Vecihi Journal-2

Transkript

Vecihi Journal-2
BÜLTENİ
2016 İLKBAHAR SAYI: 2
ÜCRETSİZDİR
dekorasyon
teknolojİ
kültür sanat
EKONOMİK SİSTEMLER
çİZGİ DİLİ NASIL ÇALIŞIR?
NURİ DEMİRAĞ
NÜRNBERG moda
cumalıkızık
DÜNYA MUTFAKLARI
BULMACA
VENTILATION TECHNIC
1
Cumalıkızık
22
Cvsair Bülteni Vecihi
İstanbul’a Adını
Verenler
SAYI 02 - İLKBAHAR
SAHİBİ
CVS HAVALANDIRMA SİSTEMLERİ
SAN. TİC. A.Ş ADINA
Tolga YOLCU
İçindekiler
12
Nürnberg
37
YAYIN KURULU
Tayfun DİNÇ
Leyla CİVELEK
Alev KAHRAMAN
Murat PARLAK
Eski Türklerde
Spor 29
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Tayfun DİNÇ
[email protected]
YÖNETİM YERİ
Cumhuriyet Mah.
Kartal Cad No: 101/1
Kartal İstanbul
YAYINA HAZIRLIK
Safran Yayıncılık A.Ş.
0212 290 33 44
[email protected]
Beybi Giz Plaza, Dereboyu Cad.
Meydan Sk. No: 28 Kat: 2 34398
Maslak / İSTANBUL
2016 Dekorasyon
Trendleri
43
Dünyanın
en iyi 5 mutfağı
BASKI YERİ
Portakal Baskı İt. İh. San ve Tic. A.Ş.
Huzur Mh. Tomurcuk Sk. No: 5/1
Sarıyer / İSTANBUL
0212 332 28 01 pbx
46
Dergide yer alan makalelerdeki fikirler
yazarlarına aittir.
Yazılar kaynak gösterilerek yayınlanabilir.
Vecihi Cvsair’in şirket içi bültenidir.
Ücretsizdir, para ile satılmaz.
Nuri
Demirağ
04
Moda
26
ÇİZGİ DİLİ
3
Bu topraklarda Vecihi karakteri bir tane değil
“Ekip olarak her birimizde ‘Doğru bildiğine ve doğru
yaptığına inanan insanın azmini’ gördüğümüzden
VECİHİ ismini kendimize kılavuz olarak aldık.” demiştik.
Ve eklemiştik; “İçinde bulunduğumuz gerilimli rekabet
yarışında Vecihi Hürkuş’un hayatındaki kesitleri her zora
düştüğümüzde, her yeni adımı atmaya niyetlendiğimizde,
hatırlamak için siz değerli müşteri dostlarımızla iletişim
amaçlı hayata geçirdiğimiz dergiye VECİHİ ismini
koymaktan başka yolumuz kalmadığını anladık ve mutlu
olduk.” Bu düşüncemizin ne kadar doğru olduğunu ilk
sayımıza gelen tepkilerle gördük. Bizdeki duyguların
karşılığını bulması daha da mutlu etti bizleri. Bize
beğenilerini ileten tüm müşterilerimize ayrı ayrı teşekkür
ederiz.
Ve ikinci sayı
Vecihi’nin ikinci sayısının da beğenileceğini umut
ediyoruz. Bu beğenilerin artacağına inancımız da tamdır.
(Tıpkı CVSair olarak piyasaya sunduğumuz ürünlere
yönelik beğenilerin her geçen gün artması gibi…) Bu
topraklarda Vecihi karakteri bir tane değil, farklı alanlarda
farklı ve belki de daha çetin mücadeleler veren nice insan
var. Vecihiler hiç azalmadı, ülkemizin kalkınması için nice
Vecihiler sessiz sedasız, iletişim kanallarından uzak bir
şekilde mücadelelerine devam ediyorlar. Vecihi dergisi
olarak bu isimleri hayırla yad ediyoruz. İkinci sayımızda
da böyle bir isme yer veriyoruz.
Bu isim; “Türkiye Cumhuriyeti demiryolları inşaatının
ilk müteahhitlerinden ve cumhuriyet devrinin ilk
sayılı milyonerlerinden, kardeşi ile birlikte servetlerini
Türkiye’nin sanayi kalkınmasına yatırmış ve iş hayatının
yanında geniş ölçüde hayırsever insan olarak tanınmış,
Türkiye’nin 10 bin km’lik demiryolu ağının 1.250 km’lik
bölümünün inşasını gerçekleştirmiş ve bu nedenle
kendisine Mustafa Kemal Atatürk tarafından “Demirağ”
soyadı verilmiş.” Vecihi ikinci sayısında Nuri Demirağ ile
huzurlarınızda…
NURİ DEMİRAĞ
"Türk; insan kudretinin yaratabileceği her faydalı şeyİ memleket için düşünmeye,
düşündüğünü yapmağa ve başarmağa kadirdir. Yapamamak "yapamadım, yapamam
demek; benliğinden, varlığından geçtim... Aczi, zaafı kabul ettim" demektir."
5
TÜRKİYE Cumhuriyeti demiryolları inşaatının ilk
müteahhitlerinden ve cumhuriyet devrinin ilk sayılı
milyonerlerinden, kardeşi Abdurrahman Naci Demirağ
ile birlikte servetlerini Türkiye’nin sanayi kalkınmasında
büyük işlere yatırmış ve iş hayatının yanında geniş ölçüde
hayırsever insan olarak tanınmış, Türkiye’nin 10 bin
km’lik demiryolu ağının 1250 km’lik bölümünün inşasını
gerçekleştirmiş ve bu nedenle kendisine Mustafa Kemal
Atatürk tarafından “Demirağ” soyadı verilmiştir.
DEVLET MEMURU DEMİRAĞ
1886 yılında Sivas’ın Divriği kasabasında doğdu.
Bu kasabanın eşrafından Mühürdarzade Ömer Bey’in
oğludur, annesinin adı Ayşe Hanımdır. Rüşdiye tahsilini
memleketinde yapmış ve aynı rüştiyeye muallim tayin
edilmiş, Ziraat Bankasının açtığı imtihanı kazanarak, Kangal,
sonra Koçgiri şubelerinde çalışmıştır. Maliye Bakanlığının
açtığı bir imtihanı da kazanarak, bankacılıktan maliye
hizmetine geçmiş, İstanbul’a gelerek Maliye’nin her
kademesinde seçkin bir memur olarak çalışmış ve 19181919 arasında 32-33 yaşlarında iken Maliye Müfettişi
olmuştur.
GİRİŞİMCİ DEMİRAĞ
Kendi kaydına göre 56 altın (252 kâğıt lira) birikmiş
parası ile sigara kâğıtçılığına başlamış ve “Türk Zaferi”
adını verdiği bir sigara kâğıdı çıkarmıştır. O günlerde “ Türk
Zaferi Sigara Kağıdı” fevkalade rağbet görmüştür. Daha
sonra, Cumhuriyet Hükümeti’nin Türkiye Demiryolları ve
şoseleri ile başladığı büyük imar işini en uygun tekliflerle
müteahhitlik hayatına atılmıştır.(1)
İLK TÜRK DEMİRYOLU MÜTEAHHİDİ
“Nuri Demirağ Kimdir?” kitabında Ziya Şakir şunları
yazıyor: “İlk Türk Demiryolu Müteahhidi, ilk kazmayı
vurduğu yerden itibaren azminin ve imanın bütün
kuvvetiyle ilerlemeye ve bütün geçtiği yerleri, demir
ağlarla örmeye başladı.” Fakat Nuri Bey’in muvaffakiyeti,
Samsun’dan Erzurum’a kadar geçtiği yerleri demir ağlarla
örmekten ibaret kalmadı. O büyük iddiasının tahakkukuna
çalıştı. Samsun’dan başlayan ilk tahakkukuna müteakip
(Fevzipaşa-Diyarbakır) (Afyon-Antalya) (Sivas-Erzurum)
(Irmak-Filyos) hatlarında 1012 kilometrelik demiryolu
yaparken, diğer büyük inşaat işlerine de atıldı. Bursa’da
Sümerbank’in Merinos, Karabük’te Demir ve Çelik, Izmit’te
Selüloz, Sivas’ta Çimento fabrikalarıyla, Istanbul’da Hal
binasını ve Eceabad - Hava soşesini de yaptı. Şunu da ilave
etmek lazımdır ki Nuri Bey, bütün bu büyük eserlerinin
önünde ve muhitlerinde, hayrat çeşmeler yapmayı
unutmamıştı, nitekim bu çeşmelerin âdeti kırk sekizi
aşmıştır” (2)
için parayla satın alıyoruz. Devletin bütçesi de o zaman
200 milyon lira. Diyorlar ki bir kampanya açalım. Milletin
himmetine başvurup para toplansın, bu paralarla uçak
alalım. ...Abdurrahman Naci Bey’e geliyorlar. Durumu izah
ediyorlar. Abdurahman Naci Bey’de 120 bin TL veriyor.
Sonra da Nuri Demirağ’a geliyorlar ve durumu izah
ediyorlar. Nuri Bey de ‘Siz ne diyorsunuz? Benden bu millet
için bir şey istiyorsanız, en mükemmelini istemelisiniz.
Mademki bir millet teyyaresiz yaşayamaz, öyleyse bu
yaşama vasıtasını başkalarının lütfundan beklememeliyiz.
Ben bu uçakların fabrikasını yapmaya talibim’ diyor. Sonra
da hazırlıklara başlıyor.”
1930’lu yıllara gelindiğinde dünyada ve Türkiye’de
ekonomik sıkıntı had safhadaydı. Bu yüzden orduya
uçak ve benzeri ihtiyaçlar ancak halkın himmetleriyle
alınabiliyordu. O yıllarda ilginç bir kampanya düzenleniyor
ve her ilden toplanan paralar ile bir uçak alınıyor ve alınan
uçağın kuyruğuna da o ilin ismi yazılıyordu. Bunun yanında
zengin işadamları da tek başlarına uçak alarak devlete hibe
ediyorlardı. O zaman da uçağın kuyruğuna o işadamının
ismi yazılıyordu.
Yine böyle bir himmete başvurulmuştu ve büyük
işadamlarından yardım talep ediliyordu. Nuri Demirağ’ın
ilk damadı Mansur Azak anlatıyor: “ 1932 senesinde
gazetelerde bir havadis var. Diyor ki havadiste, bu
memlekette uçağa ihtiyacımız var. Uçak fabrikamız olmadığı
Nuri Bey, yanına aldığı mühendis ve teknisyenlerle
seyahatlere çıkarak incelemelerde bulunmaya başladı.
Almanya, Çekoslovakya ve İngiltere’deki uçak fabrikalarını
gezdi. “Avrupa’dan, Amerika’dan lisanslar alıp tayyare
yapmak kopyacılıktan ibarettir. Demode tipler için lisans
verilmektedir. Yeni icat edilenler ise bir sır gibi, büyük
bir kıskançlıkla saklanmaktadır. Binaenaleyh kopyacılıkla
devam edilirse, demode şeylerle beyhude yere vakit
geçirilecektir. Şu halde Avrupa ve Amerika’nın son sistem
teyyarelerine mukabil, yepyeni bir Türk tipi vücuda
getirilmelidir” diyen Nuri Demirağ, 1936 senesinde uçak
fabrikası için hazırlıklara başlamış ve ilk etapta on senelik
bir program yapmıştı. 17 Eylül 1936’da da fiilen teşebbüse
geçti ve bir Çekoslovak firması ile anlaşarak Beşiktaş’ta
HAVACILIK SERÜVENİ
İLK YERLİ TÜRK UÇAĞI
Genç izcilerin Nuri Demirağ
Havaalanına olan ziyareti.
Hayrettin İskelesi’nde, bugün Deniz Müzesi olarak kullanılan,
o zamana göre modern bir bina yaptırdı. Programa göre
burası etüt atölyesi olacak, asıl büyük fabrika da memleketi
olan Sivas Divriği’de kurulacaktı. Bu tayyare atölyesi kısa
bir sürede dev bir fabrika haline geldi. Yeşilköy’de Elmas
Paşa çiftliğini tayyare meydanı yapmak için satın aldı.
1000 X 1300 metre boyutlarında düz bir tayyare alanı
yaptırdı. Bunun bir örneği de o sıralar Avrupa’nın en modern
havaalanı olan Amsterdam’da vardı. 1937-1938 yılı içinde
Türk Hava Kurumu 10 okul uçağı ve 65 planör siparişinde
bulundu. İstanbul fabrikalarında yapılan ilk yerli Türk
uçağı, 1941 yılı ağustosunda Nuri Bey’in doğduğu yer olan
Divriği’ye uçarak gidip gelmişti.
BARIŞTA YOLCU SAVAŞTA
BOMBARDIMAN UÇAĞI: NU. D. 38
Nuri Demirağ ve ekibi, bir yandan bu siparişleri yapmak
için tüm gayretlerini sarf ederken, bir yandan da yepyeni bir
model geliştirmişlerdi. Bu Nu. D. 38 ismini taşıyacak olan altı
kişilik, çift motorlu, gövdesi alüminyum kaplama bir yolcu
uçağı idi. Nu. D. 38 tipi yolcu uçağı, tamamen Türk mühendis
ve işçilerinin ortaya çıkardıkları Türk tipi bir uçaktır. 6 kişilik
yolcu uçağının çift pilot kumandası bulunmaktadır. Saatte
325 kilometre hız yapabilmekte ve 1000 KM uçabilmektedir.
Türk Hava Kurumu, Nuri Demirağ’ın fabrikalarına sipariş
vermiş olduğu bu uçakları almaktan vazgeçmiştir. (3)
Çift motorlu, barışta yolcu uçağı, savaşta istenildiği
zaman eksiksiz bir bombardıman uçağı görevini görecek
şekilde yapılan ve saatte 270 kilometre hıza ulaşan, 5 bin
500 metre yükseğe çıkabilen ‘Nu.D.38’in yapılması, dünya
uçak sanayicilerinin dikkatini birden Türkiye’ye ve Nuri
Demirağ’ın uçak fabrikasının üzerine çekmişti.
Nuri Demirağ’ın Beşiktaş’taki fabrikada yapılan ve hiç
bir bozukluk göstermeden başarılı uçuşlarına devam eden
uçakları, Türkiye’de olduğu kadar yurtdışında da büyük
yankılar uyandırmıştı. Türklerin kendi uçaklarını kendilerinin
yapması belli başlı uçak fabrikalarını endişelendiriyordu.
Özellikle İngiliz ve Almanlardan başka Amerika’nın
endişeleri daha büyüktü. Gerçi Türklerin bu işin altından
kalkabileceklerine inanmıyorlardı; fakat bu iş gerçekleşirse,
ileride bir pazar kaybetmenin endişesi içerisindeydiler. Bu
düşüncedeki Amerikan Uçak İmalatçıları Birliği, Türkiye’ye
incelemelerde bulunmak üzere birliğin başkanı Bay Todd’u
göndermişti. (4)
DEMİRAĞ GÖK OKULU
Atölyede yapılan uçakların testleri için bir piste ihtiyaç
vardı. Bu yüzden Yeşilköy’de, şu anda Atatürk Hava Limanı
olarak kullanılan, Elmas Paşa Çiftliği’ni satın alarak, orada
1559 dönümlük geniş arazi üzerinde, 1000x1300 metre
ölçülerinde bir uçuş sahası yaptırdı. Bu sahanın üzerine
bir de, Nuri Demirağ Gök Okulu, uçak tamir atölyesi ve
hangarlar yapıldı.
Bu tesisleri yaptıran Nuri Demirağ, “Türk’ün yaptığı
uçakları elbette Türkiye’de yetişen pilotlar uçuracaktır”
düşüncesiyle hareket ediyordu. Bu yüzden havacılık üzerine
eğitim verecek 150 yataklı bir yurdu da bulunan ‘Gök
Okulu’na, üniversitede okuyan veya mezun olmuş öğrenciler
alınıyor ve uçuş eğitiminin yanı sıra uçağın teknik yapısıyla
ilgili eğitimler de verilerek pilot yetiştiriliyordu.
Yeşilköy’deki okuldan önce, doğduğu yer olan
Divriği’nde de bir Gök Ortaokulu açan Nuri Demirağ, Türk
gençlerine havacılığın zevkini aşılıyordu. Öğrencilerin
yemek, içmek, yatmak, öğrenim gibi bütün masraflarını
karşılıyordu. Başarılı olan öğrencileri yaz tatillerinde
İstanbul’a getiriyor ve uçmaya özensinler diye onlara
uçuş dersleri verdiriyordu. Bu yüzden içlerinden
7
Nuri Demirağ Havaalanında bulunan 150 kişilik öğrenci yurdu.
Gök Okulu öğrencileri pilotluk eğitimlerini bu okulda yaparlardı.
