ISSN: 1303 – 0035 ABANT ZZET BAYSAL ÜNVERSTES SOSYAL

Transkript

ISSN: 1303 – 0035 ABANT ZZET BAYSAL ÜNVERSTES SOSYAL
ISSN: 1303 – 0035
ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DERGİSİ
Journal of Social Sciences
Cilt / Volume: 2010-1
Sayı / Issue: 20
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Cilt/Volume: 20
Yıl /Year: 10
Sayı/Issue: 1
Bahar/Spring 2010
ISSN: 1303 – 0035
http://www.sbe.ibu.edu.tr
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Journal of Social Sciences
İmtiyaz Sahibi / Published By
Prof. Dr. Gönül ÜLKER
Müdür / Manager
Editor / Editor
Yrd. Doç. Dr. Altay EREN
Dergi Sekreteri / Secretary
Arş. Gör. Aylin ÇELEN
Yazışma Adresi
Yrd. Doç. Dr. Altay EREN
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
14280 Gölköy / BOLU
Submission Address
Asist. Prof. Dr. Altay EREN
Journal of Social Sciences
Abant Izzet Baysal University
Institute of Social Sciences
14280 BOLU / TURKIYE
Tel: (0374) 254 10 00 – 1497 – 1484
Faks: (0374) 253 49 65
E-posta: [email protected]
Sayfa Düzenleme
Uzman M. Süalp GÜLER
Basım Yeri ve Tarihi
AİBÜ Basımevi – Mart / 2011
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
* AİBÜ – Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü’nce yılda
iki kez yayımlanan hakemli bir dergidir.
* Dergide yayımlanmak üzere gönderilen yazılar, belirtilen kurallara uygun olarak
hazırlanmalıdır.
* Dergide yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yazarlara ait olup, AİBÜ – Sosyal
Bilimler Enstitüsü’nü bağlamaz.
* AİBÜ – Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi’nde yer alan yazılardan kaynak gösterilerek
aktarma ve alıntı yapılabilir.
Cilt/Volume: 20
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Yıl /Year: 10
Sayı/Issue: 1
Bahar/Spring 2010
Bu Sayının Bilimsel Danışma Kurulu
Prof. Dr. Behçet Kemal YEŞİLBURSA
Prof. Dr. Mehmet Ali BEYHAN
Prof. Dr. Musa EKEN
Prof. Dr. Mustafa CEMİLOĞLU
Prof. Dr. Sabri ÇAKLI
Prof. Dr. Selahattin TURAN
Prof. Dr. Sibel GÜNEYSU
Prof. Dr. Uğur DEMİRAY
Doç. Dr. Levent KAYAPINAR
Doç. Dr. Mihriban ŞENGÜL
Doç. Dr. Zeki ARSAL
Yrd. Doç. Dr. Aynur Bostancı BOZKURT
Yrd. Doç. Dr. Aynur Eren GÜMÜŞ
Yrd. Doç. Dr. Berrin Eylen ÖZYURT
Yrd. Doç. Dr. Cengiz EKİZ
Yrd. Doç. Dr. Fethi KILIÇ
Yrd. Doç. Dr. Müberra ÇELEBİ
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi
Sakarya Üniversitesi
Uludağ Üniversitesi
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
Başkent Üniversitesi
Eskişehir Anadolu Üniversitesi
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
İnönü Üniversitesi
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sakarya Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Uludağ Üniversitesi
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Cilt/Volume: 20
Yıl /Year: 10
Sayı/Issue: 2
Bahar/Spring 2010
ISSN: 1303 – 0035
http://www.sbe.ibu.edu.tr
İÇİNDEKİLER
ÇAKMAK, Özlem Çamlıbel
Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Aile Katılımı ……………………………………………………..........
1
ALAN, Selami
Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul ………………………………………………………....... 19
GÜZELSARI, Selime – AYDIN, Saadet
Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: Siyasal ve Yönetsel Süreçlerin
Biçimlenmesinde TÜSİAD ……………………………………………………….................................................................... 43
ARGON, Türkan – MENEP, İsmail – BAYRAM, T. Yalçın
Üniversitede Bilgi Kültürü -AİBÜ Eğitim Fakültesi Örneği- ………………………………….......... 69
KÖKSAL, Tunay
Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC İnşaat İşleri Sözleşme
Şartları
………………………………………………………………………………………………….….
85
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yazım ve Yayım Kuralları ……………….......... 111
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi – Journal of Social Sciences
Cilt / Volume: 2010-1 Sayı / Issue: 20
OKUL ÖNCESİ EĞİTİM KURUMLARINDA AİLE KATILIMI
Özlem ÇAMLIBEL ÇAKMAK∗
ÖZET
Aileler çocukların ilk öğretmenleridir ve okula başlayana kadar çocuklarının gelişim ve
eğitimlerinden birinci derecede sorumludurlar. Çocuklar okula başladığında bu sorumlulukları
sona ermez sadece öğretmenlerle paylaşılır. Ailelerin çocuklarının eğitimi konusunda sahip
oldukları sorumluluk ve güç, okulöncesi eğitimde planlı aile katılımı etkinlikleriyle sürekli ve
etkin hale getirilebilir. Bu çalışmada okul öncesi eğitimde aile katılımı; planlama, öğretmenin
rolü, program- öğrenci-aile ve öğretmen açısından katkıları, aile katılımında yapılan yanlış
uygulamalar ve aile katılımı etkinlik türleri çerçevesinde ele alınmıştır.
Anahtar sözcükler: Okul öncesi eğitim, aile katılımı
PARENT INVOLVEMENT in PRE-SCHOOL
ABSTRACT
Parents are the first teachers of their children. They are foremost responsible for their
children’s growth and education until they start school. Their responsibilities do not end and are
just shared with the teachers after their children start school. Parents’ responsibilities and powers
over their children’s education could be utilized and extended during preschool education by the
help of planned educational activities that require active involvement of parents. In this study,
parental involvement in preschool education are investigated under the framework of planning,
the role of the teachers, its contributions to curriculum, children, teachers and parents, types of
parental involvement activities and some incorrect implementations of parental involvement.
Keywords: Pre-school education, parent involvement
GİRİŞ
Çocuğun ilk toplumsal çevresi olan aile çocuğun kişiliğinin
şekillenmesinde, sosyal etkileşiminin oluşmasında olumlu veya olumsuz etkileri
olan önemli ortamlardır. Çocukların gelişimlerinin ve eğitimlerinin şekillendiği
bu ortamlar aynı zaman da ilk öğrenme yaşantılarının gerçekleştiği çevredir.
Aileler çocukların ilk öğretmenleri olarak çocukları okula başlayana
∗
Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Okul Öncesi Öğretmenliği ABD – E-Posta: [email protected]
2
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
kadar çocuklarının gelişim ve eğitimlerinden birinci derecede sorumludurlar.
Ebeveynlerin bu sorumlulukları çocukları okula başladığında sona ermez sadece
öğretmenlerle paylaşılır. Ailelerin çocuklarının eğitimleri konusunda yaşam
boyu sorumlulukları ve imkânları olduğunu belirten araştırmacılar (Mc Bride ve
Rane, 1996; Eliason ve Jenkins, 2003; Morrison, 2003) birçok ailenin sahip
oldukları bu önemli ve etkin rolün farkında olmadıklarını belirtmektedirler.
Bununla birlikte aileler ve öğretmenler birlikte bir takım çalışması yaparak
çocukların eğitimsel gelişimlerine önemli katkı sağlayacakları vurgulanmıştır.
Çocukların eğitim sürecinde ailenin rolünü atletizmdeki bir bayrak
yarışı (koşusu) metaforuyla açıklamak istersek; bu yarışta bayrak ilk olarak
ailelerin elindedir, daha sonra bayrak okulöncesi eğitimi öğretmeninin eline ve
ardından da diğer öğretmenlerin sorumluluk eline verilir. Ancak bu bayrak
değişimlerinde aile bayrağı teslim etse de çocuklarının eğitimleri konusundaki
sorumluluklarını sürekli taşırlar ve bu eğitim koşusunda sürekli koşmaya devam
ederler. İşte bu sorumluluk ve katkı aile katılımı çalışmalarıyla programlı
şekilde sürdürülmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır
Aile Katılımı Nedir?
Aile yaşantısı, çocuğun zamanının büyük bölümünü geçirdiği ve
gelişimi açısından doğal yaşantıların paylaşıldığı temel etkileşim ortamıdır. Her
çocuk, okula başladığı zaman, yetiştiği aile ortamında belirgin izler taşır. Okul,
eğitim-öğretim görevini yerine getirirken aile ortamının çocuk üzerindeki
etkisine dayanmak ve onlardan yola çıkarak hareket etmek zorundadır
(Gürşimşek, 2003). Bu zorunluluk eğitime ailelerin katılımının önemini
vurgulamaktadır.
Okulöncesi eğitimin amaçları belirlenirken, çocuk tek basına
düşünülmemeli, başarılı bir okulöncesi eğitim için aile katılımı sağlanarak annebaba da eğitim süreci içine alınmalıdır. Bu bağlamda aile katılımı, çocukların
sağlıklı gelişimlerini sürdürebilmesi ve okula hazırlanması amacı ile düzenlenen
eğitim etkinliklerini gerçekleştirmek için, okul personeli ve aile bireylerinin
birlikte çaba göstermesi (Cavkaytar, 2000) olarak tanımlanabilir.
Aile katılımı; anne-babaların ve diğer aile üyelerinin, çocukların eğitimi
ve gelişimlerine katkıda bulunmaları için erken çocukluk eğitimi programına
katıldıkları bir süreçtir (Morrison, 2003). Aile katılımında amaç; okul ile ev
arasındaki koordinasyonu sağlayarak çocukların gelişimlerinde ve eğitimlerinde
birlikte hareket etmeyi sağlamak ve bu sayede bu süreci desteklemektir. Ayrıca
aile katılımı ile özellikle alt sosyo-ekonomik düzeyden gelen çocuklar üzerinde
çevrenin neden olduğu olumsuz etkileri en aza indirmek de bir çok araştırmacı
tarafından (örn., Green, 2003; Decker ve Decker, 2005; Meyer ve Mann, 2006;
Christine ve Waanders, 2007) diğer önemli bir amaç olarak gösterilmektedir.
Aile katılımının sadece çocuklara değil, ailelere de sağladığı katkıya
Ö. Ç. ÇAKMAK
Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Aile Katılımı
3
dikkat çeken Zembat ve Unutkan (1999) aile katılımını, ailelerin kendilerine ve
çocuklarına yararlı olacak biçimde yeteneklerini ortaya koyma süreci olarak
tanımlamışlardır.
Buna göre aile katılım programlarının sadece çocukların okul öncesi
etkinliklerinde davranış değişikliği ve becerilerini geliştirmelerini
kazandırmakla kalmayıp aynı zamanda onların ailelerinin gelişimlerine de katkı
sağlayacağı söylenebilir. Bu konuda Beaty (2000); okul öncesi programlarına
katılan ailelerin çocuklarına evde eğitimsel anlamda daha zengin bir öğrenme
ortamı sağlayarak gelişim ve eğitimlerini daha fazla desteklemelerinin yanında,
çocuklarının özgüven geliştirmelerine katkı sağlayacakları, ayrıca ev ve okul
ortamındaki disiplin problemlerinin azalmasına da yardımcı olacaklarını
belirtmektedir.
Dolayısıyla aile katılımı çalışmaları çocukların eğitimine sağladığı
yararlarla, sosyal ilişkiler ve mesleki gelişim anlamında ebeveynler ve
öğretmenlere önemli katkılar sağlayabileceği söylenebilir. Bunun yanı sıra aile
katılımı programda öğrencilere kazandırılması amaçlanan hedef ya da
kazanımların gerçekleşmesi anlamında da büyük öneme sahiptir.
Okul Öncesi Eğitim Programında Aile Katılımı ve Planlanması
Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2006 yılında 36–72 aylık
çocuklar için hazırladığı Okul Öncesi Eğitim Programı’nda aile
katılımının öneminin ve bunun planlı yapılması gerektiğinin
gerekliliği açık olarak belirtilmiştir.
Programda; aile katılımını sağlayan programlarda yetişen
çocukların gelişimindeki olumlu etkinin “kalıcı” olduğu
belirtilmektedir. Aile katılımının sağlandığı programlarda
çocuğun okulda kazandığı becerileri günlük hayata aktarmaları
daha kolaydır. Bu nedenle okul öncesi eğitimde en iyi yaklaşım,
çocuğu tek başına birey olarak değil, ailesi ile birlikte ele
alan yaklaşımdır (MEB, 2006) denilmektedir.
Programlar aile katılım çalışmalarına verdiği önem bakımında farklılık
göstermektedir, (kimi programlarda aile katılımı daha geniş kapsamlıyken
kimilerinde daha sınırlı olabilmektedir), ancak her durumda okulların
çalışmalarını ailelerden izole ettikleri söylenemez. Okul öncesi eğitim
programlarının başarısında aile katılımı ve aile desteği önemli iki faktördür.
Ayrıca çocuklar başarılarını sürdürebilmek için sürekli aile desteğine ihtiyaç
duyarlar diyen Eliason ve Jenkins (2003), aile katılımında tanımlanması gereken
ilkeleri şu şekilde sıralanmışlardır.
- Tüm ebeveynler belirli bir etkililik gücüne sahiptirler ve katkı
4
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
sağlayabilirler.
- Her ebeveyn çocuğunun eğitimi açısından önemli ve anlamlı bir bakış
açısına sahiptir.
- Tüm ebeveynler çocuklarını önemserler.
- Ebeveynlerin
gelmemelidir.
yokluğu
çocukların
önemsenmeyeceği
anlamına
Elbette bu ilkelerin öğretmenler tarafından bilindiğini ve öğretmenlerin
eğitim sürecinde ailelerin rolünün farkında olduğunu söylemek mümkündür.
Ancak burada asıl sorulması gereken “Anne-babalar çocukların eğitim sürecine
etkin bir şekilde nasıl ve ne şekilde dahil edilecektir” sorusudur. Bu noktada aile
katılımı çalışmalarının baştan sona etkin ve ayrıntılı planlanmasının önemi öne
çıkmaktadır.
Programda; aile katılımı, okulöncesi eğitim programının önemli bir
parçasını oluşturmalı ve aile katılımı mutlaka planlı olarak yapılması gerektiği
belirtilmektedir. Aile katılımının planlı olarak yapılmasını gerektiren nedenler,
Milli Eğitim Bakanlığı 36-72 Aylık çocuklar için Okulöncesi Eğitim
Programı’nda: Kurumda verilen eğitimim devamlılığı, ailenin çocuğunu daha
iyi tanıması, ailenin program konusunda bilgi sahibi olabilmesi şeklinde
belirtilmiştir (MEB, 2006).
Programda aile katılım çalışmalarının planlı yapılması gerektiğinin
önemi vurgulanmıştır. Bu planlanmanın nasıl yapılacağı Kandır (2002)
tarafından şu şekilde açıklanmıştır; öğretmen, yıllık planda eğitim programına;
yeni eğitim yılında gelecek çocukların ve ailelerinin özellikleri ve
gereksinimlerinin ortalama olarak neler olabileceğini tahmin ederek ona göre
aile katılımının nasıl sağlanacağı (aile katılım etkinliğinin adı, tarihi, konusu,
varsa çağrılması düşünülen uzman konuk ve onunla ilgili hazırlıklar, ebeveynin
sınıfa katılımı ile ilgili yapılması gerekenler, veli toplantıları, bülten tahtası,
broşür, afiş hazırlıkları vb.) ile ilgili hazırlıklara ilişkin açıklamalara yer
vermelidir. Bunun yanı sıra Kandır, öğretmenin eğitim yılı içinde yapacağı
değişiklikleri değerlendirmede belirterek bunlara yıllık planında yer
verebileceğini belirtmekle birlikte, çalışmaların detaylandırılması ihtiyaç
belirleme çalışmalarının (ihtiyaç analizi) sonuçlarına göre yapılmasının
gerekliliğini vurgulamıştır.
Ailelerin Katılımında Öğretmenin Rolü
Çoğu ebeveyn başlangıçta aile katılımı çalışmalarına hemen katılmak
istemeyebilirler. Bu konuda öğretmenin rolü çok önemlidir. Öğretmen öncelikle
ailelere çocuklarının sınıf içi başarıları üzerinde ne denli etkili ve önemli bir
role sahip olduklarını açıklamalıdır. Çünkü birçok aile bu önemli görevin
farkında olmayabilir. Okul öncesi dönemi çocukları için aileleri çok önemli
Ö. Ç. ÇAKMAK
Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Aile Katılımı
5
birer modeldirler ve her yönüyle taklit edilmeleri söz konusudur. Dolayısıyla
eğer aileler çocuklarının okulda kazandıkları deneyimlerini önemsemeyip,
desteklemezlerse çocuklar da bu deneyimleri ciddiye almamaktadırlar (Beaty,
2000; Eliason ve Jenkins, 2003).
Dahası çocuklarının okul öncesi eğitim kurumlarında gördükleri eğitim
konusunda yeterli bilgiye sahip olmayan ebeveynlerin evde çocuklarının
eğitimlerini desteklemeleri zorlaşmaktadır. Bu açıdan ele alındığında tüm
ebeveynlerin katılımını sağlamak için öğretmenin programı tüm yönleriyle
değerlendirerek aile katılımını mümkün kılacak fırsatlar belirlemesi çok
önemlidir. Ailelerin eğitim çalışmalarına katılmaya ikna edilmesindeki
zorluklarına dikkat çeken Beaty (2000), özellikle öğrencilik dönemlerinden
getirdikleri olumsuz okul tecrübeleri, dersler ve öğretmenler hakkında olumsuz
duygu ve tutumlara sahip olan ailelerin desteğini kazanmanın ve eğitim sürecine
katılımlarını sağlamanın kolay olmayacağına dikkat çekmiştir. Ancak bu
olumsuz durumun öğretmenin ailelerin katılımı konusundaki istekli ve kararlı
çabasıyla aşılabileceğini belirten Beaty, öğretmenlerin programda eğitim
sürecine ailelerin katılımını sağlayacak birçok fırsat bulabileceğini belirtmiştir.
Öğretmen okula karşı olumsuz deneyim ve tutumlara sahip
ebeveynlerin de var olabileceğini de göz önünde bulundurarak istekli ve kararlı
uygulamalarla ailelerin eğitim sürecine katılımlarını sağlaması önemlidir.
Ancak öğretmenlerinde bu süreçte ailelerle sağlıklı iletişim ve ilişkilerin
kurulabilmesi için bir takım yeterliliklere sahip olması da gereklidir.
Öğretmenlerin aile katılımı çalışmaları için geliştirmeleri gereken
beceriler Eliason ve Jenkins (2003) tarafında şu şekilde sıralanmıştır;
- Ailelerin düşüncelerine, kararlarına, değerlerine saygı göstermek
- Empati kurabilme ve aileye saygılı olmak
- Ev ve okul arasında güçlü bir iletişim kurmak
- Aileye karşı önyargılı davranmamak
- Aileyi çocuklarının gelişim ve eğitimleri konusunda
yararlanabilecekleri diğer kaynaklar (kişi, kurum, yayınlar.vb) hakkında
bilgilendirmek.
- Farklı iletişim tekniklerini kullanmak
- Gerektiği zaman diğer topluluklarla iş birliği yapmak
Öğretmenlerin geliştirdikleri bu beceriler aileler ile sağlıklı ve olumlu
bir işbirliği kurulmasına önemli katkı sağlayacaktır. Ancak bununla birlikte, aile
katılımı çalışmalarını sürekli hale getirebilmek için öğretmenlerin bu alandaki
güncel gelişmeleri izlemesi ve araştırması diğer önemli bir etkendir diyebiliriz.
Eliason ve Jenkins (2003) etkin ve verimli bir aile katılımı için
6
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
öğretmenlerin sahip olması gereken becerilerin yanı sıra bu konuda
öğretmenlere bir takım önerilerde de bulunmuşlardır. Bunlar:
1. Ailelerin dinlenilmesi.
Ailelerin öğretmene danışabileceği onunla iletişim kurabileceği uygun bir
zaman belirlenmelidir. Ebeveynlerin çocukları ile ilgili birçok konuda
öğretmenin desteğine, rehberliğine, önerilerine ihtiyaç duyabileceğini göz
önünde bulundurarak, öğretmen bu konularda onları dinlemeye açık olduğunu
göstermelidir. Bu zaman dilimi öğlen araları, okul sonrası, ev ziyaretleri,
akşamları telefon görüşmesi şeklinde olabilir.
2. Öğretmenin anne babalara çocuklarını önemsediğini ve saygı duyduğunu
göstermesi.
Ailelerin okulda çocuklarına gerekli ilgi ve özenin gösterildiğini bilmesi
kurulacak iletişimi olumlu etkileyecektir. Bu konuda gün içinde
karşılaşabilecek fırsatlar değerlendirilmelidir. Örneğin çocuğun o gün
sergilediği güzel bir davranıştan ötürü aileye çocuklarını öven küçük bir not
yazılması, ya da çocuk okula gelmediğinde aileye açılacak bir telefon onlara
okulda çocuklarına gereken ilgi ve önemin gösterildiğini hissettirir.
3. Aileler ile paylaşacağınız konu, fikir veya gözlemleri için kayıt tutulması.
Kayıt tutmak çok önemli bir detaydır. Aile ile ilgili konuşmak istenilen
konuların not edilmesi öğretmene yardımcı olacaktır. Bu bilgilerle anekdot
yada diğer gözlem notlarını destekleyecektir. Belli aralıklarla anne babalara
çocuklarının çalışmalarından bazı örnekler verilebilir.
4. Anne- babalar okulda çocuklarına sıcak ve olumlu yaklaşıldığına
inanmalıdır. Ailelerin çocuklarının gelişimi ve eğitimi konusundan
öğretmenin yeterince çaba harcadığından emin olmaları, öğretmene güven
duymaları açısından önemlidir.
5. Öğretmenlerin aile katılımı çalışmalarında nesnel ve gerçekçi amaçlar
belirlemesi önemlidir.
6. Ebeveynlere çocukların gelişimlerine uygun kitap seçiminde, evde
yapabilecekleri etkinliklerde, oyuncak seçiminde, rehberlik konusunda,
eğitici materyaller edinme gibi konularda ihtiyaç duyulan rehberliğin
yapılması gereklidir.
7. Anne babalarla olumlu ve destekleyici toplantılar düzenlenmelidir.
Aile Katılımının Yararları
Okul öncesi eğitimde amaçlanan aile katılımının sağladığı yararlar tek
boyutlu değildir. Okul ve aile arasında sürdürülen bu işbirliğinin başta çocuğa,
ardından doğrudan ve dolaylı olarak aileye, öğretmene ve programa önemli
Ö. Ç. ÇAKMAK
Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Aile Katılımı
7
katkılar sağladığı söylenebilir. Bu katkılar okul öncesi eğitimde aile katılımının
program açısından, çocuk açısından, aile açısından ve öğretmen açısından
olmak üzere dört boyutlu olarak değerlendirmek mümkündür.
Aile Katılımın Program Açısından Yararları
Aile katılımının eğitim programlarının amaçlarının gerçekleştirilmesi,
etkililiğinin sağlanması yönüyle önemli katkılar sağladığı belirtilmektedir. Bu
konuda Decker ve Decker (2005), aile katılımının, programa farklı yararlar
sağladığını belirtmişlerdir. Bunlardan ilki, aile katılımıyla, aileler öğretmenlerle
iletişim halinde olmaları, öğretmenlerin aileler hakkında daha fazla bilgi sahibi
olmalarına imkan verecektir. Böylece öğretmen, aileler ve kültürleri konusunda
empati kurarak onlar için en uygun aile katılımı etkinliklerini
planlayabileceklerdir. Ayrıca aile katılım programına katılan aile üyeleri, okul
programının mantığını, müfredatın içeriğini ve öğretim stratejilerini daha iyi
anlayarak, okulun ve programın amaçları konusunda bilgi sahibi
olabileceklerdir. Dolayısıyla programın etkililiği ve işlerliğine katkı sağlamaları
mümkün olacaktır. Ayrıca aileler gerek meslekleri, profesyonel uğraşları
gerekse hobileri ve ilgileri yönüyle de programa katkı sağlayarak programın
belirlenmesinde de rol almalarına imkan doğacaktır.
Aile Katılımının Çocuklar Açısından Yararları
Aile katılımının eğitim programına sağladığı yararlar yanında,
çocuklara da önemli katkılar sağlamaktadır. Aile katılımının odak noktası olan
çocuğa katkılarından biri çocukların psikolojik gelişimlerinin olumlu yönde
desteklemesidir. Yapılan araştırmalarda, aile katılımı programları içeren eğitim
uygulamalarının çocukların gelişimleri üzerindeki olumlu etkileri çeşitli
çalışmalarda ortaya koyulmuştur (Şahin ve Turla, 1996; Nezahat ve Koç, 1997;
Can Yasar, 2001; Temel, 2001; Gürşimşek, 2003). Bunun yanı sıra kaliteli aile
katılım programı ile çocukların bilişsel gelişimleri, dil becerileri, akademik
başarıları ve problem çözme yetenekleri olumlu yönde desteklediğini belirten
Decker ve Decker (2005) ayrıca aile katılımı çalışmalarında çocukların aileleri
ile öğretmenleri arasındaki işbirliğini görmeleri, onların okula olan tutumlarını
olumlu yönde etkileyeceğini belirtmişlerdir.
Eliason ve Jenkins (2003), aile katılım çalışmalarının çocuklara
katkılarını; çocukların okuma faaliyetlerinde daha çok kazanım sağlaması,
çocukların okulla ilgili daha olumlu tutuma sahip olacakları, çocukların okula
daha çok devam edecekleri, daha iyi ödev yapma alışkanlıkları geliştirecekleri,
okul ve ev arasındaki iletişimin daha güçlü olacağı ve son olarak çocukların
kendi anne-babalarını eğitimlerinin önemli bir parçası olarak görmelerine imkan
sağlayacağı şeklinde altı madde olarak sıralamışlardır.
8
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
Aile Katılımının Aileler Açısından Yararları
Aile katılımı programa ve çocuklara önemli katkılar sağladığı gibi
aileler açısından da önemli katkılar sağlamaktadır. Öncelikle aile katılımı
ebeveynlere eğitim ve öğretim rollerini geliştirmeleri sağlayarak, ailelerin
çocuklarının eğitimlerini daha iyi anlamalarına imkân verir (Decker ve Decker,
2005).
Ayrıca aileler çocuklarının ev ödevlerine daha fazla yardımcı olup,
okuldaki etkinliklere katılmaya karşı daha olumlu tutum geliştirir ve
öğretmenlere daha çok değer vererek, onları bu eğitim sürecinde daha çok
desteklerler. Bunların yanı sıra aile Eliason ve Jenkins (2003) tarafından
belirtilen diğer bir fayda ise ailelerin aile katılım programları sayesinde
çocuklarına öğretilen konulara daha aşina olmaları ve de okulun ve eğitim
programının fonksiyonunu daha iyi anlayabilmeleridir. Dolayısıyla ebeveynleri
olarak çocuklarının eğitim sürecinde daha bilinçli ve özgüvenli bireyler
olabilirler.
Aile Katılımının Öğretmenler Açısından Yararları
Aile katılımı uygulamalarının en önemli bileşenlerinden biri de
öğretmenlerdir. Aile katılım uygulamaları sayesinde öğretmenler çocuklara
daha fazla bireysel zaman ayırabilirler. Öğretmenler de aile katılımının önemini
daha iyi anlarlar. Anne- babalar öğretmenlerin emeklerine ve yeteneklerine daha
fazla saygı duyarlar. Bunların yanı sıra kurulan etkili iletişim sayesinde
öğretmenler ailelerce daha çok desteklenir ve saygı duyulurlar. Bu ilişki ve
işbirliği sayesinde velilerin okulda bulundukları zamanlarda öğretmen
kendilerini daha rahat hissedebilirler (Eliason ve Jenkins, 2003). Dolayısıyla
aile ve öğretmen arasında kurulan sağlıklı iletişim, işbirliği ve güven ilişkisi
sayesinde öğretmenlerin mesleki motivasyon ve iş doyumları daha da artacaktır
diyebiliriz.
Tabiî ki aile katılımının programa, çocuğa ve öğretmene katkı
sağlayabilmesi bu çalışmaların etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesiyle
mümkündür. Bu süreçte aile katılım çalışmalarını olumsuz etkileyebilecek bir
takım engellerde mevcuttur.
Aile Katılımında Yapılan Bazı Yanlış Uygulamalar
Aile katılımının amacına uygun olarak planlanması uygulanması büyük
önem taşımaktadır. Engeller kadar yapılan yanlışlarda aile katılımlarını olumsuz
etkilemektedir. Wherry (2003) aile katılımında yapılan bazı yanlış
uygulamaları; (1) Aileler karşı kayıtsız kalmak, (2) Aile katılımında bir
müdürmüş gibi davranmak., (3) Ailelerin sadece okulda yapılan etkinliklere
katılmasını aile katılımı olarak kabul etmek, (4) Ailelerin çocukları hakkındaki
Ö. Ç. ÇAKMAK
Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Aile Katılımı
9
bilgileri önemsememek, (5) Ailelere yapacakları etkinlikleri açık ve anlaşılır
şekilde anlatmamak, (6) Planlamayı ailelerin uygun zamanlarına göre
yapmamak, şeklinde açıklamıştır.
Çocuğun eğitiminde ve gelişiminde ailenin rolü çok önemlidir. Ailenin
bu önemli rollerinin farkında olmak gerekir, eğitim sürecinde ailelere karşı
kayıtsız kalıp onları göz ardı etmek amaçlanan düzeyde bir eğitim sağlanması
açısından zor görülmektedir.
Ayrıca aile katılımında, aileleri yönetmek değil yönlendirmek
gereklidir. Bu ayırımın farkında olarak aile katılımı çalışmalarında ailelerin de
fikirleri ve düşünceleri dikkate alınmalıdır. Ailelerin çocukları en iyi tanıyan ve
onların hakkında en doğru bilgiye sahip oldukları unutulmamalıdır. Bunu göz
önünde bulunduran öğretmen, aile katılım çalışmalarını ailelere uygun
zamanlara göre planlamalıdır.
Aile katılımında yapılan diğer bir yanlış uygulama da ailelerin sadece
okulda yapılan etkinliklere katılmasını aile katılımı olarak kabul edilmesidir.
Aile katılımı etkinlikleri sadece okulda yapılan etkinlikleri kapsamaz, aynı
zamanda evde yapılan etkinliklerde aile katılımı çalışmasının bir parçasıdır. Bu
süreçte önemli diğer bir etken öğretmenin gerek okulda gerekse evde
sürdürülecek etkinliklerde ailelere yeterince açıklama yaparak, ailelerin
yapmaları gerekenleri açık ve anlaşılır şekilde anlatılmasıdır.
Aile Katılım Etkinlikleri
Aile Katılım etkinlikleri okul genelindeki etkinlikler, iletişim
etkinlikleri, eğitim etkinlikleri, servis etkinlikleri ve karar verme etkinlikleri
olmak üzere beş genel başlık altında ele alınabilir.
Okul Genelindeki Etkinlikler
Bilgilendirme toplantılarının düzenlenmesi, ailenin kurum programına
katılması, aile geceleri düzenlenmesi, kültürel yemekler organize edilmesi,
yetişkin eğitim sınıfları oluşturulması, sınıfta aile günü düzenleme ve fuarkermes organizasyonları gibi etkinlikler okul genelinde yapılan etkinliklere
örnek gösterilebilir.
Bilgilendirme Toplantıları:
Düzenlenen toplantılar, okulun politikası, kuralları ve programlarının
anlatılması yanında, ailelere merak ettikleri soruları sorma fırsatı sağladığı gibi,
aileler ve okul olarak neler yapılabilecekleri hakkında konuşma fırsatı da sağlar
(Morrison, 2003; Eliason ve Jenkins, 2003). Bununla birlikte ailelerin çocuk
10 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
gelişimi ve eğitimi konusundaki bilgilerinin artırılması, ayrıca anne-babalık
yeteneklerinin geliştirilmesi ve desteklenmesi sağlanabilir. Aile üyeleri, okul
olayları, toplantılara ve faaliyetlere katılmaları için teşvik edilmelidir (Blazer,
2005).
Ailenin Kurum Programına Katılması:
Ailelerin sınıfa gelerek etkinliklere katılmaları ve gözlemlemeleri
istenir. Ailelerin sınıfta hangi etkinliklere katılabilecekleri önceden aile ile
birlikte planlanması önemlidir. Aileler kitap okuma, şarkı söyleme, kurabiye
yapımı. vb. etkinliklerle katılabilirler (Morrison, 2003). Katılımlarını sağlamak
ve onlara etkinlikleri tanıtmak amacıyla yılın başında aileler davet edilerek bir
toplantı yapılır. Örneğin aile ayda bir kere kendi çocuğuyla birlikte okulda
yemek yiyebilir ya da haftanın belli bir günü hikaye okuma zamanında küçük
bir guruba hikaye okuyabilir. Ayrıca herhangi bir zaman diliminde birlikte
parka giderek yürüyüşler yapabilirler ya da aile gurubu olarak kütüphaneye
giderek çocuk bakımı ve eğitimi ile ilgili dergi ve kitapları takip edebilirler,
bunların dışında telefon ağı kurularak ayda bir kere ailelerle görüşmeler
ayarlanabilir (Beaty, 2000; Eliason ve Jenkins, 2003 ).
Aile katılım çalışmaları konusunda öğretmenler programı tüm
boyutlarıyla gözden geçirerek ailelerin katılım gösterebileceği etkinlikleri
belirleyerek, oluşturdukları bu etkinlik havuzundan ailelere uygun zengin
etkinlikler hazırlayabilir.
Ailenin programa katılabileceği bazı etkinlikler şu şekilde sıralanabilir;
1. Sınıfı ziyaret etmek
2. Gönüllü öğretmen yardımcısı olmak
3.
Alan gezilerinde yardımcı olmak
4. Çocuklara şarkı söylemek, şarkı öğretmek, hikâye okumak gibi sınıf içi
etkinliklere katılmak
5. Çocuklar için gerekli olan araç-gereçleri yapmak
6. Kendi kültürüne özgü yöresel bilgiler sunan etkinlikler yapmak (hikâye,
şarkı, dans, yiyecek ya da kelime )
7. Kendi meslek ya da çalışma alanları hakkında bilgi vermek
8. Diğer ailelerle birlikte karşılıklı bilgi alışverişinde bulunmak
9. Diğer ailelere ulaşmada ve onlarında katılım sağlanmasında öğretmene
yardımcı olmak
10. Okulda yapılan bazı etkinlikleri evde de çocukla birlikte yapmak
Ö. Ç. ÇAKMAK
Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Aile Katılımı
11
11. Sınıf içi etkinliklerde kesme, dikme ve onarma gerektiren materyallerde
yardımcı olmak.
12. Sınıfa evcil ya da başka bir hayvan getirmek
Aile geceleri, kültürel yemekler düzenlemek
Bu etkinlikler ailelerin okulun dışında okulla ilgili iletişim kurmasını
sağlayan sosyal ortamlardır (Morrison, 2003).
Yetişkin Eğitim Sınıfları
Yetişkin eğitim sınıfları, birçok konu hakkında toplum olanaklarını,
okul içinde neler yapabilecekleri hakkında tartışma fırsatı bulabilecekleri
ortamlardır (Morrison, 2003).
Sınıfta Aile Günü Düzenleme
“Sınıfta aile günü düzenleme bilgilendirici ve en eğlenceli buluşma
ailelerin sınıfta akşamları bir araya gelmesidir” diyen Beaty (2000) bu sürecin
planlama ve uygulamasını şu şekilde açıklar: Burada aileler kendi çocuklarının
rolünü üstlenirler. Öğretmen ve yardımcısı sınıfı günlük etkinlikler için
hazırlarlar. Aileler önce kendilerini tanıtırlar, daha sonra kısa bir gezi yapmak
için kendilerine bir öğrenme merkezi seçerler. Öğretmen her bir öğrenme
merkezini tanıtarak çocukların gelişimlerindeki yeri, hangi akademik ve
gelişimsel becerilerini desteklediğini söyleyerek bu merkezleri tanıtır. Aileler
gezmek ve küçük bir çalışma yapmak için merkez seçerler, geziden sonra diğer
öğrenme merkezine geçerler, böylece her bir aile her öğrenme merkezi
hakkında bilgi edinmiş olur. Bütün merkezler gezildikten sonra aileler
merkezlerde neler yaptıklarını paylaşmak üzere tekrar bir araya gelirler.
Öğretmenler bu öğrenme merkezlerinde yapılabilecek etkinlikleri bir liste
şeklinde ailelere dağıtarak, evde bu öğrenme merkezlerine benzer merkezleri
nasıl düzenleyecekleri hakkında bilgiler verilir. Böylece hem aileler sınıf içinde
var olan bu öğrenme merkezlerinin amaçları, yararları hakkında bilgi sahibi
oldular, hem de çocuklarını evde nasıl destekleyecekleri konusunda
bilgilendiler.
Fuar ve Kermes
Bu tür sosyal etkinliklerle aile katılımın sağlanması hem ailelerle iletişimin
geliştirilmesine hem de onların ekonomik katkıda bulunması da sağlanabilir.
12 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
İletişim Etkinlikleri
Ev Ziyaretleri
Aileler hakkında en iyi bilgi alma yeri, ailelerin evidir. Ev
ziyaretlerinde hem çocuğun bulunduğu ortamı görmek, hem de aile hakkında
bilgi edinmek açısından büyük önem taşır (Beaty, 2000; Morrison, 2003;
Eliason ve Jenkins, 2003). Bu ev ziyaretlerinde ailelere çocuklarıyla evde
uygulayabilecekleri etkinlikler ve zengin uyarıcı çevre düzenlenmesi konusunda
bilgiler verilebilir. Öğretmenlerin ev ziyaretlerinde bulunması ailelerin daha
rahat ve arkadaşça iletişim kurmalarına ve yakınlaşmalarına imkan sağlar.
Bunların gerçekleşebilmesi için öğretmenin ev ziyaretlerini planlı bir şekilde
yapması gerekmektedir. Aksi takdirde aileler kendi evlerine yapılan ziyareti
yanlış anlayıp huzursuz olabilir ve bu iletişimi kurma konusunda rahat
olmayabilirler. Bunun için öncelikle ailelere ev ziyaretine gideceğini önceden
bildirmelidir. Bu bir telefon görüşmesiyle yoluyla olabileceği gibi bir haber
mektubu ile de olabilir. Aileyi rahatlatmak amacıyla bu görüşmede ailelere;
-
Bu ziyaretin sadece onlarla sınırlı olmadığını, bütün çocukların evlerine
ziyarette bulunulduğunu söylenmeli
-
Ziyaretin 15–30 dakika süreceğini bildirmeli
-
Çocukları ile ilgili bir şeyler paylaşacağını bildirilebilir
2003).
(Morrison,
Ev ziyaretleri en fazla bir saat sürmelidir. Bu sürenin 5–10 dakikası
aile- öğretmen selamlaşmasına, 20–30 dakika da çocuğun odasında ya da bir
başka alanda aileler ve çocuklarla etkileşim halinde geçer. Kalan süre ise birkaç
fotoğraf çekmek, okulla ilgili öneriler üzerine konuşmak gibi bazı rutin
etkinliklerle geçebilir. Ez ziyaretinden sonra öğretmen memnuniyetini bildirerek
ayrılır. Öğretmenin ev ziyaretinde edindiği bilgileri sadece çocuğun eğitimini
desteklemek için kullanılması gerektiği göz ardı edilmemelidir (Decker ve
Decker, 2005).
Telefon ve İnternet Aracılığıyla Görüşmeler
Ailelerle telefonla ya da internet aracılığıyla görüşme hızlı ve açık olan
bir iletişim yoludur. Bu görüşmeler ailelerin öğretmenle, öğretmenlerin ailelerle
görüşmelerinde özgür hissetmelerini sağlar. Aynı zamanda telefonla ya da
internet yoluyla iletişim kurma aileler açısından memnuniyetle karşılanmaktadır
(Eliason ve Jenkins, 2003). Ailelerin öğretmenlerle hızlı bir iletişim kurması
onların çocukları ile ilgili bazı soruları direk olarak sorup meraklarını
gidermeleri açısından da önem taşımaktadır.
Ö. Ç. ÇAKMAK
Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Aile Katılımı
13
Haber Mektupları
Haber mektupları aile üyeleri ile program etkinlikleri arasında iletişim
kurmaya, evde çocuklarının gelişimleri ve eğitim ihtiyaçlarına yardımcı
olabilmeleri amacıyla, ailelere öğretmenler tarafından gönderilen mektuplardır
(Decker ve Decker, 2005). Bu mektuplarla öğretmen;
-
Ailelerin program etkinlikleri, müfredat hakkında merak ettikleri
konularda bilgi verilebilir (Morrison, 2003; Decker ve Decker, 2005).
-
Haber mektupları evde yapılabilecek basit oyuncak yapımı, gün içinde
üzerinde durulan kavramın evde pekiştirilmesini sağlayacak
etkinliklerin bildirilmesi gibi bilgilerde bilgi vermek amacıyla yazabilir
(Decker ve Decker, 2005; Eliason ve Jenkins, 2003).
-
Çocuklar için yeni çıkmış kitap, oyun materyalleri, internet siteleri ve
televizyon programlarını bildirilebilir.
-
Ailelerin ihtiyacı olan bazı konular hakkında güncel makaleleri
gönderebilir.
-
Çocuklarla birlikte eğlenceli ve eğitici bir yaz geçirmek için
yapabilecek önerileri bildirebilir.
-
Gelecek program hakkında bilgilendirebilir.
-
Personel ya da okuldaki değişiklikleri bildirebilir (Decker ve Decker,
2005).
-
Ailelere aynı zamanda çocuğun okuldaki olumlu bir gelişmesi de
ailelere bildirilebilir (Eliason ve Jenkins, 2003).
-
Haber mektupları iki sayfadan uzun olmamalıdır. Tüm ailelerin
anlayabileceği bir dil kullanılmalıdır. Ev ve program etkinlikleri kısa ve
açık olmalıdır. Haber mektupları iki haftada bir ya da ayda bir
gönderilmelidir (Decker ve Decker, 2005).
Ev Etkinlikleri ve Materyal Yapımı Öğretimi
Bu etkinlikte ailelere çocukları ile birlikte evde yapabilecekleri basit
etkinlikleri yazılı bir şekilde verilerek çocukların eğitimlerinin evde
desteklenmesi amaçlanmaktadır (Morrison, 2003; Eliason ve Jenkins, 2003). Bu
etkinlik ailelerin çocuklarıyla birlikte daha verimli zaman geçirmelerinin
yanında sağlıklı iletişim kurmalarına da imkan vermektedir.
Eğitim Etkinlikleri
Ailelerin çocuklarının gelişimleri ve eğitimleri konusunda bilgi
14 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
düzeylerinin arttırılmasının ve destekleyici eğitimin verilmesinin amaçlandığı
eğitim etkinlikleridir. Bu etkinliklere çocukların özel ihtiyaçlarına uygun eğitim
programları planlaması (Morrison, 2003) ve konferanslar düzenleme (Eliason
ve Jenkins, 2003) örnek olarak verilebilir
Çocukların özel ihtiyaçlarına uygun eğitim programları planlama
Ailelerin kendi çocuklarının özel ihtiyaçlarının farkına varmasını
sağlayarak, program yardımıyla bu ihtiyaçlarını desteklemelerinin amaçlandığı
bir etkinliktir.
Konferanslar Düzenleme
Ailelerin ihtiyaç duydukları konular hakkında uzman kişiler çağırılarak
konferanslar düzenlenebilir. Konferanslar ailelerin çocuk gelişimi ve eğitiminde
yüz-yüze eğitim görüp, merak ettikleri soruları sorarak eksik oldukları konular
hakkında bilgi edinmelerine olanak sağlar. Ailelerin bu konulardaki görüşleri
alınarak, kendi çocukları ile yaşadıkları tecrübeleri veya problemleri
anlatmalarına fırsat verilerek daha fazla katılım sağlanabilir (Eliason ve Jenkins,
2003). Konferansların belirli bir plan çerçevesinde olması gerekir. Öncelikle
ailelerin ihtiyaç duydukları konulardan başlanarak amaçlar belirlenmelidir.
Konferansın kim tarafından verileceği, hangi konuda olduğu, ne zaman
yapılacağı gibi konularda ailelere önceden bilgi verilmelidir.
Servis Etkinlikleri
Sınıfta ve Okulda Materyal ve Kütüphane Merkezleri Oluşturma
Okul ortamındaki küçük bir odaya çocuk gelişimi ve eğitimi ile ilgili
kaynak kitapların, dergilerin ve uygun öykü kitaplarının bulunduğu bir bölüm
hazırlanarak bir kütüphane oluşturulabilir. Anne babalar bu kaynaklardan
yararlanmaları için teşvik edilebilir (Ömeroğlu ve ark., 2003). Ailelerin bu
kaynakları öğretmenlerin rehberliğinde ve istedikleri zaman kullanarak bilgi
edinmelerine olanak sağlayacak kütüphanelerin oluşturulması büyük önem
taşımaktadır (Morrison, 2003)
Aile Destek Grubu
Ailelerin anne- babalık rollerinde desteklemeye ihtiyaçları vardır. Bu
desteği sağlamak için diğer ailelerin ve uzaman kişilerin yer aldığı destek
grupları ailelere yönelik bilgilendirme, rehberlik hizmetleri vb verilebilir
(Morrison, 2003).
Ö. Ç. ÇAKMAK
Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Aile Katılımı
15
Karşılama
Ailelerin programa ilk katılımlarında uyumlarını sağlamak, diğer
ailelerle iletişim kurmak, ayrıca ailelerin çocuklarını bırakıp alırken birkaç
dakika da olsa onları okulda bulunmaya teşvik etmesi açısından önemli bir
yoldur (Morrison, 2003). Ailelerin binaya girdiği zaman okulla ilgili olumlu
mesaj almaları açısından aileler için bir hoş bir geliş ortamı hazırlama büyük
önem taşımaktadır (Dodge ve ark.,2002).
Karar Verme Etkinlikleri
Ailenin programa gönüllü ve verimli bir katılım göstermeleri
hedefleniyorsa kurumun amaçları, politikası ve etkinlikleri hakkında karar
verirken ailenin de katılımı gerekmektedir (Morrison, 2003; Blazer. 2005).
Aileler, çocuklarının eğitimini etkileyen politikaların belirlenmesine,
geliştirilmesine ve yerleştirilmesine, ayrıca malî desteğin sağlanmasına, eğitim
materyalleri ve kaynaklarının temin edilmesine de yardımcı olabilirler (Nezahat
ve Koç, 1997).
Program Geliştirme ve Düzeltme
Aile programın kalitesinin artırılması ve geliştirilmesin de karar
vermeye katılmalılardır (Morrison, 2003).
SONUÇ
Okul öncesi eğitim kurumlarında eğitim programının amaçlarına
ulaşılabilmesi ve eğitim faaliyetlerinin en verimli şekilde sürdürülebilmesi
ailelerin eğitim sürecine etkin katılımlarıyla mümkün görülmektedir. Ailelerin
bu sürece etkin ve sürekli katılımının ancak planlı ve programlı aile katılımı
çalışmalarıyla gerçekleşebileceği hem okulöncesi eğitim programında hem de
araştırmacılarla vurgulanmaktadır. Ev ile okul arasındaki koordinasyonu
sağlayarak çocukların gelişimlerinde ve eğitimlerinde birlikte hareket etmenin
ve bu sayede bu süreci desteklemenin amaçlandığı aile katılımı çalışmalarının
çocuğunun eğitimsel ve gelişimsel anlamda desteklenmesine, ailelerin
çocuklarının eğitimi konusunda daha bilinçli ve etkin olabilmelerine,
öğretmenlerin mesleki doyum ve verimlilik anlamında gelişimlerine ve ayrıca
programın daha etkili uygulanmasına önemli katkılar sağladığı söylenebilir.
