8 Mart Dünya Kadınlar Günü Yaşasın Kadın

Transkript

8 Mart Dünya Kadınlar Günü Yaşasın Kadın
8 Mart Dünya Kadınlar Günü Yaşasın Kadın Dayanışması
Özgecan Aslan
e
c
i
ş
h
Va edildi
l
t
a
k
Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük ve Birlik
Çerkeslerin Özgür Sesi
www.jinepsgazetesi.com
Abonelik yenilemesi yapmayan okurlarımıza gazeteleri, Nisan ayından itibaren gönderilemeyecektir...
5 TL MART 2015
Bu Seçimler Çerkesler İçin Milat Olmalı
2015 Türkiye Genel Seçimleri özelinde bir araya gelerek sivil bir seçim inisiyatifi kuran Çerkesler,
“Talep ve İlkeler” doğrultusunda çağrıda bulundu
‘Yeni Türkiye’nin yeni güvenlik
yasalarıyla, herkesin ‘olağan
şüpheli’ haline geldiği, bireysel hak ve hürriyetlerin tehdit
altına girdiği, düşünce, ifade
ve örgütlenme özgürlüğünün
neredeyse darbe dönemlerine
eşdeğer oranda baskı altına
alındığı bir siyasi iklimde,
yeni bir seçim dönemine giriyoruz.
Eğer öne alınmazsa 2015 yılı Haziran ayında önümüze bir
sandık konarak, dayatılan
aday ve partileri seçmemiz
istenecek.
12 Eylül askeri cuntasının mirası
%10 seçim barajı ile temsiliyette adaletin tırpanlandığı;
parti liderinin milletvekili
adaylarını belirlemede tek
seçici olduğu, halkın kendi
temsilcilerini aday gösteremediği, anti-demokratik bir
seçim ve partiler yasasının
gölgesinde oy kullanacağız.
Ve bir kez daha kimi kanaat önderlerimiz, kimi örgütlenmelerimiz ilkeler ve talepler
çerçevesinde değil; siyasi eğilimlerine, yakınlık derecelerine, politik hesaplarına ya da
çıkar ilişkilerine göre, açıktan
ya da dolaylı bazı adaylara
destek isteyecekler. Veya,
yine ilkeler toptan çöpe gönderilip “Bütün Çerkes adaylara destek verelim” demeye
devam edecekler.
Tam da bu noktada, Türkiye’de
17 kez genel seçim yapıldığını, bütün seçimlerde bir veya
daha fazla sayıda seçilmiş
Çerkes adayın olduğunu ve
bu adayların kendi kimlik ve
kültürleriyle, ulusal sorunlarıyla ilgili nasıl bir performans gösterdiklerini hatırlamakta yarar var.
Oysa artık, kimliğiyle, kültürüyle
ve diliyle varlık-yokluk savaşı
veren Çerkeslerin, Meclis’te
Çerkes kimliği ile kendisini
temsil edecek vekillere, siyasi
denklem içinde es geçileme-
yecek bir baskı unsuru olabilmek için güçlü bir toplumsal
ses olmaya ihtiyacı var.
Açık ki; kendi içine kapanmış,
erimekte olan kimlik bilincini ‘denge’ politikalarıyla
tehlikeye atmış ve başarısız
olmuş yöntemler yerine, demokratik taleplerimizi ancak
benzer kimlik sorunları yaşayan halklarla dayanışma ve
işbirliği içinde yükseltebilir,
güçlü bir ses çıkarabiliriz.
Peki Bu Koşullar Altında
Sandık Başına Giderken,
Çerkeslerin Ölçütü Ne
Olacak, Ne Olmalı?
Dolayısıyla, icazetsiz, minnetsiz
ve diyet borcu olmayan bağımsız bir duruşla; kimlik
mücadelesinin gereklerini
yerine getirebilecek adaylarda ısrarlı olmalı, hatta bu
seçimleri kendimiz için bir
‘milat’ sayarak kendi adayımızı çıkartmak için mücadele
etmeliyiz.
Yani bu kritik soruya yanıtın;
Çerkes halkının kimlik ve
kültürüne sahip çıkmadaki
kararlılığı kadar, bu kararlılık çerçevesinde oluşmuş
“İlkeler ve Talepler Manifestosu”yla verilebileceğini düşünüyoruz.
Şubat sayımızda CHP Genel
Başkan Yardımcısı Prof
Dr. Mehmet Bekaroğlu
ile, Mart sayımızda da
HDP Genel Başkanıı Selahattin Demirtaş’la Çerkesler ve seçimler konusunda söyleşi yapmıştık.
AKP’den aynı kapsamda talep edilen söyleşi talebine
ne yazık ki bugüne kadar herhangi bir olumlu
yanıt gelmedi. Talebimizi AKP grup danışmanı
İrem Sarp’a, Medya ve
tanıtımdan sorumlu genel başkan yardımcısı
Beşir Atalay’ın sekreteryasından Emine Acar’a
ve Başbakanlık basın koordinasyon merkezinden
Ahmet Arslan’a ilettik.
Hiçbir birim talebimizi
reddetmemesine rağmen,
bug üne kadar gerekli
koordinasyonu sağlayıp
olumlu bir yanıt verememiştir. En son AKP Genel
Başkan Yardımcısı Beşir
Atalay’ın bürosu, bakanın arayacağını belirtmiştir. Beklemedeyiz.
“Süreç” Adım Attı
AKP Hükümeti Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ve
İçişleri Bakanı Efkan Ala,
HDP Grup Başkanvekilleri
Pervin Buldan ve İdris Baluken ile İstanbul Milletvekili
Sırrı Süreyya Aydemir toplantısının sonucunda birlikte
yapılan açıklama, uzun bir
aradan sonra önemli bir adımın atıldığının işareti.
Öcalan’ın “PKK’yı bahar aylarında silahsızlanma için olağanüstü kongreyi toplamaya
davet ediyorum” açıklamasını okuyan Sırrı Süreyya
Önder, “Hem gerçek bir demokrasinin hem de büyük
barışımızın temel omurgasını teşkil edecek olgusal
başlıkları” açıklaması ile 10
maddeyi sıraladı:
1. Demokratik siyaset; tanımı ve
içeriği.
2. Demokratik çözümün ulusal
ve yerel boyutlarının tanımlanması.
3. Özgür vatandaşlığın yasal ve
demokratik güvenceleri.
4. Demokratik siyasetin devlet
ve toplumla ilişkisi ve bunun
kurumsallaşmasına dönük
başlıklar.
5. Çözüm sürecinin sosyo-ekonomik boyutları.
6. Çözüm sürecinde demokrasi-güvenlik ilişkisinin kamu
düzenini ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması.
7. Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve
güvenceleri.
8. Kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına dönük çoğulcu
demokratik anlayışın geliştirilmesi.
9. Demok rat ik Cum hur iyet,
ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve
anayasal güvencelere kavuşturulması.
10. Bütün bu demokratik hamle
ve dönüşümleri içselleşleştirmeyi hedefleyen yeni bir
anayasa.
S5
Toplumsal Sözleşme Putin’in korkulu rüyasına
Y
O
R
U
Türkiye Cumhuriyeti
Türk Vatanı ve Milletinin ebedî varlığını ve Yüce Türk
Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu
Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz
önder ve eşsiz kahraman
Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun
inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda;
...
Topluca Türk vatandaşlarının
millî gurur ve iftiharlarda,
millî sevinç ve kederlerde,
millî varlığa karşı hak ve
ödevlerde, nimet ve külfet-
Rojava
Din, dil, ırk, inanç, mezhep ve
cinsiyet ayrımının olmadığı,
eşit ve ekolojik bir toplumda
adalet, özgürlük ve demokrasinin tesisi için. Demokratik toplum bileşenlerinin siyasi-ahlaki yapısıyla birlikte
çoğulcu, özgün ve ortak yaşam değerlerine kavuşması
M
S
U
infaz
Z
lerde ve millet hayatının
her türlü tecellisinde ortak
olduğu, birbirinin hak ve
hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve
kardeşlik duygularıyla ve
“Yurtta sulh, cihanda sulh”
arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu;
FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve
ruhuna bu yönde saygı ve
mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,
TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık
Türk evlatlarının vatan ve
millet sevgisine emanet ve
tevdi olunur.
için. Kadın haklarına saygı
ve çocuk ile kadınların haklarının kökleşmesi için. Savunma, özsavunma, inançlara özgürlük ve saygı için.
Bizler demokratik özerk bölgelerin halkları; Kürtler,
Araplar, Süryaniler (Asuri
ve Arami), Türkmenler ve
Çeçenler olarak bu sözleşmeyi kabul ediyoruz.
Aydan Çelik
Vladimir Putin karşıtı söylemleriyle tanınan muhalif lider Boris Nemtsov, 27
Şubat gecesi Moskova’da
uğradığı silahlı saldırı
sonucu hayatını kaybetti.
Ukrayna’daki savaşa karşı çıkan Nemstov, tehdit
mektupları aldığını açıklamış ve “Putin beni öldürecek” demişti.
Çeçenya’nın kayıp oğulları
Yakov Gordin: “Rusya soykırım
gerçeğini çoktan tanımalıydı”
S3
S 6-7
21 Şubat Dünya Anadil Günü
kutlandı
S8
Moda devi Hermes’ten Çerkes
desenleri
S 15
DİZİ YA Z I
● Umut Yolcuları 3. Bölüm
S 11
Ferhat Kentel
Ferhat Kentel gazetemizde yazmaya başladı.
Jıneps’e hoş geldin Kentel.
S 13
4 Turabi Saltık
5 Yaşar Güven
7 Mefewud Nartan
8 Mansur Balcı (Bağtır)
10 Edadil Açba
10 Yağan Ümit
10 Enver Sağlam
11 Jiy Zafer Süren
12 Alaattin Bayram
12 Canberk Apiş
12 Çetaw Nart
13 Neriman Tekin
13 İnci Hekimoğlu
15 Oubykh Nal İzinde
2
TOPLUM
Mart 2015
Erdoğan Boz Kafkasya’ya girmekte ısrarlı
Kabardey-Balkar İnsan Hakları
Merkezi, 25 Kasım 2014 tarihinde bir konferansa katılmak için gitiği Rusya’ya girişine izin verilmeyen Ankara
Çerkes Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Erdoğan Boz’un
başvurusunu yayınladı.
İnsan Hakları Merkezi, bilimsel bir toplantıya katılmak
üzere gittiği anavatanına
alınmayan Erdoğan Boz’un
yaşadıklarını şu ifadelerle
hatırlatıyor:
“25 Kasım 2014’de Türkiye vatandaşı Çerkes Gut Erdoğan’a (Erdoğan Boz) Rusya’ya girme izni verilmedi.
Antropolog, bilim adamı
Gut Erdoğan Karaçay-Çerkes’e, Çerkes folklorist Mihail Mijayev anısına düzenlenen konferansa katılmak
için gidiyordu. Gut, Rusya’da
sıkça bulundu(*) ve Çerkes
cumhuriyetleri sanat ve bilim çevrelerince, Çerkes dili,
kültürünün korunması ve
yeniden canlanması, Çerkes diasporası ile anavatan
arasında her türlü ilişkilerin
sağlamlaşması konusunda
tutarlı bir savunucu olarak
tanınıyor. Bu yüzden Rus-
Sakarya
ya’dan sınır dışı edilmesi
hem Çerkes diasporasının
yaşadığı ülkelerde hem de
Kuzey Kafkasya’da öfkeye
neden oldu. Erdoğan, Rusya’ya geleneksel bağlılığı ile
tanınan ve tüm faaliyetlerinde Rusya’nın menfaatlerini
göz önünde bulunduran Türkiye’deki Çerkes sivil örgütü
KAFFED’i temsil ediyor. (**)
Erdoğan Gut, kısa bir süre
önce Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri yöneticilerine,
Çerkes milli organizasyonlarına ve Rusya insan hakları
örgütlerine, tarihi vatanını
ziyaret hakkının yeniden
kendisine verilmesi konusunda yardım talebi ile başvuruda bulundu”.
Erdoğan Boz’un Kabardey-Balkar İnsan Hakları Merkezine Rusça ve Adıgece yaptığı
başvurusu şöyle:
“Kabardey-Balkar İnsan Hakları
Merkezi Başkanı Valeri Hatıjukov’a,
26 -28 K a sı m 2014’de K a ra çay-Çerkes’te, Nijni Arhız
kasabasında, Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı bünyesindeki Rusya Çerkesleri Milli Kültürel
Özerkliği örgütü tarafından organize edilen ‘Çerkes
folklorü, dili ve kültürünün
korunması sorunları’ konferansına ‘Türkiye Çerkesleri Sözlü Kültüründe Yanlış
Halk Etimolojisi’ konulu bir
tebliğ sunmak üzere davet
edildim. 25 Kasım 03:00’da
İstanbul-Minvodi seferi ile
uçtum.
Havaalanında pasaport kontrolde bana, Rusya Federasyonuna giremeyeceğim söylendi. Sebebini öğrenmek
istediğimde, Türkiye’deki
Büy ükelçilikte her şey i n
izah edileceği açıklamasında bulundular. Bir kağıda
19.08.2015 tarihini yazarak
bu tarihe kadar Rusya Federasyonuna giremeyeceğimi anlattılar. Ardından bir
güvenlik görevlisi parmak
izimi aldı, iki gün beni bir
odada kilitli tuttular.
27 Kasım 2014 02:00’da İstanbul
seferini yapan bir uçakla
Türkiye’ye gönderildim. Giriş yasağıyla ilgili hazırlanan
belgenin kopyasını almayı
başaramadığım gibi, Rusya
Federasyonuna girişimin neden yasaklandığını da öğre-
nemedim.
Türkiye’ye dönünce Ankara’daki
Rusya Büyükelçiliğe olayın
sebebini öğrenmek için başvurdum, ancak bana bilgi
sahibi olmadıklarını söylediler. Yazılı bir cevap vermelerini talep ettim, ret cevabı
aldım. Yaşananlara bağlı olarak sizden, girişimin neden
yasaklandığını öğrenme ve
Rusya Federasyonuna giriş
hakkımı yeniden kazanma
konusunda yardımcı olmanızı rica ediyorum.”
* Erdoğan Boz bu olaydan önde
Kafkasya’ya sadece bir defa gitti.
* *Erdoğan Boz KAFFED’i temsil
eder bir görevde bulunmuyor.
Sadece KAFFED’e bağlı AÇD
(Ankara Çerkes Derneği) YK
üyesi.
Siyasi bir bilmece
İnsan hakları savunucuları, Erdoğan Boz’un Rusya’ya giriş
yasağının siyasi olduğunu
düşünüyor.
Sivil Dayanışma Komitesi Başkanı Svetlana Gannuşkina,
Boz’un Rusya’ya kısa süreli
giriş yasağını, siyasi nedenlerle ilgili giriş yasağı sürelerinin daha uzun olması
Abhaz Derneği kuruluş yıldönümünü kutladı
Sa kar ya Abha z Der neğ i’n i n
(SAD) kuruluşunun 1. yıldönümü; Serdivan Belediyesi
Kültür ve Kongre Salonu’nda düzenlenen dillere destan muhteşem bir gece ile
gerçekleşti.
Kurulduğu 21.02.2014 itibariyle
1 yıl içinde 1800 üyesiyle Sakarya’nın önemli sivil toplum kuruluşlarının başında
gelen ve Türkiye’deki Abhaz
Diasporası’nın en yoğun olarak yaşadığı Sakarya’da kurulan dernek, gecede aynı
zamanda 21 Şubat Dünya
Anadilini de kutladı.
Abhaz Derneği Genel Sekreteri
Zeynep Can ile Beslan Abgadzhava’nın sunuculuğunu
üstlendiği ve SAD Başkanı
Oral Kobaş’ın ev sahipliğini yaptığı geceye; Abhazya
Demografya (Geri Dönüşüm
Komitesi) Başkanı Hırıps
Capua, Abhazya Cumhuriyeti’nin tam Yetkili Türkiye
Temsilcisi İnar Gitsba, Abhaz Dernekleri Federasyonu
Genel Başkanı Cengiz Koç,
Sakarya Vali Yardımcısı Abdul Rauf Ulusoy, Sakarya
Baro Başkanı Zafer Kazan,
Sakarya İl Emniyet Müdürü
Osman Babadağı, AK Parti Sakarya İl Başkanı Fevzi
Kılıç, Serdivan Belediye Başkanı Yusuf Alemdar, SESOB
Başkanı Hasan Alişan, SATSO Başkan Yardımcısı Orhan
Yılgenci ve Günay Güneş,
Abhaz Dernekleri Federasyonu Basından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Atilla
Sağım, İstanbul Abhaz Derneği Başkanı Hakan Ander,
Bursa Abhaz Derneği Başkanı Yılmaz Marşan, Ankara
Abhaz Derneği Başkanı Necdet Akoğlu ile çok sayıda davetli katıldı.
Abhazya Cumhuriyeti’nin tam
Yetkili Türkiye Temsilcisi
İnar Gitsba konuşmasında,
Abhaz Diasporası temsilcilerine, tarihi vatanları Abhazya ile daha fazla iletişimde bulunmaları çağrısında
bulunarak, Abhazya Cumhuriyet i Dışişleri Baka nı
Vyacheslav Chirikba’nın Sakarya’ya yolladığı kutlama
mesajını da okudu. Abhazya
Devlet Geriye Dönüş Komitesi Başkanı Hrips Djopua
ise SAD’ın yıldönümü nü
kutlayarak, özellikle Sakarya’da yapılan dil ve dans çalışmalarındaki başarılarını
tebrik etti. Türkiye içerisinde Abhaz’ların en yoğun
yaşadığı şehir ise Sakarya
olduğunu ifade eden Dernek Başkanı Oral Kobaş ise,
Sakarya’nın aynı zamanda,
Abhaz kültürünün ve Abhaz dilinin en yoğun yaşatıldığı Abhaz Diasporasının
en etkin merkezi olduğunu
vurguladı. Baro Başkanı Zafer Kazan ise kültürün önemine değindi.
SAD’ın kuruluşundan itibaren
geçen 1 yıl içinde yapılan
çalışmalar slayt gösterisi
ile anlatıldı. Eğitmenliğini
Şamha Zerrin Kobaş’ın yaptığı Wohayra Mızıka Grubu
kısa kısa dinletilerini sundu.
Abhaz Şair Adleyba Cihat
ile minik şairler Tuana Avrusıpha ve Sude Gücgeripha;
Ana Dil ile ilgili şiirler okudu. Abhazya’dan Sakarya’ya
gelen dil hocası Oksana Tarıpha eğitmenliğinde kursa
katılan SAD Dil Kursu öğrencileri, öğrendiği Abazaca
cümleleri davetlilere sundu.
Abha z ya’da n Sa ka r ya’ya
eğitim görmeye gelen SAÜ
öğrencisi Miramza Cıkotua
şiir okudu. Abhazya’dan Sakarya’ya gelen Abhaz Devlet
Sanatçısı David Tarba tarafından 3 ay önce kurulan
ve bu gösteri için çok kısa
bir zamanda hazırlanan Sakarya Şaratın Ekibi, dans
gösterisi sundu. Program
sonunda ise SAD Yönetim
Kurulu, Yürütme Kurulu ve
öğrenciler, sahneye çıkarak,
hep bir ağızdan “Ayaayra”
şarkısını seslendirdi. Program; yapılan Abaza oyunları
ve Avraşa’dan oluşan düğün
gösterisi ile sona erdi.
08 Mart Kadınlar Günü
14 Mart Adıge Dili Günü
21 Mart Newroz/Nevruz Bayramı
21 Mart Dünya Irk Ayrımı ile
Mücadele Günü
23 Mart Çerkes takviminde yeni yıl
25 Mart 1382 Mısır Çerkes Memluk Devletinin kurulması
(ajanskafkas)
İKKD’de söyleşi
İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin düzenlediği “Kimlik Bilinci
ve Çerkes Kimliği” başlıklı söyleşi, 7 Şubat’ta gerçekleştirildi.
Prof. Dr. Ayhan Kaya (İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri
Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü) ve Dr. Setenay Nil Doğan (Yıldız Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum
Bilimleri Öğretim Üyesi) tarafından yapılan sunumların yer
aldığı söyleşinin moderatörlüğünü Ümit Dinçer yaptı.
Prof. Dr. Ayhan Kaya: “Kimlik Bilinci, Çerkes Kimliği” ”Evrensellik ve Yerellik Arasında Diasporik Kimliklerin Oluşumu:
Çerkes Kimliğinin Bileşenleri” ve Dr. Setenay Nil Doğan: ”Bir
Diaspora Anlatısı: Türkiye’ deki Çerkesler” konularında konuştu.
Silivri Kuzey Kafkas Derneği
Silivri Kuzey Kafkas Derneği’nde halk dansları çalışmalarının yanı
sıra akerdoen kursu da başlatıldı.
Uzunyayla Yeniyapan köyünden Adza Remzi Pak’ın eşi, İKKD
Biga’nın Aşağıdemirci köyü Çerkesleri, 14 Şubat akşa
akşamı, Gaziosmanpaşa Küçükköy’deki Adıge Khase
Çerkes Derneği Lokali’nde buluştu. Buluşma organizasyonunun her yıl tekrarlanarak gelenekselleşmesi konusunda fikir birliğine varan Aşağıdemircililer, şelame ve Çerkes peyniri eşliğinde sohbet
edip hasret giderdiler.
TA
bu uygulamaya 14.01.2015 tarihli düzenleme ile son verildiğini belirten Gannuşkina,
Erdoğan Boz’un 2014’deki giriş yasağının nedenleri hakkında ilgili organa başvurduğu takdirde, cevap alma
ihtimali olduğunu ifade etti.
Gannuşkina son zamanlarda
kendilerine bu konuyla ilgili
herhangi bir şikayet gelmediğini de sözlerine ekledi.
Haber: Levent Candan
Aşağıdemirci Çerkesleri
Adıge Khase’de buluştu
AY
RİHTE BU
nedeniyle tuhaf bulduğunu
belirtti. Gannuşkina “Bu çok
tuhaf, çünkü yasaklar normalde daha uzun süreli. Şu
anda Rusya’da, kesinlikle
anlaşılamaz bir şekilde kişiler hakkında giriş yasağı
koyabilecek dokuz farklı
bakanlık ve müdürlük var”
dedi.
Rusya’nın siyasi nedenli giriş yasağını bu yıla kadar muhatabına açıklamadığını, ancak
koordinatörlüğünü yürüten Adza Sibel Pak’ın annesi, Uzunyayla
Demirboğa köyünden Xopşuxların kızı
Münüre Pak (KUZU NENE)
hayata veda etti.
Ailesi, yakınları ve sevenlerine sabır diliyoruz.
JINEPS
24 Mart 1789 Rusların Anapa’ya
saldırısı
01 Mart 1811 Kavalalı Mehmet
Ali Paşa’nın hile ile Kahire’de
Çerkes beylerini öldürtmesi
14 Mart 1853 İlk Adıge alfabesinin Bersey Wumar tarafından
Tiflis’te yayımlanması
04 Mart1921 Abhazya Cumhuriyeti’nin kurulması
08 Mart 1922 Yazar Hadağatle
Asker’in doğumu
04 Mart 1936 Mısır Çerkes Kardeşler Cemiyeti Başkanı Abdülhamit Huştoko’nun vefatı
24 Mart 1941 Prof Aziz Meker’in
vefatı
08 Mart 1944 Balkarların Sibirya’ya sürgün edilmesi
17 Mart 1944 Kuzey Kafkasya
Kurtuluş Savaşı’na katılan Albay
Süleyman İzzet Tsey’in vefatı
26 Mart 1961 Kuzey Kafkasya
Milli Merkezi Başkanı Prof. Ahmet Nabi Magoma’nın Münih’te
vefatı
08 Mart 2005 Çeçenya Devlet
Başkanı Aslan Mashadov’un öldürülmesi
04 Mart 2010 Abhazya’nın ilk lideri Ardzınba’nın vefatı
Kahramanmaraş Akifiye Köyün’den,
İzmir Dağcılık ve Doğa Sporları İhtisas Kulübü üyesi
Berzeg Dürdane Seringeç
Vefat etmiştir.
Ailesi, yakınları ve sevenlerine sabır diliyoruz.
JINEPS
Mart 2015
Çeçenya’nın kayıp oğulları
Havalar soğumaya başladığında, Liza Mazhayeva günlük
işleriyle meşguldü. Kırık dökük çatı ve pencereleri olan
viran evini temiz tutmak için
elinden gelenin en iyisini yaparken bir yandan da dört
çocuğu, iki torunu ve hasta
kocası için yemek yapıyordu. Liza’nın hayatı, Çeçenya Cumhuriyeti’nin başkenti
Grozni’deki diğer itaatkar ve
dindar binlerce kadından biraz farklıydı.
Geçen hafta bana, “Çocuklarım
hayatlarında çok mutluluk
görmediler. Onlar için savaş
hiç bitmedi” dedi. Evinin
küçük salonunda konuştuk
onunla, aynı odada 18 yaşındaki küçük oğlu İbrahim bir
oyuncak timsahla Liza’nın
torunlarını eğlendiriyordu.
“Çoc uk larım Çeçenya’ya
karşı yürütülen savaşta yetiştiler ve şimdi de Çeçen polisi, ne zaman dışarı çıksalar
onlara savaş açıyor” diyor.
Geçtiğimiz Kasım ayında İbrahim ne zaman gitse camiye
gitse ya da arkadaşlarıyla takılsa her seferinde gözaltına alınmıştı, arkadaşlarının
çoğu aşırıcılık şüphesiyle izlenenler listesindeydi.
Ama daha büyük sorunları da
olmuştu. 2013 sonlarına doğru, Greko-Romen güreş hayranı olan 22 yaşındaki büyük
oğlu Sayid’le ürkütücü bir
telefon görüşmesi yapmıştı.
Oğlunun o yılın başından
beri “iş için” Türkiye’de olduğunu sanıyordu ama o kış
gününde güçlükle duyduğu
oğlunun kısık sesiyle söylediklerinin ardından gerçeği
anlamıştı.
Oğlu, “Anne seni Suriye’den arıyorum. Eve dönmek istiyorum. Lütfen bana yardım et”
demişti. Nasıl olmuşsa oğlu,
Türkiye’den Suriye’ye gitmiş
ve Işid’e katılmış. Kendisini “yavrusu yaralanmış bir
kurt” gibi hisseden Liza, arkadaşlarından borç almış ve
Grozni-İstanbul uçağı için
bilet almış. Kendi kendine
“Neden Suriye?” diye soruyormuş. Sayid’in geçmişini
düşünmüş ve oğlunu “raydan çıkaran” şeyin ne olduğunu anlamaya çalışmış.
Anılarında özellikle bir gün
öne çıkmış: Eylül 2011’e ait
bir gün. O zaman 18 yaşında olan Sayid, ikindi namazı için mahalle camisine giderken, Liza’nın 7 yaşındaki
oğlu “Anne, hemen dışarı
gel, bahçede bir sürü asker
var” diye bağırmış. Hızla dışarı çıkan Liza birkaç adamın
Sayid’in kollarını bükmeye
çalıştığını görmüş, oğlunu
rahat bırakmalarını istemiş.
Ama adamlar Sayid’in suçlu olduğunu, bir arkadaşına
yolladığı mesajda “yasaklanmış” birşey yazdığını söylemişler. Adamlar oğlunu polis
arabasına tıkmaya çalışırlarken Sayid ellerinden kurtulmuş ve kaçmış, yakınlardaki
bir kulübede saklanmış. Liza
bayılmış. Liza, “Sanırım, o
günden sonra karakteri değişmeye başladı. Artık çok
daha çabuk sinirleniyordu
ve polis şiddetine müsamaha
göstermeyen fevri bir insan
olmuştu” diyor.
Liza tüm bunlardan sonra nihayet 2014’ün ilk aylarında
oğluyla Türkiye’de buluştuğunda, Sayid tüm nedenleri açıklamış. İnternette Beşar Esad rejiminin çocuk
kurbanlarını görmüş. Gözü
dönmüş ve Allah adına, öldürülen çocukların öcünü
almaya karar vermiş. Daha
önce Işid’e katılmış olan Çeçenlerle irtibat kurması çok
zama n almamış. Savaşın
mahvettiği ülkeye 2013 yazında gitmiş ve dört ay kalmış. Karısı ve yeni doğmuş
bebeği bu süre zarfında Türkiye’de imiş.
