Hacı Bektaş-ı Veli - TDED - Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği

Transkript

Hacı Bektaş-ı Veli - TDED - Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği
Horasan’dan Anadolu’ya
Hacı Bektaş-ı Veli
14
DİL ve EDEBİYAT
AY I N D O S Y A S I
Prof. Dr. Hikmet Özdemir*
Ç
ağına ve çağımıza damgasını vuran Horasan sufilerinden birisi de hiç şüphe yok
ki, Hacı Bektaş Velî’dir. Onun hakkında
çok sayıda eser neşredilmiş bu vesileyle
onun sunduğu mesajlar tüm insanlığa iletilmiştir.
Biz bu yazımızda, neşredilmiş eserlerinden yararlanarak onun hayatı ve eserleri hakkında bir kısım
malumattan sonra İngiltere’de bulunan Fatiha Tefsiri ile Besmele tefsirinin bir bölümünü okuyuculara
sunarak Hacı Bektaş Veli’nin inanç ve görüşlerini bir
nebze olsun aktarmaya çalışacağız.
Hacı Bektaş-ı Velî ( ö. 669 / 1271 [?] )
Hacı Bektaş-ı Veli’nin tarihî şahsiyeti ve
Anadolu’ya gelmeden önceki hayatı hakkında
Vilâyetnâme’de yer alan menkıbevi bilgiler dışında
kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak
onun “Horasan erenleri” diye bilinen Kalenderiyye
akımına mensup sufilerden biri, dolayısıyla Horasan
Melâmetiyye mektebinden olduğuna muhakkak
nazarıyla bakılabilir. Bu sebeple XIII. yüzyılda Cengiz istilası sebebiyle Anadolu’ya vuku bulan derviş
göçleri arasında, aynı mektebe mensup Yesevî veya
daha kuvvetli bir ihtimalle Haydarî dervişlerinden
biri olarak Anadolu’ya gelmiş olmalıdır. Burada bugüne kadar gözden kaçan önemli bir nokta, benzeri bütün Türkmen şeyhleri gibi muhtemelen Hacı
Bektaş-ı Veli’nin de kendine bağlı bir Türkmen aşiretiyle birlikte Anadolu’ya gelmiş olduğudur.
Hacı Bektaş-ı Veli, Velâyetnâme’den anlaşıldığı
kadarıyla Sulucakarahöyük’te bir Türkmen şeyhi
olarak bir yandan kendi cemaati içinde mürşitlik
görevini sürdürürken bir yandan da bugünkü Ürgüp yöresindeki Hristiyanlarla sıkı ilişkiler geliştirip
onların ihtidasına zemin hazırlamıştır. Ayrıca Şamanist Moğolların da Müslümanlığı kabul etmeleri
için yoğun faaliyet göstermiş, halifelerini bu amaçla
Anadolu’nun dört bir köşesine yollamıştır.
Velayetnâme’nin dikkatli bir tahlili, Hacı Bektaş-ı
Veli’nin, hem Ahmed Yesevî hem de Yesevîlik
etkilerini geniş ölçüde taşıyan Kutbüddin Haydar
geleneklerini sıkı sıkıya koruyan bir Haydarî şeyhi
olduğunu ortaya koymaktadır. Öte yandan Elvan
Çelebi, Ahmed Eflâkî ve Âşık-paşazade’nin eserleri
de onun Vefâî şeyhi olan Baba İlyâs-ı Horasânî’nin
halifesi bulunduğunu açıkça göstermektedir. Kaynaklardaki bu kayıtlara güvenmek gerekirse, Hacı
Bektaş-ı Veli’nin büyük bir ihtimalle Yesevîlik ile
Kalenderîliğin karışımından oluşan Haydarîlik tarikatının bir mensubu olarak Anadolu’ya geldiği,
daha sonra Baba İlyâs-ı Horasânî çevresine girerek
Vefâîlik tarikatına intisap ettiği ve hayatının sonuna
kadar da böyle yaşadığı söylenebilir.
XIV. yüzyılın ilk çeyreğinden sonra Hacı Bektaş-ı
Veli Tekkesi’nin şeyhi olan Abdal Mûsâ, beraberindeki bir kısım Haydarî dervişiyle birlikte yeni kurulmakta
olan Osmanlı Beyliği topraklarına gitmiş, orada Orhan
Gazi’nin hizmetine girerek fetihlere katılmış ve başarılı
olmuştur. Fakat onun; gerçekleştirdiği asıl büyük iş, birlikte savaştığı Osmanlı gazilerine Hacı Bektaş-ı Veli’nin
menkıbelerini anlatarak onu tanıtması olmuştur. Abdal Mûsâ bunu önce Bursa havalisinde yapmış, daha
sonra buradan Bergama ve yakınlarına geçmiş, oradan
*Türkiye İlmi İçtimai Hizmetler Vakfı Başkanı
AY I N D O S Y A S I
DİL ve EDEBİYAT
15
da Antalya’ya giderek yerleştiği bugün Tekkeköy adını
taşıyan yerdeki zaviyesinde sürdürmüştür.
Velâyetnâme’deki Hacı Bektaş-ı Veli’nin en belirgin niteliği on iki imam soyuna nispet edilmesi,
yani Peygamber soyuna mensup bir seyit olmasıdır.
Babası İbrâhîm-i Sânî, İmam Mûsâ el-Kâzım neslindendir ve Horasan hükümdarıdır; dolayısıyla Hacı
Bektaş-ı Veli bir şehzadedir. Küçükken önce ünlü
sufi Lokmân-ı Perende’nin, ardından onun tavsiyesiyle Ahmed Yesevî’nin yanında eğitilir. Daha
o zamanlar birçok keramet göstererek herkesi
hayretler içinde bırakır. Ahmed Yesevî’nin “nefes
evladı” olan Kutbüddin Haydar’ı esir düştüğü Bedahşan ilindeki kâfirlerin elinden kurtarır. Daha sonra onun artık olgunlaştığını gören Ahmed Yesevî,
kendisine halifelik sembolleri olan cihaz-ı fakrı (taç,
şamdan, seccade, sofra ve alem) teslim eder, beline
tahta kılıcını kuşatır ve Diyârırûm’u irşad etmekle
görevlendirir. Önce Mekke’ye giderek hac görevini ifa eden Bektaş “hacı” unvanını alır. Dönüşte
Necef’i ve Kerbelâ’yı ziyaret edip Anadolu’ya geçer. Hacı Bektaş-ı Veli, Çepni oymağına mensup
Sulucakarahöyük’e gelir ve Kadıncık Ana’nın evine
misafir olur. Bu arada kerametleriyle dikkat çeker.
16
DİL ve EDEBİYAT
Geçimini sağlamak için köyün sığırlarını güder. Bir
müddet sonra bugünkü dergâhın yerinde ilk inziva mahalli olan Kızılca Halvet’i yapar. Hacı Bektaş-ı
Veli artık kendini kabul ettirmiş ve mürit edinmeye
başlamıştır. Ünü çabuk yayılır. Çevredeki veliler onu
kıskanır ve çeşitli sınavlardan geçirirlerse de hepsini utandırır. Avucundaki yeşil beni göstererek Hz.
Ali’nin mazharı olduğunu, yani onun kendi bedeninde zuhur ettiğini ispat eder. Böylece Rum’un en
büyük evliyası olduğu anlaşılır.
Hacı Bektaş Veli’ye birçok kitap nispet edilmektedir. Bunları önem sırasına göre şöyle sıralayabiliriz:
1. Makâlât: İlk defa merhum Prof. Dr. Mahmud
Esad Coşan tarafından doçentlik takdim tezi olarak
hazırlanıp bilim dünyasına ve kamuoyuna kazandırılan
bu eser, konuların dört kapı kırk makam esasına göre
anlatıldığı önemli bir kitaptır. İlk nüshaları XVII. yüzyıla
ait olan bu eserin Esad Coşan neşri esas alınarak birçok yayımı yapılmıştır. Bu eser 2007 yılında Diyanet
İşleri Başkanlığı’nın Alevi-Bektaşi Klasikleri Projesi kapsamında projenin 2. eseri olarak tekrar yayımlanmıştır.
Değişik zamanlarda muhtelif yazarlarca yayımlanan bu önemli eseri ve muhteviyatını şöyle özetlemek mümkündür.
