuz mezarı
görünce çok kötü oldum. Aklıma
vasiyeti falan geldi. Döndüm kıbleye, ya
Rabbi, eğer bu kadın hakikaten samimi
ise ki ben samimi olduğuna inanıyorum
ne olur bunun vasiyetini yerine
getirmemize yardımcı ol!
Sonra, oturup oğluna mektup yazdım.
Önce kabul etmedi ama sonra kendisi
arayıp, “götürebilirsiniz” dedi. Böylece
10 yılın ardından mezarını Konya’ya
getirdik…
Havva Hanım, Hz. Mevlana’yı dünyaya
tanıtan çok önemli bir isim. ’İslam’ın
güler yüzü’ diye bir kitabı var. Havva
Hanım’ın bir diğer değerli katkısı İslam’ı
terörist olarak gören batılılara, İslam’ın
diğer yüzünü, gerçek yüzünü tanıtmaya,
göstermeye çabasıdır…
Havva Hanım,Mevlana’yı anlamak için
şu dört soruya cevap vermek
gerektiğini söyler:
1- Bize, ‘sizler Mevlana’da ne
buldunuz’ derler, bunu ve
diğerlerini cevaplamalıyız.
2- Batılılar ne buluyor,
niye geliyor Mevlana’ya?
3- Mevlana’yı Batılı düşünürlerden
ayıran özellikler nedir?
4- Mevlana’nın mesajlarını,
21. asır insanının sorunlarına
hangi açıdan cevap verebilir?..
anahtar // ilkbahar 2013 • 29
HAYIRLA
>>
ÜÇ SATIR BÜTÜN UFKUNUZU
DEĞİŞTİRMEYE YETER
EVA HANIM’IN CEMŞİD
MURTAZAVİ İLE BİRLİKTE YAPTIĞI
MESNEVİ TERCÜMESİ ÇOK MÜTHİŞ
BİR TERCÜMEDİR. AYRICA 35
SAYFALIK MUKADDİMESİNDEN DE
HAKİKATEN AYRICA BAHSETMEK
GEREKİR. MUKADDİMEDE 3
SATIRLIK BİR YORUM, BÜTÜN
UFKUNUZU DEĞİŞTİRİYOR.
anahtar // ilkbahar 2013 • 30
1981-1982 yılında araştırma yapmak üzere gittiği Fransa’da,Sorbonne
Üniversitede araştırma yaparken Eva De Vitray Meyerovicth ile tanışan,
dost olan, kitaplarını çeviren Prof. Dr. Mehmet Aydın ile Eva Hanım’ın
Fransa’da Hz.mevlanayı tanıtması ve Fransada Fransızlar üzerindeki
etkileri üzerine konuştuk.
Hocam önce, sizi okuyucularımıza
tanıtarak söyleşimize başlayalım.
Aslen Konya’nın Bozkır ilçesinin
Kozağaç köyünde 1942 yılında
doğdum. İlkokulu köyümde bitirdim
ve 1954’te Konya’ya göç ettik..
Ardından İmam Hatip Okulu’nu ve
Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitirdim.
Yani ortaöğretim, lise ve üniversite
hayatım Konya’da geçti. 1967’de Yüksek
İslam Enstitüsü’nü bitirdikten sonra
Bursa İmam Hatip Lisesi’ne meslek
dersleri öğretmeni olarak atandım.
1975’te Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi’nde İlahiyat Doktoru oldum.
Doktora sonrası, mezun olduğum
Konya Yüksek İslam Enstitüsü’ne Dinler
Tarihi ve Din Sosyolojisi öğretmeni
olarak atandım. Milli Eğitim Bakanlığına
bağlı 4 yıllık bir yüksek okul olduğu için
akademik hayatta ilerleme imkanı yoktu.
Yani doçent, profesör olunamıyordu.
Bunun üzerine 1977’de Ankara İlahiyat
Fakültesi’ne asistan olarak girdim.
1980’de Ankara İlahiyat Fakültesi’nde
doçent oldum. 1984’de Üniversite
kanunu 40B maddesine göre Konya’ya
tekrar görevli olarak geldim. Konya’da
Edebiyat Fakültesi’nde Sosyoloji
bölümünü kurmakla görevlendirildim..
Rektörümüz rahmetli Prof. Dr.
Erol Güngör rahmetli olunca beni
görevlendirdiler. Bölümün kuruluşunu
1984’ten 1989’a kadar tamamladım.
1985’de Vatikan’ın daveti ile Roma’ya
gittim, 2 ay Vatikan Kütüphanesi’nde
çalıştım ve PİSA(Arab ve İslam Eğitim
merkezinde) da İslamoloji dersi verdim.
Özellikle dinler arası diyolog konusunda
son derece önemli doküman topladım
Vatikan Kütüphanesi’nde. Hristiyanların
yaptığı çalışmaları değerlendirdim.
Ve bu arada İlahiyat Fakültesi’ne
kadrolu olarak atandım. 1996’da
İlahiyat Fakültesi’ne dekan oldum.
2004’de kadar dekanlığım devam
etti. Sonra Felsefe ve Din Bilimleri
Bölüm Başkanı oarak görevime devam
ettim.2009’da yaş haddinden emekli
olduktan sonra Eğitim Fakültesi’nde
eğitim vermeye devam ettim. Artık
yüksek lisans ve doktora derslerine falan
giriyorum, seminer veriyorum. Bugüne
kadar gerek yurt içinde ve gerekse
yurt dışında bir çok bilimsel toplantıya
katıldım. Dinler tarihi, din sosyolojisi
ve İslamiyetle ilgili gerek yurt içinde ve
gerekse yurt dışında yüzlerce makalem
yayımlandı.Uluslararası iki bilim
kuruluşunun üyeliğini yapmaktayım.
Birisi Societe Asiatique diğeri İAHR
(Uluslararası Dinler Tarihi Derneği)
Geçen yıl Konya İl Kültür Müdürlüğü
tarafından “Dönen Dervişler Şehri
Konya” diye bir kitabım yayınlandı.
Bu yıl da Eva De Vitray Meyerovicth’in
Hz. Mevlana ve İslam tasavvufu
kitabını çevirdim. Bu kitabı da Kültür
Müdürlüğü yayımladı. Havva hanımın
bu kitabı çok sevilen bir kitap olacak.
Peki Havva Hanım’la yolunuz nasıl kesişti?
Tesadüfi oldu aslında.
Malum gazeteciler romantik, şaşırtıcı
hikayeler beklerler.
1981’de Aralık’ta Fransa’ya gittim. 1 yıl
kaldım orada. Orada bir Türk arkadaşın
vasıtasıyla Havva Hanım’la ve bir de
Haydar Bammat’ın oğlu Necmettin
Bammat’la tanıştım. Necmettin
Bammat Fransız TV2 Kanalı’nda
İslam Medeniyetiyle ilgili konuşmalar
yapıyordu. Arkadaş ım, “bir de Havva
Hanım var, Mevlana üzerine çok
ciddi çalışmalar yapıyor. O5nunla da
bir tanışma imkanı bulabiliriz” dedi.
Bir müddet sonra da Havva Hanım’ı
evinde ziyaret ettik. Evine gittiğimizde
hakikaten benim gözlerim yaşardı.
Bir sürü Fransıza, Fransızca olarak
Hz. Mevlana’yı anlatıyordu ve herkes
huşu içinde Havva Hanım’ı dinliyordu.
Çok müthiş bir atmosferdi manzara.
Bu periyodik toplantılarda evi dolup
taşıyordu. Böyle heyecan verici bir
tanışma olmuştu. Zaman zaman
gittik geldik. Bir de rahmetli Prof. Dr.
Muhammed Hamidullah hoca vardı. Bu
üç kişi; Necmettin Bammat, Eva (Havva)
Hanım ve Hamidullah Hoca Fransa’da
İslamiyeti her yönüyle anlatabilen
önemli kişilerdi. Hamidullah hoca Pazar
anahtar // ilkbahar 2013 • 31
HAYIRLA
>>
günleri Staligrad camiinde Fransızca ve
Arapça vaaz veriyordu.
Stalingrad camisi?
Evet Paris’de bir semt. Oradaki fabrikayı
Kuzey Afrikalı Müslümanlar satın
almışlar ve camii yapmışlardı.
Eva hanıma dönersek; Mevlana ile tanışması
İkbal’in bir eseriyle olmuş sanırım?
Bir gün Havva hanımı ziyarete gelen
Haydarabat Üniversitesi rektörü, Havva
Hanım’a Muhammed İkbal’in ‘İslamda
Dini Düşüncenin Yeniden Teşekkülü’
isimli kitabını hediye eder. Bu kitapda
İkbal sık sık Mevlana’dan bahsediyor
ve Mevlana’ya hocam diye hitap ediyor.
Havva hanım bu kitabı çok beğenmiş
ve aradığı bütün soruların cevabını
bulduğunu belirmektedir. Fakat bu
Mevlana kimdir? İş te bu merak Havva
Hanım’ı Hz. Mevlana’ya götüren kapı
olmuştu. Havva Hanım Muhammed
İkbal’in bütün eserlerini Fransızcaya
tercüme etmişti. Muhammed İkbal’i
tanıdıkça Mevlana’yı daha iyi tanıyordu.
Ancak o, Mevlana’yı kaynağından
öğrenmek için Farsça öğrenmeye karar
verdi ve üç yıl farsça eğitimi aldı. Sonra
Hz. Mevlana’nın bütün kitaplarını
anahtar // ilkbahar 2013 • 32
tercüme etti ve Mevlana üzerine kitaplar
yazdı. Mesnevi’yi Cemşid Murtazavi
ile birlikte Fransızcaya tercüme etti.
O’nun Fransızca bir nüshası Konya
İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi’nde
bulunmaktadır. Güzel bir tercüme ve
35 sayfalık mukaddimesi hakikaten
çok ilginç. Ben bu mukaddimeyi
tercüme ettim ve ‘Mevlana ve Sufizm’
adı ile yayımladığım kitabımın içinde
yer verdim. Havva Hanım “ben Hz.
Mevlana’nın öğrencisiyim” diyordu.
Artık Havva Hanım’ın evi âdeta
Fransa’da bir Mevlevi dergahı olmuştu.
Etrafına toplanan enteklektüel Fransız
tabakasına Mevlana ve İslamiyetle ilgili
sohbetler yapıyordu. Bu Fransızlar,
Havva hanım öldükten sonra “Eva
Hanım’ın Dostları” diye bir dernek
kurdular. Bu dernek, Fransa’da Hz.
Mevlana ile ilgili bilimsel toplantılar
yaparak, Havva Hanım’ın yolundan
gitmeye devam etmektedir.
Hakikaten Havva Hanım boş bir kadın
değildi. İslam tasavvufunu ve batı
felsefesini, batı mistisizmini bilen bir
kadındı. Dolayısıyla bu açıdan bizim için
önemi buradan kaynaklanıyor. Yani Hz.
Mevlana’nın eserlerini başka çevirenler
de var, ama Hz. Mevlana’nın felsefesine
katkı sağlayan Havva Hanım gibi birisi
yok. Dolayısıyla batı dünyasında iki
kadın tanıyorum. Birinci derecede
Havva Hanım, ikinci derecede Anne
Marie Shimmel. Her ikisini de Türkiye
aydınlarının çok iyi tanımaları gerekir.
Hocam iyi bir yere geldik; Mevlananın
eserlerini tercüme eden çok isim var. Burada
önemli bir şey söylediniz; Eva Hanım’ın farkı
nedir biraz daha açalım isterseniz.
O fark şuradan geliyor. Ben bu kitabını
çevirirken de doğrudan doğruya
gördüm, gözlemledim. Bir defa Batı
felsefesini çok iyi biliyor. Şimdi Şefik
Can (Allah rahmet eylesin) İslam
tasavvufunu biliyor ama batı felsefesini
bilmiyor. Bu çok önemli. Mesela kitabın
içinde “Maietique”diye bir bölüm var.
Sokrat’ın öğretme metodu. Maietique
felsefeyi bize ta lisede okuttular.
Maietique nedir? Sokrat diyor ki, “sen
geometriyi biliyorsun ama bildiğini
bilmiyorsun.” Ve soru sormak suretiyle
geometri hakkında muhatabının
geometri bildiğini ispat ediyor. Eva
Hanım, Hz. Mevlana’da maitique metot
var, diyor ve Mevlananın bir hikayesini
anlatıyor. Diyor ki; “küçük yaşlarda
bir sürü zenci çocukları getirmişler bir
yere. Aradan zaman geçmiş ve bunlar
unutmuş kendi dilini, örfünü, adetini.
Bulundukları ülkenin dilini konuşmaya
başlamışlar. Fakat yaşları 60’dan sonra
eski şeyleri hatırlamaya başlamışlar.”
Havva hanım, “Mevlana, aslında burada
bir maietique metot kullanmaktadır”
diyor. İkincisi, Hz. Mevlana’nın
atomdan bahsettiğini söylüyor. Hz.
Mevlana döneminde daha atomu
kimse bilmiyordu. Hz. Mevlana ile ilgili
yazılan başka hiçbir kitapta atomla
ilgili bilgi verildiğini ben görmedim.
Ama Mesnevi’nin mukaddimesinde
Havva Hanım, Hz. Mevlana’nın
atomdan bahsettiğini söylüyor. Havva
Hanım, “13. Yy’da Mevlana’nın bunu
söylemesi çok ilginç. Çünkü atom
o tarihlerde bilinmiyordu. Daha
yeni keşfedildi,” diyor. Şimdi bunlar
Havva Hanım’ın belirli bir felsefeden
geldiğini ve onun üzerine bir mukayese
yapabildiğini gösteriyor. Ayrıca, Hz.
Mevlana’da psikanalist metot vardır,
diyor ve bunu bir Mesnevi’de yer alan
bir aşk hikayesiyle anlatıyor. “Bir kız
bir sultana aşık olmuş ve hastalanmış.
Fakat doktorlar tedavi edememiş. O’nu
tedavi eden ne Padişah aklıdır, ne hekim
aklıdır. Onu sevgi tedavi etti” diyor.
Metot olarak Hz. Mevlana psikanalizi
uygulamış oluyor. Mesela bir çok şeyi
okurken o şeyleri başka yerlerde de
duymuş gibi oluyorsunuz ama Havva
Hanım yazdıklarının arasına 3 satır
ekliyor ve o 3 satır bütün ufkunuzu
değiştirmeye yetiyor.
Eva Hanım’ın diğer İslam ülkelerine
konferanslar ve dersler verdiğini biliyoruz.
Türkiye’deki etkisinin dışında diğer İslam
ülkelerinde nasıl kabul gördüğüne dair bir
fikriniz var mı?
Yani kendisi yazıyor zaten kitaplarında.
İslam dünyasından çok konferans
daveti alıyor. Mesela Suud Kraliyet ailesi
davet ediyor. Kuveyt’te yine o yüksek
derecedeki yönetim kadroları davet
ediyor. Müslüman olduğu için şöhret
kazanıyor. Ama, “dünyada iki ülkeyi
çok seviyorum; birisi Fas diğeri Türkiye.
Fas’da bağlı olduğum şeyhim var,
Türkiye’de de Hz Mevlana var.” diyor.
‘MÜSLÜMAN OLMUŞTUM, HEM
DE HİÇBİR ŞEYİ İNKÂR ETMEDEN.
NE TEVRAT’I İNKÂR EDİYORDUM
NE DE İNCİL’İ. SADECE BENİ HER
ZAMAN RAHATSIZ ETMİŞ OLAN
HUSUSLARI, KONSİLLERİN
KARARLARINI, ALLAH’IN ŞU
GİBİ VEYA BU GİBİ OLDUĞUNA
KARAR VERMEK İÇİN ROMA’DA
TOPLANMIŞ O BEYLERİN
DOGMALARINI BİR TARAFA
BIRAKIYORDUM…”
Hocam sohbet uzar gider. Sizi de yorduk,
zahmet verdik. Çok teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
anahtar // ilkbahar 2013 • 33
BİZİMLE
>>
200.000
başlayan
fiyatlarla
TL’den
ÖZLEM MAHALLESİ’ NDE SEHA’ DAN İKİNCİ PROJE
SEHA YAPI; MODERN VE
YAŞANILASI PROJELER
SUNMAYA DEVAM
EDİYOR. ÖZEL OLARAK
PLANLANMIŞ 66 KONUT
VE 6 İŞYERİNDEN OLUŞAN
SEHA BAHAR EVLERİ
SAHİPLERİNİ BEKLİYOR.
anahtar // ilkbahar 2013 • 34
Seha Yapı, Özlem Mahallesi’ne ‘Seha
Özlem Konutları’ ndan sonra başladığı
çevre dostu projesi Bahar Evleri ile,
bölgenin çehresini değiştirmeye devam
ediyor. 2014’ün ilk yarısında teslim
edilmesi planlanan ‘Seha Bahar Evleri’,
3+1 tipinde sadece 66 konutla sınırlı.
Projede ayrıca 6 adet de ticari alan
bulunuyor. Bahar Evleri, uygun ödeme
koşulları ve cazip fiyatlarıyla sizleri daha
yaşanılır mekânlarda ev sahibi olmaya
davet ediyor. Proje görsellerini görmek
ve daire planlarını incelemek için www.
sehayapi.com internet sitesini ziyaret
edebilir, ulaşmak istediğiniz tüm bilgilere
web sitemizden ulaşabilirsiniz.
Kule Plaza zemin katında yer alan
satış ofisimizde, güler yüzlü satış
temsilcilerimiz sizleri bekliyor. Ayrıca
444 73 42 veya 0332 221 39 00 numaralı
bilgi hatlarını arayarak da detaylı bilgi
alabilirsiniz.
PROJE KÜNYESİ
Adı: Seha Bahar Evleri
Lokasyon: Özlem Mahallesi (Elmas Kur’an Kursu karşısı), Selçuklu
Kullanım Amacı: Konut + İşyeri
Konut Büyüklükleri: Brüt 154 m² ila 168 m² aralığında
Konut Tipi: 3+1
Konut Sayısı: 66
Satılacak Konut sayısı: 34
Ticari Alan Sayısı: 6
Ticari Alan Büyüklükleri: 1 adet 103 m²,
2 adet 140 m²,
1 adet 141 m²,
2 adet 218 m²
Verilen alan ölçüleri mimari projedeki kaba
ölçüler olup yuvarlanmıştır. İmalata bağlı olarak
farklılıklar oluşabilir
anahtar // ilkbahar 2013 • 35
RÖPORTAJ
>>
HAMİT AYTAÇ İCAZETİMİ
HASTA YATAĞINDA YAZDI
HÜSEYİN ÖKSÜZ, 1944 YILINDA KONYA'DA DOĞDU. ASIL MESLEĞİ ECZACILIK, AMA KENDİ
DEYİMİYLE HATTATLIĞI ÖNE GEÇEN ÖKSÜZ'ÜN, EĞİTİM HAYATI DA HATTATLIK SERÜVENİ
DE İLGİNÇ. İLK ZAMANLAR, İMAM YA DA MÜEZZİN OLMAYI DÜŞLÜYOR. AMA SONRA
ÜNİVERSİTE DÜŞÜYOR AKLINA. LAKİN O YILLARDA ÜNİVERSİTE, İMAM HATİPLİYE ZOR. O
YÜZDEN ÇOK UĞRAŞ VERİYOR VE SONUNDA ZORU BAŞARIP ÜNİVERSİTEYİ, YAZDIĞI ALTI
TERCİHTEN BEŞİNİ KAZANIYOR. KAZANAMADIĞI BÖLÜMSE ECZACILIK
Hattatlığı eczacılığının önüne geçen Hüseyin Öksüz’ün, üniversite
yıllarında, ‘ustam’ dediği Hamit Aytaç’la tanışıyor ve hat sanatına bütük
bir şevkle ilgi duymaya başlıyor.
