PDF İndir

Transkript

PDF İndir
Sayı 63 Kasım-Aralık 2011
63
BİLİŞİM NEDEN STRATEJİK
SEKTÖR OLMALI?
“ŞEHİRLERİMİZİN GELECEĞİ,
TEHDİTLER VE FIRSATLAR” SEMPOZYUMU
SANAL TOPLUMA SANAL MÜHENDİSLİK Mİ?
YAVAŞ KASABALAR:
TARAKLI, GÖYNÜK, MUDURNU
‹mtiyaz Sahibi
Mimar ve Mühendisler Grubu adına
Genel Başkan
Avni Çebi
Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü
Özkan Mustafa Küçükkural
Yay›n Kurulu
Mehmet İşci, Osman Arı, Yakup Güler,
Mahmut Çelik, Yavuz Sarı,
Mesut Uğur, Osman Şahbaz,
Yılmaz Ada
Bu Say›ya Katk›da Bulunanlar
Mustafa Yanartaş,
Mesut Uğur, Mehmet Önder
Yay›n Dan›flma Kurulu
Prof. Dr. İlhami Karayalçın,
Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Adnan Çelik,
Prof. Dr. Nizamettin Aydın,
Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu,
Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür,
Ali Reyhan Esen, Fatih Dönmez
‹letiflim Adresi
Kuştepe Biracılar Sok. No: 7
Mecidiyeköy/İstanbul
Tel: 212 217 51 00
Fax: 212 217 22 63
Web: www.mmg.org.tr
E-posta: [email protected]
Yay›n Koordinatörü
İsmail Şaşmaz
[email protected]
Editör
A. Kadir Mermertaş
Fatih Göksu
Görsel Yönetmen
Nevzat Albayrak
Renk Ayr›m›
Muhammet Dilsiz
Reklam
[email protected]
Eski Osmanlı Sok. Cansun Apt. 5/7
Mecidiyeköy/İstanbul
Tel: 212 273 27 50
Fax: 212 273 27 51
Web: www.ajanspiksel.com
E-posta: [email protected]
Bas›m
Milsan Basın San. A.Ş.
0212 471 71 50
Yay›n Türü
İki ayda bir yayınlanır.
Yerel Süreli Yayın
Ücretsizdir
Yazı ve reklamların içerik sorumluluğu
sahiplerine aittir. Kaynak gösterilerek
alıntı yapılabilir.
editörden
Merhabalar…
Mimar ve Mühendis Dergisi olarak “Bilişim” konumuz
ile Kasım-Aralık sayımızda sizlerle tekrar birlikteyiz.
2010 yılında 27,3 milyar dolarlık pazar büyüklüğüne
ulaşan ve bu rakamı 2011 itibariyle bir hayli geride
bırakacağı öngörülen sektör, 2012 yılı içinse hiç
olmadığı kadar umutlu. Gerek devlet yardım ve
yatırımları gerekse de özel sektör temsilcilerinin
konunun öneminin farkına varmış olmaları, ülkenin
bu sektörde de stratejik bir konumda yer alabileceği
fikrine kendini alıştırdı.
Bu sayımızda dosya konusu olarak ele aldığımız
“Bilişim” sektörünü yine uzmanlar aracılığıyla incelemeye çalıştık. Başta Türkiye Bilişim Sektörü Derneği
Başkanı Sayın Erkin Fındık olmak üzere sektörün
önde gelen isimleri ve akademisyenler konuyu
dergimiz için değerlendirdi.
Ayrıca bilindiği üzere geçtiğimiz aylarda ülkemiz ne
yazık ki büyük bir felaket olarak akıllarımızda yer
eden ‘Van Depremi’ni, yaşadı. Yanlış ve bilinçsiz
yapılanma burada da karşımıza çıktı ve birçok vatandaşımızın ölümüne neden oldu. Bu konu ve halen
görmezden gelinmekte ısrar edilen İstanbul’un siluetine yapılan saldırı da tekrardan 63. Sayımızda yer
almaktadır.
Mimar ve Mühendis Dergisi’nin her sayısında olduğu
gibi makaleleri, gezi yazılarını, mimari
değerlendirmeleri ve de bizden haberleri bu
sayımızda da okuma fırsatı bulacaksınız.
Gelecek sayılarda buluşmak dileğiyle…
içindekiler
6 Bizden Haberler
30 Bildiri; MMG Van Depremi
Raporu açıklandı
38 Mimarl›k; Mehmet ‹flci
Silüet bir flehrin amentüsüdür
82
Gezi; Osman Arı
Yavafl Kasabalar;
TARAKLI, GÖYNÜK, MUDURNU
42
KAPAK; H›zl› bir büyüme ivmesiyle birçok alanda ata¤a kalkan
ülkemiz, gelece¤in en büyük ve karl› sektörü olarak gösterilen biliflim
alan›nda tam olarak konumunu belirleyemedi. Önemi yeni yeni fark
edilen sektörde s›çrama yaflanmas› için belirtilen görüfllerin ortak yan›
ise ayn›; biliflim stratejik bir sektör olarak ilan edilmeli.
B‹L‹fi‹M NEDEN STRATEJ‹K SEKTÖR OLMALI?
32 Haber Analiz
Sanal topluma sanal
mühendislik mi?
86 Yaflam; A. Gülseren Ekfli:
De¤iflen ‹stanbul’un esas de¤erleri...
AH‹ TEfiK‹LATI, PEfiTEMAL KUfiATMA
94
Sinema ve
Mühendislik
‹nsano¤lu befli¤inden, kara
topra¤›ndan, dünyas›ndan
700 y›l uzak kal›nca
insanl›ktan ç›km›fl, dokunlay›
unutmufl, daha do¤rusu
etraf›ndaki tufllara dokunmaktan ve yüzünün dibindeki ekranlar› seyretmekten birbirleriyle iliflki kurmaktan
kopmufltur.
WALL-E
4 M‹MAR VE MÜHEND‹S
BAfiKANDAN
Büyümenin Motoru, Yaz›l›m Sektörü
KAYITLI insanlık tarihinin bize bildirdiğine göre insanların son yıllarda her sene ürettiği
bilgi birikimi bir önceki senelerin toplamından daha çok olmaktadır. Bu büyük bilgi
birikimin oluşmasında ve yaygın olarak kullanıma açılmasında matbaanın bulunmasından
sonra en büyük değişim bilgi ve iletişim teknolojileriyle (BİT) olmaktadır. BİT bizleri her
gün daha yaklaştırmakta, bilgiye erişimi adeta bir mouse’un tıklaması kadar bize
yakınlaştırmaktadır. Bu bilgiye erişimdeki paradigma değişimi bilinen öğrenim metotlarını
ve iş yapma şekillerini ve yöntemlerini radikal olarak değiştirmiştir. Yazılım uygulamaları,
eğitimden organizasyonların yönetimine, otomasyondan süreç yönetimine kadar bir mal
veya hizmetin ilk noktasından tüketiciye ulaşana kadar bütün süreçlerini değiştirmiştir.
Bugün dünyada herhangi bir ürüne ulaşmak için kullandığımız en kolay ve yaygın ortamı
internet oluşturmaktadır. Bugün web sitesi olmayan bir şirket veya e-mail’i olmayan bir
kişi düşünmek adeta imkânsız olmuştur. Bütün bu değişimi ve dönüşümün temelinde
donanımdan yazılıma, internetten sosyal ağlara kadar BİT bulunmaktadır. Ülkelerin
gelişmişlik düzeylerini ölçmede kullanılan parametrelerden birisi de kişilerin bilgiye erişim
hızları ve o ülkedeki erişim cihazlarının (PC, notebook, akıllı telefon gibi cihazlar) sayısı
olmaktadır. Ülkemiz bu konularda genç bir nüfusa sahip olmasından dolayı hızla mesafe
almaktadır.
Ülkemiz hızla büyüyen ekonomisi ve genç nüfusunu istihdam etmek ve geciktiği sanayi
toplumu olma hedeflerini BİT sektöründe yakalayabilir. Özellikle yazılım sektörünü motorstratejik sektör olarak belirleyerek kendisini sanayi ötesi bilgi toplumunda öncü noktaya
getirebilir. Bilgi teknolojileri inovasyon yapmak ve yaygın olarak kullanıma açmak
açısından çok verimli bir alan oluşturmaktadır. İstihdamın ucuz ve kolay olması ve
nüfusumuzun genç, dinamik ve eğitimli olması bunun için önemli fırsatlar önümüze koymaktadır. Bir bilgi çalışanın istihdamı için gerekli olan maliyet 6000 $ civarında, bunu ağır
sanayi, kimya gibi sektörlerle karşılaştırdığımızda bu rakam yerine göre 20’de birlere,
10’da birlere düşmektedir. Bugün, ülkemizdeki üniversitelerde açılan yazılım mühendislikleri alanları yeterli istihdam için gerekli insan gücünü sağlamaktadır.
Bugün dünyada herhangi
bir ürüne ulaflmak için
kulland›¤›m›z en kolay ve
yayg›n ortam› internet
oluflturmaktad›r. Bugün
web sitesi olmayan bir
flirket veya e-mail’i
olmayan bir kifli
düflünmek adeta imkâns›z
olmufltur.
Geleceğimizi inşa ederken yazılım sektörüne çok dikkat etmeliyiz. Bugün yazılımlar adeta
donanımların yerini almakta, cihazları ve organizasyonları sanallaştırmaktadır. Geleceğin
gerçekliği sanallığın üzerine inşa edilmektedir. Sanallaşmanın merkezinde yazılımlar yer
almaktadır. Yazılım sektöründe güçlü ve sürdürülebilir bir büyüme için devletin AR-GE
teşviklerinin küçük firmalara da sağlanması adına gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
Bilişim sektörünün yeri ve önemi devlet hiyerarşisi içinde güçlendirilmelidir. Bunun için
Başbakanlığa bağlı müsteşar yardımcılarından birisi yalnız başına bilişim müsteşarlığı
haline getirilerek, farklı bakanlıklar ve kurumlar altında oluşan BİT proje ve yatırımlarını
koordine etmelidir. Bugün eğitimde fırsat eşitliği oluşturmak ve BİT ile öğrencilerimizi
buluşturmak için başlatılan FATİH projesi çok önemli bir manivela görevi yüklenebilir.
Burada kullanılacak teknolojilerin donanımdan yazılıma kadar hepsi yerli BİT firmalarıyla
el ele verilerek sağlanmalıdır. Ülkemizin sanayileşmesinde kaybettiğimiz zamanı geri
kazanmak ve katma değerli hizmetlerin üretilmesi için BİT’i fırsata çevirmeliyiz.
Sektörün sağlıklı bir şekilde gelişmesi için bu sektörün her alanında hizmet eden
teknisyeninden mühendisine kadar bütün çalışanlarının daha hassas olmaya ihtiyacı
vardır. Bu sektörün sağlıklı ve doğru bir yolda gelişmesi için sektörde çalışan firma ve
kişilerin haksız rekabeti kaldıracak kaliteyi ve sürekliliği sağlayacak iş görme disiplinlerini
oluşturmaya ihtiyacı vardır. Henüz başlangıç aşamasında olan BİT sektörümüz için gerekli
olan standart ve yeterlilik şartlarının gelişimi için sektör temsilcisi olan bütün STK’lar
katkı yapmalıdır.
Avni Çebi
Genel Başkan
KASIM-ARALIK 2011 5
B‹ZDENHABERLER
Do¤a Sanatç›s› Cemal GÜLAS:
“‹NSANLIK YAfiADI⁄I DÜNYAYI
YOK ETMEYE ÇALIfiIYOR’’
Deprem Sismolojisi Uzman› Prof. Dr.
Ömer Alptekin:
VAN DEPREM‹ SÜRPR‹Z
BÜYÜKLÜKTE B‹R DEPREM
MİMAR ve Mühendisler Grubu (MMG) taraf›ndan her çarflamba akflam› düzenli olarak gerçeklefltirilen genel kültür-söylefli
a¤›rl›kl› ‘’Bizbize Konuflmalar’’ program›n›n bu haftaki konu¤u
Deprem Sismolojisi Uzman› Prof. Dr. Ömer Alptekin oldu.
‘’Van Depremi ve Deprem Gerçe¤i’’ konulu sohbette konuflan
Prof. Dr. Ömer Alptekin yaflanan depremin Van Gölü ve çevresi için sürpriz büyüklükte bir deprem oldu¤unu ifade ederek
yatay düflümlü bu depremin Türkiye gerçe¤inde az hasarla atlat›lm›fl oldu¤unu söyledi.
MMG Genel Merkezi’nde düzenlenen oturuma ‹BB Zemin ve
Deprem ‹nceleme Müdürü Mahmut Bafl, MMG Yönetim Kurulu Baflkan Vekili Osman Ar›, MMG Yönetim Kurulu Baflkan
Yard›mc›s› Kadem Ekfli, MMG Yer Bilimleri Komisyonu
Baflkan› fiehmus
Y›ld›r›m ile davetliler kat›ld›.
Konuflmas›nda
Van Depremi’nin
teknik olarak oldukça büyük bir
deprem oldu¤unu söyleyen Prof.
Dr. Ömer Alptekin; ‘’Yaflad›¤›m›z deprem Van Gölü çevresinde bugüne kadar
kayda geçmifl en büyük depremdir. Millet olarak oluflu itibar›
ile az hasarla atlatt›¤›m›z bu depremden ders ç›karmam›z gerekir. Deprem sonras›nda en k›sa zamanda bölgeye giden kurtarma ve yard›m ekipleri baflar›l› çal›flmalar yaparak önemli bir s›nav vermifllerdir. Ancak bu deprem bize deprem öncesi almam›z gereken tedbirler konusunda yeterli bilgiye sahip olmad›¤›m›z› göstermifltir’’ dedi.
Sohbette söz alan MMG Yönetim Kurulu Baflkan Yard›mc›s›
Kadem Ekfli ise yap›lan hatalar›n milletçe gözyafl› dökmemize
sebep oldu¤unu belirterek; “Toplum olarak bizlere düflen daha
bilinçli bir yap›laflman›n içinde yaflam alanlar› oluflturup güvenli yap›lar ortaya ç›karmakt›r. Bunun içinde daha özverili
hareket etmeliyiz. Anadolu’dan büyükflehirlere göçler sürüyorken flehirlerin yaflam alanlar›n› s›k›flt›rmak ve yaflanmaz hale
getirmek ak›l kar› de¤ildir. S›k›nt›l› bir süreçten geçiyor olsak
ta gelecek için ümitli olup sa¤lam ad›mlar atmal›y›z’’ diyerek
sözlerine son verdi.
6 M‹MAR VE MÜHEND‹S
MİMAR ve Mühendisler Grubu (MMG) taraf›ndan düzenlenen
‘’Bizbize Konuflmalar’’ etkinli¤inin konu¤u Foto¤raf Sanatç›s› Cemal Gülas oldu. Sohbette konuflan Gülas, “Gezmek insanlar›n
ufkunu aç›yor. Anadolu’daki birçok alan bizimle insan› tan›d›.
Ben co¤rafyay› tan›may› insan hayat›n›n önemli bir gereksinimi
olarak görürüm. ‹nsan üzerinde yaflad›¤› co¤rafyay› tan›d›kça
kendi gerçeklili¤ini de keflfedebiliyor.” dedi.
MMG Genel Merkezi’nde gerçeklefltirilen etkinli¤e MMG Genel
Baflkan› Avni Çebi, Genel Baflkan Yard›mc›lar› Osman Ar› ve Kadem Ekfli, Yönetim Kurulu üyeleri Murat Özdemir ile Yavuz Sar›, Genel Sekreter Özkan Mustafa Küçükkural’›n yan› s›ra çok
say›da davetli kat›ld›. Sohbete son bir y›l içinde gerçeklefltirdi¤i
belgesel çekimlerinden oluflan kolaj gösterisi ile bafllayan Cemal
Gülas, insanlar›n yaflad›¤› flehrin sosyo dinamik flartlar›ndan etkilenerek yaflamlar›n› flekillendirdi¤ini belirterek; “fiehrin da¤›n›k
yaflam ortam› ve belirsizliklerinden etkilenen insanlar buna göre
yaflamlar›n› flekillendiriyor. Bu sebeple de ancak birbirlerini trajedilerde görebiliyorlar’’ dedi.
İstanbul`un Siluetini Bozuyorlar
‹stanbul siluetinin bozuldu¤unun da alt›n› çizen Gülas, “Kent
dokusu duyarl›l›¤›n› kaybetmifliz. ‹stanbul gibi siluet bir flehirde
ucube yaflam yerleri yapm›fl›z. Tarihten gelen o kadar güzel örnekler varken bu kadar ucube yap›lar yapma ›srar›n› anlayam›yorum” dedi. ‹nsanlar›n teknoloji ba¤›ml›l›¤› içersinde do¤adan
uzaklaflmalar›n› da elefltiren Gülas, “Kutsal kitapta Allah bizlere
diyor ki biz sizden önceki kavimlere de geliflmifl teknolojiler verdik, onlar azg›nl›klar›ndan dolay› helak oldular. Sizlerin bu teknolojiye ulaflman›z›n imkan› yok. Ne kadar u¤rafl›rsak u¤raflal›m
teknolojimizi en üst düzeye ç›karamayacaksak do¤ay› tahrip
ederek teknolojiye ba¤›ml› hale gelmek neden, bu soruyu sormak gerekir…’’
‹nsan› kanser mikrobuna benzeterek yok edici oldu¤unu söyleyen Gülas, “‹nsanl›k kanser mikrobu gibi yaflad›¤› dünyay› yok
etmeye çal›fl›yor. Bu yok olufl dünya ile birlikte insan› da yok
edifle götürmektedir. Ben bu insanl›¤›n bir parças› olarak nas›l iyi
huylu bir kanser mikrobu olabilirim diye çabalamaktay›m. Bilgi
yüktür, insana bedeli ise çiledir demifl bir düflünür. Bizler bilgiden uzak bir yok edilifle sürüklüyoruz kendimizi. Hiçbir yar›fl›n
birden fazla galibi yoktur” diyerek sözlerine son verdi.
B‹ZDENHABERLER
MMG, KENTLER ve KENT
V‹ZYONUNU TARTIfiTI
Her çarflamba akflam› düzenli olarak
düzenlenen genel kültür-söylefli a¤›rl›kl›
“Bizbize Konuflmalar” program› kapsam›nda
GENAR Araflt›rma E¤itim ve Dan›flmanl›k
Baflkan› Dr. ‹hsan Aktafl’› konuk eden MMG,
Kentler ve Kent Vizyonu konusunu tart›flt›.
KENTLEŞME ve kent vizyonu konusunda kurumsal yay›nc›l›k
faaliyetleri de yürüten ‹hsan Aktafl, kentleflmede birincil öznenin
toplum oldu¤unu söyleyerek bu alandaki toplumsal bilinci art›racak yay›nlara ve akademik çal›flmalara ihtiyaç duyuldu¤unu
belirtti. ‹hsan Aktafl ayr›ca kentlerin bütün olarak bir “kültür”
ürünü oldu¤unu, kentlilik kültürünü sosyal ve ekolojik çevreyle
ba¤daflt›r›p tarihi bir zemin üzerine infla edebilen insanlar›n tam
anlam›yla bir flehirli olabilece¤ini ifade etti. Bu ba¤lamda kontrol
edilemeyen nüfus hareketlerinin özellikle ‹stanbul için dengeli
bir flehir kültürü oluflumu aç›s›ndan büyük risk tafl›d›¤›n› da
sözlerine ekleyen Aktafl bu alanda kamusal tedbirlerin faydal›
olaca¤›n› savundu.
MMG AVRASYA
MARATONUNDA!
Mimar ve Mühendisler Grubu bu y›l
33’üncüsü düzenlenen Avrasya Maratonu
Halk Yürüyüflü’ne kat›ld›.
MMG Bursa fiubesi Bizbize Konuflmalar:
MAK‹NE MÜHEND‹S‹ HÜSEY‹N
ERGÜN ile OTOMOT‹V SEKTÖRÜ
ÜZER‹NE…
MİMAR ve Mühendisler Grubu (MMG) Bursa fiubesi’nce düzenlenen Bizbize Konuflmalar’›na Makine Mühendisi Hüseyin
Ergün konuk oldu. Dünyada ve Türkiye’de otomotiv üretiminin tarihçesini anlatan Ergün, ilk yerli otomobil Devrim otomobili ile ilgili de bir sunum yapt›.
Dünyada benzinle çal›flan içten yanmal› motora sahip ilk otomobilin Alman mühendis Karl Benz taraf›ndan yap›ld›¤›n› belirten Ergün, ilk seri üretime ise ABD’li Henry Ford’un T modeli ile geçti¤ini ifade etti. ‹lk üretim band› fikrinin de babas›
olan Ford’un 1913’te günde bin otomobil üretebildi¤ini dile
getiren Ergün, 1929 y›l›nda Ford taraf›ndan Türkiye’de kurulmas› planlanan fabrikan›n baz› güçlerin engellemesi sonucu
kurulamad›¤›n› ve hatta bugünde ayn› senaryolar›n yafland›¤›n› aç›klad›.
8 M‹MAR VE MÜHEND‹S
16 Ekim 2011 Pazar günü yap›lan yürüyüfle MMG Genel
Baflkan Yard›mc›lar› Osman Ar›, Kadem Ekfli ve Y.Kurulu
üyeleri Murat Özdemir, Serkan Cantürk, Turan Koçyi¤it,
Komisyon Baflkanlar› Oktay Korkmaz, Hasan Omay, fiehmus Y›ld›r›m, Mustafa Yanartafl ve MMG Genel Sekreteri
Özkan Mustafa Küçükkural; ayr›ca Mimar A.Reyhan
Esen’le birlikte bir grup MMG üyesi kat›ld›. Halktan da
gruba yürüyüfl esnas›nda kat›l›mlar oldu. ‹stanbul siluetinin resmi bulunan tiflörtlerin üzerine ‘’S‹LUET‹ME DOKUNMA’’ slogan› yazan grup ‹stanbul siluetini bozan
yap›lara karfl› bir protesto gerçeklefltirdi. Halk yürüyüflüne kat›lanlar›n büyük destek verdi¤i ve bas›n mensuplar›n›n yo¤un ilgi gösterdi¤i protesto bas›n bildirisinin da¤›t›lmas›yla son buldu.
NÜKLEER ARAfiTIRMA
MERKEZ‹NE TEKN‹K GEZ‹
MİMAR ve Mühendisler Grubu (MMG) üyeleri 19 Ekim Sal› günü düzenledi¤i teknik gezi kapsam›nda Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK)’na ba¤l› faaliyet gösteren Çekmece Nükleer Araflt›rma ve E¤itim
Merkezi’ni ziyaret ederek kurumun idari yap›s› ve yürütülen çal›flmalar
hakk›nda bilgi ald›.
MMG Yer Bilimleri Komisyonu Baflkan› fiehmus Y›ld›r›m öncülü¤ünde
Türkiye Atom Enerjisi Çekmece Nükleer Araflt›rma ve E¤itim Merkezi’ni ziyaret eden MMG Elektrik-Enerji Komisyonu Baflkan› Doç. Dr.
‹brahim Günefl, MMG Genel Sekreteri Ö. Mustafa Küçükkural ve kat›l›mc›lar› kuruma gelifllerinde kurum müdürü Doç. Dr. A. Erdal Osmanl›o¤lu karfl›lad›. MMG heyetiyle ö¤le yeme¤i yiyen Doç. Dr. Osmanl›o¤lu, daha sonra konferans salonunda slayt görüntüleri eflli¤inde
kurum hakk›nda bilgi verdi.
AK Parti ‹stanbul Milletvekili
Metin Külünk:
“YEN‹ ANAYASA GELECEK
100 YILIN TÜRK‹YE’S‹NE
YÖN VEREB‹LMEL‹D‹R’’
Mimar ve Mühendisler Grubu (MMG)
taraf›ndan düzenlenen ‘’Yeni Anayasa
Sohbetleri‘’ konulu programa kat›lan AK Parti
‹stanbul Milletvekili Metin Külünk, yeni
anayasan›n dokunulmazlardan kurtar›larak
özgürlükçü, ça¤dafl ve dinamik bir anayasa
olmas› gerekti¤ini söyledi.
TAKSİM Metro Sergi ve Konferans Salonu’nda düzenlenen etkinlikte AK Parti fianl›urfa Milletvekili Dr.
Abdülkerim Gök’ün yan› s›ra MMG Yönetim Kurulu
Baflkan Vekili Osman Ar›, MMG Baflkan Yard›mc›s› Kadem
Ekfli, Yönetim Kurulu Üyeleri Murat Özdemir, Serkan
Cantürk, Yalç›n Boztoprak ve MMG Genel Sekreteri Özkan
Mustafa Küçükkural ile davetliler kat›ld›.
Konuflmas›nda 1961 ve 1980 Anayasalar›’n›n siparifl üzerine yaz›ld›¤›n› ve halk›n iradesini yans›tmaktan uzak oldu¤unu söyleyen Metin Külünk; “Atatürk sonras› yap›lan tüm
anayasalar yasakç› bir zihniyetin yans›malar›d›r. Bu zihniyet darbeleri de 28 fiubat’› da anayasaya dayand›rarak gerçeklefltirmifltir. Avrupa ayd›nlanmas› ile birlikte ‘’Tanr› Yoktur’’ mant›¤›yla haz›rlanan anayasalardan referans al›nan
anayasalarla kendi Türk kimli¤ini oluflturan bu zihniyet
halka bask› yapm›fllard›r. Alevi’yi de Sünni’yi de yok sayan
bu ak›l Kürt kimli¤ini de Türk milliyetçili¤ini de yok saym›flt›r. Bu akl›n uygulamalar› nedeniyle PKK terörü ortaya
ç›km›flt›r. E¤er terör odaklar› gençleri da¤lara çekmeye devam edebiliyorlarsa bu akl›n geçmiflte uygulad›¤› ayr›mc›
politikalar sayesindedir’’ dedi.
MMG’de NÜKLEER ENERJ‹ ve
VER‹ML‹L‹K KONUfiULDU
HER çarflamba akflam› düzenli olarak gerçeklefltirilen genel kültür-söylefli a¤›rl›kl› “Bizbize Konuflmalar” program› kapsam›nda MMG’ye konuk olan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Çekmece Nükleer Araflt›rma
ve E¤itim Merkezi Müdürü Doç. Dr. A. Erdal Osmanl›o¤lu, kat›l›mc›lara Türkiye’nin Nükleer Gelece¤i hakk›nda bilgiler verdi.
MMG Genel Merkezi’ne gelerek toplant›ya kat›lan üyelere slayt görüntüler eflli¤inde nükleer enerji konusunda bir sunum yapan Doç. Dr. A.
Erdal Osmanl›o¤lu, nükleer enerji elde etmek için geçen aflamalar› anlatt›. Türkiye’nin artan enerji ihtiyac›n›n nükleer güç santralleri ile karfl›lanaca¤›n› belirten Doç. Dr. Osmanl›o¤lu, TAEK’in konuyla ilgili çal›flmalara h›z verdi¤ini ifade etti.
KASIM-ARALIK 2011 9
B‹ZDENHABERLER
MMG BAfiARILI GEÇEN SEMPOZYUMU DE⁄ERLEND‹RD‹
MİMAR ve Mühendisler Grubu (MMG) taraf›ndan 19 Kas›m’da
gerçeklefltirilen ‘’fiehirlerimizin Gelece¤i Tehditler ve F›rsatlar’’
sempozyumunun ard›ndan MMG Yönetimi taraf›ndan de¤erlendirme toplant›s› gerçeklefltirildi. Üsküdar Sebaattin Zaim Kültür
Merkezi’nde gerçeklefltirilen toplant›ya MMG Genel Baflkan› Avni
Çebi, Baflkan Yard›mc›s› Osman Ar›, Yönetim Kurulu Üyesi Murat Özdemir, Ankara fiube Baflkan› Y›lmaz Ada, Sakarya fiube
Baflkan› Erol Demiralay, ‹zmir fiube Baflkan› Ünal Özturkut, Kayseri fiube Baflkan› O¤uz Memifl, Konya fiube Baflkan› Arif Kösem’in yan› s›ra flubelerin yönetim kurulu üyeleri kat›ld›. Konuflmalar›n ard›ndan birlikte ö¤le yeme¤i yiyen MMG yönetici ve
üyeleri, de¤erlendirme toplant›s›ndan duyduklar› memnuniyeti
dile getirerek önümüzdeki dönemde yap›lacak ‹stiflare Toplant›s›’nda buluflmak üzere ayr›ld›.
‹STANBUL BÜYÜKfiEH‹R
BELED‹YES‹’N‹N KARARI
OLUMLU ANCAK YETMEZ...
MMG BURSA fiUBES‹
KAHVALTILI
TOPLANTILARA DEVAM ETT‹
Mimar ve Mühendisler Grubu Bursa fiubesi
taraf›ndan düzenlenen ayl›k kahvalt›l›
toplant›lar›n ekim ay› konu¤u, TCI Kabin ‹çi
Hizmetleri A.fi. Genel Müdürü Halil Tokel
oldu. Tokel, Türkiye’de uçak üretiminin
tarihçesini ve günümüzdeki uçak üretimi
ile ilgili bir sunum yapt›.
TCI Kabin ‹çi Hizmetleri olarak bir seneye kadar uça¤›n
içerisindeki bütün parçalar› üretmek istediklerini ifade
eden Tokel, 2 sene sonra 70 kiflilik içi bofl bir uça¤›n bize
getirilmesiyle içerisindeki tüm parçalar› üretip monte etmek istediklerini dile getirdi.
Türkiye`de üretilen “Anka”lar›n baflar›l› olaca¤›na inand›¤›n› söyleyen Tokel, bunun için sürecin h›zland›r›lmas› gerekti¤ini vurgulad›. Ülkemizde uçak üretimini baz› ülkelerin istemedi¤ini belirten Tokel, bizim biran önce uçak üretimine bafllamam›z gerekti¤inin alt›n› çizdi.
10 M‹MAR VE MÜHEND‹S
İSTANBUL’UN tarihi siluetine bir hançer gibi saplanan gökdelenlerle ilgili yetkilileri göreve ça¤›ran bas›n bildirimiz yaz›l› ve görsel medyada genifl olarak yer alm›fl, meslektafllar›m›z
ve ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi nezdinde konunun yo¤un
olarak tart›fl›lmas›na vesile olmufltur. ‹stanbul Büyükflehir Belediyesi, konunun vahametini ve kamuoyundan gelen tepkileri de dikkate alarak 13 Ekim’de ‹stanbul’un siluetini korumaya yönelik bir plan haz›rlanmas› karar›n› meclisten geçirmifltir. Çok gecikmifl bir karar olmas›na ra¤men; al›nan karar› ‹stanbul’un tarihi ve kültürel dokusunun korunmas› ad›na
olumlu bir ad›m olarak de¤erlendiriyoruz. Plan›n haz›rlanmas› sürecinde, Mimar ve Mühendisler Grubu (MMG) olarak
her türlü katk›y› vermeye haz›r›z. Ancak, al›nan karar metninde fiili durumla ilgili bir aç›klanman›n olmamas›; Zeytinburnu’ndan ‹stanbul’un siluetine giren gökdelenlerin yükselmesine müsaade mi edilecek sorusunu gündeme getirmektedir.
Fiili durumun kabulü, kalbine hançer saplanm›fl bir ‹stanbul’un kabulü anlam›na gelmektedir.
‹stanbul’da yaflayan, ‹stanbul’u seven hiçbir ‹stanbullu’nun
bu oldubittiyi kabul etmesi mümkün de¤ildir. ‹stanbul’un
imzas› ve kimli¤i niteli¤inde olan tarihi siluete yap›lacak olan
her türlü müdahalenin toplumsal haf›zam›zda ve kamu vicdan›nda onar›lmas› mümkün olamayacak tahribata sebebiyet
verece¤inden, ‹stanbul’un tarihi siluetine tecavüz eden bu
gökdelenlerin, siluete etki etmeyecek kota indirilmesi, ‹stanbul’un hakk›n›n teslim edilmesi ad›na tek çözüm yoludur.
MMG olay›n takipçisidir. MMG bir sivil toplum kuruluflu
olarak ‹stanbul’un tarihi siluetine yap›lan bu müdahalenin
kald›r›lmas› için üzerine düflen her türlü sorumlulu¤u yerine
getirmeye devam edecektir.
Marmara ve Bursa Büyükflehir
Belediyeler Birli¤i Baflkan›
Recep Altepe:
“TÜRK‹YE EKONOM‹S‹N‹N
YÜZDE 70’‹ BÖLGEM‹ZDE
DÖNÜYOR”
B‹R TOPLUM MÜHEND‹S‹:
CEVAT ÜLGER
MİMAR ve Mühendisler Grubu (MMG) Mimar Cevat Ülger’in o¤lu Mehmet Ülger’i konuk ederek mimariye yeni bir soluk kazand›ran Cevat Ülger’in yaflam›n› ve mimari alandaki üslubunu konu alan bir seminer düzenledi.
Mimar, Yazar, Tasarımcı ve Düşünür
Mimar olarak tan›nmas›na ra¤men çok yönlü bir kiflili¤e sahip olan Cevat
Ülger’in mimarl›k d›fl›nda görsel tasar›m, müzik ve edebiyatla da ilgili oldu¤unu belirten Mehmet Ülger, Cevat Ülger’in bir meslek adam›ndan çok
toplumsal kayg›lar›n› estetik alanda ortaya koymaya çal›flan bir “toplum
mühendisi” oldu¤unu ifade etti.
Yay›n hayat›ndaki tecrübesine, bir kitap kapa¤›ndan ziyade nonfigüratif
abstrakt tablo hüviyetindeki tasar›mlar›yla bafllayan Ülger, bu çal›flmalar›yla
Said Çekmegil’in “Siyaset Anlay›fl›m›z, Ahlak Anlay›fl›m›z, ‹man Anlay›fl›m›z, Diyalektik Reçeteler, Gelenek ve Gelenekçilik, Ça¤ D›fl›, Vahye Göre
Büyük Zulüm, ‹nsanl›k Anlay›fl›m›z, Dünya ‹slam Devleti, Kur’an’a Muhatap Olmak ve Engelleri, Nasih - Mensuh Masumiyet ve Recm, ‹slâm’›n
Gerçe¤i, Düflünceler Düflledim “ gibi eserlerin kapaklar›n› süslemifltir.
MMG BURSA fiUBES‹, BURSA
ESK‹fiEH‹R B‹LEC‹K
KALKINMA AJANSI`NA
(BEBKA) Z‹YARET DÜZENLED‹
DEPREM konusunun, rutin gündemin önüne geçti¤i
Marmara Belediyeler Birli¤i Meclis Toplant›s› Sapanca’da gerçeklefltirildi. Toplant›da Birlik Baflkan› Recep
Altepe, Zeytinburnu Belediye Baflkan› Murat Ayd›n ve
Büyükçekmece Belediye Baflkan› Hasan Akgün deprem
konusunda birbirinden önemli aç›klamalarda bulundu.
Marmara ve Bursa Büyükflehir Belediyeler Birli¤i Baflkan› Recep Altepe’nin konuflmas› ile bafllayan toplant›da
deprem konusunda önemli konulara de¤inildi. Altepe
konuflmas›nda flu hususlara de¤indi:
“Van’da yaflanan elim deprem felâketi, özellikle planlama, imar ve yap› kontrol hususunda asla taviz verilmemesi gerekti¤ini bir kez daha ac› bir flekilde göstermifltir. Türkiye ekonomisinin yüzde 70’i bölgemizde dönüyor. Önceli¤imiz rant de¤il sa¤l›kl› kentle;me. Marmara
çökerse Türkiye çöker” diye konufltu. Türkiye’deki flehirlerin birçok konuda dünyan›n önüne geçti¤ini, örnek projelere ve hizmetlere imza att›¤›n› dile getiren
Baflkan Altepe, “Ancak, daha kat edecek uzun bir yolumuzun oldu¤unu da unutmam›z gerekmektedir. Van’da
yaflanan elim deprem felâketi, özellikle planlama, imar
ve yap› kontrol hususunda asla taviz verilmemesi gerekti¤ini, bir kez daha ac› bir flekilde göstermifltir. Birlik
olarak, bu konuda bölgemizde bilinç düzeyinin ve fark›ndal›¤›n art›r›lmas› için yo¤un çaba harcamaktay›z.
Baflbakan›m›z da dün yapt›¤› konuflmada flehirlerde yenilenmesi gereken dokunun biran evvel yenilenmesi
gerekti¤ine dikkat çekti. Bizlerin de en önemli gayesi
kentlerimizdeki elveriflsiz yap› stokunun biran evvel
sa¤l›kl› hale getirilmesidir. K›s›r menfaatler ve k›sa vadeli amaçlar u¤runa, ülkemizin en de¤erli varl›¤› olan
insan kayna¤›m›z›n, göz göre göre heba olmas›na asla
müsaade edemeyiz” diye konufltu.
MMG Bursa fiubesi Baflkan› Mustafa Bayraktar,
MMG Bursa fiubesi Yönetim Kurulu Üyeleri Rasim Serim, Hasan Ayd›n ve Faik Eren BEBKA Genel Sekreteri Dr. Mehmet Sait Cülfik’i makam›nda ziyaret etti.
ÇOK s›cak bir ortamda gerçekleflen ziyarette Dr. Mehmet Sait Cülfik
BEBKA’n›n kurulma amac›n› ve destekleri hakk›nda bilgiler verdi. Her
teklif ça¤r›s› için özel olarak belirlenecek kriterleri ve “Kalk›nma Ajanslar› Proje ve Faaliyet Destekleme Yönetmeli¤i”ndeki uygunluk flartlar›n› sa¤layan kamu kurum ve kurulufllar›, sivil toplum kurulufllar›, üniversiteler, yerel yönetimler, birlikler, kooperatifler ve kar amac› güden
iflletmeler baflvuruda bulunabilice¤inin bilgisini verdi. Destek al›nabilecek konular hakk›nda fikir al›flveriflinde bulunuldu.
KASIM-ARALIK 2011 11
B‹ZDENHABERLER
KONYA fiUBES‹NDEN TEKN‹K
GEZ‹: VEFA GROUP Z‹YARET‹
KONYA fiUBES‹ KONYA’NIN
YERALTISUYU’NU KONUfiTU
MİMAR ve Mühendisler Grubu Konya fiubesi, Vefa
Prefabrik Yap›lar Firmas›’na teknik bir gezi düzenledi.
Merkezi ‹stanbul`da bulunan ve Türkiye’de 1990 y›l›ndan
bu yana prefabrik ve hafif çelik yap› sektörünün önde gelen
gruplar›ndan biri olan Vefa Group, bünyesinde bulunan 5
markas› ile bireysel, kurumsal ve endüstriyel anlamda ürün
ve hizmet üretmektedir.
Üyelerinin, teknolojiyi takibini ve mesleki yeniliklerden
haberdar etmeyi görev bilen Mimar ve Mühendisler Grubu
Konya fiubesi düzenledi¤i gezi ile Van için üretilmeye
bafllayan “hafif çelik konstrüksiyonlu kal›c› deprem konutu”nun da prototipini inceleme imkan› buldu.
MİMAR ve Mühendisler Grubu Konya fiubesi taraf›ndan Keleflo¤lu
Kültür Merkezi’nde düzenlenen Bizbize konuflmalar›na Batman
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürü Doç. Dr. Tahir
Nalbantç›lar konuk oldu. Nalbantç›lar konuflmas›nda Konya merkez
yeralt› sular›n›n kirlilik durumu hakk›nda bilgi verdi.
Nalbantç›lar, “Konya’da tüketilen içme ve kullanma suyunun yüzde
90’› yeralt› sular› ile karfl›lan›yor. Konya yeralt› suyu ya¤›fllarla beslenen bir yeralt› suyudur. Yeralt› suyunun kirlenmesine sebep olan
kirleticiler fabrikalar-sanayiler, kat› at›k sahalar›, mezarl›klar,
tar›msal ve hayvansal aktivitelerdir” diyerek konunun ciddiyetle ele
al›nmas› gerekti¤ini söyledi.
Murat Kals›n:
“KENTSEL DÖNÜfiÜM ‹STANBUL’A UYMALI”
MİMAR ve Mühendisler Grubu (MMG) taraf›ndan düzenli olarak gerçeklefltirilen Bizbize Konuflmalar’›n bu haftaki konu¤u
MÜS‹AD Genel Baflkan Yard›mc›s› ve MMG 3. Dönem Genel
Baflkan› Murat Kals›n oldu. Sohbette konuflan Kals›n, ‹stanbul
için düflünülen kentsel dönüflüm planlar›n›n bölgesel
düflünülemeyece¤ini belirterek; ‘’Geleneksel
Türk mimarisine uygun, yaflanabilir projeleri
hayata geçirmek gerekir. Bu aflamada MMG
olarak sizlere büyük görev düflmektedir’’ dedi.
MMG Genel Merkezi’nde düzenlenen sohbete
MMG Genel Baflkan Yard›mc›lar› Ömer Faruk
Kültür ve Kadem Ekfli, MMG Yönetim Kurulu
Üyesi Murat Özdemir ve Yavuz Sar›, MMG Genel Sekreteri Özkan Mustafa Küçükkural ile çok
say›da davetli kat›ld›. Konuflmas›na Türkiye
Cumhuriyetinin kuruluflundan günümüze kadar
geçen sürede toplum üzerinde uygulanan bask›c›
rejimler yüzünden büyük tarvmalar yafland›¤›n›
söyleyen Murat Kals›n, ‘’Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun da¤›lmas›n›n ard›ndan kurulan Türkiye Cumhuriyeti yap›s› ile yeni bir
millet ortaya ç›k›yormuflças›na bir bilinç oluflturulmaya çal›fl›ld›.
12 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Millete yeni bir dil, yeni bir anlay›fl ve yeni bir felsefe kabul ettirilmeye çal›fl›ld›. Bu bask›c› uygulamalar›n bir k›sm› müspet
olarak kalsa da o tarihten itibaren toplumda büyük bir travma
yafland›. Her toplumda yönetim biçimi de¤iflebilir ancak bu
de¤iflim toplumlara travma yaflatacak kadar büyük olmam›flt›r’’ dedi.
Konuflmas›nda, ‹stanbul’da bafllat›lacak kentsel
dönüflüm çal›flmalar›na da de¤inen Murat Kals›n, bölgesel bir kentsel dönüflüm uygulamas›n›n ‹stanbul için uygun olmayaca¤›n› belirterek; ‘’Kentsel dönüflüm diye insanlar› gecekondular›ndan ç›kar›p tünel kal›p binalar dikmek yerine, o bölgenin muhtar›ndan, STK’lar›ndan, bürokrasisine tüm birimlerini bir araya getirerek bölgeyi ada ada ele al›p uygulanabilecek en iyi projeyi hayata geçirmeliyiz.
Bu aflamada MMG’ye de büyük görev düflmektedir. Öncelikle sizler bir araya gelerek projeler üretmelisiniz. Yollar› geniflletip otopark ve ›s›nma sorununu ortadan kald›racak o bölgeye uygun bina flekilleri oluflturman›z gerekir” diyerek konunun önemine vurgu yapt›.
B‹ZDENHABERLER
Bursa Teknik Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Ali Sürmen:
“OTOMOB‹LLER
DÜNYANIN EN MÜKEMMEL
‹SRAF MAK‹NASI”
MİMAR ve Mühendisler Grubu Bursa fiubesi taraf›ndan
düzenlenen "Bizbize Toplant›lar" oturumunun konu¤u
Bursa Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Sürmen
oldu. Otomotiv teknolojileri ve kent içi ulafl›mda uzun
vadeli çözümler ile ilgili bir sunum yapan Sürmen, icat
edildi¤inden bu yana motorlar›n dünyay› de¤ifltiren makineler oldu¤unun alt›n› çizdi.
Henry Ford`un et paketleme fabrikas›n› kapat›p makineleri araç üretimi için kullanarak seri üretime bafllad›¤›n›
dile getiren Sürmen, ilk kez 1929 y›l›nda üretilen Common Rail sistem motorlar›n ancak 1996 y›l›ndan sonra
piyasaya ç›kt›¤›na vurgu yapt›. Sürmen, otomobillerin
dünyan›n en mükemmel israf makinesi oldu¤unu fakat
otomobil üreticilerinin yat›r›m yapt›klar› eski teknolojilerin ömrünü tamamlamaks›z›n yeni bir teknolojiyi kullanmad›klar›na iflaret etti.
BAfiKAN AVN‹ ÇEB‹: “KENTSEL DÖNÜfiÜM EL B‹RL‹⁄‹YLE OLUR”
nuçlardan en önemlilerinden birinin flehir içi göç durumu
olaca¤›n› belirten Çebi, kentsel dönüflümün flehir içi göçe mahal vermeden ada baz›nda gerçeklefltirilmesi gerekti¤ini belirterek, planlama sürecinin çok iyi düzenlenerek mahalle düzeyinde yaflam alanlar›n›n yer ald›¤› bir dönüflümün h›zl› bir flekilde
gerçeklefltirilmesi gerekti¤ini ifade etti. Baflkan Çebi konuflmas›n› flu flekilde sürdürdü: “Bu konu herkesi ilgilendiren bir konu.
Son Van depremi gösterdi ki binalar›n tekrar ele al›nmas› gerekir. Hastanelerin, okullar›n ve daha birçok kamu binas›n›n tatbiki yap›ld› ama vatandafl›n oturdu¤u binalar›n durumu incelenmedi. Bu binalar›n incelenmesi laz›m.” Kentsel dönüflüm
hususunda yap›lacaklardan söz eden Baflkan Çebi, bu konuda
herkesin fedakarl›k yapmas› gerekti¤i ve bu konunun el birli¤i
ile gerçeklefltirece¤ini bahsetti.
