Okul Dergimiz Yayında - OSMANİYE / MERKEZ

Transkript

Okul Dergimiz Yayında - OSMANİYE / MERKEZ
-1-
YIL: 2 - SAYI: 2 - MAYIS 2013
İmtiyaz Sahibi
TOSÇELİK
SOSYAL BİLİMLER LİSESİ
Adına Okul Müdürü
İbrahim CEYHAN
Editör
İdris ARAZ
Dergi Komisyonu
Sanem OKUDAN
İdris ARAZ
Fatih ARITÜRK
Şule KAYNAR
Bu dergi İlk ve ortaöğretim kurumları sosyal
etkinlikler yönetmeliğine göre çıkarılmıştır.
Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
DİZGİ & BASKI
AKDENİZ OFSET &
SÜREKLİ FORM
Tel: (0 328) 813 30 60 - 814 84 59
www.akdenizofset.com
Dr. Sadık Ahmet Cd.
İstiklal Mh. No:16/A - OSMANİYE
e-mail: [email protected]
Değerli Okurlar,
Sosyal Bilimler Liseleri eğitim sistemimizde seçkin bir yer edinmiş ve çıktılarıyla
topluma yepyeni bir bakış açısı kazandırmıştır. Bu okullar, kurulduğu günden bu
yana ülkemizin farklı illerinde giderek yaygınlaşmakta ve ülkemizin en seçkin, en
çok tercih edilen okulları arasında yerini almaktadır. Osmaniye de Sosyal Bilimler
Lisesi ile bu sayılı illerden biridir.
Sosyal Bilimler Liseleri edebiyat ve sosyal bilimler (Hukuk, Siyaset Bilimi, Sosyoloji, Folklor, Tarih, Coğrafya, İşletme...) alanlarında ihtiyaç duyulan üstün nitelikli
bireylerin, bilim adamlarının yetiştirilmesine kaynaklık etmek ve sosyal bilimler
alanlarındaki bilgi ve yetenekleri üst düzeyde olan öğrencileri bu alanlarda yüksek
öğretime hazırlamak; okuyan, düşünen, üreten, sosyal ve beşeri ilişkileri gelişmiş,
çevresine duyarlı, kendine ve değerlerine güvenen, evrensel değerlere sahip ve herkesle iletişim kurabilecek, aynı zamanda en az iki yabancı dili okuyup yorumlayan,
bu dillerde eserler ortaya koyabilecek donanımda öğrenciler yetiştirebilmek gayreti
içinde olacaktır.
Biz de Tosçelik Sosyal Bilimler Lisesi olarak kendisini edebiyat, sosyal bilimler, dil
bilimleri alanında yetiştirmek isteyen, bu alana ilgi duyan, bu alanda araştırmalar
yapmak, projeler üretmek isteyen öğrencilerimizle birlikte çalışmanın, onlara yol
göstermenin mutluluğu içinde, ülkemizin yarınlarını, geleceğimizi şekillendirmeye devam ediyoruz. Öğrencilerimiz daha hazırlık sınıfından itibaren kendilerini
yarınların hakimi, savcısı, kaymakamı, valisi, sosyoloğu, gazetecisi, yazarı, tarihçisi
olarak görmektedir. Çünkü başarı için önce inanmak gerekir. Bizim öğrencilerimiz
her şeyden önce bu inanç doğrultusunda hedefe kilitlenmiş, yarınların kurgusunu
yapmaktadır.
Öğrencilerimiz, öğretmenlerimiz ve velilerimizle birlikte mutlu ve başarılı yarınlara yol almak dileğiyle tüm okurlarımızı sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
İbrahim CEYHAN
Okul Müdürü
-2-
İbrahim CEYHAN
Okul Müdürü
Sanem ASLAN OKUDAN
Müdür Yardımcısı
İdris ARAZ
Edebiyat Öğretmeni
Abdulkadir AYNA
Matematik Öğretmeni
Ahmet Talha ÖZESER
Tarih Öğretmeni
Mehmet YORULMAZ
Coğrafya Öğretmeni
Ebubekir YÜCE
Din Kültürü Öğretmeni
Mustafa ERDAL
Fizik Öğretmeni
Belma YABANOĞLU
Biyoloji Öğretmeni
Mehmet ŞAHİN
Kimya Öğretmeni
Fatih ARITÜRK
İngilizce Öğretmeni
Fatma ÖNALAN
İngilizce Öğretmeni
Sacide GÜL
İngilizce Öğretmeni
Ayşe PALTA
Almanca Öğretmeni
Altan TUFAN
Beden Eğitimi Öğretmeni
Nesimi VURAL
Hizmetli - Memur
Osman BOYRAZ
Hizmetli - Memur
-3-
MÜHÜR
KİMDEYSE…
Fatih ARITÜRK - İngilizce Öğretmeni
İlk insan Hz. Âdem’den bu yana insanoğlu tek başına yaşayamamış; birlikte, topluluk halinde yaşamıştır. Sosyal bir varlık olan
insanın en küçük birimden itibaren bir lider, bir ser ihtiyacı olmuştur. Bu liderlik aileden başlayıp ülkenin liderliğine kadar uzanır ki
bazı yerlerdeki yöneticilik insana teklif edilir, bazı yerlere de insan
şartları zorlayıp yönetime gelir. Asıl sorun liderliğe nasıl gelindiğinden ziyade orada nasıl durulduğu olmalıdır bence.
Tarih boyunca çok çeşitli yönetim şekilleri olagelmiştir. Tek bir
kişinin veya belli bir zümrenin yönettiği monarşi, oligarşi, aristokrasi, teokrasi, totalitarizm, kısmen yumuşatılmış tarzıyla parlamenter monarşi
ve günümüzde en yaygın olan, eskiden
direk katılımlı olan şimdi de temsili olan
demokrasi bu yönetim şekillerine örnek
gösterilebilir.
İnsanlarda her ne kadar yönetilme ihtiyacı ve hissi olsa da, elinde güç bulundurma hissi de yadsınamaz bir gerçektir.
İster yöneten, ister yönetilen olsun asıl
olan hak ve hukukun korunması olmalı.
Liderliğe oynayan kişinin hak ve adaletin
temsilcisi olma gibi bir derdi olmalı, liderini seçen kişilerin de bunu tesis edecek
kişiyi seçmesi gerekmektedir. Her ne kadar “Mühür kimdeyse, Süleyman odur.”
dense de “Yöneticilik adaletin yerine getirilmesidir.” Çünkü bütün insanlık hakkını ister.
Ülkemizde ve diğer demokrasilerde belli aralıklarla yapılan
seçimlerde yönetme yetkisi bu işe talip olanlara verilir. Yetki demek güç demektir ve güç insana tatlı gelir. Sanırım bu istek insanoğlunun fıtratında var. Hep biraz daha ilerisi vardır düşüncede.
“Şu iş benim olunca ağa da benim paşa da benim.” mantığı en alt
seviyeden başlayarak çalıştığı işte çıraklıktan kalfalığa, kalfalıktan
ustalığa, ustalıktan işyeri sahibi olmaya; kurumsal bazda şirkette CEO olursam, müdür olursam, genel müdür olursam; devlet
kadrosunda bir memur olup devlete kapak atarsam, şef olursam,
müdür olursam, genel müdür olursam, kaymakam olursam, vali
olursam, belediye başkanı olursam, milletvekili olursam, bakan
olursam, başbakan olursam, cumhurbaşkanı olursam diye sürer
gider. Herkes her şeyi alamaz, bunu da bilir ama en azından emrinde bir astının olmasını da ister. Bu işin sonu yoktur ne yazık ki.
Güç ele geçince ilaçlardaki gibi bazı bünyelerde yan etkileri
olabiliyor; küçük dağları ben yarattım havası gibi. Bir yöneticiye
o yetki verilince, o mühür verilince, o kılıç verilince eski çizgi film
kahramanı “He-Man” gibi “Güç bende artık!” demek yerine “Gücün
emaneti bende artık!” demek gerekmektedir.
İşini hakkıyla yapana sözümüz yok
ama yönetime geçenlerde bazen liderliğin emanet olduğu unutuluyor ve
eldeki o güç maalesef hor kullanılıyor.
Adalet denince ilk akla gelen isimlerden Hz Ömer’in mum meselesindeki
gibi devletin kaynaklarını harcamada
bir Ömer olmak bir zorunluluktur,
çünkü kullanıma verilen o yetkide, o
bütçede bütün vergi verenlerin ve onların çocuklarının hakkı vardır.
Devlet kaynaklarıyla yapılan bir
şahsi kullanımın; mesela görev aracı ile alışverişe çıkmanın, keyif için
kullanılan klimanın, elzem ihtiyaçlar beklerken teferruata harcanan
paranın, yapılması gereken işi layığı
ile yerine getirilmemesinin herkesin
hakkına girmek anlamına gelmediğini
bilmeyen bir yönetici ne için o mevkide bulunduğunu bilmiyor
demektir. Çünkü şunu unutmamak gerekir ki bir göreve gelmek altındaki bütün insanların hakkıyla muhatap olmak demektir.
Sonuç olarak; kimse bu dünyaya kazık çakacak değil ve bu dünyada ölüm var. Bu dünyadan sonra adaletin Allah tarafından kusursuzca tesis edildiği başka bir dünya daha var. Gerek kul, gerek
Hak indinde kendine verilen yetki süresini yüz akıyla tamamlamayan kişinin vebali rastgele birisinden tabiî ki farklı olacaktır. Atalarımızın dediği gibi “Ne yaparsan elinle o da gelir seninle.” Oturmuş
alışkanlığa belki yapacak fazla bir şey yok ama okullarımızda yetişen yönetici adaylarının bu sözleri akıllarında tutmaları benim için
sonsuz mutluluk ve umut sebebi olacaktır.
-4-
AFFETMEK Mİ,
Affetmek,
VAZGEÇMEK Mİ?
Ümran ALKAN 9-A
karşıdakinin yaptığı hatayı unutup hiç olmamış gibi davranmak
mı? Yoksa yapılan hatayı kabullenip görmezden gelmek mi? Affetmek ne bilmiyorum. Fakat ne olmadığını söyleyebilirim: Affetmek
onun aynı hatayı yapacağını bile bile bağışlamak değildir.
Peki, af, karşıdakinden vazgeçemeyecek
kadar yüreksiz olduğumuz için gururumuzu ayaklar altına alıp hep içimizde şüphe duyarak devam etmek midir? Affetmek zordur.
Çünkü o ince bir çizgide. Affettiğinde ne her
şeyi unutup kendini aptal yerine koydurursun ne de içinde şüphe ile devam edersin.
Öyle derin ki anlamı… Affedeceksen öyle
bir affet ki karşındaki bir daha aynı hatayı
yapmayı aklından dahi geçirmesin. Öyle bir
affet ki ilişkin devam ederken aklında şüphe
kalmasın.
Vazgeçmek, pes etmek gibi değildir. Kişi sever, çaba harcar, olmaz da pes eder. Diliyle yalanlar ama kalbi gerçeklerle çarpar.
Vazgeçmek ise bundan çok daha zordur. Beyinde başlar. Kişi bir
kez vazgeçerse artık ne dili ne de yüreği ister. Vazgeçmek, pes etmek ve unutmak birbirine çok yakındır. Ama ne vazgeçmek unutmak kadar, ne de pes etmek vazgeçmek kadar zordur. Unutmak
imkânsızdır. İnsan beyni yaşananları bir noktada yine de hatırlar.
Vazgeçmek zordur. Bir şeyden vazgeçersin ve artık her şey biter.
