Kızılbaş-Aleviliğin Alevi-Bektaşilik`le Buluşup

Transkript

Kızılbaş-Aleviliğin Alevi-Bektaşilik`le Buluşup
Kızılbaş-Aleviliğin Alevi-Bektaşilik’le Buluşup Bütünleşmesi *
Dr.İsmail Kaygusuz
I. Makâlât-ı Şeyh Safi [1]Kızılbaş-Aleviliğin Önemli Yazınsal Kaynağıdır
Sünni ve Şii araştırmacıların çoğunun yıllardır Şeyh Safi'nin(1252-1334) Sünni-Şafii olduğu
iddiasının hiçbir geçerliliği yoktur. Hacı Bektaş Veli'ye, Yunus Emre'ye ve Kaygusuz Abdal'a
Sünni inançlıdır demek kadar gerçek dışıdır. Şeyh Safi'nin oğlu ve ardılı Şeyh Sadreddin'in
(1334-1392) döneminde yazdırılmış çok önemli bir yapıt olan Farsça Safvatü's-safa ve özellikle
onun Makalat-ı Şeyh Safi adıyla Türkçe'ye çevrilmiş olan 4. Bölüm'ü bunun açık seçik kanıtıdır.
1357-58 de İbn Bazzaz'ın hem Şeyh Safi'den kalma bazı yazılı malzemeyi kullanarak, hem de
talipleri arasında anlatılan Şeyh Safi'nin yaşamını, sözlerini, kerametlerini, Emir'lerle olan
ilişkileri üzerine söyleşileri dinleyerek Safvatü's-safa'yı hazırlamış. Baş danışmanı Şeyh
Sadreddin'in denetimi altında ve onunla konuşarak bu eseri yazmıştır. 1334'den 1392'ye kadar
58 yıllık Erdebil şeyhliği yapmış, yani Darü'l İrşad'da (mürşidlik makamı) oturmuş olan Şeyh
Sadreddin'in, kendi görüş ve düşünceleriyle de esere katkısı çok büyüktür; Şeyh Safi'nin Safevi
öğretisini o geliştirip yaygınlaştırmıştır denilebilir. Bu amaç çerçevesinde iki yıl sonra da
Safvatü's Safa'nın 4. Bölümünü seçerek Makalat-ı Şeyh Safi adıyla Türkçeye çevirtmiştir.
Yaşadığı dönemde her inançtan Emir'ler, sultanlar ve de Halife ile ilişkilerinde saygın bir yer
1/7
Kızılbaş-Aleviliğin Alevi-Bektaşilik’le Buluşup Bütünleşmesi *
edinmiş çok ünlenmiş ve bu ününe lâyık görkemli bir türbe yaptırmış olduğu babası Şeyh
Safi'nin adını kullanarak eseri ona mal etmiştir. Moğol hanları ve onların Emir'lerinin ardılları
Çobanlılar ve Celayirli beylerin yarattığı siyasal şiddet olayları içerisinde yaşamış zindanda
yatmış ve yıllarca sürgünde kalmış olan Şeyh Sadreddin'in böyle bir eser yazdırırken dengeleri
nasıl koruduğunu da görüyor ve onun yüksek siyasetine de tanıklık ediyoruz.
Makalat-ı Şeyh Safi dikkatle incelendiğinde Hacı Bektaş'ın Makalat'ı, Kaygusuz Abdal'ın
Dilgûşa'sı, Yunus ve Nesimi'nin şiirlerindeki Alevi-Bektaşi inancının genel ilkelerinin,
zenginleştirilip batıni tasavvufun doruk noktalarına taşınmış olduğu açıkça görülmektedir.
Makâlât-ı Şeyh Safi Kızılbaş-Aleviliğin yazınsal kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Alevi-Bektaşiler arasında kaynaştırıcı ve irşad edici-aydınlatıcı hizmet görmüştür. O yıllarda
mevcut olan Hacı Bektaş, Abdal Musa, Kızıl Deli, Hacim Sultan vs. dergâhlarına bu yapıt zaten
bir Pir-i Samit (konuşmayan-sessiz pir, davetçi üstat) gibi Şeyh İbrahim'den çok önce
ulaştırılmıştı. Kuşkusuzdur ki bu dergâhlarda Makalat-ı Şeyh Safi; "onun erkân olarak
buyurduğu ilkeler Hakkın sözleridir", "her sözünde bin hikmet vardır" ve "Tanrı'ya ulaşmanın yol
rehberi" diye niteledikleri [2] Hacı Bektaş'ın Makâlât'ına aykırı değil, tersine onu açan ve
yorumlayıcı, açıklayıcı bâtıni söylemlerini benimseyip kabul ederek özümsenmiştir.
