Ombudsman: Okur/izleyici ile medya arasındaki kilit isim

Transkript

Ombudsman: Okur/izleyici ile medya arasındaki kilit isim
Ombudsman: Okur/izleyici ile
medya arasındaki kilit isim
Thom Meens1
Neredeyse yarım asırdır kimsenin ilgilenmediği çağrının artık vakti geldi:
Medyanın hesapverebilirliği. Medyadan yapıp ettikleri hakkında hesap vermesi gittikçe daha sık bekleniyor. Eğer tüketiciler hesap sormuyorsa, politikacılar soruyor. Ticarileşmenin bir sonucu olarak, medya
ile tüketicileri arasındaki mesafenin arttığını görüyoruz. İzleyiciler ile
haber masası arasındaki uçurum da, iletişim kanalları artmış olmasına
rağmen büyüyor.
İzleyiciler ile editörler arasındaki bu mesafenin nedeni ne? Bunun temel
nedeni özellikle reklam verenlerin editörler üzerindeki baskısıdır. Medya kuruluşlarının reklam departmanları daha çok reklam alabilmek için
haber editörlerini sürekli olarak yeni fikirlerle bombardımana tutmaktadır. Bu durum, seyahat sayfaları, yaşam tarzı ekleri gibi gazetecilik
ile reklamcılığın sınırlarının belirsizleştiği yarı-ticari ürünlerin ortaya
çıkmasına neden olmaktadır. Seyahat acentaları ile işbirliği yapan gazeteler, daha önce hakkında haber yaptıkları yerlere seyahatler düzenliyorlar. Okurlar için artık neyin önce gerçekleştiği meçhul: Reklamcıların seyahat paketlerini bir gazete ürünü olarak pazarlamak istemeleri
mi, yoksa haber editörünün, reklam departmanının seçtiği bir seyehat
1 Yazıda kaynağı belirtilmeyen bilgi ve belgeler, Haber Ombudsmanları Örgütü’nün 2006’da
Stocholm’de ve 2007’de Boston’da düzenlenen toplantılarında elde edilen verilere dayanmaktadır.
Medyanın sorumluluğu < 145
acentası ile bir başka ülkeye seyahat etme fikrini ortaya atması mı? Yaşam tarzı/stil eklerinde ise haber ile reklam daha da iç içe geçmiş durumdadır. Artık insanlar için, bir sağlık merkezi ya da güzellik salonu
ile ilgili, sonuna özel indirim kuponu iliştirilmiş tam sayfa bir haber
görmek şaşırtıcı bir şey değil. İlk bakışta bu okuru habercilere daha yakınlaştırıyormuş gibi gelebilir, oysa bu bir yanılsamadır; çünkü okur
fikrin kimden çıktığını hiçbir zaman bilemeyecektir. Bu saydamlığın olmaması demektir ve bu durum okurun kendisini reklamı yapılan ürün
ile artık ilişkilendirememesi anlamına gelir. Okur artık gazetenin ya da
televizyonun neyi temsil ettiğini bilmiyordur.
Diğer taraftaysa, okur farkında olmadan iktidarını artıran reklamveren bulunmaktadır. Medya kuruluşlarının sayısı arttıkça, rekabet daha da kızışmaktadır. Örneğin, yakın süre önce bir Fransız otomobil markası bir
gazeteye artık reklam vermeyeceğini bildirdi. Nedeni şuydu: Gazete,
bu markanın yeni modeli ile ilgili eleştirel bir değerlendirme yapmıştı. Bu, reklam verenlerin gazeteler üzerinde nasıl iktidar kurduklarına
ilişkin iyi bir örnektir. Reklam verenler önce reklam departmanları aracılığıyla bu iktidarı kurarlar, daha sonra da yavaşça ve kaçınılmaz bir
biçimde editörlere/yöneticilere uzanırlar.
Medyanın üzerindeki pençe
Bu yolla reklam verenler politikacıların elde etmek istediklerini gizlice elde
ederler: Ülkelerindeki medyayla ilgili bilgi (içerik ve işleyiş bağlamında) sahibi olmak ve bu bilgi akışını korumak. Gazete, radyo ve televizyonların politik yönelimini belirleyen her kimse, kendisinin buralarda
nasıl temsil edildiğini denetleyebilir. Bunun birçok örneği vardır. Rupert Murdoch’ın sahibi olduğu şirketlerin ya da İtalyan politikacı ve
medya patronu Berlusconi’nin medyayı nasıl kontrol ettiğine bir bakmanız yeterlidir.
Bunun ne zararı olabilir? Bu soruya verdiğiniz yanıt büyük oranda aldığınız konuma bağlıdır. Berlusconi ile aynı görüşte olanlar, Berlusconi
medyasından destek gördüklerini düşünecektir. Başka görüşlere sahip
olanlar ise bu medyadan uzak duracaktır. Bir gazetenin ya da bir radya
146 > Televizyon haberciliğinde etik
kanalının hangi görüşleri temsil ettiği ve olası politik çıkarları net olduğu sürece bir sorun yok. Hıristiyan ya da bir başka konum aldığını ifade
eden bir gazete yaptığı haberciliğin yanlı olduğunu açık bir biçimde
ortaya koymaktadır. Okur ya da izleyici bunun, rengini belli eden bir
görüş olduğunu bildiği sürece bir sorun olmadığını söyleyebiliriz.