Programa Avni Çebi ile kat›lan Kadem Ekfli de kentsel dönüflümün gereklili¤inden ve bu dönüflümün nas›l yap›lmas› gerektiÇeAvni
Baflkan›
Genel
(MMG)
Grubu
isler
Mimar ve Mühend
¤inden bahsetti. Dönüflümün hiç vakit kaybetmeden, h›zl› bir
günü
e
Perflemb
Aral›k
01
Ekfli
Kadem
›s›
bi ve Baflkan Yard›mc
flekilde yap›lmas› gerekti¤ini söyleyen Kadem Ekfli, bu h›z›n,
Bu
e
``Ülke`d
sundu¤u
Uykal`›n
‹lker
ve
an
Ülke TV`de yay›nlan
yap›larda güvenle nas›l birleflece¤inden bahsetti.
oldu.
konuk
Gece`` program›na
MMG Genel Baflkan› Avni Çebi ve Yönetim Kurulu Üyesi Murat
hayata
h›zla
n
taraf›nda
t
hüküme
öncesi
Olas› ‹stanbul depremi
Özdemir birlikte daha önce de yine Ülke TV’de yay›nlanan “Ülgörüfla
hakk›nd
projeleri
dönüflüm
kentsel
geçirilmeye çal›fl›lan
ke’de Bu Sabah” program›na konuk olup “fiehircilik Bilinci ve
ün
dönüflüm
kentsel
fltirilecek
gerçekle
Çebi,
lerini bildiren Avni
‹stanbul’daki çarp›k flehirleflme üzerine konuflmufltu.
soBu
belirtti.
›
olaca¤›n
etkisi
birçok
da
beraberinde ve sonucun
14 M‹MAR VE MÜHEND‹S
B‹ZDENHABERLER
Oral Avc›:
PARA KAZANMAKTAN ÇOK
DOST KAZANMAK ÖNEML‹
Mehmet Tayfur Do¤an:
“DEVR‹M” TÜRKLER OTOMOB‹L
YAPAMAZ F‹KR‹N‹ ÇÜRÜTMÜfiTÜR
MİMAR ve Mühendisler Grubu (MMG) taraf›ndan gerçeklefltirilen
‘Bizbize Konuflmalar’›n konu¤u THY AO E¤itim, Koordinasyon ve
Dokümantasyon Müdürü Mehmet Tayfur Do¤an oldu. Konuflmas›na
Türkiye’de otomobil yapman›n tutku oldu¤unu ve gerçekleflemeyen
bir maceraya dönüfltü¤ünü söyleyerek bafllayan Do¤an; “1929 y›l›nda bafllayan memlekette otomobil maceras› bir türlü hayata geçirilememifltir. Yol belgesi
alamad›¤› için birçok
proje asfalta ç›kamadan
rafa kald›r›lm›flt›r” dedi.
Türkiye’de otomobil
yapman›n bir maceraya dönüfltü¤ünü ve bir
tutku oldu¤unu söyleyerek konuflmas›na
bafllayan Mehmet
Tayfur Do¤an; ‘’Ülkemizde otomobil maceras› 2 fiubat 1929
tarihinde ç›kar›lan
Ford Kanunu’yla bafllam›flt›r. Ancak ‹stanbul’da kurulan fabrika sadece 8 adet otomobil ürettikten sonra kapanm›flt›r.’’ 1961 y›l›na kadar kimsenin cesaret edemedi¤i otomobil üretme maceras›na tamamen Türk mühendislerinin çok k›sa sürede yap›m›n› tamamlad›klar›
Devrim otomobiliyle devam edildi¤ini söyleyen Do¤an; ‘’Devrim otomobili Türkler otomobil yapamaz fikrini çürütse de çeflitli sebeplerden dolay› seri üretime geçirilememifltir” fleklinde konufltu.
16 M‹MAR VE MÜHEND‹S
MİMAR ve Mühendisler Grubu’nun (MMG) her hafta düzenli olarak gerçeklefltirdi¤i ‘Bizbize Konuflmalar’›n konu¤u
P‹OMAK fiirketler Grubu Yönetim Kurulu Baflkan› ve MMG
2. Dönem Genel Baflkan› Oral Avc› oldu. Önce Amerika’da
bafllayan ve Avrupa’y› etkisi alt›na alan ekonomik krizin
2012 y›l›nda Türkiye’yi de etkisi alt›na alaca¤›n› söyleyen Avc›, “Bu kriz bizi etkilemez diye düflünmemek ve gerekli tedbirleri almak gerekir” diye konufltu.
MMG Genel Merkezi’nde gerçekleflen sohbete MMG Genel
Baflkan› Avni Çebi, MMG Yönetim Kurulu Üyesi Murat Özdemir ile MMG Genel Sekreteri Özkan Mustafa Küçükkural
yan› s›ra MMG üyeleri ve davetliler kat›ld›. Kerkük’lü çok
varl›kl› bir ailede do¤du¤unu, 1980’li y›llara kadar Irak’ta her
fley ucuz oldu¤u için paraya fazla ihtiyaç duymad›¤›n› söyleyen Oral Avc›; insanlar›n kendini paraya muhtaç etti¤ini, bu
yüzden de dostlar›n› kaybetti¤ini ifade etti. Kendisinin para
kazanmaktan çok dost kazanmay› tercih etti¤ini söyleyen Avc›; “Ne kadar para kazanaca¤›n›z›n, ne kadar dost kazanaca¤›n›z›n karar›n› siz verebilirsiniz” dedi.
Ülkemizde ifladamlar›n›n kazan›lan paray› marka olmak için
ifline veya Ar-Ge’ye yat›rmak yerine ranta ve lüks harcamalara
yat›rd›¤›n› söyleyen Avc›; ‘’Sonra da oturup neden ekonomimiz büyümüyor da cari a盤›m›z büyüyor diye kara kara düflünüyoruz. E¤er ben çal›flan, üreten bir ifl adam›ysam elde
edilen gayrimenkulün fazlaca bir önemi yoktur. Benim için
flirketimin büyümesi, marka olmas› ve dünyada öncü olmas›
önemlidir’’ diye konufltu.
B‹ZDENHABERLER
Türksat Genel Müdür Yard›mc›s›
Dr. Ahmet Kaplan:
“ANLAYIfiIMIZ VATANDAfi
ODAKLI H‹ZMET”
MİMAR ve Mühendisler Grubu Bursa fiubesi taraf›ndan düzenlenen ayl›k kahvalt›l› toplant›lar›n Kas›m Ay› konu¤u Türksat Genel Müdür Yard›mc›s›
Dr. Ahmet Kaplan oldu. Kaplan, e-Devlet ve ülkemizin biliflim üzerine yapt›¤› projeler hakk›nda bir
sunum yapt›.
Türksat A.fi.’nin sunmakta oldu¤u co¤rafi bilgi teknolojileri
hakk›nda da bilgi
veren Kaplan, flirket
olarak gerek kamu
kurumlar›, gerekse
özel sektör kurulufllar›n›n ihtiyaçlar›na cevap verebilecek hizmetler
sunduklar›n› belirterek, “Bu alanda da iddial›y›z”
dedi. e-Devlet Kap›s› kullan›m›na ait say›sal veriler
sunan ve bu kap›n›n, bilgi ve iletiflim alan›nda Türkiye’nin geliflimine büyük katk› sa¤lad›¤›n› söyleyen Dr. Kaplan: “e-Devlet Kap›s›’n› hizmet çeflitlili¤i, içerik yenilemesi ve uygulama yo¤unlu¤u aç›s›ndan sürekli olarak gelifltiriyoruz. e-Devlet sadece
Türksat’›n de¤il, tüm Türkiye’nin projesidir. Kamu
kesimi yöneticilerinin verdi¤i deste¤in artarak devam etmesini diliyoruz” dedi. Yeni anlay›fllar›n›n
vatandafl odakl› hizmet oldu¤unu belirten Kaplan
ayr›ca, Türkiye’nin önemli meselelerinden biri haline gelen kay›p çocuklar›n aranmas›nda e-Devlet
Kap›s›’n›n kullan›laca¤› müjdesini verdi.
MMG BURSA fiUBES‹NDE
ELEKTR‹KL‹ ARAÇLAR KONUfiULDU
MİMAR ve Mühendisler Grubu Bursa fiubesi taraf›ndan düzenlenen Bizbize
Konuflmalar’›n konu¤u, Uluda¤ Üniversitesi Otomotiv Mühendisli¤i Bölümü
Ö¤retim Üyesi Doç. Dr. Mehmet ‹hsan Karamangil oldu. Karamangil elektrikli ve hibrit araçlar ile ilgili bir sunum yapt›.
Elektrikli araçlar ilk olarak flarj edilemez olup 1830’lu y›llarda yap›ld›¤›n›
söyleyen Karamangil, elektrikli araçlar›n yayg›nlaflmamas›n›n sebebi batarya
maliyetlerinin fazla olmas› ve batarya ömürlerini az olmas› olarak belirtti.
Elektrikli araçlar›n avantajlar›; çevreye zararl› egzoz gaz› emisyonlar› üretmemeleri, sessiz çal›flmalar›, geri kazan›ml› frenleme, yak›t masraflar›n›n az olmas›, kirlilik ve gürültünün olmad›¤› alanlarda kullan›lmak istenmesi oldu¤unu vurgulayan Karamangil, dezavantajlar›n›n ise s›n›rl› sürüfl menzili ve
flarj istasyonu altyap›s›n›n bulunmamas› olarak ifade etti.
Karamangil elektrikli araçlar›n akülerinin h›zl› flarjla 30-60 dakikada, evde
flarj ile 6-8 saatte, batarya de¤ifltirme ile 3 dakikada yap›ld›¤›n› söyledi. Çin’i
baz› flehirlerinde sadece elektrikli araç kullan›ld›¤›n› belirten Karamangil, batarya teknolojisinde Çin’in ilk s›rada yer ald›¤›n› söyledi.
‹YTE Rektörü Prof. Dr. Mustafa Güden:
ARSA SA⁄LADI⁄IMIZ F‹RMALAR 18 YIL K‹RA ÖDEM‹YOR
MİMAR ve Mühendisler Grubu ‹zmir fiubesi Yönetim Kurulu
Baflkan› Ünal Özturkut ve 90 kiflilik üye
grubu ile “‹zmir’in Teknoloji Üssü Sizi
Bekliyor” konulu kahvalt›l› toplant› 4
Aral›k Pazar günü ‹zmir Yüksek Teknoloji
Enstitüsü’nde gerçeklefltirildi. Kahvalt›l›
toplant›da konuflan ‹YTE Rektörü Prof. Dr.
Mustafa Güden; 1992 y›l›nda kurulan enstitünün a¤›rl›kl› olarak araflt›rma faaliyetleri
yap›lan genç bir üniversite oldu¤unu söyledi.
Merkezi Kafeterya VIP Salonu’ndaki program tan›flma, ‹YTE ve Mimar ve Mühendisler Grubu’nun tan›t›m filmi ile bafllad›. ‹zmir fiube Baflkan› Ünal
Özturkut’un aç›l›fl konuflmas› ve Rektör Prof. Dr. Mustafa Güden
taraf›ndan verilen “‹zmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü ve Teknoloji
18 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Gelifltirme Bölgesi” içerikli sunum ile devam etti. Kahvalt›l› toplant›da soru-cevap
bölümü de yer ald›. Üniversite-Sanayi iflbirli¤i konular› hakk›nda fikir al›flveriflinde bulunuldu. Rektör Prof. Dr. Mustafa
Güden ‹YTE nin 1992 y›l›nda kuruldu¤unu, 3 bin 500 hektar bir alana sahip
enstitünün a¤›rl›kl› araflt›rma faaliyetleri
yap›lan bir üniversite oldu¤unu, e¤itim
dilinin ‹ngilizce oldu¤unu, 40 Profesör,
30 Doçent, 78 Yard›mc› Doçent ve 205
Araflt›rma görevlisinin görev yapt›¤›n›,
yafl ortalamas›n›n 40 yafl olmakla beraber genç bir üniversite olduklar›n› ifade etti. Enstitü’nün çevresine olan faydas›na da de¤inen Güden, arsa sa¤lad›¤›m›z firmalar 18 y›l kira ödemiyor diye
belirtti.
B‹ZDENHABERLER
‹NSANI YALNIZLAfiTIRAN fiEH‹RLER
Türkiye Yazarlar Birli¤i ‹stanbul fiubesi taraf›ndan gerçeklefltirilen ve bu sene üçüncüsü düzenlenen
‹stanbul Edebiyat Festivali etkinlikleri kapsam›nda tarihi K›zlara¤as› Medresesi’nde
“fiehir Yazarlar› Paneli” gerçeklefltirildi.
“ŞEHİR YAZARLARI PANELİ” kapsam›nda gerçeklefltirilen
“fiehir ve Estetik” konulu oturuma Mimar ve Mühendisler
Grubu (MMG) Genel Baflkan› Avni Çebi’nin yan› s›ra Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu Ö¤retim
Üyesi Yrd. Doç. Dr. Aynur Can ve ‹nsan Yerleflimleri Derne¤i
Baflkan› Mimar Korhan Gümüfl konuflmac› olarak kat›ld›.
Panelde bir konuflma yapan MMG Genel Baflkan› Avni Çebi zaman›n ve mekân›n dikey olarak kurguland›¤› modern mimarinin
insanlar aras› iletiflimi zedeledi¤ini, modern binalarda yetiflen çocuklar›n zihin dünyas›n›n bu yüzden büyük bir eksiklik içinde
olufltu¤unu ifade etti. Avni Çebi konuflmas›nda ‹stanbul’un siluetine giren gökdelenleri hat›rlatarak, bu gibi nesnelerin bu manzarayla tenakuz içinde oldu¤una ve bu bütünlük içinde varl›k kazanmalar›n›n imkâns›zl›¤›na de¤indi. Çebi, AVM’lerin, rezidanslar›n infla edildi¤i caddelerin, sürekli de¤iflen çehresinin insanlar›n
iç dünyas›n› altüst edici etkileri oldu¤unu dile getirdi. Cumhuriyetin erken döneminde yaz›n›n de¤iflmesiyle yaflanan kültürel süreklili¤in sekteye u¤ramas›n›n bir benzerinin günümüzde yafland›¤›n›, haf›zam›z› diri tutmak için ihtiyaç durdu¤umuz mekânsal
süreklili¤in ortadan kalkmas›na sebep olan metropol mant›¤›n›n
düflünce dünyas›na vurdu¤u darbeye dikkat çekti.
Nostalji mi Yapacağız, “Bugün İçin” Bir Estetik Önerisi mi?
Ayn› zamanda oturumun yöneticili¤ini de yürüten Aynur Can
“Esteti¤i Ararken Durup ‹stanbul’dan Bakmak” bafll›kl› konuflmas›na estetik hazz›n tan›m›n› ve Avrupa’da Kant gibi düflünürler
20 M‹MAR VE MÜHEND‹S
taraf›ndan nas›l yap›land›r›ld›¤›n› anlatarak bafllad›. Can, Osmanl›’da kuramsal olarak olmasa da an›tsal yap›lardan izlenebilecek
bir estetik anlay›fl› bulundu¤unu dile getirdi. Kendisinin sanat tarihinden, mimarl›ktan, flehircilikten faydalanarak flehirleri anlamaya çal›flt›¤›n›, Atina ile ilgili çal›fl›rken de Platon ve Aristotales
dolay›s›yla idealizm ile materyalizm aras›ndaki çat›flmay› esas ald›¤›n› anlatt›.
Hayatımızı Düzenlemeye Çalışan Bir Şiddet Rejimi Var
Oturumun son konuflmac›s› Korhan Gümüfl’ün konuflmas›n›n
bafll›¤› “fiehir Temsilleri ve Mimarl›k”t›. ‹stanbul gibi kentlerin
daha ulus-devletler kurulmadan önce modernleflme süreçlerine
maruz kald›¤›n›, endüstriyel ulafl›m›n 1850’lerden sonra metropolleflme sürecini bafllatt›¤›n› söyleyerek; “Bugün dünyada nas›l
yaflayaca¤›m›za, nas›l giyinece¤imize, nas›l beslenece¤imize karar
veren teknokratik bir fliddet rejimi var” diyen Korhan Gümüfl,
Avni Çebi’nin de üzerinde durdu¤u farkl›l›klar›n insanlar›n bir
araya gelme imkân›n› ortadan kald›ran güvenlikli yaflam alanlar›nda yaflayan seçkinlere ait bölgelere de¤inerek seçkinlik gruplar›n›n ço¤almas›yla bu teknokratik flehir hayat›nda eflitsizli¤in
fragmantal olarak ço¤ullaflt›rd›¤›n› söyledi.
Konuflmalar›n ard›ndan kat›l›mc›lar›n sorular›n› cevaplayan konuflmac›lar, geçmifline sahip ç›kmayan toplumlar›n gelece¤ini flekillendirmesinin imkans›zl›¤›na de¤inerek, merkezden yürütülen
yanl›fl flehirleflme planlar› yüzünden ‹stanbul’un rant merkezli bir
flehir haline dönüfltü¤ü fikrine sahip olduklar›n› ifade etti.
B‹ZDENHABERLER
MMG KIBRIS’A DESTEK AMAÇLI GEZ‹ DÜZENLED‹
YURT DIfiI GEZ‹LER‹NE DEVAM EDEN MMG KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHUR‹YET‹’NE B‹R TUR DÜZENLED‹.
SON DERECE VER‹ML‹ GEÇEN GEZ‹DE; CUMHURBAfiKANI DR. DERV‹fi ERO⁄LU,
BAfiBAKAN ‹RSEN KÜÇÜK, TÜRK‹YE BÜYÜKELÇ‹S‹ HAL‹L ‹BRAH‹M AKÇA VE
D‹N ‹fiLER‹ BAfiKANI DOÇ. DR. TAL‹P ATALAY DA Z‹YARET ED‹LD‹.
TÜRKİYE ve K›br›s aras›ndaki iflbirli¤i iliflkilerini gelifltirmek,
iliflkilere katk› sa¤lamak ve somut ad›mlar atmak üzere Mimar
Mühendisler Grubu (MMG) üyesi 30 mimar ve mühendis K›br›s`a 3 günlük ziyarette bulundu. 26 Kas›m Cumartesi Kuzey
K›br›s’a inen heyet direk olarak Girne’de konaklayaca¤› otele yerleflti. ‹lk gün Hz. Ömer türbesi diye an›lan tabiinden 6 kiflinin
metfun bulundu¤u türbe ziyaret edildi. Daha sonra ise k›sa bir
Girne gezisi yap›ld›.
MMG heyeti ikinci gün Girne`den liman flehri Gazima¤osa`daki
1974 y›l›nda ilk K›br›s Bar›fl Harekat›’n›n yap›ld›¤› ç›kartma plaj›,
Karao¤lano¤lu fiehitli¤i, Lefkofla Barbarl›k Müzesi, Yeflil Hat S›n›r
Bölgesi, Kapal› Marafl Bölgesi, Ledra Palas S›n›r Kap›s›, Bar›fl Harekat›’n›n yap›ld›¤› dönemin izlerini tafl›yan yerleflim alanlar›, Tarihi Girne Kap›s›, 1965 y›l›na kadar faal olan Mevlevi Tekkesi ve
Müzesi, Selimiye Camisi, Osmanl›’n›n ilk yapt›¤› Büyük Han,
Lokmac› s›n›r kap›s›, Sarayönü, 14 A¤ustos 1974’te 89 flehit verilen Murata¤a - Sandallar - Atl›lar fiehitli¤i, Katliam Çukuru, son
halini 1756 y›l›nda Osmanl› döneminde alan Gazima¤osa`daki
Lala Mustafa Pafla Camii, Saint Barnabas Manast›r› ve son olarak
da Nam›k Kemal Zindan› ziyaret edildi.
MMG üçüncü günü ise resmi ziyaretlere ay›rd›. ‹lk olarak Kuzey
K›br›s Türk Cumhuriyeti Cumhurbaflkan› Dr. Dervifl Ero¤lu’nu
22 M‹MAR VE MÜHEND‹S
makam›nda ziyaret etti. Cumhurbaflkanl›¤› Saray›’nda MMG heyetini kabul eden Dr. Dervifl Ero¤lu bu ziyaretten duydu¤u
memnuniyeti dile getirdi. MMG Baflkan› Avni Çebi çal›flmalar›yla
ilgili bilgi aktard› ve beraberindeki heyeti tan›tarak ‹stanbul`da
her ay düzenlenen kahvalt›l› toplant›lara konuflmac› olarak davet
etti.
Cumhurbaflkan› Ero¤lu, Sakarya ve Van depremlerinden sonra
mühendis ve mimarlar›n öneminin daha da artt›¤›n› söyledi. Bu
felaketlerde mimarlar ve mühendisler do¤ru hesab› muhakkak
yapm›fllard›r, ancak müteahhitlerin hatas›n›n olabilece¤ine vurgu
yapt›. KKTC’de de mimar ve mühendislerin bir çat› alt›nda topland›klar›n›, STK`lar›n da önemli görevler üstlendiklerini vurgulad›. Öncelikle Türkiye ve hiçbir ülkenin böyle felaketlere maruz
kalmamas›n› diledi, son yaflanan depremin hepimize ders oldu¤unu belirterek ``Geliflen Türkiye`de önemli görevleriniz var” dedi ve heyete baflar› diledi.
MMG Genel Baflkan› Çebi ise petrolünün ve do¤algaz›n›n büyük
bir miktar›n› ithal eden Türkiye`nin K›br›s Gazima¤osa`da iki ay
içerisinde, ciddi tecrübe ve bilgi birikimi bulunan Türkiye Petrolleri Anonim Ortakl›¤›’n› (TPAO) do¤algaz ve petrol arayacak
olmas›n›n hem Türkiye`ye hem de KKTC`ye ciddi katk›lar sa¤layaca¤›n› belirtti. Cumhurbaflkan› Ero¤lu’da, “Bulunacak petrol
hem ekonomimizi hem de müzakerelerde elimizi güçlendirecektir” dedi.
MMG heyeti ad›na Baflkan Avni Çebi toplant› sonras› beraberinde getirdikleri ‹smi Celil ve Peygamber Efendimizin (SAV) isminin yaz›l› oldu¤u hat levhay› Cumhurbaflkan› Ero¤lu`na takdim
etti.
Cumhurbaflkan› ziyaretine kat›lan heyette; Mimar ve Mühendisler Grubu Genel Baflkan› Avni Çebi, Genel Baflkan Yard›mc›s› ve
DE‹K - DT‹K Avrupa Bölge Baflkan Yard›mc›s› Osman fiahbaz,
Yönetim Kurulu Üyeleri Murat Özmen, Turan Koçyi¤it, Serkan
Cantürk ve Genel Sekreter Özkan Mustafa Küçükkural, Ayedafl
Genel Müdürü Sami Kovanc›, Turcoto`dan Saffet Çakmak, Mimar Hasan Omay, Mühendis Hüseyin Kotil ve Mustafa Bekir
fiahbaz haz›r bulundu.
Daha sonra MMG heyeti Türkiye’nin Lefkofla Büyükelçisi Halil
‹brahim Akça’y› ziyaret etti. MMG Baflkan› Avni Çebi heyeti Büyükelçi Halil ‹brahim Akça’ya tan›t›p MMG hakk›nda bilgilendirdi. Büyükelçi Akçay’dan K›br›s’taki geliflmeler hakk›nda bilgi alan
Heyet, K›br›s’ta gerçeklefltirdikleri ve gerçeklefltirecekleri temaslar
konusunda bilgiler verdi. Görüflmenin kendileri için verimli geçti¤ini söyleyen MMG heyeti Büyükelçi Akçay’a Türkiye’den getirdikleri hediyeyi takdim ederek baflar›lar›n›n devam›n› temenni
etti.
Büyükelçilikten ayr›lan MMG heyeti ard›ndan Din ‹flleri Baflkan›
Doç. Dr. Talip Atalay`› makam›nda ziyaret ettiler.
Ziyarette MMG heyetini KKTC`de görmekten duydu¤u memnuniyeti dile getiren Atalay, K›br›s`taki görevinde henüz bir y›l› doldurmad›¤›n›, doktora tezini K›br›s üzerine yapt›¤›n›, bölgeyi ve
bölge insan›n› çok iyi bildi¤ini K›br›s Türkleri aras›nda dini de¤erlerin düflük oldu¤u alg›s›n›n do¤ru olmad›¤›n›, do¤al yaflam
içerisindeki Müslümanl›k Türkiye`den daha çok oldu¤una de¤inerek, “Dünyada Türkleri seven bir millet arayacak olursak K›b-
r›s Türklerini buluruz” dedi.
MMG Genel Baflkan› Çebi de bu ziyareti nisan ay›ndaki Türkiye
Gönüllün Teflekküller Vakf› (TGTV)’n›n toplant›s›nda planlad›klar›n› söyleyerek; ‘’Uzaklar› hep yak›n yapmaya çal›fl›yoruz, ancak
yak›nlar› da daha yak›n etmek zorunday›z. Bundan sonra da
MMG olarak KKTC`ne daha s›k ziyaretlerde bulunaca¤›z.’’ dedi.
Baflkan Atalay`a da Hat Yaz›s› Besmelei fierif tablosu hediye eden
heyet hep birlikte hat›ra foto¤raf› çektirdi.
MMG heyeti son olarak KKTC Baflbakan› ‹rsen Küçük’ü Baflbakanl›k makam›nda ziyaret etti. Baflbakan Küçük, kabulde yapt›¤›
aç›klamada, KKTC olarak, enerji ve ulafl›m alan›nda çok geliflen
Anavatan Türkiye’nin tecrübe ve deneyimlerinden yararland›klar›n› ve bu yönde çal›flmalar yapt›klar›n› söyledi. Küçük, hafta sonu KKTC’ye gelen Baflbakan Yard›mc›s› Beflir Atalay ile Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakan› Taner Y›ld›z ve di¤er yetkililerle çok
olumlu toplant›lar yap›ld›¤›n›, bugün de ‹slam ‹flbirli¤i Teflkilat›
Genel Sekreteri ile di¤er yetkililerinin KKTC’de oldu¤unu belirterek, çal›flmalar› anlatt›.
Rum taraf›n›n tek tarafl› enerji aramalar›na devam etti¤i sürece
KKTC’nin de Türkiye ile birlikte aramalar yapaca¤›n› ifade eden
Küçük, Enerji Bakan› Y›ld›z’›n aç›klad›¤› gibi 2 ay kadar sonra
karada aramalar›n bafllayaca¤›n› kaydetti.
MMG Genel Baflkan› Avni Çebi de grubun teknik toplant›lar›
kapsam›nda KKTC’yi ziyaret ettiklerini ifade ederek, KKTC ile
iliflkilerin her alanda geliflmesini temenni etti ve grup hakk›nda
bilgi verdi. Konuflmalar›n ard›ndan taraflar günün an›s›na hediye
teatisinde bulundu ve an› foto¤raf› çekti.
Peygamber Efendimizin (SAV) süt halas› Ümmü Haram`›n Güney K›br›s`taki Hala Sultan Camii’nde camii ve türbesinin oldu¤unu ö¤renen heyet, Güney taraf›na da geçilemeyece¤ini ö¤renince çok üzüldü. Çok verimli ve faydal› geçen üç günlük çal›flma ziyaretinin ard›ndan heyet ‹stanbul`a döndü.
KASIM-ARALIK 2011 23
B‹ZDENHABERLER
'fiEH‹RLER‹M‹Z‹N GELECE⁄‹, TEHD‹TLER
VE FIRSATLAR' SEMPOZYUMU GERÇEKLEfiT‹R‹LD‹
MMG TARAFINDAN ÜSKÜDAR BELED‹YES‹’N‹N EV SAH‹PL‹⁄‹NDE DÜZENLENEN, 'fiEH‹RLER‹M‹Z‹N GELECE⁄‹,
TEHD‹TLER VE FIRSATLAR' SEMPOZYUMUNDA fiEH‹R VE ‹NSAN ‹Ç‹N YAPILAN TESP‹TLER, SORUNLAR VE
ÇÖZÜMLERLE ‹LG‹L‹ ÖNEML‹ DE⁄ERLEND‹RMELERDE BULUNULDU.
ok say›da davetlinin kat›l›m›yla Ba¤larbafl› Kültür Merkezi'nde gerçeklefltirilen sempozyumun aç›l›fl›nda bir konuflma yapan Mimar ve Mühendisler Grubu (MMG) Genel
Baflkan› Avni Çebi, kentsel dönüflümden veya imar planlar›nda yap›lan de¤iflikliklerinden oluflan rant›n, kesinlikle kamuya aktar›laca¤› adil bir paylafl›m sisteminin gelifltirilmesi gerekti¤ini söyledi.
Konuflmas›nda, flehirlerin, medeniyetlerin kuruldu¤u, insanlar›n
kendilerini ifade etti¤i, toplumsal olarak yaflad›¤›, ihtiyaçlar›n› karfl›lad›¤› önemli merkezler oldu¤unu söyleyen Baflkan Çebi, Anadolu
medeniyetinin, flehirlerini, insan ve Rabbani merkezli kurdu¤unu ve
flehirlerin, camilerin, medreselerin, çarfl›lar›n etraf›nda olufltu¤unu
dile getirerek, bunun en güzel örne¤inin Sultanahmet ve Süleymaniye çevresinde görülebilece¤ini belirtti. Anadolu flehirlerinin, insanlar›
bölen de¤il, buluflturan mekanlar oldu¤unu anlatan Avni Çebi, yeni
yap›lan flehirlerin insanlar› ay›ran mekanlara do¤ru gitti¤ini söyledi.
Ç
24 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Bugün depremin konufluldu¤unu, fark etmeden önümüzdeki dönemlerde daha büyük sosyal depremler oluflturacak flehirlerin infla edilmemesi gerekti¤ini vurgulayan Avni Çebi, sözlerini flöyle
sürdürdü: “‹stanbul gibi büyük flehirlerimizin, maalesef çok büyük
riski bulunmaktad›r. Ayn› zamanda da modern flehrin ihtiyaçlar›n›
karfl›layamamakta, gerekli sosyal donat› alanlar›na da sahip olamamaktad›r. Dolay›s›yla bu binalar›n büyük bir k›sm›n›n yenilenmesi gerekmektedir. ‹stanbul’da yaflanabilecek depremde meydana
gelecek kay›plar, yüz milyarlarca dolarlarla ifade edilecek bir de¤erdir. ‹stanbul’da flehir merkezindeki kamuya ait sosyal donat›
alan› olabilecek yerlerin, al›flverifl merkezi, rezidans yap›m› veya
devlete, TOK‹’ye gelir artt›r›c› projeler mant›¤› içinde kullan›lmamas› laz›m. Buralar›n elde tutulmas› laz›m, buralar bizim için alt›n
alanlar. Bu alanlar›n bir afet zaman›nda insanlar›m›z›n buluflabilece¤i, iskan edebilece¤i yerler olarak elde tutulmas› gerekir.”
TBMM Bay›nd›rl›k, ‹mar, Ulaflt›rma ve Turizm Komisyonu Baflkan›
‹dris Güllüce ise sempozyumdaki konuflmas›nda hep kentsel dönüflümden söz edildi¤ini, ancak köysel dönüflümün de sorun olarak görülmesi gerekti¤ini ifade ederek; “Anadolu’nun ço¤u köyleri kendili¤inden y›k›lacak. Baz› bölgelerde depreme de lüzum yok. Orta Anadolu’dan yukar›daki bütün köylerdeki konutlar periflan” dedi. Güllüce konuflmas›nda, yer biliminin, özellikle Türkiye için çok önemli bir
bilim dal› oldu¤unu medyada, yer bilimcilerine depremin nas›l oldu¤unun anlatt›r›ld›¤›n› ancak depremin, milletin bafl›na neler getirece¤inin ve nas›l çözülece¤inin uygulamac›lar ve yerel yöneticiler taraf›ndan tart›fl›lmas› gerekti¤ini söyledi.
Deprem Komisyonu Baflkanl›¤› yapt›¤›n›, ama kendilerine sadece
depremin nas›l olaca¤›n›n anlat›ld›¤›n› dile getiren Güllüce, “‹yi de
bizim karfl›m›zda bir ‹stanbul, bir Türkiye var, 34 bin yerleflim köyü
var” diye konufltu.
Depremin kendi ilminin baflka bir konu, açaca¤› derdi çözmenin ise
farkl› bir konu oldu¤unu belirten Güllüce; “Bir ideolojiye körü körüne ba¤lan›p ve kendi ideolojisinde olmayan insanlar›n bütün söylediklerini do¤ru bulmayan bir kesim var ülkemizde. Bunlar, teknikten
çok siyasetle u¤rafl›rlar. Okyanus ötesinde bir gerillan›n ölüm y›l dönümünü kutlarlar da depremle ilgili çözümlere gelince 20 kelimeden
fazla konuflacak fleyleri olmaz. Dün gece de benzer bir tart›flma olmufl; ’‹dris Güllüce, demokraside kentsel çözüm olmaz’ dedi denmifl.
Bir kelime eksik söyledi¤iniz ya da ilave etti¤iniz zaman, çok çirkin
fleyler ortaya ç›kar. Bu sözün bir kelimesi var. ’Demokrasi olan yerlerde zor çözülür bu ifl’ demifltim. Evet, Çin’de bu ifl, dünyan›n en kolay çözülen ülkesi. As›rlard›r mülkiyet hukukuna sayg›l› bir milletin
idaresinde bu topraklar. Biz tarih boyunca milliyet hukukuna sayg›l›
inançtan ve milletten geliyoruz. Ayr›ca uluslararas› evrensel hukukla
idare edilen bir ülkeyiz. Yapaca¤›m›z her fley hukuka dayanmal›” diye
konufltu.
Sempozyumda bir konuflma yapan AK Parti Kayseri Milletvekili
TBMM Bay›nd›rl›k, ‹mar, Ulaflt›rma ve Turizm Komisyonu üyesi Prof.
Dr. Pelin Gündefl Bak›r da 1999 Kocaeli ve Düzce depremlerinin üzerinden geçen 12 y›lda, hükümetlerce önemli çal›flmalar›n yap›ld›¤›n›,
ancak mevcut yap› stokunun rehabilitasyonu do¤rultusunda at›lmas›
gereken cesur ve kararl› ad›mlar›n bulundu¤unu söyledi. Bir deprem
ülkesi olan Türkiye’de flehirlerin gelece¤ini tehdit eden en önemli hususlardan birinin çarp›k yap›laflma oldu¤unu belirten Bak›r, kentsel
dönüflüm alan› olarak bir bölgeyi ilan edebilmek için, en çok miktarda hazine ve belediye mülki alan› olan bölgelerin tespit edilmesi suretiyle ifle bafllanmas›n›n temel prensip olmas› gerekti¤ini ifade etti.
Bölgenin seçiminde azami gayret gösterilmesi gerekti¤ini anlatan Bak›r, “Mevcut durumun tespiti de çok önemlidir. ‹flgalci, tapu tahsisli
vatandafllar›n say›s›n›n tespit edilmesi gerekmektedir. Tapu tahsisli,
tapu sahibi ve tamam›yla belgesiz vatandafllar›m›za ayr› ayr› çözümler getirilmelidir. Kentsel dönüflüme ’Herkese tek beden gömlek uyar’
mant›¤›yla yaklaflmay› do¤ru bulmuyorum” diye konufltu.
KASIM-ARALIK 2011 25
B‹ZDENHABERLER
Üsküdar Belediye Baflkan› Kara:
‹nsanlar› mutlu edemeyen bir flehir için yeni
standartlar oluflturulmas› gerekir.
Düzenlenen
sempozyumda
gerek kamu
idaresinden
gerek üniversite
ve meslek
gruplar›ndan
uzmanlar›n bir
araya gelmesi
“Afet, Deprem,
Kentsel Dönüflüm
Politikalar›,
fiehir, ‹nsan ve
Toplum”
bafll›klar›n›n
etrafl›ca
tart›fl›lmas›
imkan›n› sundu.
‹stanbul’un her ilçesinin kendine özgü oldu¤unu, her birinin farkl› problemleri bulundu¤unu, bu ilçelerde uygulanacak reçetelerin de farkl› olmas› gerekti¤ini belirten Bak›r,
“Fatih, Eminönü ve Suriçi gibi tarihi semtlerde uygulanacak çözümler ile Ba¤dat Caddesi, Yeflilköy, Ulus gibi semtlerde uygulanacak
çözümler birbirinden ayr›d›r. Ba¤dat Caddesi ve Yeflilköy gibi planl› bölgelerde fazla imar
hakk› tan›nmas› suretiyle kentsel dönüflüm
teflvik edilebilir” dedi. Bayrampafla, Esenler,
Güngören, Ba¤c›lar, Fikirtepe gibi semtlerde
parsel baz›nda de¤il, ada baz›nda kentsel dönüflüm projelerinin uygulanmas› gerekti¤ine
dikkati çeken Bak›r, kentsel dönüflüm bölgesi ilan edilecek alanlarda transfer binalar›n›n
yap›labilece¤i bofl hazine ve kamu arazisi olmas›n›n büyük önem tafl›d›¤›n› söyledi.
Bak›r, kentsel dönüflüm kapsam›nda yap›lacak binalar›n, Türk-Osmanl› mimarisini
yans›tmas›, estetik kayg›lar›n göz ard› edilmemesi gerekti¤ini ifade ederek, “Bir bölge,
kentsel dönüflüm alan› ilan edildikten sonra,
toplamda 10 sene tapu mülkiyet de¤iflikli¤ine müsaade edilmemelidir. Aksi takdirde,
belediyelerimiz, orijinal yap› sahipleriyle de-
26 M‹MAR VE MÜHEND‹S
¤il, konutlar›n› onlardan ucuza sat›n alan profesyonel emlak simsarlar›yla pazarl›¤a oturmak zorunda kalmaktad›r” dedi.
Yapılması gereken vatandaşları
sağlam konutlara kavuşturmak
‹stanbul Teknik Üniversitesi (‹TÜ) Rektörü Prof. Dr. Muhammed fiahin de sempozyumda yapt›¤› konuflmas›nda kentsel dönüflümün bir
an önce gerçekleflmesi gerekti¤ini ifade etti. 1999 depreminden sonra hem üniversitelerin hem de kamu kurumlar›n›n önemli çal›flmalar
yapt›¤›n›, ‹TÜ olarak Amerika Acil Durum Yönetimi Kurumu ile
2000 y›l›nda ifl birli¤i yaparak, 31 ö¤retim eleman›n› 'afet e¤itmeni'
olarak sertifikaland›rd›klar›n› anlatan fiahin, ‹çiflleri Bakanl›¤› Strateji Gelifltirme Dairesi deste¤iyle 10 binin üzerinde sivil toplum kuruluflu yöneticisinin ve kamu yöneticisinin e¤itildi¤ini söyledi.
fiahin, “fiu andan sonra yap›lmas› gereken, vatandafllar›m›z› sa¤lam
konutlara kavuflturmak. Burada en büyük sorumluluk bize göre sivil
toplum kurulufllar›na düflüyor. Geçmiflte kentsel dönüflüm sözünü
eden belediye baflkanlar› seçim kaybetmifltir. Onun için ad›m atam›yorlar. Devletin gerek merkezi yönetimi, gerekse yerel yönetimi bu
dönüflümde farkl› bir rant beklememelidir. Devletin bu iflten en büyük
rant›, vatandafllar›n›n ça¤dafl ve güvenli konutlarda yaflamas› olmal›d›r.
Depremde yaflanan can kay›plar› asla kader de¤ildir” diye konufltu.
Y›ld›z Teknik Üniversitesi (YTÜ) Rektör Yard›mc›s› Prof. Dr. Tamer
Y›lmaz da flehirler bir yandan insan› ve toplumu, do¤rudan ve dolayl› olarak etkilerken, di¤er yandan da toplumsal, ekonomik, kültürel
ve siyasal de¤iflimlerden etkilendi¤ini dile getirdi. De¤iflimin yönü ve
TBMM Bay›nd›rl›k, ‹mar, Ulaflt›rma ve Turizm
Komisyonu Baflkan› ‹dris Güllüce:
Bir tek kentsel dönüflüm de¤il, köysel bir
dönüflüm de olmal›.
gücünün, o toplumun karakteristik özelliklerinden ve ortam koflullar›na göre flekillendi¤ini, flehirlerdeki de¤iflimlerin de buna ba¤l› olarak zamana ve zemine göre farkl›l›klar gösterdi¤ini anlatan Y›lmaz,
günümüzdeki küreselleflme döneminde flehirlerin alg›lanmas› ve yorumlanmas›n›n ciddi bir biçimde de¤iflime u¤rad›¤›n›, kentsel politikalar›n de¤iflimin tam oda¤›nda yer ald›¤›n› söyledi.
Üsküdar Kaymakam› Süleyman Erdo¤an da Türkiye için yap›lmas› gereken en önemli konulardan birinin çarp›k ve depreme dayan›ks›z yap›lar›n y›k›lmas› oldu¤unu belirterek, “Binalar› bofl alanlarda kolay yap›yoruz, ama y›kam›yoruz. Bu konutlar bugün, yar›n
evlatlar›m›z›n, torunlar›m›z›n üzerine y›k›lmadan biz y›kal›m, sonra a¤›tlar yakmayal›m diyorum. Hepimizin bu konuda topyekûn
çal›flma yapmam›z gerekiyor. Aksi takdirde hepimiz a¤layaca¤›z”
diye konufltu.
Üsküdar Belediye Baflkan› Mustafa Kara da flehirlerin hayat› kuflatan ve kavrayan bir içeri¤e sahip oldu¤unu, insanlar›n bununla beraber sa¤lad›klar› uyumla flehirle bütünleflti¤ini ifade etti. Günümüzde flehirlerin metropollere dönüfltü¤ünü, küreselleflen ekonomiden, küreselleflen kültürden ve bireyselleflen insandan flehirlerin
de nasibini ald›¤›n› anlatan Kara, insanlar› mutlu edemeyen bir flehir için yeni standartlar›n oluflturulmaya bafllan›ld›¤›n› belirtti. fiehirlerin moda haftalar›yla, küresel konular›n konufluldu¤u toplant›larla, protestolarla, savafllarla an›ld›¤›n› ifade eden Kara, bu de¤iflimin devam etti¤ini ve bu de¤iflimin önünde durman›n mümkün
olmad›¤›n› söyledi.
Sempozyumun ilk oturumu MMG Genel Baflkan Yard›mc›s› Kadem
Ekfli’nin baflkanl›¤›nda yap›ld›. ‹lk oturumda, ‹BB Deprem ve Zemin
‹nceleme Müdürü Mahmut Bafl, Kandilli Rasathanesi ve Deprem
Araflt›rma Enstitüsünden Prof. Dr. Mustafa Erdik, ‹stanbul ‹l Özel
‹daresinden Kaz›m Gökhan Elgin, ‹TÜ Afet Yönetim Merkezi Müdürü Prof. Dr. Mikdat Kad›o¤lu ve ‹TÜ ‹nflaat Fakültesinden Prof. Dr.
M. Hasan Boduru¤lu sunumlar yapt›.
Baflkanl›¤›n› MMG Genel Baflkan Yard›mc› Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk
Kültür yapt›¤› ikinci oturuma ise KUDEP kurumundan Mimar fiimflek Deniz, YTÜ’den fiehir Planlamac›s› Yrd. Doç. Dr. S›rma Turgut,
‹stanbul Metropolitan Uygulamalar›ndan Prof. Dr. ‹brahim Baz ve
‹BB Kentsel Dönüflüm Müdürü ‹dris Atabay ile devam edildi.
Üçüncü ve son oturumun baflkanl›¤›n› ise MMG Yönetim Kurulu
Üyesi Murat Özdemir yapt›. Bu oturumda Maltepe Üniversitesinden
Prof. Dr. Nazif Gürdo¤an, YTÜ’nden Prof. Dr. Bedri Gencer, Mimar
Mehmet ‹flçi, Araflt›rmac› ‹hsan Aktafl ve yine YTÜ’nden Prof. Dr. Nuran Kara Pilehvarian konuflmalar yapt›lar. Sempozyum alan›nda
ayr›ca “Van Depremi” ve “fiehir ve ‹nsan” konulu iki farkl› foto¤raf
sergisi düzenlendi.
Düzenlenen sempozyumda gerek kamu idaresinden gerek üniversite ve meslek gruplar›ndan uzmanlar›n bir araya gelmesi “Afet, Deprem, Kentsel Dönüflüm Politikalar›, fiehir, ‹nsan ve Toplum” bafll›klar›n›n etrafl›ca tart›fl›lmas› imkan›n› sundu. Ayr›ca sempozyumun ard›ndan Mimar ve Mühendisler Grubu taraf›ndan Sempozyum Sonuç
Bildirisi yaz›l› medya yoluyla kamuoyuna duyuruldu.
KASIM-ARALIK 2011 27
B‹LD‹R‹
MMG VAN DEPREMİ
RAPORUNU AÇIKLADI
MMG YÖNETİCİLERİNDEN OLUŞAN TEKNİK HEYET 23 EKİM 2011 TARİHİNDE VAN VE ÇEVRESİNDE
MEYDANA GELEN 7,2 BÜYÜKLÜĞÜNDEKİ DEPREM SONRASI İNCELEMELER YAPMAK ÜZERE
BÖLGEYE GİTTİ. JEOFİZİK MÜHENDİSLERİ ODASI VAN ŞUBE BAŞKANI BEDRETTİN ANARAN’IN DA
KATILDIĞI GRUP, VAN, ERCİŞ VE DEPREMDE HASAR GÖREN KÖYLERİ KAPSAYAN BİR İNCELEME
GEZİSİ YAPTI. İNCELEME SONUCUNDA OLUŞAN RAPOR ÖZETİNİ SİZLERLE PAYLAŞIYORUZ.
Ü
lkemiz, jeolojik açıdan genç bir kara parçası üzerinde
yer almaktadır. Bu kara parçası henüz oluşumunu tamamlamadığı için yer kabuğundaki hareketler devam
etmekte, fay hatları aktif bir şekilde faaliyetlerini sürdürmektedir. Dolayısıyla deprem, ülkemizin yadsınamaz bir gerçeğidir.
Öyleyse, bu gerçeği bir an önce kabullenip, depremle yaşamaya alışmalı, şehirlerimizi bu doğrultuda inşa etmeli, insanlarımızı bilinçlendirmeli ve depremin vereceği zararları önleyici
tedbirleri süratle almamız gerekmektedir.
