Eylül - TFMD

Transkript

Eylül - TFMD
Tüm eserlerde akıl yer alır.
Nikon’un akıllı KILAVUZ MODU eserlerimi mükemmelleştirmemde bana yardımcı olur.
AF-S DX VR 18-55mm f/3.5-5.6G ile birlikte
.tr
ISSN 1309-095X
TFMD ‘’FOTO MUHABİRİ’’
Türkiye Foto Muhabirleri Derneği
(TFMD) Adına Sahibi ve
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
ISSN 1309-095X
Türkiye Foto Muhabirleri Derneği Yayın Organıdır. Sayı:10 • Eylül 2011 • ÜCRETSİZDİR
Rıza ÖZEL (Başkan)
YÖNETİM KURULU
Ümit Kozan (Başkan Yrd.)
Gürsel Eser (Genel Sekreter)
Barış Oral (Mali Sayman)
Yurttaş Tümer
(Üye – Marmara ve İstanbul Bölge Temsilcisi)
Kenan Çimen (Üye – Ege Bölge Temsilcisi)
Emin Demir (Üye – Akdeniz Bölge Temsilcisi)
Uğur Kavas (Üye)
Yavuz Özden (Üye)
Alper Yurtsever (Üye)
Ali Ekeyılmaz (Üye)
TFMD KURUCU ÜYELERİ
Rafet Hüner
Sökmen Baykara
Zekai Durmuş
Halim Ermiş
Rıza Ezer
Dursun Gündoğdu
Bülent Hiçyılmaz
İlhan Kuyucu
Turgut Mantar
Mehmet Ünlü
GENEL YAYIN DANIŞMANLARI
Bülent Hiçyılmaz
Mehmet Ünlü
Şükrü Akın
Aykut Fırat
KAPAK
FOTOĞRAFININ
HİKAYESİ
“HINDİSTAN’IN
KUTSAL KENTİ
VARANASI”
Ankara Moda Günleri sırasında
Cemil İpekçi’nin “Yansımalar”
isimli defilesi ilgiyle izlendi.
26
30
HUKUK DANIŞMANI
Av. Umut Kurman
ALK Hukuk Bürosu
Web Tasarım
CMC (Cüneyt Düşmez)
www.cmcankara.com
YAYIN KURULU
Uğur Kavas
Volkan Yıldırım
Celal Çevirgen
Murat Çetin Mühürdar
Raşit Aydoğan
Erhan Sevenler
Hüseyin Yeşilkavak
Denizhan Güzel
Okan Özer
İbrahim Laleli
Adnan Poyraz
Eyüp Kaçar
Zafer Sel
Cem Bakırcı
62
44
Adres:
Feza Gürsey Bilim Merkezi Yanı
Altınpark-Aydınlıkevler-ANKARA
Tel: 0 312 417 87 60 • Fax: 0 312 417 87 18
Süreli yayın Sayı: 10
Eylül 2011 / Üç ayda bir yayınlanır
Foto Muhabiri Dergisi’nde yeralan yazı, fotoğraf ve reklamların sorumluluğu sahiplerine aittir.
Yazı ve fotoğrafların kullanım hakları TFMD’ye
(Türkiye Foto Muhabirleri Derneği) aittir. izinsiz olarak yayınlanamaz.
Baskı
Dumat Ofset • Ankara
0.312 278 82 00
86
78
!YOK
K
O
Y
I
D
A
ADI
TFMD Başkanı Rıza ÖZEL
Fotoğrafı kullananlara....
Fotoğrafı çekilenlere...
Türkiye’de birçok foto muhabiri çalıştığı kurumun önünde ilerliyor, yaptığı
işlerle. Kendilerine sunulan kısıtlı imkanlar ve Türkiye’deki fotoğraf anlayışına rağmen, iyi işlere de imza atıyorlar. Ancak, gazete ve dergiler onların
imzalarını fotoğrafların altına atmıyor.
‘’Foto muhabiri Türkiye’de çalıştığı kurumun daha ilerisinde’’ diyoruz.
Ne fotoğraflara hak ettiği değer veriliyor ne de foto muhabirine... Gazetenin
hafta sonu eki, beğenilmiş ki fotoğraf
birinci sayfaya konmuş, üstelik neredeyse tam sayfa...
Kim çekmiş (?)
Mesleği gazeteci, görevi foto muhabiri. Yazın sıcakta dışarıda, kışın soğukta dışarıda. Ne klimadan haberi var, ne
kalorifer biliyor. Harp olur, darp olur,
en önde, elinde makinesi. Bakarsınız
kalabalık bir yere koşuyor, o ters tarafa koşar fotoğrafı çekecek. Hem gazetede fotoğraf çıksın isterler hem de
foto muhabirine elinden geleni yaparlar ki fotoğraf çekemesin. Bu şartlarda fotoğrafı çeker foto muhabiri. Çekti, bin bir zorluk gönderdi fotoğrafı,
sayfa sekreteri aldı kullandı. “Duvara
asılacak tablo gibi”... Nerede imza, kim
çekti bu fotoğrafı. Yok, belli değil...!
Bir çoğu zaten hak ettiği ücreti alamıyor.
Hiç olmazsa adını fotoğrafın altına koymayı çok görmeyin foto muhabirine.
***
Sunulan kısıtlı imkanlara ve anlayışa
rağmen çalışıyor.
Türkiye’de foto muhabirine sağlanan
imkan nedir ?
Ya izin alamazsınız ya da kırmızı bir
hattın arkasında, 15 saniye süre.
Ne çekersen çek işte..!
İtilip kakıldığımız, “Çekme kardeşim”
muhabbeti zaten ayyuka çıkmışken,
bilmediklerinize gelince...
Türkiye’de hem resmi kurumlar hemde özel kuruluşlar gazetelerde fotoğrafı çıksın, haberi yapılsın ister. Ama
yine ne resmi kurumlar nede özel kuruluşlar fotoğrafı çekilsin istemez. En
basit bir konu için aylarca izin almak
için uğraşır foto muhabiri. Yazılar yazılır cevap gelmez. Cevap gelir 1-2
saat anca izin verilir. İzin verilir, ama
yanınıza bir güvenlik görevlisi ile birlikte. Oda sizin gözünüzün içine bakar, “Hadi abi bitir de gidelim.” Hepsi tamam, izni aldınız, kuruma girdiniz,
bu kez örneğin üretim bandındaki mühendis istemez fotoğrafı çekilmesini,
saçlarının güzel olmadığı sebebiyle!
Ünlü bir kişinin fotoğrafını çekmek
istersiniz. Menajerini aşamazsınız
derdinizi anlatmak için. Ne sizden
4
haberleri vardır, ne çektiğiniz fotoğrafı bilir. Gazete sayfalarında her gün
fotoğraflarınız yayınlanıyordur, ama
onlar için yeterli değildir. Basın kuruluşlarına fotoğrafı çekmeyi beceremediklerinden neredeyse bilgisayarda baştan yapan fotoşopçu şöhret
fotoğrafçıların çektiği kimliğini yitirmiş, “botokslu”, duygusuz fotoğrafları servis ederler. Bir de şöyle yazılsın isterler, ‘’fotoğraflarımı şu fotoğraf isim çekti’’...
Siyasete gelince; medya tüm dünyada bir şov, gösteri, tanıtım aracıdır. Dünyada PR şu kuralla işler; Nasıl olduğunun önemi yoktur, nasıl göründüğü önemlidir. Bir çok dünya lideri görsel danışmanlarla çalışır. Hatta bir çok olay da bu anlayışla yansıtılır medyaya.
ABD Başkanı George Bush gelir
İstanbul’a Ortaköy Cami’yi arka planına alır konuşur bir tane koruma göremezsiniz. Rusya Federasyonu Başbakanı Vladimir Putin, suya dalar, judo
yapar, ava gider. ABD Başkanı Barack
Obama, ABD askerlerine konuşma yapar, ama askerler arkasında durur fotoğrafın arka planı oluverir. Bir çok
alanda pool fotoğrafçılar görev yapsa da tüm dünyada foto muhabirlerinin rahat çalışacağı, üstelik pırıl pırıl fotoğraflar çekeceği organizasyonlar yapılır.
ADIYOK
Türkiye’de ise kurumlarda basın danışmanı vardır, ama görsel danışman yoktur. Görsellik zaten önemli de değildir.
Göstermediğiniz sürece...
Foto muhabirlerinin kolu, bacağı kırılır parti genel kurullarında hastanelik
olurlar. İşittikleri hakaret, yedikleri küfür zaten yanda kar kalır bize...
Liderler nasıl fotoğraflanıyor;
Anlatılanların fazlası var azı yok
bizim için...
Kimseye ‘’dur’’ denmeyen yerlerde bile,
boynunda makinesi ne iş yaptığı aşikar
foto muhabirine kimliği sorulur. Foto
muhabiri, güvenlik araştırmaları sonunda kendisine verilen akreditasyon kartını boynuna takar. Fotoğraf çekeceği
yere didik aranarak girer. İşi fotoğraftır,
ama en olmadık yere konur, buradan fotoğraf çekmesi beklenir. Etrafında kırmızı bir şerit. Şeridin önünde bir koruma. O korumayı ikna etseniz bile fotoğrafını çekeceğiniz kişi koruma ordusunun arasında zaten görünmez bile. Sanırsınız foto muhabirinden koruyorlar.
Ne zaman,
Gazetede çıkan fotoğraf önemsenir.
Bu fotoğrafları o sayfalara taşıyan basın fotoğrafçıları saygı görür.
Foto muhabirleri tehlike değil de herkes için çalışan bir insan olarak görülür.
Basın danışmanlarının yanına görsel
danışmanlar eklenir.
Belki O zaman bir şeyler değişir....
Belki...
Ya da önemli bir toplantı. Bir odanın
içerisinde, toplantı masasının etrafına
konuklar oturur. Herkes hazır olduktan
sonra odaya alınırsınız, 2-3 foto muhabiri, 2-3 kameraman. Yine kırmızı bir
şerit, yine korumalar. Makineyi kaldırırsınız daha deklanşöre basmadan uyarı
gelir, “Arkadaşlar teşekkür ederiz. Dışarı alalım.” - Masada var on kişi, bir sağa
bakıyor biri sola. Hadi başları yukarıda birinin gözü açık öbürü kapalı. ‘’Dur
herkesin göründüğü kare tamam, bir
de detay alayım iki kişi’’ deseniz. Objektif değiştirmeyi bırakın zoom yapmaya süre yok. Üstelik koruma arkadaş
zaten teşekkür ederken önünüze geçmiştir (Daha çekmenize gerek yok) anlayışı ile...
Ya da bir organizasyon yapılır. Hatta bu
organizasyon basın için yapılır. Ama bütün partililer davet edilir. Ne ışığa bakılır, ne toplantının yapılacağı yere. Partinin icra makamında yer alan herkesin duracağı yer bellidir. Ama o fotoğrafı çekecek kişi için bir yer düşünülmez.
Korumaları aşmanıza gerek kalmaz bu
kez partililer sarar etrafınızı.
Fotoğraf: Ümit BEKTAŞ
FOTO
N
I
N
I
R
I
B
A
H
U
M
FOTOSENTEZ
Trabzon’un Salpazarı ilçesi yaylalarında bahar çiçekleri
Fotoğraf: Fazıl Saraç
FOTOSENTEZ
Saat Kulesinin manevi sahibi
Fotoğraf: Kadir KEMALOĞLU
Saat Kulesinin manevi sahibi
İzmir’in tarihi saat kulesinin, onu inşa edenlerin
dışında birde gizli kahramanı var. Tam 17 yıldır Saat
Kulesi’nin saatini kuran ve bakımını yapan dededen
saatçi Fethi Pamukoğlu...
İzmir’in simgesi olan bir yapının ona emanet
edilmesinin gerçekçen mükemmel bir duygu olduğunu
belirten Fethi Pamukoğlu “17 yıldır her 6 günde bir
oraya gidiyor, 66 basamak çıkıyor, sanki çocuğum gibi
bakımını yapıyorum” diyor.
1901 yılında inşa edilen İzmir’in tarihi saat kulesi
işte böyle bir ortamda İzmir’in simgesi olarak varlığını
sürdürüyor. Tam 17 yıldır 6 günde bir saat kulesine
çıkarak dakikalarca kulenin saatinin bakımın yapan
ve kuran Fethi Pamukoğlu, İzmir’deki Alsancak ve
Eşrefpaşa saat kuleleri ile birlikte Çanakkale, Balıkesir,
Ayvalık, Bergama saat kulelerindenki tarihi saatlerin
bakım ve kurulma işlemlerini de yapıyor.
Kulenin tarihçesi
1901 yılında Sultan Abdülhamit’in tahta çıkışının
25. yıl dönümü nedeniyle Sadrazam Küçük Sait
Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kıbrıslı Kamil Paşa’nın
oğlu Bahriye Mirlivası Sait Paşa ve Belediye Reisi
Eşref Paşa’dan oluşan bir komisyon kulenin yapımını
üstlenmiştir. Kulenin yapımından önce İstanbullu
kuyumcu Zingulli Usta tarafından kulenin küçük bir
maketi yapılmıştır. Buradaki Fransızca bir kitabeden
mimarının İzmirli S.Raymond olduğu öğrenilmektedir.
Kulenin ilk ismi Hamidiye Kulesi idi.