Ancak bu durum okur ya da izleyici bir alternatiften yoksun bıraktığında değişir. Eğer tüm medya kuruluşları, siyasal ya da sosyo-ekonomik
duruşu gizlenmiş tek bir şirket tarafından kontrol ediliyorsa, haberin
tüketicileri Tanrı’nın merhametine bırakılmıştır. Onlara sunulan enformasyon artık güvenilir değildir ve değerlendirmeye tabi tutmak açısından sağlıksızdır.
Birçok Batı Avrupa ülkesindeki gibi, çok sayıda medya kuruluşunun bulunduğu toplumlarda, haberin tüketicileri gazete, radyo ve televizyonları karşılaştırma fırsatına sahiptir. Bu iyi bir şeydir, okurlar, izleyiciler
ve dinleyiciler gittikçe daha çok sayıda medya organının parçası olma
konumuna gelerek, saydamlık ve haklılık konusunda daha yüksek
taleplerde bulunabilirler. Yine de bir çok gazeteci, okur, izleyici ya da
dinleyiciyi birer baş belası olarak görmektedir: Bu kuruluşların programlarını izleyebilir, gazete ya da dergilerini okuyabilirsiniz, ama soru
sormadan ve yorum yapmadan. Eleştiri en az kabul edilen şeydir.
Öte yandan izleyicilerin, medyada karar verici konumda bulunan kişileri,
tüketicileriyle iletişim kurmaktan hoşlanmayan güç sahibi ve gizemli
bir grup insan olarak gördükleri söylenebilir. Bir tüketici olarak, onların ürünlerinden keyif almakta serbestsinizdir ama bir gazetenin içeriği
ya da bir televizyon programı üzerinde etkide bulunmayı aklınızdan
bile geçirmeyin. Ne yazık ki, bu birçok durumda geçerlidir. Okur ya da
izleyici olarak her kim, bir program yapımcısına ya da gazeteciye ulaşmaya çalışırsa, santrali ya da sekreteri geçmesi neredeyse imkansızdır.
Bu editörlerin ve gazetecilerin izleyicileri, okurları ya da dinleyicileri
ile doğrudan temas kurmayı bertaraf etmelerinin iyi bir yoludur; arayanın amacı sadece bir soru sormak ya da öneride bulunmak olsa bile.
İçerik hakkında eleştirisi olan herhangi biri kendini son derece garip bir
durumda bulacaktır. İnternet sayfanıza istediğiniz kadar çok elektronik
Medyanın sorumluluğu < 147
posta adresi yazın, postalar yanıtsız kaldığı sürece o gazete, içine girilemeyen bir kale olarak kalacaktır.
Kamusal sorumluluk için bir çağrı
Güçlü medyanın faaliyetleri ile ilgili hesap hesap vermesine yönelik çağrı, ABD’de 20. yüzyılın ortasında gündeme geldi. Basınla ilgili artan
eleştirilerin geçerliliğini incelemek ve konu ile ilgili ne yapılabileceğini ortaya koymak üzere resmi bir komisyon oluşturuldu. Komisyon,
ifade özgürlüğünün ancak medya kuruluşları yaptıkları ile ilgili hesap
verdiklerinde var olabileceği görüşüne vardı. Medyanın hesapverebilirliğinin çıkış noktası budur. Bu daha sonra, medyanın hak ve sorumlulukları ile ilgili, “Toplumsal Sorumluluk Kuramı” olarak adlandırılan
yeni bir yaklaşımın da kaynağı olmuştur. Bu kuram medya tarafından
yerine getirilmesi beklenen bazı gerekliliklere işaret eder. Medya, haber ile yorumu karıştırılmamalı, bir meseleyi tüm yönleriyle, nesnel ve
doğru bir biçimde ele almalıdır. Farklı görüşlerin duyulmasına ve kamusal tartışmaya olanak sağlanmalıdır. Bunlara koşut olarak, okurlar
ya da izleyiciler de haberin nasıl oluşturulduğu ile ilgili bir anlayışa
sahip olmalıdır. Bu gerekliliklere yönelik çağrı o zamandan beri geçerlidir ve sesini yükseltmiştir. Amerika Birleşik Devletleri özelinde hesapverebilirlik, medya kuruluşlarının birbiriyle ilişkide olduğu bir yapıyı
öngörür. Medya kuruluşları kendilerini ve birbirlerini eleştirel olarak
değerlendirir. Bu sayede medyanın özgürlüğü, dolayısyla ifade özgürlüğü korunmuş olur.
Kamunun da medyadan büyük beklentileri vardır. Medya kuruluşları güvenilir ve çoğulcu olmalıdır; haber, yorum ve görüş iç içe geçmemelidir.
Bunların yanında medya olup biteni dürüst bir biçimde aktarmalıdır.