Makâlât Dört Kapı ve Kırk Makamı belirtmek
ve açıklamak maksadıyla yazılmıştır. Onun dışındaki konular ve bunların açıklamaları Hacı Bektaş-ı
Veli’nin Müminler için gerekli gördüğü diğer konuların izahıdır. Hacı Bektaş-ı Veli’nin dinî veçhesini
ortaya koyan dördüncü kapının onuncu makamının
izahıdır. O dördüncü kapının onuncu makamına,
yani son makam olan “Allah’ın varlığını müsahade
etmek ve ona ulaşmak” için bu makamların hepsini tam eksiksiz olarak kat etmek, hiçbirini eksiksiz
bırakmamak gerektiğini beyan eder, dört kapı kırk
makamın özeti ise şöyledir.
Hacı Bektâş Velî’nin Makâlât’ında Dört Kapı,
Kırk Makam
Şeriat’te Bulunan On Makam:
1. İman getirmek: Çalap Allah’a inanmak, buyruğun tutmak imandandır. Feriştelerine inanmak,
Allah’ın Kur’an’ına inanmak ve kitaplarına inanmak,
dostlarına inanmak, kıyamete inanmaktır.
2. İlim öğrenmek,
3. Namaz kılmak, zekât vermek, oruç tutmak, gücü
yetince hacca gitmek, seferberlik olunca kaçmayıp
AY I N D O S Y A S I
düşmana karşı gelmek ve cenabetten temizlenmek.
4. Helal kazanmak, faizi haram bilmektir.
5. Nikâh kıymaktır.
6. Hayz ve lohusalıkta cinsi münasebeti haram
bilmektir.
7. Sünnet ve cemaat (ehl-i sünnet ve’l-cemaat)
ehlinden olmak.
8. Şefkatli olmak.
9. Temiz yemek ve temiz giyinmektir.
10. Emr-i bil-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker (yani
iyiliği emredip yaramaz işlerden sakındırmaktır).
Tarikat’te Bulunan On Makam:
1. Pirden el alıp tövbe etmek.
2. Mürit olmak.
3. Saç kesmek.
4. Nefs savaşına (mücadehe etmek) olgunlaşmaktır, pişmektir.
5. Hizmet etmektir.
6. Havf yani korkudur.
7. Ümit etmektir.
8. Hırka, zembil, makas, seccade, subha (yüz taneli tespih), ibrat (iğne) ve asadır.
9. Sahib-i makam (makam sahibi), sahib-i cemiyet (cemaat sahibi) sahib-i nasihat (nasihat sahibi)
ve sahib-i mahabbet (muhabbet sahibi) olmaktır.
10. Aşk, şevk, sefa ve fakirliktir.
Marifet’te Bulunan On Makam:
1. Edep
6. Cömertlik
2. Korku
7. İlim
3. Perhizkârlık
8. Miskinlik
4. Sabır ve kanaat 9. Marifet
5. Utanmak
10. Kendini bilmek
Hakikat’te Bulunan On Makam:
1. Toprak gibi verimli ve mütevazı olmak.
2. Yetmiş iki millete aynı gözle bakıp, hiçbir kimseyi ayıplamamak.
3. Elinden gelen iyiliği herkese esirgememek.
4. Dünyada yaratılmış bütün nesnelerin kendisinden emin olmasıdır.
5. Mülk sahibine yüzüne sürüp yüz suyunu (yaratılış sebebi olan Muhammed nurunu) bulmak.
6. Sohbette hakikat sırlarını söylemek.
7. Seyr-i sülük.
8. Sır saklamak.
9. Münacaat.
AY I N D O S Y A S I
10. Çalap Allah’a ulaşmaktır. Kavuşma bundadır.
2. Fâtiha Tefsiri: Baha Said Bey, Fuat Köprülü
ve Esad Coşan gibi araştırmacıların varlığından bahsettiği ancak bir türlü bulunamayan bu esere ait bir
nüsha Hüseyin Özcan tarafından İngiltere’de bulunarak Fatih Üniversitesi yayınlarından çıkmıştır. İçerik olarak Fatiha suresinin kelime tefsirini muhtevidir. Biz Dil ve Edebiyat Dergisi için hazırladığımız bu
çalışmada Hacı Bektaş-ı Veli’nin iyi anlaşılması inanç
ve düşüncelerini halkımıza aktarılması maksadıyla
araştırmacı Hüseyin Özcan tarafından sadeleştirilen
bu önemli eserin tamamını sunuyoruz.
FÂTİHA TEFSİRİ
(Sadeleştirilmiş, Transkribe Edilmiş Asıl Metin)
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla,
Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’adır. Salât ve
selâm onun en hayırlı yarattığı Muhammed’in (a.s.)
ve onun bütün ehlinin üzerine olsun. Bundan sonra,
âlemin, ayın on dördü gibi aydınlık ve en yüksek
mevkide olanı, insanlığın efendisi, bütün varlıklara
mucize olarak gönderilen, bütün kâinatın en büyüğü en yücesi ve ümmetinin bağışlanmasına aracı
olan ve kıyamet gününde ümmetine baş olan ve
temiz olanların en yücesi ve vefa kubbesinin ay yüzlüsü, temiz ve sofiliğin evveli ve başlangıcının en iyisi,
başı, reisi, mevcudatın bütün varlıkların en şereflisi,
âlemlerin sevinci, insanlığın en iyisi ve zamanın tamamlayıcısı
son p
peygamber,
bütün varlık âlemi içiny
yg
İlk defa merhum Prof. Dr.
Mahmud Esad Coşan tarafından
doçentlik takdim tezi olarak
hazırlanıp bilim dünyasına ve
kamuoyuna kazandırılan Makâlât
adlı eser, konuların dört kapı kırk
makam esasına göre anlatıldığı
önemli bir kitaptır. İlk nüshaları
XVII. yüzyıla ait olan bu eserin
Esad Coşan neşri esas alınarak
birçok yayımı yapılmıştır.
DİL ve EDEBİYAT
17
de en seçkin olan kendisine tesbin edilen ve yüce
hikmetlerinin ululuk sıfatına mahsus olan yüceltilmiş,
arınmış, seçilmiş olan Muhammed Mustafa, (a.s.)
Allah’ın selamı onun, ehlinin, dostlarının, eşlerinin,
soyundan gelenlerin, hidayet veren mürşitlerin ve
doğru yolu bulan halifelerin üzerine olsun.
Bundan sonra; O, (Hz. Muhammed) inci gibi.
değerli sözleriyle, şeker ağzından buyurur ki: “O
gece kendisine teşbih edilen Hak beni Mi’râc’a çağırdı. Dördüncü kat göğe yükseldiğimde, vardığımda
gür bir ses işittim. O sesin heybetinden bütün melekler yüzükoyun secdeye vardılar. Kardeşim Cebrail
Aleyhisselâma sordum:
“Ey kardeşim bu ses neyin sesidir?”
Cebrail Aleyhisselâm cevap verdi:
“Şöyle bil ki Ey Allah’ın Resulü, Yüce Allah
Cehennem’de bir kuyu yarattı ona Gayya adını verdi.
O kuyuyu bin yıl kızdırdılar, kapkara oldu. Bin yıl daha
kızdırdılar, kıpkızıl oldu. Ve (Allah) yine buyurdu, (bunun üzerine) bin yıl daha kızdırdılar, bembeyaz oldu.
Daha sonra Allah o kuyunun içinde bir yılan yarattı.
Eğer onun ağzından bir damla zehir dünya denizlerine
düşseydi, bütün denizlerin tamamını onun zehri kaplardı. O kuyuyu kızdırırlarken kuyudan bir taş koptu. O
zaman henüz Âdem Peygamber (a.s.) yaratılmamıştı.
O taş daha yeni düştü. Bu ses onun sesidir.”
Hazreti Resul (a.s.) sordu:
“Ey kardeşim Cebrail! O kuyuyu ne kadar dehşetli
tasvir ettin? Orası kimlerin yeridir? Gönlüm korktu.”
Cebrail cevap verdi:
“Hak Teâlâ kelâm-ı kadîminde Kur’ân’da onun
18
DİL ve EDEBİYAT
özelliklerini buyurdu. Kavlehû Teâlâ “fesevfe yülkavne gayyen” yani artık yakında gayy (cehennemde en
alt bölüm) ile karşılaşacaklar. Ayrıca bir yerde daha
buyurdu “kad tebeyyene’r-ruşdü mine’l-ğayy.” Yani
Doğru yol sapkınlıktan, Hak batıldan ayrılıp belli
olmuş. Ey Allah’ın Resûlu! bu kuyu Hak Teâlâ’nın
nimetlerini yiyip de dünyaya dalan beş vakit namazı
kılmayan kişilerin yeridir.”