Nuri Demirağ Gök Okulu mezununa diplomasını veriyor.
birçoğu pilot olmuştu. Hepsi ile ayrı ayrı ilgileniyor, her
birine ayrıca ayda 150 lira aylık veriyordu. Gök Okulu
öğretmenlerinin aylığı ise 350 liraydı. Nuri Bey’in Gök
Ortaokulu’nda okuttuğu öğrencilerinden Dr. Rahmi
Karahasan o günleri şöyle anlatıyor: “Nuri Demirağ
Divriği’ne okul yaptırdığı zaman Sivas’ın hiçbir ilçesinde
ortaokul yoktu. Bize ortaokulu sağladığı zaman diğer
ilçelerden de Divriği ‘ne ortaokul tahsili yapmaya gelen
birçok arkadaşımız olmuştur. Her kaydolan öğrenciye
birer takım elbise, ayakkabı ve kasket verilirdi. Ortaokul
tahsilini yaptıktan sonra da, lise ve yüksekokul tahsili
yaptırmak için İstanbul’a götürür; bizlere kalacak yer,
okuyacak okul ayarlardı. Biz onun sayesinde 0kuduk ve
meslek sahibi olduk. Nuri Demirağ bizim velinimetimizdi.
“ Hepsini birer çocuğu gibi sevdiği Gök Okulu
öğrencilerine, 6 şeyden sakınmalarını nasihat ediyordu:
İşretten, kumardan, iffetsizlikten, eğrilikten, tembellikten,
zulmetmekten.
Zamanın cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün oğulları
Ömer İnönü ve Erdal İnönü de Nuri Demirağ’ın
Yeşilköy’deki Gök Okulu’na kaydolmuş ama bir hafta kadar
öğrenim gördükten sonra okulu bırakmışlardı. Gök Okulu,
kurulduğundan kısa bir süre sonra her biri birer değerli
pilot olan 9 kişiyi mezun etmişti; Galip Demirağ, Mehmet
Kum, Osman Doğan, İbrahim Uras, Mustafa Turman, Sabri
Mağara, İhsan Anıl, Mustafa Engül, Hüseyin Danacı. Bu
pilotları ise daha sonra yüzlerce genç pilot izlemiş ve
Nuri Demirağ Gök Okulu, tam anlamıyla bir pilot okulu
niteliğini kazanmıştı. Zaman zaman yapılan gösterilerde
bu okulda yetişen öğrenciler, Türk uçaklarıyla havada
çeşitli akrobasi hareketleri yapıyorlar, daha önceden
belirtilen yerlere paraşütle erzak çuvalları atıyorlardı.
Bu gösterileri binlerce İstanbullu izliyor ve 19-20
yaşlarındaki gençlerin başarısını çılgınca alkışlıyorlardı.(4)
Nuri Demirağ ve yakın dostları Neyzen Tevfik ve Filozof Ali Rıza
Bölükbaşı. Nuri Demirağ sık sık edebiyatçı ve düşünürlerle biraraya
gelir, fikirlerini paylaşırdı.
DEMİRAĞ SİYASETE GİRİYOR
“Nuri Demirağ, Cumhuriyet Tarihinde üçüncü kez çok
partili hayata geçişte (1945) ilk muhalefet partisi olan
Milli Kalkınma Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı ve
genel başkanlığını üstlendi.”(6) Partinin resmi muamelesi
26/8/1945’te ikmal edilmiş olmakla birlikte, Nuri Demirağ
‘artık yeter’ sloganı ile 6/7/1945’te ortaya atılmış ve bir
siyasi parti kurma teşebbüsüne fiilen o tarihte geçilmiştir.
“Böylece Nuri Demirağ sadece memleketin iktisadi
Nuri Demirağ makam arabasıyla MKP mitingine vardığında MKP
sempatizanları başkanlarının etrafını sarmış durumda.
Uçak, Demirağ havaalanına hangarlarından çıkarken.
kalkınmasında değil, siyasi hayatta tek partili rejimi
yıkım işinde de öncü ve liderdir (5)” 1946 seçimlerinde
Cumhuriyet Halk Partisi ile Demokrat Parti’nin çetin
seçim mücadelesinde Nuri Demirağ’ın Partisi seçimde
kazanamadı ve Milli Kalkınma Partisi günden güne eriyerek
siyasi sahadan tamamen silindi; fakat 1954 seçimlerinde
Nuri Demirağ Demokrat Parti’den Sivas’ta müstakil aday
gösterildi ve Nuri Demirağ bu suretle Sivas Mensubu
olarak Büyük Millet Meclisine girdi. Meclisteki hayatı
uzun sürmedi, 13 Kasım 1957’de vefat etti (1) ve İstanbul
Zincirlikuyu Mezarlığında defnedildi.
Kaynaklar:
(1) “İstanbul Ansiklopedisi”, Reşat Ekrem Koçu, Sayfa 4736, (2)
“Nuri Demirağ Kimdir?”, Ziya Şakir, Sayfa 50, (3) “Anadolu Üniversitesi
Sivil Havacılık Bülteni”, Yıl:1 sayı: 4 sayfa: 27, (4) Aksiyon Dergisi,
Sayı: 80 (15.06.1996) / Semih İnceöz (5)”Büyük Larousse Sözluk ve
Ansiklopedisi, sayfa 2994 (6) “Nuri Demirağ’ın Hayat ve Mücadeleleri,
N.Necmettin Deliorman, sayfa 68,
Saatte 325 KM yapabilen 5000 fite kadar yükselebilen 1000 KM uçabilen çift pilot
kumandası bulunan Nu.D 38.
Nuri Demirağ, çoçukları ve karısı Mesude hanımla
Üsküdar Sultantepedeki Demirağ korusunda poz veriyor.
9
BİR ÇİÇEKTİR
İSTANBUL
Ahmet Rasim Akdağ
Dünyanın hiçbir
şehri İstanbul kadar
şairleri kendine hayran
bırakmadı. Dünyaya
hakim olmak isteyen
herkes İstanbul'a da
hakim olmak istedi.
Uğruna binlerce can
verildi. O hep kendine
özgü, biricik olarak kaldı.
AKTÜEL
Komutanlar uğrunda taktikler yapsın, askerler
savaşadursun, şairler de akla hayale gelmedik
benzetmelerle İstanbul’u anlatmışlardır. Kimi aziz bir
tepeden bakmıştır, kimi gözlerini kapatıp dinlemiş
kimi de koca bir ülkeyi, medeniyeti İstanbul’un bir
taşına denk görmüştür.
“Bu şehr-i Sitanbul ki bi misl ü behâdır
Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedadır”
beytini duymuşsunuzdur elbet Nedim’in. Divan
edebiyatında daha nice İstanbul’a yazılmış kaside,
şehrengiz vardır.
Sayılan bütün örneklerde askerleri, şairleri,
yazarları etkileyen farklı şeyler olmuştur elbette ama
bugün ben İstanbul’un çiçeklerini yazacağım size.
İstanbul’a Has Çiçekler
Her şeyin sahtesinin yapılabildiği, neredeyse
imkânsız diye bir şeyin kalmadığı bir devirde
yaşıyoruz. Başlığa bakarak birazdan sizlerle
paylaşacağım çiçekleri başka yerlerde de gördüm diye
düşünürseniz diye böyle bir açıklamayla başladım
paragrafa.
Betonların arasında bu çiçekleri bugüne kadar
da onlara rastlamamış olabilirsiniz. Yine de bilin ki
birazdan sizlere anlatacağım çiçekler İstanbul çiçekleri
diye bilinir.
Tülbent Değil Lale
İstanbul Büyükşehir Belediyesinin her yıl nisan
ayında görsel şölen hazırladığı bu çiçeği herkes
biliyordur. Belki başlığa takılmış olabilirsiniz. Onun
da ayrı bir hikâyesi var. Rivayet edilir ki; bir Fransız
diplomat bizim topraklarımızda dolaşırken bir
hanımefendinin tülbentinde lale görüp çiçeğin ismini
sorar. Soruyu sorduğu kimse de çiçeği değil de tülbenti
sorduğunu zanneder. Cevaben tülbent manasında “tulip”
der. Bu Fransız diplomat sayesinde veya yüzünden de
diyebiliriz, lale Avrupa’da tülbent manasındaki “tulip”
kelimesiyle anılır olmuş. Bu rivayetin hanımefendi değil
de dervişin sarığındaki tülbent versiyonu da vardır ki bu
daha büyük bir ihtimaldir.
Lalenin Pers mitolojisinde de ilginç anlatımı vardır.
Lale isminin de zaten Farsça lal (kırmızı) kelimesinden
geldiği de söylenir. Lalenin mitolojik hikâyesine gelirsek;
lale yaprağının üstünde bulunan bir çiğ tanesine yıldırım
düşer. Düşen bu yıldırımdan sonra çiğ tanesi ve lalenin
yaprağı alev alır. Daha sonra bu çiy tanesi il yaprak
donar ve lale halini alır. Bu mitolojik hikâyeye gönderme
yapılarak da lalenin ortasındaki koyuluğun bu yanma
sırasında oluştuğu söylenir.
Bir Devre İsmini Veren Çiçek
Lale Devri’ni hepimiz lise tarih derslerimizden
hatırlarız. Bir devre ismini veren çiçeğin Osmanlı
Devleti’nde ne kadar hürmet gördüğünü tahmin
edebilirsiniz sanırım. Lale, Osmanlı’dan önce de
süsleme sanatında kullanılan bir çiçektir. On ikinci
yüzyıldan itibaren Selçuklu mimarisinde, özellikle
de yazma kitap ve ciltlerde karşımıza çıkar. On
altıncı yüzyıldan itibaren de bahçe kültürünün
oluşmaya başlamasıyla birlikte süs bitkisi olarak
da yetiştirilmiştir. Ayrıca mimaride, çinide, kumaş
ve elbiselerde de bol miktarda kullanılmıştır. Klasik
edebiyat dediğimiz Divan edebiyatında da lale
motifine çok miktarda rastlarız. Kökeni itibariyle
Doğu kültürünün çiçeği olan lale, Türklerle birlikte
Anadolu’ya gelmiş, buradan da Avrupa’ya yayılmıştır.
11
Boğaz’ın Mor Rengini Veren Çiçek
Erguvan, anavatanı İstanbul olmasa da
İstanbul’un incisi Boğaz’a bahar aylarında
kendine has bir mor renk verir. Bahar
aylarında Avrupa yakasında oturanlar
Yıldız Parkı, Rumeli Hisarı ve Emirgan
Korusu’na, Anadolu yakasında oturanlar
ise Fenerbahçe Burnu, Fethipaşa Korusu,
Vaniköy Papaz Korusu ve Kanlıca’ya uğrarsa
bu eşsiz güzelliği görme fırsatı yakalayabilir.
Erguvan, Bizans döneminde de önemli
bir çiçekti. Kendine has bir mor renge
sahip olan bu çiçek, Hristiyanlık dininde
de ayrı bir yere sahipti. Doğal yollarla
üretilen zor bir renk olduğu için Bizans
döneminde sadece kralların pelerininde
kullanılıyordu. Yani erguvan, bir zenginlik
ve güç belirtisiydi. İmparator dışında kimse
mor pelerin takamazdı.
Hristiyanlığın bazı mezheplerinde de
Hazreti İsa’nın kendisine ihanet eden
havarisi Yahuda’nın kendisini bu ağaca
astığına inanılır. Yahuda kendisini bu ağaca
asmadan önce ağacın çiçeklerinin beyaz
olduğunu, Yahuda’nın utancında dolayı
da renklerini mor ya da kırmızıya çevirdiği
kabul edilir. Bu yüzden İngilizcede bu
ağacın adı “Judas Tree (Yahuda’nın Ağacı)”
olarak anılır.
Erguvan için İstanbul çiçeği dedik ama
uzun yıllar Bursa için de önemli bir bitki
olmuştur. Emir Sultan Hazretleri her yıl
erguvanların açma mevsiminde Bursa’daki
müritleriyle buluşması, bu günlerin şenlik
olarak kutlanılmasına neden olmuştur.
Şehrin İsmini Taşıyan Çiçek
Yukarıda bahsi geçen çiçekler İstanbul ile özdeşleşmiş, İstanbul’un
güzelliğine güzellik katan çiçeklerdir. İstanbul’da ayrı bir güzelliğe
büründükleri için İstanbul çiçekleri denilmiştir onlara. Her ne kadar
İstanbul çiçeği dense de dünyanın farklı yerlerinde yetişebilmektedir bu
çiçekler.
Fakat öyle bir çiçek var ki bu çiçek dünyada sadece İstanbul’da
yetişmektedir. Bu yüzden Latince isim olarak kendisine “Crocus olivieri
İstanbulensis” ismi verilmiş, kısaca da “İstanbulensis” diye anılmaktadır.
İstanbulensis, isminde yaşadığı şehrin ismini taşıyan dünyadaki tek
çiçektir.
Her yıl şubat aylarının ortalarında Aydos Ormanları’nda açan çiçek,
baharın habercisi olarak kabul edilmektedir. Aydos Ormanları’nda 2030 kök sayılan çiçek, az olması ve dünyada tek olması nedeniyle özenle
korunmaktadır.
Ayrıca Sultanbeyli Belediyesi İstanbulensis çiçeğini logosunda
kullanmaktadır.
AKTÜEL
İstanbul’a
adlarını
verenler
Harf sırası gözeterek isimlerini dönemlerinin önemli
şahıslarından alan istanbul’un semtlerinin hikâyelerini
ilk sayımızda yazmıştık. Yine harf sırasına göre
semtlerin tarihçelerine devam ediyoruz.
CİBALİ:
Cibali, İstanbul, Fatih İlçesi’nde, Unkapanı’ndan
Eyüp’e doğru Haliç’in batı kıyısında bir semttir.
Bizans döneminde, Cibali semtine “Porta Puteae”
veya “Porta del Pozzo” denildiği söylenir. Pierre Gilles,
aynı kapıya “Porta Jubalica” dendiğini yazar. Bu adlar
18. yy’a kadar semtte oturmuş olan İspanya kökenli
Yahudilerden aldığı varsayılır. Porto del Pozzo adında
küçük bir liman olduğu da söylenenler arasındadır.
İstanbul’un, II. Mehmed tarafından 29 Mayıs 1453’te
fethedildiği gün, Bursa Subaşısı Cebe Ali Bey bu
semtteki sur kapısını kırıp şehre girmiş, bu kapı ve
çevresindeki semt, daha sonra bu kişinin adı ile
anıla gelmiş, sonradan halk arasında Cibali şeklinde
değişmiştir.
13
CİHANGİR
Kanuni Sultan Süleyman
oğlu Cihangir için burada bir
cami yaptırmıştır. Cami zamanla
çevredeki yerleşmenin merkezi
olunca, semt de Cihangir olarak
adlandırılmıştır. Rivayete
göre Şehzade Cihangir, üvey
abisi Mustafa’nın, annesi
Hürrem Sultan tarafından
düzenlenen bir komplo sonucu
öldürülmesinden sonra
üzüntüsünden, 22 yaşında
intihar etmiştir. 1559 yılında
Mimar Sinan’ın inşaa ettiği
cami, Hadikat-ül Cavami’ye ve
Evliya Çelebi’nin verdiği bilgiye
göre, eski bir Bizans manastırı
kalıntısı üzerine, kırma çatılı, tek
minareli olarak yapılmış küçük
bir yapıdır. Fındıklı’dan dik
bir merdivenle çıkılan camiyi,
Evliya Çelebi “cihannüma”
olarak nitelemiştir. Cami’nin
yanına bir de sıbyan mektebi
yapılmış, altmış yıl sonra da bir
Halveti tekkesi kurulmuştur.
CERRAHPAŞA:
Hasoda ağalarından biri
iken Şehzade Mehmet’i sünnet
etmekteki mahareti sebebiyle
isim yapmış Cerrah Mehmet
Paşa, yeniçeri ağalığı, kubbe
vezirliği ve sadrazamlık
görevlerini yapmış bir Osmanlı
Paşasıdır. Bugünkü adıyla 16’ncı
yüzyılda Cerrahpaşa semtinde
yaptırdığı külliye semte isim
olmuştur. Cerrah Mehmet Paşa
Cami ve külliyesi, medrese,
mektep, sebil, çeşme, şadırvan,
dershane ve çifte hamamdan
oluşur. Cerrah Mehmet Paşa’nın
türbesi de camii avlusunda
bulunur. Semtin Türkiye çapında
bilinmesi ise Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi sayesindedir.
CAĞALOĞLU
Cağaloğlu, Evliya Çelebi’nin
belirttiğine göre, dönemin
paşalarının saraylarının
bulunduğu bir semttir. Osmanlı
Devleti’nin sadaret makamı
ve devletin yönetim merkezi
olan Babıali’nin varlığı semte
daha 18. yüzyıldan itibaren
özellik kazandırmış ve burası
Osmanlı bürokrasisinin,
sadaret mensuplarının,
paşaların yaşadığı bir bölge
halini almıştır. 16. yüzyılın son
çeyreğinde sadrazamlık yapan
Çiğalazade Yusuf Sinan Paşa’nın
burada yaptırmış olduğu
konak ve hamama nispetle
bu adı alır. Paşa’nın babasının
adı “Çiğala” idi. Bu sebeple
bu aile “Cigaloğlu” olarak
anılırdı. Zamanla, “Cigaloğlu”,
“Cağaloğlu”na dönüşmüştür.