Ama Sayid Suriye’de tanık olduğu şeylerden hoşlanmamış.
Liza, “Işid’in kötü olduğunu
düşünmüş” diyor. O ara Sayid’in çocuğu hastalanmış.
Türkiye’ye dönüp karısı ve
çocuğuyla olması gerektiği
konusunda cihatçıları bir şekilde ikna etmiş. Liza, Işid
tarafından pasaportuna el
konulan oğlunun seyahati
için yeni belgeler alabilmeyi
başarmış ve onu evine getirmiş.
Halihazırdaki Rusya yasaları
Işid’i bırakıp geri dönenlerin
polise teslim olmasını gerektirdiğinden Sayid de teslim
olmuş. Şu anda iki yıllık cezasını çekmek için hapishanede.
Sayid’in avukatı Zaurbek Sadakhanov, davanın ve hükmün
“tamamen yasadışı” olduğunu söylüyor. Sayid’e isnat
edilen suçun dayandırıldığı
kanun maddesinin yasadışı
örgütlere katılmayı yasakladığını ama ülke dışındaki aktiviteleri içermediğini belirten Sadakhanov, “Onu dava
etmek için mahkemenin yasal dayanakları yoktu, çünkü Rusya’da böylesi vakaları
kapsayan bir yasa mevzuatı
yok” diyor. Böylesi yasadışı yöntemler alışılmadık bir
durum değil. Rusların cihada katıldığının farkına varan
Rusya’nın güvenlik güçleri,
böylesi durumlarda acımasız
ve yasadışı önlemler almak
konusunda zaten hiçbir zaman çekingen olmamıştı.
Liza şu aralar en azından Sayid’in hayatından endişe
duy muyor. “Cezaev i nde
daha emniyette” diyor. Ama
diğer oğullarının evde duracağından nasıl emin olabilecek? Fransa ya da Ukrayna’da bir suça karışmalarına
varabilir mi bu gidiş? Esad’la
Allah adına savaşma ihtimali
bir başka oğlunun aklını çelebilir mi? Gözünde yaşlarla,
bunun olası olduğunu itiraf
ediyor. Çünkü vatanlarında
“kayıp ve tehlikeli”ler. Yerel
polis tarafından işkence görüyor, Rusya’nın korkutucu
“Kandırıldık”
Suriye’deki savaşa katılıp sonrasında bazı gerçekleri görerek
geri dönen Çeçenlerin anlattıklarında birçok ortak yan
var. Esad güçlerinin Sünni
kadın ve çocukları katlettiğini anlatan kurgulanmış
sahte videolardan etkilenmişler.
25 yaşındaki Magomed S., internette seyrettiği görüntülerden çok etkilendiğini
belirterek, “Videodaki görüntülere hiç kimse kayıtsız
kalamazdı. Gidip yardım
etmek istedim” diyor. Ailesine, Mısır’da çalışacağını
söyleyerek Suriye’ye gitmiş.
Birkaç ayın ardından videoda seyrettiklerinin gerçekle
ilgisi olmadığını farketmiş.
Magomed, “Evet, orada bir
inanç ya da ideal uğruna
savaşanlar var ama kameraların önünde boğaz kesmek cihad değildir. Orada
yaşadığım beş aylık süreçte
acı çeken kadınlar ya da açlıktan ölen çocuklar da görmedim. Videoda seyrettiklerimle orada gördüklerim
farklıydı” diyor.
Işid’in Amerika’ya karşı savaştığını ama aynı zamanda petrol sattığını duyduğunda, birilerinin çıkarları ve kazancı
için hiç kimsenin ölmemesi
gerektiğini düşünmüş.
22 yaşındaki Ahmed B. de Suriye hükümetinin sivillere
saldırdığına dair görüntülerin yer aldığı videolardan etkilenmiş. Ahmed, Temmuz
2014’te Türkiye’ye gelmiş ve
oradan Suriye’ye geçmiş. Bir
süre sonra yanıldığını anlamış ve Suriye’den ayrılmaya karar vermiş. “Kimin
kiminle ve ne için savaştığı
bile belirsizdi, birilerinin
çıkarları için kullanıldık ”
diyen Ahmed, propaganda
videolarının Amerikalı savaş sponsorları tarafından
hazırlandığına inanıyor ve
ekliyor: “Videolarda insanların sadece Müslüman oldukları için öldürüldüğü
gibi bir imaj oluşturuluyor
ama gerçekler başka.” (rferl.
ve kanunsuz güvenlik güçleri tarafından takip ediliyorlar.
Salonun duvarında “Hazreti
Muhammed’in ümmetiyiz”
yazılı bir poster asılı. Mazhayeva’nın iddiasına göre, FSB
ajanları 2011’de Sayid’i işe almak istemişler. İşbirliği yapması karşılığında üniversite
eğitimi alma fırsatı teklif etmişler. Liza, “Muhbir olmayı
ret etti. O kabul etse de biz
izin vermezdik” diyor.
19 Ocak günü gerçekleşen buluşmamızın öncesinde Liza
ve ailesi, Muammed Peygamber’i tasvir eden Charlie
Hebdo karikatürlerine karşı
kızgınlıklarını ifade etmek
için kitlesel bir yürüyüşe
katılmışlardı. O gün Çeçenya’nın tümü seferber olmuş
gibiydi. Ülkenin farklı yerlerinden gelen binlerce vatandaş peygambere duydukları
sevgiyi göstermek için Grozni caddelerinde yürümüştü.
“Muhammed’i seviyoruz”
başlıklı protesto, ülkenin
başkanı Ramzan Kadirov ve
itaatkarları tarafından dü-
zenlenmişti.
Liza ve oğullarına yardımcı olan
insan hakları aktivisti Heda
Saratova, Liza’nın öyküsünün çok bilindik ve tanıdık
olduğunu belirterek, “Her iki
Çeçen anneden biri Mazhayeva ile aynı durumda” diyor. Suriye’ye giden Çeçen
gençlerden 280’inin öyküsünü biliyoruz. Birçoğu sebepli
ya da sebepsiz olarak polis
tarafından taciz edilmiş, bu
durum da gidip savaşmalarını hız vermiş” diyor. Saratova, cihat savaşı hayali kuran
işsiz gençlere yardım etmek
için Çeçenya’nın uzun vadeli
bir plan yapması gerektiğine
inanıyor. İnançları ve İslam’ı
aşağılayanlara duydukları nefret için bir araya gelebilseler de işsizlik ve sosyal
haklar sözkonusu olduğunda
çok farklı şekilde bölünmeler
içine girebiliyor Çeçenler. Ve
belki de bu durum, Çeçenya’nın gençliğini yabancı bir
savaşta anlam aramaya itiyor. (foreignpolicy.com)
org)
Çeviri: Serap Canbek
“Hainler buluşması”
İnguşetya’nın önce gelen sivil
toplum örgütlerinden MehkKhel, Jirinovski ile Yevkurov
buluşmasını “hainlerin buluşması” olarak niteledi.
Kafkasya karşıtı ırkçı açıklamalarıyla tanınan Liberal
Demokrat Parti lideri Jirinovski 3 Şubat’ta Moskova’daki İnguşetya Cumhuriyeti
temsilciliğinde İnguşetya
Devlet Başkanı Yunusbek ile
görüştü ve daha önceki açıklamalarından dolayı İnguş
halkından ve bütün Kafkasyalılardan özür diledi.
Mehk-Khel, “hainlerin buluşması” olarak nitelediği görüşmeyle ilgili yayınladığı bildiride şu ifadelere yer verdi:
“İktidarın, aklındaki şeyleri
ilk onun ağzından piyasaya
sokmakta kullandığı, siyasetin emsalsiz artisti, ortada
hiçbir neden yokken birden
İnguş halkından özür di-
3
KAFKASYA
lemek istedi... Görülen o ki
Jirinovski, geç de olsa Kafkasya seçmenini kaybettiğini anladı. Seçimler ise uzak
değil. Üstelik, İnguşetya’da
bu parti için kimsenin oy
kullanmayacağına emin. Ve
bizim sahte vatanseverlerimiz için yarın, hangi büyük
cümbüşün ardından Rusya
Liberal Demokrat Parti temsilcilerinin İnguşetya parlamentosunda birden ortaya
çıktıklarını izah etmek her
halükarda zor olacaktır.”
Jirinovski’nin partisinin, ırkçı
ifadelerine rağmen İnguşetya’da teşkilatı bulunmasına
izin verildiğini, ancak kimse bu yapı içinde yer almak
istemeyeceği için yaklaşık
bin kişinin kendilerinden
habersiz üye yapıldığını
kaydeden Mehk-Khel, “Tüm
çabalarımıza rağmen henüz
üye listesini elde edemedik.
Yok oluşun eşiğinde
21 Şubat’ta tüm dünya Anadil
Günü’nü kutladı. 50 yıl önce,
21 Şubat günü, anadilleri
Bengalcenin resmi dil olarak tanınması talebiyle gösteri yapan öğrenciler, polis
güçleri tarafından öldürülmüştü. 1999 yılında UNESCO Genel Konferansı, 1999
yılında, dil çeşitliliğinin korunması amacıyla 21 Şubat’ı
anadil günü olarak kabul
etti. UNESCO uzmanlarının
tahminlerine göre, dünyadaki altı bin civarındaki dilin
yarısı yakın bir gelecekte yok
olacak.
21 Şubat tüm dünyada Anadil
Günü olarak kutlanıyor. Yarım yüzyıl önce bugün Bangladeş’te polisler, anadilleri
Bengalcenin resmi dil olarak
tanınması için gösteri yapan üniversite öğrencilerini
vurmuştu. 1999’da UNESCO
Genel Konferansı bu tarihi
Anadil Günü olarak seçti.
UNESCO uzmanlarının hesaplamalarına göre, dünyadaki yaklaşık altı bine yakın
dilin yarısı yakın zamanda
son konuşanlarıyla birlikte
ölecek.
Yok olma tehlikesi altındaki diller, çoğunlukla dil çeşitliğinin fazla olduğu bölgelerde
yer alıyor, bu bölgelerden biri
de Kuzey Kafkasya... Sadece
Dağıstan’da bile 25 dil tehlike altında. Kültürel miras
kaygısı eğitim sistemini de
etkilemiş: Dağıstan okullarında 14 dil öğretiliyor.
İnguşetya da İnguş dil ve edebiyatına çok önem veriyor.
İnguşetya Cumhurbaşkanı
Yunus-Bek Yevkurov, anadilin önemini şu sözlerle belirtti: “Anadil, nesilden nesile
geçen bir ödüldür, ulusal karakterin felsefesini ve kültürünü şekillendiren de anadildir.”
Kuzey Osetya’da hem Rusça ve
anadilde eğitim veren anaokulları açılmış. Çocuğu anaokulda eğitim gören Zalina
Chegaeva, çocuğunun anadilini öğrenmesini çok istediğini belirterek, “Ne yazık ki
çocuklarımızı Osetçe bilmiyor ve öğrenmek için çaba da
göstermiyorlar. Şehirli Oset
aileler Rusça konuşuyor,
okullarda da Rusça eğitim
veriliyor. Dilin kaybolmasına
izin vermemeli aksine güçlendirmeliyiz” dedi.
Okul öncesi öğrencilere Osetçe
öğretilmesi ile ilgili müfredatın fikir babası, Kuzey
Osetya Devlet Üniversitesi
Araştırma Geliştirme bölümü ikinci başkanı Tamerlan
Kambolov, “Milletimizin
geleceği için hepimiz sorumluluk almalıyız. Dil geliştirilmezse geleceğimiz de
olmaz” dedi.
Bilim insanları, dillerin yok olma
sürecinin hızladığını belirterek, bunun nedenini globalleşme ve dillerin başka bir
dille yer değiştirmesine bağlıyorlar. Bir dilin yok olması, asırlardır süregelmiş bir
kültür birikiminin de kaybı
anlamına geliyor. (stav.aif.ru)
Çeviri: Serap Canbek
KISA... KISA... KISA...
Abhazya, Ankara’da ticari temsilcilik açacak
Abhazya Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Viyaçeslav Çirikba başkanlığındaki heyet, Abhazya Cumhuriyeti Türkiye Tam Yetkili Temsilcisi İnar Gitsba’nın da katılılmıyla 10-15 Şubat 2015
tarihleri arasında Türkiye’de siyaset ve iş dünyasından önemli
isimlerle bir dizi temasta bulundu. Türk işadamları Abhazya’daki turizm, tarım ve enerji sektörlerindeki yatırım olanakları ile Trans Kafkasya Demiryolu, Abhazya-Kuzey Kafkasya
Otoyolu projeleri ile yakından ilgilenirken hiç şüphesiz sonuçları itibariyle en önemli toplantı Abhaz Dışişleri Bakanı
Viyeçeslav Çirikba ve Türkiye’nin iktidardaki partisi AKP’nin
uluslararası ilişkiler temsilcisi ve genel başkan yardımcısı Yasin Aktay arasında gerçekleşen görüşme oldu. Bu toplantıda
Abhaz tarafı, Abhaz pasaportunun Türkiye tarafından tanınması, Abhazya-Türkiye arasında denizden yolcu taşınmacılığının yeniden başlaması ve Abhazya’ya Türkiye’den yatırım
yapılmasının teşviki gibi konuları masaya getirdi. Yapılan
müzakereler neticesinde Abhaz-Türk ilişkilerinde pozitif bir
adım atılması ve bu bağlamda Abhazya’nın tıpkı Tayvan gibi
(Türkiye onu da tanımıyor) Ankara’da ticari bir temsilcilik
açması noktasında prensipte fikir birliğine varıldı.
Reklam tabelaları Abhazca olacak
Sohum Belediyesi yöneticilerinden Kristina Gvingiya’nın verdiği
bilgiye göre Sohum’daki tüm reklam tabelaları “Reklam” ve
“Resmi Dil” kanunlarına uygun olarak Abhazcaya çerilecek.
Hvingiya şu anda kanuna uygun olarak Abhazca olan reklam
tabelalarının, toplam reklamların beşte birini bulmadığını
söyledi.
Konu ile ilgili görüş açıklayan Abhazca öğretmeni Nona Thuazba ise Abhazca-Rusça olan tabelalarda bile Rusça ibarenin
yazımına özenildiğini, Abhazca ibarelerin genelde dilbilgisi
kurallarına aykırı yazıldığını, bunun da önemli bir sorun olduğunu belirtti.
ABD, vize kısıtlamalarını kaldırdı
Rusya Liberal Demokrat Partisi’nin İnguşetya bölge şube
başkanı eğer İnguşetya’da
var olma hakkına sahip olduğuna inanıyorsa üye listesini yayınlasın. Bir hafta
sonra bu listeden geriye kaç
kişinin kalacağına bakarız.
Onlar yayınlamayacak ama
biz er ya da geç üye listesini
bulacağız” diyor.
Partinin İnguşetya şubesi eski
başkanının, Jirinovski yanlısı olmadığı ve Yevkurov’un
talimatıyla bu görevi üstlendiği itirafını da hatırlatan
Mehk-Khel, İnguş halkına
şöyle sesleniyor: “Sahtekarların bir kez daha seçimlerde sizi kandırmasına izin
vermeyin. Jirinovskiler ve
Hodorkovskiler hiç bir zaman bizim dostlarımız olamazlar. Liberal Demokrat
Partinin İnguşetya’da işi olamaz. Halkımızın bu partiden meclise girecek vekillere
ihtiyacı yok.” (ajanskafkas)
Abhazya Dışişleri Bakanı Viyaçeslav Çirikba, Sohum’da düzenlediği basın toplantısında Abhazya vatandaşlarına uygulanan
vize kısıtlamaları ve Abhazya’da düzenlenen resmi belgelerin
tanınması konularında önemli açıklamalarda bulundu.
Abhaz Dışişleri Bakanı, ABD’nin, Sohum’daki Rusya Elçiliği’nden
Rusya Federasyonu pasaportu alan Abhazya vatandaşlarına
uyguladığı tüm vize kısıtlamalarını kaldırdığını, buna karşın
AB ülkelerinden Almanya, Fransa, Belçika ve İtalya ile vize
sorunun hala sürdüğünü açıkladı. Çirikba ayrıca Brüksel’de
Abhazya’da düzenlenen eğitim sertifikalarının ve doğum,
ölüm, evlenme belgelerinin tanınması hususunun da tartışıldığını, bu konuda Haziran ayında Cenevre’de bir bilgilendirme toplantısı yapılacağını söyledi.
Çirikba sözlerini bitirirken, “uzmanlar söz konusu sorunları
çözmek için kendi görüşlerini ifade edecektir. Kuzey Kıbrıs
ve Tayvan’da olduğu gibi bu tür sorunları gidermek için
uluslararası bir deneyim var. Biz vatandaşlarımızın haklarını
savunmaya devam edeceğiz. Eş başkanların gösterdiği ilgi
önemlidir. Başarı mümkün” diye konuştu.
Soçi-Nazran-Derbent hattında Kafkasya turu
Nisan ayı sonunda ulaşıma açılacak olan Soçi-Nazran-Derbent
demiryolu hattı, Kafkasya turu yapmak isteyen turistler için
benzersiz bir fırsat olacak.
Kaynak:altinpost.org
4
Mart 2015
ARAŞTIRMA
3
Şubat 195
Kafkas Dergisi
Sayı 2
Demokrasi ve Hürriyet
korunması için; konacak kanunların Anayasa’ya uygun olmasını
mahkemelerin kontrol etmesini
teyide çalışmışlar ve muvaffakta
olmuşlardır.
Devlet bir gaye olmayıp bilâkis
devlet; teşkilâtiyle halkın ve
sosyal teşekküllerin münasebetlerinin tanziminde vasıta
olduğuna göre insanların hürriyet, saadet ve refahını temin
etmekle mükellef telâkki edilmelidir.
Hür insan olmanın en mühim vasfı; düşünme yani fikir hürriyeti, söylemek ve yazmak hürriyetleri olduğuna göre bu üç
faktörü insan haklarının başında telâkki etmek icab eder.
Fikir hürriyeti şuurun bir hakkıdır.
Hareketsizdir, hafidir, saklıdır.
Fikirler; insanlar için vefakâr bir
dosttur. Bunu tesbit için ne televizyon kâr eder ne de hassa
bir alet keşif edilememiştir. Fikir
hürriyetinden asıl maksat fikrin
yayınlanmasıdır. Totaliter hükümetlerce asıl korkuda bu
fikrin sözle veya yazıyla meydana çıkması ve neşir edilmesidir. Korkutan da budur. Yoksa yalnız fikrin hürriyeti bir şey
ifade etmez. Fikir hürriyeti hiç
bir korku ve endişeye yer olmaksızın mukaddes olan düşünme
hakkıdır. Bir insan duyar, düşünür yazmak ister; yazamaz, bu
insanın ne kadar ızdırapçektiğini
düşünmelidir. Izdırap çeken bu
bedbahtın hem eline kelepçe
vurulmuş hem de ağzına fermuar takılmıştır. İnsanlık ve vatan
tabiatiyle daha üzüntü içindedir. Bu öyle bir baskı ki insanlığa
da bir sui kasıttır. Hür vicdanlara
karşı bir cinayettir.
Hür, fakat aksak fikirlere karşı gösterilecek en kuvvetli silâh yine fikir
silâhıdır. Metin, sağlam, doğru
fikirlerin yaşaması ne kadar tabii
ise çürük ve aykırı fikirlerin yok
edilmesi de yine fikir hürriyeti
ile olur. Sağlam fikirler silâhla
ve işkenceyle yok edilemezler.
Fakat boş ve sakat fikirlerin devamı nihayet gün, saat ve dakika
meselesidir. Tenkitlerle boş fikirler yok olur ve realiteye uygun
olanlar muzaffer olur. Bundan
dolayı unutmamalıdır ki demokratik idare sistemi rejimlerin en
gücüdür. Demokratik idarelerde hükümet, siyasi partiler kendi arzulariyle hareket
edemezler. Hükümetler ve bu
hükümeti idare eden diplomatlar, idareciler elden geldiği kadar
pek fazla tahammüllü, çok soğukkanlı olmalıdırlar. Demokraside halk hükümete muvakkat
bir zaman için kendi işini emanet
etmiştir. Bu, halkın çoğunluğunun arzusiyle ve onların itimadile iş başına gelen hükümet bir
kayde tabi olmaksızın iş görmesi
demek değildir.
Millet bu gün bir partiye, yarın başka
bir partiye itimad ederek destekler. Demokraside hür vatandaşlara serbest intihap hakkı verildiğine göre bunu her zaman
beklemek ve düşünmek gereklidir. Halk zemin ve zamana göre
fikrini değiştirebilir. Son İngiltere
intihabı bunun en güzel misalini
vermiştir. Harbi kazanan Çörçil
hükümeti olduğu halde harbin
akebinde halk reyini İşçi Partisine vermek suretiyle fikir hürriyetinin bir nümunesini göstermiştir. Demokraside bu gün halkın
alkışlayarak iş başına getirdiği
hükümeti ikinci intihap devresinde hayal sukutuna uğratabilir.
Totaliter hükümetlerde bu bahis
mevzuu değildir. Eğer politika
adamları; bu idare şekillerine,
halkın değişen temayüllerine,
arzularına uymaz veya uymak
istemezlerse böyle idarelerde
zorluklara sertlikle mukabele
ederlerse rejim pek kolay olarak
diktatörlüğe ve istibdada doğru
gider.
Vatandaşların hak ve hürriyetlerinin gelişmesine karşı gelmek
demokrat hükümetlerin akıllarından geçmemek gereklidir. İnsanların hür doğduklarını,
hürriyetin pek nazik olduğunu
bu dava ile oynamanın demokraside pek tehlikeli olduğunu daima hatırlamak lâzımdır. Hürriyet
terbiyesi ileri cemiyetlerde olgunlaşmış milletlerde; demokrasi daha normal ise de demokrasiye yeni intibak etmeye başlamış
milletlerde bazı krizler geçirmek
pek tabiidir. Bunları önleyecek
en mühim vasıta kültür seviyesinin yükselmesi ve hükümetin
çoğunlukla beraber azınlığa da
ayni muamelede bulunması,
tehammül etmesi, itidali elden
bırakmamasıdır. Demokraside
hürriyet; rejimin ana direğidir.
Demokraside en çok sevilen
şey hürriyettir. Totaliter sistemler hürriyetsizdir. Hürriyet
korkutmaz sever ve sevindirir,
hatta bu yüzden hürriyeti, daima güzel bir kadın şeklinde
temsil ederler.
Demokrasi devrinde devletler insanların, ferdlerin haklarına ve
hüriyetlerine gerekli ehemmiyeti vermekle beraber ahden de
bunu teyit etmişler ve insanların
mukaddes tanıdıkları hürriyetlerini sağlamak için elden gelen
gayreti beraberce fiiliyat sahasına dökmüşlerdir.
Amerika’da San Fransisko şehrinde
toplanan ve bizim devletimizin de iştirak ettiği konferansta
kararlaştırdıkları ve Birleşmiş
Milletler’in ilân ettikleri 10/
Kafkasya’da eski ticaret yolları
yolların Taman yarımadasiyle
Don nehri mansabındaki Tanais’den ibaret olan deniz sahillerindeki ilk başlangıç bölgesini
Yunan kolonileri teşkil ederlerdi.
Ticaret malları, Kuban ve Don
nehirleri veya kara yollariyle Volga’ya, Dinyeper’e ve daha kuzeylere sevkolunmakta idi. Don
nehri ise Maniç, Kuma nehirleri
ve gölleri şebekesiyle Hazer deniziyle birleşirdi.
Hazer denizine çıktıktan sonra ticaret malları, yukarda izah edilen
Kura-Hazer- Oxus üzerinden
doğuya doğru yollarına devam
ederdi. Bu ticaret yollarından
kuzeydeki ana hattın ehemmiyeti, güneydekine nisbeten
daha büyüktü. Bu itibarla İtalyan kolonistleri ve Altın Ordu
devirlerinde dahi bu yolun kendi
ehemmiyetini muhafaza etmiş
olması hiç de gayri tabiî görülmemelidir.
Bu iki esas harici ticaret yolu, kara ve
su, Kafkasya’yı kuzeyden güneye ve güneyden kuzeye doğru
ayıran dahili kara ticaret yolile
tamamlanırdı. Bu yollardan biri
büyük Kafkas dağ silsilesi ortasındaki Daryal geçidinden, diğeri de Hazer denizi sahili boyunca
Derbet’ten geçerdi. Karadeniz
sahili dağlık ve karadan geçilmesi zor olduğu için mühim bir
rol oynayamıyordu. Güneyden
kuzeye ve kuzeyden güneye gi-
den bu iki ana hat, Kafkasya’nın
en eski kara ticaret yollarını
teşkil ediyordu. Henüz yelkenli
gemiler icat edilmediği zamanlarda ticarî münasebet bu yollar
vasıtasiyle temin edilmekte idi.
Hariçte deniz ticaret yollarının
keşfinden sonra dahi, kara yollarını deniz yollarına tercih eden
tüccarlar sayesinde bu yollar
ehemmiyetlerini yine kaybetmemişlerdir. Batı tüccarlar Kafkasya’da görünmeye bağladığı
zamanlar, bu kara ticaret yolları
hususî bir ehemmiyet kazandılar. Bu da kervancılığın şarklılara
mahsus olup bilhassa Araplar
tarafından ihdas edilmiş olmasiyle izah olunmaktadır. Bu sebepledir ki Kafkasya’daki kervan
yolları hakkında en mükemmel
tasvirleri Arap muharrirlerinde buluruz. Hazer denizi sahilini takip eden Arap tüccarları,
Hazer devletinin payitahtı olan
ve Volga sahilinde bulunan İtil
şehrine ve oradan da Volga sahili ile Türk- Bulgar devletinin
topraklarına kadar giderlerdi. Bu
tüccarlar aynı yollardan geçerek Karadeniz, Dinyeper nehrine
hatta Baltık denizine ve Skandinavya’ya kadar varırlardı. Kuzey
Kafkasya yoliyle Karadeniz sahillerine giden kervan yollarından
bahseden Mesudi bu yolun en
kısa ve en emin bir yol olduğunu
ve ayni zamanda medenî halkla
Sahip ve Başmuharriri: İsmail Ziya Bersis
Neşriyat Müdürü: Şeref Terim
Ayda bir çıkar, Siyasi, Tarihi, Edebi
Dr.Vasfi GÜSAR
Demokrasinin en mühim davalarından biri fertlerin, şahısların
hürriyetini sağlayıp korumaktır.
Demokrasi çoğunluğa dayanmaktan ziyade ve hatta çoğunluğa karşı azınlığı ve fertleri himaye eden bir rejimdir.
Diktatörlük, istibdat devirleri hiç bir
zaman ferdin hürriyetini korumamış daima azınlığı çokluğa
veya çokluğu azınlığa hakim kılmış ve bu suretle istibdat idaresini kurmuştur. Diktatörlük,
şeflik devirlerinde Demokrasi,
tabiatiyle lâftan, hayalden ileri
gidemezdi. Bizde de inkılaplar,
istihaleler hep sathi geçmiş halkın iç tabakalarına, hatta şehirlerin tamamına nüfuz edememiş
bir cilâ olmuş, bir bulut gibi gelip
geçmiştir.
Bütün tarih boyunca memleketimizde muhtelif partilerin memleketin iyiliği için en temiz niyetlerle
çalıştıklarını iddia ettikleri devirlerde dahi hürriyet ve demokrasinin mevcut bulunduğunu iddia
etmek kabil değildir. Demokrasi
halkın kendi kendini idaresi diye
tarif edilen bir idare şekli olduğuna göre, insanlara hürriyet ve
saadet sağlayan bir rejimdir.
Bilindiği gibi devlet hakimiyet şekilleri monarşi ve cumhuriyet diye
ikiye ayrılır. Monarşide hakimiyet
tek şahısta, cumhuriyet devrinde
hakimiyetin sahibi birden fazla
şahıstadır. Cumhuriyet idarelerinde devlet, birçok şahısların
idaresinde olduğuna göre monarşi idareye nazaran daha mütekâmil bir idare şeklidir.