VAN BÖLGESİYLE İLGİLİ YAPTIĞIMIZ TESPİTLER ŞUNLARDIR:
VAN’DA BİNALAR NEDEN YIKILDI?
a) Yıkılan bir binadan aldığımız ve laboratuar ortamında kırılma testi uygulanan beton numune sınıfının C20 olması gerekirken C9 (90 kg/cm2) çıkması, donatı çap, adet, aralık ve cins
tahkiki yaptığımızda ortaya çıkan düşey donatıların nervürsüz
(S220) olması, etriye aralıklarının olması gerekenden fazla olup
30 cm’e yakın olması, kolon ve betonarme perdelerin kirişlerle
birleştiği noktalarda etriye sıklaştırma yapılmaması bu tür binaların yıkılmasının kaçınılmaz olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
b) Ülkemizde uygulanan yapı denetim sisteminin bu bölgede
yeni başlamış olması, bu zamandan önceki yapıların denetimi
noktasında eksiklik ve boşluğun neticesi olarak yıkım ve hasar
oranı artmıştı.
c) Zemin ve jeolojik yapı dikkate alındığında Kuzey Anadolu Fay
Hattı’nın bir kolunun üzerinde bulunan Van ve Erciş’in depremsellik kriteri dikkate alınarak hassasiyetli yapılaşma ve depreme hazır bir kent oluşturma beklentisinden uzak deprem bölgesi olmayan diğer illerdeki gibi gelişigüzel denetimsiz ve deprem hesaba katılmadan yapılaşmanın ortaya çıkması sonucu
yıkım ve hasar oranı artmıştır. Van ve Erciş’te toptan göçen binaların tamamının çok katlı (5-8 katlı) olması bu tespitimizi
güçlendirmektedir.
d) Günümüz mevzuatı açısından eksiklik olarak görünen yapı
denetime tabi bir bölge olmamış olması veya yeni başlanılan bir
sistem olması dışında bir mevzuat eksikliği yoktur. Fakat mevzuatın öngördüğü imar planı, mikro bölgeleme (microzonation),
proje ve denetim kriterlerine ilgilileri uymamıştır.
e) Mevzuat öngörse de mühendis, müteahhit, denetim firması, belediye arasında koordinasyonun eksik olması veya hiç olmaması sonucu kalfa veya usta marifetiyle ortaya çıkan inşaatlar, projede mühendislik hizmetini almış olsa bile uygulamada
almamıştır.
30 M‹MAR VE MÜHEND‹S
f) Köylerdeki binalar hiçbir mimarlık ve mühendislik hizmeti
almadan kerpiç ve briket gibi bölgede kolay temin edilebilen
yapı malzemeleri kullanılarak yığma yapı olarak, yatay ve düşey
hatıl gibi herhangi bir bağlantı elemanı olmadan ve mukavemet
hesapları dikkate alınmadan yapılmıştır.
g) Deprem bölgesi olmasına rağmen yüksek katlı binalarda
bahsi geçen eksiklikler ve hatalar sıklıkla tekrar edilmiştir.
RICHTER ÖLÇEĞİ İLE 5.6 BÜYÜKLÜĞÜNDEKİ
2. DEPREM NEDEN YIKIMA SEBEP OLDU?
Eğer hasar taşıyıcı sistemde değil de tuğla ve pencere gibi mimari elemanlarda oluşmuş ise bu elemanlara aktarılan kuvvetin taşıyıcı sistemi örselediği ve bir şekilde sönümlediğini rahatça söyleyebiliriz. İşte hasar durumu bu şekilde olan ve taşıyıcı sistemde “sorun yok yapı sağlamdır” mantığı çok yanlıştır
ve bir defa can kayıpsız atlatılan 7.2 büyüklüğündeki depremin
ardından gelen 5.6 lık deprem kuvvetleri (ki normal zamanlarda bu büyüklükteki bir depremin bu kadar hasara sebep olmaması gerekir) artık yapı tarafından sönümlenememekte ve yapı
taşıyıcı elemanları sınır değerlerine ulaşan taşıma gücünü bir
kademe daha zorlamak zorunda kalarak kırılmaya başlamaktadır. Bu andan sonra donatıda akma gerçekleşecek veya bağıl
kuvvet etkisinde betonarmede çatlamalar oluşacak ve bina
performans kriterleri çerçevesinde taşıma gücünü kaybedip yıkılacaktır. 5.6 büyüklüğündeki 2. depremin Van Merkez’de sebep olduğu yıkımların ana sebebi yukarıda izaha çalıştığımız
yorgun yapı elemanları olmuştur.
SONUÇ VE ÖNERİLERİMİZ:
İnsan öncelikli emniyetli şehirler kurmalıyız.
a) 2007 Deprem Yönetmeliği’nin şartlarına, özellikle de beton
dayanımı ve etriye, çiroz gibi donatı elemanlarına ait koşullara,
tavizsiz uyularak gerekli kontroller yapılmalıdır.
b) 4708 sayılı Yapı Denetim Kanunu kapsamında mevzuat ye-niden gözden geçirilmelidir. Van ve Erciş’te yıkılan binaların
ruhsatlı olması yapı denetim mevzuatının boşlukları olduğunu
göstermektedir. Yapı denetim kanunu için yeniden yapılması
gereken düzenlemeler çerçevesinde belirlenebilecek UYGUN
bir yöntemle müteahhit veya yapı sahibinin yapı denetim firması ile organik bağının kesilmiş olması ve tarafların işveren-çalışan pozisyonundan çıkarılması gerekmektedir.
Şu anki mevzuat çerçevesinde yapı denetim firması denetim
için kendisine ödenmesi gereken tutarı her ne kadar ilgili belediyeye müteahhit veya yapı sahibi tarafından ödenen miktar
olarak belediyeden iş tamamlanma süreci ile paralel olmak
üzere almakta olsa da proje aşamasında müteahhit veya yapı
sahibi yapı denetim firmasını kendisi seçmekte ve bir sonraki
işlerini yapabilmek adına yapı denetim firmaları müşterisi konumundaki yapı sahibi veya müteahhidin yanlış veya eksik uygulamalarını düzeltmekte zorlanmaktadır.
c) Deprem sonrası öncelikle ayakta kalmasını istediğimiz hastane, okul, hükümet konağı gibi kamu yapılarının temel sistemine (maliyet düşünülmeden) deprem kuvvetini azaltan ve yapının depremde salınmasını engelleyen veya az salınım yapmasına olanak sağlayan deprem sönümleyiciler (izolatörler) konulmalıdır. İlk maliyet yerine deprem sonrası yapacağı hizmet
göz önüne alınarak bu tekniğin fizibilitesi yapılmalıdır.
d) Deprem konusu açıldığında öncelikle irdelenmesi gereken
kriter olan zemin durumu konusunda Van ve Erciş olmak üzere bölgenin depremselliği ve diri fayları dikkate alındığında diğer illere nazaran özellikle Van Gölü ve çevresi başta olmak
üzere mikro bölgeleme haritaları, fay haritaları, jeolojik etütler
üzerinde yapılacak çalışmalar neticesinde 1/100.000’likten
başlayıp büyüyen ölçekte planlar yapılmalıdır.
e) Belediyelerce yapılan imar planlarında her ne kadar zemin
ve statik açıdan proje uygunluk gösterse de çok katlı yapılaşma
yerine daha az katlı ve bahçeli nizam yapıların ortaya çıkması
plan aşamasında ön görülmeli ve teşvik edilmelidir.
Bölgede yaptığımız incelemelerde yapıların ruhsat alma aşamasının çok geç sürdüğü ve bu zaman aralığında yapı sahibinin
belediyenin denetimini beklemeksizin hızla binayı yapmaya devam ettiğini duyduk. Bu durumda yapılan yapının denetim adına hiçbir kriteri sağlamamasını anlamak zor olmasa gerek.
Projeler uygun olsa dahi denetim mekanizmasının işlemediği
bir bölgede kalfa ve ustanın teknik becerisine emanet edilen
yapılarla karşılaşılmaktadır.
Bu sorunun çözümü için, yapı sahibinden belediyeye kadar uzanan geniş bir sorumluluk paylaşımı sonucu herkes üstüne düşen görevi yerine getirmelidir.
f) Köylülerin gerek kendi gerekse hayvanları için yapacağı yapılarla ilgili olarak yerel yönetimler köylere destek mahiyetli
sistemi ve yapılış yöntemi tip projeler hususunda destek vermeli ve bu destek verilirken bölgenin şartları dikkate alınarak
yöresel malzemelerin kullanılmasına ve geleneksel köy hayatına müdahale edilmemesine özen gösterilmelidir.
g) Afet öncesi tedbirler kapsamında, her ilin ve ilçenin yerel
yönetimleri, afet anında kullanılmak üzere stoklarında belli sayıda konteynır bulundurmalıdır. Böylece, Van Depremi’nde şahit olduğumuz gibi, olumsuz hava koşullarında vatandaşların
yaşadığı barınma ve ısınma sorunların yaşanmasına meydan
vermeden, çok hızlı bir şekilde bu ihtiyaç giderilmiş olur.
h) Yapım sisteminde betonarme malzemenin yanı sıra, depremde mukavemeti daha yüksek olan çelik ve ahşap gibi alternatif sistemler de sistemler de kullanılmalıdır
ŞEHİRCİLİK ANLAYIŞINDA YENİ YAKLAŞIMLAR.
Van Depremi sonrası Sayın Başbakanımızın, “Bu tabloları defaatle yaşamaktansa iktidarı kaybetmek çok daha hayırlıdır”
cümlesiyle başlayan kentsel dönüşüm hamlesi, doğru uygulandığında ülkemiz ve şehirlerimiz açısından çok önemli bir fırsattır. Son dönemlerde, sağlıksız yapıları dönüştürmek adına yapılan çalışmalarda, mevcut arsalara verilen emsal artışlarıyla,
rant odaklı yüksek katlı yapılaşmaya olanak sağlanarak, insan
ruhuna ve fıtratına aykırı beton bloklardan oluşan şehir siluetleri ortaya çıkmıştır. Kat sayısı ve bina yüksekliği arttıkça, kalitenin ve modernitenin arttığı gibi yanlış bir algıya düşülmektedir. Şehrin kültürüne, iklimine, doğal şartlarına bakılmaksızın,
tüm şehirlerde aynı türden, aynı malzemelerden, aynı mimaride binalar inşa edilmiş, kentsel ve sosyal doku, hızlı bir şekilde
dönüştürülmüş ve tahrip edilmiştir.
Kentsel dönüşümü bu bağlamda düşünüp bir oldu bittiye getirmeden şehirlerimizi ve yaşadığımız mekanlarımızı güvenli, insani ölçeklerde, huzurlu, güzel ve estetik olarak yeniden inşa
etmek için bir fırsat olarak görmemiz gerekir.
KASIM-ARALIK 2011 31
HABERANAL‹Z
SANAL TOPLUMA
SANAL
MÜHENDİSLİK Mİ?
SOSYOLOJİ İÇİN KELİME CAMBAZI BİLİMİ DE DENEBİLİR. ÇÜNKÜ ADINI
AÇIKÇA KOYMAK YERİNE LAFI DOLANDIRIP DURUYOR. GERÇEK ŞU
TÜM ENDÜSTRİ SONRASI TOPLUM, ENFORMASYON TOPLUMU, RİSK
TOPLUMU, POST-MODERN TOPLUM GİBİ SÖZ CAMBAZLIKLARININ
İFADE ETMEK İSTEDİĞİ ŞEY, ASLINDA ŞİRKET EGEMENLİĞİ OLARAK
PAN KAPİTALİZM VE ONUN TEKNOLOJİYİ KENDİ TEKELİNE ALARAK
EGEMENLİĞİNİ TÜM YERKÜREYE DAYATMASIDIR. KÜRESELLEŞME ADI
DA VERİLEN BU SÜREÇ ASLINDA POSTFORDİZM DE DENİLEN SOSYAL
SÜRECİN BİR TEZAHÜRÜ. POST- FORDİZM İSE ÖZÜNDE, İKİ OLGUYA
DAYANIYOR: ESNEK ÜRETİM VE TÜKETİM.
DİLAVER DEMİRAĞ
S
ANAY‹LEfiMEN‹N başlangıcında
kitle üretimi söz konusuydu. Bu
sürece fordizm denme nedeni de
ilk seri otomobil üreticisi Henry Ford’un
bant sistemine dayanan üretim biçimiydi.
Burada iş parçalara ayrılıyor, montaj hattı
da denen süreç ile her işçi işin bir parçasını yapıyordu. Charlie Chaplin’nin Modern
Zamanlarda karikatürize ettiği sürekli vida
sıkan işçi, tam da bu iş bölümünün işin
parçalanmasına varacak denli uç noktaya
varmasının bir ürünüydü. İşçi gerçekten
de vida sıkıcısı denecek denli zavallı bir
hale girmişti, çünkü işin bütününden kopmasının bir sonucu olarak düşünmek yerine sadece yapmak durumundaydı. Montaj
hattında önüne gelen iş parçasını yapıyordu ve bunu sürekli tekrar ederek yaptığından artık otomatikleşmekteydi. İşçinin
bir emek sanatçısı olmaktan çıkıp zavallı
bir proleter olması da bu anlama gelmekteydi.
Sanayi toplumunun başlangıcında kırdan
kopup gelen insanlar ile nitelikli işgücü
olarak zanaatkarın fabrikaya dönük direnişi, çeşitli tarih çalışmalarında sıkça dillendirilmişti. Ludizm adı verilen ve makine
kırıcılık olarak adlandırılan tepki ya da isyanın ardında da üzerinden henüz toprak
kokusunu atmamış doğaya bugünkü kent-
32 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Gazeteci, yazar
li insan kadar yabancılaşmamış insanların, fabrikanın dayattığı iş bölümü mantığına ve mekanik zaman ritmine dönük
tepkisi yatıyordu. İşçiler adeta sanayi-sonrası toplum denen şeyi öngörmüş gibi,
kendilerine dayatılan gayrı insani iş mantığına tepkilerini bunun somut görünümü
olan makinelere yansıtmaktadır. Ancak bu
süreçten zaferle çıkan fabrika sahibi olarak kapitalist oldu ve işçiler bir vida sıkıcısı uyumlu robota dönüştü.
Ford’un üretim biçiminde oluşturduğu bu
değişim sanayi toplumu dediğimiz süreci
de içermekteydi. Sanayi toplumu işin doğadan ve doğaya dayalı zamandan koptuğu, katı disiplinci, örgütsel hiyerarşilerin
egemen olduğu bir sosyal düzeni dayatıyordu. Hızlı kentleşme, endüstriyel üretim
araçları, ekonomik verilere dayalı yönetim,
işçi sınıfının doğuşu, geniş atölyeler, fabrikalar, kâğıt para hâkimiyeti, hızlı okullaşma, zorunlu eğitim sanayi toplumunun beraberinde getirdiği başlıca özellikler oldu.
Sanayi toplumu standart mal ve hizmetlerin kitlesel üretimine ve kitlesel dağıtımına dayanırdı. Şirketlerin amacı aynı malı
çok miktarda ve rakiplerinden ucuza üreterek ve dağıtarak birim maliyeti düşürmekti. Kitlesel üretim ve kitlesel dağıtım
merkezileşmeye dayalı bir ekonomik mo-
del; mekanistik, katı/hiyerarşik örgüt yapıları ve geleneksel eğitim bu yapılanmanın
temel hatlarını oluşturmaktaydı. Şirketler
“üret, depola, sat” mantığıyla hareket etmekteydi.
İşte bugün bilgi/enformasyon toplumu,
sanayi sonrası toplum, risk toplumu, postmodern toplum gibi farklı isimlerle anılan
ve her biri aslında post-fordizm dediğimiz
değişen üretim biçiminin oluşturduğu
sosyal süreçlere gönderme yapan dönüşümde bu yapının bir noktadan sonra sürdürülemez hale gelmesinin sonucu olarak
doğdu.
SANAYİ TOPLUMUNUN KRİZİ ve
POST-FORDİST TOPLUMSAL BİÇİMLER
Kitle üretimine ve kitle tüketimine dayalı,
standart biçimlerin üretimine imkan tanıyan fordist üretim biçimi, merkezileşmeyi
ve büyük miktarda sabit sermaye yatırımlarını gerektirmektedir. 1930’lu yıllardan
1970’lerde yaşanan ekonomik buhrana
kadar (postfordist üretime geçilmeye başlandığı döneme kadar) uygulanan Keynesyen politikalar ve refah devleti anlayışı fordist üretimin devamını sağlayabilmişti.
Fordist üretim dönemi örgütlü emeğin
güçlü olduğu bir dönemdi. Zira bu dönem
kitlesel üretimin devamı için tam güne yayılan ve vardiyalarla sürdürülen çalışma
saatlerini gerektirmekteydi. 1970’li yıllarda yaşanan iktisadi kriz, 1960’lı yıllardan
itibaren zaten düşmekte olan kar hadlerini ve üretimi tükenme noktasına getirmişti. Bütün bu gelişmeler Fordist üretim biçiminin altını kazacak bir dizi süreci harekete geçirdi.1
Kapitalist sistemin bu krizden çıkış için
bulduğu formül esnek üretim (birim) olarak da adlandırılan Post-Fordist üretimdir.
Post-fordizm Fordizmin katılıklarıyla çatışma içinde olmasıyla belirlenir. Emek sü-
reçleri, işgücü piyasaları, ürünler ve tüketim kalıplarıyla esnekliğe yaslanır. Esnekliğin oluşturduğu bir dizi belirisizlik ve öngörülmezlik ise risk faktörü olarak adlandırılan sosyal süreçlere yol açar. Sanayi
toplumunun özelliği olarak kabul edilen
modernleşmenin de sanayi sonrası bilgi
toplumu olarak adlandırılan sosyo-ekonomik değişimin bir sonucu olarak yerini modernlik sonrası denilen sürece bırakması,
modernleşmenin uçlaşması ya da geç modern yahut geç kapitalist olarak da adlandırlan bir sosyo-ekonomik ve düşünsel süreçlerin de önünü açtı. Bu sosyal süreç için
KASIM-ARALIK 2011 33
HABERANAL‹Z
Sanayi Toplumu standart mal ve hizmetlerin kitlesel üretimine
ve kitlesel dağıtımına dayanırdı. Şirketlerin amacı aynı malı çok
miktarda ve rakiplerinden ucuza üreterek ve dağıtarak birim
maliyeti düşürmekti .
kullanılan bir başka ifade de tüketim toplumudur ki burada da toplumun tüketime
dayanan yaşayış biçimini ve ekonomik gelişmenin motorunun da tüketime dayanması ifade edilmiş olmaktadır. Bu, zevkin
ve zevke dayalı bir insan tipinin, sürekli
keyif verici eğlenceli etkinlikleri arayan,
marka tüketimi ile sosyal saygınlık elde etmek isteyen bir birey biçimini oluşturdu.
Yeni emek modelinin temelde ikili bir yapısı vardır: Çekirdek işgücü ve çevre işgücü.
'Çekirdek işgücü'; tam zamanlı çalışan,
diğer çalışanlara kıyasla görece daha yüksek ücret alan, iş güvencesi ve yükselme
şansı mevcut olan bir gruba verilen addır.
'Çekirdek işgücünün' işine son vermek
çoğu zaman 'niteliksiz emeğe' oranla daha güçtür; ikamesi zor olduğu gibi işten çıkarıldığında daha fazla tazminat ödenmesi de gerekir. Bugün bu çekirdek iş gücü
içinde yöneticiler, şirket profesyonelleri
(muhasebe, finans, pazarlama, halkla ilişkiler vb) bu profesyoneller arasında mühendisler de yer almakta. Bu anlamda sanayi sonrası toplumun esneklik yaklaşımı
mühendisler için de geçerlidir. Sosyologlar mühendisleri profesyonel-yönetici sınıf
olarak tanımlamıştır. Buna göre söz konusu sınıf “geniş bir mesleki becerisi, yüksek
34 M‹MAR VE MÜHEND‹S
gelir düzeyi, gücü ve itibarı (prestige) olan
kişiler”den oluşmaktadır ve ancak bu sınıfı bir yanda yönetici sınıftan, öte yanda işçi
sınıfından ayıran sınırlar bulanıktır. 'Çekirdek işgücü', şirketin geleceği için 'hayati
önem' arz eden bir konumdadır. Fakat buna rağmen onun da katlanması gereken
maliyetler vardır. Coğrafi mekan değişiklilerine hazır olması ve sürekli kendini geliştirmesi, esnek ve girişken olması, değişen koşullara çabuk uyum sağlyabilmesi,
sosyal olması, yeni teknolojiyi yetkin kullanabilmesi, değişken çalışma zamanlarına
uyumlu olması ve farklı işalanlarında da
çalışabilmesi beklenir.
Sonrasında ise sistem mühendisten işe
girdiği anda işe adapte olup üretime
başlayabilmesini ve gerekli değişikliklere
göre kendini yenileyerek işleri yapabilmesini bekler.
BİLGİYİ ÜRETEN ve İŞLEYEN TOPLUM
Enformasyon toplumu olarak da adlandırılan sanayi sonrası toplum biçimine bu
adın verilme nedeni, üretimin bilgisayarlaşması, robotlaşması sonucu otomasyon
denilen ve üretimde insan unsurunun payının giderek düştüğü , bilginin işlenmesine dayanan bir üretim sürecine dayanma-
sıdır. Özellikle bilgisayar teknolojisinin
sağladığı hızlı iletişim olanakları bilginin
çok kısa sürede ulaştırılabilmesini sağlamıştır. Bu durum berberinde baş döndürücü bir hızla sağlanan bilgi artışına yol
açmıştır. Bilgi dalgası ile hemen her alanda hızla artan bilginin üretimi, pazarlanması, ulaştırılması, en uygun bilginin uygulamada kullanılması başlı başına bir iş
alanı, bir sektör olarak öne çıkmış bulunuyor. Böylece sistemin ilgisi sanayiden bilgiye yönelmiştir. Bilgi temel sermaye, ana
güç halini almıştır. Bilgisayarlaşma emeğin de üretimdeki yerini değiştirmiştir. Bilgisayar kullanımı zorunlu olarak üretimde
beyaz yakalı dediğimiz eğitimli ve nitelikli
işgücünün kullanımını getirir. Ancak bu
esnek birikim adı verilen bir süreci de getirir, artık sistem hızlı değişime dayandığından işgücü de bu hızlı değişime ayak
uydurur ve işletmeler çalışma biçimini de
esnekleştirir. Bunun anlamı hızlı işe alıp
hızlı bir biçimde işten atmadır.
Sanayi toplumu çalışma ve çalışmaya dayalı gelirin istikrarlılığı üzerine dayalı bir
refah toplumu haline dönüştüğünden, bu
durum refahın ortadan kalkması ve istikrar. Geleceği öngörebilme gibi bir düzenlilikten düzensizliği geçiş anlamına geldiğinden bunun sonucu belirsizlik ve öngörülemezlik oldu. Toplumdaki bireylerin
geleceklerini belirsiz görmekten doğan
riskler ve bunun yanında gelişen teknolojiden doğan risklerin neden olduğu belirsizlikler ise sanayi sonrası bilgi toplumu-
Sosyologlar
mühendisleri
profesyonel-yönetici
sınıf olarak
tanımlamıştır. Buna
göre söz konusu
sınıf “geniş bir
mesleki becerisi,
yüksek gelir düzeyi,
gücü ve itibarı
(prestige) olan
kişiler” den
oluşmaktadır
nun bir özelliği olan risk toplumu dediğimiz sosyal süreci oluşturdu. Bütün bu
kavramsal öbek, aslında temel olarak kapitalist toplumların temel belirleyeni olan
ekonomideki değişim ve bunun neden
olduğu sosyal etkilere dayandığından aslında tüm bunları tek bir sürecin çeşitli
vecheleri olarak da görmek olanaklıdır.
RİSK TOPLUMU ve RİSK MÜHENDİSLİĞİ
“Risk toplumu” ifadesi, Ulrich Beck’in
1992 yılında yayımlanan “Risk Society: Towards a New Modernity” adlı kitabıyla terminolojideki yerini almıştır. Beck bu eserinde, 19. yüzyılda “ya, ya da” felsefesinin
egemen olduğunu, oysa 20. yüzyılda “ve”
felsefesinin geçerli olduğunu vurgulamaktadır. Buna göre; 19. yüzyılda birbirinden kopuk yapılar ya da birimler var olmuştur. “Kopukluk”, “tekdüzelik”, “uzmanlaşma”, “hareketsizlik” gibi ifadelerle
kendini bulan bu yapı, taraflar arasında
ikili çatışmayı açıklamaktadır. 20. yüzyılda
ise “ve”nin egemenliği; “yan yana olma”,
“çok boyutluluk”, “sentez”, “bulanıklık”,
“belirsizlik” gibi kavramları ortaya çıkarmıştır. 21. yüzyılda da “ve” felsefesinin
yansımaları söz konusudur ve bu yansımalar daha kaotik yapı ve işleyişlere işaret
etmektedir.
Risk toplumu bilgi toplumu olarak adlandırılan ve iletişim teknolojileri temelinde
yapılanan toplumsal sürecin bir ürünü olmuştur. Buna göre; bilgiyle yoğrulmuş yapıların egemen olduğu toplumsal yapı, geleneklerin ya da doğanın sabitliğinden
kaynaklanan “doğal-dışsal riskler” ile toplumsal yaşamın işleyişi içinde insan eliyle
oluşturduğu “yapay riskler” temelinde
yükselmektedir. Doğal riskler, deprem,
sel, kasırga, salgın hastalıklar gibi dışsal
risklerdir. Yapay riskler ise insanın bilimsel ve teknolojik faaliyetlerinin yön verdiği
toplumsal dönüşümün ortaya çıkardığı
risklerden oluşur. Küresel ısınma, nükleer atıklar, kitle imha silahları, medya ve
internet yoluyla özel hayatın gizliliğinin zedelenmesi, teknolojik işsizlik, beyin göçü,
kültürel çatışma, muhafazakârlık, terörizm ve daha birçoğu bu yeni toplumun
ürettiği en önemli risklerdir. Bu toplumda
yapay risklerin sayısı doğal risklerinkinden
oldukça fazladır. Bu da risk toplumunun
karakterinin bir sonucudur.
Post-modern ya da sanayi sonrası toplum
olarak adlandırılan geç kapitalist tüketim
toplumlarının özelliklerinden biri de bireysellik ve yaşamın uzamasından kaynaklanan hazcı yaşam etiği olmuştur. Bunun
sonucu insanlar kendilerine yatırım yaparak narsistik denecek bir kendi tapımı ile
kendini çok değerli olarak görmüş, buna
bağlı olarak yaşamın değeri artmıştır. Risk
toplumunda temel tehditler bu değeri düşüren, yaşama zarar verme olasılığı bulunan risklerdir. Bilgi ve teknolojinin toplumsal alanda neden olduğu dönüşüm çeşitli riskler oluşturduğu gibi, riskin “fırsat”
ve “yenilik” üretme fonksiyonlarına da zemin hazırlamaktadır. Dolayısıyla, yeni bilgi
ve teknoloji, risklerin yıkımına engel olabilmeyi merkeze almıştır. Risk toplumu-
nun bireylerinin, sorumluluklarının farkında olan ve inisiyatif kullanabilen bireyler
olması, riski oluşturdukları gibi, bilgi ve
teknoloji üretmelerini de sağlamaktadır.
Bu da “bilgi” ve “risk” arasındaki karşılıklı
etkileşimin varlığını açıklamaktadır. Her
ikisi de birbirinin hem nedeni hem de sonucudur.2
Bilgi toplumunda risk, büyük bir sektör
hâlini almıştır. Şirket yönetimi danışmanları, sigortacılar, siyasî danışmanlar, sosyologlar, psikologlar ve benzerleri, “risk
analizi”, “risk yönetimi” ve “risk iletişimi”
gibi pek çok başlık altında öneri ve strateji kurguları geliştirmektedir. Medyanın da
konuya ilgisi giderek artmakta, içinde
“risk”, “kaos” gibi kelimeler geçen manşetler, haberler, makaleler, programlar
sıkça yayınlanmaktadır.
Risk mühendisliği adıyla ortaya çıkan yeni
bir mühendislik dalı da bu riskleri ölçmek,
hesaplamak ve bu olası risklerin mali bedelleri saptamakta ve bu riski önlemek
için alınacak tedbirleri içermektedir. Başta sigorta sektörü olmak üzere birçok
sektör, bir işin neden olacağı riskleri hesaplayan ve bunları ortadan kaldıran bir
bilgi biçimi üretmektedir. Mühendis bu
risklere karşı alınacak tedbirleri hesaplayan ve bu riskleri azaltacak güvenlik tekniklerini oluşturacak kişidir. Bacon’un ünlü sözüne yaslanarak “bilmek egemen olmaksa” eğer, modern bilim ve tekniğin de
asli rolü olası riskleri öngörmek ve bu
risklere karşı önlem alabilmektir. Mühendis de bilim ve teknikle içiçe bir kişi olarak
KASIM-ARALIK 2011 35
HABERANAL‹Z
Bacon’un ünlü sözüne yaslanarak “bilmek egemen olmaksa”
eğer, modern bilim ve tekniğin de asli rolü olası riskleri
öngörmek ve bu risklere karşı önlem alabilmektir. Mühendis de
bilim ve teknikle iç içe bir kişi olarak bu belirsizlikleri
giderecek kişi konumundadır.
bu belirsizlikleri giderecek kişi konumundadır. Risk toplumunda risk mühendisliği
en revaçta mühendislik dalı haline gelmiştir. Bu da bir başka mühendislik dalını
doğurmuştur, bilgisayar ve yazılım mühendisliği. Her ikisi de gelişmiş bilgisayarlar ve bu bilgisayarlar ile içiçe çalışan yazılımları geliştiren, simulasyon modellemesi yolu ile olası riskleri senaryolaştırarak sanki yaşanıyormuş gibi sanal olarak
deneyimleyen tekniklerdir. Mesela Küresel İklim Değişimi ile ilgili bu teknolojinin
varlığı çok merkezidir.
Bilgi işleme ve istatistik yolu ile risk yönetimi önemli maddi avantajlar getirmektedir ki buna Noami Klein’nin ünlü kavramı
ile “felaket kapitalizmi de denebilir” bu kapitalizm olası felaketleri ve bunun doğurduğu riskleri yenileşme fırsatı olarak gören bir kapitalizm.
GERÇEĞİN İNFAZI ve SANAL DÜNYA
Enformasyon toplumu ile kastedilen şeylerden birisi de medya ve iletişim teknolojisi olarak internettin oluşturduğu sosyal
süreçler, değişimler anlamında da geliyordu. İşte Baudrillard ile ünlenen simulasyon ve simulasyon toplumu kavramı da
bu gelişimin bir ürünü.
Baudrillard modern toplumsal gerçeklik
tezine meydan okuyan bir düşünürdü.
Modern toplum gerçek kavramına yükle36 M‹MAR VE MÜHEND‹S
diği aşırı anlam nedeni ile ters bir istikamete savrulmuştur ve aşırı gerçeklik hiper realite dediğimiz durumu ortaya
çıkarmıştır. Bunun bir yansıması da gerçeğin yerini görüntülerin aldığı bir sanal
evrendir ki son dönemin gözde sosyalbilimcilerinden Athur C. Kroker’in Sanal
Gerçekliğin Politik Ekonomisi yazısında
ifade ettiği gibi, sanal dünyanın giderek yaşamın maddi gerçekliği halini almasıdır.
“Sanallığın yagınlaşması ve insanın medya
düzlemi (mediascape) için temel bir kaynak haline gelmesiyle birlikte sanallığın
maddi boyutları patlama yapar.”3
Medya üzerinden akan görüntülerin oluşturduğu bu dünyaya sanal dünya diyebiliriz. Sanal kavramı hiç olmayan demek değildir, sanal gerçeklik gerçeğin taklidi olarak yine de gerçektir. Ama gerçekten daha fazla gerçek olması onun gerçekliğini
sorunlaştırır. Her halükarda bilgi toplumu
fanatazmatik bir topluma doğru evrilmektedir. Fantazmatik görüntü gerçekle gerçe
olmayan arasındaki sınırı imha etmektedir, simulasyon kavramı da bu gerçeklik
biçimine ilişkin bir kavramlaştırmadır. Simulasyon gibi kavramındaki bir şeyi yaparmış gibi yapmaktır. Yani yapılan şeyi
yapıyormuşça davranan ama onu yapmayandır. Simulasyonda gerçekmiş gibi davranan yapay gerçektir. Ancak hiper gerçeklik evresinde simulasyon gerçekten
daha gerçektir.
“Hastaymış gibi yapan bir kişi” der Baudrillard “yatağa uzanıp bizi hasta olduğuna
inandırmaya çalışır. Bir hastalığı simüle
eden bir kişi ise kendinde bu hastalığa ait
semptomlar (belirtiler) görülen kişidir.”
Hastaymış gibi yapan insana uygulanacak
bir iki tahlil ile gerçek yerli yerine oturtulabilir ama konu hastalığın simülasyonu
olunca bu kişiye ne hastasın ne de değilsin
denilebilir. Burada gerçeklik ilkesi büyük
bir yıkıma uğrar (hastalığı simüle eden kişiye simülakr denilebileceğini belirtelim.).
Yani gerçeğin taklidi gerçekle ayırdedilemeyecek kadar gerçeklik duygusu
oluşturan yanılsamadır simulasyon. Günümüzde bir başlık geçirerek kendinizi
belli bir süre bir bilgisayar oyunu içinde
görmeniz mümkün olabiliyor. Siz o oyunda
gerçek bir kişi gibi oynayabiliyorsunuz. Ya
da üç boyutlu sinema tekniği ile filmin içinde duygusunu yaşayabiliyorsunuz sinema
perdesinden fırlayan dinazor sizi ısıracakmış gibi hissederek tedirgin oluyorsunuz.
Bütün bunlar bizi tanık değil seyirci kılarak
duygu ötesi dediğimiz bir tür duyarsızlık
hissi oluşturmakta. Yemek yerken bir savaşı seyreden insan o savaşı yaşayan insanların acısını hissetmez. Afetler karşısında da benzer duygulara yaşayabiliyoruz, deprem üzerine yapılan tartışmalar
bizi deprem konusunda tedbirli kılmak
yerine ona karşı duyarsızlaştırmakta ve
tedbir almamızı engellemektedir.
Sanal evrenin egemen olduğu bir toplumda dünyayı güvenilir kılmaya çabalayan
mühendislik de sanal bir gerçekliğe dönüşme riski taşımakta. Bilgisayarlar ile
daha çok haşır neşir olan ve modellemeler ile işgören mühendis tekniker ya da
eskinin zanaatkar olarak da tanımlanan
yapan ve tasarlayan kişi olma rolünü giderek bilgisayarlara bıraktıkça, bilgisayarlar
onun yerine tasarladıkça -ki aynı durum
mimarlık için de geçerlidir- işin bütününe
egemen olan yapım ve tasarım aşamalarının tümüne de hakim olan kişi olmaktan
çıkıyor. En büyük risk de bu ne yazık ki.
1 Zeynep Akyüz, Postford›zm Ned›r?, http://www.businesstomorrow.net/iky/files/Postfordizm.pdf
2 Timuçin YALÇINKAYA-Esin ÖZSOY, “Risk Toplumu:
Bilgi Toplumunun Evriminde Yeni Boyut”, II. Uluslararas›
Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Kocaeli Üniversitesi
‹‹BF, Kocaeli, 2003
3 Arthur C. Kroker, Michael A. Weinstein, The Political
Economy
Of
Virtual
Reality:
Pan-Capitalism,
http://www.ctheory.net/articles.aspx?id=49, Sanal Gerçeklik
Politik Ekonomisi: Pan-Kapitalizm, Türkçesi: M. Cüneyd
Özpilavc›, yay›nlanmam›fl çeviri
M‹MARLIK
SİLUET BİR ŞEHRİN AMENTÜSÜDÜR!
"O mü'minler ki, e¤er kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namaz› k›lar, zekat› verirler. ‹yili¤i
emreder ve kötülükten nehyederler..." (Hacc, 41)
Leyla'n›n güzelli¤ine ancak Mecnun gözüyle bakmal›s›n ki onu seyretmenin s›rr› sana da görünsün.
Sadi
MEHMET İŞCİ / Mimar
SİLÜET ÜZERİNE
Şehrin siluetini oluşturan binalar, oraya
ait kültürel kimlik kodlarını ele verirler. Silueti amentüsüdür şehrin.. Bir başka deyişle; şehrin silueti, o yerin üç boyutlu bir
manifestosudur. Toplumun inanç ve değerler manzumesinin” ete kemiğe bürünmesi gibidir” siluet..
Bir şehrin geçmişinden bugüne taşıdığı
kültür ve maneviyatına ilişkin değerler
onun ruhunu oluşturur. Ruhu olmayan şehirler yaşamayan/yaşanmayan, kitlelerin
istemeyerek yaşamak zorunda kaldıkları
ve aidiyet hissetmedikleri binalar yığınından başka bir değer ifade etmezler. Şehri
kendinden, kendini şehirden uzakta, ayrık
ve yabancı hisseder orada insan .. Günümüzde dayatılan modernitenin etkisi ile
şehre, geleneğe ve insana ait hatıraların
38 M‹MAR VE MÜHEND‹S
topyekun hafızası yok edilmektedir. İnsan
şehrin olanca kalabalıklığına rağmen adeta yalnız ve çaresizdir.
Sehirler, medeniyetlerin yeryüzüne nakşedilmiş izleridir. Medeniyetlerin derinlikleri, felsefesi, gelişmişliği ve büyüklüğü inşaa ettikleri şehirlerden anlaşılır. Şehir siluetleri, orada yaşayanların kültürel kodlarını inanç dünyalarını ve dünya görüşlerini yansıtır. Bunun içindir ki insanoğlu gittiği her yere kendi değer ölçülerini götürmeye ve onları yaşayabileceği bir yapılanmayı ilk iş olarak gerçekleştirmeye çalışır.
İslam medeniyetinin ürünü olan şehirlerde, kültürel geçmişi ifade eden farklı tarzlardaki binalardan, minare ve kubbelerin
hakim olduğu ve ulu çınarlardan başka
minare boyunu aşmayan siluetiyle tevhidi
çağrıştırırdı. Yaklaştıkça, camileri, külliye-
leri, hanları, kapalı çarşılarıyla ve alaturka
kiremitli çatılarıyla tevhidi mimarinin tek
bir ustanın elinden çıkmış gibi evleriyle
nadide bir tablo gibiydiler. Ruhu yücelten
bakışıyla yamaçlarda yer alan evleri manzara ve güneşi herkese sunardı. Efendimizin(SAV) "Kişinin ihtiyacı hâricinde yaptığı
her bina sırtına bir vebaldir (...) Oturmayacağınız binayı yapmayın." uyarısı belirleyici olduğundan O devrilerde, içinde iki ay
bile oturulmayan yazlıklar ve malikâneler
yapılmazdı.
MEDENİYET PROJESİNDE
SİLUETİN YERİ VAR MI?
Orta Doğu’da ve dünya genelinde çatışma
yerine barışın, işbirliğinin ve dayanışmanın
hakim olması için çalışanTürkiye bu söylemiyle Batı’da da giderek Türkiye ‘İslam
medeniyetinin’ en önemli temsilcisi olarak
görülmektedir. Bu bize yeni Türk dış politikasının bir anlamda ‘medeniyet perspektifine’ dayandığı düşüncesine yaklaştırmaktadır.Bu medeniyet perspektifinin
şehirlerimize ne getireceği son ‘siluet’
tartışmasıyla tekrar gündeme gelen şehirler beton yığınları haline gelmesiyle
daha da önem kazanmıştır.
İnşaat sektörünün dışarıdan sıcak para
girişinin ve yabancı sermaye yatırımlarını
cezbetmenin en kestirme yolu olarak görülmesi ve bu amaçla büyük şehirlerde
sürekli çok katlı binalar ve gökdelenlere
yönelik uygulamalar bu perspektifin derinliği olup olmadığı hakkında referansa
dayalı bir fikir vermektedir.
Muhafazakar kadrolarcaTürkiye’de toplumun farklı gelir grupları arasındaki gerginlikleri azaltmanın yegane metodu olarak arazi rantının paylaşım stratejisi üzerine inşaa edilmiş olması , Cumhuriyet’in
başlarında küçük bir seçkin azınlık tarafından ülkenin rantına el konularak uzun
süre refahtan mahrum bırakılan kitlelere
bir ölçüde refahı getirerek onları sisteme
entegre etmenin en kolay yolu olarak seçilmiştir.. Esasen bu projeksiyon Türkiye’de devlet güdümlü burjuvazi üretme ve
bu yolla adil paylaşım olmasa da ekono-
mik büyüme sağlama şeklindeki genel
stratejinin bir parçasıdır. Bu yaklaşım biçimiyle devlet eliyle bina üretilen binalarla
de bir yandan –çeşitli siyasi hesaplarla yakın geçmişte gecekondu yapmalarına izin
verilen alt gelir gruplarının durumlarının
iyileştirilmesi, diğer yandan da kentsel dönüşüm projeleriyle üst ve üst-orta gelir
gruplarının şehirlerin merkezi yerlerine
yerleşmelerine imkan verilmesi gibi ikili
bir fonksiyon icra etmektedir.
Bütün bu ekonomik dönüşüm ve büyüme
süreçlerinin insani, islami ve içtimai neticeleri , tabii çevreye etkisi üzerinde pek
durulmamakta , burada oturan ailelerin
yaşadıkları mekanları, mahalleleri ve sosyal ilişkileri kısa bir sürede terk ederek yeni ilişki ağlarına dahil olmalarının sosyal
dokuyu nasıl etkileyeceği hesap edilmemektedir. Bu durum, asayişin bozulmasında, farklı gelir gruplarının tecrit edilmiş
sitelerde yaşamasıyla oluşan komşuluk
ilişkilerinin dönüşümünde, etnik ayrımcılığın etkinliğinin artışına ,şehir hayatının algılanması, bireyselleşme , kimlik dönüşümlerinde ve hatta siyasi tercihlere kadar bir çok alanda etkili olacağı açıktır. Kısacası devlet kurumları ve yerel yönetimler eliyle yapılan projelerde şehrin estetik ve toplumsal özellikleri dikkate alın-
madan sadece bir mühendislik /müteahhitlik eylemi olarak algılanması ve üretim
hızının en önemli parametreler olarak değerlendirilmesi, yakın gelecekte çok
önemli toplumsal kırılmalar ve sorunların
doğmasına zemin hazırlamaktadır.
MEDENİYET ŞEHRİNDEN
GÖKDELENLER ŞEHRİNE; İSTANBUL
İstanbul, bağrında pek çok medeniyet ve
kültür barındıran ve bu kültürlerden izler
taşıyan bir dünya şehri olarak hala kurulduğu yerde yaşamaya devam etmektedir.İstanbul'un pek çok medeniyet ve kültürleri barındırmış ve bunlardan izler taşıyan bir dünya şehri olarak asırlardan süzülerek oluşmuş, İstanbul'un kimliğini
oluşturan bugünkü siluet ortaya çıkmıştır
İstanbul'un yüzlerce yılda oluşan ve şehrin
kimliği haline gelen siluetinin sistemli bir
şekilde ve fütursuzca yapılan ucube gökdelenlerle yok edilmektedir. Önce Boğaziçi’nde başlayan bozulma, şimdilerde tarihi
yarımadayı da tehdit etmekte ve İstanbul
silueti kaybedilmek üzeredir.Boğaz'dan
tarihi yarımadaya doğru bakıldığında adeta zarif bir dantela gibi işlenmiş Topkapı
Sarayı, Ayasofya Camii, Sultanahmet Camii, Beyazıt Kulesi ve Süleymaniye Camii
siluetlerine aykırı bir şekilde şeddati bir
KASIM-ARALIK 2011 39
M‹MARLIK
tavırla gönlü ve göğü delercesine gökdelenler yükselmektedir.
İstanbul'un kültürel kodlarını ve kimliğini
temsil eden tarihi siluete bozacak her türlü müdahalenin toplumun hafızasında tamiri mümkün olamayacak, telafi edilemeyecek tahribata sebep olacağı aşikardır.Son dönemde gündeme gelen ve İstanbul’da tarihi yarımadaya saplanan bir hançer gibi duran gökdelenler meselesi de
muhafazakar iktidarın ‘medeniyet perspektifi’ söylemi ve idealiyle tezat teşkil etmektedir. İstanbul’un özellikle Mecidiyeköy, Levent ve Maslak taraflarındaki gökdelenler bloğunun bir yandan toplumsal
dokuyu tahrip etmekte olduğu, öte yandan
İstanbul’un havasını temizleyen hayati
önemdeki kuzey rüzgarlarını engellediği,
siluette bir duvar oluşturduğu görülmektedir.. Tarihi yarımadanın’ dışındaki bu
gökdelenler geleneksel büyük burjuvazinin pervasızlığının birer göstergesi olan
yapıların İstanbul’un binlerce yıllık kalbi
olan sur içine giremeyeceği beklenirken
önce Haliç üzerine yapılacak ve sur içi siluetinin bir bölümünü kapatacak olan
metro köprüsü ile gündeme gelen, daha
sonrada tarihi surların hemen dışına inşa
edilen ve “eski İstanbul tablosu”nu yok etmek üzere olan üç ‘ucube’ ile alevlenen
40 M‹MAR VE MÜHEND‹S
‘siluet’ tartışması doğrudan medeniyet
perspektifiyle ilgilidir. Eğer bu ‘rantsal
projeler’ gerçekleşirse, binlerce yıllık tarihiyle medeniyetlerin beşiği olmuş İstanbul’a büyük bir darbe vurulmuş olacaktır..
Elbette estetik ve insani kaygılardan oldukça uzak olan bu manzara bize muhafazakar iktidarın söylemlerine ve özellikle
dış siyasette uyguladığı politikaların medeniyet temelli olmaktan çok, o makamların emanet edildiği kişilerin özel gayretleriyle ortaya konulduğunu göstermektedir.
Bu faaliyetleri belki estetikten yoksun, göğü delmek için birbirleriyle yarışan gökdelenler, hücrelerine kadar öykündükleri
Batı’yı taklit etmeye kararlı Kemalist elitlerin zihniyetiyle bire bir örtüşrebilirdi. Ne
yazık ki İslam-Osmanlı geleneğini toptan
reddeden bu zihniyete karşı kendi ‘medeniyet dinamiklerinden’ beslendiğini öne
süren ve içlerinden Turgut Cansever gibi
mimarlar çıkarmış insanların geldiği dindar-muhafazakarların eliyle şehrin kalbinden hançerlenmesi ayrı bir garabet
timsalidir. Bu olay bize vatan-millet caddeleri açılırken onlarca nadide mimari
eseri yerle bir eden eski muhafazakarların
yaklaşımlarından bugüne değişen pek bir
şey olmadığını göstermektedir. Bu estetik
ve bedii zevklerden yoksun zihniyetin şe-
hirlerimize saldırılarını 1930’larda ‘hainane’, 1950’lerde ‘gafilane’ yaşadıktan sonra
şimdi de ‘cahilane’ tezahürleri yaşanmaktadır.
