EDEP YA HU! - Mehmed Zahid Kotku KS
Transkript
EDEP YA HU! - Mehmed Zahid Kotku KS
EDEP YA HU! Mehmed Zahid Kotku Mü’minlere Va’zlar Vuslat: 1 Tasavvuf-Hikemiyat Serisi: 1 Isbn 978-605-61107-0-2 Basım Tarihi Şubat 2010 Baskı / Cilt Metkan Matbaası Merkezefendi Mh. Yılanlı Ayazma Sk. Örme İş Merkezi No:8/1 Davutpaşa - Zeytinburnu / İstanbul Tel: (0212) 483 22 22 İç Tasarım İrfan Güngörür Kapak Tasarım Sena İzgi © Tüm yayın hakları VUSLAT VAKFI’na aittir. Kaynak gösterilerek iktibas yapılabilir. VUSLAT Eğitim, Yardımlaşma, Kültür ve Çevre Vakfı www.vuslatvakfi.com Şems-i Tebrizi Mah. İstanbul Cd. No: 149/2 Karatay / Konya Tel: +90 332 350 64 99 Mehmed Zahid Kotku MÜ’MİNLERE VA’ZLAR İstanbul - 2010 İÇİNDEKİLER Seyyid Mehmed Zahid Kotku (ks) Hazretleri Hakkında Kısa Bilgiler, 7 ÖNSÖZ, 39 GİRİŞ, 45 MEVZULARA GİRİŞ, 55 DUÂLARDAN EVVEL OKUNULACAK KELİMELER, 77 DUÂ HUSUSUNDAKİ İHTİLAFLAR, 91 Duâların On Adabı Vardır, 108 Hazreti Aişe (Radiyallahu anha)’nın duâsı, 123 Hazreti Fatıma (Radiyallahu anha)’nın duâsı, 123 Ebubekir Sıddik (r.a.)’ın duâsı, 124 Büreyde el-Eslemi (r.a.)’ın duâsı, 126 Kubeysa b. Muharik’ın duâsı, 126 Ebu-d’Derda (Radiyallahü Anh)’ın duâsı, 127 Halil İbrahim (Aleyhisselam)in duâsı, 129 İsa (Aleyhisselam)’ın duâsı, 129 Hızır (Aleyhisselam)’ın duâsı, 130 Ma’ruf-ı Kerhi (Rahimehullah)’nın duâsı, 130 Adem (a.s.)’ın duâsı, 149 Mü’minlere Va’zlar 6 İBRAHİM EDHEM HAZRETLERİNİN DUA’SININ TÜRKÇESİ, 155 TOPLU OLARAK ZİKİR ETMENİN FAZİLETLERİ, 213 KUR’AN-I AZÎMÜŞŞAN’I OKUYUP OKUTMANIN LÜZUMU HAKKINDA, 221 NAMAZDAKİ DUALAR VE NAMAZ, 243 KÜÇÜK GÜNAHLAR, 315 Amma Âfât el-Yed İlleti Ba’duha Kebâiri ve Ba’duha Sağâiri ve Ba’duha Mekruhun Gayri Mâ Zükerre Fil Kebâiri ves-Sagairi, 440 Ve Amma Afâtü’l-Üzüni Elleti Bazuhâ Kebariün ve Bazuhâ Seğâirün Fe Hiye İsna Aşereti, 449 Göz İle İlgili Günahlar, 454 Karnın (Midenin) Âfetleri, 458 Fercin Âfatları, 467 Ayakların Afâtı, 471 Bütün Bedenin Âfatı, 475 SON SÖZ, 547 CENÂB-I PEYGAMBER (S.A.V) EFENDİMİZİN MUBAREK FEM-İ SAÂDETLERİNDEN SUDÛR EDEN DUÂLAR , 561 Seyyid Mehmed Zahid Kotku (ks) Hazretleri Hakkında Kısa Bilgiler Dünyaya bir göz atınız. Huzur ve mutluluk adına neler görüyorsunuz? İnsan huzur ve mutluluğu nasıl yakalayacak? Bu konu çoğumuzun bildiği bir gerçek ki, huzur ve mutluluğun merkezi, itikat, amel-i salih ve iyi ahlak ile Allah sevgisi dolu bir kalbdir. Allah (CC)’ın yüce elçisi (sav) şöyle buyuruyor: “Dikkat ediniz! İnsan vücudunda öyle bir et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün vücut iyi olur. Eğer kötü olursa, bütün vücut bozulur. İşte, o et parçası kalbdir.” (Buhari) Kalb, öyle harikulâde özelliklere sahip ki... Ancak Rabbimize yönelmekle huzur buluyor. Çünkü kalbin yaratıcısı Allah-ü Teâlâ... Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Dikkat ediniz! Kalbler ancak Allah (CC)’ı anmakla huzur ve sükûna kavuşur.” (Râ’d:28) Allah (CC)’a yönelen bir kalbin sahibinde sevgi, merhamet, iyilik, hoşgörü gibi ulvî duygular gelişir. İç âlemi zenginleşir. Gönül âleminde nur meydana gelir ve sonunda huzur ve mutluluk iklimine yelken açar. Kalbin bu ulvî yüksekliğe ulaşması için ehil kılavuzlara ihtiyaç vardır. Kendisi bu noktaya ulaştıktan sonra, başkalarını da yükseltebilecek kemâlât ehline... Bu gönül mimarlarından biri de Gümüşhaneli Dergâhı’nın postnişinlerinden Mü’minlere Va’zlar 8 Silsile-i Zeheb’deki Mürşid-i Kâmil Mehmed Zahid Kotku rahmetullahi aleyhtir. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin naklettiklerine göre babaları O’na: “Oğlum Mehemmed!” diye hitap edermiş. Soyadlarının ‘mütevazi’ manasına geldiği nüfus cüzdanının başına not edilmiş idi. Tevellütleri; hicrî 1315, milâdî 1897 yılında Bursa Şehrinde, kale içinde Türkmenzâde Çıkmazı’ndaki baba evinde vaki olmuştur. Ailesi Babaları ve anneleri Kafkasya’dan 1297’de göç eden müslümanlardandır. Dedeleri Kafkasya’da Şirvan’a bağlı eski bir hanlık merkezi olan Nuha’dandır ki burası dağ eteğinde, ipekçilikle meşhur, ahalisi müslüman, hâlen Azerî Türkçesi konuşulan bir yerdir. Babaları İbrahim Efendi, Bursa’ya 16 yaşlarında iken gelmiş, Hamza Bey Medresesi’nde tahsil görmüş, muhtelif yerlerde imamlık yapmış, Hazret-i Peygamber (sav) sülâlesinden bir Seyyid ve mutasavvıftır. 1929’da 76 yaşlarında iken Bursa Ovasındaki İzvat Köyü’nde vefat etmiş ve oraya defnolunmuştur. Anneleri Sabîre Hanım da Seyyide’dir. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri 3 yaşlarında iken muhterem anneleri yeni bir kardeş dünyaya getirmiş ve lohusalık hali devam ederken şehit olmuşlardır. Bursa’da bulunan Pınarbaşı Kabristanı’na defnedilmişlerdir. Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin muhterem anneleri ile ilgili hafızalarında kalan tek şey; muhterem babalarının bir bayram öncesi eve gelirken yanında bir çift pabuç getirmesi ve “Oğlum Mehemmed, annen sana bunları cennetten gönderdi” demesidir. Mehmed Zahid Kotku 9 Bu anne ve babadan doğma ağabeyleri Ahmed Şâkir (1308 – 1335) subaylık yapmış, Kudüs’te ve Çanakkale’de bulunmuş, siperlerde hastalanmış ve 28 yaşlarında iken vefat edip, Söğütlüçeşme mezarlığına defnolunmuştur. Aynı anneden bir küçük kardeşleri daha olmuşsa da çok yaşamamış ve birkaç aylık iken vefat etmiştir. Babalarının ikinci evliliği yine Dağıstan muhacirlerinden, Fatma Hanım’ladır. Ondan doğma üç kız kardeşleri olmuştur. Bunlardan Pakize Hanım’ın efendisi de, Bursa Ulu Cami imamlarından ve İsmail Hakkı Tekkesi şeyhlerinden merhum Ahmet Efendi (ks)’dir. Bugünkü anlamda ipek böcekçiliği zanaatını Kafkasya’dan Bursa’ya dedeleri getirmişlerdir. Kendileri çok köklü ve zengin bir aileye mensup olmakla birlikte tamamen zühd içerisinde yaşamayı şiar edinmişlerdi. Tahsili Mehmed Zahid Efendi (ks) Hazretleri ilk mektebi Oruç Bey İbtidâîsi’nde okumuşlar, ardından Maksem’deki idâdîye devam etmişler, sonra da Bursa Sanat Mektebi’ne girmişlerdir. Bu esnada Birinci Cihan Harbi dolayısıyla 19 yaşlarında iken 27 Nisan 1916’da askere alınmışlar, senelerce askerlik yapıp, birçok hastalıklar atlatmışlardır. Ordunun Suriye’den çekilmesinden sonra, binbir güçlükle İstanbul’a dönmüşlerdir. 23 Temmuz 1919 Cuma gününden itibaren 25. Kolordu 30. şubede yazıcı olarak vazifeye devam ettikleri, 1922 Martında hala bu vazifede oldukları hatıra defterinden anlaşılmaktadır. Tasavvufî ve Dinî Hizmetleri Hoca Efendi Hazretleri (ks) İstanbul’da bulunduğu esnada çeşitli dini toplantılara, derslere, camilerdeki vaazlara de- Mü’minlere Va’zlar 10 vam etmişlerdir. Bilhassa Seydişehirli Abdullah Feyzi Efendi (ra)’yi çok sevdikleri anlaşılıyor. 29 Temmuz 1920 Cuma günü, Cuma namazını Ayasofya Camii’nde edâdan sonra Vilayet önünde bulunan Fatma Sultan Camii yanındaki Gümüşhâneli Tekkesi’ne giderek Dağıstanlı Ömer Ziyâüddin Efendi (ks)’ye intisâb eyleyip günden güne ahvalini terakki ettirmişlerdir. Ömer Ziyâüddin (ks) Hazretleri’nin, 18 Kasım 1921 (Hicri 1339) Cuma günü vefatından sonra postnişin-i irşâd olan Tekirdağlı Mustafa Feyzi (ks) Efendi’nin yanında tahsil-i kemâlâta devam etmişler, birçok defalar halvete girmişler, 27 yaşlarında hilâfetnâmeyle birlikte Râmuzü’l-Ehadis, Hizb-i A’zam ve Delâilü’l-Hayrât icâzetnâmelerini de alarak Beyazıt, Fatih ve Ayasofya Camii ve Medreselerinde derslere devam etmişler, bu esnada hafızlıklarını da tamamlamışlardır. Aynı zamanda hocasının işareti üzere muhtelif kasaba ve köylerde dini hizmetler îfa etmişlerdir. Mustafa Feyzi (ks) Hazretleri’nin vefatından sonra Bursa’ya dönerek yerleşmişler ve evlenmişler, 1929’da vefat eden babalarının yerine Bursa Ovasındaki İzvat Köyünde 15–16 sene kadar imamlık yaptıktan sonra, Bursa’da önce bir müddet Veled Veziri Camisi’nde fahri hatiplik yapmışlar, daha sonra, Üftade Camii Şerifi’nin imam-hatipliğine tayin edilerek, şehirde hisar içindeki baba evine yerleşip, burada, 1945’den 1952’ye kadar hizmet etmişlerdir. 1952 Aralık ayında, Gümüşhaneli Dergâhı Postnişini eski tekke arkadaşı Kazanlı Abdülaziz (ks) Hazretleri’nin vefatı üzerine onun hizmet ettiği Zeyrek Çivicizade Camisi’nde hizmete başlamışlar ve burada 1/10/1958 tarihine kadar vazife yapmışlardı. Daha sonra İskenderpaşa Camii Şerifi’ne Mehmed Zahid Kotku 11 nakil olunmuşlar ve vefatlarına kadar da bu camide vazifeli olarak kalmışlardır. Ahirete İrtihalleri Hocamız Mehmed Zahid (ks) Hazretleri, vefatından takriben bir sene kadar önce rahatsızlanmışlardı. Şiddetli ağrılarından sürekli olarak muzdariplerdi ve zor ayakta durabiliyorlardı. 1979 yazında uzun zaman kalmak üzere gittikleri Hicaz’dan, ağır hasta olarak 1980 Şubat’ında dönmek zorunda kalmışlardı. 7 Mart 1980’de ameliyata girdiler ve midelerinin üçte ikisi alındı. Ameliyattan sonra tedricen düzeldiler. Hatta 1980 Ramazanında hiç aksatmadan oruç tuttular, hatimle teravih kıldılar, vaaz ettiler, Hac mevsimi gelince de son haclarına gittiler. Orada rahatsızlıkları iyice nüksetmişti. Haccı güçlükle ifadan sonra, 6 Kasım 1980’de İstanbul’a döndüler. 13 Kasım 1980’de (5 Muharrem 1401), Perşembe günü gözyaşları ile uyur gibi bir halde iken ahirete irtihal eylediler. Cenaze namazları 14 Kasım 1980 Cuma günü Süleymaniye Camii’nde muhteşem, mahzun, vakur ve edepli bir cemm-i gafir tarafından kılınarak, mübarek vücutları, Süleymaniye Camii haziresinde, kendisinden feyz aldığı hocaları ve üstadlarının yanındaki istirahatgâhlarına defnolundular. Vefatları İslâm Âleminde büyük üzüntüye yol açmış, Suudi Arabistan’da, Kâbe’de, Kuveyt’te ve daha pek çok şehirde gıyablarında cenaze namazı kılınmıştır. Vefat tarihi olan 13 Kasım 1980 tarihli takvim yapraklarında çok manidar ibareler yer alıyordu. Meselâ bunların birindeki şu nazım şâyân-ı taaccübdür: Mü’minlere Va’zlar 12 Arkamdan Ağlama Öldüğüm gün tabutum yürüyünce Bende bu dünya derdi var sanma! Bana ağlama,”Yazık, yazık!” “Vah, vah!” deme! Şeytanın tuzağına düşersen vah vahın sırası o zamandır. Yazık yazık asıl o zaman denir. Cenazemi gördüğün zaman “Elfirak, elfirak!” deme! Benim buluşmam asıl o zamandır. Beni mezara koyunca elveda demeye kalkışma! Mezar cennet topluluğunun perdesidir. Mezar hapis görünür amma, Aslında cânın hapisten kurtuluşudur. Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret! Güneşle aya batmadan ne ziyan gelir ki? Sana batma görünür amma Aslında o doğmadır, parlamadır. Yere hangi tohum ekildi de yetişmedi? Neden insan tohumu için Bitmeyecek, yetişmeyecek zannına düşüyorsun? Hangi kova suya salında da dolu olarak çekilmedi? Can Yusuf’un kuyuya düşünce niye ağlarsın? Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç! Çünkü artık hay-huy’un, mekânsızlık âleminin boşluğundadır. Şemâil-i Şerifi Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri uzunca boylu, iri kemikli, yapılıca, heybetli, pehlivan gibi bir zattı. Beyaz tenli, dolgun pembe yanaklı, uzunca ak sakallı, geniş alınlı, aralıklı kaşlı, irice başlı, gül yüzlü, sevimli, alımlı bir kimse idiler. Gençken zayıf olduklarını, öksüzlükte yemek yerine yu- Mehmed Zahid Kotku 13 murta içivererek böyle iri vücutlu olduklarını gülerek anlatırlardı. İlk görüşte insanda sevgi ve saygı uyandıran bir halleri vardı. Tanıdığına tanımadığına selâm verir, güler yüz gösterir, gönül alırlardı. İlk nazarda koyu kestane renkli görünen, fakat dikkatle bakılması imkânsız, esrarlı ve derin manalı gözleri vardı. Gözleri içinde kırmızılık, sırtlarında ve karınlarında ise avuç içi kadar iri bir ben mevcuttu. Hafızaları çok kuvvetli idi, konuşmaları tatlı ve sâfiyâne idi. Şahsiyetleri Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, çok kere halk telaffuzu kullanır, karşısındakine söz fırsatı tanır, çok iyi bildiği bir şeyi bile sanki ilk defa duyuyormuş gibi yumuşak bir tavırla dinler, manalı ve nükteli cevaplar verirlerdi. Sohbetleri hoş, hutbeleri fevkalâde celâlli olurdu. Hutbe esnasında seslerini yükseltir, ordu önündeki bir komutan gibi celâdetle ve irticalen konuşurlardı. Kerametlerini gizler, kendilerini hiç belli etmez, kimsenin kusurunu yüzüne vurmaz, mütevazi, güler yüzlü, bakışlarıyla insanın içini okur, herkesin haline göre konuşur, kişinin bilmediği şeyi sorup mahcup etmezlerdi. Talebelerine ve insanlara karşı alçak gönüllü davranır, onlara bir kardeş gibi muamele ederlerdi. Öyle ki, bu duruma aldanan insanlar, kendilerini nerede ise bir arkadaş gibi görürdü. Çok temiz ve titizlerdi. Önüne bir şey damlasa “eyvah kabahat ettik” derlerdi. Çoğu zaman sofralarında misafir bulunurdu. Hiçbir zaman hiçbir kimseye emir vermezlerdi. Zengin fakir demez, herkesin davetine gider, gönül yaparlardı. Bazen de davetsiz gider, fakir yahut hastanın gönlünü alır, dua ederlerdi. Sıkıldıklarını hiç belli etmezlerdi. “Aman sakın bir kalp kırmayın, kırarsanız o size yeter de artar” der- Mü’minlere Va’zlar 14 lerdi. Dostlarına vefaları emsalsiz idi; onları ziyaret eder, arar, sorarlardı. Akrabalarına karşı vazifelerinde kusur etmez ve onlara karşı hiçbir yardımı esirgemezlerdi. İnsanlarla konuşurken, gülümseyerek söz söylerler, kimseye doğrudan şöyle yap, şöyle yapma demezler, îmâ ile, misalle, dolaylı yoldan arzularını anlatırlardı. Dini mevzularda olmayan suallere net cevap vermezlerdi. Özel hayatlarında ev halkına karşı müşfik ve latifeli davranır, onlara doğrudan doğruya bir şey emretmez, “bir çay olsa içeriz” gibi tabirler kullanırlardı. Hocamız (ks) Hazretleri, daima telmih ve îmâ ile söylerler, anlaşılmazsa sabrederlerdi. Midelerinin üçte ikisi alınacak hale geldiğinde bile, hastalıklarından hiçbir şikâyette bulunmamışlardı. Rahatsız oldukları, hacı annemiz tarafından kısa istirahatları sırasında çıkardıkları hafif sesle anlaşılabilmişti. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri kimseye sert muamele etmezler ve kimsenin gönlünü kırmazlardı. Kendileri İslam’a aykırı olmayan hemen her teklife ‘peki’ derlerdi. Gerçekleşmesi mümkün olmayan tekliflere bile peki demişler, vefatlarından kısa bir zaman önce de “Siz peki demesini öğrenesiniz diye, olur olmaz tekliflerinize peki diyorum” buyurmuşlardır. “Pekey demesini öğrenmek lazım” ve “Arkadaşlık pekey demekle kaimdir” sözleri meşhurdur. Tevâzu ve Teslimiyetleri Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri o kadar büyük bir tevazu sahibi ve kendisini gizlemekte o kadar mahir idiler ki; en iyi bildikleri bir mevzuyu dahi, muhatapları, Hocamız Mehmed Efendi (ks)’nin bilmedikleri zannı ile uzun uzun izah ederken, Hoca Efendi (ks) Hazretleri hiç seslerini çıkarmadan, onu sonuna kadar dinlerlerdi. Ziyaretlerinde bulun- Mehmed Zahid Kotku 15 muş bir yabancı, Hocamız (ks)’ın tevazusunu ‘riyaya kaçmayan bir tevazu’ olarak nitelendirmiştir. Kendileri; kerametleri zahir büyük bir mürşid-i kâmil ve zamanın kutbu olmalarına rağmen, makamını ve kemâlâtını gizlerler, normal insanlardan biri gibi görünürlerdi. Talebeleri kendilerinin bu halinden çoğu zaman aldanır ve edebe muhalif laubaliliğe düşebilirlerdi. Gene bu tevazu sebebiyle insanlar Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’ni cana yakın bulur, kendisinden çekinmez ve O’na yaklaşır, istediği suali içinden veya dışından sorardı. Suallerin cevapları, soranı mesul mevkide bırakmamak için net olmaz, dolaylı olurdu. Tasavvufu çok iyi biliyor, ne muazzam mutasavvıf, ne kadar üstün bilgili adam, denmesini hiç mi hiç istemezlerdi. Bilen bilmeyen herkese kapılarını açık tutmak için tevazuyu hiç terk etmemişlerdi. Her görenin O’nu bir köy imamı zannetmesine bayılırlardı. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin zamanın kutbu oldukları, pek çok kişinin harikulade hallerine şahit olmaları ile son zamanlarında anlaşılabilmiştir. Seyyid oldukları ise ancak vefatlarından sonra öğrenilebilmişti. Daima herkese kapıları açıktı. Günün beş vakti Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’ni görebilmek O’nun sohbetinde bulunabilmek mümkündü. Hiç bir kimseyi kapılarında bekletmemişler ve kapılarından geri çevirmemişlerdi. Kendisine ulaşamayan fakat bir şey sormak isteyen veya bir müşkülü olana da, onu hiç kırmadan, ona en ufak bir külfet vermeden ulaşmasını bilirler, bunu da büyük bir gizlilik içinde yaparlardı ki bunların çoğu vefatlarından sonra ortaya çıkmıştır. Birini dinlemekte, maddi ve manevi derdine çare aramakta çok cömert olmakla beraber, fevkalade maddi sıkıntılar içinde olduklarında dahi, ihtiyaçlarını hiç kimseye söyle- Mü’minlere Va’zlar 16 memişlerdi. Kimseden, kimse için de para ve diğer yardımlar hususunda aracı rolüne girmemişlerdi. Kimsenin işine, eşine, aşına, mesleğine, meşrebine, gelirine, giderine, evine barkına, vasıtasına, makamına, mansıbına, giyimine, kuşamına, varlığına, yokluğuna ne karışır ve ne de özenirlerdi. Bir keresinde Mekke-i Mükerreme’de kendisine sadaka vermek isteyen bir yabancının verdiği parayı kabul etmişler ve yakınları hayretle nedenini sorduğunda “biz o parayı almasaydık, o kişi her sadaka verişinde ‘acaba reddedilir miyim’ diye tereddüt edecekti” buyurmuşlar, o sırada oradan geçen bir ihtiyaç sahibine, paranın üzerine birkaç mislini de koyarak tasadduk etmişlerdir. Kıskançlık ve çekememezlik sanki lügatlerinden tamamen silinmişti. “Ben falancadan ders almak istiyorum” diyene de iltifatkâr davranarak o kimseye nasıl ulaşacağını ince ince ve zevkle anlatırlardı. Daima gönüllere Allah (CC) sevgisi nakşetmeyi gaye edindikleri, her tavırlarından anlaşılıyordu. Hanımlara ders tarifi yapmaktan son derece çekinmişlerdi. Zaruret hallerinde ancak karı-kocaya, baba-kıza veya yanında muhterem validemizi bulundurarak odanın dışında oturan bir hanıma ders tarif ettiklerine rastlanmıştı. “Sen bu tarif ettiklerimizi hanımına da anlat, o da derslere devam etsin” dedikleri de olmuştu. Hanımlara cihad olarak; kocalarına hizmet etmeyi ve evlerine sahip çıkmayı, çocuklarını iyi bir müslüman olarak yetiştirip terbiye etmeyi, dedikodulardan son derece uzak durarak, civarına İslam’ı yaymaya çalışmayı tavsiye ederlerdi. Sünnete Olan Bağlılıkları Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri hizmetleri ve sohbetleriyle olduğu kadar yaşantısıyla da insanlara İslamî bir Mehmed Zahid Kotku 17 hayatın nasıl olması gerektiğini göstermişlerdi. Muhterem Ali Ulvi Kurucu Rahmetullahi Aleyh, Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin kendisini en çok etkileyen yönünü “Sünnetleri ihya etmek, Peygamber gibi yaşamak... Yani hal ve hareketlerini Efendimiz (sav)’e uydurmak...” şeklinde anlatıyordu. “Sanki Rasulullah (s.a.v)’ı görüyor da, O nasıl hareket ediyorsa öyle hareket ediyorlardı” diyordu. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, kendi üstadlarına fevkalâde saygılı ve bağlı idiler. Kadîm dostları, üstadlarının meclisine gittiklerinde Hoca Efendi (ks) Hazretleri’nin diz üstü oturup, baş eğip hiç ayak değiştirmeden edeple oturduklarını anlatırlar. Bu bağlılıkla ilgili olarak, Aziz Efendi Hazretleri (ks) 1950 senesinde aşağıdaki menkıbeyi aktarmışlardır: “İki arkadaş vardı, bunlar Cuma namazlarını Hocaları Mustafa Feyzi (ks) Hazretleri’nin kıldığı camide kılmak isterlerdi. O Hazret de Cuma’yı ya Beyazıt, ya da Ayasofya Camii’nde kılardı. Bu arkadaşlar Cuma vakti, önce Beyazıt Camii’ne gelirler, kapıdaki deri perdeyi kaldırıp içeriyi koklarlar, Hocalarının kokusunu alırlarsa içeri girerler yoksa Ayasofya’ya giderlerdi.” Bu iki arkadaştan birinin Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri olduğu bilinmektedir. Nitekim Rasulullah’la (sav) rabıtalı olanlara has olan bu koku, Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nden de yakınındakiler tarafından defaten duyulmuştur. Gece ve sabah ibadetlerine çok riayet ederler, talebelerini de bunlara teşvik ederlerdi. Ziyaretlerine gelene sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi bağışlarlardı. Gönüllere ve rüyalara Allah’ın izni ile tasarrufları vardı. Bereket gittikleri yere yağar; bolluk O’nunla beraber gezer, en ücra, en kıtlık yerlere O gelince nimet dolardı. Mü’minlere Va’zlar 18 Beraberinde seyahat edenler, tevafuklara, tecellilere, maddî ve manevi hallere ve ikramlara gark olur, hayretlere düşerler, parmaklarını ısırırlardı. Bütün ihvanı içinde belki de kendilerini en iyi anlayan ve ona göre davranan da muhterem eşleri Hacı Annemiz Hazretleri olmuştur. Günlük oturdukları mindere bir kez bile -velev ki çocuk dahi olsa- başkasını oturtmaz, Hoca Efendi (ra) hakkında fevkalade titizlenir, başkaları tarafından -çok yakın aile bireyleri de olsa- özel eşyalarının kullanımına izin vermezlerdi. Hoca Efendi Hazretlerine (ra) ve ihvana karşı cansiperane hizmeti ibadet bilirler, yaz-kış soğuk-sıcak demeden her gelene yemek hazırlarlar, kahvaltı ikram ederlerdi. Çayın o kutlu hanede kaç kez demlendiği bilinmezdi. Bunları yaparken özellikle 1960 yıllarında her gün dışarıda maltız yakılır, yemekler orada pişer, çay orada demlenirdi. Ömürleri boyunca evlatları ve torunları tarafından muhterem Hacı Annemiz Hazretlerinin bir kez yattıkları, uyudukları görülmemiştir. Bir kez bile olsa ‘yoruldum’, ‘bittim’ gibi bir şikâyetlerine şahit olunmamıştır. Bunları burada bir vefa örneği olsun diye arz etmeyi borç biliriz. Şunu da kanaati acizanemiz olarak uygun bulduk ki böyle bir mürşidin arkalarında onlara hizmet ve vefada sanki bir Hatice-i Kübra validemizin 20. asırdaki ruhdaşını gördük demek abartılı olmasa gerektir. Talebelerini Yetiştirme Tarzları Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri gerçekten milletimize Mürşid-i Kamillik örneği göstermek üzere yetiştirilmiş gibi, faaliyetlerini ülfetin tesisi için sürdürmüşlerdi. Var gücü ile enaniyeti terke, her şeyde Allah (CC)’ın rızasını ara- Mehmed Zahid Kotku 19 yarak O’nun sevgili bir kulu olmaya, dedikodu ve gıybet etmemeye, milletin birliği ve beraberliği için çalışmaya kararlı bir şekilde hiçbir nefesini boşa geçirmeden gece gündüz gayrete soyunmuşlardı. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri dersini dinleyenlere yeni bir şey anlatıyorsa, sanki kendileri de yeni öğrenmiş gibi anlatırlar ve “bugün bir eserde yeni bir şeye rastladım” derlerdi. Böylece dinleyenler için tatbik hususunda geç kalınmadığını, bu yaşlarında olmalarına rağmen kendilerinin de yeni öğrendiklerini üstü kapalı olarak söylemiş olur ve bu hâl üzere talebelerini eğitirlerdi. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, ele aldığı bir kimseyi terbiye edip yola getirinceye kadar büyük bir sabırla çalışırlardı. İlk zamanlarda kusurlarına müsamaha ederler, yıllarca çalışır, yarı yolda bıkıp bırakmazlardı. “İnsanları ıslahın bir kaç lâfla ve münakaşa ile değil, hâl ile ayrıca sabır ve çalışmakla olacağını” buyurmuşlardı. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin sohbetlerindeki buluşlara teşbihlere hayran kalmamak mümkün olmazdı. Çok uzun ve derin düşünürler, bir ayetin, bir hadisin üzerinde haftalarca, aylarca durup konuştukları olurdu. 1980 senesinde tedavi görmekte oldukları kum havuzunun içerisindeyken söylemiş oldukları şu sözler, sâlikin Allah (CC) yolundaki görevini harikulade bir tasvirle anlatmaktadır: “Süluktan murad, eriştiği mertebede sineğin kanadına değmeyen dünya ve içindeki mülevveslikten uzak olmak kaydı ile müsterih bir zevkle yaşarken, vasıl olamadığı mertebeler için işte şu kum taneleri adedince gam çekmekten ibarettir.” Bu yolun ilme dayandığının şuuru içinde kesbî ve vehbî ilimlerde zirveye erişmişlerdi. Nitekim bir talebesine “Evladım, Mü’minlere Va’zlar 20 işte bu Kur’an-ı Kerim bize tam 30 yılda sure sure değil, sayfa sayfa değil, âyet âyet değil, kelime kelime yutturuldu.” buyurdukları nakledilmektedir Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, en katı kalpli bir kimseye dahi nazar etseler veya o kimse vaaz ettikleri camiye ya da sofrasına olsun, bir kerecik getirilse, kalbi yumuşardı. Sosyal ve Ekonomik Yaşamdaki Etkileri Mehmed Zahid Efendi (ks) Hazretleri yalnız ‘gönüller sultanı’ değildi. O aynı zamanda güzel ülkemizin manevi ve maddi kalkınmasını ve güçlenerek İslam âlemine örnek olmasını isteyen ve bunu canı gönülden teşvik eden bir dava adamı idi. Bireysel kazanımların bir araya getirilerek ‘toplum yararına’ yatırımlara dönüştürülmesini işaret ve teşvik ederlerdi. “Bu kapının önünde cemaatin dizdiği otomobillerden rahatsız oluyorum, rahatsız oluyorum! ... Yabancı diyarlara ekmek parası için giden işçilerin o diyarlara gitmemesi var iken buna mecbur kalınması beni üzüyor. O getirilen otomobillerin yerine atölyeler, fabrikalar kurulsa ve aç susuz vatandaşlara iş bulunsa, hem onlar İslam diyarında yaşama imkânı bulur, hem de biz, yabancıların kölesi olmazdık” buyurmuşlardı. Birçok konuşmalarında, Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, ekonomik yönden, özelikle de küçük sanayi ve ağır sanayide, dışarıya bağımlı olmamak için sanayileşmek gerektiğini dile getiriyorlardı. Türkiye’nin ekonomik bağımlılığının, kültürel bağımlılığı getireceğini misallerle izah ediyor ve bunun da Batı’ya tutsaklık anlamına geldiğinin şuuru ile müslümanların kalkınması için birleşmeyi, bir ibadet gibi algılamalarını istiyor ve “teşebbüsler, şirketleşerek yapılırsa daha kalıcı, daha güçlü, daha heybetli ve daha güzel olur” diyorlardı. Mehmed Zahid Kotku 21 Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretlerinin Türkiye’nin sorunlarına getirdikleri çözüm önerileri, sadece düşünce düzleminde kalan fikirler değildi. Meselâ millî sanayimizin kurulmasını gündeme getirmişler, bilâhare incelemelerde bulunmak üzere yurt dışına çıkmışlar ve böylece bir tabu gibi görünen yerli sanayinin kurulmasıyla ilgili korkuların aşılmasına yardımcı olmuşlardı. Bizzat teşvikleriyle kurulan ve zamanında Avrupa’nın en büyük fabrikaları olan tesisler bu bağlamda güzel, canlı birer örnektir. Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, mevki, makam ve para tutkunu olmaktan kurtarmaya çalıştığı insanları bir yandan da Türkiye’nin yönetimine talip olmaya yönlendiriyorlardı. Çünkü güzel yurdumuzun ancak mevki ve makam düşkünü olmayan insanlar eliyle kalkındırılabileceğine inanıyorlardı. Ahlâkıyla, yaşantısıyla, tebessümüyle, yaratılanı Yaratan’dan dolayı seven ve kucaklayan felsefesiyle gönülleri fetheden Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri, hayatın her anına ‘inancın’ hâkim olması için çalışmışlar, geriye imzalı imzasız birçok eser bırakmışlardır. Vakıflar, dernekler, ticari kuruluşlar, çeşitli yayınlar, her kademeden talebeler... Hocamız (ks) Hazretlerinin, vefatlarından bir hafta önce, hacdan dönerken Medine-i Münevvere’de yaptıkları bir konuşmadaki şu sözleri O’nun yaşam felsefesinin hem bir özeti, hem de sevenlerine bıraktığı mirasıdır: “Ne dervişlikte, ne şeyhlikte, ne imamlıkta iş yok. İş, Allah (CC)’ın rızasını kazanabilmekte. İş, Allah (CC)’ ın rızasını kazanabilmekte... İş, Allah (CC)’a sevgili kul olabilmekte.” Mü’minlere Va’zlar 22 Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretlerinden Nasihatler “Sen amellerin işlendiği ve fakat hesap sorulmadığı şu zamanda fırsat eline geçmişken değerlendirmeye bak. Amel işlemenin mümkün olmadığı, orada işlense de beş para etmeyeceği, pişmanlıklarla yerin göğün inleyeceği ve fakat hesap sorulacağı, hesap görüleceği, dönüşü olmayan ahiret mekânına doğru gidiyorsun. Şuurlu ol, akıllı ol. Aklını güzel işler yapmakta kullanmaya bak. Büyüklerimizden ibret al. Boşa zaman geçirme ey aziz kardeş” “İnsan dakikada ortalama 18 defa nefes alıyor. Her nefesinde Allah (CC)’a karşı zimmetlenmiş olur. Kalp atışları ise normal olarak dakikada 72 adettir. Şu halde sen ey kardeş, her dakika 72 kere sana bu atışı temin eden Rabbini anmaya mecbur değil misin? Bu şuurda yaşamalısın. Bir günde 24 saat ve 1440 dakika var. Şu hale göre günde 26,000 defa ‘Allah’ diyesin ki nefeslerinin karşıtı kadar Rabbini zikretmiş olasın. Kalbinin atışlarını düşünecek olursan günde 104,000 defa Rabbini anabilmelisin. Biz öyle veliler tanıyoruz ki Rabbimizin yeryüzünde ‘Rahmet’ olarak vazifelendirdiği peygamberler adedinden fazla ‘Allah’ demeyi kendi nefislerine borç bilmişler, yani günde 125,000 defa Rablerini anmışlar. İşte bunların duaları sayesinde bu ülkenin pek çok yerine kâfirler girememiş, karşılarında hiçbir fiziki ve maddi güç olmamasına rağmen, korkularından ülkeye girmelerine fırsat bulamadan def olup gitmişlerdi. Çanakkale niçin geçilemedi bir düşün. Karşılarında daima ehl-i zikrin duaları vardı. Her dua kâfirin tepesinde mermi gibi işlem görmedi mi? İşte bu zikirler seni öyle bir sevgili kul haline Mehmed Zahid Kotku 23 getirir ki 4 dakikada bir derece yani takriben saatte 1700 km hızla dönen şu dönek dünya senin ayaklarının altında döner de sen dönmezsin aziz dostum, sen döndürülmezsin aziz kardeş. Herkes dönek olsa da gene sen dönek olamazsın. Yalan dünya içindekilerle döne döne ömrünü yitirir de sen dönmezsin! Sen dönmezsin! Rabbinin sevgili kulu olarak şu fâni dünyada kimseye zarar vermeden ömrünü tamamlar, arkandan dualar edilen biri olur gidersin. Allah (CC) seni ya ‘Allah’ demen veya birine ‘Allah’ dedirtmen için yarattığını hiç hatırından çıkarmamalısın. Sen böyle olmaya devam edebilsen, Rabbin senin ayağını dünyaya bastırmaya kıyamaz. Şunu hatırından çıkarma ki Cenab-ı Hakk’ın gizlediği ‘İsm-i Azam’ senin içindedir. Bul onu çıkar. Göreyim seni. Bu Rabbimin taahhüdüdür. İsmi A’zam senin içinde olur da hiç Rabbim seni incitir mi? Senin burnunu bile kanatmayacağı gibi... ‘Ya Sâriye! İle-l Cebel!’ dediğinde 1500 km mesafeden sesini duyurur. İşte meydan!” “İnsanlarla iyi geçinmek istiyorsan kimseyi tenkit etme! Fakir zengini, zengin fakiri tenkit etmeye kalkmasın. Halkın sevdiğini halka şikâyet etmeyin. (Halkı kandıranların halka anlatılması ise ibadettir). Kimsenin işine, gücüne karışma! Dedikodu yerlerinde bulunma! Kardeşlerinizi sık sık ziyaret ederek ‘acaba hangi hizmetinde bulunabilirim, hangi işine yarayabilirim’ düşüncesini sakın terk etmeyin. Bu düşünce, sizin muhabbetinizi artıracaktır” Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretlerinin, 1980’deki son haclarında Mekke-i Mükerreme’de bir ‘veda hitabeti’ niteliği taşıyan şu konuşması çok manidardır: “Buralarda bin sevap işleniyor. Bir taraftan da bin günah işleniyor. Hâlbuki bir anlık cihad kırk hacdan efdaldir. Mü’minlere Va’zlar 24 Bir anlık nefis ile mücahede (büyük cihad) ise seksen nafile hacdan efdâldır. Büyük cihad ise ancak halvetlerle olur. ‘Allah’ demekten daha büyük ibadet mi olur? Halvette her nefeste ‘Allah’ deme alışkanlığı edinirsin. Halvet cami, mescid gibi yerlerde olduğu gibi evde de olur. Buralara gelmek yerine yılda üç defa, yani Ramazanın son on gününde, Zilhicce’nin arife günü dâhil on gününde, Muharrem’in ilk on gününde halvet usullerine uygun olarak bir yerde geçirmenizi, orada ne yapacağınızı da Gümüşhaneli Ahmed Ziyâüddin Efendi Hazretleri’nin (ra) eserlerini okuyarak öğrenmenizi tavsiye ediyorum. Bir daha toplu olarak buralara gelemeyiz. Toplu olarak da bulunacağımızı zannetmiyorum. Ne dervişlikte ne imamlıkta, ne şeyhlikte iş yok, iş Allah (CC)’ın rızasını kazanabilmekte, iş Allah (CC)’ın sevgili kulu olabilmekte. Allah (CC)’ın rızası ise devamlı günahlardan kaçarak ve ibadetlerle öğrenilir. Çok bilmek hüner değil. Her ilmin üstünde ilim vardır. Çok paranın da hesabı çoktur. Kuvvete sahip olmak da hüner değil, hüner o kuvveti, o ilmi, o parayı Allah (CC)’ın emrinde kullanabilmektedir. İlim, edeb ve takvayı beraber yürütün. Gönlünüze şeytanı sokmamaya çalışın, çıkarması çok zordur. Gümüşhanevi (ks) Hazretleri, günahları ihtiva eden kitaplarını -Necatü’l Gâfilîn’i- her salike 1000 defa okuturlardı. Siz de okuyun. Buralara farz hac için veya başka maksatla gelinecekse, ceplerinizi iyice doldurarak gelin. Sakın kimseye sığınmayın. Onun bunun yardımı ile hac etmeye kalkmayın. Yerlerde sürünür gibi hac yapmayın. İbadetiniz bitince de hemen memleketinize dönün.” Mehmed Zahid Kotku 25 Evrad-ı Şerif’in İnşası Aziz Kardeşlerim! Bu güne kadar pek çok dua kitapları yayınlanmıştır. Abdûlkadîr Geylâni, Ahmed Rufâi, Hasan-ı Şazeli, Muhammed Bahaüddin Nakşibendî Hazretleri gibi daha nice büyüklerin tertip ettikleri günlük, haftalık evrâd kitapları inceden inceye tetkik edilerek şu an evlerde, mescitlerde takip edilmekte olan ‘evrad-ı şerîf’ meydana gelmiştir. Bu tarzdaki yedi günlük evrâdı bir daha meydana getirmek imkânsızdır. Bu Kur’an evradına ilaveten; Buhari, Tirmizi, Cami’us-sagir, Ramuz ve diğer hadis kitaplarındaki Peygamber Efendimiz (sav)’in mübarek dudaklarından dile gelmiş zikir ve dualarla üstad-ı muhteremimiz Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi (ks)’nin tertip ve bizlere emanet ettikleri iki binden fazla sayfalık üç kitaptan seçme dua ve zikirler alınmıştır. Dikkat etmelisin ki senin oradan buradan duyarak biçimlendirdiğin dualar bunların yerini tutmaz. Sen bu evraddaki duaları usulüne uyarak oku. Cenab-ı Hak muhtaç olduğun ve olacağın her şeyi bilir. Onları dilediği zaman sana ihsan eder. Her kim ki bu evradı salih bir niyetle, ihlâsla okusa, Allah (CC)’ın izni ile muradına kavuşur. Bu evrad-ı şerifi günü gününe ve Allah (CC)’dan ümidini kesmeden sürekli olarak okumaya devam etmelisin. Niyetinin halis ve saf olmasına dikkat et. Allah (CC), canı gönülden okuyacağınız evrad-ı şerifin feyiz ve bereketini sizden ve bizden eksik etmesin. Bu evrad-ı şerif ile beraber; Allah (CC) bizlere müslüman olarak yaşamayı, müslüman olarak ölmeyi sonsuza kadar cennette sâdât efendilerimiz ile beraber kalmayı nasib etsin. Mehmed Zahid Kotku (ks) Mü’minlere Va’zlar 26 Üstadımız Mehmed Zahid Efendi (ks) Hazretleri, tertib ettiği bu muazzam eser olan ‘Evrad-ı Şerif’ ile bir kimsenin ilaveten hangi namazları kılacağını, namazlardan sonra hangi sureleri okuyacağını, hangi zikirleri yapacağını, rabıta çeşitlerini anlatmıştır. Kendisi, kimsenin bir kelime dahi ekleyemeyeceği zarafette, sanki ‘Halidiyye’ ye merbut yepyeni bir ‘Zahidiyye’ nin karkasını teşkil edercesine, efradını cami, ağyarını mani olan bu ‘Evrad-ı Şerif’ i inşa etmişlerdi. Mehmed Zahid Kotku 27 Mehmed Zahid Kotku (ks) Hazretlerinin Altın Silsile-i Şerifleri Silsile-i Zeheb 1. Başımızın tacı, gönüllerimizin tabibi, dünya ve ahiret şefaatçimiz, hidayetimizin, gözlerimizin ve letâifimizin nuru, yaratılmışların en üstünü: Seyyid-i Kainat Hz. Muhammed Mustafa (sas) Sıddıkiyye 2. Peygamber Efendimiz (sav)’in en sadık ve mağara arkadaşı, ashabın en üstünü, Sıddıkıyye’nin kurucusu: Hz. Ebubekir Sıddık (ra) 3. Peygamber Efendimiz (sav)’in kendi ailesine severek dâhil ettiği: Hz. Selman el-Farisi (ra) 4. İmamların imamı: Hz. Kasım İbn-i Muhammed (ra) 5. İmamların rehberi: Hz. Cafer-i Sadık (ra) Tayfuriyye 6. Kutupların kutbu: Hz. Beyazid el-Bestami (ks) 7. Evliyalar kutbu: Hz. Ebu’l-Haseni’l-Harakani (ks) Mü’minlere Va’zlar 28 Haceganiyye 8. Kutupların kutbu: Hz. Ebû Ali el-Faremedi (ks) 9. Kutupların kutbu: Hz. Yusuf el-Hemedani (ks) 10. Kutupların kutbu: Hz. Abdülhalık el-Gûcdüvani (ks) 11. Evliyanın kutbu: Hz. Arif er-Rivgeri (ks) 12. Evliyanın kutbu: Hz. Mahmud İncir el-Fağnevi (ks) 13. Evliyanın kutbu: Hz. Ali Ramiteni (ks) 14. Evliyanın kutbu: Hz. Muhammed Baba es-Semmasi (ks) 15. Evliyanın kutbu: Hz. Emir Külâl (ks) Nakşibendiyye 16. İmamların imamı, kutupların kutbu, Silsile-i Zeheb’in sürekli düzenleyicisi, Abdülhalık el-Gûcdüvani’nin kabri şeriflerinden tarikatın bütün boyutlarını ve özellikle ‘hâfî’ zikrinin inceliklerini tahsil eden, sürekli feyiz ve nur kaynağı Hz. Şah-ı Nakşbend Muhammed Bahaüddin Üveysi el-Buhari (ks) Mehmed Zahid Kotku 29 17. Nakşibend Hazretleri’nin damadı şerifi ve evliyanın kutbu Hz. Alâeddin Attâr (ks) 18. Evliyanın kutbu: Hz. Yakub el-Çerhi (ks) 19. Evliyanın kutbu: Hz. Ubeydullah Ahrâr (ks) 20. Evliyanın kutbu: Hz. Muhammed Zahid (ks) 21. Evliyanın kutbu: Hz. Muhammed Derviş (ks) 22. Evliyanın kutbu: Hz. Hacegi el-Emkenegi (ks) 23. Evliyanın kutbu: Hz. Muhammed Baki (ks) Müceddidiyye 24. İkinci bin yıl yenileyicisi, evliyanın kutbu, tarikatı şeriattan her boyutu ile ayırmadan; yeniden ırk, dil, coğrafi tüm farklılıkları İslam’a endeksleyerek projelendiren: Hz. İmam Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Ahmed Faruk es-Serhendi (ks) 25. İmam-ı Rabbani’ nin oğlu, evliyanın kutbu, urvetü’lvüska: Hz. Muhammed Masum (ks) 26. Evliyanın kutbu: Hz. Şeyh Seyfüddin (ks) Mü’minlere Va’zlar 30 27. Evliyanın kutbu: Hz. Seyyid Nur Muhammed el-Bedvâni (ks) 28. Evliyanın kutbu: Hz. Şemsüddin Cân-ı Cânân Mazhar (ks) 29. Evliyanın kutbu: Hz. Şeyh Abdullah ed-Dehlevi (ks) Halidiyye 30. Evliyanın kutbu, açık ve gizli ilimlerde iki kanat sahibi, efendimiz, rabıta şeyhimiz, hâfî zikirlerin tümünü yeniden tanzim eden: Hz. Mevlânâ Ziyâüddin Halid el-Bağdadi (ks) 31. Mevlânâ Ziyâüddin Halid el-Bağdadi’nin özel olarak yetiştirdiği, tarikatların efendisi, kutupların kutbu: Hz. Ahmed İbn-i Süleyman Halid Hasen eş-Şami (ks) Ziyaiyye 32. Evliyanın ve ariflerin kutbu, yardımcısı ve ellerinden tutanı, kendisine ulaşanların, kendisinden ne zaman olursa olsun yardım bekleyenlerin rehberi, yol göstericisi, Rahmân’ın ahlâkı ile teçhiz edilmiş, Kur’an’ın terbiye ettiği, Rasulullah’ın sünnetini ve yolunu yaşayan ve gösteren, ilim ve irfan kaynağı her türlü olgunluğa, kemalin zirvesine yerleştirilmiş ve genellikle ‘Büyük Şeyh Efendi’ diye anılan: Hz. Ahmed Ziyâeddin el-Gümüşhanevi (ks) 33. Büyük Şeyh Efendiden (ks) özel olarak rehberlik eğitimi ile teçhiz edilmiş, Silsile-i Zeheb’de Allah (CC)’a dayanmanın, yönelmenin istikametinden zerre miktar sapma- Mehmed Zahid Kotku 31 yan, tüm evliyanın, ariflerin, âlimlerin kutbu olmasını bilen: Hz. Hasan Hilmi el-Kastamoni (ks) 34. Büyük Şeyh Efendiden (ks) özel olarak rehberlik eğitimi ile teçhiz edilmiş, evliya ve ariflerin kutbu, gizli ve açık ilimlerin iki kanadı: Hz. İsmail Necati ez-Zağferanboli (ks) 35. Büyük şeyh Efendiden (ks) özel olarak rehberlik eğitimi ile teçhiz edilmiş, evliyanın, ariflerin, âlimlerden tarikata muhabbet besleyenlerin kutbu, arif yetiştirmekte Büyük Şeyh Efendiye en yakın hizmetkâr, Kur’an, Hadis hafızı: Hz. Ömer Ziyâüddin ed-Dağıstani (ks) 36. Büyük şeyh Efendiden özel olarak rehberlik eğitimi ile teçhiz edilmiş bulunan, evliyanın, ariflerin, kemali olanların ve silsileye muhabbet besleyenlerin kutbu: Hz. Mustafa Feyzi İbn-i Emrullah et-Tekfurdaği (ks) 37. Mustafa Feyzi Hazretleri’nden çok özel eğitimle feyiz yollarını öğrenen, kutubların, ariflerin kutbu: Hz. Hasib es-Serezi (ks) (Vefatı: 15/05/1949) 38. Mustafa Feyzi Hazretleri’nden çok özel eğitim gören kutupların, ariflerin, kemal sahiplerinin kutbu ve yol göstericisi Hz. Abdülaziz el-Kazani (ks) (Vefatı: 02/11/1952) Mü’minlere Va’zlar 32 Zahidiyye 39. Mustafa Feyzi Hazretleri tarafından çok özel bir eğitimle yetiştirilmiş olan, Kur’an ve Hadis hafızı olmakla beraber, Seyyidliğini gizleyebilen, kutubların, ariflerin, hocaların, kemâl sahiplerinin kutbu, silsileye muhabbet besleyenlerin yol göstericisi, zikri ve rabıtaları ve hatta Hatmi Hace’yi çok basitleştirerek tasavvufta ilerlemek isteyenlerin ayırt etmeden elinden tutanı, yardıma ihtiyacı olana Allah (CC)’a borç verir gibi koşanı Hz. Mehmed Zahid İbn-i İbrahim el-Bursevi (ks) (Vefatı: 13/11/1980) Silsile-i Zeheb’de bulunanların bariz vasıfları nasıldı? Onlar Allah ve Rasulüne ve silsiledeki büyüklerine saygılı, anlayışı yüksek, kavrayışı eşsiz kimselerdi. Kalplerinden dünya sevgisi çıktıktan sonra, Letâiflerindeki tüm kirlilikler tevfik nurlarının süpürgesi ile temizlenmişti. Onlar; müridlikten, arifliğe, ebrarlığa, zâhidliğe, sahib-i ahvâle çok süratle gelmiş kimselerdi. Onlar erbain fırınlarında, istiğfar ateşinde tevfik alevi ile hidayet sıcaklığında sırat-ı müstakim mayasıyla pişirilmiş kimselerdi. Onlar yal dervişini, kal dervişini kollarının arasında muhabbet ateşinde pişirip hâl dervişine döndürmek için çalışır Allah dostları ile. Ebûbekir (ra) buyurdular ki: − Ölümü her an hatırlayalım. − Allah ve Rasulünün sakınılmasını emrettiklerine yaklaşmayalım. − Dünyada, nefislerimizi Rabbimizin rehin aldığı şuuru içinde olalım. Mehmed Zahid Kotku 33 − Ecellerimiz gelmeden, dünyada ahiret için yarışalım. Selman (ra) buyurdular ki: Selman (ra)’ın son nefesine yakın bir halde ellerini yüzüne kapayıp hıçkırıklar içinde ağlarken Sâd bin Ebi Vakkas (ra) ziyaretine gelmiş ve niçin bu kadar ağlıyorsun? demişti. Selman (ra) da: − Rasulullah’ın huzuruna giderken nasıl ağlamayayım. Vasiyetini tutamamış bir ümmet olarak utanıyorum. O Rasul bana buyurmuştu ki: “Sizin dünyadaki azığınız, binek bir hayvanın üstünde yolculuk etmekte olanın yanındaki azığı kadar olmalıdır” Ben ağlamayayım da kim ağlasın be kardeşim diye cevap verdiler. Cafer-i Sadık (ra) buyurdular ki: − Yaratılmayanın peşine düşüp de harap olmayalım. Onun peşine düşersen yorulursun fakat gene de ona kavuşamazsın. − Ya Şeyh, Rabbimizin yaratmadığı nedir? − Dünyada müslüman için rahatlıktır. Gel şu yaratılmayan rahatlığın peşine takılmayalım. Abdulhalık el-Gûcdüvani (ra) buyurdular ki: − İnsanların hor görmesini, rağbet ve teveccühüne tercih edelim. − Dünyaya aldanmayıp, ölüme hazırlıklı olalım. − Ahiret ilmini dünya bilimine, ahireti tümü ile dünyaya tercih edelim. − Allah’ın rızka kefil olduğunu hiç hatırdan çıkarmayalım. Mü’minlere Va’zlar 34 − − Çok gülerek kalbi öldürmeyelim. Allah’tan gayri hiçbir şeyden ve kimseden korkmayalım. Şahı Nakşibend (ra) buyurdular ki: − Dünyanın şöhretinden, izzetinden ilişiğimizi keselim. − Halkın itibarından ve vereceği mertebelerden vazgeçelim. − Başkalarının müptelâ olduğu dünyalığın bizden uzaklaşmasından dolayı Rabbimize şükrü artıralım. − Bize verilmeyeceğini bildiğimiz bir şeye karşı hür olduğumuzu, verilmesini çok istediğimiz şeyin ise kölesi olduğumuzu hiç hatırımızdan çıkarmayalım. − Bu yolda vücud perdesinden daha büyük ve daha güçlü perde olmadığını düşünelim. − Kendi can ve cismimize karşı muhabbeti silelim. − Dünyayı ebedî hayatın saadetine vesile kılmak, ahiretin tarlası haline getirmek suretiyle yaşanmaya değer ömür geçirmek mümkündür. − Amellerimizde sürekli azîmeti seçelim. − Farz ve sünnetlere, nafilelere bütün gücümüzle sarılalım. İmamı Rabbânî (ra) buyurdular ki: − Allah’a karşı yalvarıcı, kalbi kırık ve O'na her an sığınıcı olalım. − Nefsimize büyüklük ve üstünlük pâyesi vermeyelim. − Dünya sevgisi bütün hataların başıdır. Dünya adamlarından, onlarla sohbetten uzak duralım. − Gıybetten, kötü zandan, kendi nefsine başkasının kötü zan beslemesinden olabildiğince uzak duralım. Mehmed Zahid Kotku 35 − − Günah ve mekruhlardan göze gelen simsiyah şualar seninle Rabbinin arasını açar. O halde gözü haram ve mekruhların her türlüsünden koruyunuz. Dünyayı ebedî hayatın saadetine vesile kılmak, ahiretin tarlası haline getirmek suretiyle yaşanmaya değer yapıya kavuşturmak mümkündür. Mevlâna Halid (ra) buyurdular ki: − Dünyada ömür sürerken ölümü, ahiret hallerini ve bunların gerçek sahibini hep hatırda tutalım. − Allah’ın hoşnut olduğu evliyanın kalplerinde yer edenler büyük devlete konmuştur. − Bedeni beslemeye çalışandan, makam ve mevki sahibi olmak isteyenden, bidat sahiplerinden, gösterişe kapılanlardan mümkün mertebe uzakta bulunalım. − Fıkıh ve ilm-i sahih ile sürekli ilgilenelim. − Başkasına hiçbir şekilde yük olmayalım. Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin (ra) buyurdular ki: − İhlâs ile islâh etmek dünya sevgisinin terkine bağlıdır. − İsraftan ve israf edenlerden uzak duralım. − Yüksek ve görkemli binalara, insanların özendiği bineklere, aşırı her türlü ziynete itibar etmeyiniz. − Diyarı küffara ait kefere sözlere, kaplara, giyim kuşama, yiyeceklere, ev eşyalarına özenmeyelim. − Âlim ve ebeveynden gayrisinin elini öpmeyelim. Kimseye boyun eğmeyelim. İhtiyacımızı kimseden talep etmeyelim. Mehmed Zahid (ks) buyurdular ki: − İdarecilikte şu üç hususa dikkat edelim: Mü’minlere Va’zlar 36 • • • − − − − − − − − Daima adaletle muamele ediniz. Müşavirleri Allah’a itaat edenlerin arasından seçiniz. Emaneti, Allah ve Rasulüne itaat edenler arasından ehillerine veriniz. Allah’a kulluktan alıkoyan her şey dünyadır. Dünyayı sevmek demek, zevk ve sefa âlemlerine dalarak müptelâ olmak demektir. Büyüklerimiz dünyada süs, saltanat, her türlü ziynet eşyalarının hiçbirine iltifat etmemişlerdir. Dünyanın aldatıcı cazibelerine kapılıp da güzel amellerden, ibadet ve taatten mahrum bir şekilde yaşamaktan şu aciz canımızı korumalıyız. Dünyada evliya gibi yaşamak istiyorsan: • Merhamet sahibi olmalısın. • Selâmet-i sadır sahibi olmalısın. • Sehaveti- nefis sahibi olmalısın. Def-i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır. Bir kimsenin mülkünde O’nun izni olmaksızın tasarruf etmek caiz olmadığına göre ve "mülk Allah’ındır" diyorsak, O’nun mülkünde O’na isyan ederek, O’na itaat etmeyerek yaşamak hiç mi hiç caiz değildir. Silsile-i Zeheb'dekiler; • Rabıta çeşitleri • Gizli zikir çeşitleri • İlmî sohbetler ve irşadlar • İlmî risaleler, ilmi kitaplar ve evrâd ile çalışmalarını sürdürdüler. Mehmed Zahid Kotku 37 Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Hocamız Mehmed Efendi (ks) Hazretleri’nin derecâtını ulyâ eyleyip, biz aciz-ü nâcizleri de füyûzat ve şefaatından feyizyab-u nasibdâr buyursun... Âmin, bihürmeti Seyyidil-Mürselîn ve alihî ve sahbihî ve men tebiahüm biihsânin ilâ yevmid-dîn, vel-hamdü lillâhi rabbil-àlemîn. . ÖNSÖZ Bismillahirrahmanirrahim Elhamdulillahi Rabbil Alemin Vessalatu Vesselamü ala Muhammedin ve alihi ve sahbihi ecmain. Bu okuyacağımız evrâdı Kur’an-iye Üsame (R.A.)’nin Rasulüllah (S.A.V.) Hazretlerinin emri şerifleri ile Kur’ an-ı Azimuşşan’dan tertib ettikleri yedi günlük evrâdtır. Şöyle ki: Üsame (R.A.) bir vakitler Acemistan’ın İsfahan şehrine gitmişler. O gün orada (Karamıta) denilen sapık bir mezhep hakim bulunmakta imiş. Mübarek ve muhterem Üsame Hazretlerini hapsetmişler ve sabrı tükeninceye kadar da işkencede bulunmuşlar. Bir Cuma gecesi rüyasında Rasul-ü Ekrem (S.A.V.) Hazretlerini görmüşler. Ve Rasul-ü Ekrem (S.A.V.) Hazretleri; Mü’minlere Va’zlar 40 Ya Muhammed b. Üsame; Kalk ve Mushaf’ı Şerifi al ve ondan yedi evrat çıkar. Haftada hergün için bir vird-i mahsusu tertip eyle. Ve hergün o virdi oku. Muhakkak sen hapisten çıkar ve bu halinden daha güzel bir hale erişirsin. Cuma günü için Kur’an-ı Azîmûşşan’da bürhan bütün hamde taallük eden âyetleri, Cumartesi günü Kur’an’daki bütün istiğfar âyetlerini, Pazar günü Kur’an’daki bütün tesbih âyetlerini, Pazartesi günü bütün tevekkül âyetlerini, Salı günü bütün selâmet âyetlerini, Çarşamba günü bütün tehlil âyetlerini, Perşembe günü de Kur’an-ı Azimüşşan’da mevcut bütün duâ âyetlerini topladıktan sonra bu yapacağı evrâdı günü gününe okuması tavsiye olunmuş. Ve mübarek zat Peygamber Efendimizin emirlerine imtisâlen bu evrâdları hazırlamışlar ve okumağa başlamışlar. Biiznillâhi teâlâ Cenâb-ı Hakk da tesirini halk edip hapisten çıkıp kurtulmuşlar. Binaenaleyh her kim ihlas ile her hangi bir niyet üzerine okusalar mutlaka muratları Allah Teâlâ’nın izniyle hâsıl olacağında hiç şüphe edilmemelidir. Sonra bir çok evrâdlar vardır ki, Meselâ; Abdülkadir Geylânî’nin, Ahmed Rufâ-i Hazretlerinin, Hasan Şâzelî’nin, Muhammed Bahâeddin Nakşibendî hazretlerinin ve daha nice büyüklerin tertip ettikleri günlük ve haftalık evrâdlar vardır. Fakat bu yedi günlük yedi Kur’ an evrâdı gibi bir evrâd-ı azim daha meydana getirmenin imkanı yoktur. Onun için bunun kıymetini iyi bil. Ve her günkü evrâdı, günü gününe oku; niyetini hâlis kıl. Cenâb-ı Hak senin muhtaç olacağın her şeyi bilir ve sana mükâfatı da ihsan eder. Yeter ki, sen hemen onun yolunda olasın, emirlerine muti ve yasaklarına da uzak olasın. Sonra emirlerini ve yasaklarını belle ve mutlaka etrafındaki insanlara ve bâhusus komşularına bunları öğretmeğe çalış. Bunu yapmadığın takdirde Hakk’ın Mehmed Zahid Kotku 41 yolunda bulunmuş olmazsın. Bunu da iyi bilesin, bu da Cenâb-ı Peygamberin tavsiyeleridir. Ahmed b. Hanbel’in “Müsned” inde Üsame b. Zeyd (R.A.)’ın hadisleri meyânında olsa gerektir. Fakat hepimizin bildiği bir Âyet-i Kerîme vardır ki, meâlen şöyledir: “Ey iman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı ateşten koruyun ki, onun tutuşturucusu insanlarla taşlardır.”(Tahrim 66/6) Yani insanların evvela kendilerini sonra da kendi yakınlarını, dünya ve âhiret ateşinden kurtarmağa çalışmak başlıca vazifelerinden olmakla, evlâdına da güzelce öğretip emr-i ilâhî ve emr-i Resûlullah-ı güzelce tutmak, yine Allah (Azze ve Celle) Hazretlerinin yasaklarını ve günahları belleyip onlardan kaçmak, efrad-ı ailesiyle yakınlarını dost ve ahbablarını bâhusus komşularını, kendisinin yaptığı, hayırlı şeyleri yapmağa, günah ve yasak şeylerden kaçındırmaya çalışmak mecburi vazifelerimiz arasındadır. Çünkü Müslümanlık nasîhatle kaimdir, denilmektedir. Şu halde Cehennemin ve Dünyanın azâbından kurtulmak ve başkalarını kurtarmak her Müslüman'ın vazifesi değilmidir? Bu okuduğumuz duâlar ve yaptığımız ve yapacağımız bütün ibâdetlerin Hakk'ın huzurunda kabûle şâyan olabilmesi için bütün günahlardan tamamiyle sıyrılıp kurtulmak gerekir. Bir de tasavvuf’u ahlâk kitabında yazılan kötü huylarda bu günah kitabında yazılı olan günahlardan hiçte aşağı değildir. Mesela, bir eşkiya dağda yol keser, hırsızlık yapıp para kazanır, bir diğeri de şehirde oturduğu yerde seni lafıyla kandırıp, paralarını kolaylıkla alır. Şimdi bunların her ikiside eşkiya, biri gizli, biri de aşikar. İkisi de biri birinden tehlikeli. İşte günahlar da böyle, birisi aşikar günah: Zina, kumar, katil gibi, biri de: Kibir, riyâ, hased ve sair gizli günah. Mü’minlere Va’zlar 42 Bunların hepsinden sakınmak ve kaçınmak nasıl lâzımsa, ibâdetlerin de kabûlü için mutlaka bütün büyük ve küçük günahlardan ve bütün yaramaz huylardan ve günahlardan, hele para sevgisinden (kendini kurtarda göreyim seni) kaçınmak lâzımdır. Allah cümlemizi muhafaza etsin. İnsan para sevgisine ve günahlara müptela olunca artık gözler perdelenir. Hakkı görmez olur. İşte o zaman gayri ihtiyarî bâtıla Hak, Hakka'da bâtıl dedikleri artık hepimizin gözü önünde cereyan eden hadiselerdendir. Onun için aziz ve muhterem kardeşim. Bu duâları güzelce yap, ibâdetlerini de yap, sonra da günahlardan hem kaç, hemde başklalarını kaçındır. Müslümanlık ancak böyle yaşar. Müslümanlıkta buna “Emri bil’ma’rûf nehyi ani’l-münker” denir. Müslümanlığın can damarıdır Ma’rûf ile emir, münkerât ile nehiy etmek. Sonra ikinci kısım Camiu’ s-Sagir’ de numaraları da başlarında yazılı Cenâb-ı Peygamber Efendimizin mübarek fem-i saâdetlerinden sudûr eden duâlardırki, hepimiz için baş tacıdır. Bunlara ilaveten bazı meşhur duâlarda vardır. Bizleri duâdan unutmamaya vesile olur ümidiyle sizlere takdim ediyoruz. Hak Sübhanehû ve Teâlâ cümlemiz ve cümlenizden razı olsun. Amin. Hazret-i Ebû Bekir Sıddık hazretlerinin bu Âyet-i Kerîme hakkında buyurdukları meşhurdur. İnsanın gerek kendini ve gerekse hemcinsini ateşten koruması ve kurtarması, ancak cihâd ve cihâda yardım ile olacağından kimsenin şübhesi yoktur. Cihâddan ve ona yardımdan kaçmak, hem İslâmın mahvına sebeb olur, hem de ta Cehennemin içine tam düşülmüş olmasına sebep olur. Cihâdın da mutlak küffar ile olması şart değil. Düşman ve küffar ile olan cihâda, cihâd-ı asgar, yani küçük cihâd buyurdukları mâlumdur. Asıl cihâd nefsini islah ile kâmil bir insan olabilmenin çarelerini Mehmed Zahid Kotku 43 arayıp bulmak ve ona göre hareket edip dünyaya nümûne bir müslüman olduğumuzu gösterebilmeğe çalışmaktır. Onun için aziz kardeşim: Sana sözlerimi tekrar edeyim. Müslümanlık bir taraftan ibâdet bir taraftan yasak ve günahlardan kaçmaktır. İşte bunları öğren, ve mümkün olduğu kadar her müslümana da öğretmeğe çalış. Yalnız ibâdetle kulluk tamam olmaz. Her halde hem ibâdet, hem itikat hem nikâh, hem de muamelatda (yani alış verişte) müslüman usûlünden ve yolundan dışarı çıkma, ve bunu her müslümana söylemekten de çekinme, vesselam. Zîra duâ (Muhhu’l-ibade) yani kulun Allah Teâlâ’ya ilticası ve yalvarmasıdır ki kulun Hakk'a bundan daha yakın olduğu bir hal yoktur. Bu da Cenâb-ı Hak’kın en sevdiği bir haldirki; kulunu bu halde me’yûs ve mahzûn etmez. Elbette ve elbette istediklerini fazlasıyle verir. Sen de bundan gâfil olma, senin kendi uydurduğun duâ, duâ değil, asıl duâ Hak’kın sana öğrettiği Kur’an duâlarıdır. Sen bu duâları can-ı gönülden oku ve bizleri de duâlarından ayırma. GİRİŞ Bismillahirrahmanirrahim Esselamü aleyküm ve rahmetüllahi ve berakatühü... Aziz kardeşlerim, Müslümanlık yalnız ibâdetle kaim olmaz. “Evradı olmayanın varidatı da olmaz” derler. İyi bilki. İslâm dininin beş esası vardır. Bunlardan birinin noksanlığı dinden çıkmağa kafidir: Birincisi i’tikaddır ki; en mühimidir. Bu hiç eksiklik kabul etmez. Tafsilatı her ne kadar geniş ise de, (amentü) yi bilmek ve ona inanmak bizim için kâfidir. Bunun da altı esası vardır. Allah-ü Teâlânın sıfat-ı zâtiye ve sübûtiyesi ile birlikte; varlığına, evveli ve ahiri olmayıp herşeyi görüp bildiğine, güzelce, şeksiz ve şüphesiz inanıp, iman ettikden sonra; meleklerine, kitaplarına peygamberlerine, ahiret gününe ve öldükten sonra Mü’minlere Va’zlar 46 dirileceğine, amellerin hak terazisinden geçeceğine, cennet ve cehennemin varlığına, kader, hayır ve şerrin Allah’dan olduğuna inanıp iman etmek i’tikadda kâfidir. Her ne kadar tafsilatları geniş ise de izahı bunların dışında değildir. İkincisi: Ameldir, namaz, oruç, hac, zekât ve kelime’i şehadettir. Bunlar da ilmihal kitablarında izah edilmiştir. Üçüncüsü: Nikâh meselesidir. Şer’an evlilik kimlerle, nasıl olursa caiz olur ve kimlerle evlilik caiz olmaz ve boşanma meseleleridir. Kadın ne zaman ve nasıl boşanır? Bunları bilmeğe taalluk eder ki bu da yine fıkıh ve ilmihal kitaplarında yazılmıştır. Dördüncüsü: Muamelat kısmıdır ki; ticaret, alışveriş meselelerini hâvi olup kazancın nelerin ve ne gibi şeylerin ne zaman helâl veya haram olduğunu bildirir. Bu da fıkıh kitaplarında mezkurdur. Beşinci kısım: Mücazattır ki; o da kanun ve nizamların vazifesidir. Bunları oku ve öğren. Binaenaleyh farz, vacip, sünnet, müstehap, mübah, haram, mekruh, müfsit denilen şu sekiz esası bilip ona göre hattı harekatını tanzim etmek, her mümin müvahhid için en evvel lâzım olan bir şeydir. Bunlar aynı zamanda bu günkü medeniyet vasıtalarında kullanılan makinelere benzetilecek olursa, -malum ya bazı kısımlar esasa, bazıları da teferruata aiddir.- Meselâ; teferruata aid düğme veya çark bozulursa, işlemezse ve bu arıza her nekadar sıkıcı da olsa makinanın işlemesine mani olmaz Meselâ bir tayyare yolculuğundasınız. Tayyarenin elektrik lambaları veya soğutma ve ısıtma kısımları veya koltukları bozulsa; evet tayyaredekilerin herhalde hoşuna gitmez fakat tayyarenin yine yerine selâmetle Mehmed Zahid Kotku 47 gitmesinede mani olmaz. Fakat maazallah esas kısmından bir çark kırılsa, kopsa veya işlemese; tayyare derhal düşme tehlikesine maruz kalır. Tabii kırılan çark sebebiyle pervaneler dönmez, havasını alıp veremez. Derken soluğu yerde alırlar. Tayyarenin gövdesi iyi, fakat gerek çarkların birisinin bozulması, gerekse benzinin bozukluğu ve gerekse kaptanın hastalığı veya ölümü halinde, işin nereye varacağı hepimizce malumdur. İman da tıpkı böyle bir uçağa, gemiye motora, taksiye ve saate benzer. Ben müslümanım, pek iyi, gövde güzel, fakat çarklar dönmüyorsa, pervaneler işlemiyorsa, dümen bozuksa veya benzini ya yok veya adi ve pis benzin ise uçamaz. Ya kaptanı yoksa hiç bir şeye yaramaz değil mi? İman var; inanç bozuksa ve amel yoksa, iman var; muamelat kısmı bozuksa, iman var; nikâh meselesi bozuksa eğer bir de mücazat yani cezaları müstelzim kabahatleri var ise, halimiz nice olur? Bak şimdi tayyare var amma makinesi bozuksa, tayyare var benzini yoksa, tayyare var lâkin kaptanı yoksa veya hasta veya sarhoş veya akılsız ise, tayyare var lakin dümen bozuk, tayyare var amma ayakları tekerlekleri yoksa veya var da bozuk açılmıyorsa şimdi sen söyle bu tayyare bu motor bu otomobil bu taksi ve bu saat neye yarar? Bilmem acaba yanlış mı düşünüyorum? İmanım var inancım var demekle ne kadar övünür dururuz. Fakat onun işe yarayıp yaramadığına hiç de bakmayız. Peygamberimizin bize öğrettikleri duâlardan birisi de, (Yarab! Faide vermeyen ilimden, korkmayan gönülden, kabul olunmayan amelden, dinlenmeyen ve müstecap olmayan duâdan sana sığınırım.) demesi nekadar güzeldir. Öyle değil mi aziz kardeşim? Mü’minlere Va’zlar 48 Bu dünyaya hergün bir sürü insanın gelip bir sürü insanın da mezarlara konmakta olduğunu hepimiz görüp bilmekteyiz. Eğer öldükten sonra iş bitti dersen iman ve İslâmdan çok uzak olduğunu iyi bil. Böyle inançsız, müslümanım diyen erkekle bir kızın evlenmesi caiz olmayacağı gibi böyle inançsız kızın da bir müslüman erkekle nikâhlanması dinen katiyyen caiz değildir. Çünkü nikâh ancak dindarlar arasında muteberdir. Dinsizlerle nikâh mümkün değildir. Biz hıristiyan kızlarını alabiliriz; çünkü onlar da bir kitap ve bir peygambere inanmışlardır. Fakat onlara kızlarımızı hiç bir suretle veremeyiz; çünkü onlar bizim peygamberimize ve kitabımıza inanıp iman etmemişlerdir. Biz ise bütün peygamberlere ve kitabIara inandığımız için onların kızlarını almaya hakkımız vardır. Onlar ise bizim peygamberimize ve kitabımıza inanmadıkları için, müslüman kız veya kadınla evlenemezler. Bu da münakâhât meselesi içindedir. Dinden dönenlerin nikâhı hiçbir suretle caiz ve kabil değildir. İslâm i’tikadlarına inanmayanlar müslüman sayılamaz. Adının Ahmet veya Ali, Veli olmasının hiç faide vermiyeceğini her akl-ı selim sahibi iyi bilir. Şimdi şuna iyi dikkat et. Demekki müslümanlık yalnız namaz ve oruçla hac ve zekâtla olmuyor “İ’tikat hiç eksiksiz, sonra ameller sonra nikâh, sonra ticaret ve muamelat kısmı birbirini tamamlıyor. Haramdan mal kazanmak servet yapmak, hile hud’a yalanla içki satmak, kumar oynatmak, hırsızlıkla rüşvetle veya gasp edip zorla almak ve aldığını vermemek suretiyle kazanılan paralarla müslümanlık taslamak, işe yaramayan bir sürü tayyare veya otomobillerle övünmeye benzer, derlerse ne dersiniz? Muamelat kısmına ahlâklar da dahildir. Müslüman, kimseyi incitmeyen, herkesin kendisinin elinden ve dilinden Mehmed Zahid Kotku 49 emin olduğu bir zat-ı muhteremdir. Herkese iyilik yapar, yemez yedirir, giymez giydirir, kimsenin aleyhinde bulunmaz, varlığı ile övünmez, kibir, haset, ucup, riya, hırs, kin, şöhret, gadap, fitne, ve fesat ve emsali çirkin huylardan uzak; cömert, cesur, mütevazi, haline razı, muhlis, Hakk’ın verdiğine razı, şöhret ve gadaptan âri, kimseye kin tutmaz, müşfik, merhametli, herkese acır, iyilik yapar, kimsenin fenalığını istemez, su-î zan etmez, hep hüsnü zan sahibidir. Ne aldanır ve ne de aldatır, halim selim kibar, nâzik, edip, âlim, sâlih, zahid, abid, müttaki bir kimse demektir. Şimdi sen de bu duâları oku ve Hakka yalvar. İbâdet ve tâatını güzelce yap. Fakat i’tikadı, muamelat ve münakehatı da ona uydur. Müslümanlık, Hakka kullukla beraber, Hakkın mahluklarına şefkat ve merhametli olmayıda emreder. ihmal edersen bir kanatlı kuş gibi uçamaz ve kemâlâta ulaşamazsın... Zemzemi içtikçe şöyle bir duâ okuyorduk: ْ ِ اَ َّ ِا ِّ اَ َئ ُ َכ ِ ْ א َא ِ א ورِ ْز ً א وا ِ א ِ َ אء ً َ ً ً َ ْ ً َّ ُ ٍ ٍ َ آء و َ َ ُכ ّ ِ َد Tayyareye binerken aklıma geldi de ne güzel bir ilim. Şimdi üç saat sonra İstanbul’a götürecek. Elbette büyük bir ilmin semeresi... Sonra düşündüm: İstediğimiz ilim herhalde bu ilim olmasa gerek, çünkü bu ilmin fâidesi ancak dünyadadır. Öldükten sonra sen tayyare yaptın, elektrik icad ettin, mikropları buldun diye her halde bir mükafat vermezler. Orada ancak iman ve amel-i salih faide verir. Bu tayyare ve saire ise bir san’at ve bir ticaret metâıdır. İlm-i nâfi, olsa olsa insana öldükten sonra da fayda verecek bir ilim olması gerektir. Bu da, Mü’minlere Va’zlar 50 kulu Allahüzülcelal hazretlerine bağlayan bir ilimdir. Buna da ilm-i ledün ve ilm-i nafî derler. Peygamberlerin ve ehlullahın ilmi bu kabildendir. Cenâb-ı Feyyaz-ı Mutlak hazretleri bizlere de sizleri de fazl-i keremiyle afvü mağfiret eylesin. Peygamberimiz (S.A.V.)’in Cenâb-ı Haktan istediği her hayırı biz de isteriz. Onun Hakk’a sığındığı bütün şerlerden, biz de Hakk’a sığınırız. Hakkımızda hayırlar ihsan buyursun. Dünya ve âhiretin bütün şerIerinden muhafaza buyursun Amin. Bi hürmeti seyyid-il mürselin. Ve-l’hamdü lillahi rabbi-l’ âlemin DUÂ VE HAYATIMIZDAKİ ÖNEMİ Çok muhterem kardeşlerim! Pek çok duâ kitapları olduğu gibi “Delail-i hayrat, Hizb-i A’zam,” Abdülkadir ve Hasan Şazeli, Rufaı (K.S.) hazretlerinin ve Nakş-ı Bend hazretlerinin ve sair velilerin duâları da meşhurdur. Fakat bunların bir kısmı haftalık ve uzundur. Bu gün kardeşlerime hem kısa ve hem de daha faideli olacağını ümid ile üstaz’ı muhterememiz Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevı hazretlerinin tertip edip bizlere emanet ettikleri, üç büyük cild ve iki bin sahifeyi mütecaviz üç kitabdan aldığımız ve bunlara ilaveten Buharî, Tirmizî, Câmi-us Sağîr, Et Tergiyb vet Terhib, bir de Ramuz kitaplarından aldığımız istiğfarlar, tesbihler ve Kur’an-ı Azimüşanda Cenâb-ı Hakkın bizlere ta’lim buyurduğu duâlarla hamde müteallik ayat’ı Kur’aniye ile tehlil ve tevhide aid kırk adet ayat’ı Kur’aniyeyi ve bir de ilaveten evliyaların isimleri, anıldığında rahmet-i İlahinin nazil olacağı cümlenin malûmu olmakla, onları da eklemek suretiyle meydana gelen bu duâ kitabını kardeşlerimizin istifadesine arzetmekle belki duâlarınız Mehmed Zahid Kotku 51 ve Hakk’ın rızasına nail olmamıza sebep olur, diye yazmağa cesaret ettim. Her cahilin cesur olduğu hepimizin malumudur. Binaenaleyh görülecek kusurlarımızın affını, hataların tashihini ulüvvü cenaplarınızdan reca ederim .. Ve bu duâları okumağa başlamazdan önce abdest alır, kıbleye karşı oturur evvela 25 istiğfar, bir Fatiha-i şerife ile üç de İhlas’ı şerifi okuyup, Cenâb-ı Peygamber efendimizin mübarek ruh-u şerifleri ile birlikte evlâd, ezvac, ashap ve etbaının ruhu şeriflerine ve bilcümle peygamberan hazeratının ve mümin, müminat kardeşlerimizin ruhlarına hediye ettikten sonra ölümünü güzelce düşün ve kabristanlarda yatanları, akraba-i taallukatını düşün. Onların da her birisi bizlerden çok kuvvetli, zengin, âlim, âbid, kuvvet ve kudret sahipleri kimselerdi. Bak bu gün onların hiç sesleri çıkmıyor. Çürümüş gitmişler fakat başlarına dikilen taşlar onları bizlere haber veriyor. “Aç gözünü bu dünya beka alemi değil. Yarın senin de bizim gibi adın unutulacak mal mülkün taksim olacak, sende nihayet burada bizler gibi kalacaksın.” diyorlar. Münkereyn meleklerinin suallerini ve ahval’i kıyameti şöyle gözünün önünden güzelce geçir. Ve üstazından aldığın derslere ihmalsiz, dikkatle devam et. Ve onu da unutma hatırından çıkarma. Bununla beraber günahı mucip herşeyden ve her yerden son derece korkup kaç. Ve iyi bil ki günahlar bir ateş ve bir zehirdir. İster ufak ister büyük olsun sonra tevbe ederim diye şeytana uyup aldanma. Alışılan şeyler ikinci bir tabiat halinde insanın içine yerleşir. Bir daha çıkarması çok müşküldür. Bakın şu sigarayı bırakabilen kaç kişi görürsünüz? Halbuki çok muzır Mü’minlere Va’zlar 52 ve hiç de fâidesi yoktur. Mahlukat ve bâhusus Hakkın salih kullarına karşı çok şefkatli merhametli olmağa da çalış. Kemal-i edep ve saygıyle Kur’an-ı Kerim’in tilavetinden sonra bu duâların mümkün olduğu kadarını her gün okumağa gayret et. Hakka tazarru’ve niyaz eyle evrâdı olmayanın varidatı olmaz derler. Her sabah Yasin-i Şerif oku ve ezberle. Öğle vaktinde Sure-i Fethi’, ikindide Ammeyi, akşam İza Vakaa, yatsıda Tebareke surelerini okumayı ve bunları ezberlemeyi ihmal etme. Sonraları sabah ve akşam bunların hepsini birden okuyuverirsin. Ve okurken ancak kendin işitebilecek kadar sesini çıkar. Fazla ses çıkarma. Ve gözünle sessiz de okuma. Cenâb-ı Hakkı hiç bir zaman hatırından ve gönlünden çıkarma. Ve Cenâb-ı Hakkın her bir hareketimizi görüp bildiğini ve amellerimizin defterlerimize de yazıldığını (yani bir teyp makinası gibi) unutma. Daima Hak sübhânehu ve teâlânın rızası olduğu amelleri işle Gadabından son derece sakın. Kimsenin aleyhinde bulunma. Ve kimseyi en ufak bir şekilde incitmemeye dikkat et. Dedikodu yerlerinden gıybetden çok sakın. Çünkü kazandığın sevaplar elinden boşu boşuna gider. Cehennemin, kabrin azabından, dünya ve ahiret fitnelerinden, ve Mesihi-d Deccal’ın fitne ve fesadından Allah celle ve alaya sığınmak gerektir. Cennete girip cemal-i ilahisini müşahedeye nail olmak ise en büyük bir saâdettir. Bütün nimetlerin tükenip ölümün gelip çattığı sırada mümine faide verecek ve onun saâdet ve selametine sebep olan ibâdet ve tâatla beraber doğruluktan, ihlâstan zerre kadar ayrılma. Ve bu fani dünyaya bel bağlayıp aldanma. Ve bu duâyı her namazın arkasından okumayı unutma. Mehmed Zahid Kotku ِ َ ْ اب ا ْ ِ َ َ ِ ِ َ ِْْ َ ِ ا ِ ْ َّ َ َو ِ ّ َ ْ ِ َ َ ْ ِ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ َ َ اب َّ ِ ِ ِ אت و ِ َ َ َ ْ ْ ْ َ ا ْ َ ْ ٰ َوا ِ َّ َا אل َّ 53 ُ َّ َا ِ و َ "Ey Allah'ım! Cehenemin azabından, kabrin azabından, hayat ve mematın fitnelerinden ve Mesihi-d Deccalin şer ve fitnesinden sana sığınırım. Cenâb-ı Peygamber (Sallahhü Aleyhi Vesellem) hazretleri bu duâyı Ashab’ı kiram hazretlerine bir sure ve bir âyet gibi ta’lim buyurduklarından, Pakistan müslümanları bunları namazlarında tahiyyattan sonra okur olduklarını da rivayet ederler. Cenâb-ı Hak (celle ve alâ) hazretleri cümlemizin muiyni olsun. Dünya ve ahiret selamet ve saâdetlerini ihsan buyursun. Sevdiği kimselerle ve sevdiği amellerle ve bizlerden razı ve hoşnut olduğu halde ve hüsn-ü hatimelerle ahirete göçen kullarından eylesin, amin! Bi hürmeti mürselin ve sallahlahü alâ seyyidina Muhammedin ve alihi ve sahbihi ecmaiyn vel Hamdü lillahi rabbil alemiyn.* * 17 Mart, 197s (12 safer 1391). MEVZULARA GİRİŞ Bismillahirrahmanirrahim Esselamü aleyküm ve Rahmetullahi ve berâkatühü. Evvela üzerimize borç olan Cenâb-ı Hakka Hamdü senadan ve Peygamberimize selâtu selamdan sonra derim ki: Pek muhterem ve sevgili okuyucu kardeşlerim! Hepimiz pek iyi biliriz ki insan denilen bizler iki şeyden mürekkebiz: Birisi et, kemik, kan vesair cismimizin, cesedimizin meydana gelmesine bağlı olan şeyler; Birisi de bu cismin harekete geçmesi için Cenâb-ı Hakkın bize lutfettiği ruhumuzdur. Hayat bu ikisinin birleşmesiyle başlar ve devam eder. Cesed olmazsa ruh olmaz. Yani cesedsiz ruh bir iş yapamaz. Ve ruhsuz cesed de yine böylece bir şeye yaramaz. Mü’minlere Va’zlar 56 Binaenaleyh hayatın kıvamı ruh ile cesedin mevcudiyetine bağlıdır. Cismimiz cesedimiz yaşamak için maddi gıdalara nasıl muhtaç ise ruhumuzun da gelişmesi için manevi gıdalara ihtiyacı vardır. Binaenaleyh yalnız cesedIerini besleyip de ruhlarının manevî gıdalarını veremiyenlerin halleri şöylece daha iyi anlaşılır zannederim. CesedIerin muhtaç olduğu gıdaları veremiyenlerin hali ne olursa, ruhların gıdalarını veremiyenlerin hali de aynıdır. Sakın deme ki, işte bu kadar insan var. Bunların bir kısmının maneviyattan hiç haberi bile yoktur. Ama pekâlâ yaşıyorlar. Hatta bedevi ve vahşet halinde yaşayanlar da bu devirde bile pek çoktur. Hele Afrika ve Hindistan gibi büyük ülkelerde daima sürü halinde görülmektedir. Yamyam denilen insan yiyenler de bunlardan değil mi? Lâkin yaşamak deyince hayvanca yaşamak akla gelmemelidir. Zira insan bütün mahlukatın en güzeli ve en mükemmelidir. İdraksiz, şuursuz ahlâksız, hayasız bir hayat elbette müslümanın istediği bir hayat olmasa gerek. Maalesef ruhen beslenmemiş insanlar velevki “Müslümanım” dese bile ehli küfür ve müşrikler de dahil olduğu halde beşeriyete çok zararlıdırlar. Ehl-i küfrün bu günkü sanatlarının üstünlüğü bizi aldatmamalıdır. O san’atların en iyisini arı yapar. Bugün insan san’atta henüz arının seviyesine bile erişememiştir. Şimdi arı bu san’atın sahibidir diyerek baş tarafa mı oturtalım? Arı yine hayvandır, yine hayvan... San ‘at hüner sahibi olmakla insanlarla boy ölçüşmeğe hakkı varmıdır? Diğer hayvanlardaki bütün meziyetler de böyledir. Çok koşar, çok uçar ve çok sür’atli uçar ama yine hayvandır yine hayvan... Mehmed Zahid Kotku 57 İnsanlık ise bambaşka bir meziyet, bir saâdet, bir devlettir ki; o da ancak dinlerin en güzeli ve en sonuncusu olan “İslâm Dini”dir. İnsan haddizatında çok da zayıf ve aciz de bir mahluktur. Yaradanımız olan Allahü (Teâlâ) hazretlerine her zaman ve her yerde muhtacız. Ondan ilham almadan yardımı olmadan bir şeye muvaffak olamayız. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) hazretleri bile bunu bize duyurmak için nekadar çok duâlar buyurmuşlar ve Hz. Allah'a ilticada bulunmuşlardır. Bâhusus gece namazlarından sonra gece yarılarından sonra herkes uykuda iken ve mübarek gün ve zamanlardaki duâları ne kadar güzel ve tatlıdır. İnsan okumağa doyamaz. Bize düşen mühim vazifelerden birisi de bu duâları güzel güzel her sabah ve akşam okumağa devam etmektir. Ma’lüm ya insan aciz bir mahluktur. Yardımsız yaşayamaz, hidâyet ise Allahü (Teâlâ)nın bir lutfudur. Ona mazhar olabilmek ne büyük bir devlettir. O da Müslümanlığa her bakımdan riayet etmekle beraber bu ve bunun gibi mevsûk ve malum olan duâlara devam etmekle hem güzelleşir hem de kuvvetlenir. Müslümanlık deyince şunu da iyice bilmek gerekdir ki bu da beş bölümdür. ibâdetler ise bu beşten ancak birisidir. Diğer dört de müslümanlığın icabı ve levazımatındandır. Bunların en mühimi de akaiddir. Bunu sakın yabana atma, i’tikad sağlam ve dürüst olmazsa diğer dört her ne kadar sağlam ve güzel olsa dahi kıymeti kalmaz. Makbul-ü ilahî olamaz. Şunu sana bilmem şöylece anlatabilir miyim: Peygamberimizin bir duâlarında: “Yarab! Fâidesiz ilimden sana sığınırım”, buyurması ne kadar şâyân-ı dikkattir. Bugün sayısı pek çok olan ilimler var. Kimisinin sadece dünyada kendisine fâidesi vardır, başkasına Mü’minlere Va’zlar 58 değil. Bazı bilgilerin fâidesi umumi olur. Lâkin fâidesi yine dünyaya âiddir. Âhirete bir fâidesi yoktur. Belki ibâdet ve tâattin mahrûmiyetinden nâşî zararı da büyüktür. Halbuki bu ilimlerle ve sanatlarla meşgul olanları biz medenî insanlar, müterakki memleketler diye medh eder dururuz ve onları da bir yandan taklit etmeğe çalışırız. Yukarıda beyan olunan arı misalini unutma. Bu hünerler ve san’atlar hiç de insanlıkla ölçülecek birşey değildir. İnsanlık ancak İslâmiyettedir. Eğer her hüner ve bilgi sahibi iyi bir insan olsa; Allah (C.C.) onları hiç zem eder miydi? Kur’an’ı iyi oku ve iyi düşün. Sure-i Bakara’nın 159, 160, 161. âyetlerinde; “Kafir oldukları halde dünya hayatına göz yumup ölenlere karşı Allahü Teâlânın meleklerinin bütün insanların laneti olsun”. Bu ne demek? Allah (Teâlâ) bunlara neden bu kadar acı bir lânet ediyor? Bunlarda biraz hayır olsaydı bu lanete müstahak olmazlardı. Bu günkü Milli gazetede, Konya Milli Selamet vekili Şener Battal: “Bu günkü gençliğin çektiği ıstırapların ve memlekete yapmak istedikleri zararın başlıca sebeplerinden birisi de; "Geçmiş iktidarların ihmalinden doğdu. Asıl suçlu! Gençliği maneviyattan uzaklaştıran zihniyettir." Maneviyat denilen ruhun, gıdasız kalıp mecalsiz kalmasıyla ancak ruh-u hayvaninin tasarrufiyle insanca değil belki hakiki insanlığın dışında bir hayat sürmelerinden ileri gelmekte olduğunu beyan etmektedir." Ve bu hal üzerine hergün buna benzer yazılar yazılıyor. Halbuki Kur’an-ı azimüşşanın 98. suresinin 6. âyetinde mahlukatın en şerlisinin ehli kitabın kâfirleriyle müşriklerin olduğunu apaçık beyan etmekte iken bizlere ne oldu bilmem. Hayat eğer ancak bu hayat-ı Dünya’dan ibaret Mehmed Zahid Kotku 59 olsa dediğin doğru. Amma, hiç de öğle değil. Hayatın ancak hayat-ı Âhiret olduğunu ve bu Dünya’nın da o Âhireti kazanabilmek için bir geçit, bir imtihan evi olduğunu bilmek gerektir. Zira gerek Kur’an-ı Azimüşşan âhiretin ebedi ve daha hayırlı olduğunu müteaddit âyetlerle beyan etmekte olduğu gibi bütün peygamberler de bilfiil bunu göstermişlerdir. Cenâb-ı Peygamber efendimiz her şey elinde olduğu halde bunların hiç birisine tenezzül etmemişler. Bu hepimizce malumdur. Hatta bir gün Hz. Ömer (Radiyallahü Anh) efendimiz Peygamberimizi bir hasır üzerinde yatarken görmüşlerdi. Hasır da mübarek vûcûdu şeriflerine iz etmişti Hazreti Ömer dayanamadı da: “Ya Resulallah müsade buyursanızda sizlerin istirahatleri için şöyle şöyle bir şeyler tedarik etsek” diye kendilerine arzedince,: “Ya Ömer benim dünya ile ne ilgim var” diyerek dünya saâdet ve saltanatlarına katiyyen iltifat etmemişlerdir. Muhammed Buseyri hazretlerinin kasîde-i Bü’re şerhinde Âbidin paşa ne güzel izah etmişlerdir... َو َ َّ ِ ْ َ َ ٍ َا ْ َ אئَ ُ َو َ ٰ ى َ ْ َ ا ْ ِ َ אرِ ِة َכ ْ ً א ُ ْ َف ْا َ َد ِم َ Beytinde…. “Ol Resul-i Ekrem (Sallallahü aleyhi ve Sellem) hazretleri bazan açlıktan dolayı mübarek bağırsaklarının mahallini bağladı. Ve belinin mideye yakın olan yanlarındaki nazik cild-i mübarekini taş altında toplayıp büktü” Mü’minlere Va’zlar 60 Yani karınlarına taş bağlarlardı. Halbuki fahr-ı kâinat dileseydi, açlık çekmek değil, dünya ve bütün nimetleri efendimiz hazretlerine ihsan olunması gayet kolay iken, bize örnek olmak üzere ibâdetlerime mani olur diye bütün lezzetleri terketmiş ve açlığın şiddetinden mübarek beline taş bağlamışlardı. Şimdi bunu görüyoruz ve biliyoruz. Sebebi, işte o ruh-i insanideki meleki sıfatları kaybetmeyip bilakis çoğaltmak için bunları bizlere örnek olmak üzere ihtiyar buyurmuşlardır. Hiç şüphesiz ki o mübarek i dünyanın bütün nimetleriyle mütelezziz olsalar onların haline hiçbir değişiklik gelmesine ihtimal yoktur. Bu halleri bizlere birer derstir. Ne yazık ki anlamaktan çok uzak bulunuyoruz. O bizim baştan beri anlatmak istediğimiz maneviyat ve ruhun gıdası verilip beslenmedikçe insanların kemal ve olgunluk bulması mümkün değildir. Bir taraftan nefse hakimiyet bir taraftan da ibâdet, taât, zikrullah, duâ ve ilticalarla, Hak (sübhanehu ve Teâlâ'ya) takarrüb neticesinde insanlık denilen devlet zuhur eder. İşte bahtiyarlık o zaman başlar. Yoksa servetin çokluğu bilginin bolluğu bunlar olmadıkça fayda vermez. Bakın size o peygamber-i zişanın kemaline delâlet eden bu kasidedeki bir beyti daha yazayım. Amma bunları okuyup hemen geçme hem çok düşün ve hem de üzerinde bir haylice dur. אل ا ُّ ُّ ِ ْ َذ َ ِ َ ْ َ ْ َ ِ َ َא َرا َ א َا َّ َ א ُ َ ِ ْ َو َر َاو َد ْ ُ ا ٍ َ َ “Ve altundan olan yüksek dağlar ol kân-i seadetin meylini celb için şiddetle arzu ve kendilerini fahr-i Kainat’ a arzeylediler. Mehmed Zahid Kotku 61 Amma o Habib-i kibriya o dağlara ve alayiş-i Dünyaya rağbet göstermemekle ulüvv-i Cenâb ve yüksekliğin nerede ve nasıl olduğunu göstermiştir.” Şerhinde ise, ol Rasul-i mücteba efendimizin sayısız olan büyüklük ve meziyetlerini sayarken bir nebze de bunu açıklamışlardı. Bugün Arabistanda çıkan altun mesabesindeki petrol ve bol miktardaki altunlar işte o gün Rasul-i Ekreme olan muhabbetinden naşi teslimiyet-i kâmile ile bütün varlıklarını ona arzettikleri halde bak Resul-i Ekrem onlara nasıl cevap verdi: Gerek dağların altunları ve yer içindeki gazların ve cihanın sair alayişine muhabbet ve rağbet göstermeyip. َ ِ ِ َ اُ ِ ْا ُّ diye üful edüp gidecek şeylerin hiç birisine muhabbet etmeyip o altun dağlarına ve dünya saltanatına aldananlara ruhaniyetin ulüvvü kadrini, yüksekliğini bihakkın göstermiş olmaktadırlar. Çünkü: ِ ِ ة ِ ِء א رِ ان ا כ َّ َّ َّ َ ْ َ ْ َ ُ ْ َ ْ ً َ َ ْ َ ْ ً َّ َ ْ َ َّ َ ْ َ ِ َّ ِ ا َ “İnsanlar hilkat itibariyle ve tabiatları iktizası rahatı süsü ve lezzetli şeyleri, mevki ve saltanatları çok severler. Bu emellerine nail olabilmek için, ta o çocukluk devresinden başlayıp 25 ve 30 yaşlarına gelinceye kadar ömürlerini hep bu uğurda feda ederler. Nihayet belki bir mevki ve saltanat sahibi de olabilirler. Fakat ne yazıkki o rahatın ve lezzetlerin; o saltanatların içerisinde saklanmış zehirli yılanları çiyanları; çaresi bulunmayan öldürücü mikropları, bir türlü göre- Mü’minlere Va’zlar 62 mezler ve görmek de istemezler. Eğer birisi çıkıp ta, “Ben bu işi sizden daha iyi yaparım, siz şöyle bir köşeye çekilin de istirahatinize bakınız dese”. kıyametler kopar. Artık ne kadar çirkin, yaramaz iftira varsa hepsi meydana çıkar. Zehirleri yuta yuta, adeta afyonkeşler esrarkeşler gibi, bir türlü alıştıklarını bırakamazlar. Nekadar zararı olursa olsun hiç kulak asmazlar. Sigara içenler ve içki içenler de böyle değilmi? Onun için azizim, muhterem evladım, kardeşim bu dünya gördüğümüz gibi bir yolcu geçididir. Burası durulacak yer değildir. Burası ancak âhiret saâdet ve selâmet evini kazanabilmek için bir imtihan evidir. Buranın zevk ve sefasına aldanırsan hakiki saâdeti ve selâmeti kaybedersin. Bu zevk ve safa dediğin şey görüyorsun ya bir sürü elem ve keder dolu. Sonra arkası da yok... Bir gün ölüm gelip hepsini altüst edip gider vesselam Binaenaleyh, Sen böyle sonu olmayan birşeye aldanma ve Peygamberlerin yolundan, izinden kat’iyyen ayrılma. saâdet, selâmet hepsi bunun içinde...” Bak şu beytin manasına Nefsi emmare nice defa insana bir lezzet göstermiştir ki o lezzet öldürücüdür. O cihetten öldürücü ki insan onu bilmemiş ve bilememiş. (Muhakkak zehir yağlı lokma içindedir.) Şerh: Nefs-i emmare gaddare ve mekkare olduğundan insanların helâkini mucip olan çeşitli acı ve ızdırap verici en kötü şeyleri bile gayet güzel bir surette süslenmiş gayet leziz şeylerle kendilerine tabi olanları zehirler ve ızdıraplara giriftar eyler. Eğer sen bunu bilfiil görmek istersen, hilekar ve gaddarlara bak: Zulümlerini arttırdıkça kinleri artar ve ortalık berbat Mehmed Zahid Kotku 63 olur. İşte o zalimler zehirlerini en tatlı yemekler içine koyup insanı maddeten ve manen zehirler ve yok ederler.* Şunu da yazmadan geçemeyeceğim. Çünkü yutturmak istediği bu zehirleri hep nefs-i emmare vasıtasıyla icra eder. Binaenaleyh her ne pahasına olursa olsun eğer insanca yaşamak istiyorsan אك َ َ ْ َّ َو َ א ِ ِ ا َّ ْ َ َوا َ َ َّ َ אن َوا ْ ِ ِ َ א َو ِا ْن ُ َ א ِ ِ َّ ا ُّ َ َ א ْ Beyt-i şerifiyle, nefsin bütün arzularına ve insanın ta ebedi düşmanı olan şeytana muhalefet edip, onların sözlerini sana halis nasihat etseler bile; sen onlara inanıp itaat etme. Bilakis “vasihima” emri üzerine isyan eyle. Çünkü, nefs’i emmare tıyneti itibariyle helâl, haram, günah falan tanımaz. Bütün canının istediklerini yemek ve eğlenmek arzusu ile cehenneme kendisini hazırlar. Ve daima isyana ve günahlara doğru süratle gider, Şeytan da yardımcısı olunca artık zulüm, hased, intikam almak fırsatıyla neler yapmaz. Nefsin tesiri ve zararı cisme ve akl-ı zâhiredir. Şeytanın tezyînâtı ise kalp ve mânâyadır. Gerek cismin ve gerekse kalbin harabiyyeti ile insan insanlıktan tamamiyle çıkmış olur. Ondan sonrasını artık sen düşün. Bu günkü ve yarınki dünyamızın çektiği ve çekeceği bütün ıztırapların kökü, menbaı, kaynağı işte budur. Bununda asıl kökü dinsizliğe dayanır. O da yukarda zikrolunan lanete müstahak olur vesselam. * Abidin Paşa, Kaside-i Bürde Şerhi, s.30. Mü’minlere Va’zlar 64 Şimdi size esas gayemiz olan duâdan ve duânın lüzumundan bahs edeceğim, biraz laf uzadı, geciktik. Cenâb-ı (vacib-ü vücud) hazretleri Kur’an’ı azimüşşanın müteaddit yerlerinde buyurmaktadır. َ ْאد ُ ِ ا ِ כ ُْ َ ْ َ َْ Yani; “Siz bana ihtiyaçlarınızı ar’zedin, isteyin, yalvarın, duâlar edin bende sizlerin duâlarına icabet edeyim, istediklerinizi vereyim.” buyurmasıyla bizleri duâlara teşvik etmektedir. Çünkü bütün kaynaklar Zat-ı ecell’ü a’lanın yed-i kudretindedir. İstediği zaman herşeyi yapar kimse de karışamaz. Buna binaen, Rasül-ü Ekrem (Sallallahü aleyhi ve Sellem) hazretleri Cenâb-ı Hakk’a ençok yalvaran, duâ eden, iltica eden idi. Ve bizlere iltica edip yalvarmanın hem ibâdet ve hem de en büyük bir kuvvet ve silah olduğunu bildirmişlerdir. Ebu Hüreyre (Radiyallahu Anh) den ِ ِ ِ ِ َا ُّ אء ِ ات ُ َ ُح ا ْ ُ ْ ِ َو ُ َ َ ٰ َّ אد ا ّ ِ َو ُ ُر ا َو ْا َ ْر ِض Hadis’i şerifine bir bak: ... duânın kendisi (hangi dil ile olursa olsun) mümin kulun silahıdır.” Malumdur ki silah düşmana karşı kullanılan öldürücü bir alettir. Yanında silahı olan ve onu güzelce kullanmasını bilen kişi öyle olur olmaz düşmandan korkmaz ve kaçmaz; icabında düşmanını yok eder, öldürür. İşte tıpkı bunun gibi duâ da, insanın mânevi düşmanlarını ve nefs-i emmaresini de öldüren pek büyük bir kuvvettir. Nefs-i emmare silahtan, toptan, atomdan korkmaz. Şeytan da böyle... Bunları korkutan şey ancak kulun Allahü Mehmed Zahid Kotku 65 Teâlâyı lâyıkıyla yaptığı zikri ve duâlarıdır. Silahı kullanmanın nasıl usulleri, şartları varsa, duânın da tesiri için usul ve şartları vardır. Bu usullere riayet edilmeden yapılan duâların elbetteki bir faide veremiyeceği aşikardır. Duânın kabulü için birçok şartlar zikredilmiştir. Bâhusus evvela bütün günahlardan hakiki ve ciddi bir tevbenin lüzumu herkesçe malumdur. İşte asıl iş bu tövbededir. Bu tövbe ağız ve dilin yalnız (estağfirullah) demesiyle olmayacağı cümlece malumdur. Tövbe her neden yapılırsa yapılsın, o yapılagelen şeyi bir daha yapmamak üzere evvel emirde bir nedamet lâzımdır. Bu nedamet, tabii içten gelen tam bir ikrahtır. Ve bu fiilin bir daha kat’iyyen tekerrür etmemesi de matluptur. Ve böyle güzelce yapılan bir tövbeden ve tevbe namazından sonra yapılacak her duâya Cenâb-ı (Vacibül vücud)un icabet buyuracaklarına hiç şek ve şüphe yoktur. Onun için evvela ibâdeti lâyıkı veçhile yap; sonra da kat’iyyen abdestsiz gezmeye alışma ve daima Cenâb-ı Hak (sübhanehu ve Teâlâ) hazretlerine duâ ve ilticadan da ayrılma. Ve bu duâların en iyisi Cenâb-ı Hakk'ın peygamberleri vasıtası ile Kur’an-ı azimüşşan da beyan buyurulan duâlardır. Sonra da Peygamberimizin mübarek ağızlarından bizlere talim sadedinde buyurulan duâlar olup, bunların her nekadar manalarını anlamazsak da, bu duâlarla iltica, yalvarmak, istemek diğer duâlardan efdal ve âlâdır. Sonra bu duâlar: a- Namaz arkasından, b- Cum’a hutbesinin arkasından, c- Ezan-ı Muhammed’inin arkasından, ç- Gece yarılarında, d- Sonra kandil gecelerinde, Kadir ve Bayram gecelerinde ve esnay-ı muharebede yapılan duâlar da pek makbuldür. Mü’minlere Va’zlar 66 Bâhusus Kur’an-ı Azimüşşanın hatminden sonra yapılan duâlara bir de gözyaşları katılırsa, daha çok makbul olacağı pek aşikârdır. Duâ yalnız müminin silahı değil, aynı zamanda dinin de direği, göklerin ve yerin nuru olduğu beyan buyurulmuş olması da şayan’ı dikkatdir. Yaptığımız evler, bazan ahşaptan bazan da betondan yapılır. Bunları direksiz yapmak mümkün olmadığı hepimizin bildiği şeydir. Binaenaleyh yapılan, bir ev, bir cami, hatta alelade bir kulübe bile direksiz olamazsa duânın nedemek olduğu daha iyi anlaşılır. Sonra karanlıkta hiç birşey yapılamıyacağı ve hatta okunamıyacağı yine hepimizin malumudur. Gözlerimiz her nekadar açık olsada karanlık gecelerde bir şey göremediğimiz gibi, bazan sisli havalarda vapurlarımızın da işlemediği gözlerimizin önündedir. Birşey görmek okumak ve yazmak için nasıl ışığa, ziyaya, nura muhtaç isek, duâya da böylece muhtaç olduğumuz aşikardır. Duâdan mahrum olan kişi, karanlıklarda kalıp önünü bile göremiyen ve ne yapacağını bilemeyen bir kişidir. Ne kendisi hayatından istifade edebilir, ne de mensup olduğu cemiyet. Zannedersem şimdi duânın ne kadar kıymetli ve mühim olduğu daha iyi anlaşılabilir. Duâlardan gafil olmayınız, acizlik getirmeyiniz. Zira duâ eden Hakk’a yalvaran, ondan isteyen, hiç birkimse helâk olmamıştır. Demekki duâsız kimseler Hakk'a yalvarmasını beceremeyen zavallılar, helâke, mahva, yokluğa mahkum kimselerdir ki; artık bunun ne demek olduğunu anlamamak mümkün değildir. Kendisine duâ yolları, yalvarma ve iltica yolları açılmış kimse için rahmet-i ilahiye kapılarının açıldığı da pek aşikar bir şekilde belirtilmiş olmakla en güzel ve hatta sevgi ile istenilecek şeyin ise afiyet olduğu yani hasetliklerden ve belalardan selâmette olarak yaşamanın lüzumu da anlaşılmış Mehmed Zahid Kotku 67 olmaktadır. Yine malumdur ki; hastalıklı ve çeşitli belalara giriftar olmuş insanlardan da istifade mümkün olmadığı gibi cemiyetin başına da bir yük olurlar. Bununla da kalmaz, Hakk'a lâyık ne ibâdet edebilir ve ne de yalvarabilirler. Bazı iptilalar vardır ki, maazallah insanı küfre kadar götürebilir. Halbuki küfür zulmetin, karanlığın ta kendisidir. İman da nurun aydınlığın kendisidir. Onun için zulmet, karanlık küfürle; iman da nur ile izah edilmiştir. (celle ve âlâ) müminlerin velisi olup onları zulmetten, karanlıklardan aydınlığa yani nura çıkarmış; kâfirlerin veIileri ise tağut, yani şeytan ve putları olduğu ve bu da kâfirleri o güzel nurdan aydınlıktan zulmete karanlıklara sürükledikleri ve bunların da binnetice cehennem ehli oldukları belirtilmiştir. Bundan dolayı her mümin-i müvahhid hemen ve her zaman sıksık Cenâb’ı Hakk'a iltica edip hem sığınmak ve hem de dünya ve âhiret saâdetleri için muhtaç olduğu her şeyi istemekten hâli kalmamalıdır. Zira duâ aynı zamanda ibâdettir. Ve hem de duâ gelen ve gelecek olan belalara da faydalıdır. Onların def’ine sebep olurlar. Binaenaleyh ey Allahın kulları duâya devam ediniz, ve biliniz ki: “Allah Teâlâ Hayy ve Kerim” ا ِכ ٌ َ ٌّ َ ُ َّ َ dir. Kulunun ellerini açıpta ondan bir şey istediği zaman onun duâsını kabul etmemezlik yapmaz ve onun ellerini boş çevirmez. Binaenaleyh sizler hacetlerinizi hemen ve yalnız Allahü Teâlâ hazretlerine arzediniz. Ve ondan isteyiniz. Ve sakın Allahü Teâlâ hazretlerinin kullarına boyun bükmeyiniz. Ve ihtiyaçlarınızı onlara katiyyen söylemeyiniz, biliniz ki onlar da sizler gibi aciz mahluklardır. Bugün verse de yarın ister. İstemese bile başa kakar. Kakmazsa da bir daha kapınızı açmak istemez ve sizi görünce kaçar. Artık bunun Mü’minlere Va’zlar 68 böylesine yüzsuyu dökmek yakışır mı? Allah Teâlâ ise istedikçe verdiğini daima artırır ve ondan da razı olur. İmdi insan olan böyle rahmeti bol bir Allah'ı bırakıp ta başkasına hiç halini arzeder mi? Baksanıza mukadderat-ı ilahiyeyi bile duâlar önler. O takdirat-ı ilahiyeyi tahfif eder. Hafif geçer. Ömrün uzamasına iyilikler sebep olur ve günahlar dolayısiyla da rızkından mahrum olur Kazayı ilahiyeden kaçmak mümkün değildir. Fakat duâların gelmiş ve gelecek kaza ve belalara karşı geleceği bilinmelidir. Bu suretle insanın dünyası da ahireti de gayet rahat ve güzel geçer. Zira Cenâbı Hak (subhanehu ve teâlâ) kullarının yalvarmasını ve istemelerini çok sever. İbadetin efdali de, kulun yaptığı duâların kabulünü beklemesidir, duâlar mutlaka kabul olur. Fakat bazan pek çabuk netice alınır, bazan geç netice alınır ve bazan da âhirete bırakılır. Bazan da onun başına gelecek bazı müsibetlerin def’ine vesile olur. Ve hatta yarın kıyamet gününde Cenâb-ı Hak kuluna sorar: “Filan vakitte şöyle bir duâ etmiştin. Ben de sana istediklerini vermemiştim değil mi?” der. Kul da: — “Evet ya Rabbi” sonra Cenâbı Hak tekrar kuluna: — İşte onu Cennette şöyle şöyle nimetler verilmek için sakladım” deyince kul. — “Ah!” Keşke hep istediklerim bu güne kalsaydı” diye temennide bulunacaktır. Binaenaleyh bizlere lâyık olan durmadan gece ve gündüz hemen Cenâbı Hakk'a yalvarmaktır. Çünkü her zaman her şeyde ona muhtacız. Onun yardımı olmadan hiçbir şeyde muvaffak olmamıza imkân yoktur. Bunun için ne yapıp yapıp Mehmed Zahid Kotku 69 Hazret-i Hakk'a yalvarmağa çalışmalıyız ki gerek Dünya ve gerek ebedi alemimiz olan Âhiret’teki saâdetlere nail olalım. Bak sana bir hadîs’i kudsîden özetler nakledeyim. (Fakat iyi dinle ve dikkat et.) Cenâb-ı Hak (celle ve âlâ) buyuruyor ki “Ey kullarım ben nefsime zulmü haram kıldım. Sizlerin arasında da haram kıldım. Öyle ise birbirlerinize karşı katiyyen zulmetmeyiniz.” (Burada bâhsolunan zulüm Cenâbı Hak hakkında muhaldir. Çünkü zulüm başkasının mülkünde tasarruftan neş’et eder. Halbuki bütün mülk içindekilerle beraber Hâlik’ı (zülcelal) indir. Binaenaleyh onun hakkında zulüm tasavvur olunmaz. Bu gibi sözler bizleri uyarmak içindir.) Yine buyuruyor ki: “Ey kullarım sizin hepiniz delâlettesiniz ancak benim hidâyet ettiklerim müstesna. Binaenaleyh benden hidâyet isteyiniz ki, ben de sizi hidâyete nail kılayım.” Malumdur ki; insan nefis ve şehvetin ve hevasının adeta esiridir. Bunlar ise; insanı daima nefsani ve şeytanı yollara sürükler. Bunların elinden kurtulmak da öyle kolay birşey değildir. Binaenaleyh hak yolu bulmak ancak Cenâbı Hakk’ın lûtfu hidâyeti ve ihsânı ile mümkün olur. Onun için benden hidâyet isteyiniz ki ben de sizlere hidâyet edeyim buyurmuştur. Zira bu hidâyet nail olamayan kişiler tabiatıyla delâlette kalırlar. Yine buyuruyor ki: “Ey kullarım! Hepiniz açsınız; ancak benim yedirdiklerim müstesna. Binaenaleyh benden sizi doyuracak rızkı isteyiniz ki ben de sizlere it’am edeyim.” Yani insan kendim çalışıp kendim kazanıyorum ve elimin emeğini yiyorum zanneder. Halbuki bu hatadır. Zira bu çalışma kuvvet ve kudretini veren odur. Eğer o bize bu kâbiliyeti Mü’minlere Va’zlar 70 ihsân etmemiş olsa biz ne yapabilirdik. İşte hastahaneler ve tımarhanelerdeki insanların halleri acaba bizlere nümunei ibret olmaz mı? Binaenaleyh bizim bütün kazançlarımız Hak (sübhaneh-u ve teâlâ) nın bizlere verdiği sermaye sayesindedir. Öyle olunca kazandığımızı ve yediklerimizi veren odur. Değil mi aziz kardeşim? tabii bundan hiç de şüphemiz yoktur. Yine Hakk Teâlâ hazretleri buyuruyor ki: “Ey kullarım! Hepiniz çıplaksınız; yalnız benim giydirdiklerim müstesna. Öyle ise sizde benden giyecek şeyi isteyiniz ki ben de size vereyim. Sizlerde giyinesiniz. Sizlerin giyinmesi yukarda arzolunduğu gibi benim vereceğim kuvvet ve kudrete lûtuf ve ihsâna bağlıdır. Öyle ise gaflet etmeyip daime ihtiyaçlarınızı benden isteyin.” “Ey kullarım sizler gece ve gündüz daima hata etmektesiniz. Ben ise bütün günahları affederim. Şimdi benden mağfiret dileyiniz ki ben de sizleri mağfiret edeyim." (Çünkü Cenâb-ı Hak Gaffar - uz Zünup. Settar - ul Uyubdur.) Günahlar ne kadar çok olursa olsun ve ne kadar büyük olursa olsun af istendiği takdirde o affedicidir ve bazan da günahları hasenata da çevirir yani sevaplar da verir. "Ey kullarım! Sizlerin bana ne zararı dokunur ne de fâidesi .. Ey kullarım sizin evveliniz de ahiriniz de ins ve cininiz en iyi ve en müttaki bir kişinin kalbi üzere olsanız bu benim mülkümde hiçbirşey ifade etmez. Ey kullarım! Yine sizin evveliniz ve ahiriniz, ins ve cininiz sizin en facir ve en kötü kişinin kalbi üzere olsanız bu da benim mülkümde hiç birşey noksan etmez.” Yani bütün mahlukat cinler de dahil ister iyi ve günahsız, daima ibâdet ve itaat üzere, isyan ve kusur etmez olsalar, bunların benim mülküme hiç Mehmed Zahid Kotku 71 bir şey katamazlar ve bilakis yine bütün mahlukat cinler de dahil ta Adem (Aleyhisselam)dan beri gelen kullarım ne kadar fena, günahkar, asi olurlarsa olsunlar onların bu halleri benim mülkümde tek birşey noksan edemezler. Zarar da veremezler. Binaenaleyh iyilikler ve kötülükler sizin kendinize aiddir ona göre hareket ediniz demektir. Yine buyurur ki: “Ey kullarım! Sizin evveliniz ve ahiriniz ins ve cininiz gayet geniş bir yerde toplanıp benden birşeyler isteseler; ben bunların hepsine istediklerini veririm de bu benim hazinemden bir şey eksiltmez. Şu kadarki bir iğneyi büyük bir denize sokup çıkarsanız o iğne denizden ne eksiltebilir?” (tabii hiç) “Ey kullarım! Bu ancak sizlerin amelleridir (ki ben onları sizler için saklıyorum.) Sonra onların mükafatlarını -Sizlere çok fazlasıyla- vereceğim. Sizden herkim defter-i amalinde yaptığı şeyleri hayır olarak görüyorsa, Allah azze ve celle hazretlerine hamdetsin (şükretsin) Eğer defter-i a’malinde yaptığı şeyleri hayır işlerden gayrı görüyorsa ancak o zaman nefsini levm etsin. Başkasına kusur ve kabahat bulmasın.” Malum, deniz gözümüzün gördüğü ve dünyanın dörtte üçünü kaplayan büyük bir varlıktır. İğne ise hem cilalı ona göre o kadar da ufak birşey, denizden ne eksiltebilir. Tabiri çok manalıdır. Hatta biraz noksanlığını farzedecek olursak ki mümkündür. Çünkü mahdut olan belirli bir şeyden ufak bir kıl dahi koparmak bir noksanlıktır. Lakin Allah (sübhanehu ve Teâlâ) hazretlerinin rahmet ve keremine hudut mu vardır ki ona noksanlık isnat edilebilsin. Binaenaleyh mülk onundur. İçindeki canlı, cansız, maden, nebat, hayvanat ve bütün Mü’minlere Va’zlar 72 insanlar ve göremediğimiz cinniler ve mikroplar dahi hepsi onun mahlukudur. Öyle ise bizlere yaraşan bu varlıkların sahibi rahmet sahibi rahman ve rahim olan Allah (celle ve âlâ) ya layık bir kul olabilmek ve daima onun rızasını kazanmağa gayret gösteren kullarından olmağa çalışmaktır. Bu da yine Allah Teâlâ (ve takaddes) hazretlerinin tevfikine ve hidâyetine muhtaçtır. Onun için bizleri yaratan, her nimetini bol bol veren Hak (sübhanehu ve Teâlâ)ya, daima peygamberimizin rehberliği altında onun da bizlere öğrettiği duâları hatta tesbih ve istiğfarları ve zikrini de çok ederek yalvarmamız gerektir. Çünkü bizim kalplerimiz ve gönüllerimiz açık olmadığı için güzel duâlar yapmaktan mahrumuz. En güzel çare gerek Kur’an-ı Azimüşandaki duâları, gerekse Resul-i Ekrem efendimizin bizlere tavsiye buyurdukları duâları mümkün mertebe ezberlemek veya kitaplardan okumak suretiyle devam etmek şarttır. Mesela imam Aliyyü-l Kâri hazretlerinin (Hizbül a’zam, Delailülhayrat ve Hadislerle duâlar) gibi hazırlanmış kitapları vird edinip hergün okumak gerektir. Cenâb-ı Hak cümlemizin muiyni olsun!.. amin. Tirmizi’nin ve ibni Macenin ettiği rivayette şunlar da görülmekte: “Ölüleriniz ve dirileriniz, evveliniz ve ahiriniz yaşınız ve kurunuz” ta’birleriyle ifade edilmektedir. Kendisinin çok cömert ve macid olduğunu şeref ve azamet ikram ihsanın nihayetsiz olan ve birşey murad ettiği vakit ona ol demesi kâfidir. Derhal olur. Duâ tam bir ibâdettir. Çünkü kişi tam manasıyla Allahü Teâlâ'ya kendisini bağlar. Ve öylece istemeğe başlar ve bilir ki Cenâb-ı Hak her istediğini hem bilir, hem de kulun yalvarmasını işitir. Ve ona icabet eder. Onun için Cenâb-ı Hakk'a hem ihtiyaç zamanlarında duâ etmek caizse de asıl duâ her zaman ve bâhusus rahatlık zamanlarında yapılan Mehmed Zahid Kotku 73 duâlardır. Şiddetli ve müşkül zamanlarda duâsının kabulünü isteyen kişinin bolluk ve rahatlık zamanında çokça duâ etmesi tavsiye edilmiştir. Bâhusus Hazreti Enes (Radyallahü anh)ın rivayeti çok sevindiricidir: “Cenabı Hakk'ın şöyle buyurduğunu Cenâbı Resulüllahdan işittim: “Ey Ademoğlu sen bana yalvarıp duâ ettiğin müddetçe senin bütün günahlarını afederim, de hiç umursamam,.” Hele Enes (Radyallahü anh)ın şu hadisi ne kadar şayanı dikkattir: “Resul-i Ekrem (Sallahü aleyhi ve sellem) hazretleri“Duâ ibâdetin halisidir, özüdür.” ِ אد ِة َ َ ْ اَ ُّ َ ُאء ُ ُ ا kemiğin içindeki iliktir, o olmazsa insanın hayatı sona ermiş demektir.” buyurmuştur. Onun için iliği olmayan koyunu kurban etmek de makbul değildir, bu iki şeyden neşet eder. Birincisi. Allah Teâlâ’nın emrine imtisalen ona yalvarmak ve iltica etmektir. Bu mahz-ı ibâdettir. Ve hâlistir. İkincisi: Görür ki necat ve kurtuluş Allah’dan gayrı herşeyden ümidini kesip Allah (Teâlâ)ya hâlisane duâ edip halini ona arzetmekle olur. Saâdet ve selamet yollarını da haktan ister. İşte bu da ibâdetten sayılır Amma sevap alma bakımından. Yoksa ibâdet etmeden duâlarla ibâdet etmiş sayılmayacağı da malumdur. Yalnız duâ da şu vardır ki kulunu Cenâb-ı Mevlaya yaklaştırır. Bu da tâatin aslıdır. Zira insan kendisinin aciz olduğunu idrak edip Mevlasına iltica ile ona takarrüb etmeğe çalışırsa ki, bu da tâatın bir nev’idir. Fakat Mü’minlere Va’zlar 74 asıl tâat Allah Teâlâ’nın emrettiği ibâdetleri sünnetleriyle beraber güzelce yapmaktır. Zira ibâdetsiz duâlar makbul-i ilahi olamaz. Ve ibâdet ettiği müddetçe de Allah Teâlâ’ya yalvarıyor demektir. Duâların en güzeli, namaz kılarken okuduğumuz Kur’an âyetleri ve ondaki duâlardır. Mesela Tahiyyattaki duâmız namaza başlarken okuduğumuz Sübhaneke ve Fatiha sureleri tam bir duâdır. Kunut duâlarımız. ِ ِ ِ ِ ِ ِ اب َ َ َ َر َّ َא آ َא ا ُّ ْ َ א َ َ َ ً َو ْا َ ة َ َ َ ً َو َא ِا َّאر Daha buna benzer ne kadar çok duâlar vardır ki biz bunları hep namazlarımızda okuruz. Birde namazlarımızdan sonra ayrıca tesbih ve duâlarımız daha vardır ki, en makbul duâlardır. Bir de şu var ki Kur’an-ı Azimüşşanı okumağa devam eden kimse her ne kadar hacetlerini Cenâb-ı Hakk'a arzetmeğe vakit bulamasalar bile. Hazreti Allah (Sübhanehü ve Teâlâ) kulunun hacetlerini o istemeden isteyeceklerinin en alâsını verir. En güzel bir şekilde ihsan eder. Onun için İnsan bütün gücüyle gece gündüz demeyip Kur’an-ı Azimüşşan’ın tilavetine devam etmelidir. Her ne kadar onun manalarını anlayamasak da Allah (Teâlâ)nın kitabı olmak münasebetiyle onu okumağa devam etmek en büyük saâdet ve iki cihanın selâmetidir. Kur’ andaki ilk nazil olan âyet de: Alâk suresi değil mi? İkra, “oku” ِا ْ ْأ َ demektir. Binaenaleyh okuna- cak çok şeyler varsa da en güzeli Kur’an-ı kerimi tecvid ile birlikte güzel bir şekilde okumaktır. Bunun sevabına başka Mehmed Zahid Kotku 75 bir şeyle erişmek mümkün değildir. Onun için evvelâ kendin, sonra ailen ve çocukların da üzerinde titizlikle dur, ne pahasına olursa olsun öğren ve öğret ve öğrendiklerinle de amel etmeğe çalış. Et - Tergib ve't-Terhib’in 482. sahifesindeki 24 numaralı hâdis de çok ehemmiyetli olduğundan onu da yazmadan geçemiyeceğim: Cenâbı Peygamber efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyuruyorlar ki: “Ey Ümmet-i Muhammed, sizi düşmanların şerrinden necat verip kurtaran ve sizi onların ezalarından emin kılan ve rızıklarınızın bollanmasına ve genişlemesine sebep olan şeye delalet edeyim mi? Gece ve gündüz daima Allah Teâlâ'ya yalvarınız, duâ ediniz. (Ve ondan maddi ve manevi ihtiyaçlarınızı isteyiniz) Çünkü duâ muhakkak müminin silahıdır.” Duânın şartlarından birisi de duâ etmezden evvel abdest alıp, hiç olmazsa iki re’kat namaz kılmak, tevbe-i nasuh ile tevbe etmek, َ ْ َ אن َر ِّ ْا َ َ َ ُْ diye başlamak zikrullah ve tesbihler çekmek... Çokça salat ve selam getirmek, ُ ْ َ ْ َ ُ َ ُ ا ْ ُ ْ ُכ َو َ ُ ا ِ ٍء ٌ َ ْ َ َ ُه َ َ ِ َכ ِ ّ ُ َ َ َ ُכ ِ ِ ْ َا َ َ ا َّ ا َّ ُ َو َو deyip sonra duâya başlamak. Ve duâdan sonra yine tesbih ve salat’u selamlarla duânın kabulünü beklemek ve duâyı daima tekrar etmekten çekinmemek lâzımdır. DUÂLARDAN EVVEL OKUNULACAK KELİMELER Bir adamın şöyle dediğini Rasulüllah (Sallahü Aleyhi Vesellem) efendimiz işittiklerinde buyurdular ki: — Sen ism-i a’zam ile istedin. O ismi a’zam ki onunla ne istenilirse verilir. duâlar kabul olunur. duâ şudur: َّ اَ َّ َכ اَ ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ َا ِ ْ َ ْ َو َ ْ ُ َ ْ َو َ ْ َ ُכ ٌ ً ُ َ ْ ََا ْ َ ُ َכ ِאَ ِّ ا ُ ا َّ َ ُ ا َّ ِ ى َْ َ ُ ُכ ُ ً ا َا — Yine racül bir kişi şöyle diyordu: َא َذا ْ َ َ ِل َو ْا ِ ْכ ِام َ ِّ اَ َّ ُ َّ ِا َ َ َا ْ َ ْا Mü’minlere Va’zlar 78 — Resul-i Ekrem (Sallallahü Aleyi ve Sellem) efendimiz: “Senin duâna icabet olunmuştur. Hacetlerini Allah Teâlâ’dan dile” buyurduğu Hâkim Ebu Ümame (radiyallahü anh)den rivayetinde: َ ِ ِ אاَر ا ا َّ َ َ ْ َ “Allah Teâlânın bir takım melekleri vardır ki her kim kaç kerre (Ya erhammerrahimin)derse melek derki. “Erhammerrahimin olan Allah celle ve alâ sana ikbal eyledi, istediklerini dile” buyurulmuştur. Yunus (aleyhisselam)ın Kur’ an-ı azimüşşanda beyan buyurulan duâsı da pek meşhurdur. َ ِ ِ ِ ِ א َ َכ ِا ِّ ُכ ْ ِ ا َّא َ ُ َ ْ َ َ ْ َا َ َ ا َّ َا “Senden başka ilah yoktur. Sen eksiklerden uzaksın, yücesin, ben zalimlerden oldum.” (el-Enbiya, 87) Bu duâyı herhangi bir müslim kişi okursa mutlaka duâsı kabul olur. Bir kişi -duânın kabulü Yunus (aleyhisselam)a mahsus değil mi?- diye sormuş da Cevaben Cenâb-ı Peygamber âyet’i kerimenin alt kısmındaki َ ِ ِ ْ ْا ُ ِ ْ ُ َو َכ ٰ ِ َכ “İşte biz insanları böyle kurtarırız” (el-Enbiya, 87) âyeti kerimesini okuyarak, gerek duânın kabulü ve gamlardan kurtulmak bütün müminlere şâmil olduğunu beyan buyurmuştur. Aişe (Radiyallahü anha) validemizden bir rivayette bir kul: Mehmed Zahid Kotku 79 — Yarabbi Yarabbi! Yarab, diye Cenâb-ı Hakk’a seslenirse Cenâbı hak derhal — (Lebbeyk) Kulum iste: İyi bilki istediğin verilecektir. Bir rivayette “Rab kelimesi Allah Teâlâ’nın büyük isimlerindendir”,buyurulmuştur. Secdelerde, ve beş vakit namazın arkasında ve gece yarısından sonra yapılan duâlar makbul duâlardır. Müslim hazretlerinin Ebu Hüreyre (radiyallahü anh)den olan rivayetinde: “Kulun Allah celle ve âlâ hazretlerine en yakın olduğu zaman secdede olduğu zamandır. Binaenaleyh o anda duâyı çok ediniz” buyurulmuştur. َ ْ َ אن َر ِّ ْا َ َ َ ُْ Farz namazların secdelerinde üç veya beş kere tesbih etmek (sübhanerabbiyel alâ) demek kâfidir. Nafile namazların secdesinde ise istediğin kadar uzatabilir ve duâlar edebilirsin. Zira secde kulun gösterdiği en son bir Allah'ın huzurunda güçsüzlüğünü ve acizliğini kabul etme alameti olduğu gibi sahibinin de ihlâsının kuvvetine delalet eder. Kulun Allah Teâlâ’ya en yakın olduğu zaman onun secdedeki halidir. Binaenaleyh en çok duâ edilecek bir yer ve bir zamandır gaflet olunmaması lâzımdır. Bâhusus bu secdeler gece yarısından sonra olursa daha makbuldür. Buhari, Müslim, Tirmizi ve Malik’in Ebu Hureyre (Radiyallahü Ahn)dan bir rivayetlerinde, "Cenab-ı Hak (Zülücelal vel ikram) hazretleri her gece gecenin sonunda duâ edenlerin duâsını kabul edeceğini, birşeyler isteyenlerin istediklerini vereceğini, mağfiret iste- Mü’minlere Va’zlar 80 yenleri de mağfiret edeceğini" beyan buyurmuştur. Bununla beraber bu gibi hacetleri olanlara “Yok mu isteyen vereyim; duâ edenlere icabet edeyim: mağfiret talep edenlere mağfiret edeyim!” diye sabaha kadar nida etmektedir. Yine kulun Cenâb-ı Hakk’a en yakın olduğu vakit gece yarısından sonra herkesin uykuda ve gaflette olduğu bir zamandır ki gücün yeterse o zamanda Allah (Teâlâ)yı zikredenlerden ol. Çünkü duâların en makbul olduğu zaman gecenin sonu yani bizim sahur ettiğimiz veya biraz daha evvelki vakittir. Bir de beş vakit farz namazların arkasından yapılan duâlar da sonderece makbul ve müstecaptır. Sonra şunu da iyi bil ki, duâlar mutlaka kabul olurda yalnız acele etmemek lâzımdır. Ve sakın deme ki, ben bu kadar duâ ettim de istediklerim olmadı diye duâyı bırakma. Ya bilmediğimiz bazı sebeplerden naşi gecikecektir, veya onun yerine daha âlâsı âhirette verilecektir, veya onun yerine başa gelecek bir kaza gelmeyecektir. Yani bir felaketin önlenmesine sebep olacaktır. Bir de duâ ederken öyle hazırlanmış kâfiyeli ezberlenmiş sözlerle yapılan duâları da Allah (Celle ve A’la) Hazretlerinin kabul etmediğini bil, gönlünde o duâda hazır olmasıdir. Yani gafletle yapılmamalıdır. İçinde samimiyet ve ihlas ile hatta gözyaşları akıtarak yapılan duâlar son derece makbul ve müstecaptır. Duâya başlarken dikkat edilmesi lâzım gelen usuller: 1- Evvela Cenâb-ı Hakk'a hamd-ü sena ve Esma-i Hüsna ile َ ِ ِ א َا ُ א ُ א َ אح א َار ا ا َّ َ َ ْ َ ُ َّ َ َ َ َ َ َ “Ya Ehad! Ya Samed! Ya Fettah! Ya Erhamerrahimin!” ve sair Mehmed Zahid Kotku 81 buna benzer isimlerle ve Resûlullah efendimize salat ve selam ile başlamak. 2- Seher vakitlerini, namaz vakitlerini, Ezan-ı Muhammedi okunduğu zamanları gözetmek. 3- Sadakalar ve hayırlı işler işlediği ve namazdan sonraki vakitleri tercih etmek. 4- Acele etmemek şartıyle, rıfk ve mülayemetle ve edep ile istemek ve kabul olacağına inanmak. 5- İntikam hissiyle ve müslümanlara eza verecek bir tarzda duâdan sakınmak, velevki kendi menfaati için olsa dahi ve bütün günahlardan ve ezalardan sakınmak gerektir. 6- Dileğini çok yapmak ve ümidini kesmemek ve Allah (Teâlâ)nın yardımını gözlemek. 7- Ellerini semaya doğru açıp edep ile istemek. Hatta bazan koltuklarının altı görünecek derecede kaldır ve sakın gözlerini semaya doğru dikme. Çünkü Allah (celle ve âlâ) mekândan münezzehdir. 8- Kalbini de hazır edip gönül uyanıklığı ile duâ etmek ve başka şeyler düşünmemek (Yani emirlerini yapmak ve yasaklarından son derece kaçınmak ki; günahların hepsi dahildir. Bunlar yapmadan gönül uyanıklığı katiyyen olmaz.) 9- Kin, gadap, haset, şöhret ve şehvetten âri olarak, kötü dil uygunsuz sözler kavga ve gürültülerden de uzak olmak gerektir. Ve hem de gerek kendi veya malı veya maiyetindekilerin aleyhinde duâ etmemek. 