Ahmet Canbek Havjoko
Her yerde olduğu gibi Kafkasya’da
da kara ticareti, deniz ve nehir
ticaretinden daha evvel başlamıştır. Kafkasya yoliyle Asya’dan
Avrupa’ya ve Avrupa’dan Asya’ya ticaret kervanları geçerdi.
Deniz yollarının keşfinden daha
evvelki asırlara ait Kafkasya madeni mamulâtının birçok memleketlerde yer altından meydana
çıkarılması, Kafkasya’nın diğer
memleketlerle çok eski zamanlardan beri kara ticareti yaptığını isbat eder. Kafkasya menşeli
madeni mamulâtın nümuneleri
asari atika kazıcıları tarafından
yalnız küçük Asya’da değil, Avrupa memleketlerinde hattâ
Ural’da ve Ural arkasındaki ülkelerde dahi meydan çıkarılmıştır.
Bununlar beraber tarihi devirlerde
Kafkasya’da kara, nehir ve deniz
yolları gibi ticaret münasebetlerinin hepsi hakkında malûmat
mevcuttu. Umumiyetle bu kara,
nehir ve deniz yollarının her
üçünden de istifade edilmekte
idi. Başlıca ticaret yolu, her zaman olduğu gibi yine Karadeniz’den ibaret olarak kalmıştır.
Eski Roma bilgiçlerinden Plinius’un
sözlerinden, Argonaut’lar (Argo
Cumhuriyet idareleri hakimiyetetesahüp eden şahısların mahiyetlerine nazaran ya aristokratik
veya demokratik olarak iki şekil
gösterir:
Aristokratik devlette muayyen ve asil
bir sınıf veya servet, bilgi, yaş
gibi çeşitli sebeplere dayanan
bir idare olduğu halde, demokraside muayyen bir sınıf ve saire
yoktur. Ve doğrudan doğruya
halkın hakimiyeti esasına istinat
eder. Yani demokraside hakimiyeti elinde tutan millettir, halktır.
Demokraside halk milletvekilleri vasıtasiyle temsil edilir. Doğrudan doğruya talk tarafından
intihap edilen bir meclisi, veya
Millet Meclisiyle beraber bir kısmı hükümet ve devlet başkanı
tarafından seçilen bir de Ayan
Meclisi bulunur. Her iki meclisin
vazifesi kanunlarla tesbit edilmiştir. Fakat asıl temsil Millet
Meclisi’ne aittir.
İnsanların doğuşlarında bazı dokunulmaz haklara sahip oldukları
bütün medeni dünyaca kabul
edilmiştir. Bunda, ferdin topluluğa, azlığın çoğunluğa, zaifin
kuvvetli olana karşı savunması
fikri büyük rol oynamıştır.
Hürriyet ve Demokrasi, devletlerde,
medenî milletlerde her şeyden
üstün tutulmuş kudsi bir varlık
olarak tanınmıştır. Hatta hürriyet;
demokrasiden de daha önemli
telâkki edilmiş ve hürriyetle demokrasinin ayrı ayrı şeyler olmadığı tebarüz ettirilmiş ve devletler; teşkilâtı esasiye kanunlarına
koydukları maddelerle bunu
teyit etmişlerdir. Hatta Amerikalı hakimler tesadüfi olarak iş
başına gelen bazı hükümetler
tarafından memlekette tatbikine
kalkınacak ve yeltenecek antidemokratik kanunlara karşı memlekette hürriyet ve demokrasinin
gemisiyle Kafkasya’daki altın
postu almaya giden Yunan kahramanları) zamanına kadar Karadeniz’de, bilhassa Marmara ve
Boğaziçi ahalisinin seyrüsefer
yaptıkları anlaşılıyor. Hakiki bir
ile iki defa olarak Karadeniz’e
açılan, Argonaut kahramanlarından Yazon olmuştur. Şu kadar
var ki ancak Kafkasya sahillerinde (MÖ. VI. – VIII. asırlarda)
Yunan müstemlikeleri (koloni)
tesis edildikten sonradır ki, Karadeniz mühim su yolarından biri
halini aldı. O zamandan itibaren
Karadeniz’i Doğu memleketleriyle bağlayan bir başka ticaret
yolları da meydana geldi. Bu ticaret yollarından en çok kullanılanı, Avrupa’dan Hindistan’a
giden yol adını verebileceğimiz
ana hatır. Bu yol, Karadeniz’den
gelen Yunan gemilerinin Kafkasya’ya yaklaştığı Rion nehri
mansabından başlardı. Oradan
ticaret malları kayıklarla Rion ve
Kvirili nehirleri tarikile Şarapana’ya sevkolunurdu. Yunan coğrafya âlimi Strabon’un rivayetine
göre Şarapana o zamanlar hem
şehir, hem de müstahkem bir
kale imiş ve mallar kara yoluyla Kura nehrine kadar buradan
nakil olunurmuş. Hatta Strabon
Şuran dağlarından aşan bu kara
yolundan Kura nehrine beş günde gidildiğini bildiriyor. Kura
nehrinden itibaren yine kayalıklarla Hazer denizine, oradan
da Oxus (Amuderya) Bakterya
(Belh) yoliyle Hindistan’a varılırdı. (1)
Ayrıca Uzak Şark’a giden bir kolu
daha olması lâzım gelen bu Hindistan yolu, yalnız Avrupa’dan
Asya’ya değil, Asya’dan Avrupa’ya da mal ihraç edilmesine
yarıyordu. Plinius, Romalıların
Şarapana’daki ticaretlerinden
yüzde yüz nisbetinde fayda temin edildiğinden bahsettikten
sonra, bu ticaret yüzünden Roma’da; altının son derece azaldığını da ilâve etmektedir. Onun
verdiği malûmata göre her yıl
Şarapana’ya yüz milyon altın
(sestler) gönderiyormuş ki bundan da Roma dış ticaretinin ihracatın ithalâttan az bulunmasiyle
passif ve açık olduğu mânasını
çıkarabiliriz.
Ayrıca Kuzey kafkasya’da muhtelif su
ve kara ana yolları kuzeye doğru
da uzanıyor. Bu yollar da Hindistan’a ve Uzak Şark’a gitmekle beraber daha ziyade kuzey
memleketleriyle ticaret münasebetlerini temin ediyordu. Bu
Kafkasya Çemberi
Kuzey Kafkasya, dünya tarihinde pek
çok dönem pek çok defalar insanın merak ve ilgi alanına girmişti. Homeros da, eski çağlardan beri pek çok antik edebiyat
el yazmacısı ve pek çok filozof
gibi Kafkasya’yı dolaşmış, görüşlerini yazmıştı. Pek çok seyyah ve kurnaz köle avcısı tüccar;
Kafkasya’nın gizemli, büyülü,
efsunlu bir coğrafya olduğunu
dillendirmişti. Kafkasya’yı gezmiş George İnteriano gibi pek
çok Venedikli, İtalyan, Avrupalı,
Yunalı, İranlı, Arabistanlı, Çinli,
Rus ve Evliya Çelebi gibi kişiler
değişik bilgiler edinmişlerdi;
hem coğrafya üzerine, hem de
coğrafyanın insanları ve ilişkileri
üzerine. İnsanıyla, doğasıyla, dilleriyle, yaşam tarzıyla, giyim-kuşamları, aile-konuk ilişkileriyle,
tarihte pek çok defa pek çok
kimseye durak olmuştu Kafkasya. Mitolojisiyle, insanıyla, insanının asi ve asil yanlarıyla tanışmışlardı. Onlarca kavmi, yüzü
aşkın dilleriyle; halklar, dinler,
diller diyarı bir coğrafya. Tarihsel
önemi üzerine dünyada pek çok
araştırmacı ve pek çok kimse
için bitmez tükenmez kaynak...
Antik çağdan, orta çağa hep
gündemde kalmıştı. Ardından
da on beşinci yüzyılda başlayarak yine dünyanın gündeminde
düşmedi hiç. Yüzlerce yıl süren
yurt ve vatan savunmasıyla özgürlük savaşlarına, başkaldırı ve
direniş geleneklerine; destanlara, öykülere konu olmuştu.
Büyü, efsane, efsun, sır ve gizler
diyarı bir coğrafya.
Tarihte Kafkas-Rus savaşlarıyla Batı
Avrupa’da ve bölgesinde hep
gündemde olmuştu. Her çağda böylesine gözler önündeki
konumuna rağmen Türkiye’de
aydınlar, yazarlar ve geniş halk
kitlelerinin Kuzey Kafkasya üzerine, bilgileri sınırlı, hatta yok
denecek kadardır. Uzun yıllar
Türkiye’de Kafkasya denilince
bu coğrafyanın yeri bile hep bu
günkü Ermenistan ve Azerbaycan toprakları tarafları olarak
bilindi. Oysa tarihte tüm uzmanların ortak görüşleri; o bölge-
Kafkas Tarihinden Yapraklar
ye Transkafkasya deniliyordu.
Yani Kafkas ötesi... Kafkas ötesi coğrafya toprakları pek çok
Türkiyeli aydın, yazar ve geniş
kitleler tarafından Kafkasya diye
dillendirildi.
Kuzey Kafkasya insanlarının, tarihleri, dilleri, yaşam şekilleri, Osmanlı ve Anadolu’daki halklara
ve komşularıyla ilişkileri; Anadolu’ya nereden ve neden ve ne
zaman geldikleri konusunda hemen hiç bilgileri yoktu Türkiyeli
geniş kitlelerin. Yakın zamana
dek bu böyleydi? Hala da pek
fark edilmemiştir. Kafkasya ta ki
1989’da Sovyetler dağıtıldıktan
sonra, bölgede çıkan çatışma ve
savaşlarla Türkiye insanlarınca
keşfedildi. İlk defa 1992’de Abhaz-Gürcü savaşıyla gündeme
gelmişti. Ardından 1994’teki Çeçen-Rus savaşıyla. Acıdır. Savaş
ve katliamlar, ölümler, emperyalist işgaller Kafkasya’yı Türkiye
gündemine soktu.
İşte böylesi savaşın, sürgünlerin,
ölümlerin, emperyalist işgalin
başladığı bir süreçte gündeme
giren Kafkasya üzerine toplumda öyle ya da böyle, eksik-gedik,
yalan-yanlış-yanlı bilgilendirme,
doğrusu bilgisizleştirilmeyle
gündem oluşturuldu.
Çiviyazıları arasında yayımlanan Kafkasya Çemberi adlı kitapta Nur
Dolay, dönemi gözlemlemiş,
gezi notlarını, anı-anlatı-gözleme dayandırmış. Nur Dolay’ın
bu çalışması savaş sonrası,
Türkiyeli okurlarla buluşmuş
çalışmalardan biriydi. Okurlara bir görüş, bir bakış vermesi
açısından önemli bir çabaydı.
Nur Dolay, “Soçi’denGrozni’ye Bir
çizgi” ile: “Soçi Kafkasya’nın giriş
kapısı. Aynı zamanda çıkışı… On
dokuzuncu yüz yılda yüz binlerce Kafkasyalının ülkelerine veda
ettiği liman kenti. Ve neredeyse
tümüyle yok olan Ubıh Halkı’nın
anayurdu. Onlardan birinin torunu olarak” sözlerine başlamış.
Coğrafyanın, kentlerin, insanların
ilişkilerinden söz ederken, bölge
üzerine görüşlerini dillendirmiş.
Aralık/1948 tarihli İnsan Hakları Beyannamesi bunun açık
bir teminatıdır. Bu beyannamede insan haklarına ve ana hürriyetlerine bütün dünyaca saygı
gösterilmesinin temini üye devletlerin teahhüt altına almış olduğu yazılıdır.
Ayrıca 28/Aralık/1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
mukaddemesinde de Avrupa
Konseyine girmiş devletlerin insan haklariyle temel hürriyetlerin, adaletin dünya sulhünün temelini teşkil ettiği belirtilmiştir.
Türkiye’nin, gerek Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nın ve gerek Avrupa
Konseyi’nin bir üyesi olmak sıfatiyle bu beyanname ve sözleşmelere katılması suretiyle insanlığa ve dünya sulhuna hizmeti
şiar edinmesi insanlık tarihinde
takdire değer bir hareket olmakla kalmamış Türkün asil ve necip
hislerinin birer ifadesi de olmuştur.
TDK sözlüğünden:
İstihale: Biçim değiştirme, başkalaşma
Sathi: Yüzeysel
Mütekâmil: Olgunlaşmış, gelişmiş
Tesahüp: Benimseme, sahip çıkma
İntihap: Seçma, seçim
Tebarüz: Belirme, görünme
Mükellef: Yükümlü, eksiksiz - özenli bir biçimde yapılmış
Telâkki: Anlayış, kabul etme, sayma
Hafi: Gizli, saklı
meskûn bir topraktan geçtiğini
kaydetmektedir.
Yukarda bahsi geçen baş yollardan
başka mahalli ehemmiyeti haiz
birçok diğer yollar da vardır. Bugünkü Abhazya dahilinde olup
Yunanlılara ait mühim bir ticaret
merkezi olan Dioskuria’dan Kafkasya dağları üzerinden kuzeye
bu yol giderdi. Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan ve Kuzeykafkasya ticaret merkezleri, mahallî yollar vasıtasiyle birbirine
bağlanmışlardı. İç Kafkasya yollarının ekserisi yalnız yüklü hayvanların geçmesine elverişli idi.
Düz yerlerde ise ancak yağmursuz ve kuru mevsimlerde araba
nakliyatına imkân verirdi. Onun
için, Ermeni müverrihi Papas
Magaki’nin rivayetleri bizi hayrete düşürmemelidir. Bu müverrihe göre Moğollar Kafkasya’yı
zaptettikten sonra Gürcistan, Ermenistan ve Azarbeycan halkını
(Araba ile rahat geçebilmek için)
dağları ve tepeleri yıktırıp düzeltmeye mecbur etmişlerdir. (2)
(1) A. Eritsoy - İstoriçeskiy ocerk torgolıh
putey soobşeniya v drevnem Zakafkazii (Sborniksvedeniy o Kafkazye II,
Tiflis 1871)
(2) Monah Magaki-İstorya Naşestviya strelometateley. St. Petersburg 1870
Asari atika: Antika
Tarik: Yol
Turabi
Saltık
[email protected]
1989’da dağıtılan Sovyetlerden
sonra Kafkasya’da Çerkeslerin
oluşturduğu çok önemli kurumlar doğmuştu. Bu kurumlar,
tarihten gelen geleneksel Kafkas-Rus savaşlarının sonuçlarından günümüze derin çelişkilerin
çözülememesi üzerine, düşünce
üreten kurumlardı. Kafkasya,
Kafkas halklarının ortak evidir.
Bu Ortak Ev’in geleceğine, insanının geleceğine yönelik çözüm
arayanların, çözüm üretebilme;
çözümlerini, çözümsüzlüklerini,
sorunlarını aşma çabası sürdüren kurumlardı. O zamanlar ilk
defa oluşturulan bir kurum da
başkanlığını Boris Akbaş’ın yaptığı Dünya Çerkes Birliği idi.
Nur Dolay, Kafkasya Çemberi adlı
kitapta Boris Akbaş’la görüşmesini, ona yönelik değerlendirmesini şöyle anlatıyor: “Boris
Akbaş ilkin kuşkuyla kim olduğumuzu anlamak için çeşitli sorular soruyor, basın kartını görmek
istiyor. Sorgulamasını bir yere
kadar doğal karşılıyorum, gazeteciyi gazeteci yapan basın kartı
olması da Akbaş için çok önem
taşıdığı anlaşılan ve o olmazsa olmaz kartı çıkarıyorum çantadan
ama Akbaş’ın kuşkuları yinede
dağılmış değil, bu kez de Paris’te
başka tanıdığım Çerkesler olup
olmadığını, telefon numaralarını
vermemi söylüyor. Henüz kendisiyle bir şey konuşmuş herhangi
bir şey istemiş değiliz, neden bu
tür referanslara gerek olduğunu
anlayamıyorum. Zaten referans
olacak bir ad da yok Paris’te. Tanıdığım bir iki Suriyeli Çerkes var
ki onlarda faşist kafalı bağnazlar
olduğu için aramızda hiçbir yakınlık doğmamıştı.” Karşılaştığı
bu ve benzer pek çok konuyla,
yaşadığı olayları, gördüklerini
gazeteci diliyle anlatmış.
Kafkasya Çemberi, Sözün Anlamını Yetirdiği Yer... Nur Dolay. Çiviyazıları,
İstanbul.
Mart 2015
5
GÜNCEL
Seçimler Miladımız Olmalı
1. sayfada yayınladığımız çağrı ve talepleri onaylıyorsanız www.cerkeslervegenelsecim.com
sitesinde imzalayabilir ya da [email protected] adresine onay maili gönderebilirsiniz
AKP, CHP ve HDP’ye teslim edildi
Çağrı, talep ve ilkeler dosyası AKP, CHP ve HDP’ye teslim edildi.
Genel seçimlerle ilgili olarak yapılan çalışmalar kapsamında TBMM’de grubu bulunan siyasi partilerden AKP, CHP ve
HDP grupları ziyaret edildi. AKP Grup Basın Müşaviri İrem Sarp, CHP Grup Başkanlığı Danışmanı Şafak Akça,
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile görüşüldü. Çerkeslerin 2015 Haziran Genel Seçimleri ile ilgili çağrı
metni, talepleri ve milletvekilliği adaylığı ilkeleri teslim edilirken, taleplerin partilerin seçim bildirgelerinde yer
alması talebi sözlü ve yazılı olarak iletildi.
Talep sonucu HDP İstanbul İl Merkezi’nde bir görüşme gerçekleştirildi.
MİLLETVEKİLİ ADAYLIĞI İÇİN İLKELERİMİZ
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Çerkes olarak, varlığımızın ve kültürümüzün resmi düzeyde
tanınması,
Dilimizin ve kültürümüzün asimilasyona karşı korunması için
başta anadilde eğitim hakkı olmak üzere kültürel ve demokratik
haklarımızın verilmesi,
Mevcut kültürel değerlerimizin kayıt altına alınabilmesi, korunabilmesi ve gelecek nesillere aktarılabilmesi için gerekli bilimsel
çalışmaların yapılması, bunun için ilgili bakanlıklarca bütçelerin
ayrılması,
28 Şubat 2015 itibarı ile imzacılar listesi
A. Kadir Polat/
İstanbul, A. Seda
Berzeg/İstanbul,
Ahmet Cevat Benk/
Ankara, Ahmet
Hartoka/Antalya,
Ahmet Özel/İstanbul, Akın Bal/İstanbul, Atay Ceyişakar/İstanbul, Aydın
Özdemir/Sakarya,
Ayfer Aslan/İstanbul, Aylin Yıldırım/
İstanbul, Bahar Güzelce/Bursa, Belgin
Balci/Bursa, Berkay
Aksu/Balıkesir,
Berna Cuğ/Kayseri,
Berrin Tekdemir,
İstanbul, Bilal Babaoğlu/İstanbul, Bü-
lent Aydemir/Bursa,
Bülent Erkılıç/İstanbul, Canberk Apiş/
İstanbul, Cankat
Acı/İstanbul, Cemal
Demirok/İstanbul,
Cemile DündarAnkara, Cevdet Yılmaz/Gönen, Cezri
Ertuğ/Mersin, Ela
Bulut/Bursa, Elif Setenay Demirkol/İstanbul, Emel Bezek/
Bursa, Ergün Özgür/İstanbul, Ertuğrul Çeçen/İstanbul,
Eylem Akdeniz/
İstanbul, Eyüp Baloğlu/Samsun, Ezel
Akay/İstanbul, Farit
Altınyollar/Muğla,
Ferdane Kılıç/Bursa, Ferhat Açıkgöz/
Sivas, Feridun Büyükyıldız/Ankara,
Filiz Çelik/Bursa,
Handan Demiröz/
İstanbul, Harun
Taş/İzmir, Hatko
Erol Anar/ Hava
Karadaş/İstanbul,
Hazar Taştemel/
İstanbul, İbrahim
Esen Mandacı/Bursa, İlkay Kanbul/Sivas, İnci Hekimoğlu/İstanbul, İrfan
Elmas/Çanakkale,
Jan Paçal/Ankara,
Janberd Dinçer/İstanbul, Janset Özen
Aytemur/Antalya,
Seçim Bildirgeleri
Çerkeslerin taleplerinin partilerin seçim bildirgelerinde yer alıp almaması önemli midir?
Elbette ki.
Siyasi partilerin tüzükleri aynalarıdır aslında. Siyaseten bir tavır alınacaksa buraya bir bakmak gerekir. Genel-geçer lafları, insanların duymak
istedikleri lafları çok söyler siyasetçiler. Ama sözler uçar/uçtu bugüne
kadar ama yazılar kaldı. Tabi ki deneyimler de birer örnek olarak ders
çıkarmamız için göz atılmasını bekler durumda.
Bugüne kadar TBMM kürsüsünden Çerkes sorununa dair çok az şey
söylendi. Olağanüstü olaylar nedeniyle; 1922-23’lerde Gönen-Manyas sürgünü, Kafkasya’daki savaşlar vb. gibi. Demokrasi sorunu olan
kimlik sorununda, kimlik zenginliğine sahip bir ülke meclisinde her
kimlik özelinde bu kadar az laf edilmesinin nedeni demokrasinin
ülkedekidurumu ile yakından ilgili. Temel sorunlara dair o kadar az
ilerleme var ki arada atılan göstermelik gaz alıcı ileri adımlar arşa yükseltiliyor. AB müktesebatı gereği atılan demokratik adımlar “bugüne
kadar yapan oldu mu” yaklaşımı ile abartılıyor.
İnsanlığa karşı, nefret, ırkçılık, ayrımcılık, şiddet suçu işlememiş olmak,
Demokrasiye, insan haklarına ve çok kültürlülüğe saygılı,
Çerkes kimliği ve kültürüne dair talepleri öne çıkaracak ve her
zeminde savunacak,
Hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı ilkelerine saygılı,
Diğer halklara saygılı: Halkların eşitlik, özgürlük ve dostluğu
için çalışan,
Ezilen, ötekileştirilen bütün kimliklerle dayanışma gerekliliğini
savunan,
Eşitlik, özgürlük ve adaleti temel alan demokratik anayasa yapılmasını savunan,
Devletin laikliğini savunan ve bütün inançlara eşit mesafede
duran,
Çağdaş, laik eğitim politikalarını savunan, sınavsız, parasız,
eşitlikçi eğitime evet diyen.
TALEPLERİMİZ
•
Yaşar Güven
•
•
•
•
Anavatan Kafkasya ile sürgün dolayısıyla kopartılan tarihsel
bağlarımızın daha güçlü kurulabilmesi için çifte vatandaşlığımızın önündeki engellerin kaldırılması,
Çerkesler’in 19. yüzyılda yaşadıkları soykırım ve sürgünün tescili,
Abhazya’ya doğrudan ulaşımın sağlanması,
Abhazya’nın bağımsızlığının tanınması,
Güney Osetya’nın bağımsızlığının tanınması.
1994 ve 1999 savaşları sonrası Türkiye’ye gelen Çeçenlere mülteci
statüsü verilmeli, insanca yaşam koşulları sağlanmalı, faili meçhul cinayetler aydınlatılmalıdır.
Kadir Canbek/İstanbul, Kuban Kafkas/, Mamış Metin/
İstanbul, Mansur
Balcı/İzmir, Mehmet Emin Yaşar/
İstanbul, Mehmet
Eser/Bursa, Melih
Dalkılıç/İstanbul,
Meryem Öztürk/
Samsun, Metin Arlı/
Ankara, Mevlut
Atalay/Ankara, Muhammet Aydoğan/
Manisa, Mümtaz
Mert Tekdemir/
İstanbul, Murat
Yaş/Kayseri, Musa
Albayrak/İstanbul, Mustafa Yiğit/
Düzce, Mypat Thatel/Adana, Nadir
Yamaç/K. Maraş,
Nart Mert Atalay/
İstanbul, Nermin
Aygün/Ankara,
Nesren Şamil Kanşat/Samsun, Nevzat
Tarakçı/K. Maraş,
Nurettin Aytemur/
Antalya, Nurşen
Demir/Bursa, Ömür
Atay/İstanbul, Özer
Kalafat/İstanbul,
Remzi Yıldırım/
İstanbul, Ş. Çetin
Akgül/Hatay, Şamil
Jane/İstanbul, Sefik
Özdemir/Diğer,
Selçuk Sol/Sakarya,
Selim Babaoğlu/
İstanbul, Serap
Canbek/İstanbul,
Servet Baycan/İstanbul, Sevda Alankuş/İstanbul, Sevgi
Kambek Taşveren/
Kocaeli, Şeyma
Kanbek/İstanbul,
Sibel Baykal/Kocaeli, Songül Süren/
Istanbul, Songül
Tekin/Ankara, Suna
Hartoka/Antalya,
Tayfur Akoy/İnegöl,
Tuğçe Edizgil/İstanbul, Turgut Aydın/
İzmir, Ümit Dinçer/
İstanbul, Ümit Örten/Muğla, Vedat
Meker/İstanbul,
Yaşar Güven/İstanbul, Yelkan Kozok/
Antalya, Yılmaz
Bedir/Kayseri, Zafer Süren/İstanbul,
Zehra Doğan/İzmir,
Zeki Ertuğ/Antalya.
Çerkes, Gürcü, Laz, Ermeni, Alevi, Pomak, bütün kimliklerin sözcüklerini
içererek kurulacak cümleler, onların özel sorunlarının altını çizen ve
çözüm öneren ve bu cümlelerin seçim bildirgelerine girmesi kıymetlidir. Bir sözdür. Direk bir sözdür. Genel geçer demokrasi lafları, ileri
demokrasi lafları yerine somut birşeydir. O kimliğe dokunmaktır, “senin gerçekliğini biliyorum ve önemsiyorum ve dikkate alıyorum ve ilgileneceğim” mesajıdır. Parti üzerinden bütün Türkiye kamuoyunun
bilgilenmesini, kulak vermesini ve ilgilenmesini sağlamaktır. Kamu
ile paylaşımın önemi çok kıymetlidir kısaca. Ve kimlikler bu kozu
kullanmalıdır açıkça. Talep etmelidir, seçim bildirgelerinde kendi kuracakları cümlelerle yer almayı. Seçimlerde oy verme ölçeği olmalıdır
bu durum. Kuru kuruya herhangi bir partiden aday adayı olanları çok
gördük. Kimlikleri her ne olursa olsun, vekil oldukları andan itibaren
tek seçici parti liderinin ve parti tüzüğünün çerçevesi içine sıkışıp
kalanları çok gördük. Tam bu noktada 17 kez genel seçim yapıldığını
hatırlayalım. Çeşitli partilerden seçilen Çerkes milletvekillerini de alt
alta sıralayabiliriz. Sonuç?
Taleplerimize seçim bildirgesinde yer veren ve en geniş toplumsal uzlaşmayı temsil edebilecek şekilde Çerkesler tarafından işaret edilecek
vekil adaylarının seçilmesidir önemli olan. Seçim bildirgesine sahip
çıkmak zorundadır parti ve o partiden seçilecek Çerkes vekilin/vekillerin mücadelesi bir adım önde başlayabilecektir.
Kısa ve öz, şimdi yine talep konusunda herhangi bir yaklaşımları olmadan -kendi ağızlarından çıkacak lafları 17 seçimdir duyuyoruz,
partilerin seçim bildirgelerinde ne olacağını söylemeliler- çeşitli
partilerden aday adayı olanlara, Çerkes kimliğimle oy vermeyi hiç
düşünmem. Altını çizerek, kişiliklerinden bağımsız olarak Çerkes kimliğimle sandık başında olacağımdan hareketle böyle davranacağım.
Belirttim, 17 seçim pratiği var arkamızda.
Taleplerimizi, dertlerimizi önemseyen, seçim bildirgesine koyan/koyma
sözü veren, bu çerçevede Çerkeslerin işaret edeceği adaylara listelerinde yer açan, tabi ki göstermelik sıralar değil söz konusu edilen,
partiler birkaç adım önde olmalı tercihlerimizde.