Şimdi Makâlât-ı Şeyh Safi'den vereceğimiz Şii ve Sünni şeriatına aykırı bazı bâtıni söylemler
işitildiğinde; kitabın Kızılbaş-Aleviliğin çok önemli bir yazınsal kaynağı olduğu daha iyi
anlaşılacak ve bunları söyleyen Şeyh Safi'nin Sünni-Şafii olduğu iddiasının gülünçlüğünün
hemen farkına varılacaktır:
1) Kitaba Muhammed peygamberle birlikte, özellikle evlâdı ve soyunu'tayyip ve tâhir'
niteleleyerek yapılan başlangıç, onun gayri-sünni niteliğini hemen ortaya koymaktadır. Çünkü
Sünni inancında sadece Muhammed peygamber bu niteliklere sahiptir.
2) Şeyh Safi"Tanrıya erişmenin, onunla buluşup birleşmenin ve onun varlığında yokolmanın adı
aşk makamıdır. Ayrıca tâlip ma'rifet makamıyla Tanrı'yla dost olup muhabbete başlar ve
hakikatta ise O'nunla birleşir"diyor. Bunu Sünni ve Şii şeriatının neresine koyabilirsiniz?
3) "Her kim ki bu dünyada Tanrıyı görmezse ahirette de görmez." Şeyh Safî'nin bu tek cümlede
verdiği bu çok ileri bâtıni inanç anlayışıdır; insan-ı kamili Tanrı'nın mazharı olarak görmektir.
2/7
Kızılbaş-Aleviliğin Alevi-Bektaşilik’le Buluşup Bütünleşmesi *
4) "İnsan, kendi vücudunda sefere çıkıp Tanrı'yla birleşebilir. Bu Tanrı'nın birliğini ispat etmektir
ve bu mertebeye Tanrı'da yokluğa erişim (fenâ-fillah) derler." İnsanlıktan yükselip Tanrı'da
yokoluş, tanrılaşmaktır. Bu inanç anlayışı Sünni ve Şii şeriatında tanrıya şirk koşmaktır.
5) "Vahdet-i hakikata ermiş olan insan-ı kâmil şeriat dairesinden çıkar ve onun farzlarından
muaftır. Hakikat Tanrıyı bilmek, gözlemek ve onunla bir olmaktır."
6) "Senin kendini gördüğün yer tanrıyı göreceğin yerdir. Çok namaz ve çok oruç ile dünyada ve
ahrette bu yola varamazsın".
7) "Talibin ereceği son makam turab (toprak) olmaktır; burada nübüvvet ve velâyet bir olur.
Batında velâyet peygamberliktir, zahirde ise nübüvvet veliliktir". Şeyh Safi'nin belirttiği, velilik ve
nebiliğin eşitliği Muhammed ile Ali'nin birbirinden ayrılamayacağı anlamına gelir ki, Sünniliğin
bütün mezheplerine aykırıdır.
Makâlât-ı Şeyh Safi mevcut Buyruk metinlerinin de temel kaynağıdır. Burada, çok sayıda
örneklerden sadece ikisini vermekle yetineceğiz:
1) [138b] "Yine gerekdir ki, insanlık yoluna çaba harcamalı. Hazreti Resul hadis-i kudside
dimiştir ki, "miracta Hakte'alâ buyurmuşdur: 'ya Muhammed! Eşyayı yarattım insan için, insanı
yarattım kendim için'. İnsan demek 'ya Muhammed demektir. Zira ki insan büyük alem, küçük
alem, en yüce ve en alçak alemdir. Ve de insan hem yaşam, hem ölüm alemidir."
"..Bir sufîye gerektir ki kademini tarikate basa ki insaniyetliği belli ola. Çünkü Hak te'âla
buyurmuştur ki, 'Ya Muhammed bu cihanı yarattım insan için ve insanı yarattım kendim için.