10- Ana ve babasının rızasını almak onları hoşnut edip kızdırmamak ve onların duâsını almak. Mazlumun bedduâsından Mü’minlere Va’zlar 82 korkmak çünkü mazlumun duâsıda reddolunmaz. Yani kabul olunur demektir. Bu hususda şairlerin de birçok şiirleri vardır. Onun için kim olursa olsun zulüm etmemek gerektir. Üç duâ vardır ki katiyyen reddolunmaz; 1. Mazlumun duâsı, 2. Misafirin duâsı, 3. Valideynin evladına duâsıdr. Ve bir de kardeşlerin birbirlerinin arkalarından yaptıkları duâlardır. Zira duâ kul ile Hâlik-i (Zülcelal) arasında rabıtadır. Ve bu suretle Hâlikına her zaman ve her yerde muhtaç olduğunu idrak ederek ona sarılmasının yegane yolu, onun emirlerine imtisal ile birlikte yine tam manasıyla kurtulamadığını görüp, (Aman Allahım beni bana bırakma, bir göz yumup açacak kadar olsa dahi) diyerek tazarru ve niyaza başlar... İşte bu sefer yaptığı ve yapacağı yalvarmalar Cenâbı Hakkın ind-i manevisinde büyük lütuflara nail olmasına sebep olur. Bu sebeptendir ki Cenâbı Peygamberimiz (Sallahü aleyhi vesellem) hazretleri de her gün yetmiş defa ve daha ziyade istiğfar ederlerdi. Halbuki kendisinin gelmiş ve gelecek günahlardan müberra olduğu halde ve affedildiği kendisine tebşir edildiği halde, yine istiğfarlarını terk etmezler idi. Bizlere de lâyık olan hergün sabah ve akşam istiğfarlara ve duâlara devam etmektir. Bizlerin günahı ne kadar çok olursa olsun af ve mağfiret ve rahmet-i İlahiyenin yanında zerre olamaz. Çünkü Rahmet-i İlahiye o kadar geniştir ki akıl ve havsalamız onu idrake kâfi değildir. Dünyanın başından sonuna kadar gelen bütün mahluklar gerek insan olsun gerek cinnisi, yaşı, kurusu ölüsü ve dirisi küçüğü ve büyüğü iyisi; kötüsü en iyi bir kalp sahibi gibi, en iyi melekler gibi olsalar Cenâbı Hakk’ın mülküne hiç birşey ilave edemedikleri gibi; yine bunlar en şaki, kötü,fena kalpli şeytan gibi olsalar yine Cenâb-ı Hakk’ın Mehmed Zahid Kotku 83 mülkünden bir şey eksiltemezler. Ve yine bu kadar mahlukat hep bir yere toplanıp Cenâb-ı Hakk'tan bir şey isteseler, hepsine verir yine mülkünden rahmetinden bir şey eksilmez. Mesela; büyük denizlere bir iğne sokulsa veya bir adam o suya girse o sudan ne eksiltebilir? Tabii hiç demekten başka bir şey denemez. Öyle ise ey mü min-i müvahid kardeş, daima Cenâb-ı Hak’tan mağfiret dile ki, afvü mağfiret olunasın. Ve ihtiyaçlarını her zaman ona arzet ki, korunup muhafaza olunup sayısız nimetlerine mazhar olasın. Bir seferde iken Cenâb-ı Peygamber efendimiz ِ َ َّ اَ ْ َ ْ ُ ا dediler. Biz de istiğfar eyledik. Buyurdular ki: — Bu istiğfarı yetmişe tamamlayınız. — Biz de tamamladık. Buyurdular: — Erkek ve kadın hiçbir kul yoktur ki günde yetmiş kere istiğfar ederse mutlaka Cenâb-ı Hak onun yediyüz günahını mağfiret eder. Günde yediyüzden fazla günah işleyen elbetteki haib-ü hasir olacaktır. Adem (Aleyhissellam)’ın istiğfarları ise cümlece meşhurdur. Lakin bu duâyı ona Cenâb-ı Hak telkin buyurmuştur. duâ da şudur ve Kur’an-ı Kerim de de yazılıdır. duâ kitablarına da geçmiştir. َ ِ ِ ِ َّ َ َر َّ َא َ َ ْ َא َا ْ ُ َ َא َوا ْن َ ْ َ ْ ْ َ َא َو َ ْ َ ْ َא َ َ ُכ ِ َ ِ اْ َא Mü’minlere Va’zlar 84 “Rabbimiz biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, muhakkak ziyana uğrayanlardan oluruz.” (el-A'raf, 23) Ve bir duâsı da şudur: ِ ِ َْ ِ ُ ْ َ َ ْ َك َ ْ ُ ُ ًءا َو ُ َ א َ َכU َ ْ َא ِ ِ َ َ ِا َ َ ِا َّ َا ْ ِ َ ْ ِ َ אر ُ ْ َ َ ُ ُ ًءا َو ْ َ ْ ُ َ א َ َכ ا َّ ُ َو ِ َ ْ ِ َكU َ ْ َّ ِ َْ ُ َُ َ ُ ْ َ َ َّ إ َّ َכ َا ْر َ ْ َِ َ َ ِا َ َ ِا َّ ا َ ِ ُ ْ َ א َ َכ ا َّ ُ َّ َو ْ َ א ْ ِ ْ ِ ِا َّ َכ َ ْ ُ ا ْ ِ َ ا َّ ُ َّ َو ِ َ ْ ِ َك ِ ِ ِا َّ َכ اَر ا ا َّ ُ َ ْ ِ ْ َ َ َ ْ ُ ُ ًءا َو ِا ا َّ Günahlarından şikayet maksadiyle “Va zünübah! va zünübah!” diye huzur-u Resulüllah’a bir kişi geldi ve bu sözünü birkaç defa tekrarladı. Bunun üzerine Resulüllah (Sallallahü aleyhi vesellem) buyurdular ki: ْ ِ ِ ِ ٰ اَ َّ ُ َّ َ ْ َ ُ َכ اَ ْو َ ُ ْ ُذ ُ ِ َو َر ْ َ ُ َכ اَ ْر ِ َ َ “Allah'ım! Senin mağfiretin, bağışlaman, benim günahlarımdan çok daha geniş; rahmetin de amelinden daha çok ümit vericidir.” de. Sonra bunu üç kere söylettiler ve buyurdular ki: Mehmed Zahid Kotku 85 — Haydi kalk muhakkak Allah Teâlâ seni mağfiret eyledi. İnsanoğlu bâhusus Müslümanlar Cenâbı Hakk'a duâ edip yalvarırlar ve ümitlerini kesmezlerse, Hak (Sübhanehu ve Teâlâ) hazretlerinin onların bütün hatalarına hiç bir kıymet vermeden af ve mağfiret buyuracaklarına hiç şek ve şüphe yoktur. Eğer bu günahlar bulutlara kadar ulaşsa da sonra bana duâ edip istiğfar eylese yine mağfireti ilahiyeye mazhar olacaktır. Ve yine bu günahlar yerleri dolduracak kadar çok olsa dahi şirk koşmadıkça istiğfar ederek bana mülâkî olursa ben de ona o kadar çok mağfiretle karşılarım. Şirk çok büyük bir günahtır. Her günah af oluyorda şirk af olmuyor. Taki şirkten vazgeçene kadar. Cenâb-ı Hakk’ın işlerine karışmak da bir şirktir. Şeytan-ı (aleyhillane) Allah'ın kullarını (sağ oldukları, Ruhları, cesetlerinde bulunduğu müddetçe) iğfal edip azdıracağını ve dalalete düşüreceğini söyleyince: “İzzet-i celalim hakkı için onlar istiğfar ettikleri müddetçe ben de onları mağfiret edeceğim” buyurmuşdur ki kul daima Cenâb-ı Hakk'a iltica edip sığınsın. Malum ya çobanların koyunlarını bekleyen köpekleri vardırki insanı hayvanı parçalarlar. Şeytan da tıpkı bu köpek gibidir. Köpekten kurtulmak için çobana bağırır köpeklerden beni kurtar dersinde, şeytandan kurtulmak için Allahu (Teâlâ hazretlerine) yalvarabilirse hiç şüphesiz Allahü (celle ve âlâ) da onu korur, ve muhafaza eder sen de selameti bulursun. Binaenaleyh dertler pek çoktur. En mühimi günahlardır şifalar da çoktur en güzel şifa günahlara tevbedir. Onun için tevbenin şartları vardır. İlaçların şartları olduğu gibi en önce Mü’minlere Va’zlar 86 pişmanlıktır. Bu pişmanlık içerden gelmedikçe dilin tevbe etmesi faide vermez pişmanlığın gönüle gelmesi için evvel emirde daima çok zikiredip çokça da düşünmek lâzımdır. Evet dünyaya bir tarafdan gelip, bir taraftan gitmekte olan bu insan akibetinin sonu nedir? Bu hususta Kur’an-ı Kerimde yazılı olan âhiret hayatı hakkındaki bilgileri ve Rasulüllah (sallallahü aleyhi vesellem) Efendimiz hazretlerinin ölümden sonrası için bildirdiklerini iyi düşünüp ona göre harekatı tanzim etmek gerektir. Ölümden sonra başına gelecekleri insan biraz düşünse, yine nedamet için kâfidir. Mesela azaba müstehak bir insanın öldükten sonra kabrinde hergün sabah ve akşam vakitleri cehennemdeki yerlerini görmesi acaba yetmez mi dersiniz? Bu ne felakettir. Sakın yavrum aldanıpta biz orada çürüyüp toz toprak olduktan sonra bu nasıl olur deme. Allahü (teâlâ)nın gücü, kuvveti iradesi takdiri öyle senin benim gibi kişilerin anlayacağı güce göre bir şey değildir. Atom denilen bir zerredeki kuvveti bu gün gözümüzle görüyoruz da bu kuvveti bu kudreti bir zerrede halkeden Allah (celle ve âlâ Hazretleri) senin dağılan vücudunun zerrelerinde o azabı hissedip tadacak bir kuvvet bir kudret bir hayat halkedemez mi, ne dersin? Şu ucu bucağı bulunmaz semanın hilkatine iyi bak. Ayları, yıldızları, güneşi vs. si ile tepemizdeki gök kubbeyi ne güzel süslemiş ve bu arada bize ışıklarını vererek hayatımızın idamesine vesile olmuşlardır. Sakın bunlar da tabiatın eseridir diyerek, büyük bir hataya düşmeyesin. Bak bugün bu insanlar elleriyle yaptıkları füzeleri içindeki adamları ile kazma kürekle beraber aya gönderiyorlar. Hem gidip taşından toprağından alıp geliyor. Şimdi sen buna -tabiatın eseri- diyebilir misin. Nasıl diyeceksin; yapan meydanda... Koca, muazzam fabrikalar çalışıyor. Mühendisler ölçüp bi- Mehmed Zahid Kotku 87 çiyorlar ve günün birinde fırlatıp atıyorlar. Günlerce gidip yine gelip yerine iniyor. Haydi, de bakalım tabiatın eseri!.. Efendim böyle saçma sözlere inanma. İşte şu gördüğün koca kürenin ve içindekilerin yapıcısı, icatcısı herşeyi çok güzel hesaplamış, hiç yanlış yok. Bir sahibi var: O da Allahü (Teâlâ ve tekaddes hazretler)idir. Aya gidip gelen bir füzenin kendi kendine gidip geleceğine inanmıyorsun da, sonsuz bu aleme ne cesaretle tabiat diyecek kadar cür’etkarlık gösteriyorsun? Bu ise hamakatin ta kendisidir. İstiğfar haddizatında o kadar mükemmel ve muazzam bir duâdır ki; emsali yok dense caiz. Herkim istiğfara devam ederse Cenâb-ı Hak onu bütün kederlerinden gamlarından hatta dertlerinden kurtarıp selamete erişdirir. Ve her darlık ve sıkıntılarından halas eder ve hiç ummadığı yerlerden ona rızıklar gönderir ُ َْ ْ ِ ُ ْ َو َ ْ َ َّ ِ ا َّ َ َ ْ َ ْ َ ُ َ ْ َ ً א َو َ ْ ُز ِ ُ َ ْ ََ “Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık yaratır. ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.” (et-Talâk, 2-3) Bu âyet-i kerime mucibiyle her kim amel etse, Dünya ve Âhiret saâdet ve selâmetlerine nail olurlar. Bu âyet-i kerime ile amel olunsa bütün insanlara yeter. Hazreti Avf’un oğlu düşmana esir olmuş babasıda Resulüllah efendimize şikayette bulunmuş Cenâb-ı Peygamber efendimiz: “Allahtan kork ve ِ َّ و َ َل و َ ُ َة ِا َّ ِא َّ َ ْ َ َ i çok oku” buyurdular. O da buna devam etti. Az bir zaman sonra oğlu Mü’minlere Va’zlar 88 yüz kadar deve ile evlerine avdet ettiler. Bir rivayette birçok ganimetlerle ve mallar ile geldiler. Cenâb-ı Hak murad edince herşey mümkün olur. Binanaleyh “defter-i amalinde çok istiğfar bulunan kimseye müjdeler olsun” buyurulmuştur . Kendisini Dünya ve âhiret süruru içersinde görmek isteyen amel defterlerinde istiğfarını çok eylesin. Herhangi bir müslüman bir günah işlerse melek onu üç saat yazmaz bekler; eğer bu müddet içinde günahından tevbe ederse o günah onun defterine yazılmaz ve ondan dolayı kıyamet günü azap görmez. Bütün kalplerin muhakkak bir paslanması vardır. Bakırların paslandığı gibi. Ve bunun pasını silen şey ise istiğfardır. Bu paslar günahlardır. Zikrullah ve istiğfara devam, bu pasları silip gönülleri cilalandırır. Bu suretle de ibâdet ve tâata zevk-ü şevki artar. Gönlü nurlanır. Artık günahlardan da korkup kaçar. Zira aydınlık olan yerde pislik bulundurulmaz. Pislikler ise ekseriya karanlık yerlerde olur. Herkim ِا َّ ُ َ ا ْ َ ا ْ َ ُّ َم َو َا ُ ُب َّ ِ َ ِا ْ ِ ِ ِ َ َ َا ْ َ ْ ُ ا َّ َ ا َّ ى َا derse mağfiret-i ilahiyeye mazhar olur. Hatta harp meydanından korkup kaçmış olsa bile... (Et-Tergiyb ve Terhib c. 2, S. 470) 12 nolu hadis). Risale-i Kuşeyriyede, 141. sahifede duâ kısmında da şöyle buyrulmaktadır: “Duâ ibâdetin muhhi; yani özü halisi beyni gözü ve iliği” manalarını taşımakla bize çok şeyler öğretmektedir. Malum ya kemiklerin içinde ilik kalmazsa artık ölüm yaklaşmış demektir. O kimse de veya o hayvanda Mehmed Zahid Kotku 89 hayır yok demektir. Bundan dolayı iliği kalmayan bir hayvanı kurban bile caiz değildir. Bundan başka duâ: a- Hacetlerin anahtarı, b- İhtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını temin edip rahata kavuşturucu, c- Muztar kalan zavallıların melcei, ç- Ümitsizlere ümit bahş eden; şefkat ve merhamet kaynağı (menbaı) dır. Herkesin, zengin, fakir, dertli, dertsiz bütün ihtiyaçlıların ihtiyacını görüp; tükenmez hazinesinden herkesin istediğini veren bir kaadir’i mutlak, Hay. Kayyum olan Allah (celle şanühu)dur. Derviş vari yaşamakta büyük bir nimettir, eğer saltanat sahipleri hükümdarlar bizim nail olduğumuz devleti bilmiş olsalar ordularını üzerimize sevk edip bunu da elimizden almaya çalışırlar. Fakat ne yazık ki o mağrur saltanat sahipleri gaflet içersinde derin bir uykuya dalmış olduklarından bu gibi şeyleri düşünmeğe bile lüzum ve ihtiyaç görmezler. Ve Cenâb-ı zül Celal hazretleri de Kur’an-ı Keriminde duâ etmek ihtiyacını duymayan bedbahtları zem buyurmuştur. Sehl bin Abdullah der ki: Cenab’ı Hak sübhanehu ve Teâlâ halkı yarattıktan sonra onlara hitaben: “Benden necat isteyiniz eğer bunu yapamazsanız benim kuvvet, kudret ve kemal sıfatlarıma bakınız, bunu da yapamazsanız benim kelamımı kitabımı Kur’an’ımı benden dinleyiniz. Bunu da yapamazsanız benim kapımda bekleyiniz. Bunu da yapamazsanız hiç olmazsa artık hacetlerinizi bana bildiriniz” buyurmuştur. Duâların kabul olunmasına en yakını hâlen olan duâdır o da zaruret içerisinde kıvranan kimselerin Mü’minlere Va’zlar 90 duâsıdır. Onun için hastaların, gariplerin, muhtaçların, misafirlerin, kimsesizlerin, harp esnasında sıkışan askerlerin duâları müstecaptır. Abdullah isminde bir zat der ki: “Bir gün bir kadın Cüneyd hazretlerine geldi ve oğlunun gaip olduğundan bulunması için duâlarını rica ettiler. Cüneyd hazretleri de. — Git ve sabreyle, dediler. Kadın ise müteaddit defalar gelip aynı ricada bulundu ise de, Cüneyd hazretleri de aynı şekilde sabr’ı tavsiye ediyorlardı. Nihayet birgün kadın gelip artık sabrım takatım kalmadı her şeyim tükendi ne’ olur lutfedip merhamet edip evladımın bulunması için duâ ediniz deyince “hadi kadın evine git çocuğun evine gelmiştir” buyurdular. Etrafında olanlar Cüneyd'e sordular ki — Bunu nereden anladınız. Buyurdular ki: اَ َّ ْ ُ ِ ُ ا ْ ُ ْ َ ِا َذا َد َ ُאه َو َ ْכ ِ ُ ا ُّ َء َّ “Yahut duâ ettiği zaman darda kalmışsa kim yetişiyor da kötülüğü (onun üzerinden kaldırıp) açıyor. Ve sizi (eskilerin yerine) yeryüzünün hakimleri yapıyor.” (en-Neml, 62) ayet-i kerimesinde buna açık işaret vardır. Sıkıntıya düşenler Allah Teâlâ'ya candan halisane duâ ettikleri vakit muhakkak ki duâları kabul olunur. Sonra kadın Cüneyd hazretlerine gelip teşekkür etmiştir.” DUÂ HUSUSUNDAKİ İHTİLAFLAR Bazı ilim sahipleri, duânın aynı zamanda ibâdet olması hasebiyle duâ etmek efdaldir demişler; zira duâda Allahu (Teâlâ) nında hakkı vardır. Eğer duâsına icabet olunmasa bile hâlikın hukukuna riayeten duâ efdaldır. Çünkü kulun duâda kulluk ihtiyacını hâlikına duyurmak ve aradaki irtibatı muhafazası vardır, demişlerse de; bazıları halini saklayıp sükut etmek ve Hakkın ceryan eden takdirine teslim olup boyun bükmek, rıza göstermek daha efdaldir demişlerdir. Vâsıtî hazretleri de “Hakk'ın, kendi hakkında cereyan eden hükmüne rıza ve teslimiyet; başa gelen her türlü zaruret ve ihtiyaçlara karşı gelip durmaktan daha hayırlıdır.” der. İbâdetler, Kur’an okumalar, zikrullah yapmak suretiyle Cenâb-ı Hakk'a ihtiyaçlarını arzetmeğe vakit bulamayanlara. “Ben onlara isteyenlerin istediklerinden daha a’lasını veririm,” Mü’minlere Va’zlar 92 buyurduğunu Cenâbı Peygamber efendimizden hadis’i kudsi olarak nakil etmiştir. Bir kısım ulema da, “Kişiye lâyık olan, diliyle duâ edip kalbiyle de haline razı olmak suretiyle ikisini de cem etmesidir.” demişlerdir ki en doğrusu da böyle olmak gerekir. Bununla beraber vakitler, zamanlar, haller her zaman herkesde bir olmaz. Daima muhteliftir. Bazı hallerde duâ sükuttan efdaldir; bazı ahvalde ise sükut duâdan efdaldir. Edep ise her ikisinin haline göre harekettir. Zira, zamanın ilmi zamanında hasıl olur. Binaenaleyh kalbinde hangi zamanda hangisine işaret olunursa ona göre hareket etmek edep icabıdır. Sükûta işaret varsa sükût evladır. duâya işaret varsa duâ etmek edeptendir. Asıl hüner kulun Allahu Teâlâ ve tekaddes hazretlerinden hiç bir zaman gafil olmamasıdır. Bâhusus duâ ederken ve birde duâsında müslümanların fâidesi için veya Hakk(sübhanehu ve Teâlâ)’nın hakkıçünse duâ etmek evladır. Eğer duâsı kendi nefsinin hazzı içinse evla olan sükûttur. Sonra şunu da bilmek gerektir ki, Allah(Teala ve tekaddes hazretleri) sevidiği kulunun duâsını hikmeti iktizası te’hir eder. Ve Cibril (aleyhisselam) a der ki “benim bu kulumun isteklerini verme (zira ben onun duâ edip yalvarmasını seviyorum.” Bilakis sevmediği kulların duâsında, “istediklerini veriniz çünkü ben onların yalvarmasını sevmiyorum”... Hikaye olunur ki... Yahya b. Said, isminde bir muhterem zat rü’yasında Cenâb-ı Hakk’ı görmüş.” “Yarab sana ne zamandan beri yalvarıyorum da istediklerimi vermiyorsun.” demiş. Cenâb-ı Hak da, “Ya Yahya, çünkü ben senin sesini, yalvarmanı seviyorum, verirsem bir daha yalvarmazsın ki.” Çok dikkate şayandır... Allah (Teâlânın) gadap ettiği bir kul Allah (Teâlâ’ya) yalvarır. Mehmed Zahid Kotku 93 Cenâb’ı Hak ondan iraz eder, tekrar yalvarır yine iraz eder. Yine yalvarmağa istemeğe devam edince meleklerine buyurur ki “Kulum benden gayrısına duâ etmekten çekindi. işte bende onun duâsını kabul edip istediklerini verdim.” Malik b. Dinar, Enes b. Malik’den bir vâkıa nakletmektedir: “Medine-i Münevvere ile Şam arasında ticaret yapan bir zat kafileye iltihak etmez. Hakk'a tevekkül edip yalnız başına mallarını götürürmüş. Bir seferinde Şam’dan Medine-i Münevvere’ye giderken yolda hırsız eşkiyalar bunu yakalamışlar! Mallarını alıp kendisini öldüreceklerini anlamış. Kurtulma çaresi de bulamayınca, “Müsade edin de bir abdest alıp namaz kılayım da sonra ne yaparsanız yaparsınız.” demiş. Eşkiya da müsaade etmiş. Abdest alıp dört rekat namaz kıldıktan sonra (Ya ved'ud... ) ُ ِ ْ ُ ود َא َذا ْ َ ْ ِش ا ْ َ ِ ِ َא ُ ِ ُ ئ َא ُ ود َ َאو ُد ُ َ َאو ُد אن ٌ َّ َ َא َ اَ ْ َ ُ َכ ِ ُ رِ َو ْ ِ َכ ا َّ ِ ى َ َ اَ ْر َכ. ُ ِ ُ אل ِ َ א َ َ َ ْ ِ َכ َو َا ْ َ ُ َכ َ ُ ْ َر ِ َכ ا َّ ِ ى َ َّ ْر َت ِ َ א َّ َ ْ ِ َכ َو ِ َ ْ َ ِ َכ ا َّ ِ ى َو ِ َ ْ ُכ َّ ّ ْ ٍ َ ِا َ َ ِا ِ ْ ِ َاَ ْ َ א ِ ُ اَ ِ ْ ِ א ِ ُ ا ُ َ ُ َ diye üçkerre bu duâyı okumuş. Bir de baksa ki bir adam yeşil elbiseli, elinde bir de mızrak ile hışım gibi geliyor ki onu gören hırsız eşkiya şaşkın bir halde ona karşı koymak istemişse de ona vurduğu bir darbe ile atından düşürmüş ve o mal sahibine. Mü’minlere Va’zlar 94 — “Al bu adamı istersen öldür” demiş. O da özür dilemiş. Fakat eşkiya da zaten ödü patlayıp ölmüş. Mal sahibi. — “Sen kimsin yahu, benim bu ıssız yerde imdadıma yetişdin?” diye sorunca o da, “ben üçüncü semanın meleklerinden bir meleğim” diye söylemiş. Aldıkları emir üzerine imdadına geldiğini ve her kim bu duâyı okursa onun da imdadına erişilüp her türlü sıkıntı, şiddet, meşakkat olursa olsun onlardan kurtulacağını da beyan buyurmuşdur. İşte sana ufak bir misal. Onun için, duânın ehemmiyeti pek büyüktür. Binaenaleyh hiç bir zaman gaflet edipte duâyı elden bırakma. Zira duâda hem ibâdet sevabı vardır; hem de çaresiz dertlere çare vardır. Yakup, adlı bir devlet reisi bir zaman hastalanmış, derdine de bir çare bulunamamış. Nihayet aciz kaldığı bir anda, kendisinin Sehl b Abdullah isminde bir muhterem zata baş vurması teklif edilmiş o da naçar peki deyip gitmiş, derdini anlatmış. Onun duâsı bereketiyle hastalık zail olmuş. Hasta buna mukabil bir dolu kese altun hediye etmek istemişse de Sehl b. Abdullah hazretleri bunu kabul etmemişler. Çünki kendilerinin ma’nevi kuvvet ve kudreti bunların çok hem de pek çok fevkinde idi. Tabiatiyle tenezzül edemezlerdi. Fakat duâdan evvel o vali beye şöyle demiştir: “Sizin idareniz altındaki mahpus hanelerde birçok mazlumlar yatmaktadr. Evvela bunların serbest bırakılması lâzımdır.” ve mahpuslar kurtulduktan sonra duâ etmişler. Çünkü zulum ile birlikte duânın fâidesi olmayacağı yukarda da geçmişti. Sehl hazretlerinin duâsı da şöyle: (Allahım ona musibetin zilletini Mehmed Zahid Kotku 95 taddırdığın ve gösterdiğin gibi tâatının da izzetini göster. Ve bunun derdini gider. Hastalığından kurtar.) İşte duâ bu kadar içten gelen bir duâ olduğu ve bu duâyı eden de salih bir kimse olduğundan duâsı derhal kabul olmuştu. (kimbilir ne kadar zaman doktorların elinde ızdırabı kesilmemiş ve iyi de olamamıştı) Şimdi ise iki cümleden ibaret bir duâ ile hem ıztırabı gitmiş ve hem de rahata kavuşmuştur. Binaenaleyh duâ, bulunmaz bir kimya, bir saâdet ve bitip tükenmez bir sermayedir. İnsanları hem ızdırap ve sıkıntıdan kurtarır hem de umulmadık devletlere nail eder. Bu sebepten sen hiçbir zaman duâyı elinden bırakma. Çünki duâ hacetlerin anahtarıdır. Bu anahtarın anahtarı da lokmanın helal olmasına bağlıdır. Lokma helâl olmazsa ne kadar uğraşsanız yine boştur. Çünkü duânın kabulünün şartlarından birisi de, Allah Teâlâ’nın emirlerine itaat etmektir. ibâdet nasıl lâzımsa helâl lokma da öylece lâzımdır. Yahya b. Muaz der ki: “Yarabbi ben sana nasıl duâ edebilirim çünkü günahım ve isyanım çok; fakat, duâyı nasıl bırakabilirim ki sen ise kerimlerin kerimisin.” duâ ederken gönlünün de Allah ile olması gerektir. Gönülsüz duâda makbul değildir. Leys hazretIerinden hikâye olunur ki: İbni Nâfi bir körü görmüş ki körlüğü gitmiş. Demiş ki: — Nasıl oldu da körlükden kurtuldun? Cevaben. — Rüyamda bana birisi şöyle bir duâ öğretti: ِ ُّ א ِ ا אء َא َ ِ ً א ِ َ ْ َ َ ُאء َ ُ َ َ ُ ِ ُ َא َ ِ ُ َא Mü’minlere Va’zlar 96 diye duâyı söylemiş Ben de sabahleyin bu duâyı aynen okudum. Allah (celle ve alâ) da onun gözlerini kendisine vermiş. Üstaz, Eba Ali Dekkak hazretlerinin gözleri ağrımış ve bir çok günlerde gözlerine uyku gelmemiş yani hastalığın şiddetinden uyuyamamışlar ve bu yorgunluktan bir sabah şöyle biraz dalmışlar bir zat kendisine. — (Allah kuluna kâfi değil midir?) demiş, birde uyanmış ki ne gözlerinde ağrı kalmış ne de birşey... Ve bir daha da göz ağrısı görmedim diyor. Ahmed b. Hanbel (Rahimehullah) hazretIerini âhirete göçettikten sonra rüyada görmüşler ki cennette altun nalın giymişler. “Ya Ahmed. İşte Cennet gir” denmiş o da kemali selamette cennete girmiş. Bu birkere Süfyan Sevri hazretlerinin duâsı bereketıyle bir de Kur’an Allah Teâlâ’nın kelamıdır, sözünde sebatının mükâfatıdır. Zira onun zamanının münafıkları onu Kur’an (mahluk kelamıdır) demesi için çok dövmüşlerdir. Hatta vücudundan kanlar fışkırmış ise de o yine Hakk'ı söylemekten korkmamış ve Kur’an kelamüllahdır demekten vazgeçmemiştir. Mükâfatı da elbette cennet olmuştur. Duâ insanın ihtiyacını hazreti Allah'a izhar eylemesi, bildirmesidir. Fakat Allah Teâlâ yine bildiğini yapacağında şüphe yoktur. Âmme’i nâsın duâsı söz ile zahidlerin duâsı fiilleriyle ariflerin duâsı ise halleriyledir. Abdullah b. Mubarek hazretleri diyor ki: “Ben elli senedir Allah’a duâ etmedim ve hiçbir kimsenin benim için duâ etmesini istemedim.” Zira bu hakkındaki takdirat-ı ilahiyyeye rızasının ve hakka teslimiyetinin son derece yüksek oluşunun alâmetidir. Yoksa duâya ihtiyacım yok demek değildir. Zira büyükler daima Hakk’ın hükmüne razı ve teslimiyet-i tâmme ile teslim olmuş kimselerdir. Duâ aynı zamanda bir mektup Mehmed Zahid Kotku 97 gibidir. Veya telgraf veya telefon misali. Hak (Sübhanehü ve Teâla) ile muhaberenin devamı o kişinin afiyetinin güzelliğine alâmettir demişler. Günahkârların ve ızdırap sahiplerinin duâsı ve ağlamaları, onların mektuplarıdır. Bazıları da asıl duâ günahların terki ile olur demişler. Gönüllere verilen duâ iştiyakı, onlara verilecek atâ ve ihsanlardan daha mühimdir. Duâ huzuru celbeder. Atâ ve ihsanlar da onları şuna buna vermekle meşgul eder. Elbette Hak kapısında bekleyip durmak, halk ile meşgul olmaktan efdaldir. (Duâlarda başkalarından duâ istemek yakışmaz. Herkesin kendi halini Hak (celle ve ala)ya kendisinin arzetmesi daha layıktır. Vasıtaya lüzum yoktur.) demişlerse de herkes duâ etmesini bilemez. İçinde de birşey yoktur. Herhalde vasıtaya ihtiyaç olsa gerektir. Ki hepimizin başı sıkıldığı vakit büyüğümüze iltica ile duâsını talep etmekte olduğumuz da aşikardır. Cenâb-ı Hak hepimize gönlü açık, kendisine candan yalvarma kabiliyetini lutf ve ihsan buyursun amin! Bir zamanlar Basra vilayetinin halkı İbrahim Edhem hazretlerine müracaat ederek duâlarının kabul olunmadığı şikayet etmişler. Halbuki Cenâb-ı Hak duâların kabul olunacağına dair vâdi vardır, deyince İbrahim Edhem hazretleri cevaben buyurmuşlar ki. - SİZİN ON ŞEYDEN NAŞİ KALBLERİNİZ ÖLMÜŞTÜR. TABİATİYLE DUÂLARINIZ KABUL OLUNMAZ. Birincisi: ُ َّ َ ُ ْ ُ ْ َ َ ْ َא ا َّ َ َ َ ْ ُ َ ُّدوا Mü’minlere Va’zlar 98 Yani. “Siz Allah'ı biliyoruz diyorsunuz da onun haklarını hiç de eda etmiyorsunuz” yani, ibâdet ve tâat etmediğiniz gibi. İkincisi: ِ ِ ْ َ َ َ آن ْ َ ْ ْ َ ْ ُ ْ َ َأ ُ ُ ا Yani: “Sizler Kur’ an okuyorsunuz ve lâkin Kur’ an ile amel etmiyorsunuz (Kur’anın emirlerine ve nehiylerine riayet etmiyorsunuz.) Bir kısmınız namaz kılsa da oruç tutsa da yalan söylemekten, mallarınızı fahiş fiyatla satmaktan, haramlara bakmaktan ve haram şeyleri dinlemekten, kadınlarınızı ve kızlarınızı çıplak gezdirdiğinizden, gıybetten, şehvetten, şöhretten, gadap ve haset, kin gütmekten, ana baba komşu hakkı, dost hakkı, insan ve hayvan haklarına riayetsizliğinizden ve bunun emsali günahlardan kaçmadığınızdan, elbette duânız makbul olmaz. Üçüncüsü: ِا َّد َ ُ ُ َّ ا ُ ِل َ َّ ا َّ ُ َ َ ِ َو َ َّ َ َ َ ْ َ ُ ا ْ َ ْ ْ ْ َّ ِِ ِ َّ ُ Yine, "Sizler “Biz Resulüllahı seviyoruz” dersiniz de sünnet-i Resûlüllah ile hiç de amel etmezsiniz Ne sakalınız var ne bıyığınız.” Sünnet yalnız sakal ve bıyık ile değil birçok sünnetler var ki hiçbirisini yapmıyorsunuz. Meselâ yatarken abdestli ve namazlı yatmak, geceleri kalkıp namaz kılmak, Mehmed Zahid Kotku 99 pazartesi, perşembe günleri ayın onüç, ondört, onbeşinci günleri oruç tutmak, fukara ve muhtaçları gözetmek, yemek yerken yerde yemek, bir kap yemek, evvela tuz ile başlamak, daima sağ eliyle yemek, oturup sağ ayağını dikmek, karnını doyurmadan daha iştahı varken kalkmak, acıkmadıkça yememek, günde bir veya iki defa yemek v.s. gibi şeylere dikkat etmiyorsunuz. Hele misvak kullanmak yerine, Avrupa’nın fırçasını kullanmak ne kadar çirkindir. Hele “selam” yerine “günaydın” demek hiç olur mu? Selam vermek sünnet, almak da farzdır. Hem selam kardeşine Haktan selamet istemektir. Afiyet istemek, dert, belâ ve musibetlerden halas olmasını istemektir. Bu da ne büyük bir iltifattır. Hiç günaydın demeğe benzer mi? Elbette bunlar yapılmayınca duâlar da kabul olunmaz. Dördüncüsü: אن َ ُ ُّو ُכ َ َ ا َ ْ ُ ُ ُ ُه َ ُ ْ َّ ُ ْ ُ ُ إ َِّن ا ْ "Şeytan düşmanınızdır. Bunu bildiğiniz halde ona uymaktan vazgeçmiyorsunuz." Nefislerinizin arzusuna ve şeytan-ı aleyhilla’nenin arzularına uymak, kahvehanelerde ve gazinolarda, sinema ve tiyatrolarda, pilajlarda envai çeşit rezaletleri irtikab ile şimdi bir de radyo televizyon gibi ömrü mahveden oyunlara iltifat eden kimsenin artık duâsı kabul olunur mu ne dersiniz? Sen ömrün ne demek olduğunu hiç de bilmiyorsun. İnsanın yüzbinlerce lirası serveti malı kaybolsa Cenâb-ı Hakkın izniyle yine telâfisi mümkündür ve zayi olan ömrün bir dakikasını acaba telâfi mümkün müdür? Biraz düşünürseniz elbette bulursunuz. Bu, kıymetli paha biçilmez ömrü zayi ettiğinize çok da pişman Mü’minlere Va’zlar 100 olursunuz fakat ne çareki bir daha ele geçmesi mümkün değildir. Binaenaleyh ey aziz kardeşim sen bu ömrü boşa zayi etmemek için gayret et ve boşa geçirdiğin günler için ağlayıp sızlamağa bak. Sonu selâmet olur. Beşincisi: ُ ْ ُ َا َّ ُכ ُ ْ َא ُ َن ِا َ ا ْ َ َّ ِ َ َ َ ْ َ ُ ا َ َ א ْ ْ ْ Yani: "Cennete müştak ve aşıkız dersiniz de, cennete girmeğe lâyık olmağa istihkak kesbetmeğe çalışmıyorsunuz." Çünkü cennete girmek kolay birşey değildir. Sonra cennetteki köşkler saraylar bağlar bahçeler hep burada yapacağımız salih ameller neticesinde olacaktır. Hem bir taraftan salih ameller yapmak bir taraftan da günahlardan korunup kaçınmak lâzımdır ki, o amel-i salihler yanmasın. Evi yapmak kolay birşey değildir; Fakat bazan bir kibrit dahi onun yanıp yok olmasına yetip artar. Günahlar da tıpkı bir kibrit gibidir. Cenâb-ı Hak cümlemizin amellerini mahvolmakdan korusun. Amin. Altıncısı: אر َ َ َ ْ ِ ُ ا ِ ْ َ א א نا اכ ْ َ َّ َ ُ َ َ ْ ُ َّ َ ْ ُ ْ ُ "Siz: "Cehennemden korkuyoruz", diyorsunuz ve lâkin onun ateşinden hiç de kaçındığınız yok." Çünkü haramdan ve onun çeşitli azabından korkan insan herhalde hem ibâdetine devam edip hem de azabı mucip günahlardan kaçar ve sakınır. Yalnız cehennemden korkmak veya onun azabından korkmak hiç de kâfi değildir. Bu ancak Mehmed Zahid Kotku 101 duygusuz insanların halidir. Halbuki insan Hak (sübhanehu ve teâla) hazretlerinin darılmasından, gadabından ve hatta ondan uzak kalmaktan, feyzinin kesilmesinden, rahmetinden mahrum olmaktan çekinir de son derece edebe riayetle hareket etmeğe dikkat eder. İnsan için asıl olan cehennemden ve onun ateşinden değil, Hak (sübhanehu ve Teâlâ) hazretlerinden korkmasıdır. Zira cehennem mahluktur, ne kadar yakıcı olursa olsun mahluktan değil hâliktan korkmak lâzımdır. Cenâb-ı Hak (celle ve alâ) gönüllerimize (Allah) celle celaluh korkusunu versin. (Allahdan korkmayandan kork) derler ya pek doğrudur. Yedincisi: ِ ُ َ ُ ْ َ ْ اَ َّن ا ْ َ ْ َت َ ٌّ َ َ ْ َ ْ َ ُّ وا "Hepiniz: "Ölüm haktır" der de ölüm için bir hazırlık yapmamışsınızdır." Hazırlık, kefen veya cenaze parası değil belki âhiretin ebedî olduğunu idrak edip Hak(celle ve alâ)nın rızasını kazanacak say’ü gayret etmektir. Bu ise öyle dil ile söylemekle olmaz. Belki tam kâmil olgun bir müslüman olmak yani Hakkın istediği ve razı olduğu bir şekilde Kur’an-ı Azimüşşan’ın bütün emirlerine harfiyyen riayet edip Peygamberimiz (Sallallahü aleyhi vesellem) in de sünnet-i seniyyelerine tamamiyle uymakla ancak mümkündür. Bunuda sen sakın kolay birşey sanma, çok dikkatli çok gayretli olmak lâzımdır. Eğer Allahu (Teâlâ hazretleri) tevfikini refik ederse o zaman herşey kolay olur vesselam. Sekizincisi: ِ ِب ا כ אس و כ ِ ِا َّ ُْ َ ُُ ُْْ ََ َ ُُ َُْْ َ ْ Mü’minlere Va’zlar 102 "İnsanların ayıplarıyla meşkul olursunuz da, kendi ayıplarınızı terk edip onları izâle etmeye çalışmazsınız." İşte bugün bu, pek mühim bir dert, bir musibet hatta bir felaket ki, emsali bulunmaz. Hepimizin dünya kadar ayıpları, günahları, kusurları, hataları, noksanlıkları var da, bunların hiç birisinin bile izalesine, islahına çalışmayız da bütün gayretimizle, kardeşlerimizin hem ayıplarını, kusurlarını ifşa etmekle kalmayıp belki birçok da hususi surette tertiplenmiş ve düzenlenmiş bir sürü iftiralar, yalanların da düzenlendiği görülegelmektedir. Sonra müslümanlığı, bu kadar küçülten huylar maalesef bir birimizin yüzüne bile bakmaya imkân bırakmamaktadır. Bu hal ise müslümanlığa değil insanlığa bile aykırıdır. Hakiki bir müslüman bu gibi adiliklere katiyyen tenezzül etmediği gibi, insanlıkla da hiç barışmaz. Müslümanlık, insanlığın en üstün noktasıdır. İnsanlıkta tekemmül eden bir kimse, bizzarure iman ve İslâmiyetle müşerref olur. Biz ise hem müslümanız deriz, hem kardeşiz deriz de, şu yaptığımız çirkin hareketleri, emin olunuz deliler bile yapmaz. Bu gibi hareketlere tenezzül edenler emin olunuz ki, hakiki müslümanlıktan çok uzaktırlar. Yalnız biz de müslümanız diye hem kendilerini aldatırlar hem başkalarını... Cenâb-ı Hak cümlemizi bu gibi sahtekar insanların şerlerinden korusun. Amin. Bu gibi insanların bulunduğu cemiyetler rahmet-i ilahiyeden mahrum olur. Burada hem (gıybet) denilen, laf taşımak hem de nemmam denilen kötü huylar da mevcuttur. Musa (aleyhisselam) zamanında kıtlık olmuş yağmur duâsına çıkmışlar fayda etmemiş ve sonra Cenâb-ı Hak Musa (aleyhisselama), “içinizde nemmam var, yani, laf götürüp getirenler var onları içinizden çıkarın da öyle duâ edin”. buyurmuş. Gıybet’te Mehmed Zahid Kotku 103 en büyük günahlardandır. Müslümanlık birbirimizi kardeş etmiş, öyle olunca biz birbirimizi candan sevmekle mükellefiz. Müslümanlar bir ceset gibidir, bir bina gibidir, bütün azalar birbirinin yardımcısıdır. Binalar da öyle birbirlerine kenetlenmiştir ki, ka’tiyyen birbirinden ayrılmaz. Öyleyse ey müslüman kardeş! Sen de kardeşsin öylece sarıl. Halbuki eski hıristiyanlıktan bize geçen kötü huyların başında hasetle gadap gelmektedir. Haset sevapları yok eder, gadap da dini... Herkes cennete girmeğe hevesli ve aşıktır, fakat iman sahibi olmadıkça hiçbir kimse cennete giremeyecektir. Birbirlerini sevmeyen kimseler de hakiki iman sahibi olamazlar. Şimdi bizim hangi hareketimizin müslümanlığa uyduğunu görmek mümkündür? Namaz kılarız, oruç da tutarız. Belki Hacca da gitmişizdir velâkin müslüman kardeşlerimizin aleyhinde bilir bilmez konuştuğumuz sözleri de hiç kâle bile almayız. İcabında kendimizi haklı çıkarmağa da çalışırız. Mehmet Akif’in dediği gibi. “Müslümanlık galiba göklerdedir.” İnsanlar bu dünyada ancak Allah (celle ve a’lâyı) tanımak ve onu zikredip ibâdet ve tâatını yapmak, emirlerini tutmak ve yasaklarından kaçmak suretiyle dindar olur. Dünya bir geçiddir buradan gidenlerin sayısını bilmek bile mümkün değildir. Hepimiz buranın misafiriyiz. Asıl vatanımız âhirettir. Ya Cennet veya cehennemdir. Biz burada cehennemi değil cenneti kazanmağa çalışmamız lâzım gelirken maalesef dünyanın çok çabuk geçen hayatına, zevkine, saltanatına aldanıpta kardeşler arasında hiç istenmeyen çekişmeler, niza’lar, kavga gürültüler, birbirlerinin aleyhinde görülmedik şekilde iftiralar, propagandalar (nekadar çirkin birşey) olduğunu çok acı bir şekilde görmekteyiz. Bunların yegane sebebi imansızlık, âhiret mes’uliyetinden korkmamak; daha doğrusu âhirete imanı olmadığının alâmetidir. Cenâb-ı Mevla cümlemizi razı olmadığı bütün yanlış hareketlerimizden emin ve muhafaza eylesin. (Amin). Mü’minlere Va’zlar 104 Bizlere de tam kâmil bir insanlık ve İslâmlık ve İslâmca yaşama imkanlarını bahşeylesin. (Amin). Bihürmeti seyyidil mürselin. Dokuzuncusu: اَ َכ ْ ُ َ ْ َ َ ا َّ ِ َ َ َ ْ ُכ وا َ َ َ א ْ ْ ْ ُ "Allah'ın nimetlerini yersiniz, fakat o nimetler için Allah'a şükretmezsiniz." Bu da bizim umumi derdimiz ve kusurumuzdur. Malumdur ki ni’meti verene karşı şükür etmeği yani teşekkürü borç biliriz. Fakat asıl nimetleri verenin Hazreti Allah olduğunu bilmemek mümkün müdür? Bize yapılan ufak bir yardımı bir iyiliği ömür boyunca unutmaz, o iyilik eden kimseye daima teşekkür etmeği vazife sayarız da bizi doğuran analarımıza karşı da çok kusurlu oluruz. Asıl hayat, canı, fikri, kemali, kuvvet ve kudreti, ilmi, görüp işitmeği, bütün duygularımızı veren Allah Teâlâ’ya karşı borcumuz yokmuş gibi bir şükür bile aklımıza gelmemektedir. Şükür malum olduğu gibi ancak Allah Teâlâ’nın emirlerine imtisalen mümkün olur. Bu şükürler yapıldığı müddetçe nimetlerin daima artacağı ve bu sebeple saâdet ve selamete erişileceği de malumdur. Aksi takdirde ise, nimetler elden gider ve dolayısıyle saâdet ve selametten de mahrum kalınır. Onuncusu: אب כ ُْ َ ُ َ َ ُْ َ ْ אכ ْ َ َ ْ َ ْ َ ِ ُ و َ َכ ُ َ ْ َ ْ ُ ْ َ َد "Ölülerinizi defnediyorsunuz da, hiç ibret almıyormusunuz. Sizin duâlarınız nasıl kabul olunur." Mehmed Zahid Kotku 105 Yani; mevtalarınızı eş ve dostlarınızı hatta ana ve babalarınızdan ölenleri kendi ellerinizle mezara koyup ve sonra gelip mirasını taksim edip bazen de kavgalarla neticelenen bu halden hiç kimse ibret almamaktadır. Bugün ölenin mirası taksim olunurken yarında kendi mirasının taksim olunacağını hiç de hesab edememektedir. Ölüm haddizatında insanın Mevlasına kavuşacağı ilk merhale ve noktadır. İyiliklerle amel-i salih ile ve iman ile ahirete göçen insanların durağı mezar değil cennettir. Mezar ise o cennetin ilk kapısıdır. Mamafih cehennemin de kapısı orasıdır. İmansız gidenler ve imana muhalif hareketlerle âhirete göçenlerin yerinin ise cehennem olacağından hiç şüphe yoktur. Binaenaleyh müminin asıl karargahı olan ahirettir. Orada iki yer vardır. Birisine cennet birisine cehennem derler. Ehl-i imanın yeri cennet, ehli küfrün, yani imansızların yeri de cehennem olduğunu bilmek gerektir. Bu yerler işte şu içinde bulunduğumuz dünyada kazanılır. Dünya saâdet ve selamet ve ebedi nimetlerin kazanılacağı imtihan yeridir. İster iman eder ve imanın icabınca amel eder cenneti kazanır isterse imansız ve küfür içinde yaşar. Sonra da cehennemi kazanırsın "mezar ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur.” Buna göre hareketlerimizi tanzim edebilmeğe alışmak elbette en mühim ve en evvel vazifelerimizdir Dünyaya, dünyaya olan ihtiyacımız kadar çalışmak, ahirete de ahirette olan ihtiyacımız kadar çalışmak gerektir. Dünya fani, ahiret ise bakidir. Cenâbı Hak cümlemizi iyi düşünen hak ve hakikati görebilen ve ona uyan batılı da batıl bilip ona uymamak suretiyle Hakkın muhafızı ve müdafii ve kendsinin de razı olacağı kullarından eylesin. Amin! Mü’minlere Va’zlar 106 İbrahim Ethem hazretlerinin Tezkiretül Evliya kitabında da pekçok ve meşhur hikayeleri vardır. Sen de bu İbrahim Ethem hazretlerini lalettayin gelişigüzel bir orta adamı sanma. O büyük varlıklarını kuvvet ve saltanatını Allah yolunda terk edebilen ve nihayet bir dervişliğe razı olup, ekmeğini ancak elinin emeği ile kazanan ve hak hukuka son derece riayetkar ve Allah Teâlâ’nın emrinden katiyyen dışarı çıkmamağa çalışan bir bahtiyardır. Mevla cümlemizi şefaatine nail eylesin. Bak bu günün insanları baş olabilmek için adeta birbirlerini yercesine çalışıyorlar da o mubarek de onları terk ile Hakka dönüyor. Şimdi biraz da bu hususta İmam-ı Gazali’nin İhya-ı Ulumündeki söylediklerini yazmağa çalışacağım. “Biiznillahi Teâlâ ümid ederimki Allah Teâlâ gönüllerimizi kendisine çevire, Evvel duânın faziletleri hakkında âyet’i kerimeleri şöylece sıralamıştır. َو ِا َذا َ َ َ َכ َ ِאدى َ ِ ّ َ ِא ِّ َ ِ ٌ اُ ِ ُ َد ْ َ َة ا َّ ا ِع َ ِ ِ ِ ِاذاد אن ُ َ ََْْ َ َ َ Bakara suresi 186. âyet “Kullarım! Sana benden sordukları zaman bilsinler ki süphesiz ben onlara yakınınm. Benden isteyenin duâ ettiğinde duâsını kabul ederim. Artık onlar da benim davetime icabet etsinler.” َ ِ ِ ِ َ ْ ُ ْ اُ ْد ُ ا َر َّ ُכ ْ َ َ ُّ ً א َو ُ ْ َ ً ا َّ ُ َ ُ ُّ ا “Rabbinize gönülden ve gizlice duâ edin Muhakkak o aşırı gidenleri sevmez.” (A'raf suresi: 55 ayet) Mehmed Zahid Kotku ون َ ُ ِ َ َ ْ َ ْכ َ ِ ِ َّ و َ َאل ر ُכ اد ِ اَ ِ َ ُכ ِا َّن ا ُ ْ ُ ُّ َ ْ َ ْ َ ْ ِ ِ ِ دا َ َ َّ َ َ אد َ َ ْ ُ ُ َن َ َ ْ َ Ve “Rabbınız bana duâ edin ben de sizin duânıza icabet edeyim buyurdu!” Bana ibâdet etmekten geri olanlar hakir olarak cehenneme yakın zamanda dahil olurlar (yani girecekler.)” El-Mü'min 60 ُ ِ ْاد ُ ا َّ َ َا ِو ْد ُ ا ا ْ ٰ َ َا ًّא َ א َ ْ ُ ا َ َ ُ ْا َ ْ َ ُאء َّ ٰ ْ ُ ْا İster Allah diyerek duâ etsinler ister Rahman ikisi de Allahü teâlânın esma-i hüsnasıdır. (İsra suresi âyet 110) Hadis’i şerifler: ِ ِ ِ Muhakkak duâ ibâdettir. אد ُة َ َ ْ ا َّن ا ُّ َ אء ُ َ ا yani ibâdetten sayılır. Kul kendisinin hâlikını idrak edip ona tam manasıyle bağlanıp yalvarması ibâdettir. Çünkü ibâdet kulun Hâlikına merasim’i mahsus ile ilticasıdır. Duâ da böyle bir merasime lüzum kalmadan kulun doğrudan doğruya Allah Teâlâ'ya ilticasıdır. “Bana duâ edin sizlere icabet edeyim.” اُ ْد ُ ِ ا ِ כ ُْ َ ْ َ َْ Duâ ibâdetin özü, kökü, iliğidir. 107 Mü’minlere Va’zlar 108 ِ אد ِة َ َ ْ َ ُאء ُ ُّ ا ِ ُّ َ ا ِ و َّ ِ ا אء َ َ َ َ َ َّ َ َّ ُّ َا َ ٌ اَ ْכ َم ْ َ َ َْ Allah Azze ve Celle Hazretlerinin katında duâdan daha kıymetli hiçbirşey yoktur. ِ ٍ ِ ِ ٌ ْ ا ُّ َ אء ا ْ ٰ ى َ َث ا َّ א َذ ِ ُ َ ُ َ َّ ُ ٌ ْ َ َ َّ ُ َ ُ َوا َّ א ِ َُ ْ ِ ئ ُ َ ِ ُ ٌ ْ َ َ ُ َوا َّ א َ َ ْ َ ْ ِا َّن ا َُُْ Muhakkak kul üç şeyden birini almakdan şaşmaz: Ya duâsı sebebiyle günahı bağışlanır, yahut peşin bir mükafat alır veyahut ahirette kendisi için hayırlara, mükafatlara nail olur. َ ُ ِ ُّ َا ْن ُ ْ َئ ِج َ َ َّ َ َ َ א َ ْ אر ا ُ َ َ ُ ا ا َّ َ َ َ א َ ِ ْ َ ْ ِ ِ َ ِא َّن ا ِ ْ و َا ْ َ ُ ا ْ אد ِة ِا َ ََ َ Allah Teâlânın faziletinden isteyiniz. Allah celle vealâ kendisinden istemeği sever. ibâdetlerin efdali ferahlığı beklemekdir. Duâların On Adabı Vardır: 1- Şerefli vakitleri aramak: Arefe günü, Ramazan ayı gece ve gündüzleri ve gecelerde seher vakti gibi, Cenâb-ı Hakk’ın Kur’an’ı Azimüşşanda seher vakitlerinin kıymetini beyanı sadedinde Mehmed Zahid Kotku 109 ون َ ُ ِ ْ َ ْ َ ْ ُ َِو ِ ْא َ ْ َ אر “Onlar seher vakitlerinde istiğfar ederlerdi.” diye medh buyurmuştur. (ez-Zâriyat, 18) ِ َ ْ َ َ ِ אء ا ُّ ْ َ א َ َّ ِ ْ ِ ُ َ ْ َ َ َ َو ِ ُ َ ُ ْ ََ א ُכ َّ َ َ ٍ ِا َ ا ْ ِ ِ ِ ِ َ ُ ُل و َّ َ َ ِ ُ َئ ِ ِ َُ א ْ َْ ْ َ َ َ ْ ِ ُل ا َّ ُ َ َ א َ ُ ُ ا َّ ِ ْا ْ Buna istinaden olsa gerek Yakup (aleyhisselam) yada çocuklarının Yusuf (aleyhisselam)'u kuyuya atıp da -kurt yedi- diyerek babalarına karşı yaptıkları bu yanlış hareketlerinden naşî Yakup (aleyhisselam) ِ ِّ َ ْ َف اَ ْ َ ْ ُ َ ُכ ْ َر “Sizler için Cenâb’ı Hakh'tan mağfiret dilerim” buyurdular. (Yusuf, 98) Bu duâsını sabahın seher vaktinde yaptılar ve çocukları da amin diye babalarının duâsına iştirak ettiler. Cenâb’ı (celle ve alâ) da Yakup (aleyhisselam)a (Vahiy) buyurup onları mağfiret etmekle beraber hem de “nebilerden kıldım” diye rahmetinin büyüklüğünü göstermiştir. 2- Şerefli vakitlerden birisi de, İslâm ordusu ile küffar ordusunun karşılaştığı vakitlerdir ki gök kapısı açılır. Biri de hafif hafif, tatlı tatlı yağmur yağdığı vakitlerdir. Bir diğeri de farz namazın arkasından yapılan duâlardır ki, gök kapıları açılır yani duâlar kabul olunur demektir. Binaenaleyh bu vakitleri ganimet bilip duâdan gafil olmayınız. Zira namaz vakitleri Mü’minlere Va’zlar 110 günün en hayırlı saatleridir. Namazlar da o zamanlarda kılınır. Namazlarınızın arkasından duâ etmeği ihmal etmeyiniz. ِ ْا َ َذ ان َو ْا ِ َ א َ ِ َ ُ ُّد َ ْ َ َا ُّ َ ُאء َ Şerefli vakitlerden biri de: (Ezan ile kaamet arasındaki vakitde yapılan duâlardır ki kat’iyyen red olunmaz.) ِ ُ ُ َ ْ ا َّ אئ ُ َ ُ َ ُّد َد “Oruçlunun duâsı da red olunmayacağı” da müteaddit hadislerle beyan olunmakda olduğu malumdur. Vakitlerin şerefi hallerin şerefine râcidir. Mesela seher vakti kalplerin berrak teşvişden halî ve halis olduğu bir vakittir. ٌ ِ َا ْ َ ُب َ א َ ُכ ُن ا ْ َ ْ ُ ِ ْ َر ِّ ِ َ َّ َو َ َّ َو ُ َ َ א َ אَ ْכ ِ وا ِ ِ ا ُّ َ َאء ُ (Kulun Allah celle ve alâ hazretlerine en yakın olduğu secdede bulunduğu zamandır. Secdede Allah Teâlâ ya çok duâ ediniz.) ِ آن ر ِِ َ اכ ً א اَ ْو َ א ِ ً ا َ אَ َّ א ا ُّ ُכ ُع َ َ ْ ُ ْ ا ّ ُ ِ ُ اَ ْن اَ ْ َ أ ا ِ ِ َ ِّ ا ِ ِ ُ ِ د َא َ ْ ُ ُ ُّ ا َّ َّب َ َ א َ َو َا َّ א ا ُ َ ِ אب כ אء ِא ِ ان ِא ْ ُ َ َ َ َ ْ ُ ْ َ ٌ َ ُ َّ َ َ ُّ Ben (Ruku ve secdelerde Kur’an okumakdan men olundum. Rükuda Allah Teâlâyı ta’zim ediniz. Mehmed Zahid Kotku (Subhane rabbiyel azim) ِ ِ ْ אن ر ِ ا َ ََّ َ َ ْ ُ 111 deyiniz. Secdede ise duâda cehdediniz fazla gayret gösteriniz. Çünkü secde hali duâların kabulüne müsaid ve daha evladır.) 3- Kıbleye dönerek koltuklarının altı görünecek kadar ellerini kaldırıp duâ etmektir. Zira Rasul-i Ekrem’in Arafatta kıbleye dönerek akşama kadar duâda bulundukları rivayet olunmaktadır. ْ ِ ِ ْ َ ْ ِ ِ ْ َ ِ ِه ِا َذ َار َ ُ ا َا ْ َ ُّد َ א ِ ْ ا ً ُ ِ ْ َ ٌ ِ ا َّن َر َّ ُכ ْ َ ٌّ َכ ِ َ ِا ْ Muhakkak ki sizin Rabbiniz Hay ve Kerim dir. Kulun ellerini kaldırıp birşeyler istediği vakit onların elini boşa çevirmekten haya eder. ResuI-i Ekrem Efendimiz duâ için ellerini kaldırdığı vakit koltuklarının altındaki beyazlık görünürdü. (ve yine mu’cizat-ı peygamberidendir ki koltuklarının altında tüy bulunmazdı.) Duâ sırasında semaya bakmak doğru değildir. Zira Cenâb’ı Hakk haşa sanki gökte imiş gibi bir tevehhüme düşmemek için de semaya bakmakdan men etmişlerdir. “Gözlerinizin nuru, zivası alınır” buyururlardı. Rasul-i Ekrem hazretleri duâ buyurdukları zaman ellerini birleştirir ve iç kısmını da yüzlerine karşı çevirir ve duâ bitince yüzlerini ve vücud-ü şeriflerini sığarlardı. 4- Duâ ederken fazla yüksek sesle yapılmamasını tavsiye ederlerdi. Çünkü Allah Teâlâ ne sağır ne de gaibdir ve Kur’an-ı ِ Kerimde כ و َ ُ َ א ِ ْ ِ א َ َ َ َ َ ِ ْ َ ْ َ َ َوbuyurmuştur. (el-İsra, 110) Yani, “Namazında ne fazla bağır ve ne de Mü’minlere Va’zlar 112 sesini pek fazla gizle” yani orta derecede okunması tavsiye edilmektedir. Zekeriya (Aleyhisselam) da duâsını gizlice yaptığı için Cenâb-ı Hak onu da şu suretle medh buyurmuştur.* ِ*ا ْذ َ ٰאدى َر َّ ُ ِ َ ًاء َ ِ ًّא ً َ ْ ُ *اُ ْد ُ َار َّ ُכ ْ َ َ ُّ ً א َو Rabbini gönülden tazarru ve gizlice yalvarınız** buyurulmaktadır. Diğer bir âyet’ i kerimede de: َ ِ ِ ِ َ ْ ُ ْ اُ ْد ُ َار َّ ُכ ْ َ َ ُّ ً א َو ُ ْ َ ً ا َّ ُ َ ُ ُّ ا “Rabbinize tazarru ile birlikde hem gönülden hem de gizli olarak kimseye duyurmadan duâ ediniz. Kimseyi rahatsız etmeyiniz. Uykuda olanları da uyandırmayınız. Çünki Allah Teâla aşırı gidenleri ve hududu tecavüz edenleri sevmez”. (Araf 55) Sonra duâda zorlanıp tekelllüf ile en birbirine benzer elfaz-ı müteradife ve kâfiyeli yapılan duâlardan Allah Teâlâ hoşlanmaz. Onun için Cenâb’ı peygamber efendimiz َ ِ ُכ َا ْن َ ُ َل ْ ِا َ َ א َ ْ َ ْ ٍل ْ * ** ِ ُّ ِ ا אء َ َ ُ َا ُ َّ ِا َ َ ْ َّ אכ ْ َو ا َا َّ ُ ِا ِّ َا ْ َئ ُ َכ ا َ ْ َّ َ َو َ א َ َب َّ َّ Meryem Sûresi, âyet 3. Araf Suresi: âyet 55. Mehmed Zahid Kotku ِ ِ ْ َ َو َ َ ٍ َو اَ ُ ُذ َِכ َ ا َّאرِ َو َ א َ َّ َب ا َ ْ َ א ٍ َ َ َ ْ ٍل َو buyurmuştur. Yani "Sizler secî denilen yapmacık duâlardan sakınınız. Ve Allah'ım senden cennetini ve beni cennetine yaklaştıracak söz ve amelleri bana nasib etmeni isterim. Cehennemden ve beni cehenneme yaklaştıracak kavil ve amelden sana sığınırım." demeniz kâfidir. Külfetli sözleri aramak münasip olmaz. İçinden gelen sade duâlar daha makbuldür. Zira bir zaman bir kavim gelecek; gerek duâlarda, gerek taharette haddini tecavüz eden mubalağalarda bulunacaktır. Binaenaleyh siz bunlara uymayınız. Bazı büyüklerimiz duâları çok kısa tutmuşlar hatta yedi kelimeyi geçmemişlerdir. Efendimiz (S.A.V.) Hazretleri bir duâlarında; ِ َ َ َ ْ َم ا ْ ُ ُ د ا ْ ُ ِ َ ِא ْ ُ ُ ِد ُ ِ ُ ُ َא َ َّ َ ْ َ ْ َم ا ْ َ ِ ِ َوا ِد َوا ُّ َّכ ِ ا ُّ ُ ِد ِ ِ ٌ ٌ َو ُد َ ْ َ ود َوا َّ َכ َ ْ َ اَ ْ َئ ُ َכ ْا ُ ُّ ا ْ َ َ َّ ِ َ ا ِا َّ َכ َر buyurmuşlar. “Yarab senden o korkulu âhiret gününde emniyet, ebediyyet gününde cenneti ve sana yakın olan mukarrabinlerle olmayı, rüku ve sücud sahibi ve ahidlerini ifa eden zümreden olmak isterim. Muhakkak sen rahimsin; kullarına hem acırsın hem de seversin ve dilediğini istediğin gibi yaparsın.” 113 Mü’minlere Va’zlar 114 Binaenaleyh duâlarda seçme sözlerle kendini beğendirmek için değilde Hazret-i Allah’a lâyık bir şekilde huzur, huşu ve tezellül ile duâ edilmelidir. 6- Duâ ederken Hudû ve huşu içinde Allah (Celle ve ala hazretlerin)den korkarak ve kabulünü ümid ederek istediği şeyde de israr ederek duâ etmelidir. Hak (sübhanehu ve Teâlâ hazretleri) bu gibi muhterem zatları Kur’an-ı Kerimde şöyle zikretmektedir: ِ َ ْ אرِ َن ِ ا ات َو َ ْ ُ َ َא َر َ א ُ َُ ً َْ َو َر َ א ً ُ َا َّ ُ ْ َכא “Onlar hayırlı işlere koşarlar ve birbirlerini geçmeye çalışırlar. Aynı zamanda sevaplara, hayırlı işlere rağbet edip azabından da korkarIar, duâ ederler.” (el-enbiya 90) Ve sure-i A’rafın 55. âyetinde ً َ ْ ُ َا ُد ُ َر َّ ُכ ْ َ َ ُّ ً א َو buyurulmuştur ki yalvarmanın en güzel ve uygun şeklinin “Gizlice can’u gönülden yapılması” olduğu bildirilmiştir. Elbette şarlatanlıkla yapılan duâlar ne kadar makbul olur bilmem. Bugün bu da çok revaçtadır. Hatta hususi duâcılar ihdas edilmiş olduğu da görülegelmekte, bu da artık bir sanat haline geldiğinden o mübarekler de cem’iyetlerde uzun uzun duâlar ederek herkesi mest etmeğe çalışırlar; amma Allah Teâlânın katındaki makbuliyeti ne olur bilmem. Cenâb-ı Hak kulunun duâsını da çok sevdiğinden onlara bazı ibtilalar Mehmed Zahid Kotku 115 verir ki bu sebeble duâlarda bulunsunlar ve bazan istediklerini hemen vermez ki duâlardan hemen kesilmesinIer. 7- Duâda azimli ve kabulünde ümitli bulunmak da gerektir. Peygamber Efendimiz Hazretleri de bizleri şöylece uyarmaktadır: ا ْ ِ ِ ِاذا ِ ئ ا َّ ُ َّ َ َ ْ َ َّ ْ َ َ َ ِ َ ْ ِ ِم ا ْ َ ْ َئ ِ ُ َّ َا َذ َاد َ א ا ْ ِ ِا َذا ِ ْئ ا כ ْ ُ ُ َ َ ْ ُ ََ َ ْار Duâ ettiğiniz zaman, - "Allah'ım dilersen beni mağfiret et, dilersen bana merhamet eyle" demesin. İstediklerinizi kati surette istesin. Zaten onu icbar edecek hiçbir kuvvet yoktur. Duâ ettiğinizde kabul olunacağına büyük ümitle bekleyin. Çünkü; onun kabulü Allah Teâlâ içi kolaydır. Ve hem de gafletle duâ etmeyiniz, çünkü gafletle olan duâları Cenâb’ı Hak kabul etmez. 8- Duâ ederken istediklerinizi üç defa tekrar ederek, isteyiniz. Çünkü Peygamberimiz de istedikleri şeyi üç kere isterlerdi. Duâların gecikmesinden dolayı üzüntü duymayınız. İstediğiniz şey kabul olunupta verildiği zaman şöyle duâ ediniz: ِِ אت ُ َ ِ َا ْ َ ْ ُ َّ ا َّ ِ ى ِ ِ ْ َ ِ ِ َ ِ ُ ا َّ א Eğer duâların kabulü gecikirse o zaman da ِِ ٍ אل َ ِ ّ اَ ْ َ ْ ُ َّ َ َ ُכ Mü’minlere Va’zlar 116 demek lâzımdır. 9- Duâya besmele ile başlamalı ve yalnız ِ ِ ِ ِ ا َّ ِ ا ْ ِ ا ْ ٰ َّ َّ demekle kalmayıp אب ِ َّ َ ْ ُ ْ َ אَ َن َر ِّ ا ْ َ ِ ِ ا ّ َ demeği de unutmamalıdır. Zira peygamberimiz her ne zaman duâ etseler אب ِ َّ َ ْ ُ ْ َ אَ َن َر ِّ ا ْ َ ِ ِ ا ّ َ ile başlarlardı. Sonra duânın başında ve sonunda Rasul-i Ekrem efendimize salevat’ı şerife getirmeği unutmamalıdır. Çünkü salat-u selam muhakkak kabul olurda arasındaki duâlar kabul olmasın olmaz mutlaka onlar da kabul olunur. 10- Duânın kabul olmasında asıl âmil olan batınî edebdir O da tevbe etmek yani günahları bırakmak, helallaşmak, helal lokma yemek ve bütün himmetini Allah Teâlâ'ya bağlamaktır. Musa (aleyhisselam) zamanında bir kıtlık olmuş, duâya üç gün çıktıkları halde (Duâlar kabul olmamış olacak ki) yağmur yağmamış. Bunun üzerine Musa (aleyhisselam) "cemaatın içinde nemmam denilen, lâf taşıyan bir kimse vardır. Bunun için duânız kabul olmaz!” der. Bunun üzerine hepsi birden tövbe ve duâ ederler. Derhal rahmet-i ilahi nazil olur. Hiç şüphesiz buna benzer çok hadiseler vardır. Günahdan kurtulmak da bir cemaat için pek kolay birşey değildir. Mehmed Zahid Kotku 117 En iyisi duâ yapmazdan evvel bir gusul abdesti al hiç olmassa iki rekat namaz kıl, güzelce tevbe ettikten sonra ِ َ ر ِب ا ْ א َ ّ َ ِِ ِِ ْ َ َوآ َو َ ِ َّ ِ ُ ْ َ ْ َْ ٰ ِ ا َّ ِ ِ ا ٍ ِِ َّ َ ُ َّ َ ُم َ َ َ ّ َא ِ َ َ ْ َا َّ ِ ْ ِ ا َّ ِ ا َوا َّ ٰ ُة َوا de sonra אب ِ َّ َ ْ ُ ْ َ אَ َن َر ِّ ا ْ َ ِ ِ ا ّ َ diyerek duâya başla. Nihayetinde salavat-ı şerife getirip, Cenâb-ı Hak’tan duâlarınızın kabulünü rica ediniz. Hazreti Allah (celle ve alâ hazretleri) hepimizin duâlarını kabul eyleyip bizlerden razı olduğu halde hüsn-ü hatimelerle kendisine kavuşan bahtiyarların zümresine ilhak eylesin -âminSüfyan-ı Sevrî anlatıyor: “Ben-i İsrailde yedi sene kıtlık olup hiç yağmur yağmamış. Kıtlıktan çöplüklerdeki leşleri yiyecek kadar kötü vaziyete düşmüşler. Hatta çocuklarını bile yemişler. Bu vaziyette dağlara çıkıp Allah Teâlâ’ya duâ etmişler fakat Allah Teâlâ onların bu niyaz ve duâlarını kabul etmeyip Peygamberlerine şöyle vahiy etti: “Eğer bana doğru yürümekten ayaklarınız dizlerinize kadar sürtülse elleriniz semaya değecek gibi yüksek dağlara tırmansanız ve duâdan dilleriniz de yorulsa kul haklarını ödemedikçe duâlarınıza icabet etmem. Ve ağladığınıza acımam.” Mü’minlere Va’zlar 118 Bunun üzerine onlar da kul haklarını ödediler, ve birbirleriyle helallaştılar. Allah Teâlâ da rahmet ve bereketini inzal buyurdu. Malik bin Dinar (K.S.) da şöyle diyor: “Yine Beni İsrail devrinde vâkî kıtlık zamanında duâya çıkmışlardı. Allah Teâlâ onların peygamberlerine şöyle buyurdu: “Sen onlara haber ver pis beden ve haram ile dolmuş mide ve kana bulaşmış elleriyle benim karşıma çıkmış ve benden rahmet istiyorlar. Halbuki bu vaziyette rahmet şöyle dursun ancak benim gadabımı ve benden uzaklığı kazanırlar. Bu hallerinden vazgeçsinler ki onlara rahmet vereyim.” Ve bunlara benzer daha dört beş vak’a zikretmişlerdir. Rahmet-i ilahiye pek boldur. İltica edilince ve tövbekar da olunca ve kusur kabahatler de itiraf olunup ve merhamet istenince Cenâb-ı Hak çok Rahim çok Kerim çok da Raufdür. Kullarının duâsını kabul eder. Bizler de nihayetsiz nimetleriyle de perverde olduğumuzuda itiraf ederiz. Ya rabbi şüphesiz çok günahkârız. Kusurlarımızı itiraf ediyoruz bizim günahlarımızı affeyle, zira senden başka bizim günahlarımızı af edecek kimse yoktur. Ancak sen varsın, aman Allahım sevdiğin kulların ve çok sevdiğin peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa (Sallallahü aleyhi ve sellem)in hürmetine bizi ona bağışla. Ve şu istediklerimizi lütuf ve ihsan eyle. Bizleri afiyetten de ayırma. -Amin- (Fazla malumat isteyenin İmam Gazali’nin İhya-u Ulumüd’din’in birinci cildindeki duâ kısımlarını okusunlar) Bir de Risale-i Kuşeyriyede duâ kısmının sonunda zikrolunan bir hadiseyi yazmayı faideli buldum, şöyleki: (Gözlerden akan yaşlar saklı olan hadiselerin nasıl tercümanı ise nefeslerimizde kalplerde saklanan gizli hallerin tercümanıdır). Duâ günahları Mehmed Zahid Kotku 119 terk etmekle beraber dillerin herşeyden daha ziyade sevgili olan Allah (celle ve âlâya) iştiyakını beyan eder. Duâya izin verilmesi, kişinin Cenâb-ı Hakk'a daima tazarru ve niyazda bulunması, ona verilecek atâ ve ihsanlardan daha hayırlı ve önemlidir. Ve duâ huzuru celbeder. Duâ hayâ lisanı ile Hakk'a dönmek ve ona teveccühdür. Bundan naşi bazı kimseler bana da “duâ ediniz” dedikleri vakit senin Allah Teâlâ ile arana vasıta koymaklığın doğru değildir. Yani duânı kendin yapman daha evlâdır. mamaafih bazı hüsn-ü zan olunan kimselerden duâ talep olunur amma yine insan kendi halini Hâlikına arzetmesi, ona olan iştiyakını, muhabbetini sevgisini artırır. Nitekim (Takî) isminde bir zat·ı muhterem bir kadın gelip oğlunu Rumların esir ettiğini ve kendisinin de sonderece muzdarip olduğunu gece gündüz gözüne uyku girmediğini beyan eder. O zatın merhametini celb edip, duâsını rica eder. Mubarek zat da “peki siz gidiniz İnşaallah Cenâbı Hakkın rahmet tecellisi zuhur eder diye kadını selametlemiş ve kendiside bir müddet murakabede bulunduktan sonra dudaklarını kımıldatarak birşeyler söylemiş duâ etmiş. Az bir müddet sonra, esaretten kurtulmuş olan çocuk da hadiseyi şöylece nakletmiş: “Ben bazı rum padişahlarının elinde diğer esir cemaatlerle birlikte bulunuyordum. Bizi padişahın adamları hizmet için sahralara götürüp çalıştırıyorlardı. Ayaklarımızda zincir bulunuyordu. Bir gün işten geldik, akşamdan sonra bizi gözetleyen muhafızlarla beraber iken onların gözü önünde benim ayağımdan zincirler çözüldü ve yere düştü. (Bu saat kadının Takî hazretlerine ricaya geldiği ve o zatın da duâ ettiği zamana tesadüf ettiği zaman olduğu da anlaşılmıştır). Hemen muhafız bana karşı bağırıp zinciri kırdın diye çıkıştı. Ben ise hayır ben kırmadım o koptu Mü’minlere Va’zlar 120 dedim. Hayret ettiler. Çünkü ne kopması mümkün ne de açılması. Demircileri getirip tekrar tamir edip benim ayağıma taktılar ise de ben birkaç adım atar atmaz zincirler yine ayrılıp ayağımdan çıktı. Bunlar da aciz kalıp papazlarını çağırdılar” Bana: "senin annen varmı?" diye sordu. Evet var dedim. “Onun hayır duâsına mazhar olmuşsun Allah Teâlâ senin salıverilmeni istiyor. Biz seni artık mümkün değil zaptedemeyiz! dediler. Ve bana mümkün olan yol ihtiyacımı da vererek beni kasabama kadar da birtakım muhafızlarla birlikte götürüp salıverdiler.” duâların ne kadar mühim olduğunu şu ufacık hadise bize pek büyük ders ve ibretlerle anlatmaktadır. Cenab-ı Hak (sübhanehu ve Teâlâ) kendisine layık olan kullarının arasına bizleri de kabul edip rızasını kazanabilecek hayırlı amellere de muvaffak eylesin. Bi hurmeti seyyidi-l murselin (Risale-i Kuşeyri; ilmi tasavvuf, 144 duâ babı). Müslümanların her hal-ü kârda birbirlerine yardımcı olmaları hem Cenâb’ı Hakkın emri hem de Rasulüllah efendimizin müteaddit hadisleriyle sabittir. Bir de kulun Allah Teâlâ’nın lutuf ve ihsanına nail olabilmesi için yardıma muhtaç durumdaki müslüman kardeşinin yardımında bulunması gerekir. Gerek bedenen ve gerekse malen yardımları her kesin yapabilmesi pek kolay birşey değildir. Çünkü cibilliyeti insaniyye çok muhteliftir. Kendisine daima yardım olunmasını ister de kendisi bir yardıma çağırıldığı vakit kaçar. Fakat yapılacak duâda ne zarar var ne de para istenir ve ne de emek var yalnız kardeşinin saâdet ve selameti için duâ edip Cenâb-ı Hakk'dan birşeyler istemek de zor mu? Yine Rasul-i Ekremin ِ ِ َِن ا َْ ِ ُ ْ ِن ا ْ ِ אدام ا َْ َْ َ َ َ َْ ِ َّ َوا ُ Mehmed Zahid Kotku 121 “Allah Teâlâ kulunun yardımcısıdır. Kul, kardeşinin yardımında bulunduğu müddetçe.” Bundan ders alabilirsek ne mutlu sana ve bana. Şimdi biraz da okunması lâzım ve mühim duâlardan bazılarını yazmak istiyorum. Cenâb-ı Hak hem okuyanlara ve hem de bizlere kolaylık ihsan buyursun Amin... Hazret’i Peygamber efendimizin sabah namazını kıldıktan sonra farzdan evvel okuduğu duâ şudur: اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ْ َئ ُ َכ َر ْ َ ً ِ ْ ِ ْ ِ َك َّ Yani: “Allahım gönlümü sana bağlayacak ve darma dağınık halimi biraraya toplayacak dağınık ve parçalanmış işlerimi birbirlerine yaklaştıracak, kötü itiyat ve fitnelerden beni koruyacak, dilimi islah edecek, batınımı koruyacak ve zahirimi yükseltecek amelimi temizleyip artıracak, yüzümü ak edecek, rızana ulaştıracak ve her kötülükten beni koruyacak olan rahmetini senin fazlından isterim. Allahım bir daha küfre düşmiyecek şekilde sadık ve yakîn bir imanı dünya ve ahirette de lütuf ve kereminin en yüksek mertebesine beni ulaştıracak olan rahmetini senden isterim. Allahım kazalarda sabır ve kurtuluşu, şehidler mertebesini said tabakasından olan iyilerin yaşayışını, düşmanlara galip gelmeği ve peygamberlere arkadaş olmağı senin fadlından isterim. Allahım her nekadar hayırlısını bilmezsem ve amelim kusurlu ise de bütün dileklerimi sana arzeder ve senden yardım dilerim. Ve yalnız senin rahmetine muhtacım. Ey gönüllere şifa verip bütün dertlere derman olan Allahım... Büyük kudretinle birbirine yaklaşmış iki denizin suyunu birbirine yek diğerine karıştırmadığın gibi, cehennem azabından helak oldum diye feryad etmekten ve kabirin fitnesinden beni koru. Mü’minlere Va’zlar 122 Allahım istemesemde veyahut hak etmesem de kusur ettiğim ve amelleri işlemede ziyana uğradığım ve kullarından herhangi birine va’dettiğin ve ya vereceğin her türlü iyilikleri candan arzular ve onları senin fazlından isterim. Ya Rabbel Alemin. Allahım bizi sapan, saptırandan değil hidâyette olup hidâyete ulaştıranlardan ve düşmanlarına uzak olup dostlarına yaklaşanlardan, sana kulluk edenlerden, senin rızan için sevip, isyan edenlere rızan için husumet besleyen kullarından eyle... Allahım ben dilimin döndüğü kadar duâ ediyorum kabul sendendir. Kabul eyle... Ben elimden geleni yapıyorum. İ'timadım sanadır. Biz Allah içiniz ve ona yöneleceğiz. Kuvvet ve kudret ancak azamet sahibi olan Allah'ındır. Kıyamet gününde emniyet, âhiret gününde de ahdini yerine getirip rüku ve sücüd eden abidler ile beraber cennetini senden isterim. Kerem ve ihsanına nihayet olmayan, dostluk edenlere sonsuz sevgisi olan ve dilediğini istediği gibi yapan sensin. Ey izzet ridasına bürünüp herkese galip olan Allah'ım, seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ey ululuk ve yücelik ridasına bürünerek kullarına fazlını ve ihranın esirgemeyen Allah'ım. Seni tesbih eder noksan sıfatlardan takdis ve tenzih ederim. Ey takdis ve tenzihe ancak kendisi lâyık olan Allahım seni hertürlü noksanlardan tenzih ederim. Ey fazl-ı kerem sahibi Allahım seni tesbih ederim. Ey kudret ve kerem sahibi olan Allahım seni tesbih ederim. Herşeyi ilminde toplayan Allahım. Allahım kalbimi, kabrimi, gözümü, kulağımı, derimi, tenimi, kanımı, kemiğimi, önümü ardımı. sağımı solumu, alt ve üstü mü büyük nurun ile tenvir eyle. Beni nurlandır ve nurumu artır.” Mehmed Zahid Kotku 123 Hazreti Aişe (Radiyallahu anha)’nın duâsı: ِ ِِ ِِ ُ ْ َ َ א ِ َوآ ِ َ א َْْ ِ ِّ اَ َّ ِا ِّ اَ َئ ُ َכ ِ ا ْ َ ِ ُכ َ ْ ْ َّ ُ َِ ْ ُ َو َ א َ ْ ا Hz. Aişe Validemize “Bütün duâların manalarını içine toplayan cümlelerle duâ et. Ve duâ ederken de şöyle söyle: Allahım dünya ve âhirette bildiğim ve bilmediğim bütün iyilikleri senden ister, bildiğim ve bilmediğim hal ve gelecekete yani dünya ve âhirette bütün kötülüklerden sana sığınırım. Allahım cennetini ve cennete götürecek o cennete yakîn edecek yaklaştıracak güzel söz ve işleri ve amelleri, tâatları, senden ister, cehhenneme sürükleyecek söz iş ve amellerden ve hareketlerden sana sığınırım. Allahım kulun ve rasulün Muhammed (Sallallahü aleyhi ve Sellem) in senden istediği hayır ve iyilikleri ben de senden ister ve Allahım benim için takdir ettiğin her şeyin sonunun hayırlı olmasını senden ve senin merhametinden dilerim. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi...” Hazreti Fatıma (Radiyallahu anha)’nın duâsı: Rasul-i ekrem (S.A.V.) Hazretlerinin kızı Fatıma’ya öğrettiği duâ şudur: “Ya Fatıma, şu tavsiyemi dinlemekten seni ne men ediyor?” yani dikkatle dinle de bunu her zaman oku... ِ َْ َ َ ِ ُ َ َ ِכ ْ ِ ِا ِ ِ ْ ُ َّ َ ْא ُכ ِ ْ ََא َ ُّ َא َ ُّ ُم ِ َ ْ َ َכ ا ِ ََ َ َ ٍ وا ْ َ َْ ْ Mü’minlere Va’zlar 124 Ey Hay, kayyum olan Allah'ım bütün işlerimi düzeltmeni ve bir an bile beni kendi başıma bırakmamanı rahmetine sığınarak senden isterim. Ebubekir Sıddik (r.a.)’ın duâsı: َا َّ ُ ِا ِّ َا ْ َئ ُ َכ َ ُ َ َّ ٍ َ ِ ِ َכ ّ َّ ِ ِ َכ ِ َ ِ َכ َ ِّ َכ َو ٰ َو ُ ٰ ِ ِ ِ ُ ٰ َوا ْ ِ ِ ٰ َو َز ُ رِ َد ُاو َد َو ُ ْ َ אن ُ َ ا َّ ُ َ َ ْ ِ َو َ َّ َ َو َ َ ْ ِ ْ اَ ْ َ ِ َ َو ُ ِכ ّ ِ َو ْ ٍ اَ ْو َ ْ َ ُ َاو َ َ ٍ אء َ َ َ ُ َا ْو َ ِאئ ٍ َا ْ َ َ ُ َا ْو َ ِ ٍ َا ْ َ َ ُ َا ْو َ ِ ٍ ْ ْ ْ ْ ّ َا ْ َ َ َاو َ ّ ٍ آل َ َ ْ َ ُ َو َا ْ َئ ُ َכ ِِא ْ ِ َכ ا َّ ِ ى َا ْ َ ْ َ ُ َ َ ْ ُ ْ َ َّ ا َّ ُ َ َ ِ َو َ َّ َواَ ْ َئ ُ َכ ِِא ْ ِ َכ ا َّ ِ ى ُ ٰ َ ْ َ َ ْ َ ِ ِ اَ ْر َز َاق ا ْ ِ َ ِאد َواَ ْ َئ ُ َכ ِِא ْ ِ َכ َو َ ْ َ ُ َ َ ْا َ ْر ِض َ א ْ َ َ َّ ْت َواَ ْ َئ ُ َכ ِِא ْ ِ َכ ا َّ ِ ى َو َ ْ َ ُ َ َ ِ ِ ِ ِ ا َّ ٰ َ ات َ א ْ َ َ َّ ْ َو َا ْ َئ ُ َכ ِא ْ َכ ا َّ ى َو َ ْ َ ُ אل َ َאر ْ و َا َئ ُ َכ ِِא ِ َכ ا َّ ِ ى َا َ َّ ِ ِ َ َ اْ ِ ِ ْ َ ْ َ ْ ْ َ َ َ ُ َכ َواَ ْ َئ ُ َכ ِِא ْ ِ َכ ا َّא ِ ِ ْا َ َ ِ ا َّ َ ِ ا ْ ِ ْ ِ ْ ا ْ ُ َ َّ ِل ِ ِכ َא َِכ ِ ْ َ ُ ْ َכ ِ َ ا ُّ رِ ا ْ ُ ِ ِ َواَ ْ َئ ُ َכ و ِا ا ِ َ َْ َ َو ُرو ِ َכ َ ِ ِ َכ َو ِ َ ْ َر ِاة َّ ٍ َ َّ Mehmed Zahid Kotku ِ ِ ِ ِ ْ َّ אر َو َ َ ا َ َ َ ْ ِא ْ َכ ا َّ ى َو َ ْ َ ُ َ َ ا َّ َ אرِ َ א ِ ِ َ אَ ْ َ و ِ َ ِ َכ و ِכ ِ ِآئ َכ و ُ رِ و ْ ِ َכ ا ْ َכ َْ َ َ ْ َ َ َ َ َ ِ ِ آن وا ْ ِ ْ ِ ِ و َ ْ ِ َ ِ َ ِ ود َ َ ْ ُ َ َ َ ْ ُ ْ اَ ْن َ ْ ُز َ ا َ َو َ ْ ِ َو َ َ ِ ى َو َ ْ َ ْ ِ َ ِ ِ َ َ ِ ى ِ َ ْ ِ َכ َو ُ َّ ِ َכ َ ِ ِ َ ِא َّ َ َل و َ ُ َة ِا َّ َِכ آ اَر ا ا َّ َ ْ َ ُ َّ َ َ ْ َ Allahım! Peygamberin Muhammed (s.a.v.) dostun İbrahim, sırdaşın Musa, kelime ve ruhun olan İsa hürmetine; Musa’ya inen Tevrat, İsa’ya inen İncil, Davud’a inen Zebur, Muhammed (s.a.v.)’e inen Kur’an hürmetine bütün peygamberlerine yaptığın vahiy hürmetine, mahlukatın üzerindeki kaza ve takdirini senden isteyenlere verdiğini fakir ettiğin zenginler ve zengin ettiğin fakirler, hidâyete ulaştırdığın sapıklar hürmetine; Musa aleyhisselâma bildirdiğin, kulların rızıklarını verdiğin; yeryüzünü, hareketten sükûna erdirdiğin dağlarını ayakta tuttuğun arş-ı a’zamını taşıdığın ism-i A’zam'ın hürmetine; Kur’an-ı Kerim’de nazil olan Samed, Ehad ve Tahir isimlerinin hürmetine, gündüzleri aydınlatıp geceleri karartan ismin hürmetine, Azamet’i Kibriya ve Nur’i Celâlin hürmetine; senin kudretinle Kur’an-ı Kerim’i okuyup onu anlamayı bütün vücuduma duyurmayı ve bütün hareketlerimi ona uydurmamı senden dilerim. Kuvvet ve kudret ancak sendendir. Ya Erhamerrahimin...” 125 Mü’minlere Va’zlar 126 Büreyde el-Eslemi (r.a.)’ın duâsı: Rasul-i Ekrem (Sallallahü aleyhi ve Sellem) Büreyde (R.A.) e şöyle demiştir: “Ya, Büreyde! Allah Teâlânın hayır muradettiği kimseye ta’lim buyurduğu duâyı sana öğreteyim mi? Büreyde (R.A.) da: — “Öğret ya Rasulallah” deyince Rasul-i Ekrem bu duâyı öğretti: ْ ُ َ ْ ِ َو אى َ َ ُِ ْ َ ٰ ر ِ َ ِّ ِ و ِا َ َّ ٌ אك َ َ ِر ْا ِ ْ َ َم ِ َذ ِ ٌ َ َא ِ ِا ا َ َّ ٌ ِ َ ِ ِ ِ َא َ ِ ِّ َ َ ٌ َ ِ ِ ْ َ َא ِ ََِ ّ ِ َ ْ َوا ِّ ِ َو ِا אار َ َ َْ َ ِّ َّ ِا ِ َْا ْ ِّ َّ ِا ُ َّ َا َ ِا ُ َّ َا (Allahım ben zayıf ve aciz bir kimseyim, rızanı tahsil için beni kuvvetlendir. Beni daima iyiliğe götür. Son emelimi İslâmiyet kıl... Allahım! Ben acizim, sen beni kuvvetlendir. Ben zelil bir kimseyim sen beni izzetlendir. Ben fakirim sen beni zenginleştir. Ya erhamerrahimiyn... ) Kubeysa b. Muharik’ın duâsı: Birgün Kubeysa Rasul-i ekreme: — Yaşım ilerledi birçok şeylerden kaldım yapamaz aciz bir hale düştüm. Bana birşeyler öğret ki onlardan istifade edeyim. Bunun üzerine Rasul-i ekrem: Mehmed Zahid Kotku 127 — “Dünyalığın için akşam namazını müteakip üç kere َ َ َ ْ َل َو ِ ِ ْ َّ ِ ا َ ِ ِ ْا َ אن ا َ َ ْ ُ אن ا َّ ِ َو ِ َ ْ ِ ِه َ َ ُْ ِ ِ َ ْ ُ َّ َة ِا َّ ِא َّ ِ ا ّ de ve buna devam et, çünkü buna devam eden felç ve cüzzam gibi hastalıklardan, elem ve kederden emin olur. Âhiretin için de şu duâyı oku: ِ ُ ْ َ ْ ِ َك َواَ ِ ْ َ َ ِ ْ َ ْ ِ َכ َوا َّ ِ َر ْ َ ِ َכ َو َا ْ ِ ْل َ َ َ َכא َכ َ َّ ْ ْ ِ ِ َّ ِ ِ اَ َّ ا ْ َّ ُ ََ “Allahım bana kendi katından hidâyet ihsan eyle, kendi fadl u kereminden ihsan eyle, rahmetini bana akıt ve bereketinden bana inzal eyle” Sonra devamla şöyle buyurmuştur: “Bu duâya kim devam ederse kıyamet gününde kendisine cennetin dört kapısı açılır. İstediği kapıdan içeriye girer.” Ebu-d’Derda (Radiyallahü Anh)’ın duâsı: Birgün Ebud Derda’nın mahallesinde de yangın çıktı. Kendisine haber verdiklerinde — Benim evimi Allah yakmaz dedi. Koş yetiş diye üç kere haber verdikleri halde her üçünde de aynı sözü söyledi. Hakikatte yangın onun evine yaklaşınca ateş söndü. Bu vaziyeti kendisine haber verene: — “Ben bunu biliyordum” dedi. Bunun üzerine: Mü’minlere Va’zlar 128 — (Ne acîp ifadelerin var) diye kendisine sorduklarında. — Ben Resul-i Ekrem’in şöyle dediğini işittim: “Gece ve gündüz şu duâya devam eden kimseye hiç birşey zarar vermez.” اَ َّ ُ اَ ْ َ َر ِّ َ ِا َ َ اَ ْ َ َ َ َכ َ َ َّכ ْ ُ َواَ ْ َ َر ُّب ا ْ َ َش ْ َّ ْ َُّ ا ْ َ ِ ِ َ َ ْ َل َو َ ُ َّ َة ِا َّ ِא ِّ ِ ا ْ َ ِ ِ ّ ا ْ َ ِ ِ َ א َ َאء ا ِ َ ٍ َ ِ ّ אن و א َ َ אء َ ُכ َا َ َا َّن ا َّ َ ُכ כ َ َ ْ ُ ْ ْ َ ْ ْ َ ْ ََ َ َ ٌ ِכ ّ ِ َ ٍ َ ْ ً א َوا ْ ٰ ُכ َّ َ ٍ َ َ ًدا وان ا ا אط ْ ْ ُ َ َ َ ْ َ َ َّ َّ َ َ ٍ َ ْ َاَ َّ ُ َّ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ َ ْ َ ِّ َ ْ ِ َو ِ ْ َ ِّ ُכ ّ ِ َدآ َّ ا ٍ ِ َ ِ آ ِ ٌ ِ א ِ ِ و ِا َّن ر ٍ ِ َ اط َ َّ َ َ َ ُْ َ "Allahım! Sen benim Rabbimsin, senden başka ibâdete lâyık kimse yoktur. Sana güveniyorum; ümidim sana ve senin rahmetinedir. Arş-ı a’zamın rabbi de sensin. Kuvvet ve kudret ancak ulu olan Allahın’dır. Dilerse olur dilemezse olmaz. Allah Teâlânın herşeye kâdir olduğunu bilirim. Onun ilmi her şeyi kaplamış ve herşeyi olduğu gibi, bilir. Allahım! kendi kötülüğümden ve herşeyin (ki yürür ve hareket eder) zararından sana sığınırım. Çünkü onların sahibi ve hâlikî sensin. Rabbimin yolu da en doğru yoldur." اط َر ِّ َכ ُ ْ َ ِ ً א ُ َ ِ Mehmed Zahid Kotku 129 Halil İbrahim (Aleyhisselam)in duâsı: ِ ِ ِ ُ ْ ْ َ ٌ َ א ْ َ ْ ُ َ َ َّ ِ َא َ َכ َوا ّ ِ ِ َ ا ِ َכ َو ْار ُز ْ ِ ِ ِ َ َ َ ً َ ْ َ ُ َ א َو َ א َ ِ ْ ُ ِ ِ ِ ْ َ ِ َئ ٍ َ א ْ ِ َ א ّ ْ َ ُ ٌر َر ِ َو ُد ِ ود َכ ٌ ٌ ٌ ٌ ِ َ ٰ َا ْ ِِ َכ َور ِ َ ِْ א َ ّ ِ ِا َّ َכ َا َّ ُ ِا َّن َّ ِ ِ ِ َ ْ َ َو َز ِّכ َ א َو Yarabbi içine girdiğimiz şu gün yeni bir yaratıktır. Bu günü bana ibâdetle başlat. Mağfiret ve rızan ile neticelendir. Bugün de bana iyilikler yapmamı nasib eyle. Onları benim için arttır ve çoğalt. Bugün de yapmış olduğum hataları bağışla. Sen mağfiret, merhamet, dostluk ve kerem sahibisin. İsa (Aleyhisselam)’ın duâsı: ِ ِِ ْ َا َّ ُ َّ ا ّ َا ْ َ ْ ُ َ َا ْ َ ُ َد ْ َ َ א َا ْכ َ ُه َو َ َا ا אار وا ِ ِى ِ ِه وا ْ ُ ُ ْ َ ْ َ َ َْ َ َ ُ َْ ْ َ َ ْ َ َ ُ َْ َ َ َْ ِ َ َ ِ َ َ َ ِ َا ْ َ ِ ِ ّ َا َّ ُ َ ُ ْ ِ ْ ِ َ ُ ِّو َو َ ُ ُء َّ َ َ َ ِ ِ َو َ َ ْ َ ْ ُ ِ ِ ِ ِد ِ َو َ َ ْ َ ِ ا ُّ ْ א َ َ اَ ْכ َ ِّ َو َ ُ َ ِّ ْ َ َ َ ْ َ َ َ ُ ِ َא َ َא َ ُّ ُم ْ ََ ُّ َّ ِ ُכ َ ِ ًא "Allahım, istediğimi almağa, istemediğimi de def’e kadir olamadığım halden sabaha çıktım: Sevk ve idarem senin elinde Mü’minlere Va’zlar 130 amelimin mes’ulü olarak sabahlamış haldeyim. Benden daha fakir kimse de yoktur." (Yani en fakir bir kimseyim.) "Allahım! Benimle düşmanımı sevindirme. Dostumu da mahcup etme.İbadette bana kusur ettirme. Bütün gay’em dünya olmasın. Bana acımayanı bana musallat etme. Yâ Hayy yâ Kayyum... Hızır (Aleyhisselam)’ın duâsı: Hızır ile İlyas (Aleyhimesselam) her hac mevsiminde bir araya geldiklerinde şu duâyı okuyarak ayrılırlarmış: ٍ ِ َ ْ ْ ِ ُف ُّ َ א َ َאء ا َّ ُ ُכ َ َ ُ َّ َ א َ َאء ا ِ َّ ِ ا َّ ِ א َ אء ا َّ َ ُ َة ِا َّ ِא ُ َ َ َْ َّ ِ َّ ِ ا َّ ِ א َ אء ا َّ ا ْ َ ُכ ُّ ِ ِ ا َ َ ُ ُْ ُ َ َ ِ ُ َّ ا ُّ َءا َّا (Bismillah Allah ne dilerse o olur. Kuvvet ve kudret ancak Allah’ındır. Allah neyi dilerse o olur. Her nimet Allah’ındır. Hayırın tamamı Allah'ın yed-i kudretindedir. Allah neyi dilerse o olur. Fenalıkları kötülükleri insanlardan def eden ancak Allah’dır.) Her kim sabahleyin bu duâyı üç kerre okursa yangından, boğulmaktan ve hırsızlardan Allah’ın izniyle emin olur. Ma’ruf-ı Kerhi (Rahimehullah)’nın duâsı: Muhammet b. Hasan şöyle anlatıyor: Ma’ruf’u Kerhi bana, Mehmed Zahid Kotku 131 — Sana on cümle öğreteceğim, beşi dünya beşi de âhiret içindir. Bunlar ile kim duâ ederse Allah (celle ve alâ) onun duâsına icabet eder, kabul eder dedi. Ben: — Yazayım mı? dediğim zaman — Hayır ben nasıl Bekr b. Hani'sin tekrar tekrar okumasıyle ezberledimse, Sana da tekrar tekrar okuyarak ezberletirim dedi.” duâ şudur: ِ ِ ِ َّ ِ ا ِ ُ َّ َ ْ ِ َ ا َّ ُ ُ ْ َ א َ ْ ِ َ ا ُ َ ْ َ َ َ ٰ َ ْ َ ِ ا ْ َכ ِ ُ ِ َ א َا َ َّ ِ َ ْ ِ ا ْ َ ِ ُ ا ْ َ ِ ُّى َ َّ ٍ ِ ِ َכאد ِ َ ْ َ ُ َّ َ ْ ِ َ ا َّ ُ ا ُ َّ ِ ُ ء َ ْ ِ َ ا ِ َ ِ ا َّ ا ُؤ ُف ِ ْ َ ا ْ َئ ِ ا َ ْ َ ا ْ َ ْ ِت ْ َ ُ َّ َّ ُ َ ْ َ ِ ِ ا ْ َ ِ َ ْ ِ ا َّ ُ ا ْ َכ ِ ْ َ אب ِ َ ِ ِْ ْ َ ا ْ ُ َ َ ِ َ ِ ْ ا َّ ا َّ ِ ُ ِ ْ َ ا َ ْ ِ ُ ِ َ ْ ان َ ْ ِ َ ا َّ ُ ا ُ ِ ِ ِ ِ ِ َ ُ ا ْ ّ َ اط َ ْ ِ َ ا َّ ُ َا َ َ ا َّ ُ َ َ َ ْ َ َ َّכ ْ ُ َو ِ ِ ْ ر ُّب ا ْ ِش ا َ َ َْ Dinim için Allah bana kâfidir. Dünyalığımı için Allah bana kâfidir.Bütün mühim işlerim için kerim olan Allah bana kâfidir. Bana haksızlık etmek isteyenlere hilim ve kuvvet sahibi olan Allah kâfidir. Bana kötülük düşünenler için de şedid olan Allah, kâfi, Ölüm halinde merhamet sahibi olan Allah’ım bana kâfi Kabir sualinden beni esirgeyicek olan Allah'ım bana kâfi Hesap vaktinde kerem Mü’minlere Va’zlar 132 sahibi olan Allah'ım bana kâfi, Mizan başında lutuf sahibi olan Allah’ım bana kâfi, Sırat üzerinde herşeye kâdir olan Allah’ım bana kâfi, kendisinden başka ilah olmayan Allah’ım bana kâfi. O büyük rabbim kafi. O büyük arşın Rabbidir. Ben ona tevekkülü ettim. Yani bağlandım... Ebu’d Derda’dan rivayet olunmuştur: “Herkim günde yedi kerre; َ ْ ِ ا َّ ُ َ ِا َ َ ِا َّ ُ َ َ َ ِ َ َ َّכ ْ ُ َو ُ َ َر ُّب ا ْ َ ِش ْ ْ َ ِ ِ ْا َ ayetini okusa ahiret ile alakalı işlerini Allah Teâlâ hazretleri kolaylaştırır.” Manası: (Eğer onlar yüz çevirirlerse, de ki:) Allah bana yeter. Ondan başka ibâdete lâyık kimse yoktur. Yalnız ona güveniyorum. O arş-ı azîmin Rabbi’dir. Bu duâları Hasan’ın oğlu Muhammed’e öğreten Ma’ruf’ı Kerhi (R.H.) hazretlerinin aslen anası ve babası nasrani, yani hıristiyan imişler. Çocuklarını mektebe vermişler. Mektebin papazı çocuğa Allah’ın üç olduğunu söylemiş. Ma’ruf hazretleri ise o çocukluk halinde: “-Hayır öyle şey olmaz. Allah birdir,” demiş, bunu üzerine papaz çocuğu dövmüş. Çocuk da mektepten kaçmış. Ve Ali b. Musa er Rıza (Rahimehullah) -ki o devrin imamlarındandır- nın elinde müslüman olmuş, babasının evine dönmüş ve onların da müslüman olmalarına sebep olmuştur. Vefatından sonra rü’yada görülmüş ki (arşın altında) Hazreti Allah (celle ve alâ) meleklerine: — “Bu kimdir” diye sormuş. Onlar da: Mehmed Zahid Kotku 133 — Siz bilirsiniz ya Rabbi - demişler. Cenâb-ı Hak da: “O bana olan aşk muhabbetinden nâşi kendini gaib etmiş Ma’ruf-u Kerhidir. Ancak bu halden, bana mülâkî olduğu zaman ayılır”. buyurmuş... Ma’ruf’ı Kerhi (Rahimehullah) der ki: - Bana Dâvud Tâi’nın bazı eshabı. "Sakın Allah Teâlâ'ya tâatı terk etme. Müslümanlara hizmeti vazife bil ve onlara daima nasihat eyle" diye vasiyet eylediler. Yine Ma’ruf (Rahimehullah) hazretlerini vefatından sonra rüyada görmüşler ve. Allah Teâlâ hazretleri sana ne muamelede bulundu diye sormuşlar. Cevaben; — Mağfiret’i İlahiyeye mazhar olduğunu söylemiş Rüyayı gören yine sormuş: “Bu mağfiret zühdün ve veraın sebebiyle mi? demiş— Hayır ben Semmâk’in mev’izesinden aldığım dersle ki fukaraya bakmak, sevmek ve muhabbet etmektendir, demiş ve şöyle nakletmeğe başlamış: “Ben birgün Kûfe sokaklarından geçiyordum. Bir de gördüm ki İbni Semmâk İnsanlara vaaz ediyor ve şu cümle kulağıma geldi (Her kim Allah Teâlâ'dan tamamiyle yüz çevirip uzaklaşırsa Allah Teâlâ da ondan bilcümle yüz çevirip uzaklaşırsa. Ve her kim Allah Teâlâ’ya yönelirse Allah Teâlâ da rahmetiyle o kuluna yönelir. Ve halkın gönüllerini o kula çevirir. Allah Teâlâ ona merhamet eder.) Bu sözler bana çok tesir etti. Ben de her işimi bırakıp Allah Teâlâ hazretlerine yöneldim. Bir de Ali b. Musa er Rıza hazretlerine hizmet ederdim. Ölüm hastalığında kendisinden vasiyyet istenmiş, o da: Mü’minlere Va’zlar 134 — “Öldüğüm zaman sırtımdan çıkardığınız gömleğimi tasadduk ediniz, ben dünyaya çıplak geldim gine çıplak gitmeyi isterim.” demiş. Bir gün hayatında oruçlu olduğu halde bir saka yani su dağıtan adam şöyle diyormuş: — “Her kim suyumdan içerse Allah ona rahmet eylesin” Bunun üzerine sakadan suyu alıp içmiş. Yanındakiler: — Oruçlu değilmişiniz deyince — Evet oruçluyum fakat bu sakanın duâsını almak ümüdiyle içtim. Yarın bir oruç daha tutarım demiş. Çünkü nafile oruçları icabında bozmak caizdir. Bu zat Bağdat’lılarca çok meşhur, duâsı pek makbul kabri de ziyaretgahdır. Ve kabrinin ziyareti de dertlilere, hastalara mücerreb şifadır. Cenâb-ı Hak, cümlemizi Ehlullahı seven kullarından eylesin amin. Bu zatın. İbni Semmâkin vaazından aldığı nasihatte: Fukaraya bakmak ve onları sevmek ve muhabbet etmek idi. Ma’ruf-ı Kerhi Hz. de dünyadan elini çekip tam manasıyle Allah Teâlâ'ya ikbal etmiş ve fakr’u zarureti tercih etmiş olduğundan bir nebze de fakirlikten bahsetmeyi arzu ettim. Her ne kadar fakirliğe liyâkatimiz yoksa da onları sevmeği vazife bilmemiz için onların hallerinden mevkilerinin ve ind-i ilahideki kıymetlerinin yüksekliğinden biraz olsada anlatmak ve anlamak bakımından münasip görmekteyim. Faydalı olacağını zannederek yazmayı münasip görüyorum. Evvela fakirlik denince elde avuçta mutlaka birşeyin olmaması gibi birşey hatıra gelmemelidir. Çünkü Hak (celle ve alâ) bir âyet-i kerimesinde اَ ْ ُ ا ْ ُ َ اءdiye bizleri fukara zümresine idhal ُ etmiştir. Çünküَ fukaraُ nasıl zenginlerin yardımına muhtaç, ise bütün insanlar da hatta bütün mahluk ve mevcudat Cenâb-ı Hakkın her an lütfuna ve ihsanına muhtaç olduğundan onlara Mehmed Zahid Kotku 135 da fakir denilmektedir. Fakir haddizatında bir şeyi olmayan kimseye denirse de doğrusu hiç kimsenin birşeyi yok demekdir. Çünkü, nihayet elde kalmayan servet hiç bir zaman servet ve varlık sayılmaz. İşte hepimizin her zaman gördüğümüz hadiseler meydanda. Kim malını - “benim malımdır, servetimdir, mutlaka götüreceğim” diyebilmiştir? Giderken sessiz sedasız bırakıp gitmektedir. Buna şimdiye kadar kimsenin itirazı olmamış ve olmayacaktır. Şu halde o elinde olan senin değil ancak sana bir emanettir. Onu güzel bir şekilde kazanır ve kullanırsan ona göre muamele olunursun. Ya cenneti veya cehennemi kazanırsın. Bu servet senin için insanlığın için, müslümanlığın için bir mi'yar bir ölçüdür. Harvurur harman savurursan elbette cezasını göreceksin. Cenâb-ı Hak bunu sana onun için vermemiştir. Zuafa, fukara ve mesakinin de onda hakları olduğu gibi memleketin ve milletin de ayrıca hakları vardır. Memleketin muhtaç olduğu hürriyet, selâmet ve saâdet hep o paraların hayırlı yerlere harcanmasına bağlıdır. Yoksa-bu benim malımdır deyip de enva’ı çeşit lüzumsuz israfa kapılarak paraları harcayanları Allah Teâlâ'nın sevmediğini Kur’an’ı Azimü- Şan’ın müteaddit yerlerinde beyanla ِ ِ ِ َ ِ ْ ُ ْ ا َّن ا َّ َ َ ُ ُّ ا buyurmuştur . Bazan İstanbulumuzun bazı semtlerinde görülen ve bu gün de bir enkaz yığını halinde bulunan köşklere tesadüf edilmektedir ki, o süslü taşları ve malzemeleri ta İtalya’dan kimbilir ne masraflarla getirilmiş, millet parası memleket serveti böylece hem yabancıların kesesine girmiş ve hem de memleketin istikbali için lâzım gelen yüksek sanayi de bu suretle ihmal edilmiştir. Bunun acısını bugün ve yarın hepimizin çekmekte olduğunu da pek açık surette görmekteyiz. İşte bunlar hep dinini bilmemekten ve memlekete acımamaktan, nefsinin esiri ve kölesi olmaktan başka birşey değildir. Asıl Mü’minlere Va’zlar 136 fakirlik işte budur. Yoksa bir adam aç kalmış ve ölmüş olsa ne lâzım. O cennete gider. Dünyanın meşakketinden bir an evvel kurtulmuş olur. Fakat memleket ve millet böyle midir? Onun için hepimize lâzım olan şey en evvel dine iyi sahip olup güzel dindar bir müslüman olmak, dilinden ve elinden hiçbir müslüman hatta hiç bir mahluku rencide etmemek ve elinden geldiği kadar müslümanlığa fâideli yardımlarda bulunmak ve onlara daima nasihatlarda bulunarak millet ve memleketin teâli ve terakkisi gayesinde olmaktır. Bunun hıristiyan Avrupanın değil; İslâmiyetin emirleri olduğunu iyi bilmelidir. Fakirlik hiç bir zaman korkulacak birşey değildir. Belki istenilecek bir devlettir. Bak insanların bu dünyaya gelişlerinin başlıca sebebi, bu mülkün sahibi Allah Teâlâ hazretlerini bilmek ona lâzım gelen kulluk vazifelerini lâyık’ı veçhile yapmağa çalışmaktır. Bu iş ise öyle görüldüğü gibi kolay ve basit bir şey değildir. Allah Teâlâ Hazretlerini bilmek, O'na lâzım gelen kulluk vazifelerin; lâyık, vechile bile bilmek ve O'na tam bir gönül ile kulluk yapabilmek, öyle dünyaya dalmak ve dünya işleriyle meşgul olup başını kaşıyacak vakit bile bulamayan kimselere kolayca nasip olan bir şey değildir. Onun için gayeleri çeşitli olan kimselerin buna muvaffak olabilmeleri adeta muhaldir. Belki bazı müstesnalar bulunabilir. Fakat o da kıyas olunamaz. Gönüllerin Allah (teâlâ) hazretlerine tam manasıyle dönebilmesi lâzımdır ki; Allah (teâlâ) da o kuluna tam manasıyle rahmet, bereket, ilim, amel ve ma’rifetini ihsan buyursun. Bunlar ise yani marifet-i ilahi, insanın kendi çalışmasıyle elde edilemez. Mutlak ve mutlak Allah Teâlânın lutuf ve ihsanına bağlıdır. Yerdeki mahsullerin kemâle gelişi gökten gelecek olan yağmura bağlı ise insanın da kemâle ulaşması yine Allah Teâlâ’nın rahmetine lutuf ve ihsanına bağlıdır. Yoksa kendi Mehmed Zahid Kotku 137 kendine kalırsa dalalet çukurlarına düşüp hem kendini ve hem de etrafındakileri mahvü perişan eder. Cenâb’ı Hak cümlemizi hıfz-u himayesinden bir an dahi olsa ayırmasın. (âmin) Fakirlerin, -bir kerre- zenginlerden beş yüz sene önce cennete gireceği Ebu Hüreyrenin rivayet ettiği şu hadisle sabittir: ِ אئَ ِ َ ٍאم ِ ِ ْ َ ُ ُ ا ْ ُ َ اء ا ْ َ َ َ ْا ِ َ ِ אء َُ ْ ْ َّ َ ُ َ َ Miskin o değildir ki... kapıları dolaşır da ona bir iki lokma veya bir iki hurma verilir.” buyurmuş da — Öyleyse miskin kimdir diye sorulmuş: — Kendisinin ihtiyacını giderecek birşeyi olmazda halkd’an istemekten utanır, halini saklar da kimse anlamaz. Nasdan utanması Hak sübhanehu ve Teâlâ’dan utanmasındandır.” diye izah etmişlerdir. Fakirlik evliyaların şiarı olduğu gibi asfiya denilen saf kimselerin ziynetini Hak (sübhanehu ve teâlânın has kullarından muttaki ve enbiyaları için seçip ihtiyar ettiği en güzel bir yol, aynı zamanda hakiki fakirler Cenâb-ı Hakkın esrarının da hamili olmakla beraber, halkın muhafaza ve merzuk olmasına sebep olurlar. Yine (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hazretlerinin beyanlarında da: ِ ِ אכ َ َ ْ ُ ُّ ا ِ ِ ْم ا َ ٰ َ َْ ِ َّ َ ْ ا ِ َّ אء ا ُ َ ِ אح ُ َ ْ ٌ َو َ ُ ْ ُ ِ َّ ُّ ِ َ ْ ٍ ْ َ ِ ّ َ ُכ َوا ْ ُ َ ِاء ا َ Mü’minlere Va’zlar 138 “Herşeyin bir anahtarı vardır. Cennetin anahtarı da sabırlıları, fakir ve miskinleri sevmektir. Cünkü onlar yevm’i kıyamette Allah Teâlâ'nın halisleridir.” buyurulmuştur. Bir zat İbrahim Ethem hazretlerinin kendilerine onbin dirhem ikram olarak hediye etmek istemişlerse de İbrahim Edhem hazretleri “Bunu bana vermekle ismimi fukara divanından sildirmek istiyorsunuz.” diye kabul etmemiştir. Demekki fakirlik ne kadar kıymetli. Bazıları büyük laflar söyleyip - eğer İbrahim Ethem hazretleri bizim zamanımızda olsaydı biz onu saltanatında bu kemale eriştirirdik- derler. Fakat boş sözdür. Zira kul hakiki kulluğa eriştiği vakit Hakk'ın takdirine tamamıyle razı olur. Şeytan-ı aleyhil’la’nenin en çok sevindiği üç şey vardır: Birincisi: Haksız yere insanı öldürmek, İkincisi: Küfür üzerine ölmek, Üçüncüsü de: Fakirlik korkusu olan kalpdir. Binaenaleyh fakirlere de lâzım olan da, şu üç şeyi muhafaza etmektir. I- Sırrını muhafaza, II- Feraîzı ilahiyeyi III- Fakirliğini korumaktır. Cenâb-ı Hak (celle ve alâ) hazretleri. Musa (Aleyhisselam)a vahiy buyurmuştur ki, “Fakirleri gördüğün vakit onların hayır duâlarını iste” Nitekim muhtaçlar zenginlerden istedikleri gibi sende fakirlerden duâ iste demektir. "Eğer bunu yapamazsan sana öğrettiğim herşeyi toprağın altına göm” demiş; bunlar bizlere nekadar ibretâmizdir. (Zenginlerin meclisininde oturmaktansa bana yüksek bir damdan düşüp parçalanmak daha iyidir) demişler. Zira (Aleyhisselam) efendimiz buyurmuşdur ki: Mehmed Zahid Kotku 139 "Ölüler meclisinden sakınınız.” — Ya Resûlallah o ölüler kimlerdir diye sormuşlar .. — “Zenginler” diye cevap vermişlerdir. Binaenaleyh sadık bir fakir hiç bir zaman halini ve zaruretini mahluktan kimseye bildirmez. Bakınız Cenâb-ı (zülcelâl hazretleri) Musa (Aleyhisselam) a vahyediyorki; — "Ya Musa istermisin yarın yevm-i kıyamette bütün insanların hasenatı kadar hasenatın olsun" demiş. O da cevaben — Evet ya Rabbi isterim deyince. — Öyle ise hastaları ziyaret et, ve fakirlerin elbiselerini temizle. Bunun üzerine Musa (A.S.) her ayın yedi gününü fakirlere ayırır onları arar bulur, üst ve başlarına bakar, hastaları ziyaret edip onların ihtiyaçlarını gidermeğe çalışırmış. Acaba ders olarak bu bize yetmez mi dersiniz? Sehl b. Abdullah der ki: 5 huy insanlık cevheridir. 1- Fakir olduğu halde kendilerini zengin gibi göstermeğe çalışanlar, 2- Aç olduğu halde tokmuş gibi görünenler, 3- Mahzun ve kederli olduğu halde mesrur ve sevinç izhar edenler, 4- Aralarında adavet ve düşmanlık olduğu halde dostluk ızhar edenler, 5- Geceleri kaim gündüzleri saim oldukları halde zafiyet göstermeyenler ve hallerini saklayanlardır. Mü’minlere Va’zlar 140 Tabiatıyle bu gibi insanlar hem ind-i İlahide ve hem de insanların sevdiği makbul kimselerdir. Bu gibi hakiki fakir fakirliğini mezara kadar muhafaza etmesi gerekir. Bir vakit fakirliğe devam edip sonra dünyaya rağbet edip dönmek makbul birşey olmadığı gibi belki de fukara defterinden silinmelerine icabettirir. “Fakirlik mi efdaldir yoksa zenginlik mi? diye sorulunca, asıl ölçü sabır ve şükürdür demişler.” Fakir olan sabredemezse kıymeti yoktur. Zengin olanda elbette şükrünü eda edemezse onun da kıymeti yoktur. Herkesin takdir-i İlahiye razı olması en büyük bir devlettir. Onun için Cenâb-ı Hak cümlemizi razı olduğu amelleri işleyip, razı olmadığı amellerden muhafaza eylesin. Amin. Fakire şu dört şey çok lâzımdır. Bunlar olmazsa büyük tehlikelere düşebilir. Birincisi: Ona lâzım olan ilim şeriat'tır. İkincisi: Haramdan ve şüpheli şeylerden korunmalıdır. Üçüncüsü: Ona meşekkatlere tahammül edecek ilmi yâkin veya ayn-el’ yâkin gerekir Dördüncüsü: Zikrullah da onun ünsiyeti ettiği dostu olmalıdır. Bunlardan mahrumiyet herkes için beladır. Haberde vaki olduğu veçhile: Herkim bir zengine zenginliğinden naşi tevazu gösterirse onun dininin üçde ikisi gider; Eğer gönlü ile de tevazu ederse bütün dini gider” demişler. Onun için Rasul’i Ekrem efendimiz, — Ölüler meclisinde oturmaktan sakınınız buyurmuşlar, — Ölüler kim ya Rasulallah deyince اَ ْ َ ْ ِ ُאء َ — “Kendini bilmeyen zenginlerdir” demişler. Mehmed Zahid Kotku 141 Bennanî Mısrî hazretleri naklediyor: “Ben Mekke-i Mükerreme’de Harem’i Şerif de oturuyordum. Yanımda bir genç oturuyordu. Birisi geldi onun önüne bir kese dolusu para bıraktı. O zat, — Ben istemem dedi. O da, — Fakirlere dağıtırsın deyip bırakıp gidince o zat onların hepsini orada dağıttı. O zatı akşam üstü gördüm ki evlerden dileniyordu. Yanına sokulup dedim ki: — O paraları dağıtırken hiç olmazsa bir miktar kendinize alıkoysaydınız de böyle dilenmeseydiniz olmaz mıydı dedim. — Evet fakat bu vakte kadar yaşayacağımı bilmiyordum. diye cevap verdi.” Allah (celle ve alâ) hazretleri cümlemizi hakikatlere ulaşan kullarından eylesin. Amin. Ebu Hafs diyorki: “Fukaralık sahih olmaz: Ona almaktan ise vermek daha efdal olmadıkça... “Sevri hazretleri şöyle buyuruyor: “Fakir birşeyi olmadığı vakit sükut eder. Kimseyi rahatsız etmez kendisine birşeyler verilirse onu da hemen dağıtır ve başkalarını tercih eder, çünkü cömertlik var iken vermek değildir. Bunu herkes yapar, asıl hüner kendin muhtaç olduğun zaman verebilmektir.” Cüneyd-i Bağdadi (K.S.) hazretleri şöyle diyor: “Fakire rast geldiğin vakit ona rıfk ile muamele et; çünkü rıfk onun seninle ünsiyet etmesine vesile olur. İlminle ona mülakat etme zira, hakiki fakiri ilminle karşılarsan, o fakirler ateşte eriyen kalay gibi erirler buyurulmuş. Sen kendinin ind’i İlahideki kıymetini bilmek istersen fukaraların senden razı olup olmadığına bak. Eğer senden razı iseler Hak Sübhanehu ve Teâlâ Hazretlerinin senden razı olduğunu bil.” Mü’minlere Va’zlar 142 Ebu Cafer isminde bir zat-ı muhterem demircilik yapar ve hergün bir dinar kazanırmış. Her gün de oruç tutarmış. Aldığı yevmiyesini hemen fakirlere tasadduk eder “fukaranın alameti yokluğun da sükut, varlığında da onu başka muhtaçlara vermektir” dermiş. Fakir birşey bulamadığı vakit enaz üçgün sabreder. Dördüncü gün ancak kifayet miktarı birşeyler isteyebilir demişler. Hayru-n’Nessac der ki: “Ben bir mescide girmiş idim, beni gören bir fakir eteğime yapışıp, — Derdim büyüktür bana lutfediniz” diye bana yalvarmaya başladı. — Derdin nedir? Diye sordum. — Belalardan kurtuldum afiyete eriştim. dedi. Bir de baktım ki meğer fakirliği gitmiş, kendisine bolca dünyalıklar ve varlıklar gelmiş. Binaenaleyh fakirlere müjdeler olsun ki Dünyada sultanlar onlardan vergi istemezler. Âhirette de Allah (celle ve alâ) onlardan hesap sormaz. İbrahim Edhem hazretlerinin şu sözünü yazmadan yapamıyacağım: O mülkünü terk edip, derviş olup, derviş vari yaşamaya başlayınca bazı kimseler onu kınamışlar. O da “Eğer padişahlar hükümdarlar bizim nail olduğumuz devleti bilmiş olsalar ordularını üzerimize sevk edip bunu da elimizden almağa kalkarlardı diye cevap vermiş. Haddizatında bu nimet öyle bir nimettir ki bunun kadr-ü kıymetini herkesin bilmesi mümkün değildir. Zira bunu ancak erbabı bilir, her meslekte öyle değilmidir?* * Bunlar İmam Kuşeyri’nin Risale-i kuşeyrisinde 146. ila 149. sahifesi içerisinden seçilerek alınmış kıssalardır. Mehmed Zahid Kotku 143 Şimdi yine aynı zatın (Kitabü-l Minen) ismindeki kitabının 144. sahifesinde şöyle yazılmaktadır: “Evliyalardan bir cemaat Suveyş kanalı kenarındaki Mukattam dağında ikamet ederler, yiyecekleri ise ancak o dağın otları ile sabahın tatlı ve hayat veren havası olmakla beraber, bunlar her akşam namazını Mekke-i Mükerreme de kutbun arkasında kıldıklarını da ifadesine katmıştır.” Bizim bunda hiç bir şüphemiz olmaz. Çünkü kudret’i ilahînin ceryanına tabi ve razı olan bu gibi kimseleri Cenâb-ı Hakk hikmeti ile böyle yaratmıştır. Bunların dünya ve dünya işleriyle hiç bir alakası yoktur. Adeta herbirisi bir melek. Yalnız bütün ömürlerini ve vakitlerini Allahu Teâlânın emirlerine itaat ve yasaklarından ictinap etmekle geçirir olduklarından Hak (sübhanehu ve Teâlâ) hazretleri bunlara böyle akılları durduran kerametler lutf ve ihsan ettiğinden, Tayy-ı mekân ve gönüllerde dolaşan esrarı, gizlilikleri bilir. Açlığa ve susuzluğa tahammülleri olmakla beraber Hakk'ın rızası başlıca emelleri ve gayeleridir. Onlar için ölmek ölmek Allah'ın rızası dışına çıkmaktan evladır. Dünya işleriyle hiç alakaları yoktur. Onun için İmam Şafii hazretleri: “bu gibi fakirlerle her hangibir iş için istişare etmeyiniz çünkü bunların dünya işlerine akılları ermez” buyurmuştur. Sonra dünyaya dalmış âhireti unutmuş zenginlerle de istişare etmeyiniz zira dünyaya olan hırslarından nâşi gönülleri kararmış olduğundan hayır ve şerri seçemezler demiştir. Bu zikrolunan fakirlik ayrı bir tarikattır. Her tarikat gibi bu da bugün yok olmuş gibidir. Bunlar Hakka vuslatı; açlıkta sabır ve tahammüldedir derler ve en aşağı üçgün aç kalmadıkça hallerini kimseye bildirmezler, hatta böyle bir cemaat bir memleketten geçerken içlerinden birisi açlık ve susuzluğun tesiriyle sokağa atılmış bir karpuz kabuğunu alıp onun suyundan istifade etmek istediğini gören Şeyhi: Mü’minlere Va’zlar 144 “Sen bizim aramızdan çık çarşı pazarlarda dolaşıp para kazan yoksa bu yol senin yolun değildir.” diye onu kovmuştur. Bu taife herkesin korkup kaçtığı cüzzamlı hastalardan kaçmazlar ve bilakis bunları evlerine götürüp tedavi bile ederler Rufaî hazretleri de böyle cüzzama tutulmuş bir köpeği ki, bunu ehli belde kovmakta iken onu almış bir sahraya götürüp ona hususi bir gölgelik yapıp, orada kırk gün onu tedavi etmiş yaralarını yıkamış, ilaçlamış ve nihayet köpek de iyi olmuş. Sonra da beraberce memleketine gelmişler. Bak Hakkın nice kulları var sen bunlara hüsn-ü zan et, ve bu sözleri yabana atma. Yine İmam Şa’rani hazretleri diyor ki: Kalbin gönlün kötü ve yaramaz huy ve ahlâklardan ve mezmüm sıfatlardan naşi bozulmasının sebeblerini şöyle anlamaktadır: — Ulema-i amillin olan zatların gönüllerine Cenâb-ı Hak tarafından beş şey verilir. 1. İlim, 2. Hilim, 3. Hikmet, 4. Haşyetûlllah, 5. Keremdir, Evliyaullahın kalbine de yine Cenâb’ı Hak tarafından beş şey verilir: 1. Sukut, 2. Zikir, 3. Fikir, 4. Nur, 5. Ziyade akıl. Bu nimetler açlık ve gece namazlarına devamın mükafatıdır. Mehmed Zahid Kotku 145 Gafillere de beş şey verilir: 1. Gaflet, 2. Sehv (unutmak ve yanılmak) 3. Gülme 4. Rahatı sevme 5. Uykudur. Münafıkların kalbine de beş şey verilmiştir: 1. Hevay-u heves, 2. ibâdete kuğuy, 3. Habâset ve, 4. Hiyle ve, 5. Nifaktır. Bunlar da bütün kötü huyların anasıdır. Teferruatı pek çoktur. Onun için Aliyyüş Şazeli hazretleri, “Siz, Rabinizin evi olan kalplerinizi iyi gözetleyiniz. Oraya Rabbinizin razı olmayacığı hiç bir şeyi sokmayınız, onu iyi bekleyiniz. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın, kulun ancak gönlüne baktığını unutmayınız. Habis olmak, yalancı, şeytanı işler hilekarlık, necaset ve murdarlık; çirkinlik ve denîliktir.” Cenab-ı Hak cümlemizi bu gibi yaramaz huylardan muhafaza buyursun. Amin. Bu hususda Ankara’daki Hacı Bayram-ı Veli (K.S.) hazretlerinin hulefasından Lamîî dedenin buyurduğu da çok şayan-ı dikkattir. Mü’minlere Va’zlar 146 Pak eyle gönül çeşmesini ta durulunca. Dik tut gözünü gönlün gönlüne göz olunca. İnkarı ko, dil destisini ol çeşmeye tutdur. Ol abısefa bahş ola, tâ bu desti dolunca, Çün Hak seni gönül kapısına bekçi etti. Dur kapıda, gayrı koma ta anı anda bulunca Sen çık oradan hanesini sahibine ver. Bîşek gelir Allah evine, sen savulunca Evvel koma kim, sonra çıkarmak güç olur güç Şeytan çerisi hane-i kalbe koyulunca. Binaenaleyh herkes gönlünü en güzel bir şekilde gözetleyip gönlünü gayet temiz bir şekilde tutmak mecburiyetindedir. Herkim bu husus da gafil davranıp da gönlünün bekçiliğini iyi yapmazsa netice itibariyle pek büyük zararlara giriftar olur. Hele bir kalbe ahlâk-ı mezmumeler girip yerleştikten sonra onları çıkarmak ne kadar müşküldür. Onun için ilk vazife bunları gönüle sokmamaktır. (Bir memleket düşman işgaline maazallah uğrasa onu çıkarmak, kötü çirkin fena huyları çıkarmaktan... daha kolaydır.) Demişlerdir ki; pek doğru olsa gerek. İnsanın hayatında yaşadığı ve alışa geldiği iyi veya fena huylar tabiat-ı saniye dedikleri gibi insanda kökleşip kalır. Bizim dedelerimizden kalma bir darb-ı meselede (Onu teneşir temizler) derlerdi. Yani bu hal onun ölümüne kadar ondan çıkmaz demektir. Her ne kadar tevbekar olsa dahi alıştığı adeti kolayca bırakamaz. Tecrübeler de bunu böyle göstermektedir. Cenâb-ı Hak (sübhanehu ve Teâlâ) cümlemizi iyi güzel Hak (Teâlâ)nın razı olacağı güzel ahlâklarla yetişip ve o güzel hal üzere Hakk'ı gören kullarında eylesin. Amin. Mehmed Zahid Kotku 147 Fakirlik yolu ile Hakk'a vuslat pek kolay bir iş değildir. O yolu tercih etmekten Hakk'ın sıfatı olan zenginliği tercih daha makbul olsa gerektir. Yalnız öyle zenginlik ki; onunla Hak rızası murad olunur. Bilumum hayırlara canla başla iştirak eder. Her zaruret sahibinin imdadına yetişir. Günah yollarına ve israflardan son derece sakınır. Bununla beraber büyüklenmez gururlanmaz. Kimseye üstünlük satmaz. Verdiğini başa kakmaz. Cami, mescit ve talebe-i ultima yardım eder. Muhtaç ve gariplere kimsesizlere bakar, yardım eder. Kimseyi incitmez. Son derece mütevazi bir zengine can kurban. Bunların da helaldan olması şarttır. Zaten haram paralar hayırlara yaramaz. Sahibini de nihayet cehenneme sürükler. Biz böyle zenginlik değil hem kendini cennete götürecek ve hem de mahlukatın işine yarayacak zenginliği isteriz. Yoksa israflara boğulmuş, günahlara dalmış hak yolunu unutmuş, kendini beğenen zengin değil... Ebu Bekir Sıddik (Radiyallahü anh) başta, Osman Zin-Nureyn, Avf (Radiyallahü anhüma), İmam A’zam hazretleri, Meşayıh-ı Nakşı bendiden Abdülhalik (Gucduvanı) hazretleri, Übeydullah-el Ahrar hazretleri ve bunların emsali olan zat-ı muhteremler gibi, dünya ve dünyanın hiç bir malı bunların gönüllerine girmemiş, kendilerini ancak Hakkın bir vekili bilerek sırası geldikçe icabında hepsini birden feda etmeğe hazır ve muheyya olan zevat-ı muhteremler ki; bir taraftan memleket ihtiyaçlarına ordusuna donanmasına, havasına bunlar yetişirler. Bir taraftan da memleketin manevi cephesi olan camiilerin yapımı ve medreseler de bulunanların tahsil ve terbiyelerinin hep zenginlik ile olacağından hiç kimsenin şüphesi yoktur. Bir fakir ne kadar kemâle ulaşırsa ulaşsın, ne kadar çok keramet izhar ederse etsin bütün hayatı ancak ve ancak Mü’minlere Va’zlar 148 şahsına mahsustur. Fakat zenginliğin hayat-ı ammeye faydası olduğu için (Hayrün nas men yenfeunnas) ِ אس َ َّ َ ْ ُ ا َّאس َ ْ َ ْ َ ُ ا hadis-i şerifine mazhariyyetinden nâşi efdaliyeti tahakkuk etmiş olur. Bununla beraber fakiri de yine yabana atmamak lâzımdır. Çünkü netice Hakk'ın tecellisine bağlıdır. Allah (celle ve alâ hazretleri) o çeşid fakirleri sever ve onların hürmetine yağmurlar bereketler verir. Düşmanlara karşı nusretler verir. Gelecek birçok afetleri def eder, onların duâsıyle birçok hastalar şifa bulurlar. Ki; bunlar dertlerine çareyi doktorlardan ilaçlardan bulamamışlardır. Şu halde hepsine de lüzum var demektir. Zenginsiz de olmaz fakirsiz de olmaz. Gördüğümüz birçok hastalar, deliler, sakatlar da böyledir. Bunlardan ders ve ibret alıp Hak (celle ve alâ) ya şükretmek gerektir. Biz de öyle olsa idik halimiz nice olurdu demek lâzımdır. Yoksa (Haşa) onları ayıplamak hiç bir insana yakışmaz. Bu alem Allah (Teâlâ hazretler)inin mülküdür. Saltanat onundur. İsterse burasını da cennet gibi yapar. Hastasız fakirsiz dertsiz ve meşakkatsiz bir alem olurdu. Fakat hikmetlerine akıl erdirmek mümkün değildir. Binaenaleyh burası bir dar-ı imtihandır. Kazananlara ne mutlu vesselam. Şimdi gelelim duâlarımıza: (ATABETÜ-L'GULÂMIN) DUÂSI: Vefatından sonra rüyada görülen bu zat bu duâlar sebiyle cennete girdiğini söylemiş. Mehmed Zahid Kotku َ ِ ُ اَ َّ ُ َّ َא َ ِאد َى ا ْ ُ َ ِّ َ َو َאاَ ْر َ َ ا ْ ُ ْ ِ ِ َ َو َא ِ َ ِ ِ ْ َ َ َك َذا ْ َ َ ِ ا ات ا ْ َ א ِ ِ َ ِا ْر َ َ ْ ْ َ َ َِوا ْ ُ ْ ِ ِ َ ُכ َّ ُ َا ْ َ ِ َ َوا ْ َ ْ َא َ َ ْا َ ْ אر َ ْ ِ ِ ِ ِ ِ ِ َ ّ ّ َوا ْ َ ْ ُزو َ ا َّ َ اَ ْ َ ْ َ َ ْ َ ْ َ ا َّ ِ ِّ َ َوا ِ ِ ِ ِ ِ َ َ אر َّب ا ْ َ א َ َ َ َوا ُّ َ َ اء َوا َّ א َ آ — Ey dalâlete düşenlere hidâyet eden, günahkârlara merhamet eden, hatalara düşenlere mühlet veren Allahım! Büyük tehlikelere düşen kullarına ve bütün müslümanlara merhamet eyle. Ve bizleri nimetlerine nail olan nebiler, sıddîkler, şühedâ ve salihin kullarından, merzuk eylediğin hayırlı kullarından eyle. Amin. Adem (a.s.)’ın duâsı: Aişe validemiz, buyuruyor ki: “Allah celle ve âlâ hazretleri Adem (A.S.) duâsının kabulünü murad ettiğinde Adem (A.S) beyt’i Şerifi yedi kere tavaf etti, sonra da iki rek’at namaz kılıp şöyle dedi: ِ ِر َ ْ َ ْ َ ْ َא ِ ِ ُذ ُ ِ ا َّ ُ َّ َ ْ ا ِאد א َ َ ْ َ َّ َ ً َ ِ ِ َ اَ َّ ِا َّ َכ َ َ ِ ِ ى و َ َ َ ّ ُ ْ َّ ُ ِ وَ َ א َ َ ُ ْ َ ْ َ אَ ْ ِ ِ ُ ٰ ِ َو َ ْ َ ُ َ א ِ َ ْ ِ َ א ِا ِّ اَ ْ َئ ُ َכ ِا َ א ًא ُ א ِ َ ْ ِ َو َ ِ ًא ُ َ 149 Mü’minlere Va’zlar 150 ِ ِّ َ ور َ َ َّ ِا ُ َ ْ َ َ ِ َא َ َ َّ َ ُ َ ْ َ אכ َّ אن ا َّ ِ َوا ْ َ ْ ُ ِ َّ ِ َو َ ِا َ َ ِا َ َ ْ ُ ِ ْכ َ ِام ِ ِ ْ و َ َ َل و َ ُ َة ِا َّ א َّ ِ ا ْ ِ ِ ا َ َ َ ّ َ َّ َ ْ ِ ِ ِ َ َّ َا ُ َ ُ َא َذا ْ َ َ ِل َو ْا ا وا اכ ُ َ ْ َ ُ َّ َ ُ َّ Adem (A.S.)’ın duâsını tercümesi. “Allahım gizli ve aşikar her halimi bilirsin. Benim özürümü, kabul eyle. Hacetlerimi de bilirsin. Sen istediklerimi de ve nefsimden geçenide bilirsin, beni mağfiret eyle. Allahım ben senden öyle bir iman isterim ki, o imanı bizzat sen kalbime işleyesin yerleştiresin, içime işlesin ve bir de doğru bir yakın ki; ilmelyakin, aynel yakin, Hakkalyakin olsun, onu isterim. Hatta ben bileyim ki, bana yazmadığın ve takdir etmediğin şey olmaz. Ne olursa ancak senin takdirinle olur, böyle bir yakin isterim. Bir de bana taksim ettiğin rızka razı olmayı isterim. Ya ze’-l celali ve’l ikram.” Allah (celle ve âlâ hazretleri) vahy buyurdular ki “Ben seni mağfiret ettim. Her kim senin zürriyetinden senin yaptığın bu duâ ile duâ ederse muhakkak onu da af ederim ve gamlarını ve kaygılarını ve fakirliği onların içinden alır ve her tacirin ticaretinden daha âlâ ticaretler ihsan eder ve o dünyayı istemediği halde zorla dünya nimetlerine gark ederim.” HAZRET-İ ALİ (KERREM ALLAHÜ VECHEHU) NİN DUÂSI: Peygamberimiz (Salallahü Aleyhivesellem) den rivayet olunan duâdır. Buyurmuşlar ki: “Allah Teâlâ hazretleri zat-ı eccelli a’lasını temcid eder, senalar eder ve buyururlar ki: َ ْ ِا َّ َכ َا ْ َ ا َّ ُ َر ُّب ا ْ َ א َ ِ َ ِا َّ َכ َا ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ َا َّ َا ا ْ َ ا ْ َ ُّ ُم ُّ Mehmed Zahid Kotku 151 ا ِا َّ َכ اَ ْ َ ا َّ َ ِا َ اَ َّ اَ ْ َ ا ْ ِ ا ْ ِ َ َ ُّ َ ُ ِا َّ َכ اَ ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ اَ َّ اَ ْ َ َ ْ َ ِ ْ َو َ ْ ُ َ ْ ِا َّ َכ َا ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ َا َّ َا ْ َ ا ْ َ ُ ُّ ا ْ َ ُ ُر ئ ُכ ّ ِ َ ٍ َو ِا َ َכ َ ُ ُد ِا َّ َכ اَ ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ اَ َّ اَ ْ َ ُ ْ ِ ُ ْ ْ ِا ا ا ا ِ ا ِכ ِا כ ا ا َّ َ َ ْ َ َّ ُ َ َ َ َ َّ َ ْ َ ْ َ ُ ْ َ ُ ا ِ ِا َّ َכ َا ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ َا َّ َا ْ َ ا ْ ُ ٰ َّ ُ َّ ِا َّ َכ اَ ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ اَ َّ اَ ْ َ َ א ِ ُכ َ ْ ِم ا ِّ ِ ِا ا ا ِا כ ا ا א ِ ا ِ وا ِ َّ َ َ ْ َ َّ ُ َ َ َ َ َّ َ ْ َ َ ُ ْ َ ْ َ َّ ّ ِا َّ َכ َا ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ َا َّ َا ْ َ َ א ِ ُ ا ْ َ َّ ِ َوا َّאرِ ِا َّ َכ َا ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ َا َّ َا ْ َ ا ْ َ ا ِ ُ ْا َ َ ُ ا ْ َ ْ ُد ا َّ َ ُ ا َّ ِ ى َ َ َّ ِ ْ َ א ِ ً َو َ َو َ ً ا َ ْ ِا َّ َכ َا ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ َا َّ َا ْ َ ا ْ َ ُد ا ْ ِ ْ َ א ِ ُ ا ْ ْ ْ ِ ْ ُ وا َّ אد ِة ا ْ ِ ُכ ا ْ ُ ُّ وس ا َم ا ْ ْ ِ ا ْ ِ َّ ُ ُ ُ ُ َ ْ ُ ُ َ َ َ َ ئ ا ْ ُ َ ِّ ُر אر ا ْ ُ َ َכ ِّ ُ ا ْ َ א ِ ُ ا ْ َ אرِ ُ ا ْ َ ِ ُ ا ْ َ َّ ُ אل ا ْ ُ ْ َ ِ ُر ِا َّ َכ َا ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ َا َّ َا ْ َ ا َّ ُ ا ْ َכ ِ ُ ا ْ ُ َ َ ُ ِ אء وا ْ ِ ِ אر ا ْ َ ُ ا ْ َכ ِ ُ َا ْ ُ ا َّ َ َ َ ْ ا ْ َ َّ ُ ِا َّ َכ اَ ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ اَ َّ اَ ْ َ اَ ْ َ ُ ا ِّ َّ َوا ْ ٰ ُ Mü’minlere Va’zlar 152 ِ ْ َ ْ ِا َّ َכ اَ ْ َ ا َّ ُ َ ِا َ َ َا َّ اَ ْ َ ا ْ َ ِאد ُر ا َّز ُاق َ ْ َق ا َ ِ َ ِ َ ْ وا َ Tercümesi: Allah Teâlâ Hazretleri her gün kendi zatını sena ederek şöyle buyuruyor. “Ben âlemlerin Rabbi olan, Allah'ım, Ben Hayy,Kayyum olan Allah'ım. Ben kendisinden başka ilah olmayan Allah'ım. Ululuk ve azemet bana mahsustur. Benden başka ibâdete lâyık kimse yok. ibâdete lâyık olan bir Allah'ım. Doğurmadım, doğmadım. Af ve mağfiret eden ancak benim her şeyi icad eden ve her şey kendisine dönecek olan, Aziz, Hakim, Rahman, Rahim sıfatlarının sahibi, ceza gününün Maliki; Hayrı, şerri, Cennet, cehennemi yaratan zatında, sıfatında ortağı olmayan, tek olup kimseye ihtiyacı olmayan eş ve evlad edinmeyen bir ve tek olan, kapalı ve açık her şeyi bilen, Melik, Kuddûs, Selâm, Mü’min, Müheymin, Aziz, Cebbar, Mütekebbir, Hâlık, Musavvir, Kebir, Müteal, Muktedir, Kahhar, Halim, Kerim olan Allah ancak benim. Öğülmeye ve ta'zime yaraşan da benim. Gizli ve saklı her şeyi bilirim. Her Şeye gücü yeten, rızkı da veren, yaratıklar ve tabiatlarının fevkinde olan yine benim.” Bu esmayı okumak isteyenler evvela şuna dikkat etmelidir: Bu Cenâb-ı Hakkın kelâmıdır. Hak (Subhanehu ve Teâlâ)nın (ben) dediği yerde bizim (sen) dememiz lâzım geldiğini ifade etmişler, bu duâ ile kim duâ ederse sacidîn, muhbitîn olarak yazılır ve Muhammed (Sallallahü Aleyhi Veselem), İbrahim, Musa, İsa ve diğer nebiler ile Dâr’ül-Celâl'de komşuluk eder. Yer ve gökteki âbidlerin sevabı verilir. Mehmed Zahid Kotku 153 Allah Teâlâ Muhammed Mustafa efendimiz hazretlerine ve her seçkin kullarına da rahmet eylesin. Amin. SÜLEYMAN B. MUTEMER'İN DUÂ VE TESBİHİ: Yunus b. Âbid Rum diyarında şehit düşen bir zatı rüyasında görmüş ve ona: — “Âhirette gördüğün en faziletli amellerden bana haber verir misin? demiş. O şehid de ona: “İbni Mutemerin tesbihlerini gördüm.” diye cevap vermiş. Duâda şudur. אن ا َّ ِ َوا ْ َ ْ ُ ِ َّ ِ َو َ ِا َ َ ِا َّ ا َّ ُ َوا َّ ُ اَ ْכ َو َ َ ْ َل َ َ ُْ َُ ِ ِ ِ ِ ِ َ ُ َ َ َد َ א َ َ َ َو َ َ َد َ א. َ ْ َو َ ُ َّ َة ا َّ َא َّ ا ْ َ ِ ّ ا ِ ِ ِ ِ َ ْ َ א ٌ َوزِ َ َ َ א َ َ َ َوزِ َ َ َ א ُ َ َ א ٌ َو ْ َ َ א َ َ َ َو َ א ُ َ َ א ِ ٌ َو ِ ْ َ َ ٰ َ ا ِ ِ َو ِ ْ َ اَ ْر ِ ِ َو ِ ْ َ ٰذ ِ َכ ِ ِ אف ٰذ ِ َכ و َ د َ ْ ِ ِ وزِ َ َ ِ ِ و ْ ر َ َ ْ ََوا َ َ َ َ َ ْ َ َٰ ُ َ َْ ِ ٰ و ِا َذار َو ِ َ َاد َכ ِ َ א ِ ِ َو َ َ َ رِ َ ُאه َّ َ َ َ َ ْ ْ َ ِ ُ ْ َ ِ ِ و َ د א َذ َכ ه و د א ِ א ُ َُ َ َ َ َ ُْ َ َ ََ َ ٰ َ َ ِ َ ٍ َ َ ٍ و ٍم و ِ َذ ٍو ٍو وه ِ َ א َ ِ ِ כ اכ ُ ْ َ ْ َ َ َ ُ ُ َ ْ َ َ َ َ ِّ ُ ُ َ ٍ َאس وا ِ َ ْ َ אت و َ ٍ و َ َ ٍ ِ ْا ِ و א ٍ ِ ا א َ َّ َ َ َ َ َ َ َ َ ّ ْ ِ َ ْ א و ْا ِ ِة واَ ْכ َ َ َ َ َ َ َ ْ َ ُ آ ِ ُه ُ ُّ ِا َ اَ َ ٍ اَ َ َ ا َ َ ْ َ ِ ُ َا َّو ُ ُ َو ٍ ِ ْا ِאد ِ َا َ ْ َ َ ٰذ ِ َכ Tercümesi: "Allah Teâlâ hazretleri her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir Hamd (Allah celle ve alâya) mahsustur. Allah’tan başka ilah yoktur. Allah Teâlâ her şeyden yücedir. Günahlardan rucu ve ibâdete teveccüh ancak yüce ve Azim olan Allah'ın yardımı iledir. Bu kelimeleri Allah Teâlâ'nın yaratmış olduğu ve yaratacağı mahlukların adedince, yaratmış olduğu ve yaratacaklarının ağırlığınca, yaratmış olduğunun ve yaratacaklarının dolusu kadarınca göklerin ve yerlerin dolusu kadarınca ve bunların misli kadar tekrar eder söylerim. Bu tesbihleri mahlukatın adedince, arşın ağırlığınca rahmetinin enginliği kadar kelimelerin adedince rızasına erinceye ve benden razı oluncaya kadar, dünyanın yaratıldığı günden bugüne kadar, mahlukatın onu andığı kadarınca ve bundan böyle kıymete kadar her sene her ay her hafta ve her gün ve her gece saatlerin her birinde her nefeste ebediyyen, bir ebedden diğer ebede, dünya ebedinden âhiret ebedine ve bütün bunlardan daha fazla evvel, eksilmez ve âhiri gelmez sonu alınmaz bir şekilde bu kelimleri söyler ve tekrar ederim." İBRAHİM EDHEM HAZRETLERİNİN DUA’SININ TÜRKÇESİ — Merhaba ey bereketli olan yeni gün, ve ey kâtip ve şahidimiz! Bugün bizim bayramımızdır. Şu söylediklerimizi bizim için yazınız. Hamîd ve Mecîd olan, yaratıkları üzerinde dilediği gibi hüküm eden Allah’ın ismiyle Allah’ a hamdederim. Onun huzuruna çıkacağımı tasdik ederim. Onun azametini itiraf ederek günahlarımdan istiğfar ederim. Onun rububiyeti karşısında saygı ile eğilir ve ondan başka ilâhları da reddederim. Ancak kendisine arz-ı ihtiyaç ile ona tevekkül eder ve ona bağlanırım. Allah’ım melekleri, hamele-i arş’ı, peygamberleri ve bütün yaratıkları şahit tutarım ki; ibâdete lâyık olan; ortağı, dengi ve benzeri olmayan ancak O'dur. Muhammed (S.A.V.) onun kulu ve Resûlüdür. Cennet, cehennem, Havz, şefaat, münkir nekir meleklerinin sualleri haktır ve gerçektir. Mü’minlere Va’zlar 156 Allah’ın va’di de hak vaîdi de haktır. Huzur-u muhasebe görmek de haktır. Kıyametin geleceğinden ve bütün ölülerin dirileceğinden hiç şüphem yoktur. Bu i’tikad üzere yaşıyorum. İnşallah bu i’tikad üzerine de ölecek ve bu imana sahip olarak dirileceğim. Allah’ım! Sen benim Rabbimsin; beni yaratan sensin, senden başka ibâdete lâyık kimse yoktur. Ben senin âciz bir kulunum. Gücümün yettiği kadar sana verdiğim söz üzereyim. Allah'ım kendi kusurlarımdan ve hariçten gelecek kötülüklerden sana sığınırım. Allah’ım ben isyan ile kendime zulmeden bir kimseyim. Senden başka kimse günahları mağfiret edemez. Bütün kusurlarımı sen mağfiret eyle. Allah’ım! Beni güzel ahlâklı bir insan seviyesine ulaştır; güzel işlere senden başkası hidâyet edemez. Bütün kötülüklerden beni uzaklaştır; muhakkak bunu da senden başkası yapamaz, ancak sen yaparsın. Emrinde ve hizmetindeyim. Bütün iyilikler senin kabza-i kudretinde ben ancak sana istiğfar eder ve sana tevbe ederim. Allah'ım! gönderdiğin peygamberlere ve inzal ettiğin kitablara inandım, ve iman ettim. ِ ْا ُ ِ ِ و َ آ ِ ِ و َ َ ّ ّ ّْ َ َ ِ و ِ ْ א و َ َا ْ ِ ِאئ َ َ ُ ُ َ َ َ ِ َ َ ِ ِ َّ َ ّ ِ َ َ ُ َ َّ ِ ا َّ ّ ِ َ א َכ ِ ا َ א َ ِ َכ ً ً ِِ ْ ََو ُر ُ ا ُ َّ َا ِ َ ْ Allahım Habibinin havzından kana kana içmeği nasip eyle ve bir daha ebediyen susamamak üzere, bizi o habibinin zümresine hor ve zelil olmamak üzere ve ahdini bozmamak; şeksiz olarak, fitnesiz bizim üzerimize gadap olunmadan ve dâllin’den de olmayarak haşreyle. Allah’ım beni dünya fitnelerinden koruyarak senin sevdiğin ve razı olduğun şeyleri Mehmed Zahid Kotku 157 yapmağa muvaffak eyle. Halimi düzelt. Kelime-i tevhid üzere dünya ve âhirette beni sabit kıl. Kusurlu da olsam beni saptırma. Noksan sıfatlardan seni tenzih, takdis ve tesbih ederim; Ey yüce ve ulu Allah’ım. Yâ Bâri, yâ Rahim, yâ Azîz, yâ Cebbâr! Ey her köşesiyle göklerin kendisine tesbih ettiği Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ey bütün dalgalarıyle denizlerin kendisini tesbih ettiği Allah’ım! Seni her türlü noksanlıklardan tenzih ederim. Ey kendi dilleri ile balıkların kendisini tesbih ettiği Allah’ım! Seni tesbih ederim. Ey bütün burçları ile yıldızların kendisini tesbih ettiği Allahım! Seni Tenzih ederim. Ey kökü, gövdesi, dalları ve meyveleri ile ağaçların kendisini tesbih ettiği Allah’ım! Seni takdis ederim. Ey, yedikat yer ile yedi kat göklerin içinde bulunanlar ile beraber kendisini tesbih ettiği Allahım! Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim. Sen her türlü noksanlıklardan münezzeh ve bütün kemâl sıfatlar ile mevsufsun, seni tesbih ederim. Mahlukatından seni tesbih eden herşey gibi ben de seni tesbih ederim. Sen çok mübarek ve âlisin. Seni tekrar tekrar tesbih ederim. Ya Hayy, ya Kayyum, ya Âlim, ya Halîm seni tesbih ederim Senden başka ibâdete lâyık ma’bud yoktur. Sen birsin; şerikin de yoktur. Hem öldürür, hem diriltirsin. Sen ise ölmeyen Layemut bir dirisin. Bütün iyilikler senin elinde ve sen her şeye kadirsin." Bu tesbihleri ve duâları gördük. Hepsi çok güzel. Elbette Allah’ü Teâlâ’nın bahtiyar ve sevgili kulları bundan başka bir şey de demezler. Bizim ise bunları bulup söylememiz, yalvarmamız mümkün olmamaktadır. Bütün hünerimiz bunların taklit ile yaptıkları duâları tekrar etmemizden ibarettir. Halbuki hepimizin o Allah-ü (Celle ve âlâ)nın kullarıyız dolayısıyla bizim de onlar gibi güzel duâlar yapabilmemiz Mü’minlere Va’zlar 158 mümkündür. Bu da tabii Allah (celle ve alâ)ya ancak yakınlık nisbetinde olabilir. Halbuki bizler ise Hakka yakınlık şöyle dursun günahlara batmış kendilerini beğenen mağrur ve isyan yollarından dönmeyen biçareleriz. Ancak yapacağımız şey onların duâsını takliden Hazreti Allah’a yalvarabilmektir. Bunu da yapabilirsek bu da bize yeter zannederim. Fakat asıl iş, şu hadis-i şerifin manalarına dikkat buyurulmasını rica edeceğim: Cenâb-ı Peygamber efendimiz Hazret-i Allah’a kasemle buyuruyor ki: “İmansızların cennete girmesi mümkün değildir. Ancak iman ederlerse cennete girebilirler. İman ise öyle pek kolay ve basit birşey değildir." Evet La ilahe illahlah diyen herkes mümindir. Fakat bu kadar bir iman kâfi değildir. Bunu kemâle ulaştırmak hepimizin en başlıca bir gayesi olmalıdır. Hepimiz pekiyi biliriz ki, kemâle ulaşmayan hiçbir mahsul ve hiçbir meyve kimsenin matlubu değildir. Eğer bilmeyerek aldığınız kavun karpuz ve saire ham ise, olmamış ise ne kadar canımız sıkılır; hem verdiğimiz paraya acırız, hem de çektiğimiz emeğe. İşte kemâle ulaşamayan müminin hali de tıpkı böyledir. Bakınız (S.A.V.) hazretleri sonra buyuruyorlar ki: “Müminlerin birbirlerini sevmedikçe kâmil olgun bir müslüman olmalarına imkân yoktur.” Malum ya sevmek hemen öyle kuru bir lafla olmayacağı cümlece aşikardır. İnsanların ve bâhusus müminlerin birbirini sevmesi demek. Ona lâzım olan yardımı yapması, elinden tutması, okutması, doğruyolu göstermesi, ondan hiç bir suretle ayrılmaması her zaman her yerde onunla beraber olmasıdır. Bunlar hep sevginin alametlerinden ve icabındandır . Zira bizler müslüman müminiz. Binaenaleyh ta ezelde Cenâb-ı Hak bizi kardeş yaratmış ve Kur’an’ı keriminde sure-i Hucurat’ta (Müminler ancak kardeştirler) buyurmuş. Öyle ise bizim Mehmed Zahid Kotku 159 birbirlerimizle olan muamelemiz tıpkı öz kardeşlerin muamelesi gibi olmalıdır. Ve hatta daha da üstün olmalıdır. Çünkü bu kardeşlik Allah-ü Teâlâ’nın ezeldeki kardeşliğidir. Öyle bir anadan ve bir babadan gelme kardeşliğe elbette benzemez. Aynı zamanda bizim müslüman olmamız dolayısıyle yer yüzündeki bütün müslümanlarla yek vücuduz. Arada katiyyen ayrılık olamaz. Mesela şarkta ve ya garpta olan bir müslümanın ıztıraplarından, eleminden, kederinden, sıkıntısından, yeryüzündeki bütün müslümanlar manevi rabıta dolayısıyle hepsi ıztırap içinde olurlar. Nasıl ki vücudun bir tarafında ki ağrı ve sızıdan bütün vücut rahatsız olursa; müslümanın da aynen böyle olması gerekir. Çünkü Cenâb-ı Peygamber efendimiz” “Müminler bir ceset gibidir.” buyurmuşlar. Komşusu ve akrabası cemiyyeti ile milleti ile ve bütün müslümanların dertleriyle ilgili olmayan müslümanın vay haline demek çok azdır. Böyle müslümanlık sofuluk, dervişlik katiyyen olamaz. Hele bir de müslümanlar arasında ayrılık, ikilik ihdas edenlere ne demek lâzım bilemem. Biraz da insan etrafından ders alabilse ne mutlu ona. Meselâ, Almanlar birçok, dükalıklarda ayrı ayrı yaşarlarken sonra birleşip kocaman dünyaya ferman okuyan pek de zengin bir millet haline geldiler de, bu gün de bizim milyona yakın işçimiz maalesef onların memleketinde hizmetkarlık yapmaktadırlar. Acaba bu acı bizim için yetmez mi dersiniz? Bir yanda Amerika o da bir çok ufak ufak devletler iken birleşip bir büyük Amerika olmuş. Bu gün dünya işlerinde en büyük rol oynamakta. Gemisi, tayyaresi, bütün tekniği sanayisi, akılları durduracak kadar ilerde. Bak Aya bile gidip gelebiliyorlar. Birlik ve beraberliğin daima büyük faideler te’min etmekte olduğuna kimsenin şüphesi yoktur. Mü’minlere Va’zlar 160 Yine bakınız gökten yağan yağmurlar tek tek yere düşerler. Sonra toplanıp dere, nehir haline gelip akarlar. İcabında bunlardan istifade edip içme sularımızı sağlarız, bağlarımızı tarlalarımızı sularız, bunlardan büyük büyük göller meydana getirebilirsek ki bugün onlara baraj diyorlar. Ufaklı büyüklü bu barajların memleket için ne kadar mühim faideleri olduğu saymakla bitmez. Bir kere elektrik istihsali ile memleketin sanayii gelişir. Evlerimiz, sokaklarımız nura ışığa kavuşur. Sonra tarlaları yazın kurak zamanlarda sulayarak mahsullerimizin artmasını ve güzel olmasına, çok olmasına da sebep olur. O zaman tabiatiyle hem kendimiz yer ve içeriz ve hem de muhtaç olan dış memleket halkına satar; halkımızda, devletimiz de zengin ve müreffeh bir hayata nail olur. Ondan sonra da artık başkalarının yardımına hem ihtiyacımız kalmaz hem de ele bakmak zilletinden bir an evvel kurtulmuş oluruz. İşte gayet sathi bir görüşle, bu kadar faide hep bu tek taneciklerin bir araya gelmesi ile olduğunu artık inkara mahal kalmaz zannederim. Amma ne yazık ki biz bunları bildiğimiz halde yine de bir araya gelip toparlanamıyoruz. PEYGAMBER (S.A.) EFENDİMİZİN GEREK NAMAZDA VE GEREKSE SAİR ZAMANLARDA OKUDUĞU BAZI DUALAR Helaya girerken şunu okumayı unutma. ِ ُ ْ ا َّ ِ وا ِ ِ وا ِ ْ ِ َ ْ ِ ا ْ ِ َ ا ّ َّ ْ ِ َا ْ ِ ِ َ ْ ِّ َ َّ َאن ا ْ َّ َِ َّ ا ِ َِכ ُذ َא ِ ِ ْ اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ُ ُذ َّ ِ ُ َ”اُ ْو“ ِ ْ ِ ا َّ ا ُ ْا Mehmed Zahid Kotku 161 Heladan çıkarken de bunu oku: َ َ اَ ْ َ ْ ُ ِ َّ ِ ا َّ ِ ى اَ ْذ َ َ َ ِ ّ َ א ُ ْ ِذ ِ َواَ ْ ِ ْכ َّ ِ َْ א ِ ا כ ر א و ِا כ ا ُ َ َ ُ َ ْ َ ْ َ َ َ َّ َ َ َ َ ْ ُ Zira yemekleri yerken nasıl Cenâb-ı Hakk’a duâ ediyoruz. "Bu nimetleri elhamdülillah bize lütfetdin, yedirdin, doyurdun ve bu sularıda içirip kandırdın. Vücutlarımıza kuvvet ve kudret ihsan buyurdun. Sana sonsuz şükürler olsun yâ Rabbi! Olmayanlara da lutf ve ihsan eyle yâ rabbi!" demek borcumuzdur. Bunu dememekle O Hakkın nimetlerinin şükrünü yapmamış sayılırız. İkinci bir nimet daha vardır ki insanlar bundan gafildirler. Eğer o yediğimiz yemeklerin artıklarını çıkaramazsak nasıl hasta olur, doktor doktor aranırız. Yemek ne kadar mühimse def-i hacet de o kadar mühimdir. Onun için onun duâsını belle ve oku, heladan çıkarken de böylece okursun. Sonra da misvakını kullanmayı sakın unutma. Çünkü misvâk ile alınan bir abdestle kıldığın namaz misvâksız kıldığın namazdan yetmiş misli fazla sevap vardır. Ve buna müteallik duâları da okursun. Bu duâların manalarını da bilmek mühimdir. "Hamd o Halık’ı Zül’celal Hazretlerine mahsusdur ki; bana zarar verecek olan kazuratı benden giderdi. Ve bana faide verecek olan kısmını da vücudumda alıkoydu." Eğer yediklerimizin hepsi çıksa tabii yaşayamayız. Çıkmasa yine yaşayamayız. Fakat O Allah ne büyük bir Allah’dır ki o yediklerimiz o çeşitli - göremediğimiz ve bilemediğimiz fabrikalardan tasfiye olarak geçer. Kimi kana kimi sıdiğe kimi de bağırsaklarımız vasıtasıyle (işe yaramayanları) Mü’minlere Va’zlar 162 dışarıya itilir. Biz de bunları tabii gibi görür. Ehemmiyetini hiç de düşünmeyiz. Binaenaleyh, yemeklerinizden sonra duâsını nasıl yapıyorsak bunun duâsı da böyledir. Sofralardan duâ yapmadan kalkmak çok cahilce bir harekettir. Bu günün hıristiyanları bile yemek duâsını yemeğe başlamadan yaparlar. Biz ise, El hamdülillah, müslüman olduğumuzdan naşi yemeğe başlarken Bismillahirrahmanirrahiym der ve yeriz. Eğer besmelesiz yenirse; o yemeğe şeytan da iştirak eder. Ve böylece bereketi ve faydası zâil olur. Yemekten kalkarken de mutlaka "ElhamdülilIah", demeli yedikten sonra da güzelce bir duâ etmelidir. İster Arapça duâlardan olsun ister Türkçe. "Yâ Rabbi! Sana çok şükür. Bizi müslüman yarattın. Bunu pişirenlere getirenlere ve hizmet edenlere ve yiyenlere Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerlerine olsun. Ni’met-i celilullah, berekat-ı halîlüllah, şefaat ya Resulallah. Ahirete göçenlere rahmet, sofradakilere bereket ve uzun ömürler ve hayırlı bereketler ve bol rızıklar ihsan buyursun" gibi duâları, çocuklara da yaptırıp "Amin" demeğe alıştırılmalıdır. Yemekten kalkınca elini ağzını da güzelce yıkamalıdır. Hele akşam yemeklerinden sonra bulaşık ağızlarla yatılırsa şeytanların onlara musallat olmalarından korkulur. ABDEST DUALARI Abdest almağa niyet eder: -Yarab senin rıza-i şerifin için abdest almağa niyet eyledim- der. Ve ellerini yıkamağa başlarken اَ ْ َ ْ ُ ِ َّ ِ ا َّ ِ ى َ َ َ ا ْ َ َאء َ ُ ا َو َ َ َ ْا ِ ْ َ َم ُ ًرا ً Duâsını okumayı unutma. Sonra ağzını yıkarken de: Mehmed Zahid Kotku ِ ِ ِאد ِ َכ َ َ ِ ْ ُ َ َ اَ َداء ذ ْכ ِ َك َو ُ ْכ ِ َك َو dersin. ّ ِ ِ اَ َّ ُ َّ َا Burnunu yıkarken de: َ ِ ْ َ ِ ِ َ א َو ِ ْ ِ وار ُز ْ َ َّ ِ ِّ َ ا ان َ َ ِ ِ ِ َ ْ ْ َرائ َ ا ِ ُ ِ ْ ِ َرا ِ ِاَ َّ اَر ْ َّ ُ Yüzünü yıkarken: ْ َو ْ ِ ِ ُ رِ َك َ ْ َم َ ُّ ُو ُ ُه اَ ْو ِ ِאئ َכ َ َْ ِّ ْد َو ْ ِ ِ ُ ُ ِ َ ْ َم َ ْ َ ُّد ُو ُ ُه اَ ْ َ ِائ َכ ِ ّ َ َّ َ َُ ُ َّ َا َو dersin. Sağ kolunu yıkarken de: ِ َ א ًא َ ِ ا ً ِ ِِ ِ ِ و א ْ َ َ َ ِ َا َّ ُ َا ْ ِ ِ َכ َא َّ Sol kolunu yıkarken de: َ ُ ْ ِ ِ ِכ َא ِ ِ ِ َ א ِ َو َ ِ ْ َو َر ِاء َ ْ ِ ى َو َ ُ َ א ِ ِ ِ َ א ًא َ ِ ً ا ْ ا َّ ُ َّ َ Başına mesh ederken de: ِ َّ ِ َכא ِ َכ و َا َ ََ ِا َّ ِ ُّ َכ ْ َ َ اَ َّ ُ َّ َا ِ ْ ِ ِ َ ْ َ ِ َכ َواَ ْ ِ ْل َّ َّ ِ َ َ ْ َ ِ ّ ِ َ ْ ِ َכ َ ْ َم ِ 163 Mü’minlere Va’zlar 164 Kulaklarını yıkarken de: ِْ ِ َ ا َّ ِ َ َ ْ َ ِ ُ َن ا ْ َ ْ َل َ َّ ِ ُ َن َ ُ َ َ ْ َا َ ْ َا َّ ُ َّ ا Boynunu mesh ederken de: َ ِ ِ ْ َ ا אرِ وا ِ ِ َر َّ َ ْ َ َ َ ِ ِ َ َّ ا ْ ِ ْ َا ا َّ ُ َّ َ Sağ ayağını yıkarken: ِ ِ َ ا اط َ ْ َم َ ِ ُّل ِ َ ْا َ ْ َ ُام َ َّ َ َ َ ْ ِّ َ َّ ُ َّ َا َ ّ ِِ ا َّאر Sol ayağını yıkarken: ِ ِ َ ا ِ َ َ َا َّ ِا ِّ َا ُذ َِכ َا ْن َ ِ َّل اط َ ْ َم َ ُ ّ َّ ُ َ ِِ ِ َ َ ِ ُّل َ َا ْ َ ُام ا ْ ُ َא dualarını okursun. Abdestin bitince şehadet getirir, "Sübhanekeyi" okur, sonra da: ِ ِ ْ ِ ا ا ِ وا َ ِ ِّ َ َ ُ ْ َ ا َ ْ َ َ َّ َّ َ َ َ ِ َّ ِ َ ِאد َك ا َّ א ِ ِ َ َوا ْ َ ْ ِ ِ َ ا ْ ُف َ َ ِ َو َ ُ َ ْ َ ُ َن ْ ْ ْ َ ِْ َ ْ ُ َّ ا ِ ِْ ْ َ ْ َّ َا َوا Mehmed Zahid Kotku 165 Gece yatmağa hazırlandığında: Evvela bir namaz kıl. Hem de abdestini tazele. Hiç olmazsa dört rek’at namaz kıl. Birinci rekatta (Fatiha’dan sonra) âyet-el Kürsiyi, ikinci rekatta Amenerresulü’yü, üçüncü rekatta Surei Hadid’in başından altı veya on âyet oku. Dördüncü rekatta da Surei Haşr’ın sonundaki üç âyeti oku. Sonra yatarken de şöyle duâ et: َ ِ ْ ِ َכ َر ِّ َو َ ْ ُ َ ْ ِ َو َِכ اَ ْر َ ُ ُ ِا ْن َا ْ َ ْכ ِ َْ َ א ْ ِ َ א َو ْار َ ْ َ א َو ِا ْن اَ ْر َ ْ َ َ א َ א ْ َ ْ َ א ْ ِ ِ ِ א َ َ ُ ِ ِ ِ אد َك ا َ َ َ ْ َ َّ اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ْ َ ْ ُ َ ْ ِ اَ َ َכ َو َ َّ ْ ُ اَ ْ ِ ى ِا َ َכ ْ ْ َّ َ َ ْ َ ت َ ْ ِ ى ِا َ َכ ر ْ ً ور ْ ً ِ ْ َכ َ ْ َ َ و ُ ْ َ ْ َو َا َ َ َ َ َ َ َ َ ْ ِכ ا َّ ِ ى اَ ْ َ ْ َ ِ َ ِ ِ َכ ا َّ ِ ى َ َ ِ ْ َכ ِا َّ ِا َ ْ َכ آ َ ْ ُ َِכ ّ َ ْ َ َا ْر Sonra sağ tarafına yat. Geceleri uyandıkça istiğfar ve tesbihi unutma. Bâhusus uzun gecelerde erken yat, gece namazlarını kılmaya çalış. Sabahleyin mümkün mertebe erken kalkmağa alış. Sabahın temiz havasından istifade edersin. Hem şu duâyı okumayı unutma. ِا َّ ِ ى اَ ْ א َא َ ْ َ َ אاَ َ א َ َא َو ِا َ ِ ا ُّ ُ ر ْ َ ُ ْ َ ْ ْ َ َ ا ْ ُ ْ ُכ ِ َّ ِ َوا ْ َ َ َ ُ َوا ْ ِכ ْ ِ َ ُאء َوا ِ َّ ِ ُ ْ َ ْ َا َاَ ْ َ ْ َא َوا Mü’minlere Va’zlar 166 َ אر َو َ א َ َכ َ ِ ِ َ א ِ َّ ِ َ َ א ُ َ َّ َو ْا َ ْ ُ َوا َّ ْ ُ َوا ِ ِ َא َ َ ْ ِة ْا ِ َ ِم و َכ َ ْ َ ْ َو ْ َ ُه َ َ ِ َכ َ ُ َا ْ َ َ َ َ َ ْا ِ ْ ِ ِص َو َ َ ِد ِ َ ِ ِّ َא ُ َ َّ ٍ َ َ ْ ِ ا َّ َ ُم َو ِ ِ َّ ِ َا ِ َא ِا ا َ ِ ا َّ َ ُم َا َّ ُ ا ْ َ ْ َا َّو َل َ ْ ِ َא ْ َ َْ َّ ٰ َ ا َ َ ً א َواَ ْو َ َ ُ َ َ ً א َوآ ِ ُه َ َ א ً א ِ ْ َ ِ َכ َ َ َאاَ ْر َ ا ِ ِ َ اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ْ َئ ُ َכ َ ٰ َ ا ا ْ ْ َم َ َّ َْ َّ َ َو َ َ א َ ْ َ ُه َو َا ُ ُذ َِכ ِ ْ َ ِ ٰ َ ا ا ْ ْ َم َو َ ِ َ א َ ْ َ ُه َ َْ ّ ّ َر ِّب اَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا ْ َכ َ ِ َو ُ ِء ا ْ ِכ ِ َر ِّب اَ ُ ُذ َِכ َ ٍ َ َ ْ ِ ٍ َ َ اب ِ ا َّאرِ َو َ ْ اب ِ ا ْ َ ْ ِ َ ِا َ َ ِا َّ َا ِِ ِ ِِ َ ُ ْ َ א َ َכ ا ّ ُכ ْ َ َ ا َّא Bu duâ kitabının 7-8 sahifelerinde de yazılıdır. Sabah namazını mutlaka mühim bir mazeret olmadıkça muhakkak camide kıl. Bence mahalle camisi daha efdaldir. Büyük camilerde cemaat çok olur. Belki sesi güzel imam efendiler de olur. Amma mahalle camiinde mahalle halkının toplanması ve camiye gelip gelmeyenlerin belli olması için mahalle camiini seçmek daha efdaldir. Hem cami komşuları ile tanışmak, buluşmak ve dertleşmek ve cami ve mahalle komşularının hallerini görüşmek, muhtaçları fakirleri tanıyıp yardım etmek, hiç olmazsa haftada bir kere de komşu cami ve cemaatlerini de ziyaret edip onlarla konuşmak mahalle ve Mehmed Zahid Kotku 167 memleket işlerini elbirliğiyle yapmak, birbirlerinin fikirlerinden istifade etmek faydalı olur ve bu arada sakın ola mücadeleye meydan vermek, ukalalık taslamamak, hemen benim dediğim olsun diye kimsenin hatırını yıkmamak, büyüklük katiyyen taslamamak, ufak gördüğün insanların sözlerine de hürmet etmek İslâmın şiarındandır. Yine merhum Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin ma’rifetnamesindeki altı dersi unutma: “Az ye, az iç, az uyu, az konuş çok tefekkür eyle ve çok da zikir eyle. Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler.” Hazinet-ül-Esrar da ve Gazzalinin İhya-i ulumun’da her gün ve her gecenin ayrı ayrı namazları yazılıdır. Bak oradan oku ve öğren. EFENDİMİZ (S.A.V.)’İN NAMAZDAKİ DUALARI ŞÖYLEDİR: Mescide giderken okunacak duâ: “Allah'ım! kalbimi, gözümü, kulağımı, dilimi, sağ ve sol ön ve ard, alt ve üstümü nurlandır. Allah'ım! bana nur ver. Allah'ım! senden isteyenler aşkına ve senin rızan uğruna attığım bu adımlar hürmetine... Çünkü ben küfran-ı ni’met ve gösteriş için çıkmadım. Ancak gadabından korkarak ve rızanı umarak çıktım. Beni cehenneminden koru. Ve, günahlarımı mağfiret et. Zira senden başka kimse günahları mağfiret edemez. Ancak sen mağfiret edersin.” Bir ihtiyacın için evinden çıktığın zaman bunu oku: "Bismillah. Ey Rabbim! Zulüm etmek ve zulüm olunmaktan cehaletten ve techil edilmekten, unutmak ve unutulmaktan sana sığınırım." "Bismillahirrahmanirrahim. Kuvvet ve kudret ulu ve yüce olan Allah’a mahsustur. İtimad ancak onadır." Salevat’ı şerifden sonra: “Allah’ım bütün günahlarımı mağfiret et ve Mü’minlere Va’zlar 168 rahmet kapılarını bana aç.” ve sağ ayağın ile mescide gir. Mescidde gayıp ettiği şeyi arayanı gördüğün zaman --İnşaIlah onu bulamaz- de. Rasul-i Ekrem böyle emir buyurdu. SABAH NAMAZININ SÜNNETİNDEN SONRA İBNİ ABBAS'IN (R. ANHUMA) RİVAYET ETTİĞİ DUAYI OKU. ِ ْ َ اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ْ َئ ُ َכ َر ْ َ ً ِ ْ ِ ْ ِ َك َ ْ ِ ى ِ َ א َّ ّ ِ َ َ َ ِ ْ َو َ ْ َ ُ ِ َ א َ ْ ِ َو َ ُ ُّ ِ َ א َ ْ ِ َو َ ُ ُّد ِ َ אا َو ُ ْ ِ ُ ِ َ א ِد ِ َو َ ْ َ ُ َ ِאئ ِ َو َ ُ ِ َ א َ א ِ ِ ى ْ ِ ِ ِ אر ْ ِ ى ُ َ ِ ُ ِ ْ ُ َو ُ َ ّכ ِ َ א َ َ َو ُ َ ِّ ُ َ َ א َو ْ ِ َو َو َ ْ ِ ُ ِ ِ َ א ِ ْ ُכ ّ ِ ُ ٍء َا َّ ُ َا ْ ِ ِ ِا َ א ًא َ ِאد ً א َّ אل ِ َ א َ ِ َف َכ ا َ ِ َכ َو َ ِ ًא َ َ َ ْ َ ُه ُכ ْ َو َر ْ ً َا ُ َ ْ َ ٌ ِ َ َ ْا آء َ ْ َ ِ ا ُّ ْ َ א َو ْا ِ َ ِة َا َّ ُ َّ ِا ِّ َا ْ َئ ُ َכ ا ْ َ ْ َز َو َ َאزِ َل ا ُّ َ َ ِاء َو َ َ ا ُّ َ َ ِاء َوا َّ ْ َ َ ْا َ ْ َ ِاء ْ َ ِ ِ ْ َ و ا َ َ َ ْا אء اَ َّ ُ ِا ِّ اُ ْ ِ َل َِכ َ א َ ِ َو ِا ْن َ َّ َُ َ َ ت ِا ُ ْ َ َ ْ َ ُ َ َر ْا ِ َو َ َّ ْ ِ َ ِ َو َ ُ َ َ َ ِ َوا ِאכא ِ ْا ُ ُ ُ رِ ِو َא َ א ِ ا ُّ ُ ور َر ْ َ ِ َכ َ אَ ْ َئ ُ َכ َ َ َ اب ا َّ ِ ِ َو ِ ْ َد ْ َ ِة ِ َ َ ْ ِ َِכ َ א ُ ِ َ َ ا ْ ُ ر ُ ْ ُ Mehmed Zahid Kotku 169 ا ُّ ُ رِ َو ِ ْ َ ْ َ ِ ا ْ ُ ُ رِ اَ َّ ُ َّ َ א َ ُ َ َ ْ ُ َر ْأ ِ َو َ ُ َ ِ و َ َ ُ ْ ِ ِ واُ ِ ِ ِ ْ َ ْ ٍ َو َ ْ َ ُ َُْ َ َ َ ْ ْ ُ َ َ ْ َ َا َ ً ا ِ ْ ِ ِאد َك َا ْو َ ٍ َا ْ َ ُ ْ ِ ِ َا َ ً ا ِ ْ َ ْ ِ ًכ َ ْ َ ِא ِّ اَ ْر َ ُ ِا َ َכ ِ ِ وا ئ כ אرب ا א ِ ا ْ َ َ ْ َ ُ َ ُ َ َ َّ ْ َ َ َ َ َّ ُ َّ ا ْ َ ْ َא َ ِאد َ ُ ْ َ ِ َ َ َ א ِّ َ َو َ ُ َ ِّ َ َ ًא ْ َْ ِ َ ْ َ ِائ َכ َو ِ ْ ً א ِ َ ْو ِ ِאئ َכ ُ ِ ُّ َ ُ ِ َכ َ ْ َا َא َ َכ ّ َ ِ ْ َ ْ ِ َכ َو ُ َ ِאدى ِ َ َ َاو ِ َכ َ ْ َ א َ َ َכ ِ ْ َ ْ ِ َכ. اَ َّ ُ ٰ َ ا ا ُّ َ ُאء َو َ َ َכ ْا ِ َ א َ ُ َو ٰ َ ا ا ْ ُ ْ ُ َو َ َ َכ ْ ْ َّ ا ْ ُ ْכ َ ُن َو ِا َّא ِ َّ ِ َو ِا َّא ِا َ ْ ِ َرا ِ ُ َن َو َ َ ْ َل و َ ُ َّ َة ِا َّ ِא َّ ِ ا ْ ِ ِ ا ْ ِ ِ ِ .ذى ا ْ ِ ا َّ ِ ِ و ْا َ ِ ا ِ ِ َ ّ َ َْ َ ْ َّ م اْ ِ ِ ِ َوا ْ َ َّ َ َ ْ َم ا ْ ُ ُ د َ َ اَ ْ َئ ُ َכ ْا َ ْ َ َ ْ َ َ ا ْ ُ َ ِ َ ا ُّ ُ ِد َوا ُّ َّכ ِ ا ُّ ُ ِد ا ْ ُ ِ َ ِא ُ ُ ِد َّ ِ ِ אن ا َّ ِ ى ود َو َا ْ َ َ ْ َ ُ َ א ُ ِ ُ َ َ ْ ُ . ا َّ َכ َر ٌ َو ُد ٌ אن ا َّ ِ ى َ ْ ِ َ َ َّ َ ِא ْ َ ْ ِ َو َ َכ َّ َم ِ ِ َ َ ْ ُ . ََ אن ِذى אن ِذى ا ْ َ ْ ِ َوا ِ ّ َ ِ َ َ ْ ُ . ا َّ ْ ِ ُ ِا َّ َ ُ ُ ْ َ َ ِ َ ِ ِ ِ ُכ َّ َ ٍ ِ ِ ْ ِ ِ . ا ْ َّ ة َوا ْ َכ َ مَ ْ ُ . אن ا َّ ى اَ ْ َ ْ Mü’minlere Va’zlar 170 اَ َّ ُ ا ْ َ ْ ِ ُ ًرا ِ َ ْ ِ َو ُ ًرا ِ َ ِ ى َو ُ ًرا ْ َّ ِ َ ْ ِ َو ُ ًرا ِ َ َ ِ ى َو ُ ًرا ِ َ َ ِ ى َو ُ ًرا ِ ِ ِ ِ ِ َ ِ و ُ را ِ د ِ و ُ را ْ َא َو ُ ًرا ْ ً َ َ ً َ ِ ِ ِ ِ َ ى و ُ را ْ َ َو ُ ًرا ً َ َّ َ َ ْ َ َ ْ َ َ ْ َو ُ ًرا ِ اَ َّ زِ د. ِ َ ِ ِ א ِ و ُ را ِ َ ِ و ُ را ْ َّ ُ ْ ْ ً َ ْ ْ ً َ َ ِ َّ אت ا ِ ِ ُ را و َا ِ ِ ُ را وا ْ ِ ُ را َا ُذ َِכ ْ َ ً ُ ً َ ْ َ ً َ ِ ا א אت َواَ ْ َ ِאئ ِ ُכ ِّ َ א ِ ْ َ ِ َ א َذ َراَ َو ِ ْ َ ِ ُכ ّ ِ ِذى َّ َّ ّ ّ َ ٍ َو ِ ْ َ ِ ُכ ّ ِ َدآ َّ ِ آ ِ ٌ ِ َא ِ ِ َ א ِا َّن َر ِّ َ ْ ِ ى َ ّ ّ ٍ ِ َ ٍ ِ َ اط َ ُْ َ “Allah'ım! Gönlümü sana bağlayacak, darma dağın halimi bir araya toplayacak, dağınık ve parçalanmış işlerimi birbirlerine yaklaştıracak, kötü i’tiyad ve fitnelerden beni koruyacak, dilimi islah edecek, batınımı koruyacak, zahirimi yükseltecek, amelimi temizleyecek, artıracak, yüzümü ak edecek, rızana ulaştıracak ve her kötülükten beni koruyacak olan rahmetini senin fazlından dilerim.” “Allah’ım! Bir daha küfrü düşünmeyecek şekilde sadık ve yakin bir imanı, dünya ve âhirette de lütuf ve keremin en yüksek mertebesine beni ulaştıracak olan rahmetini senden isterim. Allah’ım! Kazalarda sabır ve kurtuluşu, şehitler mertebesini, iyiler yaşayışını, düşmanlara galip gelmeği ve peygamberlere arkadaş olmayı senin fazlından isterim.” Mehmed Zahid Kotku 171 "Allah'ım her nekadar hayırlısını bilmezsem de ve amelim kusurlu ise, bütün dileklerimi sana arzeder, senden yardım dilerim. Yalnız senin rahmetine muhtacım. Ey gönüllere şifa verip bütün dertlere derman olan Allah’ım! Büyük kudretinle birbirine yaklaşmış iki deniz suyunu yek diyerine karıştırmadığın gibi cehennem azabından helâk oldum diye feryad etmekten ve kabrin fitnesinden beni koru." "Allah'ım! İstemede veya hak etmede kusur ettiğim ve kullarının herhangi birine vadettiğin veya vereceğin her türlü iyilikleri candan arzular ve onları senin fazl’ından isterim.” "Allah’ım! bizi sapan ve sapdıranlardan değil, hidâyette olup hidâyete ulaştıranlardan, düşmanlarından uzaklaştırıp dostlarına yaklaştıranlardan, sana kulluk eden, senin rızan için sevip isyan edenlere rızan için husumet besleyen kullarından eyle." Allah'ım ben dilimin döndüğü kadar duâ ediyorum; kabulü sendendir sen kabul eyle. Ben elimden geleni yapıyorum, i’timadım sanadır. Biz Allah içiniz ve ona yöneleceğiz. Kuvvet ve kudret ancak azamet sahibi olan Allah’ındır. Kıyâmet gününde emniyeti, ahdini yerine getirip, rükü ve secde eden iyiler ile beraber cenneti senden isterim." "Kerem ve ihsanına nihayet olmayan, dostluk edenlere sonsuz sevgisi olan ve dilediğini dilediği gibi yapan sensin. Ey izzet ridasına bürünüp herkese galip olan Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ey ululuk ve yücelik rıdasına bürünerek kullara fazl ve inamını esirgemeyen Allah'ım! Seni tenzih eder, noksan sıfatlardan takdis ederim. Ey takdise, tenzihe ancak kendisi lâyık olan Allah’ım! seni her türlü noksanlıklardan tenzih ederim. Ey fazl-u Mü’minlere Va’zlar 172 kerem sahibi Allah’ım! Seni tesbih ederim. Ey kudret ve kerem sahibi olan Allah’ım! Seni tesbih ederim. Her şeyi ilminde toplayan Allah’ım." "Allah’ım! Kalbimi, kabrimi, gözümü ve kulağımı, derimi, tenimi, kanımı kemiğimi, önümü ardımı, sağımı solumu alt ve Üstümü, büyük nurunla tenvir eyle. Beni nurlandır ve nurunu artır.” Namazdaki en büyük ve güzel duâ fatiha-i şerifedir. Salevat-ı şerifelerin de en güzeli tahiyyatta okuduğumuz salevatı şerifelerdir. Peygamber efendimizin rükuda iken okudukları duâ da şöyledir: ِ ْ ِ َك َ ْ ِ ى ُ ْ َ ُ َو َِכ آ ِ ْ َ َ َ َ ِ َ َ ِ ِ ْ َّ َ َ ْ ِ ً ِا ِّ اَ َئ ُ َכ ر ْ َ ْ َ َّ ْ َ َ َّ َ َכ َر َכ ْ ُ َو َ َכ ِّ َو َ َ ْ َכ َ َ َّכ ْ ُ َا ْ َ َر ِ ْ َو َ ْ َو َ َ ِ َو َ אا ِِ ِ َ َ َّ َر ِّب ا ْ َ א ِ ِ ُ َّ ِ ْ ا َّ َا ُ َّ ِ َ א َ ْ ِ َا ُ ْ َ ْ َو َ َכ َا ِّ ُ َو َ َ ِ ى َو Rukudan kalkınca okudukları duâ: ِ ِ ِ ِ ات َ ٰ َّ ا َّ ُ َ ْ َ َ ُه َر َّ َא َ َכ ا ْ َ ْ ُ ْ َ ا ِ َّ َا َ ا ِ ِ אء َ ْ ُ ْ َ ٍ ْ َ ْ َ َ َ ْرض َو ْ َ َ א َ ْئ ْ ِ َا َ َّ َ א َ َאل ا ْ َ ُ َو ُכ ُّ َא َ َכ َ ٌ َ َ א ِ َ ِ َ א ْ ْ ُّ َ ْ َ َو َ ُ ْ ِ َ ِ َ א َ َ ْ َ َو َ َ ْ َ ُ َذا ْ َ َ ِ ْ َכ ا ِ َ َ ْ ِ ْ َا َ ْ َوا ا َْ ْ َ Mehmed Zahid Kotku 173 Secdede okudukları duâ: َ َ َ ُ ْ َ ْ ُ َو َ َכ َا אر َك َ َ َ َ َّ َ ْ َ ُ َو َ َ َ ُه ِ ِادى و َ א َ َ َ َ َ َכ َ َ َو ٰ َ ا َ ْ ََّ ا ِ ْ َ ِ َواَ ُ ُء ْ ِ ا ُّ ُ َب ِا ُ َّ ََ َ ْ َ ت َو َِכ آ ُ ْ َ َ َا َّ ُ َّ َ َכ َ َو ْ ِ َ ِ َّ ِ ى َ َ َ ُ َو َ َّ َر ُه َو ِِ َ َّ ُ َّ َا َّ ُ اَ ْ َ ُ ا ْ َ א َ ا ِ ِ ِ َ َوآ َ َ َِכ ُ َ ادى اَ ُ ُء ِ ْ َ َכ ِ ِ ِ ِ َْ َ َ ُ ْ َ َ َא ُ َّ َ א ْ ْ َ א İki secde arasında okudukları duâ: ِ ِ وا ْ َ ِِو א َ َ ِ ْ وار ِ وار ُز ْ َ ْ َ ْ َ ّ ِ َ ُ ْ َوا ِ ِ ْ َا َّ ا َّ ُ ْ Herhangi bir meclisten dağılırken şu duâyı oku ve bunları ezberle: َ ْ َا ْن َ ِا َ َ ِا َّ َا ِ َْ ُ ْ َ َ ًءا َو َ ْ ََب ِا َّ ا ُ ِ ْ ُ ْ َ א َ َכ ا َّ ُ َّ َو ِ َ ْ ِ َك َا ِ ِ ِ ُ ُ ْ َ َا ْ َ ْ ُ َك َو َا ُ ُب ا َ ْ َכ ُ ُّ َ א ْ ِ ْ ِ َ ِא َّ ُ َ َ ْ ِ ُ ا Allah'ım! Seni tesbih eder ve sana hamd ederim Senden başka ibâdete lâyık kimse olmadığına şehadet eder, senden mağfiret dilerim ve sana tevbe ederim. Günah işledim, Mü’minlere Va’zlar 174 nefsime zulmettim, sen beni avf eyle; çünkü günahları ancak sen mağfiret edersin. Çarşıya çıkarken okunacak duâ: ُ ْ َ ْ اَ َّ ا َّ ُ َو ْ َ ُه َ ِ َכ َ ُ َ ُ ا ْ ُ ْ ُכ َو َ ُ ا ِ ّ ت ِ َ ِ ِه ا ْ َ ْ ِ َو ُ َ َ َ ُכ ُ ُ َ َ ٌّ َ َ ُ َو ُ ِ ُ َو َِ ٍ َ ْ ٌ ِ َ َ َا ِْ ُ Allah birdir, şeriki ve naziri yoktur. Mülk onundur. Hamd ona mahsusdur. Öldüren de dirilten de odur. Kendisi ölmeyen bir diridir. Hayır elindedir. O her şeye kâdirdir. Bu duâya devam ile Çarşıda okunacak duâ: ا ُّ ِق و ََْ ا.ِ א ِ א َّ ُ َّ َ َ َ ّ َ ْ َ ً َ א ِ ًة َ اَ ْ َئ ُ َכ َ ٰ ِ ِه َْ َ ُذ َِכ ِ ْ َ ِّ َ َאو َ ِ َ א َ א ِ ًة َا ْو َ َ ِّ ِ ْ ِ ا َّ ِ اَ َّ ُ َّ ِا ِِ ِ ُ َ اَ َّ ُ َّ ا ّ ا.َ א َ א ِ َُا ِّ َا ُذ َِכ َا ْن ا ُ Bismillâh Allah’ım! Bu çarşının ve bu çarşıda olanların iyi taraflarını senden diler ve kötülüklerinden de sana sığınırım. Allah’ım! Burada yalan ve yemin ile karşılaşmaktan ve zararlı alış verişten sana sığınırım. Eğer borcu varsa, Mehmed Zahid Kotku ِ َ ْ ِ َכ ِ ِ ْ ا ِ َכ وا ِ ِכ َ ََ ْ َ َ َ َ اك َ َ ِ ْ َّ َ ْ َّ ُ َّ َا َ ِ اכ "Allah’ım helâl rızkın ile beni haramlardan koru ve fazl’ı kereminle beni başkalarına muhtac etmekten kurtar." Yeni elbise giydiği zaman: ٰ ِ ِه ا َّ ْ َب َ َ َכ ا ْ َ ْ ُ َا ْ َئ ُ َכ ِ َ א ُ ِ َ َ ُ َواَ ُ ُذ َِכ ِ ْ َ ِ ِه ْ ّ ِ ُ َ َ ُ َو َ ِّ َ א َِ ْ َ َا َّ ُ َّ َכ َ ْ َ َ ْ ِ ِه َو "Allah’ım! Bu elbiseyi bana sen giydirdin. Sana hamd ederim. Bu elbiseyi sıhhatli olarak giymeyi, iyi işlerde eskitmeyi senden isterim ve bu elbisenin şerrinden, şerli yerlerde kullanılmasından da sana sığınırım." Hoşlanmadığı bir şeyi gördüğü vakit: ِ ِ א آت ّ َّ َ ْ َ ْ َ َ ِ َّ َّ ِא ِ َ אت ِا َّ َا ْ َ َو َ َ َ َ َ ْ َل َو َ ُ َّ َة ِا ْ َא ْ ِا َّ َا ِْ َ َ ا َّ ُ َّ َ "Allah!ım! İyilikler veren sen, kötülükleri de yok eden yine sensin, kuvvet ve kudret ancak azamet sahibi ulu Allah'ındır." Yeni ayı gördüğün vakit: 175 Mü’minlere Va’zlar 176 ِا ِ ِ َ َא ِ ْא َ ِ و ْا ِ ِ אن وا َ َ ْ ْ َ ُ َّ َ ّ ْ َ ْ َ ِم وا َّ ْ ِ ِ ِ َ א ُ ِ ُّ َو َ ْ ٰ َوا ٍ ِ ُ ْ َ ُ َر ِّ َو َر ُّ َכ ا َّ ُ َ َل ُر ْ َو َ ْ ٍ آ ِا ِّ اَ ْ ِئ ُ َכ َ ٰ َ ا ا َّ ْ ِ َو َ ا ْ َ َ رِ َواَ ُ ُذ َْ َْ ِ ْ َ ْ َِכ ِ ْ َ ِ َ ْ ِم ا ّ ِ َ وا َ َّ َ ِ ْ َّ َ َ ْ .ِ َ א ِ ِ َכ ا َّ ُ َّ َ ِ ْ َو ْا َ َْ ا َّ ُ َّ َ "Allah'ım! Bu ayı emniyet ve selâmetle, iman ve İslâmiyetimizin devamıyle geçirmemizi nasip eyle. Ey ay! Benim ve senin rabbımız Allah'tır. Bir de hakkımızda hayırlı bir ay ol. Senin içinde iyi işler görelim. Seni yaradana iman ettim. Bir de Allah'ım! mukadderatımın hayırlısını ve bu ayın hakkımızda hayırlı olmasını senden diler ve mahşer gününün dehşetinden sana sığınırım." (Fakat duâdan evvel üç kere ALLAHÜ EKBER demeyi de unutma.) Şiddetli rüzgar estiği vakit: َא ِ َא و ِا ِ ا ئ כ ا ِ ٰ ِ ِه ا ََْ َ ِ ّ َ ْ َ َ ُ َ ْ َ ّ َّ ُ َّ َ َو َ َ אاُ ْر ِ َ ْ ِ ِ َو َ ُ ُذ َِכ ِ ْ َ ِ َ א َو َ ِ َ א ِ َ א َْ ّ ّ ِ ِ ْ َ ِ و َ ِ אاُر ْ َّ َ "Allahım! Bu rüzgârın hayrını ve içinde olan hayrı ve bununla gönderdiğin iyilikleri senden ister, kötülüğünden ve getirdiği kötülüklerden sana sığınırım." Bir Müslümanın vefatını duyduğun vakit: Mehmed Zahid Kotku ِا َّא ِ َّ ِ َو ِا َّא ِا َ ِ رِ ا ِ ُ َن َو ِا َّא ِا َ رِ ِّ َא َ ُ ْ َ ِ َن ُ ْ "Biz Allaha aidiz ve elbette ona döneceğiz." ve bir de "ve şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz." ve bir de Allah'ım! Bu ölüyü iyiler arasında yaz, kitabını a’la’i illiyyinde kıl. Geride kalanlara hayırlı halefler ver. Ecrinden bizi mahrum etme. Bundan sonra bizi ibtila etme. Onu ve bizi mağfiret eyle." Sadaka verdiğin vakit: ِ ْ ر َא َ َ ْ ِ א ِا َّ َכ َا ْ َ ا ِ ا َّ َّ َّ َ ُ َ ُ َّ "Ey Rabbimiz! Bizden şu hizmeti kabul buyur. Muhakkak ki sen hem işitir hem de bilirsin." Bir işe başlanacağı vakit: ا َ ْ َ א ِا َّ ِאا َ َر ِّ َא َرا ِ َن ُ ًْ َ ً َو ِ َ َא ِ ْ َا ْ ِ َאرِ َ ً ا َ َ َ ٰ َر ُّ َא اَ ْن ُ ْ ِ َ َא ِ ِ ْ َر َّ َא آ َא ْ َ ُ ْ َכ َر "Umulur ki, Rabbimiz, ona bedel bize daha hayırlısını verir. Muhakkak biz Allah'a rağbet edenleriz. Ve Rabbimiz bize kendi indinden rahmet ver ve bu işimizden bizim için doğru yolu, doğru ahlâk, doğru i’tikad nasip eyle. Malımıza ve dinimize zarar verecek yerleri ve işleri bize bildir. Aklı ve idrakimizi kavî ve metin kıl." َ ْ رِ ى َو َ ِّ ِ َا ْ ِ ى ْ ِ ر ِب ا ْ ِ ح ْ ّ َ "Rabbim, göğsümü genişlettir ve işimi kolaylaştır." Gökyüzüne bakdığın zaman da şunu oku: 177 Mü’minlere Va’zlar 178 ِ ِ ِاب ا َّאر َ َ َ ً ُ ْ َ א َ َכ َ َא ِ אء ُ و ً א َو َ َ َ ِ َ א َ َّ ا ُ ً א َو َ َ ا ُ ِ ا ً ً َ א َ َ ْ َ ٰ َ ا َא ِ َ ِ َ َ ا َّ ى ِ ا َ َر َّ َא אر َك َ ََ "Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederim. Bizi cehennemin azabından koru. Ve yine Allah’ın şanı âlâdir. O ki, gökte burçları ve ziyasıyle gündüzleri aydınlatan güneş ve nuru ile gece karanlığını izale eden ayı yarattı." Gök gürlediğinde hamd ile: ْ ِ ُ ِ ا ُ ِ ِ ِه وا ْ َ ِئ َכ ْ َّ ُ ّ َ ُ َ َ ْ َ َِِ ِ َ َ ُْ ْ َ אن "Bulut ve meleklerin kendisini tesbih ettiği Allah Teâlâ’yı noksan sıfatlardan tezih ederim." Şimşek çaktığı zaman bunu oku: َ ْ َ ِכ َو َ ُ ْ ِ ْכ َא ِ َ َ ا َِכ َو ِ َא َ َ َ ِ َ َ ْ ُ ْ َא ٰذ ِ َכ ا َّ ُ َّ َ "Allah’ım, bizi gadabınla öldürme, gadabınla da helak etme ve bize helâkden evvel âfiyet ver." Yağmur yağarken bu duâyı oku: ِ ِ َ ْ َ ُ ْ َ ْ َ ًئא َو َ ْ ً א َא ً א اَ َّ ُ َّ ا اب ٍ َ َ َ َ ُ ْ َ ْ َ َ ْ َ ٍ َو ْ اَ َّ ُ ا ْ ِ َא َّ َر Mehmed Zahid Kotku 179 "Allah’ım! Bu yağmuru bizlere kârlı ve faideli kıl. Yarabbi bunu azap yamuru değil rahmet yağmuru kıl." Birşeye kızdığın hiddet anında oku: ْ َ ِ ِ َ َ َ ْ ِ و َا اَ َّ ُ ا ْ ِ ِ ذ ِ واذ ْ ْ َ ْ َ َْ َّ ْ َ ْ ِ َ َّ ا ِ ِ אن ا ْ َّ "AlIah’ım! Günahlarımı mağfiret et. Gönlümü ve hiddetimi teskin et ve beni şeytanın şerrinden koru." İnsanlardan korktuğun vakit: ْ ِ ِا َّא َ ُ َכ ِ ُ رِ ِ و َ ُذ َِכ ا ُ َ ْ ُ َ ْ َّ ُ َّ َ ِ ُِ ور ْ ُ "Allah’ım, sana onları havale eder ve kötülüklerinden sana sığınırım." Muharebe sırasında bunu oku: ُ ِ اَ َّ ُ َّ َا ْ َ َ ُ ِ ى َو َ ِ ِ ى َو َِכ اُ َ א "Allah’ım, yardımcım sensin, itimadım sanadır. Senin yardımınla muharebelerde dövüşürüm." Kulak çınladığı vakit şunu oku: ِ َ ِ ْ ِ َذ َכ ذכ ا َ ْ َ ُ َّ َ َ َ "Beni iyilikle yadedeni. Allah zikretsin yani, Allah da onu hayırla yadetsin." Mü’minlere Va’zlar 180 İstediklerinin kabul olduğunu gördüğün vakit bunu oku: ِ ِ َا ْ ُ ِ َّ ِ ا َّ ِ ى ِ ِ ِ و َ ِ ِ َ ِ ا א אت َ َّ ُّ َ َ َّ َ ْ َ "İzzet ve celaliyle, iyilikleri tamam olan -yani istediklerimi veren- Allah Teâlâ’ya hamdolsun." Duâsının geciktiğini görünce şöyle der: ِِ ٍ אل َ ِ ّ َا ْ َ ْ ُ َّ َ َ ُכ "Her halükârda Allah Teâlâ’ya hamdederim." Akşam ezanı okunurken: ات ُد َ ِאئ َכ َ َ ِ ِ ِ ِ َ َ َا َّ ُ َّ ٰ َ ا ا ْ َ َאل َ ْ َכ َوا ْد ْ אر َ َ אرِ َك َو َا ِ ِכ ا َ כ ا ر و َ ْ َ َْ َ ُ ْ َ َ ٰ َ َ َ ُ ُ َ "Allah’ım! Bu, gecenin gelişi ve gündüzün gidişi, sana davet edenin sesi ve namaza hazır olmaktır. Beni mağfiret etmeni senden dilerim." Sıkıntı zamanında: ِ َك ٍ ِ ِا ِ ِ ِ َك وا اَ ِ َכ َא ك وا ا َ ُ ْ َ ْ َ ُ ْ َ َ ُ ْ َ ّ َّ ُ َّ َ َ ٍ ُ َ َ َّ ِ אص ِ َّ ُ ْכ ُ َכ َ ْ ٌل ُ אؤ َك َا ْ َئ ُ َכ َ ْ ِכ ّ ِ ا ِ ِ ِ ُ َ ْ َّ َ ُ َ َ َכ َ َّ ْ َ ِ َ ْ َ َכ اَ ْواَ ْ َ ْ َ ُ כ َא َِכ اَ ْو َا َ ً ا ِ ْ َ ْ ِ َכ اَ ْو ِا ْ َ ْ ُ َت ِ ِ ِ ِ ْ ِ ا ْ َ ِ ِ ْ َ َك ْ ْ َ ِ Mehmed Zahid Kotku ِ ِ ّ َ َ ْ رِ ى َو َ َء ِ ّ َ آن َر ِ َ َ ْ ِ َو ُ َر َ ْ ُ َ اَ ْن َ ْ َ َ ا אب ُ ْ ِ َو َ َ َو َذ "Allah’ım! Ben senin kulunum. Kulun ve cariyenin oğluyum. Hayatım, boynum, alnım kabza-i kudretindedir. Benim için hükmün cari, hakkımdaki kazan mahz-ı adalettir. Kendi zatını adlandırdığın Kur’ ân-ı Kerîm'inde bildirdiğin kullarının herhangi birine öğrettiğin veya ilmi gaybından bildirdiğin Esma-i Hüsna hürmetine. Kur’ ân-ı Kerîmin, gönlümün baharı göğsümün nuru, gam ve gussamın cilası, elem ve kederlerimin giderilmesine vesile olmasını senden dilerim." Rasul-i Ekrem: “Her kim bu duâyı okursa, Allah teâla onun sıkıntısını giderir; yerine neş’e ve sevinç verir.” buyurmuştur. Senin ve başka birisinin bir yeri ağrıdığı, sancılandığı zaman, Rasul-i Ekrem’in öğrettiği şu duâyı oku. ِ ِ א آت و ّ َّ َ ُ َ ْ َ َ َ َ ِ َّ َ ُ َة ِا َّ ِא َّ ِ َ ْ َאت ِا َّ ا َ َ َ ْ َل َو ِ َ ْ َ َ ْ ِא َ ْ َِا َّ ا ا َّ ُ َّ َ Ve şehadet parmağını o ağrıyan yere "Bismillahirrahmanirrahim" deyip koy, ve şu duâyı oku ve bunu her defasında elini kaldırıp yedi kere tekrer eyle. َ ِ َ َא ِِא ْذ ِن َر ِّ َא ِ ْ ِ َא َْ َ ِ ات َّ َ ِ ْ ِ ُ اَر ِ َא ْ َ َ ُ َ ْ َ ْ ُ َ ًא َو ُْ َ ِ َّ ِ ِ ا ْ ِ َّ ِ ِ ا ْ 181 Mü’minlere Va’zlar 182 ت ِ ْ َ ِ َ אا ِ ُ َواُ َ ِאذ ْر ّ ِ ْ َ ِ َ אا ِ ُ َواُ َ ِאذ ْر ّ ِ ِ َّ ِ و ُ ْ ر َ َ ِ ِ َّ ِ و ُ ْ ر َ َ اَ ُ ُذ ِ َ َّ ِة ا َا ُ ُذ ِ َ َّ ِة ا Müşkülat karşısında şu duâyı oku: اَ َّ ا َّ ُ َر ُّب ا ْ َ ِش ْ ِ ات َوا َّ ِ َو َر ُّب َ ْ ِ ِ َ َ َا ِ ِا ا ا ِ ا ُ َ ْ ُّ َ ْ ُ َّ َّ ِ ِ ِ ٰ َّ َا َ َ ا َّا َّ ُ َر ُّب ا ِ ا ْ َ ِش ا ْ َכ ْ ِ َ َ َا ِ ْا َ Uykuya yatacağın zaman taze abdest al, hiç olmazsa dört rekat namaz kıl. Mümkünse birinci rekatta Fatiha’dan sonra âyet-el Kürsi’yi ve altındaki iki âyeti de oku. İkinci rekatta Amenerrasülü’nün üzerindeki iki âyet ile birlikte sonuna kadar oku. Üçüncü rekatta yine Elhamdan sonra sure-i Hadidin başından altı veya on âyet oku. Dördüncü rekatta yine Fatiha-i şerife’den sonra Sure-i Haşr’ın nihayetindeki -her sabah namazdan sonra mihrabiyede okunan Hüvallahüllezi’den üç âyet oku. Sonra sağ tarafına yatmadan evvel de 34 Allahü ekber, 33 sübhanallah, 33 elhamdülillah dedikten sonra bu bu duâyı da oku: ِْ א َא َ ْ َ َ א َا َ א َ َא َو ِا َ ِ ا ُّ ُ ر ْ َ ِ َّ ِ ْ ُכ ِ َّ ِ وا ْ َ ُ وا ْ َא ُن ُّ َ َ َ َ ُ ِ ِ َא َ ِ ْ ِة ْا ِ َ ِم و َכ َ ْ َ ْ ْ َ َ َ ٍ ِو ا ِِא َ َّ َ َ ْ َ َ ُ َّ َّ َ َّ َ ُ َ ّ َ ِ َا ْ َ ْ ُ ِ َّ ِ ا َّ ِ ى َا ْ اَ ْ َ ْ َא َوا ْ ِ َ ا َوا ْ ِ َّ ُة َوا ْ ُ ْ َر ُة ِ َّ ِ َا ْا ِ ِ َ ِص َو َ َ ِد Mehmed Zahid Kotku 183 אن ِ َ ا ْ ُ ْ ِ ِכ ا אכ َ َو َ َ ِ َّ ِ ِا ْ َ ا ِ َ َ ِ ً א َو َ َ َ َ َّ ُ َّ ت َو ِا َ َכ َِכ َا ْ ِ َ َو َِכ َا َ ْ َא َو َِכ َ ْ َ َאو َِכ َ ُ ُ ْ ا ْ َ ِ ُ َا َّ ُ َّ ِا ِّ َا ْ َئ ُ َכ َا ْن َ ْ َ َ َא ِ ٰ َ ا ا ْ َ ْ ِم ِا َ ُכ ّ ِ ِ َ ٍ و َ ُذ َِכ اَ ْن َ ح ِ ِ ٍِ ْ ََ َ ْ َ ُ ُ ًء اَ ْو َ ُ َّ ُه ا َ ُ ْ א َ ِא َّ َכ ُ ْ َ َو ُ َ ا َّ ِ ى אכ ِא و َ َ َّ ُ ْ َّ ْ ِ َ َ ْ َ ُ َ َ َ ْ ُ ْ ِ ُ ُכ ِ ِ ِ ِא אرِ ُ ْ ٰ ا ٰ َا َ ٍ ُ َ َّ َ .ا َّ َُّ َّ َ ُ َّ َ ْ ُ ْ ِ َ א ِ َ ْا ِ ْ َ ِ אح َو َ א َ ا َّ ْ ِ َ َכ ًא َوا َّ ْ َ َوا ْ َ ََ ُ ْ א ًא اَ ْ َئ ُ َכ َ ٰ َ ا ا ْ ْ ِم َو َ َ א ِ ِ َواَ ُ ُذ َِכ َ َ َْ َْ َ ِ ِه و َ ِ א ِ ِ ِ ِ ا َّ ِ א َ אء ا َّ َ ُ َة ِا َّ ِא َّ ِ َ ْ ّ َ ّ َ ْ َ َ ُ َّ א َ אء ا َّ ُכ ُّ ُ ٍ ِ ا َّ ِ א َ אء ا َّ ا ْ َ ُכ ُّ ِ ِ َ َ َ ُ َ َ ُ ْ َ ُْ ُ َ ا َّ ِ َ א َ َאء ا َّ ُ َ َ ْ ِ ُف ا ُّ َء ِا َّ ا َّ ُ َر ِ ُ ِא َّ ِ َر ًّא َو ِ ْא ِ ْ َ ِم ِد ًא َو ِ ُ َ َّ ٍ َ َّ ا َّ ُ َ َ ِ َو َ َّ َ ِ ًّא َر َّ َא َ ْ َ َ َא َ َ َّכ ْ َא َو ِا َ َכ َا َ َא َو ِا َ َכ ا ْ َ ِ َ .ا َّ ُ ِا ِّ َا ُ ُذ ْ ْ ْ ْ َّ ُ אك ِ ْ َ َ ِ َכ َو ِ ُ َ א َ ِ َכ ِ ْ ُ ُ َ ِ َכ َو َا ُ ُذ ِِ َ َ َ اَ ْ َ ِ ُ اَ ْن اَ ْ َ ُ َ َ ًאء َ َ َכ َِכ ِ ْ َכ .اَ َّ ُ َّ ِا ِّ ْ َو َ ْ َ ْ ُ َو َ ِכ ْ اَ ْ َ َכ َ א اَ ْ َ َ َ َ َ ْ ِ َכ. ْ َ Mü’minlere Va’zlar ِ ات َو َر َّب اَ َّ ُ َّ ِ ْ ِ َכ اَ ْ َ َאواَ ُ ُ ت .اَ َّ ُ َّ َر َّب ا َّ ٰ َ ْا َ ْر ِض َو َر َّب ُכ ّ ِ َ ٍ َو َ ِ َכ ِ َ א ِ َ ا ْ َ ِّ َوا َّ ٰ ى ْ و ْ ِ َل ا َّ ر ِاة و ْا ِ ْ ِ ِ وا ْ ُ ِ آن َا ُ ُذ َِכ ِ ْ َ ِ ْ َ َ َ ُ ّ َ ْ ُכ ّ ِ ِذى َ ِ ى َو ِ ْ َ ِ ُכ ّ ِ َدا َّ ٍ اَ ْ َ اَ ِ ٌ ِ َא ِ ِ َ א. َ ّ ّ ِ اَ ْ َ ْا َ َّو ُل َ َ ْ َ َ ْ َ َכ َ ْ ٌ َواَ ْ َ ْا ُ َ َ ْ َ َ ْ َ َك َ ْ ٌ َ .و َا ْ َ ا َّא ِ ْ َ َ ْ َ َ ْ َ َכ َ ْ ٌ َو َا ْ َ ِ ّ ا َّ و َا ْ ِ ِ ِا ْ ِ ِ َ ا ْ َ א ُ َ َ ْ َ ُدو َ َכ َ ْ ٌ ْ َ َ ِ َ ا ْ َ ْ ِ اَ َّ ُ ِا َّ َכ َ َ ْ َ َ ْ ِ َواَ ْ َ َ َ َّא َ א َ َכ َّ َ َ א ُ َ א َو َ ْ א َ א .اَ َّ ُ ِا ْن اَ َ َّ َ א َ א ْ ِ َ َ א َو ِا ْن اَ ْ َ َ א َْ َ َّ ْ َ א ْ َ ْ َ אَ .ا َّ ُ ِا ِّ َا ْ َئ ُ َכ ا ْ َ ِ َ ِ ا ْ َ א ِ ِ ا ُّ ْ א َ َ َ َّ َو ْا ِ ِة َא ْ ِ َכ َر ِّ َو َ ْ ُ َ ْ ِ َ א ْ ِ ِ َذ ْ ِ . َ ْ اَ َّ ِ ِ אد َك .اَ َّ ُ َّ اَ ْ َ ْ ُ َ َ ا َ َכ َ ْ َم َ ْ َ ُ َ َ َ ُ َّ َ ْ ِ ِا َ َכ َو َو َّ ْ ُ َو ْ ِ ِا َ َכ َو َ َّ ْ ُ َا ْ ِ ى ْ ْ ت َ ْ ِ ى ِا َ َכ ر ْ ً ور ْ ً ِا َ َכ َ ْ َ َ ِا َ َכ و َا ْ َ ْ ُ َ َ َ َ ْ َ َ َ ْ ْ َو َ َ ْ َ َאء ِ ْ َכ ِا َّ ِا َ ْ َכ آ َ ْ ُ ِِכ َא َِכ ا َّ ِ ى اَ ْ َ ْ َ َو َ ِ ِّ َכ ا َّ ِ ى اَ ْر َ َ ْ 184 Mehmed Zahid Kotku 185 Uykudan uyandığın zaman da bunları oku: َا ْ ْ َא َو َا ْ َ ا ْ ُ ْ ُכ َ َ Ve duâları hem sabah ve hem akşamları oku. Yalnız akşamları okurken: ا ْ ُ ْ ُכ َ ْ اَ ْ َ ْ َא َو َا yerine dersin, sonra bu duâyı okursun. Aynaya bakarken bu duâyı okursun: ِْ ِ ِ ِ ِ ِ ْ ِ َا َّ َا ْ َ ْ َا َ ِّ ا َّ א َ אت ا َ ْ َכ َوا ْ َّ ُ ِ ُ ِ ُ אل ِا َ َכ ُ ُ ِ ِ ِا َ َכ ُز ْ ٰ و ِ ْ َ ِאَ ِ ْا ّ َ ُّ َ ْ َ ْ ْ ِ ِ ِ َ ً ا اَ َئ ُ َכ ِ َو اَ ْ َ ْ ِ َك ْ ُ ْ َ َ َכ ْ َ ُْ ُ اَ ْ َ ْ ُ ِ َّ ِ ا َّ ِ ى. ِ َ ِ َ ْ َ َ َ َ ْ ِ ِ َواَ ْد ُ َك َ َ ّٰ ى ْ ِ َ َ َّ َ ُ َو َכ َم ُ َر َة َو ْ ِ َو َ َّ َ َ א َّ ِ ِ ْو َِ ِ ا َ َ َ َ ُْ َ Canlı birşey aldığın vakit boynundan tutarak bu duâyı okursun: َ א ُ ِ َ َ َ ِ َواَ ُ ُذ َِכ ِا ِ ا ئ כ ه و ا ْ َ ْ َ ُ َ ْ َ َ ُ َ ْ َ ّ َّ ُ َّ َ ِ َ َ ِ ِ َ ِ ِه و َ ِ א ُ َّ َ ّ ْ ْ َ Mü’minlere Va’zlar 186 Yeni evlenenleri görünce böyle söyle: ٍ َ ْ ِ ُכ א ِ َ َ َ َ ْ َ َ َ َ אر َك ا َّ ُ َכ َو َאرِ َك َ َ ْ َכ َو אر َك ا َّ ُ ِ َا ْ ِ َכ َو َ א ِ َכ َ َ Bu duâları yazmakla bitirmek belki mümkün olamayacaktır. Çünkü pek çoktur. İnsanın bütün hayatındaki muhtaç olduğu en mühim şey duâsıdır. Her gün ve anın yerine göre ayrı ayrı duâları vardır, hem de her şahsın duâsıda yine ayrıdır. Birinin yaptığı duâ diğerine uymayabilir. İşin en kolay tarafı yine yapacağın duâları yap ta, en sonra deki “Yarab, peygamberimin yaptığı duâlara beni de müşterek kıl ve onun senden istediği bütün hayırları ben de senden isterim. Ve onun sana sığındığı bütün şerlerden ben de sana sığınırım. Hayırları lûtfeyle, şerlerden muhafaza buyur.” dersin sonra Hizbi A’zam’daki Aliyyülkari hazretlerinin duâlarını da okumağa çalış ve daha sonra Abdülkadir Geylani hazretlerinin Hasan-i Şazeı’i Hazretlerinin, Rüfai hazretlerinin duâları da pek meşhurdur. Bunları da bırakma. Ve hele Delâil’i Hayratı da oku. Hem salevat-ı şerifeleri okumuş olursun hem de içinde pek güzel duâlar vardır. Onlardan da istifade edersin. Malum yâ duâya ihtiyacımız; ekmeğe ve suya olan ihtiyacımızdan daha fazladır dersem beni sakın ayıplama. Çünkü duâlar gelmiş ve gelecek bütün kazaları önler. Bu da yine Hak sübhanehu Teâlâ’nın bir takdiri ve bir hükmüdür. Allah’ın takdirinden kaçılmaz diye gaflete düşme. İyi bak. Cenâb’ı Hak, her yarattığı mahlukuna kendisini koruyabilecek bir de müdafaa kuvvet ve kudreti vermiştir. Bizim de yegane müdafaa ve korunma silahımız duâdır. Sen bunu sakın yabana Mehmed Zahid Kotku 187 atma. İnsan kendini beğenir ve kendine ne kadar güvenirse güvensin yine acizdir. Öyle haller karşısında kalır ki, Allah'a sığınmaktan başka çaresi kalmaz. İşte o zaman duâ etmesini bilemiyorsa çok yazık olur. Allah'sızlara bakıpta kendini ateşe atma. Öyle ruhsuz ve duygusuz mahluklar pek çoktur. Onlara bakıp aldanma. Sen müslümansın Peygamberinin sözünden çıkma. Bak O, “Duâ mü’minin silahıdır” diyor. ibâdetin hem anahtarı hem de özüdür. Hakka iltica ne büyük devlet ve ne güzel bir ni’mettir. Kulun Halık'ına el açıp bel bağlaması ve gözlerinden yaşlar akıtıp halini arzetmesi ve gönlünü de ona bağlayıp iltifatına intizar etmesinin zevkine, tadına, neş’esine acaba hiç doymak mümkün müdür? O anda mahlukunun Halık'ı ile sohbetinin lezzetine doyum olur mu? Cenâb-ı Hak cümlemizi mağfiret-i İlahiyyesine mazhar buyurup kapısında boynu bükük elleri havada dilleri duâda olan sevgili bahtiyar kullarından ayırmasın, bizleri de o sevdikleri hürmetine sevdiği ve razı olduğu kullarından eylesin amın. Bi hürmeti seyyidi- İl’mürselin. Velhamdiilillahi rabi-l alemin Salevatullahi ve selamühü ala Muhammedin ve ala allihi ve sahbihi ecmaiyn. Şimdi sen şu benim nasihatlerimi can kulağı ile tekrar dinle: Evvela istiğfarı dilinden bırakma. Her gün Rasul-i Ekrem efendimizin ve bütün geçmiş sadat efendilerimizin ruhlarına üç ihlas bir fatihayı hediyye etmeği unutma. Sonra ölümünü gözünün önünden ayırma, büyüklerimizin ma’nevi huzurlarında daima dur ve Hak (sübhanehu ve Teâlâ)’nın ma’nevi huzurunda olduğunu unutma. Biz onu her ne kadar görmez isek de o bizi daima görmekte ve bizleri mürakabe edip gözetmekte olduğunu da unutma. Allah görür, bilir, işitir, her şeye gücü yeter, her günkü vazifeni ona göre yapmağa çalış Mü’minlere Va’zlar 188 ve bil ki bir gün bunların hepsini bırakıp Hakk'ın huzuruna gideceğimizi hatırdan çıkarma. Hergün en aşağı yüz istiğfar hem de sabahlı akşamlı olsun İstiğfarı da şöyle yap: ا ْ َ ُّ ُم ُّ ِ ُ َّ ِ َ ا َ َ ا َ ْ َّ ُ َ ا ْ ْ ِ َ َة َوا ا َّ َ ا ْ َ ِ ا َّ ِ ى َ ِا َ َ ِا َ ِ ِ َ ْ ا َ ْ َواَ ْ َئ ُ ُ ا َّ ْ َ َ َوا ِ ِ ُ ا َّ اب ا َّ ُ َّ َ ِْ ُ ُب َ ْ َا ُ ََوا Sonra yüz kerre (Allah) kelimesini hafifçe lisanınla söyle. Sonra yüz kerre (lailahe iIIallah)ı yine hafifçe lisanınla söyle. Sonra yüz kerre salevat-ı şerife oku. En iyisi Ettehiyyatta okuduğumuz Allahümme Salli ile Allahümme Bariktir. Sonra yüz kerre de “Külhüvallah” suresini yine lisanınla oku ve acele etme, bundan sonra Allah Teâlâ’yı hatırından çıkarmamak üzere daima öyle zikir ile ve bütün günahlarından böylece kaç. Ve bunları mümkün oldukça sabah namazından sonra işrak vaktine kadar camide veya namaz kıldığın yerde oturup sonra iki rekat işrak namazını kılıp öyle çıkarsan hiç eksiksiz bir hac ve umre sevabını alacağını bil. Öğle namazına bir saat veya kırkbeş dakika kalıncaya kadar duha namazını unutma. 9, 10, 11 rasında kıl. Akşamdan sonra da dört veya altı rekat Evvabın namazını bırakma. Yatarken beheme hal taze abdest alıp dört rekat namaz kılmadan yatma. Geceleri mümkün oldukça “Teheccüt namaz”larını kılmağa çalış. Öğle ve yatsı namazlarının son sünnetlerini de dört rekat kılmağa gayret et. Borç namaz ve borç oruçlarını varsa onları da mutlaka kaza etmeğe çalış. Hatta nafile namazlarını da borç Mehmed Zahid Kotku 189 namazlarınla ödemeğe çalış. Kimsenin işine gücüne karışma. Dedikodu yerlerine katiyyen sokulma. Gıybete hiç müsaade etme. Kimsenin ayıbını ne gör, nede söyle. İnsanın kendi kusuru ve aybı kendine hem yeter hem artar. Kusur görmek istiyorsan kendi kusurlarını gör ve onları düzeltmeğe çalış. Sonra ana baba haklarının affı için perşembe gecesi akşam ile yatsı namazı arasında iki rekat namaz kıl. Her rekatında bir Fatiha, beş âyet-el Kürsi, Kul euzüleri de beş defa okumak suretiyle kıl. Namazdan sonra-yirmibeş kere istiğfar ile yirmibeş kerede salevat ı şerife oku ve bunların sevabını ana babana hediye eyleyesin. Haklarını eda etmiş ve onlara ihsan ve ikram etmiş olursun. Bunları bir kere daha tekrar edeyim: Namazlarını cemaatle kılmağa çalış Duha, Evvabin namazını, yatarken dört rekat gece namazları, borç namaz ve oruçlar her günkü dersini de unutma, atlatma. Yüz istiğfar, yüz Allah, Yüz “lailahe illallah” yüz Salavat-ı Şerife, yüz İhlas-ı şerif. Bunları lisanınla hafifçe kendin işitecek kadar sesli oku. Sonra içinden sessiz olarak huzur ile Allah zikrine devam eyle. Öğle ve yatsının son sünnetlerini de dört rekat kılmağa çalış. Dedikodu ve gıybetten son derece sakın. Kimsenin işine gücüne karışma. ُ ْ َ ْ َ ِا َ َ ِا َّ ا َّ ُ َو ْ َ ُه َ َ ِ َכ َ ُ َ ُ ا ْ ُ ْ ُכ َو َ ُ ا ِ ٍ כ ِ و ِ و ٌ َ ْ َ ِّ ُ َ َ َ ُ َ ُ ُ َ ْ ُ אن ا َّ ِ َوا ْ َ ْ ُ ِ َّ ِ َو َ ِا َ َ ِا َّ ا َّ ُ َوا َّ ُ َا ْכ َ َ ُْ َُ ِ ِ ْ و َ َ َل و َ ُ َة ِا َّ א َّ ِ ا ْ ِ ِ ا َ َ َ ّ َ َّ َ ْ Mü’minlere Va’zlar 190 אن ا َّ ِ ا ْ َ ِ ِ َو ِ َ ْ ِ ِه َ َ ْ ُ אن ا َّ ِ َو ِ َ ْ ِ ِه َ َ ُْ ِ ٌ َّ َ ُ ُ ِ ُ ْ َا ْ َ ْ ِ ُ ا َّ َ ِا َ َ ِا َّ ا َّ ُ ا ْ َ ِ ُכ ا ْ َ ُّ ا ِ ِ ِ َ אد ُق ا ْ َ ْ ُ ْا َ َ َّ َر َ ُل ا İhlas-ı şerifi ve bunları her gün yüz kere okumağı tavsiye eden peygamberimiz (Sallallahii aleyhi ve sellem) dir. Yüz kere "Lailahe illaIlahı" okumak da yine peygamberimizin tavsiyeleri içindedir. Bununla beraber hak sevgisi ve hak korkusu senin mizanın olsun. Bak bakalım ibâdetlere ve tesbihlerine sevgin ve devamın ne kadardır. Bu sevgine alâmettir. Bir de haramlardan, günahlardan kaçmana bak. Namahremlere bakmana. Ve onlarla ünsiyetine bak. Bu da Allah'dan korktuğuna alamettir. Allah (celle ve alâ)ya karşı sevgisi olmayanın ve ölümüne korkusu olmayanın ibâdetleri de o kadardır. Allah (celle ve alâ)ya sevgisi tam olan dünyaya rağbet edemez. Ve Allah Teâlâ’dan hakkıyla korkan da ibâdetlerde kusur edemez, günahlardan son derece korkup kaçar. Bu sevgiyi ve korkuyu temin ise ancak zikrullah ve Kur-an-ı Azimüşşana devamla temin edilebilir. Fakat ne yazık ki bu günün bilginlerinden bazıları tarikat aleyhinde idare-i kelam etmekten bilaperva ağızlarına geleni söylemekten çekinmedikleri gibi erbab-ı tarika karşıda bir husumet beslemekte oldukları hallerinden bellidir. (Şeriat bize kafidir) dedikleri halde şeriatın emirlerine karşı da riayetleri o kadardır. Belki onlar müslümanlığı kendi nefs-i hevalarına uygun olarak tatbik etmek isterler. İsraftan korkmaz. Kadın erkek sohbetleriyle birlikte yaşamayı severler. Süsü ve saltanat ve çalımlamayı bilirler. Sakal salmaktan ödleri kopar. Misvak kullanmak yerine fırça tercih eder. Televizyona Mehmed Zahid Kotku 191 bakmayı mübah addeder. Ömrünü zayi etmekten kaçınmaz ve korkmaz. Zikrullah işine gelmez. Tesbihat ile evrâd ile vaktini değerlendirmek istemez; laklakıyyatı sever. Gece sohbetleri çok hoşuna gider. Sabah namazlarına, cemaate mecbur olmasa çıkmak istemez. Hemen evinde kılmakla iktifa eder. Sonra da erbab-ı tarikata karşı dili bir karış ve belki bir arşın. İnsan biraz da sahib-i insaf olsa ne kadar iyi olur. Alim olmak büyük bir nimettir. İlmi ile amil olmak da daha büyük bir devlettir. Hiç bir ilim sahibi diğer bir ilim sahibini zem etsin, tenkid etsin, yersin olacak birşey midir? Daha doğrusu bu gibi kimselere sahib-i ilimdir demek caiz olmasa gerektir. Tarikatlarda değil de tarikata girenlerde bazı kusurlar görülmekte ise de bu tarikatın kabahati değil o tarikat idarecilerinin kabahatidir. Nasıl ki birçok müslümanlarda da çok çeşitli kabahatler vardır. Şimdi bunların bu kabahatlerini müslümanlığa mı yükleyelim. Müslümanlığı tam manasiyle görmek istersen menakıb-ı evliyaları oku. Tezkiret-ül evliyaları oku. Bak müslümanlığa... Nasıl hizmet etmişler, nasıl cihat ve mücahedelerde bulunmuşlar. Açlığa, susuzluğa-, çıplaklığa nasıl tahammül etmişler. Şimdi sen kalk da ehl-i tarikin aleyhinde konuş. Bak ehl-i tarikin vazifelerine. Hergün yüz istiğfar eder? Peygamberimizin ve bütün peygamblerlerin ve bütün ehli imanın ve ustadlarının ruhlarına hediyyeden sonra peygamberimizin emrine imtisal ve ُכ ُّ َ ْ ٍ َذ ِائ َ ُ ا ْ َ ْ ِت “Küllü nefsin zaikatülmevt” fermanına ittibaen ölümü çok güzel ve derince tefekkür ederler. Acaba sen de bunları hiç hatırlar mısın? Mü’minlere Va’zlar 192 Yine peygamberimizin emrine imtisalen ulema-i kiram zev-il’ ihtiram olan büyüklerin huzurlarında öyle dururlar. Sonra hakka teveccüh-ü tam ile teveccüh edip zikrullaha devam ederler. Az yer ve içer ve az konuşur ve herkese hüsn’ü zan ile, büyüklerine karşı hürmetkar ve küçüklerine karşı daima şefkat ile hareket eder ve bütün müslümanları hakiki kardeş bilerek son derece hürmet, saygı ve sevgi izhar ederler. İcap ederse yemezler, yedirirler. Giymezler, giydirirler. Sonra kendilerini dahi Hakkın huzurunda bilirler. Hakkın emirlerine muhalefetten son derece korkarlar. Peygamberimizin sünnetlerine de son derece riayet etmeğe gayret ederler. Sen söyle şimdi. Bunların hangisi fena ve şeriata muhalif. Sonra çok rica ederim başka birşey kalmadı da, hemen bu tarikatlara hücumu vazife edindin? Yoksa bütün tahsilinizin gayesi bu mudur? Bak müslümanlık da elden nasıl gidiyor? Meyhane, kumarhaneler, gazinolar, sinamalar, danslar, balolar hele o yazın ki çıplaklık rezaleti hele hele bir de deniz hayatı, canım beyefendi senin başka hiç bir işin kalmadı da her taraf sütlimanken aman bu tarikatlar nereden başımıza çıktı? Bu tembelleri ne yapıp yapıp yok etmek lâzım çalakalem. Muhterem kardeş bak bu memlekette ne kadar kızılbaş, ne kadar çingene, ne kadar da namaz kılmayan ve hatta namaz kılmasını da bilmeyen ve hatta ne kadar da müslüman düşmanı var. Bir de müslümanım deyipte öldükten sonra hayatın ve her şeyin sona erdiğini ve bir daha dirilme, cennet cehennem terazi mizan olmadığını iddia edenleri, hatta Allah-ü (zülcelali) inkar edenleri görmüyor musunuz, her işiniz bitti de hemen bu tarikatlar mı kaldı? Aziz kardeş, muhterem kardeş sorarım sana insaf ile doğru söyle. Senede kaç gün nafile oruç tutarsın ve ne kadar nafile namaz kılarsın, Mehmed Zahid Kotku 193 ve geceleri teheccüt namazı kılar mısın? yemeğin, giymen ve yatağın ve odan ne dereceye kadar müslümanlığa uygundur? Hanımın, kızın, oğlun müslümanlığa ne kadar sadıktırlar? Hatta bir de kendimizi hakiki İslâm terazisine korsak acaba müslümanlığımız kaç gramdır? Suceta müslüman olmak, hacı olmak derviş olmak kolay Fakat Hak (celle ve alâ)nın sevdiği ve razı olduğu bir kul bir müslüman olmak öyle kolay bir şey mi? Şimdi kendimizi bırakıp da, (zaten perişanlığımız yetip artıyor.) bir de müslümanların kalplerini kırıp onları rencide etmek bir müslümana yakışır mı? Sonra şunu da iyi bilmek gerekir ki; bu gibi yazılar ve propogandalar ancak bizim aleyhimize olur ve müslümanlar bizden soğurlar. Tarikatlar yine yollarına devam ederler. Lütfen bakınız acaba tarikatlar ne için yasak edildi? Hiç düşünür müsünüz? Çünkü salabet-i diniyyeye sahipdirler kolayca bölünmezler. Canlarını feda ederler, dinlerinden dönmezler. Sen bugünkü çıplaklık hayatına ne diyeceksin, haydi bakalım elinden geliyorsa bu hususta bir neşriyat yapta görelim. Eğer hakiki müslüman isen müslümanlığa zarar veren şeyleri açıkca söylemen yazman lâzım değil mi? Ne olur bir de içki aleyhinde bir şeyler yaz. Hem de bugün memleketi kavuran faizin aleyhinde konuş bakalım. Hele bir de o dinsizlere çatta görelim seni. İnsaf, insaf muhterem kardeşlerim. Şüphesiz ki bizler tarikatlara layık kimseler değiliz bunu i’tiraf etmek mecburiyetindeyiz. Fakat tarikatlar emr-i İlahi ve sünnet-i Peygamberiden başka birşey değildir. Tarikatın en birinci umdesi, esası Allah-ü (Teâlâ ve tekaddes hazretler)ini zikretmektir. Bu da Kur’an’ı azimüşşanın emri olduğundan ve peygamberimizin ef ’ali harekatı ve akvali ile sabittir. Bütün hadis kitabIarında Mü’minlere Va’zlar 194 pek açıkça bildirilir. Bu âyet ve hadislere karşı hâlâ direnip belki kendisinin küfrüne veya büyük günahlara girmesine sebep olacak bu gibi hallerden şiddetle içtinabı vazife bilesin. Daha doğru hareket etmiş oluruz değil mi? Cenâb-ı Vacib’il vücud hazretleri Kur’an’ı Azimüşan’ın müteaddit yerlerinde zikr’i ilahi’nin lüzumu ve hem de çok zikir edilmesini beyan buyurmakla az zikiredenlerin ancak münafıklar olduğu beyan sadedinde (Terğip, vet terhib’in ikinci cildinin 393. sahifesinden) otuz adet, toplu olarak zikir hakkında da ondört Hadis-i Şerif beyan etmiş ve zikr-i ilahinin faideleri hakkında yirmi kadar hülasa yapmıştır. Ben de sana bunlardan bazılarını yazayım (Sure-i ahzap da 41. ve 42. âyette): َאاَ ُّ َ אا َّ ِ َ آ َ ُ ا ا ْذ ُכ وا ا َّ َ ِذ ْכ ا َכ ِ ا َو َ ِ ُ ُه َ ْכ ًة ّ َ ً ً ُ ً ِ ََوا Sure-i Ra’d’in 28. âyetinde şöyle buyuruluyor: ِ َّ ِ ِ ْכ ِ ا َّ ِ َا َ ِ ِ ْכ ِ ا ْ ُُ ُُ َ ِئ ُّ ا ْ ُ ُ ُب ِ ِ ُّ َا َّ َ آ َ ُ ا َو َ ْ َ ئ ْ َ Surei –Ankebut’un 45. âyetinde şöyle: َّ َ َة ِا َّن ا َّ َ َة َُ ْ َ ُ َّ َّ ِ َا ْכ َ ُ َوا אب َو َا ِ ِ ا ِ َ اَ ْ ُ َ אاُو ِ اَ َ َכ ِ َ ا ْ ِכ ْ َ ِ َ َ ِْ ا אء َوا ْ ُ ْ َכ ِ َو َ ِ ْכ ا َ ٰ َْ ْ ُ َ א َ ْ َ ُ َن Mehmed Zahid Kotku 195 Sure-i Necm’in 29. âyetinde: ِ َّ َ َ َ ِ ا ِ ِ َ ْ َ َ َא ْ ِ ْض َ ْ َ ْ َ َ َّ َ ْ ذ ْכ ِ َא ) َ א َّن َواَ ْ َض َ ْ ِذ ْכ ِ ِه( َو َ ُ ِ ْد ِا َّ ا ْ َ َة ا ْ ُّ ْ א َ ْ ٰ َ Hele Taha suresinin 124. âyetinde İ’raz kelimesi daha açıkça beyan edilerek: َو َ ْ َا ْ َض َ ْ ِذ ْכ ِ ى َ ِא َّن َ ُ َ ِ َ ً َ ْ ًכא َو َ ْ ُ ُه َ ُ ِ ِ ٰ ْ َ ْ َم ا ْ ٰ َ َا İşte birçok fetvaları bilaperva verenler eğer erbab-ı tarikattan olsalardı bu gibi tehlikeli fetvaları vermekten İctinab ederlerdi. Şimdi ben sana bunların isimlerini yazamam. Fakat muhakkak bunların kimler olduğunu sizler daha iyi bilirsiniz. Dün vaaz ve ders kürsülerinde bilgilerini gösterirken bak sonra neler oldu? İşte bu onların ilerisini göremeyen körlük alameti değil midir? Kör olmak için gözden mahrum olmak icabetmez. İşte ayat-ı ilahilere inanmayanlar ve uymayanlar da asıl kör bunların olduğu âyet-ı ilahiyede ne güzel bildirilmiştir. Hele alt tarafını da oku. İşte bu gün de mekteblerden fakültelerden mezun olmuş koca koca diplomaları ellerinde nice namaz kılmayan ve kötü i’tiyatlarını bırakmayan ne kadar müslüman istersiniz? Şimdi kabahat müslümanlıkta mı? Yoksa müslümanlığı tatbik edemeyen bizim gibi zavallılarda mı? Hele Meş’at-il’haramda yani Müzdelife’de inzal olunan bir âyet’ i celilede: Mü’minlere Va’zlar 196 Bakara 200. ayet َا ْو وه ُ כ ِ כ ِ כ آ אءכ ْ ُ َ َ ْ ُ ْ َ َ َّ ْ َ ِ ا ْ َ ِام َوا ْذ ُכ َ ُ ْ َ ِ َذا َ َ ُ َ َא ِ َכ ُכ َ א ْذ ُכ وا ا ْ ْ ْ ُ ِ ِ َ ْ َ א ْذ ُכ ُ وا ا َّ َ ْ َ ا.َا َ َّ ذ ْכ ً ا َכ َ א َ ٰ ُכ Bakara 198. ayet. Hele şu âyete bir bakınız: َ َ َ א ْذ ُכ ُ ا َّ َ ِ َ א ً א َو ُ ُ ًدا َو َ َ ون ا َّ ِ َ َ א ً א َو ُ ُ ًدا َو َ ُ ْ ُכ ِ ِ ات َو ْا َ ْر َض َر َّ َא َ ٰ َّ َ ْ ِ ا ِ ِ ِاب ا َّאر َ َ َ ً ُ ْ َ א َ َכ َ َא َ ِא َذا َ َ ُ ا َّ َ َة ُ ْ ِ َّ َا... ِכ َ ُْ ُُ ون َ ُ َّ ُ ُ ِ ِ ْ َو َ َ َכ َ א َ َ ْ َ ٰ َ ا َא İbni Abbas hazretleri de bunu izah da “gece gündüz karada denizde, seferde hazerde zenginlik ve fakirlik hasta ve sağlam, gizli ve aşikar bütün vakitlerde bila istisna zikr-i İlahiden ibâdetten, namazdan geri kalmayın. Abdestin yerine zaruret hallerinde teyemmümü, hastalık hallerinde yatağında oturduğu yerde hatta yattığı yerde namaz kılmayı tavsiye etmişler” Denizde su üstünde nasıl namaz kılınacağı yazılmıştır. Binaenaleyh bunları beyandan sonra münafıkların hallerini beyan sadedinde de: Nisa 142. ayet: َ ُ َو َ َ ْ ُכ ً ِ َ َّ ون ا َّ ِ ِا َ Surei A’rafın 25. âyetinde: ِ ِ ِ ْ ون ا َ َوا ْذ ُכ ْ َر َّ َכ ِ َ ْ ِ َכ َ َ ُّ ً א َو ِ َ ً َو ُد ْ ِ ِ ِ ِ ِ ِ אل َو َ َ ُכ ْ ِ َ ا ْ َא َ ا ْ َ ْ ل ِא ْ ُ ُ ّو َو ْا Mehmed Zahid Kotku 197 İnşaaIlah bunlar bize bir ders olabilir de biz de Allah’ü (Teâlâ ve tekaddes hazretleri)ni can-ü dilden her zaman zikretmek şeref-i devletine nail oluruz. Buhari ile Müslim’in, Ebu Hüreyre’den naklettikleri şu hadisi iyi mütelea etmeyi Cenâb-ı Hak cümlemize nasiybetsin. Bir nolu hadisin baş kısmında: ِ ِ ُ َ َ اَ َא ْ َ َ ِّ َ ْ ى ِ َواَ َא. ِ ِا َذا َذ َכ َ و لا hadisin alttarafını yazmıyorum. Çünkü herkesin bildiği ve okuduğu bir hadistir. Fakat şunun üzerinde hepimizin titizlikle durması gerekir: O ne ni’mettir ki; kul Allah diyor. Hak (sübhanehu ve teâlâ), tevfikim, rahmetim, hidâyetim her türlü yardımımla beraber ben seninleyim. Buradaki maiyyetin: כ ا אכ و ْ ُ ُْ َ َ َْ ْ ُ َ َ َ ُ َ Hadid 4. ayeti celilesindeki maiyyetten has bir maiyyet olduğu bildirilmiş olmakla beraber: ِ ِ اَ ْ َ ُ ْا َ ْ אن اَ َّن ا َّ َ َ َ َכ َ ْ ُ َ א ُכ َ İmanın efdâl, nerede olursan ol, Alah'ın seninle beraber olduğunu bilmendir. Hadis-i şerifinde zikr olunan maiyyet işte ancak Allah-ü (Teâlâ ve tekaddes Hazretleri)ni çok zikir edenlerin nail olacağı bir devlet ve saâdettir. Cenâb’ı hak hemen cümlemizi bilâ istisna hakiki ehl-i tarik zümresine idhal buyursun da içimizden dilimizden zikrini eksik etmeyip, emirlerine imtisal edip, yasaklarından da sonderece kaçan kullarının arasına bizleri de kabul buyursun. Amin. Mü’minlere Va’zlar 198 İbni Mace’nin zikrettiğini dört numaralı hadis: ِ َذ َכ َا َّא َ َ َ ِ ى ِا َذا.ِا َّن ا َّ ِ َ َّ َو َ َّ َ ُ ُل ُ َ ْ َ َو َ َ َכ ْ َ َ َ ُאه َّ Tirmizi’nin Abdullah b. Büsr R. anh dan rivayet ettiği şu hadis: Biri Resulüllah efendimize gelip: Ya Resulallah İslâmdaki şeriat yolları çoğaldı. (Zannedersem bu zat biraz da ihtiyarlamış olacak ki) bana birşey söyle ki; ben onu yapayım. O zaman Cenâb-ı Peygamber efendimiz o zata karşı buyurmuş. ِ َّ َ ُال ِ א ُ َכ ر ْ אً ِ ِ ْכ ِ ا ََ َ َ Dilin daima Allah'ın zikri ile yaş kalsın. Ne kadar canlı dersiniz. O kadar canlı işte. İçinden ve dilinden Allah-ü Teâlâ ve tekaddes hazretlerinin zikrini sakın bırakma. Ne dilinden ve ne de gönlünden zikri bırakan gafillerden olma. Ah Yarab! Bizleri dünyaya aldanıp zikrini hemen muvakkat saatlerde yapıp kaçanlardan etme; etme yarab! Etme yarab! Muaz b. Cebel’in rivayeti de pek güzeldir: Rasul-i Ekrem efendimize “Amellerin hangisi daha ziyade Allah-ü Teâlâ’ya sevgilidir?” diye sorulduğu zaman ِ َّ َا ْن َ ت و ِ א ُ َכ ر ْ ِ َذ ْכ ِ ا ْ ٌ َ َ َ َ ُ Dilin Allah'ın zikri ile yaş iken vefat etmendir, buyurmuşlar. Bunu sakın sen kolay birşey sanma. Nefis peşimizde şeytan da beraber.Dünyanın bu günkü durumunu da düşün Mehmed Zahid Kotku 199 de bakalım bu vaziyette kaç kişi bulabilirsin. İnsanın tabii arasıra Allah dediği olacaktır. Dilin daimi bir şekilde zikrullah ile meşgul olması dolayısıyle gönlünde öylece işlemesidir. Yoksa gafletle yapılan ve gönüllere işlemeyen zikir zikir değildir. İbni Ebi-d’Dünya Ebil Muharik (Radiyallahu anh) dan mürselen rivayet ettiği şu hadise bakınız: İnsanın adeta bayılacağı geliyor: Mirac gecesinde Resul’u Ekrem efendimiz arş’ı âlâ'nın nuru içerisinde gömülmüş kaybolmuş bir zatı görmüşler. Yanındakilere sormuş: — Bu kimdir? acaba bir melek midir? — Hayır demişler. O zaman — Bir nebi midir? demiş ona da — Hayır demişler. O zaman. — Öyleyse o kimdir? deyince; bu kişi kalbi Allah'ın mescitlerine bağlı ve aynı zamanda valideynine karşı da asi olmayan ve onları hiç bir şekilde incitmeyen ve rahatsız etmeyen bir kişidir demiş. Bu ise ne büyük bir nimettir ki: Allah-ü (Teâlâ ve tekaddes hazretler)i kendisini zikreden ve hatırından çıkarmayan ve yaramaz işlerde bulunmayan bahtiyarlara lütfetmektedir. Hak (sübhanehu ve teâlâ hazretler)i bizleri de onların zümresinden eylesin Amin. Yine bakınız çok şayan-ı dikkattir: Bir zat yüz köleyi azat edip hüriyetlerine kavuşturmuş. Kimbilir ne kadar mühim bir para vermiştir. Çünkü ben bir vakitler sormuştum. Bir köle kaç paraya alınabiliyor? Ortalama beş bin lira demişlerdi. Bunun değeri yirmi sene evvel. Bu günkü değeri beşyüzbin lira kadar eder ki, şu an kaç milyon derseniz bilmem. Mü’minlere Va’zlar 200 Ebu’d Derda hazretleri diyor ki: “Evet çok para ve güzel bir hareket. Bunun alâsı ve efdali ise gece ve gündüz sarsılmayan devamlı bir imanla beraber, sizden birinizin lisan’ı ile Allah-ü Teâlânın zikirleriyle sabit ve daim olması daha alâ ve efdaldir.” buyurmuşlardır. Yine Ebu’d Derda’nın Resul-i ekremden rivayet ettiği 9 nolu hadis çok şayan-ı ehemmiyettir. Efendimiz hazretleri, “Bize, amellerinizin en hayırlısını ve Hak (sübhanehu)nin indinde medhe lâyık en temizi ve derecelerinizin en yüksek olanını, altun gümüş gibi kıymetli şeylerin infakından daha mühimi, düşmanlarla çarpışıp sizlerin onların boyunlarını vurması ve onların sizlerin boyunlarını vurmaları yani sizleri şehit etmelerinden daha hayırlısını haber vereyim mi?” diye sorunca Ashab-ı kiram da - Evet buyur ya Resullallah- demişler. Bunun üzerine Rasul-i Ekrem efendimiz de - “Zikrullah” buyurmuşlar Muaz b. Cebel (R.A.) diyor ki: “İnsanı Allah Teâlânın azabından koruyup necat verecek zikrullahdan başka birşey yoktur.” demişlerdir. Hakim: İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olanıdır. ِ َّ اب ا َّ ِ ِ ِذ ْכ ِ ا ِ َ َ ْ ِ ْ ٰ ْ ََ א َ ْ ٌ ا “Bu hadis sahih seneddir” der. Bazı kendini beğenenler vardır ki, bu hadise dil uzatırlar. ِ אس َ َّ َ ْ ُ ا َّאس َ ْ َ ْ َ ُ ا dır derler. Evet onu kimse inkar etmez lâkin insan şöyle salim bir fikirle düşünürse; bu gibi haberleri yayanlar dikkat Mehmed Zahid Kotku 201 edilirse yine hep zakirun tabakasıdır. Allah yolunda infak-ı, harplerde ön saflarda yer alıp şehadet mertebesine nail olmak için can atanlara bakınız. Bunlar hep Hak celle Teâlâyı çok zikredenlerdir. Zira Hakkı zikr ede ede artık hakla hak olmuş artık onun gözüne ne para, ne servet, ne dünya ve ne de dünya lezzetlerinin hiç birisinin zerre kadar yeri yoktur. Binaenaleyh bu o demek değildir ki (paraları sakla düşmanın da karşısına çıkma. Allah de otur. Sen yine bunların en üstün mertebesindesin.) Allah-ü a’lem bissavap. Fakat insan derki; bunlardan maksat Hakka tam manasıyla teslim olup ver dediği yerde hepsini vermek, öl dediği yerde hemen tereddütsüz ölüvermektir. Bunu kolay mı zannedersin. Bunu ancak Hak ile hak olan yapabilir. O da yine ancak ve ancak Hak (celle ve alâ)yı durmadan zikri daimî ile zikreden zakirlerdir. Bunu idrak edemiyen zavallılar da ise; hemen tenkid, hemen i’tiraz hazır. Allah (Celle ve alâ) cümlemizi Hakk'ı candan seven ve zikrini dilinden bırakmayan ve gönlünden çıkarmayan bahtiyarların arasından ayırmasın. Abdullah b. Amr (Radiyallahü anhüma)’ın rivayet ettiği şu hadis de çok mühimdir: Malumya hayatta her gün bütün eşya değişmekte, kirlenmekte eskimekte ve yok olup gitmektedir. Bu değişen kirlenen eskiyen şeylerin temizlenmesi yıkanması, tamir edilmesi gerektir. Bunların en naziği ve en kıymetlisi ise gönüldür. Binaenaleyh bu günkü dünyanın fitne ve fesadına nefsin, şehvetin şeytanın iğvası her zaman kirlenmeğe maruz kalan o kıymetli kalbimizin islahı ve temizlenmesi hepimizce matluptur. Tabii esvaplarımız çamaşırlarımız da böyle değil mi? Bunları kirlendiği zaman nasıl yıkayıp temizliyorsak aynı bunun gibi kalplerimizi de daima temiz tutmak en başlıca vazifemizdir. Mü’minlere Va’zlar 202 Zira üstümüz kirlendiği vakit insanlardan utanıp ve kaçıyoruz. Sırf onlar bizim kirli pis halimize vakıf olmasınlar diye. Halbuki gönüllerimizin Allah (Teâlâ)nın nazargahı, baktığı, gözlediği bir mahal olduğunu bilmemiz onu daha da ziyade temiz tutmağa gayret etmemiz tabidir. Halbuki Cenâb-ı Hak kulunun ne malına ve ne boyuna posuna güzelliğine ve çirkinliğine bakmaz. Onun baktığı yer kalptir. Gönüldür. Orasının daima temiz olmasını ister. Orası nazargah-ı ilahi olduğundan orada başka şeylerin olmasını istemez. Onun muhafazası herşeyden daha mühimdir. Onun için Mevlana, Mollacami hazretlerinin olduğu beyan olunan farisi beytinde gönlün muhafazasını elinde tutabilen bahtiyarların en büyük hacılığı yapmış olduklarını beyan sadedinde: ِ ِ ِ ِ ْ َ َ ْ ُ ُ ا َ ُ َ رِ ُכ ْ َو َا َ َا ْ َ א ُכ ْ َو َכ ِכ َو ِ א ِ ُכ َ ْ ُ ِا َ ُ ُ ُ ْ َّ ْ ُ ِ َ َّ ا َّن ا Allahü Teâlâ sizin suretlerinize ve işlerinize bakmaz ancak kalplerinize ve niyetlerinize bakar. beytini terennüm eylemiştir. Hakikaten senelerdir hacca gider geliriz de bir türlü insanlık denilen o güzel nimete nail olabildiğimiz yok. Yine eski tas eski hamam tabiriyle, orada yıkanır günahlardan arınır, gelince yine daha büyük günahlara giriftar olduğumuz, inkar kabul etmez görünen hadiselerdendir. Binaenaleyh en mühim şeyi, gönlün muhafazası ve hakimiyetidir. Bunun da yegane çaresi, nefsin mertebelerini aşıp; Mutmeinne. Radiye ve Merdiyye mertebelerine ulaşabilmeğe çalışmak farz değil de ya nedir? İnsana insanlığı tanıtan ve insanlığın yüksek mertebelerine ulaştıran şeyin ancak zikrullah olduğunu biraz evelki hadis-i şerifte ne güzel beyan buyurmuştur. Sonra bir de Mehmed Zahid Kotku 203 Hak (sübhanehu ve Teâlâ) ile onun maiyyetinde olabilmek de ayrıca bir nimettir ki, başka nerede bulunabilir? Bir insan bir bakanın ve bir kralın, bir padişahın bir Reis-i cumhurun huzurunda bulunduğu müddetçe kendini nasıl bahtiyar addeder ve bunu makam-ı iftiharla fırsat buldukça övünerek söylemekten birtürlü kendini alamaz. Şimdi bir de insan düşünürse ki, bütün varlıkların ve bütün mevcudatın sahibi olan ve kendisine ölüm erişmeyen her şeyi görüp bilen ve herşeye gücü yeten Kadiri mutlak hazretlerinin huzurunda olmanın acaba tadına doyum olur mu dersiniz? ِ ِ ِ ِ ْ َ َ ْ ُ ُ ا َ ُ رِ ُכ ْ َو َا َ اَ ْ َ א ُכ ْ َو َכ ِכ َو ِ א ِ ُכ َ ْ ُ ِا َ ُ ُ ُ ْ َّ ْ ُ ِ َ َّ ا َّن ا Bundan da anlıyoruz ki; nazargah-ı ilahi olan kalbi her türlü çirkab-ı ma’siyetten ve her türlü yaramaz boş kuruntu vesveselerden son derece muhafaza edip, zikrullah ile onu cilalandırmak vazifelerimizin başındadır. Güzel ve son derece kıymetli birşeyin muhafazası sizin ellerinize emanet edildiği zaman nasıl o muhafazaya dikkat edilir. Halbuki o ne de olsa fani bir dünya metaıdır. Asıl korunulacak şey ise; ebediyeti bize kazandıracak olan ve Hak sübhanehunun de nazargahı olan kalb ne altuna ne de yakuta değişilir. O canım gönlü kalbi muhafaza edip Haktan gayriyi oraya sokmamak için yapılan gayretler, çalışmalar farz değil de ya ne dir? Pek sevgili ve aziz kardeşlerim. İnsanın vatanına düşman tecavüz ettiği zaman onu korumak için cihâd farz değil midir? Bir toprak parçasının muhafazası için cihat farz olur da o Allah evi olan gönlün muhafazası Mü’minlere Va’zlar 204 hiç farz olmaz mı? dersiniz? Malum ya cihatta düşmana karşı kuvvet kâfi gelmediği takdirde bütün müslümanların; kadın, erkek, yaşlı, ufak, büyük, yakında, uzakta herkese farz-ı ayn olur. Devletin topladığı asker düşmana yeterse, ne ala. Fakat kuvvetin kâfi gelmediği zaman, bütün müslümanlara her kadın ve erkeğe cihat farz-ı ayn olur. Bundan anlıyoruz ki, bu nefis ve şeytan gözle görülmeyen ve elle tutulmayan bir düşmandır. Hem de mağlubiyeti çok müşküldür. Çünki bunlara ölüm erişmez. Toptan, tüfekten, atomdan, tayyareden falan korkmazlar. Bunların korktuğu bir şey varsa, o da mülkün sahibi olan Allah (Teâlâ)ya ve onun emirlerine sımsıkı sarılıp, zikrullahtan bir an bile gafil olmağa vabestedir. (İki karpuz bir koltuğa sığmaz) derler. Hem dünya hem âhireti kazanmak kolay bir şey midir? Tabiatı ile dünya ihtiyaçlarını yemek içmek barınacak v.s. ihtiyaçların da temin için sıkıntılara karışmak mecburiyetindeyiz. Hem zikrullahtan gafil olmamak ve hem de dünya ihtiyaçlarını temin ise uzun bir sülûk mektebine girip oradaki dersleri bilahere tatbika muvaffak olmakla olur. Onun için senede hiç olmazsa bir kırk gününü bu sülûke ayırıp devam etmelidir. Yoksa-ben sülûk ettim-veyahut-bana sülûk falan lâzım değil- demek boş ve yaramaz sözlerdir. İnsanın kendi aczini bilmesi kadar hüner olmaz. Bu gün memleket şeyh ile dolu fakat sülûk denince hiç birisinin işine gelmeyen bir derttir. Kimisi bidattır der, kimisi ise aldırmaz. Böyle bir çöküntü sürüp gider. Pek aziz kardeşim. Bizim üstadımız Gümüşhaneli dergahı postnişini Mustafa Feyzi hazretleri tam yirmi dört sene sülûke devam etmişler. Buna benzer daha neleri var. Cenâb-ı Hak bizlere de insaf versin de fırsatları kaçırmadan insan-ı kâmil olmağa bizleri muvaffak kılsın. Amin. Mehmed Zahid Kotku 205 Abdullah b. Ömer’in Peygamberimizden rivayet ettiği hadis şöyledir: ِ ِ ِ ْ َو َ א. َّ َ א َ َ ا ْ ُ ُ ِب ذ ْכ ُ ا ِ ِ ِ אد ُ َ ِ ْ َ א ُ َاو َا. َّ ْ ذ ْכ ِ ا ِ ِِ َ َ ْ َ َّ َ ْ َ ِ َ ْ ِ َب َ َ َ א َ ً َواَ َّن ِ َّ اب ا ِ َ َ ْ َو َ ْ اَ ْن:َ َאل ٍ َ ِ ّ ِ ُכ ْ ِ ٰ ْ ٍَ ا ِ َّ ِ ِ ا َ ِا َّن ْ َ ِ Kirlenen paslanan körleşen her şeyin bir temizleyici ve parlatıp cilalandırıcısı var olduğundan, kararan paslanan kirlenen kalbin de pasını giderip parlatan ve cilalandırıp gayet güzelleştiren şey zikrullah olduğu beyan edilmektedir. Gönül malum ya iç alemidir. Çok da büyüktür. Dil ise; dış alemindendir. Binaenaleyh lisan ile yapılan zikirler eğer iç alemine intikal edemeyip yalnız dilde kalırsa, bu zikir kalbin cilalanmasına kafi gelmeyeceği anlaşılmaktadır. Onun için zikrin iç alemine intikali şarttır. Murakabeler tefekkürler bu iç aleminin uyanmasına başlıca sebeplerdendir. Ondan dolayı tefekküre çok teşvik olunup bir saat tefekkür bazan bir sene; bazan de altmış senelik nafile ibâdetlerden hayırlı ve efdal olduğu bildirilmiştir. Zikrin kalbe geçtiğinin alameti kişinin hareketleriyle ölçülür. O kimse ibâdete karşı haris olmakla beraber günahların her nev’inden ve hatta en ufak bir kerahetten bile son derece korkup kaçar. İçi ve dışı hakiki bir sevgi ile dolu olmakla beraber Haktan korkusu da o nisbette fazladır. Emr-i ilahiye imtisal edip yasaklardan kaçmasıyla beraber peygamber (S.A.V.) Hazretlerinin de sünnetlerine pek ziyade bağlı ve riayetkardır. Gece namazlarına devamla az yemek, az konuşmak, az uyumak ve kimseyi incitmemek herkese lâyık olduğu hürmet ve saygıyı göstermekte de pek ileridirler. Mü’minlere Va’zlar 206 Onun için büyüklerin menakıpleri okunduğu vakit insan onların hallerine imrenmekle beraber gayri ihtiyari onlara karşı bir sevgi ve muhabet de hasıl olmaktadır. Bundan dolayı zikirlerin hepsi haktır. Hepsi de güzeldir. Hiç birisine i’tirazımız yoktur. Lakin Nakşi zikri daha güzel, daha ala ve daha efdaldir, hatta yetmiş derece. Çünkü zikirlerini gönülden yaparlar. Kimse bilmez. Hatta melekler de bilmez. Yalnız melekler onların manevi zikirlerinin kokusu ile onları tanırlar. Ve meclislerine gelip zikirlerine iştirak ederler. Bu zikire devamla bütün vücutta zikre iştirak ederek zikrullaha muvaffak olurlar. Ve böylece kendilerinin fenâfillah ve bakâbillah halleri zuhur eder. Bundan sonra ancak hilafete nail olabilirler. Yoksa öyle rüya ile veya keşif ile hilafet vermek ve posta oturmak caiz olmasa gerektir. Bugün Üveysıyyim diyerek rüyada bana şeyhim izin verdi diyerek şeyh’lik yapmağa kalkmak delilikten başka birşey değildir. Onun şöhrete ne kadar muhabbeti olduğunu bu hali izhar etmektedir. İnsanın kâmil olması başka, başkalarını kemale ulaştırabilmesi de başkadır. İnsan kendini biraz beğenipte şeyhlik yapmağa kalkışıp bazı safdil insanların başına toplanmasıyle de gururlanması tabiidir. Bundan sonra... Allah cümlemizi aff-ı mağfiretine mazhar buyursun. Haddini bilen kullarından eylesin amin. Hazret-i Nakş-i Bend hazretlerinin çektiği çileleri ve riyazetleri hele Abdülkadir Geylani hazretlerinin Bağdat çöllerindeki halvet ve çileleri adeta tahammül olunacak birşey değil gibi geliyor. Fakat bir onlardaki azme bak bir de bizim hazırlop şeyh oluşumuza bak. Böylebir şey teklif ederseniz hemen cevap hazır. Mehmed Zahid Kotku 207 — Efendim halvetlerde şöhret vardır. Biz halvetleri dışarda yaparız.diye hem kendilerini hem de başaklarını da aldatırlar. Bir de bid’at diye iftiralarda bulunurlar. O peygamber-i ahir zamanın Hira dağındaki halvetlerini hiç hatırlarına bile getirmezler. Acaba kaç sene ramazan-ı şerifteki itikafı yaptınız? (Efendim vazifelerimiz çok halkın irşadıyle meşgul olmak dolayısıyle fırsat bulamıyoruz.) Acaba bizim vazifelerimiz Peygamber (S.A.V.) in hizmetinden daha mı çok idi? Hasbünallahü ve ni’me-l’vekil. Hadis’i şerifin alt tarafı daha çok manalı İnsanları Allah Teâlânın azabından kurtaran necat veren şeyin zikrullah olduğunu bildirilince ashab-ı kiram hazeratı. — Fisebilillah yapılan cihattan da mı? diye sorulunca — Eğer kılıncı kırılıncaya kadar döğüşse yine zikrullah hem efdaldir ve hem de azab-ı ilahiden kurtarıcıdır. Bir rivayette “meğer birinci kılıncı kırılır, ikinci kılıcı ile döğüşür o da kırılır. Üçüncü kılıncı da kırılırsa o zaman bu mücahede fisebilillah efdal ve ala olur”. Bilmem dikkat buyuruluyor mu? Askere gidip her ölene biz hemen şehit deyiveriyoruz. Bunların ehl-i iman olup olmadıklarına hiç bakmayız. Şehadette en evvel iman şarttır. Eğer böyle olmazsa kâfirlerin de harpte ölenlerine şehit demek mi lâzım? Abdest almasını bilmez namaz kılmasını bilmez, Kur’an okumasını bilmez. Vay bizim halimize. Eğer biliyor da yapmazsa o da fena. Nasip olursa biraz ilerde namaz kılmayanların halini de yazmağa çalışacağız: Ne kadar çirkin olduğunu hiç olmazsa öğrenmiş oluruz. Tirmizi hazretlerinin Ebu Said el-Hudr-i Hazretlerinden rivayet ettiği 11 No lu hadis çok dikkate şayandır. Mü’minlere Va’zlar 208 Peygamberimiz efendimizden sormuşlar: — “Allah'ın kullarının ind-i ilahide derece itibariyle en efdal olanı kimdir?” demişler: de (S.A.V.) hazretleri: — Allah Teâlâ hazretlerini çok zikredenlerdir- buyurmuşlar Soran zat — “Fisebilillah - Gazilerden demi?-” demek isteyince — Eğer kılıcı kırılıncaya kadar küffar ve müşriklerle dövüşse ve kanIara boyansa dahi yine Allah Teâlâyı çok zikir edenler derece itibariyle daha efdaldir. cevabını almış. ً َ ون ا َّ َ َכ ِ ً ا اَ ْ َ َ ِ ْ ُ َد َر َ ُ אن ا َّ ِכ َ َ َכ buyurmuşlardır. 25. hadisle Ebu Musa (R.A.) dan rivayet olunur ki (S.A.V.) hazretleri buyururlar ki: “Bir adam evinde oturup para dağıtıyor. Biri de oturmuş Allahü Teâlâyı zikrediyor. Şimdi bunlardan Allah-ü Teâlâ’yı zikreden o paraları dağıtandan efdaldir.”Bir rivayette ise; “zikrullahdan daha efdal sadaka olmaz” buyurmuşlardır. Bununla beraber bizim başımıza musallat olan yakamızı bırakmayan bir nefis ve bir de şeytan vardır ki, bunların elinden kurtulmak öyle her baba yiğidin işi değildir. Buna ancak: hakiki, muhlis çok zikir edenler ve zikir etmesini öğrenen ve onu tatbik edebilen bahtiyarlar muvaffak olabilirler. Yoksa gelişigüzel her zakir buna muvaffak olamaz. Onun için zikir denilince çok zikir de yanında şart konulmuştur. Zira şeytan-ı aleyhi’la’ne insana ve bâhusus müslümana musallattır. Ağzını açmış, adem- oğlunun kalbi üzerine konmuş bekler. Eğer zikir ediyorsa, büzülür çekilir. Eğer zikirden gafil ise onu yutar. Yani o artık şeytanın elindedir. İstediği gibi oynatır. Yani Mehmed Zahid Kotku 209 (af ederseniz misalde münakaşa olmaz derler.) Hayvanların ağızlarına gem vurulduğu zaman, artık o hayvan onun elinde, ne tarafa istenirse o tarafa sevkeder. Çingenlerin koca ayılara hüküm ettikleri gibi, şeytan da zikirden gafil olanlara böylece hüküm eder demektir 22 numaralı hadisin hülasası, Mücahidlerin salihlerin namazdakilerin zekat verenlerin hac edenlerin sadaka verenlerin içinde en büyük ecri alanların kimler olduğu sorulduğu zaman Allahü Teâlâyı çok zikir edenler buyurmuş. Ummü Enes (R.A.) rivayetinde onlara Cenâb-ı Peygamber efendimiz, “Allah-ü Teâlâ’yı çok zikir ediniz. Muhakkak Allah-ü Teâlâ hazretlerini zikir ederek ona mülaki olmak amellerin Hak (Sübhanehu ve Teâlâ)ya en sevgilisidir. Bu Ümmü Enes Resulüllaha hizmet eden Enes b. Malik değildir, başka bir ravidir. Hele şu 28. hadis pek manalıdır. Ebu Hüreyre’den rivayet olunmaktadır: “Allah-ü Teâlâ’nın zikrini çok yapmayanlar imandan beridirIer” yani uzaktırlar. Bu nekadar mühim. Sakın sen kalkıp bunları te’vil etme veya-zayıftır, senedi şöyledir, böyledir- demeğe çalışma; Bak tam otuz adet, 14 adet de toplu zikir hakkında toplam 44 adet hadisi muhterem zat toplamış kitabına yazmış, belki bazılarının zaifi olsa dahi onlar birbirlerini kuvvetlendirmezler mi dersiniz? Yalnız zikrullah denince ödümüz kopmasın. İşte dünyamızın hali. Her gelen yükünü alıp gitmektedir. Sen de bende muhakkak sıramız gelince gideceğiz. Şimdi bu kadar kıymetli bir zikrullahı bırakıpta fani olan ve ölünce bizimle gelmeyen metaı ne edeceksin. Bir de bizleri boylu boyunca günahlara sokan haramları irtikap ettiren, faizlere bulaştıran dünyayı mı istersin, yoksa seni nefsin, şehvetin, şeytanın elinden koruyan ve kurtaran Allah'ü (Celle ve alâ)nın zikrini mi? Mü’minlere Va’zlar 210 İmam Gazali’nin şu sözü çok hoşuma gider: (Dünyaya muhtaç olduğun kadar dünyana, ahirete muhtaç olduğun kadar da ahiretine çalışmayı tavsiye etmektedir.) Dünyaya ihtiyacımız her nekadar çok olursa olsun, muvakkat ve fanidir. Ahiret ise hem bakî ve daimîdir. Hiç insan faniye bakiyi değiştirir mi? Bazı muhterem kimseler vardır ki bu gibi teşviklerin pek hoşlarına gitmemesi bakımından, bu hadislere i’tiraz ederler. Cesaretle inkara kadar kalkanları da her zaman buluna gelmektedir. Bunların inkârlarının zararları kendilerinedir. Kafile yine yoluna devam eder. 28 nolu hadisdeki “imandan beridirler” lafzı Allahü a’lem imanda kâmil değildirler-demektir. Yoksa büsbütün imansız demek değildir. Yalnız cennete her ehli iman gibi girerler de, kâmiller ilk önce girerler. Yine 10 ve 20. hadis-i şeriflerde ise “Hak Teâlâyı o kadar çok zikir edersiniz ki, hatta o kadarki, sizi görenler bunlar mecnun derler.” Yani size deli deninceye kadar zikre devam ediniz. Onların bu sözlerine kulak da asmayınız. Diğer rivayette-mecnunyerine-mürai? kelimesi gelmiştir. Bu ne mürai adam derler. Ne derlerse desinler. Size yakışan Allah-ü Teâlâ’nın zikrine devamdır. Müslim’in Ebu Hüreyreden rivayet edilen şu hadisIe bahsimizi bitirmiş olalım: “Resulullah (Sallahü Aleyhi ve Sellem) hazretleri Mekke yolunda iken CÜMDAN denilen bir dağa uğradılar. — Yürüyünüz -Bu Cümdandır. Buradan Müferridun Sebkat etmişlerdir. — Bu müferridun ne demektir? diye sordular. — Allah-ü Teâlâ’yı çok zikredenlıer, diye cevap verdiler. Mehmed Zahid Kotku 211 Herhalde bu kadar izahat kâfidir hatta çoktur. Cenâb-ı Hakkın lutuf ve inayeti ve ihsanı ikramı, üzerlerimize olsun da Hak (celle ve alâ hazretleri) zikr-i daimi zikreden kullarının arasına bizleri de kabul buyursun ve cümlemizi sevdiği ve razı olduğu kullarından eylesin amin. Bihürmeti seyyidil mürseliyn. Salevâtûllahi ve selâmühu aleyhi ve aleyhim ecmaiyn.* * Tergıyb ve Terhib, c. II., s. 292-400 TOPLU OLARAK ZİKİR ETMENİN FAZİLETLERİ İmam Buhari ile İmam Müslim’in Hazret-i Ebu Hüreyre (Radiyallahü anh)’den rivayet ettikleri hadis-i şerifte, Resûlullah (S.A.V.) hazretleri buyuruyorlar ki: Cenab-ı Hakk’ın bir takım melekleri vardır ki zikir meclislerini aramak üzere gezerler. Bir kavmi zikr eder oldukları halde bulurlarsa hemen diğer arkadaşlarını da davet edip -geliniz aradığımızı bulduk- diye derhal toplanır o zâkirleri kanatlarıyla ihata ederler ve dünya semasına kadar dolarlar. Onlarla beraber otururlar. (Bu, meleklerin Ben-i Ademin ve onların zikirlerini dinlemeğe ne kadar muhabbetleri olduğunu göstermektedir). Cenâb-ı Hak (sübhanehu ve Teâlâ) meleklerine sorar ki: Mü’minlere Va’zlar 214 — İbadım ne diyorlar? (halbuki kendisi hepsini ve her şeyi bildiği halde bu sorgusu bizleri irşad içindir) Melekler de derler ki— Seni tesbih ve tekbir ve tahmid ve temcid ediyorlar. Cenâb-ı Hak Yine buyurur ki — Onlar beni gördüler mi? Melekler yine cevaben— Hayır ya Rab vallahi seni görmediler. Yine Cenâb-ı HAK— Eğer görselerdi nasıl yaparlardı? (veya nasılolurdu onların hali?) Melekler cevaben— Eğer görmüş olsalardı ibâdetleri daha şiddetli tahmidleri de şiddetli ve tesbihlerini de çok ederlerdi. — Onlar benden ne istiyorlar?- deyince melekler de — Senden cennetini istiyorlar. — Onlar benim Cennetimi gördüler mi ki? — Hayır ya Rab vallahi görmediler. — Eğer görmüş olsalar halleri nasıl olur? Eğer onlar cenneti görseler ne yaparlar? cevaben. — Cennetin için hırsları çok artar. Ve onu talepte de çok fazla şiddetli olurlar. Ve pek büyük gayret gösterirlerdi. Yine Cenâb-ı Hak meleklerine. — Kullarım nelerden sakınıyorlar? -Melekler de— Nardan yani cehennem ateşinden. — Onlar o cehennem ateşini gördüler mi?— Hayır vallahi görmediler. Cenâb-ı Hak yine — Eğer görseler ne yaparlardı? Melekler de — Eğer onlar o cehennemi görmüş olsalar son derece şiddetle kaçarlar, korkuları da o nisbette artardı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakda buyuruyor ki: Mehmed Zahid Kotku 215 “Ey meleklerim siz şahit olunuz ki, ben onları mağfiret eyledim.” deyince meleklerden birisi. — O zikir meclisinde onlardan olmayıp ancak bir iş ve hacet için onların arasında bulunanlar var. Derlerse de Hak celle ve ala. — Onlar öyle bir kavim ve cemaat dirler ki; onların arasında bulunanlar ve oturanlar şaki olmaz. Ve rahmet-i ilahiden uzak olmazlar. Yani hepsi mağfiret-i ilahiyeye nail ve mazhar olup rahmet-i ilahiyeye erişirIer. Yine buyurur ki Enes (Radiyallahu Anh) ın Rasulullah (allalahu Aleyhi ve Sellem) den rivayetinde — “Hiç bir kavim yoktur ki Allah Teâlâ hazretlerinin zikri için toplanır ve zikir ederlerse (ki; bunların muratları da, ancak Allah'ü Teâlânın rızası için ise) mutlaka semadan bir münadi mağfur olarak kalkınız, muhakkak seyyiatınız da hasenata tebdil etti diye tebşiratta bulunur.” Taberani’nin buna yakın bir rivayet i vardır: Sehl b. Hanzale (R.A.) (Sallalahü aleyhi ve Sellem)in — Her bir kavim ki, (Allah azze vecelle hazretlerinin) zikri için bir mecliste oturur, zikr-i ilahiden sonra dağılırlarken onlara denir ki; Muhakkak AIlah-ü Teâlâ sizleri mağfiret eyledi ve hem de seyyiatlarınız hasenate tebdil eylediği halde... Diğer hadis-i şerifler de hemen hemen bunlara yakin bazen daha ziyade bazen da daha kısa olarak naklolunmaktadır. Mü’minlere Va’zlar 216 Zikir meclislerinin riyazü-l cennet olduklarını yani cennet bahçeleri mesabesinde olduğunu unutmayınız ve buralara rast geldiğiniz zaman hemen bunların arasına girip oturunuz. Sabah ve akşam, daima Allah'ü Teâlâ’nın zikri ile meşgul olmayı da vazife bilin. Zira o Hakk rızası için toplanıp zikir edenler dağıldıkları zaman, hem mağfurinden olurlar ve hem de seyyiatları hasenata tebdil olunduğu gibi, pek büyük mükafatlara mazhariyetlere de erişirler. Rahmetli Gümüşhaneli Hazretleri, bazı dertlerinin veya hastalıklarının giderilmesi için müracaat edenlere cemaate devamı tavsiye ederlermiş diye dinlemiştim. Kulun İndaIlahdaki kıymetinin ölçüsü. Kulun Allah-ü Teâlâ’nın rızası için yaptığı amellere, ibâdetler ve zikirlere göredir. Yani kendisi Allah (Teâlâ)yı ne kadar seviyor onun zikrine ne kadar devam ediyorsa Allah-ü Teâlâ da onu o kadar sever. Bu tabii bir şeydir. Bizlerin arasında da bu böyle değil midir? Sevdiğimiz kadar seviliriz Yalnız Allah-ü Teâlâ’nın sevgisi bizim sevgimize mukaddemdir. Yani o bizi sevmedikçe, bizim onu sevmemiz mümkün olmaz. Halbuki o bizi sevmiş ve yaratmış. (Lehül hamd). Bir de iman İslâm nimetiyle in’am ve ihsanda bulunmuş olduğundan, artık bundan sonrası bizim üzerimize borç olan: Vazifelemizi lâyıkıyle yapmağa kalmıştır. Binaenaleyh birtakım kimseler vardır ki Nebilerden ve şehidlerden olmadıkları halde yüzlerindeki nur bütün bakanların gözlerini kamaştırır. Nebiler ve şehitler onun nail olduğu devlete ve kurb-i ilahiye mazhiriyetlerine gıpta ederler. Bunların kimler olduğu Rasulüllah efendimize sorulduğu vakit: - Bunlar müteaddit kabilelerden ve başka başka memleketlerden Allah-ü Teâlâ’nın zikri için toplanmış kimseler olup konuştukları zamanda da sizin hurmaların iyilerini seçtiğiniz Mehmed Zahid Kotku 217 gibi onlar da sözlerin böylece iyilerini seçip konuşurlar. Sadece zikrullah ile Kur’an-ı Kerim ve ehadis-i nebevilerle meşgul olurlar. Buyurmuştur. Bunu Ebu’d Derda hazretlerinin, şu hadisi daha güzel bir şekilde anlatmaktadır:” Resul-i Ekrem (Sallallahü aleyhi vesellem) hazretleri: Kıyamet gününde Cenâb-ı Hakk bir takım, kavmi ba’s eder ki, yüzleri nur içinde, inciden minberler üzerinde oldukları halde bütün insanlar bunlara gıpta ederler. Halbuki, bunlar ne nebilerden ne de şehitlerdendir. Bunu dileyen bir a’rabi dizleri üzerine oturup. - Ya rasulallah bunları bizlere bildirin ki, biz de onları bilelim.- deyince, (S.A.) hazretleri: - Onlar Allahü Teâlânın rızasını kazanmak için bir birlerini seven müteaddit kabile ve memleketlerden Allahü Teâlânın zikri için toplanıp zikredenlerdir, diye bunlar bize tanıtılmış oldu.” Müslim’in ve Tirmizi’nin Ebu Hüreyre ve Ebu Said (Radiyallahü Anhüma) dan yapdıkları rivayette, bu iki zatın peygamberimiz (S.A.V) in şu sözlerine şahit olduklarını da beyan buyurulmuştur. “Bir kavim Allahü Teâlâ’nın zikri için otururlarsa; onları melekler ihata edip rahmet-i ilahiyeye gark olup üzerlerine sekine vekar ve rıza-i ilahi olup, Cenâb-ı Hak indindeki melaike-i mukarrabine onları zikreder. Bakın benim şu kullarıma her işlerini bırakıp benim zikrim için toplanmışlardır deye medh-ü sena buyurur.” Tirmizi hazretlerinin Enes (R.A.) dan rivayet ettiği hadis de: ِ ِ ِ ُ ِا َذا ر אض ا ْ َ َّ ِ َ َאل ُ َ ِאض ا ْ َ َّ َ َ ْאر َ ُ ا َ א ُ ا َو َ אر َ ْ ََْ ِ ِ َ ُ ا ِ ّ ْכ Mü’minlere Va’zlar 218 Zikr halkalarının hakikaten cennet bahçelerinden bir bahçe olduğu erbabı tarafından müşahede olunmaktadır. Bir insan kendi kendine ne kadar zikir ederse etsin; cemaatle halka halindeki zikrin tadını bir türlü alamaz. Mesela hergün kendi kendine yüz bin zikir yapsa cemaatle yaptığı yüz veya bin zikir onun yüz bininden daha hayırlı ve efdaldir. Her ne kadar yalnız başına gizlice yapılan zikre riyadan hali ise de ihlas olduktan sonra cemaatle zikrin hiçbir zararı olmadığı gibi fâidesi de o nisbette çoktur. Onun için fırsat buldukça toplu olarak bir miktar Kur’an-ı Azimüşşan okunur, bir miktar bir nasihat kitabı okunur, bir miktar da zikrullah yapılır. Biraz da salevat-ı şerife getirildikten sonra: َ ْ َ ِا َ َ َا َّ َا ْ ِ َك َا ْ َ ُ َا ْن َك َواَ ُ ُب ِا َ َכ ْ ُ َ ِ ُ ْ َ א َ َכ ا َّ ُ َّ َو ِ ْ َا َ ْ Duâsı da üç kere okunarak dağılınır. Hatm-i Hace yapılabiliyorsa daha çok a’la olur. Bu duâyı: ِْ َ ُ َ ِ ُ َّ َ א ِ ِ ْ َא ِ َْ ُ ْ َ َ ُ أً َو ْ َ ْ َا ُّ ُ َب ِا َّ ا ِ ُ ْ َ ilave ederlerse daha a’la olur. Bu duâların meclisde vaki olan hatalara keffârat olacağı da ayrıca beyan olunmuştur. Şunu da bilmek gerektir ki; herhangibir mecliste insan bir müddet oturur da sonra orada bir zikrullah veya bir Kur’an okunmadan ve salevât-ı şerife getirmeden ayrılırsa, o meclisin Mehmed Zahid Kotku 219 kimse için yevm-i kıyamette bir nedamet ve hüsran pişmanlık meclisi olacağını da unutmamak lâzımdır. Zira Cenâb-ı Hakk'ın kendisine ihsan buyurduğu sağlık ve afiyet ömür akıl ve zekânın icabı bunları ve sayısız nimetleri kendisine bahşedeni anmak ve onu rızasını kazanıp âhiretin saâdet ve selâmet evlerinde yerlerini almaktır. Bunun aksi ise; çok cahilane bir hareket olup netice itibariyle nedameti mucip olur. Bir daha da telafisinin mümkün olamıyacağı cümlenin de malumudur. Cenâb-ı Hak cümlemize intibahlar nasip etsin de ömürlerimizi boş yere nefs-i hevâya uyarak zayi etmekten muhafaza buyursun amin. KUR’AN-I AZÎMÜŞŞAN’I OKUYUP OKUTMANIN LÜZUMU HAKKINDA ... خ م ت ه ن. ُ َ َّ َ آن َو َ ْ ُ ْ َ ْ ُ ُכ ْ َ ْ َ َّ َ ا Sizin en hayırlınız Kur'an'ı Kerimi öğrenen ve öğretendir. Osman b. Affan (R.A.)’dan rivayet olunan bu hadis, Kütüb-i Sitte’nin hepsinde de yazılıdır. İnsanların hayırlısı ve efdalinin kim olduğunu ve insanların en çok ne üzerinde durmalarını ve neyi bilip bildirmelerinin lâzım geldiğini şu hadis-i şerif bize pek açıkça beyan etmektedir. Bu günün insanı hemen bütün ömrünü dünya tahsillerine harcamakta, daha sonra da Avrupa mekteplerinde onların dillerini ve ananelerini öğrenip memIeketimize getirerek o temiz ve Mü’minlere Va’zlar 222 çok nezih olan her şeyimizi bozarak ve bizi bugünkü hale getirmişlerdir. Tabii her milletin her kavmin bir meziyeti vardır. Bunların iyisini alıp kötüsünü bırakmak lâzım gelirken, bilâkis kötüleri alıp iyileri almamış ve hiç kulak bile asmamış olduğumuz meydandadır. Bakınız daha dünkü yahudi, bugün memleketine bir tayyare fabrikası kurmuş ve tayyaresinin de uçuş merasimini göstermekte olduğu görülmektedir. Biz ise hala kırk milyonuz diye övünür dururuz da evlatlarımız Avrupada işçilik, ameleIik yapmakta ve biz daha hala yine, bütün muhtaç olduğumuz askeri ve milli ihtiyaçlarımız ve hatta yiyeceklerimiz için onlara adeta avuç açmaktayız. Toplar yapıp İstanbul surlarını döven, gemilerini karadan yürüten Anadolu Hisarını o günkü haliyle üç ay gibi kısa bir zamanda tamamlayan Türk milleti bak bugün ne halde. Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u zapteddikten sonra camisini, bütün külliyesiyle birlikte tamamladığı ve tedrisata başladığı zaman ders hocalarına yevmiye bin akçe verdiğini ingiliz tarihçisi tarihinde yazmış. Birçok İngilizce Fransızca, Almanca kitaplar Türkçeye çeviriIdiği halde, bu ingiliz tarihçisinin Fatih Sultan Mehmed hakkında yazdığı eseri Türkçeye çevirmek ihtiyacı maalesef duyulmamıştır. Bir cihetten de iyi olmuş. Çünki o ingiliz Fatih hakkında bazı yanlış fikirler de beyan etmiş. Bugün Akşemsettin hazretlerinin torunlarının onsekizincisi olan, sabık Vali ve meb’us bir zat-ı muhteremin şimdi bu eseri hem Türkçeye çevirmekte ve hem de hataları tashih etmekte olduğunu duyunca çok sevindim. İnşaIlah yakında çıkar da hepimiz istifade ederiz. Şimdi mühim olan; bizim tarihçiIerimizin bunları bilmesidir. (Her halde bizim tarihimize bunlar) mufassalen geçmiştir. Mehmed Zahid Kotku 223 Fakat ne yazık ki; bugün bunlardan istifade edilebilecek pek az kimseler mevcuttur. Şurası herhalde çok mühimdir: Fatih bir taraftan toplar icad edip gemilerini karadan yürütecek kadar bir kuvvet ve kudrete sahip iken diğer taraftan ma’neviyatın en mühim rol oynıyacağını bildiğinden hemen camisinin yanına kocaman bir üniversite kurup din tedrisatına çok büyük bir paye ve kıymet vermiş olacak ki; her hocaya bin akçe vermek ne demektir? Bu gün bile dünya’nın hiçbir köşesinde böyle bir harika görülmemiştir. Bugünki din adamları olan hocalarımızın dünkü ve bugünki halleri ma’lumdur. Ve bunlarla hâlâda kimsenin ilgilendiği yok. Avrupa memleketlerinden gelen talebelere İngilizce, Fransızca, Almanca biliyor diye, nasıl kıymet verip yüksek maaşlarla yüksek mevkileri veriyoruz da bir hoca efendiyi en düşük hatta çöpçü ve amele sınıfından da daha aşağı maaşIarla istihdam etmeğe utanmıyoruz. Sonra ölümüz de dirimiz de her zaman onlara muhtaç olduğumuz ve pekçoklarımızın da hocaları oldukları halde ölçümüz bugünkü okullarımızdır. Eğer oradan bir diploması yoksa dünyanın bilgisini bilse yine hiç kıymeti yoktur. Halbuki bu gün okuduğumuz bütün bilgilere rağmen ahlâksızlığın önüne geçme imkanı bulunamamakta, her tarafta hırsızlık, zina, kumar, eşkiyalık, hilelerin enva-i çeşidi gözlerimizin önünde. Sade bir yağ bulmak, sade süt içmek hatta sade bir bal bulmak vs. ne kadar müşküldür. Parası ne kadar pahalı olursa olsun ve yine yağlara patates vs. gibi şeyleri karıştırmakta bazı maddelere taş ve kum koyarak ağırlığını temin etmekte, bir sürü yasak eşyayı memlekete çeşitli yollardan sokmaktayız, üstelik bunların önüne geçebilmek için birçok fuzuli memur, polis, jandarma kullanmak mecburiyetinde kalıyoruz. Bu da Mü’minlere Va’zlar 224 bizim büyük külfetlere katlanmamıza sebep oluyor Rahmetli Fatih insanları ilme teşvik, bir miktar fazla maaş vermekle, bunların toptan önüne geçmeyi hedef etmiş ve ordularımız düşman memleketlerini muhasara ve zapt ettikleri sıralarda bile helâle harama nekadar dikkat edilmişki, hıristiyan bağ ve bahçelerinde yenen meyvelerin paraları ağaçların dallarına bir çıkı içinde bağlanır imiş. Tabii bu kadar doğruluğu ve dürüstlüğü gören hıristiyan halk da kolaycacık teslim olup ve birçokları da müslüman olurmuş. İşte bu gün İstanbul’umuzu süsleyen camilerimizin bir çok kısmı bu sonradan müslüman olan kumandanlık mevkilerine kadar yükselen zatların eserleridir. İşte Aksarayda Hacı Muratpaşa camii de bunlardan biridir. Bunların kardeşleri Avrupa memleketlerinde prensIik yaparlarken onlar da İslâmiyeti seçip bizlere bu yadigarları emanet etmişlerdir. Maalesef bir devir geldi ve bunları yok etmek için çalışan çok oldu, kendileri gitti. O mabetler yine kaldı. Elbette kıyamete kadar da kalacaktır. Çünkü bu din Allah-ü (celle ve âlâ’nın) bizlere lutfettiği bir dindir. Bize insanlığı öğretmekle beraber Allahü Teâlânın varlığını birliğini her şeyi görüp bildiğini ve her şeye gücü yeter olduğunu öldürmek ve yaratmanın kendisine mahsus olduğunu, o kitab-ı Mübiyn olan Kur’an-ı Azımüşşan da dünya ve âhiretimize ait herşeyi pek güzel ve açık bir şekilde bildirmiştir. Bize, düşmanlarınıza ve benim düşmanlarım olan dinsizlere karşı uyanık olup, onları her zaman korkutacak derecede onlardan daha ziyade kuvvetli ve hazır olmamızı emrederken, topu falan yerden, silahları filan yerden, uçakları falan yerden almak ve bunlara avuç dolusu para vermek hiç yakışırmı? Onları hep onlar yapsınlar, biz de onlardan alalım. Hiç olacak şeymi? Ecdadımız pek az zamanda koca koca donanmalar yapıp denizcilerimizin Mehmed Zahid Kotku 225 şöhretlerini Dünyaya gösterirken bugün de bak halimize. Ne desek boş. Bir avuç Yahudi daha dün devlet kurdu. Bak bugün o tayyare fabrikasını kurmuş, uçağını çıkarmış, yoksa yarın biz de ondan mı alacağız? Allah esirgesin. Bir an evvel dinimize dönüp evlatlarınıızı müslüman olarak yetiştirmek ve Fatih’in yaptığı gibi yapıp işi kısa yoldan halletmek lâzımdır. Biz dinimize ve din hocalarımıza kıymet vermedikçe ne yapsak boşunadır. Çünkü dünya hergün şiddetini artırmakta zamanlar değişmektedir. Değişmeyen dindir. İşte bugün bir sürü insan gözlerini zenginlerin mallarına dikmiş, hazır lop arıyorlar. Bunları da hiç korkmadan çekinmeden açıkça konuşuyorlar, çeşitli fitneler koparıyorlar. Bu zenginlerin elinden mallarını fabrikalarını evlerini alalım hep beraber olalım diye feryad-u figan ediyorlar; öyle zannederim ki; bu gün bu zihniyette olanlara rey verenlerin çoğu müslümanlıkla hiç alakası olmayan betbahtlardır. Müslüman görünüpte yine bunlara reyini veren insanda da hiç müslümanlık olmadığı aşikardır. Allah korusun şimdi bir de Masonluk var. O da Avrupa hayranı çıplaklık ve Avrupalı gibi olabilmek sevdasında bu da komünist kadar korkulu şuursuz bir tabaka. Deden müslüman, baban da müslüman, sen de müslümansın ha... Neden mason oldun? Bir yahudi dolabına girdin, hiç kimseyi aldatma doğru söyle (Sen müslüman mısın?) Eğer müslümanım diyorsan ne diye mason oldun? Müslümanlıkta ne yok ki; yardımın en iyisini en güzelini emreden müslümanlık değilmi? Mason cemiyetlerine herhangi bir şekildeki velev ufak bir sözle dahi olsa en ufak bir yardım etmek ve onlardan yine en ufak bir yardım beklemek hangi müslümana yakışır? Biz seni bunun için mi okuttuk? Keşke sen bir çoban ve bir amele olaydın da müslüman olaydın. Masonluğun yüksek derecelerine Mü’minlere Va’zlar 226 erişenleri hep görüp biliyoruz ki; müslümanlığa tam zıt ve müslümanlığı yıkmağa kasdeden bedbahtlardır. Şimdiye kadar bunu yapmağa çalışanlar çok çıkmış fakat hepsi yıkılmış parçalanmış. Elhamdülillah İslâmiyet yine ayakta. Çünki İslâm dini Allah-ü Teâlâ’nın bize ihsan ettiği bir dindir. Muhafızı da yine odur. Şimdi sen okuduğun Kur’an’a iyi bak. Kuran'ı Kerim ne diyor sen ne yapıyorsun. Eğer âhiret yok diyor inanmıyorsan bir kere müslüman değilsin. O zaman hiç olmazsa ekmeğini yediğin milletin hakkına hukukuna riayetkâr ol. Müslüman olmamız dolaysıyle şu okuduğumuz “Elhamın” manasını anlayabilsek bu da bize yetecektir. Yalnız şunu daha açık söylemek lâzımdır ki; bid’at denilen i’tikadta bozuklukla beraber bir de dinsizlerin yardımcısı olan zavallılar başlarını secdeden kaldırmasalar ve camilerden çıkmasalar bile, Allah-ü Teâlâ onların hiçbir ibâdetlerini kabul etmez. Ne haclarını ne zekatlarını ve ne de oruçlarını. Hadis kitaplarında ve i’tikat kitaplarımızda pek açık bir şekilde belirtilmiştir. Onun için Cenâb-ı Hakkın emirlerine uymakdan daha emin ve güzeli yoktur. Müslüman olan muhakkak ölümden sonrasını da düşüneceğinden hiç bir zaman küfrün yardımcısı olamaz. Kıyafetleri bile insana çok acaip gelmektedir. Sonra Allah esirgesin bir de Peygamberimize iftira ederek “o da saçlarını uzatırmış” diyorlar. Peygamber (S.A.V.) in her şeyi pek temiz ve pek güzel idi. Onun saçları kulaklarının yumuşağını geçmezdi ve sonra onu çok güzel tarar ve ikiye ayırırlardı. Görenler hayran kalırlardı. Bazen darma dağınık saçlı gelenleri huzurlarına bile kabul etmezlerdi. Binaenaleyh bütün çirkin ve iğrenç hallerin önüne geçmek İslâmiyeti iyi bilmek, Mehmed Zahid Kotku 227 Kur’an-ı Kerimi iyi bilmek, Peygamber efendimizin hadislerini iyi bilmeğe vabestedir. Bilmekle beraber amelde şarttır. Bilip amel etmeyenin bilmeyen cahilden farkı yoktur. Belki cahilden daha fenadır. Çünkü onun her işi halka örnektir. Cahil kimse kulak asmaz. Amma alim öyle değildir. Binaenaleyh âlimi ilmiyle âmil olacak bir seviyede yetiştirmek gerekir. Yoksa şimdiki mektepler gibi herkesi kendi keyfine bırakıp isteyen namaz kılar, isteyen kılmaz kimse de buna karışmaz. Bugün birçok Yüksek İslâm Enstitüsü’nden çıkıp gelenlerin bazıları gerek askerlik hallerinde ve gerekse sair vazife anında namaz kılmadıkları halkın gözünden kaçmamaktadır ve böylelerin din adamı yetiştiren okuldan çıktığını bilenlerce kendilerine karşı bir samimiyyet beslenmediği de görülegelen hadiselerdendir. Biz böylesine yüksek paralar vererek kürsilerimizi doldursunlar diye değil, hakiki din adamları, bilgileriyle amil, büyüklerine saygılı küçüklerine şefkatli, şeriate ve tarikata sadık kimselerin yetişmesini ister ve bekleriz. Bunu şayet idareciler yapmazsa erbab-ı servetin bir araya gelerek milli bir vazife bilerek yapmaları lâzımdır. İşte bugün pekçok camiler halk tarafından yapılırken bunların içinde hakiki ve candan vazife görecek kimseleri de yetiştirmek ve bunlara halkın eline bakmaktan kurtarıp zamanın ihtiyaçlarına uygun müreffeh bir hayata da sahip olmalarını temin etmek yine dini ve milli borçlarımızdandır vesselam. Bugün tamamiyle aksi bir hal zuhur etmiş, camiler birer bahane ile kapatılmış, altındaki vakıflar satılmış, medreseler tamamiyle kapatılmış, kıyıda bucakta okumak ve okutmak isteyenler baskınla yakalanarak mahkemelere ve hapishanelere atılmış. Aman ya Rabbi ne acı manzara. Acaba Fatih Mü’minlere Va’zlar 228 bunları görseydi ne yapardı? Elhamdüllillah o günlerde geçti camiler açık, medreselerin yerlerine kur ‘an kursları, İmam Hatip mektepleri, enstitüler, dini fakülteler açıldı. İnşallah daha ziyade inkişaflar da olur. Binaenaleyh. Her müslüman ana ve babaya ricam şudur ki, çocuklarına -her ne pahasına olursa olsun- dinlerini öğretip dindar bir nesil yetişmesine çalışmalıdır. Yoksa işin sonu felakettir. Dünya mallarını kazanmak için hırslarımızın sonu ölümle nihayet bulacak. Bu kazanıp geriye bıraktığımız servet bizim başlıca düşmanımız olup ne kabirde ve ne de ahiret aleminde yakamızı bırakmıyacaktır. Dünya bilgilerine sahip olup Kur’andan ve dinden nasipleri olmayanlar da böyle kabir, âhiret azaplarına müstahak olacaklar ve cezalarını çekecektirler. Bu günkü bilginlerin çoğu da âhirete inanmamakta, ölümle herşeyin biteceğine sahip olduklarından yaptıkları bütün fenalıklardan ve günahlardan ve mes’uliyet-i maneviyeden zerre kadar korkmamaktadırlar. Onun için herkesin başına bir polis ve bir jandarma koysak yine işin içinden çıkamayız. Çünki o polis ve jandarma da nihayet bir insandır. O da aldanacak ve iş çıkmaz bir yola girecektir. Evet dinsizler diyarında ve hıristiyanlar aleminde işler pek ala yolunda gidiyor diyecek olursak ona da deriz ki - biz müslümanız ve müslümanca yaşamak isteriz, ve bu güne bakma. Bakalım yarın o dinsizlerin hali nice olacaktır. Binaenaleyh bize yakışan Kur’an’ımızı güzel okumak ve ona layık olduğu saygıyı göstermektir. Bakınız; Osmanlı devletinin ilk kurucusu olan Osman Gazi Hazretleri bir eve misafir olmuş. Yatak odasında duvarda Mushaf-ı Şerifi görünce sabaha kadar hürmeten ve tazimen yatamamış. Bu Mehmed Zahid Kotku 229 hürmetinden naşi kendisine büyük zaferler verilerek bu vatanı bizlere emanet etmişlerdir. Eski Türk beylerinden Muzafferüddin Gökbörü (Erdilhakimi) ismindeki bir beye bir mevlid-i şerif yazılıp hediye etmişler. O da ona mukabil o günkü sarı altınlardan bin tane vererek müslümanların dinlerine nekadar saygılı olduklarını bilfiil göstermişlerdir. Bizim ise mevlide olan saygımız meydanda. Bir insanın Kur’an-ı Kerim okumasının herşeye bedel olduğunu beyan sadedinde; (Arapların en güzel malları olan develer olduğundan) Peygamber, (S.A.) hazretleri onları ilme teşvik sededinde buyurmuşlar ki: “Buthan veya Akin denilen mahalleye gidip hiç eziyetsiz ve günahsız, akrabalar arasında bir geçimsizlik ve dargınlık ve rahatsızlık falan olmadan, iki güzel genç kuvvetli deveyi almak sizi sevindirir mi? (veya böyle iki deveye sahip olmak ister misiniz, sever misiniz?) deyince tabi hep birden. — Evet ya Rasulallah hepimiz böyle bir nimete mazhar olmayı severiz.” demeleri üzerine bakın Cenâb-ı peygamberimiz ne buyurdu: — “Sizden birinizin hergün sabahleyin mescide gidip Allah-ü Teâlânın kitabından iki âyeti okuyup öğrenmeniz veya okumanız sizin iki kuvvetli genç deveye nail olmanızdan daha hayırlıdır,” buyurmaları ne kadar şayan-ı dikkatdir. Çünkü Kur’an-ı Azimüşşan Allahü Teâlâ'nın kitabıdır. Emirler, yasaklar onundur. Bizim saâdet ve selametimiz ona bağlıdır. İşte Kur’ana bağlı kaldığımız müddetçe, fütuhatlar, memleketimizdeki asayiş, rahatlık ve bolluk, o nisbette ucuzluk da hasıl olur. Bizim devrimizde bile unun okkası üç Mü’minlere Va’zlar 230 ila dört kuruştu. Şeker ikibuçuk kuruş. Bir teneke yağ 15 kuruş bir ekmeğin okkası bir kuruş, buğdayın vs mahsulatın fiyatları da buna göre idi. O zaman yüz sarı lira maaş ikiyüz sarı lira, ne demektir? artık sen hesap eyle. Bu gün bir altın sekizyüz lira diyorlar. Fatihin hocalarına verdiği bin akçeyi de siz hesab edin. Hadis-i şerifi bir daha şöyle gözden geçirelim: “Sizin en hayırlınız ve en efdaliniz Allahü celle ve âlanın kitabı olan Kur’an-ı azimüşşanı öğrenip sonra öğretendir.” Peygamberimiz (S.A.V.)’in malumatı çok geniştir Bu günkü her türlü teknikten ve ilimIerden de haberi vardır. Bununla beraber bizlere tavsiyesi Kur’an-ı Kerimi okumak, öğrenmek sonra da okutup öğretmek olmuştur. Zira Bütün ilimler Kur’an-ı Azimüşşan içinde mevcuttur. Ulum-ün evvelini ve âhirini öğrenmek isteyen Kur’an okusun ve öğretsin. Fakat maalesef masonlardan Kur’ an-ı terceme edenler çıkmış komünistlerden de çıkmıştır. Yüzden fazla terceme olduğunu işitiyoruz. Kur’an yalnız lafızlardan, kelimelerden, cümlelerden ibaret bir basmakalıp kitap değildir. Onun bir adı da nurdur. Nuru ancak nuru olanlar nurları nisbetinde anlarlar. Nursuzlar ise hiç birşey anlayamazlar. O terceme edenlerden bir kısmı da zamanımızdaki bildiğimiz insanlardan olmakla beraber kırdıkları potların hesabı yoktur. Gözümüz vardır. Fakat nur olmazsa, aydınlık olmazsa o göz neye yarar? Bilgi var fakat nuru yoksa ne yapalım o tercemeleri? Binaenaleyh bir âyet bellemek bir devlettir, ikisi, üçü ilâ ahir... büyük devlet ve nimettir. Cennetin en yüksek makamları da Kur’an bilenlerin makamı olacaktır. Mehmed Zahid Kotku 231 Öyle ise şimdi hangi ilmi tercih edeceksin. Yolunu kendin seç. İyi bil ki Kur’ana bağlılığın nisbetinde Dünya’da Ahiret’te de rahat edeceksin. Sen o kâfirlerin saltanatına bakıpta aldanma. Onlarda ne dünya huzuru ne de ahiret nimetleri vardır. Belki· dünyada azap içindedirler. Bazı hayvanlar vardır; buz içinde yaşarlar. Ve onu hayat zannederler. Bazı ateş de de ölmeyen mikropların olduğunu da duyuyoruz. İşte onların hayat-ı tıpkı böyledir. Mümin her nekadar sıkıntılı olsa dahi yine Allah’ına kulluğu bırakmaz. Onu zikirden hali kalmaz. Dünya saltanatına hiç kıymet vermez. Yeter ki; Allah ondan razı olsun. Onun için onun bize gönderdiği kitabı daima okumakla huzura kavuşur ve rahat ederiz. Bunun üzerine Allahü Teâlâ ona ummadığı yerden bol rızıklar ihsan eder, ve hem de ihtiyaçlarını Cenâb-ı Hakka arzetmeden Hak Teâlâ onun isteyeceklerinden daha âlâsını ona gönderir. Ve Hak Teâlâ hazretlerinin kelâmını faziletini ifadeye kimsenin gücü yetmez. Çünkü Allah-ü Teâlâ’nın kelamının sair kelamlar üzerine fazileti Hak (subhanehu ve Teâlâ) hazretlerinin kullarının üzerine olan fazileti gibidir. Yani biri; Halık-ı zülcelâl lâyemut, kâdir-i mutlak bütün mavcudatın ve varlıkların sahibi in’am ve ihsanı bitmez tükenmez; biri de hem aciz, hem mahluk, hem de her an ölüme mahkum. Yani aradaki fark kıyas kabul edilemez. Öyle ise; aziz kardeşim, hem sen öğren, hem de çocuklarını katiyyen ihmal etme, Kur’an okunmayan evlerde ne rahat, ne huzur ve ne de selâmet bulunamaz. Ne kadar çok çalışsan ve para kazansan ne sana ve ne mirasçılara hayrı, fâidesi olmaz. Otomobile kurulmak, evinin içini ziynetlendirmek, paraları israf etmek, bir surur bir saâdet değilmidir? diyecek olursan Mü’minlere Va’zlar 232 ben derim ki: saâdet, iç huzuru gönlün selameti, Hakkın rızasını kazanmaktadır. Bir saâdet ki, onda Hakkın rızası yoktur; kibir gurur ve haram günahlarla doludur. O hiç bir zaman saâdet değildir. Belki o saâdetin altında insanın ebedi felaketleri saklanmış ve gizlenmiş olduğundan onun acısı ve ızdırabı çok geçmeden kendisini gösterecektir. Fakat o zamanki nedamet ve pişmanlık da faide vermeyecektir. Onun için sen Allah-ü Teâlâ’nın emrine uy, yasaklarından kaçın ve Kitab-ı ilahîyi elinden bırakma. Bak o sana ne paha biçilmez nimetler ihsan edecektir. Dünya nimetlerinin hepsi fânidir. Can vermenin öyle kolay bir şey olduğunu sanma. Sonra âhirete iman yalnız müslümanların değil; hıristiyanların da âhirete imanı vardır. Binaenaleyh ahiretteki büyük felaketleri unutma. Her gün sabah ve akşam hiç olmazsa yüz kere tövbe et ve Kur’anı okumadan, namazını kılmadan işine koşma. Evinde çocuklarına ve ailene karşı şefkatli ve merhametli ol. Onların İslâmdışı yaşamalarına göz yummak onlara merhametsizlik ve şefkatsizIik alâmetidir. Zira ibâdetlerde sonsuz feyiz ve bereketler vardır. Onlardan mahrumiyet kadar acı bir şey yoktur. Binaenaleyh evlatlarına merhameti olan ana ve babaların bu hususda çok titiz olmaları iktiza eder. Gerek Avrupa’da, dinsiz mekteplerinde okuyan çocukların ve dinsizler muhitinde oturan kimselerin dindar olabilmeleri çok güç olmakla beraber, dünya zevk-ü sefasını isteyen kimselerin de yine tam bir dindar olmaları güçtür. Sen yine kendi aklınla ölçmeğe kalkma. Senin kantarın bu ağırlığı çekmez. Sana düşen vazife; Kur’ana sarıl emrini tut. Yasağından kaç. Çocuklarını da böyle alıştırmanı senden rica ederim. Şayet sen bu memleketin evladı ve bu dinin saliki isen bunu yaparsın. Mehmed Zahid Kotku 233 Zira memleketin selameti de içinde yaşayan insanların iyi olmalarına bağlıdır. Dinsizler ise; hiç bir zaman iyi insanlar olamazlar. Çünkü Cenâb-ı Hak kitabında - mahlukların en şerlisinin dinsizler- olduğunu beyan buyurmuştur. (Sure-i Beyyinenin altıncı âyeti (Kur’anın 598 sahifesinde) “Artık sen bunlardan ne beklersin.” (7. âyetinde ise) "Mahlûkatın en hayırlısı ehli iman ve amel-i salih işleyenler" olduğu bildirilmektedir. Elbette dileğimiz Allah-ü Teâlâ’nın medh-ü sena buyurduğu iyi kimselerin, ancak ve ancak ehl-i iman ve amel-i salih işleyenlerin, zümresine dahil olmamızdır. Cenâb-ı Hak fazlı keremiyle cümlemize lütuf buyursun âmin. Bakınız Kur’anı iyi, dürüst, güzel ve kolayca okuyan bir kimselerin peygamberler ve melaike-i mukarrabiyn ile beraber olacakları gibi, azimle, zorlukla okumaya çalışanların da ecri iki kat olacaktır. Bak peygamberimiz (S.A.V.) hazretlerinden bir vasiyyet, bir nasihat isteyenlere Cenâb-ı peygamberimizin cevabı: (Allah-ü Teâlâ’dan korku üzerine olup, itaata devam ve kitabıyle amel ve sünnet-i Rasul üzere olmak) ki bütün hayırların başı budur.” “Hikmetin başı Allah korkusudur” Buna devam üzere ol. Sonra bir vasiyet ve nasihat daha istendiği zamanda Kur’anı azimüşşanın tilavetine devam et. Çünkü senin için yer yüzünün bir nurudur. Semada yani âhirette senin için saklanıp baki kalan mahvolmayan yok olmayan bir hazine ve bir nurdur. 6 numaralı hadis de geçtiği gibi, insan ne kadar yalvarsa ve çeşitli duâlar etse ona verilecek şeylerin en âlâsı ve en güzelini Cenâb-ı Hak Kur’an okuyanlara ve Kur’anla meşgul olanlara vereceğini vaad buyurmuştur. Öyle ise; Kur’an’la meşgul ol- Mü’minlere Va’zlar 234 mak amellerin ve kazançların en kıymetlisi olduğundan, ona çok hem de pek çok ehemmiyet vermek lâzımdır. Bugün ise, maalesef gençlerimizin Kur’an okuyabilmelerinin ne kadar müşkül ve zor olduğunu her zaman müşahede etmekteyiz, sanki Kur’an okumak yalnız hocalara ve hafızlara mahsusmuş gibi, halkımız bu hususta pek lakayd kalmaktadırlar. Bundan dolayı çocuklarını ya yüksek mekteplerde okutup memur yapmak, ve yahut ticarete alıştırmak üzere erbab-ı ticaretin yanına verip ticarete alıştırırlar. Bu da tabii çok iyi bir şeydir. Çünkü insanın elinin emeğini yemesi kadar tatlı ve güzel bir şey yoktur. Davud (aleyhisselam) tebdil-i kıyafetle halka- Davut nasıl kişidir? veya Davudu nasıl bildirirsiniz? diye sorarmış. Tabii herkes- iyidir diye medh edermiş. Bir gün bir melek insan kıyafetinde onun yolu üzerinde durmuş ve Davut (A.S.) geçerken buna da sormuş. “Davudu nasıl bilirsiniz? O melek: — Çok iyidir. Yalnız şukadar var ki Beytül malden yiyor- demiş. Bunun üzerine Davud (A.S.) demircilik sanatını öğrenerek badema elinin emeğini yemiş. Süleyman (A.S.) da öyle elinin emeğini yiyenlerdendir. Bütün peygamberler hepsi ellerinin emeklerini yemişlerdir. Bizim Peygamberimizin de geliri cihâddan alınan ganaim idi ki, bu da en helal maldır. Ticaret ve sanat erbapları milletin parasına göz dikmeden ve hatta milletin parasına, hazinesine yardımda bulunmak bu suretle devletinde daha kuvvetli olmasına sebeb olmak bakımından san’at ve ticaret, helalından olmak şartıyle çok güzeldir. Fakat dinini, ibâdetini ve Kur’anını da ihmal etmemek şartıyle. Zira Kur’an-ı Azimüşşan hem şefaat eder hem de şefaati indi-i ilahi de makbuldur, red olunmaz. Aynı zamanda müslüman Mehmed Zahid Kotku 235 olduğu halde Kur’an-ı Azimüşşanın emirlerine uymazsa bunlar için de davacıdır. Kur’an’la amel edenleri cennete çeker, götürür. Kur’an-ı Azim okumayıp onunla amel etmeyenleri ve Kur’an okunurken münasebetsiz hareketlerde ve kötü sözlerde bulunanları cehenneme sevkeder sürüp götürür. Kur’an-ı Azimüşşanı okuyanlara kıyamet gününde şefaat edeceği de muhakkaktır. Kur’an-ı Kerimi okumakla beraber onunla amel eden kimselerin ana ve babalarına da kıyamet gününde öyle bir taç giydirilecek ki, onun ziyası Güneşin Dünya evlerine verdiği ziyadan daha ahsen ve güzel olacağından, bir de Kur’an ile amel edenler hakkındaki zannınız ne olacaktır? Şüphesiz onların taçları evvelkilerin iki misli olur ve Cenâb-ı Hakk’a en çok yakin olmağı elde edenler Kur’an-ı azimüşşanı okuyup amel edenlerdir. Kur’an-ı Azimüşşanı okumasını bilenler kıyamet gününde okuyabildikleri kadar yüksek makamlara nail olacaklar en çok bilenler en üstün sevap ve makamlarının sahipleri olacaklardır. Hased haddizatında mezmum olmakla beraber iki yerde cevaz verilmiştir. Lâkin bunun adı hased değil gıpta olsa gerektir. Birisi: Kur’an’ı öğrenmiş gece gündüz daima okur. Buna gıpta ile -keşke bende böyle olsaydım- diye özenenler. Birisi: de Allahü Teâlâ ona mal vermiş o da hak yolda onları infak etmektedir. Malı olmayan bir kişi de “ah benim de böyle servetim olsaydı da ben de bunun gibi infak etseydim” diye özenenlerdir. Üç kişi vardır ki, kıyamet gününün şiddet ve haşyeti onlara dokunmayacak ve hesaba da çekiImeyeceklerdir. Bununla beraber miskden tepeler üzerinde, kokular içinde, halk hesaptan kurtuluncaya kadar istirahat-ı kâmile üzere bulunacaklardır. Mü’minlere Va’zlar 236 Birisi: daima Allahü (celle ve âlâ)nın rızası için Kur’an okuyanlar. İkincisi: cemaatin kendisinden razı olduğu bir imamla, beş vakit müslümanlara namaza davet eden müezzinler. Üçüncüsü: de bir işçi kişi ki, Cenâb-ı Hakk'ın emirlerini yapmakla beraber iş sahibinin işini de eksiksiz yapanlar... Cenâb-ı peygamber efendimiz çok adette bir cemaati bir tarafa gönderirlerken bunlardan her birisinin Kur’an’dan bildiklerini okumalarını istedi. Herkes Kur’andan bildiğini okudu. Sıra genç bir adama geldi. Efendimiz ona sordu: — Sen ne biliyorsun ey kişi? O da, Ben de şu şu âyetleri veya sureleri, bir de Sure-i Bakarayı biliyorum deyince: Efendimiz Hazretleri, Sure-i Bakarayı da biliyorsun ha? deyince genç, — “Evet” dedi. O zaman Rasulullah (S.A.V) efendimiz: — Haydi git. Sen o cemaatin emirisin. buyurdular. Acaba bu günün idarecileri bunları hiç düşünmezler de senin hangi mektepten, okuldan şehadetnamen var diye ona bakarlar. Gavur okullarından çıkar, birkaç da gavur lisanı bilirsen kıymetin ona göredir. Kur’anın kıymetini ancak müslüman olanlar bilir. Allahü celle ve alâ bizi af etsin de Kur’an’nımızın kıymetini bilenlerden eylesin. Amma ne yazık ki; ne bilginler dünyaya aldanıp bu gün Kur’an ahkamı ile amel kafi gelmez deyip, kâfirlerin kanunlarının alınmasına cevaz verdiler. Kendilerini Dünya metaı için cehenneme attılar. Halbuki Kur’an ilmi, ulumun evvelini ve ahirini cami’dir. Bunun nasıl söyleyebildiler İnsanın aklı duruyor. Allah cümlemizi her nevi dalâletten; nefsin, şeh- Mehmed Zahid Kotku 237 vetin, şeytanın ve şeytan kılıklı insanların, cinlerin şerrinden muhafaza buyursun. âmin. Bakınız Kur’an-ı Azimüşşan Cenâb-ı Hakk’ın bir ziyafet sofrasıdır. Bu ziyafet-i ilahiyeyi kabul edip gücünüz yettiği kadar amel ediniz. Bu Kur’an, kopmayan ve insanları Hakk'a eriştiren sağlam bir ip ve gayet açık parlak bir nurdur ve baştanbaşa şifadır. Hem iç gönül alemine hem de beden, ceset alemine ona sarılanları korur. Hem dünya azabından hem de ahiret azabından korur olmakla beraber Cenâb-ı(zülcelal) Hazretlerinin insanlardan kendine mahsus kulları vardır. Bunlar da ehl-i Kur’andır ki, (ehlüllah-i hassa) denir. Ne mutlu bunlara ve ne yazık Kur’an’dan mahrum olanlara. Kur’an okuyanlar bütün ihtiyaçlarını Allah'ü zülcelal’den istemeleri gerektir. Kur’an okuyamayan Allah-ü Teâlâ’nın kullarının birşey istemeleri ve beklemeleri kadar çirkin ve abes birşey yoktur. Kur’an-ı azümüşşan’ı okuyup helalına ve haramına dikkat edenleri Hak Teâlâ cennetine koyacağı gibi ehl-i beytinden cehennemlik on kişiye de şefaat edecektir. Sonra Kur’an okuyanlar yaşları ne kadar olursa olsun hiç bir zaman bunamazlar. Bundan üç veya dört sene evvel Medine-i Münevvere de bu günki imamların da hocası olan bir zatı gördüm. Ve kendisine hayran oldum. Bu zat 120 yaşında imiş. Şuna dikkat et, bir kişinin sabahleyin gidip kitabullahdan bir âyeti öğrenmesi ona yüz rekat nafile namaz kılmaktan daha hayırlıdır. Yine sabahleyin gidip ilimden bir mes’eley-i diniyyeyi öğrenmesi, ister, amel etsin, ister etmesin. Bunun da bin rekat nafile namaz kılmaktan efdal olduğu buyrulmuştur. Zannedersem, Kur’an-ı Azimüşşan hakkında, bu kadar malumat kâfidir. Daha fazla malumat isteyenler İhya-i Ulum’a ve İmam Şa’rani’nin Mü’minlere Va’zlar 238 ve sairenin eserlerine müracat etsinler. Binaenaleyh Kur’an-ı Azimüşşandan içlerinde bir şey bulunmayanlar karanlık harap olmuş bir eve benzetilmiştir. İnsan müslüman olur da ve bir müslüman memleketinde doğarda, camisi, hocası olur da o kimse ki Kur’anı öğrenmez, onun hâli de haraptır. Her şeyi de haraptır. Hele Kur’anı küçük iken öğrenmiş, sonra da okumasını unutmuş ise vay onun hâline. En büyük bir günah olmakla beraber kıyamet gününde de elleri kesik olarak haşrolunacaktır. Yani elleri hayırdan boş ve hacetsiz kendini müdafaa edemiyecektir. Hepimizce malumdur ki; Allah-ü Teâlâ Hazretleri bu Kur’an-ı Kerimi bizlere, dünya ve âhiret saâdetlerini kazanabilmemiz için göndermiştir. Ona uyulmadıkça bu da mümkün olmaz. Binaenaleyh Kur’ana uymak ve ona tabi olmak ancak onun emirlerini dinlemekle mümkündür. Allah (celle ve alâ) ya itaat ve Rasulüne itaat nasıl borcumuzsa Kur’ana itaat de aynı şekilde borcumuzdur. Kur’an bize der ki (Ey ehli iman, eğer sizler ehl-i kitaptan bir fırkaya, bir taifeye itaat eder onlara uyarsanız onlar sizi imandan sonra küfre ref ederler.