Şehirler geçmişe olduğu kadar geleceğe
de ait olduğu, hatta tarihten daha çok geleceğe dönük olduğu söylenebilir. Bu sebep ve saikle gelenekle gelecek arasında
‘yaşayan şehrin mevcut bina dokusu ve silueti şehrin idarecileriyle tüm şehir sakînlerine emanettir.
Klasik dönemlerde insanlar kitleler halinde sadece savaşlarla yok edilirken , tahribatlar sadece kendileriyle sınırlıydı. Bir
savaş sadece muhatap iki topluluktan birisini yok ederken sonraki nesilleri o derece etkilemiyordu. Modern dünyanın imha
edici silahları ise hayal edilemeyecek kadar öyle korkunç ki; şehrin ‘betonlaşan silueti, toplu konutlar, kentsel dönüşüm
adına yapılanlar, insanı ve toplumu sadece
biyolojik yok edişle karşı karşıya bırakmıyor, kültürel geçmişini, hafızasını, ruhunu,
dünyasını ve gelecek nesillerini de yok etmektedir.Modern dünyanın en etkin savaş
araçları sadece nükleer ve biyolojik silahlar değil mücadele artık “şehir enstrumanları”yla devam etmekte, şehrin geçmiş ve geleceğine müdahale ölçeğinize
göre gelişmiş ve başarılı addetilmektedir.
NELER YAPILABİLİR?
Merhum Turgut Cansever, Osmanlı şehrinin kuruluş ve standartlarını şöyle anlatıyor: "Osmanlı şehir oluşumunda, herkes
evini komşusuyla mutabık kalarak yapıyor.
Bu sosyal mutabakatın ve iradenin yansıması olarak şehri insanlar inşa ediyor. Tabii bu şehrin de, şehri yöneten odak noktaları var. Standartlar düzeni ve sosyal ilişkiler dışında, şehrin Cuma namazı kılınan
camisi, mahalle mescitleri, mahallenin
hizmetini, binaların tamir işlerini yapan
marangoz, ayakkabı tamircisi, bakkal vs.
dükkânlarının yanında kıraathane, yani
okuma salonu, aynı zamanda bir sohbet
yeri, ayrı bir toplantı alanı, muhtarın evi,
bekçinin evi vs. var. Bunlar da mahallenin
merkezini oluşturuyor. Ayrıca mahalle
merkezinde, mescidin yanında hamam da
yer alıyor, bir sosyal müessese olarak. Keza Cuma camiinin yanında ticaret yapıları,
medrese, dershane vs. bir araya geliyor.
Kural şöyle: Bir şehir kurmak için gelen işçiler evvelâ hamam inşa ediyorlar, şehri
kuracak insanların temiz pak olabilmesi;
çalışanların temizliğini sağlamak için. Ardından mescit ve medrese inşa ediliyor,
bilgi ortamının kurulması için. Sonra camii, daha sonra etrafında evler ve mahalleler inşa ediliyor, yavaş yavaş.
(...)
Ticaret yalnız mahalle merkezlerinde yapılır. Mahalle merkezlerindeki dükkânların
sahibi de vakıflardır, kişiler değil. Şehrin
camileri, mescitleri, hamamları da vakıflara aittir. Bu toplumsal müesseselerin dışındaki şehir ise evlerdir, ikâmet alanlarından oluşur. İkamet alanlarında her aile
kendi çoluk çocuğunu barındıracak, bir ev
yapma hakkına sahiptir; köşe dönmek için
apartman yapma hakkına sahip değildir.
Tabii böyle olunca, şehirlinin aklının kenarından -evimi yıkayım da apartmana dönüştüreyim- diye bir şey geçmiyor."
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Geçmişte var olan yapıların aynı biçimleri
ile tekrar edilerek şehirlerin ihyâsı mümkün olmadığı gibi, bu doğru bir yaklaşım da
değildir. Kültürel kodlarımızdan ilham alarak içtimaî hayatımızı yaşanılır kılacak,
yeryüzünü mescid kılınması mesuliyetiyle
temiz ve güzelleştirmeyi ibadet telakki
edecek yeni şehir modellerine ihtiyaç vardır. Ananevî mimarisi bozulan ve gecekondulaşan şehirlerimizi dönüştürürken,
merkezî ve mahallî idareler birlikte çalışarak, sadece mesken üretme düşüncesini
İstanbul'un kültürel kodlarını ve kimliğini temsil eden tarihi
silüeti bozacak her türlü müdahalenin toplumun hafızasında
tamiri mümkün olamayacak, telafi edilemeyecek tahribata sebep
olacağı aşikardır. Son dönemde gündeme gelen ve İstanbul’da
tarihi yarımadaya saplanan bir hançer gibi duran gökdelenler
meselesi de muhafazakar iktidarın ‘medeniyet perspektifi’ söylemi ve idealiyle tezat teşkil etmektedir.
aşıp, bize ait hayatın bütününü kuşatacak
şehir ve ev modelleri geliştirmelidir. İçinde
yaşayanları topraktan, tabiatın sinesinden
ve güneşten koparmayacak ,göğü delmekte yarışmayan yatay bir şehir modeli, millî
ve içtimaî hayatımızı, ve geleceğimizi yeniden inşaa etmemizi sağlayacaktır. Bugünkü kendi ellerimizle kurduğumuz, kendimize yabancı ve ihtirasları körükleyen şehir anlayışının değişip gelişmesi, şehir medeniyetimizi bilen mimardan şehir bilimcilere, sosyologdan tarihçisine, ekonomistine, ilahiyatçısına kadar, çok disiplinli uygulama iradesine sahip idarecilere de bağlıdır. Bundan da daha önemlisi, mülkün
emanetini taşıma liyakatine sahip bir şuura ihtiyaç vardır.
Sadi ne güzel söylemiş;”Leyla'nın güzelliğine ancak Mecnun gözüyle bakmalısın ki
onu seyretmenin sırrı sana da görünsün”.
Son depremlerden elde edilen dersler,
herkesin şehirlerin imar ve inşaasındaki
hatalı ve eksik yanları bir daha düşünmesine ve en doğru çözümü oluşturmasına
yönlendirmelidir. Hızlı inşaa edilen, çok
katlı ve kimliksiz, büyük inşaat firmaları ve
devlet kurumları eliyle yapılacak yapıları
yapmayı terketme zamanı gelmiştir. Artık
şehirleri bir bölgede yoğunlaşmayacak şekilde ülke sathına yayan, birbirleriyle fark-
lılaşan yerel karakterlerini muhafaza edecek, devlet arazilerinin olanca fazlalığını
değerlendirerek büyük şehirlere yarım saat- bir saat mesafede Osmanlı(galaksi)
modelli yeni farklı ölçekli evleri 2-3 katı
geçmeyen binalarıyla yeni şehirler kurmanın zamanı gelmiştir. Ev ve barınma ihtiyacı üzerinde kar sağlama dönemi kapanmalı, küçük ve orta ölçekli yapı gruplarının,
hatta yerel inşaatçılar eliyle yapılacak düzeyde az katlı ve yerel malzeme ile inşaa
edilecek bina ve ev modelleri geliştirilmelidir. Ülkemizi bizim bir şehrimiz büyüklüğündeki devletçiklerde bile arazi darlığından dolayı yapılmayan yeri-göğü delen çok
katlı bina çöplüğüne dönüştürme çabalarına karşı mevcut muhafazakar iktidarı rant
çevrelerinin tasallutundan kurtularak
inanç ve kültürel değerlerine yönelmeye,
cennet misali şehirlerimizi, evlerimizi bize
iade etmeye çağırıyoruz. Bilmiyorlar mı ki
bu devlet kimseye baki kalmayacaktır.
Yüce kitabımızda Allah(c.c.) şöyle buyuruyor; Rasûlüm, şöyle de: “- Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen, dilediğine mülkü verirsin,
dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini de zelil edersin; hayır, yalnız senin elindedir. Muhakkak
ki sen her şeye kâdirsin”(Ali imran,26)
KASIM-ARALIK 2011 41
DOSYA: BİLİŞİM
42 M‹MAR VE MÜHEND‹S
BİLİŞİM NEDEN STRATEJİK
SEKTÖR OLMALI?
Hızlı bir büyüme ivmesiyle birçok alanda atağa kalkan ülkemiz, geleceğin
en büyük ve karlı sektörü olarak gösterilen bilişim alanında tam olarak
konumunu belirleyemedi. Önemi yeni yeni fark edilen sektörde sıçrama
yaşanması için belirtilen görüşlerin ortak yanı ise aynı; bilişim stratejik
bir sektör olarak ilan edilmeli.
KASIM-ARALIK 2011 43
DOSYA: BİLİŞİM GİRİŞ
BİLİŞİM:
GELECEĞE GİDEN YOL
TEKNİK, EKONOMİK ve TOPLUMSAL ALANLARDAKİ İLETİŞİMDE
KULLANILAN ve ÖZELLİKLE ELEKTRONİK ALETLER ARACILIĞI İLE
DÜZENLİ BİR BİÇİMDE İŞLENMEYİ ÖNGÖREN BİLİM DALI OLAN
“BİLİŞİM” GEÇMİŞİ OLMAYAN AMA GELECEĞİN TA KENDİSİ
OLAN BİR SEKTÖR OLARAK KARŞIMIZA ÇIKMAKTADIR.
B
ilişim sektöründe vurgulanması
gereken ilk nokta, sektörün neden önemli olduğu ve bilişim sektörünün neden stratejik bir sektör olması gerektiği konusudur. Bunun için de yetişmiş insan kaynağına ihtiyaç vardır. Bilişimin stratejik bir konu haline gelmesinin ilk etkeni bu insan kaynağını sağlamaktır. Burada eğer insan kaynağından
bahsedilecekse de üniversitelerin devreye girmesi gerekmektedir. Üniversitelerde müfredatta ne var? Neler yapılıyor ve
neler yapılmalı? Bu başlıklar iyi bir şekilde anlatılıp açıklanmalıdır.
Bilişimin öneminin farkına iyi varılması
gereken konuların en başında gelmektedir çünkü savunma sanayinde dahi bilişime çok büyük bir ihtiyaç söz konusudur. İnsansız hava araçları konusunda İsrail ile düştüğümüz konum ortadadır. Yazılımlarını kendimiz yapar hale gelmemiz
44 M‹MAR VE MÜHEND‹S
gerekmektedir. Savunma sanayi bilişim
sektörüne muhtaç durumdadır. Diğer bir
konu ise bilgi güvenliği alanıdır. Savunma
sanayinden sonra bilişim sektöründe en
fazla gelişecek alan bilgi güvenliği alanıdır. Devletin bu konuya el attığını görmekteyiz. Tabi özel sektörün de bu konuda devlete yardımcı olduğunu biliyoruz.
Burada da öne çıkan ilk kurum TÜBİTAK
olmuştur. Siber savaşlar bir hayal ürünü
veya komplo konusu olan savaşlar değildir. Facebook gibi bir site bu konunun neresinde? Bilgi güvenliği konusunda incelenmesi gereken birçok nokta vardır.
İncelenmesi gereken diğer bir nokta da
ileriye yönelik olarak, Türkiye lehine esen
rüzgârı da arkamıza alarak bilişim sektöründe en azından kendi bölgemizde stratejik bir noktaya gelebilir miyiz? Şu kadar
ürün aldık, şu kadar ürün sattıktan ziyade, bu konuda büyük bir güç haline ge-
lebilir miyiz? Mesela yazılım sektöründe potansiyelimiz nedir? Tüm bu konuların iyi bir şekilde açığa çıkarılması lazım. Ürünleştirmek, yönetmek ve pazarlamak. Bu üç noktada nelerin olduğu ortaya çıkmalıdır. Burada asıl olan sektörün kazanılmasıdır. Stratejiksek nasıl
stratejik olduk? Özel sektörün ortaya çıkarılması lazım. Burada da teknoparkların çok önemli bir payı olması lazım.
Dikkat edilmesi gerekenlerden biri de
değişmesi gerekenlerin bilinmesi ama
yerine ne konulması gerektiğinin bilinmemesi. Bilişim sektöründe çözümsüzlük büyük bir boşluk teşkil etmektedir.
Bilişim sektöründe
çözümsüzlük büyük
bir boşluk teşkil
etmektedir. Gerek yasal
düzenlemeleri gerekse
sorumluluk alacak
insanların eksikliği
bilişim sektörünü
yavaşlatan önemli iki
etken olarak ortaya
çıkmaktadır.
Gerek yasal düzenlemeleri gerekse sorumluluk alacak insanların eksikliği bilişim sektörünü yavaşlatan önemli iki etken olarak ortaya çıkmaktadır. Yakın bir
zamanda bilişim alanında çığır açacak
bir proje olan Fatih Projesi’nden bahsedildi. Her ilkokul öğrencisinde tablet bilgisayarlar hediye edilecek. Bu yapılabilir ama bunun yönetimi nasıl olacak? Üstünkörü olmaması lazım. Avrupa ve Amerika’da dahi böyle bir çalışma
olmamış. Kullanılabilir ama yönetilebilir
mi? Şimdi internet bütün köylere kolayca ulaştırılabilir ama neden yapılmıyor?
Bu konularda büyük boşluklar söz ko-
nusudur. Başka bir boşluk da tüm bunlar yapılırken sosyal olguların göz önüne alınmamasıdır. Altyapı ve araştırma
çalışması yapılmadan tüm bu olaylara
girmek milyarlarca doları boşa atmaktan başka bir şey değildir. Türk milletinin
ne kadar veya nasıl internet, cep telefonu
ya da v.b. elektronik ürünleri kullandığına dair araştırmalar var mı, varsa da incelenmiş mi?
Kısacası birçok yeni sektörde olduğu gibi bilişim sektöründe de yapılması gereken birçok şey vardır, tabi ilk önce bu
sektörün neresinde olduğumuzu saptadıktan sonra…
KASIM-ARALIK 2011 45
DOSYA: BİLİŞİM SÖYLEŞİ
ULAŞTIRMA, DENİZCİLİK VE HABERLEŞME BAKANI BİNALİ YILDIRIM:
“TÜRKİYE OLARAK ‘BİLGİ TOPLUMU’ OLMA
YOLUNDA EMİN ADIMLAR İLE İLERLİYORUZ”
BİLİŞİM ve HABERLEŞME SEKTÖRLERİNİN GÜNCEL KONULARINI BUNUN YANI SIRA ULAŞTIRMA,
DENİZCİLİK ve HABERLEŞME BAKANLIĞI’NIN YÜRÜTTÜĞÜ ÇALIŞMALARI BU KONUDAKİ
EN YETKİLİ İSİM OLAN SAYIN BİNALİ YILDIRIM BEY ile MMG DERGİSİ OLARAK YAPTIĞIMIZ
SÖYLEŞİDE ELE ALDIK.
SÖYLEŞİ: YILMAZ ADA
Bilgi toplumuna dönüşme yolunda şu
anda hangi noktadayız?
Bugün tam anlamıyla bilgi toplumuna geçmiş herhangi bir ülke yok. Ama
bilgi toplumuna geçme çabasında olan
ülkeler var. Özellikle AB ülkeleri, Ar-Ge
faaliyetlerine önemli bütçeler ayırıyorlar. Evrensel teknolojide gelişim hızı son
derece büyük. Dünyada sadece bilgi teknolojilerini ve inovasyona harcanan paranın 2014 yılında, 1 trilyon dolara çıkması
bekleniyor. Bu gelişmeleri günlük hayatımızda da görmemiz mümkün. Mesela,
dünyada 2003 yılında insan sayısı 6.3 milyar iken, internete bağlı cihaz sayısı 500
milyondu. 2011 yılı sonunda 7 milyarlık
insana karşın yaklaşık 13 milyar cihaz
internete bağlı. Bu sayının 2015’te 25
milyara, 2020’de ise 50 milyara çıkması
bekleniyor.
Yenilikçilik algılamasını; ‘inovasyon’
yapma kültürünü, normal seviyeye indirip;
sıradan vatandaşların engel değil, katkı
sağlayabilecekleri bir aşmaya getirdiğimizde, bilgi temelli yaşam için ‘Bilimsel
Düşünce Dönüşümü’nü gerçekleştirmiş
oluruz. Bu da bizi ‘Bilgi Toplumu’ hedefimize yaklaştırır. Çok sonra değil, yakında
- 2015 yılında, internette 1 zetta bit veri
dolaşıyor olacak. Bu 2003 yılında göre 540
000 kat daha fazla veri demektir.
Bakanlık olarak bilgi toplumuna dönüşümü sağlamak amacına yönelik olarak;
bilgi iletişim ve posta sektöründe yenilikçi ve sürdürülebilir hizmet anlayışına
46 M‹MAR VE MÜHEND‹S
özel önem vermekteyiz. Bu amaçla 2023
bilgi toplumu hedeflerini ‘10. Ulaştırma ve
Haberleşme Şurası’nda belirledik.
2011-2015, 2015-2019, 2019-2023 dönemlerini kapsayan eylem planına göre; Bilgi
iletişim sektörünün büyüklüğü:160 milyar dolar’dır. Dünya artık bilgi toplumlarını tartışıyor, bilgi ekonomilerini işletiyor. Biz de Türkiye olarak ‘Bilgi Toplumu’
olma yolunda emin adımlar ile ilerliyoruz.
Türkiye’nin en büyük zenginliği gençlerimiz.
Nüfusumuzun yarıdan fazlası genç. 18–30
yaş aralığındaki 25 milyon gencimiz var.
Ar-Ge faaliyetleri ile ilgili ne tür çalışmalar yaptınız?
Nisan-2008’de; ülkemizin araştırmageliştirme faaliyetlerini artırmak ve
teşvik etmek amacıyla tüm sektörlere
yönelik genel bir Ar-Ge kanunu çıkardık.
Kasım 2008’de yayımladığımız 5809 sayılı
Elektronik Haberleşme Kanunu’nda, bilgi
ve iletişim sektörüne özgü araştırmageliştirme faaliyetlerini desteklemeye
yönelik bir fon oluşturduk. Bu finansmanın nasıl kullanılacağı ve araştırma-geliştirme faaliyetlerinin nasıl destekleneceği
konusunda usul-esasları belirleme çalışmaları devam ediyor.
Nisan-2009’da BTK tarafından verilen
3G lisanslarında, araştırma-geliştirmeyi desteklemeye yönelik ve yerli katkı
payını artırmaya yönelik hükümler koyduk. Bu uygulamanın meyvelerini almaya başladık. 3 Kasım 2011 tarihinde ise
Bakanlığımızda yaptığımız bir organizasyon değişikliği ile Bakanlığımız görev ve
sorumluluğu alanında bulunan ulaştırma, denizcilik ve haberleşme alanındaki
araştırma-geliştirme faaliyetlerini daha
da artırmak ve koordine etmek üzere
Bakanlığımız bünyesinde, ‘’Ulaştırma,
Denizcilik ve Haberleşme Araştırmaları
Merkezi Başkanlığı” adıyla yeni bir birim
oluşturduk.
Her ne kadar Ar-Ge’nin önemini ülke olarak geç anladıysak da, son yıllarda önemli adımlar atarak açığımızı kapatmaya
çalıştık. Bunun sonucunda da bugün, ArGe harcamalarında dünyada 22. sıraya
yükseldik. Bu 2023 yılında dünyanın ilk
10 büyük ekonomisinde olmak isteyen bir
ülke için yeterli değil. Kendi savaş gemisini yapan, tankını, uydusunu, uçağını,
arabasını yapmayı hedefleyen bir ülke
için yeterli değil. Ar-Ge için harcadığımız
oranı en az dört kat daha arttırmalıyız.
Küresel bilgi ve iletişim sektöründe söz
sahibi en az bir ulusal şirkete, en az
bir ulusal markaya, tasarım ve standardı
ile kendine ait, en az bir ulusal ürüne
sahip olmak için gerekli Ar-Ge faaliyetleri
oluşturulacak ve desteklenecek. Ar-Ge
harcamaları için ayrılan pay GSYİH’nın
%3’ü seviyesine çıkarılacak. Ar-Ge fonundan burs verilecek, girişim sermayesi
sağlanacak ve proje yarışmaları düzenlenecek. Ar-Ge projelerinde uluslararası
boyutta işbirliği olanakları araştırılacak
ve uluslararası bilişim şirketlerinin Ar-Ge
merkezlerinin Türkiye’de kurulması için
çalışmalar yapılacak.
Türkiye’nin son yıllarda titizlikle üzerinde durduğu konulardan olan millileştirme projelerimizden bir tanesi de
Türksat 5A uydusu. Bilindiği üzere 2015
itibariyle uzaya fırlatılması planlanan
bu ilk yerli uydu konusunda çalışmalar
ne durumda?
Türksat A.Ş. Türkiye’nin uydu ve uzay
teknolojileri alanında kabiliyetlerini artırma, Türkiye’de uydu tasarımı ve üretimi
için gerekli insan kaynağını yetiştirme
çalışmalarını sürdürüyor. Bu kapsamda, uydu ve uzay yol haritası hazırlanarak, Milli Haberleşme Uydumuz Türksat
5A’nın teknik bir sorun olmazsa 2015 yılı
sonunda uzaya gönderilmesi hedefleniyor. Bu proje; SSM/TAİ ile ortak yürütülen
bir proje olup, uydu entegrasyon ve test
merkezi (UMET) yapımı çalışmaları halen
TAİ tesislerinde devam etmektedir. 2013
yılında bu merkezin faaliyete geçmesi
hedefleniyor. TÜRKSAT-5A uydusu ve bu
uydunun üretiminde kullanılacak olan
Ayyıldız (MoonStar) haberleşme uydusu
platformu geliştirme çalışmaları tamamen TÜRKSAT mühendisleri tarafından
yürütülüyor. TÜRKSAT-5A uydusu da
bu alandaki en son teknolojik gelişmeleri dikkate alarak geliştirilmekte olan
Ayyıldız platformunu kullanacağı için
modern bir haberleşme uydusu olacak.
Türkiye’nin en büyük zenginliği gençlerimiz. Nüfusumuzun
yarıdan fazlası genç. 18–30 yaş aralığındaki 25 milyon
gencimiz var.
Uydu’nun 2012 yılında başlatılması planlanıyor. Mevcut küresel konjonktür ve
ülkemizin yeni vizyonuna paralel olarak 2009-2019 TÜRKSAT Uydu Stratejik
Planı hazırlandı. Bu planlama uyarınca
2019 yılına kadar iki yeni yörünge hakkı
daha elde edilerek, “dünya nüfusunun
%91’ine TÜRKSAT uyduları üzerinden
erişme hedefi” belirlendi. Buna göre 2019
yılında, en az ikisi ülkemizde üretilmiş
toplam 7 haberleşme uydusundan oluşan bir uydu filosuna sahip olmak için
çalışmalar sürdürülüyor. Yerli haberleşme uydusu TÜRKSAT-5A ile TÜRKSAT4A ve TÜRKSAT-4B uyduları 2015 yılına
kadar haberleşme uydu filomuza katılacak. Bütün bu çalışmalar sonucu 2023
hedefleri çerçevesinde TÜRKSAT A.Ş,
2019 yılında Dünyanın en büyük 10 uydu
işletmecisi arasına girecek.
Türkiye ve Avrupa Birliği için son derece önemli olan e-devlet konusu var.
Burada şeffaflaşma, eşit hizmet ve gelecekte yapılması planlanan konular hakkında neler söylemek istersiniz?
2006 yılında Bakanlığımız e-Devlet kapısı kurma ve işletme görevini TÜRKSAT
A.Ş’ye vermişti. e-Devlet kapısının hiz-
mete açılması 18 Aralık 2008 tarihinde 22
temel hizmet ile başladı. Bugün itibariyle
kayıtlı kullanıcı sayısı 10 milyonu aşmış
olup 2011 yılının ilk 9 ayında ortalama
aylık kullanım sayısı 5.341.290’dır. Ayrıca
bugün e-Devlet Kapısı’ndan toplam 276
değişik hizmet verilmekte olup 28 ayrı
kurum e-Devlet kapısından hizmet sunuyor. Toplamda 38 adet kurum ile de veri
transferi ve hizmet sunumu gerçekleşiyor.
Yapılan son araştırmalara göre; e-Devlete
giren, e-Devlet kapısından hizmet alan 65
yaşın üzerindeki vatandaş sayısı 370 bine
ulaşmış durumda.
Özellikle PTT konusundaki özelleştirmelerden sonra posta hizmetlerinde
dahası PTT’nin kendi bünyesinde olumlu anlamda gelişmeler yaşandı. Bu konu
hakkında neler söylemek istersiniz?
Banka şubesi olmayan; 33 ilçe, 1203 belde
ve 201 köy olmak üzere toplam1437 işyerinde vatandaşlarımıza sadece PTT hizmet
veriyor. 7 kurum ile olan işbirliği, 171’e
çıktı. Artık su, elektrik, ev telefonu, cep
telefonu faturaları gibi birçok iş ve işlemleri PTT’lerde yapılabilir hale getirdik. Banka
ATM’lerinin olmadığı 90 yerleşim yerinde
bir tek PTT Matik ile tüm bankaların işlemKASIM-ARALIK 2011 47
DOSYA: BİLİŞİM SÖYLEŞİ
Her ne kadar Ar-Ge’nin önemini ülke olarak geç anladıysak
da, son yıllarda önemli adımlar atarak açığımızı kapatmaya
çalıştık. Bunun sonucunda da bugün, Ar- Ge harcamalarında
dünyada 22. sıraya yükseldik.
leri yapılıyor. PTT Matik sayısı 1000 adedi
aştı. Karayolları Genel Müdürlüğü ile PTT
Genel Müdürlüğü ile birlikte yürüttükleri
Hızlı geçiş sisteminde deneme aşamasına
gelindi. Otoyollarda duraklama devri bitiyor, hızlı geçiş devri başlıyor.
Türkiye’de en çok şikayet edilen konulardan bir tanesi bilgi ve iletişim hizmetlerinin çok pahallı olması. Neden bu
hizmetleri bu kadar pahallıya kullanıyoruz. Yakın bir zamanda bu konularla
ilgili çalışmalar olacak mı?
Bilgi ve iletişim sektöründe altyapının
yaygınlaştırılması ne kadar önemli ise
diğer bir önemli konuda kullanıcıların
makul bir tarifeyle bu hizmetlere ulaşmasının sağlanması. Hizmet tarifelerinde
son 10 yılda ülkemizde önemli düşüşler
yaşanıyor. Örneğin, ara bağlantı ücretleri
Avrupa ülkeleri seviyesindedir. Bu nedenledir ki, ülkemizde de işletmeciler abonelerine uygun tarife paketleri sunabiliyor48 M‹MAR VE MÜHEND‹S
lar. Düzenleyici kurumumuz olan BTK’da
tarifelerin makul seviyelerde sunulması
için konuya özel bir hassasiyet gösteriyor.
Ayrıca, sabit internette %15, mobil internette %25 olan özel iletişim vergisi oranı,
2009 yılında yayımlanan bir kanunla %5’e
düşürüldü. Elbette ki, biz tarifelerin daha
da aşağı çekilmesi konusunda hemfikiriz.
Ancak, bunun nedenlerini incelediğimizde
en önemli unsurlardan birisi olan vergiyi
internet hizmetinde düşürerek önemli bir
iyileştirme yaptık. Ayrıca, vergi konusu
sadece Bakanlığımızı ilgilendiren bir konu
da değildir.
Tarife, önümüzdeki dönemde üzerinde
duracağımız önemli konulardan birisidir.
Yani, tarife konusu çok boyutlu bir konudur. Kullanıcıların makul tarife seviyelerinde hizmet almaları hem önemli hem
de bizim de planlarımız içerisinde olan
bir konu olmakla birlikte bir diğer boyut
ise işletmecilerin şebekelerini geliştirebilmeleri, sürdürülebilir bir hizmet sun-
maları ve etkin rekabet içerisinde yaşamalarıdır. Belirli bir denge sağlanmadığı
takdirde bunun ne kullanıcılara ne de
işletmecilere bir faydası vardır. Sonuç
olarak tarifeler sizin de bahsettiğiniz
kadar Avrupa’ya nazaran “çok pahalı”
değildir. Ancak, daha da düşürülebilir
mi bunun çözüm yolları üzerinde çalışıyoruz.
Bilişim sektörünün bir sıçramaya ihtiyacının olduğunu düşünüyor musunuz?
Türkiye bilişim sektöründe bir sıçrama
zaten yaşıyor. Türkiye’de artık bilgisayar
okuryazarı olmayan vatandaşımızın kalmaması en temel hedeflerimiz arasında.
İnternet kullanımının nüfusa oranında
dünya ortalamasına baktığımızda son on
yılda % 400 artış görüyoruz.
Türkiye’de ise son on yılda artış oranı
%1650. Dünyada internet kullanım oranı
%28,7. Türkiye ortalaması %45, Avrupa
Birliği ortalaması %65. Bu gün dünyada
yaklaşık 2 milyar insan internet kullanıyor. İnternet kullanımında nüfus yoğunluğu açısından internet kullanıcı sayısının
%76’sına sahip olan ilk 20 ülke arasında
12. sırada bulunuyoruz.
Bilişimdeki hızlı gelişmeler, internetin yaygın olarak kullanılmaya başlanmış olma-
sıyla birlikte dünya küçük bir köy haline
geldi. Odanızdan dünyanın öbür ucundaki
biriyle sohbet edebilir, toplantı yapabilir,
canlı görüntülerini alabilir, ticaret yapabilir
hale gelindi. Bu durum 50 yıl önce yaşamış insanlar için belki bir mucize sayılabilirdi ama bugün bizler için vazgeçilemez
bir ihtiyaç haline geldi. Dünyada yaşanan
teknolojik yenilikleri Türkiye’de yakından
takip ediyor ve kullanıyor.
2001 yılında bilişim sektöründe yüzde
30’a varan gerileme yaşanmışken, şu
anda bilişim sektöründe hangi noktadayız?
Hatırlanacağı üzere Türkiye 2001 yılında
çok büyük bir ekonomik kriz etkisindeydi. Bu sadece bilişim sektörünü değil,
bütün sektörleri etkilemişti. Ancak, 2002
yılından itibaren krizin olumsuz etkilerini silmek için bilişim sektörüne ayrı bir
önem verip, çok yönlü çalışmalar başlattık. Bunların bazıları şöyle;
• 2002 öncesinde 23 milyon GSM abonesi varken, bugün bu sayı 63 milyona
ulaştırdık.
• 4000 sabit geniş bant abonesi varken,
bugün bu sayı 14 milyona dayandı.
• 4,3 milyon internet kullanıcısı varken,
bugün yaklaşık 50 milyon insanımız internet kullanıyor.
O dönemlerde 3 milyon kişisel bilgisayar
varken, bugün hemen hemen her evde bir
bilgisayar mevcut. Bunu 15 milyon kişisel
bilgisayarın varlığından anlıyoruz. Elbette
bunları yeterli bulmuyoruz. Bilişim sektörünü Türkiye’nin geleceğin en önemli
sektörü olarak görüyoruz. Bugün internet kullanıcı sayısı bakımından dünyada
14’üncü, Avrupa’da 5’inciyiz. Bütün bunların neticesinde sektör 2011 yılında yüzde
8 büyüdü. Türkiye’de bilişim ve telekom
sektörlerinin yılda yüzde 10 büyüyerek, 30
milyar dolara yaklaşan büyüklüğe ulaşmış durumda.
Neden Türkiye’de İsrail, Hindistan veya
İrlanda’nın yaptığı gibi silikon vadisi
olmuyor? Bu konu ile ilgili çalışmalar
var mı?
Araştırma ve geliştirme ülkelerin küresel pazarda ve küreselleşen dünyada yer
bulabilmek için önem verdiği alanlardan
birisi olmuştur. Araştırma-Geliştirme
ve bu alandaki yerli işgücünün artması,
ülkelerin gelecek planlarını gerçekleştirmeleri ve geleceğe güvenle bakmalarının
önemli bir unsurudur. Ülkemizde Ar-Ge
Yapılan son araştırmalara göre; e-Devlete giren, e-Devlet
kapısından hizmet alan 65 yaşın üzerindeki vatandaş sayısı
370 bine ulaşmış durumda.
faaliyetlerinin önemi geç fark edildi. Bu
nedenle de silikon vadileri konusunu
biraz gecikmeli takip ediyoruz. Ar-Ge faaliyetlerine ayrılan kaynakları her geçen
gün artırıyoruz. Bunlar arttıkça gelişmeler hızlanacak ve istenilen noktaya doğru
gelmeye başlayacak.
Araştırma-geliştirme ve ‘Bilişim Vadisi’
projeleri, bizim hedeflerimiz arasına aldığımız önemli faaliyetlerdir. Silikon vadisi
gibi projelerin oluşması ve gerçekleşmesi de Ar-Ge ve yerli katkı oranlarının
artırılmasından geçiyor. Bununla birlikte
bu alan, biraz sabır ve özveri gerektiren, aynı zamanda bıkmadan istikrarlı bir
çaba gerektiren bir alandır. Bu nedenle
de bugün yaptıklarımızın meyvesini uzun
vadede de olsa alacağımızı biliyoruz ve bu
faaliyetleri desteklemeye de her zaman
önem vereceğiz.
FATİH Projesi’nde hangi aşamaya gelindi?
Öncelikle “Bilişim Okulda Başlar” düsturu ile bütün okullarımızın geniş bant
internet altyapısın kurduk. 20.279 okulda ‘Bilgi Teknolojileri Sınıfı’ oluşturduk.
FATİH Projesi’ni Milli Eğitim Bakanlığı ile
ortaklaşa gerçekleştiriyoruz.
FATiH Proje’si 5 bileşenden oluşuyor.
Bu projenin donanım ve yazılım altyapısı
Bakanlığımca sağlanacak. Bu kapsamda;
yaklaşık 40.000 okulun 570.000 sınıfında
birer adet LCD özelliğine sahip etkileşimli tahta kurulacak. Ayrıca her okula 1
er adet A3 veya A4 çok fonksiyonlu yazıcı
ile doküman kamera alınacak. Birinci
faz olarak 3.657 okul 84.921 adet sınıfa
etkileşimli tahta ve 3.657 adet doküman
kamera ve A3-A4 yazıcı alınması, ikinci
faz olarak da 3.443 okul 68.347 adet sınıfa
etkileşimli tahta ve 3.443 doküman kamera ve aynı sayıda A3-A4 yazıcı alınacak.
Birinci faz için 23.11.2011 tarihinde ihaleye çıkıldı. İhale değerlendirme çalışmaları
tamamlandı. Önümüzdeki günlerde kurulum çalışmaları başlayacak. İkinci fazın
ihalesi ise 2012 yılının 1’inci çeyreğinde
yapılacak.
KASIM-ARALIK 2011 49
DOSYA: BİLİŞİM MAKALE
BİLGİ TOPLUMUNDA
E-DEVLET ve YAZILIM SEKTÖRÜ
SON DÖNEMDEKİ BİLGİ ve İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİNDEKİ BÜYÜK ve HIZLI GELİŞİM
SAYESİNDE, DÜNYAMIZDA DA BÜYÜK BİR DEĞİŞİM ve DÖNÜŞÜM YAŞANMAKTADIR.
TARIM TOPLUMUNDAN SONRA GEÇERLİLİK KAZANAN SANAYİ TOPLUMUNDA, FİZİKİ
ÜRÜN ÜRETİMİ ESAS ALINMIŞ ve ÜLKE EKONOMİLERİ BUNUN ÜZERİNE ODAKLANMIŞ İDİ.
ANCAK ÖZELLİKLE 1990’LI YILLARDAN SONRA TEKNOLOJİ ALANINDAKİ GELİŞİMLERDE
YAŞANAN İVMELENME, DÜNYADA ‘BİLGİ TOPLUMU’ SÜRECİ BAŞLAMIŞTIR.
Mustafa
AFYONLUOĞLU
Başbakanlık
e-Devlet Danışma
Grubu - e-Devlet
Uzmanı
50 M‹MAR VE MÜHEND‹S
B
u dönemde bilgi teknolojilerini kullanarak
üretilen bilgi ön plana çıkmış ve ülkeler,
ekonomilerinde bilgi ve teknolojiye geniş
yer vermeye başlamışlardır. Bu değişim ile birlikte
bilgiye dünyanın herhangi bir yerinden ulaşmak,
değiştirmek ve kullanmak oldukça kolay hale gelmiştir. Bu kapsamda yaygınlık kazanan e-Devlet
kavramı, farklı kaynaklarda dijital devlet, çevrimiçi
devlet ya da bağlantılı devlet olarak da bilinir.
e-Devlet, vatandaş ve iş dünyasına daha iyi bir
kamu hizmeti sağlayabilmek için Bilgi ve İletişim
Teknolojileri’ndeki (BİT) araç ve sistemlerin kullanımı olarak tanımlanabilir. Diğer bir tanım ‘daha
iyi devlet hizmetleri verebilmek için BİT’i ve bu
kapsamda interneti bir araç olarak kullanmaktır’
şeklinde OECD raporlarında yer almaktadır. Birleşmiş Milletler e-Devlet 2010 inceleme raporunda
e-Devletin, kamu sektörünün dönüşümünde hem
etkili yönetişim için hem de yerel ve ulusal bazda
vatandaş katılımı için önemli bir araç olduğu vurgulanmaktadır.
e-Devlet kapsamında hizmetler sağlanırken kamu
kurumu ile vatandaş arasında (G2C), kamu kurumu
ile iş dünyası arasında (G2B) ya da kamu kurumu ile
diğer bir kamu kurumu arasında (G2G) elektronik
ortamda bir veri alışverişi ve etkileşim gündeme gelmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken husus,
BİT’in kullanımındaki odak noktasının ‘vatandaş’ ve
‘iş dünyası’ olmasıdır. Başka bir deyişle, bir kamu
kurumunun kendi içerisindeki iş ve işleyişi kolaylaştırmak, basitleştirmek veya hızlandırmak için
BİT’i kullanımı bir e-Devlet uygulaması değil, bir
‘otomasyon sistemi’dir.
e-DEVLETİN KAZANIMLARI
e-Devlet çalışmalarında temel ilkeler etkinlik,
verimlilik, vatandaş odaklılık, iş süreçlerinin iyileştirilmesi olarak ele alınabilir. Dolayısıyla etkin
ve verimli bir e-Devlet çalışması, daha önceden
sağlanan bir hizmetin geniş bir vatandaş kesimine
daha hızlı, daha ekonomik, daha az adımda ve daha
pratik olarak sağlanması anlamına gelecektir. Bu
unsurlar sağlandığında ayrıca hedeflenen hizmet
tüm paydaşlarca daha yoğun şekilde kullanılacağı
için kayıt dışı ekonomi ile mücadeleye de etkin bir
katkı sağlanacaktır. Ayrıca bu hizmetler vatandaşa
elektronik ortamda sunulduğu için, kamu sektöründe ciddi bir personel ve ofis ortamı tasarrufu ortaya
çıkmaktadır. Oluşan kırtasiye tasarrufu kapsamında
daha az kağıt kullanımı sayesinde çevreye de önemli
katkı sağlanmaktadır.
e-DEVLET HEDEFLERİNDE
BİLİŞİM SEKTÖRÜNÜN YERİ
e-Devlet hizmetleri sağlanırken izlenen genel yapı,
internet ve bilişim sistemleri vasıtası ile bilginin bir
paydaştan diğerine aktarılması sayesinde, hizmeti
alacak olan paydaşın ihtiyacını sağlayacak bilgilerin tamamının elektronik ortamda elde edilmesi,
ödeme gibi süreçler dahil iş akışlarının elektronik ortamda oluşturulması ve hizmeti veren kamu
birimi ile hizmeti alan paydaşın iki yönlü iletişime
geçerek hedeflenen hizmetin yerine getirilmesi şeklindedir. Yaygın olarak bu yapı bir internet sayfası,
bir portal ya da tüm e-Devlet hizmetlerinin topluca
ve bir bütünlük içerisinde sunulduğu bir ulusal
e-Devlet portalı (e-Devlet kapısı) olabilmektedir.
Bununla birlikte, doğrudan sorumlu kamu kurumunun ofisine ilgili paydaşın bizzat gelmesi ve tüm
sürecin burada tamamlanması şeklinde kurgulanan
örnekler de bulunmaktadır. Bazı hizmetler ise yine
iletişim ve etkileşim kolaylığı açısından alternatif
teknolojileri kullanmaktadır. Örneğin cep telefonları
üzerinden SMS gönderme ve alma yolu ile sağlanan
e-Devlet hizmetleri, interaktif TV kanalları ile sağlanan hizmetler, akıllı kartlar ile sağlanan hizmetler
bu kapsamda değerlendirilebilir.
e-Devlet hizmetlerinin vatandaşa ve iş dünyasına
sunulduğu kanallara bakıldığında internet, cep telefonu, interaktif TV kanalları gibi seçenekler karşımıza çıkmaktadır. Bu hizmet sağlanırken kullanılan
iletişim yöntemleri ise kablolu (ADSL, fiber gibi)
ya da kablosuz (GSM, uydu, Wifigbi) veri aktarım
metotlarıdır. Kullanılan araçlar ise cep telefonu
(SMS ve internet), kişisel ya da taşınabilir bilgisayar, tablet cihazlar, akıllı telefonlar (uygulamalar),
internet bağlantılı diğer cihazlar (TV, oyun konsolu
vb.) şeklinde örneklenebilir. Tüm bu kanallardan
hizmetin sunuluş şekli ise bir yazılım vasıtası ile
olmaktadır.
e-Devlet projelerinde:
- Hizmetin daha hızlı biçimde verilmesi,
- Hizmetin tercihen tek bir noktadan verilmesi,
- Hizmetin yerden bağımsız olarak (her yerden)
verilebilmesi,
- Hizmetin zamandan bağımsız olarak (7 gün 24
saat, her zaman) verilebilmesi,
- Hizmetin daha ekonomik olarak verilmesi
- Hizmetin daha pratik şekilde ve mümkün olduğunca kağıtsız ortamda verilmesi
hedeflenmelidir. Bu kapsamda e-Devlet projelerinde başarıya ulaşmak için kritik olan temel faktörler
şu şekilde özetlenebilir:
• İş Süreçlerinin Yeniden Yapılandırılması: Bir
e-Devlet projesi, sadece var olan iş akışlarının mevcut şekli ile elektronik ortama aktarılması olarak
ele alınmamalıdır. Hedeflenen durumda hizmetin
daha etkin ve verimli temini esas olduğundan, varolan hizmetin elektronik ortamda verilmesi esnasında olası sadeleştirmeler, süre kısaltımları, maliyet
azaltıcı tedbirler ve paydaşlara katma değer sağlayacak diğer imkanlar değerlendirilerek, bu hizmetin
Bilgi toplumuna
geçiş sürecinde,
globalleşen
dünyada ülkelerin
gerek ekonomik
açıdan daha güçlü
olmaları, gerekse
sosyokültürel ve
politik açıdan daha
etkin olmaları, bilgi
teknolojilerini en iyi
ölçüde kullanmaları
ile mümkün
olabilmektedir.
KASIM-ARALIK 2011 51
DOSYA: BİLİŞİM MAKALE
Yazılım sektörü,
global ekonomik
güç dengelerinde
kritik değere
sahip olan
bir konum
ile ülkelerin
geleceklerine
doğrudan
etki yapacak
sektörlerin
başında
gelmektedir.
verilişi şekli yeniden yapılandırılmalıdır. Aksi takdirde
mevcut hizmet verilirken geleneksel yöntemlerde
yaşanan aksaklıklar olduğu şekli ile elektronik ortama da taşınmış olacaktır.
• Değişim Yönetimi: Değişim yönetimi ile iş süreçlerindeki bu değişiklikler kapsamında, sunulmakta
olan hizmetin teknoloji kullanılarak daha verimli ve
etkin biçimde sunulmasına dair bir değişim gündeme
gelecektir. Bu değişimi kurum çalışanlarının, yöneticilerinin, bu hizmetin oluşmasında katkı sağlayan ya
da hizmeti kullanan tüm paydaşların benimsemeleri,
sahiplenmeleri ve verimli şekilde kullanmaları sağlanmalıdır. Aksi takdirde hizmetin verilmesine ilişkin
paydaşlardan herhangi birisinden gelecek iç direnç,
hizmet kalitesinin düşmesine ya da hizmetin verilememesine sebep olabilecektir.
• Yasal Altyapı: Yeniden şekillendirilen ve elektronik
ortama taşınan hizmetin hukuki geçerlilik kazanabilmesi için mevzuat düzenlemeleri gerekebilir. Örneğin
hizmete ilişkin mevcut mevzuatta, işleme başvuru için
kağıt ortamında dilekçe verilmesi şart koşuluyor ise
bu hizmetin elektronik ortama tamamen taşınabilmesi için başvuru koşullarının daha modern ve güvenli
yöntemler ile yer değiştirmesine (örneğin elektronik
imza ile internet sayfası üzerinden başvurma gibi)
ilişkin mevzuat düzenlemeleri yapılmalıdır. Yine kişisel verilerin gizliliği, ticari sırlar, kurumsal bilgiler,
hassas veriler gibi başlıklarda bilgi güvenliğine ilişkin
tedbirlerin elektronik ortamda da sağlanmasına ilişkin düzenlemeler gündeme gelebilecektir.
• Teknolojinin Kullanımı: Verilecek hizmetin oluşturulması ve hedef kitleye ulaştırılmasında temel yapı
52 M‹MAR VE MÜHEND‹S
taşı bilgi ve iletişim teknolojileridir. e-Devlet hizmetlerinin en verimli biçimde, her yerden ve her zaman
verilebilmesini sağlayabilmek için teknolojinin en
etkin şekilde kullanımı elzemdir.
Bilgi toplumuna geçiş sürecinde, globalleşen dünyada ülkelerin gerek ekonomik açıdan daha güçlü
olmaları, gerekse sosyokültürel ve politik açıdan daha
etkin olmaları, bilgi teknolojilerini en iyi ölçüde kullanmaları ile mümkün olabilmektedir. İş dünyasına ve
vatandaşa verilen hizmetlerin ülkeler arası da sağlanabilmesi, bu etkinliğe ayrı bir güç katmaktadır. Keza
Avrupa Birliği’nin 18 Kasım 2009 tarihinde yayınladığı
Malmö Deklarasyonu’nda da sınır ötesi e-Devlet
hizmetleri önemli bir yer tutmaktadır. Bu kapsamda, gerek e-Devlet hizmetlerinin sunuluş ortamları,
gerekse iletişim yöntemleri, kullanılan araçlar ve
hizmetin sunuluş biçimlerine bakıldığında, e-Devlet
hizmetlerinin bilgi ve iletişim teknolojilerinden maksimum ölçüde faydalandığı görülmektedir. Dolayısıyla
e-Devlete geçişte ve bilgi toplumu sürecinde bilişim
sektörü oldukça önemli bir konumda bulunmaktadır.