1870’lerden sonra ise
Cağaloğlu, Türk basının merkezi
haline gelmeye başlamıştır.
ÇENGELKÖY:
Rivayete göre Bizans
dönemindeki adı “Sophianae”dir
ve adının İmparator Justinien`in
karısı Sophia için yaptırdığı
saraydan geldiği söylenir.
Çengelköy ismi hakkında birkaç
rivayet vardır. Bölgenin 15.
yüzyıldaki durumu ile ilgili
fazla bilgi bulunmamasına
rağmen, İstanbul’un fethi
hazırlıkları sırasında Fatih’in
Çengelköy sahillerine geldiği
ve gördüğü Bizans’tan kalma
gemi çengelleri (çıpalar)
nedeniyle buralara önceleri
“Gemi Çengeli” şeklinde isim
verildiği, daha sonraları sadece
“Çengelköy” olarak anılmaya
başlandığı söylenir. Fakat bazı
tarihçilere göre Çengelköy’ün
ismi, köyde bulunan çengeller
ve çengel ustaları sebebinden
değil; köye yerleşerek cami
yaptıran Çengeloğlu Tahir
Paşa’nın adından ileri geldiğidir.
Çengeloğlu Tahir Paşa XIX.
Yüzyılda Kaptan-ı deryalıklarda,
valiliklerde bulunmuş.
AKTÜEL
DUDULLU:
Ümraniye ilçesine bağlı
merkez mahallelerinden
Dudullu, Fatih Sultan Mehmet
tarafından İstanbul’un fethi için
çağırdığı Duduoğulları aşiretine,
fetih sırasında yaptıkları
hizmetlerden dolayı hediye
edilmiştir. Duduoğlu aşireti,
küçük bir köy olan yerleşim yeri
ve çevresine yerleşmiş fakat
zamanla buradan göçmüşlerdir.
Bu aşiret sebebiyle bölgenin adı
Dudulu olarak benimsenmiştir.
1730 yılında II. Mahmud’un
kızı Adile Sultan babası adına
çeşme yaptırmış.
EMİRGAN:
17.yy, da IV. Murat’ın
Revan Seferi sırasında, Revan
Kalesi kumandanı olan Emir
Mirgünoğlu, Osmanlı saflarına
geçer ve kaleyi hiç savaşmadan
teslim eder. Sultan IV. Murat,
Emir Mirgünoğlu’na vezirlik
rütbesi verir ve Emirgan’ı
bağışlar. Bir konak yaptıran
Emir Mirgünoğlu burada
yaşamış ve semt Emirgün
ya da Mirgün olarak anılmış.
Zamanla Emircan, daha sonraları
Emirgan’a dönüşmüştür.
ERENKÖY:
1331’de, Orhan Gazi’nin
komutanlarından Konuralp,
Kayışdağı’nın batı eteklerini ve
bugünkü İçerenköy bölgesini
fethetmiş. Konuralp’in savaşçı
dervişlerinden Geyikli Baba’nın
müritlerinden olan erenlerin
öncülüğünde bölgeye gelenler,
başta Merdivenköy olmak üzere
Erenköy-Göztepe bölgesine
yerleştirilirler. 1335’te Tekkebağ
Köyü adıyla kurulan ilk yerleşim
yeri Eren Baba ile Ali Gazi’nin
yönetimindedir. 1465’ten sonra
bölgenin adı, tapu kayıtlarında
Eren Baba’dan dolayı “Erenköy”
olarak geçer. Eren Baba’nın
mezarı 1871’deki Bağdat
demiryolu yapımı sırasında
bilinmeyen bir yere götürülür.
Halk, uzun yıllar çocuk ve ev
sahibi olmak için bu eski mezar
yerini ziyarete devam eder.
EYÜP:
Eyup el Ensari Hz.
Muhammed’in bayraktarlığını
yapmış bir sahabedir. 7 yy.
Emevilerin İstanbul’u kuşatması
esnasında burada ölmüş ve
surlara yakın bu bölgeye
defnedilmiştir. İstanbul’un
kuşatılmasından önce Fatih’in
hocası Akşemseddin tarafından
mezarı keşfedilir. Mezarın
keşfinin ardından türbe ve
şehrin ilk camisi buraya yapılır.
Ebu Eyyub el Ensari’nin türbesi
semte ismini vermiştir. Önceleri
Eyupsultan olan ilçe sonraları
Eyüp olarak değişmiştir.
15
KİBARLIK
BUDALASI
Tarih:
28 Mart 2016 Kadıköy Halk E.M.
8 Nisan 2016 Trump Kültür ve Gösteri Merkezi
17 Nisan 2061 KKM Gazanfer Özcan Sahnesi
17. yüzyıl Fransa’sında, cahil, saf ama çok zengin bir
adam olan Mösyö Jourdain’in bir tek amacı vardır:
Asilzade olmak... Bunu gerçekleştirebilmek için her şeyi
göze alır, anlamlı-anlamsız, yararlı-yararsız ama mutlaka
masraflı her çabayı gösterir. Gülünç duruma düşer, alay
konusu olur ama hiç yılmaz. Hedefi bellidir: Soylu sınıfa
girebilmek, soylu bir Markiz’i baştan çıkarabilmek için
her şeyi yapmak ve biricik kızını da mutlaka bir “soylu”
ile evlendirmek. Oysa kızı bir başka gence aşıktır.
Moilere, yarattığı bu olağanüstü tiplemenin etrafını,
onu sömürmeye çalışan Kont, ayakları yere basan karısı,
sağduyunun ve samimiyetin temsilcileri hizmetçi ve
uşak ile bir dantel gibi örer.
Türk tiyatrosunun büyük ustası Haldun Dormen’in
yıllar sonra yeniden sahnelere döndüğü Kibarlık
Budalası’nın uyarlamasını İpek Kadılar yaptı. Hakan
Altıner’in sahneye koyduğu oyunun koreografisi Mikel
N. Vidhi, kostüm tasarımı Türkan Kafadar, dekor tasarımı
Gizem Gürsel ile Sedef Kermen, ışık tasarımı ise
Cengiz Özdemir’e ait... Oyunda Haldun Dormen, Göksel
Kortay, Hakan Altıner, Damla Cercisoğlu, Hilmi Özçelik,
Bahadır Vatanoğlu, Efe Deprem, Aslı Şahin ve Işık Selin
Kuyumcu rol alıyorlar.
KÜLTÜR SANAT AJANDASI
23. İSTANBUL CAZ FESTİVALİ
27 HAZİRAN-25 TEMMUZ 2016
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından, 19 yıldır Garanti Bankası’nın
sponsorluğunda düzenlenen İstanbul Caz Festivali 23. kez, 27 Haziran-25
Temmuztarihleri arasında gerçekleştirilecek. Festival bu yıl da cazın önde gelen
isimlerini ve güncel müziğin yıldızlarını İstanbul’un farklı mekânlarında ağırlayacak.
23. İstanbul Caz Festivali, 20’nin
üzerinde mekânda 200’ü aşkın yerli
ve yabancı sanatçının katılımıyla
gerçekleştirilecek yaklaşık 50
konserle, bu yaz da İstanbulluları caz
müziğinin efsaneleriyle buluşturacak.
Başta müziğin efsane ismi Nile Rodgers
ve grubu Chic olmak üzere, aralarında
Damon Albarn & Suriye Ulusal Arap
Müziği Orkestrası (The Syrian National
Orchestra for Arabic Music), Kamasi
Washington, Ernest Ranglin, Hugh
Coltman, Joss Stone & Vintage Trouble
ve Gregory Porter gibi caz, funk, dünya
müziği, blues ve rock’ın farklı seslerini
ağırlayacak olan 23. İstanbul Caz
Festivali, bu yıl da Anadolu yakasında
“Parklarda Caz” ve “Gece Gezmesi”
etkinliklerini gerçekleştirecek. Festival
programında bu yıl ayrıca ilk kez
çocuklara yönelik bir etkinlik de yer
alıyor. “Çocukça Bir Gün” başlıklı
programda tüm gün boyunca konserler
ve çeşitli atölyeler düzenlenecek.
23. İstanbul Caz Festivali’nin
programı 28 Mart Pazartesi akşamı
Nola İstanbul’da düzenlenen bir
basın buluşmasıyla açıklandı.
Buluşmaya, İKSV Genel Müdürü
Görgün Taner, Garanti Bankası Genel
Müdür Yardımcısı Nafiz Karadere
ve İstanbul Caz Festivali Direktörü
Pelin Opcin konuşmacı olarak katıldı.
Ayrıca, Türkiye’den sanatçılar ve
caz sahnesinin tanınmış isimleri de
toplantıda bulundu.
17
Yer: İş Sanat Konser Salonu
Tarih: 22 Nisan 2016
Saat: 20.30
Bilet Kategorileri
120 TL. 80 TL. 70 TL.
İndirim 60 TL. Öğrenci 20 TL.
LUZERN SENFONİ ORKESTRASI
JAMES GAFFIGAN şef
TRULS MORK çello
VILDE FRANG keman
J. Brahms Keman ve Çello için Konçerto,
La minör Op. 102
A. Dvořák Senfoni No. 8, Sol Majör Op. 88
LUZERN SENFONİ ORKESTRASI &
JAMES GAFFIGAN & TRULS MORK & VILDE FRANG
Sezonun öne çıkan konserlerinden biri
daha… İki yüz yıllık geçmişiyle İsviçre’nin
en köklü senfonik topluluğu Luzern
Senfoni Orkestrası yaylı çalgıların iki seçkin
yorumcusuyla aynı sahnede buluşuyor.
Doymak bilmeyen bir iştahla icra ettiği
klasik ve romantik repertuarıyla ülkesinin
sınırlarını aşan bir uluslararası saygınlığa
sahip olan LSO, 2004 Sir Georg Solti
Uluslararası Şeflik Yarışması’nın birincisi ve
2011/12 sezonundan itibaren daimi şefi
olan James Gaffigan yönetiminde sahne
alacak. Konserin solistleri ise 2012 yılında
Münih Oda Orkestrası eşliğinde İş Sanat’a
konuk olan ve aynı yıl Credit Suisse Genç
Sanatçı Ödülü’nü oybirliği ile kazanarak
Viyana Filarmoni çıkışını başarıyla
yapan Vilde Frang ile ateşli yoğunluğu,
bütünselliği ve zarafeti birleştirdiği
performanslarıyla günümüzün önde gelen
çellistleri arsında yer alan Truls Mørk.
KÜLTÜR SANAT AJANDASI
JACK DEJOHNETTE / RETURN
Yer: İş Sanat Konser Salonu
Tarih: 28 Nisan 2016
Saat: 20.30
Bilet Kategorileri
75 TL. 60 TL. 50 TL. İndirim 40 TL. Öğrenci 20 TL.
Caz tarihinin en büyük davulculardan birini
piyanoda dinlemeye ne dersiniz? Elli yıla
yayılan ve modern cazın ikonik figürleriyle
gerçekleştirdiği konser ve kayıtlarla bugün caz
davulunun tartışmasız en büyük isimlerinden
biri olan Jack DeJohnette, Nisan 2016’da
piyasaya çıkacak solo piyano albümü
Return için piyanonun başına
geçiyor. Piyano ile
yolculuğu
kariyerini davula döndürmeden çok önce
başlayan DeJohnette, 1960’lı yılların
ortasında girdiği Chicago caz sahnesinde band
liderliğinin yanı sıra profesyonel piyanist
olarak da yer aldı. Grammy ödüllü sanatçı,
hard bop, R&B, dünya müziği, avant-garde ve
neredeyse geçtiğimiz yarım asırda ortaya çıkan
diğer tüm stillere de yer açan bir çeşitliliğe
sahip çalışmalarıyla tüm dünyada tanınıyor.
Bu kez kendisine ilham veren sanatçılara
adadığı besteleri, sofistike doğaçlamaları ve
tıpkı davulda olduğu gibi zengin renk
paletiyle piyanoda karşımıza çıkan De
Johnette, caz severlere taptaze ve
sımsıcak melodilerden oluşan bir
dinleti sunacak.
19
LEYLA GENCER’İN ANISINA:
NORMA • VİNCENZO BELLİNİ
İki perdelik opera. İtalyanca; Türkçe
üst yazılı. Konser versiyonu.
Tarih: 12 MAYIS 2016 PERŞEMBE
Saat: 20.00
Yer: İSTANBUL LÜTFİ KIRDAR ICEC
SASCHA GOETZEL şef
MACARİSTAN ULUSAL FİLARMONİ
KOROSU
MÁTYÁS ANTAL koro şefi
Norma MARIA PIA PISCITELLI
soprano
Adalgisa EKATERINA GUBANOVA
mezzosoprano
Pollione MASSIMO GIORDANO tenor
Oroveso DAN PAUL DUMITRESCU
bas
Clotilde ANA PUCHE soprano
Flavio PAUL O’NEILL tenor
BİFO’nun her sezon heyecanla
beklenen Leyla Gencer’in anısına
düzenlenen konserleri, bu yıl
Vincenzo Bellini’nin başyapıtı ve bel
canto’nun zirvesindeki operalardan
biri olan Norma’yı tam kırk yıl
sonra İstanbul’a getiriyor. Leyla
Gencer’in altın imzasını taşıyan
karakterler arasında belki de akla
ilk gelenlerden biri olan Norma
rolünü, bu konser versiyonunda
Maria Pia Piscitelli seslendirecek.
2013–2014 sezonunda Viyana
Devlet Operası’ndaki konser
performanslarıyla seslendirdiği
Norma ile büyük beğeni toplayan
Piscitelli, özellikle İtalyan
operalarındaki başarısı ile
büyük opera sahnelerinin favori
solistlerinden biri. Operanın ikinci
kadın başrolü olan Adalgisa’yı
da Mariinski, Metropolitan,
Covent Garden, Bavyera, Viyana
ve Berlin devlet operalarının
sevilen mezzosopranosu Ekaterina
Gubanova seslendiriyor. Norma’nın
aşkı Pollione rolünde izleme
fırsatını bulacağımız tenor Massimo
Giordano, İtalya’dan New York’a
uzanan kariyerinin basamaklarını
Carmen, Don Carlo, La traviata ve
Tosca’daki başarılarıyla perçinlemiş.
Oroveso’yu yani Norma’nın babasını
seslendirecek olan bas Dan
Paul Dumitrescu, Viyana Devlet
Operası’nın solistlerinden ve
repertuvarında altmışın üzerinde
rol biriktirmiş usta bir sanatçı. Her
dramatik aşk öyküsünde olduğu
gibi başrollerin en yakın dostları,
yoldaşları da gerek teknik açıdan,
gerekse librettonun bütünlüğü
açısından büyük önem taşıyor.
Norma’da bu görev Norma’nın
arkadaşı Clotilde rolünde soprano
Ana Puche ve Pollione’nin en
yakın dostu Flavio rolündeki
Paul O’Neill’a düşüyor. İspanyol
soprano Ana Puche, Avusturya ve
Almanya’da yarışma birincilikleri
ve gerek opera gerekse oratoryo
solistliğinde kariyerinin zirvesinde
bir isim. Avustralyalı tenor Paul
O’Neill ise Daniel Barenboim’in
yönetiminde Wagner söyleyip
çok başarılı olmasına rağmen
özellikle İtalyan operasının
başrolleri için angajmanı yapılan
parlak sanatçılardan biri. BİFO ve
birbirinden ünlü konuk solistleri,
opera performansı tarihinde Norma
denince akla gelen en büyük
isimlerden biri olan Leyla
Gencer’in anısına bir araya gelerek
muhteşem bir geceye imza
atacaklar.
SİNEMA
SİNEMA VİZYON
Somuncu Baba:
Aşkın Sırrı
DelİormanlI
Vizyon Tarihi: 1 Nisan 2016
Yapım : 2016 - Türkiye
Tür: Dram, Tarihi
Yönetmen: Kürşat Kızbaz
Oyuncular: Furkan Palalı, Gürkan Uygun,
Saruhan Hünel, Sinan Albayrak, Kenan Bal,
Emin Olcay, Haldun Boysan, Tuvana Türkay
Vizyon Tarihi: 1 Nisan 2016
Yapım: Türkiye 2016
Tür: Dövüş, Dram
Yönetmen: Murat Şeker
Oyuncular: Sarp Levendoğlu, Birce Akalay,
Gürkan Uygun
Senaryo: Murat Şeker, Ali Tanrıverdi
Hamid, daha henüz gençken babasını
kaybetmesinin travması ile sarsılır. Yaşadığı
acı sonucu kendisini bulma yoluna girer ve
bir dergaha sığınır. Buradaki diğer müritler
gibi dergahın günlük işlerine yardımcı olur
ve ekmek pişirmeye başlar. Bir yandan da
ilim derslerini sıkı sıkıya takip eder. Kısa
sürede hocasının gözdesi halir; yine hocasının
isteği ile Hamid sürpriz bir evliliği kabul
etmek zorunda kalır. Fakat onun içinde adını
koyamadığı İlahi Aşk’ı arama arzusu çoktan
yeşermiştir...