Dolayısıyla çok boyutlu katkılar sağlayan aile katılımı çalışmalarının okul
öncesi dönemde zengin etkinliklerle hem okulda hem de evde eğitimin
devamlılığının sağlanması için çok önemlidir.
16 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
KAYNAKÇA
Beaty, Janice J. (2000). Skills For Preschool Teachers. Upper Saddle River, N.J.: Merrill.
Blazer, C. (2005). Literature Review on Family Involvement: The Home-School Partnership.
Research Services Office of Accountability and Systemwide Performance Miami-Dade
County Public Schools, Florida
Can Yasar, M. (2001). Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Ailenin Eğitime Katılımı. Gazi
Üniversitesi Anaokulu-Anasınıfı Öğretmen El Kitabı. İstanbul: Ya-pa.
Cavkaytar, Atilla (2000). “Okulöncesi Egitimde Okul, Aile, Çevre İsbirligi” Okulöncesi Eğitimin
İlke ve Yöntemleri. (Edt: Sefik Yasar) Eskisehir: Anadolu Üniversitesi Açıköğretim
Fakültesi Yayınları, ss.133–143,
Christine Waanders, Julia L. Mendez, Downer, J.T.(2007). “Parent Characteristics, Economic
Stress and Neighborhood Context as Predictors of Parent Involvement in Preschool
Children's Education”, Journal of School Psychology, 45 , 619–636. İndirilme tarihi : 20
Mart 2008
Decker,C.A. ve Decker J.R.(2005). Planning and Administering Early Childhood Programs.
Upper Saddle River; New Jersey, Columbus, Ohio
Dodge D.T., Colker, L.J., Heroman, C. (2002). The Creative Curriculum For Preschool, Teaching
Strategies, Washington,DC
Eliason, C. Ve Jenkins, L.(2003). A Practical Guide to Early Childhood Curriculum, Upper
Saddle River, N.J. : Merrill
Green, S.(2003). “Reaching Out to Fathers: An Examination of Staff Efforts That Lead to Greater
Father Involvement in Early Childhood Programs”, Early Childhood Research Practice,
Vol. 5 No. 2
Gürşimşek, I. “Okulöncesi Eğitime Aile Katılımı ve Psiko-sosyal Gelişim,” Kuram ve
Uygulamada Eğitim Bilimleri Dergisi,Yayın yılı: 5, 2003, Cilt 3, Sayı 1, S. 125–144,
Mayıs.
Kandır, Adalet (2002). 36-72 Aylık Çocuklar İçin Okul Öncesi Eğitim Programlarının
Hazırlanması, Kök Yayıncılık, Ankara
Mc Bride, B.R ve Rane, T.R. (1996). “Father/Mather Involvement Early Childhood Programs”,
ERIC Digest. İndirilme tarihi: 20 mart 2008, ED 400123
MEB (2006), Okul Öncesi Eğitim Programı (36-72 Aylık çocuklar için). Ankara: MEB Basımevi.
Meyer, James A.ve Mann, Mary Beth (2006). “Teachers’ Perceptions of the Benefits of Home
Visits for Early Elementary Children”, Early Childhood Education Journal, Vol. 34, No.1.
s.93-97. İndirilme tarihi: 20 Mart 2008.
Morrison, G.S. (2003). Fundamentals of Early Childhood Education, Upper Saddle River; New
Jersey, Columbus, Ohio
Nezahat Seçkin, Koç, G., “Okul Öncesi Eğitimde Okul-aile İşbirliği”, Yaşadıkça Eğitim. Yayın
yılı: 11, 1997, No:51, s.5–10.
Ömeroğlu, E., Yazıcı, Z. ve Dere, H. (2003). Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Ebeveynin
Eğitime Katılımı, Erken Çocuklukta Gelişim ve Eğitimde Yeni Yaklaşımlar (Yayıma
Hazırlayan: Doç. Dr. Müzeyyen Sevinç), Morpa Kültür Yayınları, İstanbul
Şahin T.F.; Turla, A. (1996). Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Yapılan Anne-baba Eğitim
Çalışmalarının İncelenmesi, II. Ulusal Eğitim Sempozyumu Bildirileri. Marmara
Ö. Ç. ÇAKMAK
Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Aile Katılımı
17
Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi, İstanbul
Temel, Z. F. (2001). Okul öncesi eğitime aile katılımı. Gazi Üniversitesi Anaokulu- Anasınıfı
Öğretmen El Kitabı. İstanbul:Ya-pa.
Wherry, J.H. (2003). Selected Parent Involvement Research. Retrieved. İndirilme tarihi:15 mayıs
2008, http://www.parentinstitute.com/educator/resources/research/researh.php
Zembat, Rengin ve Özgül Polat Unutkan (1999). “Okulöncesinde Çocuğun Sosyal Gelişiminde
Aile Katılımının Önemi”, Marmara Üniversitesi Anaokulu Öğretmeni El Kitabı. YA-PA
Yayınları
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi – Journal of Social Sciences
Cilt / Volume: 2010-1 Sayı / Issue: 20
SAMİHA AYVERDİ’NİN ESERLERİNDE YAŞAYAN İSTANBUL
Selami ALAN∗
ÖZET
İstanbul, Türk topraklarına dâhil olduğu 1453 yılından beri, coğrafi güzelliği, tarihi
birikimi ve zengin mimarisiyle her dönemde birçok sanatçıyı etkilemiş ve birçok esere konu
olmuştur. Uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapan, bir ilim ve kültür merkezi
olarak kendini kabul ettiren bu güzel şehir; her eseriyle idealize ettiği Osmanlı Medeniyetini
anlatma, övme gayretinde olan Ayverdi için haklılığını belgeleyen somut bir kanıt olmuştur. Bu
nedenden ötürü, Yazar’ın her eserinde İstanbul’u görmek mümkündür. Yaptığımız bu çalışmada,
hem Samiha Ayverdi’nin eserlerine yansıması verilerek İstanbul’un edebiyatçılarımız üzerindeki
etkisine bir örnek hem de her semtiyle bir medeniyetin farklı bir yönünü yaşatan bir şehir
sunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Samiha Ayverdi, İstanbul, Türk Edebiyatı.
ABSTRACT
Istanbul has affected many artists and became a subject for many books with its
geographical beauty, historical background and its richness in architecture since 1453 when it
became a part of Turkish land. This beautiful city which had been the capital city of Otoman
Empire for many years and was accepted as a cultural and scientific center had been a clear proof
documenting the rightness of Ayverdi who tried to express and praise the idealized Otoman
Civilization in her books. Because of this, it is possible to see Istanbul, in her every book. In this
work, both an example to the impression of Istanbul on writers by giving the reflection of Samiha
Ayverdi’s books and a city which represents a different aspect of a civilization by its each
neigborhood will be presented.
Key Words: Samiha Ayverdi, İstanbul, Turkish Literature.
GİRİŞ
İstanbul’da doğan, orada yaşayan –daha doğrusu İstanbul’u yaşayan- ve
tarihiyle, kültürüyle, mimarisiyle, her yönüyle şehri çok iyi tanıyan, çok seven
Samiha Ayverdi eserlerinde İstanbul’a çokça yer vermiştir. Onun niyeti
İstanbul’u anlatmak, yaşatmaktır. Her semtinde, her sokağında geçmiş bir adet,
∗
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni, Kaman Anadolu Lis., Kaman, Kırşehir, e-posta: [email protected]
20 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
kaybolmuş bir an’ane, göçmüş bir nizam barındıran İstanbul, yazar için ayrı bir
önem taşımaktadır. İstanbul Geceleri kitabının giriş kısmında yazar: “Bu eserin
bünyeleşip meydana gelmesindeki psikolojik amil, zerreleri, cüzüleri, duyuş ve
duyuruşlarının yekpare şiiri içinde yaşadığı eski İstanbul'u, onu yazan kadının,
ta ilk çocukluğundan itibaren içinde uzun uzun demlendirmiş olmasının ve
nihayet günün birinde de, bu ağır ağır hazırlanmış keyfiyetin, inkişafını yapıp,
şuuraltını aşarak satha fışkırmasından ibarettir.”1 der. Bu ifade yazarın, diğer
kitaplarında yer alan İstanbul bölümlerinin de ana felsefesini açıklamaktadır.
Samiha Ayverdi’ye göre, İstanbul’un Türk tarihinde çok önemli bir yeri
vardır. Onun için İstanbul: “Türklüğün Anadolu’da; Konya, Bursa ve Edirne’yi
merhale merhale aşıp kendisinde karar kılınarak meydana getirilmiş bir
medeniyetin zirveye doğru çıkışına ve sonra yavaş yavaş düşüşüne şahit olmuş,
bu şehadetin pek çok örneğini bağrında barındırmış bir beldedir.”2 Yazar, bu
beldenin semtlerini gezerek dünle hesaplaşmış, aynı zamanda gününün aksayan
taraflarına dikkatimizi çekmiştir.
İstanbul’da kurulan medeniyet, insanların asırlardır uğraşarak
kurdukları bir medeniyettir. Bir şiir ahengiyle İstanbul’a birbirinden güzel
mimari eserler kazandıran sanatkârların yanında, atasından gördüğünü
yaşatmaya çalışan sıradan her insanın da emeği vardır bu şehirde. “İstanbul
medeniyet tezgâhını dokurken, ona her el bir türlü malzeme taşıdı. Sanatkârı
vardı ki, mermeri balmumu gibi kolaylıkla işler, ona bir devrin zevkini kazır,
dilini konuştururdu. Ustası vardı ki, dağlardan yuvarlanıp gelen bir ağaç
kütüğünü bir sanat bilmecesi haline sokar, keser oyar nakışlayıp bezerdi.
Demirden, tunçtan, pirinçten, bakırdan yaptığı eşyaların ileniş sırrını hâlâ bir
muâmma olmakta bırakan mütevazı zenaatkarından, gergef önünde bir ibadet
huşuu ile kendinden geçmiş, kumaşın üstünde çalışan sağ eli ile altında çalışan
sol eli, bir fidanın dalları ve kökü kadar birbiriyle anlaşmış, bu mühürsüz
imzâsız andlaşmanın semeresini veren genç kızına kadar her biri, o medeniyetin
bir işçisi idi. Bu devirde zevk, nasıl bir ahenk bulmuştu ki gene o kız, anasının
dokuduğu bezin üstüne fırçasını müşkülatsız tasarruf eden bir ressam mehareti
ile, renk ve şekil terkibinin en harikuladesini nakşederdi. Evinin her köşesine
kendi zevkinin damgasını vuran bu kız, giydiği terlikten, ilerde kocasına
kullandıracağı uçkura, para ve mühür kesesine kadar her el süreceği eşyada,
akla şaşkınlık ve saygı veren bir maharet, zevki mucizeleştiren bir hüner
göstermekte çağdaşlarıyla hep yarışta kaldı; buluşlarına, ilerleyişlerine
attırdığı perendelerle zevk ve hüner meydanının en muzaffer koşucusu oldu.”3
Bu muhteşem medeniyetin varlığı, aile kurumunun bütünlüğüyle paralel
yaşamıştır. Her neslin yeni bir halka ilave ederek başka nesle teslim ettiği bu
müstesna aile zinciri dağılmaya başladığında, İstanbul medeniyeti de göçüp
1
Samiha Ayverdi, İstanbul Geceleri, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul 1977, s. 2.
Kazım Yetiş, Samiha Ayverdi Hayatı ve Eserleri, Kültür Bakanlığı Yay, Ankara 1993, s. 43.
3
Samiha Ayverdi, a.g.e., s. 7.
2
S. ALAN
Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul
21
gitmiştir.
Asırların birikimiyle devasa bir yapıya ulaşan, sokaklarındaki her taşın
bile ayrı bir hikâyesi olan İstanbul’u anlatmak o kadar kolay değildir. Ve bu işin
zorluğunun farkında olan Ayverdi, mütevazı yapısıyla: “Amma Asya ile
Avrupa'nın ortasında, boşluğa kurulmuş muazzam bir örümcek ağı gibi, her
telini bir kıt'aya iliştirmiş olan bu şehrin manevî fezasında dolaşmak, onun
kıldan ince tellerini koparmadan, örselemeden bir taraftan öbür tarafa geçmek
mahareti nerede?”4 ifadesini kullanmaktadır.
Zorluğunu bilse de, İstanbul sevdasını kitaplaştırarak, İstanbul
Geceleri’ni yazan ve kitabın sonunda çok konuştuğunu düşünerek kitabını
sonlandıran Samiha Ayverdi için, kendisi sussa bile İstanbul susmayacaktır:
“Ne olacak, susarım. Amma ben söylemesem de, İstanbul geceleri, ayak sesleri
duyulmayan bir sevgili gibi, her fırsatta gene bizi adım adım takip edip
kollarına alacak, zevkler, ıstıraplar, dertler devalar, sevinçler kederler,
hasretler vuslatlar dolu lezîz çeşnisini yudum yudum dudaklarımıza
damlatacak.. Ta ki gece, saçlarımıza dolanan esmer parmaklarını yavaş yavaş
çekinceye kadar, kulaklarımız, bu hülyalı gecelerin kara tahtasına yazılan
İstanbul masalını gene ve gene dinleyecek..”5
İstanbul’un cazibesinden kurtulamayan Samiha Ayverdi, her ne kadar
susmaya çalışsa da susamaz. Her eserinde İstanbul’un farklı bir yanını görür ve
anlatır. Onun için İstanbul bir hayal şehirdir. Bu duygu romanlarındaki
kahramanlara da geçmiştir:
“Uzaktan görünen ışıklı İstanbul, bir hülya kadar cazip; sanki bu bir
şehir değil de gökyüzünün yere inmiş bir parçası. Seneler, uzun seneler var ki
Çengelköy’ünün şu yüksek sırtından aynı manzarayı seyrederim; fakat ne
hayretim eksilir, ne de zevkim tükenir. Sofrada yerim hiç değişmez; köşkün
cenup istikametindeki iç bahçesinde daima şehri en iyi gören çamın altında
otururum. Bahçenin bu kısmı köşkün yan cephesini baştan başa tutan büyük bir
settir. Ben, siyah ve beyaz çakıl taşlarıyla işlenmiş olan bu iç bahçeyi çok
severim ve ekseri akşamlar İstanbul'un dumanlı çehresini buradan
seyrederim.”6
İstanbul’un büyüleyici güzelliğini anlatan Samiha Ayverdi, şehrin
tarihine de değinmiştir. Genelde eserlerinde değişen toplum yapısını aktarmaya
çalışması onun tarihi süreci anlatmasını, bir bakıma, zorunlu kılmıştır.
Memleketin yaşadığı karışıklıklar, siyasi ve kanlı hadiseler yazarın eserlerindeki
kahramanları da etkiler:
“Sinan'ın gidişi, Jale için de büyük bir darbe olmuştu. Arkadaşımın ona
4
A.g.e., s. 3.
A.g.e., s. 196.
6
Samiha Ayverdi, İnsan ve Şeytan, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2001, s. 26.
5
22 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
küçük bir ümit, bir bekleme tesellîsi bırakmadan gitmiş olduğunu, Jale'nin
tekrar benden yüz çevirmesinden anlıyordum. Fakat belki de yeni bir kinin
temelleri üstünde akla gelmedik oyunlara hazırlanıyordu ki, onu da beni de,
bütün milleti de şaşırtan siyasî ve kanlı bir hadise patlak verdi: Meşrutiyet!
Memleket, uzun süren fakat her şeye rağmen istikrarlı bir rejimin bu
birden bire alt üst oluşunu hazmetme hafakanlarıyla çılgın bir hale gelmişti.
Adı unutulan "Meclis-i Mebusan’ın açılması, "Kanun-ı Esasî"ye yemin, "Avcı
Taburu"nun İstanbul'a gelişi..
Artık kimsenin kimseyi görmediği, tanımadığı, saymadığı bir yıkılma ve
kurulma kıyameti içinde şaşkın, kararsız, başı boş günler birbiri ardınca gidip
geliyor, halk, inkılapların kan kokan havasıyla sarhoş, çılgın ve maalesef
şuursuz bir zevk ve intikam dalgası üstünde çalkanıp duruyordu. Sorulsa, neye
sevindiğinin, kimden, ne için intikam almak istediğinin cevabını vermekten aciz
bulunuyordu.
Üst üste yığılan hadiselere güya serin, sakin ve uzak bir duyuşla
arkasını çevirmiş görünen evimiz, beklediği bu inkılâba, fazla olarak en kıymetli
uzvunu karıştırmış olmaktan gelen hususî bir alaka ve dikkatle, tetik ve
uyanıktı.”7
Yaz ve kış dönemlerine mahsus ayrı hayat tarzı olan İstanbullu, yaz
mevsimlerinde Boğaziçi veya Haydarpaşa-Pendik arasında bulunan sayfiye
köylerine akın ederdi. Kış aylarında ise şehir toplanarak bir araya gelir ve
masum olduğu kadar basit de olan eğlenceler, bilhassa uzun kış gecelerini
renklendirirdi. Nöbet adı verilen gece misafirliklerinde İstanbullu, sıra ile civar
komşu ve akrabalar arasında dönüp dolaşır, fincan ve domino oyunları ile de
zevkli saatler geçirirdi. Fakat bu saadet Trablusgarp ve Balkan Savaşlarıyla
yerini çaresizliğe, yokluğa ve ıstıraba bırakır:
“Kısa süren bu muharebenin, Garp Ocakları denen ve Osmanlı'ya bağlı
bir ülke olan Trablus'un kaybını İstanbul münevveri yüreğinde duymuşsa da
günlük hayatında bir değişiklik olmadığı için, halk pek fazla farkında olmamıştı.
Ama Balkan Harbi öyle miydi? Sokaklara, kaldırımlara kadar dökülüp kalmış
yaralı, hasta muhacir kafileleri, izbelere, ardiyelere, cami avlularına, hatta
ahırlara yerleşmeyi bile nimet sayacak bir çaresizlik içinde kıvranırken,
İstanbullunun yüreği yanıyor, elinden gelen ve gelmeyen her türlü yardıma
koşmak istediği halde, bu derin yaranın onarılması için çare bulamadığından
ancak evinin dört duvarı arasında dertleşip sızlanmaktan fazla bir şey
yapamıyordu.
İki sene sonra gelen 1914-18 Birinci Cihan Harbi ise, artık bir
zamanların cihan devleti olan Osmanlı'nın sonunu getireceğe benziyordu.
7
Samiha Ayverdi, Yolcu Nereye Gidiyorsun, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1997, s. 331.
S. ALAN
Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul
23
Nitekim öyle de oldu.”8
Gecesi, gündüzü farklı güzel olan İstanbul, tarih yönünden bitmeyecek
hikâyelere sahiptir. Önemli olanın, büyüleyici bir güzelliğin arkasına saklanmış
maziyi görebilmek olduğunu bilen yazar, eserlerinde bu uğraş içindedir.
“Çamlıca'daki küçücük evimizin çatı katında, İstanbul'u çepeçevre gözleyen bir
pencere vardı. Gündüz başka kaftanlar içinde bir kat daha güzelleşen dilberler
gibi, boylu boyuna uzayıp yatmış olan şehir, geceleri de, bakışlarınız arasında
adeta hicabından eriyip gidiverirdi.
Amma sade siz mi onlara bakardınız? Asıl göz süzerek onlar sizi gözler,
yalnız gözleriyle değil, gönlü ile de muaşaka etmenin sırrını keşfetmişçesine
kendisine hayran bakanlardan gözlerini ayırmazdı.
Yalnız, bakışmakla iş biter miydi sanki? Onun asıl yapacağı, size
geçmişten de, halinden de hikâyeler, kıssalar, efsaneler nakletmekti. Öyle ki,
söylemeğe doymaz, hele deve yükü kitaplara sığmayacak mazîsinden açacağı
sahneleri okumaya dalsanız, kıyamete kadar tüketip bitiremeyeceğinizi de
bilirdi.”9 diyen yazar, bu bitmeyecek kadar çok tarihi olaydan aktarabildiği
kadarını kitaplarında vermiştir.
Samiha Ayverdi’nin eserlerinde İstanbul’un her beldesi, karşımıza
kelimelerle resim yapan bir san’atkarın sihirli fırça darbeleri, renkleri, ışıkları ve
gölgeleri ile şekillenerek çıkar. Ayverdi, her sahil beldesinde iz bırakmış bir
tarih hatırası ve bir tarih düşüncesi ile bizi kendine çeker.10 Ve eserlerinde
çoğunlukla mekân olarak İstanbul’u seçen Samiha Ayverdi, gördüğü ve
yaşadığı İstanbul’u semt semt, sokak sokak bize anlatır.
Kazım Yetiş’in ifadesiyle, içine girildikçe zenginleşen, derinleştikçe
binbir kıvrımından binbir güzelliğin açıldığı bir terkip olan İstanbul, Samiha
Ayverdi’nin eserlerinde de aynı yapıyla karşımıza çıkmaktadır.11 Çok geniş bir
yelpazeye sahip bu bütünün, önemli unsurları olan semtlerden başlıcalarını,
esasiyle romanlara da geniş şekilde yansıyanları, Samiha Ayverdi’nin bakış
açısıyla ve ana çizgileriyle kısaca tanıtmaya çalışacağız.
Samiha Ayverdi’nin Bakışıyla İstanbul’un Semtleri
İstanbul kültürünü yaşatma gayreti içine giren Samiha Ayverdi,
8
Samiha Ayverdi, Küplüce’deki Köşk, Hülbe Yay., Ankara 1989, s. 12-13.
A.g.e., s. 84.
Nihat Sami Banarlı, “Samiha Ayverdi”, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C. II., M.E.B. Yay., İstanbul
1998, s. 1234.
11
Kazım Yetiş, Samiha Ayverdi’nin İstanbul’a bakışını şu şekilde anlatır: “İstanbul bir terkiptir; içine
girildikçe zenginleşen, derinleştikçe binbir kıvrımından binbir güzelliğin açıldığı bir terkip. Yazar
gezindiği semtlerde bu terkibin içine, parçalarına girmekte, dünle hesaplaşırken gününün aksayan
taraflarına dikkatimizi çekmekte, geleceğin harcını hazırlamaktadır.” Kazım Yetiş, a.g.e., s. 43.
9
10
24 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
eserlerinin birçoğunda değişik vesilelerle İstanbul’un semtlerine değinmiştir.
Hatta, “İstanbul Geceleri” adlı eserinde, baştan sona İstanbul’un semtlerini
anlatmıştır. İstanbul’u çok iyi tanıyan Ayverdi, semtlerin kendilerine has
yönlerini, kültürel yapı içerisindeki konumlarını detaylarıyla vermeye
çalışmıştır.
Samiha Ayverdi’nin eserlerinde İstanbul’un semtleri, kimi zaman
yazarın çocukluk anılarının mekânı olarak, kimi zaman tabiat güzellikleriyle,
kimi zaman ise tarihi ve kültürel fonksiyonlarıyla yer bulur. Bazı semtler ise,
bozulan düzenin, kaybolan kültürün, çoğu kişinin kendini kaptırdığı Batı’nın
sembolü olarak ele alınır. Ayverdi, dolaştığı semtlerin tarihi özelliklerinden
bahsederek, geçmişle günümüz arasında bir köprü kurar. “Yitirilmiş zamanın
arayışı içinde olan Yazar, dünü bugüne taşımaya çalışır.”12 Böylece, “elimizden
tutar ve bizi tarihle hesaplaşmaya götürürken, günümüzün muhasebesini
yaptırır. Coğrafyası, tarihi köşeleri, semte ruh ve mana veren şahsiyet ve
hadiseleriyle, camii, sebil, tekke, köşk, meyhaneleri ile devir devir, safha safha
İstanbul’u tanırız, üzerinde düşünürüz, hayıflanırız veya ibret alırız.”13
İstanbul semtlerinin bazıları, Samiha Ayverdi’nin romanlarında sadece
isim olarak kullanılmıştır. Biz, bu çalışmamızda, İstanbul’un bütün semtlerini
değil, Ayverdi’nin eserlerinde mekân olarak tasvir ettiği, özelliklerini verdiği
başlıca semtleri inceleyeceğiz.
Şehzâdebaşı
Samiha Ayverdi’nin doğduğu semt olan Şehzadebaşı, yazarın
eserlerinde İstanbul’un karakteristik semtlerinden biri olarak anlatılır.14 Yazar,
“Rahmet Kapısı” adlı hatıralar kitabında doğduğu evden ve çocukluk
döneminden bahsederken Şehzadebaşı’nı da tanıtmış olur:
“Ben, Şehzadebaşı’ndaki evimizde doğdum. Yaz mevsimleri hariç, on
dört yaşına kadar olan bütün bir çocukluk devremi, hep aynı evde geçirdim.
Taşlıklar, taş odalar, kilerler, mutbaklar, yükler, dolaplar, sandık odalarının
arasını bir örümcek ağı gibi ören hareketli ve tasasız günlerim, sevinçlerim,
12
Banıçiçek Kırzıoğlu, “Samiha Ayverdi’nin İstanbul’u”, Samiha Ayverdi’nin Hayatı ve Eserleri, C. 1,
Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum 1990, s. 150.
13
Kazım Yetiş, a.g.e., s. 45.
14
Ayverdi, kendi evlerinden ve dayısının evinden bahsederken Şehzadebaşı semtini şöyle anlatır: “ Dayımın
evi ile babamın evi arasında ancak iki sokak vardı. Her ikisi de İstanbul’un karakteristik semtlerinden biri
olan Şehazadebaşı’nda idi. Bekçi Ömer Ağa, ramazan geceleri mahallesine ve başka semtlerden gelen
dinleyicilerine, ahenkdar davulunu her iki evin önünden de çalarak geçer. O ev de, bu ev de ama dilencinin
günlük melodisini gene beraber dinler. Lokmacı, kuş lokumcu, tel kadayıfcı, oranın da buranın da
esnafıdır. Çeşmemeydanlı köşklü, şehirdeki yangınları soluk soluğa, döne döne her iki kapının önünde de
bağırarak haber verir. Donanmalarda her iki ev de fenerler asar; bayramlarda her iki evde de hususi kabul
merasimi olur. Aynı kanunlar, aynı örf, aynı mukaddes mefhumlar ve ölçüler, görünüşte her iki binanın da
hayat temellerini teşkil eder. Fakat bütün bu müşterek cemiyet kuşaklarına rağmen, babamla dayımın
evleri, tamamen ayrı birer ruhun mümessilidir.” Samiha Ayverdi, Yolcu Nereye Gidiyorsun, s. 89.
S. ALAN
Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul
25
üzüntülerim gene hep aynı çatının altında geçti.
…
Sokağımız sanki bir halının çözgüleri, atkıları ve renkleri gibi, aynı
ustanın elinden çıkan, ayrı ayrı ipliklerden dokunmuş olmasına rağmen,
yekpare bir manzara arz eden sanki tek kaliçe idi.”15
Şehzadebaşı, orta halli mahalle evlerinin yanı sıra, paşa ve bey
konaklarının yer aldığı bir semttir. Samiha Ayverdi’nin kendi yaşamından yola
çıkarak anlattığı İbrahim Efendi Konağı da, Şehzadebaşı’ndadır ve
Kalenderhane Camii’nin önündeki meydana bakar. Bu konağın çevresinde yine
ünlü paşa ve beylerin konakları vardır:
“O zamanlar Şehzadebaşı’nın Kalenderhane semtinde kimler yoktu ki?
Şam Valisi Nâşid Paşa, Jandarma Kumandanı İbrahim Paşa, Ferik Sami Paşa,
Viyana Sefiri Galib Bey, Maliye Müsteşarı Ragıb Bey ve konağının yeri koca bir
mahalle olan Mısır Vekili Hacı Süleyman Ağa…”16
İstanbul’un merkezi noktalarından biri olan Şehzadebaşı, aynı zamanda
zevk ve safa mekânı özelliğini de gösterir. Şehzadebaşı, halkın eğlence
merkezlerinden birisidir. Çayhaneleri, tiyatroları, iş yerleri ve sohbet
mekânlarıyla İstanbul halkı için cazip semtlerden birisi olmuştur. Şehzadebaşı
bu özelliğini çok uzun zaman muhafaza etmiştir.
“İki sıralı çayhaneleri, hem iş hem keyif yeri olan berberleri, sağlı sollu
tiyatroları, aynı ipliğe dizilmiş tesbih taneleri gibi, tek bakışta, tek hattın
üstünde bir bütün oldukları halde, her biri içlerine topladığı muayyen
zümrelerle dolup boşalan başlı başına birer müstakil varlık idiler. Bu yekpare
ahenk, bu dizili olduğu nizama sadakat ve itaati borç bilen tesbih, zamanın eli o
ipliği aşındırıp koparıncaya kadar böyle kaldı.”17
Batılı tarzdaki tiyatro kumpanyalarının bulunduğu Şehzadebaşı,
Ramazan aylarında Orta Oyunu, Karagöz ve Meddah gibi Geleneksel Türk
Tiyatrosuna da mekân olur.18 Geceleri eşleri dostlarıyla sohbet, muhabbet ve saz
âlemleri yaparak geçirdikleri halde erkekler, yine de ramazan eğlencelerini
kaçırmamak için Şehzadebaşı gibi, eğlencelerin yapıldığı semtlere akın ederler.
“…Divanyolu, Çarşıkapı, Şehzadebaşı gibi eğlencelerin harman olup
savrulduğu belli başlı semtler, onları adeta büyüsüne yakalayıp, kendine
çekerdi.
Teravihten sonra önceden kestirdiği bir eğlence yerine yollananları
buralarda neler beklemezdi ki? Orta oyununda Kavuklu Hamdi’yi, Ali Bey’i,
15
Samiha Ayverdi, “Doğduğum Ev”, Rahmet Kapısı, Hülbe Yay., İstanbul 1985, s. 125-126.
Samiha Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1999, s. 148.
Samiha Ayverdi, İstanbul Geceleri, s. 20.
18
Samiha Ayverdi, Mesihpaşa İmamı, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2000, s. 84.
16
17
26 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
Zenne Tevfik’i, Kurban Oseb’i, Küçük İsmail’i, Pişekâr Asım’ı seyretmeye
doyum mu olurdu?
Ya Karagöz’ün Kâtip Salih’leri, Cerrah Salih’leri, Yorgancı
Abdullah’ları, Hayal Küpü Emin Ağa’ları ve dost meclislerine revnak veren
Çaylak Tevfik’leri, ihmale gelir san’atkarlar mıydı?”19
Şehzadebaşı, çayhanelerinde oluşan ortamlarıyla fikre, edebiyata,
musikiye kucak açarak çeşitli insanların bir araya toplandıkları mekânlardan biri
olur.20 Fakat, Şehzadebaşı’nın bu eğlenceli hali süreklilik göstermez. “Yolcu
Nereye Gidiyorsun” romanının kahramanı olan Adli, sonbahar yağmurlarıyla
ıslanan penceresinden Şehzadebaşı’nı sıkıcı olarak görür. Karanlık içine
gömülmüş olan evlere kendini yabancı hisseder:
“Yerimden kalkıp sokağa bakıyorum. Eğlendirecek hiç bir şey yok.
Kasvetli, karanlık bir gün. Şehzadebaşı, adeta büsbütün çökmüş, çukurlaşmış
gibi kapkaranlık. Bütün bu sıra sıra evler, feerik bir el ayası içine oturtulmuş
hayali mevcutlar kadar benden uzak, bana yabancı. Hatta onlardan biri olan
bizimki bile.”21
Beyoğlu
Beyoğlu’nun Bizans dönemindeki adı “karşı yaka” anlamına gelen
“Pera” iken, Fatih İstanbul’u aldıktan sonra, buraları Galata bağları olarak
adlandırılmıştır.22 Bir görüşe göre “Beyoğlu” adının, Trabzon Rum Pontus
İmparatorluğu’nun son prenslerinden, İslam dinini kabul ederek buraya yerleşen
ve yaşayan Aleksios Komninos’dan dolayı bu yöreye verildiği ileri sürülür.23
Bir diğer görüş, Kanuni çağında İbrahim Paşa’nın adamlarından olan ve
Taksim’de büyük bir konakta yaşayan Venedik Balyosu (elçi, temsilci) Alvario
Griti’nin “Beyoğlu” adıyla anıldığı, Beyoğlu semtinin adının da buradan geldiği
şeklindedir.24 Samiha Ayverdi ise, Pera adının Kanuni Sultan Süleyman
döneminde Beyoğlu şeklinde değiştiğini aktarır:
“Zamanla bir Türk mahallesi ve ticaret merkezi olan Galata’nın
arkasında taşıdığı tepe, ilk zamanlar, “karşı yaka” manasına gelen Pera
ismiyle anılırken, Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra ad değiştirerek Beyoğlu
19
Samiha Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, s. 113.
“Şehzadebaşı çayhanelerinin herbiri, müstakil vasıfları ve çeşnileri içinde, ayrı ayrı zümrelerin karargahı
idi. Bunların bazısı en ağır meclislere, fikre, edebiyata, musikiye kucak açıp, çeşitli maksat adamlarını
başbaşa getirirken, bir başkası, küçük devlet memurlarının buluşmalarına zemin hazırlar, bir diğerinde,
halli vakitli esnaf ve halk tabakası birleşerek yarenlik eder, bir diğeri ise, işi gücü mahalle sınırını aşmayan
irat sahipleri ve mirasyedilerle dolup boşalırdı.” Samiha Ayverdi, İstanbul Geceleri, s. 20-21.
21
Samiha Ayverdi, Yolcu Nereye Gidiyorsun, s. 56.
22
Ahmet Refik, “Eski Beyoğlu”, Tahir Yücel (Haz.), Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul, Kitabevi Yay.,
İstanbul 1998, s. 44.
23
Özdemir (Arkan) Kaptan, “Beyoğlu Neresidir?”, Beyoğlu, İletişim Yay., İstanbul 1989, s. 40.
24
Salah Birsel, “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu”, Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, Sel Yayıncılık, İstanbul 2002, s. 10
20
S. ALAN
Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul
27
oldu.
Yerli Hıristiyanlar ile yabancıların bağları ve köşkleri olan bu ıssız
tepede, saraya benzeyen bir malikâne vardı ki, günün birinde bu muhteşem
binada Venedik Doju Andre Gritti’nin bir oğlu dünyaya gelmişti. Gerek Kanuni
Sultan Süleyman’ın gerek Veziriazam İbrahim Paşa’nın dostuğunun kazanmış
olan Gritti, siyasi entrikalara girmiş kurnaz bir prensti. O devrilerde Türklerin
prenslerine “bey” demeleri adetti. Bey’in oğluna da “bey oğlu” dendiği için,
semt de böylece künyelenip kaldı.”25
Beyoğlu, batılılaşma hareketiyle birlikte İstanbul’da Avrupa’nın
temsilcisi ve numunesi olmuş bir semttir. Avrupalı yaşayış tarzı, 19. asrın
başından itibaren bilhassa ekalliyetler arasına, Beyoğlu’na yayılmıştır.26
Beyoğlu’nun batılılaşmaya öncülük etmesinin temelinde, bu asırdan önce de, bu
semtte oturanların çoğunlukla Rum, Yahudi, Ermeni, Leh, Slav, Alman,
Felemenk, Fransız, İngiliz, İtalyan, Levanten yabancı milletlerden olmasıdır.27
Beyoğlu’nu oluşturanlar arasında, yabancıların yanı sıra, azad edilmiş
eski kürek mahkûmlarının soyundan gelenler de bulunur: “Pera, yabancı
uyrukların, ‘frenkler’in, iyisinin de kötüsünün de yeğlendiği mahalleydi. Boğaza
bakan yamaçlarında da, Kasımpaşa’ya bakan yamaçlarında da hemen-hemen
sadece Türkler otururken, Kurtuluş (eski Tatavla) ve Yenişehir mahalleleri
geniş ölçüde, azad edilmiş eski kürek mahkûmlarının soyundan gelenleri
barındırıyordu. Bunların en güzel kadınları da, Pera’nın pek çok kentsoylu
ailesinin soyağacını oluşturmuştur.”28
“Beyoğlu hayatının batılı manada canlılık kazanması Tanzimat
Fermanı’nın ilanından sonradır. 1838 yılında İngilizlerle yapılan ticaret
anlaşmasından sonra bu ülkenin malları Osmanlı Devleti’ni istila eder.”29 Bu
durum İstanbul’un, özellikle Beyoğlu’nun, açık pazar haline gelmesine sebep
olur. Gelen yabancılarla birlikte, sosyal hayatımızda değişik kültürlerin etkisi
hissedilmeye başlanır. Kırım Harbi’nden sonra ise, Beyoğlu’nda ahlaki çöküntü
başlar. Türk toplumu için 19. yüzyılda kozmopolitliğin ve alafrangalığın sembol
mekânı olan Beyoğlu, alafranga yaşama özenenlerin semti olur.30 Batı özlemi
içinde olan kişiler için, Taksim’den Tünel’e dek uzayan bu cadde, bir tramvay
parasına Avrupa’da yaşamanın bir çaresidir.31
25
Samiha Ayverdi, “Galata’dan Boğaz’a Doğru”, Boğaziçi’nde Tarih, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2002, s.
80.
Orhan Okay, “Osmanlı Hayatının Batılılaşması”, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmed Midhat Efendi,
M.E.B. Yay., İstanbul 1991, s. 62.
27
M. Fatih Andı, “Cumhuriyet Devri Türk Romanında Beyoğlu”, İnsan Toplum Edebiyat, Kitabevi Yay.,
İstanbul 1996, s. 159-160.
28
Said Naum Duhani, Beyoğlu’nun Adı Pera İken, Çev: Nihal Önol, Çelik Gülersoy Vakfı İstanbul
Kütüphanesi Yay., İstanbul 1990, s. 21.
29
Ali Şükrü Çoruk, Cumhuriyet Devri Türk Romanında Beyoğlu, Kitabevi Yay., İstanbul 1995, s. 26.
30
M. Fatih Andı, a.g.e., s. 162.
31
Sabahattin Kudret AKSAL, “Beyoğlu”, Geçmişle Gelecek, Çağdaş Yay., İstanbul 1987, s. 86.
26
28 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
Beyoğlu, Avrupai lokanta ve cafeleriyle, her türlü malı Avrupa’dan
getirten lüks mağazalarıyla, gece hayatı ve eğlence yerleriyle Avrupa kentlerine
benzemeye çalışmıştır.32 Beyoğlu, “eğlence hayatının daha çarpıcı ve ortamın
müsait oluşu yönüyle mirasyedilerin, paşa çocuklarının, yeni yetişen genç neslin
günlerini geçirdikleri biricik mekândır. Özellikle kış mevsimi gelen tiyatro
kumpanyaları, lokantaları, Avrupa malı satan mağazalarıyla herkesi kendine
çeker.”33 Böylece Beyoğlu, Mısır hanedanlarını taklide çalışan saray ve konak
kadınlarının uğrak yeri olduğu gibi; işsiz güçsüz, ayak takımının da mekânı
olur. Ayrıca burada başlayan yeni hayat felsefesi zamanla bütün İstanbul’a
yayılır.
Beyoğlu’nun Türk romanlarında mekân olarak kullanılmaya
başlanması, Türk romanının yeni yeni oluşmaya başladığı zamanlara,
1870’lerden sonraya denk gelir. Yanlış batılılaşmanın ve sosyal hayattaki
değişikliklerin merkezi olarak edebiyatımıza giren Beyoğlu, bu yönüyle her
dönem edebiyatımızın sembol mekânlarından biri olmuştur. Beyoğlu’ndaki bu
yaşam tarzı ile, eski İstanbul sayılan Eminönü yakası ve Üsküdar’daki yaşam
arasındaki farklılık, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e romanlarımızın vazgeçilmez
konularından biri olmuştur. “Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı’nın en çok
kullanılan malzemesi bu iki dünya arasındaki uçurumdur. Bu uçurumla birlikte
köksüz, moda ve Batılılaşmanın getirdiği ahlak düşüklükleri, ailenin ve
insanımızın çürümesi romanlarımızda uzun uzun anlatılır.”34
Beyoğlu’nun devletin içinde bulunduğu durumdan habersizmişçesine
yaşayanların semti olması, Samiha Ayverdi’nin bu semte bakış açısını
olumsuzlaştırır. Asırlarca işlenmiş kültürlerine sahip çıkmayan bu semtin
müdavimlerini sert bir dille eleştirir:
“İstanbul’un karşısında divan durdurduğu için şöyle bir göz atmaya
değen, fakat efendisinin malını çala çala çift çubuk sahibi olup eski kapısına
ihanet eden zorba bir uşak, nankör bir kâhya, açıkgöz bir yanaşma gibi kurnaz
Beyoğlu.
Kaçak eğlence âlemleri kurulan gizli evler misillu, kelbî iştihaların
harman olduğu müptezel, yıkıcı, ikiyüzlü Beyoğlu.
Görünüşün ve gösterişin tam bir maharet ve ustalıkla inkişaf zemîni
bulduğu şımarık, yapmacıklı, sahte Beyoğlu.
Nikâhlanması düşünülmeyen keyif kadınları gibi, yoldaşlık, haldaşlık
vefa ve dostluk bilmeyen kahpe Beyoğlu.
32
33
34
Köksal Alver, “Züppeliğin Sosyolojisi: Türk Romanında Züppe Tipler Örneği”, Hece Aylık Edebiyat
Dergisi Türk Romanı Özel Sayısı, s. 256.
Mehmet Törenek, “Eğlence Yerleri – Beyoğlu”, Hikaye ve Romanlarıyla Mehmet Rauf, Kitabevi Yay.,
İstanbul 1999, s. 276.
Alemdar Yalçın, “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin / Fırkası’nın Faaliyetlerini Anlatan Romanlar”,
Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı, Günce Yay., Ankara 1992, s. 40.
S. ALAN
Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul
29
Şahsiyetsizliğin zavallı çehresini riya düzgünleriyle kapatan gülünç
Beyoğlu.
Ne iftihar edilecek bir mazîsi, ne öğünülecek bir sıra tarihi olan bu
üreme ve türeme koskoca semt, bugün, sanki İstanbul şehrini temsîl etme
sâlâhiyetine mâlikmiş ve sanki İstanbul’un yüzünü ağartmak vazifesini
başarabilirmiş gibi, el birliği ile süsleniyor, bezeniyor, bahçeler, gazinolar,
yollar, abideler, tiyatrolar, kulüpler, bu mesuliyeti üzerine almış bir gururla her
gün biraz daha çoğalıyor.”35
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, “hamlesi yarı yolda kalmış Paris taklidi”36
olarak değerlendirdiği Beyoğlu, pek çok yönden Paris’ten bile “yaman” bir
yerdir. Beyoğlu’nda yaşanan ve anlatılan her olay bir roman gibidir.37 Hiç de
ahlaki olmayan bu hayat tarzları, bu hikâyeler, batıya yönelen Türk gençlerinin
hayallerine şekil vermeye başlar. İstanbul’un diğer semtlerinde yaşayan, yetişen
gençler artık buraları beğenmez olur; Beyoğlu’ndaki hayata gıpta ile bakarlar.
Beyoğlu’na yerleşebilmenin bir fırsat olduğunu düşünürler:
“Salim, bu kaba şakaları kendi söyleyip kendi dinledikten sonra bu
sefer de sözü semtlerinin sapalığına, eğlencesizliğine getirdi. İstanbul denen,
köprünün bu tarafı kötü bir yerdi. Yaşamak için Beyoğlu’nu seçenler doğrusu
akıllılık ediyorlardı. Kendisi de Şişli taraflarında bir arsa almıştı, üstüne şöyle
birkaç kat bina yapıverse hem mesken hem de irad olacaktı. Elde fırsat varken,
ne diye böyle işleri geciktirmeli idi?”38
Samiha Ayverdi, Beyoğlu hayranlığının Türk gençleri arasında
yayılmasının sebeplerinden biri olarak, Türk evlerine, konaklarına gelen
yabancı uyruklu kişilerin anlattıkları Avrupa hikâyelerini görür. Konaklara
mürebbiye, terzi, öğretmen gibi değişik vasıflarla gelen bu yabancılar, her
fırsatta Avrupa’dan, Avrupa hayatının türlü zevk ve eğlencelerinden söz açarak
dinleyenleri hayran bırakırlar. Halkın üst tabakasında bulunan konakların
hemen hepsinde, yabancı uyruklu kişilerin hayranlık uyandıran hikâyeleri
dinlenir:
“Acaba İbrahim Efendi, bu Olga’ların, bu Fani’lerin, bu Raşel’lerin
Garb’a açılan birer arka kapı olduklarını biliyor muydu? Biliyorsa, evinin
içine, Beyoğlu ile Paris’in bu kapılardan girmesi hoşuna gidiyor muydu? Ne ki,
gitmese de yapacak başka bir şey yoktu. Zira hem-seviye bulunduğu ailelerin
35
Samiha Ayverdi, “Beyoğlu”, İstanbul Geceleri, s. 121.
Ahmet Hamdi Tanpınar, “İstanbul”, Beş Şehir, Dergah Yay., İstanbul 1995, s. 16.
37
Ali Şükrü Çoruk, Ahmet Midhat Efendi’nin Beyoğlu semtine bakışını tespitle verir: “...Ona göre Beyoğlu
Batı medeniyetinin bütün kötü taraflarını bünyesinde barındırmaktadır. Beyoğlu’nda “murdarlıktan,
hastalıktan, bataklıktan başka” hiçbir eğlence çeşidi yoktur. Bu yüzden özellikle mirasyediler için ciddi bir
tehlikedir. Avrupalı romancılar Paris’i merkez almışlardır. Ancak Beyoğlu pek çok yönden Paris’ten
“yaman” bir yerdir. Beyoğlu’nda yaşanan ve anlatılan her şey bir roman gibidir.” Ali Şükrü Çoruk, a.g.e.,
s. 32.
38
Samiha Ayverdi, Mesihpaşa İmamı, s. 230.
36
30 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
hepsinde bu Olga’lar, Fani’ler, Raşel’ler vardı. Ve Garp, Türk aristokrasisinin
kapılarını bu Avrupalı taslaklarının eli, dili ve zevkiyle zorluyordu.”39
Samiha Ayverdi, “İbrahim Efendi Konağı” adlı eserinde, yabancı
öğretmenlerden ders alan Mebru’da oluşan Beyoğlu sevgisini anlatır. Onun için
Beyoğlu, Kâbe hükmündedir. Geleneksel yapıya uygun bayram yerleri
Mebru’nun hoşuna gitmez. Bulduğu her fırsatta Beyoğlu’na gezmeye giden
Mebru, kendisi için uygun olmayan yerleri de dolaşır:
“Hâlbuki Şevkiye Hanımefendi’nin evlatlığı Mebru, konağa girip çıkan,
kâh Fransızca ders veren kâh piyano öğreten hocalar sayesinde bir lövanten
olup çıkmıştı. Onun için de Beyoğlu, adeta Mebru’nun kâbesi idi. Faik Ağa
arabayı bir köşeye çeker, o da, ya terzi Fani ya da evin kendine uydurduğu
gediklilerinden biriyle, girilmesi veya girilmemesi icap eden her tarafında
dolaşırdı. Çocuk diye, bir şey anlamaz diye de küçük Ratibe’yi hiçe sayarak
yanında olur olmaz her şeyi konuşurlardı.”40
Samiha Ayverdi, “Yolcu, Nereye Gidiyorsun..” romanında ise, Ziver
Paşa’nın tek oğlu olan Rami’nin eğlence mekanlarında servet harcadığı
Beyoğlu’nun farklı bir yüzünü ortaya koyar: İstanbul’un yönetim kargaşası
yaşadığı dönemde Beyoğlu, memlekette her türlü suçu işleyen yabancıların
sığınağıdır. Elçilik binalarına sığınan yabancılar, cinayet işlemiş olsalar bile
ceza almamaktadırlar:
“Bir gündü, mektepten eve gelirken, yolda sütbabama rast gelmiştim.
