- Kızılbaş

Transkript

- Kızılbaş
kızılbaş
Ş u b a t 2 0 12 s a y ı 11
kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü!
-"3 gece ameliyathanede çalıştım. Bodrum katı
ölüm tarlasına dönmüştü."
-UZAKDOĞU, ORTADOĞU VAR! YAKIN
DOĞU SOYKIRIMLA “YOK!” NEDEN?
-‘soykırım yasası’ açıklaması: ‘Sabrediyoruz,
umudumuzu kaybetmedik’
kızılbaş
veröffentlicht
generaldirektor freizugeben.
sakine polat
genelyayın yönetmeni
ali ülger
tr. hukuk danışmanları:
av. nadide metin erdoğan
av. erdal doğan
av. hıdır özcan
ankara temsilcisi:
hatice çevik
tel: 0506 818 66 55
[email protected]
av. birliği hukuk danışmanı:
av. ertekin ceylan
adres: bergheimer str 51
d - 47228 duisburg almanya
tel: +49 (0) 177 502 88 53
http://www.kizilbas.biz
[email protected]
kızılbaş’ta yayınlanan yazı ve
ilanların sorumluluğu sahiplerine
aittir. kızılbaş’ta imzasız ve
kaynaksız yazılar yayınlanmaz.
yayın tarihi:
15 şubat 2012 sayı: 11
yeni web sayfamız:
http://www.kizilbas.biz
kızılbaş’ın eski sayılarını
bize vereceğiniz e-mail adresinize
pdf dosya olarak gönderebiliriz.
k izilbasdergisi@k izilbas.biz
gönüllü katkı formu
adı soyadı :..................................................................................................
adres :..........................................................................................................
e-mail & tel :...............................................................................................
ali ülger konto: 300 23 23 29 BLZ: 350 5000 Sparkasse Duisburg
6 sayı 25 € - 12 sayı 50 €
kızılbaş - sayfa 3 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
içindek iler:
Sayfa 05
Sayfa 08
Sayfa 15
Sayfa 16
Sayfa 21
Sayfa 22
Sayfa 23
Sayfa 23
Sayfa 24
Sayfa 24
Sayfa 24
Sayfa 25
Sayfa 26
Sayfa 27
Sayfa 28
Sayfa 28
Sayfa 29
Sayfa 34
Sayfa 37
Sayfa 40
Sayfa 40
Sayfa 41
Sayfa 42
Sayfa 45
Sayfa 48
Sayfa 49
Sayfa 51
Sayfa 52
Sayfa 53
Sayfa 55
Sayfa 56
Sayfa 57
Sayfa 59
Sayfa 62
Sayfa 63
Sayfa 64
aleviler türk mü? kürt mü? ................. Hüseyin Demirtaş
kardeşlik ve yardımlaşma dini KAKAİLİK..Kejê Bêmal
Surp Sarkis-Rocê Xızıri kutlu olsun!. Sarkis Hatspanian
Dersim Inancı’nda HIZIR ................. Munzır COMERD
“3 gece ameliyathanede çalıştım. Bodrum katı ölüm
tarlasına dönmüştü.” ........................................ Sedat Ergin
AABK Bülent Ecevit’i kaybettik,üzgünüz! Turgut Öker
Asimilasyonda Son Nokta: “Alevi köyüne Alevi imam”
Müslüman Kardeşler Örgütü “Alevilere ölüm” çağrısı
yaptı!
Diyanet: ‘Alevilik diye bir din yok’
GATA’dan cemevine ambulans yok
Caferiler, Laçiner’i mahkemeye veriyor
tarihe tanık belgeler
zone ma ................................................................. said bakşi
zazaca dersler ............................................ ilhami sertkaya
zone ma ................................................................. h. dewran
Diyarbakır’da Kültür ve Cemevi açıldı
SEYD RIZA .......................................................... cemal taş
Bir “İttifak”ın Teori ve Pratiğine Dair Notlar: 5 TÜRKİYE’DE SOL DÜŞÜNCE VE ALEVİLER Murat Küçük
seyid rıza ve dersim dosyasındaki bazı ayrıntılar
üzerine- 2 .................................................. Hovsep Hayreni
Fransa Soykırımı tasarısını kabul etti
‘soykırım yasası’ açıklaması: ‘Sabrediyoruz, umudu
muzu kaybetmedik’ ....................................... r. t. erdoğan
bu yalan haberlere sakın kimse inanması!
türkiye’nin imparatorluk siyaseti ............... recep maraşlı
UZAKDOĞU, ORTADOĞU VAR! YAKINDOĞU
SOYKIRIMLA “YOK!” NEDEN? ................ ahmet önal
NUR TOPU GİBİ DAVA ................................. ahmet önal
T. Paşa’nın intikamı alınmıştır .....prof. dr. taner akçam
“Sevag Kaza Kurşunuyla Ölmedi”
Malatya Ermeni Mezarlığı’nda yıkım yaptı
Süryaniler Hain mi? ........................................ toros sarian
Sevgili Dostlar ........................... Mirhan Pirgiç Gültekin
1915 olayları ve Uruguay ................ aktaran: hatice çevik
KADERİN KARA KÖPEĞİ YA DA BİR KEŞİF
YOLCULUĞU ............................................... sait çetinoğlu
“Cumhuriyet’in ‘azınlık raporu’ “ ...................... ayşe hür
Nefret Suçlarının Parolası: “Benim Gibi Düşün!”
....................................................................................Cennet Bilek
DAWETNAME ............................................. ismail beşikçi
Bawa Sêyd Rizay .......................................... Sılêmono Qıc
SERÊ SALÊ
‘Sarê salê binê salê
Xızır mêvanê vê malê’
Daxwaza xêr û xweşiyê
Ev daniya kal û pîrê
Ek pîrik e, ek Xızır e
Danîemirtaş daniştî ser êre
Herkes hilgirt para xwe
Mîna xwîşk û bira ne
Xızır tîne daniyê
Pîrikê rû keniye
Çaxanî girtiye şa bûn
Le pisiyê dûr û ne
Çaxan û xewa we xweş
Çaxan û xewla we xweş
Xızır dibê pîrêk dibê
Ji were xêr û xweş
Peyv û Mûzik:
Ahmet Güven
Anadolu'da sene başlarından
biride 14 şubat da kutlanır.
(Çoğu yerde kış yarısı da
denir). Cemre daha köz olmadan, havaya, suya ve toprağa
düşmeden müjdesi gelir.
Yeni yıla Hızır'la girilir. Hızır
halk arasında olgun insana
denir. Dara düşenin yardımına koşar ''Hızır sakalını
ağartı''derler.
Sevinir çocuklar. Toplanırlar, kendi aralarından birini
seçerler. Ona yundan sakal
ve bıyık yaparlar. O Hızır
olur. Ev, ev dolaşırlar. Maniler söylenir, şakalar yapılır.
Her ev onlara yiyecek bişeyler
verir. Akşamüzeri topladıkları yiyecekleri topluca bir eve
götürürler. Hedik ve yemekler
yapılır. Çocuklar için sofra
kurulur ve hepsi toplanır
sofraya kardeşçe. Özlem bu ya
Hızır'ın iyliği ve bereketi de
getirdiği rivayet olunur.
Ahmet Güven
kızılbaş - sayfa 4 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Ortadoğuda siyaset balık sırtı.
Suriyenin düşürülmesi an meselesi.
Suriye, Rusya İran ve Çin’in desteği
ile ayakta kalmaya çalışıyor. Bu üçlü
destek geçicidir. Siyasi ve ekonomik
çıkarlara dayanıyor. Suriye militaristdiktatörlüğünün halk desteği yoktur.
Yıkılmaktan kendini kurtaramaz.
Arap değişimi göründüğü gibi değil.
Kendi özgünlüğü üzerinde gelişen bir
muhalefetin başkaldırısı olamadı.
ABD’in ve AB’in inisiyatifinde yürütülen bu ayaklanmalar islama göre,
Kuran-ı Kerime göre şeytan ile ittifak
degilmidir?!... Demokratik siyasal değerlere göre ise yeni “modern” işgal
ile sömürgeciliğin degilmidir?!...
Arap alemi kendi özgüllügü dahilinde
kendini yenileme yerine batıyla ittifakı
tercih etmelerinin vebalini, günahını
ve hesabını çok ağır öderler...
Suriye’deki militarist diktatörlüğün
dini imanı var mı yok mu bilemeyiz.
TC. Devletinin Suriyeli işbirlikçi kesimin aracılığıyla yaptırdığı çağırıda
Türkiye’de Kızılbaş Alevilere aba altından sopa gösteriyor. Bu siyasete de
devletin devşirme Alevici siyasetçileri
de çanak tutuyorlar. Suriye’yi Alevi
göstererek, Esat militarist diktatörlüğünü destekleyerek...
Kızılbaş Alevilik Nusayrilik, Nusayrilik de Kızılbaş Alevilik değildir.
Suriye Kızılbaş Alevi olsa bile militarist diktatörlüğe karşı çıkmamızı engellememelidir.
Şimdi Suriye’de ve diğer Araplarda
oluşan işbirlikçi hükümetler Demokratik mi olacaklar? Arap aleminin
hangi sorununu çözecekler?
can
cana
ali ülger
Arap alemindeki değişimler kendi
kökleri üzerinde gelişmiş demokratik
değerlerden yoksundur. Kendi sorunlarını çözmeye değil onları bastırmaya yöneliktir. Yeni diktatörlükler kurulmaktadır.
Tüm bu gelişmelere rağmen var olan
eskimiş katil diktatörlükleri de yıkılmalıdır. Yerli muhalefetlerin kendi
farklılıkları içinde geniş cepheleşme
ile siyasete katılmasından yanayız.
Yeni bir tercih ürtetilmeliydi...
Suriye militarist diktatörlüğünü Nusayririliği (Alevi) göstermek devlet
politikasıdır.
Diğer yandan Mısır, Cezayir Tunus
Libya vd. arap deletleri nusayri (alevi)
değiller. Peki neden yükü islama yüklemiyorlar?
Zavallı devşirme devler alevicileri şeriat korkusuyla ehveni-şer siyasetiyle
kötünün kötüsüne biat etmekteler. Bu
siyaset devlet siyasetidir chp siyasetidir. Kızılbaş Alevilere zarar verir...
Türk tv.dan birine katılan Kemal Kılıçdaroğlu, Sebahattin Ali’yi CHP’in
öldürttüğünü beyan etti.*
Biz insan hakları ve demokrasi mücadelesi dahilinde yargıya gideriz.
Kızılbaş Alevi kesimleri içinde cirit
atan kırk ayaklı kınalıkeklik siyasetçi-
lerin ortak bir amaçları var. Bu enine
boyuna net olarak gün ışığına çıkartılmadan sağlıklı kalıcı adım atmak
mümkün olamaz. Kırkayaklı devlet
siyasetinin tek amacı asimilasyonu
hakim kılmaktır. İnkar ve asimilasyon iki başlı. Biri Türkleştirme diğeri müslümanlaştırmaktır. Kendine
yabancılaştırma ile yürütülüyor. Bu
müslümanlaştırmaya kemalist kürt
milliyetçi çevreleri de katılıyorlar. Biz
Kızılbaşlara türk devletinin politikalarına benzer politikalar ile yaklaşıyorlar!.. ”Ya bize hizmet edersiniz.Ya da
karşımızda düşmansınız” türk ve kürt
militarist kemalist kesimlerinin benzeri siyasetleri var...
Ne yapmalıyız nasıl davranmalıyız?
Kızılbaş Alevi sorunu sadece din iman
sorunu değildir. Siyasal toplumsan
bir sorundur. Bundan dolayı Kızılbaş
Aleviler olarak kendi adımıza siyasal
örgütlenmemizi kendi partimizi kurmalıyız. Yasal alanda siyaset alanına
çıkarak kendimizi temsil etmeliyiz.
Siyasal öz örgütlenmemiz olmadı mı,
kendimizi Asimilasyoncu inkarcı yabancılaştırma siyasetleri karşısında
başı dik anlı açık duramayız..
Siyasal öz örgütlenmemizin üretmeliyiz. Özgürlük barış ve demokrasi mücadelesinde bizde sorumluluklarımızı
yerine getirerek siyasal hayatta yerimizi almalıyız
ROZÊ XIRIZ hoşgelmiş bereket getirmiş huzur güven barış içinde hanemize
hoşgelmiş. Tüm KIZILBAŞLARIN
ROZÊ XIZIRI hor ola şen ola
Gelecek sayıda yeniden buluşmak dileklerimizle can cana
* http://www.haber7.com/haber/
20120209/Kilicdaroglu-Ataturkukorumaya-gerek-yok.php
kızılbaş - sayfa 5 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
XIZIRO‘KAL
Yitiqate Kırmanciye de Hazar Çevere Sere Sodıri
Munzır COMERD
Surp Sarkis - Rocê Xızıri
kutlu olsun !
Sarkis Hatspanian
4.şubat.2012, Ermenilerin Surp
Sarkis, kardeş Zaza halkının
Rocê Xızıri adlandırdıkları ve 3
gün oruç tutulan bayram günüdür. Bu vesileyle tüm Sarkis, Serj,
Mardiros ve Mardiklerin isim
gününü kutluyorum.
«Dersim Ermenileriyle Zazalar,
seyyahların çoğunu şaşırtacak
kadar dostluk ilişkileri içindeydiler. Bununla birlikte çok sayıda
seyyah, Dersimlilerin H...ıristiyan dinine ve Dersim bölgesinde
bulunan kiliselerine karşı özel
hürmet gösterdiklerini belirtmişlerdir. Zazalar, bu kiliselerin
mübarek yerler oldukları kanısındaydılar, hatta onları ziyaret
etmekteydiler. Kızılbaş Dersimli
Zazalar yalnızca Ermeniler’e karşı değil, bütün Hıristiyanlara da
iyi davranmışlardır. Bu davranış
karşılıklıydı. Türk otoritelerinin
Dersim Ermenilerini Zazalar ve
Kürtler’e karşı husumeti kışkırtma çabaları ve onların mukavemetini azaltma çalışmaları
Dersim’de yaşayan Ermeniler
tarafından birçok defa boşa
çıkarılmıştır. Gerek Kürtler’e
rüşvetler vererek ve gerekse Ermeni ve Zaza kavimleri arasında
dini düşmanlık yaratma çabaları
başarıya ulaşamamıştır.»
Delile ma Xizir;
Ne weseydi, tengeydi û rindeydi
Sima star bikero
Xizir her roze her dem
Sima pasti di bo
û Rayber ê sima bo.
Rosane Xiziri Samare firaz û
bimbarek bo!
Mehmet Emin Tüysüz, Xozan
Serkou, Ali Ülger, Sakine Polat
Anadoliye ra bice hatanu Asya Düri yitiqate zafıne de Xızır esto. Xızıri, her
mılet xore eve çıme veneno. Kami çım
de "mordeme sata tengewo", kami çım
de "sevekdare dar u beri, kewe u bostaniyo", kami çım de ki çiyo de bino.
Sare Dersimi, Anadoliye de geçe şarqi
rawo. Ma wazenime ke naca de ero cı
bıfetelime ke ala no sare Dersimi Xızıri nas keno nekeno? Eke nas keno yine
çım de Xızır kamo? Şiya Xızıri yitiqat
u kulture dinede çutır asena, no çutır
sewle xo dano ra lavatiya dine ser?
Qe yitiqate sıma ro cı bıero qe meero,
sare Dersimi ke qeseykerdene musne
domanune xo, tewr verende domani na
qesa "Xızır"i musene. Ni ke domanu
cene xo vırane vane "Xı,ur to mıre pil
kero!", nane ro vanü "Xızır to mıre 'kal
kero!", duwa u recay kene vane "Xızır
to wayıre emre dergi kero!" Eve na
qeyde domani name Xıııri musene. Domani ke hurdi hurdi feteliyayi ki nafa
hekmeta Xtzıri venene. Hard de lulık
ke bivene pi vano "Name ni Astore Heqiyo", hes ke biııene vano "Xızıri no
kerdo hes", dare ke bivene vano "Dara
Xızıriya", gol ke bivene vano "Gole
Xızıriyo", ko ke bivene vano "Mekene
Xızıriyo", nisange ke bivene vano "Nisange Xızıriyo". Domane sare Dersimi
iste nia bene pili
Eke heni ro sare Dersimi çım de Xızır
zobinawo. Sare Dersimi, Tırki 'be Kurdu ra ke Xızıri kamci çım ra venene, yi
na çım ra nevenene. Yitiqate Kırmanciye de Xızır, teyna "mordeme sata tenge" niyo. Xızcr, Yitiqate Kırmanciye
de fleqo. Heq, hazar u jü namune Xızıri
ra jükeko. Name diye jü "Xızıro 'Kal"o,
jü "'Kalo Sıpe"wo, jü "Aspare Astore
Qıri"yo, jü "Wayır"o, jü "Xızıre Bone
Taseniye"o, jü "Xızıre Pırde Suri"yo,
jü "Meymane Hewse Qızılbeli"yo, jü
"Meymane Ana Yemise"wo... ma neşikinme ke nine eve mardene bıqedenime.
Xııır, Yitiqate Kırmanciye de Wayıro. Wayın ki Yitiqate Kirmanciye de
jü niyo. Xızır, Yitiqate Kınnanciye de
Astare Deste Sodıriyo. Yitiqate sare
Dersimi de cae seri Xızıri dero. Xızır,
Wayıre" sare Dersimiyo. Xizır, yitiqate
Dersimi de Wayıre dinawo, ama yitiqa-
te dinede tek Wayn ki Xı.zır niyo. Wena
Yitiqate Kırmanciye de Wayıre ç'ei esto
ke no sare çei sevekneno; Wayıre Mali
esto ke no mali sevekneno; Wayıre Jiar
u Diaru 'be Wayıre Kuresu ra esto ke ni
ki qome Dersimi seveknene.
Tavi ke Xizcr Wayıre serriyo. Yitiqate
Kırmanciye "düalist"o, no rındeni 'be
xıraveni sero vazno ra. Çıme rındeni,
roşteni 'be xereni de Kures, Duzgın,
Wayıre Jiar u Diaru 'be Wayıre Çei ra
esto ke sarre nine Xızıro. Çıme xıraviye, tariye 'be gıraniye deki Mordeme
Neweşiye, Mılakete Gıraniye 'be Mılakete Xıraviye este. Sarre nine Evdıl
Musawo. Ni, eskere Evdıl Musaye. Ni,
qe jü xıraviye beyizna di nekene. Evdıl
Musa Sereskere xıraviyewo. Xıraviye
'be rındiye ra boina jüvin de perodayis
dera. Xıraviye qe pe rındiyi neşikina.
Tavi heto binde ki raa Evdıl Musay de
eke bi tari loqme dane, cerene Evdıl
Musay vero ke wo eskere xo yine ser
meerzo, yinere xıraviye mekero.
Xızır ke va, mordem gereke Astore Qıri
ki biaro xo viri. Yitiqate Kırmanciye de
Astoro Qır je şiya Xızıri dira nevısino.
Xızir mordemo de ciamerdo, kokımo,
herdisa xuya sıpiya de derge esta, kınce
xo sıpeye, çüye ki dest dera. Mordeme
kokımi re tavi ke astor lazımo. Astoro
Qın ki je Xızıri sıpewo. Coku sare Dersimi namune Xızıri ra jüki "Sıpella" no
pa.
Jiar u Diare Dersimi pey de jede name
Xızıri esto. Tae Jiar u Diare Dersimi
este ke nine pey de teyna name Astore
Qıri esto. Sare Dersimi Astoro Qır gol
de diyo gol kerdo Jiare, kemer de diyo
kemer kerdo Jiare. Astoro Qır Xızıre
'Kali ra nebırrno ra, qırvani kerde eşte
lıngune Qıri ver.
Coku, cem u cematune sare Dersimi de
ke bavay venga Heqi dane, kılama heqiye eve name Xızıri, Astore Qıri, Kuresi, Duzgıni kene ra cı vane eve nine
ki xelesnene.
Xızır, Wayıre çerx u pewraziyo, Wayıre hard u asmeniyo; Wayre ram u comerdiyewo. Xızır, teyna mordeme sata
tenge niyo, verende mordeme sata wesewo. Kami ke weşiye de Xızır ardo ra
xo viri, tengiye de ki Xızıri wo xo viri
kızılbaş - sayfa 6 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
ra neveto. Kami ke weşiye de Xızır neardo ra xo viri, tengiye de jü pasqule ki
Xızıri eşta qena di.
Xızır albaze ğeribuno, piye bekesuno,
omede feqiruno, xelase xelasuno. Coku
Xızır boina dılxe kokımu 'be feqiru
dero. Xızıri de Cenet u Ceneme çino.
Wo hesave xo na dina de veneno. Kuyno dılxe kokıme de feqiri yeno to keno
yintam. Xora ke tı kokımu 'be feqiru re
wayır veciya, yine sero şiya, yine çık
ke waşt to da cı, to yi seveknay Xızın
ki varneno toro, jüya to keno hazare.
Ne eke to ke ri kokımu 'be feqiru neda,
yinere wayır neveciya, yi neseveknay
wo taw Xızın ki adıre mordeme nianeni sayneno.
Xızıri çım de ceni u ciamerd jüyo. Wo,
Qızılbel de ke Dewres Sılemani re biyo
meyman, Taseniye de ki Ana Yemise re
biyo meyman. Yitiqate Kırmanciye de
ceni u ciamerdi jüvini ra nebırmene ra,
domanu ki neerzene hete pey. Raa heqiye de kes nezano ke Heq kami dero; ceniye dero, ciamerdi dero, domani dero?
Mıslımani be, Isewi be ni qe Heqe xo
nevenene. Ama sare Dersimi heni niyo.
Xızır, Dersim de Kemere Duzgıni dero,
Jele dero, Gole Buyer Bavay dero, Bağıra Sıpiye dero, Koye Qosani dero, Yıxır Gol dero, Taseniya dewa Bamasuru
dero, Qızılbele dewa Kuresu dero... koti
vace uca dero. To ke zerre Xızıre xo vıraşto, koti ke vace uca Qıre xo rameno
vere to.
Xızır, mordemo de zerrehirawo. Kami
ke piştige Xızıre xode mokem pe gureto, yira nexapiyo, mordemo nianen
şikino ke Xızıre xode çiye sero wereno
ki. Dersimi ra Dewrese Xızıri ra vato
"Dersim ke qırr kerd tı koti biya?" Qızılbel de Dewres Sıleman cıra vato "Eskere Evdıl Musay ke erzeno ma ser çıra
mare wayır nevecina?" Kamci yitiqat
de mordem Heqe xode nia je dı bırau
nano were?
Des u Dı asmu ra jü asme, sare Dersimi
Xızıre" xore bırrna ra. Nae ra "Asma
Xızıri" vane. Asma Xızıri, asma Gağandi ra dıme, ama asma Gucige ra
raveri yena, worte ni dı asmu de manena. Hesave qeleme (Miladi) ra ke 13'e
va (l3,Ocak), hesave mara (Rumi) 1'e
asma Xızıri vano. Na asme de çar heşti
Roce Xızıriyo. Roce Xızıri hire rociyo.
Seseme, çarseme, 'poncseme roce cene,
yene qırvanu kene. Sare Dersimi pero
zerre jü heşti de Roce Xızıri necene. Ca
'be ca ,dewe 'be dewe, ucağe 'be ucağe, aşire 'be aşire herkes na çar heştu
ra jü de ceno. Tavi, asma Xızıri de Xı-
zır vecino meymaniye. Xczır ke dinere
kamci heşt de biyo meyman, yiki Roce
Xızıri wo heşt de cene.
Fikre Xızıri 'be kerdena Xızıre Dersimi, ma no nusto kılm de şikinme ke nia
hunde qale cı bime. Xızıre Dersimi ke
nia yeno meydan, eke heni rö no sewle
xo çutır dano ra lavatiya sare Dersimi
ser?
Verende kokımune Dersimi ra bicerime. Kokıme Dersimi ke herdise verdane meqes pa nenane. Çıra? Xıziro 'Kal
meqes herdisa xora nenano coku. Yi ki
wazene ke je Xızıre xo bıase. Jü ke meqes na herdisa xora pe di kay kene, vane
"Herdiso kırrık!"
Verende herkesi waştene ke jü astoro
de qır bonco bıne xo. Xızır, Astore Qıri
serowo coku.
Sare Dersimi verende kınce sıpi kerdene pay. Coku, İhsan Sabri Çağlayangil
sare Dersimi ra "Beyaz donlular" (tumane sıpiyini) vano. (LS.Çağlıyangil,
Anılarım, Güneş Yayınları, s.45) Xızıre sare Dersimi sıpe gureto xorâ, coku
yine ki sıpe kerdo pay.
Berime xort u çenekune ma.
Xızır çutır ke tenganiye de reseno mordemi, gence ma ki na qeyde Xızıre xo
yemişe lavatiya xo kene.
Xızır çutır ke koto dılxe kokımu 'be
feqiru yi sevekne, gence ma ki feqir
u fıqaru seveknene, dewucune behardi seveknene, "proleterya" seveknene.
Kam ke hete ninede niyo yide dane
pero. Tavi; Xızıre mordemi ke isyankar
bi, seveta kokımu 'be feqiru ra adıre
mordemi sayna, qome di ki vazeno ra
seveta "proleterya" ra adıre sari sayneno. Ma kami ra se vacime?
Xızıro ke ceni u ciamerd jü çım ra di,
qome di ki vazeno ra seveta heqa ceniyu lez keno. Wazeno ke ceni endi şiya
ciamerdu ra veciye, heqe ceniyu 'be ciamerdu ra çırpa jüvini de be.
Mordemo ke Xızıre xode na were, vazeno ra dewlete de ki nano were, hukumati de ki nano were vano "Sıma naca
de neheqeni kene!", yaki "Ma tam demoqırasi wazeme!", "Ma adalet wazeme!", "Ma zulım newazeme!"
Xızıre mordemi ke xıraviye de, tariye
de, neheqiye de da pero; qome di ki
vazeno ra xıraviya cemati de, fikirune
tariyu de, neheqiya hukımdaru de dano
pero.
Şiya yitiqate sare Dersimi her dewır
de eşto lavatiya dine ser. No vijeri ki
heni bi, ewro ki heni ro. Tavi ke yitiqate dine ewro teyna Xızır niyo, Yitiqate
Kırmanciye niyo. Sare Dersimi Yitiqa-
te Kırmanciye 'be Elewiyeni ra girena
jüvini. Yitiqate dine, senteze ni dı yitiqatuno. Yi, naca de ki raa Xızıre xode
şiye. Qayt biye ke Ehlibeyt re neheqeni
biya, Hz. Eli re neheqeni biya, Des u
Dı Yimamu re neheqeni biya coku hete
dine gureto. Ma Xızın ki hete kokımu
'be feqiru de nebi? Mordem gereke nae
ki bızano ke Xızır zerre Elewiyeni ra
neveciyo. Koka ni çand hazar sere xori
de sona. Tırki vane "Yitiqato mawo 'kan
name xo Şamaneniya." Kurdı ki vane
"Yitiqate mawo 'kan name xo Zerduşteniya." Sare Dersimi ki qa Elewiyeni
ra raver beyitiqat nebi. Kes nezano ke
Xızıri yitiqate sare Dersimi de çand hazar seriyo ke ca gureto. Xızıro ke sare
Dersımi cıra vano "Heqo", yi "Weyır"
veneno yitiqate jüıiı hazar seri niyo.
Çutır ke ma nusna, sare Dersimi Xızıri
eve na çım veneno, wo ki sewle xo nia
dano ra lavatiya dine ser. Sare Dersimi
teyna eve zone Zazaki ra ne, eve yitiqate Xızıri ra ki ğezna kulture Anadoliye
re kifato de hewl kerdo. Anadoliye pe
nine xo bıgoyno
Sare Dersimi Elewiyeni re zaf xızmete kerda. Anadoliye de ke "Dersim" va
Elewiyeni, Qızılba,seni yena ra mordemi viri. Dersim ra des u dı ucağe Elewi,
hem sare Dersim re hemı ki sare dorme
Dersimre xızmete dane. Qe Tırkki , qe
Kırdaski , qe Zazaki qesey bıkere pire
Elewiyune Şarqi tede Dersim rae. Sare
DersiKrıi Zazaki qesey keno ama; sare
Elewi kam beno bıbo, qe Tırkki , qe
Kırdaski qesey kero ni xo sero marde.
Mavene nine jüvini de zaf gemı biyo.
Çeney de jüvini, jüvini ra çeney gurete.
Kamci zon qesey kene bıkere Elewi
gereke bıere jü ca, jüvini de bicere ra.
Şoveneniya mıleti kamci het ra yena
bıero, jiyan dana yitiqate E'lewiyeni.
Şoveneni ki Tırkiya de teyna Tırku ra
nina, jüyo ke na fikir dero ma çım de
xelato. Şoveneni gereke ma caverdime.
Anadoliye hardo de hirawo, kam beno
bıbo ma hatan nıka naca pia vınetime,
naera tepia ki gereke pia vınderime.
Anadoliye welate ma peruno.
Ma ke mecuma "PİR"i diye zaf bime sa.
Çıme ma raa "PİR"i ra şi. "PIR" ame,
tenga "talıvu" biye mokeme.
Heq xer kero!
Xızır emre "PİR"i derg kero!
Xızır "PİR"i destu ver mekero!
"Çeneka mı tora vanu, veybıka mı tı
bıhesne!"
Hukumate mıno demoqırat tı nae mece
xoser! Kaynak: P İ R Dergisi Sayı 3
Ağustost 1995 İstanbul
kızılbaş - sayfa 7 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
aleviler türk mü? kürt mü?
Alevilerin etnik kökeni konusu Aleviler dâhil herkesin zihnini meşgul etmeye devam ediyor. Kimileri Aleviliği
sadece Türklere has bir inanç biçimi
olarak görürken, kimileri de Kürtlüğe
indirgemek istiyor. Her ne kadar son
yıllarda daha çok konuşulsa da Aleviliği etnik bir kimliğe indirgemek girişimleri yeni sayılmaz.
Bu doğrultudaki çalışmaları 1908’e,
hatta daha öncesine II. Abdülhamit
dönemine kadar götürmek mümkün.
Özellikle bu tarihte iktidara gelen İttihat ve Terakki Fırkası (İTF), Alevileri Türk olarak görme ve gösterme
çalışmalarının ilk mimarı olarak sayılabilir. Devletin ayakta tutulması için
başlatılan Osmanlıcılık ve İslamcılık
politikalarının iflas ettiği bir dönemde bir darbeyle iktidarı ele geçiren ve
devletin yeni politikasını Türkçülük
olarak belirleyen İttihatçılar baktılar ki, Anadolu’yu hiç tanımıyorlar.
O nedenle İTF Genel Merkezi Anadolu’daki etnik ve dini toplulukların
araştırılması için bir çalışma başlattı.
Esat Uras Ermenileri, Arnavut kökenli İsmail Naci Pelister (Habil Âdem)
Kürtleri ve Dağıstanlı bir Çerkez olan
Baha Said ise Alevi-Bektaşileri incelemek üzere görevlendirildi. Baha
Said hemen alana çıkarak araştırmalarına başladı ve daha sonra edinilen
verileri “Türkiye'de Alevî, Bektaşî,
Ahî ve Nusayrî Zümreleri” isimli bir
kitapta toplayarak yayınladı.
Yıkılmaya yüz tutan Osmanlı’nın
son döneminde Hıristiyan misyonerler yaptıkları bazı yayınlarda Anadolu’daki Alevi zümrelerini Türk
ve Müslüman saymazken, bunları
daha çok devlet baskısıyla görünüşte Müslümanlaşmış Rum, Ermeni ve
Anadolu’nun eski yerli halklarının kalıntıları olarak gösteriyorlardı. Baha
Said’in çalışmasının asıl amacı da bunun tersini kanıtlamaktı. Nitekim kendince kanıtladı da… Ondan sonra Alevi-Bektaşiler üzerinde çalışan hemen
hemen bütün araştırmacılar da Said’in
izinden gitti ve bugün Alevi dünyası
bundan 100 yıl önce yolu açılan bu
milliyetçi-Türkçü bilgi kirlenmesinin
yarattığı sorunlarla baş etmeye çalışıyor. Dünün Batı dünyasını ikna etmek
için ortaya atılan Alevilerin özbeöz
Türklüğü tezi bugün Alevilerin birlik
ve bütünlüğünü bozmak, içlerinde ayrışma yaratmak için hovardaca kullanılıyor.
Hüseyin DEMİRTAŞ
Baha Said’in açtığı yolda ilerleyen
Alevi olan veya olmayan araştırmacılar ve politikacılar var güçleriyle
hala Aleviliği Türklerin İslam yorumu
olarak görüyor. Hacı Bektaş Veli’yi,
Yunus’u, Abdalan-ı Rum, Bacıyan-ı
Rum, Gaziyan-ı Rum gibi şahıs ve toplulukları Anadolu’yu Türkleştiren ve
İslamlaştıran, Türk dilini bilinçli bir
şekilde koruyan ve günümüze taşıyan
ön Türk milliyetçileri olarak değerlendiriyorlar. Bununla kalsalar iyi…
Başta Cemal Şener ve Rıza Zelyut
gibi Alevi yazarlarsa, Aleviliğin sadece Türklere mahsus bir inanç olduğu
vurgusunu yaparak, Aleviler içinde
önemli bir yekün teşkil eden Kürtleri
adeta dışlayarak, onların aslında zamanla Kürtleşmiş Türkmenler olduğunu iddia ediyorlar. Doğal olarak bu
tez devletin ve resmi ideolojinin Kürt
kökenli Alevileri Kürtlerden, Kürt siyasal yapılanmalarından uzak tutma
politikasıyla da çakıştığından, Aleviler içinde büyük bir gerilim ve kırılma
yaratıyor. Bu tez nalıncı keseri gibi iki
yana da çalışıyor. Hem Alevi Kürtlerle, Sünni ve laik Kürtlerin arasına bir
set çekiyor hem de Türkmen Alevileri
sisteme kazanmaya ve aralarında milliyetçi-devletçi görüşlerin daha da yayılmasına hizmet ediyor. Ama sonuçta
kazanan topyekûn Aleviler olmuyor,
aksine karşılığında bir şey almadıkları halde sistemle bütünleştikleri, onun
tezlerini sorgulamadan kabul ettikleri
için hep kaybeden oluyorlar.
Neden kaybeden oluyorlar?
ALEVİLİK ETNİK KİMLİKLE
AÇIKLANABİLİR Mİ?
Bir kere her şeyden önce Alevilerin
etnik temelde bir bölümlemeye tabi
tutulması baştan sakat bir anlayış ve
zaten öğretinin özüyle çelişiyor. Bu
tezleri ortaya atanlar ve bunlara inana-
rak hareket edenler bilmeli ki, Alevilik herhangi bir etnik kimlikle açıklanamaz. Aleviliği tek başına Türklere,
Kürtlere veya bir başka etnik topluluğa aitmiş gibi göstermek anlamsız
ve saçmadır. Aleviliğin kökü, temeli
ve üzerinde yükseldiği bina insandır.
Alevilerin Büyük Sırrı kitabının yazarı Ünsal Öztürk’ün deyimiyle, “insan,
insan olduğunun farkına vardığında
etnik kimlik diye bir şey yoktu.” Kaldı ki insanları soy, sop, konuştuğu dil
ve kan bağına göre tanımlama ve sınıflandırma çok yeni bir olgu. Bu 1789
Fransız İhtilalı sonrası ortaya çıkan
milliyetçilik hareketlerinin yarattığı
bir sonuçtur. Ayrıca “Benim Kâbe’m
insandır”, “Okunacak en büyük kitap
insandır” diyen; içinde önemli ölçüde evrensel düşünceleri barındıran ve
insanı merkezine koyan kadim Alevi öğretisine aykırı olan bu anlayış,
hem tarihen yenidir hem de birleşmebütünleşmeden daha çok ayrışmaya,
ötekileştirmeye ve düşman yaratmaya
hizmet etmektedir.
Bu anlayışla, adını tam koyalım; milliyetçilikle/ulusalcılıkla yüzleşmek ve
onunla arasına mesafe koymak bugün
Alevilerin neredeyse birinci sorunu
haline gelmiştir. Zira Alevi örgütlenmelerine baktığımızda, gerek içeriden
gerekse dışarıdan pompalanan bu milliyetçi tezler, cemaat içi bölünmelere,
çekişmelere ve yer yer de düşmanlıklara neden olmaktadır. Aleviler tarafı
olmamaları gereken bir tartışmada,
taraf haline gelmekteler ve enerjilerini
dışa yöneltecekleri yerde bu tür suni
sorunlarla uğraşarak boş yere ömür
tüketmektedirler.
Hâlbuki Alevi’nin bu alanda rehberi
ve yol göstericisi bellidir. Bu kendi
geçmişi, Alevi ulularının söz ve davranışlarıdır. Çok uzak tarihlere gitmeye hiç gerek yok. Bu tezlere inanan
Aleviler kısa bir hafıza tazelemesiyle, Dersim’den yola çıkan bir dedenin güneyde, Antep, Adıyaman hatta
Halep’in (Suriye), Kerkük ve Musul’un
(Irak) Barak, Varsak Türkmenlerine;
kuzeyde Çorum, Yozgat, Amasya,
Tokat’taki kendisine bağlı Türkmen
boylarını ziyaret ettiğinde kimsenin
bu dedenin etnik kökenini merak etmediğini hemen görür. Benzer şekilde
Tokat’ın Hubyar Ocağı’nın Türkmen
bir dedesi de Malatya’nın, Maraş’ın ve
Bitlis Varto’nun bir Alevi Kürt aşiretine yol-erkân sürmek için vardığında
kızılbaş - sayfa 8 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
kimse bu dedenin etnik kökeniyle hiç
ilgilenmemiştir. Ya neyle ilgilenmiştir? Sadece dedenin-pirin en iyi şekilde ağırlanması ve cem-civatın yola
yakışır şekilde güven ve huzur içinde
bir ortamda yürütülmesiyle meşgul
olmuştur. Ayrıca eskiden Alevi toplulukları arasında konuşulan dil de hiçbir zaman bir sorun teşkil etmemiştir.
Nitekim Kürt-Zaza bölgesine giden
Türkmen bir dede Kürtçe ve Zazaca,
Türkmen ellerine giden bir Dersimli
dede de Türkçe bilirdi. Zaten Alevilikte tarih boyu dil sadece bir anlaşma
aracı olarak değerlendirilmiş ve ona
herhangi bir kutsiyet yüklenmemiştir.
Gerekirse Yol’un selameti açısından
bazı Alevi toplulukların zaman içinde
dillerini değiştirdikleri görülmüştür.
Önemli olan Yol’un devam ettirilmesidir, zira “Yol cümleden uludur.”
TÜRK VE KÜRT
ALEVİ VAR MIDIR?
Vurgulamamız gereken bir diğer
önemli noktaysa, Aleviler arasında bu
milliyetçi tezleri yayanlar bir yerde
yanılıyorlar ama bir yerde de gerçeği
söylüyorlar. Diyorlar ki, “Kürt Alevi
olmaz!” Bu hüküm doğru sayılır. Evet,
Kürt Alevi olmaz! Ama bilmiyorlar ki
Türk Alevi de yoktur! Ya nasıl Alevi
vardır?
Bu sorunun cevabını vermek için biraz Türklük ve Kürtlük kavramlarının
tarihine bakmak gerekiyor. Her şeyden önce Türklük ve Kürtlük siyasal
olarak çok yeni kavramlardır. Türklüğü ele alırsak, sağlıklı bilimsel bir
analiz yapabilmek için, etnisite ve dil
bakımından Türk olan ile siyasi anlamdaki Türk kavramının siyasi anlamını birbirinden ayırmak lazımdır.
20. yüzyıla kadar olan kaynaklarda
Türk adı Orta Asya’dan çıkan ve aynı
kökene mensup Türk lehçelerinden
birini konuşan bütün aşiret ve toplulukları nitelemekteydi, ancak 20. yüzyılda tanımladığımız siyasi anlamda
Türk kavramı tarih sahnesine Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla çıkmıştır. Türklük, Türkî toplulukları ifade
eden şemsiye bir kimliktir. Türk ismi
belirli bir topluluğa özgü etnik bir isim
olmaktan çok Türk soyuna mensup
bütün toplulukları ifade etmektedir.
Bugünün aksine geçmişte kendisini
doğrudan Türk olarak tanımlayan neredeyse hiçbir Türkî topluluk yoktur.
Türk adının Orta Asya’da daha eski
bir tarihi olmakla beraber, Anadolu’ya
Türkiya(e) adı da 1071 Malazgirt Savaşı sonrası İtalyanların atası olan
Venedik ve Cenevizliler tarafından
verilmiştir. O dönem ve sonrasından
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna
kadar da, Türk deyince göçebelikten
yerleşik hayata geçmiş, Sünniliği benimsemiş Türkmen boyları yanında
daha çokta Müslüman olmuş şehirli yerli halklar (Rum, Ermeni, Gürcü, Süryani) anlaşılmıştır. Bu algı
Balkanlar’da daha belirgindir. Bugün
bile Balkan ülkelerinde Türk denildiğinde otomatikman Müslüman ve
Sünni akla gelir. Kastedilen kişinin
Sırplığı, Arnavutluğu ve Yunanlılığı
değil… Yine Anadolu ve Yukarı Mezopotamya’daki gerek Türkmen gerekse Kürt Aleviler arasında, Türk’ten
bahsedildiğinde bugün dahi hemen
akla Türk=Müslüman-Sünni gelmektedir.
Günümüzde hepsi Türklük şemsiyesi altında toplanmak istenen Aleviler arasında kaydettiğimiz gibi, “Biz
Türk’üz” cümlesini kuranlar yeni yeni
ortaya çıkmıştır. Böyle bir tanımlamatanıtma eskiden yoktu. Geçmişte Türk
etnisitesine mensup Aleviler kendilerini Türklük gibi Sünnilikle adeta
bütünleşmiş, eşitlenmiş bir kimlikle
asla tanımlamadılar. Ya nasıl tanındılar ve kendilerini tanımladılar? Kimisi kendisine Türkmen, Tahtacı, Çepni,
Amuca, Ağaçeri, Siraç, Avşar, Varsak,
Beydilli, Şamlu, Rumlu, Ustaçlu gibi
geldiği Oğuz-Türkmen boyunun ve
Tahtacılar ile Ağaçeriler gibi yaptığı
mesleğin ismini verirken; kimisi de
Abdal, Kalenderi, Torlak, Işık Taifesi, Babai, Hurufi ve Bedreddini diye
kendini tanıtmış ve çevresinde öyle
tanınmıştır. Aynı şekilde bugün Kürt
dediğimiz Alevilerde de önceleri kendilerini Kürt veya Zaza diye tanımlayan bir topluluk yoktur. Onlar da “Sen
kimsin ve kimlerdensin?” diye sorulduğunda Kureyşan, Haydaran, Lolan,
Sinemilli, Koçgirili, Cibranlı, Derviş
Cemal benzeri aşiret ve ocak isimleriyle kendilerini beyan etmişlerdir.
TÜRKLÜK TANIMI
ALEVİ’Yİ KAPSAMIYOR
Görüldüğü gibi bugünün aksine geçmişte Aleviler kendilerini Türk veya
Kürt diye adlandırmıyor. Bugün kendini Kürt diye tanımlayan Alevileri,
Kürtlüğün tarihi ve siyasal evrimi gibi
konular henüz tam netleşmediğinden
bir kenara koyarak, daha belirgin olan
Türklük ve Türk kavramına dönersek,
hâlihazırda kendilerini Türk diye tanıtan bazı Alevilerin büyük bir yanılgı
hatta “gaflet, delalet ve hıyanet” için-
de olduklarını hemen fark ederiz. Bu
Türkçülük yapan ve adeta bir beşinci kol faaliyeti olarak kendi toplumu
içinde milliyetçi misyonerlik yürütenlerin unuttuğu bir şey var ki, o da
Türk/Türklük tanımının henüz Alevileri de içine alacak kadar genişletil(e)
mediğidir.
Malum Türkiye Cumhuriyeti’nin bir
ideal vatandaş tanımı vardır. Buna
göre makbul ve birinci sınıf bir vatandaş etnik olarak Türk, din olarak Müslüman, mezhep olarak Sünni-Hanefi
ve ideolojik olarakta Kemalist olmalıdır. Bunlardan biri eksik olursa büyü
bozulur… 1950 sonrası ve özellikle
AKP iktidara geleliden bu yana Kemalist olmaya da gerek kalmamıştır. Ancak her ne kadar anayasal vatandaşlık
tartışmaları çerçevesinde Türk/Türklük şemsiye ve üst bir kimlik haline
getirilerek, “Türkiye Cumhuriyeti’ni
kuran halka, etnik ve dini bir ayrım
gözetilmeksizin Türk milleti denir”
gibi süslü laflar edilse de, geçmişte bu
kavrama yapılan ağır etnik vurgunun
belli ölçülerde devam etmesi nedeniyle Kürtleri buraya dâhil etmek hala
pek mümkün değildir.
Aynı kapsama, içine alma sorunu
Diyanet’in hala sadece Sünniliğe hizmet eden ayrımcı yapısının devam
etmesi, anayasasında laik yazmasına
rağmen devletin halen Sünni Müslümanlığı resmi bir mezhep olarak koruyup, geliştirdiği halde Aleviliğin resmen tanınmaması nedeniyle Aleviler
için de geçerlidir. Bırakın Kürt Alevileri, Türkî kökenli Aleviler bile henüz
devletin Türklük tanımlaması içinde
kendilerine bir yer bulamamaktadır.
Çünkü hepsi sadece ve sadece Sünni içerikli olan Diyanet, zorunlu din
dersleri, imam-hatip okulları, Kur’an
kursları, ilahiyat fakülteleri, on binlerce cami ve mescit ile bu devlet, Türkî
Alevilere demektedir ki, “Türkmen
olmanız ve Türkçe konuşmanız iyi
güzel de, bu sizi Türk milleti şemsiyesi altına sokmaya yetmez. Sizler iyi
bir Sünni-Hanefi Müslüman olmadıkça benim gözümde makbul ve makul
vatandaş değilsiniz. Türk demek, aynı
zamanda Müslüman-Sünni ve ılımlı
olandır. Ben aynı Osmanlı’daki gibi ta
baştan Sünniliğe göre bir dirlik-düzen
kurmuşum. Buna uymak zorundasınız, başka çareniz yok! Sizin ibadet
yeri diye adlandırdığınız yerleri de
ben tanımıyorum! Müslüman’ın tek
bir ibadet mekânı vardır, o da camidir.
Cemevleri benim gözümde illegaldir.
Herhangi bir evden farkı yoktur!”
Evet, Alevilerin devletle, onun Türk-
kızılbaş - sayfa 9 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
lük ve dahi Müslümanlık tanımıyla
yaşadıklarının tercümesi ve özeti budur. Kürt Alevileri, Türk kökenli ilan
eden ve ettiren bu devlet, maalesef
“Siz Türksünüz ve Türkçe konuşuyorsunuz. Türkçe, Aleviler olmasaydı
bugünlere gelemezdi” diye pohpohladığı Türkmen Alevileri bile sistemine
katamamış ve haklarını vermemiştir.
Balkanlar ve Kaf kaslardan gelen Boşnak, Pomak, Çerkez, Arnavut, Yunan
kökenli ama Sünni-Müslüman vatandaşlarını, (Örneğin Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer, Tansu Çiller,
Kenan Evren) taltif eden, hemen her
makama getiren ve bunlara sonsuz bir
güven duyan bu devlet, yüzyıllardır bu
topraklarda yaşayan, Türkçe konuşan
Türkmen Alevileri dahi doğru düzgün
hazmedememiş, onlara güvenmemiş
ve sakıncalı olarak görmüş ve görmeye devam etmektedir...
Hal böyle iken bugün Aleviler içinde
Türkçüden çok Türkçü, kraldan çok
kralcı birileri çıkıp, Kürt kökenli Alevilere cephe almaktadır, onları kendi iradeleri dışında tarihi çarpıtarak
geçmişte Kürtler içinde asimile olmuş
Türkmenler olarak ilan etmektedir.
Bununla yetinmemekte, örgütlerden
bile ihraç etmektedir. Bu yöntem aslında çok iyi bilinen bir Türk devlet
geleneğidir. Bir devlet büyüğünün deyimiyle, “İti ite kırdırma” taktiğidir.
Böylesine alttan güreşen politikalarla
devlet, etnik (Türk/Türklük) ve dinsel
(Müslüman-Sünni) tekçi yapısını tehdit eden, bu sert ve geçirgenliği zayıf
sisteminin yumuşatılmasını arzu eden
ve çeşitli hak talepleriyle ortaya çıkarak meydan okuyan Kürtler ve Alevileri birbirine düşman ederek, ikisinin
birden kabul edilemez bulduğu taleplerinden kolayca kurtulmak istemektedir. Ne yazık ki, hem Kürt hem de
Türkmen Alevileri arasında bir türlü
tükenmeyen bu Osmanlı oyunlarına
kananların sayısı çoktur.
İĞNEYİ ÖNCE
KENDİNE BATIRMAK…
İçinizden hep Türkleri eleştiriyorsun,
Kürtler de pek masum değil diyenler
çıkacaktır. Hemen belirteyim, Aleviliği Kürtlüğe ve Zerdüştlüğe indirgemek
isteyenleri de, Türklükle eşitlemek
isteyenlere yönelttiğim aynı kararlılıkta kınıyorum. Onlar da yanlışla ve
abesle iştigal ediyorlar. Buna karşılık yine de insan önce kendi tarafını
eleştirmeli. İğneyi önce kendine batırdıktan sonra çuvaldızı başkalarına
dürtmeli. Bendeniz Işık Taifesi’nden
bir Türkmen Alevi’si olarak buradan
bakınca görüyorum ki, özellikle Batı
Anadolu’daki Türkmen Alevileri arasında ister Alevi isterse Sünni olsun,
Kürtlere karşı hızla bir düşmanlık,
dışlama, ötekileştirme ve kendinden
saymama anlayışı gelişmektedir. Milliyetçi dalga Alevileri de önüne katmış sürüklemektedir. Azgın dalganın
önüne kattığı sayısı azımsanmayacak
kadar çok olan bu Aleviler, sanki bu
devlet “Siz Türksünüz, Türkmensiniz;
o halde bizdensiniz” diyerek Alevi
Türkmen köylerine cami yapmaktan,
imam tayin etmekten vazgeçmiş gibi;
sanki Kürt Alevi’yi hem etnik kökeni
hem de Alevi kimliği nedeniyle dışlarken, Türkmen Alevi’nin cemevini
ibadethane olarak tanımış, çocuklarına zorunlu Sünni din vermeyi bırakmışçasına kendine en ufak bir faydası
olmayan bu sistemin borusunu öttürmeye kalkmaktadırlar. Ben buna ifrit
oluyorum. Yazık ki çok yazık… Bunun adına “parasız hizmetkârlık” ve
yaltakçılık denir başka bir şey değil…
Hâlbuki bu devletin, bu sistemin
Alevi’nin Türkü, Kürdü her türlüsüne
karşı inkârcılığı, onu tanımamazlığı,
inancını küçük düşürücü ve aşağılayıcı faaliyetleri bir milim bile geri adım
atmadan dörtnala devam etmektedir.
Görünen köy kılavuz istemez. Koskoca Diyanet orada duruyor. Keza sayısı
binlerce imam-hatip, Kur’an kursları,
ilahiyatlar yerli yerinde. Zorunlu din
dersleri devam ediyor. Madımak hala
müze olmadı. Aleviler çeşitli devlet
makamlarına getirilmiyor ve devlette
çalışanları da diken üstünde. Alevilerin hala sakıncalı vatandaş listesinden
çıkarılmaması bir yana henüz her yerde Aleviliğini açıklamak bir tehlike
olmaktan çıkmadı ve bunu söyleyenler
çeşitli olumsuzluklarla karşılaşmaktan kurtulamadı. Alevilerin üzerindeki asimilasyon politikaları da pupa
yelken sürmekte…
Bu listeyi uzatmak mümkün ama bunları düşününce Türk veya Kürt Alevi
olmayı tartışmanın anlamsızlığı yeterince ortaya çıkıyor. Oysa devletin
gözünde Alevi’nin yeri hangi etnik
kökenden gelirse gelsin aynıdır. Türkiye devletinin tek ayrım yapmadığı
yer belki de burasıdır.
ŞÖYLE İÇTEN BİR “TÜRKÜM”
DEMEK MÜMKÜN MÜ?
Neticede başkalarını bilmem ama ben
kendimi hala bir Türkmen Alevi olarak Türk diye tanımlamıyorum ve tanımlamayacağım. Ne zamana kadar?
Ta ki bu devletin Türk/Türklük tanımı
beni de kapsayacak şekilde değiştirilinceye dek… O güne kadar ne Türklüğümle öğüneceğim, ne de “Ne mutlu
Türküm diyene” diyeceğim. Çünkü
Türk olmak ve Türklük hala fena halde
Sünnilik kokuyor…
Keza devlet hala beni namaz kılmayan, Ramazan orucu tutmayan ve cemevinde kadın-erkek karışık toplanan
halimle kendi Müslüman tanımı içine
bile sokmuyor. Diyanet eliyle, “Seni
camiye gelirsen, 30 gün oruç tutarsan
Müslüman sayarım. Cemevi caminin
alternatifi değildir” diye benim üzerimdeki dayatmasını sürdürüyor.
Yine benim bu tavrım Türkiye’de
Alevi olmak aynen Sünni olmak gibi
hiçbir maddi ve manevi götürüsü olmayacak, bilakis Sünnilik gibi fayda,
makam-mevki, yat-kat getirmese de en
azından zarar getirmeyecek bir konuma gelinceye kadar sürecek. Üzülerek
söyleyeyim ki, bu devlete o gün gelinceye kadar asla güvenmeyeceğim,
içten bir şekilde “benim devletim”,
“benim Türkiye’m” demeyeceğim, diyemeyeceğim ve onu bağrıma basamayacağım. Çünkü bu devlet hala beni
kendinden saymıyor. Beni ve ibadet
yerimi tanımıyor. Hala Maraş, Çorum,
Malatya, Sivas, Gazi ve benzerlerinin
katillerini bulmadı daha… Yaşanan
bu acıların kısmen veya tamamen faili
olduğu kendi kaynaklarınca da açıklanan bu devlet, söz konusu katliamlar
için Alevilerden bir özür dahi dilenmedi henüz! Alevilik adına hiçbir şey
yasal ve özgür değil bu ülkede… Hal
böyleyken ve yaralar zarıl zarıl kanarken tersini düşünmek ve yapmaktan
her Alevi’nin hicap duyması gerekir
oysa…
Ey kendisine Türk diyen Aleviler, tavsiye ederim siz de böyle düşünmeye
başlarsanız iyi edersiniz. Gözünüzgönlünüz açılır. Gerçekleri görürsünüz ve onun bunun dolduruşuna gelerek kendi evlatlarını, yol kardeşlerini
boğan yaratıklara dönüşmezsiniz! Her
kişi, kurum ve kavramı aslına uygun
olarak tanımaya başlarsınız. Vicdanınız, sağduyunuz ve kendi dışınızdakileri anlamaya çalışma manasına gelen
empati yeteneğiniz gelişir. Sonrasında bilinçlenir, bilenirsiniz ve belki
de “bir olup, iri ve diri olursunuz…”
Daha ne istiyorsunuz?
İçinizden “Sen yanlış düşünüyorsun
be birader” şeklinde gürleyip bana itiraz edenlere de, öyleyse gelin tersini
kanıtlayın ve beni ikna edin diyorum.
Buyurun, “Halep ordaysa arşın burada!”
kızılbaş - sayfa 10 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Kardeşlik ve yardımlaşma dini; KAKAİLİK
Kejê Bêmal
Birbirlerine bakmayı unutan bireylerden oluşan toplumların, birbirlerinin
acılarını, sevinçlerini, iyilik ya da kötülüklerini görme şansı kalmaz. Birbirlerini görmeyen toplumların, birbirine düşman kesilmesi ve gerekçesiz
zulümler yapması da böylece kolaylaşır. Çünkü kimse tanıdığı ve anladığına düşman olmaz. İnsanı korkutan ve
yok etme güdüsünü kışkırtan bilinmeyene duyduğu tedirginliktir. Sanırım
bu emperyalistlerin bizden çok önce
farkına vardıkları bir formül olsa gerek
ki,canları ne zaman Ortadoğu’yu birbirine kırdırtıp ve bu karışıklıktan çıkan
rantiyeyi yemek istese etnik ve çeşitli
dini grupları birbirine düşürmekle işe
başlarlar. Buna uygun zemini birazda
bizim kendimizin dışındaki her inancı
ötekileştirmemizden dolayı bulurlar.
Ve düşündükleri gibi gelişen planları
Ortadoğu’yu kana bularken, Onlar her
seferinde sonuca gitmenin vicdansız
pervazsızlığıyla yeni katliam ve rant
planlarının peşine düşerler.
Sanırım hep beraber bu gidişe ‘’bu dereden bu kadar balık!’’ demenin zamanı geldi. Bir Kürd çocuğu olarak ben