Pes etmek ise zorlu bir süreçtir. Vazgeçmek için çabalarsın. Vazgeçene kadar ki süreçtir, pes etmek. Her üçü de özel bir çaba gerektirir. Acı doludur. Hayallerin yıkılması, umutların parçalanmasıdır.
Artık yarın onun gelmeyeceğini bilirsin, beklersin gelmez ve sen artık umut
bile etmezsin `gelir mi?’ diye. Kan revan bir süreçtir. Kendini, hayallerini
yıkmaya yönelik.
Bazen insan öyle bir noktaya gelir
ki ne affedecek inancı ne de vazgeçecek gücü vardır. Çünkü bilir affetse değişecek bir şey yoktur, affın sonu yine
kalp kırıklıklarıdır. Ve bilir ki vazgeçmek ise yavaş yavaş yok etmektir
kendini. Canın acıya acıya. Parçalarını
parçalayarak. Vazgeçmek susmaktır. Sussan kanatır, anlatsan acıtır.
Yani her türlü zarardasın. Affetsen de acırsın, vazgeçsen de. Sussan da canın yanar, anlatsan da. Peki, hangi merhem iyileştirir, hangi cerrah kesip alabilir, hangi psikolog derman olabilir bu yaraya?
Derdin kendisi bile derman olamazken nedir çare?
ÇİZME
Ben
Merve Deniz PAKER H-A
bu mağazadaki en pahalı ve gösterişli çizmeyim. Vitrinin
başköşesinde duruyorum. Zaten pahalı olan bir markanın
en pahalısıyım. Kendimi seviyor muyum? Hayır. İnsanlar beni seviyor
mu? Hem de çok! Size şöyle açıklayayım; ben orijinal deriyim ve benim
var olmam için birçok hayvan yok edildi. Bu olurken çok acı çektiler ve
umarım bunu yapanlar da acı çeker. Her neyse ben bir şekilde var oldum işte. Şimdi bundan sonrasını anlatayım. Beni almaya bir kadın geldi. Ayağına da çok yakıştım. O da bana âşık oldu. Amacı belliydi; sadece
gösteriş! İtiraf etmem gerekirse fiyatıma ben bile şaşırıyorum. O kadınsa
umursamadan alıyor beni. Acı çekiyorum çünkü bildiğim bir gerçek var.
Gösterişli ve nadide olmak isteyen kadın hedefine ulaşıyor fakat
onunki sadece bir haz, bir heves! Haz ve heves olmayan şeyler var; bir
çocuğun açlığı mesela… Bu bir heves değil, bu bir hayat! Hem de tertemiz bir hayat. Elle tutulur bir gerçek bu. Onun doyması için bana verilen
paranın çok azı yeterli. Şu kadının bana hayranlığı yerine o çocuğa şefkat
göstermesi ne kadar da ucuz ama değeri büyük.
Ben, evet, çok güzelim fakat sadece gösteriş ve hevesim. Boş verin
beni! Gerçekler var, bir yerlerde hissedilen! Siz görmeseniz bile bir yerlerde can yakan gerçekler… Ben hiçbir işe yaramıyorum! Hadi, değer
vermeyin bana, benimle mutlu olmayın! Gidin ve sarılın! Sevin, sevginizi
hissedecek birilerini…
Haydi, bırakın beni! Gidin ve insan olun, insanlarla birlikte. Mutlu
edip, mutlu olun!
Haydi, unutun beni! Ben çocukluğunuza ait değilim. Kirliyim ben.
Gidin ve temizlenin!
Sevin birbirinizi… Hissedin, hepiniz hissedin! Ben yalanım! Bırakın
beni…
-5-
ORTAÇAĞ AYDINLIĞI
Farklı
İdris ARAZ - Edebiyat Öğretmeni
zaman ve zeminlerde ‘‘ortaçağ karanlığı’’ ifadesiyle sık sık karşılaşmaktayız. Üstelik bu
ifade çoğu zaman yüksek eğitimli ve yüksek mevkilerdeki insanlar tarafından kullanılmaktadır. Yine geçenlerde bir zat-ı ekâbir,
Türkiye hiçbir zaman ortaçağ karanlığına dönmeyecektir, söylemini dile getirmiştir.
Bu durumda iki soru işareti aklıma takılmaktadır. İlki sık sık
ortaçağ karanlığı ifadesini diline pelesenk eden insanlarla aynı
tarihi paylaşmadığımız olgusu. Zira mensubu olduğumuz bu
necip milletin ortaçağına göz attığımızda karanlık çağ diye nitelenebilecek bir durum söz konusu olmadığı bariz bir şekilde
görülmektedir.
Fakat malum şahsiyetler kendilerini Batı Medeniyetinin bir
parçası olarak telakki ediyorlarsa, evet, bu durumda haklılar.
Çünkü Batı ortaçağı gerçekten de karanlık çağ idi.
Kilisenin dogmatik düşünce yapısı, kıtaya hâkim. Avrupa insanı cahil, yoksul ve
perişan durumda. Avrupai devletler İslam
dünyası karşısında peyderpey gerilemekte.
Galile, dünya dönüyor, dediği için ölümle
yargılanmakta…
Yok, eğer ortaçağ karanlığı ibaresini sallayıp duranlar kendilerini köklü milletimizin
birer ferdi olarak görüyorlarsa, bu durumda
onlar için kullanılabilecek en hafif ifade cehalet olur. Zira İslam milletinin en aydınlık
çağını, ortaçağı, karanlık diye nitelemek ya
kendini bu necip milletin bir ferdi olarak
görmemekle ya da cehaletle açıklanabilir.
Bilindiği gibi ortaçağ 375 Kavimler Göçü
ile başlar ve 1453 İstanbul’un Fethi ile sona erer. Gelin zaman makinesine atlayıp ortaçağ İslam tarihinde bir gezinelim:
610 yılında, yani ortaçağda, ‘‘Oku, yaratan Rabbinin adıyla
oku!’’ ayeti ile ilk vahiy nazil olur. Peygamber-i Zişan yakın akrabalarından başlayarak İslam davetini yaymaya başlar. 632 yılında
veda hutbesinde Rasulullah 100.000’den fazla insana hitap eder.
640’lı yıllarda, yani ortaçağda, Hz. Ömer döneminde İslam,
Arap yarımadasından taşarak Ortadoğu, Ön Asya ve Kuzey
Afrika’ya hâkim olur. Henüz çeyrek asrını doldurmuş İslam dünyası, koca Sasani İmparatorluğuna son verir, Doğu Roma İmparatorluğunu Anadolu’nun iç kesimlerine çekilmeye mecbur bırakır.
710’lu yıllarda, yani ortaçağda Ömer Bin Abdulaziz döneminde İslam tarihinin en parlak kesitlerinden birine şahit oluruz. Bu
dönemde, zekât vermek için yoksul Müslüman bulunamadığı,
bu nedenle ehl-i kitaba zekât verildiği rivayet edilir. Toplumunun tamamına müreffeh yaşam standartları kazandırmış, zekât
alınmasına gerek olmayacak şekilde herkesin belli bir zenginlik
seviyesinde olduğu zaman dilimi…
751 yılında, yani ortaçağda Talas Savaşında Türkler İslam ile
tanışır. Bu savaşta İslam ordusunun safında yer alan Türkler, zafer elde edilmesinde önemli bir katkıda bulunurlar. Akabinde
hızlı bir hidayet süreci yaşanır. Karluk, Yağma, Çiğil derken kısa
bir dönemde neredeyse bütün Türk boyları İslam ile müşerref
olur.
840 yılında, yani ortaçağda Karahanlılar kurulur. Satuk Buğra
Han döneminde İslamiyet seçilir ve Karahanlılar ilk Müslüman
Türk Devleti olarak tarihe geçer. İslami dönemin ilk ürünleri bu
dönemde ortaya konur. Birçok edebiyat tarihçisine göre Türk
kültür ve edebiyatının en önemli eserleri olan Divanu Lugat-itTürk, Kutadgu Bilig, Atabet-ül-Hakayık ve
Divan-ı Hikmet bu dönemde yazılır.
1040 yılında, yani ortaçağda tarih sahnesinde Büyük Selçuklular boy gösterir.
Nizam-ül-Mülk, Bağdat’ta dünya tarihinin ilk üniversitesi olan Nizamiye Medreselerini kurar. Bin yıldır yurt edindiğimiz
Anadolu’nun kapılarını 1071 yılında, yani
ortaçağda Sultan Alpaslan açar milletimize.
Daha sonra Selçuklular dörde ayrılır ki
bunlardan biri de Anadolu Selçuklularıdır
ve bu Türk devleti özellikle Orta ve Batı
Anadolu’nun Müslümanlaşmasında kilometre taşı görevi üstlenmiştir.
Nihayet 1299 yılında, yani ortaçağda Söğüt-Domaniç dolaylarına bir fidan diker Osman Bey. Daha sonrasında Devlet-i Al-i Osmanî dediğimiz ulu çınar üç kıtaya dal
budak salar. Fatihler Fatihi 1453’te ortaçağı kapatıp bir döneme
damgasını vurur: İstanbul fethedilir.
Evet, ortaçağ karanlık değil bizim en aydınlık çağımızdı. Siyasi
güç bakımından bugünlerde ABD ne ise ortaçağ sonu ve yeniçağ
başlarında Osmanlı o idi. Avrupa hükümdarları ancak bizim sadrazamlarımıza eşitlerdi. Esir düşen krallar bizden yardım dilerdi.
Kelimenin tam anlamıyla zirvedeydik.
Bütün bunlarla birlikte şimdi sizi bir kez daha düşünmeye
davet ediyorum:
Evet, belki de tarihimizin en parlak, en aydınlık dönemi olan
ortaçağı, karanlık çağ diye adlandırmak, şanlı tarihimize haksızlık olmuyor mu sizce?
-6-
ÇIKARIN İÇİNİZDEKİ
MUSTAFA KEMAL’İ
Şule KAYNAR 9-B
Kulak verin 10 Kasıma, bakın ne diyor? Bugün 10 Kasım, bizim Mustafa Kemal için yas
tuttuğumuz, acıyı biraz daha hissettiğimiz, “Bir Atatürk de ben olacağım.” diye böbürlendiğimiz, vatanımızın nasıl buralara geldiğini tam anlamıyla bir kez daha hatırladığımız sayılı
günlerden biri…
10 Kasım sadece Mustafa Kemal’i anmak değildir. Çünkü 10 Kasım sadece Mustafa
Kemal’in değil, onunla ölüme yürüyen herkesin ölüm yıldönümüdür.
Herkesin yüzünde hüzün var bugün. 10 Kasım bu değil, bugün sirke satma günü değil.
Bugün Mustafa Kemal’i ve yol arkadaşlarını alkışlama günü. Gurur duyun bugün! Gurur duy
genç! Gurur duy asker! Herkes kim olduğunu hatırlasın bugün. Çıkarın içinizdeki Mustafa
Kemal’i de onun ölmediğini gösterelim. Gelin ölümsüzleştirelim bugünü. Her günü 10 Kasım sayıp her gün Mustafa Kemal’e özenip bir yenisini yetiştirelim.
Kulak verin 10 Kasıma, o da bunu istiyor: Takvimler beni gösterirken ağlamayın, aksine
hatırlayın kim olduğunuzu, çıkarın içinizdeki Mustafa Kemal’i. Madem o kadar 10 Kasım,
10 Kasım diyorsunuz, bir farklılık yapın bugün. 10 Kasım 2012 tarihini milat kabul edin ve
harekete geçin!