FOTOSENTEZ
Fotoğraf: Kadir KEMALOĞLU
FOTOSENTEZ
Aspendos Opera Bale Festivali’nde
en büyük ilgiyi Kuğu Gölü çekti
Fotoğraf: Okan ÖZER
FOTOSENTEZ
Yaylada Atatürk posteri
Fotoğraf: Cem BAKIRCI
FOTOSENTEZ
Fotoğraf: Volkan Furuncu
Suriye’de yaşanan olaylardan kaçan Suriyeliler, Hatay’daki mülteci kamplarına sığındı
Polis Akademisi Mezuniyet Töreni...
Fotoğraf: Arif AKDOĞAN
FOTOSENTEZ
FOTOSENTEZ
1. Uluslararası İpek Saç Festivali
Fotoğraf: Ali Atmaca
Antalya’da gerçekleştitilen Yapay Doğallık Festivali’nin
renkleri kentin ışıklarına karıştı
Fotoğraf: Öner ŞAN
FOTOSENTEZ
FOTOSENTEZ
Uluslararası Antalya Caz Festivali
Fotoğraf: Sefa KARACAN
25
i
s
e
y
a
ik
H
n
fı
a
r
ğ
o
t
“O” Fo
1964’te Çorum’da
doğan Ali Ekeyılmaz,
ilköğretimini bu şehirde,
orta öğrenimi ise
Ankara’da tamamladı.
Eskişehir’de başladığı
üniversite eğitimini, iş
idaresi dalında devam
ettirirken, 3. Sınıftan
terk eden Ekeyılmaz,
27 yıldır foto muhabiri
olarak görev yapıyor. Evli
ve Çağdaş ve Uygar isimli
iki çocuk babası olan
Ekeyılmaz, 40’dan fazla
mesleki ödülün sahibi.
Ekeyılmaz, TFMD Yönetim
Kurulu üyesi.
Siyasette
Sivilleşmenin
Karesi...
Sabah Gazetesi’nin Usta Foto Muhabiri
Ali Ekeyılmaz
Meslek yaşamını ve tarihe geçen bu ilginç karesinin öyküsünü
Foto Muhabiri Dergisi için Uğur Becerikli’ye anlattı.
-Ali Bey, sizin çektiğiniz fotoğraflardan imzanız geniş kesimler tarafından
tanınıyor. Oysa sizin şahsınızı pek tanıyan yok? Ali Ekeyılmaz kimdir?
diapozitif filmler kullanıldığı ve ben de
bu konuda uzman olduğum için işim çok
kolaylaştı. Sonrasında da tamamen foto
muhabirliği üzerine devam ettim.
gündeme geldi. Ankara Temsilcisi Fatih
Çekirge’nin teklifi üzerine Sabah gazetesine geçtim ve bugüne kadar devam
ettik.
1
-Günaydın’dan sonra yola nasıl devam ettiniz?
-Bir çok ünlü fotoğrafınız ve ödülleriniz var. Bunlardan Turgut Özal ve
Süleyman Demirel’i sohbet ederken
gösteren o ünlü kare, Güneydoğu’da,
Cizre’de çektiğiniz ve ilk ayaklanma
fotoğrafı olarak bilinen o kare gibi
kareler var. Kaç ödül var?
964 yılında Çorum’da doğdum. Lise eğitiminden sonra
1982 yılında Şehir Fotoğraf
Ajansı’nda usta fotoğrafçıların
yanında çalışmaya başladım.
Bahattin ve Adnan Haskokar kardeşler
oldukça usta fotoğraflardı. Onların yanında fotoğrafçılığın inceliklerini öğrendim. Daha sonra Günaydın Gazetesi’nde
işe başladım. Şehir Fotoğraf Ajansı, Son
Havadis Gazetesi’nin fotoğraf işlerini
de yapıyordu. Burada Günaydın’ın Ankara Temsilcisi Bekir Coşkun ile tanıştım. Beni Günaydın’da çalışmaya davet
etti. Kabul ettim ve 1984 yılında Günaydın gazetesinin karanlık odasındaki işleri ve foto muhabirliği yapmak üzere başladım. O dönemde filmli teknoloji bulunduğu için çekilen filmlerin yıkanması, basılması ve İstanbul’daki merkeze
geçilmesi önemliydi. Özellikle o dönem
Günaydın 1988’den itibaren Asil Nadir yönetiminde sıkıntıya girdi. Bu süreç
1991 yılına gelindiğinde artık maaşların
bile ödemediği bir noktaya geldi. 1991
yılı içinde Kurthan Fişek’in daveti üzerine Aktüel Dergisi’ne başladım. Dergi çıkış hazırlığındaydı ve Türkiye’de çağdaş
anlamda dergicilik yapma iddiasındaydı.
Bunu başardı da. Çünkü 75 bin satış rakamına ulaşıp, bir çok köklü gazeteyi bile
tiraj olarak aştı. Dergi çok başarılı olunca
Sedat Simavi ödülünü ilk yılında aldı. Röportajın konusu olan fotoğraf da bu dergide çekildi.
1993’te Arena Dergisi’nde gelen teklifle Hulki Cevizoğlu’nun başında olduğu bu yayına geçtim. 1994’e kadar orada çalıştım. Sonra derginin kapatılması
26
Röportaj: Uğur Becerikli
Ünlü olmuş, toplumun malı olmuş yüzlerce kare çekebilmek çok şükür ki
bana nasip oldu. Bundan dolayı mutluyum. Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın 28 Şubat kararlarını imzaladıktan sonra Anıtkabir’de terlediği kare, Kudüs Gecesi’nin fotoğrafları,
Kaddafi’nin Erbakan’a fırça attığı görüşmenin fotoğrafları, Bülent Ecevit ile Süleyman Demirel’in birbirleri önünde eğildikleri fotoğraf filan. Aslında bir çoğunu
ben bile unuttum diyebilirim. Zaman zaman arşivlerden ve toplumun hafızasından karşımıza çıkıyor.
-Bu karelerden bir tanesi de Türkiye’de siyasetin çehresini değiştiren, sivilleşmeye yeni bir boyut getiren Turgut Özal’a ait. Röportajımıza da konu olan fotoğrafta Özal yazlık bir gömlek, pantolon ve ayakkabı
ile polisi denetliyor. Bu fotoğraf nerede nasıl çekildi?
T
urgut Özal, Cumhurbaşkanı
seçildikten sonra Aktüel’de
çalışıyordum. Oldukça renkli bir foto muhabirliği dönemi
geçirdiğimizi söyleyebilirim.
Özal gazetecilerle köşe kapmaca oynamayı severdi. Bazen kaybolur, bulunmamaya çalışır, bütün Ankara medyası onu bulmak için seferber olur, bazen
sürpriz programlarda, olmayacak yerlerde karşımıza çıkardı. Diskoda, hamburgercide karşımıza çıktığı oldu. Yüzmeyi sever, gazetecilerle ‘’Bana yetişebilir
misiniz?’’ diye yarış yapardı. Yüzmeyi bilenlerle yarışırdı. Plajlarda halkla birlikte yüzerdi.
-Fotoğraf da yine tatil bölgesinden
sanırım…
ANAP’ta yanlış hatırlamıyorsam bir kriz
dönemiydi. Yıl 1992, aylardan Ağustos. Özal Cumhurbaşkanı olmuş, Çankaya Köşkü’ne çıkmıştı ama parti üzerinde
hala ağırlığı vardı. Hatta partinin lideri gibi davranıyordu. ANAP’ta ise Özal’ın
desteklediği Yıldırım Akbulut ile Mesut Yılmaz arasındaki rekabette Yılmaz
öne çıkmış durumdaydı. Bu durumdan
rahatsız olan 60’a yakın milletvekilini,
Özal’ın Parlamenterler Sitesi’nde toplayacağını öğrendik. Bu siteyi zaten milletvekilleri kurmuştu. ‘’Küskünler’’ denilen ANAP’lılarla görüşecek olan Özal,
yeni bir parti kurma dahil, bir çok senaryo üzerinde çalışacaktı. Eşi Semra Özal’ı
da alıp helikopterle Didim’e geldi.
-Program basına açık mıydı?
Hayır. Biz istihbarat alınca kendimiz gitti. Özal helikopterle Didim’de bir yeşil
alana indi. Burada resmi karşılama yapıldı. Gelen cumhurbaşkanı olunca karşılayan da güvenlik güçleri oldu elbette.
Özal, bir çok milletvekili yanında kendisine karşılayan tören kıtasındaki polisleri yazlık kıyafetleriyle selamladı. Üzerinde o günlerde Havai denilen gömleklerden, yazlık beyaz bir pantolon ve yazlık spor ayakkabılar vardı. Fotomuhabiri
olarak yalnızca ben vardım. Polisler beni
engellemek istedi ancak Özal, ‘’Bırakın,
haber almış gelmiş, çeksin!’’ deyince
engel olmadılar. Özal’ı fotoğrafladım ve
kare de ölümsüzleşti.
27
-Özal’ın tavrı da ilginç elbette!
O dönem öyleydi. Basının haber alma
hakkını kimse engellemezdi. Mesleğimize saygı duyar, madem ki atlatıp
gelmişiz, istihbarat almışız, yakalamışız, çekerdik ve bu engelle değil, takdirle karşılanırdı. Siyasetçilerin daha
hoşgörülü olduğunu söyleyebilirim.
Kimse medyaya yakalanmak, hele gizli bir programında yakalanmak istemez
ama yakalanınca bunu hoşgörüyle karşılamak başka bir meziyet. Özal’da bu
meziyet vardı. 2000’li yılların başına
kadar foto muhabirleri Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanının bütün
ziyaretçileriyle, yabancı konuklarıyla
programlarını, Köşk’te verilen resepsiyonları izleyebiliyorlardı. Şimdi sürekli
bir sınırlama derdi var. Daha fazla nasıl sınırlayabiliriz deniliyor. Böyle olunca da gazetelerde birbirinden ilginç kareler olacağı yerde, ‘’havuz’’ yapılmış
ve 8 gazeteye dağıtılmış aynı kareyi
görüyorsunuz. Bu meslek açısından da
halkın haber alma hakkı anlamında da
haksızlık. Foto muhabirlerinin çekmesi gereken karelerin zaten asıl işi, bağlı
olduğu makamı iyi göstermek olan memur fotoğrafçılar tarafından çekilmesi
de yanlış.
›
i
s
e
y
a
ik
H
n
fı
a
r
ğ
o
t
“O” Fo
Özal helikopterle Didim’de
bir yeşil alana indi. Gelen
cumhurbaşkanı olunca
karşılayan da güvenlik
güçleri oldu elbette.
Kendisine karşılayan tören
kıtasındaki polisleri yazlık
kıyafetleriyle selamladı.
Üzerinde o günlerde Havai
denilen gömleklerden, yazlık
beyaz bir pantolon ve yazlık
spor ayakkabılar vardı.
Fotomuhabiri olarak yalnızca
ben vardım. Polisler beni
engellemek istedi ancak Özal,
‘’Bırakın, haber almış gelmiş,
çeksin!’’ deyince engel
olmadılar. Özal’ı fotoğrafladım
ve kare de ölümsüzleşti.
-Fotoğraf bir atlatma oldu.
Aktüel’de vardı. Peki sonrası..?
Yalnızca
Fotoğraf yayınlandıktan sonra gazeteler de
kaynak göstererek alıp kullandılar. Tartışması
büyük oldu. Özellikle Özal’ın, bir Cumhurbaşkanının tatil kıyafetiyle denetleme yapmasının doğru olmadığı söylendi. Özal çok eleştirildi. Ancak o yazılıp çizilenlere hiç aldırış etmedi. Daha sonra da deniz şortu ile askeri kıtayı
denetledi. Zaten yaptığı açıklamada da ‘’Beni
karşılayın demedim. O bölgedeki yerel yöneticilerin kendiliğinden yaptıkları bir karşılama’’
diyerek bölgeye resmi bir program için gitmediğini söyledi.
-Fotoğrafa bugün bakarken neler düşünüyorsunuz? Aklınızdan neler geçiyor?
Özlemle bakıyorum. Yeniden bu tür, foto muhabirliğinin rahatça yapılabildiği ve engellenmediği, kısıtlanmadığı bir ortamda çalışmayı
istiyorum. Bu kareler aynı zamanda tarihin tanıkları. Gelecek kuşaklar için tarihi belge. Bunların tek bir göze indirilmemesi, çeşitlendirilmesi lazım. Başta şimdiki cumhurbaşkanı olmak üzere, tek fotoğrafçı/kendi fotoğrafçısı uygulamasından vazgeçmesi lazım. Birden
çok gözden tarihe not düşmek lazım.
28
29
Somali
So
Keşke gördüklerimiz gerçek olmasıydı!
Yazı: Ümit KOZAN, TFMD Başkan Yardımcısı
S
udan’da 1994 yılında
yaşanan kıtlığı Güney
Afrikalı foto muhabiri
Kevin Carter çektiği
bir kare fotoğrafla,
tüm dünyanın dikkatini bölgeye
çekmişti ve yardım ellerinin
uzanmasını sağlamıştı.
Kevin Carter, Pulitzer ödülü
kazandığı bu fotoğrafta, Birleşmiş
Milletler yemek kampına gitmeye
çalışan küçük bir çocuğun
arkasındaki akbabanın, onun
ölmesini beklediği anı karelemişti.
Fotoğrafı çeken Kevin Carter,
fotoğrafı çeker çekmez oradan
ayrılmıştı. Ve ne yazık ki o çocuğun
akıbeti hiçbir zaman bilinmedi.
Kevin Carter ise, hafızalara kazınan
fotoğrafındaki o küçük çocuğu
yardım etmemenin verdiği vicdan
azabıyla, 3 ay sonra depresyona
girdi ve intihar etti.