Döneminin sayılı hattatlarından Aytaç, Osmanlının son dönemi ile
Cumhuriyet arasında köprü kuran önemli isimlerden. Bugün adından
söz edilen birçok hat sanatçısına hocalık yapmış olan Hamit Aytaç,
günümüzün değerli ustalarından Öksüz’ün de biricik hocalarından...
Hamit Aytaç’la olan tanışmanızdan ve o
dönemlerden başlayalım.
Okul yıllarında tanıştığım arkadaşım
Hüseyin Kutlu’nun evinde, hat
sanatının ilk örneklerini görmüş,
çok etkilenmiştim. Beni ustası ile
tanıştırmasını istedim. Kırmadığı gibi
çok da memnun oldu. 68’li yıllardı.
Hocam Hamit Aytaç’ın Cağaloğlu’nda
bir hanı vardı, Raşit Efendi. Atölyesi bu
handaydı ve sık sık ziyaretine giderdik.
Bazen yalnız gittiğim de olurdu. İşte
her şey bu ziyaretler sonucu başladı ve
gelişti. Bu arada ne zaman ziyaretine
gitsek, bizi saygı ve sevgiyle karşılar,
sevincini gizlemezdi. Çoğu zaman
eksik olmayan misafirlerine döner, ‘bu
Hüseyin efendi, hem eczacılıkta okuyor,
hem hat yazıyor’ diye beni konuklarına
sunar, bazen de çalışmalarımı gösterip
onlardan ‘çok güzel, çok başarılı’ diye
söz ederdi. Bu davranışının, hat sanatına
olan ilgimin perçinlenmesi ve sevgimin
büyümesine sebep olduğunu çok sonra
fark ettim...
O zamanlar hat sanatına ilgi, yetersiz miydi?
Evet. İlgilenenlerin sayısı hayli azdı.
anahtar // ilkbahar 2013 • 36
Ama Hamit Aytaç hocam incelikli,
saygı ve sevgi dolu bir yapıya sahipti.
Bir İstanbul beyefendisiydi. Keza
arkadaşları. Şimdi kalmadı öyle insanlar.
Ya da tek tük.
Demek ki o zamanlar, iyi bir
çevre de edinmişsiniz.
Sanırım öyle oldu. Misal Hüseyin
Kutlu, beni hocamın yanına götüren ve
kendisiyle tanıştıran o insan, üniversite
okuyor ve iyi bir aileden geliyordu.
Hemşehrim olması da arkadaşlığımızı
pekiştirmişti.
Okul bitince İstanbul’da mı kaldınız? Hat
devam etti mi, eczacılık yaptınız mı?
Okul bitince İstanbul’da kalamazdım.
Ailem ve çevrem Konya’daydı.
Üstelik evliydim de. Ama bunu
hocama söylemek zor geliyordu.
Üzüleceğini biliyordum. Lakin
yapacak bir şey yoktu. Vedalaşmak için
yanına gittiğimde her şeyi anlattım.
Üzüntüsünü çok belli etmedi, hoş
karşıladı. Fakat ısrarla yazmamı,
hattı sürdürmemi tembihledi. Sen
çalışmalarını bana gönder, ben
düşüncelerimi yazar sana yollarım
dedi. Sevinçten uçuyorum... Sonra
Konya’ya döndüm ve bir eczane açtık.
İlk zamanlar sanatıma eskisi kadar
eğilemedim, birkaç ay yazamadım.
Bunun çeşitli sebepleri olduğunu
düşünüyorum. Bu arada bir çalışmamı
gönderdim. Ama aradan 20 gün falan
geçti, hocamdan bir haber çıkmadı.
Meraklanıp tekrar yazdım. Biri iki
hafta sonra cevap geldi. Meğer ilk
mektubum eline ulaşmamış. “Hocam
bunu, belki puluna tamah etmişlerdir” diye
açıklamıştı. Ayrıca mektubunda, beni
pek memnun eden bir görüşü vardı,
‘bu iş oluyor’ diye...
İcazeti ne zaman aldınız?
İcazet, yani yeterli düzeyde bilgi ve
tecrübe demek olan izni, belgeyi almak
öyle kolay değil. Çok emek, zaman ve
sabır istiyor. O yüzden sık sık İstanbul’a
gittiğim olurdu. Arkadaşım Hüseyin
Kutlu, dört yılda tamamladı icazetini. O
hocamızı çok sık ziyaret eder; hem evine
hem de atölyesine giderdi. Bense, araya
askerlik ve diğer işler girince 10 yılda
tamamladım. Ama hiç unutmam, hocam
hastanede yatıyordu ve bana icazetimi
oradan, hasta yatağından yazmıştı.
Peki icazeti hangi hatlarda aldınız?
‘Sülüs’ ve ‘nesih’te aldım. Bildiğiniz
üzere hat, yani güzel yazı yazma
sanatının çeşitli türleri var: Sülüs, nesih,
muhakkak, reyhani, tevki ve rika gibi.
Ancak hocamız da genellikle sülüs ve
nesih türünde çalışıyordu ve ben de
ondan gördüğüm gibi devam ettim.
Yeri gelmişken bir hatırlatma yapmak
istiyorum: Hocamın zaman zaman
gazete ve dergilere söyleşileri çıkardı.
Ve bu söyleşilerinde öğrencilerinden ve
özellikle de benden ‘Eczacı Hüseyin’ diye
bahsederdi. Bu çok hoşum giderdi...
Sonra bir gün, ders verdiğim
öğrencilerimden birisi İstanbul’a
gidiyormuş, yanıma geldi ve Hamit
Hocayı da ziyaret edeceğini söyledi.
Ki o zamanlar hocam hala hastanede
yatıyordu. Ben de dedim ki, “Oğul,
selamımı götür, onu alır ama arkasından
yazı göndermedi mi, diye sorar. “Ne
zaman gideceksin” diye sordum. Yarın,
dedi. Ben de kendisine bir ayet yazıp
gönderdim. Sonra haberini aldım ki,
ayeti yüksek sesle defalarca okumuş.
Öğrencim bir kopyasını, hiç olmazsa
bir fotokopisini istemiş ancak ona bile
müsaade etmemiş...
Hocam, hattı meşk etmek aşkı içinize ne
zaman düştü?
Evet, bu soru daha önce de soruldu.
Ve ben de kendime çokça sordum.
Öncelikle şunu söylemeliyim. Hafızlığa
çalışırken Kuran’ı Kerim’in kenarlarına
veya küçük kâğıtlara bazı ayetleri
yazmaya çalışırdım. Sonra İstanbul’a
gittiğimde Tenekeli Camii dediğimiz
bir camii vardı ve oraya gittiğimizde
levhalara bakıp gördüklerimi kâğıtlara
yazmaya çalışırdım. İyi de resim
anahtar // ilkbahar 2013 • 37
RÖPORTAJ
>>
HZ ALİ EFENDİMİZ KUFİ YAZIYI
SİSTEMLEŞTİRİYOR. DÖRT
ÇEŞİDE İNDİRİYOR. ONUN İÇİN
HAT SANATININ PİRİ HZ. ALİ
EFENDİMİZDİR. ÇÜNKÜ KÜFİYİ
SİSTEMLEŞTİRMİŞTİR. ZATEN KÜFİ
İÇİN DE “ÜMMÜ’L HUTUT” DERLER,
YANİ “YAZILARIN ANASI”.
yapardım. İmam Hatip’te okurken
benim yaptığım resimleri hocalar sınıfın
duvarına asardı.
Kaabiliyet genlerinizde varmış demek ki?
Evet, böyle bir şey var. Bu olmazsa zaten
olmaz. Öte yandan diğer tesadüfler de
benim için hayırlı oldu. Ve kendimi
geliştirmemi sağladı.
Hamit Hoca 1982 yılında vefat edince,
aynı yıl İslam Konferansı Teşkilatı
kuruldu. İşte o teşkilat ilk defa hat
üzerine uluslararası bir yarışma
düzenlendi. Daha evvel böyle bir
şey yapılmamış ve de bilinmiyordu.
Amerika’dan Güney Afrika’ya kadar her
yere gönderildi yarışma şartnameleri.
Oralardan bile hat yazanlar çıktı.
Japonya’dan, Çin’den, bütün İslam
dünyasından, Amerika’dan hat
çalışmaları geldi. Velhasıl o yarışmaya
ben de katıldım. Hem de 5 dalda. Sonra
sonuçlar açıklandı ve ben Celi Divani’de
1. Seçildim. Diğer çalışmalarım ise
çeşitli mansiyon ödülleri aldı.
KARDEŞİMİN VEFATINDAN
SONRA KUR'AN'I YAZMAYA
DEVAM EDEMEDİM
Kur’an-ı Kerim‘i kaleme almaya aşladığınızı
biliyoruz, ne zaman tamamlanır acaba?
Sözünü ettiğim gibi birçok ödül alınca
5-6 sene bunun üzerine düşündüm,
hangi usülle yazayım diye. Derken
kendime göre bir usül buldum ve
yazmaya başladım. Şimdi 23. cüzdeyim.
O halde bitmek üzere.
Maalesef kardeşimin vefatından sonra
bana bir şey oldu. İlk zamanlar keyifle
yazıyordum. Şimdi ise bir satır hat bile
yazamıyorum. Belki kardeşimle aynı
evi paylaşıyor olmamızın etkisi olabilir.
Nedendir elim kaleme gitmiyor. Bu ne
zaman geçecek bilmiyorum.
anahtar // ilkbahar 2013 • 38
Hocam, bildiğimiz bu yazı stillerinin
haricinde sizin kendinize has
denemeleriniz var mı?
Mevcutları yazabilsek yeter. Yalnız ben
hemen hemen her yazıyı yazıyorum.
Herkes yazmıyor ama Hamit Hocada
öyleydi mesela ben nesih, sülüs, divani,
talik, rika hepsini yazıyorum yani. Ama
en çok uğraştığım benim sülüs, nesih ve
divani ve celi divanidir. Talik tabi ayrı
sülüsle başa baş gidiyor. Taliki de çok
severek yazıyorum.
YAZININ ANASI KÜFİ, PİRİ HZ. ALİ'DİR
Hattın atası küfi midir, sonra hangi sırayı
izler, sonra hangisi icat edilmiş veya
keşfedilmiş?
Hz. Peygamber zamanında ilk vahiyler
‘makıli’ denilen bir yazıyla yazıldı. O
günün Arap yarımadasında iki tane yazı
var; biri “makıli” diğeri de “şafi” denilen
yazı. Makıli yazı, tamamen köşeli hiç
yuvarlak hattı yok. Şafi de tamamen
yuvarlak. Onda da köşeli taraf yok.
İlk vahiyler gelmeye başlayınca vahiy
katipleri vahiyleri yazmaya başlıyorlar.
Resulullah Efendimiz “makıli” yazıyı
kastederek, bundan yazın diyor. Bir
müddet böyle yazıldıktan sonra vahiy
katipleri o zaman tabi İslam gelişmeye,
sanata açık olduğu için şafi yazıyla
birleştirmişler. Bazı yerleri yuvarlak bazı
yerleri köşeli iki yazı karışınca işte Küfi
çıkmış ortaya. Küfi yazı Makıliyle Şafi
yazılarının karışımıdır. Aşağı yukarı
400 çeşit falan küfi çeşidi çıkmış ortaya.
Herkes yazma yarışında böyle bir şey.
Bütün Hadis-i Şerifler yazılıyor daha
bir çok hatıralar yazılıyor, Kur’an-ı
Kerim yazılıyor. Hz Ali Efendimiz Kufi
yazıyı sistemleştiriyor. Dört çeşide
indiriyor. Onun için hat sanatının piri
Hz. Ali Efendimizdir. Çünkü küfiyi
sistemleştirmiştir. Zaten Hz. Ali hattın
piri, küfi de “Ümmü’l Hutut” yani
“yazıların anası”dır. Ama diğer 6 çeşit
yazıyı ilk kim yazdı belli değil. Aradan
aşağı yukarı 100 sene geçtikten sonra
İbni Mukle isminde bir hattat ilk defa
kufiden çıkan sülüs, nesih gibi bilinen 6
çeşit yazıyı sistemleştirmiş.
Yani ilk orada mı görüyoruz nesih ve sülüsü?
Belki daha önce yazılmış ama kurallarını
İbni Mukle oturtmuş. Ondan 100 sene
sonra İbni Bevvab diye bir hattat geliyor
KAYIKÇININ ELİNDEKİ VAV
oda makili, reyhani, tevkii yazıları ve
diğer yazıları dolayısıyla “aklam-ı sitte”
dediğimiz 6 çeşit yazı, bu iki hattat
tarafından tamamlanmış oluyor.
O zamandan sonra yeni bir icat yok mu?
Var. 2. Beyazıt Amasya’da iken Şeyh
Hamdullah da Amasyalı. Bir gün 2.
Beyazıt “Efendim, bunu biz kendimize
has bir üslupta yazamaz mıyız” diye
soruyor. Bu büyük bir soru. Şeyh
Hamdullah işte o zaman inzivaya
çekiliyor. 40 gün erbain çıkartıyor
ve sadece yazıyla meşgul oluyor. 40
günün sonunda Şeyh Hamdullah
bu 6 çeşit yazıyı yepyeni bir üslupta
yazıyor. İşte Türk üslubu budur.
Bizim üslubumuz Araplarınkinden
farklıdır. Erbabı bilir, görür görmez
bu bir Arabın elinden çıkmıştır deriz
veya bu bir Türkün elinden çıkmıştır
deriz. Musiki dinlediğimiz zaman
makamını anlamak gibidir. Ondan
sonra Hafız Osman gelmiş, Hafız
Osman gelince Şeyh Hamdullah’ı
unutturmuş. Herkes Şeyh Hamdullah
gibi yazacağım diye uğraşırken Hafız
Osman gibi yazmaya başlamışlar. Rakım
gelince Hafız Osman’ı unutmuşlar,
Rakım gibi yazmaya çalışmışlar. Rakım
Efendi’den dan sonra işte Hafız Sami
var, Necmettin Okyay var. Böylece
bugünlere kadar gelinmiş.
Mustafa İzzet Efendi var.
Evet Hattat Rakım Efendi’nin yolunda
en büyük üstatlardan, hocaların
hocası bir hattatımızdır Mustafa İzzet
Efendi. O’nun apayrı bir yeri vardır
hat sanatımızda. Hiçbir yazısı tenkit
edilemez celi yazılarda bilhassa.
Hocam son olarak, bugünlerde bir ödül
aldınız. Bundan bahsetsek.
Evet. Kültür ve Turizm Bakanlığı
2012 Yılı Kültür ve Sanat Büyük
Ödüllerinden birine bizi layık görmüş.
Uğur Hoca haberdar etti sağolsun.
Hocam malum sayfalar sınırlı. Biz sohbete
doyamadık ama nihayete erdirmek
zorundayız. Bizi kabul ettiniz, ağırladınız.
Çok teşekkür ederiz.
Estağfirullah, Havva hanım’a dikkat
çektiğiniz için asıl ben size eşekkür
ederim.
Her hattatın böyle ilginç
hikâyeleri vardır. Hafız Osman
bir gün kayığa binmiş. Boğaz’a
ya da Haliç’e geçecek. Ama
üzerine para kesesini almayı
unutmuş. Dönmüş kayıkçıya,
‘evlat, para kesemi yanıma
almamışım sana bir ‘vav’
yazayım da sahaflara götür
sat’ demiş. Kayıkçının canı
sıkılmış, ama bakmış ki adam
kelli felli, bir şey diyememiş.
Bu arada Hafız Osman,
kuşağından hokkasını çıkarmış
oracıkta bir vav yazmış ve
inerken onu kayıkçıya uzatmış.
Ertesi gün kayıkçı, soluğu
sahaflarda almış. Daha ilk
dükkânda sahaf, ‘vav’ın Hafız
Osman’a ait olduğunu anlamış
ve iyi paraya ‘vav’ı satın
almış. Gel zaman git zaman.
Bir gün kayıkçı ile Osman
Efendi tekrar karşılaşmışlar.
Hafız Osman kayıktan inerken
parasını uzatmış. Kayıkçı ise,
para yerine bir ‘vav’ daha
istemiş. Osman Efendi ise ‘o,
o zamandı, al bakalım parayı’
demiş...
anahtar // ilkbahar 2013 • 39
ÇELEBİCE
>>
H. İBRAHİM İZGİ
CAMİLERİ OLAN ŞEHİRLER VARDIR, BİR DE ŞEHİRLERİ OLAN CAMİLER...
CAMİLERİ OLAN ŞEHİRLERDEN CAMİLERİ ALIRSANIZ O ŞEHRİN KİMLİĞİ
YİNE YERİNDE DURUR. OYSA ŞEHRİ OLAN CAMİLER ÖYLE DEĞİLDİR.
CAMİLER EN UÇ NOKTALARA KADAR NÜFUZ ETMİŞ VE ŞEHİR ONLAR
OLMADAN DÜŞÜNÜLEMEZ OLMUŞTUR. MEKKE, MEDİNE,
KUDÜS, İSTANBUL VE SARAYBOSNA...
Camileri olan şehirler vardır, bir
de şehirleri olan camiler...
Camileri olan şehirlerden
camileri alırsanız o şehrin
kimliği yine yerinde
durur. Oysa şehri olan
camiler öyle değildir.
Camiler en uç noktalara
kadar nüfuz etmiş ve
şehir onlar olmadan
düşünülemez olmuştur.
Mekke, Medine, Kudüs,
İstanbul ve Saraybosna... Bu
şehirlerin ilki Mekke sonuncusu
ise Saraybosna’dır. Saraybosna’nın
içine bir dantel gibi işlenen camiler
birbirinden farklı hikâyeler anlatırlar.
Bunları dinlemek için yavaşlamanız,
Saraybosna’nın tarihten bugüne yürüyen
adımlarını duymanız gerekir.
Saraybosna camileri Osmanlı şehrinin
nasıl olduğunun bir özetidir adeta.
Nehrin kenarına kurulan sulak bir
şehirde her şey olması gerektiği
şekildedir. Camilerin boyutları devasa
değildir, zaten etkileyiciliklerini de
büyüklüklerinden değil etrafa yaydıkları
huzur hissinden alırlar. Hayat akıp
giderken camiler zamanın boşa
anahtar // ilkbahar 2013 • 40
geçmediğinin kanıtıdır. Sırplar savaş
süresince sadece tarihi değil inancı
da yok etmeye çalıştılar. Ancak göz
ardı edilen bir gerçek vardı ki, inanç
binaların taşlarında değil köklerinde
gizlidir.
BAŞÇARŞI CAMİSİZ
DÜŞÜNÜLEMEZ.
Saraybosna’da çok fazla kubbe
görürsünüz. Ali Paşa Camii, Ferhadiye
Camii, Gazi Hüsrev Bey Camii,
Hünkar Camii ve diğerleri... Şehrin
yamaçlarında kurulan camiler ise
merkezdekilerden farklı olarak kubbe
yerine kare plana sahiptir. Şehrin
merkezine mahsus bir özelliktir kubbe.