Ülkemizdeki başarılı e-Devlet projelerine baktığımızda, bilişim sektörünün stratejik konumunu daha iyi
görmekteyiz. Her şeyden önce e-Devlet hizmetlerine
her zaman ve her yerden erişebilmek için geniş bir
‘iletişim altyapısı’ gereklidir. Bugün evlerimizden fiber
bağlantı ya da yüksek hızlı ADSL bağlantısı ile internet
tabanlı birçok hizmete sorunsuzca erişebilmekteyiz.
‘Akıllı televizyonlar’ sayesinde her yaştan vatandaş,
kolay bir biçimde internete televizyon üzerinden bağlanabilmekte, sosyal ağlara erişebilmekte, her türlü
içeriğe erişebilmektedir. Son yıllarda adalet sistemin-
de dünya birinciliğini koruyan Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP),
4060’a üye olmanız halinde hakkınızdaki tüm dava süreçlerini
size ‘SMS (kısa mesaj)’ ile bildirerek adliyelere gitmeksizin her
türlü adli işlemden bilgi alınabilmesi sağlanmıştır. ‘Cep telefonları’, ‘araç bilgisayarları’ ve ‘tablet bilgisayarlarımızdan’ artık
yolda iken dahi e-Devlet servisleri dahil her türlü internet hizmetine erişebilmekteyiz. ‘Masaüstü ve taşınabilir bilgisayarlar’
ile gerek iş dünyasında, gerekse günlük hayatımızda her türlü
işlemimizi (internet bankacılığı, toplantılar, sesli ve görüntülü
görüşmeler, müzik ve videolar, elektronik alışveriş, sosyal ağlar
üzerinden etkileşim vb.) rahatlıkla yapabiliyoruz. Artık birçok
üniversite ‘Uzaktan Eğitim’ Altyapıları’ ile lisans ve yüksek lisans
programı sunuyor. Aslında hızlıca saymaya kalktığımızda, bilişim
sektörü sayesinde bilgi toplumu olma ve e-Devlet hizmetleri
kullanma yolunda ne kadar zengin bir içeriğe sahip olduğumuzu
daha iyi farkediyoruz.
e-DEVLET ÇÖZÜMLERİNDE YAZILIMIN
ÖNEMİ ve TÜRK YAZILIM SEKTÖRÜ
Yazılım sektörü, global ekonomik güç dengelerinde kritik değere
sahip olan bir konum ile ülkelerin geleceklerine doğrudan etki
yapacak sektörlerin başında gelmektedir. Bugün her kamu
kurumu, vatandaş ve iş dünyasına sağladığı hizmetleri elektronik
ortamda da verebilmek için kapsamlı yazılım çözümlerine ihtiyaç
duymaktadır. Bununla birlikte G2G çözümleri de dikkate alındığında, hazırlanmış bu yazılımların kurumlar arasında birbirleri
ile uyumlu olması, haberleşebilmesi, belirli standartları taşıyor
olması önem kazanmaktadır. Daha bütüncül bir bakış açısı ile
ele alındığında, kamu kurumlarının ihtiyacı olan yazılım çözümlerinde bütünlük, standartlara uyumluluk, kalite, güvenlik, açık
kaynak kod kullanımı ve ulusal çözümler ön plana çıkmaktadır. Bu hususlar dikkate alınarak hazırlanmış her bir e-Devlet
projesi ülkemize büyük ekonomik kazanımlar sağlamaktadır.
Örneğin Eylül 2010’da hizmete açılan Elektronik Kamu Alım
Platformu’ndan (EKAP) beklenen tahmini tasarruf 4,7 milyar
TL’dir.
Yazılım sektöründe diğer sektörlere göre çok daha düşük bir
yatırım ile daha hızlı geri dönüş sağlanmakta, nitelikli istihdam
sağlanmakta, ayrıca başka sektörlerde de önemli ilerlemelerin
önü açılmaktadır. Bu sebeple öncelikli sektörlerden birisi olması
gereken yazılım sektörü daha az yatırım ile daha yüksek katma
değer sağlanan niteliği ile bizlere sadece bilişimin kullanıcısı
değil aynı zamanda üreticisi olma fırsatını sağlayan bir konumdadır. Türk yazılım sektörünün de son dönemde oldukça önemli
ilerlemeler kaydettiği, global pazarda da söz sahibi bir konuma
yükseldiği görülmektedir. Bu sebeple, kamunun yazılım ihtiyacının karşılanmasında bu birikimlerin ulusal bakış açısı ile değerlendirilmesi ülkemize önemli faydalar sağlayacaktır.
Kaynaklar:
1) Wikipedia, [Çevrimiçi]. Erişim: http://en.wikipedia.org/wiki/Egovernment[Erişim Tarihi: 08.12.2011].
2) Avrupa Birliği, Kamu Servisleri için BİT Kullanımı, [Çevrimiçi]. Erişim: http://ec.europa.eu/information_society/activities/egovernment/index_
en.htm[Erişim Tarihi: 08.12.2011].
3) OECD, e-Devletin Şartları: Temel Bulgular, [Çevrimiçi]. Erişim: http://
www.oecd.org/dataoecd/60/60/2502539.pdf[Erişim Tarihi: 08.12.2011].
4) Birleşmiş Milletler e-Devlet Raporu 2010 (sayfa: iii), [Çevrimiçi]. Erişim:
http://www2.unpan.org/egovkb/global_reports/10report.htm[Erişim Tarihi:
08.12.2011].
5) Avrupa Birliği Malmö Deklarasyonu, [Çevrimiçi]. Erişim: http://www.
epractice.eu/en/library/299149[Erişim Tarihi: 08.12.2011].
6) Adalet Bakanlığı, UYAP SMS bilgi Sistemi, [Çevrimiçi]. Erişim: http://
www.sms.uyap.gov.tr/vatandas.html[Erişim Tarihi: 11.12.2011].
7) Kamu İhale Kurumu, Elektronik Kamu Alım Platformu, [Çevrimiçi]. Erişim: http://www.ekap.gov.tr [Erişim Tarihi: 11.12.2011].
KASIM-ARALIK 2011 53
DOSYA: BİLİŞİM SÖYLEŞİ
TÜBİDER BİLİŞİM SEKTÖRÜ DERNEĞİ BAŞKANI ERKİN FINDIK:
SEKTÖRDE STANDARDİZASYON ve
BİRLİKTELİK ŞART
MİMAR VE MÜHENDİS DERGİSİ OLARAK BU SAYIMIZDA ‘BİLİŞİM SEKTÖRÜNÜ’ ELE ALMAKTAYIZ.
BİLİŞİM SEKTÖRÜNDE FAALİYET GÖSTEREN FİRMALAR TARAFINDAN BİR MESLEK ÖRGÜTÜ
OLARAK KURULMUŞ OLAN TÜBİDER KURUMUNUN BAŞKANI SAYIN ERKİN FINDIK İLE BİR SÖYLEŞİ
GERÇEKLEŞTİRDİK.
SÖYLEŞİ: MUSTAFA YANARTAŞ
İlk olarak bize TÜBİDER’i tanıtır mısınız?
TÜBİDER 1999 yılında bilişim sektöründe
bir meslek örgütü olarak kuruldu. Temel
kuruluş amacı bilişim sektörünün bayi
sorunlarına çare bulmaktı. Ama zaman
içinde sektörün tüm kanallarından üyelerimiz oldu. Şu anda 650 civarında üyemiz
var. Bunlar içerisinde küçük çaplı firmalar, KOBİ’ler olduğu gibi, sektörün büyük
oyuncuları olan Microsoft, TTNet, HP,
Toshiba gibi firmalar da var. Merkezimiz
İstanbul’da olmakla beraber bunun dışında 3 ilde şubemiz 4 ilde temsilciliklerimiz
var. Ana faaliyetlerimizi ise şu şekilde
sıralayabiliriz;
• Bilişim sektöründe haksız rekabeti
engellenmesi için yürütülen faaliyetler;
yurtiçinde etiketlenen ürünlerin etiket
değerlerinin gerçeğe uyup uymadığını
sürekli olarak bir kontrol eden Piyasa
Gözetim Komisyonu adlı bir komisyonumuz var. Bazı ürün gamlarında sektöre hakim ithalatçılar ile etiket değerlerinin nasıl olması gerektiği yönünde
protokoller yapmış bulunmaktayız. Bu
komisyonun dışında da rekabet kuruluna
veya mahkemelere taşıdığımız uygulamalar zaman zaman bulunmakta, yasal
mercilere taşıdığımız tüm şikayetlerimiz
bugüne kadar olumlu olarak sonuçlandı. Ayrıca derneğimizin iktisadi işletmesi uluslararası geçerliliği olan, Ekonomi
Bakanlığı’nca verilen Uluslararası Piyasa
Gözetim Sertifikası’na sahip bulunmakta.
• Mesleki standartların oluşturulması
için yapılan faaliyetler; bilişim sektöründe
faaliyet gösteren firmaların gerekli yeterliliğe sahip olmasını ve yeterliliğin ölçütü
54 M‹MAR VE MÜHEND‹S
olarak işletmelerinde en az bir sertifikalı veya konusunda eğitim almış kişinin
çalışmasını zorunlu kılan, ayrıca standart hizmetler için asgari ücret tarifesinin
yasal olarak kullanılmasını sağlayacak
“Sektör Birliği” adlı bir projemiz var.
• Sektörün ihtiyacı olan mesleki eğitimler
veriyoruz.
• Farkındalık çalışmaları yapıyoruz. Pek
çok ilde sektör-vizyon adı altında çalışmalar, toplantılar düzenliyoruz. Özellikle
sektördeki bilişim şirketlerinin katma
değer üretmesi için çalışıyoruz. Zincir
mağazaların pazarda tuttuğu yerin farkındayız ve bilişim firmalarının hangi alanda
öne çıkacaklarına dair toplantılar düzenliyoruz.
Yani siz TÜBİDER olarak sektöre bir
bütün olarak bakıyorsunuz, donanımcılar, üretimciler, yazılımcılar.
Evet TÜBİDER olarak sektör içindeki tüm
kanallarla ilgiliyiz. 650 üyemizin sadece
150 civarı yazılımcı olarak kayıtlı. Sektöre
sadece yazılım çerçevesinden bakmıyoruz.
Ortak bir dil oluşturmak için standartlarla ilgili bir çalışma yapıyorsunuz.
Bunları hangi kanallarla yapıyorsunuz, örneğin BTK (Bilgi Teknolojileri ve
İletişim Kurumu) ile aranız nasıl?
Öncelikle sektörün en önemli derdinin
mesleki standartların olmayışının olduğunu düşünüyoruz. Her isteyen bilişim
şirketi açabiliyor, tamamıyla kontrolsüz.
Bir bakkalın camında bilgisayara format
atılır yazısını görebilirsiniz, sonuçta bu işi
hakkıyla yapmaya çalışanlar bu işten zarar
görüyor. Bunu çözmek için mutlaka bir
standardizasyon çalışması yapılmalı. BTK
özellikle telekom sektöründe çok etkin
denetimler yapıyor. Kamuda bizim sektörü
regule eden kurum BTK fakat kurum bu
konu da henüz yeni. Yeni adımlar atan
yeni bir kurum. Gitmesi gereken çok fazla
yol var. BTK’nın STK’lar ile yoğun bir iletişim içinde olması ise çok sevindirici. Artık
kamu kurumlarından çok rahat randevular
alıp derdimizi anlatabiliyoruz, onlar da bu
dertlerimizi çözmeye çalışıyor. Dolayısıyla
gidişatı çok olumlu görüyorum.
650 üye ile bir sektörel iş paylaşımı
yapıyor musunuz? Komisyonlar kurulması iş paylaşımı açısından çok önemli
bir konu, bu tür konulara ağırlık veriyor
musunuz?
Şu an da 650 üyemiz var ama yaklaşık 10
bin firma var bu sektörde. Bu firmaların
hiçbirisi sektörel anlamda incelenmedi.
Sağlıklı olarak envanter çalışması yapılması lazım. Evet, komisyonlarımız var
ama bunlar medya ile ilişkiler, kamu ile
ilgili ilişkiler ile ilgili komisyonlar. Henüz
sektörle alakalı olarak gereken bir yapıya
geçmiş değiliz.
Bu konuda yurt içinde veya dışında belli
bir noktaya gelmiş STK var mı? Eğer
varsa iş birliği yapıyor musunuz?
Zaman zaman görüşmelerimiz oluyor
ama orda da farklı yapılanmalar mevcut.
Türkiye’de yaklaşık bu sektörde 25 STK
var ama herkes farklı farklı yerlerde iş
yapmaya çalıştığı için bir birlik oluşmuyor.
Bir birliktelik şart.
Mesleki yeterlilik kurumu 2006’da
kuruldu. 2010 itibariyle de bilişim sektörü ile ilgili de çalışmalar yapacaklar.
TÜBİDER burada da etkin bir rol aldı. Bu
konuda neler söylemek istersiniz.
Biraz önce bahsettiğim sorunları çözebilmek için öncelikle bir mesleki standardizasyon olması lazım. Bizim sektörümüz tek bir meslek grubuna hitap
etmiyor. 19 farklı mesleğe hitap ediyor.
Bu konuda mesleki yeterlilik kurumu da
çok ciddi çalışmalar yapmaya başladı.
Bilişim sektöründe yapılması planlanan
çalışmaların koordinasyonu da İTO’ya
verildi. TÜBİDER olarak bu çalışmalarda çok etkin rol aldık. 30 olan meslek
sayısı 19’a indi. Bu mesleklerin standartlarını oluşturma konusunda mesleki yeterlilik kurumunun öncülüğünde
çalışmalar başladı ve biz de kurum olarak mesleki yeterlilik konusunda yetki
aldık. TÜBİDER olarak bahsettiğimiz 19
meslekten 2’sinde test merkezi kurmak
için çalışma başlattık. Mesleki yeterlilik
açısından akredite olabilirsek, vereceğimiz sertifikalarla mesleğin icrası açısından büyük bir iş başarmış olacağız,
hedefimiz bu. Mesleki Yeterlilik Kurumu
onaylı sertifikalar kamu yönetimi tarafından teşvik ediliyor. Örneğin MYK’dan
alınmış sertifikaya sahip birini işe başlattığınızda çalışanın SSK-işveren payını
devlet ödüyor. Eğer kişiyi yeni işe almış-
Şu an da 650 üyemiz var ama bu sektörde yaklaşık
10 bin firma var. Bu firmaların hiçbirisi sektörel
anlamda incelenmedi. Sağlıklı olarak envanter
çalışması yapılması lazım.
sanız bu destek birkaç sene sürüyor.
İki mesleğe ait 5 yeterlilik seviyesinde
standardizasyon çalışması tamamlandı
ve tahmin ediyorum çok yakında da resmi
gazete de yayınlanıp yürürlüğe girecek.
Diğer mesleklerle ilgili çalışmaları da
2012 senesi içerinde bitireceğiz. Şimdi bu
işin bu tarafı. Diğer taraftan da standart
hizmetler için asgari ücret tarifesinin
yasal olarak kullanılmasını sağlayacak,
sektörün yasal standartlarının tanımlandığı, her işletmenin asgari bir sertifikalı
eleman çalıştırmasını zorunlu kılacak,
bilişim sektöründe faaliyet gösteren tüm
firmaların üye olacağı yasal bir meslek
örgütüne kavuşmasını istiyoruz.
Eskiden de bir sürü sertifikalar veriliyordu, bunun diğerlerinden farkı ne
olacak? Üniversite mezunları var, diğer
kurumlardan sertifika alanlar var.
Buradaki geçişi nasıl sağlayacaksınız?
Burada bir meslek kaça ayrılıyor bu sertifikalar hangi meslek grubuna gidecek,
bunları da vurgulamakta fayda var.
Okullarda verilen meslek eğitimlerini
alanların bu sertifikaya ihtiyacı olmayacak, her meslek için 3 ile 8 arasında
belirlenmiş seviye var. Mühendislik veya
teknikerlik eğitimi de bir seviye ile tanımlanıyor. Örneğin 8. seviye doktora yapılmış
olmasını gerektiriyor. Vereceğimiz sertifikalarda da mühendis veya tekniker gibi
tanımlar olmayacak, Bilgisayar Donanım
Elemanı, Ağ Teknolojileri Elemanı gibi
ifadeler olacak. AB’ye uyum çerçevesinde belirlenmiş meslekler bunlar. MYK
bizden şunu istiyor; sizin sektörde hangi
seviyelerde hangi meslekler var? Bunun
tanımının yapılması lazım. Sertifikaların
gerekliliği konusuna gelirsek; bizim mesleği icra edebilmeleri için bu belge gerekli
olacak. Örneğin yazılım şirketi kurmanız için bir yazılım mühendisi çalıştırıyor
olmanız gerekecek yada şirkette sadece
alaylı insanlar çalışıyorsa bir tane de
ilgili meslek dalında sertifikalı bir çalışan
olması gerekecek. MYK tarafından onaylı,
akredite bir test merkezi olabilmeniz için
eğitim vermemeniz gerekiyor, yürüttüğümüz projede test merkezi olmak yolunda
ilerliyoruz.
KASIM-ARALIK 2011 55
DOSYA: BİLİŞİM MAKALE
Peki, test merkezinde ne tür uygulamalar olacak, ne tür testlerden geçilecek?
İnternet ortamında çalışan bulut bilişim
temelli bir test sistemi çalışacak. Şu anda
ülkemizde faaliyet gösteren tüm dünyada
sınav merkezleri olan sistemler nasılsa
bizimki de aynı olacak, hatta daha güvenli
ve daha ileri seviyede teknoloji kullanımı
olacak diyebiliriz. İlk olarak, her bir meslek grubu için 3 bin tane soru hazırlıyoruz.
Her ilde test merkezi olacak, kamera
önünde, öğrenci, karşısına çıkan soruları
cevaplayacak.
Aynı sektörde çalışan birden fazla test
merkezi olacak ve birçok eleman bu
testlerle yetişecek. Tüm bunlardan
sonra sektör sağlıklı bir zemine oturacak mı?
Bir sonraki aşamada kanuna dayalı bir
sektör birliği oluşturmak istiyoruz, bundan sonrasında yazılım şirketleri ayrı,
donanım şirketleri ayrı olarak ele alınacak. Eğer bu tür şirketler kurmak istiyorsanız, kendi sektör grubunuzdan en
az bir kişi istihdam etmeniz istenecek.
Dolayısıyla sektörün envanteri tutulmuş
olacak. Üyelik de zaten zorunlu hale gelecek. En büyük dertlerimizden bir tanesi de
hizmet tarifesi oluşmaması. Herkes kafasına göre fiyat veriyor. Bunu da gerçekleştirmek istiyoruz. Bu sektöre gelirlerin
artması konusunda da bir istikrar getirecektir. Mesela sektörün gelir bakımından
çok eksiği var, neden, çünkü hiçbir şekilde standardizasyon yapılmadığı için.
MYK ile beraber mesleki yeterlilikler
oluşturuluyor ama biliyoruz ki sektör birliği oluşturulması için TÜBİDER’in diğer
STK’lar ile birlikte bir çalışması var. Bu
konuda neler söylemek istersiniz?
Sektör birliği bir isim tabiî ki, çok fazla
mesleğe hitap ettiğimiz için bir oda olamıyoruz doğal olarak. Biz şuna kesin
olarak inanıyoruz, eğer kanuna dayalı ve
üyeliğin de zorunlu olduğu bir yapı kurmazsak ne envanter takibi olur ne hizmet
tarifesi olur. Buradan yola çıkarak diğer
STK’lara davet sunup bir çalışma grubu
oluşturduk. Bu çalışma grubu bir kanun
taslağı oluşturdu. Bu taslak BTK ile paylaşıldı. Daha sonra TOBB’da bu konuya
dahil oldu ve bu yapılanmanın TOBB çatısı
altında olmasını önerdiler. Biz “icra yeteneği olan bir durumda olmak istiyoruz,
TOBB’daki sektör meclislerinin icra imka56 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Sektörün stratejik bir sektör ilan edilmesi bizim için çok
önemli olmasına rağmen henüz o şekilde bir karar alınmadı.
Her geçen gün geride kalıyoruz.
nı yok sadece istişare yapabiliyor” dedik.
Daha sonra sigorta acentelerinin meclisinin icra yeteneği olan bir meclis olduğu
söylendi ve bu şekilde çalıştığı belirtildi.
Kendi aldığı kararları uygulayabiliyor bu
sigorta meclisi. Aynısını TOBB’un altında
bilişim sektörü içinde yapalım diye bir teklif geldi, diğer STK’lar ile değerlendirmeye
aldık bu konuyu. Hem donanım hem de
yazılım meclisi için düşünülüyor bu konu.
Çok kısa süre içinde de bir sonuca oluşacağımızı düşünüyoruz.
Rusya, Hindistan, Bulgaristan gibi ülkelerde bilişim sektörü stratejik bir sektör konumuna gelmiş durumda ve de
ihracatlarını da bunu yansıtıyorlar. Genç
nüfusumuza rağmen bir sıçrama yaşanmıyor. Tabi burada devlet desteği de şart.
Öncelikle şöyle bir durum var, ülkemizde
bütün STK’lar kendi üyelerinin istekle-
ri doğrultusunda hareket ettikleri için
ne yazık ki sesimiz pek gür çıkmıyor.
Sektörün stratejik bir sektör ilan edilmesi bizim için çok önemli olmasına rağmen henüz o şekilde bir karar alınmadı.
Her geçen gün geride kalıyoruz. Bir de
Türkiye’de bölünerek çoğalma yöntemi
var, birlikte büyüme örneği çok az sektörümüzde. Sektör birliği bu parçalanmaları engellemek açısından da çok önemli.
Türkiye’de bilişim’in stratejik bir sektör
olması için yapılması gereken önlemler
ve önerileriniz nelerdir?
Tabi ilk başta stratejik sektör olarak ilan
edilmeli ve yazılım tarafındaki teşviklerin
artması lazım. En azından yerli yazılımdaki
KDV’nin azaltılması çok yardımcı olur. Bir
diğer konu yerinde Ar-Ge belli sayıda,
bu sayı 50 civarında, Ar-Ge mühendisi
barındırdığınız takdirde birçok muafiyet-
ten yararlanabiliyorsunuz. Ama bu yapı
yazılım sektöründe uygun değil. Bir yazılım firmasının 50 tane Ar-Ge mühendisi çalıştırması, çalıştırdığı takdirde verim
alabilmesi çok zor. Bu durum yazılım üreticilerinin Ar-Ge kapsamındaki teşvikler
için teknoparklara yönelmesine yol açıyor,
fakat teknoparkların kiraları çok yüksek
ve lokasyon olarak şehir merkezine çok
uzak noktalarda.Dolayısıyla yerinde AR-GE
için gerekli tutulan mühendis sayısının
gerçekçi bir sayıya çekilmesi yazılım üreticileri için çok önemli bir teşvik olacaktır.
E-Devlet dediğimiz bir yapı bile, devletin içerisinde önemli bir yer işgal etmiyor. Sonuçta bütün kurumlar birer birer
e-organizasyona dönüşüyor. Bu şu anda
bir sürü noktada kullanılıyor ama kamu
bu noktada büyük bir alıcı olduğu için
ciddi projeler üretiyor. Bu tür işlerin klasik bir müsteşarlık değil önemli bir müsteşarlık altında toplanması ve direk olarak Başbakanlık’a bağlı olması gerektiği
konusunda ne düşünüyorsunuz?
Aslında e-Devlet tarafında ihale yasasına tabi olmayan ama Türksat tarafından
yapılan çalışmalar var. Türksat e-Devlet’in
kapısı durumunda. Kamu Kurumu olarak
“Benim bir projem var” deyip giderse-
Eğer bizim 650 üyemiz varsa Türksat’ın projelerinde en az
20 tanemizin imzası olması lazım. Yani daha şeffaf olmalı iş.
Bu konudaki gelişmeler şu anda çok iyi değil.
niz Türksat’a, onlar muaf oldukları kamu
ihale yasası nedeniyle bu işlere el atabiliyor. İlk etapta doğru bir yapı gibi görünüyor ancak günün sonunda şu olması
lazım; Türksat’ın yaptığı projelerin sektör
tarafından şeffaf bir şekilde biliniyor olması gerekir. Eğer bizim 650 üyemiz varsa
Türksat’ın projelerinde en az 20 tanemizin
imzası olması gerektiğini düşünüyorum,
Türksat’ın yürüttüğü projelerin daha şeffaf
hale getirilmesi gerekiyor. Bu konudaki
gelişmelerin çok iyi bir noktada olmadığını
ve haksız rekabete açık bir süreç olduğunu söyleyebilirim. Girenlerden duyduğumuz kadarıyla da çağrı yöntemiyle ihaleler
yapılıyor ve ihaleler çok cüzi rakamlarla
sonuçlanıyor. Belki geçmişte kurumun
ağzı çok yandığı için bu defa yoğurt üflenerek yeniyor. Ama ihaleyi alan şirket
kendini geliştirecek parayı kazanamıyor
burada. Firmaların karın tokluğuna iş yapması neticesinde firmalar fon biriktiremiyor. Yabancı örneklere bakarsak, bizim 1
liraya yaptığımız işi onlar 3 liradan aşağı
yapmıyorlar.
Devlet eğer sektörü kalkındırmazsa
sektör diye bir şey olmayacak. Bu konu
önemli, bir ikincisi Türksat bazı projeleri sır gibi algıladığı için çok şeffaf bir
yapıya kavuşamıyor, bu konu üzerine
neler söylemek istersiniz?
Evet, bu söyledikleriniz, sektörü daha da
kötü hale getirir çünkü sektöre rakip bir
oluşum ortaya çıkmış olur. Bize göre
sağlıklı bir yapı değil, önlem alınması
lazım. Şunun hakikaten görülmesi lazım,
bilişim sektörü, diğer bütün sektörlere
altyapı sağlayan bir sektör. GSMH içinde
yüzde 3’lük bir payı var dolayısıyla bu çok
önemli bir sektör değildir diye bakılmamalıdır. Eğer bilişim sektörü stratejik bir
sektör olarak ilan edilmezse ve bunun
gereklilikleri yerine getirilmezse sektör
her zaman dışa bağımlı olur ve istenilen
seviye yakalanmaz. Bizim sektörde çok
az bütçe ile istihdam sağlanabiliyor, yani
sağlanan katma değerin tamamı ülke
içinde kalıyor, bu gözle bakmak ve desteklemek gerekiyor.
KASIM-ARALIK 2011 57
DOSYA: BİLİŞİM MAKALE
BİLİŞİM SEKTÖRÜNDE
BÜYÜMENİN NERESİNDEYİZ?
SON DÖNEMDE AVRUPA’DAKİ GELİŞMELERLE BİRLİKTE 2012-2013 OLDUKÇA ZORLU
GEÇECEK GÖZÜKÜYOR. ÜLKEMİZİN EKONOMİK YILDIZI YÜKSELMEKTE OLMALI Kİ
ÖNÜMÜZDEKİ YIL ORTA AVRUPA, RUSYA ve TÜRKİ CUMHURİYETLER BÖLGESİNDE,
POLONYA VE RUSYA’DAN SONRA SIFIRIN ÜZERİNDE BÜYÜME ORANI OLABİLECEK
POTANSİYEL ÜÇ ÜLKE ARASINDA GÖSTERİLİYORUZ.
Nevin
ÇİZMECİOĞULLARI
IDC MEA & Turkey
Ülke Müdürü
58 M‹MAR VE MÜHEND‹S
T
ürkiye demografik açıdan zorlayıcı bir resim
sergilemekte. Yaklaşık dörtte biri 14 yaş
altında çocukların oluşturduğu ortalama 74
milyonluk nüfusu ile Avrupa’da en büyük üçüncü
ülke konumundayız. Bu durum bizlere gelecekte
mal ve hizmetler için kayda değer potansiyel bir
talebi işaret etmekte.
Küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ) özellikle
işsizlik seviyelerini azaltma konusunda, Türkiye
ekonomisinde geleneksel olarak anahtar rol oynamaktadır. Türkiye İstatistik Enstitüsü verilerine
göre, KOBİ’ler Türkiye girişimlerinin toplam sayısının yüzde 99.98’ine, çalışanların toplam sayısının
yüzde 78.50’sine, toplam finansal cironun yüzde
67.21’ine ve toplam katma değerin yüzde 56.23’üne
tekabül etmekte. Bu veriler Türk KOBİ’lerinin toplam işe alım açısından baskın olmalarına rağmen,
finansal cironun ve ekonomiye eklenen değerin
olası yüksek seviyelerini oluşturmak için halen
daha karşılanmamış potansiyele sahip olduklarını
gösteriyor. Türk KOBİ’leri halen Batılı emsallerinin
gerisinde kalmakta ve büyük Türk teşebbüsleri
yönetim ve üretim tekniklerinde, sermaye yatırım
seviyelerinde ve bilgi ve iletişim teknolojilerinin
(BT) benimsenmesinde geride kalmaktadır. Diğer
birçok ülkede olduğu gibi finansman elde etmede
zorlanmakta. Bu nedenle Türkiye daha açık ve
liberal pazar ekonomisi olmaya doğru ilerledikçe,
KOBİ’ler teknik anlayışlarını yükseltmek ve global
rekabet ile başa çıkmak için ilgili teknik bilgiyi elde
etmede artan bir direnç ile karşı karşıya kalmakta.
Eskiden beri var olan koruyucu ticaret bariyerleri kaldırıldığından, KOBİ’ler masraf, tasarım,
operasyonlar, kalite ve teknoloji gibi alanlarda
yeni rekabetçi avantajlar aramak durumundadır.
Adapte olmada başarısız olan bu tarz işletmeler,
kendilerini aniden daha az rekabetçi bir konumda
bulur, böylelikle gelişimlerini ve hatta hayatta kalmalarını tehlikeye atar.
Yapıları ve esneklikleri nedeniyle, KOBİ’ler genellikle kendilerini geliştirebilir ve pazar koşullarına
daha hızlı adapte olur. BT penetrasyonu Türkiye’deki KOBİ’ler arasında halen daha başlangıç
döneminde iken, daha düşük maliyetli hammaddeler ve sermaye malları tedarik etmek, üretim
süreçlerini daha iyi hale getirmek ve envanter
yönetimi için, hem lokal olarak hem de yurt dışında
etkili pazar sahibi olmak, ürünlerini ve hizmetlerini
daha verimli satabilmek ve iş ile ilgili kararları
daha hızlı modern ve kolay bir sekilde elde edebilmek için ülkedeki ileri görüşlü firmalar modern
teknolojilerin uygulanmasına adapte olmaya başlamaktadır.
Türk KOBİ’ler operasyonlarında verimlilik ve
esneklik kavramlarını sahiplenmeye başladıkça,
kendilerini rekabetten ayırmak ve değişen pazar
koşullarına adapte olmak için BT’lere daha hızlı
yatırım yapacak. İşi yaptırmak için birçok çalışan
yerine teknolojiyi kullanmak gerekli; yeni teknoloji,
çalışan üretkenliğini artırmak için kullanılır ve bu
şekilde her çalışanın, etkili bir şekilde “çok ile
daha da fazlasını yapmayı” becerdiği kişisel amaçlarına ulaşması sağlanmış olacaktır. Üretkenliği
geliştirmek ve etkinliği artırmak, coğrafya, şirket
hacmi ve sanayi kategorilerinde KOBİ’leri çağrıştıran amaçlardır. Büyük fakat kar getirmeyen yeni
müşteriler eklemek ve verimsiz bir şekilde çalışmak, artık başarılı bir firmanın büyüme stratejisinin
bir parçası olmayabilir.
2011 başında, dünya ve Türkiye bilişim pazarı harcamalarına baktığımızda genel olarak bir büyüme
trendine girdiğimizi gözlemlemiş, kriz nedeni ile
ertelenen yatırımların 2011-2012 içinde devreye
alınacağı öngörmüştük. Türkiye’nin krizden sonra,
diğer ülkelere kıyasla, istikrarlı büyüme oranı, özel
kurumsal sektörlerde ozellikle telekom, finans,
üretim ve devlet tarafında yatırımlarını arttırması
ise gelişmeye devam etmekte olan bir ülke olduğunu göstermektedir. Değişen dünya ve yeni normallikte, artık firmalar zorlaşan ekonomik koşullar,
artan rekabet ortamı ve son kullanıcıya sağlanan
hizmet seviyelerindeki kalite artış gereksinimi gibi
nedenlerden dolayı daha zor bir ortamda iş yapmak
durumunda. Bu ortamda rekabetçi kalabilmenin
ve maliyetleri düşürerek, karlılığı artırabilmenin
temel taşlarından biri de bilişimin, yeni teknolojilerin getirdiği avantajlardan faydalanmak.
Gelişmekte olan pazarlar içinde yer almaya devam
eden Türkiye bilişim pazarı halen donanım ağırlıklı
yapısını sürdürmeye devam ediyor. Türkiye donanım
adet ve cirosu açısından PC, sunucu ve veri depolama tarafında Avrupa’ya kıyasla alması gereken
çok yol var diyebileceğimiz bir ülke. Kriz döneminde
(2009) bile donanım tarafında büyüyen Türkiye bundan sonraki yıllarda da belli bir penetrasyon oranına
ulaşana kadar büyüme potansiyeli olan bir ülke.
Bilişim sektörü donanım kategorisinde yer alan
sunucu ve artan büyük veri miktarları nedeni ile,
veri depolama tarafında konsolidasyon, sanallaştır-
ma ve bulut gibi teknolojilerin, verimliliği artırmak
ve maliyeti düşürme konusunda getirdiği faydalar
tartışılmaz. IDC Türkiye olarak, PC pazarında, şu
anki İtalya-Yunanistan vs global ekonomik durumlar nedeni ile 2011 4. çeyreği ve 2012 ilk çeyreğinde
ortalama yüzde 5-10’luk bir düşüş öngörüyoruz.
Türkiye bilişim sektörünü, diğer ülkelerle karşılaştıracak olursak, hem yazılım hem de hizmetler
için henüz katetmemiz gereken çok yol olduğunu
görüyoruz. Hizmetler tarafında önümüzdeki 5 yıl için
öngörebildiğimiz büyüme oranı yüzde 11 seviyelerinde ve en büyük pay donanım kurulum ve desteğe
harcanıyor. İlerleyen yıllarda dış kaynak kullanımının büyük bir hızla artacağını bekliyoruz ve hatta
donanım, kurulum ve destek kalemini geçmesini
ümit ediyoruz.
Genel anlamda dünyada BT’cileri zorlayan 3 ana
konu var. İlk konu: BT verimliliği ve optimizasyonu; konsolidasyon, sanallaştırma, otomasyon, veri
merkezlerinin evrimi, yatırımların bulut bilişim adı
verilen yöntemle dış kaynaklara aktarımı, bütçelerin kısılması, veri merkezleri verimliliği vs. İkincisi
BT maliyetlerinin iş değeri üzerindeki kontrolu;
bilgi patlaması, iş analitiğinin devreye alınıp alt
yapı yönetimi yerine bilginin yönetimi, işe uyumlandırılması ve sosyal medya kullanımı. Üçüncüsü
ise akıllı ve gerçek zamanlı bağlantı cihazlarının
yayılmasının kontrolu; bağlı dünyada değer yakalama, senkronizasyon, güvenlik ve deneyim yani
riskin yönetimi, felaket senaryolarına karşı yedekleme, güvenlik vs alınması gereken önlemlerle işin
sürekliliğinin sağlanması ve regulasyonun getirdigi
zorunluluklar, üstel olarak artan ve yeni formlarda
Türk KOBİ’ler
operasyonlarında
verimlilik ve esneklik
kavramlarını
sahiplenmeye
başladıkça, kendilerini
rekabetten ayırmak
ve değişen pazar
koşullarına adapte
olmak için BT’lere
daha hızlı yatırım
yapacaklar.
KASIM-ARALIK 2011 59
DOSYA: BİLİŞİM MAKALE
IDC Türkiye
olarak, PC
pazarında,
şu anki İtalyaYunanistan vs
global ekonomik
durumlar nedeni
ile 2011 dördüncü
çeyreği ve 2012
ilk çeyreğinde
ortalama
yüzde 5-10’luk
bir düşüş
öngörüyoruz.
cihazların kurumsal ortamda da kullanımı (Media tablet, e-okuyucu, akıllı telefon ve geleceğin telefonu gibi).
Krizlerle birlikte donanım tarafında, kullanım süreleri
uzuyor, yenilemeler erteleniyor, bu kullanım ömrünün
iyileştirilmesi demek, ilaveten zorunluluktan kullanılmış daha ekonomik cihazları tekrar kullanmak gibi
çözümleri beraberinde getiriyor. Yazılım tarafında ise,
daha seçici alımlar ve açık kod yazılımları devreye
giriyor, Servislerde güvenilirlik, maksimum verimlilik
ve daha fazla dış kaynak kullanımı devreye giriyor. Bir
yanda daha kısıtlı kaynaklar, bütçeler, diğer tarafta ise
yeni dönemde önceliklerin BT çalışmalarını yönlendirmesi söz konusu. Değişimler içinde, veri-ağ merkezi
konsolidasyonu birinci sırada, sanallaştırma en önemli
konulardan biri. Yeni alt yapılar, servis anlaşmaları ve
servis edinme yöntemleri araştırıp bulma gerekliliği
kaçınılmaz. Artan mobil cihazlar ve kullanımları yeni
ağ-bağlantı - alt yapı ihtiyaçları ile birlikte devrede
ve güvenlik, erişebilirlik vs derken yepyeni servisler
gerekli. Web 2.0’la şirket BT alt yapısında yepyeni
tanımlamalar yapılmak zorunda. Kullanıcının şirket
notebookları üzerindeki şahsi verileri, artan veri miktarı ve yedekleme kapasitesi ihityacı ile birlikte, şirketin
kurumsal verileri arasındaki yedekleme, güvenlik vs
önlemleri yeni kuralları birlikte getiriyor. Yeni uygulamalarla, akıllı sayaçlar, artan geniş bant çözümleri vs
yepyeni bir akıllı sektörler çalışma şekli getirirken, bu
hizmetleri kullananların bakışları-beklentileri artıyor ve
BT yöneticilerinin sorumlulukları değişiyor.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu Ortadoğu ve Afrika
Bölgesi harcamaları, dünya BT harcamalarının sadece
yüzde 6’sını oluşturuyor, ancak bu harcamalar yeni
harcamaların yüzde 17’sini oluşturmaya devam ettiği
için önemli. Türkiye’deki kişi başı BT harcaması halen
100 dolar civarında, oysa aynı oran Afrika’da 2, Dubai’de
60 M‹MAR VE MÜHEND‹S
8 ve İngiltere’de 15 katı mertebesinde.
Türkiye bilişim pazarında donanımın payı yüzde 81 iken,
hizmetlerin payı yüzde 8, yazılımın payı ise yüzde 11.
Genel olarak Avrupa gibi gelişmiş pazarlara baktığımızda donanım-yazılım hizmetler toplamının yüzde 50’ler
mertebesinde olduğunu, ancak gelişmekte olan pazarlarda yüzde 60-70’lere ulaştığını, Arjantin-Mısır-Kore gibi
ülkelerde yüzde 80’lerde olduğunu görüyoruz, Türkiye’de
ise yüzde 90’dayız henüz. İngiltere, Kanada, Almanya,
Fransa gibi gelişmiş bir pazarın oranı ise, donanım yüzde
32, yazılım yüzde 18, servisler yüzde 49.
En çok yazılım geliştirilen alanlar ise üretim ve otomasyon, telekom, enerji, elektrik ve elektronik, finans,
lojistik, tekstil, eğitim, medya, savunma, sağlık, turizm,
inşaat ve kamu. Ana birkaç uluslararası tedarikçi dışında, sektör şirketlerinin çoğu KOBİ yapısında, sermaye
yapıları yeterince güçlü değil, bu firmaların üçte biri
teknoloji geliştirme merkezlerinde yer alıyor. Lisanssız
yazılım kullanımında rekor düzeydeyiz. Bunlar da daha
az istihdam, vergi ve iş olanağı demek.
Öte yandan, bugünün bilişim direktörlerinin (CIO) başları, bulutlarda geziniyor olsa da öncelikle denizlerin
altına, buzdağının gizli bölümlerine ve görünmeyen
maliyetlerine de bakmaları gerekli.
2010’da küresel BT harcamalarında 2009’a göre yüzde
8 gibi makul bir toparlanma görülmesine rağmen, bölgesel değişkenler ve süregelen ekonomik belirsizlik BT
yatırımlarıyla ilgili bir temkin havasına ve kriz öncesinin
daha müsrif standartlarına geri dönmeme kararlılığına
yol açıyor. Küresel krizin BT departmanlarının üstünde
silinmez bir iz bıraktığı açıkça ortada. Artık sermaye
maliyetleri ve işletme giderleri dengesi çok daha yakından incelenirken işletme giderlerinin daha az maliyet
ve daha düşük riskle daha büyük esneklik sağladığı
düşünülüyor. Sonuç olarak, işletme maliyetlerinin azal-
tılması işletmeler için büyük bir öncelik arz ediyor. Şu
anda birçok bilişim direktörünün zihninde bir numaralı
sırayı işgal eden bulut bilişim bu önceliğe mükemmelen
uyuyor ve çoğu zaman daha büyük maliyet indirimleri
sağlayabilecek diğer daha basit, daha az riskli maliyet
indirim çabalarını gizleyebiliyor.
IDC, bulut bilişimin önümüzdeki 5 yıl içerisinde bilgi
işlemin görünümünü yeniden şekillendireceğine inanmakta. Genel bulut hizmetlerine yapılan harcama, tüm
dünya çapındaki bilgi işlem pazarının 4 katından daha
fazla büyümekte. IDC’nin tahminlerine gore 2015 yılında paket yazılımlara, sunuculara ve veri depolamaya
harcanan her 7 doların 1’i genel bulut modeli ile ilgili
olacak. Bu yıl haziran ayında yayınlanan tahminlere
göre genel bulut modeline yapılan harcama 2010 yılında
yüzde 27.6’lık yıllık bileşik büyüme oranı ile 21.5 milyar
dolardan , 2015 yılında 72.9 milyar dolara ulaşacak.
Fakat unutulmamalıdır ki bulutun sektör üzerindeki asıl
etkisi genel bulut hizmetlerinden elde edilen gelir ile
sınırlı kalmayacak. Bulut hizmetleri çok daha büyük bir
dönüşümün önemli bir bileşenidir ki IDC’nin tahminlerine göre bulut bilişim önümüzdeki 25 yıl içerisinde bilgi
işlemin büyümesine yön verecek ve tüm alanlarında
kendisini gösterecek.
Türkiye’de ana uluslarası şirketler bulut bilişim fırsatlarını takip ederken, yerli telekom firmaları, yerli sistem
entegratörleri ve altyapı tedarikçileri ile birçok bağımsız
yazılım şirketleri ve servis sağlayıcılar da bulut bilişim
firsatlarını çok yakından izlemekte ve umarız ki bu firmalar zaman içinde global olarak da hizmet verebilir
seviyeye gelebilir. Türkiye’deki bulut bilişim hala gelişmekte olan bir pazar ve genel kabul görebilmesi için
pazarın bir süre daha eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi
gerekmektedir.
IDC Türkiye olarak yakın bir zamanda 135 CIO, bilgi
işlem yöneticisi ve diğer bilgi işlem uzmanları ile bulut
bilişim firsatlarıyla ilgili bir anket gerçekleştirdik. Bu
sonuçlara göre, bir tedarikçide aradıkları özellikler
sorulduğunda beklendiği gibi, uygun fiyatlı olmasının en
fazla istenen özelliklerden biri olduğu ortaya çıkarken,
bulut hizmetlerini sağlarken veya uygularkenki deneyimlerinin ve kalifikasyonalarının ve servis seviyelerine
olan bağlılıklarının da önemli kriterler arasında olduğu
görülmekte.
IDC Türkiye olarak BT sektörüne genel olarak baktığımızda, gözlemimiz, gerek teknoloji tedarikçileri, gerek
hükümet, gerekse STK’ların bilişim ve teknolojilerinin
kullanımının gelişmesi, sektörün büyümesi ve sorunların tartışılması anlamında, bu sektörün ülke kalkınması
için önemli stratejik bir sektör olarak pozisyonlanması için epeyce çaba harcıyor ve şu andaki Ulaştırma
Bakanlığı, Bilim-Sanayi Bakanlığı ve Kalkınma Bakanlığı gibi dağınık yapılardan daha organize ve sadece bu
alanda odaklanmış ve gündemindeki tek konu bu olan
bir oluşuma ihtiyaç var.
Özellikle bilgisayar ve internet kullanımının artması,
yaygınlaşması, kolay erişilebilir olması ve artan rekabet
nedeni ile düşen fiyatlarla ve teknolojinin yaygınlaşması
nedeni ile ülkemizde bilgi toplumu ve bilgi ekonomisinin
oluşturulması anlamında birtakım teşvik programlarının oluşturulması, tüm sektörlerin günlük işleyişlerinde
kendi konularına odaklanırken, teknolojinin sunduğu
olanaklardan en iyi şekilde yararlanıp komplike teknolojileri işin uzman firmalarına bırakıp kendi sektörel
işleri ve global rekabete odaklanmaları kaçınılmaz.
Teknoloji konusunda uzman firmaların artırılması ve
eleman istihdamında özellikle ülkemizin en büyük zenginliği olan genç-dinamik nüfusun doğru eğitimi ve teknolojiye yatkınlığı, akıllı telefon-tablet bilgisayarlar ve
sosyal ağların öncülüğünü yaptığı modern iş yapış şekli
Türkiye’deki
bulut bilişim
hala gelişmekte
olan bir pazar
ve genel kabul
görebilmesi için
pazarın bir süre
daha eğitilmesi ve
bilinçlendirilmesi
gerekmektedir.