Fotoğraflar: Ümit KOZAN, Kayhan ÖZER, Ecvet ATİK, Erhan SEVENLER,
Onur ÇOBAN, Ozan KÖSE, Umut ÖZGAN, Fırat YURDAKUL, Kenan GÜRBÜZ,
Kerem KOCALAR, Tolga ADANALI, Rıza ÖZEL
30
31
Somali
Keşke gördüklerimiz gerçek olmasıydı!
S
udan’da 1994 yılında yaşanan
kıtlığı Güney Afrikalı foto muhabiri Kevin Carter çektiği bir
kare fotoğrafla, tüm dünyanın
dikkatini bölgeye çekmişti ve
yardım ellerinin uzanmasını sağlamıştı.
Kevin Carter, Pulitzer ödülü kazandığı
bu fotoğrafta, Birleşmiş Milletler yemek
kampına gitmeye çalışan küçük bir çocuğun arkasındaki akbabanın, onun ölmesini beklediği anı karelemişti. Fotoğrafı
çeken Kevin Carter, fotoğrafı çeker çekmez oradan ayrılmıştı. Ve ne yazık ki o
çocuğun akıbeti hiçbir zaman bilinmedi.
Kevin Carter ise, hafızalara kazınan fotoğrafındaki o küçük çocuğu yardım etmemenin verdiği vicdan azabıyla, 3 ay
sonra depresyona girdi ve intihar etti.
SOMALİ YOLCULARI
Yıl 2011… 1991 yılından beri iç savaşın
sürdüğü Somali’de 8,5 milyon kişi yaşıyor. Kayıtlara göre “Somali’de 90 günde 30 bin kişi açlıktan hayatını kaybetti”
deniliyor. Bir de kamplara ulaşmak için
çöl ve dağlarda ölüp kayıtlara geçemeyenler var ki, bu sayı 90 günde 60 bin
kişi veya daha fazla…
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Somali Mogadişu ziyaretini izleyen gazeteciler arasında ben de vardım.
Daha önce defalarca Afganistan’da bulunmuş, dünyanın en büyük mülteci kamplarının bulunduğu Sudan Darfur bölgesini görmüş bir gazeteci olarak, Somali’de de benzer manzaralarla karşılaşacağımı zannediyordum. Ancak Somali’yi çok farklı gördüm. Daha aç,
daha sefil, daha yoksul ve daha çaresiz...
Başbakan Erdoğan’ı izleyen başta iş,
sanat, basın ve ekonomi dünyasından
çok sayıda kişiyle aynı uçaktaydık. Ajda
Pekkan’ın değimiyle, “radikal bir iniş”
yaptık Mogadişu’ya. Hasar gördü kanadı çalılıklara çarpan uçağımızın…
Uluslararası uçuşlara kapalı olan ve inip
kalkan uçaklar için de güvenlik tehlikesi
bulunan havaalanının derme çatma binasının dahi duvarları kurşun delikleriyle doluydu.
Havaalanından Mogadişu’nun merkezinde bulunan kamplara, Türkiye’den gelen
22 kişilik özel harekâtçı polisin yanı sıra,
ağır makineli silahlar taşıyan koruma ordusuyla gittik. Güvenlik nedeniyle uygulanan sokağa çıkma yasağına karşın,
konvoyumuzun ilerlediği yol güzergâhı
üzerindeki ara sokak ve caddelerde biriken Mogadişulular ellerinde Türk bayraklarıyla sevgi gösterilerinde bulunuyorlardı.
KIZILAY KAMPI
İlk durağımız Kızılay’ın kampı. Çöl kumu
üzerinde, okyanus kenarında kurulmuş.
Türk Kızılayı’nın Cezire bölgesindeki
“Hayat Çadırkenti” kampı başka ülkelerin desteklediği diğer kamplarla karşılaştırıldığında oldukça görkemli ve lüks
kalıyor. Yatağından battaniyesine ve
sağlık görevlilerine kadar hazırlanmış.
Yardım kutuları, çadırlara tek tek bırakılmış, kimseyi o güneşin altında saatlerce
sırada tutmamışlar.
Türkiye’den geldiğimizi öğrenen aileler
ve çocukları yaşadıkları onca acı ve travmaya nazaran gülüyor, mutlu oluyorlar.
KENDİMİZE SORDUK
“Türkiye çok ciddi yardımlar yapıyor ve
yapmaya da devam ediyor. Ancak taşıma suyu ile değirmenin çarkı ne kadar
dönecek” diye soruyoruz, kendi aramızda yaptığımız sohbette.
Çünkü gördüğümüz manzara hiç iç açıcı
değil. Somali için kökten çareler gerektiğini düşünüyoruz. Önce iç savaş bitirilmeli ki, ardından alt yapısı başta olmak
üzere yeniden kurulabilmeli bu ülke. Ancak bu şartlarda insanı tok ve huzurlu
bir ülke elde edilebilir.
Kızılay’ın Hayat Medine bölgesindeki
Howlada Çadır Kampı’na gidiyoruz. Asıl
burada karşılaşıyoruz açlık ve sefilliğin
gerçeğiyle. Çadırlar derme çatma ağaç
dallarının üzerine iliştirilmiş kumaşlardan yapılmış. Hepsi iç içe, hafif rüzgarda uçacaklarmış gibi. Bu kamptaki çadırların içine giremiyoruz. Somali’ye gitmeden önce heyetteki herkes 5 ayrı aşı
vurdurdu. Ancak yine de bölgedeki kişi32
ler kamp ve çadırların içine fazla girmemizi tavsiye etmiyor. Doğru dürüst su ve
yiyeceğin olmadığı çadır kentte sefaletin ötesinde, yoğun bir koku, göremeyeceğiniz yoğunlukta sinek ordusu sizi
karşılıyor. Gördüğümüz manzara hepimizin içini acıtıyor.
ÇOCUKLAR ÇARESİZ
Buradan sonraki durağımız Türkiye Sağlık Bakanlığı’nın kurduğu Sahra Hastanesi.
Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan’ın önceliği çocuklar. Başbakan hasta çocukları
biran önce çadır hastanelerine yetiştirmek için talimat veriyor. Ancak, bazıları yetişemeden yolda ölüyor. Bu manzara karşısında gözyaşlarımıza hakim olamıyoruz.
Erdoğan’ın korumaları kampların çevresinde dağıtılması için teslim edilen parayı dağıtmaya başlıyorlar. Bir anda kampta yaşayanlar üzerlerine çullanınca izdiham oluşuyor. Somalili askerler zor kullanarak kalabalığı dağıtmak isteseler de
yetersiz kalıyorlar. İçinde bulunduğumuz araçtan yardım malzemesi atmak
isteyenler oluyor, bir anda büyük bir kalabalık arabayı neredeyse devirecek kadar sallamaya başlıyor. Zor uzaklaşıyoruz bu bölgeden.
GERÇEĞİN TAM ORTASI
Hodan Kampı… Sefaletin diz boyu olduğu diğer bir kamp… Aç, çaresiz çocuk ve
yetişkinler, pırıltısını kaybetmiş soluk
hasta gözleriyle, gözünüzün içine bakarak anlatıyorlar yokoluşlarını… Televizyon ekranından belgesel izlemediğinize, orada olduğunuza inandırmaya çalışıyorsunuz kendinizi. Bu manzaranın
bir film seti, kurmaca olmayıp “gerçeğin
ta kendisi” olduğuna inanmak gelmiyor
yine içinizden...
Digfeer Hastanesi’ni de gördük. Kamplara ulaşmak için çöllerden aç susuz geçerken tükenen vücutların yarı ölü olarak taşındığı bir hastane burası.
Bizim sadece 12 saat kaldığımız
Somali’de, aylardır görev yapan foto muhabiri arkadaşlarımız oradaki gerçeği
Ümit KOZAN - TFMD
OMALİ:
Başkan Yardımcısı /S
lunmuş, dünyanın en
bu
a
’d
an
st
ni
ga
Af
a
ini
Daha önce defalarc
u Sudan Darfur bölges
uğ
nd
lu
bu
ın
ın
ar
pl
m
zaralarbüyük mülteci ka
ali’de de benzer man
m
So
,
ak
ar
ol
ci
te
ze
görmüş bir ga
i’yi çok farkordum. Ancak Somal
iy
ed
nn
za
ı
m
ğı
ca
şa
la karşıla
ksul ve daha çaresiz...
yo
ha
da
,
fil
se
ha
da
,
lı gördüm. Daha aç
yansıtmaya devam ediyorlar. Somali’yi
anlatmaya kelimeler yetmiyor. Sayfalarca da yazsanız, bu yazının içindeki fotoğraflar olmayınca ne denilmek istendiğini tam olarak anlamak zor geliyor insana.
BİR KARE YETER GERCEĞİ
ANLATMAYA…
Yazıma Kevin Carter’ın fotoğrafını anlatarak başladım. Carter’in intihar etmesine neden olan o fotoğraf, bütün dünyanın vicdanını sızlatmış, uluslurarası yar-
dımların bölgeye akmasını sağlamıştı.
Aradan yıllar geçti ve bu kez Somali’deki
insanların açlık ve kuraklıkla savaşını yine biz foto muhabirleri tarihi belge
olarak sunduk dünya kamuoyuna… Yüzlerin Somali’ye dönmesini sağladık. Belki birçok kimse, yazar veya gazeteci orada yaşanan dramı çok çarpıcı cümlelerle
kaleme almıştı, duyuramadı, anlatamadı,
kelimeleri kifayetsiz kaldı. Oysa bölgede çekilen fotoğraflar her zaman olduğu gibi yine vicdanları harekete geçirdi.
33
Foto muhabirleri, Balkanlar’da, Kaasya’da, Orta Asya’da, Afganistan’da,
Kıbrıs’ta ve Hiroşima’da olduğu gibi
Afrika’daki gerçeği de tarihe belge yaptılar deklanşörlerine basarak. Ve dünyanın gözünü oraya çevirdiler…
Biz foto muhabirleri de tarihi görevimizi
yerine getirmenin en azından gönül rahatlığını hissederek bölgeden ayrıldık.
”Keşke objektiften gördüklerimiz
gerçek olmasaydı”, diyerek…
Somali
Fotoğraf: Kayhan ÖZER
’DE
ERDOĞAN, SOMALİ
BAŞBAKAN
ip Erdoğan, eşı Emine
Basbakan Recep Tayy
dekiler Somali’nın
Erdoğan ve beraberın
cezire bolgesindeki
başkenti mogadisu’da
Basbakan Erdogan’a
kızılay kampını gezdi.
nı Ahmet Şeyh Şerif
Somali Cumhurbaska
(sagda) de eşlık etti.
34
Fotoğraf: Tolga ADANALI
SOMALİ ZİYARETİ
N
U
’N
LU
Ğ
O
R
A
D
IÇ
KIL
aal Kılıcdaroğlu, Keny
m
Ke
ı
an
şk
Ba
l
ne
CHP Ge
etti.
ab kampını ziyaret
da
da
kı
da
rın
nı
sı
ı
al
Som
35
Somali
ECI KAMPI
suz
DADAAB MULT
e insanın aç ve su
rc
le
in
b
la
ıy
ac
am
labilmek
an
Giyecek ve su bu
ulteci kamplarınd
m
ı
ığ
şt
la
u
ra
n
kten so
lık
günlerce yürüdü
ci kampı. kamp, aç
e
lt
u
m
b
aa
ad
d
ı
ındak
larıyla
birısi kenya sınır
ların kendi imkan
n
sa
in
n
e
d
e
le
e
ucad
yor.
ve susuzlukla m
a çadırdan oluşu
tm
ça
e
rm
e
d
e
rc
le
oluşturdukları bin
LER
SEVEN
Fotoğraf: Erhan
36
37
Somali
rin son 3
Birleşmiş Milletle
ında 29 bin
ayda 5 yaşın alt
susuzluktan
e
v
k
lı
ç
a
n
u
ğ
u
c
o
ç
iği bölgede,
t
t
e
b
y
a
k
ı
ın
t
a
y
a
h
an da
1,5 milyon ins
ölmek üzere…
Somali
40
41
Fotoğraf: Onur ÇOBAN
Somali
Bakanlığı,
lık
ğ
a
S
,
y
ıla
ız
K
,
A
TIK
Somali’de başta
üzere 11 farklı
k
a
lm
o
fı
k
a
V
t
e
ya
Türkiye Diyan
yaraları sarma
u
ş
lu
ru
u
k
ım
Türk yard
çalışıyor...
KOCALAR
Fotoğraf: Kerem
Gazi Foto Muhabiri
Yaşar Uçar
50 yılı aşan gazetecilik yaşantısı boyunca Türk siyasal tarihinin
kilometre taşlarını fotoğraflama şansını yakalamış olan Yaşar Uçar,
Türk tarihinde çığır açan onlarca olayın birinci tanığı oldu görev süresi
boyunca. Uçar, Türk sosyalist hayatının yıkılmaz anıtlarından Deniz
Gezmiş’in yargılanmasından, 12 Eylül askeri darbesinin mimarı Kenan
Evren’i görüntüleyen Yashica marka fotoğraf makinesiyle, son yılların
unutulmaz olaylarını Foto muhabiri dergisi okuyucularına aktardı.