Okur bir haber mi yoksa yorum mu okuduğunu hemen ayırt edebilmelidir. İzlerkitle medya süreçleriyle gittikçe daha çok haşır neşir olmakta
ve bu nedenle gazete, radyo, televizyon kuruluşlarının ve hatta internet
medyasının saydamlığı ve hesapverebilirliği ile ilgili talep ve beklentileri yükselmektedir.
148 > Televizyon haberciliğinde etik
Ombudsman
Okurlar ile haberciler arasındaki mesafeyi kapatmak için, artan sayıda Batılı medya kuruluşu bir ombudsman ya da kimi zaman bir kamu editörü atamaktadır. Bu iki görev tanımı arasında bir konum farkı vardır.
Kamu editörü genellikle editoryal ekibin bir parçasıdır; yazı işleri müdürüne ve nihai olarak genel yayın yönetmenine karşı sorumludur. Bu
konumdaki yöneticileri, izleyicilerin aktardığı belli hususlara dikkate
almaları ya da yok saymaları konusunda yönlendirebilir. Sonuç olarak
kamu editörü iki ateş arasındadır. Editoryal kadronun yaptıklarının arkasındaki nedenleri açıklayacak, ancak bunları eleştirmek ya da soruna karşı alenen mesafe almak şöyle dursun, tartışma konusu yapılması
eğiliminde bile olmayacaktır.
Ombudsman ile editoryal kadro arasında ise genelde daha çok mesafe vardır. Ombudsman yaptığı işin koşullarını daha çok özel bir sözleşme ile
belirler, konumu bu sözleşme kapsamında tarif edilmiştir. İdeal olan,
ombudsmanın mesleki bağımsızlığını garanti altına alan bir sözleşmeye sahip olmasıdır. Türkiye’de bir çok gazetenin ombudsmanı bulunmaktadır ama bu kişiler bağımsız değildir. Dolayısıyla bu konumdaki
kişileri kamu editörü olarak tanımlamak daha doğru olacaktır.
Batı Avrupa basın sektörüne baktığımızda ise, İngiltere’de The Guardian ve
Hollanda’da De Volkskrant gazetelerinin ombudsmanları —ki bu gazetelerin her ikisinin de büyük medyanın çıkarlarının parçası olmayan sol
kanat gazeteler olmaları tesadüf değildir— bağımsız bir statüye sahip
oldukları görülmektedir. Her iki basın kuruluşunda da ombudsmanlar, yöneticilerden bağımsızdırlar. Kimse onlardan bir şey yapmalarını
ya da yapmamalarını isteyemez; bütünüyle özerk bir biçimde yargıda
bulunurlar, kendi bütçeleri vardır ve belli bir süre için atanırlar. Yayıncıya ya da genel yayın yönetmenine rapor sunarlar, ancak hiç kimsenin
yardımcısı olarak faaliyet göstermezler. Daha ziyade, eşgüdüm sağlama görevini üstlenirler ve açıkça kötü bir davranışta bulunmamışlarsa
süreleri dolmadan görevden alınamazlar.
Ombudsmanlığa karşı olanlar genelde, bu kurumun masraflı olmasına, bürokrasiye neden olmasına ve okurlar ile editörler arasındaki doğrudan
Medyanın sorumluluğu < 149
iletişimi engellemelerine vurgu yapmaktadır. Ombudsmanlığı savunanlar ise tam aksine, ombudsmanın editöre giden yolu açtığını ifade
etmektedir. Buna göre ombusdmanın, okurun ya da izleyicinin sorularını ve önerilerini biraraya getirerek editörlere ulaştıran kişi olduğunu
söylerler.
Özdenetim
Ombudsmanlık kurumu ilk olarak İsveç’te ortaya çıkmıştır. Ombudsmanlığın tarihini, İsveç’in haber ombudsmanlarından biri olan Par-Arne
Jigenius’un aktardıkları üzerinden biliyoruz. İsveç Kralı Karl XII bu
terimi ilk kez 1713 yılında kullandı. Karl XII, yıllarca bir cepheden diğerine sürekli yer değiştirdiği için, Stockholm’deki hükümet için bir vekil
atadı. Kral ilk ombudsmanını Türk topraklarının yakınındaki Timurtaş
kalesine atamıştır. Kavram zaman içinde uluslararası bir nitelik kazanmış ve günümüzde ombudsmanın rolü idari olmaktan çıkıp hakemlik
ya da kimi zaman yargıçlık konumuna taşınmıştır.
Ombudsmanlar çeşitli alanlarda faaliyet gösterirler. Yerel ve ulusal otoriteler vatandaşların hükümet ile ilgili şikayetlerini değerlendirmek üzere
ombudsman atarlar. Hollanda’nın, hükümetin faaliyetlerini değerlendiren ve gerektiğinde eleştirilerde bulunan ulusal düzeyde bağımsız bir
ombudsmanı bulunmaktadır. Avrupa Birliği’nin de kendi ombudsmanı
vardır. AB ombudsmanı, AB vatandaşlarının üye ülkeler ya da AB kurumları ile ilgili şikayetlerini inceler.