KASIM-ARALIK 2011 61
TOPLAM BT PAZARI
BT
Donanım Hizmetleri
Birleşik Krallık
Kanada
Almanya
Fransa
İspanya
Çek Cumhuriyeti
İtalya
Portekiz
Güney Afrika
Polonya
Brezilya
Malezya
Yunanistan
Birleşik Arap Emirlikleri
Suudi Arabistan
Kore
Arjantin
Mısır
Türkiye
Bilişim özel
sektör kadar
kamuda da
tasarruf ve
verimlilik
sağlıyor. Bu
konuda e-Devlet
uygulamalarının
yaygın kullanımı
sektörü
besleyecek
ve mevcut
yapılanmanın son
derecek kıvrak
ve yetkin olması
Türkiye için
büyük şans.
31.576
13.611
29.557
23.684
10.032
1.980
14.160
1.955
6.541
5.410
22.969
4.734
1.604
3.809
5.380
22.638
4.156
1.565
7.574
49.094
18.935
36.827
31.890
13.435
1.834
13.697
1.485
4.896
3.020
13.218
1.825
581
1.290
1.920
6.202
842
261
988
Paket
Yazılım
18.579
8.510
21.775
13.304
3.844
1.129
6.772
679
1.941
1.449
5.615
948
335
693
855
2.826
674
203
784
Toplam
BT
99.248
41.056
88.159
68.878
27.312
4.943
34.629
4.120
13.379
9.879
41.803
7.506
2.521
5.792
8.155
31.666
5.672
2.029
9.346
ile en verimli şekilde kullanılması için bir fırsat.
Ülkemizde bilişim sektörünün kaldıracı olan ve cirosu nedeni ile sanki daha karlıymışta büyük kadrolar
istihdam ediyormuş gibi gözüken telekom sektörü
bile, artan rekabet ve karmaşık tarife yapılarına
rağmen dünya çapında cirosal anlamda düşüşe
geçmiş durumda, Batı Avrupa ülkelerinde yüzde
1-2’lik düşmeler varken şu an gelişmekte olan
ülkeler kategorisindeki ülkemiz sanki yüzde 1 ciro
artışı gösteriyor gibi, ancak çok ciddi orandaki vergi
baskısı, operatörleri en zorlayan konulardan biri.
Sürekli olarak katma değerli yeni ürünler-paket
çözümler geliştirmeye çalışsalar da veri tarafından
gelen gelirler, sesteki ciro düşüşünü kompanze
edemiyor. Büyük bir kısmı vergiye giden cirolar ve
yatırımların ortak kullanılamaması nedeni ile operatörlerin yakın bir gelecekte daha az yatırım yapacağını ve hatta bu konudaki bazı yatırımların devlet eli ile yapılması gerekebileceğini öngörüyoruz.
Tüketicilerin taşınabilir cihazları yaygın olarak kullanması, tablet-akıllı telefonlar-elektronik okuyucular vs tarzı yeni, band genişliği gerektiren cihazlara
yönelimi operatörleri ve farklı sektörlerde yer alan
kurumları bu cihazlar üzerinden servis vermeye
zorluyor. Eskiden servis sağlayıcıların yönlendirdiği
bir pazar varken şu an son kullanıcılar taleplerini –
beklentilerini bu yönde artırdıkları için, bu modern
çağda, sadece eğlence olarak sosyal ağ kullanım
oranının yüksek olması dışında, Türkiye’nin ön saflarda, daha başarılı bir ekonomi ve işgücü ile yer
alabilmesi için devletin önceliğinin bu konuda uzun
vadeli politikalar ve her aşaması düşünülmüş eğitim
projeleri ile bilgi ekonomisinin oluşturulması ve
teşvik edici programların olması gerekiyor. Özellikle
Donanım
32%
33%
34%
34%
37%
40%
41%
47%
49%
55%
55%
63%
64%
66%
66%
71%
73%
77%
81%
BT
Paket Servisler
Yazılım
s
19%
21%
25%
19%
14%
23%
20%
16%
15%
15%
13%
13%
13%
12%
10%
9%
12%
10%
8%
49%
46%
42%
46%
49%
37%
40%
36%
37%
31%
32%
24%
23%
22%
24%
20%
15%
13%
11%
eğitmenlerin yetiştirilmesi, araştırmaya önem verilmesi, vergi politikaları, alt yapı yatırımları, kobilerin
teknoloji kullanımlarının desteklenmesi gerekli.
Bilişim sektörünün dünya çapında derinlik kazanması için, bazı sübvansiyonlar, Dijital Hayat/Uygulamalar ile ilgili eğitim programlarının verilmesi,
e-Devlet hizmetlerinin kullanımının zorunlu hale
getirilmesi gibi insiyatifler hayata geçirilebilir.
Bilişim özel sektör kadar kamuda da tasarruf ve
verimlilik sağlıyor. Bu konuda e-Devlet uygulamalarının yaygın kullanımı sektörü besleyecek ve mevcut
yapılanmanın son derecek kıvrak ve yetkin olması
Türkiye için büyük şans, özellikle TIKA adı verilen 23
ülkeyi kapsayan bölge ile tecrübelerin paylaşılması
Türkiye’nin bölgedeki stratejisi için faydalı olabilir.
Eğer 2023 yılında ekonomik açıdan ilk 10 devlet içine
girmeyi hedefliyorsak, devletin her kademesinde
ve bürokrasisinde yazılım ve servislerin anlamı
öneminin özünmesi sağlanmalı ve sektörün bu
konuda tek bir sahibi olmalı ve bilişim sektöründe,
teknoloji kullanımında öne çıkmış bütün ülkeleri
inceleyerek Türkiye’ye özel bir model kurulması ve
sektörün objektif bir gözle değerlendirilmesi, güçlü-zayıf yanlarının belirlenmesi ve konsolidasyon/
kümelenmeler için desteklenmelidir. Genç nüfus,
nitelikli insan gücü, bilgi teknolojilerini kullanabilecek 1,5 milyonu aşkın KOBİ, jeopolitik konum, Gümrük Birliği üyeliği, Avrupa, Türk Cumhuriyetleri ve
Ortadoğu pazarlarındaki dini, etnik ve ticari ilişkiler
avantaj olarak kullanılabilir. Bu anlamda biz halen
50 ülkedeki ofisten 110 ülkedeki, binin üzerindeki
analist ve 47 yıllık tecrübemizle ilgili kurumlarla birlikte daha yakın çalışma ve sektörün geliştirilmesi
arzusundayız.
DOSYA: BİLİŞİM MAKALE
TÜRKİYE’DE YAZILIM
SEKTÖRÜNE GENEL BAKIŞ
BİLGİ ÇAĞINI YAŞADIĞIMIZ, BİLGİYE ERİŞİMİN HAYATİ ÖNEMDE OLDUĞU GÜNÜMÜZDE
YAZILIM, 21. YÜZYIL DÜNYASININ EN VAZGEÇİLMEZ KAVRAMLARINDAN BİRİ
OLMUŞTUR. DEVLET ÇARKLARININ, EKONOMİNİN, TİCARETİN, BİLİMSEL GELİŞMELERİN,
İNOVASYONUN, SOSYAL YAŞAMIN ETKİN, VERİMLİ, KARŞILIKLI ETKİLEŞİM HALİNDE
VE UYUM İÇİNDE ÇALIŞMASINI, VAR OLMASINI SAĞLAYAN BÜTÜN SİSTEMLERDE VE
ARAÇLARDAKİ EN ÖNEMLİ BİLEŞEN YAZILIMDIR.
Şerif Acar BEYKOZ
YASAD Başkanı
64 M‹MAR VE MÜHEND‹S
B
ilgi ve iletişim teknolojilerinin son yıllardaki
Moore kurallarını bile alt üst eden bir ivme
ile gelişmesinde en önemli paya sahip olan
yazılım faktörü artık tüm dünya ülkeleri tarafından gelişmenin stratejik ve ekonomik olarak en
önemli unsuru konumuna yükselmiştir. Yazılımın
yeni ekonomi ve bilgi toplumu ilişkileri içerisindeki
bu konumunu gören ve algılayan ülkeler yazılım
ekonomisinin oluşturulmasını ve bu ekonomiyi
oluşturacak olan yazılım sektörünü destekleyerek
çok değerli kazanımlar elde etmişlerdir. Yazılım,
kullanıldığı birçok sektörde de verimliliğe ve rekabetçiliğe yoğun katkı sağlamaktadır. Avrupa Birliği
içinde yazılım sektörü 22 sektör içinde Ar-Ge faaliyetlerine en çok harcama yapılan 5. sektör olarak
belirlenmiştir.
Yazılım sektörünü stratejik sektör ilan edip kalkınmalarının önemli bir parçası haline getirmeye çalışan diğer ülkeler gibi Türkiye de, yazılım pazarında
dünya oyuncusu olma yolunda elindeki rekabet
avantajlarını işe ve aksiyona dönüştürecek ortamı
sağlamaktadır. Türk yazılım sektörü bu noktada sayısal eksikliklerini devletin atacağı stratejik
adımlarla hızla kapatarak bir başarı hikâyesine
dönüştürmektedir. Bu başarı hikâyesinin yakalanmasında önemli olan kritik başarı faktörleri siyasi
liderlik, devletin gerekli olan destek ve teşvikleri
sağlıyor olması, oluşturulan ekonominin ve üretimin denetimi, belirlenen standartların ve politikaların uygulanmasıdır.
Yazılım sektörü ülke ekonomileri için pek çok alanda önemli katma değerler oluşturmaktadır. Yazılım
sektörüne yapılan bilinçli ve planlı yatırımlar ülkelerin Gayri Safi Yurtiçi Hâsılaları’nın ortalama olarak
yüzde 0,5 ila yüzde 2,7 arasında yükselmesine neden
olmaktadır. Bilişimin, yazılımın ülke ekonomisinde
özellikle üretimde daha fazla kullanılması bütün
sektörlerin daha verimli çalışmasına neden olur ki
bu da ekonomi üstünde topyekin olumlu fayda sağlar. Avrupa Birliği’nde yapılan araştırmalara gore
üretim veya hizmet sektörlerinde toplam yapılan
yatırımın yüzde 28’i bilişime yapılmışsa bunun geri
dönüşü yüzde 58’lik bir verimlilik artışı olmaktadır.
Yazılımın istihdama da önemli bir etkisi bulunmakta, Avrupa Birliği içinde yapılan bir araştırmaya
göre bilgi ve iletişim teknolojileri sektöründeki iş
gücünün yüzde 55’i yazılım sektöründe istihdam
edilmektedir. Yazılım sektörü istihdam oluşturma
açısından en verimli en ekonomik sektörlerden
biridir. Ağır sanayi sektöründe bir kişilik istihdamın
maliyeti yaklaşık 100 bin doları bulurken yazılım
sektöründe bir kişilik istihdamın maliyeti 6 bin
dolar civarında gerçekleşmektedir.
Yazılım üretimi temel olarak yazılım değer zincirinde yer alan birtakım faaliyetlerin ve süreçlerin
bütünü olarak görülebilir. Bu temel faaliyetler ve
süreçler genel olarak; mimari (örn. danışmanlık,
analiz, tasarım), kod geliştirme (örn. programlama), test faaliyetleri, uygulama, pazarlama ve
dağıtım; bakım ve destek (örn. yazılım güncelleme
yönetimi), yardım masası ve eğitim olarak sıralanabilir. Türkiye yazılım ve yazılıma bağlı hizmetler
sektöründe yaklaşık bin 600 tane şirket faaliyet
göstermektedir. Bu şirketler 2010 yılı itibarı ile 1,7
milyar dolarlık bir ciro sağladılar. Bu miktar sektörde yazılım değer zincirinin her halkasını oluşturan,
hizmet sunan şirketler tarafından gerçekleştirildi.
Bazı şirketler “paket program” olarak adlandırılan
programları üreten ve satan yazılım şirketleri olup
ürettikleri programları satış, lisans verme, kullandırma veya hizmet olarak yararlandırma başlıkları
altında pazara sunuyor. Bu şirketlerin kazançları
genel olarak satışı yaptıkları sırada (başlangıçta)
aldıkları toplu para üzerinden veya paket programı
kullanan kişinin kullandığı süreye bağlı olarak ödediği lisans ücreti üzerinden tahakkuk etmektedir.
Bir başka grup ise müşterilerinin talepleri üzerine
söz konusu taleplere uygun yazılım üreten, mevcut
yazılımlarla ilgili servis sunan yazılım şirketleridir. Bu grupta yer alan yazılım şirketleri sektör
bağımsız olarak her türlü sektörde kullanılacak;
kullanıldıkları sektördeki şirketlerin iş verimliliğini
artıracak ve operasyonlarını gerçekleştirebilecek
nitelikte olan yazılım bileşenlerini üretmekte ve
mevcut yazılımların bu sonuçları sağlayacak şekilde yönetilmesi noktasında servis hizmeti vermekte.
Tam olarak değerini ayıramadığımız ve yukarıda
bahsettiğimiz toplam yazılım cirosuna dahil olmayan bir diğer grup şirket ise gömülü yazılım denilen
elektronik herhangi bir cihazın içerisinde bulunan
ve bu cihazın işlevsel özelliklerini yerine getirmesi için gerekli olan yazılım bileşenleri üreten
şirketlerdir. Bu alandaki üreticiler çok çeşitli sektörlerde kullanılan elektronik ürünler için yazılım
geliştirmekte. Gömülü yazılımlar kullanıcı arayüzü olmadan çalışan yazılımlar olmaları nedeniyle
tüketici tarafından önemi çok fazla bilinmeyen ama
cihaza bir anlamda akıl sağlayan yazılımlardır. Bu
yazılımların üretimi için önemli bir yatırım, Ar-Ge
ve inovasyon yeteneği gerektiği için de bu alanda
ancak bu nitelikleri karşılayabilecek olan yazılım
şirketleri faaliyet gösterebilmektedir. Gömülü yazılım üretiminden elde edilen gelirler diğer yazılım
faaliyetlerinden elde edilen gelirlere nispetle giderek önemini artırmaktadır.
Yazılım sektörünün ülke ekonomisine ciddi katkılarda bulunabileceği diğer bir alan ise dış ticaretimizdir. 2011 yılı dış ticaret açığımızın yıl sonu itibarı
ile 120 milyar dolar, cari açığımızın ise 80 milyar
dolar olacağı öngörülmektedir. Cari açığın önemli
bir kısmını petrole ve doğalgaza yapılan ödeme-
ler oluşturmaktadır. Bu tablonun da kısa vadede
değişmesi mümkün görünmemektedir. Cari açığı
oluşturan diğer bir faktör ise aleyhimize gelişen
dış ticaretimizdir. Turizm gelirleri ve doğrudan
yabancı yatırımlar ise cari açığımıza olumlu katkı
yapmaktadır. Cumhurbaşkanımızın da belirttiği gibi
ihracatımız yüzde 85 oranında ithalata dayalı olarak
gerçekleşmekte ihracattan sağlanan katma değer
çok sınırlı kalmaktadır. İhracat mekanizmamızda
ciddi yapısal değişiklikler yapıp ithalata bağımlı
olmaktan büyük ölçüde çıkarmak gerekir. Bununla
ilgili de çeşitli bakanlıklarda çalışmalar sürdürülmektedir. İthalata bağlı olmadan ihracat gerçekleştirebilen sektörlerin başında yazılım sektörü
gelir. Hatta bazı şartlar sağlandığında yazılım ihracatının katma değeri yüzde 100’lere kadar çıkabilir.
Böyle olunca da yazılım ihracatı gibi katma değeri
yüksek sektör ürünlerinin ihracatı cari açığın kapatılmasında çok önemli bir rol oynayabilir. Bilişim ve
özellikle yazılım ihracatı, bunun önemini kavramış
ve yazılım sektörlerinin gelişmesini öncelikli hedefleri arasına almış ülkelerin ekonomilerinde çok
ciddi pay almaktadır. Türkiye bu konuda istenen
seviyede değildir fakat başarmamak için de bir
sebep yoktur. Türkiye’nin 2010 yılı yazılım ihracatı
200 milyon dolar civarında gerçekleşmiştir. Bu
miktarın içinde gömülü yazılımların değeri dahil
edilmemiştir. 2010 yılında 80’e yakın yazılım şirketi
yazılım ürünleri ve servisleri ihracatı gerçekleştirmiştir. Türk firmaları yazılım sektöründe çok çeşitli
ürünlere imza atarken, üretilen ürünler arasında
akıllı kart okuyucular, GPS temelli araç izleme,
navigasyon sistemleri, mobil pazarlama çözümleri,
interaktif mesaj uygulamaları, doküman yönetim
sistemleri, kamera sistemleri, ADSL yol izleyicileri,
Türk yazılım sektörü
bu noktada sayısal
eksikliklerini
devletin atacağı
stratejik adımlarla
hızla kapatarak bir
başarı hikâyesine
dönüştürmektedir.
KASIM-ARALIK 2011 65
DOSYA: BİLİŞİM MAKALE
Avrupa
Birliğinde
yapılan
araştırmalara
göre üretim
veya hizmet
sektörlerinde
toplam yapılan
yatırımın
%28’i bilişime
yapılmışsa
bunun geri
dönüşünde
%58’lik bir
verimlilik artışı
olmaktadır.
66 M‹MAR VE MÜHEND‹S
modemler, hastane ve laboratuvar bilgi yönetim
sistemleri, entegre kalite yönetim sistemleri, rapor
sistemleri, ERP yazılımları, şehir bilgi sistemleri,
lojistik sistemleri, veri yönetimi, güvenlik yazılımları bulunuyor. Türkiye’de üretilen bu yazılımlar
önemli ihracat pazarları olarak Almanya, İngiltere,
Kazakistan, ABD, Yunanistan, Azerbaycan-Nahçıvan başta olmak üzere CIS ülkeleri, Ukrayna,
Romanya, Hollanda, İsviçre, Irak, Fransa İran ve
hatta yazılım üretiminin kalbi sayılan Hindistan
dahil dünyanın her yanında 50’den fazla ülkede
başarı ile kullanılmaktadır.
Türkiye’de yazılım sektörünün hızla gelişmesi için
alınabilecek önlemlerden en önemlisi, vergi istisnaları yönünden ayrıcalıklı bölge uygulamasını tüm
ülke sathına yayılması ve yerinde Ar-Ge kavramının
gerçek anlamda uygulanmasıdır. Orijinal yazılım
üreten şirketlere bulundukları yerden veya çalıştırdıkları insan sayısından bağımsız olarak vergi istisnalari uygulanmalıdır. Türkiye’de yazılım üretimi
yapan şirketlerin yüzde 92’si küçük ve orta boy KOBİ
niteliğinde ve Ar-Ge merkezlerine sağlanan avantajlardan faydalanamıyor. Devletin bu şirketlerden
almayacağı vergi yerine bu miktarın yeni istihdam
oluşturulmasında kullanılması sağlanabilir.
Türkiye nitelikli insan kaynağı olarak da beklentileri karşılar durumdadır. 90’dan fazla üniversitenin
ilgili bölümlerinden her yıl değişik seviyelerde 6 bin
bilişim elemanı mezun olmaktadır. Şu anda bilişim sektöründe yaklaşık 170 bin yetişmiş eleman
bulunmaktadır. Türkiye’de sektöre sağlanan değişik
teşvikler sonucunda son zamanlarda büyük bilişim
ve telekomünikasyon şirketleri birbiri ardına Ar-Ge
merkezleri açmakta, yabancı yatırımcılar Türkiye’de
yazılım sektörüne yatırım yapmaktadır. Yalnız ara
eleman gereksinimi çok fazla olmasına rağmen ara
eleman arzı ve kalitesi beklenenin altındadır. Yeteri
kadar ve istenen seviyede ara eleman olmayınca
da nispeten düşük seviyedeki işler yüksek nitelikli
elemanlar, mühendisler tarafından yapılmak zorunda kalınıyor. Bu durumda da doğal olarak maliyet
artıyor, rekabet edebilirlik azalıyor. Türkiye’nin ara
eleman sorununa planlı, kararlı bir yaklaşım göstererek çözebilir.
Son olarak değinmek istediğim bir diğer husus ise
bugünlerde bütün siyasi partilerin 2012 yılı içinde
Türkiye’ye yeni çağdaş bir anayasa kazandırma
konusunda eğilim gösteriyor olması ve bilişim dünyası açısından bakıldığında da internet dünyasına
veya bir başka deyişle bilgiye erişim hakkı bir temel
hak olarak anayasa güvencesi altına alınmasının
önerilmesidir. Bu hak bazı ülke anayasalarında
detaylı olarak belirtiliyor veya anayasalarda temel
hak ve özgürlükler olarak görülen kendini ifade
edebilme ve bilgi alma hakkı altında değerlendiriliyor. Bazı ülkelerde bu konu ile ilgili ya var olan
kanunlarına eklemeler yapıyorlar ya da yeni kanunlar çıkartıyorlar. Sonuç olarak biz de yeni anayasamızda bilgi toplumuna daha hızlı dönüşülebilmesi,
coğrafi konumdan bağımsız olarak bilgiye ulaşım
fırsatının herkese verilebilmesi ve ekonomik canlanmaya ve dış ticarete de katkıda bulunması için
teknolojinin elverdiği ölçüde bir hızda, makul ve
diğer ülkelerdekiler ile karşılaştırılabilir bir bedel
ile internete erişim hakkının insanların kendilerini
ifade özgürlüğü ve bilgiye erişim hakkı kapsamında
değerlendirilmesi gerekir.
Bol bilişimli ve özellikle yazılımlı günler dilerim.
KASIM-ARALIK 2011 67
DOSYA: BİLİŞİM MAKALE
MESLEKİ BECERİLER, BİLGİ, YETKİNLİK
ve TÜBİDER MESLEKİ BİLGİ VE BECERİ,
SINAV VE BELGELENDİRME MERKEZLERİ
DÜNYANIN KARMAŞIKLIĞI ve EĞİTİMDE ÇOKLU DİSİPLİN YAKLAŞIMI ARTIK GENÇLERİN
DAHA BAŞARILI OLABİLMEK İÇİN DAHA FAZLASINI BİLMEYE ve DAHA FAZLASINI
YAPABİLMEYE OLAN İHTİYACINI GÖSTERİYOR. PEKİ, GENÇLERİN ALDIĞI ÖRGÜN EĞİTİM,
GENÇLERİ GERÇEKTEN İHTİYAÇ DUYDUKLARI BU YETENEKLERLE Mİ HAZIRLIYOR?
MESLEKİ BİLGİ, BECERİ ve YETKİNLİKLER GENÇLERİN EĞİTİM ve DAHA SONRAKİ HAYAT
BOYU ÖĞRENME SÜREÇLERİNDE HANGİ STRATEJİLER İLE ARTTIRILABİLİR?
Niyazi SARAL
TÜBİDER Yönetim
Kurulu Üyesi
68 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Ö
rgün eğitim sisteminin, dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi endüstriyel çağ için iyi
olan fakat bilgi çağı için pek de elverişli
olmayan akademik nitelikleri artırma yönünde daha
kuvvetli bir yapıda olduğu şüphesizdir. OECD (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü)’ye göre şu anda
okulların içinde bulunduğu ikilem, yeteneklerin mi
yoksa bilginin mi daha kolay öğretilebileceği ve iş
hayatında yetkinlik kazanma yerine o iş sürecini dış
kaynak kullanarak çözmenin ne kadar efektif olduğu
çelişkisidir. OECD’den Prof. Andres Schleicher’dan
alıntı yapılan yandaki grafik, 1960’tan bu yana işgücünde hangi işlemlerin gelişip hangilerinin gerilediğini gösteriyor. (1)
Otomasyon geliştikçe rutin öğelerle çalışan işgücü
talebinde düşüş olmakta, karmaşık olmayan bilgileri kullanarak bilgisayarlar ve robotlar, bazı işleri
insanlardan daha iyi bile yapabilmekte ve rutin bilişsel işlemlerin yoğun olduğu işgücünde de düşüş
yaşanmaktadır. Küresel bir ekonomide, maliyet
verimliliği açısından da tüm bu işlerin dijitalleştirilebilmesi, otomatikleştirilebilmesi ya da dış kaynaklı
olabilmesi amaçlanmaktadır.
Öyleyse kendimize sormamız gereken soru, gençlere başarılı olabilmeleri için, hangi anahtar eğitim
stratejileri ile yetkinliklerini ihtiyaç duyduğumuz bu
rutin olmayan etkileşimli ve çözümlemeli işi gücüne
yönelik öğretimi sağlayabileceğimizdir. Küreselleştirilmiş bu yeni ekonomide revaçta olanlar, uzmanlaşmış fikirler ve karmaşık iletişimle uğraşanlardır.
Kendi meslek dalında, konusuna ait özgün ve yoğun
bilgiye sahip güçlü çalışanlar her zaman kayda
değer bir öneme sahip olmakla beraber günümüzde
bu yeterli değildir.
Akademik çevre insan başarısında büyük rol oynar.
Akademik eğitim, araştırma, disiplin ve zorluklar
ile sağladığımız bilimsel, teknolojik, medikal ve
sosyal devrimler, bizi bugün birçoğumuzun hoşlandığı refah düzeyine taşımaktadır. Birçok genç
için üniversite eğitimi doğal bir tercihtir. Eğitimciler
akademik öğretimin oynadığı bu güçlü rolün devamlı olacağını öne sürüyor ancak insanlar, yalnızca
bir öğretim sisteminin varlığına odaklanılmaması
gerektiğinin de farkına varıyor. Evet, elbette başarılı
bir şekilde topluma katılım, dünya işlerine hazırlık
ve kişisel oluşum için akademik ilkelere bağlı bilgi,
yetenek ve anlayışın kritik bir yeri vardır. Ancak
akademik ilkeler, bu yeterlilikleri oluşturabilecek
tek ilke değildir. (1)
Modern bir eğitim müfredatının mevcut akademik
eğitimin ilerisine geçmesi gerektiği açıkça görülürken, aslında okulların çoğu geçen yılın final sınav
performansları ya da onların akademik test sonuçlarına göre değerlendirilmektedir. Ancak daha ilerisine gidebilecek bir akademik müfredat, öğrencileri
ileride ihtiyaç duyacakları gereksinimlere göre layıkıyla donatabilir. Yaklaşımlardan en geçerli olanı,
akademik ve mesleki yeterlilikleri, 21. yüzyıl beceriliyle kombine etmektir.
Dünyada ve Türkiye’de birçok yenilikçi eğitim kurumu kendi müfredatlarını 21. yüzyıl yeni eğitim yaklaşımına paralel ele almaktadır. Ancak günümüz
yenidünya ekonomisinde aranan özgün yetenekleri, yenilikçi ve kritik düşünmeyi, problem çözme
kabiliyetini ve karar verme yeteneğini, öğrenmenin
kendisini öğrenmeyi, farkındalık oluşturabilmeyi,
modern iletişim yeteneklerini, organizasyon kurabilme ve yönetebilmeyi bu müfredat ile sağlayabiliyor muyuz? Daha önemlisi gençlerin kendi meslek
dallarında bu yeni ekonomi ihtiyaçlarının ne kadar
farkında olduğudur.
İşverenler akademik yeterliliklerin yanında mesleki
yeterliliklerin de öneminin farkındadır: Rekabet
düzeyi yüksek şirketler, çalışanlarının örgün eğitimle sahip oldukları yetkinliklerin yanında formel olmayan eğitimle kazandıkları yetkinliklerin
kayda alınmasına ve geliştirilmesine önem vermektedir. Yapılan uluslararası çeşitli araştırmalar,
kişinin kazandığı mesleki bilgi ve becerilerin yüzde
70-90’ının formel olmayan yollarla olduğunu gösteriyor. Formel olmayan öğrenmenin yolları, başkalarından öğrenme, iş başında öğrenme vb. olarak
karşımıza çıkmaktadır. (2)
Tüm bu amaçlar için PBL (Project Based Learning)
Proje Tabanlı Eğitim yaklaşımı basit ama etkin bir
eğitim metodudur. Yukarıdaki şekilde farklı eğitim
yaklaşımları için eğitimin etkinliği irdelenmektedir.
Yaparak, kendi başına gerçekleyerek eğitim ve bundan daha iyisi akran eğitiminde rol almak gençlerin
yapabileceği en gerçekçi etkin yaklaşımdır. (3)
Gençlerin kendi mesleki yeterliliklerini akademik
eğitimleri sırasında geliştirebilmeleri için ne yap-
maları gerektiğini, çalışma hayatında ise bunları
geliştirerek daha üst pozisyonlarda kariyer sahibi
olabilmeleri için hayat boyu öğrenme süreçlerini
nasıl ele alacaklarını “Mezun Olunca Ne İş Yapacağım?” adlı makalemde bulabilirsiniz. (4)
Bunun yanında bilgi ve iletişim araçlarını kullanma yetkinliği (e-Beceriler) günümüz iş dünyasında
vazgeçilmez bir ön koşuldur. Hangi meslek dalında
olursa olsun ICT (Information & Communication
Technologies) Bilgi ve İletişim Teknolojileri çalışma
araçlarını etkin bir şekilde kullanmak bugün ülkemizde “bilgisayar okuryazarlığı” olarak görünen
temel bilgisayar kullanımı yetkinliklerinden çok
daha ötedir.
Ofis programlarını etkin kullanabilmek, web sitesi
veya blog hazırlama ve yönetme araçlarını çok
iyi bilmek, sosyal ağları etkin şekilde kullanmak,
internet ortamında çok iyi içerik yöneticisi olmak
ve görsel malzemeleri içeriklerde çok iyi kullanabilmek, Türkçe dilini güzel kullanmak ve yazım
tekniklerine hakim olmak, bugünün bilgi çağında
temel e-becerilerdir. (5)
Bilişim teknolojileri alanında mesleki yeterlilikler
hakkında daha gelişmiş bilgi alabilmek için Avrupa
e-yetkinlikler çerçevesi internet sayfalarını tavsiye
ederim. (6)
ICT kullanımının içinde bulunduğumuz bilgi çağında
ne kadar önemli olduğunu gösterecek bir resim
çizmek gerekirse, örneğin bugün yayınlanan birkaç gazetenin geçtiğimiz haftaki sayılarının içerdiği
Akademik çevre
insan başarısında
büyük rol oynar.
Akademik
eğitim, araştırma,
disiplin ve
zorluklar ile
sağladığımız
bilimsel,
teknolojik,
medikal ve
sosyal devrimler,
bizi bugün
birçoğumuzun
hoşlandığı
refah düzeyine
taşımaktadır.
KASIM-ARALIK 2011 69
DOSYA: BİLİŞİM MAKALE
Gelişen bilgi
teknolojileri,
insanları yalnızca
bulundukları
şehirde ya da
ülkede yaşamayı
değil, tüm
dünyada yaşamayı
öğrenmeye
zorunlu
kılmaktadır.
70 M‹MAR VE MÜHEND‹S
toplam bilgi, 18. yüzyıldaki bir insanın ömrü boyunca edinebileceği bilgiden daha fazladır. İnsanlığın
sadece bu yıl ürettiği eşsiz bilgi, son 5 bin yılda
üretilenden daha fazladır. Gençler bu yeni bilgilere
verimli bir şekilde erişebilmek ve değerlendirebilmek için becerilerini geliştirmelidir. Tüm bu bilginin, kendi mesleki görev ve sorumluluklarını daha
etkin ve verimli bir şekilde sürdürmelerini sağlamalıdır. Bu bilgi patlamasından istifade etmelerinin bir
yolu ICT’yi doğru kullanım becerileridir.
Gelişen bilgi teknolojileri, insanları yalnızca bulundukları şehirde ya da ülkede yaşamayı değil, tüm
dünyada yaşamayı öğrenmeye zorunlu kılmaktadır.
Gençler 21. yüzyılda daha çok insanın bireysel olarak bağlantıya geçebilmesi ve işbirliği yapabilmesi
için, tüm vatandaşlık görünümlerini anlayabilmelidir. Kendi ülkenizde olup bitenleri göz önüne almak,
dünya üzerinde nasıl olup biteceğini tahmin edebilmek için yeterli değildir.
Gençlerin, talep edilen 21. yüzyıl becerilerine sahip
olabilmeleri için, yenidünya ekonomisinde, bilgi içeriğini birleştirebildiğini, sentezleyebildiğini ve özgün
bir şekilde uygulayabildiğini ispatlaması zorunludur.
21. yüzyıl becerilerinin değerlendirilmesine bağlı
olarak öğrencilerden eğitimleri boyunca bilgi içeriğini kritik düşüncelere uyarlayabilmeleri, problem
çözebilmeleri ve analitik görevler yapabilmeleri
istenir.
TÜBİDER MESLEKİ BILGI ve BECERİ,
SINAV ve BELGELENDİRME MERKEZLERİ
Bilişim sektöründe meslek standartlarının belirlenmesi ve sertifikasyon hizmetlerinin verilmesi konusunda Türkiye’de önemli bir adım atıldı. AB destekli
“Mesleki Bilgi ve Beceri, Sınav ve Belgelendirme
Merkezleri (VOC Test Merkezleri) Projesi” çerçevesinde Bilgisayar Donanım Elemanı ve Ağ Teknolojileri Elemanı meslek dallarında yasal mesleki
standart ve sertifikasyonları TÜBİDER oluşturacak.
İki yıl içinde tamamlanması planlanan bu proje 380
bin avro bütçeli olacak ve bunun 300 bin avrosu AB
tarafından hibe edilecek. (7)
Mesleki Yeterlilik Kurumu (MYK), meslek standartlarını temel alarak, teknik ve meslekî alanlarda
ulusal yeterliliklerin esaslarını belirlemek; denetim,
ölçme ve değerlendirme, belgelendirme ve sertifikalandırmaya ilişkin faaliyetleri yürütmek üzere 21
Eylül 2006 tarihli ve 5544 sayılı Kanun ile kurulmuştur. MYK ve İstanbul Ticaret Odası, 15 Mart 2011
tarihinde “Meslek Standardı Hazırlama İşbirliği
Protokolü” imzalamışlardır. Protokol kapsamında
taslak meslek standardı hazırlanacak mesleklerin
belirlenmesi amacıyla İTO koordinatörlüğünde sektörün önemli kurum ve kuruluşları olan TÜBİDER
Bilişim Sektörü Derneği, TÜBİSAD Bilişim Sanayicileri Derneği, Türkiye Bilişim Vakfı (TBV), Yazılım
Sanayicileri Derneği (YASAD), TBGD Bilişim Güven-
liği Derneği ve Test Derneği organize olmuşlardır.
İTO koordinatörlüğünde bugüne kadar gerçekleştirilen mesleki
standartların belirlenmesi çalışmaları sonucunda, bilişim sektörünün meslek haritası oluşturuldu ve standartların belirleneceği 19 meslek dalı belirlendi. TÜBİDER, bu meslek dallarının
içerisinden, özellikle bilişim bayi kanalını ilgilendiren 6 meslek
dalının standartlarının belirlenmesi konusunda görev aldı. Bu
konuda Mesleki Yeterlilik Kurumu’nun attığı bir sonraki adım,
meslek standartlarının, yeterliklerinin belirlenmesi ve bu yeterliliklere göre sınav merkezlerinin açılması için AB destekli hibe
projesi olan VOC – Test Merkezi Projesi oldu.
TÜBİDER’in VOC – Test Merkezleri ile ilgili yaptığı başvuru, Mesleki Finans ve İhale Birimi tarafından kabul edildi ve sözleşme
imzalandı. Bu sözleşme, TÜBİDER’in bu konuda belgelendirme
kuruluşu olması yönünde önemli bir adım oldu. TÜBİDER, başvuruyu yaparken de proje ortağı olarak TÜBİFED (Bilişim Sektörü Dernekleri Federasyonu), iştirakçi olarak da Çizgi-Tagem’i
belirledi.
TÜBİDER VOC Test Merkezi ekibinin bugüne kadar yaptığı çalışmalar konusunda VOC Test Merkezi ofisinin tutulması ve alt
yapısının hazırlanması, donanım ve yazılım ihtiyaçlarının belirlenmesi, web sitemizin kurulması gibi genel hazırlık çalışmalarını sayılabilir. Ayrıca ekip Bilgisayar Donanım Elemanı ve Ağ
Teknolojileri Elemanı meslek dallarında meslek standartlarını
taslak olarak hazırlayarak İTO ile koordineli bir şekilde MYK’ya
göndermiştir.
Günümüzün hızla değişen bilişim sektöründe bireylerin kendine
bir kariyer sağlayabilmesi için bilgi, beceri ve deneyimlerini belgelemeleri istenmektedir. Sertifikasyonlar, tanımı belirlenmiş
bir bilgi ve beceri düzeyi için gerekli birikimi ölçüp değerlendiren
belgeleme standartlarıdır. Bilişim teknolojilerine yapılan yoğun
yatırımlar ile şirketlerde bu yatırımlarını tecrübeye ve sertifikaya
sahip bilişim teknolojileri profesyonellerine emanet etme arzusu çoğalmaktadır. İş başvurularınızda öne geçmenizi, sektörde
yer edinmenizi sağlayabilecek olan bu sertifikalar uluslararası
alanda da kabul görmenizi, dünyaya açılabilmenizi de sağlar.
Sertifikasyon bilişim sektörü açısından bakıldığında uzmanlığınızın bir ispatı demektir.
MYK’nın kurulmasıyla Türkiye’de mesleklerin ve meslek standartlarının tanımlanması, ulusal yeterliliklerin belirlenmesi,
örgün ve yaygın eğitim ve öğretim kurumlarının bu yeterliliklere
göre eğitim hazırlamalarının sağlanması ve yetkilendirilmiş
belgelendirme kuruluşlarının akreditasyonu tekrardan düzenlenmiş ve gerekli hukuki alt yapı oluşturulmuştur. Bu anlamda
bilişim bayi kanalının dernekleri TÜBİDER ve TÜBİFED, Mesleki
Bilgi ve Beceri, Sınav ve Belgelendirme Merkezleri (VOC Test
Merkezleri) Projesi’ni çok önemsiyor ve sektörün geleceğini
belirlemesi açısından toplumun tüm kesimlerince desteklenmesini bekliyor.
Kaynakça
(1) Skills, Knowledge and Competencies – Mike Lloyd
(2) Yetkinlikten Ne Anlıyoruz? – www.mess.org.tr/html/haberler/htm/3matrgorus.pdf
(3) High Performance Schools – Mike Lloyd
(4) Mezun Olunca Ne İş Yapacağım? – http://www.niyazisaral.net/?p=351
(5) Bilişim Çağında Asla Yapılmayacaklar ve Dikkatle Yapılması Gerekenler - http://
www.niyazisaral.net/?p=97
(6) European e-Competence Framework – http://www.ecompetences.eu/
(7) Tübider VOC Test Merkezi Projesi – http://www.voctest.org/
KASIM-ARALIK 2011 71
DOSYA: BİLİŞİM MAKALE
500 MİLYAR DOLAR
İHRACAT HEDEFİ NASIL OLUR?
ÜLKEMİZİN 2023 İÇİN KOYDUĞU YILLIK HEDEF 500 MİLYAR DOLAR’DIR. PEKİ, 500 MİLYAR
DOLAR İHRACAT HEDEFİNE NASIL ULAŞIRIZ? BU HEDEFİ TUTTURMAK İÇİN NE TÜR
STRATEJİLERE İHTİYACIMIZ VAR?
Salim ÇAM
MBA
72 M‹MAR VE MÜHEND‹S
H
edefe ulaşılması için, markalaşma ve pazarlama stratejisinin oluşturulması gerekiyor.
Türkiye’nin kaliteli ürünler üreten ülke imajı
oluşturması, şirketlerinin markalaşmasıyla olacaktır. Zira günümüzde iz bırakan bir şirket haline gelebilmenin ana şartı, güçlü bir marka oluşturmada
yatıyor.
Tüm dünyada firmalar, alanında ‘marka’ olmayı
istiyor. Marka olabilmenin ilk adımında; işletme
(yönetim, sistem), üretim (mal, hizmet), pazarlama,
satış, dağıtım, servis ve tanıtım gibi tüm süreçlerin
başarılı bir şekilde yönetilmesi gerekiyor. Marka
olmak demek, her konuda kalite, farklılık, verimlilik,
ticari başarı, sosyal sorumluluk gibi birçok süreci
kapsıyor. Aynı zamanda, marka ile müşterileri arasında ‘duygusal bağ’ da kuruluyor. Bu duygusal bağı
oluşturmak ve sürdürülebilir kılmak için, markanın
sürekli farklılık ortaya koyması gerekiyor. Bilgi
teknolojileri, bir firmanın marka olabilmesi için tüm
süreçlerinin birbiriyle entegre olarak, doğru ve anlık
olarak yönetilmesini sağlıyor.
Son 30 yıldır ciddi bir bilgi birikimi ve tecrübeye
sahip olan Türk bilişim sektörü, ülkemizdeki firmaların yanı sıra, Türkî Cumhuriyetler ve Ortadoğu ülkeleri başta olmak üzere yakın komşumuz
olan ülkelerden yazılım ve danışmanlık konularında
yoğun iş teklifleri de alıyor. Bulunduğumuz coğrafyadaki ülkelerin, sahip olduğumuz bilgi birikimini
transfer etmeyi istemesi de Türk bilişim sektörünün
markalaşması ve satış konusunu gündeme getiriyor. Bilindiği üzere Türkiye’de yazılım mühendisliğinin geçmişi, 1980’li yıllara uzanıyor. O günden
bugüne gelindiğinde, sektörde 100 binleri geçen
kalifiye bir insan kaynağı oluşmuştur. Sektörün
pazar büyüklüğü de 30 milyar dolara yaklaşmıştır.
Bu rakamlarda, ülkemiz bilişim sektörünün ciddi yol
aldığını göstermektedir. İşte bu noktada, bölgesel
bir güç olabilmesinin yolu da markalaşma ve satıştan geçmektedir. ‘Markalaşma ve satış’, sadece bilişim sektörünün değil, diğer sektörlerin de önündeki
önemli konulardan birisidir. Nitekim ülkemizdeki
işletmelere baktığımızda, firmalar 1970 ile 2000’li
yıllar arasında üretmeyi öğrendiler ve üretimde çok
ciddi başarılar elde etti. Bu yıllar arasında, binlerce
fabrika, on binlerce işletme kurulurken, milyonlarca
kalifiye insan kaynağı yetişmiş oldu.
Günümüzün global rekabetinde ayakta kalmak için
de son yıllarda ürettiklerini satmayı da öğrenmeye
başladı. Zira üretimi bilmek kadar, ürettiğini satmak
ve yeni pazarlar oluşturarak, bu pazarlardan pay
almak da çok önemli bir konudur. Kısaca, birçok
sektörde, üretim kalitesi ve standartlarda ciddi bir
başarı kaydedildi. Bugün küçük bir işletme bile, 20
veya 30 ülkeye ihracat yapmaya başladı. Gelinen
nokta büyük bir başarı olmasına rağmen, günümüzün global rekabet ortamı için yeterli değildir.
İşletmeler tarafından; dünya ekonomisi, değişen
trendler gibi birçok konu güncel olarak takip edilmesi gerekirken, aynı zamanda global pazarlarda sürdürülebilir olmak için ‘marka olunması’ da
lazımdır. Marka olmanın bir avantajı da, yeniliklerin
öncüsü olunması nedeniyle, alanında sektörüne
yön verebilme kabiliyetidir. Bu kabiliyete, diğer bir
deyişle Ar-Ge çalışmalarına önem veren firmaların,
global pazarlarda başarıya ulaşması kaçınılmazdır.
Zira, bir şirket veya sektör olarak global pazarlarda
rekabetin öncesinde, ilk etapta nasıl bir satış ve
pazarlama stratejisi uygulanacağı belirlenmelidir
ve ona göre hareket edilmelidir. Çünkü dünya devi
olan uluslararası şirketler; sahip oldukları teknoloji,
bilgi sistemleri altyapısı, sermaye birikimi, insan
kaynakları, Ar-Ge ve üretim gücüyle, girdikleri herhangi bir ülkedeki yerel pazardan kısa zamanda çok
ciddi pazar payı alabilmektedir. Bu nedenle ülkemiz
işletmelerinin de dünyadaki gelişim ve değişim
paralelinde, stratejik planlarını hazırlayıp o yönde
hareket etmeleri gerekmektedir. Ne yazık ki belli bir
etkinliği ve gücü olmayan firmaların, ayakta kalması
her geçen gün zorlaşmaktadır. Bu noktada, firmalar
ve sektörler ana sektörlerine yoğunlaşarak, rekabet
için yoğun mücadele vermelidir.
Satış ve pazarlama konusunda da eldeki veriler
doğrultusunda hareket edilmesi önemlidir. Özetle,
işletmeler veya sektörler için, ayakta kalıp rekabet
edebilmek için, üretim yapmak kadar, ürettiğini
satmak ve satışın sürdürülebilir olması için markalaşmaya önem vermek üzerinde hassasiyetle
durulması gereken konulardır. Bugün uluslararası
bir dünya devi olan x firma; yüzlerce veya binlerce
dağıtım noktasını, farklı ülkelerdeki fabrikalarını,
10 binlerce çalışanını ‘bilgi teknolojileri’ altyapısı
ile anında yönetebilmektedir. Kurumsal Kaynak
Planlama (ERP), iş zekası, B2B, B2C gibi bilgi
teknolojilerindeki gelişmeleri anında işletmesine
revize eden büyük ölçekli firmalar, rakipleriyle arasındaki uçurumu da hızla açmaktadır. Ülkemiz
bilgi teknolojilerine baktığımızda ise yerli firmalar
ciddi yazılımlar geliştirdiler ve geliştirilen yazılımları kamu-özel sektörde başarıyla hayata geçirdiler.
Mesela, Türk yazılım sektörü için kod üretmek fırsat
olmaktan çıkmıştır. Sektör, bilgi birikimi ile katma
değerini yükseltmeye hazırdır. Elde edilen başarıyı
gören yakın komşumuz olan ülkelerden de ciddi iş
teklifleri almaya başlamıştır. İşte bu noktada, Türk
bilişim sektörünün gelecek stratejisi oluşturularak,
bu strateji paralelinde global pazarlarda etkin bir
satış-pazarlama planı uygulaması ve küresel rekabette markalarıyla yer alması lazımdır.
İşletmeler veya
sektörler için,
ayakta kalıp rekabet
edebilmek için,
üretim yapmak
kadar, ürettiğini
satmak ve satışın
sürdürülebilir
olması için
markalaşmaya önem
vermek üzerinde
hassasiyetle
durulması gereken
konulardır.