›
Mesleğinizi Sevin
Röportaj: Yavuz ÖZDEN - Milliyet Gazetesi
Foto Muhabiri ve TFMD Yönetim Kurulu Üyesi
Yaşar Uçar (solda), TFMD Foto Muhabiri Dergisi için Yavuz Özden’in (sağda) sorularını yanıtladı
ladı.Beni gözaltına aldılar,fotoğraf makinemi ezdiler burada.O sıralar gazeteden maaş almaya başlamıştım. Bana bisiklet aldılar, emniyete bisikletle gitmeye başladım.61 de askere gittim. Asker
dönüşü teklif üzerine Adalet gazetesinde işe başladım. Burada bir süre çalıştıktan sonra Zafer gazetesinde işe başladım.1968 yılına kadar burada çalıştım.
Daha sonra Türk Haberler Ajansı’na girdim. Burada da 9 yıl çalıştıktan sonra
Hürriyet gazetesine çalışmaya başladım.
Televizyon reklamlarına çıkan
transfer
Mesleğe nasıl başladınız?
1957 yılında İstanbul da çıkan gazeteler Kültür Kitabevine gelirdi.Ben de burada gazete satmaya başladım.Atatürk ün fotoğrafçısı Cemal Işıksel yani
Foto Cemal sürekli gazete alırdı buradan.Onun dikkati çektim.Cemal amca
elime bir kağıt verdi, “Beni bul” dedi.Ertesi gün yanına gittim.Foto apartmanı.
Atatürk hediye etmiş binayı Cemal amcaya. Bana seni Sabah gazetesine alalım dedi. Yeni Sabah’da işe girdim. Maaş
vermiyorlardı.Gazeteye çay ocağı açtı-
lar.Orda çalışmaya başladım.Aynı sırada
fotoğraf servisinde film yıkamaya başladım.Yalçın Kılan öğretti film yıkamayı.Bu
sırada fotoğraf çekmeyi de öğrendim.
Emniyet sarayına gidip haber fotoğraf
yapıyordum.Emniyet basın bürosundan
İhsan abi ilk makinemi (Yashica) yı verdi. Daha sonra emekli oldu. Onu ziyarete gittim ve makineyi ona geri verdim.
Bisikletli Gazeteci
27 Mayıs ihtilali oldu. Başbakan Adnan
Menderes’in fotoğrafları geldi.Onları yıkadım götürürken askerler beni yaka-
44
1981 yılında Cüneyt Arcayürek’in teklifi üzerine Güneş gazetesine transfer
oldum. Bu transfer televizyonlarda reklam oldu. Transfer ücreti olarak motorlu Nikon fotoğraf makinesi ,flaş ,çanta
ve 120 bin lira para aldım. Bu para ile o
zamanlar bir ev alınıyordu. Güneşte çalışırken fotoğraflarım ile birçok ikramiyeler
aldım.1988 yılında güneş gazetesinden
emekli oldum. Daha sonra Anadolu ajansına girdim. Burada bir kavga nedeniyle
ajanstan ayrıldım. Ajanstan ayrıldıktan
sonra Beynam ormanlarında lokanta açtım .Açılışa Kenan Evren ,dönemin valisi
Saffet Arıkan Bedük katıldı. Açılışta Kenan Evren’e fotoğraf hediye ettim.Lokantacılık devam ederken Türkiye gazetesi ile mesleğe tekrar döndüm. Burada
4 yıl kadar çalıştım. Buradan sırayla Son
Baskı Gazetesi, Parlamento dergisi, Son
Havadis, Öncü Gazetesi ve TRT’ de çalıştım. Buradan sonra Keçiören Belediyesinde çalıştım. Bu son yerim oldu.
Anılar
İliştirilmiş Kıbrıs Harekatı
Kıbrıs çıkartması sırasında askerlerle birlikte hareket ediyorduk. Gazeteciler ikiye ayrılmıştı. Adem Yavuz diğer
grupta vuruldu. Çıkartma plajı dedikleri
yere geldiğimizde Rum askerleri üzeremize ateş açtı. Bu sırada bir kurşun kaskıma çarpıp gitti. 3 ay boyunca Kıbrıs’ ta
kaldım. Bu sırada kızım doğdu. Doğumunu Kara Kuvvetleri komutanının aracılığı ile ettiğim bir telefon ile öğrendim.
Kıbrıs’ta fotoğrafları banyo yapmadık
,kasetlerin üzerine yazardık konuları ordan uçakla gönderirdik Ankaraya ordan
ajansa ulaşırdı. Kıbrıs harekatı sırasında
istediğimiz fotoğrafları çekerdik istediğimiz fotoğrafları servise koyardık hiçbir şekilde sansür uygulanmadı.
Mecliste Kavga
Bir gün Mecliste kavga çıktı. Ersan taksinin sahibi Mehmet Ali isimli milletvekili vardı.Onu dövdüler,ceket,kravat bir
yana dağılmış bir şekilde ,başka bir milletvekilinin silahı elinde havaya kaldırırken fotoğrafını çektim.Ertesi gün bütün
gazeteler bizden bahsediyordu.Haber
tüm gazetelerde benim imzam ile çıktı.Türk Haberler Ajansı Genel Yönetme-
ni Kadir Kayabal bana teşekkür mektubu gönderdi,bir maaş da ikramiye aldım.
Sattığımız fotoğraf ile simit borcunu
ödedik
Yahya Demirel mobilya kaçakçılığından
aranıyordu. Bizde araba tutup Karadeniz Ereğlisi’ne gittik. Paramız olmadığı
için lokantada yemek bile yiyemiyoruz.
Simitçiye, fırıncıya borcumuz var otelde
yatacak paramız yok dışarıda kalıyoruz.
Sabah 6 da kalktım. Yahya Demirel’i adliyeye getirirlerken fotoğraflarını çektim,
benden başka kimse çekemedi. Fotoğrafları telefotoyla geçtim. Bizim fotoğrafları geçtiğimizi öğrenen herkes bizim
üstümüze üşüştü. Fotoğrafları istediler
ama vermedim. Daha sonra parayla fotoğrafı sattık. Aldığımız parayla borcumuzu ödeyip döndük.
Belalı Tik
Ben huylu olduğum için herkes beni
dürterdi.Bir gün başbakan Süleyman
Demirel’i takip ederken biri beni dürttü,
benim de ağzımdan küfür çıktı. Süleyman Demirel bana baktı. Efendim size
demedim dedim. O da “ bir de bana deseydin” dedi.
Özal’ı takip ediyoruz. Korumalarından
biri beni dürtmeye çalıştı bende kendimi
korumaya çalıştım bu sırada ayağım takılıp düştüm. Özal bunu gördü beni yerden kaldırdı korumasına da kızdı,o korumayı bir daha göremedim.
45
Genç foto muhabiri
arkadaşlarıma tavsiyem
Dürüst olun, mesleğinizi
sevin, mesleğinize
bağlanın. Meslek senin
ekmek teknen, mesleğini
öğreneksin, öğrendiğini
uygulayacaksın.
Seveceksin,
seveceksin,seveceksin.
Benim en büyük
pişmanlığım 1957’ den
beri tuttuğum arşivimi
kaybetmiş olmamdır.
Genç arkadaşlarıma
tavsiyem arşivlerini sıkı
tutsunlar, çektiklerini
gün gün, konu konu
arşivlesinler.
Süreyya Oral ile uçaktayız. Hostesler bir şeyler hazırlıyor. Kokpitin önünde Özal’ın fotoğrafını çekmek için hazırlanıyoz. O sırada beni dürttüler bende
küfür ettim hostes üstüne alındı. Başladı ağlamaya. Sonra Özal geldi o da beni
dürtmeye çalıştı bende kendimi tutmaya çalışıyorum 5 dakika boyunca benimle uğraştı.
›
Yaşar Uçar’ın Albümünden
m Bora
Ekre
a-Yaşar Uçar-
Sökmen Baykar
Yaşar Uçar - İs
me
t İnönü
skerler ında a etecis
a
r
ı
s
az
ası
çıkartm t ediyorduk. G diğer
Kıbrıs
e
z
k
te hare ı. Adem Yavu diklek
i
l
r
i
b
le
de
ışt
a plajı
e ayrılm
ler ikiy ruldu. Çıkartm kerleri üzereas
vu
grupta diğimizde Rum r kurşun kasel
bi
s’
ri yere g çtı. Bu sırada
a Kıbrı
c
n
u
a
y
o
ş
b
Domize ate ıp gitti. 3 ay
doğdu.
m
p
ı
r
z
ı
a
k
ç
a
a
ının
d
kım
Bu sıra etleri komutan n.
m
ı
d
l
uvv
öğre
ta ka
Kara K bir telefon ile
u
n
u
m
yapm
ğu
ı banyo kole ettiği
i
r
ı
a
ğ
fl
ı
l
a
ı
r
c
ara
fotoğ
ardık
ıbrıs’ta
ine yaz
r
ae
z
ü
dim. K
n
dik Ank
tleri
r
e
i
r
s
e
a
d
,k
n
kla gö
ıs hamadık
dan uça ulaşırdı. Kıbr flar
o
ı
r
a
l
nu
ğra
nsa
dan aja
miz foto
raya or sında istediği ğrafları ser ıra
z foto
yrekatı s
ediğimi ilde sansür u
t
s
i
k
i
d
rı çeker dık hiçbir şek
ar
vise koy ı.
ad
gulanm
46
ma
r - Süley
ça
Yaşar U
r
Yaşar Uça
n Demirel
r - Turgut Özal
47
Yaşar Uça
- Celal Bayar
Yaşar Uçar’ın Albümünden
e
gezisind
tığı bir yurt
p
a
y
a
d
ın
ıl
der, 1957 y
lamlıyor
Adnan Men üden vatandaşları se
rs
kü
Süleyman
Demirel-A
li Naili Er
dem Zong
uldak’ta
Cahit
aşkanı
B
s
li
c
e
ren, M et Bayramı
el ve Ev
iy
ir
r
u
m
e
h
D
m
it,
Cu
aş ile
Karak
Ecev
Süleyman Demirel-ihsan Sabri Çağlayangil, Bülent Ecevizt
48
Deniz Baykal
49
Cemal
l
Gürse
Hindistan’da 1 ay
Genel olarak Hindistan’dan bahsetmek
gerekirse;
B
ilindiği üzere çok kalabalık ve 120
farklı dilin, bir çok farklı inanıştan
insanın yaşadığı bir ülke. Göze en
çok batan tarafı zengin fakir ayrımı. Zenginleri aşırı zengin fakirleri
ise aşırı fakir, kast sistemi hintliler pek kabul
etmese de hala işliyor yani. Sokakta bu dengesizliği çok rahatlıkla gözlemlebiliyorsunuz.
En önemli şeylerden birisi de genel bir pislik
hakimiyeti. Temiz olması gereken her şey pis
Hindistan’da. Sokakta yürürken, sokak ortasına her türlü tuvalet ihtiyacını gideren insanlar görmek sıradanlaşıyor bir süre sonra.
Bu durum sokakların hatta her yerin pis kokmasına sebep oluyor.
Hindistan’da alışmanız gereken bazı durumlar var. Bunların başında trafik geliyor. Evrensel trafik kurallarının önemsiz olduğu,
kendine has kuralların olduğu bir trafik. Her
tarafta motosikletler, bisikletler ve 3 tekerlekli ‘’rikşa’’ adındaki motosiklet taksiler var.
Bizim de en çok kullandığımız ulaşım aracı da
bu rikşalar oldu. O karmaşık trafikte akrobatik hareketlerle ilerleyen en hızlı araçlar onlar. Trafikte görmeye alışacağınız şeylerden
birisi de hindular için kutsal olan inekler. Her
taraftalar. Trafikteki en bariz kural da aslında onlara gösterilen saygı. Koca bir caddenin
trafiği yol ortasında miskin miskin duran bir
inek yüzünden dakikalarca durabiliyor. Buna
ek olarak alışmanın zor olduğu diğer bir konu
da sokakta bir turist olarak yürümek. Cidden
50
meşakatli bir iş. Çünkü sürekli yanınıza birileri yanaşıyor, birşeyler satmak istiyor veya
rikşa şoförleri sizi takip ediyor. Bu insanlara gerekli tepkiyi verebilmeyi öğrenmek bile
başlı başına bir iş. Ve tabi alışveriş mevuzusu. Bilinmesi gereken şey, size söylenen
miktarın aslında üçte birini vermeniz gerektiği. Örneğin rikşa ile yaptığını pazarlık 600
rupiden başlıyorsa, sonuçta rahatlıkla 200
rupiye anlaşabiliyorsunuz. Hindistan’da her
şey için pazarlık yapabilirsiniz. Çünkü turist
olduğunuzdan fiyatlar çarpı üç olarak başlıyor sizin için.
Hindistan’ın malum kendine has özelliklerinden birisi de yemekleri. Bol baharatlı, acı ve
etsiz yemekler. Halkın çoğunluğu vejeteryan
olduğu için et yemeği bulabilmek cidden zor.
Yemeklere alışmak da biraz zaman alıyor
fakat alıştıktan sonra lezzetli geliyor diyebilirim. Yemek yiyecek yer bulmak da haliyle biraz zor. Hindistan’ın genel olan pis
yapısını kabullenemezseniz aç kalırsınız.
Biz ilk başlarda kaldığımız otellerin restorantları dışında yemek yemiyorduk mesela.
Fakat sonra anladık ki oteller bile yeterince temiz değil. Bu farkındalık beraberinde
mecburiyeti kaldırdı ve daha rahat bir şekilde karnımızı doyurmaya başladık. Fakat
her şeye rağmen sokakta yapılan ve satılan yiyeceklerden uzak durmaya çalıştık
çünkü o pislikteki bir ortamda yapılan yemek ne kadar lezzetli olursa olsun çok sağlıklı görünmedi hiç bir zaman gözümüze.