isterim ki işe Kürdistan’dan başlayalım.Güney Kürdistan hepimizin ortak
düşüydü, aynı zamanda benim baktığım yerden öncelikli olarak Kuzey
büyük parçanın ve diğer parçaların özgürlüğünün de habercisi. Bu anlamda
hepimizin büyük ve özenle bu müjdeci bebeği büyütüp, binlerce yılın bize
kattığı i temel değerlerimiz ve erdemimizle yetiştirmemiz lazım!
Bu anlamda kırmızı çizgilerimizden
biri Kurdistan’da ki dinlerimiz olmalı.
Ulusal kimliğimizin hemen ardından
gelen toprak bütünlüğümüz ve bunun
içinde yaşayan çeşitli dinlere mensup
popülasyonumuz dokunulmazlıklarımızın arasında olmalı ki, sağlam bir
temel üzerinden ülkemizi inşa edip
birlikte kardeşçe ve özgürce yaşayabilelim.
Meseleyi bu açıdan ele aldığım için
size öncelikle kadim dinlerimizden
Ezidi’liği tanıtmıştım. Şimdi de ‘’Kakailikle ilgili bir dosya hazırlığı içindeyim. Ana hatları ile bu dinin felsefesini öğrenmeniz açısından en yetkili
ağızlardan biri olan Felakettin Kakayi
ile yapılan bu röportajın hepinizin ka-
fasındaki ‘’Kakailik nedir?’’ sorusuna
öncelikli olarak bir cevap olacağı inancını taşıyorum.
Bu röportaj sayesinde hayatıma giren
ve ses tonu dahil tüm varlığı ile insana
inanılmaz bir rahatlık ve huzur veren
Felakettin Kakayi başta olmak üzere,
kendisiyle görüşmemi sağlayan Sayın
Mesut Tek’e, (üstelik sadece bu röportajdan dolayı değil varlından dolayı),
O olmasaydı asla bu röportaj’ın çevrilemeyeceğine inandığım güzel oğlum
Ömer Faruk Kaya’ya,son kırk dakikasının çevirisinde benden yardımını
esirgemeyen güzel delikanlım Serhat
Ayebe’ye, teşekkür yetmeyeceği için
teşekkür etmekten vazgeçtim. Sevgiyle
hepsini kucaklarım. E hadi okuyup siz
de bana teşekkür edin, müthiş yorucu
bir süreçten geçti bu röportaj haberiniz
olsun!Yok teşekkür etmeyin bana vazgeçtim.Bunun yerine birbirinizi anlayıp, dinleyin ve işgalcilerin oyunlarına
karşı birbirinizi kollayıp yücelin!
Nedir Kakailik?
-Kakailiğin çıkışı sırdır. Senkretik yapıda, heterrodoks bir inançtır. Alevilik
öğretisine çok yakın, Temizlik, dürüstlük, iyilik ve affedicilik temelleri üzerine şekillenmiş bir öğretidir.
Kakailiği tanımlayan üç isim vardır;
Irak’taki isimleri ‘’kakai’’dir. İran’da
resmi isimleri ‘’Ehl-i Hak’’tır. Ama
asıl isimleri ‘’Kakai’’ ya da ‘’Ehl-i
Hak’’ değil ‘’Yarsan’’dır. ’’Yar’’ arkadaş yada yoldaş, ’’san’’ toplanma yeri,
iskan, halklar topluluğu… Buraya dikkatinizi çekmek isterim çünkü çok
önemlidir. Kakailik dini kardeşlik ve
yardımlaşma, yarenlik temelleri üzerine yapılandırılmıştır. Toplumun dirlik
düzeni için herkes eşit olmalı,zenginfakir ayrımcılığı olmamalı, kuvvetli ve
zayıf arasındaki fark ortadan kaldırıl-
malıdır. Kakailikte yardımlaşma esastır. Birinin evi, herkesin evi, malı da
herkesin malıdır. Bir Kakai diğer bir
Kakainin malına göz dikmez,çalmaz.
Helal değildir. Sözlü veya fiili olarak
korkutmaz. Üzerinde baskı kurmaz.
Kakai yani ‘’kardeşlik’’ anlamındadır.
Yarsan’da içerik olarak benzer anlamı
taşımaktadır. Dolayısıyla kakailer birbirinin kardeşidir ve aralarında kardeşlik hukuku geçerlidir.
Orjininiz, nereye dayanıyor?
-Geriye dönüp baktığımızda günümüze ulaşan belgeleri baz alırsak, Kakailerin köklerinin Zerdüştlüğün ve Miteraizmin köklerine çok yakın olduğunu
görürüz.
Bir çok ortak noktaları vardır.Zerdüştlük ve Miteraizim Kürdistan’da İran
coğrafyasında ortaya çıkmıştır. Kakailerin diğer bir bölümü de Brahmanizim
ya da Hinduizmle alakalandırılıyor.
Yani Hinduizm ve Budizme çok yakın.Ama bence bu saydığım inançların
tümü Kakailikten kök alıyor.
Dininiz nasıl şekillendi?
-Hicri 120 senesinde Behlül isimli biri
çıkageldi. Behlül-i Dana çok büyük bir
veliydi. Dışarıdan divane gibi görünse
de çok akıllıydı. Behlül cemaate seslenip, ayinleri modernize eder.İlk metin
Kürtçedir (Gorani lehçesi ile) ve şu an
var elimizde. Behlül-i Dana’dan sonra
Şaxûşin isminde başka biri gelir.Şaxuşin nesep olarak Seyyid Rıza’ya dayanıyor. Ondan sonra yeni bir bölüm daha
çıkıyor. Kakailik dönemseldir.Dönem
dönemdir yani. Her yeni dönem gelen,
kendisi ile beraber yeniliklerle geliyor.
Ve nitekim bu süreç böyle devam ederken en son Sultan İshak geliyor.Sultan
İshak bu dini büyütüp tazeliyor. Şimdiki sistem Sultan İshak’ın getirdikleri
üzerine temellenmiştir.
Bize biraz Sultan İshak’tan bahseder
misiniz?
-Bir kere her şeyden önce adının önündeki sultanlık sıfatı dünyevi sulta anlamında sultanlık değildi.Ruhani büyüklük anlamında ‘’sultan’’dı.Manevi
ve ruhani bir sultanlıktı onunki. Sultan
kızılbaş - sayfa 11 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
İshak şu andaki sistemi yaklaşık 700
sene önce oluşturdu ve biz onun oluşturduğu son sistem üzerinden hareket
ederiz hala.
diği apaçıktır. Goraniler kimlerdir?
Kakailerdir. Göz gezdirdiğiniz zaman
Kakailer epey kalabalıklardır. Bazı
yerlerde azınlık, bazı yerlerde çoğunluk olmakla beraber oldukça kalabalık
ve dağınık bir nüfusa sahiptirler.
Kadim Kitabınız var mı?
Bu dağınıklığın altında dini bir baskı
ve zulüm mü gizli? Neden bu kadar
dağınıksınız?
-Evet şüphesiz bir çok kadim kitabımız
var lakin Kakailiğin asıl kutsal kitabı
‘’Serencam’’dır. Sultan İshak tarafından yazılmıştır. 200 sayfadır. Tamamı
Hawrami lehçesinde şiir ve metinlerden oluşur.Anlamak biraz zordur çünkü Zerdeşt’in ‘’Avesta’’sına yakın bir
dil kullanılmıştır.Yani Avesta dili ve
Kürd dili arasında bir geçiş formudur.
Sır tembihli bir öğretiniz olduğunu
bilmekle beraber yine de kendimi tutamayıp sorsam? Serencam şiirler ve
metinlerden oluşuyor dediniz. Dininizin kuralları mı yazıyor bu şiir ve
metinlerde?
-Evet. (‘’Evet’’in tonundan bu konuda
daha fazla soru sorma hakkını kendim
de bulamadım.)
Ezidilik dini ile paralelliğiniz var mı?
Bana sanki bir miktar yakın geldi öğretileriniz.
- Çok yakın tabii. Aslında Kakailere
göre Ezidilik Kakailiğin sonradan kopup ayrı düşen koludur.
Ezidiler de sizin için aynı şeyi söyledi.
(Gülüşmeler.)
- Evet bir kısım Ezdiler Kakailiğin Ezdiliğin bir kolu olduğu inancını taşıyor.
Ama tabii olarak bazı ayrışmalar yada
farklılaşmalar vardır. Birinci farklılık
dildir. Ezidi’ler Kurmanci, lehçesini
kullanırken biz Gorani lehçesini kullanırız.Bir diğeri Kakailiğin 14 kitabı
var.En büyükleri Serencam ama başka
kitapları da var. Yine çok büyük farklardan biri Ezdilik inancına göre Ezidi
doğulur, sonradan sen istesen bile Ezidi olmazsın,yani Ezdiliğin yolu Ezidi
doğmayanlara kapalıdır. Ama Kakailikte böyle bir inanç yok.Yolu açıktır.
Dileyen Kakai olabilir.
Evlilik açısından durum nasıl? Örneğin Ezdilerde farklı dinlerle evlilik
yasak.
-Aslında başlangıçta böyle bir durum
yoktu. Ama tabi toplumsal ve cemaatsel olarak var ve gayet de tabii. Müslümanlarla evlenen bir çok Kakai, öte
taraftan Kakailelerle evlenen Müslü-
manlarda var. Az oluyor ama oluyor.
Toplum ilerledikçe, kalabalıklaştıkça
bu tür evlilikler görülebiliyor. Tabi bu
duruma en büyük etken Kakailiğin bu
konudaki esnekliği.
Kakailerin nüfus sayıları ve bölgelere göre nüfus dağılımları hakkında
bilginiz var mı?
-Tahmini olarak sizi bilgilendirebilirim. Irak’ta yaklaşık 200 bin civarında.
Kakai nüfusunun en yoğun olduğu yer
İran. Sanırım 7 milyon civarında Kakai var İran’da. Yine rakamını bilememekle beraber Suriye, Afganistan, Tacikistan, Pakistan, Türkiye ilk aklıma
gelenler. Coğrafik koşullar yüzünden
net olarak Kakai nüfusunu belirleyemiyoruz. Yine bazıları Kakailiklerini
ifşa etmekten korkuyorlar.
Bölgelere göre bazıları da kendilerini
başka isimlerle ifade ediyorlar.Bazıları
Xaksar, bazıları Sarlo, bazıları Çiltem
yada kırklar, kimisi Yarsan, Ehli Hak
vs olarak isimlendiriyorlar inançlarını.
Toplamda ne kadar çok Kakai nüfusu
var lakin kendilerini cesurca tanıtacak
özgürlükleri yok. Kimisi söylüyor, kimisi suskun kalıyor. O yüzden net nüfusu kimse bilemez.
Türkiye’mi? Orada hiç Kakai görmedim ben. (Gülümseyerek)
-Doğal. Mesela Alevilerin yaşadığı
bazı yerler var. Orada onlara Kakai
değil ‘’Kırklar’’ diyorlar. Asılları Kakai ama.Mesela Azerbeycan’da varlar.
orada da onlara ‘’görenler’’diyorlar.
Buradaki ‘’gören’’in ‘’Goran’’dan gel-
-Aslında Kakailer masum ve barış
severdirler. Aynı Aleviler gibi. Hiç
kimseyle sorunları olmaz. Kendi hallerinde ibadetlerini yapıp, yaşamlarını
idame ettirirler lakin buna rağmen olmadık zulüm ve baskı üzerlerinde denenmiştir.Yıllar süren Irak ve İran’daki
geçmiş rejimin yanlış politikaları ve
hakim olan dini inancın baskı ve etkinliği yüzünden Kakailik tüm azınlık
dinleri gibi çok zor zamanlar geçirdi.
Çoğu zaman gizli kapılar ardında ibadetlerimizi ve dini inancımızı yaşamak
zorunda kaldık. 2003 yılına kadar görmediğimiz baskı ve zulüm kalmadı.
Köylerimiz boşaltıldı. Can güvenliği
miz tehlikeye girdi. Tutuklamalar yaşadık.Yani çok tatsız olaylar yaşandı.
Mesela Kakilerde tıpkı Dersim’dekiler gibi jenoside uğradı. Nasıl bu güne
gelindi? Kadının koruyuculuğunda.
Erkekler düştüğünde kadınlar korudu.
Yani Kejê Xan buraya kadar geldiğine
göre ortalama yaşanan baskı ve zulümlerden haberin vardır.
Maalesef var. Okuyucularda haberdar olsun istedim. Yoksa geçmişteki
acıları sizlere yeniden hatırlatmak
değil niyetim. Bu gün durumunuz
nedir? Nispeten daha mı rahatsınız
yoksa?
-Şimdi çok çok rahatız. Saddam sonrası kurulan dengelerden sonra rahatladık. Üzerimizdeki kimlik baskısı oldukça azaldı.Kurdistan bizim evimiz.
Dolaysıyla Saddam döneminde O’nun
zulmünden nasibini alıp köyleri boşaltılan Kakailerin çoğunluğu köylerine
geri döndü.Her ne kadar işin zulüm
boyutu bitse de, azınlıklar açısından
işin birde sosyolojik yanı var bilirsin.
Türkiye’deki gibi örneğin. Mesela
Türk toplumunun gelenekleri oradaki
Alevileri de etkilemiş. Burada da öyle.
Irak toplumu,İran toplumu,Kurdistan
toplumu geleneksel açıdan Kakailere
etki etmişler. Normalde jenoside uğrayan tüm azınlıklar ulaşılması zor ve
izole coğrafyaları seçmelerine rağmen,
Kakiler toplum içinde yaşarlar. Dikkat
edin Kurdistan’da yaşadıkları köylerde
kızılbaş - sayfa 12 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
yol kenarlarında ve orta yerdedir. Çünkü Kakailer halkın içinde yaşıyorlar,
onlardan ayrı değil.Halkın içinde yaşayan bir aile, o halkın içtimai adetlerinden doğrudan etkileniyor. Her
yönden. Dolayısıyla bu zaman içinde
kaçınılmaz asimilasyonu da beraberinde getiriyor. Bu işin sosyolojik boyutu.
Bir de işin duygusal boyutu var. Kakai
öğretisine göre biz tüm dinlere, ırklara, insanlara saygılıyız. Biz de İnsana
sevgi ve değer mutlak olmazsa olmaz
koşuldur. Dolayısıyla hiç kimseyi ait
olduğu dinden dolayı aşağılamayı, incitmeyi yada yok etmeyi aklımızdan
bile geçirmeyiz.Çünkü bizde aslolan
İnsandır,dinler yada Irklar değil. Ama
bizim birlikte yaşadığımız topluluklarda bu maalesef böyle değil. Örneğin
Müslümanlar bizi sevmez. Bu sevmeme sadece sevmeme olarak kalmaz tabii ki. Bunun sosyo-ekonomik boyutları var. Sen Kakai isen örneğin sattığın
suyu bile almazlar. Farklılaşmalar, bölünmeler, ötekileştirmeler var tabii ki.
Bunun sonucu olarak da ortaya Kakailerin dağınık yaşaması durumu çıkıyor. Bunun iki temel nedeni var. birincisi baskı ve zulüm, diğeri ekonomik.
Bahsettiğiniz bire bir aynı nedenlerden ötürü Ezdiler’in ekonomik durumu oldukça kötüydü. Bir çoğunun
düzenli çalıştıkları bir işleri yoktu
örneğin. Kakilerin ekonomik durumu
nedir?
-Kakailer genel itibarı ile saydığım
sosyo-ekonomik nedenlerden ötürü
,sosyal açıdan, ekonomik açıdan, maişet açısından fakir bir topluluk. Örneğin sen işe müracaat ediyorsun başka
biri ile, sadece Alevi yada Kakai olduğun için sana iş vermezler.
Ezidi’lerden bazı Müslümanların haram olduğu gerekçesi ile yemeklerini
yemediklerini duymuştum. Kakailerde de böyle bir durum var mı?
-Maalesef evet.Bir sürü coğrafyada
azınlığa karşı maalesef bu zulüm-ler
uygulanıyor. Örneğin Suudi Arabistan’da suni mezhebine tabi olanlar
Şiileri parçalara bölüp, zulüm uyguluyorlar. İran’da bu tablo ise tam tersi
işliyor. Çoğunluk Şii Sunnilere karşı
taraf tutuyor. Mesela Kürdler İran’da
iki defa eziliyor. Biri dilleri ve ait oldukları kavmiyetleri yüzünden. Diğeri
de suni oldukları için. Mesela Aleviler
hem Alevi hem de Kürd oldukları çifte
sorunla uğraşmak zorunda kalıyorlar.
Hem Alevi, Hem Kürd, üstüne bir de
sosyalist.
İşgal edilmiş bir coğrafyada, işgalci
bir ulusun üzerimizde uyguladığı her
türlü zulüm taktiği yüzünden anlattıklarınız bir Kürd çocuğu olarak hiç
de yabancı olmadığım şeyler maalesef. ben bu tanımladığınız üç özelliğin
üzerinde biraz fazla durmak isterim.
Hem Kürd, hem Alevi hem de sosyalist? Çok sevdim bu tanımlamayı. Buradan her Alevi’nin sosyalist olduğunu mu çıkaralım? (Gülüşmeler)
- Evet öyle. Ben Türkiye’deki Alevilerin büyük çoğunluğunun sol ve sosyalist kökenli olduğunu biliyorum. Evet
düşünsel olarak öyleler. İran’da da
öyleler. Olmayanlar bile solcular ama
sadece solun ne olduğunu bilmiyorlar.
(Gülüşmeler)
Yaşadıkları ötekileştirmelerden ve zulümden dolayı kendilerini ifade edebilecekleri en doğru felsefe bu diyorsunuz yani? Adını koyamasalar bile…
- Evet evet tam olarak öyle. Aslında
soldan falan haberleri yok ama zulme
maruz kaldıklarında pozisyon almak
için nerde duracaklar? Örnek olsun
diye söylüyorum. Türkiye’de CHP’nin
başkanı Kürd ve Alevi ama CHP’nin
kendisi Kürdlere muhalif bir parti.
Yani neden? Çünkü partinin algıdaki
karşılığı solda duruyor. Gözlemlediğim kadar ile bir çok Kürd ve Alevi var
ki seçimlerde CHP’yi tercih ediyorlar
doğru mu?
Değil demek için her şeyimi verirdim
lakin maalesef doğru.
- Bazen diyoruz mesela, eğer aleviler
olmasaydı CHP bu denli oy alamazdı.
Madem sen Kürdsün Kürdlükten kaynaklı ulusal hakların var. Orada bir
çok Kürd hareketi ve partisi var neden
onlara destek vermiyorsun? Burada
başka bir mesele açılıyor önümüze işte.
Buna ‘’sınıfsallık’’ diyorlar. Sağ ve sol
diyorlar. İnsanın üç aidiyeti vardır;
Sınıfsal, ulusal ve inançsal.Ve birini
öncelikli olarak seçeceksin.İran’da da
durum aynı. İran’da çoğu sol partilerin
başkanları Kakailerden oluşuyor. Ve
Kakailerin ezici çoğunluğu sol partiler içinde yer alıyor. Türkiye’deki durumu da biliyorum.Bir çok tanınmış
sosyalist parti yöneticisi Alevi. Burada
esas olan soru şu; Neden sol düşünce?
Burada kökeni tarihe dayanan bir mesele var. Kakailer yaklaşık bin senedir
daima Bağdat’taki Abbasi halifesinin karşı pozisyonu içerisindeydiler.
Bağdat’ta İslami ve Arabi bir hilafet
vardı o zamanlar. Çifte yönden baskı
uyguladılar Kakailere hem dinsel hem
mezhepsel nedenlerden ötürü.Çünkü
Kakailer hem Kürddü hem farklı bir
mezhebe tabidiler. Yaklaşık bin sene
evvelde Abbasi Halifesi Kakailere karşıydı. Çoğunluğu İran-Irak’ta yaşayan
Kakailer (Yarsan-Kakai-Ehl-i Hak
tanımlama fark etmiyor. Üç isimde
aynı duruma tekabül ediyor) Daima o
pozisyon içinde, hep Devrim ve İsyan
eğilimindeydiler. Ve her zaman başkaldırı halinde olmuşlardır Bağdat hükümet ve devletine karşı. Ama zulüm
başlarından eksik olmuyordu. Hatta
İran’da büyük bir Marksist-yazar olan
Hesan Tebbari Kakailer için ‘’Kakailik isyana dayalı bir dindir. Düşünsel
bir başkaldırıdır’’ demiştir. Velhasıl
Dağlarda hilafete karşı savaşlar verildi. Başkaldırı oldu. Proleterlerin yaptığı bir başkaldırı. Dağlarda savaşanlar
rençberlerdi. Tıpkı Dersim ve çevresinde Seyid Rıza’nın askerleri gibi.
Rençber ve fakirlerden oluşuyordu.
Ve yaptıkları aslında büyük bir devrimdi. Biz buna ‘’Zagros Alevileri’nin
devrimi’’diyoruz. Zagros nedir? Neresidir? Loristanın güneyinden taaaa
Dersime kadar uzanan bir dağ silsilesi. O dağ bir çoğumuza mesken olmuş.
Alevilere, Bektaşilere ve biz Kakailere. Sonuç itibari ile her Kakai kendini
mutlak bir sol görüş içinde ifade etmek
durumundadır. İşte Türkiye’deki Alevilerin CHP yanılgısının kaynağını bu
durumun oluşturduğunu düşünüyorum.
Kaldı ki bence en üzücü ve hazin olan
CHP ‘nin içerik olarak sol parti olmaması. Hatta benim baktığım yerden
merkezin çok çok sağında! Neyse…
Şu andaki Kürdistan Hükümetiyle
Kakailerin ilişkileri nasıl?
- Kej Xan, sonuçta bizim Ulusal kimliğimiz var. Biz Kürdüz. Ve özgür
Kürdistan tüm Kürdler gibi hepimizin
ortak düşüydü. Bu günkü şartlar kolay
hazırlanmadı.
kızılbaş - sayfa 13 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Biz bugünlere çok büyük mücadelelerle geldik. Sanırım benim eski peşmerge olduğumu biliyorsun. Aynı zamanda
KDP’nin basın sözcüsüydüm. Üstelik
eski Kültür bakanıyım. (Gülüşmeler).
Şu an Kürdistan Federe Hükümetinde
tüm Kürdlerin durumu bundan önceki
dönemlere göre çok çok iyi. Bizim için
öncelikli olan Ulusal Kimliğimizdir.
Sonrasına gelince yavaş yavaş yapılanıyoruz.
Kürdistan’daki tüm dinler bizim için
önemlidir. Mesihilerin vakfı var, Şiaların, Sunnilerin ve Ezidi’lerin vakfı var.
Azınlıkların ve Kürdistan’daki tüm
dinlerin hakkını korumak için elimizden geleni yapıyoruz. Ha eksiklerimiz
yok mu? Mutlaka var? Örneğin Ben
Kültür Bakanıyken, Eğitim Bakanlığından kitaplarda azınlıkların dinlerinin de öğretilmesi gerektiğini ve müfredata bunların alınmasını talep ettim.
Kürdistan’daki tüm inançları anlatan
bir kitaba ve öğretiye ihtiyaç var.İbadet bilimi gibi. İslamın her mezhebinden, şia, sunni, hırıstiyanlardan yine
Ezidi’likten bahseden yani ne kadar
inanç varsa hepsini inceleyen ve içeren
bir ders olmalı. Yani demem o ki tabi
ki dinlerimiz konusunda eksiklerimiz
vardır ama bunlar hızla giderilecektir.
Hiç bir din ve azınlık topluluğu Saddam döneminde yaşadığı acıları bir
daha yaşamayacaktır. Ve yaraları hızla
sarılmaya başlandı.
-Anlaşıldı soruyu yanlış sordum. Peki
Kurdistan’da Kakai’ler ibadetlerini
rahatlıkla yapabiliyorlar mı? Bu yönde herhangi bir sıkıntı yada baskı yaşıyorlar mı? Sahi bir de ibadethaneleriniz adı ne ve ibadet biçimiz nasıl?
İbadethanelerimizin adı ‘’Cemxane’’.
Cem zaten Cem. Xane de biliyorsu-nuz
ev demek. Dolayısıyla Türkiye’deki ve
Kuzey Kurdistan’daki Alevilerin ’’Cemevi’’ ile aynı adı taşıyor.
-Sabahtan beri dinlediklerimden
sonra hiç şaşırmadım. Peki var mı
Kürdistan’da Cemxaneleriniz?
-Evet.
- İbadetlerinizi serbestçe yapabiliyor
musunuz?
- Tabi.. Tabi hiçbir sorun yok.Yani hükümet anlamında sorun yok. Yalnız
geçmişten gelen travmalardan dolayı
hala korkuyorlar o yüzden ibadetlerini gizli yapma taraftarılar. İran’dakiler
öyle değil mesela, çünkü orada çoğun-
bize bir mendil veriyor. Ve bize iki tas
su getiriliyor. Sularımız tek bir tasa
konularak bize içiriliyor. Böylece seninle kardeş oluyoruz.
Oooo oldukça güzel bir ritüelmiş. Ben
çok sevdim. Ya sonrası?
luklar. Örneğin İran’da iki bin metrekare üzeri bir Cemxanemiz var. Aşağısı kurban için ayrılmış mesela.
Buradan anlıyoruz ki sizin dininizde
de Kurban kesme ritüeli var.
- Evet. Zorunlu bir uygulama değil
ama dileyen kesiyor.
Kakai kelimesinin kökeni nereden geliyor?
-Kardeş- ağabey anlamındaki ‘’kak’’
tan geliyor. Yarsan’da yardımlaşmadan geliyor. Yani kardeşlik ve yardımlaşma dini. İki bin sene öncede bu
cemaatin sistematiği mevcuttu.İnsan
kime yardım eder? Kardeşine mesela…Benle sen Kakai isek sana yardım
etmem gerekiyor.Çok eski bir birliktelik bu.Cemaat her dağıldığında yardımlaşmalarla derlenip toparlanmış.
Mesela bir kadın vardır dul kalmıştır,
çocukları yetim, hastalık yoksulluk
ve benzeri arızi durumları bertaraf
etmek için yardımlaşılır.Yine başkasının sana haksızlık ve zulüm etmesine
karşısına geçilmesi için Kakailik kardeşlik esasına dayandırılmıştır.Mesela
bu şehri polislik kurumunun olmadığı
eski zamanlarda delikanlılar muhafaza
ediyorlarmış.Kısacası kökenini kardeşlikten almıştır, tıpkı Alevilikteki
gibi şiddetle alakaları yoktur ve herkes
birbiriyle kardeş sayılır.
Ezidi’likte ahret kardeşliği vardı.Sizde de benzer bir durum var mı? Hoş
siz zaten dünyada kardeş olmuşsunuz.(Gülüşmeler)
-Benzer bir tören var ama ahretten
çok dünya kardeşliği için. Cemevinde
Cem adını verdiğimiz bir törende töreni yöneten kişi olan ‘’Pir’’in karşısına
oturup duasına mazhar olmak sureti
ile kardeş oluruz.Bunun adı ‘’Birayi
Yari’’yani tam karşılığı yardımlaşma
kardeşliği. Belli merasim ve çeşitli dualardan sonra sen benim yardımlaşma
kız kardeşim oluyorsun,ben de senin
yardımlaşma erkek kardeşin. Pirimiz
-Sen benim kardeşim olduktan sonra
sürekli seni görüp gözetmem gerekiyor. Sen de aynen öyle. Yine por var.
Porun ne olduğunu biliyor musun?
Hayır.
-Mesela sen benim porum oluyorsun.
Çocuğum gibi. Özellikle küçük yaştaki çocuklarla Por olunuyor. O çocuk
hasta düştüğünde, yada başka bir sorun
yaşadığında, yada eğitimiyle ilgili her
şeyinden mesul oluyorsun ve yardımına koşuyorsun. Durum bundan ibaret.
Kakailiğin temeli bu, yardımlaşma ve
dayanışma dini.
Bayıldım! Mahsuru yoksa size inanç
sisteminizle ilgili birkaç soru sormak
istiyorum.
- Tabi. Tabi Buyurun.
Tüm dinlerde bir yaradan ve buna
karşılık gelen bir peygamber var. Örneğin Müslümanlıta Allah ve Hz. Muhammet, Hıristiyanlıkta Allah ve Hz.
İsa .Ezdilikte Allah, Melekê Tavus ve
Şex Adi…Sizde bu tablo nasıl?
-Xwe ismini verdiğimiz Xwewendkar
yada başka ismi ile Yezdan var bizde. Ama en büyük temsilcimiz Sultan
İshak’tır.Ve bundan 700 yıl önce yaşamıştır.Melekê Tavus’a karşılık Pir Bünyamin var bizde. Bizim inancımızda
çok Pir var.Bünyamin var, Davud var,
Musa Var. Bir defasında Yahudi bir arkadaş konuşurken David’den bahsetti.
David,Davud’un İngilizcedeki telaffuzu. Ezidilikteki Melekê Tavus, Hırıstiyanlardaki İsa Mesih, Zerdüştlükteki
Zerdeşt konumuna karşılık Kakailikte
Pir Bünyamin gelir. Mesela Alevilikte Pir Bünyamin’in karşılığı Hıdır’dır.
Dara Düştüklerinde ‘’Ya Hıdır’’diye
çağırırlar. Hıdır müşterek bir isim herkes kullanıyor. Bizim bu tarafta da var
‘’Ya Hıdır Zinduwa’’yani ‘’Ey canlı
olan Hıdır!’’ Bizim inancımızdaki karşılığı Davuttur.Mesela Dersim’li bir
yazar olan arkadaşım Munzur Çem’le
bir gün arabaya binerken ‘’Ya Hıdır!’’
dediğini işittim. O’nunla sıkı bir kardeşliğimiz var. İşte o sırada ona sordum
‘’bu çağırdığın Hıdır’da kim?’’Bana
anlattı.Ben de O’na dedim ki aynı du-
kızılbaş - sayfa 14 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
rumda ben Ya Davud! Derdim.
Kur’an’ da adı geçen kaç melek var?
-Dört.
-Mikail, Azrail, İsrafil, Cebrail değil
mi?
-Evet.
-Bizde de yedi melek var.. Pir Bünyamin, Cebraile karşılık gelendir. Pir
Musa İsrafile, Pir Davud’’Mikail’e. Pir
Mustafa’’Azrail’e. Birde Razbar var ki
Razbar kadındır.. Şah İbrahim, Babayadigar.
Bak sen! Kadın Melek ben bunu sevdim!
-Kadın tabii. Ve daima kadın olarak
kalacak.Çok büyük bir melek.Dünya
var oldukça bu yedi melek var olacaktır.Mesela Alevilikte Abdal var? Abdalın ne olduğunu biliyorsun sanırım.
-Evet.
-Onlarda dünyada daima yedi Abdal
olacağına inanıyorlar yine o yedi Abdal olmadan dünyanın var olamayacağına inanıyorlar.
-Sahi bu yedi rakamının sırrı nedir?
Nerdeyse tüm dinlerde bir şekilde var.
-Yedi rakamının sırrı… Kej Xan bak
şimdi.Ben Arapça, Farsça, Kürdçe
okuyorum.Biraz İngilizce az da Türkçe okuyabiliyorum. Arapça’da büyük
bir Derweş, Arif ve mutasavvuf var
adı; Muhyeddin İbni Arabi. Bizim
inancımıza tabii olan Ezidlerde, Aleviler de kendi hesaplarına kabul ediyor.
Çok büyük bir Arif idi. Arif kendini
bilen insan demek. Bundan yaklaşık
700 sene önce yaşamış. Şu an Şam’da
meftun. bu üçüncü gözden bahsediyor.
Hiç duydun mu üçüncü gözü?
yani enerjisinin tecellilerini yeryüzünde görmek mümkündür. Tanrıyı kimse göremez ve O her şeyden büyüktür.
Tanrı arzının üzerindedir Serencam
isimli kadim kitabımızda O’nun zatından tecelli olan dört melek, yedi Abdal, Kırklar ve yetmiş iki var.
-Yetmiş iki?
-Evet yetmiş iki de kutsal bir rakamdır.Mesela rivayete göre yetmiş iki
Pir Hewreman’da iskan etmişlerdir.
Hepsinin ismi var. Bunların hepsinin
dünyanın farklı bölgelerinden geldiği rivayet olunur. Ruhsal anlamda
tabi. Mesela Çin’den gelen var. Yine
Anadolu’dan,Zazaların arasından gelenler olmuş. Mesela ben Zazaların
Şehrinden gelmişim.
-Zazaların Şehri?
-Duymadın mı Zazaların Şehrini? Dersim…
-Tabi ki…
-Dersim mi?
-Alevilikte bu Batini göz diye adlandırılmış mesela. Budizmde üçüncü göz.
İnsanın görünen iki gözü vardır. Oysa
görünmeyen bir göz daha vardır.Tabi
açmasını bilene. Alevilik, Ezidilik,
Kakailik bunların hepsi tasavvufi ve
irfani inançlardır. Başa alacak olursak
Tanrı vardır ondan sonra dört melek ve
yedi abdal vardır. O yedi Abdal inancımızın esasıdır.Bir evi ayakta tutan
sütunlar gibidir. Ve bir de Kırklar var.
Yani ‘’Çiltan’’. Kırklarda esastır. Kırklar Tanrının zatının tecellisi olarak var
olmuşlardır. Tanrı insan olmaz! İnsan
da tanrı olmaz! Ama zatının gücünü
-Evet. Dersim’den bahsediyorum işte
o Zaza şehrinden yaklaşık 700 sene
evvel gelinmiş. Neyse yetmiş ikilerden bahsediyorduk.Bunlar dünyanın
dört bir yanından Hewreman’a gelip
toplanmışlar. Tabii gelmişler derken
ruhsal anlamda. Sonrada fikir birliği
yapıp dini kaidelerimizi belirlemişler.
İşte dünyanın dört bir köşesindeki dini
benzerlikler bu yüzden. Örneğin aynı
devirde görev yapan Dersim’deki Hızır, Hewreman’da Davud olmuş. İşte
dini ritüel benzerlikleri sırf bu yüzden.
Mesela bizim Pirimiz Araplarda Seyide karşılık geliyor.Bazı babalara Seyid
denir mesela. Seyid Arapça bir kelimedir ve mana olarak Büyük İnsan anlamına gelir. E Pir de büyüktür. Bütün
dinlerde ve tarikatlarda Pirler vardır.
Ve herkesin istisnasız bir piri olmalı.
Kakailikte herkes bir Pire tabi olmalı.
-Alevilerde olduğu gibi. Onlarında
tabi oldukları Pir’leri var.
-Evet. Pir aslında köken olarak Zerdüştlükten gelmedir. Zerdüştlükle ilgili çok şey okudum. Soranice hatta Latin
harfleri ile basılmış çokça kaynak var
bu konuda. Zerdeşti bir tanımlamadır.
Ve Mürşid insan büyük insan anlamına
gelir. Yani hastalara ve dara düşenlere yol gösteren kimse. Pir de öyle yol
gösterici. Manevi anlamda yaşamının
gelişmesi için. Kakailik ve diğer bütün
dinler bu felsefeden türemiştir.
-Yoruldun mu Kejê Xan? Kahve molası
verelim mi?
-Kahveye evet ama molaya hayır. Çok
uzun zamandır bu anı beklediğim için
eğer sizi yormadıysam enine boyuna konuşmayı istiyorum. Benim için
Kürdistan’daki tüm dinler çok önemli
ve ulusal birlik temelinde bu dinler
hepimizin kırmızı çizgisi olmalı. O
açıdan sizi yakalamışken Kuzeydeki
Kürd çocuklarına sizi ne kadar tanıtırsam o kadar kar.Eminim bu röportajda Kakailikle tanışan arkadaşlar
kısa sürede bu konuda daha derin
araştırmalar yapacaktır. Ve Kürdistan bir gün benim düşlediğim gibi bağımsız ve birleşik olduğunda eminim
öncelikli olarak azınlıkların haklarını koruyacaklardır.
-Okullarda Kakilikle ilgili eğitim veriliyor mu?
kızılbaş - sayfa 15 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
-Henüz değil. Ama yakında okutulacak.
-Peki Kakai çocuklar için özel okullar
yok mu?
-Yok ama zamanla o da olacak. Önce
ilkokulu bitirecekler sonra kendi okullarında okuyacaklar. Hıristiyanların,
Müslümanların ve Ezidilerin var. Kakilerin yok. Aslında bu Hükümetin
değil Kakailerin kendi gayretsizliği.
Gelin diye davet ettiler, gitmediler korkudan. Nerdeyse bütün dünya dillerinde Kakailik üzerine kitaplar yazılmış.
Ama Kakailik daha yeni yeni kendisinden söz ediyor. İran’daki Kakailer
çoğunluk oldukları için bu konuda çok
cesur ve konuşkanlar. 6-7 milyona yakın cemaatleri var.Orada çok büyük
kocaman Cemxaneleri var. Onlara iyi
rehberlik edecek iyi Pirlere sahipler.
Pirleri çok bilgin bir o kadar da olgundurlar.
-Bişey sormak istiyorum. Ezdilere
orjinleri sorulduğuna hilafsız kendilerini Kurmanc diye tanıtıyorlar.
Yine Zerdüştlüğü de bizler Kürdlerin
kadim inancı olarak kabul ediyoruz.
Kkailikta bu konuda biraz karışıklık
var gibi? Örneğin Türkmen olduklarını idda edenler var. Ne dersiniz?
Orjini net ve kesin olarak nedir sizce?
-Kakailer köken olarak Kürdtürler.
Misolojimiz eski Kürdçeye dayanıyor.
Burada eskiden bu kabul edilmiyordu.
Ama şimdi Selehaddin ve Süleymaniye enstitüsünde master ve doktora tezi
konusu olarak işleniyor. Bu Kürdçe
için büyük bir kazançtır esasen. Çünkü şimdiye kadar kabul edilen en eski
yazılı Kürdçe eserler Ehmede Xani
ve Meleye Cizire’ye dayandırılıyordu.
Oysa 1200 sene öncesinde Bab Tahire
Hamedani var.. Kendisi Kakai idi örneğin…
-Ah bilmezmiyim?’’Delal, her du
çavên min qesra te ne./Nav her du
çaven min cihên piyên te ne/Ditirsim
tu xafil gav bavejî û bı mijangê min
biêşin piyên te… Ah bilmez miyim?
Ben bölmeyeyim buyurun..
-Kakailikte var olan eski Kürdçe metinler başka hiçbir yerde yok. Akid
olarak Alevilikte, Bektaşilikte var elbet ama Kürdçe metin olarak Kakailiğin dışında hiçbir yerde yok. Bu metinler Hewrami ve Gorani lehçesinde
yazılmıştır. Kakailik coğrafi olarak da
Kürddür.
-Kesin? Yani bu gün bu tartışmayı burada bitiriyoruz.
-Evet tamamına yakını Kürddür .Kürd
olmayanlarda evlilik yoluyla yada
kendi isteği ile Kakailiği kabul edenlerdir.Loristan, Şarezor, Kermanşah…
En önemlisi bu akidin metinlerinin
dili Kürdçedir. Kendisi de diyor kitapta ‘’ben Kürdlerin ibadetlerini
modernize ettim’’diye.Bunun bir anlamı da şu. Bu inanç zaten baştan
beri vardı ben yeniliyorum. Kakailik
1200 sene önce Loristan’da başlamış.
Ordan Kermenşah’a, Hewreman’a,
Hamedan’a azerbeycana derken taaa
Kerkük, Bağdat, Musul ve telafera kadar yayılmış. Ordan da doğuya doğru
Afganistan, Pakistan Ve Hindistan’a
doğru yayıldı. Hindistan da çok fazla
Kakai var. Afganistan’da Kakailere
Zikri deniliyor. Mesela orda Mezarı
Şerif diye bir şehir var orada çoklar
zikri olarak biliniyorlar ama tabi köken
olarak Kakailer. Daha öncede dedik ya
siyasal, sosyal, ekonomik sebeplerden
ötürü dünyanın her yanına farklı isimlerde dağılmışlar. Kim bilir daha nerelerde hangi isimlerle varlar.Gelenek
görenek ve dini ritüelleri incelendiğinde benzerliklerden dolayı kökenlerinin
Kakai olduğu apaçık görülebilir…
-Anladım. Teşekkür ederim. Peki Hac
anlamında ziyaret edip Hacı olduğunuz bir yer var mı?
-Hac yerimiz Pîrdiwar’da. Pirdiwar
köprü anlamına gelen ‘’Pîr’’. Oradan
bir nehir geçer. Adı Sirwan.Sultan İshak Sirwan nehrinin üzerindeki köprünün yakınlarında yaşamış. Orada
manevi bir payitahtı karargahı varmış.
Orada vefat etmiş. Kimi diyor öldü,
kimi diyor öldürüldü bu konuda kesin
bilgi yok. Yaklaşık 300 sene yaşadığı
rivayet edilir. Pirdiwar Hewreman’da
Şêxan ismi verilen bir köye çok yakın.
Irak ve İran sınırının üzerinde.Bu sınır Hewreman’ı ikiye ayırmış durumda.İki tarafta da Kakailer var. Newroz
günü Pirdiwar’a ziyeret için gidiliyor.
-Evet Biz Sultan İshak’ın 21 martta
doğduğuna inanırız. Zerdüşt’ün de
aynı tarihte doğduğuna inanılıyor. Bu
tarihte dünyanın her yerinden bazen
on binlerce bazen yüz binlerce Kakai
buraya ziyarete gelir. Dersim’de nasıl
Munzur Baba için ziyarete gidiliyorsa
öyle. Bir vadi var Hawar ismi verilen.
Halepçe’den başlayıp İran-Irak sınırına Pirdiwar yakınlarına kadar uzanıyor. Munzur Çem ziyarete geldiğinde
gözlerine inanamamış,Dersim’le olan
müthiş coğrafik benzerliğini ‘’bir an
kendimi Dersim’de sandım’’diyerek
açıklamıştı. Yolu çok bozuk.Ben bakanlık dönemimde yaptırdım ama kış
mevsiminde nasıl olduğunu bilmiyorum. Hewreman dağları sarp dağlardır.Yolu zorludur tıpkı Dersim gibi.
Kar yağışı çoktur. Çok güzel bir yerdir
ama…Her insanın yaşamayı hayal edebileceği çok güzel bir yer.
-Anlaşıldı Newroz’da bize Hewreman
yolu göründü. Sahi Dersim’den her
bahsettiğinizde gözleriniz ışıldıyor.
Dersim’i gördünüz mü?
-Ah sormayın. Hiç görme fırsatım olmadı.Resimlerden ve anlatılanlardan
tanıyorum. Festivale davet ettiler gitmeyi çok istedim ama o günkü şartlar
çok uygun olmadı. Başka bir tarihte
mutlaka ama mutlaka gitmek isterim.
Dersimden Zaza arkadaşlar geldi .Dilleri bizimkine çok benziyor.Her konuda müthiş benzerliklerimiz var.Görmeyi çok istiyorum.
-Duydunuz Dersimliler. Bundan sonrası size ait.Benim memleketimi bu
kadar öven ve özlemle kucaklamak
isteyen birini tanısam sırtımda götürürdüm.Sizden ses çıkmazsa ben alıp
götürmenin bir yolunu bulacağım haberiniz olsun!
-Tarihi ilginçmiş. Yani sizde de Newroz kutsal.
-Son olarak sizi eğer çok yormadıysam birkaç Dininizle ilgili birkaç
konu üzerine daha konuşmak isterim.Örneğin bildiğim kadarı ile sizi
Alevilik, Bektaşilik ve benzer inanç
guruplarından ayıran temel iki öğretiniz var. Bunları sizden dinleyebilir
miyiz?
-Ne demek rica ederim. Tabi ki birini
zaten yedi melek hususunda anlatmıştım ki adı Hulul dur.Tanrının zatından
tecelli olduğuna inandığımız şahsiyetler vardır. Örneğin Hacı Bektaş bunlardan biridir. Ve size anlattığım diğer
melekler, Abdallar, kırklar ve yetmişikiler..
İkincisi ‘’Tenasüh’’tür. O da ruhun bir
kızılbaş - sayfa 16 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
bedenden başka bir bedene intikalidir.
-Duymuştum.Sanırım reenkarnasyona inanıyorsunuz.
-Dediğim gibi bizdeki adı Tenasühtür.
Bu olay ölümden yedi gün sonra gerçekleşir. Kakailik akidesine göre bu
ruh sadece insana değil üstelik doğadaki her şeye intikal edebilir. Ruhani
devri binbirkere de tamamlanır.Tenasüh devresi biten bir kimsenin ilahlık
mertebesine yükseldiğinden Allah’ın
ruhunun içine dolduğuna inanırız.
-Bu durumda siz ölüm diye bileye
inanmıyorsunuz anladığım kadarıyla.
-Doğrudur Kej Xan. Bizim inancımızda ölüm diye bir şey yoktur. İnsan ölmez. Beden gider ama ruh kalır. Ve her
zaman dönüşüm içerisindedir. Bir çok
insan ölünce geri dönüşümün olmadığını sanır oysa bu büyük bir yanılgıdır.
-Peki bu durumda siz ölüm merasimlerinizi nasıl yapıyorsunuz?
-Ha bak bu size ilginç gelebilir. Bize
göre esas yaşam ölümden sonra başlar. Örneğin çok genç birisi öldüğünde daha doğrusu örneği şöyle vereyim
kim ölürse ölsün biz onu arkasından
tambur çalıp uğurlarız. Asla ağlamayız.
göre değerlendirilip mutlu yada mutsuz
bir bedene göçer. İnsan mutlaka toplam 1001 defa tecessüd aşamalarından
geçer. Yaptıklarının cezai muhasebesini de bulur. Eğer iyiysen ruhun iyi bir
insana, yada iyi bir mekana yada mutlu
bir yaşama geçer. Kötüysen tam tersi.
Kısacası ölüm yoktur yaşam değişim
döngüsündedir dolayısıyla cennetini
de cehennemini de insan bu dünyada
kendisi yaratır.
-İyiymiş. Böylelikle bu felsefe insanı
yaşarken maksimum dikkate yönlendirir değil mi?
-İnsanın fikirlerini şekillendiren hafızasıdır.Bu hafıza bilgisayar hafızasına
benzer.Kaydettiğiniz bilgileri geri çağırdığınızda bu bilgiler yaşamınızı kolaylaştırır. Hafızanızı kapattığınızda
yaşama dair anlam sorunu yaşarsınız.
Nerde doğarsanız doğun, herhangi bir
ülkede yada ailede, o kültürü öğrenir ve
o yaşamdan besleniriz. Örneğin benim
Avusturya ve Almanya’da Budizm’i
seçmiş dostlarım var. Ben bunların bir
önceki yaşamlarından gelen hafızayla
Budizmi seçtiklerine inanıyorum.Bazen hiç görmediğiniz bir kente gittiğinizde daha önce gitmiş gibi olursunuz.
Rüyalar ve Deja vu örneğin bunun en
güzel tanımıdır. Bazı insanları ilk görüşte sever ve benimseriz. Bazılarında
ise tam tersi etki vardır. Bunların hepsi
geçmiş hafızamızla ilgilidir.
mayı ve İnsan’ı temel alır. Ta oralardan
çıkıp bizi tanımaya gelmişsin.Evimizde misafirimizsin. Dilediğin kadar kalabilir ve istediğin her şeyi sorabilirsin…
-Teşekkür ederim ya.Harikasınız.Yalnız baştan söyleyeyim bu kadar yüz
vermeye gelmem ben gitmem kalırım
buralarda o olur. (Gülüşmeler) Şimdi
toparlayacağım ve bitireceğim.Alevilikte Kadın çok önemli ve değerli. Bir
o kadarda özgür. Siz de kadının durumu nedir?
-En büyük meleklerimizden biri kadın
olduğuna göre sence nedir?
-Sormam hataydı tabii. Bu kadar insan değer veren bir toplumda kadın
hakları tabiî ki gelişkindir. Buyurun..
-Bizde kadının öncelikle üç temel hakkı vardır.
Birincisi ve en öncelikli olanı:Her insan gibi Yaşam Hakkıdır.
İkincisi; tamamen eşittirler. Çünkü
bizde kadın ve erkek ayrımı olmaksızın ‘’İnsan‘’ hakkı vardır.
Üçüncüsü; Eğitim hakkıdır.
-E siz bu paralelde düşünürseniz tabi
ki kimseye kötülük yapamazsınız?
Bu felsefeye göre kötülük yapacağınız kişinin geçmiş yaşamda yakınınız
olma olasılığı yüksek?
Örneğin Türkiye’de Aleviler sanat ve
kültür alanlarında toplumun diğer katmanlarından daha ileridedirler.Bunun
temel sebeplerinden birinin kadın-erkek eşitliği ve kadının bu toplumda diğer toplumlara göre daha özgür ve hak
sahibi olmasının getirdiği kültür ve
sanata sunduğu katkıdır diye düşünüyorum. Kadınlar bizim toplumumuzda
tüm karalara ortak katılacak kadar değerli ve özgürdürler.
-Ölü olan evde cem düzenlenir. Kabristandan eve kadar tambur çalarız. Bazen elli kişilik gruplar halinde tambur
çalıp stran söyleriz. Biz zaten dünyaya
türlü acılar çekmeye geldiği için doğarken ağlamak zorunda kalan insana,onu
bu eziyetlerden kurtulup hafiflediği bir
günde uğurlarken böyle davranmamız
gerektiğini düşünürüz. Annesinden
bu zorluklarla dolu dünyaya gelene
ağlamalı!Ölüm Özgürlüktür!Böyle algıladığımız için bizde ölüme ağlamak
yoktur!
-Ve gelecekte aynı zamanda!
-Evlilik hukuku nedir?
-Ha pardon tabi döngü..
Tüm dünyada olduğu gibi yaşadıkları
devletlerin hukuksal yaptırımlarına
uygunluk ve bunun dışındaki dini evlilik ritüelleri vardır. Yine kendi sosyal anlayışlarına göre evlilik törenleri
vardır.
-E şimdi reenkarnasyona pardon Tenasühe inanıyorsanız cennet- cehennem kavramınızda yoktur sizin?
Biliyorum çok fazla zamanınızı aldım
ama söz son bir şey daha sorup sizi rahat bırakacağım artık.
Haz edilmeyen bir durumdur. Yaşanılan yerin sosyal yapısıyla da alakalıdır.Sizde Urfa’da yaşayan bir kadınla,
İstanbul’da yaşayan bir kadının sosyal
yapısı nasıl birbirinden farklıysa bizde
de bazı bölgelerde bu durum böyledir.
-Bizim inancımıza göre daimi bir döngü vardır. Ruh önceki bedende bulunduğu sürece o insanın yaptıklarına
-Olur mu Kejê Xan…Sen anlattıklarımdan hiçbir şey çıkarmadın mı şimdiye kadar bizim felsefemiz yardımlaş-
-Peki çoğul evlilikleri
-Asla! Kakailik tek eşliliği öğütler.
-Sünnet?
-Nasıl yani. Ölülerinizin arkasından
tambur çalıp şarkı mı söylüyorsunuz?
Yemin ederim sizler eğer ölümü bu şekilde kavramışsanız hayat bizim gibi
ölümlülere verdiği acıyı asla size veremez! (Gülüşmeler)
-Evet aynen öyle… Ben sizi nasıl incitebilirim ki,sizin geçmiş yaşamda
benim kızım olmadığınız ne malum?
Yada gelecek yaşamda annem olmayacağınız.
-Bayıldım ya. Çok sevdim ben bu fikri….Bundan sonra maksimum dikkat
ederim artık)
-Boşanma?
kızılbaş - sayfa 17 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
-Evet sünnet Kakailikte vardır.
-Ezdiler dini ritüellerinde Çıra yakardı. Sizde de var mı Çıra?
Öncelikle şuna bakmak lazım. Çıra’nın
orjini nerden geliyor. Çıra Zerdeştlikten gelmedir. Zerdeştin sönmeyen bir
ateşi vardı. Kürdistan ışık ve aydınlık ülkesidir. Çıra’da ışığı ve aydınlığı temsil eder. Alevilerde, Kakilerde, Ezidlerde vardır. Kur’an da Nur’a
tekabül eder. Yani Müslümanlıktaki
karşılığı Nurdur. Kürtlerin bir bölümü
inanç biçimi olarak Müslümanlığı seçmiş olabilirler ama geçmiş hafızalarında Zerdeştlik vardır!Ve dikkatli baktığınızda bunun bu güne yansımalarını
görürsünüz.
-Oldukça yordum sizi biliyorum ama
uzun zamandır sizi görmek için çabalıyordum. Burada olmak ve sizi dinlemek beni o kadar mutlu etikti hiç
bitiresim yok. Zaten birazdan kaydı
kapatıp sizinle uzun uzun sohbet edeceğim. Daha size sormam gereken o
kadar çok şey var ki. (Gülüşmeler.)
Son olarak söylemek istediğiniz bir
şey var mı?
-Öncelikle Kuzey Kürdistan’daki kardeşlerime sizin vasıtanızla sevgi ve
selamımı iletmek isterim. Başta da
söylediğim gibi Ulusal Kimliğimize
öncelik vererek, Kurdistan’nın içinde
yaşayan tüm dinlerle ve azınlık gruplarla bir bütün olduğunu unutmadan
size Kakailik dinini ana hatlarıyla tanıtmaya çalıştım. Özetlersek; Kakailik
İnsanı en büyük değer olarak temellendirip bunun üzerine şekillenmiş bir
felsefedir. İlkesel olarak yeryüzünde
yaşayan hiç kimseyi, hiçbir yaşam deneyimini, hiçbir ırkı, rengi, yada dini
yargılamaz. Dünyanın tüm insanları
ve dinleriyle barışık yaşarız. Çünkü
biz evrensel bir inanca sahibiz. Bu felsefemiz yüzünden her sofrada yiyecek
ekmeğimiz mutlaka vardır. Tıpkı Alevilik felsefesinde olduğu gibi bizim de
Kabemiz insandır!
“Yavuz’un, Kuyucu Murat’ın, Kenan
Paşanın evlatları görevini yapmış!..”
“CHP’li devşirme alevilerine mustahak”
CHP’li Avcılar Belediyesi, Yeşilkent Cemevi binasını bu sabah saat
05.30’da dozerlerle yıktı. Cemevi daha önce de zabıta ekipleri tarafından basılmış içerdeki eşyalara el konulmuştu.
Yaklaşık 2 hafta önce Zabıta ekiplerinin saldırıda bulunup içerdeki eşyalara el koyduğu Yeşilkent Cemevi, bu sabah CHP’li Avcılar Belediyesine bağlı ekiplerce yıkıldı.
Konuyla ilgili açıklama yapan Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği,
Yeşilkent Cemevi binasının duvarlarının, bu sabah 05.30 civarında Avcılar Belediyesi ekiplerince yıkıldığını açıkladı.
Yaklaşık 10 yıl önce temeli atılmasına karşın bitirilmeyen Cemevi binası, zamanla başıboş bırakılmıştı. Bunun üzerine Cemevine sahip çıkan mahalle sakinleri, binanın eksiklerini tamamlayarak Cemevi olarak kullanmaya başladı.
Bunun üzerine 20 Ocak günü Cemevi binasına zabıtalar aracılığıyla
ilk saldırıyı gerçekleştiren Avcılar Belediyesi, bu sabah ise binayı dozerlerle yıktı.
Yerelgaste'nin haberine göre, 28 Ocak’ta Gazeteci İdris Akyüz’ün hazırlayıp sunduğu ‘Ne Yaptılar’ adlı programa konuk olan Değirmenci,
Cemevi için "yıktırmayız, yaparız" demişti.
Alevilerin Hızır orucu tuttuğu bir dönemde yıkımın geldiğine dikkat
çeken Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği açıklamasında, Avcılar Belediye Başkanının o bölgede bulunan Alevilerin de oylarıyla seçildiğini hatırlatarak Belediye Başkanına tepki gösterdi.
Yıkım ile ilgili bugün saat 14.00'de cemevi binası önünde basın açıklaması yapılacak. Kaynak: http://www.alevihaberajansi.com 9 şubat 12
-Çok çok teşekkür ederim.Benim için
oldukça verimli ve keyifli bir sohbetti
umarım okuyucularda da aynı etkiyi
yaratmıştır.
-Ben teşekkür ederim. Benim yerime
Dersim’e gitmeyi unutmayın olur mu?
-Ben en kısa zamanda birlikte gideceğimizi düşünüyorum.
-Dersim’i görmeyi çok isterim. Tekrar
teşekkürler.
Kaynak: http://www.dengeazad.com
maraş: CHP’in devşirme “kürt” alevileri!
kızılbaş - sayfa 18 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
dair evrakların iletilmesini kararlaştırdı.
Köşk'e Dersim Davası
Dersim katliamı ile ilgili Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Gerekirse
özür dileriz” açıklamasının ardından
8 yaşında katliamdan ağır yaralı kurtulan Ali Doğan ilk tazminat davasını
açtı. Bugün 83 yaşındaki Doğan’ın
açtığı 1 milyon liralık tazminat
davasının muhatabı Cumhurbaşkanlığı. Tunceli Asliye Ceza Mahkemesi
Hâkimi Özgür Karaca davayı kabul
etti ve Cumhurbaşkanlığı’na tebligatta bulunup iki hafta içerisinde cevap
verilmesini istedi. Hakim ayrıca
Başbakanlık’tan, elinde Dersim katliamına dair bütün evrakların; İçişleri
ve Milli Savunma Bakanlığı ile Devlet
Arşivleri Genel Müdürlüğü’nden de
Doğan Ailesi’nin öldürüldüğüne dair
ellerinde bir belge varsa gönderilmesini karara bağladı. Düzpelit Köyü’nden
Ali Doğan, Dersim katliamı sırasında
sekiz yaşındaydı. Tüm köy Temmuz