KASIM-ARALIK 2011 73
DOSYA: BİLİŞİM MAKALE
“TÜRK YAZILIM SEKTÖRÜNÜN,
BÖLGESEL GÜÇ OLMAK İÇİN CİDDİ
POTANSİYELİ BULUNUYOR”
ÜLKEMİZDE YAZILIM MÜHENDİSLİĞİNİN GEÇMİŞİ, 1980’Lİ YILLARA
DAYANIYOR. BUGÜN GELDİĞİMİZ NOKTADA, SEKTÖRÜMÜZDE 100 BİNLERİ
AŞAN KALİFİYE İNSAN KAYNAĞI BULUNUYOR. BU DA POTANSİYEL BİR GÜÇ
OLABİLECEĞİMİZİN KANITIDIR.
Mehmet ÖNDER
Matematik Mühendisi
74 M‹MAR VE MÜHEND‹S
T
ürkiye’de, yazılım ve danışmanlık sektörleri,
son 30 yılda ciddi bir bilgi birikimi ve tecrübeye sahip oldu. 2011 yılı itibariyle, ülkemizin
bilgi teknolojileri ve iletişim sektörü pazar büyüklüğü ortalama 30 milyar doları buldu. Bu rakamın
içerisinde yazılım sektörünün payı, 1 milyar dolara
yaklaştı. Zira bir ülkenin rekabet edebilmesindeki
en önemli güç, ‘bilgi ve iletişim’ teknolojileridir.
Son yıllarda kamu ve özel sektörde bu alanlarda
atağa kalkan ülkemizin, sahip olduğu bilgi birikimi
ve tecrübesi de sürekli artmaktadır. Bu durum da,
özellikle yakın komşumuz olan ülkelerin, bu konulara ilişkin bilgi birikimi talep etmeye başlamasına
neden oluşturmaktadır.
Genel
olarak
baktığımızda,
Azerbaycan,
Türkmenistan, Özbekistan, Rusya, Irak, İran gibi
yakın komşumuz olan ülkelerden; bilgi birikimi
transferi, yazılım ve danışmanlığı konularında ciddi
iş teklifleri almaya başladık. Yazılım ve danışmanlık
sektörlerinde, bölgesel güç olmamız konusunda
ciddi bir potansiyelimiz bulunuyor. Doğu Avrupa
ülkeleri, Rusya, Türkî Cumhuriyetler, Ortadoğu ve
Afrika ülkeleri, yazılım ihracatı ve danışmanlığı
yapabileceğimiz coğrafyadır. Bu pazarların ihtiyaçlarına baktığımızda; örneğin, Türkî Cumhuriyetler
ve Afrika’da, finans sektörü yazılımları, bankacılık, Kurumsal Kaynak Planlama (ERP), doküman yönetimi gibi çeşitli konularda ciddi bir talep
bulunmaktadır. Bu ülkeler, yazılımın yanı sıra; iş
disiplini, Ar-Ge gibi bilgi birikimini de satın almayı
istemektedir. Aynı zamanda, son yıllarda ülkemizde eğitim gören Türkî Cumhuriyetler, Ortadoğu ve
Afrika ülkelerinden gelen öğrenciler, Türk yazılım
ve danışmanlık sektörleri hakkında bilgi edinmektedir ve bu durum da yakın gelecekte bu ülkeler ile
olan işbirliğimizi daha da artıracaktır. Diğer taraf-
tan çeşitli sektörlerden bu ülkelerde yatırım yapan
Türk iş dünyası, beraberinde Türk yazılımını ve
danışmanlığını da götürerek, sektörümüzün dünyaya açılmasına önemli katkı sağlamaktadır.
Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın verdiği desteklerin,
şube açmak ve bu ülkelerde tutunma konusunda
büyük katkısı olmaktadır. Komşumuz olan ülkeler,
kamuda elde ettiğimiz başarılara ilişkin, yazılım,
danışmanlık ve bilgi birikimi transfer etmeyi de
istemektedir. Türkiye, kamu sektöründe elde ettiği deneyimleri, bu bölgelere götürebilir. Özetle,
Türk yazılım sektörü, sahip olduğu bilgi birikimi
ve tecrübesiyle, ülkemizin bacasız sanayilerinden
biri olarak, ekonomiye katma değer sağlamaya
devam edecektir. Nitekim, şirketler, sektörler ve
ülke olarak, global pazarlardaki rekabet gücümüzü
belirleyecek sektörlerin başında ‘yazılım sektörü’ de
gelmektedir. Çağımız, bilgi çağıdır. Teknolojik altyapısını kurmayan firmalar, üretim kapasitesi, satış
ve pazarlama, müşteri istek ve talepleri gibi birçok
konuda ‘doğru bilgiye’ sahip olamayacakları için
hem etkin hem de zamanında karar alamayacaktır.
Kısaca, işletme içerisindeki bilgiyi doğru yönetemeyen firmalar, ne yazık ki rekabetin gerisinde kalmaya mahkumdur. Çünkü bilgi sistemleri sayesinde,
muhasebe, satın alma, satış, stok yönetim, üretim
yönetimi, insan kaynakları, tesis yönetimi, dış ticaret
yönetimi gibi tüm alanlar birbiriyle entegre olarak
anlık takip edilip yönetilebilmektedir.
Doğru ve hızlı bilgiye ulaşarak, tüm süreçlerini anlık olarak yöneten firmalar da farklılaşarak
yoluna devam edeceklerdir. Değişim o denli hızlı
yaşanmaktadır ki iş süreçlerinin değişimi de birçok
alanda gerçekleşmektedir. Mesela, yakın gelecekte; bir şirket kredi almak istediğinde, x banka; o
firmadan evrak istemek yerine, firmanın internet
dünyasında dönen evraklarını, yaptığı havaleleri
sanal ortamdan izleyerek kararını verebilecektir.
Zaman, değişim zamanıdır. Neredeyse teknoloji de
her geçen gün yeni bir gelişmeyle değişimi yaşamaktadır. Birkaç yıl sonra işlerimizi; sanal ticaret,
sanal bayi, sanal tedarikçi boyutundan yürütebileceğiz. KOBİ’lerimizde, bu değişim rüzgarını yakalayarak, bugün olduğu gibi gelecekte de başarılı işlere
imza atabilmesi noktasında, teknolojideki gelişmeleri takip ederek, anında iş süreçlerine uygulaması
gerekmektedir. Aynı zamanda, teknolojiyle birlikte
iş yapış şekilleri de değişmektedir ve günümüzde
birçok işletme bunu fark etmiş durumdadır. Ancak,
süreci nasıl yöneteceklerine ilişkin bilinmeyenleri
de olabilir. İşte tam bu noktada, ‘Bilgi Teknolojileri’
ciddi anlamda yardımlarına koşmaktadır. Öncelikle,
dünya çapında bir işletme olabilmek için işletmeler, teknolojinin gücüne, vazgeçilmezliğine inanmak
ve işletme içinde bazı değişimleri kabul etmek
ve aynı zamanda uygulamak zorundadır. Çünkü
işletmeler, yaşayan organizmalar gibidir. Tüm iş
akışları, zaman zaman gözden geçirilerek, gerekli
değişim ve gelişim uyarlanmalıdır. İşletme sahipleri
ve yöneticileri de bu değişime kayıtsız kalmayarak,
teknolojiyle işletmesinde fark oluşturma dönemine
başlamalıdır. Bu arada, firma çalışanları da teknoloji kullanımına teşvik edilmelidir. Çünkü teknoloji,
bilgiye hızlı erişimi, entegrasyonu, sağlıklı bilgi
toplamayı ve zamanında iş yapma yeteneğimizi arttırmaktadır. Tüm bunlar, doğru ekip ile doğru destek alınan partner ile yapıldığında; işletmeler için
rekabet üstünlüğü ve rakiplerine göre farklı olması
sağlanacaktır. Bunun farkında olan ve ihtiyaç duyan
yakın komşumuz olan ülkeler, Türkiye’nin sahip
olduğu bilgi birikimi ve tecrübeyi transfer etmek
için, yazılım ve danışmanlığın da arasında bulunduğu birçok sektöre iş teklifinde bulunmaktadır.
Birkaç yıl içerisinde ülkemiz yazılım ve danışmanlık
sektörleri, bulunduğumuz coğrafyada etkin bir güç
olabilecektir. Çünkü artık şirketler ve sektörler, bilgi
teknolojileri ile global pazarlarda rekabet edebileceklerinin farkındadır. Örneğin, ‘İş zekası’ konusuna
değinelim. İş zekası ile işletme içerisinde toplanan
veriler, kendi içinde; ürün performansı, kurum
performansı, sektör performansı, dünya rekabeti
performansları gibi konularda kıyaslanabilmektedir. Bu kıyaslamalar; aylık, 6 aylık, yıllık olarak; piyasada dolaşan riskler ile kıyaslanarak, aynı zamanda
ürüne, kuruma ve sektöre göre analiz edilmektedir.
Bir başka deyişle ‘İş zekası’ uygulaması; günler
ile değil trendler ile ilgilenir, müşteriler ile değil
müşteri grupları ile ilgilenir, ürünler ile değil ürün
grupları ile ilgilenmektedir. İşletmeye de ayıklanmış, yorumlanmış ve kıyaslamalar yapılmış, doğru
bilgiler kalmaktadır. Böylece, ortaya çıkan stratejik
kararlar da işletmelerin karar alma süreçlerinde
yol gösterici olacaktır. İşte, bir şirketin dünya rekabetinde bilgi teknolojilerinden nasıl yararlandığına
kısaca değindik. Şirketler sektörleri, sektörlerin
de ülke ekonomisini oluşturduğunu düşünürsek,
güçlü bir ekonomi için bilgi teknolojilerine yatırım
yapması lazımdır. Ülke olarak sadece bilgi teknolojilerini satın alan değil, ar-ge sonucu geliştirilen
yazılımlar ile bilgi teknolojilerini ihraç eden ve
bunun danışmanlığını veren bir ülke olmak için
çalışıyoruz. Konusunda uzman olan yetişmiş insan
kaynağımıza, güvenimiz tamdır. Türk mühendisleri,
atik ve kıvraktır. Bacasız sanayi olan bilgi teknolojileri, sektörlerin lokomotif gücü olarak, gelecekte
ciddi bir yükseliş ivmesiyle yoluna devam edecektir.
KOBİ’lerimizde, bu
değişim rüzgarını
yakalayarak,
bugün olduğu
gibi gelecekte
de başarılı işlere
imza atabilmesi
noktasında,
teknolojideki
gelişmeleri takip
ederek, anında
iş süreçlerine
uygulaması
gerekmektedir.
KASIM-ARALIK 2011 75
DOSYA: BİLİŞİM MAKALE
“GLOBAL PAZARLARDA REKABETİN
GÜCÜNÜ, ‘TEKNOLOJİ, BİLİM VE
AR-GE’ ÇALIŞMALARI BELİRLİYOR”
BİLİŞİM SEKTÖRÜNDE, YETİŞMİŞ CİDDİ BİR İNSAN KAYNAĞIMIZ BULUNUYOR.
BU İNSAN KAYNAĞININ ÖNÜNÜ AÇMAK İÇİN GEREKLİ ALTYAPIYI HAZIRLARSAK,
İRLANDA, İSRAİL, HİNDİSTAN GİBİ YAZILIMDA DÜNYADA SÖZ SAHİBİ OLAN
ÜLKELER ARASINA GİREBİLİRİZ.
Mehmet TORUN
Meteoroloji
Mühendisi
76 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Ş
u an, bilgi çağındayız ve toplumun vazgeçilmezi olan bilgisayarlar, cep telefonları ve
dolayısıyla bunların üzerindeki yazılımlar ile
mobil yaşam, hayatımızın her alanına yön vermeye
başladı. Eğitimden eğlenceye, üretimden satış ve
pazarlamaya kadar her alanda bilgi teknolojileri
ve mobil süreçler kullanılıyor. Katma değeri yüksek olan yazılım sektöründe, sadece ülkemizden
değil, yakın komşumuz olan ülkelerden de ciddi
bir iş potansiyeli bulunmaktadır. Bacasız sanayi olan ‘Türk bilişim sektörünün’ dünyayla rekabet edebilme noktasında; Ar-Ge yapabilmesi için
‘Teknoparklar ve Devlet Teşvikleri’ büyük önem
kazanmaktadır. Nitekim ülkemizde milli gelir içerisinde Ar-Ge’ye ayrılan pay, 2003 yılında yüzde 0,48
iken, hükümetimizin yaptığı başarılı çalışmalar ve
teşvikler neticesinde bu oran 2011 yılında yüzde
0,85’e yükselmiştir.
Yakın gelecekte, bu oranın yüzde 2’ye çıkarılması hedeflenmektedir. Çünkü günümüzde, ülkelerin
uluslararası piyasalarda rekabet edebilme gücünü;
teknoloji, bilim ve Ar-Ge yatırımları belirlemektedir.
Dünyada söz sahibi olan firmalar, satış gelirlerinin
yüzde 5 ile yüzde 15’ini Ar-Ge çalışmalarına ayırmaktadır. Diğer taraftan, gelişmiş ülkelerde Ar-Ge’nin
milli gelir içindeki payına baktığımızda; Japonya’da
yüzde 3,12; Amerika’da yüzde 2,67; AB ülkelerinde
ise yüzde 1.83 olarak ifade edilmektedir. Özetle son
yıllarda, ülkemizde de Ar-Ge yatırımları konusunda
ciddi bir atak gerçekleşmektedir. Ar-Ge faaliyetlerini
desteklemek için 2008 yılında kanun çıkarılmıştır.
Bu kanun ile hem tekno-girişim sermayesi desteği
verilmektedir hem de 50 ve üzerinde Ar-Ge personeli
çalıştıran işletmeler Ar-Ge merkezi belgesi almakta
ve bu işletmelere önemli teşvik-muafiyetler sağlanmaktadır. Mesela, Ar-Ge merkezi belgesi alan 87
şirkette çalışan yaklaşık 13 bin kişinin, geçtiğimiz
3 yıl içerisinde yaptığı Ar-Ge harcaması 4,8 milyar
lirayı bulmuştur. Zira dünya rekabeti için Ar-Ge ve
inovasyon yapılması için devlet teşviklerinin yanı
sıra, teknoparklara büyük ihtiyaç vardır. Şu an,
ülkemizdeki teknopark sayısı yaklaşık 40 civarında-
dır. Yetişmiş insan kaynağı ve projeler ile iç ve dış
pazarlardaki iş potansiyeli analiz edildiğinde, bu sayı
yeterli değildir. TOKİ veya yerel yönetimler, çok da
şehir dışında olmayan, ulaşımı merkezi bir noktada
bulunan yerlerde, yeni teknoparklar inşa edebilir.
Günümüzde yazılım yapan gençler veya yerli yazılım
firmalarının büyük bir çoğunluğu, teknoparklarda
yer bulamadığı veya kirası yüksek olması nedeniyle
herhangi bir ofiste çalışmasını sürdürmektedir.
Bu durumda da teşvik ve muafiyetlerden yeterince
yararlanamadıkları için başlanan Ar-Ge çalışmaları
kaynak yetersizliğinden tamamlanmamaktadır ve
global pazarlarda rekabet edebilecek ürüne dönüşememektedir. Eğer, TOKİ veya yerel yönetimler,
yazılım firmalarının bir arada kümeleneceği yeni
teknoparklar oluştururlar ise bir yandan bu alanda
daha fazla katma değer üretilirken, diğer yandan bir
arada olan firmalar, birbirleriyle güç birliği yapma
imkanı bularak, daha fazla Ar-Ge geliştirecektir.
Bilindiği üzere, teknopark kavramının temelinde,
‘Bilgi, İşgücü ve Sermaye’ işbirliğinin sağlanması
yatmaktadır. Üniversite-sanayi işbirliğinin kurumsallaşması, aynı veya değişik sektörde faaliyet gösteren yenilikçi işletmelerin bir araya gelmesinin
yarattığı sinerji ile ülkemizde de Ar-Ge faaliyetlerinin artırılması sağlanabilecektir. Bilim, Teknoloji ve
Sanayi Bakanlığı’nın Ar-Ge konusunda çok başarılı
çalışmaları mevcuttur. Aynı zamanda, Kalkınma
Ajansları, farklı alanlardaki birçok projeye destek
vermektedir. Özetle, Türkiye olarak hedeflerimiz
büyüktür. Bilgi ve teknolojide önce bölgesel bir
güç, ardından dünyaya örnek teşkil eden bir ülke
olmayı istiyoruz. Bunun yolu da, Ar-Ge, teknoloji ve
taşarım gibi alanlardan geçiyor. Cumhuriyetimizin
100. yılı olan 2023 yılında, dünyanın en büyük 10
ekonomisinden biri olmayı hedefliyorsak, sadece
daha fazla üreten değil, aynı zamanda daha kaliteli
ve yüksek katma değerli üretim yapan işletmeler ve
sektörler gerekmektedir. Türkiye, bilim ve teknoloji
treninde, sıradan bir vagon değil, lokomotif olmaya
adaydır. Türkiye, Ar-Ge çalışmalarıyla, geleceğine
yön verecektir.
FATİH PROJESİ NEDİR, NE DEĞİLDİR?
HER ÖĞRENCİYE TABLET SLOGANI İLE YOLA ÇIKILAN VE FATİH PROJESİ İLE
ADLANDIRILAN, TÜM DÜNYA DA DAHİ HENÜZ ÖRNEKLERİNE RASTLANMAMIŞ
BİR ÇALIŞMA; GELECEĞİN EN BÜYÜK SEKTÖRÜNÜ ÖNÜMÜZE GETİRECEK Mİ?
BAŞARI İÇİN DİKKAT EDİLMESİ
Behçet ENVARLI
GEREKEN NOKTALAR
Türkiye Bilişim Vakfı Projenin temel hedefinin “bilgiye 7/24 erişmeyi
Genel Sekreteri
sağlayacak ortamı,” ülke çapında gerçekleştirmek
olduğunu kabul ediyoruz. FATİH Projesi bu bakımdan, devletin, eğitimi çağdaş teknolojiyi kullanarak
etkinleştirme gayretinde şimdiye kadarki en kapsamlı ve organize girişim olarak karşımıza çıkıyor.
Gelecek kuşağın zihnini şekillendirme ve eğitme
gibi çok yaşamsal önemde bir projenin, bundan
önceki iyi niyetli ama organizasyonu yetersiz projelere benzememesi ve gerçekten “işe yaraması” için
dikkat edilmesi gereken pek çok husus vardır.
Fatih Projesi ile 2013 yılı sonuna kadar dersliklere
BT araçlarının sağlanması ve BT destekli öğrenimin
gerçekleşmesi hedeflenmiştir. Bu proje ile eğitimde fırsat eşitliğinin yanı sıra Türkiye’nin geleceğini
yönetecek öğrencilerimizin bilgi çağının teknolojik
araçları ile tanışması, öğrenme ve araştırma yeteneğinin gelişmesi sağlanacaktır. Fatih Projesi, orta
ve yüksek teknoloji merkezi olmak, e-devlet yapısına
biran evvel kavuşarak vatandaşların ihtiyaçlarına yeni
teknolojiler ile cevap vermek gibi stratejik hedeflere
sahip Türkiye için önemli bir fırsat yaratmaktadır.
Dünyada bile eşine az rastlanan bu çapta bir eğitim
hamlesi, kurulum ve daha önemlisi “kurgulanma”
aşamalarında azami özen ve dikkati gerektirmektedir. Projenin ölçeğinden kaynaklı olarak barındırdığı
risklerin daha tasarım aşamasında öngörülmesi ve
önlemlerin planlanması kritik başarı unsurlarıdır.
Fatih Projesi ana başlıkları olarak:
İşletim sistemi ve yazılımının,
• “Bilişim güvenliğini” sağlayan,
• Sistemin yönetilmesinde “güvenilirlik” ögeleri
dikkate alınmış,
• Sistemin mevcut olan ve ileride mevcut olacak
olan diğer yazılım ve donanım bileşenleri ile sorunsuz bir şekilde çalışabilmesini sağlayacak “birlikte
çalışabilirlik” özelliğine sahip,
• Sistemin uzun vadede başarısı için “yönetilebilirlik” unsurunu tüm Türkiye’ye yayılmış ve 7/24 hizmet verebilen bir sistem ile uzaktan kolay ve güvenli
olarak idame eden,
• “Sürdürülebilirlik” özelliklerini sağlayacak sistemi
oluşturan alt bileşenlerin (ve özellikle işletim sisteminin) önünde geliştirme ile ilgili net bir yol haritası
ve de bunu mümkün kılacak ticari ve pazar desteği
ve gücüne sahip, bir yapıda olması elzemdir.
Eğitim içeriğinin,
• “Öğrenci merkezli” bir öğrenim özelliğini taşıması,
• “Farklı içerik” sağlayıcılar tarafından geliştirilmiş
müfredata uygun olması,
• Dijital içeriklerin “online” olarak sunulması ve
kullanılması,
• Sınıflara temin edilecek akıllı tahtalarla “uyumlu”
olarak çalışması
• İçeriklere her an, her yerden “erişebilir” olması,
gerekmektedir.
Teknoloji destekli eğitim ve öğretimde,
• İçeriklerin uygun eğitim yöntemi ile dijitalleştirilmesi,
• Müfredat konularının ayrıntılı incelenerek nasıl
bir yöntemle dijital ortama aktarılması konusunda
çalışma yapılması
• Çağdaş içerik oluşturma ve sunma teknik ve teknolojilerinin kullanılması,
• İçeriklerin ve altyapının sınıf içerisinde etkileşimi
de destekleyecek bir yapıda olması,
• Öğrenci merkezli eğitim yaklaşımlarında sunulan
eğitim müfredatının yanı sıra öğrencinin kendi istediği zamanda konuları pekiştirecek eğitim araçlara
sahip olması, büyük önem taşımaktadır.
Ağ altyapısı ve geniş bant Internet kullanımında,
• Erişimin kesintisiz ve tüm Turkiye genelinde sağlanabilir olması
• Karma erişim modelinin düşünülmesi
• Ağın özel sanal bir ağ (VPN) olması ve Internet’ten
doğrudan (kontrolsüz) erişime olanak vermemesi
• Merkezi kontrollü bir ağ güvenliğinin tesis edilmiş
olması
• Merkezlerde Bulut Bilişim Mimarisi kullanılarak,
pek çok eğitim ve öğretim uygulaması sunulması,
önemle dikkate alınmalıdır.
Özetle, Teknolojinin eğitime bu kadar yaklaştığı
bir dünyada 3 önemli konu ön plana çıkmaktadır.
Bunlar:
• İçeriklere ulaşılacak cihazların sağlanması,
• Cihazlar ve sistemler arasında kaliteli bir altyapının oluşturulması;
• Eğitim içeriklerinin dijital dünyaya aktarılması ve
yeni e-içeriklerin oluşturulmasıdır.
KASIM-ARALIK 2011 77
GÖRÜŞ
DOSYA: BİLİŞİM MAKALE
FATİH PROJESİ:
GEREKLİ Mİ, LÜZUMSUZ MU?
FATİH PROJESİ GERÇEKTEN AMACI, HEDEFLERİ İNCELENDİĞİNDE ÜLKEMİZİN
KALKINMASINDA ÖNEMLİ BİR KİLOMETRE TAŞI OLACAK BİR PROJEDİR. FATİH
PROJESİ BİR EĞİTİM PROJESİ OLMANIN YANINDA BİLİŞİM SEKTÖRÜNÜ DE ÇOK
YAKINDAN İLGİLENDİRMEKTEDİR. PEKİ, PROJENİN GEREKSİZ VEYA ANLAMSIZ
YANLARI YOK MU? BU KONU HAKKINDA TÜRKİYE BİLİŞİM DERNEĞİ TÜBİDER’İN
GÖRÜŞLERİNE BAŞVURDUK.
Mustafa
YANARTAŞ
Fizikçi
Niyazi SARAL
TÜBİDER
Yönetim Kurulu
Üyesi
78 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Bilişim sektörünün önemli STK’larından TÜBİDER
bu projeye nasıl bakıyor?
TÜBİDER Bilişim Sektörü Derneği olarak “Fırsatları
Arttırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi” F@tih Projesinin öncelikle ülkemizin Bilgi Toplumu
Strateji Belgesinde yer alan “Bilgi ve iletişim teknolojilerinin eğitim sürecinin temel destek araçlarından biri olması, öğrencilerin ve öğretmenlerin
bu teknolojileri etkin kullanabilmesi” ilkesine uygun
olduğu görüşündeyiz. Türkiye’deki tüm sınıfları kapsayan bir internet alt yapısının kurulmasını ve eğitim ekosistemi içerisinde yer alan tüm unsurların
(öğrenciler, öğretmenler, eğitim kurumu yöneticileri, veliler vb.) birbirine bu ağ üzerinden kolayca
bağlanarak, bulut bilişim teknikleri ile etkileşimli
bilgi paylaşımında bulunabilmesini destekliyoruz.
Bu amaç doğrultusunda bilfiil derneğimizin gerektiğinde tüm kamu kurum ve kuruluşlarına karşılıksız
danışmanlık hizmeti verebileceğini ve derneğimize
üye kuruluşların hâlihazırda ellerinde bulunan 1,000
saati aşkın görsel bilişim eğitimlerini kamuya hibe
ettiklerini de belirtmek isteriz.
Derneğimiz, bu projenin ilk evresinde 620.000 sınıfa
bilgisayar ve panel tipi akıllı tahta alınmasının uygun
olduğunun ve okullar arası bir ağ alt yapısının oluşturulmasının gerekliliğine inandığının altını çizerek,
bu projede Bilişim Teknolojileri Öğretmenlerinin
yerinin göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünmektedir. Fatih Projesinin “Fatihleri”, proje kapsamında
tüm okullara dağıtılacak olan bilgisayar, akıllı tahta
veya projeksiyon gibi cihazların etkili, verimli ve en
doğru şekilde eğitimde kullanılmasını sağlayacak,
gereğinde bu amaçla tüm öğretmenleri eğitecek
olan Bilişim Teknolojileri Öğretmenleridir. Bilişim
Teknolojileri Öğretmenleri BT derslerinin kaldırılmasından dolayı “Norm Kadro dışı kalmak” gibi
uygulamalarla sıkıntıya düşmüştür. Derneğimiz,
çıkartılacak kanun ve yönetmelikler ile Bilişim
Teknolojileri Öğretmenlerinin gerçekten öğretmen,
formatör veya teknolog kadrolarının yeniden biçimlendirilmesi ve buna paralel olarak BÖTE ve TEF
fakültelerinin açılması veya kontenjanlarının uygun
şekilde değiştirilmesi gerektiği görüşündedir.
Tübider Bilişim Sektörü Derneği, Fatih Projesinin
2. evresinde tüm öğrencilere tablet PC verilmesinin bugün için hem teknolojik maliyet, hem de
eğitim açısından çok doğru olmadığı kanısındadır.
Milyonlarca tabletin kullanımında gizli bir maliyet
ve içinden çıkılamayacak problemler oluşturacak
bakım-onarım gider ve sorunlarının oluşacağını ve
bu sebeple konunun, öncelikle deneyimli ve devletten maddi beklentisi olmayan bilişim STK’ları
ile tartışılması gerektiğinin altını çiziyoruz. Mutlaka
tüm öğrencilere bir eğitim aracı verilecekse öncelikle en azından tüm ilk ve orta öğretim derslerinin,
kurulacak ağ ile tüm yurt sathında sunulmasının
ardından, sadece bir e-okuyucu/e-kitap düşünülmesi gerektiğini açıkça görüyoruz. Bu e-okuyucu
tüm chip, işlemci ve yazılım tasarımları da dahil
bilimsel ve teknolojik anlamda Türkiye’de üretilebilir. Ancak bunun sanayi anlamda getirimli olup
olmayacağının iyi değerlendirilerek yerli katkının
nasıl arttırılacağı daha iyi planlanmalıdır.
Dünya Sağlık Örgütü, Uluslararası Elektromanyetik
Güvenlik Komisyonu gibi birimlerce yapılan ve özellikle çocukların cep telefonu kullanımlarının kısıtlanması gerektiğini vurgulayan uyarılar bulunurken
ve dünyanın birçok ülkesinde okullarda 3G veya Wifi
cihazlarının kullanımı engellenirken, Türkiye’de 15
milyon öğrenciye Fatih projesinde nasıl bir altyapı
sağlanacağı sadece teknik açıdan değil, öncelikle
sağlık ve güvenlik açısından uzmanlarca incelenmeli ve çocuklarımızın sağlığını tehlikeye atmayacak bir çözüm oluşturulmalıdır.
Bilişim Sektörü ilgi alanı çerçevesinde Fatih Projesinin başarılması için dikkat edilmesi gereken noktalar nelerdir?
Öncelikle Fatih Projesinin 2. evresinin başladığını ve ihaleye
çıkıldığını bildirmek isterim. İlk olarak 8.500 öğrenciye 3 farklı tip
tablet PC verilerek pilot çalışma başlatılmasını gerçekten olumlu buluyoruz. Tübider’in yukarıda belirttiğimiz Fatih projesi resmi
görüşündeki kaygılar giderilecek mi? Nasıl çözümler bulunacak
bunların hepsi pilot uygulamada ortaya çıkacaktır.
İhale şartnamesine bakıldığında Android işletim sistemi seçildiği
ve doğal olarak ARM işlemcili teklifler geleceği görülmektedir.
Ayrıca Flash seçeneği zorunlu tutularak Apple iPad (flash desteği yoktur) ihaleden elenmiştir. Bu z-içerik denilen animasyon
ve çoklu ortam ile hazırlanacak içeriklerin kolay sağlanacağını
göstermektedir.
Tübider olarak ihale şartnamesini hazırlayan EĞİTEK’i tebrik
ediyoruz. Gerçekten bir Pardus veya Apple’ın kendine özgü kapalı sistemleri projenin sürdürebilirliğini doğrudan tehlikeye atardı.
Ayrıca 3G’yi bu ihalede şartmış gibi gösteren, adeta bunun aksini
savunanları “cahil” olarak niteleyen kurum ve kuruluşlara da
ihale şartnamesi “Aklın yolu birdir” öğretisinin geçerliliğini açık
bir şekilde göstermiştir.
Biz Tübider olarak ilk adımın doğru atıldığı, projenin ilk evresindeki 620.000 bilgisayarın ve akıllı tahtanın doğru seçildiği,
tabletli eğitim için de doğru bir pilot çalışmaya başlanacağını
gördüğümüzden dolayı mutluyuz. Projenin bilgi ve iletişim
tek¬nolojilerinin (BİT) yeni nesillere eğitim açısından hem katkı
sağlaması, hem de bu teknolojilerin kullanımıyla oluşacak teknoloji birikiminin Türki¬ye için gelecekte katma değer oluşturması planlanmakta ama nasıl? Fatih’leri olmayan Fatih Projesi
bizce başarılı olamaz. Bu projede bilişim öğretmenlerinin yerinin
göz ardı edilmesi ve projeye sadece donanım, yazılım ve içerik
alt yapısı gözüyle bakılması bence devletin üst makamlarının
algılayamadığı en büyük sorun.
Bilgisayarlı eğitim, bilgisayar eğitimi değildir, o dersin bilgisayar yardımıyla anlatılmasıdır; peki bu 620.000 bilgisayar
sizce gerçekten kullanılacak mı? Gerçekten bilgisayarlı eğitim
yapılabilecek mi? Kaç öğretmen sizce bilgisayar okuryaza-
rı? Aslında devletin yapması gereken elimizdeki tüm BÖTE
(Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Öğretmenliği) ve TEF
(Teknik Eğitim Fakültesi) mezunu bilişim öğretmenlerine sıkıca sarılmaktır. Aksi durumda projenin başarıya ulaşacağına
inanmıyoruz. Bilişim öğretmenleri okullardaki görünmez kahramanlardır. En ufak bir donanım sorununda onlara danışılır,
işletim sistemi hataları, program yüklenmesi..vs. Gerçekten
tüm sorunlar bilişim öğretmenleri sorumluluğundadır. Bu
kahramanlar ise sadece öğretmen kalabilmek amacındadırlar.
Bu görevleri de kuşkusuz yaparlar, ama bilişim öğretmenleri
olmadan BİT destekli bir eğitim düşünülemez. Bugün ilköğretim birinci kademede bilişim teknolojileri dersi kaldırıldı, ikinci
kademe de tek bir sınıfta seçilecek şekilde ve 1 saat seçmeli
ders haline getirildi ve üstelik bu ders, notla dahi değerlendirilemiyor. Bilişim öğretmenlerinin sorunları artık ayyuka çıktı.
Bu çırpınışları duymamız lazım.
Kullanılması planlanan teknolojik araçları, kullanım kolaylığından, bakım ve destek maliyetlerine, öğrenci öğretmen
sağlığından eğitimde sağlayacağı katma değere kadar sizin
uzmanlık alanlarınız da olan konuları okurlarımız için değerlendirir misiniz?
Fatih Projesinin verimli kullanma sorunu yanında tabi ki ciddi
bir ayakta tutma sorunu da var. Şöyle düşünün bu sistemler en
iyimser tahmin ile sadece 3-4 yıl çalışacaklar. Bugün bile MEB ve
diğer kurumların ellerinde binlerce sistemde donanım problemi
var ve devamlı bu problemler ile mücadele sorunu bulunmakta.
Peki; bu yatırımı yapan devlet acaba bu sorunu nasıl çözecek.
Bu tabletlerin Türkiye’de üretilmesinde ne gibi sorunlar var. Bu
konuları şu şekilde değerlendirebiliriz:
TÜRKİYE’DE TABLET PC ÜRETİMİ
Türkiye’de tablet PC üretimi mümkündür. İlk olarak SKD üretim
ile başlanması da doğaldır. SKD üretim yanında diğer taraftan
da katma değerin nasıl arttırılacağı projelenmelidir. Öncelikle
cihazın dış panelleri (kutusu), sonra chip üreticilerinin sağlayacağı
referans devreler ile elektronik devreleri içeren baskılı devre kartı
KASIM-ARALIK 2011 79
DOSYA: BİLİŞİM MAKALE
(PCB) (Tıklayınız!), pilleri ve daha sonra da özgün tasarım ve özgün
yazılım. Şimdi Türkiye’de Tablet PC üretiminde nelere dikkat edilmesi gerektiğini irdeleyelim.
Maliyet: Üretim süreci, parça maliyeti, teknolojinin endüstri
haline getirilmesi ve farklı üretim seviyeleri için irdelenmelidir.
Bugün için SKD üretim bile yeterli olurken, yarın tüm chipleri ve
devreleri Türkiye’de üretmek rantabl olabilir.
Kullanım Kolaylığı: Üretilecek cihaz hem öğrenciler için hem de
öğretmenler için kullanım kolaylığı sağlamalıdır.
Dayanıklık: Cihazlar düşürmeye, çarpmaya karşı sert kabuklu
(rugged) sınıfı olmalıdır.
Teknik ve Lojistik Eko-Sistem: Cihazların temini, dağıtımı, yenilenmesi, bakım ve onarımı için bir eko-sistem tasarlanmalıdır.
Güvenlik: Cihazlar ve işletim sistemi donanım ve yazılım korumalı olmalı, saldırılara, işletim sisteminin veya uygulama yazılımlarının bozulmasına karşı güvenlik içermelidir. Ayrıca cihazlar ısı güveliğine de sahip olmalılar.
Bağlanabilirlik: 3G’ye oranla 7 kat daha az termal etki (thermal
effect) veya iyonlaştırıcı olmayan radyasyon etkisi olan WLAN
seçilmesi çok sevindirici, Bu iletişim tekniğinin gereğinde kısıtlanabileceğini de biliyoruz.
İşletim Sistemi: Bu tür mobil cihazlar için Android işletim sisteminin vazgeçilmez olduğu aşikardır. Android işletim sisteminin
açık bir platform olduğu NDA anlaşmaları ile tüm kaynak kodlarının temin edilerek özgün bir işletim sistemi oluşturulabileceği düşünüldüğünde ihaledeki seçimin ne kadar doğru olduğu
ortaya çıkar.
Batarya Ömrü: Fatih Projesinde ihtiyaç duyulan uzun batarya
süresinin projedeki en ciddi sorunlardan birinin olacağı ve eğer
ihale yapılırsa bunun net olarak ölçülmesi gerektiğini şimdiden
bildirmeliyiz. Devletin bazı ihalelerinde batarya şarj süresinin
çok ciddi ele alınmadığını ve kamu zararı oluştuğunu biliyoruz,
bu sebeple şimdiden bu projede herhangi bir şekilde satın alınan
veya üretilen cihazların piyasa gözetimi yapılacağını bildirmek
isterim. Fatih Projesinde öğrencilere tablet PC verildiğinde
80 M‹MAR VE MÜHEND‹S
teorik olarak en azından günde bir defa bu cihazların şarj edileceğini ve en fazla 1 yıl içinde istatiksel olarak bu bataryaların
ömrünün dolacağını ve çöpe atılacaklarını da bilmeliyiz.
Takip Edilebilirlik: Öğrencilere verilecek cihazlar çalınmaya
veya farklı amaçlar için elden çıkarılmaya karşın teknik olarak takip edilebilir olmalıdır. Üretilecek Tablet PC’lerin Media
Access Control (MAC) adresleri tekil olmalı ve sistemler üzerine
konulacak GPS chipleri ile herhangi bir internet erişiminde koordinatları merkeze bildirilmelidir. Bu teknoloji çok basit olarak
tasarlanacak sistemlere eklenebilir. Sistemler öğrencilere veya
öğretmenlere teslim edilirken MAC adresleri ile kullanıcı kimliği
eşleştirilmelidir.
Dokunmalı Ekran: Touch-screen dokunmalı ekran teknolojisi
özellikle birden fazla parmak ile dokunma prosesinin ayarlama zorluğunun burada altını çizmek isterim. Foxconn ve
Pegatron’un bu konuda zaman zaman Apple ve diğer markalar
ile ciddi problemleri olduğunu ve üretimin bu aşamasında çok
fazla emek sarf ettiğini biliyoruz.
Fatih projesinin özellikle ülkemiz için önemli olan yazılım ve
hizmet sektörüne getireceği dinamikler neler olabilir? Bu
noktada Fatih Projesi yürütücülerinin ülke yazılım ve hizmet
sektörünün geliştirilmesi için hangi adımları atmalıdırlar?
Yazılım ve hizmet sektörü Fatih projesinin başarılı olabilmesi
için kendini nasıl konumlandırmalıdır?
Fatih Projesinin yazılım ve içerik hazırlama hizmet alanlarında
bilişim sektörüne ciddi katkıları olabilir. Proje yürütücülerinin
bu anlamda Flash desteği istemesini çok anlamlı buluyorum.
Bu gerçekten başlangıçta içerik geliştirmeyi kolaylaştıracaktır.
Ancak ileri dönemlerde benzer mobil araçlar ile daha etkin içerik
geliştirmeye ihtiyacımız olduğunu biliyoruz. Bilişim sektörünün
bir an önce mobil yazılım üzerine çalışması gerektiğini düşünüyorum. Bu bir başlangıç ancak Bilişim Sektörünü stratejik sektör
olarak görmeyen bir kamu, hatta bundan öte bu sektörü haberleşme alanı ile bir tutan bilgisayar alanını hiçe sayan anlayışın
olmasından dolayı şahsi olarak çok da iyimser değilim.
KASIM-ARALIK 2011 81
GEZ‹
YAVAŞ KASABALAR:
TARAKLI,
GÖYNÜK,
MUDURNU...
SERİN BİR SONBAHAR SABAHI SAAT 08.00’DE TEM ÇAMLICA
GİŞELERİNDEN SONRAKİ TIR PARKINDAN MİHMANDARIMIZ
MEHMET DEMİRÖZ ve AİLESİNİ DE ALDIKTAN SONRA
OTOBÜSÜMÜZ SAKARYA İSTİKAMETİNE DOĞRU YOLA
KOYULDU. SAAT 09.30’DA SABAH ÇAYIMIZI İÇMEK ÜZERE
SAKARYA’NIN ŞİRİN İLÇESİ A. FUATPAŞA’DA ÇOKTAN MOLA
VERMİŞTİK.
OSMAN ARI / Makina Mühendisi
T
AR‹H‹ köprünün yanında, Sakarya
Nehri’nin yanındaki çay bahçesinde çay içerek içimizi ısıtıyoruz.
Yarım saatlik bir moladan sonra Taraklı’ya hareket ediyoruz. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra Taraklı’ya geliyoruz. Taraklı-Göynük hattı eski ipek yolu
ve İstanbul-Ankara yoluymuş. Ancak İstanbul-Ankara güzergahı değişince burası
gözlerden ırak yerler olmuş. İyi de olmuş
çünkü Taraklı sakin huzurlu ve telaşsız bir
Anadolu kasabası olarak kalmış.
Taraklı’da bizi Belediye Başkanı Tacettin
Özkaraman Bey karşıladı. Tarihi bir konakta çay ikram etti, Taraklı’yı anlattı. Bu
arada güzel bir haber verdi; Taraklı Cittaslow yani yavaş, sakin şehir statüsünü
almış.
Tam da Taraklı’ya yakışan bir vasıf. Cittaslow olmanın 59 kriteri var ve Taraklı bu
kriterleri tek tek yerine getirmeyi taahhüt
etmiş. Bu kriterlerin gereği yerine getirildiğinde sanırım Taraklı çok daha huzurlu
ve sakin bir yer olacak.
Taraklı’daki huzuru tatmak için kimimiz
geleneksel sivil mimarinin güzel örnekle-
82 M‹MAR VE MÜHEND‹S
rinin olduğu dar ve dik yokuşlu sokaklarda kayboldu, kimimiz Taraklı pazarından
ceviz, ayva, erişte, tarhana gibi yöresel ve
doğal ürünler aldı, kimi arkadaşlar da tarihi Yunuspaşa Cami’nin yanındaki çay
bahçesinde serin atkestanesi ağaçlarının
altında sıcak çaylarını yudumladı.
Taraklı’ya ilk defa gelmiyorum. Her gelişimde Taraklı ben de (tıpkı Safranbolu’da,
Göynük’te yaşadığım) “sükunet ve huzur’’
duygusunu yaşatır. Büyükşehirlerin aksine burada hayat sakin, telaşsız kendi halinde akar. Bunun insanların hayatı algılayışlarının yanında geleneksel Osmanlı sivil
mimarinin korunmasıyla da çok yakından
alakalı olduğunu düşünüyorum. Tabiatla
zıtlaşmayan, onunla uyumlu mimari, mahalle ve komşuluk ilişkilerini zedelemeyen bir şehircilik anlayışı hala canlı ve varlığını devam ettiriyor. Şehir deyince insanı
adeta ezen gökdelenler, dev alışveriş
merkezlerinden başka bir şey düşünemeyen mimar, yerel yöneticiler ve müteahhitlere bu şehirler çok şeyler söylüyor.
Hızdan, koşuşturmacadan, sürekli bir
yerlere yetişme telaşında olan “biz şehir
ahalisi’’ için bu yavaş şehirler gerçekten
bir terapi gibi geliyor. Umarım bu güzel
mekanlar turizmin tuzağına düşüp turistik
olmaz.
Öğleyin toplanıp Göynük’e geçtik. Öğle
yemeğini Göynük’te yiyeceğiz. Mihmandarımız Mehmet Demiröz menüde yöresel yemeklerin olduğunu özellikle eriştenin sıcak yendiğini ve kazasının olmadığını söyleyince işin ciddiyetini kavrıyoruz ve
soluğu yemek yiyeceğimiz lokantada alıyoruz. Ne yediğimizi ve yemeklerin dolmaların, yoğurdun hele tatlının lezzeti konusunda ayrıntıya girmeyeceğim. Geziye
katılamayan (hele rezervasyon yaptırıp da
gelmeyen) arkadaşlara zulüm etmiş olu-
rum maazallah.
Yemekten sonra Fatih Sultan Mehmet
Han’ın hocası Akşemseddin Hz. Türbesi’ni
ziyaret edip öğle namazlarımızı kılıyoruz.
Namazdan sonra herkes serbest olarak
Göynük’ün tarihi köşkleri ve evlerinin önlerindeki dar ve dik sokaklarda Göynük’ü
keşfe çıkıyor. Göynük’ü gezerken birden
belediyenin bir afişi dikkatimi çekiyor. Afişte klasik Göynük görüntüsünün (siluet burada da karşımıza çıkıyor) arkasından biçimsiz Göynük mimarisiyle uyumsuz soğuk beton bloklar yükseliyor. Yanında da
TOKİ’nin Göynük’te konut yapmaya başladığını müjdeliyor! Maalesef TOKİ burada
da şehrin tarihi ve geleneksel dokusuyla
taban tabana zıt beton bloklar yapıyor. On-
Göynük’ü gezerken birden
belediyenin bir afifli
dikkatimi çekiyor. Afiflte
klasik Göynük
görüntüsünün (siluet
burada da karfl›m›za
ç›k›yor) arkas›ndan
biçimsiz Göynük
mimarisiyle uyumsuz
so¤uk beton bloklar
yükseliyor.
KASIM-ARALIK 2011 83
GEZ‹
dan daha acı olanı da belediye başkanı bunun çok büyük bir hizmet olarak afişe etmesi!
Mehmet Bey ikindi sonrası hepimizi ‘Mehmet Bey Konağı’nda çaya bekliyor. Yalnız
konağa ulaşmak için zorlu bir yolu sabırla
ve nefes nefese kalarak kat etmeniz gerekir. Biz de öyle yaptık. Zafer kulesine tırmanıp biraz fotoğraf çektikten sonra Mehmet Beyin davetine icabet ettik. Mehmet
Bey otantik bir Göynük evini restore etmiş.
Gerçekten de çok güzel bir mekan olmuş.
O mekana yakışır lezzetteki çaylarımızı yudumlarken doğrusu bütün yorgunluğumuz gidiyor.
Oradan hemen tekrar yolumuza devam
ediyoruz, istikamet Çubuk Gölü. Akşam
hava kararırken göle varıyoruz. Çubuk Gölü, küçük şirin bir heyelan gölü. Gölün kenarında rüzgar değirmenleri var. Bir film
çekiminde yapılmış ve kullanılmış. Göle ilginç bir hava vermiş. Yol çok dar olduğu
84 M‹MAR VE MÜHEND‹S
için geri dönmeden otobüsle gölün etrafından dolaşalım dedik. Ancak daracık yolda kaptan şoförümüz Ahmet Beyin mahareti olmasaydı otobüsü orada bırakmak
zorunda kalabilirdik. Hava iyice kararmışken kalacağımız otele doğru tekrar yola
çıktık. Otel Göynük’ün 8-10 km. dışında.