Sadece bir gün anarak, o bir günü de yanan yüreğimizle, anma törenlerimizle örtbas ediyoruz. Siz yine yapın anma törenlerinizi, okuyun şiirlerinizi, ama bilin ki bugün takvimlerin
özgünlüğü gösterdiği gün. Dönün kendi öz benliğinize, Mustafa Kemal’e dönün. Dayayın
sırtınızı onun ilkelerine, o zaman anlarsınız onu. Onun yerinde olsaydınız neler yapardınız,
bunu düşünün. Böyle bir kahraman olabilir miydiniz?
Anlayın 10 Kasımı. 10 Kasım mezara çiçek bırakılacak son gün. Anıtkabir boş olmalı bugün. Herkes her zamankinden daha çok çalışıp daha fazla Mustafa Kemalleşmeli.
Haydi, yol sizin gençler! Ne Mustafa Kemaller çıkar bizden…
BİR 10 KASIM SABAHI
Kudret ÖTE 9-B
10 Kasım, saat dokuzu beş geçe… O an bir yıldız kaydı gökyüzünde. Akıp gitti dünyamızın yanından. İşte o gün her şey farklı, bir hüzün var yeryüzünde, bir matem havası var. O an
Türk milletinin dönüm noktası. Çünkü dünyanın gelmiş geçmiş en büyük lideri, önderi yok
artık. Çünkü benim atam, yol göstericim, o muhteşem insanın kalbi atmamakta… Her tarafta bir sessizlik… Kimse duyduklarına inanmak istemiyor. Düşünsenize o artık nefes almıyor.
O artık konuşmuyor. O güzel sözleri ve duruşu ile bizleri mest etmiyor.
Bir anda her şey karardı sanki. Nasıl olur? Bu kadar çabuk gidemez diyorsun. O Mustafa Kemal, yenilmez, yıkılmaz, bizleri bırakıp gitmez diyorsun. Daha dün gibi deniz mavisi
gözleri ışıldayarak yapacaklarından, hayallerinden bahsediyordu. Bize yol gösterecek, bizi
aydınlığa ulaştıracaktı. Şimdi biz ne yaparız onsuz.
Bir mucize gibiydin. Bir anda geldin ve o müthiş dehanla bizleri yücelttin. Ve sonra bir
anda kayboldun, gittin. Biraz daha kalsan ne olurdu? Senden daha öğreneceğimiz çok şey
vardı. Ne kadar çok isterdim bir bilsen seninle omuz omuza mücadele etmeyi, senin yoluna
canımı vermeyi.
Soran olursa 10 Kasımdan nefret ediyorum, diyorum. O günün tarihin en bedbaht günü
olduğunu söylüyorum. Neden mi? Çünkü benim geçmişimin ve geleceğimin güneşi söndü.
Bugün yine bir 10 Kasım sabahı. Sana buradan söz veriyorum Ata’m, senin izinden yürüyecek, senin gösterdiğin yolda koşacağım. Ülkemin her konuda iyi bir seviyede olması için
elimden geleni yapacağım. Vatanım için yaşayacak, bu uğurda malımı, canımı, her şeyimi
ortaya koyacağım. Senin kurduğun ve biz gençlere emanet ettiğin Cumhuriyeti yükselterek
yaşatacağım.
-7-
BENİM CANIM ANNEM
İpek KARADUMAN-H/A
İyi ki beni kendinden bile çok seven bir annem var. Beni her zaman koruyup
kollayan, sevgisini hiç üzerimden eksik etmeyen bir annem… Beni doğururken
o kadar acı çekmesine rağmen benim o küçük halimi görür görmez tüm acılarını
unutan annem. Onsuz bir dünya düşünemiyorum.
Ben anneme bu kadar düşkünken annesiz olanlar nasıl yaşıyor acaba? Onları
kim koruyup kolluyor? Kim sıcacık koynunda sarıp sarmalıyor? Bunları hiç düşündünüz mü? Ben düşündüm, ama cevap bulamadım. Çünkü bizim bir annemiz var,
annesizlik duygusunu hiç yaşamadığımız için bilemiyoruz. Keşke biraz empati yapabilsek, bir an için annenizi kaybettiğinizi düşünün…
Bazen annelerimize kızıyoruz, bağırıp çağırıyoruz ve onların hiçbir şey bilmediğini düşünüyoruz. Aslında ne kadar yanlış yapıyoruz? Onlar bizim için her şeyin en
iyisini istiyor, en iyisini yapıyor. Onlara böyle davranmaya hakkımız yok.
Annemizi sadece anneler gününde değil, her gün önemsemeli, el üstünde tutmalıyız. Çünkü onlar bir gün değil, her gün bizim annemiz.
Hani et tırnaktan ayrılmaz derler ya, işte anneler de çocuklarından ayrılamaz.
Öyle evlatlar var ki annelerine bağırıp çağırmakta, hatta ve hatta el kaldırmakta…
Yazık, o anne bizi doğurmuş, yedirmiş, içirmiş, bizi büyütmüş, bu yaşa getirmiş,
sonu böyle mi olmalı?
İnsanın temel yapıtaşı hücreymiş ya, hayır efendim, benim temel yapıtaşım annem. Onsuz ben bir hiçim, iyi ki varsın annem.
BABACIĞIM
Beyza Nur ÇOLAK-H/B
İyi ki… İyi ki babam var. Beni çok mu çok seven babam… Ailemi çok seviyorum. Ancak her kız çocuğunun gönlünde babasının yeri farklıdır. Benim için de öyle.
Babalarımız, hayatımızdaki ilk erkeklerdir, ilk kahramanlarımızdır, ilk aşkımızdır. Daima yanımızdadırlar. Sert
görünürler, ama tek bir kelimemiz bile onları ağlatabilir. Anneler de öyledir, ama babalar daha farklı… Baba evin
direğidir. Her gün ailesi için çalışır, çok korumacıdır.
Benim babam bir polis. Eve her akşam sağ salim dönmesi o kadar mutlu ediyor ki beni. Olmaz dememeli. O
kadar çok olaya tanık oldum ki… Acılı aileler… Her gün bize bile anlatmadığı o kadar çok olay oluyor ki… Bize
hiçbirini yansıtmamaya çalışıyor.
Tabii durum böyle olunca babam çok korumacıymış gibi geliyor bana. Öyle de olsa beni hiçbir konuda kısıtlamaz.
Babaların kıymeti çok iyi bilinmeli. Onların yeri ayrıdır yüreğimizde. Düşünsenize her gün selam verdiğiniz
bir arkadaşınızın babası bir gün şehit oluyor. Onların yerinde sizin babanız da olabilirdi. Bu nedenle babalarımız
hayattayken kıymetlerini bilelim, gün olur onları kaybedersek geç kalmış oluruz.
-8-
NEDEN SOSYAL
BİLİMLER?
Öğrencilerimize neden Sosyal Bilimler Lisesini tercih ettiklerini sorduk.
Uzun uzadıya tercih sebeplerini anlattılar. Biz de kompozisyonlarına mercek tutarak ilginç
ve çarpıcı bulduğumuz ifadelerini siz değerli okuyucularımızla paylaşmak istedik.
✎… Ben ilk adımımı Sosyal Bilimler Lisesine attım. Buranın da beni Hukuk Fakültesine ikinci adım olarak taşıyacağına
inanıyorum. Üçüncü adımımın da hâkimlik koltuğuna oturmak olacağını biliyorum…(Dilara Özer)
✎… Sosyal Bilimler Lisesi Türkiye’de öne çıkacak ve lider olacak kişileri yetiştirdiği için…(M. Atıf Hasanoğlu)
✎… Hukukçu yetiştiriyor sözü aklımda kaldı ve ben işte bu benim lisem, dedim…(Samet Kırış)
✎… En sonunda kendi mesleğimi buldum. Ben vali olacağım…(İrem Tarhan)
✎… İngilizce, uzun bir süre hayatımın çok önemli bir parçasıydı. Sosyal Bilimler Lisesinde İngilizce hazırlık olduğunu öğrendiğimde kesinlikle bu okula gitmeliyim, dedim…(Merve Deniz Paker)
✎… Bu okulda kendimi özel hissediyorum. Sosyal Bilimler Liselerinin mezunlarının çok iyi yerlerde olacaklarına inanıyorum…(Gamze Erten)
✎… İyi bir hukukçu olmak için…(Fatma Öcal)
✎… Gelecekte ne olacağım konusunda düşündüm ve siyasal bilimler okumaya karar verdim…(Selcen Baz)
✎… Pek kitap okumayı sevmeyen biriydim. Bu liseye geldiğimde hayatım tamamen değişti. En önemlisi kitapları sevindim, onları dost edindim…(Esra Ak)
✎… Ben 6. sınıftan beri Ankara Hukuk Fakültesine gitmek istiyorum. Bunun için Türkçe-Matematik ağırlıklı bir okul
okumam gerekiyor…(Elifcan Çakır)
✎… Sosyal Bilimler Lisesine geldim, çünkü ben ileride iyi bir kaymakam olmak istiyorum…(Enes Kıraç)
✎… Türkiye’nin yönetiminde küçük de olsa rol almak istiyorum, hatta bu rol büyük olsa daha da iyi olur…(Abdulsamed
Öksüz)
✎… Ben Sosyal Bilimler Lisesini seçtim; çünkü Uluslararası İlişkiler okuyup ataşe olmak istiyorum… (S. Arife Akdemir)
✎… Sosyal Bilimler Lisesine gelmek benim 5. Sınıftan beri hedefim; çünkü yönetici olmak istiyorum…(Tunahan Türk)
-9✎… Osmaniye’de bu sene yeni bir okul açılacağı, çok iyi bir okul olacağı söylendiği için…(Furkan Çevlik)
✎… Sosyal Bilimler Lisesinde Genç Kalemler keşfedilecek ve yazma becerimiz artırılacak… Osmanlıca eğitimi ile tarihi
eserlerimizi kolayca anlayabileceğiz…(Hasan Toprak)
✎… Sosyal Bilimler Lisesinin avantajlarından biri de havası olması, bana okulumu sorduklarında Sosyal Bilimler Lisesidemek ve gururlanmak süper bir şey…(İhsan Buğra Demirdelen)
✎… Türkiye’nin en iyi hukukçusu olmak için…(Ahmet Güneş)
✎… İnşallah annem ve babamın savcı olmamı görmeleri için, özellikle de babamın. Sırf onun dünyaya değişmeyeceğim
gülümsemesi için Sosyal Bilimler Lisesine geldim…(Mervenur Bozdoğan)
✎… Yaklaşık dört sene önce hukukçu olmaya karar vermiştim. Bugün Sosyal Bilimler Lisesinde olarak önemli bir adım
attığımı düşünüyorum…(Sena Şahin)
✎… Geleceğin adaleti, geleceğin umudu olmak için…(ŞeymanurAkçakoyun)
✎… Psikoloji alanında kendimi geliştirmek ve iyi dil eğitimi almak istediğim için…(Ümran Alkan)
✎… Ailem benim yeteneklerimi, sevdiklerimi çok iyi bildiği için Sosyal Bilimler Lisesi dedi. Hemen okul hakkında araştırma yaptım. Daha önce adını hiç duymadığım bu lisenin geleceğim olduğunu fark ettim…(Bengisu Özher)
✎… Konuşurken kendimi daha rahat ve daha doğru ifade edebilmek ve Hukuk Fakültesinde okumak için…(M. Emin
Karataş)
✎… İlk yılı tamamıyla İngilizceye dayalı olduğu için, ben de zaten İngilizce öğretmeni olmak istediğimden…(Hakan Soğuk)
✎… Türkiye’de sayısı çok az olan bir okul. Bu okulda okumanın bir ayrıcalık olduğu düşüncesindeyim. Sosyal Bilimler
Lisesinin geçmişine bakıldığında Siyasal Bilimler Fakültesine bir basamak olduğu görülür…(Özge Can)
✎… 20 saat İngilizce olduğunu öğrendim. Bu, dil öğrenmek için bir fırsat dedim…(M. Yasir Ergin)
✎… Gelecekte ülkeme bir yönetici olarak hizmet etmek istediğim için…(Enes Kaytancı)
✎… Türkçeyi bir roman gibi okumak ve tarihi bir hikâye gibi yaşamak istediğim için…(Dilanur Saçıntı)
✎… Bu liseyi tercih etmemin en önemli sebeplerinden biri de sosyal aktivitelerinin çok olduğunu öğrenmem oldu. Ben
sosyal bir insan olduğum için…(Ali Alperen Aslan)
✎… Sosyal Bilimler Lisesini tercih ettim. Çünkü küçüklüğümden beri hep herkesi doğruya yönelten, sevilen ve sayılan, iyi
bir üniversiteden mezun olmuş bir avukat olmak istiyorum…(Oğuzhan Gülmez)
✎… Fark yaratmak istediğim için…(Nasip Bulak)
- 10 -
BİYOLOJİYE NASIL
ÇALIŞMALIYIM?