1938’de Geyiksuyu Köyü’nde inşa
edilen askeri kışlanın yapımında
çalışıyordu. Köylerinde çıkan kireci
at ve katırlarla kışlaya taşıyorlardı.
Önce bir grup asker, kireç taşıyanları tutukladı. Daha sonra Düzpelit’e
giderek, köylüler meydanda toplandı.
Ali Doğan, annesi Fayime, dört ve
iki yaşındaki kardeşleri Şıh Hasan
ile Ali Rıza, dedesi Seyit Ali, amcası
Haydar’ın da aralarında olduğu 20 kişi
birbirine bağlanarak şimdiki adı Buzlupınar, eski adı Kergene olan mevkiye
götürüldü. Grupta bir tek Ali Doğan’ın
babası eksikti. Çünkü o, kışla inşaatında çalışıyordu. Kafile iki saatlik yolun
sonunda, iddiaya göre, süngülenerek
öldürüldü.
Süngüden yaralı kurtuldu
Ali Doğan süngülerden payını aldı. Sol
arka omzundan ve başından süngülendi. Sol kolu ve sol bacağı yerinden
çıktı. Ali baygın düştü. Uyandığında,
kanlar içinde ve cesetlerin ortasındaydı. Ali, üç gün boyunca orada kaldı.
Dördüncü gün Kergene’den tesadüfen
geçen akrabası Veysel Yalçın, Ali’nin
sesini duyarak imdadına yetişti.
Yaralı haldeki Ali’yi sırtlayıp kurtardılar. Yaklaşık beş gün daha dağlarda
saklandılar. Ardından Ali babasına
kavuştu. Hayatta kalan Düzpelitliler,
yakınlarının cesetlerini, öldürüldükleri Kergene’de topluca gömdüler. Ve
başlarına ortak bir mezar taşı diktiler.
Ali Doğan çok sonra İzmit’e yerleşti.
Katliamın tartışılmaya başlandığı
günlerde Avukat Barış Yıldırım’a
başvurdu. Yıldırım da 27 Ocak 2012’de
Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesi’ne
başvurarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni
temsil etmesi bakımından
Cumhurbaşkanlığı’nın aleyhine 1
milyon TL’lik manevi tazminat davası
açtı. Yıldırım, dava dilekçesinde, Dersim Katliamı’nda insanlığa karşı suç
işlendiğini ve bu açıdan zamanaşımı
kavramının işlemeyeceğini savundu.
Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesi Hakimi Özgür Karaca, dilekçeyi 30 Ocak
2012’de kabul etti. Hemen aynı gün
‘davalı’ Cumhurbaşkanlığı’na tebligat
yapıp, “İki hafta içerisinde iddialara
karşılık yanıt vermesini” istedi. Ayrıca
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü,
İçişleri Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı’ndan da Ali Doğan’ın
akrabalarının öldürüldüğü iddiasına
ilişkin bir kayıt olup olmadığını sorup
varsa gönderilmesini karara bağladı.
Son olarak da Başbakanlık’tan, elinde
bulunan Dersim’deki askeri harekâta
Süngülenenler aynı yere gömüldü
Ali Doğan henüz 8 yaşındayken 1938
yılında 19 akrabası ile birlikte birbirine bağlanarak askerler tarafından
Kergen’e götürülmüş. İddiaya göre,
askerler köylüleri süngülerle öldürmüş.
Küçük
Ali ise süngü yarası almasına karşın
hayatta kalabilmiş. Üç gün yaralı
halde cesetlerle birlikte kalan Ali’yi
akrabaları tesadüfen bulmuş. Daha
sonra köylüler, öldürülenleri aynı yere
gömmüşler ve hepsinin isminin yazılı
olduğu bir de ortak mezar taşı dikmişler.
Avukat Cangı: Bu dava yeni içtihat
yaratacak
Ali Doğan’ın Tunceli Asliye Hukuk
Mahkemesi’nde açtığı ve mahkemenin de kabul ettiği davayı Radikal’e
değerlendiren Avukat Arif Ali Cangı,
bugüne kadar ilk kez böyle bir davayla
karşılaştığını söyledi. Avukat Cangı, bu dava ile esasen yeni bir hukuk
içtihadının oluştuğuna dikkat çekti.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde
(AİHM) bile devlet adına hükümetin
muhatap alındığını savunan Cangı,
şöyle dedi:
“Cumhurbaşkanlığı’nın temsili bir
görevi var, icrai görevi bulunmuyor.
Bence muhatap, Milli Savunma ya da
İçişleri Bakanlığı olması gerekirdi.
Tabii usule göre, davalı tarafın kim olduğuna Cumhurbaşkanlığı’ndan ve bu
davanın diğer taraflarından yanıtlar
geldikten sonra, öninceleme yapılarak, karar verilecek. Davacı taraf, Ali
Doğan, dilekçesinde, devleti temsilen
Cumhurbaşkanlığı’nı göstermiş. Bence
içtihat yaratacak bir uygulamadır. Bugüne kadar böyle bir dava görmedim.”
Avukat Bayram Bahri Belen de
Cumhurbaşkanlığı’nın vereceği yanıtta
zamanaşımı vurgusu yapması halinde
davanın düşme ihtimali olduğunu belirterek, “Bence de hukuk davalarında
zamanaşımı, tazminat açısından söz
konusu olabilir” dedi. Belen, TCK’da
‘insanlığa karşı suç’ düzenlemesinin
2005’te getirildiğini, bu tarihten önceki olaylar bakımından tartışmalı bir
hal bulunduğunu ifade etti.
Kaynak:
http://www.radikal.com.tr
kızılbaş - sayfa 19 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
KÖŞK T E
DER SI M
DAVA SI
Bi navê Xwedayê dilovan û dilovî ku em ji wî hatine û emê
herin hizûra wî ez dest bi gotara xwe dikim.
ZIMAN ŞARISTANÎ Û KESAYET
başlığıyla 07/02/2012 tarihinde
Radikalde yayınlanan habere dair
Av. Erdal Doğan
Haber soykırım mağdurunun maddi
tazminat miktarını bildirmesi boyutuyla dava sürecini para tahsil etme
sürecine dönüştürme potansiyeli taşıması nedeniyle hem risklidir hem de
sevimsizdir. Soykırımın ve kültürel
soykırımın tanınması sürecinde özellikle Dersimli avukatların ve mağdur
Dersimlilerin hak arama süreçlerinde
dava açarlarken ya da devlete başvururken herhangi bir miktar belirterek
tazminat davası açmamaları beklenirdi ve soykırımın hukuki olarak tanınmandığı bu süreçte vakaların para
tahsil etme sürecine dönüşmesi, hukuksal ve siyasal mücadele sürecine
zarar vereceğini düşünenlerdenim.
elbette soykırım mağdurlarının maddi
ve manevi zararlarının karşılanması devletin görevi, ama burada birinci öncelik soykırımın ve devam eden
kültürel soykırımın kabulü,tanınması
ve onun toplumsal,sosyolojik,siyasal,
kültürel sonuçlarının,baskılarının kaldırılmasıdır. Her türlü tazminat talebi
daha sonraki bir adımdır. Böyle bir
girişimde istenirse dahi öncelikle kişi
kendi ve aile çevresinin uğradığı tüm
zararların belgelerini ister ve miktar
belirtmeden zararların giderilmesini
isteyebilir. Bu zararın en önemli gideriminin de Dersimin kültürel,siyasal
ve hukuksal özerkliliğinin tanınması
ve mağdurun her türlü zararının karşılanmasıdır (parasal miktar belirtilmeden).
Barajların yapımı sürecinde Dersim
arazilerinin kamulaştırma sürecinde
kötü sınav veren Dersimli yurttaşlarımız ve avukatlarımızın soykırım ve
devam eden sürecinde daha dikkatli
davranmaları beklenirdi. Tazminat istemleri en azından sorunun tanınması
ve sürecin sonlandırılması talebi ile
birlikte miktar belirtilmeden yapılmalı..
mehdi tanrıkulu
Ziman; wek amûrê ragihandina
Ziman; wek amûrê ragihandina
nava mirovan, amûrê bingehîn ê
nava mirovan, amûrê bingehîn
pêşvebirina ramana afirîneriya
ê pêşvebirina
ramana
afirîneriya
mirovan
e. Mirov,
bi amûrê
ziman
mirovan
e.
Mirov,
bi
amûrê
teşeya şarezahiyê digire. Lewre,
ziman teşeyadîroka
şarezahiyê
dişaristaniya
mirovahiyê,
gire.serLewre,
dîroka
li
hîmêşaristaniya
ziman pêkhatiye.
Şaristanî,
hemû
jiyamirovahiyê,dili ser
hîmêwarê
ziman
na
cıvakê
de,
bi
berhemdariya
pêkhatiye. Şaristanî, di hemû
xwe,
bi afirîneriya
xwe
naverowarê jiyana
cıvakê de,
bi berka
şaristanîbûnê
girtiye.
Ango
hemdariya xwe, bi afirîneriya
civakîbûn, bi amûrê ragihandina
xwe naveroka şaristanîbûnê
mirovan, bi ziman pêkhatiye û bi
girtiye.
civakîbûn,
vî
awayîAngo
berdewam
dike. bi
amûrê ragihandina
bi
Qedirdayîna
ziman,mirovan,
qedirdayina
ziman
pêkhatiye
û
bi
vî
awayî
mirovahiyê ye, qedirdayina berberdewam
dike.
hema
Xweda
ye. Lewre, înkarî
ûQedirdayîna
piçûkxistinaziman,
zimanê
civakan û
qedirdayina
berhemên
Xweda,
kufur
û înkariya
mirovahiyê ye, qedirdayina
berXweda
ye.
Lewre,
di
qada
Xweda
hema Xweda ye. Lewre, înkarî
de,
tu cudatiya zimanê
zimanan
tune ye.
û piçûkxistina
civakan
Wê gavê, kesên ku cudatiyê dixin
û berhemên Xweda, kufur û
nava zimanên mirovan, li ser çi
înkariya
Xweda ye. Lewre, di
aqilî
ne gelo!..?
qadadestpêkê
Xweda de,detu cudatiya
Di
mirov dikare
zimanan
ye. Wê mezin
gavê, kesên
bibêje
ku;tune
cahiliyek
e ev
ku cudatiyê
yek!..
Lewre;dixin
kesênnava
ku zimanên
pir beriya
te
dîrokekli ser
qedîm
nivîsandibin,
mirovan,
çi aqilî
ne gelo!..?
dîrokek
wandeî mirov
şaristaniyê
Di destpêkê
dikarehebe,
beriya
te cahiliyek
oldar bûbin,
bibêje ku;
mezin musule ev
man
bûbin
û
tu
bi
heyîna
wan,
yek!.. Lewre; kesên ku pir beriya
bi zimanê wan tinazê xwe bikî!..
te dîrokek qedîm nivîsandibin,
ev dibe cahiliyek pêkenokî. A
dîrokek wan î şaristaniyê hebe,
sosret ev e ku; koka peyvên nav
te oldar
ûberiya
paşnavê
te bi bûbin,
Kurdî musulû tu radibî
man
bûbin
û
tu
bi
heyîna
wan,
înkariyê dikî!.. wek peyva
Apê
bi zimanê
Mûsa;
“Mawan
ezê tinazê
bibêm xwe
çi!..”bikî!..
Hemû gelên heremê, şaristaniya Kurdan baş nasdikin. Wek
Babatahirê Uryan, ku destpêka
wêjaya heremê tê pejirandin…
dema ku ew dinivîsî gelo tu di
çi halî de bûyî? Feqiyê Teyran,
Melayê Cezîrî… û hwd. Înkariya
wan gelo çiqas îslamî ye!..?
durûtiya herî mezin jî; Mem û
Zîna Ahmedê Xanî, Wezareta
Çandê hîna nuh çap kir. Gelo te
qet nexwend? An ev pirtûk bêyî
hin wezîran hatiye çapkirin!..? ji
bo Ahmedê Xanî, ew qas gotinên
şelaqî tu yê bikî û duvre jî bibêjî;
“Zimanê Kurdî ne yê şaristaniyê
ye!…” şerma mezin eyba giran!
Hemû kes dizanin ku li herema Kurdistanê, bi zimanê Kurdî,
di dibîstana seretayî, dibîstana
navîn, dibîstana amadehiyê û di
zanîngehê de perwerdehî tê kirin.
An tu ew qas cahilî ku haya te ji
van tiştan nîn e!..? Bi sedhezaran
pirtûkên Kurdî yên dibîstanê, yên
lêkolînê, wêje, helbest, roman û
hwd. hene. An tu ew qas cahilî
ku haya te ji van tiştan nîne!..? Tu
yê ji vê kaniyê avê vexwî û serê
kaniyê bilewitînî, pîs bikî!..? “Ma
ezê bibêjim çi!?
Ziman amûrê şaristaniyê ye ku
ragihandinê pêktîne. Ziman; li ser
hîmê ragihandina nava mirovan
sosyalîbûnê pêktîne, bi hilberîn û
berhemdariyê, şaristaniya civakê
diafire. Li ser vê bingehê jî kesayet derdikevin holê. Mînakên sosret ku dibin desthilatdarên zalim
û înkarker ên civakê di vê demê
de kivş dibin. Ji ber ku qedrê berhemdariya civakê paşçav dikin,
nankoriya xwe bi hin kesên derdora xwe vedişêrin. Dîrokê berevajî
dikin, rastiyan berevajî dikin,
zanistê berevajî dikin. Ji bo deng
ji xwe derînin, weke “Kurê pîrê!..”
tevdigerin. Bêguman ewê Rojek
tarahiya wan jî ronî bike…
Xweda wan îsleh bike, Xweda minafiqan îsleh bike…
kızılbaş - sayfa 20 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
BELGELERDE
DERSİMİ VE
GÖKÇEN
GERÇEĞİ
Başbakanlık Devlet Arşivlerindeki
“Dersim Belgeleri”nde insanın kanını
donduran ifadeler yer alıyor.
Gizliliği kaldırılan ‘Başbakanlık Devlet Arşivleri’ndeki Dersim belgeleri
arasında, olayların organizatörü olarak bilinen Nuri Dersimi’ye ilişkin
çok çarpıcı bir belge yer alıyor. Dersim
harekâtına giden süreç boyunca Seyit
Rıza’nın yanında yer alan, başta Seyit
Rıza olmak üzere bölgenin ileri gelenlerini devlete mukavemet etmeye ikna
eden ve aşiretleri bu noktada birleştiren
kişi olarak bilinen Nuri Dersimi’nin
devlete istihbarat raporları verdiği anlaşılıyor.
İdamlardan önce esrarengiz bir şekilde
yurtdışına çıkan Nuri Dersimi, aynı
zamanda Seyit Rıza adına İngilizlere
mektup yazan kişiydi. Belgelerde yer
alan bilgilere göre Nuri Dersimi devletin harekât için ön hazırlıklar yapmaya
başladığı 1930 yılında esrarengiz bir
gözaltı olayı yaşıyor. Gözaltına alınıp
serbest bırakılan Dersimi daha sonra
soluğu Dersim’de alıyor.
NURİ DERSİMİ’NİN İSTİHBARAT
NOTLARI
Ancak ortaya çıkan bilgiler Dersimi’nin
bölgede istihbarat faaliyetleri yürüttüğünü gösteriyor. Sivas Valiliği, İçişleri
Bakanlığı ve Başbakanlık arasında yapılan yazışmalardan Nuri Dersimi’nin
umumi müfettişliğe rapor verdiği
anlaşılıyor. Sivas Valiliği, İçişleri
Bakanlığı’na gönderdiği 13 Mart 1930
tarihli yazıda Nuri Dersimi’de ele geçirilen 13 maddelik bilginin, Dersimi’nin
daha önce umumi müfettişliğe verdiği
raporlarla örtüştüğü notu düşülerek
‘hükümet aleyhinde menfi hareketi
vuku bulmadığı, bu nedenle de tahliye
edildiği’ belirtiliyor.
Yazıda Nuri Dersimi’nin serbest bırakıldıktan sonra evinde yapılan aramada
iki not daha ele geçirildiği rapor ediliyor. Ancak bu notlar oldukça kafa ka-
rıştırıcı. Notlarda aşiretlerin ilişkileri,
Seyit Rıza ve ailesinin faaliyetlerine
dair istihbarat notları yer alıyor. Nuri
Dersimi tuttuğu notlarda ‘Ovacıktaki
aşiretlerle, Koçuşağı, Kırgın ve Abbasuşağı aşiretlerinin teşvikiyle bir Seydanle ittifak yapmaya çalıştıkları, Seyit
Rıza’ya firari olarak Halep’te yaşayan
Aziz Bey’den mektup geldiği, Seyit
Rıza’nın hükümet aleyhinde yazılmış
bir kağıdı Dersimlilere imza ettirdiği,
Kemah’ta müsademe eden Dersimlilerin siyasi bir maksat için İmraniye
Kangal’a gittikleri, Ovacık’taki aşiretlerin silahlanmakta oldukları’ gibi bilgilere haber veriliyor. Bir dönem ordu
bünyesinde de faaliyet gösteren Nuri
Dersimi’nin 1930’dan sonraki 7 yılı
oldukça kritik. Çünkü Dersimi, daha
sonraki süreçte Dersim’deki faaliyetlerin odağında yer aldı. Aşiretleri devlete
karşı faaliyetler için kışkırttı.
DERSİMLİLER, ÖLECEKLERİNE
KANAAT ETMELİ
Dersim, Nuri Dersimi’nin faaliyetleri ile meşgulken hükümet cephesinde hazırlıklar devam ediyordu. Arşiv
belgeleri dönem idarecilerinin bölgeye
bakışını da ortaya koyan çarpıcı veriler barındırıyor. Resmi tarih kayıtları
Dersim harekâtını 1937’de başlayan
isyanın bastırılması olarak anlatıyor.
Oysa harekâtın sonuçlarına dönük kararlılık bu tarihten öncesini kapsıyor.
Örneğin Üçüncü Umumi Müfettiş Tahsin Uzer’in kaleme aldığı 12 Şubat 1936
tarihli raporda bölgede devletin aldığı
tedbirlere karşılık halkta silahlardan
arındırıldıktan sonra Ermenilerin akıbetine uğrayacakları yönünde kesin bir
kanaat oluştuğu belirtilerek, herhangi
bir harekete kalkışmamaları için “behemehal öleceklerine kanaat etmeleri
lazımdır” ifadeleri kullanılıyor.
HAREKÂT DEĞİL SEFER
1930’dan itibaren hazırlıkları yapılan
harekât, 1937 yılında başlıyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün imzasını taşıyan
emirlerde harekâtın bir sefer gibi telakki edilmesi gerektiği vurgulanıyor. 25
Mayıs 1937 tarihli belgede “harekâtın
sefer mahiyetinde mühim harekât olduğu kararı verilmiştir” ifadeleri yer
alıyor. Gerisi, her türlü yetkiyle donatılıp emrine binlerce asker ve hava filosu
verilen general Abdullah Alpdoğan’ın
hüneri kalıyor.
AŞİRETLERİ KIŞKIRTMA GÖREVİ
Bir dönem orduda da görev yapan Nuri
Dersimi’nin, Seyit Rıza ve ailesini yakından takip ederek, aşiretleri devlete
isyan için teşvik ettiği ortaya çıktı.
İSYAN DEĞERLENDİRMESİ
Tahsin Uzer’in yazdığı raporda “Dersimliler isyana kalkışmaları hâlinde
behemehâl öleceklerine kanaat etmelidir” diye yazıyor.
KATLİAMI YILLAR ÖNCESİNDEN
PLANLAMIŞLAR
İsyancı olduğu gerekçesiyle erkeklerin
öldürülmesinden sonra bölgede kadınlar kocasız, çocuklar babasız kalmıştı.
Operasyonda tutuklanan çok sayıda
Dersimli, Elazığ’da kurulan mahkemelerde yargılanmıştı.
SABİHA GÖKÇEN’E BOMBALAMA GÖREVİ
http://www.aktif haber.com/ belgelerdedersimi-ve-gokcen-gercegi-556621h.htm
kızılbaş - sayfa 21- sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Hürriyet- Sedat Ergin'in köşe yazısı
"3 gece ameliyathanede çalıştım.
Bodrum katı ölüm tarlasına dönmüştü."
diyen Dr. Yazıcıoğlu 30 yıl önce Maraş'tan kendisini sürdüren bu karenin hikayesini anlattı
Maraş katliamının hastanedeki tanığı anlatıyor.
"Yazınızı okudum. O günleri okumak
yüreğimdeki dikeni yerinden oynattı.
Rahmetli Esma Suna'yı ameliyat eden
cerrah benim" diye söze girmiş Dr.
Alaittin Gültekin Yazıcıoğlu. Gönderdiği not, cumartesi günü yayımlanan
"Maraş Katliamı Başka Bir Kıtada
Yapılmadı" başlıklı yazımda, bir doktoru ameliyat masasında bir kadının
rahminden çıkarttığı bebek ölüsünü
tutarken gösteren fotoğrafla ilgiliydi.
ECEVİT MECLİS KÜRSÜSÜNDE
GÖSTERDİ
Fotoğraf, 1978 Aralık ayındaki kanlı
Maraş olayları sırasında kentin devlet
hastanesinin ameliyathanesinde çekilmişti. Deklanşöre basan, o tarihte
Günaydın gazetesinin Adana Büro
Temsilcisi olan Kurtar Çakın adlı
gazeteciydi. Günaydın'da manşet olan
bu fotoğraf, Kahramanmaraş'taki katliamın Türk kamuoyu tarafından daha
çarpıcı bir şekilde anlaşılmasını sağlamış, bu arada dönemin Başbakanı
Bülent Ecevit de Meclis kürsüsünden
yaşanan vahşeti anlatmak için bu fotoğrafı göstermişti milletvekillerine.
Bir döneme damgasını vuran bu fotoğrafın, geçen cuma günü Radikal'de
yeniden yayımlanması beni bu konuda bir yazı yazmaya yöneltti.
Bu arada yazımda kullandığım, doktorun bebek ölüsüyle "poz verdiği"
ifadesinin maksadını aşan bir Türkçe
kullanımı olduğunu Yazıcıoğlu'nun
elektronik postasını karşımda bulunca
anladım. Alınmıştı.
Dün telefonda yaptığımız sohbette
"Ben böyle bir şeyi istismar edecek
bir insan değilim" dedi.
BÜTÜN İNSANLARA GÖSTERMEK İSTEDİM
Sohbetimiz sırasında Yazıcıoğlu, 33
yıl önceki katliamın bir hastane ortamında nasıl yaşandığını bir cerrahın
gözünden çarpıcı bir şekilde anlattı:
"Tam üç gün üç gece ameliyathanede
bütün gücümle çalıştım. Hastanenin
bodrum katı ölüm tarlasına dönmüştü. Kurtarabildiğim yaralılar da oldu,
kurtaramadıklarım da. Bir hastamı
kanımı vererek kurtardım. Bu olayların acısı yıllarca bir zift gibi beynimden çıkmadı, çıkmıyor. Bazıları
kurşun yarasıyla gelmişti, bazıları ise
keserle, baltayla yaralanmış halde.
Gördüğüm vahşet bugün de içimi
acıtıyor."
O gün ne olmuştu? Şöyle konuşuyor
Yazıcıoğlu: "Esma Suna hastaneye
geldiğinde yaralıydı. Hamileydi...
Ailesini tanıyordum. Elbistan'dan gelip Maraş'a yerleşmiş Alevi bir çiftçi
ailesindendi. Vücudunda üç kurşun
vardı. Gelişigüzel ateş etmişlerdi.
Bir kurşun arkadan girip karnından
çıkmıştı. Bir kurşun yandan girip
çıkmıştı. İlk tetkikte bebeğin ölmüş
olduğunu anladım. Biz anneyi kurtarmaya çalıştık. Çocuğu aldık. Bir
kurşun bebeğin omuriliğinden vurup
çıkmıştı. Çok uğraştım ama anneyi
kurtaramadım."
Peki fotoğraf nasıl çekilmişti? Burada
ilginç bir detay var. Yazıcıoğlu, kapıda bekleyen gazetecilerin içeriden
görüntü almak istediğini ve bir gazetecinin ameliyat gömleği giyerek içeri
girmesine izin verdiklerini anlatıyor
ve şöyle devam ediyor:
"Çocuğu alınca gazeteciye gösterdim.
Gözyaşlarımı içime akıtarak bu vahşeti bütün dünyaya, bütün insanlara
göstermek istedim. Bunu insafsızlığı
göstermek, insanları etkilemek için
yaptım."
kızılbaş - sayfa 22 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
bak şu ylancıların işine
kırımcı inkarcı asimilasyoncu
ırkçının ardından döktükleri gözyaşlarına
ecevit ki kanımıza giren katilimizdir
katillerine aşık düşkünlerimiz var bizim
33 yıl sonra kanlı maraş kapısında
hala inkarcı hala kırımcı saflarında
müslüman düşmanlığı ile
ölülerimizin üstünden siyaset yapıyorlar
paşalarının sorumluluğunu gizlemek için
ALEVİ BEKTAŞİ FEDERASYONU
Sokullu Mehmet Paşa Cad. İğde Sokak No:24 06450 Dikmen-Ankara
Tel: (0.312) 480 15 55 Fax: (0.312) 480 15 75
E-mail: [email protected]
A B F BASIN B Ü R O S U
‘Sn. Ecevit’in ilkeleri Türk Siyasi hayatına örnek olsun’
Türk siyaset hayatında uzun ama ilkeli bir siyasi mücadele vermiş olan Sayın
Bülent Ecevit’i kaybettiğimizi üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayız.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığı, Demokratik Sol Parti Genel Başkanlığı, Başbakanlık ve Bakanlık yapmış olan Sayın Bülent Ecevit, toplumun hafızasında, siyasetçi kimliğinin yanı sıra yazar ve şairliği ile de iz
bırakmıştır.
ABF olarak, Sayın Bülent Ecevit'in kaybetmiş olmanın üzüntüsü içindeyiz.
Sayın Rahşan Ecevit’e, Sayın Zeki Sezer'e, tüm DSP'lilere ve sevenlerine
başsağlığı dileklerimizi sunuyor, ilkelerinin Türk Siyasi hayatına örnek olmasını temenni ediyoruz. 06 Kasım 2006
AABK:
Bülent Ecevit’i
kaybettik, üzgünüz!
Türkiyedeki siyasi kavramların
arasına “Ak Güvercin“ ve “Mavi
Gömlek“ gibi, emeği ve barışı çağrıştıran kavramları yerleştiren, 12
Mart 1971 darbesine karşı çıktığı
ve sola açık bir alternatif sunduğu
için halkın gönlünde “Karaoğlan“
olan, devlet adamı, siyasetçi, gazeteci ve şair Bülent Ecevit’i yitirmenin üzüntüsü içindeyiz.
Parlamentoda temsil edilen bir
siyasi parti Genel Başkanı olarak, Türkiye siyasi tarihinde ilk
kez Aleviler ve Bektaşilerle ilgili
sorunları “seçim bildirgesine“
alan, Nevşehir’de “Hacıbektaş“
adıyla bir üniversite açılmasını,
Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın müze
statüsünden çıkartılmasını öneren
ve Madımak’ta yakılan 35 canımız için “uyanır elbette bir sabah,
ashab-ı kehf uykudan, ölür ölür
dirilir yine, yüreklerde Pir Sultan“
diyen, Alevilerin ’’yok’’ sayıldığı
bir ortamda, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak 2002 yılında
İstanbul’da düzenlediğimiz ’’Bin
Yılın Türküsü’’ne katılan Sayın
Bülent Ecevit’i bu yönleriyle unutmayacağız.
Ailesine, partilileri adına Genel
Başkan Zeki Sezer’e ve bütün
Türkiye’ye başsağlığı diliyoruz…
Turgut Öker
Avrupa Alevi Birlikleri
Konfederasyonu Genel Başkanı
6 Kasım 2006 Alevilerin Sesi
kızılbaş - sayfa 23 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Asimilasyonda Son Nokta:
“Alevi köyüne Alevi imam”
Cami yapılan Alevi köyüne bir de Alevi
imam atanacak…
Samsun Müftülüğü’nden Hayrettin
Öztürk, Alevi köylerindeki camilere
Alevi kökenli imamlar atamak için
çalışma yaptıklarını açıkladı. Öztürk,
‘Samsun’da Alevi vatandaşlarımızın
çoğunlukta olduğu köylerimizdeki
camilerimize, anne-babası Alevi olan,
Alevi orijinli imamlarımızı atayacağız’
dedi.
Cumhuriyet’in haberine göre, Samsun
Büyük Otel’de bir basın toplantısı düzenleyen İl Müftüsü Yrd. Doç. Dr. Hayrettin Öztürk, birçok ilki Samsun’da
gerçekleştireceklerini belirterek,
kahvehane, çay ocağı ve kıraathanelerde oturan yaşlıları sosyal projelerde
çalıştıracaklarını anlattı.
Öztürk, “Erkek olsun kadın olsun her
yaştan insanın cuma namazlarına camilere gelmesi ile ilgili projeler geliştireceğiz. Din hizmetleri sadece cami ile
sınırlı kalmayacak. Bunları yapabilmek
için master ve doktora yapan öğrenciler
ile imamlardan oluşan ekip oluşturduk”
dedi.
MÜFTÜLÜK GÖREVLİLERİ
ALEVİLERE DİN ÖĞRETECEK
Öztürk, Alevilere yönelik çalışmaları
ise “Bazı ilçelerimizde Alevi vatandaşlarımızın çoğunlukta olduğu köyler var.
İlk etapta bu köylerimizdeki camilerimize, Alevi orijinli imamlarımızı
atayacağı. Bu köylerimizde de anne
ve babası alevi olan hocalarımız dini
eğitim verecekler. Bizler de zaman
zaman Cem törenlerine katılacağız”
diye konuştu.
Bilindiği gibi Aleviler camiye gitmiyor,
ibadetlerini cemevlerinde, ya da köyün
en büyük evinin salonunda yapıyor.
İnançları ve ibadetleri Sünni Hanefi
mezhebinden temel farklılıklar içeriyor. Ancak Türkiye Alevi inancını ve
ibadethanelerini tanımıyor.
Kaynak:
Demokrat Haber
www.munzurnews.com
Müslüman Kardeşler Örgütü “Alevilere ölüm” çağrısı yaptı!
* Müslüman kardeşler örgütü yöneticisi Memun El Hımsi’nin, devlet destekli
kamplarda kalıp, “Alevileri öldüreceğiz” açıklaması yapması, bölgede infial
yarattı…
Suriye’deki çatışmalardan kaçan insanların- misafirlerin kaldığı Hatay
mülteci kampında kalan Müslüman
Kardeşler örgütü sorumlularından
Memun El Hımsi, yaptığı görüntülü
açıklamada; “Suriye’yi Alevi mezarlığı
haline getireceğiz…” dedi.
Devlet destekli kamplarda kalıp, böylesine insanlık dışı katliam çağrıları yapması, bölgede yaşayan halk üzerinde
infial yarattı.
***
Memun El Hımsi’nin video görüntülü
açıklaması şöyle:
“Kahraman Suriye halkına selam,
Suriye’nin kahramanlarına ve Suriyeli
Sünnilere selam, selam vatanı ve dinini
savunan erkek adamlara,
Ey hakir Aleviler,
Bugünden sonra, ya Esad’dan vazgeçersiniz ya da Suriye size mezar olacaktır.
Suskunluğunuz yeter, Sünni kıyımınız
yeter. Bugünden sonra susmayacağız,
göze göz dişe diş ilk başlayan da zalim
olandır. (Aleviler) Bugünden sonra sizi
ne azınlık ne taife olarak bırakacağız,
bunu bekleyin.
Yemin ediyoruz ki,
Bu çeteden ve kavgasından vazgeçmezseniz, size hayatınızda unutamayacağınız bir ders vereceğiz. Sizleri Suriye
topraklarından ve Suriye’den silip süpüreceğiz. 10 aydır kadınlara ve çocuklara yaptığınız kıyım yeter. Bugün
Meydan yaralı, Humus yaralı, Hama ve
Der el Zor yaralı, bundan sonra susma-
yacağız. Sizi (Alevileri) yeryüzünde hiç
kimse kurtaramayacaktır. Kavga durmazsa, Suriye’yi Alevi mezarlığı haline
getireceğiz. Yaşasın Suriye, kahrolsun
hain sefiller (Aleviler). Kahrolsun, hakir siyasi Şiiler. Bugünden sonra, Sünnilerin kim olduğunu öğreneceksiniz.
Kahrolsun hain sefiller (Aleviler)…
Kahrolsun, hakir Şiiler…
Bugünden sonra, Sünnilerin kim olduğunu öğreneceksiniz…”
YURT Gazetesi / 31 Ocak 2012
kızılbaş - sayfa 24 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Diyanet: ‘Alevilik diye bir din yok’
İnancı gereği alevi dedesiyle görüşmek isteyen siyasi tutuklu Bülent
Özdemir’e, Diyanet İşleri Başkanlığı ve
Kandıra F tipi cezaevi, “Böyle bir din
yok” gerekçesiyle izin vermedi.
Kandıra F tipi cezaevinde kalan siyasi
tutuklu Bülent Özdemir, inancı gereği
alevi dedesiyle görüşme talebinde
bulununca Diyanet İşleri Başkanlığı,
cezaevi yönetimine “Böyle bir din yok”
yanıtını verdi. Yanıtı referans alan
cezaevi yönetimi de görüşme talebini
reddetti.
“Alevilik sosyo kültürel bir yapıdır”
3 yıldır tutuklu bulunan Özdemir,
alevi dedesiyle görüştürülmek için 13
Nisan 2011 tarihinden bu yana cezaevi
yönetimine defalarca dilekçe sundu.
Özdemir, mensubu olduğu dinin
görevlilerince ziyaretinin yasal olarak
uygun olduğunu belirterek alevi dedesiyle görüştürülmek istediğini belirtti.
Konuya ilişkin cezaevi yönetiminin
yanıt istediği Diyanet İşleri Başkanlığı, “Alevilik bir din değil İslam dini
bünyesinde sosyo kültürel bir yapıdır”
şeklinde açıklama yaptı.
Fetvayı alan cezaevinden ret
Okullardaki zorunlu din dersi uygulamalarına ve Cem evlerinin ibadethane
statüsüne alınmamasına karşı birçok
sorunla mücadele eden Alevilerin
inancını yok sayan Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın fetvayı andıran açıklamasını referans alan cezaevi idaresi de,
Aleviliğin İslam dini içerisinde değerlendirildiğini söyleyerek alevi dedesi
ile görüşme talebini reddetti.
Cezaevlerinde Alevi kanalları da yasak
Öte yandan periyodik olarak tutuklulara din dersi faaliyetleri düzenlenen
cezaevlerinde ayrımcılık sadece inanç
önderleriyle görüşmelerin engellenmesiyle yaşanmıyor. Cezaevinde Samanyolu, Hilal, Kanal 7 gibi kanallar dini
içerikli yayınlar yapılırken alevi yayın
yapan kanalların izletilmemesi ve
cezaevi kütüphanelerinde Fethullah
Gülen, Said-i Nursi kitapları bulunurken Alevi inancını kapsayan kitaplara
yer verilmemesi de inanç ayrımcılığını
vurguluyor.
(soL - Haber Merkezi) - 31 Ocak 2012
Caferiler,
Laçiner’i
mahkemeye veriyor
TRT Haber’de yayımlanan ‘Açı’ programında konuşan Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner’in, Şii’lere yönelik sözleri tepki topladı.Güncelleme:01 Ocak 2012 15:10
Suriye ve Irak’taki mezhep çatışmalarına değinen Laçiner, programda,
“Sadece Irak’ta değil Körfez’de de Şiiler var, Kuveyt’te de. Şimdi bir
insanın Şii olması Hıristiyan olmasından kötü, çünkü Hıristiyan nihayetinde ehli kitaptır; üç dinden bir tanesindendir. Allah onu selamete
de erdirebilir, belki cennete de koyabilir. Şii ise sapkınlık var orada dini
bozmaya çalışmak var” demişti.
Laçiner’e tepki gösteren Türkiye Caferiler Lideri Selahattin Özgündüz,
“Ülkemizin en geç rektörünün bu şekil bağnaz, yobaz ifadeler kullanmasını çok yadırgadım. İhtilal döneminde bile kimse bizim mezhebimize dil uzatmadı” dedi.
Caferiler, Laçiner’e dava açacaklarını söylediler.
http://haber.mynet.com
GATA'dan cemevine
ambulans yok
Askerliğini yaparken kanser olduğu anlaşılan Alevi Vedat Keşto’nun
yaşamını yitirdiği GATA’dan ailenin cenaze için ambulans talebine
skandal cevap: Cemevine gidecek
cenazeye ambulans veremeyiz.
Askerliğe elverişli raporu verildikten sonra kanser teşhisiyle GATA
Haydarpaşa Askerî Hastanesi’ne
kaldırılan ve burada hayatını
kaybeden Tuncelili komando er
Vedat Keşto’nun ailesinin cenazeyi Bağcılar Cemevi’ne götürmek
için ambulans talebine GATA
morgundan “Cemevine ambulans
yollamıyoruz camiye götürseydiniz
verirdik” cevabı verildi. Taraf ’a
konuşan acılı baba Efendi Keşto,
“Hepimiz aynı Allah’a inanıyoruz,
benim yüreğim yanmış, bir araç
dahi verilmedi” dedi.
İstanbul’da yaşayan 20 yaşındaki er Keşto 2009’da ortaya çıkan
sağlık problemleri nedeniyle
doktora gitti. Keşto aynı yılın 10.
ayında askere çağrıldı. Kadıköy
Askerlik Şubesi’nde fiziki muayeneden geçirilen Keşto’ya “askerliğe
elverişlidir” raporu verildi. Keşto,
2010 martında Isparta’daki acemi
birliğine teslim oldu. Buradan
Ardahan’daki usta birliğine giden
Keşto, komando olarak geçici görevle Hakkâri Çukurca’ya gönderildi. Ailesiyle yaptığı görüşmelerde çok zor koşullarda görev
yaptığını anlatan Keşto, taşta
yattığını ve vücudunda yaralar
oluştuğunu söyledi. 2011 ocak
ayında rahatsızlanınca Ardahan’da
göğsündeki şişlikten parça alınan Keşto, daha sonra yeniden
Çukurca’ya gönderildi.
Aysun YAZICI / Taraf - 9 ocak 12
kızılbaş - sayfa 25 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
tarihe tanık belgeler
Trabzon Gürtun’daki
Kızılbaşlar’ın İran
ilişkisi varsa
cezalandırılması
YAZI: 17 Ramazan sene 973 (Mart
1566), Padişah Kanunî dönemi,
Sadrâzam: Sokollu Mehmet Paşa,
İran’da Şâh 1. Tahmasb’tır. O yıl
Kanunî, 30 Eylül’de vefat etti. Yerine
oğlu 2. Selim tahta (Sarı Selim) geçti.
KİMDEN: Padişah’tan
KİME: Trabzon’da Muharrem ve
Nu’man Beylere HÜKÜM,
KONU: Trabzon Sancağı’nın Gürtun ilçesi ahalisinin KIZILBAŞ’lara sevgileri
olub İran’la ilişki kurdukları, bunların
denetlenmesi, öncü olanların yakalanıp yargılanmaları, gerçekten ilişkileri
kanıtlanırsa şer’en cezalandırılmaları.
BELGENİN MEÂLİ
Trabzon sancağında olan Gürtun kazasının reayası sabi (?) olub KIZILBAŞ
EHİBBÂSI (dostu) olmağla bu def ’a
sulhdan sonra o dürlü kimse kat’–i
alâka idüb ol cânibe (İran) gidüb ve
anlerden gayri ba’zı kimesne yukarı Cânibe (İran’a) muttasıl huzur–ı
cem’ idüb varub gelüb haklarından
gelinmezse cümlesi göçüb gitmeleri
mukarrerdir deyû bildirmişsin imdi
melâin–i hasîrinin (mel’unların zararı) haklarından gelinmek ehemm–i
mühimmâttandır (çok önemlidir) BUYURDIM Kİ, hükm–i şerîfim vardıkda
bu babda temâm basîret üzere olub bu
husûsı kimesneye ifşâ itmeyüb “KIZILBAŞ TEFTİŞ OLUNIRMIŞ” deyû şâyi
olmayub ihtiyât idüb anin gibi Yukaru
Canible (İran’la) alâka iden kimesneleri
birer bahane ile hafiyyeten (gizlice) ele
getürüb ahvâlleri şer’le teftişidüb rafz
ve ilhadı sãbit ve zâhir olursa habs idüb
yarar adamlarla südde–i saadetime
gönderesin yazıb bildiresin.
BELGE: BOA: Mühimme defteri
Tasnifi, cilt: 5/2, s. 513/ 1401
ARAPGİR’DE IŞIKLAR KÖYÜNE
İMAM ATANMASI (x)
YAZI: Hicrî 1199, (Milâdî 1784,) Padişah I. Abdülhamid dönemidir. O yıl
19 Ocak günü Osmanlı Devleti Kırım’ın Ruslar tarafından ilhakını tanıdı,
24 Şubatta da Rusya ile ticaret Antlaşması imzaladı.
KİMDEN:Div ân–ı Hümâyun’dan
KİME: Padişah’a
KONU: Arapgir İlçesi Işıklar Köyü’ndeki Murtaza Efendi ve Ali Bey
Cami’sine bir Hatip (imam) gerektiği, buraya da Ömer Halife’nin atanması
uygun olacağı.
BELGENİN MEÂLİ
İZN–İHÜMÂYÛNIM OLMIŞDIR
Arz–ı Bende–i Bi–mikdar oldır ki Şevketlü Krerâmetlü Mehabetlü Kudretlü
Velîni’metim Efendim Pâd–şâhım
Arabkir kazasına tâbi Işıklar nâmkaryede vâki Murtaza Efendi ve Ali bey
Cami’nin hitâbeti mahlûl (boş) olmağla erbhabı istihkakdan Ömer Halîfe’ye
sadaka buyurılmak recâsına Arabkir nhaibi arz itmeğin bâlâsı “İZN–
İHÜMÂYÛNIMOLMIŞDIR” deyû hatt–ı hümâyûn inâyet–makrûnlarîyle
tezyîn (süsleme) buyurılmak bâbında emru ferman şevketlü kerâmetlû
mehâbetlü kudretlü Velini’ metim efendim pâd–şahımındır
BELGE:
BOA–İ.E. HAtt–ı Hümâyun No: 468
kızılbaş - sayfa 26 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Qome ma ez na dergiye’de hona
newe nusnenu. Xowe xo zaf fiqırüne, mıwa na nustayiso werende,
sene meseli sero wındine bınusni.
Peyniye de mı niyadaqe, mesele
zone ma zaf muhimo.Nayere gore,
zone kırmancıye sere mıwa wındıne, bınusnine.
Zon, werte insani’de, zuwıni
famkerdene, zere isonira çıqe
yeno, fıqıru, famkerdiş u, dilegu,
qeseqerdenera, perüne piyara zon
wajino.
ZONE
MA
SAİT BAKŞİ
Zon werte dı hire seyserede ewe
qese kerdenera werte niyamo. Zon
eve wastenera qi newiyo.Medeniyet qe çıxa rawer şiyo zonı qi
medeniyetra piya hunde rawe şiyo;
ewe xo amo werte peyda biyo.
Medeniyet qe çıxa rawe şiyo isonı
qi hunde rawe şiyo.Uygarlıxıye qe
xele rawe şiya, zone qi xele rawe
şiyo.Ewe o torera daha rınd isoni
züwini rınd ferq kerdo, fam kerdo.
Nayera gore zon, ewe hazaru se
serura dıme hona amo werte. Tabi
her mıletira gore zonı qı wuriyo,
wırajiyo,zuwe zu , mıletira gore
biyo zon.Mileti zuwinide qesey
kerdo , zuwini fam kerdo.
Zone kırmanciye qi werte na zonidero. O qi mare biyo zon. Milete
ma edu cede ma, piu qaluqune ma
nazon qeseykerdo, hata roza ewroyene niya amo. Ma domoneniya
xode zone Tırqu nezonene.Zone
maa xora qesey kerdene. Cumuret
qe naro, qanune cumureti qe weti,
Qereqoli, mektewi, qısleyi kerdi
welate Dersimi, her çiye mılete
kırmanci quret bıne deşti.Endi
zone kırmanciye newerda qe qesey
bıkere. Mektewude zone Tırqura
wendis,nustayiş,qesekerdene nero
.Çıra niya kerd , nıqa ısone ma
daha rınd fam keno qe na politiqa
Devleti wiya. Zu mılet çutır wurino, çutır beno zone xo ser, beno
kulture xo ser, wurneno. Werınde
zonra bıwırne, ora dıme welatra yane harde piu qaluqura duri
fiyo, ora dıme qi heru jü cayero
Wazene qe her çıye mılete kırmanci bıwurne, (Asımile) kere wertera
wedare ze xo kere.
Zonezu mileti dire ga temele
ye mıletiyo. Zu mıletqe be zon
mend, be kamiye maneno, be zon
maneno,be kultur maneno, be itiqat maneno. Zon qe çino, o mileti
qi çino. Zon qe çino kulture ye
mıleti qi çino, imanu itiqate xo qi
çino, odetu tore xo qi çino.Çıra qe
zu mılet zone xora esto.Kamiya zu
mileti zonra yena watis.
Zon namuse zu mıletiyo , şerefe
zu miletiyo. Gereqe werwere sare
xo bızero zaf rınd bıseweqno,
bınusno,bıwano,qesey bıkero qe
o zon bımano.Zu zonqe qeseymewone, werte zonune dinade nemaneno.Eqe qesey newi beno wini
wertera darino we sono.
sero,zuwinira duri kuyo , zone xo
kulturu, odetu tore xo , itiqate xo
wini kero,her çiye xora qe kewt
duri endi towaye xo qe nemend
wurino.Beno ze politiqa dewleta
Tırqu.Hona hata nıqa qi na politika
dewlete Tırqu hen berdewam kena.
Ma zone xo qesekerdenera serm
mekerime, koti beno bıwo o zonra
qesey bıkerıme.Na meselera gore
aoqe wano ez kırmancune , ez
qızılbaş alewine,dersımızune qere
qe tenena zede bıguriyo. Na kar
bare wıle mılete kırmanciyo. Eqe
wane na dinade maqi eştıme ma qi
mılete kırmancıme, o waxt zone
xore wair wejuyone. Zone isoniqe
bı wini kulture isonı qi beno wini.
O mileti qi beno wini,zone xo qi
wertera darino we sono.
Peyniya na nustayişi de ez wanu
bırayene, wayene domanene, qomu
qewile ma zone xore wair wejiyene
kamiyo xo wini mekerime.
Meşerime, meşerime
Heru jü cayero meşerime
Deste zuwini bızerime
Qeweta xo zu kerime
Zu rayera piya şime
zone ma sözlük
isteme adresi:
[email protected]
Zone xo wini mikerime
Ma kamime xo nas bıkerime
kızılbaş - sayfa 27 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Baya GulE- Gülün kokusu
Derdê XerîbîyE Gurbetin derdi
c-Çoğul Tamlayan:
Kayê DomanAN Çocukların oyunu
Raya dewAN- köylerin yolu
Adirê ŞuyanAN- Çobanların ateşi
i l h a m i s e r t k ay a
ZAZACA
DERSLER-11
ZAZACA’DA TAMLAMA
Zazaca’ da tamlama, tamlananın
sonuna gelen sonekler ile yapılır. Bu
sonekler;
1-Tamlanan
Eril tekil kelimelerde: ‘ê’
Dişil tekil kelimelerde: ’a’
Çoğullarda;(yine): ’ê’
2- Tamlayan
Eril tekil kelimelerde: ‘î’
Dişil tekil kelimeler: ‘e’
Çoğul kelimeler: ‘an’
Bazı Örnekler: 1-Tamlanan
a-Eril tamlanan:
DestÊ lajekî- oğlanın eli
DerdÊ mordemî- adamın derdi
HêgayÊ xalî- dayının tarlası
BenuştÊ domanî- çocuğun sakızı
b- Dişil tekil tamlanan:
QelemA Lerzanî- Lerzan’ınkalemi
KoçikA Caferî- Cafer’in kaşığı
MangA Zerîfe- Zerif’in ineği
BalîşnA Hesenî- Hasan’ın yastığı
c-Çoğul tamlanan:
MasuyÊ sosine- Sosın’ın balıkları
BalîşnÊ kêneke- Kızın yastıkları
KitabÊ lajekî- Oğlanın kitapları
2- Tamlayan:
a- Eril tekil kelimeler:
Vaşê koyÎ- dağın otu
Astorê XelîlÎ- Halilin atı
Birê wareyÎ- yaylanın ormanı
b-Dişil tekil kelimeler
Mayîna FatmayE- Fatma’nın atı
DERS-12
ZAZACA’DA SIFAT
Zazaca’da sıfatlar, yapıları bakımından üçe ayrılırlar.
1-Basit sıfatlar
2-Türemiş sıfatlar
3-Bileşik sıfatlar
1-Basit Sıfatlar
Her hangi bir ekle türememiş, birden
fazla kelimeden oluşmamış tek kelimelik sıfatlardırlar.
a-Eril nesneleri nitelendiren bazı
sıfatlardan örnekler
Kilm-Kısa
Xorî-derin
Çewt-eğri
Berz-yüksek
b-Dişil nesneleri nitelendiren sıfatlardan bazı örnekler
xorîyE-derin
ÇewtÊ-eğri
RindE-iyi
DergE-uzun
c-Çoğul nesneleri nitelendiren sıfatlardan bazı örnekler
RindÎ-iyiler
DergÎ-uzunlar
xirabÎ-kötüler
KilmÎ-kısalar
2-Türemiş Sıfatlar
Bunlar, edat ya da soneklerle türetilen
sıfatlardır
a-‘Bİ’ olumluluk edat ile, eril hallerde
bazı örnekler
Bİxêr-hayırlı
Bİkêyf-keyifle
Bİcan-candan
Bİdert-dertli
b-‘Bİ’ ile dişil örnekler;
BİxêrE-hayırlı
BİkêyfE-keyifli
BİcanE-candan
BİderdE-dertli
Olumsuzluk anlamı ‘BÊ’ ile yapılır
BÊxêr-BÊxêre-hayırsız (v.b)
Çogullarda arkasına ‘Î’ harfı alarak
yapılır;
BixêrÎ- hayırlılar, BêxêrÎ-hayırsızlar
(v.b)
3-Bileşik Sıfatlar
Bazı fiillerde gelecek zaman kökünün,
bir isim, zamir ya da sıfatın arkasına
gelerek oluşanlardır;
Bazı örnekler
a-Eril hal;
Wer- HeramWER-haram yiyen
ZAN-zonZANA-dil bilen
DOŞ-mangaDOŞ-inek sağan
XOŞ-serXOŞ-sar hoş
b-Dişil hal
HeramwerE-haram yiyen
ZonzanE-dil bilen
MangadoşE-inek sağan
SerxoşE-sar hoş
c-Çogul hallerde kelimenin arkasına İ
harfi gelir
HeramwerÎ-haram yiyenler
ZonzaneyÎ-dil bilenler
MangadoşÎ-inek sağanlar
SerxoşÎ-sarhoşlar
Wer: HeramWER-haram yiyen.
ZAN:zonZAN-dil bilen
DOŞ:mangaDOŞ-inek sağan
XOŞ:serXOŞ-sar hoş
DERS -13
ZAZACADA EDAT
Kendi başlarına anlamları olmayan,
ancak bir kelime ile birlikte kullanılınca anlam ifade eden sözcüklerdir.
Zazaca da edatlar, bulundukları yere
göre üç gruba ayrılırlar;
1- Kelimenin önünde yer alanlar
2- kelimenin arkasında yer alanlar
3- Hem kelimenin önünde, hem de
arkasında yer alanlar
1- Kelimenin ÖnündeYer Alan Edatlar
(önedetlar);
a- BE,
b- Bİ
a- ‘BE’ edatı
Ez BE xo wanena-Ben kendim okuyorum
kızılbaş - sayfa 28 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Xatir BE to-hoşca kal
Ez BE lajekî huna-Ben çocuğa gülüyorum
b- ‘Bİ’ edatı;
a- (Sorgule) Bİ trêne şîye-(Sorgul)
trenle gitti
b- (Zane) Bi zaneyê xo kifş beno(bilgili), bilgisiyle belli olur
c- (Hesen) Bi xo şî-(Hasan) kendisi
gitti
2- Kelimenin Sonuna Gelen Edatlar
(Ardedatlar)
A- DE
B- RA
‘DE’ edatı;
A-1- Ez cêr DE menda-Ben aşağıda
kaldım
A-2- Dewijî wêşanîye DE mendêköylüler açlıkta kalmışlar
B-‘RA’ edatı:
a- Ez to RA hes kena- ben seni seviyorum
b- Hevalan RA…- arkadaşlara….
c- Nasan RA…. tanıdıklara….
3-Önedat Ve Ardedatlar
a- BE….DE
b-DE…RA
1-a- BE benuşt, lajekî kay DE vet- sakız ile çocuğu oyundan çıkardı
b- BE sole, astore merge DE girot- tuz
ile atı çayırda tuttu.
2- DE…RA edatı;
a- Çewlig DE cêr, raye derg bena,
Karêr RA ver derbaz bena-Çewlik’de
aşağı yol uzanıp Karêr’in önünden
geçiyor
b- Dewe DE çînit, tacîran RA rotköyde biçti, tüccarlara sattı
Diyarbakır’da
Kültür ve
Cemevi açıldı
ZONÊ MA
Zarance kuna kemeru,
Zonê hode wanena.
Qılancıke
nisena gıle dare ra,
Zonê xode qıştnena.
Amnon yeno, beno germ,
Temuz zonê hode cızeno.
Mor u mılawın,
Teyr u tur,
Pil u qız,
Cin u ciamerd,
Serre na dinade her çi,
Zonê hode waneno.
Serre na dinade
her çi, her kes
zone hode gırano.
Wertê ninera
ça teyna ma
zonê hora vozdame!
Ça teyna ma
zone hora rememe!
Ma rememe kata some?
Zazaki zonê mao.
Bav u kali qeseykerdo.
Lawıki vatê, sanıki vatê,
Zonê ma zof şireno.
Zonê ho ça vindkerime,
Zonê sari ça ser kerime,
(devamı gelecek sayıda)
Zonê ho ça bın kerime!
Zonê sari ça ser kerime!
Zonê ma ke bi vind,
Ma ki beme vind!
Lawıki bene vind,
Sanıki bene vind,
Roşt bena vind,
Tari maneno!
Beme lal, beme kêr,
Beme bê pa u bê per,
Kume bıne destu,
Gıneme vêrrê dêsu,
Halê mare u waxt
her kes huyino,
- ne ke her!
H. Dewran
Diyarbakırda yapımı tamamlanan
Pir Sultan Abdal Cem ve Kültür Evinin açılışı gerçekleştirildi. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin yaptığı
Diyarbakır Kültür ve Cemevi Pazar
günü yapılan törenle açıldı. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı
Osman Baydemir, BDP Eş Genel
Başkanı Gültan Kışanak ve Bağlar
Belediye Başkanı Yüksel Baran
ve çok sayıda vatandaş cemevinin
açılış törenine katıldı. Yapılan
konuşmaların ardından Büyükşehir
Belediye Başkanı Osman Baydemir
ile Bağlar Belediye Başkanı Yüksel
Baran’a Cemevine yaptıkları katkıdan dolayı plaket verildi. Plaket törenininden sonra Cemevinin açılışı
yapıldı ve ardından Cemevi gezildi.
Deyişlerin okunduğu açılışta aşure
duasının okunmasından sonra aşure
dağıtımı yapıldı.
kızılbaş - sayfa 29 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
SEYD RIZA
cemal taş
Heqa Sêyd Rızay de, hata nıka zaf
qesey amê vatene. Namê Sêyd Rızay
zaf caa de dekeriya. Nêçe raporanê
resmiyeta de, nêçe neşriyatanê sivila
de, kıtaba de, perlod u qezanta de heqa
Sêyd Rızay de nustey veciyay. Rivalê
resmiyeti de, Sêyd Rıza eşqiya u
hayduto, xayıno. Hama vijdanê qomê
xode, tarıqê Dêsımi de Sêyd Rıza
şaxsiyeto de pilo. Mertevê na piline
ki, serba şeref u namusê qomê xo, vera
zorbaza de çhok ronênaêne ra cêno.
Heni aseno ke, naê ra tepia hona heqa
Sêyd Rızay de zaf werênais beno.
Helbet weşiya her zati de kemaniye ki
bena, anor u roştarine ki bena.
Heqa Sêyd Rızay de, mı kamılanê
Dêsımi ra zafine de mobet kerd.
Qanatê mı heni hasıl bi ke, Sêyd Rıza
tarıqê Dêsımi de şaxsiyeto de pilo.
Yiê ke Sêyd Rızay nejdi ra nas kenê,
vatena yine ra gore, çıqa ke waxtê
aşiretine de xeta u guna xo ki esta, na
xeta lewê şaxsiyetê yide şiye de mana.
Sêyd Rıza, tarıqê Dêsımi de qaro
henên keno vılê xo ke, dısmenê xo bilê
qarşiyê yide xover de sêr keno.
Na nia bızaniyo ke, na roştdariye u
baqilina zê mordemanê Sêyd Rızay,
tarıqê ma Kırmanca de ra u rêçha de
paka. Saa mordemanê zê Sêyd Rızay
ra, wertê sari de ma sere tik, bêar u bê
ters fetelinime.
Lewê Sêyd Rızay de ki, Koê Dêsımi
de nêçe Sêyd Rızay biyê. Namê yine
ki ebe hurmeta dekerneyme, xovir ra
nêkeyme.
Sêyd Rıza kamo
Şıxhemed Dede; zaman de Meletiye
de Dewa Şıxheseni de vındeno. Vatene
ser, vanê; “Şıxhemed Dede; zamanê
sımseri de Xorasan ra amo Meletiye.”
Şıxhemed Dedey ra; dı laci benê, jü
Şıxesen beno, jü ki Sêyd beno. Sêyd
be Şıxhesenia zaman de bar kenê,
sonê Kilse de nejdiyê Koê Duzgıni de temel sanê cı. Namê a dewe;
nıka ki Dewa Khalmemia. A taw;
Şıxhesen çêna xo dano Khalmemi.
Sêyd be Şıxhesenia zamanê ra tepia
Dewa Khalmemi ra bar kenê, sonê
nejdiyê Koê Sultanbabay de Bodig
de mekan cênê. Bodig de benê zêde,
ağmê Dewanê Dêsımi benê. Sêyd be
Şıxhesenia ke yenê Bodig, êndi şindor
sanê wertê xo. Dot hetê Khalmemi rê
vanê; “Sağê Dêsımi” na hetê Bodiği rê
vanê; “Sağê Şıxheseni.” Sağê ke Sêydi
ra biyê zêde, yina rê vanê; “Sêyda”
sağê ke Şıxheseni ra biyê zêde, yina rê
vanê; “Şıxhesena.”
Yi herda de zaman de mıleto khan
beno. Mıletê khani ra tepia rêçha
Hermenia ki zê Kırmanca yi herda
sero asena. Ni herdi sero; Sağê RutaBextiyera, Sağê İzol-Xırani, Sağê