Atıf Bey, vatani duygulardaki hassasiyetimi bildiği için, şahidi olduğu bir
kapitülasyon imtiyazının acı örneğini anlatmaya başladı. Az evvel
Beyoğlu’ndan geçerken, katil suçu ile aranan bir ecnebinin, tam yakalanacağı
zaman bir sefarethaneye iltica ettiğini, kah ayaklarını yere vurarak, kah ağlar
gibi, sesini yavaşlatarak uzun uzun söyledi.
- Bu olur mu Adli, buna tahammül edilir mi? Düşün bir kere devlet
içinde devlet…”41
Batı’nın İstanbul’a açılan kapısı olma özelliğini senelerce muhafaza
eden Beyoğlu, Samiha Ayverdi’ye göre, hiçbir zaman Türk olmamıştır.
Beyoğlu, her zaman, “Garp taklitçiliğine yaslanarak İstanbul’a istihfafla
tepeden bakan bir semt olmuştur.”42 Beyoğlu’nu bir İstanbul’un çıbanı olarak
gören Ayverdi, romanlarında da Beyoğlu’na bu düşüncesini destekleyen bir
görev vermiştir.
Boğaziçi
Doğal güzellikleriyle ve mesire yerleriyle tanınan Boğaziçi, iki kıta ve
39
Samiha Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, s. 64.
A.g.e., s. 132-133.
Samiha Ayverdi, Yolcu Nereye Gidiyorsun, s. 116-117.
42
Samiha Ayverdi, “Beyoğlu”, İstanbul Geceleri, s. 125.
40
41
S. ALAN
Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul
31
denizin buluştuğu istisnai yerlerden biridir. İstanbul’u, dünyanın en önemli
noktalarından biri yapan Boğaziçi, yöre olarak güneyde Tophane-Salacak hattı
ve kuzeyde Rumeli ve Anadolu fenerleri hattı arasındaki kısımdır.43 Boğaziçi;
Beşiktaş, Fındıklı, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek, Rumeli Hisarı, Büyükdere,
Beykoz, Sultaniye, Çubuklu, Kandilli, Çengelköy ve Beylerbeyi gibi birçok
semti içine alan oldukça geniş bir mekândır.
İstanbul’un fethinden sonra Türklerin dikkatini çeken Boğaziçi, “Bizans
devrinde, bir medeniyet ve san’at mahalli, bir safa ve sayfiye yeri değil,
itibarsız, şöhretsiz, solgun dirliksiz, yer yer manastırlar, kurban ve adak yerleri
olan balıkçı köylerden ibarettir.”44 Yahya Kemal’in görüşüyle Boğaziçi,
Türklerin İstanbul’u fethettikten sonra milli yönlerini, yaratıcı kudretlerini
gösterdikleri bir semttir. Boğaziçi, fetihten sonra, iki sahil boyunca,
Kavaklar’dan Marmara’ya kadar, yalı mimarisiyle süslenmiş, yeryüzünde,
yalnız kendine benzer, başka bir şehir olmuştur.45 Hatta Boğaziçi, iki yakasına
kondurulmuş çok güzel köşk ve yalılarıyla yabancıların dahi ayrılmak
istemedikleri bir semt olmuştur.46
Boğaziçi, Türk Edebiyatı’nda en çok konu edilen İstanbul
mekânlarından birisidir. 19. yüzyılda saray ve çevresinin, Boğaziçi’nin her iki
sahilinde sahilsaraylar, sahilhaneler, köşkler ve yalılar yaptırmaya
başlamalarıyla semt, edebiyatımızda daha fazla yer almaya başlamıştır.
Günümüze kadar genellikle görünümü ve güzelliğiyle bir tablo olarak sunulan
Boğaziçi, günümüzde şairler, romancılar ve hikâyeciler için bir doğa harikası
olmaktan çıkarak, geçmiş zamanın bugüne taşındığı ekinsel bir ocak niteliğiyle
anılmıştır.47
Samiha Ayverdi’ye göre “Boğaz demek, bir bakıma saz söz ve eğlence
demektir.”48 İki sahilinde de yalıların yer aldığı Boğaziçi, mehtaplı gecelerde
yüzlerce sandalın katılımıyla düzenlenen saz fasıllarının mekânıdır. Saz
fasılları, çevre muhitlerdekilerin ve yalı sakinlerinin iştirakiyle, Boğaz sularında
belli bir seyir takip edilerek gece yarılarına kadar devam eder. Bu saz fasıllarına
katılmış olan bir İstanbul şairi Enderunlu Vasıf, geceleri kürek çekilen koyları,
43
Mehmet Çubuk, Boğaziçi, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 2, İstanbul 1994, Kültür Bakanlığı
Ortak Yay., s. 266.
Samiha Ayverdi, “Nehr-i Aziz”, Boğaziçi’nde Tarih, s. 43.
45
Yahya Kemal Beyatlı, “Türk İstanbul II”, Aziz İstanbul, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul 1999, s. 50.
46
Lamartine İstanbul’a ilk gelişindeki izlenimleri anlatırken, şehri gördüğü anda hissettiği üzüntülü bir
şaşkınlık ve ve hayal kırıklığının sonradan büyük bir hayranlığa dönüşünden bahseder. Bu hayranlık,
Boğaziçi yalılarını anlatırken artık son seviyesine ulaşmış şekildedir: “Sonra o ünlü Boğaziçi yalıları...
Devlet ilerigelenlerinin ömürleri boyunca içlerinde yaşadıkları zengin, aydınlık, refahlı, süslü barınaklar.
Her iki kıyı da bu yalılarla tıklım tıklım dolu. Boğaziçi öyle bir yer ki, çevreleri birbirinden güzel villalarla
dolu otuz kilometrelik sudan bir cadde. İnanınız ki eğer talihiniz size bunlardan herhangi birini nasip etmiş
olsaydı, ömrübillâh, oradan ayrılmayı aklınıza bile getirmezdiniz.” Lamartine, “İstanbul’a İlk Geliş”,
Şemsettin Kutlu (Haz.), Bu Şehr-i İstanbul Ki, Milliyet Yay., İstanbul 1972, s. 75-76.
47
Selim İleri, “Edebiyatta Boğaziçi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 2, s. 286.
48
Samiha Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, s. 227.
44
32 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
Boğaziçi’nin iki yakasındaki iki köşeyi:
“Bahrin bu şeb emvâc-ı safâ aştı boyundan
Vasıf, gidelim Göksu’ya İstinye koyundan”49
mısralarıyla dile getirmiştir.
Boğaziçi’nde yaşayanların, diğer semtlere oranla, kendilerine has bir
incelikleri vardır. “Boğaziçi, her şeyden önce bir zevk ve üsluptur.”50 Bu yöre
halkının zevki, duyguları, hayat görüşü Boğaz’ın lacivert ve yaldız parıltılı
sularının kenarında, saatle, aydınlıkla değişen manzarayı seyrederek
olgunlaşmıştır. “Bir bütün arzeden, zevkleriyle kültürüyle çok köklü bir
medeniyetin muhassalası olan bu yaşayış tarzı, uzun asırların içinden süzülerek
gelmektedir.”51 Yapılan mehtap gecelerinde veya mesirelerde Nedim gibi,
Enderunlu Vasıf gibi birbirinden usta sanatçıların iştirakiyle şiirlerin, şarkıların
söylendiği; musikinin ruhlara işlediği seviyeli eğlenceler tertiplenirdi.
Yazlıkların çoğunun mekânı olan Boğaziçi52, yaz akşamlarında
birbirinden eğlenceli mehtap sefalarına ev sahipliği yapar. Boğaziçi’nin kendine
has kültürüyle yetişmiş olanların vazgeçemediği bu âlemler, yeni neslin pek
itibarını görmez. Genelde saygın kişilerin düzenledikleri bu gecelerde,
davetlilerin katılımıyla yüzlerce sandal Boğaz sularında buluşur. “Yolcu Nereye
Gidiyorsun?” romanında bu gecelere yer veren Samiha Ayverdi, bu sanat ve
muhabbet dolu âlemlerin unutulmasından duyduğu rahatsızlığı da
hissettirmektedir:
“Bir vakitler, Anadolu Hisarı'nda aşı boyalı eski bir meşruta yalıda
oturmuştuk. Büyükannemin bizde sayılı misafirlik günleri, benim de sayılı zevk
günlerimdendi. Zira o bizde oldukça, neş'enin, eğlencenin benim de hakkım
olduğunu hissettiren bir himayede olduğumu fark ederdim. Bilhassa diyebilirim
ki Boğaz'ın o eşsiz mehtap âlemlerine yalnız onunla çıkmışımdır. Henüz
çocukluk çağında sayıldığım için, kadınların sandalında bulunmama da bir
mani yoktu. O zamanlar henüz orta yaşlı bir hanımefendi olan büyükannem, saz
geceleri, Boğaz'ın ıslak bir tül gibi insanın derisine yapışan rutubetinden
korunmak için dizinde örtü ve maşlahının üstüne almak üzere yanında bir atkı
ile kayığa binerdi. Ne annemin ne de babamın bu saz ve mehtap âlemlerine
iştirak ettiklerini ve ne de kardeşlerimin, benim gibi mehtaba çıkmak isteğiyle
delicesine büyükannemin peşinde gezdiklerini hatırlıyorum. Mehtap gecelerine
karşı babam kayıtsız, annem, pek açığa vuramadığı bir küçümseyişle daima
49
Yahya Kemal Beyatlı, “Fetihten Sonra İstanbul – Semtler”, Şemsettin Kutlu (Haz.), Bu Şehr-i İstanbul Ki,
s. 290.
Ahmet Hamdi Tanpınar, “Boğaziçi Mehtapları”, Zeynep Kerman (Haz.), Edebiyat Üzerine Makaleler,
Dergah Yayınları, İstanbul 1998, s. 411.
51
Necmettin Türinay, “Hatıra”, Abdülhak Şinasi Hisar, M.E.B. Yay., İstanbul 1993, s. 271.
52
Ayverdi, Boğaziçi semtini yazlıkların bulunduğu semt olarak anlatır: “...O devirde İstanbul, taht şehri
olduğundan sefaretlerin hepsi Beyoğlu’nda ve yazlıkların çoğu da Boğaziçi’nde bulunmakta idi.” Samiha
Ayverdi, “Sefir ve At Cambazı”, Hey Gidi Günler Hey, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2002, s. 83.
50
S. ALAN
Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul
33
uzaktılar. Hatta annem, misafirlerinin hatırı için bile olsa bir bahane bulur ve
evde kalıp piyano çalardı.
Şurası tuhaftı ki amcam, babamın ve annemin hayatlarında hemen hiç
bir iz yapmadan geçen bu gecelerin hayranı idi. Ancak mevkiinin îcap ettirdiği
yasak yüzünden, onlara uzaktan imrenir ve bu âlemi, yalısının karanlık
penceresinden -o da gizlice- seyrederdi. Fakat büyükannemin bize geldiğini
haber aldığı geceler, ya kendi gelir yahut da haber göndererek:
- Yarın akşam filanın mehtabı varmış, hanımefendi Nedîm'in sesini
sever, acele edip de İstanbul'a gidivermesin..
Dedirtir ve biz de böylece, peşinden bir kaç yüz mehtapçıyı, bir gelin
duvağı gibi sürükleyen saz kafilesine takılırdık.”53
Boğaz’ın mehtapları kadar ünlü olan ve ilgi çeken bir yönü de
mesireleridir. “Boğaz’ın suları kadar, mesirelerini de güzel sesleri güzel sazları
ile adeta kesime almış hanende ve sazendelerin peşlerinden gitmek, ya da
arkalarından methiyeler söylemek, tercihler yapmak, o devrin en revaçta
meselelerindendi.”54
Boğaziçi, mesirelerin yanı sıra meyhane ve gazino gibi eğlence
mekânlarını da barındırır. İçki âlemleri düzenleyenlerin, meyhaneleri mesken
tutanların Boğaziçi’nde kendilerine has köşeleri vardır.55 Boğaz’ın tabiat
güzelliklerini tercih ederek buraya gelen âlemcilerin görüşleri zamanla
değişikliğe uğrar. Samiha Ayverdi, “Yaşayan Ölü” romanında, medeni
eğlencelere düşkün olan Macit’in Boğaz’da eğlence mekânı olarak gazinoları
tercih ediş sebebini şöyle anlatır:
“- Macit Ağabey beni bir yere götür, içim sıkılıyor... dedim.
Meşhur spor otomobili kapıda duruyordu.
- Boğaz’a gidelim! dedi.
-Ama sen şık gazinoları tercih edersin; halbuki ben bir kır kahvesine
gitmek, yahut doğrudan doğruya kırlarda, dağlarda gezmek istiyorum, dedim.
Müstehzi ve bol kahkahasıyle bir hayli güldü.
- Zavallı kardeşim, bırak şu budala zevkleri… tabiat, cahil ve görgüsüz
bir kadın gibidir; vereceği haz da şüphesiz iptidai, kaba saba bir zevkten
ibarettir. Medeni eğlencelerin çeşitleri dururken, dilsiz tabiatla baş başa
kalmakta ne mana var? Bana bir çayırın yeşilliğinden, bir poker masasının
yeşil çuhası daha caziptir, dedi.”56
53
Samiha Ayverdi, Yolcu Nereye Gidiyorsun, s. 180.
Samiha Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, s. 228-229.
Samiha Ayverdi, “Boğaziçi”, İstanbul Geceleri, s. 140-141.
56
Samiha Ayverdi, Yaşayan Ölü, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2001, s. 62.
54
55
34 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
Samiha Ayverdi, romanlarında Boğaziçi’ni genellikle manzarası
yönüyle ele almıştır. Yazarın romanlarında, Boğaz manzarasını seyreden
kahramanlar önce karşılarında duran manzaranın büyüsüne kapılır, sonra
hayallere dalarlar. Boğaz’ı, “bir manada orman, koru ve bahçe”57 olarak
yorumlayan Ayverdi, romanlarındaki kahramanlara da bu yeşillik ortasında
denizin büyüleyici maviliğini seyrettirir:
İrfan Paşa Korusu, Boğaz’ın en meşhur korularındandı. Genç kız,
buranın çok müstesna parçaları arasında, çınar altını her bir köşesine tercih
ederdi. Çınar yapraklarının yekpâre kesâfetiyle gölgelenmiş olan bu düzlükte
eskiden beri, fındık ağacından yapılmış bahçe koltukları vardı. Aliye burada
oturur, ağaçların ve dalların arasından Boğaz’ın kopuk kopuk görünüşüne,
kanmadan, doymadan bakardı. Nitekim şimdi de, dünyanın hiçbir köşesinde eşi
olmayan, bu güzellik mahşerine aynı hayran gözlerle bakıyordu.
Dağ, deniz, koru, vâdi, renk, çiçek hâsılı tabiattan aranan bütün
vasıflar Boğaz’da baş başa omuz omuza yarış etmekte idi. Boğaziçi, gönüle
seslenen coşkun bir şiir, Boğaziçi güler yüzlü bir âşinâ, Boğaziçi konuşulan ve
cevap alınan bir arkadaştı. Hem munis ve yakın, hem vahşi güzelliği ile çok
okunmuş ama bıkılıp usanılmamış kitap, tabiat sergüzeştlerinin baş başa
verdiği bir meşveret mahalliydi.”58
Samiha Ayverdi, Boğaziçi’ni güzelliğine doyulamayacak bir mekân
olarak sunar. Yazar, “Son Menzil” romanında, Boğaz’ın diğer yerlere oranla
güzellikteki üstünlüğünü, Kafkasya kökenli olan Şöhret Dadı’ya bile kabul
ettirir.59 Dünyanın hiçbir köşesinde eşi olmayan Boğaz’daki görüntü, seyredenin
gün geçtikçe daha fazla müptelası olacağı bir güzelliktedir.
“Aliye’nin içeri girmemekte hakkı vardı. Senelerden beri doya doya
içinde yaşayamadıkları Boğaz, doyulacak, bakılacak bir yer miydi? Baba kız,
gözlerinin bütün emici kabiliyetiyle bu eşiz ve hayali güzelliği içiyorlardı.
Yazla sonbaharın diz dize bulunduğu içli, sessiz bir gün başlıyordu.
Ürperen, heyecanlı bir güzellik, bir kaftan gibi bütün bu manzaranın üstüne
geçmişti. Henüz güneşin kaldıramadığı hafif bir sis, ıslak bir tül gibi genç kızın
yüzüne, çıplak kollarına yapışıyor, sanki bütün mesânelerinden içeri girerek
tatlı bir üşüme veriyordu.
57
58
59
Samiha Ayverdi, “Boğaz’a Doğru”, Boğaziçi’nde Tarih, s. 74.
Samiha Ayverdi, Batmayan Gün, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2001, s. 20.
Ayverdi, Son Menzil romanında Şöhret Dadı karakterini, küçük bir kız çocuğu iken Kafkasya’dan
getirilerek yetiştirilen bir halayık olarak tanıtır. Ve hep memleketinin hasretiyle yanan ve oraların
güzelliğini anlatan bir karakter olarak tanıttığı Şöhret Dadı’ya bile Boğaziçi’nin güzelliği karşısında pes
ettirir: “Hele bu denizin, bu gençliğinin ateşli günlerini görmüş, tel tel parlayan kumral saçlarını taraken bir
ayna gibi gözünün takılıp kaldığı bu oynak suların aşinalığını hiçbir yerde bulmak mümkün değildi. Ne
dağlar bu derece hisli, ne vadiler, yamaçlar bu kadar fasih konuşucu idi. Hatta kendi memleketinin buzlu
dereleri, gökyüzüne doğru bir hamlede fırlamış gibi sivrilen dağları ve kılıçla ikiye kesilmiş gibi çatlak
kayalardan soğuk suları bile şu Boğaziçi denen cennetin güzellikleri ile boy ölçüşemezdi...” Samiha
Ayverdi, Son Menzil, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2002, s. 148-149.
S. ALAN
Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul
35
Boğaziçi… her çizgisi ile kıvrılıp bükülen bu oymalı, zinetli, ihtişamlı
tabiat köşesi, dağlarda, tepelerde bu renk renk nakışlı örtüler, kaftanlar
Aliye’nin çocukluğundan beri hasretini çektiği bu cennet ne doyulmaz bir
diyardı. İnsan, şu görünüşe gün geçtikçe alışıp ilk duygular hızını kaybederek
lâubalî olacağı yerde, aksine, her geçen günle, ona karşı daha taze bir iştiyak
duyuyordu.”60
Samiha Ayverdi’nin romanlarında Boğaziçi’nin karşımıza çıkan bir
yönü ise, Boğaz’ın iki kıyısında bulunan yalılardır. Genelde paşaların ve
beylerin yazları ikamet ettikleri büyük yalılar, yapılarıyla ve barındırdıkları
insan kadrosuyla; şehir ve muhitleriyle münasebeti kesmiş tavırlarıyla
imparatorluk minyatürü idiler. Bu yalılara karşılık, Boğaz’da bulunan rical,
memur ve tacir yalıları ise birbirleriyle kurdukları diyalogla asıl Boğaziçi
hayatını yaşatan yerlerdir.61 Boğaz güzelliğinin bütün haşmetiyle
seyredilebildiği yalılar, romanlardaki kahramanların bu manzara karşısında
seyre daldıkları mekânlardır:
“Çoğu zaman Hacı Süleyman Ağa ile genç karısı, Boğaz'ın şafakla
dirildiği, gurupla alev aldığı ve mehtapla vuslata vardığı sularına karşı
yalılarının penceresinde otururlardı. Bazan konuşup halleşir, bazan da
karşılarında el pençe duran tabiatın büyüsüyle büyülenip kalırlardı.
Akşam vakitleri, karşı sahillerin hülyalı gözler gibi bakan, bakarken de
güneşin rengine boyanan pencereleri, kısacık saltanatıyla yere göğe sığmayan
devletliler misali, varlıklarına ne de mağrur görünürdü. Ya sular; bir renk
cümbüşüne dalmış sular da öyle değil miydi? Üç beş dakika sürecek
ihtişamlarının sarhoşluğu ile adeta mest, mahmur ve dalgın durulur;
Nihayet yaklaşan gece, dalgalarda bir kartal gibi çırpınan ışıkları
birden uçurup yok ediverirdi. O zaman da bu kırılan kıvrılan, yanıp tutuşan
dalgacıkların beti benzi atar ve artık karanlığın saltanatı hükmünü sürmeğe
hazırlanırdı.”62
Boğaziçi’nin sahip olduğu tarihi değerleri, coğrafi güzellikleri, mimari
eserleri birçok eserinde anlatan Ayverdi, bununla yetinmemiş, bu semtin her
yönüne ışık tutan “Boğaziçi’nde Tarih” adlı eserini kaleme almıştır.
Çamlıca
Çamlıca, Anadolu yakasında, Üsküdar yerleşmesinin dört kilometre
doğusunda, İstanbul’un iki ünlü tepesinin bulunduğu semttir.63 Doğal güzelliği,
60
Samiha Ayverdi, Batmayan Gün, s. 4-5.
Samiha Ayverdi, “Boğaziçi”, İstanbul Geceleri, s. 138-139.
Samiha Ayverdi, İbrahim Efendi Konağı, s. 26.
63
Çiğdem Aysu, “Çamlıca”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 2, s. 464.
61
62
36 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
İstanbul ve Boğaziçi manzarasının buradan bütün ihtişamıyla seyredilmesi
Çamlıca’nın artı özellikleridir. Şehre olan uzaklığı nedeniyle burası, uzun yıllar
bağlık bahçelik olarak kullanılmıştır. Mesire yerleri, bahçeleri, yapılan köşk ve
kasırlarla sayfiye olarak kullanılan Çamlıca’nın, Osmanlı döneminde rağbet
görmeye başlaması 18. yüzyılın başlarından itibarendir.
Tanzimat dönemi devlet adamlarının ve zenginlerinin gözde semti olan
Çamlıca, bu yönüyle, Tanzimat dönemi edebiyatçılarının da eserlerinde en çok
sözünü ettikleri semt olmuştur. Bu dönemde Çamlıca, pitoresk bir görüntü
içerisinde tasvir edilmiştir. Namık Kemal’in, “Cenneti-âlâ’nın yeryüzüne inmiş
bir parçası”64 ve “Bolluk veren Allah, âlemde âb-ı hayâtı yaratmak isteseydi, bu
özelliği Çamlıca suyuna verirdi.”65 sözleriyle nitelendirdiği Çamlıca,
edebiyatımızın diğer dönemlerinde de kendisinden sıkça bahsettirmiştir.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifadesiyle, “her saat istirahat ve hayatın
keyfinin duyulduğu” semt olan Çamlıca, Samiha Ayverdi de ise, “İstanbul
gecelerini tek bakışta seyreden tek göz”66 unvanını yüklenir. Burası, Boğaz’ı ve
İstanbul’u hâkim bir noktadan seyretmek isteyenlerin tercih ettikleri bir semt
olmuştur.
Çamlıca, Samiha Ayverdi’nin romanlarında, “Yolcu, Nereye
Gidiyorsun...” romanı haricinde, sadece isim olarak telaffuz edilir. Bu
romanlarda Çamlıca’nın mesire yerlerinin ve köşklerinin adı geçer. “Yolcu,
Nereye Gidiyorsun..” romanında ise, Çamlıca’da bulunan bir arkadaşın köşküne
yapılan ziyaretten, Küçük Çamlıca kırlarındaki gezintiden ve donanma
gecesindeki eğlenceden bahsedilir:
“Gece, tekrar sokağa çıktık. Büyük Çamlıca dağı yekpare bir ateş gibi
fenerlerle donatılmıştı. Halk, deniz üstünde çalkanan çerçöp avareliği içinde
durmadan bir yerden bir yere gidiyor, eğlenmeyi aklına koymuş ve sırf bu
telkinden gelme bir neş'enin buyruğu ile gülmeye, zevklenmeye çabalıyordu.
Birbirine meydan okumak ister gibi sağdan soldan gökyüzüne fırlayan havaî
fişenkleri, dahmeler, necm-i sabitler, kısacık ömürlerinin kısacık ihtişamından
sonra, renk renk kandillerini dökerek sönerken, bir başka köşeden bir başkası,
sanki kendisi hiç düşmeyecek hiç sönmeyecekmiş gibi gururla yükseliyordu.
Ben, bu göz alıcı yarışı seyrederken, bir gurur sarhoşunun, karşısındakinin
hazin akıbetini görmeden yükselişini ve bir daha inmeyeceğini sandığı
yüksekliklerden tepe aşağı kayıp yok oluşunu düşünmekten kurtulamıyordum.
Nihayet biz de bu zevk selinin arasına katıldık. Gecenin en güzel
eğlencesi, şüphesiz ki fişenklerdi. Bu gökyüzü şenliğini seyrederken, onları îcat
eden, hazırlayan Tophane ustalarının hayret verici maharetlerine şaşmaktan
64
Namık Kemal, “Çamlıca”, Şemsettin Kutlu (Haz.), Bu Şehr-i İstanbul Ki, s. 387.
Namık Kemal, İntibah, Aydıncan Yay., Mersin 2004, s. 11.
66
Samiha Ayverdi, “Çamlıca”, İstanbul Geceleri, s. 190.
65
S. ALAN
Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul
37
kurtulamıyorduk.”67
Samiha Ayverdi, Çamlıca Tepesi’nden, bir baştan bir başa uzanıp
yatmış İstanbul’u seyretmenin, bıkılıp usanılmaz bir manzara olduğunu söyler.
Fakat eski Çamlıca Tepesi’nin yerinde artık medeni ve bambaşka bir Çamlıca
Tepesi’nin olduğunu da üzülerek ekler.68 Yazar, belki de bu durumun
üzüntüsünü hafifletmek için, romanlarındaki kahramanlarını, hatıralarında kalan
Çamlıca’da dolaştırmıştır.
Eyüp
Eyüp, İstanbul’un fethi ile birlikte kurulan ilk Osmanlı Türk sur dışı
yerleşmesidir. Boğaz suyoluna göre İstanbul’un batı yakasında ve Haliç
suyolunun güney kıyısında yer alan bir semttir. Engebeli bir yapıya sahip olan
Eyüp, birçok vadi ve tepeden oluşmaktadır. Bu tepelerden en ünlüsü, Fransız
yazar Pierre Loti’nin İstanbul’a geldikçe ziyaret ettiği, kahvehanede oturup,
buradan Haliç ve İstanbul manzarasını seyrettiği ve halk tarafından da Piyer
Loti Tepesi olarak adlandırılan tepedir. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde de
yer alan bu tepe, Pierre Loti sayesinde yabancıların kaynaklarında ve
seyahatnamelerinde yer almıştır.69
Eyüp, kendi kendine yetecek bir semttir. Her türlü ihtiyacın
karşılanabildiği bir yapıya sahip Eyüp Semti’nin, bir diğer özelliği ise
ziyaretçilerinin eksik olmamasıdır. Pierre Loti’nin bile fırsat buldukça uğradığı
ünlü kahvehanelerinin yanı sıra, Eyüp Sultan Hazretlerinin Türbesi de ziyaretçi
toplayan bir merkezdir. Eyüp, hem şehir havası taşıyan hem de köylü yapısını
koruyan, daha çok bir kasaba havasında olan bir semttir:
“Eyüp, merkezden muhite doğru yelpaze gibi açılan şehrin içinde, yarı
müstakil ve karakteristik hayatı ortasında, her şeyi kendi çatısı altında arayıp
bulan kimselerin merdümgirizliği içinde, kendi kendine yeten bir semt sayılırdı.
Avlusunda, kışın bile bir topal leyleği, durup dinlenmeden yağan bir güvercin
sağanağı bulunan camiinden ve memleketin dört köşesinden ziyaretçi toplayan
türbesinden, sükût işareti veren zenci parmakları gibi, havaya kalkmış hesapsız
servilerinden başka, oyuncakçıları, kebapçıları, kaymakçıları, taşçıları, bahçeli
bahçesiz sıra sıra kahvehaneleriyle nam almış bir çarşısı da vardı.
İstanbul şehrinin bu katışıksız semtini, sınırları kırlara ve dağlara
dayandığı için biraz da köy saymak mümkündü. Belki de kaymağının dillere
destan oluşu, civar köylerin mandıralarından indirilen köpüklü ve halis sütler
yüzündendi. Oyuncakçı ise, göbeğine ayna kırığı yerleştirip üstünü kırmızıya
67
Samiha Ayverdi, Yolcu Nereye Gidiyorsun, s. 321.
Samiha Ayverdi, “Bir Çamlıca Tepesi Vardı”, Bağ Bozumu, Hülbe Yay., İstanbul 1987, s. 120-121.
69
Fahrünnisa KARA, “Eyüp”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 3, s. 245.
68
38 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
boyadığı minicik testileri saksıları, komşu tuğla harmanlarının ağdalı
çamurundan yoğururdu.”70
Eyüp Semti, Samiha Ayverdi’nin romanlarından, sadece “İbrahim
Efendi Konağı” adlı eserinde geçmektedir. Yazar, konaktan, hizmet müddetini
doldurarak evlenme suretiyle ayrılarak kendi evine taşınan Teranedil Kalfa’nın
oturduğu bu semti detaylı olarak tanıtır. Bu tanıtım sırasında ise, mütevazı ve
muhafazakâr yapısıyla Eyüp Semti’nin, Batı hayranı olan ve Beyoğlu’ndan
başka bir yerden alışveriş yapmayı gurur meselesi yapan konak halkının yaşam
felsefesini de yansıtır:
“... Hele Eyüp gibi şehir hayatının bir çeşit körfezi denebilecek olan bu
kuytu inziva köşesi için, mukadder alın yazısını seçmek daha güçtü.
Ratibe Hanım, servisi, türbesi, kabristanı, çeşmesi, sebili her yerden
daha bol olan bu semtten, oldu olası çok hoşlanırdı. Kökçü Halil Efendi’nin evi
ise, çarşıya yakın dar bir sokağın geniş bahçeli ferah evlerinden biriydi. Ratibe
Hanım daha küçük bir çocukken, İskele Caddesi’ne iki keçeli sıralanmış
oyuncakçı dükkânlarının önünden aklı kalmadan geçemezdi. Tepeleri renk renk
tüylerle hotozlanmış hacıyatmazlar, karınlarına ayna kırıkları yerleştirilmiş
kırmızı boyalı ufacık testiler, kursak düdükler, fırıldaklar, beşikler, çekçek
arabaları, defler, davullar, tahta kılıçlar, çarkıfelekler, dönme dolaplar ne de
çok, ne de güzeldi. Fakat istediği kadar imrensin ona bunlardan almak adeta
yasaktı. “Sana layık mı, o bayağı şeyler!..” denir ve Beyoğlu’na her çıkışta
kurgulu, makineli türlü oyuncaklar, sarışın kumral boy boy bebekler alınırdı.
Çocuk bunlara da sevinir, fakat gene de gönlü o “bayağı” oyuncaklarda
kalırdı.”71
Eyüp semtinin tasvirini yapan Samiha Ayverdi, bu semtin sahip olduğu
değerlerin zamanla unutulmasından ve bir kısım halk için yabancılara teşhir
edilecek bir mekân olarak görülmesinden rahatsızdır.72 Milli kültürün, milli
değerlerin yaşandığı bir yer olarak gördüğü Eyüp’ün, “artık fakir halkın
sığınmasından öte karı kalmamış köhne bir yer, harap türap olmasından
kimsenin mes’ul tutulmadığı ve tutulmayacağı bir kenar mahalle”73 şeklinde
anılmasından şikâyetçidir.
SONUÇ
Samiha Ayverdi’nin eserlerinde, neredeyse, İstanbul’un bütün
semtlerinin adı geçmektedir. Çeşitli vesilelerle Aksaray, Beşiktaş, Eminönü,
Üsküdar gibi daha birçok semtten bahsedilmiştir. Fakat Yazar’ın en çok
70
Samiha AYVERDİ, “Çamlıca”, İstanbul Geceleri, s. 113-114.
Samiha AYVERDİ, İbrahim Efendi Konağı, s. 310.
72
Samiha AYVERDİ, “Açık Hava Müzesi Eyüp’ten Çizgiler”, Hatıralarla Başbaşa, Kubbealtı Neşriyatı,
İstanbul 1998, s. 215.
73
Samiha AYVERDİ, İbrahim Efendi Konağı, s. 312.
71
S. ALAN
Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul
39
üzerinde durduğu, tanıttığı mekânlar; ya kendi çocukluk hatıralarının mekânı
olan ya da tabiat güzellikleriyle, tarihi ve kültürel yönleri ile daha fazla ön plana
çıkan semtler olmuştur. Buna göre Samiha Ayverdi’nin eserlerinde geçen
semtleri, bahsedilen ve tanıtılan semtler olarak gruplandırmak mümkündür. Biz
de yaptığımız çalışmada, bu gruplandırmadan hareketle, Ayverdi’nin
eserlerinde tanıttığı İstanbul’un başlıca semtlerini inceledik.
İstanbul sevdalısı sanatçılarımız arasında önemli bir yeri olan Samiha
Ayverdi; 1453’ten bu yana hem Türk milletini geliştiren hem de Türk milletiyle
gelişen bu güzel şehri semt semt tanıtmıştır. Bu tanıtımda ise; semtlerin sadece
coğrafi niteliklerini vermemiş, fırsat buldukça farklı noktalarındaki tarihi
olaylarına, hikâyelerine de değinmiştir. Böylece İstanbul’un bu semtlerine farklı
bir kimlik kazandırmış, buraları Türk medeniyetinin değişik bir yönüyle
özdeşleştirmiştir.
Gördüğü, yaşadığı İstanbul’u geleceğe aktarma düşüncesi ve gayretinde
olan Ayverdi, İstanbul’u tanıtırken kendini, hatıralarını anlattığı eserlerle
sınırlamamıştır. Hatıralarında ve diğer eserlerinde yaşattığı gerçek İstanbul’u,
romanlarının kurgusal dünyasına da yansıtmıştır. Bu yansıtma sırasında
semtlerin kültürel özelliklerinden istifade etmeyi ihmal etmemiştir. Zira
romanlarındaki kahramanların hayat felsefelerini, karakterlerini; yaşadıkları
veya sevdikleri semtlerin kültürel yapıda yüklendikleri imajlarla bütünleştirerek
vermiştir.
Samiha Ayverdi’nin eserlerinde karakteristik özellikleriyle tanıtılan
semtlerin başında Şehzadebaşı gelmektedir. Yazarın çocukluk döneminin
geçtiği Şehzadebaşı, orta halli mahalle evleri ve bey konaklarıyla ekonomik ve
siyasi yönleriyle her konumdan insanın bulunduğu bir semttir. Bu semt;
konaklarıyla siyasete yön verdiği kadar; çayhaneleri, tiyatroları ve sohbet
mekanlarıyla İstanbul’un kültür yapısını da şekillendiren önemli mekanlardan
biridir.
Batılılaşma hareketiyle birlikte İstanbul’da Avrupa’nın temsilcisi
konumuna gelen Beyoğlu, Samiha Ayverdi’nin asla tasvip etmediği ve asla
sevmediği bir semt olmuştur. Bunun temel sebebi, çoğunluğu mürebbiyeler ve
yabancı öğretmenler gibi Avrupa’dan gelen insanların elinde Batı hayranı
olarak büyümüş semt sakinlerinin, kendi kültürlerini aşağılayıcı tavır ve
davranışlara meyletmeleridir. Ayverdi, İstanbul için bir çıban olarak
nitelendirdiği bu semti bütün eserlerinde hep bu olumsuz yönüyle işlemiştir.
İstanbul’un fethinden hemen sonra yapılmaya başlanılan köşk ve
yalılarıyla Boğaziçi, doğal güzelliklerle Türk mimari zerafetinin buluştuğu semt
olarak tanıtılır. Bu semt, saz ve eğlencenin, mehtap safalarının mekânıdır. Fakat
zamanla bu semtin eğlence anlayışı Beyoğlu eğlencesine yenik düşer. Bu durum
Ayverdi’nin eserlerine, bu güzel kültür ve edebiyat ortamına olan özlem; sanat
ve muhabbet dolu bu âlemlerin unutulmasından duyulan rahatsızlık olarak
40 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
yansır.
Ayverdi’nin geçmişe duyduğu hasreti yansıtan semtler arasında
Çamlıca ve Eyüp de bulunur. Yazarın eserlerinde, İstanbul’u bir baştan bir başa
seyredebilmenin mekânı olan Çamlıca ile hem şehir havası taşıyan hem de
köylü yapısını koruyan Eyüp’ün eski değerlerinden uzaklaşmasına duyulan
üzüntü vardır.
Fethedildiği zamandan itibaren toplumumuzu siyasi ve sosyal yönden
şekillendiren İstanbul’un; Samiha Ayverdi örneğinde olduğu gibi, kültür ve
edebiyat dünyamıza da her daim yön verdiği aşikârdır. Sonuç itibariyle, her
yönüyle Türk insanı ile bütünleşmiş bu kara parçasını, toplumun sesi olan
edebiyatımızdan koparmak mümkün değildir.
KAYNAKÇA
AKSAL Sabahattin Kudret, “Beyoğlu”, Geçmişle Gelecek, Çağdaş Yay., İstanbul 1987.
ALVER Köksal, “Züppeliğin Sosyolojisi: Türk Romanında Züppe Tipler Örneği”, Hece Aylık
Edebiyat Dergisi Türk Romanı Özel Sayısı.
ANDI M. Fatih, “Cumhuriyet Devri Türk Romanında Beyoğlu”, İnsan Toplum Edebiyat,
Kitabevi Yay. İstanbul 1996.
AYSU Çiğdem, “Çamlıca”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 2, İstanbul 1994, Kültür
Bakanlığı Ortak Yay.
AYVERDİ Samiha, “Bir Çamlıca Tepesi Vardı”, Bağ Bozumu, Hülbe Yay., İstanbul 1987.
AYVERDİ Samiha, Batmayan Gün, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2001.
AYVERDİ Samiha, “Galata’dan Boğaz’a Doğru”, Boğaziçi’nde Tarih, Kubbealtı Neşriyatı,
İstanbul 2002.
AYVERDİ Samiha, “Açık Hava Müzesi Eyüp’ten Çizgiler”, Hatıralarla Başbaşa, Kubbealtı
Neşriyatı, İstanbul 1998.
AYVERDİ Samiha, “Sefir ve At Cambazı”, Hey Gidi Günler Hey, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul
2002.
AYVERDİ Samiha, İbrahim Efendi Konağı, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1999.
AYVERDİ Samiha, İnsan ve Şeytan, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2001.
AYVERDİ Samiha, İstanbul Geceleri, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul 1977.
AYVERDİ Samiha, Küplüce’deki Köşk, Hülbe Yay., Ankara 1989.
AYVERDİ Samiha, Mesihpaşa İmamı, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2000.
AYVERDİ Samiha, “Doğduğum Ev”, Rahmet Kapısı, Hülbe Yay., İstanbul 1985.
AYVERDİ Samiha, Son Menzil, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2002.
AYVERDİ Samiha, Yaşayan Ölü, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2001.
AYVERDİ Samiha, Yolcu Nereye Gidiyorsun, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1997.
BANARLI Nihat Sami, “Samiha Ayverdi”, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C. II., M.E.B. Yay.,
İstanbul 1998.
BEYATLI Yahya Kemal, “Türk İstanbul II”, Aziz İstanbul, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul
1999.
BEYATLI Yahya Kemal, “Fetihten Sonra İstanbul – Semtler”, Şemsettin Kutlu (Haz.), Bu Şehr-i
S. ALAN
Samiha Ayverdi’nin Eserlerinde Yaşayan İstanbul
41
İstanbul Ki, Milliyet Yay., İstanbul 1972.
BİRSEL Salah, “Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu”, Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, Sel Yayıncılık, İstanbul
2002.
ÇORUK Ali Şükrü, Cumhuriyet Devri Türk Romanında Beyoğlu, Kitabevi Yay., İstanbul
1995.
ÇUBUK Mehmet, Boğaziçi, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 2, İstanbul 1994,
Kültür Bakanlığı Ortak Yay.
DUHANİ Said Naum, Beyoğlu’nun Adı Pera İken, Çev: Nihal Önol, Çelik Gülersoy Vakfı
İstanbul Kütüphanesi Yay., İstanbul 1990.
İLERİ Selim, “Edebiyatta Boğaziçi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 2, İstanbul
1994, Kültür Bakanlığı Ortak Yay.
KARA Fahrünnisa, “Eyüp”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 3, İstanbul 1994,
Kültür Bakanlığı Ortak Yay.
KAPTAN Özdemir (Arkan), “Beyoğlu Neresidir?”, Beyoğlu, İletişim Yay., İstanbul 1989.
KEMAL Namık, “Çamlıca”, Şemsettin Kutlu (Haz.), Bu Şehr-i İstanbul Ki, Milliyet Yay.,
İstanbul 1972.
KEMAL Namık, İntibah, Aydıncan Yay., Mersin 2004.
KIRZIOĞLU Banıçiçek, “Samiha Ayverdi’nin İstanbul’u”, Samiha Ayverdi’nin Hayatı ve
Eserleri, C. 1, (Basılmamış Doktora Tezi), Atatürk Ünv., Sosyal Bilimler Ens., Erzurum
1990.
LAMARTINE, “İstanbul’a İlk Geliş”, Şemsettin Kutlu (Haz.), Bu Şehr-i İstanbul Ki, Milliyet
Yay., İstanbul 1972.
OKAY Orhan, “Osmanlı Hayatının Batılılaşması”, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmed Midhat
Efendi, M.E.B. Yay., İstanbul 1991.
REFİK Ahmet, “Eski Beyoğlu”, Tahir Yücel (Haz.), Kafes ve Ferace Devrinde İstanbul,
Kitabevi Yay., İstanbul 1998.
TANPINAR Ahmet Hamdi, “İstanbul”, Beş Şehir, Dergah Yay., İstanbul 1995.
TANPINAR Ahmet Hamdi, “Boğaziçi Mehtapları”, Zeynep Kerman (Haz.), Edebiyat Üzerine
Makaleler, Dergah Yayınları, İstanbul 1998.
TÖRENEK Mehmet, “Eğlence Yerleri – Beyoğlu”, Hikaye ve Romanlarıyla Mehmet Rauf,
Kitabevi Yay., İstanbul 1999.
TÜRİNAY Necmettin, “Hatıra”, Abdülhak Şinasi Hisar, M.E.B. Yay., İstanbul 1993.
YALÇIN Alemdar, “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin / Fırkası’nın Faaliyetlerini Anlatan
Romanlar”, Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı, Günce Yay., Ankara 1992.
YETİŞ Kazım, Samiha Ayverdi Hayatı ve Eserleri, Kültür Bakanlığı Yay, Ankara 1993.
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi – Journal of Social Sciences
Cilt / Volume: 2010-1 Sayı / Issue: 20
TÜRKİYE’DE BÜYÜK BURJUVAZİNİN ÖRGÜTLÜ YÜKSELİŞİ:
SİYASAL VE YÖNETSEL SÜREÇLERİN BİÇİMLENMESİNDE
TÜSİAD
Selime GÜZELSARI∗, Saadet AYDIN∗
ÖZET
Bu yazıda Türkiye’nin büyük sermaye örgütü TÜSİAD (Türk Sanayicileri ve
İşadamları Derneği) ve bununla özdeşleşmiş burjuvazinin siyasal-yönetsel süreçlere ve
dolayısıyla kamu politikalarına etkisi incelenmektedir. Kuruluşundan itibaren kendi çıkarlarını
genelleştirerek kamu politikalarına müdahil olan TÜSİAD’ın siyasal iktidarlarla ilişkileri,
Derneğin hedeflediği toplumsal projenin kurucu retorikleri merkeze alınarak 1970’ler, 1980’ler ve
1990’lı yıllar olmak üzere üç dönem temelinde analiz edilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kapitalizm, Türkiye, Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği, burjuvazi,
kamu politikaları.
THE RISING OF THE ORGANIZED BIG BOURGEOISIE IN TURKEY:
THE ROLE OF THE TUSIAD IN THE FORMATION OF POLITICAL AND
ADMINISTRATIVE PROCESSES
ABSTRACT
In this article, Turkey’s big capital organization TUSIAD (Turkish Industry and
Business Association) and the bourgeoisie’s effect on political-administrative processes and
thereby on public policies is being examined. TUSIAD, which appropriates its interest by
intervening public policies, and its political relations with political power are analyzed in three
terms by taking into consideration the constitutive rhetoric of social projects the association have
in mind during the 1970’s, 1980’s and 1990’s.
Key Words: Capitalism, Turkey, Turkish Industry and Business Association, bourgeoisie, public
policies.
∗
AİBÜ, İİBF Kamu Yönetimi Bölümü.
44
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
GİRİŞ
Sosyal bilimler alanında anaakım tartışmalarda devlet ve sermaye
genellikle birbirine dışsal, iki ayrı varlık, iki ayrı kategori olarak ele
alınmaktadır. Devletin bir şey ya da özne olarak tanımlanması devletin
sermayeye dışsal olarak görülmesini, bu ikisinin iki ayrı olgu olarak ele
alınmasını beraberinde getirmektedir. Bu yaklaşımdan hareket edildiğinde
“kamu politikaları” da bir özne olarak devletin aldığı kararlar olarak analize
dâhil edilebilmektedir. Dolayısıyla kamu politikaları ve siyasal karar alma
süreçleri sermayenin ve genel olarak burjuvazinin belirleyicilik ve etkinlik
alanından soyutlanmaktadır.74 Dolayısıyla hem devletin sınıf karakteri hem de
kamu politikalarının biçimlenmesinde sınıflara arası ve sınıf içi çıkar ve
çatışmaların oynadığı rol görmezlikten gelinmektedir. Devlet-sermaye ikilemi
dolayında biçimlenen bu türden analizlerin açmazlarına işaret etmek için
öncelikle kapitalist devleti nasıl tanımlayacağımızı ortaya koymalıyız.75
Bu çalışmada Marksist devlet analizi çerçevesinde, devleti sınıflar ve
sınıf içi çatışmaların bir mecrası ve yoğunlaşma alanı olarak tanımlayacağız. Bu
anlamda devlet, sermayeden ayrışmış kuruluşlardan oluşan bir toplam, yekpare,
homojen bir “şey” değildir. Devlet kendi içinde sınıf çelişkilerini taşır ve
yeniden üretir. Egemen sınıf veya sermaye fraksiyonlarının çıkarlarını temsil
etmesi anlamında devlet gücünün bölünmezliğinden söz edilebilse bile, bu
devleti yekpare, homojen bir blok yapmaz. Sermaye yanlısı kamusal işlevler de
devletler tarafından içselleştirilerek karşılanmak zorundadır.76
Kapitalist devletin temel özelliği birden çok egemen sınıf ya da sınıf
kesimine dayanıyor olmasıdır. Bu nedenle kapitalizmde devlet politikalarının
oluşumu ve uygulanması her zaman için çelişkili bir süreç olarak açığa çıkar.