Anadolu Ajansı Foto Muhabiri
Alper İşmen
Hindistan’a gitmeye karar vermemiz çok zor olmadı.
Hindistan ile ilgili o kadar çok fotoğraf görmüștük
ki, ne kadar güzel bir ülke olduğunu, fotoğrafçılar
için cennet olduğunu çok iyi biliyorduk fakat
bir yandan da Hindistan’ın çok fazla fotoğrafçı
tarafından fotoğraflandığını ve artık klișe haline
geldiğinin de farkındaydık. Fakat bu bizim Hindistan’ı
fotoğraflamamızı engelleyemezdi çünkü kendi tarzımıza
ve özgünlüğümüze güveniyorduk. Hatta öyle ki; iki
kiși yan yana, aynı șeyi çeksek bile fotoğrafların farklı
olacağından emindik.
Bir diğer enteresanlık trenler. Ülkede en
yaygın ulaşım aracı olan demir yolu ulaşımı, çok yaygın ve rabet görüyor. Trenlerde 6-7 farklı sınıf mevcut. Bu sınıf farklılığı temelde kast sisteminden kaynaklı. Örneğin en üst sınıf vagonlar klimalı, yataklı özel kompartmanlardan oluşurken en alt
sınıf vagonlar tahta ranzalar ve üst üste
giden insanlardan oluşuyor. Çoğu zaman
bu alt sınıflar 20-30 saatlik yolculuğu tıka
basa dolu, oturacak yer olmayan vagonlarda geçiriyorlar. Bu çok sert ve acımasız
bir ayrım aslında. Bu tarz eşitsizliklerin çok
yaygın olduğu bir ülke Hindistan. Başlarda
bu duruma alışmak da zor geliyor insana.
Tren yolculukları esnasında bize garip gelen o kadar çok şey oldu ki sadece yaptı-
51
ğımız tren yolculukları üzerine bile bir inceleme yazısı yazılabilir. Bunun sebebi de
sanırım hintlilerle mecburi olarak ilişki kurma durumu trenlerdeki. Örneğin aynı kompartmanda anne, baba ve çocuktan oluşan
hintli aile ile 36 saat yolculuk yapmanız
gerekebiliyor. Bu süre onların kültürlerini,
alışkanlıklarını, davranış şekillerini gözlememek için yeterli bir süre bence.
Hindistan’da bir ay boyunca gezdiğimiz yerler şu şekildeydi;
Tur planımızı sıras ile Delhi, Kalkuta,
Varanasi, Agra, Jaipur, Jodphur, Mombai
ve en son Goa şeklindeydi. Aradaki uzun
süreli tren yolculuklarını düşünerek bu
şehirler de ortalama 3-4 gün kalacak
şekilde yapmıştık planızımı. Her gittiğimiz şehir
ayrı bir dünya, ayrı bir alışma süreci gerektiriyordu.
Her ne kadar foto muhabir gözüyle ve amaçlarıyla
hareket etsek de fazlasıyla yabancısı olduğumuz bir
kültür olduğundan turist gibi takılmak kaçınılmazdı.
Fakat yine de kısa zamanda ortama ayak
uydurarak ve gerekli ayarlamaları yaparak işimize
yoğunlaşmayı başardık. Bu şehirler arasında en çok
ilgmizi çeken Varanasi oldu. Şehir dünyanın en eski
şehirlerinden birisi olarak kabul ediliyor. 2500 yıldır
hindular buraya, kutsal sayılan Ganj nehri kıyısına
günahlarından arınmak, hacı olmak, ölülerini yakmak
ve ölmek için geliyorlar.
Turumuzun diğer kısımları da en az bu iki şehir kadar verimli geçti. Anlatacak o kadar çok şey var ki
sayfalar alır. Bir ay boyunca her günümüz fotoğrafla,
Hindistan’ı anlamak ve yaşamakla geçti. Aslına bakacak olursak genel olarak çok önemli bir hayat tecrübesiydi bu gezi bizim için.
Hindistan’da 1 ay
52
53
54
55
Hindistan’da 1 ay
R
I
B
N
E
T
H
TARI
K
A
R
P
YA
Mehmet Serenkök Arşivinden - Ulu Önder M. Kemal Atatürk
(Solda) Necmettin Erbakan - (Ortada )Süleyman Demirel -(Sağda) Celal Bayar
Papa 2. Jean Paul Türkiyede
Türkiye’ye gelen Vatikan Devlet Başkanı Papa 2. Jean Paul, Esenboğa Havaalanı’nda
Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Dışişleri Bakanı Fahrettin Erkmen ve Dışişleri Bakanlığı Genel
Sekreteri Ümit Haluk Büyülken tarafından karşılanırken. 28 Kasım 1979
Yedek Subay Zeki Müren
Ünlü ses sanatçısı Zeki Müren, Ankara Piyade Okulu’nda yedek subay öğrencisi
olarak bulunduğu dönemde yapılan bir röportajda 1957
Uğur KAVAS / TFMD Yön.Kurulu Üyesi
MEHMET SÜRENKÖK (1921-1985)
1
921’de Malatya’nın Darende ilçesinde doğdu. Gençlik yıllarında boks sporunda başarılı sonuçlar alan Sürenkök,1941’de
Türkiye ve Balkan Boks Şampiyonu oldu.1944 yılında Ulus gazetesinde
foto muhabiri olarak çalışmaya başladı. Vatan, Zafer, Hürriyet, Yeni Asır, Yeni Sabah
gazeteleriyle Hayat mecmuasında görev
yaptı.1950 yılında Türk Fotoğraf Ajansını
kurdu. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’in yurtiçi ve yurtdışı gezilerinin hemen hemen tamamına
katıldı. Aktif gazeteciliği Süleyman Demirel ve Turgut Özal dönemine kadar uzandı.
Vefat ettiği 1985 yılına kadar elinden fotoğraf makinesini düşürmedi. Mehmet Sürenkök; Türk basın camiasında, uluslar arası basın kuruluşlarında az sayıda bulunan
Linhoff ve Leica marka fotoğraf makinaları ile yapmış olduğu çalışmalarla ünlendi.
Sürenkök’ün Linhoff marka makinası ,Türkiye Foto Muhabirleri Derneği’nde itina
ile korunmaktadır Basın Şeref Kartı sahibi
Mehmet Sürenkök, 6 Eylül 1985 tarihinde
vefat etti.Mehmet Sürenkök’ün arşivi ,oğlu
Önder Sürenkök tarafından Haziran 2007
‘de Anadolu Ajansı’na bağışlanmıştır. Ayrıca, Önder Sürenkök, babasının çektiği fotoğraflardan oluşan Demokrasi Tarihimizden Kareler Mehmet Sürenkök adlı bir albüm yayımlayarak, Mehmet Sürenkök adını daha da ölümsüz kılmış ve görsel tarihe
önemli bir belge bırakmıştır.
57
Menderes’e karşılama
Başbakan Adnan Menderes bir gezi dönüşü, Ankara Etimesgut Havaalanı’nda kendisini karşılayan Ankara
Valisi ve Belediye Başkanı Kemal Aygün ile uçağın yanına kadar gelen halkın arasında 1953
Bayar, Mehmet Serenkök’ün evinde...
Celal Bayar, Mehmet Serenkök’ün eşi Necla Serenkök, oğlu Önder, gelini İnci ve torunu Mehmet
Mert ile birlikte. 1981
***
Fotoğraflar,Demokrasi Tarihimizden Kareler albümünden
alınmıştır.
Mehmet Sürenkök Gençliğinde
56
Bayar’a denizde karşılama
Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes; Eğe Denizi’nde izledikleri tatbikat sonrası,
Gaziantep Muhribi ile geldikleri İstanbul’da halkı selamlarken. 15 Temmuz 1950
Cemal Gürsel Meclis Kürsüsünde Arkada. Mehmet Sürenkök
Uğur Kavas Koleksiyonu
Doç. Dr. L. Doğan TILIÇ
Avrupa Gazeteciler Birliği (AEJ) Türkiye Temsilciliği
Avrupa Gazeteciler Birliği Genel Başkan Yardımcısı
Fotoğraflanması
Zor Zamanlar!
Sevgili Rıza (Özel), TFMD’nin dergisi için bu yazıyı istediğinde,
Nazım ustadan esinlenmeyle “Sen bu zor zamanların
fotoğrafını çekebilir misin, Rıza?” demek istedim. Gerçekten
de, zor zamanlarındayız gazeteciliğin ve foto muhabirliğini
gazetecilikten ayrı düșünmek de olanaksız.
1
830’ların sonunda fotoğrafın keşfiyle gazetecilikte yeni bir çığır
açılmıştı. Daha önce felsefi temelleri oluşan “objektiflik” kavramı,
fotoğrafla birlikte bir anlamda elle
tutulur hale gelmiş ve gazetecilik de “inandırıcılık” açısından en önemli mesafeyi kat etmişti.
Son yıllarda, “objektiflik” kavramı da pek
çoğu yerinde eleştiriler sayesinde sorgulanır
oldu. Ancak, bu kapsamlı ve ayrı bir tartışma
konusudur. Tartışılmaz olan şu ki; fotoğrafsız
ve foto muhabirsiz bir gazetecilik düşünülemez. Düşünülmemelidir!
Bu dergide yazarken biraz tereciye tere satmak gibi olacak ama; foto muhabiri de, fotoğraf makinesinden fazla bir şeydir. Hem de
çok fazla! Tıpkı muhabirin görüşmelerini kaydettiği teypten çok daha fazlası olduğu gibi.
Rıza’ya “fotoğrafını çekebilir misin?” diye
sormak istediğim, “gazeteciliğin zor zamanları” derken neyi kastediyordum? Zorluk sizin gazeteciliği tanımlamanızla başlıyor aslında. Değişik tanımları var gazeteciliğin. Benim en sevdiğim tanım şu: “Gazetecilik doğruyu söyleme mesleğidir!”
İşte, son 25-30 yıldır gittikçe artan bir oranda zorluk yaşadığımız nokta da bu: Doğruyu
söyleyebilmede zorlanmak! Bir yandan bizi
“doğru söylemek”le yükümlü kılan bir mesleğin erbaplarıyız, öte yandan da bir patronun
ücretli işçileri… Sonuçta günümüz gazetecisi
her gün kendi doğruları ile bir patronun ücretli işçisi olmak arasındaki gerilimi, bu her
ikisinin birbiriyle örtüşmediği durumlarda,
yaşayıp duruyor. Mesleğin doğruları ile medya sahiplik yapısının talepleri çelişebiliyor.
Çalıştığınız medya kuruluşunun patronu mesela enerji alanında özelleştirmelerden yana
olabiliyor veya nükleer santral ihaleleriyle
ilgilenebiliyor. Onun bir çalışanı olarak, siz
de özelleştirmelere karşı olabiliyor, nükleer enerjinin memleketin hayrına olmadığına
dair verilere, bulgulara ulaşmış olabiliyorsunuz. Ancak, bunları o patronun, radyosu, gazetesi veya televizyonunda ifade etmeye
kalkmak işinizi kaybetmeyi göze almakla eşdeğer. Zamanımızın önemli bir zorluğu buradan kaynaklanıyor.
Fotoğrafı gazetecilik alanına sokan 1830’ların teknolojisi foto muhabirliği gibi bir alanın da açıcısı olmuştu. Oysa bugün yeni iletişim teknolojileri, neredeyse gazeteciliği yapay zeka sahibi robotlara yaptırmayı düşündürtecek, istihdam daralmalarına yol açıyor.
Geçmişte, mesela bir televizyon kanalında
bir habere bir sesçi, bir ışıkçı, bir kameraman,
bir muhabir gibi dört veya beş kişi giderken,
şimdi orada dörtte bir, beşte bir istihdam daralması yaşanıyor. Çünkü küçücük dijital kameralarla bir tek eleman gidip sesçiye, ışıkçıya muhabire gereksinim olmadan tek başına, o haberi hazırlayabiliyor. Teknoloji televizyon için beşte bir istihdam daralması getirirken, televizyonun patronu, aynı zamanda
gazetenin, radyonun ve internet sitelerinin
de patronu olduğu için, aynı çalışanın patronun radyosu, internet sitesi ve gazetesi için
de haber yapması bekleniyor.
58
Bu yeni digital kameralar fotoğraf da çekebildiği için foto muhabiri de aradan çıkarılabiliyor. Dolaysıyla yeni medya teknolojileriyle birlikte medya sektöründe onda bire varan
istihdam daralmaları yaşanabiliyor.
Bunun sonucu olarak dünyanın her yerinde
kitlesel işten çıkarmalarla karşı karşıya kalıyoruz. Türkiye’de böyle her yıl yüzlerce, binlerce gazeteci işten çıkarılıyor. Bununla beraber her yıl yeni iletişim fakülteleri açılıyor ve
bu fakültelerden yeni yeni genç insanlar da
gazeteci de olabilmek üzere mezun oluyorlar. Ama onları istihdam edebilecek bir sektör yok. Onlar yeni, genç, deneyimsiz gazeteciler olarak piyasaya girerken hemen onların yanı başında on, onbeş yıl çalışmış, yirmi
yıl çalışmış ve işten çıkarılmış işsiz gazeteciler kitlesi var. Dolaysıyla bir de iletişim fakültelerinin piyasanın gerektirdiğinden çok
daha fazla öğrenciyi sektöre sürmesi gibi bir
durumla karşı karşıyayız.
İstihdam daralması ve işsizlik! Bu da, gazetecilik açısından zamanımızın bir başka zorluğu. Fotoğraflanması zor zamanlar derken,
asıl olarak bu iki temel zorluğu kastediyorum.