Sêyd u Şıxheseni, Sağê Dêsımi u aşirê
bini estê. Ni kuli ki xo Kırmanc name
kenê. Xorê vanê; Kırmanc, jüanê xorê
vanê; Kırmancki, herdê xorê vanê
Kırmanciye.
Sêyd Rıza Sağê Şıxheseni rao. Khalıko pil; Şıxhemed Dedeo, Şıxhemed
Dede piyê Şıxhesenio. Hewsa xo Bodig dera. Aşira Abasa ki Şıxhesenıca.
Abasa; zaman de çar bıray biye, Ağdad ra ağme biye. Bırao jü; Sali, bırao
dıdeine; Sêydxan, bırao hireine; Qeresıleman biyo, bıraê phoncine; Abas
biyo. Abaşi ra dıme, sırsıle ebe sıra
wa; Qeresılêman, Alişêr, Sêyd Mursa,
Sêyd Mıstafa, Baba, Sêyd Sılêman,
Sêyd İbrahim, Sêyd Rıza taqıb kena.
Piyê Sêyd Rızay Sêyd İbrahim; tornê
Babaê Piliyo. Hewsa Babaê Pili Dewa
Xaçeliye dera. Sırsıla Sêyd Rızay rê
vanê; “Çê Babao.” Na sırsıla Şıxhesena de rayberine destê Babo dera.
Bab khalıkê Sêyd İbrahimio. Sêyd
İbrahim ki wayırê hawt laca beno.
1-Sa Heyder
2-Sêyd Sılêman
3-Sêyd Alişêr
4-Sêyd Ağa
5-Sêyd Kheko
6-Sêyd Xıdır
7-Sêyd Rıza
Sêyd İbrahim weşiya xode Derê Arey
de vındeno. Nıka kometa xo Derê
Arey dera.
Sêyd İbrahim; weşiya xode hoşia
keno, vano; ”cıla mı sero lacê mıno qıc
Sêyd Rıza roniso.” A taw hirê dewê
Sêyd İbraimi benê. Ağdad, Derê Arey,
Xaçeliye. Sêyd Rıza zamanê rayberina
xode Ağdad de vındeno. Ê Sêyd Rızay
ki des u hawut domanê xo benê.
Mulxutê Çê Sêyd Rızay
Sêyd Rıza: Ağdad de mano. 15ê Asma
Payıjia Werteine 1937 de Xarpet de
hetê hukmati ra erjino dare.
Ana Pule: Cenia Sêyd Rızaya verene bena. Ağaê Aşira Fehata ra çêna
Diyab Ağay bena. Serra 1938 de Desta
Qırğa de hetê hukmati ra yena kistene.
Ana Bese: Cenia Sêyd Rızaya pêene
bena. Abasa ra çêna Hemê Boği bena.
Serra 1937 de Derê Semku de ebe
mulxutê çeyi hetê hukmati ra yena
kistene.
Şıxhesen: Ana Pule ra lacanê Sêyd Rızay ra pilê xo beno. Dewa Xaçeliye de
mezra Zeynıka de vındeno. Zeweciyai
beno. Serra 1937 de Derê Semku de
ebe mulxutê çeyi hetê hukmati ra yeno
kistene.
kızılbaş - sayfa 30 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Baba: Ana Pule ra lacê Sêyd Rızayo.
Gegane Dewa Ağdadi de, gegane Derê
Arey de vındeno. Zeweciyai beno.
Serra 1934 de hetê Aşira Qırğa ra
Dewa Şine de yeno kistene.
Sêyd Usen: Ana Pule ra lacê Sêyd Rızayo. Zeweciyai beno, Ağdad de lewê
piyê xode vındeno. Serra 1937 de, 15ê
Asma Payıjia werteine de Xarpet de
hetê hukmati ra erjino dare.
Menese: Ana Pule ra çêna Sêyd Rızay
bena. Ortınige ra veyva Çê Ağaê Sêyd
Munzuri bena. Merdê xo Babay de
gıno cı.
Dilife: Ana Pule ra çêna Sêyd Rızay
bena. Bıraê Sêyd Ağay de zeweciyai
bena.
Thıte: Ana Pule ra çêna Sêyd Rızay
bena.
Xeycane: Ana Pule ra çêna Sêyd Rızay bena. Qelecuxe ra Sêyd Xan Ağay
de zeweciyai bena.
Sebra: Ana Pule ra çêna Sêyd Rızay
bena. Halvoriye ra veyva Çê Sure
bena. Halvoriye de veyva Çê Sure
bena. Hukmati ke serra 1938i de 14ê
Asma Amnania peyine de Mıletê Halvoriye ke qırr kerd a ki tey bena.
Qume: Ana Pule çêna Sêyd Rızay
bena. Halvoriye de veyva Çê Sure
bena. Hukmati ke serra 1938i de 14ê
Asma Amnania peyine de Mıletê Halvoriye ke qırr kerd a ki tey bena.
Leyle: Ana Bese ra çêna Sêyd Rızay
bena. Serra 1937 de Derê Semku de
mulxutê çeyi ke hetê hukmati ra yeno
kistene, Leyle çeneka azebe bena.
Qırrkerdis ra wes xeleşina, surgıniye
ra tepia serra 1945 de peyser sona
Dêsım. Nıka hona wesa.
Sewliye: Ana Bese ra çêna Sêyd Rızay
bena. Serra 1937 de Derê Semku de
hetê hukmati ra yena kistene
Ali Rıza: Ana Bese ra lacê Sêyd Rızay
beno. Serra 1937 de lacek beno, Derê
Semku de mulxutê çeyi de hetê hukmati ra yeno kistene.
Ali İhsan: Ana Bese ra lacê Sêyd
Rızay beno. Serra 1937 de lacek beno,
Derê Semku de mulxutê çeyi ke hetê
hukmati ra amo kistene, meyitê yi
nêvenino. Vatene ser, taê vanê ke; “jü
subay ebe ewladina berdo.”
Rızay Mudır teber nêkerd. Yanê qesa
xode nêvınet.
Sêyd Ağa: Ana Bese ra lacê Sêyd Rızay beno. Serra 1937 de doman beno,
Derê Semku de mulxutê çeyi de hetê
hukmati ra yeno kistene.
(Efendiyê Şıxheseni. Dersim Dergisi:
More:11, pelge: 51. Qesê verê locıne,
Cemal Taş.)
DEWRÊ AŞİRETİNE DE SÊYD
RIZA
Sêyd Rıza ke cıla piyê xo Sêyd İbrahimi sero niseno ro, qarê Aşira Abasa
ki kono vılê yi. Êndi Dersım de qewğê
aşira têra benê. Sêyd Rıza ki xo wertê
yi qewğa de vêneno. Şindorê Abasa,
hetê ra şindorê Khala u Sêyd Kemala
de, hetê ra şindorê Qırğa de hetê ra ki
yê Khurêsa u Demena de beno. A taw
Abasa en zêde sonê nejdiyê dewanê
Aşira Khala de bona vırazanê, şindora
sero jübini de sere oncenê. Hama a zaman de Aşira Khala zaf qewete darena
we. Abasa be Khala konê tê. Mordema
jübini ra kisenê. Bado, Abasa Keçelu
de, Usıva de, Khuresa de, Demena de
ki qewğa kenê.
Abasa be Qırğa, Hukmatê Kırmanciye
wazenê
Dewrê Osmanli de, Osmanlı Herdanê
Arabi ra, hata Kaf kasya, Balkana ra
hata bergê Viyana her ca cêna bınê
bandıra xo. Hama Gola Dêrsimi wertê
herdanê Padisaina Osmanlı de belek
mana. Osmanlı çıqa ke çımê xo Dêsım
de beno, çıqa ke zerre poyneno, hama
hewes tıma zerre de mano. Her gerenge ki Dêsım tıma erzeno xover, nirê
Osmali qebul nêkeno. Dêsım de her
aşire şindorê xo qori kena. Osmanli
ge hetê Pulemuriye ra qol erzeno, ge
hetê Xozati ra qol erzeno. Hama hata
dewrê Cumhuriyeti mıradê xo çıma de
mano.
Tarıq gıno serranê 1910. Ağaina Aşira
Qırğa Mirosa de bena. Mirosa ra
Salman Ağa ki Sêyd Rızay de mısayıb
beno. Salman Ağay be Sêyd Rızaya
yenê were ke qereqolanê Osmanli
wertê xora wedarê. Hukmatê Kırmanciye pêsanê.
“Sêyd Rızay; Salman Ağay rê elçi rusna, vake; ‘Salman Ağa, to mudurê xo
teber ke, ez ki mudurê xo kena teber.
Ma hukmatê Kırmanciye wazeyme.’
Mudırê hukmati Deste de bi. Salman
Ağay mudır kerd teber. Hama Sêyd
Salman Ağa şindorê xode Qereqolê
Deste dareno we. Sêyd Rıza ki qewete
rusneno Qereqolê Zêranige ser. Aşirê
Puluri dormê qereqoli cênê, qereqolê
Osmanli seveknenê. Qolê Abasa vatena xo niyanê hurendi, peyser oncinê.
Naê sero Osmanli Salman Ağay
pêcêno, beno Xozat de erzeno hepıs.
Qaymaqamê Osmanli Xozat de sono
hepısxane de Salman Ağay vêneno,
temey keno, Salman Ağa sêro, hêfê
xo Abasa ra bıcêro. Salman Ağay rê
vano:
“Salman Ağa, Sêyd Rızay to xapıta
ke to qewete ra warodo. To qereqolê
ma kerd teber hama, Sêyd Rızay tora
dubara kerde. To ke sona Abasa ra hêf
cêna, ez to verdana ra.”
Salman Ağa inam beno, sono Abasa ra
hêf cêno. Zaman; zamanê herbê dinao
jüino. Her ca de qewğa u pêrodais
esto. Aşiranê Dêsımi ra taê konê pısondia Osmanli, piya erzenê Dewanê
Qırğa ser. Qırğa ra ezbeta Satoğlia ra
Sılêman Ağa kişino.
“Avasu ve Qırğu ra têkotêe. Çê Sêy
Rızay ra mordemo de pil amo kıstene.
Sêy Rıza şiyo Xozat ra eskerê Dewlete
ardo esto Qırğu ser. Qırğu dewê ho
caverdê, kerdê thol. Pilê Aşıra Qırğu Çê Miros Ağaye. Xêvere rusna,
Wuşênê Sêydi rê vato; ‘Sêy Rızay
qesa nianêne kerda, sıma ve vijdanê
ho, bêrê ma bıxelesnê.’ Wuşênê Sêydi
xêvere rusnê, aşırê Dêsımi pêro amey.
Khuresu, Wusıvu, Alu, Demenu,
kamci aşıre rê xêvere rusna têde amey.
O waxt ez hona bêçhekio, tü u tusê mı
hona yeno, ez têy nêberdu, zof esker
amo, bi rast şi. Eke sonê verê Testage, uza Xıdê Dewri ve Doê Khêria dı
mordemê ma gınenê cı. Wuşênê Sêydi
ve Sılêman Ağaê Satoğliya piya sonê.
Niadanê ke, eskerê dewlete hao bınê
bağçê Testage de ronişteo. Uza nanê
eskeri ra, qewğa têrabena, zof esker
kışino. Wuşênê Sêydi ve Sılêman
Ağaê Satoğli ra nanê eskeri ra, peyser
ho oncenê. Aê de Sılêman Ağa tatê
lınga hora beno dırvetın. Neşkino ke
bêro, cêrê Testage are esto, kuno arê.
kızılbaş - sayfa 31 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Zerrê arey de fisegê ho qedinê uza
kışino.
şi. Dot ra ke ama Erzıngan de qonağê
Vali de ses asmi nişt ro.”
(Danoğê 38i. Hıdır Aytaç. Pelge:
23.Tijyayınları.)
(Roê Kırmanciyê. Pelge:87. Cemal
Taş. Tij Yayınları)
Merevê Urışi ra tepia Osmanlı reijina
Sêyd Rızay nas keno.
DEWRÊ CUMHURİYETİ DE SÊYD
RIZA
Sêyd Rıza Herbê Urışio u Aşiranê
Dêsımi de ki qarê welatê xo keno vılê
xo. Serra 1915 de milisanê Dêsımi
sero qumandarine keno. Urışi dıma
hata Qers sono. Eskerê Urışi 1917
de peyser oncino, Sêyd Rıza Suka
Erzıngani de qonağê Vali de niseno
ro. Padisaê Osmanli Estemol ra cırê
hediya rusnenê, Sêyd Rızay ebe nıfısê
Valine nas kenê. Endi Dêsım ki Erzıngan ra idare keno.
Osmanli, Aşira Abasa be Qırğana fino
têdêset ra, hata ke lacê Sêyd Rızay
Baba kişia. Osmanlı dıma Tırkiya de
Cumhuriyete ke saniyêpê, hata 38i zê
dewrê Osmanli Hukumê xo Dêsımi
sero çine beno. TBMM ke yenopêser,
Dêsım ra Sêyd Rızay ki wazenê meclis. Hama Sêyd Rıza, zeke Osmanlı
İdare Ağaê Qoca wazeno werenais, İdare Ağaê Qoca Osmanli cüab
keno, vano; ‘ez yinê Osmanli ra awe
nêsımena’ zê İdare Ağay Sêyd Rıza ki
tibar be meclisê cumhuriyeti nêano.
“Urıske ama, Sêyd Rızay Ağlerunê
Dêsımi rê elçi rusna, temey kerdi,
vake; ‘Urıs amo, Koê Duzgıni ra hata
serê Kamaxi mınıto. Ravêr piyade
amo, çhêkê qıci têye, nıka rae vırazeno, ağır makine, top dıma ano. Hata
ke qeweta xo kêmia, xover bıdime,
Urışi nêy herda meverdime. Urışi ke
herdê ma gureti, namusê ma, ma dest
ra sono. Ma ki caê de say nêbime,
wertê dugelu de nêmorime. Jüo ke
şeref u namosê xo sero hêco, seveta
na şeref u namosê xo pêrodo.’ Ma ke
şime nêjdiyê Erzıngani, serê Çhemii
de pırd çino. Zımıstono, mılet serd de
qerremiyo, awe serdına, mılet verê
Çhemi de amo pêser, têde pinê. Xora
jü pırd esto, dara ra gırêdaiyo. Ma têde
ke yiro bıvışime bover, mılet hêştêa
nêqedino. Pêro kêy bıvışiyê bover?
Nınganê mara çarıxi bilê nêmendê,
kınc u kolê ma têde ma sero zoğe biyo.
Verê Çhemi de Sêyd Rıza ama rest
ma. Sêyd Rızay dıma, tenê waxt ke
verd ra, na rey ki Deli İbahim Pasa
ama rest ma. Deli İbrahimi emrê dê
eskera, vake; ‘Suya girin, suya girin
karşıya geçin!”[1] Eskeri heni bêzerre
veşti ra, şi verenia awe ke cıküye,
hal ve hal nêkonê cı. Yi eskera ra taê
qelebiay awe, cıra jü nêthawra cıküyo,
peyiser cêra ra. Se ke o esker peyiser
ama, Deli İbrahimi miyanê xo verr ra
pişto ont, qafa yi Eskeri de onte, esker
heni êçkar şi. Sêyd Rıza qaria, bi
hêrsın, xo çarna Deli İbrahimi, vake;
‘Ulan sende hiç din iman yokmu? O
senin babanın oğlu mu? Öyle kolay ise
sen gir bakalım!”[2]
Sêyd Rıza hata Erzurum Urışi dıma
Xora ewraq u raporanê Cumhuriyeti de beliyo ke, Sêyd Rıza şaset o
politika resmiyeti rê tibar nêkerdena
heqli vecino. Hukmat fermanê Dêsımi
rew ra veceno, ravêr çheka top keno,
bado qereqola vırazeno, qereqola dıma
erzeno Dêsımi ser. Ağlerê Dêsımi ki
bandıra Cumhuriyeti qebul nêkenê,
serba serbestiya Kırmanciye sondi
wenê ke, hukmati de pêrodê. İta de
çiye areze kerime ke, Dêsımi nefs u
mudafa xo kerda. Politika hukmati
qırkerdişi rê mane vêneno ke, Dêsımca
isyan kerd. Qesa isyani, qırrkerdişi rê
mısteheq vênıtena.
38i de, xoverdaisê Dêsımi de Sêyd
Rızay sero Alişêr Efendi zaf teşir
verdano. Xoverestene ser pheşti dano
cı. Saan Ağaê Bextiyera ki diyağ dano
Sêyd Rızay. Aşirê hetê Dêsımi ki Sêyd
Rızay de sondi wenê, hama en zêde
Demena qesa xode vındenê.
Ma hetê resmiyeti ra zêde, danoğanê
yi roca ra qal biyarime ra.
“Rocê êlçiyê ama lêwê Usê Sêydi,
cırê vakte, ‘Sêyd Rıza amo Halvoriye,
sılamê xo torê esto, vano defê nata
bêro, gurê mı têy esto.’ Usê Sêydi êlçi
rê vat; ‘Xêra, çıgo, çı esto ke, Sêyd
Rızay wesêno mı.’ Êlçi vake; ‘Sêyd
Usen! Cıbrail Ağay weseno ağleranê
Dêsımi, têde bınê Halvoriye de yêne
pêser, jübini vênenê. Vanê esker vecino koê Dêsımi. Aşıri se vanê.’ Êxro
ke Cıbrail Ağay wesêno Sêyd Rızay,
Sêyd Rızay ki wesêno Usê Sêydi. Sêyd
Rıza kewraê Cıbrail Ağay bi. Bover ra
Demenu ve Usıvu amê, naver ra Abasu
ve Khurêsuna sonê. Naver ra Pax ra
Hesê Xıdê Keremi, bover ra Demenu
ra Xıdê Gêwe beli kerd. Xıdır bıraê
Hesê Gêwe bi. Ravêr Cıbrail Ağay ve
Sêyd Rızaya weşiya jubini pers kerde,
hal u demê jubini pers kerd. Bover
ra Xıdê Gêwe fêke Cıbrail Ağay ra
vake;’taburê esker ama wertê Usıvu
de Paxê Suru de çadır fitra. Dar u ber
ont pırd gırêda, mekere vet naverê
awe. Ma pesêwe şime, tıfong na eskeri
ra, yüzbaşi gına cı, cêray ra vozday
peyiser şi. Ma konime çheke, xebera
sıma çıga?’
Sêyd Rızay vake; ‘Kılê mıno kêwraê
mıro. İqrarê ma, ma jübini ra cêrra
mekero!’ Cıvrail Ağay vat; ‘Halla
halla, kemerê bıce, ma kelê xo bıbırnime bercime Gola Xızıri, sondê xo
borime!’ Sêyd Rızay naver ra kemerê
gurete, Cıbrail Ağay bover ra kemerê
gurete, hurdmine kılê xo a kemerê ro
bırna, este çhem. Sêyd Rızay Vake;
‘Bıraêne! Warê sıma Bokıra, Sosınano, warê sıma Koê Sultan Babayo.
Ma êndi bıraê jübinime. Sêyd Rıza
cêra Usê Sêydi, cırê vat; ‘Sêyd Usen!
Xebere bıdime Kosoğli[3], Pilvanku,
Feretu, Qerebaliu. Têde bêre, tıfongê
xo Mercimek[4] de bercime. Vırniya
hukmati Awa Pêrtage de bırneyme,
zobi domanê ma, malê ma têwerte de
bıfeteliyo.”
(Roê Kırmanciyê. Pelge:190. Cemal
Taş. Tij Yayınları)
“Elaiye esker amo serê Pakira, Sultan
Sêyd. Son ke bi lokiza finê cı, alatirig
vêsnenê, qarşiyê mara zê peroci asenê.
Yi arabê eskera yêne, sonê lambanê
veri ra beli benê. Pê koê têxt de cerde
esto, corê ma pırrê goniano. Goniê
xo herd ra veciye, hem hiraye, hem
ki şa u têliêne. Roce biye san, Sêyd
Rızay cini ve domonona dayarê vatke;
‘Adır bıcêre, sêre gonia ra bıfetêle,
adır cıverdê, va hata sodır bıvêse.’
Cini u cüamerd, domona a son ra
kosegê adıri gureti şi, adır nay gonia
ra vêsnay. Êndi yi goni hata sodır
zê çıla vêsêne. Domoni, cini şiyêne
werte ro feteliyêne, kerdêne hayleme
u udırt. Sêyd Rızay heni kerd ke Koê
Sultan Sêyd de elaiye bıvêno, bızano
ke çıqa eskere Sêyd Rızay esto. Eskerê
dêwlete Sêyd Rızay ra xof kêro. Sêyd
kızılbaş - sayfa 32 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Rızay fecirê sodıri de dı mordemi
mıde rusnay, vatke; ‘Sêre cor nikila
koy de meteris bıcêre, tij ke biye şirin
thiyarey hetê Qereçor de vecine, serê
Mamekiye ro yêne, bumba erzenê ma.
Hadar fındêre, se ke amay nêjdiye
ma, cêro sıma hiremêna piya tıfong
panê, meberdê nêjdiyê ma bê.’ Ma her
roce fecir ra hirê-çar mordemi şiyêne
nikila koy, uza qula guretêne, kotêne
meteris. Uza pitêne, se ke thiyarey veciyay, amay serê Mezra Boli, bi nêjdi
ke bumba raverdê dêwe, ma têdinê
cêro piya tıfongi nênepıra, thiyarey
kerdiêne berz, sanêne asmên. Thêyara
bese nêkerdêne alçağ bo, kor-poşman
cêrêne ra peyiser şiyêne.”
(Roê Kırmanciyê. Pelge:169. Cemal
Taş. Tij Yayınları)
“Khalıkê mı Ağdad de vınetêne. Baba;
gegane Axdad de gegane ki Derê
Arey de vınetêne. Piyê mı Şıxhesen ki
Zênka de vınetêne, hama domankina
mıde Xarpet de hepıs bi[5]. Hukmati
ke piyê mı verdara, ez des serre biya.
Piyê mı ke ama çê, khalıke mı cırê
vake; ‘Laê mı! Rocê to hona nêqediye,
se bi ke Avdıla Pasay[6] to verdara?‘
Piyê mı khalıkê mırê vake; ‘Bao!
Avdıla Pasay vake: “Ez to verdenara,
so piyê xode qeseyke, xora ke piyê to
ama taxaletê hukmati bi, nêmê mılkê
Xarpêti to sero tapü kena. To ki kena
encümenê Elejizi.” Se ke piyê mı hêni
va, khalıkê mı herdisa xoa sıpiyê hirê
rey dêare berde verê fekê xo, cêra cı
vake; ‘Laê’m, Laê’m! Hêni aseno ke to
somiyê hukmati zaf werdê. Na fermane mırê dot ra imza kerda rusna, aqılê
sıma nêreseno ni xebera. Ez taxalet bi
ki yê mı lao, taxalet nêbi ki yê mı lao.
Zur u dubarê hukmati çine? Yina de
nê dino, nê imano, mı pırdê yina de
loni diye.”
(Cemila çêna Şıxheseni. Dersim Dergisi: More:6, Qesê verê locıne, Cemal
Taş.)
“Rocê; se ke sodır lêle ra tiji est, eskeri a dere de ni top u mitraliyoji sanêpê
vêngê yine vano; ‘Gır, gır, gırrr, gırrr.’
Hata ke şiye est dina ser. Rocê, jü
mordem ama uca, qesêy keno, vake;
‘Sêyd Rıza ki mara cor mığarêe dero.
Hukmati cırê ewraqi rusnê, xete
rusna, vato bêro teşlim bo.’ Moa mı
heşiyêpê ke Sêyd Rıza mara nejdiyo,
vat; ‘Dı-hirê cüamerdi mıde bêre, ez
sona lewê Sêyd Rızay.’ Moa mı ke
pêyiser cêrêya amê, marê qesêy kerd
vake; ‘Ê ma thala, wa-waê, Sêyd Rıza
ne sono teşlim beno, ne ki thoa. Ma
şime mığara Sêyd Rızay. Mığara de ca
gırêdaiyo, cay sero cıle rafitaiya, Sêyd
Rıza cıle sero ronistaiyo, herdisa xo
miştidano. Kuline jübini ra perşi-merşi kerdi, a deqqa de Lacê xo Şıxhesen
ki veciya ame. Tenê ke areşiyaimeya,
Sêyd Rıza cêra cı vake, ala Xatuna
Waranê Zımi[7] ra pers kêre, A; çaê
ama? Êndi Rıji de noboti çina[8],
Rız ki xorê kemero verde ro.’ Bêgê
Yıbıli, Çhuçê Fındıqia mecal nêda,
vatke; Rayber Sare vana ‘ez eswetega,
wayırê domonuna. Nia, bınê kemera
de, wertê bırri de, damışt nêdana,
dere u derxına ra besenêkena domonu
bıfetelni. Ma nêşikime hukmati de
herb bıkime. No merebeo, domonunê
ma vera çımanê ma sungi kenê. To bê
tağalet be, no zav-zêç raxelişiyo. Vana
to ke kora menda, zafıteni, lewê to de
manê, to cavernêdanê nêsonê, aê ra
ama.’ Bêgê Yıbıl ke hêni va, Şıxheseni vake; ‘Apê! Xebera mı ki xebera
Vêyva Waranê Zımia. Sêrke, hukmati,
torê pakêtê kerda sandıqe[9], mor
kerda, haleti rusna. Vano dêwu dan
to, mılk dan to. Wazeno ke tode bêro
werê. Bê sebebê zav u zêçê feqır u fıqari mebe, so teşlim be, no mılet raxeleşiyo.’ Sêyd Rızay hêrdisa xo miştdê,
vat; ‘Laêm, laêm, aqılê sıma nêreseno
ni xebera. Hukmat jüan dano mı, mı
xapneno. Sandıqe mor kerda rusna,
fêkê Rıji keno şirin ke, Rız sêro taxelet bo, la berco vılê Rıji[10] .Bese[11]
ki bero pê kaê xo bıkero. Ez ke kot de
berba, sıma ki mıde bıberbê’.“
(Fecira Çêna Delali. Dersim Dergisi:
More:8, Qesê verê locıne, Cemal Taş.)
“Bado eskerê dewlete ke veciya
Dêsım, Zêyneli tıfong nêestêne dewlete. Rayberi[12] nêverda Zêynel tıfong
küyo. Rayberi eskêri de fek cütêne.
Aptula Pasay mordemi rusnay lewê
Sêyd Rızay, cırê vake; ‘biya Qoçgirica[13] teşmil ke, esker peyiser cêreno
ra. Ez ki Sursuriye[14] de mılk dana
to. Nêmê de mılkê Sursuriye don to,
cısnê to ki kon mamur. To piyê mı, ez
ki lacê to.’ Sêyd Rızay qebul nêkerd.
Anqara de mamuri Ataturki ra pers
kenê, vanê; ‘to bese nêkerd Sêyd
Rızay qankêre, to çaê sêyd Rıza İqna
nêkerd?’ Ataturk vano; ‘Sêyd Rıza
iqna nêbeno, inkaniye çina. Nıka ki
Tırkiya de ki dı padisay nêbenê, ya ez,
ya Sêyd Rıza!’
Sêyd Rıza Erzıngan de pêguret bi,
Erzıngan ra berd Xarpıt. Usên ki şi
rest cı, uca pi be lacia piya fiti dare.
Dewlete ki bêbexte biye. Nıka ki bext
keşi de nêmendo… hirê rey sicim
vışino, hirmena rey ki fit dare… Serrê
Sêyd Rızay berz bi, Ataturki da mekeme, serri nay ro, hêni fitdare. Mıletê
Xarpeti ra taê, a taw uca benê, yino
bexo be xo feka marê va, vake; ‘Sêyd
Rıza ke fitdare, Ataturk bexo ki ama
bi uca. Kıncê Subaya gureti bi pıra ke
kes nas nêkero.’
Gardiyano ke a taw uca biyo, o bexo
mara bi. Yi ki qesey kerd, vat: ‘Sêyd
Rıza ke oda ra vet, mamuri nia têde
düyari ver de şirit bi. Ataturk ki
bêtêvdir kıncê subaya gureti bi pıra
wertê yina de bi. Se ke çımê Sêyd
Rızay gınay yi mordemi, Sêyd Rıza
hêni bırr ra, heni bırra ke, vat; ‘nê to
Anqara ra serva mı gına raê ama ita?’
Sêyd Rıza ke bırra, uca xo ser ra dard
we. Mılet hêkmete de mend, acaip de
mend. Yi se Ataturk nas kerd nêzana.’
Ağlarê ke fitidare, berdi Koê serê
Çorçıği de vêsnay. Aşira Abasa ra;
Sêyd Rıza, Lacê Sêyd Rızay Resık
Usên, Khurêsa ra; Hesenê İbrahimê
Qıci, Usenê Seydi, Demena ra; Hesenê
Cıvrail Ağaê Arekiye, Aliê Mırzê Sılê
Hemi, Usıva ra; Fındıq Ağa fitidare.
Na bado ez şiyu, mı xo çıma hurendi
diye, hendê cünê herd çimento kerdo.
Pilanê hukmati vato; ‘Mezela nine
sero vas nêroyo, vas ke roya mal yi
vaşi weno, beno sıt, Kırmanc ni sıti
sımenê, roê ağleranê Dêsimi vêreno
mıletê nine benê baqıl. Mordemê zê
Sêyd Rıza baqıli nêre dina.’ Muxtarê
a dêwe ki a mezele de yardım keno. O
muxtar, a roce san de hêni êçkar sono.
Bado a hurendia mezela Sêyd Rızay
de ki pesêwe çıley vêsenê.
Sêyd Rızay vatêne; sıma ke düwa kenê
vacê ke ‘rısq ke dano iman bıdo, çü ke
keno ma dest, meremet bıdo’. Hama
ağlera ne rısq di ne ki iman di. Çü
kot ağlera dest, yina meramet nêzana,
tedine ki xo be xo koti jübini, rınd
qewete ra koti. Esker ke ame, êndi hal
tey nêmend bi, keşi keşi de nêguret.
Mordemê xırti qewğanê aşira de
gınaycı. Abasu ra Babaê Sêyd Rızay,
kızılbaş - sayfa 33 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Demenu ra Sılo Sur, Alu ra Uso Mozık, ni hiremena ke wes biyêne, Koê
Dersimi keşi nêguretêne. Yi tek amay
na dina gêwre, tek şi… Sermiyan şi,
kes nêmend.. nıka sere ke şi, nıngi
mendi çı fayde? Yi ke nêşiyêne, Ataturki hende ret xo nêsanênera, meydan
heni thal nêdiyêne. Yire ki nêmende…
Yira zurret bile nêmend.. Ravêr derdê
herbê dina guret, ha Çanaqqale, ha
İzmir.. ha Edene.. Bado ki derdê Dersimi guret, waxtê xo nêmend ke bile
bızeweciyo. Aslani şi lü mendi.. Tabii
lü ke mendi.. çaê mêrık xo ranêsano
ke….”
(Khekê İsmailê Khekıli. Cemal Taş de
mobet. 18 04 2003 Esenyurt/İstanbul)
[1] Awe küye, awe küye ke, sıma
bover vışiye.
[2] Ero tode qê din u iman çino. O lacê
piyê tüyo? Eke hên reto, to awe kuye,
ez bıvêni?
[3] Pilê aşira Pilvankano.
[4] Pê qeza Pêrtage de namê jü cayo.
Nisanê şindorê Dêsımi ve yê Eleziji
awa Pêrtaga.
[5] Seyd Rıza eve qol sono qereqolê
Zêranige, Qaymaqamê Zeranige rê
beno meyman. Teğbin de serre 1934
ya ki 1935’o. Uca de Qaymaqam keno
ke Seyd Rızay duti bıcero, Qolê Seyd
Rızay kono çheke, têde xeleşine ra
Şıxhesen be Teşlimia uca meser manê.
Şıxhesen uca duti cerino, benê Xarpet
de erzenê hepıs.
[6] Aptullah Alpdoğan.
[7] Namê moa Fecira Sara. Seyd Rıza
nalê aê heni dareno we.
[8] Êndi dawa ra warrogınais. Qurr
biyaine.
[9] Serra 1937’ine de Hukmati xeti
morkerdê ebe çiê qimetina rusnê Sey
Rızay rê ke Sero têy camat bıkero.
[10] Sêyd Rıza namê xo kez dareno
we.
[11] Cinia Sêyd Rızaya. Sêyd Rıza
ita de cinia xo Bese, hurendia şeref u
namusê Dêsimi de vêneno.
[12] Rayberê Seyd Ağay, Raybero
Qop.
[13] Ali Şêr Beg ve mordemê xo.
[14] Dewa de Xarpetia.
Kaynak:
http://www.forum-prinz.com/
cgi-bin/forum.cgi?forum_
name=1547&message_
number=35&pid=
kitap dergi sosyal etkinlikleriniz
ilanı için bizi arayabilirsiniz
tel: +49 (0) 177 502 88 53
[email protected]
kızılbaş - sayfa 34 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Bir “İttifak”ın Teori ve Pratiğine Dair Notlar: 5
TÜRKİYE’DE SOL DÜŞÜNCE VE ALEVİLER
Murat Küçük
ALEVİ HALKIMIZA SEVGİ VE
SAYGILARIMIZLA! YA DA “CANLARIMIZIN HAYATI”
90’lı yıllarda TKP İşçinin Sesi grubundan sonra DHKC’nin de Alevilere
karşı “duyarlı” bir dil kullandığı ve
benzer tepkilerle karşılandığı gözlenmektedir. DHKC Avrupa Örgütü’nce
Alevilik üzerine yayınlandığı belirtilen bir broşürde yer alan “Dini inançlar
tarih boyunca sadece egemen güçlere
hizmet etmedi. Belirleyici yönü bu olsa
da egemenlere karşı halk isyanlarında
da birleştirici ‘ideolojik’ işlevler gördü.” şeklindeki ifade, muhalif bir üstyapı kurumu olarak Aleviliğin tarihteki rolünü abarttığı için THKP-C HDÖ
tarafından eleştirilmektedir. Kurtuluş
Cephesi’nde yayınlanan yazıda, halk
isyanlarında din olgusunun Marksist
literatürde nasıl değerlendirildiği alıntılarla ele alınmakta, ortaçağda dinsel
mücadelelerin sınıfsal analiziyle birlikte Alevilik karşısında devrimci tutumun nasıl olması gerektiği açıklanıp,
DHKC, Alevilere şirin gözükme uğruna samimiyetsiz davranmakla suçlanmaktadır.
Tarihte ortaya çıkmış isyanların kendilerini dinsel düşüncelerle ifade etmiş olmalarının, tarihe ilişkin bir hüküm olarak ortaya konulamayacağı
vurgulanan yazı, devrimci hareketin
Aleviliğe ilişkin değerlendirmelerinin genel bir özeti niteliğinde. Evvela
Marksizm’in, insanlık tarihinin, daima
sınıf mücadeleleri tarihi olduğunu ortaya koyduğu belirtilmekte, bu nedenle
herhangi bir halk isyanının, isyan sırasında öne sürülen ‘ideolojik’ kavramlar
ya da sözlerle değil, isyanı ortaya çıkaran ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel
koşullarla birlikte ele alınması gerektiği hatırlatılmakta, Engels’in 1517
Luther reformasyonu ile 1525 Thomas
Münzer hareketini tahlil edişi örnek
gösterilmektedir. Münzer hareketinin ortaya çıktığı dönemdeki üretim
ilişkilerini açıklayan yazıda, egemen
sınıfla çatışmaya giren ezilen sınıfların, egemenlerin dinsel görüşleriyle de
mücadele etmek zorunda kaldıklarını,
bu nedenle egemen dinsel ideolojiye
karşıt bir dinsel ideoloji yaratıldığı,
ancak bu dinsel ideolojinin gerçekte
sınıfsal mücadelenin “üstyapısal ifadesi” olduğu vurgulanmaktadır. Daha
sonra Aleviliğin ortaya çıkış süreci ele
alınmakta, Baba İshak ve Şeyh Bedreddin isyanlarında sınıfsal karakterin
köylülük olduğu, “dinsel söylem”in
de ezilen köylülerin özlemlerine yanıt
verecek şekilde oluşturulduğu ifade
edilmektedir. Bu “söylem” isyanların
yanısıra gelen üstyapıya ilişkin “sadece” bir olgudur ve yazı bu olguya önem
verilmemesi gerektiğini öğütlemektedir. “Herhangi bir dönemde ortaya çıkan halk hareketlerinin belli bir dinsel
görüşü oluşturması, ya da temsil etmesi, tarihsel hareketin açıklanmasında
ve tarih bilincinin oluşmasında özel
bir yere sahip değildir.” Bu nedenle:
“dini inançların egemenlere karşı halk
isyanlarında da birleştirici ‘ideolojik’
işlevler görmesi sadece bir olgudur.Bu
olgunun, tarihin materyalist kavranışıyla bütünleştirilmeden ve yalın olarak ortaya konulması, belki belli dinsel
görüşlere yakın olmaya vesile teşkil
edebilirse de, kitlelerin bilincini bulanıklaştıracağı için yanlıştır.”
Kurtuluş Cephesi’ne göre Alevilik
devlet tarafından gündeme getirilmiştir ve bu onun “böl-yönet” politikasıyla
bağlantılıdır. Devlet’in amacı, Alevi
kesimleri kendi dini sorunlarıyla uğraşır kılmak ve buna paralel olarak kendilerini bir “ümmet” ya da “cemaat”
haline getirmektir. Gazi olaylarından
bir yıl evvel kaleme alınmış bir yazı-
da Alevilik ve Alevilik adına ortaya
konulan talepler, sınıf mücadelesini
“bölmek” üzere egemen sınıflar tarafından ortaya atılan bir mesele olarak
mahkum edilmektedir:
“Alevilik üzerinde oligarşinin politik
hesabı tümüyle devrimci mücadeleye karşı olmakla ilintilidir. Aleviliğin
içerdiği kimi dinsel tutumların toplumsal içeriği, özellikle de tarihsel
olarak sürekli bir muhalefet hareketi
olmasının getirdiği unsurlar, her dönemde egemen sınıflara yönelik politik
mücadelelere katılmalarını getirmiştir.
1980 öncesinde devrimci mücadelenin
en yoğun kitlesel destek bulduğu bazı
bölgelerde Alevilerin yoğunlaşmış bulunması .bu gerçeği göstermektedir.
İşte oligarşinin Alevilik üzerindeki
politikası, bu devrimci potansiyeli yok
etmek üzerine kurulmuştur. 1980’li
yıllara kadar “devrimci mücadelenin
etkisiyle önemli ölçüde güç kaybeden
kimi çevreleri ve dedelik kurumunu
güçlendirmek oligarşinin ilk hedeflerinden birisidir.”
THKP-C HDÖ’nin DHKC’ye uyarıları Aleviliğe yönelik yeni yaklaşımların benimsenmesini engellememiş
görünüyor. Ölüm orucuna başlayan
DHKC’li tutuklu ve mahkumların, düzenledikleri törenlerde alınlarına kırmızı bantlar takıp semah dönmeleri,
Pir Sultan Abdal’dan şiirler okunması
da bu yeni yaklaşımla birlikte ele alınmalı. 87 Örgütün basın açıklamalarında “Alevi kültürü” üzerindeki baskı
ve yasaklamaların sık sık eleştiri konusu edildiği görülmekte. DHKC Basın Bürosu’nun 16 Şubat 2002 tarihli
241 nolu açıklaması’nda Alevi-Bektaşi Kuruluşları Birliği Kültür Derneği
hakkında, adı ve tüzüğünde Alevi ve
Alevi kültürü geçtiği için ırk, mezhep,
din ayrımı yapmakla suçlanıp Ankara
2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce kapatma kararı eleştirilmekte, Alevilere
hukuk mücadelelerinde destek verilmektedir. Açıklamada Alevilerin sürekli saldırılara hedef olduğu, on yıl
öncesine kadar tek bir cemevi bulunmadığı, inançlarını ancak gizli olarak
yaşayabildikleri belirtilip Alevilerin,
kızılbaş - sayfa 35 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Sünnilerin, Kürtlerin, Lazların, Çerkezlerin, Arapların inanç ve kültürleri
üzerindeki baskılara karşı direnmeleri
gerektiği vurgulanmakta. Yine DHKC
Basın Bürosu 21 Ağustos 2002 tarihli, 267 nolu açıklamasıyla Hacıbektaş
Veli Anma Şenlikleri’nden dönerken
Tarsus yakınlarında meydana gelen
kazada hayatlarını yitiren 34 yolcu için
başsağlığı verilmekte. “Alevi halkımıza başsağlığı diliyoruz” başlıklı açıklama: “Canlarımızın hayatı bu kadar
ucuz olmasın. Canlarımızın hayatını
değersizleştiren, kitabında, programlarında halkın ihtiyaçları diye birşey
yazmayan düzenin saltanatına son verelim ki, inançlarımızla, haklarımızla,
insanca, can ve mal güvenliği içinde
yaşayalım“ cümlelerinin ardından
„Alevi halkımıza sevgi ve saygılarımızla” diye sona eriyor.
TEMEL YAKLAŞIMLAR
Sol’da Aleviliğe ilişkin yaklaşımlarda
gözlemlenen birincil derecede amir
bakış, gücünü “bilimsel sosyalizm”in
amentüsünden alan, her dinsel inanış gibi Aleviliğin de tarihte kaldığı,
kalması gerektiği hükmüdür. Doğu
Perinçek’ten alıntılayacağımız birkaç
satır bu yaklaşımı özetlemeye kafi:
“Sünnilik ve Alevilik, birbirine karşı
tarihsel miraslardan beslenmekle birlikte, aslında aynı çıkmazı paylaşırlar.
İkisi de çağlarını doldurmuşlardır. (...)
Felsefenin sorunları olan, evren nedir,
insan nedir, bilgi nedir gibi sorunlara
yaşadığımız çağda Sünnilik de Alevilik de ciddi yanıtlar veremez. (...) Alevilik Ortaçağ’ın feodal köylü kutuplaşması içinde biçimlenmiştir ve bugünkü
toplumun çelişmelerine yabancıdır.
Aleviliği çağdaşlaştırmaya kalkmak,
atın gözüne otomobil farı takmak gibi
bir girişimdir.” 88 Yetmişli yıllara
damgasını vuran bu yaklaşımı doksanlı yıllarda temyize çalışan ikinci
bir bakış, birincisi ile aynı referansa sahiptir. Aleviliği bir inanç olarak
kabul ettiğinde tümüyle reddedilmesi
gerektiğini düşündüğünden, onu din
olmaktan kurtarmaya soyunur, “felsefe” ya da “yaşam biçimi”ne terfi ettirir.
Böylece ortaçağda egemen feodaliteye karşı, “ezilen köylü ve göçebelerin
talepleri”ni dile getiren, onların temsil
ettiği “üretim ilişkileri”nin üzerine
inşa edilen bir ideoloji olarak devrimciliği onaylar ve Alevilerin “hatırına”
ömrünü bir parça uzatmaya razı olur.
Bir üstyapı olarak, savaştığı egemen
ideolojiye karşı “mecburen” Tanrı’dan
söz etse de aslında “ateist” olduğu, İslam diniyle ilgisinin bulunmadığı, dini
bir perde altında “hümanist”, “laik”,
“toplumcu”, “paylaşımcı”, “devrimci”, “sosyalist” özünü muhafaza ettiği mütemadiyen yinelenir. Onun din
olmadığını yineleyen bariz bir örnek,
yine Perinçek’in Aleviliği “din” olarak “mahkum” eden sözlerine karşın
Kervan’da, Mustafa Aladağ imzalı
“savunma”yla çarpıcı biçimde karşımıza çıkmaktadır: “Perinçek Alevi
dini diye saçmalıyor. Alevilik din değil
ki! (...) dinin ötesine geçmiş bir inanç,
bir yaşam biçimidir. Her çağda o çağın
bilgisiyle kucaklaşmış bir kültürdür!
Camisi yok, namazı yok, orucu ramazanı, Hac’cı, hocası yok. Şeriatı aşmış
geçmiş. Kitabı da kıblesi de kuranı da
kurtaranı da insan!” 89
Alevi örgütlenmesine paralel, solda
zamanla güçlenen yeni eğilimin sözcüleri, Aleviliği, sosyalist düşüncenin
kabul edip benimseyebileceği biçimde
dünyevileştirmeye, dinsel görünüm ve
içeriklerden soyutlamaya, dayanışma
sembollerini öne çıkartmaya çalışmışlardır. Her inanç gibi Alevilik de
böyle bir okuma için istenilen malzemeyi bolca vermektedir. Paylaşıma ve
sosyal dayanışmaya birer atıf olarak
Bektaşilikteki “karakazan” motifiyle
Buyruk’ta anlatılan Kırklar Meclisi’nin
yanısıra, son yıllarda keşfedilmiş “rıza
kenti” söylencesi Aleviliğin “komünist
özü” olarak vurgulanmaktadır. 90
Alevilik “lehine” sergiledikleri enerji
nedeniyle ikinci tezin sözcüleri, asıl
hüküm sahiplerince “Alevicilik” yapmakla eleştirilmekte, “üstyapı” ve
“altyapı”nın tekrar tekrar tanımlandığı, “klasik” alıntılar eşliğindeki tartışma taraflar arasında halen sürdürülmektedir. Ancak Aleviliği ilericilikle
onore edenlerin, eğer gerekli koşulları
yerine getirmezlerse, O’nu derhal gericilikle suçlama potansiyeli bakidir.
Sınıf mücadelesinin “acil” gündemi
dışında özgül taleplerin öne sürülmesi, cemin, sazın-sözün çağırdığı dini
tecrübe ve pratiklerin ağırlık kazanıp
kendi varlığında israr etmesi halinde
bu potansiyel hemen açığa çıkar. Arzu
edildiği üzere materyalist, devrimci
mücadeleye hazır bir alevilik olunmazsa, tarihsel mirasa nankörlük edildiği,
Aleviliğin idealist bir yorumla toplumcu, ilerici, muhalif özünden uzaklaştırılıp yozlaştırıldığı suçlamaları başlar.
Alevi örgütlenmesinin artan ivmesi ve
dikte edilmeye çalışılandan farklı inisiyatiflerin geliştirilmek istenmesi karşısında suçlamalar yoğunlaşmaktadır.
Bu suçlamalarda Alevilik esasen tarihte ve özü itibariyle yine “devrimcidir”
ama günümüz Alevileri onu yozlaştırmaktadır!
Solun Alevilere yaklaşımında beliren
üçüncü bir özellik, Sünni fundamentalizmin Alevilere yönelik geçmişte
varolmuş, günümüzde varolan ve gelecekte de ihtimal dahilinde bulunan
şiddet eğiliminin derinlerde yatan nedenlerini görmemek, din meseleleri
olarak denenecek izahları reddetmek
olarak tanımlanabilir. Sol düşünce,
yüzlerce yıllık rekabetin ürünü Alevi-Sünni geriliminin son otuz kırk yıl
içerisinde gerçekleşen başdöndürücü
sosyal-siyasal gelişmelerin etkisiyle
büründüğü halleri, din karşısındaki
“ilgisiz” tutumu sebebiyle algılamaktan uzak bir noktadadır. İdeolojik kavramsallaştırmalarla yetinilmekte, çoğu
zaman ilerici-gerici, devrimci-faşist
retoriğinden medet umulmaktadır. Bu
edilgenlik, dinin bir “üstyapı kurumu”
olarak küçümsenmesinin getirdiği doğal sonuç olarak meselelerin tahlilinde ona hiç yer vermeme direncinden
kaynaklanmakta, sosyal gerçekliği
tanımamakta israr ettiğinden memlekete ilişkin okumalarda ciddi bir algı
bozukluğu yaratmaktadır. Küçük bir
örnek olarak, aynı şematik kavramlaştırmanın etkisiyle sol düşünce, temsil
edildiği geniş yelpazenin hemen her
diliminde, Alevi-Sünni gerilimini sadece üretim ilişkileriyle açıklamaya
eğilimlidir. Bu izahta “üstyapı” çoğu
zaman ihmal edilmekte, onun mesele
üzerinde ekonomik ilişkilerden daha
belirleyici olabileceğine ihtimal verilmemektedir. Alevilerin şehirlere göç
edip ticarete atılmaları Sünni eşraf
arasında huzursuzluğa neden olmuş,
gelirlerinin azalacağını düşünen veya
azaldığını gören tüccar, esnaf, çarşı cemaati, Alevilere yönelik varolan iftiraları yaygınlaştırarak şehrin yerlilerini
onlara karşı yönlendirmiştir. Böylece
bizatihi dinin bir çatışma potansiyeli olarak rolü ikinci plana itilmekte,
Marksist şablona uygun olarak “altyapı” tahlilleri öne çıkartılmaktadır. 91
Oysa Sünni muhafazakarlığın Aleviliğe duyduğu nefret sadece bu ticari ilişkilerin çapıyla açıklanamayacak denli
derin bir meseledir. Ve bu nefreti, eğer
gerçekten söylendiği gibi yeniden ateş-
kızılbaş - sayfa 36 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
leniyorsa ve unutulmuş idiyse yeniden
dolaşıma sokan şey, modernleşme ile
birlikte çarşıya pazara inen Alevilerin,
Sünnilere dair önyargı ve kanaatlerini
takiyye yapmaya gerek görmeden, alenen yinelemelerine duyulan derin reaksiyonda aramak gerekmektedir.
Alevi taleplerinin sahiciliğine, örgütlenmenin nedenlerine şüpheyle bakmak da solda sıkça sergilenen
yaklaşımlar arasındadır. Tıpkı Kürt
milliyetçiliğinin “uyanışı” gibi Alevi
“uyanışı” da solda, sınıf mücadelesini,
devrimci hareketi zayıflatan “bölücü”
bir olgu olarak algılanmaktadır. Bu
konuda, onu din olarak reddedenler
kadar, ilerici olarak tanımlayanlarca
da derece derece benimsenen, devletin başrolü oynadığı komplo teorileri
bol miktarda üretilmiştir. 92 Solun
Alevilere bakışında -onu bir müttefik
olarak muhatap alanlarda- gözlemlenen bir diğer yaklaşım, mutlak surette
güçlü bir merkezi yapıya sahip olması
gerektiğidir. Memleketimizde sadece
sola özgü olmayan ama solun alevilere
nazarında da çok gecikmeden beliriveren bu merkeziyetçilik tutkusu, esasen ortaya çıkışına engel olunamayan
meselenin hiç olmazsa zapturapt altına alınmasına dönük anti-demokratik
ruh halinin ifadesidir. Ve elbette bu
merkezi yapı, onu talep edenlerin uyarıları dikkate alınmadığında aleviliğin
“özü”ne ihanet etmiş sayılacağından
mutlaka kendi düşünceleri doğrultusunda ve hatta mümkünse fiilen denetimlerinde olmalıdır! Bir çok yazar
ve örgüt tarafından ifade edilmiş bu
hususta en somut müdahale, detaylı
bir “ittifak” projesi olarak “Hızır gibi”
yetişen ve her zaman en güzel örnekleri sunan TKP-İşçinin Sesi grubunca
defalarca dile getirilmiş, Hacıbektaş
Dergahı’nın merkez olması israrla
savunulmuştur. 93 Merkeziyetçilik
tutkusuyla Dergah’a tarihte oynadığı
rolden daha geniş kapsamlı bir önem
atfederek O’nun Aleviler indinde her
zaman “merkez” olarak görüldüğünü
öne süren derginin tezi başlarda kabul
görmekle beraber, Alevilerin biraz da
kendiliğinden “ademi merkezi” yapısı
ve eğilimleri nedeniyle bir süre sonra
itirazlarla karşılanmıştır. Bu itirazlardan biri tam da tarihte cereyan ettiği
üzere, Tahtacılar, Çepniler, Sıraç Alevileri ve Babailer gibi dergaha bağlanmamış ayrı topluluklardan biri olarak
Kürt Aleviliğinin “temsilcilerinden”
geldi ve bölünmeyle sonuçlandı. Niha-
yet bu babda solculuk değil, Kürt miliyetçiliği ile katışıklı otonom bir Alevilik ağır basmıştı. “Dergah Türkiye’de
Mozaik’in üzerinde değildir” diyen Ali
Haydar Ulusoy Dede, Ağuiçen, Babamansur gibi Kürt yörelerindeki seyyid
ocaklarının hiç bir zaman Hacıbektaş’a
bağlı olmadığını, Dergah’ın kendilerine “icazet” verme yetkisi bulunmadığını manifest ederek Kervan’dan koptu
ve sonraları Pir, Çağdaş Zülfikar gibi
Kürt Alevi dergilerinde yer aldı. 94
BİTİRİRKEN: SOL, ALEVİ MESELESİNİ KONUŞABİLİYOR MU?
Ortaya çıkışından bu yana yasaklanmış, baskı altında tutulmuş sosyalist
düşüncenin Alevilerle buluşması, her
şeyden evvel, biri modern diğeri geleneksel bu iki “marjinalite”nin ihtiyaç
ve mecburiyetleriyle açıklanmalıdır.
Sol 1960’lı yıllarda, sosyal ve ekonomik dönüşümlerin getirdiği toplumsal
gelişmeyle birlikte Anadoluya açılırken, bu ihtiyaç ve mecburiyet sonucu
Alevilikle de buluşmuştur. Sünni İslam ile tarihsel rekabetten kaynaklanan bir seziyle, mümkün olduğu andan
itibaren Türk modernleşmesiyle birlikte hareket etmeye çalışan Alevileri
ilgilendiren en önemli etken ise, bu
modernleşmenin vaad ettiği eşitlik fikridir. Sünni İslam ile tarihte belki de
ilk kez mutabık olarak DP’yi desteklemiş olmalarında belirleyici olan yine
eşitlik fikriydi zira Kemalist reformasyonun mimarları Sünni İslam’ı epeyce
sınırlandırmakla birlikte onların umduğu eşitliği bahşetmemişdi. DP, CHP
karşısında muhafazakar reaksiyonlara
daha çok ihtiyaç duyup Sünni önderlerle açık ititfaka girmeye başladığında yine aynı eşitlik fikri ile CHP’ye
ve 1960’lı yıllardan itibaren sola yöneldiler. Bunun kendi özgünlüklerini görünür kılabilme hedefinde, tıpkı
Kemalistlerle ilişkilerinde başlangıçta
olduğu gibi, önemli bir ağırlık sağlayacağını düşünüyorlardı. Ancak sol ile
ilişkileri kısa zamanda tek partı döneminin CHP’siyle ilişkilerine dönüştü.
Onlar buna karşılık “gericilik” olarak
yaftalanan inançlarını arka plana atıp
yine modernleşmeyle birlikte yürüdüler. Ama adeta bir içgüdü haline gelmiş
Sünnilerle eşit olma fikrini derinlerde
muhafaza ederek.
Sol Alevilerin kendilerine yönelmesinde belirleyici olan bu tazyiki göremedi. Sünni İslam karşısında konumlanan
Alevilerin, Sünnilerle tarihsel rekabetleri nedeniyle tıpkı Kemalistlere yöneldiği gibi, aynı ihtiyaçlarla kendisine
meylettiğini farketmedi. Onu laik, devrimci vb yaparak kendisine eklemlediğinde, “geçmişte kalmış” hesapların
da kapanacağını; unutulup gideceğini
umdu. Aleviler bu “aydınlanma”ya
-yine eşitlik taleplerinin etkisiyledaha elastikiyetli bir yanıt verdiler.
İnançlarından daha kolay vazgeçebilir
göründüler.
Solun Sünni muhafazakarlığa hitabetme denemeleri ise doktrinin din
karşıtı tutumunun yanısıra, daha evvel değindiğimiz moskof özdeşleştirmesinin İttihatçılardan, Kemalistlere,
Demokratlardan AP, MSP ve MHP’ye
uzanan anti-komünist iktidar çizgisince “kuvvetle” hatırlatılması nedeniyle
başından beri problemli ola gelmişti. Böylece modernleşmenin cümle
zahiri görünümleriyle birlikte aynı
“aydınlanma”ya Sünni muhafazakarlığın yanıtı Alevilere karşıt biçimde
tam bir sathı müdafaya dönüştü ve bir
çok durumda en iyi müdafaanın saldırı olduğu benimsendi. Bu mevzileşme,
kendisini anti komünist siyasetin hitap
ettiği ekseriyetle daima rakip hissetmiş
Alevilerle, Sünniler arasında süregelen
çekişmenin, tek parti döneminin sona
ermesinin ardından, büyük bir ivmeyle su yüzüne çıkışını hızlandırdı. Sol
siyaset, toplumu en fazla meşgul eden
meselelerden biri olarak bu “temel
çelişki”yi doğru okuyamadı. Bunun en
vahim sonucu olarak Alevilere yönelen
katliamları, faşistlerin devrimcileredemokratlara saldırısı olarak yorumlamakla yetinip bunu bir iç retorik olarak
kullandı. Aleviliği kolayca kendisine
tabi kılmaya çalışırken, birçok yörede
bu çekişmenin üzerine inşa olunduğunu kabul etmek istemedi. Bu sosyolojik hakikati farkeden anti komünist siyaset, “Moskof uşağı, Allahsız
komünistler”le birlik “kızılbaş”ların,
sol popüler kültür üzerindeki hakim
nefesini, Sünni muhafazakarlığı yönlendirmede maharetle kullandı. Sonuçta Anadolu’nun pek çok şehrinde
ağırlıkla Alevilerden mürekkep bir görünüm kazanmış sol, Mustafa Suphileri bertaraf ederken başvurulmuş aynı
yöntemlerle acımasızca budanırken,
tanınan serbesti eski davaların halli
için de fırsat kabul edildi.
1970’li yıllar boyunca Aleviliği gericilik olarak damgalayan sol düşünce,
80’lerdeki “yeniden doğuş”u komplo
kızılbaş - sayfa 37 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
teorileriyle açıkladı. Bunun etkisizliği farkedildiğinde, 70’li yıllarda alçak
sesle dile getirilip, fikri takibi yapıl(a)
mamış tezleri yeniden ele alıp onda
devrimci bir muhteva keşfederek soldan kopmamasını sağlamaya, böylece
“devletin devrimci hareketi bölmeye
yönelik” komplosunu boşa çıkartmaya
çalıştı.
Sol düşünce Alevilik hakkındaki temel
yaklaşımlarını bugün de yaygın olarak
muhafaza etmekle beraber, doksanlı
yıllardaki abartılı “proje”lerin de etkisiyle, eleştirel tutumlara meyleder görünmektedir. Kimi değerlendirmelerde
solun alevilerin dertleriyle ilgilenmeyişinin, “inanç konuları karşısında
küçümseyici ve reddedici konumlarından” kaynaklandığı kabul edilmektedir. 95 Alevilerin yaşadığı sorunlara
demokratik bir duyarlılıkla yaklaşmanın önemi vurgulanmakta ve Alevi
taleplerinin sahiplenilmesi gerektiği
96, eklemleme ve tabi kılma yerine demokratik bir ilişkinin inşa zamanının
gelip geçmekte olduğu belirtilmektedir. Yaşanan bunca tecrübe ışığında
“Alevi kimliği”nin, tıpkı “ezilen ulus
kimliği” “kadın kimliği” gibi “alt
kimlik”lerle beraber, “üst kimlik” sosyalizme bağlanma biçiminin problemli
olduğu kaydedilmektedir. Çoğunlukla,
‘artık onlara gereksinim kalmadığı ve
son tahlilde burjuvaziye hizmet ettikleri’ gibi gerekçelerle “üst kimlik”
tarafından ezildikleri vurgulanmaktadır. Zira bu durum alt kimliklerde
tepkilere neden olmakta, “sosyalizm
karşıtlığına zemin” yaratmaktadır. Bu
nedenle artık bundan sonra “sosyaliz-
me bağlanma sorunu”nun bir tabiyet
ilişkisi değil, kendilerini özgürce ifade
etmelerini güvence altına alan bir yerden yeniden tanımlanmasının zorunlu
olduğu ifade edilmektedir. 97 Ama sorunun hala bağdaşıklar arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi olarak görülmesi
ve “üst kimlik- alt kimlik” bağlamında
ele alınıyor olması çokça vurgulanan
çoğulcu ve özgürlükçü sosyalist anlayışların layıkıyle geliştirilebilmesi için