Belma YABANOĞLU-Biyoloji Öğretmeni
Sevgili Öğrenciler;
Biyoloji korkutucu bir ders değildir. Günlük hayatta yaşanılan doğa döngüsü dâhil birçok olay gerçektir. Tüm canlıları inceleyen bu bilim zevkli bir ders
haline dönüşebilir ve rahatlıkla çalışabilir, sorular çözebilirsiniz. Canlıların bilimi olan Biyolojide yeni canlı türleri öğrenecek ve bunları sorularla çözmek
isteyeceksiniz. Lakin not ve defter tutmanın önemini bir kez daha yinelemem
gerekmektedir. Çünkü bu dersi ancak bu şekilde öğrenebilirsiniz. Canlılar kaça
ayrılır gibi basit soruların cevabını iyi bilmeli ve daima böyledir diye düşünmemelisiniz.
Takıldığınız hususları direk geçmeyin üzerinde durarak çözmeye
çalışın. Eğer hala bir sonuç elde edemediyseniz etrafınızda Biyolojiyi
iyi bilen arkadaşlarınıza sorabilirsiniz. Eğer böyle bir şey de mümkün
değilse öğretmeninize danışabilir
ve soru çözüm tekniğini öğrenebilirsiniz. Öğrendiğiniz soruyu tekrar
tekrar çözerek bilginizi pekiştirmenizi tavsiye ediyorum. Yani burada
anlatmak istediğim ‘‘’Ezberledim
yaparım!’’ düşüncesi tamamen yanlıştır. Sadece ezberlemek yeterli
olmaz, bol soru çözümü gerekmektedir. Biyolojide çok fazla ayrıntı
vardır, bu ayrıntıları kaçırmamalı ve
bunların üzerine yoğunlaşmalısınız.
Böylece biyolojiden tam bir geçer
not alabilme şansınız yükselecektir.
Yazarak çalışırsanız ileride çalışmak
istediğinizde yardımcı notlarınız
olmuş olacaktır. Bu esnada şekil çizmek, şekil üzerinde çalışmak kalıcılık sağlayacaktır.
COĞRAFYA
NEDİR?
Mehmet YORULMAZ-Coğrafya Öğretmeni
Bu soruyla başlarız genelde ilk derslere. Öğrencilerimizden de şöyle cevaplar gelir: Dağları inceleyen, gölleri inceleyen, denizleri, gökyüzünü inceleyen bilim dalı. Doğrudur, aslında coğrafya bunların hepsini kapsar. Ders
kitaplarında da insan ve doğal çevre arasındaki ilişkileri inceleyen bilim dalı
olarak geçer coğrafya.
Bana göre ise coğrafya gezmek, görmek demektir.
Coğrafya dersi, sayısal öğrencilerinin genelde sevmediği, sözel öğrencilerinin de çoğunlukla uyukladığı derstir.
Coğrafya dersi nasıl sevilir, bunun için neler yapılabilir? Sınıfta ders işlenirken haritalar üzerinde anlatılır, göze
hitap edelim diye.
Tahtaya yazılır, anlaşılır olsun diye.
Oysa şöyle olabilir
Coğrafya dersi. Teorik
olarak bunlar anlatıldıktan sonra öğrencilerimiz öğrenim
hayatı boyunca bir
kere de olsa Türkiye
turuna çıkarılabilir.
Böylece hem görsel,
hem işitsel, hem de
yaşayarak
öğrenir
memleketini.
Bazı öğrenciler Latince kelimeler olduğu ve öğretmenleri okulda biraz zorlaştırdığı gerekçesi ile Biyolojiden ürkerler. Anlatılacak konuya önceden hazırlanınız. Konuya hazırlanırken konuyu okuyunuz. Vurgulanan koyu puntolarıyla yazılan kısımları gözden geçirip konu özetini okuyup sorular çıkararak bu
sorulara cevaplar aranmalıdır. Derste öğretmen konuyu anlatırken not tutmalı,
vurguladığı şeyleri yıldız koyarak altı çizerek belirginleştirmelidir. Kendiniz
çalışırken çıkardığınız soruları öğretmeninize sorunuz. Aldığınız notları evde
temize geçirerek konuyu bir kere daha tekrar ediniz. Konu ile ilgili hazırlanmış
test kitaplarının özetlerini okuyup sorularını çözünüz. Püf noktaları öğreniniz.
Hiçbir soruya ‘’Önemsiz, anlamasam da olur.’’ demeyin. O sorudaki püf noktası
önemli bir sorunun ana fikri olabilir.
Hepinize başarılar dilerim.
K a r a d e n i z ’d e
çay bahçesini gezse,
fındık toplasa, mısır
ekmeğiyle
hamsinin tadına baksa “Uy
uşağım” diyenlerle
tanışsa, Karadeniz’i
seyretse, yağmurunda ıslansa, yemyeşil ormanları, yayları görse bölgeyi daha
iyi öğrenmiş olmaz mı?
Marmara’da İstanbul’u gezse, tarihi mekânları incelese, Edirne peynirini, ayçiçeği tarlalarını tanısa, Boğaz’da bir tur atsa Marmara Bölgesi hafızaya
kazınmaz mı?
Yine Güneydoğu’da gaziler kenti Antep’i gezse, baklava üstü dondurma
yese, GAP’ı müşahede etse, Şanlı Urfa’da Balıklı Göl’de Hz. İbrahim Kıssasını
dinlese, Diyarbakır’ın karpuzunun Adana ile yarış halinde olduğunu bizzat
görerek öğrense, Batman’da petrol kuyularının başında bir hatıra fotoğrafı
çektirse… ve böylece bütün bölgelerimizi görme şansı olsa…
Acaba öğrencilerimizin Coğrafyayı sevmemesi mümkün olur muydu?
Elbette severdi, çok sevdiği vatanı gibi…
- 11 -
DAHA BEN
ANLAMAMIŞKEN
Seni unutmak mı?
Her gün hayalinle yatıp kalkarken
Senden nefret etmek mi?
Her saniye beynime aşk mekikleri dokurken
Seninle gülmek mi?
Aklıma gelmeyişinde dahi için için ağlarken
Seni umursamak mı?
Kendimden bile kıskanırken
Seni anlamak mı?
Ben kimseyi gözünün içine baka baka
Böyle üzmedim efendi
Çünkü sen
Rüzgârları denizlerde esen serseri
Senden vazgeçmek mi?
Günbegün kanıma işlerken
Başkasına bakmak mı?
Gerçekleşmeyecek hayallerle nefes alırken
Kendim olduğumu hatırlamak mı?
GÖNLÜM
Ben sevmeyi sevdim be gönül!
Günlerce ağlamayı, gülmeyi, unutmayı sevdim
İlkbaharda toprağa düşen ilk cemreyi
İlk ayazı, ilk karı, ilk güneşi…
Ben hep ilkleri sevdim
İlk varoluşu, ilk yokluğu, ilk yalnızlığı
Sevdim gönlüm
Ben kışın karların altında
Bana göz kırpan kardelenleri
Yazın buğday tarlalarında
İlk başakları sevdim
Aynaya her baktığımda
Kendimi değil seni görürken
Bunu başkasına anlatmak mı?
Daha ben anlamamışken…
Sevdim gönlüm
Annem kokan Türkçemi
Babamdan kalan mertliği
Her insanın gözyaşında
Yüreğimin burkulmasını
Her damlada kendimi bulmayı sevdim
Sen ki şu ana dek gördüğüm en derin yara
Seni beni enkaza çeviren
Beni yaktın yıktın diye, sana kinlenmek mi?
Hayır, hayır tek duam Allah’a
Parmağına diken bile batmasın…
Şule KAYNAR 9-B
Ben Fatih gibi gönülleri fethetmeyi
Yunus gibi ilden ile gezmeyi
Mevlana gibi gönlümü insanlığa açmayı
Şems gibi sevda selinde sürüklenmeyi
Ben insan gibi insan olmayı sevdim
Dilek BARUTÇU H-C
- 12 -
TURUNCU
Umut rüzgârlarının şişirdiği yelkenleriyle,
Mutluluk gemileri kalkar bu limandan
Mahsun bir vakitte,
Bu şehr-i İstanbul’dan.
Ve sonunda bir gün daha batıyor,
Başka sabahlara kalkmak adına…
Yavaş yavaş uğurluyor gemileri ve insanları,
O kızıl deniz matem tadında…
Martıların çığlığı turuncunun vedasından…
Simitlerle avutmaya çalışır sanki insan.
Son parıltıları görülüyor şimdi,
Arkasına gizlendiği dağlardan…
Hoşça kal kötülükleri de kendisiyle batırmak isteyen,
Masum turuncu.
Kendisinden sonra gelecek Ay’a merhaba şimdi.
Her batışın sonunda doğan Hilal-i Ay vakti...
Beyza ÇEVİKBAŞ 9-B
ŞAŞKIN İNSANCIKLAR
Güneş saklandı yine dağların arasında
Ölüm öncesi telaş var sokaklarda
Herkes dünya telaşında
Unutulmuş geçmiş gelecek
Aklında bulunsun yarın ya gelecek ya gelmeyecek
Bir saniye sonrasını kim garantilemiş
İnsanoğlu işte, gafil
Her güne söz verir, ama tutamaz
Nefis önde halay çeker kimse aldırmaz
Ete kemiğe itibar eder onlar
“Kardeş” kelimesinden yoksun
Dostluktan, arkadaşlıktan bihaber
Ben der durur, biz diyemez dilleri
Nefis gemisinde alabora olur yürekleri
Yüzlere takılmış çeşit çeşit maskeler
Pişman olunur bela, musibet geldiğinde
Bir köşeden izler sahte yüzler
Ve işte final:
Dört omuz üstünde bir tabut…
Dilek BARUTÇU H-C
- 13 -
YENİ GÜN
Ergenekon’da başlayan bir destandın bir zaman
Bir bozkurt önderin hedefiydi bu vatan
Zaferidir Türklerin akıl almaz bu destan
Türk yurdudur burası yeni güne uyanan
Yetmiş dere, yetmiş körük, yetmiş kordu yakılan
Değmez mi hiç, vatandı bir madeni yaktıran
Hedefti ki varıldı Türk eline yakışan
Türk yurdudur burası yeni güne uyanan
Yakılmış, yıkılmış, terk edilmiş bir vatan
Türk evladı değildir bu şartlarda hep yatan
At üstünde yarışan, nevruzları kutlayan
Türk yurdudur burası yeni güne uyanan
Toprağına can veren bir bahardın bir zaman
Gelişin bir bayramdır bu vatanda kutlanan
Bir bozkurdun armağanı bu toprakta yaşayan
Türk yurdudur burası yeni güne uyanan
Var mıdır bizim gibi gelişini kutlayan
Türkiye’dir sevinip nevruzunu yaşayan
Birliktir, beraberliktir, kardeşliktir ardından
Türk yurdudur burası yeni güne uyanan
Ergenekon’dan çıkış başlangıçtır sahnene
Bahara selam veriş, gelişindir âleme
Bu Türk yurdudur ibrettir ki âleme
Uyanışı Türklerin bir destandır milleti
F. Sena ŞAHİN 9-B
OSMANİYE DESTANI
Osmaniye’m şimdi hüzün kaplıdır
Yüreğinde ateş barut saklıdır
Haydi, Osmaniye şimdi coşma vaktidir!