Hazreti Resul söyledi:
“Men terake’s-salâte müteammiden fekad kefera” yani kim namazı kasten terk ederse küfre
girmiş olur. Namaz dinin direğidir, şükrüdür. Her
kim Hak Teâlâ’nın nimetlerine yese namaz kılsa
onun nimetleri artar. Nitekim başka bir yerde Yüce
Hak Kur’ân’da şöyle buyurur: “Velein şekertüm le
ezîdenneküm” yani “kim nimete şükretmezse o
nimet ondan alınır.” Bu da “velein kefertüm inne
azâbî le şedîdün” (Ama nankörlük ederseniz haberiniz olsun ki azabım pek şiddetlidir) ayetiyle buyurulmuştur. Ayrıca şöyle bil ki “Her kim namazı kılmasa
dini yoktur.”
Kendisine teşbih edilen Yüce Allah Musa Peygambere (a.s.) münâcâtı Tur dağında verdi. İbrahim
Peygambere (a.s.) münâcâtı, ateş içinde verdi. Yunus peygambere (a.s.) münâcâtı balık karnında verdi.
Yusuf peygambere (a.s.) münâcâtı kuyu içinde verdi.
Ve iki cihanın övüncü Muhammed Mustafa’ya (a.s.)
münâcâtı gökler içinde verdi. Ümmetine münâcâtı
namaz, mescitler içinde verdi. Her kim namaz kılsa
Yüce Allah ile konuşmuş gibidir, kendisinden Tanrı’ya
övgülerde sunar her kişi kim namaza girse “Allahuek-
AY I N D O S Y A S I
ber” dese yani ey Yüce Tanrı, ilâhî en büyüksün, “Ben
günah denizine düştümse sen çıkar” der. Ayrıca namaza başlayıp “eûzübillâhi” dese yani “Sen Tanrı’ya
sığındım” dese, Yüce Hak der:
“Ey kulum kimden korkarsın?”
Kul söyler:
“Mine’şeytânirracîm” yani ol sürülen şeytandan
ve devlerden.
Yine “Bismillâhı” söylese yani Allah’ın adıyla başladım. “Errahmânirrahîm” onun gibi, Allah
ki şefkatli ayrıca esirgeyici ve bağışlayıcıdır. Yine
“elhamdülillah” deyip başlayınca yani kul, “şükür
Tanrı’ya, şükür olsun” deyince Hak sorar:
“Nasıl bir Tanrı’ya şükredersin?”
Kul: -”Âlemlerin Rabbi olan âlemleri yaratan ve
besleyen Tanrı’ya şükrederim.” diye cevap verir ve
devam eder: Errahmânirrahîm yani “Ey Rabbim
bana rahmet et beni bağışla.”
Bunun üzerine yaratıcı sorar:
“Nerede rahmet edeyim ve neyi bağışlayayım?”
Kul cevap verir:
“Mâliki yevmi’d-dîn” yani ol ceza ve mükâfat
gününde yargılayıcı olacaksın o anda rahmet et ve
orada Cenneti bağışla.
Kul yine söyler:
“İyyâke na’büdü” yani; ‘sana taparız’ ve “iyyâke
nestaîne” ‘ancak senden yardım dileriz’.
Yaratıcı sorar:
“Benden nasıl bir yardım dilersin?”
Kul cevap verir:
“İhdine’s-sırâta’l-mustakîm” bizi doğru yola ulaştır. Sırâtallezîne şu kişilerin yoluna ulaştır ki en amte
aleyhim sen onların nimetlerini artırdın. Gayri’lma’dûbi aleyhim Bizi öfkelendiklerinden veladdâllîn
azgınlardan kılma, amin.
Yaratıcı buyurdu:
“Ey kulum Mü’minler için Fatiha’yi okumak Allah
ile konuşmak gibidir. Siz bir dünya beyiyle konuştuğunuz zaman sevinirsiniz. Peki o padişahlar padişahıyla konuşmak sizi niçin sevindirmez? Neden ibadet
ve kullukla meşgul olmuyorsunuz?”
Ayrıca bilin ki Elhamdülillah Suresi yedi ayettir.
Kim ki bu yedi ayeti okusa Hak Tealâ onu yedi cehennemden azat eylesin. Ayrıca şu şekilde rivayet
ederler ki: Hak Teala tarafından Hazreti Resulullah’a
(a.s.) Fatiha Suresi indiğinde lanetlenmiş İblis yas
AY I N D O S Y A S I
tuttu ve çok ağladı. Şeytana tâbi olanlar, askerleri
başına toplanıp niçin ağladığını sordular.
Şeytan onlara şu şekilde cevap verdi:
“Daha ne olsun. Bugün Muhammed’e Fatiha Suresi indi. Muhammed ümmeti bu sureyi okuduğunda
Cennet’e gireceklerdir artık ben onlara güç yetiremem onları azdıramam, diye ağlıyorum.”
Ey Mü’minler size müjde olsun ki bir kimse doğruluk ve samimiyetle iman etse, peygamberi hak
bilse, namaz kılsa, Hak Teâlâ cehennem ile onun
arasında yetmişbin rahmet perdesi koyar. Her perdenin aralığı yetmiş bin yıllık yol olmuştur.
Bir hikâyede şöyle rivayet edilir:
Rum Kayseri Muaviye’ye mektup göndererek sorar:
“Kur’ân’da hangi surede yedi harf yoktur?”
Muaviye aciz kalır. Hz. Ali’nin huzuruna gelir ve sorar:
“Ey Ali, Kur’ân’da kendisinde yedi harf olmayan
hangi suredir?”
Hz. Ali söyler:
“Elhamdülillah Suresi’dir. Evvel se’dir. Cehennemin bir adı Sübûr’dur. Elhamdü Suresi’ni okuyan
Sübûr’dan âzâd olur. İkinci cim’dir. Cehennem adına
işaret eder. Elhamdü Suresini okuyan cehenneme girmesin. Üçüncü hı’dır. Cehennemin bir adı Hâviye’dir.
Elhamdü Suresini okuyan Hâviye’ye girmesin. Dördüncü zı’dır. Cehennemin bir adı Zakkum’dur. Elhamdü Suresini okuyan Zakkum’a girmesin. Beşinci
şın’dır. Cehennemin bir adı Şirktir. Elhamdü Suresi’ni
okuyan Şirk’e girmesin. Altıncı zî’dır. Cehennemin
DİL ve EDEBİYAT
19
bir adı Lezzâ’dır. Fatiha Suresi’ni okuyan Lazzâ’ya
girmesin. Yedinci fe’dir. Cehennemin bir adı Firaktır. Elhamdü Suresini okuyan Firâk’a girmesin. Yüce
Allah’ın izniyle daima rahata ulaşsın.”
Hikâye: Enes bin Malik şöyle rivayet eder; Hazreti Resûlullah Aleyhisselâma “Fâtiha’nın sevabı ne
kadardır?” diye sordum.
Resul buyurdu:
“Ey Enes, ben Cebrail’e sordum, Cebrâîl, Mikâîl’e
sordu. Mikâil, İsrafil’e sordu. İsrafil, Levh’e sordu.
Levh kaleme sordu. Kalem cevap verdi:
“Ey Levh, Hak Teâlâ yeryüzünü yarattıktan sonra
nida geldi”: “Yaz ey kalem!”
Ben cevap verdim: “İlâhî, ne yazayım?”
Nida geldi:
“Elhamdü Suresini yaz. Rabb’il âlemîn’i yazdığımda bundan bir nur sıçradı arşa dokundu. Arş iki
parça oldu. Bir parçasından bütün melekleri yarattı
diğer parçasından sekiz cenneti yarattı. Yine nida
geldi:
“Yaz ey kalem!”
Ben sordum: “İlahi neyi yazayım?”
Nida geldi:
“Errahmânirrahîm”i yaz!”
Yazdım. Benden bir nur sıçradı arşa dokundu.
Rahmet denizini bundan yarattı. Mü’minlerin canıyle ilgili bir nida geldi.
“Yaz ey kalem!”