tartışmanın geniş katılımla bir süre
daha devam etmesi gerektiğini gösteriyor.
.......
85 Kurtuluş Cephesi, Kasım Aralık 1995.
86 Kurtuluş Cephesi, Ağustos 1994,
Sayı:20.
87 “Operasyonun Yıldönümünde Ölüm
Oruçları: Yaşayanlar Anlatıyor.” Postexpress, 15 Aralık 2001, İstanbul.
88 Aydınlık, 20 Eylül 1993. “Alevi Partisi.”
89 “’Alevi dini” ve Osmanlı hilesi”,
Muzaffer Aladağ, Kervan, Sayı 32, s.12,
Kasım-Aralık 1993
90 İsmail Kaygusuz, “Aleviliğin Ütopyası:
Rıza Kenti’nde Canı Cana, Malı Mala
Katmak”, Kervan, Sayı: 55, s.8-9. (Fuat
Bozkurt’un derleyip hazırladığı İmam
Cafer Buyruğu’ndan (İstanbul, 1982) alınmış.) Aynı söylencenin benzer bir yorumu
için bkz: İmam Cafer Buyruğu, Hazırl:
Esat Korkmaz, Ant Yayınları, İstanbul,
1997, s.143-151.
91 Bu açıklama tarzına sadece yakın dönemdeki Alevi-Sünni gerginliği için değil,
Anadolu tarihinde vuku bulmuş kızılbaş
isyanların izahında da başvurulmaktadır.
Marksist tarih yazınının halk isyanlarını
“iktisadi” nedenlere indirgemesine yönelik genel bir eleştiri için bkz. Reha Çamu-
roğlu, Tarih, Heterodoksi ve Babailer”, s:
153-161. Metis Yayınları, İstanbul, 1992.
92 Selman Ciranoğlu’nun teskine yönelik
satırları, endişenin 80’li yılların sonunda
hissedilen yoğunluğunu hatırlamamıza
yardımcı olabilir: “Kanaatimizce devrimci
hareket yersiz bir endişe içindedir. Tıpkı
bir zamanlar Kürt meselesi karşısında
nasıl bir endişe taşıyor idiyse, şimdi de
bu meselede tereddüt içindedir. Farklı
talepleri dile getirmeyi bölücülük olarak
görmek, o zaman da yanlıştı, bugün de
yanlıştır. Alevilerin talepleri de demokratik ve haklı taleplerdir, savunulması
gereken taleplerdir.” Hedef, 1989. Aktaran
Cemal Şener, Ant Yayınları, İstanbul,
1994, s.36.
93 Çelebiler’den Timurtaş Ulusoy ile söyleşi: “Gönül Kervanını Dergaha Yürütelim”, Sayı:19. R.Yürükoğlu, “Alevi-Bektaşi
Birliği’nin Canı Dergahtır.”, Dertli Divani
ile söyleşi: “Alevilerin Birliği Dergah’ta
Birliktir.”, Ali Haydar Celasun Dede:
“Dergah’a Yüz Sürelim, Çelebilerden El
Alalım.” Kervan, Ocak 1993, Sayı: 23.
Mahrumi Baba ile söyleşi: “Dergah’a
Bağlanmayanın Emeği Boş, Yükü Saman”,
Sayı:27. Aşık Mahsuni, “Dergah Kesin
Mekan Kabul Edilmelidir”, Murtaza Dersimli, “Ne Hakla Dergahı Kabul Etmezler”, Sayı:29. İsmail Yıldırım, “Dergah’ı
Göremeyen Toplum Geleceği Göremez”,
Sayı:40.
94 Kervan, Sayı:38, s.10-11.
95 Erdoğan Aydın, “Solda Yeni Bir Duruş”, V Özgürlük, 1 Temmuz 1998, Sayı:5.
96 Seyfi Öngider, “Aleviler Artık Çantada
Keklik değil!, Sol ve Aleviler Buluşabilirler mi?”, V Özgürlük, Sayı:5.
97 Erdoğan Aydın, A.g.m.
Kaynak:
Modern Türkiye`de Siyasi Düşünce,
Sekizinci Cilt: Sol, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2007.
seyid rıza ve dersim
dosyasındaki bazı ayrıntılar üzerine- 2
Halacyan’ın çalışmalarının yalnız bir
kısmı “Dersim Ermenileri Etnografyası, I Bölüm” başlığı altında kitaba
dönüştürülmüş. Fakat bu konu kitapta
değil, Ermenistan Arkeoloji ve Etnografya Enstitüsü arşivindeki yayınlanmamış yazıları içinde yer alıyor. İlgili bölümün başlığı “Ermeni ve Kürt
halkları tarihinden sayfalar, Ermeni ve
Kürt halklarının dostluğuna dair hatıralar”.
Bu başlık altında tanıklık edilen gelişmeler esasen Erzincan, Tercan, Ovacık, Pülümür çevrelerinde geçiyor.
Hovsep Hayreni
Alışılmış genellemeyle ve kısaca Kürt
olarak sözü edilen halk, yazarın da ayrımında olduğu ve özgünlüğünü her
vesileyle vurguladığı üzere çoğunluğu
Zazaca konuşan ve Kızılbaş kültürüyle
tanınan Dersimli Kürtler, kendi tabirleri ile ‘Kırmanc’lardır.
Adom Garabedyan 19. yüzyıl ortalarında Osmanlı’nın yaptığı düzenlemelerle topraklarını yitiren ve yaşam
koşulları ağırlaşan Ermeni köylüsünün Erzincan-Tercan hattında ağalara
karşı mücadelesine öncülük ederken,
Kıği, Palu, Çarsancak, Harput gibi
kızılbaş - sayfa 38 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
yakın yörelerin benzer tepkilerini birleştirerek merkezi devlete baskı yapma
yönünde arayışa girdikçe yürüttükleri
anti-feodal mücadele ulusal bir nitelik
de kazanmaya başlar. Ama bu yalnız
Ermeni halkının değil, merkezi ve yerel otoriteler tarafından ezilen komşu
halkların ve özellikle yakın bulunan
Dersimli Kızılbaş Kürtlerin ortak
mücadelesi olarak benimsenir. Adom
Garabedyan’ın elyazılı bir çalışmasının başlığı “Ağaların ve Paşaların İstibdadına ve İşgalci Siyasetine Karşı
Ermeni ve Kürt Halklarının Mücadelesi” şeklindedir.
Diğer yörelerde bu mücadelenin karşısındaki yerel güçler genellikle TürkKürt Müslüman ağa ve beyler olurken,
Adom Garabedyan’ın öncülük ettiği
alandaki ezici yerel güç; Dersim Kızılbaş toplumunun bir parçası sayılan,
fakat onun genel duruşundan farklı
olarak Osmanlı’ya bağlılık gösterme
yoluyla büyük imtiyazlar edinen Balaban ve Çarekan aşiretlerinin nüfuzlu liderleri (Gulabi-zade Halil Ağa,
Keko’nun oğulları İsmail ve Hasan
Ağalar ile Şah Hüseyin Bey) olur. Bunların feodal zorbalığı karşısında Ermeni köylü hareketi bağımsız Dersim’in
Şıh Hasanan, Abbasan, Haydaran, Demenan, Alan, Mirakyan gibi direnişçi
aşiretleriyle birlik geliştirmeye önem
verir.
Bu saflaşma 1855-56 Türk-Rus savaşında tarafların tutumunu da belirlemiştir. Asker ve sırt hamalı olarak
savaşa gitmek istemeyen Ermeni ve
Kürt köylüleri dağlık mevkilere çekilip direniş gösterir. Ruslar karşısında
yenilen Türk ordusu cepheden dönüş
sırasında Dersim’i kuşatır, fakat işgal
girişiminde başarılı olamaz. Savaş
zamanı devletin işbirliğine çekmek
istediği Dersim liderlerinden Seyit İbrahim bağımsız duruşundan taviz vermediği gibi savaş sonrası da bu tavrını
sürdürerek 1860’larda Ermeni-Kürt
ulusal mücadele birliğinin Dersim’deki
en sağlam dayanağı olur. Devamında
Osmanlı devleti çevre yörelerin işbirlikçi beylerine kaymakamlık ve benzeri mevkiler dağıtarak zayıflamış güçlerini berkitmeye çalışır.
Bu ikinci evrede daha çekilmez hale
gelen derebeylerin zulmü savunmasız
köylüleri göçe sevkeder. Bölünmüş
idari sınırlar içinde ayrı ayrı hak aramak imkansız olurken bütün yörelerin
şikayetlerini birleştirip İstanbul’a heyet gönderme fikri gelişir. İşte bu aşamada yöre temsilcileriyle görüşme arayışına girilince Seyit İbrahim’in Lertik
köyü (2) en uygun buluşma yeri olarak
öne çıkar. Geniş temsilciler toplantısı
için de küçük Rıza’nın sünnet düğünü
doğal bir vesile yapılır. Bu anlatımın
geçtiği pasaj Adom Garabedyan’ın el
yazılı defterinden Kevork Halacyan’ın
aktardığı şekliyle şöyle:
“Bu ve benzeri bir çok fikir ve öneri
getirildi bize 1864 güzünde. Dersim’e
adam gönderip Reyberlerin Seyit İbrahim ve Çarsancak’ın dağ köylerindeki
Ermeni ileri gelenleriyle görüşme, danışma ihtiyacı duyuldu.
Her zaman olduğu gibi Halcents Seko,
Minasents Milletbaşı, Manugats Manuk Reis, Ğılot’un Hemo, İbrahim ve
Karagözlerin Ali bu iş için görev aldılar. Dersim lideri Seyit İbrahim’in
evinde on günden fazla misafir kalarak, bilahare daha geniş bir gizli toplantı örgütlemek için hesaba katılan
herkesle görüşme ve konuşma imkanı
bulmuşlar.
Öyle göze çarpacak bir toplantıyı dik
kat çekmeden yapmak Balaban’ın Surp
Toros Vankı’nda yada Dersim’in bağımsız bölümündeki köylerden birinde mümkün olabilirdi. Balaban tarafı
Çarsancak ve Çemişgezek temsilcileri için çok uzak kalacağından tercih
edilmedi. Seyit İbrahim’in önerisi ile
toplantı günü olarak 1864’ün 10 Ekim’i
belirlendi. Toplanma yeri yine Lertik.
Vesilesi ise Seyit İbrahim’in küçük
oğlu Rıza’nın sünnet düğünü.” (3)
İşte Seyit Rıza’nın sünnet gününe dair
ilginç bilgi böyle bir bağıntı içinde geçiyor.
Devamında yapılan toplantının kara-
rıyla değişik yörelerden 32 temsilci
çıkarılır, bunların 24’ü 1865 Mart’ında
Trabzon üzerinden gemiyle İstanbul’a
ulaşır. Fakat istihbarat onlardan hızlı
gider, taleplerini dile getiremeden tutuklanırlar. Pasif toplu girişim böyle
başarısızlıkla sonuçlanıp iki yıl sonra
serbest bırakılan temsilciler alanlarına
dönünce yine Dersim’le istişare içinde
bu kez radikal mücadele için örgütlenmeye yönelirler. Nihayet tekrar bir doğal ziyaret vesilesiyle 1868’in 6 Ocak
Surp Dznunt (Kutsal Doğuş) günü,
Balaban yöresi Xıntsorek köyü (4) Halacyan Arakel Dede’nin evinde, 8’i Ermeni, 7’si Dersimli Kürt 15 delegenin
katılımıyla yapılan toplantıda “Ermeni
ve Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi Komitesi” doğar. Amaçları ve kuralları
belirlenir. Ayrıca hareketin askeri kolu
olarak “Xol” örgütlenir. (5)
Halacyan’ın yazdığına göre 1908’e kadar uzanan bir mücadele verilir. Ancak somut anlatımları 1884’e kadardır. Dersim’in kuzey-doğu hatlarında
yoğunlaşan bu mücadelenin ağırlıklı
hedefi, sırtını devlete yaslayarak halka zulmeden Balaban aşiret reisi Halil
Ağa ve adamları olur. Anlayış ve yöntemleri eleştiriye değer zaaflar yansıtan hareket, hedeflenen yerel güçleri
kısmen yıpratmakla birlikte fazla yayılıp gelişemez. Dersim’le bağları pek
geniş olmadığı gibi, başka bölgelerin
Ermeni ulusal güçlerinden de kopuk
kalır. İleriki felaket yıllarını güçlü
karşılamaya yetecek bir zemin oluşturamaz. Yazık ki öyle bir başlangıç
potansiyeli iyi değerlendirilememiş ve
1915’e gelindiğinde Ermeni halkı bağımsız Dersim’le sıkı ittifak halinde
yaygın direniş gücü bulamamıştır.
Öncesi ve sonrasıyla uzun bir anlatıma
konu olan o mücadele sürecinden buraya daha fazla aktarma yapmak yersiz
olur. Bu kadarı da belki asıl konumuzla ilgili değildi, ama sözkonusu bilginin hangi bağlamda geçtiğinin anlaşılır olması için kısaca değinmekte yarar
gördüm.
Konu aslında Halacyan’ın yazılarından özet çıkartma yoluyla K. Çaçani tarafından Kürtçe bir makaleye de
dönüştürülmüş (6) ve ondan Türkçeye
çevrilerek “Milli Kurtuluş İçin Ermeni
ve Kürt Komitesi” başlığı altında çeşitli yerlerde yayınlanmıştır. Ancak bu
sadece sözkonusu komitenin örgütlenme aşamasını ve kuruluş özelliklerini
yansıtan kısa bir kesittir ve o da pek
iyi özetlenmiş sayılmaz. 10 Ekim 1864
toplantı tarihi orada da anılmakla birlikte, vesile yapılan sünnet düğünü bil-
kızılbaş - sayfa 39 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
gisine yer verilmemiş. Çaçani bölgeye
yabancı olduğu için yer isimlerini yörelerinden kopuk ve anlaşılmaz şekilde
geçmiş, bu da onun yazısını referans
alanları daha ciddi yanılgılara sevketmiştir. Öyle ki Mehmet Bayrak konuya
değindiği kitabında hareketin eksenini
Dersim’in kuzey-doğu sınırlarından
güney-batı sınırlarına kaydırmış. 1864
tarihli toplantının Lertik olan yeri,
Çaçani tarafından “Portek” gibi tanınmaz bir şeye dönüştürüldüğünden
olsa gerek, Bayrak tarafından “Pertek”
diye kabul edilmiş. Yazıdaki Balaban
yöresi ve Xıntsorek köyü ise (sanırım
yine o birinci hataya bağlı mantık yürütmenin getirdiği yanlışlıkla) Erzincan yerine Harput’ta lokalize edilmiş.
(7) Aynı isimli köy Harput’ta ve başka
yerlerde de var, ama burada bahsedilen
Erzincan’a ait olandır.
Asıl konumuza dönersek, Seyit Rıza’
nın bu yazılı kaynakta net olarak görülen sünnet tarihinden hareketle, onun
idam edilirken ulaşmış olduğu yaşı
aşağı-yukarı tahmin etmek güvenilir
şekilde mümkündür. Sünnet edilirken
iki yaşında olsa idam tarihinde 75’i,
yedi yaşında olsa 80’i bulur. Bu da
onun aile çevresi, dostları ve halkının
paylaştığı yaygın kanaati fazlasıyla
doğrular. Seyit Rıza’nın biyografisini
veren çeşitli yazılarda “doğum tarihi
kesin bilinmemekle beraber 1862 yada
1863 olabilir” denmekte. Bölgenin eski
geleneklerinde çocuklar 1-2 yaşlarında
sünnet ediliyor değilse eğer, doğum tarihinin daha gerilere uzandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu hesap, yapılan hukuksuzluğu gösterme bakımından, o dönem idam için
üst yaş sınırının 75 olduğu varsayımına bile yanıt veriyor. Ama girişte
belirttiğim gibi 75 ve 70 varsayımları
temelsiz. Davanın görüldüğü tarihte mahkemeyi bağlayan Türk Ceza
Kanunu(TCK)’nun 56. maddesine göre
bu sınır 65’dir. 1.3.1926 tarihinde kabul edilen 765 sayılı TCK, yürürlükten tamamen kaldırıldığı 2005 yılına
kadar bir çok defa kısmi değişikliklere
uğratılmış. 56. madde ise ilga edildiği
6.7.1960 tarihine kadar küçük rütuşlar
dışında esasen hep aynı kalmış. 1933,
1936 ve 1953 yıllarındaki değişiklikler bu maddede idam cezasının hapse
çevirilmesini öngören alt ve üst yaş
hadlerini hiç etkilememiş, sadece hapis sürelerini yeniden düzenlemiştir.
İnternette eski TCK’nun başından sonuna kadar geçirdiği bütün değişiklikler tek tek tarihleri, sayıları ve tam
metinleri ile mevcut. Davanın görüldüğü 1937 yılı itibariyle ilgili maddenin
yürürlükteki metni şöyledir:
“Madde 56 - (11/6/1936 tarih ve 3038
sayılı Kanunun hükmüdür.)
Suçu işlediği zaman on sekiz yaşını bitirmiş olup da yirmi bir yaşını bitirmemiş ve hüküm zamanında altmış beş
yaşını geçmiş olanlar hakkında ölüm
cezası yerine otuz sene ağır hapis ve
müebbed ağır hapis yerine yirmi dört
sene ağır hapis cezası hükmolunur.
Sair hallerde cezanın altıda biri indirilir.” (8)
Burada bir başka yanlış varsayımı da
düzeltmekte yarar var. Seyit Rıza’nın
küçük oğlu Resik Hüseyin’in de yaşı
büyütülerek idam edildiği belirtilirken genellikle alt yaş sınırının 18 olduğu varsayımından hareket ediliyor.
Gerçekte o dönem yaş hadlerini düzenleyen birden fazla madde vardır
ve yukardaki 56. madde “18 yaşını
bitirmiş olup da 21 yaşını bitirmemiş
olanlar” için idam yerine 30 yıl hapis
öngörürken, 55. madde ise “15 yaşını
bitirmiş olup da 18 yaşını bitirmemiş
olanlar” için idam yerine 15 yıldan 20
yıla kadar hapis öngörmektedir. Bu iki
kademeli alt yaş sınırlamasına göre
düşünülürse Resik Hüseyin’in 16-17
olan yaşının yalnız dahil olduğu kademeden değil, daha üst kademeden de
yukarı atlatılmış olduğu ortaya çıkar.
56. maddenin 1960’da yürürlükten kaldırılması da ilginçtir. Celal Bayar’ın
tornu Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali
bir 27 Mayıs sempozyumunda dönemi
irdelerken 11 Temmuz 1960 tarihli söz
konusu ilga kararının esasen dedesini
idam edebilmek için alınmış olduğunu
söylüyor. “Çünkü TCK’nda idam cezasına 65 yaş sınırı vardı” diyor. (9)
Tarihin cilvesi işte. Aynı madde geçmişte onu ihlal edenlere de lazım olurken bu kez darbeciler “mevzuat engelse kaldırırız” demişler. Seyit Rıza’yı o
yaş haddinin en az on yıl üzerindeyken
idama gönderen hükümetin başında
Celal Bayar vardı. Tam idamlar üzerine bölgeye gelen Atatürk’ün ardından
o da yetişmiş ve Singeç köprüsünü hizmete açma paravanı altında devletin
siyasi-askeri diğer ağır topları ile birleşerek muzaffer komutanlar gibi gövde
gösterisi yapmışlardı.
1960 Darbe yöneticileri son ana kadar
da Bayar’ı asmaya niyetliymiş, ancak
belli etkenler (bir iddiaya göre en çok
da Papa’nın Vatikan’dan elçi olarak
gönderdiği bir kardinalin Bayar lehine çabası) caydırıcı olunca daha önce
kaldırmış oldukları maddeyi bir şekilde tekrar geçerli sayarak onu idamdan
muaf tutmuşlar. 16-17 Eylül 1961’de
devrik başbakan Adnan Menderes ile
iki bakanının idam edildiğini bildiren
tarih kayıtları, devamında şöyle diyor:
“Milli Birlik Komitesi, 65 yaşını aşan
Celal Bayar ile idam kararları çoğunlukla alınan öteki hükümlülerin cezalarını müebbede çevirdi”. (10)
DİPNOTLAR:
1) Mehmet Bayrak, Alevilik-KürdolojiTürkoloji Yazıları (1973-2009), s. 325
2) Lertik yada Lirtik: Ovacık’ın doğu
sınırında Ağpanos vadisi etrafında bir
dizi köyü kapsayan dağlık mıntıkanın
adı. Aynı zamanda köy ismi olarak
da kullanılır olmuş. Seyit Rıza’nın
doğup büyüdüğü yer kimi kaynaklarda Lertik’in Deri Ari köyü, kiminde
ise yalnızca Lertik olarak anılıyor.
Eski haritalarda kayıtlı olduğu nokta
bugünkü Yalmanlar’a çok yakın.
3) Kevork Halacyan, Dersim konulu
etnografik arşiv dizisi, XVI nolu fasikül, s. 1919.
4) Xıntsorek: Ermenice anlamı
“elmalı/elmalık”. Yöredeki telafuzu
ile Xınzorik yada Hınzorik. Şimdiki
resmiyette Erzincan’ın Üzümlü ilçesine bağlı Pınarlıkaya köyü. Yazar K.
Halacyan ve dayısı Adom Garabedyan
gibi, yazıda sözü edilen Balaban aşireti lideri Halil Ağa da bu köydendir.
5) Bu isim Ermenice harflerle “Ğol”
şeklinde kayıtlı. Türkçedeki “Kol”
kelimesiyle aynı anlamda ve silahlı eylem kolu manasına kullanılmış olmalı.
Dersimli Kürtlerin kelepir getiren
eşkiya tarzı eski eylem gruplarından
da “Qol” veya “Xol” diye sözü edilir.
İsmi muhtemelen ordan gelse de burada politik amaçları ve kurallarıyla
tasvir edilen modern gerilla tarzına
yakın bir örgütlülük.
6) Karlênê Çaçani, Pizmamtiya
Cim’eta Ermeniya û Kurda, s. 55-59
7) Mehmet Bayrak, age, s. 286-289
8) www.bilgi-rehberi.com/kanunlar/
kanun5765uc-062.html
9) BİA Haber Merkezi, 26 Mayıs 2010
10) www.sezgiler.com/tarih/yakintarih/ulkeyi-60-darbesine-goturen-3ucak
(devamı gelecek sayıda)
kızılbaş - sayfa 40 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
1) Uluslararası Ceza Mahkemesi
Roma Statüsünün 6'inci, 7'inci,
8'inci maddesi
2) Ceza kanunun 211-1 ve 212-1
maddesi
3) Uluslararası Askeri
Mahkemesi'nin statüsünün 6.
maddesi:
Aşağıdaki metin, 2008/913/JAI
numaralı karar çerçevesini şöyle
değiştirmeyi teklif eder:
YASA TEKLİFİ
Kamuoyu önünde soykırım cinayetlerini, insanlığa karşı işlenen
cinayetleri kabul etmeyen, reddeden, bayağılaştıranları veya savunanları Uluslararası Ceza Hukuku
Statüsünün 6.,7.,8. bentleri ve
Uluslararası Askeri Mahkeme'nin
6. bendinde ifade edildiği üzere 1
yıl hapis cezası ve 45.000 euro para
cezası ile cezalandırmayı öngörür.
29 Temmuz 1881 kanunun 24 bis
maddesinin birinci bendi, alttaki
yeni beş bendle değiştirilmiştir.
"24'üncü maddenin altıncı bendi
doğrultusunda, soykırım suçunu veya insanlık ve savaş suçunu
savunan, inkar eden veya kamusal
alanda onemsizleştirmeye çalışan,
altaki tanımlamalara dayalı cezalandırılacaktır:
Madde 1:
"Ve kanunen tanınmış, Fransa
tarafından imzalanmış ve onaylanmış uluslararası bir sözleşmenin, veya uluslararası veya Avrupa
kurumlarının nitelikli bir karara
bağlı, Fransız yargısı tarafindan
nitelendirilmiş, Fransa'da uygulanabilir hale gelir."
Madde 2
29 Temmuz 1881 basın ozgürlüğüne dayalı kanunun 48-2 maddesi
şu şekilde değiştirilmiştir:
1) "sürgün" kelimesinden sonra "ya
da soykırım kurbanı, savaş suçu,
düşmanla isbirliği ve insanlık suçu
kurbanı" eklenmiştir.
2) "Savunma" kelimesinden sonra
"soykırımlar" kelimesi eklenmiştir.
'soykırım yasası' açıklaması:
'Sabrediyoruz, umudumuzu kaybetmedik'
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada Fransa Senatosu’ndan onay
alan ‘Ermeni soykırımının inkarını
suç sayan yasayla’ ilgili değerlendirmelerde bulundu. Eylem planlarını
açıklamak için yasaya karşı olan senatörlerin girişimiyle başlayacak Anayasa Konseyi sürecini bekleyeceklerini
ifade eden Erdoğan, ‘Bu hatanın telafi
edileceğine dair umudumuzu kaybetmiş değiliz.’ dedi. Uludere’de hayatını
kaybedenler için toplam tazminat miktarını da 123 bin TL olarak açıklayan
Erdoğan, Milli Güvenlik Bilgisi dersini de kaldıracaklarını duyurdu.
Erdoğan’ın konuşmasından satır başları:
Maliki’ye tepki
hiçbir şey demeyeceksin sınır komşusu
Türkiye bizim iç işlerimize müdahale
ediyor diyeceksin. Bu nasıl bir anlayıştır. Irak yönetiminin mezhep çatışmasını engelleyici bir tutum sergilemesini
bekliyoruz.
R. T. Erdoğan
Irak Başbakanı Maliki’nin açıklamalarını çok talihsiz buluyorum. Başka
ülkeler Irak’a girip bize de davet geldiğinde biz Irak’a girmedik. Çünkü biz
istenmediğimiz yerde olmayız.
Sayın Maliki’nin şunu bilmesi gerekirdi, siz bir mezhep kavgası içinde Irak’ta
böyle bir çatışma sürecini başlatırsanız
biz buna da seyirci kalamayız.
Binlerce kilometre öteden gelenlere
Fransa’daki oylama
Fransa Senatosunda sipariş bir oylama
yapıldı. Gerek Ulusal Meclis’te gerekse Senato’da kabul edilen bu teklif bizim için tamamen yok hükmündedir.
Bu karar sağduyuyu ortadan kaldırmaktadır. Bir yanlış yapıldığını kesin
bir dille ifade ettik. Bu tasarıya karşı
oy kullanan senatörler, yasayı Anayasa
Konseyi’ne taşıyacak. 60 imza gerekiyor. Bu hatanın telafi edileceğine dair
kızılbaş - sayfa 41 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
umudumuzu kaybetmiş değiliz.
Türkiye öyle büyük bir ülkedir ki küçük insanlar için husumeti bile bir payedir. Ama biz Fransa’daki ırkçı yaklaşımı bu payeyi bile vermeyeceğiz. Hiç
kimsenin ‘Türkiye ile kavga ediyorum’
deyip böbürlenmesine izin vermeyeceğiz.
Fransa Parlamentosu’ndaki sağ duyulu
üyelere sesleniyorum, Fransız entelektüellere sesleniyorum: Bu karar aleni
bir ırkçılık, düşünce özgürlüğü katliamıdır.
Bu girişimlere karşı sessiz kalanlar
Avrupa’da faşizmin ayak seslerini duymamak gibi bir vebalin altına girerler.
Bu mesele bir Fransa - Türkiye meselesi değildir. Bu mesele bir Fransa
- Emenistan meselesi de değildir. Bu
mesele açık şekilde bir ayrımcılık, ırkçılık meselesidir.
Sarkozy’nin büyük babası Selanik’te,
yani o dönem Osmanlı topraklarında
doğmuş büyümüş biridir. Sarkozy’nin
dedesi İspanya’dan kovulan Yahudilerdendir.
Ne kadar düşmanlık sergilerse sergilesin Sarkozy geçmişini silip atamayacak, Osmanlı hoşgörüsüne gölge düşüremeyecektir.
Biz sağduyulu ve vakur bir tutum takınacağız. Şu anda hala sabır dönemindeyiz. Sabrediyoruz ve sürecin nasıl
şekilleneceğini takip ediyoruz. Eylem
planımızı ona göre kamuoyuyla paylaşacağız. Sarkozy ve yandaşlarını Fransa halkına havale ediyoruz.
Uludere için 123 bin lira tazminat
bu yalan haberlere sakın
kimse inanmasın!
AKP çevrelerinde sızan haberlere göre parti içerisinde soykırımı
yasasına karşı çatlak sesler varmış...
- AKP orducu kanadı ile İslamistler arasında zaman zaman sert
tartışmalar oluyormuş...
- İslamislerin Fransaya karşı alınacak sert kararlar dahilinde
OYAK (Ordu Yardımlaşma Kurumu)’un faransa şirketleriyle olan
ortaklıklarının dondurulması talebine Türk Silahlı Kuvetlerine
bağlı vekilleri karşı çıkmış...
- AKP içindeki Radikal İslamcıların Afkanistanda Nato emrinde savaşan kahraman Türk akerlerinin geri çekilmesini isteyince
ortalık karışmış...
- AKP orducu kanadı tüm ermenileri ve yandaşlarını yurtdışı edelim talebin onaylatıp sessizce uygulamaya sokmuş.....
- AKP içindeki Türk Silahlı Kuvetlerine bağlı vekilleri ergenekon
davasında tutuklu olan paşaları ve yandaşlarının serbest bırakılırsa
alınacak diyer kararları destekleyeceklerini açıklamışlar.....
- CHP bu nazik konularda hükümet muhalefet ele ele siyasetiyle
hükümete destek verecegini AKP’ye bildirmiş.
- MHP de Yüce türk milletinin çıkarları uğruna AKP hükümetini
desteklemeyi vatani bir biorç bildigini Ankara Büyük Şehir Zabıta
müdürlügüne bildirmiş....
- Alevi Bektaşi dernekleri vakıfları yazarları çizerleri de Fransanın
Almış olduğu kararın haklı olduğunu Fransayı desteklediklerini
bir basın bildiyisiyle kamuoyuna duyurmuşlar.... Yapacakları ilk
kurultayda ve genel kurullarında kendilerinin de karara alacaklarını ifade etmişler.
- Müslüman kürtler de türk kardeşleriyle birlikte fransayı kınamışlar!
Erdoğan, sınırdaki bombardımanda
yaşamını yitiren 34 kişi için verilecek
tazminat miktarını da açıkladı.
Yardımın ailelelerin acısını dindirmeyeceğini belirten Erdoğan, “Uludere’de
yakınlarını kaybeden her bir kardeşimiz için yasal tazminat 23 bin lirayı
gönderdik. Yine Başbakanlık bütçesinden her bir kardeşimiz için 100 bin lira
gönderdik. Hayatını kaybeden her kişi
için aileye toplam 123 bin lira gönderdik. Bu paraların acılarını dindirmeyeceğini biliyoruz” dedi.
http://www.euractiv.com.tr
2
k: 01 si
na ak 2 zete
y
Ka Oc Ga
27 zcü
Sö
kuran-ı kerim emirlerin dişı idareler
islama ve kuran-ı kerime aykırı değil mi?
kızılbaş - sayfa 42 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
türkiye'nin imparatorluk siyaseti
Türkiye'nin aklı başında, dış politikayı bilen, dünyadaki gelişmeleri, gidişatı iyi okuyabilen liberal demokrat
aydınlarının, Türk dış politikasındaki
gelişmeleri coşkulu bir iyimserlikle
alkışlamalarını doğrusu anlamakta
güçlük çekiyorum.
sorun çözeyim derken Azerbaycan'ın
güvenini kaybetmesine neden olmuş;
Azarbaycan'ı teskin edeyim derken
protokollerin gereklerini yerine getirmeyerek imzalarına sahip çıkamayan
güvenilmez bir devlet konumuna düşmüştür. Dolayısıyla Ermenistan açılımı da bir fiyaskodur!
Onlara göre Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile birlikte, Türk dış politikası dünyada "küresel bir güç" olarak etkisini
göstermeye başladı; hem Ortadoğu'da
hem de dünyada ciddiye alınan etkili
bir aktör durumuna geldi.
Demek ki ne kadar "eleştirel" ve "akılcı" görünseler de hepsinin gönlünde
"güçlü bir imparatorluk Türkiye'sinin
mensubu" olma hayali yatıyormuş.
Osmanlı'nın yeniden canlanma düşleri
onları da bayağı heyecanlandırıyor!
Örneğin, İran'la girişilen Nükleer takas anlaşmasının ardından,
Türkiye'nin küresel bir sorunu çözdüğünü iddia edecek kadar öylesine uçuk yazılar yayınlandı ki "acaba
başka dünyalarda mı yaşıyoruz?" diye
sormadan edemedim. Bu anlaşmadan
sonra Türk politikacılarının "barış
kahramanı!" olarak dünyada yüksek
bir prestij kazandığını bile ilan ettiler.
Oysa Lula, Erdoğan ve Ahmedi Nejat
ellerini havaya kaldırıp anlaşmalarını kutlarken, bu anlaşmanın hiçbir
pratik önemi olmadığını vurgularcasına; İran'a daha ileri yaptırımlar öngören ABD tasarısı üzerinde Çin ve
Rusya'nın da mutabakatının sağlandığı haberi de aynı anda yayınlandı. Bu
da söz konusu dış politika yorumcularının "ulusalcı" beklentileri yüzünden
burunlarının ucunu dahi göremediklerini ortaya koyuyor.
Dünya kamuoyunun (her kimse?)
İran'la yapılan takas anlaşmasını büyük bir coşku ve diplomatik başarı
olarak alkışladığıyla ilgili laflar ise
kendi kendilerini veya okurlarını aldatmaktan başka bir şey değil.
Oysa dünya basınında Türkiye'nin
İran'ın manipülasyonlarına alet olma
noktasındaki duruşunu eleştiren yazılar daha ağırlıkta.
Recep Maraşlı
AK Parti iktidarının son birkaç yıl
içinde dış politika hedeflerini değerlendirirsek; komşularla "sıfır" sorun,
bölgesel aktör olma ve küresel saygınlık adına attığı dramatik adımlarının çoğunun "Osmanlı imparatorluğu
kompleksi" ile yapılmış başarısız girişimler olduğu görülür.
Bunlardan içi fena halde "kof" çıkan
"Kürt Açılımı"nı da bir yanıyla dış
politika menavrası saymak gerekiyor.
Çünkü kendi "Kürt sorununu" çözemeyen bir Türkiye'nin komşularıyla
-ki bu komşularından biri de "Irak Federal Kürdistan Yönetimi"dir- sıfır sorun noktasına ulaşamayacağı, bölgesel
bir güç haline gelemeyeceği de açıktır.
"Kürt açılımının" fiyaskoyla sonuçlanmasının sorumluluğunu kendi sömürgeci-şövenist geleneklerine değil
de yine "alavere dalavere Kürt Memet
nöbete!" usulü Kürt siyasetine yükleseler de sonuç değişmiyor. Kürdistan
sorunu hem iç hem dış faktör olarak
daha da alevlenmiş olarak Türkiye'nin
önünde durmaya devam etmektedir.
Dolayısıyla bu zaaflarıyla Türkiye, ne
insan hakları alanında, ne de etnikbölgesel çatışmaların çözümü noktasında kimseye akıl hocalığı yapacak
durumda değildir!
Ermenistan ile ABD'nin zoru ile imzalanan protokoller de ölü doğmuştur.
Türkiye, yine şovenist geleneklerinden ötürü Azerbaycan'ı by-pass ederek Ermenistan'la sorun çözebilecek
durumda değildir. Her ikisini birlikte
"idare ederim" mantığı Ermenistan'la
Türkiye ve Ermenistan hükümetleri
arasında özel bir onu olarak görmediğim ve çok daha temel yapısal bir
sorun olan, tarihsel arka plana dayalı
1915 soykırımını ise zaten bu ikili ilişkinin tartışması dışında tutuyorum.
Yunanistan ile sorunlar eskisine nazaran çok azalmış ise de bu yumuşamada, Türkiye ile sorunların AB içinde
daha kolay çözülebileceğini düşünen
Yunanistan'ın tutumunun belirleyici
olduğunu düşünüyorum.
Buna rağmen Türkiye halen Kıbrıs'ta
"işgalci" bir güç olarak bulunmaktadır. Kıbrıs'ın Avrupa Birliği üyeliğine
kabul edilmesi, "Annan Planı"nın çökmesi ve ılımlı Talat yönetiminin zemin
kaybetmesi ile Kıbrıs'ta "sıfır" sorun
ve nihai çözüm ihtimali daha da zayıflamıştır. AK Parti iktidarı "milli dış
politika çıkarlarının rezerve olduğu"
diğer konularda olduğu gibi Kıbrıs'ta
da militarist-bürokrasinin çizdiği sınırları değiştirme iradesine sahip olmadığını burada da gösterdi.
Aslında böyle bir niyeti olduğunu söylemek de oldukça kuşkulu. Çünkü sonuçta bu iktidar da "fetihçi" Osmanlıcı
bir anlayıştan hareket ediyor ve her ne
kadar "barış", "garantörlük" vb gibi
uluslarası hukuk literatürünün arkasına sığınsa da açıkça işgal edip ele
geçirdiği eski bir "Osmanlı toprağı"
olarak gördüğü Kıbrıs'ın kuzeyinden
vazgeçmek istemiyor.
Bu durumda aynı zamanda uluslararası bir sorun olarak komşu olan
Kıbrıs'la "sıfır sorun" hamasi bir söylemden öte anlam ifade etmez.
Ortadoğu'da başarılı olan Türkiye değil İran diplomasisidir
Liberal yazarlar tarafından da çok parlatılan Ortadoğu atılımlarına gelince;
kızılbaş - sayfa 43 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
kendi kitle tabanında oldukça alkış
alsa da İran ve Filistin konusunda takındığı tutum Türkiye'nin değil ancak
İran'ın diplomasisinin başarı hanesine
yazılabilir.
İran, ABD'nin "Nükleer silah" gerekçesi ile kendisine karşı yürüttüğü
diplomatik ablukayı Türkiye sayesinde kırabilmektedir. Türkiye, ABD ile
İran arasında arabuluculuk pozisyonuna yükselerek "inisyatif" alacağını düşünürken, tam tersine İran'ın yedeğine
düşmüştür.
Siyasi bir tercih olarak İran'la saf tutmak Türkiye'nin ulusal çıkarları açısından olumlu mudur değil midir; ayrı
bir konudur ama Türkiye'nin en azından İran konusunda kendi geleneksel
ittifaklarıyla çelişen bir durum ortaya
çıkmıştır.
Bu çelişmenin basit bir fikir ayrılığı,
tutum farklılığı olarak kalamayacağı,
çoğu yorumcunun "eksen kayması"
adını verdiği biçimde Türkiye'nin geleneksel ittifaklarından çıkması sonucu verebileceği öngörülebilir. Bir
devlet olarak varlığını uluslararası güç
dengelerinde kendisini çok iyi pazarlamasına borçlu olan TC'nin geleneksel ittifaklarını değiştirmeye kalkmasına izin verilmeyeceği, bunun ciddi
sonuçları olacağı bir sır değildir. Bu
da Türk diplomasisinin İran konusunda sorun çözmek bir yana, kendi başına yeni sorunlar çıkarmakta olduğunu
gösterir.
Türkiye'nin diş politika ittifakları
anti-Kürt ilke üzerine inşa edilmiştir
Türkiye, Irak operasyonu sırasında
ABD ile işbirliğinde ayak sürümesinin
kendisine epey pahalıya mal olduğunu
bilmektedir. Bunun önlemez sonuçlarından birisi Federal Kürdistan'ın somut siyasal ve hukuki bir varlık olarak ortaya çıkmasıydı. Türkiye şimdi
ise ABD'nin Irak'ta boşaltacağı yerleri doldurma hesabındadır. ABD'nin
kendine bırakacağı teşaronluk işleri karşılığında Federal Kürdistan'ın
önünü kesmenin yanı sıra olabilirse
Kerkük'ün statüsünde söz sahibi olmayı ummaktadır. Eğer bunu bir biçimde başarabilirse Kıbrıs'ta olduğu
gibi müdahale etme şansı doğacağını,
Irak merkezi hükümetiyle iyi ilişkiler
geliştirerek, PKK bahanesiyle eskiden
olduğu gibi bölgeye sürekli askeri operasyonlar düzenleme; kalıcı karakollar
veya üsler bulundurabilme olanağını
bulacağını düşünmektedir.
Federe Kürdistan yönetimini tanıyan
bir çizgiye geri dönülmesi olumlu bir
işaret olarak görülse bile, özünde bu,
çatışmaya girişmenin çok daha kötü
sonuçlara yol açabileceği endişesiyle, diplomatik, siyasal ve ekonomik
kuşatma altına almanın daha akılcı
olacağı düşüncesine dayanmaktadır.
Kuzey ve Güney'deki siyasi yapıları
birbirileri aleyhine kullanma, kışkırtma politikası son 10 yıldır başarılı olamadıysa da Türkiye bu opsiyonlardan
vazgeçmiş değildir. Halen bir iç çatışma yaratma, kışkırtma girişimlerini
sürdürmektedir.
Doğruyu kabul etmek gerekirse
Türkiye'nin çatışmalı eski sorunlarını
hallederek canciğer dost haline geldiği bir komşusu varsa o da Suriye'dir.
Ne var ki iki ülke arasındaki bu yeni
bahar havasının PKK'nin dışlanması
üzerine inşa edilmiş "anti-Kürt" dostluk ittifakı olduğuna kuşku yoktur. Bu
dostluğun ne kadar içtenlikli olduğu
ise tartışmalı! Suriye, İran kadar olmasa bile uğradığı tecriti Türkiye sayesinde hafifletmeye çalışıyor.
Türkiye, İran, Suriye ve İrak merkezi
yönetimiyle girişilen işbirliğini "Kürdistan Üzerindeki Sömürgeci Devletler Topluluğu" olarak adlandırmak
yanlış olmaz. Ne var ki bu işbirliği
içinde ne insan hakları, ne demokrasi, ne özgürlük ve nede ulusların
kendi kaderlerine tayın hakkına saygının zerresi bile bulunmamaktadır.
İçeride "demokrasi" havariliği yapan
bir iktidarın Ortadoğu'nun diktatoryal
yönetimleriyle gerici bir çeper oluşturmaya çalışması Türkiye'nin standartlarına aykırı bir durum değil.
Türkiye-İsrail ittifakının dağılması
Kürdistan'ın statükosunu değiştirebilir İsrail ve Arap ülkeleriyle aynı
derecede "iyi ilişkileri" olduğu var
sayılan ve Batı'nın bir parçası sayıldığı için "güvenilir" olması edası da
taşıyan TC'nin, Filistin-İsrail sorununun barışçıl çözümü konusunda "arabulucu" bir devlet olma iddiası ise iki
yıl içinde dramatik bir biçimde çöktü!
Filistin sorununda 60 yıldır çatışmaların dışında kalmayı başaran TC diplomasisi, bırakalım "arabulucu" olmayı
çatışmanın taraflarından biri haline
gelmiştir.
Üstelik Arap ulusçuları tarafından da
pek sevilmeyen ve Türkiye'nin batılı
müttefikleri tarafından tıpkı PKK gibi
"terörist" örgütler arasında sayılan
Hamas'ı destekler bir pozisyondadır.
Buradaki İran'ın bölge politikasını
güçlendirmektedir.
Bu baş döndürücü dış politika başarılarının zirvesi ise istikrarlı bir gericilik barikatı olan Türkiye-İsrail paktının çökmesi oldu denebilir. Başbakan
Erdoğan'ın kendi İslami seçmen tabanında ve Arap kamuoyunda sempati
toplamasına neden olan "one minüt"
çıkışı, bir popülizm gösterisi olmaktan çıkıp adım adım Türkiye-İsrail
paktının çökmesine doğru bükülmüş
bulunuyor.
Yine Türk basınının akıllı-uslu yorumcularına bakılırsa bu ilişkinin bozulmasından İsrail zararlı çıkacaktır.
Oysa kendileri de çok iyi bilmektedirler ki bu ittifaktan en çok nasiplenen
daha çok Türkiye'nin kendisi olmuştur. Türkiye'nin bütün darbe yönetimleri, ayyuka çıkan insan hakları
ihlalleri, uyguladığı devlet terörü,
karşılaştığı hemen tüm uluslararası
sorunlarda, TC'nin yalnız kaldığı bütün anlarda İsrail tarafından kayıtsız
şartsız desteklenmişti.
Her 24 nisan'da ABD'deki soykırım
yasa tasarısının engellenmesindeki
lobi desteği diğerlerinin yanında devede kulak kalır.
Bunu en yakından bilenlerden biri de
Kürtlerdir. Kürdistan'ın özellikle Türkiye bağlamındaki statükosunun en
sağlam bölgesel ortağı Kürtlerle hiçbir
sorunu olmamasına rağmen İsrail olageldi. Eğer Türkiye ile İsrail arasındaki tarihsel ittifak bozulduysa, elbette
bunun önemli sonuçları olacaktır. Bunun doğrudan sonuçlarından biri Kuzey Kürdistan'ın statüsünün artık daha
kırılgan hale gelmesi olabilir.
30 yıldır askeri ve siyasi destekleriyle savaştıkları ve PKK lideri Öcalan'ı
Kenya'da korsanlıkla tutuklayıp getirme konusundaki işbirliğinden dolayı
daha düne kadar övgüler düzdükleri
İsrail'in, hemen anında PKK ile ortak
hareket ettiğini söylemeye başlamaları
Türk politikacılarının siyasal ahlaklarının bir göstergesi.
Sonuçta AK Parti iktidarı, bir yanda
içeride militarist-bürokrasinin siyasal
iktidar üzerindeki gücünü sınırlamaya
çalışırken; dış politikada ise tam ter-
tü
sine Osmanlı edasına bürünmüş İttihatçı genetikleriyle gah ulusalcı, gah
İslamcı bir eksene oturma çabası gösteriyor olması önemli bir çelişki. İşin
anlaşılmaz tarafı ise bu çabalarının
ABD-AB bloku tarafından bir "avantaj" olarak kabul edilip kendi pozisyonlarını çok daha güçlendireceğini
sanmalarıdır. Sistemin "ılımlı İslam"
modeline ihtiyacı olduğu bir vakıadır;
ama sonuçta herhangi bir "modelin"
kural koymaya çalışmasını da kabullenmeyeceği açıktır.
20. yüzyılın başlarında İttihatçı Enver Paşa'nın Turan Kahramanı olma
macerası gibi; 21 yüzyılın başlarında
Erdoğan'ın da Pan-İslamist yeni Osmanlıcı hayalleri de, imparatorluğun
yeniden dizayn edilmesiyle sonuçlanabilir.
Türk dış politikasının yapacağı kritik
hatalar Kürt ulusal demokratik mücadelesinin lehine statüko değişikliklerine yol açabilir. Irak'taki tarihsel
koşullara benzer bir durum Kuzey
Kürdistan'da da ortaya çıkabilir. Tabii
ki eğer Kürt politik örgütleri, akımları
Kemalist ya da Yeni Osmanlıcı ya da
Türk-İslam politikalarına güc vermeyi
bırakıp bağımsız, özgürlükçü siyasal
adımları atma yeteneği gösterebilirlerse...
Beri yandan Türkiye'nin aslında 800
yıllık bir imparatorluğun devamı olduğu unutulmamalı. Çıkarları ve bekası
konusunda çok hassas ve birikimli
olan "derin devlet aklı"nın bir biçimde inisyatifin elinden çıkmasına izin
vermeyebileceğini de hesaba katmak
gerekiyor.
m k it a
m pe
üz vl
i k er
m i nd
ar e
k e ve
t le
rd
e
kızılbaş - sayfa 44 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Kaynak: http://www.gelawej.net
CEZAEVİNDE ELLE
HAZIRLANAN ÜMÜŞ
EYLÜL 2. SAYI ÇIKTI.
TÜM SAYFALARINI
dergi fotokopi yapılarak ve sosyal
paylaşım ağlarında paylaşılarak
dağılıyor. paylaşıma bu yolla bir
katkı sunmanız dileğiyle...
İletişim adresi: “adil okay”
[email protected]
Hazırlayan: Hasan Şahingöz
1.Nolu F-Tipi Hapishane CT55
Tekirdağ
kızılbaş - sayfa 45 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
UZAKDOĞU, ORTADOĞU VAR!
YAKINDOĞU SOYKIRIMLA “YOK!” NEDEN?
TC. kurulurken, sadece Kilikya, Kürdistan, Mezopotamya, Anatolia, Pontus, Lazistan, Rumelî vs. yerlerin adlarını haritadan kaldırmadı! Asya ile
Avrupa kıtasının kesişim noktasına
yerleşen Bizans imparatorluğu; “Yakın
Doğu”, “Orta Doğu” “Uzak Doğu”yu
kendi merkezinin yakın, orta ve uzaklığına göre adlandırdı. TC’ kurulana
kadar bu coğrafyalar böyle isimlendirildi. Sonra coğrafyalardan biri olan
“Yakın Doğu” , çıkarcı Dünya’nın gözleri önünde, üzerinden yaşayan halklar
ile birlikte haritadan silindi, yok sayıldı. Sesiz sedasız Dünyanınegemenleri
bu olguyu göremedi ya da görmezden
geldi.
Tarihin bir kesitinde, kendini “Dünya’
nın merkezi” sayan Bizans İmparatorluğu, dünyayı yakınlık ve uzaklığına
göre doğuya doğru coğrafyayı; Yakındoğu, Ortadoğu ve Uzakdoğu olarak
isimlendirirken buralar nereleri kapsıyordu?:
Mezopotamya, Anatolia, Klikya, Pontus coğrafyası ve yakın çevresini, “Yakındoğu..!” Mısır’dan Hindistan’a ve
kuzeyden Rusya ve Umman Denizi’ne
uzanan bölge “Ortadoğu” olarak isimlendirildi. Altay Dağları ve doğusuna
doğru Hun İmparatorluğu, Moğolistan,
Kore, Kamboçya, Vietnam, Japonya,
Endonezya vs. coğrafyayı kapsayan
yerler “Uzakdoğu” olarak adlandırıldı.
TC. Kurulup Yakındoğu’daki halkları
jenoside uğratarak “yok” sayıp, “yok”
ettikten sonra kendisine kattı. Yakındoğu ismini de “yok” sayarak, kendisini Ortadoğu coğrafyası içinde değerlendirdi.
2004’te de ABD’nin Ortaya attığı “Büyük Ortadoğu “ terimi ile Kuzey Afrika ve Orta Asya ülkelerini kapsayacak
şekilde kavram yeni siyasi projelere
göre, coğrafyalar yeniden isimlendirilmeye çalışıldı.
Buradan da anlaşılmaktadır ki, coğrafik isimler, Etnik yerleşimlerin yanı
sıra, medeniyet/uygarlık ve siyasi egemenliklere göre isimlendirilmişlerdir.
Ancak garipsenen odur ki, siyasi şekillenmeler zaman zaman egemenlik pro-
Ahme t ÖNAL
jelerini başka başka halkların ve coğrafik isimlerin “yok” sayılması, “yok”
edilmesi üzerinde şekillendirmiştir.
Bu kendine katma eylemliliği eğer başkasının kolektif varlığını ortadan kaldırma, yok etmeyi içeriyorsa normal
kendine katma eyleminin ötesine geçer
ki, bu sınır jenosit, yanı soykırımdır.
1948’de BM’e soykırımı “insanlık
suçu” olarak kabul ettiren ve Soykırım Komisyonu Başkanlığı’na getirilen Polonyalı Yahudi ve Avukat Rafel
Lemkîn soykırımın sekiz alanda uygulandığına işaret eder.
Siyasi, ekonomik, kültürel, dilsel, etniksel, tarihsel, doğasal, fiziksel olarak
kırıma uğratmaktır.
Tabi bunların sadece birinin uygulanması soykırım sayılabileceği gibi, bazı
durumlarda soykırım sayılmayabilinir.
Siyasi soykırım; Siyasi olarak kendini
idare etmeden alıkoyma ve siyasi varlığına son vermeyi hayata geçirmektir.
Ekonomik soykırım; bir toplumsal aidiyetin yaşamsal kaynaklarını tahrip
etmek, üretimden alıkoymaktır.
Kültürel Soykırım: Bir halkın mitolojisini, yaşama alışkanlıklarını, gelenek
ve göreneklerini, tarihsel yaşamsal
alışkanlıklarını, edebi gelenek ve yaşayışını ortadan kaldırıp, kendi kültürel değerleri içinde eritmek ve kendi
öz benliğinden yabancılaştırarak nefret eder duruma getirmenin yanı sıra,
kendi kültürünü yaşamasından alıkoymaktır.
Dilsel soykırım: Bir halkın kendi dilini
kullanmasından alıkonulması, uzaklaştırılması ve başka dili konuşmaya
zorlayarak kendi anadilinden uzaklaşmasını ve unutmasını sağlamak, ana
dilinden nefret eder duruma getirerek
egemen dili kutsamak ve egemenliğini
pekiştirmek üzere “diğer” dilleri yok
farz etmek ve yok saymaktır.
Etnik Soykırım: Bir etnisiteyi yok saymak, yok etmek üzere kolektif grup
olarak hedeflemek ve yaşamsal olarak
ortadan kaldırma faaliyetidir.
Tarihsel Soykırım: Hedeflenerek ortadan kaldırılmak istenen kolektif
topluluğa ait tüm kalıtsal, sanatsal ve
estetiksel belge, kanıt ve sit alanlarını
ortadan kaldırmak ve kendisini hatırlayacak olguları yeryüzünden silme
eylemi ve projesidir. Tüm coğrafik
isimlerin yasaklanması ve tüm tarihi
kalıntıların tahrip edilerek kendisine
ait olduğunu iddia etmek gibi..
Doğasal / Ekolojik Soykırım: Eski ya
da yerleşik olan topluluğa ait tüm kalıntıları yok etmek üzere tüm tabiatı
gerek ekonomik, gerek siyasi ve sosyal kaygılarla tahrip etmek ve doğanın
dengesini bozmak, doğayı yaşanır olmaktan çıkarmak ve tarihten yerleşik
olanların göçertilerek önce coğrafyayı
insansızlaştırmak, sonrasında da kendine ait ya da kendine intibak edilerek
entegre olabilecek topluluğu yerleştirerek alıkoyma politikasıdır.
Fiziksel soykırım: Canlı olarak topluluğu ortadan kaldırma projesi ve eylemidir.
Örneğin siyasi literatürde “Yakındoğu” kavramı ortadan kaldırılmıştır.
Ancak siyasiler, tarihçiler ve toplumbilimcilerden kimse bu kavramın “yok” sayılmasını sorgulamak
istememiştir. Ne hikmetse haklı bir
davanın peşinde olan, mazlumları savunan kesimler de “Yakındoğu” isminin haritadan kaldırılmasını, siyasi
literatürden silinmesini sorgulamayı
düşünmemiştir. Sormamışlardır ki;
“Orta” ve “Uzak”ı olan bir “Doğu”nun
“Yakın”ının da bulunması gerektiği,
bu isimde bir coğrafyanın da bulunması gerekir diye sorası gelmemiştir.
Peki bu “Yakın!” neresidir? Kavram
nasıl ortadan kaldırıldı ve adeta teda-
kızılbaş - sayfa 46 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
vülden çıkarıldı? Bu soruları siyaset
ve akademik çevreler bir türlü sorgulamaktan imtina eder oldular. Zira bu
coğrafyanın tüm otokton(yerleşik)
halkları alaktonlar(dışarıdan gelenler)
tarafından jenoside tabii tutuldu ve bu
siyaset bugün de sürdürülüyor. Bu jenosit politikalarını sürdürme sürecinde
halklar ortadan kaldırılırken, var olma
koşulları cılız olanlar (Türk olmayan
çılgın Türkler) şekillendirilip devlet
hatta millet düzeyine getirtilip egemen olarak şekillendirildi..
Çünkü pakraytında hiç bir milli ve
sosyal tarafı olmayan Türkler, Irkçı
politikalar üzerinden TC. Devleti’nin
şekillenmesi adeta “tombaladan çıktı”
gibi bir vaziyetinin olduğunu söylemek
tarih bilinciyle çelişmediğini iddia etmek yerindedir ve yanlış değildir!