Bu arada Mehmet Bey’e otelden sürekli
nerede kaldınız, ne zaman geliyorsunuz,
telefonları geliyor. Neyse otele geldiğimizde bizi bir sürprizin beklediğini gördük. Yöresel kıyafetli davul-zurna ekibiyle otel sahibi bize bir karşılama merasimi düzenlemiş. Önce hepimiz bir şaşkınlık yaşadık.
Hani yabancı turistlere havaalanında folklorcular eşliğinde karşılama yaparlar ya
biz de bir an kendimizi yabancı turist gibi
hissettik. Davul-zurna oynak oyun havalarından girdi. Kendi düğününde bile oynamamış benim gibi arkadaşlar kızardık bozardık ne yapacağız diye. Allah’tan Mehmet Demiröz ve MMG’nin sevgili sekreteri
Mustafa Bey çıktılar meydana ne var ne
yok bütün kurtlarını döktüler. Meğer bilmediğimiz ne kabiliyetler varmış…
Otele yerleştikten sonra akşam yemeklerimizi yedik. Yemekten sonra oyun faslı
burada da devam etmiş. Etmiş diyorum
çünkü ben aşağıya lobiye şöminenin başına indim. Bir müddet sonra Mustafa, Mehmet Bey ve Ümit Ünal kan ter içinde
(abartmıyorum şahitlerim var) geldi. Meğer aşağıda hızlarını alamamışlar, Allah
ne verdiyse bütün kurtlarını dökmüşler.
Şöminede bir yandan çıtır çıtır ateş yanarken, bir yandan da kestaneler kızarmaya
başlıyor. Bu arada çaylar eşliğinde sohbet
de koyulaşıyor. Mehmet Bey zaten yolda
otobüste gelirken fıkralarla başlamıştı.
Ben geçen yıl Macaristan gezisinde kendisini dinlemiştim. Gerçekten orijinal fıkralar ve güzel üslubuyla hepimiz kırıp geçirmişti. Yol boyunca hem mihmandarlık
yaptı hem de tatlı tatlı fıkralar anlattı. Ancak asıl bombaları akşam faslına bırakmış. Amerika maceraları…
Hele Amerika’ya havaalanından sucuk
sokma hikayesi var ki dinlerken gülmekten gözlerimiz yaşardı. Bu arada neyle biraz nefeslendik.
Sabah güneşli bir güne uyanıyoruz. Kahvaltıdan sonra Sünnet Gölü’ne gidiyoruz.
Sünnet Gölü de bir heyelan gölü. Dağdan
kopan bir kütlenin derenin önünü kesmesiyle oluşmuş, çam ormanı içerisinde tam
bir tabiat harikası. Buraya en son Oğuz ve
Arif hocalarla birlikte gelip ailece 3-4 gün
kalmıştık. Onların da kulaklarını çınlattık.
Gölün etrafında güzel bir yürüyüş yaptıktan sonra çay ve kahvelerimizi içip tekrar
yola koyulduk. Öğle yemeğini Mudurnu’da
yiyip Mudurnu’yu gezmeye koyuluyoruz.
Mudurnu da Göynük gibi sakin tarihi, dokunu korumuş bir ilçe. İkindi namazımızı
tarihi Yıldırım Beyazıt Camii’nde kılıyoruz.
Bu arada saatlerin kış saati uygulaması
dolayısı ile geri alınması bize bir saat zaman kazandırmasını fırsat bilen arkadaşlar buradan Abant’ta gitmemizi istiyorlar
ve istişare neticesinde Abant’a gitmeye
karar veriyoruz. Zaten Mudurnu-Abant
arası 17 km.
Akşamüstü Abant’a varıyoruz. Hava buz
gibi. Göynük ve Mudurnu’nun ılık sonbahar
havasından sonra bizi üşütüyor. Gölün etrafında kısa bir gezintiden ve fotoğraf çekimlerinden sonra İstanbul’a dönmek
üzere tekrar otobüsümüze biniyoruz. Bu
gezi, Taraklı-Göynük-Mudurnu güzergahına daha önceden de çok gitmiş olmama
rağmen benim için çok güzel hatıralar bırakan bir gezi oldu.
YAfiAM
DEĞİŞEN İSTANBUL’UN
ESAS DEĞERLERİ:
AHİ TEŞKİLATI,
PEŞTEMAL KUŞATMA
CADDELER, SOKAKLAR, ÇEŞMELER, YALILAR, KALDIRIM TAŞLARI,
CUMBALAR, KAFESLER, KAPI TOKMAKLARI, AHŞAP
KORKULUKLARI, MOZAİK YER DÖŞEMELERİ VS. ŞEHRE KİMLİK
KAZANDIRAN HER ŞEY… BALIKÇININ TEKNESİ, GEMİNİN
DÜMENİ, YIKIK AHŞAP EVİN DÖKÜLEN CUMBALARI,
ÇEŞMELERİNDEN AKAMAYAN SULARI, ANLAMI BİLİNMEYEN
KAPI TOKMAKLARI, EVİN ANA GİRİŞ KAPISININ RENGİ…
A. GÜLESER EKŞİ / Mimar
EĞERİ bilinip de korunmayan
birçok değerli mimari unsur...
Şehrin göbeğinde yok olmuş,
kâh yerli turistlerin, kâh yabancı turistlerin fotoğrafına girmiş ama düzelememiş:
sonra yok olup gitmiş. Ustası yıllarca
emek vermiş, gel gör ki başka çırak-usta
yetişemediği için sanatı kaybolmuş, yerine de yapabilecek ustası çıkmamış: onarılmak için yıllarca beklemiş fakat dönemler geçmiş kimse onarmamış.
Bunca senedir sahip çıkılamayan İstanbul’un kimliğine kim sahip çıkacak demeden, tarihi eserleri onarmak ve eserlerin
onarılması için herkesin kendi üzerine
düşeni yapabilmesi. Yetişmiş ustalarca
çok değerli mermerleri oyarak yapılmış
çeşmelerimizin, tezyinatı yüzyıllar geçse
de bozulmadan bugüne gelebilmiştir. Geçen senelerde, bazı boya firmalarınca
başlatılan temizlik çalışmalarında; çeşitli
büyüklükteki Üsküdar, Karaköy, Kabataş
D
86 M‹MAR VE MÜHEND‹S
ve Fındıklı’daki çeşmeler onarıldı, temizlendi ve varaklandı. Böylece gerçek güzellikleri ortaya çıkmış oldu. Bazı finansör
firmalar bu çalışmaları destekleyebiliyor.
Ne yazık şimdi bu çeşmeleri yapacak usta sayısı yok denecek kadar az!
Gelelim ahşap evlerimize; yüzyıllarca aşı
boyası dediğimiz özel boyalarla korunan
ve içinde yaşanılan bu evler, şimdilerde
terk edilmiş durumda. Beton evlerin bolluğu, yapım ve bakım kolaylığı için bu evler terk edilmiş durumda. Sahip çıkılmayan ahşap evlerimizin çoğu terkedilmiş ve
çürümeye maruz bırakılmış durumdalar!
Kanlıca, Zeyrek, Beyoğlu, Beylerbeyi, vs
birçok tarihi ev çürümeye yüz tutuyor.
İçerlerinde küçük bir kıvılcımla çıkan yangınla yok olan evlerin yerine yenisi yapılmıyor. Geriye kalan arsa alanları günümüzde otopark olarak amacı dışında kullanılıp kiraya veriliyor. Şehrin siluetinde
önemli bir yer tutan bu evlere belediyeler-
Bizden öncekilere
sayg›l›y›z, bizden sonrakilerde
bu eserleri restore ederek
en az›ndan asl›na uygun olarak
onar›lm›fl b›rakal›m.
ce destek olup onarılsa, hiç olmazsa sahiplerine kredi verilerek bakımlı hale getirilse daha güzel bir görünüm sergileyecekler. Şimdilerde Fener, Balat, Beyoğlu,
Kuzguncuk’ta yer alan tarihi dokuyu teşkil
eden evler eski sahiplerindeki (bunların
çoğu gayrimüslimler) tekrar geri alınıp
ilerde oturmak üzere onarılıyor. Tabiî ki
bu şekilde dahi olsa onarılması güzel. Fakat çoğunlukla oturulmayan ahşap evler
çürümeye bırakılmış durumda. Güzelim
kaldırım taşları bir sökülüyor, bir yapılıyor. Taşlar yerinde durmaktan eskimişçesine sökülüyor. Arnavut kaldırımı dediğimiz, Arnavut taşları, mozaik dökme taşlar
şimdi yapılan kaldırımlarda lükse girer
oldu. Bu eski kaldırımlardan korunabilenleri, biraz Galata’da, biraz Sultanahmet’te, biraz da Eyüp Camii, Fatih Camii
civarında görebilmek mümkün. Bu taşların korunması kolay fakat yapan ustalarının az olması ve korunamamasından dolayı günümüze pek fazla kalamamış, kalanların çoğu da söküp atılmış. Oysa ki bu
taşlar örülmesi zahmetli ve kolay aşınmayan taşlardır. Bazı yerlerde bu taş dokuların yeni versiyonları yapılıyor, güzel
bir döşemeyle göze hitap ediyor. Eski
köşklerin zemininde yer alan dökme yer
mozaikleri, günümüzde kafelerde, restoranlarda, sergi salonlarının yer döşemelerinde eskiyi canlandırmak adına yeni dizaynlarda kullanılıyor.
Gel gör ki eskinin verdiği sıcak dokuyu yeni döşenen taşlar vermiyor, çünkü yaşanmışlığı yok, üzerinden tanıdık simalar
geçmemiş! Yine de eskiyi anımsatmak
adına güzel… Şehrin ruhunu oluşturan ve
şekillendiren eser ve motifler bunlar. Bu
katmanlar olmadan şehrin bir manası olmaz. Yaşanmamış mazinin hayatı olmaz.
Bizler çok şanslıyız ki, İstanbul gibi bir şehirde birçok sanat eseriyle iç içe yaşıyoruz. Bu eserlerin kıymetini bilip korumak
ve gelecek kuşaklara yansıtmak bizler
için çok önemli. Aksi halde değerlerini
bilmeyen toplumlar yok olmaya mahkûmdur. Bizden öncekilere saygılıyız, bizden
sonrakilerde bu eserleri restore ederek
en azından aslına uygun olarak onarılmış
bırakalım. Yeni yapacağımız binalarda,
eserlerde binlerce yıllık geçmişimizdeki
güzellikleri görüp inceleyip onlara uygun
yapılar yapalım.
Ahi Teşkilatı ve Peştemal Kuşatma
İşte bu yok olan değerlerimizden biri de
eski İstanbul’un yaşantısında yer tutmuş
olan ahilik teşkilatıdır. Ahi teşkilatında
‘Reis’ diye hitap ettikleri kişinin her söylediğine uyulurdu. Reis bir yer inşa eder, lazım gelen eşyalarla bu yerin içini donatır,
teşkilata mensup olanlar kazançlarından
bir kısmını Reis’e götürür o da gerekli
olanları alır, gelenleri bunlarla ağırlardı.
Yüzyıllar içersinde kaybolmaya yüz tutmuş, fakat hala kendi birlikteliğinden çok
fazla değer kaybetmemiş olan Ahilik, esnaf ve çırakları arasında yaşanan bazı
usullerdir. Bunlardan birisi ‘peştemal kuşatma’dır. Ustalar yetiştirdikleri çıraklarına peştemal kuşatarak onu ‘usta’ ederlerdi. Bir mesire yerinde koyunlar, kuzular kebaplar edilir, saz söz ehli, musiki erbabı çalıp oynarlar, saz şairleri türküler
destanlar okurlar ve aralarında bulunan
sanatçılar, orta oyunları oynarlar, idman
ve güreş yaparlardı. Çırağın yaptığı eserler Lonca heyeti huzurunda arz edilir:
Lonca heyeti eserleri tetkik eder, bir atlas
torba içine koyup usulca mühürlerdi.
Peştemal kuşanacağı zaman, bu atlas
torbanın mührünü kâhya açar. Bir gümüş
tepsi içinde orada bulunanlara eserleri
göstererek ‘Allah Allah bir Allah, Halikullayli vennihar huu. deyip pirimiz üstadımız
İdris Nebi aşkına ve gelip geçen sanat erbabı adına aşk ile huu diyelim huu…’ diye
haykırır. Çırağın ustası, çırağını kâhyanın
önüne oturtur, diz çöker, kâhya çırağın
sağ omzuna elini koyar, yüksek sesle;
“Sabur ol, hamul ol, mütevekkil ol, haram
yeme, haram içme, el ve eteğini temiz tut,
koymadığın mala el uzatma, gördüğün iyiliği unutma, sana fenalık edeni affet, yürü
Allah destgirin ola” der. Usta, Türk ananesini yerine getirmek için elindeki peştemali çırağın beline bağlar ve yavaşça kulağına sanatının esrarını söyler. Çırak,
kâhyanın, ustalarının ellerini öper, teşekkür eder, davul üç kere vurur ve yiğitbaşı
‘İlk silah uğruna aşk ola…’ diye haykırır ve
gümüş tepsiye konan eşyaları mezat
eder, dağıtır. Herkes bir parça alıp karşılığında kıymetinden fazla para koyar, bu
konulanlar usta çıkan delikanlının açacağı dükkânına ilk sermaye olur.
İşte Ahilik budur; fedakârlık samimiyet,
hak, fedakârlık, misafirperverlik…
Bu olay Ahilik’in ne derece cömert ve birbirleri için mutlak çalışan insanlar olduğunu gösteriyor. Ahilik birlik, dirlik, çalışkan olmayı gerektiriyor.
KAYNAKÇA
Eski ‹stanbul’da Yaflay›fl 1958
KASIM-ARALIK 2011 87
MAKALE
Gaz Şirketleri İçin
Acil Eylem Uygulama Planı
17 Ağustos 1999 yılında Kuzey Anadolu fay hattında meydana gelen 7.4 şiddetindeki depremden
sonra ülke genelinde depremin önemi ve tehlikesi gerçek anlamda anlaşılmıştır. Bu üzücü olaydan
sonra depremin TÜRKİYE için kaçınılmaz bir gerçek olduğu anlaşılmış ve bu yönde hazırlıklar ciddi
bir şekilde ele alınmıştır.
MUSTAFA CEYHAN
Makina Mühendisi
Deprem
Yandaki Türkiye haritası incelendikten sonra Türkiye’nin 3/4ünün depremle karşı karşıya olduğu açıkça görülmektedir. Bundan
da önemlisi yüzyıllardır sürekli belli aralıklarla depremler olmaktadır.. Bu da gösteriyor ki depremler devam edecektir.
Türkiye'de Yaşanan Bazı Büyük Depremler
• 28 Nisan 1903 – Malazgirt: 2 bin 626
kişi yaşamını yitirdi. Depremin büyüklüğü
6,7 olarak belirlendi.
• 9 Ağustos 1912 - Mürefte: Büyüklüğü
7,3 olan bu depremde 216 kişi yaşamını yitirdi, 466 kişi de yaralandı.
• 6 Mayıs 1930 – Hakkâri: Hakkâri'nin
sınır bölgesinde gerçekleşen bu depremde 2
bin 514 kişi öldü. Depremin büyüklüyüyse
7,2'ydi
88 M‹MAR VE MÜHEND‹S
• 26 Aralık 1939 – Erzincan: Türkiye'nin
bu yüzyılda yaşadığı en şiddetli deprem olan
Erzincan depremi hâlâ hafızalarda. Kışın en
şiddetli günlerinde Erzincan halkını vuran
bu felakette açıklanan ölü sayısı 32 bin 962.
• 20 Aralık 1942 - Niksar/Erbaa: Büyüklüğü 7,0 olan bu depremde 3 bine yakın
insan ölmüş, yaklaşık 6 bin 300 kişi de yaralanmıştı.
• 26 Aralık 1943 - Tosya/Ladik: 2 bin
824 kişinin yaşamına mal olan bu depremin
büyüklüğü 7,2 olarak ölçülmüştü.
• 1 Şubat 1944 – Bolu/Gerede: 7,2 büyüklüğündeki depremde 3 bin 959 kişi öldü,
çok sayıda insan evsiz kaldı.
• 31 Mayıs 1946 - Varto/Hınıs: Yazın başlangıcında yaşanan bu depremde 839 kişi
yaşamını yitirdi, 349 kişi yaralandı.
• 19 Ağustos 1966 - Varto: Varto'nun karşılaştığı bu en şiddetli depremde 2 bin 394
kişi öldü
• 28 Mart 1970 - Gediz: Gediz'de meyda-
Şekil 1 Türkiye Deprem Haritası
D
epremin meydana gelmesi durumunda neler yapılabileceği konusunda hazırlıklı olmak amacıyla
çalışmalar yapılmalı. Bu çalışmalarda ön
plana çıkan ise hazırlanacak olan senaryoların gerçeğe yakın olması ve uygulanabilir olmasıdır. Aslında olayın kapsamının ne olduğu bugün itibariyle tam anlamıyla belli
değil, ancak olabilecek en kötü durum düşünülerek bu yönde önceden, personele alınacak önlemler bildirilecek ve planlara göre
hareket sağlanacaktır. Bu eylem planı öncelikle senaryolara göre hazırlanacak daha
sonra planlara göre malzeme ve ekipman
stokları, personel hareketleri düzenlenecektir. Hareket tarzı; oluşacak hasara bağlı olarak belirlenecektir.
na gelen 7,2 büyüklüğündeki depremin ortaya koyduğu felaket tablosu:: bin 86 ölü,
bin 260 yaralı.
• 6 Eylül 1975 - Lice: 2 bin 385 kişinin öldüğü 3 bin 339 kişinin yaralandığı depremin
büyüklüğü Richter ölçeğine göre 6,9.
• 24 Aralık 1976 - Çaldıran/Muradiye:
Yaşanan en büyük depremlerden biri olan
bu depremin büyüklüğü 7,2 olarak ölçüldü.
• 30 Kasım 1983-Erzurum/Kars: 6,8 büyüklüğündeki depremde bin 155 kişi öldü.
• 13 Mart 1992 - Erzincan: Erzincan’la
birlikte Tunceli'yi de vuran bu deprem, 6,8
büyüklüğündeydi. Depremde 653 kişi öldü.
• 1 Kasım 1995 - Dinar: 5,9 büyüklüğündeki depremde ölü sayısı 94.
• 27 Haziran 1998 - Ceyhan: 6,3 büyüklüğündeki depremde 84 kişi öldü.
• 17 Ağustos 1999 - İzmit: 7,2 büyüklüğünde yaklaşık 12 bin kişi öldü.
Toplam ölü sayısı 73 bin 585 dir.
Acil Eylem Uygulama Planının
Hazırlanması İçin Sırasıyla
“Yapılması Gerekenler”
1. Şehre ait zemin haritası temin edilir
2. Çelik hat ve önemli enstrümanlar (Br ,Mi
,Rms A Vb) zemin haritası üzerine yerleştirilir
3. Kritik noktalar belirlenir
4. Senaryolar hazırlanır
5. Hareket planları geliştirilir ve tatbikatlar
yapılır.
Yukarıda belirtilen “Yapılması Gerekenler”
için sadece gaz şirketinin tek başına çalışma
ve sonuca varma şansı yok. Belediye, valilik
ve diğer devlet ve özel kurumlarla çok sıkı
bir ilişki içinde olunması gerekmektedir. Zira gaz şirketi yöneticilerinin tüm verileri
toplama durumu yok. Ayrıca bu tip bir afet
meydana geldiğinde tüm kurumların tek çatı altında “İL KRİZ MERKEZİ”nde toplanması ve beraber hareket edilmesi şarttır.
1. ŞEHRE AİT ZEMİN HARİTASI
TEMİN EDİLİR
Gaz şirketinin bulunduğu alana ait olan zemin haritası temin edilir. Bu haritalar belediyelerden ve Deprem Araştırma Müdürlüğü’nden alınabilir. Özellikle gaz şirketlerinin
yatırım projesi belli olmadan önce zemin
haritalarının temin edilip buna göre yatırımın yönlendirilmesi önemli ve şarttır. Hem
sıvılaşmanın hem de zeminin çok kötü durumda olduğu noktaların ayırt edilmesi ve
buna göre hareket edilmesi gerekmektedir.
Yukarıdaki illere göre haritalar incelendiğinde illerin zeminleri kötüden iyiye göre 5 dereceye ayrılmıştır. Bazı illerde bu durum tamamen farklılık göstermekte olup 3 derece
bazı illerde ise 2. derece durumlar mevcuttur.
2. ÇELİK HAT, BR, Mİ ve RMS A
ZEMİN HARİTASI ÜZERİNE
YERLEŞTİRİLİR
Bölgeye ait zemin haritası temin edildikten
sonra, öncelikli olarak bölge regülatörü, çelik hat, kritik enstrümanlar (izolasyon contaları, dere geçişleri, yol geçişleri v.b) müşteri istasyonları ve RMS istasyonları işaretlenir. Tabii ki bu durum yatırım yapılma aşamasında deprem ve zemin haritası düşünülmediği durumlarda geçerlidir.
Ancak esas olan yatırım yapılmadan önce
zemin haritası ve fay hatları incelenip buna
göre çelik ve PE hatların yerlerinin tespit
edilmesi gereklidir. Özellikle patlama ve
yanma ihtimali olan RMS istasyon yerinin
önemi oldukça fazladır.
Şekil 2 Türkiye Fay Haritası
Yukarıdaki fay hattı haritasına da bakıldığında ülkemizde deprem ciddi bir risktir.
Eylem plan› öncelikle
senaryolara göre
haz›rlanacak daha sonra
planlara göre malzeme
ve ekipman stoklar›,
personel hareketleri
düzenlenecektir.
Hareket tarz›; oluflacak
hasara ba¤l› olarak
belirlenecektir.
3. KRİTİK NOKTALAR BELİRLENİR
Kritik noktalar deprem olması durumunda
ilk etkilenecek olan enstrümanlardan oluşur. Bunlar; izolasyon contaları, RMS A istasyonları, bölge regülatörleri ve müşteri istasyonları.
4. SENARYOLAR HAZIRLANIR
Öngörülen hasarlar şunlardır:
• İzolasyon Contaları
İzolasyon contalarının eğilme, burulma
özelliği yoktur, sert yapılı malzemelerdir bu
yüzden depremde hasar görmesi ve bazılarında gaz çıkışının oluşması muhtemeldir.
• RMS A istasyonlarında hasar oluşması
Şehirlerin çoğunluğunda şimdilik genelde
şehri besleyen 1 adet RMS A istasyonu vardır. Bu yüzden istasyonda meydana gelebilecek bir arıza tüm şehri etkileyecektir. Zira
bu gibi acil durumda RMS A’nın kapatılması şehrin komple gazsız kalması demektir.
Şehrin tekrar gazlanması çalışması, minimum 15 gün sürecektir. .
• Özel Geçişler
Özel geçiş noktalarının hasar görmesi ve gaz
çıkışının oluşturulması gerekir.
• Binaların BR Üzerine Yıkılması
Olası bir deprem sonucu hatlarda hasar
oluşmaması fakat bazı bölgelerdeki binaların Bölge Regülatörleri (BR) üzerine yıkılması bu senaryonun altyapısını hazırlamak
amacıyla kritik BR ve müşteri istasyonu listeleri oluşturulması gerekmektedir.
KASIM-ARALIK 2011 89
MAKALE
Senaryoların Personele
Anlatılması Eğitim
Oluşabilecek bu tür bir depremin önemi,
tehlikesi ve ciddiyetinin görsel araçlarla anlatılıp (mümkün olursa bu zamana kadar
olan depremlerin görüntüleri temin edilip
gösterilecek) her bir şebekede kendi bölgeleri için hazırlanan bu planlar ciddi bir şekilde anlatılacak.
Tatbikat
Hazırlanan senaryoları ve üretilen çözümleri içeren en az yılda birer defa haberli, habersiz tatbikat yapılacaktır. Böylece ekipler
olay esnasında hangi problemlerle karşılaşacağını anlayacaktır. Bu yapılacak tatbikatların bir tanesi çalışma saatleri dışında, sadece vardiyalı personelin çalıştığı saatlerde yapılması (saat 17.00 - 18.00) muhtemel bir
depremin çalışma saatleri dışında gerçekleşmesi halinde bir ön hazırlık olacaktır. Bu
tatbikatlar en az yılda iki kez tekrarlanarak
personelin bu işe karşı daha ciddi yaklaşması sağlanacak ve bu tür bir facianın olabileceği unutturulmayacaktır.
Şekil 6 bina yıkılma yarı çapı
• Hasarsız Deprem
Oluşabilecek deprem şiddetinin hasarsız olması durumunda takip edilecek planlar.
• Yedeklenecek Malzeme
Depremden sonra gaz arzının hızlı bir şekilde sağlanması amacıyla malzeme yedeklenmesi yapılmalıdır.
5. HAREKET PLANLARI GELİŞTİRİLİR
VE TATBİKATLAR YAPILIR.
Personel Hareketleri
Mevcut personel olaya müdahale edecektir.
Müdahale şekli belirlenecek ve personel listesi adresleriyle birlikte sürekli güncel tutulacaktır.
Devreye Alma
Yeterli derece de önlemler alındıktan sonra
hasarların giderilmesi için çalışmalara geçilecektir. Bunun için diğer birimlerle haberleşme sağlanarak olay en detaylı şekilde karşı tarafa aktarılıp onarımın başlaması sağlanacaktır.
Malzeme Yedeklenmesi
Eldeki mevcut kullanımda olan ve hasara
uğraması senaryolarda belirtilen muhtemel
malzemeler yedeklenecektir. (İZOLASYON
CONTASI, BR, SKİT, BORU, FİTTİNG, VANA v.s.)
90 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Acil durumda tüm
telefonlar›n kullan›m
durumu mümkün
olmad›¤› için sadece
iletiflim telsiz vas›tas›yla
sa¤lanacakt›r.
Bu sebeple telsiz
iletiflimini vardiya
dönüflümlerinde sürekli
cihaz kontrol yap›larak
kontrol edilmesi
gerekmektedir.
İletişim Kontrolü
Acil durumda tüm telefonların kullanım
durumu mümkün olmadığı için sadece iletişim telsiz vasıtasıyla sağlanacaktır. Bu sebeple telsiz iletişimini vardiya dönüşümlerinde sürekli cihaz kontrol yapılarak kontrol
edilmesi gerekmektedir. Sabah 8.00 de ve
gece 24.00’te telsiz iletişim kontrolü yapılacaktır.
Gerçekte, yukarıdaki resimlerde de görüldüğü gibi deprem sonrası binaların yıkılması ve çevreye verdiği zarar bina yüksekliğinin
yarısı kadardır. Binalar yıkılma yarıçapı kadar göçerler .
ÖNCELİKLİ DEVREYE
ALINACAK YERLER
Deprem olduktan sonra devreye alma aşamasına geçildiğinde hastaneler, okullar, askeri alanlar ve fırınlara öncelik verilecektir.
Hastanelerin ve fırınların skitleri ve bağlı olduğu bölge regülatörleri devreye alınacaktır.
SONUÇ
Bu çalışmanın amacı ülkemiz için kaçınılmaz bir gerçek olan DEPREM GERÇEĞİ konusunda tüm gaz şirketlerinin hazırlıklı olmasına ışık tutmaktır. Zira yapılan tüm
araştırmalar göstermiştir ki fay hatları belli
aralıklarla harekete geçmekte ve ciddi problemler oluşturmaktadır. Doğalgaz artık Türkiye’de birincil ihtiyaç haline gelmiş önemli
bir yakıttır. Tüm hazırlıklar bu yakıtın daha uygun kullanımı için olmalıdır.
İstanbul’un Siluetini Değiştirmek Bir
Avrupa Birliği Projesi Mi?
“İstikâmet üzere olunuz ki,
Allah da işlerinizi istikamet üzere devam ettirsin.”
Hz. Muhammed (SAV)
Prof. Dr. BURHANETTİN CAN
Elektronik Mühendisi
O
smanlı, Yeditepe üzerinde kurulu
olan İstanbul’un en görkemli ve
görünüşlü bölgelerinde yaptığı
eserlerle şehre yeni bir kimlik kazandırmıştır. Bizans’tan alınan şehir artık bir İslam
şehri, beldesi, bölgesi olmuştur. Dolayısıyla
da İslam Kültür Medeniyeti’nin önemli temsilcilerinden, sembollerinden biridir. İstanbul’un bu temsil özelliği İstanbul’un sembolüne de yansımıştır. İstanbul ana hatları ile
cami ve minarelerin silueti ile temsil edilmektedir.
1970’li yıllarda Taksim ve çevresinde başlayıp sonraları Mecidiyeköy, Maslak, Dört Levent’e geçen, son yıllarda da İstanbul’un her
tarafına yayılan gökdelenler, neyin habercisidirler? Zeytinburnu’ndaki iki gökdelenin
Sultanahmet Cami’sini gölgelemesiyle ortaya
çıkan siluet sorunu, Bir AB projesi mi yoksa
medenileşmenin (Hz. Şuayb’ın kavmi) ortaya
çıkardığı bir sonuç mudur?
Değer Sistemleri ya da Kültür Medeniyetlerinin Semboller Üzerinden Mücadelesi
Farklı değer sistemlerinin oluşturduğu kültür
ve medeniyetler esas aldıkları amentülerinin
gereği olarak hayatı şekillendirirler. Bireye,
aileye, topluma, çevreye, sanat ve teknolojiye ayrı bir renk ve görüntü verirler. Farklılıklarını ortaya koyarlar. Görüntü, şekil bu
farklılığın dışa yansımasıdır. Bir anlamıyla
kendi farkındalığının dışa vurmasıdır. Görüntü bir yere ait olmayı ifade eder. Toplumlar, kendi kimliklerini temsil edecek şekilde
bazı giysileri, yapıları, mimariyi sembolleştirmişlerdir. Camiler, minareler, medreseler,
kervansaraylar, bahçeli evler ve onların mimarisi ve başörtüsü İslam kültür medeniyetini temsil ederler. Bunların var olduğu bir
coğrafya, orada Müslüman’ın yaşadığının,
farklı bir ruhun, farklı bir dünyanın var olduğunun, işareti olarak kabul edilir. Benzer
şekilde kiliseler, havralar, sinagoglar ve onların sahip olduğu mimari de Hıristiyan ve Yahudi medeniyetinin birer sembolleridir. Kibrit kutusu gibi yükselen gökdelenler, seküler
dünyanın, rantiyeci zihniyetin, ruhsuzluğunun, vicdansızlığının, aç gözlülüğünün, tamahkarlığının, her şeyi metalaştıramasının
ve fıtratı ifsad etmesinin bir sembolüdür.
Farklı kültür ve medeniyetler, farklı sınıf ve
zümreler, farklı kabileler/aşiretler, tarih içinde birbirinden ayrı özelliklerdeki yaşam
tarzları, giysileri, mimarileri, şehir yerleşim
ve görüntüleri ile birbirleriyle mücadele etmiş, rekabet etmiş ve birbirlerine muhalefet
etmişlerdir. Bu açıdan toplumlar, başka toplumun kimliğini temsil eden giysilerin giyilmesine, mimarilerinin, şehirciliklerinin taklit
edilmesine bir kimlik sorunu olarak karşı
çıkmış; başka toplumlara, kültür ve medeni-
yetlere benzememek kavgası vermişlerdir.
Hz. Peygamber (SAV) bu konudaki temel
bakış açısını, teşebbüh (bir başka kavme,
onun temel ayırıcı alametini benimseyecek şekilde benzemek) hadisi ile ifade etmektedir: “Ruhban elbisesi giymekten
sakının. Zira kim Ruhban elbisesi giyer
veya kendini onlara benzetirse, benden
değildir.”(1)
Nitekim Hz. Ömer, Azerbaycan’daki ordu
komutanı Ukbe bin Ferkud’u, yazdığı mektupta şöyle uyarmaktadır: “Lükse, sefahata
dalmaktan, müşrik elbisesi giymekten
ve ipek kullanmaktan sakın!..”(1)
Aliyyu’l-Karî, teşebbühü (benzemek), bir
toplumun sembolü olanları taklit etme,
benimseme olarak değerlendirmiştir.
İnançları, örf ve adetleri gereği birbirlerine
giyim, mimarı, yaşam tarzı, şehircilik konusunda muhalefet eden toplumlar ve onların
yönetici kadroları, seri mağlubiyet ve başarısızlık durumlarında bu olgunun tersi bir
davranış gösterebilir. Mağlupların galipleri
taklidi diyebileceğimiz bu davranış, psikolojik ezikliğin, aşağılık kompleksinin bir sonucudur. İbni Haldun’a göre bu psikolojik
eziklik şekli bir taklitle dışarı vurmaktadır:
“Nefs ve kalb, daima kavimlerine galebe
çalmış ve kendi kavmine boyun eğdirmiş
olanların olgunluk ve üstünlüklerine
KASIM-ARALIK 2011 91
MAKALE
inanır. Yenilen kimse buna inandıktan
sonra, bütün iş ve hareketlerinde kendisini yeneni örnek edinir ve ona benzemeye çalışır. Yahut kendisine üstün gelen kimsenin galebesinin adet, mezhep
ve mesleğinden ileri geldiği vehmine kapılır, bunu galebenin sebepleri ile karıştırır. İşte bu yanılgılardan dolayı yenilgiye uğrayan kimse giyim ve kuşam, hayvana binmek, silahlanmak ve bütün diğer hal ve işlerinde kendisini yeneni örnek edinir. Oğulların babalarını örnek
edinmek istemeleri, onların olgunluk ve
üstünlüklerine inanmış olmalarından
ileri gelir. Aynı şekilde komşu kavimlerden biri ötekine üstün ise mağlup olan,
büyük ölçüde kendisine üstün olan
komşu kavme benzemeye ve onu kendisine örnek almaya çalışır. O kavmin hali ve adeti bu yolla onlara sirayet
eder.”(2)
Osmanlı İmparatorluğu’nda ard arda gelen
mağlubiyetlerin, başta padişahlar olmak üzere devletin ileri gelenleri ve aydınları üzerinde son derece olumsuz etkileri olmuştur. İbni Haldun’un ifade ettiği eziklik ve taklit etme duygusu tam anlamıyla ortaya çıkmıştır.
Osmanlı tarihinde III. Selim, II. Mahmut ve
Abdulmecid zamanında İbn-i Haldun’un
ifade ettiği, dikkat çektiği icraatlar yapılmıştır. Topkapı Sarayı’nda Padişahların elbiselerinde meydana gelen değişimlere bakarak
bunu rahatlıkla görebiliriz. III. Selim’e, yakınlarından birinin; “Padişahım, şapka giyip, Frenk olduk deyip, sokağa yürümekten gayrı çare yoktur” demesi böyle
bir psikolojinin sonucudur (3). Almanya’ya
bir heyetle ziyarete giden Seyit Bey’in; “Olmayacak bu iş. Bizim karının başına
92 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Görüntü ve flekil bu
farkl›l›¤›n d›fla
yans›mas›d›r. Bir
anlam›yla kendi
fark›ndal›¤›n›n d›fla
vurmas›d›r. Görüntü
bir yere ait olmay›
ifade eder.
şapkayı giydirip sokağa çıkarmalı. Başka
çare yok!” tarzındaki çözüm arayışları,
mağlubiyetlerin Osmanlı aydınlarının zihni
üzerinde yaptığı tahribatın şekil olarak dışa
yansımasının bir ölçüsüdür.(4)
Bu arayışlarda unutulan nokta, kültür ve
medeniyetler arası mücadelede, görüntünün
özel bir anlamı olduğudur. Toplumlar veya
sosyal gruplar birbirlerine mimarileri, şehircilikleri, giysileri ve yaşam tarzları ile muhalefet etmektedir. İki toplumsal yapı arasında
mücadele varsa, çatışma varsa, bunun görüntüsü giyime, kuşama, mimariye, şehirciliğe, yaşam tarzına bir şekilde yansır ve bunlar
mücadelenin sembolü haline gelir. ABD’de
11 Eylül sonrasında Başkan Bush’un yaptığı
ilk açıklama, Müslümanları kast ederek,
“Bunlar bizim yaşam tarzımıza karşılar.” demesi mücadelenin bu boyutuna dikkat çekmek içindi.
Taksime cami yaparak İstanbul’un fethini tamamlamak isteyen bir belediye başkanından, gökdelenler yaparak İstanbul’u sekülarizme işgal ettiren bir belediye başkanına…
İstanbul’un fethiyle birlikte Ayasofya gibi Hıristiyanlık’ın önemli sembolleri camiye çevrilmiş, İstanbul görüntü olarak, mimarı olarak “İslam Kültür Medeniyetine” dahil edilmiştir. Evler, sokaklar, caddeler İslam aile hayatının öngördüğü mahremiyet ve geniş aile
yapısı esas alınarak tanzim edilmiştir. Yerleşim bölgeleri Müslüman bir aile yapısına uygun bir şekilde planlanmış ve düzenlenmiştir.
Cumhuriyet dönemindeki Batılılaşma hareketinin bir sonucu olarak Osmanlı Devleti’nden kalan tarihi mekanların bir kısmı
tahrip edilmiş, bir kısmı yıkılmaya terk edilmiş ve bir kısmının da görüntüsü farklı çevre düzenlemesiyle gölgelenmiştir. ANAP ikti-
darında Dolmabahçe Sarayı Swiss Otelle,
Yıldız Camisi Conrad Otelle, Taşkışla ve
Dolmabahçe Camisi, Sheraton ve Gök kafesle gölgelenmiş, çevreye verdikleri kimlik karartılmıştır.
Nurettin Sözen’in Büyükşehir Belediye başkanlığı zamanında Gümüşsuyu’ndaki Park
Otel’in kaçak olan katları yıktırılmıştır. Tayyip Erdoğan’ın Belediye başkanlığı zamanında Dolmabahçe stadyumunun yanında yükselen Gökkafesin kaçak olan katları yıkılamamış, merkezi hükümet tarafından ilçelerin hudutları değiştirilerek binaya ruhsat verilmiştir.
Taksim ve çevresinde camilerin azlığı ve küçüklüğü göz önüne alınarak zamanın Büyükşehir belediye başkanı Tayyip Erdoğan,
Taksim’e büyük bir cami yapmayı çok
önemli bir proje olarak ele almıştı. Üzerinde
çok gürültünün koparıldığı bu projeyi, rahmetli Erbakan ‘İstanbul’un fethinin tamamlanması’ olarak nitelendirmişti.
Taksim’deki kilisenin tam karşısına yerleştirilecek büyük bir cami, Taksim ve
çevresine İslam Kültür Medeniyeti’nin
mührünü basmak anlamına geleceği için
İstanbul’un yarım kalmış fethinin tamamlanması olarak dile getirilmiş oluyordu. Böylelikle Taksim ve çevresinde kilise ve cami sembolleri üzerinden yürütülen
bir mücadele dengelenmiş olacaktı. Medya
ve siyaset üzerinden yürütülen bir kampanya ve 28 Şubat postmodern darbesi bu projenin hayata geçirilmesini engellemiştir.
Apartmanlarda geniş aile yapısına, komşuluğa yer yoktur ve insanlar bireyselleşmektedir.
Bu gerçek ortada iken gökdelenler inşa etmenin anlamı nedir? O gökdelenler gelecek
nesillerin temiz havayı solumasına engel
olacaktır. Gelecek nesillerin hakları gasp
edilmektedir. Fay hattı üzerine bu kadar
yüksek binalar yapmak ve yapılmasına göz
yummak nasıl bir zihinsel tutulmadır? Her
boş alana bir gökdelen inşa etmek, nesillere
nefes alacakları boş bir alan bırakmamak
dünyevileşme değilse nedir?
Son yıllarda büyük şehirlerimiz özellikle cami ve minarelerle temsil edilen İstanbul şehri, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş zamanında, ruhsuz, şekilsiz gökdelenlerle kirletilerek İslam Kültür Medeniyeti’ne ait
olmaktan çıkarılmaktadır. Şişli Camisi gökdelenlerin kuşatması ve karartması altındadır. İstanbul’da çevreden merkeze doğru ilerleyen bir kuşatma hareketi, söz konusudur.
Yoksa bu, bir kültür medeniyetin görüntüsünü yok etme, Avrupa Birliği uyum
yasaları çerçevesinde tüm şehirlerimizin
görüntülerini Batı kültür medeniyetinin
ön gördüğü bir görünüme uydurma operasyonumudur?
Eğer böyle bir durum varsa bir gün İs-
Kibrit kutusu gibi
yükselen gökdelenler,
seküler dünyan›n,
rantiyeci zihniyetin,
ruhsuzlu¤unun,
vicdans›zl›¤›n›n,
aç gözlülü¤ünün,
tamahkarl›¤›n›n,
her fleyi
metalaflt›ramas›n›n ve
f›trat› ifsad etmesinin
bir sembolüdür.
tanbul’da Fatih, Süleymaniye, Sultanahmet, Eyüp Sultan, Yavuz Selim, Yeni Cami, Laleli, Beyazıt Camileri’nin yanı başında gökdelenlerin yükseldiğini göreceğiz.
Bu gün susanlar, yarın hiç ama hiç konuşamayacaklardır.
Vakit varken!
Herkes sesini yükseltsin.
Tüm gökdelenler durdurulsun ve
Taksim’e cami yapılsın.
KAYNAKLAR
1- Çakan, ‹. Sünnette Giyim-Kuflam ve Örtünme,
‹slam’da K›l›k-K›yafet ve Örtünme, ISAV, ‹stanbul,
1987 s.:43-63.
2- Haldun. ‹, Mukaddime, MEB. Ankara, c-I, s. 374
3- Atay, F.R., Çankaya, Ankara, s. 430-431.
4- Yalç›n, H.C., Tan›d›klar›m-Seyit Bey, Yedigün,
No: 183, 9 Eylül 1936 (Aktaran Cündio¤lu, D.
Baflörtüsü Risalesi, T›byan Yay., s. 28).
KASIM-ARALIK 2011 93
S‹NEMAVEMÜHEND‹SL‹K
KİRLİLİĞİ VE OBEZİTEYİ ANİMASYONLA ANLATMAK
WALL-E
‹NSANO⁄LU BEfi‹⁄‹NDEN, KARA TOPRA⁄INDAN, DÜNYASINDAN 700 YIL UZAK KALINCA ‹NSANLIKTAN
ÇIKMIfi, DOKUNMAYI UNUTMUfi, DAHA DO⁄RUSU ETRAFINDAK‹ TUfiLARA DOKUNMAKTAN VE YÜZÜNÜN
D‹B‹NDEK‹ EKRANLARI SEYRETMEKTEN B‹RB‹RLER‹YLE ‹L‹fiK‹ KURMAKTAN KOPMUfiTUR.
FATİH GÖKSU
ost-Apokaliptik bir çizgide başlayan film oldukça başarılı dünya
görüntüleri ile seyirciyi sarsarken
çevre kirliliğinin ne noktalara gidebileceği
ile ilgili korkuları gün yüzüne çıkarıyor.
Aslında bir aşk hikayesi olan film bu karanlık yönü törpüleyerek iki robotun duygularına yoğunlaşsa da gemiye gidildikten sonra tüketim toplumunun ve Amerika’nın obezite sorununun da üzerine gidiyor. İnsanlar uçan koltuklarda bütün gü-
P
94 M‹MAR VE MÜHEND‹S
nünü yiyerek, içerek ve ekrana bakarak
geçirirken hayatlarına devam ediyor.
FİLMİN KONUSU
İnsanlar, dünya çöple dolup yaşanmaz
hale gelince, dünyanın dışına devasa bir
uzaya gemisi yollar. Plana göre bu gemiler dünya temizlenene kadar 5 yıl uzayda
dolanacaktır, ama dünyanın durumu daha
da kötüye gider ve insanlar dünyayı toptan terk eder. Fakat giderlerken robotlar-
dan bir tanesini kapamayı unuturlar. Bu
robot, Wall-E, tam 700 yıl boyunca yapayalnız bir şekilde programlandığı işi yani
çöp toplamayı yapar. Fakat zamanla
Wall-E’de bilinç geliştirir. Bu arada insanlar düzenli olarak dünyaya robot göndermekte ve dünyanın yaşanır olup olmadığını araştırmaktadırlar. “Eve” isimli bir
robot, bir gün insanların yüzyıllardır beklediği şeyi, bir yaşam kıpırtısını fark eder.
F‹LM‹N KÜNYES‹
Yönetmen
: Andrew Stanton
Yapımcı
: Jim Morris, John Lasseter
Senarist
: Andrew Stanton, Jim Reardon
Oyuncular
: Ben Burtt, Elissa Knight,
Sgourney Weaver, Jeff Garlin,
Fred Williard
Müzik
: Thomas Newman
Kurgu
: Stephen Schaffer
Stüdyo
: Pixar Animasyon Stüdyoları
Dağıtıcı Firma : Walt Disney
Türü
: 3D, Animasyon,Bilimkurgu,
Komedi, Macera
Yapım Yılı
: 2008
Süre
: 98 Dakika
Ülke
: Amerika
ÖDÜLLER
Aday:
En İyi Özgün Senaryo
En İyi Şarkı
En İyi Animasyon Akademi Ödülleri
Los Angeles, Chicago ve Ohio Merkez Film Eleştirmenleri Derneklerinden çeşitli ödüller kazanmıştır.
ANDREW STANTON
1965 yılında Rockport, Massachusetts’te doğan Amerikalı senarist, yapımcı ve yönetmen
olan Andrew Stanton, Kaliforniya Sanat Enstitüsünde animasyon karakterleri üzerine
eğitim gördü ve 1983 yılında bu kurumdan mezun oldu. İlk animasyon denemesini “Mighty
Mouse” filmiyle yapan yönetmen daha sonra Pixar grubunda çalışmaya başlayarak
buradaki ikinci animatör oldu.
Asıl patlamayı aynı zamanda “En İyi Animasyon Film” ödülünü de kazandığı WALL-E
filmiyle yapan yönetmen ayrıca “Kayıp Balık Nemo” filminin yönetmen koltuğunda ve
senaryo ekibinde yer aldı.
Filmografisi:
Finding Nemo (2003) (Yönetmen ve Senaryo), Ratatouille (2007) (Yapımcı), WALL-E (2008)
(Yönetmen ve Yazar), Up (2009) (Yapımcı), Toy Story 3 (2010) Yazar), John Carter (2012)
(Yönetmen ve Yazar)
KASIM-ARALIK 2011 95
Ç‹ZG‹YORUM
96 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Yakup Güler

Benzer belgeler