Ben sordum: “- Ey Rabbim ne yazayım?”
Nida geldi:
Baha Said Bey, Fuat Köprülü ve
Esad Coşan gibi araştırmacıların
varlığından bahsettiği ancak
bir türlü bulunamayan Fatiha
Tefsiri’ne ait bir nüsha Hüseyin
Özcan tarafından İngiltere’de
bulunarak Fatih Üniversitesi
yayınlarından çıkmıştır. İçerik
olarak Fatiha suresinin kelime
tefsirini muhtevidir.
20
DİL ve EDEBİYAT
“Mâlikiyevmiddîn”i yaz!”
Yazdım. Benden bir nur sıçradı. Arşa dokundu.
Bundan, kâfirlere hak ettikleri karşılığı vermek için
adalet denizini yarattı.
Yine nida geldi:
“Yaz ey kalem!”
Ben: “Ne yazayım?” diye sordum:
“İyyâke na’büdü ve iyyâke nestaîn’i yaz!”
Yazdım, bundan bir nur sıçradı. Arşa dokundu.
Tevhid denizini ondan yarattı.
Yine nida geldi:
“Yaz ey kalem!”
“Ne yazayım?” diye sordum:
“İhdine’s’sırâtal-müstakîm’i yaz!” diye nida geldi. Yazdım benden bir nur sıçradı. Arşa dokundu
“şarâban tahûr”ı ondan yarattı. Yine nida geldi:
“Yaz ey kalem!”
Ben “Ne yazayım” diye sordum:
“Sırâtallezîne enamte aleyhim’i yaz!” diye hitap
geldi. Sonra yazdım. Bundan bir nur sıçradı. Arşa
dokundu. Rızk ondan yaratıldı. On sekiz bin âlem
halkına rızk vermek için yine nida geldi:
“Yaz ey kalem!”
Ben: “Ne yazayım?”diye sordum:
“Gayri’l-mağdûbi aleyhim yaz!” diye nida geldi.
Sonra yazdım bundan zulmet sıçradı. Bin yıl havada
asılı kaldı. Sonra tekrar indi. Kıyamet günü ondan
yaratıldı. Yine nida geldi:
“Yaz ey kalem!”
Ben: - “Ya Rabbi ne yazayım?” dedim.
Yüce hitabından:
“Veladdâllîn yaz!” işitildi. Sonra yazdım. Bundan
bir parça ateş sıçradı. Bin yıl havada asılı durdu. Sonra tekrar indi. Cehennem ondan yaratıldı.
Hak Teâlâ altı nesneyi dost tuttu. Önce el yıkamayı, ‘(abdest almayı) böyle yaparsa elini neye sürse
bereketlenir.
İkinci sabır kılmayı dost tuttu. Nitekim Kur’ân’da
Âl-i İmran Suresi 146. ayetin sonunda buyurmuştur:
“innAllahe yühıbbu’s-sâbirîn” - Allah yolunda, kendilerine isabet eden şeyler (elem ve sıkıntılar) sebebiyle gevşemediler, zayıflık göstermediler ve boyun da
eğmediler. Allah, sabredenleri sever.
Üçüncü, sünnet ve fârîzayı işleyeni dost edindi,
cenneti onlara bağışladı, onları cennete atıverdi.
Dördüncü, tevekkül etmeyi dost edindi. Cümle
AY I N D O S Y A S I
işi bitirmek için bu yol oldu, delili Kur’ân’da “Ve men
yetevekkel ale’llâhi fehüve hasbühü” Allah’a dayanıp
güvenene Allah kâfidir. - (Talâk,65/3)
Beşinci, şükür kılanı dost edindi. Ni’met artığını
ona verdi. Delili Kur’an da “le in şekertüm le ezidenneküm” Eğer şükrederseniz ben nimetlerimi
daha da arttırırım.
Ve dahi bil ki Fatiha’nın, Elhamdü’nün on adı
vardır. Evvel, Fâtihatü’l-Kitâp’dır. İkinci, Ümmü’lKur’ân’dır. Üçüncü, Seb’al-Mesâni’dir. Dördüncü
Suretü’ş-Şifâ’dır. Beşinci Esâ-su’l-Kur’ân’dır. Altıncı
Temmetü’s-Salât’tır. Yedinci Suretü’l-Kenz’dir. Sekizinci Sûretü’l-Medine’dir. Dokuzuncu Nûr’dur.
Onuncu El-hamdü Suresi’dir. Ayrıca bu on adın her
birinde bir rahmet bir hikmet vardır. Evvel kalem
Levh-i Mahfuz yazdı, Rasûlullah da evvel Fatiha yazdı Hazreti Resulullah aleyhi veselleme önce Fatiha
nazil oldu. Namazda okudu onun için Fâtihatü’lKitâp derler. İkinci Seb’al-Mesânî diye isimlendirilmesinin sebebi şudur ki her rekâtta bir kere okunur
ve yedi ayettir. Hazreti Resulullah Aleyhi vesellem
buyurur:
-“Hak Teâlâ bana hiç bir peygambere vermediği
iki nûr verdi. Bunların ilki Fatiha Suresi, ikincisi Bakara Suresi’dir.”
(Allah) o kadar Kur’ân (sureleri) gönderdi hiç
karşılık istemedi. Fatiha Suresi gediğinde karşılık istedi. Nitekim Kur’ân’da buyurur: “Velekad âtaynâke
seb’an mine’l-mesânî ve’l-Kur’âne’l-azîm” Levh-i
Mahfuz (Allah’ın takdir ettiği olmuş olacak bütün şeylerin üzerinde yazılı bulunduğu Levha)da “Sûretü’nNâs” derler. Bunun anlamı şudur ki: Göklerin esası
“Beytü’l-Mâmûr”dur. Yerlerdeki esas Kâbe’dir. Cehennemin esası hâviyedir. Uçmak’ın esası cennet-
AY I N D O S Y A S I
Hacı Bektaş-ı Veli,
Velâyetnâme’den anlaşıldığı
kadarıyla Sulucakarahöyük’te bir
Türkmen şeyhi olarak bir yandan
kendi cemaati içinde mürşitlik
görevini sürdürürken bir yandan
da bugünkü Ürgüp yöresindeki
Hristiyanlarla sıkı ilişkiler
geliştirip onların ihtidasına zemin
hazırlamıştır.
kitapların
esası Kur’ândır.
ller, bahçelerdir.
b h l di Ve
V bütün
b
ki l
K ’ d
Kur’ân’ın esası Fatiha’dır.
Hazreti Resulullah (selam onun üzerine olsun)
buyurur:
“Hak Teâlâ Tevrat, İncil ve Zebur’da her ne anlattıysa tamamı Kur’ân’dadır. Kim Fâtihâ’yı doğru
ve samimiyetle okursa İncil’i, Zebur’u, Tevrat’ı ve
Kur’ân’ı okumuş gibi sevap bulur.”
“Elhamdü” beş harftir. Namaz beş vakittir. Kim
bu beş harfi okursa namazda kusuru olsa bu beş harf
hürmetine Hak Teâlâ onu af eyleye. Allah üç harftir.
Üçü beşe ekle, sekiz harf olur. Kim bu sekiz harfi
okusa Yüce Allah sekiz cennet kapısını ona açıverir.
“Rabbi’l-âlemîn” on harftir. On harfi sekize katsan on sekiz olur. Hak Teâlâ on sekiz bin âlemi yarattı. Her kim bu on sekiz harfi okursa on sekiz bin
âlem halkı kadar sevap verir.
“Errahmânirrahîm” on iki harftir. On sekiz ilave
DİL ve EDEBİYAT
21
edin. Otuz harf olur. Sırat Köprüsü otuz bin yıllık
yoldur. Her kim bu otuz harfi okusa Sırat’ı yıldırım
gibi geçer.
“Mâliki yevmi’ddîn” on iki harftir. Otuza on iki
ilave etsen kırk iki harf olur. Kim bu kırk iki harfi
okursa kırk iki yıl Hak Teâlâ’ya ibadet etmişcesine
sevap bulur.
“İyyâke na’büdü” sekiz harftir. Kırk ikiye eklesen elli harf olur. Kıyamet günü elli bin yıllık yoldur.