Zira I. Dünya Savaşı’ndan sonra, Dünyanın ağırlıklı eğilimi, Osmanlı İmparatorluğunun egemenliğinde olan
toprakları paylaşmak ve Osmanlı Devletine miras olabilecek hiçbir kurumsal nüveye yer bırakmamak idi. Ancak
bu projenin uygulanmaya sokulduğu
aşamada Alman Devleti’nin Jenositlerle Yakındoğu’yu haritadan silme
projesine göre şekillendirilen Jön-Türk
Hareketi, 1915-1919 tarihleri arasında
İngiliz ve Fransız bloku tarafından siyasi arenadan tasfiye edildi.
1917 Ekim Devrimi’nin ortaya çıkmasıyla İngiliz ve Fransız projesi eski
halde yürüyemez oldu. Uzak, Orta ve
Yakındoğu’ya sokulan ve etkisi yayılan Yeni Sovyet etkisini durdurmak
için takviye projeler ve siyasetlere ihtiyaç çıkınca, Osmanlı kalıntılarına
yeniden ihtiyaç duyuldu. Ne ilginçtir ki, I.Dünya Savaşı’nın yanı sıra
iç savaşından da bitap düşmüş yeni
Sovyet iktidarının da İngiliz Fransız
yayılmasını durdurmaya ve savaşı en
azında erteleme siyasetleri oldu. Bu
nedenle çarçabuk Yakın, Orta ve Uzak
“doğu’lar da şekillenecek tutarsız da
olsa iktidarlara İhtiyaç duyuluyordu.
Bu Yakındoğu’da Jön-Türklerin kırıntısı ve devşirme siyasilerden şekillenen
ve sonrasında Kemalistler olarak adlandırılacak hareket idi. Ortadoğu’da
Afgan Emiri idi. Uzakdoğuda, Çin’de
şekillenen Çan Kay Şek hareketi idi.
İşte çift taraflı şekillenen bu ihtiyaçtan
İngiliz Vizesi ile Yakındoğu’ya Müfettiş atanan Mustafa Kemal güç olarak
şekillendirilmeye çalışıldı. Bu aşamada Sovyetler Birliği de geçmişte JönTürk yani İttihatçı olan bu kadronun
hareketliliğini gördü. El attı, destekledi ve Mustafa Kemal önderliğinde ki
bu hareket , “Faşist Askeri Bürokratik
Diktatörlük” olarak bu destekler üzerinden şekillendi. Bu devlet şekillendikçe Almanlardan edindikleri projelerini bu kez İngiliz ve Fransız işbirliği
ve Sovyet desteği ile tahkim ederek,
İttihat ve Terakki’de olan Ortadoğu’ya
yönelimi durdurma ve hedeften çıkarma farklılığı ile Yakındoğu’yu haritadan silme girişimini yoğunlukla
sürdürdüler. Bunun için de Yakındoğu’daki kolektif ve otokton halkları
tabi tutukları jenosit politikasını yeniden aktif kıldılar. 1913’te Rumları mübadele ile göçertmeleri bir jenosit idi.
1915 Ermeni jenosidi, Süryani-Kildanı
Jenosidi, Êzdi Jenosidi gerçekleşmiş
idi. Cumhuriyet döneminde ise daha
evvel olan jenositleri inkâr ederek ve
onlardan kalan kalıntıları temizleyip
tamamlamanın yanı sıra ve uzun sürece yayılmış Kürt Jenosidini sürdürme
siyaseti güdüldü. Parçalanmış, bölünmüş, iskeleti adeta dumura uğratılmış
bu coğrafyanın tek tek katliamlarını
da bu genel jenosit politikasının birer
parçaları olarak değerlendiremezsek
eksik olur. Ermeni, Süryani, Pontus,
Rum, Kürt Êzdî, ve yine uzun sürece
yayılan genel Kürt jenosidinin fiziksel
alandaki hedefi; Koçgiri (1920), Piran(1925), Zilan(1930), Dersim(1938),
Geliyê Sapo(1942), Qeliban(2011) vs.
katliamları her biri kendi başlarına birer soykırım olarak değerlendirilemezler. Ancak tümünün toplamı üzerinden
devletin soykırımcı karakteri ve planlı
siyasetleri ile değerlendirildiğinde, bu
katliamların soykırım olarak değerlendirilmesi mümkün olabilecektir.
Bir eylemi soykırım ya da Jenoside olarak değerlendirebilmek için düşünülmüş, planlı bir idare ve iradenin; ekonomik, siyasi, etnik, fiziki, coğrafik,
tarihsel, mitolojik ve gelecek kolektif
varlığını ortadan kaldırmayı vs. hedefler. Bu hedefleri gerçekleştirmek isteyen soykırımcı, imha, inkâr ve vahşet
siyasetini sistematik hale getirerek ve
uzun vadeye yayarak “yok” etmek istediği aidiyetin özgünlüklerini dikkate
almak durumundadır. Kolektif düzeyde; dilin inkârı, halkın inkârı, millet
olarak var olmayı inkâr, coğrafyalarının inkârı ve bu inkâra karşı çıkan tüm
dinamiklerin imhası üzerinden sürdürülen politika jenosittir. Çevremize
baktığımızda yaşamın her alanında
karşılaştığımız inkâr ve imha, Tıpkı
Ermenilere, Pontus’lulara, Süryanilere
ve nuans farkla Uzun sürece yayılan ve
diğerlerinden daha sancılı olan Kürtlere tatbik edilen hedef; jenosittir.
Pêri vadisinde adım adım gördüğümüz
öncesinde Ermeni(zo)lere ait, sonrasında Kürt(lo)lere ait her icraatta bunu
görmek mümkündür. Köylerin adeta
harabeye çevrilerek ortadan kaldırılması. Ekonomik olarak tutunacak bir
dalın bile bırakılmadığı, tarım, hayvancılık vs. tüm üretim kollarının ortadan kaldırılarak gelecek vaat etmeyen bir güvensiz durumun yaratılması,
kendini inkâr eden, asalak, aşağılayan
bir topluluk yaratarak iradesiz aciz,
üreten değil, dilenci bir topluluğun
yaratılmasını, yaşamın her adımında
gözlemlemek mümkündür. Egemenler;
literatürü kendi siyasi merkezlerine
göre şekillendirirler.
Anatolya, Klikya, Mezopotamya, Pontus yanî Yakındoğu’da ve bu coğrafyalara ismini veren halkları coğrafyaları ile birlikte ortadan kaldırmaya
giriştiler. Bunun yerine “Anadolu” ve
“Türkiye” isimlerini, insanlık hapishanesi olarak inşa ettiler. Tüm otokton
halkların varlığı “yok” sayılarak Türk
varlığına armağan etmek için tün yol
ve araçlar etkinleştirildi!
***
Araplar; Dicle ve Fırat havzası için
kullandıkları Mezra-Botan ismini artık kullanmazlar. Mezra: Çevre yerleşim olduğuna göre, Mezra- Botan’ın
da merkez bir yere ait olması gerekir.
Eski Sami Dünyası Mezra- Botan’ı
kendi merkezlerine göre tanımladılar.
Zira kadim Kürdistan’a kendini “Kudretli merkez” hesaplamaları neden idi?
Kendini merkez olarak tanımlamak ve
çevresini “mezralarla, yedek yerleşim
yerlerini kendine bağlı kılarak merkeziliğini, idari kudret ve kuvvetlerini icra ettiler. Bu merkezler, Ninova,
Bağdat, Mekke-Medine, Mısır, Tarhan,
Kudus, Basra, Ankara, Şam vs. olabileceği gibi Konstantinopolis de olabilirmiş. Çünkü bu merkezler tarihte siyasi ve dini idarelere “merkez” olmuş,
kendilerini ve çevrelerini siyasi yönelimlerine göre isimlendirilmişlerdir.
Ancak insanlığın kendini yarattığı,
üretime geçtiği alanlar sırasıyla tahliye edilmiş, taliye düşürülmüş, sıradanlaştırılmış ve tarihsel önemi unutturulmaya çalışılmıştır.
Oysaki insanlığın üretime geçtiği or-
kızılbaş - sayfa 47 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
tamlar/koşullar, çeşitli avcılığa elverişli hayvanların bulunması, suyun bulunması, otlaklık ve barınmak için in/
mağaraların bulunması, dört mevsimin
bir arada yaşar olması gerekir.
Zerdüştiliğin; güneş, yağış, toprak,
rüzgâr ve güç kültünü kutsaması, mit
olarak insanlığın belleğinde önemli bir
algıdır. Grek, Mezopotamya ve Hun
İmparatorluğunun kurulduğu alanlar,
Kaf kasya ve Mısır’da mitolojinin kökleşmesi yerel halkların kadimliğinden
ve bu alanlarda üretimi geliştirerek,
hayvancılık ile tarımı iç içe kullanmaya geçmiş olmalarındandır.
Akıncının, işgalcinin; çapulculuktan,
talandan, üretimin ve icadın zorluklarını düşünme ve kadim yerel halkların
sağladığı mitolojik, ekonomik ve kültürel değerlere saygıdan çok, o halkların kafalarındaki miti yıkarak, ruhsal
çöküntüye uğratarak hüküm sürmek,
maddi ve manevi yaratıların üstünden
kendini tanımlayarak “güçlü, dokunulmaz ve muktedir” olduğunu yerelliye
kanıtlamak istemesi genel hâkimiyet
dikstürüdür.
Karakollarda “Burada Allah yoktur,
peygamber tatile çıkmış!” sözünü afişe etmeleri tesadüfü değildir. Uçak,
helikopter ya da bombardımanla yatırların, ziyaretgâhların, dağların hoyratça vurulması tesadüfî değildir. Koruyucu, kutsal bilinen dağları vurmak,
şehit diye bellenen, saygı duyulan
büyüklerinin mezarlarının vurulması
da tesadüfî değildir. Seyit Rıza, Şeyh
Said ve arkadaşlarının mezarlarının
belirsiz yerlere gömülmesi, onlar etrafında inanılan ve yaşatılan mitolojinin
Kürt ulusal değerleriyle buluşmasını
engellemek için olmadığını kim iddia
edebilir ki?
İşte şimdi kutsal bilinen Munzur, Düzgün Baba, Silbus û Star, Seyqasım,
Şeytan Dağları, Qertalix, Karêr, Eser,
Kanireş, Şerefdin, Paltokan, Agırî
vs. oraları kutsal bilen halkın gözleri
önünde bombalanmakta, HES inşaatlarıyla delik deşik edilmekte ve kutsallıkları, mitleri halkın gözünden düşürülmeye çalışmakta ve oraların birer
özlem ve saygı duyulur yerler olmaktan çıkarmak, oralara bağlanan ve adeta inanarak terapi olma, oraları şifa ve
güç/kuvvet veren yerler olmadıklarına
halkı inandırmaya çalışmaktadırlar.
Oralara sığınarak korunamayacaklarına insanları inandırmaya çalışmaktadırlar. Adeta, oralara bağlılık tükenince, ora insanının kendi toprağından
alıp başka başka yerlere sürmek ve bir
daha geri gelmemek üzere bağlılığını
çözmek üzere ardında bıraktığı ev ve
barınaklarını kaldırmak önem arz etmiştir.
Bütün bunların konumuzla alakalı
olan tarafı, her festivalin, oradaki her
ortaklaşa moral değerin, birlikte söylenen her stranın, her Dilan; inkâr edilen, yok sayılan ve yok edilmek istenen
her mitolojik duygunun yeniden yaşatılması yerel halkın moral değerlerini
yükseltmektedir. Aksi her girişim ise
mazlumun moral değerlerini zayıflatmak ve onların kolektif duygularını,
düşüncelerini, reflekslerini yok etmeye
hizmet eder.
Eskiden beri, egemenin korktuğu şey,
resmi ideoloji dışında yaşayan kolektif topluluklardır. Devlet, soykırımcı
karakteri ile yok etme eyleminin hedefinde kolektif toplulukların tamamını
koymuştur. Tüm kolektif hakların imhaya tabi tutulması öylesine sıradan,
kanıksanır, özgüvenden uzaklığı yerleştirmiş, yaygın ve genişletilmiş ki,
bu kolektif haklar, bireysel hakların
yok sayılmasına kadar vardırılmıştır.
Bu inkâr zamanla içselleşmiş ve “Bireysel hakları verseler yeter!” dedirtecek kadar Türk ve Müslümanlar dışında her aidiyet “dilenci” olarak algılanır
olmuştur. “Biz Kürtlerin dil, eğitim,
kültürel, düşünsel, yaşamsal haklarını
vereceğiz!” diyecek kadar zıvanadan
çıkıyorlar. Bir diğeri de “Veremezsin.
Veremeyiz. Çünkü biz bunu rahat değil, kanla aldık!” diyerek tabi tutulduğumuz soykırım üzerinden bir mizanseni oynamaktadırlar. Doğuştan var
olan ve insanlık için yaşamsal ve tabii
hakkını elinden zor ve şiddet ile alıp,
geri vermeyi de lütuf olarak görmek,
tam bir köleci ruh hali ile köleye yaklaşımdır.
İnsanlığın ilk kez Uzakdoğu’da bulunan Pekin ve çevresinde, Ortadoğu’da
Keşmir ve Yakındoğu’da ise Yukarı
Mezopotamya’nın ova, mağara, su ve
av hayvanlarının bulunduğu 35 ile 45
paralelleri arasındaki dört mevsimin
bir arada var olduğu alanlardır. Pêrî
Vadisi de bu alanın içinde bir yerdir.
Avareş, Munzur, Pêrî, Murat, Aras
ve Zê sularına analık eden, Munzur,
Zêl, Düzgün Bava, Silbus, Seyqasim,
Şeytan, Şerefdin, Kanireş, Paltokan,
Ağrı ve Zagros dağlarıdır. Bu dağların
kutsallığı birazda doğurdukları sudur,
zira su hayattır. Aydınlık(nur) ve sıcaklığın Güneş olarak bu dağlardan doğuşudur, Bu dağlardan ovalara uzanan
sert, ılık ve eforuyla havayı yaşanılır
kılan, ferahlatan rüzgârıdır. Ya toprak
ve insanın kendini vererek üretiği ürün
ile edindiği yurttur. Bunların toplamı
özlemdir. Bu özlemi yaşayan bilir. Yaşamayanlar ancak yaşayanların “of”.
“Of”larına soğuk gülücükleri ile alaycı gülüp geçerken, ne kadar alay edilecek duruma düştüğünü fark etmez!
Şimdi o Mezopotamya’nın kadim tarihi kâr hırsıyla barbarların elinde HES
inşaatları ile tarihi kalıntılarıyla ve
iklimi ile sulara gömülmek suretiyle
yokluğa gönderiliyor! Biz oranın gerçek sahipleri ise bu “yok” ediş karşısında lakayt ve aymazlığımızla karşı
durduğumuzu sanıyoruz. Kiğı’nın kalesi şahittir ki tarih bizi fena yargılayacak. Tabi o coğrafyayı tahrip eden canavarların canavarlığını ve katilliğini
de teslim edecek.
Pêrî Nehri’nin üzerine beş baraj çekmek asla kabul edilecek şey değil!
Munzur, Zê, Murat, Avareş ve diğerlerinin üzerine çekilen bentler de karları
azaltmakta ve ilk insanlığın arkeolojik
kalıntılarını sulara gömerek bitirir. Bu
duruma vicdanı buharlaşmayan her insanın kalbinin sızlamaması mümkün
değildir. Gelecek bizim omuzlarımızdadır.. Onu biz kurarsak güzelleşir.
Qeliban’da Kürt gelinlerinin, kadınlarının gencecik insanlar için döktüğü
göz yaşı, genç yavrularının kanına
karışırken, yaşananın uzun sürece yayılan Kürt jenosidinin bir parçası olduğunun ne kadar bilincinde?
200 yıllık Kürt milli kurtuluş savaşında milyonlara varan çetelesi ile düşen
bedenlere rağmen; Kürt siyaset sınıfının “Galiba Bilmem!” ya da dar çerçevede soykırımı tanımlaması, bütünlüklü bir cevabının olmaması da bir
katliam gibi acı verir içime!
Bahçemsin gülün yasak
Seni sertçe sevmişim
Sürgünsün ilin yasak
Seni mertçe sevmişim
Yurdumsun kuyun yasak
Kuyunda suyun yasak
Türkümsün dilin yasak
Seni kürtçe sevmişim
Reyşan Sidar
kızılbaş - sayfa 48 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Ahmet Önal
NUR TOPU
GİBİ DAVA
Hejare Şamil, Diaspora Kürtleri,
Peri Yayınları, Ekim 2005 isimli
kitap hakkında Kasım.2005 tarihinde iki dava açıldı. Kadıköy
Asliye Ceza MAhkemesi; halkı
kin ve nefrete yol açacak şekilde
kışkırttığım gerekçesi ile TCK
216'dan açtığı davaya bir süre sonra,
"davanın Terör örgütü propagandası
yapıldığına kanaat getirerek" dava
hakında "yetkisizlik" kararı aldı.
Dava İstanbul 11. Özel Ağır Ceza
Mahkemesinde devam etti. İki yıllık
yargılamadan sonra "oy birliği ile"
BERAAT kararı verildi. Avukata
ödediğim 1200 TL. parayı da hazinenin ödemesine işaret etti. "Terörle
Mucadele Yasası'nın 3713/ 7 ye 1-2
ye muhalefet ettiği"m gerekçesi ile
Savcı ittiraz etti. Dosya Ankara
Yargıtay 9. Daireye gönderildi.
Bugün gelen Celpte Yargıtay 9
Dairenin beş üyesi "oy birliği" ile
cezalandırılmam isteniyor.. 4 Nisan
2012 Tarihinde, İstanbul 11. Özel
Ağır Ceza Mahkemesi'nde
duruşmamız var..
Lütfen Kemal Burkay ve diğer aydınlar gelsin de bir manzaramızı izlesin.. Devletin ve Mahkemelerin ne
kadar demokratikleştiğini görsün..
İnsan haklarından kaç metre yol
alındığını izlesin.. Devletin Tehammülünü muşahade eylesinler.!!!
Yargılandığımız iddiaların nemene
propaganda olduğunu yerinde tüm
aydınlarımız izlesin! Kürtlerin
Leyhine olabilecek en sıradan tespitlerin nasıl da "terör kapsamına"
alınarak preslendiğini görsün...!
Pêrî Yay ınları
Adres:
Pavlonya Sokak
Nuhoğlu İş hanı No.8/4
Kadıköy /İstanbul
Tel: (0216) 347 26 44
Telefax:(0216) 347 26 44
[email protected]
aradığınız kitapları bizden
sipariş verebilirsiniz
[email protected]
kızılbaş - sayfa 49 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Talat Paşa’nın intikamı alınmıştır...
Hrant Dink bizim sembolümüz, Martin Luther King’imiz olsun. Onlar Nasıl Rauf Denktaş’larının, Talat Paşa’larının etrafında kilitleniyorlarsa, biz de
Hrant’ın etrafında kenetlenelim; Hrant
ve “1,5 Milyon + 1” bizim Cumhuriyetimizle, onların Cumhuriyeti arasındaki ayrım noktası olsun.
Hrant Dink davası kararı büyük şaşkınlık yarattı. Şaşkınlık iyidir, güzeldir, saflığın ve duruluğun alametidir.
Vicdanların hâlâ temiz olduğunu gösterir ve karşıdakinden en azından, sıradan, insani olan birşey beklemenin
son derece doğal olduğuna inanan bir
ruh halini yansıtır. Aslında fazla şaşırmamıza gerek yoktu; Hrant’ın katillerini saklayanların durdukları yeri
bilebilseydik, bizlere nasıl ve nereden baktıklarını görebilseydik ve en
önemlisi Hrant Dink cinayeti ile 1915
soykırımı arasındaki bağlantıyı kurabilseydik, şaşırmazdık o zaman. Ve
onların, bizlere bakarak hafif bir tebessümle, “çıldırmış mı bunlar; akıllarını
mı yemişler; bu devletin kuruluşundan
tuğla çektirir miyiz?”, dediklerini duyardık. Şaşkınlığımız esas olarak bu
cinayet ile Ermeni soykırımı arasındaki kuvvetli bağı göremeyen bizlerin
hatasıdır; aslında şaşırmamıza şaşırmak gerekir. Ne üzücü bir şey; onların
gördüğünü görmüyor; onların bildiğini
bilmiyoruz.
Hrant Dink’i, Talat Paşa’nın öldürülmesinin intikamını almak için öldürdüler. Her şey, ama her şey, 1921 yılında
işlenmiş suikastın intikamını almaya uygun örgütlendi. Yasin Hayal’in,
McDonalds olayı sonrası, hapisten
çıktığında, babası ile Talat Paşa’yı
konuştuğunu biliyoruz. Babasına soruyormuş, “baba, Talat Paşa’nın nasıl
öldürüldüğünü biliyor musun?” Bayağı bilgi sahibi de olmuş olay hakkında
aslına; “Talat Paşa’yı öldüren adamın
ceza almadığını, serbest bırakıldığını
da biliyor muydun“, diye ekliyormuş.
Hrant Dink’i niçin evinin önünde öldürmediler? Ya da niçin kaçırıp, öldürüp, cesedini bir yere atmadılar, diğer
faili meçhullerde yaptıkları gibi? Bunların her birisini isteselerdi yaparlardı.
prof. dr. taner akçam
Ama böyle yapmak yerine, AGOS’un
önünde, caddede, herkesin gözü önünde, hem de arkadan kafasına ateş ederek öldürdüler! Niçin? Çünkü Hrant
nezdinde Ermenilerden Talat Paşa’nın
intikamını almak istediler. Talat Paşa,
15 Mart 1921’de, Berlin’de, soykırımdan sağ olarak kurtulan Soghomon
Tehlirian tarafından öldürüldü. Tehlirian, Talat Paşa’ya arkadan yaklaştı
ve kafasına sıkarak öldürdü. Kaçarken
yakalandı. 2-3 Haziran tarihlerinden
görülen dava sonucunda da beraat etti.
Cinayetin, bilmediğiniz bir başka benzerliği daha var: Tehlirian olay yerinden kaçarken yakalanmıştı ama aslında suikast planını yapanların aldıkları
karara göre kaçmaması, olduğu yerde
durması ve teslim olması gerekiyordu. Hrant Dink soruşturmalarında var
olan bazı kayıtlardan aslında Ogün
Samast’ın da kaçmaması, en azından
İstanbul’da yakalanması gerektiği-
nin planlandığı anlaşılıyor. Her şey,
1921’deki gibi olmalıydı. Amaç hem
Talat Paşa’nın intikamını almaktı hem
de Ermenilere 1915 soykırımını, onların sesini boğmak için yaptıklarını
hatırlatmaktı. “Biz bu topraklarda bir
Ermeni’ye, 1915’den sonra özgürce
konuşma imkânı vermeyiz”, demek
istiyorlardı. Ah! Onların bildiklerini
bilebilsek, onların görebildiklerini biz
de görebilseydik...
1915 soykırımı ile Hrant Dink’in öldürülmesi arasındaki bağı göremeyen, görmek istemeyen biz şaşkınların
yardımına yüce Rabbim yetişti. Rauf
Denktaş’ın ölümünü de aynı günlere getirdi; Rabbim sanki bizlere “kör
müsünüz, açın gözlerinizi, görün; zihinleriniz mi körelmiş, bakın anlayın”
der gibiydi. Rauf Denktaş’ın cenaze
törenine kuyruk olmuş devlet erkanını
görmemizi, dumura uğramış zihinlerimizi, körleşmiş gözlerimizi açmamızı
ve Hrant ile 1915 arasındaki bağı anlamamızı istiyordu.
Rauf Denktaş kimdir? Denktaş, Hrant
Dink cinayetine giden yolun taşlarını döşeyen ekiptendir. Denktaş,
Avrupa’da, Lozan 2005, Berlin 2006,
Paris ve Kuzey Kıbrıs 2007 Talat Paşa
mitinglerini, eylemlerini düzenleyen
Talat Paşa Komitesi’nin Yürütme Kurulu Başkanı’dır. Talat Paşa Komitesi, “Ermeni soykırımı uluslararası bir
yalandır” sloganı altında, Avrupa’da
ve Türkiye’de Ermeni düşmanlığını örgütlemek amacıyla kuruldu.
Ergenekon’un en önemli kitlesel örgütlenmelerinden birisidir. Kurucu
üyelerinin bir kısmı Ergenekon davası
sanığı ve tutuklusudurlar. Soruşturmalarda, sanıklara Talat Paşa komitesi ve
eylemleri hakkında sorular da soruldu.
Bu sanıklardan, Talat Paşa Komitesi
üyesi Ferit İlsever, kendisine sorulan
49 sorudan 17’sinin Talat Paşa Komitesi ile ilgili olduğundan yakınır. Hatta
biraz safça, “Ergenekon Terör Örgütü’
örtüsü altında” yapılan soruşturmanın
aslında” ‘Ermeni soykırımı’ yalanına
karşı” verdikleri mücadeleye karşı olduğuna inanır.
Hrant
Dink’in
gerçek
katilleri
kızılbaş - sayfa 50 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
İstanbul’da serbest kalırken, tüm devlet erkanı Rauf Denktaş’ın cenaze töreninde kuyruk oluşturdular. Oradan
bizim gibi şaşkınlara bir mesaj yolladılar. “Biz bu devleti 1915’in üstüne
kurduk, Hrant Dink cinayetini aydınlatmak demek, bu devletin kuruluşunu
sorgulamak, onun temellerinden tuğla
çekmek demektir,” dediler. “Hangi
mantıkla bizden Hrant Dink cinayetini
aydınlatmamızı istersiniz; anlamıyor
musunuz, bizler Rauf Denktaş’larız
ve yerimiz Talat Paşa’ların yanıdır”,
dediler.
90 yıllık inkâr politikaları gözümüzü
kör etti, zihinlerimizi köreltti, dumura
uğrattı. 1915 soykırımı ile Hrant cinayeti arasında onların bildiği, onların
kurduğu ilişkiye biz göremiyor, kuramıyoruz. Bize 1915’i unutturdular ama
kendileri asla unutmadı. Bizi öylesine
körelttiler ki, aramızda hâlâ “soykırım” kelimesinden rahatsız olanlarımız; “soykırım tanınmalıdır” denince öcü gibi korkup kaçanlarımız var.
Hâlâ, Hrant’ın ölümü ile tarihle yüzleşmenin, Hrant ile 1915’in, yan yana
getirilmesini istemeyenlerimiz var.
Oysa Hrant bize unutturulan, bizden
saklanandır. Hrant bir anahtardır; o
eski masallardaki, masal kahramanlarının eline verilmiş açılmaması istenen
40. odanın anahtarıdır. Hani eski evlerimizdeki, tüm sırlarımızın saklandığı
sandık odamızın anahtarı. Hrant Dink
cinayeti çözülürse, Cumhuriyetimizin kuruluş sırları çözülecektir. Bu
Hükümet’te bunu yapacak ne yürek,
ne de istek vardır. Çünkü onlar da bu
“sırrın ortakları”dırlar.
Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız,
Bülent Arınç ve diğer bazı hükümet
üyeleri karardan memnun olmadıklarını, vicdanın yaraladığından söz
ediyorlar. Herhalde birileriyle alay etmenin en iyi yolu bu olsa gerek. Adı
lazım değil, eski bir siyasetçinin sözlerini hatırlatmak gerek onlara, “katilleri
yakalamak istediniz de elinizi tutan mı
oldu?” Genelkurmayın kozmik odasına giren sizler, artık kamuoyunun bile
bilir hale geldiği Hrant Dink cinayetini
planlayanları bulmaktan acizsiniz öyle
mi? Döktüğünüz sadece timsah gözyaşı değil; bunun da ötesinde, davranışınızda, beş yıldır bu cinayetin peşini
bırakmayan insanlara karşı yapılmış
büyük saygısızlık var, farkındasınız
değil mi?
Hrant, cezası onaylandığında ciddi ciddi, tüm ailesiyle birlikte, doğduğu yer
Malatya’dan başlayarak ve aynı ataları gibi yürüyerek Der-Zor’a gitmek ve
Türkiye’yi terk etmek istiyordu. “Atalarım gibi benim de burada kalmamı
istemiyorlar”, diyordu.”Öyleyse kalmamın bir anlamı yok, ben de onların
gittiği yoldan gideceğim.”Hrant, bizler
gibi 1915 cahili değildi. Kendisine yapılanlar ile 1915 soykırımı arasındaki
ilişkiyi her gün iliklerinde yaşıyordu.
Öldürülmeden önce bana, soykırım
kelimesini kullandı diye açılan dava
nedeniyle, mahkemeyi tarih sahnesine çevirmek istediğini söyledi. “Evet,
1915 bir soykırımdır, diyeceğim. Mahkemeyi tarih kürsüsüne çevireceğim”,
diyordu. Ona bu fırsatı vermediler.
Gözlerimizi açmak, köreltilmiş zihinlerimizi aydınlatmak zorundayız.
Hrant Dink, Talat Paşa’nın intikamını almak için öldürüldü. Hrant, “1,5
Milyon + 1”dir. Bunu görmeden, bunu
bilmeden bu cinayeti anlayamaz ve aydınlatamayız. 2015’e doğru gittiğimiz
günlerde, “evet, 1915 bir soykırımdır
ve tanınmak zorundadır”, demeden;
“Hrant’ı, size 1915’in Hrantlarını hatırlattığı için öldürdünüz”, demeden bu
cinayeti aydınlatamayız. Müslümanlığımızı, Türklüğümüzü geçmişin ve
bugünün katillerinin elinden almanın
yolu budur.
Bu ülkede Ermeni olarak yaşamanın
zorluğunu biliyorum; “artık burada
yaşanmaz”, duygusuyla doğulan toprakların terk edilmek istendiğini anlıyor ve o duyguyu içimde hissediyo-
rum. Gücüm yeter mi bilmiyorum ama
bağırmak istiyorum; sizler bizim için
Türklüğümüzü yeniden tanımlamanın
ışığısınız. Sizler, Anadolu’nun bugünkü Müslümanlarına, dün Ermenilerin
imhasına “Kuran’da yeri yoktur”, diyerek, karşı çıkan ve ellerinden geldiğince Ermenilerin hayatını kurtaran
Müslümanları hatırlatmanın fırsatısınız. Sizler giderseniz, Türklüğün ve
Müslümanlığın anlamı yitecektir. Sizler bize, bu ülkeyi, katillerin ve onları
gizleyenlerin ülkesi halinden çıkartma
şansını, imkanını veriyorsunuz.
Sizi ikna etmek için söylemiyorum; bu
sözlerim Hrant Dink’in arkadaşlarına:
tarih yazıyorsunuz, bu topraklarda bir
ilke imza atıyorsunuz. “Biz bitti demeden bu dava bitmez” diyerek, beş
yıldır cinayetin peşini bırakmayan
tutumunuzla Türkiye’nin onurusunuz
ve onun yarınını temsil ediyorsunuz.
Bu Cumhuriyetin katillerin ve onların
koruyucularının değil, her din ve etnik
kökenden tüm vatandaşlarının ortak
vatanı olarak yeniden tanımlanabileceğini gösteriyorsunuz. Hrant Dink sembolümüz olsun.
Hrant Dink bizim Martin Luther King’
imiz olsun. Onlar Nasıl Rauf Denktaş’larının, Talat Paşa’larının etrafında kilitleniyorlarsa, biz de Hrant’ın
etrafında kenetlenelim; Hrant ve “1,5
Milyon + 1” bizim Cumhuriyetimizle,
onların Cumhuriyeti arasındaki ayrım
noktası olsun.
[email protected]
Taraf
kızılbaş - sayfa 51 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
GÖRGÜ TANIĞI KONUŞTU
“Sevag Kaza Kurşunuyla Ölmedi”
düğünü söylediğini ifade etti.
Daha önce Sevag'ın Kıvanç Ağaoğlu
tarafından kazayla vurulduğunu söyleyen görgü tanığı Ekşi, Ağaoğlu'nun
ailesi tarafından yönlendirildiğini kabul etti ve Ağaoğlu'nun Sevag'ı bilerek
öldürdüğünü söyledi.
Ekin KARACA / BİA Haber Merkezi
Sevag Balıkçı'nın 24 Nisan 2011'de askerde ölümüyle ilgili konuşan tanık
Halil Ekşi, Balıkçı'nın Kıvanç Ağaoğlu
tarafından hedef alınarak öldürüldüğünü söyledi.
Daha önceki ifadesinde silahın nasıl
ateş aldığını görmediğini söyleyen tanık Ekşi, Ağaoğlu'nun ailesinin yönlendirmesiyle ifade verdiğini kabul etti ve
Kıvanç Ağaoğlu'nun silahın kurma kolunu çekip, Sevag'ı bilerek öldürdüğünü
söyledi.
bianet'e konuşan Sevag Balıkçı'nın annesi Ani Balıkçı, görgü tanıklarından
birinin vicdana geldiğini, diğerlerinin
de bu yolla gördüklerini açıklamalarını
umduğunu söyledi.
Sadece adaletin yerini bulmasını istediklerini ve oğlunu katleden kişinin
mahkemeden elini kolunu sallayarak
çıkmamasını istediğini söyleyen Ani
Balıkçı, görgü tanığı Halil Ekşi'nin gerçekleri anlatmasının davanın seyrini
olumlu yönde değiştireceği düşüncesinde.
Duruşma pazartesiye alındı
Balıkçı ailesinin avukatı Cem Halavurt
ise önceden dosyada bulunan tanık ifadelerinde değişiklik yapıldığının anlaşıldığını ancak bununla ilgili ilk kez
tanık ifadesi sayesinde delil elde ettiklerini söyledi.
Halil Ekşi'nin daha önce Kıvanç
Ağaoğlu'nun dayısının yönlendirmesiyle yazılı olarak ifade verdiğini söyleyen Halavurt, daha sonra ifadesini değiştirdiğini ve Ağaoğlu'nun Balıkçı'yi
bilerek ve isteyerek öldürdüğünü gör-
Bu gelişme üstüne 29 Mart'ta görülecek
duruşmanın, sanığın delilleri karartma ve kaçma şüphesi nedeniyle erken
bir tarihe alınması için mahkemeye
başvurduklarını söyleyen Halavurt,
mahkemenin bu talebi yerinde bularak
duruşmayı 30 Ocak Pazartesi gününe
aldığını belirtti.
Halavurt'un verdiği bilgilere göre, pazartesi günü yapılacak duruşmaya Kıvanç Ağaoğlu katılmak zorunda. Aksi
taktirde polis zoruyla getirilecek. Ayrıca ifadesini değiştiren tanık Halil Ekşi
de duruşmaya katılacak ve mahkeme
heyetine tanıklıklarını aktaracak.
Ne olmuştu?
Sevag Balıkçı, 24 Nisan 2011'de, Ermeni soykırımının başlangıcı kabul edilen 24 Nisan 1915'in 96. yıldönümünde
askerlik yaptığı Batman'ın Kozluk ilçesi Gümüşörgü Karakolu'nda Kıvanç
Ağaoğlu'nun silahından çıkan kurşunla hayatını kaybetmişti.
Olayın ardından bilinçli olarak insan
öldürdüğü iddiasıyla hakkında dokuz
yıl hapis istenen Kıvanç Ağaoğlu, 29
Temmuz 2011'de görülen ilk duruşmada "kaçma şüphesi olmadığı" ileri
sürülerek tutuksuz yargılanmak üzere
serbest bırakılmıştı.
Sevag Balıkçı'nın ablası Lerna Özder,
olayın ardından Sevag'ın Kıvanç Ağaoğlu ile yakın arkadaş olduğu ileri sürülerek Sevag'ın kaza kurşunu ile öldüğü yönünde geliştirilen savunmaları
şöyle yalanlamıştı:
"14 ay boyunca Sevag'ın ağzından başka
arkadaşlarının isimlerini duyduk ama
Kıvanç'ın adını hiç duymadık. Babamız
haziranda Sevag'ı ziyarete gittiğinde
Sevag ve arkadaşlarıyla yemek yemişti.
Ancak Kıvanç o yemekte de yoktu."
16 Aralık'ta görülen son duruşmada
ise Ağaoğlu, silahı yukarı doğrultarak
kurma kolunu çektikten sonra aşağı
indirirken birden bire patladığını ileri
sürmüş ve olayın kaza olduğunu iddiasını tekrarlamıştı.
Mahkeme heyeti ise tanıkların dinlenmesi için mahkemeyi 29 Mart 2012'ye
ertelemişti. (EKN)
Eğer Bir Gün
Sevgilim, eğer bir gün
Durur bakarsan mezarıma,
Ve taşın etrafında taptaze
Çiçekler dalgalanırsa,
Bil ki, çiçeklerin her zaman yaptığı
gibi
Dalgalanmıyor çiçekler,
Ya da ilkbahar onlara emir verdi de
Taşa boyun eğiyorlar sanma!
Onlar yüreğimdeki
Söylenmemiş şarkılardır;
Ölümün susmaya zorladığı
Aşk sözcüklerimdir.
Yolun sonunun vardığı
Ve taşın önünü kapattığı
Bilinmedik bir dünyadan gönderilen
Ateşli öpücüklerdir onlar, sevgilim.
Hovhannes Toumanjan
(1869-1923, Ermenistan)
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy
enver gökçe
Ne Fayda
Sen benimsin,
Ciğerparem, sevdiğim
Gülden ağır
Söylemem sana!
Saçlarına
Kızıl güller takayım
Salın da gel,
Bir o yana
Bir bu yana!
Meğer
Müşkil imiş hürriyet
Savunmayla yetmiyor
Bir başka sevda!
Telden
Demirden geçsen
Mapusu delsen
Ne fayda.
kızılbaş - sayfa 52 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Malatya Ermeni Mezarlığı’nda yıkım yaptı
Malatyalı Ermenilerin bağışlarıyla şehirdeki Ermeni mezarlığı içinde yaptırılan bekçi konutu, gasilhane ve son
dua yeri, Malatya Belediyesi yıkım
ekipleri tarafından yıkıldı. Malatya
Ermenileri şokta. Belediye Başkanı
Ahmet Çakır, sadece bekçi konutu için
yıkım kararı alındığını, ancak yıkım
ekiplerinin emri “yanlış anlayıp” diğer
yapıları da yıktığını söyledi.
Malatyalı Ermenilerin bağışlarıyla şehirdeki Ermeni mezarlığı içinde yaptırılan bekçi konutu, gasilhane ve son
dua yeri, Malatya Belediyesi yıkım
ekipleri tarafından yıkıldı. Malatya
Ermenileri şokta. Belediye Başkanı
Ahmet Çakır, sadece bekçi konutu için
yıkım kararı alındığını, ancak yıkım
ekiplerinin emri “yanlış anlayıp” diğer yapıları da yıktığını söyledi. Çakır, “Bu istenmeyen durumdan ötürü
mahcup olduk, telafisi için elimizden
geleni yapacağız. Ayrıca, konuyla ilgili soruşturma başlattık” dedi. Malatya
HAYDer Başkanı Hosrof Köletavitoğlu “Bürokrasiye güvenimiz sarsıldı.
Kim, neden dolayı, nasıl rahatsız oldu?
Neye tahammül edemediler? Bunu anlayabilmek çok güç” dedi. İnşaatı devam eden ve Belediye ekipleri tarafından yıkılan son dua yeri, gömülmeden
önce ölülerin son dini vecibelerinin
yerine getirilmesi için kullanılacaktı.
Belediye Başkanı Çakır’ın, kısa bir
süre önce, inşaat için bağış toplayan
Malatyalı Hayırsever Ermeniler Derneği (Malatya HAYDer) üyelerinden
birini, “Mezarlık’taki inşaatla ilgili
şikâyetler var, bekçi konutunun çatısını
biraz indirin...” diye uyardığı öğrenildi. Bu uyarı üzerine Malatya HAYDer
çatının aşağı indirilmesi kararını aldı,
işlem başladı, ancak yoğun kar yağışı nedeniyle çalışmalara bir süre ara
verildi. Bunun üzerine 2 Şubat günü
mezarlığa gelen belediye ekibi, çevredekilere, bir-iki duvara yıkacaklarını
söyledi, ancak “yanlışlıkla” gasilhane
ve son dua yeri de yıkıldı.
İstanbul’da kurulan Malatya HAYDer
yönetim kurulu başkan ve üyeleri, geçtiğimiz yıl Malatya’da bu binanın projesini Malatya Valisi Ulvi Saran, Belediye Başkanı Ahmet Çakır ve Koruma
Uygulama ve Denetim Birimi (KUDEB) Başkanı Levent İskenderoğlu
da tavır değişti, anlayamıyoruz.”
ile defalarca, ayrıntılı olarak görüşüp
projeyi ilgili birimlere sunduklarını
söyledi.
Malatya HAY Der’in Malatya temsilcisi, yapı için 120 bin TL’nin üzerinde
bir harcama yaptıklarını, bu paranın
da hayırsever Malatyalı Ermenilerin
bağışlarından oluştuğunu bilgisini verdi. Malatya’da hâlâ az sayıda da olsa
yaşayan Ermeniler var.
Malatyalı Ermeniler, son dua yeri ve
gasilhanenin yıkılmasından ötürü büyük bir üzüntü yaşıyor. İstanbul’da
bulunan MalatyaHAYDer Başkanı
Hosrof Köletavitoğlu, hiç haberdar
edilmeden yapılan yıkım nedeniyle
şoke olduklarını söyledi.
“Malatyalı Ermeniler olarak çok üzüldük. Yaralandık, güvenimizi yıktılar...
Malatya Ermeni mezarlığında Ekim
2011'de inşaatına başlanan, topu topu
bir bekçi evi, gasil hane ve son dua yeri
idi. Dün, 2 Şubat 2012 günü, saat 14.30
gibi bir telefon aldık,
‘İnşaatı yıktılar… Her şey tamamen
yıkıldı!’ haberi verildi. Bu yapılan
bürokrasinin bize verdiği güveni de
yıkmış oldu. Kim, neden dolayı, nasıl
rahatsız oldu? Neye tahammül edemediler? Bunu anlayabilmemiz çok güç!”
“Ölülerimiz kimleri korkuttu”
Köletavitoğlu, ölülerden ne istendiğini
anlayamadığını ifade etti: “Ölülerimiz
kimleri korkuttu? Onlara olan saygımız kimleri rahatsız etti? Çok üzgünüz… Zaten yaralıydık, daha da yaralandık! Bizler, yıllardır Malatya’dan
uzakta yaşayan; ama kopamayan, kopmayı göze alamayan Malatyalılar, evimizi ziyaret eder gibi kucağımızı, yüreğimizi açarak Malatya’ya gitmiştik.
Öyle de karşılanmıştık. Şimdi ne oldu
Köletavitoğlu, mezarlığın yasal olarak
belediyelerin sorumluluğunda olduğunu, ancak Malatya Belediyesi’nin yerine getirmediği sorumluluğu, onlarla
mutabık olarak yaptıklarını söylüyor:
“İnşaatın projesi, detaylı bir şekilde
Malatya’daki ilgili birimlerle paylaşıldı, görüşüldü. Bu mutabakat üzerine, Ermeni hemşerilerimizin maddi
ve manevi katkılarıyla yaptırdığı ve
neredeyse bitmek üzere olan inşaatımız, yerle bir edilerek bu hazin son
yaratıldı. Böylesi bir tavır kimseye
yakışmadı. Bizler de bu toprağın öz
çocuklarıyız. Şimdi, tüm bu zararlarımızın tazmin edilmesini ve şehrimize
yakışanı yaparak Malatya Belediyesinin zaten yapması gerektiği gibi inşaatımızı en iyi şekilde ve en kısa sürede
yapmasını bekliyoruz.”
Belediye Başkanı: Üzgünüz, telafi edeceğiz
Malatya Belediye Başkanı Ahmet Çakır ise Agos’a yaptığı açıklamada, ortaya çıkan durumdan dolayı son derece üzgün olduklarını, son dua yeri ve
gasilhanenin yanlışlıkla, İmar Müdürü
ile Belediye yıkım ekipleri arasındaki
iletişim kopukluğundan dolayı yıkıldığını söyledi. Çakır, “Orada bir son dua
yeri olması sosyal ve dini bir ihtiyaç.
Olmasının son derece doğal olduğunu düşünüyorum. Yıkılması bize de
acı veriyor. Telafi etmeye çalışacağız”
dedi.
Özellikle Fransız Senatosu’nun aldığı
karardan sonra mezarlıkta süren inşaatla ilgili çok sayıda şikâyet dilekçesi
geldiğini söyleyen Çakır, “Orada yürüyen inşaatın yasal niteliği yoktu. Bu
nedenle şikâyetleri dikkate almak zorundaydık. Ancak biz sadece, yüksek
bir yapı halini alan bekçi konutunun alçaltılmasıyla ilgili bir karar aldık. İmar
Müdürü ile yıkım ekipleri arasında bir
iletişim kopukluğu olmuş ve ekipler
gasilhane ile son dua yerini de yıkmışlar. Bu hiç istediğimiz bir durum
değil. Kendimizi mahcup hissediyoruz. Soruşturma başlattık. Bir iki gün
içinde Malatya HAYDer üyeleriyle de
görüşeceğiz. Gerekirse bu iki yapıyı
biz yeniden yaparız. Telafi etmeye çalışacağız” dedi.
kızılbaş - sayfa 53 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Süryaniler Hain mi?
Türkiye’nin çok etnikli toplumsal
bileşimi üzerine açıkça konuşulmaya
ancak son yıllarda başlandı. Türkiye
Cumhuriyeti tarihi boyunca çeşitli
etnik ve dinsel kimliklerin tanınması talebiyle böyle açık ve belirgin
biçimde karşılaşmadı. Türkiye’deki
Hıristiyan azınlıklardan SüryaniAsuri Cemaati’nin varlığı ise, Türkiye
kamuoyunca neredeyse hiç görülmedi. Binlerce yıldır Mezopotampya’da
yaşayan bir halkın tarihi, kültürü ve
bugünkü durumu, Türkiye dışında
da çok az bilinmektedir. Nihayet
Ekim ayı başında, 10. sınıflar için
hazırlanan Tarih kitabında SüryaniAsuriler’in “hain” olarak anlatıldığı
ortaya çıkınca, ister istemez Hükümetin Türkiye’de 20.000 kişi kalmış bir
halka karşı niçin düşmanlık havasını
körüklediği sorusu akla geliyor.
Mezopotamya’nın Nerdeyse Unutulmuş Bir Halkı
Asırlardır süren yabancı egemenliği
ve baskısından sonra, Süryani-Asuri
halkı kendi yurdu Mezopotamya’nın
nerdeyse her yerinde bir azınlık haline
geldi. Sadece Hakkari’nin (SüryaniAsuri dilinde “Akkare”) ulaşılması
zor dağlarında ve Mezopotamya’nın
Tur Abdin bölgesinde ve bazı şehirlerinde Süryani-Asuri halkı çoğunluk
oluşturuyordu. Bu halkın OsmanlıTürk egemenliği altındaki tarihi de
çok az araştırılmıştır. 1915/16 soykırımı, Anadolu, Batı Ermenistan ve
Kuzey Mezopotamya’da neredeyse
tüm Hristiyan halkın yok edilmesine
yol açtı. Lozan Antlaşmasında gerçi
Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler gibi
gayri müslim azınlıklar bazı haklar
elde ettiler ama Süryani-Asuri halkı
tamamen yok sayıldı. Buna rağmen
Tur Abdin’de kendi etnik ve dinsel
kimliklerini koruyabildiler.
1970’den sonra Türkiye’de politik mücadeleler kızışır ve Kürt örgütleri ile
Türk devleti arasında çatışmalar tırmanırken, bu durum, “Tur Abdin” ve
çevresindeki bölgelerde Süryani-Asuri
halkının geride kalanları üzerinde de
alabildiğine etkisini gösterdi. Onların
hemen hepsi 1980’den sonra memleketlerini terk edip Batı Avrupa’ya
To r o s S a r i a n
veya İstanbul’a kaçtılar. Mor Gabriel
manastıra ait arazilere hukuka aykırı
biçimde AKP hükümetine bağlı Kürt
aşiret reisleri be büyük toprak sahipleri tarafından el konması olayı da
gösteriyor ki, “Tur Abdin”deki Süryani-Asuri halkının geri kalan bölümü
keyfi zorluklara maruz bırakılmaktadır.
Ders kitaplarında Süryaniler de ‘Hain’
ilan edildi
Türk devleti bu güne kadar, “tehlikeli
hainler ve ayrılıkçılar” olarak gördüğü
Ermeniler’i, İmparatorluğ’u korumak
adına “tehcir” adı altında kendi topraklarından sürmüş ve katletmıştir.
Buna karşın, şimdiye kadar SüryaniAsurilerle hesaplaşmayı zorunlu görmemişti. Onlar Türk devleti açısından
gerek Osmanlı imparatorluğunda
gerekse Cumhuriyette bir ölçüde
“zararsız” sayılan tek Hristiyan halk
idi. Her halükarda birkaç ay önceye
kadar böyleydi. Daha sonra, 10. sınıf
Tarih dersi kitabında Süryani-Asurilerin “hain” olarak nitelendiği ortaya
çıktı. Buna tepki olarak Mardin’deki
14 Süryani-Asuri Derneği, 2 Ekim’de
yaptıkları açıklamada, halklarının,
tarihte hiçbir zaman Devlet’e karşı
direnmediğini veya böyle bir niyet
taşımadığını belirttiler. Açıklamada
şöyle deniyordu: "Türkiye'nin sınırları
içinde Süryaniler, yerleşik farklı bir
inanç ve kültür gerçeğidir. Tarihin
hiçbir döneminde devlete karşı kalkışma bağlamında olumsuz bir yaklaşım-
ları ve akımları olmamıştır. Aksine,
her zaman ve her koşulda dürüst ve
samimi davranmışlardır. Ortaöğretim
10'uncu sınıfların tarih dersi kitabında
öğrencilerin açıkça Süryanilere karşı
kışkırtılmasıdır. Öğrencilerin bilinçaltına planlı bir şekilde bilerek ve
isteyerek Süryanilerin aslında potansiyel tehlike olduğu işlenmektedir. Kitaptaki ifadeler nefret suçu kapsamına
girmektedir. Bir ders kitabı ideolojik
yorumlardan ziyade objektif bilgi
vermelidir. Ayrıca insanlara farklı
kimliklerle dostça yaşamayı, kardeşliği ve sevgiyi aşılamalıdır. Bu ders kitabının bir an önce eğitim müfredattan
çıkartılmasını istiyoruz."
AKP hükümeti hristiyan cemaatlere
bazı tavizler vererek, sanki onların
kültürel ve dinsel haklarına saygı gösteriyor ve koruyormuş gibi bir izlenim
uyandırmayı iyi becerdi.
Van Gölündeki Ahtamar Adasında
bulunan Ermeni Kilisesinin restorasyonu, gayri müslim vakıfların müsadere edilen mallarının iade edilmesi
kararı ve Diyarbakır’daki Ermeni
Kilisesinin restorasyonu, hem kendi
ülkesinde yaşayan hem de Batı dünyasında yurtdışında yaşayan hristiyan
azınlıklar nezdinde Erdoğan Hükümetinin bir meziyeti olarak görüldü.
Daha da demokratik olacağını düşündükleri için pek çok Ermeni de AKP’yi
desteklemektedir. Etyen Mahcupyan
veya Markar Esayan gibi ... Ermeni
köşe yazarları da bu çerçevede yer
almaktadır. Örneğin Diyarbakır
Kilisesinin açılışına Kürt politikacıların ve Belediye Başkanının katılması
ama hiçbir hükümet temsilcisinin
katılmadığı; restorasyon masraflarının hükümet tarafından değil aksine
kısmen Ermeni cemaati kısmen de
Kürt belediye yönetimince üstlenildiği
gerçeği, Batı’nin görmezden geldiği bir
gerçektir.
Kendi Hakları İçin Mücadele Edenler
“Hain” İlan Ediliyor
Süryani-Asurilerin de tıpkı Ermeni
ve Rumlar gibi Osmanlı İmparatorluğuna ihanet etmekle suçlanmalarının nedeni, çok yönlüdür:
kızılbaş - sayfa 54 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Geçtiğimiz yıllarda Süryani-Asuriler
gittikçe daha da bilinçli olarak kendi
haklarını korumaya girişmişlerdir.
Onlardan bazıları diyasporadan, Tur
Abdin’deki yıkılan köylerini yeniden kurmak için geri dönmüşlerdir.
Anayurtlarında son kalan köyleri,
kilise ve manastırları korumak için
mücadele, gittikçe Süryani-Asuri diasporasının eylemlerinin ana noktası
olmaya başlamıştır. Her şeyden önce
Mor Gabriel Manastırı’nın arazisine
haksız biçimde el konması, büyük bir
protesto dalgasına yol açtı. Tur Abdin’deki 1600 yıllık tarihi manastırın
yok olması tehlikesine dikkati çekmek
için 25 Ocak 2009 tarihinde Berlin’de
Süryani-Asuri örgütlerince, 15.000
kişinin katıldığı bir büyük miting yapıldı. Bugüne kadar bu önemli sorun
açıklığa kavuşmadı. Bunun yanı sıra
Türk Hükümeti Osmanlı Imparatorluğunda Süryani-Asuri halkına yapılan
soykırımın tanınması talebiyle gittikçe daha fazla karşılaşır görünüyor.
Kürtlerin ve BDP’nin Ermeniler ve
Süryani-Asuriler karşısındaki tavrı da
Türk hükümetini aynı şekilde huzursuz ediyor. Çok geç bile olsa Kürtler
arasında, Osmanlı-Türk egemenliği
tarafından Hristiyan komşularına
karşı kullanıldıkları fark etmeye
başladılar. 1514’te, güçlü Kürt liderleri
ile Osmanlı Imparatorluğu arasında
yapılan ittifakın yükünü, her şeyden
önce Ermeniler ve Süryani-Asuriler
ödemek zorunda kalmışlardır: Onlar
hem merkezi hükümetin hem de
Kürt aşiretleri ve feodal beylerinin
baskısına maruz kalmışlardır. Aynı
zamanda yüzyıllar boyunca Hrisitiyan halkın toprağı da gasp edilmiştir.
Bu, bugün de Mor Gabriel olayında
yaşanmakta olan bir gereçtir. Pek çok
Kürt, atalarının 1915/16’da Ermenilere
ve Süryani-Asurilere yönelik soykırım suçuna Jön-Türk Hükümetinin
gönüllü yardımcıları olarak katılmış
olmasını utanç verici bir durum olarak görmektedir. Türkiye’de yaşayan
Süryani-Asuri azınlığının gelişen politik bilincinin bir açık bir işareti de,
BDP adayı Erol Dora’nın milletvekili
seçilmesidir. Bu gelişmeler temelinde, Hükümet’in Süryani-Asurileri
Osmanlı Hükümeti’ne ihanet etmiş
“hainler” olarak suçlayarak, onlara
gözdağı vermeye çalışıyor olması daha
anlaşılır hale gelmektedir.
“Kitap, çocuklardan katil yaratan
anlayışın örneği“
Milli Eğitim Bakanlığı’na, pekçok
aydının ve protesto mektubunu
gönderen insanlar, o mektupta şöyle
diyorlar: “Süryani halkı ile ilgili
çarpık ve hakaret içeren bilgilerle
körpecik beyinlerde çocuklardan katil
yaratma çabalarının en bariz örneğini
şimdide ders kitaplarında mı yapmak
istiyorsunuz.“ Bir kere daha ortaya
çıktı ki, AKP Hükümeti’nin Hristiyan
azınlıklar karşısındaki politikası, bir
takım kozmetik önlemlerden ibarettir.
Böylece hristiyanlar karşısında hoşgörülü bir “liberal islamcı” Hükümet
imajı yaratımaya çalışılmaktadır.
Devlet mantığı değişmedi. Rakel
öldürülen kocasının cenazesinde
şöyle demişti: “Yaşı kaç olursa olsun;
17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir
zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan
karanlığı sorgulamadan hiçbir şey
yapılmaz kardeşlerim…“ Çocuklardan
katil yaratan karanlık güçler, açıktır
ki, Ankara’da bakanlıklarda oturmaya
devam etmektedir.
http://www.armenieninfo.net
Aras Yayıncılık
İth. İhr. Ltd. Şti.
İstiklal Cad. Hıdivyal Palas
No: 231/Z - Tünel / Beyoğlu
34430 İstanbul - Türkiye
Tel: +90 (212) 252 65 18
Fax: +90 (212) 252 65 19
e-posta:
[email protected]
Hrant Dink Vakfı
Adres: Halaskargazi Cd.
Sebat Apt. No: 74 Daire 1
Osmanbey 34371 Şişli İstanbul
Telefon: +90 212 2403361
+90 212 2403362
+90 212 2403365
Faks: +90 212 2403394
E-Posta: [email protected]
ASUR SOYKIRIMI
UNUTULAN BİR HOLOCAUST
GABRIELE YONAN
ÇEVİREN EROL SEVER