Bu çelişkili süreç kapitalist devlete egemen sınıf ya da sınıf kesimlerinden
oluşan ve diğerleri üzerinde hegemonya kuran “iktidar bloğu” biçiminde yansır.
Devlet, kapitalist sınıfın çelişkili birliğini egemen sermaye kesimlerini
kollayacak şekilde örgütlemeye çalışır. Devletin bu çabası, hegemonik sermaye
kesiminin çıkarlarını temsil eden devlet kurumlarının bunun dışında kalanlar
üzerinde egemenlik kurmasıyla gerçekleşir. Kapitalist devlet sistemi, çeşitli
kurumlardan ya da aygıtlardan oluşur. Devletin bu şekilde parçalı bir yapıya
sahip olması ise sermayenin devlet içinde bir iktidar bloğu olarak
örgütlenmesini mümkün kılar.77 Bu nedenle sınıf mücadelesi ve devlet aygıtları
arasındaki karmaşık ilişkide, sınıf mücadelesinin rolü yadsınamaz. Devlet
74
Bu yaklaşımın eleştirildiği bir çalışma için bkz.
Ayrıntılı bir inceleme için bkz. Fuat Ercan, “Çelişkili bir Süreklilik Olarak Sermaye Birikimi”, Praksis,
Sayı 5, 2002, s. 25-75; “Türkiye’de Kapitalizmin Süreklilik İçinde Değişimi (1980-2004)”, Türkiye’de
Kapitalizmin Gelişimi, (Haz. Demet Yılmaz vd.), Dipnot Kitabevi, Ankara.
76
Nicos Poulantzas, Classes in Contemporary Capitalism, Lowe and Brydone Printers Ltd, Thetfort,
Nortfolk, 1978, s. 80-82.
77
Şebnem Oğuz, “Sermayenin Uluslararasılaşması Sürecinde Mekânsal Farklılaşmalar ve Devletin
Dönüşümü”, Kapitalizmi Anlamak, (Haz. Demet Yılmaz vd.), Dipnot Yayınları, Ankara, 2006, s. 203.
75
S. GÜZELSARI – S. AYDIN
Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: …
45
aygıtlarının birincil rolü, sınıf egemenliğinin yoğunlaşması ile toplumsal
formasyonun bütünlüğünün sürdürülmesidir. Bu şekilde toplumsal (sınıf)
ilişkiler yeniden üretilir. Siyasal ve ideolojik ilişkiler devlet aygıtları içerisinde
maddi pratikler olarak cisimleşirler. Bu aygıtlar, hem baskıcı devlet aygıtlarını
(yani hükümet, ordu, polis, mahkemeler) hem de ideolojik aygıtları (kilise,
siyasi partiler, dernekler, okullar, kitle iletişim araçları ve bir bakıma aile) içerir.
Bunların dışında siyasi-ideolojik ilişkilerle eklemlenen ekonomik ilişkiler ise
ekonomik aygıtlarda cisimleşir ve somutlaşır. 78
Kapitalist devlet çözümlemesinde devleti bir sınıfın aracı konumuna
indirgemek kadar devletin kurumlarına bağımsız güç atfetmek de aynı derecede
yanıltıcıdır. Devlet ve sınıf, birbirlerine indirgenemeyeceği gibi bunlar iktidar
için rakip ya da ortak iki ayrı olgu olarak da ele alınamaz.79 Toplumsal sınıflar
ve onların yeniden üretimi ancak onları devlet aygıtlarına ve ekonomik aygıtlara
bağlayan ilişki kanalıyla varolabilir. Bu aygıtlar sınıf mücadelesine basitçe
eklenmezler aksine sınıf mücadelesi içinde kurucu bir rol oynarlar. Dolayısıyla
devlet aygıtları hiçbir zaman sınıf ilişkilerinin yoğunlaşmasından çıkan bir
“şey” olarak tanımlanamaz. Kendilerinden menkul bir “güce” sahip olmayan
kurumlar sınıf ilişkilerini ve sınıf iktidarını kristalize ederler ve bu ilişkiler
“iktidar” kavramına içkinleşir. Bu anlamda devlet bir “varlık” olarak değil
aksine devletin kendisi bir ilişki, sınıf ilişkilerinin yoğunlaşma alanı olarak
tanımlanmalıdır.80
Kapitalizm başından bu yana toplumsal düzenlemelerinde daha fazla
istikrara ve öngörülebilirliğe gereksinim duymakta; devlet ise kapitalizmin
mülkiyet ilişkilerini, sözleşme mekanizmalarını ve karmaşık finansal işlemlerini
sürdürmek için zor gücüyle destekli kurumsal bir yapılanma oluşturarak bu
gereksinimi karşılamaktadır. Sermaye birikimini güvence altına alan ve
kolaylaştıran uygun ve istikrarlı kurumsal düzenlemelerin devlet tarafından
yapılması gerekir. Sermaye birikimi, hukuk, özel mülkiyet ve sözleşme
özgürlüğü gibi bazı kurumsal yapılarla fiyat istikrarının temin edildiği bir
ortamda sağlanır. Devlet, bu tür bir kurumsal çerçeveye, güç tekelinin yanı sıra
anayasal düzenlemelerle de cevap verir. Piyasa kurumlarının ve sözleşme
kurallarının güvence altına alındığı; sınıf mücadelelerinin önlenmeye ve farklı
sermaye kesimlerinin farklı çıkarlarını uzlaştırmaya dönük düzenlemelerin
yapıldığı bir burjuva devleti, kapitalist faaliyet için en uygun aygıtı
oluşturmaktadır.81
Bir yapı olarak devletin ekonomiden ve sınıf mücadelesinden göreli
78
Nicos Poulantzas, Classes in Contemporary Capitalism, Lowe and Brydone Printers Ltd, Thetfort,
Nortfolk, 1978, s. 24-25.
79
Haldun Gülalp, Kapitalizm, Sınıflar ve Devlet, (Çev. Osman Akınhay), Belge Yayınları, İstanbul 1993, s.
21-22.
80
Nicos Poulantzas, a.g.k., s. 25-26.
81
David Harvey, Yeni Emperyalizm, (Çev. Hür Güldü), Everest Yayınları, İstanbul 2004, s. 77-78.
46
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
özerkliği günümüzde büyük sermaye kesimlerinin lehine olacak şekilde
aşınmakta, erozyona uğramaktadır. Gerek ulusal gerekse uluslararası alanda
devlet, uluslararası sermayenin talep ve beklentilerine yanıt üretmekte;
neredeyse büyük şirketlerin uluslararası iş takipçiliğini üstlenen büroları gibi iş
görmektedir. Örneğin, finansal ve ekonomik krizler karşısında güç duruma
düşen büyük şirketlerin kurtarılmasından ve yatırımcıların korumasından;
uluslararası ticari rekabet karşısında şirketlere sübvansiyonlar ve vergi
kolaylıkları sağlanmasına kadar devlet sermayenin birçok talebi için seferber
olmaktadır.82
Son yirmi yıldır geç kapitalistleşmiş ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de
de “ulusal ekonominin uluslararası rekabet gücü” ya da “küresel rekabete
uyum” gibi ideolojik açıklamaların hâkim söylem olarak öne çıkmasıyla 1960’lı
ve 1970’li yılların içe dönük ulusal kalkınma temalarının yerini küresel
“verimlilik ve rekabet” gibi temalar aldı. Bu açıklamaların her biri kamusal
rasyonelleştirme stratejisini içermektedir.83 Bu stratejiyle piyasanın “egemenlik
haklarının” yeniden kurulması amaçlanıyor. Bu amaç doğrultusunda devletler,
egemen sermayenin gelişimini gerekli mekanizmaları sağlamaya girişerek
üstüne almaktadır. Deregülasyon, işgücünün parçalanması, verimlilik ve kâr
artışı gibi temel mekanizmalar hukuki olarak tanımlı mekânsal bir bağlamda
gerçekleştirilecek şeylerdir. Bütün bunlar devletin piyasanın “egemenlik
haklarının” kurulmasına dönük yerine getireceği işlevleri daha da önemli hale
getirmektedir. Zira uluslararası sermaye birikiminin daha yaygın olarak yeniden
üretiminin gerçekleşmesi, devletin bu yöndeki müdahalesine doğrudan bağlıdır.
Kamusal rasyonelleştirme stratejileri bağlamında tüm kamusal işlevlere
“verimlilik” doktrini uygulandığı ölçüde bu işlevlere yönelik “evrensel” olduğu
varsayılan bir teknik-ekonomik değer ölçütü de ağırlık kazanmaktadır. Kamusal
işlevlerin değerlendirilmesine “piyasa mantığı” ve “fayda-maliyet” analizi temel
ölçüt olarak alındığı zaman toplumsal yeniden üretimin bölüşüm ilkesi tüm
kamusal hizmetlerin, hizmet alanlarının ve işleyiş mekanizmaların “doğal”
olarak kârlılık ve rekabetçilik ilkesine uyması gerektiği düşüncesiyle geri
planda bırakılmaktadır.84
Sınıflı her toplumda, egemen sınıfı oluşturan bireyler ve gruplar ile
siyasi iktidar arasında hem ayrılık hem de bütünlükten oluşan diyalektik ilişkiler
kümesinin bulunduğunu vurgulayan Boratav, kapitalist toplumda ekonomiye
egemen olan burjuvazinin genel olarak siyasi iktidarın işleyişine ve dahası
kaderine hâkim olabildiğini söyler. Fakat yukarıda da belirttiğimiz gibi, devlet
ve sınıf kavramları özdeş kavramlar olmadığından, sözü edilen ilişkiler genel ile
82
Aykut Çoban, “Küreselleşmeye Karşı Olmak: Olanaklar ve Sınırlılıklar”, Praksis, Sayı 7 (Yaz 2002), s.158159.
83
Konstantinos Tsoukalas, “Küreselleşme ve ‘İcra Komitesi’: Çağdaş Kapitalist Devlet Üzerine Düşünceler”,
(Çev. Suat Ertüzün), Mürekkep, Sayı 17, 2001, s. 91-92.
84
Konstantinos Tsoukalas, “Küreselleşme ve ‘İcra Komitesi’: Çağdaş Kapitalist Devlet Üzerine Düşünceler”,
(Çev. Suat Ertüzün), Mürekkep, Sayı 17, 2001, s. 95; Ayrıca bkz. Selime Güzelsarı, Küresel Kapitalizm
ve Devletin Dönüşümü, Sosyal Araştırmalar Vakfı, İstanbul, 2008.
S. GÜZELSARI – S. AYDIN
Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: …
47
tekil; uzun dönemli ile gündelik çıkarlar arasındaki çelişkileri içerdiğinden,
sınıfın siyasi iktidarı denetlemesi de kendiliğinden gerçekleşmez. Her siyasi
dönüşümden sonra devletin yeni baştan düzenlenmesi ve iktidar mevzilerinin
korunması için mücadele verilmesi gerekir. Bu mücadele, Türkiye’de
burjuvazinin ana gruplarının birleşik olduğu dönemlerde daha kolay olurken;
çıkar çatışmalarının ve içsel çelişkilerin başat olduğu dönemlerde siyasi iktidar
üzerindeki egemen sınıf denetimi zorlaşmıştır.85
Boratav, 1970’lerin sonlarından 1980’lerin sonlarına kadar geçen
sürede Türkiye’de siyasi iktidarla ilişkileri açısından burjuvazinin üç kez birlik;
iki kez de bölünme öğelerinin ağır bastığını belirtmektedir. Bu çerçeveden
bakıldığında burjuvazi 1979 yılında Ecevit iktidarını yıkmak, 1980-1982’de
askeri rejimi, 1984-1987’de ise Özal iktidarını desteklemek üzere birleşmiştir.
Buna karşılık 1983 yılında “sivil” rejime geçişte izlenecek siyaset ve 19881989’da Özal iktidarına karşı alınacak tavır konusunda sermaye kesimleri
arasında bölünmenin hâkim olduğu görülmektedir.86
1970’lerin ekonomik, siyasal ve toplumsal çalkantılarının derinleştiği
bir dönemde kurulan ve büyük sermaye kesiminin en üst örgütü olan Türk
Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), kurulduğu tarihten bu yana hem
siyasal ve yönetsel süreçlerin biçimlenmesine müdahil olmakta hem de
ekonomik ve siyasi tartışmaların merkezinde yer almaktadır. Bu yazıda
Türkiye’nin büyük sermaye kesimlerinin şemsiye örgütü olan TÜSİAD ve
bununla özdeşleşmiş burjuvazinin siyasal ve yönetsel süreçlere ve dolayısıyla
kamu politikalarına etkisi incelenmektedir. Kuruluşundan itibaren kendi
çıkarlarını genelleştirerek kamu politikalarına müdahil olan TÜSİAD’ın siyasal
iktidarlarla ilişkileri, hedeflediği toplumsal projenin kurucu söylemleri merkeze
alınarak 1970’ler, 1980’ler ve 1990’lı yıllar olmak üzere üç dönem temelinde
analiz edilmektedir.
1971–1980: Büyük Burjuvazinin Örgütlenmesi ve Siyasal Mücadele İçinde
Artan Rolü
Cumhuriyetin kuruluşundan 1970’li yılların başlarına kadar geçen
sürede önemli sermaye örgütleri ya devlet eliyle ya da devlet desteği ile
örgütlendiler.87 Osmanlı İmparatorluğun son yıllarında şekillenen işadamı
örgütü oluşturma politikasını devralan Cumhuriyet kadroları, oda örgütlerini
zorunlu üyeliğe dayalı milli kuruluşlar olarak yapılandırdı. Bu yıllar boyunca
Türkiye’deki girişimcilerin çıkarları Ticaret ve Sanayi Odaları’na zorunlu
85
Korkut Boratav, “Türkiye’de Burjuvazinin Yapısı ve Siyasi İktidarla İlişkileri”, Marksizm ve Gelecek,
Sayı 1 Haziran, 1989, s. 138.
86
A.k., s. 138.
87
Bkz. Kemali Saybaşılı, “Türkiye’de Özel Teşebbüs ve Ekonomi Politikası”, METU Studies in
Development, Ankara, Sayı 13, Güz, 1976, s. 83-98.
48
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
üyelikleri vasıtasıyla temsil edildi.88 Odalar, 1920-1970 dönemi boyunca
ekonominin nabzını yansıtan kurumlar olarak etkinliklerini sürdürdü.89
1940’lı yılların sonlarına kadar ticaret sermayesinin, özellikle de sanayi
sermayesinin, odalar dışında seslerini duyurabildikleri etkin bir örgütlenmeye
gitmedikleri görülmektedir. İkinci dünya savaşı sonrasında iktidar bloğu içinde
yer alan sanayi sermayesi ile ticaret sermayesi kesimleri arasındaki çıkar
çatışmaları, özelikle dönemin sanayileşme politikalarının belirlenmesi başta
olmak üzere dış ticaret politikası, döviz tahsisleri ve kredilerin paylaşımı gibi
konularda belirginlik kazandı. 1950 yılında çıkarılan 5590 sayılı yasa ile ülke
çapında örgütlü tüm odaların temsili hukuki bir zemin kazandı ve tüm odalar
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) çatısı altında merkezi bir biçimde
yeniden yapılandırıldı. Böylelikle sanayicilerin ticaret ve sanayi odalarından
ayrı olarak bağımsız sanayi odaları bünyesinde temsil edilmeleri olanağı
doğdu.90 1960’ların sonlarına kadar sermaye kesimlerini temsil eden tek
mekanizmayı, odalar birliği hiyerarşisi oluşturdu. Ne var ki odalar birliğinin
kurulması sermaye içi çatışmaları ve çelişen çıkarları ortadan kaldırmaya
yetmedi. 1967’de odalar birliğinin yeniden yapılandırılmasını talep eden
sanayiciler Sanayi Odaları Birliğini kurdular. İstanbul merkezli sanayi
sermayesi sanayide korumacılıktan vazgeçilerek dışa açılma politikalarını
desteklemekte ve dolayısıyla ileri teknolojili ama düşük maliyetli üretime
geçilmesini talep etmektedir. Buna karşılık Anadolu’daki diğer sermaye
kesimleri böyle bir politika izlenecek olursa varlıklarının tehdit altında olacağını
öngörmekte ve ithal ikameci politikaların devamını istemektedir. Bu nedenle
Sanayi Odaları Birliği TOBB içerisinde beklenilen etkiyi gösteremedi.91
1970’lere doğru, ticari çıkarların temsil edildiği odalar ile kendilerinden
sonra gelişme gösteren sanayiciler arasındaki çatışmalar daha da
keskinleşmiştir.92 Bu çatışmalar sonucunda, büyük sanayiciler farklı bir
organizasyon çatısı altında çıkarlarının temsil edilmesi yolunu seçtiler. Bundan
sonra sermaye kesiminin, özellikle sanayicilerin odalar dışındaki en etkin
örgütlenme girişimi Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği kısa adıyla
TÜSİAD oldu.93 TÜSİAD 12 Mart askeri müdahalesinin hemen ardından büyük
sermaye gruplarının başında bulunan bir grup işadamı tarafından 1971 yılında
88
Örneğin, 1962’de kurulan Ekonomik ve Sosyal Etütler Konferans Heyeti, ayrıntı için bkz. Şebnem
Gülfidan, Big Business and State in Turkey: The Case of TÜSİAD, Boğaziçi Üniversitesi Press,
İstanbul 1993, s. 30-31.
89
Cumhuriyet öncesi ve sonrasının Odaları üzerine geniş bilgi için bkz. Murat Koraltürk, “İmparatorluktan
Cumhuriyet’e Türkiye’de Sanayi Sermayesinin Örgütlenmesi”, 75 Yılda Çarkları Döndürenler; Tarih
Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s. 291-298; Ayşe Öncü, “Cumhuriyet Döneminde Odalar”, Cumhuriyet
Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt. 5 (1984).
90
Kemali Saybaşılı, a.g.k., s. 83-84.
91
Ayrıntılı açıklama için bkz. Robert Bianchi, Interest Groups and Political Development in Turkey,
Princeton University, Princeton, 1984, s. 260-261.
92
Haluk Alkan, “Türkiye’de İşadamı Örgütleri ve Devlet”, Birikim, Sayı 114, 1998, s. 43-44.
93
Murat Koraltürk, a.g.k., s. 298; .
S. GÜZELSARI – S. AYDIN
Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: …
49
açıklanan bir protokol ile kuruldu.94
Burjuvazinin siyasal mücadele içinde belirginleşen rolü TÜSİAD’ın
kurulmasının ardından hız kazanmıştır. Bu yıllar boyunca derinleşen ve
ağırlaşan ekonomik ve siyasal kriz koşullarında burjuvazinin sınıf çıkarlarını
temsil edecek açıktan örgütlenmelere yönelmesi tesadüf değildir.95 Gerek
TÜSİAD’ın kurulmasına gerek TÜSİAD’da örgütlü burjuvazi ile hükümet
ilişkisine, sınıf içi ve sınıflar arası mücadele yön vermiştir.96 İthal ikameci
sanayileşme stratejisinin kapitalist gelişmenin belirleyici özelliği haline geldiği
1960’lı yıllarda, kendi çıkarlarından taviz vermeden hegemonyasını oluşturma
arzusunda olan burjuvazi, sınıf mücadelelerinin yoğunlaşmasına bağlı olarak bu
arzusunu gerçekleştirememiş; 1970’lerin sonlarında daha da belirginlik
kazanacak olan bir hegemonya kriziyle karşı karşıya kalmıştır. Burjuvazinin
hegemonik bir sınıf olamayışı esas olarak örgütlü sınıf hareketinin yükselmesi
ve yeni bir toplumsal düzen arayışının burjuvazide yarattığı tahammülsüzlükle
ilişkilidir.97
1970’lerde büyük sanayicileri özerk bir derneğin çatısı altında
toplanmaya iten belli başlı nedenleri şöyle sıralayabiliriz: Siyasal ve ekonomik
istikrarsızlığın sürmesi, sendikal gelişmeler ve işçi hareketlerinin güçlenmesi;
aydınlar arasında sosyalizm düşüncesinin giderek yaygınlaşması, işçi ve işveren
ilişkilerinin giderek çatışmacı bir görünüm alması; bu çatışmanın radikal sağ ve
sol oluşumları güçlendireceğinden duyulan kaygılar; bürokrasinin giderek
siyasallaşması ve bürokratik işleyişin ekonomi yönetimini tıkayan bir boyut
kazanması ve birbirleriyle çatışan sağ ve sol grupların içinde sermaye sınıfına
yönelik karşıt söylemlerin yükselmesi vb. gelişmeler.98
Türkiye’nin Batı ile bütünleşmesi için gerekli ekonomik ve sosyal
altyapının inşasında kendisine öncülük misyonu yüklenen ve bu bağlamda
mevcut sanayi kuruluşlarının dış pazarlara yönelik olarak yeniden
yapılandırılmasından yana olan büyük sanayiciler, bu yönleriyle diğer
94
TÜSİAD Kurucular Bildirgesi’ni imzalayan oniki işadamı büyük şirket gruplarının sermayedar
yöneticileridir: Vehbi Koç (Koç grubu), Nejat Eczacıbaşı (Eczacıbaşı), Sakıp Sabancı (Sabancı), Selçuk
Yaşar (Yaşar), Raşit Özsaruhan (Özsaruhan), Ahmet Sapmaz (Güney sanayi), Feyyaz Berker (Tekfen),
Özakat (Özakat), İbrahim Bodur (Bodur), Hikmet Erenyol (Joint Stock Co. Electro-Metalurgy), Osman
Boyner (Altınyıldız), Muzaffer Gazioğlu (Çimento Sanayii A.Ş.). Derneğin kurulduğu dönemde örgüt
yapısında en üst organ olarak bulunan Yüksek İstişare Konseyi’nin başına Vehbi Koç, yönetim kurulunun
başkanlığına ise Feyyaz Berker getirilmiştir.
Bkz. Ayşe Buğra, Devlet ve İşadamları, İletişim Yayınları, İstanbul 1997, s. 336.
95
TÜSİAD’ın dışında Türk Hür Teşebbüs Konseyi ve TİSK’e bağlı Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası
(MESS) da bu dönemde öne çıkan örgütlenmelerdir. Galip Yalman, “Türkiye’de Devlet ve Burjuvazi:
Alternatif Bir Okuma Denemesi”, Sürekli Kriz Politikaları-2000’li Yıllarda Türkiye I, (Der.) Neşecan
Balkan ve Sungur Savran, Metis Yayınları, İstanbul, 2004, s. 61.
96
Ebru Deniz Ozan ve Gökten Doğangün, “Devlet-Sivil Toplum: ‘Dikotomik’ Yaklaşım Versus EkonomiPolitik Yaklaşım”, Yapı, Pratik, Özne Kapitalizmin Dönüşüm Süreçlerinin Ekonomi Politik Eleştirisi
(Der.) Mustafa Kemal Coşkun, Dipnot Yayınları, Ankara, 2009, s. 69.
97
Bkz. Galip Yalman, a.g.k., s. 57-60.
98
Haluk Alkan, a.g.k., s. 46; Şebnem Gülfidan, a.g.k., s. 39; Ayşe Buğra, a.g.k., s. 333-338.
50
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
sanayicilerden ayrılıyordu. 1970’lerin tarihsel toplumsal koşulları altında
dönemin görece daha küçük olan ticaret burjuvazisi ile ona göre daha gelişkin
olan sanayi burjuvazisi, çıkarlarının gerektirdiği yasal düzenlemelerin
gerçekleşmesini talep ettiler. İktidar bloğunun içinde gücü oranında etkin olmak
isteyen asıl olarak sanayi burjuvazisiydi. Sanayi burjuvazisinin kamusal alanda
kendi sesini duyurması ve çıkarlarını savunması bakımından TÜSİAD önemli
bir yerde duruyordu. Nitekim derneğin kurulma girişimlerinin somutlaştığı
yıllarda dernek çevresinde Türkiye burjuvazisinin örgütlenerek çıkarları için
gerekirse meydanlara inmesi ve mücadele etmesi gerektiği düşüncesi yaygındı.
TÜSİAD’ın kurucu üyelerinden Selçuk Yaşar’a göre TÜSİAD, Türkiye’de sol
hareket güçlendiği, servet yanlısı olmak vatan hainliği sayıldığı ve ülke kaosa
sürüklendiği için “özel teşebbüsü ve hür düşünceyi korumak isteyen” işadamları
tarafından kurulmuştur.99
TÜSİAD’ın kurucuları, ithal ikameci ekonomi politikalarının sonucu
olarak gelişme gösteren sanayi sektörünün önde gelen temsilcileridir. Bunlar
özellikle 1960’lı yılların ortalarından itibaren Odalar Birliği içerisindeki ticari
gruplarla yaşanan çatışmaların içinden süzülerek çıkan ve Odalar Birliği çatısı
altında özerk bir statünün arayışına giden sermayedarlardı. Bu dönemde özel
girişim, küçük ve orta boy işletmeler ile genişleyen çok işlevli holding şirketleri
arasında bölünmüştü. Yukarıda da belirttiğimiz gibi holding şirketleri yerel
ticaret ve sanayi odalarında ve “şemsiye” kuruluş olan TOBB’da yeterince
temsil edilmediklerini düşünüyorlardı.100 Kurucu üyeleri tarafından TÜSİAD’ın
kuruluş amacı “bir sosyal sınıf olarak iş adamlarının toplumsal statülerini
sağlamlaştırmak” olarak ifade edilmektedir. Bu amacın gerçekleşmesi, küçük ve
orta ölçekli işletme sahiplerinin oluşturduğu odalardan ayrı bir örgütlenmeyle
mümkün olacaktı. Bu nedenle TÜSİAD’ı oluşturan büyük sermayedarlar
zorunlu üyelik esasına dayanan ticaret ve sanayi odaları gibi meslek
birliklerinden ayrı bir örgütlenmeyi tercih ettiler.101
Kuruluşunun ardından sosyo-ekonomik arka planına uygun olarak
elitist bir örgütlenme stratejisi benimseyen TÜSİAD, zamanla merkezin
güçlendirilmesine yönelik örgütsel bir evrim geçirdi.102 1998 yılında yaklaşık
450 üyeye sahip olan TÜSİAD’ın üyelerinin daha çok İstanbul, Marmara
Bölgesi, İzmir ve Ankara’da yoğunlaştığı görülmektedir. Her ne kadar, üyelik
kompozisyonunda bir kayma görülse de, büyümelerini erken cumhuriyet
dönemindeki iktisat politikalarına borçlu olan İstanbullu iş çevrelerinin bu
99
Oğuzhan Erdoğan, “TÜSİAD, MÜSİAD ve Devlet”, Star Gazetesi, 23 Eylül 2010.
Ayşe Buğra, a.g.k., s. 192-193.
101
Oğuzhan Erdoğan, a.g.k.
102
Örgüte üyelik için belirli kriterler aranmaktadır. Üyelerinden alınan iki referans belgesi derneğe kabul
edilmenin sadece şekli yanıdır. Standart olmayan yüksek üyelik aidatları, üyelik seçiminde ölçüt olarak
alınabilir. Bu dönemde şube açma düşüncesinden vazgeçilerek, üyeliğe kabul koşulları sıkılaştırılmıştır.
100
S. GÜZELSARI – S. AYDIN
Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: …
51
kompozisyonda hâlâ baskın oldukları söylenebilir.103 2010 yılı başı itibariyle
örgütün üye sayısı 600’e ulaşmıştır ve bunların sadece 20’si İstanbul dışındadır.
Kuruluş yıllarında olduğu gibi bugün de üye sayısını sınırlı tutarak elitist
konumlanışını devam ettiren TÜSİAD’ın siyaset üzerindeki etkisi ise üye
sayısının azlığının aksine her zaman fazla olmuştur. Derneğin her yıl sadece 2530 yeni üyeye kapılarını açtığı görülmektedir. Üyelerinin gerçekleştirdikleri
ihracatın toplam ihracatı içindeki payı yaklaşık yüzde 40, ithalatı içindeki payı
ise yüzde 25’dir.104
Büyük Burjuvazi Ecevit İktidarına Karşı
Kurulduğu tarihten günümüze TÜSİAD’ın hükümetlerle ilişkisi,
dönemlere göre farklılık göstermiştir. İktidardaki partilerin ideolojik tercihleri
(gerek sosyal demokrat, gerek muhafazakâr veya İslamcı-muhafazakâr) ve buna
bağlı olarak hükümetin sermaye kesimlerine yönelik eğilimleri, siyasi yapı ve
hükümetlerin ekonomi politikaları, TÜSİAD’ın temsil ettiği büyük burjuvazinin
devletle ilişkilerinde belirleyici olabilmektedir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi 1970’lerde TÜSİAD ve hükümet
ilişkisine sınıf içi ve sınıflar arası mücadele yön vermiştir. Sınıf hareketinin ve
işçi sınıfı muhalefetinin yükseldiği bu dönemde TÜSİAD’ın temel endişesi
işadamlarının sosyal konumlarını korumaktı. Başlangıçta işçi sınıfını karşısına
almak yerine uzlaşma yolunu seçen burjuvazi, sosyal demokrasi, sosyal barış,
gelir dağılımda eşitlik ve karma ekonomi gibi konularda farklı sosyal kesimleri
destekleyici bir pozisyon almıştır. Öyle ki 1974 ve 1977 seçimlerinde özel
sektör yanlısı Adalet Partisi yerine sosyal demokrat Cumhuriyet Halk Partisi’ni
desteklemesinin gerisinde de bu eğilim yatıyordu.105 Kuruluşunun ardından
CHP-MSP koalisyonuna açıktan cephe alan TÜSİAD, daha sonra CHP ile
koalisyona yanaşmayarak küçük sağ partilerle hükümet kuran AP yönetimine
karşı mücadele etmiştir.106
1970’lerin ortalarından itibaren yükselen siyasal ve ekonomik
istikrarsızlık karşısında, dönemin işadamlarının siyasal tercihleri, toplumsal
huzursuzluğu ve şiddet eylemlerini kontrol edebilecek bir siyasal oluşum
etrafında şekillendi. Başka bir deyişle, sermaye kesimleri, çıkarları için
ekonomik istikrardan yana tavır aldılar. 1974-80 döneminde bir yandan Türkiye
103
Karin Vorhoff, “Türkiye’de İşadamı Dernekleri: İşlevsel Dayanışma, Kültürel Farklılık ve Devlet
Arasında”, (ed.) Stefanos Yerasimos et. al., Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik içinde, Çev. Simten
Coşar, İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s. 317.
104
Oğuzhan Erdoğan, a.g.k.
105
Ebru Deniz Ozan ve Gökten Doğangün, a.g.k., s. 69.
106
Örneğin, TÜSİAD yönetimi, AP’den ayrılan milletvekillerinin 1978 yılı Ocak ayında Ecevit azınlık
hükümetine destek vermelerini olumlu karşılamıştır. Aydın Uğur ve Haluk Alkan, “Türkiye’de İşadamıDevlet İlişkileri Perspektifinden MÜSİAD”, Toplum ve Bilim, Sayı 85, Sayı 85, Yaz 2000, s. 137; Ayşe
Buğra, a.g.k., s. 204.
52
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
ekonomisinin yeniden yapılandırılması yönünde çalışmalar yapan, diğer yandan
özel sektör lehine güç dengelerini kurmaya çalışan TÜSİAD, büyük sanayici
kesimin çıkarlarını kollamaya ve geliştirmeye ağırlık verdi.107 Ancak
başlangıçta sosyal demokrasiyi kendisine “yedek oyuncu” seçen büyük
burjuvazi ve genel olarak sermaye kesimi, 1978-79 yıllarında hükümetten
umudunu kesti ve siyasi iktidara karşı (Ecevit hükümeti) yoğun bir kampanya
başlattı.108 Gerek bu karşıt kampanyanın gerekse burjuvazinin 12 Eylül
darbesini desteklemesinin gerisinde yatan asıl neden, 1970’lerin sonlarında
ortaya çıkan sermaye birikim sürecidir.109
1970’lerin sonlarına doğru sermaye sınıfı, iç pazara dayanan birikim
tarzının yeniden üretimi için gereken koşulların artık sağlanamayacağının
bilincindeydi. Bunun bilinciyle, 24 Ocak 1980’e giden yolda burjuvazinin ana
örgütleri dışa dönük bir sermaye birikimini savundular. Diğer yandan, 1974
krizi ile birlikte Dünya Bankası ve IMF bu dönüşümü destekliyor, hatta
dayatıyordu. Bu bakımdan büyük sermayenin, zor dönemlerinde geleceğini
dünya sermayesine bağladığı söylenebilir.110 TÜSİAD’ın 1979’da Ecevit
hükümetine karşı başlattığı kampanyada hükümetle IMF ve ABD arasındaki
uyumsuzlukların derinleşmesinin yanı sıra hükümetin işçi hareketlerindeki
radikalleşme sürecini sermayenin istediği düzeyde önleyememesi de önemli bir
rol oynamıştır.
Başlangıçta, sosyal demokrat bir partiden yana tavır koyan TÜSİAD’ın,
Ecevit hükümetine karşı çıkışının nedenlerini eski TÜSİAD yöneticileriyle
yaptığı görüşmelere dayanarak açıklayan Ayşe Buğra, bu değişimin üç temel
nedeni olduğunu belirtmektedir:111 Birinci neden, Ecevit’in iki dönemde de bir
sosyal demokrat olarak değil bir popülist olarak davranmış olmasıdır. İkincisi,
1978’de Ecevit’in IMF’nin önerdiği istikrar politikasını uygulamada isteksiz
görünmesidir. Ayrıca, Ecevit hükümeti dış ödemeler dengesi, yüksek enflasyon
ve artan işsizlik sorunlarını çözmek için alternatif bir program önerememiştir.
Üçüncü neden ise, Türkiye’deki iş ortamının temel sorunu olarak hükümetin
aldığı kararlardan döviz kurlarıyla ilgili olan kararıdır. 1978 yılında Ecevit
hükümetinin kur garantisi kararını geriye dönük olarak kaldırması, ithal kredisi
kullanan işadamlarını yük altına sokmuştur.
Buğra’nın işadamlarının düşüncelerine dayanarak sıraladığı bu
nedenlerin yanı sıra sermayenin siyasi iktidara karşı tavır alışında, siyasi
iktidarın işçi sınıfına yönelik tutumunun ve genel olarak sermayeyi ilgilendiren
107
Şebnem Gülfidan, a.g.k., s. 109.
Bkz. Yeşim Arat, “Politics and Big Business: Janus Faced Link to the State”, Metin Heper (ed.), Strong
State and Economic Interest Groups: The Post-1980 Turkish Experience içinde, Walter de Gruyter,
New York 1991.
109
Ebru Deniz Ozan ve Gökten Doğangün, a.g.k., s. 69-70.
110
Sungur Savran, Türkiye Ekonomisinde Yapısal Değişim- Türkiye’de Egemen Sınıflar, Toplumsal
Araştırmalar Vakfı Panel Dizisi, İstanbul 1994, s. 62.
111
Ayşe Buğra, a.g.k., s. 205.
108
S. GÜZELSARI – S. AYDIN
Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: …
53
politikalarının önemli bir rol oynadığını vurgulamak gereklidir.112 Bu bağlamda
1979 yılı içinde Ecevit hükümetinin gitmesi gerektiği konusunda bir fikir
birliğine ulaşan burjuvazinin çeşitli katmaları hükümet karşıtı kampanyalarını
harekete geçirdiler. TÜSİAD’ın hükümet aleyhtarı ünlü basın bildirileri
sözkonusu saldırının en üst aşamasını temsil etmektedir.113 Kuşkusuz TÜSİAD,
bu saldırılarında yalnız değildi. Sermayenin TİSK, TOBB ve Ege Bölgesi
Sanayi Odası, Hür Teşebbüs Konseyi gibi resmi ve gayrı-resmi organları,
TÜSİAD’ın ağır ve yıkıcı eleştirilerine ve siyasi iktidarı yıpratma
kampanyalarına tam destek verdiler. TÜSİAD’ın kurucularından Vehbi Koç, bu
dönemi “kâbus yılları” olarak tanımlarken,114 oğlu Rahmi Koç da Batılı finans
çevrelerinin yayın organlarında iktidara karşı ağır eleştiriler yöneltiyordu.115 Bu
yılları bir “kâbus” haline getiren olgu ise esasen, sermayedarlar açısından
işyerlerinin yönetilemez hale gelmesi, işverenin işciler üzerindeki otoritesini ve
dolayısıyla denetimini yitirmesi ve/veya yitirme tehlikesiydi.
Ecevit hükümetinin karşısında yer alan ve hükümetin düşmesinde
önemli rol oynayacak yoğun bir kamuoyu oluşturma kampanyasını başlatan
TÜSİAD’a göre, ekonomik krizin en önemli nedenlerinden biri aşırı
müdahalecilikti. Daha fazla üretim ve refaha ulaşmanın yolunun rekabet sistemi
içinde bireylerin teşvik ve destek bulmasından geçtiğini dile getiren TÜSİAD,
özel sektörün güçsüzleştirilmesinin demokrasinin ve demokratik tüm
kurumların güçsüzleştirilmesi anlamına geldiğini, kamuoyuna medya kanalıyla
duyurmayı başardı. 1978 yılında başlatılan bu kampanya, 1979 CHP hükümeti
döneminde daha da artacaktı.116 CHP 1979 yılında bir istikrar paketi hazırladı
fakat TÜSİAD bu önlemler paketini “yetersiz, geç, etkisiz, yavaş ve tereddütlü”
buldu. TÜSİAD’a göre, istikrar paketinin en önemli eksikliği, politikaların
gönülsüz olarak uygulamaya sokulması ve sadece IMF’yi geçici olarak memnun
etmek amacını taşımasıydı.117
Bir yandan dış açıklar veren (1946’dan itibaren) bir yandan da Batı
ittifakının sadık bir üyesi olan Türkiye gibi geç kapitalistleşen bir ülkede, iktisat
politikalarında ve siyasi dönüşümlerde yalnızca içsel değil dışsal dinamiklerin
de belirleyici olduğunu kabul etmek gerekir. Nitekim 1979’da Ecevit
Hükümeti’nin çöküşünde dış dünya ile sürdürülen pazarlıkların istenilen sonucu
vermemesi oldukça önemliydi. Bir yandan Ecevit, Avrupa sosyal demokrasisi
üzerinde belli bir gücü olduğu varsayımından hareketle, Avrupalıların ABD’yi
ve IMF’yi “önce taze para, sonra IMF programı” formülünde ikna edebileceğini
umarak, IMF heyetlerinin baskılarına karşı koymaya çalışıyordu. Diğer yandan
112
Korkut Boratav, a.g.k., s. 146.
TÜSİAD basın bildirilerinde daha çok krizin nedenleri, sorumluları ve çözüm yollarına ilişkin görüşlerini
aktarmış ve kamuoyu yaratmaya çalışmıştır. Bkz. Şebnem Gülfidan, a.g.k., s. 91.
114
Korkut Boratav, a.g.k., s. 138.
115
Bkz. Anka Günlük Ekonomik Bülten, 20.11.1978, aktaran Korkut Boratav, a.g.k., s. 139.
116
Şebnem Gülfidan, a.g.k., s. 91.
117
Bkz. The Turkish Economy 1980, TÜSİAD, İstanbul, 1980.
113
54
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
ise 1979’un ikinci yarısında bir TÜSİAD heyeti, ABD’ye giderek, IMF, Dünya
Bankası, bankacılık ve hükümet çevreleri ile Ecevit hükümetinin yürüttüğü
politikalar üzerinde görüşmeler yapıyordu. Ecevit, sonradan bu görüşmelere
atıfla “bize IMF ya da ABD değil, işadamlarımız oyun oynadı”118 diyecektir.
TÜSİAD’ın üst düzey temsilcilerinden oluşan bu heyette, derneğin o
zamanki başkanı Feyyaz Berker’ın yanı sıra, Şakir Eczacıbaşı, Melih Özakat,
Jak Kamhi, Ali Koçman ve Güngör Uras gibi önde gelen sanayici ve iktisatçılar
bulunuyordu. Heyet, Türkiye’ye dönüşünün ardından IMF’nin taleplerinin açık
ve kesin olarak yansıtıldığı bir rapor hazırlayarak hükümete sundu. Raporda,
Türkiye’de iş çevrelerinin birinci amacının sınaî ihracatı artırmak olacağı
belirtiliyordu. Bunu gerçekleştirmek için, iç talep kısılarak sanayiciler için
ihracat cazip hale getirilmeli, borç ödemelerinde denge sağlanmalı, vergiler
yükseltilmeli, ücretlerin yükselmesi önlenmeliydi.119
Bu gelişmelerin ardından kısa sürede OECD bünyesinde “büyük çaplı
bir yardımın ön koşulu olarak IMF ile anlaşma” formülü kesinlik kazandı. Bu
gelişme Ecevit iktidarının sonunu hazırlayan darbelerden biri oldu. CHP
iktidarı, bunlara ek olarak yerli ve yabancı sermayenin saldırısı karşısında tek
dayanağı olan halk desteğinden de yoksun kalmıştı.120 Ancak, buradaki sorunun
yalnızca iş çevrelerinin, özellikle de TÜSİAD’ın temsil ettiği kesimin, hükümet
aleyhinde içte ve dışta bir “kamuoyu yaratma” kampanyasından ibaret
olmadığını belirtmemiz gerekir. Kapitalist bir ekonomide “kriz yönetimi”,
burjuvazinin belirgin ve aktif işbirliği gerçekleşmediği sürece mümkün olmaz.
Dolayısıyla, 1979 yılında hükümetin tüm çabalarına rağmen sermaye sınıfı, bu
tür bir işbirliğini reddederek, krizin derinleşmesini sağladı ve hükümetin
devrilmesinde de oldukça önemli bir rol oynadı.121
TÜSİAD 1979’da tercihini Adalet Partisi’nden yana kullandı. Bu
tercihte Süleyman Demirel’in ithal ikameci sanayileşme modelinden ihracata
dönük sanayileşme modeline geçiş vaadinde bulunması önemli bir rol oynadı.
1979 yılında kurulan Demirel’in azınlık hükümetinin piyasaya ağırlık veren
yeni ekonomi politikaları, bir anlamda dünya ekonomisi ile bütünleşme ve
mümkün olduğu kadar doğrudan devlet müdahalesinden uzaklaşma sinyallerini
veriyordu. Bu kapsamda önerilen önlemler, fiyatların kontrolü, esnek döviz
kuru, dış ticaretin liberalizasyonu ve ödemelerin düzenlenmesi, yabancı
sermaye yatırımlarının başlatılması ve kurumsal değişimleri içermektedir.
Bütün bunlar, TÜSİAD’ın talepleri ile paralellik gösteriyordu.122 Ocak 1980
tarihinde AP, IMF’nin istikrar paketini kabul etmişti fakat uygulama fırsatı
bulamadı.123 Çünkü Eylül 1980’de askeri cuntanın işbaşına geçmesiyle, Türk
118
Cüneyt Arcayürek, Cüneyt Arcayürek Anlatıyor, Cilt 8, Karacan Yayınları, Ankara 1986, s. 320-374.
Şebnem Gülfidan, a.g.k., s. 88.
120
Korkut Boratav, a.g.k., s. 143.
121
Korkut Boratav, a.g.k., s. s. 139.
122
Şebnem Gülfidan, a.g.k., s. 92-93.
123
Ayşe Buğra, a.g.k., s. 206.
119
S. GÜZELSARI – S. AYDIN
Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: …
55
siyasi hayatının en karanlık dönemi başladı.
1980’lerde Büyük Burjuvazi -Siyasal İktidar İlişkileri
Büyük Burjuvazi 12 Eylül Askeri Rejiminden Yana
1980 sonrası sermaye sınıfı ile askeri rejim arasında kurulan ittifak
ilişkilerini anlamak için öncelikle dönemin iktisat politikalarına ve siyasetine
ağırlığını koymuş olan Turgut Özal’ın rolü ve işlevlerine bakmalıyız. Özal’ın
sermaye çevreleri ile ilişkilerinin kökleri DPT müsteşarlığı sırasında (19671971) özel sektöre sağlanan çeşitli teşviklerin DPT’nin onayından geçme
uygulamasının başlamasıyla atılmıştır. 1970’lerin ortalarında Özal, Sabancı’nın
genel koordinatörü, kendisine ait birkaç şirketin yöneticisi ve TÜSİAD’ın “fikir
ve yeni görüşler üretebilen” üyelerinden biri olarak sermaye kesimleri arasında
saygınlık kazanmış biridir. 1979 yılı sonunda, Demirel’in Özal’ı ekonomiden
sorumlu Başbakanlık Müsteşarı olarak görevlendirmesinin ardından, Özal’ın
sermaye çevrelerindeki itibarı daha da arttı. Ecevit hükümetine karşı
kampanyalar örgütleyen ve finanse eden sermaye çevrelerinin, Özal’ın
atanmasını “işte, bizden biri” düşüncesiyle alkışlamaları bu itibarın bir
yansımasıdır. 12 Eylül sonrasında Turgut Özal, askeri rejim bakımından da
vazgeçilmez bir kişi olarak MGK tarafından kabul edildi. Bu durumun farkında
olan Özal, kendi pazarlık gücünü, 12 Eylül rejimi hükümetinin bileşiminin
oluşmasında iyi kullandı.124 Nitekim TÜSİAD kurucularından Vehbi Koç 3
Ekim 1980’de Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e yazdığı ve askeri müdahaleye
minnettarlığını dile getirdiği bir mektupta şu uyarıda bulunmaktadır: “Turgut
Özal… bu nazik dönemde mevcudun içinde meselelerimizi en iyi bilen insandır
ve dedikodulara bakmadan kendisini tutmakta fayda var.”125
Devlet ve burjuvazi arasındaki bağlantıların, tekil sermayedarın günlük
çıkarlarıyla, sınıf olarak burjuvazinin genel ve uzun dönemli çıkarları arasındaki
bütünlüğün ve karşıtlığın birlikte içerildiği diyalektik bir ilişki biçiminde
kavranabileceğini vurgulayan Boratav, burjuvazi-devlet ilişkileri incelenirken,
üç düzeyin -tekil, kısmi ve genel- birlikte ele alınması gerektiğini
belirtmektedir. Bu bağlamda değerlendirildiğinde 1980’de askeri darbenin
hemen ardından Rahmi Koç’un Kenan Evren’e yazdığı mektupta Özal’a
güvenilmesini tavsiye etmesi, esas olarak temsil ettiği sınıfın genel çıkarlarını
yansıtmaktadır.126
Sermaye kesimi, önceki askeri müdahaleler sırasında ve ara rejim
dönemlerinde yaşanan düzen değişikliği korkusunu 1980’de yaşamadı. Bu
124
Korkut Boratav, a.g.k., s. 140.
Mustafa Sönmez, Kırk Haramiler: Türkiye’de Holdingler, Gözlem Yayıncılık, İstanbul 1987, s. 346.
126
Korkut Boratav, a.g.k., s. 132.