Nitekim Yüce Allah Kur’ân’da buyurur: “Ve alâ fî
yevmin kâne mikdâruhû hamsine elfe senetin” (Melekler ve Ruh onun arşına miktarı elli bin sene olan
bir günde yükselirler) her kim bu elli harfi okusa Hak
Teâlâ onu Kıyamet işlerinden korusun. Ona gölge
versin.
“Ve iyyâke nestaînü” on bir harftir. Elliye eklesen
altmış bir harf olur. Teşbih edilen Yüce Allah, altmış
deniz yarattı. Bu altmış bir harfi okusa o denizlerin
damlası kadar sevap bulur.
“İhdine’s-sırâta’l-mustakîm” on dokuz harftir.
Altmış bire eklesen seksen harf olur. Her kim bu
seksen harfi okusa seksen yıl oruç tutmuş gibi, geceler boyunca ibadet yapmış gibi sevap bulur.
“Sırâtallezîne en amte aleyhim” on dokuz harftir. Hak Teâlâ’nın doksan dokuz adı vardır. Her kim
bu doksan dokuz harfi okursa Hak Teâlâ’nın doksan dokuz isimlerini zikretmiş gibi sevap bulur. Yani
şüphesiz cennet ehlidir.
“Gayri’l mağdûbi aleyhim” on beş harftir. Doksan
22
DİL ve EDEBİYAT
dokuza katsan yüz on dört harf olur. Kur’ân dahi yüz
on dört suredir. Her kim bu yüz on dört harfi okusa
Kur’ân’ın tamamını okumuş gibi sevap bulur.
“Veladdâllîn” on harftir. Yüz on dörde eklesen,
yüz yirmi dört olur. Hak Teâlâ’nın yüz yirmi dört
bin peygamberi vardır. Her kim bu on harfi okusa,
yüz yirmi dört bin civarında peygamber yaratmıştır.
Her kim Fatiha Sûresi’nin tamamını düzgünce
okursa önceki peygamberlerin mükâfatı kadar sevap bulacaktır. İnşaallahu Teâlâ. İlâhî, sen bizleri bu
sevaplardan mahrum eyleme! Bu metni yazanı, bu
metni okuyanı ve bütün Müslümanları da mahrum eyleme. Yâ ilâhî yâ pâdişâhlar pâdişâhı, âlemlerin Rabbi
olan Allah’ım, Nebi’nin hürmeti için rahmetinden bizleri esirgeme.
3. Besmele Tefsiri (Şerh-i Besmele): Besmele
okumanın faziletlerinin anlatıldığı bu eser de Diyanetin adı geçen projesinde birinci kitap olarak Hamiye Duran tarafından hazırlanarak yayımlanmıştır.
Değerli araştırmacı Hamiye Duran’ın hazırladığı bu
Besmele Tefsirinin tam metnini yer darlığı sebebiyle
veremiyoruz. Ancak bir kısmını dahi neşretmek Pîr
hakkında bizi yeteri kadar aydınlatmaya kâfidir. İşte
Besmele Tefsirinden bir bölüm:
BESMELE TEFSİRİ
Bu kitab, Hacı Bektaş-ı Veli’nin Makâlâtı ile birlikte Besmele Tefsîridir
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (başlar)
AY I N D O S Y A S I
ve O’ndan yardım dileriz ki sayısız şükür ve hamd
O pâdişâhlar pâdişâhına olsun. O’nu bilmekte akıllıların aklı ve hâkimlerin hikmeti şaşkındır.
Fikir sâhiplerinin fikri O’nun yüceliğini anlamakta
perişandır.
Dua, selam, övgü ve salavat kendisine kitap
gönderilenlerin en büyüğü, peygamberlerin başı
ve sözünde duranların efendisi Muhammedü’lMustafâ’ya olsun ki (Allah’ın selâmı üzerine olsun),
günahkârların şefaatçisidir.
Sonra ben za’if bu kitabı yazdım. Ahiret ve din
yolunu başarmaya yardım olması için gerekli gördüğümden şeriat hükümlerinin sırlarından bir parça
açıkladım, anlattım.
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla
“Bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm” sözünün yorumunu
Türkçe olarak açıkladım ki düşünenler çeşit çeşit
faydalar bulup ben za’îfi hayırla ansınlar. Allah isterse olur.
Allahu Te’ala Miraç Gecesi Muhammed
Mustafa’ya “Eğer her işte yardımımın seninle olmasını istiyorsan, keremimi, lütfumu ve ism-i azamımı
bildiren adım her an dilinde olsun” diye hitap etti.
Resul, “ilâhi ism-i azâmın hangisidir? Lütfunu bildiren adın hangisidir? Hiçbir zaman onlardan ayrılmamam için onları bana bildir” dedi.
Tanrı Ta’ala “Ey Muhammed, ism-i azamım
Allah’tır. Keremimi bildiren adım Rahmân’dır. Lütfumu bildiren adım Rahîm’dir. Eğer her durumda
“Bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm” dersen ben keremim ve lütfum ile senin bekçin olurum” dedi.
Resul, “ilahî bu lütuf ve kerem yalnız bana mı?
Yoksa asilere de bu sofradan nasip var mı?”dedi.
Tanrı Te’alâ “Ey cömert peygamber, ben senin ümmetini senden bin kat fazla severim. Çünkü,
Lâilâhe illAllah Muhammedun Rasulullâh, derken
önce benim adımı sonra senin adını söylerler. Her
ibâdette önce farzı, sonra senin sünnetini yaparlar.
Senin ümmetin benim kullarımdır. Sen onlara şefaat
edersen ben lütufta bulunurum. Şimdi onlar benim
kudretimin ve büyüklüğümün hakkı için Bismi’llâhi’rrahmâni’r-rahîm derlerse; ben her işlerinde onlara
kendilerinden daha yakın olayım. Allah’lığımla onların dünyâda ayıplarını örteyim. Rahman’lığımla
ahirette diğer insanlar arasında rezil etmeyeyim,
Rahîm’liğimle işledikleri günahları, sevaplarla (iyilikAY I N D O S Y A S I
lere) değiştireyim”, dedi. Nitekim
Tanrı Te’alâ, Kelâm-i Mecîd içinde “Allah onların
kötülüklerini, iyiliklere çevirir.”1 buyurur.
LATİFE: Tanrı Te’alâ “Ey Müminler, kâfirler
taptıklarına el-Lât derler. Bunaldıkları zaman el-Lât
diye seslenirler. Ama fayda bulamazlar. Senin taptığın Allah’tır. Sen de bunaldığın zaman Allah diye
seslenir ve fayda bulamazsan, Allah diyen ile el-Lât
diyen arasında ne fark olur. Kâfirler, el-Lât der, sen
Allah de. Allah dediğin zaman ben lebbeyk diyeyim. Dünyada ve ahirette ne ihtiyacın varsa vereyim
(kabul edeyim). Kâfirler mahrum olsun, sen isteğine
ulaş”, der.
SONRA Tanrı Te’âlâ “Ey Muhammed benim
ism-i azamım Allah’tır. Allah’tan başka ne kadar
adım varsa hepsi sıfattır. Nitekim Mü’minler içinde
Hâlik denilince yaratıcılığım bilinir.
Rahîm denilince Mü’minler hakkındaki şefkatimin çokluğu bilinir. Allah deyince Tanrılığım bilinir.
DİL ve EDEBİYAT
23
Rahman desinler ümmetini cehennemden kurtarayım. Rahîm desinler cenneti onlara makam olarak
vereyim. Allah desinler perdeyi kaldırayım, onlara yüzümü göstereyim”, der. Sonra ey korkanlar,
Rahmân deyin korktuğunuzdan emin kılayım. Ey
umucular (ümit edenler), Rahîm deyin umduğunuza erdireyim. Ey âşıklar, Allah deyin araya kimse
girmeden sevenler sevdiklerine kavuşsun.
Sonra ey sabıklar, Allah deyin. Ey gayesi olanlar
Rahman deyin. Ey zalimler Rahîm deyin. Sabık, Muhammed ümmetinden bazı kullardır ki, ne dünyaya
baktılar, ne cennete itibar ettiler, ne de büyük ve
kıymetli işler için bir şeye baktılar. İbadetten maksatları yalnızca Hak buyruğunu yerine getirmekti.