Çarşıda halen faal olan zanaatkârlar
aslında camilerin estetiğini garantiye
alan koruyuculardır. Turistlere kahve
takımları hazırlamalarına bakmayın siz.
Onların asıl görevi camilerdeki estetiğin
devamlılığını sağlamaktır. Kronolojiye
baktığımız zaman camiler kahve
cezvelerinden önce gelmişler şehre.
Pekâlâ, şöyle düşünebiliriz: Camiler için
işleme yapan zanaatkârlar zaman içinde
kahve cezvelerine de el atmışlardır.
Bu düşünce bize Boşnak kahvesinin
eşsiz lezzetini de farklı bir yorumla
kavrama imkanı veriyor. Başçarşı’da
harcayacak vaktiniz varsa en güzel
mekânların camilerin bitişiğinde
olduğunu söylemeliyim. Mesela
Moriçe Han... Aliya İzzetbegoviç’in
kurduğu Mladi Müslümani’nin (Genç
Müslümanlar) merkezinin de yer aldığı
bu han, altındaki kahvehaneleriyle
size güzel bir kahve keyfi sunar. Gazi
Hüsrey Bey Camii’nin vakfına ait bu han
gençlerin ve gençliğini koruyanların
uğrak mekânı...
Gençler ve genç kalanlar kahve
siparişi verdiklerinde bir cezvenin
içinde iki küçük fincanı dolduracak
kahve, boş bir fincan ve içinde lokum
olan minik bir şekerlik gelir. İşlemeli
bakır takımla gelen bu kahve takımı
size Saraybosna’da kahve içmenin
adabı hakkında ipucu verir. Zaman
akıp giderken ezan sesini duyarsınız.
Türkiye’den farklı olarak yüksek
sesle okunmaz ezan. Bu nedenle
kulak kabartmanız gerekir. Moriçe
Han’ın yanındaki Gazi Hüsrev Bey
ÇELEBİCE
>>
Camii’ne gitmek sizde farklı çağrışımlar
yapabilir. Savaş zamanında Gazi Hüsrev
Bey Çocuk Korosu’nun okuduğu
ilahiler aklınıza gelebilir... Kendinizi
çağrışımlara bırakırsanız Saraybosna
sizi farklı iklimlere sürükleyebilir.
Şadırvanı geçip camiye ulaştığınızda
içeride genci yaşlısıyla güzel bir cemaat
sizi bekliyordur. Hemen hemen
hiç yadırgamadan camide yerinizi
alabilirsiniz.
Saraybosna camilerinde kendinizi bir
İstanbul camisinde gibi hissetmemeniz
için neden yok. İmam efendinin
kıraatındaki küçük farklılıklar kulağınızı
tırmalamaz, aksine farklı bir tad bırakır
gönlünüzde... Vakit namazlarında
mahalle camilerinde gördüğünüz
kadın cemaatin sayısı hiç de az değildir.
Camide herkese yer vardır.
Etrafa bakarken müezzin mahfeline
göz attığınızda fesli müezzinle göz göze
gelirsiniz. Evet, burada bazı müezzinler
anahtar // ilkbahar 2013 • 42
hala fes giymektedir. Hatta bazı imamlar
imame sarılı olmayan feslerle kıldırırlar
namazı. Fes hayatın içindedir hala. Hatta
şehrin futbol kulüplerinden FK Sarajevo
kendine fesin rengini seçecek kadar
benimsemiştir bu geleneği. Camiden
adımınızı dışarı attığınızda yakındaki
başka bir camiden çıkanları görecek
kadar iç içedir her şey.
Şehrin yamaçlarına kurulmuş camiler
ahşap minareleriyle sizi selamlar. Eski
bir arkadaşı görmüş gibi olursunuz ve
siz de selam vermek için yanına gitmek
istersiniz. Ona yaklaşırken az ileride
başka bir cami ve başka bir minare
dikkatinizi çeker. Ona yönelirsiniz
ve sonra bir diğeri dikkatinizi çeker...
Camilerin avlusuna girdiğinizde sizi
bir tarafta Osmanlı dönemi mezarları
karşılar, belki bir türbe... Ancak diğer
tarafta taze mezarlar vardır. Savaş
döneminde genç yaşta toprağa düşen
isimleri okursunuz. Karşınızda savaşın
ve direnen Saraybosna’nın görüntüleri
belirir. Yatsı namazının ardından
sabah görüşmek üzere ayrılırsınız
Saraybosna camilerinden... Yeni
bir güne yeni bir camide başlamak
üzere... İkametiniz Başçarşı’ya
yakınsa Hünkar Camii’ne gitmek
için Milyaçka Nehri’ni geçmeniz
gerekir. Sabahın erken saatinde
Sebil’in güvercinlerini ürkütmeden
sık adımlarla Hünkar Camii’ne
geçtiğinizde saflarda iki genç çocuk
görürseniz bu satırların yazarını
hatırlayabilirsiniz. Sabah namazının
ertesinde imam cemaatle teker teker
selamlaşır ve Türk olduğunuzu fark
ederse Türkçe olarak Allah kabul etsin
diyebilir. Sonra o iki küçük çocuğu
görüp Mladi müslümani (Genç
Müslümanlar) diyerek geçmişten
geleceğe bir selam gönderebilir.
Aliya İzzetbegoviç’e, savaşta direnen
Saraybosna’ya ve tüm Bosna Hersek’e
gönderilen bir selam.
Diyebiliriz ki Saraybosna tek bir şey
olsa bu cami olurdu, tek bir ses olsa o
da ezandır. Geride kalan tüm şeyler bu
tablonun detaylarını oluşturur.
anahtar // ilkbahar 2013 • 43
SAYGIYLA
>>
"SEHA YENİ BİR PROJEYE BAŞLADIĞI ZAMAN
İNSANLAR AKIN AKIN ORAYA GİDİYORLAR"
SEHA İSMİ ÇOK ÖNEMLİ BİR
İSİM. BU İSİM 20 YILDA 30
YILDA KAZANILMIŞTIR. SEHA
YENİ BİR PROJEYE BAŞLADIĞI
ZAMAN İNSANLAR AKIN AKIN
ORAYA GİDİYORLAR VE NİYE
DİYE SORSANIZ, "SÖZLERİNİ
TUTUYORLAR, AKİTLERİNE
SADIK KALIYORLAR" CEVABINI
ALIYORSUNUZ.
Bu sayımızda “Sizinle” bölümünün konuğu Seha Kule Konaklar’dan daire alan
ve bu sitenin yöneticiliğini yapan İsa YILMAZ. İsa Bey’le Seha Yapı’yla nasıl
tanıştığını, tercih sebeplerini ve Kule Konakları konuştuk.
Efendim merhaba. İsa Bey sizi tanıyarak
başlayalım söyleşimize.
Ben emekliyim. Büyük ticari araç
ticaretiyle uğraştım. Şimdi çocuklarım
büyüdüler onlar devam ediyorlar, ben
artık torunlarımla vakit geçiriyorum.
Seha yeni bir projeye başladığı zaman
insanlar akın akın oraya gidiyorlar ve
niye diye sorsanız, “güvenli bir firma
diyorlar. Çünkü sözlerini tutuyorlar,
akitlerine sadık kalıyorlar, bir sıkıntımız
yok diyorlar.”
Büyük araç ticareti derken kamyon, tır gibi
araçlar mı?
Kamyon, tır, otobüs. Nakliyecilik yaptım
uzun zaman. Otobüs çalıştırdım falan.
Alım satımını da yaptım. 2000’den
sonra çocuklara devrettim. Onlar devam
ediyorlar.
Eşinize dostunuza tavsiye ettiniz sonunda
siz de Kule Konaklar’ında Seha Yapı’nın
müşterisi oldunuz. iki oğlunuz ve siz.
Evet, geldik yerleştik iki oğlumla
birlikte. Onlara da birer daire aldık.
Oturduğumuz yer de merkezi bir yerdi.
Ama Kule Konakları’nın bir alternatif
yoktur. Kule Konakları yapılırken,
oğlum, baba böyle böyle bir yer var dedi.
Düşündük, değerlendirdik, üzerine
biraz katkıda bulunduk. Aldık oturduk.
Geldiğim dairenin 2 katı gibi bir daire ve
daha ferah, daha kaliteli.
Seha Yapı ile ne zaman tanıştınız?
Ben Seha’yla Zafer Bey zamanında
tanıştım. Kule Konaklar’a gelmeden
önce. Ama daha önce komşumuzdu eski
oturduğum yerde. Oradan tanıyorum.
Eşime dostuma daire almışımdır.
Taahhütlerinde en ufak bir aksama
görmedim.
Seha, tavsiyelerinizi boşa çıkarmamış
anlaşılan?
Seha ismi çok önemli bir isim. Bu isim
belki 20 yılda 30 yılda kazanılmıştır.
anahtar // ilkbahar 2013 • 44
HANIM TEMİZLERKEN ZORLANIYOR
2+1 brüt 176 m2 , neti 150 m2 olsa gerek.
Eski evimin brütü 150 m2, neti
120 m2 idi. Buranın neti 150 m2.
Hanım geçenlerde temizlik yaparken,
“bu dairede bir büyüklük var, ben
temizlerken zorlanıyorum” diyor.
Bir terslik var diyor yani
Zorlanıyor temizlerken. Buranın
2+1’leri İstanbul’un 4+1’leri gibi. Sanki,
çoluğunu çocuğunu evlendirmiş, fazla
odaya lüzum yok, geniş geniş oturalım
diyenler için yapılmış.
Bir de emeklinin çok misafiri olur
ya; bizim 25 kişiyi ağırlayacak güzel
bir salonumuz var. 25 kişiye hizmet
verebilecek güzel bir mutfağımız var.
Oturma odamız var kendimize yetecek
şekilde. Yatak odamız öyle. Soyunma
odası, kiler, çamaşır odası, daha ne
olsun. Çok güzel bina yapmışlar, Allah
için. Ayrıca buradaki projedeki en güzel
kısım, 50 kişinin bir arada oturabileceği
güzel bir lobimiz var. Çok güzel bir şark
odamız var. Geçen mübarek günde 130
bayan sohbet yaptı. Emeği geçenlere dua
ettiler. Kütüphanemiz de var.
Şimdi şöyle baktığım zaman gerçekten
hiç paradan kısmamışlar. Bakın geçen
ay 176 m2 yerde 82 liralık doğalgaz
yakmışım. Çıktığım yerde annem hala
daha oradadır, 150 m2 dairede 380 lira
yakıt parası verdik. Bu bina 20 katlı,
camları nasıl temizleyeceksiniz? Öyle
düşünmüşler ki boydan boya balkon
gibi koridor var. Camları rahat silsinler
diye. Bir misafirimiz gelse, misafirin
bekleyeceği bir yerimiz var. Yani her şey
güzel düşünülmüş burada. Herkesin 2
tane otoparkı var. Çok güzel depolarımız
var; ister turşu koy, istersen eski eşyanı.
Peki daireniz prim yaptı mı?
Çok aşırı prim yaptı. Akşam oturmaya
geliyorlar buraya, konuşurken burası
çok güzel olmuş ne olur bir daire de bize
bulur musunuz diyorlar. Talep artıyor
yani. Konya’da herhangi bir apartmanda
bir kapıyı açtığınız zaman, ya karşınızda
ya biraz sağında ya biraz solunda bir
kapı vardır mutlaka. Yani eşiniz sabah
sizi uğurlarken kapının arkasında
saklanarak uğurlamak zorunda, yoksa
görünür. Kapının dışına çıkmadığınız
sürece kimseyi görmezsiniz, kimse de
sizi görmez.
BURASI KAFA DİNLEME SİTESİ
Buranın mimari tasarımı da
kendine özgü o halde.
8 daire var mesela bizim burada 6
tane asansör var. Ne sabah ne akşam
yoğunluk olmaz. Sanki böyle kafa
dinleme sitesi gibi bir yer. Mutfakla bu
taraftaki daire bitişik. Ne onlardan bu
tarafa bir ses gelir ne bu taraftan o tarafa.
Çok güzel yalıtımlarını yapmışlar. Şimdi
hangi birisini söylersiniz. Camları öyle,
dış kapısından tutun balkonları öyle,
şunları öyle, bunları öyle...
Allah güle güle oturmak nasip etsin.
Komşuluk ilişkileri de iyi. İnsanlara
daire satmışlar ama hakikaten de
seçici olmuşlar ben öyle gördüm yani.
Tanıdıkları insanlara daire satmışlar
sanki. Yani şu projeden adam gelmiş bu
projeden adam gelmiş daire almış.
Seha sistemi bu. Önce eski müşterilerine
haber veriyorlar.
Zaman zaman yönetimde olmamdan
dolayı mesela bir kalabalık görüyorum.
Bil ki yeni bir proje başlamış hemen
onun için bir akın var. 2 gün evvel ben,
kayınbiraderimin oğluna Kardelen
Sitesi’nden daire aldık. Mesele güven.
Bu olay iki günde olmuyor diyorsunuz.
Güvene yönelik beklentileriniz, gelişimi nasıl
oldu peki sizce? Yani bu tür siteler yaptığı
sürece satar mı yani başarılı olur mu?
Ben artık Sehanın meskenden öte ticari
alanda da ileri gitmesini arzu ediyorum.
Yani daha büyük ticari alanlara yatırım
yapmasını isterim.
anahtar // ilkbahar 2013 • 45
KEYİFLE
>>
ENGİN KABAN
TÜRKİYE'DE ŞÖHRETİ, BULUNDUKLARI SEMTİN VEYA ŞEHRİN
SINIRLARINI AŞMIŞ BİR ÇOK SEMT PAZARI VAR. BUNLARDAN
BAZILARINI SİZLER İÇİN DERLEDİK.
İSTANBUL'UN EN BÜYÜK PAZARI
FATİH ÇARŞAMBA PAZARI
Herhalde duymayan yoktur. Zira Türkiye’yi bile aşmış bir pazardır. İstanbul’un Fatih
ilçesinin Çarşamba semtinde kurulur. Çarşamba Pazarı 7 ana cadde ve 17 sokak
üzerinde kuruluyor. Bu caddelerden üçünün, sokaklardan da on birinin tamamı
pazara ayrılıyor. İğne atsanız yere düşmeyen Çarşamba Pazarı’nda giyim, sebze ve
meyvenin yanı sıra canlı çiçek, porselen, tencere tava gibi akla gelen hemen her şey
satılıyor. Pazara İzmit, Bursa, Edirne, Tekirdağ’dan gelenler var. Bolu, Kastamonu
ve Trakya’dan da mamul geliyor. Bazı tezgahlarda kredi kartı kabul ediyor. Ünlü
markaların fabrikalarından toplanmış rengârenk ve çeşit çeşit kumaşlar, perdeler,
kaplamalık kumaşlar, battaniyeler, pikeler, en kaliteli markaların tasarladığı
kıyafetlerde bile bulunmayan süslemeler, en son moda kıyafetler, ayakkabılar,
çantalar, lüks mağazalarda satılan her türlü ev eşyası... Devasa alışveriş merkezlerine
kıyasla adım atmak ne kadar zor olsa da sıcak ortamıyla hemen sizi içine alıveriyor.
anahtar // ilkbahar 2013 • 46
CUMALIKIZIK PAZARI:
DOĞAL ÜRÜN PAZARI GİBİ
Bursa’daki Osmanlı köyü Cumalıkızık’ta yaşayan
köy kadınları, yaz aylarında gelen turistlere ev
yapımı ürünler satarak, aile ütçelerine katkı sağlıyor.
Yaz aylarında haftanın her günü sabahın erken
saatlerinden akşama kadar açık kalan tezgahlardan,
Osmanlı torunu kadınların hazırladığı el yapımı
erişte, mantı, onlarca çeşit reçel ve turşu, bazı meyve
çeşitleri, gözleme, örgü çorap, cevizli ekmek, salça gibi
birçok ürün satın alınabiliyor.
ULUS PERŞEMBE PAZARI:
MEŞHUR SOSYETE PAZARI
Adı böyle olsa da artık
Ulus’ta değil. 7 yıl önce
kapanan meşhur pazar artık
Ortaköy’de müşterileriyle
buluşuyor. Eskiye göre daha
ferah bir alandaki pazar,
vale ve servis hizmeti, mobil
tuvaletleri ve kabinleriyle
de daha modern. Pazarcılar
“Pek çok kişi hâlâ habersiz”
diye yakınsalar da pazar
bu haliyle daha düzenli.
9 dönümlük bir alana
kurulan pazarda 950 tezgâh
yer alıyor. Çoğu ünlü
markaların ihraç fazlası
ya da iyi taklitleri olan
ürünlerin de satıldığı pazar
sokak arasında olmadığı
için trafiği de etkilemiyor,
çevrede yaşayan insanları
rahatsız da etmiyor.
anahtar // ilkbahar 2013 • 47
KEYİFLE
>>
BODRUM MAZI KÖYLÜ PAZARI’NDA
HALILAR, ÖRTÜLER ILGI GÖRÜYOR
Bodrum’un Mumcular beldesine bağlı ünlü
Aşağı ve Yukarı Mazı köylerinin pazarı, Bodrum
Yarımadası’nda tek köy pazarı. İki köyün arası 4
kilometre. Yukarı Mazı’da 80, Aşağı Mazı’da 60
tezgah kuruluyor. Bodrum, Milas ve Yatağan’dan ve
civar köylerden gelenler meyve-sebze ile evlerinde
yaptıkları ürünleri satıyorlar. Pazar’da Pınarlıbelen,
Çökertme, Kızılağaç ve Kurudere köylerindeki
genç kızların evlerinde yaptığı örtüler, perdelikler
ve kaneviçeler ilgi görüyor. Bozalan, Mumcular ve
Türkevleri Köyü’ndeki ev tezgahlarında dokunan
halı ve kilimler de satılıyor. Taze ürünler öğle
saatlerinde tükendiğinden erken gitmekte yarar var.
BOLU KÖYLÜ PAZARI’NDA
PAZARCILAR KADIN, HER ŞEY ORGANIK
Pazartesi günleri 600 köylü, bin metrekarelik alanda
pazar kuruyor. Satıcıların çoğu kadın. Sebze, meyve
ve süt ürünleri açısından Bolu’daki tüm pazarların
tek hakimi olan kadınlar, yetiştirdikleri ürünleri
satıyorlar. “Artık pazarlara alıştık, evde sıkılıyoruz”
diyen köylü kadınlar, dağ çileği, mantar ve yaban
bitkileri de satıyor. Pazarda satılan tarhana, erişte,
tereyağı, pekmez, salça, güneşte kurutulmuş
meyveler, süt ürünleri vb. hepsi organik. Büyük
şehirlerin AVM’lerine talim eden hanımlar, gerçek bir
pazarda dolaşmanın, rengi ve kokusu her mevsim
değişen tarlalarda dolaşmaya benzediğini bilmezler.
GÜZELYALI (ÜÇKUYULAR) PAZARI
İZMİR’İN GELENEKSEL PAZARI
İzmir’in en eski pazarlarından biri olan Güzelyalı
Pazarı, Üçkuyular Meydanı’nın adıyla anılıyor.