125
56
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
durum TÜSİAD’ın temsil ettiği sermaye kesimi için de geçerlidir. Zira 12 Eylül
askeri yönetimi, kesin bir biçimde sermayenin ekonomik ve sosyal programını
temel almıştır. Askeri müdahalenin emek piyasasını büyük burjuvazinin
ihtiyaçları doğrultusunda yeniden düzenlemeyi hedeflemesi ve bu eksende ilgili
yasal düzenlemelerin yapılması, burjuvazi ve ordu arasındaki ittifakın da
sınıflararası ilişkiler ekseninde biçimlendiğini işaret etmektedir.127 TÜSİAD
dışındaki tüm çıkar grubu örgütlerinin faaliyetlerinin durdurulduğu ve
engellendiği bir dönemde, derneklerin en siyasisi olan TÜSİAD yönetimle sıkı
ilişkiler kurabildi; askeri darbeyi kaçınılmaz ve gerekli gördü ve her durumda
ve her ortamda orduya duyduğu güveni ve minnettarlığı dile getirdi.128 Darbe
öncesi ve sonrasını değerlendiren TÜSİAD, yeni dönemin en önemli farkını,
askeri düzenleme altında, siyasi yaklaşımların gözardı edilerek doğru kararların
zamanında alınmış olması olarak görüyordu. TÜSİAD’a göre 12 Eylül
öncesinde tüm kararlar daha demokratik yollardan alınsa da gerekli yasal
düzenlemelere geçiş uzun zamana yayılıyordu.129
1980-83 yılları arasında sınaî yatırımlara gidilmedi. Sanayicilerin yerine
ihracatçılar korundu ve sübvanse edildi. İhracatı liberalize etmek için yerli
üretim rekabete açılınca, güçlü üretici firmalar serbest ithalat politikasını kabul
etmediler. Koç ve Sabancı, Özal’ın ekonominin yönetimini ithal ikamesinden
uzaklaştıran hızlı değişim politikasına karşı çıktılar.130 Buna karşılık 1983-1987
yılları arasında Anavatan Partisi’nin (ANAP) “alternatifsiz” olduğu ve esas
olarak bir “işadamları iktidarı”nı temsil ettiği düşüncesi, sermayenin hemen
hemen bütün çevrelerinde kabul edildi. Burjuvazinin, toplumun tüm kesimlerini
hedefleyen ve 1980-1983 yıllarında askeri yöntemlerle başlatılan ideolojik
saldırısı, bu dönemde zaferle sonuçlandı ve “alternatifsizlik” savı emekçi
sınıfların saflarına kadar nüfuz edebildi.131
Ordunun ve onu izleyen ANAP’ın serbest piyasa yanlısı icraatları,
sermaye kesiminin 1980’ler boyunca düzen değişikliği kuşkularını gidermeye
yetmişti. ANAP dönemiyle birlikte kamuoyunun vitrininde önsıralarda yer
almak için birbirleriyle rekabet eden sermaye kesimleri, devletin hantallığından
şikâyet ediyor; kârlılık ve verimlilik ilkelerine göre yönetilecek bir Türkiye
özlemi duyduklarını sıklıkla dile getiriyorlardı. ANAP iktidarının işadamlarına
yakınlığı bu düzeye gelince, kuruluşundan bu yana siyasetteki ağırlığını
korumuş olan ve yükselen Türkiye burjuvazisini ve büyük sermaye kesimlerini
bünyesinde toplayan TÜSİAD kamuoyunda daha da etkin hale geldi.132
1983 seçimleri öncesinde Milliyetçi Demokrasi Partisi-Halkçı Parti
127
Ebru Deniz Ozan ve Gökten Doğangün, a.g.k.,, s. 70.
Bkz. Görüş, TÜSİAD, Cilt. 11, No. 2, 1983, s. 9-18.
129
Bkz. Cumhuriyet, İstanbul, 24 Ocak 1982, aktaran Ş. Gülfidan, s. 94.
130
Şebnem Gülfidan, a.g.k., s. 92-95.
131
Korkut Boratav, a.g.k., s. 142.
132
Rıfat N. Bali, “Sivil Toplum Hareketinin İki Zaafı: İşadamları ve Elitizm”, Birikim, Sayı 130, 2000, s. 3132.
128
S. GÜZELSARI – S. AYDIN
Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: …
57
(MDP-HP) formülünü destekleyen TÜSİAD, ANAP’ın seçimden tek parti
olarak çıkmasının ardından bu parti ile zaman zaman sorunlar yaşadı. Özellikle,
örgüt içinde değişim talebini daha çok öne çıkarma taraftarı olan TÜSİAD’ın
genç liderleri döneminde (1987-1999), siyasal alanla çatışmalar görünür hale
geldi.133 ANAP iktidarı, sermayenin bazı kesimlerinin yüksek servete
kavuşmasını sağlarken, bazı kesimleri için de bir takım zorluklar yaratıyordu.134
Özal’ın izlediği liberalizasyon politikaları ve hükümetin, sanayicilerden daha
çok ihracatçıları desteklemesi ihracatçılar ve sanayiciler arasında çatışmaya yol
açtı.
Liberalizasyon politikaları ve yeni ithalat rejiminin TÜSİAD üyelerini
zorlaması sonucunda örgütün hükümete yönelik eleştirileri yeniden basın
yoluyla kamuoyunda duyulmaya başladı. Sermayedarların toplumsal
konumlarına duydukları güven, devlet ve iş dünyası ilişkilerini değiştirdiğinden
siyasi alanda da yeni unsurları ortaya çıkarıyordu. Böylelikle, gerek TÜSİAD
üyelerinin kendi içlerinde gerek ihracat-ithalat ve sanayi gruplarının kendi
aralarında çıkar çatışmaları yükselmeye başladı. İlginç olan ise bu grupların,
talep ve şikâyetlerini TÜSİAD’ı atlayarak dile getirmeleriydi. Özellikle Şahap
Kocatopçu’nun başkanlık yaptığı dönemde (1984-1985) TÜSİAD yönetiminin
ne hükümetle ne de üyeleriyle tam bir diyalog kurabildiği görülmektedir.135
TÜSİAD’ın liberalizasyon konusuna yaklaşımını açıklayan Şahap
Kocatopçu’nun şu ifadeleri durumu özetlemektedir: “Önceki dönemin ithal
ikameci sanayileşme rejimine uygun olarak yatırım yapan kimi firmalar, yeni
ihracat yönelimli sanayileşme politikalarına kendilerini uyarlamada güçlüklerle
karşılaşmışlardır. Dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi, Türkiye’de de devlet,
sanayicileri gizli olarak desteklemeli ve korumalıdır.”136
Bu gelişmeler karşısında TÜSİAD, kamuoyundaki imajını yeniden
kazanmak ve hükümetle ilişki kurarak üyeleri arasındaki çatışmaları bitirmek
için yeni arayışlara girdi. Sakıp Sabancı’nın başkanlığı döneminde (1985-1987)
ve sonrasında, her ne kadar hükümetle yakınlaşma olmuş olsa da, bu istenilen
etkilemenin gerçekleşmesi anlamına gelmiyordu. TÜSİAD’ın görüşüne göre,
Özal’ın izlediği politikalar piyasa ekonomisinin gerekliliklerinden sadece
yüksek büyüme oranı ve istihdamı karşılamış; fakat fiyat istikrarı
gerçekleştirilememiş, 1987’nin ikinci yarısından sonra enflasyon yükselişe
geçmiştir. TÜSİAD yöneticileri bu gelişmenin temel nedeni olarak hükümetin
kamu yatırımlarını gösterdiler.137 TÜSİAD’ın hükümete yönelttiği bir başka
eleştiri de dış borçlara ilişkindir. TÜSİAD’ın görüşüne göre kamu yatırmları ve
kamu harcamalarının kaynağı dış kaynaklara dayandırıldı. Bu koşullar altında
133
1987 Genel Kurulu ile yönetimde yer alan genç ekip, Ömer Dinçkök, Cem Boyner, Bülent Eczacıbaşı,
Halis Komili, Güler Sabancı gibi isimlerden oluşmuştur. Aydın Uğur ve Haluk Alkan, a.g.k., s. 136-138.
134
Ayşe Buğra, a.g.k., s. 206-207.
135
Şebnem Gülfidan, a.g.k., s. 97-99.
136
Hergün, İstanbul, 10 Eylül 1985., aktaran Ş.Gülfidan, a.g.k., s. 98.
137
TÜSİAD, Turkish Economy Reports, 1974-1987.
58
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
da Özal hükümeti piyasa ekonomisinin işleyişini sağlayacak yapısal reformları
(bankacılık, bütçe ve vergi reformları) gerçekleştiremedi. Bu nedenle Özal,
ekonominin yönetimini özel sektöre bırakmaktan ziyade, ekonomide devlet
yatırımlarına ağırlık verdi. TÜSİAD’ın bu yöndeki eleştirilerine Özal’ın kısa
yanıtı şöyle oldu: “Kendi işleriyle ilgilensinler” ya da “villalarını satsınlar” ya
da “şirketlerinin kapasitesini azaltsınlar.”138
Kuşkusuz bu eleştirilere dayanarak Özal’ın politikalarının TÜSİAD’da
örgütlü sermayenin genel çıkarlarıyla tamamen ters düştüğü söylenemez. Zira
hükümetin genel ekonomik politikaları büyük sermaye sahipleri, sanayiciler ve
işadamlarının talepleriyle örtüşmektedir. 1988-89 yıllarında sermayenin alt
kesimleri içinde Özal aleyhtarı eğilimlerin yaygınlık kazandığı bir gerçektir.
Ancak, büyük sermeye saflarında ANAP’ın hiçbir zaman 1978-79 yıllarının
CHP iktidarı ile aynı kefeye konmadığını, etkili ve belirleyici sermaye
gruplarının Özal’a destek vermeye devam ettiklerini görmek gerekir. Zira 1980
sonrasının iktisat politikası uygulamaları, sermayenin lehine çok sayıda öge
içermekte, bunlar da esasen sermaye ile devletin içiçeliğini yansıtmaktadır.
Örneğin, vergi sisteminin sermaye lehine değiştirilmesi, Türk Parasının
Kıymetini Koruma Kanunu’na bağlı yasakların kaldırılması, siyasi ve ideolojik
suçların cezalandırılmasının yanısıra iş adamlarının siyasi karar merkezlerine
ulaşmalarını sağlayan yeni ortamların yaratılması vb. gelişmeler sermaye ile
devlet ilişkisinin içiçeliğine birkaç örnektir.139
Büyük Sermayenin “Yeni İşadamı Kimliği” ve “Toplumsal Sorumluluk”
Anlayışı
1980’lerin başında özel sektör sanayide önemli bir güce erişmişti. Bir
yandan büyük firmalar yetkin örgütlenme yapıları kurarken bir yandan da büyük
sermaye kesimlerinin toplumsal konumlarında bir gelişme gözleniyordu. Bu
dönemde büyük sermaye ile küçük ve orta sermaye kesimleri arasındaki ayrım
giderek büyümüştü. Uzun dönemli ekonomik stratejilerin oluşturulmasına önem
veren ve kamu politikalarının belirlenmesinde etkin olarak yer almak isteyen
sermayedarlar, kendilerini iş dünyasının diğer üyelerinden ayırarak, ülkenin
toplumsal ve iktisadi gelişiminde yarı-kamusal nitelikli bir işlev üstlenmek
amacını güdüyorlardı.140
TÜSİAD’ın toplumun farklı kesimlerine kendi siyasi ve sosyal
projelerini dayatması bu dönemde belirginlik kazandı. Kuruluşundan bu yana
siyasetteki ağırlığını daima hissettiren TÜSİAD kamuoyunda giderek daha fazla
öne çıkmış; temsil ettiği kesim, iktidar bloğu içinde etkinliğini artırarak siyasete
138
Cumhuriyet, 22 Mayıs 1987, 3 Mart 1988, 2 Mayıs 1988, 20 Ağustos 1988, Ş. Gülfidan, a.g.k., s. 101.
Korkut Boratav, a.g.k., s. 147.
140
Ayşe Buğra,a.g.k., s.191-192.
139
S. GÜZELSARI – S. AYDIN
Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: …
59
ve devlet politikalarına hâkim olmuştur.141 Örgüt, siyasal temsil ve devletle
ilişkiler; devlete göre sermayenin siyasal konumu ve ağırlığı gibi konu
başlıklarını esaslı bir biçimde gündemine aldı. Bu yıllara damgasını vuran neoliberalizm ve devleti küçültme politikalarının kurumsal temsilciliğini üstlenen;
devletin ülke içinde ve dış piyasalarda kendilerinden yana yönlendirici bir
politika izlemesini talep eden TÜSİAD, siyasal alanla ilgili değişim taleplerini
hazırladığı raporlarda etraflıca dile getiriyordu.142
1980’lerde “işadamı kimliği”nde de geçmişle kıyaslandığında bir
dönüşüm yaşandı.143 Kurulduğu tarihten 1980’lere dek, görece devlete uzak,
kişisel özelliklerinden çok kurumsal özellikleri ile tanınan işadamı kimliği,
yerini, sınıfsal kimliğin öne çıkarılmadığı, kişisel özelliklerin baskın olduğu,
daha “insancıl” bir kimliğe bırakıyordu. 1983 öncesi ile karşılaştırıldığında
büyük sermayenin taleplerini kurumsal olarak yansıtan TÜSİAD, bu tarihten
sonra hükümet politikalarını etkileme kanallarını değiştirdi. Yeni işadamı
kimliği altında büyük burjuvazi, orta yoldan şaşmayan ve hükümet dâhil hiç
kimseyi ürkütmeyecek davranış kalıplarına büründü. Örneğin bu dönemde
TÜSİAD’ın gerek kendi yayınlarında gerek toplantılarında hükümete yönelik
eleştirilerini açıklamaktan geri durmaya veya daha çok kendi savlarını
yumuşatmaya çalıştığını görüyoruz. Bireysel olarak yöneticilerin yaptığı
açıklamaların veya akademisyenlere yaptırılan araştırmalarda ileri sürülen
görüşlerin “derneği bağlamadığı”nın ifade edilmesi de bu temkinliliğin bir
göstergesidir.144
Kısacası 1980’lerin sonlarında giderek güçlenen sanayi burjuvazinin
temsilcisi olan ve “modern”, “laik”, “çoğulcu” bir ideolojinin savunuculuğunu
üstlenen TÜSİAD; uluslararası sermaye ile eklemlenmeye ve onun taşeronu
olarak işgörmeye yatkın, daha metropol, kentli bir yüzü olan ve bu anlamda da
sermayenin en bilinçli unsurlarını içeren sınıfın, sermaye sınıfının temsilcisidir
artık.145 Bilim insanlarına ve uzmanlara hazırlattığı raporlarla da kamuoyundaki
varlığını hissettirmeyi başaran TÜSİAD’ın siyasetin tam içinde olma arzusunun
bu yıllarda yükseldiğini görüyoruz. Örneğin, seçimlerden önce siyasi parti
141
Mustafa Şen, Türkiye Ekonomisinde Yapısal Değişim-Türkiye’de Egemen Sınıflar, Toplumsal
Araştırmalar Vakfı Panel Dizisi, 1994, s. 53.
142
TÜSİAD’ın bu dönemde hazırladığı raporlardan bazıları şunlardır: Özelleştirme, KİT’lerin Halka
Satışında Başarı Koşulları, 1986; İş Dünyasının Sorunları, Öncelikler, Beklentiler, Çözümler, 1987;
Liberal Çözüm: Dünyada Piyasa Ekonomisi Uygulamaları, 1987; Piyasa Ekonomisi ve Türkiye
Uygulaması, 1987.
143
İşadamı kimliğinin popüler bir ikon olarak yükselişini Sakıp Sabancı örneğinde inceleyen bir çalışma için
bkz. Gülseren Adaklı, “Popüler İkon Olarak Sermayedar: Sakıp Sabancı” Praksis, Sayı 4, 2001.
144
Örneğin, Cem Boyner 1989 yılındaki ekonomik önlemleri eleştirerek, hükümeti keyfiyetçilikle suçlamış,
sanayiciyi korumadığından şikâyet etmiştir. Bu açıklamaları yaptığında bu görüşlerin Derneği bağlayıp
bağlamadığı sorulmuştur. Milliyet, 15 Ağustos 1989, Ş. Gülfidan, a.g.k., s. 102; Ayrıca Bülent Tanör’e
hazırlatmış olduğu Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri raporunun kamuoyunda yarattığı
tepkiler sonucunda TÜSİAD, “rapor yazarını bağlar” diyerek siyaset üstü bir görünüm kazanmayı
başaracaktır.
145
Tülin Öngen, “TÜSİAD Raporu Üstüne Tartışma”, Marksizm ve Gelecek, Bahar 1997, s. 35.
60
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
liderlerinin TÜSİAD’ın seçkin üyeleriyle yaptıkları toplantılar, Türk siyasi
hayatının alışılagelmiş ritüellerinden biri olmuştur.
1991–2001: Büyük Sermaye Çoğulcu, Uzlaşmacı Bir Toplumsal Düzen
Arayışında
TÜSİAD’ın kamuoyunda adını en fazla duyurduğu dönem 1990’lı yıllar
oldu. Bu dönemde özellikle Gümrük Birliği ve Avrupa Birliği,
demokratikleşme, seçim sistemi, sivil toplum, ekonomide ve siyasette istikrar,
etkin devlet, çoğulculuk, küresel rekabet ve dünya ekonomisiyle eklemlenme
gibi sosyal, siyasal, ekonomik ve yönetsel konularda hazırladığı kapsamlı
raporlarla siyasal iktidarlar ve dolayısıyla kamusal politikalar üzerindeki etkisini
artırmıştır.146
Bu dönemde örgüt kendisini “demokratikleşmenin” önemli bir
savunucusu olarak öne çıkardı. Bu dönemde Türkiye siyasetinin en önemli
sorunlarından “Kürt sorunu” ve “siyasal islamın yükselişi”, militarizmin daha
görülür hale gelmesine kaynaklık ediyordu. Bu bağlamda TÜSİAD ve temsil
ettiği iş çevreleri kamuoyunda demokratik önerileri ile ses getirme yolunu
seçtiler. Başka bir ifadeyle ekonomik ve siyasi istikrarsızlığa karşı kendi
mücadele hattını çizen TÜSİAD147, bu hattın merkezine “demokratikleşme” ve
“sivil toplum” kavramlarını oturttu. Bu kavramlar, 1997 yılında Bülent Tanör’e
hazırlatılan Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri raporunun da ana
eksenini oluşturdu. Kamuoyunda oldukça tartışılan bu rapor ve raporun
sunduğu “radikal” öneriler vesilesiyle TÜSİAD, pek çok kesim tarafından
alkışlandı ve toplumun dönüştürülmesinde kendisine öncülük ve kurtarıcılık
rolü yüklendi.
Demokratikleşmenin önündeki engelleri aşmak için raporda üç sorun
üzerinde durulmaktadır: İlki, siyasal partilerle, seçimlerle ve siyasal iktidar
kurumlarıyla ilgili hukuksal sorunlar, mevzuatın eksiklikleri ve yanlışları;
ikincisi, temel hak ve özgürlüklerin yaşama geçirilmesi; üçüncüsü ise, hukuk
devleti ve yargısal denetimdir. Ancak raporun “demokratikleşme” ve “sivil
146
Elvan Sözen, “Devletin Yeniden Yapılandırılması Sürecinde Sermaye Örgütleri-Devlet İlişkisi: TÜSİAD
Örneği”, 18. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Kamu Yönetiminde Reform, (Der. Necat Akyıldız vd.), TODAİE,
2009, s.318-319. TÜSİAD’ın, DYP-SHP hükümeti döneminde hükümet ve siyasi parti liderlerine yönelik
hazırladığı bazı raporlar şunlardır: 21. Yüzyıla Doğru Türkiye: Geleceğe Dönük Bir Atılım Stratejisi,
TÜSİAD, İstanbul, 1991; ayrıca devleti küçültmek için anayasal sınırlamaların önerildiği raporlar
mevcuttur. İlki Coşkun Can Aktan tarafından hazırlanan 21. Yüzyıl İçin Yeni Bir Devlet Modeline
Doğru: Optimal Devlet- Kamu Ekonomisinin ve Yönetiminin Yeniden Yapılanmasına ve
Küçültülmesine Yönelik Öneriler, İstanbul, Eylül 1995 raporu, diğeri ise Faruk Selçuk ve Anjariita
Rantenan tarafından hazırlanan Türkiye’de Kamu Harcamaları ve Kamu Borçlanması-Mali Disiplin
Gereği Üzerine Gözlem ve Öneriler, İstanbul, Ocak 1996 tarihli raporudur. Son iki rapor “anayasal
iktisat” adı verilen ultra liberal serbest piyasacı çözüm önerileri getirmektedir. Bkz. Tülay Arın, “Anayasal
İktisat ve Refah Devleti: TİSK ve TÜSİAD’ın Asgari Devlet Raporlarının Eleştirisi”, Ekonomide Durum,
(Bahar-Yaz, 3–4) 1997.
147
Bkz. Gülseren Adaklı, a.g.k.
S. GÜZELSARI – S. AYDIN
Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: …
61
toplum” kavramlarını merkeze almasının altında yatan gerçeği, sözkonusu
kavramların sermayenin uzun vadeli çıkarları ile örtüştüğü noktasında aramak
gereklidir. Toplumsal uzlaşmadan yana tercihini koyan TÜSİAD gerçekte, daha
demokratik bir düzenden yana olduğundan değil, sınıfsal çıkarları toplumsal
uzlaşmanın zaman geçirilmeden yeniden kurulmasını gerektirdiği için harekete
geçmişti. Zira ilgili raporda ekonomik politikaların, serbest piyasa
ekonomisinin, dünya pazarlarıyla eklemlenme stratejilerinin yaşama geçirilmesi
için gerekli olan şeyin çoğulcu, uzlaşmacı bir toplumsal düzen olduğu tezi
savunulmaktadır. Öngen’in deyişiyle “bir bütün olarak Rapor, burjuvazinin
düzenin restorasyonuna yönelik arayışını ve bu arayışın temel saiklerini özlü bir
biçimde yansıtmaktadır.”148
Böylelikle TÜSİAD, bir “sivil toplum örgütü” olduğu iddiasıyla kendi
misyonlarını kamuoyunda duyurmayı başardı. Ardından, “temiz toplum”,
“düşünce özgürlüğü” vb. kavramlarla yakından ilgilendiğini gösteren
uygulamalara yöneldi. Örgüt demokratikleşmeye katkı sağlamak, serbest piyasa
ekonomisini işlerliğe kavuşturmak ve küresel düzenle bütünleşmek gibi
taleplerden hareketle şu hedefleri ön plana çıkardı: Düşünce, inanç, girişim
özgürlüğü ve insan haklarına saygılı, demokratik ve laik düzen; güçlü fakat
küçük devlet ve serbest piyasa ekonomisi kuralları içinde rekabet gücünün
artırılması.149 Bu taleplerin yanı sıra siyasete, devlet ve devlet politikalarına
hâkim olma yolundaki büyük burjuvazi mevcut sorunların çözümü için “İkinci
Cumhuriyet” veya “sivilleşme” üzerinden giden tartışmalara odaklandı.150 Fakat
burada TÜSİAD’ın hedeflediği özgürlükçü, çoğulcu bir siyasal sistemden
ziyade toplumsal uzlaşmayı sağlayarak rejimin meşruiyetini yeniden kurmaktı.
Kuşkusuz TÜSİAD “demokratikleşme”yi işadamlarının sınıfsal çıkarlarına daha
iyi hizmet edecek, dünya ekonomisiyle bütünleşmeye engel oluşturmayacak bir
biçimde devleti yeniden yapılandırmanın bir aracı olarak görmektedir. Başka
bir ifadeyle sermaye için devlet ve toplumun etkisinin en aza indirildiği,
istikrarlı ve öngörülebilir bir pazar ekonomisinin sürekliliği ancak çoğulcu
demokrasi ve sosyal uzlaşma ile mümkün olacaktır. Dolayısıyla TÜSİAD’ın
demokrasi vurgusunun sınıfsal özünü kaçırmamak gerekir.151
Neo-liberalizmin “güçlü piyasa-küçük devlet” vurgusunun yerini
“yönetişimci, etkin devlet” söylemine bıraktığı 1990’larda152, TÜSİAD da bu
gelişmeye paralel olarak devlete ilişkin yaklaşımını değiştirmiştir. Optimal
Devlet raporunda piyasa aksaklıklarını düzenleyecek, kamusal hizmet sunmak
148
Ayrıntı için bkz. Tülin Öngen, a.g.k., s. 30-31.
Görüş, Eylül 1996, s. 16.
150
Mustafa Şen vd. a.g.k., s. 58.
151
Ebru Deniz Ozan ve Gökten Doğangün, a.g.k., s. 74-75.
152
Birgül Ayman Güler, “Yönetişim: Tüm İktidar Sermayeye”, Praksis, Sayı:7, 2003, s. 93–116, Sonay
Bayramoğlu, “Küreselleşmenin Yeni Siyasal İktidar Modeli: Yönetişim”, Praksis, Sayı:7, 2002, s. 85-116,
Selime Güzelsarı, “Kamu Yönetimi Disiplininde Yeni Kamu İşletmeciliği ve Yönetişim Yaklaşımları”,
Kamu Yönetimi Gelişimi ve Güncel Sorunlar (Der.) Öktem, M. Kemal ve Uğur Ömürgönülşen, Ankara:
İmaj Yayınevi, 2004, s. 85–137.
149
62
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
yerine hizmetleri yönlendirecek etkin bir devlet anlayışını benimsemiştir.
TÜSİAD’ın bu çalışmalarının asıl sonuçları kamu yönetiminde köklü
reformların gerçekleştiği 2000’lerde ortaya çıkacaktır. 1990’larda dile getirilen
reform ve yeniden yapılanma talepleri, 2000 ve 2001 krizlerin ardından
uygulamaya konulan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı, AKP’nin Acil Eylem
Planı ve Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı’nda karşılık bulmuş ve hayata
geçirilmiştir.153 TÜSİAD’ın üzerinde durduğu bir diğer konu da 1980’lerden bu
yana tartışılan merkez-yerel ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi, yerelleşme ve
yerel yönetimlerde reformdur. Yerel yönetimlerin mali kaynaklarının
yetersizliğine ve merkezi niteliğine işaret eden TÜSİAD yerel yönetimlerin
kendi gelir kaynaklarını yaratamadığına sürekli vurgu yapmaktadır. Sermayenin
bu sorunlara ilişkin çözüm önerileri arasında ise başta büyük kentler olmak
üzere yerel yönetimlerin yaratıcı ve girişken olmaları için gerekli
düzenlemelerin yapılması, piyasa koşullarında rekabet yaratabilmeleri için mali
ve yapısal yönlerden güçlendirilmeleri ve özerk ve demokratik bir yönetime
kavuşturulmaları yer almaktadır.154
Kısacası 1990’larda büyük burjuvazi, siyasete ve devlet politikalarına
hâkim olma yolunda önemli adımlar atmıştır. Bu yılların “sivil toplum”
rüzgârına ayak uydurmakta zorlanmayan TÜSİAD, adını kamuoyunda bir “sivil
toplum” kuruluşu olarak duyurdu ve “sivil toplumun sorumlu bir teşkilatı”
havasına bürünmekte gecikmedi. 1970’li yılların “bencilce kâr peşinde koşan”
işadamı imajına karşı, özel teşebbüsün etik kodlarını belirlemeyi ve Türkiye
ekonomisinde “serbest” girişimi güçlendirmeyi temel hedeflerinden biri olarak
belirleyen TÜSİAD155, kendisini “çıkar grubu” olmaktan ziyade bir “baskı
grubu” olarak tanımlamayı tercih etti. “Çıkar grubu” bencilce kâr peşinde
koşanları ima ederken, “baskı grubu” sivil toplum konusu ile bir ölçüde
meşruluk kazanan sivil toplum kuruluşlarını (STK) ima etmektedir.156
Böylelikle büyük sermayedarlar, sadece işadamı kimliği ile değil aynı zamanda
“saygın, sorumlu, sivil toplumcu işadamı” kimlikleri ile de tanınmaya
başladılar.157
153
Elvan Sözen, a.g.k., s. 319.
Bkz. Saadet Aydın, “Yeni Yasal Düzenlemeler Işığında Yerel Yönetimlerde Yeniden Yapılanma”, AİBÜ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 2005–2, Sayı.11, s. 33–48; Hülya Kendir Özdinç, “Kamu
Yönetimi Reformundan beklentiler: Sermaye Kesiminin Yerelleşme Talepleri”, 18. Yüzyıldan 21.
Yüzyıla Kamu Yönetiminde Reform, (Der. Necat Akyıldız vd.), TODAİE, 2009, s. 323–329.
TÜSİAD’ın yerelleşme ve yerel yönetimlere ilişkin raporları için bkz. Yerel Yönetimler, Sorunlar,
Çözümler, 1995; Yerel Yönetimler Yasa Taslağı, 1997.
155
Karin Vorhoff, a.g.k., s. 318; ayrıca bkz. Gülseren Adaklı, a.g.k..
156
Karin Vorhoff, a.g.k., s. 317-318. Kendilerini STK olarak tanımlayan sermaye örgütlerinin kamu
politikalarını etkileme mekanizmalarını şöyle sıralamak mümkündür: hükümete danışmanlık yapmak,
kendi çıkarları ile ilgili siyasal, toplumsal ve yönetsel kurumların kendi lehlerine faaliyet yürütmelerini
sağlamak, bu kurumlara kendi görüşlerini destekleyen kişilerin atanmasını sağlamak, devlet bürokrasisini,
idarenin soruşturma ve araştırma komisyonlarına temsilci göndermek yoluyla etkilemek, yargı organlarına
etki ederek idari işlemlere örnek oluşturabilecek kararların alınmasını sağlamak, kamuoyu yaratarak
taleplerinin siyasi yapıya ulaşmasını sağlamak vb.
157
Rıfat N. Bali, a.g.k., s. 34.
154
S. GÜZELSARI – S. AYDIN
Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: …
63
Liberalizmin savunuculuğunu yapan sermayedarların sivil toplumu
savunmalarının da gerisinde devletin küçültülmesi zihniyeti yatmaktadır.
Türkiye’de özelleştirmeden kamu yönetimine, vergi ve sosyal güvenlik
sisteminden seçim ve siyasi parti yasasına kadar birçok alanda yapısal
reformların yapılması gerektiğini savunan TÜSİAD, bu reformların
gerçekleşmesi için toplum kesimlerinin kendilerini temsil eden sivil örgütler
aracılığı ile karar süreçlerine katılımını zorunlu görmektedir: “TÜSİAD”ın
görevi, dün olduğu gibi bugün de hükümetlere, serbest piyasa ekonomisi,
çoğulcu demokrasi ve temiz toplum ilkelerinin, Türkiye’nin geleceği için hayati
önem taşıdığını, bu önemin gözardı edilemesinin çok ağır bedelleri olduğunu
hatırlatmaktır.”158 1990’larda devlet yönetiminin yozlaşmasından, siyasetin
kirlenmesinden ve çetelerden duyduğu rahatsızlığı dile getiren sermaye sınıfı,
yükselen sivil toplumcu “muhalefeti” doğrudan desteklemekte, kendisini de bir
sivil toplum örgütü olarak tanımlamaktadır.
TÜSİAD’ın üzerinde ısrarla durduğu konulardan biri de Türkiye-AB
ilişkileridir. 1981 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla “kamu yararına çalışan
dernek” statüsünü kazanan TÜSİAD, 1988 yılında Avrupa Sanayicileri ve
İşverenleri Konfederasyonu’na (UNICE) üye oldu. 1993 yılında gümrük
birliğinin gündeme gelmesiyle birlikte Avrupa nezdinde lobi faaliyetlerine
başladı ve Türk özel sektörünü AB ve UNICE’de temsil etmek için 1996 yılında
Brüksel’de bir temsilcilik açtı. 18 Kasım 1998 tarihinde Washington’da açılan
TÜSİAD USA Inc. adı altındaki temsilciliğin esas amacının “fazla tanınmayan
Türkiye’nin ABD’de tanıtımına yardımcı olma” olduğu belirtiliyor.159 Esasen
yeni küresel düzenin şekillenmesinde devlet-dışı aktörlerin oynadıkları rolün
önemini kavrayan TÜSİAD için Washington’da temsilcilik açmış olmak, uzun
vadede bu sürece dâhil olmanın bir yoludur. Nitekim “[s]ivil toplumun
gelişmesi ve ulusaşırı niteliğe bürünmesi küreselleşme sürecine hem katkıda
bulunmakta hem de küreselleşmeden güç almaktadır”160 açıklamasını yapan
dönemin yönetim kurulu başkanı Erkut Yüceloğlu, bu amaçlarının altını
çizmektedir.
Toparlayacak olursak, 1980’li yıllarda yükselen neo-liberal politikaların
temsilciliğini üstlenen ve piyasa ekonomisine geçişin gereklerine uygun faaliyet
yürüten TÜSİAD, bu dönemde daha çok ekonomik sorunlar üzerine
yoğunlaşmıştır. Ancak, faaliyetleri 1990’lardan itibaren oldukça farklılaşmıştır.
Bu tarihe kadar yaptığı ekonomik araştırmalara ek olarak, artık eğitim, enerji,
siyasal sistem, siyasal özgürlükler, demokratikleşme süreci, insan hakları,
hukuk devleti, düşünce özgürlüğü, serbest girişim özgürlüğü, iş ve yönetim etiği
ve dış politika konularınına kadar uzanan geniş bir yelpazede söz sahibi olma
158
Halis Komili, Görüş, Temmuz 1996.
1998’de Washington’da TÜSİAD US şirketinin esas amacının ABD’deki Yunan ve Ermeni lobilerine karşı
mücadele etmek ve Türkiye’yi savunmak, tanıtmak olduğu da ileri sürülebilmektedir. Rıfat N. Bali, a.g.k.,
s. 36.
160
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başakanı Erkut Yüceloğlu, Görüş, Mayıs 2000, s. 7.
159
64
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
yolunda adımlar atmıştır. Başka bir ifadeyle TÜSİAD, ekonomik ve siyasi
istikrarsızlığa karşı yürüttüğü mücadelede, yukarıda sıralanan kavramlar
üzerinden ekonomik alana yönelik projelerini siyasal ve toplumsal alanlara
doğru genişletmiştir.
Sonuç Yerine
Tarih sahnesine çıktığından bu yana kapitalist devlet, maddi ilişkilerin
somutlaştığı kurumsal bir gerçeklik olarak sınıf/siyaset ilişkilerinin odağında
yer almaktadır. Sınıf mücadelelerinin yoğunlaşma biçimlerine bağlı olarak
devletin yeniden yapılanması, bir yandan yeni düzenlemelerden dışlanan ya da
çıkarları etkilenen toplumsal kesimleri harekete geçirirken; diğer yandan
sermaye kesimlerinin farklılaşan güç ilişkilerini ve çatışmalarını açığa
çıkarmaktadır. Bu mücadelelerin hepsi birden devlet biçimleri üzerinde ve
çeşitli devlet kurumları arasında ve kurumların kendi içlerindeki güç dengeleri
üzerinde belirleyici bir etkiye sahip olmaktadır. 1980’lerden bu yana devletin
rolünün nasıl değiştiğini devlet-sermaye ve ekonomi-siyaset ilişkisi temelinde
açıklamaya çalıştığımızda sermaye ile devlet arasındaki ilişkiyi bir birlikte
varolma ilişkisi olarak düşünmemiz gerekir.
Türkiye için neoliberal dönemin başlangıcı anlamına gelen 12 Eylül
müdahalesi ve devamındaki askeri yönetimin iktidarı, işçi sınıfına ait tüm
örgütlenmeleri yasaklarken (burada HAK-İŞ’i kısmen dışarıda tutabiliriz),
TÜSİAD, 12 Eylül yönetiminin açtığı ilk sivil toplum örgütü olmuş ve 1981’de
de kamu yararına çalışan dernek statüsüne kavuşturulmuştur. Bu yolla 12
Eylül’ün askeri hükümeti, ABD’de yani küresel kapitalizmin kalbinde
TÜSİAD’ı lobicilik faaliyetleri için görevlendirmiş, bir anlamda siyasal erki
kısmen de olsa dernekle paylaşmakta bir sakınca görmemiştir. Bu paylaşımda
elbette 1979 yılında TÜSİAD’ın Ecevit’e karşı cephede yer almasının,
aleyhinde bir dizi gazete ilanı yoluyla propaganda yapmasının da etkisi vardır.
Ama bu paylaşım sonraki yıllarda Derneğin yönetimde ve siyasette belirleyici
olma konusundaki gücünü perçinlemiş; bir “düşünce fabrikası” olmanın yanı
sıra entelektüeller grubu ya da “centilmenler kulübü” veya “patronlar kulübü”
gibi adlarla ülke gündeminde hep tepelerde yer almıştır. Ancak, 1980–1984
dönemini TÜSİAD kendi web sayfasında, “uluslararası rekabete açık”, “serbest
piyasa ekonomisi” yolunda gerekli adımların atılmasında gecikildiği için, bir
çatışma dönemi olarak nitelendirilmiştir.
Sivil yönetime geçildikten sonra TÜSİAD’ın Turgut Özal yönetimi ile
olan ilişkisi bir dargın bir barışık olarak devam etmiştir. 1974–1979 döneminde
kendisi de TÜSİAD üyesi olan Özal, 12 Eylül yönetiminde yer almasını büyük
sermayenin desteğine borçludur. Bu borcunu Özal, iktidara geldikten sonra
çıktığı tüm yurt dışı gezilerine TÜSİAD üyelerini de yanına alarak kısmen
ödemişse de, Anadolu Kaplanları olarak bilinen yeni sanayicileri güçlendirdiği
S. GÜZELSARI – S. AYDIN
Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: …
65
gerekçesiyle Dernek yönetimine ters düşmeye de başlamıştır. 1980’lerde
kuralsızlaştırma (serbestleşme) adına yapılanlar düzenlemelerin yolsuzlukları
artırması karşısında TÜSİAD üst yönetimi, dönemin siyasi iktidarını “hırsızlık
rejimi” (kleptokrasi) olarak tanımlayarak eleştirmeye başlamıştır. Oysa bu
dönemde hız kazanan özelleştirmelerden, köprü, otoyol, baraj gibi büyük
yatırımlardan en büyük payı alan da yine büyük sermaye kesimleri olmuştur.
Neoliberalizme geçişin sancıları, kısmen TÜSİAD’da da duyulmuştur.
KİT fiyatlarının serbestçe belirlenmesi, sanayi elektriğine yapılan zamlar ve faiz
oranlarının yüksekliği gibi sanayi sermayesinin maliyetlerini yükselten
uygulamalar karşısında Dernek, sonradan başbakan olacak bir ekonomi
profesörüne, Tansu Çiller’e ülke yönetiminin karanlığa ve uçuruma
sürüklendiğini vurgulayan bir rapor “Ekonomi Raporu” hazırlatmıştır. Özal
yönetimine açıktan cephe alınması, Özal ile başlayan kamu işletmeciliği
anlayışının (Özal’ın prensleri olarak adlandırılan bir grup genç, iyi eğitimli ve
çoğunlukla ABD’den getirilen Türk bürokratlar eliyle yürütülen) ve KİT’ler
henüz özelleştirilmemişken yerelde BİT’leşmenin (Belediye İktisadi
Teşekkülleri) teşvik edilmesi, sermaye sınıfı için, aslı varken kötü taklitlerin
ekonomiye dâhil olması anlamına gelmekteydi. Öte yandan sanayi
sermayesinden çok mali sermayeyi, finans sektörünü destekleyici uygulamalar
da TÜSİAD çatısı altındaki sermaye kesiminin yeni bir konum almasını
gerektirmiştir. Bunun üzerine İstanbul’un zenginler kulübü, yükselen Anadolu
sermayesi karşısında kendisini yeniden düzenleme gereği duymuştur.
1990’larda Anadolu Kaplanları, TÜSİAD’a alternatif bir oluşum olan
muhafazakâr MÜSİAD çatısı altında toplanırken, TÜSİAD da demokratikleşme
ve liberalleşme konularını ülke gündeminde tutmanın yolu olarak raporlar
hazırlamak ve kamuoyu oluşturmakla meşguldür. 1995 seçimlerinde 2. ve 3.
sırada en çok oy alan ANAP ile DYP’nin koalisyon oluşturmasını desteklemiş
ve birinci parti olan Refah Partisi’ne karşı açık bir tavır almıştır. Böylece
1996’da kurulan ANAYOL hükümetine destek vererek, kökten dinci bir partiyi
iktidarda istemediğini net bir biçimde ortaya koymuştur. Ancak, aynı yıl Refah
Partisi’nin ANAYOL Hükümeti’nin güven oylaması sonucunu, Anayasa
Mahkemesi’ne iptal istemi ile taşıması ve Mahkeme’nin güvenoyu kararını iptal
etmesi ile yeni hükümet Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi’nin koalisyonunda
kurulmuştur. Bu durum karşısında TÜSİAD, seçim sisteminin değiştirilmesini
ve erken seçim yapılmasını talep ederek yine gündem oluşturmuştur. TÜSİAD
1996 tarihli Seçim Sistemi Tartışması ve İki Turlu Seçim Sistemi başlıklı
raporunu, bu gerilim ortamında hazırlamıştır. 1997’de ise Türkiye’de
Demokratikleşme Perspektifleri ve yine aynı yıl Ombudsman Kurumu
İncelemesi raporları ile Yerel Yönetimler Yasa Taslağı’nı kamuoyu ile
paylaşmıştır. 1997’de ise Refah-Yol Koalisyonuna karşı gerçekleştirilen 28
Şubat sürecini desteklemiştir.
1996–2002 yılları arasında Türkiye’de 5 ayrı hükümet kurulduğu
66
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
görülmektedir. Bunlardan ANAP-DYP Hükümeti üç ay; RP-DYP Hükümeti bir
yıl; ANAP-DSP-DTP koalisyonu on sekiz ay; Ecevit’in kurduğu 56. Hükümet
beş ay ve DSP-MHP-ANAP koalisyonunun kurduğu 57. Hükümet ise iki yıl altı
ay görevde kalabilmiştir. Dolayısıyla 1990’lı yıllar, siyasal ve ekonomik
istikrarsızlıkların en yoğun yaşandığı on yıl olmuştur. Bir yanda da ekonomide
1994 krizinin yarattığı sorunlarla boğuşmak zorunda kalan TÜSİAD, serbest
piyasa ekonomisinin rayında gitmesini sağlayacak en önemli iki unsuru; siyasal
istikrar ile ekonomik istikrarı kaybetmiştir. Türk lirasının döviz karşısında
sürekli değer yitirdiği ve faizlerin son derece değişken olduğu bu dönemde
TÜSİAD, “Dünya Çapında Bir Performansa Doğru” ve “Türkiye İçin Yeni Bir
Orta Vadeli İstikrar Programına Doğru” (1995) başlıklı iki rapor ile “1980
Sonrasında Kaynakların Kamu ve Özel Sektör Arasında Paylaşımı ve
Sonuçları” ile “Türkiye’de Kamu Harcamaları ve Kamu Borçlanması” (1996)
raporlarını yayınlamıştır. Aynı yıl yayınlanan seçim sistemine ilişkin raporla
birlikte ele alındığında, bu dönemde TÜSİAD’ın istikrar arayışlarının
yoğunlaştığı dikkat çekmektedir.
1990’lar sona ererken TÜSİAD, AB, Gümrük Birliği, rekabet hukuku,
şirket birleşmeleri, Türkiye’de demokratik standartların yükseltilmesi,
demografik dönüşümler ve iki turlu dar bölge seçim sistemleri gibi geniş bir
yelpazede yer alan konularda çok sayıda rapor ile ülke gündemindeki yerini
korumaya devam etmiştir. Bundan sonra, TÜSİAD ve genel olarak burjuvazi,
dönemin istikrarsızlığını, 3 Kasım 2002 Genel Seçimlerinde AKP iktidarını ve
bu iktidarın sunduğu yeni hegemonya projesini destekleyerek, kendi sınıf
çıkarları lehine çözecektir.
KAYNAKÇA
Adaklı, Gülseren, “Popüler İkon Olarak Sermayedar: Sakıp Sabancı”, Praksis, Sayı: 4, 2001, s.
242-266.
Aktan, Coşkun Can, 21. Yüzyıl İçin Yeni Bir Devlet Modeline Doğru: Optimal Devlet- Kamu
Ekonomisinin ve Yönetiminin Yeniden Yapılanmasına ve Küçültülmesine Yönelik
Öneriler, TÜSİAD, İstanbul 1995.
Alkan, Haluk, “Türkiye’de İşadamı Örgütleri ve Devlet”, Birikim, Sayı: 114, 1998, s. 43-62.
Arat, Yeşim, “Politics and Big Business: Janus Faced Link to the State”, Strong State and
Economic Interest Groups: The Post-1980 Turkish Experience, (Ed. Metin Heper),
Walter de Gruyter, New York 1991.
Arcayürek, Cüneyt, Cüneyt Arcayürek Anlatıyor, Cilt 8, Karacan Yayınları, Ankara 1986.
Arın, Tülay, “Anayasal İktisat ve Refah Devleti: TİSK ve TÜSİAD’ın Asgari Devlet Raporlarının
Eleştirisi”, Ekonomide Durum, (Bahar-Yaz, 3-4) 1997, s. 91-97.
Aydın, Saadet “Yeni Yasal Düzenlemeler Işığında Yerel Yönetimlerde Yeniden Yapılanma”,
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 2005-2, Sayı:11, s. 33-48.
Bali, Rıfat N., “Sivil Toplum Hareketinin İki Zaafı: İşadamları ve Elitizm”, Birikim, Sayı: 130,
S. GÜZELSARI – S. AYDIN
Türkiye’de Büyük Burjuvazinin Örgütlü Yükselişi: …
67
2000, s. 33-42.
Bianchi, Robert, Interest Groups and Political Development in Turkey, Princeton University
Press, Princeton 1984.
Boratav, Korkut, “Türkiye’de Burjuvazinin Yapısı ve Siyasi İktidarla İlişkileri”, Marksizm ve
Gelecek, Sayı 1 (Haziran), 1989.
Bayramoğlu, Sonay “Küreselleşmenin Yeni Siyasal İktidar Modeli: Yönetişim”, Praksis, Sayı: 7,
2002, s. 85-116,
Buğra, Ayşe, Devlet ve İşadamları, İletişim Yayınları, İstanbul 1997.
Çoban, Aykut, “Küreselleşmeye Karşı Olmak: Olanaklar ve Sınırlılıklar”, Praksis, Sayı 7 (Yaz
2002), s.117-164.
Erdoğan, Oğuzhan “TÜSİAD, MÜSİAD ve Devlet”, Star Gazetesi, 23 Eylül 2010.
Ercan, Fuat, “Çelişkili bir Süreklilik Olarak Sermaye Birikimi”, Praksis, Sayı: 5, 2002, s. 25-75;
Ercan, Fuat, “Türkiye’de Kapitalizmin Süreklilik İçinde Değişimi (1980-2004)”, Türkiye’de
Kapitalizmin Gelişimi, (Haz. Demet Yılmaz vd.), Dipnot Kitabevi, Ankara.
Harvey, David, Yeni Emperyalizm, (Çev. Hür Güldü), Everest Yayınları, İstanbul 2004.
Gülalp, Haldun, Kapitalizm, Sınıflar ve Devlet, (Çev. Osman Akınhay), Belge Yayınları,
İstanbul 1993
Güler, Birgül Ayman “Yönetişim: Tüm İktidar Sermayeye”, Praksis, Sayı:7, 2003, s. 93–116,
Gülfidan, Şebnem, Big Business and State ın Turkey: The Case of TÜSİAD, Boğaziçi
Üniversitesi Press, İstanbul 1993.
Güzelsarı, Selime “Kamu Yönetimi Disiplininde Yeni Kamu İşletmeciliği ve Yönetişim
Yaklaşımları”, Kamu Yönetimi Gelişimi ve Güncel Sorunlar (Der. Öktem, M. Kemal
ve Uğur Ömürgönülşen), İmaj Yayınevi, Ankara, 2004, s. 85–137.
Güzelsarı, Selime, Küresel Kapitalizm ve Devletin Dönüşümü, Sosyal Araştırmalar Vakfı,
İstanbul, 2008.