“Deliormanlı” lakabıyla bilinen Savaş
Türkyılmaz, Avrupa şampiyonluğu olan
milli bir boksördür. Eşini kaybettikten sonra
ringleri terk eden Deliormanlı, gerçekten
sırra kadem basar. Fakat annesinin geçirdiği
rahatsızlık nedeniyle tedavi masrafları
kabarmıştır. Para bulmak adına ringlere
geri dönme kararı alır. Hülya Yiğit ile
Deliormanlı’nın arkasındaki hikâyeyi merak
ederek Savaş’ın peşine düşen bir televizyon
gazetecisidir. Deliormanlı büyük final
maçına hazırlanırken onun ve Hülya’nın bu
yoldaki en büyük engeli ise ünlü menajer ve
mafya babası Tahsin Kara’dır...
The Angry Birds Movie
Vizyon Tarihi: 13 Mayıs 2016
Yapım: ABD, Finlandiya
Tür: Animasyon, Aile, Komedi
Yönetmen: Clay Kaytis, Fergal Reilly
Sevilen bilgisayar oyunundan
beyazperdeye uyarlanan Angry Birds
filmi,nimasyon departmanlarının iki gedikli
ismi Clay Kaytis ve Fergak Reilly ikilisinin
ilk yönetmenlik deneyimi olacak. Filmin
senaryosuna ise Simpsonlar başta olmak
üzere pek çok animasyon projesinde kalem
oynatmış olan Jon Vitti imza atıyor!
X-Men: Apocalypse
Vizyon Tarihi: 27 Mayıs 2016
Yapım : 2016 - ABD
Tür: Fantastik
Yönetmen: Bryan Singer
Oyuncular: James McAvoy, Michael
Fassbender, Jennifer Lawrence, Oscar Isaac,
Nicholas Hoult, Rose Byrne, Olivia Munn
Senaryo: Simon Kinberg
X-Men: Apocalypse, 2014’te vizyona
giren X-Men: Geçmiş Günler Gelecek filminin
devam filmi ve X-Men serisinin 9. filmi olma
özelliğini taşıyor. Filmin yönetmenliğini ise
yine Bryan Singer üstleniyor. Jean Grey’in
(Sophie Turner) karanlık günlerin geleceği
kehaneti ile başlayan macerada, Marvel’in
X-Men evreninin en güçlü ve yenilmez
mutantı haline gelen Apocalypse’e (Oscar
Isaac) karşı insanlığı kurtarma görevini
Professor X’in (James McAvoy) yardımıyla
Raven (Jennifer Lawrence) ve genç X-Men
ekibi üstleniyor.
21
SAĞLIK
Beslenirken yanlış yapmayın!
Yrd. Doç.
Gülhan Kuzu
Coşansu
Beslenme, insanın sağlıklı ve üretken
olarak yaşamını sürdürmesi için gerekli olan
tüm besin öğelerini yeterli miktarlarda alıp
vücutta kullanmasıdır. Beslenme yalnızca
açlık hissinin giderilmesi yani karın doyurmak
değildir. Sağlıksız beslenme alışkanlıkları kanser,
obezite, kalp hastalıkları ve diyabet başta olmak
üzere pek çok hastalık için çok önemli ancak
değiştirilebilir bir risk faktörüdür.
Günümüzde modern çağın getirdiği çalışma
koşulları ve kent yaşamı insanların beslenme
alışkanlıklarını olumsuz etkilemekte ve onların
sağlığını tehdit etmektedir. Günlük çalışma
temposu içinde insanlar yeterli ve dengeli
beslenmeyi gözardı edebilmekte, öğün
atlamakta ya da sağlıksız ve yüksek kalorili
besinleri tüketmektedir.
Sağlıklı beslenme için öneriler;
- Günde 3 ana, 2-3 ara öğün olmak üzere sık sık
ve az miktarlarda beslenin. Ara öğünlerde
özellikle meyve ve çiğ sebze tüketmeye
çalışın.
- Günde en az 5 farklı çeşit meyve ve sebze
tüketmeye çalışın.
- Öğün atlamayın, özellikle kahvaltısız
güne başlamayın. Eğer evinizde kahvaltı
etmiyorsanız, pastane ürünleri yerine evde
hazırlanmış sandviç vb. tercih edin.
- İçine rafine şeker, yağ ve tuz eklenmiş
besinlerin tüketimini sınırlayın. Özellikle;
hazır meyve suları, bisküvi, kek, hazır
çorbalar, cipsler vb.
- Besinlerinizin tadına bakmadan tuz eklemeyin.
Fazla tuz tüketimi, başta yüksek tansiyon
olmak üzere pek çok hastalık için risk
faktörüdür.
- Daha çok lifli gıdalar tüketin. Lif sadece bitkisel
kaynaklı besinlerde bulunur. Lif içeriği yüksek
olan besinler sindirim sisteminin düzenli
çalışmasını sağlar. Kabızlık ve kanser başta
olmak üzere pek çok hastalığı önler. Ayrıca,
posa alımı metabolizmayı düzenleyerek kan
şekerinin ve kolesterol seviyesinin kontrol
edilmesine yardımcı olur ve kilo alımını
engeller.
- Rafine unlardan yapılan beyaz ekmek yerine
tam tahıllardan yapılan ekmekleri tercih edin.
- Fast-food tüketimini sınırlayın. Eğer fast-food
yemekten başka seçeneğiniz yoksa daha
az yağ ve şeker içeren, kalorisi daha düşük
olanlarını tercih edin. Bol salata tüketin
ve gazlı içeceklerden uzak durun. Menü
seçiminde büyük porsiyonları tercih etmeyin.
- Hızlı yemek yemeyin. Yemeklerinizi yavaş
yavaş ve keyifle yiyin. Kilo kontrolünün
sağlanmasında yemek yeme hızı önemlidir.
- Acıktığınızda atıştırmak için yanınızda bisküvi,
kek, çikolata vb. yerine meyve ve kuruyemiş
bulundurun.
- Günlük beslenmenizi düzenlerken beslenme
piramidi kullanabilirsiniz.
GEZİ
CUMALIKIZIK
Orda Bir Köy
Var Yakında…
YAZI VE FOTOĞRAFLAR: MEHMET ÖREN
Taşlı yollar sıra ara sokaklarda yürüyorsunuz, taşların
arasından sular küçük şırıltılarla akıyor, tam sokakların
orta yerinden… alabildiğince huzur, olabildiğince
davetkar.
Orda bir köy var yakında… O köy, ata yadigarıdır.
Gitmesek olmaz, görmesek kaybımız büyük.
Cumalıkızık’ı televizyonda oynayan dizi filmlerde
keşfettiğimi itiraf etmeliyim. Daracık sokakları, rengarenk
boyanmış, cumbalı evleriyle gerçekten dikkat çekiciydi.
Cumalıkızık’ı bilmeyen var mı bilemiyorum ama satır
arasında geçen kestane kelimesiyle Bursa ile ilgili bir yer
olduğu hemen anlaşılmıştır sanıyorum.
23
BİR KIZIK, BİR OSMANLI KÖYÜ
Cumalıkızık, yaşayan canlı bir müze köy. Bursa’nın
yanı başında Uludağ eteklerinde yer alan Cumalıkızık
Köyü, hiç apartmanı olmayan, günümüze dek mimari
dokusu bozulmadan gelebilen ender köylerden birisi.
Köyün kuruluşu çok eskilere dayanıyor. Oğuzların
Yıldızhanoğlu Kızık Boyu’nun Osmanlı Sultanı Orhan
Gazi tarafından verilen izinle kurulan 7 köyden birisi.
Yani 700 yıllık bir köyden bahsediyoruz. Etraftaki
diğer Kızık köylerinde yaşayanlar cuma namazlarını bu
köyde kıldıkları için köye Cumalıkızık denildiği rivayet
ediliyor. Köyler birbirine yakın mesafedeymiş ki; çok
kısa sürede birinden çıkıp diğerine ulaşılıyormuş. Köyler
gibi, evler de adeta iç içe inşa edilmiş. Tüm Anadolu
köyleri gibi bir zamanlar bozulmadan kalabilen bu
köy de, iş-aş kaygısıyla boşalmış. Ama bazı yetkililer
imdadına yetişmiş köyün. El birliğiyle köy yeniden
yaşanılır kılınmış. Şimdi tamamı sit alanı olan 350 haneli
Cumalıkızık Köyü’nün evleri Osmanlı sivil mimarisinin en
güzel örnekleri olarak kabul ediliyor.
PEYNİRLİ GÖZLEME,
İNCE BELLİ BARDAKTA ÇAY
Bir yamaca kurulmuş olan Cumalıkızık Köyü’nün
sokakları, ancak yaya ve at arabalarının geçebileceği
genişlikte. Kaldırımsız olan sokakların tamamı taş döşeli.
Evler genellikle üç katlı ve yüksek avlu duvarları ile
çevrili. Birbirine yakın ve akraba olan aileler iç içe olan
ve birbirine dar geçitlerle bağlanmış evlerde yaşıyor. Çift
kanatlı cümle kapıları, demir dövme kapı tokmakları ve
kulpları hala geçmişteki işlevlerini sürdürüyor. Genelde
kapılar açıktır ama kapalıysa bile siz, çekinmeden kapının
tokmağına vurup açabilirsiniz. Kapıyı muhtemelen
küçük bir kız çocuğu yada beyaz baş örtülü evin hanımı
açacaktır, “geldim, geldim” sesinden sonra…
Kapının açılış sesinin ardından, sizi içeri buyur
eden yüz, isterseniz evin içini de gösterecek, hatta
acıkmışsanız, siz ocağın başında otururken, peynirli yada
kıymalı gözlemelerden sunacaktır. Sımsıcak, ince belli
bardaktan, tavşan kanı çayla birlikte…
Cumbalı evlerin pencereleri, genelde ikinci katta ve
kafesli. Pencerelerde dantelli perdeler. Dışarıdan evlerin
içinin görünmesi mümkün değil ama kafes arkasından
bakanlar sokağı rahatça görebiliyor.
GEZİ
ÇAMUR SIVALI, MAVİ, MOR,
KOYU SARI, AÇIK YEŞİL DUVARLAR
Evlerin yapımında güneşte kurutulmuş tuğla, ağaç
ve kerpiç kullanılmış. Çamur sıvalı duvarlar, mavi, mor,
koyu sarı, açık yeşil gibi renklere boyanırken, ahşap
kısımlar kendi rengine bırakılmış. Depreme çok dayanıklı
olan evlerin sakinleri “Uyandığınızda herhangi bir
ağırlık, halsizlik hissetmez, yattığınız gibi kalkarsınız”
diyorlar. Saldede, Köyüstü, Cin Aralığı gibi isimlerin
yazıldığı sokak levhalarıysa ahşaptan yapılmış. Köyün
sokaklarında dolaşırken, kendinizi bir tiyatro dekoru
yada film platosunda sanabilirsiniz. Araç girmeyen bu
güzel ve dar sokaklarda dolaşırken fotoğraf makineniz
yanınızda olsun yada resim yapmaya meraklıysanız
mutlaka bir köşeye tuvalinizi kurmalısınız.
700 yıllık Koca Cami, evlenme törenleri ve
bayramlarda kullanılan tarihi hamam, sanat evi,
etnografya müzesi, köye gitmişseniz mutlaka görmeniz
gereken yerlerin başında geliyor.
Eğer yazıyı sonuna kadar okumuşsanız ve bu yazıyla
birlikte sokaklarında koşturduğunuz köyünüz aklınıza
gelmişse, gitmişseniz geçmiş zamana… Bu yazı görevini
yapmış demektir.
Tanıtım videomuzu izlediniz mi?
video.cvsair.com.tr
MODA
YAZI VE
FOTOĞRAFLAR:
HİLAL ŞERİFOĞLU
[email protected]
İYİ HİSSETTİREN RENKLER
27
İnsanın kendini içinde en iyi hissettiği
giysi, muhtemelen en iyi görünmesini
istediği, içinde rahat ettiği kıyafetlerdir.
Fakat renkleri de unutmamak gerekiyor. Bu
iyi his, bazı bireylerde renk uyumundan
gelir. Her rengin bir enerjisi var. Bazı
renkler fizyoloji ve psikolojimizi olumlu
veya olumsuz yönde daha çok etkiler.
Farkında olmasanız da etrafta gördüğünüz
renkler düşüncelerinizi bile yönlendirebilir.
Uzmanlar doğru rengin pek çok hastalığı
iyileştirici etkisi olduğu görüşünde. Kimi
renkler insanı sakinleştirirken kimileri
heyecanlandırır, bazı renkler kendine
güveni arttırırken bazıları da içe kapanıklığı
arttırabilir. Birbirine yakın renklerin etkileri
de birbirine benzemektedir.
Bir çorap sevdalısı olarak beni, renkli
ve dokusu rahat ettiren çoraplar hep iyi
hissettirir. O gün çorap ve ayakkabımın
rengi uyumlu ise, sadece bu bile günümü
keyifli ve konforlu hale getirmeye
yetiyor. Aldığım bu keyfi her renkte
yakalayamıyorum. Çünkü renklerin
üzerimizde büyük bir duygusal rolü var. Sizi
iyi hissettiren renkler hangileri? Bir bakın.
En iyi hissettiren pantolonunuzla daha
önce hangi günlerinizde birlikteydiniz?
Neler yaşadınız? Bunlar hep ertesi güne
taşıdığımız hisler ve bilgiler. Gözlemleyin
bunu, çok şey keşfedeceksiniz.
Canlı renkler bizi canlı tutuyor. Siyah
ve kahveden biraz izin isteyip daha keyifli
renklere el atın derim. Aynı anda dikkat
çekici birkaç parçayı kullanmaktansa birine
öncelik verin ki çekiciliğini doya doya
yaşasın.
Desenler konusunda pek iddialı
olamadım ben hiçbir zaman. Ya
deseni pek sevmiyorum ya da
tek bir parça da çanta veya
atkı gibi aksesuarlarımda
kullanıyorum. Deseni
kendinizi göstermek
istediğiniz,
toplantınızın
olduğu veya sunum yaptığınız, ilginin sizde
olmasını istediğiniz özel günlerinizde tercih
etmekten kaçının. Çünkü sizi gizleyip,
kendini ön plana çıkar. Akılda kalmayı da
itinayla başarır. Böyle günlerde amacımız
deseni göstermek değildir.
Vücut tipinize göre giyinmek bir anda
tüm algıyı değiştirebilir. Olduğumuz
gibi göründüğümüzde her şey
harikadır aslında. Bunu sağlamak
için olduğunuzdan kilolu ve kısa
gösteren şeyleri seçmekten uzak
durun yeter.
Boyu uzun gösteren bir ipucu
da kemerlerdir. Pantolon veya eteklere
kemer takıp, üzerinizdeki giysiyi güzelce
içine sokup deneyin. Olduğunuzdan
uzun duracaksınız ve beliniz de kendini
gösterecek.
TARİH
Tanınmayan Büyük Çağ (Cebir)
YAZI: MÜNÜR KUNDURACI
Bilimsel çalışmalardan belgelerle haberdar olduğumuz
en eski kavim olan Mezopotamlalılar’da(M.Ö.2000) ikinci
derece denklemlerin çözümünü biliyorlardı. Ancak iki
kökün varlığından haberdar değillerdi ve negatif sayı
kavramı da yoktu.
Cebir tarihinde karşılaştığımız ikinci önemli
toplum Yunanlılardır. Burada, Euclid ve Diophantos’un
çalışmalarından matematik tarihi açısından bahsetmek
gerekir. Euclid’in geometri kitabında denklemler geometrik
olarak çözülmüştür. Diophantos(M.S.250) Aritmatiace
adlı kitabında cebir konusunu da incelemiştir. Negatif ve
irrasyonel sayı kavramına sahip değildi.
Sekizinci yüzyıldan itibaren, İslam Dünyası’nda bilimin
her alanında parlak çalışmaların başladığını görmekteyiz.
Özellikle cebir biliminin ilk defa bir bilim dalı olarak
ortaya çıktığına şahit olmaktayız. Bu bilim dalına katkı
sağlayan bilim adamları hakkında araştırma yaptığımızda,
Abdülhamid ibn Türk(8. yy), Harezmî (9.yy), Ebu Kamil Şuca
(9.yy), Kereci (?-1019 veya1029), Ömer Hayyam (10441123) isimlerine öncelikle rastlamaktayız.
Abdulhamid ibn Türk (Abu’l Fazl Abdulhamid ibn
Vasi el-Hasib ibn Türk el Cili) Hazar denizinin güney
kıyılarından Cil bölgesindendir. İkinci derece denklemlerin
çözümünü yapmıştır. Mesela x’+c = bx , x’= bx, x’+bx= c
, x’=bx+c denklemlerini geometrik şekiller yöntemini
kullanarak çözmüştür. Cebirle ilgili ilk eserin kendisine
ait olduğu söylenmekle beraber Harezmî’nin eseri kabul
görmüştür.