İnsan demek ya Muhammed'dir ve iki âlemdir: Birisi âlemi kübradır, biri âlemi suğradır ve biri
âlemi ulvîdir, biri âlemi süflidir. Ve biri âlem-i hayattır, biri âlem-i memattır."
2) [141b] "...İmam Cafer -i Sadık buyurmuşdur ki, 'tarikatin anlamını on iki nesne tamamlar: İlkin
sufi kendisini toprak-yer gibi bilmek gerek; ikinci ma'rifet tohumunu (bu) yere saçmak gerek;
3/7
Kızılbaş-Aleviliğin Alevi-Bektaşilik’le Buluşup Bütünleşmesi *
üçüncü şevk suyu ile suvarmak gerek; dördüncü riyâzet orağıyla biçmek gerek; beşinci
kibirini-gururunu bile düşürmek gerek; altıncı velâyet harmanına götürmek gerek; yedinci halvet
yerde öğütmek (hurd eylemek) gerek; ... on birinci muhabbet fırınında pişirmek gerek, on ikinci
cömertlik sofrasında yedirmek gerek; örtücü (perdepuşi), yani örten-gizleyen (settar) ve zehir
içici (zehr-nuşi) olmak gerektir..."
Şeyh Sâfi'nin Makalât'ı bâtıni tasavvufun büyük üstadı ve kuramcısı 6.İmam Cafer Sadık'ın
tarikatın anlamı ve kurallarını on iki madde halinde simgelerle açıkladığı bu çok önemli
paragrafla bitiyor. İmam Cafer Sadık'tan nakledilen bu "oniki nesne" Buyruk'a "Oniki İşlek"
olarak yansımıştır:
"Sual etseler ki, Tarikatın icabı kaçtır? Cevap ver ki onikidir. Birinci: Evvel kendi özün
hassasıdır, yani özel yaratıldığı niteliği (olan yer?) dir. İkinci: Ma'rifet tohumunu ekmektir.
Üçüncü: Şefkatla beslemektir. Dördüncü: Riyâzetini tutmaktır...Sekizinci: Özünü sabır eline
vermek...Onuncu; Takva değirmeninde özün barındırmaktır. Onbirinci: Su ile yoğrulmak.
Onikinci: İradet tennurunda (fırınında) pişmek ve ihlâs sofrasına girerek özünü dervişlere ve
fıkaralara vermektir." [3]
II. Şeyh İbrahim Erdebilî'nin Anadolu'ya Gelişi ve Etkinlikleri Üzerinde Görüş ve
Yorumlarımız
Sadreddin'den sonra oğlu Hace Ali de 1429'a kadar babası gibi denge siyasetini güdecek ve
Timur gibi bir zalim ve acımasız Moğol sultanını idare edecektir. Öyle ki, bir ricası üzerine
Timur, Rum'dan (Anadolu) getirdiği 30 000 tutsağı kendisine bırakmıştı. Onları Erdebil'de
yerleştirdiği mahalleye de Sûfiyan-i Rûm (Anadolu Sufileri) adı verildi. Şeyh Hace Ali'nin son
zamanlarında Erdebil'den bu Tekelü, Rumlu ve Karamanoğulları Türkmen Alevilerin büyük bir
kısmı geri memleketlerine, ailelerine dönmüşlerdi.
1400'lerin başında gelen Şah İbrahim'in Anadolu'daki etkinliklerini, ancak onun ölümünün
arkasından beş yıl bile geçmeden oğlu Şeyh Cüneyd'in bu bölgede yükselttiği büyük toplumsal
ve siyasal hareket olan Kızılbaş İhtilali'inin başarısıyla değerlendirebiliyoruz.
Şah İbrahim Veli 1365 yılında doğduğuna göre 35-36 yaşlarında Anadolu'ya gelmiş ve
Hekimhan-Mezirme (Ballıkaya)'de tekkesini kurup, uzun süre burada kalarak geniş bir talip
4/7
Kızılbaş-Aleviliğin Alevi-Bektaşilik’le Buluşup Bütünleşmesi *
çevresi ve yandaş edinmiştir. O, kendisinden önce Erdebil'de tutunamıyarak gelen Safevi
soylulardan bazıları gibi Osmanlı sarayında veya diğer aristokratik çevrelerde kapılanmayıp,
halk toplulukları arasında Safevi (batıniliği) öğretisinin bir davetçisi olarak propaganda yapmıştır.