Koraltürk, Murat, “İmparatorluktan Cumhuriyet’e Türkiye’de Sanayi Sermayesinin
Örgütlenmesi”, 75 Yılda Çarkları Döndürenler (Der. Oya Baydar), Tarih Vakfı
Yayınları, İstanbul 1999, s. 291-298.
Oğuz, Şebnem, “Sermayenin Uluslararasılaşması Sürecinde Mekânsal Farklılaşmalar ve Devletin
Dönüşümü”, Kapitalizmi Anlamak, (Haz. Demet Yılmaz ve diğerleri), Dipnot Yayınları,
Ankara 2006, s.147-212.
Ozan, Ebru Deniz ve Gökten Doğangün, “Devlet-Sivil Toplum: ‘Dikotomik’ Yaklaşım Versus
Ekonomi-Politik Yaklaşım”, Yapı, Pratik, Özne Kapitalizmin Dönüşüm Süreçlerinin
Ekonomi Politik Eleştirisi (Der. Mustafa Kemal Coşkun), Dipnot Yayınları, Ankara,
2009, s. 74–75.
Öncü, Ayşe, “Cumhuriyet Döneminde Odalar”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi,
Cilt. 5, İletişim Yayınları, İstanbul, 1984, s. 1567-1568.
Öngen, Tülin, “TÜSİAD Raporu Üstüne Tartışma”, Marksizm ve Gelecek, Bahar 1997.
Özdinç, Hülya Kendir, “Kamu Yönetimi Reformundan beklentiler: Sermaye Kesiminin
Yerelleşme Talepleri”, 18. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Kamu Yönetiminde Reform, (Der.
Necat Akyıldız vd.), TODAİE, 2009, s. 323–329.
68
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
Poulantzas, Nicos, Classes in Contemporary Capitalism, Lowe and Brydone Printers Ltd,
Thetfort, Nortfolk, 1978.
Saybaşılı, Kemali, “Türkiye’de Özel Teşebbüs ve Ekonomi Politikası”, METU Studies in
Development, Sayı: 13, Güz, 1976, s. 83-98.
Sönmez, Mustafa, Kırk Haramiler: Türkiye’de Holdingler, Gözlem Yayıncılık, İstanbul 1987.
Sözen, Elvan, “Devletin Yeniden Yapılandırılması Sürecinde Sermaye Örgütleri-Devlet İlişkisi:
TÜSİAD Örneği”, 18. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Kamu Yönetiminde Reform, (Der. Necat
Akyıldız vd.), TODAİE, 2009, s. 318–319.
Şen, Mustafa vd., Türkiye Ekonomisinde Yapısal Değişim-Türkiye’de Egemen Sınıflar,
Toplumsal Araştırmalar Vakfı Panel Dizisi, İstanbul 1994.
TÜSİAD, The Turkish Economy 1980, TÜSİAD, İstanbul 1980.
TÜSİAD, 21. Yüzyıla Doğru Türkiye: Geleceğe Dönük Bir Atılım Stratejisi, TÜSİAD,
İstanbul 1991.
TÜSİAD, Turkish Economy Reports 1974–1987.
Tsoukalas, Konstantinos, “Küreselleşme ve ‘İcra Komitesi’: Çağdaş Kapitalist Devlet Üzerine
Düşünceler”, (Çev. Suat Ertüzün), Mürekkep, Sayı 17, 2001, s. 84-97.
Uğur, Aydın ve Haluk Alkan, “Türkiye’de İşadamı-Devlet İlişkileri Perspektifinden MÜSİAD”,
Toplum ve Bilim, Sayı: 85, 2000, s.133-155.
Vorhoff, Karin, “Türkiye’de İşadamı Dernekleri: İşlevsel Dayanışma, Kültürel Farklılık ve Devlet
Arasında”, Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik, (Der. Stefanos Yerasimos vd.,
Çev. Simten Coşar), İletişim Yayınları, İstanbul 2001.
Yalman, Galip, “Türkiye’de Devlet ve Burjuvazi: Alternatif Bir Okuma Denemesi”, Sürekli Kriz
Politikaları-2000’li Yıllarda Türkiye I, (Der. Neşecan Balkan ve Sungur Savran), Metis
Yayınları, İstanbul, 2004, s. 44-75.
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi – Journal of Social Sciences
Cilt / Volume: 2010-1 Sayı / Issue: 20
ÜNİVERSİTEDE BİLGİ KÜLTÜRÜ
-AİBÜ Eğitim Fakültesi ÖrneğiTürkan ARGON ∗, İsmail MENEP∗∗, T. Yalçın BAYRAM ∗∗∗
ÖZET
Bu çalışmada AİBÜ Eğitim Fakültesi’nin bilgiye ulaşma, kullanma, geliştirme ve
paylaşma konularında nasıl bir kültür oluşturduğu öğretim elemanlarının algılarına dayanarak
belirlenmeye çalışılmış ve öğretim elemanlarının görüşlerinin kişisel değişkenlere göre anlamlı
farklılık gösterip göstermediği araştırılmıştır. Bu amaçla 2007–2008 eğitim ve öğretim yılında
AİBÜ Eğitim Fakültesi’nde görev yapan 142 öğretim elemanına “Örgütsel Bilgi Kültürü Ölçeği”
uygulanmıştır. Araştırma sonucunda öğretim elemanlarının örgütsel bilgi kültürü açısından
fakültelerini en olumlu olarak değerlendirdikleri durumlar, fakültedeki öğretim elemanları etik
sınırlar içinde istedikleri konuda araştırma ve yayın yapmaları, bilgiye ulaşma sürecinde etik
ilkelere uymaları ve alanlarıyla ilgili seminer, konferans, sempozyum, kongre vb bilimsel
etkinliklere katılmaları şeklindedir. Fakültenin bilgi kültürü bakımından en zayıf durumları ise
fakültede bilgi paylaşımını özendiren bir örgüt kültürü olmaması, ulaşılan bilgilerin fakültedeki
diğer birey ve gruplarla paylaşılmamasıdır. Kişisel değişkenler bakımından öğretim elemanlarının
görüşlerinde anlamlı fark ortaya çıkmamıştır.
Anahtar Kelimeler: Üniversite, kültür, örgütsel kültür ve bilgi kültürü.
KNOWLEDGE CULTURE IN A UNIVERSITY
-AIBU Education Faculty CaseABSTRACT
The aim of the present study is to investigate the nature of the culture established in
AIBU Education Faculty in relation to access, use, improve and share knowledge referring to the
perceptions of the academic staff and their perceptions were examined whether a significant
difference is observed or not with respect to certain variables related to the academic staff of the
faculty. For the purpose of the present study, the “Organizational Knowledge Culture Inventory”
was completed by (n=142) academic staff of the faculty during the 2007-2008 academic year. The
results of the study indicated that the academic staff perceptions had the highest mean scores in
the following items, as; the academic staff had an opportunity to do research and to make
Yrd.Doç. Dr., AİBÜ Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü BOLU,
E-Posta: [email protected]
∗∗
Öğretmen, MEB
∗∗∗
Öğretmen, MEB
∗
70
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
publications in any topic area within the limits of ethical values, taking into account the ethical
values in accessing knowledge and participating in scientific activities related to their subject
areas as; seminars, symposiums and conferences and etc. However, the lowest mean scores were
related to the items about an organizational culture that have a stimulating atmosphere to share
knowledge and not sharing the knowledge with other individuals and groups in the faculty. Also
no significant differences were found between the demographical characteristics of the academic
staffs and their perceptions.
Keywords: University, Culture, Organizational culture, Knowledge culture.
1. GİRİŞ
1.1. Kültür ve Örgütsel Kültür
Yaşanılan etkileyici değişim, toplumların dünya görüşleri, teknolojileri,
temel değerleri, siyasal, sosyal ve ekonomik yapıları yeniden düzenlenmektedir.
Böylesi bir değişimi kaçınılmaz kılan temel unsur ise bilgidir (Akdemir ve
Çukacı, 2007). Toplumlarda değişim görevini üstlenen kurumların başında
eğitim kurumları, bunlar içinde de üniversiteler en başta gelmektedir.
Üniversitelerin görevlerini yerine getirilebilmelerinde sahip oldukları örgüt
kültürünün payı oldukça fazladır. Etkili bir örgütsel kültür, bilginin kullanıldığı,
üretildiği ve paylaşıldığı bir örgütsel bilgi kültürünü de beraberinde
getirmektedir.
Üzerinde en çok konuşulan ve rahatlıkla kullanabilen kavramlardan biri
olmasına rağmen kültür kavramının ortak bir tanımı bulunmamaktadır. En genel
tanımıyla kültür, insanoğlunun soyut ve somut olarak biriktirebildikleri ile
çağlar öncesinden bugüne getirebildikleridir (Murat, Açıkgöz, 2007). Bunun
yanında kültür, farklı insan gruplarının sahip olduğu farklı yaşam biçimleri
(Terzi, 2000) ile bir toplum tarafından geliştirilmiş inançlar ve paylaşılan temel
değerleri de içine alan standart davranış kalıbı olup (Erdoğan, 1991),
toplumların sahip oldukları onlara has her şey olarak da tanımlanabilmektedir.
Toplumların kendilerine ait, onları diğer toplumlardan ayrılan kültürleri
nasıl varsa bireyler tarafından oluşturulan örgütlerin de kendilerine has, onları
diğerlerinden farklı kılan kültürleri bulunmaktadır. Hem örgütler ve hem de
bireyler kültürel, tarihsel ve psikolojik geleneklere sahiptirler (Ellis ve Maoz,
2003). Kültür kavramında olduğu gibi, örgüt kültürünün yönetim, iletişim,
psikoloji, sosyoloji ve antropoloji gibi farklı disiplinler içindeki araştırmacılar
tarafından çalışılması sonucu söz konusu olguya ilişkin farklı tanımlar ve
görüşler ortaya çıkmıştır (Şişman, 2002; Gizir, 2003; Vural, 2003; Şimşek ve
Fidan, 2005). Khatri’nin deyimiyle (1999, akt: Eren, 2004) örgüt kültürü,
üyelerinin kendilerini ve davranışlarını yorumlayıp değerlendirdiği normlar,
değerler veya kurallar biçiminde ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla örgüt kültürü
aynı örgütte yer alanların tutum, inanç, varsayım ve beklentileri ile bireylerin
davranışları ve bireyler arası ilişkileri belirleyen, faaliyetlerin nasıl
yürütüldüğünü gösteren normlar denetimidir (Erengül, 1997).
T. ARGON - İ. MENEP - T. Y. BAYRAM
Üniversitede Bilgi Kültürü -AİBÜ Eğitim Fakültesi Örneği-
71
Örgüt kültürünün iki temel unsurdan oluştuğu varsayılmaktadır. İlki,
örgüt kültürünün açık belirteçleri olan törenler, öyküler, mitler, seremoniler,
ofis yerleşimi, dekoratif görünümü, örgüt şeması vb.; ikincisi ise örgüt
aktörlerinin anlam kazandırdığı inançlar, amaçlar, değerler, felsefeler, misyon,
vizyon, normlar örgütün anlamı gibi unsurlardır. Örgüte ait inançlar ve temel
değerler örgüt aktörleri tarafından yorumlanarak anlam kazanmaktadır (Mahler,
1997, akt: Akdemir ve Çukacı, 2007). Örgüt kültürü kendilerine özgü kültür ve
alt kültürlere sahip olan küçük birer toplum (Morgan, 1998) olarak kabul
edildiği gibi aynı zamanda toplum kültürünün de bir alt ürünü ya da alt
kültürüdür. Bu nedenle kültür, bir organizasyonun içindeki kişilerin ve grupların
davranışını yönlendiren normlar, davranışlar, inançlar ve alışkanlıklar sistemi
olarak da görülebilmektedir (Eren, 2004). Örgüt kültürü zaman içinde yavaş
yavaş gelişmektedir. Kültürü oluşturan ve geliştiren faktör ise örgüte özgü
gelenekselleşmiş uygulamalar, farklı ve değişik davranım ve tepki biçimleri,
kendine özgü kurallar ve çalışma tarzlarıdır (Bovvditch, 1990).
Biçimsel örgüt yapısı, yönetim sistemleri, bilgi sistemleri, karar verme
biçimleri, haberleşme sitemleri, fonksiyonel politikalar, ahlaksal faktörler gibi
pek çok faktör ve hususlar örgütte kültürlerin oluşması için gerekli olan
inançlar, değerler ve varsayımlar bütününü oluşturmaktadır. Değer, inanç ve
varsayımların bir araya gelmesi ile davranış kalıplarını oluşturan kültür ortaya
çıkar. Bu anlamda örgütsel kültür, örgütün kimliği ve kişiliğini yansıtmaktadır.
Şencan’ın (2008) aktardığına göre bir organizasyonda örgütsel kültür güçlü
olduğu ölçüde kolay gözlenebilir ve tanımlanabilmekte, zayıf olduğu ölçüde ise
varlığından söz etmek zorlaşmaktadır. Bir örgütsel kültürün çalışanların tutum
ve davranışları üzerinde ne ölçüde etkili olduğunu belirlemeye yönelik olan üç
temel faktör, paylaşılan değer ve inançların yoğunluk derecesi, değer ve
inançların personel tarafından benimsenme derecesi ile değer ve inançların açık
bir şekilde tanımlanmış olmasıdır (www.hunersencan.com).
1.2. Üniversitede Bilgi Kültürü
Üniversiteler çağımızın en önemli kurumlarından biri olup temel olarak
eğitim-öğretim işlerinin gerçekleştirildiği, fakat aynı zamanda bilim yapılıp
bilginin üretildiği yerlerdir. Hem bireysel hem kurumsal hem de toplumsal
anlamda vazgeçilmez kurumlardır. Kendi içlerinde ve birbirlerine olan
etkilerinden dolayı günümüzde üzerinde en çok tartışılan kurumlardan biridir.
Bir taraftan gelişim ve kalkınma için vazgeçilmez kurumlar olarak nitelendirilip
göğe çıkartılırken, diğer yandan amaçlarını gerçekleştiremedikleri, etkili,
verimli ve nitelikli çalışmadıkları, ekonominin ihtiyaçlarına cevap veremeyip
nitelikli işgücü yetiştiremedikleri, yapısı, işleyişleri gibi pek çok bakımdan
sürekli sorgulanmakta ve eleştirilmektedirler.
72
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
Örgütsel kültür açısından ele alındığında, üniversitelerin gelişmesinde
oluşturulacak olumlu kültürün etkileri göz ardı edilmemelidir. Çünkü örgütsel
kültür, örgütsel davranışa kılavuzluk eden bir itici güç olup (Ott, 1989),
üniversitenin etkililiğini artırmak için üniversite içerisindeki kültürün de
etkililiğini arttırmak gerekmektedir (Bartell, 2003). Aynı zamanda örgüt
içerisindeki kültür ve iklim bir nevi örgütün kişiliğinin de göstergesidir
(Butcher, 2007). Üniversite kültürü, kurumun zamanla oluşturduğu bir yaşam
tarzı olarak da görülebilir. Üniversitenin tarihi, gelenekleri, personelin
birikimleri, karşılıklı etkileşimleri zamanla okulda, o okula ait bir kültürün
gelişmesine neden olmaktadır. Oluşan kültür sonucunda, nelere değer ve önem
verildiği, nasıl ve neye göre hareket edileceği ortaya çıkmaktadır (Balcı, 2002).
Di Tomoso (1987; akt: Balcı, 2002)’nın sınıflandırmasına göre örgütsel kültür
iki düzeyden oluşmaktadır. Örgütsel bilgi kültürü açısından ele alındığında bu
düzeyler kurumsal ve uygulama düzeyidir. Kuramsal düzey anlamlar,
ideolojiler, gelenekleşmiş anlayış sistemleri ve bilinç dışı yapı sistemlerinden;
uygulama düzeyi normlar, kurallar, davranış standartları, sosyal ilişkiler ve
aktivitelerden oluşmaktadır. Dolayısıyla üniversite içinde oluşturulacak olumlu
bilgi kültürü çalışanların davranışlarına yansıyacak, bilgi kullanılacak,
paylaşılacak ve topluma faydalı olacak şekilde sunulacaktır. Bu çalışmada da
Tunç ve Çelikkaleli (2005)’nin çalışmasın da olduğu gibi üniversitenin kültürel
yapısının uygulama düzeyi üzerinde durulmaya çalışılmıştır.
Üniversitelerin eğitim-öğretim çalışmalarının yanında yaptıkları çalışma
ve araştırmalar ile toplumsal gelişime katkıda bulunarak hizmet işlevini de
yerine getirmesi gerekmektedir. Kendilerinden beklenilen işlevleri yerine
getirebilmeleri için ise bireysel, çevresel ve toplumsal etkilerin göz önüne
alınması gerektiği gibi, nitelik ve nicelik açısından yeterli yapı ve donanıma
sahip olmaları da son derece önemlidir. Belirtilen hizmetlerin yerine
getirilmesinde üniversite yönetimi ve yöneticileri kilit faktör konumundadırlar.
Bu açıdan bakıldığında üniversite yönetiminin bütün kademelerinin iletişime ve
etkileşime, öneri ve beklentilere açık olmaları gerekmektedir (Tunç ve
Çelikkaleli (2005). Diğer yandan bilginin toplum yararına kullanılabilmesi ve
paylaşılması konusunda öğretim elemanlarının tutumları oldukça önemlidir.
Clark (1994; akt: Tunç ve Çelikkaleli, 2005) üniversitelerde
gerçekleştirilen akademik etkinliğin özünü, araştırma süreçleri ile bilgiye
ulaşmak ve bunları yayın ve öğretim yolu ile topluma yaymak oluşturmaktadır.
Çünkü öğretim elemanının bilgiye ulaşmanın yanında, ulaştığı bilgileri diğer
bireylerle paylaşarak onların da düşüncelerini ve yeterliklerini geliştirmelerine
katkıda bulunma sorumluluğu bulunmaktadır (Bourdieu, 1997). Bu açıdan
değerlendirildiğinde öğretim elemanlarından beklenen, akademik çalışmalarını
etkileşim içinde sürdürmeleri ve gerekli konularda bilgi alışverişi yapmalarıdır.
Kurumda paylaşım kültürünün oluşmasında iletişimin ve etkileşimin önemi
oldukça büyüktür. Çünkü iletişim ve etkileşim hem kültürün oluşmasına
yardımcı olmakta hem de sistemin olumlu şekilde işlemesine katkıda
T. ARGON - İ. MENEP - T. Y. BAYRAM
Üniversitede Bilgi Kültürü -AİBÜ Eğitim Fakültesi Örneği-
73
bulunmaktadır. Personel ilişkileri, haberleşme ve iletişim sağlayıp programa
destek ve kılavuzluk da etmelidir (Anthony, Kritsonis & Herrington, 2007).
Diğer yandan üniversite bilgi kültürünün korunup geliştirilmesinde çalışanlar
oldukça etkilidir. Bunun en güzel örneği, örgüte yeni katılan bireylerin
davranışlarını şekillendirirken kurumda çalışmakta olan bireylerin davranışlarını
kendilerine örnek almalarıdır (Anderson, Slattery & Selvarajan, 2006).
Üniversitelerde gerçekleştirilmeye çalışılan işletme yönetimi ve
rekabetçi kültür anlayışı, bilginin paylaşılması sürecinin önünde önemli bir
engel oluşturmaktadır. Başkalarının öne çıkabileceği düşüncesiyle konu
sahiplenmeleri, eleştirilerini bilimsel gerekçeler yerine bireysel yargılara
dayandırmalar ne yazık ki rekabetçi kültürün uygulamadaki sonuçlarıdır (Tunç
ve Çelikkaleli, 2005). Bu durumda üniversitelerdeki rekabetçi anlayış bilginin
topluma hizmet etmesini engellemekte, akademisyenlerin bireysel fayda elde
edebileceği bir meta haline dönüşmektedir. Kurulacak etkili bir örgütsel bilgi
kültürü ile bu sorun aşılabilmektedir. Öte yandan üniversitelerde akademik
yükseltme kriterlerinin yapısı ve performans değerlendirmelerin yapılma şekli,
paylaşım kültürünün oluşmasına da engel olabilmektedir. Çünkü kriterler ve
değerlendirme sistemleri akademisyenleri bireysel fayda elde etmeye
yönlendirmekte ve bireysel amaçların örgütsel amaçların üzerinde görülmesine
neden olmaktadır. Ayrıca kuruma yeni gelen bireylerin de olumlu bilgi
kültürüne sahip olmalarında çalışanlar arasındaki sosyal etkileşimin varlığı göz
ardı edilmemelidir. Bu durumda üniversitelerde bilgi kültürünü etkileyen
faktörlerin tespit edip, kontrol altında tutmak ve geliştirici etkinliklerde
bulunmak büyük önem kazanmaktadır.
Belirtilen gerekçeler doğrultusunda yapılan bu araştırma ile Abant İzzet
Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nin bilgiye ulaşma, kullanma, geliştirme
ve paylaşma konularında nasıl bir kültür oluşturduğu öğretim elemanlarının
görüşlerine dayanarak belirlenmeye çalışılmıştır. Yapılan araştırma ile
fakültedeki öğretim elemanlarının hangi konulara öncelik verdiği, hangi
konuları önemsediği, fakültede nelerin yeterli ya da yetersiz olduğu konularında
önemli bilgiler edinilecektir. Böylece örgütsel bilgi kültürü ile ilgili
eksikliklerin belirlenip giderilmesi ve bu kültürün geliştirilmesi adına neler
yapılabileceği konusuna ışık tutabilecektir.
1.3. Araştırmanın Amacı
Bu araştırmada Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nin
örgütsel bilgi kültürüne ilişkin öğretim elemanlarının görüşleri belirlenmeye
çalışılmıştır. Bu genel amaç doğrultusunda araştırmada aşağıdaki sorulara cevap
aranmıştır:
1- Eğitim Fakültesi’nin oluşturduğu örgütsel bilgi kültürüne ilişkin
74
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
öğretim elemanlarının algıları nasıldır?
2- Öğretim elemanlarının örgütsel bilgi kültürüne ilişkin algıları cinsiyet,
unvan, mesleki kıdem ve üniversitede geçirilen kıdem değişkenlerine
göre anlamlı fark göstermekte midir?
2. YÖNTEM
2.1. Araştırma Modeli
Öğretim elemanlarının bilgiye ulaşma, kullanma, geliştirme ve
paylaşma etkinliklerini ne düzeyde yerine getirdiklerini var olan şekliyle
belirlemeyi amaçlayan bu çalışma tarama modelindedir. Tarama modeli,
geçmişte ya da halen var olan bir durumu var olduğu şekliyle betimlemeyi
amaçlayan araştırma yaklaşımlarına verilen isimdir (Karasar, 2005).
2.2. Araştırma Evreni
Araştırma evrenini 2007–2008 öğretim yılında Abant İzzet Baysal
Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde görev yapmakta olan 142 öğretim elemanı
(profesör, doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi, öğretim görevlisi,
okutman) oluşturmaktadır. Araştırma evren üzerinde gerçekleştirilmiştir.
Araştırmaya katılan öğretim elemanlarının kişisel özelliklerine ilişkin bilgiler
Tablo 1’de verilmiştir.
Tablo 1: Öğretim Elemanlarının Kişisel Bilgilerine İlişkin Dağılımlar
Kişisel Bilgiler
Kadın
Cinsiyet
Erkek
Prof. Dr- Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Unvan
Arş. Gör.
Öğretim Gör.
1–5 yıl
6–10 yıl
Mesleki Kıdem
11–15 yıl
16–20 yıl
20 ve üstü
1–5 yıl
6–10 yıl
Üniversitedeki Kıdem
11–15 yıl
16–20 yıl
f
43
52
8
59
20
8
17
20
46
7
5
29
41
23
2
%
45.3
54.7
8.4
62.1
21.1
8.4
17.9
21.1
48.4
7.4
5.3
30.5
43.2
24.2
2.1
Tablo 1’e göre öğretim elemanlarının %54,7’si erkek, %45,3’ü
kadındır. Unvan açısından bakıldığında araştırmada %62,1 ile yardımcı
doçentlerin çoğunlukta olduğu görülmektedir. Yardımcı doçentleri, %21,1
araştırma görevlileri, %8,4’erlik yüzdeliklerle profesör doktor ve doçentler ile
öğretim görevlileri izlemektedir. Mesleki kıdem açısından %48,4 ile11-15 yıl
arası çalışanlar çoğunluktadır. Onları %21,1 ile 6-10 yıl, %17,9 ile 1-5 yıl, %7,4
T. ARGON - İ. MENEP - T. Y. BAYRAM
Üniversitede Bilgi Kültürü -AİBÜ Eğitim Fakültesi Örneği-
75
ile 16-20 yıl, %5,3 ile 20 yıl ve üzeri çalışanlar takip etmiştir. Üniversitedeki
kıdem açısından bakıldığında ise %43,2 ile 6-10 yıl arası çalışanlar çoğunlukta
olup, bu grubu %30,5 ile 1-5 yıl, %24,2 ile 11-15 yıl arası çalışanlar
izlemektedir.
2. 3. Veri Toplama Aracı
Araştırmada veri toplama aracı olarak, öğretim elemanlarının örgütsel
bilgi kültürü düzeylerini belirleyebilmek için Tunç ve Başaran (2004) tarafından
geliştirilen “Örgütsel Bilgi Kültürü Ölçeği” kullanılmıştır. Ölçeğin geçerlik
güvenirlik çalışmaları araştırmacılar tarafından yapılmış, yapı geçerliği faktör
analizi 0,47 ile 0,86 arasında değiştiği görülmüş, Cronbach alpha güvenirlik
katsayısı .96 olarak hesaplanmıştır. 38 maddeden oluşan ölçekten elde edilen
toplam puan üzerinden değerlendirme yapılamaktadır. Yüksek puan öğretim
elemanlarının çalıştıkları fakültelerin örgütsel bilgi kültürünü olumlu yönde
algıladıklarını; puanın düşmesi ise algılamanın olumsuz yönde olduğunu
göstermektedir. Ölçekten alınabilecek en yüksek puan 190; en düşük puan ise
38’dir. Ölçek 5’li Likert tipinde hazırlanmıştır. Bu araştırmada ölçeğin
Cronbach alpha güvenirlik katsayısı .89 olarak hesaplanmıştır.Araştırmada
öğretim elemanlarının kişisel bilgilerini toplamak için kişisel bilgi formu
kullanılmıştır.
2. 4. Verilerin Analizi
Elde edilen verilen SPSS programı ile analiz edilmiştir. Öğretim
elemanlarına ait kişisel bilgilerin analizi için yüzde ve frekans yöntemi
kullanılmıştır. Birinci alt problemde öğretim elemanlarının örgütsel bilgi
kültürüne ilişkin algıları için ölçek maddelerinin aritmetik ortalama ve standart
sapmaları incelenmiştir. İkinci alt problemde öğretim elemanlarının görüşlerinin
kişisel değişkenlere göre anlamlı düzeyde farklılık gösterip göstermediğini
belirlemek amacıyla cinsiyet değişkeninde t-testi; unvan, mesleki kıdem ve
üniversitede geçirilen kıdem değişkenlerine yönelik, üç değişkene göre örgütsel
bilgi kültürünün anlamlı düzeyde bir farklılık gösterip göstermediğini
belirlemek için ise Kruskall Wallis kullanılmıştır. Araştırmaya katılan profesör
unvanına sahip 1 kişi bulunması nedeniyle bu katılımcı doçentlerle birlikte
ölçme işlemine tabi tutulmuştur.
76
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
3. BULGULARI VE TARTIŞMA
3.1. Öğretim Elemanlarının Örgütsel Bilgi Kültürüne İlişkin Görüşleri
Öğretim elemanlarının örgütsel bilgi kültürüne ilişkin algıları, ölçek
maddeleri bazında her bir maddeden aldıkları puanların aritmetik ortalama ve
standart sapma değerleri Tablo 2’de verilmiştir.
Tablo 2: Öğretim Elemanlarının Örgütsel Bilgi Kültürü Puanlarının Aritmetik
Ortalamaları ve Standart Sapma Değerleri
No
Ölçek Maddeleri
1. Fakülteye sürekli alınan yayınlar ve kütüphanedeki kaynaklar yeterlidir.
2. Fakültenin bilgi üretme kapasitesi zamanla gelişmektedir
3. Fakültede bilgisayar, internet, laboratuar vb teknolojik altyapı, bilgiye ulaşmak için yeterlidir.
4. Fakültedeki öğretim elemanları, eğitsel etkinliklerde yeni bilgi ve teknolojileri kullanırlar
5. Fakültede varolan bilgiler, amaçlar doğrultusunda etkili biçimde kullanılır
6. Fakültede elde edilen bilgiler yeni çalışmalar ve araştırmalarda kaynak olarak kullanılır
7. Fakültedeki öğretim etkinlikleri, bilgi üretme etkinlikleriyle (araştırmalar) uyumlu olarak sürdürülür
8. Fakültede bilgi paylaşımını özendiren bir örgüt kültürü vardır
9. Fakültede ulaşılan bilgiler fakültedeki diğer birey ve gruplarla paylaşılır
10. Fakülte, tüm çalışanları ve öğrencileriyle bir bütün olarak bilgi toplumu (bilginin sürekli
geliştirildiği, kullanıldığı, paylaşıldığı toplum) özelliğine sahiptir
11. Fakültede, öğretim elemanları varolan bilgi birikimini geliştirecek ve yenilerini ekleyecek nitelikte
çalışmalar yaparlar
12. Fakültedeki, öğretim elemanları etik sınırlar içinde, istedikleri konuda araştırma ve yayın
yapabilirler
13. Fakültede, öğretim elemanları bilgiye ulaşma sürecinde etik ilkelere uyarlar
14. Fakülte öğretim elemanları, kendilerinden daha düşük unvan ya da kıdeme sahip olanların bilgi
üretmelerini ve paylaşmalarını kısıtlayıp, engellemez
15. Fakültede, yöneticiler araştırma ve yayın yapmayı özendirir
16. Fakültede yöneticiler, yaratıcı ve yenilikçi olmayı özendirir
17. Fakültede, öğretim elemanlarına, bilgiye yaptıkları katkı oranında değer verilir
18. Fakültede farklı düşünce ve anlayışlara saygı gösterilir
19. Fakültede yeni bilgi ve anlayışlar kolayca benimsenir
20. Fakültenin başarısının, yeni bilgilerin üretimine bağlı olduğu kabul edilir
21. Fakültede, bilgi üreten bireylerin, özgür olmasının gereğine inanılır
22. Fakültede bilimsel bilginin üstünlüğüne inanılır
23. Fakültede entellektüel sermayeye (beyin gücüne) önem verilir
24. Fakültenin bilgi üretme vizyonu (ufuk) idari ve akademik çalışanlarca paylaşılır
25. Fakültenin bilgi üretme misyonu (amaç) tüm idari ve akademik çalışanlarca paylaşılır
26. Fakültede yapılan araştırmaların ve etkinliklerin amacı, varolan bilgilere yenisini eklemektir
27. Fakültenin vizyonu ile öğretim elemanlarının vizyonu birbirine uygundur
28. Fakültede, öğretim elemanlarının yeni bilgiler öğrenmeleri ve kendilerini geliştirmeleri özendirilir
29. Fakültede öğretim elemanları, gelecekte olası bilimsel ve teknolojik gelişmelere göre kendilerini
geliştirir
30. Fakültede bilgi üreten bireyler ödüllendirilir
31. Fakülte, alanlarında yeni bilgi ve düşünce üretecek kapasitede öğretim elemanlarına sahiptir
32. Yöneticiler, bilgi üretme sürecini destekleyecek yeterliktedir
33. Fakültede öğretim elemanları ve öğrenciler öğrenme sürecinde aktiftirler
34. Fakültedeki öğretim elemanları, alanlarıyla ilgili seminer, konferans, sempozyum, kongre vb.
bilimsel etkinliklere katılır
35. Fakültede, geçmişte örnek alınabilecek başarılı çalışmalar yapılmıştır
36. Fakültede, alanla ilgili diğer fakültelerin ve örgütlerin çalışmaları ve etkinlikleri izlenir
37. Fakültede üretilen bilgi, hedeflenen grupların anlayabileceği biçimde bilimsel yayınlara
dönüştürülür
38. Fakültede, alanla ilgili, varolan sorunları çözmeye yönelik araştırmalar yapılır
0
2,41
2,91
2,65
2,72
2,68
2,61
2,62
2,18
2,23
ss
,905
,912
,987
,964
1,01
,978
,929
,983
1,07
2,44
,968
2,84
,954
3,23
3,23
,955
,955
3,02
2,61
2,49
2,61
2,59
2,66
2,71
2,75
2,74
2,68
2,63
2,54
2,85
2,69
2,64
1,05
1,00
,985
1,11
1,05
1,06
1,08
1,02
1,09
,953
,916
1,01
1,00
,978
,866
2,72
2,37
2,87
2,77
2,98
,955
1,01
1,03
,921
,927
3,23
2,97
2,76
,860
,933
,902
2,80
2,59
,916
,921
Tablo 2 incelendiğinde öğretim elemanlarının algılarına göre, AİBÜ
Eğitim Fakültesi’nde değerlendirilen en olumlu durumlar 0 =3.23 ile aynı
ortalamaya sahip m12, m13, m34’dir. Buna göre fakültedeki öğretim
T. ARGON - İ. MENEP - T. Y. BAYRAM
Üniversitede Bilgi Kültürü -AİBÜ Eğitim Fakültesi Örneği-
77
elemanları, etik sınırlar içinde istedikleri konuda araştırma ve yayın yapabilme;
bilgiye ulaşma sürecinde etik ilkelere uyma ve alanlarıyla ilgili seminer,
konferans, sempozyum, kongre vb bilimsel etkinliklere katılma maddelerini
olumlu olarak değerlendirmişlerdir. Bu durumdan öğretim elemanlarının
bilimsel araştırma ve çalışmalara ile bu çalışmalar sürecinde etik olmaya önem
ve öncelik verdikleri, ayrıca bu tür çalışmalara katılım düzeylerinin yüksek
olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum personelin kişisel gelişimlerini
önemsediklerinin ve bilimsel çalışmaları yakından takip ettiklerinin de bir
göstergesi sayılabilir.
Bu üç durumu en yakında 0=3.02 (m14) ile fakülte öğretim elemanları
kendilerinden daha düşük unvan ya da kıdeme sahip olanların bilgi üretmelerini
ve paylaşmalarını kısıtlayıp, engellemez maddesi takip etmektedir. Bu
durumdan hiyerarşik düzende unvan ve kıdem olarak üst düzeyde olan öğretim
elemanlarının, fakültede bilgi üretimi ve paylaşımı yönünden alt unvandakileri
engellemedikleri anlaşılmaktadır.
Öğretim elemanlarının görüşlerine göre, fakültenin bilgi kültürü
bakımından en zayıf durumları; fakültede bilgi paylaşımını özendiren bir örgüt
kültürü olmaması (m8, 0= 2.18), fakültede ulaşılan bilgilerin fakültedeki diğer
birey ve gruplarla paylaşılmaması (m9, 0=2.23) durumlarıdır. Her iki maddenin
birbirine yakın değerlerde çıkması fakültede elde edilen bilgilerin paylaşılması
ve özendirici bir bilgi kültürünün istenilen düzeyde olmadığını göstermektedir.
Ayrıca bu durum fakültede iletişim ve paylaşım ortamının da çok yeterli
olmadığının, paylaşım kültürünün zayıflığının göstergesi sayılabilir. Yapılan
araştırmalar sonucunda örgütsel kültürün iletişimi etkilediği gibi, örgütteki
iletişimin de kültürü inşa etmede ve değiştirmede merkezi bir rol üstlendiğini
göstermektedir (Kowalski, 2000). Pacanowsky ve Trujillo-O’Donell (1982)
çalışmalarında, örgütsel yaşamda var olan iletişim modeline bakarak örgüt
kültürünün anlaşılabileceğini belirtmişlerdir. Ayrıca örgütteki iletişim bilgi
kültürü ile ilgili öğelerin örgüt çalışanlarına iletilmesinde ve benimsetilmesinde
önemli rolü vardır. Kültür ve iletişim birlikte, çalışanların örgütsel davranışını
etkilemekte, iletişim örgüt kültürünün daha derin seviyelerde anlaşılmasını
sağlamaktadır (Kowalski, 2000). Diğer yandan bu iki durumun, fakültede en
olumlu olarak değerlendirilen maddelerle çelişkili olması ise oldukça dikkat
çekicidir. Çünkü fakültedeki öğretim elemanları, hem bilimsel gelişime açık
olup bilimsel araştırmaları yakından takip etme durumunu üst düzeyde olumlu
değerlendirmekte hem de sahip oldukları bilgiyi paylaşma durumunun daha
düşük ortalamaya sahip olduğunu belirtmektedirler. Bu durum fakültedeki bilgi
kültürü açısından oldukça düşündürücüdür. Sonucun böyle çıkmasının belki de
en önemli nedenlerinden biri üniversitelerde akademik yükseltme kriterlerinin
yapısı ve performans değerlendirmelerin yapılış şekli olabilir. Çünkü
akademisyenlerin yükselip kariyer yapmaları için hazırlanan kanun çalışanları
ne yazık ki çalışanları bireyselliğe yöneltmektedir.
78
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
Bu iki durumu (m30, 0=2.37) bir diğer düşük ortalamayla fakültede
bilgi üreten bireylerin ödüllendirilmesi maddesi takip etmektedir. Üretilen
bilginin değer bulmaması, ödüllendirilmemesi çalışanların bilgi paylaşımını da
olumsuz etkileyecektir. Çünkü akademisyen değer görmeyen, itibar edilemeyen
bilgiyi paylaşmak istemeyebilirler. Benzer olumsuzluk (m16, 0=2.49) fakülte
yöneticilerinin yenilikçi ve yaratıcı olmayı özendirmesi durumunda da
görülmektedir. Çünkü öğretim elemanları fakülte kültürü bakımından
ortamlarını, diğer durumlara göre bu madde de düşük düzeyde
değerlendirilmişlerdir. Hâlbuki bir eğitim kurumunda başarı için her şeyden
önce akademik başarıya değer verilip, yüksek performans beklentileri taşıyan ve
işbirlikçi ilişkileri ön planda tutan bir kültürün oluşturulması gerekmektedir
(Grenberg ve Baron, 2000).
Akademisyenlerin ölçeğe verdikleri cevaplar diğer maddelerde
değerlendirildiğinde birbirine yakın ortalamalara sahip olup, orta düzeyde
değerlendirildikleri görülmektedir. Örneğin fakültede farklı düşünce ve
anlayışlara saygı gösterme (m18, 0=2.59) ve yeni bilgi ve anlayışları kolayca
benimseme (m19, 0=2.66) durumları orta düzeyde görülmektedir. Hâlbuki
üniversite gibi üst düzey bir öğrenim kademesinde akademisyenlerin
farklılıklara açık, değişik düşünce ve anlayışları kabullenmelerinin daha kolay
olması beklenilmektedir. Diğer yandan değişim ve gelişim ihtiyacının farklı
düşüncelerin olduğu yerde ortaya çıkmasının daha kolay olduğu da
unutulmamalıdır. Bu açıdan bakıldığında akademisyenler fakültelerini orta
düzeyde değerlendirmektedirler.
Diğer maddelere bakıldığında, fakültede yapılan araştırmaların ve
etkinliklerin amacı var olan bilgilere yenisini ekleme (m26, 0=2.85) ve
fakültenin başarısının yeni bilgilerin üretimine bağlı olduğu kabul etme (m20,
0=2.71) durumlarının da akademisyenlerce orta düzeyde değerlendirildiği
görülmektedir. Bu durumdan akademisyenlerin bilgi üretimi konusunda bir
miktar bireysel davrandıkları söylenebilir. Zaten akademisyenlere göre
yöneticiler hem bilgi üretme sürecini destekleme (m32, 0=2.77) hem de
araştırma ve yayın yapmayı özendirme (m15, 0=2.61) durumunda da orta
düzeyde yeterlidirler. Bu araştırmada orta düzeyde çıkan durumlar Tunç ve
Çelikkaleli (2005)’nin bir başka üniversitede yaptıkları araştırmada ise en
olumlu durumlar olarak belirlenmiştir. Belirtilen noktalar çalışma ortamında
istenilen bir durumlar değildir. Çünkü çalışanların yöneticileri tarafından
desteklenmeleri ve akademik çalışmaları için özendirilmeleri, onların hem
güdülenmeleri hem de performanslarının artırılması açısından son derece
önemlidir.
Akademisyenlerin bilgi kaynakları ve teknolojik alt yapı açısından
fakültelerini değerlendirmelerine bakıldığında, fakülteye sürekli alınan
yayınların ve kütüphanedeki kaynakların çok yeterli olmadığı (m1, 0=2.41);
fakültede bilgisayar, internet, laboratuar vb. teknolojik altyapının bilgiye
T. ARGON - İ. MENEP - T. Y. BAYRAM
Üniversitede Bilgi Kültürü -AİBÜ Eğitim Fakültesi Örneği-
79
ulaşmak için istenilen yeterlikte olmadığı (m3, 0=2.65) ve öğretim
elemanlarının eğitsel etkinliklerde yeni bilgi ve teknolojileri tam olarak
kullanmadıkları (m4, 0=2.72) anlaşılmaktadır. Bu durumda fakültenin alınan
yayınlar ve teknolojik donanım açısından istenen düzeyde olmadığını
göstermektedir. Benzer sonuç, Tunç ve Çelikkaleli (2005)’nin araştırmasında da
tespit edilmiştir. Hâlbuki bilgi çağı diye adlandırılan bu çağda bilgiye ulaşmak,
bilimsel çalışmaları takip edebilmek ve etkili öğretim sınıfları oluşturabilmek
için bilimsel kaynaklar ve teknoloji oldukça önemli yer tutmaktadır. Bu çağda
kitle iletişim araçları, telekomünikasyon ve bilgisayar sistemleri iç içe geçmiş
durumdadır (Uğur, 2002). Ne yazık ki ülkemizde çoğu eğitim kurumunun,
özellikle de üst düzeyde yeterli olması beklenilen üniversitelerin, bu tip fiziksel
donanım bakımından çok da yeterli olmadığı bilinen bir gerçektir. Buna rağmen
gerekli alt yapı ve kaliteye bakılmaksızın ülkemizde yeni üniversitelerin
açılmasına devam edilmesi ise düşündürücü bir gerçektir. Diğer yandan çalışma
ortamında yetersizliğinin akademisyenlerin moral ve motivasyonlarını
düşüreceği de göz ardı edilmemelidir. Tunç ve Çelikkaleli (2005)’nin de
araştırmasında bu çalışmadakine paralel sonuca ulaşılmıştır.
3.2. Öğretim Elemanlarının Örgütsel Bilgi Kültürüne Yönelik Görüşlerinin
Kişisel Bilgilere Göre Değerlendirilmesi
3.2.1. Cinsiyet Değişkenine Göre
Öğretim elemanlarının cinsiyet değişkenine göre örgütsel bilgi
kültürüne yönelik görüşleri Tablo 3’de verilmiştir.
Tablo 3: Öğretim Elemanlarının Örgütsel Bilgi Kültürüne Yönelik Görüşlerinin
Cinsiyete Göre Karşılaştırılmasına İlişkin t- Testi Sonuçları
Cinsiyet
Kadın
Erkek
N
43
52
Ortalama
103.21
100.92
S
26.20302
24.43386
sd
t
p
93
.439
.661
Tablo.3 incelendiğinde örgütsel bilgi kültürü konusunda öğretim
elemanlarının görüşleri cinsiyet değişkenine göre .05 düzeyinde anlamlı
farklılık göstermemektedir (p>.05). Bu durumda kadın ve erkek
akademisyenlerin, örgütsel bilgi kültürü açısından fakültelerine ait
düşüncelerinin benzer olduğu anlaşılmaktadır. Tunç ve Çelikkaleli (2005)’nin
araştırmasında ise bu araştırmanın aksine kadın ve erkek akademisyenlerin
birbirinden farlık düşündükleri görülmektedir.
3.2.2. Unvan Değişkenine Göre
Öğretim elemanlarının unvan değişkenine göre örgütsel bilgi kültürüne
yönelik görüşleri Tablo 4’de verilmiştir.
80
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
Tablo 4: Öğretim Elemanlarının Örgütsel Bilgi Kültürüne Yönelik Görüşlerinin
Unvana Göre Karşılaştırılmasına İlişkin Kruskal- Wallis H Testi Sonuçları
Unvan
N
Sıra Ortalama
Prof. Dr. - Doç. Dr.
Yrd. Doç. Dr.
Arş. Gör.
Öğr. Gör.
8
59
20
8
28.62
51.04
48.52
43.62
sd
χ2
p
3
4.881
.181
Cinsiyet değişkeninde olduğu gibi unvan değişkeninde de öğretim
elemanlarının görüşlerinde .05 düzeyinde anlamlı farklılık görülmemiştir
(p>.05). Bu durumdan tüm unvandaki öğretim elamanlarının fakültelerindeki
bilgi kültürüne ait algılarının benzer olduğu söylenebilir. Tunç ve Çelikkaleli
(2005)’nin araştırmasında da bu araştırmada olduğu gibi, unvan değişkenine
göre görüşlerin değişmediği tespit edilmiştir.
3.2.3. Mesleki Kıdem ve Üniversitedeki Mesleki Kıdem Değişkenlerine
Göre
Öğretim elemanlarının mesleki kıdem ve üniversitedeki kıdem
değişkenlerine göre örgütsel bilgi kültürüne yönelik görüşleri Tablo 5’de
verilmiştir.
Tablo 5: Öğretim Elemanlarının Örgütsel Bilgi Kültürüne Yönelik Görüşlerinin
Mesleki Kıdem ve Üniversitedeki Kıdeme Göre Karşılaştırılmasına İlişkin
Kruskal- Wallis H Testi Sonuçları
Üniversitedeki
Kıdem
Mesleki
Kıdem
Değişkenler
1–5 yıl
6–10 yıl
11–15 yıl
16–20 yıl
20 yıl ve üstü
1–5 yıl
N
17
20
46
7
5
Sıra Ortalama
34.65
48.82
49.17
38.21
5.3
29
44.14
6–10 yıl
41
48.98
11–15 yıl
23
53.93
16–20 yıl
2
15.75
sd
χ2
p
3
4.714
.194
3
4.425
.219
Tablo 5’de Kruskal-Wallis H-testi sonuçları incelendiğinde, öğretim
elemanlarının örgütsel bilgi kültürü konusundaki görüşlerinin hem mesleki
kıdem (χ2(3)=4.714; p>.05) hem de üniversitedeki kıdem (χ2(3)=4.425; p>.05)
düzeylerine göre farklılaşmadığı görülmektedir. Bu bulgular doğrultusunda
öğretim elemanlarının örgütsel bilgi kültürü konusundaki görüşlerinin hem
mesleki kıdem hem de üniversitedeki kıdem açısından benzer olduğu şeklinde
yorumlanabilir.
4. SONUÇ VE ÖNERİLER
Araştırmada aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır:
T. ARGON - İ. MENEP - T. Y. BAYRAM
Üniversitede Bilgi Kültürü -AİBÜ Eğitim Fakültesi Örneği-
81
Fakültedeki öğretim elemanlarının örgütsel bilgi kültürü açısından
fakültelerini en olumlu olarak değerlendirdikleri durumlar; fakültedeki öğretim
elemanları etik sınırlar içinde istedikleri konuda araştırma ve yayın yapmaları,
öğretim elemanlarının bilgiye ulaşma sürecinde etik ilkelere uymaları ve
öğretim elemanlarının alanlarıyla ilgili seminer, konferans, sempozyum, kongre
vb bilimsel etkinliklere katılmaları şeklindedir.