Deli poyraz olur bu milletin kahrı
Milletinden alıyor ocaktaki harı
Onbaşı Rahime’nin omzunda tüfeği
Örste demir dövüyor ateş gibi yüreği
Osmaniye yiğittir bükülür mü bileği
Kendini bilmez hain kendine gel kendine
Geldiğin gibi belki dönemezsin evine
Mamure’nin duvarında bir taş da ben olayım
Düşmana su verirse kurusun Karaçay’ım
Osmaniye’m yolunda sana canım vereyim
Ruh çıkarken bedenden gözüm açık gitmesin
Ay yıldızlı bayrağa düşman eli değmesin
Palalı Süleyman şaha kalkmış parlıyor
O ne bakışlar ya Rab! Sanki ölüm saçıyor
Çağdaşlaşmış Avrupa insan kanı içiyor
Bugün küfre karşı şehit olma günüdür
Müslüman Türk oğlunun en güzel düğünüdür
Yaylaların yamacında şimdi kuşlar ötüyor
Bülbül güle en güzel nağmelerin okuyor
Çöllo, Palalı, Rahime gayrı rahat uyuyor
Nice şehitler verdik mezarları kayboldu
Kahpe düşman eline bu memleket dar oldu
Ahmet GÜRBÜZ - Üniversite Öğrencisi
- 14 -
OSMANİYE ŞİVESİ
Her ilin, her yörenin kendine has bir şivesi vardır. İşte güzel Osmaniye’mizin yöresel kelimeleri… İstanbul Türkçesinin yazı dilini mi kullanırsınız, Osmaniye’mizin sıcak konuşma dilini mi? Karar sizin.
Cul: kilim
Kertiş: kertenkele
Deli soyka: yaramaz
Araya gitmek: ziyan
Malamat: kepaze
Pantol: pantolon
Dam: çatı
Pambık: pamuk
Ede: ağabey
Çimmek: yüzmek
cücük: civciv
cıncık: cam
gülle: misket
döş: göğüs
hırpo: enayi
dezze:teyze
kındırma:aralama
çomça: kepçe
pırtmak: kurtulmak
cillop: harika
bocit: sürahi
hayma: asma
dandik: kalitesiz
iliçkin: sucuk
yuka: ince
bibi: hala
tama: tamam mı
ökenmek: taklit etmek
sırt: elbise
zibil: çöp
peşkir: havlu
dinelmek: ayakta durmak
fallik: hafif meşrep
teker: bisiklet
zumzuk: yumruk
gıllık: küçük
essah: gerçek
helke: kova
Kele: Türk Dil Kurumu, bu kelimenin anlamını çözebilmek için uzman bir ekip
oluşturmuş, ama bu ekip henüz bu kelimenin anlamını tam olarak çözememiştir.
KARİKATÜRLER
- 15 -
DİL VE KÜLTÜR
Kültür, bir milletin maddi ve manevi değerlerinin tümüdür. Kültür, dini, dili, inançları, gelenek ve görenekleri, tarihi, yani bir millete ait olan her şeyi kapsar. Ama dil, bence
bu kültürel unsurların en önemlisidir.
Dil, sayesinde kültür gelecek kuşaklara aktarılır. Dil
hem kültürü etkiler, hem de
kültürden etkilenir. Mesela
Türk kültüründe komşuya
çok önem verilir, bu nedenle dilimizde “Ev alma, komşu al.” atasözü bulunur. “Bir
fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır.” atasözü de kültürümüzde misafire verilen
değer ve ikramı yansıtmaktadır.
Yine
kültürümüz
İslamiyet’in kabulünden sonra bir değişim yaşamış ve bunun dilimizde de etkileri görülmüştür. Din, iman, abdest,
namaz, hac, zekat, oruç gibi pek çok kelime Arapça ve Farsçadan dilimize geçmiştir.
Dil ve kültür bir kağıdın iki yüzü gibi birbirinden ayrıla-
maz bence. Dilsiz bir kültür ve kültürsüz bir dil düşünülemez bence.
Örneğin şu an biz okulda İngilizce ağırlıklı bir eğitim alıyoruz. (Haftada 20 saat) Bu durumda dolaylı olarak İngiliz
kültürünü de öğrenmiş oluyoruz. Çünkü kullandıkları
kelimeler, hitaplar direkt
kültürlerini de yansıtıyor.
Dil-kültür ilişkisine sömürge devletler açısından
da bakılabilir. Özellikle
İngilizler ve Fransızlar, Afrika kıtasını sömürmek
için önce dillerini onlara
unutturmaya çalışmışlar,
kültürün değişmesi kendiliğinden gerçekleşmiş. Günümüzde Afrika kıtasının
neredeyse tamamı İngilizce ve Fransızca konuşmakta ve onların kültürünü yaşamaktadır.
Sonuç olarak dil ve kültür bir milletin en önemli değerleridir. Biz de hem kültürümüze, hem dilimize sahip çıkalım.
Kübra ÖNAL Hazırlık-A
İLETİŞİM
Türk milleti değil miyiz, ne de olsa hepimiz aynıyız. Evde,
okulda, kantinde, her yerde iletişim kurma ihtiyacı hissederiz. Her tarafta bize benzeyen insanlar ararız. Bazen dilimizi kullanırız, bazen jest ve mimikleri.
Düşünsenize kocaman bir şehirde yaşıyorsunuz, fakat
kimse kimseyle iletişim kurmuyor. Sadece kendi yolunda
ilerliyor, takmış olduğu at gözlüğüyle. Yüzünde hiçbir ifade yok. Dudakları ne aşağıya büzük, ne de bir tebessüm hali
var. Düz bir çizgi, insanlar bu kadar nasıl yaşayabilir ki…
Bir kedi düşünün, sesler çıkarır iletişim kurmak için. Yüz
ve vücut hareketleriyle de çok şey anlatır. Eğer melül melül
bakarsa bilirsiniz ki acıkmıştır. Eğer kuyruğunu sallarsa bilirsiniz ki halinden memnundur. Bir de deli gibi mırladığı
zamanlar olur ki o zaman çok kızgın olurlar.
Biz de dil veya jestlerle kendimizi anlatırız. Günlük hayatta birçok yerde iletişimin en önemli aracı olan dili kullanırız. Ben de şu an sizinle iletişim kuruyorum.
Gerçekten dil büyük bir nimet… Bir an için dilsiz olduğunuzu düşünün, ne kadar sıkıntı yaşardınız. Allah’a şükürler olsun ki hem dilimiz var, hem de iletişim kurabiliyoruz.
Hakan SOĞUK 9-B
- 16 -
ÇANAKKALE GEZİSİ
Biz ailecek altı yıl önce Çanakkale’ye gitmiştik. Çanakkale doğasıyla ve insanlarıyla çok güzel bir yer.
Çanakkale’ye ilk gittiğimizde kalacağımız köyde kimseyi
tanımıyorduk. Babam Çanakkale’de çalıştığı için yazın tatile
gitmiştik. Özellikle şehitliği gezecektik.
Orada babamın arkadaşları vardı, ilk önce onların yanına
gittik. Onlarla tanıştık ve yemek yedik. Daha sonra evimize
gittik. Genelde köy evleri güzel olur, ama bizim evimiz pek
güzel değildi. Çünkü köyde başka kiralık ev yoktu.
Eve yerleştikten birkaç gün sonra komşularımızla beraber Çanakkale Şehitliğine gitmeye karar verdik. Sabah
erkenden yola çıktık. Bizim köyle şehitliğin arası biraz
uzundu, bu nedenle yorucu bir yolculuktan sonra Şehitliğe
varabildik.
Çanakkale Şehitliği gerçekten çok güzel bir yer. Oradaki
tüm şehitleri görme şansımız oldu. Müzeye gittik, siperleri
gezdik. Orada bizim dışımızda da birçok insan vardı, hepsi
de bizim gibi heyecanlıydı.
Şehitliği gezdikten sonra deniz kenarına gittik ve piknik
yaptık. Ardından denize girdik ve yüzdük. O gün gerçekten
çok güzel geçti, akşam olsun istemedim.
Geç saatte eve döndük, çok yorulmuştuk, ama yine de
çok güzel bir gündü. Çanakkale’ye bir kez daha gitmek isterim ve tüm arkadaşlarımın da en kısa zamanda Çanakkale’yi
ziyaret etmesini tavsiye ederim.
Enes KIRAÇ Hazırlık-C
BİLGİSAYAR
Bilgisayar, günlük hayatta en çok kullandığımız aletlerden biridir. Her zaman yanımızda bulundurabileceğimiz
boyutlarda da üretilen bilgisayarlar en önemli yardımcılarımızdır.
Bilgisayarın aslında faydası olduğu kadar zararı da var.
Bu bizim elimizde.
Bilgisayar sayesinde bilgi ve birikimlerimizi kaybolmayacak şekilde elimizin altında tutabiliriz. Sosyal siteler sayesinde, ilişkilerimizi geliştirebiliriz. Ödev ve araştırmalarımızı bilgisayar üzerinden yapabiliriz.
Öte yandan bilgisayar karşısında fazla durmak sağlımızı
olumsuz etkiler. Çocukların saatlerce bilgisayar oyunu oynamaları kafalarını allak bullak eder. Hatta onları bağımlı
hale getirebilir.
Bu nedenle bilgisayarı dengeli kullanmalıyız. İyi yanları
olduğu gibi kötü yanları da olduğuna dikkat etmeliyiz. Bilgisayar bize değil, biz bilgisayara hükmetmeliyiz.
Zekeriya ORMAN Hazırlık-B
- 17 -
İYİ Kİ…
İyi ki doğdum, iyi ki Müslüman olarak doğdum. İyi ki
Türk’üm, iyi ki Türkiye’de yaşıyorum.
İyi ki bilgisayar var, olmasaydı ne yapardık? Oyun yok, ne
yapacağız? Ödev olsa, özellikle İngilizce nasıl yapacağız?
İyi ki televizyon var, maçları
izleyebiliyoruz. Dünyada neler
olup bittiğini öğrenebiliyoruz.
Her şey elimizin altında…
İyi ki kız değilim. Kim çekecek onu? Etek uzun mu, kısa
mı? Açık mı saçık mı? Erkekler
bakar mı, bakmaz mı? Voleybol
neyin nesiymiş, kızlar futbol
oynayamıyor. Ben ise her gün ve
rahatça oynayabiliyorum.
İyi ki erkeğim. Maç yapıyorsun, sokakta rahatlıkla yürüyebiliyorsun. Kimse sana sataşamaz, yiyorsa sataşsın bakalım.
Her mekâna rahatlıkla girip çıkabiliyorsun. Bir de delikanlısın, kızlar sana laf geçiremiyor.