Tekrar başa, foto muhabirinin fotoğraf makinesinden çok daha fazla bir şey olduğu saptamasına dönersem, bir kişisel gözlemi aktarmalıyım. Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgaliyle birlikte, bir ABD ya da uluslar arası müdahalenin her an geleceği öngörüsüyle Bağdat’a hareket eden gazeteciler arasındaydım. Anımsarsınız, birinci Irak Savaşı
CNN meşhur etti. Onun savaş muhabiri Peter
Arnett’i meşhur etti.
Neden? Çünkü onlar bütün bir savaşı dünyaya canlı olarak izlettiler!
Nasıl? Bağdat’ta Filistin Oteli’nin üst katında
pencereye dayadıkları kameranın kaydettiği
görüntüleri aktararak!
Bir otelin tepesinden, bir pencerenin izin
verdiği açıdan savaşı “canlı olarak” izleyenler
savaşın bir video ve ışık oyunu olduğu izle-
nimine kapılmışlardır. O savaşta biz hiç ölüm
görmedik. Patlamaların yaydığı ışığı, mermilerin gece karanlığında bıraktıkları izleri gördük. CNN’in izlettiği o savaş, tarihin en steril savaşı olarak geçebilir kayıtlara. Ölümsüz,
kansız, acısız bir savaş!
Peki, bu doğru muydu? Böyle savaş olur mu?
İkinci Irak Savaşı’nda El Cezire, El Arabiya,
Abu Dabi TV gibi farklı kanallar ve onların
farklı açıları devreye girince bir başka yüzü
daha görüldü savaşın. Esir alınıp işkence edilen askerler, ölen siviller, Filistin Oteli’nin 13.
katında vurulan gazeteciler.
Söylemek isteğim şu; bir kamerayı belli bir
açıyla sabitlediğinizde elde ettiğiniz görüntü size gerçeği ve doğruyu vermiyor. Foto
muhabirini fotoğraf makinesinden çok daha
fazlası yapan da bu galiba. Bir haberi en doğru yansıtacak görüntüyü, o görüntünün doğru açıdan çekilmiş olması sağlıyor öncelikle.
“Fotoğraf, zamanı enine keserek belirli bir
ânda gelişmekte olan olay ya da olayların
bir kesitini sunar. Bu yönüyle fotoğraflar zamandan çekilip alınmış ân’lardır. Çekilen herhangi bir fotoğraf, çekilebilecek binlerce fotoğraf karesinden sadece biridir. Başka bir
değişle önceki ve sonraki kareler arasında
olandır. Bir bakıma fotoğraf belli bir geçmişten gelen, şimdiki zamanı yaşayan ve geleceğe geçişi sağlama andır” diye yazmıştı
Kıbrıslı Türk gazeteci Hüseyin Yalyalı, danışmanlığını yaptığım master tezinde.
Yalyalı’nın, “Fotoğrafın anlamı durağan değildir ve bu yönüyle de her zaman anlamı kendisinden kaynaklanmaz. Fotoğrafın anlamlandırılması süreci fotoğrafa konu olan olay/
olgu hakkında bilgi sahibi olmakla da ilgilidir. Fotoğrafın kullanım yer ve şekilleri, onların okuyucuya/izleyiciye sundukları bağlam,
nasıl algılandığı, nasıl etkilendiğiyle doğrudan ilişkilidir. … Herhangi bir fotoğrafa bakıldığında fotoğrafta yansıtılan/aktarılan olay
hakkında bilgi olmaması halinde fotoğrafın
tek başına anlam kazanması, anlamlandırılması söz konusu olmaz” diye giriş yaptığı o
çalışmada, Azar Nafisi’nin “Tahran’da Lolita
Okumak” kitabının kapak fotoğrafını da tartışmış, Hamid Dabashi’nin o kapak fotoğrafını irdelediği “Günümüzde Oryantalist Fantaziler” makalesini temel almıştık.
Dabashi’nin o makalesi bana bir fotoğrafı okuyup anlamlandırmak konusunda çok şey öğretirken, foto muhabirinin önemini bir kez daha
fark etmemi sağlamıştı. Foto muhabiri, bir fotoğrafı en doğru açıdan çeken, onu en doğru
biçimde çerçeveleyen kişi ve bu işlemi bir makinenin yapması olanaksız. Fotoğrafı anlamlandırırken; onun hangi açıdan çekildiği, nasıl çerçevelendiği yanında nasıl bir alt yazı ile
(metinle) birlikte sunulduğu ve ona bakanın
birikimi, önyargıları ile fotoğrafın sabitlediği
an hakkındaki bilgisi de önemli oluyor.
“Tahran’da Lolita Okumak” kitabının kapak
fotoğrafını Dabashi’nin makalesi ışığında irdelemek bunları kavramama önemli ölçüde
katkıda bulunmuştu. O kapak fotoğrafının
en göze çarpan yanı, iki genç kızın bir şey-
ler okudukları anlamı verilecek şekilde aşağı
eğilmiş başlarıydı. Fotoğraf kızların ne okuduğunun görülmediği ve bilinemediği bir şekilde çerçevelenmişti. Fotoğrafın kullanıldığı kapaktaki “Tahran’da Lolita Okumak” yazısının okuyanın aklanı ilk gelen şey Vladimir Nabokov’un “Lolita” romanının Tahran’da
okunması oluyordu.
Dabashi’nin kapak fotoğrafını irdelemesini,
Yalyalı’nın tezinden aktarayım: “Yazının altında başörtülü iki genç kızın bir şeyler okuduğu, okudukları şeyden oldukça hoşnut görülmesi nedeni ile bunun Tahran’da doğal olduğu imajının yaratıldığına işaret eden Dabashi, kitabın kapağına daha yakından bakılınca, tahlile dayalı görsel bir nesne olan fotoğrafın mesajındaki ikili özelliğine dikkat çeker.
Edebi ve sosyal anlamlarıyla “Lolita”nın yaşı
küçük genç kızlarla/çocuklarla girilen yasadışı cinsel ilişkiyi çağrıştırdığını ifade ederek,
fotoğrafın ikili mesaj içerdiğini, bunlardan birinin işaret edilen; ikincinin ise çağrıştırılan
mesaj olduğunu hatırlatır.
formcu muhalif Moşarekat gazetesini okuduğunu belirtir.”
Bu uzun alıntıyı yapmamın ve somut örneği vermenin nedeni şuydu: Fotoğraf asla
bir makinenin işi olarak görülüp geçilebilecek bir şey değil. O, her şeyden önce, tahlil
odaklı bir görsel malzeme. Çekenin de çekilene bakanın da farkında olması gereken bir
ağırlığı ve önemi var fotoğrafın. Çekene de,
bakana da sorumluluk yükleyen bir yanı var!
“Tahlil odaklı her sanat gibi görsel bir malzeme olan fotoğraf, kesilip biçilmeden, bağlamından koparılmadan, farklı bağlamlarda, ve
belki yeniden ve yerinde kurgulanarak kullanıldığı zaman neyi, nasıl anlatır? Fotoğraf, bir
görüşün ileri sürdüğü gibi, inkar edilemez bir
kanıt mıdır? Sadece ve sadece doğruyu, gerçeği ve olanı bire bir aktarır ve yalan söyleyemez mi? Fotoğrafik mesajın, işaret ederek
doğrudan gösterdiği ile çağrıştırdığı mesajlarla iletişim dünyasında, basında ve gazetelerde nasıl bir yeri var?”
Tahlil odaklı her sanatın ikili mesaj içerdiğini, tahlil odaklı bir bilgi nesnesi olan fotoğrafın da bu nedenle önemli olduğunu savunan
Dabashi, çağrıştırılan mesaj ile işaret edilen
mesaj farkı ile bir bağlamda küresel imparatorluğa ideolojik (ve kültürel) dayanak sağlandığını vurgular.
Bu derginin okurları ve TFMD üyeleri için bu
sorular yanıtı çoktan verilmiş sorular olabilir. Ancak, benim gibi uzmanlık alanı fotoğraf
olmayan birinin, bir anın sabitlenmiş görüntüsüne bakarken “fotoğraf işte” deyip geçmemesi için tüm bu soruların farkında olması gerek.
Dabashi, kitabın kapağında yazılmayan ancak “Tahran’da Lolita okumayı hayal edebiliyor musunuz” sorusundaki gibi tahlil odaklı bir fotoğraf kullanılarak farklı sonuçlara varabilmenin mümkün olduğunu söyler. Reşit olmayan kadın veya erkelerle cinsel ilişkinin Oryantalist literatürde “arzu şarkısının” en bilenen klişelerinden olduğunu anlatan Dabashi, “Tahran’da Lolita okumak” kitabının kapağında kullanılan fotoğrafın aslında
oryantalist resmin bir uyarlaması olduğunu
kaydeder.
Yazıya “Fotoğraflanması zor zamanlar” diye
başlayıp buralara gelmem nedensiz değil.
Evet, zor zamanlardan geçiyoruz. Eminim,
foto muhabirleri bu zor zamanların gerçeğini en doğru bir şekilde yansıtacak fotoğrafları da çekebilecektir. İçinden geçtiğimiz zor
zamanlar, gazetecinin doğru söylemsi önüne
aşılması güç engeller koyarken, işsizliğin de
korkunç bir canavar olarak kapımıza dayandığı günler.
Hamid Dabashi, kitap kapağındaki düğümün,
kitapta kullanılan, ancak, başka bir bağlamda çekilen fotoğrafın kendi bağlamından koparılması olduğunu söyler. Kapakta kullanılan fotoğraf kesitinin orijinalinin 2000 yılında İran’da yapılan parlamento seçimleri sırasında hazırlanan bir haberde kullanıldığını
aktarır ve orijinal fotoğrafta iki genç kızın re-
59
Umarım ve dilerim ki, medya sahipleri o
sık sık gündeme gelen/getirilen krizlerde foto muhabirlerini “yangında ilk feda
edilecekler”den saymazlar. Bakan makineler icat edilebilse de, onların görebilmesi
için foto muhabirlerine gereksinim olduğunun ayırtına varırlar. Umarım, bin bir emekle önlerine konulan bir görüntüye “fotoğraf işte” muamelesi yapma cehaletine düşmezler!
HUKUK KÖŞESİ
Umut KURMAN / Avukat
Özel Hayatın Gizliliği
ve Kamusal Alan
H
ukukçular ve gazeteciler
arasında bu çokça tartışılan
konu, özellikle kamusal alanda gazetecilik ve foto muhabirliği yapan arkadaşlarımızla sosyal ve politika hayatımızın ünlü
şahsiyetlerini de sıklıkla karşı karşıya
getiren bir konudur.
Hatırlanacağı üzere, bu konuda en son
sosyal hayatın ünlülerinden Şahan Gökbakar ve Berrak Tüzünataç’ın ‘’balkonda’’
öpüşmesi ve bunun foto muhabirlerince
görüntülenmesi büyük polemik yaratmış
ve gazetecilerle, hukukçuları kendi aralarında bile ikiye bölmüştü. O dönemde hukukçular arasında en çok tartışılan konulardan biri balkonun ‘’kamusal alan’’ olup,
olmadığı hususu idi ve itiraf etmek gerekirse bugün bile bu konu hakkında çok
net bir tarif yapılabilmiş ya da konu sonuca bağlanmış değildir.
Ancak; hukukun özelikle de özel hayatın gizliliği ile ilgili olarak iki temel düzenlemesi bulunmaktadır. Bunun bir tanesi Anayasa’da, diğeri de Türk Ceza
Kanunu’nda düzenlenmiştir.
Anayasa’nın 20. maddesi; “Herkes, özel
hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz’’ demektedir.
Türk Ceza Kanunu’nun ilgili 134/1 maddesinde de; ‘’Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse altı aydan iki yıla
kadar hapis cezası ile veya adli para cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz’’ hükmü yer almaktadır.
Ancak; kişi bu duruma rıza gösterirse, cezanın ağırlaştırıcı maddeleri olan görüntü ve ses kaydının alınması halinde dahi,
o zaman bu durum suç olmaktan çıkacaktır.Kaldı ki, ceza kanunumuzda tanımlı olan bu suç, ‘’şikayete bağlı’’ bir suçtur
yani savcılık makamı herhangi bir şikayet olmadan ‘’kendiliğinden’’ böyle bir suçun oluşmuş olduğu iddiasıyla soruşturma başlatamaz.
Ayrıca, ne ceza kanunumuzda ne de Anayasamızda ‘’özel hayatın’’ tanımı yapılmış
değildir. Dolayısıyla, özel hayatın sınırlarının nerede başlayıp nerede biteceği konusu da çok net değildir. Yukarda bahsetmiş olduğum, ‘’balkon kamusal alan mıdır?’’ sorusu da bu yüzden hukukçuları ve
gazetecileri ikiye bölmüştür. Çünkü her
ne kadar, insanların özel konutlarının içi
en dar anlamda ‘’özel hayat mekanı’’ olarak kabul görmüşse bile, evin bir paçası
sayılan balkonunun özel alan mı yoksa
60
kamusal alan mı olduğu bile tartışmaya
açık bir konudur.
Bu durumda, bizce gazetecilik ve foto
muhabirliği yapan arkadaşlarımıza yapılacak en iyi hukuki tavsiye, çektikleri bir
fotoğrafı yayımlamadan önce kendilerine
şu soruları sormaları olacaktır;
-Fotoğrafın çekildiği yada ses ve görüntünün alındığı alan, kamusal alan
olduğu herkes tarafından da kabul
edilen bir yer midir?
-Alınan görüntü ya da ses kaydı, şahsın kişilik haklarını, onurunu ve itibarını zedelemekte midir?