Fakültenin bilgi kültürü bakımından en zayıf durumları ise fakültede
bilgi paylaşımını özendiren bir örgüt kültürü olmaması, ulaşılan bilgilerin
fakültedeki diğer birey ve gruplarla paylaşılmaması durumlarıdır. Bu iki
durumu en yakından fakültede bilgi üreten bireyler ödüllendirilmesi maddesi
takip etmektedir.
Akademisyenlerin ölçeğe verdikleri diğer maddeler birbirine yakın
ortalamalara sahip olup, bu maddelerin orta düzeyde değerlendirildikleri tespit
edilmiştir. Örneğin fakültede farklı düşünce ve anlayışlara saygı gösterme, yeni
bilgi ve anlayışları kolayca benimseme, fakültenin başarısının yeni bilgilerin
üretimine bağlı olduğu kabul etme, bilgi kaynakları ve teknolojik alt yapı
açısından fakültelerini değerlendirmelerine bakıldığında, fakültelerini orta
düzeyde algıladıkları görülmüştür.
Öğretim elemanlarının cinsiyet, unvan, mesleki kıdem ve üniversitedeki
kıdem değişkenleri, örgütsel bilgi kültürüne yönelik görüşlerinde anlamlı fark
ortaya çıkarmamıştır.
Araştırma sonuçları doğrultusunda; fakültede bilginin paylaşılması ve
geliştirilmesine yönelik olarak öğretim elemanlarının iletişimlerini
geliştirmelerine yönelik etkinliklerin düzenlenmesi, yöneticilerin öğretim
elemanlarının çalışmalarını desteklemeleri ve ödüllendirmeleri, fakültenin
teknolojik alt yapı olarak zenginleştirilmesi fakültenin örgütsel bilgi kültürünün
geliştirilmesine yönelik olumlu katkılar sağlayabilir.
KAYNAKÇA
Akdemir, B.; Y. C. Cukacı, (2005). “Örgüt Kültürü Değerleriyle Örgütsel Öğrenme Düzeyi
Arasındaki İlişkinin Belirlenmesi ve Bir Araştırma”. Sosyal Siyaset Konferansları. İnt.
Adr.http://www.calisma.org/index.php?option=com_conten
t&task=view&id=2171&Itemid=61, İndirilme tarihi: 14.05.2008
Anderson, J.; T. T. Selvarajan; J. Slattery. (2006). “Influences of New Employee Development
Practices on Temporary Employee Work-Related Attitudes”. Human Resource
Development Quarterly. 17 (3): 279-303.
Anthony, D. T.; A.W. Kritsonis, E.D. Herrington. (2007). “An Analysis of Human Resource
Management: Involving Administrative Leadership as a Means to Practical Applications:
National Focus”, The Lamar University Electronic Journal of Student Research.
Spring 2007.
82
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
Awbrey, S.M. (2005). “General Education Reform As Organizational Change: Integrating
Cultural and Structural Change”. The Journal Of General Education, 54 (1): 1–21.
Balcı, A. (2002). Etkili Okul Okul Geliştirme Kuram Uygulama ve Araştırma. (3. Baskı).
Ankara: PegemA Yayınları
Bartell, M. (2003). “Internationalization of Universities: A University Culture-Based
Framework”. Higher Education, 45: 43–70.
Bourdieu, P. (1997). Toplumbilim Sorunları. Çev: I. Ergüden, İstanbul: Kesit Yayıncılık.
Bovvditch, J., A.F. Buono (1990). A Primer on Organizational Behavior, Newyork: John
Wiley and Sons.
Butcher, J. (2007). “Human Resource Management: Managerial Efficacy In Recruiting and
Retaining Teachers- National Impications”. The Lamar University Electronic Journal
of Student Research. Summer, 2007.
Clark, K. (1994). “Knowledge Ethics and the New Academic Culture”. Change, 26(1): 8–15.
Doğan, B. (1997). Örgüt Kültürü, İstanbul: Beta Basım Yayın.
Ellis, D. G. ve Maoz, I. (2003). “A Communication and Cultural Codes Approach to
Ethnonational Conflict”. The International Journal of Conflict Management. 14: 255–
272.
Erdoğan, İ. (1991). İşletmelerde Davranış. İstanbul: İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi
Yayın No: 242.
Eren, E. (2004). Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi. İstanbul: Beta Basım Yayın.
Erengül, B. (1997). Kültür Sihirbazları. İstanbul: Evrim Yayınevi.
Gizir, S. (2003). “Örgüt Kültürü Çalışmalarında Yöntemsel Yaklaşımlar.” Kuram ve
Uygulamada Eğitim Yönetimi. 35: 374–397.
Grenberg, J. V. ve R. A. Baron. (2000). Behavior in Organizations. Englewood Cliffs: PrenticeHall.
Karasar, N. (2005). Bilimsel Araştırma Yöntemi. Ankara: Nobel Yayınları.
Khatri, N. (1999). “ Emerging Issues in Strategic HRM in Singapore” International Journal of
Manpwer. 20 (8): 516–529.
Kowalski, T. J. (2000). “Cultural Change Paradigms and Administrator Communication”.
Contemporary Education. 71 (2): 4–12.
Pacanowsky, M. E. ve Trujillo-O’Donell, N. (1982). “Communication and Organizational
Culture”. The Western Journal of Speech Communication. 46: 115–130.
Morgan, G. (1998). Yönetim ve Örgüt Teorilerinde Metafor. Çev: G.Bulut. İstanbul: BZD
Yayıncılık.
Murat, G. ve B. Açıkgöz. (2007). “Yöneticilerin Örgüt Kültürü Algılamalarına İlişkin Bir Analiz:
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Örneği.” ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi. 3 (5): 1-20.
Ott, J. S. (1989). “The Organizational Culture Perspective”, (Chapter 3). Organizational
Culture: Concepts, Definitions, and a Typology). Chicago: Dorsey Press
Şimşek, N., M. Fidan. (2005). Kurum Kültürü ve Liderlik. Konya: Tablet Kitabevi.
Şişman, M. (2002). Örgütler ve Kültürler. Ankara: Pegem A Yayıncılık.
Terzi, A. R. (2000). Örgüt Kültürü. Ankara: Nobel Yayınları
Tunç, B. ve Ö. Çelikkaleli. (2005). “Üniversitede Bilgi Kültürü: Mersin Üniversitesi Eğitim
T. ARGON - İ. MENEP - T. Y. BAYRAM
Üniversitede Bilgi Kültürü -AİBÜ Eğitim Fakültesi Örneği-
83
Fakültesi Örneği”. Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi. 1 (2): 181-195.
Uğur, A. (2002). Kültür Kıtası Atlası. İstanbul: YKY Yayınları.
Vural, B. A. (2003). Kurum Kültürü. İstanbul: İletişim Yayınları.
www.hunersencan.com/files/orgutsel_kultur_metin.doc
indirilme
tarihi:
24.05.2008
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi – Journal of Social Sciences
Cilt / Volume: 2010-1 Sayı / Issue: 20
ULUSLARARASI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ MODELİ OLARAK
FIDIC İNŞAAT İŞLERİ SÖZLEŞME ŞARTLARI
Yrd. Doç. Dr. Tunay KÖKSAL∗
Özet
İnşaat projelerine ilişkin uyuşmazlıkların hızlı, hatta mümkünse çıktığı anda şantiyede
çözülebilmesini temin edebilecek alternatif uyuşmazlık çözüm mekanizmalarına, özellikle de
uluslararası inşaat projelerinde inşaat sektörünün ihtiyacı bulunmaktadır. Modern bir ihale
sistemi, başvuran isteklilerin etkili bir ön yeterlilik değerlendirrnesine alınmasıyla başlamalı ve
yüksek kaliteli ihale dökümanlarına dayanan bir ihale prosedürü ve işveren ile müteahhit arasında
gelecekteki muhtemel riskleri adil olarak dağıtan dengeli sözleşme şartları ile devam etmelidir.
Abstract:
Construction Industry needs alternative dispute settlement mechanisms which are able
to solve rapidly the disputes relating to especially international construction projects, even in the
construction site as far as they emerge. A modern tender system shall begin with an efficient
evaluation of the pre-qualification of applicants, and proceed with a tender procedure based on
high quality tender documents, and carry on with the balanced conditions of contract which fairly
distributes possible risks of future among the employer and the contractor.
Giriş
Ülkemizde bir şahsın arsasının üzerine bir kaç dairelik apartman
yaparak işe başlayan yap-satçı müteahhitler ile halen dünyanın her yerinde en
son teknolojileri kullanarak mühendislik şaheseri inşaat eserlerini vücuda
getiren uluslararası inşaat firmalarımız bir anlamda aynı kefeye konulmak
suretiyle her ikisi de “müteahhit” adı altında değerlendirilmektedir.
Bu makalede, FIDIC tip sözleşme ve şartnamelerinin içeriği ayrıntılı
biçimde incelendikten sonra, uluslararası inşaat işleri için FIDIC modeline
uygun bir genel müteahhitlik sözleşmesi modeli önerisine yer verilmektedir.
∗
Atılım Üniversitesi Uluslararası Ticaret ve Lojistik Hukuku Öğretim Üyesi.
86
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
A. Genel Olarak FIDIC
“1913 yılında İsviçrenin Lozan kentinde kurulmuş bulunan “Fédération
Internationale des Ingéniurs Conseils” (Müşavir Mühendisler Uluslararası
Federasyonu) ve “Fédération Internationale du Bátiment et des Travaux
Publics” (Konut ve Bayındırlık İşleri Uluslararsı Federasyonu) adlı iki meslek
örgütü, FIDIC Tip Sözleşmelerini müştereken hazırlayarak 1957 yılında ilk
baskısını yapmışlardır” (Türegün, a.g.e., s.254).
FIDIC’in üyeleri, Türk Müşavir Mühendisler ve Mimarlar Birliği de
dahil 67 ülkenin ulusal müşavir mühendis birlikleridir. Federasyon, dünya
teknik müşavirlik kurallarını hazırlamakta ve ilgili dökümanları
yayınlamaktadır.
EFCA (Avrupa Müşavir Mühendis Birlikleri Federasyonu), 1992
yılında kurulmuştur ve 24 Avrupa ülkesinden 25 ulusal müşavir mühendis
birliğini çatısı altında toplamaktadır. Bağımsız bir mesleki organizasyon olan
EFCA, müşavir mühendislik-mimarlık hizmetlerini etkileyen direktiflerin ve
tüzüklerin hazırlanması, meslek ve toplum için adil olabilmesi için Avrupa
Birliğini temsil eden organizasyonlarla sürekli iletişim içindedir.
“FIDIC Tip Sözleşmeleri, 1969 yılında “Asya ve Batı Pasifik
Müteahhitleri Birlikleri Uluslararası Federasyonu” tarafından ve 1971 yılında
“Amerika Birleşik Devletleri Genel Müteahhitler Birliği” ve “Uluslararası
Amerikan İnşaat Endüstrisi Federasyonu” tarafından kabul ve tasdik
protokollerinin imzalanması sonucunda kesin biçimde uluslararası bir hüviyete
kavuşmuştur” (Türegün, a.g.e., s.254).
FIDIC sözleşmelerinin ilk baskısından sonra, zaman içerisinde
uygulamanın getirdiği tecrübeler sonucunda bazı önemli değişiklikleri içeren
yeni baskıları yayınlanmıştır. FIDIC, kendi tip sözleşmelerini hazırlarken
İngiltere’deki “Institute of Civil Engineers” (ICE) tarafından 1945 yılında ilk
baskısı yayınlanmış olan tip sözleşmelerden esinlenmiştir. Benzer biçimde ICE,
1991 yılında 6’ncı baskısını yayınlandığı tip sözleşmelerini hazırlarken,
FIDIC’in 1987’de yayınlanan 4’üncü baskı tip sözleşmelerinden esinlenmiştir
(Türegün, a.g.e., s.254; bu konuda bkz. Corbett, E.C.: 4’üncü FIDIC Pratik
Hukuk Klavuzu). Diğer bir deyişle, İngilizlerin Tip ICE sözleşmeleri ve
İsviçrelilerin Tip FIDIC sözleşmeleri, hemen hemen aynı hükümleri içeren
inşaat sözleşmeleridir.
Teknik şartname ve çizimlerde inşaat işlerinin kapsam ve niteliği açık
bir şekilde tanımlandığı gibi, yapım işlerinin hukuki dayanağını oluşturan inşaat
projesinin istenen zamanda ve bütçe dahilinde tamamlanabilmesi için her
aşamanın nasıl gerçekleştirileceği, risk ve sorumlulukların neler olduğu açık ve
kesin bir şekilde tanımlanmalıdır. 1987 yılında yayınlanan ve “Kırmızı Kitap”
olarak bilinen FIDIC İnşaat İşleri İdari Şartnamesinin 4’üncü baskısı,
uluslararası inşaat işlerinde çok yaygın bir biçimde kullanılmakta olup,
T. KÖKSAL
Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC …
87
müteahhit ile iş sahibi arasında adil bir risk dengesi kurduğundan dolayı, dünya
çapında çok sayıda büyük ölçekli altyapı projesinin başarıyla tamamlanmasına
katkı sağlamıştır.
FIDIC’in 1987 baskı İnşaat İşleri İdari Şartnamesi, 1996 yılında
değişikliğe uğrayarak, yapım işlerinin yürütülmesi sırasında sözleşme tarafları
arasında doğan anlaşmazlıkların çözümünde bir araç olarak kullanılacak olan
Anlaşmazlık Çözüm Kurulunu düzenleyen bir ek yayınlanmıştır. Zira, son
zamanlarda uygulamada gözlemlendiği üzere, işveren idareler sözleşmelere özel
koşullar eklemek suretiyle taraflar arasında başlangıçta sağlanmış bulunan risk
dengesini müteahhit aleyhine bozacak uygulamalara yaygın biçimde
başvurmaya başlamışlardır. Bu türden uygulamalar ise, kaçınılmaz olarak
sözleşmenin yürürlüğü süresince işveren idare ile müteahhit arasında uzun süren
anlaşmazlıkların doğmasına yol açmaktadır.
1972 yılından beri yurt dışında inşaat projeleri üstlenmekte olan
müteahhitlik firmalarımız, gerek katıldıkları uluslararası rekabete açık
ihalelerde ve gerekse yabancı bir ülkede işveren idare ile inşaat sözleşmesi
aktederlerken, karşılarına çoğu zaman FIDIC Tip Sözleşmeleri ve Şartnameleri
çıkmaktadır. Ayrıca, gerek yabancı sermayedarların ülkemizde yapmakta
oldukları yatırımın inşaat bölümü ile ilgili yapım sözleşmelerinin, gerekse
Dünya Bankası ve benzeri uluslararası kredi kuruluşlarından veya yabancı
bankaların kurduğu kredi konsorsiyumlarından sağlanan kredilerle yapılacak
inşaat işleri ile ilgili inşaat sözleşmelerinin FIDIC tip sözleşmelerini esas
almaları, çoğu zaman yabancı işveren ve uluslararası kredi kuruluşları
tarafından talep edilmektedir.
“Ayrıca, FIDIC tip sözleşmelerinin uluslararası karakteri, bu
sözleşmelerin sadece uluslararası ihalelerde kullanılmasını veya ulusal
ihalelerde kullanılmamasını gerektirmemektedir. Nitekim bazen de, uluslararası
olarak ihaleye çıkartılarak FIDIC sözleşmelerinin uygulanması öngörülmüş
ihalelerde, ihaleyi kazanacak müteahhidin yerli veya yabancı olması durumuna
göre, işverenin FIDIC şartları üzerinde oynadığı hallere rastlanmıştır. Bu
durumla ilgili bir örnek olay, Erzincan Depremi Rehabilitasyon ve Yeniden
Yapılandırma Projesinde yaşanmıştır. Bu projede FIDIC’in “Mühendis
Kararları” başlıklı mühendis kararlarına karşı işverenin veya müteahhidin
hakeme gitme prosedürünü düzenleyen 67.1’nci maddesi, “ihtilafların halli”
başlığı altına sokulmak suretiyle, müteahhit veya sorumlu ortağı yabancı ise
ihtilafın Uluslararsı Ticaret Odası (ICC)’nın Tahkim Kurallarına göre hakem
mahkemesinde; eğer müteahhit Türk firması ise Ankara mahkemelerinde
halledilmesi yolunda değişik bir usul yaratılmıştır. Bu projede, Erzincan’da
Türk müteahhitleri, FIDIC şartları dahilinde inşaat işlerini tamamlamışlar ve
netice itibariyle FIDIC sözleşmesi uluslararası bir inşaat işinin değil,
başlangıçta uluslararası olarak ihaleye çıkmış fakat neticede ulusal ihaleye
dönüşmüş bir inşaat projesinin sözleşmesi olarak uygulanmıştır” (Türegün,
88
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
a.g.e., s.255).
FIDIC, 1999 yılında İnşaat İşleri İdari Şartnamesinin 5.baskısını
yayınlamıştır. FIDIC, 1999 yılında şartnamelerin sistematiğinde bazı
değişiklikler yaparak inşaat sözleşmeleri için dört örnek şartname yayınlamıştır.
Bu dört şartname de 20’şer madde olarak düzenlenmiştir. Hiçbiri henüz
Türkçe’ye çevrilmemiş olan bu kitaplardan en çok bilineni ve kullanılanı 5’inci
baskısı yapılan kırmızı kitaptır. FIDIC’in 1999 baskı örnek şartnameleri
aşağıdaki gibidir:
İnşaat İşleri İçin Sözleşme Şartları
1. İnşaat İşleri İdari Şartnamesi (Conditions of Contract for
Construction): “Kırmızı Kitap” da denilen bu şartname, ihale ve inşaat
sözleşmesinin temel ilkelerini tespit etmektedir. Bu şartnamede işin projesinin
işveren tarafından hazırlanıp veya hazırlatılıp müteahhide inşaat işinin
yapıtırılması öngörülmektedir.
2. (Endüstriyel) Tesis ve Tasarla-Yap Modeli İşler için İnşaat
Sözleşmesi Şartları (Conditions of Contract for Plant and Design-Build):
“Sarı Kitap” da denilen bu şartname, tasarımı ve inşaatı veya montajı müteahhit
tarafından yapılacak olan yapım ve mühendislik işlerinde kullanılmak için
hazırlanmıştır.
3. Mühendislik, Satın Alma, Yapım/Anahtar Teslimi Projeler için
İnşaat Sözleşmesi Şartları (Conditions of Contract for EPC/ Turnkey):
“Gümüş Kitap” da denilen bu şartname, enerji santrali, fabrika veya arıtma
tesisi gibi anahtar teslimi yapılacak işler için önerilmektedir.
4. Kısa Sözleşme (Short Form of Contract): “Yeşil Kitap” da denilen
bu şartname, önceki şartnamelere göre farklı bir düzenleme öngörmektedir. Bu
farklı düzenlemeye göre FIDIC, sözleşme bedeli 500.000 ABD Dolarından daha
az olan ve 6 ayda bitirilmesi öngörülen bina veya herhangi bir mühendislik işi
için kontrolörlük hizmetlerinin işveren idare tarafından yapılabileceğini kabul
etmek suretiyle, inşaat işinin kontrolörlüğü için müşavir mühendis istihdamını
zorunlu kılmamıştır.
Yukarıda kısaca tanıtılan kitaplar (şartnameler) iki kısımdan
oluşmaktadır. Birinci kısım, sözleşmelerde yer verilmesi gereken genel ilkelere
yer verirken; ikinci kısım ise, her ihalede işin özelliği esas alınarak birinci
kısma uygun olarak hazırlanacak özel şartların hazırlanmasına rehberlik edecek
niteliktedir. Yapılan değişiklikler ile şartnameler sistematik olarak hem
birbirlerine daha uyumlu hale getirilerek, birinci kısımları 20 madde olarak
düzenlenmiş hem de ikinci kısımları madde ve başlık olarak birinci kısım ile
ilişkilendirilmiştir.
T. KÖKSAL
Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC …
89
Ülkemizdeki yapım işlerinde daha çok Kırmızı Kitap uygulanmaktadır.
EIC’ye göre, uluslararası finans kuruluşları ve kalkınma bankaları;
yalnızca tasarım, fiziksel engeller, yapılacak işin miktarı, sözleşme
teminatlarının tutarı ve geçerlilik süreleri, belgelendirme yöntemleri ve ödeme
koşulları gibi anahtar unsurlarda işveren ile müteahhit arasında dengeli bir risk
dağılımı sağlamış olan yapım sözleşmelerini kullanmalıdır (EIC, Mavi Kitap,
s.29).
Uluslararası finans kuruluşlarının standart ihale belgeleri ve FIDIC
standart sözleşme belgeleri gibi standart sözleşme koşullarının uygulanmasını
talep ettiği durumlarda, ihale kurallarının işveren idareyi genel şartlardan
sapmamak hususunda yükümlü tutması çok önemlidir. Çünkü bu genel şartlar
büyük ölçüde dengeli bir risk dağılımı sağlamaktadır (EIC, Mavi Kitap, s.29).
FIDIC 1999 EPC/Anahtar Teslim Projeler için Sözleşme Şartları
(Gümüş Kitap)’nın uygulanması halinde, bu standart sözleşme şekli, geleneksel
dengeli risk paylaşımı yaklaşımından farklı olup; bu nedenle çoğu durumda
uygulanabilir değildir.
FIDIC’in 1999 yılında yayınlanan 5’inci baskı standart sözleşme
şekillerini esas alan ve dengeli risk dağılımı sağlayan yapım sözleşmelerinin
geliştirilmesi amacıyla EIC, “FIDIC 1999 Yeni Kitapları için EIC Müteahhit
Klavuzu” başlıklı bir seri kitap yayınlamıştır. Bu EIC Klavuzları, FIDIC
standart sözleşmelerinin belli başlı risklerine ve eksikliklerine değinmek
suretiyle, bir sözleşmenin yürürlüğe girmesinden önce kullanılmak üzere
müteahhitler ve sözleşmenin diğer tarafları için faydalı bir kontrol listesi
sunmaktadır.
Ayrıca, sözleşme şartları arasında, taraflarca zorunlu kabul edilecek
bağlayıcı bir Anlaşmazlıkların Halli Kurulu ve uluslararası tahkimin
kullanılması yönünde hükümler yer almalıdır. Bu hükümler dava sürecinin
bertaraf edilebilmesi açısından işveren idareler ve müteahhitler için uygun
araçlardır. Uluslararası tahkim yolunun seçilmesi halinde ise, uluslararası
tahkim tarafından verilen karar, işveren idarenin bağlı bulunduğu devletin
yetkililerinin onayına tabi olmamalıdır. Ancak, bu hususta önemli bir sorun, çok
sayıda gelişmekte olan ülkenin halen 1958 tarihli “Yabancı Tahkim Kararlarının
Tanınması ve Tenfizine İlişkin New York Sözleşmesi”ni onaylamamış
olmasıdır. Kaldı ki, onaylamış olsalar bile kimi zaman bu ülkeler, tahkim
kararlarını tanımamaktadırlar. EIC’nin önerisi, krediyi alan ülkenin yaptığı
kredi anlaşmalarına, “kredi alan ülkenin, tahkim kararlarını nihai ve geri
dönülmez olarak kabul edeceği” hükmünün ilave edilmesidir. Kaldı ki, bu
türden özel bir hükmün kredi sözleşmesine konulmasına rağmen “ulusal
mevzuatın uluslararası anlaşmalara göre öncelikle geçerli olduğu” ileri
sürülerek tahkim kararının tartışılacağı durumlar yine de ortaya çıkabilir. Böyle
bir durumun ortaya çıkması halinde, proje kredisini sağlayan uluslararası finans
90
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
kuruluşları, krediyi alan ülkeye doğrudan müdahele etmeye hazırlıklı
olmalıdırlar (EIC, a.g.e., s.30).
Sözleşme özel şartları, yalnızca projeyi ve ilgili ülkenin özel koşullarını
düzenlemek amacıyla kullanılmalı ve bazen uygulamada rastlanıldığı gibi,
riskleri yeniden dağıtmak için kullanılmamalıdır. Bu amaçla, proje finansörü
uluslararası kuruluşlar tarafından kredi anlaşmalarına “özel şartlara hüküm
eklenerek genel şartlarda belirtilen risk dağılımından sapma yapılamayacağı”
şartı konulmalıdır. Ayrıca, proje finansörü uluslararası kuruluşlar, bu türden
sapmalar içeren ihale belgelerini onaylamamalı ve sonuç olarak işveren idareler,
sapmaların meydana gelmeyeceğine dayanarak teklif veren müteahhitleri
ihaleden men etmemelidirler (EIC, a.g.e., s.30).
Ayrıca, FIDIC şartnameleri ile tanımlanan ihale eki, uluslararası
standartlar uyarınca doldurulmalı ve maktu zararlar, kesin teminatlar ve benzeri
hususlar için müteahhide ek yük getirilmemelidir (EIC, a.g.e., s.30).
B. FIDIC Şartnamelerinin Kısımları ve Öngördükleri İnşaat Sözleşmesi
Biçimi
“FIDIC Başkanı Julian S.Tritton, şartnamenin 1957 yılında yayınlanan
ilk baskısının tanıtımında FIDIC şartnamelerinin amacını, “risklerin iş sahibi ile
müteahhit arasında adilane biçimde dağılımını sağlamak” olarak ifade etmiştir.
Bu bağlamda, FIDIC şartnamelerininin bir denge kurmayı, hatta ağırlıklı olarak
müteahhidin
işveren
karşısında
ezilmesini
önlemeyi
hedeflediği
gözlemlenmektedir” (Türegün, a.g.e., s.256).
Bu çalışmada, FIDIC Şartnameleri arasında temel kitap niteliğinde olan
“İnşaat İşleri İdari Şartnamesi” (Kırmızı Kitap)’nin gerek yurt dışında Türk
müteahhitlerinin katıldığı uluslararası ihalelerde gerekse ülkemizdeki
uluslararası ihalelerde ağırlıklı olarak örnek alınan 1987 tarihli 4’üncü baskısı
incelemeye esas alınmıştır. Ancak yeri geldikçe, henüz Türkçe’ye çevrilmemiş
olan 1999 yılında yayınlanan 5’inci baskı Kırmızı Kitaptaki düzenlemeler
hakkında da açıklamalara yer verilmiştir.
“Tritton, inşaat sözleşmelerinin dünyadaki tatbikatından edinilen
tecrübelerin bir ürünü olan FIDIC şartnamelerinin birçok hükümlerinin istikrarlı
şekilde uygulanan genel hükümler olduğunu, bazı hükümlerin ise inşaat işinin
bulunduğu mahal ve şartlara göre zaruri olarak değişeceklerini ve bu nedenle
FIDIC şartnamelerinin birincisi Genel Şartlar, ikincisi ise Özel Uygulama
Şartları olmak üzere iki kısımdan oluştuğunu açıklamıştır” (Türegün, a.g.e.,
s.256).
“Bu iki kısma daha sonra özellikle liman inşaatlarında bahis konusu
olacak olan “Tarama ve Dolgu’ işleriyle ilgili olarak bir üçüncü kısım ilave
edilmiştir ki, bu kısım bazen de ikinci kısmın sonunda yer almaktadır. Bu
T. KÖKSAL
Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC …
91
üçüncü kısımda, birinci ve ikinci kısımlarda yer alan ve tarama ve dolgu
faaliyetlerinin özellikleri ile bağdaşmayan bazı hükümlerin ne şekilde
değiştirileceği ve yerlerine ne gibi hükümler konulabileceği açıklanmıştır”
(Türegün, a.g.e., s.256). Ancak, bu üçüncü kısmın tatbikatı nadir olduğu için,
içeriğine bu çalışmanın kapsamında yer verilmeyecektir. FIDIC ayrıca teklif
(tender) ve ekini, kısa bir standart sözleşme metnini de hazırlamıştır.
“FIDIC Şartnamelerinin birinci ve ikinci kısımlarını birbirlerinden
ayırmak mümkün değildir. Uluslararası kabul görmüş ana kurallar ile teçhiz
edilmiş olan birinci kısım ile, işin yapılacağı yerdeki jeolojik şartların yanısıra o
ülkedeki sosyo-ekonomik şartları, işverenin işe müdahale arzusunun sınırlarını,
işin tamamının veya kısım kısım teslimi gibi değişken şartları içeren ikinci
kısım, birlikte tek bir FIDIC şartnamesini oluşturmaktadır” (Türegün, a.g.e.,
s.257).
“FIDIC, mahalli şartlara uygun hale getirilmeleri için ikinci kısımda
yapılacak değişikliklerin hangi birinci kısım maddelerine yönelik olmaları
gerektiğini tavsiye mahiyetinde gösteren bir ikinci kısım da yayınlamıştır.
Ancak uygulama göstermektedir ki, Kısım II Özel Uygulama Şartları, yerel
şartların gerektirdiği özel şartlar olarak değil, işverenin kendi arzu ve iradesi
doğrultusunda Kısım I Genel Şartlarda kendisinin lehine yapmak istediği tüm
değişiklikleri içeren şartlar olarak karşımıza çıkmaktadır” (Türegün, a.g.e.,
s.257).
Birinci kısım “Genel İdari Şartname” başlığı altında 72 madde ve bu
maddelerin 160 alt maddesinden oluşmaktadır. Bu kısımda bir inşaat
sözleşmesinin nasıl düzenleneceği hakkında temel ilkeler belirlenmiştir.
İkinci kısım ise “Özel İdari Şartname ve Hazırlama İlkeleri” başlığı
altında, birinci kısımdaki ilkelerden hareketle, işverenlerin her bir ayrı inşaat
sözleşmesinde işin ve yerel şartların gereği nasıl bir düzenleme
yapabileceklerini tavsiye niteliğinde örnek olarak açıklamaktadır.
FIDIC şartnamelerinin birinci kısmının sonunda açıkça ikinci kısma atıf
yapılarak, bazı maddelere ilave yapılabileceği, bazı maddelerde değişiklik
yapılabileceği kabul edilmiştir. Buna ilaveten birinci kısmın mühendisin
görevleri ve yetkileri ile ilgili “2.1”inci alt maddesi ile sözleşmenin dili ve
uygulanacak hukuk hakkındaki “5.1”inci alt maddesinde ikinci kısma açıkça atıf
yapılarak, uygulayıcıların bu maddeleri yapılacak işin özelliğine göre
düzenlemeleri istenmiştir.
Taraflar genel şartlarda dahi çıkartma veya eklemeler yapabilirler.
Ancak bu durumda FIDIC genel şartlarında iş sahibi-mühendis-müteahhit
üçlüsü arasında oluşturulan hassas dengelerin bozulmamasına çalışılmalıdır.
FIDIC genel ve özel şartları, inşaat sözleşmelerinde taraf olacaklara tavsiye
niteliğinde olup bağlayıcı hukuki değeri yoktur.
92
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
Yapılacak ilave ve değişiklikleri, işin niteliğine göre işveren tespit
edecektir. İşverenin özel hukuk gerçek kişisi veya tüzel kişisi olması halinde bu
hususta önemli bir sorun çıkmaz. Ancak, işverenin kamu hukuku tüzel kişisi
olması ve yapılacak inşaat işinin finansmanının şartlı kredi olarak temin edilmiş
olması halinde, şartnamenin birinci kısmında değişiklik yapılırken göz önünde
tutulması gereken iki önemli husus vardır: Bunlardan birincisi, krediyi sağlayan
kuruluşun, şartnamede yapılacak değişiklikleri onaylamasıdır. İkincisi ise,
yapılacak değişikliğin kamu yararına olması ve yürürlükteki mevzuat tarafından
bu değişikliğe cevaz verilmesidir.
Uluslararası kredi anlaşmalarında kredi sağlayan kuruluşlar, daha
başlangıçta ihale işlemlerinin uluslararası rekabete açık bir şekilde ve FIDIC
şartnamelerine uygun olarak yapılmasını şart koşsalar bile, temel ilkelere bağlı
kalınmak şartıyla, işveren idarenin yaptığı görüşmeler sonunda şartnamelerde
birçok değişiklik yapılmasını kabul etmektedirler. Örneğin ülkemizde
Karayolları Genel Müdürlüğünün yaptığı birçok ihalede, şartnamelerde birçok
değişiklik yapıldığı ve bu ihalelerin karma özellik gösterdiği gözlenmektedir.
FIDIC şartnameleri, temelde bir özel hukuk sözleşmesi olan inşaat
sözleşmesinin tabi olacağı hükümleri düzenlediği için tarafların anlaşması
şartıyla sözleşme ve şartnamelerde işin her aşamasında değişiklik yapılması söz
konusu olabilir. Oysaki kamu adına ihale yapan yetkililer, özel bir işveren değil
kamunun temsilcisidirler ve sorumlulukları kamuya karşıdır. FIDIC Genel İdari
Şartnamenin (Kırmızı Kitabın) 51-52’nci maddelerinde “iş değişiklikleri”
düzenlenmiştir. Bu maddelere göre, mühendis, işe başladıktan sonra önceden
öngörülmeyen işle ilgili bir takım yeni imalat ve benzerlerinin yapılmasını
müteahhitten isteyebilir. Müteahhit, mühendisin bu taleplerini yerine getirmek
zorundadır. Bu hususta müteahhite tanınan itiraz hakkı sınırlıdır.
Birinci kısımda yeralan genel hükümlerin, somut bir inşaat sözleşmesi
hazırlanırken eldeki bu sözleşmeye, olayın şartlarına göre adapte edilmesini
kolaylaştıran ikinci kısım hükümleri, uygulamasını kolaylaştırdıkları birinci
kısım hükümleri ile aynı madde numaralarını taşırlar.
İkinci kısım hükümlerini, genellikle bir açıklama ve çoğu zaman verilen
örnekler izlemektedir. Bu biçimdeki bir sunuş, söz konusu inşaat sözleşmesini
hazırlayacak kişiler için, standart formun pratikteki kullanımını artırmaktadır.
FIDIC şartnameleri, uluslararası ihale konusu işlerde genel kullanım
için tavsiye edilmekle birlikte, ulusal düzeydeki ihalelerde de kullanıma
uygundur.
FIDIC şartnameleri hazırlanırken, bazı maddelerin genelde
uygulanacağı bazılarının ise işlerin özelliğine ve yerine göre değişikliklere
uğratılması gerekeceği kabul edilmiştir. Genel İdari Şartnamede yer verilen
genelde uygulanacak maddeler, normal olarak hazırlanan inşaat sözleşmesi
metinlerine, hazırlandıkları gibi dahil edilebilmelerini kolaylaştıracak bir
T. KÖKSAL
Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC …
93
şekilde basılmışlardır.
Genel İdari Şartname, maddelerin karşılıklı numaralanması suretiyle
ikinci kısım özel idari şartnameyle bağlantılandırılmış; böylece birinci ve ikinci
kısımların birlikte oluşturdukları idari şartname, tarafların haklarının ve
görevlerinin tamamını kapsar bir bütünlük kazanmıştır.
İkinci kısım, her özgün sözleşmeye uyacak şekilde özel olarak
oluşturulmalıdır. Tarama ve bazı arazi islah işleri söz konusu ise ikinci kısıma
özel bir özen gösterilmelidir.
FIDIC Genel İdari Şartname (Birinci Kısım) ve Özel İdari Şartname
(İkinci Kısım), tarafların haklarının ve görevlerinin tamamını kapsayan bir
bütünlük kazanmıştır. Bu nedenle ikinci kısım için standart bir form
üretilmemiştir; zira ikinci kısmın her ihale için ayrıca hazırlanması gerekecektir.
Bu bağlamda FIDIC’in yayınladığı Özel İdari Şartname Klavuzunun amacı,
çeşitli maddeler için gerekirse seçenekler vermek suretiyle bu konuda yardımcı
olmaktır.
İkinci kısım maddelerine aşağıdaki hallerde gerek duyulabilir:
1) Birinci kısımda, ikinci kısımda daha fazla bilgi verilmesinin özellikle
istenilmesi, aksi takdirde idari şartnamenin eksik kalacağının
belirtilmesi,
2)
Birinci kısımda, ikinci kısımda tamamlayıcı bilgilerin
verilebileceğinin yoksa idari şartnamenin eksik kalacağının
belirtilmesi,
3) İşlerin türünün, özelliklerinin veya yerinin ek madde yahut fıkraları
gerektirmesi,
4) İlgili ülkenin kanunlarının yahut istisnai durumların, birinci kısımda
yani genel şartlarda değişiklik yapılmasını gerektirmesi.
Bu gibi değişiklikler, ikinci kısımda birinci kısımdaki belli bir
maddenin tamamının veya bir bölümünün iptal edileceğini belirtip yerine
geçecek maddenin duruma göre tamamını veya o bölümünü vermek suretiyle
gerçekleştirilmelidir.
Tarama ve bazı arazi islahı işleri söz konusu ise, ikinci kısıma özel bir
dikkat gösterilmesi gerekir. Tarayıcılar, yüklenici donanımını oluşturan pek çok
kalemden önemli oranda daha pahalıdırlar; öyle ki, bir tarayıcının sermaye
değeri, hizmet edeceği sözleşmenin bedelini genellikle aşabilmektedir. Bu
nedenle, tarayıcıların işin niteliğine ve daha önemli diğer faktörlere tabi olmak
kaydıyla en ekonomik ve verimli şekilde kullanılması, hem işverenin hem
yüklenicinin çıkarına olacaktır. Bu bakımdan, yükleniciye, tarama işlerini
haftanın yedi günü gece-gündüz sürdürme izni verilmesi gelenek olmuştur.
94
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
Normal inşaat mühendisliğinden bir başka fark da, tarama işlerinde
yüklenicinin, Genel İdari Şartnamenin 48’inci maddesine göre onaylanan iş
bitirme tarihinden sonra kusurların düzeltilmesinden normal olarak sorumlu
tutulmamasıdır.
Tarama ile ilgili bu ve benzeri diğer hususları kapsayan açıklamalar ve
örnekler, ikinci kısımda yer almaktadır.
Belli bazı durumlarda ikinci kısımdaki diğer bazı maddelere de ilaveler
gerekebilir. Arazi islahı işleri, nitelikçe büyük değişiklikler gösterir; bu nedenle,
arazi islahı işleri için de ikinci kısımda tarama için kabul edilenlere benzer
değişikliklere gitmenin yahut standart inşaat mühendisliği formunu aynen
korumanın uygun olup olmayacağına karar vermeden önce her özel durum
ayrıca düşünülüp değerlendirilmelidir.
Bu genel açıklamalardan sonra, FIDIC belgelerinde önerilen model
inşaat yapım sözleşmesinin anlaşılması açısından, çalışmamızın bu bölümde
FIDIC’in Genel İdari Şartnamesinin önemli maddeleri, halen uygulamada
yaygın olarak kullanılan 1987 yılında yayınlanan 4’üncü baskısı esas alınmak
suretiyle incelenmekle birlikte, yeri geldikçe 1999 yılında yayınlanan 5’inci
baskı ile getirilen değişikliklere de değinilecektir.
C. FIDIC Genel İdari Şartnamesinin Uygulamada Sık Başvurulan
Maddeleri Hakkında Açıklamalar
1. Denetim ve Kabul
Ödeme veya kısmi ödemeler genellikle ona dayanarak yapıldığı için bir
inşaat sözleşmesinin yönetim sürecinde işin veya tamamlanmış işin ilerleyen
safhalarının kabulü önem arz etmektedir. Bu husus, sözleşmede genellikle özel
bir özenle düzenlenmektedir. Çoğu zaman inşaat sözleşmeleri, geçici kabul ve
kesin kabul hallerini ayrı ayrı düzenlemektedir. Tarafların düzenlemesine göre,
mühendis olurunu verecektir ve böylece paranın bir kısmı daha müteahhide
ödenir hale gelecektir.
Büyük bir inşaat işini başlangıçtaki orijinal projesine (ve çizimlere)
göre gerçekleştirmek çok nadiren mümkün olabildiği için bir inşaat sözleşmesi
hükümlerinde sonradan yapılacak değişikliklere, çıkarmalara ve ilavelere ilişkin
olarak uygulamada büyük zorluklar doğmaktadır. Bu hususta FIDIC Genel İdari
Şartnamesinin 52.1’inci maddesi, oranların ve fiyatların sabit tutulması
hakkında detaylı kurallar içermektedir. Bu maddeye göre: “Yukarıdaki 51’inci
maddede değinilen tüm değişiklikler ile sözleşme bedeline yapılan ve işbu
52’nci madde uyarınca tespit edilmesi istenilen zamlar (işbu madde
kapsamındaki adıyla “miktarı değiştirilen iş”), kontrollükçe de (yani
mühendisce de) uygun görülürse sözleşmede verilen fiyatlara ve birim fiyatlara
göre değerlendirilir.”
T. KÖKSAL
Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC …
95
Sözleşmede miktarı değiştirilen işe uygulanabilecek fiyat veya birim
fiyat yoksa değerlendirme bazı olarak makul olduğu ölçüde, sözleşmedeki bu
fiyat ve birim fiyatlar kullanılır; bu da mümkün değilse kontrollüğün, işveren ve
yüklenici ile yaptığı danışmalarından sonra kontrollük ile yüklenici arasında
uygun fiyatlar veya birim fiyatlar üzerinde bir anlaşmaya varılır.
Anlaşmazlık halinde kontrollük, uygun olduğuna inandığı bu gibi
fiyatları veya birim fiyatları saptayarak durumu yükleniciye bildirir, bir
kopyasını da işverene iletir. Bu fiyatlar veya birim fiyatlar anlaşma yoluyla
kabul edilinceye yahut saptanıncaya kadar kontrollük, mahsuben yapılan
ödemelerin 60’ncı madde uyarınca düzenlenen hakedişlere dahil edilebilmesi
için, geçici fiyatlar veya birim fiyatlar tespit eder.
2. Alt Müteahhitlik (Taşeronluk)
İşverenin icazeti (önceden izni) olmadan müteahhidin sözleşmeyi ve
onun bir kısmını başkasına devretmesinin yasak olduğu durumlarda, genellikle
müteahhide sözleşmenin belirli bölümlerinin ifasını alt müteahhide (taşerona)
devretmesi hususunda izin verilmektedir. Örneğin bir inşaat firması tarafından
bir hastane inşaa edilecekse, asıl müteahhidin bu hastanenin röntgen
cihazlarının ve diğer klinik ekipmanlarının temini işini bu konuda uzmanlaşmış
alt müteahhitlere havale etmesi mümkündür.
FIDIC Şartnamesi, işveren veya mühendis tarafından onaylanmış
taşeronlardan “atanmış (isimlendirilmiş) taşeronlar” diyerek bahseder ve Genel
İdari Şartanemin 59.5’inci maddesine göre, mühendis işin tamamlandığına
ilişkin onay belgesini hazırlayıp vermeden önce, müteahhitten tşeronlara ödeme
yaptığını kanıtlamasını isteyebilir ve müteahhidin bu hususu kanıtlayamaması
halinde, işveren doğrudan doğruya taşeronlara ödeme yapabilir. (Bkz. Herzfeld,
Edgar: “Subcontracts in Long-Term Construction Contracts”, [1984] J.B.L,
p.226; ayrıca bkz. Herzfeld, Edgar: “Nominated Sub-Contractors”, [1985]
J.B.L., p.386).
Taraflar, elbette ki, mühendisin veya asıl müteahhidin onay yazısı
üzerine, işverenin her zaman taşeronlara doğrudan doğruya ödeme yapacağı
hususunda anlaşabilirler.
FIDIC Genel İdari Şartnamesinin 4.1’inci maddesine göre, herhangi bir
taşeronun, onun vekillerinin, hizmetindeki personelinin veya işçilerinin
eylemlerinden, kusurlarından veya ihmallerinden asıl müteahhit sorumlu
olacaktır.
İşveren bazen inşaat işini tek bir müteahhide vermeyip, bütün işin
belirli bir parçasından sorumlu olacak değişik sayıdaki müteahhitler ile
doğrudan doğruya sözleşme yaparak onları istihdam edebilir. Ayrıca, işverenin,
96
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
inşaat işinin birbirini izleyen safhaları için ayrı ayrı müteahhitler ile farklı
sözleşmeler yapabilir. “Hızlı yol” (fast trak) sözleşmesi denilen bu yöntem,
bütün işin tamamlanması gereken zaman süresini kısaltabilir fakat dikkatli
planlama gerektirir ve işin çeşitli safhalarının koordinasyonunda teknik
güçlüklere yol açabilir.
3. Mühendisin Hukuki Statüsü
FIDIC Şartnamesinin tipik özelliği, sözleşme şartlarının ikinci
bölümüne ismi dercedilen bir mühendisin işveren tarafından atanmasını
gerektirmesidir. Mühendisin teknik bir uzman olarak fonksiyonu; işin ifasında
doğabilecek uyuşmazlıklar hakkında karar vermek, inşaat işinin belirli
safhalarının veya tamamının tatmin edici biçimde tamamlandığına ilişkin onay
belgesi vermek ve özellikle üzerinde taraflarca anlaşılmış olan sözleşmenin
değişikliklerine, ilavelerine ilişkin kararlar vermek gibi hususları
kapsamaktadır.
Sözleşmede işveren ve müteahhit tarafından aksi kararlaştırılmış
olmadıkça, mühendis işveren tarafından atanacaktır. Bu nedenle, mühendisin
sadece işveren ile akdi bir ilişkisi olup; müteahhit ile böyle bir akdi ilişki
içerisinde değildir. Fakat mühendis, sadece işverenin çıkarlarını dikkate almak
zorunda olan bir işveren temsilcisi değildir. Ancak, hukuki anlamda mühendis,
işverenin ajanı olarak düşünülebilir.
Mühendisin işveren ile yaptığı sözleşme, onun işveren ile müteahhit
arasında tarafsız bir arabulucu rolünü üstlenmesini gerektirir. Nitekim, FIDIC
Genel İdari Şartnamesinin 2.6’ncı maddesine göre, mühendis takdir yetkisini
tüm koşulları hesaba katarak ve sözleşme hükümleri çerçevesinde işveren ile
müteahhit arasında tarafsız olarak kullanacaktır.
Eğer müteahhit, mühendisin bir kararı nedeniyle mutazarrır olursa ve
mühendis bir FIDIC Şartnamesine göre atanmışsa, müteahhit için uygun çözüm
FIDIC Şartnamesinin 67’nci maddesine göre tahkime başvurmaktır. Zira
müteahhit için mühendisin ihmali kanıtlansa bile söz konusu ihmal dolayısıyla
açılacak bir davanın kazanılma şansı pek ihtimal dahilinde değildir; zira eğer
iddia ekonomik kaybın telafisi için ise, bugün uygulanmakta olan dar anlamda
yakınlık testinin geçilmesi ihtimali çok zayıftır.
FIDIC şartnameleri dahilinde görev ve sorumlulukları önemli olan
mühendis ile ilgili açıklamalara burada kısaca değinilecek ve konu ayrıntılı
olarak izleyen bölümde ele alınacaktır.
4. Fiyatın Ayarlanması
Uzun süreli bir sözleşmede veya bir inşaat sözleşmesinde değişik
T. KÖKSAL
Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC …
97
fiyatlandırma yöntemleri kullanılabilir. Bu metodlar; götürü usul, maliyet + kâr
yöntemi ve birim fiyat yöntemidir.
Götürü usul, yaygın olarak tercih edilmektedir zira fiyat
mekanizmasında kesinlik sağlamaktadır; fakat uzun süreli sözleşmelerde, fiyat
ayarlaması ve revizyonu mekanizmalarının sözleşmeye dahil edilmemesi
halinde, işveren ile müteahhit arasındaki menfaat dengesini bozabilir.