Harezmî (Abu Abdullah Muhammed ibn Musa el
Harezmî) Ortaçağ İslam dünyasının en büyük Türk
dehalarından biri olup, matematik, astronomi, coğrafya
ve tarih ile uğraşmıştır. Aral gölünün güneyinde bulunan
Harezm şehrindendir. Abbasi halifesi Memun tarafından
Bağdat’a davet edilerek Beyt el- Hikme’nin müdürlüğünü
yapmıştır. El-Cebr ve’l Mukabele eseriyle cebir ilminin
babası unvanını almıştır. Harezmî cebirsel denklemleri
çözerken yapılacak işlemleri ve bu işlemlerin sırasını açık
bir biçimde veren ilk matematikçidir. Bu nedenle bilgisayar
ilminin temeli olan algoritmanın ve dolayısıyla bilgisayar
programcılığının kurucusu olarak kabul edilebilir.
Abu Kamil Şuca (Abu Kamil Şuca el-Hasib el-Mısri)
Dokuzuncu asırda
Mısır’da yaşamıştır.
Harezmî’nin
kitabına açıklamalar
düşmek için cebir
kitabı yazmıştır.
ax’=bx, ax’=c, bx=c,
ax’+bx=c, x’+c=bx,
bx+c=x’ denklemlerini geometrik yöntem kullanarak
çözmüştür.
Kereci 10.yüzyıl sonları ile 11. Yüzyıl başlarında
Bağdat’ta yaşamış, İslam Dünyası’nda cebirsel hesap
teorisini en gelişmiş olarak öneren ilk matematikçidir. Fahri
adlı cebir kitabında ikinci derece denklemleri hem cebirsel
hem de geometrik yoldan çözmüştür. Bu ise, cebirin
geometriden bağımsız hale gelmesi aritmetikleşmesi
doğrultusunda çok önemli bir adım teşkil etmektedir.
Ömer Hayyam Rubaileriyle meşhur, aynı zamanda
bir matematikçi ve astronomi bilginidir de. 1048’de
Nişabur’da doğmuştur. Gençlik yıllarında; aritmetik, cebir
ve müzik konularında kitap yazdığı belirtilmektedir. 1070
yılında cebir kitabını kaleme almıştır. Burada, sistemli
bir biçimde, bütün üçüncü derece denklem çeşitlerini
incelemiş ve bunların çözümlerini koni kesitlerini
kullanmak suretiyle bulmuştur. 1070’li yıllarda İsfahan’a
gitmiş, orada 18 yıl yaşamış ve Nizam ül-Mülk’ün
himayesinde astronomi rasatları yapmıştır. 1077’de Euclid
postülaları üzerine eser yazmıştır. Kendisinden beş asır
sonra gelen Descartes’tan önce analitik geometrinin
öncülerinden olmuştur.
29
Eski Türklerce Yapılan Spor Türleri
YAZI: Yrd. Doç. Dr Ali Niyazi İNAL
Türkler tarafından tanıtılmış ve yayılmıştır. Türklerin ok ve
yaya verdikleri önemin en güzel göstergesi, Oğuz Han’ın
üç büyük oğlu olan Gün, Ay ve Yıldız’dan torunu olan sağ
kola Bozoklar, Gök, Dağ ve Deniz’den gelen torunu olan
sol kola Üçoklar adını ver­mesinden açıkça anlaşılmaktadır
(Turan,1969,s.145). Türklerin her şöleninde ve eğlencesinde
yer alan ok atma ve yay germe yarışmalarını, duran ve
hareketli hedef­lere, at üzerinde, dururken ve giderken
yaptıkları görülmektedir. Türklerde ok ve yay yapımı çok
önemli bir sanattır. Her ok atıcısının kol boyuna göre oklar,
kuvvetine göre ise yayların gerilmesi yapılır ve atışlarında
başarılı olmaları sağlanırdı. Hunlular döneminde okun boyu
82 cm, kalın­lığı ise, 9 mm. civarında görülmektedir. Türklerde
ok, aynı zamanda bir paylaşma aracı olarak ta kullanılmıştır.
D.L.T. (Divanı Lügat-ı Türk)’te pay­laşılması gereken her hangi
bir şey için oklar belirlenir ve herkes çektiği oka göre payına
razı olduğundan bahsedilir.
Türklerin, Orta Asya’dan dünyanın muhtelif yerlerine
yurt edinmek amacıyla yayılmaları boyunca, sürekli savaşlar
yapmaları onların kuvvetli olmalarını, yakın mücadelelerde
başarılı olmalarını ve at üzerinde maharetli olmaları
gerektirmekteydi. Rakiplerine üstünlük sağlayabilmek için
kuvvetli, çevik olmak ve savaşçı olmak zorundaydılar. Bu
nedenle, birçok spor dalıyla uğraşmışlardır.
YIKIŞMA (GÜREŞ):
Türkler, her türlü eğlence ve şölende, her vesile ile
güreşmişlerdir. Yakın mücadelelerde üstünlük sağlamaları
gerektiği için, barış zamanı günler boyunca süren güreşler
yapmışlar, savaş hazırlığı amacıyla devamlı olarak
muhtelif güreş çeşitlerini yapmışlardır. Dede Korkut
destanının muhtelif bölümlerinde, güreşin her türünden
bahsedilmektedir. Güreşin, dünyaya yayılışının da Orta
Asya’dan olduğundan bahsedilir. Ünlü tarih yazarı Harold
Lamp, Cengiz Han adlı eserinde Türklerden “Bu ülkede ata
binmeyene ve güreş tutmayana kız vermezlerdi” diye söz
eder. Selçuklular döneminde, devlet tarafından tutturulan
Şev-i Sicil defterlerinde de Konya’da güreşçiler mahallesinin
olduğundan ve güreşçiler tekkesinin varlığından bahsedilir.
KILIÇ:
Kılıcın tarihi, tunç devriyle başlar. Türlerde ise, ilk kez
M.Ö. 6.Y.Y. da Göktürklerde rastlanır. Süvari bir millet olan
Türklerin hepsinin doğal olarak yanında taşıdığı bir silahtır.
Türkler bir saldırı ve savunma aracı olarak kullandıkları
kılıcı, At-Avrat-Silah dizelerinden de anla­şıldığı gibi kutsal
saymışlar ve yeminlerini dahi kılıç üzerine yapmışlardır. Kılıç
gösterileri de, oyun ve şölenlerin vaz geçilemeyen yarışma
ATÇILIK VE AT YARIŞLARI:
ve gösteri türleriydi. Kılıç, gösteri ve savaş kılıçları olarak
ikiye ayrılır ve üç bölümden oluşur. Bunlar; Kabza, korkuluk
ve namludur. Çocuklar, çok küçük yaşlarda tahta kılıçlar ile
talim yaparlar ve büyüdükçe ağırlaşan kılıçlar ile çalışarak,
her fırsatta yeteneklerini ortaya koymak amacıyla yarışırlardı.
OKÇULUK:
Ok ve Yay tarih içerisindeki ilk mekanik silahlardır.
Ergenekon ve Oğuz destanlarına göre atın eğitimi sonrası
Dünya’ya yayılan Türklerle beraber, ok ve yay da Dünya’ya
Tarih içerisinde, atı ilk eğiten milletin Türkler olduğuna
dair, yüzlerce eser vardır. Ancak, Dünya’nın kabul ettiği
tarihçilerden Macar Allfoldin, Avusturyalı Hoopers ve Alman
Portriatz’ın kitaplarında, M.Ö. 6,000 yıllarında Türklerin ilk
kez atı evcilleştirdiklerinden bahsedilmektedir. At eğitimi,
at yetiştirmesi ve ata binmek Türkler için bir sanattır.
Günümüzde uygulanan at eğitim tekniklerinden birçoğu,
eski Türklerden kalan tekniklerdir. Tarihçi, E. MARCHEL’in
kitabında, Türklerin çocuklarını çok küçük yaşlarda hatta
beşik çağında, beşik içine konulan tahta parçası ile oynadığı,
hatta bu tahta üzerine oturarak oynadığı ve 3 yaşları
sonrası çocukların koyunlara binerek at üzerinde durabilme
GÖKBÖRÜ
Türklerin dini amaçlı ve geleneksel
oyunlarından bir tanesidir. Atlı iki grup sınırlı
alanda karşılıklı atları üze­rinde dururlar. Alanın
tam ortasına içi boşaltılarak bırakılmış olan
oğlağın, bir işaretle oradan alınıp bacaklarının
arasında kaçırılması ve belirlenen alana
taşınması esasına dayanan bir oyundur
Oyun anında, arkadaşlarının yardımı da
söz konusudur. Gene oyunun asıl amacı, at
üzerindeki maharetlerin geliştirilmesi ve savaşa
hazırlıktır.
yeteneğini kazanma talimleri yaptıkları, daha sonraları
taylarla ve sonra da 12 yaşları civarında usta birer binici
olarak ata bindiklerinden ve böylece bu eğitimlerini
tamamladıklarından bahsedilmektedir. Türkler, at ile
bütünleşebilecek, atın bir parçası olabilecek ve atı
yormadan binebilecek kadar beceriklidirler. Eğersiz
ata binmekte de çok mahirdirler. Atı olmayan erkeğe
iyi gözle bakmazlardı. Bayanlar da erkekler kadar ata
binmekte ustadırlar. Her kentte bir at yarış alanı bulunur
ve haftanın her cuma günü düzenlenen yarışmalarda
yarışırlardı. Türkler için at ve atla yapılan yarış ve
oyunların önemi çok büyüktür.
ÇÖĞEN (POLO-ÇUKANYON-BANDAL):
Sınırlı bir alan içerisinde at üzerinde yer alan
oyuncuların ucu kıvrık olan ve Çöğen denilen sopalar ile
Giy denilen topu, rakip kale içine atmak esasını taşıyan
bir oyundur. Rakibin atına çarpmamak, vurmamak ve
önünü kesmemek oyunun kuralları arasındadır. Kaleye
atılan her top bir sayı kazandırır. Belirlenen zaman
içinde beraberlik söz konusu olursa, Öçeşme denilen
üçüncü bir oyun oynanır. Günümüzdeki Polo oyununun
esasıdır.
BEYGE (BABİGA) :
Oyun ilk kez Kırgız Türkleri zamanında oynanmıştır.
Bir köy ya da obada bulunan bir genç kızın birden fazla
isteyeninin olduğu durumlarda ve kız tarafının kararsız
kalması halinde isteyen tarafların kırılmaması ve gelin
adayına da tercih şansının verilmesini sağlayan bir
oyundur. Ata binen genç kız ile damat adayları, belirli
bir mesafeden gelini belirlenmiş yere doğru kovalamaya
baş­larlar. Amaç gelin adayını atlarına bindirebilmektir.
Elinde kamçı olan gelin adayı istemediği damat adayını
kamçısı ile yanına yaklaştırmamaya çalışır ve gönlünün
olduğu damat adayının atına binerek kimle evlenmek
istediğini de böylece ailesine bildirmiş olur. Gelini atına
bindiren damat adayı da, damat olarak kabul edilirdi.
CİRİT:
Cirit oyunu, Türklerin en eski oyunlarından bir
tanesidir. Amacı, beden eğitiminin olması yanında
atların savaşa hazır halde tutulması ve savaş eğitimidir.
Sınırlı bir alan içinde sayısı 5-20 arasında değişen
takımlardan oluşan atlı oyuncularla oynanır. İki takım
oyun alanında karşılıklı olarak atları ile dururlar. Oyun
elinde cirit bulunan bir oyuncunun rakip atlılardan
birisinin önüne ciriti fırlatmasıyla başlar. Ciritin
atıldığı oyuncu yerden atılan ciriti alır ve atan oyuncu
belirlenen alana ulaşmadan cirit ile onun sırtına,
omuzuna ya da atının sağrısına elindeki cirit ile vurmaya çalışır. Bu arada arkadaşları da yardımcı olmaya
çalışırlar.
AVCILIK
Türklerde avcılık zorunlu bir ihtiyaç ve tutkudur.
Yaşam ihtiyacını karşılamak amacıyla yapılan avcılık,
aynı zamanda savaşa hazırlık amacı da güderdi. Türklerin
av düzenlemeleri son derece görkemli olur ve sürek
avları çok sayıda avcının katılması ile gerçekleştirilir,
31
MIZRAK (HARBE-KARGI)
Uzunluğu 1,5m-2.m olan ve ucunda
madenden yapılmış bir sivri kısmı bulunan
günümüz ciritine benzeyen MIZRAK denilen bir
savaş aracı ile oynanır. Karşı karşıya mücadele
etme, isabet kaydetme ve mızrağı en uzağa
fırlatmak esastır. Oyunun amacı savaşa hazırlıktır.
COP:
Cop, budaksız ağaçtan yapılan ve yaklaşık
80 cm. uzunluğunda iki ucu küt bir sopadır.
3-4m. aralıklı dikilmiş iki direk arasına gerilen
ipin üzerinden, 50-60 m. uzaktan atı ile gelen
oyuncunun copu yerden sektirterek aşırtması
esa­sı­na dayanır. İlk sektirterek aşırtan grup galip
ilan edilir.
sonrasında da muhteşem şölenler düzenlenirdi. Türkler;
ok, mızrak, kement ve ağ ile yaptıkları avlanmaların
yanında, evcilleştirdikleri yırtıcı av hayvanları vasıtası
ile de avlanırlardı. Tazı, zağar, şahin, doğan ve sungur
denilen hayvanları da avlan­ma­larında kullanırlardı. Ava
kadınları da katılırdı. Türklerde çocuklarının da ilk defa
katıldıkları av partilerine Şeylan veya Ceşn denilirdi.
Büyük ve çok kişinin katıldığı uzun süren avlarına
Siğir adı verilirdi. Cengiz Han döneminde, Cengiz Han
yasası ile hangi mevsimlerde, hangi av hayvanlarının
avlanabileceği belirlenmiş ve günümüz av yasaklarının
benzeri yasaklar, o dönemlerde bile Türkler tarafından
uygulanmıştır. Selçuklular zamanında, avlanması yasak
olan av hayvanlarına Ongun adı verilir ve bu hayvanlar
kutsal sayıldıkları için avlansalar bile etleri yenilmezdi.
TEPÜK (FUTBOL)
Günümüz futboluna çok benzeyen Tepük oyununda,
iğ arşığı üzerine keçe sararak veya keçilerin sidik
torbaları şişirilerek elde edilen topun sınırlı bir alanda,
eller harici vücudun her yerinin kullanılarak, belirlenmiş
kalelerden geçirilmesi esasına dayanırdı. Kaşgarlı
Mahmut’un Divanı Lügat-ı Türk adlı eseri, Hıtay-ı Name,
Baybars Tarihi ve Ayasofya müze­sindeki birçok eser
Tepük oyununu, Türklerin çok eski tarihlerden beri
oynadıklarından bahsetmektedir.
SEYİRTME (KOŞU)
Koşular, Türklerde genellikle dinsel amaçlı yapıl­
mıştır. İlk uzun mesafe koşusunun Tunguz Türklerinde
yapıl­dığından bahsedilmektedir. Yürüme yarışları
yanında, durarak ve hareketli uzun atlamalar tek ve çift
ayak sıçramaların yapıldığından bahsedilmektedir.
ÇANA (KAYAK)
Orta Asya’dan Ural dağları ve Hazar denizinin
kuzeyinden Avrupa’ya geçen Türklerinin kayağı ilk
kez kullanan milletlerden birisi olduğu Ural dağları ve
Baykal Gölü civarında yapılan kazılardan anlaşılmıştır.
İsviçreli Prof. J.J. Hees’ in “Kayakçılık Tarihi” notları da
açıkça Türklerin kayağı kullanan milletlerden olduklarını
belirtmektedir. Göktürklerin sığır kemiğinden
yaptıkları kayaklar ile kar ve buz üzerinde kaydıkları
anlatılmaktadır. Türk boylarından Tölöz Türklerinin
15 cm. genişliğinde, 160 cm. uzunluğundaki tahtaları
ayaklarına takarak kar üzerinde avlandıklarından
D.L.T.’te bahsedilmektedir.
BOKS (PİJULA)
Yakut Türklerinin günümüz boks sporuna benzer ve
adına Pijula dedikleri bir sporu sadece ellerini yumruk
yaparak kavga biçiminde yaptıklarından günümüze
gelen eserlerde söz edilmektedir.
Sudi Efendi’nin Hicri 1004 yılında yazmış
olduğu “Yumruk Vurucular” isimli eserinde, Osmanlı
imparatorluğundaki boks sporundan bahsedilmektedir.
KOLBÖRİ (YEŞİL KURT)
Gelin ile damat arasında, gerdek gecesinden önceki
gündüz, kucağında oğlak bulunan gelin atıyla kaçar ve
damat da at üzerinde arkadaşlarının yardımıyla onu
yakalamaya çalışır.