Bütün bunlar Allah adının heybetini tahmin ettirir
ki, Allah mutlak zenginlik sahibi bir padişahtır. Allah’ı
zikr edenlerin zikirleri, ibadet ve itaat edenlerin ibadetleri, O’nun gücü karşısında hiç bir şeydir. Bu duruma geldiklerinde tevâzu makamına dönerler ve
hakikati bilip bu makamdan görüşler beyan edecek
hâle gelirler (fenadan bekaya geçerler). O Resuller
serveri bu makam için “ Ey Allah’ım biz sana layık
olduğun şekilde ibadet edemedik. Asıl bilinmek gerektiği şekliyle bilemedik. Seni tesbih ederiz”,2 der.
Bu sözün manası şudur:
“Ey itaat edenlerin ibadetine ihtiyacı olmayan
Tanrı, ey ibadet edenlerin ibadetine muhtaç olmaktan uzak Tanrı, bizim bildiklerimizin ya da kulluğumuzun senin katında ne kıymeti var.”
Eyüp peygamber (a.s.) sabır makamına çıktığında, sabredenlerin sabrının O’nun yüceliği karşısında
hiç bir kıymeti olmadığını gördü ve şikâyet ateşini
Sabır ormanına salıverdi. Sabır evini yıktı. Müflislik
(Allah’ın kudreti yanında kendinin hiçbir gücünün
olmadığını idrak) makamına geldi. “Başıma bu dert
geldi, sen merhametlilerin en merhametlisisin”3 diyerek müflisliğini kabul etti. Artık sabıklar, Allah adını zikr ederek kendilerine hiçbir şey olmayacağını
zannederlerdi. Bu da onların kibrini arttırırdı. Oysa
bu makam, mukarreblerin temizlediği, yok ettiği bir
makamdır. Tevazuluk makamı eminlik ve rahatlık
makamıdır. Allah kavuşturur.
Muktesit, Muhammed ümmetinden bir kavimdir ki
bunlar ömürlerini zarif olmayan ve yanlış olan işlerde
geçirdiler. Gözlerinin nuru kalmadığı, kara sakallarının
ağardığı vakit Hak dergâhına geldiler. (O vakit) melek24
DİL ve EDEBİYAT
ler “Ey utanmazlar, yaratılmışlar içinde değeriniz kalmadığı vakit Hak dergâhına geldiniz”, derler.
Tanrı Te’alâ; “Ey meleklerim siz benim Rahman
adımı duymadınız mı ki kullarıma böyle dersiniz”, der.
Tanrı Te’alâ; (sonra kullarına) “Ey kullarım, (taptığınız) mahluk sizi kovdu ise ben davet ederim.
Bunlar artırdıysa ben kabul ederim. Bunlar sizden
yüz döndürdüyse ben size rahmet ederim. Madem
ölmeden önce geldiniz, hoş geldiniz”, der.
HİKÂYE: Harun er-Reşid zamanında bir bedevî
Arap vardı. Hiç hıyar yetiştiğini görmemişti. Bir yerde birkaç tane hıyar tohumu buldu, onu bir yere
dikti. Kuyu suyu ile suladı. Birkaç acı hıyar oldu. Akıllıları topladı (onlara) danıştı. Onlar “Bu görülmedik
bir yemiştir. Bunu halifeye götür. Bunun değerini
ancak o verir” dediler.
Zavallı Arap, bir zaman sonra hıyarı Halifeye
getirdi. Kapıdaki zinciri çaldı. (Hizmetliler) Arap’ı
halifeye getirdiler.
AY I N D O S Y A S I
(Arap) Halifenin yüzünü görünce o buruşmuş acı
hıyarları Halifenin dizine koydu. Halife hıyarlara baktı.
Sonra heybetle (öfkeyle) hizmetlilerine baktı. Onun
bu bakışıyla hepsi sessizce yerlerinde durdular.
Halife Arap’a “Bize ne kadar garip (bilinmedik)
yemiş getirdin. Bunun şükranesini bir defada sana
veremeyiz. Birkaç kez gel ve değerini al.” dedi. Dört
acı hıyar için yüz bin akçe verdi. Arap gitti.
Halife vezirlerine “Benim işime hayret ettiniz,
değil mi?”dedi.
Onlar “Evet hayret ettik.”dediler.
Halife “O miskin Arap’ın hayatı kırda geçmiş, hiç
hıyar görmemiş. Hıyarı görünce bizim de kendisi gibi,
hıyarı görmediğimizi sandı. O kıymetli nesneyi bize
layık gördü”, dedi. “Size heybetle bakmamın sebebi
onu utandırmamanız içindi. Biz kendi bilgilerimizi bıraktık, onun bilgisiyle bir olduk, İnşallah herkesin iyiliklerinin yazıldığı defterden biz de mahrum olmayız.
Emsalsiz Padişah olan Hz. Rahman ile asinin
hikâyesi, o Arap’ın hikâyesine benzer.
(Onlar da) ömürlerini her nerde geçirdilerse geçirdiler. Sonunda bir “tövbe” hıyarının tohumu onların eline geçti. Onu pişmanlık yerine ektiler. Göz
yaşıyla suladılar. Utanmadan o işe yaramaz tövbelerini iyi bir meta sanıp O emsalsiz Tanrı’ya getirdiler.
Tanrı Te’alâ Meleklerine; “Bu masum tespih tehlil bahçelerinin bizim ızz u ceberûtumuz (gücümüz,
kudretliliğimiz ve büyüklüğümüz) katında kıymeti
yok. Asi (insanların) bunca hırs arasından çıkan acı
hıyarının ne kıymeti vardır. Sakın onları utandırıp,
ibadetlerinin kıymetsizliğini bildirmeyesiniz. Çünkü
benim adım Rahmân’dır. O miskin asi onu bizim şahsımıza layık sanıp getirdi. Biz kendi bildiğimizi bırakıp
onun dileğiyle bir olalım. Rahmanlığımızla o rahmetsizi (asiyi) rahmet kadehiyle öyle kandıralım ki bütün
âlem bizim Rahmân Tanrılığımızı bilsin”, dedi.
Zâlim, Muhammed ümmetinden bir kavimdir
ki, bütün ömürlerini boş yere geçirdiler; ölüm vakti
geldiğinde elleri boş Tanrı’nın huzuruna vardılar.
Tanrı Te’âlâ: “Ey küstahlar, nenize güvenip bu
kadar küstahlık ettiniz?”, dedi.
Onlar; “Ey ilahımız ve efendimiz, Kitabımızın
unvanı bizi aldattı. Bize verdiğin (gönderdiğin) kitabında ilk önce rahmetinin çokluğunu bildirdin. Biz
de o kerem ve o rahmete aldandık. Bu küstahlıkları
yaptık”, dediler.
AY I N D O S Y A S I
Diyanet İşleri Başkanlığının çok
isabetli bir kararla uygulamaya
soktuğu Alevi Bektaşi Klasikleri
Projesi’nden kısaca bahsetmek
gerekirse bu proje kapsamında
ilkin on yedi adet Alevi-Bektaşi
klasik eseri tıpkı basım,
transliterasyon ve sadeleştirme
hâlinde basılacaktır.
Tanrı Te’âlâ; “Herkese bir sebep ile rahmet
ederim, sana sebepsiz rahmet edeyim ki Rahîmliğim
bilinsin”, dedi.
HİKÂYE: Sultan Mahmud bir gün bahçesinde
oturmuş, hizmetlilerine cömert bir şekilde altın
ve inci dağıtıyordu. Yoldan geçen bir uğru (hırsız),
bahçe kapısının aralığından içeri baktı, sultanın açık
gönlünü, cömertliğini gördü. Gönlünden şöyle geçti. Eğer ben böyle cömert bir padişahın malını çalarsam, o da duyarsa görünen o ki hiçbir şey demez.
Bir gün fırsat buldu. Sultanın atının boynundan
otuz bin kızıllık (otuz bin altın değerindeki) gerdanlığını çaldı. Sultan çok kızdı, bağırdı. Cellatlara buyurdu. Kolcular tuttular, yollar saf saf bağlandı. Uğruyu
hemen tanıyıp yakaladılar, bağladılar, sürükleyerek
sultanın huzuruna getirdiler. Çaresiz uğru, padişahın
hışım ve siyasetini görünce ağladı. Ağlayınca, Sultan “Sorun o kötü talihli adama niçin ağlıyor?”dedi.
Sordular. Uğru; “Filan gün bahçe kapısından baktım,
sultanın güleç yüzünü ve keremini gördüm ve onun
bu hâline aldandım. Eğer sultanın bu kadar hiddetli
olduğunu bilseydim, o gerdanlığın yakınından bile
geçmezdim”, dedi.