İyi ki gözlük takıyorum. Kavga oldu mu gözlüğü gören
sana vurmuyor. O vurmayınca sen ona dalıyorsun tabii. Bir
de bazı mavralar. Gözlük taktığın için seni çok zeki, çok çalışkan zannediyorlar. “Gözlerin çok çalışmaktan mı bozuldu?” diyorlar. Ben de, evet, diyorum. Aslında ders ile alakası
yok. Bilmiyorlar ki saf çocuklar, gözlerimi bilgisayar ve televizyonun bozduğunu.
İyi ki insanız. Yoksa hayvan olsan gelen geçen şeytan taşlar gibi seni taşlar ve
kovalar. Dalasın gelir, ama
dalamazsın. Bunun öbür
dünyası var deyip geçiştirirsin. Sen sokakta sefil sefil
yiyecek ararsın, çöp aracı
gelip senin mönünü alır, götürür ve sonrasını bilirsin,
sayıp söversin işte.
Evet, değerli arkadaşlar
şaka bir yana, iyi ki diyeceğimiz o kadar çok şey var
ki, onları görelim. Belki her
şey yüzde yüz istediğimiz gibi değil. Belki bardağın yarısı
boş, ama yarısı da dolu değil mi?..
Hüseyin EKİNCİ Hazırlık-C
BİZİM YAYLAMIZ
Biz her sene yaz olduğu zaman yaylamıza gideriz. Orada
hayat öyle güzel, öyle eğlenceli ki anlatmaya kelimeler yetmez. O sıcak sohbetler yok mu hepsine bedel.
İyi ki yaylamıza dışarıdan tanımadığımız birileri gelmiyor. Bütün beraberlik ve huzurumuz bozulurdu. Bilmiyorum, belki bana öyle
geliyor. Ama bizim
yaylamız akraba yaylası olduğu için daha
güzel geliyor bana.
Sabah uyandığında
o kışların sesi, suyun
şırıltısı ve en önemlisi
mis gibi çam kokusu…
Ramazanda yaylamız
daha bir başkadır. İftar
vakti her ev birbirine
yaptığından gönderir
ve pınardan soğuk bir
şişe su alınır.
Bizim
yaylamızda cami yok ve komşu yaylaların ezan sesi duyulmaz. Her
akşam erkeklerden biri ezan okur ve bir bardak suyla oruç
açılır. Herkes çayını içtikten sonra teravihe gider. Teravihler
çok uzakta kılınmaz, hemen o buz gibi suyun aktığı pınarın
üst tarafında kılınır. İmam da Hacı Ahmet amcamız olur.
Teravihten sonra her akşam bir eve misafirliğe gidilir. Semaverde demlenen çaylar içilir, ardından karpuzlar, kavunlar yenir. Ramazan böyle sürer, gider.
Yayladan dönülecek
vakit bir akşam toplanılır. Herkes evinden
pastasını, böreğini, çöreğini getirir ve şenlik
yaparız. Ortada kocaman bir ateş yanar
ve bizler üzerinden
atlarız. Araba teyplerinden müzik çalar,
oynarız. Yaylada son
akşamımızı böyle geçiririz.
Son sabah uyandığımızda o kötü an gelir
çatar, üzülerek şehrin
yolunu tutarız. Ve büyük bir hevesle bir sonraki yayla döneminin gelmesini bekleriz.
Meryem ÜNLÜ Hazırlık-B
- 18 -
ANLAR VE ANILAR
Anılar… Herkesin bir anısı vardır mutlaka. Sık sık hatırladığı mesela, unutamadığı, unutmayacağı, belki de unutmak
isteyeceği birçok anı… Anılar, kalbimizdeki kilitli kapılar
gibidir. Önce yaşarız hepsini birer birer, sonra da ya kilitleriz onları ve hiç hatırlamayız ya da sık sık tekrar yaşarız
o anı. Korkularımız, sevinçlerimiz, sıkıntılarımız, duygularımız, arkadaşlıklarımız…
Hepsi, her an birer anıdır aslında bizim için.
Arkadaşlıklar mesela. Tanıdığımız onca insan ve içlerinden arkadaş olarak seçtiklerimiz. Birlikte her anımızı
yaşadığımız, birlikte güldüğümüz, ağladığımız, coştuğumuz, kopya çektiğimiz o tatlı
insanlar.
O kadar güzel ve yaşanmaya değerdi ki benim için zamanın nasıl geçtiğini bile anlamazdım o zamanlar. Her arkadaşımdan, bir fikir, bir hayat
anlayışı, bir “anı” aldım aslında. Her arkadaşımdan öğrendiğim ve hatırlamaktan zevk aldığım o kadar çok şey oldu ki…
Devam etseler de, bitseler de eğer yaşamaya değerlerse aslın-
da hiç gitmemişlerdir kalbimden o anılar ve bundan sonra
da gideceklerini sanmıyorum.
Birçok anım oldu şu kısacık hayatımda. Ama en çok arkadaşlarım kalbimde yer edindi. En çok onlarla yaşadım ben
hayatımın her anını. Küstüğümüz oldu, kırıldığımız ya da
kalplerimizde hiç kapanmaz yaralar açtığımız, ama bence
hepsi yaşanmaya değerdi.
Her anımın farklı bir yeri
var yüreğimde. Çünkü anılar
yaşadığımı gösterir, mutluluklarımı, umutlarımı, üzüntülerimi, hayallerimi, hayatımı gösterir. Anılarım beni
ben yapar. Hayatımı değerli,
anlamlı ve yaşanacak kılan
o küçük ama aslında çoook
büyük şeylerdir. Anılar her
şeydir.
Anı, sensin, arkadaşların, ailen, dostların, düşmanların,
umutların, korkuların, yaşam tarzın… Anı mı dedin? Her
an’ın aslında bir anı. Hadi sen de anın tadını çıkar. Bırak yaşadıkların, anıların seni oluşturmaya devam etsin…
Kübra Nur MÜLAYİM Hazırlık-C
ÖZÜR DİLERİM
Hiç beklemediğimiz bir anda cesaretlenir ve gideriz kırdığımız kişinin yanına. Düşündüğümüz, söylemeye karar
verdiğimiz her şey çıkmıştır aklımızdan. Sadece iki kelime
vardır aklımızda; özür dilerim.
Bizim istediğimiz kırdığımız kişinin bizi affetmesi iken
onun istediği tek şey bu iki kelimeyi duymaktır. Biz kendimizi affettirmeye çalışırken
o duymak istediğini duymuş
ve bize tebessüm etmeye
başlamıştır.
Biz insanlar bu iki kelimeyi söylemekten o kadar
çok korkuyoruz ki… Sanki
lanetli iki kelime. Halbuki
iki kelime olmasına rağmen
etkisi yüzlerce kelimeyle
anlatılamaz. Aslında sorun
belki de bu iki kelimeden ziyade, korktuğumuz ve bize
zor gelen şey sadece suçlu
olduğumuzu kabul etmek
istemeyişimizdir. Aklımıza
başka şeyler getirip kendimizi haklı çıkarmaya çalışı-
rız ve kendi kendimizi kandırırız da. Ama sonradan aklımız
başımıza gelir. Yavaş yavaş suçlu olduğumuzu kabul etmeye
başlarız. Yaptığımız ya da söylediğimiz her şey aklımıza gelir.
Yaptıklarımızla karşımızdaki kişiyi ne kadar kırdığımızı anlarız ve gidip ondan özür dileriz. Ama olmuyor. Bu iki
kelime ağzımızdan bir türlü
çıkmıyor. Aslında bu iki kelime sizi yükseltecek olan,
ilişkilerdeki en çıkmaz yolları açan şey. Bu böyle ve hayat
boyunca değişmeyecek.
Özür dilemek; yaşamak,
yemek, içmek gibi bir ihtiyaç.
Çünkü hayat boyu nice hatalar yapacağız. Ve bu hatalar
sonucunda bizden beklenen
sadece bir özür, iki kelime.
Olay bundan ibaret. Özür dileyip barışmak, helalleşmek,
arkadaşlığı sürdürmek varken inat, gurur yapıp küs, kırgın yaşamaya değer mi sizce?
Selcen BAZ Hazırlık-C
- 19 -
HAKKÂRİ YAYLASI
Ben beş yaşlarındaydım. O zamanlar babam Hakkâri’de
çalışıyordu. Bölgenin en güzel zamanlarına denk gelmiştik
herhalde. Çünkü o dönemde hiç terör yoktu.
Bir gün annemin velileriyle beraber, bu arada annem öğretmen, Hakkâri’nin Berçalan Yaylasına çıktık. Bu yaşta
dahi göremediğim güzelliklerle orada karşılaştım. Her
taraf alabildiğine rengârenk
çiçeklerle kaplıydı. O envai
çiçekler arasında ters lale bile
vardı.
Bana çok ilginç gelen şeylerden biri de Cilo Dağı. O beyazlara bürünmüş ihtişamlı
dağı uzaktan gördüğümde,
orası neresi, diye sordum.
Cilo, dediler. Daha sonra merak ederek Cilo’yu araştırdım
ve bir buzul dağı olduğunu öğrendim. Türkiye’nin nadir buzullarından biri…
O gün bana bir de hediye verdi köylüler: patik. El örgüsü
çorap yani… Çok hoşuma gitti, hatırat diye sakladım epey
zaman.
Son olarak şunu söylemek
isterim: Hakkâri’de geçirdiğim o gün, benim hayatımın
en güzel günlerinden biri olarak yerini aldı. Düşününce ne
kadar güzel bir ülkeye ve ne
kadar sıcakkanlı ve iyi yürekli
insanlara sahip olduğumuzu
anladım.
Ceyda ÇEVİKBAŞ Hazırlık-B
DENGE
Vücudumuzdaki dengenin, yeryüzündeki her canlıda, her varlıkta olduğunu biliyor muydunuz? Denizde büyük balıklar, küçük balıkları yer ve bu denizlerin
döngüsünü, dengesini sağlar. Karada rüzgârlar sayesinde çiçek özleri, polenler farklı yerlere taşınır ve doğada yeni canlanmalar meydana gelir.
Ama bütün bunlar bir anda olmaz. Belli bir düzen,
belli bir zaman, belli yasalar çerçevesinde… İlahi bir
düzen, binlerce yıldır bu şekilde devam etmekte…
Bizim vücudumuzda da denge en önemli unsurdur.
Kafatasımızın arka kısmında ayakta iken dengede durmamızı sağlayan bir sistem olduğunu biliyor muydunuz?
Altın oran, diye bir şey duydunuz mu? Burnun çeneye, çenenin yüze oranı? Elin dirseğe, dirseğin kola oranı
ve diğerleri… Muhteşem bir denge…
İlahi denge, muhteşem bir şekilde tasarlanmış, ama
ne yazık ki biz insanlar o dengeyi korumuyor, tahrip
ediyoruz. Doğadaki dengeyi tahrip ediyoruz, vücudumuzdaki dengeyi tahrip ediyoruz. Sonuç ortada. Oysaki yapmamız gereken kendi iyiliğimiz için bu dengeyi
korumak olmalı:
Ömer Selçuk ÖZYURT Hazırlık-B
- 20 -
O
MERAK VE VİCDAN
gün okuldan geldiğinde çok büyük bir sıkıntısı vardı. Eve gelmiş, yemek yemiş, bir şeylerle uğraşmış;
ama bir türlü can sıkıntısı geçmemişti. Biraz kitap
mı okusaydı? Hayır, kitap okumayı sevmezdi. Bilgisayar, üf
çok sıkıcıydı. O kadar zamanını bir aptal kutuya vermeyecekti herhalde.