444 SAYFA 13 X 19 CM
PENCERE YAYINLARI
İSTANBUL 1999
Bugün 'soykırım' kavramı, sözcük
dağarcığımızın kopmaz bir parçası
oldu. Bazı okurlar her gün benzeri
ölçüde insan hakları zedelenmeleri
gözümüzün önünde dururken, bizim
neden 'unutulmuş' bir soykırımla
uğraştığımızı merak ederek sorabilirler. Eğer biz unutulmaması gerekeni unutacak olursak, gelecekte de
buna benzer veya daha berbat olaylarla karşılaşabiliriz. Çiçero şöyle
demişti. 'Historia... Est magistra
vitae' (Tarih yaşamın öğretmenidir.)
Bunun gerçekten de doğru olmasına karşın, insanlık tarihten çok az
şey öğrenmiştir. Çünkü tarih sık
sık tahrif edilmekte ve pek çabuk
unutulmaktadır.
Prof. Dr. Rudolf Macuch
İletişim & Adres:
Pavlonya Sokak Nuhoğlu İşhanı
No:10/6 Kadıköy
İSTANBUL - TURKEY
Tel: (0216) 414 64 41
Telefax:(0212) 414 64 41
E-mail:
[email protected]
kızılbaş - sayfa 55 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Sevgili Dostlar,
olmak üzere çeşitli kültür ve
etnik kökenlerden insanların mozaiğidir. Bu nedenle,
Ermenistan’dan da sanatçı ve
entelektüelleri davet ederek
düzenlediğimiz gecelerde bu
insanları bir araya getirdik.
"Sevgi bahane Üretmez"
Biz Dersim Ermenileri, yüz
yıldır, fiziken ve biyolojik olarak yaşadığımız coğrafyada;
kimliğimizi, dilimizi, kültürümüzü, inancımızı ve genel olarak beşeri aidiyetimizi
yaşayamadan, ancak yine de
kendimizi koruyarak bugüne kadar geldik. Bu durum,
yani kültür ve etnik aidiyetten uzak kalma, asimilasyon
tehlikesi altındaki yaşam,
Türkiye devletinin tarihsel ve
siyasal niteliğiyle ilgilidir. Biz,
üzerimizdeki baskı rejimine
karşı asimile olmadan bugüne gelmiş isek, bu önemli bir
direniş demektir diye düşünüyoruz. Devletin baskıcı
ve asimilasyoncu, soykırımcı
niteliği halen devam etmektedir, ancak Türkçe deyim ile
“minare çuvala sığmamaktadır” ve biz de her şeye rağmen, kendimizi toparlamak,
yeniden özümüze dönmek ve
kimliğimizin gereklerini yaşayarak ve aynı durumdaki
Ermenilere cesaret vermek
amacıyla bir girişim başlattık.
Hrant Dink’in katledilmesi ile
birlikte, öze dönüşün ne kadar
hayati, önemli ve değerli bir
girişim olduğu bir kez daha
açığa çıktı.
Bu çerçevede, ilk girişimimiz,
Dersimli Ermeniler Derneği’ni
kurmak oldu. Dersimli Ermeniler Deneği, yaklaşık iki
yıldır faaliyete girmiş bulunuyor. Faaliyetimizi başlattığımız günden itibaren, gerek
Dersim ve çevresinde bugüne
kadar kimliğini saklayarak
yaşamak zorunda kalan, hatta çoğunlukla asimile olmuş
kimseleri bir araya getirmek,
gerekse de Türkiye metropollerine yerleşmiş, ancak kendi etnik kökenleri hakkında
belli bir sorgulama yapma
eğiliminde olanları bir araya
getirmek, tanışmak ve tanıştırmak, ortak etkinliklerde
duyguda ve bilinçte sosyal
Mirhan Pirgiç Gültekin
aidiyeti geliştirmek için çalıştık. Bu çalışmalarımız kısmen
başarılı da oldu. Zira herhangi
bir kurumdan destek almıyor
olmamıza rağmen, tamamen
sözünü ettiğimiz vicdani ve
etik kurallar uğruna bir araya
gelen insanların imkanlarıyla
önce dar kapsamlı toplantılar, sonra daha da genişleyen
geceler ve tanışma, bir araya gelme şenlikleri organize
ettik.
Bunun yanı sıra kendi kimliğini açıklamak ve bunu bir
manifesto olarak topluma
sunmak için önce kendimiz,
ailemiz vaftiz olarak kimliğimizi deklare ettik. Hemen
ardından DERSİAD adında
bir dergi çıkarttık. Bu dergide, Ermenileri ortak duyguda birleştirecek olan haber,
yorum, analiz, bilgi ve verilere
yer verdik. Dergide ayrıca,
Türkiye ve özellikle Dersim’de
Ermenilere ait varlıklar, kültür kalıntıları ve halen yaşayan kültür, dil ve folklorik
değerler ve formlar üzerine
yazılar yayımladık. Fransa ve
Ermenistan’da ziyaretler yaparak çeşitli etkinliklere katıldık. TV, gazete vs medyada
söz konusu çalışmalarımızı
duyurarak Dersimli ve başka
Ermenilerin ilgisini toplamaya, bir araya gelmelerinin
koşullarını yaratmaya çalıştık.
Dergimiz halen yayınına devam ediyor. Ayrıca bilinmektedir ki, Türkiye’nin İstanbul
şehri, Ermeniler de başta
Önümüzde halen yapmamız gereken önemli projeler
de vardır... İlk çalışmamız,
Dersim’deki tarihi ve kültürel kalıntıları, (kilise, mezar,
şapel, tarihi taşlar vs) tespit
ettirerek resmi kayıt altına
aldırtmak, örnek teşkil edecek
şekilde de bir Ermeni Mezarlığı yapmaktır. Bu çalışma,
kökleri bu topraklarda olan,
ancak halen kendileri Avrupa,
Ermenistan ya da dünyanın
başka herhangi bir yerinde olan insanların buralara
ziyaretlerini teşvik edecektir.
Bu amaçla planlama ve navigation çalışmalarına başlamış
durumdayız.
Ancak herkes bilmektedir ki,
bütün bu çalışmalar belli bir
ekonomik güç gerektirmektedir. Biz ise bu çalışmayı tamamen kendi sınırlı olanaklarımızla, asgari geçimimizden
kısarak yapmaya çalışıyoruz.
Oysa İstanbul’daki Ermeni
kurumları, son derece yetkin
iktisadi güce sahiptirler, ancak
bu kurumlardan sözünü ettiğimiz çalışmalara katkı yapılmamaktadır. Bu kurumların
rejimden çekindikleri, sadece
Ermeni vakıf ve benzeri varlıkların gelirleriyle konumlarını korumakta oldukları
biliniyor. Bu durumun değiştirilmesinin kısa vadede mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu nedenle, sözünü ettiğimiz
çalışmalarımızın gelişmesi, çeşitlenip sonuç alıcı hale
gelmesi için, Avrupa ve başka
yerlerdeki duyarlı kişi, kurum
ve örgütlerin bize katkılarını
beklemekteyiz.
Selamlar…
[email protected]
Dersimli Ermeniler Derneği
Başkanı
kızılbaş - sayfa 56 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
1915
olayları
ve
Uruguay
aktaran: hat ice çevik
BBC Latin Amerika Bölümü
Fransa Ulusal Meclisi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde 'Ermeni Soykırımı' yapıldığını inkâr etmeyi bir suç
haline getiren yasa tasarını geçtiğimiz
günlerde kabul etti.
1915 tehciri 20 ülkede "soykırım" olarak kabul ediliyor. Bu ülkelerin başını,
yaklaşık yarım yüzyıl önce Uruguay
çekmişti.
Tartışmalı yasaya gelen tepkiler Paris
odaklıydı. Yüzlerce Türk ve Ermeni
tartışmalı yasa aleyhinde ve lehinde
gösteriler yaptı.
Türk hükümeti Fransız parlamenterlerin kararını sert şekilde protesto etti.
Ama tartışmaların yankıları
Uruguay'a dek ulaştı.
Güney Amerika ülkesi Uruguay, Ermeni diasporasının Latin Amerika'da
yaşadığı başlıca ülkelerden.
'Soykırımı' hatırlamakUruguay Ermeni Davası Konseyi'nden Federico
Waneskahyan, "Olan biteni Fransa'da
bulunan Ermeni toplumundaki bağlantılarımız aracılığıyla yakından
izledik." diyor.
Çoğu Batılı ülke bu konuda sessiz kalırken, Uruguay 1965 yılında çıkarılan
yasayla, 1915'te yaşananları kınayıp
bir emsal oluşturdu.
'Ermeni Soykırımı'nın bir hükümet
tarafından açıkça tanınması anlamına
gelen ve Uruguay Parlamentosu'nda
22 Nisan 1965'te kabul edilen yasa
metni şu satırlarla başlıyordu:
"Bu yıl, tarihin en korkunç soykırımlarından birinin 50'inci yıldönümü.
Doğuda, yaşlı ve çöküntü halindeki
Osmanlı İmparatorluğu'nda, Ermeni
halkı ölümlerine doğru yola çıktı. Bu,
önceden, bir grup genç ve insafsız
siyasetçi tarafından planlanmıştı."
Uruguay Parlamentosunda kabul
edilen kararın metninde, daha sonra,
"Tüm bir halk ölüme mahkûm edildi.
O dönem bir milyondan fazla kişiden
oluşan bir azınlığı sınırdışı etmeye
çalıştılar. Ve bunu tüm bir halkın
mensuplarını yok ederek yapmak istediler." ifadesine yer veriliyordu.
Ermeniler'in Osmanlı İmparatorluğu'
ndan sürülmeye başlanmasından 50
yıl sonra ve bir başka ülkenin benzer
adım atmasından 20 yıl önce, Uruguay Parlamentosu söz konusu kararı
benimsemişti.
Federico Waneskahyan, "Yaşananların tanınması için buldukları hukuki
çerçeve buydu." diyor ve "Yas tutan
ikinci kuşak Ermenilerin bu kadar
acılı bir dönem hakkında konuşabilmeye başlamaları için, 50 yıl geçmesi
gerekiyordu." diye ekliyor.
1965'te Ermeni diasporasının yoğun
olarak bulunduğu yerlerde çeşitli gösteriler yapılmıştı.
Bu gösterilerde, o dönemde Sovyetler
Birliği'ne bağlı olan Ermenistan'ın
başkentinde, Sovyetler Birliği'nin
'soykırım'ı tanıması isteğiyle yürüyüşe geçen binlerce kişiye destek
verilmişti.
Ancak, bir Güney Amerika ülkesinde
başlatılan tanıma sürecini diğer ülkelerin izlemesi on yıllar aldı.
Neden Uruguay?Federico Waneskahyan, niçin Uruguay'ın başı çektiği
sorusunu, "Çünkü o dönemde ülkede
köklü bir demokratik gelenek vardı.
Sivil toplumun tartışma ve öneriler
sunma alanı vardı. Milletvekilleri de
geçmişiyle yüzleşmeye hazır bir kuşağı dinleyebiliyordu." yanıtını veriyor.
Uruguay'da her 24 Nisan'da, Osmanlı
yönetimi altındaki Ermeni toplumundan seçkin isimlerin tutuklanmasıyla
başlayan ve 1,5 milyon kişinin ölümüyle sonuçlanan dönemin yıldönümü
anılıyor.
Buna ek olarak, Temsilciler Meclisi
2000 yılından bu yana soykırımın
anılmasını resmileştirdi. Geçen yıl da
Uruguay Devlet Başkanı Jose Muji-
ca her yıl Montevideo'daki Ermeni
Meydanı'nda yapılan anma törenlerine
katıldı.
Uruguay'da yaşayan Ermenilerin sayısı çok fazla değil. 20 bin Ermeninin
yaşadığı tahmin ediliyor. Arjantin'deki Ermenilerin sayısı ise 130 binden
fazla, Brezilya'daki Ermeni nüfus 40
bin kişi. Ancak, Uruguay'daki Ermeni
toplumunun kamu yaşamında önemli
bir ağırlığı var.
Waneskahyan, "24 Nisan, Uruguay'ın
kamusal yaşamında gözden kaçmaz"
diyor.
Ermeni Davası Konseyi, yayımladığı yazılı açıklamada, "Fransa'nın,
Türkiye'nin yoğun lobi faaliyetlerine
karşın, Ermeni soykırımının inkârını
cezalandıran yasayı kabul etmesi,
insan haklarının savunulmasında bir
atılımdır" denildi.
Fransız Senatosundan 86'ya karşı 127
oyla geçen yasa şimdi Cumhurbaşkanı
Sarkozy'nin imzasına sunuldu.
Yasa, imzalandığı takdirde, Fransa'da
Yahudi Soykırımı'nı ve Osmanlı
İmparatorluğu döneminde 1 milyonu aşkın Ermeninin öldürülmesinin
soykırım olduğunu inkâr edenlere, bir
yıla kadar hapis ve 45 bin euro para
cezası getiriyor.
Uzmanlar, Sarkozy yönetiminin bu yıl
yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi
öncesi Ermenilerin oylarını hesaba
kattığına inanıyor.
Türkiye, 2006'da sunulan ama sonuçta
kabul edilmeyen tasarının sunulmasını kınamıştı. Ancak iktidar partisi
üyeleri Aralık'ta tasarıyı yeniden gündeme getirdi. Şimdi tasarının yasalaşması için gereken tek şey cumhurbaşkanının imzası.
Kaynak: http://www.bbc.co.uk
yeni çıktı
Sipariş için: [email protected]
kızılbaş - sayfa 57 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
KADERİN KARA KÖPEĞİ
YA DA BİR KEŞİF YOLCULUĞU
“Yarısı saklı kalmış geçmişinin… Kıraç Türk düzlüğünün soldurduğu Ellerinin rengine baktım”
Çocukluğumun geçtiği yerler, Birinci
savaş zamanının savaş bölgesi içinde
kalan savaş sonunda zorunlu göç
veren, zorunlu göç alan bir bölge
olduğundan, büyükler sohbet ederken
söz dönüp dolaşıp muhacirlik zamanına ve Ermeni sevkıyatı’na gelirdi. İlk
günlerde bunlara pek bir anlam veremez insanların göç yollarına neden
döküldüklerini anlayamaz, insanları
yollarda uzun insan zinciri şeklinde
düşünürdüm, anılar ortaya döküldükçe zincir hep uzardı. Zaman geçip
bu göç insanlarını ve bu insanlarının
acılarını anlamaya başladığımda; bu
insanları uzun zincir içinde sanki elden ele yangından bir şeyleri kurtarmak için işbirliği ve elbirliğiyle elden
ele umudunu taşıdığını düşünürdüm.
Dergilerde, kitaplarda ve albümlerde bu insanların göç fotoğraflarını
gördüğümde duygularım yine aynıydı, insanlar sanki bir umuda yolculuk
değil donmuş bir fotoğraf içinde
umutlarını elden ele uzatarak uzaklara kimsenin uzanamayacağı bir yere
taşıyorlardı.
Peter Balakian’ın anı kitabı Kaderi
Kara Köpeği’nin sahifelerine daldığımda da yine aynı duygulara kapıldım, Balakian’ın gelişme yolculuğu
içinde anlattığı aile üyeleri bir zincir
oluşturarak umutlarını elden ele kimsenin zarar veremeyeceği bir yere götürüyorlar. Kuşaklar boyu bir umudu,
bir direnci ve bir kararlılığı, büyük
babalar, büyük anneler, halalar, teyzeler umut ve direnç zincirinde ellerinin
üstünde birbirlerine aktararak acılarının üstesinden geliyor,yaşama tutunuyorlar. Zincir Orta Anadolu, Doğu
Anadolu, Kaf kaslar, Suriye,Avrupa
ve nihayet yeni dünyaya kadar bir
dünyayı sarıyor umutla ve dirençle.
Balakian ailesinin bu yolculuğunun
her sahifesinde ailesinden biriyle
yoldasınız bu bir sahifede babaanne,
diğerinde Peder Balakian’la, Tehleryan davasında, bir diğerinde Dede
doktor Balakianla birinci savaşta Osmanlı sahra hastanesinde, anneanne
ile büyük kuzenlerle tehcir (jenosid)
acılarına ortak ediyor. “Sanki acılar
mezarlığını çiğniyormuşum gibi acıyla geçtiğim bir sürü yer var” diyerek
Halkının uğradığı jenosidin bilincine
varıp neden kendisine daha önce bundan söz edilmediğini sorduğunda:
“Ama çocukların bunu bilmemesi
gerekir”
Sait Çetinoğlu
konvoylarında “yollarını artlarında
bir yük gibi taşıyarak” eşlik ediyor,
bir başka yerde çağdaş Amerikan
edebiyatının ustalarıyla karşılaşıyor,
Saroyan’ın coşkusuna, ütopyasına
ortak oluyor, halanın “Bizim ülkemiz
yok ama hayalimiz var” vurgusu
içinize bir başka hüzün doldururken,
sizi bir kez daha bu halkın acılarını
anlamaya çağırıyor.
.
Balakian, ailesinin yaşam öyküsü
içinde “hayatı kanlı bir zaman zinciri haline gelen” Ermeni halkının
umutlarını, acılarını ve direncini
anlatırken bu yolculuğu, “hakikate,
onura ve en nihayetinde umuda bir
yolculuktur”.
Balakian kuşaklar boyu acı çeken bir
halkın acılarını kendi gelişim tarihi
içinde anlatırken; “Ben sosyal değeri
olan bir şey veya ‘Ermeni’ kitabı
yazmak için işe koyulmamıştım,
milliyetçilik için pek az sevgi vardı
içimde,Ermeni etnik yaşamının öylesine dışında tutularak yetiştirilmiştim
ki, hayatım geçmişi bulmak için peşinden koştuğum bir ava dönüşmüştü.
Kendimi Ermenistan’ın ve ailemin başına gelen felaketle, jenosidin temsil
ettiği evrensel ve ahlaki değerlerle
meseleye çekilmiş bulmuştum” ifadeleriyle açıkladığı çalışmasını, büyüklerin aralarındaki konuşmaların satır
aralarındaki şifreleri çözerek, sanki
bir puzzle’ın parçalarını tamamlar
gibi, kayıp Ermeni dünyasından gelen
neslin duyarlığıyla bizleri halkının
“Hayatta ancak anlamaya hazır
olduğunda o olayları anlayabilirsin,
belki olayları bilmen senin için daha
kötü olurdu” cevabı bizde ki yaygın
kanının aksine ailesi Balakian’ı bir
ön yargı ile yetiştirmediğini aksine
jenoside tanık olmuş kuşağın sonraki
kuşakları bu travmanın ağırlığından
uzak tutmaya çalıştıklarını da bize
gösteriyor.
1960’lı yılların Yeni Dünyasında başlayan Balakian’ın gelişme yolculuğu,
içinde yolculuk eden aile üyelerinin
öyküleri geçen yüzyılın başındaki
İstanbul’da, Adana’da, Diyarbakır’da,
Halep’te, Kaf kasya’da, Orta ve Doğu
Avrupa’da ve Amerika’da geri dönüşlerle sürüyor. Ve onlar bu yolculuklarına hiçbir ülkeye ait olmayarak
“mitolojik bir pasaportla” devam
ediyorlar.
Kitabın sayfalarında, “Tam olgunlaştıkları, coşkulu ve yeni şeyler yaratacakları bir anda bir yazar kuşağının
1915’te susturulması, peşimi bırakmayan bir hayalet gibi aklıma gelip
durur” satırları sizi İstanbul’dan sürülen aydınlarla, sürgün konvoylarında can veren 1736 Ermeni aydınının
trajedisini anımsatacak, Tehleryan
duruşmasında jenosidi anlatmasını
isteyen yargıca Peder Balakian’ın;
“Bu benim beş yıldır acısını çektiğim
olaylara felaketlere dayanan bir öykü
olduğundan size anlatmam haftalar
hatta aylar alır” cevabına ve katliamı
yaptıktan sonra bir dua okuyarak
ruhunu temizleyen subayla ilgili ne
düşüneceğinize karar veremeyecek,.
“Hipokrat yemini ile kurtardıkları
jenosidi işleyenler olabilir bilgisi
arasında kalmış doktor” olarak dede
kızılbaş - sayfa 58 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Balakianın Osmanlı Ordu Hastanesinde çalışmasının ne anlama geldiğini
düşünecek, sağlık sorunlarından dolayı okula gidemeyerek kız kardeşinin
kitapları ve ev ödevleriyle kendisini
geliştirip saygın bir editör ve edebiyat
eleştirmeni olan halanın direncini, ya
kuzen Dovey’in öyküsü… Şair Balakian, direnci, onuru, umudu anlatarak
halkının ütopyasına bizi ortak ediyor.
Balakian bunların yanında bir başka
trajedilerini de “Yurttaşlık hakkımız
olan yas eylemlerimizi protestoeden” Türk örgütlerinin Ermenilerin
anma toplantılarını basarak engellemelerini şaşkınlıkla ifade ederek,
“Türk hükümetinin bize ve Dünyaya
gönderdiği mesaj şudur. Bu suçtan
kendimizi arındırmak için biz bir şey
söyleyeceğiz, vicdanımız yok bizim.
Biz yalnızca kurbanların ve onların
soyundan gelen insanları susturmak
istiyoruz” sözleri yıllardır süren bir
haksızlığı işaret ediyor.
Peter Balakian’ın, “Soykırım, ciddi
İnsan Hakları ihlalleri ve katliamların
önlenmesi” konusunda İngilizce yazılmış olan en iyi bilimsel eser dolayısıyla “Burned Tigris – Yanan Dicle”
kitabıyla 11 Kasım 2005 tarihinde
NY Soykırım Araştırma Enstitüsü
tarafından Rafael Lemkin ödülü aldığını ve bu ödülü “30 yıldır gösterdiği
cesaretle,çoğü Ermeni, Yahudi, rum
ve Kürtlere ilişkin tabu sayılan eserleri yayımlayan Zarakolu’ndan başka
birininLemkin ödülüne layık olabileceğini zannetmediğini” ifade ederek
bu duyarlı yazar ödülünü Ragıp Zarakolu İle paylaştığını da ekleyelim.
levon vartan'ın
unutmayalım....
kızılbaş - sayfa 59 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
"Cumhuriyet’in ‘azınlık raporu’ "
Hrant Dink Davası’nda çıkan karar
aslında beni şaşırtmadı. Çünkü bu
topraklardaki gayrimüslim düşmanlığının köklerinin ne kadar derinde,
dallarının ne kadar yaygın olduğunu
biliyorum.
Hrant Dink Davası’nda çıkan karar
aslında beni şaşırtmadı. Çünkü bu
topraklardaki gayrimüslim düşmanlığının köklerinin ne kadar derinde,
dallarının ne kadar yaygın olduğunu
biliyorum. İktidar partisinin tepkileri
yatıştırmak için kullandıkları “Yargıtay aşaması” sürecinin nasıl biteceğini de tahmin ediyorum. Çünkü hem
AKP’nin Ergenekonlaşmış bu devletle
giderek nasıl bütünleştiğini görüyorum, hem de Yargıtay’ın Pınar Selek,
Uğur Kaymaz, Baskın Oran, N.Ç.
başta olmak üzere daha nice dava
hakkında verdiği kararları biliyorum.
Bu hafta Cumhuriyet tarihi boyunca, devletin gayrimüslimlere karşı
işlediği suçların özet bir dökümünü
yapacağım. Böylece işimizin ne kadar
zor olduğunu görüp tekrar derlenip
toparlanalım.
» 16 Mart 1923’te, Mustafa Kemal
Adana’da esnafa yaptığı konuşmada
“Memleket en sonunda yine gerçek
sahiplerinin elinde karar kıldı. Ermeniler ve diğerlerinin burada hiçbir
hakkı yoktur. Bu bereketli yerler koyu
ve öz Türk memleketidir” dedi. Böylece Cumhuriyet’in azınlık politikalarının çerçevesi belirlenmiş oldu.
» Haziran 1923’te, Yahudi, Rum ve
Ermeni memurlar işlerinden çıkartılarak yerlerine Müslümanlar alınmaya
başladı. Gayrımüslim azınlıkların
Anadolu’da serbestçe dolaşımları
kısıtlandı. Karar öyle ani olmuştu ki,
pek çok kişi kısıtlamalar yüzünden
memleketine dönemedi, gittiği yerde
mahsur kaldı. Bu yetmezmiş gibi
Yahudilerin Filistin’e göçmelerine de
engeller konuldu.
» Eylül 1923’te, Kilikya (Adana
havalisi) ve Doğu Anadolu’dan savaş
sırasında göç eden Ermenilerin geri
dönüşünü yasaklayan bir kararname
çıkarıldı.
» Aralık 1923’te, Çorlu’da yaşayan
“kendi isteğiyle istifa etmiş” gibi
yapılarak konu kapatıldı.
» 22 Nisan 1926’da, ticari yazışmalarda sadece Türkçe kullanılmasını
mecburi kılan kanundan sonra idari
kadrolarda çalışan ve Türkçe yazı
diline hâkim olmayan gayrımüslimler işten çıkarılmaya başlandı. Bu
yönetmelik uyarınca işten çıkarılan
Rumların sayısı beş bindi.
Ayşe Hür
birkaç yüz kişilik Yahudi cemaatine şehri 48 saat içinde terk etmesi
emredildi. Hahambaşılığın müracaatı
üzerine karar ertelendi ancak benzer
bir karar Çatalca için alındı ve hemen
uygulandı.
» 24 Ocak 1924 tarihli Eczacılar Hakkındaki Kanun’la eczane açma yetkisi
“Türk bulunma” meselesine bağlandı.
» 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu uyarınca 40 kadar Fransız
ve İtalyan okulu kapatıldıktan sonra
sıra azınlık okullarının binalarının
onarımında, genişletilmelerinde, yeni
binalar yapmalarında kısıtlamalara
geldi. Okul programları ve sınavlar MEB tarafından denetlenmeye
başladı.
» 3 Nisan 1924’te, kabul edilen Avukatlık Kanunu uyarınca 960 avukat
iyi ahlaklı olup olmadığı açısından
değerlendirildi ve sonuçta 460 avukatın çalışma izni iptal edildi. Böylece
Yahudi avukatların yüzde 57’si, Rum
avukatların üçte biri işsiz kaldı. (İşsiz
kalan Ermeni avukat sayısı öğrenilemedi.)
» 29 Ocak 1925 gecesi, Fener Rum
Patrikliğine seçilen Araboğlu
Konstantinos bir trene bindirilerek
Selanik’e gönderildi. Suçu, hükümetin hoşuna gitmeyen biri olmasıydı.
Bu durum, Yunanistan tarafından
Lozan’ın ihlali olarak La Haye Adalet
Divanı’na ve Milletler Cemiyeti’ne
götürüldü ancak Türkiye’nin
“Patrikhane’yi de sınırdışı etme”
tehdidi savurması üzerine Yunanistan şikâyetlerini geri çekti ve Patrik
» 17 Şubat 1926’da, Medeni Kanun’un
kabulünden sonra, Ermeni, Yahudi ve
Rum cemaatleri, birbiri ardı sıra, Lozan Barış Antlaşması ile kendilerine
tanınan azınlık haklarından vazgeçtiklerini açıklamaya zorlandılar.
» 1 Ağustos 1926’da, devletin Lozan Barış Antlaşması’nın yürürlüğe
girdiği 23 Ağustos 1924’ten önceki
tarihlerde gayrımüslimlerce edinilmiş
tüm malları müsadere etme hakkına
sahip olduğu ilan edildi.
» 17 Ağustos 1927’de, Elza Niyego
adlı 22 yaşındaki Yahudi kızı, kendisine âşık olan ve uzun süredir taciz
eden evli ve torun sahibi Osman Ratıp
Bey tarafından öldürüldü. Olayın
devlet tarafından örtbas edilmeye
çalışıldığını gören Yahudi cemaatinin ilk kez sesini çıkarmaya cesaret
etmesi üzerine, gazetelerde yoğun bir
Yahudi düşmanı kampanya başlatıldı.
Bazı Yahudiler “Türklüğe hakaret
ettikleri” gerekçesiyle mahkemeye
verildiler.
» 13 Ocak 1928’de, rejimin gözüne
girmek isteyen bir grup Darülfünun
(İstanbul Üniversitesi) Hukuk Fakültesi öğrencisinin aldığı karar uyarınca, birden vapur, tramvay gibi toplu
taşıma araçlarına “Vatandaş Türkçe
Konuş!” yazılı pankartlar asılmaya başladı. Dönemin gazetelerinde
“Türkçe Konuş!” hitabına tahammül
edemeyen “sözde vatandaş”lardan
şikâyet ediliyordu. Bu tarihten itibaren kampanyanın gereklerine uymadıkları gerekçesiyle pek çok gayrımüslim hakkında Türklüğü tahkir
davası açıldı.
» 11 Nisan 1928 tarihli Tababet ve
Şuabatı San’atlarının Tarz-ı İcrasına
kızılbaş - sayfa 60 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Dair Kanun’la doktorluk “Türk olma”
şartına bağlandı. Böylece gayrımüslimler doktorluk yapamaz oldular.
» Eylül 1929’de, Defterdarlık, Yahudi
okullarını, Or Ahayim Hastanesi’ni,
Ortaköy Yetimhanesi’ni ve sinagogları ticari müessese sayarak bunlara
yapılan bağışları ve intikalleri vergilendirmeye karar verdi. Uygulama
geriye doğru, 1925 yılından başlatıldı.
Bu yüksek vergileri ödeyemeyen Hahambaşılığa haciz geldi. Hükümetin
baskıları sürdü ve bağışlar sıkı takibe
alındı.
» 1929-1930 arasındaki 18 ay içinde
Türkiyeli Ermenilerden 6.373 kişi
Suriye’ye göç etmek zorunda kaldı.
» 18 Eylül 1930’da, Adalet Vekili Mahmut Esat Bozkurt, Ödemiş
Yaylası’nda “Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi
Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk
vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmak, köle olmaktır” şeklindeki ünlü vecizesini söyledi.
» Ekim 1930’daki Belediye seçimleri
sırasında yeni kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın (SCF) listesinde
altı Rum, dört Ermeni ve üç Yahudi
olması üzerine, iktidardaki CHF
şiddetli bir gayrımüslim karşıtı kampanya başlattı. Parti kuruluşundan 99
gün sonra kendini feshetmek zorunda
bırakıldı ama gayrımüslimlere kızgınlık bitmedi.
» 11 Haziran 1932’de, yürürlüğe
konan Türk Vatandaşlarına Tahsis
Edilen Sanat ve Hizmetler Hakkındaki Kanun’la yabancıların bazı
mesleklerde çalışmaları yasaklandı.
Bu durum özellikle Yunan uyruklu
serbest meslek erbabını, küçük esnaf
ve sokak satıcılarını kapsıyordu.
» Kasım 1932’de, İzmirli her
Yahudi’ye Türk kültürünü benimsemeye ve Türk diliyle konuşmaya söz
veren birer taahhütname imzalatıldı.
İzmir Yahudilerini Bursa, Kırklareli,
Edirne, Adana, Diyarbakır, Ankara
Yahudileri izledi.
» 1933’te, Mardin’deki Süryani
Patrikliği, gizli ve açık baskılara
dayanamayarak “cemaatin arzusu
doğrultusunda”, “görülen lüzum üzerine”, “muvakkaten” (geçici olarak)
Mardin’den Suriye’deki Humus’a
taşındı. Ancak o günden beri geri
dönmesi mümkün olmadı.
» 14 Haziran 1934’te, kabul edilen
ve ülkeyi “Türk kültüründen olan ve
Türkçe konuşanlar” (has Türkler),
“Türk kültüründen olan ve Türkçe
konuşmayanlar” (Kürtler) ve “Türk
kültüründen olmayan ve Türkçe
konuşmayanlar” (gayrımüslimler
ve diğerleri) olarak üçe bölen İskân
Kanunu’ndan sonra Anadolu’nun
çeşitli yerlerindeki Rumlar ve Ermeniler, kendileri için uygun görülen
bölgelere sürüldüler.
» 21 Haziran-4 Temmuz 1934’de,
Irkçı Cevat Rıfat Atilhan ve Nihal
Atsız gibi ırkçı yazarların Yahudi
aleyhtarı ve ırkçı yazılarla galeyana
gelen kitleler, Çanakkale, Gelibolu, Edirne, Kırklareli, Lüleburgaz,
Babaeski’de Yahudilere saldırdılar.
Olaylarda Yahudilere ait evler ve
mağazalar yağmalandı, kadınlara
tecavüz edildi, bir haham öldürüldü.
CHF Trakya teşkilatının örgütlediği
anlaşılan olaylar sonucu 15 bin Yahudi, mal ve mülklerini geride bırakıp
can havliyle başka şehirlere, ülkelere
kaçmak zorunda kaldı. Olaylar yatıştığında bilanço ortaya çıktı. CHF’nin
hazırladığı bir rapora göre Trakya
ve Çanakkale’de yaşayan 13 bin
Yahudi’den üç bini İstanbul’a göçmüş,
pek çok kişi mallarını yağmalarda,
mülklerini ise yok pahasına sattıkları
için kaybetmişlerdi.
» 24 Temmuz 1937 tarihli Cumhuriyet
gazetesinde çıkan bir ilana bakılırsa,
Ankara Askerî Baytar Mektebi’ne
alınacak öğrencilerde aranan özelliklerden biri “Türk ırkından olmak” idi.
» 6 Eylül 1938 tarihli Cumhuriyet gazetesinde çıkan Türk Kuşu
Direktörlüğü’ne alınacak tayyare
öğretmenlerine dair bir başka ilanda
ise ifade biraz daha rafine hale gelmiş
ve “Türk soyundan olmak” haline
dönmüştü.
» Ağustos 1938’de, hükümet “Tebaası
oldukları devlet arazisinde yaşama
ve seyahat bakımından baskılara tâbi
tutulan Musevilerin bugünkü dinleri
ne olursa olsun Türkiye’ye girmeleri
ve ikametleri yasaktır” diyen 2/9498
numaralı kararnameyi çıkardı. Ülkenin tek resmî haber ajansı Anadolu
Ajansı’nda çalışan 26 Musevi personelin işine son verildi. Gazete ve der-
gilerde genel olarak azınlıkları, özel
olarak da Yahudileri ülkenin çektiği
sıkıntıların sorumlusu gösteren yazı
ve karikatürlerde patlama oldu.
» 1938-1939’da, yaklaşan savaşta milli güvenliği tehdit edecekleri gerekçesiyle, Anadolu’nun kırsal bölgelerinde
yaşayan gayrımüslimler büyük şehir
merkezlerine nakledildiler. Büyük
şehirlerin yaşam koşullarına ayak
uyduramayanlar ülkeden göç etmek
zorunda kaldı.
» Temmuz 1939’da, Hatay’ın
Türkiye’ye katılması sırasında bölgedeki Ermeniler baskılar sonucu
Suriye’ye göç ettiler.
» 8 Ağustos 1939’da, Avrupa’nın çeşitli yerlerinden topladığı 860 Yahudi
mülteciyi Filistin’e taşırken, yolda
karşılaştığı bazı sorunlar yüzünden
İzmir’e sığınmak zorunda kalan Parita gemisi, yolcuların “Bizi öldürün
ama geri göndermeyin” haykırışlarına
rağmen 14 ağustosta iki polis motorunun refakatinde limandan çıkarıldı.
Gemi çıkarılırken CHP’ye yakın Ulus
gazetesi “Serseri Yahudiler İzmir’den
gitti” diye başlık atmıştı.
» 28 Aralık 1939’da, Erzincan’daki
büyük depremde onbinlerce kişinin
öldüğünü duyan Tel-Aviv, Hayfa,
Buenos Aries, New York, Cenevre,
Kahire ve İskenderiye’deki Yahudi
cemaatleri aralarında topladıkları
paraları, giyim eşyalarını Türkiye’ye
yolladılar. Ancak gazetelerde Yahudilerin bu tavrını alaya alan, altında
kötü niyet arayan yazılar, karikatürler
boy gösterdi.
» 12 Aralık 1940’ta, Romanya’nın
Köstence limanından aldığı 342
Yahudi mülteci ile İstanbul’a varan
“yüzen tabut” namlı Salvador’un
(aslında 40 kişilik bir tekneydi) bir
mil bile gidecek hali olmadığı açık
olduğu halde Türk makamları, gemiyi
yoluna devam etmesi için zorladı.
Sonuç hazindi: 13 aralık günü Silivri
açıklarına şiddetli fırtınaya yakalanan
Salvador’un parçalarından tam 219
ölü toplandı.
» 22 Nisan 1941’de bir gün kapılarında beliren jandarmalar tarafından
12 bin gayrımüslim erkek, sivrisinek
kaynayan ve sıtma yayan bataklığın,
rutubet, çamur ve aşırı sıcağın bunalttığı, su darlığı çekilen altyapısız
kızılbaş - sayfa 61 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
kamplara gönderildiler. “İstanbul’u
unutunuz!” diye bağıran çavuşları ve
subayların sesi dönemi yaşamış tüm
azınlıkların belleğine yerleşti. 20
Kur’a İhtiyatlar denen bu “askerler”,
Zonguldak’ta tünel inşaatlarında,
Ankara’da Gençlik Parkı’nın yapımında, Afyon, Karabük, Konya, Kütahya
illerinde taş kırma, yol yapma gibi
ağır işlerde çalıştırıldılar ve ancak 27
Temmuz 1942 günü terhis edildiler.
» 15 Aralık 1941, Köstence limanından aldığı 769 Romen Yahudi’sini
Nazi zulmünden kaçırıp Filistin’e
götürmek isteyen Struma gemisi
Türk makamlarının yolcuların karaya
çıkmalarına izin vermemeleri üzerine, 2,5 ay Sarayburnu açıklarında
hastalıkla ve ölümle pençeleştikten
sonra zorla Karadeniz’e çıkarıldı. 23
mil açıkta, motorsuz, yakıtsız, yiyeceksiz, susuz, ilaçsız kaderine terk
edilen Struma 24 Şubat 1942 günü,
saat 02:00’de kimliği bilinmeyen denizaltılarca batırıldı. Faciadan sadece
bir kişi kurtuldu. Parita, Salvador
ve Struma gibi mülteci gemilerine
reva görülen muamele, aynı zamanda
Türkiye Yahudilerine verilmiş bir
mesajdı.
» 11 Kasım 1942’de, Şükrü Saracoğlu Hükümeti, savaş sırasında ortaya
çıkan mali sorunları aşmak gerekçesiyle Varlık Vergisi’ni çıkardı. Vergi
mükelleflerinin yüzde 87’si gayrımüslimdi. Ermeni tüccarlar kapital
güçlerinin yüzde 232’si, Yahudi
tüccarlar, yüzde 179’u, Rum tüccarlar
yüzde 156’sı, Müslüman-Türk tüccarların ise sadece yüzde 4,94’ü oranında vergilendirilmişlerdi. Vergilerini
ödeyemeyenler Aşkale, Sivrihisar,
Karanlıkdere kamplarına gönderildiler. Mart 1944’e kadar süren “Varlık
Vergisi Faciası” sırasında kimi malını, kimi canını, kimi onurunu, kimi
Türkiye’ye inancını yitirdi.
» 1946 yılında ilk kez üniversite mezunu gayrımüslimlerin yedek subay
olarak askerlik yapmasına izin verildi. Bu demekti ki, daha önce gayrımüslimlere bu yol kapalıydı. Ancak o
tarihten bu yana TSK’da gayrımüslim
bir komutana rastlanmadı.
» 1946’da, CHP’nin 9. Bürosu tarafından yayımlanan “Azınlık Raporu”nda
“İstanbul’da özellikle Rumlara karşı
ciddi tedbirler almalıyız. Bu anlamda söylenecek tek bir cümle var:
İstanbul’un fethinin 500. yıldönümüne kadar bu şehirde tek bir Rum bile
kalmamalıdır” deniyordu. Rapora
göre bu sorunun çözümüne geçilmeden önce Anadolu’nun geri kalan
kısmı da gayrımüslimlerden arındırılmalıydı.
» 1948’de, Yahudiler yeni kurulan
İsrail’e, Ermeniler ise Ermenistan
Sovyet Cumhuriyeti’ne göç etmeye
kalkınca, yıllardın onları kaçırtmak
için her şeyi yapan devlet ve devlet
güdümlü basın bu sefer de göçmek
isteyenleri “hain” gösteren yayınlara
başladılar.
» 6-7 Eylül 1955 günlerinde, Kıbrıs’la
ilgili olarak Londra’da toplanacak
üçlü konferansta Türkiye’nin “elini
güçlendirmek” için ağırlıklı olarak
İstanbul Rumlarına yönelik büyük
bir yağma harekâtı örgütlendi. Ancak
olaylar İzmir, Adana, Trabzon gibi
merkezlere de yayıldı ve sadece
Rumlar değil Ermeniler ve Yahudiler
de saldırılardan nasiplerini aldılar.
Kimi kaynaklara göre üç, kimine
göre 11 kişi öldü, yaklaşık 300 kişi
yaralandı, yüzlerce kadına tecavüz
edildi. Resmî rakamlara göre 5.300’ü
aşkın, gayrı resmî rakamlara göre
yedi bine yakın bina saldırıya uğradı.
Hasarın mali portresi konusundaki en
düşük tahmin o günün değerleriyle
150 milyon lira, en yüksek tahmin bir
milyar liraydı.
lar” olarak değerlendirildi.
» 1984’te, Fener Rum Patrikhanesi,
Heybeliada Ruhban Okulu’nun masraflarını karşılayamadığını söyleyerek
kapatılması için izin istedi ancak
o güne kadar okulu kapatmak için
elinden geleni yapan hükümet, Lozan
Barış Antlaşması, diğer ikili anlaşmalar açısından ve “mütekabiliyet ilkesi”
açısından bunun mümkün olmadığını
ileri sürerek, bu talebi kabul etmedi.
Bugün bir tek öğrencisi olmadığı halde Milli Eğitim Bakanlığı’nca atanan
okulun Türk yöneticisi her gün göreve
gitmekte. Patrikhane de okulu açık
tutmak için masraf yapmaya devam
etmekte.
» 1985-1990 arasında PKK’ya karşı korucu olmayı reddettikleri için
topraklarına el konularak yerlerinden
edilen “Melek Tavusa Tapan” Yezidiler kitlesel olarak Batı ülkelerine göç
etmek zorunda kaldı.
» 2000’li yıllarda Milli Güvenlik
Kurulu toplantılarının önde gelen
konularından biri “Misyonerlikle
mücadele” idi.
» 15 Kasım 2003, Şişli’deki Beth İsrail Sinagogu ile Galata’daki Neve Şalom Sinagogu’na iki Müslüman Türk
teröristi tarafından intihar saldırısı
yapıldı, eylemciler de dâhil 25 kişi
öldü, 300’den fazla kişi yaralandı.
» 1964’te, Kıbrıs Olayları’nın etkisiyle Türk-Yunan ilişkilerinin gerginleştiği ve ünlü Johnson Mektubu’nun
Türkiye’yi köşeye sıkıştırdığı günlerde, Atatürk ve Venizelos arasında
1930 yılında imzalanan “Dostluk Antlaşması” bir hükümet genelgesiyle,
Türk hükümetince tek taraflı olarak
iptal edildi. Türkiye’de doğup büyümüş, burada ticaret yapan, esnaflık
yapan, emekçilik yapan Yunanistan
vatandaşı on binlerce Rum sınırdışı
edildiler. Sürgünlerin yanlarına bir
bavul ve 200 lira almalarına izin
verilmişti. Onlarla evli Türk vatandaşı Rumların da ülkeyi terk etmesiyle
Rum cemaati yok olma noktasına
geldi.
» 5 Şubat 2006, Trabzon’daki Santa
Maria Katolik Kilisesi Rahibi Andrea
Santoro 16 yaşında bir genç tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
» 1974’te, İstanbul’daki Balıklı Rum
Hastanesi Vakfı Yönetim Kurulu ile
Hazine arasındaki bir dava nedeniyle
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun
verdiği bir kararda Türkiye’deki gayrımüslim vatandaşlar “Türk olmayan-
[email protected]
» 19 Ocak 2007’de, AGOS’un başyazarı Hrant Dink öldürüldü.
» 18 Nisan 2007, Malatya’da yedi
“milliyetçi” genç Hıristiyanlıkla
ilgili yayın yapan Zirve Yayınevi’ni
basarak üç büro çalışanını vahşice
öldürdüler.
Şimdi bu tarihçeye bakınca Hrant
Dink Davası’ndan çıkan karara şaşırılır mı? Sizi bilmem ama başta da
dediğim gibi ben şaşırmadım.
Taraf GAZETESİ
http://www.duzceyerelhaber.com/haber-detay.asp?id=5003&ust_MansetAyse_Hur_
kızılbaş - sayfa 62 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Cennet Bilek
Nefret Suçlarının Parolası:
“Benim Gibi Düşün!”
Nefret suçları çağımızın temel bir sorunudur. Bundan dolayı da yasaların
oluşturulması ve toplumsal ilişkilerin
düzenlenmesi noktasında göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir. Bu suçlar
aynı zamanda ön yargı suçlarıdır. Maalesef içinde yaşadığımız toplum ön yargıların egemen olduğu bir toplumdur.
Ön yargı toplumları etik ilkelerin dışında değer yargılarının egemenliği altında gelişen toplumlardır. Bu tip devletler
ve toplumlar oluşturduğu eğitimin örtük amaçlarında yurttaşlarına şu mesajı verirler; “Benim gibi düşün.” Benim
gibi düşün demek benim ahlaki, siyasi,
dini ilkelerime ve bunların içindeki önyargılara sadık kal demektir. Peki, devletlerin yurttaşlarından böyle bir şey
istemeye hakkı var mıdır? Elbette insan
ve haklarını merkez alan ve bu hakların doğal koruyuculuğunu üstlenen bir
yapının böyle bir şey istemeye ve kendi eğitim sisteminin örtük amaçlarına
önyargı suçlarının işlenmesine zemin
hazırlayan böyle bir istem ilkesini koyamaz. Hele de Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’ni kabul
etmişse, bu Beyanname’nin 26. Maddesinin 2. Fıkrasında şöyle denilmektedir:
“Eğitim insan kişiliğinin tam gelişmesini ve insan haklarıyla temel özgürlüklere saygının güçlenmesine yönelik
olmalıdır. Bütün milletler, ırk ve din
grupları arasında anlayış, hoşgörülülük
ve dostluğu teşvik etmeli ve Birleşmiş
Milletlerin barışı koruma yolundaki
çalışmalarını geliştirmelidir.” Peki, ülkemizde bu ilkeye eğitim sisteminde ve
kitle iletişim araçlarında ne kadar sadık
kalınıyor.
Nefret suçları sözlü tacizden nefretli konuşmalara ad veya lakap takmaya
etnik azınlıklara yapılan saldırılara kadar geniş bir çerçeveyi kapsar. Osmanlı
ve Cumhuriyet Türkiye’sinde “nefretin
nesnesi” olan toplumlar; Ermeniler, Yahudiler, Süryaniler, Yezidiler, Kürtler,
Çingeneler ve Alevilerdir… Bu kesimler
egemen anlayışın şu üst ilkesi ile “Ya
sev ya terk et” anlayışı ile olmadık aşağılanmalara maruz kalmıştır. “Ya sev ya
terk” söylemi zamanla dilin kodlarına
işlenmiş toplumsal kökenli bir ideoloji haline getirilmiştir. “Haydan gelen
huya gider” söylemi -buradaki Hay Ermeni demek Huy ise Rum- demektir.
Böyle bir söylemdir ya da “Mum söndü
yapmak”, “Alevilerin elinden yemek
yenmez” ya da “Alevilerin kestiği hayvanın eti yenmez.” Bunun gibi çok daha
fazla önyargı Bizans’tan günümüze kadar söylenmiş, bir koda dönüşmüş ve ön
yargı suçu olarak halen işlenmektedir.
Üç yıl önce 29 Eylül tarihli Haber Türk
gazetesindeki okuduğum haber bu
suçların günümüzde işlendiğinin çok
iyi kanıtıdır. Haber şöyleydi. Malatya
Hekimhan Devlet Hastanesi Müdürü
Nazmi Kurt mutfak şefi İbrahim Gür’ü
mutfak çalışanı Semanur Takmaz hakkında, “Bu Alevidir elinden yemek
yenmez. Yemeğe elini değdirme temizlik yaptır demişti.” İbrahim Gür’de
bu buyruğa uymuş Semanur Takmaz’ı
uyarmış itirazla karşılaşınca da satırı
Takmaz’a fırlatmış ve Takmaz’ın elini
kesmişti. Takmaz 25 gün iş yapamaz raporu almıştı. Maalesef böyle bir ülkede
yaşıyoruz. Bu ülkede Kürtler, ‘kuyruklu’, Ermeniler, ‘fille’, Yahudiler ‘cimri’,
Aleviler, ‘mum söndü’, ve hepsi de, “Ya
sev ya terk et” kılıcının altında yaşamaya çalışıyorlar. Kılıcı elinde tutanlarsa
zihin kötürümü olmuş bir anlayışın
devamı. Bu adamların yaptıklarıyla
Hitler’in yaptıkları arasında ne fark var
ki? Ya da Lozan’da doktora yaptıktan
sonra Atatürk tarafından ”Hukuk Reformu yapmakla” görevlendirilen ve şu
sözüyle “Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek
hakları vardır; hizmetçi olma hakkı,
köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler.”
Nefret suçu işleyen eski Adalet Bakanı
Mahmut Esat Bozkurt arasında.
Bir sistem düşünün ki eşitlik ve adalet
algısı böyle olan bir adama hukuk reformu yapması için görev versin. O adam
da bu konuda çalışmalar yapsın ve Adalet bakanı olsun. Maalesef bizler böyle
bir adamın yasalar yazdığı bir ülkede
yaşıyoruz ve o ülkede nefret suçları hala
işleniyor ve bu zihniyet olduğu sürece
de işlenmeye devam edecek. Onun için
nefret suçlarına karşı yasalar çıkartarak herkesi korumak devletin en birinci
ödevi ve görevi olmalıdır. Yoksa yeni
Mahmut Esat’lar yeni Güner Ümit’ler
ve yeni M. Ali Erbiller tepemizde kılıçlarını sallayıp duracaklardır.
avrupaiçin: tel: +49 (0)15145502556. [email protected]
konur sok­­no 13 ­­kurgu kültür merkezi­­- ankara
kızılbaş - sayfa 63 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
DAWETNAME
Me damezrandina Waqfa İsmaîl
Beşîkçî di roja jidayikbûna İsmaîl
Beşîk...çî (07.01.2012) de bi daxuyaniyeke çapemenîyê ji raya giştî re
ragîhandibû.
Me civîna ewil a danasînê li Swêdê
li bajarê Stockholmê pêk anî.
Em ê civîna duwemin a danasînê
di 18 Sibat 2012’an de roja şemîyê
li İSTANBUL TAXSİM HİLL
OTEL’ê, di navbera saet 14:00 û
17:00’an de pêk bînin.
Di vê civîna danasîna Waqfa İsmaîl
Beşîkçî de bi beşdarbûna we em ê
şad û bextewar bin!
Digel rêz û silavan!
WEQFA İSMAİL BESİKÇİ
DESTEYA RÊVEBİRİYÊ
DAVET
İsmail Beşikci Vakfı'nın kuruluşunu İsmail Beşikçi’nin doğum
günü olan 7 Ocak 2012 tarihinde
bir basın açıklamasıyla kamuoyuna duyurmuştuk. Vakfımızın
tanıtım toplantılarının ilki İsveç’in
Stockholm kentinde yapıldı.
ikincisi 18 Şubat 2012 tarihinde
Cumartesi günü İstanbul Taksim
HİLL OTEL’de 14:00-17:00 saatleri
arasında yapılacaktır.
Vakfımızın tanıtım toplantısında
sizleri de aramızda görmekten
mutluluk duyacağız.
Sevgi ve saygılarımızla.
İSMAİL BEŞİKÇİ VAKFI
YÖNETİM KURULU
İsmail Beşikci Vakfı
Kuloğlu Mah. Ayhan Işık Sok.
No: 21/1 Beyoğlu/İstanbul
Tel: 0212 245 81 43
Kızılbaş Yayınevi
Kitap-Dergi-Afiş Dizgi Tasarım-Grafik
Dijital ve Ofset baskı işleriniz itina ile yapılır.
Tel: +49 (0) 177 502 88 53
[email protected]
DOST PAZARI
Satılık Arsa: İzmir Çandarlı Dikili arasında Bimeyko
sitesinde 378 m² imarlı ifrazlı köşebaşında 2,5 kat %20
müsadeli mustakil tapulu. fiyatı 40.000 tl.
[email protected]
Dikmen İlkerde 5 yıllık 4 katlı garajlı, depolu, ful yapılı.
3+1 139 m² 2. kat daire acele sahibinden satılık 175 tl.
Telefon 0535 73 29 647
Tekirdağı Marmaraereglisi Yeni Çif lik Köyünde
1600 m² arsa sahibinden satılık 65,000 tl
[email protected]
İstanbul Silivride ve Çatalcada 100 adet
farklı büyüklüklerde müstakil arsa ve tarla satılıktır.
tel: +49 (0) 177 502 88 53
[email protected]
kızılbaş - sayfa 64 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53
Bawa Sêyd Rizay
Babaê Sêyd Rızay
Vaji vaji, cêncenia to Babay sero vaji
Vaji vaji, cêncenia Babay sero vaji
Bavaê mı ospor biyo, şiyo Xozato vêsaye
Bıko dirê sêrri cêno, pasayen u begleriya Kırmanci
Cınaza vıstêwri u zamay naê tê dıma
Kertê Borızo ser de anê
Şıx Hesenê mırê vazê
‘Laê mı uwa ke tı vana êndi a niya
Bê mezela Bavay sero
Tarıq u numrê kistene laê mı yazmişke’
Cırê xo dêşt komete vıraji
Bao meberve, dina Hêq de
Merexê Şıxeseno u Dêrsimi Bavaê to bi
Êndi her kes beno sa, merdena mırê biyê raji
Bavaê mırê merex nêbo
Mı laê xo sero roz u cemê Şine de qewğa gurete
Şina vêsaiya de kerde melule, ax bıko çıla fener uqaji
Dina alem ke mırê vazo derdê mı gırano
Bavaê xo sero ez danupêro
Ê mın u mêrdê qırğıji hata az ve aji
Aşırê Alla içun vazê
Çıla mumıne bıcêri wertê aşıranê Şixhesenu ve
Aşiranê Dêrsim ra şêri
Kotê dina de bıvên taisê na laci
Hala bêre mınu ğezevê Bavaê mı na hêkmete
Hala bêre sêrkêre ğezevê Hêq na hêkmete
Êwro pusula arda tıra niyadanê
Vake cına za vıstêwri u zamay naê têdıma diyarê
Borızu ser de vete
Ax Baba’m dinalıga sêwtmale de yê kistene niyo
Bıko tesela piyê to yê kokımi kote
Şixhesenê mırê vazê, “Laê’m êndi awa ke tı vana
a niya
Bê mezela Bavay sero oronce hêws u komete
Bao merex meke na qesa qevul nêkero, na dina
de Mehemedê homete
Bavaê xo sero vaze ke ez pêrodi, bıko wad bo ke
dina de
Na derd u efkar mıde nêro axrete
Mı va hêfê Sultan Sılêmanê mı, serd biyayêna
cêno
Niştêro phoşta mı çar tenê Dêrsımo, ax xayına
na dewlete
Usar nao amo, şili vorenê, Bavaê mı laşêr derey
kerdê şêni
Laşêr gınêde Sultan Sılêmanê mı, derey kerdê şêni
Alla içun qesey bıkêre, koti emsalê
Bavaê xo u çhêren ez bıvêni
“Bao merex meke, dina sêwtmale de mo xovir ra
bıke
Tım lazê camerdo mırenê,
Mıra tepia bıwaze weşia bıraê mı Şıxhesêni
Şina mêrase cigerê mı govano
Şine mêres bımano, Sultan Sılêmanê mı gavano
Van nêvan Bavaê mı çhêria xode ro, gos ra mı
nênano
Mı va “Laê mıgos ra mıne sona koti
Lınga xo ro çê mêrdê Qırğıci mefiye,
Mêrdo Qırgız dısmeno khano, hêfê xo kêş rê
nêverdano
Serra ke Memed Ağaê lacê Sılêman Ağay
Destê Babaê mıra biyo dırvetın, atsê xo dırvetonê
xora ontê
Dısmale de gırêdê, cayê xo sero qonağ de fiştê darde
Son be son naleno, cêro dırvetonê xode niyadano
Bavaê mı ez naleno, hata roza merdene to sero
danpêro
Belka peyniye de cinika viyaê warê mıde nêmano
Se u zu laz ke bêro, Bavaê mı sultan Sılêmano.”
Vatoğ: Sılêmono Qıc