Çeşme çıkışında bulunan pazar yeri, yazın
İzmirlilerin akınına uğruyor. Çarşamba ve pazar
günleri kurulan pazarda meyve sebze, kuruyemiş,
taze balık, giyecek, zücaciye satılıyor. 200’e yakın
tezgâh bulunuyor. Pazarcı esnafının dışında Çeşme,
Urla, Karaburun gibi ilçelerin üreticileri de mallarını
satmak için bu pazarı seçiyorlar. Üreticilerden mal
almak isterseniz çarşambayı tercih edin. Özellikle
Ege’nin çeşit çeşit şifalı otlarını bahar ve sonbaharda
bulabilirsiniz.
GÖNEN OYA PAZARI EL EMEĞİ, GÖZ NURU
Yıllardır Kaplıcaları ile adından söz ettiren
Balıkesir’in Gönen İlçesi, bundan sonra İğne Oyaları
ile de adından bir hayli söz ettireceğe benziyor. Her
salı büyük kapalı pazar yerinden 2 bölümü kaplayan
Oya Pazarı, her yıl büyüyerek daha geniş kitlelere
ulaşıyor. İğne oyasından kadın kıyafetlerine kadar
birçok ürünün satıldığı pazarda, Gönen’li kadınların
tamamen el emeği ile yaptıkları ürünler sergileniyor.
Her geçen gün ilçe dışından gelen büyük
toptancıların ilgilisi çeken Oya Pazarı, özellikle Ege
ve Akdeniz sahillerinden gelen iş yeri sahiplerine de
hizmet veriyor.
anahtar // ilkbahar 2013 • 48
anahtar // ilkbahar 2013 • 49
BİZİMLE
>>
190.000
başlayan
fiyatlarla
TL’den
SEHA’ NIN ÖZLEM MAHALLESİ’NDEKİ İLK PROJESİ
ÖZLEM KONUTLARI’NDA
HUZURLU BİR YAŞAM SİZLERİ BEKLİYOR
MODERN MİMARİSİYLE
BULUNDUĞU BÖLGEYE AYRICALIK
KATAN ‘ÖZLEM KONUTLARI’,
‘SEHA YAPI’ GÜVENCESİ ALTINDA
66 KONUT VE 9 TİCARİ ALANIN
BULUNDUĞU BİR BUTİK PROJEDE
SİZ DE YERİNİZİ ALIN.
Seha Yapı’nın kentsel dönüşüm projesi
çerçevesinde, kat karşılığı esasıyla, Özlem
Mahallesi’nde yapımına başladığı ‘Seha
Özlem Konutları’nın satışı sürüyor. 2013
yılının Aralık ayında teslim edilmesi
planlanan Seha Özlem Konutları’nda
dairelerin tamamı 3+1 tipinde tasarlandı.
Merkezi ısıtma sisteminin bulunduğu bu
seçkin projede toplam 66 dairenin sadece
34 dairesi satışa sunuldu. Buna ek olarak
9 adet de ticari alan bulunuyor.
son derece kullanışlı, konforlu ve kısıtlı
sayıdaki bu özel konutlar uygun ödeme
seçenekleriyle sahiplerini bekliyor.
Kule Plaza zemin katında yer alan
satış ofisimizde, güler yüzlü satış
temsilcilerimiz her türlü sorularınızın
cevapları için sizleri bekliyor. Bunun
yanı sıra 444 73 42 veya 0332 221 39 00
numaralı danışma hatlarını arayarak da
detaylı bilgi alabilirsiniz
Proje görsellerini görmek ve daire
planlarını incelemek için www.sehayapi.
com internet sitesini ziyaret edebilir,
ulaşmak istediğiniz tüm bilgilere web
sitemizden ulaşabilirsiniz.
PROJE KÜNYESİ
Adı: Seha Özlem Konutları
Lokasyon : Özlem Mahallesi, Selçuklu,Konya
Kullanım Amacı: Konut + İşyeri
Konut Sayısı : 66
Konut Tipi: 3+1
Konut Büyüklükleri: Brüt 157 m² ila 169 m² aralığında
Konut Fiyatları: 165.000 ¨ ila 186.000 ¨
Satıştaki Konut Sayısı: 34
anahtar // ilkbahar 2013 • 50
Ticari Alan Sayısı : 9
Ticari Alan Büyüklükleri: Brüt 35 m² ila
231m² aralığında
Ticari Alan Fiyatları:
Min. 107.000 ¨
Max. 424.000 ¨
*Verilen alan ölçülerinde mimari projedeki
kaba ölçüler esas alınmış olup, yuvarlanmıştır.
İmalata bağlı olarak farklılık gösterebilir.
anahtar // ilkbahar 2013 • 51
RÖPORTAJ
>>
OSMANLI’NIN
FETHETTİĞİ YERLERDE İSLAM,
“MEVLÂNA’YI TANIYAN,
MEVLÂNA’YI FAKÜLTEDE
BULUP HAYRAN OLAN, SEVEN
VE ÂŞIK OLAN BİR İNSAN”
OLARAK KENDİSİNİ TANITAN
NURİ ŞİMŞEKLER İLE MEVLANA
ENSTİTÜSÜNDEKİ ÇALIŞMALARI
VE MEVLANA ÜZERİNE
YOĞUNLAŞAN ÇALIŞMALARI
HAKKINDA KONŞTUK.
MEVLEVİLİK KÜLTÜRÜYLE
SEVDİRİLMİŞ
Hocam Mevlana Hazretleri ile tanışmanız
nasıl oldu?
Mevlâna’yı fakültede bulup hayran olan,
seven ve âşık olan bir insanım. 1990
yılında Selçuk Üniversitesi, Fars Dili
ve Edebiyatı Bölümü’nde yüksek lisans
ve doktoramı Mevlâna ve Mevlevilik
üzerine yaptım.
23 yıldır bu üniversitenin çatısı altında
Mevlâna’nın eserleriyle ilgili yoğun
çalışmalarım oldu. Ancak Hz. Mevlâna
koskoca bir okyanus. Onu, bunca yıldır
okumamıza, araştırmamıza rağmen tam
olarak tanıyoruz diyemem. Çünkü Hz.
Mevlâna’yı tam olarak tanıyabilmek
için öncelikle İslâmiyet’i ve tasavvufi
literatürü çok iyi bilmek gerekir
diye düşünüyorum.
Mevcut kuralları aşıp gönlünü de işin içine
dahil ederek değil mi?
Tabi ki. Sadece zahiren ibadetlerin
yapılmasını Hz. Mevlâna cevizin dışına
benzetiyor. Cevizin içi olmazsa, diyor
dışı istediği kadar sağlam olsun, hiçbir
anahtar // ilkbahar 2013 • 52
işe yaramaz. Cevizin içi nedir? İbadetleri
zevkle yapmaktır, yapabilmektir. İbadetler zevkle yapılabilirse içi dışı bir olur.
Ama şu da yanlış anlaşılmasın. Cevizin
dışı yani şeriat yoksa o zaman da ceviz
çok çabuk bozulur, çürür, diyor Hz.
Mevlâna. Yani içle dış bir bütün olmalıdır. Yani ‘tohumun ağaç olması için iç,
ibadetlerin netice verebilmesi için zevk
gerek’ diyor, Mevlâna. Aynı zamanda
Muhammedi yolda İslam inancını nasıl
yaşamamız gerektiğini öğrettiği için Hz.
Mevlâna’yı severek ve zevkle okuyoruz.
70’lerden bugüne hem Konya’da hem
Türkiye’de Mevlâna’ya karşı artan bir ilgi söz
konusu. Bu ilgi sizce, turistik bir ilgi mi yoksa
gerçekten Mevlâna’yı anlamaya mı yönelik?
Aslında her ikisi de. Son yıllarda Hz.
Mevlâna’yı iki kesim okumaya ve
anlamaya çalışıyor, tespitlerime göre.
Bir tanesi artık maddi açıdan doymuş
hayattan bir beklentisi olmayan bir
grup, diğeri ise bir şekilde darbe yemiş,
sıkıntıya düşmüş ve boşluk içinde
dine, manaya yönelirken Hz. Mevlâna
ile karşılaşmış grup. Onun özellikle
Mesnevisi, ikinci grubu daha çok
etkilemektedir. Ki o kitapta Mevlâna,
hemen her derdin ‘O’ sevgiliden
geldiğini, yanıp-yakılma yerine ‘ne
yaptım da buna lâyık görüldüm’
sorusuyla kişinin kendine bakması
gerektiği, böyle olmasa bile ‘her ne
gelirse Sevgili’den bir lokma gibi, bir
şerbet gibi içilmesi gerektiği’ inancıyla
bakılmasını öğütler. Özetle insanların
buraya gelip ondan etkilenmesi ve
hakkında bir şeyler okuma düşüncesi
Hz. Mevlâna’yı tanımak anlamında
olumlu bir ilgi diye düşünüyorum.
Burada da bizim sadece Mevlâna
Türbesi’ni gezi haricinde bu talebe
sunacağımız Hz. Mevlâna’yı doğru bir
şekilde anlatabilecek arzlarımızın da
olması önem arzetmektedir.
Bir de Mevlâna hakkında çeşitli yayın
organlarında çok şey söyleniyor. Ve hakkında
çokça kitap yazılıyor. Bu yayınlar konusunda
ne düşünüyorsunuz?
Bugün Batı’da piyasada satılan Mevlâna
kitapları 200 civarında. Yine son
yıllarda Amerika’da en fazla okunan şiir
kitaplarının içinde Mevlâna’nın eserleri
var. Birçok yerde Mevlâna kitapları
baş sıralarda yer alıyor. Bunun olumlu
olumsuz tarafları var elbet. Amerika’da
basılan Mevlâna kitapları içinde bizim
de altına imza atacağımız kalitede ve
içerikte kitaplar var. Ama Mevlâna’yı
konu alan kimi popüler kitaplar da
var. Ki onlar çoğunlukla satış kaygısı
ile yazılmış kitaplardır ve Mevlâna’yı
yeterince anlatmamakta ve yeterince
yansıtmamaktadır. Hatta Amerika’da
Mevlâna’yı tüm dinleri karıştırıp bir
araya getiren bir Peygamber, Mevleviliği
de bir din gibi görenler bile var. Bunların
sayısı az olsa da şimdiden önüne geçme
yönünde çalışmalar yapılabilirse ileri de
telafisi olmayan büyük sorunlar bertaraf
edilmiş olur.
Kurgulanan bir Mevlana algısı var
diyebilir miyiz?
Aynen öyle. Mesela, Coleman Bark
kendisi de şairdir. Hz. Mevlâna’nın
şiirlerini alıp kendisi kurguluyor.
İçerisine kendince manalar katıyor.
Bunlar çok güzel şiirler, ama dediğim
gibi Hz. Mevlâna’yı tam yansıtmıyor.
Yani birçok romanda birçok kitapta
Mevlâna ve Hocası Şems’den söz
edilir. Ancak bunlar birer roman,
yani kurgudur. Mevlâna’yı tanıtmak
anlamında yararlıdır, fakat birer kurgu
roman olduğu için dikkatli okumamızda
da yarar var. Tam gerçeğini arıyorsak bu
alanda uzman olan bilim insanlarının
eserleri okunmalı.
Bunun paralelinde filmlerden sosyal
medyaya, gündelik yaşamdan, basına,
televizyonlardan siyasete dek birçok
alanda Mevlâna’nın adı, onun sözleri
kullanılır. Öte yandan her geçen gün
Mevlâna’yı okuyanlar artıyor. Hakkında
yeni kitaplar, yeni araştırmalar çıkıyor.
Bunların yararı da var riski de…
Ama Mesnevi bile asıl mananın herkesin
boğazından geçebilecek küçük lokmalar
şeklinde örneklerdir. Bu lokmalarla
midesini biraz doyurabilir. Fakat esas
anahtar // ilkbahar 2013 • 53
RÖPORTAJ
>>
öğrendiğimiz Hz. Mevlâna’yı ve evrensel
düşüncelerini anlatmaya çalışıyoruz.
Sadece biz değil, bu konuda uzman olan
ülkemizdeki diğer bilim insanlarından
periyodik şekilde bu anlamda katkı
istenmesi de daha anlamlı olur
düşüncesindeyim. Tamam semâ olarak
her ülkeye gidiyor olabiliriz, ama bilgi
olarak aç insanların da doyurulması
gerekir.
1925’TE MEVLEVİHANELER
KAPATILINCA ORADA BULUNAN
SADECE KİTAPLAR DEĞİL,
MEVLEVİLİKLE İLGİLİ EŞYALARIN
ÇOĞU BİR ŞEKİLDE ANKARA’YA,
İSTANBUL’A VE BİR KAÇ MERKEZE
TOPLANMIŞ. BİR KISMI MÜZELERE
DAĞITILMIŞ.
olarak doyabileceği yer, Kuran-ı Kerim
ve Hadislerdir, Hz. Peygamberin yaşam
tarzıdır. Zaten Mevlâna’nın da hep
vurgulamaya çalıştığı yol budur.
Mevlâna’ya ait olmayan sözleri, onun
sözleriymiş gibi ifade edenler oldu. Gerçi
onlar da çirkin, kötü sözler değil belki ama
Mevlâna’nın olursa daha çok kabul görür gibi
anlayış söz konusu…
Çok doğru. Hz. Mevlâna’ya ait olmayan
bir özlü söz, belki de bir atasözü, onun
imzası ile yayımlanınca, altına onun
ismi yazılınca, sanki o söz daha bir
değerliymiş gibi algılanıyor Daha çok
itibar görüyor…
Bir de millet sözüne inanacağı
ombudsman arama peşinde.
Kendi istedikleri gibi onu görmek,
konuşturmak istiyorlar. İşte böylece de
‘herkesin bir Mevlâna’sı ortaya çıkıyor.
Neler yapılmalı?
Yurt dışında görevlendirilen özellikle
Kültür Bakanlığı’nı temsilen yurtdışında
bulunan kimselerin, tüm dünyada
bir şekilde az ya da çok tanınan Hz.
Mevlâna ile ilgili bilgi sahibi olmaları
sağlanabilir. Biz de bilim insanı
sıfatıyla zaman zaman yurt dışından
aldığımız davetlere icabet ederek
dilimiz döndüğünce, kabımız aldığınca
anahtar // ilkbahar 2013 • 54
Hocam Enstitü’ye geçmek istiyorum. Ne
zaman ve hangi hedeflerle kuruldu enstitü?
Bu konudaki çalışmalarınızı anlatır mısınız?
Öncelikle şunu söylemek isterim:
Bir şahısla ilgili enstitü olur mu, bir
şahıs adına bir enstitü kurmak gerekir
mi, içi dolar mı, bu sorgulanabilir.
Abdülbaki Gölpınarlı bu soruya ‘eğer
söz konusu kişi Hz. Mevlâna ise
tereddüt bile edilemez, kurulmalı’ diye
cevap vermiş 1950’li yıllarda. Tabi ki
Hz. Mevlâna çok farklı ve çok yönlü.
Tek bir şahıstan ibaret değil. Vefatından
sonra oluşturulan bir Mevlevilik
kültürü var ve 700 yıldır bir çok ülkede
etkin. Dahası sadece Konya ile sınırlı
kalmamış. Osmanlı’nın fethettiği
her yere, 140’a yakın Mevlevihane
kurulmuş. Mevlevilik kültürüyle birlikte
İslâm sevdirilmiş. Haliyle bilimsel
olarak araştırılması gerekir Mevlâna
ve Mevleviliğin tarihsel yolculuğu ve
edebiyat ve san’atımıza katkıları.
Bir enstitü kurulması için yıllardır
yürütülen bir çaba var. 1950’li
yıllarda Konya’da henüz üniversite
kurulmamışken bu husus tartışılıyordu.
Mevlâna Tetkikleri Enstitüsü kurulsun
diye çok fazla kişiden öneri gelmişti.
Prof. Hamdi Ragıp Atademir, F. Nâfiz
Uzluk, Abdülbaki Gölpınarlı, Celâleddin
Çelebi ve Nezihe Araz bu isimlerin
başında geliyor. 1968 yılında, dönemin
Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem’in
onayı ile ‘Mevlâna Tetkikleri Enstitüsü’
inşaatına, aralık ayına denk gelen Şeb-i
Arûs törenlerinde başlanmış.
Enstitü, bugün Mevlâna müzesinin
karşısında yer alan -günümüzde
yıkılan- İl Halk Kütüphanesi’nin
olduğu binada faaliyet yürütmüş, yada
faaliyetsiz beklemede kalmış, desek
daha doğru. Daha sonra artık ne yaşandı
ne bitti bilmiyoruz ama, 1973 yılında
enstitünün tabelaları sökülmüş ve oraya
Konya İl Halk Kütüphanesi taşınmış.
1978 yılında, Selçuk Üniversitesi’nin
kuruluşundan 3 yıl sonra Edebiyat
Fakültesi bünyesinde bir Mevlâna
Araştırmalı Enstitüsü açılmış. Fakat
henüz enstitü, herhangi bir faaliyet
yürütmeden 1980 yılı 12 Eylül askeri
ihtilalinin ardından kurulan YÖK
kararı ile feshedilmiş. Sonra Selçuk
Üniversitesi’nin enstitü açma girişimleri
2004 yılına dek sonuçsuz kalmış. YÖK’e
iletilen düşünceler, her defasında geri
çevrilmiş. 2004 yılında Rektör Prof. Dr.
Süleyman Okutan bizleri görevlendirip
bu konuda bir çalışma yapmamızı
istedi. Hazırladığımız bir raporu YÖK’e
sunduk ve 17 Mayıs 2005 tarihinde
Resmi Gazetede yayınlanarak, Mevlâna
Araştırma ve Uygulama Merkezi adıyla
hayata geçti. 2010 yılında ise yine
aynı aşamalardan geçerek bu Merkezi
Enstitü haline getirdik. Ancak işler
enstitü olmakla bitmiyordu. Buraya
öğrenci almak, bir anabilim dalı
açmak da gerekiyordu. Bu da yine
geçtiğimiz yıl eylül ayında başarıldı.
Şimdiki rektörümüz Prof. Dr. Hakkı
Gökbel’in gayret ve destekleriyle YÖK’e
başvurumuzu yaptık ve ‘Mevlâna ve
Mevlevilik Araştırmaları Anabilim Dalı’
adıyla bir bilim dalı kurulması sağlandı
ve burada yüksek lisans açılmasına da
muvaffak olundu.
Hocam ssohbetimizi Hazreti Pir’le
tamamlayalım dilerseniz…
Dinimizi anlayabileceğimiz şekilde
örneklerle en güzel şekilde anlatımını
yapanlardan biridir Hz. Mevlâna.
Yine 1300’lü yıllardan günümüze
kadar kültür ve edebiyat sarayımızın
direklerinden önemli bir taşıyıcıdır
Mevlevilik. Bunun günümüz insanı
için de kıymetli bir parça olarak ülke
zenginliğimiz içinde görüldüğüne şahit
oluyoruz. Burada bize düşen görev,
kişisel ya da kurumsal kaygılardan
uzak bu güzel değerlerimizi çok
iyi araştırıp aslına uygun olarak
tanıtmaya çalışmaktır. Yüzlerce yıldır
en güzel şekilde korunan mücevherin
gelecek kuşaklara da kırılmadan,
parçalanmadan, örselenmeden
ulaştırılması gerekmektedir. Değilse, bir
Bizans kalıntısını, bir aslan heykelini
korumak için kanun çıkarırken, bir
kaşıkçı elmasını, bir sultan kaftanını
korumak için büyük paralar harcarken,
elimizdeki gerçek manevi mücevherleri
hoyratça kullandırıp tedbirler almazsak
tarihe karşı sorumlu hale geliriz. Son
olarak, nasıl somut kültürel varlıklarını
koruma kanunu varsa, bu tarz manevi
değerlerin korunmasına yönelik de
kanunların çıkarılması gerekmektedir,
hemen hiç vakit kaybetmeden. Aksi
takdirde mücevherlerimiz sarrafların
elinde bir bütün olarak güzel bir şekilde
işlenmek yerine, sahtekârların elinde
parçalanıp parçalanıp aslından kopuk
bir halde o eşyaya şu eşyaya süs yapılıp
satılacaktır.