EKONOMİ
EKONOMİK SİSTEMLER
NASIL ÇALIŞIR? (1.BÖLÜM)
A.Taner Agün
Hikâyemiz, insanoğlunun binlerce yıl önce
yerleşik hayata geçmesiyle birlikte ortaya
çıkan, “kaynakların kıtlığı” sorunuyla başlıyor. O
zamanlardan beri eğer herkese yetecek kadar iktisadi
kaynağımız (üretim faktörleri) olsaydı arzuladığımız
kadar üretim ve tüketim yapacak, kıtlık sorunumuz
olmadığı için de iktisatçılara bu kadar ihtiyaç
duymayacaktık. O yüzdendir ki bazı iktisatçılar
iktisat biliminin tanımı nedir? sorusuna kısaca “kıt
kaynakların etkin biçimde dağılımıyla ilgilenen
toplum bilimidir” cevabını verirler. İktisatçılar tüm
tekil piyasalarda -kıtlıktan kaynaklanan- arz ve
talep arasındaki uyumsuzluğu çözme, ve üretim,
tüketim, bölüşüm davranışlarını/kararlarını analiz
etme gayreti içindedirler. Başka bir deyişle günümüz
iktisatçıları, makroekonomik sorunların altında
çoğu zaman mikroekonomik unsurların (piyasadaki
tüketici-üretici ya da alıcı-satıcı davranışlarının)
olduğunu düşünürler.
Peki, bu iktisadi analize göre ekonomik sistemler
nasıl çalışır? Ekonomik sistemler çalışırken ne
tür aksaklıklar, nasıl ve ne zaman ortaya çıkar?
Hükûmetler aksaklıkları/sorunları çözmek ve
sistemin işlerliğini sürdürmek için hangi iktisadi
politikalara başvurur? Konuya ilk sorunun cevabıyla
başlayalım.
Aşağıda oluşturmaya çalıştığım şekil, hem
mikroekonomik yapıları hem de makroekonomik
33
Şekil 1: Ekonominin İşleyişi: Makro Sektörlerin Piyasalar Yoluyla Karşılıklı İktisadi İlişkileri
(Reel ve Finansal Akımlar)
aktörleri buluşturarak Ekonomik sistemlerin nasıl
çalıştığı hakkında basitleştirilmiş bir resim sunuyor.
Burada makro aktörler/karar alıcılar: Kamu
sektörü (devlet), hane halkları (tüketiciler) ve iş
dünyası sektörüdür (özel sektör). Mikro yapılar ise
karar alıcıların buluşma yerleri olan faktör piyasaları,
mal-hizmet piyasaları ve finansal piyasalardır.
Ekonomik sistemler temel olarak, karar alıcıların bu
piyasalarda gerçekleştirdikleri iktisadi iletişimler
yoluyla çalışır. Kurumsal iktisat jargonuyla söylersek;
makro sektörler iktisadi alandaki oyuncuları;
piyasalar oyuncuların buluştuğu yapıları; hukuk
kuralları, gelenekler ve normlar gibi kurumlar da
oyunun kurallarını oluşturur.
(1) Kamu ve iş dünyası sektörü, faktör
piyasalarında hane halklarından üretim faktörü
talep eder. Hane halkları, üretim faktörlerini arz
eder. (2) Hane halkları, faktör satımlarından gelir
elde eder. (3) Kamu ve iş dünyası sektörü, faktörleri
kullanarak ürettikleri ürünlerini mal ve hizmet
piyasalarına arz eder. Firmalar satış geliri elde eder.
Dış ticaret firmaları ihracat ve ithalat yapar. Firmalar
ve devlet, yatırım ve cari harcamaları için yine bu
piyasalardan mal ve hizmet talep eder. Hane halkları,
vergi sonrası faktör gelirlerinin bir kısmıyla mal
ve hizmet piyasalarında tüketim yapar. (4) Hane
halkları, gelirlerinin geriye kalan kısmını tasarruf
eder (finansal piyasalara fon arz eder). Firmalar,
yatırım harcamalarının büyük bir kısmını bu özel
tasarruflardan finanse eder (fon talebi). Her bir
makroekonomik sektör, farklı amaçlarla fon arz ve
talep eder.
Not: Şekil 1’deki ekonomi, yabancı piyasalarla
reel ve finansal ilişkiler de kurmaktadır (dışa açıktır).
Ancak, şeklin basitliğini bozmamak adına diğer
Ekonomik sistemlerle yapılan fon alış-verişi (devlet
ve özel sektörün borç-alacak ilişkileri vs.) ve mal alışverişi (X-M) şekilde ayrıca gösterilmemiştir. Bu
ilişkilere metin içerisinde yer verilmiştir.
Şekil 1’deki piyasaları ve makro sektörlerin
piyasalardaki karşılıklı ilişkilerini açıklarsak;
Faktör piyasalarında, mal ve hizmetleri üretmek
için ihtiyaç duyulan iktisadi kaynaklar (emek,
sermaye, doğal kaynaklar) alınıp satılır. İktisadi
kaynaklar piyasa mekanizmasının işlediği Ekonomik
sistemlerde hane halklarının taleplerindeki
değişmelere göre fiyat mekanizması yoluyla
yeniden dağıtılmaktadır. Yani iki malın üretildiği bir
ekonomi düşünürsek, A malına olan tüketici talebi
herhangi bir sebepten artarsa, A malını üretmek
için gerekli olan üretim faktörünün talebi (ve fiyatı)
artacaktır. B malının talebi (ve fiyatı) düşeceği için B
malının üretimi kısılıp bu malı üretme aşamasında
kullanılan kaynaklar, artık A malının üretim sürecine
aktarılacaktır. Kumanda ya da sosyalist ekonomik
sistemlerde ise devlet, kaynak dağılımına dolaysız
ya da dolaylı müdahaleler de bulunur. Bu yazıda dışa
açık ve piyasa mekanizmasının işlediği Ekonomik
sistemlerin nasıl çalıştığını konu edineceğim.
Mal ve hizmet piyasaları; mal ve hizmetin niteliği,
siyasi otoritenin benimsediği ekonomi ve piyasa
sistemi, kaynakların dağılımı, üretim-ticaret koşulları
gibi unsurlara bağlı olarak –teorik anlamda- iki uç
örnek olan tam rekabet ve monopol (tekel) piyasalar
arasında farklı biçimler alırlar. Her bir makro
karar alıcı kendi ihtiyaçlarını gidermek ve iktisadi
amaçlarını gerçekleştirmek için piyasalarda buluşup
karşılıklı alış-verişlerle gelir ve harcama akımları
yaratırlar (bir karar alıcının harcaması diğer bir karar
alıcının geliridir). Makro sektörlerin, mal-hizmet
piyasasında yaptıkları toplam harcama veya üretim,
veya faktör piyasalarında ortaya çıkan toplam faktör
gelirleri ülkenin GSYH’sini oluşturur. Görüldüğü
gibi GSYH, sonuçları birbirine eşit olacak, üç farklı
yöntemle hesaplanabilir .
Finansal piyasalar, karar alıcıların farklı amaçlarla
fon arz ve talep ettikleri; belli bir mekâna ve
alıcı-satıcının yüz yüze görüşmesine her zaman
ihtiyaç duyulmayan, ileri bilgisayar/internet ağı
teknolojilerinin kullanıldığı piyasalardır. Finansal
piyasalar birbiriyle iç içe geçmiş; para, bankacılık ve
sermaye piyasalarından oluşmakla birlikte günlük
dilde genellikle “para piyasaları” olarak anılırlar. Mal
ve hizmet piyasaları da kısaca “mal piyasaları” adıyla
anılır. İşte bu mal ve para piyasaları (iç denge: IS=LM)
ile ödemeler bilançosu (dış denge) birlikte dengeye
geldiğinde ekonominin genel dengesi sağlanmış olur.
Ekonomideki tüm işlemler aslında hane
halklarından oluşan tüketici toplum içindir. Kamu ve
iş dünyası sektörleri, hane halklarının ihtiyaçlarını
gidermek için çalışırlar. Onların talepleri mal ve
hizmet arzının miktarını ve niteliğini büyük ölçüde
belirler. Tabii ki hane halkları sadece tüketim
yapmazlar. Hane halklarının bir kısmı özel sektörde
çalışmak üzere emeklerini faktör piyasalarına
arz eder. Bir kısmı da kamu sektöründe memur
olarak çalışmayı tercih eder. Teoriye göre, diğer
üretim faktörleri de aslında hane halklarının
mülkiyetindedir. Hane halkları faktör piyasaları
yoluyla bu faktörleri kamu ve özel sektöre arz eder
(bkz; Şekil 1, Akım (1)) ve karşılığında faktör geliri
elde eder (2). Hane halkları maddi ihtiyaçlarını
mal ve hizmet piyasalarından karşılar (3). Hane
halklarının yastık altında tutmayıp finansal
piyasalardaki; bankalara yatırdıkları mevduatları
ile tahvil ve hisse senedi alımları (özel tasarrufları)
sayesinde, firmalar yatırımlarını finanse eder.
Ayrıca hane halkları devlet tahvili ve bono (devlet
iç borçlanma senetleri) alma yoluyla tasarruflarının
bir kısmını devlete yönlendirip kamu sektörüne
de borç verirler (fon arz ederler). Hane halkları,
gelirlerini aşan harcamalarını finanse etmek (işlem
ve/veya ihtiyat) amacıyla bankacılık piyasasından
ihtiyaç kredisi, evlilik kredisi gibi borçlanmalarda
bulunurlar (fon talep ederler) (4). Ayrıca işlem ve/
veya ihtiyat amacıyla para piyasasından altın, döviz
gibi enstrümanları, önemli bir finansal hizmet olarak
da sigortacılık hizmetlerini satın alırlar.
İş dünyası sektörü (yurtiçi firmalar ve ihracat
firmaları) ise, yatırımlarını gerçekleştirmek için
öncelikle faktör talebinde bulunurlar (bkz; Şekil
1, Akım (1)). Ardından, bu üretim faktörlerini
kullanarak ürettikleri mal ve hizmetlerini, diğer
firmalara, kamuya ve hane halklarına; ihracatçılar
da yabancı piyasalara arz ederler. İthalatçı
firmalar ise yurtdışından satın aldıkları ürünleri
yine mal ve hizmet piyasalarına arz ederler (3).
Günümüzde iktisadi işlemlerin büyük bir kısmı
banka kredileriyle yürütülmektedir. Finansal
piyasalarda, kredi kanalını -fiziki/sabit sermaye
temin etmek amacıyla- çoğunlukla küçük ve orta
35
ŞEKİL 2: Kamu Sektörü’nün Diğer
Sektörlerle Piyasa Dışı İlişkileri
ölçekli firmalar kullanırlar. Tahvil, hisse senedi vb.
enstrümanları satarak faiz ve diğer yükümlülükler
karşılığında borç/finansal sermaye temin edenler
(fon talep edenler) ise daha çok büyük firmalardır
(4). İktisat ders kitaplarındaki “sermaye-faiz ilişkisi”
anlatımı biraz kafa karıştırıcıdır. Öncelikle, iktisatçılar
sermaye derken sabit sermayeyi (makine, teçhizat,
bina, ara mal-hizmetler vs.) kastederler. Teoride,
faktörlerin esas sahibinin hane halkları olduğu
kabul edilip, firmaların sabit sermayeyi de diğer
faktörler gibi hane halklarından satın aldıkları ya
da kiraladıkları söylenir. Çünkü hane halklarının
aynı zamanda firmaların ortakları oldukları ve
buradan temettü (kâr payı) geliri elde ettikleri
ifade edilir. Dolayısıyla firmalar sabit sermaye
ihtiyacını, dağıtılmamış kârlardan ya da diğer öz
kaynaklardan finanse edebilirler. Bu durumda
sabit sermayeyi –faktör piyasası yoluyla- hane
halklarından finanse etmiş olurlar. Ya da yukarıda
değindiğim gibi firmalar genelde başvurulan yöntem
olarak finansal piyasalardan talep ettikleri fonlarla/
kredilerle sabit sermayeyi temin edebilirler. Sonuçta,
sabit sermayeyi temin etmenin/kullanmanın
bedeli olan tahvil ya da kredi faizi gibi maliyetlere
katlanırlar. Diğer bir ayrıntı; aslında firmalar ister öz
kaynaklarıyla ister borçlanma yoluyla finanse etsin,
sabit sermayeyi -bu mallar üretilmiş üretim araçları
olduğu için- mal ve hizmet piyasalarındaki diğer
üretici firmalardan satın alırlar (yatırım harcamaları)
(3). Firmalar aynı zamanda bilançolarındaki finansal
varlıklarını büyütmek amacıyla tahvil ve bono gibi
enstrümanlar satın alırlar (fon arz ederler) (4).
Kamu sektörünün piyasalardaki faaliyetlerine
bakarsak, devlet reel üretim yapacaksa öncelikle
faktör piyasalarından faktör talep eder (bkz; Şekil
1, Akım (1)). Ürettiği ürünlerin bir kısmını arz etmek
ve kendi ihtiyaçlarıyla toplumsal ihtiyaçlar için
yatırım ve cari harcamalar (G) yapmak amacıyla
da mal ve hizmet piyasalarına girer (3). Kapitalist
ekonomik sistemde nihai tüketim mal ve hizmetlerini
büyük oranda özel sektör üretir. Kamu İktisadi
Teşebbüsleri(KİT) birçok ülkede özelleştirilmiştir.
Dolayısıyla kamu sektörü genelde altyapı, eğitim,
sağlık, asayiş, adalet ve savunma hizmetleri gibi yarıkamusal/kamusal mal ve hizmetler üretir. Finansal
piyasalar ise kamu sektörü (Hazine ve Merkez
Bankası) için hem borç kaynağı (fon talebi), hem de
Merkez Bankasının para politikası için uygulama
alanıdır (fon arz ve talebi) (4). Ayrıca kamu ve iş
dünyası sektörleri yabancı finansal piyasalardan da
(dış tasarruflar), açıklarını kapatmak ve yatırımlarını
finanse etmek için borçlanırlar (fon talep ederler).
Makro sektörler piyasa dışında da iletişime
geçerler. Şekil 2, bu durumu kısaca özetliyor.
Şekil 2’deki, “piyasa dışı” ilişkilerde değişim/
mübadele dolayısıyla bedel/fiyat yoktur; makro
sektörler arasında karşılıksız fon aktarımları söz
konusudur. Burada etkili olan aktör kamu sektörüdür.
Devlet, piyasa içinde ve dışında toplum için yapacağı
harcamaların finansmanının büyük bir kısmını
hane halkları ve iş dünyası sektöründen elde ettiği
fonlarla sağlar. Devlete egemenlik gücü dolayısıyla
karşılıksız biçimde aktarılan bu fonlar, birçok dolaylı
ve dolaysız vergilerden oluşur. Devlete giden
vergilerin bir bölümü yukarıda belirttiğim piyasa içi
yatırım ve cari harcamalara giderken, bir kısmı hane
halkları için karşılıksız yapılan transfer harcamalarına
(emekli maaşları, sosyal yardımlar vs.), bir kısmı da
iş dünyasına -yine transfer harcamaları kapsamındaçeşitli sübvansiyonlara/teşviklere, vergi indirimlerine
ve fiyat desteklerine gider. Bunlara ek olarak çeşitli
sağlık hizmetleri, hâkim-savcılık hizmetleri ve iç-dış
güvenlik gibi kamu hizmetleri de devletin –genelde
vergi gelirleriyle finanse edip- piyasa dışında
topluma sunduğu tam kamusal mal ve hizmetlerdir.
—
Buraya kadar her şey yolunda görünüyor. Ancak
sistem böyle basit biçimde işlerken ne tür iktisadi
sorunlar, ne zaman, nerede, neden ve nasıl ortaya
çıkıyor? Bu sorunları çözmek için kimler ne yapıyor?
Devami ikinci yazida….
DÜNYA ŞEHİRLERİ
Ticaret Merkezi,
Kongre ve Fuar Şehri
NÜRNBERG
….Yarım milyon kişiye evsahipliği
yapabilecek büyüklüktedir…
….Noel çarşısı, kavrulmuş sosisleri
ve ‘Kulübü’ ile bir kült’tür…
YARIM milyonluk nüfusuyla Nürnberg Avrupa’nın
çok önemli High-Tech bölgelerinden birinin merkezinde
konumlanmış modern bir şehirdir. Dünyaya açık bu
Ekonomi Metropol’ü yörede yaşayan 3,5 milyon
insan için ekonomi ve kültürün buluştuğu bir merkez
olmuştur.
Nürnberg, etkin alt yapı, cazip yatırım alanı, yüksek
yaşam kalitesi ve Bavyera’nın ikinci büyük şehri olarak
dinamik “Ekonomi Mekanı” gibi avantajları bünyesinde
barındırmaktadır. Bu şehirde sizi sadece başarılı bir
çalışma süreci değil, bu süreçte zevkli ve güzel birkaç
günde beklemektedir.
■ Nürnberg Metropol Nüfusu 3,5 milyon’dur.
■ Nürnberg Metropolu’nun gayrisafi yurt içi hasılası
100 milyar Euro’dur.
■ Nürnberg Metropolü’nde çalışan kişi sayısı 1,7
milyon’dur.