* Yani iman, İslâm ile müşerref olunduktan sonra, ehl-i kitap olan Hıristiyan ve Yahudilere uymak maazallah insanın imandan çıkmasına sebep olur. Mürted denilen, kestiği yenmeyen, gavurun gavuru olur da; bunun da farkına bile varmaz. Hala kendisini müslüman zanneder. Ehl-i bid’atın ibâdetleri kabul olmayıp tereyağından veya yaş bir hamurdan kıl çekip çıkarıldığı gibi, yani gayet suhuletle dinden çıkar da haberi bile olmaz. Zira iman ile küfür bir * Ali İmran, 100 Mehmed Zahid Kotku 239 arada yaşamaz. Çünki iman nur, küfür zulmettir. Nasıl gece olunca; gündüzün nuru gayıp oluyorsa, küfrün yolunu tutup gidenlerin ve onların yaptıklarını yapmağa çalışanlar hep bu kabildendir. Mesela tesettür hiristiyanlarda yoktur. Halbuki eski arabistan hıristiyanları ve yahudileri de tesettürlü idiler. Onların kitaplarında tesettür vardır. Bu günkü kadınların çıplaklık halleri hep hıristiyanlığı takliddir. Onların bir çok adetleri haberimiz olmadan bizim malımız olmuştur. Mesela Fotin, yelek, ceket, pantolon, şapka, kıravat, frenk gömleği, kilot, atlet ev eşyalarının çoğunun adı - büfe gardrop, vitrin, salon-salömanje, tren, otomobil buna benzer yüzlerce eşya adlarıyla birlikte bize malolmuş. Ne yazık bunları kendi dilimize çevirmek bile aklımıza gelmemiş. Bu taklitcilik değil de ya nedir? Binaenaleyh Kur’an-ı Azimüşşanı okumak ayrıca bir sevap ise asıl olan onun manalarına nüfuz edip, Cenâb-ı Hakk'ın bize neler dediğini iyi anlayıp, ona göre insanın kendisine yön vermesidir. O bize “benim kitabıma emrime uyun tâbi olun, buyurmuş. "Düşmanların sözlerine hareketlerine katiyyen uymayın" dediği halde biz de onların hareketlerini beğenir ve onlar gibi olursak arada ne fark kalır? Mesela bu günkü saç ve sakallar; birde utanmadan Peygamberimizin de saçları uzunmuş demeye sıkılmıyorlar. Öyle ise bindörtyüz seneden beri sen neredeydin? Bu gün gavurlardan görüp de onu beğendin ve kendini onlara benzettin. Benzettiğin şey bir şeye benzese ne ala. Adeta insanlık sıfatından çıkmış, korkunç ve iğrenç bir manzara. Bu da bizim ne adam olduğumuzun ve taklitçiliğimizin bir başka nümunesi. Ne acı ki, dün Filistin’e yerleşen Yahudi, bu gün tayyaresini yaptı (gözümüzün önünde de) Altı yüz, yedi yüz, bin senelik devletiz diyoruz da dedelerimizden Mü’minlere Va’zlar 240 miras kalan tezgahlar, fabrikalar bugün muattal bir halde. Hâlâ da bol bol öğünüp duruyoruz. Bize Kur’an demiyor mu ki: Siz her zaman, sizin ve benim düşmanlarımı korkutacak derecede mükemmel ve muazzam her çeşit tekniğe, kuvvete, âlât ve edevatta; top, tüfeğe, gemiye, tanka, tayyareye ve saireye sahip olunuz. Bu emr-i hiç mi duymadın? Tabii işimize gelmiyor. Bize dans, balo, sinema, tiyatro v.s. zevkler lâzım. Bunlarla kim uğraşacak? Hanımlar istedikleri gibi, beylerde istedikleri gibi hür bir hayata kavuşsunlar da, öyle düşmanları korkutacak kuvveti hazırlamağa ne hacet? İşte Amerika’dan hazır hepsi geliyor. Heyhat zehirden şifa beklemek ne kadar yanlışsa, kâfirlerden yardım beklemek de o kadar ve daha fazla yanlış ve zararlıdır. Şimdi başımıza bir de sol derdi çıktı. Herkes hazıra konmak için bekliyor. Allah akıl fikir versin. Biz nüfusda Çine de benzesek yine buyuz vesselam. Bugün, gelişmiş ülkelerin çalışarak büyük fabrikalara ve işletmelere sahip olduğunu gerçeğini onların teknolojik gelişmelerini görmüyor ve istemiyorlar da, hemen akıllarına Ruslar gibi malı mülkü her şeyi vatandaşın elinden almak suretiyle sanki her tarafın fabrika, bolluk, ferahlık, iş sahası, fevkalade, olacağını zannediyorlar. Ah aziz kardeşim bir de onlara benzemeye çalışan, Araplara bak. İşte yanımızdaki Irak, Suriye, Mısır v.s. leri ne yaptılar ve ne yapıyorlar. Yine başkalarına muhtaçlar. Sen bunları görmüyor musun? İşte bizim de halimiz böyle mi olsun istiyorsun? Elbise değişmekle, nizam değişmekle, inkılaplarla, ihtilallerle iş olmaz. Kafaların değişmesi ve muhakkak İslâm esaslarının kâim olması, herkesin dürüst, doğru; yalan, hiyle bilmeyen dinine devletine sadık olması ve Kur’ an-ı azime uyarak dinsizlikten ve dinsizlerden de kaçarak Mehmed Zahid Kotku 241 elbirliği ile çalıştığımız zaman çok rahat, selamet ve emniyet içersinde yaşayacağımıza hiç şüpheniz olmasın. Avrupayı taklit etmeğe başladığımız zamandanberi hiç bir muzafferiyet kazandığımız olmamış, bilakis; dedelerimizin kendi elleriyle yaptıkları aletlerle kazandıkları, Dünyanın dörtte birine hakim vaziyetimiz nerede? Bir ucu şark bir ucu garp, Cebel-i Tarıktan tutun da bütün Afrika kıt’asının şimal sahilleri en güzel yerleri, Cezayir’i, Fas’ı, Libyas’ı Mısır’ı, Suudi Arabistan’ı, Suriye, Ürdün, Lübnan, Kuveyt, Katar, Irak, Kafkasya, Sudan, Yemen, Amman, Bosna-Hersek, Üsküp, Manastır. Yanya İşkodra, Selanik, Sofya, Filibe, Romanya ve daha nereleri; bunlar hep bizim değil miydi? Dedelerimiz buraları Avrupalıları taklit ederek mi aldılar yoksa; Fatih, top yaparken, malzemesini Avrupa devletlerinden mi istedi? Türkün dehası herşeye yeter. Gemilerini de karadan yürümedi mi? Yalnız bu iş için, kuvvetli kudretli dimağlar, kafalar lâzım. Başa şapka değil ne geçirsen boş. O başın içini iman ve İslâmla doldurmanın gerek olduğunu anlamayı Cenâb-ı Hak bizlere nasip ve müyesser eylesin. Amin. NAMAZDAKİ DUALAR VE NAMAZ Evvela namazın dinin direği olduğunu bilmek lâzımdır ki, namazın lüzumuna kail olup namazını terk etmeden devamlı kılsın? Namaz bir gâye ve maksada ulaşmak için kılınmaz. O ancak Allahü Teâlâ’nın emri olduğundan Onun rızasını kazanabilmek için kılınır. Namaza başlamak için evvela güzel bir abdest alınır. Burada bütün azalarınızın ayrı ayrı, güzel güzel duâları vardır. Camiye girerken sağ ayakla duâsını okuyarak girer. Namaza başlarken “Allahü ekber” diye başlar. Daha ilk sözü ile Allah-ü Teâlâ’nın herşeyden büyük olduğunu söyler. Sonra “sübhaneke”yi okur. Tesbih hamd ve sena ile tevhit’den ibaret bir duâdır. Sonra Elhamdülillahi Rabbil alemiyn suresini okur. Cenâb-ı Hakk'a hamdden, rahman ve rahim olduğundan, din gününün sahibi olduğunu ve ibâdete ancak ona yaptığımızı ve ondan istiâne ve yardım istediğimizi ve doğru yolu ki, (o yol peygamberlerin yoludur). Onu isteyip gadab-ı Mü’minlere Va’zlar 244 ilahiyeye uğrayan Yahudilerle, dalliyn olan hıristiyanların yolları olmasın diye hergün kırk defa huzur-ı Rabbil aleminde yalvarıp dururken bak şu sözümüze bir de bak yaptıklarımıza. Böyle şuursuz kimselerin işleri hiç ileri gider mi? Japonya büyük zenginlerine rağmen hala eski adet ve an’anelerini bırakmamış; kaşık çatal yerine o çubuklarını bir türlü bırakamıyorlar. Ve yine gerek Japon ve gerek Çin yazıları pek çok hurufattan ibaret olduğu halde. O an’anelerini ve geçmişlerini terk edemiyorlar. Japonlar bugün de dünya ticaretine hemen hemen hakim vaziyette. Biz bunları görmüyor hemen bolşevik olalım- diyoruz. Cenâb-ı Hak ve feyyaz-ı mutlak hazretleri içlerimizi ve dışlarımızı nuru ile nurlandırsın da emirlerine son derece muti ve münkad eylesin. Ve yasaklarından da o nisbette kaçan bahtiyar kullarından eylesin. Malumdur ki; günahlar bir zehir ve bir de ateştir. Yapılan hayırlı amellerin sevaplarını yakıp kül eder. Zehir de malum; o da insanı öldürür. Günah ise manevi bir zehirdir. Müslümanın maneviyatını öldürür feyzini keser. Değirmene su gelmeyince; değirmen nasıl dönmezse feyz-i ilahi kesilince de insan öyle muallakta kalır. Binaenaleyh bir taraftan Allah Teâlâ'ya beraber yalvarıp duâlar ederken; bu duâların makbuliyeti içinde bilcümle günahlardan sakınmak ve kaçınmak lâzımdır. Onun için kısacıkda olsa, bu günahları şöylece sıralamak uygun olacaktır: Günah demek Cenâb-ı Hakk’ın razı olmadığı şeyler demektir ki; ister küçük günah olsun, ister büyük günah olsun muhakkak bunlardan kaçınmadıkça ve korunmadıkça insanın kemale ulaşması ve olgunlaşması mümkün olmaz. Her nekadar ibâdet ve tâat ve riyazat sahibi olursa olsun. Zira günahlar hem ateş ve hem de zehirdir. Mehmed Zahid Kotku 245 İnsan ne kadar kuvvetli yemekler yerse yesin bir parça zehir onun ölümüne kâfidir. Sen istersen bu zehirlere mikrop de. Binaenaleyh ateş yakar, zehir mutlaka öldürür. Mümine lâyık olan her ne pahasına olursa olsun günahlardan sonderece uzak kalmaktır. Tercümesi Şifaü-l’ Müminin kitabında zikrolunan büyük günahları yüzyirmibeş olarak zikretmektedir. Halbuki bazı ulemaya göre oniki, bazısına göre 150; bazısı da 700 e kadar saymışlardır. Bunlar; Birincisi: En mühimi küfürdür. Gerek inkar, gerek cehalet ve gerekse şek ve şüphe üzerine olan küfürdür. Küfür üç nevidir: a- Cehalet yüzünden, b- İnat yüzünden. c- Biri de iman ettiği halde şer’a ta’zimi vacip olan bir emre tazim etmeyip istihfaf eylerse şeriat-ı mutahhare ol ademin iddiasında bulunduğu müslümanlığa ve tasdika i’tibar etmeyip onun küfrüne hüküm eder. Bu küfür maazallah onun bu vakte kadar yaptığı bütün amelleri mahveder. Hanımı boş olur. Hacca gitmişse yeniden gitmesi borç olur. Tevbesiz ölürse ebediyyen cehennemde kalır. Tazimi vacip olan şeyleri istihfaf etmek mesela Kur’an-ı azimüşşan yazılı bir kağıdı veya Allah Teâlâ’nın ismi yazılı bir belge, peygamberimizin ismi yazılı bir kağıdı necasete atmak ve Kur’an-ı azimüşşandan bir âyet-i celile hakkında şüphe etmek Kabe-i muazzama veya hac ef’alinde ve hey’et-i ma’rufesi hakkında namaz, oruç ve sair ahkâm şer’iyye hakkında şek ve şüphede bulunmak, helali haram ve haramı da helal itikad etmek küfür olduğu gibi peygamberimiz (Sallallahü aleyhi vesellemi) ve diğer peygamberlerin şanlı alilerine yaramaz kelime söylemek küfürdür. Ekser-i ülema bu gibi kimseler katlolunur ve tövbesi kabul olunmaz demiş- Mü’minlere Va’zlar 246 ler. Ve buna benzer çirkin sözlerle beraber mesela abdest ve namaz senin karnını doyurmaz veya bir cemaati güldürmek için ülema vaiz din hocalarını istihfaf, taklit eylese kâfir olur. demişlerdir ki Cenâb-ı Hak cümlemizi böyle münasebetsiz fiil ve hareketlerden muhafaza buyursun: Amin. İkincisi: Zina’dır. nikâhlısı olmayan bir kadına fi’li şeni işlemek, büyük günahlardandır. İster müslüman ol ister kâfir. İnsan kendi efrad-ı ailesine işlenmesini hoş görmediği bir fenalığı başka bir kimsenin aile efradına yapmağa kalkması cehaletin ve vahşetin en büyük delilidir. Ve bu gibi kimselere şuursuz deli demekten başka söz bulunamaz. Kocası olmayan bir kadına zina ne kadar büyük günah ise, kocalı kadına daha büyük günahtır. Bazı ulemaya göre; zinanın vebali katl, yani adam öldürmekten daha fenadır. Zina edenlerin ahiretteki azapları çok şiddetlidir. Dünyada ise; evli değil bekar ise yüz değnek vurulur. Eğer evli kimseler bu işi işlerse recm olunur. Yani taşlanarak öldürülür. (Göz zinası, kulak zinası, dil zinası gibi azaların da zinası vardır) diye Kütüb-ü Fıkhıyyede yazılmıştır. Cümlemizi Cenâb-ı Hak muhafaza buyursun amin. Üçüncüsü: Livâta’dır. Eğer karısı ve kölesi olsa dahi yine günah-ı kebâirdendir. Eğer adet ederler ise katlolunur. Bu işi yapan veya yaptıran kimseler her ikisi de katlolunur. Bazı ülema ateşte yakılmasına kadar gitmişlerdir. Ve kimisi duvar yıkılarak altında öldürülür veya minare gibi yüksek yerden atılıp üzerine de taş atılarak öldürülür, demişler. Yere batırılan Lut kavminin helakine sebep olmuştur. İmam Malik (Radimehullah)’e göre mutlaka recm olunur demişler. Dördüncü’sü: Şarap içmek: Her nekadar az olsa ve sarhoş olmasalar dahi günah-ı kebâiri irtikab etmişlerdir. Zira katresi yani; damlası dahi haramdır. Bununla beraber içkiyi içen, içene Mehmed Zahid Kotku 247 veren, içkiyi alan ve satan, onu sıkan ve sıktıranlar, taşıyan hammallarla hammallara yardım edip arkalarına kaldıranlar ve parasını yiyenlere Allah-ü Teâlâ lânet eder. Zina edenlerle içki içenlerden Allah-ü Teâlâ imanı tenzih eder çıkarır. İnsanın elbisesini sırtından çıkardığı gibi. İçki her fenalığın da başıdır. Her içki şaraptır. Her şarabın damlası bile haramdır. Binaenaleyh haramdan hiç bir şekilde ne faide ve ne de şifa olur. İnsana verilen ve en büyük nimet olan aklın, muvakkat bir zaman dahi olsa, kayıp olup gitmesi ile gayet çirkin hadiselerin zuhuru her zaman görülegelen olaylardandır. Şarap içene İslâm hukukunun hükümlerine göre; seksen değnek-had ceza sopası vurulur. Hem de fakirliğe ve hastalıklara sebep olur. Beşincisi: Bir müslümanın içki içen, kumar oynayan ve emsali haramları irtikab eden insanlarla ve menhiyatla iştigal eden fasık ve facir kimselerle bir arada oturması günah-ı kebâirdendir. Kahvehane, gazino, sinema, tiyatro ve deniz kenarlarındaki alemlere bir müslüman kişinin katılması kadar ayıp, günah ve kabahat, yoktur. Müslümana düşen vazife bu gibi yerlere alışan müslümanları oralardan kurtarmak lâzım iken, onun da bunların arasına katılması af olunmaz bir kabahat ve günahtır. Çünkü huylar sâridir. Bir de bakarsın ki o güzel kimse bir gün onlara katılmış ve onlarla beraber olmuştur. Altıncısı: Hırsızlıktır. Başkasının malını izni olmadan çalmaktır. Hırsızın İslâm Hukukunda cezası elinin kesilmesidir. Bakın bu gün Suudi Arabistan’da bu Kanun-u ilahi tatbik edilmeğe başlandıktan beri herkesin malı ve canı emniyet içersindedir. Hatta sarraflar namaz vakti paralarını olduğu gibi bırakıp camiye giderler. Kimse de meteliğine bile elleşemez. Mü’minlere Va’zlar 248 Çalınan mal her nekadar ufak dahi olsa yine hırsızlıktır ve haramdır ve günah-ı kebâirdendir. Mesela bir hurma dahi olsa. Hırsız çaldığı malı sahibine vermedikçe tevbesi kabul olmaz. Sahibi ölmüşse varislerine vermek lâzımdır. Mirascısı da yoksa fakirlere veya hayır yerlerine sahibi nâmına verilir. Yedincisi: Katildir. Haksız yere kölesi ve çocuğu da olsa ama kasten öldürmekdir ki; günah-ı kebâirdendir. Bunların yerleri Cehennemdir. Allahü Teâlâ'nın gadabı ve la’neti üzerlerinedir. İbn-i Abbas hazretleri mümini katleden katilin tevbesi kabul olunmaz demiştir. Katli helaldir der ise küfre düşer,fakat sonradan hatasını anlıyarak tövbe ederse ki tevbe kapısı daima açıktır. Yani memleketimizde bulunan hıristiyanları, isyan etmedikleri müddetçe öldürmek günah-ı kebâirdendir. Haksız yere Allahü Teâlâ’nın yarattığı eşref-i mahlukat olan bir insanın ve bâhusus bir müslümanı öldürmek Allahü Teâlâ’nın yaptığı bir binayı yıkmak demektir ki; Kabey-i Muazzamayı yıkmaktan daha büyük bir günah işlemiş olur. Evlatların öldürülmesi ise; iki türlüdür: Birisi: Eski zaman cahiliyye kıtlık yüzünden ve bazen da ar etmek yüzünden onları çocuk iken öldürmeleridir. Bâhusus kız çocukları hakkında daha fazlaca olurmuş. Onları diri diri mezara gömerlermiş. Bir ölüm daha vardır ki; bu diri gömülmekten daha fenadır. Zira bu gömülen çocuk haksız yere öldürüldüğünde yeri cennet olur. Bir de onu maneviyatsız, dinsiz, imansız yetiştirmek vardır ki; bunun manevi ölümü daha büyüktür. Çünkü: neticesi dinsiz olduğu için, yeri ebedi cehennemdir. İster inan ister inanma. Bu böyledir. Binaenaleyh eğer senin Mehmed Zahid Kotku 249 müslümanlıkta azıcık nasibin varsa çocuğuna mutlaka dinini öğret, ve yaptırmağa çalış. Onu fani dünya hayatını kazansın diye gayret eder okutursun. İmdi ahiret hayatının kazanılmasına neden gayret sarf etmeyeceksin. Bu da ana ve babanın başlıca ve en mühim vazifelerindendir. Hem okutacak ve hem de onu kötü adetlerden, günah işlerden ve yerlerden de koruyacaksın. Bu vazifelerini yapmadığın için yarın ağır mes’uliyetinden kendini kurtaramazsın. Sekizincisi: Haramlığını i’tikad ederek ekşimiş hurma suyunu içmek günah-ı kebâirdendir. Diğer ekşitilmiş her su da böylece haramdır. Bir içkinin ki, çoğu insanı sarhoş eder, onun azı da haramdır Dokuzuncusu: İffetli bir erkek veya hanıma; ya zâni veya zâniye veyahut çocuklarına veled-i zina gibi çirkin isnatlar ve iftiralarda bulunmak günah-ı kebâirdendir. Bu isnadı yapan isbat edemediği takdirde kendisine seksen değnek vurulmak üzere cezalandırılır. Halbuki bu gün yapılan çok çirkin iftiraların cezası ne olacak? Eğer isnad olunan o fiil hakikaten işlemiş olsalar bile yine günah-ı kebâirdir. İnsana yakışan ayıpları örtmektir. Cezanın en şiddetlisi zina edenler sonra içki içenleri sonra namuslu kimselere zina ile iftirada bulunanlarındır. İmamı A’zama göre; Bu gibi iftiralarda bulunanlar tövbe etseler bile şehadeti yani şahitliği ebediyyen kabul olunmaz demiştir. Onuncusu: Gördüğü bir hususta şehadet için çağırıldığı zaman şahitlik yapmaz ve saklarsa; bu da günah-ı kebâirdir. Bildiğini, bildiği halde söylememesi bir çok hakların zayi olmasına sebep olacağı gibi hak sahibine de ayrıca zulüm etmiş olacağından günahı kebîreyi irtikab etmiş olur. Mü’minlere Va’zlar 250 On birincisi: Bir kişinin bilmediği halde biliyorum diye yalancı şahitlik yapması da günah-ı kebiredir. Şehadeti yapmayan hak sahibine zulüm etmiş olduğu bu da hak sahibinin hakkının zayi olmasına sebep olacağı gibi, hem yalan ve hem de müslümanın zararına hareket ettiği için iki günah kazanır. Yalancı şahitler üç suretle günahkar olur demişlerdir: Birincisi: yalan söylediği için, İkincisi: zalime yardım ettiği için, Üçüncüsü: de mazlumun zararına sebep olduğu için. On ikincisi: Geçmişteki bir fiil için bir kimsenin kasten yemin etmesine yemin-i gâmus derler. Günahlara dalan, batan kimse demektir. Sahibini dünyada günaha, ahirette cehenneme daldırdığı içindir. Mesela: Bir adam işlediğini bildiği halde işlemedim diye yemin etmiş ve tüccarların mallarının pahasını tayin ettikleri zaman, yalan yere yemin etmesi gibi, gelecekteki bir iş için yemin etse de, yemini bozsa veya kâzip olsa; bunun cezası keffarettir. Bu yalanlarda başkalarının hakkının zayi olmasına sebep olmasının cezası cehennemdir. Çünkü İslâmiyyet kardeşliktir. Ona riayet etmesi lâzım gelirken bazı menfaatlere aldanarak hakkın zâyi olması veya batılı hak etmek gibi işlerde bulunarak dinde hürmetsizlik ve istihfaf etmesi ve yalan yere yemine cüret etmesi, şiddetli azaba uğramasına sebep olur. Hıristiyanlar hakkındaki yeminin hükmü aynı cezayı müstelzimdir. On üçüncüsü: Gasbdır. Zor ile başkasının malını almağa derler ki; günah-ı kebâirdir. Velev ki aldığı şey çok ufak olsa dahi. Mesela: Üzüm veya hurma tanesi gibi... Tarlaları sürerken komşunun tarlasının az bir yeri kendi tarlasına katsa yine günah-ı kebiredendir. Bu aldığı yerler kıyamet gününde onun sırtına yüklenir ve yedi kat yerlerin dibine batırılır. Her kim Mehmed Zahid Kotku 251 haksız olarak komşusunun tarlasından bir yer alsa kıyamet gününde o yerin toprağını mahşer yerine taşımakla emrolunur. Bu teklif ona ceza olarak yapılır. Taşıması mümkün olmayan bir şeyi yapamayınca azabı o nisbette ağır olacaktır. On dördüncüsü: Küffar ile muharebe esnasında ve dövüştüğü zamanda sebat edemeyip ve bir özürü yok iken düşman önünden kaçmak da günah-ı kebiredir. Bunlar Cenâb-ı Hakkın gadabına uğramakla beraber yerleri de cehennem olur. Yedi tehlikeden sakınmak gerektir. 1- Şirktir. 2- Sihirdir. 3- Haksız yere adam öldürmektir, 4- Faizi yemektir, 5- Harp yerinden kaçmak, 6- Yetim malı yemek, 7- Namuslu kimseleri namussuzlukla iftirada bulunmaktır. Muharebede düşmandan kaçmak ancak arkadaki büyük kıt’alara iltihak etmek şartıyle ve bir de düşman adet itibariyle bire ikiden fazla ise ve mutlaka düşman elinde katl olunacağını bilen kimsenin firarı günah-ı kebire değildir. Ehl-i İslâma karşı küffara casusluk yapan müslümanın hali düşman karşısından firar eden müslümanın halinden daha fenadır. Bilmemki acaba mason denilen zümre ki hıristiyan ve Yahudi ağı olan ve bu şekle girenler bunlardan daha fena değilmidirler? On beşincisi: Faiz parası yemek. Faiz: Alışveriş eden iki kişiden birisi için şart kılınan fazlaya denir. Mesela; bir kile buğdaya bir kilede fazla almak ki, bu fazlaya riba yani faiz derler. Para bozdurmak için verdiğiniz yüz kuruşa veya yüz liraya Mü’minlere Va’zlar 252 doksanbeş kuruş veya doksanbeş lira verir ki, sana eksik olarak verdiği para onun için haram bir kazançtır. Veya birisinden üç ay sonra vermek için aldığınız; mesela yüz lirayı - verirken yüz on veya yüz yirmi lira vermek de faiz, alan için de veren için de faiz olur ki iki tarafa da haramdır. İkinci nevi faiz mesela yüz kuruşu bakkalınıza bozdurmak isterseniz onun yanında doksan kuruş vardır. Şunu al on kuruşu da sonra veririm der. Siz de razı olursanız işte bu da bilinmeyen hiç de dikkat edilmeyen bir nevi faizdir. Üçüncüsü de veresiye satışlarda görülür. On altıncısı: Yetim malı yemektir: Su-i hatimeye sebeptir. Yetimin malını yemek günah-ı kebâirdendir. Bazı ulemaya göre; imansız ölmeğe sebeptir demişler. Ancak yetimin velisi olan zat fakir ise ve yetimin malını muhafaza için uğraştığı kendi ticaretinden alıkoyyorsa, hizmeti kadar ücret almasında vebal yoktur demişler. Fakat veli olan zat zengin ise; o zaman yetimin malından yemesi günah-ı kebâirden olur. Yine yetimin babası, dedesi ve vasısi olan anası için yeter miktarda yetimin malından nafakalanmaları vacip olur. Yetimin velisi yetimin taamını birleştirip yemeleri ve misafirlerine de yedirmeleri caizdir. Şu kadar ki; her zaman yedikleri adetten fazla olmaya. Adetten fazla misafir için birşey hazırlanırsa caiz değildir. Ve yetime hüsn-ü muamelede bulunmakla emrolunmuştur. Yetime kendi evladına yaptığı gibi muamele de bulunmak gerektir. On yedincisi: Rüşvet yemek günah-ı kebâirdendir. Bir iş sahibinin meram ve maksadını icra ettirmek için vereceği paraya rüşvet denir. Rüşveti alana ve rüşveti verene, aracıya olmak üzere üçüne de lanet olunmuştur. Yalnız rüşveti veren kimse kendisine teveccüh eden bir zulmün def’i için verirse; kendisi mes’ul olmazsa da alan ve vasıta olan günah-ı kebâiri işlemiş olur. Mehmed Zahid Kotku 253 Hakkı iptal veya müstehak olmadığı emeline vasıl olmak için, veya bir Müslümana eza ve cefa için verirse; alan da veren de vasıta olan da fasık ve lanete müstahak olur. On sekizincisi: Ana ve babaya asi olmak günah-ı kebâirdendir. Cenâb-ı Hak anaya ve babaya lutuf ile beraber ikram ve ihsanı emretmiştir. Onların suallerine verilecek cevapta sertlik göstermemeli ve onlara hiddetle bakmamalı. Yüzlerine karşı bağırmamalı. Belki kölenin efendisi yanındaki gibi tezellülane hareket etmeli. Onlara şefkat ve muhabbet izhariyle rızalarını tahsil etmeğe çalışmalıdır. Onlara “öf” demeyi bile men eden Allahü (celle ve ala) onların ihtiyarlık devrelerinde çocuklara benzer hareketlerine karşı, çocukluk devrelerinde onların size gösterdiği şefkat ve muhabbeti, sizlerinde aynı; hatta daha fazlasıyla göstermeniz lüzumunu bildirmektedir. Ana ve baba hakkı pek mühimdir. Onlara yapılan saygısızlığın cezası da o nisbette büyük olacağından hiç şüphe yoktur. Bu hususta yazılan eserleri müteala buyurmanızı tavsiye eder ve ana, baba, dede, nine gibi büyüklere son derece hürmetkâr olmanızı ve onları hayat ve mematlarında daima hayırla yadetmenizi vazife olarak kaydederim. On dokuzuncusu: Ana baba ve sair nikâhı haram olan akrabay-ı taallukatının ne halde olduklarını araştırmamak günah-ı kebâirdendir.” Akraba-i taallukatla alakayı kesmek elbette büyük bir günahtır. Üç kimsenin cennete girmesi memnudur. Birisi: Şarap içenler, Diğeri: Akraba ile sılayırahim etmeyenler ve Biri de: Sihri tasdik edenlerdir. Mü’minlere Va’zlar 254 Sılay-ı rahim, bizzat evlerine gidip misafir kalmak, hal hatırlarını sormak, muhtaç iseler yardımda bulunmak olduğu gibi, onlara hediyeler götürmek ve mektuplaşmakla da mümkün olur. Amca, dayı, teyze ve halaların da ana ve baba mevkiinde olduklarını unutmamak ve ona göre hürmet ve saygı göstermek vaciptir demişler. Yirmincisi: Allah Teâlâ’nın Resulüne her ne niyetle olursa olsun kasden yalan isnad etmek büyük günahtır. İsterse ibâdete teşvik veya günahlardan korkutmak için olsa dahi Resulüllah’ın söylemediği bir şeyi “o böyle dedi demek” büyük günahtır. Resulüllah’ın söylemediği birşeyi Rasulüllah söyledi diyenlerin yeri cehennemdir. Okuduğu hadisleri yanlış okumak veya yanlış anlatmak da böyledir. Maazallah Resulüllah, haram veya haramı helal kıldı diye kasden yalan isnatta bulunmak küfrü muciptir demişler. Yirmi birincisi: Ramazan-ı Mübarekde helâldır demez de kasden orucunu yerse büyük günahtır. Eğer helaldır derse kâfir olur. İslâmın şartını inkâr etmiş olduğundan kâfir olmakla beraber bütün yaptığı hayırlı işler de mahvolur. Haccı ve nikâhıda batıl olur. Tecdid-i iman ve tecdid-i nikâh etmeden karısı kendisine helâl olmaz. Her kim ramazan-ı şerifte özürsüz, rahatsız ve hastalıksız olduğu halde “oruçu yerse bütün ömrünü oruç tutsa bu bir günün orucunun yerini tutmaz. Feraiz-i ilahiler bir bütündür biribirinden hiç ayrılmazlar. Esasat-ı İslâmiyeden herhangi birisini terketse; inanmasa, diğerleri de ind-i ilahide kabul olunmaz. Bir günlük orucun kazasında yine bir gün oruç tutar. Fakat geceden niyet edip de sonradan onu bozarsa bunun keffareti 61 gün arası bozulmadan oruç tutmaktır. Mesela: bir ayı tutupta sonra bir gün yerse o otuz gün boşa gider. Yine yeniden 61 güne Mehmed Zahid Kotku 255 başlamak lâzımdır. Fakat özürsüz ramazan-ı şerifde aşikare orucunu yiyen kimsenin dini islâmı istihza ve farz olan orucun farziyetini inkar olacağından katli lâzımdır demişler. Halbuki eski devirlerde hıristiyanlar bile ramazan-ı şerifte alenen yemek yemezler ve hatta çocuklarına tenbih ederler ve şayet söz dinlemezlerse döverlermiş. Yirmi ikincisi: Ölçüyü, kantarı, terazisini eksik yapmak günah-ı kebiredendir. Eksik tartıp eksik ölçenler sure-i Mutaffifiynde (veyl) kelimesiyle tehdit edilmektedirler. Her hangi bir kavimde beytül mal denilen ganimet malından çalmak ve her halde haddi tecavüz etmek zuhur ederse, Allahü Teâlâ onların kalplerine bir korku ilka eder. Bir kavimde zina aşikar olursa; orada ölüm çok olur. Ölçülerini eksik yaparsa rızıkları noksan olur. Haksız kan çok akar. Kavgalar, öldürme hadiseleri doğar. Bir kavim yine ahdini bozarsa Allah da onlara düşmanı musallat eyler. Binaenaleyh terazi ve ölçüsünü doğru yapmayanlar bir nevi hırsızlık yaparak haram kazanç temini ile çocuklarını da haramla beslediği için ne kendisinden ve ne de çocuklarından, ne kendisi ve ne de cemiyyet bir hayır göremez. Bile bile bir dirhem hatta bir tane bile eksik tartmak yine haram ve büyük günahtır. İçki parası da böylece haramdır. Cenâb-ı Hak bütün ümmet-i Muhammedi dine sadık ve hürmetkar ve muti kullarından eylesin, amin. Yirmi üçüncüsü: Namazı vaktinden evvel kılmak da büyük günahtır. Çünkü namaz vakitleri muayyendir. Vakit girmeden kılınan namaz caiz değildir. Vaktinden sonra kılmakta özürsüz olursa o da büyük günahtır. Namazı vaktinde kılmanın çok fazileti Mü’minlere Va’zlar 256 vardır. Muhakkak mümkün mertebe namazı cemaatle kılmağa çalışmalıdır. Tek başına namazIa, namaz borcunu ödemiş olsan dahi vacip kuvvetinde olan cemaati bırakmak caiz değildir. Cemaatle namaz kılanlar geçim darlığından, kabir azabından kurtulurlar. Amel defterleri sağ taraflarından verilir ve sırat köprüsünü de şimşek sür’atiyle geçerler. Hesap olunmadan cennete girerler. Namazı vaktinde kılmayanların ömürlerinden bereket gider. Yüzlerinde iyilerin siması kalmaz. duâları kabul olmaz. Ölürken çok fena şekilde ölürler. Azap-ı kabre duçar olurlar. Kıyamet günü ilk hesap namazdan olacaktır. Namaz hesabı dürüst olanların diğer amellerinin hesabı da dürüst olur, ve kurtulur. Bilakis namaz hesabı kötü olanların diğer amelleri de bozuk olacağından perişan olup gider. Cenâb-ı Hakk'ın en çok sevdiği ameller evvela vaktinde kılınan namaz, sonra ana babaya ikram ve ihsan, sonra da fi sebilillah cihâddır. Özür-ü şer’isi yok iken kasten bile bile namazın terki bazılarına göre; küfür ve bazıları da günah-ı kebâiredir demişler. Özrü şer’isi yani hastalık, baygınlık sebebiyle kılamayanlar, oturdukları yerde, yattıkları yerde veya ima ile kılmalıdırlar. Şayet kılamadıkları olursa; onu da derhal kaza etmeli ve af dilemelidir. Hazretlerden birisine doktor: Yüzünü yıkama ve namaz kılma, yani eğilme demiş, o da, ölüme terk olurum da Allahın emrini bırakamam, demiş. Yirmi dördücüsü: Namazı kasten vaktinden tehir etmek: Mesela:öğleyi İkindi vaktinde, İkindiyi ‘akşam vaktinde kılmak gibi, büyük günahtır. Büyük, şiddetli azaba müstahak olmalarına sebep olur, namazın vaktini tehir etmek bütün bütün terk manasına olmayıp vaktini geçirmek diye tefsir etmişlerdir ki; çok Mehmed Zahid Kotku 257 büyük günahtır. Ve müslümanın namaza gayreti ve dikkati olmadığının alametidir. Yirmi beşincisi: Özürsüz orucu vaktinde tutmayıp başka zamana bırakmak da günah-ı kebiredir. Yani Ramazan-ı şerifte tutamadığı bir günlük orucu ramazandan sonra hemen kaza etmesi lâzım gelirken tehir etmesi de büyük günahtır. Zira özürsüz Ramazan-ı şerifte oruç tutmayan kimseye fasık denir. İş bu fıskdan kurtulmak için hemen kaza edip tevbe etmelidır. Namaz, Zekat ve Hac da böyledir. Tehir iyi değildir. Ecel bakarsın ansızın geliverir. İnsan vasiyet etmeye bile vakit bulamaz. Vasiyet etse bile bu devirde kim tutuyor? Yirmi altıncısı: Zekâtın vacip olduktan sonra eda etmeyerek özürsüz te’hiyri ve özürsüz terki günah-ı kebâirdendir. Zekatını vermeyenler müşrik diye zikrolunmuştur. Karada ve denizde malların telef olup zayi olması ancak zekatların verilmemesinden Neş’et eder olduğu gibi fukara-i müsliminin hakkı olan zekatı vermeyenlerin de yeri cehennemdir” buyurulmuş. Zira seni zengin eden Allah (celle ve alâ) hikmeti iktizası, onu fakir kılmış. Acaba seni de onun gibi bir fakir olarak yaratsa idi elinden ne gelirdi? Mesela, şuur noksanlığı, sıhhat noksanlığı, zeka noksanlığı, olsa ve çalışma kabiliyetin de olmasan ne yapabilirdin? Sakın - bu zenginlik benim sa’yimin, zekamın, kuvvet ve kudretimin neticesidir- ben geceleri bile uyumaz, çalışır dururum- deme. Bunlar hep cahil sözüdür. Sen, sen isen ölmede göreyim seni. Bizi yaratan Allah’ü (celle ve ala) bu kuvvet ve kabiliyyeti ihsan etmiş de servet sahibi olmuşuz: Hiç hastahanelere, tımarhanelere yetimhane ve dulhanelere gitmedin mi? Bak onlar da senin gibi insan. Belki senden de Mü’minlere Va’zlar 258 kuvvetlileri var. Fakat hiç bir işe yaramaz durumdalar. Allah-ü (Teâlâ) bunları ibret olarak yaratmıştır. Bir göz ki ibret olmaya nazarında Ol düşmandır sahibinin baş üzerinde mısraı nekadar yerindedir. Binaenaleyh sana bu serveti veren Allahü (Teâlâ) ya şükür borcunu vaktinde ver de fukaranın duâsını al ve hem de Allah-ü Teâlâ senin malını o nisbette hem artırır ve hem de korur. 80,18 gr. has altına veya 13,75 adet tam altın liraya (bu kadar paraya) sahip olan kimse, zengin addedilir. Yani on dört sarı altundan yirmibeş kuruş eksik. Zekâtını vermeyenlerin azabı elbette şiddetli olacaktır. Çünki: merhametsizlik alametidir. İşte bugün kopan fitnelerin bu yüzden olduğu da inkar edilemez. Öyle ise; dünyanın huzurunu kaçıran bu haller hep zekâtlarını vermeyen zenginlerin yüzünden olduğuda muhakkaktır. Halbuki; ilk müslümanların zekâtlarından maada bütün servetlerini bile Hak yolunda feda ettikleri malum. Ebu Bekir Sıddık gibi diğer bir kısmı zekâtını fazlasıyla verir, geri kalan servetini hayırlara harcamak için saklardı. “Yalnız zekâtını vermekle iktifa edenler bahil” adını alırlar buyurulmuş. Artık vermeyenlere ne denecek bilmem. Altun ve gümüş eşyalara da çatal bıçak tabak v.s. gibi eşyalara da zekât vardır. Yalnız kadınların süsleri için kullandıkları altun, küpe ve bilezikler ticaret niyeti olmadıkça zekat olmaz. Zekâtta niyet şarttır. Fakat bunu malından ayırdığı vakit yapar. Ve bu benim zekâtımdır der. Fukaraya verirken bu benim zekâtımdır demesi şart değildir. Yirmi yedincisi: Hacc-ı şerifi, muktedir olduğu halde, hâlâ edâ etmeyerek terk günah-ı kebâirdendir. Mehmed Zahid Kotku 259 Namaz bedenen bir ibâdettir. Oruç bedenen bir ibâdettir. Zekat malen bir ibâdettir. Hac ise; hem malî ve hem de bedeni bir ibâdettir. Sağlam olduğun ve malî kudretin de bulunduğu halde Hacca gitmemek pek büyük günahtır. Çünki hacda pek çok menfaatler ve ibretler vardır. Hem o İslâmın fışkırdığı yerleri görmek ve hemde muhtelif insanlarla muhtelif memleket halkı ile temaslar neticesi birçok şeyler öğrenilir veya öğretilir. Dünyanın nasıl olduğunu kitablardan değil, bilfiil görmüş olur. Sonra günahlarından tamamıyle arınır, duâları da makbul olur. Beytullahdaki bir ibâdetin yüz bin derece fazla sevabı olduğunu, oradaki hayırların sevabı aynı derecede çok olduğu gibi, o ihram içinde tavafın, sa’yin, Arafat’taki yalvarmaların acaba tadına doyum olurmu? yalnız şuna çok dikkat lâzımdır ki; ihrama giren bir insanın nasıl esvaplarından soyundu ise bütün varlıklarından, benliklerinden öylece soyunup, kimsede kusur, kabahat görmeyip ancak kendi hata ve kusurlarının islahiyle meşgul olması ve fuzuli masraflardan sakınıp bu paraları fakir fukara ve hayrat-ı hasenata harcaması ve dedikodu gibi şeyleri yapmaktan son derece sakınarak Kur’an okumak, zikrullah ile meşgul olmak ve kimseyi hor ve hakir görmiyerek rıza-i ilahiyye tahsile çalışmak, muhtaçlara daima yardım etmek insanın şiari olmalıdır. Sonra Hac her zaman nasip olan bir devlet değildir Ömründe bir kere gidiyorsun. Onun için namazın şartları, usülleri varsa haccın da farz ve vacip sünnetleri vardır. Bunları hac kitaplarından iyi öğren ve bilenlerin yanından ayrılma ve daima sor. Elbiseni soyunduğun gibi benliğini bırak. Kurban kestiğin gibi nefsini, nefsani arzularından kes ve kurtar. Mü’minlere Va’zlar 260 Kurbanı kesmek kolay, fakat nefsini kesmek onun elinden kurtulmak pek müşküldür. Şeytanı taşladığın gibi içindeki şeytanı da öyle taşla ve öldür ki, Haccın hac olsun. Yirmi sekizincisi: Haksız yere bir müslümanı ve hatta bir zımmi’yi dövmek günah-ı kebâirdendir. Her kim bir müslümanı haksız yere yaralarsa, incitirse, döverse, Allah-ü Teâlâ ona gadap eder ve dünyada insanlara yaptıkları azap kadar da ahirette onlara azap yapar. Haksız yere dövülenlere yardım edip onları kurtarmak gerektir. Aksi takdirde oraya lanet yağar. Hele bu zulüm ana ve baba hakkında, belde-i haramda yani Mekke-i Mükerreme veya Medine-i Münevverede yapılırsa günahı o nisbette büyük olur. Zaten müslim demek herkesin onun elinden ve dilinden salim olduğu, selamette kaldığı bir insandır. Müslüman kimseyi incitmez, darıltmaz; fenalık yapmaz ve bilakis herkese yardım eder, acır merhamet eder, iyilik yapar, herkesi sever herkes de onu sever. Mübarek, muhterem, nurlu, Haktan korkan. Hakkı seven, ibadat ve tâata müdavim bir kimsedir. Müslümanım iddiasında bulunanların da böyle olması gerektir. Yirmi dokuzuncusu: Ashab-ı Kiramdan birisine sebbetmek de günah-ı kebirdendir. Hazret-i Ebu Bekir ve Hazreti Aişe validemize sebbetse küfürdür. Cenâb-ı Vacibü'l-vücut hazretleri Kur’an-ı Azımüşşan müteaddit yerlerinde bu zevat-ı muhteremeyi medh ve sena buyurmuş, en sonunda da (Radyallahü anhüm ve radu anh) buyurmuştur. Artık bunun üzerine kimsenin ağzını açıp da söz söylemesi mümkün değildir. Eğer müslüman ise. Müslüman değilse biz ona karışmayız. Onların cezasını verecek olan Allah-ü (celle ve alâ)dır. Ashab-ı kiram arasındaki ihtilafa karışmamalı. Onlar birer ictihada mebnidir. Bize düşen onları Mehmed Zahid Kotku 261 sevmek ve hürmetle yadetmektir. Allah'a ve ahirete iman eden kimse Ensara buğz etmez. Benim ashabıma sebt etmeyiniz nefsim yed-i kudretinde olan Allah-ü Celle ve alaya kasem ederim ki, sizden biriniz Uhud dağı kadar olan altun infak etmiş olsanız onların infak ettiği bir madde veya yarısı kadarına erişemezsiniz. O mübarek peygamber (S.A.V.)’e erişmiş iman etmiş onun uğrunda malını ve canını feda etmiş İslâmın gelişmesine ve yayılmasına vesile olmuş o bahtiyarlara dil uzatmak ve onları tenkid etmek doğrusu delillikten başka birşey değildir. Müslümana yakışan onlara karşı hürmetkar ve saygılı olmaktır. Cenâb-ı Hak cümlemizi bu gibi fitnelerden muhafaza buyursun, amin. Otuzuncusu: Ulema-i kiram hazeratının ve hamele-i Kur’an olan zevatı muhteremeyi de zem ve gıybet günah-ı kebâirdendir. İnsan olmak münasebetiyle ulema da olsa hamele-i Kur’an da olsa hatadan salim olmak mümkün değildir. Hatalardan ancak büyük evliyalar, mahfuzdurlar. Herkes evliyanın büyüklerinden olmağa muvaffak olamaz. Nefs-i şeytan hepimize musallatdır. Bunlarda ve hatta hepimizde görülen hata kusur kabahatler ve birbirlerimizi zem etmek ve gıybet etmek müslümanlığa hiç yakışmaz. Biz birbirimizin ayıp ve kusurlarımızı örtmekle memuruz. Binaenaleyh Ulema-i kiram hazareti da beşerdir, birçok kusurları da olabilir. Fakat onların ilim hususunda göstermiş oldukları sa’yi gayrete bakarak yapmış oldukları bu büyük hizmete karşı onları zem ve gıybet değil belki medh’ü sena edip hürmet ve saygı ile anmamız lâzım gelirken insanlık ve müslümanlık hilafına onları zem ve gıybet etmek elbette günahtır. Hem de büyük günahtır. Kur’an âyetleri buna şahittir. Bir hadis’i kuds’ide buyurulmuş ki: Mü’minlere Va’zlar 262 (Bir kimse benim velilerimden birisine ihanet yahut adavet ederse bilsin ki, ben onunla muharebedeyim) işte bundan daha şiddetli vaid olmaz. Birkimse ki: Allah-ü Teâlâ ile harb etmeye kalkarsa; elbette helak olacağı malumdur. Aynı zamanda ulemânın eti zehirdir. Onları zemedenlerin kalpleri ölür. Cesetleri ne kadar yaşarsa yaşasın kıymeti yoktur. Hak (sübhünehu ve Teâlâ) cümlemizi yaramaz fiilerden muhafaza buyursun amin. Otuz birincisi: İnsanların kusur ve kabahatlerini bir zalim kimseye haber vermek günah-ı kebâirdendir. Çünki müslümanın dövülmesine ve eza cefa edilmesine sebep olur. Fakat başkasının ırzına, malına, canına, tasallut etmek isteyen kimseyi de idarecilere haber vermek mendup ve belki de vaciptir. Fakat müslümanlar Kur’an okuyorlar, mevlid okuyorlar, zikir yapıyorlar diye veya din ilmi öğreniyor diye haber verenlerin hali çok hem de pek çok acıklıdır. Otuz ikincisi: Deyyusluktur: Bir erkeğin hanımı ile veya mahremlerinin birisi ile fasık bir adamı bir arada görüpte halleri üzre terketmeğe deyyusluk derler ki, günah-ı kebâirdendir. Üç kimsenin cennete giremiyeceği bildirilmiş. Bunlardan, Birisi: ana ve babaya asi olanıdır. İkincisi: deyyus veya pezevenk denilen mahremini kıskanmıyan adam, Üçüncüsü: de kendisini erkeklere benzeten kadın. Cennete giremeyen insanın yerinin cehennem olacağı herkesce malumdur. Valideynine asi olmak, deyusluk yapmak, kendini erkeklere benzetmek, insanlık sıfatlarıyle bağdaşmayan çok çirkin huylardan olmakla günah-ı kebireden addolunmuştur. Mehmed Zahid Kotku 263 Otuz üçüncüsü: Pezevenklerdir. Yani karısı veya mahremi ile diğer bir yabancı erkek arasında arabuluculuk yapan kimseye denir ki, günah-ı kebâirdendir. Bu, adiliği, cinayeti irtikab eden, şuursuz, akılsız, beyinsiz kimseye denilir. Deli demek daha doğru olacak. İnsan ancak namusu, iffeti ve hayası ile insandır. Bu dahi alçakca yapılan hareketlere alet olan kimse büyük günah işlemesinin yanında ayrıca insanlıkta nasibi olmayan kimse demektir. Cenâb-ı Hak cümlemizi muhafaza buyursun! Amin. Otuz dördüncüsü: Emr-i ma’ruf iyiliklerle emr ve fenalıklardan men’etmemek de günah-ı kebâirdendir. Şeriatın emrettikleri ibadat-u tâat, hayır, hasenatlarla emretmek ve aynı zamanda yine şeriatımızın istemediği günah, haram ve yasaklardan da men etmekle mükellefiz. Şayet bunları yapmazsak elbette şeriatın ve dinin elden gitmesine sebep olacağımızda büyük günah işlemiş oluruz. İdarecilerin vazifesi de olarak bu hükm’ü ilahiyeyi tatbik etmektir. Sonra bunların adına kanun nizam denmiş. Her ne derlerse desinler. Allah-ü Teâlâ’nın emirlerine inkıyada idareciler memurdurlar. Ulema-i kiram yalnız va’z ve nasihatleriyle telkine çalışırlar, halk da emirleri dinlemeyen ve yasaklardan kaçmayanlara içlerinden buğz eder. Demişler ki, bu da imanın en zayıfıdır. Din-i - İslâmın devamı em’r-i ma’ruf, nehy-i ani ‘l münkere bağlıdır. İhmal edilirse fesat artar beldeler harabolur, kullar da helâk olur. Otuz beşincisi: Sihri öğrenmek, öğretmek veya sihir ile amel etmek günah-ı kebâirdendir. Bir rivayette sihre i’tikad ve amelini icra etmek küfürdür demişler. Sihir yapanın tevbesi de makbul değildir. Sihir yaptığı sabit olursa; katlolunur buyurmuşlardır. Mü’minlere Va’zlar 264 Otuz altıncısı: Kur’an-ı Azimüşşanı öğrendikten sonra yüzüne okuyamayacak kadar unutmak günah-ı kebâirdendir. Bu tabii öğrendiği o güzel kelam-ı ilahiyi ihmal edip okumadığından neşet eder ki: — Her kim kur-an-ı Azimüsşanı okuduktan sonra onu unutursa kıyamet gününde eli kesik olarak mülaki olur. Yani hayırlardan eli kesik kimse gibi. Bazı ulemâya göre Kur’anı unutmak ahkamiyle ameli terk etmektir demişler. Malumdur ki; Kur’an-ı azimüşşan ehline ve Kur’an ile amel edenlere şefatçidir ve aynı zamanda Kur’an’dan i’raz edenler hakkında davacıdr. Şefaati red olunmadığı gibi dava ettiği kimselerde yakalarını kurtaramazlar. Cenâb-ı Hak cümlemize hidâyetler eylesin de Kur’anı daima okumak ve mucibi ile amel etmek nasib eylesin âmin. Otuz yedincisi: Büyük veya küçük, canlı hayvanı ateşte yakmak günah-ı kebâirdendir. O hayvan ister eti yensin ve isterse eti yenmiyen tabakadan olsun. Yalnız yakmaktan başka çare bulunmayan hayvanların yakılmasına cevaz verilmiştir. Otuz sekizincisi: Kadının hükmı-i şe’r’i ile bir özrü yokken kendini kocasına teslimden kaçması, günah-ı kebâirdendir. Özür, farz olan Ramazan orucunda, hayız ve nifas halinde ve bir de takat getirilemiyecek kadar hasta olmasıdır. Bundan gayrı kadın her haliyle kocasına itaat etmekle mükelleftir. Erkeğin kadın üzerindeki hakkı pek büyüktür. Emri dinlemezse lanete müstahak olur. Otuz dokuzuncusu: Bir insanın, günahının çokluğundan nâşi, Allah-ü Teâlâ’nın rahmetinden ümidini kesmesi Mehmed Zahid Kotku 265 günah-ı kebâirdendir. Cenâb-ı Hak Erhamürrahimindir. Rahmetinin sonu yoktur. Kullarına rahmetinden ümit kesmemeleri tavsiye olunmuştur. Allah-ü Teâlânın rahmetinden ümidi ancak kâfirler keser. Bir kimse - Ya erhamerrahimiyndiye veya -Yarab diye veya ekramelekremiyn diye münacatta bulunsa Cenâb-ı Hak onun günahlarına bakmadan kulunun duâlarını kabul eder. Cenâb-ı Hakkın rahmetinin sonu olmadığı halde, bizleri uyandırma bakımından hakkın yüz rahmeti vardır. -Bu kesretten kinayedir.- Bu yüz rahmetten, yeryüzüne kıyamete kadar gelecek mahlukata bir rahmet verilmiştir ki; bütün mahlukatta görülen şefkat bu bir rahmetin eseridir. Kıyamet gününde bu bir rahmetten geri kalan 99 rahmet eklenir, o zaman bu yüz rahmetin nasıl tecelli edeceğini akıl ve hafsala ihata edemez. Günahlardan korkmamak olmaz. Fakat bununla beraber Allahü Teâlâ’nın da rahmetinden bilkülliye ümit kesmek de olmaz. Onun için pek büyük günahtır denmiş. Bize düşen vazife günahlarımızdan korkmak, aynı zamanda rahmetinden ümit kesmemektir. Korku ile reca karın kardeştir. Birisi olur birisi olmazsa olmaz. Havf ile reca kuşun iki kanadı gibidir. Bir kanatla nasıl uçulmazsa yalnız ümit ve yalnız korku kâfi değildir. Her ikisinin denk olması lâzımdır. Yalnız sıhhatli zamanda korkunun galip olmasını ve hastalık zamanında recanın galip olmasını muvafık bulmuşlardır. Kırkıncısı: Allahü Teâlâ’nın mekir azap ve gadabından emin olmak da günah-ı kebâirdendir. Bir kuluna ma’siyet üzere olduğu halde Allahü (Teâlâ) hazretleri ona istediklerini veriyorsa buna istidrac derler ki, bir nevi azaptır. Dışarısı parlak, içi ateş doludur. Cenâb-ı Hak kulunu yaratmış, sıhhat ve afiyet ihsan buyurmuş. Yediği ve içtiği o çeşit çeşit nimetlere karşı daima tefekkür ve azemet-i Mü’minlere Va’zlar 266 ilahiyenin ve namütenahi nimetlerin karşısında ibadat-u tâat ve sair hayırlarla meşgul olması şükür etmesi lâzım gelirken bilakis isyan vadilerin de ömr-ü azizini zayi etmesi kadar acınılacak bir şey yoktur. Bu, insanda havfullah olamadığının alâmetidir. Kırk birincisi: Halâl addetmeyerek ve zaruretsiz ölmüş hayvanın etini yemek haramdır ve günah-ı kebâirdendir. Zira ölen hayvanın kanı damarlarında taaffün neticesinde ağır hastalıklara ve uygunsuz hallerin zuhuruna sebep olduğu beyan olunmaktadır. Kırk ikincisi: Halâl addetmeyerek ve zarurette olmadığı halde hınzır (domuz eti) yemek haramdır ve günah-ı kebâirdendir. İnsanın yediği şeyler insanın bedeninde bir cevhere munkalip olacağından bizzarure ol gıdanın cinsinden insanda kötü fena vasıf safiyet ve ahlâk peydâ olur. Hınzırın tabiatıyse dişisini kıskanmamakla beraber menhiyyat ve kabih şeylere haris olduğundan hınzırın etinin yenmesini haram oluşu o kötü huylarının insanlara geçmemesi için denmiştir. Bunu yeme adeti olan hıristiyanların halleri de meydandadır. Fenalıkları işlemekte ve karılarını hiç bir surette kıskanmamaktadırlar. Diğer mikrop işleri ayrı. Bugünkü fen de, her ne kadar onları öldürmeye çalışsa da yine bir kısım fena mikropların yaşadıkları sabit olmuştur. Asıl mesele mikropta değil, belki o kötü ve çirkin şeyleri yiyenlerde zuhurudur ki, nizam-ı alemi bozar. Kırk üçüncüsü: Nemimedir: Kötü ve mekruh olan kerih görünen sözü nakleden kimseye nemmam denir. Günah-ı kebâirdendir. İki tarafı birbirine çatıştırmağa sebeb olur. İnsana yakışan, böyle bir söz söylenmiş olsa bile onu teville hayra vesile olmak daha güzel, yatıştırıcı bir şekilde Mehmed Zahid Kotku 267 davranmaktır. Nemmamlarla, iki taraf arasında bozucu söz taşıyanlar nikâhı sahih ile doğmamışlardır. Nâsı ayıplayanlardan gıybet edenler; fesat için sa’y edenler; ara bozucu söz taşıyan zalimler; kendisini ayıplayanlara bende kusur kabahat yok diyerek kendisini çok iyi tanıtmak isteyenler, kendilerinin kıyamet gününde köpek suretinde haşrolunacakları rivayet edilmektedir. Nemmamı asla tasdik etmemek ona nasihat etmek ve hatta ona buğz etmek, sözü naklolunan kimseye suizan etmemek nemmamın sözünü araştırmamak, ve nemmamın sözünü başkasına nakletmemekle de mükellefiz. Kırk dördüncüsü: Kumar oynamak: kumar şer bir oyundur ki; galip mağluptan bir şey alır ki günah-ı kebâirdendir. Cenab-ı Hak Kur’an-ı azimüşşanında hem de şarap âyetinde bunlara ricis adını vermiş ve şeytan ameli olduğunu bildirmiştir. Bir çok zararı vardır. Bir kere çalışmaktan kalırlar. Geçimlerini kumar denilen haramdan temine çalışırlar. Çalışsalar da dürüst çalışmazlar. Sonra tatlı tatlı oturur kavga gürültü ile kalkarlar. Uykusuz kalırlar. Vakitlerini haram yerde zayi ederler ne kendilerine, ne de ailelerine ve ne de cemiyete yararlar. Bunların yerlerinin cehennem olduğu bildirilmiştir. Alışmak suretiyle terki güç olan bir masiyet ve bir musibettir. Hatta ev eşyalarını ve hatta hanımlarının ve çocuklarının ihtiyaçlarını bu yolda harcarlar. Netice olarak hırsızlığa sevkeder ve belki de sonu da ölümle biter. Allahü (celle ve alâ) cümlemizi ve çocuklarımızı da hatta bütün insanları bu dertten kurtarsın. Gel kumar oynayalım demek bile günahtır. Yalnız bu söz için sadaka ve keffaret vermek icabeder. Dama, tavla, iskanbil dedikleri oyunlar da bu kabildendir. Hatta evlerde çocukların oynadıkları yüzük oyunu da böyledir. Mü’minlere Va’zlar 268 Kırk beşincisi: Bağy-i mal, din, ırz, namus hakkında yeryüzünde fesat ve zulüm etmek: İnsanları ızdıraba, ihtilal ve ihtilafa mihnet ve belaya düşürecek ef’al ve akvale sevketmek, ve nâsın anlamadıkları sözü söylemek; zaif kavillerle fetva vermek ve hatta ihtiyar kadınların tecvit bilmediklerini bildiği halde tecvitsiz Kur’an okumalarının ve namaz kılmalarının caiz olmayacağını söylemek, onların büsbütün namaz kılmamalarına sebep olacağından fesaddan addedilmiş ve günah-ı kebâirden sayılmıştır. Kârun’un yere batışı da yeryüzündeki fesattandır. Hatta vaaz ve nasihatlerde de çok dikkatli olup nası ibâdetten soğutucu hareketlerden ve sözlerden son derece sakınmalıdır. Mesela: Teravih namazını kılmayan bir kişiye oruç da tutma” demek “namazı sair zamanda kılmıyorsun, ramazanda kılmanın ne faydası var, namazı ta’dil-i erkan ile kılmıyorsun böyle namazı hiç kılma, gibi sözler hem ayıptır hem de günah..." Kırk altıncısı: Hekimin hakdan UdûI etmesi Kur’an-ı Kerim’den çıkarılan ahkam-ı ilahiye ile hükmetmeyip nefsinin muktezasıyla hükmetmesi günah-ı kebâirdendir. Ahkam-ı ilahiyye ile hüküm etmeyen hakimlerin veballeri, günahları ma’lum olduğundan, eslafın pek çoğu hakim olacaksın diye zorlandıkları halde hapislere dayaklara razı olarak hakimliği kabul etmemişlerdir. İmamı A’ zam hazretleri bunlardan birisidir. Kırk yedincisi: Adam öldürmek, yol kesmek, eşkiyalık yapmak günah-ı kebâiredendir. Hem malı alır hem de adamı öldürürlerse günah üstüne günah işlemiş olacaklarından, (-yol kesmek, mal almak, adam öldürmek gibi-) hem gasb yapmış olurlar hem de kâtil olurlar. Onun için dünyada ve ahirette azab-ı azim vardır. Mal almak ve adam öldürmek cinayetini Mehmed Zahid Kotku 269 işleyenler kâtil olduklarından i’dam olunurlar. Katl olunanın velisi af etmiş olsa bile katl cezası sakıt olmaz. Eşkiya yalnız mal almışsa eli ve ayakları kesilir. Yalnız korku vermek suretiyle yol kesenler sürgün edilir. Kaçan eşkiya tutulmadığı takdirde görüp tutanların öldürmesine izin verilir demişler. Sürgün etmek cezası hapis etmek cezası ile tevil olunmuştur. Kırk sekizincisi: Zıhardır. Zıhar fıkhi bir kelimedir. Bir insan hanımına sen benim anamın arkası gibisin- diye söylemesi ki buna zıhar denir. Anasının bütünlüğünü ifade eden her azasına teşbih de böyledir. Bunu söyleyen kimseye hanımı haram olur. Keffaret yapmayınca hanımı kendisine helal olmaz. Keffaret ya bir köle veya cariye azadetmek veya 60 gün arası kesilmeden oruç tutmak veya 60 fakire sadaka-i fıtra miktarı para vermektir. Bu annelerin yüksek kıymetlerini ifadede çok belîğdir. Annenin ne demek olduğunu bu hadise pek güzel anlatır zannederim. Kırk dokuzuncusu: İsrar. Küçük günahlara devam ve ısrar büyük günahtır. İsrar ile küçük günah olmaz. İstiğfar ile büyük günah kalmaz. Küçük günahı büyük yapan israr hakkında ihtilâf olunmuş, küçük günahlar kişinin ibâdet ve tâatına galebe ederse; bu israrla günah-ı kebâirden olur. Bir insan irtikab ettiği bir günahı tekrar işleyeceğine azîmli ise; bu kebâirden olur demişler. Bazen ufak kıvılcım denilen ateş bir evi ve mahalleyi yaktığı kül ettiği görülen ve bilinen şeylerdendir. Mesela, bir sigara da kerahat olduğunda ittifak vardır. Yirmi sigara yirmi kerahat eder, sekiz kerahet bir günahtır. Günah küçük olsa dahi mütemadiyen ve hergün içildiği için bu israr değil midir? İsrar ise büyük günahtır. Şu halde biriken günahlarla acep halimiz ne olur? Kerahetten korkmayan tabiatiyle ve küçük Mü’minlere Va’zlar 270 ne de büyük günahlardan kaçacak korkacak değildir. İnsan herhangi bir şeye alışırsa onu terketmek çok güç olur. Sonra o alıştığı şey evvela günah iken bir de bakarsınız mübah gibi kullanmaktan çekinmez, kaçınmaz ve korkmaz hale gelir. Oyun oynayanları seyir ede ede bir de bakarsınız o da alışmıştır. Maazallah... Ellincisi: Günah olan şeylere yardım günah-ı kebâirdendir. Günahlara teşvik de böylece günah-ı kebâirdendir. Maâsiyete rıza masiyettir. Hazret-i Allah (celle ve alâ) Hazretleri Kur’an-ı Kerim’inde ihsan ve hususunda yardıma teşvik etmekle maasi ve adavete yardımı men etmiştir. Elli birincisi: İnsanlar için şarkı veya gazel gibi şeyleri teganni etmek günah-ı kebâirdendir. Kendi kendine söylemek de mekrûhtur. Tegânni zamanı bitirir. Suların otları bitirdiği gibi. Ve yine bir insan teganni ile sesini yükseltse; Cenâb-ı Hak onun omzularına iki şeytan gönderir. Bu şeytanlar adam teganniden vazgeçinceye kadar kafalarıyla, ayağının topuğuyla ol adamın göğsüne vururlar. Düğün ve bayramlar da, ulema arasında ihtilaf olunmuştur. Sevap olan terkidir demişler. Elli ikincisi: Gerek hamamda ve gerekse insanların arasında keşf-i avret mutlaka haramdır ve günah-ı kebâiredir. Avret mahallini açan kimse gerek erkek, gerek kadın, gerek yaşlı, gerek genç olsun ve hazır olan kimseler dahi, gerek mahremi olsun gerek ecnebi olsun keşf-i avret etmek haramdır, günah-ı kebâirdendir. Ve hamamdan gayrı yerde ve namazda ve yalnız halde keşf-i avret etmek haramdır, caiz değildir. Tedavi, sünnetlik ve lohusalık hallerinde ma’zurdur. Erkekler göbeği altından diz kapağının altına kadar mahallerin kaffesi haramdır. Kadınlar ise; kadınlar yanında bile göbeğinden dizi altına kadar olan yeri, erkekler yanında Mehmed Zahid Kotku 271 ise kaffe-i azası haramdır. Namazda yalnız ellerin içiyle yüzü haram olmayıp bunlardan maada azasının cümlesi haramdır. Hatta kadınların bu âzâlardan mâada yerleri namazda açık olsa namazları sahih olmaz demişler ve hatta kadınların kabristanda çürümüş kemiklerine bakmak, yapışmak caiz değildir. Aynı zamanda kadınların erkekler yanında açması caiz olmayan azasını hıristiyan kadınlarının yanında açması da caiz değildir. Elli üçüncüsü: Bahillikdir. Vâcip olan zekâtını fıtrasını, kurbanını ve borcunu saklayıp vermemek günah-ı kebâirdendir. Nezrini yapmamak ve mahsulünün öşrünü üzerine borç olanların haklarını vermemek dahi bahillikdir. Hatta zekatını veripte mürüvvet babından olan hayırları işlememek de bahillikden sayılmıştır. Elli dördüncüsü: Hazreti Ali (kerremallahü vecheyi), Ebubekir ve Ömer (Radiyallahu Anhuma) hazretleri üzerine tafdil etmek de günah-ı kebâirdendir. Zira Rasul-i Ekrem (S.A.V) hazretleri Ebu Bekir Hazretleriyle Hazreti Ömer’e iktida edilmesiyle emir buyurmuştur. Gerek bu ve gerek sair ehadis-i nebeviyeye ittibaen sıra evvela Hazreti Ebubekr, sonra Hazreti Ömer, sonra Hazret-i Osman ve sonra da Hazret-i Ali efendimizindir. Ehl-i sünnet itikadı da bunun üzerinedir. Hazreti Ali efendimizi (Şeyheyn) üzerine takdim ise rafizilerin mezhebidir ki, merduttur. Elli beşincisi: Nefsini katl veya azasından bir azayı itlaf etmek, yok etmek günah-ı kebâirdendir. Katl-i nefis her ne suretle olursa olsun mesela: silahla, bıçakla, asmak, zehir içmek, yüksek minareden atlamak bunların hepsi birdir günah-ı kebâirdendir. Zira her kim kendini böyle öldürürse Mü’minlere Va’zlar 272 kıyamet günü cehennemde aynı şekilde ebediyyen azap olunacağı bildirilmiştir. Allah muhafaza buyursun. Elli altıncısı: İşediği zaman bedenini ve elbisesini sidik sıçramasından muhafaza etmemek de günah-ı kebâirdir. Ayakda işemek de buna sebeptir. Çünki namazın esası taharettir. Necasetli elbise ile namaz kılındığında kabir azabına da müstahak olunur. Taharet esnasında gerek bevlde ve gerekse diğer taharete güzelce taharetlenmek, elbise ve bedenini kirletmemek lâzım iken orada necaset kalsa bu dahi sidikten kendini korumayanlara dahildir. Kabir azabının çoğu bu temizliğe dikkat etmeyenleredir. Bâhusus umumi yerlerdeki helalara belki insan temiz girip pis çıkar. Onun için ya mağazasında hususi bir mahal olmalı veya çok dikkatli olmak gerek. İstibra ve istinca zamanında avret yerlerini açmaktan çok sakınmalıdır. Elli yedincisi: Sadaka veren kimse sadakayı alan kimsenin başına kakması; “-ben sana şunu verdim bunu verdim” diyerek yaptığı iyilikleri saymak ve nefsince sadakayı alan kimseye karşı bir meziyet görmeğe derler ki günah-ı kebâirdendir.” Bunlar yaptığı hayırların ve iyiliklerin sevabını yok eder. Zira tasadduk ettiği malı ona veren ve başkasına verdirmeğe iktidar veren ancak Cenâb-ı Haktır. Buna mukabil şükür etmesi lâzım gelirken her ne suretle olursa olsun utandırmağa dair yapılan herşey sevabını hem imha eder hem de Cenâb-ı Hak kelam-ı kadiminde men ettiği gibi efendimiz hazretleri de başa kakan valideynine asi olan ve içki içenlerin cennete giremeyeceklerini beyan buyurmuşlar. Ve bir de Allah-ü Teâlâ kıyamet gününde üç kimsenin yüzüne bakmaz. Verdiklerini başa kakan, elbisesini uzun eden ve içki şarap içen. “Allah korusun.” Mehmed Zahid Kotku 273 Elli sekizincisi: (Allah-ü Teâlâ hayır ve şerri takdir etmez demek yani kaderi tekzip etmek günah-ı kebâirdendir. Buna Mezheb-i kaderiyye derler. Bu taife kadere inkâr ile hayır olsun şer olsun-kul fiilinin hakkıdır- der. Eğer Hak Teâlâ, kul üzerine şer ve ma’siyeti halk ve takdir etmiş olsa ol ma’siyet için o kula azap etmesi caiz olmaz derler. Cebriye de bunun aksini iddia edip kulda asla kuvvet yoktur. Hayır ve şer ne işlerse cümlesini Mevlanın kudretiyle mecburi işler derler. Bu mezheplerin ikisi de batıldır. Kaderi inkar edenler bu milletin mecusisidir. Eğer hasta olsalar ziyaret edilmemeleri ve cenazelerine gidilmemesi çok calib-i dikkattir. Ehl-i sünnet itikadında hayır ve şer her ne varki olursa olsun cümlesi Allah-ü Teâlânın takdir ve iradesiyle olur. Takdir-i ilahi olmaksızın hiç bir şey meydana gelmez. Kul hiç bir zaman fiilinin halikı olamaz vesselam. Asla kulda hiç bir kudret olmayıp mecburi işlenişlerini de doğru olmadığı da her akıl-ı selim sahibine malumdur. Altmışıncısı: “Kulların işlerini kendilerine isnat etmeleri günah-ı kebâirdendir.” Cennab-ı Hakkın izni olmadıkça hiç bir kimsenin, hatta hiç bir zerrenin bir şeye kadir olmadıkları ehl-i sünnet i’tikadıdır. Hakkın müsaadesi olmadan şunu şöyle yaptım bunu da böyle yaptım demek Kaderiye mezhebidir. Yukardaki gibi: Kur’an-ı Azimüşşan bunları açıkca beyan eder. Her şeyin halikı Allahtır. Allah’tan başka bir Malik mi var? Kulları ve kulların bütün harekatını yaratan ve her şeyi yaratan Allah (sübhanehu ve teâla) olup ondan başka halık yoktur. diye i’tikad etmek lâzımdır. Halik-ı (zülcelal)’in irade-i ezeliyyesi taalluk etmedikçe hiç birşey olamaz. Bu meseleye çok dikkat edip ne kaderiyye mezhebine ne de cebriyye mezhebine kaymamalıdır. “Ben yaptım ben ettim” deme kendine isnat etmek ve benlik vadisine, düşmek de çok tehlikelidir. Her Mü’minlere Va’zlar 274 işin Allah-ü Teâlâ’nın izniyle ve iradesiyle, takdiriyle olacağına iman etmek gerektir. Altmış birincisi: Kahini, müneccimi, Arrafiyi tasdik etmek de, günah-ı kebâirdendir. Bizim kapı kapı dolaşan hanımların ve beylerin kulakları çınlasın. Kahin; gaibden haber veren kimseye denir. Müneccim yıldıznamelerden ahkam çıkaranlara, Arraf da; “eşyayı çalanları meydana çıkarırım” diye iddiada bulunan kimseye denir. Bazıları arraf sihirbaz demektir demişler, hangisi olursa olsun bunları tasdik etmek haramdır ve günah-ı kebâirdendir. Müneccime de kahin diyen olmuştur. Bir kimse kahine, müneccime, arafa, sihirbaza gitse de onları tasdik eylese veya iman eylese Hazreti peygambere inzal olunan şeyi yani, Kur’anı inkâr etmiş olur ki, kâfir olur. Altmış ikincisi: Zahir-i şer’iyyede nesebi belli olan bir kimseye ta’n etmek yani ol mümini ırz ve namusunu ayıplayacak söz söylemek günah-ı kebâirdendir.” Bazıları o tan olunan müminin babasını başka babaya hamletmekdir demişlerdir. Mutlaka insana ta’n etmek ne suretle olursa olsun haramdır. Zira ta’n ezadır. Mümine nesep cihetinden eza etse en büyük bir ezadır. İki sınıf insan vardır ki, bu hareketler küfre mucib hareketlerdendir. Birisi nesebe ta’n eden, birisi de ölü için medhiyeler söyleyip ağlayandır. Ağlamadan, yine onun bazı evsafını sayıp dökmek de haramdır. Ölü için yemek, ziyafet, helva vesaire yapmak caiz değildir, menhidir. Altmış üçüncüsü: Mahluk için kurban kesmek haramdır ve günah kebâirdendir.” Böyle mahluk için kesilen kurbanın etini yemek de haramdır. Zira Allahü Teâlâ'nın ismi şerifinin gayrile kesilen hayvan ölü hükmündedir. Ölü hayvan etini yemek haram olduğu gibi kesilen hayvan büyük olsun küçük Mehmed Zahid Kotku 275 olsun horoz ve tavuk gibi namına kesilen kimse ister nebi ister veli olsun caiz değildir. Nebiyy-i zişan için ve evliya-ı izam için kurban kesmek caiz olmadığı halde nasdan birisinin şerefine kesilen kurban da tabii hiç caiz değildir. Allahü (celle ve alâ) nın isminin gayrısına, kurban kesmek veya ismiyle kul ismini birleştirmek suretiyle de kurban kesmek de caiz değildir ve etini yemek de haramdır. Müminin kurban keserken sehven, unutarak (bismillah) demeden kesse maz’ur olması hasebiyle hayvanın etini yemek mubahtır ve caizdir. Fakat (bismillah) ve “bism-i Muhammed” diyerek kesilen hayvan, Musa ve İsa namına kesmek, Kabe namına peygamberimiz namına veyahut padişahlar ve emsali büyükler için ve yollarda karşılayıp onların şerefine, veya cin peri için kurban kesmek kat’iyyen caiz değildir, eti haramdır. En güzel kesilen kurban ancak ve ancak Allah rızası için kesilir, ba’dema sevabı istediği kimsenin ruhuna hediyye etmektir. Altmış dördüncüsü: Elbisesinin eteğini uzun edip sokakta gezerken onu yere doğru salıvermek günah-ı kebâirdendir. Birincisi: Sokaklarda pislikten muhafazası mümkün olmaz. İkincisi: kibir zaten haramdır. Elbise de hattı vasatt topuklara kadar olmakdır. Bundan ziyadesi ifrattır. Bir insan için nefsine ucup verecek şeyi giymesi ve onunla çalımlanması haramdır. Hatta parmağına takdığı veya boynuna takdığı kıymetli şeylerle ucup gelirse kendini beğenirse varlığı ile iftihar ederse bunlar da haram olur. Çünki kibir ve ucup son derece sakınılacak mezmum sıfatlardandır. Ve bunlardan korunarak bu gibi şeylere Mü’minlere Va’zlar 276 meydan vermemek lâzımdır. Çünki kalbinde zerre miktarı kibir olan Cennete giremiyecektir, diye buyurulmuştur. Altmış beşincisi: Bir kimse için evlâdını dalalet yollarına kötü ve fena adet an’anelere ve çirkin sözlere alıştırması günah-ı kebâirdendir. Zira insan evladını en iyi bir şekilde yetiştirmeğe mecburdur. Evladına öğretip onu camiasına ısındırmak ve alıştırmak, devamını temin etmek, Kur’anını lâyık-ı vechile öğretmek, emirlerine ve yasaklarına karşı çocuğu uyarmak her ana ve babanın başlıca vazifelerindendir. Çocuklarımızın sokakta top oynamalarına, konu komşuyu rahatsız etmelerine engel olmalıyız. Çalgı ve müziğin usullerine kendilerini kaptırmamağa da dikkatli olmaları lâzımdır. Sonra evlat deyip geçme. Onun dünya istikbalinin temin için babaların nasıl gayret gösterdikleri nasıl masraflara katlandıkları malûm. Buna mukabil evlatlarını dindar yetiştiremezlerse bunun mesuliyetini tabiatiyle ebeveyn üzerine alacaktır. Şu da hepimizin malûmudur ki onlar bizlerin yerine bırakılan birer emanet-i ilahidir. Yaptıkları ve yapacakları bütün hayır işlerinde ebeveynine de aynı sevap olacağı gibi, yaptıkları günah işlerden ve yaramaz hallerinden de aynı şekilde müteessir ve müteezzi olacakları da malûmdur. Dinsiz olarak yetişirse artık bunun vebaline nasıl tahammül olunacaktır bilemem. Erkeklerin kadın kıyafetine kadınların da erkek kıyafetine girmesi kat’iyyen caiz değildir ve menhidir. Herkesin evinde bulunan hanımlarını ve çocuklarını namaz ile ve İslâmi hayatı yaşamaları için Allah-ü Teâlâ'nın emrini duyurması ve tatbik etmesi lâzımdır. Sonra herkim evladını şarap içen kimseye verirse onu cehenneme eliyle sevketmiş olacağından evlenecek kızlara da müslüman koca aramaları vaciptir. Dinsizlere verilirse Mehmed Zahid Kotku 277 nikâh batıldır. Hükmü yoktur. Her ikisinin dindar olmaları şarttır. İmansız kimselere kızlarını vermek kat’iyyen caiz değildir. Bu günün nazikliğini iyi düşünmeli imansız kızlarıda kat’iyyen almamalıdır. Her nekadar münevver olursa olsun. Çünki nikâh sahih olmaz. Ma’lum nikâh iman ile meşruttur. Abdest olmayınca namaz nasıl sahih olmazsa İman olmayınca da nikâh sahih olmaz. Halbuki İslâmdan evvelki devirlerde bâhusus Araplar arasında evlatlarını diri diri gömenler olurmuş. O masum çocuklar, haksız yere öldürüldükleri için bunun cezasını ana ve babaları çekecektir. Fakat masum çocuk İnşaallah cennete gidecektir. Fakat bugün maalesef dinsiz olarak yetişen evlatların yeri tabiatiyle cehennem olacak. Ve ebeveyninin yerinin neresi olacağını onlar düşünsün. Bugün biz, evlatlarını öldürenleri ayıplarken bak kendimiz ne hale geldik. Altmış altıncısı: Kötü bir yol ve bir çığır açmak şeriatta olmayan şeyleri icad ve ihdas edip meydana getirmeye bid’at dedikleri gibi kötü yol açmak da günah-ı kebâirdendir. Bu açılan yol İslâmın istemediği bir yol ise ve bu yola gidenlerin bütün veballeri bu yolu açanın defterine geçmekte olduğunu bilmek gerektir. Mesela: Kahvehaneler, gazino ve sinema, dans ve balolar, denizlere kadın erkek karışık girmek, meyhane ve kumarhanelerde hep (setr-i seyyie) yani kötü çığır, avret yerlerinin açılması, yarıçıplak gezmek ve bunlara benzer hadiseler hep aynı günaha dahildir. Bugünün müslümanı bunlara hiç kulak asmaz ve müslümanlığı kendi keyf ve arzusuna göre olsun ister. Böyle müslümanlık olmaz vesselam. Halbuki günah ne kadar büyük olsa dahi aff-ı mercüdur. Fakat kötü yol açmak suretiyle kazanılan günahlar daima artmakta ve devam etmekte olduğundan günahlar da birer çığ gibi büyümektedir. Mü’minlere Va’zlar 278 Cenâb-ı Hak cümlemizi kötü yol açmaktan ve hakkın rızası olmadığı bütün yollardan muhafaza buyursun, amin. Altmış yedincisi: Bir müslümanın müslüman kardeşini silah, bıçak ve sair demir aletleriyle, velev şakadan olsun, korkutmak günah-ı kebâirdir. Hatta bir kimsenin yanında bulunan eşyasından haberi olmaksızın latife yoluyla da olsa saklayıp o zatı telaşa düşürmek ve korkutmak da bu kabildendir. Herkim kardeşini demir vesair birşey ile tehdit eylese, melekler, o kimseye la ‘net eder. Tâ o fiilinden vazgeçinceye kadar. Müslümanı korkutmayınız. Muhakkak müslümanı korkutmak büyük bir zulümdür. Mümin kardeşini her neşekilde olursa olsun korkutanı Allahü Teâlâ yevmi kıyamette korkularından emin kılmaz. Tabii bunlar hepimizce malumdur. Yalnız şu kadar var ki bazı kimseler bu gibi huysuzluklardan adeta lezzet alırcasına irtikap ederler. Altmış sekizincisi: Ahir kimseyle mücadele ve niza etmek günah-ı kebâirdendir. Mezheplerin müdafileri hasmını utandırmak ve kendini faziletini izhar kastiyle olduğu surette, günah-ı kebâiri işlemiş olur. Buna husumet-i batıla derler. Lakin mücadeleden murat bir hakkın meydana çıkması içinse mendup ve caizdir. Ahurin söylediği kimsenin ya lafında veya manasında söyleyeni tahkir ve kendi meziyet ve zekasını izhar eylemek üzere i’tiraz etmeğe derler ki, bu dahi kebâirdendir. Hakikatını lâyıkîle bilmediği şey üzere mücadele ve husumet eyleyenlere Cenâbı Hak gadap eyler. Ta o mücadeleden vazgeçinceye kadar. Mümin-i müvahhide lâzım olan hak kelâmı işittiği vakit onu tasdik ve batıl sözü işittikte eğer umuru dine müteallık ise batıl olduğunu isbat Mehmed Zahid Kotku 279 ile ve batılı isbat etmektir ki, vacip olur. Haram derecesinde olan mücadele ile mürâi nur-i imanı söndürür. Mücadeleyi haklı olduğu halde bile terketmek efdaldir. Ekseriya kardeşler arasında nefreti mucip olacak derecede ayrılıklar olduğu görülegelmektedir ki, ekseriya bunu biraz dünya ilmine vakıf olanlar meziyetlerini izhar için ikidebir mücadelelere girişirler. Ve sonra da birçok herzeler doğar. Bilseler bile gururları süküta razı olmaz vesselam. Altmış dokuzuncusu: Kölesinin zekerini keserek onu tıvaş etmek yani hadım etmek, erkeklikten mahrum etmek kebâirdendir. Köle ister ufak olsun ister büyük zekerini kesme gerek zulmen olsun ve gerek başkasına daha pahalı satmak için olsun haramdır. Yalnız eti yenen hayvanların semiz olmaları için burmak ve hayalarını çıkarmak caizdir. Zekeri kesilen köle erkeklikten çıkmayacağı için; onların mahremi olmayan hanımlara bakması caiz olmadığı gibi; kadınlarla beraber oturması da caiz değildir. Kadınların bu hadım olan erkeklerden kaçmamaları da haramdır. Böyle kimsesiz zuafa ve garip kimseler (ki yardımcıları yalnız Allah'tır). bunlara zulmedenlere Hakkın gadabı şiddetli olur. Hatta bunlara zulmetmek değil belki insanlık icabı daha fazla şefkat, merhamet göstermek ve hatta yediğinden yedirmek, giydiğinden giydirmek ve takatları fevkinde iş göstermemekle de mükellef bulunurlar ve böyle yapmadığı takdirde, onları satmak evlerde kullanmamak daha evladır. Yetmişincisi: Yine köle ve cariyesinin azalarından birisini kesmek günah-ı kebâirdendir. Onlar köle olmakla fakir ve zaif olmakla müslümanlıktan çıkmış değildirler. Ve müslüman, kardeşindir. Amma Allah-ü Teâlâ sizleri zengin Mü’minlere Va’zlar 280 etmiş ve onlara galip kılmış olmakla, onlara yapılan bu gibi haksız zulümlere razı olmaz. Köle kardeşinizdir. Kardeş muamelesi yapınız. Sonra Hakkın la’netine müstahak olursunuz. Yetmiş birincisi: Yine insanın köle ve cariyesine eza etmesi kuvvetinin gücünün yetmediği ağır işleri teklif etmesi haramdır, günah-ı kebâirdir. Merhametsizlik alâmetidir. Kabahat ve kusurlarını daima af etmek hatta günde yetmiş kere dahi olsa yine afv ile muamelede bulunmak müslümanlığın şiarı, insanlığın iktizasıdır; efendiliğin şiarıdır. Yetmiş ikincisi: İn’am ve ihsan gördüğü kimseyi medh-ü senâ etmek lâzım olduğu halde bu şükrü ifa etmeyip inkar etmek günah-ı kebâirdendir. Şükür Hakk'ın hakkıdır. Fakat vasıta ile sana ihsan eden kimseye teşekkür gerekir. Çünki in’am ve ihsan gördüğü kimselere teşekkür edemeyen (Allahü celle ve ala)ya da şükür edemez buyurulmuştur. Aza şükür etmesini bilmeyen çoğa da edemez. İnsanlara teşekkür edemiyen Hakka da şükür edemez. Allah-ü Teâlâ’nın nimetlerini anmak şükür sayılır. Bunun terki ise küfran-ı ni’mettir, cemaat rahmettir, ayrılık da azaptır. Cenâb-ı Hak şu ümmet-i Muhammede birliği nasip eylesin. Ümmet-i Muhammet muhtelif milletlerden mürekkeptir. Ya biz bir kavim ve bir milletiz. Yazık değil mi bizlere. Bir takım partilere bölünmüş haldeyiz hiç birisi diğerini beğenmez durumda Allah acısın halimize. Yetmiş üçüncüsü: Nasın suya ihtiyacı olduğu sırada nehir ve dere sularından kendi ihtiyacından gayrısını menedip, nâsı susuz bırakmak kebâirdendir. Men olunan sular dere sularıdır. İnsanlar üç şeyde müşterektir. ot su ateş. Bunların paraları da haramdır. Mehmed Zahid Kotku 281 Bunlar umum nâs için meta olur. Kendi menfati için mani olmaya kalkmak haramdır günahtır. Hatta kendi kazdığı kuyunun suyunun fazlasını bile men edemez. Hayvanları sulamak için arazisini sulamak için hakkı vardır. Yetmiş dördüncüsü: Bütün günah ve kabâyih ve hiyaneti içine alan zulme meyil demektir ki; bunları Mekke-i Mükerremede işlemek günah-ı kebâirdedir. Her ne kadar ufak olsa dahi. Mekke-i Mükerreme de nâsın muhtaç olduğu şeyleri pahalı satmak da böyledir. Nâsı dövmek ve hatta karısı dahi olsa günahı kebâirdendir. Zira o mahalli mübarekenin şerefine mebni sevaplar nasıl yüz bin oluyorsa günahlar da ne kadar ufak olsalar dahi böyle büyür. Orada adeta melek gibi kimseyle itişmemek, başkalarının hata ve kusurlarıyle onları müaheze etmeyip kendi kusurlarının islahına çalışmalıdır. Yetmiş beşincisi: Bir kavmin söylediklerini onların izni olmadan dinlemeye tehassüs derler haramdır ve günah-ı kebâirdendir. Böyle rızasız söz dinleyenlerin kullarına eritilmiş kalay akıtılacağı da ceza olarak bildirilmektedir. Yetmiş altıncısı: Nâsın ahvalini teftiş ve ayıplarını tahkik etmeğe tecessüs derler ki, kebâirdendir. Yetmiş yedincisi: Tavla ve dama oynamak ve oynamağa azmetmek de kebâirdendir. Bunlarla oynamak insanın en aziz ve kıymetli ömrünü boş yere zayi ettiği gibi oynayanlar fasıktır ve şahadetleri de red olunur ki, ne kadar acı bir lekedir. Sonra bu oyunları oynatanlar eğer namaz kılan tabakadan ise irin ve hınzır kanına ellerini bulaştırmış oldukları halde namaz kılarki bu da makbul bir namaz olmaz demişlerdir. Yetmiş sekizincisi: Yedi taşla çukurlara atılarak oynanan oyuna “MİFKALETÜ” diyorlar ki, oynamak günah-ı Mü’minlere Va’zlar 282 kebâirdendir. Bu oyunu satranç veya tavla oyununa teşbih etmişlerdir. Hangisi olursa olsun, ömr-ü azizin boş yere zayiinden başka hiç birşeye yaramayacağından ve hem de insanı ibadat-ı tâattan ve cemaatten de alıkoyacağından günah-ı kebâirden addedilmiştir. İnsana gereken, kulluk vazifesini ifa edip, ömrü zayi eden herşeyden kaçmaktır. Yetmiş dokuzuncusu: Haramlığı icma-i ümmetle sabit olan her bir oyun ve her lehviyatı çalmak ve öttürmek günah-ı kebâirdendir. Düdük, zurna, ud, saz ve bunlara benzer ne kadar alat-ü edevat varsa ki, insanı hem ibâdetten alıkoyan ve hem de insanın nefsaniyetini ve şehveti takrik eden ve günahlara sokan şeyler ki âyet-i kerimede (melahi) lafz-ı fısk-ı fücur meclislerinde çalınmaları itiyad olunan bilumum çaıgılara şamildir. Bunların tarifi İhyayı Ulumda daha geniş olarak vardır. Seksenincisi: Bir müslümanın diğer bir müslümana - Ya kâfir demesi de kebâirdendir. Bu söz eğer doğru çıkarsa yani o müslim kâfir ise; ne ise; eğer kâfir değilse; söylediği - kâfir sözü- söyleyene gider. Bu takdirde insan, din kardeşinin küfrünü veya kendi küfrünü iltizam etmiş olur ki; büyük günahtır. Kardeşinin küfrüne zahip olan kimsenin cezalandırılması lâzım gelir demişlerdir. Yahudi veya hristiyan demek de böylece günah-ı kebâirdir. Kardeşine küfür isnat etmek onu öldürmek demektir vesselam. Seksen birincisi: Birkaç hanımı olan kimsenin hanımları arasında her bakımdan yemek, giyinmek, ev, vesaire bakımından adalete riayet etmemesi günah-ı kebâirdir. Adalet her şeyde şarttır. Bâhusus aile efradı arasında daha ziyade dikkat edilmesi lâzım olan birşeydir. Birkaç hanımı Mehmed Zahid Kotku 283 olupta adalete riayet edemiyen kimse kıyamet gününde bir tarafı tutmaz olarak sakat olduğu halde haşr olunacaktır. Seksen ikincisi: Eliyle Menisini çıkartmak (nakihul kef) derler ki, günah-ı kebâirdendir. Yalnız bekar olanlar şehvetini teskin için olursa mazurdur. Telezzüz için olursa hem günahtır hem de vücuda çok zararlıdır. Ruha zararı ise daha büyüktür. Seksen üçüncüsü: Helal itikad etmeksizin hayzlı ve lohusa halinde iken hanımına zevcesine muameleyi cinsiyye icra etmek de günah-ı kebâirdendir. Bu benim zevcemdir, ne zaman istersem muamele-i zevciyyede bulunurum dese küfründen korkulur demişler. Seksen dördüncüsü: İnsanların her zaman muhtaç oldukları yiyeceklerin, gıdanın pahalı olmasına sevinmek ve kebâirdendir. Çünki bunlara bila istisna herkes muhtaçtır. Herkesin pahalı olan muhtaç olduğu şeyi alması mümkün olmaz. Bu ise ekseriya bunları alıp satan tüccarların yapageldikleri işlerdir. Umumun zararını istemek, pek büyük mezmum bir sıfattır. Ucuzluğa mahzun olmak da haramdır. İkisi de bir yola çıkar. Elindeki zahireyi pahalı zamanda satıp, ucuzlayınca satmayıp saklamağa ihtikar denir. İhtikar, yalnız zahireye mahsus olmayup insanların muhtaç oldukları herşeye şamildir demişlerdir. Kendi mahsulü ise; bir senelik ihtiyacını alıkoyup bakisini satmak evladır demişler. Hatta esvaplar da kumaşlar da böyledir derler. Seksen beşincisi: Esrar yaprağı, bizim haşhaş dediğimiz şeyden çıkarılan bir maddedir ki, bunu içenlerin akılları Mü’minlere Va’zlar 284 başlarından gidip, bir hülya alemine dalıp, kendilerinden geçer ve ne yaptıklarını ve ne yapacaklarını bilemeyecek şuursuz bir hale düşerler. Şarap içkisi bazan sahibine cömertlik ve şecaat ve neş’e tevlid ettiği halde, bu afyon denilen habis ise, insanda ne şuur, ne sıhhat, ne şecaat bırakır. Bilakis bedende uyuşukluk fikirde durgunluk, sükut; uyku ve hamiyetsizlik hasıl eder, derler. Hayvana yedirilmesi de haramdır. Esrar necistir, rengi sarartır, kanı ifsad eder. Bedeni sıhhati bozar. Son nefeste kelime-i şehadeti söyleyememesinden korkulur. Afyonun 120 kadar maddi ve manevi zararı vardır demişler. Cenâb-ı Hak cümle ümmet-i Muhammedi bu gibi afatlardan muhafaza buyursun. Şu biraya nerde ise artık helal demeğe az birşey kaldı. Bizim ülkemizde biz müslümanken bu serbest satılıyor ve içiliyor da halbuki bugün gavur Amerikada ise bunun da içki gibi olduğunu ve serbest satılmadığını öğrenince insan ne kadar üzülmektedir. İnsanı, çok içtiği takdirde sarhoş eden her şeyin azı da, damlası da haramdır. Seksen altıncısı: Hayvanın gerek fercine ve gerek dübürüne yani gerisine ve yabancı kadının dübürüne yani gerisine fiili şen’i icra etmek günah-ı kebâirdendir. Kendi ailesine bu livata muamelesi yapan kişinin akıbeti yukarda geçmişti. Ecnebiye de yapılan fiil- şenînîn ukûbet derecesi daha şiddetlidir. Helal i’tikad ederse küfrüne icmaan hükmolunmuştur. Cezası zina cezasından daha şiddetlidir. Mesela: Minare gibi yüksek yerden baş aşağı atılır Ebu Bekir ve Ali (R.A.), Abdullah b. Zübeyr, Hişam b. Abdülmelik ise yakılmasını emir buyurmuşlardır. Mehmed Zahid Kotku 285 Bu fiil-i şeniyi işleyenler her ikisi de katl edilir. Hayvanına karşı bu fiili işleyenlerinin hayvanı da öldürülür, kesilir ve gövdesi yakılır. Hayvan başka kimsenin ise; bu fiili işleyene de tazmin ettirilir, demişlerdir. Seksen yedincisi: Âlimin ilmiyle amel etmemesi de günah-ı kebâirdendir. Zira amelsiz ilim vebaldir. Ameli olunmayan her ilim, sahibine vebaldir. Kıyamet gününde en şiddetli azap ilmiyle amel etmeyen âlimlere olacaktır. Kürsülerde caka satarak eliyle koluyla işaretler yaparak çalım satan ve ilmiyle amil olmayan âlimlerin vay haline. Bu büyük günah Mekke-i Mükerreme'de ki ufak günahların büyük oluşuna benzetilmiştir. Onun içindir ki; Kürsü tahtalarını kırarcasına yumruğunu vurup herkesi ikaza çalışan vaiz efendinin bütün emekleri boşuna gitmektedir. Hele şimdi bir de İmam-Hatip mekteplerinden ve Enstitülerden mezun olup da namaz bile kılmayan ve Ezan-ı Muhammedi okunurken herkes Cuma namazına giderken bunların top sahalarında top oynamaları ne kadar derseniz? o kadar ayıptır. Bunlar yarın, bu millete hoca olacaklar heyhat, vay halimize. Diğer taraftan bütün teknik mühendisi, mimar, doktor, kimyagerler, madenciler, iktisadcılar ve sair bütün bu münevver tabakanın tuttuğu istikamete bak. Bir de bizim din adamlarımızın halini göz önüne getirecek olursak ağlamaktan başka çaremiz kalmadığını görürüz. Yalnız i’timadımız Allah-ü Celle ve alâya’dır. Bizleri ve Türk milletini muhafaza buyursun. Fazl-ı keremi luf-i inayetiyle. Seksen sekizincisi: Gerek alırken ve gerek yerken yediği taamı ayıplamak, “bu iyi değildir,” demek günah-ı Mü’minlere Va’zlar 286 kebâirdendir. Mesela: alacağı şeyi beğenmiyorsa bu da iyi amma daha iyisi yok mudur? Varsa ondan veriniz demek lâzım geldiğini büyüklerimiz beyân etmişlerdir. Seksen dokuzuncusu: Davet olunan yemeğe bir masiyet ve günah olmadığından, gitmemek günah-ı kebâirdendir. Menhiyattan bir şey olduğuğunu anlarsa ki; bugün gerek düğün ve gerek nişan cemiyetlerinde yapılan rezaletler göz önünde olduğundan bu yerlere gitmemek ayrıca sevaptır. Lakin davete icabet vacip kuvvetinde bir sünnet-i seniyyedir. Oraya gitdikten sonra böyle bir menhiyat zuhur ederse ona kulak asmadan yemeğini yersin. Sünnetin terki caiz olmaz demişler. Nitekim cenaze namazlarında bazı münkiratlar görülmektedir. Fakat bununla beraber cenaze namazının terki caiz olmadığı gibi davetlerde de bazı kusurlar olur bu kusurlar haram mahiyetinde değilse onlara kulak asmadan yapılan ikramları yedikten sonra, Allah cemiyetinizi mubarek etsin, deyip kalkar gidersin demişler. Doksanıncısı: Zikrullah anında veya Kur’an okunduğu zaman, tesbih ve tehlillerde onların âdâtına mutabık ve mevzun olarak bilihtiyar kendi isteği ile lehv için raks harekat izhar etmektir. Raks, harekat muzıka ile kalkıp oynamağa derler. Fakat bu oyun öyle düğünlerde oynanan oyunlara benzetilmemelidir. Her nekadar taklitçilikse de zikrin tesirine kendilerini kaptıran zuafanın halleridir. Zikirde olgunlaşmış kimseler bu gibi şeyleri hoş görmezler. Zira günahtır. Çünkü: ibâdette ağırbaşlı olmak gerektir. Bazen buna cezbe adı takıp cezbeye geldi derler. Bu da hatalı bir sözdür. Çünki cezbede insan kendini kaybeder. Yaptıklarından haberi bile olmaz. Onun için o ma’zurdur. Fakat zayıf olan derviş onun gibi yapmağa özenir. Bütün hareketleri kendinin mâfûmudur. Mehmed Zahid Kotku 287 Bazen de aşka gelip bir de -Allah- diye bir feryad koparmaz mı artık herkesin gözü bunu arar. Acaba bu aşık kimdir diye. Halbuki; o aşık dediğimiz zat çok günah işlemiş bir zavallıdır. Allah cümlemizi affetsin de o uydurmacılıktan bizi kurtarsın, amin. Ciddi, sahih olanın öyle çalgıya veya söylenen sözlere hiç ihtiyacı yoktur. Zira o, herzaman sekir, sevinç ve şuur içindedir. Hak (sübhanehu ve Teâlâ) hakiki ve ciddi cezbeyi bizlere de nasib eylesin, amin. Doksan birincisi: Dünyaya muhabbet etmek, günah-ı kebâirdendir. Dünyanın bir takım çok çabuk geçen hazIarına kalbini bağlamak suretiyle dünyaya muhabbet eden, tabiatıyle âhiretine zarar verir. İbadat ve tâatını, hayır, hasenatını, lâyıkı vechile yapamaz. Bu suretle âhireti için zararlı olur. Evvela cemaate devam edemez. İkincisi sabah namazlarına vaktiyle kalkıp camisine gidemez. Kalkıp kılsa da yalnız kıldığı için yine zarardır. Âhiretine muhabbet eden, tabiatıyle dünya nimetlerinden faydalanamaz. Onun için, onun da dünyası zararlı olur. Dünyaya ihtiyacımız kadar dünyaya, âhirete ihtiyacımız kadar da âhiretimize çalışmak, teraziyi iyi kullanabilmek ve âhireti elden kaçırmamak gerektir. Doksan ikincisi: Delikanlı genç, güzel yüzlü kimselere ikinci defa şehvetle bakmak günah-ı kebâirdendir. Çünki bu ikinci bakış Allah korusun insanı livataya sevke sebep olabilir. Şehvetsiz bakmak da yine haramdır. Zira bu bakışlarda bizim bilemediğimiz idrakimizin haricinde bir kuvvet vardır ki o bizi zehirler. Bu sebepten buyurulmuş. “Bakmak iblisin zehirli oklarından bir oktur.” Herkim Allah korkusundan naşi bu bakmayı terkederse ona öyle bir iman verilir ki; onun tadını kalbinde bulur. Mü’minlere Va’zlar 288 Yemeklerin lezzetini sıhhatli kimseler ağızlarında buldukları gibi imanın lezzetini sağlam imanlılar kalplerinde ve gönüllerinde bulurlar. Yemeklerin lezzetini bulanlar o sevdikleri yemekleri nasıl daima ararlarsa hakiki iman sahipleri de ibâdetlerin tadına doyamazlar. Gündüzleri ibâdetlerini yaptıkları halde geceleri de herkes uyurken veya dünya zevk’ü safalarına kendilerini kaptırmış olanlara bilmukabil, Hakkın rızasını elde edebilmek için gece ibâdeti yaparlar. Ağlarlar, sızlanırlar, tazarru ve niyazın en güzellerini yaparlar. İşte bunlar hep Hak Teâlâ'nın o kulunun günahlardan kaçmasına karşı verdiği iman, nimet ve onun semeresidir. Sen bu göz bakmasını yabana atma. Bunun yasak edilişindeki hikmetlere aklımız ermez. Bize düşen Hakk'ın yasaklarına saygı gösterip günahların her çeşidinden korkup kaçınmaktır. Ondan naşidir ki, üç kimse kıyamet gününde cehennemi bile görmeyecekler, yani azap olunmayacaklardır. Bunlardan birisi: Allah yolunda nöbet bekleyenler, hudutta düşman gözeticiler, askerlerle birlikte Hakk’ı gözleyen herkes dahildir. İkincisi: Allah korkusundan naşi ağlayan gözler. Üçüncüsü: de Allah-ü Teâlâ'nın haramlarından gözlerini men eden bahtiyarlardır. Genç delikanlıların fitnesi kadınların fitnesinden daha şiddetli ve fena olduğu da ayrıca beyan olunmaktadır. Onun için bize gereken şey, haram mı, günah mı hemen kaçmaktır. Doksan üçüncüsü: Başkasının evine kapı deliğinden aralığında ve sair görülen yerlerden bakmak da haramdır ve günah-ı kebâirdendir. Mehmed Zahid Kotku 289 Hatta ev sahibi o bakan kimsenin bakarken gözünü çıkarsa, şer’an ödeme, kısas yapmak lâzım gelmez, demişler. Bir kimse bir eve girmek istediği zaman evvela izin istemesi gerekir. Evvelce bu “selamün aleyküm” diye yapılırmış. Şimdi ise kapıları çalmak ve zillere basmakla yapılmaktadır. Eve girmek isteyen kimsenin -bu selam ve kapı çalmasından önce- gözü evin içersine bakarsa o zata ceza olarak eve girmesine izin verilmediği gibi o zat, Allah ve resulüne de asi olmuş olur. Doksan dördüncüsü: Başkasının evine izinsiz girmek de günah-ı kebâirdendir. Yine bunun gibi etrafı duvarla çevrili bağ ve bahçelere girmek de böyledir. Şu kadar ki; komşunun kıymetli bir malı herhangi bir sebeple komşunun bahçesine düşse ve komşu yine, sonra bunu vermeyeceğini ve inkar edeceğini muhakkak bilirse, o zaman izinsiz girmesinde beis yoktur ve caizdir demişler. Doksan beşincisi: Fıskı zâhir olmayan yani bilinmeyen kişiyi gıybet etmektir ki, günahı kebâirdendir. Kardeşinin hoşlanmadığı kerih gördüğü çirkin sözleri onu zem yolunda arkasından söylemektir. Amma fısk-ı zâhir yani her türlü günahları alenen işlemekten kaçınmayan şahsın aleyhinde konuşmak gıybet değildir demişlerdir. Fakat bunun aksi olan diğer hallerini zikir ve beyan yine haramdır. Dinleyenlerin bilmedikleri bir kavim ve bir cemaat aleyhinde konuşmak gıybet değildir. Ve yine bir adamın şöhreti mesela kanbur veya şaşı vesair buna benzer bir şeyle bildirmek lâzım gelse bu da gıybet değildir. Ve yine bir zalimi zulmünden naşi korumak ve o zalimi korkutmak için, ol zalimin zulmünü sayıp dökse bu da gıybet sayılmaz. Ve lakin fıskı yani fasıklığı Mü’minlere Va’zlar 290 bilinmeyen kimsenin kerih göreceği gördüğü ve güceneceği söz söylemek kat’iyyen caiz olmayacağı gibi, büyük bir günah işlemiş olur. Ve bu gıybet o kadar kötü bir şeydir ki, ölmüş bir kardeşinin etini yemeğe benzetilmiştir. Aynı zamanda gıybet ile nemime, yani söz taşıyan, burda duyduğunu hemen öteki kimseye eriştirendir. Bu ara açmağa sebeptir. İman meyveleri olan salih amelleri mahveder. Bu insanın hali, çobanın hayvanlarını beslemek için meyvalı ağacın dallarını kesmesine benzer. Gıybet, din cihetinden olan ayıpların zikriyle olabileceği gibi, dünya cihetinden olan ayıpların zikriyle de olur. Mesela; kamburdur, şaşıdır, topaldır gibi ve müminin nesebine bir şey isnat etmekle olur. Sözünde, hareketında, elbisesinde, evindeki noksanları zikretmekle de olur. Bir de işaret, ima ve kitabetle de olur. Hele bazen korkunç sert bakışlar da Sûre-i Hümeze’de de beyan olunduğu vechile pek fenadır. Cenâb-ı Hak cümlemizi bu afatlardan muhafaza buyursun. Kendi kusurlarımızın islahiyle meşgul eylesin, amin. Doksan altıncısı: İsraftır. Günahı kebâirdendir. Allahü Teâlâ'nın müsrifleri sevmediğini hemen hemen herkes bilir zannederim. Şöyle tarif etmektedirler: Bir insanın geçinebileceği mikdar mal ile kifaflanmağa kanaat etmeyip ziyade mallar sarf ve harc etmeğe israf derler ki, pek büyük günahtır. Zira hem kendini hem de efrad-ı ailesini ve hem de cem’iyyetini mutazarrır etmektedir. Kifaf miktarı maiyşete razı olmayıpta bir takım tayyibat-ı mubaha ile iştigal ve itibar eden kimsenin tabii nefsi dünyaya, ve dünya lezzetlerine meyil ve rağbet eder. Sonra da bu nefsi bu lezzetlerden men edip geriye döndürmek çok zor olur. Ve ibâdet yolları kapalı kalır. Bunlara hacet bırakmamak için insan evvelemirde az şeye kanaat eylemeli. Malım ve param Mehmed Zahid Kotku 291 çoktur diye velev ki mübahtan olsun, nefsin her istediğini vermemek lâzımdır. Çünki âhirette mağfur olan yalnız kifaf miktarı olup ondan ziyade olan sarfiyat için insan mesul olsa gerektir. Çünki kıyamet gününde dört şeyin cevabını vermedikçe yerinden kimse kımıldayamıyacaktır. Onlardan birisi: Parayı nereden ve nasıl helal mi, haram mı kazandığı, sonra da bu paraları nerelere hayırlara mı, şerlere mi yoksa israfa mı harcadığı sorulup cevap alınacak ve ona göre mükafat veya mucazat görecektir. Halbuki insan canının her istediğini yemesi de israftan sayılmıştır. Öyle iken bak bizim masraflarımıza ne kadar fuzulidir. Çünki kanaat hemen hemen hiç kimse de kalmamış gibi en zaruret sahipleri bile bu israfa kendilerini kaptırdıkları için iki yakaları bir araya gelmemektedir. Hele başta sigara, ondan sonra çay ve kahve masrafları ve sonra da fuzuli evin süs eşyaları hepimizin belini bükmektedir. Çünki milyoner bir zat evini nasıl süslerse biz de ona benzetmeğe çalıştığımız meydandadır. Hele o düğünlerimizdeki israf... Bir de bugün adeta tam bir Avrupa taklitciliği daha açık tabirle, hristiyanlık taklidi gelin elbisesinden tutun da, nişanlar, düğün salonları, danslar, erkek kadın karmakarışık oyunlar, aman yarabbi sen koru bizleri. İsrafın en korkuncu, ömrün ve gençliğin israfıdır. Bundan kendisini kurtarabilecek ancak evliya kimselerdir. Kıyamet gününde sorulacak dört sorgudan; İkincisinde: Gençliğini nerelerde çürüttün ve ömrünü nerelerde zayi ettin? dedikleri vakit nasıl cevap verebileceğimizi bilemiyorum. Ömrümüzün hiç olmazsa geriye kalan kısmının kıymetini bilebilsek yine ne mutluyuz diyeceğimiz geliyor. Çünki insanın daldığı gafletten kurtulabilmesi denize düşenin kurtulabilmesinden daha zordur. Çok acayipdir ki, Mü’minlere Va’zlar 292 hayvan tabii bir kudret ve kuvvet ile kendi kendine yüzmesini bilir. At, köpek, manda ve saire hayvanlara yüzmeyi kim öğretmiştir. “İnsanım” diyen zavallı kişiler boğulup giderler de hala benliklerinden bir türlü vazgeçmezler. Bak dikkat et insanım diyorsun şeyhlik ne olacakmış ben ilhamı şeyhden değil Allah’dan aldım diyen zavallı, düştüğün denizden kendini kurtar bakalım. Orada nasıl çabalarsın ve nasıl feryad edersin -aman gelin beni kurtarın- dersin. Bak geçenlerde batan geminin taifesi? Su üzerinde çalkalanırken onların imdadına erişenler olmasa hepsi bir müddet sonra suda boğulup gideceklerdi. Sen neden bu kadar inatlık edipde -ben şeyh istemem- diyorsun. Öyle ise peygamberde isteme. Zira bugün peygamberlerin vazifesini onlar yapmaktadırlar. Sen daha bir şey bilmiyorsun. Hem kendini hem de başkalarını şaşırtıyorsun. Sana çok yazık demekten başka birşey diyemeyiz. Senin ne kadar bilgin var ki bu gün artık mezhep de tanımıyorsun. Herhalde İmam A’zam, İmam Maliki ve İmam Şafii’yi de geçtin, maşaallah sana. Sen o zaman peygamber (S.A.) e “niçin böyle muhtelif kollar buyurdunuz?” diye sor “ihtilaf-ı ümmeti rahmettir” ne demek? Sonra Cenâb-ı Hakk’a da sor bakalım sen bu insanları ve dillerini niçin muhtelif kıldın? Hepsi bir ahenkde ve bir dilde olsalardı, herkes birbiri ile daha iyi tanışır, bilişir herkes her yere rahatça tercümansız gidip gelirdi. Ne diyeceksin aziz kardeşim. Sen bu boş aklı bırak. Vahhabiliği iyi bir şey mi sanıyorsun doğru söyle bu dinini kaç paraya sattın? Ve bu yeni dini kaç paraya aldın bak bunların hesapları senin evdeki hesabına hiç benzemez. Aklını başına al da müslümanların gittiği yoldan ayrılma. Sonra bak sen namaza niyaza karışıyorsun. “Bunlar biddattır” diyorsun amma, kendinin mübtela olduğun bid’atlarla hiç meşgul olamıyorsun. (Bak israftan ma’duttur her istediğin şeyi yemek) Mehmed Zahid Kotku 293 Söyle bakalım nefsine ne kadar hakimsin, yalnız yemekte değil ahir zamanda (yakın zamanda, yani çok uzak değil)· “Benim ümmetimden birtakım erkekler gelecek bunlar çeşit çeşit tatlı tuzlu yemekler yiyecekler ve yine çeşit çeşit sular içecekler” Meyva suları, buzlu sular, gazozlar, portakal suyu, üzüm suyu, nar suyu, limon suyu... bir çok envai çeşit sular da içecekler. Ve de çeşitli renkli elbiseler giyecekler. Kıravatlar, ütülü pantolonlar, pardüsüler ve sair yazlık, kışlık, gündelik, bayramlık, seyranlık her bir ayrı ayrı renklerde gözleri kamaştıran gayet kıymetli ve pahalı kumaşlardan elbiseler, sonra gayet güzel konuşmalar, edebiyat, fesahat, belağat, dinleyenler hayran kalırlar, bir sürü eserler neşredip kendini teşhir edip, aleme tanıtmağa çalışan ve bu arada da zehrini döken yılan gibi, müslümanları zehirleyen ve fikirlerini şaşırtan eserlerinize bakın, sonra da kendi hayatınıza bakın. Bakalım peygamberimizin sözlerine ne kadar uyuyorsunuz. Bak kaç çeşit esvabın var. Günde kaç defa yemek yiyorsun her yedikçe de kaç kap yiyorsun? Yılda ne kadar oruç tutuyorsun, geceleri ne kadar teheccüt namazı kılıyorsun, bunların hesabını hiç yaptın mı? Hemen bol bol atıyorsun. Müslümanlık senin dediğin gibi “tesbihleri terkedelim, sünnetleri kılmayalım imamlara da uymayalım”. olmaz. Sonra Allah kerim. Kerim amma kuyusu da derindir kardeşim. Sonra bir baksana ki herkes yoldan çıkmış çırılçıplak, meyhaneler, kumarhaneler, deniz âlemleri senin elinden geliyorsa, bu günahlardan müslümanları kurtar. Bunların hepsi hem dünyevi hem de uhrevi bir felaket yuvası sen bunları hiçe sayıyor, hemen şu müslümanları nasıl vahhabi yaparım, diye uğraşıyorsun. Vahhabi olsak ne olacak, tesbih çekmeyeceğiz, sünnetleri kılmayacağız, tarikat ve mezhep tanımayacağız. Pekala Mü’minlere Va’zlar 294 kumar oynarsak, içki içersek, çıplak gezersek, dans ve baloda yaşarsak ne olur? Ben sana sorayım: Bu boynuna takdığın kıravatı peygamber takar mı idi? O hiçbir zaman göğsünü bile yani boğaz kısmını örtmemişler. Orasını hava alabilmek için geniş bırakmışlar Evvela sen kendini şu ufacık bid’attan kurtar; sonra şu giydiğin pantolonu beğeniyormusun, bu bize nereden geldi? Peygamberden mi, yoksa nereden? Yeter yeter kardeşim müslümana elleşme. Müslümanlığı yaşamağa bak. Öyle laflarla iş olmaz vesselam. Sonra biz düne kadar dedelerimizden miras kalan şalvarı beğenmedik, yerine Avrupanın daracık pantolonunu aldık. Halbuki pantolon daima ütü ister ve müslüman için en çabuk diz kapaklarından eskir. Şimdi yama da yok, hemen yenisini... Halbuki bizim şalvarlarımız hem sıhhi hem de iktisadidir. Bir şalvar en aşağı dört beş pantolonu eskitir. Sonra şalvarını dikimi de kolaydır. Onu ev hanımı da kolayca diker, israfın daha çok nevileri de vardır. Doksan yedincisi: Bid’atlarda, günah-ı kebâirdir. Bid’atlar iki kısımdır: — Seyyie, — Hasene. Seyyie de iki kısımdır: Biri ilimde, biri de i’tikaddadır. İbadat ve tâatta ziyade etmek veya noksan etmekle olur ki; sahabe-i kiram hazretlerinden sonra, ibadat ve tâatlarda vaki olan fazlalığa veya eksikliğe derler. Peygamberimizin kavlen veya fiilen, sarahaten veya işareten izin ve ruhsatı olmayan bir amele itaat-ı şer’iyyedir diye i’tikad etmek veya asıl din ve şeriatten olan bir şeyi bir ameli terk-i şer’idir diye terketmek, dinde noksan veya ziyade Mehmed Zahid Kotku 295 olmakla, günah-ı kebâirden addolunmuştur. Buna ibâdette bid’at denir. Bir de i’tikadda bid’at vardır ki; bunun bazısı küfürdür. Dirilmeyi veya kıyamet gününde toplanmayı inkar gibi veya sıfat-ı İlahiye’den bir sıfatı nefyetmek ve alemin sonradan yaradıldığına inanmamak ve “evveli yoktur” demek ve bazı büyük günahlardan, kabir sualini inkar ve mi’rac-ı şerifi tasdik etmemek gibi, bunlara i’tikadda bid’at denir. Bizim din ve şeriatımız olmayan bir şeyi ihdas ederek ahkam-ı şer’iyyenin içine idhal eden kimsenin bu uydurması şeriat indinde kabul edilmeyerek sahibine red olunur. Bu gibi bid’at sahipleri bid’atlarını terketmedikçe, ne tevbeleri ne de ibâdetlerinin hiç birisi kabul olunmaz. (Allahü Teâlâ hazretleri bid’at sahiplerinin tevbesini, bid’atını terk edinceye kadar kabul etmez). Allahü Teâlâ Hazretleri bid’at sahibinin ne orucunu, ne haccını, ne umresini ve ne de cihâdını ila âhir kabul etmez, buyurulmuştur. Amma yemek, içmek ve giymekde olan bid’atlar kebirden olmayıp bunlar şer’an nehy olunmuş bir şeyin işlenmesine sebep olursa veya şer’an bir fiilin terkine sebep olursa bu bid’atlar mekruh olur. Başına büyük sarık sarmak ve secdeleri lâyıkı vechile yapmamak, ucup ve riyayı mucip olan şeyler ve esvaplar giymek gibi demişlerdir ki; mekruh olan bu kerahatlerden sakınmak gerektir. Doksan sekizincisi: Hiyânetlik, günah-ı kebâirdendir. Hiyânetlik emanetlerde şer’i şerifin hilafına tasarruftur. Mesela: emanet veya rehin olarak verilen malı ve eşyayı sahibinin izni ve ruhsatı olmaksızın kullanmak günah-ı kebâirdendir. Mü’minlere Va’zlar 296 Bir adama gizlice söylenen bir sözü saklamayıp, başkalarına söylemek de hiyanetliktir. Allahü Teâlâ hazretlerinin emirlerini ve yasaklarını tutmak da emanettir. Emirler, ibâdetler, yasaklar da bilumum günahlardır. İbâdetlerini yapıp yasaklarından korunup kaçan insanlar (müslümanlar) emanete riâyet etmiş sayılırlar. Bilakis emirlerini tutmayan ve yasaklardan da kaçınmayan kimse emanet-i ilahiyeye hiyanetlik yapmış, Allah ve Resulüne ve yevm-ı âhirete iman etmemiş sayılır. Ahdini yerine getirmeyen kimsenin dini yoktur. Yani dinde kemâli yoktur, demektir. İki kimse arasında olan ahid ve misak vaki olduğunda, ahdini yerine getirmek ve bir iş için meşveret yapıldığında en doğru olanın söylemesi emanettir. Aksi hal ise hiyanettir. Abdest alıp namaz kılmak, oruç tutmak, hac ve zekat gibi vazife-i şeriyyeyi ifa etmek; bunların cümlesi emanettir. Allah korusun, bunları yerine getirmeyenler de emanet-i ilahiyeye hiyanetlik etmiş sayılır, diye kitaplarımızda yazılmıştır. Doksan dokuzuncusu: Zalim emirlere ve vekillerine sadakat göstemek günah-ı kebâirdendir. Zulüm ile muamelede bulunan vali, ümera ve hakimlere de yardımda bulunmak da büyük günahtır. Bilseniz bunları dikkatle okumak ve üzerlerinde durmak ne kadar mühimdir. Çünki zalim olan kimseler ne kadar zalim olurlarsa olsunlar; etraflarından yardım görmeyince birşey yapamazlar ve bilakis etraflarından nefret hislerini görünce büsbütün şaşırırlar. Tabiatiyle zulümlerini icra edemez hale gelirler. İşte her zamanın firavunları vardır. Dünya hiç bir firavuna kalmamış. Bütün firavunlar tarih kitaplarında ve çirkin eserleriyle meydandadırlar. Şimdi o zata nasıl akıllı adam diyebilirsin, bu zalimlere alacağı beş - on kuruş için dalkavukluk yapar. Dinini ve dünyasını Mehmed Zahid Kotku 297 da satar. Milleti de bu suretle ızdıraplar içersine sokar. İnsan hürdür ve hür olarak yaşamak da başlıca gayesidir. İnsanın bu hürriyetini kısıtlayan kanunlarla, müslümanları bâhusus rencide edenlere yardımda bulunan kimseler yarınki ahiret gününde Cenâb-ı Hakka nasıl cevap verecekler? Mesela: Allah diyen insanları tesbihleriyle, takkeleriyle hapisanelere sürükleyenler, siz Kur’an okuyorsunuz veya okutuyorsunuz” diye; veya minarelerde “neye Allahü Ekber diyorsunuz” diye, “niye toplandınız zikrullah yapıyorsunuz” diye; sürü sürü insanları hapislere sevkeden zalimlere yardımcı olan kimselerin her halde akılları olmasa gerektir. Sen tımarhanede olan delilere sakın acıma. Onlar âhirette sorgu görmeyecekler. Asıl acınacak deli, akılsız bu zalimlere ve onların avanelerine yardımcı olanlardır. Malum zalimlere yardım demek; onların işledikleri zulme yardımcı olmaktır. Hatta zalime yardım şöyle dursun; onlara meyil, muhabbet etmek de günahtır. Böyle zalimlere meyil, muhabbet ve onlarla sohbet ve onlara sadakat göstermek adeta budalalıktır dersem, beni ayıplamayınız. Çünkü bütün fenalıklar bunun üzerine konmaktadır. Zalimin zulmünü men etmek için gayret göstermemiz lâzım gelirken, zalime yardımcı olmak elbette affedilir bir günah değildir. Bir eserde şöyle birşey gördüm: (Adam ölmüş, kabre konmuş, melekler hesap kitap adamı dövmeğe başlamışlar adam feryad figan “beni niçin dövüyorsunuz?” diye sormak mecburiyetinde kalmış. “Çünki benim hiç kılmadığım namaz yok, orucumu da tutarım, hacca da gittim, zekatımı da verirdim. Artık beni ne diye dövüyorsunuz.” deyince melekler - “sen falan zamanda falan yerden geçerken bir zalim kişi bir garibi dövüyordu da sen hiç alâkalanamadan veya onu kurtarmaya çalışmadan Mü’minlere Va’zlar 298 başını çevirip görmemezlikten gelip geçtin. İşte bu sopalar onun için.” Binaenaleyh zalime yardımcı olmamak gerekir, insana yakışan zalimi zulmünden men etmeğe çalmaktır. Zalimi Cenâb-ı Hak katiyyen sevmez. Allah'ın kullarını Allah'ın evlerinden mescitlerinden ve orada Allahü Teâlâ'nın zikrinden ve ibâdetinden men eden ve onları birer bahane ile kapatan kimselerden daha zalim kim olabilir?” Yani en zalim kimseler Allah-ü Teâlâ'nın zikrine ve ibâdetlerine mani olmağa çalışan bedbaht kimselerdir. Camiler her ne kadar açık olsa dahi, orada ibâdet etmeğe lâyık kimseleri yetiştirmemek ibâdethaneyi kapamak değil midir? ibâdethaneyi ancak imanlı kimseler imar eder. İmanlı kimseleri yetiştirmeğe mani olanlar hep zalimlerdendir. Aynı zamanda imanlı kimselerin yetiştirilmemesi ise, ibâdethanelerin harabiyetine çalışan zümreye dahildir. Allaha, yalanla iftira eden - “Oğlu var- kızı var” diyen hristiyanlar gibi ve onlara benzeyenlerden daha zalim kim vardır? Allah-ü Teâlâ'nın verdiği hükümlerle hüküm etmeyenler Kur’an-ı Kerim’de üç sıfatla anılmaktadır: Kâfirun, zâlimun, fâsikun. Zalime kıyamet gününde en ağır zulümatı karanlığı, felaketi olacaktır. Yine ondan daha zalim kim olabiliyor ki; Allah-ü Teâlâ’nın mübarek ismi anıldığı vakit, gerek vaaz ve gerek nasihat anlarında onlardan i’raz edip, yüz çevirirler. Yani, İslâmı istemeyenlerden daha zalim kim olabilir? Allah-ü Teâlâ’nın zikrinden i’raz edenler için dar bir maişet ve bir de kabir azabı vardır. Kıyamet gününde de kör, âmâ olarak haşrolunacaklardır. Şairin sözü de pek meşhurdur: Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa; Hakkın bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır. Mehmed Zahid Kotku 299 Haccac-ı Zalimi de unutma (bak ne fena lakap)... (Zalimlere en ufak bir meyil ile meyletmeyiniz). Emr-i İlahi pek kuvvetlidir. Çünki meyleden duvar, ağaç bina, minare yıkılmaya mahkumdur. Binaenaleyh, zalimlere meyil İslâmiyetin mahvına sebep olur. Ona göre dikkatli olmak gerektir vesselam. Yüzüncüsü: Allah-ü Teâlâ’dan gayrıya secde etmek, günah-ı kebâirdendir. Secde tevazuun son hududur. Bu ancak kainatın sahibi olan Allah-ü (Teâlâ ve tekaddes hazretlerilerine) mahsustur. Ondan gayrısına yapılması kat’iyyen caiz değildir ve günahtır. Eğer secde yapılması lâzım gelse, kadının kocasına secde etmesiyle, emir edileceği beyanı çok yerindedir. Allah-ü Teâlâ kainatın halikıdır. Koca da kadının hamisi ve hafızıdır. Bunun için ona son derece hürmetkar ve saygılı olması iktiza eder. Bu suretle aile teşkilatı gayet nazikane ve edibane bir hayatla, mes’ut ve bahtiyar olurlar. Yüz birincisi: Az veya çok rızkındaki taksime, kendisine verilene şükretmemek de büyük günahtır. Evvela nimetin büyüğü hilkatimizdir. Sonra sağlığımızdır. Ondan sonra da rızkımız gelir. Bu da ezelden biz yaradılmazdan çok evvel Cenâb-ı Hak herkesin rızkını taksim etmiştir. İşte bu ezelde taksim olan rızık seni muhakkak bulur. Bu, az veya çok ne olursa ona şükür, üzerimize borçtur. Verilene şükür ettiğimiz müddetçe rızıklarımız artar. Ve bilakis şükürsüzlük, nimetleri azaltır. Fakat sen bunu başkalarıyle kıyas etmeğe kalkma. Sonra aldanırsın. Çünki taksimin nasıl olduğunu kimse bilmez. Şükür ise; Allah’ın verdiği nimetlerle hasıl olan kuvvet ve kudreti yine Allah’ın emrettiği ibadat-u tâatı, hayratı ve hasenatı yapmakla olur. Yalnız (Yarabbi şükür) demek kâfi değildir. Mü’minlere Va’zlar 300 Bu olsa olsa lisanın şükrü olur. Matlup ise bedenin Hakk'a teşekkürüdür ki; nimetlerin artmasına sebep bu şükürdür. Sakın deme ki; şu kişiler ki, bütün gün ömürleri haramlarla, fenalıklarla geçer. İbadat ve tâat da bilmezler ; fakat rızıkları nerede ise başlarından taşacak. Sen rızkı hemen yemek ve içmekde mi sanıyorsun? Allah-ü (celle ve ala) Kullarına ayrı ayrı rızkı manevi verir. Ondan mahrum olduktan sonra hayvanlardan ne farkı kalır? Hayvanların da çok yiyenleri ve rahat yaşayanları vardır. Amma ne yazık yine hayvandır. Biz ise müslümanca yaşamak ve müslüman olarak ölmek isteriz. Allah-ü Teâlâ-elhamdülillah rızk-ı maddi ve hem de ma’nevi rızıklarla merzuk eylemiş olduğundan şükrümüzün de bu sebepten çok olması gerektir. Muhterem efendim, Allah-ü Teâlâ’nın verdiği ni’metleri bir taraftan yedirenler ve hakka şükür edenlerin, namazlarını dosdoğru kılıp sabırla oruç tutanların sevabına nail olacağı gibi, aza şükür etmeyenin çoğada şükür edemiyeceği gibi, Allah-ü Teâlâ’nın nimetlerinden bahsetmek şükür, terki de küfürdür, diye birçok hadisler mevcuttur. Yüz ikincisi: İnsanların renginde vesair azalarında kusur bulup ayıplamak büyük günahtır. Zira yaratan öyle yaratmış. Ona bakıp ibret almak lâzımdır. Meselâ, kanbur olarak yaratılmış birisini kanbur diye ayıplamak çok çirkindir. Eğer seni de Allah-ü ‘Teâlâ öyle kanbur yaratsa idi, ne yapabilirdin? diye düşün. Herşeyi de buna kıyas et. Haline şükür eyle ve sakın kimseyi ayıplama. Zaten ayıplayıcı olmak kadar çirkin birşey yoktur. Büyük günahların da büyüğü; haksız yere bir müslüman kişinin ırzını namusunu ihlal edici şekle de dil uzatılmasıdır. Bu kadar büyük günah yoktur, Mehmed Zahid Kotku 301 Yine kebireden maduttur, bir insanı günahlarıyle anmak. Senin ayıpladığın şey nihayet kendi başına gelmedikçe de ölmezsin. Bu da ayrı bir ceza. "Kanlarınız mallarınız ırzlarınız ve namuslarınız Mekke-i Mükerremenin hürmeti gibi, sizler üzerine de haramdır." Yani birbirlerinizin ne mallarına, ne canlarına, ne de ırz ve namuslarına tecavüz etmeyiniz. Çünkü kardeşsiniz. Kardeş kardeşe daima iyilik yapmakla mükelleftir. Ey dilleri ile iman edipte; iman henüz içlerine gönüllerine, kalplerine dahil olmayan cemaat, müslümanlara eziyet etmeyiniz ve onları ayıplamayınız. Hatalarını kusurlarını araştırmayınız. Bu nekadar güzel bir nasihattır. Eğer biz bu nasihatlere uysak memleketimiz halkı çok rahat eder. Dedikodu kalmaz. Halbuki bugün ne hale geldik. Adeta bir iftira kampanyası açılmış. İstediğin kadar yalan, iftira hazır. Çünkü müslümanlık yok. Sonra âhiret korkusu yok. Herkes zannediyor ki ne yaparsam kâr. Halbuki hiç de öyle değil. Hep kabahat hakiki ve sağlam müslüman olmadığımızdan ileri geliyor vesselam. Yüz üçüncüsü: Cuma namazını bir kere özürsüz terketmek günah-ı kebâirdendir. Eğer üç Cuma namazını terkederse kalbi üzerine perişanlık, rüsva’lık mührü vurulup, yardımsız bir halde bırakılır. Artık o adamın kalbi hayır ve şerri, hak ile batılı farkedemez hale gelir. İşte tıpkı böyle bugün -müslümanım- diyen milyonlarca insanın müslüman düşmanlarını desteklemekte olduğu apaşikârdır. Bu hususdaki ehadis-i şerifler pekçoktur. Kalbi tab olunur (yani mühürlenir). “Kalbi münafık, kalbi gibidir.” “Münafıklardan yazılır.” “İslam'ı arkasına atmıştır.” Mü’minlere Va’zlar 302 Cuma namazını terkedenler, ya tevbe edip bu günün fena adetlerinden vazgeçer; veyahut kalpleri üzerine mühür vurulur. Ondan sonra da gafletten kendilerini kurtaramazlar. Ve gafilûn zümresine girerler. Misafir, hastalara kadınlara cuma farz değildir. Amma o günün öğle namazı farzdır. Fakat imkan bulup cumayı kılarlarsa cum’aları sahih olur. “Cum’a namazının farziyetini inkâr ederse o zaman da kâfir olur” demişlerdir. Diğer namazların inkarı da böyledir. Yani küfürdür. Yüz dördüncüsü: Selam, kelâm ve eşya gibi emanetleri yerli yerlerine eda etmeyip, vermemek günah-ı kebâirdendir. Çünkü: İslâmiyetin alâmettindendir. Emanetlere riâyet etmiyen bir kişi kendisine yapılan i’timadı suistimal ederek emaneti yerliyerlerine vermemesi itimadı sarsar. Hem de müslümanlığın istediği istikametten de ayrılmış olması münasebetiyle, şan-ı İslâmiyete kir getirmesi yüzünden pek büyük bir hata ve günah irtikab etmiş olur. Allah-ü (celle ve âlâ’nın) ve rasulü Muhammed Mustafa (S.A.V) in kendisini sevmesini isteyen kimse, sözü doğru söylesin. Emanetleri eda etsin ve komşusuna eza etmesin. Ve yine (Emanete riayet etmeyenin imânı yok, ahdinde durmayanın da dini yok) Ne sözdür bu. Lâkin kimin kulağına girecek, kalp mühürlenmiş ise ne faide. Ne desen boş. Bir de böyle hakikatleri arayacak şekilde yetişmemiş ise, bu sözler ona kolayca faide vermez. Yüz beşincisi: Va’dinde durmamak günah-ı kebâirdir. Meselâ; sana şunu alacağım veya şunu vereceğim, gibi vaidlerde bulunup sonra onu yapmamak hem yalancılığı ve hem de karşısındaki müslüman kardeşini aldatmış olması dolayısıyle, iki, üç günah birden yüklenir. Bunun zıddı vadettiği her şeyde sadakat göstermesi ve sözünde durmasıdır. Mehmed Zahid Kotku 303 Münafıklık alâmeti malum olduğu üzere üçtür. (Her nekadar Oruç tutup namaz kılsa dahi ve kendisini müslüman zannetse de yine münafıktır.) 