Eyvallah efendim…
Eyvallah.
anahtar // ilkbahar 2013 • 55
BİZİMLE
>>
225.000
başlayan
fiyatlarla
TL’den
SEHA ŞELALE PARK
3. VE SON ETAPTA SAYILI DAİRELER
KOCAMAN SALONU, 4
ODASI, MUTFAĞA AÇILAN
ENTEGRE KİLERİ VE
182 METREKARELİK
ALANI İLE HER İHTİYACA
CEVAP VERECEK ÖZEL
KONUTLARDA SON
FIRSATLAR. MİMARİSİ
VE ÇEVRE DÜZENLEMESİ
İLE GÖZ ALICI BİR
GÜZELLİĞE SAHİP ‘SEHA
ŞELALE PARK’IN 3.
ETABINDA DA DAİRELER
BİTMEK ÜZERE…
anahtar // ilkbahar 2013 • 56
Hayatına konfor katmak isteyenler
için, farklı, özel ve ferahlık duygusunu
fazlasıyla hissettiren ‘Şelale Park’ evleri,
Seha Yapı güvencesi ile son daireler
şanslı alıcılarını bekliyor. 225.000 ila
285.000 TL arasında değişen fiyatlarla
satışa sunulan daireler, uygun ödeme
koşullarıyla da alıcılarına cazip fırsatlar
sunuyor.
Hem büyüklere hem de çocuklara
hitap eden oyun alanları, masa
tenisi, sauna, buhar odası ve fitness
merkezi gibi zengin sosyal donatıya
sahip proje, özenle tasarlanmış çevre
düzenlemesiyle de göz dolduruyor.
Projeye adını veren şelalesi, yemyeşil
bahçesi, açık dinlenme ve kafeterya
alanıyla Seha Şelale Park, 3. ve son etap
satışlarını da tamamlamak üzere.
Seha Yapı’nın sunduğu kredi ve satın
alma kolaylıklarından faydalanmak
isteyenler, Seha Yapı’nın Kule
Plaza’nın zemin katında yer alan
satış ofisine uğrayarak, güler yüzlü
satış temsilcilerimizden ayrıntılı bilgi
alabilirler. Ya da 444 73 42 veya
0332 221 39 00 numaralı bilgi hatlarını
arayarak da geniş bilgiye ulaşabilirler.
Proje görsellerini görmek ve daire
planlarını incelemek isteyenler ise www.
sehayapi.com internet sitesini ziyaret
edebilir, projeyle ilgili detaylı bilgiye
kolayca ulaşabilirler.
PROJE KÜNYESİ
Adı: Seha Şelale Park
Lokasyon: Yazır, Selçuklu, Konya
Konut Büyüklükleri: Brüt 182 m²
Teslim Tarihi: 30 Nisan 2013
(+4 ay opsiyon)
Konut Sayısı: 144
Blok Sayısı: 6
Daire Özellikleri: Kiler, ankastre
ürünler,granit zemin, boyanabilir vinil veya
vinil kaplama, banyoda Hilton lavabo
Dinlenme Alanları: Kafe, sauna, buhar
odası, çok amaçlı salon, Çocuk oyun odası,
fitness salonu,
Yapım Tekniği: Betonarme tünel kalıp
sistemi
Verilen alan ölçülerinde mimari projedeki kaba ölçüler esas alınmış olup,
yuvarlanmıştır. İmalata bağlı olarak
farklılık gösterebilir.
anahtar // ilkbahar 2013 • 57
DOĞAYLA
>>
ENGİN KABAN
ANADOLU'YA TÜRKLERLE BİRLİKTE GELEN LÂLE, SELÇUKLU
DÖNEMİNDEN İTİBAREN TÜRKLER İÇİN BAMBAŞKA BİR YER TUTAR.
ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİ’NİN BAŞKENTİ KONYA'DA BULUNAN
BİRÇOK ESERDE İSE LALE MOTİFİ, RENGÂRENK VE ENVAİ ÇEŞİT FİGÜRLE
HAYAT BULUR.
LALE, EN PARLAK DÖNEMİNİ, OSMANLI İMPARATORLUĞU'NUN 16 VE
18. YÜZYILLARI ARASINDA YAŞAR. 3. AHMET (1673-1736) DÖNEMİNDE
İSE HEM SÜS BİTKİSİ HEM DE SÜSLEME MOTİFİ OLARAK DORUĞA
ÇIKAR. 1718 İLE 1730 YILLARI ARASINA DENK DÜŞEN BU DÖNEMİ,
TARİHÇİLER "LALE DEVRİ" OLARAK ANARLAR. BU DEVİRDE BASILAN
"LALE MECMUASI'NDA 50 KADAR ÇEŞİDİ RESİMLENEN LALENİN, ÇEŞİTLİ
KAYNAKLARDA 2000'DEN FAZLA TÜRÜ OLDUĞU YAZILIR.
anahtar // ilkbahar 2013 • 58
konusu çiçeğin o coğrafyada boy
verdiğine ve yoğunluğuna işaret eder.
Anadolu’ya Türklerle birlikte gelen
lâle, Selçuklu Döneminden itibaren
Türkler için bambaşka bir yer tutar. İran
Selçuklularının ve Büyük Selçukluların
sanat eserlerinde, 12. Yüzyıldan itibaren
lâle motiflerine, süslemelerine rastlanır.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti
Konya’da bulunan birçok eserde ise lale
motifi, rengârenk ve envai çeşit figürle
hayat bulur…
Lale çiçeğinin asıl vatanının Orta
Asya olduğu ve Türkler tarafından
Anadolu’ya getirildiği söylenir.
12.yüzyıla tarihlenen Anadolu el
sanatlarında görülen lale motifleri
bunu doğrular biçimdedir. Ve derler
ki, bu nadide çiçeği şiirde ilk, Mevlana
Celaleddin-i Rumi kullanmıştır. Ama
lalenin öyküsü ve serüveni bunlarla
sınırlı değildir.
Osmanlının günlük yaşamına girer,
ona ayna tutar lale. Şiirlere, fermanlara,
hikâyelere, süslemeye ve sanatın
her dalına konu olur. Bir çiçeğin
bir döneme ismini vermesi ise
tarihte rastlanan ender bir olaydır. Bir
yanıyla Osmanlıların güzele ve sanata
verdiği önemi de ortaya koyan imgedir,
müjdeci lale…
LÂLENİN FİZİKSEL YAPISI VE
ANAVATANI
Hun Sanatı’na ait bilgilerin büyük
çoğunluğunda lale adı geçer.
Kurganlarda çıkarılan buluntularda
ise lâlenin motif ve desen olarak
yoğun bir şekilde kullanıldığı
görülür. Keza süs eşyalarında
ve aksesuarlarda… Uygurlar
dönemine ait bir mezardan
çıkarılan ipek kumaş üzerinde
görülen lâle figürü ise söz
OSMANLILARDA LÂLE KÜLTÜRÜ
Çokça çeşidi bulunan lale, en parlak
dönemini, Osmanlı İmparatorluğu’nun
16 ve 18. yüzyılları arasında yaşar.
Üçüncü Ahmet (1673-1736)
döneminde ise hem süs bitkisi hem
de süsleme motifi olarak doruğa çıkar.
1718 ile 1730 yılları arasına denk
düşen bu dönemi, tarihçiler ‘Lale Devri’
olarak anarlar. Bu devir tüm dünyada
yankı bulur. Bu dönemde basılan
‘Lale Mecmuası’nda 50 kadar çeşidi
resimlenmiş lalenin, çeşitli kaynaklarda
2000’den fazla türü olduğu yazılır.
Lale, mimariden edebiyata, çiniden
kumaşa kadar birçok üründe desen,
motif ve figür olarak yer almış. Lale
bahçeleri anlamına gelen lalezarlar, saray
Çokça çeşidi bulunan lale,
en parlak dönemini, Osmanlı
İmparatorluğu'nun 16 ve 18.
yüzyılları arasında yaşar,
3. Ahmet (1673-1736) döneminde
ise hem süs bitkisi hem de
süsleme motifi olarak
doruğa çıkar.
ve konakları süslemiş. Bağ ve bahçelere
renk katmış. İhtişamdan söz edilen
hemen her yerde lale yer almış. Lale
için şiir ve nesirler yazılmış. Ve bunlar
‘lalename’ adıyla pek değerli risalelerde
toplanmış.
Arap harfleri ile ‘lale’ yazıldığında, Allah
kelimesinin bütün harflerine rastlanır.
Osmanlılar tarafından bu kadar kıymet
görmesinin sebepleri arasında, bir de bu
özelliği olduğu söylenir. Harf ve sayılar
hesabına dayanan ‘ebced’ usulüne göre
‘Allah’ kelimesi ile ‘lâle’ kelimesinin
aynı rakama tekabül etmesi şaşırtıcıdır.
Lâle, Arap harfleri ile yazılır ve tersinden
okunursa ‘Hilal’ diye okunur; hilal de
Osmanlı Devleti’nin amblemidir.
Türk çiçekçilik tarihiyle ilgili
araştırmaları bulunan Turhan Baytop,
2. Selim’in, Kırım’ın güneyinde yer
alan Kefe’den 300.000 lâle soğanı
ısmarladığını yazar. “Lâle-i Rumi”
denilen ve ayırıcı özelliklere sahip
olan Osmanlı Lâlesi’nin Kefe’den
getirilen bu lale soğanlarından
elde edildiğini iddia eder. Ancak
bu lalelerin, seçme ve melezleme
yoluyla elde edildiği de yazdıkları
arasındadır.
anahtar // ilkbahar 2013 • 59
DOĞAYLA
>>
Osmanlının bu çiçek ve lâle merakı
İstanbul’a gelen yabancıları bir hayli
etkilemiş. Fransız şair ve devlet adamı
Lamartin de bu tesire kapılanlar
arasındadır. Miss Julia Parabe adındaki
bir İngiliz kadınsa, İstanbul’un
o yeşilliğe ve çiçeğe boğulmuş
sokaklarını, evlerini, yalılarını görünce
hayretler içinde kalmış ve “Keşke
Shakspeare, Romeo ve Juliet’in bahçe
sahnesini yazmadan önce Boğaziçi’ni
görmüş olsaydı” diye sözler etmiş.
LÂLENİN AVRUPA MACERASI
Lâlenin Anadolu’dan Avrupa’ya hangi
tarihte götürüldüğü kesin olarak
bilinmiyor. Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu’nun Kanuni Sultan
Süleyman nezdindeki büyükelçisi Ogier
Ghislain de Busbeck, 1554 yılında
geldiği İstanbul’dan Avusturya’ya
lale soğanları gönderdiği söylenir
Soğanları alanınsa Carolus Clusius
olduğu. Daha sonra Hollanda’ya
giderek Leiden Üniversitesi’nde göreve
başlayan Clusius, bu ülkelerde laleyi ilk
yetiştiren ve lâle endüstrisini kuran kişi
olarak kitaplara konu olur.
anahtar // ilkbahar 2013 • 60
14. yüzyılın ortalarında Avrupa’ya giden
lâle, özellikle Hollanda ve Almanya’da
aranan bir meta haline gelir. Lâle
merakı bir ara kelimenin tam manasıyla
çılgınlık haline gelir. Charles Mackay’ın
“Tuliptomania” adındaki makalesi bu
konu hakkında çarpıcı bilgiler sunar.
Bu dönemde bir lale soğanına bütün
servetini yatıranlar vardır. Schinler
1922’de yazdığı bir eserde, “Bir lale
soğanın 9000 altın Mark’a satıldığı
olmuştur” der. “Naibi Kralı” adındaki bir
lalenin soğanı için 2 araba yulaf, 4 araba
arpa, 4 semiz öküz, 12 semiz koyun, 8
semiz domuz, 2 fıçı şarap, 4 fıçı bira, 2
fıçı tereyağı, 50 kilo peynir, 1 karyola, 1
kat elbise, 1 de gümüş vazo verildiği ise
yine bu eserde yazılıdır.
Avrupa’ya özellikle de Hollanda’ya
giden lâle soğanları melezleme
yoluyla, yeni türler elde edilerek
Osmanlı İmparatorluğu’na rakip
bir duruma gelmiş, hatta Osmanlı
İmparatorluğu’nda ki lâleciliği
geçmiştir. Artık lâle Osmanlı Devleti’ne
Hollanda’dan getirilmeye başlamıştır.
LÂLE DEVRİNDE “LÂLE”
Nadir lâle soğanı elde etme tutkusu,
bir ‘delilik’ olarak 17. yüzyıl başlarında
ve kısa sürede Hollanda’ya da sıçrar.
III. Ahmet devrinde lâleye olan ilginin
boyutu, 2 binden fazla çeşidi olduğu
rivayet edilir. Eskilerin Lâle-i Rûmî
dedikleri Osmanlı Lâlesi denilen cinsin
yaklaşık 2 bin tanesinin adları, özellikleri
ve yetiştiricileri çiçek tezkirelerinde ve
lâle mecmualarında kayıtlıdır. Lakin
Lâle-i Rûmî Avrupa lalelerinden çok
farklıdır. Zaman içinde yüzlerce lâle
çeşidi yetiştirilir. Ancak Lâle Devri’nin
(1730) sona ermesiyle birlikte İstanbul
yani Osmanlı Lâlesi de yavaş yavaş
ortadan kaybolur.
OSMANLI SANATINDA LÂLE
16. yüzyılın birinci yarısında ilk olarak
kullanılmaya başlayan kırmızı renkle
beraber, çinilerde lâle motifi görülmeye
ve yaygın olarak kullanmaya başlanır.
Bursa Şehzade Mustafa Türbesi, Rüstem
Paşa Camii, Ramazan Efendi Camii,
Kula Kurşunlu Camii ve benzeri
yapılarda lâle motifinden örnekler
taşıyan çiniler, izleyiciyi büyüleyen
niteliktedir.
Lâle, motif olarak giyim ve kuşamda
da karşımıza çıkar. II. Süleyman, Yavuz
Sultan Selim, III. Murat ve diğerlerinin
yalnızca lâle motifi kullanılmış
kaftanları bilinir. Aynı zamanda lâle
motifine sultanların ayakkabılarında ve
çizmelerinde de rastlanır…
Halı ve kilimlerde, cami, mescit, türbe,
medrese, sebil ve okul gibi yapıların
duvarlarına, her renkten lâle işlenmiştir.
Özellikle Süleymaniye Camisinde
bulunan Mimar Sinan’ın ters lâlesi bu
önemli örneklerin başında gelir…
anahtar // ilkbahar 2013 • 61
DERİN KÖKLER
>>
SADECE KUMAŞ DEĞİL,
TIKIRTILI BİR YAŞAM
SELİM CAYIK
ENGİN KABAN
İBN BATTUTA’NIN SEYAHATNAMESİNDE "BURADA ALTIN
İŞLEMELİ PAMUKLU KUMAŞLAR DOKUNUR Kİ EMSALİ
YOKTUR. PAMUĞUN GÜZELLİĞİ VE KUVVETLİ BÜKÜMLÜ
OLMASI DOLAYISIYLA DOKUNAN KUMAŞ VE BEZLER DE
ZİYADE DAYANIR." DİYE YAZAR.
“Evler tıkırtıydı, tıkırtıydı,
tıkırtı” dizesi acaba şairin aklına
Buldan sokaklarını arşınlarken mi
düştü? Muhtemelen böyle olmadı
ama Buldan’da hangi kapıyı aralasanız
bir süre sonra ritmine kendinizi
kaptıracağınız tıkır tıkır bir ses sizi
karşılayacaktır. Dokuma tezgâhlarından
çıkan bu sese hane halkı çoktan
katılmış, o ritmi kaçırmamak için canlı
ve ustalıklı bir telaşın içine girmiştir.
Babalar, anneler ve çocuklar, her biri
bir işin ucundan tutmuş, saf pamuğu
her bir ilmeği adeta nefes alıp veren
sanat eseri bir kumaşa dönüştüren
simyanın büyüsüne kapılmış gibidir.
Belki de Buldan bezini bu kadar güzel
yapan pamuğun, insanın ve dokuma
tezgâhının birbirini tamamlayan bu
uyumudur.
OSMANLI'NIN TERCİHİ
Ünlü gezgin İbn Battuta “Burada
altın işlemeli pamuklu kumaşlar
dokunur ki emsali yoktur. Pamuğun
güzelliği ve kuvvetli bükümlü olması
dolayısıyla dokunan kumaş ve bezler
de ziyade dayanır.” diye yazar. Bundan
olsa gerektir Osman Gazi’nin kişisel
eşyaları arasında Buldan işi kumaşların
bulunması; Osmanlı Sultanı I. Murad
ve Yıldırım Bayezid’in Buldan bezinden
yapılma elbiseler giymesi ve Barbaros’un
anahtar // kış 2013 • 62
gömleğinin burada dokunup,
dikilmesi. Aslında Osmanoğullarının
henüz Bursa’ya yerleşmeden
Germiyanoğulları’nın aracılığı ile
Buldan’dan kumaş temin ettikleri tarihi
kayıtlarda mevcut. Osmanlı Devletinin
kuruluşundan sonra da sarayın dokuma
ihtiyacının bir kısmı Buldan’dan sağlanır.
Haydi biraz daha eskilere gidelim.
Çünkü Denizli’de dokumacılığın
kökeni Osmanlı’dan çok daha öncesine,
Antik dönemlere dayanır. Türklerin
Çürüksu ve Büyük Menderes vadilerine
yerleşmesinden sonra dokumacılık
daha da gelişerek, şehrin en önemli
geçim kaynaklarından biri haline gelir.
Çürüksu Ovası’nda yetişen pamuklar
özenli bir sürecin ardından dünyaca
ünlü Buldan bezine dönüşmeye
başlar. Buldan bezinin saraylara kadar
uzanan macerasının ve bu denli itibar
görmesinin en temel nedeni ise her
aşamasında yoğun bir el emeğinin
kullanılması.
Türk dokuma kumaş ve işlemelerinde
genellikle bitki motifleri
kullanıldığından lale, karanfil gibi
çiçekler ve çeşitli dallar özellikle
XVI. yüzyılda çok kullanılır. Renkler
kırmızı başta olmak üzere çini
mavisi, güvez, pişmiş ayva ve safran
sarısıdır. Bu gelenek Buldan dokuma
ve işlemelerinde de açıkça görülür.
Desenler geometrik bitkisel, renkler
ise kırmızı, sarı ve beyaz ağırlıktadır.
Kırmızı renkli bezler bayrak yapımında
diğer renkler ise sarık ve iç çamaşırı
imalinde kullanılmıştır.
sokağa çıkarken elbiselerinin üzerinden
bele bağlanarak kullanılan peştemaller,
bugün sehpa ve masa örtüsü olarak
kullanılmaktadır. Çarşaflar tek ve çift
kişilik ayrıca yatak ve yorgan için çeşitli
ebatlarda ipekli ve pamuklu olarak
dokunmaktadır.
YÜZYILLAR BOYU; İLMEK İLMEK...