…1000 yıllık geçmişe sahip olan
şehir, tarihle doludur…
…yeniliklere açık insanlar için
sınırsız fırsatlar sunar…
37
Hiç ‘Lebkuchen’ tattınız mı? Çeşit çeşit baharat
kokulu bir kurabiye türü bu. Gerçi Noel zamanı
Almanya’nın her köşesinde kapış kapış satılır, ama
Nürnberg denilince akla ilk o gelir. Nürnberg’de bu leziz
kurabiyenin üretimi ortaçağa kadar dayanıyor. İçerdiği
baharatlar nedeniyle ‘refah’ın, ‘bolluğun’, ‘zenginliğin’
kokusunu, tadını taşıyan kurabiye, kentin eski öneminin
de bir göstergesi adeta.
Nürnberg’e resmi belgelerde ilk kez 1050 yılında
rastlanır. O günlerde adı Noremberg olarak geçiyor.
III. Heinrich’in yaptırdığı şatonun etrafında gelişen
yerleşme, 1219’da kent olarak ilk beratını alır. Bundan
kısa süre sonra da özgür bir imparatorluk kentine
dönüşür. 13. yüzyılın sonuna doğru imalathaneleri,
zanaatkarları ve kazançlı ticaret
etkinlikleriyle gelişmiş bir kenttir.
Dönelim o yuvarlacık, kahverengi,
mis kokulu, hem de bol baharatlı
kurabiyelerimize... O baharatlar ki
ortaçağ Avrupası’nda altın değerindeydi. Sayılı ailelerin
sofralarını süsleyen iştah açıcı, baharatlı yemekler bir
zenginlik sembolüydü. Ufacık bir karabiber tanesinin
bile mucizevi yetenekleri vardı: Sıradan bir et parçasını
leziz bir yemeğe çevirebiliyordu! Üstelik baharatlar
yalnızca mutfakta değil, tıpta da kullanılırdı. 1395
yılında Nürnberg’te ilk Lebkuchen fırını açıldı. Fırının
burada açılması ve kurabiyelerde bol bol baharat
kullanılması hiç de tesadüfi değildi. Kuzey Avrupa’ya
baharat getiren yol Nürnberg’den geçiyordu. Bu durum,
böyle lüks bir tatlıyı tüketebilmek için gereken refahın
kaynağının nereden geldiğini yeterince açıklıyor.
Nürnbergliler zenginliklerini yalnızca bol baharatlı
kurabiyeler pişirip, keyfine bakmak için kullanmadı
elbet... Ortaçağ Nürnberg’i sanatsever bir kentti. Zengin
tüccar aileleri yalnızca kendi evleri için değil, aynı
zaman da görkemli kiliseler ve manastırlar inşa etmek
için de hiçbir masraftan çekinmediler. Uzun bir süre
bu kentte yaşayan Almanya İmparatoru Dördüncü Karl
(1316-78) da Nürnberg’i çok severdi. Onun zamanında
‘Goldene Bulle’ denilen fermanla, her yeni kral için
ilk meclis toplantısının Nürnberg’te yapılması kural
haline getirildi. İmparator, devlet simgelerinin burada
saklanması için emir de vermişti
Ressam Albrecht Dürer’in (1471) doğduğu kent olan
Nürnberg, bu dönemde sanat alanında tarihinin en
büyük gelişmesini yaşadı. 1525’te Reform Hareketi’nin
temel ilkelerinin benimsenmesinden sonra Protestan
önder Philipp Melanchthon, kentte kendi adını taşıyan
bir ‘Gymnasium’ (lise) kurdu. Kent, Batı dünyasında bir
bilim merkezi olarak ün saldı. 17. yüzyılın başlarında
ekonomik ve kültürel gelişiminin doruğuna ulaşan
Nürnberg, 1806’da özgür imparatorluk kenti olmaktan
çıktı ve Bavyera Krallığı’na bağlandı. Kent, ‘Uyuyan
Güzel’ misali uzun yıllar boyunca derin bir uykuya daldı.
Ta sanayileşme devrine kadar... Nürnberg ile Fürth’ü
birbirine bağlayan ilk Alman demiryolunun açılması
(7 Aralık 1835) kentin kaderini değiştirdi. Nürnberg,
DÜNYA ŞEHİRLERİ
modern bir sanayi merkezi olarak gelişmeye başladı.
Gene de bugün görülen kent, eskinin Nürnberg’i
değil. İkinci Dünya Savaşı sırasındaki bir hava
bombardımanı (2 Ocak 1945) kentin yüzde doksanını
bir harabeye çevirdi. Kentin 1930’larda Nazi Partisi’nin
merkezlerinden biri olması nedeniyle, bu saldırının
siyasal bir boyutunun olduğu düşünülüyor.
Yahudileri hedef alan ‘Nürnberg Yasaları’ da
burada hazırlanmıştı. Kent bu nedenle, İkinci Dünya
Savaşı sonrası Alman savaş suçlularının Müttefikler
tarafından yargılandığı mahkemelere de sahne oldu.
Nürnberg, tarihinin bu kara bölümünü unutmuş değil.
Bugün suçluların mahkeme edildiği salon, müze olarak
kullanılıyor. Bugünkü Nürnberg’te savaştan kalan
izlere rastlanmıyor. Kentin eski merkezi restore edilmiş
durumda. Özellikle kale, eski surları ve önemli yapıları
yeniden inşa edildi. Çağdaş Nürnberg, gelenekle
modernliği uyum içinde yaşatmaya çalışıyor. Bu
nedenle sanat etkinliklerine büyük önem veriliyor.
Kentteki müze ve tiyatrolar bunun en büyük kanıtı.
Yarım milyon nüfuslu Nürnberg, Almanya’nın en
zengin eyaleti olan Bavyera’ya bağlı. Yine de ekonomik
açıdan zenginliği kendi ekonomisinin gelişmişliğinden
kaynaklanıyor. Bavyera’nın ikinci iktisat merkezi olan
Nürnberg, aynı zamanda önemli bir hassas mekanik ve
optik araçlar, elektrikli aletler üretim merkezi.
Motorlu araç, baskı, kimya, ahşap, kâğıt, tekstil ve
oyuncak sanayileri de büyük önem taşıyor. 300 bin
çalışan nüfusu, özellikle yeni teknoloji sektöründe,
finansal hizmetlerde ve Almanya çapında önemli baskı
işlerinde çalışıyor.
1997’de Nürnberg ve Antalya arasında bir kardeş
şehir antlaşması imzalandı. Belki Nürnberg’e, Antalya’ya
geldiği kadar turist gelmiyor, ama buradaki turizm yine
de ortalamanın üstünde. Bunun sebebi kentin doğal
güzelliklerinin yanı sıra pek çok ulaşım yolunun kavşak
noktasında olması. Ama, herkes tatil için gelmiyor.
Kentin Kongre Merkezi, geçen yıl tam 126 toplantı ve
23 fuara evsahipliği yaptı. Kentin kültürel yaşamında
da yüzyıllara meydan okuyan inanılmaz bir hareketlilik
göze çarpıyor: Richard Wagner’in ‘Meistersinger’
operasıyla ortaçağın müzik kültürü bugüne taşınırken,
Hermann Kesten ve Friedrich Hagen gibi ünlü yazarlar
da Nürnberg’e çağımızın damgasını vuruyor.
Stefan Hibbeler (Skylife 2008)
Ekonomi ve Ticaret Merkezi Nürnberg
Nürnberg, ekonomisi çok güçlü olan Güney
Almanya’nın kolay ulaşılabilir bir noktasında
bulunmaktadır. Birinci sınıf altyapı ve uluslararası trafik
ağının odak noktasında ki konumu ile Nürnberg, dünya
pazarlarının da merkezindedir. İdeal fuar ve kongre
şehri olmasının en önemli özelliklerinden bir tanesi,
şehrin kolay ulaşılabilirliğidir. Ticaret merkezi, kongre
ve fuar şehri özellikleriyle de Nürnberg dünyada büyük
itibar görmektedir.
“Her yıl 1,2 milyon kişi, yaklaşık 100 farklı etkinlik,
39
1- Keiserburg İmparatorluk Kalesi
2- Keiserburg Alman
Ulusal Tarihi Müzesi
3- Tucherschloss Müzesi
4- Albrecht Dürer Evi
5- Tarihi Kunstbunker
6- Nürnberg Mahzenleri ve
Altstadhof Bira Müzesi
7- Fembo Evi (Beledye Müzesi)
8- St. Sebald Kilisesi
9- Lochgefangnisse
10- Schöner Brunner
(Güzel Kuyu)
11- Frauenkirche
50 özel ticari fuar ve kongre için Nürnberg’i ziyaret
etmektedir.”
“160 bin m2 sergileme alanlı Uluslararası Fuar
Merkezi, 11 bin kişilik kapasiteye sahip Avrupa’nın en
modern Kongre Merkezlerinden biridir.”
Şehir İçi Ulaşım
Fuar Merkezi hava alanına ve tren garına metro ile
bağlıdır. Fuar Merkezi metrosu öyle dizayn edilmiştir
ki fuar ve kongre alanına yağmurlu havalarda
ayaklarınız ıslanmadan gidebilirsiniz. Ayrıca üstü
kapalı ana girişte taksi durağı da bulunmaktadır.
Nürnberg Havaalanı şehre yakındır ve Nürnberg
Messe’nin havaalanına, metro ile ulaşımı mevcuttur.
Havaalanından fuar alanına gitmek yaklaşık 20
dakika sürmektedir. Gerektiği taktirde daha konforlu
olan Fuar Alanı-Havaalanı Express Otobüsleri de
kullanılabilmektedir.
(Bayan Kilisesi)
12- Spielzeug Müzesi
13- Weinstedal ve Henkersteg
14- Ehekarussell (Atlı Karınca)
15- St. Lawrence Kilisesi
16- Yeni Müze
17- Doğal Tarih Müzesi
18- KunstHalle
(Modern Sanatlar Müzesi)
19- Handwerkerhof
20- Alman Milli Tarih ve
Ticaret Müzesi
21- Aziz Johannis Mezarlığı
22- Aziz Rochus Mezarlığı
23- Planetarium
24- Trafik Müzesi, DB-Müzesi ve
Posta Müzesi
25- Hayvanat Bahçesi
26- Rasathane
27- Endüstri Kültür Müzesi
28- Reichsparteitagsgelande
29- “Faszination ve
Gewalt” Sergisi
30- Alteste Kavrulmuş
Sosis Mutfağı
31- Kule
32- Karl Gebhardt Saat Müzesi
33- Cinecitta: Sine Şehir
ŞEHRİ GEZİYORUZ
1. Keiserburg İmparatorluk Kalesi
İmparatorluk Kalesi’nin orijinali, 11. yüzyıla kadar
dayanmaktadır. Bu tarihten beri pek çok defa büyütüldü,
yok edildi ve yeniden inşa edildi. Kalenin tam ortasında
Sinwell Kulesi yer almaktadır. Kale surlarından
Nürnberg’in tamamı ayaklarınızın altına serilmektedir.
Efsanevi Derin Kuyu 12. Yüzyılda 50 m derine kazılmış
ve pek çok yıl boyunca tüm kale için yegâne su kaynağı
olarak hizmet etmiştir.
4. Albrecht Dürer Evi
Nürnberg vatandaşı Albrecht Dürer (1471-1528)
Almanya’nın en ünlü görsel sanatkarıdır ve bu yörenin
yenilikçi ruhunu temsil etmektedir. 1420’de inşa edilen
ev Abrecht Dürer’in 1509’dan ölüm yılı olan 1528’e
kadar hem evi hem de iş yeri olmuştur. Dürer’in ayak
izlerinden yürüyebilir ve yaşadığı ve çalıştığı evinde
Albrecht Dürer’in yolunu takip edebilirsiniz.
19.Handwerkerhof
Ortaçağ döneminden kalma eski yollardan ve
mağazalardan oluşan cadde.
24.Trafik Müzesi, DB-Müzesi ve Posta Müzesi
Demiryolu ve posta tarihi canlı örnekleri ile tasvir
ediyor. Ünlü eski araçlara rastlamak mümkün.
28.Reichsparteitagsgelande
Eski Nazi Partisi miting alanı ve kalıntılar:
Tamamlanmamış Kongre Holü, Zappelinfeld’teki merkez yol
ve Grosse Strasse (Büyük Yol) – yürüyüş yolu – Nasyonel
Sosyalist megolomanyası tarihine canlı tanıklık etmiştir.
ŞUNLARI YAPMADAN
ŞEHİRDEN AYRILMAYIN...
DÜNYA ŞEHİRLERİ
… meşhur Nürnberg sosisi yemeden…
… tam öğleden önce Merkez
Çarşı’da FrauenKirche
üzerinden “Mannleinlaufen”i
(saat düzeneği) izlemeden…
… İmparatorluk Kalesinden
şehrin çatılarına bakmadan…
Nürnberg’te Alışveriş
Tarihi Eski Şehir dokusu ile Nürnberg, sadece eşsiz
kültürel bir değer sunmaz aynı zamanda alışveriş
için de çekici bir ortam oluşturur. İster meyve sebze
tezgâhlarının arkasında olsun, ister ihtişamlı alışveriş
merkezlerinin cam çerçeveleri arkasında olsun,
Nürnberg 500 mağazası ile eşsiz bir alışveriş atmosferi
sunmaktadır. Geniş yaya güzergahları eski şehrin
çoğunluğuna hakimdir ve ziyaretçilerini gezintilere ve
rahat alışverişe davet etmektedir. Mağazalar da her
ihtiyaca cevap verebilecek niteliktedir. Hafta boyunca
… “Güzellik çeşmesi”ndeki
anahtarı çevirip
dilek tutmadan…
burada saat 8’e kadar alışveriş yapabilirsiniz. Geçici
trendler, haute couture, designer mağazalar, sahne
mağazaları ve son moda aksesuarlar- Nürnberg’te
herkese uygun bir şey bulunur. Çeşitli yaya
güzergahlarının yanı sıra Nürnberg ziyaretçilerine,
fuar alanına yakın “Franken Center’da” da alışeriş
yapma imkanı sunmaktadır. 100’ün üzerinde mağaza,
2 alışveriş merkezi, 3 süpermarket ve A’dan Z’ye tüm
hizmetler Franken-Center’da birleşmiştir. Nürnberg’in
güneyinde bulunan alışveriş merkezine fuar alanından
metro ile veya araba ile 3 dakikada ulaşılabilir.
41
TEKNOLOJİ
AKILLI
TELEFONLAR
Bugünlerde akıllı telefonlarımız olmadan önce nasıl
yaşadığımızı hayal etmek güç olsa da, yeni tanıştığımız
bu teknolojinin temelleri yaklaşık 20 yıl önce IBM
Sımon modeli ile atılmış. Klasik cep telefonlarının
yaygınlaşması bile yeterince büyük bir gelişmeyken;
kendimizi telefonumuzla internette sörf yaparken, mail/
fax gönderirken, görüntülü konuşma yaparken, fotoğraf
1997-2000
2002
Ericsson GS88
Windows
Pocket PC
Ericsson GS88, teknik olarak ilk olmasa
da, terminolojik olarak literatüre “akıllı
telefon (smart phone)“ deyimini kazandıran
model... Dönemin en büyük cep telefonu
üreticilerinden biri olan Ericsson, GS88
modelini, Nokia’nın 9000 serisine cevap
olarak üretti. Fiziksel klavye üretilen ilk
model, ilerleyen dönemlerde yerini
R380 modeliyle dönemin en başarılı
işletim sistemi olan Symbian’a bıraktı.
Windows aynı internet
tarayıcılarında olduğu gibi
pazardaki potansiyelin biraz geç
farkına varsa da 2002 yılında
Windows işletim sistemiyle
çalışan Windows Pocket PC’yi
piyasaya sürdü.
makinalarını aratmayan kameralarla ve bugün devasa
boyutlara ulaşan aplikasyon pazarı ile tanışırken bulduk.
Listedeki modellerin bazıları ile hiç tanışmadık, bazılarını da
belki de çoktan unuttuk. İşte 1993 yılında geliştirilen IBM
Simon’dan, milyarlarca dolarlık satış rakamlarını yakalayan
iPhone’a akıllı telefonların gelişim evreleri...
2002
BlackBerry 5810
ENTEGRE KAMERALI
iLK CEP TELEFONU
Çağrı cihazı ile ünlenen ABD’li
RIM, 2002 yılında Blackberry 5810
modeliyle piyasa girdi. İş dünyası
için tasarlanan telefon özellikle mail
kullanımı için optimize edilmişti.
Kyocera
VP-210
Japon Kyocera firması Mayıs
1999’da VP-210 Visual Phone
modeliyle ile seri üretim
kameralı telefonu piyasa sürdü.
Aynı model olması şartıyla
görüntülü görüşme özelliği
bulunan telefon saniyede iki
kare görüntü iletebiliyordu.
1993
IBM Simon
Bugünkü akıllı telefonların
atası kabul edilen, 1993
yılında geliştirilen, IBM Simon
dünyanın ilk akıllı telefonu.
Çıktığı dönemde 899 dolardan
satışa sunulan IBM Simon’a
inovasyon kavramının telefon
fikrinde vucüt bulmuş hali
demek pek de yanlış olmaz.
Aynı zamanda küçük bir PDA
da sayılabilen IBM Simon’da
e-mail, hesap makinesi, takvim
ve oyunlar mevcuttu.