Her olayın ve fotoğrafa konu olan her
şahsın kendine özgü ve şart ve koşulları olduğunu düşünerek ve gazeteciliğin ve foto muhabirliğinin de ‘’halka haber ve bilgi vermek’’ amacında olan bir
kamu mesleği statüsünü de göz önünde
bulundurarak, özel hayat ilkesinin, mesleğini icra eden gazeteci ve foto muhabirleri açısında da bir ‘’sansür’’ mekanizmasına dönüşmemesi için hem gazeteci ve foto muhabiri arkadaşlarımızın hem
de hukukçuların bu konuda,farklı pencerelerden birbirlerine söyleyecekleri çok
şey olduğunu düşünüyorum.
2004 y›l›ndan bugüne Spor Toto;
Devletimize... 2.733.919.805,00 TL,
Futbol Kulüplerimize... 917.282.042,00 TL,
Sosyal Kurulufllar›m›za... 869.550.267,00 TL,
Halk›m›za... 7.014.282.995,00 TL kaynak sa¤lad›.
Ülkemiz 470 adet yeni spor tesisi kazand›.
Eme¤i geçen herkese teflekkür ederiz.
61
Fotoğraf: Emre TAZEGÜL
AVRUPA GENÇLİĞİ
TRABZON’DA BULUŞTU
›
62
63
Yazı: Ali Sait KADIOĞLU
11. Avrupa Gençlik Oyunları’nın önemi, son yıllarda
bir çok spor organizasyonlarına ev sahipliği
yapan Türkiye için çok farklıydı...
AVRUPA GENÇLİĞİ
TRABZON’DA BULUŞTU
11. Avrupa Gençlik Oyunları’nın önemi, son yıllarda
bir çok spor organizasyonlarına ev sahipliği
yapan Türkiye için çok farklıydı...
T
ürk spor tarihinde ilk kez
olimpiyat ateşi Trabzon’da
yandı ve bu görkemli anı muhteşem bir açılış töreniyle milyonlarca sporsever ekranları
başında izledi.
Avrupa Olimpiyat Komiteleri Birliği’nin
(EOC) organizasyonu olan Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları’nın 11’incisine ev
sahipliği yapan Trabzon, 49 ülkeden,
yaklaşık 3 bin 500 yabancı misafiri, 6
gün boyunca ağırladı.
Avrupa Gençlik Olimpik Oyunları Eyof Trabzon 2011’i izleyen Hakan Sezer, Volkan Yıldırım, Alper İşmen,
Raşit Aydoğan, Sedat Yılmaz, Öner Şan, Kadir Kemaloğlu, İlkin Eskipehlivan, Emre Tazegül ve Ali Atmaca
fotoğrafları ile TFMD Foto Muhabiri Dergisi’ne renk kattı.
64
Oyunlar
vesilesiyle
Trabzon’a,
Erzurum’dan sonra en büyük tesis yatırımı yapıldı. ‘’Karadeniz’in incisi’’ ne 7
bin 500 kişilik Sögütlü Atletizm Sahası
ve aynı kapasiteye sahip Hayri Gür Spor
Salonu gibi bir çok yeni tesis kazandırıldı. Ancak bu tesisler arasında Yom-
ra Cimnastik Merkezi, Beşirli Tenis Yerleşkesi ile Mehmet Akif Ersoy Yüzme
Kompleksi’nin yeri diğerlerinden farklıydı. Söz konusu tesisler taşıdıkları farklı
özelliklerle Türkiye’nin ilk olma özelliğini taşıdı ve genç sporcular bu güzel tesislerde yarışmanın farklılığını doyasıya
yaşadı.
Oyunlar için Türkiye’ye gelen EOC Başkanı Patrick Hickey, TMOK Başkanı Prof.
Dr. Uğur Erdener gibi Türkiye ve Dünya
sporunun önde gelen isimlerinin, organizasyonla ilgili düşünceleri ise, oldukça
etkileyiciydi.
ranlıklarını dile getiren ünlü spor adamları, ‘’Trabzon EYOF tarihinin gelmiş geçmiş en iyi organizasyonuna ev sahipliği
yaptı’’ fikrinde birleştiler.
Birçok sporsever tarafından ‘’olimpiyat
oyunları’’nın açılışı kadar etkileyici bulunan açılış töreni ise yıllar boyunca hafızalardan silinmeyecek karelere sahne
oldu.
-EYOF TARİHİN EN İYİ ORGANİZASYONU-
Bizlere, dünya sporuna yön verecek
isimleri ilk önce Trabzon’da izleme şansı veren herkese sonsuz teşekkür ediyor, 2020 olimpiyat adaylığı konusunda
Trabzon’un, Türkiye için çok önemli bir
referans olacağını belirtmek istiyoruz.
Kendilerine sorulan her soruda ve uzatılan her mikrofona Trabzon ile ilgili hay-
Avrupa gençliğini ülkemizde ve bu güzel şehrimizde tekrar görmek dileğiyle...
65
AVRUPA GENÇLİĞİ
TRABZON’DA BULUŞTU
Hüseyin Avni Aker Stadındaki açılışı binlerce kişi yerinde
milyonlar ise televizyonları başında ilgi ile izledi...
Fotoğraf: Volkan YILDIRIM
66
67
68
69
AVRUPA GENÇLİĞİ
TRABZON’DA BULUŞTU
Fotoğraflar: İlkin ESKİPEHLİVAN
AVRUPA GENÇLİĞİ
TRABZON’DA BULUŞTU
70
EYOF 2011 farklı noktalardaki 10 ayrı salon, 1 atletizm pisti ve
kentin caddelerinde düzenlenen yarışlarla Trabzon’a renk kattı.
Fotoğraflar:
Raşit AYDOĞAN, Kadir KEMALOĞLU, Ali ATMACA, Hakan SEZER
AVRUPA GENÇLİĞİ
TRABZON’DA BULUŞTU
Muhteşem organizasyonda 4 bine yakın sporcu
dereceye girmek için mücadele etti
Fotoğraf: Sedat YILMAZ
AVRUPA GENÇLİĞİ
TRABZON’DA BULUŞTU
74
9 dalda gerçekleşen yarışlarda Rusya Federasyonu 54 madalya ile ilk sırada yer aldı
Türkiye ise 2 altın 7 bronz madalya ile oyunları 20. sırada tamamladı.
Fotoğraflar:
Öner ŞAN, Alper İŞMEN, Tuncay YUMAK
75
AVRUPA GENÇLİĞİ
TRABZON’DA BULUŞTU
EYOF 2011’in başarısı Türkiye’nin 2020 yaz olimpiyatları adaylığı için
önemli bir referans olarak gösteriliyor.
İyi bir foto muhabiri bir şeyler olacağını hisseder
Haber Türk Gazetesi Spor Foto Muhabiri
Vedat Danacı...
Sahaların yıldız foto
muhabirlerinden
Danacı’ya göre, spor
fotoğrafçılığında
refleks ve şans
önemli. Önüne
çıkan şansı
değerlendirmekse
kişinin yeteneğine
kalıyor.
Cumhuriyet’te mesleğe adım attığınızı ve Milliyet’te uzun yıllar çalıştığınızı biliyoruz. Serüvenin başlangıcı ve hayatınızın dönüm noktalarını
öğrenebilir miyiz?
L
iseyi bitirip, üniversiteye girdikten sonra, karikatürist olan
dayım İsmail Gülgeç’in vasıtası
ile futbola ve spora olan ilgimden ötürü, Cumhuriyet Gazetesi
spor servisinde Abdülkadir Yücelman’ın
yanında gazeteciliğe başladım. Ender
Erkek’in beni fotoğrafa yönlendirmesi
hayatımın dönüm noktası oldu bir anlamda. Cumhuriyet Gazetesi maddi de-
ğil, fakat manevi olarak tatmin edici bir
yerdi ve tam bir okuldu.
Hıncal Uluç, Abdülkadir Yücelman, Deniz Gökçe, Fatih Altaylı, Halil Özer, İsmet
Berkan, Gürcan Bilgiç gibi isimlerle çalışmak ne kadar doğru bir yerde işe başladığımı ilerleyen yıllar gösterdi. Bütün
servisler iç içeydi, herkes birbirini tanırdı. Hasan Cemal genel yayın yönetmenimizdi. O dönemler için unutamadığım en
önemli şey. İstanbul dışındaki ilk seyahatimiz Kırkpınar yağlı güreşleriydi. Halil’le
bir hafta kalıp, Cumhuriyet gibi bir gazetede her gün iki tam sayfa verdik. İlk primimizi de Halil’le birlikte 20 lira olarak
78
almıştık. Ardından Hıncal Uluç’la birlikte Gelişim Spor dönemi. Meslek yaşantım açısından çok önemli bir yerdi benim
için. Ardından Birol Nadir’in Fotospor’u.
400 binlik tirajların yakalandığı bir dönem. İki yıl Talay Erker’le Günaydın’dan
sonra mesleğimin en uzun yolunu Milliyet Gazetesi’nde yaşadım. 2008 yılında
ise Cumhuriyet Spor Servisinde mesleğe başladığım iki değerli arkadaşım Fatih Altaylı ve Halil Özer’le birlikte Habertürk Gazetesi’ni çıkartmaya başladık.
Genel olarak, spor foto muhabiri olarak çalıştınız. Sizce nasıldır gazetelerin istihbarat servisleri spor servis79
Türk foto
muhabirlerini
dünyadaki
meslektaşlarımızla
kıyasladığımızda
çok daha çalışkan
olduğumuzu
düşünüyorum.
Orada branş üzerine
yoğunluk var.
Yüzmenin, atletizmin
ayrı foto muhabirleri
var. Biz ise her şeyi
çekiyoruz
yordu, bence çok yanlış bir şey. Hayatım
boyunca gol fotoğrafı çekmedim. O dönemler Şansal abi Milliyet Gazetesi’ne
foto muhabiri alacaktı, beni söylediklerinde, “Ben Vedat’ın hiç gol fotoğrafı
çektiğini görmedim” dediğini biliyorum.
O zamanki bakış açısı böyleydi. Gol fotoğrafı çekmenin de zor olduğunu düşünmüyorum. Gol fotoğrafının önemi o
dönemlerde maçların yayınlanmamasıdır.
leri. Spor belki daha hareketli ama
daha mı rahat çalışma orta mı? Foto
muhabiri olarak spor servisini nasıl
seçtiniz?
Spor servisini seçmemdeki en öncelikli
sebebim spordan keyif almam. Spor fotoğrafçılığında da önemli şeyin refleks
ve şans olduğuna inanıyorum. İyi takip
ve şansı değerlendirmek kişinin yeteneğine kalıyor. Klasik bir laf ama her mesleğin zorluğu var. Spor foto muhabirliğinin herhangi bir tekrarı olmuyor. Tribünde oturan muhabir arkadaşlarımız
gibi televizyondan tekrarını izleme şan-
sımız yok. Şu an çalıştığımız bir çok arkadaşımız genç ya da yaşlı hiç fark etmez eski döneme göre çok rahatlar. Film
döneminin zorluklarını birçok kişi kaldıramayabilir. Eskiden kişinin değeri vardı,
makinelerin değeri yoktu. Şimdi ise digital fotoğraf makineleri ile herkes fotoğraf çekebiliyor, bakış açısına bakılmıyor.
Takip ettiğimiz işlerin zorluğunu içerdeki arkadaşlar yaşamadıkları için gerekli heyecanı ve önemi fotoğrafları seçerken gösteremiyorlar. Fotoğraf editörlüğü denen bir sistem dünyada var, ama
maalesef Türkiye’de yok.
80
Türkiye’nin en iyi spor foto muhabirleri arasında gösteriliyorsunuz. Nedir bu işin sırrı? Sporu bilmek mi, fotoğrafı bilmek mi?
nuz. Kale arkasında taraftar olmak
nasıl?
Çok iyi olduğumu iddia etmiyorum ama
çok iyi bir takipçi olduğuma inanıyorum.
Gittiğim işin hakkını veririm. O işin hakkını verebilmek için de o işin ince detaylarını da bilmek gerekiyor. Sezgilerime güvenirim. Bir şeyler olacağını hisseder iyi bir
foto muhabiri ve ona göre önlemini alır.
Hayatımın en güzel günleri. Özellikle
1996-2000 yılları arası Galatasaray kulübünün bir parçası gibi hareket edip,
özel olarak yaşadığımız sevinçler diğer arkadaşlarımızı açıkçası kıskandırıyordu. Onlar Türkiye’yi aşındırırken, biz
Galatasaray’ın peşinden dünyayı dolaşıyor ve tarihi başarılara tanıklık ediyorduk. Bu duyguların tarifi yok.
Diğer takımları da izliyorsunuz belki
ama uzun yıllar Galatasaray’a baktınız. Hatta Galatasaraylı biliniyorsu-
Gazeteler siyah-beyaz dönemler de
gol fotoğrafı kullanıyordu. Sonradan
iş renkli enstantanelere döndü. Çok
zor ama güzeldi iyi bir enstantane
yakalamak. Şimdiler de ise neredeyse yalnızca sevinç fotoğrafları büyüyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz spor
sayfalarında fotoğrafları?
Oldukça kötü olduğunu düşünüyorum.