Bunların yanında medyada görev yapan ombudsmanlar da vardır. Ancak
medya dünyasında ombudsmanlık son derece farklılık gösterir. Örneğin İsveç’in, görece kapsamlı otoritesi olan bir haber ombudsmanı bulunmaktadır. İsteyen herkes, obdusmana medyayla ilgili, mesleki ya da
etik ilkelerin ihlali hakkında şikayette bulunabilir. Ombudsman gazetelere para cezası verebilir ya da düzeltme talep edebilir. Medya kuruluşları onun hükümlerini yayınlamak zorundadır. Hollanda ve İngiltere
gibi diğer ülkelerin ulusal düzeyde bir haber ombudsmanı yoktur, ancak basın konseyleri gibi öz-denetim mekanizmaları vardır. Bu konseyi,
sektörde çalışanlar ve işverenler finanse eder.
150 > Televizyon haberciliğinde etik
Hollanda Basın Konseyi 1948 yılında kurulmuştur. O dönemde Hollanda
Gazeteciler Cemiyeti, özellikle gazetecilik işine onurlu bir nitelik atfetmek için bir Disiplin Konseyi oluşturmuştur. Bu konsey aslında bir tür
ulusal basın konseyi gibi faaliyet göstermiştir, ancak bir farkla. Konseyin
sadece Hollanda Gazeteciler Cemiyeti üyeleri üzerinde otoritesi vardır.
Profesyonel olmayan bir gazetecilik faaliyeti söz konusu olduğunda,
Disiplin Konseyi yaptırım uygulayabilir ve en ileri düzeyde bir ihlal söz
konusu olduğunda gazetecinin üyeliğini sonlandırabilir. Bu durum, artık o kişinin gazeteci olarak çalışmasının olanaksız hale gelmesi demektir. 1960 yılında Hollanda Basın Konseyi Disiplin Konseyi’nin yerini
almıştır. Bu konsey, Hollanda Gazeteciler Cemiyeti’nin üyesi olmayan
gazeteciler hakkında da yargıda bulunma yetkisine sahiptir.
Bu durum 1957 yılında gerçekleşen ve çok bilinen bir olaydan sonra geçerlik kazanmıştır. O tarihte De Volkskrant gazetesi, hükümetin yayın yasağı uygulamasına rağmen bir sonraki yılın bütçesinden bazı bölümleri
yayınlamıştır. De Volkskrant bütçe ile ilgili ayrıntıların parlamento yılının başlamasına kadar yayınlanmaması yasağına uymayarak, bütçenin
detaylarına yer vermiştir. Sonuç olarak hükümet ilgili muhabirin resmi
verilere erişimini bir yıl süre ile yasaklamıştır. Konu Disiplin Konseyi’ne
taşınmamıştır. Çünkü dönemin başbakanı, bu muhabirin Hollanda Gazeteciler Cemiyeti üyeliğinden ayrılmasından ve dolayısıyla disiplin
cezası almaktan kurtulmasından çekinmiş, konuyu resmi olarak Disiplin Konseyi’nin önüne getirmektense yayıncıların ve gazetecilerin taraf
olduğu bir tartışma başlatmıştır. Hükümet, cemiyetin üyesi olsun ya da
olmasın, gazetecilerle ilgili olaylarda yargı oluşturabilecek resmi bir kurumun yaratılmasını amaçlamış, böylece, iki yıllık bir sürecin sonunda,
Hollanda Basın Konseyi kurulmuştur.
Ancak Basın Konseyi’nin kurulması yayın yasağı ile ilgili düzenlemenin
yarattığı sorunu çözmemiştir. Yayın yasağı, bir şirket ya da hükümet ile
gazeteci arasındaki iki taraflı bir sözleşmedir. Gazeteci enformasyona
önceden sahip olur, ancak bu enformasyonu önceden kararlaştırılmış
ana kadar kullanmasına izin verilmez. Bu sayede gazeteci elindeki enformayonu işlemek için daha çok vakit kazanır. Bu özellikle ulusal bütçenin tamamı hakkında haber yaparken çok faydalıdır. Öte yandan bu
Medyanın sorumluluğu < 151
uygulama, özgür haber toplanması engellenmektedir. Ne de olsa, enformasyona yayınlanmadan önce kim sahipse, artık o enformasyonun
peşine özgürce düşemez, düşmemelidir. Ancak bir kural vardır, biri
enformasyonu kamuya ifşa ettiği andan itibaren yayın yasağı ortadan
kalkar. Hollanda ulusal hükümeti bu kuralın kapsamını tek taraflı olarak genişletmiştir. 2008 yılında ulusal bütçe ile ilgili yayın yasağına ek
madde koyarak, gazetecilere, başkaları yasağı delmiş olsa bile, yasama
yılı başlayıncaya dek gizlilik anlaşmasına uyma koşulu getirmiştir.