1- (Konuşurken yalan söylemek, 2- Va’dinde durmamak, 3- Emanete hiyanetlik yapmak). Ve yine: — Dört şey kimde bulunursa halis münafıktır. Dördünden biri olursa, onda da münafıklıkdan bir hisse var demektir. Hattâ o birini bırakmadıkça münafıklıktan kurtulamaz. Bir: Emanete hiyanetlik, İki: Yalan söylemek, Üç: Ahdinde, vadinde gadr etmek, Dört: Hasmiyle çekişirken günah işlemek. Vermemek niyetiyle yapılan vaadlerin günahı ise iki kat olur. Fakat va’dinde bir emr-i zaruri hasebiyle va‘dini yapamazsa va’dinden hulf etmiş sayılmaz. Lâkin o zaruret herkesce ve şeriatce kabul olunan bir zaruret olması lâzımdır. Yoksa lâalettayin her şeyi zaruret gibi göstermek de caiz olmaz. Yüz altıncısı: İstihza, horlamak, hakir görmek, alay etmek; günah-ı kebâirdendir. Aher kimseyi küçük görüp ona hakareti icabeden ve i’ma eder yolda söz söylemeğe, istihza derler ki; (ve ol şahsı maskaralığa almağa da sıhriyye denir ki;) büyük günahtır. Kendisini büyük görmek ve istihza ettiği insanı da küçük görmek demektir. Umulur ki; o istihza ettiği kimse indallah da ondan daha kıymetli ve hayırlı bir kuldur. Binaenaleyh kimse kimse ile alay etmemelidir. Fakat ne yazıktır ki; küçük yaşlarında aldığı huylar insanlardan kolayca ayrılmıyorlar. Bunlar tecrübelerle sabittir. Mü’minlere Va’zlar 304 Seksen yaşına giren insan hala o çocukluğundaki hallerini, şakalarını, alay ve istihzalarını bir türlü bırakamaz. Onun için küçük yaşlarda tevbenin kıymeti pek mühimdir. İhmalide o kadar fenadır. Yarınki kıyamet gününde bu alaycı ve nas ile istihza eden kimselere cennetten bir kapı açılıp “gelin girin diye çağırılacaktır.” Fakat kapının yanına gelince kapı kapanacak ve bu şekilde ceza oluncak ve nihayet kapı açılıp gel, gel diye çağırıldığı halde gelmeyeceklerdir. İstihzalar sözle olduğu gibi fiilen de olur. İşaret ve i’ma ile gülmekle de olur. Her halde ağırbaşlı olmak büyük bir’ devlettir. Yüz yedincisi: Sultan kapılarına, yani devlet kapılarına gitmek de, günah-ı kebâirdendir. Zulüm ile adeti olan sultan kapılarına gidip onlardan yardım istemek, hizmet istemek elbette günah-ı kebâirdendir. Acaba bugün zulüm etmeyen hangi sultanı bulabilirsiniz. Bugün okumakta olan yüzbinlerce talebenin, hep devlet kapılarından hizmet beklemekte oldukları görülmektedir. Tabii bu işin vahametinin bilinmediğindendir. Sonra memurluk tenbellik alâmetidir. Çalışıp alınteri ile kazanıp yemesi de zor gelir. Onun için en kolay şey, (biraz okuyup zahmet çeker sonra ömür boyunca rahat ederim) davası başta gelmektedir. Fakat vebal kısmı hiç de göz önüne alınmaz. Çünki; bu vebalden ancak olgun müslümanlar korkar. Öyle namaz, niyaz, olmayan müslümanın bir korkusu olmaz. O Allah'a yakın olmuş, uzak olmuş, akıllının işi değildir. O hemen karnını doyursun zevkine baksın. İşte o zaman hayvanlar bu gibi insanlardan daha faideli olurlar. Çünki; insanın eti yenmez sütü içiImez, derisi kullanılmaz, hemen toprağa Mehmed Zahid Kotku 305 gömülür gider vesselam. Hayvanın ise; eti yenir, sütü içilir. Yününden, derisinden, hatta kemiklerinden boynuzlarından ve hatta bağırsakların da istifade edildiği görülmekte ve bilinmektedir. Şimdi o ulvi, bazen de meleklerden bile üstün olan insanlık nerede biz nerede? İnsan hacı olur, hoca olur, profesör olur, bey paşa olabilir amma insan olmak çok zor mu çok zor. Yani Allah-ü Teâlâ’nın sevip, razı olduğu insan ki ona kâmil insan denir. Matlup olan da bu insanlık ve bu müslümanlıktır. Yoksa sıra müslümanı, sıra insanı olunca, o zaman hayvanlar daha ziyade puan kazanmaktadırlar. Bak İmam A’zam gibi bir zat, o kadar bilgisi ile, kadılığı ne için kabul etmedi, hapishanelere düştü, sopalar yedi yine kabul etmedi? Ölümü ihtiyar etti ve memurluğu istemedi. Sen ve ben bugün onları da beğenmiyoruz; vah vah bizlere... Bak Süfyan-ı Sevri isminde bir alim o da bir mezhep sahibi imiş. Bir gün ders okuturken posta bir mektup getirmiş. Mektup Harun-Reşid’den geliyormuş. Okumuş meğer Harun Reşidle evvelce kardeş olmuşlar. Harun Reşid halife olunca etraf civardan bir sürü dalkavuk hacı, hoca tebrike gelmişler. Bu sırada Harun Reşit kardeşliğinin gelmemesinden üzülerek bu mektubu yazmış. Mektubunda da ziyaretçilere olan ikram ve ihsanından bahsetmiş. Bunun üzerine Süfyan-ı Sevrı, yazdırdığı mektupta: “Bu beytülmale hangi hakla tasarruf ederek bu ihsanları yaptığını ve Allah’tan korkmadan beytülmali zayi ettiğin; hatta kendi parandan dahi yapsan bu da israftır! Hak sübhanehu buna razı olmaz,” diye çok acı bir mektup yazdırıp postacıya vermiş. Şimdi bilmem sen ne dersin. Yüz milyonlarca liralar bir şeref uğruna harcanıyorda kimsenin tüyü bile kıpırdamıyor, Mü’minlere Va’zlar 306 heyhat. Halbuki bugün ne kadar diyebilirsin. Devlet kapılarına ancak onlara nasihat etmek, doğru yolu göstermek, Allah'ın emirlerini ve yasaklarını bildirmek için gitmek lâzım gelirken; nerede böylesi... Başına bela istersen söyle. Asılanlar niçin asılmış, Sor ve düşün. Hele Atıf hocanın idamı, daha onun gibi neler... Birgün Bayezid camiine sabah namazına gidiyordum. Polisler bizi yoldan çevirdi. Ne var diye baktım meğer meydana sehpalar dizilmiş. Beyaz gömlekliler belki ondan fazla kimselerdi. Hepsini birer birer asıverdiler. Artık kabahatleri ne idi bilemeyiz. Henüz o zaman İstanbul’da saltanat devri idi. İşte insanlar kendilerine yaramayanları böylece imha ederler de zerre kadar müteessir olmazlar. Haccac-ı Zalim de böyle değilmiydi? Sen artık ne diye bu memuriyete özenir durursun. Ticaret ve sanat kadar tatlı birşey var mıdır? Hele o toprakla meşgul olup, insanlara, hayvanlara maddi hayatın mahsülü olan meyveleri yetiştirmeleri ne kadar hoştur. Sabahın erken vakitlerinde tarlasında, o kuşların cıvıltısı içinde, sabahın da tatlı bahar havası ile namazını kılıp, işine başlaması yokmu? Buna doyummu olur? Sen bu güzel canım hayatı bırakta, havası bozulmuş, küçük bir köy halkı gibi bir bina içine doldurulmuş binalara git rahat yok, huzur yok -Ah bir pazar olsa da şöyle bir hava almağa çıksak. Amma nereye çıkacaksın her yer dopdolu. O köyün havasını bulmağa imkan mı var? Biraz zor. Fakat zevki tattımı; rahatı hiç bir şeyde bulunmaz. Onun için ey aziz kardeşim, memuriyete hiç özenme. Ticaret, sanat, ziraatte hayat vardır, saâdet vardır, selamet vardır. Hele kanaatin de olursa paşaların paşası, beylerin beyi, senden daha a’lası yoktur. Gafil ve cahillerle sohbet insana darlık verir. Avcılık yapmak gaflete sebep olur. Sultan kapılarına müracaat Mehmed Zahid Kotku 307 fitnelere uğratır. Sultanlara yaklaştıkça Allah’ın rahmetinden o nisbette uzak olur. Yani rahmet-i ilahiden mahrum kalır. Bunları iyi oku ona göre hareket eyle aziz evladım.) Yüz sekizincisi: Dünya ve dünya şöhreti ve nasın teveccühünü murad ederek ilim öğrenmek günah-ı, kebirdendir. İlim ancak Cenâb-ı Hak hazretlerinin rızasını kazanmak ve ümmet-i Mühammede dinlerini öğretebilmek için öğrenilir. Bu yolu bırakıp da dünyanın ve dünya şöhretini ve nasın kendisine ikbalini murad etmek elbette günah-ı kebâirden addolunur. Zira dünya haddizatında bir cifeye benzetilmiş olup bunu talep hiçbir ilim sahibine yakışmaz. Dünyanın bütün lezaizi zikrullah ve zikrullaha tealluk eden ilim ve ibadat-ü tâat-ı ilahiye dururken dünyaya ve ehli dünyanın arzularına uyarak, dünyaya meyletmek ve muhabbet duymak büyük kabahattir. Herkim ilme ulemaya yaklaşmak ve muarızları ile mücadele veya nasın kendisine teveccühünü muradetse Allahü Teâlâ bu gibi ilim sahiplerini cehenneme idhal eder. Ve yine (herkim Allah-ü celle ve alâ’nın rızasından gayrı bir maksatla ilim öğrenmek isterse cehennemde yerini hazırlasın. Bunları iyi dinlemeli sonra da ona göre hareket etmeli. Yüz dokuzuncusu: İlm-i şer’iyi öğrendikten sonra dünya sevgi ve zinet ve şöhretlerini arzu etmek, günah-ı kebâirdendir.” Din ilmi hususiyle bütün ilimlerin ve sevilenIerin üstünde bir ni’met-i uzmadır. Buna nail olduktan sonra tekrar dünya zevk ve şehvetlerine iltifat edip de ilmi bırakmak, en büyük kabahat ve günahtır. Çünki elindeki ni’metin kadrini bilmeyip ve onunla dünyayı ve zevklerini elde edemeyince, onu hakir görerek bırakması elbette affolunmaz bir kabahattir. Allah-ü (Celle ve alâ) cümlemizi korusun. Mü’minlere Va’zlar 308 Bir vakitler ilim adamlarına çok hakaretler edildi, maaşları kesildi. Onlara rağbet eden olmadı. Hatta mahpuslara atılanların sayısı belirsiz idi. Adamcağız hoca olduğuna; şeyh olduğuna pişman idi. Türlü türlü iftiralar, bahanelerle mahkemelere sevk olunup, hapse atılanlar ve orada inleye inleye ölenlerin sayısı belli değil. Halkın gözünden düşürmek için ne lâzımsa yapılıyordu. Hele gösteri günlerinde, temsiller de hoca efendilerin çocukları uzun sopalarla döverek okuttukları teşhir olunuyor ve hele nikâh kıyışları çok acayip kılıklarla alay mevzu oluyordu. Bunu gören hoca efendiler, artık meslek değiştirmekten başka çare yoktur diye boyuna meslek değiştirirlerdi.” Halbuki sabretseler sonu elbette selamet olacaktır. Çünki havalar ne kadar kararsa bozulsa fırtınalar kopsa; bir müddet sonra yine açılıp gül gülistan olduğunu cümlemiz görürüz Bizce malumdur. Binaenaleyh ilim sahibine yakışan her ne kadar rağbet görmese ve tahkir de olunsa mesleğini muhafaza etmesidir. Bu ilmin şanındandır. Cenâb-ı Hak ehl-i ilmi hiç bir zaman bırakmaz. Ona bilinmedik yollardan ferahlıklar verir vesselam. Yüz onuncusu: Bir kişinin koca ile karının arasını açarcasına fitne ve fesat eylemesi günah-ı kebâirdendir. Ya kadında gözü vardır; kendisi almak için, veya bir başkasına vermek için yapılan bu gibi iğrenç hadiseler, elbette değil müslümana, insan olan hiçbir kimseye yakışmaz. Senin karını böyle aldatsalar senin vicdanın buna razı olur mu? elbette olmaz. Öyleyse sende başkasının hanımını aldatmağa çalışma. Büyük günahlara girer ve cezanı bulursun. Yüz on birincisi: Zâlimin yüzüne gülmek ve ona sadakat izhar ederek onunla dostluk yapmak da günah-ı kebâirdendir. Zalime nasihat edip onu zulümden vazgeçirmek icabederken; bilakis zalimin yüzüne gülmek, onunla Mehmed Zahid Kotku 309 dostluk etmek, onunla birlikte olmak, onun yaptığı zulumü hoş görmek demektir. Zulümde onunla müşterek olmaktır. Zira zulüm ehli ve onların avaneleri cehennemdedirler. Bir emir, içeceği şarapları döken alim bir zatın arslanların önüne atılmasını emretmiş. Zalimin avanesi de hemen zavallıyı arslanların önüne atmışlar, atmışlar amma Alim de hemen namaza durmuş. O aç arslanların alime hiç birşey yapmadığını görünce o zalim de tövbekar olmuş. Zira Allah’tan korkandan herşey korkar. Onun için ecdadımızın az kuvvetlerle, büyük düşman kuvvetlerini tarumar ettikleri hepimizin malumudur. Dünkü Çanakkale ve Yunan savaşları ortada. Yüz on ikincisi: Müslüman kardeşi için şer murad ederek uyumak da günah-ı kebâirdendir. Mesela: “sabah olsunda ona şöyle yaparım böyle ederim”, diye şer kasdederek yatması bile günah kazanmasına kafidir. Halbuki Müslüman; müslüman kardeşi için daima hayır murad etmekle memurdur. Binaenaleyh böyle kötü niyetlerle yatanların, ta sabaha kadar defterlerine günah yazılır. Ve bütün gece şer içinde geçer. Çünki mümin, niyetiyle cezalanır. Hayır niyet ederse hayır görür, şer niyet ederse şer görür. Binaenaleyh (Mümin olamaz o kimse; kendisi için istediği hayırları; mümin kardeşi için istemez ise.) Ne dersiniz bu hepimize güzel bir ders ve nasihat değil mi? Cenâb-ı Hak hepimizi kardeşlerine hayır isteyen ve hayır işleyen kullarından eylesin amin. Yüz on üçüncüsü: Yalan olduğunu bildiği halde kardeşinin aleyhindeki konuşmayı dinleyip, süküt etmek de günah-ı kebâirdendir. Bunda iki vebal vardır: Birisi, yalanı tasdik edip yalancıya fırsat vermek, birisi de müslüman kardeşinin aleyhinde konuşmaya, plâna ortak olmaktır. Müslümana düşen vazife; Mü’minlere Va’zlar 310 bu kardeşini müdafaa ile beraber, o yalancı müfteriye de, -Allah’tan kork, böyle yalan söyleme”- diye onu ikazdır. Yoksa süküt edip onu tasdik değildir. Bak (herkim, yanında Müslüman kardeşi gıybet olur da gücü yettiği halde ona yardım etmezse; Allah da onu dünya ve ahirette zelil eder) ne kadar acıdır. Halbuki her yerde ve her zaman müslüman müslümanın yardımcısıdr. Gıybet ise en ağır bir günah olmakla beraber buna dikkat eden müslüman ise pek az görülmektedir. Allah cümlemizin muîyni olsun. Yüz on dördüncüsü: Müslüman kardeşinin kabih, çirkin, ayıplı bir halini, bir rahatsızlığını işitip de sevinmek günah-ı kebâirdendir. Zira Müslülümanlar bir vücut gibi kardeş kardeştirler. Gerek, günaha müteallik olsun ve gerekse, sair rahatsızlıklara mebni ona acımak ve müteessir olup ve hatta ağlamak yerine, sevinmek elbetteki iyi birşey değildir. (Ve hem de herkim müslüman kardeşine isabet eden bir musibetten naşi sürur sevinç izhar ederse iyi bilmelidir ki; Allah (celle ve ala) ona afiyet verip kurtarır da yerine o sevinç ve sürür duyan, kimseyi müptela kılar.) Bundan anlaşılıyor ki; âherin musibetine sevinmek ol musibet ve belayı üzerine çekmek demektir. Yüz on beşincisi: Bir kimse için başka bir kimsenin hanımına hediye göndermek veya gizlice bazı latifelerle taltif etmek günah-ı kebâirdendir. Halbuki o kişinin bu hareketi ilerde vaki olacak büyük fesadın mukaddemesi demektir. Bundan dolayı neticesi büyük fesatlara sebep olan hareketler, günah-ı kebâireden addolunmuş ki, buna cesaret edilemesin. Mehmed Zahid Kotku 311 Yüzonaltıncısı: Yanlarında üçüncü bir kimse olmadan yabancı bir kadınla bir adamın yalnız bir yerde bulunması da günah-ı kebâirdendir. Zira bu hal o zaman olmasa bilahere ileride fesad-ı azimenin vukuuna sebep olur. Zira: (Kadınlarla halvetde kalmadan, kaçınınız. Zira bir erkekle bir kadın yalnız kaldıkları vakit mutlaka şeytan araya girer. (Yani onların fikirlerini bozar ve günaha girmelerine sebep olur.) Bir adamın çamura bulanmış bir hınzıra sürünmesi omuzlarının kendisine helal olmayan bir hanıma sürünmesinden hayırlıdır) buyurulmuş. Nedersiniz. Bu günkü hayata... Yüz on yedincisi: Allah-ü Teâlâ’nın ta’zim buyurduğu şeyi, ufak ve ehemmiyetsiz ve yine Allah-ü Teâlâ’nın ufak kıymetsiz, küçük gördüğü şeyi büyütmek, ona ta’zim etmek günah-ı kebâirdendir. Zira böyle yapan kimse Allhah-ü Teâlâ’nın işini beğenmeyip, aksini iltizam etmek; Cenâb-ı Hakk’a açıkça muharebe i’lanı kadar büyük olduğundan, hareketin batıl olduğu meydandadır. Bunları sen iyi düşün. Yüz on sekizincisi: Bir adamın, görmediğini “gördüm”, demesi, duymadığını “duydum” demesi, bilmediğini bilyorum iddiasında bulunması günah-ı kebâirdendir. Zira bunlar, yalancılıktır. Yalan, haramdır. Halbuki insanın her işittiğini söylemesi bile caiz değildir. Nerede kaldı ki, duymadığını duydum, görmediğini gördüm, bilmediğini biliyorum demesi. Bu hem cehlinin meydana çıkmasına ve hem de yalancı olarak tanınmasına sebeb olur. Mü’minlere Va’zlar 312 Yüz on dokuzuncusu: Erkeğin her ne suretle olursa olsun kendini kadına benzetmesi ve kadının da yine her ne suret ve şekilde olursa olsun kendisini erkeğe benzetmesi günah-ı kebâirdendir. Hatta erkeğin sesini bile kadın sesine benzeterek ince bir ses çıkarması, kadının da erkek sesi gibi ses çıkarmaları ve hatta erkeklerin ferace, çarşaf ve pantolonlarını giyip onların başını örttükleri gibi örtmesi, kadının başına fes veya sarık, şalvar veya cübbe giymesi, erkek gibi kalın seda çıkarması kendilerini erkeklere benzetmek demektir). (Resül-i Ekrem bir kadının erkekler gibi kılınç kuşanmış olduğunu görünce - Kendini erkeklere benzeten kadınlara, yine kendilerini kadınlara benzeten erkeklere lanet buyurmuştur) Çok mühimdir. Yüz yirmincisi: Allah-ü Teâlâ’nın ismi şerifinden gayrı bir şeyle yemin etmek günah-ı kebâirdendir. Ve her kim: Allah-ü Teâlâ’nın mubarek ismi şerifinden gayrı bir şeyle yemin ederse; Allah-ü (celle ve ala)ya şerik koşmuş olur. Şirk ise af olmayan günahlardandır. Mesela: - Ben falan işi işlersem kâfir olayım, veya buna benzer sözler söylemesi Allah'ü Teâlâ'dan gayrıya yemindir. Sonra işlersem kâfir olayım deyipde, sonra da işlerse; veya geçmiş zamanda işlediğini bildiği bir şeyde, (kafir olayım ki işlemedim) derse kendinden korkulur. Tehlikeli bir sözdür, kaçınmak gerektir. Yüz yirmi birincisi: İşçinin ücretini vermemek veya tehir etmekde günah-ı kebâirdendir. İşçinin pazarlık mucibince işini bitirdikten sonra ücretini bir bahane ile vermemek tabiatıyla insanlığa ve İslâmlığa yakışmayan çirkin bir harekettir. Elinden gelirse, onun hakkını daha fazlasıyle verip onu memnun etmek insanlık iktizasıdır. Böyle yapmayıp bir de ücretini vermemesi elbette büyük bir Mehmed Zahid Kotku 313 günahtır. Hem işçinin gözü kalır ve hem de emeğinin hakkını alamaz ki; bu da büyük bir zulümdür. Peygamberimizin (Sallallahü Aleyhi Vesellem) kıyamet günündeki hasımlarından düşmanlarından birisi de işçinin ücretini vermeyenler olacaktır. Yüz yirmi ikincisi: İki kimse beynini (arasını) bozmak için çalışmak da günah-ı kebâirdendir. Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından üç kimse lanetlenmiştir. Birisi: Ana ve babasının rızasından yüzünü çeviren; İkincisi: Karı koca beyninde fesat ve fitne ilka edip kadını boşandırmak sonra o karıyı kendi almak, isteyen, Üçüncüsü: Müminler beyninde buğz, haset ve adavet ilka etmeğe çalışan kimseler ki; lanete müstahak olmuşlardır. Hakikaten bu günkü fitnelerin hemen hepsinin bu fitneci kimselerin elinden dilinden ve yazılarından kopmakta olduğu görülen gelmektedir. Çünki; bunların hemen hiç birisinin dinle diyanetle günahla alâkaları yoktur. Bütün gayeleri yalnız dünyalıklarıdır. Onun için helâl, haram demeden; yalan doğru, hak, bâtıl tanımadan gayelerine hizmet etmeğe çalışırlar ki, yalnız bizim için değil bütün beşeriyet için bir felâket yuvasıdırlar. Yüz yirmi üçüncüsü: Bir adamın dinkardeşine -”Ya mürai” diye söylemesi günah-ı kebâirdendir. En kolay şey, hemen birisine biraz kızdık mı ilk sözümüz: — “Bırak şu mürai herif -” demektir. Fakat tam kırk senelik amelinin mahv ve iptaline sebep olur. Mümin, kardeşine karşı daima hüsnü zan ile memurdur. Herkesi mümin, Mü’minlere Va’zlar 314 müttaki bilmek ve salahhane tesbit etmek icabederken; bilakis ona riyakarlığa tesbit etmek "Ya mürai" diye söyleyerek hem günah-ı kebâir ve hem de kırk senelik amelin mahvına sebep olması elbetteki çok acı birşeydir. Zira riya âhiret ameliyle dünyayı muradetmeğe derler. Kalben olacak şeydir. Bunu da Allah’dan gayrısı bilmez. Binaenaleyh bilmediği şeyi mümin kardeşine “yâmürâi” diye söylemesi bir sû-i zan alâmetidir. Bu da yasaktır. Yüzyirmidördüncüsü: Karı-koca süt emen çocuğunu, veya süt annelerin baktıkları çocuklarını vakti gelmeden zaruretsiz memeden kesmeleri, günah-ı kebâirdendir. Zira süt emen çocuğun süt emmek hakkı iken, ufak tefek bahanelerle onu sütten kesmek o çocuğa zulümdür. Süt anne ise, o da mukavelesine riayet etmediği ve çocuğu hakkından mahrum ettiği cihetle günah-ı kebâiri irtikap etmiş olur. Çünki; annenin sütü kadar çocuğa faideli bir gıda yoktur. Neşvüneması, akıl ve zekâsı sonra eksik kalır. Bunun vebali de onu sütten vaktinden evvel kesenleredir. Yüzyirmibeşincisi: Nass, bana iyi desinler ve bana büyük adam desinler, bu gözle baksınlar, diyerek kendinde olmayan bir hali ızhar etmek büyük günahtır. Perişanlık alâmetidir. Dininde, ihlasında amelin az olsa da sana yeter. Hâlis olmak insanın içi ile dışının bir olmasıdır. Sözü ile hareketi uygun olmasıdır. İçi başka dışı başka, münafıklık alametidir. Kendisinde olmayan bir hali izhar ise, yalancılık ve riyakarlıktır. Cenâb-ı Mevla cümlemizi bu sayılan (125) büyük günahlardan ve bundan sonra sayılacak olan küçük günahlardan muhafaza buyursun, Amin. KÜÇÜK GÜNAHLAR Birincisi: Bakması câiz olmayan kimselere bakmak, günah-ı sağairdendir. Kıyamet gününde her göz ağlayacaktır. Yalnız üç kişi müstesna. Birisi: Bir göz sahibi ki, Allah’ın haram kıldığı kadınlara bakmaz ve gözlerini yumuverir. İkincisi: Allah yolunda, gerek muharebelerde ve gerekse tahsili-i ilmişeriyyede uykusuz kalıp nöbet bekler veya derse çalışır. (Düşmanı gözetlemek gibi.) Üçüncüsü: de Allah korkusundan naşi ağlayıp gözlerinden az da olsa su çıkaranlar. Ve haram olan güzel kadınlara şehvetle bakanların da gözlerine kıyamet gününde kurşun döküleceği beyan olunmaktadır. Çünki bu bakışlar bilahare büyük günahlara da sebep olmaktadır. Mü’minlere Va’zlar 316 İkincisi: Bakması haram olan kimseyi şehvetsiz öpmek günah-ı sağairdendir. (Şab-ı emred) delikanlıları da öpmek böyledir. Şehvetle öpse büyük günah olur. Çünki zina, ellerin tutmasıyle, ayakların zina mahalline gitmesiyle, ağızların zinası da öpmekle olur buyurulmuştur. Üçüncüsü: Az bir şehvet sebebiyle, menisini eliyle getirmek günah-ı sagairdendir. Hanımının eliyle de olsa yine günahtır. Belki bekar olupta şehvetinin galebesi ile, büyük günah işlemekten korkan kimse, lezzetlenme gibi bir hal olmayup, ancak şehvetini teskin için olursa müsaade varsa da; bedene büyük zarar i’ras edeceğinden, bundan kaçınmak evladır. Dördüncüsü: Şehvetsiz başkasının hanımına yapışmak haramdır. Genç ihtiyar müsavidir. Zira beş şeyi yapan cennetliktir: 1- Konuşurken doğru konuşmak, doğru söylemek, 2- Ahdini yerine getirmek, 3- Emanetleri eda etmek, 4- Ferçlerini muhafaza etmek, günahlara bakmamak için gözlerini yummak. 5- Ellerinizle kimseyi incitmemekdir. Beşincisi: Gerek genç ve gerek ihtiyar kadınla te’nha hali ve başka kimselerin bulunmadıkları yerde bulunmak caiz değildir. Haramdır. Bu kadın veya erkek sütkardeşi olsalar veya kayınvaldesi olsa dahi, bu halvetler caiz değildir. Allahü (celle ve alâ)ya ve ahiret gününe inanıp, iman eden kimse, başka bir mahremi Mehmed Zahid Kotku 317 olmadan, ecnebi, yabancı bir kadınla yalnız kalmasın, kadınlarla yalnız kalmaktan sakınınız. Çünki üçüncüsü şeytan olacaktır. Sizi büyük günahlara düşürür. Altıncısı: Hayvanlara bile olsa, la’net etmek caiz değildir. Zira Lânet’in Manası: Allah’ın rahmetinden uzak ol demektir. Halbuki bütün eşya Hakkın rahmetine muhtaçtır. Öyle ise; la’net edici olmayınız. Bir kimse mümin kardeşine la’net ederse büyük günah işlemiş olur. Yedincisi: Hadd-i şer’iden bir hadd icab etmeyen, zaruri ve zaruri olmayan yalanı söylemek de günah-ı kebâirdir. Amma haddi-şeriyi mucip yalanı söylese, günah-ı kebâir olur. Şarap içmeyen kimseye, şarap içti, diye yalan şehadet edip, haddi şer’i vardır demek gibi. Lakin bir emr-i zaruri vukuunda veya ahare büyük zararı mucip bir halin zuhurunda söylenen söz günah değildir. Mesela: bir katil, bir adamı öldürmek kasdı ile aradığı ve nereye gittiğini sorduğu zaman, gittiği mahalli bildiğini saklayıp, başka tarafı göstermek günah değildir. Belki birini öldürmekten, diğerini ölmekten kurtardığı için, bu yalan günah değildir. Muharebelerde yalan söylemek, iki mümin kardeşinin arasını bulmak için yalan söylemek caizdir, ve şer’idir. Fakat emr-i zaruri olmadıkça yalan söylemek kat’iyyen haramdır, ve menhidir. İnsan doğru da olsa yalanı, şakayı, mücadeleyi terk etmedikçe insanı kâmil olamaz. Sekizincisi: Bir müslümanı söyledikleri doğru bile olasa şiir ile hicvetmek günahtır, haramdır. Hiciv, bir adamı şiirle zem etmektir. Zikrettiği adamın ayıbını, gerek sarahaten söylesin ve gerekse ta’riz ve kinaye tarikiyle söylesin yine haramdır. Hatta hicviyesinde zikrettiği ayıplar, ister o adamda bulunsun ister bulunmasın, hicvinde sadık dahi olsa yine haramdır. Hicviyesinde yalan varsa o Mü’minlere Va’zlar 318 zaman iki günah işlemiş olur. Bu hiciv nasın ırzına, dinine, aklına ve ahval-i sairesine mal ve eşyasına taarruz ile de olur. Halbuki biz müslümanlar, birbirlerimizin ayıp ve kusurlarını örtmekle ve onların ırz, namus, şeref ve haysiyetlerini muhafaza, müdafaa ile memurken, bunun hilafına onun şan, şerefini lekeleyecek her hat ve harekât, büyük bir günah olmakla beraber insanlık ve İslâmiyete de hiç sığmayan çirkin bir harekettir. Yalnız düşmanlar için hiciv söylemek caizdir. Efendimizin şairi Hassan (Radiyallahü Anh)a "Ya Hassan müşrikleri hicveyle" diye emir buyurmuşdur. Dokuzuncusu: Nasın evlerinin içine bakmak ve onların hareketlerine muttali olmak haramdır. Eğer kasden bakarsa o zaman günah-ı kebâir olur. Ev sahibi bakanın gözünü bakarken vurup çıkarırsa, birşey lâzım gelmez; cezasını bulmuş olur. Bu bakan ister erkek olsun ister kadın olsun müsavidir. Onuncusu: Özr-ü şer’i olmadan bir müslümanla üçgün küs olmak haramdır. Amma zararlı bir kimse olmak dolayısıyle zararından ve şerrinden korunmak için nadiren dargınlık günah değildir. Fakat bunu bahane ederek, herkesle bir zarar hissiyle küsmek suizandır, doğru olmaz. Müslümanların birbirlerine arkalarını dönmeleri, küsmeleri, hasetlik yapmaları, buğz etmeleri kat’iyyen caiz değildir. "Ey Allahın kulları kardeş olunuz ve kardeşçe yaşayınız, birbirlerinize katiyyen küs durmayınız.” Kendi kusurunu gör ve onun islahına çalış. Başkasında sakın kusur arama. Sonra aldanırsın vesselam. Mehmed Zahid Kotku 319 Onbirincisi: Hakikatını bilmediği şeyde muhasama ve muhakemeye kıyam etmek haramdır. Dava vekilleri gibi. Çünki bunlar vekil olduklarından, asıl iş sahipleri gibi işin hakikatına malumatları yoktur. Bittabi hasmına galip gelebilmek için yalanları irtikap edeceğinde de şüphe yoktur. Halbuki bunun makbul birşey olmadığı malumdur. İş sahibinin de hakikatı doğruca anlatması işine gelmez. Onun için kaçamak yollardan kurtulmaya bakar. Bunu da, dava vekili alacağı para mukabilinde kurtarmağa çalışır. Maazallah bir katili, bir hırsızı, bir sarhoşu, bir kumarbazı, bir muhtekiri, bir müfteriyi, bir caniyi, bir zalimi müdafaa edip kurtarmağa çalışmak, bilmem ne kadar doğru olur? Onikincisi: Bir işin künh ve hakikatına malumatı olsa bile, hakk-ı şeriata riayet etmeksizin âher kimse ile muhasama etmek günahtır, haramdır. Husumet diye kelamda inat etmeğe derler ki, bunun ile aherin malını ahz ve istilâ eder ve maksuduna nail olur. Eğer nail olursa maksudu batıl olur, veya hasmını kahr ve tenkil etmek üzere muhasama ederse bunların cümlesi haramdır. Fakat bunlardan ârî olarak husumet, batıl olmayıp hak olur. Husumet içinde eziyet verici kelime olmayarak ve hasmiyle de adavet ve düşmanlık üzere olmayıp; mücerret muhasaması hakkını almaktan ibaret olursa, o zaman husumet mubah olur. Onüçüncüsü: Bir müslümanın kendi isteği ile gülmesi menhidir. Kendi ihtiyarı elinde iken gülmemeyi tercih etmeyip gülmesi, sıfat-ı mezmumedendir. Çünki az gülmek ve belki hiç gülmemek ve çok ağlamak lâzım gelirken, ihtiyarı elinden Mü’minlere Va’zlar 320 gitmiş gibi gülmek küstahlıktır. Amma görülen acayip şeyden naşi ihtiyar olmayarak gülmesi haram değildir. Üç kimse vardır ki; Allah’ın azabına müstahaktır. I - Acıkmadan yemek, 2 - Uykusu yok iken uyumak, 3 - Lüzumsuz yere gülmek. Gülmesi çok olan kendi kıymetini düşürür. Boş sözleri ve latifesi çok olanın büyüklüğü gider. Mizahı, latifesi çok olanın da vekarı gider. Aç karnına su içmek kuvvetinin yarısını giderir. Çok konuşanın da hatası çok olur. Ondördüncüsü: Huzuzat-ı nefsaniye ve dünya nimetlerinden bulunan şeyleri gaybederek, elinden gitmesinden dolayı mahzun olup ağlamak, ah edip teessüf etmek haramdır. Elinden giden dünyalıklar için ağlayıp sızlamak nasıl günah ise, naim-i dünyanın o kimseye çokca gelmesinden sevinmesi de, hep cahillik alameti olup, âkil kimse bâtın ve zâhirini daima âhiret işlerine sarfetmesi lâzım gelir. Çünki dünya malları ne olursa olsun fânidir. İnsan gibi... Fakat ibâdât ve tâât daima baki ve sahibi ile beraberdir. Ahirette’de. Binaenaleyh çabuk elden gidecek meta’a elden gitti diye hüzün ve keder şöyle dursun, bunlara iltifat bile etmez. İnsan o kimsedir ki, taş ile altun yanında birdir. Onun için, giden dünya için meyus olmayınız. Verilen nimetler için de sevinmeyiniz vesselam. Onbeşincisi: Kibir haramdır. Fakat yürümesinde ve sair harekatında; kibir alameti olarak iki tarafa sallana sallana yürüyerek böyle kendisini, nefsini büyüterek, yürüyüşünde kibirli ve gururlu yürümesi caiz değildir. Nihayet Hakk’ın gadabına uğramasına sebep olur. Zira yevmi - kıyamette böyle esvaplarını sürükleyerek Mehmed Zahid Kotku 321 veya çekerek kirletenlerin yüzlerine, Allahü Teâlâ'nın bakmayacağı da aşikardır. Onaltıncısı: Erkeklerin ipek elbise giymeleri, altın ve gümüş eşya kullanmaları haramdır. Hatta parmaklarına takılan altın yüzükler de caiz değildir. Gümüş yüzüklerin de birbuçuk dirhemden fazlası yine haramdır. Bunlar erkek çocuklara da haramdır. Vebal, günah ana ve babasına yazılır. Dünyada ipekli elbise giyenler, ahirette cennete girseler bile, ipekli elbise giyemiyeceklerdir. Bunlar erkeklere haram, kadınlara helaldır buyurulmuş. Fakat kadınlarımız da tevazuan kullanmazlarsa, büyük hanımlık yapmış olurlar. Onyedincisi: Fasık bir kimse ile bir müddet oturmak günah-ı sağairden, adet edip daima düşüp kalkarsa kebâir olur. Fasık diye; tâat-ı ilahiden huruc eden, yani ihadat-u tâat yapmadığı gibi günahları irtikab eden, içki içen, kumar oynayan, ömrünü boş yerlerde israf eden, dans ve balodan çekinmeyen, deniz banyolarında kadın erkek karışık oturan ve denize girenlerle ve buna benzeyen sair fısk ve günahları irtikab edenlere denir. Zira huylar saridir, yani birbirine çabuk geçen hastalıklardandır. Onun için onlarla oturmayı i’tiyad eden kimse, hiç farkına varmadan, bakarsınız ki, bir gün onları bile geçmiştir. Allah'ın velilerinden gayrısını dost edinmeyiniz. Allahü (Teâlâ)nın zikrinden i’raz edenlerden yani, ibâdât ve tâattan uzak olanlardan siz de i’raz ediniz. Uzak olunuz. Ancak müminle dost ol ve yemeğini de müttaki kimselere yedir ki, hem dünyada hem de ahirette sana fâidesi olsun. Ve bir de, Mü’minlere Va’zlar 322 kötü, günahkar insanlarla dostluk etmek, ateşten bir parçadır. Dostluğu fayda vermez. Ve sözlerinde de durmazlar. Onsekizincisi: Kerahat vakitlerinde namaz kılmak caiz değildir. İsterse cenaze namazı olsun. Bu da yirmi vakittir demişler. Secde-i tilavet de böyledir. Bunun üç vakti: Gün doğarken, zeval vakti, bir de gün batarkendir. Gün doğarken bir veya iki mızrak boyu ki; otuz veya kırkbeş dakika demektir. Zevalde böyle akşam da böyledir. Halbuki şafaktan sonra ancak sabahın süneti kılınır. Başka namaz mekruhtur. Fakat borç namazlar, güneş doğuncaya kadar, sabah namazının farzından evvel de sonra da kılınır. Zira borçlardan bir an evvel kurtulmak gerektir. Bu üç vakıtten gayrı evkat-ı kerahette sünnet veya nafile namaz kılınmaz. Velakin farz namazlar ve borç namazlar eda edilir. Şafaktan sonra, güneş doğduktan sonra, akşam ezanı okunduktan sonra, ve akşam namazından evvel, cuma günü hutbe okunurken, cuma için kamet olunurken ve bayram günleri bayram namazından evvel ve bayram hutbeleri okunurken, gün tutulduğu zaman küsuf namazı, yağmur duâsı için namaz, hac için okunan hutbe esnasında, ikindi namazı kılındıktan sonra akşam ezanı okununcaya kadar nafile veya sünnet namaz kılmak caiz değildir. Sebebi Efendimizin: "Şafaktan sonra işrak vaktine kadar, sabah namazının sünnet ve farzından başka namaz kılınmaz ve ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar nafile namaz kılınmaz” buyurmuş olmasıdır. Ve yine bayram günleri, bayram namazından evvel nafile namaz kılınmaz. Ve Kurban bayramında da namazdan evvel kurban kesilmez. Ancak bayram namazı kılamayan köyler müstesna, Güneş tam zevaldeyken namaz Mehmed Zahid Kotku 323 mekruhtur. Yalnız cum’a günleri müstesnadır. Çünki hergün cehennem kızdırılır, yalnız Cuma günü müstesnadır. Ondokuzuncusu: Bayram ve eyyam-ı teşrik denilen günlerdeki, -senede beş gündür- oruç tutmak caiz değildir. Zira bu günler Cenâb-ı Hakkın kullarına ziyafet günleridir. Yemeyi içmeyi terkedip oruç tutması tabiatıyle münasip olmaz. Nuh (aleyhisselam) bütün yıl tutmuştur. Yalnız bayram günleri tutmamıştır. Eyyam-ı teşrik; yeme, içme ve zikir günüdür. Yirmincisi: Camilere necaset idhal etmek, üzerlerinde necaset bulunması ihtimali olan deli ve çocukları sokmak caiz değildir, günahtır. Zira mescidler hayırlı yerlerdir. Camilerin, ındallah da hürmet ve kıymeti vardır. İbadullahın da bunlara hürmet göstermesi lâzımdır. Temizliğine yalnız müezzinlerin veya kayyumların değil, bütün cemaatin elbirliği ile gayret göstermesi lüzumu aşikardır. Bugün kilise ve havralara yapılan temizlik adeta dillere destan gibi söylenmekde iken, maalesef bizim gerek büyük camilerimizin hali adeta utanç verecek bir şekildedir. Hele büyük camilerimizin, bahçeleri, çocuklarımızın top oyunu haline getirilmiş, söylenirseniz derhal sizi pişman ederler ki, ne deseniz boştur. Halbuki kilise bahçeleri ne kadar muntazam, çiçeklerle süslü olduğu görülmektedir. Memleket bizim olduğu halde niçin ehemmiyet veremediğimize akıl erdiremiyorum. Allah Teâlâ cümlemize hidâyet ve tevfikler ihsan buyursun. Yirmibirincisi: Elbise ve bedenine necaset bulaştırmak ve yine herbir kıymetli şerefli i’tibarı olan her şeye necaset bulaştırmak haramdır. Mü’minlere Va’zlar 324 Ve günahı kebîredir demişler. Bunlar hem nezafete muhalif ve hem de ziyanına sebeptir. Halbuki en temiz giyinen ve en temizi yiyen müslüman olması lâzım gelirken, böyle bir müslümanın gerek elbisesinin ve gerekse bedeninin pis olması, veya pisliğe bulaştırılması, aklın tecviz edemeyeceği şeylerdir. Fakat o pisliklerdendir ki; abdest ettiği yani, def-i hacette güzelce taharetlenmeyen ve işediği vakit güzelce kurulanmayan kişilerin, gerek üstleri ve gerekse bedenleri daima pistir. Ve o elbiselerle namaz bile caiz olacağı şüphelidir. Çünki günde kimbilir kaç defa helaya gider de, güzelce temizlenir ve taharet bezleriyle kurulanır, maalesef. Bir çok evlerde taharet bezleri de bulundurulmamaktadır ki, pek acıdır. Ve bazı yerlerde ise kağıt kullanılmaktadır ki, daha büyük bir hatadır. Yirmiikincisi: Gerek def-i hacet esnasında ve gerekse işeme esnasında kıbleye karşı yüzünü veya arkasını çevirmek haramdır. Kapalı yerde olsun açık yerde olsun yine haramdır. Zira kıbleye karşı ta’zimsizlik ve hürmetsizlik vardır. Ve hem de Efendimiz hazretleri, "Gaita (büyük) ve gerek bevl esnasında kıbleye önünüzü veya arkanızı vermeyiniz. Lâkin ya şarka veya garba dönünüz" buyurmuştur. Binaenaleyh evlerimizin hela taşlarını koyarken buna göre konmasına dikkat etmelidir. Bina yapanlar bunları düşünecek kadar diyanet sahipleri olmadıklarından, işlerine nasıl gelirse öyle yaparlar. O zaman bunun tashihi her halde sizin üzerinize olacaktır. Siz de kulak asmazsanız ömür boyu günaha girersiniz. Yirmiüçüncüsü: Hamamlarda, kimsenin görmediği yerlerde avret mahallini açmak haramdır. Sair mahallerde açmak da böyle haramdır. Mehmed Zahid Kotku 325 Lakin insanların göreceği yerlerde avret mahallini açarsa günah-ı kebâir irtikab etmiş olur. Avret mahalli, erkekler için göbekten diz kapağının altına kadardır. Kadınlarda ise, bütün vücutları avrettir. Evvelce kadınlar için hususi deniz hamamları var idi, tahta perdelerle örtülü idi. Şimdi ise; bila perva her yerde soyunup denize girmekten sakınmıyorlar. Halbuki denize bu kadar bayılmak caiz değildir. Zira Memleketimizin iç taraflarında yaşayan ve denizi de hiç görmeyen ve bilmeyen kimseler olduğu unutmamalıdır. Sonra denizden maddi bir istifade edeyim derken, ruhunuz ve ma’neviyatınız mahvolur. Artık işe yaramaz hale gelirsiniz. Faide ancak Allah-ü (Teâlâ) nın emirlerine uyup yasaklarından kaçmakla olur. Evet belki vücudunuz bir çok istifadelerde bulunur. Amma manevi zararını düşünürseniz çok zararlı çıkarsınız vesselam. Yine maalesef bu Avrupa hayranlığı nedir? Bütün iffet ve şehvet mahalleri pervasızcasına, hiç sıkılmadan teşhir edilmekten de çekinilmediği göz önündedir. Halbuki müslüman hatunlar çok nezih ve çok temiz ve çok da kıymetli olan namus, şeref, iffet alameti olan tesettürü terkederek, onun yerine manto diye adlandırdığı, veya çarşaf diye üzerinde titizlikle durdukları kıyafetlerin bugün hiç kıymeti yoktur. Asıl tesettür hanımefendinin evinde oturup evinin ve çocuklarının hizmetiyle meşgul olması lâzım gelirken; her ne şekilde sokağa çıktığı an bu tesettür yok olmuştur. Zira tesettürden murat, kadının erkekler tarafından herhangi bir tecavüze uğramamasıdır. Böyle olunca, kadının dışarıda görülmesi, çarşı pazarı gezmesi, evinin ihtiyaçlarını almak için şu veya bu dükkanlara gitmesi ve bu arada onun felakete uğramasına sözü ile gözü kafidir. Bir de yüzü açıksa tamam. İster manto giysin ister çarşaf. Asıl gaye kadının korunmasıdır. O çarşaf ve manto içinde oynanan oyunlar, dolaplar, herkesin Mü’minlere Va’zlar 326 malumudur. Binaenaleyh, cennetin anahtarı ayakları altında olan annelerin, bu hususa çok titiz ve çok dikkatli olmaları lâzımdır. Evlatlarımızı okutacağız diye, onları yirmi yaşlarına tecavüz eden bir zamana kadar, erkek çocuklarla birlikte hemhal olmalarına göz yuman babalara ne dersiniz? Yirmidördüncüsü: Zaruret yok iken, abes yere avret mahallini açmak haramdır. Kimse görmese bile Allah-ü Teâlâ’dan utanmak gerekir. Efendimiz hazretleri: "Kendi baldırını kimseye gösterme. Ölü veya diri kimsenin de baldırına bakma", buyurmuştur. Hatta gusul esnasında bile. mümkün olan herşeyle korunup; avret yerlerini kimseye göstermemelidir. Yine maalesef hamamlarda ve denizlerde bu usule riayet eden kalmamıştır. Çünkü sokakda bile yarıçıplak gezmekten artık kimse çekinmemektedir. Bundan hemen tecavüze uğramak gibi birşey anlaşılmamalıdır. Evet koyun ile kurdun bir arada geçineceği bir devir mi geldi yoksa? Ateşle barut birbirleriyle anlaştılar mı? Bu Allahu (Teâlâ)nın emri ve hem de tabiatın icabıdır. Çünki; Cenâb-ı Hak kadın ile erkeğin arasında bir alaka halketmiştir de, bu alem o nizam içinde birbirleriyle ünsiyet edip geçinirler. Avrupa Hiristiyanlarının bugünki haline aldanma ve imrenme. O küfrü ihtiyar edenlerin, yeri cehennemdir. Mahlukatın da en şerlileridir. Onun san ‘at ve maharetine, Aya gidip geldiğine de aldanma. Rabiatü-l Adeviye kadarda mı düşünemedin. Onu kandırabilmek için bir büyük zat havalarda uçmuş, denizlerde yürümüş Rabia hatun bunların hiç birisine iltifat etmemiş ve şöyle cevap vermiş. "Havada en adi sinekler de uçmakta, denizde, balıklar da yüzmekde, şeytan ise bir anda şark ile garp arasında gidip gelmektedir." Asıl marifet bu mülkün sahibi Allah (celle ve alânın) razı, hoşnut Mehmed Zahid Kotku 327 olduğu, sevdiği bir kul olabilmektedir. İşte her gelen nöbetini savıp gitmektedir. Hani senin sevgili baban, dedeciğin hani, o sevgili annen hani, o annenin annesi? Bak, ibret gözüyle bak. Sen bu dünyaya boy göstermeğe gelmedin. Geldiğin gibi gideceksin. Bir hıristiyan gibi mi gitmek istersin, yoksa Allah’ın razı olduğu bir müslüman gibi mi? İyi düşün yolunu ona göre seç. Yirmibeşincisi: Oruçlu, akşam iftar etmeyip ertesi günün orucuna niyet etmeğe savm-i visal diyorlar ki, bu günah-ı sağairdendir. Caiz değildir. Bizim dinimiz herkesin isteğine göre değil, peygamberimizin emirlerine uymakla olur. Bunu da peygamberimiz men ‘etmiştir. Hem de bilahere bazı zafiyetler dolaysıyle ibadat-ü tâatdan kalmak tehlikesi de vardır. Her şeyin iyisi, peygamber efendimize uymaktır vesselam. Yirmialtıncısı: Keffaret yapmadan müzâheret olunan kadına yakin olmak ve hatta öpmek de caiz değil, günah-, sağairdendir. Bu müzâheret, erkeğin karısının azalarından birisini, nikâhı kendisine haram olan anasına, kızkardeşine halasına ve teyzesi gibi kimselerin, bakması haram olan arkasını ve baldırların karnın ve sair bakması haram olan yerlerini, karısının azalarından birisine benzetmesine derler. Ve böyle söylemesine (zıhar) derler ki, buna ceza olmak üzere 60 gün oruç tutmak, veya, 60 fakire fidye sadakası vermek, veya bir köle azad etmekle mükelleftir borçludur. Bunu yapmadıkça hanımına yakın olamaz. Bu müslümanlık da, anne ve akrabanın kıymetinin ne kadar yüksek olduğuna başlıca delildir. Mü’minlere Va’zlar 328 Yirmiyedincisi: Muhacire olmayan bir kadın, yanında kocası, babası, kardeşi, oğlu gibi mahremleri olmadığı halde, onsekiz saatlik mesafeye valnız başına gitmesi haramdır. Yola çıkan hatun ister genç, ister yaşlı olsun müsavidir. İster ibâdet için -hac gibi- ister ziyaret için olsun, katiyyen caiz değildir. Süt kardeşi veya damadı olsa, zamanımızda bunlarla yola çıkmak da caiz değildir. "Allah’a ve yevmi ahirete iman eden hiç bir kadına helal olmaz ki, üç günlük ve daha ziyade, yalnız başına sefer ede. Meğer yanında babası veya kocası veya oğlu veya kardeşi veya mahremlerinden birisi ola" başka türlü caiz değildir. Burada hem kadının muhafazası ve hem de erkeklerin fitneye düşmemeleri ve günaha girmemeleri de mevzu bahistir. Yabancıların kadınlarla yolculukları her nekadar emniyet altında olsa dahi emri peygamberi ile yasaklanmıştır. Zira fitnelere hudud yoktur. Sevap kazanıyorum diye birçok günahlara girerler de haberleri bile olmaz. Yukarda da anlattığımız gibi ibâdetler birer kuvvet kaynağıdır. Günahlar da zehir yuvasıdır. Çok kuvvetli ve besili kimse, biraz zehir alınca nasıl dayanamadan ölüyorsa, günahlar da böyledir. Netice peygamberimizin sözlerine itaattir. Hazreti Aişe (Radyallahü anha) validemiz, peygamberimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ahirete intikalinden epey sonra hacca gitmeyi murad etmişler. Hazreti Ömer, (R.A.)dan o zaman halife olma münasebetiyle izin istemişlerse de, Hazreti Ömer razı olmamış ve izin vermemiş. Nihayet münasip bir zamanda hazırlanmalarını emretmiş ve kendilerini muhafazaya iki kimseyi memur etmişler. Birisi devenin önünde, birisi de arkasında nihayet Mekke-i Mükerreme’ye varmışlar. Hazreti Ömer (R.A.) muhafızlara, Mehmed Zahid Kotku 329 — Bunları gece yarısı götür, tavaflarını ve saylerini tenha bir zamanda yaptırıp, bulundukları yerde birisi dışarda birisi de kapıda bekçi olarak bulundur. Sen o zamanı bir düşün, bir de şimdiki zamanı, Allah cümlemizin muini olsun vesselam. Yirmisekizincisi: Almayacağı malın kıymetini artırmak için fiyatına zam etmek haramdır. Çünkü; bir nevi hiyledir. Birisini sevindirmek suretiyle alıcıyı zarara sokmak vardır. Kaldıki mümin kendisine istediği iyiliği başkasına yapmakla da mükelleftir. Heyhat şimdi müslümanlık çenede, yani lafda. Allah cümlemizi razı olduğu kullarından eylesin. Aziz kardeş hedefin hemen hakkın rızası olsun. Yirmidokuzuncusu: İhtikar da haramdır. Bâhusus insan ve hayvan yiyeceği olan ve hatta giyeceği şeylere, insanlar muhtaç iken, satmayıp fiyatı daha fazla olsun diye malı saklamağa derler. Yiyecek ve içecek daha mühim olduğundan, Arpa, buğday, un gibi şeyleri, şeker, et, yağ peynir, de bunlara ilave edilirse ki, insanlar bunlara her zaman muhtaçtır. Onun için bunları saklayanlara mel’un adı verilmiştir. Kendi menfaati için âharin zararını isteyen kimseye bundan başka ad da yakışmaz. Yalnız mahsul sahibi rençber, malını kendi çoluk ve çocuğu için saklasa, muhtekir sayılmaz demişler. Fakat mahsul fazla ise ve nasın da ihtiyacı varsa, o zaman satmazsa, hükümet onu elinden alır ve satar. Muhtekirin en kötüsü zahire ucuzlayınca mahzun ve pahalı oldukça sevinen kimsedir ki, tam ehl-i dünya demektir. Otuzuncusu: Bir adam başkasının pazarlık ettiği mala sahip çıkıp, onun da pazarlık yapması haramdır. Mü’minlere Va’zlar 330 Pazarlık üzerine pazarlık, alıcıyı kandırıp caydırmak, “ben sana bundan daha iyisini ve ucuzunu da alırım” demek de, pazarlık üstüne pazarlık sayılır. Velakin aldanmak veya aldatmak gibi bir hal vuku’unda kardeşini zarardan vikaye için yaparsa, bu da caizdir ve iyidir: Alıcı ile satıcı bir işte mutabık kaldıktan sonra, birisi gelip alıcıya “sen, bunu alma ben sana daha ucuz veririm,” diye caydırıp, yapılan pazarlığı bozmasıdır ki, çirkinliği herkesce malumdur. Otuzbirncisi: Bir hatunu almak üzere birisi talip olup, oda yani velisi vereceğine söz verdikten sonra diğer talibin zuhuru ile ol hatunu istemesi caiz değildir. Bu hal tabii pazarlık üzerine pazarlık gibidir ki, memnu’dur. Caiz değildir. Hatta istediğini bildiği halde, söz kesilmede dahi araya başkasının girmesi tabiatıyle memnu’dur. Bazıları bunu kebâirden saymışlardır. Otuzikincisi: Şehir halkının taama ihtiyacı olduğu bir zamanda köylünün satmak üzere getirdiği malı şehir halkından birisi gelipde “O köylüye, ben bu malı senin için ziyade pahalıya satıveririm” demesi, ve bu zahireyi köylü için satması haramdır. Yalnız ucuzluk ve bolluk zamanlarda caizdir demişler. Otuzüçüncüsü: Şehir ve kasabaya mal getirerek satmak isteyen bir köylünün elinden daha ucuz alabilmek için şehir dışında, yollarda bekleyip, köylü piyasayı bilmeden elinden ucuza malı almak câiz değildir. Halbuki köylü de şehire geldikten sonra piyasayı öğrenir, ucuz sattığını anlayınca; alışverişi bozup bozmamakda muhayyerdir, demişlerse de, bugün için mümkün olmayan bir şeydir. En iyisi şehre getirir, piyasaya göre ucuz ve pahalı Mehmed Zahid Kotku 331 satmak daha doğrudur, böylece alan günahtan kurtulur, satan da aldanmamış olur. Otuzdördüncüsü: Bir adam; sattığı koyun, keçi, inek, makülesi hayvanın sütlerini sağmadan, memelerini sütlü gösterip pahalıya satmak caiz değildir. Bu da bir nevi hiledir. Fakat bunları bilenlerde azdır. Yapanlara Allah'ü Teâlâ insaf versin. Cümle hilekârlar bizden değildir ve hile edenlerin yeri cehennemdir. Çünki hilenin hiç bir nev’i müslümana yakışmaz. Otuzbeşincisi: Cuma ezanı okunurken alış veriş haram olduğu gibi, caminin dışında yani evinde veya dükkanında, okuduğu Kur’an-ı kerimi bile bırakıp ezanı dinlemesi lâzımdır böyle yapmazsa mekruhtur. Yani cuma vakti mümkün oldukça ezandan evvel camiye girmek veya Kur’an dinlemek veya tefekkür etmek lâzımdır. Bunu yapmadığı halde ezan vakti bile alış verişle meşgul olmak emr-i ilahiye muhaliftir. Çünki; ezan okunur okunmaz derhal her işi bırakıp camisine namaz kılmak için gitmek, Allahü (Teâlâ)nın emridir. Bunu yapmadığı takdirde emr-i ilahiyi dinlememiş olur ağır davranması hiç bir müslümana yakışır birşey değildir. "Bütün cefânın cefâsı, küfür, nifak, Ezan-ı Muhammediyeyi işitibde, bu davet-i ilahiyeye icabet etmeyenleredir" buyurulmuş. Otuzaltıncısı: Ceriyeleri henüz buluğa erişmemiş evlatlarından ayırıp satmak da haramdır. Ya ikisini birden bir kişiye satar, veya ikisini de satmazsın. Anne ile evladı ayırmak caiz değildir. Baba ile evladı ayırmak caiz değildir. Yalnız kendi kendine yiyebilen ve taharetini yapan sabıyi veya deliyi anasından veya babasından ayırmak caiz demişler. Mü’minlere Va’zlar 332 Satmak caiz olmadığı gibi ayrı ayrı memleketlerde bulundurmak da caiz değildir. Karısı ile çocuğunu ayırmak da caiz değildir. Süt emmekten müstağni olmayan hayvan yavrularını dahi analarından ayırıp satmak mekruhtur. Ve merhametsizlik eseridir. Otuzyedincisi: Ayıp malın ayıbını saklayarak satmak da haramdır. Hatta ayıbı belli olmasa bile, ayıbını söylemek lâzımdır. Mesela suya sokarak malın ağır çekmesini sağlamak buğdayın yaşlığını saklamak ve her şeyin iyisini üstüne koyup, kötüsünü altına saklamak caiz değildir. Manavlara Allah selamet versin. Tablaya güzel güzel dizerler, arkaya bozuk, ezik, çürükleri saklarlar. Bakar imrenirsiniz, bir okka alırsınız, eve gidince bir de bakarsınız ki; o gördüğünüz meyvalara hiç de benzemez. "Hilekarlar bizden değildir, malını satarken ayıbını söylemeyerek satanlar, Allahü Teâlâ'nın gazabına düçar olurlar ve melekler de mütemadiyen ona la’net ederler." Otuzsekizincisi: Zaruretsiz köpek beslemek. Bak aziz kardeş görüyor musun? Avcı olanların, ziraat ile uğraşanların veya koyun besiciliği yapanların dışında evde veya işyerinde köpek beslemeleri günahtır ve haramdır. Evini hırsızdan, ve ekinlerini ve koyunlarını korumak için saklamak caiz demişlerdir. Fakat lüzumsuz, süs için köpek besleyenlerin hergün amellerinde iki kırat eksilir. Her kırat Uhut dağı kadardır. Bir de kelp olan eve melekler girmeyeceğinden ve onların hane sahiplerine istiğfar etmelerinden de mahrum kalacakları cihetle, lüzumsuz köpek saklamak caiz görülmemiştir. Ve belki meleklerin la’netine müstehak olur. Otuzdokuzuncusu: Parasız ve namaz vakitlerini geçirmeden oynanan satranç oyunu günah-ı sağairdendir. Mehmed Zahid Kotku 333 Eğer para olursa veya namaz kaçarsa o zaman günah-ı kebâir olur. Cenâb-ı Hakkın hergün kuluna 360 nazarı vardır ve satranç oynayanlara bundan bir nasip yoktur. Yarınki yevm-i kıyamette en şedid azap bu satranç oynayanlara olacaktır. Bir kimsenin elinde ateşi sönünceye kadar tutması, daha hayırlıdır. Bu santranç oyununu oynamaktan. Kırkıncısı: Bir müslümanın, bir müslümana para ya da mal ile peşin veya veresiye şarap satması haramdır. Şarap Müslime göre; (intifa) olunur mal değildir. Bakınız bir müslümanın, şarap satan bir müslümandan alacağı olan parayı şarap parasından verse, o adam alacağını almış sayılmaz. Allah-ü (celle ve alâ), Kur’an-ı Keriminde şarabın haramlığını bildirdiği halde, peygamberimiz de şarab içene ve içene verene, (verene saki diyorlar), satana, alana, suyunu sıkana, taşıyan hammala ve hammalın arkasına yardım edip kaldıranlara ve parasını yiyenlere lanet etmişlerdir). Bak Müslümanın şarap parasından borcunu ödeyemediği anlaşıldı. Fakat bir hiristiyanın sattığı şarap parası, onun malıdır. Ondan borcunu ödeyebilir demişler. Aradaki farkı gördünüzmü? İslâmiyet ne kadar nezihdir. İçkiyi içmek şöyle dursun, içkiyi taşıyan hammala bile yardımı tecviz etmemiştir. Hatta kendi satmaz fakat bir kâfire sattırırsa bu da tecviz edilmemiştir ki, bir hiledir. Kırkbirincisi: Şarap satmak nasıl haramsa, şarap almak da aynı şekilde haramdır. Çünkü Cenâb-ı Peygamber efendimiz şarap ticaretini men buyurmuştur. Kırkikincisi: Şarap saklamak da haramdır. Mü’minlere Va’zlar 334 Gerek hanesinde ve gerekse hariçte olsun, az veya çok olsun haramdır. Talha (R.A.) birgün Rasulullah (S.A.V.) efendimize: - Ya Rasulallah yanımdaki yetimler için şarap aldım ne buyurursunuz diye sorduklarında "Şarabı dök, akıt, kabını da kır" buyurmuşlardır. Binaenaleyh müslümanın evinde bile şarap bulundurması caiz görülmemiştir. Ancak şarabı sirke yapmak için saklamak caiz demişler. Kırküçüncüsü: Bir adam bir lokmayı yani çok az bir şeyi bile sirkat etmesi haramdır. Çünkü bu az birşeyi sirkat etmesi, onun ahlâken çok düşük olduğunun alâmetidir. Çaldığı çokca bir şey olursa; günah-ı kebâir olur. Hatta kapalı yerden aldıysa, elini de kesmek lâzımdır."Bir alet-i harp çalıp eli kesilen veya bir ip çalıp eli kesilen hırsıza, Allah lanet etsin" buyurulmuştur. Burada (beyda) kelimesi demirden mamul bir nevi alet-i harp olup, kıymeti dolayısıyle elinin kesilmesine sebep olur. Kırkdördüncüsü: Kur’an okumak, hadis okumak ve zikrullah yapmak için ücret şart koşmak haramdır. Mesela hatm-i Kur’an veya hatm-i tehlil ve zikrullah için ücret almak ve bunu şart koşup parasını alıp yemek caiz değildir. Ve böyle ücretle okutturulan Kur’andan, edilen ve ettirilen zikrin dünyevi ve uhrevi hiç bir fâidesi yoktur. Belki zararı vardır. Şöyleki: Rasul-i Ekrem (S.A.V.) efendimiz hazretleri buyurmuşlardır ki: Herkim nasın malını yemek için Kur’an okursa, kıyamet gününde yüzü etten ari çıplak bir kemik iskeleti olarak, yani korkunç bir şekilde haşrolunucaktır demiştir. Mehmed Zahid Kotku 335 Ve yine herkim okuduğu Kur’anı ücret alarak okursa, dünyada acele hasenatını almış olur. Ve yevm-i kıyamette Kur’an onunla huccetini izhar ile galebe eder. Yani hakkını alır. Fakat, rıza-i bari için okuyup da sevabını hediye eder. Ona da hediye namına bir şey verirlerse onu almakda beis yoktur demişlerdir. Kırkbeşincisi: Ayakda özürsüzken işemek ve sidik kabını odasında saklamak haramdır. Ayakta işemek birçok zararları olduğu gibi, üzerine de sidik sıçratmış olacağı için namazına da mani olabilir. Oturarak işemekte ise bu korku olmamakla beraber, bazı faideleri de vardır derler ve sidiği kap içinde odasında saklamak, oraya meleklerin girmemesine sebep olur. Çünkü Efendimiz menetmişlerdir. Gusülhanede işemek de iyi değildir. Hemen bütün vesveseler bundan gelir. Üç şey cefadandır: Birisi, ayakda işemek, namazı bitmeden alnını silmek ve secdesinde üfürmek veya “puf” demek gibi. Kırkaltıncısı: Gusülhane ve hamamda gusül ettikleri mahalde ve yer de bulunan deliklere işemek haramdır, günahtır. Zira delikler haşerat yuvasıdır. Onları da mutazarrır etmemek lâzımdır. Kırkyediincisi: Nâsın gelip geçtiği yerlere, su mecralarına ve nasın oturacağı gölgelik mahallere, ağaç altlarına işemek veya pislemek haramdır. Zira buralardan nas istifade eder. Onun için buraların temiz tutulması lâzım gelirken bilakis pisliklerle kirletmek tabii müslümana da insana da yakışmaz. Lanet olunmağa sebep olan üç şeyden korkunuz. Mü’minlere Va’zlar 336 Biri: herkesin oturup dinleneceği ve güneşin sıcağından korunup, istirahat edeceği yerlere def-i hacet etmek, bunun gibi yollar üzerine, suların aktığı yerlere, veya nasın toplandıkları yerlere ve yolların ortasına ve ötesine berisine, neresi olursa olsun insanlara zarar veren her yere def’i hacet etmekten sakınılmalıdır. Kırksekizincisi: Namaz kılarkan laübalice ve güzelce giyinmeden, esvabını omuzlarına alarak namaz kılmak ve hatta boyun atkılarını da namaz esnasında boyunundan çıkarmamak ve öyle namaz kılmak mekruhtur denilmiştir. Herhalde namazı çok önemli ve ehemmiyetli kılmalıdır. Kırkdokuzuncusu: Cünüp olan kimsenin gerek cami içinde ve gerek cami dışında, ezan okuması ve kaamet getirmesi caiz değildir. Bunlar namazın mukaddimesidir. Ezan ve kaamette temiz olmak gerekir namazdaki gibi taharet ve kıbleye dönmek şarttır. Binaenaleyh namaz gibidir. Dikkatli olmak gerektir. Ellincisi: Camilere velev geçmek için olsa dahi cünüp ve hayızlı olarak girilmesi haramdır. Zira mescidlere girmek, cünüp ve hayızlılara helal olmaz. Ellibirincisi: İhtisar; yani namaz kılarken sağ elini sağ böğrüne sol elini sol böğrüne koyarak namaz kılmak günahtır. Bu adet evvelce yapılıyormuş ki, onu Cenâb-ı Peygamberimiz men buyurmuşlardır. Mehmed Zahid Kotku 337 Bugün böyle namaz kılan yoktur. Namaz İslâmın en birinci alameti ve nişanesidir. İnsan namazı nisbetinde müslümandır. Yani namaza olan dikkati, devamı, hudu ve huşu’u müslümanlıkdaki olğunluğunu gösterir. Herkim kıldığı namazı, kalbi dünyadan boşalmış olduğu halde, Hakka teveccühle kılarsa, ve namazın erkan ve usulüne riâyet eder ve vakitlerine de, sünnetlerine de riayetle kılarsa, bu zat mümindir. Yani kâmildir. Kıyamet gününde kul, ilk önce namazdan sual olunacaktır. Namazını güzelce vekitlerinde, taharetle ve sünnetlerine riayetle kıldı ise kurtulur. Felaha erişir. Eğer namazını kılmamış veya eksik, dikkatsiz kılmış, taharete ve sünnetlere uygun şekilde bazan kılmış bazen de kılmamış ise bu zat büyük bir husran ve zarar içersinde kalır ki; telafisi artık mümkün değildir. Cenâb-ı Hak (celle ve ala) ümmet-i Muhammede hidâyet ve tevfikına refik buyursun da namazlara lâzım gelen ihtimamı göstersinler. Elliikincisi: Namazda elbisesini ihram gibi bağlamak caiz değildir. İhramla namaz, ancak Hac günlerine mahsustur. Dünyadan ayrılmanın alameti ölü gibi kefene sarılmış olduğu halde bulunmak suretiyle, nefsin ıslahına medar olur. Elbisesini çıkarmış, ihrama girmiş bir kimsenin dünyayı da içinden öyle çıkarması lâzımdır derler. Elliüçüncüsü: Namaza aykırı bir vaziyetde ve lakin namazı ifsad etmeyen hareketler de haramdır. Mesela: Namazda elbisesiyle veya bedeniyle oynamak, şurasını burasını kaşımak gibi ki, bir veya iki defası afv olup, üçüncüsü ise namazın fesadına sebep olur. Mü’minlere Va’zlar 338 Üç şey vardır ki; Allahü Teâlâ bunları sevmez. Bunlar mekruhtur. Birisi; Oruçlu iken münasebetsiz söz söylemek, İkincisi: Namazda şurası burası ile oynamak, Üçüncüsü de mezarlıklarda gülmektir. Çünki mezarlıklar ağlanacak yerlerdir. Orada yemek, içmek ve gülmek hatta konuşmak bile caiz değildir. Orası intibah yeridir. Yarın gideceğimiz ve orada çürüyüp perişan olacağımız yerdir. “Orası ya cennet bahçesidir ya da cehennem çukurudur.” Ders alınacak yerdir. Orada gülen ve konuşanların akılları yok demektir. Ruhsuz bir insana ne yazık Yarabbi! Ellidördüncüsü: Namaz kılan insan yüzünü kıbleden çevirmesi günahtır, haramdır. Eğer göğsünü de kıbleden çevirirse namazı bozulur. Dikkat etmek lâzımdır. Gözü ile de iki tarafa bakmak caiz değildir. Çünkü; namazda iltifat, yani iki tarafına bakınarak iltifatta bulunursa, Cenâb-ı Hak bunların namazını reddeder, yani kabul etmez. Çünkü; bu adamın kıldığı namazdan haberi yoktur demektir. Çünki namaza “Allahü Ekber” diye girmek ve Halık-ı (Zülcelâl)in huzur-u manevisinde bulunmak lezzetinden haberdar olmayan kişi iki tarafına bakınır. Siz bir büyüğün huzuruna girdiğiniz zaman onun karşısında başka birşeyle meşgul olabilir misiniz. Binaenaleyh vazifen, hedefin Allah’tır. Ve onun rızasıdır. Divanında ona göre bulunmak lâzımdır. Ellibeşincisi: Camilerde konuşmak, alışveriş yapmak günahtır, memnudur, haramdır. Ancak i’tikafa girmiş olan mu’tekif için konuşmak caizdir. Fakat camilere girerken “i’tikafa niyet ettim demek” sünnettir. Bunu yap. Camide bulunduğun müddetce i’tikaf sevabını alırsın ve hem de konuşmaların (inşaallah) affa uğrar. Camiler Mehmed Zahid Kotku 339 yalnız ibadat, tâat, zikir ve namaz için bina olunmuş olup, hayırlı yerlerden maduttur, tâatın gayrı kelam söylemek caiz olmayacağı ma’lumdur. "Âhir zamanda birtakım kavim, mescidlerinde dünya kelamı konuşurlar ve Allah için bir gayeleri ve hacetleri yoktur ve yine yakında ahir zamanda bir kavim, camilerde halka halka toplanıp otururlar. Fakat bütün maksatları dünyadır. Sakın siz onlarla oturmayınız. Muhakkak onların AIlahü Teâlâ icin bir hacetleri, dilekleri yoktur." Halbuki; bugün artık buna dikkat eden ve riayet eden hemen hemen yoktur. Hele Harem-i şerifler, çok dikkatli olunması gereken yerlerdir. Her zaman ele geçmez. Ellialtıncısı: İbâdet olmayan şeyleri mescidde işlemek haramdır. San’at, ticaret, kazanç, terzilik ve hatta para ile Kur’an yazmak ve buna benzer şeyleri cami-i şerifde yapmak caiz değildir. Camilerde para ile su satmak da caiz değildir. Yalnız hayır yapmak isteyenler, su satana parasını verip -”Sen bu suyu camilere git dağıt” dese bu caiz olur. Mekke-i Mükerreme ve (Medine-i Münevvere)deki su satanların vay haline. Fakat hac vakti kalabalık münasebetiyle zaruret vardır. Bu zaruretler bazı mahzurları mübah kıldıkları cihetle inşallah affa mazhar olunur. Çocuklara para ile Kur’an ve saire dersleri öğretmek de caiz değildir demişler. Caminin 14 kadar adabı vardır. Camiye girerken sağ ayağı ile girip 1- (Allahümmeftahlena ebvabe rahmetike) der, sonra (Esselamü aleyna min Rabbina ve ala ibadillahissalihiyn) demek. 2- Oturmazdan evvel namaz vakti değilse, iki rek’at tahiyyat-ı mescid namazı kılmak. Mü’minlere Va’zlar 340 3- Mescidde hiç bir suretle bağırmamak, 4- Saf arasına girip kimseye eziyet etmemek, 5- Safları yarıp ileri gitmeğe çalışmamak, 6- Mescidde tellal bağırtmamak, 7- Alışveriş yapmamak, 8- Dünya kelamı söylememek, 9- Hakkı çok zikretip, gaflet etmemek, 10- Oturacağı yeri için kimse ile çekişmernek, 11- Tükürmemek, 12- Parmaklarını çıtlatmamak, 13- Ceza dayağı vurmamak, 14- Namaz kılanın önünden geçmemek ve benzerlerinde sakınmak gerekir. Elliyedincisi: Oruçlunun hanımına fercinin gayrı yerleri, butlarına, koltuklarına, karnına cima muamelesi haramdır. Öpmesi de böyledir. Ve bunlar inzal vaki olmadığı surettedir. Eğer inzal vaki olursa hem orucu bozulur ve hem de haramı irtikab etmiş olur. Hem de kaza lâzım olur. Eğer fercine cima ederse, inzal vaki olduğu takdirde, hem kaza hem de keffaret lâzım gelir. Ellisekizincisi: Zekâtı malının kötüsünden vermek haramdır. Zekât malî bir ibâdettir. Bedeni ibâdetlere nasıl dikkat ve ehemmiyet vermek lâzımsa, zekât da öyledir. Meselâ; kırk koyundan bir tanesini verecek. Âlâsını istemeyiz amma ednâsı da olmamalıdır. (Hayru-l umûrü evsatühâ) olmak üzere ortasından vermek iktiza ederken, en adisini vermek Cenâb-ı Hakkın kendisine lutfettiği mal kısmetinin kıymetini bilme- Mehmed Zahid Kotku 341 mesi ve aynı zamanda fukaraya da zulüm etmiş olacağından günah addedilmiştir. Ellidokuzuncusu: Hayvan keserken eziyet etmek, kör bıçakla kesmeğe çalışmak veya kesmeğe yatırdıktan sonra bıçağı bilemeğe çalışmak, kesme yerine sürükleyerek götürmek ve buna benzer hareketlerle hayvana eziyet etmek haramdır. Altmışıncısı: Suda arkası aşağı, karnı yukarı gelen ölmüş balığı yemek haramdır. Zira su içinde ölen balığın, yenmesi helal olmaz. Balığın su içinden çıktıktan sonra ölmesi onu kesmek gibidir ki; o zaman yemesi helal olur. Altmışbirincisi: Kokmuş etleri ve yemekleri yemek haramdır. Yemesi mübah olan hayvan etleri veya yemekler kokması sebebiyle necis olmuş olur. Bunu yemek vücuda ve mideye büyük zararlar i’ras eder. Gıda olmaktan çıkar, kısmen zehirlemeler hasıl olur. Sakınmak gerektir. Buzdolaplarında da uzun zaman bekletilen yemekler de nefasetini kaybeder ve faideleri de gider. Boşuna emek olur. Buzlu sular da zarardan başka bir şey değildir. Altmışikincisi: Eti yenen hayvanların bevil mahalli, hayaları ve aralarında bulunan ve beze tabir olunan nesneleri, ödleri, fercleri ile zekerini ve dübürü ile akan kanlarını yemek kat’iyyen haramdır. Efendimiz (S.A.) hazretleri hayvandan 7 şeyin yenmesini kerih görmüşlerdir, onlar da yukarda yazılıdılar. Altmışüçüncüsü: Ekmekçi, kasap ve çarşı esnafının sattıkları ekmek, et, ve sair erzakın fiyatında fahişlik vuku’u bulmadıkca, bunlara narh koymak caiz değildir. Mü’minlere Va’zlar 342 Lakin esnaf et ve ekmeğin kıymet-i hakikiyesine tecavüz ederler, fahiş fiyatla sattıkları surette halkı zarardan korumak için narh vaz ‘edilmesi caizdir. Narh icabederse bütün eşyaya vaz’ olunabilir demişlerdir. Altmışdördüncüsü: Mükellef kadının ana ve babasının izni olmadan mühürsüz ve şahitsiz nikâhları caiz değildir. Velisinin izni olmadan akile ve baliğa kadını nikâh etmek, sahih ve nafiz olsa bile günah-ı sağairdendir. Eğer küfüv gayrısına nikâh edilmişse çocuk getirmedikçe i’tiraz etmeğe velisinin hakkı vardır. Ve küfvünün gayrı nikâh edilmiş ise nikâhın ademi -cevazı ile fetva verilir. Mihirsiz ve şahitsiz nikâh kıyılması dahi câiz değildir. Şahitler âdil olmasa dahi kıyılan nikâh caiz değildir. Âdil demek hasenatı seyyiatına galip gelen kimsedir. Hasenatı az, günahı çoksa, o adil olmaz. Nikah da, fetva kitaplarında şahideyn-i adli tabiri vardır ki, herkesin şahitlik yapmağa kalkması doğru değildir. Akile baliğa hatunların nefislerine tasarrufları caiz olduğundan, velilerin izni olmasa bile, kendi kendilerine küfüv olursa nikâhı sahih olur. Dengi değilse o zaman velisi i’tiraz edebilir denmiştir. Müslümanlıkta evlilerin küfüv olması, gerek şeref bakımından gerekse diyanet bakımından şarttır. Mesela: müslüman olmayan kadın veya erkek, müslüman olan bir kadın veya erkekle evlenemezler? Yahudi ve hristiyanların kızlarını almak caizdir. Velakin onlara kızlarımızı vermek kat’iyyen caiz değildir. haram-i kat’iydir. Zira biz onların kızlarını alırız. Çünki hem Musa (A.S.) a inanırız ve hem de İsa (A.S.) a inanırız. Binaenaleyh kızlarını almağa hakkımız vardır. Velakin onlar bizim peygamberimize inanmadıkları için kızlarımıza denk olamadıklarından nikâhları sahih ol- Mehmed Zahid Kotku 343 maz. Müslümanım diye geçinen imansızlara da müslüman kızları verilemez. “Ben de müslümanım” diyip de kızını Yahudiye veren adama ne dersiniz. Altmışbeşincisi: Bir adam mehir tesmiye etmeksizin birisine, kızımı sana verdim, kızkardeşini bana vermek üzere şartıyla kıyılan nikâh sahihdir. İman Şafiiye göre ise sahih değildir. Hanefiye göre keraheten sahih olursa da, olur. Bu suretle mihri tesmiyesi vacip olur. Altmışaltıncısı: Zevcesini gerek taharet ve gerekse hayızlı halinde boşamak günah-ı sağairdendir. Zira ekseriyetle boşandıktan sonra pişmanlıklar olagelmekte olduğu vechile çocuklar da varsa, nikâhı islah ve tedariki mümkün olur. Birden ziyade üç talak ile birden boşamakta ise, bir daha tamiri ve islahı mümkün olamayacağından pişmanlıklarda fayda vermez. Çocuklar da pişman olurlar vesselam. Talak üç nevi üzerinedir: 1- Ahsen, 2- Sünni, 3- Bid’i dir. Ahsen olan talak, cima’ etmediği taharet halinde rici olarak bir kere boşamaktır. Sünnî olan, boşama halinde hayızdan kesilmiş hatunu va’ty’den sonra boşamaktır. Bid’ı talak da bunlara uymayan ve birden fazla üç talak ile boşamaktır ki, bir daha dönüşü yoktur. Halbuki "evleniniz ve boşamayınız. Zira boşanmakta arşın bile titrediği" zikr olunmaktadır. Mü’minlere Va’zlar 344 Altmışyedincisi: Talak-ı ric’i ile karısını boşadıktan sonra müddet içersinde karısına müracaat hakkı vardır. Ve bu müracaatı söz ile yapması lâzım gelirken, fiili ile kadına müracaatı mekruhtur. İddet içersinde nikâhı baki olduğundan her zaman müracaat edebilir. Lakin bunun söz ile olması gerekir. “Haydi artık gel bakalım” demesi gibi.. İmam Şafiiye “fiille müracaat olmaz” demiştir. Altmışsekizincisi: Meclislerde sokaklarda halkın toplandıkları yerlerde yellenmek, sada ile koku çıkarmak sağairdendir ve çok ayıptır. Zira bu hal kabahat ve hayasızlıktır. Haya ise imandandır. Altmışdokuzuncusu: Hanımını dört ay müddetle vat’iy etmemek yani ona yakın olmamak ve cima etmemek üzere yapılan yemindir. Sağâirdendir. Günahtır. Dört ay karısına yaklaşmazsa bir talakı - bayin ise boş olur. Dört aydan evvel karısına yaklaşır ve mücameat ederse talak vaki’ olmaz, yalnız yemin için keffaret etmesi lâzımdır. Yetmişincisi: Bir adamın evlatları arasında adaletsizlik yapması caiz değildir. Yalnız evlatları çok olup da bazısı ilim ve salat cihetinden diğerlerinden üstün olsa yalnız bu ilim ve salah halinden naşi ona ikramda, fazla birşeyler verirse ve bu hal diğerlerin de ilim ve salaha teşvik için olursa, o zaman memduh ve makbuldür. Efendimiz (S.A.) hazretleri "Allah Teâlâ'dan korkun ve evlatlarınız arasında adalet ediniz? Size yapılan iyilikleri sevdiğiniz gibi" Yani siz de evlatlarınıza böylece ihsan ediniz ve Mehmed Zahid Kotku 345 adaletten ayrılmayınız. Hatta çocuklarınızı severken bile birini diğerinden ayırmayınız. Birisini nasıl öperseniz ötekini de öylece öpünüz. Herşeyde olduğu gibi evlatlar arasında da adaletten ayrılmayınız, buyurmuşlardır. Yetmişbirincisi: Kadıların, hakimlerin, hasımlar arasında müsavata riayet etmemesi günah-ı sağairdendir. Mesela: Birisine iltifat edip diğerine etmemesi, birine kıyam edip diğerine bakmaması; birinin sözünü dinleyip, diğerini dinlememesi ve birisini taama davet edip diğerini etmemesi ve bununla beraber meclisde vakarını muhafaza etmekle beraber meclis haricinde dahi kimse ile şaka ve latife etmemesi ve şahitlere şehadet yolunu göstermesi ve hasımlardan birisinin bilmediği bir lisanla konuşması hakimliğin adabına muhaliftir. Yetmişikincisi: Emirin ve malının çoğu haramdan olduğunu bildiği kimsenin hediye ve ihsanlarını kabul etmesi günah-ı sağairdendir. Zalim emirlerin ekser malları, ekseriya İslâmlardan ve ahaliden haksız yere zor ile alınan mallardan ibaret olduğundan, bunları kabulde büyük vebal ve günah vardır. Fakat o verilen hediye ve ihsanları alıp, müstahak olan fukaraya vermek daha aladır. İmam Şafii hazretleri Harun-Reşitten aldığı ihsanların hemen bir kuruşunu bile bırakmadan fukaraya dağıtmış. Hazret-i Ömer’in oğlu da, hazreti Aişe (R.A.) da, ve bunlara iktida eden zevat hep böyle yapmışlardır. Âhir zamanda insanların fitneci sultanların kapılarına, onlardan birer nasip veya bir şeyler almak için birikecek olanlar, iyi bilmelidirler ki, onlara verdikleri kadar da, verdikleri kişilerin dinlerinden o kadar alırlar. Bunun için çok dikkatli olmak gerektir. Bu ehl-i Mü’minlere Va’zlar 346 takvaya göredir. Lakin ayni haram olan şeyden vermedikçe, fetvaca onun alınması caizdir. Yetmişüçüncüsü: Ekseri malı haramdan olduğu bilinen kimselerinde taamlarını yemek caiz değildir. Ekseri malları, mingayrı vechi - şer’i ibadullahdan alınan mallardan olduğundan ve istihkaklarında hem fazla ve hem de hariç aldıklarından, şüpheli taam olduğu ihtimaline mebni, onlardan uzak kalmak evladır. Zira bir lokma haram yiyenin kırk günlük namazı kabul olmamakla beraber, 40 günlük duâsı da kabul olunmaz. Her et ki haramdan hasıl olur: Onun hakkı cehennem olur. Yani ateştir. Muhakkak bir lokma haram, dahi vücudu yer bitirir. Şüphelerden kaçınanlar dinini ve ırzını muhafaza eder, Selamete erişir. Hak cümlemizi muhafaza buyursun, amin. Yetmişdördüncüsü: Gasb, sahibinin rızası olmadan, zorla alınan araziden olduğu bilinen mahsulü yemek sâgairdendir. Sahibinin elinden cebren alınan araziden hasıl olan mahsul, her zaman yine eski sahibine mahsusdur. Her ne kadar el değiştirirse değiştirsin. Hatta ölümlerden sonra mirasçılara düşen mal dahi, yine eski sahibine aitdir. Değerinden çok aşağı alınan çiftlik, bağ ve bahçeler de (gaspedilmiş arazidan) sayılır. Bu emval vereseye intikal etse dahi, yine eski sahibinin malıdır. Bazı cehabire ve zalim kişiler, böyle zuafanın malları gasb etmekle, mal kat’iyyen onların olamaz. Bütün yedikleri haramdır. Helal ile haram toplandığı zaman, mutlaka haram galebe çalar. Allah korusun, amin... Yetmişbeşincisi: Haram malı galib olan kimsenin davetine, özürsüz olarak icabet etmek segairdendir. Amma, icabet etmediği takdirde kendisine adavet olunacağı bilinirse, bu özre mebni, gitmesi haram olmaz. Lakin böyle Mehmed Zahid Kotku 347 zalim ve fasıkların taam ve da’vetine icabet etmekden, Resulü Ekrem efendimiz hazretleri men buyurmuşlardır. Yetmişaltıncısı: Gasb olunmuş arazide, abdest almak ve namaz kılmak için dahi olsa, girmek caiz değildir. Çünkü bu, mal sahibinin rızası olmadan, aharin mülküne girmekdir. "Her kim zulmen bir karış yer alsa, muhakkak onların boyunlarına yedi kat yer takılarak, haydi taşı bakalım gibi, takat getiremeyecekleri şekilde ta'zıb olunurlar" tehdidi karşısında, böyle arâzî-yi mağsubeye girmekten kaçınmak gerektir. Yetmişyedincisi: İzni olmaksızın başkasının malına girip, gezib yürümek seğairdendir. İster ev, ister tarla, bağ ve bostan olsun, sahibinin izni olmadıkca, bunlara, girmek caiz değildir. Amma burası ekilmemiş kuru toprakdan ibaretse, ve etrafında duvar ve hendek gibi başkalarının girmesine mani birşey yoksa, oraya girmesi bir özre mebni olursa, ve mal sahibine de bir zararı dokunmazsa, girmekde beis yokdur derler. Lakin etrafı duvarla çevrili mahale girmek caiz değildir. Zimmilerin yani hristiyanların arazisinde namaz kılmak mekruhdur. Fakat, müslümanın sürülmemiş tarlasında namaz kılmak caizdir. Çünkü müslüman bundan memnun olur. Kendi malından başkalarının istifadesini nı’met bilen mü’minin malına girip, onun mahsülünden, meyvasından ve hatta taamından yemek ve belki mahsulünden koparıp evine götürmek caizdir. Dostunun evine girip taamını ısıtıp yemesi vakı’dır buyurmuşlar hatta paralarından da istifade edenler olmuşdur. Ev sahibi, akşam geldiğinde bunu duyunca, sevincinden hizmetkarını azad edip taltif ettikleri, (İhya’ül-ulum) da zikr olunmaktadır. Fakat bugün o müslümanı bulmak ne büyük bahtiyarlıkdır. Mü’minlere Va’zlar 348 Resulü Ekrem (Sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz hazretlerinin şu hadisi - şerifleri de şayanı - dikkattir. "Âgâh ve mütenebbih olunuz. Zulm etmeyiniz. Hiç bir müslümanın malı size helâl olmaz, ancak onun izni ve nefsinin memnuniyeti ile olur." Binaenaleyh hiç bir kimsenin mülküne izinsiz girmek ve yürümek caiz olmaz. Zira izinsiz, hiç kimsenin malında tasarruf olunmaz. Hatta ğasb olunan eve girip namaz kılmak bile caiz değildir. Yemeğe davet etseler bile, gidip yemek caiz değildir. Acaba bugün ucuz kira ile oturup evden çıkmayanların hali nice olur derseniz? Kanunlara dayanıp kirayı artırmaz. Mal sahibinin hakkını hiç hesaba katmaz. Acaba böyle oturmalar helal olur mu dersiniz? Yetmişsekizincisi: Kuyruk, kulak veya burun gibi hayvanın bazı a’zasını, bütün bütün kesmek günahdır, seğairdendir. "Herkim ruh sahibi bir mahlukun azasını böylece keserse, kıyamet gününde, onun a’zasından kesilmek suretiyle cezalanacaktır." Birgün Resulü ekrem efendimiz, (S.A.V.) yüzüne dağ vurulmuş (yani kızgın demirle dağlanmış) bir merkebi gördüler, ki burnundan kan akıyordu. "Bunu kim yaptıysa Allah ona la’net etsin" diye bedduâ ettiler. Sonra hayvanlara dağ vurmaktan ve hatta insan yüzüne vurmadan men ve nehiy buyurdular. Yani hiç kimsenin böyle işlere teşebbüs etmemesi tavsiye edilmiştir. Yetmişdokuzuncusu: Muharebede esir edilen kâfiri, müslümanlıktan hıristiyanlığa dönen mürtedleri, kendilerine tövbe etmeleri ve müslümanlığa geri dönmeleri tavsiye edilmeden öldürmek günahı - segairdendir. Fakat öldürenlere kısas ve diyet lâzım gelmez. Zira Resulü ekrem efendimiz, hazreti Ali (Kerremallahü vecheye) Mehmed Zahid Kotku 349 "Senin elinde bir kişinin hidâyete erişmesi, şark ile ğarb arasındaki küffârın katlindan hayırlıdır." buyurmuşlardır. Bu gibilere İslâm olmaları için üç gün mühlet verilmeli ve İslâmiyyet hakkında bir şübheleri varsa, onun da izalesine çalışmalıdır. Seksenincisi: Dininden dönen kadını öldürmek caiz değildir, haramdır. Belki tövbe edinceye kadar habs olunur. Ve İslâmiyete cebr olunur Çünkü: "Kadınlarla çocukları öldürmeyiniz" diye nehiy buyurulmuştur. Seksenbirincisi: Namazda okunan secde âyetinin secdesini namazdan sonraya bırakmak mekruhdur. Namazda iken yapılmayan tilavet secdelerini, namazdan sonra yapmak caiz olmaz. Zira edası kâmil olarak vacib olmuş, namazdan, sonraki secde ise nakıs olduğundan, ebediyyen kaza olunamaz. Bazı ulemaya göre secde-i tilaveti namazda iken eda edemeyenler, namazdan sonra sehvi-secde yapsınlar, caizdir buyurmuşlardır: Seksenikincisi: Secde-i tilavetleri, ister namazda ister namaz haricinde olsun, okuyan ve dinleyenlerin bunu yapmaması, vacibi terk sebebiyle günahkar olurlar. Secde-i tilavet Kur’anın ondört yerindedir. Secde âyetleri şu cüzlerdedir. (9-13-14-15-16-17-19-19-21-23-24-27-30-30) Namazda daima muayyen bir süreyi okumak veya mazeret ve unutmak gibi olmadan, sürelerin arasını bir süre atlayarak okumak mekruhdur. Fakat bu kerahet farz namazlar içindir. Nafile namazlarda değildir. Başka süre bilmeyenler ve öğrenme imkânı da olmayanlar, bildikleri süreleri tekrar ederek okur ve kılarlar. Amma genç ise mutlaka öğrenmelidir. Namazda Mü’minlere Va’zlar 350 mesela, birinci rekatda, (Elemtereyi) okuyup, ikinci rekatde (Liilafiyi) atlayıp (Ereeytelleziyi) okumak veya birinci rekatde (lii’lafiyi) okuyup, ikinci rekatde, üstündeki (elemtereyi) okumak, yani aşağıdan yukarıya doğru okumak, veya birinci rekatde (sure-i asrı) okuyup, ikinci rekatde hemen altındaki (veyliin likülli nümezetin) süresini okumak, yani ikincide birinciden daha uzun bir sure okumak mekruhdur. Mesela, sabah namazlarında (sure-i hucura) dan (sure-i buruca) kadar, öğle ve ikindi namazıyla yatsı namazında (sure-i burucdan) (elem neşrah lekeye) kadar olsa, akşam namazlarından da (Vettini) den nihayete kadar okunur. Yatsı namazından ikinci rekatda (sure-i asrı) okumak mekruhların içindedir. Seksenüçüncüsü: Cenazeyi kolları arasında tutmak da mekruhdur. Belki, kollarında onar adım olarak kırk adım götürmesi gerekir, çünkü "Herkim cenazeyi kırk adım götürürse, kırk büyük günahı afv olur" (Hilafen lişşafii) buyurulmuşdur. Seksendördüncüsü: Bir kabre erkek dahi olsa, iki veya üç kişiyi koymak mekruhdur. Amma zaruret olursa, kaç tane olsa caizdir. Yalnız aralarını toprakla ayırmak lâzımdır. Seksenbeşincisi: Cenazeyi mescidin içine sokarak namazını kılmak caiz değildir. (Hılafen lişşafii) Yalnız cenaze dışarıda, cemaatin bir kısmı cami’ de bir kısmı da cenazenin yanında olduğu halde kılınırsa caizdir demişler. Fakat Medinei-Münevvere’de ve Mekke-i Mükerreme’de görüyoruz ki, bütün cemaat haremi-şerifde iken, cenazeyi içeriye getirip, namazını pek a’la kılıyoruz. Herhalde İmam-ı a’zamın devrinde de böyle idi ki, buna ı’tiraz etmek caiz değildir demişler, fekat dinleyen olmamış. Yalnız, cenaze mescidin kapısına konup, imam ve cemaat içeride olsalar, bu da ihtilaflıdır. Namazı kılınmadan Mehmed Zahid Kotku 351 defn olunan cenaze, şişib kokmadan üzerine namaz kılmak caizdir. Halen harbde öldürülen tâgî ve eşkiyaların, yolcu soyanların üzerine namaz kılınmaz. Bu başkalarına ibret olmak içindir. Fakat harbden sonra katl olunurlarsa, tövbe etmişlerdir ihtimaline mebni namazları kılınır (Men salla ala meyyiti fi-mescidi cemaaten fela ecre lehu) İmamı-a’zamın kavli bu hadis-i şerif e imtisalendir. Seksenaltıncısı: Suretlere karşı veya üzerinde suretler bulunan halılar üstünde namaz, kılmak caiz değildir. Suret zaten iyi değildir. Kelb ile suretin bulunduğu yere meleklerin girmeyeceği de herkesin malumudur. Bugün ise, bunlara çok kıymet ve ehemmiyet verilmeyip, gelin güveği resimleri de dahil olduğu halde, evlerin içleri bir resim sergisi gibi donatılmaktadır. Buralara melekler nasıl girerler bilemem artık? Meleklerin girmedikleri yerler ise; şeytanların dolacağı da aşikardır. Seksenyedincisi: Dişleri altın ile kaplamak, bağlamak haramdır. Bu diğer imamlarca caizdir. Eğer altın yerine gümüş olursa müttefikan caizdir. Seksensekizincisi: Altın ve gümüşden yapılan kablar, erkek ve kadın için de haramdır. Bunlar sahan, leğen, kaşık, çatal ve saire gibi. Fakat kadınların ziynetine müteallik, kullandıkları yüzük, küpe, iğne ve bilezik, ister gümüşden ister altından olsun, kullanmaları caizdir. Erkekler için yalnız dirhem mikdarı gümüşden yüzük istimali caiz olub, bunlardan maada gerek altından ve gerekse gümüşden yapılan şeylerin istimali caiz değildir. Altın saat ve köstek, gümüş saat ve köstekleri kullanması da caiz değildir. Bunları kullanmayıp, fakat evinde bulundurması caiz isede, bundan da sakınmak lâzımdır. İpekli elbise, atlas kumaş, altın ve gümüş kablardan yiyib içmek doğru birşey değildir. İnsan firavunlar gibi ziynete, Mü’minlere Va’zlar 352 süse kendini kaptırıp, memleket da’vasını unutarak, fukara ve zuafanın haklarını, böyle süs eşyalarına harcayıp zayı’ etmek, herhalde müslümanlık da’vasında bulunan kimselere yakışmayacağı cümlenin ma’lumudur. Seksendokuzuncusu: Erkeklerin birbirlerinin ağzını, yüzünü, başını veya azasından bir yeri öpmek caiz olmadığı gibi, kadınların da birbirlerini böyle öpmeleri câiz değildir. Üzerinde ince bir gömlek bulunan kimse ile sarılıp muanaka etmek haramdır. Şehvetten naşi olmayıp ikram kasdıyla olursa, veya muanaka edenlerin yani birbirlerine sarılanların üstlerinde bir kaç kat elbise olursa, o zaman haram olmayıp mübah olur. Bir döşekde iki erkeğin yatması da caiz değildir. Her ne kadar biri baş diğeri ayak tarafında yatsa dahi caiz değildir. Kız olsun oğlan olsun, on yaşındaki çocukların bir yerde yatmaları da caiz değildir. Alim, fazıl kimselerin, adil padişahların ellerini öpmek teberrüken caiz isede, bazı ulema, “bunlardan ğayrisinin elini öpmek yokdur” demişlerdir. Dostların ellerini öpmek yokdur, mekruhdur. Muhabetten çocukların yanaklarını ve merhameten ana ve babanın başlarını ve şefkaten kız kardeşin yüzünü ve şehveten hanımının ağzını ve tahıyyeten mü’minlerin ellerini ve diyaneten Hacer-i Esvedi öpmek vardır. Ka’be-i-Muazzamanın eşiğini, Mushaf-ı Şerifi öpüp yüzüne sürmek vardır. Doksanıncısı: Kölelerin boyunlarına zincir takmak haramdır. Arkasında olursa beis yokdur. Zinciri boyuna takmak adeti, zalimler adeti ve kâfirler ukubeti olduğundan, insanı ve sair mahlukatı ateşe atıb yakmak nasıl haramsa, böyle zincir takmak da haramdır. Doksanbirincisi: Fitne ve fesad ehline ve kâfirlere silah satmak haramdır. Ve yine onlara mushafı-şerif ve kütüb-ü Mehmed Zahid Kotku 353 şer’iyyeyi satmak caiz değildir. Zira bunlara silah satmak, onlara yardımdır. Halbuki, Cenâb-ı Hak, ehl-i fesada ve düşmanlara yardım etmeyiniz buyurur. Yardım ancak müminIere, takva üzerine caizdir. Saz, tanbur, düdük ve bunlara benzer çalgı aletlerini yapanlara ağaç satmak da haramdır. Ta’zimi vacib olan Kur’an-ı Azımüşşan ile kütübü - şer’ıyyeyi ki, biz bunları ellerimize abdestsiz bile alamayız, bunların kâfirlere satılması, onların ise bu mukaddes kitablarımıza karşı hürmet ve ta’zimsizlikleri ve taharetsizlikleri ve hatta ı’tikadsızlıkları sebebiyle, satmak veya vermek caiz olmadığı her akl-ı selim sahibine malumdur. Fakat beş on kuruş fazlaya satacağım diyen satıcılara da Allahü (Teâlâ) insaf ve merhamet ve takva versin amin... Doksanikincisi: Kâfire, zındıka, mürtede, önce selam vermek caiz değildir. Haramdır, Zirâ selâm - selamette ol, âfiyette ol - demekdir. Kâfire, zındıka, mürtede ; küfür, zındıklık ve mürtedlikde bakî kaldığın halde yaşa - demekdir ki; böyle duâ elbette caiz değildir. Bazı ulema ihtiyaç zamanında küffara selam vermekde beis yokdur demişlerse de, bu pek doğru olmasa gerekdir. Onlara sabahlarınız veya akşamlarınız hayır olsun demek daha münasibdir. Mücerred küfrü için, kâfire ta’zimen selam vermek küfrü mucibdir demişlerdir. Mecusi olana, (yâ üstaz) diye hıtabda bulunmak da böyledir. Onların verdikleri selama karşı ise, yalnız (aleyküm) lafzıyla mukabele olunur. Müslümanlarla kâfirler bir yerde bulundukları zaman, yalnız İslâmı kasd ederek selam vermek lâzımdır demişler Doksanüçüncüsü: Erkekliğin alameti olan zekeri veya hayaları çıkarılmış olan köleleri hizmette kullanmak, günahı segairdendir. Eti yinen hayvanları vurmak veya hayalarını çıkarmak caiz ise de, insanda caiz değildir. Ve eti Mü’minlere Va’zlar 354 yenmeyen hayvanların da hayalarını çıkarmak veya burmak caiz değildir. Doksandördüncüsü: Büyüklerin giymesi haram olan ipekli elbiseleri, erkek çocuklara da giydirmek caiz değildir. Haramdır. Çocuklar ma’sum olduğundan vebal ve günah ana ve babalarına ait olur. Hazreti Peygamber efendimiz birgün bir elinde ipek bir elinde de altın olduğu halde çıkıp(bu iki şey, yani ipekle altın, ümmetinin erkeklerine haram, kadınlarına ise helaldır) buyurmuşlardır. Doksanbeşincisi: Bir adamın, kendi kendine türkü söyleyip teğanni etmesi haramdır. Böyle kimselerin şehadeti makbul olmaz. Amma hanende ve sazendeler gibi, alemi eğlendirmek için türkü söyler ve teğanni ederse, o zaman günah-ı kebairi irtikad etmiş olur. Zira teğanniler, kalbde nifak bitirir, suyun otları bitirdiği gibi. Va’zı tazammün eden eş’ar ve ebyatı okumak mübahdır. (Vecd sahih olmaksızın, tegannileri dahi dinlemek caiz değildir) demişlerdir. Doksanaltıncısı: Bir ibâdete başlandıkdan sonra, bir özr-ü şer’i yok iken, ol ibâdeti bozmak ve iptal etmek de haramdır. Mesela, tuttuğu orucu özürsüz bozmak veya başladığı namazı, kezalık, özürsüz bozmak gibi, Bilahare bunların kazası lâzım gelir. Eğer farz orucu özürsüz bozarsa, 60 gün kefaret orucu tutmak lâzım gelir, veya 60 fitreyi fakirlere vermek icab eder. Doksanyedincisi: Bir adam aklı eren bir kimsenin yanında zevcesine muamele-i Cinsiyede bulunmak, velevki Mehmed Zahid Kotku 355 onlar uykuda olsalar bile caiz değildir, hayasızlıkdır. Haya ise imandandır. Bazıları; hayvanatın yanında bile muamele- i cinsiye caiz değildir demişlerdir. Doksansekizincisi: Ta’zime müstehak olmayan emir geldiğinde, istikbal etmek haramdır. Emirin adamlarına da istikbal böyledir. Onlara istikbal, onlara meyil ve muhabbetin alâmetidir. Bu da emri - ilahi ile yasaktır. Müfessirin-i kiram, onlara edna, yani; az bir meyil ile bile meyl etmeyiniz diye tefsir etmişlerdir. Onların kıyafetine girmek, ve onların zikrine yani hatıralarına tazim etmek, onlara ta’zimden ma’duddur, haramdır. Bir yerden geldikleri vakit karşılamağa çıkmak ve onlarla sohbet, muhabbet etmek, yemek ve içmek de böyledir demişler. Doksandokuzuncusu: Ezan-ı Muhammediyi işitdikden sonra, özrü olmadığı halde cami-i şerife ve cemaate daha vakit vardır diyerek, ağırdan almak ve kamet vaktine kadar yerinde beklemek de seğairdendir. Ezanı işittikten sonra değilde, belki ezandan biraz evvel gidip ön safda yerini almak ve ezanı cami’de dinlemek gerekirken; ezanı işitdikten sonra geç kalanlarla, cemaate gelmeyenlerin hali nice olur, bilemem? Yüzüncüsü: Oruç olduğu için veya misafiri için olmayıp, sırf kendi oburluğundan naşi, doydukdan sonra da yemek haramdır, israfdır. Ve iki taraflı zarardır. Azı tefrit, çoğu da ifrat olduğundan, (Her işin hayırlısı ortasıdır), kaidesine riayeten, ne az yiyib zaif düşerek ibâdet edememek ve kendini evhamlara kaptırmak; ne de çok yiyip, midesini, kalbini, böbreklerini yormaktan kaçınmalıdır. Hem çok yemekde kasvet-i kalb vardır. Bu durumda ibâdet ve tâat tam ve dürüst olarak yapılamaz. Mü’minlere Va’zlar 356 Azalarda fitneler uyanır, yaramazlıklar başlar. Karnı aç olanın sair azaları tok olur. Bilakis, karnı tok olanın sair azaları aç olup, kendi nefsani arzularını icraya zorlarlar. ibâdetde halvet ve lezzet bulamazlar. Yemek yerken, insan telezzüz için değil, belki ibâdet ve tâate kudret ve kuvvet hasıl olsun diye, yemek müslümanların ahlâkındandır. Zira (Müslüman bir bağırsakla yer, kâfir ve münafık ise, yedi bağırsakla yer) denilmiştir, ki müslüman ancak ibâdet edebilecek kadar bir kuvvet hasıl olsun diye yer. kâfir ve münafık ise tıka basa yer demekdir, "Adem oğlu, kendi karnından daha şerir bir kabı doldurmamışdır. Yemeğe muhtaç olduğu zaman, midesini üçe bölmeli; birini yemeğe, birini suya, birini de nefes almağa bırakmaIıdır. Nasın âhirette en çok azab göreni en çok tok olanlarıdır" buyurulmuştur. Bu tavsiyelere uyan insan sıhhatli yaşar. Yüzbirincisi: Acıkmadan, zaruretsiz, yemek ve içmek haramdır. Misafir için yemek de zaruretden sayılmıştır. Yani karnı tok bile olsa, misafirinin yemesi için, onunla birlikte yemek haram değildir. Acıkmadan yemek haram olduğu gibi, her gördüğünü alıp yemek de israftır. Peyyemek haram olduğu gibi, her gördüğünü alıp yemek de israfdır. Peygamberlerinden sonra, bu ümmetde en evvel hâdis olan şey, tokluk olmuşdur; çünkü karınları tok olanların, vücudları semizler, amma kalbleri zayıflar ve şehvetleri süratle artar. Ve yine üç kişi vardır ki Allahü Teâlâ’nın gazabına müstahak olurlar: Bunlar, acıkmadan yiyenler, uykusu gelmeden uyumaya çalışanlar ve lüzumsuz yere gülenlerdir. Böylece tokluğun zararı ve açlığın faydaları beyan buyurulmuştur. Mehmed Zahid Kotku 357 Yüzikincisi: Alim kimselerden ve adil, zahid sultanlardan gayrısinin ellerini öpmek günah-ı segairdendir. Bunlardan başkasının ellerini öpmenin caiz olmadığı evvelce de zikr olunmuşdur. Yalnız İslâmiyete tazimen, sair müminlerin de ellerini öpmenin caiz olduğunu ulema-i kiram beyan buyurmuştur. Burada haram denilmesi, öyle diyen ulemanın sözüne binaendir. Yüzüçüncüsü: EI ve baş ile selam vermek caiz olmadığı gibi, karşılaştığı kimseye selam vermeden söze başlamak da caiz değildir. Evvelâ selâm sonra kelâmdır. Nasârânın selâmı ellerini ağızlarına götürmek koymak, yahudinin selâmı, el ile işaretdir. Mecusilerin selâmı, eğilmek, Arabın selâmı, (hayyen’k-âllah) duâsı, müslümanların selamı ise, (Esselamü aleyküm) dir. Yüzdördüncüsü: Kur’an okuyan kimsenin, babası ile hocasından başkaları için ayağa kalkması haramdır. Yemek yerken de böyledir. Yüzbeşincisi: Yeni aldığı cariyesini, hamile olup olmadığını bilmeden münasebet-i cinsiyyede bulunmak caiz değildir, haramdır. Yüzaltıncısı: Mücerred vehim ve şek sebebiyle, Allahü Teâlâ hazretlerine ve müminlere su-i zanda bulunmak haramdır. Ve belki günah-ı kebâirdendir. Su-izandan çok sakınmak lâzımdır. Muhakkak ki; bazı zanlar günahdır. Su-izandan çekinin, çünkü zan, sözlerin en yalanıdır. Kötü söz söylemek haram olduğu gibi, o adama kalben su-izan etmek de haramdır. Halbuki müslüman daima kardeşi için hüsn-ü zanla me’murdur. Kötü halini gördüğü zaman, onu örtbas etmeye Mü’minlere Va’zlar 358 çalışır. Ve onu hiç bir zaman mahcub olacak bir duruma sokmaz. Gözüyle görmediği şeyleri iftira edip söyleyenlere ne demek yakışır bilmem. Bunlar müslümanlıkdan uzak kimseler olmakla beraber insanlıkdan da uzak olduklarından hiç şüphe yoktur. Yüzyedincisi: Hased, bazılarına göre günah-i, kebâirdendir. Bir adama Cenâb-ı Hakkın verdiği nimetlerin zevalını yani onun elinden gitmesini istemek ve murad etmeğe derler. Çok fena ve kötü bir huydur, ve haramdır. Bundan sonra, o adama gelecek olan nimetin gelmemesini istemek dahi haseddendir. O nimet ister dini, ister dünyevi olsun; o adamın selahı, hayrı bilinirse, o zaman o adamdan bunların zevaIini istemek haramdır, kötü ahlâkdır. Velâkin mansıblar vardır ki; o zat için hayırlı değildir. Sala-ı hal değil bilakis dünya ve belki dünya cihetinden yıkımını mucibdir. Onun o felaketden kurtulması için elindeki nimetin, devlet, mansıb veya mevkı’in elinden gitmesini istemek haram değildir. Hased ne de olsa, ahlâk-ı zemimelerden olduğundan, herkimde bulunursa, kendi kendisini yer bitirir. Tıpkı bunun gibi "Hased, hasenatı da yer bitirir, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi". Yüzsekizincisi: Kibirdir: Kibir ki, gayrin üzerine ulviyyet, ve büyüklük iddia etmekden ibaretdir. Bu da hased gibi büyük, çirkin, fena bir huydur. Mezmum âhlakların başındadır. Bazı ulemaya göre günah-ı kebâirdendir. Hased nasıl sevabları mahv ederse, kibir de öyledir. Kibir ancak Allah-ü (Teâlâ)ya mahsustur. Kullarından her kim tekebbür ederse Allah-ü (Teâlâ)nın gazabına uğrar. Bir adam ahar kimselerin kendisine ayağa kalkmasını, hizmetkarların arkasından yürümesini istemesi ve dostlarının ziyaretine gitmemesi. Hasta ve ma’lullerdan çekinip uzak kalması, aba ve adi kumaşlardan Mehmed Zahid Kotku 359 elbise giymemesi, hep kibirden ileri gelir. Akran ve emsalinin kendi üzerine üstün olmalarını istememek de kibirdendir, derler. Bir zerre kibir kimde olursa, Cehennem’de yanmadıkça Cennet’e girmesi mümkün olmaz. Halbuki insan biraz düşünse, ibtidası nasıldı, sonu da ölüm değil mi? O toprak altındaki halini biraz düşünse, katiyyen kibir edebilir mi? Kibri ancak mezarlıkdaki ölülere yap da dersini al. Bak mezar taşı kimbilir kaç seneliktir, bak duruyor. Fakat oraya gömülen insan, cenaze çokdan çürümüş, toprağa münkalib olmuş, ne bilen var ne tanıyan. Artık kibrin nerede kaldı. Şimdi mağrur olda göreyim seni. Bunu iyi düşün de, bu kibri bırak. Tevazu sahibi ol. Kibirliler daima alçalırlar. Tevazu sahibIeri de daima yükselirler. Bu kaide, umumidir, asla değişmez. Yüzdokuzuncusu: Ucübdür. Ucüb ki, insanın kendisini beğenmesine derler. Şöyle ki; nail olduğu dünya ve ahiret nimetlerini, hakikı nimet sahibi olan Allah-ü (Teâlâ)ya izafe etmeyi unutup, bu nimetleri gözünde büyüterek mağrur olmaya ve onlara meyil ve muhabbet etmeye derler ki, fena huylardan ve ahlâki mezmumedendir. Bazıları bunu da hased, kibir gibi büyük günahlardan saymışlardır. Mesela, ibadat ve tâat işlemek ve günahlardan kaçıp korunmak, helaldan dünya nimetlerine nail olmak, sıhhat ve afiyeti, hep Cenâb-ı Hakk’ın ihsanını, tevfikini, lutuf ve inayetini, ve bütün bunları kendisine izafe edip ucüblenmesi, mahzı-cehil ve ğafletden neşet eder. İlim, amel, can, mal, akıl ve irfan cümle nimetler, mün’ım-ı hakiki olan Cenâb-ı Vâcib-ül vücud, Allah-ü (Teâlâ) hazretlerinin verdiğini bilip şükretmek lâzım gelir. Üç şey mühlikatdandır. Kendisine uyulan bahillik, kendisine tabi olunan hevâ ve kişinin kendisini beğenme- Mü’minlere Va’zlar 360 sidir. Ve bir de "Ucüb muhakkak yetmiş senelik ibâdeti batıl kılar". Yani işe yaramaz eder. Bazı ulema ucübü, insan kendisini aynı felahda ve kemalde bilip, gayri kimselere noksan sıfatla bakmakla tefsir etmişler, bazıları da, insan kendisini gayet yüksek bir mertebede görüp, o mertebeye başkalarını layık görmemekle tefsir etmişlerdir. Yüzonuncusu: Çalgı dinlemek ve çalgı meclisinde oturup bunlarla telezzüz etmek haramdır. Bunların herbiri ayrı ayrı günahtır. Bazı ulema bunları kebâirden saymışlardır. Çalgı dinlemek günahdır. Çalgı meclisinde oturmak fıskdır. Fasıklık alametidir. “Bunlarla telezzü, eğer helal i’tikad edilirse, küfürdür." Bu hadis-i şerif mealidir. Yüzonbirincisi: Özr-ü şer’i olmadığı halde gerek erkek gerek kadın, cünüb olan kimsenin camide oturması haramdır. Hayız ve nifas halinde olan loğusa kadınların da mescide girmesi ve oturması da böyledir. Caiz değildir. Dikkat edilmesi lâzımdır. Yüzonikincisi: Bir müslümanın gıybet olunduğu veya aybı zikr olunduğu meclisde bulunub da, mümkün olduğu mertebe ona yardım etmez ve onları ta’yib etmeyip süküt ederse, onların günahlarına iştirak etmiş olur ve onlarla beraber günaha girer. Halbuki yine müslümanın vazifesidir ki müslüman kardeşini hem müdafaa ve hem de muhafaza etmesi ve onu bu gibi fenalıklardan kurtarmaya çalışması şarttır. Zira "Herkim müslüman kardeşine arkasından yardım ederse, Allahü Teâlâ da ona dünya ve âhirette yardım eder" Binaenaleyh ve süküt edib -bize ne derlerse,- onlar ölmeden evvel AIlah-ü (Zü-l celal) hazretlerinin ikabına uğrarlar. Bu da bize bir dersdir Mehmed Zahid Kotku 361 ki, müslüman kardeşlerimizi daima himaye etmek üzerimize borçdur. Halbuki bugün bunun tam zıddı görülmektedir ki; bir müslüman ayıplanırken herkes onun ayıbına iştirak edip, ona birşey ilave etmekden çekinmemekdedirler. Yapmayınız ayıptır, günahtır diyen de yok vesselam. Yüzonüçüncüsü: Ölüm ve hastalık gibi musibetler isabet ettiği zaman, bağıra bağıra ağlamak haramdır. Amma savtsız, sessiz ağlamak ve gözünden yaş akıtmakta beis yoktur. Cenâb-ı Peygamber (Sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz hazretleri, mahdüm-ü alileri İbrahim’in vefatı sebebiyle ağladıkları ve eshab-ı kiramın Uhud şehidleri için ağladıkları da vakı’dır. Nesebe ta’n ve ölülerin iyiliklerini ve bazı mallarını sayarak ağlamak, çok çirkin bir adet-i kabihadır. Musibet zamanında insanın yüzünü dövmesi haramdır. Yüzünü tırnaklamak, üstünü başını yırtmak, yüzünü karalamak, saçını başını yolmak, başına toprak dökmek ve bilhassa kadınların bazısının, ölünün adet ve ahlâkından bahs ile ağlaşmak katıyyen caiz değildir. Bu gibi ahlâkı-cahilyyeyi işleyenler bizlerden değil. Yüzondördüncü: Bir adamın kendisini istemeyen kavme imam olması caiz değildir, haramdır. Bazıları bunu kebâirden addetmişlerdir. Cenâb-ı Peygamber efendimiz: Üç kimsenin namazı kabul olunmaz. Yani Allah-ü Teâlâ hazretleri kabul etmez. Birincisi: Kendisini istemeyen kavme imam olmak, İkincisi: Namazı vakti geçtikten sonra kılmak, Üçüncüsü: Hür bir kimseyi köle olarak kullanmak. İmamı istememek, onun şer’an bir kusuru yoksa, o gibi imamların imametini, bazı ulema tecviz etmişlerdir. Mü’minlere Va’zlar 362 Yüzonbeşincisi: Hutbe esnasında konuşmak, tesbih çekmek, salavat-ı şerife okumak, emr-i ma’ruf veya nehy-i ani-I münker yapmak caiz değildir. Namazda söz söylemek haram olduğu gibi, hutbe okunurken de süküt edib dinlemek ve dinler gibi oturmak, cemaatin üzerine vacibdir. Hılafına hareket, Cum’anın sevabını giderir. Cum’a günü hutbe okunurken konuşanların misali, kitab taşıyan merkebe benzer. Yani merkebin taşıdığı kitapdan haberi olmadığı gibi, bu adamda kıldığı Cum’a namazından haberi yoktur. Cum’a namazı esnasında, yanında konuşan kimseye “sus” diyenin bile Cum’ası gitmiştir. Cum’a namazına geç kalıbda, cami’de cemâati çiğneyerek ön saflara geçmek isteyenin de vay haline. Fakat ön safda boş yerler bırakılmış ise, kabahat bırakanların olur. Cum’a günleri cemaati bol olan cami’lerde bu da mümkün değildir. Ön safa geçmek iyidir, ancak erken gelmek şartıyla. Sonradan gelip de herkesi çiğneyerek geçmek, geçenin ahireti için çok fenadır. Çünkü mü’minlere ezadır. Mü’mine eza ise haramdır. Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevverede mecburen yapılan bu hareketler inşaaIlah afv olur. Yüzonaltıncısı: Cami’lerde, ileri saflara gececeğim, diyerek cemaatin omuzlarına ve eteklerine basarak aralarından geçmek haramdır. Saflarda bulunan iki kişinin arasına girip, onları sıkıştırmak caiz değildir. Amma cami-i şer’ife giripte oturacak yer bulamayan, ileride boş yer gördüğü zaman bu boş yere geçmek için, zaruri olarak, safları geçip o boşluğa gitmesi caizdir, demişlerdir. Bu hal yalnız Cuma’ya mahsus olmayıp, her zaman da böylece caiz değildir. Dikkat edilmesi ve camiye vaktinde gidilmesi lâzımdır. Mehmed Zahid Kotku 363 Yüzonyedincisi: Cami-i şerifin gerek üstüne ve gerekse dört tarafına necaset ve pislik atmak haramdır. Zira müslümanların cami’leri muhterem ve mukaddesdir. Onların mümkün mertebe içini ve dışını temiz tutmak, her müslümanın vazifesidir. Yalnız müezzin ve kayyumlara bırakmak kâfi değildir. Yüksek kubbeleri ve etraf-ı erbaasını temizlemek, yalnız bir iki kişinin kârı değildir. Elbirliği lâzımdır. Mesela Cum’a günleri veya cumartesi, pazar günleri ki bu günler tatil günleridir, hiç olmazsa öğleden evvel veya sonra, bu hizmeti hane halkıyla birlikte canla başla, kimi camları temizler, kimi kapıları temizler, boyarlar, pırıl pırıl yaparlar. İnşaallah Cenâb-ı Hak da onların gönüllerini ve işlerini hem düzeltir hem parlatır, hem de çoğaltır. Hatta cami-i şerife soğan sarımsak gibi kokulu şeyleri yiyipte gitmek caiz olmadığı herkese ma’lumdur. Acaba sigaranın kokusu, soğan ve sarımsağın kokusundan daha hafif midir?.. Yüzonsekizincisi: Sokaklara, insanların gelip geçtikleri yerlere, necaset, hayvan leşleri ve insanların iğreneceği şeyleri atmak caiz değildir. Bunlar hep insanlara eza ve cefa veren şeylerdir. Bu da tabii olarak haramdır. Bunlara yani böyle eza veren şeylere, balgamlı tükrüklerde, hatta sigara izmaritleri de dahil olabilir. İnsan evini ve evinin etrafını temiz tutmakla nasıl mükellef ise, sokakların da temiz tutulması müslümanlığın icabıdır. Halbuki bugün görüyor ve öğreniyoruz ki, avrupa memleketlerinde sokaklar ve umumi yerler pek temizdir. Hiç kimse oralara birşey atmaz ve atana da mani olur. Kenarlarda çöp kutuları vardır. Herkes elindeki çöpü o kutulara atar. Bu suretle de hem temizlik sağlanmış olur, hem de oralara konacak birkaç temizleyiciden başka yerlerde istifade edilir. Sonra çok ayıp olan Mü’minlere Va’zlar 364 birşey varsa o da, çocuklarla birlikde büyüklerde de görülen vaki'dir ki, o bahçelerinde olan çiçek, meyva ve yemişlere musallat olurlar ve oradaki meyvalardan, çiçeklerden sahibine tatmak bile nasıb olmadan bitirirler. Hele o sokaklardaki top oynamalar, bunlar bizlerin umumi terbiyelerimizin ne kadar düşmekte olduğunu pek açık bir şekilde göstermektedir. Bu kabahat kısmen ana ve babalara ait ise de, büyük bir kısmı da okullardaki öğretmenlerin çocuklara vermek istedikleri terbiyenin ne kadar gevşek ve alâkasız olduklarının alametidir. Halbuki bütün dünyada bunlar yasaktır. Hatta bu gibi terbiyesizliklere Allah’ın ve insanların la’netiyle beraber, müslümanlara yollarında eza edenlere, müslümanların la’neti vacib olur buyurulmuştur. Yüzondokuzuncusu: Yedi yaşını geçen oğluyla bir yatakta yatıp uyumak haramdır. On yaşına varan oğlan ve kız çocuklarını bir yerde yatırmayıp yataklarını ayırmak lâzımdır. Yedi ve on yaşındaki erkek çocukların analarıyla bir yatakda yatmaları, ve yabancı kadınlarla da, yabancı kimselerle de bir yerde yatmaları caiz değildir. Kız çocuklarının anasıyla bir arada beraber yatmasında mahzur yoksa da babasıyla yatması caiz değildir. Binaenaleyh çocuklar yedi yaşına geldikleri zaman namazIa emr olunurlar. “On yaşına geldiklerinde namazını kılmaz, ihmal ederse, dövmek ve yataklarını ayırmak” Resûlullah’ın emridir. Yüzyirmincisi: Cünüb, hayız ve loğusalık hallerinde, gerek erkek ve gerek kadının Kur’an okumaları ve okutmaları haramdır. Hatta bir âyet dahi olsa caiz değildir. Abdestsiz olarak Kur’an-ı Kerimi ezberden okumak caiz isede, velakin Mushaf-ı Şerifi eline alamaz, ancak bir peşkir veya mendil ile tutabilir. Mehmed Zahid Kotku 365 Fakat cünüb iken hiç bir suretle okumasına müsaade edilmemiştir. Öyle ise derhal gusül etmek veya teyemmüm etmek lâzımdır ki, namazını kılabilsin ve Kur’anını okuyabilsin. Hılafı caiz değildir. Yüzyirmibirincisi: Küberâ dedikleri büyük kimselerin, zenginlerin ve zâlimlerin nail oldukları nimetleri hatırlayıp saymak havz-ı bâtıldır. Havz-ı bâtıl, günahlar hakkında söz söylemekten ibaretdir ki, haramdır ve câiz değildir. Mesela: İçki meclislerindeki fisk ve fücurlardan, dans ve balo rezaletlerinden bahs etmek iki kere günahdır. Bir kere evvela o yapdığı günahı almıştır. Şimdi bir daha onu hatırlayıp anlatmak ikinci bir günahtır. Ayrıca da insan günahını saklamak mecburiyetindedir. Saklamayıp da onu açıklaması ayrıca günahdır. Ancak bu gibi konuşmalar, dinleyenleri uyarmak ve böyle günahlardan, fiillerden korumak ve kurtarmak için olursa caizdir. Kur’ an-ı Azımüşşan-ı okumayı bırakıp da bir takım hikaye kitablarını ve hatta büsbütün zararlı kitabIarı, komünist, mason ve dinsizlerin kitablarını okumak ve onlardaki yalan ve uydurma şeyleri bellemeye kalkmak, ve bir çok türküler, gazeller, şarkılar, maniler, hep havz-ı batıldandır. Bunlarla meşgul olacağına, dinine, dünyasına, gerek şahsı ve gerek amme menfeatine yarayacak şeylerle meşgul olmak, elbette daha hayırlı ve daha a’lâdır. Binaenaleyh memleketin en çok zarar gördüğü şeylerden biri de, çayhane, kahvehane, kıraathane ve gazino gibi yerlerdir ki, ömürler buralarda tamamen boşa gider zâyi olurda, kimsenin haberi bile olmaz. Bu hususda işsizlerle emeklilerin büyük rolleri vardır. Çünkü eğlenecek vakit geçirecek yer ararlar. Ekmek parası kazanmaya ihtiyaçları yoktur. Devlet Mü’minlere Va’zlar 366 baba bol bol para veriyor. Bunları harcayacak yer aramak lâzım. Halbuki; bunlar için en güzel yer kütüphanelerimizdir. Maalesef orada da bunlardan kimseyi bulamazsınız. Hem dünyayı ve hem de ahireti kazanabilmek için en büyük fırsat emekliliktir. Fakat ne yazık. Cenâb-ı Hak cümlemize insaf ve merhamet versin ve tevfikat-ı sübhaniyesine eriştirsin. Kıyamet gününde insanların, en büyük hataya düşenleri, en çok batıl şeylerle meşgul olanlarıdır... Yüzyirmiikincisi: Zikrinden gerek kendi ve gerekse başkaları için fayda olmayan sözleri söylemek, malaya’ni kabilindendir. Yani faydasız sözlerdir. Ve ömrün ziyan’ına başlıca sebeblerden biridir. Her zayıatın telafisi mümkündür. Fakat ömrün ziyanının çaresi olmadığı ma’lumdur. Ömür sür’atle akan bir suya benzer. Kaçan dakikaların değil, saniyelerin bile telafisi mümkün değildir. Akıl o değildir ki; şunu bunu her oyunda yener, fakat âhirete birşey yok. Asıl akıl odur ki; ahiretini dünyası için zâyi etmez. Dünyasını da âhireti için terk etmez. Dünyada ne ekerse ahirette onu biçecektir. Dünyada hasene âhiretde de hasene ister. Allahü (Celle Ala)nın gösterdiği İslâm yolu, yolların en güzeli, Peygamberimizin yolu da yine yolların en güzelidir. Her israf haramdır. Hem de zayıattandır. Fakat ömrün israfı, her israftan daha acıdır. Hatta bugün insanların, dünyaları için âhiretlerini feda ettikleri, görülen acıların en acısıdır. Dünya denilen şu müvakkat bir zamandaki rahatlığı için, ebedi hayatı ve ebedi rahatlığı terk etmesi, olsa olsa cahilliğin en bariz bir alâmetidir. Bu dünya tabiatın eseri değil, bir Allah’ın, Mehmed Zahid Kotku 367 Hay ve Kayyum olan tek yaratanın eseridir. Bunu birazcık düşünsek kâfidir. Başındaki şapkanın veya ayağındaki ayakkabının da tabiatın eseri diyen biri çıksa, sen onada “evet öyle” mi diyeceksin? yoksa, Birader bunlar şu kadar tezgahlarda çalışan kimselerin yapdığı şeylerdir mi diyeceksin? Ufak bir bina, ufak bir levha ve yine ufacık bir tabloyu görünce “bu kimin eseridir?” diye soruyorsun, bu koskoca kainat içindeki akılları durduran mahlukat ve mevcudatı, öyle bir -tabiatin eseridir- deyib geçmek caiz midir? Kim ne derse desin, Allahü Teâlâ'nın kullarına verdiği bir akıl ve bir zekâ vardır ki; bunlar çalıştığı zaman pek güzel anlaşılır. “Bu mülkün sahibi ancak Allah’dır” der, iman ve İslâma girer ve onun emirlerine kendini uydurmaya çalışırsın. Bugün Avrupa’da pek çok münevverlerin İslâm ile müşerref olduklarını, pek a’la hepimiz görmekte ve duymaktayız. Senelerce gavurluğa hizmet etmiş, anası gavur babası gavur olduğu halde o, müslümanlığı seçsin de, bu müslüman memleketinde, anası, babası müslüman olan bir şahıs müslüman olmasın, müslümanlığa düşman gözüyle baksın, ve müslümanlığı istemesin, doğrusu bu felaketlerin felaketi, tehlikelerin en tehlikelisi, zehirlerin en zehirlisi değil de nedir? Müslümanlık en mükemmel bir dindir. En büyük bir ni’metdir. En kıymetli paha biçilmez bir servettir. Bunu elden kaçırmak kadar büyük bir acı tasavvur olunamaz vesselam. "İnsanların en cok günah sahibi olanları, en çok boş ve faydasız söz söyleyenleridir" buyurulmuşdur. Yüzyirmiüçüncüsü: Kendisine faydası olmayan sözleri söylemek haram olduğu gibi, söylemek de faydası olan Mü’minlere Va’zlar 368 sözleri söyledikten sonra fazla ve ziyadesini söylemek de haramdır. Acaba dikkat edilir mi? Bugün bizim konuştuklarımızın ne kadarı faydalıdır? Sohbet diye toplandığımız zamanlarda bile kazanılan günahların hesabı yoktur. Tekrarına lüzum olmadığı takdirde fazla sözden sakınmak ve ihtisara riayet edib, az konuşmak müstehabdır. (Müjdeler olsun ol kimseye ki; sözün fazlasını tutar. Malının fazlasını ise infak eder) (İmam-ı Gazali hazretIeri derki, şimdi dünya tersine döndü. Şimdi herkes malını sımsıkı tutar, sözünü de bol bol sarf eder, işte bu da bizim dünyamız zafiyetimizin eseridir. Yüzyirmidördüncüsü: Medh ve senada ifrat etmek, fazla ileri gitmek haramdır. Onun için Resulü Ekrem efendimiz, meddahların yüzlerine toprak serpilmesini tavsiye buyurmuşlardır. Bu da medhin ne kadar fena birşey olduğunu beyana kafidir. Bir insanın yüzüne karşı medh edilmesi, onu ma’nen ve maddeten helâk etmektir. Bir insanın diğer bir kimseyi itidal dahilinde medh etmesi caiz isede, medh olunan kimseye ucüb ve kibir gibi şeylerin gelmemesi şarttır. Resulü Ekrem efendimizin, Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali (rıdvanullahi aleyhim) ecmain hazratını medh ettikleri sabittir. Fakat bunların hiç birine ucüb gelmeyeceği de ma’lumdur. Eğer medh olunan fasık ve facir ise veya çok genç ise, bunların da medihleri katiyyen caiz değildir. Fasıkı medh etmek; fasikın fiskını, zalimin zulmünü artırır. Medhe lâyık olmayan kimseleri medh etmek yalancılıktır, dalkavukluktur. Medhe lâyık olan kimseleri, ifrata kaçmadan, ancak bildiklerini söylemekden ibaretdir. Mesela; şöyle namaz kılar, böyle oruç tutar, ve böyle sadaka verir gibi şeyleri, fazla ve eksik olmadan söylemek caizdir. Mehmed Zahid Kotku 369 Yüzyirmibeşincisi: Zorlanarak, tekellüf ile söz söylemeğe ve kendisini beğendirmeğe ve başkalarına üstünlük taslamak için fesahat ve belağata özenerek, söz söylemeye çalışmağa derler ki; mezmum ve fena bir huydur ve haramdır. Cenâb-ı Peygamber efendimiz de, bu gibi huylara sahib olanlara helâkle dua buyurdukları gibi. "Bana en mebğuz ve meclis cihetinden benden en uzak olanlardan birisi de bunlardır" buyurmuşlardır. İnsana olduğu gibi görünmek ve göründüğü gibi olmak en münasib bir haldir. Uydurmacık ve yapmacıklar, her yerde ve her şeyde mezmumdur. Yüzyirmialtıncısı: Kafiyeli ve birbirine sonları uygun, müsecca ve sanatlık söz söylemek için zahmet cekip, tekellüf etmek günah-ı segairdendir. Amma mevhibe-i İlahi olarak, tabiat-i şı’riyyesi olanın, fesâhat ve belâğat üzere söz söylemesi makbûl ve merğubdur. Tekellüf ile şiir söylemek de böyledir. Tekellüfsüz ve kimsenin hiciv ve zemmi olmaksızın, arap şairlerinden Hassan’ın söyledikleri gibi söylemek müstahsendir. Allahü (Teâlâ) zorlanarak söz söylemeye çalışanları sevmez ve buğz eder olduğu da ma’lumdur. Yüzyirmiyedincisi: Kabih olan ve açıkca zikri ayıp olan, çirkin, yaramaz olan umuru, ibarat-ı sariha ile beyan ve ta’bir caiz değildir. Bu gibi şeylerin işarat ve kinaye tarikıyla beyan edilmesi lâzımdır. Mesela: “senin karın” demeyip, (senin çocuklarının annesi) demek gibi. Vacibi-l vücud hazretleri de Kur’an-ı Azimüşşan’da münasebet-i beşeriyyeyi açıkca değil, (lems) kelimesiyle irade ederek bizlere edeb ta’lim buyurmuşlardır. Mü’minlere Va’zlar 370 (İslamda fuhş ve tefehhüşün yeri yoktur. Muhakkak, çirkin ve ayıp olan utandırıcı sözleri söylemek haramdır. İslâmda nasın en güzeli ahlâken en güzel olanıdır.) diye çirkin ve ayıb verici, utandırıcı sözleri söylemek haramdır. Yüzyirmisekizincisi: Seb etmek (sövmek) âhar, kimseye güceneceği sözü söylemek, sövmek ve levm etmeğe derler ki haramdır. Mesela, “ey kâfir”, “ey zani”, demek de caiz değildir. Ölüye, hayvana, zamana, mekana, sövmek haramdır. İnsana yaraşan, lisanını daima kibar, nazik ve iyi şeylere alıştırarak konuşmak, çirkin, yaramaz sözlerden daima sakınmaktır. En iyisi zikir, tesbih ve tehlile alıştırmaktır, ki, bunların hüsnü hatimeleri umulur. Bil’akis kötü ve çirkin sözlere dillerini alıştaranların da su-i hatimelerinden korkulur. Yüzyirmidokuzuncusu: “Ey cahil, ahmak adam” diyene, “cahil sensin, ahmak da sensin” demek caiz ise de, “Ya zani” diyen kimseye karşı da, “zani sensin demek asla caiz değildir. Müslümanın sebbi füsuk, ve onunla mukabele küfürdür. Yüzotuzuncusu: Bezyüllisan kötü söz mecnun gibi kendi, kendine konuşan, yahut kimsenin anlayamayacağı gibi söz söyleyen kimseye (bezyüllisan) derler ki bu haramdır. Ve hafif akıllı ve vesveseyi mucibdir. Bazı ulema bezyüllisanı, (müstehcen olan sözü açıkça söylemeye) derler diye tavsif etmişlerdir. Herşeyde haya lâzımdır. Konuşurken de edeb ve hayaya riayet ederek, çirkin söz söylemekten kaçınmalıdır. Yüzotuzbirincisi: Kim olursa olsun lâtife ve şakada ifrat edib, ileri gitmek caiz değildir, haramdır. Mehmed Zahid Kotku 371 Zira sonraları iş kavga ve gürültülere müncer olur. Boş yere araların açılmasına sebeb olur. "Kul hakikat-i imana erişemez, taki şaka, latife, yalanı ve haklı dahi olsa mücadeleyi terketmedikce" Bunlar çok güzel nasihatlerdir. İnsan daha küçük yaşlarda, bâhusus ebeveyn ve üstazlar ve öğretmenlerin, bu hususlarda çocuklara çok faydalı olması gerektir. Çünkü alışanlar, bu huyların çirkin olduğunu sonradan anladıkları halde terk etmeleri çok zordur. Yüzotuzikincisi: Sırrı ifşa etmek, söylenmesi istenmiyen gizli sözleri ve halleri ifşâ etmek, ızhar etmek, başkalarına söylemek de haramdır. Gerek efrad-ı aile arasında, gerek yabancılar arasında söylenmesi ve duyulması istenmeyen şeyleri söyleyip duyurmak, duyulmasını istemeyen kişilere eza ve cefadır. Bir de gizli tutulması istenilen söz, aynı zamanda bir emanettir. Bu sırrı ifşa etmekle emanete hıyanet etmiş olur. Meclislerdeki sözlerde emanettir. Onların da ifşası yasaktır, haramdır. Yalnız o meclisdeki sözler haram olan katI-i nefs, zina veya hırsızlığa aid olursa, o zaman bunları, bu fenalıkları yaptırmamak için lâzım gelen yerlere haber vermek meşru’dur. "Meclisler emanettir. Yalnız şu üç şey müstesnadır. -haram olan kan akıtmakdan, haram olan zinadan, haksız yere başkasının malını gasb etmekden bahsedilen meclisler." Zaten bunlar haramdır. Bunlara her zaman mani olmağa çalışmak mü’minlerin vazifesidir. Yüzotuzüçüncüsü: Va ‘dinde durmamak haramdır. Ve münafıklık alametidir. Birisine, sana şunu vereceğim diye va’d ettiği şeyi zamanı gelince vermemek, sözünde durmamaktır. Va’dinden hulfdür. Söz verirken, vermemeyi kasd ederek söz vermekde münafıklıkdır. Cenâb-ı Hak, vaidlerini yerine Mü’minlere Va’zlar 372 getirmeyi, kullarına emir buyurmuş, Peygamber efendimiz de,”Va’d, ödenmesi vacib olan bir borç gibidir.” buyurmuş ve, “belki de efdaldır,” diye ümmetini va’dlerini ifaya teşvik etmişlerdir. İnsanlık ve müslümanlık icabı da böyledir. Ancak çocukları ağlatmamak ve hanımların ezasından kurtulmak için ve harblerde düşmana karşı yalanlara ruhsat verilmiştir. Herhalde ma’zeret-i meşrua olmadıkça sözden dönmemek şiar-ı İslâmiyedendir. Münafıklığın alameti üçdür: (Her ne kadar namaz kılıp oruç tutsa da, ve kendisini müslüman zannetse de, münafıklıktan kendini kurtaramaz.) "Konuşurken yalan sölyemek, va’dinden hulf etmek, emanete hıyanet etmek" bunların üçü de bir kimsede bulunursa tam münafık, ikisi olursa, üçde iki, birisi varsa üçde bir münafık demektir. Allah cümlemizi bu çirkin huylardan muhafaza buyursun amin. Yüzotuzdördüncüsü: Gazab, (Din ve şeri’ate dokunan şeylerin gayrisinde gazab) etmek haramdır. Amma din ve şeri’ate dokunan bir münkeratı gördüğünde, i’tidal şartıyla gazab etmek ve onları tekdir ve tevbih etmek; muktedir olursa o münkeratı ortadan kaldırmaya gayret etmek lâzımdır. Gazab halinde i’tidali geçmek caiz değildir. Gazab haddizatında nehy edici birşey değildir. Gazab olmazsa insan haklarını muhafaza ve müdafaa edemez. Nefis ve şehvetine meyl eden kimsede gazab olmazsa, o kimse şehvetine esir olur. Nefsi hakkında gazablanmamak nur-u imanı söndürür. İnsan gazablandığı zaman ayakda ise oturmak, oturuyorsa yatmak, ve (euzübillah) deyip süküt etmek, abdest almak veya yıkanmak gibi şeylerle gazabı söndürmek efdal-i a’maldır. Gazab, delilikden bir parçadır. Gazabını yenemiyen kimse şeytanın maskarası olur. Şeytan, Mehmed Zahid Kotku 373 çocukların topla oynadığı gibi, bu gibi insanlarla oynar. Binaenaleyh gazabını def’eden kimseden, Allah'ü (Teâlâ) hazretleri de azabını def’eder.” “Dilini tutanın, Allah'ü Teâlâ da ayıblarını örter” olduğunu buyurmuşlardır. Yüzotuzbeşincisi: Ailesinin ferdlerinin namus, iffet ve ırzları hakkında hamiyetsizlik de haramdır. Arslanın yavrusunu kıskandığı gibi, aile ve efrad-ı ailesinin ırz, namus, şeref ve haysiyyetinin muhafazasına gayret göstermemek caiz olmadığından, her Mü’min ve Müvahhidin efrad-ı ailesini kıskanması lâzım olan sıfatlardandır. Bu hususda Peygamberimiz: Eshab-ı kiramıdan (Sa’d) hazretlerinin gayretli olduğunu bildirirken, kendisinin daha gayretli olduğunu ve Allah'ü Teâlâ hazretlerinin daha ziyade gayretli olduğunu” beyan buyurmuşlardır. Yüzotuzaltıncısı: Zekâtı, müddeti gelince vermemek haramdır. Zira zekat, Cenâb-ı Hakkın bahş etmiş olduğu servet, mal, hayvanat ve sairenin içinde fukaranın hakkı olan kırkda birdir ve verilmesi farz kılınmıştır. Bunu vaktinde vermeyip, fukaranın hakkından istifade etmeğe kalkmak, tabiidir ki; hem ayıp hem de günahtır. Sizin paralarınızı başkaları kullansalar razı olur musunuz? Siz razı olsanız dahi, Allah-ü (Celle Alâ hazretleri) ve Resulü Ekreminin buna razı olmadıkları gibi, o fukara da buna hiç razı olmaz. Şu halde, kullandığınız paranın bir kısmı fukaranın hakkı olarak faydalandığınızı bilmeniz lâzımdır. Sonra zekâtı te’hir değil, belki vakti gelmeden evvel vermek adab-ı İslâmiyyedendir. Hem de fakiri sevindirmek kadar faziletli ne vardır. Zekâtın te’hirinde ise, günahı ile beraber pek çok aratlar da vardır. Bir kere bu hal, cimriliğe alamettir. Başka bir kusur aramaya lüzüm kalmaz. Çünkü Mü’minlere Va’zlar 374 cimrilik yetip artar. Hem dünyası berbad olur hem de âhireti. Zekâtlarını te’hir edenler böyle olunca, ya hiç vermiyenlerin hali, acaba nasıl olacaktır. Zekatı vermemek veya te’hir etmek, o servet sahibi için felaketidir vesselam. Yüzotuzyedincisi: Özürsüz cemaati terk etmek haramdır. Düşman korkusu, hastalık, ve ma’lüllük gibi ma’zeretler olmadıkça, cemaati ehemmiyetsiz birşeymiş gibi terk etmek hiç caiz değildir. Terk eden haram irtikab etmiş olur. CemaatIe namaz kılmak, sünnet-i mükkede diyenler varsa da, ekseri Hanefi ulemasınca vacibdir. Zaten sünnet diyenler de, vacib kuvvetinde bir sünnettir, derler. Vacibin terki ise büyük günahdır. Halbuki cemaat farzdır diyenler de vardır. (İmamı Sevri’ye göre, İmam-ı Hanbelinin mezhebinde de böyledir). Bunların mezhebine göre evlerinde yalnızca kıldıkları namaz sahih değildir derler. Bizim mezhebimize göre, hastalıklardan maada, şiddetli yağmur, fırtına, çamur ve şiddetli karanlıklar, sis gibi haller cemaate mani olan özürlerdendir. Borçlusundan korkmak da özürdür. Fasık imamlarla, bid’at sahibi ve bozuk mezheb sahibi olan imamlara iktida asla caiz değildir. Cefanın, küfrün, nifakın en kabası, ezan-ı Muhammediyi işitip de ona icabet etmeyenlerindir. Mü’mine bedbahtlık, yaramazlık ve ümidsizlik cihetinden yetip artar, müezzinin ezanını işitirde ona icabet etmezse. Nekadar acıdır. Halbuki müslümanın namazı ne kadar mühimdir. Evvela insanı intizama alıştırır. İntizam ise herkes için en önemli birşeydir. Muntazaman sabahları kalkar. Havanın en temizinden en güzel bir şekilde istifade eder. Sonra abdestini almış üzerindeki uyuşukluğu atmıştır. Arkasından camisine gider. Müslümanlarla birlikte tam bir Mehmed Zahid Kotku 375 sessizlikle Hakkın huzuruna durur. Okunan Kuran-ı Azimüşşanın verdiği zevk ve neşe içerisinde onu dinler. Tesbihat, tahmidat, ve tekbiratını bir vecd ve huzur içinde bitirip, ellerini de huzur-ü ehadiyyete açıp ihtiyaçlarını can-ü gönülden arz eder ve sonra yine tam bir huzur ve neşe ile vazife-i ubudiyyetini yapabildiğinden, Hak (Sübhanehu ve Teâlâ) hazretlerine şükr ederek evine gelir. Birde bakarsınız ki, içi, dışı, gönlü, gözü gayetle mesrur, evi ni’metlerle dolmuş, sofralar kurulmuş, çocuklar etrafına toplanmışlar, hepsi de mesrur, Allahü (Celle ve Alâ hazretleri) de onlara lutfünü, ihsanını, bereketini bol bol vermektedir. Artık o evin saâdetine doyum olur mu? dersiniz. Namaz hakkındaki fazaili ve kılmayanlar hakkındaki felaketi, anlatan Tergib ve Terhib adındaki hadis kitabının 174 den 512 inci sayfasına kadar tam 338 sayfa bilgi vardır. Tabiatiyle bu ufacık esere onları sığdırmak mümkün olamaz. Yalnız sen kardeşime tavsiyem; bu mülk Allah'ü Teâlâ’nındır. Kim ne derse desin azıcık düşünürsen bana hak verirsin. Binaenaleyh o, bir şeriki ve misli olmayan ve herşeyi yaratan, kuvvet ve kudret sahibi, görür, işitir ve bilmediği hiç birşey yoktur. Babası ve evladı yoktur. Her noksan sıfatlardan münezzeh ve her kemal sıfatlarıyla muttasıfdır. Bizim ve bütün mevcudat ve mahlukatın yaratıcısıdır. Onun sözünü dinlemekten, gösterdiği yoldan gitmekten daha güzel birşey olamaz. Hayvanlar bile görmez misin sahiblerini nasıl tanırlar ve hizmet ederler de, insan bu kadar mükemmeIiyetine karşı sahibini, halıkını, razıkını, bu güzel vücudu kendisine vereni, (deli değil, hasta değil, ma’lul değil, böyle iken) halikını tanımasın hiç olur mu? Sakın sen o tanımayan güruhdan olma. Tarihe iyi bak, böyle inatçılar çok gelmiştir. Fakat hepsi de Hakkın gazabına uğrayarak helak olup gitmişlerdir. Onlar bizlere bir ibret nümunesidirIer. Sen bunu tekrar tecrübeye kalkma. Zira tecrübe olunan şey Mü’minlere Va’zlar 376 bir daha tecrübe olunmaz. Ancak buna deliler teşebbüs eder, başkaları değil. Yüzotuzsekizincisi: Çarşı ve sokaklarda ve umumi yollarda durup konuşmak, alışveriş yapmak günahdır ve haramdır. Bugün buna da riayet eden hemen hemen kalmamıştır. Eğer belediye memurları olmasa, adeta çarşı ve pazarlardan geçmek mümkün olmayacaktır. Yollar umumun hakkıdır. Onu kısıtlamağa kimsenin hakkı yoktur. Herkesin serbestce geçmesi için yapılmıştır. Onları işgale kimsenin hakkı yokdur. Öyle zorla işgal olunan yerlerden kazanılan paralardan da hayır gelmez. Hatta Gemlik ve İzmir gibi, bazı memleket halkının bilhassa kadınlarının akşam üstleri, hava almak veya konuşmak için olsun, kapılarının önüne çıkıp oturmaları da çirkin bir adetdir. Sanırım ki; bu gavurlardan kalma bir adet olsa gerek. Yüzotuzdokuzuncusu: Taassub, darıldığı birine kin bağlamak, heva ve hevesine uyarak diğer mezheblerin sahiblerine, ta’n eder yolda söz söylemek haramdır. Dört mezhebe ehl-i sünnet denir. Dördü de hakdır. Ta’n ve teşni’ etmek haramdır. Hem de ayıptır. Zira Resul-ü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hazretIeri, bazı mesail-i diniyyede ruhsatla, bazısında da azimetIe, bazısında da şiddetle ve bazısında da kolaylıkla amel buyurmuşlardır. Dört mezheb sahibi, herbirerleri Hazret-i Peygamberin bu günâ ef’al, ak’val ve harekâtlarına ittiba’ buyurdukları cihetle temessük etmiş olduklarından, cümlesine hak nazarıyla bakıp, her birerlerinin eshabı diğerine taassub etmemek lâzıme-i diyanetdendir. Teaddüd-ü hak meselesi bu bab da cari değildir. Çünkü; bu meselede hakkın umuma göre Mehmed Zahid Kotku 377 oluşudur. İnsanlar’ın bazısı zayıf bazısı kavi, bazısı bilgin, bazısı da cahildir ve renkleri de ayrıdır dilleri de. Amma hepside aynı insandır. Değişiklik yokdur. Teaddüd de yokdur vesselam. Binaenaleyh insana yakışan, kimseye kin tutmayıp, herkesle güzelce tatlı tatlı geçinmektir. Kusuru daima kendisinde aramak, başkalarının kusurlarını afv edici olmak şeair-i İslâmiyedendir. Yüzkırkıncısı: Müslümanların zimmilere, “ya kâfir, ya müşrik” demesi de haramdır. Kâfiri, zimmiyi kabul ettikten sonra onun ırzı, malı ve herşeyi her suretle taarruzdan masun ve mahfuz olacağı gibi, hiç bir güceneceği şeyi onun hakkında yapmamak da lâzımdır. Zira Resulü Ekrem efendimizin "Herkim zimmiye eza ederse ben onun hasmıyım. Ben herkime hasm olursam kıyamet gününde onunla muhasame ederim" buyurmuşdur. Bir Peygamber ki bir kişiye hasm olursa, artık o kimsenin kurtulmasına imkan olmayacağı cümlece ma’lumdur. Binaenaleyh zimmilere ezadan son derece sakınmak gerektir. Yüzkırkbirincisi: Cenâb-ı vacibi-I vücud hazretlerine (Arş-ı azımike ızzi mak’adiyediyetihi ev ya mak’adihi) demek günahdır. Ve haramdır. Cenab-ı Hakkın izzeti, kadim olan izzet sıfatının, hâdis olan, yani sonradan yaratılan arşa nisbeti, arş-ı azıme teallukunu ibham, yani şübhesini uyandırdığından haram olmaklığının hikmeti budur. (mak’ adil-ızzi min arşike) demek de haşa, Cenâb-ı Hakka oturma isnadı lâzım geldiğinden ötürü, bu gibi şüpheli duâlardan ictinab etmek lâzımdır. Yüzkırkikincisi: Evliya, enbiya ve Kabe hakkı için Cenâb-ı Hak’dan birşey istemek mekruhdur. Mü’minlere Va’zlar 378 Zira hiç bir mahluk, ister enbiya ister evliya olsun, Allahü Teâlâ üzerinde hiç bir hakkı yoktur ki; onu yad ederek duâ etsin. Amma zatın hakkı için veya; enbiya, evliya, veya Ka’be hürmetine demek suretiyle duâ etmek caizdir. Hatta dilencilerin (Allah hakkı için veya Allah rızası için) diyerek dilenenlerine, sadaka vermemek gerektir demişlerdir. Çünkü; o dilenci, fani olan dünyayı celb için Cenâb-ı Hakkın hakkını ve rızasını vasıta edişi layık olmayan birşeydir. Onun için Allah rızası için isteyenler mel’undur buyurulduğu gibi, isteyeni de men’ etmek lâzımdır demişlerdir. Yalnız ihtiyaç ve zarureti bulunduğu halde böyle duâ ediyorsa, onu men’ etmek yoktur. Yani ihtiyacı bilinene yardım edilip, dilenciliği adet edenleri de men’ etmek lâzımdır. Cenâb-ı Hak kimseyi zaruretde bırakmasın amin. Yüzkırküçüncüsü: Haccı te’hiri de haramdır. Hac farz olduktan sonra o sene gitmeyi te’hir etmekle, -özr-ü şer’isi yoksa- haramı irtikab etmiş olur. Velakin özr-i şer’isi varsa, her ne kadar günahkar olmazsa da, hac farizasını ifada gösterilen gevşeklik, belki o paraların elden gitmesi veya yolların kapanması veya hastalıklar veya ölüm gelip çatarda borçlu olarak ahirete gitmek gibi bir çok mahzurları vardır. Onun için farziyyet tahakkuk eder etmez hemen gitmeye çalışmalıdır ki, ecir ve mükafatı ve hatta dünyalığı da o nisbetde artar. Sonra her zaman gitmeyi ister ve aşkı artar. Muhabbet artar, imanı kuvvetlenir. Namazına niyazına, helala, harama dikkati artar. Daima kastı, gayesi hakkın rızasını kazanmak olur. O zaman en büyük devlete mazhar olmuş olur. Cenâb-ı Hak cümlemize hemen her sene gidip ziyaretler nasib ve müyesser eylesin, amin. Yüzkırkdördüncüsü: Müdahene dir ki; haramdır. Mehmed Zahid Kotku 379 Measi ve menhiyyatı görüpde, bir zarar olmadan men’ine muktedir olan kimsenin, o menhiyatı men’ etmeyip süküt etmesine ve emr-i dinde za’fiyet ve fütür göstermesine, müdahene derler ki haramdır. Zira hakkı söylemekten çekinen kimseye, dilsiz şeytan demişlerdir. Halbuki mü’minlerin din işlerinde bilhassa salâbet ve metanet göstermeleri lâzım gelirken gevşeklik göstermeleri caiz olmaz. Çünkü gevşeklik, bilahara bir çok şeylerden ta’viz vermeye, daha sonraları da bir çok menhiyatı, bu sefer kendi işlemeğe başlar. Daha sonra da, dinini de unutur maazallah imanını da. Çünkü cibilliyet-i insaniyede nefs-i hevaya uymak meyli vardır. İşte bugünkü halimiz bunun belirli alametidir. Mesela; televizyon saatlerinde ezan okunur, kulak asan olmaz. Camiye gitmeyi istese de gidemez. Sonra oradaki çirkin manzaraları göre göre kalb de kararır. Tabii sonra hiç işe yaramaz bir hale gelir. Adı müslümandır, fakat müslümanlıkdan üzerinde eser göremezsiniz. Maazallah, daha sonra müslümanlığa zararlı da olmaya başlar ki, büyük felaketdir. İnsanın müslümanlıktaki tekamülü kolay birşey değildir. Her ne kadar okumuş, dinini diyanetini iyi bilirse de, eğer düşüp kalktığı veya hizmet ettiği yerler, müslümanlık gayesine uygun yerler değillerse, birgün bakarsınız ki, o müslüman kimse ne hale gelmişdir. O zaman haline acır, ağlarsın. Onun için müslümanlığı muhafaza etmek isteyenlerin, herhalde zararlı yerlerden kaçınmaları şarttır. Levm edenlerin levminden çekinmeyerek, Allah yolunda mücahede etmekle emr olunduğumuzu unutmamak ve bir de hakkı söylemek, her ne kadar zor ve acı da olsa onu söylemek lâzımdır. Yoksa dilsiz şeytan olunur. Yüzkırkbeşincisi: Şühriyye’dir. Bir adamın kendisini hayırlı, duâIı ve başkasını, küçük ve hakir görüp onunla Mü’minlere Va’zlar 380 istihzâ etmesi, maskaralığa alması ve tövbe ettiği aybını hatırlatarak onu utandırması haramdır. İstihza, söz ile hareket ile ve işaretle ima ile de olur. Hazreti Allah (Celle Alâ,) sure-i Hucurat da bu gibi hareketleri men buyurmuşlardır. Bu, tabii her akl-i selimin sevmediği ve istemediği; çirkin ve yaramaz huylardandır. Fakat buna alışan zavallılar bu hallerden bir türlü vaz geçemezler, ta teneşir tahtasına kadar. Cenâb-ı Hak cümlemizi bu sayılan mezmum huylardan, ahlâklardan muhafaza buyursun ve bunların yerlerine güzel ahlâk, güzel huy, güzel edeb ve güzel hüsn-i muaşeretler ve hepisinden daha a’lası olan güzel din ve Hak (Sübhanehu ve Teâlâ)nın razı olacağı güzel ameller nasib ve müyesser eylesin. Son nefese de cümlemize iman-ı kâmil ile âhirete göçmek nasib ve müyesser kılsın. Cehennem azabından, kabir azabından, dünya ve ahiret fitnelerinden, ve şerr-i olan Mesih’u-d deccalın fitnesinden de muhafaza buyursun. Hem kendisine hem de cemiyyete faydalı olmak isteyen her kardeşe, acizane bu hediyemizi maa-l kusur takdime cesaretimden naşi bizleri müahaze etmemeleri ve görecekleri kusurIarımızı da aczimize bağışlamaları ricasıyla 120 günah-ı kebâir ve 145 de segair olarak ceman 269 günah ki, bunların hep derece derece, insanın insanlığını kemiren birer zehirli mikrob olduklarını arz eder cümleye seadet ve selamet-i dareyn dilerim. Ve cümlemizi Allahü (Celle Ala)ya emanet eylerim... ve bizleri de hayır duâlarınızdan unutmamanızı ayrıca dilerim... 13/6/975 (5 Cemaziyelevvel 1395) Mehmed Zahid Kotku 381 GÜNAHA SEBEP HALLER Bu yazılardan gayri âyet-i kerime ve hadis-i şerifelerden me’huz olan bir takım meâsi vardır ki, bunların bazısı kebir, bazısı seğair ve bazısı da küfrü mucibdir. Kebâiri (K) seğairi (S) küfrü mucib olanları da (F) harfleriyle işaret olunmuştur. Birincisi: Riyâ (F.K) Buna bazı ulema şirkdir, küfürdür demişler. Bazıları da, günah-ı kebâirdendir demişlerdir. (F) harfi küfre (K) harfi de günah-ı kebâire işaretdir. Âhiret ameliyle, dünya menfeatini murad etmeye derler. Mesela, amel-i âhiretten olan namaz, oruç, zekât gibi ibâdet ve tâati Allah rızası için işlemeyip, belki dünya menfeatlerini kasd ederek işlemeye, riya derler ki, haramdır. Böyle yapan kimseye riyâkâr, mürâi derler ki; ind-i ilahide makhur ve menfurdur. Amelleri külliyen mahv ve iptal eden measinin birisi de riyâdır. Pek büyük ahlâk-ı reziledendir. Şirk-ı hafiden saymışlardır. Tasavvufi ahlâk kitabında, bu hususda geniş ma’lumat vardır. Ayet-i celilelerde mürâiler için, azab-i elim olduğu beyan buyurulmaktadır. Buna mukabil ihlas, medh-ü sena buyurulmuştur. İhlas hakkında, yine ahlâk kitabımızda oldukca geniş ma’lumat vardır. Resulü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz hazretlerine, “Necat nerededir?” diye sorulmuş, cevaben "Kişinin Allah'ü Teâlâ'ya tâat etmesi ile beraber, nasın teveccühünü murad etmemesidir" buyurmuşlardır. Bir adam kendi kendine kaldığı zaman, ibâdet ve tâatde gevşeklik göstermesi ve insanlar arasında bulunduğu zaman neşeli bulunması; kendisi medh ve sena edildiğinde amelini artırıp, zem edildiğinde amelini azaltması, mürâilik âlametidir demişlerdir. Nefis insanlarda Mü’minlere Va’zlar 382 olduğu müddetce, insanın kendisini riyadan kurtarabilmesi pek müşküldür. Onun için daima Cenâb-ı Hakka yalvarıp, (Ya rab sevmediğin ve razı olmadığın her amelden ve bilhassa kibir, gurur, hased, hırs, şehvet, riya ve nefse uymakdan ve riyakarlıktan sana sığınırım. Sen bizleri hıfz-ı hımayenden zerre miktarı ayırma) diye her beş vakit namazda, diğer duâlar gibi bunu da unutmamak lâzımdır. İkincisi: Cehil: Her müslim ve müvahhidin üzerine, bilmesi vacib olan i’tikad, amel ve muamelata dair ilimleri bilmemek, kebâirdendir. "ilmi taleb her müslim üzerine farzdır" buyurulmuştur. İlmi taleb için gerekirse Çine kadar gitmek lâzım geldiğine dair hadis-i şerif vardır. Bu ilmin hangi ilim olduğuna, ulema arasında ihtilaf çıkmış ve her biri bir günâ tefsir etmişlerse de, hulasası, her mü’min kendisine bilmesi lâzım ve vacib olan namaz, oruç, zekât, hac ilimIeriyle beraber, i’tikadını tashih etmek ve bir de, kazancının helal ve haramını iyice öğrenip, yiyip içtiğinin helâl olmasına dikkat edip haram olan şeylerden ve bütün yasaklardan, sakınmak, bunlardan yememek, içmemek, satmamak, kumar oynamamak ve oynatmamak, sinemacılık yapmamak, faiz almamak ve vermemek ve riya olan gösterişlerden ve bütün günah kitaplarında sayılan günahlardan ve çirkin ahlâklardan ne varsa, onları da öğrenip kaçınmak ve iyi ahlâklarla mütehallık olmak için, ahlâk kitaplarını okumak ve bu suretle cehilden kurtulmak gerektir. Çünkü: (Allahü Teâlâ hazretleri cehil üzerine kimseyi aziz etmediği gibi, ilimle de hiç kimseyi zelil etmemiştir.) Bu hadis-i şerif, ilmin de, cehlin de derecelerini beyana kifayet eder. Cehil hakkında bir çok eserler de mevcud” dur. İnsan dünyasına Mehmed Zahid Kotku 383 ait bir çok bilgileri bilirde, eğer dini ilimleri bilmiyorsa, yine cahil sayılır vesselam. Üçüncüsü: Küfran-ı Ni’met’u-IIah: (K) Kulun kendisine verilen ni’metleri görmemesi ve ondan gafil olub Cenâb-ı Hakka, verdiği bu ni’metlerden naşi şükr etmemesi, küfrân-ı ni’metdir, haramdır. Ve günah-ı kebâirdendir. Bunun zıddı ise verilen ni’metlere şükr etmektir. Bazıları, verilen ni’metlere karşı isyan etmemektir, demişlerdir. Bazıları da, ni’meti görmeyip, (ni’meti veren) Allahü Teâlâ'dan olduğunu görmektir. Ni’metlere şükr edildikçe, ni’metler artacağı gibi, küfrân-ı ni’met edenlere de azab-ı İlahinin şiddeti beyan buyurulmuştur. Resulü Ekrem efendimiz de, ni’met-i İlahiyyeyi haber vermek, anlatmak, zikr etmek, hatırlamak ve hatırlatmak şükür olduğu gibi, bunun aksi olarak, verilen ni’met-i İlahiyyeleri hiç anmamak, onlardan bahs etmemek ve görmemeği de, küfran-ı ni’met saymışlardır. Cemaatte ise; daima rahmet, ayrılıklarda da azab-ı İlahi olduğu bildirilmiş bulunduğu halde, bugünkü dünya alemi kendi elleriyle kendilerini nasıl azaba itmektedirler. Aman gelin biz hep bir milletiz, birleşelim, ayrılık, particilik falan yapmayalım, derseniz, kıyametler kopar. Çünkü fikir ayrılıkları, bilahire cisimlerin de ayrılığına sebeb olur. Sen Avrupalılara bakıpta i’tiraz etme. Bak sana ufak bir tecrübe. Elin kesildiği zaman orada bir acı hasıl olur ve o yara kapanmadıkça da acı kesilmez. Bunun neden olduğunu hiç düşündün mü? İşte bu acıma ve sızlama, birliğin bozulup ikiye ayrılmasındandır ve birleşmedikçe ağrı ve acı durmaz, devam eder. İşte tıpkı bizim halimiz de böyledir. Bâhusus müslümanlığı bize ta ‘rif ederlerken, bütün müslümanların bir cesed ve bir vücud gibi olduğu ve bazan bir bina gibi olması lâzım Mü’minlere Va’zlar 384 geldiği bildirilmektedir. Cesedlerin parçalanması nasıl acı akıbetler doğurursa, binanın taşları söküldüğü vakit nasıl yıkılırsa, bölücülük de tabii böyledir. Bazan çabuk yıkılır, bazan da biraz geç yıkılır. Amma muhakkak yıkılır. Cesed de muhakkak işe yaramaz hale gelir veya ölür vesselam. Onun için iman ve İslâmiyet bir ni’mettir. Sağlık ve afiyet bir ni’mettir. Bilgi bir ni’mettir. ibâdet ve tâat bir ni’mettir. Ne kadar saysak bitiremeyiz. Cenâb-ı Hak, vermiş olduğu bütün ni’ metlerin kadir ve kıymetini bilip şükrünü ifa eden bahtiyar kullarından eylesin amin... Dördüncüsü: Essuhtu li-l kazai (FK) Bir kimsenin muradı hasıl olmaması sebebiyle, Cenâb-ı Hakk’ın kaza buyurduğu emrin gayrisini zikr ederek darılıp, gazablanmağa (suht) derler: ki; bazı ulema “günah-ı kebâir” ve bazısı da “küfürdür” demişlerdir. Mizâca ve tabiata muvafık olmayan kazay-ı İlâhînin vukû’a gelişinden telaş göstermeye (Tezaccür) derlerki, bunların ikisi de fena huylardandır. Halbuki müslüman, gerek menfaat gerek mazarrat, gerek hayır ve gerek şer, kendisine isabet eden her emr-i İlahiye ve kaza-i İlahiye tıyb-i nefsle teslim ve inkıyad etmek ve tab’ına müvafık olmayan işlerde bile, zahiren ve batınen i’tiraz etmemek durumundadır. Bir hadis-i kudside, Hak Celle ve Alâ hazretleri buyurur ki: "Her kim benim kazama razı olmaz, belama da sabr etmezse, benden başka kendilerine Rab arasınlar" diye tehdidde bulunmuştur. Binaenaleyh, kullara düşen şey, kazay-ı İlahiye ye razı olup, hılafından sakınmakdır. Beşincisi: Elceze’u (F.K): Bir adamın kendisine isâbet eden musibetlere dert ve meşakkatlere tahammül ve ketm Mehmed Zahid Kotku 385 etmeyib, kavlen ve fi’len ızhar ederek âhar kimseye şikâyet etmesi haramdır. Buna bazıları küfür, bazıları da günah-ı kebâirdir demişlerdir. Feryad-ü figan ile başkalarına şekvada bulunmamak, sabır ve tehammülün neticesidir. Sabrı olmayan kimseler tabiatiyle bu gibi şikayetleri yapıp, herkesi de rahatsız ettikleri gibi, ellerine de birşey geçmeyeceği ma’lum;dur. Halbuki sabr edildiği takdirde, Cenâb-ı Hakkın sabırlı kullarına va’d ettiği hesapsız ecirlere ve mükafatlara nail olacağı gibi, musibetleri saklayıp kimseye şikayet etmediği takdirde, mağfiret-i İlahiyeye mazhar olacağı da ayrıca bildirilmişdir. Altıncısı: Hubb’ü-z zalemeti ve-l fesekati (K) Zâlimlere ve fasıklara muhabbet etmek ve onlara az dahi olsa meyl etmek günah-ı kebâirdendir. Zira Cenâb-ı Hak zalimlere meyl etmemeyi emr etmiş olduğu halde onlarla düşüp kalkmak emr-i İlahiye karşı gelmek olacağından, bunun günah-ı kebirden olmasında şübhe yoktur. Hatta böyle zalim kimselere, münafıklara, “efendim” diyerek ta’zim göstermekten, Peygamber efendimiz ümmetini nehiy buyurmuşlardır: "Münafık bir kimse kavmi arasında seyid ittihaz olunmuş ise, ancak Cenâb-ı Hakkı kızdırmış olursunuz" diye ümmetine tenbihde bulunmuştur. Bunun zıddı, (hubbü fillah) ve (buğzu fillah) dır. Fasık ve facire isyan ve ahare de zulmü sebebiyle ona buğz etmektir. Velâkin fâsık ve zâlim tövbekar olsalar, o zaman bunlara muhabbet etmek lâzımdır. Hubbü fillah ve buğzu fillahın mizânı budur. Bir adama, fiskı halinde ettiğiniz buğuzunuz buğzu fillah olduğundan, o adamın fiskından tövbe ederek ıslah-ı hal ettikden sonra, buğz gidip yerine muhabbetin gelmesi lâzımken bir muhabbet gelmezse, o zaman eskiden ettiği buğzu fillah olmayıp, belki nefsani olarak onun zatına buğz etmiş olursunuz ki, bu da haramdır. Mü’minlere Va’zlar 386 Yedincisi: Buğz’u-s Salihin (K) ve-I Ulema. Ulemaya ve salih kimselere buğz etmek haramdır ve günah-ı kebâirdendir. Bunun zıddı, onlara Allah için muhabbet etmektir. Zira kişi sevdiği kimselerle haşr olunacakdır. Bunun için daima salih, abid, alim kişilerle düşüp kalkmak ve onlara muhabbet etmek, mü’minlere lâyık olan makbul sıfatlardandır. Bil’akis bunlara buğz ve adavet de ebedi husrandır. Allah'ı sevenler, herhalde onun sevdiği âlim ve salih kimseleri de sevecekleri aşikar birşeydir. Ve yine Allâhü Teâlâ’nın sevmediklerini sevmemek ve Cair-i İslâmiye ve insaniyedendir, vesselam. Sekizincisi: Kalbini makam ve mansıblara ta’lik edip nefsinin şehvet sahibi olmasını istemesi günah-ı kebâir olduğu gibi; vücudunun sıhhatini ve hayatının idamesini Cenab-ı Hak’tan bilmeyip, taam, şarab ve ilaçlardan bilmesi, kalbini esbab-ı zahireye bağlaması, günah-ı kebâirdendir. Bunun zıddı, tevekkül üzere olup, vücudunun kıvamı, sıhhat ve afiyetini, Cenâb-ı Hak’tan bilmektir. Yemek yemeden doymak, ateş olmadan yakmak mümkün olmadığından, “esbabına teşebbüs, tevekküle mani değildir” demişlerdir. Bunların en kötüsü hubb-i cahdır. Halbuki insanlar, buna karşı çok zaifdırlar. Hemen her okuyanın gayelerinden başlıcası bir makama erişebilmek için gayret sarf etmekdir ki, boşa bir emekdir. Tehlikeleri ve afetIeri pek çoktur. Akıllı kimse bu gibi şeylerle başını derde sokmaz, vesselam. Dokuzuncusu: Havf’ü-z zem (K) Başkalarının zemminden korkmak, günah-ı kebâirdendir haramdır. Çünkü bu korku insanları birçok hayırlardan men’ eder. Mesela: Namaz kılanları istihza eden bir kavm içinde bulunan bir mü’min, “beni istihza ederler” korkusuyla namazı terk etmesi, “nasın teveccühünü kaybederim”, yahut “mevkiime Mehmed Zahid Kotku 387 noksan gelir,” havfiyle me’mur bulunduğu ibâdeti terk etmesi gibi, bunların hepsi de büyük birer günahdır. Mü’mine lâzım olan, her yerde, her zaman insanların ne zem ve ne de medhine kulak asmadan me’mur olduğu ibâdet ve tâati, vakti vaktinde yapmakla beraber Cenâb-ı Hakkın kurbiyetini kesb edeceği her bir ef'al-i haseneyi icrada kimsenin medh ve zemmine bakmadan icra ve eda etmesi gerektir. Onuncusu: El-inad (K) Birşeyde inad etmek günah-ı kebâirdendir. Ve ahlâk-ı mezmumelerin başıdır. İnad diye, hak sözü ve hak kelamı kabul etmemeye ve o kelâmın hak olduğunu biIdikden sonra, inkâr etmeye derler. Çok fena bir huydur. Bu gibi insanlar hem Cenâb-ı Hakka asi olurlar ve hem de hakdan mahrum olurlar. Bu inad, riyâdan, kinden, hasedden ve tama’dan neş’et eder. Âd, Semud, ve Lut kavimlerinin helakleri, hep hakkı görüp bildikleri halde inatlarında sebat etmelerinden ileri gelmişdir. Yunus (aleyhisselam)ın kavmi ise, hakkı gördükden sonra eski hallerinde inad etmeyip, tövbe ve istiğfar etmeleri sebebiyle necata nail olmuşlardır. Onun için mü’mine lâyık olan, hakkı görünce kabul edip, inkara kalkmamakdır. Onbirincisi: Essalefü (K) Kendisini tezkiye edip meşakkatli işleri görmeye kudretli olduğunu izhar etmesidir. İnsan kendi nefsini medh-ü sena etmeye, kendi kötülüğünü ve aybını izhar edenlere buğz etmeye derler ki, kebâirdendir. Kendisinin aciz olduğunu bildiği halde, meşakkatli işlere kudret izhar etmeye ve yalan sözlere ehemmiyet vermeksizin, “inanırlar mı, inanmazlar mı” demeden, düşünmeden, umur-ü garibeden haber vermek dahi, salefdir. Salef, yalandan Mü’minlere Va’zlar 388 ve ucübden neş’et eder. Ve nifak da bundan hasıl olur. "Her kim ben alimim derse, o cahildir" buyurulmuştur. Cenâb-ı Hakkın Kelam-ı Kadiminde "kendinizi medh etmeyiniz" buyurmuş olduğunu unutmamak lâzımdır. Onikincisi: Hubb-ü medhıhı (K) Âharin medhine muhabbet etmek günah-ı kebâirdendir. Ve haramdır. Zira bu muhabbet, medh edenin söyledikleri sözlere aldanıp; insan kendisinde kemal his edip, onunla telezzüz hasıl etmekden ibaret olur. Halbuki bu telezzüz dünyaya aid mal, mülk ve makam gibi şeyler olup, bunlarla telezzüz ise, hakkın sevmediği dünyaya meyil ve muhabbet etmesinden ileri geldiğinden, haramlığında şübhe yoktur. Eğer bu, kemâlât ilim ve amel gibi, kemâlât-ı uhreviyyeden ibaret olsa dahi, bunlardaki ihlas ile beraber, bazı şartların bulunup bulunmaması mechul olduğu gibi, amellerin habt olması yani mahvolması, tehlikesi de mevcud olduğundan, bunlara güvenip aldanmak ve bunlara iltifat etmek aklın kabul etmediği şeylerden olup, bazan da şerre ve isyana münkalib olmak ihtimaline mebni, “benim ilmim ve amelim vardır”, diye mağrur olmak şeytanlıktır. İnsan böyle bir kemâlâta nail olsa bile, onların cümlesi Hak (Celle ve Ala)nın tevfiki ve hidyetiyle hasıl olduğundan, böyle kuru laflara iltifat etmeyip, daima Cenâb-ı Hakdan havf ve haşyet üzere bulunması lâzımdır. Onüçüncüsü: (K.S.) Nefsini, dünyadan istediği, beğendiği, alışageldiği, ülfet ettiği şeylerden men edemeyip, hevay-ı nefsine tabi olmaktır. Buna günahı kebâirdendir demişlerse de, bazıları da seğairdendir demişlerdir. Yaratılış itibarıyla, nefsin daima kötü, fena ve yaramaz işleri emr edip, isyan yollarına sapması ve istediği şeylerin haramlardan olması sebebiyle; ona istediğini vermek ne kadar Mehmed Zahid Kotku 389 fena ve ne kadar günahdır. Hatta işlenmesi ve yapılması mübah olan ve günah olmayan şeyleri yemek, içmek ve giymek veya şuraya buraya gezmelere gitmek, ehli hakka yakışmayan ve netice itibarıyla insanları günahlara sürükleyen ve zevk-ü safaya alıştıran işlerden olmakla, bunlardan dahi uzak kalmak lâzımdır. Çünkü; nefisler daima, alıştıkları şeyleri hem bırakamazlar, hem de ileri götürmeye çalışırlar. Bu suretle de büyük günahlara giriftar olurlar. Nihayet birgün ölüm gelipde onu yakalayınca, pişmanlığın da fayda vermiyeceği bedihidir. Onun için büyüklerimiz, ruhsatlardan daima kaçıp, azimetle amel etmeyi emir buyurmuşlardır. Evet her ne kadar bazı şeylerde ruhsata izin varsa da, bu ruhsatlar bazan aşırı gidip, insanları günahlara soktukları da malumdur. Biraz geçmişlerimizi ve hatta Eshab-ı kiramın devrini ve bilhassa Resul-ü Ekrem efendimizin hallerini düşünecek olursak, hatalarımızın ne kadar büyük olduğunu anlamakta güçlük çekmeyiz zannederim. ResuluIlah (Sallallahü aleyhi ve sellem) hazretlerinin hayatında, mübarek karınlarını arpa ekmeğiyle bile doyurmadıkları hepimizin malumudur. Sonra gerek hane-i saâdetlerinde ve gerek hususi hayatlarında, zarruri ihtiyaçlarının ne kadar mahdud olduğu bilinmektedir. Yatağı gayet basitti, yemeğini yerde yer ve o da gayet basitti, hiç bir zaman gurura, sürura, zevka, meyyal bir halleri de bulunmamıştır. Daima âhireti düşünür, Dünyaya hiç kıymet vermezlerdi. Ümmeti olan bizlere yakışan, ona uymak ve onun yolundan ayrılmamaktır. Halbuki Resûlullah efendimizin günlerce, aç kaldıkları ve hane-i seadetlerinde de aylarca ocak yanmadığı, ancak süt ve hurma ile iktifa ettikleri buna karşı da, günah şöyle dursun, bütün gün ve gecelerini ibâdet, tâat ve tesbihle geçirdikleri ve her halleri ile tam bir sabır içerisinde, Cenâb-ı Hakk’ın ihsanlarına razı oldukları ve bu suretle de cennetin yüksek makamlarına nail oldukları da Mü’minlere Va’zlar 390 şüphesizdir. Nefsin istediği şeyler mübah şeylerden ise, bunun dahi ancak kifayet miktarı olup, fazlasından mesul olunacağı gibi, vebali ve günahı da vardır. Veya günaha sürükleyicidir. Onun için mü’min ve müvahhide yakışan, nefsinin hevasına uymayıp, oldukça ve elden geldiği kadar ona muhalefet etmekle beraber, ibâdetde ve kabahatta hep onun istediğinin hilafını yapmaktır. ibâdetin yalnız farzlarında nefsin hiç yeri yoktur. Farzlar mutlaka ifa edilecekdir. Bazan nefis insanı gece ibâdetlerine ve sabaha kadar uykusuz kalmaya teşvik eder ve bazan da bütün gün oruç tutmaya çalışır ki, ya sabah namazından mahrum edecek veya zayıflatıp, hastalandırıp büsbütün ibâdetten mahrum etmek içindir ki,bu da nefsin hıylelerindendir. Onun için onun istediğinin tersini yapmak suretiyle onu yıldırmak gerektir. Çünkü; nefsin gözünün doymasına ihtimal yoktur. Her istediği oldukça, bitmez tükenmez istekler birbirini takib eder. Ve sahibi de aciz ve çaresiz kalır. Onun için imam-ı Busayrî (rahmetullahi aleyh) kaside-i bürdesinde ve (hilefetü-n nefs ve-ş şeytan ve a’sımühd) diye nefis ve şeytana muhalefeti tavsiye etmişdir. Zira nefs-i hevaya tabi olmak insanı Allah yolundan çıkarır olduğundan, yerlerinin cennet olmasını isteyen bahtiyarlar, nefislerini arzularından men’ etmeleri lâzımdır. Aksi takdirde nefs-i hevasının esiri olarak dünya ve ahiretini zayı’eder, vesselam. Ondördüncüsü: (K.S.) Taklid: Huccetsiz, delilsiz, tahkıksiz mücerred hüsn-ü zan sebebiyle, amelde, kavilde, i’tikadda başkalarına iktida ve taklid etmek caiz değildir. Ve günah-ı kebâirdendir. Bazıları da segairdendir demişlerse de, huccet ve burhana müstenit olan amel ve i’tikada, taklidi denmez. Eğer bu gayr-ı taklid i’tikat’da olursa, icmalen olsun, nazar ve istidlale Mehmed Zahid Kotku 391 müracaatle taklidden kurtulmak lâzımdır. Ehl-i sünnet ve-l cemaat mezhebine göre mukallidin imanı her ne kadar sahih ise de, i’tikatda mukallid olanların üzerine vacib olan, nazar ve istidlalı terk etmelerinden dolayı günahkar olduklarından şübhe edilemez. Amelde adil olan ulemanın sözünü ve ma’lum olan mütedeyyin zevatın kitabını taklid etmek caiz ise de, her ulemanın ve her kitabın sözleriyle amel etmek katıyyen caiz değildir. Ve bâhusus bilinmeyen ve şimdiye kadar işitilmemiş şeylerde, “şu şöyle demiş, şu şöyle yazmış, felan da böyle yazmış” diye onları taklid etmek katiyyen caiz değildir. Böyle şaz olan kavillere i’tibar ve i’timad olunamaz, sahibi her ne kadar meşhur kimse olsa dahi caiz değildir. Onbeşincisi: Tûl-ü emel: (K) Tul-ü emel günah-ı, kebâirdendir. Bunun sebebi ya cehildir veya hubb-i dünyadır. Yani dünyayı sevmektir. Bir adam, dünya ve dünyanın şehevatıyla ve lezaiziyle ünsiyet ederse, sonra bunlardan ayrılmak, o kimseye çok zor gelir. Ölümden ve ölümü düşünmekden imtina eder. Ve daima dünyalıklarını ister. Bu sebeble daima dünya lezaiz ve şehevatını, binalarını, tezyinatını ve emsali şeylerle ömrü-azizini zayi edip giderken, birgün ansızın ölüm gelip onu yakalar da; artık gafletine, ve fani şeylerle boşu boşuna uğraştığına, kimbilir nasıl nedametIer hasıl olmuştur. Fakat hepsi boş, o nedametin ölmeden evvel olması gerekdi. Yalnız tûl-ı emel, İslâmın kalkınması için vakıflar bırakmak, tahsiI-i ulüm-i şer’i edebilmek, İslâma beldeler kazandırmak, ibâd-ı müslimine hayat verici neşriyat yapabilmek gibi hayırlar için olursa, o zaman makbuldur ve aynı ibâdettir. Ve geçmişdeki büyüklerimize iktidadır. Ümmet-i Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mü’minlere Va’zlar 392 üzerine en çok korkulan belalardan, iptilâlardan, felaketlerden en tehlikelisi, nefs-i hevaya uymak ve bir de tul-ü emeldir İnsan ne kadar yaşasa da gönlü bir türlü ihtiyarlamaz derler. Hele şu iki şeyden, yaş 80 veya 90, o hala tulüemel peşinde, şuda olsa, bu da olsa diye uğraşır durur. Halbuki konuşmaya bile mecali kalmamıştır. Birisi de mal sevgisidir. Bunlar ahiret için yani Hakkın rızasını kazanmak ve ümmet-i Muhammedin faydalanması için olursa, ne mutlu ona, eğer kendi nefsi içinse, ne yazık demekden başka çaremiz yoktur. Onaltıncısı: Tama: (K) Ümur-i dünya ve mal-ı dünya ya tama edip çoğaltmaya çalışmak, günah-ı kebâirdendir. Bunun zıddı kanaattır. İnsanlar mala iltifat etmeyip ve nasıl olursa olsun diye helal ve haramına bakmadan mal kazanmağa haris olmayıp, gerek taamda ve gerek libasda ve gerek binalarda zaruret mikdarı ile iktifa etmesi ile kanaat hasıl olur. Eğer dünyalığının kesretini arzu eder ve emelini ona göre uzatırsa, "Azze men kanaa, zelle men tamaa" kelimat-i hikmetiyyesi mucibince, kanaatdeki izzeti gayb edip, ziIIet taamına düşmüş olur. Bu hırs ve tama’ onu kötü huylara ve münkerat ve menhiyata çeker götürür. Hırsa ve tamaın fenalığı hakkında, Peygamberimiz (S.A.V) şöyle buyurur: "Eğer adem oğlu için iki vadi dolusu altın olmuş olsa, ona bir üçüncüsünün daha ilavesini taleb ederdi. Adem oğlunun içini ve gözünü ancak toprak doyurur. Tövbe edenlerin ise tövbelerini Allah kabul eder" Bu meşhur olan ve hemen herkesin bildiği bir hadisedir, ve nümuneleri de her zaman gözlerimizin önünde cerayan etmektedir. "Ve yine müjdeler olsun o kimseye ki, İslâma hidâyet olunmuş ve hayatı, yaşayışı, mikdar-ı kifaye’ye kanaat iledir." Belki bunlar bize acaib gibi gelirse de, hakikat böyledir, Mehmed Zahid Kotku 393 İnsanın kısmeti nasıl olursa olsun sahibini bulacağına bizim kanaatimiz vardır. Bizim boğazımızdan geçmeyecek olan diğer mal ve mülk, bizim değil mirasçılarındır. Başkalarının istifadesi için, insanın âhiretini ğayb edib, hüsrana düşmesi kadar hangi acı olabilir? Tabii evlatlarına faydalı olabilmek fena değildir. Fakat tamahsız ve hırssız olan gelirlerden olursa ne mutlu. Onun içindir ki "Sizler kazançlarınızı güzel ve helaldan kazanmaya dikkat ediniz. Çünkü, muhakkak hiç bir kul yoktur ki, dünyadaki rızkını tamamlamadan ayrılsın. Her kula yazılan, takdir edilen rızık onu bulur. Ve hiç bir kul dünyadan ayrılmaz, hattâ o istemediği halde bile ona rızkı kendi gelir" Ma’lumdur ki bu, siz oturunuz, rızkınız ayağınıza gelecektir, çalışmanıza lüzüm yoktur demek değildir. Bazı sofular bunu tecrübe için, kimsesiz çöllerde dolaşarak Hakkın tecellisini görmek istemişler. Bu hususda tasavvufi ahlâk kitabında uzunca tafsilat vardır. Binaenaleyh rızkın seni araya, araya bulacaktır. Hırs ve tamahın sana zarardan başka bir faydası yoktur vesselam. Onyedincisi: Et-Tezellülü’li-d’ Dünya: (K.S.) Dünya işleri için mahluka tezellül, tevâzu’ ve temelluk etmek haramdır. Bazıları buna kebâir ve bazıları da sağair demişlerdir. Zaruretsiz olarak amirlerin, zenginlerin ve hakimlerin kapılarına gitmek ve büyüklerle, ulularla mülakat esnasında, selam alıp verirken, rüku’ eder gibi eğilip bükülmek tezellülden sayıldığı gibi; zalemenin karşısında da ayakda durmak ve onların el ve eteklerini öpmek dahi tezellüldendir. Fakat gerek ev işlerinde yemek kablarını yıkamak ve yalamak ve yere düşen kırıkları toplamak, fukara ve mesakin ile oturup kalkmak, san’at işlemek, alış veriş yapmak, ve hatta ücretle başkalarının işlerinde Mü’minlere Va’zlar 394 çalışmak, (gerek rençberlik ve gerekse sair işlerde olsun) bunlar tezellül değil, belki makbul olan tevazu’dandır. Mesela, gücü yettiği halde ücretle başkalarına iş yapmaktan kaçınmak ve nafakasını temin edemeyip zarurette kalmak, âdet-i cebabire ve mahzâ kibirdendir. Lâkin hocasına ve ilminden istifade edeceği kimselere temelluk, tezellül etmek caizdir. "Zengine zenginliğinden naşi tevazu’ gösterenin dininin üçde ikisi gider" buyurulmuştur. Onsekizincisi: El-hıkdü (F.S.) Hıkd diye; başka bir adam için kalbinde kin ve adavet tutup, fırsat beklemeye ve onu istiskale ve ondan nefrete devam ile ona buğz etmeye ve şer murad etmeye derler. Buğz ettiği kimse bunun hakkını yemiş veya ona bir çeşit zulüm etmiş işe o zaman bu hıkd (kin) haram olmaz. Velakin hakkını alamadığı halde afv ederse ve kinini kalbinden atarsa daha efdaldır. Hakkını almağa muktedir olduğu halde afv ederse daha ziyade efdaldır. "Hiç bir mal sadaka vermekle eksilmez. Ve afv edenlerin daima izzetleri artar" olduğu gibi; "Şa’ban ayının onbeşinci gecesi olan berat gecesinde, Cenâb-ı Hak kullarının hallerine muttali’ olduğundan, o gece istiğfar edenlere, mağfiret ve merhamet isteyenlere, rahmetini ibzal buyurup, ehl-i hıkdın istedikleri ise tehir oluyor, ta barışıncaya kadar verilmiyor" buyurulmuştur ki; kin hiç bir zaman iyi birşey olmayıp, ancak deveye yakışır, derler. Yani kin hayvan sıfatıdır. İnsana yakışmaz, vesselam. Ondokuzuncusu: El-Şematatü: (K.S.) Düşmana isabet eden musibete ferahlanıp sevinmeye derler ki, gayet mezmum bir sıfattır. Bilhassa, bu musibetin gelişini kendi keramet-i nefsiyyesine ve duâsının kabulüne atfederse daha fenadır. Halbuki, böyle musibete sevinmekden Mehmed Zahid Kotku 395 ise; kendi hakkında bir mekir olmaklığından korkmak ve mahzun olmak ve o musibetin o adamdan izalesine duâ etmesi lâzımdır. Fakat o musibet kendisine erişen kimse eğer zalim bir kişi ise, o musibet onu zulmünden men’ eder ve ahar zalimlere de ibret olacak olursa, o zaman onun ferahı, zulmün izalesi için olmuş olacağından, haram olmayıp; belki bila şübhe caizdir. Lakin ekseriyetle görülen birşey varsa o da, bu gibi musibetlere sevinenler, ekseriya kendisine yapılan haksızlığın cezasıdır, diye bir de övünürler. Halbuki Resul-ü Ekrem (S.A.V.) efendimizin "Kardeşinin musibetine sakın sevinme ki, sonra Allah-ü Teâlâ hazretleri ona afiyet verir ve seni de onun gibi bir derde mübtela kılar" da nereden geldiğini anlayamazsın. Binaenaleyh musibetlere sevinmek insanlara yakışmadığı gibi, mü’min ve muvahhid bir müslümana hiç yakışmaz. Yirmincisi: El-Adavetü: (K.S.) Mü’min, kardeşini dünya için veya huzuzat-ı nefsaniyesi için terk edip, adavet etmek haramdır. Bazıları buna kebâirdendir, demişlerdir. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hazretleri "Hiç bir mü’minin, mü’min kardeşine üç günden fazla küs kalması helal olmaz. Üç günden. sonra ona mülâkî olduğunuz zaman selam verin, eğer selâmı alırsa ikinizde me’cur olursunuz, almazsa o günahkar olur" buyurmuşlardır. Fakat ahiret için yani günahlarından naşi onu terbiye için küserse caizdir demişlerdir. Yirmibirincisi: El-Cübünü: (S) Cübün korkaklıkdır. insan kendisine gelen haksızlıkları ve eziyetleri defetmeye gayret etmeyip, ehemmiyet vermemesidir ki mezmumdur, günahdır. İnsana yakışan her türlü eziyetlere ve bâhusus şeref, haysiyet, namus, iffetsizlik hallerinde gayrete gelib bunları Mü’minlere Va’zlar 396 men’ etmeye çalışması ve sonra da bu eziyetleri yapanlardan intikam almaya kalkması şecaattir ki, makbul, memduh ve mergubdur. Belki muhafaza-i din ve dünya için lâzımdır. Muharebelerde olan şecaat gibi. İş korkaklara kalırsa, ne din kalır ne de dünya. O zaman tam bir zillet ve tam bir esirlikden başka çare kalmaz. Allah muhafaza buyursun. Cenab-ı Peygamber efendimiz de duâlarında, Korkaklıkdan ve sıkılıkdan Allahü (Teâlâ)ya sığınırlardı. Zira korkaklık, hanımının, çocuklarının ve sair akrabalarının muhafazasında hamiyyetsizlik ve gayretsizlik olacağı gibi, nefsinin zem ve hakaretine de tahammül edeceği ve m’ünkerat anında süküt edib sesini çıkaramayacağı da ma’lumdur. Yine mü ‘mine yakışan sıfatlardan birisi de ve belki de en mühimmi, gerek düşmanlara karşı ve gerekse haksızlıklara karşı şiddetli ve mukavemetli olup, dostlara karşı da bilakis çok rahim olması iktiza eder. Şecaatin aşağısı korkaklık ve fazlası da ifratdır. Ne yapdığını bilmez derecede kızmak, her ikisi de mezmumdur. Herşeyin ortası makbul olduğu gibi, şecaat de, Cübün ile tehevvürün ortasıdır. Makbulu da budur. Binaenaleyh korkaklara düşen vazife, kendilerini şecaate alıştıracak usulleri tatbik edip korkaklıkdan kurtulmaktır. Yirmiikincisi: El-Gadrü: Gadr, l’lan etmeksizin küffarla olan ahdi bozmakdır. Veya nas ile ettiği mukaveleyi bozmakdır ki, haramdır. Buna bazıları günah-ı kebâir, bazıları da küfürdür demişlerdir. Gadrin fenalığını herkes bilir. Gadrin zıddı ahdi muhafaza etmektir. Yani verdiği sözü, ahdini tutmak ve yerine getirmektir. Bazan da bu kişinin zararına olabilir. Bazan sattığı malı, piyasanın çabuk çabuk değişmesiyle, o mal çok bahaya çıkar, işte o zaman verdiği söze riayet ederek, eski pazarlık üzere vermesi, ahda riayettir. Mehmed Zahid Kotku 397 Halbuki bugünkü tüccarların çeşitli bahanelerle ahitlerini bozdukları hep görülen şeylerdendir. Fakat hiçde makbul bir ahlâk değildir. Dervişânın da şeyhleriyle ettikleri muahede de böyledir. Muhafazası vacibdir. Salikin şeyhinden ğayrısinin meclisine gitmesinin caiz olup olmadığı da ihtilaflıdır. Diğer gideceği şeyh hakikaten şeyh-i kâmil ise, oraya gitmesi caizdir demişlerse de, şeriatleri ayrı iki Peygamber arasında, veyahut iki kocalı karıya benzeterek, caiz değildir demişlerdir. Yani bir dervişin iki şeyhe hizmet etmesini ve gidip gelmesini hoş görmemişlerdir. Mürid iki kısımdır. Biri terbiye için, biri de sohbeti dinlemek içindir. Binaenaleyh sohbet müridinin müteaddid sohbetlere gitmesinde beis yoktur demişlerse de, bu da çeşitli yemekleri yiyip mi’desini bozan adama benzer vesselam... Yirmiüçüncüsü: Et-Tıyeretü: (S.F.) Bazı şeyleri meş’um addetmek ve onu kötülüğe hamletmek haramdır. Bazıları buna küfür de demişlerdir. Bazıları da, (tatayyürü); insanın kendisine menfeat celb eder ı’tikadı üzere olmakdır diye tefsir etmişlerdir. Mesela: yola giden bir kimsenin önünden kuş uçsa, tavşan geçse, “işim rast gitmeyecekdir” diye i’tikad etmesi (Tatayyür) olduğu gibi, başka bir hadisenin hususunda işim rast gidecekdir i’tikadı da caiz değildir. Binaenaleyh hayır ve şer, fayda ve zarar, cümlesi ilm-i İlahi ve kudret-i sübhani ile vuku bulup, hiç bir kimse gerek hayır ve gerek şer, gerek fayda ve gerek zarara muktedir olamayacağından, insanın başına ne gelirse, hepisi kudret-i rabbanıye ve hikmet-ı kazay-ı rabbanıye hamd edip, öyle kuşun uçmasından, tavşanın geçmesinden birşey hasıl olmaz, diye i’tikad etmek lâzımdır. Kuş uçmak için tavşan geçmek için ve karınlarını doyurmak için uğraşırlar. İnsanlara ne hayırları ne de zararları dokunur. Mü’minlere Va’zlar 398 Yirmidördüncüsü: Hubbü’l-mal (K) Huzuzat-ı nefsaniye-i dünyeviyye ve şehvaniyesi için mala muhabbet etmek ve onun çokluğuna kalbini meylettirmek haramdır ve günah-ı kebâirdendir. Amma sadaka vermek ve kendi zaruri ihtiyaçlarını gidermek bir borç ve üzerine düşen nafakalar için vacib olan bu borçları yerine getirebilmek için istemek ve mala muhabbet etmek, haram değilse bile mezmumdur. Mal ve evlatlar fitne oldukları gibi, bunların hayırlı yerlerde ve hayırlı işlerde kullanılması ve evlatlarını da hayırla terbiye edip, ılm-ü irfan sahibi yapmak da büyük ecirler olduğu cümlece ma’lumdur. Fakat Muhakkak ki; her ümmetin bir fitnesi vardır. Ümmet-i Muhammed’in fitnesi de en çok malda olduğu görülegelen şeylerdendir. Bugün hayırlara yarayan paralara olan ihtiyacımız, kendimizin ekmek ve yemeğe olan ihtiyacımızdan daha çok fazladır. Yalnız şu kadar varki; bu paralar nefsin arzularını tatmin için olmayıp, din ve devletin ihyası, müdafaası ve muhafazası uğrunda harcanması çok zaruridir. Nefislerimizin arzularına harcanan paralara acımak hatta ağlamak lâzımdır. Çünkü halimiz her zaman meydandadır. Ne bir top nede bir tank veya bir uçak yapacak fabrikamız nede yapmaya kudretimiz vardır. Eldeki bütün malzemeler gün geçtikçe eskimekte ve modaları da geçmektedir. Nihayet işe yaramaz hale gelmektedirler. Her zaman bunları sık sık değiştirmeye hem gücümüz yetmez hem de paramız. Bak batan bir harp gemisini almak kolay birşey mi? Halbuki ecdadımız, zamanında bunların hepisini yapmışlar. Sen o Fatih’in oğlu değil misin? Bir taraftan yapdığı gemileri karadan yürütürken bir tarafdan da o koca kal’eleri yıkacak topları döküyor. (Hayrü-I mali ma enfaka fi sebilillah) olduğunu artık hepimizin öğrenmemiz lâzımdır. Bunlar kağıtlarda ve duvarlarımızı süsleyen levhalarda mahbus kalmakta ve bazan Mehmed Zahid Kotku 399 da okuyup geçmekteyiz. Biraz olsun onların üzerinde durmak ne aklımıza nede işimize gelmemektedir. Maazallah birgün memleket müdafaa edilemeyecek hale gelirse, artık o zaman senin ve benim ne kıymetimiz kalır. Bugünün müdafaasının da öyle palavralarla olamayacağı da ma’lumdur. Onun için elinden geldiği kadar az ye ve az iç de artan paralarını devlet ve millet müdafaasına harca. Ve ilim kal’asını da unutma. Her tarafın uçakla, topla, tankla, zırhlılarla dolsun. Fakat ilim ve iman olmayınca bunlarında faydası olmaz. Herşey bugün ilimle olmakdadır. İlimsiz din ve İslâm, ruhsuz beden gibidir. İlim de amel de şarttır. Kuru kuruya “ben müslümanım” demek fayda etmez. Her da’vanın isbatı lâzımdır. İslâmın iman davası da ameldir. Amelsiz iman ve İslâm meyvasız ağaca benzer. Cenâb-ı Hak cümlemize hidâyet ve tevfik ihsan buyursun, amin. Yirmibeşincisi: Hırs: (S) Başkalarının “nail olduğu ni’metleri temenni etmek ve kendisinin nail olduğu ni’metleri dahi ğayriden bilmek haramdır ve günah-ı Segairdendir. Mevlanın kendisine verdiği ni’metlere kanaat etmeyip, nasın elinde olan mala göz dikmek ve onu istemek, temenni etmek rahatsızlığını istemektir. Çünkü; bu ahlâk kendisinde olan kimse için gece gündüz rahat yoktur. “Acaba dünyayı celb edebilir miyim?” ümidiyle bütün vaktini icray-ı san’ata ve ticarete hasr edip, ömr-i azizini ifna ve yok eder. Halbuki yine takdir-i ilahiden başka, her kimin ki gayesi ahiret olursa (Hakkın rızasını kazanmak suretiyle) Cenâb-ı Hak onun zenginliğini kalbinde kılar. Bütün dağınık işleri derli toplu olur. Bunun için her işi kolay olur. Bereketli olur. Her ne kadar kendisi dünyayı istemez olsa da, dünya ona koşa koşa gider. O da rahat eder. Eğer o kimsenin gayesi dünya ise; Cenâb-ı Hak onun fakrini iki gözünün arasına koyar Mü’minlere Va’zlar 400 ve bütün işlerini dağınık kılar. Ve kendisine, dünyadan ancak takdir olunan gelir, Başka değil. Binaenaleyh bütün emekleri hem boşa gider hem de ömr-i azizi, o canım kıymetli ömrü boşu boşuna zayı’ olup gider. Hem de insan oğlunda iki haslet vardır ki; kendisi ihtiyarlarda bu huyları ihtiyarlamaz. Daima gençlik halindedirler. Bunlardan birisi hırs, diğeri de tul-i emeldir. Halbuki; şöyle gayet sathi olarak düşünecek olursak ne kadar yanlış hareket ettiğimiz meydana çıkar. Tarih hepimizin gözümüzün önündedir. Halkı bırak, dünya hükümdarlarını bir göz önüne getirirsek, iyileri de, firavunları da hepsi bu fani dünyayı bırakıp gitmişler ve hepsi de asılları olan toprağa münkalib olmuşlar, yalnız isimleri dillere destandır. Emeline erişmiş hiç birini bulamazsınız. Binaenaleyh siz bu dünyaya baha biçilmez kıymetli ömrünüzü zayi’ etmek için mi geldiniz? Hiç kendinize acımaz mısınız? Hem müslümanlık taslar hem de ne büyüklerin sözlerini dinler, nede yollarında gidersiniz. Yarın Azrail (aleyhisselamın) eline düşdüğü zaman acaba hangi nedameti onu kurtarabilecekdir? Aziz kardaş; hırsı, emeli, tama’ı bırakda Allah’a dön. Emirlerini vaktinde yapmaya çalış. Zikrini, fikrini de ona göre ayarla. Yoksa nedametler kimseye fayda etmemiştir. Sen de iyi düşün. Bu fani olan aldatıcı dünyaya kendini kaptırıp, sonra pişman olma. Yirmialtıncısı: Es-Sahafetü: Akıldaki hıffet ve za’fiyet, rekâket ve sehafet bulunan kimseye denir. Aklındaki za’fiyete binaen, kendisini İslâmın istediği Şeriat-i İslâmiye üzere idare edemez olan kimsedir. Erkeğin kerem ehIi, ihsan ve ikram sahibi olması, onun Allah-ü Teâlâ'nın yasaklarından korunma kabiliyetine göredir ki, ona takva sahibi denir. Kerem adı ancak bunlara lâyıktır. Kişinin mürüvveti de aklı Mehmed Zahid Kotku 401 ile ölçülür. Aklın ölçüsü de yine o zatın, Allah-ü TeaIa’nın emirlerine ve yasaklarına uyması nisbetindedir. Biri de hasebidir ki, o da ahlâkının güzelliğine bağlıdır. Hasebi, nesebi ne olursa olsun, onun ölçüsü de ahlâkıdır. Şöyle böyle pek büyük bir insanın evladı olmak para etmiyor. Eğer ahlâkı düzgün değilse. Fakir bir kimsenin evladı da, ahlâkı sayesinde, pek büyüklerin mevkilerini işgal edebilir ve ismi de, cismi de dillere destan olurcasına yükselir, köleleri seyyid yapar. Ahlâksızlık ise, seyyidleri köleliğe düşürür. Onun için en mühim kazanç, insanın kendisinin hidâyete ulaşmasına vesile olacak bir ilme nail olmasıdır. Bu ilimden maksad herhangi bir ilim değil, hidâyete erişmesine vesile olacak olan ilim veya onu kötü durumlardan, felaketlerden, dalalet yollarından kurtaracak bir ilimdir ki, en güzel bir kazançtır. Sonu olmayan bu dünyada en mühim şey, insanın evvela kendisini dalalet çukurlarından kurtarıp hidâyete ulaşmasına sebeb olacak ilmi arayıp bulmasıdır. Yoksa kendisini boş ve faydasız ilimlerle meşgul edip mahv eder. Zira insanın aklı doğru olmadıkça, Hak ile batılı seçemedikce, dininin doğru olması mümkün değildir. Buna binaen, insanın vücudu zayıflayıp iş yapamaz hale gelince, nasıl ki kuvvetlenme ihtiyacını anlayıp, çare aramaya başlarsa, aklı da zayıflayıp günahlardan kaçamaz hale gelince, bu aklın da kuvvetlenmesi için evvela vücuddaki hastalığın izalesi, sonrada beslenmesi şarttır. Hastalık oldukça beslenme fayda vermez. Bazı hastalıklar beslenme sayesinde yenilebilirse de hastalık baki oldukça ona beslenme kafi gelmez. Yine hastalık onu yıkar. Aklın beslenmesi de böyledir. Evvela günah yollarının tamamıyla kapanması ve buna mukabil ibâdet ve tâat kapılarının tamamıyla açılmasıyla mümkün olur. Halbuki Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Mecidinde (mallarınızı süfehava vermeyiniz) diye emr ederken, bak şu bizim yapdıklarımıza. Mü’minlere Va’zlar 402 Kendimiz de adeta o sefihlerin yerlerine kaim olup, bütün bütüne şaşkıncasına mallarımızı haram yerlere, haram olan çalgı ve emsaline harcamakda, adeta yarış halindeyiz. Bir çok bahanelerle evlerimizi lüzumsuz eşyalarla doldurmakta ve süslemekte olduğumuz artık inkar edilemez hale, gelmiştir. İşte bunlar hep sefihliğin, aklın zaifliğinin alametleridir ki, akılsızlık demektir. Bunun izalesi de pek kolay değildir. Tövbe-i nasuh ile beraber Hak-Sübhanehu ve Teâlâ'ya tam bir dönüş ile beraber, sünen-i Peygamberiye de tam bir itaat ve inkıyad ve ittiba’la mümkün olur. Cenâb-ı Hak cümlemizi emirlerine, muti’ ve Peygamberimize tam ma’nasiyle teslim olup, ittiba’da kusur etmiyen bahtiyar kullarından eylesin, amin. Yirmiyedincisi: El-Batâletü: (K) Ahirete aid ibâdetlerinde ve kemâlât-ı islâmiyeyi kazanmaya sa’y-ü gayretde ve mücahede ve riyazatlerde tenbellik ve battallık göstermek haramdır ve günah-ı kebâirdendir. Dünya ni’metlerini ki; çabuk elden gider, sonu da yoktur. Onun için tenbellik edenler de makbul değildir. Kendisinin ve çocuklarının, efrad-ı ailesinin, başkalarının ellerine bakmaması için onların ihtiyaç ve nafakalarını te’min etmek ve bunun için elden gelen çalışmayı yapmak, vezâif-i insâniye ve İslâmiye iktizası olduğu halde, tenbellik edib yapmazsa, elbetteki mes’ul olacaktır. Halbuki dünya fanî, âhiret ise bakî ve ebedidir. Binaenaleyh; âhiret için çalışmak, ibâdet ve tâatlerde kusur etmemekle beraber, bilhassa geceleri teheccüd namazlarında ve gündüzün oruçlarındaki fayda ve faziletler saymakla bitip tükenmez. Cenâb-ı Hak cümlemizin gönüllerini uyandırıp ahiret saâdetini kazanmağa çalışan kullarından eylesin, amin... Mehmed Zahid Kotku 403 Yirmisekizincisi: El-Aceletü: (S) Maksad ve meramına nail olmak için teenni ile hareket etmeyip, acele etmek de haramdır. Gerek acele ve gerekse sebebIeri terk etmek mezmumdur. Akıllı kimselerin işi değildir. Hem de acelenin şeytandan olduğu, ağır ve teenni ile hareketin ise Allah-ü (Teâlâ)nın istediği bir hareket olduğundan, Kur’anı okumakta bile aceleyi men’e hususunda (ve la’te’cel) buyurulmuştur. Acelede çok hatalar olagelmektedir. Hataların tashihi ise pek müşküldür. Bunun için acelecilik hiçde makbul sayılmamıştır. Evlerde bile acele ile yapılan işlerde, bir çok şeylerin kırılıp zayi’ olduğu bilinen şeylerdendir. Yirmidokuzuncusu: Et- Tesvif’ü-I Amel: (S) Hayırlı işlerde ağır davranıp, te’hir etmeye tesvif derler ki, şer’an mezmumdur. Mesela hac vakti geldiğinde, sıhhati ve varlığı müsaid olan zatın, imkanlar da mevcud iken, bu sene dursun da şu işimi de bitireyim diye te’hir etmesi; namaz vakitlerinde cemaate erkenden gitmesi lâzım gelirken, te’hir edib cemaati kaçırması ve buna benzer şeylerde ağır davranması, gayretsizlik alametidir. Ehemmiyetsizmiş gibi görünür bir hal alması, tabiatiyle bir çok hayırlı işlerden mahrum kalmasına da sebeb olur. Bu kimseler dünya işlerinde de muvaffak olamazlar. Ömürleri sıkıntılar içerisinde geçer. Çocuk çolukları da perişan olurlar. Halbuki, Cenâb-ı Hak(Zül-celal) hazretleri: "Hayırlı işlerde birbirinizle adeta müsabaka ediniz, birbirinizi geçmeye çalışınız" diye emr ederken, bugünkü işi yarına bırakmak elbette akıllı kimselerin işi değildir. Ölmezden evvel tövbe etmek, salih ve hayırlı işlerde müsabaka edercesine gayret göstermek ki, yarının ne olacağı meçhuldur, hastalık Mü’minlere Va’zlar 404 gelir, ölüm gelir, musibetler gelir, umulmadık hadiseler olur, onun için hayırlı işleri yapmakta acele ediniz. Allahü (Teâlâ) nın çok zikriyle aradaki rabıtayı te’min ediniz. Gizli ve aşikar sadakaları da çok ediniz ki, rızkınız bol ve düşmanlarınıza karşı da yardım olunasınız. Öyle ise hayırlı amelleri ağır değil, müsabaka ile acele etmemiz lâzımdır. Otuzuncusu: El-Fezazetü: (S) Fezazat diye, katı kalbli ve merhametsiz olan ve mahlukata karşı şefkat ve merhameti olmayan kimseye derler. Bunun mukabili yumuşak kalbIi olup, başkalarına karşı bile yapılan ezadan müteessir ve müteezzi olarak, o kimselere acıyıp merhamet eden ve o ezânın giderilmesine çalışan kimsedir. Cenâb-ı (Zül-Celâl) hazretleri, Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Selleme): "Eğer sen katı kalbli olsaydın, etrafındaki insanlar dağılırlar ve artık yanında kimseleri bulamazdın" buyurması bunun en bariz delilidir. Merhamet edene merhamet olunacağı gibi, merhametsize de kimse merhamet edip acımaz, ve hem de merhamet sahibi olmayanlar ise ancak şâkilerdir buyurulmuşdur. Cenâb-ı Hak bizleri de, Peygamberimiz gibi yumuşak kalbli ve merhametli eylesin, amin. Otuzbirincisi: El-Vekahatü: (K.S.) Vekaha, utanmayıp kabih ve kötü şeylere günahlara cüret etmeye derler ki, haramdır. Bazıları buna kebâir, bazıları da segairdendir demişlerdir, Bunun zıddı hayadır ki, kabih olan şeyleri işlemekden daima korkup, nefsini muhafazaya ihtimam göstermektedir. Hayânın efdali, Hak (sübhanehu ve Teâlâ hazretleri)nden utanmadır, kulunu münasebetsiz yerlerde ve işlerde görmemesidir. Sonra meleklerden ve insanlardan da utanmak gerekdir ki; ma’siyet yerlerinde onu görmesinler. Velakin ezan okumak, çıplak ayakla yürümek, misvak kullanmak, yemek Mehmed Zahid Kotku 405 kablarını sünnetlemek, parmaklarını yalamak ve bunlara benzer sünnetleri yapmakdan utanmak caiz değildir. Bunları yapmamak belki kibir ve gurur alâmetidir. Allah’tan utanmayıp kuldan utanmak ise en büyük günahtır. Hayâ imandandır. Ehl-i imanın yeri de cennettir. Kötü sözler, çirkin ve hayasız işler, ezadan ve cefadan sayılır. Bunların yeri de cehennemdir. Fuhuş nerede olursa orada çirkinlik; haya nerede bulunursa, orası da ziynetIi olur. Hak Teâlâ cümlemizi hayasızlıkdan muhafaza buyursun, amin. Otuzikincisi: El-Hüznü fi emri’d Dünya: (K.S.) Dünyadaki ni’metlerden, mallardan, mahsullerden, ticaretlerden fevt ettiği, elinden kaçırdığı şey üzerine acınıp mahzun olmak caiz değildir. Buna bazıları kebâirden ve bazıları de segâirdendir demişlerdir. Böyle dünya ni’metlerinin gayıb olmasından naşi teessüf etmek ve dünya ni’metlerinin kendisine çok gelmesinden de ferahlanmak iyi değildir, fenadır. Zira bunlar dünya sevgisinden ibârettir ki; mahzâ cehildir. Âhireti murad eden kimselere lâyık olan, ibâdat ve hasenâta devam edip, kemalâta ulaşmaya ve ruhaniyyetini kuvvetIendirmeye çalışmaktır... Hak (Sübhanehu ve Teâlâ) hazretleri. "Fevt edib ğayıb ettiklerinize esef etmeyin. Verilen ni’metlerle de sevinmeyin. Belki bu sebeble Allah-ü Teâlâ'ya, kulluğunuzu arttırın ve rızasını kazanmaya calışın" buyurulmuşdur. Otuzücüncüsü: El-Havfü fi Emri’d-Dünya: (K) Kendisine erişecek olan bir musibetten, sevmediği, kerih gördüğü şeylerden kalbin münkabız olmasıdır. Dünya işlerinden birşeyin fevt olmasından korkmak gibi. Mesela sadaka vermekle malım noksanlaşır, kendim aç kalırım, Mü’minlere Va’zlar 406 fakir olurum gibi düşünerek korkmak gibi ki, günah-ı kebâirdendir. Bu korku, insanın dünya mallarından kaybedip, elinden kaçırdığı şeylerden mahzun olmasından başkadır. Zira hüzün geçmiş de olan birşey içindir. Korku ise, gelecekde olacak şey içindir. Her ikisi de haramdır. Yani geçmişdeki zayi olan şey için hüzün, veya gelecekdeki birşeyin fevti, elden kaçması ve ziyaı korkusudur ki, her ikisi de haramdır. Bu korku ya fakirlik veya hastalık veya hırsızlık ve bunlara benzer mahluklardan korkmasıyla olur. İnsanın fakirlikden korkması afv olunmaz bir kabahattir. Çünkü fakirlik büyük bir ni’mettir. Ve saâdet alametidir. Peygamberlerin ve salik kimselerin yoludur. Bundan korkmak mezmum bir sıfattır. Fakirlik insanı bir çok israflardan ve günahlardan korur. Cenâb-ı Hakka karşı daima boynu bükük, kalbi mahzundur. Yani kırık kalblidir. Dünyaya karşı iltifatları yokdur. Olanla iktifa edip, ancak Hakka kulluk etmeye ve rızasını kazanmaya çalışırlar. Sonra korkunun hiç bir faydası da yokdur. Takdir-i İlahide mukadder olan şey seni nasıl olsa bulacakdır. Binaenaleyh hemen kulluğa bel bağlayıp, Mevlanın verdiklerini, elden geldiği kadar yine Allah yoluna sarf etmeye nefsini icbar edip, alışdırmalı ve bahıllikden, korkaklıkdan kurtulmaya çalışmalıdır. Cenab-ı Peygamber efendimiz hazretleri, bahıllikden de korkaklıkdan da daima Allah'a sığınmışlardır. Fakirlik korkusuyla malını sarf etmiyen kimse, şeytanın silahına itibar etmiş olur. Zira şeytanın en kuvvetli silahı, mü’minIeri fakirlik ile korkutmasıdır. Bir insan sadaka verirken, onun eline, eteğine, saçına, sakalına tam yetmiş şeytan sarılır. “Aman verme bak senin çocukların var, hastalık var, sana Mehmed Zahid Kotku 407 şu lâzım, bu lâzım" diyerek insanı hayırlardan men etmeye çalışırlar. Halbuki Hak (Sübhdnehu ve Teâlâ) hazretIerinin, en az bire on vereceğinden hiç şübhemiz yokdur. Sonra asıl senin malın, senden önce âhirete yolladıklarındır. Yoksa elinde kalan senin değil, belki mirascılarının veya daha başkalarınındır. Onun için akl-ı selim sahıbi kişi, parasını bir an önce ahırete yollayıp rahatına bakar. Sonra “benim için şunu yapın, bunu yapın, bir de hac ettirin” diye vasıyyete lüzum kalmadan, kendi işini kendin gör ve çocuklarını da vebalde bırakma. Onlarda böyle şeylere alışmasınlar. Ve sonra sana da duâ etsinler vesselam. Otuzdördüncüsü: El- Gişşü: (K) Yapdığı nasıhati halisane yapmayıb, başkalarına şer isabet etmesinden sakınmayan ve kendisinde bir nevi’ hıyanetlik bulunan kimsenin haline (Gıll-ü ğış) derlerki, haramdır ve günah-ı kebâirdendir. Mesela: Ayıblı meta’ın aybını saklamak suretiyle ahare satmak veya ücret mukabili vermek ve buna benzer hainlik etmek, borç yerine özürlü mal vermek, gıll-ü gışten ibaretdir ki haramdır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in, bir buğday yığını üzerine uğrayıb, mübarek elini yığına sokduğunda yaş olduğunu görünce, (Bu nedir?” diye sormuş), sahiblerinin, — Yağmur ısabet etti ya Resulallah diye cevab vermesi üzerine, — Öyle ise bunu herkesin görüb bilmesi icin neden üstüne koymadınız? diyerek "Hıyanetlik edenler bizden değildirler" buyurmuşlardır. Bir malın ayıbı varsa onu ızhar etmek, gizli ayıbları varsa onu da bildirmek lâzım ve vacibdir. Fazla pahalı mal satmak da ğıll-ü ğışdendir. Mü’minlere Va’zlar 408 Bazı ulema, fazla fiata mal satmayı ki, başkalarının on liraya sattığı malı ondörtbuçuk liraya satmaya, (gabnüfahiş) dir demişlerdir. Bazı tahfif ediciler varsa da, gaddarlık iyi birşey değildir. Yine bir malın hakiki kıymeti budur, sizin verdiğiniz kıymetinden azdır diye malını medh ederek satmak da ğıll-ü ğışdır demişlerdir. Hiyle ve hud ‘alar, ğıll-u ğışdan ma’duddur. Ve haram-ı kat’i ile haramdır. Bundan kurtulmanın çaresi "Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü Teâlâ'ya kasem ederim ki, hiç bir kimse nefsi icin sevdiğini din kardeşı icin de sevmedikce mü’min olamaz" yani olgun mü’min sayılamaz. Bu hadis-i şerif bütün işlerimizde tam bir ölçü olması lâzım gelirken, maalesef gazete sütünlarında, takvimlerde hemen hemen her bilginin dilinde söz var, lakin öz yok. Söz var sadakat yok. Söz var amel yok. Söz var fakat iman? Mü’min ve müslüman kişi kendi nefsi için her neyi severse ve layık görürse, mü’min kardeşine da onu layık görüp, kendi istemediğini de başkasına layık görmemek ve istememekdir. Ah müslümanlık ne kadar kolay ve ne kadar da zordur, vesselam... Otuzbeşincisi: El-ünsü bi Mahluki: (S) Gerek insanlar ve gerek hayvanlarla veya malları, mülkleriyle (ünsiyet) edib, onlardan ayrılınca vahşet ve korku duymak haramdır. Zira mahlük ile ünsiyet, vakt-i azizini yağmaya vermekden ibarettir. Mal, meta ve mülkü ile ünsiyet ise, dünyaya meyil ve muhabbetten ibarettir. İkisinin de haram olduğundan şübhe yokdur. Bunlardan ayrıldıklarında vahşet hasıl olması, kulluğunu layıkı vechile yapamaması ve Hakkın zikriyle meşgul olub, zikrullah ile ünsiyet etmemesinden ileri gelmektedir. Çünkü; nefis daima kendisiyle ülfet ve ünsiyet edecek bir şey arar. Eğer zikrullah ile ünsiyet ederse, başka bir şey aramaz. Eğer zikrullah ile ünsiyet edememiş Mehmed Zahid Kotku 409 ise, muhakkak eğlenecek bir şey arar. Mesela zikrullahdan ğafil olanların, kahvehane, gazino, deniz ve saire gibi eğlence yerlerini aramaları ve oralara gidib vakitlerini boşu boşuna oyun ve eğlencelerle hatta haram ve günah şeyleri seyr etmekle geçirmeleri gibi, çok acınacak hadiselerdendir. Evet zikrullahdan nasibi olmayan bir kimsenin dahi, bu gibi yerlere gidib vakitlerini öldürmek, gafletin ve dolayısıyla günahların en büyüğüdür. Zira bu adam henüz ömrün ve vaktin kıymetini bilememişdir. Eline geçen altını veya yakutu veya incileri sokağa döküb gezen adam bundan daha iyidir. Çünkü zayi ettiği şey dünya meta’ıdır. Belki de onun için hayırlıdır da. Çünkü o paralarla umulurki; çok büyük tehlikeli işlere girer de boylu boyunca günahlara batardı. Mesela bankacılık yapıp, faizle para vermesi gibi. Fakat ömrün ve vaktin zıya’ı hiç bir suretle telâfi edilemez olduğu herkesce ma’lumdur. Bakınız. "Her, kim sabaha erişirde, maksad ve gayesi Allah’dan ve onun rızasından gayri birşey için olur ise, Allah-ü Teâlâ’dan ona hiç birşey verilmez. Ve onun o günkü hayatı, Allah icin değildir." Ve yine "Bir kimse müslümanların seadet ve selameti icin gayretde bulunmaz ve ihtimam göstermezse, o da müslümanlardan değildir." Mevlanın rızasından gayri şeylerle meşgul ve rızâ-ullahın gayri yola giden ve ümmet-i Muhammed ile alakasını kesib, onların terakki ve tealisine hizmet etmiyenleri Allah-ü Teâlâ sevmez ve bilakis rızâu-llah yolunda ve ümmeti-Muhammedin bütün işleriyle candan alâkadar olup, din ve dünyaları için lâzım gelen gayreti göstermeleri gerekdir ki, Allah-ü (Teâlâ) da onlardan razı olsun ve dünya ve âhiretlerini de mes’ud kılsın, amin... Mü’minlere Va’zlar 410 Bismillahirrahmanirrahim Vakt-i seher feryadımız. Arşa çıkar efgânımız. Herdem hatadır kârımız, Yessir Lena hayre’l-umûr. Senden erişmese emân. Oldu kamu işler yaman. Yâ sahib-i kevn-ü mekan Yessir lena hayre'l-umür. Biz kulların bîkes garib. Lutfundan etme bî-nasıb. Yâ bâkı ve Hay ve Mücib. Yessir lena hayre’l-umur. Bir aceb, onulmaz derdim var benim. Derde derman buldum elhamdülillah. Açıldı sır babı, şeyhim yüzünden. Can sefalar buldu şirin sözünden. Mâsivâ tozunu gönül yüzünden. Tevhid ile sildim elhamdülillah. Gerçi önce katlandım cevr-i cefaya. Lâkin sonra erdim zevk-ü sefaya. Vasıl oldum Muhammed Mustafaya. Ölmezden evvel öldüm elhamdülillah. Şeyhimin yüzünden perde açıldı. On sekiz bin aleme NUR saçıldı. Mehmed Zahid Kotku 411 Lâ-mekân şehrine oldem geçildi. Fena-fillah oldum elhamdülillah. Ey aşık-i didâr ulu yezdâna gönül ver, a canım. Ağyâra değil, candaki cânâna gönül ver a canım. Maşuka visal-i bezm-i seherlerde uyanda a canım. Uşşakı yakan ateş-i sûzâna gönül ver a canım. Bezminde hazân olmayacak neşe dilersen a canım: Âlemle fenâ bulmayacak cânâ gönül ver, ey canım: Yaşlar dökerek derdine derman arayorsan, ey canım: Her derde deva hazreti Kur’ana gönül ver, ey canım. Mahbûb-ü Hudâ, Şah’ -i Rüsül, Server-i âlem a canım. İnsanlığa rehber, Peygamber-i zîşâna gönül ver a canım. Kesafet bırakan izleri silde, ey canım. Vicdanların âvizesi; imana gönül ver ey canım. Her zerrenin Allah diyen âhengini duy da canım. Milyarca dilin andığı Sübhana gönül ver ey canım. Gözden boşanan sel gibi yaşlarla yıkan da ey canım. Gündüz geceden doğmada mademki cihanda canım. Mutlak doğacak, fecr-i dirahşâna gönül ver ey canım. Allah’ a dönüş şevkını ruhunda yaşat da canım. Her hükm-ü adalet yüce divâne gönül ver ey canım. İrfanda tekamül eğer ulvi ise sence a canım. Gökden yere inmiş yüce fermana gönül ver ey canım. Gafletle geçen günlere göz yaşları dökde a canım. Manalı tekamüldeki seyrâna gönül ver ey canım. Dön Rabbına ey ruh-u revan dindiği anda canım. Her anı saâdet dolu gufrana gönül ver ey canım. Mü’minlere Va’zlar 412 Essalatü vesselam aleyke ya resulallah, Kerimallah, rahimallah, Hak lailahe iIIallah{ Habiballah, Muhammed Resulüllah. Devri doluydu zulm ile. Geldi cihane ilm-ile. Yıkdı gururu hılm ile. Ateş-i küfrü söndüren. Zulmeti nura döndüren. Ah-ü enini dindiren. Parladı nür-ü rahmeti. Koydu inanca vahdeti. Çekdi bütün meşakkati. Sarsdı cihanı gür sesi. İns-ü cin oldu ma’kesi. Hakka çağırdı herkesi. Ruhları nura ğark eden. Dehri sürura gark eden. Nâsı huzura ğark eden. Essalatü vesselam aleyke yâ resûlallah, Habibalah, Kerimallah, Rahimallah. Hak lailahe iIIaIIah, Habiballah, Nebiyyallah Muhammed resulüllah. Otuzaltıncısı: (El-Hıffetü fil-Aza-i ve’l Etvârî) Tarz, etvar ve a’zâsında hıffet göstermek haramdır. Hıffet, ağırlığın mukabiIi (hafiflik) dir. Vekâr, temkin mukabili; yani vekârsızlıkdır. İnsana yakışan vekâr üzere bulunup, harekat ve sekenatında hadd-i itidali tecavüz etmemek lâzımdır. Mesela; kollarını sallaya sallaya yürümek, koşarcasına yürümek, lakırdı söylerken eliyle, başıyla işaret ederek konuşmak ve bâhusus zamana vâızları gibi (va’z ederken çok göze çarpar hareketlerle) vâz etmek, hele Mekke-i Mükkereme ve Medine-i Münevverede va’z eden hocalarımızın hareketleri doğrusu pek acıdır, Hoca denilen zatın çok ağır başlı, temkinli, Mehmed Zahid Kotku 413 oturaklı olması ve konuşma sırasında sinamadaki oyuncuları taklid edercesine hareketler yaparak konuşmak, elbette hem fayda vermez hem de haram ve günahdır, hem de hocanın şerefini haleldar eder. Cenâb-ı (vacib’ül-vücud) hazretlerinin, Kuran-ı Mecidinde, yürümekde ve söylemekde kullarına i’tidal tavsiye etmekte olduğu malumdur. Otuzyedincisi: (Ettemerrüd’ü ve’l-i ba’d) Bir adam icin kendisinin üstünde bulunan kimsenin nasihatini kabul etmemek, onu dinlememek haramdır. Bazıları buna günah-ı kebâir ve bazıları da küfürdür demişlerdir. Otuzsekizincisi: (El-Gabavetü ve’-I Beladetu). Zira din nasihat ile kaimdir. Bunu Cenâb-ı Peygamber efendimiz (Eddinü-n Nasiha) diyerek, üç kere tekrar etmişlerdir. Bundan anlaşılıyor ki din-i mübin-i Ahmediye’nin ayakda kalması nasihata bağlıdır. Nasihat için de nasihat edebilecek bir ilme ihtiyacımız tabiidir. "Din nasihatle kâimdir" denilirken, din ilimle kâimdir demekdir... Zira ilimsiz nasihat olmaz, nasihatsiz de müslümanlık olmaz. Çünkü; herkes âlim olamaz. Her meslek ayrı ayrı bilgilere muhtaçdır. Her meslek sahibi kendi mesleğini bilir. Binaenaleyh, müslümanlığı öğrenmek için de din mesleklerinde çalışanların sözlerini dinlemek mecburiyetindeyiz. İşte kendisini büyük görüp bu nasıhatleri dinlememek, büyük günahdır. Yalnız bilmek hiç bir zaman kâfi gelmemektedir. Tatbik sahası da ayrıdır. Bilmemek başka, bilip de yapmamak daha başkadır. Her ikisi de ayrı ayrı günahdır. Bu nasihat, bütün Peygamberlerin, ulema-i kiramın, ehl-i ilmin ve ehlullahın, hal ve şanlarıdır. Nasıhat ile ümmet-i Muhammedi ıhya edib âhiret yollarına sevk ederler. Mü’minlere Va’zlar 414 Kabul edenler seadet-i uzmaya nail olub, nasihati kabul etmiyenler de küfür, tuğyan ve isyan içerisinde, evvelce helâk olanlar gibi helâk olub giderler. Onun için mü’mine ve müslümana lâyık olan, yapılan nasihatı kabul edip mucibince amel etmek gerektir, vesselam. Otuzdokuzuncusu: (El-Şerehü) (oburluk) Hayrı ve şerri idrak edemez derecede ahmaklık ve şaşkınlık etmek haramdır. Bu bir nevi’ hem cahillik hem de körlükdür. İkisi de tabiatiyle haramdır. Zira her türlü fenalıklar bunlardan doğar. Yukarıdan beri sayılan fenalıkların hemen başı budur. Binaenaleyh izalesine cehd ve gayret edib, insanın kendisini bu belay-ı azimden kurtarması vacibdir... Bugünkü insanların çoğu bu derde müptela olduklarından, bâtılı ve şerri destekledikleri gözlerimizin önündedir. Ve bu gibiler hep "biz biliriz, biz doğru yoldayız," diye feryad etmekte olduklarını da hepimiz görmekteyiz. İşte bu hal, gabavetin ve beladetin yegane eseridir. İnkâre hiç lüzum yok. İnsan zerre kadar düşünse hatasını bulmakta güçlük çekmez zan ederim. İnsanların ellerinden mallarını almak ve onları esirler gibi çalıştırmak mı iyidir? yoksa serbest bırakıp, hürriyetini muhafaza ile, insanca çalışıp terakki etmesi mi iyidir? Ben köle oldukdan sonra yer gök altın olsa bana ne faydası var. İnsan ancak hürriyetiyle insandır. Hürriyeti elinden gidince, bu sefer onun da diğer mahluklardan farkı kalmaz. Gabavetin bir ma’nası da ferasetsizlikdir. Mü’minin ise feraseti vardır. Anlayış, seziş, idrak, yarını görmek, ilerisini tahmin etmek, hatayı, kusuru, kabahati, daha evvelinden anlamak, iyiyi, kötüyü, hakkı, batılı, hayrı ve şerri anlayıp seçmek, hep feraset işidir. İşte insan bundan mahrum olunca kör gibi olur. Hayrı şer, şerri de hayır görmeye başlar. Tam bir şaşkınlık. Binaenaleyh Mehmed Zahid Kotku 415 bunu gidermeye çalışmak ve hakka yalvarıp kudret ve kuvvet istemek, insanlık şanıdır. İmam-ı A’zam hazretlerinin İmam-ı Ebu Yusuf’a şöyle söylediği rivayet olunur. "Ya Yûsuf, sen şaşkın bir kimse idin. Lâkin senin tahsili ilme devamın, seni bu şaşkınlıktan kurtardı." Demekki, bu derdin en büyük çaresi ulum-ü diniyyeye çalışmaktır. Zira diğer ilimler insanların körlüğünü artırmaktan başka bir şeye yaramazlar. İstersen bak bugünün profösörlerine, bâtılı nasıl destekliyorlar. Elbette artık bundan da dersini alamazsan, sana söz kâr etmez demektir. Bu sebebden İsa (aleyhisselamın) şu sözleri ne kadar haklıdır. "Ölüleri diriltmekden âciz kalmadım. Lâkin ahmakların ilacından âciz kaldım" Diye bize bu hakikatleri göstermiş oluyorlar. Otuzdokuzuncusu: (El-Şerehü) (oburluk) Yemeğe, içmeğe ve cimâa haris olmak, haramdır. Zira bunların üzerine kesretle devam etmek, mezmumdur. Bazıları bunların adını anmağı bile kerih görmüşlerdir. Resulü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) hazretleri: "Benim ümmetimin şerlileri ve en önce Cehenneme sevk olunacak olan hakir ve zelili, ol kimselerdir ki, yedikleri vakit doymaz ve mal cem ettikleri vakit de; yeter artık demezler" buyurmuşdur ki, ömürlerini bu suretle yemek, içmek, para ve mal toplamakla zayi ederler ve âhirete boş elle giderler. Kırkıncısı: (El- Humud) Humud, yime, içme, cima gibi müştehiyat-i mübahiyeden aciz ve kasır kalmağa derler. Eğer cima etmeğe kudretsizliği zafiyetinden ve taam yememesi de mide ve sair bir uzvunun hastalığından ileri geliyorsa, bunu doktorlara müracaatla tedavisine bakmalıdır. Eğer evli değil ve midesinde ve sair bir hastalığı yoksa, bu da Mü’minlere Va’zlar 416 ona Allah-ü (Teâlâ)ın bir takdiri olub, bunların külfetinden kurtulmuş olur. Ve bu suretle ibâdete fazla vakit ve imkanlar bulur. Kendisini ta’ciz edecek kimse de olmadığından huzur ve rahatı iyi olur. Fakat imkân bulup da ibâdet edeceğim, diye evlenmemek pek büyük bir hatadır. Zira "insanların en şerlisi bekarlardır" buyurulmuştur. Eğer o bekar her ne kadar abid, salih bir kimse olsa dahi, kendini şerden kurtaramaz. Çünkü hakkın verdiği o şehvet, onu hiç bir zaman rahat bırakmaz. Ve akla hayale gelmedik günahlara sokar. Çaresi ancak meşru bir surette evlenmektir. Rezzak Allahdır. Allah-ü (Teâlâ)nın helal kıldığı rızıklardan onları mahrum etmeye kimsenin hakkı yokdur. Lâkin herşeyin ifratı mezmumdur. Bundan evvelki günahda zikr olunduğu gibi, ifrat ve tefritin ortası olan itidalden ayrılmamak gerekdir. Çünkü nefis gözü doymayan bir mahlukdur. Yedikcede azmak adetidir. Onun için gemini elden bırakmamak lâzımdır. Azgın atları ancak gemler zabt eder. Bir kere gemi azıya alırsa, onun hakkından gelmek mümkün olmaz. Nefisin ise, o azgın attan daha azgın olduğu unutulmamalıdır. Kırkbirincisi: Israr (Measide ısrar) Measiye ısrar, measiye kasden devam demekdir ki; haramdır. Kasdla beraber bir kere sudur etmiş olsa dahi,yine ısrar sayılır. Zira kasd mevcuddur ve nedamet de yokdur. O bir kere olan günahda ısrardır. Günahlarda nedamet, pişmanlık olduğu müddetce günde yetmiş kere de olsa, yine ısrar sayılmaz. Zira nedametler hem tövbedir, hem de yapdığına pişmanlıkdır. Umulur ki bir daha yapmaz. Masıyete ısrarın günahı çoktur. Çünkü ma’sıyet, ne kadar ufak olsa dahi, ısrarla kebir, yani büyük günah olur. Büyük günahlar, tövbe ile mahvolduğu gibi, küçük günahlar da devamlı olunca, Mehmed Zahid Kotku 417 onlar da büyük günahlardan olurlar. Günahlardan kurtulmak çok müşküldür. Onun için işlememeğe çalışmalıdır. Bir kere alışılırsa, Allah muhafaza eylesin, artık bir hastalık haline gelir. Nasıl ki top oynayan gençler, bir çok tehlikelere düştükleri halde, yine oyunlarını bırakamazlar, zira alışkanlık çok fenadır. Onun için hatayı idrak edip güzel bir tevbe-i nasuh ile tövbe ederek, eski dostlarını terk ile beraber müstakim, dürüst, musaIli, derviş dostlar bulmak, onlarla haşr olmak, namaz ve niyazına çok dikkatli olarak, Hakkın da yardımını istemelidir, vesselam. Tövbe edenlerin günah işlememiş gibi olduğunu da, unutmamalıdır. Bir tarafdan tövbe eder ve günaha devam ederse, o zaman Cenâb-ı Hakla istihza etmiş olur. Kırkikincisi: (El-Cerbezetü) Cerbeze, müteşabihat âyetleriyle ve kader bahisleriyle ve bilinmesi mümkün olmayan ince işleri öğreneceğim, hakikatlerine muttali olacağım, diye aklı ve fikrini istimal etmeğe derler ki, muhal olan şeylerle iştiğal kabilindendir. Bunlarla uğraşmak haramdır. Bunun ilacı, Cenâb-ı Hakk’ın bize verdiği ilmin azlığıdır. Misali şudur. Yüz kilo tartan bir kantarla bin kiloluk bir şeyi tartmağa çalışmak gibidir. âyetlerin te’vilini, ancak Allahü (Teâlâ) hazretleri bilir. Cerbezelik yapıpta, aklın ermesine imkan olmayan şeylerle uğraşıp günahlara girmek, elbette akl-ı selim sahibinin işi değildir. İşte müslümanlıkta türeyen 73 fırka, bu suretle olmuştur. Fekat bunun 72 si dalalete düşmüşler ve yalnız ehl-i sünnet ehli-i cennet olarak kalmıştır. Cenâb-ı Hak cümlemizi aklımızın ermediği şeylerle uğraşmaktan muhafaza buyursun, amin. Kırkücüncüsü: (El-Nifak) Mü’minlere Va’zlar 418 Nifak, gerek ahlâk ve gerek itikad cihetiyle, içi dışına, ve dışı içine, uymamaklıktır. Mesela, bir kimseye zahirde dostluk gösterip, içinden ona adavet etmektir. Yahut diliyle bir şey va’d edib’ içinden o va ‘dini yerine getirmemek niyetinde bulunmak gibi, buradaki nifakdan murad, sözde ve ahlâkda olan nifakdır. Amma i’tikadda nifak olursa, neuzübillah küfürdür. İmam-ı Taberaninin rivayet ettiği hadis-i şerifde, Hazreti Ömer’in (radıyallahü anh) oğluna demişler ki, - Biz ümeralarımızın huzurlarına giriyor birşeyler söylüyoruz. Oradan çıkdığımızda o söylediklerimizin gayrisini söylüyoruz, deyince; İbni-Ömer (Radiyallahü anhüma). Biz bunu Resulüllah efendimizin zamanında nifakdan ad ederdik buyurmuşlardır. Nifak günah olduğu gibi yalancıyı tasdik de nifakdandır, demişler. Kırkdördüncüsü: (El-fitnetü) Fitne; faide-i diniyye olmayan yerlerde, ibadullahı mihnet ve meşekkate, ihtilaf ve iztıraba, düşürmeğe derler ki haramdır. Büyük günahdır. Nası birbirine düşürüp, hakları gasb, iftira ve bühtan gibi şeylerle yekdiğerine zulmettirmek, veya hükümet üzerine ayaklandırmak, gibi ki; bunlar çok fena şeylerdir. Ve çok fena ve vahim âkıbetler doğurmakta olduğu da görüle gelmektedir. İmam olan kimsenin, cemâatin ağırına gidecek derecede uzun okuması da bu kabildendir. Va’z ve nasihat erbabının, nâsın anlayamadıkları sözleri söylemeleri veya söylediği mes’eleyi cemâate anlatırken, hata etmesi, kavl-i zaif ve kavl-i metruk ile fetva vermesi ve mesela tecvid bilmeyen, ister köylü, ister şehirli olsun “tecvidsiz namaz sahih değildir” demesi, hep fitnedendir. Zirâ tecvid bellemek zamanı geçmiş, ağzında dişi kalmamış, yaşlanmış bir kimseye tecvid öğretmek kolay bir şey midir? Sonra bu adam namazı terk Mehmed Zahid Kotku 419 ederse ki; (benim namazım madem ki sahih olmuyormuş) vebâl kimin olacak? Onun için nâsa ancak akıllarının ereceği kadar konuşmamız için (Kellim’in-nâse alâ kaderi ukulihim) buyurulmuşdur. DİĞER GÜNAHLAR Âyât ve ehâdisden alınan, bazısı kebâir, bazısı sağair, bazısı da, tahrimen mekruh olan ve saâair ve kebâir günahların içinde olmayan günahlardır. Büyük günahlar (K) sağairler (S) mekruhlar (M) harfleriyle işaret edilmişdir ki, 40 adeddir. Birincisi: (Havf ’ül-Küfür) Küfründen korkulan söz demekdir (K) (Söylediği söz sebebiyle, ol ademin küfründen korkulur, yani, ol söz o ademi küfre yakın kılar.) Bu gibi sözleri söylemek büyük günahdır. Meselâ; "sen bana dünyada arpa ver, ben de sana âhiretde buğday vereyim" sözünü söylemek gibi, ki Cenâb-ı Hakkın azimdir dediği ahıreti hafif, ehemmiyetsiz, kıymetsiz, bir şeymiş gibi ad etmek, sayılmış, ve Fukahay-ı ızâm hazretleri, buna benzer sözleri, bin kadar elfaz-ı küfürden saymışlar ve müslümanları, bu gibi sözlerden men ve nehy etmişlerdir. Bu zamanda bile, ekseriyetle rast geldiğimiz bazı yarım bilginler, Resûlullahın hadisi şeriflerine iltifat etmeyib, "Kur’ anda varmı? varsa âyetleri oku, Kur’andan delil getir," gibi ukalalık etmekte oldukları görülegelmektedir ki bu sözleri söylemeğe cür’et edenler, tövbe ile beraber tecdid-i iman ve tecdid-i nikâh ile emr olunurlar demişlerdir. İkincisi: (El-Hatâü) (S.K.) Hatâ, sevabın zıddıdır ki, kasdı olmaksızın bir adamın günah işlemesi gibi, bunun hükmü yalnız tövbe ve istiğfar ile emr olunur. Doğru zannıyla yanlış fetva vermek de hatadan sayılmışdır. Mü’minlere Va’zlar 420 Üçüncüsü: (El-Kizbü) (K) Birşeyin bulunduğu halin gayrısıyla, o şeyden haber vermekdir ki yalandır. Ve günah-ı kebâirdendir. Mesela, gelmeyen bir kimseye, geldi demek gibi. Bir de işittiğinden eksik veya fazla söylemek de yalandan sayılmıştır. Bu yalan kasden olmazsa, yemin-i lağvin ma’füv olduğu gibi, bu da ma’fudur. Amma kizib kasden olursa, kat’ıyyen haramdır. âyet-i kerimelerde, yalancılar için acı bir azab olduğu açıklanmışdır. Bir de kulun kemâle ulaşması, yani kemal-ı imane nail olması mümkün olmaz, hatta şakayı, yalanı, mücadeleyi, terk etmedikce. Mücadelede her ne kadar haklı da olsa, yine terk etmesi lâzımdır. Çünkü neticede müslümanlarla ara açılır, küslük hasıl olur. Birbirlerinin yüzlerine bakmaz olurlar. Birbirlerinin aleyhinde konuşmalar olur. Velhasıl çirkin, ayıp ve günahdır. Fakat ukalalara laf anlatmak, deveye hendek atlatmakdan zordur. Mücadele, ekseriya kendini ve kendi re’yini beğenmekden ileri gelir. Mücadelede karşısındakini tahkir, tezyif ve hor görmek gibi günahlarla beraber yalan söyleyen diller de vardır buyurulmuşdur. Hak Teâlâ hazretleri cümlemizi bunlardan ve bilhassa yalancılıkdan korusun, amin. Dördüncüsü: (Et- Ta’riz)... Ta’riz, zahir kelamdan hadis ve mütebadir olub, herkesin anlayamayacağı ma’nanın gayrisini murad ederek, söylenen sözdür. Fakat lügaten, konuşanın muradına dahi ihtimali olan kelamı söylemeğe ta’zir derler. İnsan yalan söylemeye mecbur olduğu yerde, ta’rizi ihtiyar etmek caiz isede, zaruret olmayan yerlerde ta’riz haramdır. Zira mahz-ı yalandır. Yani yalandır. Buna dolambaçlı yalanda derler. Mesela, eve gelen bir kimse ile görüşmemek için, evde yoktur dedirtmek yerine, onu camide veya filan yerde bulabilirsiniz dedirtmek gibi, ifade ettirirler. Yalandan Mehmed Zahid Kotku 421 kurtulmak için şu dört şeye dikkat etmek lâzımdır: İnşaallah, maşaallah, belki, umulurki, gibi sözlerle mümkün mertebe insan kendini kurtarmağa çalışmalıdır. Tehlikeli ve korkulu yerlerde ta’riz mübahdır demişlerdir. Beşincisi: (El-Hata-ü fit-Tabir) (S) Ta’birde hata, günahdır. Bu hata, hakimin hükmünde, kıssalarda, misallerde, de olur. Mesela, duâ eden kimse, “enbiya ve evliya hürmeti için” diyecek yerde, “enbiya ve evliya hakkı için” demek, veya anan ve baban başı için, diye duâ etmek ta’birde hatadandır. Bizlere kıssa ve hikayeleri nakılde bile takdim ve te’hirden, ve karıştırmalardan, ilavelerden, yanlışlık yapmakdan, sakınmamız tavsiye olunmuşdur ki, hatalardan muhafaza olunabilsin. Altıncısı: (Nifak-ı Kavli) (K) Birisin’ medh ve sena, ve onun hakkında güyâ ızhar-ı muhabbet ettiği halde, içinde onun hılafını saklamağa nifak-ı kavli derler ki, haramdır. Ve günah-ı kebâirdendir. Lisanıyla medhü senâ eylediği kimseye, kalbinde buğz ve adavet etmek, mü’minin şanından değildir. Bu hal hased ve adavetten neşet eder. Yalancıyı tasdik etmek de nifak-ı kavli’dır. Âhir zamanda bunlar istediğimizden fazla bol ve mebzuldur. Adeta kimseye i’timad edilecek gibi değil. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in bu hususdaki buyurukları da şayanı dikkatdir: "Elbette nâsın üzerine bir zaman gelecekdir ki, o zaman eğer gökden bir taş, yâ fâcire bir kadının veya bir münafık erkeğin üzerine düşer" buyurulması, o zamanda halis mü’min bulmanın ne kadar güç olacağını bildirmektedir. Yedincisi: (El-Emr’ü bil’-Münker ve Nehyi ani’I-Ma’ruf) (K) Hayırlı işler emr ve münker olan şeyleri de nehy etmek ıktıza ederken, bilakis kötü şeyleri emr ve iyi, hayırlı Mü’minlere Va’zlar 422 işlerden men etmek, herkesin malumu vechile, elbetteki haramdır ve günâh-ı kebiredendir. Ve münâfıklar sıfatıdır. Zira münâfıklar, birbirlerinin yardımcısı olub, münkerat ile emr edip, hayırlardan men etmek, onların sıfatlarındandır. Başkalarına zulm ile emr etmek ve zalimlere söz ile yardım etmek dahi, bu fiilde dahildir. Bunun zıddı, gücü yettikce hayırlarla emr edib, münker olan ne kadar kötü, fena şeyler varsa, onlardan da men’ etmeğe çalışmak, mü’minlerin hem borcu hem de vazifesidir. Sekizincisi: (El-Kelamu fi’s-Selati) Namazda ister az, ister çok, ister Arabça, ister başka bir dilden olsun; konuşmak, söz söylemek haramdır, günahdır, mekruhdur. Namazdaki Kur’an duâlarından ve hadıs-i şerifle bildirilen dualardan gayri, şer’an okunması caiz olmayan duaları okumak, ve namaz içinde okunmasına müsaade edilmeyen tesbih, tehlil ve zikirde bulunmak, (Bâhusus farz namazlarda olursa) namazda iken başkasının selâmına, “aleyküm selam” demek, (bir iki harfle cevab mekruhtur,) bütün cümle halinde konuşmak, namazı ifsad eder. O vakit katiyyen haram olur. Günah-ı kebiredir. İbâdet iptal olur. Yani yok olur, mahvolur, battal olur. Bunu da Cenâb-ı Hak "Amellerinizi iptal etmeyiniz" diye nehy buyurmuşdur. Bu gibi namaz ve oruçların tekrar tutulması ve kılınması lâzımdır. Eğer Ramazan orucunu bozarsa 61 gün ceza olarak oruc tutması vacibtir. Dokuzuncusu: (Ed-Düa-ü ala Müslimin) (K) Bir müslimin aleyhine şer ile, kötülük ile duâ etmek haramdır, günah-ı kebâirdendir. Bilhassa “imansız olasın, küfr ile gidesin” gibi düalar, çok tehlikelidir. Mehmed Zahid Kotku 423 Çünkü bir müslümanın küfrüne râzı olmak, o duâyı yapanın da küfrüne hüküm etmişlerdir. Zira "küfre rıza küfürdür" kaidesine mebnî, insanın kendi nefsine, ehlü ıyâl ve evladlarına, böyle kötülük ile duâ etmesi pek kötü ve fenadır. Ana ve baba duâsı, ya kabul oluverirse, o zaman ne kadar nedamet etse fayda vermez. Bu yanlış duânın zararını kendi çeker. Onun için insan daima kendisine ve gerek efrad-ı ailesine ve bâhusus evlatlarına hayırlı duâlar etmeli, bunun şeair-i insaniye ve İslâmiyeden olduğunu unutmamalıdır. Bâhusus bu duâları yaparken, meleklerin de bizim için duâ ettiklerini hatırdan çıkarmamalıdır. Şu halde, başkalarına yaptığımız duânın faydası yine kendimize ait oluyor, demekdir. Bizim duâmız başka, meleklerin duâsı da başkadır değil mi? Zalime, ancak zulmü kadar duâ edilirse caizdir demişlerse de, zulmü tecâvüz etmemek lâzımdır. Onuncusu: (Ed-Düa-ü liz-Zâlimi vel-Kâfiri) (K) Zahm ile kâfire, “Mevla sana ömürler versin, çok yaşayın, Mevla muradlarınızı versin” diye duâ etmek haramdır. Günah-ı kebâirdendir. Zirâ zâlim ile kâfire, böyle duâ etmek zulmüne, küfrüne razı olmakdır. Kâfire ve zâlime, mevlâsızlara, "tevbe ve iman nasib etsin" diye dua kafidir. "Herkim zâlime, bâtıl hareketleriyle hakkı kaydırmak için uğraşan kimseye, her ne suretle yardım ederse, ondan Allah'ü Teâlâ'nın ve Resulünün, himmeti uzak olur, yani himayesi beridir." diyerek, bizi kâfire zâlime dua etmekden nehy buyurmuşlardır. Onbirincisi: (Tefsirül-Kur’ân bi Re’yihi) (K) Velev isâbet olsun. Kendi re’yine ve hevâyı hevesine göre Kur’an-ı Azimüşş’anı tefsir etmek haramdır. Mü’minlere Va’zlar 424 Ve bu vechile yapdığı tefsir, ma’nay-ı hakikiye müvafık ve mutabık olsa dahi, makbul olmayıp red olunur, merduddur. "Herkim Kur’âna kendi re’yi ile ma’nâ verirse hatâdır. Ve herkim, Kur’âna ilmi kâfi gelmediği halde bir mâna verirse, cehennemde yerini hazırlasın". Bu nehiy müteşabihata aitdir. Cami-i Kuran değildir. Müteşabihatın tefsirini, ancak Allah-ü Teâlâ bilir. Diğer kısımlarını, Arapçaya hakkıyla vâkıf, sebebi nüzülünü, nasih ve mensuhunu, mecaz ve hakikatini ve sair luzumlu ilimIeri bilenler için ve daha muhimmi imanı tam olanlar, Kur’anı tercüme edebilirler. Mesela hıristiyan arabIardan da tercüme edenler, siyer kitabı yazanlar ve İslâmdan bahs edenler de olur. Kendisinde iman, inanç ve amel olmayan insanların yapdıkları tefsirler, tercümeler de o kadar olur. Bazan aralara sıkıştırılmış, çok tehlikeli cümleler de bulunabilir. Onları okuyanların, çok dikkatli olmaları lâzım gelir. Mesela Felemenkli doktor Duzinin siyeri içinde, o kadar tehlikeli ve İslâm ile kabil-i te’lif olmayan şeyler var ki, bunları ancak erbabı bilir. Buna karşı yazılan reddiyeler de, herkesin eline geçerde okuyabilirmi? O da ayrı bir dert. Binaenaleyh, ben Arabçayı ana dili gibi bilirim demek de fayda vermez. Ebu Cehil, Ebu Leheb, ve emsali de Arabçayı pek iyi bilirlerdi amma, ahkam çıkarmaya muktedir müctehidin-i ızam ve ayardaki kimselerin tefsirleri gibi, bunları bilmiyenlerin, Kur’anı tefsire kalkmaları caiz değildir. Buradaki nehiyden murad da budur. Onikincisi: (Süâl-ül-mal) (S) İhtiyaç ve zarureti olmayan kimselerin başkalarından mal ve menfeat-i dünyeviye taleb vesüâl etmesi haramdır. Mehmed Zahid Kotku 425 Mevki, me’muriyet, makam istemek ve böyledir. Ve bu istemek yalnız mala münhasır olmayıb, başkalarından hizmet beklemek ve istemek de böyledir. Hususan, sabilerden yani ufak çocuklardan, başkalarının hizmetkarlarından, hizmet istemek hiç caiz değildir. Kendi çocuğunu hizmette kullanabilir. Hasta veya ma’lül olup da çalışmaya gücü yetmeyen ve bir günlük yiyeceği bulunmayan kimse, başkalarından sadaka ve saire istemesi caizdir. “Ev işlerinde hanımefendi, yetişkin talebesini işinde kullanabilir, fakat henüz büluğa erişmemiş talebeyi, ancak velisinin izniyle işinde kullanabilir.” En kabih ve çirkin isteme ise; Allah için veya Allah rızası için istemekdir ki, bu gibilere la’netle duâ etmişlerdir. Kadının kocasından sebeb-i şer’i olmaksızın boşanmasını istemesi de, böylece haramdır; Haram olan isteklerindendir. Onücüncüsü: (Süâl-ül Avâmin ammâ la Yeblüğü Fehmühüm) (S) Avamü-nâsın, akıl ve fehimleri ermiyen şeylerden sormaları câiz değildir, haramdır. Allahü Teâlânın zatından, kaza ve kaderden ve bunlara benzer şeylerden sormak da böylece günahdır. Ve hem de sormakta fayda da yokdur. Belki zarar vardır. Aklın ermediği herşey de böyledir. Aklın ermediği saati bile karıştırırsan bozarsın. Bazan da ta’mir kabul etmez, zarar görürsün, buna kıyas eyle. Ondördüncüsü: (Kelâmü Zi’l-lisâneyn) Aralarında adâvet olan iki kimseye gidib, lakırdı söylemeye derler. Bu da bir kaç veçhiledir. Birincisi, herbir hasma gidip, onların herbirine, kendi muradlarına muvâfık söz söylemekle olur. Mü’minlere Va’zlar 426 İkincisi, herbirisinin lakırdısını diğerine nakil ve ifade ile olur. Üçüncüsü de, herbirerlerinin yekdiğerlerine ettikleri adavette haklı olduklarını söylemekle ve herbirisine yardım ederim, diye va’d etmekle olur. Bu da nifakı icab eder. Bunların cümlesi haram ve günahdır. Böyle iki yüzlü insanlar, kıyamet gününde ateşden iki dilli olarak cezalanacaklardır. Yani iki yüzlülük yapanların cezaları da, o nisbette büyük olur. Onbeşincisi: (Eş-Şefaat’ü-Seyyietü) (S) Kötülük eden insana şefaat edip, veya adeta hakkında icrası lâzım gelen cezadan kurtarmak, veya kötülük eden kimseye mutlaka sahabet edib himaye etmek haramdır. Mesela; hırsız veya serhoşun kabahatleri tebeyyün ettikten sonra, bunlara şefaat etmek hem haram hem de günahdır. Zira bunlara şefaat, bu gibi fenalıkların çoğalmasına sebeb olacağı gibi, (Allah-ü Teâlâ)nın da emirlerine muhalefet etmekdir. Halbuki; bunun yerine iyi güzel şeylere şefaat, daha a’la ve evladır. Bir adamın kadılığa, hakimliğe ve mal-i vakıf ve mal-iyetim üzerine ta’yini için şefaatte bulunmak, şefaat-i seyyiedendir. Ve ehli olmayan kimseye imametlik, müezzinlik ve müderrislik ve buna benzer işlerin verilmesi için, şefaatte bulunmak şefaat-i seyyiedendir. Zira sebebi cehilden ve dünyevi tama’dan ve şeriat-i mutahhereyi mübalatsız, ehemmiyetsiz görmek demekdir. Akrabay-ı teallükatına muhabbetinden naşi, layık olmadıkları halde, onlara vazife bulmak gayreti yerine, Cenâb-ı Hakdan sevab murad etmek hususunda, insan kendi nefsine muhabbet etmek daha evla ve âladır. Şefaat-i seyyieler, mezmum, haram ve günah Mehmed Zahid Kotku 427 olmakla, şefaat-i haseneler de makbul ve memduh ve ayni zamanda sevablıdır. Yalnız insanın yapdığı şefaatin, hayırlı veya seyyielimi olduğunu idrak etmesi lâzımdır. Bu feraseti olmazsa, yani hayır ile şerri ayırd edemezse, iş tehlikeli olur. Sakın sen deme ki, hayır ile şer bilinmez mi? Evet bu gün hepimizin gözü önündedir ki, yüzde yüz şer olan tarafa, insanların nasıl akın ettikleri pek açıkca görülmekte olduğundan, meselenin ehemmiyeti o nisbette büyümekte, ve bazılarının şerre hayır demekten çekinmedikleri meydandadır. Bir misal de, kanunen suç sayılıp hapse atılanların, nasıl afv edilip, hapisden çıkarıldıkları da, ma’lum ve meşhurdur. Ya Rab bizleri hakkı hak bilip hakka uyanlardan, ve batılı batıl bilip onlardan ictinab edenlerden eyle, amin. Onaltıncısı: (Gılzat-ül-Ke’lam) Nas ile kelam eder ve onlara nasihat ederken, rıfk ile söz söylemeyip de, unf ile, şiddetle, sertlikle söylemek haramdır. Hususiyle kalabalık mahalde olursa, ırz ve namusu haleldar edici, incitici ve eza verici, sözlerden son derece sakınmak lâzımdır. Lakin, kefereye, zalimlere, ehl-i bid’ate, rıfk ile muamele fayda vermezse, o zaman sertce, ağır ve acı konuşmak caizdir demişlerdir. Ve Cenâb-ı Hakk’ın emri de "vağluz alayhim" böyledir. Bunlara merhamet etmek, acımak, şefkat ve şefaat de caiz değildir. Çünkü cibilliyet denilen huy, daima iktizasını yapmaktan çekinmez. Bu suretle de cemiyet, bunların yüzünden her zaman rahatsız olur. Bunlardan başka yerlerde, tatlı dilli, güleryüzlü olmak müstehabdır. Zira Resulü Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) efendimize, bir zat sordu ki, Cennete girmeyi mucib olan şeyler nelerdir? Efendimiz cevaben "it’âmuttaâm ve ifşâü’s Selâm ve hüsnü kelâm" buyurdular. Mü’minlere Va’zlar 428 Sofrası açık olup fukaraya, yolculara ve dostlarına daima yemek yedirmek ve bilip bilmediği herkese selâm vermek ve konuşurken tatlıdil, güleryüz ve güzel sözlü olmaktır. Cenâb-ı Hak cümlemize böyle olmak nasib ve müyesser eylesin, amin. Onyedincisi: (Et-Tekellümü Indel-ezan) (S) Ezân ve ikâmet zamanlarında, zaruretsiz olarak kelâm söylemek, hatta her şeyi bırakıp Kur’ân bile okuyorsa, durub dinlemek lâzım iken, bunları yapmazsa haramdır. Ezan ve ikameti dinleyen kimseye selâm vermek bile caiz değildir. Selâm verseler de, “aleyküm selâm” demenin vacib olub olmadığı ihtilaflıdır. Ezanı işiten kimseye, müezzinin dediğini demek lâzımdır. Ve bu da hemen camiye gitmekle olur. Ezan-ı Muhammedi şiar-ı İslâmiyeden pek mühim bir mevkî işgal eder. Ona hürmet ve saygı gösterenler, büyük mükafatlara nail olurlar. Bayezid-î Bestami hazretlerinin zamanında, ümmi bir demircinin kutubluğu tahakkuk etmiş. Bayezid hazretleri de bu zata sormuş ki. Bu devlete ne sebeble nail oldun? Cevaben, Ezan-ı Muhammedi okunurken, çekici elimde kaldırmış olduğum halde ezan bitinceye kadar elimi indirmez öylece dururdum. O ağır topuzu böylece muhafaza ettiğimin mükafatı olsa gerekdir” demiş. Ve bir de, Mekke-i Mükerremeye gelen suyu halife Harunü-l Reşidin karısı Zübeyde hatun getirtmiş. Kendisini cennette görmüşler, — Bu mükafata ne sebeb oldu demişler. Cevaben o da, — O suyun gelmesi için çalışan işçileri, bir gün ezan okunurken sükuta da’vet ettim ve işi durdurdum, işte buna mukabil bu devlete nail oldum demişdir. Yani bugün Mekke-i Mehmed Zahid Kotku 429 Mükerremeyi sulayan suyun getirilmesinden değilde, ezan-ı Muhammediyeye olan saygı ve hürmetten naşi olduğunu bildirmek istemişlerdir. Cenâb-ı Hak da bizleri, dinimize ve bâhusus ezanlarımıza hürmet ve saygı gösterenlerden etsin amin. Onsekizincisi: (Et-Tekellümü inde-I Cimâ) Hanımıyla muâmeley-i cinsiyye esnasında konuşmak, gülmek, günah-ı seğairdendir. Zira bu esnada dünyaya gelmesi muhtemel olan evladın, o andaki hadiselerle alâkalı olarak teşebbül etmesi, dolayısıyla evlatların iyi veya kötü olmaları, ana ve babanın o andaki durumlarına bağlıdır. O anda ana ve baba eğer huzur içinde bulunabilirlerse, evlad evliya olur demişlerdir. Mescidde, cenaze arkasında, helada, söz söylemek de caiz değildir. Cima anında söz söylemek, çocuğun dilsiz olmasına iffet yerlerine bakmak da, yine çocuğun kör olmasına sebeb olduğu gibi, unutganlık getirmeğe de sebebdir derler. Ondokuzuncusu: (Et- Tekellümü ınde Kırâeti Kur’ani) (S) Kur’an okunurken konuşmak haramdır. Zirâ, Kur’anı dinlemek ve süküt üzere olmak vâcibdir. Kur’an-ı Azimüş-şanı okumak sünnet, dinlemek ise farzdır. Yani farzı kifayedir. Ma’nasını ister bilsin, ister bilmesin, ister namazda ister namaz haricinde olsun, dinlemek borçtur. Ve lâkin insanlar işleriyle meşgul iken birisi Kur’an okusa, bunun günahı okuyana aittir. Amma Kur’an okunurken işiyle meşgul olup da, Kur’anı dinlemese, günahı sonradan işe başlayanın üzerinedir. Cehren Kur’an okuyanlara selâm vermek mekruh olduğu gibi, ilim müzakere edenlere de selam vermek mekruhdur. Farzı kifayelerde, bazılarının din- Mü’minlere Va’zlar 430 lemesiyle diğerlerinden günah sakıt olursada, dinlememek herhalde müslümana yakışmaz. Cenaze namazları da böyledir. Bazılarının kılmasıyla diğerlerinden sakıt olsa dahi, karşıdan seyre bakar gibi seyirci olmak, doğrusu hiç bir müslümana yakışmaz. Ayakkabıyı çıkarmak yok, rükü ve secde de yok, hani nerede o yenilikciler? Yirmincisi: (Kesretü-l Yemin) (S) Yemin etmek, haddi zatında çok küçüklükdür. İnsan ne diye yemin etsin. Doğru sözlü bir kişi, yemin etmeye neden macbur olsun. Yemin kendini bilmeyen zuafa takımı içindir. Kendisini bilen kolayca yemin etmez. Vakıa Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de yemin etmişlerdir. Fekat onların yemini bizim gibi değil, "Nefsim yed-i kudretinde olan Allah hakkı için" gibi cümleler kullanırlardı. Bazı kimselerin verdikleri binlerce lira için, isbat hususunda yemin teklif olunduğu halde, Cenâb-ı Hakkın ism-i şerifine hürmeten ve ta’zimen yemin etmedikleri ve (yanarsa param yansın ben Allahın ismini dünya metaına değişemem”) dedikleri çok görülmüşdür. Öyle sokak ve pazar satıcılarının, (Allah muhafaza buyursun) bol bol yemin ettikleri, hep cehalet eseridir. Ve bu yemin edenlerin ekserisi, sahtekarca yemin ettiklerinden ötürü, onlardan alış veriş etmemek daha evladır. Yirmibirincisi: (Süalü-I Emâretü vel-Kuzatü ve-s Şefaatü leha) (S) Cah, mansıb ve kadılık istemek, ve bunlar için şefaat etmek haramdır. Ve bazıları buna günah-ı kebâir de demişlerdir. Bu gibi vazifeler, me’murları tarafından seçilerek, sana şu vazifeyi veriyoruz, derler. Cenâb-ı Hak tarafından takdir edilen iş ne kadar ağır olursa olsun (Allahü Teâlâ)nın yardımıyla onu pek güzel yapar. Lâkin kendi arzusuyla bir yere gelirse, kendi Mehmed Zahid Kotku 431 haline bırakılır ve hakkın ona yardımı olmaz. Emirliğin evveli nedamet, ortası garamet, sonu da yevmi kıyamette azabtır. Yani me’muriyet esnasında kılamadığı namazları, tutamadığı orucları, hacları ve sair zimmetine geçirdiği borçları, ödemek külfetine ma’ruz kalır. Velhasıl her istemek memnudur, bâhusus me’muriyet istemek en fena şeydir. Yirmiikincisi: (ihafetü mü’min) (S) Her ne suretle olursa olsun bir mü’mini korkutmak, ve istemediği şeyi zorla yapdırmaya çalışmak günahdır. Zorla malını sattırmak ve zorla kızını başkasına nikâh ettirmek gibi. Herkim bir müslümanı haksız yere korkutursa, Cenâb-ı Hak kıyamet gününde onu korkutur. Bu cihettendir ki bir mü’minin, velev şaka kabilinden olsa dahi, onun abasını, kebesini, ayakkabısını saklamak da bu kabildendir. Yirmiüçüncüsü: (Es-süâlü an hallin ve tahâretin) Herhangi birşeyin, helâl ve haram veyâ temiz veyâ necis olup olmadığını, meydanda bir emâre ve alâmet olmadan, kendisinin çok inceleyen eshâb-ı vera’dan olduğunu his ettirmek için, ev sahıbinden veyâ mal sahıbinden, o şeyin temizliği, pisliği ve helallığı hakkında sorgu sormak haramdır. Çünkü eşyada asıl olan teharettir. Ve bu kaideye riâyet lâzım edendir. Mesela, bir mü’minin sattığı malın veya hediye ettiği şeyin hal ve şanından süal etmek, veya da’vet eden kimsenin taamının helâl ve haramlığını araştırmak, veya kendisine içmek için veya abdest almak için aldığı suyun temiz olup olmadığını, veya seccadenin teharetinden sormak caiz değildir. Eshab-ı kiram hazratının i’timad ettikleri gibi. Ve lâkin fiskı zahir olan kimsenin eşyasından sormak ve ihtiyat etmek evladır demişlerdir. Mü’minlere Va’zlar 432 Yirmidördüncüsü: (El-Mizâhü ve-I Medh) Âhar kimse ile latife etmek, şakalaşmak, ve yine her kimseyi medh veyâ zem etmek haramdır. Mizah haddizatında mübahdır, amma latifede yalan olur ve ahari korkuya düşürürse, o vakit caiz değildir. Başkasının ayakkabısını veya ceketini saklamak gibi ki adam eşyasının çalındığını zan ederek korkması nevinden şeyler. Birisini medh etmek beş şarta bağlıdır. 1- İnsana kendi nefsini, evladü-iyalini, ana ve babasını, akrabasını, talebelerini ve eserlerini, medh etmek doğru değildir. 2- Medh ederken ifrat derecede mübalağa etmek, yalan ve riya karıştırmak, caiz değildir. 3- Medh olunan kimse fasık olmamalıdır. Zira fasıkın medhinden Allahü Teâlâ hazretleri razı olmaz. 