Babası Hace Ali'nin Erdebil Dergâhının, yani Daru'l İrşad'ın başında bulunduğu sürece bu
görevi sürdürmüş. Şah İbrahim, bize göre Safevi davetçiliğini, dedesi Sadreddin Musa'nın İbn
Bazzaz'a 1358'de yazdırmış olduğu Safvatu's Safa ve Makalat-ı Şeyh Safi yapıtlarıyla
yapmıştır. Onun bu davetçiliği, sıradan bir batıni dai'sinin görevi değildi; Mürşid-i Kâmil
makamında oturan babası Hace Ali'nin temsilcisi, hüccet; daha doğrusu o yüzyıl içinde sık
kullanılan post-Alamut batınilerin ve sufilerin deyimi olan Pir-i Natık (konuşan Pir, üstat ) görevi
üstlenmiştir. Elinin altındaki bu yapıtlar ve beynine, belleğine kazınmış batıni söylemler ve
bilgileriyle Tekelü, Rumlu, Çepni gibi Alevi-Bektaşi Türkmenler, Bedreddinli Varsaklar ve diğer
Türk ve Kürtlerden Bektaşlu (Bektaşi) cemaatları arasında dolaşmış; onları irşad etmiş,
aydınlatmıştır.
Hiç kuşkusuz Şeyh İbrahim pir-i natık olarak bu dergâhların bir kısmını da ziyaret etmiş olmalı.
Özellikle güneyde Abdal Musa'ya bağlı Tekelü, Orta ve kuzey Anadolu'da, Hacı Bektaş
Dergâhı'na doğrudan bağlı Rumlu, Karamanlu ve Çepni Türkmenlerinden bir çoğu Timur'un
esaretinden kendilerini kurtarmış Erdebil Şeyhi Hace Ali'yi ve oğlu Şeyh İbrahim'i şahsan tanıyor
ve Safevi öğretisinin erkânlarını öğrenmiş; karşılıklı inançsal etkileşim içerisinde tanışıp
kaynaşmış bulunuyorlardı. Şah İbrahim'in Erdebil dergâhı piri olarak Anadolu'ya yerleşip
Mezirme'de ocağını kurmasıyla birlikte, onu bağırlarına basmış ve kendisine talip olmuşlardır.
Babası Hace Ali'nin 1429'da hakka yürümesine kadar geçen yaklaşık otuz yıla yakın bir süreç
içinde Şah İbrahim, Anadolu'da kazandığı çok geniş bir talipler ağı içinde Erdebil Safevi-Kızılbaş
öğretisinin temelini atmış; Bedreddinilik dahil Alevi-Bektaşi öğretisiyle kaynaşması, gerçekleşme
aşamasına ulaşmıştır.
Kuşkusuz Şah İbrahim, bu yıllar içinde –diğer bazı amcazadeleri gibi- Erdebil ile ilişkisini
kesmemiş, oraya gidip gelmektedir. 1429 yılı itibarıyla Darü'l İrşad'ın başına geçmiş ve mürşidlik
makamına oturmuştur. Bu makama geçince, Mezirme Erdebilî dergâhının başına oğlu Şeyh
Tursun'u Pir olarak görevlendirdiğini, 1620 tarihli İcazetname'de yazılı şecereden, yani
soyağacından anlıyoruz. Şah İbrahim evlatlarından Şah Kulu oğlu Şah Hüseyin'in Kerbelada'ki
Hacı Bektaş Dergah'ında Ali Dede tarafından, "kazan kaynatıp, canla başla safa nazar olup
kendisine sofra ve çerağ havale edildiği" belirtilen bu İcazetame'de 6 kuşak temsilcisi Şah
İbrahim soyundan 6 isim verilmektedir. Onun Erdebil Dergâhı'nın başında bulunduğu 18 yıllık
dönemi, kardeşleriyle mücadele içinde çok sıkıntılı geçtiği anlaşılıyor.[4] Bunu, ölümünün daha
ikinci yılında, özenle yetiştirip kendi yerine geçmesini vasiyet ettiği Şeyh Cüneyd'in, kardeşi
kezzap (yalancı) Şeyh Cafer'in Karakoyunlu Cihangir Şah'la işbirliği yaparak Erdebil'den
çıkarılmasından anlıyoruz.