Basın Konseyi’nin önemli bir dezavantajı yaptırımda bulunma yetkisinin
olmamasıdır. Konsey ceza veremez ya da düzeltme talep edemez. Ancak, üyeler Basın Konseyi’nin hükümlerini ilgili mecralarda yayınlamak konusunda uzlaşmıştır. Basın Konseyi’nin cezai yetkisinin olmaması aynı zamanda bir otorite boşluğuna neden olmaktadır. Çünkü
Konsey’in vereceği karar ilgili muhabir için ciddi bir sorun teşkil etmez.
Diğer yandan, şikayetçiler de, değerlendirmeyi yapacak olanların da
aynı zamanda gazeteci olmalarından dolayı konseyin tarafsızlığı konusunda ikna olmayabilir. Basın Konseyi’ne bir konuda başvurmak ücretsizdir, ancak şikayetler sekiz aşamalı bir süreçten geçilerek iletilmek
durumunda olduğu için zaman alıcı ve meşakkatlidir. Şikayet sahiplerininin çoğu bu süreci zahmetli bulmaktadır.
Ombudsman sahibi gazete ya da televizyon, bu yayın organı ile Hollanda
Basın Konseyi arasında arabulucu düzeyde değerlendirilebilir. Editoryal yetkililere seslerini duyuramayan, ama Basın Konseyi’ne başvuru
prosedürünü de zahmetli bulan şikayet sahipleri ombudsmana başvurabilirler. Ombudsman, ihtilaf durumunda aracılık yapmaya yetkindir,
konuyu inceler ve –eğer gerekliyse– çalıştığı kuruluşun gazetecilik pratiklerini halka açık olarak değerlendirir.
De Volkskrant gazetesinin internet sayfasında ombudsmanın editoryal kadronun vicdanı olduğu belirtilmektedir. Ombudsman, editörlerin sadece
kendi gazetecilik kurallarına değil, yayıncıların ve gazetecilerin nasıl
davranmaları gerektiğiyle ilgili hükümler içeren Gazetecilik Meslek İlkeleri Bildirgesi’ne de uyup uymadıklarını değerlendirir.2
2 http://www.ifj.org/assets/docs/060/151/2bcb53c-c641f97.doc
152 > Televizyon haberciliğinde etik
Uluslararası meslek ilkeleri
Gazetecilik Meslek İlkeleri Bildirgesi, Uluslararası Gazeteciler Federasyonu’nun 1954 ulusal kongresinde onaylandı. Bildirgede muhabirlerin
uymakla yükümlü olduğu sekiz kural sıralanmaktadır. Listenin başında hakikate bağlılık ve kamunun bilme hakkı ilkeleri bulunmakta,
bunları haberin hazırlanmasında ve yayınlanmasında dürüstlük ile adil
yorum ve eleştiri hakkı ilkeleri izlemektedir. Bildirgede ayrıca, yayınlanmış ancak başkalarına zarar verecek asılsız enformasyonun düzeltilmesi ilkesinden bahsedilmektedir. Bildirgeye 1986 yılında yedinci sırada eklenen yeni bir ilke ise ırkçılık konusundadır. Gazeteci, medyanın
neden olduğu ırkçılık tehlikesinin farkında olmalı; ırk, cinsiyet, cinsel
yönelim, dil, din, siyasal görüş ve ulıusal ya da toplumsal köken başta
olmak üzere tüm alanlarda, ayrımcılığa yol açmamak için elinden geleni yapmalıdır.
Bildirge bugün 55 yaşında olsa da 1950’lerdeki geçerliliğini hala korumaktadır. Ancak kendi yanlışlarını sadece yargı kararları olduğunda düzeltmeye niyetli editörler, hala bazı şikayetlere kayıtsız kalmaktadır. Aslında yargıya taşınmış vakalarla uğraşmak genellikle olumsuz reklama
neden olan, zaman alan ve pahalı bir iştir. Diğer taraftan her bireyin
şikayetini yargıya taşıyabilmek için gerekli zamanı ve parası yoktur.
Yanlışlarını yargı kararıyla düzelten medya, bu sürece davacıdan daha
dayanıklıdır. Bu çarpık ilişki gazeteciliğe olan güveni sarsar.
Bu tür çelişkileri önlemek için De Volkskrant, şikayette bulunan kişiyle anlaşarak haber editörlerinden düzeltme talep edecek bir ombudsman atamıştır. Eğer editör düzeltme yapmayı reddederse, ombudsman gerekli
gördüğü düzeltmeyi gazetedeki kendi haftalık köşesinde ve internet
sayfasında yayınlayabilir. Bu nedenle editör, ombudsmanın önerilerini
her zaman ciddiye alır ve yanlışlar “Ekler ve Düzeltmeler” adı verilen
özel bir bölümde olabildiğince çabuk düzeltilir. Gazete her yıl yüz ile
dört yüz arası düzeltme yayınlar. Yanlışların çoğu, isim yazımı, tarihler ve yanlış döviz kuru dönüştürme işlemleri ile ilgilidir. Ombudsman
çoğunlukla gazetedeki yanlışlar ve mahremiyete saygısızlıkla ilgili şikayetler almaktadır. Resmi şikayetler ise daha çok editör tarafından
Medyanın sorumluluğu < 153
kendisine kötü davranıldığını düşünen kişiler tarafından yöneltilmektedir. Bu konuda işlem başlatmak ücretsizdir ve daha yüksek düzeyde
itiraz hakkı yoktur. Ombudsmanın konu ile ilgili kararı, istek üzerine
kamuya açıklanabilir, örneğin internetteki blogunda ya da gazetedeki
köşesinde duyurulabilir.