4- Medh olunan kimseye kibir, gurur ve ucüb gelmemelidir. Eğer bu hallerden biri olursa o kimseyi helak etmiş olur. 5- Zina ve livataya sebeb olacak halde, onun gençliğinden, güzelliğinden, medhü-sena etmek de caiz değildir. Bunlardan başka, müstesna hallerde caiz ise de, ihtiyatı elden bırakmamak lâzımdır. Ve amma bir kimsenin zemmi, ekseriya yalan ve gıybeti de tazammün edeceğinden, katıyyen caiz değildir, haramdır. Bunun gibi, bir kimsenin yemek ve elbisesinden, hayvan ve evinden, zem etmek de, kibirden neş’et eder olduğundan, katiyyen haram ve caiz değildir. Yirmibeşincisi: (Et- Tekellümü maa şabbetin ecnebiyyeti) (S) Alışveriş ve şehadet gibi zaruret olmadıkca, ecnebi bir hatunla konuşmak haramdır. Mehmed Zahid Kotku 433 Hatta aksırsa dahi ona, (YerhamükaIlah) demek caiz değildir. Ve bunun gibi, ecnebi hatunlara selam vermek, ve selamlarını cehren almak caiz değildir. Amma ol hatun selam verirse, (aleyküm selamı) gizlice söylemek vardır. Allah Teâlâ hazretleri bizleri ve bütün ümmet-i Muhammedi korusun amin. Genç bir kadının, yine genç bir erkekle konuşması da haramdır. Zira, zinanın birçok öncüleri vardır ki; bunlar, Allah korusun, insanı zinaya sürüklerler. Hiç olmazsa insanı, zina günahına sokarlar. Mesela, erkek ve kadın gözlerinin birbirlerine bakmaları, kulakların birbirlerinin sözlerini dinlemeleri, dillerin birbiriyle konuşmaları, ellerin birbirleriyle tokalaşması, ayakların zina mahalline gitmesi, kalbin, gönlün, nefsin hevasına uyması ve zinayı temenni etmesi, bunların hepisi zinadan ma’duddur. Fercin bunları ya tasdık edib büyük günahlara girmesi, veya salabet-i diniyyesiyle karşı koyup, bu büyük felaketten kurtulması mümkün isede, göz zinası olan erkek ve kadının birbirlerine ne kadar samimi olurlarsa olsunlar bakışları, bilahare büyük felaketler doğurageldiği, her zaman görülegelen hadislerdendir. Konuşmalar ve temaslar da böyledir. İnsan ne kadar mütedeyyin olursa olsun, Hak Teâlâ Hazretleri bu bakışları yasak etmiştir. Elbette bunda bizim bilmediğimiz nice hikmetler vardır. Cahillik yapıpta veya kendine güvenipte, bu emirleri dinlemeyenler; bu bakışlarıyla ve görüşmeleriyle, ne büyük günahlara sebeb olurlar. Bazan kızlıkları da elden gider. Halbuki bugünkü nişanlar, düğünler, merasimler, hep Avrupayı taklidden başka birşey olmadığından, bu gibi mahzurlar, hiç de göz önüne alınmadan, (artık nişanladık ya herşey mübah, gezer tozar eğlenir birbirlerini tanırlar) derken bakarsınız Mü’minlere Va’zlar 434 birgün bir bahane ile ayrılırlar. Bu arada kim bilir ne kadar günahlar kazanılmışdır. Bu konuda pek yakında dinlediğim bir hadiseyi ibret için yazıyorum. Nişanlılar kendi kendileriyle evlenmişler, herşey olub bitmiş, fekat nişan da bozulmuş. Kayınvalide “Ölürümde kızımı bu herife vermem diye tutturmuş.” Halbuki erkek pek müslüman kimse idi. Fekat nefsin o andaki şiddetine tehammül herkes için mümkün olurmu? Fırsat bu fırsat demiş, günahı falan unutmuş, böylece olanda olmuş. Şimdi de ayrılık zaruret olunca, Her ikisi zinadan mahkümdürler. Kanun-ü ilahi cezaları bozar. Meydan deyneği, fakat kim yapacak. Eğer bu işi evliler yapsalardı cezaları recimdir, yani taşlanarak öldürmekdir. Zira iffet, namus, şeref, haysiyet, kadar kıymetli birşey yoktur. Bunların ihlali ölümden beterdir. Onun muhafazasına son derece ehemmiyet verilerek, sebeb yolları kapatılmıştır. Bu bir haksızlık değil, kulun tam bir saâdet ve selameti içindir. İffet elden gittikden sonra yaşamanın hiç bir kıymeti kalmaz. Konya meb’usu Vehbi efendi, “Ahkamı-Kur’aniye” adlı eserinde, bunu pek güzel tavsıf edib demişdir ki, “... kadın, erkek yanında, lodosun karşısındaki kar gibi erir.” Yani lodos denilen sıcak esen rüzgarın, veya güneşin harareti karşısında kar nasıl erirse, kadın da böyledir. Cenâb-ı Hak her yarattığını çeşitli ve müstesna güzellikler, zenginlikler, hünerler ve cazibelerle yaratmışdır ki bunlara tehammül mümkün olmaz. Ancak ve ancak Allahü (Teâlâ) nın emirlerine uyarak, yasaklardan korunup kaçınmak şarttır. Allahü (Teâlâ) hazretleri cümlemizi nefsin, şeytanın, şehvetin ve sevmediği bütün şeylerin tesallutundan muhafaza buyursun ve sevdiği, razı olduğu, hayırlı amelleri de nasib ve müyesser eylesin, amin. Mehmed Zahid Kotku 435 Yirmialtıncısı: (Esselamü ala zimmi) İslâm hukukunda ve İslâmın Fıkhi hükümlerine göre Zimmilere ibtidâen selam vermek haramdır. Zimmi diye İslâm memleketinde oturan ve vergilerini verip kanunlarına tabi gayr-i müslimlerdir. Bunlara selam vermek caiz olmadığı gibi hıristiyan kâfirlere de selam vermek caiz değildir. İhtiyaç anında ise; selam vermekde beis yokdur, demişlersede, o zaman (sabahlar veya akşamları hayrolsun) demek daha ehvendir. Fiskı zahir olan günahkarlara da selam vermek, çalgıcı ve şarkıcılara da selam vermek haramdır. Güvercin uçuran kimseye selam verilmez demişlerdir. Eğer hıristiyan selam verirse, ona yalnız (aleyküm) ile cevab verilir, selam söylenmez. Cenâb-ı Hak cümlemizi uyandırsın amin. Yirmiyedincisi: (Esselâmü alâ Mütegavvıtı) (S) Def-i hâcet eden kimseye, yani (yüz numaradaki halde) selâm vermek câiz değildir. Yalnız oraya girerken (Yâ Rab hubüs ve necisden sana sığınırım) der. Ve heladan çıkarken de bize zarar veren kazuratı giderdiğin ve fayda veren kısmını da alıkoyduğundan dolayı sana hamd eder ve mağfiretini dilerim) dersin ki, bu da bizim için bir borçdur. Çünkü hemen, hayvanlar gibi, ihtiyacını bitirip ayrılmak, onlara mahsustur. İnsan olana bu da bir ni’metdir. Bunun kadrini, kıymetini bilmek lâzımdır. O da, ona hamd ile olur. Allah esirgesin, ya ishal olupta devam etse neticesi ölüm olmaz mı? Kabız olup def-i hacet edemese, yine neticesi vahim olmaz mı? Bu iki felaketten insana emniyet verip sıhhatini muhafaza etmesi, ne büyük devlettir. Onun için şu ufacık duâ çok mudur; Faydası yine bize değil midir? Bevl eden, yani işeyen kimseye de selam vermek ve almak caiz değildir. Mü’minlere Va’zlar 436 Yirmisekizincisi: (Vel-Iznü bimahüve Ma’sıyyetün) Bir adam hanımına, şer’an gitmesi caiz olan yerlerin gayrısına gitmesine izin vermesi haramdır. Mesela; bir hatunun ihtiyacı olmadığı halde evden çıkmasına izin vermesi gibi. Şer ‘an gitmesi caiz olan yerler şunlardır: Anasını, babasını ziyaret etmek, hasta olduklarında onlara bakmak, bir musibet anında ta’ziye etmek, gibi. Koca, karısının muhtaç olduğu mesail-i şer’iyyeyi öğrenmeli veya camilere gidib va’z ve nasihat dinlemeleri için çıkmalarına izin verilmişdir. Ebelerin ve cenaze yıkayan hanımların da cenaze yıkamak için çıkmalarına müsaade vardır. Hacca gidecek hanımların yanlarında mahremlerinden biri bulunduğu halde gitmelerine müsaade vardır. Mahremleri, babası, ağabeysi, kardeşi, amcası, dayısı, gibi mütedeyyin oldukları takdirde, bunlarla hacca gitmeleri caizdir. Mahremsiz olarak diğer kadınlarla birlikde gitmeleri, katıyyen caiz değildir. Hele ikinci hac, mahremsiz katiyyen caiz değildir. Bu cihet dört mezhebde de haramdır. Cenâb-ı Hak bu gibi kadınlara insaf versin. Evinin çarşı işlerini görecek kimsesi olmayan hanımların da, ev ihtiyaçları için çıkmağa izin vardır. Bunlardan başka bir şekilde, hanım efendilerin sokağa, çarşı ve pazara, çıkmaları münasib görülmemişdir. Hele bugünlerde görülen hadiseler çok acıdır. Beyefendi evinin masraf parasını hanımefendiye verir, kendisi evinin ihtiyacıyla hiç de alakalanmaz. Hanımefendi çarşı pazar yiyecek, giyecek neler lâzımsa alır getirir. Halbuki bu hiç de doğru değildir. Evin erkeğine de yakışmaz, erkekliğe de. Erkeğin vazifesi, bütün dış işlerini temamıyla yapmak ve hanımefendi de, iç işlerini yapmakla memurdurlar. Dışarı işlerdi de hanımın üzerine yüklendiği vakit, işler tersine gider vesselam. Bu ise hem ayıp, hem de günahtır. Mehmed Zahid Kotku 437 Yirmidokuzuncusu: (Vet - Tenâci (S) Üç kişi bir yerde otururken, ikisi bir araya gelib üçüncüden gizli birşeyler konuşmaları haramdır. Cemaat dört, beş kişi veya daha fazla olursa; beis yokdur demişlerse de, yine gizli konuşmalar, ekseriya insanları huylandırır. Evhama ve hayâlâta kaptırır. Mahzun ve mükedder olmasına sebeb olur. Hele bulundukları yerlerden bazı kimseleri dışarı çıkarmak çok ayıptır. İki yabancı kadın bir yerde bulundukdan sonra, birisi kocasına veya başka bir erkeğe onu anlatması, vasf etmesi, de haramdır. Bu sebebden namuslu, iffetli, hanımların kendilerini facire, fasika, olan mesturesiz, namazsız, niyazsız, kadınlara da göstermeleri caiz değildir. Hele hıristiyan kadınlarına görünmek, hiç de caiz değildir. Bakınız müslümanlık, hanımları nasıl vikâye etmektedir. Bunun iki mahzuru vardır.: Birisi “üzüm üzüme baka baka kararır” derler. Yani Hıristiyanlık adet ve ananesi, yavaş yavaş içimize işler demekdir. Çünkü bir müddet sonra birde bakarsınız ki, sanki bizim eskiden halimizmiş gibi sarılırız. Sonra bir daha ondan ayrılmamız da mümkün olmaz. Bugünkü adetlerimizin çoğu da onlardan geçmedir. Kırk mevlüdünden tutunda bütün nişan, evlenme ve düğünlerdeki bütün çirkinlikler, içkiler hep onlardan geçen adetlerdendir. Onun için hakiki bir müslümanın hıristiyanlarla dostluk kurması ve onların evlerine gidib gelmeler, dine de dünyaya da büyük zararlar getirir. İkincisi de; dinine çok zararlı olur. Onların üzerindeki küfrün zulmeti imanın nurunu söndürmeye çalışır. Karanlık basınca aydınlık nasıl ğayb olursa, insan farkına bile varmadan, küfrün usûl ve ananelerini benimsemeye başlamaz mı? Efendim şöyle sadıklar, şöyle çalışırlar, yalan felan bilmezler, işleri gayet intizam dahilindedir, kimseyi aldatmayı Mü’minlere Va’zlar 438 bilmezler, daha neler neler. Sanki bizler onların yanında bir hiçden ibaretiz. Allah korusun, bunlar hep müslüman kaidelerine uymamanın cezasıdır. Otuzuncusu: (İftitâhu ednâ ınde kelâm-i a’lâ) (S) Bir meclisde âlim ve fâzıl kimseler varken, onlardan evvel ednâ olan kimselerin söze başlamaları haramdır. Hocasının yanında talebenin, Şeyhinin yanında dervişin konuşmaları, hatta ustanın yanında çırağın da konuşması böylece memnudur. Zira meclisleri tezyin, ulema ve fudalanın hakkıdır. Cahil ve edna olanlara, süküt edib onları dinlemek yakışır. Alimin yerine cahilin, üstadın yerine talebenin şeyhın yerine dervişin, oturması da yasaktır. Bunların sözlerini red etmek, yolda giderken önlerine geçmek, onlardan izinsiz söz söylemek ve yanlarında fazlaca oturmak, konuşmak, melalet anlarında onlara sorgu sormak, kapılarını çalmak, ve her ne suretle olursa olsun onları rahatsız etmek, incitmek caiz değildir. Gerek taleb-i ulum ve gerekse dervişane yakışan, ustazlarının rızasını kazanmak ve herbir emirlerine imtisal edib müsareat etmek lâzımdır. Hatta büyüklerin bulunduğu yerde, birde, “efendim namaz vakti geldi geçiyor”, gibi sözler söylemek, edebe muhalifdir. Otuzbirincisi: (Ve kelamü’d-dünya ba’de TuIûülfecri) (M) Sabahın şafak vakti doğdukdan sonra, sabah namazını kılıncaya kadar dünya kelamı etmek haramdır, Mekruhdur. Çünkü bu vakit mübarek bir vakitdir. ZikruIlah ve tefekkür ile geçirilecek bir zaman iken, bunlarla iştigal etmeyip de, dünya kelamı etmek, vakt-i mübareki zayî etmek demekdir. Helada ve kazay-i hacet sırasında ve bevl esnasında söz söylemek de mekruhdur. Zira bunlar hakkında nehiy vardır. Mehmed Zahid Kotku 439 Otuzikincisi: (Ve kat’i-kelam ğayrihi) (M) Başka bir kimse konuşurken lakırdısını kesmek, yahud kendi konuşup dururken birdenbire kelamını kesmek ve bunun gibi şeyleri zaruretsiz yapmak mekruhtur. Hususen, kitab ve fıkıh okurken bunları kestirmek, daha ziyade mekruhtur. Hatta bu haldeki kimselere selam vermek bile mekruhtur. Kur’an okuyan ve duâ eden, tefsir ve hadis okutan ve nâsa hıtab eden kimseki, (bu Cum’a hutbesi gibi değil, bazı ihtiyaç sebebiyle bugün bizim konferans dediğimiz konuşma olsa gerek) bu esnada bir şahsa iltifat edib, havayic-i beytiyesinden birşey emr etmiş olsa, zaruret olmayan yerlerde bunlar dahi caiz olmayıp, ders meclisinde va’z meclisinde oturan kimselerin dahi sükut üzere olmaları, başkalarıyla lakırdı etmeleri caiz değildir. Bu da su-i edebtir. Saygısızlıktır. Maalesef bazı kendini beğenenlerin ve laf sevenlerin adetleridir. Çok fenadır. Otuzüçüncüsü: (Ve reddü tabiin, kelame metbuihi (K) Metbuun kelâmını, tâbi olan kimsenin red etmesi ve ona mukabele edip, muhalefet etmesi haramdır, günah-ı kebâirdendir. Bu redd-i kelâm, tâbi olduğu insanın dediğinin zıddını yapmak, veyahud meşru olan emirde onun kelâmını kabul etmemek, ve ona itaat eylememekle olur. Raiyyenin yani halkın, vali, kadı ve sultanın meşru olan emirlerine itaati kabul etmemek ve bunların yasaklarından sakınmamak gibi, evlad anasının ve babasının ve köle efendisinin, talebe hocasının, kadın kocasının, cahiller alimlerin sözlerini tutmamaları da böyledir. Böyle hareket eden kimseleri şer’an ta’zir lâzım gelir demişler. Mü’minlere Va’zlar 440 AMMA ÂFÂT EL-YED İLLETİ BA’DUHA KEBÂİRİ VE BA’DUHA SAĞÂİRİ VE BA’DUHA MEKRUHUN GAYRİ MÂ ZÜKERRE FİL KEBÂİRİ VES-SAGAİRİ Bunlar da 33 tanedir. El ile ma’sıyet ki; zikr olunduğu vechile kalb ve lisan ile olan kebâir ve sağairin ğayri ile olarak burada zikr olunan ma’sıyatin adedi 33 tanedir. Bazısı kebâir, bazısı seğair ve bazısı da mekruhdur. Birincisi: (Nebş’ül-kabri) (K) Meyit kabre defn olundukdan sonra kefenini almak veya başka bir sebeble ol meyvitin kabrini açmak, günah-ı kebâirdendir. Burada meyyitin hukukuna riayetsizlik vardır. Bir meyit kabre defn olunduktan sonra, aradan gerek az ve gerekse çok zaman geçmiş olsun özür olmadıkça, kabrin açılması caiz değildi. Hâmile hâtun defn olundukdan sonra, karnındaki çocuğun diri olduğu bilinirse, kabir açılıp o kadının karnından çocuğun çıkarılması caizdir. Ölü başkasının mülküne izinsiz olarak gömülürse, mülk sahibi muhayyerdir. İsterse onu mülkünden çıkartır. İsterse kabri düzeltir, üzerine ekin eker. Amma meyyit toprak olduktan sonra, o kabre başkasının defni caiz olur. Ve üzerine ekin ekmek, bina yapmak da caizdir demişler. İkincisi: (El-Ğululü) Gulul diye, müslüman gazilerinin hakkı tealluk eden ganimet malından almağa derler ki, hıyânetlikdir ve günâh-ı kebâirdendir. Bir nevi hırsızlıktır. Bir adama emanet olarak verilen maldan veya paradan, vakıf maldan ve yetim malından, almak da haramdır. Her ne kadar az da olsa caiz değildir. Mehmed Zahid Kotku 441 Üçüncüsü: (Ahzü Zekât ve Fitretü) (K) Muhtaç olmayan kimsenin zekât alması, sadaka, fitre ve nezir, kefaret ve lukatayı alması, ve kabul etmesi haramdır. Ve günâh-ı kebâirdendir. Zirâ bunlar fukaranın hakkıdır. Bunları zengin olan ve ihtiyacı olmayan kimselerin alması, fukaranın hakkına tecavüz demektir. Yolda bulunan mahlûkta derler. Sahibi bulunmadığı takdirde beytülmale verilmesi lâzımdır. Dördüncüsü: (Vel-ahzü min vakf-i bâtıl) (S) Bâtıl olan vakıfdan yemek haramdır. Zirâ aslı bâtıl olan şeylerin fer’i ve cüz’ü de haramdır. Mesela, vâkf edenin, ettiği vakfı şarta ve ölümüne izafe etmemesi gibi. Amma vâkıfın mevtine izafe edilirse o zaman vasıyyet hükmünde olur. O zaman ondan yemek caiz olur. Ve vakf edenin şartına uymadan, onun vakfından yemek de caiz olmaz. Çünkü vakf edenin koyduğu şartlar, şeriatin hükümleri ve esasları gibidir. Kimsenin onları değiştirmeye hakları yoktur. Onlara uymak herkes için vacibdir. Hılâfından son derece sakınmak gerektir. Beşincisi: (Ve’ı’tâ-i zekât ilâ usulihi ve füruihi) Bir adam kendi zekâtını, ve sadakay-ı fıtrini, nezir ve kefaretini; kendi usul ve füruuna vermesi yani anası, babası, dedesi, ninesi, evlatları ve torunlarına ve şer’an nafakası üzerine vâcib olanlara vermesi câiz değildir haramdır. Amma fakir olan kardeşine, amca ve dayısına, hala ve teyzesine vermek caizdir. Ve efdaldır. Altıncısı: (Vel-ahzü min beytül-mali) Beytülmalden ihtiyaçdan ziyade para ve mal almak câiz olmaz. Mü’minlere Va’zlar 442 Esasen beytülmalden para almağa ehil olmayanların alması caiz değildir. Akıl hastalarının ve bunakların malını yemek caiz değildir. Yedincisi: (Vel i’tâi Ii’r-Riyâ vel-Ma’sıyeti (K) Riyâ ile, yani gösteriş için verilen sadaka, veyahud ma’siyet için ve ma’sıyet yerlerine harcayacak kimselere, az veyâ çok para vermek haramdır ve günâh-ı, kebâirdendir. Zira onların ma’sıyetlerine yardımdır. Cenâb-ı Hak da, günah yerlere yardım etmekden kullarını men’ etmiştir. Her nevi’ oyun yerlerine ve oyun aletlerine para vermek, hem israfdır, hem de haramdır. Oralara gitmek, ayrıcada günahdır. Riya dedikleri ahlâk, şirk-i hafîden ma’duddur. Ne verdiği paranın, ne kıldığı namazın, ve ne de tuttuğu orucun, ındi - ilahide makbuliyeti olmaz. Sekizincisi: (Ve intiza’u gârimin) Borçlunun firârına sebeb olmak haramdır. Zira alacaklının alacağını ibtale sebeb olur. Bu suretle alacaklıya zulüm etmiş olur. Bunun da haram olduğunda şübhe yoktur. Dokuzuncusu: (Ve teşbik’il-Esâbi’i fil-Mescidi) Gerek mescidde ve gerekse mescide giderken, parmaklarını birbirlerine sokup kilitlemek haramdır. Zira mescide giderken, insan hükmen mescidde gibidir, ve mescidde namazda gibidir. Mescidde ve namazda el kilitlemek şübhesiz caiz değildir. Parmaklarını çıtlatmakta böyledir. Ve bu adet Lut kavminden kalmıştır. "Sizden biriniz abdest alır, ve onu da güzel eder, sonra mescidi kasd ederek evinden çıkarsa, parmaklarını kilitlemesin, çünkü o muhakkak namazdadır" yani namazda gibidir. Allahü a’lem bis-sevab. Onuncusu: (Ve Messü Hâizin ve Nüfesâe ve Muhdisin bil-Kur’âni) (S) Hayız ve loğusa olan kadınların, ve abdesti Mehmed Zahid Kotku 443 olmayanların, mushaf-ı şerifi tutmaları ve dokunmaları câiz değildir. Ayet-i Kur’aniye yazılı olan şeyleri dahi, tutmak ve yapışmak da böyledir. Yani caiz değildir, haramdır. âyet yazılı levhaları tutmak da böylece haramdır. Zira Kur’an-ı Azimüş’şanı ancak temiz, tahir ve abdestli olanlar tutabilirler. Başkaları için caiz olmaz. Ve böyle âyet yazılı şeylerle helaya girmekde caiz değildir. Onbirincisi: (Ve ahzü mal-i Gayrin bilâ iznihi) (S) Bir kimsenin izni olmaksızın faydalanıp, sonra yerine vermek üzere malını almak haramdır. Velevki o mala noksan gelmese bile yine haramdır. Mesela odun kesmek için baltasını almak, yükünü taşımak için hayvanını almak, başkasının ayakkabısının giymek gibi. Zira bunlar mal sahibinin türlü türlü vesveselerine sebeb olur. Bu da tabii caiz olmayan birşeydir. "Âgâh ve mütenebbih olunuz da, birbirlerinize zulm etmeyiniz. Ve iyi biliniz ki hiç bir müslimin malı diğerine helal olmaz. Ancak kendisinin rızası ve izni ve hoşnutluğu ile olur" buyurulmuştur. Onikincisi: (Vel-kazeu) (S) (Kaza’) diye insanın başının bazı yerini tıraş edip bazı yerini etmemeğe derler ki; haramdır. Bu rafızilerin adetidir ve bidattir. Zira "başınızdaki saçları, ya temâmen kesdiriniz veyâ temâmen bırakınız, bazısını kesib bazısını bırakmak bidattir" buyurulmuş ve nehy edilmişdir. Kadınlar başlarını, erkekler sakallarını tıraş ettirmeleri ve sakalın bir kabzasından azını kesmeleri haramdır. Kadınların saçlarını kesmeleri kocalarının izni ve arzusuyla da olsa yine haramdır. Çünkü masiyettir. Ve masiyete izindir. Binaenaleyh iznin kıymeti yoktur. Kadınların saçlarını kesmeleri, bir adamın Mü’minlere Va’zlar 444 elini ve burnunu kesmek gibidir. Tırnak kesintilerini ve kesilen kıllar ve tıraş da dökülen saçları helaya atmak, gusülhaneye atmak haramdır. Hastalık zuhurune sebebtir demişlerdir. Onüçüncüsü: (Ve Kat u’ş-Şevketi vel Haşiş’ür-Rutbeteyni ale’I-Kabri) (S) Kabristanda biten yeşil ve taze otları kesip koparmak haramdır. Kabristandaki ağaçları kesmek de böyledir. Zira bunların orada yatan mevtalar için tesbih ettikleri hakkında rivayet vardır. Binaenaleyh onları kesmek, mevtaların tesbihlerini kesmek demektir. Kurularını kesmek caizdir. Ölünün kabrini açmanın haram olduğu tekrar beyan olunur. Ondördüncüsü: (Ve idhalü’l-ısbii fi’d dübüri) (S) İnsan kendi dübrürüne veyâ fercine parmağını sokması haramdır. Velevki istincâ ânında olsun, yine haramdır. Oruçlu olduğu halde parmağını sokarsa orucu bozulur. İadesi lâzımdır. Bazı ulemaya göre gusül bile icab eder demişlerdir. Bazı ulemaya göre ise (oruç da bozulmaz, gusül de icab etmez) demişlerdir. Velakin ihtilafdan sakınmak lâzımdır. İstinca zamanında sağ eli kullanmak da caiz değildir. Sümkürmek de böyledir. Sağ eli hiç bir zaman münasebetsiz işlerde kullanmamalı ve kirli, pis ve necis şeyleri, daima sol el ile yapıp, sağ eli yemek içmek ve Mushaf’ı Şerif gibi şeyleri tutmakda kullanmalıdır. Elbise ve ayakkabılarını giyerken de sağdan başlamak, çıkarırken de soldan çıkarmak adabdandır. Onbeşincisi: (Vel-imsâkü an Halâsı’I-Mazlumi ınde’IKudreti) (S) Bir mazlumu, zâlimden kurtarmaya, kudreti varken, kurtarmakdan nefsini alıkoymak, yani kurtarmamak haramdır. (Kişi kardeşine zalim de olsa, mazlum da olsa herhalde yardım etsin. Zalim ise onu zulümden-men’ etsin, Mehmed Zahid Kotku 445 ki ona yardımdır. Mazlum ise, ona da yardım etsin). Bunu yapmamak elbette hem insanlığa hem de müslümanlığa yakışmayan bir çirkinliktir. Onaltıncısı: (Vel-imsâkü an Kassü’I-Ezfâr) Tırnaklarını uzatıb kesmemek mekruhdur. Ve hem de o kimselere fakirlik iras eder. Hem de şeytanların oralara yerleşip oturmalarına sebeb olur. Ve dahi "Herkim koltuklarının altını temizlemezse, tırnaklarını kesmezse, bıyıklarını kısaltmazsa o kimse bizden değildir" yani, benim sünnetlerimi işlemeyenler benim has ümmetimden olamazlar, buyurulmuştur. Onyedincisi: (Vel-imsâkü an Kesri Tanbur ve sâir Alât-i lehvin ındel Kudreti) (S) Tanbur ve sâir âlat-i lehvi kırıp iptâl etme’ye kudreti olan kimsenin, bunları kırıp iptal etmemeleri haramdır. Mesela; içki içen müslümanın içkisini dökmeğe iktidarı olan kimsenin, o içkiyi dökmekten çekinmesi de haramdır. Zimmınin içkisini dökmeye hakkımız yoktur. Kim dökerse, ödemesi lâzımdır. Amma müslümanın içkisini dökse birşey lâzım gelmez. Onsekizincisi: (Vel-imsâkü an Ref’ıl-lakiti vel-Iükati) Yolda bulduğu çocuğu veya malı, zayı olur korkusu olduğu halde, bunları alıp kaldırmamak haramdır. Lekit diye yolda bulunan çocuğa, lükata da yine bulunan mala denir. Yolda böyle birşey bulup da almadığı takdirde zayı olacağını anlarsa, o zaman bunları alıp kaldırmak ve ilan edip sahibini aramak, bulunmadığı takdirde de beytülmale teslim etmek lâzım gelir. Hemen bulması sebebiyle, o mal o adama helâl olmaz. Yemek veya giymek caiz değildir. Eğer bulan fakir ise Mü’minlere Va’zlar 446 kendisinin faydalanması caiz olduğu gibi, başka fakire vermesi de caizdir demişlerdir .. Ondokuzuncusu: Vel-imsâkü an Refi’z-Zâlimi vel-hayvan) Her nerede olursa olsun zâlimin zulmünden, ve hayvanatı da, aharın malını ve nefsini telef etmekden ref’ ve men’ etmeğe kudreti varken, ref’ ve men, etmemesi haramdır. Mal ve nefsini batmakdan, suya düşüp boğulmaktan, veya yükseklerden düşüp helak olmaktan, muhafaza etmemesi de haramdır. Hatta namazda, dirhem mikdarı kıymeti olan birşeyin çalındığını gördüğü zaman, namazı bozup o malı hırsıza kaptırmamak lâzımdır. Bir hıristiyan, müslüman olmasını istediği zaman, namazda olsa dahi, derhal namazı bozup o zimmi hıristiyana iman ve İslâmı telkin etmek lâzımdır. Üç kuruş kıymeti olan birşeyin ateşten kurtulması, veya suya düşüp ğayıb olmasından korkulduğu zaman, namazı bozmak caizdir demişlerdir, O zamanki üç kuruş herhalde bugünkü beş on lira demektir. Görüyor musunuz? Malın ve canın muhafazasına ne kadar önem verilmiştir. Halbuki bugün eğlence yerlerinde harcanan ve tamamıyla israf olan paraların, nasıl zayı olduğu çok açık bir şekilde görülmektedir. Bu paraların, memleket faydalarına harcanması ne kadar yerinde olurdu. Ve bunun yapılmaması, sırf ahlâk düzenimizin bozuk olduğunu göstermezmi? Yirmincisi: Vel-imsâkü an Keffi’s-Sıbyân vel Mevâşi (S) Güneş battıktan sonra kız ve erkek çocukları, buzağı, oğlak ve kuzu gibi hayvanları içeriye almamak haramdır. Onları vikaye ve muhafaza bakımından borcumuzdur. Yirmibirincisi: Ve Hatemün lir-Ricâli biğayrı’I-fıddâ-i (M) Erkeklere dirhem mikdarından az gümüşün gayrısından yüzük ittihaz etmek haramdır. Altından, demirden, kalaydan, pirinçden yüzük yaptırmak gibi, bunlar da haram- Mehmed Zahid Kotku 447 dır. Demirden yüzük ehl-i cehennemin ziyneti olduğu gibi altın yüzük ise ehl-i cennetin ziyneti olduğundan, dünyada mu’minlere haram kılındı ki, ahirette bu ni’metten mahrum olmasınlar . Fakat yüzük hakkında muteber olan halkasıdır. Kaşı ta’bir olunan üst kısmı zümrütten, yakuttan, elmas ve sair mücevherattan olsun, onları kullanmak da zarar yoktur. Yalnız kibir ve ğururdan sakınmak lâzımdır. Yüzüğü sağ veya sol parmağa takmakta beis yoktur. Yirmiikincisi: (Vel-imsâkü an iğlâkı’l-Bâbi) (M) Gecenin evvelinde evinin, dükkânının ve odasının kapısını kapamamak haramdır. Zira yabancı, serseri veya hırsızlardan vikaye, ev sahibinin vazifesidir. Bunu ihmal caiz değildir. Sen vazifeni yap, sonra Allah'a emanet et demişlerdir. Yirmiüçüncüsü: (Vel-imsâkü an itfâü’s-Sirâci) Mü’mine, mumunu, kandilini ve her nevi ateşini söndürmemek haramdır. Zira bunlardan her çeşit fenalıklar, ve bâhusus yangın tehlikesi her zaman görülmektedir. Mesela, kontakların açık bırakılan elektrik ceryanlarından neşet ettiği ma’lumdur. Yirmidördüncüsü: (Vel-imsâkü an Tahmiri’l-inâi (M) Akşam olduğunda bütün su, yağ, ve yemek kablarının ağızlarının kapatılmaması da günahdır. Kapatacak birşey yoksa, onların ağızlarına, Besmele-i Şerif ile birer değnek uzatmak gerekdir. Zira senenin bilinmeyen bir gününde, illet, dert, veba, gibi hastalıklar nüzül eder, ve açık kablara tesadüf eder korkusuyla hiç bir gece ve belki de hiç bir zaman kabların ağızlarını açık bırakmamak lâzımdır. Hem sıhhat bakımından hemde adabı İslâmiyeye riayet bakımından evladır. Mü’minlere Va’zlar 448 Yirmibeşincisi: (Ve-ihlâkü Mâli’l-ğayr ve Nakzuhu) (K) Başkasının malını helâk etmek onu bozup yıkmak ve şer’i lüzum olmadığı halde, yine başkasının malını ayıplamak günahdır. Ve hemde günâh-ı kebâirdendir. Aharin malını yakıp helak etmek, evinin veya dükkanının bir tarafını bozup yıkmak, veyahud hayvanının kuyruk ve kulağını kesmek ve ayıplı kılmak gibi; hulasa başkalarının mallarında vech-i şer’i olmaksızın tasarruf caiz değildir. Belki onların mal ve canlarını, kendi malı ve canı gibi muhafaza etmek İslâmın emirlerindendir. Mehmed Zahid Kotku 449 VE AMMA AFÂTÜ’L-ÜZÜNİ ELLETİ BAZUHÂ KEBARİÜN VE BAZUHÂ SEĞÂİRÜN FE HİYE İSNA AŞERETİ Yani amma kulak ile olan günahlar kebâir ve seğair olarak on ikidir, demekdir. Birincisi: (İstimâ-ul-Gınâ) (K S) Teğanni ile söylenen çalgı ve herşeyi dinlemek fisk, ve ğınâlarla, çalgılarla, telezzüz etmek küfürdür. Bazısı günahın seğairden olduğuna kail olmuşlarsa da, devam ile kebâir olacağında şübhe yoktur. Fakat İmam-ı A’zama göre çalgıyı dinlemek fisk ve onunla telezzüz küfürdür. Yani hoşlanıp daima isteyip durmak, nihayet insanı küfre kadar götürür. Cüneydi - Bağdadi (rahmetullahi aleyh) demişdir ki, Çalgıyı nefsani olarak dinlerler. Fakat zahitlere göre ise mübahtır. Zira bunlar çalgılarla nefsani değil ruhani lezzetler kesb ederler ve mevlaya daha sür’atle giderler. Ariflere göre ise müstehabdır. Zira bunların kalbIeri hayat-ı tıybe nail olmuşlardır. Çalgı, bilakis bunlardaki gönül alemini coşturur. Ve Hakka vuslatlarına sebeb olur. Nisan yağmurunun balığın karnında inci, yılanın karnında zehir olduğu gibi. İkincisi: (Ve istimâu’I-Kur’âni Mimmen yakreü bilahnin ve Hatâin). Lâhin ve hata ile okunan Kur’ân-ı Azimüş-şanı dinlemek de hatadır, günahdır, câiz değildir. Kur’an-ı Kerim’i dinlemek farz-ı kifâyedir. Amma doğru ve güzel güzel lahınsiz ve tegannisiz olursa. Amma lahn ve teğanni ile ve tecvide riayetsiz olarak okunan, ve birde kendini beğendirmek için medlere riayetsizlik yaparsa, o zaman o Kur’anı dinlemek caiz olmaz. Zira (çok Kur’an okuyanlar vardır ki Kur’an onlara la’net eder.) Birisi Kur’ana saygısız olup tecvidine uygun olmayarak Mü’minlere Va’zlar 450 okunursa, biri de, okuyan adama zâlim veya kâzib, “Allahın la’neti yalancılara olsun” diye okuduğu âyetlerin hükmüne müstehak olmuş olacağından kendi kendine la’net etmiş olur. Böyle okunan Kur’anı dinlemek caiz olmaz. Bir de gerek büyük ve gerekse küçük camilerde, sesini boğazını yırtarcasına bağırarak okumak ve zikr etmek de bunları dinlemek de meşru’ değildir. Üçüncüsü: (Ve istimâ’u kelâm-ü şâbbeti ecnebiyyeti) (S) İhtiyaç olmayan yerde genç yabancı bir hâtunun sözlerini dinlemek ve işitmek câiz değildir. Hatta bunlara selam verip, cehren selam almak da caiz olmadığı, yukarıda da zikr olunmuşdu. Bu genç hanımlar aksırmış olsalar bile, onlara “yerhamükallah” demek vacib olmadığı da zikr olunmuştu. Zira selamlar sözleri cezb eder, ve sözler de uzar, muhabbetler teessüs eder ve nihayet işin sonu zinaya kadar gider, demişlerdir. Çünkü gözlerin ma’nalı bakışları, sözlerdeki tatlılıklar, ellerin birbiriyle musafahası, hep zinanın öncüleridir. Binaenaleyh sakınmakdan başka çare yoktur. Kadın eşyaları satanların Allahü Teâlâ yardımcıları olsun. Hele doktorların halleri daha tehlikelidir. Eskiden hanımlar erkekleri yanlarında olmadan doktora çıkmazlardı ve hem de böyle soyunmak falan da yoktu. Dördüncüsü: (Adem-i istimâ’ıl-Kur’ânı) (S) Lahn olmaksızın ve ehlinin okuduğu Kurâ’nı dinlememek haramdır. Okunan Kur’anı dinlemek vacibdir, Farz-ı kifâyedir. Ve büyük ibâdettir. İnsanlar meşgul olduğu zaman, Kur’an okumanın günahı okuyana aittir. Ve lâkin Kura’n okunurken dinlemeyip de işine gitmenin günahı, dinlemeyene ait olduğu ma’lumdur. Kur’an okunduğu vakit, huşu ile onu dinlemeyi, Allah'ü Teâlâ emr etmiştir. Mehmed Zahid Kotku 451 Beşincisi: (Ve Adem-i İstimâ’ül-Hutbetü) Şartlarını uygun olarak okunan hutbeyi dinlememek haramdır. Gerek cuma ve gerek bayram ve gerekse nikâh hutbelerini dinlemek farzdır. Cemaat çok olup ta hutbeyi işitemese bile, yine işitir gibi süküt edip dinlemek lâzımdır . Yanındakilerle konuşmak caiz değildir. Zira hutbe namaz gibidir. Namaz içinde konuşmak haram olduğu gibi, hutbe anında da konuşmak haramdır. "Herkim ki; kıldığı namaz onu fuhşiyattan ve münkerattan nehy ve men etmiyorsa, o kimse ancak Allahü Teâlâdan uzaklığı ziyade eder" Onun için müslüman, çok müteyakkız olup, daima kendini kontrol etmeli ki bakalım Allahü Teâlâ'ya, yakınlık ve rızasına müvafık hareket ediyor mu? yoksa Hakkın ğazabını çekiyor ve onun rahmetinden uzaklaşıyor mu? diye kendini hesaba çekmelidir. Cenb-ı Hak cümlemize uyanıklıklar versin ve rızay-ı bariyi kazanmağa ğayret eden bahtiyarlar zümresine ilhak buyursun amin. Altıncısı: (Ve Adem-i istimâ’ul-Emir vel-kadi velVâlideynine (K), Vâli ve kadının ve ana ve babanın meşru’ olan emirlerine ve nehiylerine itâat etmemek hâramdır, ve günahtır. Hemde günah-ı kebâirdendir. Çünkü bunlara itaati Allahü Teâlâ hazretleri emir buyurmuştur. "Cennete en evvel girecek olanlardan birisi kölelerdir, ki; Allah ve Resulüne ve efendilerine itaat edenler" Binaenaleyh Cennet yolu itaatten, Cehennem yolu da isyanlardan geçmektedir vesselam. Cenâb-ı Hak cümlemizi Hakka ve Resulüne ve ana ve babalarına ve büyüklerine muti olan kullarından eylesin amin. Yedincisi: (Ve ademi İstimâu Hıtabil Üstâzi (K) Bir talabenin, üstâzının sözünü ve hıtabını dinlememesi, haram ve günahı-kebâirdendir. Mü’minlere Va’zlar 452 Dinleyib de mucibiyle amel etmemek de böyledir. Kadının erkeğinin, kölenin efendisinin sözünü dinlememesi ve itaat etmemesi haramdır. Başkasının bazı hatasından naşi özür dilediği zaman, o meşru özrü kabul etmemek de caiz değildir. Yani dilenen özürleri kabul etmelidir. Hatta şeytan aleyhilla’nenin firavnle olan bir konuşması sırasında, "Ey firavn senden, benden daha fena kimse var mıdır?" sorusunun cevabını yine kendisi vererek "evet senden ve benden daha kötüsü ve fenası şu insandır, ki; kendisinden özür dilenildiği halde onu kabul etmeyen" demiştir. Sekizincisi: Ve Adem-i istimâ’ul-Kâdi, Kelâmü’IHasmeyni (K) Kadı zat, yani hakim olan kimse, iki hasmın da’valarını ve ifadelerini güzelce dinleyip de ona göre hüküm vermesi lâzım gelirken, ikisini birden dinlememesi haramdır. Ve günah-ı kebâirdendir. Adalete riayetsizliktir. Tabii bu da haramdır. Dokuzuncusu: (Ve Adem-i istimâ’ul-Müfti Kelâm’elMüstefti) Fetva isteyen veyâ soran bir kimse, velevki miskin de olsa, onun sözünü dinlemek, sorduğu şeye lâyıkı vechile cevab vermemek haramdır, günah-ı kebâirdendir. Tabiidir ki; bu hareketler, ehl-i ilme hiç de yakışmayan hareketlerdir. Zenginlere iltifat edip, fukara ve mesakine ehemmiyet vermemek elbette hiç bir ehl-i ilme yakışan şeylerden değildir. Allah muhafaza buyursun. Onuncusu: (Ve Adem-i İstimâ’u Ülü’I-Emri ve Şekv’elMazIumü) (K) Ülülemr olan zâta mazlumun şevkasını dinlememek haramdır, günâh-ı kebâirdendir. Çünkü zaten vazifesi, mazlumu zalimden kurtarmak ve adaleti te’mindir. Bunu yapmamak tabiatiyle günah olmakla beraber, memleketin asayişi de berbad olur. Gücü yeten her gaddar ve zalim, meydanı boş bulunca neler yapmazlar. Mehmed Zahid Kotku 453 Onbirincisi: Muztar bir halde bulunan ve birgünlük yiyeceği bulunmayan dilencinin sözünü dinlememek de günahdır. Zira müslümana yakışan, muhtaç olduğunu bildiği kimseye yardım edip,hatırını hoş etmek, İslâmın şiarındandır, Bunu yapmamak elbette günahdır. Bâhusus komşu olursa, o zaman daha mühimdir. Çünkü kendisi tok olup da komşusu aç olanlar aleyhinde acı tehdidIer vardır. Onikincisi: Büyüklerin ve zenginlerin zuafâ ve fukarayı hakir görerek, onların sözlerini dinlememesi de günahdır. Zira büyüklüğün ve zenginliğin şanı, fukara ve zuafayı hımaye ve muhafaza, ve onlara iltifat edip gönüllerini almak, ve ihtiyaçlarını gidermektir. Çünkü müslümanlıkta zengin ile fakir, kavi ile zaif müsavidir. Adeta bir cesed ve bir bina gibidirler. Hep birbirilerini desteklemekle mükellef ve muvazzafdırlar. Bunu yapmadıkları takdirde, Cenâb-ı Hakkın kendilerine vermiş olduğu ni’metlere küfran etmiş olurlar. Bunu iyi bilmeli ve unutmamalıdır ki; bu ni’metleri veren hep Allah’dır. Eğer seni de onlar gibi yapsaydı ne gelirdi elinden? Sakın, “ben bilirim, ben yaparım, ben çalışırım,” diye kendini aldatma. Bak o da senin gibi bir insan, hele tımarhanelerdeki zavallıları iyi düşün. Seni zengin eden Allah-ü Teâlâ onu da fakir kılmış, seni kavi ve seni bilgin yapan Allah onu da zaif ve fakir yaratmış, bunları kendinden bilme, sonra pişman, çok pişman olursun. Takdir-i Hudaya razı ol ve o Allah'a çok şükret ki, seni de öyle ele bakanlardan etseydi ne gelirdi elinden? Mü’minlere Va’zlar 454 GÖZ İLE İLGİLİ GÜNAHLAR Gözün âratı da sağâir günahlardan olarak beştir. Birincisi: Fukarâ ve zuafâya hakâret gözüyle bakmak günahdır, kibir alâmetidir. Başkasını hakir görmek, kendisini beğenmekden ve büyük görmekden ileri gelir. Halbuki insana yaraşan, daima kendini hakir görmektir. O gördüğü insan, ister fakir ister miskin olsun. Zira fakirlik yüksek bir mertebedir. Hep büyükler fakirliği ihtiyar etmişlerdir.Zira zenginlikde Cenâb-ı Hakka tam teveccüh kolay olmaz. Çünkü; dünya işleri, onu Hakka yönelmekden alıkoyar. Bununla beraber biraz da zengin olunca; tabiatiyle bir gurur ve bir kibir istila eder. Ondan sonra da kendisini kurtarmak imkanını bulmak çok müşkül mü olur çok müşkül. Bunlar hergün gözlerimizin önünde ceryan etmektedir. Bir de şuda çok dikkat ister "insana şer olarak kâfidir, müslüman bir kardeşini tahkir etmesi" Buna delil isterseniz, İstanbul ve her memleketin semtlerine dikkat ediniz, hiç bir fakir mahallesinde, semtinde, acaba bir zengin evi bulabilir misiniz? Şayet öyle müstesna birkaç eve rastgelseniz bile, onlarda müvakkatdır. İlk fırsatta mutlaka kaçacak ve zengin bir muhite yerleşecekdir. Fakir mahalleler, ne kadar havadar ve suyu da güzel olsa dahi, zengin gelip orada oturmaz. Ezanı da olmasa, camisi de olmasa, onun için mühim değildir. Mühim olan şey emsaline ve zevkine uygun olmasıdır. Bugünkü bina fiatlarının çok artmasına sebeb de, yine zenginlerdir. Çünkü emsalini bulunca, zevkine de uydu mu, fiyatına kim bakar. Yine zavallı fakir, biraz ucuz olsun diye uğraşır, zenginin ise aklının işi bile değildir. Belki fiyatının yüksekliği ile de iftihar eder, övünür durur. Tabii şimdi bu zat-i muhterem, fakirin Mehmed Zahid Kotku 455 yüzünü bile görmek istemez. Siz ne derseniz deyiniz. Fakat şu ne kadar calib-i dikkattir. "Bir kişinin, kardeşinin yüzüne şevk ile bakması, benim mescidimde bir sene i’tikâfdan hayırlıdır." Cenâb-ı Peygamber efendimiz, müslümanların birbirlerine şevk ve muhabbetle bakmalarının bile, ne kadar hayırlı olduğunu beyan etmektedirler. I’tikaf her zaman olursa da, sünnet olanı, Ramazan-ı şer’fin yirmisinden sonra, Cuma namazı kılınan her mescidde, niyet ile beraber, geceli gündüzlü kalınmasıdır. Yemeler, içmeler mescidde; ancak zaruri ihtiyacı ve birde abdest almak için çıkılabilir, sevabı pek büyüktür. Hanımlar da evlerindeki namazgahlarında girebilirler. Bu güzel hizmeti de, yine ancak fakirler yapabilirler. Zenginlerin işlerinden ayrılıp, bir mescide kapanıp kalmaları, adeta onlara göre cinnettir. O vereceği beş on kuruş zekâtını gözünde büyütürde büyütür. Böyle cami’lerde, mescidlerde i’tikafa lüzum görmezler. Lakin Avrupa memleketlerini görmek ve zevklerini tatmin için on gün değil aylarca kalırlar. Çok paralar da harcarlar. Bir sürü günaha da girerler. Sonra fakire artık nasıl baksın "Efendim o da çalışsın. Onlara yardım, onları tenbelliğe teşvikdir" derler. Daha neler neler. Cenâb-ı Hak cümlemizin muini olsun vesselam. İkincisi: Zaruret olmadığı halde ma’sıyet ve münkerâta bakmak gözün âfâtındandır ve günahdır. Günah yerleri herkesce malumdur. Sayısı da pek çoktur. Müslüman buralara ne sokulur, ne de gider. Buralar ancak kendini bilmez zevk-u sefa düşkünlerinin işidir. Hem dünya kadar paralar harcalar ve hem de bir o kadar da günaha girerler. Bununla beraber yine “haftanın tatil günü gelsede oralara gitsem” diye düşünürler. Hem “iktisad edib üç kuruş artırayım da, başıma bir ev alayım” veya “bir iş sahibi olayım” Mü’minlere Va’zlar 456 diye de düşünmez. Mütemadiyen oralara gidip nefsini tatmine çalışırlar. Hele yaz günlerinde arabası olan hemen herkes bir tarafa çekilir. Kadın erkek karma karışık o deniz kıyılarını görmeyin. Aman Allahım bu nasıl müslümanlık? Artık vaâz ve nasihat kime? İnsanda, en mühim olan a’za gönüldür. Bunun yolları göz, kulak, ağız ve bir de tefekkürle buralara akıtılan şeylerdir. Bunu bir havuza benzetirseniz, bu havuza akan sular, eğer pis ve fena şeylerse tabiatiyle bunlar bu havuzda birikirler. Binaenaleyh bu havuzdan alacağınız su, işte o kirli ve kokmuş, pis sudur. Hiç işinize yaramaz. Fakat bu havuza ne kadar güzel ve temiz sular akıtırsanız, istediğiniz zamanda onları alabilir ve faydalanırsınız. Onun için kap içinde ne varsa onu akıtır derler. Pekmez olan kapdan pekmez, bal olan kapdan da bal çıkar ve bilakis o kabın içine zehirIi birşey koydu iseniz, o zamanda zehir çıkacakdır .Bunun için insan, sözlerinden nasıl adam olduğunu pek a’la belli eder. Eğer güzel şeyler söylüyorsa ki onun gönlünün güzelliklerle dolu olduğuna alâmetdir. Eğer yaramaz, çirkin ve günaha müteallık sözler söylüyorsa, onun da içinin bozukluğuna hükm olunur vesselam. Aziz kardeş! Onun için bu güzel cevheri kirletme ve temiz tutmayı vazife bil. Allah-ü Teâlâ hazretlerinden daima hulus ile yardımını ve hıfz-ı hımayesinde kalmayı canı yürekden iste. Zira insan, göz, kulak ve gönülden mes’ul olacaktır. Hak (Sübhanehu ve Teâlâ) hazretlerinin emirlerindendir ki, gözleri günahı mucib olacak herşeye karşı kapamak ve iffetlerini muhafaza etmek lâzımdır. Cenâb-ı Hak cümlemizin mu’ıni olsun amin. Üçüncüsü: Gökten bazan şehab denilen yıldız düşmesine gözü dikip bakmak da, gözlere zarar olduğundan sakınılması gerekdir. Mehmed Zahid Kotku 457 Dördüncüsü: Dünya umuru hususunda, kendisinden üstün olanların hallerine imrenerek bakmak da günahdır. Ve gözün afatındandır. Mümine yakışan, dünya umurunda kendinden aşağısına bakmak, ahiret işlerinde ise kendisinden ileri olanlara bakıp onlarla yarış etmeye çalışmakdır. Ve rahatlık da bundadır. Çünkü takdir-i Huda ne ise öyle olacağında şübhe yoktur. Herkes üzerine düşen vazifeyi yapar, sonra Allah-ü Teâlâ ne takdir ettiyse ona da razı olur, rahat eder, selamete erişirsiniz vesselam. İki huy vardır ki, her kimde bulunursa, şakir ve sabir olarak deftere geçer. Ve bilakis bu iki huy, kendisinde bulunmayanlar, şâkir ve sâbir yazılmazlar. Bunlardan birisi: Din hususunda hayırlı ameller işleyenlere bakıb onlar gibi olmağa çalışmak. Diğeri: Dünya işlerinde ise, kendinden aşağılarına bakıp Allah-ü (Teâlâ)nın kendisine vermiş olduğu ni’metlere hamd etmekdir. Tevfik Cenâb-ı Hakdandır. Beşincisi: Namazda gözleri yummak mekruhdur. Zira kıyam da iken secde yerine, oturduğu zaman dizleri üzerine ve secdede iken burnunun yanlarına bakmak gerekdir. "secdede yani namazda gözlerinizi yummayınız. Çünkü bu Yahudilerin işidir." Bize de onların yapdıklarını yapmak yakışmaz olduğu cümlece malumdur. Mü’minlere Va’zlar 458 KARNIN (MİDENİN) ÂFETLERİ Karnın yani mi’denin afetleri, evvelce zikr olunanlardan başka 34 adettir. Birincisi: Misâfir olan kimsenin ev sâhibinden hayâ etmemesi günahdır. Zira ev sahibi, misafiri için elinden geldiği kadar hizmet etmekde ve bazı masraflara da katlandığı halde, misafirin de buna karşı edeb ve terbiye dairesinde oturması lâzım gelirken, evin etrafını teftiş, eşyaları kontrol, gelip gideni ve halkını gözetleme gibi, terbiye hılafı hareketlerde bulunmak caiz değildir günahdır. Misafire gösterilen yerde oturmak ve kendisine yapılan ikramı kabul edip, ev sahibine külfet etmemek lâzımdır. İkincisi: Gerek kadınlar ve gerekse erkekler için altın ve gümüş kaplardan yemek yemek günahdır. Su içmek de böylece günahdır. Bunlar büyüklük taslamak, kibir ve gurur alametleridir. Aynı zamanda bu altın ve gümüş umum insanların ticaret meta’ıdır. Bunları böyle kaplara intikal ettirib ev eşyası veya süsü yapmak, hatta parmaklara yüzük olarak takmak bile caiz görülmemişdir. Binaenaleyh böyle altın ve gümüş kaplardan yiyip içenler iyi bilmelidirler ki; bu tatlı sular ve canım yemekler, onların karınlarında ateşe çevrilecek ve bu cezayı daha dünyada iken tadacaklardır. Üçüncüsü: Zikir meclislerinde, mevlütlerde vesâir yerlerde altın ve gümüş buhurdanlıklar içerisinde öd ağacı yakmak mekruhdur. Gül suyu serpmek de böyledir. Sanatkarların böyle buhurdanlık, gülabdanlık yapmaları da caiz değildir. Mehmed Zahid Kotku 459 Dördüncüsü: Ziyâfet yemeklerinde oyun ve lehviyat varsa, o yemeği yemek günâh-ı seğâirdendir. Böyle da’vetlere gitmemek lâzımdır. Düğün da’vetlerine icabet etmek vacibdir. Yalnız orada günaha müteallık birşey olmazsa. Eğer varsa gitmemek lâzımdır. Gittikden sonra böyle bir hal zuhur ederse, (eğer def’ıne gücü yeter ve def’ edebilirse ne a’la), def’ edemeyeceğini bildiği zaman, oradan usulcacık kaçması lâzımdır. Avam-ı nasdan ise; yemeği yeyip oturmaması lâzımdır. Yemekler her ne kadar helal ise de, oradaki münkerat ve günahlar sebebiyle o yemeğin yenmesi günah-ı seğairden sayılmışdır. Beşincisi: Gösteriş ve riyâkârlıkla hazırlanan taam yemek de haramdır. Zira riyakar adamların hallerini beğenmek oluyor ve onlara zımnen yardımcı olunmuş oluyor, ki, bu da ayrıca bir ma’sıyetdir. Fakat bu riyayı anlamak müşküldür. Ya kendi i’tiraf eder veya zann-ı galib ile anlaşılırsada, böyle bir alâmet olmadığı zaman hemen su-i zanna kapılıp, bu yemek riyakârane yapılmıştır diye yememek de caiz değildir. Altıncısı: Besmelesiz yemek yiyip su içmek ve meyva yemek günahdır. Zira Besmele-i Şerife taamın sünnetidir. Taamın bereketine ve şeytanın yememesine sebeptir . Yemek yerken (bismillah demek) lâzımdır ve sünnettir. Eğer bir telaş sebebiyle yemeğe başlarken unutulursa, yemeğin sonunda (Bismillahi fi evvelihi ve ahirihi) demek lâzımdır. Yemekden kalkarken de (Elhamdülillah) demek yine sünnetdir. Başkalarına da örnek olmak üzere cehren söylemekde müstehabdir. Bir taamın haram olduğunu bildiği halde, besmele çekmek küfrü mucibdir, Mü’minlere Va’zlar 460 demişler. Mesela kumarbazların ve içki satanların ve faizden geçinenlerin ve eşkiyanın yemekleri gibi. Yedincisi: Yemeği sol el ile yemek câiz değildir. İçmek de böyledir. Kur’an-ı Kerim, hadis ve fıkıha aid olan kitapları, da sol el ile alıp vermek caiz değildir. "Sol el ile yemeyiniz ve içmeyiniz. Çünkü şeytan aleyhilla’ne sol eliyle yer ve sol eliyle içer" Yani sizde kendinizi ona benzetmeyiniz. Sağ elleri mübarek yerlerde kullanıp, sol elleri de taharet yerlerinde kullanılması gerektir. Bir özre ve bir rahatsızlığa mebni olursa, o zaman ma’zur sayılır. Veya sol eliyle yardım ederse beis yokdur demişlerdir. Sekizincisi: Müşrikin kabından yemek yemek günahdır. Zira müşriklerin kablarının temizliğine i’timad olunmaz. Bununla beraber onların kablarından yemek caiz değildir demişlerdir. Amma daima günah ile yemek ise, insan kalbinin kararmasına ve ahlâkının bozulmasına sebeb olur. Bir de onlar yemeklerinde içki de bulundururlar. O zaman büsbütün fena olur. Allah muhafaza etsin. Zira küffar ile dostluk caiz değildir, her ne şekilde olursa olsun. Dokuzuncusu: Cünüb olan kimsenin ellerini ve ağzını yıkamadan yemesi ve içmesi mekruhdur. Necaset-i hükmiyye ile necisdir. Yıkamadan veya yıkanmadan yemek caiz değildir. Onuncusu: Vücuduna zarar olan her nev’i şeyi yemek haramdır. Bunların bir kısmı insanı öldürücüdür, bunlar katiyyen haramdır ve günah-i kebâirdendir. Bir kısmı da öldürmez amma, vücuda zarar verir, toprak ve çamur gibi. Bir kısmı da bazı kimseye fayda, bazılarına da zararlıdır. Bunlardan da kaçınmak lâzımdır. Mesela: bazı kimselere yumurta dokunur, Mehmed Zahid Kotku 461 balık dokunur, bal da dokunur, bunları mizacına göre tertib etmek gerekdir. Onbirincisi: Sokakda, yolda, kabristanda, cenâzede yemek yemek mekruhdur. Ve cenaze yanında gülmek de böylece mekruhdur. Sokakda veya yolda yemek yemek insanlık şeref ve haysiyetine, vakarına, münasip değildir. Kabristanda yemek ise; büyük bir gaflet ve saygısızlık alâmetidir. Buralarda yatan nice bilgin, nice zengin, nice kumandanlar, beyler, paşalar, bak hep sessiz sadasız yatmaktadırlar. Bunları iyi düşün ve bunlardan ibret al da Allaha dön, onun emirlerine mut’i, yasaklarından uzak olmağa çalış ki; insanlığın ne demek olduğunu o zaman anlarsın. Onikincisi: Ölünün vefat ettiği günü veya gecesi veyâ haftasında hatta kırkında, miras taksim olunmadan hazırlanan yemekleri yemek mekruhdur. Hele yetim varsa hiç câiz değildir. Cenaze sahibinin yemek ve helva gibi şeyleri vermesi caiz olmaz, çünkü yemek yedirmek sevinç ve sürur alametidir. Cenaze evinde ise; matem vardır, yemekle uğraşmak elbette caiz olmaz. Yalnız komşu ve akrabaların, cenaze evine yemek götürmeleri müstahsendir. Ve adab-ı İslâmiyedendir . Onüçüncüsü: Yemek sofrasına konulan yemeğin ortasından veyâ başkalarının önlerine isabet eden yerlerden yemek mekruh ve su-i edebdir. Meyvalarda olursa istediği yerden almakda beis yokdur. Yemeklerin ortasına Hak tarafından bereket nazil olur. Bunu hemen almak sofranın bereketten mahrum kalmasına sebeb olur. Ömer İbni Seleme’ den rivayet olunur ki, "Ben çocuk idim. Resûlullah efendimizin odasında dolaşıyordum, yemek zamanlarında elim sofradaki Mü’minlere Va’zlar 462 sahanların etrafında dolaşırdı. Bunu gören Resulü Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz: "Ey çocuk Bismillah de, sonra önünden ye" buyurdular. Ondan sonra artık hep önümden yer oldum. Huzur-u Peygamberiye bir tabak hurma gelmiş, huzurlarında bulunan (Aküraş) ismindeki zate (istediğin gibi ye) buyurmuşlardır ki; meyvalardan seçerek yemenin cevazına delildir, demişlerdir. Ondördüncüsü: Erkek ve kadın için tunçdan, bakırdan yapılıp da, kalaysız olan kaplardan yemek mekrûhdur . Bugünlerde gazetelerde okuduğumuz bir haberde, bir düğün yemeğinde, kalaysız kablarda pişirilen yemekden yiyen 150 kadar insanın zehirlenip hastaneye kaldırıldığı bildirilmekde idi. Kalaysız kabdan yemek caiz olmadığı gibi, kalaysız gönülden de fayda değil zarar hasıl olur. Kalaysız gönülden murad, zikrullahdan bihaber kalblerdir. Çünkü zikrullah, kalblerin hem kalayı hemde cilasıdır. Zikrullahdan haberi olmayan gafiller, gerek kendileri ve gerekse etrafları için zararlı olacağından, kalaysız kabdan yemek yiyip zehirleneceklerinden şübhe yokdur. Onbeşincisi: Cenâze yanında ve kabristanda gülmek de mekruhdur.Ülemâ, meşâyıh ve küberâ yanlarında gülmek de mekruhdur. Cenaze ve kabristanda gülmenin abesliğini söylemeye lüzum yoktur. Orasının ibret mahalli olduğu evvelce de söylenmişdi. Bu afv olunmaz gaflet ne büyük bir gafletdir ki; ahiretin göz önüne serildiği bir yerde bulunurda ahireti düşünemezse, artık ona ne demek lâzım olduğunu siz söyleyiniz. Böylesinin ya ahirete inancı yok veya ölümü temamıyla unutmuş kimsedir. Büyüklerin yanında gülmek de, onların hakkında yapılması lâzım gelen ta’zimat Mehmed Zahid Kotku 463 ve tekrimata muhalifdir. Ve belki de gönüllerinin kırılmasına sebeb olur ki; bu da o gülen kimseye ceza olarak kafi gelir, bir daha belini düzeltemez derler. Onaltıncısı: Yemek yerken ağzını sofra üzerine ve yemek sahanına karşı uzatmak da mekruhdur. Zira yemek yiyenlerin tiksinmesine mucib olur. Onun için yemek yerken ağzını sahana ve yemek kabına doğru uzatmamalıdır ve besmeleyi de unutmamalıdır. Onyedincisi: Hâcet olmadıkça eti bıçakla kesmek de mekruhdur. Zira Resûlullah efendimiz "Eti bıçakla kesmeyiniz çünkü böyle yapmak acemlerin (yabancıların) adetidir." buyurmuşdur. Lâkin siz eti yerken ısıra ısıra yiyiniz. Çünkü bu kolay hazm olur ve vücuda pek yarar. Ekmeği de lüzum olmadıkca kesmemek iyidir. Onsekizincisi: Bir tarafı kırılmış bardağın, kırık tarafından birşey içmek de mekruhdur. Zira Resûlullah efendimiz böyle kırık bardaklardan su içmemeyi tavsiye buyurmuşlardır. Kırık bardaklar ekseriya pislik ve mikrobu sakladıklarından yıkamakla temizlenmesi de mümkün olmaz. Tabiate de muhalifdir. İnsan içdiği şeyi tatlı tatlı içemez. Ondokuzuncusu: Gerek yemek ve sofra kablarına ve gerekse yemekIere üfürmek mekruhdur. Meyvalara da üfürmek böyledir. Gerek tozlarının gitmesi ve gerekse soğutmak kasdıyla olsun, üfürmek mekruhdur. Sebebi de ma’lumdur. Yirmincisi: Su bardağına ve sair yiyecek ve içecek kablarına nefesini salıvermek de mekruhdur. Mü’minlere Va’zlar 464 Çünkü; o kabları nefesinin kokusuyla kokutmuş olacağından, kendisi içinde başkaları içinde memnuniyeti mucib olmaz. Bu aynı zamanda Peygamber efendimiz tarafından nehy edilmişdir. Yirmibirincisi: Su içtiği zaman, bir defada ve bir nefesde içmekde mekruhdur. Bunun sıhhi zararları malumdur. Ve Efendimiz hazretlerinin (Develer gibi suyu birden içmeyiniz. İçerken besmeley-i şerife çekiniz. Bitince de Allaha hamdediniz) yani (elhamdülillah) deyiniz, diye bizleri irşad buyurmuşlardır. Yirmiikincisi: Yemek yerken ellerini yemek kabının içine silkmek mekruhdur. Zira hem taamı istihfaf hem de başkalarını o taamı yemekden iğrendirerek men etmek vardır ki; müslümana değil, insan adını taşıyan hiç bir kimseye yakışmaz. Yirmiüçüncüsü: Yemek sofrası ortadan kaldırılmazdan evvel doydum diyerek sofradan kalkmak da mekruhdur. Gelen bir kimse için veya birisinin ihtiyacı için de sofradan kalkmak caiz değildir, demişlerdir. Zira "sofra ortada durdukça melaikeler sizlere duâ ederler" . Yemek yemeye ihtiyacı varken, yani karnı doymadan kalkmak, velevki namaz için dahi olsa, yine mekruhdur. Yirmidördüncüsü: Ekmek oldukdan sonra sofrada yemek beklemek, katık beklemek de mekruhdur. Çünkü, ekmek başlı başına bir gıdadır. Hele has buğday ekmeği olursa. Onun için "Ekmeğe ikram ediniz çünkü o göklerin ve yerin berekatıdır" "Herhangi bir kavim ekmeği hafif görürse, Allah'ü Teâlâ hazretleri onları açlığa mübtela kılar." Yani ekmeğe ikram edib, onu hor ve hakir görmeyiniz demekdir. Mehmed Zahid Kotku 465 Yirmibeşincisi: Cemiyetle yemek yendiği vakit, başkalarının lokmalarına bakmak ve onun yüzüne de bakmak mekruhdur. Başkalarının lokmalarını nasıl çiğnediklerini gözetlemek de mekruhdur. Yemek yiyenin yüzüne bakmak, onun utanmasına sebep olacağı gibi, lokmaları gözetmek de arada soğukluğa sebep olur demişlerdir. Yirmialtıncısı: Küffar ve zalemenin kazdığı yollardan gelen suyu içmek de mekruhdur. Küffar ve zalemenin yemeğini yemek de, zaruret olmadıkça mekruhdur. Su haddi zatında mübahdır. Fakat küffar ve zalemenin ekser emvali haramdan olduğu için, başka su varken o sudan içmemek evladır, yemek de böyledir. Yirmiyedincisi: İçi görünmeyen kabdan, bardağa dökmeden birşey içmek de mekruhdur. Testi, kabak ve benzeri içerisi görünmeyen kabların içerisinde belki zararlı birşey olur diye, içmeyi men etmişlerdir. Herkesin içtiği yerden içmeyip, ağzını bardağa değdirmeden, suyu ağzına dökerek içmek de doğru değildir. Kibir alâmetidir. Yirmisekizincisi: Cemiyyetle yemek yerken, korkunç ve kederli şeyleri söylemek de mekruhdur. Sükut etmek de caiz değildir. Belki tatlı sözlerle, insanların irşadına yarar sohbetler taamın adabındandır. Yirmidokuzuncusu: Sofrada bulundurulması lâzım olan tuzu, ekmeğin üzerine koymak veyâ ekmeği, yemek sahanının altına koymak da mekruhdur. Çünkü ekmeğe ikram ile memuruz. Bu haller ise ikrama uygun düşmez. Otuzuncusu: Açlıkdan ölünceye kadar yemeyi ve içmeyi kesmek günâh-ı kebâirdendir. Cum’aya ve cemaate gidemeyecek kadar zafiyet, de günah-ı kebâirdendir. Zira nefsini Mü’minlere Va’zlar 466 tehlikeye ilkâ etmektir ki; bu da Allah'ü Teâlâ'nın emirlerine muhalifdir. Nefsini helâkten kurtaracak kadar yemek içmek farzdır. Namazı ayakta kılabilecek kadar yemek müstahabdır. "Mü’ min-i kavi, ehabbü ilallahi, minel mü’mini’z-zaifi" Kuvvetli mü’min Allah'ü Teâlâ'ya, zaif olan mü’minden daha sevgilidir. demekdir. "Nefsin senin bineğindir, ona rıfk ile muamele eyle" lâkin ibâdet ve tâatden aciz kalmamak şartıyla, nefsini aç bırakmak da, fazilet vardır. Otuzbirincisi: Anasına ve babasına âsi olan yerde, yemeyi ve içmeyi terk etmek günâh-ı kebâirdendir. Mesela bir kişinin babası veya anası, evladım şunu ye, şunu da iç dedikleri halde onları yememek ve içmemek gibi. Zira anaya ve babaya şeriate muhalif olmayan yerlerde, emirlerine itaat etmek ve hatta Üstazının ve şeyihinin ve ülülemri olan büyüklerin, şer’a muhalif olmayan sözlerini dinlemek, lâzımken, böyle yemek ve içmek gibi şeyleri, velevki tok olsa dahi, teberrüken emirlerine imtisalen biraz olsun yiyerek onları memnun etmek, insanlık, İslâmlık ve evladlık vazifelerindendir. Mehmed Zahid Kotku 467 FERCİN ÂFATLARI Fercin yukarıda zikr olunanlardan, yani kebâir ve segairden mâada on afatı vardır. Cümlesi segairdendir. Birincisi: Hayız ve loğusa olduğu zaman da zevcesinden gömlek altından menfeatlenmek, yani cinsi muamelede bulunmak haramdır. Çünkü hiç bir erkeğin hanımına bu hallerde yakın olması caiz değildir. Yalnız böyle zamanlarda nefsine hakim olamayanların, ancak gömlek üzerinden faydalanması caizdir. Veya göbekden yukarı ve dizden aşağı olan mahallerden de istifade edilirse de, göbekden aşağı ve dizden yukarı mahallerden istifade caiz değildir. Çünkü buraları yasak mevzilerdir. Onlara yaklaşmak caiz olmaz. İkincisi: Cimâa tehammülü olmayan küçük hanımına cimâ etmek de haramdır. Cimâ sebebiyle hasta olacak hanımına da cimâ yine haramdır. Tabii bu hanımına karşı merhametsizlik olur. Halbuki mü’minin sıfatlarındandır ki, "İman cihetinden ekmel olan mü’min, huy ve ahlâk cihetinden en güzel olan ve ehl-i iyalına lutf ile rıfk ile muamele edendir" buyurulmuşdur. Üçüncüsü: Kazâ-ı hâcet zamanında aya veyâ güneşe karşı ve hatta kıbleye, karşı yüzünü çevirip oturmak günahdır. Fakat bir hail olursa, bulut ve duvar gibi, o zaman günah olmaz demişlerdir. Dördüncüsü: İstibrâ etmeksizin aldığı cariyeye cimâ’ etmek câiz değildir. Hatta öpmek ve yapışmak da caiz değildir. İnsanın yeniden aldığı kadın köleye cariye derler. Buna Mü’minlere Va’zlar 468 bir ay, bir hayız görünceye kadar, yakın olmak caiz değildir. Yani rahımde çocuk olup olmadığını anlamak içindir. Beşincisi: Kıymetli şeyleri taharet bezi olarak kullanmak ve onlarla taharetlenmek câiz değildir. Günahdır. Mesela kıymetli mendil, havlu, çevre gibi şeylerle istinca caiz olmadığı gibi, pamuk gibi şeylerle de caiz değildir. Yenilen ve giyilmesi lâzım olan şeylerle, ve mak ‘ada zarar verebilecek kemik, kamış, billur, kömür, desti kırıkları gibi şeylerle de istinca caiz değildir. Kemik, hayvan tersi, hayvan yiyeceği olan ot ve ağaç yapraklarıyla da, istinca caiz değildir. "Tezek ve kemiklerle istinca etmeyiniz. Zira bunlar kardaşınız olan cinlerin gıdasıdır" buyurulmuşdur. Bundan başka, başkasının suyu ile, bezi ile, taşı ile de istinca caiz olmaz. Altıncısı: Muktedir olduğu halde zevcesiyle cinsi muâmelede bulunmamak veyâ nâdir olarak bulunmak günahdır, câiz değildir. Bunun kesreti de matlub değildir. "Muhakkak senin cesedinin senin üzerinde bir hakkı vardır." Hanımının da senin üzerinde bir hakkı vardır. Ziyaretcilerin de senin üzerinde bir hakkı vardır. Bu haklara riayet hepimizin başlıca vazifelerimizdendir. Malum cesed, bir bineğe benzer. Ona bakılmazsa zaif düşer, seni taşıyamaz ve senin işlerini göremez. Binaenaleyh vücudumuza, sıhhatimize, onu ırfâne yetiştirecek şekilde tahsiline, riayet etmek mecburiyetindeyiz. Sonra hayvanlardan aşağı duruma düşeriz. Halbuki insan, cesediyle insan değildir. Belki ruhuyla insandır. Ruhen tekemmül etmemiş ve kalbleri cilalanmamış olan kimselerin cesedleri, sıhhatleri ne kadar güzel olursa olsun insanlıkdan mahrumdur. İnsanlık en büyük bir şeref ve devlettir. Mehmed Zahid Kotku 469 Onu yazık etmek kadar acı birşey olamaz. Sizin çok kıymetli birşeyiniz zayi olsa, Allah esirgesin eviniz yansa, dükkanınız yansa, vapurunuz batsa, daha neler neler, fakat bir zaman sonra bakarsınız ki, Allahü Teâlânın verdiği kuvvet ve kudretle hepsi telafi olmuş belki daha iyisine nail olmuşsunuzdur. Fakat insanlık hiç de böyle değildir. Onun zıya’ı ölüm demekdir. İş ölümle de bitmez. Ondan sonraki sorgu ve hesab daha korkunç ve daha acıdır. Zira Hak (Sübhanehu ve Teâlâ) hazretleri bizlere verdiği bu kuvvet ve kudreti, bilgileri ve servetleri nereden kazanıp, nereye harcadığımızın hesabını vermeden kimse yerinden kımıldamayacakdır. Onun içindir ki, kalaysız kaplardan yenen nefis yemekleri yiyenler için, nasıl zehir olup onları zehirliyorsa, gönülleri cilalanmamış insanlardan da istifade edilemez. Belki kalaysız kaptan yiyip zehirlenenler gibi. Bu gibi insanların beşeriyete zararlı oldukları işte bugünde hepimizin gözleri önündedir. Solcu ve anarşistler de bunların birer nümunesidir. Çünkü devlete itaatsizlik büyük günahlardandır. İnsan Allah’dan korkmadıkça, büyüklerine karşı saygısı ve sevgisi olmadıkça, nasıl insan olacaktır. İnsan bir çok hünerlerin sahibi olabilir, göklere de çıkar, aya da gider. Bunların hepsi ilmin çerçevesi içindedir ve o ilmi veren de Allahdır. İnsanlık ise bunların çok üstündedir. Arıya bir baksana, ne güzel bal yapar. Daha bu kadar güzel bir balı Avrupalı henüz yapamamışdır. Şimdi arı bu kadar güzel bal yapıyor diye başımıza taç mı yapalım. Arı yine arıdır. Yine uçan bir hayvandır . Yani yine hayvan oğlu hayvandır, vesselam. Bal yapmakla hayvanlıkdan çıkmamıştır ve çıkamazda. Şimdi sen Avrupalının bu kadar sanatına hayran olubta, ona kıymet ve paye vermeye kalkma, o yine gavur oğlu gavurdur. Yani mahlukatın en aşağısı, en fenası ve en şerlisidir. (Lem yekün suresini iyi oku) Mü’minlere Va’zlar 470 Yedincisi: Zevcesinin izni olmaksızın cimâ esnasında meninin inzâl vuku’ bulacağı sırada, menisini zevcesinin rahmine dökmeyip, dışarıya dökmesidir ki; günahdır. Sözde çocuk olmasın diye yaparlar bunu. Eğer her meniden çocuk olsaydı dünya almazdı. O bir takdir-i Hudadır. O zaman münasebat-i cinsiyye, ancak şehvani ve hayvani arzulara dayanır ki, bu da müslümanlıkda makbul birşey değildir. Sekizincisi: İhtiyarlık ve hastalık gibi özrü olmayanların, sünneti terk etmesi günahdır. Kadınların da sünnet oldukları Arabistan beldeleri gibi bir yerde olurlarsa, onların da sünnet olması lâzımdır. Zira beş şey vardır ki fıtratdandır. Sünnet olmak, avret yerlerini tıraş etmek, bıyıkları kesmek, tırnakları kesmek, koltuk altlarını yolmakdır. Bu beş şey fıtrat-i İslâmiyyedendir. Dokuzuncusu: Mescid ve musallâya yakın olan yerlere bevl etmek (işemek) günahtır. Şerefi olan her mekana ve insana, daima lâzım olan mahallere, bevl etmek de böyledir. Mesela; insanların oturup dinleneceği yerlere, gölgeliklere, ağaç altlarına, işemek de böyledir. Kuyu ve çeşme kenarlarına bevl etmek de böyledir. Fare, yılan deliğine, karınca yuvasına, rüzgara karşı ve kabristanda bevl etmek, yol kenarına ve çadır civarına gerek işemek ve abdest etmek de caiz değildir. Mehmed Zahid Kotku 471 AYAKLARIN AFÂTI Ayakların afâtı, yukarıda zikr olunanlardan maada onbeşdir. Bunlar günah-ı seğairlerdendir. Birincisi: Ma’sıyet meclislerine gitmek günahdır. İsterse o ma’sıyeti işlesin, isterse işleyenlere bakmak için gitmiş olsun. Mesela kahvehanelerde oynanan iskambil ve sair oyunları, ister oynasın ister onları seyr etsin birdir. Deniz kıyıları da böyledir. Velhasıl ma’sıyet olunan yerlere gitmek günahdır. Ma’sıyet işlerse o da ayrıca günahdır. İkincisi: Ana babasının izni olmaksızın cihâda gitmek câiz değildir. Velevki anası ve babası kâfir olsalar dahi. Çünkü ana ve baba hakları çok büyükdür. Onların izni olmadan düşman ile harbe gitmek bile caiz değildir. Haramdır. Artık çocuklar iyi düşünsünler. Ana ve babanın hizmete ihtiyaçları olduğu zaman, oğullarının onları bırakıp hacca gitmelerine bile ruhsat yokdur. Eğer hizmete ihtiyaçları yoksa o zaman serbestdirler. Zira "Ana ve babanın veya herhangi bir adamın evladına merhamet nazarıyla bakması, onun için makbul bir hac sevabı vardır" demişler. Şimdi sen olda ana ve babana karşı ne kadar saygılı olmanın lâzım geldiğini iyi belle. Üçüncüsü: Tehlikesi olan yola gitmek günahdır. Fırtınalı günlerde ufak gemilerle veya kayıklarla denize açılmak, yakın da olsa bir yere gitmek, eşkıyanın bulunduğu yollara, canavarların bulunduğu mahallere gitmekte böylece günahdır. Çünkü bunlarda her zaman için tehlike vardır. Cenâbı Hak da tehlikelerden kendimizi korumayı emretmişdir. Dördüncüsü: Tâun, vebâ ve sâir bulaşıcı hastalıkların bulunduğu yerlere girmek veyâ oralardan çıkmak (Kaç- Mü’minlere Va’zlar 472 mak) câiz değildir. Bunlardan Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz hazretleri bizleri men’ etmişdir. Yalnız düşmandan veya korkulu vak’alardan naşi oralara iltica etmek caizdir. Ve bir de kemal-i İslâmiyete ulaşmış ehl-i yakın ki, eşyada müessir ancak kadir-i mutlak hazretleridir diye inananlar, girip çıkmakda müstesnadırlar. Beşincisi: Da’vetsiz ziyâfetlere gitmek câiz değildir. Günahdır. Da’vetsiz meyyitin vasıyyetine gitmek de böyledir. Ve yine meyyitin iskat-i salat için ölünün akrabası değilse da’vetsiz gitmek caiz değildir. Çünkü böyle da’vetsiz yemeklere gidenler hakkında "hırsız olarak girmiş ve yağmacı olarak çıkan kimse gibidir" buyurulmuş ki, bir nevi’ haram demekdir. Ve bu hal şerefsiz kimselerin halidir. Uyku halinde veya uyanık iken ayaklarını kıbleye ve Mushaf-ı Şerife karşı uzatmak günahdır. Şer’an ta’zımi üzerimize borç olan bu gibi şeylere hürmetsizIik elbette caiz olmaz. Ve bunlara hürmet nisbetinde feyizyab olunur. Altıncısı: Zaruret olmadıkça mezarlıkda yürümek günahdır. Yalnız Kuran okumak ve Sure-i Tekasürü okumak suretiyle yürümek caizdir demişler. "Bir adamın ateş üzerine oturup üstünün yanması daha hayırlıdır, kabir üzerine oturmakdan" buyurulmuşdur. Heybe içinde kitab varken hayvanın üzerine binmek caiz olduğu gibi, alt katta mushaflar varken üst katta oturmak da caizdir. Yedincisi: İster mahremi, ister yabancı, kadınlar arasından geçmek de günahdır. Zira ResuluIlah (sallallahu aleyhi ve sellem) efendimiz men’ buyurmuşlardır. Tabiatin fesâdına unutkanlık ârız olur. Mehmed Zahid Kotku 473 Şehvetin ziyadeleşmesine sebeb olur. Daha başka mazarratları da vardır. Sekizincisi: Kadınların cenâzeye tabi’ olması, yani cenâzeyle birlikte gitmesi, az bir mikdar olsa dahi günahdır, caiz değildir. Kadınların kabir ziyaretine gitmeleri de caiz değildir. Bunlar hakkında la’net vuku’ bulmuşdur. Bazı âlimler erkeklerle karışma ve tehlike olmadığı hallerde cevaz vermişlerdir. Dokuzuncusu: Kabristana gidip kabir üstünde oturmak günahdır. Kabrin üzerinde gezmek gibi, isterse bu kimse kabristana veya türbelere bakanlardan olsun. Hem orada yatan mevtaya ve hem de oturana eza edilmiş olur. Onuncusu: Bir insanın seferden geldiği zaman ev halkına haber vermeden ansızın eve girmesi günahdır. Bir müjdeci veya başka birşeyle haber vermek adabdandır. Ve efendimiz hazretlerinin emridir. Kadın kendini toplar, taranır, efendi de buna göre temizlenip gelir ve Allahü Teâlâdan o gece hayırlı evlad isterler. Onbirincisi: Gündelikci veyâ aylıkcı kimsenin, işinde devamlı surette çalışmayıp oturması câiz değildir, günahdır. Yalnız namaz vakitlerinde, namaz kılacak kadar bir zaman işini bırakabilir . Sair zamanlarda işine devam etmemesi, ücretin kendisine helal olmamasına sebeptir, demişlerdir. Onikincisi: Evinin iç işlerini ve hizmetlerini hanımefendinin görmemesi ve yapmaması da günahdır. Güzel geçim, erkeklerin dışarı işlerinde çalışıp, maışetlerini temin etmesi nasıl vazıfesi ise, hanımefendilerin de evin Mü’minlere Va’zlar 474 iç işlerinde, temizlik, dikiş, yama, çocuklara bakma, yemek pişirme, çamaşır yıkama gibi işleri yapmaları ile güzel geçim hasıl olur. Beyefendi evin ihtiyacını yetiştiremezse, hanımefendi de evin iç işlerini ihmal eder, gezme veya başka lüzumsuz şeylerle meşgul olursa, elbette orada güzel geçim denilen şey bulunamaz. Ve bundan her ikisi de mes’ul olurlar. Mehmed Zahid Kotku 475 BÜTÜN BEDENİN ÂFATI Bütün bedenin afatı yukarıda zikr olunanlardan başka kebâir ve segair ve mekruh olmak üzere 174 adettir. Birincisi: Kölelerin ve câriyel’erin isyân olmayan yerlerde ve işlerde, efendilerine itâat etmemeleri günâh-ı kebâirdendir. İkincisi: Kâfir ve zimmi dahi olsa komşusuna eziyet haramdır. Ve günah-ı kebâirdendir. Komşunun hanımına bakmak, komşuya zarar verecek derecede binasını yükseltmek gibi. Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuşlar ki, "Allah'a kasem ederim ki; Mü’min değildir. Allaha kasem ederim ki; mü’min değildir." Eshab-ı kiram hazretleri. Kimdir o ya Resulallah, cevaben Resûlullah efendimiz, "şol kimsedirki, komşusu onun şerrinden emin olmaz". Bu ders hepimize büyük, hemde çok büyük bir dersdir. Komşu ile güzel geçinmek hem insanlık, hem de müslümanlık bakımından çok lüzumludur. Komşu icabında akrabadan daha yakın olur. Mesela akrabalarınız var amma herbiri bir yerde, her nevi hastalık, felaket, yangın, ölüm hallerinde, imdada yetişen en evvel komşudur. Büyüklerimiz bizlere nümüne olarak komşularına, hıristiyan dahi olsalar bile yine haklarına çok riayetkar olmuşlardır. Mesela hazreti Hasan veya Hüseyin (radıyallahü anhüma) efendilerimizin evinden, Yahudi komşusunun lağımı geçiyormuş, birgün lağım patlamış, Yahudi komşuda ziyarete gelmiş, pis kokuyu duyup. — Niçin bana haber vermediniz? deyince. — Ceddim bana komşuya eza etmemekle beraber komşunun ezasına tehammül eylememi emr etmişdir. Bunu duyan Yahudi hemen müslüman olmuşdur. Biz ise bütün gün komşularla kavga edersek hiç yakışır mı? Komşu belki Mü’minlere Va’zlar 476 fenadır amma Yahudiden de fena değildir ya. Sabrın sonu selametdir, vesselam. Üçüncüsü: Kasden, bile bile, namazı terk etmek günâh-ı kebâirdendir. Unutsa veya uykudan uyanamasa veya ima ile kılacak kadar kudreti olmasa o zaman mazur sayılır. Çünkü "Bilerek bir vakit namazın terki, açık bir küfürdür" "Kul ile şirkin arasında alamet, namazın terkidir. Herkim kasden, bilerek namazı terk ederse, muhakkak şirk etmiş olur." Namazı terk ile kılmaya, kılmaya bu hal onu küfre kadar götürür ve küfre yakın kılar. Onun için günah-ı kebâirdendir. Dördüncüsü: Namazı kılmamak nasıl günah-ı kebâir ise, abdest almamak da ayrıca günah-ı kebâirdir. Hemde abdest a’zalarını güzelce yıkamak şarttır. Buna riayet etmez ve abdest a’zaları kuru kalırsa, bu da ayrıca günahdır. Beşincisi: Guslü terk etmek günah-ı kebiredir. Kadın, erkek cünüb olan kimsenin vücudunun hiç bir yerinde kıl kadar kuru yer kalmamak şartıyla usulü vechile gusl etmek vacibdir. Hemde gusl ederken avret yerlerini kimseye göstermemeye çok dikkat etmelidir. Avret yerlerini göstermek, o da ayrıca günahdır. Sonra yalnız su dökünmek kâfi gelmez. Herhalde birde vücudunu ovalamak lâzımdır. Zira her kılın dibinde cenâbet vardır. Onun için bütün vücudu ovalayarak yıkamalı ve hiç bir kuru yer bırakmamalıdır. Kulakların içlerine ve göbek çukurunun içine su vermekde dikkatli olmalıdır. Altıncısı: Yabancı bir kadına eliyle temas etmek günah-ı, kebâirdendir. Gerek şehvetle olsun gerek şehvetsiz, o hatun ister genç, ister yaşlı olsun yine haramdır. Zira bir tarafta şehvet bulunursa Mehmed Zahid Kotku 477 hürmet-i müsahereyi mucib olur. Musahere diye akraba olmak, hısımi olmak, damad olmak, güveyi olmak, gibi şeylerdir ki, bunlara mani’ olur demekdir. Hem de hakkı olmadan bir kadının elini tutmak, kıyamet gününde avucunun içine bir ateş parçası konulmasına sebebdir. Bu yüzden bütün mahlukat içinde rezil ve rüsva olur. Yedincisi: Fâsid bir alışverişle aldığı evde veyâ zorla zabt edib oturduğu binâda oturmak haramdır. Kiracı ise zorla kirasını vermeden veya artırmadan, ev sahibinin rızası olmadan oturmak günah-ı kebâirdendir. "Herkim bir karış yeri zulmen ele geçirirse kıyamet gününde o yer onun boynuna takılır yedi kat yerin dibine kadar" yani hemen o aldığı yer değil belki o yerin yedi kat altına kadar hepisi onun boynuna takılırda çek bakalım azabını derler. Buna göre, evleri gasb edib oturanların vay haline. Tabii dükkanlarda böyle, artık halleri nasıl olur bilmem? Sekizincisi: Karı ve kocanın hukuk-u zevciyyete riâyet etmemeleri günahdır. Erkeğin vazıfesi, evinin ve çocuklarının ihtiyaçlarını te’min etmesi, vaktinde evine gelip çoluk çocuğuyla birlikde yemekte bulunması ve çocuklarının tahsil ve terbiyeleriyle alâkadar olmasıdır. Buna mukabil hanımefendi de evinin temizliği, çamaşırı, yemeği ve bütün ev işlerinde vazifesini yapması ve beyinden izinsiz evden çıkmaması, hatta izinsiz nafile oruç tutmaması bile kocanın haklarındandır. Abdest, gusül, namaz ve oruca müteallık mes’eleleri öğrenip hanımına öğretmesi de kocanın vazifelerindendir. Dokuzuncusu: Kölesi ve câriyesi hakkında kötü huyluluk edib, onlara ezâ ve cefâ etmek günahdır. Mü’minlere Va’zlar 478 Onuncusu: Kötü kimselerle arkadaş olmak ve bunlarla, velevki az bir zaman dahi olsa bir yerde oturmak günahdır. Zira insan ma’siyete ve haramlara böyle sürüklenir. Bunlar zikrullah ve ibâdetden de alıkoyarlar ve fenalıklara teşvik ederler. İyi insanlarla oturmanın misali, misk kokusu satan kimselerin dükkanına girenler gibidir ki, oranın güzel kokularından istifade ederler. Kötü insanlarla oturanların misali de, demirci dükkanına girenler gibidir ki, oranın pis havasını alırlar ve belkide, kıvılcımlar üzerlerine isabet etmek suretiyle üstlerini de yakmış olurlar. Tabii bu misaldır, fakat hakikat bugün herkesin gözü önündedir ve her kişi dostunun dini üzerindedir. Bu ne kadar güzel bir düsturdur. Yine kişi sevdiğiyle haşr olunacakdır ve yine kişi kendisini kime benzetiyorsa; ondandır. Öyle ise; bize düşen, kimlerle dost, ahbab, kardaş olduğumuza dikkatle bakmamız lâzımdır. Çünkü o kimselerle haşir, neşir olacağımız anlaşılmaktadır. Bu kimseler ki; imanları vardır fakat amelleri yokdur, ahlâkları çirkindir. Belki içki içerler veya kumar oynarlar veya faizden korkmazlar, belki zina da ederler. Bu gibi kimselerle dostluk bizlere yakışmazsa, dinsizlerle, masonlarla, sol fikirli anarşistlerle dostluk ne kadar doğru olur bilmem? Bunun takdirini siz okuyucu kardeşlerime bırakırım. Bir de insan, oğlunu everirken veya kızını gelin ederken, kime verdiğine dikkat etmesi lâzım değil mi? Hemen yüksek tahsillidir veya fabrikası vardır, apartman müteahhididir, diye bir ahlâksıza veya bir dinsize kız vermek veya kızını almak doğru mudur? ve şer’an caizmidir? İyi düşünmeli. Evet hıristiyan, yahudi kızlarını almak caiz olduğundan, büyüklerden çok kimseler almışlardır. Zira bir peygambere, bir kitaba ve bir Allaha -yanlış da olsa- imanları vardır. Fakat biz onlara kızlarımızı katiyyen veremeyiz. Çünkü onlar bizim Peygamberimize Mehmed Zahid Kotku 479 iman etmiş değillerdir. Biz alırız, çünkü bütün peygamberlere imanımız vardır. Cenâb-ı Hak cümlemize Hak yolunu ve doğruyu göstersin ve o yolda daim ve sabit kılsın amin. Bunların altında dünya sevgisi yatar. Bunlar da insanları kendilerine çekecek çok yol vardır. İnsan ise tabii olarak dünya hayatını sever. Onun için birgün bakarsın sen de olmuşsun, vesselam. Onbirincisi: Başkasının yerine oturmak ve iki kişinin arasına girip oturmak günahdır. Mesela bir adam oturduğu yerden kalkıp gitse, eğer tekrar gelecekse oraya başkasının hemen oturması caiz değildir. Başka oturulacak yer varken iki kimse arasına girip oturmak da böylece caiz değildir. Böyle hareket ahlâk-ı İslâmiyeye muğayirdir. Onikincisi: Rüku edercesine eğilib selam vermek veyâ selam almak da câiz değil günahdır. Eğer şerrinden korkulur bir kimse ise, birazıcık eğilmeye müsaade edenler de olmuşsada, ehl-i takvaya hiç de yaraşmayacağı cümlece ma’lumdur. Onüçüncüsü: Gerek nazardan korunmak ve gerekse kocalarının muhabbetini celb için kadınların boyunlarına takdıkları boncuk nev’inden olan şeylere (Temime) derler ki, böyle sihir nev’inden olan şeyler ve erkeklerin kollarına vücudlarına yaptırdıkları döğme denilen, iğne ile delip kan çıkardıkları ve üzerine boya nev’inden birşey dökerek orada yapılan resim baki kalır; kurt dişi, çaylak tırnağı, çitlenbik ağacı çatalı, gibi güyâ nazar için çocukların başlarına takılan şeylere de yine (Temime) denir ki; hepsi de câiz değildir, haramdır. Onbeşincisi: Hayvan üzerinde iken uzun boylu durup konuşmak veyâ uzun yoldan sonra hayvanı dinlendirmek Mü’minlere Va’zlar 480 için üstünden inmek lâzımken, inmemesi de günahdır. Çünkü hayvana acımamak merhametsizlikden ileri gelir. Onaltıncısı: İki üç ve daha ziyade kimselerle yolculuk yapıldığı zaman, hemen içlerinden birini (emir) seçerler. Ve herkes ona uyar. Namazlarını da o kıldırır. Her işlerini onun izniyle yaparlar. Emirden izinsiz iş yapmak, haramdır. Bu hususda Nebiyy-i zişan efendimizin de emirleri vardır. Binaenaleyh hem ev içinde hem de ev haricinde buna dikkat edilmesi pek makbul olur. Evlerdeki geçimsizliğin başı, bu emre uyulmadığından ve herkesin kendi başına buyruk olduğundan naşidir. Onyedincisi: Yanında borcunu ödeyecek kadar parası olduğu ve alacaklısı da istediği halde borcunu vermemek günahtır. Ve buna "matlu’l-ğaniyy" derler. Bu tabiatiyle alacaklıya karşı bir zulüm ve bir de ahlâksızlıktır. Herkesin birbirine ı’timadını ğayb etmesine sebeb olur, ahenk bozulur. Buna sebeb olanlar da günaha girerler. Onsekizincisi: Düğün yemeğini terk etmek günahdır. Evlenenlerin, velev bir koyun kesmek suretiyle dostlarını çağırıb zıyafet yapması Peygamberin de emridir. İmkânı olanların bunu yapmaları gerekdir. Halbuki düğünlerde ne fuzuli masraflar olurda, ona katlanılır. Fakat bir koyun kesip ziyafet yapması zor gelir. Gelini alıp hemen bal ayı deyip kaçarlar ki; bu da çok ayıptır, ve günahdır. İnsan o mübarek günlerini otellerde geçirsin, ne kadar çirkin bir hareketdir. Ondokuzuncusu: Namazda ta’dil-i erkânı terk etmek de günahdır.Vâciblerden birinin terki yine günahdır. Mehmed Zahid Kotku 481 T’adil-i erkân, namazın rüku ve sucudlarını acele edilmemesi, ve hatta Kura’nın acele ile okunmaması, namazın erkanıdır. Bunun aksini yapmak caiz değildir. Rüku güzelce yapmak ve hiç olmazsa üç kere (sübhanerabbiyelazim) demek ve sonra rüku’dan kalkıp hemen secdeye gitmeden hiç olmazsa bir kere (sübhanerabbiyelazim) diyecek kadar ayakta durmak efdal ise de, rüku de okuduğu kadar yani üç kere (sübhanerabbiyelazim) diyecek kadar ayakta durmak ki, buna (Kavme veya kıyam) derler, efdaldır. İşte bunları terk etmek namaza hürmetsizlikdir. Ve günahdır. Namaz ne kadar ağır ve huşu ile kılınırsa o kadar sevabı ve fazileti çok olacağında şüphe yoktur. Yirmincisi: Özürsüz yani hastalığı falan yokken yüzü üstüne yatmak, uyumak câiz değildir. Arka üstü yatmak Peygamberin ahlâkı, sağ veya sol tarafa yatmak da mu’minlerin hali, yüz üstü yatmaksa kuffara aittir. Ve mezmumdur. Ebu Zer hazretleri der ki; - Ben karnımın üstüne yatmıştım, Resulü Ekrem (sallallahü Teâlâ aleyhi ve sellem) hazretleri beni gördüler. Ve bana, (Ya Cüneyd-i, Bu yatış ehl-i cehennemin yatışıdır) buyurdular. Bu haber bizlere böyle yüzüstü yatmanın doğru olmadığını bildirmektedir. Yirmibirincisi: Cemâatle kılınan namazlarda safları düzeltmemek ve safların arasında açık yer bırakmak günahdır. Namazda safların doğruluğu kalbIerin doğruluğuna ve bilakis safların eğri büğrü olması da, cemaatin kalblerinin bozukluğuna delalet eder. Ve bir de saflarda açık yer varsa geride kalanlardan birinin orayı doldurması lâzımdır. Safların bozukluğu kalblerin ihtilafına sebep olur. Ve muhakkak Al- Mü’minlere Va’zlar 482 lahü Teâlâ hazretleri ve melekleri saflar arasındaki boşlukları dolduranlara duâ eder ve rahmet-i ilahiyeye mazhar olurlar. Yirmikincisi: Cemaatle namaz kılarken imama muhalefet edip, ondan evvel rüku’a gitmek ve ondan evvel rüku’dan kalkmak, kezâlik secdeye de ondan evvel gidip, önce kalkmak gibi şeyleri yapmak günahdır. İlk tekbiri alırken (Allahü ekber) lafz-ı celilinin (r) harfini imamdan evvel söylese bu adamın imama uyması sahih olmaz demişlerdir. İmamdan evvel rüku eden veya imamdan evvel secdeden başını kaldıran kimsenin tekrar rüku ve sücuda dönmesi lâzımdır. Çünkü namazda imama uymak vacibdir. Bunun aksini yapanlar imama muhalefet etmiş sayılırlar. Binaenaleyh imamdan evvel başlarını kaldıranların, başlarının köpek başına çevrilmesinden korkulur ve bundan emin de olamazlar. Bu namazlar esâsen kabul olunsa dahi, ekseri ulema bu namazların iadesi tarafına gitmişlerdir. Fakat cemaatin tekbiri imamın tekbirinden sonra olmasına çok dikkat lâzımdır. Yirmiüçüncüsü: Üzerlerinde farz namaz,oruc, hac ve zekât gibi borçlar varsa, onları ödememek ve kazâ etmemek günahdır. Ve bunların sayısını bilmezse tahminen “şu kadar sene veya şu kadar gün” diye ve tertibe de riayetle “en evvel üzerinde kalan” mesela “sabah namazının farzına, sonra en evvel üzerimde kalan öğle, ikindi, akşam, yatsı ve vitir namazlarının kazasına” niyet edip kılarak, bir günlük borcunu ödemiş olur. Sünnetler kaza edilmez. (Üç şeyin eda ve muhafazasına riayet edenler, Allahü Teâlânın hakikaten hak velisi olup, bunları terk edenler de yine Cenâb-ı Hakkın hakiki düşmanı addedilmişdir. Bu üç şey de: Namaz, oruc ve cünüblükden gusüldür.) Mehmed Zahid Kotku 483 "Herkim herhangi bir sebeble namazı unutup kılamadıysa veya uyuyup kaldıysa, aklına gelince hemen kılsın, bu da onun kefaretidir." Binaenaleyh namaz ve oruç pek mühim bir erkandır. Eda edenlerin dünya ve ahirette pek büyük ni’metlere nail olacaklarından hiç şüphe olmadığı gibi, vaktinde eda edemiyenler ve kazasına da müvaffak olamayanlar ise, dünya ve ahiret hüsranına müstehak olurlar. Allahü Teâlâ hazretleri cümlemizin muini olsun, amin. Yirmidördüncüsü: Nezirlerini yapmamak günahdır. Mesela “şu işim olursa fukaraya şunları vereyim, bir kurban keseyim, şu kadar oruç tutayım”, gibi nezirleri mümkün olduğu halde yapmamak günahdır. Hem sözünde durmamış olur hem de va’dinde. Cenâb-ı Hak da ahdinizi ve nezirlerinizi yapmayı emr eder. Yirmibeşincisi: Ramazan bayramından evvel verdiğimiz, gerek kendimiz ve gerekse çocuklarımız için, sadaka-i fitri terk etmek günahdır. Hatta hizmetkârları, köleleri için de vermek lâzımdır. O köle kâfir dahi olsa demişlerdir. Sadaka-i fitir vacibdir. Vacibi terk elbette günahdır. "Sadaka-i fitir her, hür ve köleden, büyük ve küçük, Yahudi ve Nasrani dahi olsalar veya Mecusi de olsalar, buğdaydan yarım sağ, hurma ve arpadan bir sağ" verilmesi emr olunmuştur . Yirmialtıncısı: Kurban bayramı günü mali kudreti olduğu halde kurbanını kesmemek de günahdır. Vakti olanın çocukları için de kesmemesi günahdır demişlerdir. Kadınlara da vakitleri yani mâli durumları müsaid ise kurban vacibdir. Bu kurbanlar hem Sırat köprüsünden geçmemize ve hem de kurtulmamıza sebeb olur. Hem de Mü’minlere Va’zlar 484 fukara ve ev halkı sevinirler. Bu sürûr da insana yeter ve artar. Allahü Teâlâ hazretleri cümlemizi hayırlı amellere muvaffak kılsın, amin. Yirmiyedincisi: Bir adam birşey üzerine yemin etsede sonra yapsa, ol kimseye yemin kefâreti lâzım geldiği gibi, hatâ ile bir adamı öldürse, ölenin veresesine vereceği diyetden başka, yaptığı katlin kefâreti icâb eder. Hanımının bir uzvunu anasının veya kız kardeşinin bir uzvuna benzetse (zıhar) denilen kefâret lâzım gelir. Ramazan ayında kasten orucunu yerse, buna da kefaret lâzım gelir. Yemin kefâreti, on fukarayı doyurmak veya arka arkaya üç gün orucdur. (zıharın) ve orucun kefareti de; 60 gün birbiri arkasına oruc tutmakdır. Oruç tutamazsa 60 fakire birer ramazan fitresi verilir. İşte bunları yapmamak da ayrıca günahdır. Yirmisekizincisi: Düşmanla muharebe olurken harbe gitmemek de günahdır. Seferberlik i’lânında ise gitmemek günah-ı kebâirdendir. Ve katıyyen haramdır. Zira "bir müddet harp saflarında düşmanla fisebilillah döğüşmek 60 senelik nafile ibâdetden hayırlıdır." buyurulmuştur. Halbuki fisebilillah harbin çok nevi’leri vardır. Ve her zaman düşmanla harp de olmaz. Halbuki biz heran ve saatde gerek nefsimizle ve gerekse mensub olduğumuz cemiyet içerisinde, daimi bir surette mücadele ve muharebe halindeyiz. Hatta evlerimiz içinde yetiştirdiğimiz evladlarımız ve ailelerimizle de mücadelemiz devam etmekde olduğunu unutmamak lâzımdır. Bunu ihmal ettiğimiz gün mağlubiyetimizin tahakkuk ettiği gündür. Yirmidokuzuncusu: Namaz kılmayan hâtunu evinde saklamak, tutmak günahdır. Mehmed Zahid Kotku 485 Zira namaz kılmayan hatun, ısrarla ma’sıyet içerisindedir. Halbuki böyle ma’sıyette muzır olanlarla görüşmek, bir yerde bulunmak haram olduğu için, böyle günahkar bir hatunla oturmakdaki günah da bundan ileri gelmektedir. Çünkü amden, kasden, bile bile namazı terk etmek günah-ı kebirdendir. Hatta daha ileri gidip küfürdür diyenler de vardır. Binaenaleyh böyle tarik-i salat olan bir namazsızı ki, adüvvallah olduğu biraz evvel beyan olunmuşdu, bunlarla muaşeret etmek, gece gündüz onun yüzüne bakmak, musalli bir mü’mine layık değildir. Hatta kefaretini verecek parası olmasa dahi, Allahü Teâlânın rahmetine sığınarak borçlu olmak daha evladır demişlerdir. Otuzuncusu: Kur’ân, tefsir, hadis ve fıkıh kitablarını yastık yapıp başının altına koymak günahdır. Yalnız hırsızdan saklamak ve korumak için olursa beis yoktur, demişlerdir. Otuzbirincisi: Bir adam kendi oynamadığı halde evinde oyun aletlerini saklarsa günahtır. Ve haramdır. Oynarsa ayrıca günahı vardır. Bu gibi çalgı ve oyun aletlerini almak ve bunları öğrenmeye çalışmak, yasaktır. Bunların ticaretinde de hayır yokdur. Ve parası da haramdır, buyurulmuşdur. Otuzikincisi: Fırtınalı havalarda yüzme bilmeyenlerin gezmek için kayığa veya ticaret için gemiye binip dışarılara gitmesi câiz değildir. Lâkin cihâda, hac yoluna gemiye binip gitmek caizdir demişlerdir. Otuzüçüncüsü: Hevây-ı nefsi için kuş beslemek ve onun ötüşüne ve seyrine bakıp, zevk almak, için kuşu kafesde saklamak günahdır. Tavuk, hindi veya kaz gibi hayvanları beslemek caizdir. Hevay-ı nefse, zevka, şehvete müteallik bütün şeyler de böylece günahdır. Mü’minlere Va’zlar 486 Otuzdördüncüsü: Bakkal, kasab, ekmekci, manav gibi satıcı esnafa bir mikdar para verip, bilâhare onlardan aldığı şeyleri, verdiği paradan keserek ödetmek suretiyle, alış veriş câiz değildir. Bir nevi’ faiz vardır. Ma’lum bunda iki taraf için de menfeat vardır. "Her ödünç verilen şey bir menfeat temin ediyorsa o faizdir" buyurulmuş. Sonra bunda ikinci bir zarar da vardır, ki belki bu sefer fırsat elde olduğundan satacağı malı değerinden fazlaya verir, ve deftere de istediği gibi yazar, ve bir gün (alacağınız bitmişdir, efendim) der, siz de sesinizi bile çıkaramazsınız. Otuzbeşincisi: Zorla âharın malını a’lan kimseden mal almak ve bu maldan menfeatlenmek ve ondan yemek haramdır, günahtır, câiz değildir. Zira iki tarafın rızası yokdur. Binaenaleyh bunu yemek helal ve tiyb olmaz demişlerdir. Otuzaltıncısı: Müsrif olan ve günahlara harcayacağı yakinen bilinen kimseye sadaka vermek haramdır, câiz değildir. O sadaka, her ne kadar az olsa dahi yine caiz değildir demişler. Çünkü sadaka, mesarif-i şeriyyesini tesviyeden aciz olan fukaranın zaruretini gidermek için meşru’ kılınmışdır. Yoksa ma’sıyete sarf edilmiş olur ki; bu Allahü Teâlâ'nın emirlerine muhalifdir. Otuzyedincisi: Câmi içlerinde sadaka vermek câiz değildir. Ancak mescidin bir kenarında oturmuş, fakr-ü zarureti ma’lum kimselere sadaka vermekte beis yoktur demişler. Otuzsekizincisi: Üzerinde Kur'andan yazı bulunan eşyaya hürmet ve riâyet etmemek günahdır. Her nerede Mehmed Zahid Kotku 487 olursa olsun yazılı birşeyi gördüklerinde ona hürmeten kaldırmak, ayak basmayacak bir yere koymak ve lâzım gelen saygıyı göstermek müslümanlık vecibesidir. Otuzdokuzuncusu: Vel-inetü: (îne): Bir zaruret sâhibinin, varlıklı bir kimseden ödünç para istemesidir. O adama param yok lakin şu malı sana satarım, sen de benden alırsın, sonra aldığın malı bana tekrar istediğim fiata peşin parayla satar, sen de böylece bana borçlu olursun” der. Mesela yüz kuruşa sattığı malı o adamdan seksen kuruşa geri alır, bu suretle adam da yüz kuruş borçlu kalır. Aradaki yirmi kuruş gizli faizdir. Bunun adını (îne) diyorlar, ki güya faiz almıyormuş, yaptığı alış verişmiş, fakat bu halis fazidir ve buna hiyleli faiz demek doğru olacak. Faizcilerin icad ettikleri bir hiyle yoludur. Onun için de haramdır ve günahdır. Siz böyle hiyleli faiz yollarında kazanç temin eder ve ziraat bahçelerini i’mar için öküzün kuyruğuna yapışırda ziraate razi olur, cihâdı terk ederseniz. Allahü Teâlâ da sizlere öyle bir zül verirki, dininize dönmedikce o zülden kurtulamazsınız. Çalışmadan para kazanmak gayesiyle faizi icad etmişlerdir. Bu yüzden memlekette her türlü sıkıntı ve pahalılık, darlık husule gelmesine yegane sebeb faizdir. Zengin kazanır, fakat sıkıntıyı fakir çeker, halk çeker, Mesela, yüz liraya alacağınız bir ayakkabıya faiz sebebiyle on veya yirmi liranın ilavesi tabiidir. O zaman bu yirmi faizi siz ödeyorsunuz ve ayakkabıyı yüzyirmi liraya alıyorsunuz. O halde faiz parası, parayı alandan değil malı alandan çıkıyor. Ve bu suretle herşeyde o nisbette pahalı oluyor. Onun için Cenâb-ı Hak faizi haram kılmıştır. Kazancında hiç de hayır yoktur. Çünkü fukaranın hakkı geçmiştir, cezasını elbet bulacaktır. Kırkıncısı: Yanlışlıkla başkasının malını kullanarak faydalanmak haramdır, günahdır. Mesela: kendi tesbihi Mü’minlere Va’zlar 488 zannıyla başkasının tesbihini veya mendilini veya ayakkabısını veya elbisesini kullanmak caiz değildir. Sahibi ma’lum ise hemen ona geri vermek vacibdir. Sahibi belli değilse o zaman sokakda bulunan ğayıb olmuş mal gibi beytü’l-male teslim olunur, kullanılamaz. Kırkbirincisi: Kabristanda kandil yakmak haramdır ve hem de israftır. Bazı yol üzerlerinde bulunan kabristanlara kandil yakarlar, ki oradan geçenler bu ışıkdan faydalansınlar diye. Fakat bugün her yer elektirik ışığı ile aydınlıktır, artık mum yakmak iki katlı haramdır. Kabristanlarda, türbelerde namaz kılmak da mekruhtur. Ehlullah ve ulemanın kabirlerinde kandil yakmak caizdir. Kırkikincisi: Bir kimsenin bağışladığı hibeden dönmesi câiz değildir. İki taraf razı olursa beis yokdur. Veya hakim hükm ederse caizdir. Bu ehl-i takvaya yakışmaz ve caiz de değildir, fakat ehl-i fetvâ caizdir demişler. Kırküçüncüsü: Yol üstünde oturmak câiz değildir. Zira yollar umumun istifadesi için açılmışdır. Oturmak caiz olmazsa, oralara dükkan yapıp herkesi müşkülata düşürmek hiç caiz olurmu? Kırkdördüncüsü: Esnerken ağzı açmak câiz değildir. Eğer namazda esnerse sağ eliyle ağzını kapar, namaz haricinde ise sol eliyle ağzını kapamak gerekdir. Kırkbeşincisi: Güneşde veyâ vücudunun yarısı güneş yarısı gölge arasında oturmak, câiz değildir. Kırkaltıncısı: Zikir, ilim veyâ taâm halkalarının ortasına girip oturmak da câiz değildir. Mehmed Zahid Kotku 489 Kırkyedincisi: Bıyıklarını “bektaşi bıyığı” dedikleri gibi, uzatmak câiz değildir. Çünkü bıyıkları kesmek ve sakalı uzatmakla emr olunmuşuzdur. Kırksekizincisi: Önünde insanın düşmesine mâni olacak birşey olmadan dam üstünde yatmak câiz değildir. Çünkü uyku sebebiyle düşmek tehlikesi vardır. Kırkdokuzuncusu: Ellerini yemekden sonra yıkamadan yemek kokulu eller ve ağızla yatmak ta câiz değildir. Ellincisi: Sefer yolu olan üç günlük yola yalnız başına ve hatta iki kişi olarak bile gitmek câiz değildir. Belki dört salih kimse olarak yola devam etmek ahsendir. Ellibirincisi: Soğan ve sarımsak yiyenin mescide ve sâir toplantı yerlerine gitmesi câiz değildir. Zira o koku herkesi rahatsız eder. Elliikincisi: Dört aylık çocuğu düşürmek günah-ı kebâirdendir. Zira dört ayda çocuğa ruh nefh olunur. Artık onu düşürmek katil olmak demekdir. Dört aydan evvel olan düşüklerin günahı bir derece aşağıdır. Mal ve hayvanata da bakmayıp helâkine sebeb olmak da günahdır. Ellüçüncüsü: Gün doğarken veyâ batarken, akşam ile yatsı arasında, özrü yokken uyumak câiz değildir. Ve günahdır. Uyku yedi vechiledir. Biri gaflet uykusudur; Zikir meclislerinde uyumak, ikincisi, şekavet uykusudur; namaz vakitlerinde uyumak, üçüncüsü, La’net uykusudur. Sabah vakti uyumak, dördüncüsü, ukubet uykusudur, şafakdan sonra uyumak, beşincisi, rahatlık uykusudur, öğleden sonra uyumak, altıncısı rahmet uykusudur; ikindiden sonra uyumak, yedincisi hasret uykusudur, cuma gecesi uyumak. Mü’minlere Va’zlar 490 Ellidördüncüsü: Avret yerlerinde ve koltuk altlarında olan tüyleri, kılları kırk güne kadar kesmeyip uzatmak caiz değildir, günahdır. Onbeş günde bir kere temizlemek efdaldır. Kırk günden fazla kesmemek daha fazla günahtır. Beş şey fıtratın icabıdır. Sünnet olmak, avret yerlerini tıraş etmek, bıyıkları uzatmayıp kesmek, kırpmak, tırnakları kesmek, koltuk altlarını tıraş edip temizlemek, hem İslâmın hem de temizliğin icabıdır . Yapmamak günahdır. Ellibeşincisi: Malını bir memeketde, efrad-ı ailesini başka memleketde bulundurmak haramdır. Zira kendini, fikrini, kalbini dağınıklığa düşürmeye sebeb olur. Bu da onun güzel bir ibâdet edebilmesine mani olur. Zira Allahü Celle ve Alâ hazretleri buyuruyor ki, "Ey adem oğlu, benim ibâdetimi güzelce yapabilmen için kalbini dünya meşgalesinden hali ve boş kıl ki; ben senin sadrının içini zenginlikle doldurur ve fakir yollarını tamamıyla kaparım, rahat edersin. Eğer böyle yapmazsan ellerini, yani seni meşgul ederim. Çalışmakla beraber fakirlikden de bir türlü kurtulamazsın." Ömrün de boşuna zâyi olur, rahatlık da göremezsin demekdir. Onun için çok ve dağınık işler makbul değildir. Büyük bir su ne kadar parçalara ayrılırsa o kadar zayıflar, kuvvetini ğayb eder olduğu herkesce ma’lumdur. Ellialtıncısı: At, katır, merkeb etini yemek ve sütlerini içmek haramdır. Yırtıcı hayvanların etini yemek ve sütünü içmek de böyledir. Atın etini yemek de mekruhdur demişlerdir. Elliyedincisi: Tavuk, inek ve koyun gibi hayvanlardan necâset yiyenlerin etini hemen kesip yemek câiz değildir. Belki bu gibi hayvanlar üç dört gün habs edilerek sonra kesmek Mehmed Zahid Kotku 491 daha uygundur demişler ki; tavuk bâhusus necaset karıştırıp yediği görülen ve bilinen birşeydir. Amma hususi evlerde necaset bulunmadığı takdirde hemen kesip yemek olur. Ellisekizincisi: At,eşek, deve, sığır gibi hayvanların dişilerini, zürriyetlerini almak için erkek hayvanlara çekerler ve bundan, erkek hayvan sâhıbi dişi hayvan sâhibinden bir ücret alır ki; bu da haramdır. Şer ‘an bundan naşi para almak caiz değildir. Ellidokuzuncusu: Boş, sâhibsiz sahrâlarda olan kuyuyu satmak ve yine zirâat etmek şartıyla suyu ve araziyi satmak câiz değildir. Çünkü böyle şartla satış bey’i ifsad eder. Sahradaki kuyuda umuma aittir, kimse onu satmağa kalkamaz. Altmışıncısı: Kim olursa olsun ve nerede olursa olsun, bir adamın kendi ihtiyacından fazla olan suyu satması câiz değildir. Ehl-i İslâm üç şeyde müşterekdirler. Su, ot, ve ateş. Sahıbsiz yerde bulunan su, ot, ve ateş demekdir, yoksa kendi mülkünde olan ot da, su da, ateş de kendisine aitdir. İster satar, ister dağıtır. Altmışbirincisi: Hayvan mukabili et satmak câiz değildir. Cahiliyyet adetindendir. Mesela kesilmiş koyunun etinden beş kilo eti, canlı kuzuya mukabil satmak gibi. Ve veresiye olarak hayvanı hayvan mukabili satmak da caiz değildir. Altmışikincisi: Arpa, buğday vesâire gibi mahsulü satandan teslim almadan başkasına satmak câiz değildir. Çünkü evvela aldığını ölçmek veya tartmak lâzım gelirken, bunu yapmadan satmak ve alanın da kezalik ölçerek veya tartarak alması lâzım gelirken bunu yapmadan almakla, fazla veya noksan ihtimali olan bu alış verişin birde faizden hali olmamasıdır ki, caiz kılınmamıştır. Mü’minlere Va’zlar 492 Altmışüçüncüsü: Sütlü hayvanlar satılacağı zaman, çok sütlü imiş gibi görünmesi için sütünü sağmadan satışa çıkarmak câiz değildir. Bir nevi’ hiyle ve yalancılıktır ve alıcıyı aldatmaktır. Onun için yasak kılınmışdır · Altmışdördüncüsü: İnsanın elini ve ağzını yakacak derecede sıcak yemeği yemesi câiz değildir. Bu hem hastalıklara sebep olur hem de yemeğin bereketi olmaz. Altmışbeşincisi: Kabri kireç ve harc ile yapmak, kabrin üzerine büyük veyâ küçük bina yapmak câiz değildir, israfdır, yazıkdır. Belki bu paralar hayır ve hasenata, fakir ve fukaraya, ilim cemiyetlerine teberru edilse daha güzel olur. Çünkü o yapılan mezar ve binanın ölüye hiç bir faydası yoktur. Ölmeden kabir yeri almak ve onu hazırlamak da caiz değildir. Altmışaltıncısı: (uzak veya yakın bir yerde olsun) evine gelirken gece vakti gelmek câiz değildir. Amma zaruri geç kalan vapur, tren ve otobüslerle geldiği vakit bir mecburiyettir. Fekat daha evlası geleceğini mektup, telgraf veya başka bir şekilde haberdar etmek daha doğrudur. Zira evin halinin ve kadının perişan bir şekilde görülmesi elbette doğru olmaz. Onun için mecburi olarak evine gelmiş bile bulunsan hanımın yanına gitmemek daha layık ve evladır. Altmışyedincisi: Ac ve susuz hayvanı ölünceye kadar haps etmek günahtır, câiz değildir. Yılan ve akreb gibi muzır hayvanları böyle açlıkla öldürmek caizdir. Arının balını almak için ve kozanın içindeki ipek böceğinin öldürülmesine de cevaz vermişlerdir. Çünkü bunlardan başka türlü istifade edilir mi? Mehmed Zahid Kotku 493 Altmışsekizincisi: Mezar taşlarına yazı yazmak ve mezarların üzerine ve yazılı mezar taşlarının üzerine basmak câiz değildir, Hürmetsizlikdir. Mezartaşına ancak mevtanın adını yazmak karidir. AIlahü Teâlâ'nın isimlerinden veya Kur’andan birşey yazmak veya (Lâilâhe ilallah veyâ hüvel-bâki) gibi yazıları yazmak caiz değildir. Sonra birgün onların ayaklar altında çiğneneceğini unutmamak lâzımdır. Altmışdokuzuncusu: Gerek uykuda ve gerekse uyanıkken bir ayağını diğer ayağının üzerine koymak haramdır, caiz değildir. Mütekebbir ve küffar adetidir. Yetmişincisi: Sağ eliyle zekerini tutmak günahdır. Çünkü sağ eller Kur’anı tutmak ve yemek yemek gibi şerefli işlerde kullanılır. Sol el de taharet esnasında kullanılır. Bunlara dikkat gerektir. Yetmişbirincisi: Tek ayakkabıyla yürümek, yani ayakkabısının birini giyip diğerini giymeden sokakda yürümek caiz değildir. Ya ikisini birden giymeli veya ikisini birden çıkarmak lâzımdır. Yetmişikincisi: Daima saçını ve sakalını taramak ile meşgul olmak mekruhdur. Böyle hareket edenin hafif akıllılığına veya sefihliğine hami olunur. Arasıra taramak adabdandır. İfrat ve tefritten ictinab lâzımdır. Hem ayakda değil otururken taramak lâzımdır. Yetmişüçüncüsü: Gerek sahrâlarda ve gerekse bahçesinde olan meyveyi gece koparmak mekruhdur. Gerek ağacın üzerinde ve gerekse yerden koparsın caiz değildir. Zira dalların kırılmasına veya zehirli bir böceğin bulunmasına veya ham meyvaları koparmak gibi çeşitli zararları Mü’minlere Va’zlar 494 olabilir. Herhalde mecbur olmadıkça gece koparmakta kerahet vardır. Tarlada bulunan mahsulünü gece eliyle veya aletle yolmak ve koparmak, biçmek de caiz değil, mekruhdur. Misafir için hazır olan taamı koyup ikram etmek, hanede olmayan taam için tedarik edeceğim diye zorlanmamak evladır. Yetmişdördüncüsü: Yüzü üstüne kapanır derecede eğilerek yemek ve necaset yiyen hayvana binmek, sağ veya sol tarafına dayanarak yemek ve içki içilen meclislerde oturmak câiz değildir. Bunlar hakkında peygamberimizin nehyi vakı olmuşdur. Yetmişbeşincisi: Sabahleyin güneş doğmadan evvel, alış veriş etmek de mekruhdur. Zira bu vakitler zikir, fikir ve ibâdet vakitleridir. Böyle ibâdeti haseneyi terk edip, adi şeylerle meşgul olmak, dünyaya muhabbetin alâmetidir. Ya günah şeylerle meşgul olmak ne kadar fenadır. Yetmişaltıncısı: Yavrusunu, küçükken satayım diye koyun beslemek, herkese ve her yerde yani, şehirde ve köyde de olsa câiz değildir, mekruhdur. Bunda hem hayvanın ziyan olmasına hem de, büyüdüğü zaman ondan daha çok fayda ve istifade olunacağına göre, daha doğar doğmaz az bir zaman içinde derisi kıymetli olurmuş diye satmak günahdır. Hem de anasını evladından ayırmak ayrıca günahdır. Yetmişyedincisi: Kesilen hayvanın ölmezden evvel başını kesip vücudundan ayırmak veya boynunun iki tarafındaki damarları kesmemek haramdır ve günahdır. Zira hayvana zahmet vardır ve merhametsizlikdir. Yetmişsekizincisi: Kaplan postu üzerinde oturmak haramdır. Kibir iras eder. Kibir alâmeti olan her bir seccade ve minder gibi şeylerin üzerine oturmak da böyledir. Mehmed Zahid Kotku 495 Yetmişdokuzuncusu: Namazda olsun ve haricinde olsun veyâ uykuda olsun ağzını birşeyle kapamak mekruhdur. Seksenincisi: Yaptırdığı binâyı ihtiyacından fazla ve yüksek ve muhkem yaptırmak günahdır. Dünyaya meyil ve muhabbetin alâmetidir ve ömrü, serveti boşa zayi etmektir. Bugünkü taş devrindeki gibi gayet mükemmel ve yüksek binalara paraları harcamaktansa, bunları ihtiyaca kafi derecede ve gayet basit hemde az masrafla yapıp, artan paralarla, elbirliğiyle, muhtaç olduğumuz fabrikaları inşa ederek, ordu, devlet ve millet ihtiyaçlarını temin etmeğe çalışsak, hem vatan evlatları Avrupalıların kapılarına gidip çalışmak bahasına ahlâklarını bozmazlar ve hem de memleketde bol bol iş bulabilirler. Bugün bir ruh hastası geldi. Kur’an okumasını bilirmisin? diye sordum. Bilmem dedi. Namaz kılar mısın, dedim. Hayır dedi. Yaşı otuzu geçkin. Din mekteblerinin lüzumuna, devamına ve çoğalmasına nasıl lüzum var meydanda. Paraları binalara harcayıpda vatan evladlarını böyle cahil bırakmak olurmu? Bunun için ihtiyaçdan fazla bina yapanlar, yarın kıyamet gününde onları sırtlayıb taşımakla mükellef olacaklar ki; dünyada iken servetlerini ihtiyaç yerlerine değil, böyle dünya ziynetlerine harcadıklarının cezasını çekeceklerdir. Seksenbirincisi: İnsanın içi görünecek derecede ince elbise giymesi, veya pek kalın veyâ pek uzun veya pek kısa giymesi haramdır. Bu gibi elbiselerden sakınıb ı’tidale riayet ile (bütün işlerin hayırlısı ortasıdır) hikmetine uymak daha evladır. Resûlullah efendimiz hazretleri bunlardan bizleri men’ buyurmuşlardır. Seksenikincisi: Arife gününde ve sonraki bayram günlerinde ki, hac vazifesinin yapıldığı bugünlerde, umre yapmak haramdır. Hacdan evvel umre diye buna derler. Mü’minlere Va’zlar 496 Yoksa senenin her gününde umre yapılabilir. Arefe ve bayram günleri müstesna olmak şartıyla. Seksenüçüncüsü: Müvakkat nikâh (müt’a) nikâhı câiz değildir. Bu nikâh nesh edilmiştir. Yani hükmü kaldırılmıştır. Bir hatunu bir haftalık, onbeş günlük, bir aylık, bir senelik diye müvakkaten nikâhlamak caiz değildir. Seksendördüncüsü: Fâsık ve fâcir olduğu bilinen kimseye genç delikanlı kölesini satmak haramdır. Zira fasıkın günah işlemesine sebeb olur. Seksenbeşincisi: Haram olduğunu bildiği nesneyi yerken veyâ içerken unutarak veyâ sehven evvelinde Bismillah ve sonunda da elhamdülillah dilemek haramdır. Bile bile derse Allah muhafaza etsin kafir olur demişlerdir. Zira harama besmele denmez. Seksenaltıncısı: Hanımıyla mülâabe etmeden muâmelât-ı zevciyede bulunub cimâ etmek mekruhtur. Kadının şehveti tamam olmadan ayrılmak doğru değildir. Bu âcizlik alâmeti ve kadına da ezâdır. Kişide üç şey vardır ki âcizlik alâmetidir. Tanışmasını sevdiği kimseye mülâki olurda, onun ismini ve nesebini öğrenmeden ayrılır. İkincisi kardaşı ona ikram ederde, o ikramı kabul etmez. Üçüncüsü cariyesine yakın olurda cariyenin nefsini hoşlandırmadan ve onunla oynaşmadan kendi nefsini tatmin edip, o kadının nefsinin de tatmin olmasını beklemeden ayrılmaktır, buyurulmuşdur ki; pek doğrudur. Zira her nefsin hakkı vardır. Kendi haceti bitince hanımında hacetinin bitmesini beklemek lâzımdır. Seksenyedincisi: Bindiği atın eğerinin üstüne kırmızı birşey örterek binmek seğâirdendir. Zira kibir ve gurur alametidir. Mehmed Zahid Kotku 497 Seksensekizincisi: Arslan, kaplan, kurt ve sair yırtıcı hayvan derilerinden ma’mul ve benzerleri şeylerle evleri döşemek câiz değildir. Zira bunlar acemlerin bindikleri ve kullandıkları şeylerdir ki, (Herkim kendisini kime benzetirse onlardandır) kaidesini unutmamak lâzımdır. Maalesef bugün bu kaide hemen temamıyla unutulmuş durumdadır. Avrupavari yaşamak artık umuma sirayet etmiş bir adetdir. Hak cümlemizi korusun. Seksendokuzuncusu: Yeniden ev yaparken temele kurban kesmek câiz değildir. Kesilen hayvanın eti dahi yenilmez. Kurban ancak Allah için kesilir. Binaenaleyh temellere kurban keserken, Cenâbı-Hakkın kendisine lutf ettiği bu ni’mete şükren ve yine yalnız Allah için kesiler ve eti de orada çalışın işciye verilir. Doksanıncısı: Ölülere söğmek caiz değildir. Kim olursa olsun haramdır. Velevki cinni de olsa. Doksanbirincisi: Cumâ günü oruç tutmak mekruhtur. Çünkü o gün mü’minlerin bayramıdır. Lakin cumaertesi veya perşembeyi de eklerse, yani o günlerde de oruç tutarsa caizdir demişlerdir. Doksanikincisi: Arefe günü oruç tutmak da mekruhtur. Bu arefeden kasd kurban bayramının arefesidir. Hacılar için demekdir. Zira arefe günü, duâ ve ibâdet günüdür. O gün zaif düşüp düadan ve sair ibâdetlerden mahrum kalınmasın diye nehy olunmuşdur. O gün zaif düşmeyip, ibâdetde ve duâda kusur etmeyeceğini bilen için oruç tutmak caizdir demişler. Doksanüçüncüsü: Ramazan gününde şek olunca, o günün orucu da mekruhdur. Yalnız ayı kendisi görürse, o zaman yalnız kendi nefsine oruç farz olur. Şahid olmadığı Mü’minlere Va’zlar 498 için başkalarına farz değildir. Fakat başkaları için o gün nafile olarak tutmak caizdir demişlerdir. Doksandördüncüsü: Yalnız cumartesi günü oruc tutmak da mekruhtur. Diğer günlerden de eklerse o zaman caizdir. Doksanbeşincisi: Yaşını küçük zan etsinler diye dişciye incilettirmek seğâirdendir. Hem halkın takdirini değiştirmek, hem de dünyaya meyil ve muhabbetin alametidir. Boş yere vaktını zayı etmekdir ki; en büyük hatadır. Doksanaltıncısı: Harbin ğayri yerlerde saç ve sakaldaki beyaz kılları koparmak câiz değil günahdır, seğâirdendir. Çünkü o beyazlar mü’minin nurudur. Koparmak caiz değildir. Herhangi bir müslümanın İslâmlık devrindeki beyazlıklarından naşi, ona herbir tüyü için bir hasene verilir. Ve herbir tüyüne bir derece yükseltilir. Ve herbir tüyüne bedel hataları kaldırılır, yani afv olunur. Muharebelerde düşmana genç görünmek için koparmak caizdir. Doksanyedincisi: Câmi ve mescidlerde mutlaka yer ayırıp orasını kendisine tahsis etmesi câiz değildir, mekruhdur. Zira camilerin heryeri muhteremdir. Hiç bir kimseye mekân olmaz. Doksansekizincisi: Önlerinden çekib götürdüğü deve ve katırların arasından yürümek câiz değildir. Çünkü bir tehlikeye uğramasından korkulur. Doksandokuzuncusu: Cenâze namazını kabristanda veyâ kabir aralarında kılmak, veyâ hâil yani duvar gibi bir mânia olmadan kabirlere karşı namaz kılmak câiz değildir. Kabirler üzerine basmak veya oturmak da caiz değildir. Yüzüncüsü: Şalvar, don gibi şeyleri ayakda giymek mekruhdur. Bunları oturarak giymek lâzımdır. Mehmed Zahid Kotku 499 Yüzbirincisi: Su içine işemek, tükürmek, mü’mine ezâ herşeyi su içine atmak câiz değildir. Su akarsu ise necis olmaz amma ondan herkes nefret eder ve su gibi aziz bir ni’mete ihanet edilmiş olur. Yüzikincisi: Bir adama kelb, kurt, tilki gibi hayvan adı takmak câiz değildir. Tabii güzel adlar herkesin makbulüdür. Çirkin adlar da herkesce menfurdur, sakınmak gerekdir. Yüzüçüncüsü: Hiç bir kimsenin Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizin ismi şerifi olan Muhammed ismiyle, künyesi olan EbülKâsımı birleştirip Muhammed Ebü’l-kâsım denilmesi caiz değildir. Ya yalnız Muhammed veya yalnız Kâsım denirse beis yoktur demişler. Yüzdördüncüsü: Namazda iken başının saçını toplayıp takkesinin veyâ fesinin içine koymak câiz değildir. Zira bir elle yapılan bu hareket, her ne kadar namazı bozmazsada kerahatden hali değildir. İki eliyle yaparsa namaz ifsad olur. Yüzbeşincisi: Cenâzede yüksek sesle ağlayan ve sayha eden olursa, o cenâzede onlarla birlikte gitmek câiz değildir. Böyle cenazelerde, bağıra bağıra medhiye söylemek ve sayha edib bağrıb çağırmak da men olunmuştur. Yüzaltıncısı: Kadının, kocasının izni olmadan gerek evinde ve gerekse dışarıda yabancı erkeklerle konuşması câiz değildir. Zira kadının sesi de mahremdir ve hem de şehvettir. Başkasına işittirmesi caiz değildir. Bu konuşmalar bilahare büyük günahlara yol açar, maazallah. Yüzyedincisi: Kitaba ve mektuba ve ta’zimı lâzım olan her yazının üzerine üflemek ve nefesini salıvermek mekruhtur. Zira yazıların bozulmasına ve kağıdların kirlenmesine sebeb olur. Bâhusus el yazması kitapIara son derece Mü’minlere Va’zlar 500 ihtimam şarttır. Mektub yazılırken imzayı başa koymak ve yazıyı nefesiyle değil rih veya toprak cinsinden bir şeyle veya kurutma kağıtlarıyla kurutmak lâzımdır. Yüzsekizincisi: Meyvelerdeki kurtları aramak ve bakmak mekruhdur. Eğer kurt olsa bile meyvesiyle beraber yenmesinde beis yoktur. Meyvede kurt görülürse o zaman onu çıkarıp atmakta beis yoktur. Yüzdokuzuncusu: Müşriklerle musafaha etmek, onlarla merhabalaşmak ve dostluk ızhar etmek, onlara kinâye tarikıyla söz söylemek, ve onlardan ümid tutmak haramdır. Buna bazıları segair ve bazıları da kebâirdendir demişlerdir, müşrike ta’zimi müş’ır olan her sözü söylemek caiz değildir. Belki onlara yakınlık göstermek bile caiz olmadığı halde, onlarla müsaraha etmek ve merhaba demenin haram olduğu aşikardır. "Mü’minler hiç bir zaman kâfirleri dost edinmezler" Yüzonuncusu: Evinin duvarlarını ipekli kumaşlarla kapamak kerâhat-i tahrimiye ile mekruhdur. Başka şeylerle, mesela halı gibi şeylerle örterse tenzihen mekruhdur. Hepisi de acem adetidir, sakınmak ve kaçınmak gerekdir. Yüzonbirincisi: Câmi ve mescidleri yol yapıp geçmek haramdır. Oralar ancak ibâdet ve i’tikaf yeridir, yol değildir. Bizim yeraltı camii gibi, halk bir tarafdan girib, diğer taraftan çıkar. Böyle iki kapılı olması müslümanların her iki tarafdan kolayca camiye girebilmeleri içindir. Yoksa yol olsun diye değildir. Bunu icad edenler mes’uldurlar. Yüzonikincisi: Gerek hayvanın boynunda olsun, gerek duvarda asılı bulunsun ve gerek ip ucunda asılı olsun, evin içinde ziynet ve oyun için zil dedikleri şeyi bulundurmak Mehmed Zahid Kotku 501 seğâirdendir. Böyle evlere girmekden ve kafilelere arkadaş olmakdan men’ olunmuştur. Yüzonüçüncüsü: Selât-ü teheccüdü, yani gece namazını terk etmek mekruhdur. İki rekatdan oniki rekata kadar kılınabilir. Yatmazdan evvel kıldığınıza kıyamülleyl derler. Teheccüd ise gece yattıkdan sonra kalkıp kılmak ve tekrar yatmakla olur. Kılınması çok sevab ve sünnet-i seniyyedir. Hele bir vakit kılıp sonra terk edenler pek büyük hata işlemiş olurlar. Devam edilen her ibâdeti de terk edivermek böylece mezmumdur. Meselâ bir vakit Zikrullaha devam edip sonra terk etmek