2008
(1996-2000)
HTC Dream
Nokia 9000
Communicator
Bugünlerde akıllı telefon pazarındaki payı
rakiplerine göre pek de yüksek sayılmasa
da, Nokia akıllı telefon kavramını ilk hayata
geçiren şirketlerden biri. Katlanabilen
ve fiziksel bir klavyeye sahip olan Nokia
9000 Communicator fax ve mail gönderimi
gibi dönemin iş hayatı için gerekli bütün
özelliklere sahipti.
2002
PALM Treo
2002’de ABD’li Hand-Spring firması PALM serisiyle
pazara giriş yaptı. PALM Treo, farklı tasarımı ve işlevsel
klavyesiyle dönemin farklı telefonlarından biri oldu.
2007
Apple iPhone
Geldik listenin olmazsa olmazı, fenomen ürün iPhone’a.
Steve Jobs’ın tekrar göreve gelmesiyle kötü günleri geride
bırakan Apple, iMac, iPod yenilikçi ürünlerin yanı sıra asıl
sıçramayı iPhone ile yaptı. Bugün devasa bir pazar olan
aplikasyon market kavramını yine bu modelle başladı.
Listede yer almasının asıl sebebi Google’ın
geliştirdiği ve günümüzün favori işletim
sistemlerinden olan Andorid işletim sisteminin
serüvenine bu telefon ile başlaması... Aynı
şekilde Tayvanlı üretici HTC de dünyaca
tanınan ürünleri ve ününü bu modele borçlu.
43
DEKORASYONDA
2016 TRENDLERİ
2016'da evler, "kişiselleşme" kavramı üzerine oturan,
esinini yaşamın kendisinden alan bir tarzda dekore edilecek.
Türkiye'de özellikle büyük ölçekli projelerin iç mimari tasarım ve projelendirmesi konusunda
uzmanlaşmış olan Gönye Proje Tasarım'ın kurucuları Mimar Yelin Evcen ve İç Mimar Gönül
Ardal, 2016'nın dekorasyon trendlerini yorumladı.
2016’da evlerimizin dekorasyonunda belirleyici
unsur, yaşamın bizzat kendisi olacak.
Bu yıl dekorasyona damgasını vuran kavram,
kişiselleşme. Bu eğilimin sonuçlarını hayatın her
alanında hissedeceğiz. “Kişiselleşme”, bütün bu
trendleri ve eğilimleri izlerken, mutlaka kendinizden,
hayatınızdan, anılarınızdan veya seyahatlerinizden
dekorasyonunuza bir dokunuş katıp, size özgü sonuçlar
almayı ifade eden bir kavram. Bu dönem moda olana
uyum sağlamak yerine kişisel beğeniler ön plana
çıkıyor.
Artık mekan tasarımlarında farklı dönem
tasarımları iç içe kullanılıyor. Ayrıca yeni yılda günlük
ihtiyaçlara cevap veren çözümlere yeni standartlar
eklendiğine tanık oluyoruz. Standart malzemelerin
yenilikçi tasarımlarla farklı amaçlarda kullanıldığını,
alışılmış ölçülerin, konforu arttırmak amacıyla tekrar
yorumlanıp belirlendiğini, yaşanmışlık hissiyle dolu
mekan tasarımlarının öne çıktığını göreceğiz.
Bu yıl ise yaşam alanlarımız, hem dizayn hem
de konforuyla bedenimize ve ruhumuza hitap eden
ayrıntıları barındıracak. Doğayı sembolize eden detay
ve renkler dekorasyonda trend olacak. Evlerin içinde
özel spor odaları önem kazanıyor.
2016’nın Renklerİ
Bu yıl trend olması düşünülen renklerde natürel
pastel tonlar başrolde bulunuyor. Geçen sene
kullanılan haki, kahve, lacivert tonlar yerine, pastel
renklerin gri ve vizon renkleriyle kombine edilmesi
bekleniyor. Ahşap kullanımında ise durum tam
tersi. Son 10 yıldır ahşapta moda olan doğal meşe
tonlarışimdi yerini koyu renklere bırakıyor. Daha
önceki yılların daha açık ve doğal ahşaplarına göre
koyultulmuş ya daboyanmış, daha az ışıklı, loş ortamlar
yaratan uygulamaları göreceğiz. Her ne kadar tüm trend
raporlarında pastel tonlara bir yönelim olacağı söylense
de dekorasyonda insanların kişisel tercihleri, renk
seçiminde özellikle ön planda olacak.
DEKORASYON
Aydınlatma Trendlerİ
2016’da Duvarlar
Pirinç aydınlatmalar ve bir süredir kullanımı azalan
aplikler artık modern mekanlarda da sıkça karşımıza çıkacak.
Apliklerde şapkalı klasik ürünler, yerini mermer, pirinç, metal
gibi malzemelerle tasarlanmış duvar süsleri gibi görünen
tasarımlara bırakıyor.
Bir mekandaki bütün duvarlarda tek doku ve
tek renk kullanmak artık tercih edilmiyor. Koyu bir
duvarın önüne daha açık renklerde mobilya seçerek
mekana hareketlilik katılacak. Duvarların üzerine
asılacak aksesuarlar yerine, duvarın kendisini dokuyla
süslemek bu yıl çok moda. Oluşturan doku ve renk
çeşitliği üzerinde, aydınlatma teknikleri ve aplikler
kullanarak ışık etkisiyle hareket yaratmak mümkün.
Aksesuarlar
Aksesuarlarda çok
ciddi bir farklılaşma var.
Eskiden çerçeve, vazo,
süs eşyaları kullanılırken,
bugün bunların yerine
hobilerimizi evimize
aksesuar olarak entegre
edeceğiz. Örneğin,
bir rafın boyalarla
doldurularak güzel
bir aksesuar olarak
kullanıldığına tanık
olacak, sehpaya
bırakılmış bir kitabın
üzerine bir büyüteç
yerleştirilmek suretiyle
yaratılmış aksesuarlarla karşılaşacağız. Bir hikayesi olan, bir
anlam ifade eden aksesuarlar öne çıkacak..
Diğer bir önemli değişim ise zanaatkar işi aksesuarların
muhteşem dönüşü oldu. Bir dönem Çin işi aksesuarlar için
terk edilen, değersizleştirilen bu objeler, bugün kişilerin
evlerinde tekrar baş köşeye yerleşti. Yerel bir zanaatkarın
elinden çıkmış bir vazo, seyahatlerinizin birinde satın
aldığınız bir sepet gibi usta işi eşyalar, evinizde kişiliğinizi
yansıtmanıza imkan sağlıyor.
2016’nın Banyoları
Banyolarda klasik renklerin dışına
çıkılacak. Açık renk mobilyalarla birlikte
siyah mat lavabolar ve bataryalarla daha çok
karşılaşacağız. Seramiklerde, doğal malzeme
efekti üzerine farklı desenlerde rölyef
uygulamaları revaçta. Bununla birlikte,
ahşap görünümlü seramiklerle tasarlanmış,
daha sıcak ve yaşam alanları gibi döşenmiş
banyolar da göreceğiz.
45
2016’nın Mutfakları
Gözde Malzemeler
2016 yılında bazı malzemelerin diğerlerine kıyasla daha
fazla rağbet göreceğini düşünüyoruz. Tezgahlarda akriliğe
alternatif olarak, kuvars ve mermer gibi doğal içerikli
malzemeler daha çok kullanılacak.
Zemin malzemelerine duvarlarda da rastlayacağız.
Büyük ebatlı, tek parça zemin ve duvar seramiklerini,
duvarlarda tablo etkisi yaratan mermer ve ahşap desenli
seramikleri daha sık göreceğiz. Metal aksamlarda ise
uzun zamandır popülaritesini koruyan krom, yerini pirince
devrediyor. Ayrıca boyalı metal aksamlar da tasarımlar
üzerinde bütünleyici bir etki yapıyor. Örneğin yeni
armatürlerde metalin renklendirilmesi ile oluşturulmuş çok
geniş renk skalaları bulunuyor. Bu yıl, tek tip metalin tüm
aksamlarda kullanılması yerine, farklı metallerin birlikte
kullanıldığını göreceğiz.
Tüketicilerin yıllar içerisinde
mutfakları ile ilgili beklentilerindeki
en önemli değişiklik, mutfakları ile
yaşam alanlarının entegre edilmesi
oldu. Yapısal olarak, entegre mutfak
+ yaşam alanı eğilimi artarken, tarz
olarak ise çağdaş bir yorum katılarak
tasarlanmış, daha geleneksel
tasarımların tercih edildiğini
söyleyebiliriz.
Daha işlevsel mutfaklar için,
tezgah üstlerinde ve dolap içlerinde
daha fazla entegre aksesuar
göreceğiz. Derin tezgahlar, boy
dolaplara yerleştirilen bulaşık
makineleri ve tezgah arkalarında
oluşturulacak setler, mutfakları yeni
ihtiyaçlara uygun hale getirecek.
2016 yılında, uzun süredir
mutfaklarda çok tercih edilen
düz beyaz renge, yumuşak ve
hafifletilmiş renk tonlarının alternatif
olacağını düşünüyoruz. Beyazın
ekru ve griye giden tonları, standart
beyazın yerini alabilir. Uygulamada
nötr renkler ağırlık kazanırken,
mutfak aletlerinin, daha modern
bir his yaratan renkli versiyonlarını
göreceğiz.
Yeni yılda mutfakları tasarlarken,
elektronik cihazlar için gizli
şarj istasyonları oluşturulacak.
Farklı bitişte metal yüzeyler,
davlumbaz gibi daha baskın mutfak
aletlerinde estetik rolü üstlenecek.
Davlumbazları, kroma alternatif
olarak siyah ve beyaz renklerde daha
sık göreceğiz.
Son olarak, mutfaklarda
aydınlatmalar da ayrı bir önem
kazandı. Bu yıl mutfak aydınlatmak
için sadece tavan ışıkları ve masa
lambaları yeterli olmayacak.
LED ışıkların tezgah üstünde
kullanılmasının yanı sıra, dolap
içlerinde ve kulp detaylarında da
kullanımı yaygınlaşacak.
DÜNYA MUTFAKLARI
DÜNYANIN
5
EN İYİ
MUTFAĞI
Dünyanın neresine giderseniz gidin tattığınız
lezzetler farklı duygular hissetmenize neden
olur. Kimi zaman ayaküstü tattığınız bir sokak
lezzetinin verdiği hazla kendinizden geçerken,
kimi zaman da kişisel damak zevkinize uygun
olmayan bir tatla karşılaşabilirsiniz. Fakat öyle
ülkeler var ki mutfağıyla nam salmış ve otoriteler
Altı yüzden
fazla İçeriğiyle
seyahat severlere
ilginç seyahat
bilgileri veren
Prontotourblog'dan
dünyanın en lezzetli
5 mutfağı...
tarafından en iyiler arasında gösterilmiştir.
Farklı coğrafyalar ve farklı kültürler keşfetmek
isteyenlerin seyahat pusulası Prontotourblog,
ekonomi ve gelişmişlik düzeyi de dahil olmak
üzere birçok nesnel faktörden bağımsız olarak
dünyaya nam salmış en iyi 5 ülke mutfağını
belirledi;
Fransız Mutfağı
Fransa’da yemek, edebiyat kadar, sanat kadar, politika kadar önemlidir.
Yemeğe atfedilen bu önemden kaynaklanıyor olsa gerek, birçok otorite
tarafından dünyanın en iyi mutfağı olarak Fransız mutfağı tanınmaktadır. En
ünlü yemeklerini unlu lezzetlerin oluşturduğu Fransız mutfağının temelini
oluşturan diğer iki öğe ise peynir ve
şaraptır. Dünya’nın en iyi şaraplarının
da bu ülkede üretildiğini söylemeden
geçmeyelim. Ayrıca bir diğer anekdot da
restoran sayısına dair. Ülke genelinde
restoran sayısı oldukça yüksektir.
Sadece Paris’te 5 bin civarı restoranın
olduğu düşünülmektedir.
47
Hİnt Mutfağı
Yunan Mutfağı
Sunum açısından batılı tüketicileri çok
memnun etmese de, Hint mutfağı tadıp
keşfetme cesaretini gösteren herkesi
ülkeye yerleşmeye zorlayacak kadar
lezzetli. Hindistan mutfağının en belirgin
özelliği kullanılan yüzlerce çeşit baharat.
Değişken iklim koşulları nedeniyle tat
alma duyusunda oluşan azalma ülke
mutfağının baharatlara ağırlık vermesine
neden olmuş. Durum böyle olunca
baharatın envai çeşidi yüzyıllar içinde
keşfedilip tüketilmiş. Kendiliğinden
oluşan bu kültür bugün ülke mutfağını
en iyiler listesine sokan en önemli unsur.
Yunan mutfağını Balkan ve Akdeniz
mutfağının birleşimi şeklinde düşünmek
mümkün. Tabi ki, tüketilen lezzetler bu
iki mutfak kültürünün ürünleriyle sınırlı
değil. Yunan mutfağının en belirgin
özelliği zeytinyağlılara verilen önem.
Günün hemen her öğününde masada en
az bir zeytinyağlı görmek mümkün. Komşu
Yunanistan yemekleri ile olduğu kadar
mezeleri ile de ünlü. Yemek öncesi ve
uzun akşam yemeklerinde sıkça tüketilen
mezeler Türk mutfağının çok da uzak
olmadığı lezzetler arasında. Yunanistan’a
Hindistan mutfağında ağırlıklı olarak
sebze tüketildiğini söylemek mümkün. Bu
yönüyle ülke, vejetaryenler tam bir cennet.
İtalyan Mutfağı
Dünyanın en lezzetli yemeklerine sahip
2. ülkenin bir Akdeniz ülkesi olması bu
konuda ne denli şanslı olduğumuzun
bir göstergesi. Pizzası, pastası, sebzeleri,
deniz ürünleri ve daha yüzlerce efsane
haline gelmiş lezzetiyle İtalyan mutfağı
dünya çapında öyle ünlü ki, dünyanın
neresine giderseniz gidin bu mutfağın
lezzetlerine ulaşmanız mümkün. Dünyanın
her yerinde ulaşmak mümkün olsa da,
İtalyan yemeklerinin en iyileri haliyle ana
vatanında yapılıyor. Özellikle özerk Toskana
bölgesinin özgün yemekleri ve muhteşem
şarapları sizi kendinizden geçirebilir.
gidildiğinde mutlaka tadılması gereken
lezzetler ise yahni, yunan salatası, enginar
ve tüm deniz ürünleri.
Lübnan Mutfağı
Genel anlamda Orta doğu mutfağının
ne denli zengin olduğunu bilen bilir.
Ortadoğu’nun bu konuda en başarılı
ülkesi tartışmasız Lübnan. Akdeniz’e
özgü sebzelerin muhteşem baharatlarla
harmanlanarak yemeğe dönüştürüldüğü
bu ülkede yenilen bir tabak yemeğin tadı
aylarca unutulmuyor. Diğer Ortadoğu
ülkelerine oranla et ürünlerinin biraz
daha az tüketildiği Lübnan sofralarında
en yaygın bulunan yemekler ise
zeytinyağlılar, humus ve ünlü Lübnan
köftesi Kıbbeh.
BULMACA
3 FARKI BULUN
Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler;
evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.
OTOPARKLAR
ARTIK NEFES
ALACAK...
www.cvsair.com.tr
Cvsair, tüm kapalı otopark alanları için
araçlardan çıkan kirli gazları ve olası bir yangın
durumunda oluşan tehlikeli dumanı tahliye eden
optimum sistemleri dizayn eder, bu tasarımlara
uygun ürünlerin üretim ve satışını yapar.
+90 216 417 12 48
ARMADA ALIŞVERİŞ VE İŞ MERKEZİ, CROWNE PLAZA, ÖNAY GARDEN RECIDENCE, SİNPAŞ İSTANBUL SARAYLARI, ACIBADEM BODRUM HASTANESİ, AIRPORT
BLUE BOUTIQUE KONUTLARI REZIDANS, ÖNAY GARDEN REZIDANS, RADISSON BLU HOTEL, SELÇUKLU KONGRE MERKEZİ, SİNPAŞ LİVA REZİDANS,
PLAZA OFİS MERKEZİ, ARMADA AVM OTOPARK, ASTAY 16/9 REZİDANS, SİNHAŞ BOSPHORUS CITY, MERİNOS ÇARŞAMBA OTOPARK, TRİO ÖĞRENCİ YURDU,
SİNPAŞ AQUACITY 2010, TERRACITY AVM, HAN PLUS, UMA PRESTİJ KONUTLARI, UMİ PLAZA İŞ MERKEZİ, VELEDROM SPOR
HANE PLUS REZİDANS, ANADOLU ADLİYE SARAYA, FER YAPI İSTWEST REZİDANS, KENT PLUS CENTRIUM REZIDANS, METROCITY AVM OTOPARK
SALONU, YTÜ TEKNOPARK OTOPARK, KENT PLUS NEWPORT REZİDAN, BÜYÜK ARENA SPOR SALONU, MAR G PLUS REZIDANS

Benzer belgeler