Dünyada ombudsmanlık
Dünya çapında ombudsmanlar, Haber Ombudsmanları Örgütü (ONO) çatısı altında organize olmuşlardır.3 Bu örgüt Avustralya, Kuzey ve Güney
Amerika, Avrupa, Asya ve Afrika’da çalışmakta olan ombudsmanlardan oluşmaktadır. Ombudsmanlar her yıl, farklı bir ülkede ve her iki
yılda bir Amerika Birleşik Devletleri’nde biraraya gelirler. Örgütün
2008 toplantısı İsveç’in başkenti Stokholm’de, 2009 toplantısı ise Washington DC’deki Newseum’da (Haber Müzesi) gerçekleştirilmiştir.
ONO’nun internet sayfasında örgütün amaçları şu şekilde sıralanmıştır:
• Gazetecilik mesleğinin, habercilik alanında yüksek etik standartlar
kazanmasına ve bu standartları sürdürmesine yardımcı olmak, bu
sayede mesleğin hizmet ettiği insanların gözündeki güvenilirliğini
artırmak.
• Haber ombudsmanları ya da okur temsilcileri için ilkeler belirlemek
ve bunları geliştirmek
• Haber ombudsmanlığının yaygınlaşmasına destek olmak
• Üyeleri arasında deneyim, bilgi ve fikirlerin paylaşılması için bir
platform sağlamak
• Yayıncılar, editörler, basın konseyleri ve diğer meslek kuruluşlarıyla bağlantılar kurmak, belirli çıkar grupları için sözcü sağlamak ve
medya soruşturmalarına yanıt vermek.
Örgütün 2007 tarihinde Boston’da gerçekleştirilen toplantısında kararlaştırılan Görev Bildirgesi’nde şöyle denmektedir:
3 Bakınız, http://www.newsombudsmen.org.
154 > Televizyon haberciliğinde etik
Haber ombudsmanı gazeteciliğin uygulamaları ve amaçları hakkında saygıdeğer ve geçerli bir söylemin oluşturulmasını teşvik ederek gazeteciliğin
kalitesini korumaya ve geliştirmeye kendini adamıştır.
1. Haber ombudsmanın temel amacı, bağlı olduğu haber kuruluşunda
saydamlığı teşvik etmektir.
2. Ombudsman, basın özgürlüğünü korumak, sorumlu ve yüksek kalitede gazeteciliği teşvik etmek için çalışır.
3. Ombudsmanın bir rolü de, görevli olduğu kuruluşun haberleriyle
ilgili şikayetleri kamunun üyeleri adına toplamak ve araştırmaktır.
4. Ombudsman, kendisine iletilen şikayetlere konu olan meseleleri çözüme kavuşturmak için atılacak en uygun adımı önerir.
5. Ombudsman, haber tüketicilerinin çıkarları doğrultusunda hareket
eden bağımsız bir çalışandır.
6. Ombudsman, bütünüyle tarafsız ve adil kalmak için uğraşır.
7. Ombudsman, çıkar çatışmasına neden olabilecek herhangi bir faaliyete taraf olmaktan kendini korur.
8. Ombudsman, gazeteciliğin rolünü ve sorumluluklarını kamuya
açıklar.
9. Ombudsman, kamunun beklentileri ile gazetecilerin sorumlulukları
arasında aracılık üstlenir.
Oxford bünyesindeki ABC Fellow Reuters Gazetecilik Enstitüsü’nden
Peter McEveoy ve İsviçre Della Svizzera Üniversitesi’nden Christiana
Elia’nın ayrı ayrı yaptığı araştırmalar dünyada ombudsmanlık yapanların özellikleri ile ilgili bize bilgi vermektedir.4 Bu araştırmaların verilerine göre, on ombudsmandan dokuzu gazetecilikten gelmektedir.
Ombudsmanların yarısından fazlası, ombudsman olmadan önce genel
yayın yönetmeni ya da yardımcısı olarak ya da üst düzey bir pozisyonda çalışmıştır. On ombudsmandan dokuzu bir medya kuruluşu için
4 Bu iki çalışmaya http://www.newsombudsmen.org adresinden erişilebilir.
Medyanın sorumluluğu < 155
çalışır. Bunun istisnası tüm medya grupları için çalışan tek bir ombudsmana sahip İsviçre’dir. Avrupalı ombudsmanlar, Anglo-Sakson ve Latin Amerikalı meslektaşlarına göre daha yaşlıdır. Avrupa’da ve Latin
Amerika’da ombudsmanlar genelde yarı zamanlı, Anglo-Sakson ülklerindeyse tam zamanlı çalışırlar.