Buldan’da dokumacılık 1779 yılına
kadar, ilkel tezgâhlarla yapılıyorken
sonraları mekiği boynuzdan, masurası
kargıdan tezgâhlarda 10 numaradan 20
numaraya kadar ipliklerle başörtüsü,
peştamal, çarşaf ve Buldan bezi
gibi dokumalar yapılmaya başlanır.
1900’lerin başında İstanbul’dan getirtilen
ilk çekme (kamçılı) tezgâh ile Buldan
zamanın en ileri tekniğine sahip
tezgâhlardan yararlanma imkânına
kavuşur. Bu tezgâhlarda pamuklu, ipekli
kumaşlar dokunur ve bu kumaşlar
yıllarca ihtiyacı karşılar. Dokuma araç
ve gereçlerinin günün şartlarına göre
düzenlenmesi nedeni ile 1951 yılından
itibaren motorlu tezgâhlar kullanılmaya
başlanır. Bugün ipekli vb. türdeki ince
kumaşlar, peştamal, üstlük örtü türü
dokumalar halen el tezgâhlarında
diğer türler ise motorlu tezgâhlarda
dokunmaktadır.
Peştemaller ipekli ve pamuklu olarak
dokunurlar. Önceleri kadınlar tarafından
1890’lardan beri eni 30 ile 60 santim
arasında değişen ve atkıda bükülü
iplik kullanıldığı için kıvır kıvır bir
görünümü olan Buldan Bükülü Bezi iç
çamaşırı yapımında özellikle iç gömleği
olarak kullanılmaktaydı. 1930 yıllarında
Grofon adını alan bu bez; düz renkli,
çizgili ve kareli olarak dokunurdu. Daha
sonraları düz, çizgili bordürlü, kareli
olarak dokunan bu bezlerden yapılan
kadın, erkek gömlekleri, çeşitli maksi
elbiseler ve bluzlar floş, sim ya da orlon
ipliklerle işlenerek daha albenili hale
getirilmeye başlandı.
SAĞLAM, ÇÜNKÜ EL EMEĞİ...
Güzelliği, yumuşaklığı, sağlamlığı
ve göz alıcı renkleriyle dikkat çeken
Buldan bezi, bir o kadar da sağlıklı.
Ancak pamuk ipliğinin dokunacak
hale gelmesi için bir dizi zahmetli
işlemden geçmesi gerekiyor. Pamuk
ipliğinin dokunabilmesi için öncelikle
‘hamını alma’ işlemi gerçekleştirilir;
sonra boyama yapılır. Ceviz yaprağı,
GÜZELLİĞİ, YUMUŞAKLIĞI,
SAĞLAMLIĞI VE GÖZ ALICI
RENKLERİYLE DİKKAT ÇEKEN
BULDAN BEZİ, BİR O KADAR DA
SAĞLIKLI VE PAMUK İPLİĞİNİN
DOKUNACAK HALE GELMESİ İÇİN
BİR DİZİ ZAHMETLİ İŞLEMDEN
GEÇMESİ GEREKİR.
anahtar // kış 2013 • 63
DERİN KÖKLER
>>
meyan kökü, mazı, defne, palamut,
soğan kabuğu, kestane ve çehriden
yapılan doğal boyalar ‘yeminli boya’
olarak adlandırılır. Her ustanın boyayı
yapma şekli kendine özgüdür ve sır gibi
saklanır.
Daha sonra kuruyan boyalı iplikleri
bobinlere sarmak için yöreye has el
çıkrıkları, son işlem olan dokuma içinse
tezgâhlar kullanılır. El tezgâhlarında
yapılan dokumalar, hem motorlu
tezgâhlarda hem de fabrikalarda üretilen
bezlere göre daha sağlam. Buldan’da
dokunan geleneksel bezlerin çeşitleri ise
peştamal, üstlük, havlu, çarşaf, mendil,
sofralık, buldan bükülüsü ve elbezi.
BULDAN ÇARŞAFLARININ
EN ÖNEMLİ ÖZELLİĞİ,
KENARLARINDAKİ SAÇAKLARI
İLE ÜZERİNDEKİ MOTİF VE
DESENLERİNİN SADECE BURAYA Buldan ve çevresinde kullanılan üstlük
ÖZGÜ OLMASI. ise kadınların günlük yaşamında büyük
yer tutuyor. Yalnız başa bağlanmayıp,
bele de bağlanabilen üstlükler işlemeliişlemesiz, desenli-desensiz, kozalıkozasız olarak ayrılıyor. Denizli’de
geleneksel bir kıyafet olan üçetek ise
Buldan’da yapılan elbiselerin başında
geliyor. Haremde cariyelerin daha çok
iç giysisi olarak giydiği bürümcükten
(Buldan bezinin eski adı) türlü türlü
giysiler yapılıyor. Buldan bezinden perde
anahtar // kış 2013 • 64
ve teri emme özelliğinden dolayı çarşaf
da yapılıyor.
YA PİR, YA DESTUR!
Bugün Buldan’da el tezgâhlarında
dokunan çarşaf bulmak oldukça zor;
ancak atölye ve fabrikalarda aslına
uygun olarak düz, renkli ve fitilli
türlerde çarşaf üretimi yapılıyor.
Buldan çarşaflarının en önemli özelliği,
kenarlarındaki saçakları ile üzerindeki
motif ve desenlerinin sadece buraya
özgü olması. Renk olarak altın sarısı,
turuncu ve kahverenginin dikkat çektiği
işlemelerde zikzak, yonca, papatya,
başak, manolya, kilim, narçiçeği,
zambak, gül, tütün ve lale motifleri
kullanılıyor.
Buldan’da dokumacılık sıradan bir
kumaş parçasını üretmek amacıyla
yapılan bir iş ya da meslek değil,
bir yaşam. Sabah tezgâhın başına
besmeleyle ve “Ya pir, ya destur” diyerek
oturulduğu, akşam ise tezgâhın “Allah
bereket versin” diyerek kapatıldığı,
dünyanın geri kalanının hengâmesine
aldırmadan, tıkırtılar içinde sürgit
devam eden bir yaşam. Şair “Yaşamak
bir tıkırtıydı, aldırmadılar” derken bunu
kastetmiş olamaz mı?
anahtar // kış 2013 • 65
BİZİMLE
>>
anahtar // ilkbahar 2013 • 66
YEMYEŞİL
BİR ÇEVRE;
RENGARENK
BİR BAHÇE
VE HUZUR…
‘SEHA YASEMİNEVLERİ,
KUŞ CIVILTILARIYLA
VE ÇOCUK SESLERİ
İLE ŞENLENECEK.
KOCAMAN YEŞİL ALANI
İLE DOĞAYLA İÇ İÇE BİR
PROJE SİZİ BEKLİYOR.
Seha Yapı güvencesi ile ilk etabı satışa
sunulan ‘Seha Yaseminevleri Projesi, her
biri sekiz katlı dört ana bloktan oluşuyor.
Toplam 240 dairenin yer aldığı blokların
her katında ikişer daire bulunuyor. Her
türlü ihtiyaca cevap verecek biçimde
tasarlanmış geniş ve konforlu dairelerin
yer aldığı bu proje, yemyeşil peyzajıyla
da huzurla yaşayacağınız modern
mekânlar sunuyor.
1. SINIF MALZEME, USTA VE TİTİZ İŞÇİLİK
‘Seha Yaseminevleri’nde her dairenin
elektrik, su ve doğalgaz saatleri
diğerlerinden bağımsız. Sitede mevcut
olan Jeneratör, merdiven aydınlatmasını
besleyecek ve asansörü çalıştıracak
ölçüde. TV, internet ve uydu altyapısı
anahtar // ilkbahar 2013 • 67
BİZİMLE
>>
143.200
başlayan
fiyatlarla
TL’den
kurulu daireler, blok girişleri ile
görüntülü görüşme de yapılabilecek.
Sitede her daire için 1 kapalı otopark ve
misafirler için 40 araçlık açık otopark
bulunuyor. Site peyzajında ise yollar,
çocuk oyun alanları, basketbol ve
voleybol sahaları, tenis kortu, egzersiz
aletleri ve açık otopark bulunuyor.
GÜVENLİ , MODERN VE SAĞLAM
‘Seha Yaseminevleri’, betonarme karkas
sistemde ve radye temel üzeri tünel kalıp
yöntemi ile inşa ediliyor. Dış duvarları
tuğla, iç duvarları betonarme perde ve
tuğla duvar olan blokların dış cepheleri
silikon esaslı boya ile boyanıyor ve ısı
yalıtımı, hesaplamada çıkan kalınlık
ölçüsüne göre yapılıyor
STANDARDIN ÜSTÜNDE,
KALİTE VE KONFOR…
Antre ve koridorlar 1. sınıf seramik
kaplama. Odalarda ise laminat parke
yer alıyor. Tüm odalarda kartonpiyer,
perde bandı ve korniş bulunuyor.
Tüm dairelerin duvar ve tavanları
saten alçı sıva üzeri plastik boya ile
boyanıyor. Mutfaklarında ankastre set
anahtar // ilkbahar 2013 • 68
üstü ocak, fırın, aspiratör ve
kilerin standart olarak bulunduğu
dairelerin, yatak
odasında ebeveyn banyosu mevcut.
Isıtma sistemi; doğalgaza uyumlu,
merkezi sistem kazanı ve radyatörlü
ısıtma sistemiyle donatılıyor. Her
daire için ısı payı ölçer bulunuyor,
böylece her dairenin ısıtma giderleri
ayrı ayrı hesaplanabiliyor. Ve tüm
katlar arasında ısı yalıtımı yapılıyor.
Yaseminevleri, huzur ve güven dolu
ortamıyla sizi bekliyor.
PROJE BİLGİSİ
25.000 M²’LİK YEŞİL ALANDA,
SADECE 240 DAİRE
YASEMİNEVLERİ projesi yaklaşık
25.000 m²’lik iki adadan oluşuyor.
Bu iki adanın ortasında da büyük
bir semt parkı mevcut. Birinci adada
bulunan üç blokta 160 daire; ikinci
adada tek blokta 80 daire yer alıyor.
Daire metrajları ise, brüt 167-181 m²
arasında.
anahtar // ilkbahar 2013 • 69
ÇELEBİCE
>>
KÜLLER ARASINDA BİR VAHA:
BİRÇOK ÖZELLİĞİ İLE NAM SALMIŞ KONYA’NIN DOĞAL GÜZELLİĞİ
MEKE GÖLÜ’YLE TAÇLANIR. VE ONU NAZAR BONCUĞUNA BENZETİR
SAHİPLERİ. O BİR KRATER GÖLÜDÜR. SÖNMÜŞ BİR VOLKANIN
ÇANAĞINDA, 5 MİLYON YILDA OLUŞTUĞU YAZILIR.
ULUSLARARASI ANTLAŞMALARLA KORUMA ALTINA
ALINAN MEKE GÖLÜ, KAH TOPRAK, KÂH YEŞİL, KÂH MAVİ
RENGİYLE İLGİYİ FAZLASIYLA HAK EDİYOR…
ENGİN KABAN
HARUN ŞAHİN
anahtar // ilkbahar 2013 • 70
anahtar // ilkbahar 2013 • 71
ÇELEBİCE
>>
Meke Krater Gölü, Konya’nın Karapınar
ilçesinde yer alır. Konya’ya yolu
düşenler, önce Karapınar-Ereğli yoluna
sapmalıdırlar. Bu yol üzerinde karşınıza
çıkacak Meke Gölü tabelası, sizi krater
gölü ile buluşturacaktır.
Birinci derecede doğal sit alanı olan göl,
iç içe 2 krater gölünden oluşur. Ancak
bu göllerin oluşumu dile kolay; 5 milyon
yılı bulur. Önce volkan patlar. Patlayan
volkanın ağzında bir krater oluşur.
Sonra ateşini kusan volkan durulur.
Gel zaman git zaman, bu volkanın
çanağında ilkyaz yağmurlarının, göze
ve küçük akarsuların taşıdığı suyla
bir göl oluşur. Daha sonra ikinci bir
volkanik patlama meydana gelir. Ve
gölün ortasında bir diğer volkan konisi,
başka deyişle bir çanak oluşur. Zamanla
bu çanak da suyla dolarak ikinci bir göle
dönüşür.
Meke Gölü’nü nazar boncuğuna
benzetirler. Ortasında bulunan
kahverengi kara parçası, maviye,
kimi zaman turkuaza çalan suyu
ve kenarlarında bir şerit gibi dönen
siyahımsı tüflerle bu benzetme
manidardır. Adeta nazar değmesin
temennisidir. Çünkü bu günlerde,
kuruma tehlikesi daha sık ve yüksek
sesle dillendirilir oldu Meke Gölü’nün…
GEÇMİŞİN TUZ DEPOSU
Kaynaklar, bu nadide gölün uzunluğunu
8 yüz, genişliğini 5 yüz, derinliği ise 12
metre olarak yazar. Deniz seviyesinden
yüksekliği ise 981 metredir. Derinliği
her mevsim değişen gölün suyu ise
tuzludur. Tuz, magnezyum ve sodyum
sülfat içerir. Tarih Kitapları, Meke Gölü
ve çevresinin Karamanoğulları’nın,
Osmanlı Devleti’nin ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin tuz ihtiyacını
karşıladığını yazar. O dönemlerde
bu amaçla kullanılmış eski yapılara
ait kalıntılar bulunması ise bu
görüşü doğrulamaktadır. Meke Gölü
yakınlarında bulunan Tekel işletmesinin
eski tuz depoları, müştemilat yapıları
da yakın tarihe kadar gölün böyle bir
hizmet verdiğini göstermektedir.
Meke Gölü’nün ortasında yükselen
tepenin ortası içeriye doğru çöküktür.
Bakır tonlarına çalan bu tepeye rengini,
volkan külleri, onun sönmüş hali verir.
Göl çevresinde ve tepenin üzerinde
bulunan yanık volkan külleri, yalnızca
anahtar // ilkbahar 2013 • 72
bakır renginde değildir. Meke’nin üzeri
kızıl kahverengi, mor, kırmızı ve siyah
renkli volkanik taş parçaları ile kaplıdır.
Volkandan geriye kalan bu küller, göle,
rengini de verir. Hemen her mevsimde
renkleri değişen göl, ziyaretçilerine
görsel bir şölen sunar. Yakın zamana,
son haberlere dek yeterli ölçüde yağış
almadığı için kuruduğu görülen, bazı
bölgeleri bataklığa dönüşen Meke
Gölü’nün imdadına, geçmiş dönemlere
nazaran daha yoğun yağan bahar
yağmurları ve eriyen kar suları yetişti. Ve
son haberler, “‘dünyanın nazar boncuğu’
olarak nitelendirilen göl kuruma
tehlikesini atlattı” diye duyuruldu.
Ancak, bu tehlikenin giderilmesinde
ilgililerin çabasını da hatırlatmamak
haksızlık olur…
Yine geçmiş yıllarda gölü besleyen
yeraltı sularının tarımda kullanılması
ve çevresinin yeterince korunmaması
nedeniyle her yaz gölü ziyaret
eden flamingo sürülerinin azaldığı
görülmüştü. Ancak Uluslararası Sulak
Alanların Korunması Sözleşmesi
kapsamında Meke Gölü özel korumaya
alındı. Çevresinde orman oluşturma
çalışmaları başladı ve aldığımız son
bilgilere göre bu minvalde 300 bin ağaç
dikildi.
Meke Gölü, insanı büyülen doğal bir
güzelliğe, bu güzellik aynı zamanda
dünyada ender rastlanan jeolojik bir
yapıyı sahiptir. Ardı ardına patlayan
volkan çanağında meydana gelen göl ve
göl içinde oluşan yedi küçük ada, suyun
hemen her mevsim değişen rengi ve
çevresinin ilginç coğrafi yapısı, burayı
görülmeye değer kılıyor…
Hatırlatmakta fayda var: Bu eşsiz gölün
tek bir benzeri Kanada’da var, başka da
yok.
MEKE GÖLÜ, İNSANI BÜYÜLEN DOĞAL
BİR GÜZELLİĞE, BU GÜZELLİK AYNI
ZAMANDA DÜNYADA ENDER RASTLANAN
JEOLOJİK BİR YAPIYI SAHİPTİR. ARDI
ARDINA PATLAYAN VOLKAN ÇANAĞINDA
MEYDANA GELEN GÖL VE GÖL İÇİNDE
OLUŞAN YEDİ KÜÇÜK ADA, SUYUN
HEMEN HER MEVSİM DEĞİŞEN RENGİ
VE ÇEVRESİNİN İLGİNÇ COĞRAFİ YAPISI,
BURAYI GÖRÜLMEYE DEĞER KILIYOR…
anahtar // ilkbahar 2013 • 73
KULAĞA KÜPE
>>
VİTRİFİYE;
ATEŞİN BULUNMASIYLA BİRLİKTE
KULLANILMAYA BAŞLANAN
ÇÖMLEKLER, AMFORALAR,
KAPKACAKLAR ASLINDA
SERAMİĞİN ATASI.
SERAMİĞİN ÖNEMLİ İLK
BULGULARINA TÜRKİSTAN’IN
AŞKAVA (M.Ö.8000)BÖLGESİNDE
YAPILAN ARKEOLOJİK KAZILAR
SONUCU ULAŞILDI.
anahtar // ilkbahar 2013 • 74
Doğal bir malzeme olan seramik, mutfak
ve banyolarımıza gelmeden önce çok zor
ve hassas bir süreçten geçer. Yağlı, ince
taneli, yoğun ve ıslanınca şekil alabilen
özel bir toprak olan kil olmazsa seramik
olmaz. Kilin seramiğe dönüşebilmesi
için, çok doğru oranda kaolin ile
karışması gerekiyor. Bu karışım
su yardımı ile yapılıyor, ardından
talebe göre şekillendirilen seramikler
pişirilmek üzere özel fırınlara veriliyor.
Pişirme aşamasında un misali öğütülmüş
kuvars ve feldspat, harcın içine
katılıyor. Seramiğe, camımsı parlaklığı
veren kuvars, sağlamlık ve sertlik
kazandıransa feldspat. Ayrıca pişirme
işlemi çok hassas bir işlem gerektiriyor;
seramik 1280 santigrat derece sıcaklıkta
pişebiliyor. Aksi halde istenen kalitede
seramik elde edilemiyor.
SERAMİKTEN VİTRİFİYEYE
Yaşadığımız mekanların banyo, lavabo
ve tuvaletlerinde kullandığımız seramik
ürünlere, sırlanmış seramiğin ışıl ışıl,
cam gibi parlamasından esinlenilerek,
‘camlaşmış’ veya ‘camsı’ etki verilmiş
seramik anlamına gelen vitrifiye adı
verilmiş. Ev ve işyerlerimizde ıslak
zemin olarak adlandırılan mekânların
artık vazgeçilmez gereçleri olan lavabo,
küvet, klozet, alaturka tuvalet taşı, duş
teknesi gibi birçok ürün ve gereçlerin
hemen hemen tamamı vitrifiye
dediğimiz özel bir seramik türünden
imal edilmektedir.
Ülkemizde vitrifiye üretimine 1960
yılında özel sektörün kurduğu
İzmit Yarımca’daki fabrikada
başlıyor. Elli yılda büyük gelişme
gösteren vitrifiye ürünlerin
hayatımıza girmesiyle kullanıldıkları
mekanların ismini de değiştirmiş.