Sultan emretti. O uğrunun elini çözdüler. Hamama götürdüler. Sultanın elbiselerinden bir bohça getirdiler. Bu uğruya giydirdiler. Sultan o tazısını
(atını) gerdanlığıyla ona bağışladı ve “onu, şehirde
gezdirin ve bağırın ki bu kişi sultanın keremine inanıp küstahlık etmiştir”, diye buyurdu.
O padişahlar padişahı, kitabının başında asileri
düşündü. Bir köye birkaç rekat namazından dolayı
rahmet eder. Bir köyün bir kez “ Lâilâhe illAllah”
DİL ve EDEBİYAT
25
XIV. yüzyılın ilk çeyreğinden sonra
Hacı Bektaş-ı Veli Tekkesi’nin
şeyhi olan Abdal Mûsâ,
beraberindeki bir kısım Haydarî
dervişiyle birlikte yeni kurulmakta
olan Osmanlı Beyliği topraklarına
gitmiş, orada Orhan Gazi’nin
hizmetine girerek fetihlere katılmış
ve başarılı olmuş, birlikte savaştığı
Osmanlı gazilerine Hacı Bektaş-ı
Veli’nin menkıbelerini anlatarak
onu tanıtmıştır
dediği için seksen yıllık günahını bağışlar. Onları
utandırmaz. Bir köye, dört yüz beğ tanrılık davası
güttükten sonra (bile) (onlara) peygamber göndermiş ve “Benim düşmanıma kötü konuşmayın,
yumuşak konuşun, o kulluğunu unutsa (bile) ben
Tanrılığımı unutmam”, dedi.
“Biz sana yeterince terbiyesizlik yaptık. Biz senin
nimetlerini yedik. Şimdi ise kocadık, ölüm zamanı
geldi, dersen, bir kez kulunum demek senden, dört
yüz yıllık ömründe işlediğin günahları yüzüne vurmamak benden”, dedi. “Ben keremini gördükten
sonra ne kadar edepsizlik yaptımsa, bu kerem yüzünden yaptım”, dedi.
Kıyamet günü olduğu zaman, Tanrı’nın tecelli eden
kahrını gören çaresiz asiler, zebaniler başlarına üşüşüp
Cehenneme sürüklenirken ağlayarak feryat ederler.
Tanrı Te’alâ; “Sorun bu asilere ki o edepsizlikleri
nelerine güvenip yaptılar. Şimdi de feryat edip ağlıyorlar”, der. Asilere sorduklarında onlar; “Kitabının
başında er-Rahmâni’r-Rahîm’i gördük, düşmanlar
hakkındaki iyilik ve bağışı gördük. Eğer O’nun bu
kadar öfkeli olduğunu ve bu kadar ağır bir cezaya
uğrayacağımızı bilseydik, acaba kötülük eşiğini geçer
miydik?” dediler.
Tanrı Te’alâ; “Ey azap melekleri kulumdan uzaklaşın.
Ey rahmet melekleri kuluma yetmiş kat hülle giydirin.
Arasat içinde gezdirin. Bu o kişidir ki benim rahmetime
inanmış, Rahmânlığıma inanmış, küstahlık etmiştir.” der.
26
DİL ve EDEBİYAT
Ey dünyada Rahman ve ey ahirette (inananlar
için) Rahim olan (Tanrı); yani ey dünyada Rahmân
Tanrı, hem Mümin hem kâfir hem canlı canavara,
her türlü iyilik ve bağışların erişir. Kâfir, gece gündüz
küfreder. Hakk Sübhânehû ve Te’âlâ ona rızk, sağlık,
uyku verir. Onu uyutur, kendi uyumaz onları bekler.
Ama Kıyamet günü olduğunda sonsuz rahmet denizlerini Müminlere has kılar, kafirlere haram kılar.
Resul aleyhi’s-selâm buyurur, “Miraç Gecesi,
dünya hesabınca altı yüz bin yıllık yol kadar yukarı
çıktım. Bin kez bin deniz gördüm. “İlâhî bu denizler
ne denizleridir?” diye sordum.
Tanrı Te’âlâ ; “Ya Muhammed, o denizler benim
rahmetimin denizleridir. Her bir denizin büyüklüğü bu dünyanın yetmiş bin katıdır. Doğudan batıya kadar bu denizlerden gönderdim. Müslüman’a
ve kâfire verilen hoşluk, iyilik, gül, reyhan, nimet
ve rahatlık hep o denizlerin dalgalarındandır. Yarın Kıyâmet günü geldiğinde, bu gördüğün denizleri bir anda senin ümmetinin üzerine saçayım ki
Mü’minlerin tamamı rahmete gark olsunlar”, dedi.
Sonra ruhlar Elest meclisinde Hak’tan hasekilik
istediler.
Hak Te’âlâ, onlara; “Ben sizi yurdunuzdan ayı-
AY I N D O S Y A S I
rıp garipliğe (başka bir yere) gönderiyorum. O
yerde (dünya) iken oraya gönül verip yurdunuzu
unutmazsanız, benim nûrumun sevgisini bekleyip,
benim nûrumun yerine dünyayı tercih etmezseniz, Rahmetimin çokluğundan size tattırdığım gibi
Rahîmliğim ve Halîmliğim sofrasından sizi doyurayım. Ne kadar çok suçunuz olsa da onları bağışlarım yeter ki benim üstüme başka bir nesne tercih
etmeyesiniz. Her kim bizim huzurumuzda hasekilik dilerse, dünyadan yüz çevirsin, yüzünü Ahiret’e
döndürsün. Kendisinden yana kulluğunu artırsın biz
de onu haseki edinelim. Ona türlü türlü hil’atler giydirelim, perdeyi kaldırıp cemalimizi gösterelim. Her
bakıştığında biz onu görelim o bizi görsün.”dedi
4. Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniye: Bu eser
Farsça olup Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi tarafından yayımlanmıştır.
Dini ahlaki meseleleri soru-cevap şeklinde işlemiştir.
Yayımlanmış bu dört çalışmadan başka Hacı
Bektaş’a Şathiyye, Nasihat ve Vasiyet, Üssü’l-hakîka,
Kitâbu’l-fevâid ve Kırk Hadis adıyla da birkaç eser
nispet edilmektedir.
Hacı Bektaş Velâyetnâmesi :
Anadolu’da XI. ve XIII. yüzyıllar arasında kuvvetlenen tasavvuf cereyanı ile birlikte, tarikatların kendi
pirleri etrafında meydana gelen, ayin, erkân, giyim tarzı,
zikir, dua ve olağanüstülükleri içine olan menakıp kitapları teşekkül etmiştir. Bu eserleri içerisinde en önemlilerinden biri de Hacı Bektaş-ı Veli velâyetnâmesidir.
Bu eser Hacı Bektaş-ı Veli’nin hayatı, erkânı, kerametleri ve yolu üzerinde müritleri tarafından bir araya getirilmiş menkabelerin toplamıdır. Dinî-Tasavvufi Türk
Edebiyatında yer alan menâkebnamelerin en yaygın
olanlarından birisidir. İş bu mühim eseri günümüz
Türkçesine aktararak herkesin okuyup anlayacağı bir
metin haline getiren Hamiye Duran Türk Kültür ve
Edebiyatına hizmet etmiştir.
Diğer tarikat çevrelerinde meydana getirilen benzeri menâkıbnâmelerden farklı olarak
Bektaşî geleneğinde daha çok vilâyetnâme veya
velâyetnâme diye adlandırılan ve hemen hepsi
Bektaşîliğin ortaya çıktığı XV. yüzyılın son çeyreğiyie
XVI. yüzyıl başları arasında yazıya geçirilmiş bulunan
bir seri Bektaşî menâkıbnamesinin en tanınmışıdır.