Uzun bir süre etrafına bakındı, durdu. Evde de kimse
yoktu. Sonunda biraz televizyon izlemeye karar verdi. Kanalları gezinirken televizyondaki saçma sapan programları
görünce kendi kendine kızdı. Bu, o değildi. Onca zamanını
bu aptala veremezdi.
Aslında hava fena değildi. Çıkıp biraz dışarıda dolaşsa
mıydı? Bu fikir de ona cazip gelmedi bir süre sonra. Gidip
yatağına uzandı ve gözlerini tavana dikti.
Anlamsız anlamsız tavana bakınırken aklına babasının
koyduğu bir yasak geldi. Yo, hayır, bu düşünceyi kafasından
atmalıydı. Evet, kesinlikle bu düşünceyi kafasından atmalıydı. Babasının onca yıldır sakladığı dedesine ait gizli sandığa
bakmamalıydı.
Babası bu konuda onu fazlaca uyarmış, orada seni ilgilendiren bir şey yok, demişti. Ama bu söze inanası gelmiyordu. Ve kendine engel olamıyordu işte! Sonra annesi de, merak bazen insanın başına dert açar, bu yüzden merak bazen
iyi bir şey değildir, diyordu.
Evet, annesi haklıydı. Gerçekten de şimdi içini kemiren
merak hiç de iyi bir şey değildi. Birden aklına olabilecek şeyler geldi: Tam sandığın içine bakacakken anne ve babasının
eve gelmesi, onu sandık başında görmeleri… Bu, tam bir felaket olurdu.
Ama merak, o merak yok mu? İnsanın aklını esir alıyor
adeta. Bir süre sonra olaya farklı bir açıdan baktı. O sandığın içine bakınca ne olacaktı ki… Sadece merakını gidermiş
olacaktı.
Ama bu kez de babasının sözünü dinlememiş, dedesinin
hatıratına saygı göstermemiş olacaktı. Ve hayatı boyunca
bunu hatırlayacaktı.
Sonra o içindeki hiç susmayan merak dürtüsü yeniden
konuşmaya başladı. Baksa bir şey olmazdı herhalde. Zaten
dedesi çok tuhaf bir adamdı. Belki de çok önemli bir şey vardı sandığın içinde. Of, sıkıntıdan terlemeye başladı.
Kalktı ve odasından çıktı. Üst kata doğru yürüdü. Sanki
buraları ilk kez görüyormuş gibiydi. Holdeki halının çiçek
desenli olduğunu yeni fark etti. Hâlbuki annesi bu halıyı geçen yıl almıştı. Evdeki ıvır zıvır eşyaların olduğu odaya yöneldi. Bir arama telaşına kapıldı.
Dedesine ait olduğunu düşündüğü sandık tam karşısındaydı. Acaba bu muydu? Ama daha önce hiç buna benzer bir
sandık görmemişti. Sandığını kendine doğru çekti ve kapağını kaldırdı…
Olamaz! İnanamıyordu. Sandığın içinde sadece çok eski
bir defter ve dedesinin hayattayken kullandığı tespihler
vardı. O ne umuyordu, ne bulmuştu? Bu kez defterin içindekileri merak etti. Hemen defteri açtı, içinde yalnızca dedesinin yazdığı birkaç şiir vardı.
Bu muydu yani, dedesi öldüğünden beri babasının sakladığı sandık? İnanamıyordu, bu kadar basit bir şey miydi?
Babası neden bu deftere bu kadar önem veriyordu ki?
Bir süre öyle kalakaldı. Aşağıdan kapı sesi gelince irkildi.
Annesi veya babası gelmiş olmalıydı. Hemen sandığı yerine
koyup aşağı koştu. Annesiyle merdivenlerde karşılaştı. Ne
bu telaş kız, sözlerine, hiç ödevimi yapacağım, diyerek kendini odasına attı.
Şimdi üzgündü, hem de çok. Bunu yapmamalıydı. Evet,
o sandıkta gördükleri bekli saklanacak şeyler değildi. Ama
belki de babası onu sınamıştı. Bir saat önce içini kemiren
merak duygusu yok olmuş, onun yerini tüm ağırlığıyla vicdan azabı kaplamıştı…
Şeyma AKBULUT Hazırlık-C
- 21 -
YAŞAMAK
Yaşamak, bundan daha harika ve daha muhteşem bir şey
olabilir mi? Sevineceğimiz ya da üzüleceğimiz şeyler yaşamadan, nefes alıp vermeden olabilir mi?
Yaşıyorum, hayatın güzelliklerini fark ediyorum, tecrübeler ediniyorum. Kimi zaman şaşırıyorum, kızıyorum,
üzülüyorum… Tüm bunlar yaşamaya bağlı değil mi?
Her şeyi yaşayarak anlarsın, hem de her şeyi. Yaşadığın
sürece, hala yapman gereken, öğrenmen gereken, tecrübe
etmen gereken yüzlerce şey var demektir.
Tahmin edebileceğimizden daha fazla şey var elimizin
altında. Yaşıyoruz. İsteklerimizi gerçekleştirmemek için bir
sebep var mı sizce? Yok, bence de öyle. Bahaneleri, suçluluk duygusuna kapılmamak için ortaya çıkarırız. Yaşıyorken
neden bahane uydurmaya devam ediyoruz ki… Yaşamaktan
daha güzel şey var mı? Yaşamın her anının tadını çıkarmak
varken.
Hayat o kadar güzelliklerle doluyken hayatımızı monotonlaştırarak devam ettirmekte ısrarcıyız galiba. Lütfen, yaşamın tadını çıkarın, hayatın güzelliğine varın ve hayattan
zevk almak için kendi kendinize engel olmayın.
Begüm Hilal KAYA Hazırlık-A
MUTLULUK
Mutluyum, mutluyum çünkü görüyorum, konuşabiliyorum, duyabiliyorum. Aslında insan ne kadar
kötü şey yaşasa da, mutsuz olduğunu, kaderinin kötü
olduğunu söylese de içindeki mutluluğu fark etmiyordur.
Mutluluk, çok önemli bir kavram ve çoğu insan
mutluluğu anlamıyor. Mutluluğu rahatlık, zenginlik
olarak düşünüyor. Oysaki mutluluk yarım aralanmış
bir kapıdır bence. O kapıya tamamen açıp mutluluğu
yakalamak bizim elimizde.
Ben mutluyum, hem de çok mutluyum. Bu ülkede
yaşamak, bu dine mensup olmak benim için yeter. Benim sorunlarım yok mu? Elbette var. Ama aralanmış bir
mutluluk kapım var ve ben o kapıdan geçip yürümeyi
tercih ediyorum.
Unutmayın, herkesin aralanmış bir mutluluk kapısı
var. O kapıyı kendi suratımıza kapamak veya o mutluluk kapısından geçmek bizim elimizde…
Melike ÇETİN Hazırlık-B
- 22 -
NEDEN BÖYLEYİZ?
Çoğu şeyin nedenini bilmiyoruz veya çoğu şeyin nedenini bilmek istemiyoruz? Yaşadığımız hayat mı bizi buna iten?
Kendi düşüncelerimiz mi, başkalarının düşünceleri mi? Belki düşünüyoruz, ama işte düşündüğümüzle kalıyoruz.
Hayatta göz ardı ettiğimiz o
kadar çok şey var ki… Hiçbirinin
kıymetini bilmiyoruz. Hep daha
fazlasına meylediyoruz. Hayatımızın her gününde bir şeyleri erteliyoruz.
Kendimizi mutsuz etmek için
o kadar bahanemiz var ki sıra
mutlu olmak için sahip olduklarımıza gelmiyor. Hep isyankâr bakıyoruz yaşadığımız olaylara. Ne var
sanki ağlamak yerine gülsek? Bize
değer verenlere değer versek?
Ama olmaz değil mi? İlla ağlayacağız, üzüleceğiz, üzeceğiz. Bir
şeyleri kırıp dökeceğiz. Bir türlü
bulamadık bunun nedenini. Biz
mutlu olmak istemiyoruz galiba,
tüm güzel şeyleri elimizin tersiyle
ittiğimize göre.
Seviyoruz, seviliyoruz ki bunlar insan için çok önemli
şeyler. Bence sevmeyen ve sevilmeyen insan yoktur. Ama dönüp baktığımızda herkes sevilmemekten şikâyet ediyor. As-
lında sevilmemekten yakındığımız tek bir kişinin bizi sevmemesi. O kişiyi herkes sanıyoruz. Ama bilmiyoruz ki zorla
hiçbir şey olmaz. Ne birine kendimizi zorla sevdirebiliriz ne
de biz birini zorla sevebiliriz.
Bu nedenle sizi sevmeyen birinden çok beklentiye girmeyin.
Ama biz beklentiye giriyoruz. Bir
gün olacak deyip bekliyoruz. Bu
beklenti boş, saçma bir beklenti
gibi, ama gerçekleşmesi için günlerimizi, aylarımızı harcıyoruz.
Bu geçen zaman içinde umursamadığımız hayatımız, yavaş yavaş
akıp gidiyor. Tek bir şeye/kişiye
odaklandığımız için diğer tüm
şeyleri kaybediyoruz.
O kaybettiğimiz şeylerin değerini bir bilsek keşke. Ama bilmiyoruz. Biz pek çok şeyin değerini
onları kaybettiğimizde anlıyoruz.
Bu kez de iş işten geçmiş oluyor.
Bence oturup hayatımıza bir format atmamız lazım. Bakış açımızı,
değer yargılarımızı değiştirmemiz
lazım. Hiçbir şey bizden, bizim mutluluğumuzdan daha
önemli değil.
Mervenur BOZDOĞAN 9-A
BAĞ EVİ
Sıcak bir yaz sabahı babamın sesiyle uyandım. Henüz sabahın altısıydı. Neden bu kadar erken kalkmışlardı ki, diye
düşünürken bugün yolculuğa çıkacağımız aklıma geldi.
Hemen yataktan kalktım ve mutfağa gittim. Hazırlıklar çoktan başlamıştı. Hemen
valizimi hazırlamaya koyuldum.
Sonunda her şey tamamlandı.
Yola çıkmak için her şeyi tamamladık. Biz bu koşuşturmanın
içindeyken kardeşim hala bilgisayar oynamasın mı? Babam kızdı ona.
Arabaya bindik ve yavaş yavaş
yola koyulduk. Arabada yol almak
her zaman olduğu gibi sıkıcıydı.
Çünkü hep aynı şeyleri yapıyordum: arabaların plakalarına bakmak ve müzik dinlemek.
Derken az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik. Adana,
Mersin derken Niğde’ye ulaştık. Niğde en sevdiğim yerlerden. Çünkü orada hep durup Peribacaları ile hatıra fotoğrafı
çektiririz. Ama bu sefer çok farklı bir şey yaptık. Dal parçalarına sucukları dizip ateşte pişirerek
yedik. Yanında çayımız da vardı.
Vakit kaybetmeden tekrar yola
koyulduk. Kayseri’yi de geçtikten
sonra nihayet varmıştık. Yozgat merkeze inmeden önce bağ evimizde
kaldık. Eşyalarımızı eve yerleştirdik.
Daha sonra Yozgat’a inip büyüklerimizi ziyaret ettik. Hepsi hem çok şaşırdı, hem de çok mutlu oldular.
Birkaç gün Yozgat’ta kaldıktan
sonra bağ evimize geri döndük. Doğayla baş başa bir tatil geçirdik…
S: Fatma ÖCAL Hazırlık-C
- 23 -
NEDEN İNGİLİZCE ÖĞRENEMİYORUZ?