Ombudsmanın yaptığı iş, en basit anlamıyla okurlar veya izleyicilerle iletişim kurmak olarak tanımlanabilir. Bu telefon, e-posta ya da bloglar
üzerinden olabilir. Ombudsmanın aldığı e-posta sayısı bir coğrafyadan
diğerine değişir. Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’de ombudsmanlar, günde ortalama 50 e-posta alırken, bu sayı Avrupa’da 15, Latin
Amerika’da 18’dir. Ombudsmanlar iş zamanlarının çoğunu, şikayetleri
araştırarak ve editoryal ekibin gazetecilik pratikleriyle ilgili bağımsız
eleştiride bulunarak geçirmektedir. Bu eleştiriler, iç yazışmalar, ombudsman köşesi ya da haber odasında yüz yüze görüşmeler aracılığıyla
taraflara iletilir. Ombudsmanların yüzde 90’ı, haber odasına rutin ziyaretler yaptıklarını belirtirken, yüzde 76’sı genelde e-posta kullanmakta,
yüzde 34’ü ise not bırakarak iletişim kurmaktadır.
Ombudsmanların haber toplantılarına katılımlarıyla ilgili olarak da benzer
bir durum görülmektedir. Avrupalı ombudsmanların neredeyse hiçbiri
haber toplantılarına katılmamaktadır. Benzer şekilde Latin Amerikalı
ombudsmanlar da editoryal ekibin gündelik karar alma süreçlerinden
uzak durmaktadır. Anglo-Sakson ülkelerde ise ombudsmanlar bu toplantılara katılmakta ve alınan kararlara katkıda bulunmaktadır.
Ombudsmanların okurun karşısına çıkma sıklığı da bir ülkeden diğerine farklılık göstermektedir. Latin Amerika ülkelerinin yüzde 90’ında,
ombudsmanların haftalık köşeleri vardır, Avrupa’da ise bu oran yüzde
40 bile değildir. Anglo-Sakson ülkelerde ise ombudsmanların yaklaşık
yüzde 60’ının haftalık bir köşesi, internette bir blogu ya da bir televizyon veya radyo programı vardır.
Ombudsmanın ne ölçüde otorite sahibi olduğu da farklılık göstermektedir.
Avrupa ve Anglo-Sakson ülkelerindeki ombudsmanların Latin Amerikalı meslektaşlarına kıyasla daha etkili oldukları görülmektedir. Buna
rağmen, 2007 yılında ombudsmanların yarısından fazlası, editoryal
156 > Televizyon haberciliğinde etik
kadronun ombudsmanlık işini çok önemsemediklerini dile getirmişlerdir. Bu oran, ombudsmanların yöneticilerden gördükleri desteğin düzeyiyle de uyuşmaktadır. Yazı işleri müdürleri tarafından açık bir şekilde
engellenen ombudsmanlar, destek gören meslektaşlarına oranla yaptıkları işi daha değersiz saymaktadır.
Ombudsmanlara ulaşan şikayetlerin içeriğiyle ilgili çok fazla kayıt bulunmamaktadır. Ancak ombudsmanlar arasındaki tartışmaya bakılırsa,
şikayetlerin çoğu gazetecilerin ya da medyanın tarafsızlığıyla ilgilidir.
Gazeteciler mutlak gerçeği aramaya çıkmazlar, kendi öngördükleri gerçeği bulmak için aramaya çıkarlar. Bu ölümcül bir gazetecilik hatası olarak değerlendirilir, ancak görülen odur ki, gerçek hayat bir gazetecinin
mesleğini dürüst, bağımsız ve tarafsız bir şekilde yapması gerektiğine
ilişkin evrensel kuralın kolaylıkla uygulanabileceği bir yer değildir.
Şu an Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ombudsmanlar hassas bir dönemden geçmektedir. Son bir kaç ayda yaklaşık on ombudsman işinden
olmuş, ya kendilerine başka editoryal görevler verilmiş ya da emekli
olmuşlardır. Bugünlerde gazete satışları baskı altında olduğu ve reklam
gelirleri düştüğü için ombudsmanlar gözden çıkartılan ilk kesimdir.
Bu çok net bir tercih gibi görünmektedir; ombudsman maddi bir külfet getirmesine karşın gazetecilik yapmamaktadır. Oysa ombudsmanın
dolaylı da olsa gazeteciliğe katkısı vardır. Çalıştığı medya kuruluşunun
güvenilirliğini arttırır, okurlarla iletişim kurarak okur ve editörlerin biraraya gelmesini sağlar.
Gittikçe daha çok sayıda medya kuruluşu bu avantajların farkına varmaktadır, çünkü ombudsmanların sayısı ABD dışında hızla artmaktadır.
Buna koşut olarak, okurların güveni ve gazetelerinin saygınlığı da
medya kuruluşları için vazgeçilmez öneme sahiptir. Bunlardan herhangi birini yitiren kuruluş hem kazancını hem de okurunu kaybettiğini
görecektir. Sadece etrafımızda olup bitenleri açık ve dürüst bir biçimde yazmayı sürdürenler okurlarını koruyabilecektir. Çalıştığı gazeteye
eleştirel bakabilen bir ombudsmanın varlığı son derece önemlidir.