Bunu yapacak parti yoksa, çözüm farklı bir inisiyatif geliştirmek olacaktır
doğal olarak. Sınırlı kamuoyu yaratabilecek, büyük olasılık biçimsel
kalacaktır. Yani çok daha geniş bir kamuoyu ile Çerkes sözcüğünü
paylaşabilmek ve bir vekil de olsa Çerkes kimliği ile meclise göndermek yerine daha sınırlı bir pozisyona evet demek olan bağımsız
adaylık meselesi. Tabi ki sonuçta gerekli olan oyun kimlerden ve nasıl
isteneceği meselesi de kendiliğinden ittifak konusunu gündeme getirecektir. Tabi ki sonuçta seçilmek gibi bir amaç varsa.
Jıneps’te Partilerle Söyleşiler
Son iki sayımızda CHP’den Mehmet Bekaroğlu ve HDP’den Selahattin
Demirtaş ile söyleşi yaptık.
Özellikle kimliğe dair genel ve özel sorularımızı herbirine sorduk. Okuyucularımız ve Çerkeslerin ve kimlik sahibi herkesin, demokrasi daha
fazla demokrasi diyen herkesin verilen yanıtlardan gerçek niyetin ne
olduğunu anlayabilmelerine yardımcı olmak istedik. Hep beraber
ezberlerimizi bozup parti yandaşlığı yerine kimlik yani demokrasi
yandaşlığı yapmak için sorduk bu soruları. Anadili, kimliğe dair
demokrasi yaklaşımlarını, özelimizde Abhazya’yı, Güney Osetya’yı,
sürgünü, soykırımı, çifte vatandaşlığı sorduk. Yanıtların, seçimlerde
oy verme ölçümüz olması gerekmez mi?
Anayasa Giriş Örneği
“Din, dil, ırk, inanç, mezhep ve cinsiyet ayrımının olmadığı, eşit ve ekolojik bir toplumda adalet, özgürlük ve demokrasinin tesisi için. Demokratik toplum bileşenlerinin siyasi-ahlaki yapısıyla birlikte çoğulcu,
özgün ve ortak yaşam değerlerine kavuşması için. Kadın haklarına
saygı ve çocuk ile kadınların haklarının kökleşmesi için. Savunma,
özsavunma, inançlara özgürlük ve saygı için. Bizler demokratik özerk
bölgelerin halkları; Kürtler, Araplar, Süryaniler (Asuri ve Arami), Türkmenler ve Çeçenler olarak bu sözleşmeyi kabul ediyoruz”.
Rojava Toplumsal Sözleşmesi’nin girişidir bu paragraf. Orada anılan
Çeçenler, Işid saflarında amaçsızca savaşanlar değil elbette, Suriye
topraklarını ikinci vatan kabul eden, Işid’e karşı öz savunmalarını birlikte yaşadıkları halklarla birlikte yapan ve eşitler olarak masada olan
Çeçenler. Böyle bir girişin altına imza atan parti olur mu Türkiye’de?
Hoşgeldin Ferhat Kentel
HDP’den 8 dilde soru önergesi
Halkların Demokratik Partisi
(H DP) Ma rd i n
Milletvekili Gülser Yıldırım, tehlike altında olan dillerin durumlarına değinerek, 8 farklı
dilde dillere ilişkin hükümet
politikalarını sordu.
Yıldırım, Türkiye’de 18 dilin tehlike altında olduğunu belirterek, hükümetin evrensel
normlara uygun düzenlemeler yapmadığını söyledi
ve “AKP iktidarı kendinden
önceki tekçi, inkarcı, asimilasyoncu ulus-devlet anlayışına dayalı resmi ideolojiyi
devralmıştır” dedi.
Türkiye’de başta Kürtçe olmak
üzere Gürc üce, Adıgece,
Hemşince, Lazca, Pontusça, Süryanice, Domanice,
Abazaca, Ermenice, Rumca,
Arapça, Çeçence, Acemce,
Mıhallemice, Pomakça gibi
dillerin tehlike altında olduğuna vurgu yapan Yıldırım,
“UNESCO’nun yayımladığı rapora göre yakın bir zamanda Türkiye’de üç dil yok
oldu, 18’i de tehlike altındadır” diyerek Davutoğlu’na şu
soruları yöneltti:
Ax şultonutho monoy politiqi
dilxun metul nutoro
wşuşoto wmaqblonutho
dleşone mşahlfe
dab’Turkiya?
туркием шыпсэурэ
бзэхэр ажъгъэдэным
фэщкъ, жъгъэгъунэу
жъгъэбэгъоным фэщкъ
сыды фэдэ гъогу
шъурик1он рары?
(turkiyem şıpsewure
bzexer yajüğedenım feşkg,
jüğeğunew jüğebeğonım
feşkg sıdı fede ğogu
şüırik1on rarı?)
Ji bo kû li Tirkiyê zimanên ji hev
cûda bên nasîn, bên parastin
û pêşvebiçin polîtikayên
hukûmeta we çi ne?
Türkiye’de farklı dillerin
tanınması, korunup
geliştirilmesi için hükümet
politikalarınız nelerdir?
Turkıye na on çkva do
çkva nenapeşi oçinu,
oşinaxu do omçxwanu
şeni hukumethuri
politikapetkvani muperepe
on?
Ի՞նչ է ձեր կառավարութեան
քաղաքական մեթոտները՝
Թուրքիոյ մէջ զանազան
լեզուներուն ճանչցուելուն,
պաշտպանութեան և
զարգացման մասին։
Turkiye’is uriş uriş lizunerun
cançevuşin, bahvuşin
u soytsenevuşin hama
hukumati politikanered
inçer in? (imctv)
Bu sayı itibarı ile Ferhat Kentel’i Jıneps’ten takip edebileceksiniz. Talebimize olumlu yanıt verdiği için teşekkür ediyorum. Hoşgeldin Ferhat
Kentel.
Türkiye sayfamızı haber tekrarları yerine farklı bir içerikle hazırlamayı
uzun süredir konuşuyorduk. Adımlarımızı attık ve konuşmaktan
fiiliyata geçmiş olduk nihayet. Son sayılara kadar özverili emeği ile
sayfayı hazırlayan yayın kurulu üyemiz Tülay Taşyar’a da teşekkür
ediyorum.
6
“
Mart 2015
GÜNCEL
Rusya, Kafkas Savaşı Sırasında Rus İmparatorluğunun Çerkeslere Uyguladığı Soykırımı Tanımalı mı?
Rusya soykırım gerçeğini çoktan tanımalıydı
Radio Svodoba’nın St. Petersburg stüdyosunda 25.05.2011
tarihinde Viktor Rezunkov,
Türkçe’ye tercüme edilen ve
satışa sunulan “Kayıp Atlantis” adlı kitabın yazarı tarihçi
Yakov Gordin ile canlı yayında röportaj yapmıştı. Dinleyicilerin de sorularıyla katkı
sunduğu röportajı yayınlıyoruz.
-Viktor Rezunkov: Bugün Peter sbu rg st üdyosu nda k i
konuğumuz, yazar, tarihçi,
Zvezda dergisinin eş redaktörü Yakov Gordin.
20 Mart’ta Gürcü Parlamentosu,
Rusya İmparatorluğunun
1763-1864 yıllarıarasında
cereyan eden Kafkas Savaşı sırasında Çerkes halkına
soykırım uyguladığına dair
bir kararkabul etti. Bu savaş
sırasında Rusya’nın askeri
ve siyasi yönetimi, Çerkeslerin yaşadığı yerlerdeetnik
temizlik yapmayı planlamış
ve uygulamış, bu topraklara belli bir hedefe yönelik
olarak başka etnik grupları
iskan etmiş idi. Bu karar,
Kabardey-Balkar Parlamentosu’nun 7 Şubat 1997 tarihli “Rus-Kafkas savaşı sırasında Adıgelere, Çerkeslere
uygulanan rezil soykırım
olgusuna dair” kararına,
18 Ekim 1907 tarihli “Kara
savaşının kural ve yasalarına dair” Lahey konvansiyonuna, Birleşmiş Milletler
Teşkilatının 9 Aralık 1948
tarihli “Soykırımın önlenmesi ve cezalandırılmasına
dair ”konvansiyonuna ve
gene BM’nin 28 Temmuz
1951 tarihli “Sığınmacıların
statüsüne dair” konvansiyonuna dayandırılmaktadır. Bu sonuncu konvansiyon uyarınca Rus-Kafkas
savaşı sırasında ve ondan
sonra sürgün edilen Çerkesler, Adıgeler sığınmacı sayılmaktadır.
“Kabardeyler daha Yermolov döneminde, 1822
yılında onları kontrol
altında tutmak amacıyla
dağlardan dağ eteklerine sürülmüşlerdi. Kabardeylere asıl darbeyi
18. yüzyıl sonu ile 19.
yüzyıl başında nüfusun
üçte ikisini yok eden
veba vurdu”
Rusya İmparatorluğu’nun Kafkas savaşı sırasında Çerkes
halkına uyguladığı soykırımı ilk tanıyan ülke Gürcistan oldu. Bu kararın ne
gibi sonuçları olabilir? Rus-
ya’nın Çerkes soykırımını
tanıması gerekli midir? Rus
ordularının Kafkas savaşı
dönemindeki hareketleri
soykırım olarak adlandırılabilir mi? Bugün bu konuyu ele alacağız. Önce tarihlemeden ve terimlerden
başlayalım.
-Yakov Gordin: Kafkas savaşına dair her türlü tarihleme
görecelidir. Çeşitli zaman
sınırları vardır. Mesela, Dağıstan dağlılarının Rus ordularıyla ilk büyük çarpışmasının yaşandığı ve ardından
iki yıl süreyle cezalandırma
seferlerinin düzenlendiği I.
Petro’nun 1722 tarihli İran
seferinin başlangıç sayılabileceğini öneren bir bakış açısı vardır. 1722-23 yıllarının
bu son derece acımasız seferlerine Rusya’nın müttefiki
Ayuki hanın Kalmukları da
katılmış ve Kazaklarla beraber Dağıstan köylerini yakıp
yıkmışlardır. Çatışmaların
olduğu 18. yüzyılın 60’lı yıllarından başlanabilir. Çeçen
Uşurma’nın önderliğindeki
ilk büyük dini hareketin olduğu 1785 yılından başlanabilir. Ama ben, Eylül 1801’de
Gürcistan’ın Rusya’ya ilhakından sonra, Gürcü kökenli
ama Rusya’da eğitim görmüş
prens Pavel Dmitriyeviç Tsitsianov’un Gürcistan’a tayini
ve dağlılara, özellikle Lezgilere karşı ilk sistematik ve
aktif harekatlara başladığı
1802 yılını alt sınır olarak kabul etmenin daha doğru olacağı kanaatindeyim.
Üst sınır olan 1864 yılına gelince, burada iki önemli moment var. Birincisi 1859 yılı,
Şamil’in esir düştüğü, yani
Kuzey ve Doğu Kafkasya’da
savaşın sona erdiği tarih.
İkincisi, 1864 yılına kadar beş
yıl daha süren Kuzey Kafkasya’daki savaş. Bugünkü
konuşacağımız konu esas
olarak bu savaş olacak. Batı
Kafkasya, Adıge kabilelerince meskundu. Merkezi bir
yer işgal eden Kabardeyler
de bunlara dahildir. Askeri harekatların aktif bölümü
gerçekten de 1864 yılında
sona ermişti. Ama Rus düşün adamı, tarihçi Georgiy
Petroviç Fedotov, 1937 yılında “İmparatorluğun düşüşü”
adlı derin çalışmasında şöyle
diyordu: “Kafkasya hiç bir
zaman bütünüyle pasifize
edilmedi”. Mesela 19. yüzyılın 80’li yıllarında Kafkas
savaşının bir nevi kalıntısı
olan büyük Çeçenistan isyanı patlamıştı. Ama Kafkas
savaşının klasik dönemi 19.
yüzyılın 60 yılıdır.
-Kararda sadece Adıgeler ve
Çerkeslerden söz ediliyor.
Ama herhalde bütün Kafkas
halkları kastediliyor olmalı, Çeçenler, Asetinler, Ab-
hazlar, Dağıstan halkları?
-Hayır, Asetinler ayrı bir vaka.
Asetinler çoğunlukla Hıristiyan ve çoğu zaman Rusya’nın müttefiki.
1862-1864 yıllarında kimse Kabardeyleri sürgün etmedi,
Kabardeylar daha Yermolov
döneminde özellikle 1822 yılında onları kontrol altında
tutmak amacıyla dağlardan
dağ eteklerine sürülmüşlerdi. Kabardeylere asıl darbeyi
18. yüzyıl sonu ile 19. yüzyıl
başında nüfusun üçte ikisini
yokeden veba vurdu. Soykırımdan söz edince kastettiğimiz şüphesiz ki Adıge halklarıdır. Adıgeler, Çerkesler
zaten aynı şeydir, çünkü orada birçok büyük kabile, halk
mevcuttu; Şapsuğlar, Natuhaylar, Abazehler, Wubıhlar
vs. Adıgeler, söz konusu olan
onlardır.
“Sanıyorum ki, burada
önemli olan hukuki sonuçlardan ziyade, ahlaki
sonuçlardır. Rusya’nın
Gürcistan Parlamentosu bu kararı alana kadar
beklemesi çok ağırıma
gidiyor.”
- Adıgeler özellikle hangi olayları soykırım olarak adlandırıyorlar?
-“Kafkasya Rusya’ya neden gerekli idi? Hayaller ve Gerçek” adlı kitabımda “Çerkesya-Kafkas Atlantisi” başlığı
altında büyük bir bölümü
Çerkesya’nın akibetine ayırdım. Kuzeydoğu Kaf kasya’daki askeri harekata paralel olarak Karadeniz sahilinde de askeri harekat yapılıyordu, burası Batı Kafkasya
bölgesidir. Rus orduları çeşitli halklarla karşı karşıya
geliyorlardı, orada dağlıların
düzenli olarak saldırdığı bir
kaleler sistemi vardı, çünkü
bunlar Türkiye ile ticareti engelliyordu, bu ambargodur.
Yermolov döneminde askeri-ekonomik ambargo terimi
ortaya çıktı, Yermolov bunu
dağlılara karşı kullanmaya
başladı, Karadeniz sahili yönünden de bu Adıgelere karşı
kullanıldı. Kafkasya’nın, bu
hayvani Rusya İmparatorluğu’nun kimbilir hangi sebeple saldırdığı, barışçı, sakin,
munis insanlarla meskun
bir yöre olduğunu söylemek
mümkün değil. Şüphesiz ki
saldırgan taraf Rusya İmparatorluğu idi, ama Rusya’nın
bu baskısı belli ölçüde dağlıların akıncılık faaliyetleri tarafından kışkırtılıyordu. Bu
bir vakıadır, bunun dağlılara
karşı bir iftira ve aşağılama
olduğunu varsaymak doğru olmaz. Bu, kökü asırlar
ötesine uzanan bir gelenek
idi. Bu akınlara Gürcistan da
maruz kalıyordu. Mesela verimsiz Dağıstan için önemli olsa dabu, salt ekonomik
bir zenaat değildi, esas olan
şey, bunun bir askeri gelenek olmasıydı. Dağlı akına
katılmak, kendini göstermek
zorundaydı. Üstelik bu akın-
“Kanaatime göre gerçekten de Adıge halklarının soykırımı olarak
adlandırılabilecek bu
korkunç trajediyle sonuçlanmayacak bir uzlaşı mümkün idi”
lar her zaman komşu Rusya
sahalarıyla da sınırlı değildi,
birbirlerine karşı da akınlar
düzenlerlerdi. Kafkasya’da
sıklıkla kendi aralarında da
savaşırlardı. Ve Rusya’nın
bu askeri baskısının mucip
sebeplerinden birisi de akın
uygulamasına son verilmesiydi. Ve son kertede buna
da bir çare bulmak mümkün
olabilir, Yermolov’un uygula-
dığı acımasız metotlara baş-vurmadan da, müzakereler
yoluyla bir anlaşmaya varı-labilirdi.
1859’da Şamil’in esir edilmesinden sonra Batı Kafkasya’nın,
Çerkesya’nın fethinin aktif
fazı başladı. Adıge halklarının akibetine dair farklı
görüşlerin mevcut olduğunu söylemek lazım. Bir çeşit
uzlaşma yolu bulmak, doğal
olarak akın uygulamasına
son vermek gibi sıkı koşullarla da olsa, Çerkesleri dağlarda bırakmak gerektiğini
düşünen bir Rus general grubu vardı. Oralara yollar açarak ve dağlıların hayatını bir
ölçüde kontrol altına alarak,
sürgüne başvurmadan, köyleri yok etmeden. Müzakerelere dağlı halkların bazan
uzlaşmaya yanaşan, bazan
da yanaşmayan temsilcileri katılırdıve çok can yakıcı
ayrıntılar da olurdu. Mesela, bu meselenin çözüldüğü
1864 yılında Rusya’da kölelik
hukuku artık lağvedilmişti,
oysa Çerkesya’da kölelik hukuku yürürlükte idi ve Rus
makamları kölelerin serbest
bırakılmasını talep ediyorlardı. Çerkes aristokratları ise
doğaldır ki bunu kolay kolay kabul etmiyorlardı. Zira
bu durum bir ölçüde onların
ekonomik hayatının yapısını
tahrip ediyordu. Ama, gene
tekrarlayacağım, kanaatime göre gerçekten de Adıge
halklarının soykırımı olarak
adlandırılabilecek bu korkunç trajediyle sonuçlanmayacak bir uzlaşı mümkün idi.
“Adıgelerin çoğunun
ölümü Rus süngüleriyle olmadı, onlar sürecin
bir safhasında sahile indiler ve sahilde açlıktan
ve hastalıktan öldüler.
Aylar boyunca kadınlar,
küçük çocuklar, yaşlılar,
erkekler bu dar sahil şeridinde yaşadılar, hastalandılar, açlık çektiler ve
öldüler”
Kitabıma, Maykop’ta Çerkes
Kongresi liderleriyle yaptığım görüşmenin kayıtlarını
koydum, orada bu sorunu
ayrıntılı olarak tartıştık. Asıl
talepleri soykırımın tanınması idi. Öyle sanıyorum ki,
burada önemli olan hukuki
sonuçlardan ziyade, ahlaki
sonuçlardır. Ve Rusya’nın
Gürcistan Parlamentosu bu
kararı alana kadar beklemesi
çok ağırıma gidiyor.
Şimdi olgulara geçelim. Batı Kafkasya’yı, dağları dağlılardan
temizleme kararı alındı. Burada başrolü oynayan, en
sert tedbirlere taraftar olan
general Yevdokimov’dur. Ve
şu teklif yapıldı: Çerkesler
ya Kuban’ın ardına, Kazak
stanitsaları hattının arkasına
göç edecekler, ki Çerkesler
için bu korkunç bir şeydi (bir
kere sıkı bir kontrol altında
kalacaklardı, ikinci olarak da
onları, dağlıları düze iskan
edeceklerdi, bu onlar için hiç
alışık olmadıkları bir ortam
idi) veya Türkiye’ye gideceklerdi. Üstelik burada Türkiye’nin oynadığı rol kanaatime göre, ki bu sadece benim
kanaatim değil, bunu ortaya
atan ben değilim, iyi rollerden birisi değildi. Türkiye bu
süreci çeşitli şekillerde teşvik
etti ve sonuçta da taahhütlerini yerine getirmedi. Çünkü
malum olduğu üzere Adıgelerin çoğunun ölümü Rus
süngüleriyle olmadı, onlar
sürecin bir safhasında sahile indiler ve sahilde açlıktan
“Türkiye bu süreci çeşitli şekillerde teşvik etti ve
sonuçta da taahhütlerini
yerine getirmedi”
ve hastalıktan öldüler. Ve
gerçekten de bu devasa bir
felaket idi. Çünkü Çerkesleri Türkiye’ye taşıyacak gemi
sayısı çok yetersizdi. Aylar
boyunca kadınlar, küçük çocuklar, yaşlılar, erkekler bu
dar sahil şeridinde yaşadılar,
hastalandılar, açlık çektiler
ve öldüler.Nakil vasıtalarının
çoğunlukla Türk olan sahipleri, muazzam paralar talep
ediyor ve zavallı mültecileri
teknelere balık istifi gibi yığıyorlardı. Velhasıl ne taraftan
bakarsak bakalım, son derece nahoş bir hikaye.
-Bir insani afet. Bu kararın Gürcistan’da alınması size de
bir nevi tarih skandalı gibi
görünüyor mu?
-Evet, bu tabi ki paradoksal bir
durum. Ve bu kelimeyi ilk
telaffuz edenin Gürcüler
olması, parlamenterlerimiz
beni bağışlasın, aptalca ve
çok esef edilecek bir durum.
Üstelik bu tamamen siyasi
bir hareket. Gürcü ve Rus
yönetimleri arasındaki ilişkilerin durumunu biliyoruz
ve şüphesiz ki bu, herkesin
anlayacağı bir dille söylersek, Rusya’ya zarar verme
girişimidir. Çünkü Gürcistan Kafkasya’nın fethine çok
aktif bir şekilde katılmıştı.
Gürcistan’ın kendisi dağlı
akınlarından çok çekmişti.
18. yüzyılın sonunda Gürcü
kralları Rus imparatorlarına,
Katerina’ya, Pavel’e, ardından da Aleksandr’a, Gürcistan’ı himaye altına almaları
için defalarca ricada bulundular, ama bundan bir sonuç
alınmadı ve nihayetinde XII.
Georgiy doğrudan Pavel’e
başv u ra ra k Gü rc i st a n’ı n
Rusya’ya katılmasını istedi.
Ama burada bir nüans vardı,
hanedanı da muhafaza edilerek tam bir krallık olarak
katılmalıydı. Fiiliyatta Rusya
Gürcistan’ı dağlı akınlarına
karşı korumuş oluyordu. Ayrıca Gürcü krallığının parlak
dönemlerinde Gürcistan çok
güçlü ve savaşçı bir devletti,
Gürcü kralları ordularının
başında dağlılara karşı sefere
çıkar ve onları çok acımasız
bir şekilde tepelerlerdi. Gürcistan tarihin bir anından
itibaren Kafkasya’nın fethi
işinde Rusya’nın sadık bir
müttefiki olmuştu. Rus ordusunda Kafkasya’da savaşan
yetenekli Gürcü subayları,
generalleri, Gürcü milisi vardı. O zaman Batı Kafkasya’da
olup bitende Gürcü askerlerinin baş rolü oynadığını söyleyemeyeceğim, ama Gürcü
askerlerinin de bu harekatlara katılmış oldukları şüphe
götürmez.
Çok net bir bakış açım var. Rusya soykırım gerçeğini çoktan
tanımalıydı.Burada bir sürü
hukuki hileler olabilir, hukukçular bunun bir soykırım
olarak adlandırılamayacağını, çünkü soykırım sayılması
için hükümetin bu yönde bir
talimatının olması lazım geldiğini söylüyorlar. Bana göre
bu saçmalıktan başka bir
şey değil. Mesela 1915 yılında Türkiye hükümeti kendi
başıbozuklarına ve Kürtlerine Ermenileri yok etmeleri
yönünde hiçbir talimat vermiş değildir. Oysa yapılan
uygulamalara da karşı çıkmamıştı, hiçbir hükümet ka-
”
rarı mevcut olmadığı halde
Rusya, Ermeni soykırımını
tanımıştı. Yeri gelmişken, tamamen kanıtlanmış bir vakıa olmasına rağmen, Gürcistan’ın Ermeni soykırımını
tanımadığını da söylemeden
geçmeyelim. Üstelik Gürcistan’ın Ermeni soykırımını tanımadığı bu arka plan
üzerinde Çerkes soykırımını
tanıması olgusu, bana hiç de
inandırıcı ve yakışık alır gibi
gelmiyor.
“Batı Kafkasya’da olup
bitende Gürcü askerlerinin baş rolü oynadığını
söyleyemeyeceğim, ama
Gürcü askerlerinin de
bu harekatlara katılmış
oldukları şüphe götürmez”
-Yaygın bir söylentiye göre göç
kararını “gavurların” hakimiyeti altında yaşamak
istemeyen Çerkes liderleri
almış. Göçün amacı imha
değilmiş. Bu Rusya’nın resmi görüşü.
-O zaman Rusya’da kalan, Çerkes nüfusunun %8-10’udur.
Tabii, ben bundan da söz etmiştim, bu Çerkeslerin seçimi idi. Ama hangi şartlarda?
Atalarının asırlar boyu yaşadığı öz yurtlarını terk edip,
bataklık Kuban düzlüğüne
yerleşmeleri gerekiyordu
kibu onlar için zor bir şeydi...
General Fadeyev’in raporundan bir alıntı yapabilirim. Fadeyev, Kafkasya’nın fethinin
kararlı bir taraftarı idi, 1864
yılından sonra Çerkeslerin
iskan edildiği yerleri teftiş
etmişti. Onların içinde bulunduğu durumdan dehşete
kapılmıştı! Raporunda şöyle
yazıyor: “Ya bu insanları serbest bırakın veya onlarla alay
etmeye bir son verin”. Bunlar
çok zor durumlardı.
“Rusya, Ermeni soykırımını tanımıştı. Yeri
gelmişken, Gürcistan’ın
Ermeni soykırımını tanımadığını da söylemeden geçmeyelim”
-Basında, Gürcü Parlamentosu
milletvekillerinden Georgiy Tartladze’nin, Gürcü
Parlamentosunun ik inci
adım olarak Çeçen ve İnguş
soykırımı karar tasarısını
da kabul edeceğini söylediğine dair bir bilgi ortaya
çıktı.
-Eğer kastettiği 19. yüzyıl ise,
soykırım olmadı. İnguşlar ve
Çeçenler, Adıgelerden farklı
olarak, her iki tarafın da acımasız davrandığı bir savaş
olmasına rağmen, kendi yerlerinde kaldılar. Orada yer
değiştirmeler oldu. Rus generalleri halkları bir yerden
başka bir yere kaydırmayı
seviyorlardı. Çeçenleri defalarca bir yerden başka bir
yere iskan ettiler ama esas
olarak kendi arazileri içinde.
19. yüzyılda Çeçen ve İnguş
Mart 2015
soykırımı olmadı. Soykırım
meselesi Stalin dönemindeki
1944 dağlı halklar sürgünü
ile alakalı olarak gündeme
getirilebilir. Ama o zaman,
sadece Çeçen ve İnguşlar değil, başka halklar da sürgün
edilmiş ve sürgün sürecinde
nüfusun önemli bir kısmı hayatını kaybetmişti. Yani bu,
ciddi bir şekilde araştırılması
gereken ayrı bir bahistir. Zaten, kendisinin demokratik
bir devlet ve bir hukuk devleti olduğunu ilan eden günümüz Rusya’sının, mutlakiyet Rusya’sının veya Sovyet
iktidarının işlediği suçlardan
bahsedilirken hiçbir şekilde
gücenmemesi gerektiği kanaatindeyim. Ya mutlakiyet
ve komünist formasyonun
ideolojisi ve uygulamalarını
reddedecek ve gönül rahatlığıyla suça suç diyeceğiz, veya
kendimizi dünyada geçerli
medeni normlara göre yaşamayı uman bir demokratik
hukuk devleti olarak görmeye hakkımız olmayacak.
-Gürcistan’da kabul edilen bu
karara karşı Rus parlamenterlerinin tepkileri çok benzer.Devlet Duması başkanının uluslararası işlerden sorumlu birinci vekili Leonid
Slutskiy bu kararı “hukuki
bir saçmalık ve anlamsızlık” olarak adlandırdı. Rusya İmparatorluğunun bir
asırdır mevcut olmadığını
ve bu kararın kime karşı
ve hangi amaca yönelik olduğunun anlaşılamadığını
söyledi.
-Burada anlaşılmayacak bir şey
yok. Belli ki bu karar çağ-
7
GÜNCEL
“Kendisinin demokratik bir devlet ve bir
hukuk devleti olduğunu ilan eden günümüz
Rusya’sının, mutlakiyet
Rusya’sının veya Sovyet iktidarının işlediği
suçlardan bahsedilirken
hiçbir şekilde gücenmemesi gerektiği kanaatindeyim. Gönül rahatlığıyla suça suç diyeceğiz
veya kendimizi dünyada
geçerli medeni normlara
göre yaşamayı uman bir
demokratik hukuk devleti olarak görmeye hakkımız olmayacak”
daş Rusya’ya hitap ediyor.