Fatih ARITÜRK-İngilizce Öğretmeni
Atalarımız “İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa” demişler. İnsan olmanın belki de en önemli hasletlerinden
birisi düşünmek kadar, düşündüğünü ifade etmek, iletişim kurabilmektir. Bizi hayvanlardan ayıran en büyük özelliklerden birisi
iletişim kurabileceğimiz bir dilimizin olmasıdır. Dünyada pek
çok millet ve alt türevleriyle pek çok da dil vardır. Çekimli, bükümlü, sondan eklemeli, tek heceli diyebileceğimiz dil çeşitleri
bulunmaktadır. Konu yabancı dil öğrenmek olunca biz Türkler
birkaç sebepten İngilizceyi öğrenmekte zorlanıyoruz.
Dünya dillerine cümle dizini açısından genel bir bakış atacak
olursak cümleler genellikle “Özne+Yüklem+Nesne” şeklinde giderken, Türkçe de “Özne+Nesne+Yüklem” şeklinde olmaktadır.
Yani örnek verecek olursak İngilizcede “Ben gidiyorum okula.”
derken, Türkçede “Ben okula gidiyorum.” diyoruz. Cümle yapısındaki bu farklılık özellikle konuşma dilinde İngilizce konuşan
bir Türk için sıkıntı oluşturuyor. Onun için konuşurken Türkçe
düşünüp İngilizceye çevirmektense, pratik yaparak direk İngilizce konuşarak cümleler kurmak gerekmektedir.
Dil canlı bir varlıktır ve değişken bir yapısı vardır. Zaman içinde yeni kelimeler türerken, bazı eski kelimeler de kullanımdan
kalkabiliyor. Hatta gramer yapısına ters düşen bazı yapılar zamanla meşruiyet kazanabiliyor. Son 50 yılda Türkçedeki kelime
dağarcığı ve kullanılan cümlelere bakılırsa bu rahatça anlaşılır.
Bugün ak dediğimiz bir şeye yarın kara diyebiliyoruz. Onun için
dili kesin olan kurallarla sınırlandırmak yanlış olacaktır. Hele
hele bunu iyi bir lisede okumak için sürekli sayısal ders ağırlıklı
çalışan bir öğrencinin yaptığı gibi cümle yapılarını bir matematik
formülü gibi “şundan sonra bu, bundan sonra da şu gelir” gibi bir
mantığa bürümek bazı zamanlar
öğrencileri yanıltabiliyor.
Özellikle liselerde hazırlık sınıflarının kalkması, özel bir ilgi isteyen ve diğer alanlardan tamamen
farklı olan ve diğer alanların hemen
hemen hepsinde kullanılan İngilizceye olan ilgiyi dağıtmıştır. Önceden hazırlık sınıf varken bazı temel
dersler haricinde, haftanın ağırlıklı
bir bölümünde İngilizce dersi vardı
ve öğrenciler istese de istemese de
ağır bir şekilde İngilizceyle muhatap oluyordu, bu zorlama ise üzerinden yıllar geçse de, çok çeşitli
alanlarda okusalar da öğrencilerin
akıllarına İngilizceyi çakmıştı. Ha-
zırlık sınıflarının kaldırılmasının ardından bir devre
geçti ve aralarındaki İngilizce bilgisi kıyaslanamayacak
kadar fazla durumda.
Yapılan en büyük hatalardan birisi de “Ben niçin ellerin dilini öğreniyorum, onlar
bizim dilimizi öğrensinler.”
mantığıdır. Bu çok güzel bir
temenni ama bu temenninin
gerçekleşmesi için günlük kısır tartışmaları bırakıp adam
gibi bilgi ve teknoloji üretmemiz lazım. Bugün İngilizcenin bu halde olmasının en büyük sebeplerinden birisi sömürgeciliklerinden çok yapılan yeni buluşların ABD ve İngiltere’den
gelmesi ve bu buluşların İngilizce ile ifade edilmesidir. Artık bu
teknoloji yarışına başka ülkeler de girseler de onlar da İngilizceyi
kullanmak zorunda kaldılar. Bu hegemonyayı kıran tek ülke şu
an için Çin; o da teknolojik buluşlarından değil, teknolojiyi çok
ucuza ürettiği içindir. Artık ihracat firmaları İngilizce kadar Çince bilen elemanlar da aramaktadır.
Yaptığımız en büyük hatalardan birisi de hangi dil olursa olsun-buna kendi dilimiz de dâhil- kullanılmayan dil unutulmaya
mahkûmdur. Üniversitede bir hocam “Dil yokuş yukarı itilen bir
kaya gibidir, bırakırsanız tekrardan aşağıya inecektir.” demişti. Bir
de Yunus EMRE’nin “Emek yoksa yemek yok.” sözünü eklemek
isterim. İngilizce veya başka bir yabancı dil öğrenmek için gerçekten
çok çaba harcamak gerekmektedir.
Yeterli çabayı göstermeden İngilizceyi öğrenemediğini söylemek cahilce bir söylemdir. Eğer gerçekten
öğrenmek istiyorsak onun istediği
çalışmayı yapmak zorundayız. Bu
sadece İngilizce veya yabancı dil
için değil her şey için geçerlidir.
Sonuç olarak askerde öğrendiğim bir sözü sizinle paylaşmak istiyorum. “Zor diye bir şey yoktur,
imkânsız zaman alır.” İngilizceyi
öğrenmek zor değildir, ama biraz
zaman alır, yeter ki gerekli çabayı
göstermesini bilelim.
- 24 -
KARARLI OLMAK VE AZİM
Sanem ASLAN OKUDAN - Müdür Yardımcısı
“ İki kurbağa süt kazanının sağında solunda dolaşırken içine düşer. Bir müddet keyifli keyifli yüzerler. Sonra sıkılıp çıkmak isterler. Ama bir türlü çıkamazlar. Yüzmekten yorulan kurbağalardan biri pes edip yüzmeyi bırakır ve kazanın
dibine iner, ölüme teslim olur. Diğeri; “ölürsem de yüzerek öleyim, elbet bir
çare vardır” diyerek yüzmeye devam eder. Yüzen kurbağa çırpınırken, süt köpürür. Köpükler yağ tepeleri haline gelir. Kurbağa oluşan yağ tepesinin üstüne
çıkar, kurtulmayı başarır. “
K
um saati , acımadan bir avuç kum daha koparıp savururken ömür sahilimizden , sayısız yaşanamamışlıklar
sarar etrafımızı. Başa almak istesek de geride bıraktıklarımızı hayat ikinci bir şansı sunmaz bize dalından
koparılmış bir gülü dalına teslim etmeye. Hep bir “Acaba?” ve
“Keşke” duygusuyla sürdürmeye mecbur kalıp oradan oraya savurup dururuz yelkenimizi. Çoğu zaman pes etmeyi mücadele
etmeye tercih edip kolay olanın yolunu tutarız. Hep dilimizde
“Bundan sonra farklı biri olacağım, bundan sonra daha planlı olacağım” gibi tekrar eden ama hiç gerçekleşmeyen cümleler
döner durur. Ama hayat koşusunda dünden farklı olmak için
dünden daha hızlı koşmaya çalışmak gerekir. Öğrenilmiş çaresizliklere kulağımızı tıkayıp elimizde olmayanların bahanelerinden
sıyrılıp elimizde olanların gücünü kullanabilmeliyiz. Zamanında
attığımız her adım başarı zirvesine uzanan bir köprü olacaktır
, unutmamalıyız. “Bin atlının dev gibi bir orduyu yendiği” bir
ulusun evlatlarının yılgınlığa ve ümitsizliğe zamanı yoktur diye
düşünüyorum.
Başarmak için önce inanmak gerekir. Boğazın dört bir yanını kuşatan düşman gemilerine kafa tutan gencecik askerler Çanakkale’nin
Geçilmezliğinden şüphe etmiş midir sizce? Onları tarihe efsane olarak yazan , kazanacaklarına olan inançlarındaki sarsılmaz kuvvet
ve kararlılıklarıdır. Başarma inancınızın filizlerini gayret ve cesaret
ışığınız beslemeli ikinci aşamada. Ne kadar yenilirse o kadar ayağa
kalkabilen; başarı için azimle çıktığı yolda döktüğü alın terini hedefine ulaşmanın sevinciyle ulaştığı ideal çizgisinin mutluluk sağnağına dönüştüren gençleri olmalısınız ülkemizin.
Unutmayın “En muhteşem hikayeniz kararlılık ve azim yolunda yazılır.” Ya kurgusu zaferle örülmüş hikayenizin kahramanı olursunuz ya da okunmadan rafa kaldırılmış bir hikayenin
unutulmuş kahramanı. Seçim sizin! Evrende hiçbir ses kaybolmazmış. Tüm sesler ve heceler gökyüzünde asılı kalırmış. Dilerim
hayat yolculuğunuzda evrende asılı bırakacağınız sesler azminiz
ve kararlılığınızla kazandığınız başarılarınızın ve ideallerinizin
senfonisi olur.
- 25 -
KARİKATÜR KÖŞESİ
- 26 -
9- A Sınıfımız...
9- B Sınıfımız...
Öğrencilerimiz Milli Eğitim Müdürü
Kadir Kılıç’ı ziyaret etti...
Hazırlık A Sınıfımız...
Hazırlık B Sınıfımız...
Hazırlık C Sınıfımız...
Bulgaristan’dan Misafir Öğretmenlerimiz,
Okulumuzu Gezerken...
Satranç Köşemizden...
Biyoloji Laboratuvarımızdan...
- 27 -
Vali Yardımcımız Sayın Yusuf Özdemir
Okulumuzun Bilim Fuarını Gezerken...
Cumhuriyet Başsavcımız Mustafa Yabanoğlu
ve Milli Eğitim Şube Müdürümüz Bayram Kaymak Bilim
Fuarımızın açılışını yaparken...
Bilim Fuarımızdan bir kare...
Bilim Fuarımızdan...
Okul-Aile Birliğimizin
Düzenlediği Kermes...
Kitap okuma etkinlikleri
vazgeçilmezlerimizdendir...
Bol Köfte, Bol Salata...
Yetişen Alıyor...
Okul-Aile Birliği Üyelerimize
Buradan Bir Kez Daha Teşekkürler...
Öğrencilerimiz tarafından Düzenlenen
Yardım Kampanyası...
Yardım Paketleri Dağıtıma Hazır...
- 28 -
Zeugma Mozaik Müzesindeyiz...
Okulca Antep Gezisindeyiz...
Öğle Yemeğinde Bir Aradayız...
Çevre Bilinci Konusunda
Seminer Çalışması...
Öğrencilerimiz Avrupalı Misafirlerimize İngilizce Sunum Yaparken...
Verimli Ders Çalışma Yöntemleri
Konulu Seminer...
Yeni Açılan Kantinimize
Hayırlı Olsun Dileklerimizle...
Öğrencilerimizle Suriyeli Mültecileri
Ziyaret Ettik...
Bahar Bayramı, Nevruz Bayramı,
Hadi Herkes Halaya...
Okur
AYSANLAR
Petrol Ür. Nakliyat Tic.
ve San. Ltd. Şti.
OFİSSET OFİS DONANIMLARI AŞ.
Adana Yolu Üzeri 5. Km No:65
TOPRAKKALE/OSMANİYE
Tlf: 0 328 826 01 61 - Fax: 0 328 825 95 43
www.ofisset.com.tr
Raufbey Mah. Musa Şahin Bulvarı
Fidanlık Yanı No. 66 - OSMANİYE
Tel.: (0 328) 825 88 33 - 34 - Fax: 825 88 49

Benzer belgeler