5/7
Kızılbaş-Aleviliğin Alevi-Bektaşilik’le Buluşup Bütünleşmesi *
1449'da Anadolu'ya kaçarak canını kurtaran Şeyh Cüneyd'in Anadolu'daki başarılı siyasal
mücadelesiyle Kızılbaş İhtilalini başlatması, yazılı resmi tarihler sözetmese de, babasının otuz
yıla yakın Safevi davetçiliği göreviyle emek verip kurduğu Mezirme Dergâhı'yla yaratılan
Anadolu'nun değişik bölgelerine geniş talip toplulukları sayesinde olduğu açıktır. Bu dergâhın
Pir'i büyük kardeşi Şeyh Tursun da büyük destekçisidir. Olasıdır ki, Şeyh Cüneyd bu dergâhı
yedi yıllık mücadelesinin karargâhı olarak kullanmıştı. Şeyh Cüneyd'in, Uzun Hasan Padişah'ın
eniştesi olması da Pontuslularla yaptığı savaşlardaki başarılarıyla birlikte, Akkoyunlu
Türkmenleri arasında babasının taliplerinin fazlaca bulunmasına da bağlanabilir.
Özetlersek: Sadreddin Musa'nın uzun şeyhlik döneminin ikinci yarısından itibaren bu Makalat-ı
Şeyh Safi'nin Anadolu'da Alevi-Bektaşilerin arasında dolaşmaya başladığını; Hacı Bektaş Veli
Dergahı ve ona bağlı Teke yarımadasında Abdal Musa, Germiyan'da Hacim Sultan,
Dimetoka'da Kızıl Deli Sultan dergahlarına ulaştırılmış olduğunu söylemek kuşkuların
ötesindedir.Hace Ali (1392-1429) döneminde başlayan Erdebil'e gidiş-gelişler ve yerleşmelerle,
asıl oğlu Şeyh İbrahim'in 1400'lü yılların başında Hekimhan çevresinde kurduğu
zaviyeyle/dergahla birlikte, Kızılbaş-Alevilik öğretisinin kaynağı Erdebil Safeviye yolunun
Rum'daki Alevi-Bektaşilikle nesnelde buluşup kaynaşması tamamlanmış. Düşünce ve inançtaki
bu kuramsal kaynaşma Şeyh Cüneyd'le (1449'da) başlayan siyasal eylemliliğe dönüşüp,
simgesini de Şeyh Haydar'dan alan Kızılbaş ihtilalci siyaset yarım yüzyıl içinde Şah İsmail'le
Kızılbaş Safevi Devletini yaratmıştır.
* 1 Ekim 2011'de Malatya'da yapılan 1. Uluslararası Şah İbrahim Semposyum'unda
yaptığım konuşmanın tam metni
[1] Şemseddin Tevekküli bin İsmail İbn Bazzazi, Hazırlayan: Dr. İsmail Kaygusuz, Makâlât-ı
Şeyh Safi, Alevi Akademisi Yayınları, Almanya-2009
[2] Hacı Bektaş Makâlâtı hakkında bunlar ve diğer söylemler için bkz. Sadık Abdal Dîvânı,
Yayına Hazırlayan: H.Dursun Gümüşoğlu, Horasan Yayınları, İstanbul, 2009, s. 157-162
6/7
Kızılbaş-Aleviliğin Alevi-Bektaşilik’le Buluşup Bütünleşmesi *
[3] Bu örnekler ve batıni söylemler Makâlât-ı Şeyh Safi'nin, "Sunuş" bölümünden kısaltılarak
alınmıştır.
[4] İcazetname için bkz.Alemdar Yalçın- Hacı Yılmaz, "Şah İbrahim Ocağı Üzerine Yni Bilgiler",
Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi 2004/30, s.25-29
7/7

Benzer belgeler

Şeyh Sâfi ve Şeyh Sadreddin

Şeyh Sâfi ve Şeyh Sadreddin Sünniliğe döndüğünden hâliyle bu düşüncesinden vazgeçmiştir. Moğol yönetiminde Oniki İmamcı Şiilik kısa ömürlü olmuştûr. Olcaytu’nun oğlu Abu Said’le birlikte Mogollar tümüyle Sünniliği benimsemişl...

Detaylı