Ama şayet Rusya yönetimi,
parlamentosu 19. yüzyıldaki soykırım gerçeğini kabul
etselerdi, bu hiç de çağdaş
Rusya’nın hukuki ve hatta
ahlaki bir sorumluluğu olduğu anlamına gelmeyecekti ama Çerkesler için bu çok
önemli bir psikolojik durumdur. Bunu yapmak gerekirdi,
o zaman bir sürü problem
doğmamış olurdu.
-Gürcü tarafının bu çıkışı, eğer
bu kararı diğer devletler de
desteklerse, olimpiyat şartı olimpiyat oyunlarının
Mefewud Nartan
Haziran Seçimleri
ve Çerkesler
çok sayıda insanın öldüğü
yerlerde yapılmasını yasakladığı için Soçi Olimpiyatları’na engel olunacağı hesabıyla yaptığına dair bir
görüş var.
-İtiraf edeyim ki olimpiyat şartının metnini ayrıntılı olarak bilmiyorum ama bunun
pratik bir anlamı olacağı
kanaatinde değilim. Dünya
genelinde, Avrupa’nın kendisinde geçmiş yüzyıllar
içerisinde insanların kitlesel
olarak öldüğü o kadar çok
yer var ki,olimpiyat hareketi
yer seçmekte büyük zorlukla karşılaşırdı. Bunun ciddi
bir şey olabileceğini düşünmüyorum. Doğrusunu ister-
“19. yüzyılda Çeçen ve
İnguş soykırımı olmadı.
Soykırım meselesi Stalin
dönemindeki 1944 dağlı
halklar sürgünü ile alakalı olarak gündeme getirilebilir”
seniz olimpiyatların Soçi’de,
Rusya’da yapılması fikrine
bayılmıyorum, bu bizim için
yeteri kadar zor bir hedef,
ama bunun etrafında Adıgelerin kaderiyle ilişkilendirilen bu spekülasyonlar hoşuma gitmiyor.
Çeviri: Uğur Yağanoğlu
Çerkeslerin siyasi yelpazedeki yer tutma oranları geçmişte Türkiye
genelinden farksız değildi. Ancak bu denge ciddi oranda değişme
göstermiştir. Örneğin 12 Eylül öncesinde MHP’ye oy veren Çerkes
bulabiliyor olmanıza rağmen,Çerkeslerin kimliklerine sahip çıkar hal
alması ile tamamıyla değişmiştir. Türk milliyetçisi partilere oy vermenin kimliğini inkâr olduğu bilinci ciddi oranda yerleşmiştir. Son on
yılda ise sanal dünyanın etkin olarak kullanılması ile bu bilinç daha
da artmış, kimliklerini, ana dil özgürlüklerini yok sayan tüm partilere
karşı mesafeli bir pozisyon almışlardır.
Günümüzde ise Çerkeslerin siyasi parti portföyünde AKP ve HDP vardır.
Bilinçli Çerkes seçmeni karşısında diğer partilerin durumu parlak gözükmemektedir. Türkiye siyasi yelpazesinde dağınık olarak yer tutan
Çerkeslerin bu kez dağınık olmayışları Haziran seçimleri açısından
önemlidir. Çerkeslerin blok olarak hareket eder hal alması örgütlü bir
tavırdan ziyade, bir sürecin doğal sonucudur. Bu durum, biraz AKP’li,
biraz liberal, az biraz eski solcu ve daha çok durumdan vazife çıkarıp
nemalanacak bir takım Çerkesleri acele bir parti kurma noktasına
kadar getirmiştir. Bağımsız adayların durumu ise zannımca gereksiz
bir oy kaybı olmakla beraber, yetersiz görülen mevcut siyasi yapılara
tepki niteliğindedir.
Peki bu durum karşısında Çerkesleri HDP kucaklamakta mıdır? Başka bir
deyişle; HDP kendisini yeterince Çerkeslere anlatabilmiş, yeterince
anlayabilmiş veya yeterince önemsemiş midir?
Çerkes halkı, parti programlarında, yazılarda, söylemlerde; “Diğer halklar
ve kimlikler” yuvarlak ifadesi içerisine sıkıştırılacak kadar küçük değildir.
Çerkesler, beş milyon nüfusu ile Türkiye’nin üçüncü büyük etnik yapısıdır.
Çerkes halkı görmezden gelinerek “halkların kardeşliği” inşaa edilemez.
Mevcut sistemin ömrünü uzatmak için iki ana akımın politikaları arasına
sıkışıp kalmak istemeyen Çerkesler, özgürlükçü siyasetin kendilerine
can suyu olmasını beklerken, (yüreğimiz küçük esnafla birlikte olmakla beraber) küçük esnafın adı geçip, Çerkes halkının isminin yeterli
ölçüde telaffuz edilmiyor olması büyük eksikliktir.
Tüm demokratik muhalefet güçlerinin mücadele alanlarını ortak mücadele alanı olarak görmek, işçilerin, emekçilerin, yoksulların, farklı ulus,
dil, kültür ve inanç topluluklarının, göçmenlerin, mültecilerin, kadınların, köylülerin, yaşam alanları tahrip edilenlerin ortak mücadele
alanı olmaya talip siyasi bir hareket, seçim sürecine girer iken çözüm
sürecine takılı kalmamalıdır. Türkiye için en büyük çözüm, halkların,
ezilenlerin, işçilerin, köylülerin, yok sayılanların iktidarıdır.
Çerkeslerin özgürlükçü ve çok kültürlü siyasi figürlere ihtiyacı olduğu gibi
aynı figürlerin aynı oranda Çerkeslere ihtiyacı vardır.
İnsan onuruna yakışır bir yaşam kurmak üzere demokratik halk iktidarını
hedeflemek, Türkiye’de yaşayan tüm halkların eşit haklara dayalı,
anadillerinin, kimlik ve kültürlerinin korunması ilkeleri ile yola çıkmak,
tüm halkları ismi ile ve yüksek sesle ifade etmekten geçebilir. Çerkesler, Türkiye halkları arasında önemli bir kitleye sahip, ismi yüksek sesle
telaffuz edilmesi gereken önemli bir halktır.
“Tekçi, milliyetçi, ayrımcı” yaklaşımlara karşı durup, çok sesliliği savunur
iken, telaffuz edilen çeşitliliği ikide tutmak günümüz itibari ile yetersiz
bir yaklaşımdır.
Birimizin haksızlık yaşadığı yerde, bir diğerimizin özgür ve eşit olmayacağı ortadadır. Bu anlamda, egemenlere karşı verilecek mücadelede
birleşmenin yolu, Türkiye halklarının tamamını kapsayan tavırlarda
ısrarcı olmaktır. Eylemde de, söylemde de bu kararlılığı göstermektir.
Haziran seçimini, doğuyu ve batıyı, halkları, beklentileri doğru okuyanlar
ve doğru adımlar atanlar kazanacaktır.
Canlı telefon bağlantıları
-Petersburg’dan Aleksey: Rusya soykırım gerçeğini tanırsa tüm dünyaya dağılmış 9 milyon Çerkes, özyurtlarına dönme hakkını
elde eder, bu da Krasnodar
Krayı ve Batı Kafkasya’nın
bir kısmı demektir. Rusya
bunları alabilecek durumda mıdır? İkinci bir husus,
Aset inler hiçbir za ma n
Kafkasya’da yaşamadılar
ve bugün Abhazya’dan 300
bin nüfusu öz yurtlarından kovmuş durumdalar.
Rusya, Gürcü soykırımı-
nı tanımaya hazır mıdır?
(Burada soruyu soran belli ki
AsetinlerleAbhazları karıştırıyor.çn.)
-Y. Gordin: Asetinlerin ayrı bir
bahis olduğunu daha önce
söylemiştim. Söylenecek
şeyler var ama konuyu dağıtmayalım. Çerkesler, dünyadaki sayılarının 4 milyon
olduğunu düşünüyorlar.
Çerkes Kongresi bu sayıyı
telaffuz ediyor. Soykırımın
tanınmasının bu gibi sonuçlar doğurmaması gerektiği
kanaatindeyim. Bu tama-
-Moskova’dan Vladimir Vasilyeviç: Kafkas dağlıları
akın yapmayacaklar ına
dair yemin etmiş ve hatta rehine vermişlerdi ama
akınlar gene de devam etti.
Bu nedenle Rusya’nın bu
haydut yuvasını ortadan
kaldırması gerekti.
-Y. Gordin: Gerçekten de bunlar olmuştu ama verilen
sözde durmayanın her iki
taraf olduğunu dürüstçe itiraf etmek lazım. Mesela Rus
makamları Çeçenlere belli
garantiler veriyor ve buna
uymuyorlardı. Cevap olarak isyanlar başlıyor, isyanlar bastırılıyor ve bu böyle
devam ediyordu. Ama evet,
şüphe yok ki, ülkelerine dışarıdan gelen “gavurlara”
verilen sözü tutmak zorunda olmadıklarını düşünen
Müslüman dağlılar vardı
ve bu keyfiyet durumu çok
karmaşık bir hale getiriyordu.
-Moskova’dan İgor İvanov: Kuzey Kafkasya halklarının
kendi kaderler ini tay in
etmeleri gerektiğini düşünüyor musunuz? Bugünkü
iktidarın altında bunun
mümkün olduğunu düşünüyor musunuz?
-Y. Gordin: Kendi kaderini tayin etmekten ne kastedildi-
ğini iyi anlayamadım. Eğer
Rusya Federasyonu’ndan
çıkmak ve kendi hükümetini kurmak kastediliyorsa,
bunun tamamen gerçek dışı
ve her şeyden önce bizatihi
Kafkas Cumhuriyetlerinin
kendileri için arzu edilir bir
şey olmadığı kanaatindeyim. Bundan başka, bildiğim
men ahlaki bir hareket olmalı. Dünyada bulunan 4
milyon Çerkesin Krasnodar
Krayı’nda yaşamak istemeyeceğini bir tarafa bırakalım. Böyle deneyler oldu ve
hiçbir sonuç vermedi. Mesele burada tamamen ahlaki.
Kanaatim odur ki eğer soykırımı tanımanın belli şartları konuşulmuş olsaydı, bu
durum bugün Kafkasya’da
ve dünyada yaşamakta olan
Çerkes halklarının kamuoyunu ciddi şekilde etkilerdi.
kadarıyla trajik Çeçenistan
örneği dışında Kafkas cumhuriyetlerinden hiç birisi
Rusya dışında, Rusya ekonomisi dışında, Rusya maliyesi
dışında bağımsız olarak var
olma arzusunu beyan etmedi. Çeçenistan özel bir olay,
kendi kendine yeterli olduğunu düşünüyordu, petrolü
vardı, ovalık kesimde verimli toprakları vardı vb… Bu
nedenle bu sorunun güncel
olmadığını düşünüyorum.
Eğer kendi iç meselelerinde yüksek bir bağımsızlık
düzeyi kastediliyorsa buna
evet, eğer ayrı egemen devletler ise, hayır.
-Moskova’dan Pavel: Batı Kafkasya’daki son çarpışma
bugünkü cumhuriyetlerden hangisinin toprağında
olmuştu?
-Y. Gordin: Askeri harekatlar
tüm Batı Kafkasya’da yürütülüyordu. Çerkesleri sistematik olarak Karadeniz
sahiline doğru sıkıştırıyorlardı. Hangi cumhuriyetin
toprağında olduğunu tam
olarak söyleyemeyeceğim.
Öyle sanıyorum ki, şimdi
Batı Kafkasya ile ilgili tüm
cumhuriyetlerde oldu.
- Ben size söyleyeyim. Son çarpışma Abhazya’da oldu.
Nedense Abhaz-Adıge oymaklarını Çerkes halkları
arasında saymıyorsunuz.
-Y. Gordin: Çünkü anladığım
kadarıyla Çerkeslerin kendileri Abhazları Adıge saymıyorlar. Bu halklar arasında akrabalık bağları var,
bu biliniyor. Adıgeler bunu
kabul ediyor ama Abhazlar
Abhaz, Adıgeler de Adıgedir.
Çeviri: Uğur Yağanoğlu
8
GÜNCEL
23 Şubat
Mart 2015
Dünya Anadil Günü kutlandı
“Nefret Sizin İnsanlık Bizim”
“Anadil Yüreğin Kapısıdır”
Kadıköy
Anadil Günü’nde Irkçılığa Geçit Yok İnisiyatifi çağrısıyla bir yürüyüş ve basın açıklaması gerçekleştirildi.
21 Şubat günü Kadıköy Boğa’da toplanan kitle sloganlarla Khalkedon Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti. Çevik Kuvvet
ekiplerinin her sokak başını tuttuğu yürüyüşte, “Nefret Sizin
İnsanlık Bizim”, “Yaşasın Halkların Kardeşliği” sloganlarının yanı sıra Arapça, Kürtçe ve Ermenice sloganlar öne çıktı.
Khalkedon Meydanı’na gelindiğinde Irkçılığa Geçit Yok İnisiyatifi adına bir basın açıklaması gerçekleştirildi.
Açıklamada ırkçı bir grubun Hocalı Katliamı’nı bahane ederek,
Kadıköy sokaklarında Ermeni halkına yönelik küfür içeren
yazılamalar yaparak Hıristiyan halkı taciz ettikleri ifade edilirken, “Irkçı-milliyetçi zehri, tarih boyunca topraklarımızı
halklar için bir cehenneme dönüştürmüş, arkadan vuran
beyaz berelileri, halklara düşman linç güruhları, sürgün,
yağma ve katliam politikalarıyla toplumsal hafızamızda onarılması güç izler bırakmıştır” denildi.
Ulus devletlerin katliamcı asimilasyoncu politikaları nedeniyle
sayısız halk, dil ve kültürün yok olduğu, yüzlercesinin yok
olma tehdidiyle karşı karşıya olduğu belirtilirken, yaşadığımız topraklarda “resmi dil” Türkçe dışında konuşulan 34 dilden 18’inin yakın gelecekte yok olma tehlikesi altında olduğu
vurgulandı.
“Çocuklarımıza kendi dilimizde sevgi sözcükleri söylediğimiz,
kendi dilimizde şarkılar söylediğimiz, masallar okuduğumuz bir dünya bırakmak istiyoruz” denilen açıklamada talepler şu şekilde sıralandı:
1- Tüm dillere eşit anadil statüsü verilmelidir.
2- Özel yada kamusal tüm alanlarda anadil kullanımı haktır,
hiçbir şekilde sınırlandırılamaz.
3- Herkese kendi anadilinde özgür, bilimsel, eşit eğitim sağlanmalıdır.
4- Anadillerdeki tüm yer adları iade edilmelidir.
Basın açıklamasından sonra Ermeni, Arap, Kürt ve Laz halklarını
temsilen yapılan konuşmaların ardından eylem sloganlarla
sona erdi.
Taksim
Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul İl Örgütü, 21 Şubat
Dünya Anadil Günü dolayısıyla Galasataray Lisesi önünde
eylem gerçekleştirdi. HDP üyelerine Mersin Milletvekili ve
HDK Eş Sözcüsü Ertuğrul Kürkçü de destek verdi.
MKM’li müzisyenlerin erbaneler eşliğinde Kürtçe ezgiler seslendirdiği eylem; Adıgece, Çeçence, Hemşince, Ermenice, Lazca,
Arapça, Kürtçe, Boşnakça ve daha pek çok dilde yapılan selamlama ile başladı. Konuşmaların ardından, “Yaşasın halkların kardeşliği” ve “Be ziman jiyan na be” sloganları atıldı.
Eylemde Kürtçe ve Türkçe yapılan açıklamada, bütün dil ve
kültürlerin insanlık tarihinin ortak değeri olduğu belirtildi.
“Diller, insanlığın kültür mirasının ve belleğinin korunmasının, kültürler arası köprüler kurulmasının en güçlü araçlarıdır. Bir dilin yok olması, insanlığın kültürel mirasının bir
kısmının da ölmesi anlamına gelir” denildi.
Açıklamada sosyal, ekonomik ve siyasal nedenlerle binlerce dil
ve kültürün yol edildiği belirtildi, binlercesinin de yok olma
tehlikesi altında olduğuna dikkat çekildi. Türkiye’de Türkçe
dışında 34 dilin konuşulmakta olduğu ifade edilen konuşmada, bunların 18’inin yakın gelecekte yok olma tehdidi altında
olduğu ifade edildi.
İnsanın en temel haklarından biri olan anadilde eğitim hakkının
tanınmadığı belirtilen açıklamada, anadilde eğitim hakkının
‘bölücülükle’ itham edildiğine dikkat çekildi. Açıklamada,
HDP’nin başta anadilde eğitim hakkı olmak üzere eğitim ve
kültür politikalarının hazırlanması, uygulanması ve hayata
geçirilmesi için mücadeleye devam edeceği belirtildi.
Açıklamanın ardından söz alan HDP Mersin Milletvekili Kürkçü, Türkiye’de yok olmaya yüz tutan dillere dikkat çekti, “Bu
dilleri bastırmak için gösterilen 90 yıllık gayret Türkiye’deki
baskıcı düzenin asıl kaynağıdır. Türkiye hala bir demokratik
devlet ve demokratik ulus ortaya çıkaramadıysa, dine, dile,
göre değil insanların yurttaşlık hakkına göre bir toplumun
kurulamamış olmasındandır” şeklinde konuştu.
Kürkçü’nün konuşmasının ardından eylem, çekilen halaylar eşliğinde sona erdi. (etha)
‘’Anadil Haktır, Engellenemez’’
21 Şubat Dünya Anadil Günü,
Ankara’da düzenlenen bir
eylemle kutlanırken, sivil
toplum kuruluşları Türkiye’de farklı anadil ve kültürlerin özgürce yaşanması ve
gelişmesi için bütün yasal
ve fiili engellerin kaldırılmasını talep etti.
Anadil Günü için Eğitim-Sen
Merkez Yürütme Kurulu tarafından yapılan yazılı açıklamada, UNESCO verilerine
göre dünya üzerinde 2 bin
500 dilin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu
vurgulandı. Eğitim-Sen’e
göre Türkiye’de de tam 18
anadil tehlikede.
Derhal anadilde eğitim ile ilgili
düzenlemelerin yasalaşması
çağrısı yapılan açıklamada,
“Anadilin kullanımının engellenmesi ilgili toplumun
bütün bireylerini değişik
boyutta etkilese de tartışmasız en fazla çevresi ile
iletişimini anadili ile sağlayan çocukları etkiliyor.
Eğitim biliminin temel ilkesini oluşturan ‘Anadilinde eğitim’ taleplerinin her
dönem ırkçı-şoven duygu
ve tepkilerle karşılandığı bir
ortamda, Türkçe dışındaki
anadillerinin varlığına ve
öğrenilmesine karşı çıkmak,
bir yönüyle eğitim biliminin en temel ilkesine karşı
çıkmak anlamına geliyor”
ifadelerine yer verildi.
Ankara’da İHD Halklar Komis-
Ankara
yonu’nun çağrısıyla Sakarya
Caddesinde bir araya gelen
çeşitli sivil toplum kuruluşları 21 Şubat Dünya Anadil
Günü için ortak bir basın
açıklaması yaptı. Açıklama
Türkçe okunurken, değişik
dillerdeki çevirileri de dağıtıldı.
Eylemde ‘’Anadil Haktır, Engellenemez’’, ‘’Eşit, Bilim-
sel, Laik, Anadilde Eğitim’’,
‘’Anadil Yüreğin Kapısıdır’’,
‘’Yaşasın Dillerin Özgürlüğü, Halkların Eşitliği’’ sloganları atılırken, Kürtçe,
Ermenice, Süryanice, Çerkesce, Lazca, Gürcüce ve
Arapça konuşmalar yapıldı.
Kitle ayrıca tüm bu dillerden şarkılar söyleyerek horon gösterisi sergiledi.
İHD’den anadil çağrısı
İnsan Hakları Derneği (İHD)
İstanbul Şubesi, 21 Şubat
Uluslararası Anadil Günü’ne ilişkin açıklama yaptı. İHD, AKP hükümetinin
‘anadil’ kavramını bile tehlikeli bulduğunu belirterek
Diyarbakır ve diğer kentlerde inşa edilen Kürtçe eğitim merkezlerinin mühürlendiğini hatırlattı.
İHD tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Her yabancıya ücretsiz anadilde savunma hakkı tanınırken Kürtlere ‘para karşılığı
Kürtçe anadilde savunma
hakkı’ olarak Ceza Usul
Ya sa sı’nda yer ver i l m iş
durumda. Kendi dillerini
kullanmaları engellenen
vatandaşların hakları Lozan’dan beri ihlal edilmeye
devam edilmektedir.”
“İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi ve Ek
Protokolleri, Çocuk Hakları
Sözleşmesi, Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi, Ekonomik, Sosyal
ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi g ibi
en temel belgeler uyarınca
anadil hakkının tanıması
ve uygulamaya (eğitim ve
öğretim) geçirilmesi gerekliliğini emretmektedir.”
“Türkiye’deki ya diğer diller?
Onların adı bile telaffuz
edilmiyor. Zazaca, Çerkesce, Lazca, Ermenice, Rumca, Pomakça, Arapça, İbranice, Romanca, Gürcüce,
Süryanice, Boşnakça, Arnavutça, Abhazca ve diğerleri.
21’inci yüzyılda ‘ana dillerle kavgalı’ Türkiye’yi yöneten siyasal iktidara sesleniyoruz.”
“Anadilleri serbest bırakın,
hereksin kendi anadilinde
eğitim ve öğretim yapması
hakkını derhal tanıyın. Bu
utancı sona erdirin. Irkçı,
asimilasyoncu yaklaşımda n va zgeç i n. En temel
insani hak olan Anadillerin varlığını koruması için
yasal ve etkin idari kurum
ve kuralların inşa edilmesi,
güçlendirilmesini sağlayıcı
her türlü desteğin sağlanması ve olanakların yaratılması için derhal harekete
geçin.”
Anadil Günü’nde “Son Sesler”
21 Şubat Dünya Anadil Günü,
Hendek Kafkas Kültür Derneği’nin öncülüğü; Sakarya
Kafkas Kültür Derneği ve
Kocaeli Kafkas Kültür Derneklerinin katkıları ile Hendek Ticaret Merkezi Konferans Salonu’nda düzenlenen
bir etkinlik ile kutlandı. Şu
ana kadar resmi devlet okulunda ilk ve tek Abazaca
sınıfının açıldığı Hendek’te
bu etkinliğin yapılması ayrı
bir önem taşıdı.
Açılış konuşmasını yapan Hendek Kafkas Kültür Derneği başkanı Atrışba Kamil,
“Abazacanın resmi olarak
öğretildiği bir sınıf açarak
bir ilke imza atmaktan büyük memnunluk duyduk;
başta çocuklarını anadil öğrenmeye teşvik eden ailelerine, anadil öğretmenimiz
İrfan Okuyucu’ya, Abazaca
eğitimi müfredatını Milli
Eğitim Bakanlığı’na kabul
ettirerek bize materyal desteği sağlayan KAFFED’e teşekkür ediyorum” dedi.
KAFFED Genel Başkanı Yaşar
Aslankaya da yaptığı konuşmada “bir ilki gerçekleştiren
Hendek Kafkas Kültür Derneği’ne, anadil öğretmenlerine, ailelere ve emeği geçen
Mansur Balcı (Bağatır)
Haziran ve Çerkesler
Olağan milletvekili seçimleri düzlemindeyiz artık. Politik konjoktür artık
eskisi gibi değil. AKP hemen hemen yaşamın bütün ayarlarıyla oynadı. Kodları değiştirdi, ayarlar bozuldu. Her şey ve herkes etkilendi,
değişti. Aydınlar, gazeteciler, akademisyenler, politikacılar, iş dünyası,
sendikalar, azınlık örgütleri her şey her gün yeniden tanımlanmaya
muhtaç bir süreçteyiz gibi. İktidardaki Siyasi İslami parti, bir gelecek
değişim-dönüşüm projesini kanırtarak hayata geçirmek için muhalefetin güçsüzlük ve becerisizliğinden beslenirken, dikkate alınacak
Kürt siyasi hareketi de esas olarak sivil siyasete yöneldi. En az milletvekiline sahip olmasına rağmen Kürt politikasının, gündem belirleme
açısından ana muhalefet konumunda olduğunu söyleyebiliriz. AKP,
“Cumhuriyetin ürettiği kayıp kuşak” olarak gördüğü yüzde elli ile hiç
bir şekilde ilgilenmemekte, herşeyi kendi projesi ve seçmenin ihtiyaçları üzerinden düşünmekte, düzenlemekte ve yaşamaktadır. Hukuk,
adalet, bilim gibi şeyleri umursamadığı gibi, hiç bir itiraz ve güç onu
durduramıyor. Meclise girmek isteyenler için cazibe merkezi. Böyle
olduğu için de binlece memur- bürokrat, öğretim görevlisi işinden
ayrılıp aday adayı olduğunu açıkladı. CV sine AKP’den aday adayı ibaresini yazdırmış olmak bile terfi ve ödüllendirilmek için bir veri-puan
durumunda. İktidarın tekrar AKP tarafından yürütüleceğini herkes
şimdiden kabul ediyor. Mesele, muhalefette kimler güçlenecek meselesi. İktidarın el değiştirmesinden ya da zayıflaması üzerinden değil,
muhalefet güçlerinin seçim sonrası mevzilenişleri üzerinden siyasi
gelecek analizleri yapılıyor daha çok. Yani durum vahim; vehamet
devam edecek gibi de... RTE, Cumhurbaşkanı sıfatı ve AKP başkanı
görevi ile “Artık bu tren bu raydan çıkmaz” dedi, muhtarlara hitap
ederken. Seçim düzlemi, bütün bu süreci hızlandırmak için Kamu
Güvenlik Yasası adı altında (“polis devleti” olma yolunda en önemli
adım) yasa teklifini TBMM’den geçirmeye çalışıyor. Şimdiden AKP’li
vekillerin muhalefet vekillerine meclis kürsüsündeki çekiçle, çanla,
demir sandalyeler ile saldırdıkları ve dört muhalefet vekilin hastanede olduğu haberi medyada yer aldı bile...
Durum bu. Peki Çerkesler haziran seçimlerinde ne yapacak?
Şimdiden bir kaç aday adayı ismi dolaşmaya başladı bile. Kimler olduğu
kişi olarak çok önemli değil. Önemli olan kimlikleri nedir? Nasıl kimlikler bizi toplu bir davranışa zorlar. Ya da nasıl bir kimliğin arkasında
durmalıyız? Toplu seçim davranışı gösterebilecek miyiz? Haziran
seçimleri Çerkesler için gerçekten bir milat mıdır? Milat ise, neden milattır? Her durumda seçim sonrası nasıl kazançlı çıkacağız? Bütün bu
soruları kendimize sorarak, ayna sohbetleri yapıyoruzdur, yapmalıyız
da... Aday adaylarının kimliklerine yakından bakmalıyız. Çerkes olsun
da çamurdan olsun tavrı eskidi ve zaten artık kimse o bakış açısını
taşıyacak kadar saf değil. Çerkesler de oyunu kullanırken kendine
özgü gerekçelerle seçici davranmaktadır. Sonuçta, desteklediğimiz
adayın kimliği ile kendi kimliğimiz hemen hemen örtüştüğüne göre;
içe yönelik, dışa yönelik tartışma gerekçeleri anlamsız artık. Açık ve
net olmak gerek sanırım.
Diaspora Çerkeslerinin en büyük örgütü KAFFED, bir aday belirleyip, kendi ilkeleri (ki dokuz madde halinde bu ilkeleri yayınladı) temelinde,
seçilebilecek bir yerden aday gösterilmesi için bir parti ile görüşmedi.