Hükümetlere ya da şirketlere yaptıklarıyla ilgili hesap soran ilk kesim her
zaman gazetecilerdir; başkalarına karşı eleştirel olan gazeteciler çoğu
Medyanın sorumluluğu < 157
zaman söz konusu kendileri olduğunda bu eleştirellikten yoksundur.
Gazeteciler aşırı derecede eleştirel bir profesyonel toplulukken, kendileri eleştiriye hiç açık değildir. Neden öyle yaptın? Yaptığın adil miydi?
Öyle yazman gerekli miydi? Yaptığın haberle birisini hezimete uğrattın
mı? Yazdıkların tarafsız mıydı? Bunlar öyle sorulardır ki, açık ve dürüst
bir biçimde sorulduklarında ve yanıtlandıklarında gazetenin saygınlığına katkıda bulunacakladır. Ombudsman bu soruları soran ve gerektiğinde yanıtlayan kişidir.
Her ombudsman farklı olduğu ve yaptığı iş mecraya göre değiştiği için,
bu noktada özellikle bir ombudsman olarak kendi yaptıklarım üzerinden duracağım. Tilburg’ta Fontys Üniversitesi Uygulamalı Bilimler
Fakültesi’nde etik dersleri veren Dr. Huub Evers, benim De Volkskrant
gazetesinde ombudsman olarak göreve başladığım 1 Haziran 2004
tarihinden itibaren köşemde yayınladığım 200 yazımı çözümledi. Bu
yazılardan 17 tanesi özellikle online gazetecilik ile ilgili sorunlara odaklanıyordu. Online gazetelere aynı kurallar mı uygulanmalıydı? Bu kurallar De Volkskrant’ın okurlarına yönelik başlattığı weblog için de geçerli
olmalı mıydı? Gazetenin adıyla yayınlanan online içerik için de aynı haber müdürü mü sorumlu tutulmalıydı, yoksa De Volkskrant bu içeriğin
yayınlanması için sadece bir platform mu sağlıyordu?
Yazılarımda sıkça rastlanan bir diğer konu şüphelilerin, kurbanların ve
hükümlülerin mahremiyetlerinin korunması ile ilgiliydi. De Volkskrant
editörleri bu konuda ne kadar duyarlıydı? Yanıtım ise şuydu: editörler
bu konuda ne çok dikkatli ne de tutarlıydılar. Kurallar vardı ama bu
kurallara her zaman uyulmuyordu. Bir diğer konu ise sınırlamalarla
ilgiliydi. Daha az şok etkisi yaratacak fotoğrafların ya da metinlerin yayınlanması mümkün müydü? Dördüncü başlık ise gazetenin kullandığı
dil ve üsluptaki sorunlarla ilgiliydi. Örneğin, “terörist” yerine “Müslüman” ifadesinin kullanılması gibi.
Sıkça yazdığım son konu ise editörlerin sorunlar karşısındaki hassasiyetiyle ilgiliydi. Gerçekten olayın tüm taraflarını dinliyorlar mıydı? Editörler
doğruluğunu kontrol etmeden başka bir yerde basılmış suçlamaları ve
iddiaları yayınlıyorlar mıydı? Benim fikrime göre, böyle yapmalarına
158 > Televizyon haberciliğinde etik
müsaade edilmemeliydi. Bir başkasını suçlayan her şey kontrol edilmeliydi. Daha sonra bir düzeltme yayınlamaktansa, birkaç telefon görüşmesi yapmanın daha doğru olduğunu ifade etmiştim.
Bu son konu muhabirin ya da editörün araştırma yapma sorumluluğu ile
ilişkilidir. Google’da yapılan kısa bir internet taraması sonuçlara varmak
için yeterli midir, yoksa gazeteci yayından önce daha fazla mı araştırma
yapmalıdır? Yaygın fikir bir kaynağın yeterli olduğudur, ama eğer bu,
her söylentinin saniyeler içinde habere dönüştüğü ve kimse tarafından
doğrulanmayan bir internet kaynağı ise tek bir kaynağın yeterliliğinden bahsetmek mümkün müdür?
Bu noktada editörlere, temel mesleki sorumlulukları olduğunu hatırlatmak ombudsmanın görevidir. Ertesi gün düzeltilebilecek basit bir hata
bile inanılmaz derecede zarar verebilir. Editörler, anın hızına kapılıp
haber peşinde koşacakları ve sorumluluklarını gözden kaçırıp hızlı bir
zafer kazanmakta duraksamayacakları için bağımsız bir bilinç olarak
ombudsmanlık lüks değil gerekliliktir. Ombudsmanın editoryal kadro
içinde dostu yoktur, olması da gerekmez. Tek gerekli olan haber müdürünün, alabileceği tüm eleştirilere karşın ombudsmana koşulsuz inanç
duymasıdır.
Medyanın sorumluluğu < 159