Maliyet + kâr yöntemi, müteahhidin işverene üretim maliyetlerinin
faturasını sunmasını gerektirir zira üzerinde anlaşılan belirli bir (yüzde veya
miktardaki) kâr, toplam maliyete eklenecektir. Bu yöntemde kesinlik unsuru
eksiktir. Bu yöntem, alıcı olarak işverenin, inşaat maliyetlerindeki artışların
bütün riskini taşımayacağı anlamına gelmemektedir. Finansal kuruluşlar bu
fiyatlandırma yöntemini pek tercih etmemektedirler.
Birim fiyat yönteminde, taraflar birim inşaat maliyeti için bir oran
üzerinde anlaştıkları için ödenecek toplam fiyat, inşaatta kullanılacak inşaat
birimlerinin sayısına bağlı olacaktır. Bir inşaat birimi için tespit edilecek fiyat,
müteahhidin kârını da yansıtan bir fazlalığı da içermelidir. Birim fiyat, bir beton
kalıp için kullanılan çimento miktarı gibi maddi bazda veya belirli bir iş için
çalışma zamanı gibi emek bazında hesaplanabilir. Açıktır ki, bu fiyatlandırma
yöntemi, bütün tip inşaat sözleşmeleri ve uzun dönemli sözleşmeler için uygun
değildir.
FIDIC Şartnameleri esas alınarak hazırlanacak inşaat sözleşmelerinde
fiyat ayarlaması için detaylı bir mekanizmaya yer vermek büyük önem
taşımaktadır. Fiyatlardaki bazı değişmeler öngörülebilirken bazı fiyat
değişmeleri ise öngörülemez. Öngörülebilir fiyat değişimleri için genellikle
izlenen usul, bir endeks bazlı fiyat ayarlama mekanizmasıdır. Uzun dönemli
sözleşmelerde bir endeks sepeti kullanılır. Bu endeks sepetinin (örneğin
mazotun, işgücünün ve çimentonun) fiyatlarındaki değişmeler düzenli olarak
gözden geçirilmek suretiyle temel fiyata ilave yapılmasının gerekip gerekmediği
tespit edilir.
Fiyatı etkileyen öngörülmeyen olaylar hakkında ise, sözleşmenin yeni
fiyat durumuna göre değiştirilmemesi halinde kendisi açısından çok önemli bir
güçlüğe neden olunacağını haklı olarak iddia edebilecek bir tarafın gerektiğinde
başvurabilmesi için sözleşmeye bir “hardship kloz”un dahil edilmesi gereklidir.
5. Performans Garantisi, Geri Ödeme Garantisi ve Ödeme Garantisi
İnşaat sözleşmelerinde müteahhidin, bir banka, sigorta şirketi veya
diğer üçüncü bir taraftan temin edeceği bir performans garantisini işverene
sunması olağandır. Garantinin amacı, müteahhidin sözleşmeden doğan
yükümlülüklerini ifada başarısız olması ihtimaline karşı işverenin zarara
98
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
uğramasını önlemektir.
Performans garantisi, kimi durumlarda bir geri ödeme garantisi ile
birlikte verilebilir. Geri ödeme garantisi, eğer işveren sözleşme bedeline
mahsuben avans ödemeleri yapmışsa ve müteahhidin sözleşme şartlarını yerine
getiremeyeceği hakkında endişesi varsa, bu ihtimale karşı işvereni korumak
amacıyla verilir.
Kimi zamanda müteahhidin işverene karşı gelecekteki maddi taleplerini
garantiye almak için, işverenin İsviçre gibi tarafsız bir ülkedeki bir bankada
ödeme garantisi sunması istenebilir. Fakat işverenin bir kamu kuruluşu olduğu
veya bir yabancı ülkenin kredisinin söz konusu olduğu durumlarda, işverenden
ödeme garantisi nadiren talep edilir.
6. Müteahhitin Parasının Teminat Olarak Alıkonulması
Uluslararası inşaat sözleşmelerinde genellikle müteahhidin işi
zamanında bitirmemesi tehlikesi karşığında bir miktar parası alıkonulmaktadır.
İşveren, bir uluslararası inşaat sözleşmesinin çerçevesinde, inşaatın müteahhitçe
söz verildiği gibi yürüdüğünden emin olmak için, 6 veya 12 ay gibi belirli bir
süre için toplam sözleşme bedelinin yüzde 5-10 gibi bir oranını alıkoyma
hakkına sahiptir.
Dünya Bankasının Klavuzunun 2.34’üncü maddesine göre: “Müteahhit
tarafından inşaat sözleşmesine tam olarak uymayı garanti altına almak için
sözleşmeler, toplam ödemenin bir yüzdesinin alıkoyma parası olarak işverenin
uhdesinde tutulmasını öngörebilir. Sözleşmede belirtilen garanti ve bakım
süresini kapsaması için teminat, işlerin tamamlanması için öngörülen tahmini
zamanın yeterince ötesine yayılmalıdır. Alternatif olarak, bu dönem için ayrı bir
teminat elde edilebilir.”
FIDIC Şartnamesinde, ihale formlarının ekinde alıkonulacak paranın
yüzdesi ve limitleri belirtilmiştir.
7. Döviz Kuru Klozları
Asıl müteahhidin ülkesinden farklı ülkelerde iş yapmakta olan
taşeronlara veya değişik ülkelerdeki ortak müteahhitlere işveren ödeme yapmak
zorundaysa, döviz kuru klozlarına özel olarak dikkat edilmelidir.
Hem Dünya Bankası Klavuzları (madde 2.21-2.26) ve hem de FIDIC
Genel İdari Şartnamesi (madde 71 ve 72), yabancı döviz kurunda ödeme
konusunda ayrıntılı hükümler içermektedir.
Uygun durumlarda muhasebe için kullanılan döviz cinsi ile ödemeler
için kullanılan döviz cinsinin birbirinden ayrılması, bir çözüm sağlayabilir.
T. KÖKSAL
Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC …
99
Sözleşme fiyatı, aynı zamanda muhasebe için para birimi olarak
kullanılan, işverenin bulunduğu ülkenin döviz kurunda ifade edilebilir.
Ödemeler, ortak müteahhitlerin veya asıl müteahhit ile taşeronların değişik
döviz kurlarında yapılabilir ve bunlar, ödeme kurlarıdır. Bu sistem
kullanıldığında, değişim oranının ne olacağı belirtilmelidir; diğer bir deyişle,
değişimi yöneten oran ödeme gününde geçerli olan oran olacaktır.
8. Sigorta ve Tazminat
İnşaat sözleşmesi, aynı zamanda sigorta ve tazminat konusunda da
hükümler içermelidir. Dünya Bankası Klavuzları (madde 2.36), sigorta türleri
ve şartlarının ihale dokümanlarında belirtilmesini gerektirmektedir.
FIDIC Şartnamesine göre (madde 23-25), müteahhit işçilerini sigorta
ettirmeli ve üçüncü taraf risklerine karşı da sigorta yaptırmalıdır; fakat
müteahhit bunu yapmazsa, işveren kendisini müteahhidin hesabına
sigortalatabilir (Bkz. FIDIC Genel İdari Şartname, madde 25.3).
FIDIC Şartnamesi ayrıca 22’nci ve 24 (1)‘inci maddelerinde, işverenler
ve müteahhitler tarafından verilecek tazminatları düzenlemektedir.
9. İnşaat Sözleşmelerinde Risk Dağılımı
“Bir inşaat sözleşmesi süresince aşağıdaki nedenlerle taraflar arasında
uyuşmazlıklar doğabilir” (Uğur, L. O.: İnşaat Sektöründe Riskler ve Risk
Yönetimi, TMB yayını, Ankara, 2006, s.120):
“- Yetersiz ve eksik sözleşme dokümantasyonu,
- Uygun olmayan tarzda sözleşme düzenlenmesi,
- Uygun olmayan ihale tarzları,
- Sözleşmeye dahil olan bir tarafın maruz kaldığı makul olmayan risk
yükü,
- Projenin tipine uygun olmayan personel,
- Sözleşmeden doğan riskin o riski taşımak için yetersiz olan bir tarafın
üstünde olması,
- Taraflardan birinin iflas etmesi,
- İkiden fazla taraf olduğunda ortaya çıkan koordinasyon problemleri,
- Belirsiz şartların özellikle sözleşmeye yazılması ya da sözleşmenin
standart formundaki şartların değiştirilerek sağlıksız yorumlara yol
açması,
100 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
- Belirsiz yan cümlelerle kararların değerlendirilmesinin iki tarafa ya da
taraflardan birine bırakılması,
- Gereken sonuçları sağlamakla yükümlü olan tarafların yerine
metotların belirlenmesi,
- Mimari ve mühendislik çizimlerinin ya da dizaynlarının yetersiz
olması.”
“İnşaat sözleşmeleri başlangıçta ne kadar özenle hazırlanmaya çalışılsa
da, ileride uyuşmazlıkların çıkması ihtimali her zaman çok yüksektir” (Uğur,
a.g.e., s.120).
“İnşaat sözleşmesinin amacı, tarafların haklarını, görevlerini,
sorumluluklarını ve zorunluluklarını önceden belirleyerek taraflar arasında adil
bir risk dağılımını sağlamaktır. Taraflardan birinin görevini ve sorumluluğunu;
kendi yetersizliği, dikkatsizliği, hatası ya da dışarıdaki bir olaydan etkilenerek
yerine getirememesi bu risk dengesini bozacaktır” (Uğur, a.g.e., s.120).
“İnşaat sözleşmesi, sözleşmeyi yapanın bu işi üstlenmek için uygun
gördüğü fiyat ile kontrol edilebilir ve kontrol edilemez riskleri kabul etmesi
arasında bir dengelemedir. Yapılacak işin ücreti kısmen de olsa, bu işi yapacak
olan müteahhidin bu işte gördüğü riski yansıtmaktadır. Sabit fiyatlı götürü
usulde sözleşmeler yüklenicinin kaldırabileceği risk bakımından, yüklenici
performansı için teşvik edici sözleşmelerdir. Fakat sözleşmeye dayalı
anlaşmalar, kimin ne kadar riski taşıyacağı dikkate alınarak yapılmalıdır”
(Uğur, a.g.e., s.120).
“FIDIC Sözleşmeleri gibi standart formda olan inşaat sözleşmeleri,
sözleşmede açıkça ifade olunan şartların yardımıyla, riski taraflar arasında
paylaştırır. Fakat bu risk dağılımının yönetimi farklılıklar gösterebilir. İnşaat
sektöründe kullanılmakta olan standart formdaki sözleşmeler, genelde risklerin
çoğunu kapsarlar ve taraflar arasında bir uzlaşmayı belgelerler” (Uğur, a.g.e.,
120).
“Resmi işler için hazırlanan resmi formdaki kontratlar, kanuni
sorumlulukla ilgili özel isteklere göre hazırlanırlar. Genel olarak kamu
görevlileri, finansman nedenleri ve siyasi nedenlerle sözleşmelerdeki fiyat
belirsizliğini kabul etmek istemezler. Kamu yöneticileri genelde sabit fiyatlı
götürü usulü, yani yüklenicinin çoğu riski aldığı sözleşmeleri tercih ederler.
Fakat özel sektörde ise büyük, gelişen firmalar gibi müşteriler finansal olarak
yararlarına olmasına ve dizayn ve inşaa kısmının hatırlanacak olmasına bakarak
daha fazla risk alırlar. Müşterilerin kontratlarının doğrudan doğruya taşeronlarla
yapıldığı durumlarda bu inşaat yönetimi anlaşmaları avantajlar sağlayabilir”
(Uğur, a.g.e., s.121).
“İnşaat projelerinde yönetimsel ve işlevsel performanslardaki
değişiklikler gibi kontrol edilebilir riskler de; kötü hava, enflasyonun maliyetler
T. KÖKSAL
Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC …
101
üzerine etkisi, belirli bir yerdeki zemin koşulları gibi kontrol edilemez riskler de
önemlidir” (Uğur, a.g.e., s.121).
10. Gecikme Tazminatı ve Prim Klozları
FIDIC Genel İdari Şartnamesinin 47.1. maddesine göre, yüklenici
işlerin tamamını bitirme süresi içerisinde veya varsa işlerin bir bölümünü 43.
maddede öngörülen süre içinde tamamlayamazsa, yüklenici, ilgili iş bitirme
süresi sonu ile işlerin tamamı veya ilgili bölümü için düzenlenecek geçici kabul
belgesinde belirtilen tarih arasında geçecek her gün veya gün bölümü için,
teklifin ekinde bu gibi kusurlarla ilgili tazminat olarak belirlenen miktarı,
teklifin ekinde belirtilen ilgili sınıra tabi olmak kaydıyla, işverene öder. İşveren,
diğer tahsil yolları saklı kalmak, kaydıyla, bu tazminatı yüklenicinin hak ettiği
veya edeceği paralardan kesebilir. Bu tazminatın ödenmesi veya kesilmesi,
yükleniciyi işleri bitirme vecibesinden veya sözleşmelerden doğan diğer
vecibelerinden kurtarmaz.
Eğer işi zamanından önce bitirip teslim ederse müteahhide prim
ödenmesini öngören hükümlere, inşaat sözleşmelerinde müteahhidin işi geç
teslim etmesi halinde gecikme tazminatı öngören hükümlerden daha az sıklıkla
yer verilmektedir. Nitekim işi erken bitirip teslim etmesi halinde müteahhide
prim ödenmesine ilişkin bir düzenlemeye FIDIC Genel İdari Şartnamesinde
(birinci kısımda) yer verilmemiştir; fakat bu tür bir prim klozuna FIDIC Özel
Uygulama Şartlarında (ikinci kısımda) veya İhale Eklerinde yer verilmesi
mümkündür.
11. Asıl Müteahhit ile Diğer Müteahhitler Arasındaki İlişki
“FIDIC Genel İdari Şartnamesinin 31.1’nci maddesi, işverenin o
şantiyedeki
diğer
müteahhitlerine,
işçilerine
olanaklar
sağlamak
yükümlülüğünü, mühendisin talimatı ile müteahhide yüklemiştir. Ancak böyle
bir durumda müteahhitler arasındaki çalışma senkronizasyonunun mühendis
tarafından düzenlenmesi gerektiği hususunda FIDIC tip şartnamesi sessiz
kalmıştır” (Türegün, a.g.e., s.265).
“Aynı inşaat projesi çerçevesinde birkaç müteahhidin ayrı ayrı
sözleşmelerle aynı şantiyede çalışmaları, genellikle projenin yapımında “interface” (işlerin kesişmesi) dediğimiz sorunla karşılaşılmasına neden olmaktadır.
Bu hal, özellikle bir müteahhidin işini bitirmeden diğerinin işine devam
edemeyeceği hallerde ortaya çıkmaktadır” (Türegün, a.g.e., s.265). Bu sorun,
genellikle tali müteahhitlerin arasında görülmektedir.
“Tip şartnamenin bu boşluğunun, süre yönünden işverenin kusuru
sayılarak, sözleşmenin süre uzatımına yönelik “işveren dolayısıyla herhangi bir
102 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
gecikme, engellenme, veya önlenme” olarak tanımlanan 44.1 (d) maddesinin
uygulanması yolu ile; parasal yönden ise, değişikliklere yönelik “işlerin
herhangi bir kısmı için belirlenmiş yapım sırasını ve zamanlamasını
değiştirmek” şeklinde mühendise yetki tanıyan 51.1 (f) maddesinin
uygulanması yolu ile doldurulması gerekecektir” (Türegün, a.g.e., s.265). .
“Bir şantiyede tek asıl müteahhit ve onun tali müteahhitleri varsa
doğaldır ki, işlerin organizasyonu ve senkronizasyonu görevi o tek asıl
müteahhite ait olacaktır” (Türegün, a.g.e., s.266).
.
“FIDIC Genel İdari Şartnamesinde “onaylanmış tali müteahhit” ve
“atanmış tali müteahhit” olmak üzere iki ayrı tür tali müteahhitlik
öngörülmüştür” (Türegün, a.g.e., s.266).
“Taşeron, işçilik veya parça başı iş yapan ve asıl müteahhit ile
aralarındaki akdi ilişki, hizmet sözleşmesi olan bağımlı kişidir. Tali müteahhit
ise, asıl müteahhidin üstlendiği işin bir kısmını (bazen de tamamını) yapmayı
üstlenen kendi hesabına bağımsız olarak çalışan kişi olup, asıl müteahhit ile
ilişkisi istisna (eser) sözleşmesine dayanmaktadır” (Türegün, a.g.e., s.266).
“FIDIC Genel Şartnamesinde (4. baskıda) taşeronluk ifadesine yer
verilmemiş, onun yerine mühendisin onayına ihtiyaç göstermeyen işçi temin
etme, sözleşmede belirtilen standartlara uygun malzemeleri satın alma ve işlerin
herhangi bir kısmını, sözleşmede adı belirtilen tali müteahhide verme
hususlarına yer verilmiştir. Burada altı çizilmesi gereken husus, FIDIC
Şartnamesinin Türkçe çevirilerinde ve hatta inşaat hukuku ile ilgili milli
mevzuatımızda “tali müteahhitlik” yerine “taşeronluk” tabirinin kullanılmasının
yerinde olmadığıdır” (Türegün, a.g.e., s.266).
D. Sözleşme Dökümanlarının Önceliği, Geçerli Lisan ve Uygulanacak
Hukuk Meselesi
“Genel Şartnamenin 5.2’nci maddesine göre, sözleşmeyi oluşturan
çeşitli dokümanlar karşılıklı olarak birbirinin açıklayıcısı kabul edilir; ancak
karışıklıklar ve farklılıklar olması halinde bunlar mühendis tarafından açıklanıp
uyarlanır ve bu konuda müteahhide talimat verilir; böyle bir durumda
sözleşmede tersine bir hüküm yoksa, sözleşmeyi oluşturan dökümanların
öncelik sırası şöyle olur” (Güvenç, Celalettin: FIDIC Rapor, 26.04.2002,
www.icisleri.gov.tr):
(1) “(Tamamlanmışsa) Sözleşme Anlaşması,
(2) Kabul Mektubu,
(3) Teklif,
(4) İdari Şartnamenin ikinci kısmı (FIDIC Özel İdari Şartnamesi),
(5) İdari Şartnamenin birinci kısmı (FIDIC Genel İdari Şartnamesi),
(6) Sözleşmeyi oluşturan diğer dökümanlar.”
T. KÖKSAL
Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC …
103
“Sözleşme dökümanlarının arasında her şart altında birinci önceliğe
sahip olan ve tarafların imzaladığı sözleşme anlaşması metninin açık, anlaşılır
ve sade bir dille yazılmasına dikkat edilmelidir.” (Güvenç, a.g.e.)
“FIDIC şartnamelerine göre yapılan ihalelerin genellikle uluslararası
nitelikte olması ve tarafların farklı ülke vatandaşları olması nedeniyle, sözleşme
ve şartnamelerde kullanılacak lisan ve lisanlar ile uyuşmazlık halinde sözleşme
ve şartnamelere hangi ülke kanunlarının uygulanacağı ve bunların hangi ülke
kanunlarına göre yorumlanacağı sözleşmede açıkça belirtilmesi gereken
meselelerdendir. Genel İdari Şartnamenin 5.1’nci maddesinde bu hususta ikinci
kısma (özel idari şartnameye) atıf yapılmış ve konunun ikinci kısımda
düzenlenmesi öngörülmüştür.” (Güvenç, a.g.e.)
“Eğer bu dökümanlar birden fazla dilde yazılmışsa, sözleşmenin
yorumlanıp değerlendirileceği dil, Özel İdari Şartnamede (ikinci kısımda) “amir
dil” olarak belirtilmiştir. Uygulamada uluslararası ihalelerde amir dil olarak
İngilizce kabul edilmektedir. FIDIC tarafından hazırlanıp özellikle uluslararası
inşaat sözleşmeleri için önerilen genel ve özel şartlarda taraflar diledikleri
değişiklikleri yapabilirler. Ancak finansmanı bir uluslararası finans kuruluşu
tarafından sağlanan inşaat işlerinde bu genel şartlarda yapılacak değişiklik veya
eklemelerin ilgili finansal kuruluşu tarafından tasvip edilmesi, finansman
açısından gerekli olabilir.” (Güvenç, a.g.e.)
“İnşaat sözleşmesi hakkında hangi ülke hukukunun uygulanacağı kabul
edilmiş ise, FIDIC genel şartları da o ülke hukukuna göre yorumlanır.”
(Güvenç, a.g.e.)
E. Teminatlar
Genel İdari
düzenlenmiştir.
Şartnamenin
10’ncu
maddesinde
teminat
konusu
“Kesin Teminat” başlıklı 10.1’nci maddeye göre, sözleşme, işin düzgün
bir şekilde ifası için müteahhidin teminat vermesini öngörüyorsa müteahhit,
kabul mektubunu aldığı tarihi izleyen 28 gün içinde teklifin ekinde belirtilen
miktardaki teminatı sağlayıp işverene verir ve durumu mühendise bildirir. Bu
teminatın formuna, işveren ile müteahhit arasında karar verilir. Ancak,
teminatın alınacağı kuruluşu işveren de onaylamalıdır. Kesin teminatın
sağlanmasına yönelik masraflar, sözleşmede tersine bir hüküm yoksa, müteahhit
tarafından karşılanır.
10.2’nci maddeye göre, kesin teminatın geçerlilik süresi, müteahhit
sözleşme uyarınca işleri gerçekleştirip tamamlayıncaya ve kusurlarını
giderinceye kadar devam etmelidir.
62.1’nci madde uyarınca, kesin kabul belgesi düzenlendikten sonra bu
104 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
teminata karşı hiçbir talepte bulunulamaz. Bu teminat, söz konusu kesin kabul
belgesinin düzenlenmesini izleyen 14 gün içinde müteahhide iade edilir.
10.3’ncü maddeye göre, işveren, kesin teminat tahtında herhangi bir hak
talebinde bulunmadan önce, hak talebine konu olacak kusurun mahiyetini
müteahhide bildirir.
“FIDIC Genel İdari Şartnamesinde sadece kesin teminat konusu
düzenlenmiş olup; geçici teminat konusunda herhangi bir düzenleme
bulunmamaktadır.” (Güvenç, a.g.e.)
“FIDIC Genel İdari Şartnamesi, kesin teminatı da ihtiyari olarak
düzenlemiş olup; kesin teminat ancak taraflar arasında inşaat sözleşmesinde
öngörülmesi halinde talep edilecektir.” (Güvenç, a.g.e.)
“Genel şartlar arasında kesin teminatın miktarı ile sözleşme bedeline
oranı hakkında bir açıklama yoktur. Sadece şartnamenin ikinci kısmında (özel
uygulama şartlarında) kesin teminatın nasıl verileceği konusundaki örnek 10.1.
maddeye göre, teminat teklifin ekinde belirtilen para cinslerinde ve oranlarda
düzenlenir. Örnek 10.4’ncü maddeye göre ise, kesin teminatın alınacağı
kaynaklara kısıtlama getirilecekse aşağıdakiler gibi ek bir fıkraya yer
verilebilir” (Güvenç, a.g.e.):
“10.4. Kesin Teminatın Kaynağı
Müteahhit, 10.1’nci madde uyarınca vereceği kesin teminatı, işlerin
yürütüleceği ülkede tescilli yahut iş yapma lisansına sahip bir kuruluştan
alacaktır” (veya)
“10.4. Kesin Teminatın Kaynağı
Kesin teminat bir banka garantisi formunda ise, bu garanti;
(a) işverenin ülkesindeki bir banka ya da,
(b) işverenin ülkesindeki muhabir bir banka aracılığıyla yabancı bir banka
tarafından düzenlenmiş olmalıdır.”
F. Müteahhidin Mevzuata Uyma Yükümlülüğü
FIDIC Genel İdari Şartnamesinin 26.1’nci maddesi, müteahhitlerin
işleri yürütürken işin bulunduğu yerdeki mevzuata uyması zorunluluğunu
getirmiştir.
“Kanunlara ve Düzenlemelere Uyum” başlıklı 26.1’nci maddeye göre,
müteahhit, (a) işlerin gerçekleştirilip tamamlanması ve kusurların giderilmesi ile
ilgili ulusal veya bölgesel tüm kanun, kararname ve tebliğler ile yerel veya diğer
yasal makamların karar ve düzenlemelerinin hükümlerine ve (b) mülkleri veya
hakları işler dolayısıyla etkilenen veya etkilenebilecek tüm kamu kuruluşları ile
T. KÖKSAL
Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC …
105
şirketlerin tüzük ve yönetmeliklerinin hükümlerine, tüm bildirimlerin verilmesi
ve tüm harçların ödenmesi de dahil, her bakımdan uygun hareket eder ve yine
müteahhit, bu gibi hükümlerin ihlal edilmesinden ortaya çıkabilecek her türlü
ceza ve sorumluluğa karşı işvereni masun tutar.
“İşveren, işlerin yürütülebilmesi için gerekli her türlü imar planı,
kuşaklama planı ve diğer benzeri izinleri temin etmekten sorumlu olup;
müteahhiti 22.3’ncü madde gereğince temin ve tazmin eder” (Güvenç, a.g.e.).
G. Keşif Artışları
“FIDIC şartnamelerinde keşif artışlarıyla ilgili ayrı bir madde
bulunmamaktadır. Sözleşmenin tarafları, keşif artışı konusunu kendi aralarında
kararlaştıracaklardır.” (Güvenç, a.g.e.)
“FIDIC Genel İdari Şartnamesinin 52.3’ncü maddesinde yer alan yüzde
15’i aşan keşif artışları hakkındaki düzenleme, yüzde 15’e kadar olan keşif
artışlarında müteahhide genel gider ödenmeyeceğine ilişkindir. Buradan çıkan
sonuç, müteahhide ancak keşif artışının yüzde 15’i geçmesi halinde saha ve
genel sabit giderleri gözönüne alınarak belirlenecek oranda ödeme
yapılacağıdır. Aksi halde müteahhit bir talepte bulunamayacaktır.” (Güvenç,
a.g.e.)
FIDIC şartnameleri, işveren idarelerin orana bakılmaksızın keşif
artışlarına onay vermesine müsaittir.” (Güvenç, a.g.e.)
H. Yedek Akçe
“Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesinde ve ülkemizdeki yerel ihalelerde
uygulaması bulunmamasına rağmen, FIDIC Şartnamelerine göre hazırlanan
inşaat sözleşmelerine, ihale sürecinde gerek görüldüğünde harcanmak üzere
“yedek akçe” adı altında belirli bir ödenek konulmaktadır.” (Güvenç, a.g.e.)
“FIDIC Genel İdari Şartnamesinin 58.1’nci maddesine göre: “Yedek
akçe, sözleşmede yer alan ve keşif cetvelinde, işlerin herhangi bir kısmının
yürütülmesi veya eşya, malzeme, demirbaş veya hizmetlerin temin edilmesi,
yahut beklenmedik durumlar için belirlenmiş olan, ancak mühendisin
talimatıyla tamamen veya kısmen kullanılabilecek veya hiç kullanılamayacak
olan bir tutar demektir. Müteahhit, mühendisin işbu maddeye göre tespit
edeceği şekilde, söz konusu yedek akçelerle ilgili iş, temin veya beklenmedik
durumlar için yalnızca bu tutarlara hak kazanır. Mühendis, işbu fıkraya göre
yaptığı tespitleri müteahhide bildirir, bir kopyasını da işverene iletir.” (Güvenç,
a.g.e.)
58.3’ncü maddeye göre: “Müteahhit, işin teklifte verilen fiyatlara veya
106 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
birim fiyatlara göre değerlendirildiği durumlar hariç olmak üzere, yedek akçe
harcamaları ile bağlantılı her türlü fiyat listesini, faturayı, kasa fişini, pusula
veya alındıyı mühendise ibraz eder.”
59’ncu madde ise, yedek akçe kapsamında bazı işlerin taşeronlara
(isimlendirilmiş tali müteahhitlere) yaptırılabileceğini öngörmekte ve bunun
usulünü düzenlemektedir.
58’nci maddede yedek akçenin miktarı belirtilmemiş ve harcama
talimatını verme yetkisi mühendise verilmiştir. Madde metninde yedek
akçelerin tamamen veya kısmen kullanılabilecek veya hiç kullanılmayabilecek
olması öngörüldüğü için yedek akçe harcamaları, keyfi uygulamalara konu
olabilecek niteliktedir.
“İşverenin kamu kuruluşu olması durumunda şartnamede yedek akçenin
miktarı, harcanma şekli ve benzeri hususlar açıkça düzenlenmelidir. Ayrıca
mühendisin yedek akçenin harcanması talimatını verme yetkisini işverenin
onayına bağlamak yerinde olacaktır.” (Güvenç, a.g.e.).
I. Müteahhidin Kusuru Halinde Başvurulacak Yasal Yollar
“FIDIC şartnameleri, müteahhidin sözleşme hükümlerine uymaması
halinde işveren ve mühendise çok önemli yetkiler tanımıştır. Bu konuyu
düzenleyen Genel İdari Şartnamenin 63.1’nci maddesi, müteahhidin iflasından
başlayarak tasfiyeye veya feshe gitmesi, aciz duruma düşmesi, kayyum
atanması ve benzeri mali zorluklar nedeniyle yükümlülüklerini yerine
getirememesi, ayrıca mühendislikçe müteahhidin sözleşme hükümlerine
uymadığı kanaatine varılması, müteahhidin geçerli bir özürü olmadan işlere
başlamadığı, işleri yeterince hızlı yürütemediği, kabul edilmeyen malzemeleri
28 gün içinde kaldırmadığı, yazılı uyarılara rağmen yükümlülüklerini sürekli
ihmal ettiği ve işleri izinsiz olarak taşerona verdiği durumları ele almaktadır.”
(Güvenç, a.g.e.)
“Yukarıda zikredilen durumlarda mühendis durumu işverene bildirip bu
yazının bir kopyasını da müteahhide iletirse, işveren müteahhide 14 gün süreli
bir bildiri verip işyerine ve işlere el koyabilir. Ayrıca; işveren sözleşmeyi
feshetmeksizin, müteahhidi sözleşmedeki yükümlülüklerinden affetmeksizin ve
sözleşmenin işveren idareye ve mühendise tanıdığı haklara ve yetkilere helal
getirmeksizin müteahhidi işyerinden çıkarabilir. Bu durumda işveren, işleri
kendisi bitirebileceği gibi başka bir müteahhide de vererek tamamlatabilir.
Böyle bir durumda işveren, eski müteahhidin teçhizat ve donanımının, tesis
ettiği geçici işlerin ve malzemenin uygun gördüklerini kullandırabilir.”
(Güvenç, a.g.e.)
T. KÖKSAL
Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC …
107
Sonuç
Yirmibirinci yüzyılın başında, uluslararası müteahhitlik hizmetleri
sektörü, inşaatla ilgili yan servisler ve yardımcılar ve ortaklar aracılığıyla
faaliyette bulunan özgün yapısı ile aynı zamanda hem fırsatlar ile hem de
zorluklar ile karşı karşıya bulunmaktadır.
Uluslararası müteahhitlik hizmetleri sektörünün yurtdışındaki iş
olanaklarını etkileyen geniş faktörler yelpazesinde; altyapı projelerinin
uluslararası finansmanı, uluslararası ihale prosedürleri ve standart sözleşme
formları, uluslararası tahkim ve uyuşmazlıkların alternatif çözüm
mekanizmaları, ihracat kredisi sigortası ve yabancı inşaat pazarlarına giriş
engellerinin kaldırılması hususları önceliğe sahip meseleler olarak öne
çıkmaktadır.
Global ölçekte altyapı ihtiyacı her geçen gün artmakla birlikte, dünya
çapında altyapı alanında yeni inşaat ve bakım faaliyetleri için gereken fonları
bulmakta genel olarak güçlük çekildiği gözlenmektedir. Bu durum karşısında
yeni bir finansman yöntemi olarak, altyapı yatırımlarının finansmanında ve alt
yapı hizmetlerinin yürütülmesinde kamu-özel sektör ortaklığı (Public-Private
Partnership) modeline daha fazla işlerlik kazandırmak güncel bir çözüm yolu
olarak ortaya çıkmaktadır.
FIDIC tarafından 1999 yılında yayınlanan 5’inci baskı yeni kırmızı, sarı
ve gümüş renkli kitapların (genel ve özel şartnamelerin), diğer bir deyişle
standart sözleşme formlarının, geçmişte olduğundan daha fazla olarak inşaat
riskini müteahhite yüklediği görülmektedir. Ancak Asya, Afrika ve Latin
Amerika ülkelerinin çoğunda halen 1987 yılında yayınlanan 4’üncü baskı
kırmızı kitap, inşaat sözleşmelerinin hazırlanmasında ve uluslararası ihalelerde
yaygın olarak kullanılmakta olup; yeni baskı FIDIC tip şartnamelerinin bu eski
baskı versiyonunun tamamen yerini almasının biraz daha zaman alacağı
anlaşılmaktadır.
Modern bir ihale sistemi, başvuran isteklilerin etkili bir ön yeterlilik
değerlendirrnesine alınmasıyla başlamalı ve yüksek kaliteli ihale dökümanlarına
dayanan bir ihale prosedürü ve işveren ile müteahhit arasında gelecekteki
muhtemel riskleri adil olarak dağıtan dengeli sözleşme şartları ile devam
etmelidir.
İnşaat projelerine ilişkin uyuşmazlıkların hızlı, hatta mümkünse çıktığı
anda şantiyede çözülebilmesini temin edebilecek alternatif uyuşmazlık çözüm
mekanizmalarına, özellikle de uluslararası inşaat projelerinde inşaat sanayinin
özel ihtiyacı bulunmaktadır.
Günümüzdeki uygulamada ihracat kredisi sigortası şirketlerinin
sağladığı sigortaların kapsamı politik ve ticari riskler ile sınırlı olup; çevresel,
sosyal ve kültürel riskleri azaltma kapasiteleri ihmal edilebilir düzeydedir.
108 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
2010-1 (20)
Geleneksel inşaat faaliyeti, işverenlerin ve onların müşavir mühendislerinin
belirlediği teknik kriterlere ve şartlara dayanan talimatları yerine getirdiği için,
müteahhitin inşaat işinin çevresel boyutlarını etkileme kapasitesi, üçüncü
taraflar tarafından hazırlanan ihale dökümanları ve dizaynlar (çizimler) ile
inşaatın yapılmakta olduğu yabancı ülkedeki ulusal mevzuat ile sınırlıdır.
Haziran 2003’de dünyanın en büyük ve en ünlü özel finans
kuruluşlarından bazıları Ekvador Prensiplerini kabul etmişlerdir. Bu yol
gösterici prensipler, kredi veren kuruluşların finanse ettikleri inşaat projelerinin
sosyal açıdan sorumlu ve çevresel açıdan sakıncasız gelişmesini garanti etmeyi
amaçlamaktadır. Nitekim Avrupa Uluslararası Müteahhitler Birliği Genel
Kurulu’nun 15 Nisan 2004 tarihinde İstanbul’daki konferansının konusunun
“İhracat Kredi Sigortası ve Proje Finansmanında Çevresel ve Sosyal
Standartlar” olarak seçilmesi, gelişmekte olan ülkelerdeki altyapı projeleri için
uluslararası finansman sağlamada yeni standartların önemini vurgulamaktadır.
2001 yılında Dünya Ticaret Örgütüne üye olan Çin, taahhütlerinin
aksine, kabul ettiği yeni hukuki düzenlemeler ile yabancı müteahhitlerin Çin’in
inşaat pazarına girmelerinin önünde yeni giriş engelleri yaratmıştır. Avrupa
Komisyonu’nun ve diğer uluslararası kuruluşların işbirliği içinde yürüttükleri
Çin Hükümeti nezdindeki ikna çabalarının kısmen başarılı olması sonucunda,
Çin inşaat pazarına uluslararası inşaat şirketlerini daha fazla çekebilmek için,
Çin’in yeni mevzuatının yabancı müteahhitler için öngördüğü ikamet şartı,
yabancı mühendis sayısına getirilmiş olan sınırlamalar, belirli sermaye getirme
mecburiyetleri gibi pazara giriş engeli niteliğindeki kısıtlamalar
yumuşatılmıştır.
Yukarıda uluslararası müteahhitlik sektörünün gündemindeki son
gelişmeler böylece değerlendirildikten sonra, konuyu ülkemizin yurtdışı
müteahhitlik hizmetleri sektörü açısından ele aldığımızda sektörün
gündemindeki başlıca sorunlar olarak başlıca şu hususlar dikkati çekmektedir:
Bürokraside daha etkin bir koordinasyon oluşturma gereği, finansman bulma ve
teminat mektubu temin etme güçlüğü, sosyal güvenlik, dış pazarlar hakkında
bilgi edinme zorluğu, tanıtım eksikliği, sektörün belli bölgelerde yoğunlaşması
ve yeni pazarlara açılamaması, iş alınarak faaliyet gösterilen tüm ülkeler ile
“Çifte Vergilendirmenin Önlenmesi” ve “Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve
Korunması” anlaşmalarının henüz tamamlanamamış olması, Türk teknik
müşavirlik ve mühendislik firmalarının yurtdışında yeterince etkin olamaması,
teknik ve tecrübe bakımından yetersiz Türk inşaat firmalarının yurtdışında iş
üstlenmesi nedeniyle sektörün olumlu imajının zedlenmesi.
Yukarıda özetlenen sorunlar biran önce halledilerek, ülkemizin
halihazırda oldukça yüksek olan mevcut cari açığını kapatabilmek için,
geleneksel olarak döviz kazandırıcı ihracat ve turizm sektörlerinin yanısıra,
önündeki engellerin kaldırılması ve mümkün olan her türlü hukuki, mali
desteğin sağlanması suretiyle acilen yurtdışı müteahhitlik hizmetleri sektörünün
T. KÖKSAL
Uluslararası İnşaat Sözleşmesi Modeli Olarak FIDIC …
109
önünün açılması zarureti bulunmaktadır.
KAYNAKÇA
AVRUPA ULUSLARARASI MÜTEAHHİTLER BİRLİĞİ(EIC): Sürdürülebilir İhale Sistemi Mavi Kitap-, Almanya, Kasım 2004.
DAYINLARLI, Kemal: İnşaat Sektöründe Müşavir Mühendislik Sözleşmesi, Ankara,1998.
EREN, Fikret: “Borçlar Kanunu Açısından İnşaat Sözleşmeleri”, İnşaat Sözleşmeleri (Ortak
Seminer, 18-29 Mart 1996), 2. Tıpkı Basım, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma
Enstitüsü yayını, Ankara, 2001, s.49-86.
FIDIC: Conditions of Contract for Construction for Building and Engineering Works Designed by
the Employer, First Edition 1999, Geneva, 1999.
FIDIC: Conditions of Contract for Works of Civil Engineering Construction, Fourth Edition 1987,
Geneva,1987.
FIDIC: Supplement to Fourth Edition 1987 of Conditions of Contract for Works of Civil
Engineering Construction, First Edition 1996, Gene-va,1996.
FIDIC: Tendering Procedure, Second Edition 1994, Geneva, 1994.
FIDIC: The FIDIC Contracts Guide, First Ed., Geneva, 2000.
GÜVENÇ, Celalettin: FIDIC Raporu, 26.04.2002, www.icisleri.gov.tr
KARAYALÇIN, Yaşar: “FIDIC İnşaat Sözleşmesi Genel Şartlarında Mühendisin Hukuki
Durumu”, İnşaat Sözleşmeleri (Ortak Seminer, 18-29 Mart 1996), 2. Tıpkı Basım, Banka
ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü yayını, Ankara, 2001, s.287-308.
TÜREGÜN, Necip: “FIDIC Açısından İnşaat Sözleşmeleri”, İnşaat Sözleşmeleri (Ortak Seminer,
18-29 Mart 1996), 2. Tıpkı Basım, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, Ankara
2001, s.249-285.
UĞUR, L. O. / BAYKAN, UN / ERDAL, M.: “FIDIC İnşaat İşleri Genel Şartnamesinde
Sorumluluk ve Risk Dağılımının Proje Maliyetine Etkisi”, Selçuk Ü. Tek.Bil.YO., Teknik
Online Dergi, Cilt: 5, Sayı:3, 2006, s.111-132.
UĞUR, L. O.: ”İnşaat Sektöründe Risklerin Yönetimi”, Şantiye, Sayı:192, Haziran 2004, s.80-83.
UĞUR, L. O.: İnşaat Sektöründe Riskler ve Risk Yönetimi, Türkiye Müteahhitler Birliği Yayını,
Ankara, 2006.
ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ DERGİSİ YAZIM VE YAYIM
KURALLARI
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
(ASBED) daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış özgün, araştırma, derleme ve
kuramsal çalışmaların yayımlandığı sosyal bilim alanlarına ilişkin disiplinler
arası ve hakemli bir dergidir. Dergi yılda iki kez yayımlanır. Dergiye gönderilen
makaleler konu alanıyla ilgili en az iki hakemin önerileri dikkate alınarak
yayımlanır. Dergiye gönderilecek makaleler Türkçe ya da İngilizce olarak
yazılabilir. Dergiye gönderilen makaleler aşağıda belirtilen biçim ve yazım
kurallarına dikkate alınarak gönderilmelidir. Yazım kurallarına uygun olarak
hazırlanmamış makaleler yayım için dikkate alınmayacaktır.
Biçim ve yazım kuralları
1. Dergiye gönderilecek tüm makaleler Amerikan Psikologlar Derneği
2001 yılı yayım el kitabında belirtilen (APA 2001,
http://www.apa.org/books/4200061.html) yazım kurallarına uygun
olarak hazırlanmalıdır. Metin içerisinde doğrudan yapılan alıntılar da
alıntının yapıldığı sayfa numarası mutlaka verilmelidir. Alıntının kelime
sayısı 40 kelimeyi geçtiği takdirde ayrı bir paragraf olarak, normal
metnin sağ ve solundan 1 cm. daha içeride kalacak şekilde yazılmalıdır.
2. Makaleler A4 ölçüsüne uygun kâğıtlara yazılmalı ve kâğıtların her
yanında 3 cm. boşluk bırakılmalıdır.
3. Makalelerde 160 kelimeyi geçmeyecek şekilde yazılmış Türkçe ve
İngilizce özetleri sırasıyla içermelidir. Özetlerde çalışmanın amacı,
yöntem ve bulguları kısaca özetlenmeli ve atıflara yer verilmemelidir.
Özetin hemen altında yer alacak şekilde en fazla beş kelimeden oluşan
anahtar sözcüklere Türkçe özet için “Anahtar sözcükler” İngilizce özet
içinse “Keywords” kavramlarından sonra yer verilmelidir. Her bir
anahtar sözcük arasına noktalı virgül konmalıdır (öğrenme; öğretim;
öğretmen eğitimi; öz-düzenleme).
4. Makaleler Word ofis programı aracılığıyla, Times New Roman yazı
karakterinde ve 12 punto büyüklüğü kullanılarak yazılmalıdır. Birinci
düzey başlıklar (makalenin başlığı ve bölüm başlıkları kalın karakterle
ve 12 punto kullanılarak yazılmalıdır. Bölüm başlıkları kalın karakterle
ve numaralandırılarak yazılmalıdır. Alt başlıklar (varsa) bölüm
başlıklarına uygun olarak numaralandırılmalı ve italik olarak
yazılmalıdır (1–1, 1–1–1, 1–1–2, vs.).
5. Tablolarda dikey çizgiler kullanılmamalı, metin içerisindeki sıraya
uygun bir biçimde numaralandırılmalı (Tablo 1, Tablo 2 vs.) ve tablo
başlıkları 10 kelimeyi geçmemelidir. Tablo başlıkları tablonun üstünde
112 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
2010-1 (20)
yer almalıdır. Şekil ve/veya resim başlıkları ise (Şekil 1, Şekil 2, Resim
1, Resim 2 vs.) şekil ve resimlerin altında yer almalıdır.
Makalelerdeki toplam kelime sayısı kaynakça, şekiller ve tablolar vb.
dâhil (Türkçe ve İngilizce özet hariç) 6 000 kelimeden az 10 000
kelimeden fazla olmamalıdır. Kelime sayısı metnin sonunda
belirtilmelidir. Dergiye gönderilen makalelerin tümü çift satır aralığı
kullanılarak yazılmalıdır.
Metin içerisinde dipnot göstermekten kaçınılmalı ve eğer gerekliyse bu
tip gösterimler “Ek” başlığı altında kaynakçadan hemen sonra
yapılmalıdır.
Dergide yayımlanan makalelerin telif hakları Abant İzzet Baysal
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisine aittir.
Yazarlar dergiye makalelerini göndermekle etik kurallara uygunluğunu
ve makalenin başka bir yerde yayımlanmamış ya da yayımlanmak üzere
gönderilmemiş olduğunu kabul etmiş sayılırlar.
Dergide yayımlanan makalelerin içeriğinden ve etik kurallara
uygunluğundan yazar ya da yazarlar sorumludur.
Dergiye gönderilecek makaleler, yazar(lar)ın görev yaptığı kurum ya da
kuruluşun açık adreslerinin ve iletişimden sorumlu yazarın elektronik
posta adresinin yer aldığı bir kapak sayfası, Türkçe/İngilizce özetlerin
yer aldığı özet sayfası ve makale kaynakça ekler vb’nin yer aldığı metin
sayfasından oluşmalıdır. Metin ve özet sayfalarından yazar(lar)a ait
hiçbir bilgiye yer verilmemelidir. Bu bilgiler yalnızca kapak sayfasında
yer almalıdır.
Metin içerisinde atıfta bulunulan tüm eserlere “Kaynakça” başlığı
altında metin sonunda yer verilmelidir. Kaynakça yazımı APA 2001
standartlarına uygun olmalı ve kaynakça kısmında yer alan tüm eserler
1 cm. girintili tarzda yazılmalıdır. Elektronik ortamda yayımlanan
dergilerin tümü basılı materyaller olarak değerlendirilirler. Bu nedenle
kaynakça kısmından aşağıda belirtilen yazım formatına uygun olarak
yazılmalıdırlar. Ancak, internet üzerinden indirilen diğer kaynaklara
yalnızca metin içerisinde ve indirildiği tarih açıkça belirtilerek yer
verilmelidir (http://www.sobel test.html, 02.03.2010 tarihinde indirildi).
Makaleler
Ng, W., Nicholas, H., & Williams, A. (2010). School experience influences on
pre-service teachers’ evolving beliefs about effective teaching.
Teaching and Teacher Education, 26 (2), 278-289.
Kitaplar
Dann, R. (2002). Promoting assessment as learning: Improving the learning
process. London: Routledge/Falmer.
Yazım ve Yayım Kuralları
113
Editörlü kitaplar
Patrick, H., & Pintrich, P. R. (2001). Conceptual change in teachers’ intuitive
conceptions of learning, motivation, and instruction: The role of
motivational and epistemological beliefs. In B. Torff & R. J.
Sternberg (Eds.), Understanding and teaching the intuitive mind:
Student and teacher learning (pp. 117-143), Mahwah, NJ: Lawrence
Erlbaum.
13. Makale yayımlandıktan sonra iletişimden sorumlu yazarın adresine
yazarların her birisi için derginin bir kopyası ücretsiz olarak gönderilir.
14. Makalesini değerlendirmeden çekmek isteyen yazarlar, bu kararlarını
gönderim tarihinden itibaren en geç 15 gün içerisinde bildirmelidirler.
15. Yayımlanmayan makaleler yazarlara geri gönderilmezler.
16. Makaleler aşağıda belirtilen adrese elektronik posta yoluyla
gönderilmelidir.
Makale gönderme adresi
[email protected]
AİBÜ BASIMEVİ