İlgisizlik mi, becerisizlik mi, tutarsızlık mı? Yoksa hepsi birden mi? Bu
tavırla, bir adayın arkasında ciddi bir çoğunluk olarak durma şansını
kaçırmak üzereyiz. Hatta KAFFED, bir adayını meclise gönderme
şansını kaçırmak üzeredir. KAFFED bir hemşerisinin kişisel adaylığının
peşine takılıp kalmak yerine, olmazsa olmaz dediği ilkelerini savunan
parti programlarını incelese, HDP ile yakın olduğunu görecektir. Söz
konusu ilkelerden biri ya da bir ikisi, her partinin programında-tüzüğünde vardır. Ancak tamamı deniyor ise, bu adres açıktır ki HDP gibi
görünmektedir. KAFFED, bünyesinden ve dışarıdan bireylerden oluşacak bir heyetle HDP ile görüşmeli ve çekinmeden, bir adaylarının
hem de Diyarbakır’dan seçilebilecek bir sıradan aday olarak gösterilmesini istemeli. KAFFED ayrıca Çerkeslerin yoğun yaşadığı Kayseri,
Çorum, Tokat Kahramanmaraş, Düzce, Adapazarı, Samsun, Sinop gibi
illerde destekleme sözü vermeli ve bu illerde yoğun seçim faaliyetlerine katılmalıdır.
Bu olmaz ise ne olur? O zaman herkes birey olarak karar ve tavır alacaktır.
Çerkesler yine örgütsüz, merkezsiz bir şekilde seçim sürecini geçirecektir. Peki bireyler nasıl adaylara oy verecek? AKP, CHP ve MHP’den
aday olanların Çerkesler ile ilgili tatmin edecek önerileri yoktur. Şu
anda da bu partilerde vekiller var. Çerkesler için yapacaklarının şimdiye kadar yaptıklarının benzeri olmaktan öte bir şey beklemek saflık
olur.
Bireysel ikbal-istikbal için aday olanlar kimliği ne olursa olsun şahsen
beni ilgilendirmiyor. Kazanamayacağını bilerek aday olan bağımsız
adayların ise, kendilerince gerekçeleri olabilir. “Çerkes sorununu alanlarda anlatmak” gibi iyi niyetleri olabilir. Ancak, günümüzde, alanlara
çıkarak Çerkes sorunlarını anlatmak için seçim koşulları gerekmiyor.
İstenildiği zaman yapılabiliniyor. Aday olma hobilerini yaşayabilirler.
O adaylar da beni çok ilgilendirmiyor doğrusu. Ciddi, sonuç ve umut
üretecek bir tavır ortaya çıkarılamaz ise, Çerkeslerin bu seçimlerde de
toplu olarak siyaset dışında kalacağını; bireyler olarak ise, ya kişisel
ikbal-istikbal için, ya da inanç ve ideoloji temelli veya ekonomik-demokratik haklar için kendilerine en yakın bir seçim grubunun içinde
yer alacaklardır.
Geriye, dört yıl daha beklemek kalır...
Hendek
herkese teşekkür ettiğini”
söyledi. Abhazya’nın Türkiye tam yetkili temsilcisi İnar
Gitsba ise Abhazca yaptığı
konuşmada “anadilin önemini, unutulmaması için
üzerimizi düşen görevleri ve
yaşatılması için” yapılması gerekenleri anlattı Yıldız
Teknik Üniversitesi öğretim
görevlisi Dr. Setenay Nil Doğan, anadil konusunda bir
sunum yaptı.
Genel olarak Dünya’daki dillerin durumunu analiz eden
Nil Doğan; Adıgece ve Abazacanın durumu ile ilgili somut tespitler ortaya koydu.
Dr. Setenay Nil Doğan’ın
sunumu katılımcılarca ilgi
ile izlendi. Abhazya savaşına katılan Adıge savaşçıların söylediği ve Eric Mikaa’nın hem Adıgece hem
de Abazaca seslendirdiği
“Adıge Nısa” şarkısı görüntüler eşliğinde dinlettirildi.
Şarkının peş peşe söylenen
Adıgece ve Abazaca versiyonuna izleyiciler de eşlik ettiler. ”Son Sesler” belgeselinin de gösterildiği program,
Azar Grubu’nun tempolu ve
coşkulu mahalli dans gösterisiyle son buldu. (kaffed.org)
Mart 2015
İnguşetya 23 Şubat’ı andı
Çeçenya yine
sessiz kaldı
23 Şubat’ta Çeçenya’da resmi
bir etkinlik yapılıp yapılmayacağı sorusu üzerine
bir hükümet yetkilisi, “Halkımızın geçmişte yaşadığı
tüm trajik olaylar tek bir
günde anılacaktır, o da 10
Mayıs’t ır” açık la ması n ı
yaptı.
Ramzan Kadirov, aynı tarihe
rastlayan Rusya’nın Vatan Savunucuları Günü’nü
büyük törenlerle kutlayabilmek için tarihi yeniden
yazmış, 2011 yılında alınan
kararla sürgün anmalarını,
babası Ahmed Kadirov’un
defin günü olan 10 Mayıs’a
taşımıştı.
23 Şubat 1944 yılında gerçekleşen sürgün, İnguşetya’da
yoğun bir katılımın olduğu
resmi törenlerle anıldı. Zafer Anıtı önündeki törende
konuşan cumhurbaşkanı Yunus-bek Yevkurov, “13 yılını
yabancı topraklarda geçiren
halkımız herşeye rağmen
kültürünü, geleneklerini ve
dilini korumayı başarmıştır.
O korkunç yıllarda hayatını
kaybedenleri saygıyla anıyor
ve anavatanına geri dönüp
İnguşetya’yı canlandıranlara
teşekkür ediyorum” dedi.
Haybah katliamına Adıgece ağıt
lerin Haybakh hakkında bir ağıt söylediklerini ifade etmekle
birlikte kimse ağıt şarkının sözlerini hatırlayamadı.
Nauruz Roza sayesinde bugüne aktarılan Haybakh (Habah) ağıtının
sözleri:
Habah Ağıtı
Çerkes sivil toplum adamı Aslan Beşto, 1944 Çeçen sürgünü sırasında yaşanan Haybakh katliamı hakkında Adıgece bir ağıt ortaya
çıkardı.
Beşto, 700’ün üzerinde yaşlı, kadın ve çocuğun bir ahıra kapatılıp
canlı canlı yakıldığı katliamla ilgili ağıt hakkında Facebook’ta
şunları yazdı:
“Çerkes folklorunda Çeçen köyü Haybakh’ta gerçekleştirilen katliamla ilgili bir ağıt yer alıyor. Şarkıyı Nauruz Roza (Dışekova) ile
2006’da kaydettik. Kabardey’in soylu ailelerinden Nauruzların
büyük kısmı 1934-1937 yılları arasında öldürüldü. Geri kalanı ya
sürüldü veya kaçak yaşadı.
Çerkeslerin bazıları bir şekilde Çeçenya’da yaşıyordu. Ülkedeki ilk
savaşa kadar orada yaşadılar. Assinovaskaya, Sernovodskaya,
Samaşki. Bu Çeçen yerleşim yerlerinde çok sayıda insanımız da
yaşadı.
Çerkesler Haybakh’taki katliamdan, bu köyde yaşayan Guago
Ozırmes aracılığıyla haberdar oldu. Bu kişinin akıbeti hakkında
maalesef bir şey bilinmiyor.
Şarkının orijinali Nauruz Roza ile kaydettiğimizden daha uzun.
Roza, şarkıda terkedilmiş bir evde doğum yapan bir kadının
yeni doğan bebeğinin ağlamamasının anlatıldığı bir bölüm daha
olduğunu ancak sözleri hatırlayamadığını belirtmişti.
O yıllarda Çeçenya’da yaşayan birçok kişiye sorduk, ancak büyük-
Jılemestin üzerimize ateş getiriyor
Zavallı Habah’ın üzerinde kara dumanlar yükseliyor,
Günahsız çocukların lanetini, kötülük yapanlara
Yüce Allah versin
Oy, oy mahvolduk,
Oy, oy yok olduk...
Zavallı Anzorıko gözyaşı kan yıldız,
Yıldızı kayan zavallılar zikirsiz kaldı,
Suçsuzların ahına karşılık, kötülük yapanlar
Allah size yol vermesin,
Oy, oy mahvolduk,
Oy, oy yok olduk...
Kurşa ormanında dualar okunuyor,
Hanesi yok olanlar Habahtır,
Dünyadaki iyi insanların ağıtını, kötülük yapan sizlere
Allah ulaştırsın,
Oy, oy mahvolduk,
Oy, oy yok olduk...
Jılemestin: Baskılardan zarar gören Çerkesler Çekist ve NKVD ajanlarını böyle adlandırıyordu.
Habah: Haybakh’ın Adıgecesi. Bu adlandırmayı sadece sürgünlerinin ardından Çeçenler arasında yaşayan Çerkesler biliyor.
Anzorıko: Erkek ismi. Görülen o ki Haybakh’ta yaşayanlardan biri.
Kurşa: Orman ismi. Metinden anlaşıldığına göre kutsal kabul ediliyordu.
Kendimden de şunu ekleyebilirim: Babam hala, 1944’de Dıgulıbgoy
(o zamanki adı Kızburun-3) köyünde cadde boyunca askeri araçlar içinde komuta bekleyen askerlerin görüntüsünü hatırlıyor.
Yaradan korudu, emir gelmedi. 3 gün sonra askerler toparlanıp
gitti. Çerkesler evlerinde kaldı.
Bu insanlık dışı vahşetin kurbanı olan bütün halklar için duyduğum
üzüntüyü ifade etmek istiyorum.” (ajanskafkas)
Tanıkların Gözünden Çeçenya Savaşı
Nüfusunun dörtte birini savaşta
kaybeden Çeçenya’nın acıları,
Kafkas Vakfı’nda düzenlenen bir
programla yeniden gündeme
geldi.
Yakın tarihin en yıkıcı savaşlarından
biri olan Çeçen-Rus Savaşı 20 yılı
geride bıraktı. Savaşta 250 bine
yakın kişinin öldürüldüğü tahmin ediliyor. Bu rakam, toplam
nüfusu bir milyonu bulan Çeçen
halkının dörtte biri anlamına
geliyor. Katledilen sivillerden
42 bini 10 yaş altı çocuklardan
oluşurken savaş nedeniyle 500
bin kişi de mülteci konumuna
düştü.
Kafkas Vakfı; Gazeteci Cenk Başlamış, yazar Alev Erkilet, Mehdi
Nüzhet Çetinbaş ve Hulusi Üstün’ün konuşmacı olarak katıldığı bir panelle yirminci yılında
Çeçenya savaşını yeniden gündeme getirdi.
Kafkas Vakfı’nın eski başkanlarından Mehdi Nüzhet Çetinbaş, savaş sırasında Türkiye’ye sığınan
Çeçen mültecilerin yaşadıkları
zorluklardan örnekler vererek,
“Paramız, imkanımız yoktu ama
çaresizlikten gelen mültecileri
9
GÜNCEL
önce otellere yerleştirdik. Sonra birisi geldi ve Feneryolu’nda metruk durumda bulunan
Devlet Demiryolları’nın yazlık
barakalarını kullanmamızı tavsiye etti. Aynı şekilde okula bir
veli geldi ve Ümraniye’de Halilurrahman Camii altında boş
bir yer var, mülteciler için kullanılabilir dedi. Alanı suntalarla
bölerek mültecileri yerleştirdik.
Keza, Beykoz’daki kamp da bu
şekilde oluşturuldu” diyerek yaşanan zorlukları gözler önüne
serdi.
O dönemlerde Türk halkının çok büyük destek verdiğini de belirten
Çetinbaş, Çeçenya’dan gelen
insanların yasal olarak mülteci
kabul edilmediğini ve yaşanan
zorlukların sürdüğünü vurguladı. “Çeçen savaşı bize çok büyük
dramlar, ızdıraplar yaşattı, ama
büyük tecrübeler de kazandık”
diyen Mehdi Nüzhet Çetinbaş,
Türkiye’de 5 yıl kalan yabancılara devletin vatandaşlık verdiğini
ancak 10 yıldan fazladır Türkiye’de yaşayan kimi Çeçenlerin
hala vatandaşlık alamadıklarını
ve sınır dışı edilme tehlikesiyle
yüz yüze olduklarını hatırlattı.
1989 ve 2010 yılları arasında Moskova’da Milliyet gazetesi temsilcisi
olarak çalışan ve İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde
ders veren Cenk Başlamış ise
savaş başladığı andan itibaren
ateş altında sürdürdüğü görevi
sırasında yaşadıklarını aktardı.
Savaş süresince sekiz kez Çeçenya’ya giden Cenk Başlamış, Dudayev’in Grozni’de düzenlediği
ve bağımsızlığı ilan ettiği basın
toplantısına da şahitlik ettiğini
belirtti. Katıldığı toplantının en
unutulmaz anının, bir gazetecinin ‘Moskova sizin bağımsızlığınızı tanımıyor’ sözü üzerine
Dudeyev’in ‘Biz de onları tanımıyoruz’ diye cevap vermesi
olduğunu söyleyen Başlamış,
oradaki gazetecilerin bunu basit bir politik ifade zannettiğini
ama ardından büyük bir direniş
geldiğini belirtti.
“Grozni havaalanına ilk indiğimizde kışlaya indik sandım. Her tarafta Rus askeri, tanklar, silahlar. Korkunç bir yığınak vardı.
Bu şehri kim nasıl alabilir diye
düşünmüştük. Sonraki gidişlerimde Grozni’nin tamamen yok
olduğunu gördüm. Bu durumu anlatacak başka bir kelime
bulamıyorum. Aynı dönemde
yine tüm dünyanın gözü önünde Bosna’da da bir savaş sürüyordu. Ancak Bosna Avrupa’da
yer aldığı için yeterli olmasa da
sesini duyurabildi ama Çeçenya’daki yıkıma, canlı şahitler dışında kimse yeterince şahitlik
edemedi.”
Savaş süresince zaman zaman savaşan Çeçenlerle sohbetleri olduğunu söyleyen Başlamış, “Bu kadar büyük bombardımanlardan
nasıl kurtulduklarını sorduğum
kimi Çeçenler ‘Bombardıman
başladığında bulunduğumuz
yerin altındaki toprağı kazıp içine giriyorduk, bombardıman bitince dışarı çıkıyorduk’ cevabını
veriyorlardı” diyerek şahitliğini
aktardı.
Panelin konuklarından ‘Ele Geçirilemeyen Toprak: Kuzey Kafkasya’ kitabının yazarı Sosyolog Alev Erkilet ise Çeçenlerin
tarih boyunca bir bağımsızlık
mücadelesi verdiklerini belirtti.
Bu mücadeleyi yürüten Çeçenlerin çevreden gelecek tepkilere önem vermeden cesurca
davrandıklarını söyleyen Erkilet,
“2002’de kitap çalışmasını yaptığımda, Türkiye’ye gelen yaralı
Çeçenlerle ve cepheye gidenlerle görüştüm. O dönemde mücadelenin içerisindeki herkes,
İmam Şamil davasının bir parçası olarak görüyordu kendini”
dedi.
Kafkasya konusundaki araştırmalarıyla tanınan yazar Hulusi Üstün,
moderatörlüğünü yürüttüğü
programda Türkiye tarihinin en
büyük mitinglerinden birinin
önceden bir hazırlık yapılmaksızın Grozni’ye atom bombası
atıldı iddiaları üzerine Taksim’de
gerçekleştiğini hatırlattı. Kafkas
halklarının kendi içlerinde görülen mikromilliyetçiliğin birleşmenin önündeki en büyük engellerden biri olduğuna vurgu
yapan Üstün, savaş süresince
Türk halkının Çeçenler için büyük bir özveri sergilediğinin de
altını çizdi. Savaşta yaşanan katliamlar için “Bir günde duyduğumuz felaketler dert olarak bir
ömre yeter” diyen Hulusi Üstün,
bu savaşın yaşayan şahitleriyle
görüşmeler yapılması ve yaşananların medyada daha fazla
yer almasının sağlanması gerektiğine dikkat çekti. (Yeni Şafak)
Sürgün Kayseri’de de anıldı
Davut Yaşar (solda) ve Oğuz Kutlu
Çeçen Cumhuriyeti İçkerya Türkiye Fahri Konsolosluğu’nca organize edilen 23 Şubat 1944 Sürgünü’nü anma programı, Kayseri
Kadir Has Kongre ve Spor Merkezi’nde 22 Şubat günü gerçekleştirildi.
Kayseri, Kahramanmaraş, Adana ve Ankara’dan gelen yaklaşık
200 kişinin katıldığı program, Türkiye Fahri Konsolosu Ahmet
Özdeş’in 23 Şubat Dünya Çeçenya Günü mesajının okunmasıyla başladı. Etkinlikte, Çukurova Üniversitesi öğretim görevlileri Davut Yaşar ve Yrd. Doç. Dr. Oğuz Kutlu da konuşmacı
olarak yer aldı. “23 Şubat Çeçenlerin uğradığı ne ilk ne de son
trajedidir” ve “Hiçbir zaman hiç kimseye pes etmedik biz”
başlıklı konuşmaların ardından, “Unutmanız Emredildi” adlı
filmin gösterimi yapıldı.
Etkinlikte ayrıca Marsho Dergisi’nin Şubat 2015 sayısının dağıtımı
gerçekleştirildi ve konuşmacılara katılımlarından ötürü plaket
takdim edildi.
Gulag Tarih Müzesi ve 23 Şubat
Moskova’daki Gulag Tarih Müzesi, Çeçen-İnguş sürgününe dair fotoğraf ve belgelerden oluşan bir sergi açtı. 23
Şubat’ta açılışı yapılan sergide sürgün sürecine dair
belgeler de yer aldı. Sürgün
sürecini yöneten NKVD’nin
(İçişleri Halk Komiserliği)
1944-1952 yılları arasında
tuttuğu kayıtlardan oluşan
belgelerin de sergilendiği et-
kinlikte, İnguş Gençlik Dernekleri Birliği üyesi İbrahim
Kostaev de sürgün fotoğraflarının sunumunu yaptı.
Kitap, fotoğraf ve broşürlerin
yanı sıra resmi belgelerin
de sergilendiği tematik etkinliği ziyaret edenler, 20.
yüzyılda Stalin tarafından
işlenen suçlar hakkında bir
kez daha bilgi sahibi oldu.
Çeçen mülteciler Almanya için tehdit mi?
Berlin ve çevresinde radikal dinci
çevrelere yönelik bir operasyon düzenlendi. Berlin eyalet
polisi ve Berlin Başsavcılığı’nın
ortaklaşa yönettiği operasyonda, “Suriye’de şiddet eylemi planladıkları” gerekçesiyle
iki Türkiye vatandaşı gözaltına
alındı. Zanlılardan 41 yaşındaki
İsmet D.’nin Berlin’deki bir İslamcı grubun liderliğini üstlendiği
ve “Emir” tayin edildiği kaydedilerek, grubun ağırlıkla Türk,
Çeçen ve Dağıstanlılardan meydana geldiği belirtildi. Berlin’in
Moabit semtinde bulunan bir
Kur’an kursunda Işid’e taraftar
kazandırılmaya çalışıldığı ancak
şüphelilerin Almanya’da saldırı
planladıklarına ilişkin herhangi
bir kanıt bulunmadığı kaydedildi.
Kafkasyalıların Almanya’ya karşı bir
tehdit oluşturup oluşturmadığını, Alman-Kafkas Topluluğu’nun
başkanı Ekkehard Maas’a sorduk.
-Almanya’da Kafkasya’dan kaynaklanan İslamcı bir hadise olacağına dair bugüne dek herhangi
bir emare yoktu. Sizin düşünceleriniz nelerdir?
-İslamcı bir manzara olduğunu söyleyemem. 18 yıldır Çeçen mülteci ve sığınmacılarla çalışan biri
olarak tek söyleyebileceğim,
yaklaşık iki yıldır dine daha fazla
odaklandıklarını farketmiş olmamdır. Bu da özellikle Almanya’da yetişen Çeçen gençlerin
uyum sorunu olduğu anlamına
geliyor. Tereddüt içindeler ve
cennete gidememekten korkuyorlar. Bunu garantilemek isteyen erkekler sakal uzatmaya,
kadınlar ise birdenbire sadece
yüzlerini gösteren peçeler ve
Arap kıyafetleri giymeye başlıyor. Dinin hayatlarında eskisin-
den çok daha önemli olmaya
başlaması dikkatimi çekiyor.
Ama yine de bunlar, İslamcı oldukları anlamına gelmez.
-Paris saldırılarıyla bir bağlantısı
olabilir mi?
- Bunu hiç olası görmüyorum ama
belirli camilerde İslamcılarla irtibat kuran gençler var. Berlin’den
Suriye’ye gidenlerin sayısı ise
çok az.
-Almanya’da da saldırılar yapmalarından korkmamız gerekiyor
mu?
Sanmıyorum. Eğer Çeçenler herhangi bir terörist aktivitenin içine
çekilmişlerse, Boston örneğinde
olduğu gibi arkasında başka kurumların olduğunu düşünürüm.
Çeçenler, ülkelerindeki siyasi infazdan dolayı vatanlarını terkederek buraya mülteci olarak geldiler. Burada bir şekilde hayatta
kalmaya çalışıyorlar. Yine de
Muhammed karikatürleri nedeniyle bir kızgınlıkları var.
Mesela karikatürlerin içeriklerinin
hiç tartışılmamasını şanssızlık
olarak görüyorum. Müslümanlar kendilerini incinmiş hissetti.
Açık ve demokratik bir toplum
haline gelmek için uzun bir süreç gerekli.
-Kafkasya bölgesinden buraya
gelen insanların durumunu iyileştirmek için neler yapılmasını
önerirsiniz?
-Çeçenlerin ılımlı Sufi geleneklerinin
güçlendirilmesi için bir şeyler
yapılmalı. Onlara ait bir alan
ya da küçük bir camileri olmalı
mesela, çünkü Arap ya da Türk
camilerine gitmek zorunda kalıyorlar. Bu genç insanların uyum
sorununu topluluğun büyüklerinin çözmeye çalışması en uygun yol olacaktır. (dw.de)
Çeviri: Serap Canbek
10
Troya Efsaneleri (11)
Troya Konfederasyonu
Troya kralı Priamos, Aşuva konfederasyonunun yöneticisiydi.
Soy-kabile birliği temelinde
örgütlenen Aşuva Konfederasyonun içerisinde Troya çevresindeki dokuz kent yer aldığı
gibi, o zamanki adı Maanya
(Homeros’ta Meonya) olan
Lidya, daha güneydeki Karya
ve Likya da yer alıyordu. Troya
bölgesinde Priamos’a bağlı dokuz küçük krallık vardı:
1. Lurnesos’ta oturanlar
2. Thebai’da oturanlar
3. Pedasos’ta oturanlar
4. Dardanoslular
5. Zelaia’da oturanlar
6. Adrasteia, Pitya ve Apaisos ve
Tereia Dağı’nın eteklerinde
oturanlar
7. Perkote, Praktios, Abydos, Sestos
ve Arisbe’de oturanlar
8. Larissa’da oturanlar
9. Misyalılar
Lurnesos Halkı
Lesbos’un karşısındaki Lyrnessos’u,
Selepios oğlu kral Euhenos’un
oğulları, Mynes ile Epistrophos
yönetiyordu. Savaşın dokuzuncu yılında Troya kırsalını ele geçirmek isteyen Aşil (Akhileus)
Lurnessos çevresine saldırdı.
İda Dağı’nda sürülerini otlatan
Ayneyas, Aşil’i görünce kaçtı.
Aşil kenti ve çevresini yağmaladı, Mynes ile Epistrophos’u
öldürdü, Homeros’un “güzel
saçlı kız” olarak tanımladığı
kral Mynes’in eşi Briseis’i tutsak etti ve kendisine ganimet
olarak ayırdı. (İlyada, 2. 690; Gravers, s.865)
Thebai Kenti
Eetyon’un (Eetion) yönettiği kutsal
Thebai kenti, Misya sınırları içerindeki bir Kilikya yerleşimiydi
(İlyada, 6. 395). Edremit ovasında olduğu biliniyorsa da tam
yeri saptanamamıştır. Umar,
bu kentin diğer adının Killa olduğunu ileri sürmektedir. (Umar,
s.191)
Bu yorum ilginç bir şekilde
“Thebai” sözcüğünün Adıge,
“Kila/Kila” sözcüğünün Abaza
dillerindeki anlamlarına denk
düşmektedir.
Hektor’un eşi Andromakhe’nin babası Eetyon ile yoldaşı Podes,
Thebai kentindeki Klikyalıları
yönetimleri altına almışlardı.
Aşil, Troya Savaşı’nın dokuzuncu yılında Thebai kentine saldırarak yerle bir etti ve çevresini
yağmaladı. Yiğit kral Eetyon’u
ve yedi oğlunu öldürdü. Ama
Eetyon’un yiğitliğine hayranlık
duyduğundan onu silahlarıyla
birlikte gömdü ve görkemli bir
cenaze töreni düzenledi. (Grimal,
Thebai’yi ele geçirdiğinde çok
hızlı koşan Pedasos adlı bir atı
da ele geçirdi ve ölümsüz atların çektiği arabasına koştu.
Pedasos Halkı
Akhileus’un talan ettiği kentlerden
biri de bir Leleg yerleşimi olan
Pedasos kentidir. Karya’da da
yine bir Leleg yerleşimi olan
Pedasa kenti vardır (Umar, s.182).
Pedasosluların kralları Altes’tir.
(İlyada, 20. 90- 22.85)
Priamos, Altes’in
kızı Laothoe ile evliydi.
Dardanoslular
İlyada’ya göre, Zeus’un oğlu Dardanos, Troya yakınlarında Dardanie şehrini kurmuş ve bölgenin
kralı olmuştur. Troyalıların atası
olan Tros ve İlos Dardanos’un
oğludur. Efsanelerin farklı versiyonları vardır ve Troya’da yaşayan İlia, Dardania ve Troya
kökenli halklar bu efsanelerde farklı ya da aynı kökenden
akraba halklar olarak anlatılmaktadır. Bu yazımızda Homeros’un İlyada’da anlattığı versiyonu temel alacağız.
Troya Savaşı sırasında Dardanosluların yöneticisi olan Ayneyas
(Aineias), Ankhies’in Aphodite’den doğma oğluydu. Başka
deyişle Ayneyas, Tros’un torunudur yani Troya krallarıyla
aynı soydandır. (İlyada, 20. 215- 2. 820)
Beş yaşına kadar dağda büyütülen Ayneyas, Hektor’dan
sonra Troyalıların en yiğitleridir. Troya çevresindeki birçok
çarpışmada rol almıştır.
Homeros sonrası şairler, Ayneyas’ı
Hektor’un ölümünden sonra
Hektor’un görevini üstlenmiş
olarak anlatırlar. Fakat Ayneyas, asıl Troya’nın düşüşünden
sonra önemli görevler üstlenir.
Bir efsaneye göre Ayneyas, sağ
kalan Troyalıları topladı. İda’ya
çekildi ve bir kent kurarak hüküm sürdü.
Daha sonra Ayneyas batıya doğru yolculuğa çıktı. Makedonya, Trakya, Girit de dahil pek
çok ülkeyi gezdi. Sonunda İtalya’ya yerleşti ve Romalıların
atası oldu. Ayneyas’ın yolculuğu, Romalı şair Vergilius’un
“Aineias” adlı eserinde, Roma
efsanelerine göre yorumlanarak anlatılmıştır. Efsaneye göre,
Roma’yı kuran Romulus ve Remus Ayneyas’ın oğludur. Hatta
Ayneyas’ı Roma’nın kurucusu
olarak görenler de vardır (Grimal,
s.26)
. Roma kralları Julius Caesar
ile Augustus kendilerini Ayneyas soyundan sayıyorlardı. (Gravers, s.921)
s.63-162)
Akhalar, Thebai’da ele geçirilen ganimetleri aralarında bölüştüler
ve Apollon’un rahibi Hrüses’in
(Kryses) kızı Hrüseyis’i (Khryseis) Agamemnon’a ayırdılar. (İlyada,
1.365- 22.475)
Hrüseyis’in diğer adı
Astynome’dir ve bazı yazarlara
göre kral Eetyon’un eşidir. Aşil,
Zelaia (Zelaya) Halkı
Troya yakınlarındaki Zelaya kenti
bir Lykia yerleşimiydi. Troyalı
Lykialıları, yöneten Lykaon’un
oğlu Pandaros, Apollon’un yetiştirdiği ünlü bir okçuydu Pandoros, çok cimri olduğundan
babasının öğütlerine rağmen
Yağan Ümit
daha hatırlamakta fayda var.