Helaya tuvalet; abdesthaneye lavabo
denmeye başlanmış. Modern ev
tipinin seramik sağlık gereçleri
olarak adlandırılan ve vazgeçilmez
bir yere sahip olan vitrifiye ürünler
kullanıldıkları banyo, tuvalet ve
mutfaklarda hem ihtiyacımızı
karşılıyor hem de bu alanların
estetik ve temiz görünmesini
sağlıyor. Bu yüzden günümüzde
vitrifiye ürünler işlevleri kadar göz
kamaştıran tasarımları da dikkate
alınarak satın alınıyor. Beyaz ya da
beyaza yakın tonlar en çok tercih
edilen seramik renkler olmakla
birlikte az da olsa farklı renklerde
özel tasarım ve ürünler de bulmak
mümkün.
KULAĞA KÜPE
>>
Ülkemiz vitrifiye üretimine başlandığı
günden bugüne büyük bir gelişme
kaydetti. Uluslararası standartlarda
üretim yapılan vitrifiye sektöründe
ülkemiz hem hammadde hem de ürün
çeşitliliği bakımından ilk sıralarda yer
alıyor. Bir çok yerli firmanın üretim
yaptığı sektörde dünya çapında bilinen
markalarımız bulunuyor. Bugün
Türkiye, yıllık 8 milyon adet ihracatı ile
Avrupa’nın en vazla vitrifiye ihraç eden
ülkesi durumunda.
Modern yaşamın vazgeçilmez gereçleri
haline gelen vitrifiye ürünlerin genel
özelliklerine de kısaca değinmekte
fayda var:
• Vitrifiye ürünlerin yüzeyleri parlak ve
gözeneksizdir.
• Kir ve toz tutmaz.
• Deterjan ve diğer kimyasallardan
etkilenmez.
• Kolay aşınmaz; uzun ömürlüdür.
• Dayanıklıdır.
• Ekonomiktir.
• Sıcak ve soğuktan, nem ve sudan
etkilenmez.
• İnsan sağlığına zararı yoktur.
• Ekolojiktir.
• En uzun ömürlü kaplama
malzemesidir.
VİTRİFİYE ÜRÜNLERİN BAKIM VE
KULLANIMININ TEMEL KURALI:
Önce sıcak su veya buharla yumuşat,
Temizlik malzemesi ile yıka ve ovala,
Bol su ile durula,
Kâğıt ya da bez ile kurula…
anahtar // ilkbahar 2013 • 76
VİTRİFİYE ÜRÜNLERİN BAKIMI
• Mutfak ve banyo gibi alanların
temizliği sırasında, mutlaka
eldiven kullanılmalıdır.
• Vitrifiye ürünlere, sert cisimleri
asla sürtmemek gerekir.
• Microfiber bez, temizlik bezleri,
plastik fırçalar, penye türü
kumaşlar ve temizlik aracı
olarak tasarlanmış süngerler
tercih edilmelidir.
• Her nevi yüzey temizleyici
deterjan kullanılabilir.
• Leke göstermemesi için
yüzeyleri kuru tutulmalıdır.
• Suyun bıraktığı kireç lekeleri için
kireç sökücü ihtiva eden
temizlik
ürünleri tercih edilmelidir.
• Çamaşır suyu kullanırken,
ortamı mutlaka havalandırmak
gerekir. Mümkünse maske
kullanılmasında fayda vardır.
Bol su ile durulanmalıdır.
• Banyo ve tuvaletleren fayans
ve seramikler ise sirke ile
temizlenebilir.
• Vitrifiye ürünlerin el girmeyen
alanlarına deterjan püskürtülür
ve diş fırçası ile temizliği yapılır.
• Islak zeminlerde yer alan ayna
ve cam aksamların temizliği ise
durulama gerektirmeyen ve
leke bırakmayan mikrofiber
bezlerle silinmelidir.
• Banyo ve tuvaletleri
temizlemeden önce, lavabo,
klozet, küvet ve tüm yüzeyleri
sıcak su ile ıslatmak çok faydalı
olacaktır. Elde edilen buhar ve
sıcak su, kirlerin yumuşayıp
daha kolay temizlenmesine
neden olacaktır.
• Kullanımdan sonra alanların
kuru tutulması, daha uzun süreli
temiz görünen mutfak, banyo
ve tuvalet demektir.
EBU REYHAN MUHAMMED BİN AHMED EL-BİRÛNÎ
MATEMATİK VE ASTRONOMİ EĞİTİMİ ALDI. HOCALARI
ARASINDA ‘İBN-İ IRAK' VE ‘ABDUSSAMED BİN HAKİM'
VARDI. DÖNEMİN ÂLİMLERİNDEN EBUL VEFA İLE GÖK
BİLİMİ ÜZERİNE ÇALIŞTI. ÇOK YÖNLÜ VE ÇOK SAYIDA ESER
VERDİ. EL BİRÛNİ, ASTRONOMİ ÜZERİNE YAPTIĞI ÖNEMLİ
ÇALIŞMALARINDAN DOLAYI, SULTAN MESUT TARAFINDAN
BİR FİL YÜKLÜ GÜMÜŞLE ÖDÜLLENDİRİLDİ. ANCAK
BİRÛNÎ"BU ARMAĞAN BENİ BAŞTAN ÇIKARIR, BİLİMDEN
UZAKLAŞTIRIR." DİYEREK BU HEDİYEYİ GERİ ÇEVİRDİ...
MUSTAFA CAMBAZ
Günümüzde en çok tanınan İslam
bilginlerinden olan Birûnî astronomi,
matematik, doğa bilimleri, coğrafya
ve tarih alanlarındaki çalışmalarıyla
bilinir. Bazı kaynaklara göre Türk,
bazı kaynaklara göreyse Fars kökenli
bir âlimdir. Batı dillerinde Alberuni ve
Aliboron olarak adlandırılır. 973- 1048
yılları arasında yaşayan bilgin, Asya’da
tarihi bir bölge olan Harezm’de doğdu.
Yunan ve Hint kültürlerini inceledi,
Hintli astronom Aryabhata’nın 500’lü
yıllarda yeryüzünün dönmesine ilişkin
görüşünü İslam bilim dünyasına taşıdı...
“Ay Kutusu” adını verdiği mekanik
astronomik takvimle; ayın, güneşin
ve dünyanın hareketleriyle, güneş
tutulması sırasındaki olaylar üzerine
yaptığı ölçümlerde günümüz tespitlerine
uygun sonuçlar elde etti...
Yine yaptığı çeşitli hesaplamalarla enlem
eğikliğini aslına yakın değerlerde buldu.
Bunu da kendisinin geliştirdiği enlem
ölçüm âletiyle yaptı. Ölçüm için iki
kullanım şekli sunan bu âlet, coğrafî yer
çizelgelerinin geliştirilmesi bakımından
oldukça önemliydi...
Trigonometrik fonksiyonlarda yarıçapın
bir birim olarak kabul edilmesini öneren
ilk kişi olan Birûni, dünyanın çapını
günümüz matematik ölçülerine çok
yakın bir değerle ölçtü...
Tıp alanında da birçok eser veren
Birûni, döneminde bir kadına sezeryanla
doğum yaptırmayı başardı... Şifalı otlar
ve birtakım ilaçlar üzerine kaleme
aldığı “Kitabu’s Saydâne”de, üç bin
kadar bitkinin neye yaradığını ve nasıl
kullanıldığı yazdı.
Çok yönlü bir âlim olan Birûnî felsefeyle
de ilgilendi. Ancak felsefenin karmaşık
havasında boğulup kalmadı. Meseleleri
doğrudan Allah’a dayandırdı. Tabiat
olaylarından söz ederken, onlardaki
hikmetin sahibini gösterdi. Bu yüzden
İbn Sinâ’nın Aristo tarzı düşüncesine
karşı çıktı. Evrenin bir başlangıcının
olduğunu, öncesiz bir evren
düşüncesinin, yaradanı gereksiz sayma
gibi bir yanlış anlayışa götüreceğini
savundu...
anahtar // ilkbahar 2013 • 77
HAYIRLA
>>
DÜŞÜNCELERİ, ENDİŞELERİ
SİLİP SÜPÜRMEK İÇİN
HAYRET GEREKİR !
• İnsan hissinden kurtulmadıkça,
yâni duygusundan çıkmadıkça, onlara
görünmez âlem yabancıdır. O dünyayı
aklına getirmez; o, dünyaya ait her
şeyden habersizdir.
• Bu toplum yâni Hakk âşıkları, neden
topal olup surette geri kalırlar? Neden
övünmeyi, iftiharı bıraktılar da utancı,
arı kabul ettiler; bunları boş yere
yapmadılar.
• Bir hayret gerek ki, düşünceleri,
endişeleri silip süpürsün. Çünkü hayret;
fikri de, zikri de götürür.
• Hacca gidenler içinde kırılmış ve
dikenlerden yaralanmış ayaklarla
yürüyenler bulunur. Çünkü
sıkıntılardan, ızdırablardan, acılardan
neşeye ferahlığa gizli yol vardır.
• Dünya işlerinde bilgi bakımından çok
ilerde olan, hünerleri olan kişi maddî
yönden ileridir; mânâdâ, mânâ âleminde
gerilerde olabilir.
• Cenab-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerim’de
geri dönenleri diye buyurdu. Bu
geri dönüş, bir sürü koyunun
mer’adan ağıla dönmesi
gibidir.
• Fakat sürü ağıla
dönünce, giderken
en önde olan keçi en
geride kalır. Bunun gibi
surette, şekilde ileri
olanlar, manada geri
bulunanlardır.
•Ağıla dönüşte geride
kalan o topal keçi, sürü otlak
yerine giderken suratı asıkları
bile güldürecek bir hale düşer.
• Hakk yolunun aşıkları, gönüllerinden
maddi ilimleri çıkarmışlar, atmışlardır.
Çünkü; maddî ilimler Hakk yolunda bir
işe yaramaz.
• Hakk yolu için Hakk’tan gelen, yâni
aslı Allah tarafından olan bir bilgi; ledün
ilmi gerekir. Çünkü her cüz aslına, külle
yol gösterir, kılavuzluk eder.
• Her kanat, geniş bir denizi aşabilir
mi? Allah ilmi olmalı ki, insanı Allah’a
götürsün!
• İş böyle iken sonunda gönülden
silinecek, atılacak ilmi adama ne diye
öğretiyorsun?
• Ey Hakk yolunun yolcusu; bu fani
dünyada baş olmaya, öne geçmeye
heves etme; topal ol geri kal da, Hakka
dönüşte önde bulun!
• Ey nâzik, zarif dost; geride, en ileride
gidenlerden ol! Turfanda meyve de
ağaçtan ileridir, ağaçtan öncedir!
anahtar // ilkbahar 2013 • 78
• Görünüşte meyve ağaçtan sonra
meydana gelirse de, aslında o öncedir,
ileridir. Çünkü ağaçtan maksat
meyvedir.
• Hani o tanınmayan kimsenin
bilmediği bir yıkık yer var ya, orada
korunmak için gömülmüş bir hazine
vardır.
• Hazineyi hiç bilinen yere korlar mı?
İşte tıpkı bunun gibi, feraha kavuşma,
kurtulma da, hastalıklar da, meşakkatlar
da, sıkıntılar da gizlidir.
• Burada hatıra bir çok şüpheler,
tereddütler gelebilir. Ama iyi at,
köstekleri kırar, kendini kurtarır. Yâni
olgun bir derviş, nefsanî bağlardan
kendini kurtarır, doğru yolu bulur.
• Allah’ın aşkı zorlukları yakıp yandıran
bir ateştir. Nitekim, gündüzün nuru da,
her türlü hayâli siler, süpürür, yok eder.
• Ey Allah’ın makbûlü, rızasını
kazanmış kişi, bu gibi soruların cevabını
o soruların geldiği yerden, yâni Hakk’tan
niyaz et!
• Gönlün köşesiz köşesi, Allah’a giden
bir caddedir. Onun nûru da, doğusu,
batısı olmayan bir ay’dandır.
• Ey mânâ dağı, ey Hakk âşıkı! Sen bir
dilenci gibi ne diye o yandan, bu yandan
sesin yankısını, aksini arar durursun?
• O mânâ sesini, derde düşünce iki
büklüm olup Yâ Rabbi! diye yalvardığın
taraf yok mu, işte o tarafta ara!
• Sen dertlerle kıvrandığın, ölümle yüz
yüze geldiğin zaman, O’na, o tarafa
yönelirsin; fakat derdin geçince, ölüm
korkusu kalmayınca o tarafa yabancı
olursun.
• Mihnet ve ıztırap içinde kıvranırken
Allah’ı ararsın, mihnet geçince; O’na
giden yol nerede? diye sorarsın.
• Bu hâl, Allah’ı gereği gibi
bilmemenden ileri geliyor. Hâlbuki,
Cenâb-ı Hakk’ı şeksiz şüphesiz bilen,
tanıyan kişi dâima O’nu zikreder,
O’ndan ayrı düşmez. Yâni, mihnetin
gitmesi ve afiyetin gelmesi, Hakk’ı
şüphesiz tanıyan kimsenin her vakit
O’nu zikretmesi içindir.
• Cenâb-ı Hakk’ı şüphesiz tanıyan kişi;
mihnette de, afiyette de Allah’ı zikreder.
Fakat, gaflet içinde bulunan böyle
değildir. Gaflet perdesi bazen açılır,
o zaman Allah’ı hatırlar ve zikreder.
Bazen de mânen gözünün önüne perde
gerilir. Allah’ı zikretmez olur. Bu da,
kulun gafletinden, akıl ve idrâkinin
eksikliğindendir.
• Cüz’i ve eksik olan akıl, bazen şaşırır
kalır, bazen de baş aşağı düşer. Külli ve
tam olan akıl ise zamanın hâdiselerinden
emindir, kurtulmuştur.
anahtar // ilkbahar 2013 • 79
RÖPORTAJ
>>
MOBİLYANIN ÖZÜ AHŞAPTIR
KONYA'DA FAALİYET YÜRÜTEN
AYDOĞDU MOBİLYA'NIN
KURUCULARINDAN VE
SEKTÖRE ÇIRAKLIKTAN
ATILAN HÜSEYİN AYDOĞDU VE
ADNAN AKTAŞ İLE MOBİLYA
ÜZERİNE SICAK BİR SÖYLEŞİ
GERÇEKLEŞTİRDİK. İÇİNDE
AHŞAP VE TÜRLERİNE,
DEKORASYON VE İMALATINA
DAİR ÇEŞİTLİ KONULARIN
GEÇTİĞİ SÖYLEŞİMİZ,
MOBİLYA KONUSUNDA MERAK
ETTİĞİMİZ BİRÇOK HUSUSA
AÇIKLIK GETİRDİĞİ GİBİ
TÜKETİCİYİ BİLİNÇLENDİRECEK
BİLGİLER DE İÇERİYOR...
anahtar // ilkbahar 2013 • 80
Mobilyacılık serüveniniz nasıl ve ne zaman
başladı?
1985 yılında çıraklıktan başladım bu
mesleğe. Çok çalıştım, çabaladım ve
1997 yılında kendi atölyemi kurdum.
Burada yaklaşık 12 yıl kalfalık ve
ustalık yaptım. Sonra Selahattin Bey
ile güçlerimizi birleştirip ‘Aydoğdu
Mobilya’yı kurduk.
tasarladığımız işlerimiz de var, bir
yandan onları da üretiyoruz.
Peki ne tür işler yapıyorsunuz? Mobilyanın
hangi alanında uzmanlaştınız?
Biz Koltuk ve sandalye hariç her tür
mobilya işi, dekorasyonlar ve ısmarlama
işler yapıyoruz. Ve bu alanlarda
uzmanlaştığımızı söyleyebilirim.
Çıraklık dönemizdeki mobilyacılık
bugünküyle aynı değil artık, değil mi?
Bizim başladığımız dönemlerde formika
modaydı. Mal çeşidimiz çok azdı. Mdf,
sunta, formika ve lake gibi çok çeşit
yoktu. O zamanlar en çok ahşap işleme
ve ahşap kaplama tercih edilirdi. Ama
şimdi her şey çok değişti. Lake, pvc,
ahşap türü kaplamanın çok çeşidi gelişti.
Biz mesela ahşap kaplama elde etmek
için çok çalışırdık. Önce suntayı keser
kenarlarını masiflerdik. Sonra suntalar
arkalı önlü kaplanır, prese giderdi. Yani
ince plakalı ağaç kaplamanın suntaya
yapışması gerekirdi. Şimdi de ahşap işler
yapıyoruz. Ama masif yok, sunta yerine
de mdf kullanılıyor.
Ne tür mekânlara mobilya üretiyorsunuz?
Otel ve işyerleri dâhil her tür mekâna
mobilya hazırlıyoruz. Ancak bu
üretimler daha çok dekorasyon
niteliğinde, yani mekânın durumuna
göre. Ama dekorasyon niteliğindeki bu
işleri genelde mimarlar tasarlar ve biz
mimarların tasarımına göre mobilya
üretiriz.
Şunu da belirteyim; elbetteki kendi
Sadece Konya’da faaliyet yürütüyorsunuz?
Yalnızca Konya’da çalıştık, çıraklığımız
kalfalığımız tek bir atölyede geçti.
Yani ikinci bir atölyede değil. İkinci
atölye oldu, ama orası işyerimiz, kendi
atölyemizdi.
Yeri gelmişken eskiden uyguladığımız
işçilik ve el emeğinden de söz etmek
gerek. Evet, eskiden işçilik fazla idi. Ama
ona göre kâr oranı da yüksekti. Şimdi
işçilik eskisi kadar değil, ama kâr payı da
hayli düşük. O yüzden bu zamanlarda
sürüm yapan işler üretmek ve sürümden
kazanmak gerekiyor. Eskiden bir usta,
bir dairenin -tüm- işini aldığında bunu
bir aya yayar, bir aylık işim var derdi.
Şimdi nerede? En fazla bir haftada işin
bitmesi gerekir…
Mobilya deyince şu sıralar ‘hayglass’ ve
‘membran’dan söz ediliyor, nedir bunlar?
Şimdi, hayglass ve membran gibi
türlerin hepsi suni malzemedir. Yani pvc
veya pvc havası verilmiş malzemelerdir.
Aynı zamanda sunta ya da mdf üzerine
basılmış pvc veya pvc görünümünde
işlenmiş parlatılmış mobilya ürünüdür.
Aslında en iyi kaplama, mdf üzerine
basılan doğal malzemedir.
Mobilya kullanımında neye dikkat edilmeli?
Bayanları en çok mutfağa ait mobilya
ile bilgilendiriyoruz. Mutfakta ocak
çalışıyorsa mutlaka aspiratörün de
çalışması gerek. Çünkü ocağın çalışması
sonucu ortaya çıkan buhar ve nemle
hiçbir mobilya baş edemez. O yüzden
hanımlara, aspiratörün hep açık kalması
gerektiğini söylüyoruz.
Mdf veya suntadan yapılan bir mobilyanın
ömrü ne kadardır?
Şimdi fabrikalar çok alternatif çıkardı.
Birinci sınıf, ikinci sınıf, üçüncü sınıf iş
üretiyor. Tabi ki üçüncü sınıf işler daha
ucuz oluyor. Ama her zaman ucuz malın
tercih edilmemesi gerekiyor. Öte yandan
müşteri mobilyacıyı zorluyor. Acele ve
ucuz iş istiyor. Mobilyacı ne yapacak,
ister istemez ikinci, üçüncü sınıf
malzemeyi kullanmak zorunda kalıyor.