Bu tanınmışlık, ilk planda tarikatın piri Hacı Bektaş-ı
Veli’nin hayatına hasredilmiş olmasından ve bu seAY I N D O S Y A S I
beple de bir çeşit kutsallık kazanarak, çok okunmasından ileri gelmektedir. Diğer velâyetnâmeler
içinde en fazla yazma nüshası bulunanı ve bazen
yalnızca Velâyetnâme adıyla kastedileni de bu eserdir. Hacı Bektaş Velâyetnâmesi’nin (Velâyetnâme-i
Hacı Bektaş-ı Veli, Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektaş-ı
Veli) Türkiye’de ve Türkiye dışındaki bazı önemli
kütüphanelerde değişik zamanlarda istinsah edilmiş
nüshaları bulunduğu gibi Anadolu’dan Balkanlar’a
kadar Bektaşiliğin yayıldığı alanlarda hususi ellerde
de birçok nüshası vardır. Ancak bunların içinde
yazarının kaleminden çıkmış veya yazıldığı döneme ait (1481-XVI. yüzyıl başları) bir nüshaya henüz rastlanmamıştır. Eser dikkatle incelendiğinde,
kökü Orta Asya’da Ahmed Yesevî dönemine kadar
uzanan şifahî rivayetlerin yanı sıra, çoğu günümüze ulaşmayan Menâkıb-ı Hâce, Ahmed-i Yesevî,
Menâkıb-ı Lokmân-ı Perende, Menâkıb-ı Seyyid
Mahmûd-ı Hayrânî gibi bazı menâkıb mecmualarının da kaynak olarak kullanıldığı, yazarın sözü edilen
şifahi menkıbe ve rivayetleri çok iyi tanıyan bir çevreye mensup olduğu anlaşılır. Velâyetnâme, Hacı
Bektaş’ın İmam Ali er-Rıza’nın soyundan bir seyyid
ailesinin oğlu olarak dünyaya gelişini, Horasan’daki
çocukluk ve tahsil devresini, Ahmed Yesevî’ye intisabını, onun yanındaki hayatını, Anadolu’ya gönderilişini anlatarak başlar. Daha sonra hacca gidişi,
DİL ve EDEBİYAT
27
oradan dönüşte Sulucakarahöyük köyüne (bugünkü Hacıbektaş kazası) yerleşerek burada dergâhını
kurmasını, çevredeki Türkmenler ve gayri müslimler arasındaki faaliyetlerini, dönemin siyasî otoriteleri ve diğer sûfîlerle ahîler ve medrese mensuplarıyla
münasebetlerini hikâye eder. Hacı Bektaş’ın vefatını
da anlattıktan sonra halifelerinin gittikleri yerlerde
İslâm’ı yayma faaliyetlerini naklederek son bulur.
Son olarak; Diyanet İşleri Başkanlığının çok isabetli bir kararla uygulamaya soktuğu Alevi Bektaşi
Klasikleri Projesi’nden kısaca bahsetmek gerekirse bu proje kapsamında ilkin on yedi adet AleviBektaşi klasik eseri tıpkı basım, transliterasyon ve
sadeleştirme hâlinde basılacaktır. Tıpkı basımı yapılmasıyla Diyanetin asimilasyon içinde olduğu iddiaları çürütülmüş olmaktadır. Ayrıca bu proje kapsamında yayımlanan eserlerin özelliği başta Alevi
Dedeleri olmak üzere Alevi olan bireylerin kişisel
kütüphanelerinden ya da yazma kütüphanelerinden
tedarik ediliyor olmasıdır. Bu projeyle Aleviliğin sadece şifahi kültüre dayandığı savı da bir süre sonra
anlamsız kalacaktır. Şu ana kadar bu proje kapsamında yayımlanan eserler şunlardır:
1. Hacı Bektaş Veli, Şerh-i Besmele (Besmele
Tefsiri), haz. Hamiye Duran, (Ankara:TDV, 2007)
Hacı Bektaş Veli’ye ait olan bu eserde, Yüce
Allah’ın lafza-i celâlı olan Allah adıyla beraber Rahman ve Rahim adları ile anmanın, bir ibadete, bir işe
başlarken onları telaffuz etmenin önemi üzerinde
durulmaktadır. Hz. Peygamberin hadislerine, menkabelere ve peygamber tarihlerine yer verilen eser
dini öğüt verici bir özellik de gösterir.
2. Hacı Bektas Veli, Makâlât, haz. Ali Yılmaz-Mehmet
Akkus-Ali Öztürk, (Ankara: TDV, 2007) Hacı Bektaş
Veli “Adem, Tanrı’ya kaç makamda irer, anı bildirur”
diyerek takdim ettiği bu eserinde, bir kulun Allah’ın rızasını kazanmak için neler yapması ve hayatı nasıl anlaması
gerektiği ile ilgili ilkeler vardır. Genel olarak dört kapı,
kırk makam anlatılmaktadır. 13. asrın başlarından itibaren Anadolu’ya gelip büyük gönül sultanlarından biri
olan Hacı Bektaş Veli’nin bu eseri onun bıraktığı en kapsamlı eseridir. Şeriat, tarikat, hakikat ve marifet olarak
bilinen dört makamı tasavvufi makamlara göre Kur’an
ve hadislerin ışığında açıklamaya çalışmıştır. Merhum
Prof. Dr. Esat Çoşan tarafından Doçentlik Tezi olarak
hazırlanan ve 1980 yılında kitap olarak neşredilen bu
28
DİL ve EDEBİYAT
eserin mensur ve manzum nüshaları mevcuttur. Bu
eserle birlikte Hacı Bektaş-ı Veli’nin halkımız tarafından
yanlış anlaşılmasının önüne geçilmiştir.
3. Kitâb-ı Dâr, Haz. Osman Egri, (Ankara: TDV, 2007)
Anonim bir eserdir. Bu eserde, Bektaşi geleneğinde sürdürülen ve vefat eden bir kişi için düzenlenen “Dardan İndirme Erkânı” sırasında okunan dua
yer almaktadır. Bu dua besmele ile başlamakta ve
okunan Kur’an ayetiyle devam etmektedir. Bu duada Allah’ın isimleri, Hz. Adem’den Hz. Peygambere kadar gelen bütün peygamberlerin isimleri, Ehl-i
Beyt’in isimleri anılarak vefat eden kişi için Allah’a
dua ve yakarışta bulunulmaktadır.
4. Velâyetnâme, haz. Hamiye Duran, (Ankara:
TDV, 2007)
5. Erkânnâme I,haz. Dogan Kaplan, (Ankara:
TDV, 2007)
6. Dâstân-ı İbrâhîm Edhem-Dâstân-ı FâtımaDâstân-ı Hâtun, haz. Mehmet Mahfuz Söylemez,
(Ankara: TDV, 2007)
7. Kitâb-ı Cabbâr Kulu, haz. Osman Eğri, (Ankara: TDV, 2007).
8. Hızırnâme Alevi Bektaşi Âdâb ve Erkânı (Buyruk), haz. Baki Yaşa Altınok, (Ankara: TDV, 2007)
9. İlm-i Câvidân, Virani Baba, Haz. Osman Eğri,
(Ankara: TDV, 2008)
DİPNOTLAR
1 - Ocak, Ahmet Yaşar; “Bektaşilik”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 5, İstanbul,
1992, s. 373-379.
2 - Ocak Ahmet Yaşar; “Hacı Bektaş Velî” TDV İslam Ansiklopedisi, C.
14,İstanbul,1996, s. 455-458.
3 - Ocak, Ahmet Yaşar; “Tarihsel Terminoloji (Bektaşîlik, Kızılbaşlık,
Alevîlik)”, Geçmişten Günümüze Alevî Bektaşî Kültürü, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2009, s. 14
4 - Güzel Abdurrahman, Hacı Bektaş Veli ve Makâlât, Akçağ yayınları
Ankara 2002
5 - Hamiye, Velayetnâme, TDV yayınları Ankara 2007
6 - Yılmaz Ali, Akkuş Mehmet, Öztürk Ali, Makâlat TDV yayınları Anakara
2009
7 - Şardağ Rüştü, Hacı Bektaş-ı Veli, Şerh-i Besmele, İzmir 1985
8 - Özcan Hüseyin, Hacı Bektaş Veli, Fatiha Tefsiri, Fatih Ün. Yay. İstanbul
2009
9 - Hamiye, Besmele Tefsiri, TDV yay. Ankara 2009
10 - Türk Ansiklopedisi “Bektaş” maddesi VI, Ankara 1953
11 - Pakalın M. Zeki, Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü MEB. Yay.
İstanbul 1971, s.196
12 - Çoşan M. Esad, Makâlât Ankara 1986
13 - Gölpınarlı Abdulbaki, Menâkıb-ı Hacı Bektaşı Veli “Velâyetnâme”
İstanbul 1958
AY I N D O S Y A S I

Benzer belgeler