gibi. Yüzondördüncüsü: Zaruret olmadıkca cenâzeyi gece gömmek caiz değildir. Arabistanda sıcak sebebiyle cenazeleri saklamak mümkün olmadığından, akşamdan sonra da gömdükleri veya kafilelerin durmaması yüzünden, zarureten caizdir demişler. Yüzonbeşincisi: Sütlü olan koyunu veyâ inek ve deve gibi hayvanları kesmek de günahdır. Çünkü sütlü ineğin eti hoş olmaz ve sütünden de mahrum olunur. Bu bir kayıptır. Yüzonaltıncısı: Mevtâları hayrın gayrısıyla zikretmek ve onlar için hayır duâ etmemek günahdır. "Mevtalarınızı hayır ile zikr ediniz" emrine uyarak bütün ümmet-i Muhammedin mevtalarını hayır ile yad edip aleyhlerinde konuşmayınız, zira bir faydası yokdur. Yüzonyedincisi: Sultanlarınıza, padişahlarınıza, reis-i cümhurlarınıza ve bütün âmirlerinize seb etmeyiniz, söğmeyiniz. Kötü söz söylemek günahdır. Eğer bunlar fasık, zalim ve köle olsalar dahi, yine onlara salah ile duâ’dan başka haklarında şöyledirler, böyledirler diye söylemek caiz değildir. Zira "Eimmenize fesad ile duâ etmeyiniz. Çünkü onların iyiliği sizin iyiliğiniz, onların fesadı sizin fesadınızı mucibdir". Mü’minlere Va’zlar 502 Eimmenize söğmeyiniz ve onlara salahları için duâ ediniz. Çünkü onların salah halleri sizlerin salah hallerinize sebebdir" öyleyse vay zamanın anarşist gençlerine. Yüzonsekizincisi: Zamana sövmek günahtır. Zaman (dehr) diye ta’bir olunmaktadır. Dehir kelimesi ise, esma-ı ilahiden olduğuna dair bir hadis-i zikr edilmişdir. O halde seb küfr addedilmiştir. Luğatde zamana dehir derler. Zamandaki bazı hadiseler dolayısıyla zamana seb, zamanları halk elen Allahü Teâlâ'ya râcı’ olduğundan katıyyen caiz olmaz. Yüzondokuzuncusu: Humma denilen hastalıklara seb etmek seğâir günahlardandır. Hastalıklar insanların günahlarını dökmek ve mertebe-i şehadete eriştirmek bakımından menfeatlı ve hayırlı birşey olduğundan, şükr etmek lâzımken seb etmek küfran-ı ni’met kabilindendir. Yüzyirmincisi: Diliyle değilde eliyle işâretle selam vermek câiz değildir, mekruhtur. Yahudi ve Nasaraya uymakdır. "Kendilerini bizden başkalarına benzetenler bizden değildir. Yahudi ve nasaraya benzemeyiniz." Çünkü yahudilerin selamı el ile parmakla, Nasaranın ise, el ile yaptıkları bildirilmişdir. Uzakta bulunan bir kimseye el ile işretde beis yoktur demişler. Yüzyirmibirincisi: Herhangi bir yemeği ve bu kimin yemeği olursa olsun koklamak câiz değildir. "Hayvanların yediklerini kokladıkları gibi sizde yemekleri koklamayınız." Yüzyirmiikincisi: Kendisinin yiyemediği yemekleri fukaralara vermek veyâ yedirmek günahdır. Kokmuş ve ekşimiş yemekler gibi. Zira it’am ancak Allah içindir. Elbette böyle ekşimiş ve kokmuş veya lâyık olmayan yemekleri vermek hiç caiz olamayacağı aşikardır. "Yiyemediginiz yemekleri Mehmed Zahid Kotku 503 fukaralara vermeyiniz" "İhlas ile olmayan amelleri Allah kabul etmez. Ancak ihlaslı amelleri kabul eder". Yüzyirmiüçüncüsü: Gerek insan ve gerekse hayvan için olsun gılzat, sertlik ve şiddet göstermek haramdır. Herhalde kabahatli dahi olsalar yumuşaklıkla muamele etmek daha evladır. Rıfk herşeye ziynet verir. Şiddet ise çirkinlik verir. Yüzyirmidördüncüsü: Fâsık ve fâcirlerin ellerinde olan dünya ni’metlerine ğıbta edib, onun mislini istemek günâh-ı seğâirdendir. "Azabdan korunmak ekseriya yoksullukla olur" Varlıklar, ni’metler iki kısımdır. Birisi; insanları meâsiye sevk eder, günah işlemelerine ve dolayısıyla Hakdan uzak olmalarına sebeb olur. İkincisi de kibir ve gurura sevk eder. Bu daha büyük günahtır. Bunlardan mahrum olunca tabiatiyle insan günahlardan da uzak kalır. Hem de kibir ve gurur yerine inkisar-ı kalb hasıl olur ki bu da ayrıca pek büyük bir ni’metdir. Zenginlerde pek bulunmaz. Sonra dünya işlerinde daima kendinizden aşağılara bakıp Allahü Teâlâ'ya şükr edesiniz. Ahiret hususunda da sizlerden fazla ibâdet edenlere bakıp onlara benzemeye çalışasınız. Dünya hayatı gözümüzün önündedir. Kimseye kalmayan bu dünyayı istemek akılsızlık alâmetidir. Hayat ancak ahiret hayatıdır. Yüzyirmibeşincisi: Hastaları, su, yemek, ve ilaç içmesi için zorlamak mekruhtur. Zira Hazreti Allah onları yedirir ve içirir, yani onları himaye eder, korur. Yemeğe ve içmeğe ihtiyacları olmaz. Onun için korkmayın demektir. Yüzyirmialtıncısı: Sokaklarda pişirilip hazırlanan yemekleri yemek mekruhtur. Hem başkasının gözleri kalır, hem de nezafete dikkat edilmez. Hele bu devirde kimbilir etleri Mü’minlere Va’zlar 504 nasıl ettir, yağları da nasıl yağdır, Allah bilir. En mükemmel lokantalar bile böyledir. Çünkü insanlar zengin olmağa çok harisdirler. Oldukca ucuza mal alıp pahalıya satmağa çalışırlar. Hem de bu, iktisada son derecede zararlıdır. O bir lokanta yemeği ile bir ev halkı belki bir hafta geçinebilir. Hem de lokantalar kendini bilmezlerin yeridir dersem beni ayıplamayınız. Çünkü benim babam bana çarşıdan yemek yememeyi tavsiye etmişdir. Pek muztar kalırsan ekmek, peynir, zeytin, helva insana yetip artar. Hem israf haramdır deriz, hem de en büyük ve pahalı lokantalara ve otellere gideriz. Yüzyirmiyedincisi: Va’z ve nasihat gibi hayırlı yer olmadığı halde, çok konuşmak günahdır. Zira zaman ömrün hırsızıdır. Ömür, saniyesine kıymet biçilemeyen bir ni’met-i uzmâdır. Onu laklakıyat ile geçirmek kadar zararlı birşey olmasa gerektir. Onun için her toplantı yeri, kahvehane, gazino ve sinemalar gibi yerler, ömrün ve vaktin çalındığı yerlerdir. Beş lira veya beşyüz lirayı gayb etseniz geceleri uykunuz kaçar, nerede düşürdüm, diye düşünür durursunuz da, bu ömrün ziyaını hiç düşünmezmisiniz? Herşeyin telâfisi mümkün fakat ömrün telâfisi mümkün değildir. "Vakit nakittir." derler. Onun için Allahü Cellealaya çok yalvaralım ki bizleri doğru yoldan ayırmasın. Çünkü ömrün kıymeti o zaman bilinir. Yüzyirmisekizincisi: Kabirler üzerindeki taşlara yazılan yazıları okumak da mekruhdur. Zira insana unutkanlık getirir. Yüzyirmidokuzuncusu: Birbiri ardınca giden deve, katır, at gibi hayvanların arasından geçmek günahtır. Isırılmak veya tekmelenmek korkusu ve tehlikesi vardır. Selâmet aralarından geçmemektedir. Bugün de sıra ile gelen otomobillerin arasından geçmek daha tehlikelidir. Biraz sabır lâzımdır ve kâfidir. Mehmed Zahid Kotku 505 Yüzotuzuncusu: Kehleyi, yani (biti) öldürmeden toprağa atmak günahtır. Zira toprakda yaşayamaz ve zoruzoruna ölür. Böyle olmakdansa öldürüp atmak daha evladır. Yüzotuzbirincisi: Reyhan ve nar ağaçlarının köklerinden misvak yapıp kullanmak da günahtır. Zira bunlar insanlarda ağrı ve sancılara sebeb olurlar, demişlerdir. Misvakın bir karışdan fazlası ve iki ucuyla da misvaklanmak ve misvaki emmek iyi değildir, körlük getirir derler. Yattığı yerde misvak kullanmak da insanın dalağını büyütür. Yere korken başaşağı koymak lâzımdır. Düz koymamalıdır. Yüzotuzikincisi: Zemzemden başka her yenilen ve içilen şeyleri ayakda yiyip içmek de mekruhtur. Zira şeytanın seninle ortak olmasına sebep olur. Sakın bunları inkâra kalkma, sonra çok zarar görürsün. Yüzotuzüçüncüsü: Müşrik ve müsriflerin su kablarından zaruretsiz alıp içmek mekruhtur. Artık başka şeylerini alıp yemek nasıl olur, sen düşün. Onlarla iş yapanlar ve dostluk kuranların vay hallerine. "Biz müşriklerin hiç birşeyini kabul etmeyiz." Çünkü müşrikde din olmadığı için, ondan daima uzak kalmak lâzımdır. Bütün maddi ihtiyaçlarımızı kendimiz te’min edip, onlara muhtaç olmamamız başta gelir. Maalesef bugün onlara ne kadar muhtaç duruma gelmişiz. Halbuki bizde onlardan daha güzel ve sağlam akıllı insanlarız. Onlara uşak olmak, köle olmak, muhtaç olmak yakışır mı? Yüzotuzdördüncüsü: Elbisesi varken namazı yalnız don veya peştemal ile kılmak mekruhdur. Fakat başka elbisesi yoksa o zaman caiz olur. Çünkü zaruretler mahzurları mübah kılar. Yüzotuzbeşincisi: Yellenen bir insanın yellendiğini işiten kimsenin etrafındakileri de güldürmek için gülmesi Mü’minlere Va’zlar 506 mekruhtur, günahtır. Çünkü; hata ve kusurları örtmek vazifemizken gülmek ve güldürmek hiç caiz olmaz. Yüzotuzaltıncısı: Arzularının husuli için veya bir fenalıkdan kurtulmak için nezir etmek mekruhtur. Mesela, “şu işim hasıl olursa bir kurban keseyim” veya buna benzer nezirler adamak caiz değildir. Sen hayırlarını Allah için yap, ötesine karışma vesselam. Yüzotuzyedincisi: Yalnız başına bir evde yatmak caiz değildir, mekruhtur. İster şehir ister köy olsun, ister yaşlı ister genç olsun, evham ve hayalata kapılır, başı derde girer. Onun için yalnız yatmaktan men’ olunmuştur. Yüzotuzsekizincisi: Kiralanan ev veya dükkan gibi yerlerin fiyatı ve müddeti bilinmeden kira sahih olmaz, haramdır, caiz değildir. Yani ben senin evini veya dükkanını kiraladım demek kafi değildir. Böylece akid tamam olmaz. Belki “senin şu evini veya dükkanını şu kadar kuruşa ve şu kadar müddetle” - bir ay, bir sene, beş sene gibi -- müddet ta’yini şarttır. Ev sahibi de verdim derse akid sahih olur. Ödünç alınan bir hayvanla şuraya kadar gidip gelmek şartıyla hayvanını bana verirmisin der, o da verirse, oraya kadar gidip gelir. Bu arada hayvana bir zarar gelirse bundan mes’ul olmaz velakin dediği yerden başka yere de gider ve orada hayvana bir zarar gelirse, o zaman zararı ödemek mecburidir. Yüzotuzdokuzuncusu: Gözünü çıkarmak ve kaplan postu üzerinde oturmak haramdır. Göz çıkarılmaz, kim gözünü çıkarır? Acaba bunları yapanlar mı vardı ki böyle yazmışlar? Yüzkırkıncısı: Un öğütmek için değirmene götürülen buğday ve arpadan değirmenciye hak vermek caiz değildir. Mehmed Zahid Kotku 507 Fakat bu umumi bir dertdir. Her yerde böyle yapılagelmektedir. Ya bilmediklerinden veya işlerine öyle geliyorda ondan, bir adet haline gelmişdir. Bu sebebden mekruhdur demişlerdir. Yüzkırkbirincisi: Sekir verici herşeyi yemek ve içmek haramdır. İnsana gevşeklik ve zaaf veren şeylerde böyledir. Afyon kullanmak da haramdır, fakat namaz kılanın üzerinde bulunursa namazı sahihdır. Amma şarabı içmek haram olduğu gibi üzerinde taşımak da caiz değildir ve kıldığı namaz sahih olmaz. İnsana zarar veren her nevi’ içki böyledir. Yüzkırkikincisi: Mescidlerde övünmek zalimlerin halidir; haramdır. Hatta bu mescidlerin dışında da haramdır. Mescidde yapmak daha kötüdür. Mescide yakışan tevazu’dur. Yüzkırküçüncüsü: Mushaf-ı şerif yanında bulunduğu halde küffar memleketine gitmek günahtır. Belki düşman kitabımıza karşı bir saygısızlık yapar tehlikesinden naşi olsa gerekdir. Yüzkırkdördüncüsü: Meyvalı ağaçların altına, bahçe ve bağlara def’i hacet etmek haramdır. İşemek de böyledir. Nehir kenarlarına ve su içlerine dahi işemek ve tegâvvut caiz değildir. Yüzkırkaltıncısı: Meyve konan tabak içerisine, meyvesini yiyip çekirdeğini koymak caiz değildir. Etini yiyip kemiklerini de yemek sahanının içine koymak da caiz değildir. Yüzkırkaltıncısı: Ecnebi, yabancı kadınların yanında uyumak haramdır. Zira bazı fesadi hallerin zuhuruna sebeb olur. Yüzkırkyedincisi: Ehl-i hevâ ve batıl mezheb sahipleriyle ihtilafa düşmek haramdır. Günah-ı kebâirdendir. Mü’minlere Va’zlar 508 Zira bunların mezheblerinin batıl olduğunu beyan etmeye herkesin gücü yetmez, iktidarı yokdur. Öyle birkaç mes’ele bellemekle bu hal edilmiş olmaz. Sonra hem kendisinin büyük bir hataya düşmesine sebep olur, hem de onları ilzam edemeyişi de ayrı bir dertdir. Amma onların mezheblerinin batıl olduğunu edillesiyle beyan etmeye muktedir olan alimIerin, onlarla mücadele etmeleri, hakkı ızhar cihetinden lâzımdır. Yüzkırksekizincisi: Nasıl olursa olsun ve nereden gelirse gelsin, ufak olsun büyük olsun düşmanla karşılaşmağı temenni etmek günahdır. Çünkü; neticenin ne getireceği mechuldur. Bazan büyük dert ve belalara giriftar olunmasına sebep olur. Düşmanla karşılaşdığınız zaman da sakın korkup kaçmayın. Deyin ki "Yarab sen bizim de onların da Rabbısın. Bizim kalblerimiz de onların kalbleri de senin elindedir. Ancak senin yardımınla biz onlara galib geliriz duâsını okuyup yerlerinizde durunuz. Ne zamanki onlar size yaklaşırlar, o zaman Allahü Ekber diye tekbir getirip hücum ediniz. Tozu dumana karıştırarak saldırınız ki, düşman neye uğradığını bilmeyip şaşırsın. Öyle bahadır, cesur, atılgan olunuz demekdir. Allahü a’lem. Yüzkırkdokuzuncusu: Ahitlerini bozan kavimle veya ferdle oturmak caiz değildir. Ahdini bozanı Allah da sevmez Peygamber de. Ahdinde durmayanın imanı yokdur, yani çok za’ıfdır. Ahdini bozan müslüman da olsa, onunla oturmak yine caiz değildir. Zaten küffar ile müşrikler ile oturmak caiz olmadığı gibi, ahdini bozan kâfirle de hiç oturulmaz. Ancak ben seninle olan ahdimi bozuyorum diye haber vermek lâzımdır. Ahdini bozanın mezarratı yine kendi nefsinedir. Bu gibi kimselerle oturmak değil, selam bile vermek caiz değildir demişler. Mehmed Zahid Kotku 509 Yüzellincisi: Cüzzam illetine mübtela olan kimseye çokca bakmak günahtır. Cüzzam, miskinlik denilen bir dertdir. Bütün vücudun mizacı bozulur. Ve bedende çıbanlar çıkar. Bazan a’zalar çürüyüb dökülür. İşte illet sahibine dikkatli, dikkatli bakmayınız. Eğer konuşmanız icab ediyorsa, hiç olmazsa bir mızrak boyu uzakdan konuşunuz. Birbirinize yakın olmayınız demektir. Bir rivayette arslandan kaçar gibi kaçınız da denilmişdir. Hakikaten cüz’amın mikrobu da arslan şeklinde imiş. Dikkatli ve çok bakmak, o cüzam hastalığına tutulan kimseye hem ezadır hem de insan kendini onun üzerine üstün görmesi ve onu tahkir gibi oluşundan olsa gerekdir ki; ona çok bakmayınız buyurulmuşdur. Yüzellibirincisi: Nasdan birşey istemek günahtır. Velevki at üstünde giden bir kimsenin kamçısı düşse bile, onu bana alıverin demek yoktur, inip kendisi alsın. Zira başkalarına iş emir etmek nası izac eder, bıktırır. İnsan için, kendi işini kendi görmek ve insanlardan birşey istemeksizin idarenin yoluna bakmak ve düçar olacağı zaruretlere de sabr etmek kadar iyi birşey yoktur. Yüzeliiikincisi: İnsanlardan şehir, kasaba ve köylerden uzak yerlerde zahire anbarları yapmak iyi değildir. Hem hırsızlara yol açar hem de çeşitli tehlikelere ma’ruz kalabilir. Binaenaleyh, kendinizi ellerinizle tehlikelere atmayınız, ve tehlikelere sebep olmayınız. Yüzelliüçüncüsü: Mü’min ve müttekinin ğayri kimselere muhabbet ve kardaşlık duygusuyla yemek yedirmek günahtır. Zira "Sohbetin ancak mü’minle olsun ve yemeğini de ancak mütteki kimseler yesin" lâkin tasadduk tarikıyla yedirmek caizdir. Hatta kâfire bile misafirlik suretiyle yemek yedirmek caizdir. Doğrusu çok mühim. Mü’minlere Va’zlar 510 Yüzellidördüncüsü: Evli kadınların kocalarından izin almadıkca nafile oruc tutmaları caiz değildir. Farzlarda yani Ramazan-ı Şerifde tutulan oruca kimse karışamaz. Buna kocanın da sözü geçmez. Razı olmasa dahi orucu tutmak vacibdir lâzımdır. Kadın kocasının arzusuna uymazsa üç büyük günah işlemiş olur. Bu uymadan maksad nefsini teslim etmezse demekdir. Yüzellibeşincisi: Sahibi olmayan arazide, mera denilen otlaklarda koyunların, hayvanların otlamalarına mani’ olmak günahtır. Sahibi olan arazide, sahibinin izni olmadıkca hayvan otlatılamaz. Arazi sahibinin isterse onları men’ etmeğe hakkı vardır. Yüzellialtıncısı: Gerek binek üstünde ve gerek yaya olarak yürürken sağa sola bakarak yürümek günahtır. Yollarda yürürken önüne bakarak yürümek daha evladır ve daha uygundur. Yüzelliyedincisi: Kadın veya erkekden avret mahalleri açık olana selam vermek günahdır. Selam bir ibâdet ve bir duâdır. Ma’sıyet ile ibâdet bir arada olamayacağı cümlece ma’lumdur. Erkeğin avreti göbeğinden diz kapaklarına kadar olan yerlerdir. Kadının ise bütün vücudu avretdir. Ellerle yüzün müstesna oluşu zaruretden naşidir. Hamamlarda namaz kılmaktan ve bir de avretleri açık olan kimselere selam vermekden men’ olunmuşuzdur. Yüzellisekizincisi: Yakını olsa bile selam vermeden gelen kimsenin, eve girmesine izin vermek mekruhtur. Zira "selam vermeyen kimseye, eve girmesine izin vermeyiniz" ve yine "söze başlamayın, her kim selam vermeden söze başlarsa, ona da cevab vermeyiniz" buyurulmuştur. Ma’lum olduğu üzre selam esma-i hüsnadandır. Selamı Mehmed Zahid Kotku 511 vermekle kardaşlarımıza en büyük duâyı yapmış oluyoruz. Bu hayırlı duâyı yapmaktan kaçınmak kadar abes birşey yokdur. Paralı ve zahmetli bir iş de değildir. Yalnız dudaklarınızın kımıldamasıyla olacak pek kısa ve ma’nası da pek derin bir duadır. Selam, selametden gelir. Yani Allahü Teâlâ hazretleri her nevi ayıp, kusur, rahatsızlık ve noksanlardan ve ârızalardan, eksiklikden, dert, bela ve musibetlerden salim kılsın, emin eylesin demekdir. Sen de öyle her türlü kusurlardan ve noksanlardan, dert, bela ve musibetlerden salim olasın, emin olasın, rahatlıkla, afiyetle, selametle yaşa, yaşa, yaşa, vesselam. Şimdi bu duâ bırakılırda, bunun yerini bonjur, mersi, aydın, günaydın demenin hangisi tutar? Hem ayıp hem günah. Altını, yakutu bırakıp da, çocukların oynadığı boncuklarla değiştirmeğe benzer. Belki daha aşağısına. Bu bir kere Allah emri, sonra Peygamberimizin emirleri, daha ne diyeceksin ey kardaş. Yüzellidokuzuncusu: Zaruretsiz, sırf dünya menfeati için emirlere ve onların vekillerine yakın olmak günahtır. Bunlar dünya mevkıleriyle meşguldurlar. Bunlara gidip nefsini zelil etmek yakışmaz. CibiIliyeti insaniye de, dünyaya meyil ve muhabbeti sevdiğinden, o da bu dünya ni’metlerinden faydalanmak ister ki; bu da tabii iyi birşey değildir. Böyle tehlikelerden korunmak için, bu gibi dünya adamlarını dünya menfeatleri için ziyaret etmek doğru sayılmamıştır. Ve günahtır denilmiştir. Ancak onlara nasihat etmek ve hatalarını tashih için gidilirse caizdir demişler. Buraya kadar saydığımız günahlar Hâdimî merhumun Tarikati Muhammediye şerhi Barikasında ve Fetâvây-ıZeyniyede, Vikâye, Nihâye, Kavati’ ve Tebeyy’ünül-meharim adlı kitablarla, Nısabül-ihtisab ve Ihyaül Ulumdan alınmışdır. Mü’minlere Va’zlar 512 ZEVÂCİR'DE ZİKREDİLEN GÜNAHLAR Buraya kadar yazılan günahların ekserisi Hanefi mezhebi üzerine olup bundan sonrakilerde Şâfii mezhebi üzerine olan İbni Haceri’l Mekki Haysemi hazretlerinin “Zevacir” adlı kitabından alınmış ve dört mezhep üzerine beyan olunan günahlardır. Ve bunlar muhtasar olarak yazılmışdır. 1- Şirk-i Ekber, 2- Küfür, 3- Riyâ, 4- Süm’a, 5- Gazab-ı Batıl, 6- Hased, 7- Kibir, 8- Ucüb, 9- Hile, 10- Hıyânet, 11- Nifak, 12- Zulüm, 13- Kibirle halkdan ı’raz, 14- Mâlâya’niye dalma, 15- Tama, 16- Fakirlikten korkma, 17- Kadere râzî olmamak, 18- Zenginlere ta’zim, 19- Fukarayı fakirliklerinden nâşi istihzâ, 20- Dünyaya haris olup, dünya için başkasına nefsâniyet etmek, 21- Dünyalığa sevinip öğünmek ve ferahlamak, Mehmed Zahid Kotku 513 22- Haram olan şeylerle nas için ziynetlenmek, 23- Büyüklerin kötü huylarını hoş görmek ve sükût etmek, 24- Kendi nefsinin ayıplarını görmeyip halkın ayıplarıyla uğraşmak, 25- Nı’met-i ilahiyeyi unutmak, 26- Din-i ilâhinin gayrisi için gayret göstermek, 27- Şükrü terk etmek, 28- Kazâya râzî olmamak, 29- Hukûk-i ilâhiyi ve Emr-i ilahîyi âdi iş gibi görmek, 30- Allahın kullarını maskaralığa almak, 31- Onlara zelil ve hakir gözüyle bakmak, 32- Nâsa mekir ve hiyle eylemek, 33- Dünya hayatını murad etmek, 34- İnad edip hakkı kabul etmemek, 35- Müslüman ve mü ‘mine su-i zan etmek, 36- Nefsinin istemediği hakkı işittiğinde yahud sevmediği ve buğz ettiği kimseden işittiğinde hakkı kabul etmemek, 37- Ma’siyete ısrar etmek, 38- Ma’sıyet ile sevinmek, 39- Dünya hayatına razî olmak, 40- Dünya hayatına meyl edip dayanmak, 41- Allahı ve ahıreti unutmak, 42- Nefsi için gazab etmek, 43- Batıl nesne ile nefsine yardım etmek, 44- Mevlanın mekrinden korkmamak, 45- Allah’ın rahmetinden ümid kesmek, 46- Mevlâya sû-i zan etmek, 47- Dünya için ilim tahsil etmek, Mü’minlere Va’zlar 514 48- Ehli olan kimseye ilmi öğretmemek, 49- İlmiyle âmil olmamak, 50- Kur’an, ilim ve ibâdetde haksız ve zaruretsiz yere davada bulunmak, 51- Ulemanın hakkını zâyi etmek, 52- Ulemaya ta’zimi terk etmek, 53- Ulemayı istihfaf etmek, 54- Mevlâya ve Resul’üne yalan isnad etmek, 55- Kötü ve bid’ati seyyieyi ıhdâs edib, ümmet içine bırakmak, 56- Sünnet-i Peygamberiyi terk etmek, 57- Kaderi tekzib etmek, 58- Ahdine vefâ etmemek, 59- Zalemeye ve fiska muhabbet etmek, 60- Salihlere buğz etmek, 61- Evliyaullaha adâvet edib buğz etmek, 62- Dehre seb etmek, 63- Hakkı gazablandıracak söz söylemek, 64- Muhsinin nı’metini inkâr etmek, 65- Peygamberimizin ism-i şerifleri anıldığında salât-ü selâmı terk etmek, 66- Katı kalpli ve merhametsiz olmak, ihtiyac sahiblerinin imdâdına yetişmemek, 67- Günah-ı kebâire razî olmak, 68- Ve ona yardım etmek, 69- Fuhş ve şerirliğe devam etmek ve herkesin onun şerrinden korkması, 70- Altın ve gümüşü damgalanmışken onları kırmak,eksiltmek, Mehmed Zahid Kotku 515 71- Altın ve gümüşün içine başka şeyler karıştırıp kalp akçe yapmak, 72- Altın ve gümüş kaplardan yiyip içmek, 73- Kur’anı ve belki Kur’andan bir harfi ezberledikten sonra unutmak, 74- Başkalarıyla mücadele etmek, üstünü başını sidikden sakınmamak, 75- Abdestin ve guslün farzlarından birini terketmek, 76- Zaruretsiz olarak avret mahallini açmak, 77- Peştemalsız hamama girmek, 78- Hayız halinde hanımına cima’ etmek, 79- Namazın terkini kasd etmek, 80- Namazın tehirini kasd etmek, 81- Namazın vaktini özürsüz takdim etmek, 82- Etrafında korkuluk olmayan damda yatıp uyumak, 83- Namazın vaciblerinden bir vacibi terk etmek, 84- Kadınlar başlarına eğreti (Peruk) saç takmak, 85- Ve bu takma sanatını öğrenmek, 86- Vücuduna ve kollarına nişan ve nakış yaptırmak, 87- Ve bunu yapmayı öğrenmek, 88- Dişlerini bağlamak, süs için kaplatmak, 89- Ve bu ilmi öğretmek, 90- Namaz kılanın önünden geçmek, 91- Namazı cemâatle kılmamağa ittifak etmek, 92- Kendisinin imam olmasını istemeyen kavme imam olmak, 93- Safları kesmek, yani aralarını açık bırakmak, 94- Safları düzgün etmemek, 95- İmamdan evvel yatıp kalkmak, Mü’minlere Va’zlar 516 96- Namaz kılarken semâya bakmak, 97- Namazda iki tarafına bakmak, 98- Namazda iki elini böğrüne koymak, 99- Kabristan ve türbeleri mescid yapmak, 100- Kabristanda kandil yapmak, 101- Türbelere ta’zim etmemek kebâirdendir, 102- Türbelerin etrafında dolaşmak, 103- Kabrin üzerine yapışıp yuzünü gözünü sürmek, 104- Kabre karşı namaz kılmak, 105- Yalnız yola gitmek, 106- Kadınlar (erkeksiz) sefer mıkdarı yola gitmek, 107- Yoldan tavşan geçdi diye geri dönmek, 108- Özürsüz Cuma namazını terk etmek, 109- Mutlaka halkanın ortasına oturmak, 110- Nasın omuzlarını atlayarak önlere geçmek, 111- Erkeklerin halis ipek elbise giymesi, 112- Ekserisi ipek olan elbiseyi özürsüz olarak giymek, 113- Yüzünden gayri altın ve gümüş ziynetlerle süslenmek, 114- Erkekler her ne suretle olursa olsun kendilerini ses ve hareketlerini kadınlara benzetmesi, 115- Keza kadınların da kendilerini erkeklere benzetmesi, 116- Kadınların ince elbise giymesi, 117- Giydiği elbisenin yenleri ve etekleri uzun olması, 118- Söylerken ve yürürken kibirlenmek, 119- Sakalını zaruretsiz siyaha boyatmak, 120- Yağmuru buluttan ve yıldızdan bilmek, 121- Musibet zamanında yüzünü yırtıp yanaklarını dövmek, 122- Üstünü başını yırtıp bağıra çağıra ağlamak, Mehmed Zahid Kotku 517 123- Ve bu ağlayanları dinlemek, 124- Yüzünü tıraş edip kıllarını koparmak, 125- Musibet zamanında ah vah ile helake duâ etmek, 126- Ölünün kemiklerini kırmak, 127- Kabir üzerinde oturmak, 128- Kabirlerin üstünü mescid edinmek, 129- Kadınların kabristanı ziyaret etmeleri, 130- Kadınların cenazeyle beraber gitmeleri, 131- Okuyuculuk (Üfrükcülük) etmek, muska ve boncuk kullanmak. 132- Likâullahı istememek, (Allah'a kavuşmak) 133- Zekat vermemek, 134- Zekatı özr-i şer’i yokken tehir etmek, 135- Fakir olan borcluyu sıkıştırmak veya haps ettirmek, bencillik etmek, 136- Doğruluk yerine hıyanetlik etmek, 137- Öşür ve zekatın daha fazlasını almak, 138- Muhtac olmayan fakirin çokluk için dilenmesi kebâirdendir, 139- Dilencinin dilendiği kimselere ısrarla eza etmesi, 140- Yakını ve akrabası olan kimselerin zaruretlerinden naşi istedikleri seyi, iktidarı varken vermemek, 141- Sadakayı başa kakmak, 142- İhtiyaç zamanında fazla suyunu vermemek, 143- Halkdan gördüğü ni’meti inkâr etmek, Hakkın verdiği ni’metleri de inkâra sebeb olur, 144- Dilencinin cennetden ğayri Allah rızası için istemesi, 145- Allah rızası için isteyen kimseyi men etmek, Mü’minlere Va’zlar 518 146- Ramazanda bir günün orucunu terk etmek, 147- Cima veya ğayrı bir sebeble özürsüz olarak orucunu bozmak, 148- Ramazanda bozduğu ve tutmadığı orucun kazasını tehir etmek, 149- Kocası varken, kocasının izni olmadan nafile oruc tutmak, 150- Bayram ve tekbir günleri oruc tutmak, 151- Nezr ettiği ı’tikâfı terk etmek, 152- Cimâ sebebiyle ı’tikafı iptal etmek, 153- Mescidde cima etmek, 154- Hacca kudreti varken ölümüne kadar terk etmek, 155- İhramda olan hacının cima etmesi, 156- Hacının yemesi mübah olan hayvanları öldürmesi, 157- Vahşi hayvanı kasden bilerek öldürmek, 158- Kocalarının izni olmadan kadınların nafile hac ve umre etmeleri, 159- Beyt-i Haramı helâl ittihaz etmek, 160- Harem-i Şerifde haramı helâl addetmek, 161- Medine-i Münnevvere halkını korkutmak, 162- Medine-i Münevvere halkına kötülük, murad etmek, 163- Harem-i Şerifde, zaten olmayan birşeyi ihdas etmek, 164- O hadesi işleyen ehl-i bid’ati orada tutmak, durdurmak, 165- Harem-i Şerifin ağacını kesmek ve otunu yolmak, 166- Kudreti olan kimsenin kurbanını kesmemesi, 167- Kurban derisini satmak, 168- Canlı hayvanın azalarından birini kesmek, 169- Hayvanın yüzünü çizmek, 170- Hayvanı nişangah yapmak (kurşun atmak gibi) Mehmed Zahid Kotku 519 171- Yemekliğin ğayrisi için hayvanı katl etmek, 172- Hayvanı keserken merhametsizce kesmek, 173- Allahın isminin ğayriyle kesmek, 174- Bir avı avladıkdan sonra her kim tutarsa helâl olsun deyib salıvermek, 175- “Meliklerin meliki” diye ad takmak, 176- Haşhaş, afyon, (benc) denilen (afyona benzer ot) anber, zağferan ve cevzetü’ttayyib gibi sekir veren şeyleri yemek, 177- Akan kanı, domuz etini, ölmüş hayvan etini ve benzerlerini yemek, 178- Bunlar ölüm derecesinde aç olanlar için mustesna, diğerleri için günâh-ı kebâirdendir, 179- Canlı hayvanı ateşte yakmak, 180- Necis olan ve nefreti mucib olan ve mazarratı olan şeyleri yemek, 181- Hür olan insanı satmak, 182- Faiz yemek, 183- Faizden hasıl olan malını başkalarına yedirmek, 184- Faizcinin katipliğini yapmak, 185- Faizcinin şahidi olmak, 186- Faiz kazanmak için çalışmak, 187- Faizciye yardım etmek ve hiyle kullanmak, 188- Erkek hayvanı dişisinden men’ etmek, 189- Fasid alışverişle haram ve ihtikârla kazanılan malı yimek, 190- Anasıyla henüz ufak olan çocuğunun aralarının ayırıp satmak, yani anasını başkasına çocuğunu başkasına satmak, Mü’minlere Va’zlar 520 191- Şarab yapacağını bildiği bir kimseye, yaş veya kuru üzüm ve emsalini satmak, günah-ı kebâirdendir, 192- Fisk ve fücur edeceği yakinen bilinen kimseye (şab-i emred) köleyi satmak, 193- Kezalik fasik bir adama, baliğa olmayan cariyeyi satmak, 194- Saz, tanbur, ud, ve sair lehiv aletlerini yapanlara ağaç satmak, 195 – Harbi olan kâfire silah satmak, 196- Şarab içen kimseye şarap satmak, 197- Afyon ve esrar içen kimseye bunları satmak, 198- Almayacağı malın pahasını kasden arttırmak, 199- Almak üzere pazarlıkda olan iki kişinin arasına girip pazarlığı bozmak, 200- Satmak üzere olanın satışını yani pazarlığını bozmak, 201- Satacağı hayvanın sütünü sağmadan pazara ve sair bir hiyle ile satmak, 202- Yalan yere yemin ederek malını satmak, 203- Hiylekârlık yapmak, 204- Ölçüleri fazla veya noksan ölçmek, 205- Menfeat temini için başkasına ödünç para vermek, 206- Vermemek niyyetiyle mal ve saire almak, 207- Muztar olmadığı halde ve borcunu ödeyecek durumda olmadığı halde borç istemek, 208- Vakti olduğu halde borcunu ödememek, 209- Yetim malı yemek, 210- Haram yerlere mal ve para sarf etmek, 211- Zımmi de olsa komşuya eza etmek, 212- Hacetten fazla, kibir ve gurur için bina yapmak, Mehmed Zahid Kotku 521 213- Yolları ve sınırları değiştirmek, 214- Âmayı yoldan çıkarıb şaşırtmak, 215- Çıkmaz sokaklara izinsiz tasarruf etmek, 216- Caddelerde gelib geçenlere zarar verecek şekilde tasarruf etmek 217- Müşterek olan duvarı örf ve adetin haricinde kullanmak, 218- Ödemesi lâzım gelen bir malı, kudreti varken ödemekten kaçmak, 219- İki şerikin birinin diğerine hıyanetlik etmesi, 220- Vekil olan kimse müvekkili aleyhine ve zararına hareket etmesi, 221- Varislerden birisi için veya yabancı bir kimse için, yalan yere borç ikrâr etmek, 222- Hasta olan kimsenin borcunu söylememek, 223- Veya kendisine bırakılan emaneti söylememek, 224- Babası olmadığı halde bir kimseye “bu benim babamdır” demesi, 225- Veya babasını inkar edip “bu benim babam değildir” demesi, 226- Ödünç aldığı hayvanı hangi işde kullanacaksa o işin ğayrisinde kullanmak, 227- Veya hayvanı izinsiz almak, 228- Veya ödünç aldığı hayvanı müddetinden fazla kullanmak, 229- Başkasının malını zorla almak, 230- İşinde kullandığı işçinin ücretini tehir etmek, 231- Veya işcinin hakkını vermemek, 232- Arafatda, Müzdelifede, Minada ev yapmak, 233- Umuma ve hususa ait olan araziyi, faydalanmakdan, ihya etmekden, cadde ve yollardan, cami ve mescidler- Mü’minlere Va’zlar 522 den, tekke ve zaviyelerden, madenlerden ki, (görünür ve görünmez) insanları men’ etmek, 234- Evinin veya dükkanının yanında olsa bile, umuma ait bir yeri satmak, 235- Veya kiraya vermek, 236- Mübah olan bir suyu zabt edib gelen geçeni o sudan men’ etmek, 237- Vakıfın şartına muhalefet etmek, 238- Şartını ifa etmeden, bulduğu mala tasarruf etmek, 239- Bulduğu malın sahibi çıkdığı halde malını vermemek, 240- Bulduğu malı ilan etmemek, 241- Vasıyyetde, kendisini veya varisleri zarara sokmak, 242- Rehine, emânete veya kira ile aldığı mala ve sair emânetlere hiyanetlik etmek, 243- Evlenmeyi terk etmek, 244- Yabancı kadına şehvet nazarıyla bakmak, 245- Ecnebi hatuna şehvetle yapışmak, 246- Yabancı kadınla kimsesiz olarak beraber kalmak, 247- Şehvetle ve kötü fikirle şab-i emret delikanlıya bakmak, 248- ve ona eliyle değmek, 249- Ve onunla yalnız kalmak, 250- Başkalarını ğıybet etmek, 251- Veya ğıybet edenlere rıza ile sükut etmek, 252- Birbirlerine yakışmayan sözlerle lakap takmak, 253- Bir müslümanla istihza edib maskaralığa almak, 254- İki kimse arasında lakırdı taşımak, 255- İki yüzlülük etmek, 256- İftira ve bühtan etmek, Mehmed Zahid Kotku 523 257- Aklı başına gelen kızı, küfvü yani dengi istediği halde velisinin vermemesi, 258- Bir kız için söz kesilmek üzere iken gidib ona talib olmak, 259- Bir kadını kocasından soğutmak, 260- Kocayı karısından soğutmak, 261- Neseb veya süt emmek cihetinden veya musahere cihetinden mahremi olan hatuna nikâh akd etmek, 262- Üç talak ile boşandıkdan sonra hulleye razı olmamak, (tekrar almak için yapılan çaredir) 263- Üç talak ile boşanan kadını hulle ve mutâvaat etmek, 264- Bir adam zevcesiyle olan muamelâtı ifşa etmek, yani dışarıya söylemek, 265- Zevcesini arkasından kullanmak, 266- Yabancılar arasında karısına cima’ etmek, 267- Mihrini istediği vakit vermemek niyyetiyle bir kadını nikâhla almak, 268- Gerek büyük ve gerek küçük canlı hayvan resmi yapmak, 268- Davetsiz başkasının yemeğine gitmek (tufeyli), 269- Karnı doydukdan sonra daha fazla yemek istemek, 270- Kendisine za’rarı olduğunu bildiği halde çok yemek, 271- Yemesine ve içmesine çok taam hazırlamak, 272- İki karılı adamın, karısının birini diğerine tercih etmesi, 273- Kadının haklarından bazılarını men’ etmek, (mihir ve nafaka gibi) 274- Kadının da kocasının haklarından birini men’ etmek, 275- Garaz-ı şeri olmadan bir müslüman kardaşıyla üç günden ziyade küsmek, Mü’minlere Va’zlar 524 276- Mümin kardaşıyla karşılaşdığı vakit yüz çevirmek, 277- Birbirlerine buğz ve adavet etmek, 278- Kadınların süslenerek ve kokulanarak sokağa çıkması, 279- Kocasının izni olmadan kadının özürsüz olarak evinden çıkması, 280- Sebebsiz olarak kadının kocasından ayrılmak istemesi, (boşanmak) günah-ı kebâirdendir, 281- Pezevenklik ve deyyusluk etmek, 282- Talâk-ı ric’i ile boşadığı kadına, mürâcaat etmeksizin cima etmek günah-ı kebâirdendir, 283- Bir kimse hanımına dört aydan fazla (vat’) etmiyeceğine yemin etmek. 284- Karısının bir uzvunu anasının veya kızkardeşininkine benzetmek, 285- Namuslu kimselere ya (zani veya zaniye) diye iftira etmek, 286- Bu sözleri söyleyenleri da’va etmemek, 287- Müslümana sövmek. 288- Anasına ve babasına sövdürecek derecede bir müslümanın ırzına dil uzatmak, 289- Müslümana la’net etmek, 290- Kişinin kendi evladına “bu benim evladım değildir” demesi, 291- Bildiği halde kendi babasından başkasına bu benim babamdır demesi, 292- Bir müslümanın nesebine dil uzatıp ta’n etmek, 293- Zinadan doğurduğu çocuğu başkasının nesebine sokmak, 294- Boşanan kadının müddeti hakkında hıyanetlik etmek, Mehmed Zahid Kotku 525 295- Iddetini beklemek hükmü şeri iken ve özr-ü şerisi yokken hanesinden çıkmak, 296- Kocası ölen kadının ıddet beklediği zaman, terki lâzım gelen ziynetini terk etmemesi, 297- Yeni aldığı cariyeyle hayız müddetini beklemeden cima etmek, 298- Karısının nafakasını ve elbisesini, mesağ-ı şeri yokken vermeyip men’ etmek, 299- Ehl-i iyal ve evlatlarını zayi etmek, 300- Anasına ve babasına asi olmak, 301- Akrabasıyla alakasını kesmek, 302- Başkasının kölesini “bu benim azatlımdır” diye iddia etmek, 303- Köle ve cariyeyi efendisinin aleyhine ifsad etmek, 304- Köle ve câriyenin efendisinden kaçması, 305- Hür olan kimseyi köle diye kullanmak, 306- Köle ve cariyenin efendisinin hizmetinden kaçması, 307- Efendinin, köle ve cariyenin ihtiyaçlarına bakmaması, 308- Kölelerine güçlerinin üstünde iş göstermek, 309- Köle ve cariyeyi devamlı dövmek, 310- Hayalarını çıkarmak ve zekerini kesmek, 311- Hayvanları da sebebsiz yere iğdiş etmek, 312- Hayvanları birbirleriyle döğüştürmek, 313- Günahsız bir müslümanı veya zımmiyi amden katl etmek günah-ı kebâirdendir, 314- Her ne sebeble olursa olsun intihar etmek, 315- Bir müslümana, küfrünü murad etmiyerek, yalnız söğmek kasdıyla (kâfir) demek, Mü’minlere Va’zlar 526 316- Haram olan katle veya katlin mukaddematına yardım etmek, 317- Katl esnasında hazır olupta, onu yani katl fi’lini def’etmeye kadir iken bunu yapmamak, 318- Bir müslüman veyâ zimmiyi haksız yere dövmek, 319- Bir müslimi silah ve saire ile korkutmak, 320- Kendisine küfr olmayanın sihir yapması, 323- Sihir yapmasını istemek, 324- Falcılık ve bakımcılık yapmak, 325- Gayıpdan haber vermek, 326- Kuş uçmasından, tavşan geçmesinden kötülük beklemek, 327- Yıldızlardan ahkâm çıkarmak, 328- Falcıya gidib sözlerini tasdik etmek, 329- Kuş ötmesinden veya geçmesinden veya inmesinden iyilik veya kötülük bilmek, 330- Ufak taşlarla ve kahve fincanlarıyla fal açmak, 331- Gayıpdan haber vereni ve falcıyı tasdik etmek, 337- Yıldıza bakanlara gidib yalanlarını tasdik etmek, 333- Hükumdarlara ve padişahlara asi olmak ve isyan etmek, 334- Garaz-ı dünyeviyeden dolayı padişahla ve hükümdarla olan ahdini bozmak, 335- Kendisinin lâyık olmadığı ve hıyanet edeceğini bildiği halde, imamet ve emirliği kabul etmek, 336- Bu emâreti ve emirliği ele geçirebilmek için para sarf edib, harc etmek, 337- Umur-u müslimine fasık ve facir olan kimseyi ta’yin etmek. Mehmed Zahid Kotku 527 Bu ne kadar dikkate şayandır, Allah ve Peygamber tanımayan veya Allah ve Peygamberin gösterdiği yolda gitmeyip, günah ve isyan vadilerinde dolaşan, ibâdet ve tâatten mahrum olan, gönülleri tamamıyla kararmış, zevk ve sefalarına daImış, aşıkların ve milletin işleriyle ne kadar alâkadar olabileceklerini pek iyi düşünmeli de seçim fırsatını bir ganimet bilip, bilgisine veya servetine veya kuvvet ve kudretine değil, belki dinine bağlılığı nisbetinde vicdanı temiz, ahlâkı mazbut, vatanını, Allah ve Peygamberini seven kimseleri seçmenin daha ma’kul olacağı zannındayım. Çarşıdan aldığınız bir domatesin, bir patlıcanın bir kavun ve karpuzun iyisini seçmesini isterizde; dört sene başımızda idareci olarak kalacak kimselerin, şunun, bunun propağandasına aldanıp da din, Allah ve Peygamber düşmanlarını başımıza seçip getirmek hiç akıllı insanlara yakışır mı? dersiniz. 338- Salih ve müstekim kimseleri vazifelerinden azl edib uzaklaştırmak, 339- Salih ve müstekim olmayan kimseleri iş başlarına ta’yin edip kullanmak, 340- Hükümdar ve emirlerin, hakimIerin ve memurların, tabeasında ve maiyyetinde olan kimselere zulm etmesi, 341- Ve haklarında hiyanetlik ve hiyle yapmaları, 342- Hükümdarların ve ümeranın, saraylarında halktan uzak kalıp, halkın işlerine bakılmaması, 343- Mallarını yemek ve onları dövmek gibi şeylerle müslümanlara zulm etmek, 344- Gücü yettiği halde mazlumları zalimlerin ellerinden kurtarmamak, Mü’minlere Va’zlar 528 345- Zalimin zulmüne razı olmak. Ve zalimlere yardımcı olmak, 346- Zalemeye ahir kimseleri şikayet etmek, 347- Kabahat sahiblerini cezadan kurtarmaya çalışmak, 348- Borçluya, alacaklının alacağını ödettirmemek kebâirdendir, 349- Bir müslümana, (ya kâfir veya adüvvallah) demek, 350- Hudud-u ilahide şefaat etmek, 351- Bir müslümanın gizli ayıplarını aramak, ve onu rezil, rüsvay etmek, 352- Salihler kisvesi altında günahları ve fenalıkları irtikab etmek, 353- Hudud-u ilahiyeyi ikamede müdahene eylemek, 354- Zina etmek, 355- Hayvanlara tasallut etmek, 356- Yabancı kadınara dübüründen yanaşmak, 357- Kadın, kadına avret mahallerini dokundurmak, 358- Bir recülün ölmüş karısına yanaşmak, 359- Velisiz ve şahitsiz kıyılan nikâhla karısına yanaşmak, 360- Müvakkat nikâhla alınan kadına zina etmek, 361- Zina ettiği kadını evinde saklamak, 362- Hırsızlık etmek, 363- Yol kesicilik etmek, 364- İnsanları korkutmak, 365- Şarab içmek, 366- Şarabdan gayri müskiratı bir damla bile olsa içmek, 367- Şarab ve sair müskiratı yapmak ve yaptırmak, 368- Şarab ve sair müskiratı içmek için taşımak, Mehmed Zahid Kotku 529 369- Şarab ve sair müskiratın hammallığını yapmak, 370- Başkasına içmesi için vermek, 371- Başkasına içirmek için çalışmak, 372- Bütün bunları almak ve satmak, 373- Bunların parasını yemek, 374- Bunlardan birini evinde saklamak, 375- Öldürmek için bir ma’sumun üzerine saldırmak, 376- Bir ma’sumun malını gasp etmek için üzerine saldırmak, 375- Bir ma’sumun ırzına geçmek için üzerine saldırmak, 378- Bir ma’sumu korkutmak için üzerine saldırmak, 319- Bir delikden komşusunun evini gözetlemek, 380- Ve komşusunun hanımına gizlice bakmak, 381- Bir kavmin, istemedikleri halde sözlerini dinlemek, 382- Erkek, kadın büluğa kadar sünnet olmayı terk etmek, 383- Cihada gitmeyi terk etmek, 384- Cihadı terk edib kaçmak ve hududlarda nöbeti terk etmek, 385- Kudreti olan kimsenin emri ma’ruf ve nehyi anilmünkeri terk etmesi, 386- Sözü fi’line uymamak, 387- Kendisine verilen selamı almamak, 388- İnsanların kendisini görünce ayağa kalkmalarını sevmek ve iftihar etmek, 389- Muharebede bir veya iki kâfirden kaçmak, 390- Taun hastalığının bulunduğu yerden kaçmak, 391- Ganimet malından birşey alıp gizlemek, 392- Kendisine aman verilen kimseye zulm edip katl etmek, 393- Te’kebbüre’n veya müsabaka için, koşu için at beslemek, Mü’minlere Va’zlar 530 394- İleri geçen para almak şartıyla ok atışmak, 395- Ok atmasını öğrendikden sonra terk etmek, 396- Yalan yere yemin etmek, 397- Doğru olsa bile çok yemin etmek, 398- Allahdan gayrisine yemin etmek, 399- Eğer şu işi işlersem kâfir olayım demek, 400- Veyahud İslâmdan uzak olayım demek, 401- Veyahud Peygamberden beri olayım demek, 402- Yalan yere İslâmın gayri millete yemin etmek, 403- Nezrini yerine getirmemek, 404- Kadılığı kabul etmek, 405- Başkasını kadı kılmak, 406- Haksız olarak kadılık istemek, 407- Korkusundan ve cehlen hükmetmek, 408- Batıla yardım etmek ve göz yummak, 409- Kadıyı veya başkalarını, Hakkın gazab edeceği şeyle razi kılmak, 410- Rüşvet almak, 411- Batıl için rüşvet vermek, 412- Rüşvet alanla veren arasında tevassut etmek, 413- Hükmettiğine mukabil para almak veya vermek, 414- Şefaat ettiği için hediye kabul etmek, 415- Batıl nesne için husumet etmek, 416- Taksimde adalet etmemek, 417- Kıyamet takdirinde ifrat veya tefrit etmek, 418- Yalan yere şehadet etmek ve bu yalan şehadeti kabul etmek, 419- Özürsüz, şehadeti yapmamak, Mehmed Zahid Kotku 531 420- Kendisinde (had) ve zarar olan yemini söylemek, 421- Şarab içen kimselerle ve fasıklarla oturmak, 422- Ulemanın ve fukahanın fasıklarla oturması, 423- Kumarın her nev’ini oynamak, iskambil, tavla, satranç ve saire gibi, 424- Dama ve tavla oynamak, 425- Bu oyunlar sebebiyle namazı vaktinden çıkarmak veya kavga etmek, 426- Veter dedikleri çalgıyı çalmak, 427- Ve onu dinlemek, 428- Düdük çalmak ve onu dinlemek, 429- Kevbe dedikleri şeyi çalmak ve onu dinlemek, (Saz nev’i) 430- Aşık olduğu bir genç delikanlıyı medh etmek, 431- Meçhul kadınların güzelliğini veya fuhşiyatını anlatmak, 432- Bunları şiir ile söylemek, 433- Bir müslümanı şiirle hivic veya zem etmek, 434- Fuhşiyata aid şiir söylemek, 435- Zemmi müştemil şiir söylemek, 436- Şiirde cahili alim ve fasikı de adil kılmak, 437- Örf ve adetde olmayan sözleri söylemek, 438- Ekseri vakitlerini şiire harcayıp kazanç temin etmek, 349- istediğini vermiyen kimseyi zemde mübalağa etmek, 440- Küçük günahlara, tâatine ğalib derecede devam etmek, 441- Tövbeyi terk etmek, 442- Ehl-i Medineye buğz etmek, 443- Eshab-ı kiramdan birine söğmek, 444- Hakkı olmayan birşeyi ahardan da’va etmek, 445- Azad ettiği köle veya cariyeyi hizmetinde kullanmak. Mü’minlere Va’zlar 532 HANEFİ MEZHEBİNE GÖRE DİĞER GÜNAHLAR Buraya kadar İbni Haceri’l-Mekki Heysemi’nin günahları tamamlandı. Bundan sonra Hanefi mezhebine ait evvelce yazılanlardan maada günahlar yazılacakdır. Zikr olunacak muharrematın bazıları yukarıda zikr edilmiş ise de, burada tekrar zikri, meası ve muharrematın ehemmiyetine binaen, (Hâdimî) hazretleri, Berikasında buyurduğu "Allahü Teâlânın haram kıldığı şeylerden bir zerresini terk etmek, yer ve gök ehlinin ibddetinden hayırlıdır." İns ve cin, ibâdetlerinin hayırlı olması, haramIara son derece ehemmiyet vererek dikkatli bulunması ve çok uyanık olmak lâzım geldiğinden, Üstaz-ı muhterem efendi bunların tekrarındaki faydaları mülahaza ederek yazılmasını tensib buyurmuşlardr. (Rahmetullahi aleyhim ecmain). Birincisi: Ellerinde bulunan dünya ni’metlerine tamaen hakimler, valiler, zenginler, amirler ve âsî günahkarların evlerine ve yanlarına gitmek. İkincisi: Büyüklerle ve zenginlerle karşılaşdığında, secde eder derecesinde eğilmek. Üçüncüsü: Zalemeye (zalimlere) mülaki olduğunda, huzurlarında durup, el ve eteklerini öpmek. Dördüncüsü: Çok şey almak için az birşey hediye etmek, (düğünlerde olduğu gibi). Beşincisi: Bir günlük yiyeceği olan kimsenin kendisi için dilenmesi, başkası için olursa zararı yokdur. Altıncısı: İlmin ğayrisi çin temelluk etmek. Yedincisi: Malını denize veya ateşe atmak, Mehmed Zahid Kotku 533 Sekizincisi: Kendisinden faydalanılmaz derecede malını kırıp parçalamak, Dokuzuncusu: Faydasız yere malını harcayıp zayi etmek, Onuncusu: Meyva ve mahsulunu vaktinda toplamayıp telef etmek, Onbirincisi: Hayvanat ve hizmetkârlarını emin yerlerde saklamayıp, helâke bırakmak. Onikincisi: Bunları sıcak ve soğuktan muhafaza etmiyerek elbise ve yemeklerine bakmamak. Onüçüncüsü: Malın topladıkdan sonra muhafazasına dikkat etmeyip zayi etmek, Ondördüncüsü: Yağ, meyva ve taamın fazlasını bir muhtaca vermeyip dökmek. Onbeşincisi: Kapları güzelce temizlemeden ve yemek artıklarını iyice sıyırmadan yıkamak. Onaltıncısı: Ekmek kırıntılarını toplamamak. Onyedincisi: Pirinç kalıntılarını iyice toplamamak. Onsekizincisi: Üst ve başını eskitecek veya yakacak şeylerden muhafaza etmemek, Ondokuzuncusu: Yıkanmada sabunu çok kullanmak, yağ ve ışıkları çok kullanmak, Yirmincisi: Muhtaç olmadıkça malını kıymetinden aşağıya satmak veya noksan kiralamak, Yirmibirincisi: Veya ziyadeye satmak veya kiraya vermek. Yirmiikincisi: Cenazenin kefenini sünnetten fazla yapmak, yani üçden. Yirmiüçüncüsü: Abdest’de ve gusül’de suyu fazla harcamak ve üçden fazla yapmak, Yirmidördüncüsü: Günah işlemek isteyen kimseye yol göstermek. Mü’minlere Va’zlar 534 Yirmibeşincisi: Zalimlere ve yardımcılarına yol göstermek ve onlara yardımcı olmak. Yirmialtıncısı: Haksız olduğu halde onun da’ vasını almak. (da’va vekilleri gibi) Yirmiyedincisi: Ve böyle kimselere mesail-i zaifeyi ve terk olunmuş meseleleri öğretmek, zamanın müftileri gibi. Yirmisekizincisi: Lahn ve teğanni ile veya ücret mukabili Kur’an okumak, zikir ve duâ etmek, Yirmidokuzuncusu: Kur’an, Ettahiyat, Salavât ve Kunut duâlarını ve vacib olan şeyleri öğrenmemek. Otuzuncusu: Kabul edeceğini sandığı kimseye nasihat etmemek ve doğru yolu göstermemek, Otuzbirincisi: Lüzumu halinde fetvayı ve ta’limi terk etmek, Otuzikincisi: Ahkâm-ı Kur’aniyye ile hükm etmemek. Otuzüçüncüsü: Selam alıp vermeyi terk etmek. (Zamanımızda olduğu gibi), Otuzdördüncüsü: Va’z ve nasihatları, emr-i ma’rufu ve nehyi ani-I münkeri dinlememek. Otuzbeşincisi: Ehli olsun olmasın bir kimsenin kadı veya evkafa mütevelli olması, ve sair makamlara geçmesi için şefaatci olmak, Otuzaltıncısı: Ehli olmayan kimsenin, imam ve müezzinliğe ve Kur’an kurslarına ta’yinine şefaatci olmak. Otuzyedincisi: Gizli olan mektuplara veya gizli emanet yerlere bakmak. Otuzsekizincisi: Hastanın yüzüne çokça bakmak ve sağa sola bakmak ve hastaya gözünü dikmek, Otuzdokuzuncusu: Kabahatsiz kimseyi korkutmak ve bir müslümana gözünü dikip bakmak. Mehmed Zahid Kotku 535 Kırkıncısı: Bir kimse diğer kimseyi âlimdir, sâlihdir, velidir zannıyla verdiği sadakayı, kendisi böyle değilken bu hediyeleri almak. Kırkbirincisi: Vakıfın şartı hilafına, vakf-ı sahihden almak. Kırkikincisi: Kur’anda bildirilen sekiz kimseden maadasının beytülmaldan alıp yemesi. Kırküçüncüsü: Başkasının hizmetkârından, efendisinin izni olmadan hediye almak. Kırkdördüncüsü: Deli ve bunak ve sar’alı (Bayılan) kimselerden ve çocuklardan birşey almak. Kırkbeşincisi: Ölü hayvan eti, kan, şarab, sidik gibi necis olan şeyleri yiyip içmek. Kırkaltıncısı: Kedi, köpek ve sair hayvanlara vermek için bile olsa, ölmüş hayvanı, kan ve şarabı, sidik ve diğer necasetleri yüklenmek. Kırkyedincisi: Sofradan baki kalan taamı bitirmeden kaldırmak. Kırksekizincisi: Canlı hayvanı nişan alarak ona kurşun atmak. Kırkdokuzuncusu: Hikâye tarikıylenin gayrisinde, kelime-i küfür, yalan, gıybet, iftira gibi haram sözleri yazmak. Ellincisi: Abdestsiz Kur’an yazmak. Ellibirincisi: Haram olduğu bilinen malı alıp satmak, hediye veya sadaka olarak vermek. Elliikincisi: Büyük hayvan suretlerini görünce onları yok etmemek. Elliüçüncüsü: Âharin malını ve hayvanını öldürmeye kasd eden zalimi def’ etmemek. Ellidördüncüsü: Haram olan nesneyi yemek. Mü’minlere Va’zlar 536 Ellibeşincisi: Altın ve gümüş kaşık ile yemek yemek ve altın gümüş mil ile göze sürme çekmek ve altın ve gümüşden kalem ve divit ittihaz etmek. Ellialtıncısı: Altın ve gümüş tepsi üzerinde yemek yemek. Elliyedincisi: Ağız ve burnundan çıkan şeyleri kıble tarafına veya mescide atmak. Ellisekizincisi: Su içdikden sonra su kabını sağındakinden izin almadan soldakine vermek. Ellidokuzuncusu: Masa gibi yüksek yerde taam yemek ve haram mer’ada otlayan koyunun etinden yemek. Altmışıncısı: Ekmeği sofra ile beraber kaldırmak. Zira sofrada taam döküntüsü gibi şeylerin ekmeğe bulaşması ihtimali vardır. Bundan hürmetsizIik çıkar. Altmışbirincisi: Cum’aya, cemaate, ta’lim ve taallüme, öğrenip öğretmeye, farz olan hacca ve cihâda gitmemek. Altmışikincisi: Emr-i ma’ruf ve nehyi anilmünker yapmamak. Altmışüçüncüsü: Aciz olan kimsenin hacetine koşmamak. Altmışdördüncüsü: Mevtayı ğasil ve definde ve kefenleyip kabre götürmekte tenbellik etmek. Altmışbeşincisi: Bir müslümanı kâfir ve zalimden, yırtıcı hayvandan, ateşden, su ve rüzgar gibi tehlikelerden kurtarmamak. Altmışaltıncısı: Düşmek, batmak ve yanmak gibi tehlikelerde bir malı helâkden kurtarmamak. Altmışyedincisi: Zaruret olmadığı halde zalemeyi, ümera ve kadıları davet edip getirmek. Altmışsekizincisi: Bir müslümana kötü ad takmak ve o adla çağırmak. Altmışdokuzuncusu: Gücü yetmediği halde muhafızlık ve nazırlık istemek ve sünnetle farz arasında konuşmak. Mehmed Zahid Kotku 537 Yetmişincisi: Hamamda zarûretsiz olarak âzâsını oğdurmak. Yetmişbirincisi: Kurban kesmeye kudreti olanın, tasadduku vacib olan malı almaması. Yetmişikincisi: Hayvan suretleri yapmak, nereye olursa olsun. Yetmişüçüncüsü: Her türlü çalgıyı, davul, zurna, tanbur gibi çalgıları çalmak, yalnız kadınlara zilsiz tef caizdir. Yetmişdördüncüsü: Güvercin ile oynamak. (Bunların şahitliği de kabul olmaz). Yetmişbeşincisi: Başka’sının malını gizlice saklamak. Yetmişaltıncısı: Silah atmasını ve kullanmasını öğrenmemek Yetmişyedincisi: Bedene zarar verici şeyleri içmek. Yetmişsekizincisi: İçinde yenmesi caiz olmayan şeyler bulunan nesneyi yemek. Yetmişdokuzuncusu: Kurban bayramında namazdan evvel yemek yemek, başı açık olarak ve bir yere dayanarak yemek. Seksenincisi: Kendisine hürmet göstermeyen kimse ile dostluk etmek. Seksenbirincisi: Kocasından izinsiz nafile oruç tutmak. Seksenikincisi: Yenmesi lâyık olmayan taamı fukaraya yedirmek. Seksenüçüncüsü: Henüz karnında bulunan, hayvanın yavrusunu satmak. Seksendördüncüsü: Mesela, “ben sana şunu bin kuruşa sattım, sen de bana bin kuruş ödünç ver”, yahud “bana filan şeyi satmak şartıyla” pazarlık etmek yasakdır. Seksenbeşincisi: Yanında mevcud olmayan malı satmak. Seksenaltıncısı: Zaruretsiz kendini veya hayvanını eliyle yaralamak. Mü’minlere Va’zlar 538 Seksenyedincisi: İnsan veya hayvanın yüzüne eliyle vurmak. Seksensekizincisi: özrü olmadan evlenmeyi terk etmek. Seksendokuzuncusu: Baş tıraşını kırk günden fazla geciktirmek. Doksanıncısı: Avret yerini örtecek bir şey olmadan helaya girmek. Doksanbirincisi: Zaruret olmadıkça yatsı namazından evvel az dahi olsa uyumak. Doksanikincisi: Yatsı namazından sonra lüzumsuz konuşmak. Doksanüçüncüsü: Yüzüne nakış yaptırmak ve çizdirmek. Doksandördüncüsü: Eğreti saç (peruk) kullanmak. Doksanbeşincisi: Cınbız ve saire ile yüzünün kıllarını koparmak. Doksanaltıncısı: Dişlerini biletmek, sadaka dağıtmak için verilen paradan hisse almak. Doksanyedincisi: Sünnet-i müekkedeleri terk etmek. Doksansekizincisi: Vakfa, vakıf işlerine nazır olmak. Doksandokuzuncusu: Nazıra ve nazırın yapdığı işlere bakmak. Yüzüncüsü: Nazırın emvalinde tasarruf etmek. Yüzbirincisi: İşe alacağı adamlar hakkında tezkiyeyi terk etmek. Yüzikincisi: Cenâb-ı Hakkın ve Peygamberlerin isimlerine ta’zimi terk etmek. Yüzüçüncüsü: Zarurette kalan acizlerin istememesi. Yüzdördüncüsü: Peygamberimizin ism-i şeriflerini duyduğu zaman ta’zimi terk etmesi, salavat-i şerife getirmemesi. Yüzbeşincisi: Fasıkın da’vetine gitmek. Yüzaltıncısı: Dünyaya meyil bakımından çiftlik ittihaz etmesi. Mehmed Zahid Kotku 539 Yüzyedincisi: Malına tamaan ihtiyar kadınla evlenmek. Yüzsekizincisi: Sokağa çokca çıkmak. Yüzdokuzuncusu: Genç kız ve oğlanlarla konuşmak. Yüzonuncusu: Dükkanlara gidip oturmak, evlere de gidip oturmak ve malaya’ni ile vakit geçirmek de öyledir. Yüzonbirincisi: Bir evde iki karısını cem edip oturtmak. Yüzonikincisi: Kendisi için ve başkası için acele etmek yalnız dört yerde caizdir derler. Yüzonüçüncüsü: Dünya metaına bel bağlamak. Yüzondördüncüsü: Başkalarını şaşırtmak ve süküt edib cevabsız kalmak niyyetiyle mahcub edici sualler sormak. Yüzonbeşincisi: Kadınlar gerek kendileri ve gerekse kız kardeşleri için lüzumsuz olarak talak istemek. Yüzonaltıncısı: Memuriyet ve fetva için şefaat etmek veya şefaat istemek. Yüzonyedincisi: Parmağına demirden, bakırdan, tunçdan yüzük takmak. Yüzonsekizincisi: Evlerde Kur’an okumamak, namaz kılmamak, zikir yapılmamak suretiyle mezarlığa, kabristana benzetmek. Yüzondokuzuncusu: Alim ve vaizlerin gayrisinin hikaye ve kıssa nakletmeleri. Yüzyirmincisi: Nas arasında veya tenhada gülmek. Yüzyirmibirincisi: Sakaların elinden su içmek. Yüzyirmiikincisi: Nas ile çokca muaşeret etmek, yani muhabbet etmek. Yüzyirmiüçüncüsü: İnsanları veya onlardan birini beğenmemek. Yüzyirmidördüncüsü: Babasının veya anasının veya başka bir kimsenin arkasından bağırıp çağırmak. Mü’minlere Va’zlar 540 Yüzyirmibeşincisi: İrşad niyeti olmaksızın ehl-i heva ile bir yerde oturmak Yüzyirmialtıncısı: Hanımını döven bir kimeseye ne için döğdüğünü sormak. Yüzyirmiyedincisi: Yakını dahi olsa nasa ihtiyaç göstermek. Yüzyirmisekizincisi: Çamurdan yapılan taneleri iki parmak arasına koyup atmakla oynamak. Yüzyirmidokuzuncusu: Başkalarına iftira ve bühtan etmek. Yüzotuzuncusu: Henüz biçilmemiş yeşil buğdayı, halis buğdaya satmak. Yüzotuzbirincisi: Birşeyi karanlıkta, veyahud başka birşeyin içine koyarak eliyle, dikmiş, yapışmış yerini tutarak, muhayyerliği kaldırmak suretiyle satmak. Yüzotuzikincisi: Tarlalarda hasıl olan mahsulun yarısı veya üçte biri, yahut dörtte biri gibi pazarlıkla ekin ekmek. Yüzotuzüçüncüsü: Biri tarla ve tohum verip diğeri de işlemek üzere hasıl olan mahsulun bazısı ona verilmek suretiyle ekicilik etmek. Yüzotuzdördüncüsü: Eğeri üzerinde kırmızı ipekden yastık olan ata binmek. Yüzotuzbeşincisi: Deve ve koyunun karnındaki yavruyu satın almak. Yüzotuzaltıncısı: Kırmızı elbise giymek. Yüzotuzyedincisi: Kudreti olduğu halde evlenmemek. Yüzotuzsekizincisi: Secdede üflemek. Yüzotuzdokuzuncusu: Kedi eti yemek veya satıp parasını yemek. Yüzkırkıncısı: Henüz olmamış hurmayı yemek veya satmak, çağlalar da böyledir. Mehmed Zahid Kotku 541 Yüzkırkbirincisi: Çıplak olarak yürümek ve çıplak oturmak. Yüzkırkikincisi: Sırrını, mahremi olsa dahi başkasına söylemek. Yüzkırküçüncüsü: Parmaklarını çatlatmak ve ayırmak. Yüzkırkdördüncüsü: Siyahın gayri ile sakalını boyamak. Yüzkırkbeşincisi: Başkalarına ta’n etmek ve çirkin sözler söylemek. Yüzkırkaltıncısı: Başkasına zulüm ve zarar etmek. Yüzkırkyedincisi: Kuru hurmayı yaş hurmaya, kuru üzümü yaş üzüme katarak satmak. Yüzkırksekizincisi: Birbirlerine mal atmakla satış, veya alıcı olan satıcıya bir taş attığı vakit, satmak vacibdir diye olan eski bir alış veriş usulü ki memnudur. Yüzkırkdokuzuncusu: Almayacağı bir malın karşısındaki alıcıyı zarara sokmak için fiyatını artırmak. Yüzellisincisi: Mevtanın iftihar edilecek hallerini yad ederek ağlamak. Yüzellibirincisi: Namazda ayaklarını sağ tarafdan çıkararak veya dizlerini dikerek oturmak. Yüzelliikinicisi: Zorla müslümanların malını yağma etmek yahut ganimet malını taksimden alıp kaçmak. Yüzelliüçüncüsü: Kurt ve sair yırtıcı hayvandan kurtulup, kesilmeden evvel ölen hayvanın etini yemek. Yüzellidördüncüsü: Bir avı tutup bağladıktan sonra ok veya kurşun atarak öldürmek ve yemek. Yüzellibeşincisi: Tavşancıl kuşunun tuttuğu avı yemek. Zab denilen yediyüz sene su içmeden yaşayan hayvanın etini yemek. Yüzellialtıncısı: Henüz olmamış hurmayı yemek. Mü’minlere Va’zlar 542 Yüzelliyedincisi: Kadınların saçlarını omuzlarının üzerine dökmesi ve salıvermesi. Yüzellisekizincisi: Cariyelerin saçlarını örmesi. Yüzellidokuzuncusu: Cum’a günü hutbe okunurken bacaklarını esvabıyla veya eliyle karnına bağlayıb oturmak. Yüzaltmışıncısı: Mezmum olan şiir söylemek. Yüzaltmışbirincisi: Kadınların yabancılara ziynetlerini ve elbiselerini göstermesi. Yüzaltmışikincisi: Deniz koyununun yünüyle, ipekden yapılan kumaş elbise giymek. Yüzaltmışüçüncüsü: İşçinin ücretini bildirmeden çalıştırmak. Yüzaltmışdördüncüsü: Kuşlardan tırnaklı ve pençeleri olan kuşları yemek. Yüzaltmışbeşincisi: Veresiyeyi veresiye satmak veya alacağının vakti gelince onu tecilen âhare satmak. Yüzaltmışaltıncısı: Henüz yetişmemiş mahsulü başağında iken satmak. Yüzaltmışyedincisi: Erkek hayvanın menisini ve dişi hayvanın karnındaki yavruyu satmak. Yüzaltmışsekizincisi: Elinde mevcud olmayan altını ve gümüşü satmak. Yüzaltmışdokuzuncusu: Mescid-i şerifde (had) vurmak. Yani ceza sopası. Yüzyetmişincisi: Atı ve sair hayvanları iğdiş yapmak. Yüzyetmişbirincisi: Parayı, paraya fazlasıyla satmak haramdır. Cinsi cinsine olmazsa caizdir, mesela, altını gümüşe satmak gibi. Yüzyetmişikincisi: Dişleri olan yırtıcı hayvanı yemek. Yüzyetmişüçüncüsü: Erkek hayvanı dişiye çekmekle, erkek hayvan sahibinin para alması. Mehmed Zahid Kotku 543 Yüzyetmişdördüncüsü: Hurmanın üç dört senelik mahsulünü satmak. Yüzyetmişbeşincisi: Diri koyunu et mukabili satmak veya yaş hurmayı kuru hurmaya satmak. Yüzyetmişaltıncısı: Havadaki kuşları, denizdeki balıkları satmak. Yüzyetmişyedincisi: Afetten emin olmadan ham meyveleri satmak. Yüzyetmişsekizincisi: Dişi deve, koyun, inek, keçi gibi sütlü hayvanları sütünü sağmadan satmak. Yüzyetmişdokuzuncusu: Köylünün satmak üzere getirmekde olduğu malını yolda bekleyip almak. Yüzseksenincisi: Ta’limli olmayan köpeği ve hınzır denilen hayvanı satmak. Yüzseksenbirincisi: Hacamet için olmadan, küçük kafa denilen yeri tıraş ettirmek. Yüzseksenikincisi: Bina yaptırdığı vakit (cin) korkusundan kurban kesmek. Yüzseksenüçüncüsü: Hayvanı bir yere kapayıp aç susuz öldürmek. Yüzseksendördüncüsü: Hıristiyan, nusayri arablarının kesdiği hayvanın etini yemek. Bu, müşriklerden nasara dinine girenler demekdir. Yüzseksenbeşincisi: Ben sana şunu bin kuruşa sattım, sen bana bin kuruş ödünç ver diyerek mal satmak. Yüzseksenaltıncısı: “Peşin olursa bin; veresiye olursa binikiyüze olur”, diye iki şartla mal satmak. Yüzseksenyedincisi: Pirinçden mamul zili çalarak oynamak. Yüzseksensekizincisi: Düdük, kaval ve emsali çalgıları çalmak. Mü’minlere Va’zlar 544 Yüzseksendokuzuncusu: nikâhdan gayri yerde tef çalmak. Yüzdoksanıncısı: İki erkek veya iki kadının bir yorgan altında yatması. Yüzdoksanbirincisi: İlaç için kurbağayı öldürmek. Yüzdoksanikincisi: Ezası olmayan herhangi bir hayvanı öldürmek. Yüzdoksanüçüncüsü: Zağferan ile boyanmış elbiseyi giymek. Yüzdoksandördüncüsü: İmam olanın bir arşın yükseklikde bir yerde durması, cemaatin aşağıda kalması, hatta bizim mihrabl’ardaki bile doğru değildir. Fekat imam efendilerin bazılarının boyları kısa olunca, hareketleri cemaat tarafından görülmez diye biraz yükseltilmesine müsaade edilmişdir. Yüzdoksanbeşincisi: Namazda secdeden kalkarken sol eli üzerine zaruretsiz dayanarak kalkmak. Yüzdoksanaltıncısı: Aybı olmadan sikkey-i müslimni kırmak. Sikke, paraların üzerine vurulan damga aleti olduğu gibi, mevlevi dervişlerinin başlarına giydikleri uzunca bir külaha da denir. Yüzdoksanyedincisi: Bir adama yaramaz adlar takmak. Yüzdoksansekizincisi: Mecusilerin yani ateşe tapanların kesdikleri hayvanları ve onların köpeklerinin tuttukları avın etini yemek. Yüzdoksandokuzuncusu: Cariyelerin kazançlarını, yemek, İkiyüzüncüsü: İddia ve iftiharla hazırlanan yemeği yemek. İkiyüzbirincisi: Kuru hurmanın kendisini açmak ve yaş hurmanın kabuğunu soymak. İkiyüzikincisi: Karıncaları ve ufak böcekleri öldürmek. İkiyüzüçüncüsü: Kadınları arkalarından kullanmak. Mehmed Zahid Kotku 545 İkiyüzdördüncüsü: Hüccacın Harem-i Şerifde düşürdükleri şeyleri kendisine mal etmek için kaldırmak. İkiyüzbeşincisi: Kılıncı kınından çıkmış olduğu halde birbirlerine vermek. İkiyüzaltıncısı: Bir kimsenin oturduğu yerden kalkar kalkmaz hemen oraya oturmak. İkiyüzyedincisi: İmam olan kimselerin daima müezzinlikte yapmaları. İkiyüzsekizincisi: Kendisinin giydirmediği kimsenin elbisesine el sürmek yani elini kurulamak. İzni olmadan başkasının mendil, peşkir ve sair eşyasına el sürmek yasaktır, İkiyüzdokuzuncusu: Namazda iken saçını kulaklarının yumuşak yerine kadar indirmek. İkiyüzonuncusu: İnsanın alet-i tenasülünü veya hay’alarını kesmek. Uyuyan veya konuşan kimselerin arkasında namaz kılmak. İkiyüzonbirincisi: İşeyeceği varken namaza durmak. İkiyüzonikincisi: Kadının yanında mahremi yokken sefer miktarı yola gitmek. İkiyüzonüçüncüsü: Kesilen hayvanı ölmeden yüzmeye çalışmak. İkiyüzondördüncüsü: Bir adama “harb” veya “velid” gibi münasebetsiz ad takmak. İkiyüzonbeşincisi: Namaz kılan çocuğu ön safa geçirmek. İkiyüzonaltıncısı: İzni olmadan iki kişinin arasına girmek. İkiyüzonyedincisi: Zararı olmayan çekirgeleri öldürmek. İkiyüzonsekizincisi: Süt emen kuzuyu ve küçük kuzuları kesmek. İkiyüzondokuzuncusu: Gece vakti kurban kesmek. İkiyüzyirmincisi: Kuyulardan ve vakıf mahallerden nası men’ etmek. Mü’minlere Va’zlar 546 İkiyüzyirmibirincisi: Kölenin hakkını vermemek ve ırzına tecavüz etmek. İkiyüzyirmiikincisi: İzin almadan başkasının evine girmek. İkiyüzyirmiüçüncüsü: Ana, baba ve sair akraba ile konuşmayı terk etmek, yani onlarla konuşmamak haramlardan ma’duddur, bunlar hakkındaki tafsilatı yazmaya lüzum görmedik. Çünkü bunlar müslümanlar tarafından bilinen şeylerdir. Allahü Teâlâ hazretlerinin izniyle bu kitab burada tamam olmuşdur. Esselâtü vesselamü ala seyyidina ve nebiyyina Muhammedin ve al alihi ve eshabihi’l-berere’til-kiram. Hicri 1310 senesinde bu kitap temam olmuşdur. Ve altı senede bitmişdir. Bu da bunların ne emekle meydana geldiğini göstermektedir. Biz ise bu hazır eserleri okumaya bile tenezzül etmiyoruz. Halbuki muhterem ve mübarek zatlar, bunları bin kere okusanız da ve yine tekrar tekrar okumanızda çok faydalar vardır demişler. Meşhur bir söz vardır (ettekrarü hasen velev ke yüzseksen) demişler ki, hafızlar ve hoca efendiler de derslerini ne kadar çok tekrar etmekdedirler. Bizler de bu eseri ve buna benzer sair din eserlerini çok tekrar etmemizde fevaid-i kesıre olduğundan, Cenâb-ı Hak cümlemize okumak ve okuduklarımızla amel etmek nasib eylesin amin. Şimdi bir hanım kardaşımız geldi. HanımIarı sünnet cemiyetine da’vet etmekde, fekat bir tarafdanda mehter takımı çalgısını çalıb ma’lum olan çalımlarını yapacaklar, hanım kızlarımız da bunları seyr edecekler. Allah korusun, işte bu zamanın sofuluğu da bu kadar. Şayan-i ibrettir. Bir tarafdan sünnet-i seniyye icra edilir, diğer tarafdan da günahlar. Her iki zıd bir arada birleşir mi? SON SÖZ Bu yazılan günahları sakın yabana atma. Bunların herbiri bizim en kıymetli a’zamız olan kalbin kemâle ulaşmasına en büyük manilerdir. İnsanın insanlığı herkesin ma’lumudur ki cesedi ile değil gönlü iledir. Kalp, ruh, akıl, gönül, bunlar ayrı ayrı isimlerdir. Fekat hepisinin ma’nası birdir. Cesed, maddi varlıkların eseridir. Esasları toprak, su, ateş ve safradır. Bunlar ise hep yokluğa mahkum şeylerdir. Onun için ölümle neticelenen bu hayat yine aslı olan toprağa rücu’ eder. Bundan kimse müstesna olamamışdır. Fakat insan, yalnız maddenin mahsulü değildir. Cenâb-ı Hakkın namütenahi olan kudret ve kuvvetinin eseri olarak insanı iki zıd ile birleştirmiştir. Nasıl kar ile ateş birleşir mi? Lâkin Cenâb-ı Hakkın buz ile ateşden yaratılan mahlukları vardır. İşte Kudret-i İlahiyye insanda bunu bilfiil göstermişdir. Mülk alemi olan bu alem ile melekut alemi olan ruhlar alemi insanda toplanmış, kalp, Mü’minlere Va’zlar 548 ruh, sır, hafi, ahfa denilen kudsi varlıkları da bu insanın kalbi içerisine sıkıştırmış, biri maddi diğeri ma’nevi olan bu ikinin birleşmesinden insan meydana gelmişdir. İşte bu safveti ve bu güzelliği muhafaza edebilen bahtiyarlar cennet ile tebşir buyurulduğu gibi, bu paha biçilmez serveti, ni’meti, devleti ğayb edib zevkü sefasına dalan bedbahtlar cehennem ile korkutulmuşdur. Ne acıdır ki, pek mükemmel olarak yaratılan insanın namütenahi paha biçilmez ni’metleri zayı’ etmesiyle beraber telafisi de mümkün olmayan kıymetli hayatını boş yere harcaması ne kadar çirkindir. Ve ne kadar acıdır. Ma’lum ya her zayiatın telafisi mümkündür. Fekat hayat zayıatı kadar büyük bir felaket yoktur. Onun içindir ki, vakitlerin zayı edilmemesi hakkında çok mühim kitaplar, eserler yazılmış ve nihayet, “vakit keskin bir kılıncdır sen onu kullanamazsan o seni keser öldürür” demişlerdir. Şimdiki insanların, bu günün çeşitli zevk ve safa yollarında verdiği ömür zayiatı ise ne kadar mühimdir. Ondan yapılacak istifadelerin ne kıymeti vardır. Televizyonun insan hayatına kasd eden herhangi bir canavardan farkı yokdur. Bir kere namaz kılmış olsanız dahi, onu bırakıpta cemaate gelemezsiniz. İkincisi; gece yarılarına kadar onu seyr etmekle vaktiniz geçer. Gecenin en kıymetli saatlerinde Hakka ibâdetten mahrum olursunuz. Üçüncüsü, sabah namazına belki de kalkamazsınız. Çünkü uykunuzu alamamışsınızdır. Kalksanız bile camiye gidemezsiniz. Çünkü vakit kalmamıştır. İşte sizlere üç büyük günah. Cenâb-ı Hakkın size bahş etmiş olduğu o temiz gönül aynasını bu suretle kirletmiş ve karartmış olursunuz. Artık gitgide gönül temamıyla gönüllükden çıkmış olur. İşte o za- Mehmed Zahid Kotku 549 man yalnız diğer hayvanlardan farkı kalmaz. Belki onlardan da aşağı mertebeye düşer. Çünkü o mertebedeki insandan, zarardan başka hiç bir fayda görülemez. Halbuki hayvanatın etinden, sütünden, yağından, derisinden, tüyünden hatta kemiklerinden dahi istifade edilegeldiği görülmekdedir. Halbuki insan maddi ve ma’nevi mülk ve melekut alemlerinin birleşmesiyle meydana gelmiş gayet kıymetli bir ruha sahiptirki bütün ulum bunun içine doldurulmuştur. Baksanıza, Adem (aleyhisselamı) Cenâb-ı Hak yarattıkdan sonra ki Adem (aleyhisselam) bilmediği, görmediği bir aleme gelmişdir - Cenâb-ı Hak onu meleklerle bir imtihana çekti. Ve meleklere sordu, — Buna ne derler? ve bu nedir? diye eşyayı gösterdi. Melekler ızhar-ı acz edib, bilmediklerini beyan etmeleri üzerine Adem (aleyhisselama) sordu. O bütün eşyanın isimIerini ve neye yarayacaklarını birer birer beyan ederek, Ademin efdaliyyeti tehakkuk etmiş oldu. İşte bugün gördüğümüz bütün terakki asarı Cenâb-ı Hakkın kullarına verdiği ilmin eseridir. Bu ise maddi kısımdır. Ölüme mahkumdur. İnsanla beraber bunlarda ölürler. Binaenaleyh, sen pek muhterem ve alicenab bir mahluksun. Öyle toprakların altında çürüyüp kokmaya müstehak değilsin. Belki siz ebediyet aleminin, gözlerin görmediği kulakların işitmediği ve beşerin hatır ve hayaline sığmayan o cennet. ni’metlerinin varisisin. Onları bırakıpta nereye gidiyorsun? Ah canım kardaşım, biraz güzel düşün. Düşmanların ve dinsizlerin sözlerine kendini kaptırıpda bu sonsuz ebediyet alemini, cenneti ve cennetteki ni’metleri ve müşahede-i Cemal-i İlahiyeyi, bu fani dünyanın zevklerine feda edip, o topraklar Mü’minlere Va’zlar 550 altında zayi olma. Sana verilen bu lutf-i ilahi o kadar büyüktür ki, bizlerin havsalalarımız bunu idrakden çok acizdir. Hazreti Ali (Kerremallahü Veche) bunu bize şöyle duyurmaktadır. "Sen kendini ufak birşey sanma. Sen o kadar büyüksün ki bütün alemler sende dürülmüş içine konmuş pek büyük bir alemsin" buyurmuşdur. Başta Peygamberler olmak üzere bütün harikaların üstündeki mu’cizeleri (Mu’cizeler) kitabından oku. Bütün Peygamberlerin mu’cizeleri bizim ‘Peygamberimizde mevcuddur. Dağıstanlı Ömer Ziyaeddin hazretlerinin (Mu’ cizeler) adlı kitabında yazılıdır. Denizin Musa (aleyhisselam)a yol vermesi, yani sular açılıp Musa (aleyhisselamın bütün avanesiyle geçdikden sonra, arkasından (Firavun) da geçmek isterken suların kapanıp, Firavun ve askerlerini helak etmesi, İbrahim (aleyhisselam)ı ateşin yakmaması, İsmail(aleyhisselam)ı bıçağın kesmemesi, Peygamber efendimizin (Mi’racları) ki bunları bilmeyen yokdur. Bunlarla sana birkaç misal göstermek istedim. Bir de Eshab-ı kiramın menakıbini mutlaka oku ve tekrar tekrar oku. Hazreti Ömer (radıyallahü anh) Medine-i Münevverede hutbe okurken, İrana harb için gönderdiği ordunun Acem ordusu tarafından muhasara olunmak üzere olduğunu görüp, ordusunun kumandanına, hutbe esnasında (ya Satiye dağa çekil dağa çekil) diye seslenmesi ve bu sesi oradaki kumandanın duyması ve bu suretle ordusunu kurtarması ki o zaman ne telgraf, ne telefon var, fakat ruhaniyet sahipleri için zaten bunlara ihtiyaç yokdur. Zira hem o uzak mesafeleri görürler hem de melekler gibi imdada yetişirler. Bu Cenâb-ı Hakkın her insana verdiği bir Iutuf ve ihsandır. Bunu zayi eden, körleten ancak bizim günahlarımızdır. Eğer biz bu günahlardan Mehmed Zahid Kotku 551 arınmış olsak, bu gibi fevkalade haller her zaman bizlerde de zuhur eder. Bahriye memurlarından Mustafa Fevzi efendinin yazmış olduğu eserlerden biri olan Kastamonulu Hasan Hilmi hazretlerinin menakıbIerinden bir tanesini yazayımda insanlık ne imiş bak. “Bu zat Gümüşhaneli hazretlerinin ilk haIifesidir. 36 ve 37 inci sayfalarında şöyle der. Geyvede sakin imişler. O zatı muhteremin kerametleri herkesce de pek meşhur imiş. Ona intisab için yola çıkan arkadaşlar şöyle bir karara varmışlar: Eğer şeyh efendi onlara içlerinde sakladıkları şeyleri bilirse kendisine intisab ederiz derler - Huzur-u şeyhe varınca şeyh efendi onlara içlerinde sakladıkları şeyleri isimleriyle beraber birer birer anlatınca hepisi hayretlere düşerler. Ve derslerini alıp giderler. Sen bunu ne zan edersin. İşte Cenâb-ı Hakkın bizlere lutf ettiği ruh-u insanidir . İşte bu ruhla insanın içini dışını pek güzel okurlar. Çünkü ruha hiç bir mani yokdur. Bu hadiseler bir değil, bin değil, Tezkeretü-l Evliyayı oku. Abdülkadir Geylani hazretlerinin, Rüfa’ı hazretlerinin, Nakşıbend Mehmed Bahaeddin, Gümüşhaneli hazretlerinin menakıblerini çok dikkatle oku, seni nasıl hayretlere düşürür. O zaman sen de kendinin kim olduğunu anlar ve Allahü Teâlânın buyruklarına sımsıkı sarılır ve yasaklarından da öylece kaçarsın ki ta’rif edilemez. Çünkü o yasaklar ki günahlardır. Senin bu kemâle ulaşmana ve aynanın tertemiz olmasına başlıca manilerdir. Onun içindir ki insanlığımız da o nisbette düşük ve zaifdir. Bu sefer o güzel cevherimizi zayi ederek, insanlığımızın yerini hayvan-ı natık dedikleri mertebeye düşürmek revayı hakmıdır? İşte o zaman cennetin yerine cehennemi tercih etmek gibi bir Mü’minlere Va’zlar 552 delilik, bir şuursuzluk zahir olmaktadır ki bunu kendi elimizle hazırlamış olmamızdan dolayı kimseye de birşey demeye hakkımız olmasa gerekdir. Cenâb-ı Hak cümlemizi nefsimizin şerlerinden ve şeytan aleyhillanenin şerrinden, sevmediği razı olmadığı kullarının şerrinden emin ve muhafaza buyursunda, bizlere verilen gönül, kalp, ruh, akıl, irfan ni’metlerinin kadir ve kıymetini bilerek, dinini başkalarına öğüt vermek için değil, belki kendini ıslah etmek için ve Cenâb-ı Hakkın razı olduğu sevgili ve bahtiyar kullarının arasında yer alabilmek için gayret gösteren kullarından eylesin amin. Bu sebeble İmam-ı Birğivı hazretleri gibi bir çok ulema-ı zevi’l-ıhtiram hazratının da bir zerre günahı terk etmek, ins ve cin veya yer ve gök ehlinin nafile ibâdetlerinden hayırlıdır buyurmaları ne kadar şayanı dikkattir. Zira günahın ufaklığının ve küçüklüğünün hiç kıymeti yokdur. Asıl olan o günahı işlemeyi men’eden Zat-i Ecell-i A’laya olan isyandır. İşte bunun için küçüğü, büyüğü olmaz. Asıl ma’rifet bu günahlardan uzak olmak ve bunlara alışmamaktır. Bunu da iyi pek iyi bilmek gerekdir ki günahlar insanlığımızın baş düşmanıdır. Vatan düşmanlarını Allahü Teâlâ'nın izniyle kovmak her zaman mümkündür. Çünkü görünür ve tutulur ve bizim gibi can sahibleridir. Her ne kadar zor olsa dahi azmin elinden birşeyin kurtulmadığı tarihimizce de sabittir. Fakat ma’nevi düşmanlarımız olan nefis ve şeytan, görülür ve tutulur bir cisim olmadıklarından ve hıyleleri de sayısız derecede çok olduğundan, bunların ellerinden o güzel ruh ve gönlümüzü kurtarmak ne kadar zor ve müşkül olduğu her insaf sahibi için ma’lumdur. Bunun içindir ki, her zaman Halık-ı zülcelal hazretlerine tazarru ve niyaz ederek hıfz-ü hımayesine sığınmdak mecburiyetindeyizdir vesselam... Mehmed Zahid Kotku 553 İnsan gönlünün en birinci ve en mühim düşmanının şeytan olduğu cümlenin malumudur. Bu şeytan aleyhilla’nenin gönüle girmesinin yollarının çokluğuna nazaran en mühim iki yolu vardır. Bunlardan biri hased diğeri de hırsdır. Bu iki kötü huy, diğer kötü huyları da birer birer peşine takıp götürür. Hırs, Adem (aleyhisselam)ın cennetten çıkmasına, hased de çocuklarının yer yüzünde işledikleri ilk cinayettir. Hırsın peşinden ğazab, şehvet, kibir, kin, gurur, hasedin arkasından ise bunlara benzer bir çok kötü huylar, fenalıklar birbirlerini ta’kiben toplanırlar. Herbiri koca koca ordular halinde insanoğluna taarruza başlarlar. Zavallı insan yalnız başına bu kadar çok düşmanla başa çıkmanın imkanı olmadığını görünce, Halik-ı Zülcelale ve onun sevgili ve bahtiyar kullarına müracaat ederek yardımlarına başvurur. Fakat bunların herbirinin ayrı ayrı yolları vardır. Ve bugün bu yollar hep bozulmuş, erbabı da hemen hemen kalmamış gibidir. Önüne gelen, çenesi biraz kuvvetli olan herkes bir şeyh olmuş, etrafına bir takım zuafay-ı müslimini toplamış oldukları halde, ne Allah yoluna ne de Peygamberimizin yoluna ve sünnetine uyan görülmemektedir. Dervişlikden maksad, hemen şu kadar zikir çekmek değildir. Belki maksad-ı a’la, Hakkın rızasını kazanabilecek hal ve hareketler, ahval ve ahvallerdir. İnsanın sözü özüne uymazsa, gökde uçsa bile ne kıymeti vardır. Rabia’tu-l’ Adeviyye sultan hanımın sözü ne kadar dikkate şayandır. Gökde uçan birini görünce, “o da hünermi”demiş, “Cenab-ı Hakkın yarattığı hayvanlardan kuşların ve sineklerin de uçtuğunu görmüyor musunuz?” Bir istikâmetin bin kerâmetten efdal olduğunu acaba bilmeyen varmıdır? Fakat ne yazık ki bugün insanlar hâlâ keramet peşinde dolaşmakdadırlar. Asıl keramet (Festekim) emrine uyarak Mü’minlere Va’zlar 554 Hakkın razi olduğu kulların arasına girebilmektedir. Bu da ancak bu yazılan günahlardan temamen uzak olmağa vabestedir. Yani günahlardan kendini kurtaramayan bizim gibi zavallıların işi değildir. Onun içindir ki gece gündüz daima Halık-ı zulcelaI hazretlerine tazarru’ ve niyaz ile yalvarmak, kapısından ayrılmamak, ağlaya sızlaya Hak (Sübhanehu ve Teâlâ) hazretlerinin himayesini ve lutfunu istemekdir. Bizlere yakışan budur. Herkesi kendimizden üstün ve hayırlı görebilmek de ayrıca bir ihsan-ı İlahidir. Yoksa insan kendini hiç bir zaman benlikden kurtaramaz. Kimisi bilgisine, kimisi kuvvetine, kimisi de servetine mağrur olarak helâk olup giderler. Bu felaketten kurtulmak için yegane çare bu yazılan günahlardan korunmak ve kaçınmakla hasıl olur. Cenâb-ı Hakkın da Kuran-ı Keriminde medh ve sena buyurduğu müttaki kulları işte bu günahlardan kaçan ve korkanlardır. Bu suretle müttaki kullardan teşekkül eden cem’iyyetler daima huzur ve rahat içerisinde yaşarlar. Herkes biribirlerinin yardımında bulunur, iyiliğine çalışır. Kimse kimsenin aleyhinde bulunmaz ve fenalığını da istemez. Hiç şübhesiz bu da en büyük bir ni’metdir. Cenâb-ı Hak cümlemizi iyi huylar ve iyi ahlâklarla mütehallık olanlardan eylesin, amin... Eshhab-ı kiramdan Enes ibni Malik hazretlerinin annesi, Resulü Ekrem efendimiz hazretlerinden bir nasihat talebinde bulunmuşlar. Cenâb-ı Resul (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz de ona ilk tavsiye ve nasihat olarak (measıyi -yani günahları- terk eyle) buyurmuşlardır ki ne kadar yerindedir. Zira günahların herbiri birer ma’nevi pislik ve necaset olduğundan ve insanın asıl ma’rifet-i İlahiye merkezi olan o güzel kalbi, gönülü kirletirler, işe yaramaz hale getirirler. Ma’lumdurki: dışımızı yıkamak kolaydır. Her ne kadar pislenirse pislensin Mehmed Zahid Kotku 555 bir hamama girer, bir çamaşır değişir, tertemiz olup çıkarız. Fakat gönlün temizlenmesi ne kadar müşküldür. O yıkanmakla filan katıyyen temizlenemez. Onun yıkanması ancak, alışdığı günahları bir daha işlememek şartıyla terk etmekle olur. Bunun ise ne kadar zor olduğu herkesce ma’lumdur. Onun için en mühim şey bu günahlara alışmamaktır. Bakınız bir şişenin içerisine pislik dolsada biz onu temizlemek istesek, şişenin dışını ne kadar yıkarsak yıkayalım, içindeki pislik durdukca o şişenin temiz olmasına imkân yoktur. Ne zamanki içindeki pisliği temamen çıkarıp sonra da yıkarsak, işte o zaman temiz olacağı, yine hepimizin pek iyi bildiği şeydir. Bu hususda Cenâb-ı Peygamber efendimizin ilk emirleri ve tavsiyeleri, nasihatleri, measiyi terk etmek oldu. Measi ayni zamanda zehirli mikroblardan daha tehlikeli bir iç kanseridir. İmanlı insan neden ölürse ölsün, gam, keder değildir. Asıl dert imansız veya ahlâksız veya (şirk) içerisinde olarak ölmektir. Günahlar ise (maazallah) birgün bakarsınız ki insanın insanlığı elinden gitmiş, artık ne olduğu bilinmeyen bir canavar olmuştur. İşte bu hale düşmemek için Cenâb-ı Hak, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz hazretleri, günahları terk etmeyi tavsiye buyurmuşlardır. Bunun üzerine (hicretin hangisi efdaldir) diye soran Ebu Zer (radıyallahü anh) cevaben (seyyiatı terk etmekdir) buyurmuşlardır. Bunlardan anladığımıza göre ibâdet iki kısımdır. Biri: Emr olunduklarımızı yapmak; Diğeri: de yasaklardan, günahlardan kaçmaktır. Ma’lumdur ki, hernevi ibâdet ne kadar zor dahi olsa, namaz,oruc, hac, zekat, gece ibâdetleri, rıyazatlar, insan alışdıkca kolaylaşırlar. Fakat ma’siyetleri terk ve bâhusus alışıldıktan sonra onları Mü’minlere Va’zlar 556 bırakmak nefse en zor ve ağır gelen şeylerdendir. Onun için Cenâb-ı Peygamber efendimiz evvela ma’sıyeti terk ile, sonra da feraızi eda ile, daha sonra da Allahü Teâlânın zikrini çok yapmakla emir buyurmuşlardır. Zira ibâdetin tadı ve lezzeti, ancak ma’siyeti terk ettikden sonra anlaşılacağı gibi, zikrullahın da fezaili, lezzeti, muhabbeti kezalik ma’siyetin terki ve ibâdetlerin güzelce yapılmasından sonra anlaşılır. ibâdetler sünnetlerle birlikde güzelce yapılmadan ve günahlarda temamıyla terk edilmeden ve ma’siyetlerle alaka kesilmeden, zikrullahdan lâyıkı vechile istifade edilemez. Bütün kötülüklerin başı hased ve hırsdır. Hased sevabları mahv eder. Hırs da insanın gözünü kör, kulağını sağır eder buyurulmuşdur. Bu iki kötü huy milletlerin, kavimlerin, cemaatlerin helak olmasına başlıca sebep olmuştur. Dün böyle olduğu gibi bugün de böyle yarın da böyledir. Binaenaleyh, bu iki kötü huydan kurtulmak herkes için şarttır. Hangi millet ve kavimden olursa olsun bu helak muhakkaktır. Çünkü kör bir gözle ve duymaz bir kulakla ki bunlar hakikaten insanlarda mevcuddur, gözü görür ve kulağı da işitir, fakat hak ve hakikati görecek gözünün nuru olmadığı gibi hakikatleri duyacak bir kulağa da malik değildir. Bütün gayesi hiyanet ve cinayettir. Göz görmeyince, kulak işitmeyince, gönül de merhamet, şefkat denilen ni’metlerden mahrum olup eseri bulunmazsa, o zaman diğer varlıklardan farkı kalmadığı gibi belki zararlıların en zararlısı, şerlilerin en şerlisi olmak tehlikesine düşer. İşte buna ma’nen ölüm derler ki, cesetlerin ölümünden daha çok beterdir. Zira cesetlerin ölümü ile iyilik ve kötülük hepsi nihayet bulur. Fakat ma’nen ölümde ise, şerler daima temadi eder. Ve etrafındakileri mutazarrır eder, Mehmed Zahid Kotku 557 rahatsız ve huzursuz hale getirir. Artık herkes onun ölümünü bekler, ölsede kurtulsak derler. Nuh (aleyhisselam) gemisini yaptıktan sonra içine aldıklarının arasında, bakmışki şeytan aleyhilla’ne de orada, gemiden onu kovup çıkarmak isteyince Şeytan, bana ilişme, ben sana beş şey öğreteyim demiş. Birincisi; bu gemidekilerin bedenleri seninle amma, içleri benimIedir. Ben buradan çıksam da çıkmasam da böyledir. Bu beş şeyden en mühim bir hased biri de hırsdır demiş. Hased amelleri mahv eder, yok eder. Hırs da, sahibini kör ve sağır eder. Yalnız kör olsa bir dereceye kadar, velakin aynı zamanda hem sağır hem: de dilsizdirler. Yani artık bunlarda katiyyen hayır bulunmaz. İstersen etrafına şöyle dikkatle bir bak. Eğer biraz basiretin ve nurun varsa, muhakkak bunları görürsün. Bu sefer arslandan kaçar gibi kaçmakdan başka çaren kalmaz. Arslan denince hepimiz korkarız. Şöyle ifade edersek daha kolayolacak zan ederim. Yaratılan hiç bir mahluk yokdur ki boşuna yaratılmış olsun. Muhakak her birinin beşeriyet için bir faydası ve Iüzumu vardır. Fakat biz bunları henüz anlamış değiliz de, onlara hor bakarız. Huylarımız da böyledir. Demindenberi zem ettiğimiz şehvet, gazab, kin, hased, hırs, ve emsalinin de o hayvanlar gibi lüzumları vardır, ki Cenâb-ı Hak onları da yaratmışdır. Çünkü şehvetsiz insan yaşayamaz. Gazab olmasa İnsan hakkını müdafaa edemez. Yalnız hasedin yeri gıbtadır. Yani, (Va Rab ona verdiğin gibi bana da ver) der . Yoksa ondan alda bana ver demez. Hırs olmazsa hayatta terakki olmaz, asıl hüner bunları ı’tidal dairesinde kullanmakdır. Nasılki vücudumuzdaki adalet (denge) bozulunca, ya ateş artar yanarız veya rutubet artar donarız. Ondan sonra doktor doktor dolaşırız. Mü’minlere Va’zlar 558 İşte hüner, vücudu nasıl ı’tidal dairesinde kullanmak vazifemiz ise, yiyecek ve içeceklerimize, sıcaktan, soğuktan korunmaya ve birde vücudumuza, sıhhatimize zarar verecek herşeyden ve hatta mikroblardan da aynı şekilde korunmak boynumuzun borcudur. Korunmadığımız takdirde hayat hakkımız zayı’ olur gider. Bunun gibi, huylarımızı da i’tidal dairesinde kullanmak ve bize zarar verecek derecede ifrata kaçmamak gerekdir, ki o zaman tıbki sıhhati bozulan insan gibi yataklara düşüp inlemeye başlar bizlere verilen ni’metlerin imandan sonra en büyüğü akıldır. Fazla söz söylemeye lüzum yok, işte deliller, zarardan başka hiç bir faydaları yokdur. Maalesef milletin bir çok paraları da onlar için heba olup gidiyor. Eğer tımarhaneler olmasa onların elinden kurtulamayız. Şimdi sen söyle, bir sarhoşun bu deliden ne farkı vardır. Hiç bir iradesine de hakim değildir. Sözleri de deliler gibi saçma sapandır. Aklın kıymetine paha biçmek kimsenin elinden gelmezken, insan bu güzel cevherini bir içkiyi veya bir afyonu ve sair bunlara benzer şeyleri içipte, hem hayatını hemde ma’neviyatını yok etmek, acaba hiç bir akıllı insana yakışırmı? Şunları içiyormuş, bunlar hep laf, onun azının da zarar olduğu bugün artık temamıyla tesbit edilmiş durumdadır. İ’tiraza lüzum yok. İster dindar ister dinsiz ol, sana verilen mevhibe-i İlahiye olan akıl ni’metini, böyle Hakkın yasak ettiği içki ile, müvakkat da olsa ihlal edib, çileden çıkardığın için muhakkak ki mesul olacak ve cezanı göreceksin. İşte dikkat eyle, o bir yudum içki senin aklını nasıl gideriyorsa, ı’tidali tecavüz eden huylarda böylece insanı insanlıkdan çıkarır olduğuna inan. Gerek gazab gerek şehvet ve gerekse hırs ve emsali, belki aklı gideren içkiden daha çok fenadır. Çünkü içkiden bir müddet sonra ayılır, aklın başına gelir, belki de yaptıklarına Mehmed Zahid Kotku 559 pişman olur ve belki de tövbe eder bir daha içmezsin. Fakat haddi tecavüz eden ifrat derecesine varan gazab ve hırslardan ayılmak ve kurtulmak, herkese nasib olmaz. Artık onun kötü huylarını ancak teneşir temizler demişlerdir. Onun için bunların hepisi günah adı altında zikr edilmektedir. Cenâb-ı Hak (Celle ve Ala) cümlemizin muini olsun, dünya ve ahiretimize zarar veren bu günahlardan hepimizi muhafaza buyursun, ve bu hususda vakı’ olan kusurlarımızın da afvini recâ eyler, cümlemizin de afv-i İlahiye ye mazhar olabilmemizi Cenâb-ı Vacibi’l Vücud hazretIerinin sonsuz ve nihayetsiz olan rahmetinden dilerim. Ve sallallahü ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Vel-hamdülillah Rabbil-alemin... 26/8/1975 18 Şaban 1391 İskender Paşa Cami-i Hadimi Mehmet Zahid Kotku CENÂB-I PEYGAMBER (s.a.v) EFENDİMİZİN MUBAREK FEM-İ SAÂDETLERİNDEN SUDÛR EDEN DUÂLAR ٍ ا ة ة ُذ .َا َّ ُ َ َ َ َا َّ َ َ ْا ِ ِة ْ ْ َّ َ ِ رِز َق آل ُ َ َّ ٍ ِ ا ُّ ْ א ُ ًא ا ْ َْ ْا َ ٍ ّ . ِ َّ َُا َّ ُ ا ْ ِ ِ ْ ُ ْ ِو َ ِت ِ ْ ا َّ ْ ِ ِ ا.אج ُّ َ ْ ا ْ ْ َ ْ َ ِّ َو َ ِ ا ْ َ ْ َ َ َ ُ ا ٍ ِ ِ ِ ِ ُ َ َّ َ ُ َر َّب َ ْ ِ َ َو َכאئ َ َوا ْ َ ا َ َو وا أ ا. َِِכ ِ َ ا َّאر ا َّ ُ َّ َ ا َّ ُ َّ َ ا َّ ُ َّ َ Mü’minlere Va’zlar اَ َّ ُ َّ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ ِ ْ ِ ْ ٍ َ َ ْ َ ُ َو َ ِ ٍ ٍ .ا ٍ َو ُد َ آء َ ُ ْ َ ُ َا َّ َا ِ ِ ِ ِכ ًא و َ َّ ِ ِ ِכ ًא و َا ُ ِ ِ ُ َّ ْ ْ َ َ ْ َ ْ ْ ا ِ ِ ِ َ ِ אכ و ِان أَ ز ِة ا ا אء ُ ْ َ ْ َ َ ِ َ َّ ْ َ ْ َ ْ َ َ ِ ْ َ َ َ َ ْ اب ْا ِ ِة .ا َ ْ ُ ا ُّ ْ َ א َو َ َ ُ َ ِا ِ ا ئ כ ِ ا ِ כ ِ ِ א ِ ِ وא ا َ َّ ُ َّ ّ َ ْ َ ُ َ َ ْ َ ْ ُ ّ َ َ ْ ُ ْ ُ َ َ َ ْ وا ذ ِכ ِ ا ِ כ ِ ِ א ِ ا ِ وא َ ْ َ ُ َ َ ُ ُ َ َ َّ ّ ُ ّ َ َ ْ ُ ْ ُ َ َ َ ْ ِ ِ ِ ِ ِ َا ْ َ ْ َ .ا َّ ُ َّ َا ْ ْ َ א َ َ َא ْا ُ ُ رِ ُכ ّ َ א َو َا ِ ْ َא ْ أ أر אة اب ْا ِ ِة. ِ ْ ِى ا ُّ ْ א َو َ َ ِ َ َ ا א ى َا َّ ُ َאرِ ْك ِ ُ َّ ِ ِ ُ ُכ رِ َ א. َّ ة אرِك ِ ُ َّ ِ ِ ُ ُכ رِ َ א َ ْ َم ا ْ َ ِ ِ .ا َا َّ ُ َّ َ ْ ِ ِ ِ ِ ِ َ ِ ا َّ ُ َّ ا َّ َכ َ ْ َ َא ْ َا ُ َא َ א َ َ ْ ُכ ُ ا َّ َِכ َا َّ َُّ ة َ אَ ْ ِ َא ِ ْ َ א َ א ُ ِ َכ َ َّא .ا ْ ا ا ِ ِ אق ا رض ِ א ا א ِאن א ِ א َ َّ ُ َّ ْ ُ َ ْ ً َ َّ َ َ َ َ َْ ُ َ َ ْ َ ْ َ ْ ً َ َّ ُ َّ ة ا אכ َכ َ א اَ َذ ْ َ ُ َ َ ا ًא َ אَ ِذ ْ ُ َ َ ا ً .وا ْ ْ َُْ َ ُ 562 Mehmed Zahid Kotku 563 اَ َّ ُ ِا ِّ َا ُ ُذ َّ وِ َْ ِ ُْ َ ُ َ ْ ِ ۤ ْ ٰ ِ َا َّ ُ َّ ْار ُز ْ ُ َّ َכ َو ُ َّ ِ א ر َز ْ ِ ِ َ َ َ َّ א اُ ُّ َ א ْ ِ ِ ِ َو َ ُ אزو ْ َ َ ّ َّ א اُ ُّ ا َِכ ِ ْ َ ْ ٍ َ َ ْ وِ َُ َ ُ ِء ْا َ ْر ِ ِ . َ ْ َ وِ د ٍ آء َ َ ُ َ ْ َُ ْ ِ ْ ٍ َ َ ْ َ ُ َا ُ ُذ َِכ ة ا َْ ِ َ ْ َ ُ ْ ُ ًة ِ َ ُ َّ َ ْ َ ا ًא ِ ْ َ ُ َ ُ ُّ ُ ِ َא ا ِ ْ َ َك َا َّ َُّ ِ ُ ُّ َا َّ َُّ ِ َ א ُ ِ ُّ . اَ َّ ا ْ ِ ِ َذ ْ ِ وو ِ ِ دارِ ى و אرِ ْك ِ َ ََ َ َ َّ ْ ُ َّ ْ ة رِ ْز ِ .ا اَ َّ اَ َّ ِ اَ ُ ُذ َِכ ِ َزو ِ ال ِ ْ َ ِ َכ َو َ َ ُّ ِل َ א ِ ِ َכ ْ َ َ ُ َّ َو ُ ْ َ ِة ِ ْ َ ِ َכ َو َ ِ ِ َ َ ِ َכ .ا ِا ِ ا ذ ِכ ِ ْ َכ ِ ات ْا َ ْ َ ِق و ْا َ ْ ِ אل َ َ ُ َّ ّ َ ُ ُ َ ْ ُ َ وا ْ َ ْ ِ ز אد ال َو ْا َ ْد َو ِاء. َ َ اَ َّ ُ َّ َ ِّ ْ ِ ِ َ ْ ِ َو َ َ ِ ى َوا ْ َ ْ ُ َ א ا ْ َ َ ارِث ِ ِ ّ ة َوا ْ ُ ِ َ َ َ ْ َ َ َ ِ َو ُ ْ ِ ْ ُ ِ َ ْرِى .ا ْ Mü’minlere Va’zlar اَ َّ ُ َ ِ ِ ا ْ َ ْ َت ِا َ َ ْ َ ْ َ اَ ِّ َر ُ ُ َכ. َّ ّ ُ ى أ אכا َا َّ ُ َّ ِا ِّ ا َ َّ ُ َّ ا َا َئ ُ َכ ِ אى َو َ ِ َ ْ َ َى. َ َ ْ َ ْ َ ْ َ َ َآء اُ َّ ِ َ ْ ً ِ َ ِ ِ َכ ِא َّ ْ ِ ده ا َوا َّא ُ ِن .ا ا اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ْ َئ ُ ًכ َر ْ َ ً ِ ْ ِ ْ ِ َك َ ْ ِ ى ِ َ א َ ْ ِ َّ َو َ ْ َ ُ ِ َ אاَ ْ ِ ى َو َ ُ ُّ ِ َ א َ ْ ِ َو ُ ْ ِ ُ ِ َ א َ ِאئ ِ ِ ِِ ِ ِ אر ْ ِ ى َو َ ْ َ ُ ِ َ א َ א ى َو ُ َ ّכ ِ َ א َ َ َو ُ ْ ِ ُ ِ َ ُ ٍء اَ َّ اَ ِ ِ ِ ِ ِ ِ ُ َّ ْ َو َ ُ ُّد ِ َ אاُ ْ َ َو َ ْ ُ ِ َ א ْ ُכ ّ ِ ُ אل ِ َ א َ َف ِا َ א ًא َو َ ِ ًא َ ْ َ َ ْ َ ُه ُכ ْ ٌ َو َر ْ َ ً اَ َ ُ َ َכ ا ِ َכ ِ ا ُّ ْ א و ْا ِ ِة اَ َّ ِا ِّ اَ َئ ُ َכ ا ْ َ َز ِ َ َ َ َ ْ ْ ُ َّ َ اْ َ َ ِ אء َو ُ ُ َل ا ُّ َ َ ِاء َو َ ْ َ ا ُّ َ َ ِاء َوا َّ ْ َ َ َ ْا َ ْ َ ِاء اَ َّ ُ ِا ِّ اُ ْ ِ ُل َِכ َ א َ ِ َ ِא ْن َ ُ َر ْا ِ َّ َ ت ِا َ ر ِ َכ َ אَ َئ ُ َכ א َ א ِ َو َ ُ َ َ َ ِ ا ْ َ ُ َ ْ َ َ ْ َ ْ َ ْا ُ ُ رِ َو َא َ א ِ ا ُّ ُ ورِ َכ َ א ُ ِ َ َ ا ْ ُ رِ اَ ْن ُ ُ ْ َ 564 Mehmed Zahid Kotku 565 ِ ِ ِ ِ ُ ِ ِ ِ ْ َ َ ِ اب ا َّ ِ َو ْ َد ْ َ ة ا ُّ ُ رِ َو ْ َ ِ ِ ا ْ ُ ُ رِ َا ّ ُ َّ َ א َ ُ َ َ ْ ُ َر ْا ِ َو َ ْ َ ْ ُ ْ ُ َّ َو َ ْ َ ْ ُ ْ ُ َ ْ َئ َ ِ ِ ْ ِ ْ ٍ َو َ ْ َ ُ َا َ ً ا ِ ْ َ ْ ِ َכ َا ْو َ ْ ٍ َا ْ َ ُ ْ ِ ِ اَ َ ً ا ِ ْ ِ ِאد َك َ ِא ِّ اَ ْر َ ُ ِا َ َכ ِ ِ َواَ ْ َئ ُ َכ َ ْ א َذاا ْ ِ ا َّ ِ ِ ِ ِ ِ َ ْ َ َכ َ َ אر َّب ا ْ َ א َ َ اَ َّ ُ َّ َ َْ َو ْا َ ْ ِ ا َ ِ َا ْ َئ ُ َכ ْا َ ْ َ َ ْ َم ا ْ َ ِ ِ َوا ْ َ َّ َ َ ْ َم َّ ِ ِ ِ ِ ا ْ ُ ُ د َ َ ا ْ ُ َ َّ ِ َ ا ُّ ُ د ا ُّ َّכ ِ ا ُّ ُ د ا ْ ُ َ ِא ُ ُ ِد ِا כ ر ِ ودود و ِا כ א ِ ا َّ َ َ ٌ َ ُ ٌ َ َّ َ َ ْ َ ُ َ ُ ُ َ َّ ُ َّ ا ْ َ ْ َא َ ِאد َ ُ ْ َ ِ َ َ َ آ ِّ َ َو َ ُ ِ ِّ َ ِ ْ ً א َْ ِ َ ْو ِ ِۤئ َכ َو َ ُ ًّوا ِ َ ْ َ ِائ َכ ُ ِ ُّ ِ ُ ِ َכ َ ْ َا َ َכ ّ ٰ َّ َو ُ َ ِאدى ِ َ َ َاو ِ َכ َ ْ َ א َ َ َכ اَ َّ ُ ٰ َ ا ا ُّ َ ُآء َو َ َ َכ ْ َّ ْا ِ א ُ و َ ا ا ْ ُ و َ َכ ا ْכ َ ُن اَ َّ ا ْ ِ ُ َ َ َ ٰ ُ َّ ْ َ ُْ َ َ ْ ُ ًرا ِ َ ْ ِ َو ُ ًرا ِ َ ِ ى َو ُ ًرا َ َ َ َ َّي َو ُ ًرا ْ ْ ِ ْ َ ْ ِ َو ُ ًرا َ ْ َ ِ ِ َو ُ ًرا َ ْ َ َ א ِ َو ُ ًرا ِ ِ ِ ِ ِ َ ِ ِ َو ُ ًرا ْ ْ ْ َو ُ ًرا ْ َ ْ َو ُ ًرا ْ َ ْ َ ِ ى و ُ را ِ ِ ى و ُ را ِ َ ِ ى و ُ را ِ َ َ ً َ ً َ ً َ َ َ ِ َِ Mü’minlere Va’zlar ِ َ ْ ََ ِِ اْ َ َا َّ ا ِ ِ َو ُ ًرا ِ َد ِ َو ُ ًرا ِ ِ َא ِ ا َ َّ ُ َّ َ ْ ْ אن ا َّ ِ ى ُ ًرا َواَ ْ ِ ِ ُ ًرا َوا ْ َ ِ ُ ًرا ُ ْ َ َ َّ َ ِא ْ ِ ِ و َ َאل ِ ِ אن ا َّ ِ ى َ ِ َ ا ْ َ ْ َ َو َכ َم َ َ ّ َ َ ْ َّ אن ِذى אن ا َّ ِ ى َ َ ْ َ ِ ا َّ ْ ِ ُ ِا َّ َ ُ ُ ْ َ َ ُْ َ َ ِ ِ َ ِ ِ ِ אن ِذى אن ذى ا ْ َ ْ َوا ْ َכ َ م ُ ْ َ ْ ِ َوا ّ َ ِ ُ ْ َ אس ا ْ َ َ ِل َو ْا ِ ْכ ِام .ا َ َ َ ِכ ْ ِ ِا َ َ ْ ِ َ ْ َ َ َ ْ ٍ َو َ َ ْ ِ ْع ِ ِ ّ ُ َّ َ א ِ َ َ א َا ْ َ َ ِ .ا ْ ِْ اَ َّ ا ِ َ ُכ را وا ْ ِ َ ُ ًرا َوا ْ َ ً َ ْ َ ُ َّ ْ َ ِ ِ اوِ ا ِ ا ِ אس َכ ِ ا .ا ار َّ ْ َ َ َْ ُ ً ً اَ َّ ُ ِا َّ َכ َ ْ َ ِِא َ ٍ ِا ْ َ ْ َ ْ َ ُאه َو َ ِ ٍّب ِا ْ َ َ ْ َ ُאه َو َّ َ َ َא َ ْ َ َכ ِ ْ ِا َ ٍ َ ْ َ ُ ِا َ ْ ِ َو َ َ ُر َك َو َاَ َ א َ َכ َ َ اَ َ ٌ َ ُ ْ ِ َכ ُ ِ ِ َ َאر ْכ َ َو َ َ א َ َ . َ ْ ِ ة אن َ َכ َ َ ْ ِ َא اَ َّ ُ ِا َّ َכ َ ْ َ ُ َכ َ ِ َو َ ى َ َכא ِ َو َ ْ َ َ ِ ى َّ ُ ّ ٰ ِ ِ و َِ ِ َ َ ْ ٰ َ َ ْ َכ َ ْ ٌ ْ اَ ْ ِ ى َواَ َא ا ْ َ אئ ُ َ َ َ 566 Mehmed Zahid Kotku 567 ِ ِ ِ ِ ِ ِ ا ْ َ ُ ا ْ َ ُ ا َ ُ ْ َ ُ ا ْ ُ ْ َ ُ ا ْ ُ ْ ُ ا ْ ُ ُّ ا ْ ُ ْ َ ِ ُف ِ َ ْ ِ ِ َا ْ َئ ُ َכ َ ْ َ َ َ ا َ ِ ْ ِכ َ َو َا ْ َ ِ ُ ِا َ َכ ْ ا ْ ِ َ َאل ا ْ ُ ْ ِ ِ ا َّ ِ ِ َواَ ْد ُ َك ُد َ َאء ا ْ َ ِאئ ِ ا َّ ِ ِ َ ْ َ َ َ ْ َ َכ َر َ ُ ُ َو َ א َ ْ َ َכ َ ُ ُ َو َد َّل َ َכ َ َْ ِ ْ ُ ُ َو َر ِ َ َכ اَ ْ ُ ُ اَ َّ ُ َ َ ْ َ ْ ِ ِ ُ َ ِאئ َכ َ ِ ًّא َ َّ َو ُכ ْ ِ َر ُؤ ً א َر ِ ً א َא َ ا ْ َ ْ ئُ ِ َ َو َא َ ا ْ ُ ْ ِ َ . َْ َْ אس ا ات َ ْ ِ َא َواَ ِّ ْ َ ْ َ ُ ُ ِ َא َوا ْ ِ َא ُ ُ َ اَ َّ ُ َّ اَ ْ ِ ْ َذ َ ا َ ِم و َ ِ َא ِ ا ُّ ُ ِ אت ِا َ ا ُّ رِ َو َ ِ ّ ْ َא ا ْ َ َ ا ِ َ َ َ ّ َّ َ َ א َ َ ِ ْ َ א َو َ א َ َ َ .اَ َّ ُ َאرِ ْك َ َא ِ اَ ْ َ א ِ َא َّ َ َواَ ْ َ אرِ َא َو ُ ُ ِ َא َواَ ْز َوا ِ َא َو ُذرِّ َّא ِ َא َو ُ ْ َ َ َא ِا َّ َכ ْ ِ ِ ِ ِ ِ اب ا َّ ُ َوا ْ َ ْ َא َ אכ ِ َ َ ْ َ َכ ُ ْ َ َا ْ َ ا َّ َّ ُ د ِ َ א َ א ِ ِ َ َ َ א َواَ ِ َّ َ א َ َ َא .ا ْ اَ َّ ِا َ َכ اَ ْ ُכ َ َ ُ ِ و ِ َّ َ ِ َ ِ و ا ِ َ ْ َ ََ َّ ُ َّ ْ َ ا ِ אس َא َا ْر َ ا ِ ِ َ ِا َ َ ْ َ ِכ ُ ِ ِا َ ُ ُ ٍّو َّ َ َ َّ َ َ َ َّ ُ ِ اَ ْم ِا َ َ ِ ٍ َ َّ ْכ َ ُ اَ ْ ِ ى ِا ْن َ َ ُכ ْ َ א ِ ًא ْ Mü’minlere Va’zlar َ اَ َّن َ א ِ ِ َכ اَ ْو َ ُ ِ اَ ُ ُذ ِ ُ رِ َ َْ ات َو ْا َ ْر ُض ِ ا َّ ِ ى اَ َ َآء ْت َ ُ ا َّ ٰ َ ُ אت َو َ َ َ َ َ ِ َا ْ ا ُّ ْ א َو ْا ِ ِة ُّ ُ َ ُ َ َ ْ ُ َ َ َ اُ א ِ َ َ َّ َو ْ ِ َכ ا ْ َכ ِ َواُ ْ ِ َ ْ َ ُ ا َا ْن َ ِ َّ َ َ َ َ َכ َا ْو ُ ْ ِ َل َ َ َ َ َ َכ َو َ َכ َ َّ َّ َ ّٰ َ ٰ َو َ َ ْ َل َو َ ُ َّ َة ِا َّ َِכ. ا ْ ُْٰ ْ ا ا َا َّ وا ِ ً َכ ا ِ ِ ا ْ ِ ِ ُ َّ َ َ َ َ َ اَ َّ َכ א ْ َ َ ْ ِ َ ِ ُ ُ ِ َ ّ ْ ُ َّ َ َ َّ اَ َّ ُ ا ْ َ ْ ِ ِ ْא ِ ْ َ ِم َ ِאئ ً א َوا َّ َ א ِ ً ا َوا ْ َ ْ ِ ِ ْא ِ ْ َ ِم َرا ِ ً ا َو و َ אِ َ َ َواَ ُ ُذ ً ا َا َّ ُ ِ َِכ ْ َّ ِا ِّ ُכ ّ ِ . ا د ْ َ ْ ِ ِ ْא ِ ْ َ ِم َ ُ ْ ِ ْ ِ َ ُ ًّوا اَ ْ َئ ُ َכ ِ ْ ُכ ّ ِ َ ٍ َ َ ِائ ُ ُ ِ ِ َك َ ْ د َ ٍ َ َ ِائ ُ ُ ِ ِ َك .ا َ ّ ِ ِ אت َر ْ َ ِ َכ َو َ َ ِائ َ ْ ِ ِ َכ َ َ َ ٍ وا ْ َ ِ َ ِ ُכ ّ ِ ِ ٍ وا ْ َ َز ِא ْ ِ َ َّ َ ْ َ ّ َ ْ اَ َّ ُ ِا َّא َ ْ َئ ُ َכ َّ َوا َّ َ َ َ ِ ْ ُכ ّ ِ َوا َّ ِ ِאة ِ َ ا َّאرِ . ُ ِا ْ ا ا د 568 Mehmed Zahid Kotku 569 ث اَ َّ ُ َّ اَ ْ ِ ْ ِ ِ َ ْ ِ َو َ َ ِ ى َ َّ َ ْ َ َ ُ َ א ا ْ َ ارِ َ ِ ى وا ْ ِ ِ ِ ِ ّ و א ِ ِ ِ ِد ِ و ِ َ َ َّ ْ َ َ َ َ ُ ْ ََ ِ َْ ِ ِِ ّٰ ِ ِ ِ ِ َ ْאرِ ى اَ َّ ُ َّ ا ّ اَ ْ َ ْ ُ َ َُ َ ِا َ َכ و َ ْ ُ َا ِ ى ِا َ َכ وأَ ْ َ ْ ت َ ْ ِ ى ِا َ َכ ُ َ ْ َ َّ ْ ْ ْ َو َ َّ َ َو ْ ِ ِا َ َכ َ َ ْ َ َ َو َ َ ْ ٰ ِ ْ َכ ِا َّ ِا َ َכ ْ ْ ْ آ َ ْ ُ ِ ُ ِ َכ ا َّ َ ى َا ْر َ ْ َ َو ِِכ َא َِכ ا َّ َ ى َا ْ َ ْ َ . َ ا ر اَ َّ ُ َّ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا ْ َ ْ ِ َوا ْ َכ َ ِ َوا ْ َوا ْ ْ ِ َوا ْ َ ِم َوا ْ َ ْ َ ِة َوا ْ َ ْ َ ِ َوا ْ َ َ ِ َوا ُ ْ َ ِ ِ َوا ْ َ ْ َכ َ َواَ ُ ُذ َِכ َ ا ْ َ ْ ِ َوا ْ ُכ ْ ِ َوا ْ ُ ُ ِ وا ِ ِ ِ ِ ِ ِ آء َواَ ُ ُذ َِכ َوا ّ َ אق َوا ّ َ אق َوا ُّ ْ َ َ ّ َ ِ ِ ِ ِ ِ ا َّ َ َوا ْ َ َכ َوا ْ ُ ُ ن َوا ْ ُ َ ام َوا ْ َ َ ص َو َ ا ّ אء أ ْا َ ْ َ ِאم) .ك( وا اَ َّ ُ َّ ِا ِّ ود ٍ אء َ َُ ا َّ ِ ُ َا ُ ُذ َِכ وَْ ٍ َُْ َ ُ َ وِ ا ِ َ َ ْ َ ُْ ِ ِ ّ َّ ِ ِق ِ ِ ِئ ّ ِ ٍ ْ َ ْ َ َ ْ َ ُ َو َ ْ ٍ َ َ ْ َ ُ ِ ِ َ َ ْ َ ُ َو َ ا ْ ُ ِع َ א َّ ُ ِْئ َ א َ ِ َ ِא َّ א ِْئ ِ ِ ِ ا ْ ِ َא َ ُ َو َ َ َ َ Mü’minlere Va’zlar ا ْ َכ َ ِ َوا ْ ْ ِ َوا ْ ُ ِ َو ِ َ ا ْ َ ِم َواَ ْن اُ َر َّد ِا َ اَ ْر َذ ِل ْ ُ َ ِ אل و ا ِ وِ ِ ِا اب ا ْ َ ِ َو ِ ْ ِ ْ َ ِ ا ْ َ ْ א ْ ُ ُ َ ْ ْ َ َّ َّ َ َ َ ِ ْ َ ِ אت اَ َّ ُ َّ ِا َّא َ ْ َئ ُ َכ ُ ُ ًא اَ َّوا َ َ ُ ْ ِ َ ً ُ ِ َ ً َوا ْ َ َ ِ ِ ِ َכ اَ َّ ِا َّא َ َئ ُ َכ ِائ ْ ِ ِ َכ و ْ ِ ِ אت ْ َ َ ُ َ ُ َّ ََ َ َ َ اَ ْ ِ َك َوا َّ َ َ َ ِ ْ ُכ ّ ِ ِا ْ ٍ َوا ْ َ ِ َ َ ِ ْ ُכ ّ ِ ِ ٍ َوا ْ َ ْ َز ّ د ِא ْ َ َّ ِ َوا َّ َ א َة ِ َ ا َّאرِ .ا اَ َّ ُ ا ْ َ ْ اَ ْو َ َ رِ ْز ِ َכ َ َ ِ ْ َ ِכ ِ ِ ِ ّ َوا ْ ِ َא ِع َ َّ َّ אئ ُ ْ ِ ى. َا َّ ِا ِّ َا َئ ُ َכ ا ْ ِ َّ َ وا ْ א ِ َ ِ د ْ אى و ِد ِ و َا ِ َ ْ ُ َ َ َ ْ َ َ َ ُ َّ ِ ر ِ وآ ِ رو ِ وا َ ْ ِ ِ ْ َو َ א َا َّ ُ َّ ا ْ ُ ْ َ ْ َ َ ْ َ ْ َ َ ْ ِ ِ ِ ِ ِ َى و ِ َ ْ ِ َو َ ْ َ َ א َو ْ َ ْ َ َّ َ ْ َ ْ َ אس َ ْ ِ َو َا ُ ُذ َِכ َا ْن اُ ْ َ َאل ِ ْ َ ْ ِ .ا ِا ِ ا ئ כ ِا א א א ِ ا َ َّ ُ َّ ّ َ ْ َ ُ َ َ ً ُ َ ُ אכ َ ِ ور ِّ ِ َ ُ ِ ِ ِا َ َ َّ َ َ َ ْ ُ ِ َא َ َ ْ َ ِ .ا َِْ َ ّٰ اَ ْ َ َ اَ َّ ُ ِ اْ ِ َ ِ َ َ 570 Mehmed Zahid Kotku 571 אك ِ َ ْ ِ اَ َّ ُ َّ ِا َّن ِا ْ َ ا ِ َ َכ َ אن َ ْ ُ َك َو َ ِ ُ َכ َد َ َ َ َّכ َ ِא ْ َ َ َכ ِ َو َا َא ُ َ َّ ٌ َ ْ ُ َك َو َر ُ ُ َכ َا ْد ُ َك ِ َ ْ ِ ِ ِ ا ْ ِ َ ِ َا ْن ُ אرِ َك َ ِ ِ ِ אر ْכ َ ُ ّ ْ َو َ א ِ ْ ْ َ َ א َ َ َ َ ُْ ا ٍّ ر ِ َ ْ ِ َ َّכ َ َ َ ا ْ ِ َכ ِ َ َכ َ ِ . َ َ ْ ِ ِ ِ ِِ َا َّ ُ َّ ا َّن ا ْ َ ا َ َ َّ َم َ َّכ َ َ َ َ َ َ א َ َ ا ً א َوا ّ َ َّ ْ ُ ا ْ َ ِ َ َ َ א َ َ َ ْ َز َ َ א اَ ْن َ ُ َاق ِ َ א َد ٌم َو َ ُ ْ َ ْ ِ َ א ْ ْ َ ِ َح ِ َ َ ٍ אل َو َ ُ ْ َ ِ َ א َ َ ًة ِا َّ ِ َ ْ ٍ َا َّ ُ َאرِ ْك ٌ َ َّ َ َ َא ِ َ ِ َ ِ َא اَ َّ ُ َאرِ ْك َ َא ِ َ א ِ َא .اَ َّ ُ َאرِ ْك َ َא َّ َّ ا ْ َכ ِ َכ ِ وا َّ ِ ى َ ْ ِ ِ ا ُّ ْ َ א َا َّ ُ َّ ا ْ َ ْ َ َ َ َ َ َ َ ْ َ ِ ِ ِه א ِ ا ْ ِ َ ِ ِ و َ َ ْ ِا َّ َ ِ َ َכ ِ אن ٌ َ ْ َ ْ ٌ َ َ َ َ َ رى ٍ ا َ ْ َ א ِ َ א َ ّٰ َ ْ ُ ُ ۤ ا ِا ْ َ א .ا ّ ْ ُ اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا َכ َ ِ َوا ْ َ ِم َوا ْ َ ْ َ ِ َوا ْ َ ْ ِم َّ َ َ اب اب ا ْ َ ْ ِ َو ِ ْ ِ ْ َ ِ ا َّאرِ َو َ َ ِ َو ِ ْ ِ ْ َ ِ ا ْ َ ْ ِ َو َ َ ِ ا َّאرِ َو ِ ْ َ ِ ِ ْ َ ِ ا ْ ِ ٰ َواَ ُ ُذ َِכ ِ ْ ِ ْ َ ِ ا ْ َ ْ ِ ّ و َا ُ ُذ َِכ ِ ِ ْ َ ِ ا ْ ِ ِ ا َّ ِ אل َا َّ ُ َّ ا ْ ِ ْ َ ِ ّ ْ َّ َ َ َ َא אى ِא ْ ِ אء َوا َّ ْ ِ َوا ْ ِد َو َ ِّ َ ْ ِ ِ َ ا ْ َ َא َא َ َ َ ََ Mü’minlere Va’zlar ِ ِ َכא َ َّ ا َّ ب ْا َ ُ ِ ا َّ َ ِ َو َא ْ َ ْ َو َ ْ َ َ ْ ُ ُ َْ אئ אى َכ َ א َא َ ْ َت َ َ ا ْ َ ْ ِ ِق َوا ْ َ ْ ِ ِب. َ َא َ َ ْ ِ ِِ ِِ ِِ ِ ِِ اَ َّ ُ َّ ا ّ اَ ْ َئ ُ َכ َ ا ْ َ ْ ِ ُכ ّ َ א ِ َوآ ِ َ א َ ْ ُ ِ ْ و א َ َا َ و َا ُذ َِכ ِ ا َّ ِ ُכ ِّ ِ א ِ ِ ِ وآ ِ ِ ِ َ ُ ََ ْ ْ ْ َ ُ َ َ ّ َ א َ ِ ْ ُ ِ ْ ُ َو َ א َ اَ ْ َ اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ْ َئ ُ َכ ِ ْ َ ِ ْ ْ ُ َّ א ِئ َ َכ ِ ِ ُ َك و َ ِ َכ واَ ُذ َِכ ِ َ ِ א א َذ ِ ِ ْ ّ َ َ َ ُّ َ ُ َ َ َْ َ ُ َك َو َ ِ ُّ َכ َا َّ ُ ِا ِّ َا ْ َئ ُ َכ ا ْ َ َّ َ َو َ א َ َب ِا َ َ א ْ ْ َّ َّ ِ ْ َ ْ ٍل اَ ْو َ َ ٍ َواَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا َّאرِ َو َ א َ َب ِا َ َ א ْ َّ ٍ ِ ٍ ْ َ ْ ل اَ ْو َ َ ٍ َواَ ْ َئ ُ َכ اَ ْن َ ْ َ َ ُכ َّ َ َ آء َ َ ْ َ ُ א ا אئ ر ِ َ ا. ًْ ِ ِ ِِ אر َك اَ َّ ُ َّ ا ّ اَ ْ َئ ُ َכ ِא ْ َכ ا َّא ِ ا َّ ِّ ِ ا ْ ُ َ َ ْا َ ِ ِا َ َכ ا َّ ِ ى ِا َذا د ِ َ ِ ِ َا َ و ِا َذا ِئ ْ َ ِ ِ ُ َْ َ ُ َ ّ ْ ِ ِ َ ِ ِ ر ِ َ و ِا َذا ا ْ ِ َ ِ ِ ْ ُ ْ َ ْ َ اَ ْ َ ْ َ َوا َذا ا ْ ُ ْ ْ אئ َ ْ َ. َّ اَ َّ ُ َّ َ ْ آ َ َ ِ َو َ َّ َ ِ َو َ ِ َ اَ َّن َ א ِ ْئ ُ ِ ِ ُ َ ا ْ َ ُّ ِ ْ ِ ْ ِ َك َ אَ ْ ِ ْ َ א َ ُ َو َو َ َ ُه و َ ِّ ْ ِا َ ْ ِ ِ َ َאء َك َو َ ِ ّ ْ 572 Mehmed Zahid Kotku 573 َ ُ اْ َ َ א ِ ْئ َ אء و َ ْ ِ َ ََ ْ ْ ُ ِ ِ ا ْ ُّ ِ ُ َُ َ ْ ِ َو َ ْ ِ ْ ِ َك ُه. ِ ِ و ْ ُ َ ّْ ََْ ََْْ אכ ِ َ א َ ُ َ َو َ َ ُه َو َا َ ْ ْ אذ اَ َّن ِْ ُْ َ َا َّ ُ َ ْ آ َ َ َِכ َو َ ِ َ َا ِّ َر ُ ُ َכ َ َ ِ ْ ِا َ ِ ِ َ َאء َك ّ ْ َّ ِ ِ ِ ِ َو َ ِ ّ ْ َ َ ْ َ َ َאء َك َواَ ْ ْ َ ُ َ ا ُّ ْ َ א َو َ ْ َ ْ ُ ْ ُ َِכ َو َ ْ َ ْ َا ِّ َر ُ ُ َכ َ َ ُ َ ِّ ْ ِا َ ْ ِ ِ َ َאء َك َو َ ُ َ ِ ّ ْ א َ َ ِ َ َ َאء َك َو َכ ِ ّ َ ُ ِ َ ا ُّ ْ א. َ ْ ْ אت ِ ْا َ ْ ِ َو َا ْ َئ ُ َכ َ ِ َ َ َا َّ ُ َّ ِا ِّ َا ْ َئ ُ َכ ا َّ َ َ ِ ِ ِ אد ِ َכ َواَ ْ َئ ُ َכ ا ُّ ْ َواَ ْ َئ ُ َכ ُ ْכ َ ْ َ َכ َو ُ ْ َ َ َ َ ِ َ א ًא َ ِאد ً א َو َ ْ ً א َ ِ ً א َو َا ُ ُذ َِכ ِ ْ َ ِّ َ א َ ْ َُ َواَ ْ َئ ُ َכ ِ ْ َ ِ َ א َ ْ َ َواَ ْ َ ْ ِ َك ِ َّ א َ ْ َ ِا َّ َכ ْ ُ ُ ُ اد اوس َا ْ َ َ َّ ُم ا ْ ُ ِب. ُ ِ اَ َّ ُ َّ ا ْ َ ْ ُ َو َِכ آ َ ْ ُ َو َ َ ْ َכ َ َ َّכ ْ ُ َوا َ ْ َכ اَ َ ْ ُ ِ َو َِכ َ א َ ْ ُ َا َّ ُ َّ ِا ِّ َا ُ ُذ ِ َّ ِ َכ َ ِا َ َ ِا َّ َا ْ َ ِ ِ ِ ِ ُ ِ ت ا ْ ُّ َو ْا ْ ُ اَ ْن ُ َّ اَ ْ َ ا ْ َ ُّ ا َّ ى َ َ ُ אس َ ُ ُ َن .ا Mü’minlere Va’zlar اَ َّ ُ َ َכ ا ْ َ ْ ُ َכא َّ ِ ى ل و ا ِ א ل ا َ ُ ُ َ َ ْ ً َّ َ ُ ُ َ َّ ُ َّ َّ אى َو َ َ א ِ َو ِا َ َכ َ َ ِ َ َכ َ َ ِ َو ُ ُ ِכ َو َ ْ َ ْ َ ِا ِ ا ذ ِכ ِ َو َ َכ َر ِّب ُ ا ِ ا اب ا ْ َ ِ َ َّ ُ َّ ّ َ ُ ُ َ ْ َ َ ِ ْ َ ِ ِ ِِ ِ َو َو ْ َ َ ا َّ ْ رِ َو َ َّאت ْا َ ْ ِ َا َّ ُ َّ ا ّ َا ْ َئ ُ َכ ْ َ ِ א َ ِ ِ ِ ا ِ אح واَ ُذ َِכ ِ َ ِ א َ ِ ِ ِ َّ ُ َ ُ ُ ُ ْ َ ْ َّ ا ّ ر ا ِ ُ. ّ אِِ ِ ِى و א ِِ َ َ َّ ا َّ ا ْ ِ ُ َ ِ ِ َا ْ َ ْ ُ ِ َ َ ِ ى َوا ْ אن ُ ا ْ َכ ِ ُ ُ ْ َ َ ِِ ِ َّ َر ِّب ا ْ َ א َ َ َا َّ ُ َّ َ ا ْ َ ارِ َ ث ِ ِّ ِ َر َّب ا ْ َ ْ ش ا ْ َ َا َّ ُ َا ْ ِ َ َא ِ ْ َ ْ ِ َכ َ א َ ُ ُل َ َ َא َو َ َ َ َ א ِ َכ ْ ْ َ ْ َّ َو ِ ْ َא َ ِ َכ َ א ُ ِّ ُ َא ِ ِ َ َّ َ َכ َو ِ َ ا ْ ِ ِ َ א ُ ِ ِّ ُن َ َ َ َא ِ ِ אت ا ُّ ْ א َو َ ِّ ْ َא ِאَ ْ َ א ِ َא َوا ْ َ אرِ َא َو ُ َّ ِ َא َ ْ ُ َ َ א َا َא وا ْ ا ْ ارِ َ ِ ث َّא َوا ْ َ ْ َ ْ َر َא َ َ َ ْ َ ْ َْ َ َ ْ َ ُ َ אدا َא َو َ َ ْ َ ْ ُ ِ َ َא َ َ َ َא َوا ْ ُ ْ َא َ َ َ ْ َ َ َ ِ ِد ِ َא َو َ َ ْ َ ا ُّ ْ א َا ْכ َ ِّ َא َو َ َ َ َ َ ْ ِ َא ْ َ ََ َو َ ُ َ ِّ ْ َ َ َא َ ْ َ َ َ ُ َא .ا ْ ْ َ َ َ ِا َ َ ِا َُْ ا َّ ِ 574 Mehmed Zahid Kotku 575 اَ َّ ا ْ َ ِ ِ א َّ ِ و ِّ ِ א ْ َ ِ وزِ د ِ َ ْ ْ َ َ ُ َ َ َْ َ َ ْ ُ َّ ِِ ِ ِ ٍ ِ אل َا ْ ِ َ ْ ً א َا ْ َ ْ ُ َّ َ َ ُכ ّ ِ َ אل َو َا ُ ُذ ِא َّ ْ َ ة ا َّאرِ .ا َا َّ ا ْ ِ اُ ِ ْ ُ َّ ْ َ َ ِ َ َ َכ َو َا ْ َ َا َّ ُ َّ ِا ِّ َא ُ َ َّ ُ ُِْ ٰ َا ْ َئ ُ َכ َو َا َ َ ِِ ا ّ َ َ َّ ْ ُ ِ اَ َّ ُ َّ َ َا َّ ُ ِا ِّ َا َّ ِ َو ْ אَِ َا َّ ُ َّ َ ِ َ َ ِ ى اَ اَ ُذ َِכ ِ ُ ِ ِ ُ ُ ْכ َ َك َواُ ْכ ُ ذ ْכ َ َك َو َا َّ ِ ُ ة ُ َو ِ َ َכ .ا َّ ٍ ِ ِ َّ ُ ا َ ْ َכ ِ َ ِ ِّ َכ ُ َ َّ َ ِ ِ ّ ا َّ َْ ِا َ َכ ِا َ َر ِّ ِ َ א َ ِ ٰ ِ ِه ْ אن َ ِّ َ ُ ِ . َّ ِ ْ َ ِ َ ْ ِ َو ِ ْ َ ِ َ َ ِ ى ّ ّ כ َو ِ ْ َ ِ َ ِ ِ . ّ ّ ُ ُذ َِכ َ ِ ِ אِ ّ َ ِ ِ َ ِ َا َّ א ِ ِ ِ ُ َّ َ َ َ ْ َا َّ ُ َّ ُ َّ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا ْ ُכ ْ ِ َوا ْ َ ْ ِ اَ ْ َ َ ِ اب ا ْ َ ْ ِ َ ِا َ َ ِا َّ اَ ْ َ .اَ اَ َّ ُ َّ ِا ِّ ا ْ َئ ُ َכ ِ َ ً َ ِ َّ ً ُ ْ ٍ َو َ َ א ِ ٍ . אِِ َّ َ َّ ُ َّ ِا ِّ כة وِ ِ و دا َ َ ً َ َّ ً َ َ ًّ َ ْ َ ا Mü’minlere Va’zlar اَ َّ ُ ِا َّن ُ ُ َ َא َو َ َ ارِ َ َא ِ ِ َك َ ُ َ ِّ ْכ َא ِ ْ َ א َ ًئא ْ ْ َ َّ א ٍ َ ِא ًذا َ َ ْ َ ٰذ ِ َכ ِ ِ َ א َ ُכ ْ اَ ْ َ َو ِ ُ َ א. َّ َا َّ ُ ا ْ َ ْ ِ َ ْ ِ ُ ًرا َو ِ ِ َ א ِ ُ ًرا َو ِ َ َ ِى ُ ًرا َّ ِ ِ ِ ِ ِ ُ ًرا َو َ ْ َ َ אرِى ُ ًرا َو ْ ُ ًرا َو َ ْ َ َو َ ْ َ ْ ِ ُ ًرا َو ِ ْ َ ْ ِ ُ ًرا َو ِ ْ اَ َ א ِ ُ ًرا َو ِ ْ َ ْ ِ ُ ًرا َوا ْ َ ْ ِ ِ َ ْ ِ ُ ًرا َواَ ْ ِ ِ ُ ًرا .ا אس ْ َا َّ َا ِ ِ ِ ِ ِ ِ د ا َّ ى ُ َ َ ْ َ ُ َا ْ ِ ى َو َا ْ ْ ُ َّ ْ ْ אى ا َّ ِ ِ َ א َ َ א َ َواَ ْ ِ ْ ِ آ ِ ِ ا َّ ِ ِ َ א َ ُد ْ َ َ َ َ ِ אد ًة ِ ِ ُכ ّ ِ َ ْ ٍ َوا ْ َ ِ َ َ אدى َوا ْ َ ِ ا ْ َ َ א َة زِ َ َ ة ا ْ َ ْ َت َرا َ ً ِ ِ ْ ُכ ّ ِ َ ٍ .ا ّ אف َواَ ْ ِ ٰ . اَ َّ ُ َّ ِا ِّ ِا ْ َئ ُ َכ ا ْ ُ ٰ ى َوا ُّ ٰ َوا ْ َ َ َ د ا ر ِ وآ ِ رو ِ وا ْ ِ َ ْ َْ َ َ َا َّ ُ َّ ا ْ ُ ْ َ ْ َ אب َا َّ ُ َّ ا ْ َ ْ ُ َّ َכ اَ َ َّ ْا َ ْ َ ِאء ِا َ َّ ِ َا ْ َ َف ْا َ ْ َ אء َ ْ ِ ى َوا ْ َ ْ َ ِ ّ َوا ْ َא َ ِ ّ ِد ِ . َ ْ َ ْ َ َכ َ ِ אت ا ُّ ْ א َ َ 576 Mehmed Zahid Kotku 577 َא َّ ُْ َا َّ ُ ْ ِق ِا َ ِ َ ِאئ َכ َو ِا َذا اَ ْ ْر َت اَ ْ َ اَ ْ ِ ا ُّ ْ א ِ ْ ُد ْ א َ َ ُ َ َ אَ ْ ِ ر ِ ِ א כ ا אئ אد ِ َכ .ا ْ ََ َ ْ َْ ِ ا ُ وا ْ ِ ِا ِّ َا ُذ َِכ ِ ا ِ ْ َ َ ْ ُ ْ َ َّ َْ َّ ّ َ ُ ا َّ ئُ ُل. ا אئ ِ ِ ِِ َا َّ ُ َّ ا ّ َا ْ َئ ُ َכ ا ّ َّ َ َوا ْ َّ َ َو ْا َ َ א َ َ َو ُ ْ َ ا ْ ُ ُ ِ َوا ِ َ א ِא ْ َ َ رِ .ا ّ ِ ِ ِ ِ ِ ِ ِ ِِ اَ َّ ُ َّ ا ّ اَ ُ ُذ َِכ ْ َ ْ م ا ُّ ء َو ْ َ ْ َ ا ُّ ء َو ْ ِ ِ ِ א ِ ِ ا ِء و ِ אرِ ا ِء ِ َ ْ َ ُّ ُّ َ א َ ا ُّ ء َو ْ َ א َدارِ ا ْ َ َ א َ ِ . אك ِ ْ َ َ ِ َכ َو ِ َ َ א َ א ِ َכ اَ َّ ُ َّ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ ِ ِ َ َ ِ ْ ُ ُ َ ِ َכ َواَ ُ ُذ َِכ ِ ْ َכ َاُ ْ ِ َ َ ًאء َ َ ْ َכ اَ ْ َ אئ َכ َ א اَ ْ َ َ َ َ َ ْ ِ َכ. ْ َا َّ ُ َ َכ ا ْ َ ْ ُ ُ ْכ ا َو َ َכ ا ْ َ ُّ َ ْ ً. َّ ً ة َا َّ ُ َّ ِا ِّ ا ْ َّ َ ُّכ כ َا َئ ُ َכ ا َّ ِ َ َ א ِ َכ ِ ْا َ ْ ِ אل َو ِ ْ َق َ َ َ ّ ْ َ ة ِ َ َ َכ َو ُ ْ َ ا َّ ِّ َِכ .ا ْ Mü’minlere Va’zlar ِ ِ ْכ ِ َك وار ُز ْ ِ َ ْ َ ً ِِכ َא َِכ. ً ِ ِا ٍ אن َو ِا َ א ًא ِ ُ ْ ِ َّ َ َ ٌح َو َر ْ َ ً ِ ْ َכ َو َ א ِ ً َو َ ْ ِ ًة َ َ ة َ ا ًא .ا اَ َّ ُ ْ َ ْ َ َ א ِ َ َ ْ ِ َّ ِ َر ُ َכ َو َ َا َّ ِا ِّ َا َئ ُ َכ ِ ْ ُ َّ ُ ُ ٍ َو َ َ א ً א َ ْ َ ُ ُ َ ِ ْ َכ َورِ ْ اك اك َو َا ْ ِ ْ ِ ِ َ ْ َ َ אك َ ّٰ َכ َא ِّ َا َر َ َا َّ ُ َّ ا ْ َ ْ ِ َا ْ َ َ אرِك ِ ِ َو َ َ ْ ِ ِ ِ َ ْ ِ َ ِ َכ َو ِ ْ ِ ِ َ َ ِאئ َכ َو َ ْ ََ َ رِك َ ّٰ َاُ ِ َّ َ ْ ِ َ َ א َا َّ ْ َت َو َ َ ْ ِ َ َ א َ َّ ْ َ وا ْ ِ َאى ِ َ ْ ِ َو َا ْ ِ ْ ِ ِ َ ْ ِ َو َ َ ِ ى َ َ ْ َ وا ْ א ا ْ َ ِ ِ َ َ ِ و َارِ ِ ِ ارِث ّ َوا ْ ُ ِ َ َ َ ْ َ َ َ ْ َ ُ َ َ ة ِ ِ َ ْאرِى َواَ ِ ِ ٰ ِ َכ َ ِ .ا ْ َّ َا َّ ُ َّ ا ْ ُ ْ ِ ِ َ ْ ِ ِ ُכ ّ ِ َ ِ ٍ َ ِא َّن َ ْ ِ َ ُכ ّ ِ َ ِ ٍ َ َ َכ َ ِ َو َا ْ َئ ُ َכ ا ْ ْ َوا ْ ُ َ א َ א َة ِ ا ُّ ْ א َ ْ ُ َ ٌ ة َو ْا ِ ِة .ا َ אق و ِ ِ ا ِ ِ אء و ِ א ِ َِ َِْ ِ ِ ِ ا َ َّ َ َ َ ا َّ َ َ َ َ َّ ُ َّ ّ ْ ِ َ ا ْ ِכ ْ ِب َو َ ْ ِ ِ َ ا ْ ِ َ א َ ِ َ ِא َّ َכ َ ْ َ ُ َ ِآئ َ َ ْا َ ْ ُ ِ ِ ا ً ا ور .ام َو َ א ُ ْ ا ُّ ُ ُ َא َ َ َכ َو َא َ َ 578 Mehmed Zahid Kotku 579 اَ َّ ا َا َّ اَ َ َ ِ َّא َ ِ ارز ِ ُ َّ ْ ُ ْ َ ْ ْ َ َ ْ ُّ ُ ِع ِ ْ َ ْ ِ َכ َ َ َا ْن َ ُכ ْ َ אכ َو ْا َ ْ ُاس َ ْ ا .ا ً َ א ِ ِ ِ ُ ْ ر ِ َכ و َاد ِ ْ ِ ِ َ ْ ُ َّ َ َ ِ ِ َא ِ َכ وا ْ ِ ِ َ ِ َِْ َ َ َ ْ ا אכ ا ْ َ َّ َ .ا اَ َّ ُ َّ اَ َو اَ َّ ُ َّ ِا ِّ َْ ِ ِ אن ا ْ َ ْ ِ ِ ُ ُرو ِف َ َن ا ُّ ُ ُع َد ً א ا ر ِ َכ وا ْ ِ َ َ ْ َ ِ َوا ْ َ ْ َ َ ا َ ُ ْ ِ ِ ِא ْ ِ ْ ِ و َز ِ ِ ّ ِא ْ ِ ْ ِ واَ ْכ ِ ِ َ ْ َ ّ َ ِّ ْ ِ ِא ْ َ א ِ ِ .ا ا אر ا َ اَ ْ َئ ُ َכ ِ ْ َ ْ ِ َכ َو َر ْ َ ِ َכ َ ِא َّ ُ َ َ ْ ِ ُכ ُ َ א د ِا َّ َا ْ َ .ا ِא َّ ْ ٰ ى َا َّ ُ َ َّ ً َرِ َ َآء ِ َ א َو َ ُ ْ َ ً . َّ אכ ٍ َאه َ א ِ اَ َّ ِا ِّ اَ ُذ َِכ ِ َ ِ ٍ ِ ُ ْ َ َْ ُ َ َ ُ َّ ِ ِ ِ َ ْ َ א ا ْن رِ أَى َ َ َ ً َد َ َ َ َאوا ْن َر َاى َ ِّ َئ ً َا َذا َ ى ا ا אر ً ا َو َ ْ ُ ُ َ א .ا Mü’minlere Va’zlar اَ َّ ُ ا ْ ْ ِ ِ ُذ ُ ِ و אى כ א ا ا ِ ِ وا َّ َ َ َ َ ُ َّ َ َ َّ ُ َّ َ ْ ْ َ ْ ُ ْ ْ و ْ ِ ِ ِ א ِ ِ ْا َ ْ ِ אل َو ْا َ ْ َ ِق َ ِא َّ ُ َ َ ْ ِ ى ِ َ א ِ ِ َ א َ َ َ َو َ َ ْ ِ ُف َ ِ َئ َ א ِا َّ َا ْ َ .ا ا א ّ ِ ْ ِ َכ ا ْ َ ِ و ُ ْ ر ِ َכ َ ا ْ َ ْ ِ َا ِ ِ َ ْ َ َ َا َّ ُ َّ َ ْ א ِ َ ا ْ א َة َ ا ِ َو َ َ َّ ِ ِا َذا َ ِ ْ َ َ َ ْ ََ ًْ و َا َئ ُ َכ َ ْ َכ ِ ا ْ َ א َة َ ا ِ ََ َا َّ ُ َّ َ ْ َ ًْ ا َ ِ وا َّ אد ِة و َا َئ ُ َכ َכ ِ َ ْا ِ ْ َ ِص ِ َ َ َ ْ َ ْ אو ا ْ َ َ ِ َواَ ْ َئ ُ َכ ا ْ َ ْ َ ِ ا ْ َ ْ ِ َو ا ْ ِ ٰ ا ِّ َ َ ِ ِ َو َا ْ َئ ُ َכ َ ً א َ َ ْ َ ُ َو َا ْ َئ ُ َכ ُ َّ َة َ ْ ٍ َ َ ْ َ ُ ِ َواَ ْ َئ ُ َכ ا ِّ َ א ِא ْ َ َ אء َو اَ ْ َئ ُ ًכ َ ْ َد ا ْ َ ْ ِ َ ْ َ ا ْ َ ْ ِت َو َا ْ َئ ُ َכ َ َّ َة ا َّ َ ِ ِا ٰ َو ْ ِ َכ َو ا َّ َق َ ِا َ ِ َ ِאئ َכ ِ َ ِ َ اء ِ ٍة و َ ِ ِ ِ َّ ٍ َّ َ ُ َّ َ َْ ُ ْ َز ِ َّא ِ ِ َ ِ ْا ِ ِ אن َو ا ْ َ ْ َא ُ َ ا ًة ُ ْ َ ِ َ . اَ َّ ُ َّ ّ َ אر א ِ َا َّ ُ َّ َر ِّب ِ ْ ِ َ ِ ْ َ ِ ا َّאرِ ّ َو ِ َכ ِאئ َ َو َر َّب ِا ْ ا ِ َ َا ُ ُذ َِכ َ وِ אئ اب ا ْ َ ِ . َ ْ َ َ ِ ْ 580 Mehmed Zahid Kotku 581 اَ َّ ِا ِّ َا ُذ َِכ ِ َ َ ِ ا ُّ ْ َא و َ َ ِ ا ْ ُ ِو و َ א َ ِ ُ َ َ َ ّ ََ ْ َ ُ َّ ْا َ ْ َ ِاء .ا ِ ِ ِ ِ ِِ اَ َّ ُ َّ ا ّ اَ ُ ُذ َِכ ْ َ َ َ ا َّ ْ ِ َو َ َ َ ا ْ َ ُ ِّو َو ْ ارِ ْا َ ِ ِ و ِ ِ ْ َ ِ ا ْ ِ ِ ا َّ ِ אس אل .ا ّ َ ْ َّ ََ َ اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا َّ ِ ّدى َوا ْ َ ْ ِم َوا ْ َ ِق َوا ْ َ ِق َّ َ َ َ َو َا ُ ُذ َِכ َا ْن َ َ َ َ ِ ا َّ َא ُن ِ ْ َ ا ْ َ ْ ِت َو َا ُ ُذ ْ َّ َِכ َا ْن َا ُ َت ِ َ ِ ِ َכ ُ ْ ِ ا َو َا ُ ُذ َِכ َا ْن َا ُ َت ً َ ِ אً .ا ا َا َّ ِا ِّ َا ُذ ِ ِ ِ ا ْ َכ ِ ِ وا ِ َכ ا ْ ِ ِ ِ ُ َ ْ َ َ ْ ُ َّ ا כ ا ا ا ْ ُכ ْ ِ َوا ْ َ ْ ِ . َا َّ ُ َ ُ ْ رِ ُכ ِ َز َ א ٌن َو َ ُ ْ رِ ُכ َّ َو َ ُ ْ َ ْ َ א ِ ِ ِ َ ا ْ َ ِ ِ ُ ُ َواَ ْ ِ َ ُ ُ اَ ْ ِ َ ُ ا ْ َ ِب. ْ َ اَ َّ ُ َّ ْار َ ْ ُ َ َ ِאئ اّ َّ ِ َ َא ُ ِ ِ ون اَ ِאد ِ َ َ ُو َ َ َو ُ َّ َو ُ َ ّ ُ َ ِ ِاْ ِ َاز َ א ًא َ ُ ْ َ ُ َ ُ ُ ُ ب ْا َ َ א ِ ِ ُ ُُ ْ ِ ِ ى اَ َّ ِ َن ْ َ ْ אس. َ َ א ا َّ َ َ Mü’minlere Va’zlar اَ َّ ُ َّ ِا ِّ اَ َّ ُ َّ ِا ِّ اَ َّ ُ َّ ِا ِّ َِכ ِ اَ َّ ُ َّ ِا ِّ اَ َا َا اَ ُذ َِכ ِ ِ ِ ا ِ ِ אء واَ ُذ َِכ ِ َ ُ ُ ْ َْ َّ ٍ اب ا ْ َ ِ . َ َ ِ ْ اَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا ْ َ ْ ِ َوا ْ ِ َّ ِ َوا ِ ّ َّ ِ َواَ ُ ُذ َِכ ة ِ ْ اَ ْن اَ ْ ِ اَ ْواُ ْ َ .ا َ ُ اَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا ْ ُ ِع َ ِא َّ ُ ِْئ َ ا َّ ِ ُ َواَ ُ ُذ ة ا ْ َ א َ ِ َ ِא َّ َ א ِْئ َ َ ا ْ ِ َא َ ُ .ا َ ِ אق وا ِ ّ َ ِ ِ ِ אق َو ُ ِء ْا َ ْ ِق. اَ ُ ُذ َِכ َ ا ّ َ َ ة ا ْ َ ِ ِ ِِ ِ ِ ِ َّ ُ َّ ا ّ اَ ُ ُذ َِכ َ ا ْ َ َ ص ا ْ ُ ُ ن َوا ْ ُ َ ام َو ْ َ ِ ِ ْا َ ْ َ ِאم .ا ّ َّ ا ْ ِא ْ ِ َ ِ ِ א ْ َ ِ َّכ ِ ِ َ َْ َ َ َ ُ َّ ْ َ َ َ ا ْ َכ ِ .ا ََ אس ْ ِ ا ْ ْא ِس ِا ْ ِ َا ْ َ ا َّ א ِ َّ رب ا ِ ُ َّ َ َّ َّ َ ُ َ َ َ א ِ ِا َّ اَ ْ َ اَ ْ ِ َ َ ًאء َ ُ ِ ِאد ُر َ َ ً א .ا 582 Mehmed Zahid Kotku 583 ا َ َّ ُ َّ ا َ َّ ُ َّ وا َ ُْ َر َّ َא آ ِ َא ِ ا ُّ ْ א َ َ َ ً َو ِ ْا ِ ِة َ َ َ ً َو ِ َא َ َ اب ا َّאرِ .ا َ َ َ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا ْ َ ِّ َوا ْ ُ ْ ِن َوا ْ َ ْ ِ َوا ْ َכ َ ِ ْ ِ وا ْ ِ و َ ْ ِ ا ِّ و َ َ ُ ا ِ ِ אل .ا َ َ َ ّ َ َ ُْ َ اَ َّ اَ ِ ِ ِ ِכ ًא و َا ِ ِ َ ْ ُ َّ ْ ْ ِ ِ אכ ِ . ُز ْ َ ة ا ْ َ َ اَ َّ ُ َّ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ ِ َ ا ْ َ ْ ِ َوا ْ َכ َ ِ َوا ْ ُ ْ ِ َوا ْ ُ ْ ِ اب َوا ْ َ ِم َو َا ُ ُذ َِכ ِ ْ َ َ ِ اب ا ْ َ ْ ِ َو َا ُ ُذ َِכ ِ ْ َ َ ِ َ ِ ِ ِ ِ אت .ا ا َّאرِ َو َا ُ ُذ َِכ ْ َ ا ْ َ ْ َ َאوا ْ َ َ ِ َا َّ ُ ِا ِّ َا ُ ُذ َِכ ِ ْ َ َ ِ اب ا ْ َ ْ ِ َو َا ُ ُذ َِכ ْ َّ ِ ِ ِ ِ אت َو َا ُ ُذ َ َ ِ اب ا َّאرِ َوا ُ ُذ َِכ ْ ْ َ ا ْ َ َ َאوا ْ َ َ َِכ ِ ِ ْ َ ِ ا ْ ِ ا َّ ِ ة אل .ا ْ َ ُ َّ َا َّ ُ ِا ِّ َا َّ ِ ُ ِ ْ َ َك َ ْ ً ا َ ْ ُ ْ ِ َ ِ ِ َ ِא َّ َ א َا َא َ َ َ َא ُّ َ א َّ ٌ ُ ْ ِ ٍ آ َذ ْ ُ ُ اَ ْو َ َ ْ ُ ُ اَ ْو َ َ ْ ُ ُ اَ ْو َ َ ْ ُ ُ َ א ْ َ ْ َ א َ ُ َ َ ًة ة َو َز َכא ًة َو ُ َ ً ُ َ ِ ُ ُ ِ َ א ِا َ َכ ْ َم ا ْ ِ َ ِ .ا ْ ٰ ْ ّ ِ ِכ ًא وا ُ ِ ْ َ ْ ْ ا ِ Mü’minlere Va’zlar اَ َّ ُ ِا ِّ اَ ُ ُذ َِכ ِ ْ ا ْ َ ْ ِ َوا ْ َכ َ ِ َوا ْ ْ ِ َوا ْ َ ِم ُ َّ َ ِ ِ ِ ِ آت َ ْ ِ َ ْ َ ا َ א َو َ َ ِ اب ا ْ َ ْ ِ َو ْ َ ا َّ َّ אل َا َّ َُّ َو َز ِّכ َ א اَ ْ َ َ ْ ُ َ ْ َز َّכא َ א اَ ْ َ َو ِ ُّ َ א َو َ ْ َ َ א اَ َّ ُ َّ ِا ِّ َا ُذ َِכ ِ ِ ْ ٍ َ َ و ِ َ ْ ٍ َ ْ َ و ِ َ ْ ٍ ُ َ ُ َ ْ َْ ُ َ ْ ْ ٍ ِ ا אب َ َ א .ز َ َ ْ َ ُ َو ْ َد ْ َ ة َ ُ ْ َ َ ُ اَ َّ ُ ا ْ ِ ِ َ ِ َئ ِ َو َ ْ ِ َو ِا ْ ا ِ ِ اَ ْ ِ ى َّ َ ْ َو َ א َا ْ َ َا ْ َ ِ ِ ِ ِ ّ َا َّ ُ ا ْ ِ ِ َ َ ِئ َو َ ْ ِ ى ُ َّ ْ ِ ِ ِ ِ ِ ِ ِ َو َ ْ َو ِ ّ ى َو ُכ ُّ ٰذ َכ ْ ى اَ َّ ُ َّ ا ْ ْ َ א َ َّ ْ ُ َو َ א َا َّ ْ ُ ت َو َ א َا ْ َ ْ ُ َا ْ َ ا ْ ُ َ ِّ ُم َو َا ْ َ ت َو َ א َا ْ َ ْر ُ ا ْ ُ َ ِ ّ َواَ ْ َ َ َ ُכ ّ ِ َ ٍ َ ِ .ا ْ ٌ ُ اَ َّ اَ ْ َ َ َ ْ َ َ ْ ِ َواَ ْ َ َ َ َّא َ א َ َכ َ َ א ُ َ א ُ َّ و א א ِان ا א و ِان ا א א ِ א ا א א َ َ ْ َ َ ْ َ ْ َ ْ َ َ َ ْ َ ْ َ َ ْ َ َ َّ َ َ ْ ْ َ َ َ َّ ُ َّ ِا ِّ اَ ْ َئ ُ َכ ا ْ َ א ِ َ .ا َ .כ َ َ ُ ا ْ َ ِ ا ْ ُ ْ ِ ِ َ ُ אج َ ِآئ ِ َ َ َ ُ ١٣٩٤ . ِا َ َر ِّب ا ْ َ ِ ُ اَ ْ َ ِ َ 584