Dört gemici arkadaş, iş başvurusu
için bir gemicilik şirketine giderler. Patron birinciye sorar, “Sen
ne iş yaparsın?” diye. Cevaplar
ilk gemici: “Ben çok iyi görürüm.
Mesela, Gelibolu’daki deniz feneri bekçisinin gözlüğünün tel
olduğunu buradan görebilirim.”
Patron, “enteresan” der. İkinciye
döner. “Peki senin marifetin nedir?” Cevaplar ikinci aday: “Ben
çok iyi duyarım. Mesela, o fener
bekçisinin buradan ayak seslerini duyabilirim.” Patron dönüp
üçüncüye aynı soruyu sorunca,
o da “Ben her şeyi bilirim” diye
cevaplar. Şaşırır patron, “Nasıl
yani?” der. “Ben o denizcinin giy-
Bir Zamanlar
[email protected]
arabaya binmeyi reddederek
Troya’ya yaya olarak gelmişti.
(İlyada, 2. 825- 5.193)
Troya’ya düşmanlık eden tanrıların elinde oyuncak olan Pandaros’u Anadolulu
tanrı Apollon kolluyordu. Bir
karşılaşmada Diomedes tarafından öldürüldü. (Grimal, s.586; Erhat,
s. 257)
Adrasteia, Pitya ve Apaisos
Kentleri
Adrasteia, Pitya ve Apaisos ülkesinde Tereia Dağı’nın eteklerinde
oturan halkları, Kerkoteli bilici
Mereops’un iki oğlu Adrastos
ve Amphios yönetiyordu (İlyada, 2.830). İki kahraman da
Diomedes tarafından öldürülmüştür.
“Apaisos” kentinin adı, yine bir Anadolu kenti “Apasa/Ephesos”
adıyla adaştır (Umar, s.83). Abaza
ve Aphaz adlarıyla bu kentlerin
adları çakışır.
Abydos, Sestos ve
Arisbe’de Oturanlar
Perkote, Praktios, Abydos, Sestos ve
Arisbe’de oturan Troyalı halkları Hürtakos (Hyrtakos) oğlu
Asyos (Asios) yönetiyordu. (İlyada,
2.835)
Sestos ve abydos şehirleri
Çanakkale boğazı geçişlerinin
en kolay yapılacağı yerde (Nara
burnu ucunda Abydos, Akbaş
burnu üzerinde Sestos) kurulmuşlardı. Troyalıların Trakya ile
bağlarını sağlıyorlardı. Bu nedenle stratejik önemleri çoktu.
Arisbe, Çanakkale-Lapseki yolu
üzerindeydi. Perkote Şimdiki
bucak merkezi Umurbey’in 10
km. kadar doğusundaydı. (Umar,
s.415)
Larissa Halkı
Larissa’da oturan Pelasgları Hippothoos ve Pylaios yönetiyordu.
İkisi de Teutamos oğlu Lethos’un oğluydu. (İlyada, 2.840) Larissa kenti, Ayvacık ilçesine bağlı
bucak merkezi Gülpınar’ın kuzey yakınındaydı.
Misyalılar (Mysialılar)
Klasik dönemde Misya (Mysia) ülkesi, Edremit körfezi kıyısındaki bölüm hariç Balıkesir ilinin
tamamını, güneyde Bergama
çevresini, Soma ve Kırkağaç
dolaylarını içine alıyordu. Troya Savaşı döneminde de aşağı
yukarı aynı bölgeleri kapsamış
olmalıdır. Hitit belgelerinde
Kadeş Savaşı’na katılan halklar arasında gösterilen Masa
halkıyla Misyalıların aynı halk
olduğu sanılmaktadır. (Umar, s. 176)
Herodotos’a göre Karya, Misya
ve Lidya (Maanya) halkları aynı
soydandır.
Akurgal, Eski İzmir adlı kitabında
ilkçağda Avrupa’da Moesia
bölgesinde yaşayan halk, Makedonya’daki Mysi halkı ve
Anadolu’daki ön Frig (Phryg)
Muşki halkı ile Misya halkı ara-
Al Birini Vur Ötekine
Bir seçim süreci daha başladı. Tabii
tartışmalardaki şiddetin dozu
da buna paralel artıyor. Bütün
bu tartışmaların içerisinde biz
Çerkesler de siyaset sahnesinde
biraz daha görünür olma noktasındayız. ÇDP’nin (Çoğulcu
Demokrasi Partisi) kurulmasıyla
başlayan tartışmalara, diğer partilerden adaylıklarını koyan Çerkesler de eklenince, tartışmalar
biraz daha alevlendi. Tartışmalar
bağımsız adaylıklarla daha da
katmerlendi. Yayınlanan deklarasyon da her şeyin üstüne tüy
dikti.
Bir fıkrayla ben de bu tartışmaya müdahil olayım. Hani dört gemici
fıkrası var ya meşhur. Onu bir kez
Mart 2015
ARAŞTIRMA
besında bir ilişki olduğunu be
lirtir. Akurgal’a göre, bu adlar
arasındaki bağlantının tesadüf
olduğunu kabul etmek güçtür.
Troya’ya sefere hazırlanan Akhalar, ilk önce Misya’ya saldırdılar.
Bazı yazarlar Troya yerine yanlışlıkla Misya’ya saldırıldığını iddia etseler de bu pek inandırıcı
değildir. Çünkü Akhalar, Amazonlar ülkesine ve Kolkhis’e
sefer düzenleyecek kadar bu
sahilleri tanıyorlardı. Menelaos,
3-4 yıl önce Troya’yı ziyaret etmişti. Herakles’in düzenlediği
Troya seferine katılan krallar ve
askerler de halen yaşıyordu.
Diğer taraftan Priamos’un kızı Laodike (Hiere ya da Astyokhe) ile
evli olan Misya kralı Troya’nın
en yakın ve en güçlü müttefiklerinden biriydi. Bilinçli bir şekilde gerçekleştirilen saldırının
asıl amacı, Troya’nın çevreyle
ilişkisini bozmak, Aşuva Konfederasyonunu dağıtmak ya
da zayıflatmak, böylelikle asıl
hedef olan Troya’ya saldırıldığında, ona yapılacak yardımları
engellemekti. Misya’da güçlü
bir üs kurulduğunda, güneyden kara yoluyla Troya’ya yapılacak askeri yardımlar da zorlaşacak, yine güneyden Troya’ya
ulaşacak ticaret gemilerinin de
yolu kesilmiş olacaktı.
Efsaneye göre, Tegea kralı Aleos’un
kızı Auge’nin Herakles’ten bir
çocuğu oldu. Aleos, çocuğu ve
annesini bir sandığa koyarak
denize bıraktı. Sandık Misya
kıyılarına ulaştı. Misya ülkesinin kralı olan Teutras’ın hiç çocuğu yoktu. Çocuğu ve kadını
sarayına aldı. Çocuk bu sarayda büyüdü. Teutras ölünce de
Misya’ya kral oldu. Bu kralın adı
Telephos’tur.
Telephos’un efsanesi başka versiyonlarla da anlatılır.
Akhalar Misya’ya saldırdıklarında
Telephos Misya kralıydı ve Akhaları ağır bir yenilgiye uğrattı.
Birçok Akha komutanını öldürdü. Akhalar daha fazla dayanamayarak geri çekildiler. Akhaların Misya’da aldıkları yenilgi
çok ağırdı. Toparlanmaları da
kolay olmadı. Aulis’te tam sekiz
yıl hazırlık yaptıktan sonra Troya Savaşına çıkabilecek gücü
bulabildiler.
Ancak, Akhalar çekilirken Misya
kralı Telephos da Aşil tarafından yaralanmıştı. Kalçasındaki
yara her geçen gün kötüye gidiyordu. Apollon, yaranın yaralayan kişi tarafından tedavi edilebileceğini bildirdi. O zaman
Telephos bir dilenci kılığına girerek Agamemnon’un sarayına
gitti. Kralın beşikteki çocuğu
Oretes’i kaçırdı. Yaraları tedavi
edilmezse, çocuğu öldüreceğini söyleyerek Agamemnon’u
tehdit etti. Telephos’un öğüt-
Sultan II. Abdülhamit’in
Mirası
Şu günlerde medyada, Sultan II.
Abdülhamit’in mirasçılarının
açtıkları veraset davası konuşuluyor. Gazetelerin yazdıklarına göre 250 tane mirasçı
davaya katılmış ve hepsi de
haliyle Sultan Hamit’in mirasından pay istiyorlar. İstanbul’un yarısını talep eden
mirasçılar arasında kendi akrabalarım da bulunmaktadır.
Ama Türkiye Cumhuriyeti istenilen parayı öder mi oda
meçhul. Bazı hukukçulara
göre mirasçıların Sultan Hamit’in devasa mirasını talep
etme haklarının olmadıklarını
savunuyorlar. Çünkü Sultan
Hamit 1909 yılında tahttan
indirildiğinde, İttihatçılar
devrik padişahın bütün emlakını müsadere etmişlerdi. Böylelikle Sultan Hamit’in malvarlığının,
Devlet Hazinesi’ne intikali gerçekleşmişti. Ama 1918 yılında İttihatçılar Türkiye’den kaçmak zorunda kaldıklarında Sultan Vahdettin, ağabeyi Sultan Hamit’in malvarlığını tekrar mirasçılarına iade
etmiştir.
Peki Sultan Hamit’in mirasçıları aslında kimdir? Öncelikle eşlerinden
başlamak lazım. Sultan Hamit’in toplam 14 nikahlı eşi vardı. Ama
bunlardan sadece 10 tanesi mirasçıdır, çünkü diğer dördü kocalarından önce ölmüştür. Çocukları ise 7 erkek ve 10 kız olmak üzere
toplam 17’dir. Bebekken ölenlerin sayısını tesbit etmek mümkün
değildi, bu yüzden Sultan Hamit’in yüksek bir ihtimale göre 20
veya daha fazla çocuğu vardı.
Sultan Hamit’in 14 eşinin listesi:
1. Nazikeda (Abhaz, Tsanba ailesinden), Çocukları: Ulviye Sultan
2. Karzeg Mehmet Bey kızı Bedrifelek (Çerkes), Çocukları: Şehzade
Selim, Zekiye Sultan, Şehzade Ahmet
3. Talustan İbrahim Bey kızı Bidar (Kabardey), Çocukları: Naime Sultan,
Şehzade Abdülkadir
4. Nurefzun (Ubıh), Çocuksuz
6. Dilpesend (Abazin, Kızılbek ailesinden), Çocukları: Naile Sultan
7. Mezide Mestan (Abhaz, Marşan ailesinden), Çocukları: Şehzade
Burhanettin
8. Ömer Paşa kızı Emsalinur (Abhaz), Çocukları: Şadiye Sultan
9. Agırba Mahmut Efendi kızı Müşfika (Abhaz), Çocukları: Ayşe Sultan
(Ayşe Osmanoğlu)
10. Maan Recep Bey kızı Sazkar (Abhaz), Çocukları: Refia Sultan
11. Eymhaa Osman Bey kızı Peyveste (Abhaz), Çocukları: Şehzade
Abdürrahim
12. Açba Ahmet Paşa kızı Fatma (Abhaz), Çocukları: Hatice Sultan ve
bebekken ölen Seniha Sultan
13. Maan Albuz Bey kızı Behice (Abhaz), Çocukları: Şehzade Nurettin
ve Şehzade Bedrettin (ikiz)
14. Ankop Arslan Bey kızı Naciye (Abhaz), Çocukları: Şehzade Abid ve
Samiye Sultan
Bu listede dikkat çeken önemli bir nokta ise Sultan Hamit’in hemen
bütün eşlerinin asilzade ailelerine mensup olmalarıdır. Buna göre,
“cariye” müessesesinin son Osmanlı döneminde ne kadar çok
önem kaybettiği de anlaşılmaktadır.
leri olmadan Troya’nın alınamayacağı kehanetinde bulunulmuştu. Bu nedenle Agamemnon, Telephos’a Troya’ya
gidecek gemilere kılavuzluk
ederse yaranın iyileştirilmesine
yardımcı olacağını söyledi.
Telephos kılavuzluk yapmayı reddetti ancak yolu tarif etmeyi
kabul etti. Bunun üzerine Aşil,
mızrağındaki pası kazıyarak yaraya bastı ve yarayı iyileştirdi.
Misya kralı Telephos Akhalara verdiği söze uyarak, Troya sava-
Ettekraru Ahsen
diği pantolon kumaşının cinsini
buradan bilirim” Patron hayretle
sonuncuya döner. “Senin becerin nedir bakalım?” Dördüncü
denizci, “Benim canım sıkılır”
der. “Böyle saçmalıklara canım
sıkılır.”
ÇDP kurulmadan ve kurulduktan
sonraki düşüncelerimi daha
önce kamuoyu ile paylaştığım
için düşüncelerim net. Parti kurmanın zor zenaat olduğu, kurulursa da yaşama şansının sıfır
olduğu, zaman ve imkan israfından öte gidemeyeceği ve Çerkeslerin enerjisini emeceği, etnik
temelli bir partinin çok da doğru
bir yaklaşım olmadığı ve kamuoyumuzdan itibar görmeyeceği
gibi düşüncelerimi bir kez daha
yineleyeyim. Bu seçimlere değil; bir sonraki seçimlere girmek
için bile, gerekli olan örgütlülük
yapısına ulaşamayacağı düşüncemi de şimdiden ilave edeyim.
Apolitik yapımızla, yıllar yılı siyaseti
küçümseyen camiamızın “kendi
partimiz kuruldu, hadi öyleyse
koşalım” demeyeceği yönünde
net bir fikrim var.
“Yıllarca başka partilere hizmet ettik.
Şimdi kendi partimizde sıra” gibi
son derece sığ bir söyleme katılmıyorum. Siyaset mekanizması
içerisinde demokratik taleplerle yoğun bir şekilde yol alırsan,
özellikle iktidar ve iktidara yakın
mevcut partiler içerisinde politika yaparsan eninde sonunda bu
mücadele bir yere varır. Bireysel
çabaları; teşkilat içerisinde, oyunu kurallarına göre oynayarak
dillendirmiyorsan açıkçası sizi
kimse kaale almaz. Hele sadece seçim sath-ı mailine girildiği
dönemde, bu mekanizmada yer
almaya kalkarsan sizi kimse dikkate almadığı gibi bir de tepki
alırsınız üstelik.
Yıllarca teşkilatın içerisinde çalışmış
ve belki de ‘bu dönem sıra bende’ diyen bir adam için teşkilat
kılını bile kıpırdatmaz. Bilakis
aleyhine bile çalışır.
Bununla ilgili en net örnek; Zekeriya
Temizel’in seçim kampanyasındaki DSP teşkilatlarının tavrı idi.
İl Binası’na gittiğimizde İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanı
Adayı’nın nasıl yalnızlaştırıldığını
bu gözler net bir şekilde gördü.
Benim gibi o seçimde Zekeriya
Bey’e destek olan diğer dernek
ve vakıf temsilcileri de buna şahittir. İlçeleri gezdiğimizde de
durum pek farklı değildi. İlçe Belediye Başkan Adayları da aynı
yalnızlık içerisinde ve kendi dertleriyle kıvranıyorlardı. Mustafa
Sarıgül ise her zamanki tavrıyla
rol çalma derdinde idi.
Temizel’e temiz bürokrat, temiz siya-
şına katılmamıştı, ama oğlu
Eurypylos, Misyalı askerlerle
savaşta yerini almıştı. Troya’da
savaşan Misyalıların diğer komutanları, Hromis’le (Khromis)
bilici Ennomos’tu. (İlyada, 2.860)
Kaynakça
Bilge Umar, İlkçağda Türkiye Halkı, İst.
Ekrem Akurgal, Eski İzmir-1, Ank.
Homeros, İlyada, İst.
Pierre Grimal, Mitoloji Sözlüğü, İst.
Robert Gravers, Yunan Mitleri, İst.
Enver Sağlam
setçi kavramı bile kar etmemiş,
üye ile pek de ilişkisi olmayan bir
bakanlıkla tabandan tamamen
kopuk bir siyasetçinin yalnızlığı
gözle görülür elle tutulur halde
tebarüz etmişti.
Bir başka örnek ise; Ak Parti’den seçilmesi zor bir yere konan ağabeyimizin yerini beğenmeyip
çekilmesi idi. Maalesef o yerden
giren bir başka şahıs meclise girmiş, ağabeyimiz de açıkta kalmıştı. Sonraki dönemlerde de
kendisi hiçbir varlık göstermeden siyaset sahnesinden çekildi.
Demirel altı kere gidip yedi kere gelerek; Ecevit ise, sırf adıyla, teşkilatı olmayan bir partiyi en olmadık dönemde bile yıllar sonra
iktidar ortağı yaparken; bizler
ise bir atımlık barutumuzu bile
kullanmakta imtina ediyor, ondan sonra da “niye yokuz?” diye
dertleniyoruz.
Bir başka vahim halimiz ise şu: Her
birimiz ve her grubumuz birinci
sınıf Çerkes.
Bir önceki sayıdaki yazımda da belirttiğim için ÇDP ile ilgili fazla
söze hacet yok. “Partiyi önce
biz kurduk. Dolayısıyla bu camia adına bir şey söylenecekse
biz söyleriz” tavrına bir cevap da
“deklarasyon” ile geldi.
Onların tavrı da diğerlerinden pek
farklı değil açıkçası. Yayınlanan
manifesto kendi dünyaya bakış
açılarının bir penceresiydi. Tek
tip bir düşünce, biraz da elitist
bir tavırla kaleme alınmış; toplumun önemli bir kesimini tamamen devre dışı bırakan bir tavır
sergilenmiş idi.
Her iki oluşumun içerisinde çok sevdiğim ve değer verdiğim pek
çok arkadaşım var. Ama içlerinde toplumun diğer kesimlerine
tepeden bakan, ‘kendilerince’
elitist bir tavır geliştiren arkadaşlar da var.
Özellikle bazıları, her zaman için “bir
bilen” tavırları sergiler ki bu da
benim canımı sıkıyor açıkçası.
Bence yaratılan bu fiili durumdan
çıkarılacak bir ders olmalı. Bu çıkışları fırsata çevirecek hareket;
toplumun bütün katmanlarının
bir araya kayıtsız şartsız gelerek, seçimlere yönelik bir takım
çalışması oluşturmaktır. Çok az;
ama öz yerde, kimse karnından
konuşmadan bir araya gelmeli;
ve esas şeklin “Çerkes duruşu”
olması noktasında tavizsiz bir
duruş sergilenmeli.
Kaybedersek bile, “galip sayılır bu
yolda mağlup” diyerek duruşumuzu istikrara tebdil etmeliyiz.
Mart 2015
Umut Yolcuları
Tsey Yılmaz Dönmez
“Esirleri gemilerle Osmanlıya
götürüyorlar”
Savaşçılar Hapl’ Irmağı’nı geçip
Amıthaç Köyü’ne geldiklerinde,
köyün tamamen yakıldığını görünce dehşete düştüler. Kendi
köylerinin de aynı akıbeti yaşamış olabileceği düşüncesi içlerini
kemirmeye başladı. Çünkü Amıthaç, kendi bölgelerine bir günlük
mesafedeydi. Acele etmelerine
rağmen yanlarında yaralıların olması hızlarını yavaşlatıyordu. Hafif yaralıları at üstünde, ağır yaralıları ağaç sedyelerde (şıpxhaĺe)
taşıyorlardı. Üstelik her yerde Rus
askerleri vardı. Bu yüzden ani bir
baskın yememek veya bir Rus birliği ile tedbirsiz bir şekilde karşılaşmamak için Temruko üç kişilik
bir öncü kolu (şepe’ulh) oluşturmuştu. Öncü kolunun başında
da Nawruz vardı. Nawruz önderliğindeki üç kişilik grup, bir saatlik yol kadar savaşçıların önünde
ilerliyordu. Öncü kolu Derbekoáy
Kale’ye yaklaştığında, uzaktan
bir Rus birliğinin vadinin içinden
kendilerine doğru geldiğini gördü. Nawruz hemen yanındaki iki
atlıyı arkadan gelen gruba haber vermek üzere geri gönderdi.
Atını ağaçların arkasında gizleyip iri bir dal parçasına bağladı.
Yaklaşan düşman birliğini rahatça görebileceği vadinin en dar
noktasına doğru gidip oldukça
yüksek bir yamaçta çalıların arasına saklandı. Birliğin önünde
300 kadar atlı süvari, orta kısmında yaya olarak yürüyen oldukça
uzun bir insan kuyruğu ve yaya
olarak yürüyenlerin arkasında ise
yine çok kalabalık bir piyade birliği görünüyordu. Delikanlı saklandığı yerde yaklaşık yarım saat
bekledikten sonra nihayet birlik
önünden geçmeye başladı. Rus
askerleri yakıp, yıktıkları köylerde esir aldıkları biçare Adıge’leri
ortalarına almış götürüyorlardı.
Nawruz içinden “Acaba nereye
götürüyorlar bu zavallıları” diye
düşündü. Kendi köylerinden
veya tanıdık birileri var mı aralarında diye pür dikkat izliyordu
önünden geçen esirleri. Aralarında tanıdık birkaç yaşlı vardı
11
DİZİ YAZI
ama kendi köylerinden kimseyi
göremiyordu. Biraz sonra arka
grupta bir genç kız ilişti gözüne.
Zavallı kız perişan bir durumdaydı. Üzerinde doğru dürüst bir elbise dahi yoktu. Dağınık saçları
başı öne eğik olduğu için yüzünü
kapatıyor, bu yüzden siması tam
olarak seçilmiyordu. Ancak bu
sima Nawruz’a hiç yabancı gelmiyordu. Kızın içinde bulunduğu
grup biraz daha yaklaştığı anda
genç adamın tüyleri diken diken
oldu. “Aman Allah’ım Nebzıf bu”
diye mırıldandı. Başından kaynar
sular döküldü sanki. Terlemeye
başladı. Tarifsiz bir ateş sardı içini.
Hayallerinin prensesi sevdiği kızı
nereye götürüyordu şimdi bu zalimler. Onun için Dünya’da göze
alamayacağı hiçbir şey yoktu.
Bir ara saklandığı yerden fırlayıp
birliğin arasına dalarak onu kurtarmayı düşündü. Tek başına onu
kurtaramayacağını anlayınca bu
düşüncesinden çabuk vazgeçti.
Birlik önünden geçip gittiği halde, içinde bulunduğu duygu karmaşası epey bir zaman onu yerine mıhlamıştı. Yerinden ayrılıp
dalgın bir şekilde atının yanına
geldi. Atına bindi ve arkasındaki savaşçılara doğru gitmek için
yola çıktı. Atını rahvan sürüyordu.
Yol boyunca sürekli ne yapacağını
düşünüyordu. Nebzıf’ı gördüğünü ve onun peşinden gideceğini
kimseye söyleyemezdi. Çünkü
Nebzıf’ın, Doleçeriy ile yakında
evleneceğini herkes biliyordu.
Gruptan ayrılmak için haklı bir
gerekçe bulması gerekiyordu.
En sonunda Nebzıf hariç gördüklerini Temruko’ya anlatarak
esirlerin nereye götürüldüğünü
öğrenip arkalarından köye geleceğini söylemeye karar verdi. Bu
düşünceler içinde savaşçıların yanına geldiğinde başta Temruko
olmak üzere herkes Nawruz’un
getireceği haberi merak ediyordu. Nawruz bir Rus birliğinin
yaklaşık 700 kişiyi esir aldığını ve
bilmediği bir yere götürdüklerini,
esirlerin arasında tanıdık kimseyi
görmediğini söyledi. Aşıwhable’den savaşa 14 savaşçı katılmıştı
ancak geri dönen grupta sadece
iki savaşçı vardı. Üstelik birisi de
çok ağır yaralıydı. Nawruz, Aşıwhable’den birkaç kişiyi gördüğü
Köylüler Seyyare, Elitler TKP
Günlerden 16 Nisan 1924, yer TBMM, Karesi milletvekili Ahmet Süreyya (Örgeevren) konuşuyor;
“O da şurasıdır 1 Ağustos 1914 ve 20 Teşrinisani 1922 tarihleri arasında geçen zaman zarfında yüz elli kişinin istisnasiyle şu kabil ceraimi ika etmiş eşhası affa mecburuz. Fakat efendiler 1922 tarihinden sonra dahi
hiyaneti vataniye cürmu ika et¬miş eşhası affa mecbur muyuz? Yoksa
okudukları liste içerisinde -kendileri itiraf ettiler- elan müsellâh olarak
Çerkez çeteleri adalarda Türkiye vatanı aleyhine, Türklük aleyhine çalışmaktadır, diyorlar. Demek bugün de çalışmakta berdevamdırlar.
Onların cetvele ithaline, onların yüz elli kişilik listeye ithaline ihtiyaç yoktur.
Bunlar dünün de haini vatanıdır, bugünün de haini vatanıdırlar.
Bunları af için ahdi mecburiyetimiz yoktur. Evet onları 1914’ten 1922’ye
kadar affettik.
Fakat onlar bugün de mücrimdir. 1922’den son¬ra yapılan ceraim affedilemez, Hükümet bundan ne-den tegâfül ediyor? Neden bu sarahati
hukukiyeyi an¬lamakta izharı aczediyor? Ne için noksan cetveller¬le
geliyor?”1
Biz Çerkesler, 1914’ten bu yana ne yapmıştık? Çerkes Teavün Cemiyeti’ni
kurmuştuk! Şimali Kafkas Cemiyeti’ni örgütlemiştik! Şimali Kafkasya
Cemiyet-i Hayriyesi’ni kurmuştuk! Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti’ni
kurmuştuk! Ğuaze gazetesini çıkarmıştık! Diyane dergisini çıkarmıştık!
Çerkesce alfabe basmıştık! Beşiktaş Anas Terakki Okulu’nu açmıştık!
Çerkes Kız Mektebi’ni açmıştık! Bereket Jimnastik Kulübü’nü kurmuş
(Beşiktaş Jimnastik Kulübü), Şimali Kafkasya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ilan etmiştik! Ve de İzmir Çerkes Kongresi’ni yaptık!
Ne “Osmanlı” ne de “Türk” olabildik! Olmak zorunda da değildik.
Mustafa Butbay anılarında şöyle diyor; “İstanbul Hükümeti bizleri İttihat ve
Terakki’nin bir biçim değiştirmişi ve onun bir propagandacısı saymış o
yolla İngiliz zabıtasına malumat vermiştir… Bir gün bir İngiliz subayı,
yanında bir İngiliz polisi olduğu halde cemiyetin Beyoğlu merkezine
geldi, bizi dağıttı, kasayı mühürledi, mevcut evrak ve defterleri müsadere etti.”
Mustafa Butbay, anılarında Kafkasya’ya gidişlerini ise şu şekilde anlatıyor;
“Ebubekir Pilyef adında biri daha, İstanbul’a delege sıfatı ile geldi. İstanbul’a gelmeden önce de Sivas’a giderek orada Mustafa Kemal Paşa ile
görüşmüş, Kafkasya siyaseti hakkında düşüncelerini sormuş ve uygun
cevaplar almıştı. Türkiye’den bir kurulun Kafkasya’ya gitmesini orada
kararlaştırmışlardı.Bu Kurul Tiflis’te bulunan Kuzey Kafkasya Geçici
Hükümeti emrine verilecek ve ondan alacağı direktif üzerine orada
çalışacaktı. O sırada Sivas’tan gelen Vasıf Bey’in -Binbaşı Vasıf- huzuru
ile Bekir Sami Bey’in Teşvikiye’deki evinde bir toplantı yaptık. Bu toplantıda hemen yola çıkmamızın Sivas’ça uygun bulunduğunu Vasıf Bey
söyledi… Kafkasya meselesini iyice bilen ve evvelce bir denizaltı ile
Kafkasya’ya seyahat eden Aziz Meker Bey Tiflis’te idi.”
Kimdi yola çıkanlar?
1- Kurmay Albay İsmail Berkok, 2- Ben (Mustafa Butbay), 3- Pilot Yzb. Tevfik,
4- Topçu Üsteğmen İsmail Hakkı, 5- Piyade Teğmen Cudi, 6- Piyade Teğmen Muzaffer, 7- Altı öğretmen asker (Hakkı Bey ve askerleri)2
1336 (1920) yılı Şubat ayının ikinci günü, Kafkasya’ya gitmek üzere, İstanbul’dan Gülnihal vapuru ile yola çıkarlar.