Benzer belgeler

kızılbaş

kızılbaş veröffentlicht generaldirektor freizugeben. sakine polat genelyayın yönetmeni ali ülger tr. hukuk danışmanları: av. nadide metin erdoğan av. erdal doğan av. hıdır özcan ankara temsilcisi: hatice çe...

Detaylı

- Kızılbaş

- Kızılbaş veröffentlicht generaldirektor freizugeben. sakine polat genelyayın yönetmeni ali ülger tr. hukuk danışmanları: av. nadide metin erdoğan av. erdal doğan av. hıdır özcan ankara temsilcisi: hatice çe...

Detaylı

- Kızılbaş

- Kızılbaş veröffentlicht generaldirektor freizugeben. sakine polat genelyayın yönetmeni ali ülger tr. hukuk danışmanları: av. nadide metin erdoğan av. erdal doğan av. hıdır özcan ankara temsilcisi: hatice çe...

Detaylı

kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü!

kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! veröffentlicht generaldirektor freizugeben. sakine polat genelyayın yönetmeni ali ülger tr. hukuk danışmanları: av. nadide metin erdoğan av. erdal doğan av. hıdır özcan ankara temsilcisi: hatice çe...

Detaylı

kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü!

kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! veröffentlicht generaldirektor freizugeben. sakine polat genelyayın yönetmeni ali ülger tr. hukuk danışmanları: av. nadide metin erdoğan av. erdal doğan av. hıdır özcan ankara temsilcisi: hatice çe...

Detaylı