Ama ‘üretimde, birinci sınıf malzeme
kullandım’ demiyor. Sunta mı sunta.
Görüntüsü de aynı. Sadece ağırlığında
ve özünün sıkılığında fark var. Bunu da
ancak üretici biliyor. Ancak ucuz mal
yaptığı için onu kullanmak zorunda
kalıyor. Bu durumsa hem ekonomimizi,
he üretimimizi, hem kalitemizi hem
de güvencemizi sarsıyor. Öte yandan
aldatıcı malzeme çeşidi çoğaldı. Mesela
lake yüzey diyor. Yanlış bilgi veriliyor,
yani müşteri lake zannediyor. Aslında
lake değil o, sadece lake havası verilmiş
plastik kaplama. Ama ekonomik olsun
diye bunlar tercih ediliyor. Ondan
sonrada kendimi yetiştirdim diyen kalfa
geçiyor köşede iş yapıyor. Her şey eline
hazır geliyor, toparlaması kalıyor.
Yani montajı bilmesi yetiyor, öyle mi?
Evet, ama düzen gerekiyor, işçilik
gerekiyor, makine gerekiyor. Hazır
malzemeyi herkes yapar. Bizim
mesleğimiz, anlayışımız, iyi işçilik ve
kalitedir diyebilirim. Bizim mobilyamız,
kalite arayanlar tarafından kesinlikle
fark edilir ve kalite olarak piyasada öne
çıkıyor. Ama kalite arayan çok az. Oysa
kesinlikle kalite, kalite ve de kalite…
Alırken biraz fazla verirsiniz ama uzun
yıllar kullanırsınız.
Evet. Biz mobilyamızın kimine 10,
kimine 30, kimine 50 yıl kullanma
garantisi veririz. Yeter ki doğru
kullanılsın. Nem ve sudan uzak
tutulsun. Yani mobilyasını koruduğu
müddetçe bir ömürlük işler üretiriz.
Çünkü işçilik ve malzemenin kalitelisi,
olmazsa olmalarımız arasındadır.
AHŞAP EŞYAYI KORUMANIN
PÜF NOKTALARI
• Temizlerken temiz, kuru ve
yumuşak dokulu bir bez
kullanmalıyız .
• Nemli bezle sildiysek
mutlaka kurulamalıyız.
• Kimyasal deterjan ile
kesinlikle temizlememeliyiz.
• Güneş ışığından korumalıyız.
• Masa ve sehpalarınızın
üzerine sıcak kaplarımızı
nihalesiz koymamalıyız.
• Suntalam ve mdflam
mobilyaların kenar pvc
yapıştırma kısmında
ıslaklığın kalmadığından
emin olmalıyız.
• Lake mobilyanın temizliğinde
kesinlikle pürüzsüz bez
kullanmalıyız , nemli ve ıslak
bırakmamalıyız.
• Masif ahşap mobilyanın
temizliğinde kullanılacak bez
yumuşak olmalıdır. Ahşap
temizleyicisi katkılı suyla da
temizlik yapabilirsiniz.
anahtar // ilkbahar 2013 • 81
FİKRİMCE
>>
CEM SÖKMEN
MEHMED NİYAZİ, ÇANAKKALE MAHŞERİ İLE; "YETİŞ YA MUHAMMED
KİTABIN GİDİYOR" DERKEN KENDİSİNİ DUYAN ALMAN DOKTORUN
"NE DEDİĞİNİ ANLAMIYORDUM AMA O SES HAFIZAMA HAYATIMDA
DUYDUĞUM EN İÇTEN, EN ACI FERYAD OLARAK GİRDİ" DEDİĞİ BİNBAŞI
LÜTFÜ BEY'İ 90 YIL SONRA TORUNLARINA TANITTI...
İlk baskısı 1998 yılının Ekim ayında
yapılan ve geçen 15 yıllık süre zarfında
büyük etkiler meydana getiren
Çanakkale Mahşeri kitabı. 1991-1998
arasında yedi yıl boyunca kütüphaneler,
nüfus müdürlükleri ve siperler arasında
mekik dokuyan bir arayışın eseridir.
Bu romanın yazıldığı 1990’lı yıllara
-bir anlamda- “normalleşme zamanı”
diyebiliriz. Dil ve tarih gibi ortak
değerlerin tartışılmasının ve kamplaşma
alanı haline getirilmesinin gereksizliği
bu dönemde daha net anlaşılmış oldu.
Tartışmaktan, öğrenmeye ve anlamaya
geçildikçe bu toplumun kimliğini inşa
eden “zihniyet dünyası” hikâyelere,
romanlara, biyografilere, tezlere -yakın
geçmişe göre- daha yoğun bir şekilde
yansıtılmaya başlandı.
Samimiyet ve çalışma disiplininin
muhteşem bir terkibi “Çanakkale
Mahşeri” romanı samimiyet ve çalışma
disiplininin muhteşem bir terkibi olarak
“Çanakkale konusuna” önce toplumun
dikkatini çekti. Türkiye’nin her yerinden
savaşın yaşandığı topraklara akın
anahtar // ilkbahar 2013 • 82
edildi. Bazen bir otobüslük kalabalığın
“rehberi” olarak Çanakkale’ye giden
Mehmed Niyazi megafonu duyabileni
yerine mıhlayan anlatımıyla, az
olan cephanesi boşa gitmesin diye
düşmana el bombasını siperden çıkarak
atan Yanyalı Hüsnü’yü, iki oğlunu
Sarıkamış’ta, bir oğlunu kendisinin
de bulunduğu Çanakkale cephesinde
şehit veren, ağır yaralı olarak bitirdiği
Çanakkale savaşından sonra Kudüs’e
giderek birliğini bulan ve en son 9
Eylül 1922’de İzmir’e giren askerlerin
içinde bulunan Erzincanlı Oğuz
Amca’yı, yazdığı 28 sayfalık Zığındere
muharebesi hatıralarında bir kelimeyle
dahi kendisinden ve yaptığı işlerden
bahsetmeyen ve daha sonra Cumhuriyet
döneminde bir yüksek rütbeli subayın
“Bu muharebeleri bilse bilse o bilir”
diyerek hatırata ismini yazdırdığı
Binbaşı Mahmud Sabri Bey’i, “Yetiş Ya
Muhammed kitabın gidiyor” derken
kendisini duyan Alman doktorun “Ne
dediğini anlamıyordum ama o ses
hafızama hayatımda duyduğum en içten,
en acı feryad olarak girdi” dediği
Binbaşı Lütfü Bey’i 90 yıl sonra
torunlarına tanıttı...
ÇANAKKALE KONULU
500 KİTAP YAZILDI
Mehmed Niyazi bu romanla
iyiden iyiye güçlenen bir şekilde
“sıradan insanların sergilediği
güzellikleri” nazara verdi.
Çanakkale Mahşeri’nden sonra
Sonra devletin dikkatini çekti.
Toplumla devletin aynı anda
“orada” olduğu bir törenselliğin
en güzel manzarası 90’lardan
sonra Kilitbahir’de, Alçıtepe’de
ve Arıburnu’nda seyredildi...
“Çanakkale Mahşeri” kitap
dünyasını ve yazarları da
etkiledi. Geçen 15 yılda 500’ün
üzerinde Çanakkale konulu kitap
yayınlandı. Önemli bir kısmı ciddi
emek mahsulü olan bu yayınların
arasında kaynak göstermeye gerek
duymadan “Çanakkale Mahşeri”ni
kullananlar da yer aldı. Bu yayın
çokluğunun bir sebebi de “kültür
endüstrisi”nin devreye girişi
oldu. Hemen birkaç yıl içinde, bu
toplumun tarihine ait olan her
şeye “hurafe” damgası vurmaya
meraklı bazı pozitivist/hepöğretirler de üzerine düşeni yaptı.
1915’te Çanakkale’de yaşananların
ana hatlarını görmezden gelen
“piyasa işi” bazı filmler ve
belgeseller yapıldı. Bütün bunlar,
bir olayı yaşandığı dönemin
değer yargılarıyla, o zamanın
ruhuyla değerlendirebilme ve
beraberinde objektif bir bakış açısı
geliştirebilmenin önemine işaret
ediyor.
Türk tarihini sırttan atılması
gereken “yük” olarak gören,
negatifleri bir araya toplamaya pek
mahir zihin yapımızla ancak bir
futbol tabirine dönüştürdüğümüz
“Çanakkale Geçilmez”i yerli
yerine oturtan Mehmed Niyazi’ye
ve eşsiz mısralarıyla Çanakkale’yi
kan kırmızısı bir mürekkeple
kalbimize rapteden Mehmed
Akif’e ve onlara yaptıkları
kahramanlıklarla yazılacak
kelimeler hediye eden Çanakkale
kahramanlarına teşekkürden
fazlasını borçluyuz...
anahtar // ilkbahar 2013 • 83
RÖPORTAJ
>>
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
MEHMET AKİF ERSOY
Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,
Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;
Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.
Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.
Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralya’yla beraber bakıyorsun ; Kanada!
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.
Saçıyor zırha bürünmüş de namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani tauna da zuldür bu rezil istila...
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.
Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına,
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz ...
Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.
Hangi kuvvet onu, başa, edecek kahrına ram?
Çünkü te’sis-i ilahi o metin istihkam.
anahtar // ilkbahar 2013 • 84
Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan;
Bir göğüslerse Huda’nın edebi serhaddi;
“ O benim sun’-i bediim, onu çiğnetme “ dedi.
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Asım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin’i,
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i...
Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?
“ Gömelim gel seni tarihe “ desem, sığmazsın.
Sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın... Heyhat,
Sana gelmez bu ufukalar, seni almaz bu cihat...
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
Seni ancak ebediyetler eder istiab.
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış, duruyor peygamber.
“Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem başına;
Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;
[Safahât: Altıncı Kitap-Âsım]
anahtar // ilkbahar 2013 • 85
KULAĞA KÜPE
>>
• Dondurulmuş gıdaları çözerken
çabuk çözülsün diye sıcak bir
ortama koymayın, bakteri
ve mikrop üremesine neden
olursunuz. En iyisi buzdolabının
en alt rafına koyup ağır ağır
çözdürmektir.
• Kurufasulyeyi haşladığınız suyu
dökmeyin. Soğuduktan sonra
bitkilerinizi sulayın. Bu bitkiler
için çok yararlı ve sağlıklıdır.
anahtar // ilkbahar 2013 • 86
• Kahvaltı sofralarının
vazgeçilmez yiyeceği olan bal
saklama koşullarına dikkat
edilmezse şekerlenir ve besin
değeri kaybolur. Bu yüzden bal
kavanozunu sıcak olmayan
serin ve karanlık bir yerde
saklamak daha iyi olacaktır. Gün
ışığı alan bal bozulur. Ayrıca
kavanozun kapağı açık
kalırsa nem
alır ve tadı
acımtırak
olur.
• Patates pürenize değişik bir
koku vermek istiyorsanız içine
bir miktar hindistan cevizi
atın. Tadının çok değiştiğini
göreceksiniz
•Patatesin pişirme suyuna 1
kaşık sirke koyun. Patatesin
rengi sapsarı kalır, hem de daha
lezzetli olur.
• Çorba ve sulu yemeklerinizi
pişirirken eğer tuzu fazla ise içine
birkaç tane dilimlenmiş patates
atın. Yemek piştikten sonra
patatesleri tencereden alın.
• Çiğ et, tavuk, balık
gibi yiyecek maddelerini
temizlemek için kullandığınız
mutfak aletlerini yıkamadan
asla başka bir besinde (sebze,
meyve kesmekte, unlu gıdalar
hazırlamada) kullanmayın.
• Yapacağınız tavuk yemeğini
daha lezzetli kılmak mümkün.
Tavuk etlerini birkaç saat
sütün içinde bekletin. Etler hem
daha yumuşak hemde daha
leziz olacaktır.
• Tavuğun kalitesi gögüs etinin
dolgun ve sıkı olmasından
anlaşılır.Tavuk tazeyse gögüs
kemiğinin ucu esnek olur.
Tavuğun derisinde oluşan mavi
lekeler bozulma işaretidir.
•Pilicin karnına bir kaç adet
adaçayı yaprağı ve yarım limon
koyarsanız çok daha hoş bir
tadı olur.
• Elma her zaman formunuzu
korumak için ideal bir iştah
kesicidir. Ayrıca sabah aç
karnına yendiğinde bağırsakları
çalıştırır.
• Sıkmadan önce bir süre soğuk
suda bekletilen portakallar
daha fazla su verir.
• Yeterince olmamış
limonlardan beklenildiği kadar
su çıkmaz. Tıpkı çok sert
limonlardan çıkmadığı gibi.
Bu tür limonları kesmeden
önce, birkaç dakikalığına çok
sıcak suya batırıp bekletin.
Limonların daha fazla su
verdiğini göreceksiniz.
• Muzları buzdolabında
muhafaza etmeyiniz, çünkü
tadı kaçacaktır.
• Küçük limonu saklamak için
küçük bir tabağa toz şeker
serpin. Limonun kesik tarafını
şekere gelecek şekilde koyun.
İki hafta limon kurumadan
saklanacaktır.
• Şeftaliyi kolayca soymanın
en pratik yolu bir dakika
kaynar suda bir dakika
soğuk suda tutmaktır. Böylece
çabucak soyulur.
• Suyunu sıktığınız limon
kabuklarını çelik eşyaların
ve bıçakların parlatılmasında
kullanabilirsiniz.
• Yaptığınız böreğin daha lezzetli
olmasını ve kıvamında pişmesini
istiyorsanız fırına koymadan
önce birkaç saat buzdolabında
bekletin. Böylece çok daha
lezzetli olacaktır.
• Pişirdiğiniz bisküvileri yemeden
önce birkaç saat pamuklu
örtüye sararak bekletirseniz,
lezzetlerine lezzet katmış
olursunuz.
• Yeşil salata malzemelerini
elinizle kopartırsanız
vitaminleri ölmeyecektir.
• Yağda kavrulan unun içine
katacağınız suyun veya sütün ılık
olması, unun pütür pütür olmasını
önler.
• Tereyağını kızartırken içine bir
damla zeytinyağı koyarsanız,
tereyağının yanmasını önlemiş
olursunuz.
• Nane, adaçayı ve çekilmiş
cevizin pek çok yemekte
kullandığınız beşamel sosa
çok hoş lezzet kattığını
biliyor muydunuz? Fakat bu
aromalı otları, sos pişip ateşin
söndürülmesine yakın tencerenin
içine ilave etmeye dikkat edin.
• Tuz bazen sütü keser. Bu
nedenle beşamel ve diğer sütlü
soslara, kıvamı bulduktan sonra
tuz koyunuz.
• Bayatlamış ekmeklerin üzerine
su serpin ve folyo
kağıda sarıp
5-10 dakika
fırınlayın.
Böylece
taptaze
olacaktır.
• Ekmekleri sakladığınız
kabın içine birkaç tane kesme
şeker koyarsanız, kısa sürede
bayatlamasını önleyebilirsiniz.
• Bayatlamış ekmekleri
yumuşatmak için boş bir
tencereye koyun. Daha büyük bir
tencereye su koyup kaynamaya
bırakın ve ekmekli tencereyi
su dolu tencerenin üzerine
yerleştirin ve kapağını kapayın.
Kısa bir süre sonra bayat ekmek
yumuşayacaktır.
anahtar // ilkbahar 2013 • 87
OKUDUKÇA
>>
İSLÂM’ IN GÜLER YÜZÜ
Aristokrat ve Katolik bir aile içinde yetişti.
Seçkin tabakaya mensup çocukların okuduğu okullarda eğitim gördü.
Profesör oldu. Birçok ülkenin pek çok üniversitesinde dersler, konferanslar verdi.
Fransa´nın dünya çapında en saygın bilim ve araştırma kurumu, İlmi Araştırmalar
Milli Merkezi´nde (CNRS), yönetici ve uzman olarak çalıştı.
Yüzyılımızın en ünlü bilim ve fikir adamlarıyla beraber oldu, onları yakından tanıdı
ve kendileriyle ortak çalışmalar yaptı.
Bir gün İkbal´i, onun aracılığıyla da Mevlana´yı keşfetti.
O ikisi sayesinde İslam´a kavuşunca, araştırıcı, sorgulayıcı ruhu nihayet huzur ve
sükuna erdi.
Bu değerli Hanımefendi´nin gerçeği arayışı anlatılıyor bu kitapta. Heyecan verici bu
serüven boyunca yaşadığı dikkate değer olaylar, tartışmalar, düşünen bir beynin
soruları, tereddütleri, şüpheleri kendi ağzından soru cevap şeklinde aktarılıyor.
Prof. Dr Eva De Vitray- Meyerovitch / Şule Yayınları
HALLAC “KURTARIN BENİ TANRIDAN”
Hallac’ı bilen herkes onun cezbe halinde söylediği meşhur “Ene’l-Hakk” (Ben
Yaratıcı Hakikatim) sözünü de bilir. Vahdet-i vücudu yaşayan birinin, içten
gelen haykırışı olan bu söz yanlış anlaşılmış, onun “Ben Tanrı’yım” dediğini
sananlar dinlerini korumak adına ona düşman olmuşlardır. Oysa Hallac’ı,
Ahmed Yesevi’nin, Mevlânâ Celâleddin Rumî’nin gözünden görmek gerekir.
Onlara göre Hallac rahmete ve kurtuluşa ermiş bir âlimdi.
Onun, şahsi Tanrı tecrübesini ve Tanrı’yı arayış çabalarını dile getirdiği
şiirleri ve paradoksları bugün de okuyucuyu cezbetmekte ve düşünmeye
sevketmektedir. Şimdi okuyucunun önünde iki seçenek var: Hayatın gerçek
mânâsını derinleştirmek üzere kendini kor gibi yanan Tanrı ateşine bırakmak ya
da Hallac’ı tehlikeli bir muhalif olarak görüp mahkûm eden zihniyetin yanında
yer almak.
Annamarie Schimmel - Pan Yayınları
İSLAM’DA DİNİ DÜŞÜNCENİN
YENİDEN İNŞAASI
Muhammed İkbal, İslam dünyasının çok büyük problemlerle boğuştuğu, varoluş
mücadelesi verdiği bir dönemde yaşayan seçkin bir aydın, eşine az rastlanır bir şair,
Doğu’yu ve Batı’yı derinliğine kavramış bir allâme, bir mütefekkirdir.
İkbal, Şark’ın artık bütün hayatiyetini kaybettiği iddiasının ortalıkta gezindiği bir
dönemde, İslam dünyasını asırlık uykusundan uyandırmak için çırpınıyordu.
Müslümanların İslam akidesini anlama faaliyetini “İslam’da Dinî Düşünce” olarak
tanımlayan İkbal, İslam’da Dinî Düşüncenin Yeniden İnşâsı adlı eserinde, özellikle
Müslümanların geri kalma sebeplerini “kader düşüncesi”, “benliğin tahribi”,
“Tevhid’e şirk bulaşması” ve “Batı’nın körü körüne taklidi” olarak belirler. Bu
değişimin gayesine uygun olarak gerçekleşebilmesi için gereken esasları tespit
ederek yenilenme faaliyeti sadedinde modern Türkiye’nin tecrübesini analiz eder.
Muhammed İkbal - Timaş Yayınları
anahtar // ilkbahar 2013 • 88

Benzer belgeler