2000 yılında da ifade etmiştim. Herhalde içerideki arkadaşların kolayına geliyor, üzüntü ya da sevinç sormak. Berabere biten maçlarda bile sevinç ya da
üzüntü soruyorlar artık. Eskiden gol
çekmenin bir anlamı vardı, ama bana
göre foto muhabiri olarak gol çekmenin
hiçbir özelliği yok. O zamanlar foto muhabirinin iyiliği çektiği gol ile belirleni81
Türkiye’de basında konu spor olunca,
yalnızca futbol geliyor. Hatta futbol bile
değil, yalnızca 3 büyük takım bir de azıcık Trabzonspor. Ama dünya basınında
yüzme de, bisiklet de tenis de gazetelerde manşetlere çıkıyor. Spor foto muhabiri olarak nasıl etkiliyor bu durum sizi?
Eskiden daha çok fırsat buluyorduk o iş
için. Cumhuriyet’te çalışırken atletizm,
binicilik, tenis gibi sporlara daha çok
önem veriliyordu. Yıllar ilerledikçe futbol çok daha ön plana çıktı, ticari olarak
bakıldığı için spor sayfaları da bu duruma alet oldu. Bugün diğer spor dallarını
1996-2000 yılları arası Galatasaray
kulübünün bir parçası gibi hareket edip,
özel olarak yaşadığımız sevinçler diğer
arkadaşlarımızı açıkçası kıskandırıyordu.
Onlar Türkiye’yi aşındırırken, biz
Galatasaray’ın peşinden dünyayı
dolaşıyor ve tarihi başarılara tanıklık
ediyorduk. Bu duyguların tarifi yok
83
bırakın, Bursaspor’un şampiyonluğu bile
sayfalara girerken zorlanıyor, hak ettiği
değeri bulamıyor. İlk gittiğim 2004 Atina Olimpiyatları’nda sudan çıkmış balık
gibi oldum. Oradaki foto muhabirlerini görünce kendimi teknolojik olarak ve tecrübe olarak çok yetersiz hissettim. Türk foto
muhabirlerini dünyadaki meslektaşlarımızla kıyasladığımızda çok daha çalışkan
olduğumuzu düşünüyorum. Orada branş
üzerine yoğunluk var. Yüzmenin, atletizmin ayrı foto muhabirleri var. Biz ise her
şeyi çekiyoruz.
Vedat Danacı, kaç ülke görmüştür?
50’den
fazla
ülke
görmüşümdür.
Avrupa’nın tamamı. Amerika ve Afrika
seferlerim de oldu. Sadece Uzakdoğu’yu
görmedim diyebilirim.
Bu kadar gezmek herkesin hayalidir belki. Kamplar, maçlar, dev organizasyonlar. Peki evde durum ne?
Türkiye’de bile kalsanız neredeyse
her hafta sonu başka bir şehir. Aile
hayatınızı nasıl etkiler bu durum?
Evlenirken eşim, işimin önemini, çok seyahat edeceğimi biliyordu. Bu yüzden
çok büyük bir sıkıntı olmadı. Oğlum Atahan doğduğunda Prag’da Galatasaray’ın
maçındaydım. Üç gün sonra görebilmiştim oğlumu. Ama hiçbir zaman şikayetçi
olmadım. Eşimin ve oğlumun da şikayetçi olduğuna inanmıyorum. Herkesin hayalidir, özellikle geçmişte iletişim, ulaşım ve
konaklamada çok zorlanıyorduk. Takımların peşinden ayrılamıyorduk. Bu Paris’e
gidip, Eiffel’i görememek gibi bir şey. Bu
seyahatler turistik geziler değil iş bizim
için. Birçok gittiğimiz yerde, önemli bir
çok yeri göremeden döndüğümüz zamanlar oluyordu.
Tele fotolar, leafakslar, dizüstü tarayıcılar,
şimdi digital bir serüven aldı başını gidiyor. İlk başlarda iyiydi, şimdi disketler havada uçuşuyor. Bu durum meslek içerisinde rekabeti ve dolayısıyla heyecanı azalttı mı? Özellikle genç nesilde bu iş biraz
daha yaygın gibi...
Bana göre medyada fotoğraf çeken arkadaşlarımız, ağabeylerimiz eğer digital çıkmasaydı şimdi yoklardı. Digitaller ortaya çıktıktan sonra fotolar havalarda uçtuğu için ciddi bir rahatsızlığım var. İnsanlar belki mesleki korkular yaşadıkları için
(Benim öyle bir korkum yok) sürekli alışveriş içerisindeler. Bugün bakıyorsunuz
birkaç farklı gazetede aynı fotoğraf var
ama bunu çeken bir tek kişi. Bunu gazete
yöneticileri de sormuyor. Bunu ben yapmıyorum ve elimden geldiği kadar da arkadaşlarımı uyarıyorum.
Nasıl görüyorsunuz bu işlerin spor
foto muhabirliğinin geleceğini?
Allah yeni başlayan arkadaşların yardımcısı olsun. Sadece foto muhabirleri için
değil, bu meslek için ciddi korkularım var.
Eskiden ben bu işin okulla olacağına değil, alaydan olduğuna inanırdım. Gençler
pırıl pırıl, ama sektör giderek daralıyor ve
tecrübe sıkıntısı var. Tecrübelerinin gençlere aktarımı konusunda ciddi sıkıntılar
var. Genç nesil, kısa yoldan para ve mevki kazanma derdinde olduğu için mesleğin
zorluklarını yaşamadan, çok kolay bir yerlere geliyorlar. Bundan da herkes şikayetçi. Biz medya sektörünün içindekiler ve
dışındakiler. Gazetecilere gösterilen tepkilerden de bunun sıkıntılarını yaşıyoruz.
Bu kadar çok gezenin çok da hikayesi
olur. Hatta camia da “bombalar” vardır dilden dile. Var mı sizin “bomba”
hikayeleriniz?
Şimdi sormasak olmaz? Bu dergi bir çok
yere ulaşıyor. En çok takip edildiği noktalar arasında iletişim fakülteleri de var.
Gençler “Ben bu işi yapacağım” derse ne
yapmalı?
Bombalar çok ama bunlar kitap olur. Benim gibi uzun süre bu tempoda çalışmış
bir gazetecinin yüzlerce acı tatlı anısı var
haliyle. Anlatılmaz, yaşanır.
Yukarıda aslında vermiştim cevabı. Çok
sabırlı olmaları lazım. Şanslarının yanlarında olmalarını diliyorum. Kendilerini sürekli geliştirmek zorundalar.
Türk Hava Kuvvetleri
yılında
150 Bin Kişi İzledi
Etkinlikleri, Türkiye Foto Muhabirleri Dergisi
adına Fikret Ay, Aykut Fırat, Denizhan Güzel
ve Raşit Aydoğan fotoğrafladı.
1
00. Kuruluş yıl dönümünü
kutlayan Türk Hava Kuvvetleri, ‘’Türkiye Hava Gösterisi 2011’’ adı altında
çok önemli bir ev sahipliğine imza attı.
Çiğli 2. Ana Jet Üs Komutanlığı’nda
yapılan organizasyona çeşitli ülkelerden gelen hava akrobasi timleri ve
solo gösteri uçakları gerçekleştirdikleri gösteriler ile nefesleri kesti.
Türk Hava Kuvvetleri’nin 100. kuruluş yıl dönümü kapsamında gerçekleştirilen “Türkiye Hava Gösterisi
2011” İzmir’de yapıldı. Dünya havacılık tarihinde bugüne kadar gerçekleştirilen en önemli gösterilerden
biri olarak değerlendirilen ve Çiğli 2.
Ana Jet Üs Komutanlığı sabah saatlerinde başlayan etkinlik, SBS sınavı
nedeniyle düşük ses çıkaran uçaklar ve paraşütçülerle başladı. Öğleden sonraki bölümde Türk Yıldızları
ve F-16 Solo Türk gösterisi ise göz
kamaştırdı.
Gökyüzündeki heyecan fırtınasını, Türk Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hasan Aksay ve Ege
Ordu Komutanı Nusret Taşdeler, İz-
mir Büyükşehir Belediye Başkanı
Aziz Kocaoğlu, Amerikan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Norton A. Schwartz, İngiltere Hava Kuvvetleri Komutanı Mareşal Sir Stephen Dalton olmak üzere 55 ülkenin
hava kuvvetleri komutanları izledi.
Türkiye’de ilk kez düzenlenen GACC
- Dünya Hava Kuvvetleri Komutanları Konferansı kapsamında İstanbul’da
bulunan komutanlar da gösteriler
için İzmir’e geldi.
Gösteriye Türkiye’nin yanı sıra ABD,
İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya, Romanya, Polonya, Pakistan, Cezayir, Hırvatistan, Ürdün, Slovakya, Sırbistan ve Belçika başta olmak
üzere 20 ülkeden 146 uçak katıldı. 8
akrotim ve 12 solo uçuş gösterisi yapılırken 59 uçak da yerde sergilendi. Dünyanın birçok ülkesinden son
teknoloji ile donatılmış hava akrobasi timleri ve solo gösteri uçaklarının
katıldığı organizasyon, halka açık ve
ücretsiz olarak düzenlendi.
-TÜRK PİLOTLAR YÜREK
HOPLATTIÜnlü akrobasi pilotu Ali İsmet Öztürk yaptığı solo gösteri ile öğleden
sonra uçuş yapan Türk Yıldızları ve
F-16 solo timleri nefes kesti. Türk
Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın
100. Yılında kurulan Solo Türk, dünyanın en etkin ve güçlü savaş uçakları arasında yer alan F-16’nın manevra kabiliyeti ve Türk pilotlarının
eğitim seviyesini görsel bir şölenle
ortaya koydu.
-GÖKLERDE BİR ASIREtkinlik kapsamında tarihi uçaklar
da bir gösteri sundu. Çiğli 2. Ana Jet
Üs Komutanlığı’nda ‘Havacılık’ konulu resim ve fotoğraf sergisi de açıldı. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın
100. yılını anlatan ‘Göklerde bir asır”
isimli görsel ve işitsel galeri ile askeri bando ve mehter konseri yer aldı.
Öte yandan gösteriyi izlemeye
gelen vatandaşlar 2. Ana Jet Üs
Komutanlığı’nda uçakların bulunduğu alanı gezerek, çeşitli ülkelere ait
bilgi alarak pilotlarla ve uçakların
önünde hatıra fotoğrafları çektirdi. 3
bin 753 personelin aktif rol aldığı ve
2 gün sürecek gösterileri 150 binden fazla insan izledi.
›
Türk Hava Kuvvetleri’nin 100. yıl kutlamaları
etkinliklerinde muhteşem bir görsel şov yaşandı.
Etkinlikler kapsamında dünyanın en iyi hava
kuvvetleri gösteri ekipleri Çiğli 2. Ana Jet
Üssü’nde davetlilere güzel bir iki gün yaşattı.
Türk
T
ürrk H
Hava
ava Kuvvetleri
Kuvvetleri
yılında
y
ılında
Türk
T
ürk H
Hava
ava Kuvvetleri
Kuvvetleri
yılında
y
ılında
91
FOTO MUHABİRİ DERGİSİ 10. SAYISINDA
Türk
T
ürk H
Hava
ava K
Kuvvetleri
uvvetleri
www.tfmd.org.tr • www.fmd.org.tr
yılında
y
ılında
VAKIFBANK-TFMD
YILIN BASIN FOTOĞRAFLARI
“Vakıank - Türkiye Foto Muhabirleri Derneği
(TFMD) Yılın Basın Fotoğrafları 2010 Yarışması”nda
ödül almaya hak kazanan ve sergilemeye layık
görülen fotoğrafların yer aldığı sergi, Ankara’da
Kızılay Metro İstasyonu’nda açıldı
Ankara Kızılay Metrosunda
Fotoğraflar: İlkin ESKİPEHLİVAN
V
akıank - Türkiye Foto Muhabirleri Derneği (TFMD) Yılın Basın
Fotoğrafları 2010 Yarışması”nda
ödül almaya hak kazanan ve sergilemeye layık görülen fotoğrafların yer aldığı sergi, Ankara’da Kızılay Metro İstasyonu’nda açıldı. Sergide haber, siyaset, spor, çevre, serbest ve foto röportaj kategorilerinde ödül alan 19 kare fotoğraf ve
3 portfolyo ile sergilemeye değer eserlerden oluşan toplam 100 fotoğraf yer aldı. Başkentlilerin büyük ilgisi ile karşılaşan sergi de
İsrail’in “Mavi Marmara” gemisine düzenlediği saldırı sırasında çektiği fotoğrafla yarışmada Yılın Basın Fotoğrafı Ödülü kazanan Habertürk Gazetesi foto muhabiri Şefik Dinç’in
aynı olayda çektiği başka karelerde sunuldu.
Türkiye’de basın fotoğrafçılarının başarılı ça-
94
lışmalarını vatandaşlarla buluşturduklarını
ifade eden TFMD Başkanı Rıza Özel, “Sergide
Türkiye’nin basın fotoğrafçılığı konusundaki en yetkin isimleri tarafından binlerce kare
arasından seçilen fotoğraflar yer alıyor. Arkadaşlarımızın fotoğrafları bu sergi sayesinde
gazete sayfalarından Ankara’nın en işlek mekanına her gün binlerce insanın ayak bastığı
Kızılay Metrosuna taşınıyor” diye konuştu.
95
Yaratıcılığınızı Bir Adım İleriye Taşıyın
ile yolların rehberi
Tam güvenle dünyayı yakala. Nikon’un üst düzey DX format
D-SLR kamerası ile hayallerini en yükseğe taşı. Profesyonel performans ile
çekim yap. Nikon’un ayrıcalıklı HD Video ile çekim vizyonunu yarat.
Yeni D300s: Yeni limitlerle fotoğraf çekin
969
96
www.nikon.com.tr

Benzer belgeler