üm
3. Böl
Sürgün Derlemesi
halde gruptakilerin kimi gördüğünü soracaklarını bildiği için,
bundan hiç söz etmedi. Temruko
delikanlının anlattıklarını dinleyince durumun sandığından çok
vahim olduğunu anladı ve “Biz
mertçe savaşmayı atalarımızdan
öğrendik. Savaş meydanlarda erkekçe yapılır. Nereden bilebilirdik ki düşmanlarımızın bu kadar
onursuz olduğunu. Arkamızda
bıraktığımız savunmasız insanları
haince pusu kurup katledeceklerini düşünemedik. Böyle olacağını bilseydik köylerimizi terk
eder miydik hiç. Maalesef büyük
bir hata yaptık. Wostığay’de onca
gencimizi boşu boşuna kaybettik” dedi.
Orta yaşlı adamın mavi gözlerinden
pişmanlığı çok bariz bir şekle anlaşılıyordu. Savaşçılar suskundu
ama patlamaya hazır bir volkan
gibiydi hepsi. Nawruz, Temruko’ya “Thamade ben bu naçar
insanları nereye götürüyorlar
merak ediyorum. İzin verirsen bu
birliği takip edip başlarına ne geldiğini öğrenmek istiyorum. Belki
onları kurtarma şansımız olabilir.
Durumu öğrenip arkanızdan yetişirim” dedi.
Temruko, delikanlının omzuna elini koydu. “Evlat, esirleri nereye
götürdüklerini ben sana söyleyeyim. Sahile götürüyorlar. Onları gemilere bindirip Osmanlıya
gönderiyorlar. İki ezeli düşman
bizden habersiz çoktan anlaşmış.
Osman Efendi binlerce yıllık vatanımızı sanki kendisininmiş gibi
Ruslara vermiş. Biri topraklarımızı
işgal edip bizi sürüyor, öteki suçunu bastırmak için bize kucak
açıyor. Dediğin gibi esirleri sahile
götürmeden bir yerde topluyorlarsa belki onları kurtarabiliriz.
Biz yolumuza devam edeceğiz.
Getireceğin habere göre ne yapabileceğimizi tekrar düşünürüz” dedi.
Temruko ve arkadaşları köylerine
doğru yola koyuldu. Nawruz,
esirleri götüren Rus birliğinin peşine düştü.
Savaşçılar uzun bir yolculuktan sonra
Aşıwhable’ye yetiştiklerinde gördükleri vahşete insan olan inanamazdı. Hemen Aşıwhable’li Savsur evlerine doğru atını dörtnala
sürdü. Avluda yaşlı babasının ce-
sedini gördü. Yanıp kül olan evlerinin enkazının altından annesinin ve kardeşlerinin kömürleşmiş
cesetlerini tek tek elleriyle çıkardı. İnsan yüreği nelere dayanmıyordu ki. Diğer Aşıwhable’li
savaşçı sedyede baygın yattığı
için hiçbir şeyden habersizdi. Avluların önleri, çitlerin, ot yığınlarının dipleri cesetlerle doluydu.
Evlerin hepsi yakılmış bir enkaz
halindeydi. Savaşçılar birkaç
saat içinde etraftaki ve enkazların arasındaki cesetleri toplayıp
tek tek gömdüler. Temruko’nun
birliğindeki savaşçıların hepsi bu
bölgedeki köylerin delikanlılarıydı. Savaşçılardan en uzağının
köyü Aşıwhable’ye iki saatlik bir
mesafede olduğundan Temruko
burada dağılmanın uygun olacağını düşündü. Savaşçılar Aşıwhable’de helalleşip ayrıldılar.
Tseyhable’den grupta Temruko dâhil
dokuz kişi kalmıştı. Bu dokuz kişinin ikisi de yaralıydı. Hiç vakit
kaybetmeden Aşıwhable’li ağır
yaralı delikanlı ve Savsır’ı da yanlarına alarak köylerine doğru yola
çıktılar. Aşıwhable’de gördükleri
vahşet sonrası hepsi kendi köylerinde de aynı felaketin yaşandığına iyice inanmaya başlamıştı.
Endişeleri yüzlerine yansımış hiç
birisinin ağzını bıçak açmıyordu.
Kimisi dualar ediyor, kimisi ailesinin cesetleri ile karşılaştığında
ne yapacağını düşünüyordu. Bir
saatlik yol bir ömür gibi uzun
geldi hepsine. Telaşlıydılar, endişeliydiler, savaşta kaybettikleri
arkadaşlarının acısını bastırmıştı
bu heyecan. Mahşerin atlıları Teseyhable’ye yaklaşırken etrafta
kimseyi göremeyince endişeleri bir kat daha arttı. Köye yetiştiklerinde evlerin sapa sağlam
durduğunu gördüler. Sadece
bir iki başıboş hayvan ortalıkta
geziniyordu. Hiçbir yerde de ceset yoktu. Atlarından inip evlere girdiklerinde, bazı ocaklarda
soğumuş kazanların (şıwon) durduğunu, hala bazı gaz lambalarının yandığını, yatakların dahi
toplanmamış olduğunu görünce,
köy halkının aceleyle köyü gece
vakti terk ettiğini anladılar. Kızgın
yürekleri biraz serinledi ve hepsi derin bir nefes aldı. Kötünün
iyisiydi bu durum. (Devam edecek)
Lagarta
Aynıyla Vaki
Serap Canbek
Yıllar içinde biriken sorular var aklımda. Geçmişimize, bugünümüze ve geleceğimize “kör,
sağır, dilsiz” kılındığımızı düşünerek hem kendime hem de size sormak istedim, cevapları
birlikte bulabilmek ve yol almak adına...
“Asalet ve nezaketin timsali Çerkesler” söylemindeki üstünlük sanrısının
“Bir Türk dünyaya bedeldir”den çok farkı var mıdır? “Kibirlenmek deli
işidir” (зыгъэпэгэн дeлэм иоф) gibi bir atasözümüz olmasına rağmen, kibir dolu yaftaları kuşanmış olmamız enteresan değil midir?
Hele hele, “kadınlarımız güzeldir” diyerek övünmek, hangi dehşetengiz ruh halimizin yansımasıdır? Sosyal medyada “Circassian Beauties”
(Çerkes Güzelleri) sayfası açacak kadar mı körleşti o asaletimiz? “Biz
asiliz, biz güzeliz” salınmalarının kime, ne gibi bir faydası olabilir? “Biz
de Çerkesiz, hem de kökümüz saraya dayanıyor” derken hangi acıklı
üstünlüğümüzü ima ediyoruz?
Sözde “asalet ve nezaket”imizin yıllar içinde “atalet ve rezalet”e evrildiğini
görmüyor muyuz? Halkımız ve ortak doğrular adına bizi başkalarıyla
bir araya gelmekten, birlikte birşeyler yapmaktan alıkoyan “atalet”i,
farklı ama samimi bir görüş karşısında dile getirdiğimiz hakaretamiz
söylemlerimizdeki “rezalet”i fark edemeyecek kadar mı asiliz?
Tek haklının kendimiz olduğu felsefesiyle oluşturduğumuz dünyalar kuran insanlar silsilesi haline geldiğimizi anlamamıza mani olmuyor mu
“atalet”imiz? “Ben dedim oldu” ya da “ben yaptım oldu”ları cebimize
atıp, halkımız adına bir arpa boyu yol alamamaktan hiç vazgeçmeyecek miyiz?
Anavatana yerleşenin diasporadakine, henüz anavatanına dönememiş
olanların anavatana dönene takındığı; ortak doğru ve çare üretmekten yoksun “nezaket”siz hömkürmelerin, geleceğimize dair kaygılara
ve “asalet”imize dayandırılabilecek bir yanı var mıdır?
Belgelere dayalı doğrulara burun kıvırıp, “sürgün-soykırım yok, sadece
göç var ve doğrusu budur”larla süslediğimiz hikayelerimizle halkımızın tarihine ve geleceğine dinamitler döşediğimizi fark edememizin
nedeni de “asalet” mi? “Xabze”yi tam bilmeden “xabze”ye dair neredeyse bir konferans verebilecek bilgiye sahip olduğumuzu sanmamıza neden olan o sakil özgüvenimiz, klavye başında başkalarına hakaret
etme cüretimiz, xabze’nin hangi maddesine sığıyor acaba? Halkımızın
tarihine dair kocaman bir kütüphaneyi adeta beyninde depolamış ,
bununla yetinmeyip kendi imkanlarıyla tercümeler yaptırmış, neden-sonuç ilişkilerini başarıyla kurabilmiş büyük ya da küçüklerimize
en azından saygı duymak yerine, arkasından haksız dedikodular yapmayı ve malum söylemlerimize taraftar olmaya başkalarını da heveslendirmeyi vazgeçilmez bir alışkanlık haline getirmemizin nedenini o
“asil” vicdanımıza sorabilme “nezaket”ini gösterebiliyor muyuz?
Derneklerde ya da etkinliklerde takındığımız, karşılıklı saygıda kusur etmeyen reveranslarımızı klavye ve ekran arkasına geçince ağza alınmayacak hakaretlere dönüştürmekteki sebatımız, halkı için samimiyetle
birşeyler üretmeye çalışanlara çelme takma ve karalama güdümüz,
kendi doğrularımızı dikte ettiğimiz üç beş kişilik gruplar oluşturup,
“Heyyy bakın, nasıl cevap yazmışım ama” gösterileri yaparak doyumsuz egolarımızı beslemeye çalışma arzumuz da “asalet ve nezaket”in
olmazsa olmazları mı acaba?
“Atalet ve rezalet”e dönüştürdüğümüz “asalet ve nezaket”imizle çaresizce övünmek yerine, halkımızı yok oluşa sürükleyen “defo”larımız ve
mangalda kül bırakmayan “ego”larımızla yüzleşmek ve toplumsal cinnet öncesinde tedavi yollarını aramak daha “asil ve nazik” ve üstelik
erdemli bir davranış olmaz mı sizce?
Jiy Zafer Süren
[email protected]
Acaba, İstanbul hükümetinden tokat yiyen Şimali Kafkasya Cemiyeti üyeleri Sivas kongresinden mi medet umuyorlardı? Daha meclis açılmamış,
hükümet kurulmamış, Heyet-i Temsiliye’nin iradesi ile Şimali Kafkasya
Cemiyeti Hayriyesi Heyeti Kafkasya’ya niçin gidiyorlardı?
Binbaşı Vasıf kimdi? Meşhur Karakol Cemiyeti’nin kurucusu Kara Vasıf mı?
Şüphesiz!
TBMM yeni açılmış, ikinci gün: Tarih24 Nisan 1920, Cumartesi;
“MUSTAFA KEMAL PAŞA HAZRETLERİ (Ankara)
Kafkasya’ya gelince; malûmunuz Kafkasya, Şi¬malî Kafkasya, Çerkezistan,
Gürcistan ve Ermenis-tan parçalarından mürekkeptir. Çerkezler bidayetten beri fevkalâde hassas bulundular, her halde minelkadim kendi
vatanları olan Şimalî Kafkasyada müsta¬kil yaşamak arzusunu, zevkini
duymuşlar ve bunun için çalışmakta bulunmuşlardır… Oradaki dindaşlarımıza tavsiyemiz dahi yine kendi dahülerinde kendi kuvvetler
ile mevcudiyetlerini izhar ve ispat etmek ve badehu manatı-kı islâmiye yapabilecekleri surette birleşmek noktası olmuştur. Ve diyebiliriz
ki Kafkasya faaliyet ve âmalimilliyenin tecellisi ve memleket ve
milletimizin istiklâli halâsı noktai nazarından memleketimizden
uzak değil, tamamen akşamı asüyei (vataniyemizin) bir parçası
gibi telâkki olunabilir. Bütün bu mıntıkadaki cereyandan resen
malûmattar bulunuyoruz.”3
Meclis kürsüsünden Mustafa Kemal Atatürk böyle söyleyerek, Kafkasya’da
meydana gelen olayları yakından takip etmekte olduğunu belirtmektedir.
5 Ocak 1921 tarihinde ise Dağıstan’ın istiklalinin, Sovyet Rusya tarafından
tanınması münasebetiyle Lenin’e bir telgraf çeker.4
Oysa Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan’ın bağımsızlıklarını tanıyor, Kuzey
Kafkasya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını tanımıyordu.
Kafkasya’ya giden heyetten iki kişi yolarını ayırırlar, Mustafa Suphi ve arkadaşlarına katılırlar. Bunlar Pilot Yzb. Tevfik ve Topçu Üsteğmen İsmail
Hakkı beylerdir.2
Peki! Kimdir Mustafa Suphi? O zamanın Sivas sancağından bir Çerkes’in oğludur. Babası bir Osmanlı valisidir. Türkiye Komünist Partisi’nin Kurucu
başkanıdır.5
Peki! Ethem Nejat Kimdir? O da İstanbullu bir Çerkes’in oğludur, Çerkes Teavun Cemiyeti üyesi, Çerkes alfabesi yapan Ahmet Cavid Paşa’nın torunudur.6
Zamanın en iyi eğitim almış kişilerindendirler. Mustafa Suphi Fransa, Ethem
Nejat Almanya’da ihtisas yapmışlardır.
Topçu Üsteğmen İsmail Hakkı daTKP’nin ilk Merkezi Heyeti arasında yerini
alır.7
Bunlar, Çerkes elitlerinin çocuklarıydı ve Anadolu’nun sol öncüleriydi.
Anadolu halkları el ele vererek seferber oldu, elbirliği ile yedi düvele karşı
durdu.
Teşkilat-ı Mahsusa elemanı Ethem Bey, Ege’de Yunana karşı durması için
göreve çağrıldı. Midesinden hastaydı, uzun yıllar cephelerde aldığı onlarca kurşun yarasının ağır tahribatını vücudunda taşıyordu. İç isyanlar,
batı cephesi, kuzey cephesi, güney cephesi, at koşturdu dörtnala. Düş-
Kaynakça: 1-TBMM Gizli Celse Zabıtları, Devre II. Cilt:4,16 Nisan 1340(1924), 39 ncu inikat 2. celse. 2-Mustafa Butba, Kafkasya Hatıraları,Yayına hazırlayan
Ahmet Cevdet Canbulat, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara-1990 3-TBMM Gizli Celse Zabıtları,: 1,24-4-1336, C:4, 24 Nisan 1336 1920) Cumartesi, Îkincî
Înîkat Dördüncü Celse, Açılma Saati: 4.05 4-Mustafa BIYIKLI, Kaynakçalı Ve Açıklamalı Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası Kronolojisi, Dumlupınar Üniv.
Sosyal Bilimler Dergisi, S.22, Aralık 2008 5-A. Metin Boran, Yürünmemiş Yolu Yürümek: Suphilerin Anadolu’ya gelişi TKP kurucu Merkez Komitesi üyelerinden Süleyman Nuri, Suphi’nin Çerkez halkından olduğunu yazar. https://teorikdergiler.files.wordpress.com/2014/07/marksistteori-1.pdf 6-(a)-Ethem
Nejat Arkadaş, 23 Kanunusani 1923 ZENON, “Çünkü gayet garibet olarak Ethem Nejat Yoldaş, kendisi ‘Çerkes’ olduğu halde, hemen 1917 senelerine kadar
manla Ankara arasına aşılmaz duvar oldu.
Çerkes Ethem’in çıkardığı gazetenin adı ”Yeni Dünya” idi, Mustafa Suphi’nin Rusya’da çıkardığı gazetenin adı da “Yeni Dünya” idi.
Ethem, Çerkes kimliğini taşırken, özel milisleri de kalpakları, kamaları, kamçıları ve at koşumlarıyla, Anadolu’da, köylü Çerkes halkının çocuklarıydı. Öyle ki,Yunanlılardan geçiş hakkı talep ederken protokole; “Çerkeslere, törenleri izlemeye ve özel kıyafetlerini giymelerine izin verileceği
gibi, kamalarını taşımakta da serbest bırakılacaklardır” şartını 4. Madde
olarak koyduruyordu.8
Hem Kuvayy-ı Seyyare’de Anadolu’ya set oldular hem de kendi kimliklerine
sahip çıktılar; “Hain” oldular.
Onlar, kimliklerine, herşeye rağmen sahip çıkmak için İzmir Çerkes Kongresi’ni de yaptılar.
Batı cephesini örgütleyenler arasında bulunan Albay Bekir Sami, Kurtuluş savaşında yararlılık göstermiş Çerkeslerin, şehit ve gazi ailelerinin,
Gönen ve Manyas’tan sürgün edilmelerine vicdanı dayanamayarak,
11.8.1923’te Müdafa-i Milliye Vekili Kazım Özalp Paşa’ya telgraf çeker:
“Vaktiyle Bursa’dan, Balıkesir’de bulunan yüksek kişiliğinize çektiğim
telgraf ‘Çerkesci’ olmadığıma ve vatan meselesinin nazarımda herşeyin
üstünde bulunduğuna yeterli tanıktır.” diyor.9
“Çerkes” kimliğini üzerinden çoktan çıkardığını beyan ediyor.
Aynı onun gibi, Çerkes Teavün Cemiyeti’nin elit “Çerkesci”leri ,“ Biz Çerkesiz” diyen Çerkesleri telin ettiler, Osmanlı’da seçkindiler, Cumhuriyet’te
de seçkin olmayı yeğlediler; ne Çerkes Ethem’e ne de Karadeniz’de öldürülen çocuklarına sahip çıkamadılar.
1 Mayıs 1920 tarihinde, TBMM’de “Türk” kavramına Sivas Milletvekili -ve
Çerkes- Emir Bey karşı çıkıyor; “Bu Vatanda Çerkes, Çeçen, Kürt, Laz ve
daha bir takım İslam kabilelerinin bulunduğunu, sadece Türk demenin
‘tefrika’ya yol açacağını” söylüyor. Mustafa Kemal söz alarak; ”Kurtarılmasına azmettiğimiz vahdet (birlik), yalnız Türk, yalnız Çerkes değil
hepsinden kaynaşmış bir İslam unsurudur. Bunun böyle anlaşılmasını
ve kötü vehimlere meydan verilmemesini rica ediyorum” diyor.10
Anadolu’da mantar gibi çoğalan Çerkes derneklerini bu gün de kıvançla
ayakta tutanlar; okumuş, tüccar, zanaatkar, memur ve emeklisiyle köy
kökenli Çerkes kimlikli bireylerdir. Aralarında, geçmişin o şehirli, elit
“Çerkescileri” yoktur.
Onlar ancak “Dedem Çerkesmiş!” diyerek, uzaktan, kızarak seyrediyorlar.
Onlar bizi, muktedirin işine gelen; “bu devleti biz kurduk” ve “Orduda,
MİT’te, her yerde biz varız” masalıyla kandırdılar.
Evet! Varız; Diğer halklar ne kadar varsa, biz de ancak nüfusumuz oranında,
o kadar varız.
Anadolu’da, diğer halklar ne kadar ”hain” ve ne kadar ”kahraman” ise bizler
de o kadar “hain” ve “kahraman” olduğumuzu bilmeliyiz.
Kim olduğumuzu bilmeliyiz…
Kimliğimizi bilmeliyiz.
Çerkes duruşuna sahip çıkmalıyız.
mutaasıp bir ‘Türkçü’ idi.” Mustafa Suphi ve yoldaşları, Güncel Yayınlar, 1977 (b)-Mustafa Suphi Ve Yoldaşlarını İttihatçılar mı Öldürttü. S. Halit KAKINÇ,
Toplumsal Tarih Dergisi s.61, Ocak 1999 (c)-Turancı Sosyalist Ethem Nejat, Yunus YILMAZ, İleri Yayınları, Kasım 2012, İstanbul (d)- Bir Öncü- Ethem Nejat,
Jiy Zafer Süren, Jıneps Gazetesi, Ekim 2014 7-Hamit Erdem, Mustafa Suphi, Sel Yayıncılık, İsatnbul-2010, 3.baskı 8- Meryem Çakır Türkiye Büyük Millet Meclisinin Tutanaklarında İç İsyanlar (1920-1934) Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2005, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırma Enstitüsü Türk Tarihi Anabilim
Dalı Cumhuriyet Tarihi Bilim DALI 9-Sefer E.Berzeg, Çerkes-Vubıhlar, Soçi’nin İnsanları, Ankara-2013 10-Taha Akyol, Atatürk ne demişti?, Hürriyet Gazetesi,
21 Kasım 2013
12
GÜNCEL
Aidiyet şizofrenisi;
Çerkeslerin üzerindeki kara bulut
Kendimizi hep başkalarının söylediği gibi konumlandırdık, hep
başkalarının bize söyledikleriyle hissettik kendimizi. Savaşta
cesur dediler, en ön cephede
savaştık. Mecliste hain dediler,
kendimizden utandık. Kadınları güzel dediler, kadınlarımızın
güzellikleriyle övündük. Yediğin kaba pisleme dediler, yediğimiz kaba pislemeyiz dedik.
Ananız-babanız öğretmedi bu
dili dediler, suçu anamızda-babamızda aradık. Hiç kendi bakışımız olmadı hayata. Hayata
hep başkalarının pencereleriyle
baktık. Türkiye’de Türk, Suriye’de Arap, ABD’de Amerikan
pencereleri... Halbuki bizim bugün özlem duyduğumuz şey;
kendi penceremiz... Kendi etkileşimimiz, kendi duygumuz,
özlemimiz... Bugün yine öyle,
önümüzdeki pencere kimin
diye sormuyoruz... Halbuki bu
pencerenin baktığı şey, gösterdiği yer hayırlı değil. Çerkesya
silik, Türkiye net. Orası ata, burası anavatan bu pencerede;
halbuki gerçekte atavatan söyleminin bir karşılığı yok.
Bugün Xeku’ya atavatan diyen
zihniyet yarın Çerkesceye atadil diyecek. Bugün Türkiye’ye
anavatanım diyen zihniyet,
Türkçe’yi de anadili görecek ve
bize atalarımızdan sadece sözler miras kalacak. Atasözleri...
Bugün Çerkesya’yı yüreğinde
hissetmeyenlerin sayısı az değil, tehlikeli bir çoğunluktur ve
tüm bunun sebebi bugün Türkiye’deki Çerkeslerin kendilerini
yurtlarına değil de Türkiye’ye
ait hissetmelerinin sonucudur.
Bunu açıkça söylemekten çekinmeyenler şu sıralar genelde
gözükmese bile, bunu bağırmaya başlayanların varlığı da
yok sayılmamalıdır. Artık yaşadığımız çağa, bu çağda gelişen
olumlu-olumsuz herşeye kendimiz gibi bakmanın vakti geldi.
Bizler; Türkiye’de ve daha nice
yerde yaşayan Çerkesleriz, bu
hayatı biz seçmedik. Bu hayata
zorlandık. Bu hayatta da birçok
şeye zorlandık. Düşmanlığa,
nefrete, asimilasyona ve daha
nicesine! Bugün, tüm bir ulus
olarak yaşadığımız soykırım ve
zorlandığımız sürgünden 151 yıl
sonradayız. Dilimizi unutmaya
zorlanıyoruz! Dünyaya baktığımız Çerkes pencerelerini yıkıp,
herkes kendi bakmamızı istediği penceresini koyuyor önümüze. Karşı gelemiyoruz bile,
durumumuz böyle de vahim.
Bu durumun sebebi (En azından Türkiye’de) ise aidiyet hislerimizdeki şizofrenidir. Uluslar
kendini tek bir kimliğe ait hissederler, oysa biz bunu başaramıyoruz. Yakamıza yapışmış Türklüğü bir türlü inkar edemiyoruz.
Hem Çerkes, hem Türk olmayı ısrarla
savunurken, bu tezimizin saçmalığını; “Türkiye’de yaşayan
herkes Türktür” sloganına bağlıyoruz. Bakın, hem müslüman
hem Çerkes, hem ateist hem
Çerkes olunabilir. Hem sosyalist
hem Çerkes, hem milliyetçi hem
Çerkes de olunabilir. Bunlar birbirini engelleyen şeyler değildir.
Ancak hem Türk, hem Çerkes
olunamaz. İkisi, farklı ulusların
kimliğidir. Türkiyeli Çerkessiniz,
anladım! Bu anlamda söylemek
istiyor da olabilmenizi umardım, fakat bu ülkedeki kimliksel
gelişmelerinize karşı tavırlarınız
ortaya çıkarıyor ki, siz dünyaya
İngiltere’de Çerkes elçiler
Topraklarına yapılan Rus saldırılarına karşı direnişlerine
destek kazanmak için son
bir hamle yapan Büyük ve
Özgür Meclis; Şapsığ prens
Huşt Hasan liderliğindeki
Çerkes diplomatik temsilciler grubunu 1862’de İngiltere’ye yolladı. (Büyük ve
Özgür Meclis, sivil yönetimi yeniden yapılandırmak
ve orduya yeniden düzen
vermek için Soçi’de yapılan
toplantının ardından, 1861
yılında Şapsığ, Abzah ve
Ubıhlar tarafından kurlumuştur ve 15 kişiden oluşmaktadır.) Büyük ve Özgür
Meclis üyelerinden Zeuş
İsmail, destek istemek için
Türkiye, Paris ve Londra’ya
gönderilmişti. Genel sefer-
İlkbahar
Canberk Apiş
Türk kimliğiyle, hemde milliyetçi Türk kimliğiyle yaklaşıyorsunuz. Halklara, demokrasiye,
taleplere, ortak mücadeleye,
örgütlülüğe hep Türk penceresiyle bakıp; Kürtlere hain, örgütlere-partilere bölücü, Ermenilere düşman diyorsunuz. Bizim
düşmanlığa değil, kardeşliğe
ihtiyacımız var ve siz bugün sizlere uzatılan kardeşlik ellerini,
Çerkesliğe ait olmayan duygularla itiyorsunuz. Çerkes ulusunun bugün Türkiye’de içinde
bulunduğu durumun farkında
mısınız? 30 yaş altı nesil için
dilimiz yabancılaşmış, Çerkes
teyamülleri ve geleneklerinin
büyük bir bölümü yok olmuş
vaziyettedir ve evet, bu durumun en büyük suçlusu bizleriz!
Kendimizi, kendimiz dışında her
yere ait hissediyoruz. Kendimizi, kendi vatanımız için değil,
Türkiye için yıpratıyoruz. Kendi
haklarımızı savunan insanları
başkalarından önce biz yerden
yere vuruyoruz! Onlara ilk hain
kelimesini, ilk bölücü kelimesini
biz kullanıyoruz! Bizden sonraki ilk sırayı da tesadüfe bakın
ki Türkçüler, Türk ırkçıları kullanıyorlar. Biz ne zaman kendimizden, vatanımızdan, xabzemizden, tarihimizden bu kadar
uzaklaştık? Kendi dilimiz için,
vatanımız için, kültürümüz için
çabalayan insanları ne zaman
karşımıza aldık? Halklara ne ara
bu kadar kin ve düşmanlık besledik? Bir defa bile çatışma-dövüş-kan davası içerisine girmediğimiz insanlar neden bizim
düşmanımız? Peki bugün neden sözde o düşmanlarımızın
kazandığı haklarla; dernekler,
partiler, örgütler, okullar, sınıf-
T
TARİH
Mart 2015
Çetaw Nart
[email protected]
lar, kürsüler kuruyoruz? Kendinizi, kendi tarihinize, kendi
kültürünüze, kendi milletinize,
kendi vatanınıza ait hissedin!
Üstünüzde kambur gibi taşıdığınız ikinci kimliği reddetmeniz
gerekiyor!
Sizler Türk değilsiniz, sizler sadece
Çerkessiniz! İkisini birden düşünmeniz sizde aidiyet şizofrenisi yaratıyor ve bu şizofreni
sizi sömürüyor arkadaşlar! Kendinize ve ulusunuza bu kötülüğü yapmayın, hemen bugün
kendinize gelin ve halkınızın
sorunlarını, tamamen kendi
pencerenizden değerlendirip
kendi halkınız için düşünmeye
başlayın!
EN
berlik ilan edilmişti.
İngiltere’de halkın ilgisi olsa
da bu kez en ufak bir vaat
bile yoktu. İngiliz hükümeti, Rusları durdurmanın bir
yolu olmadığının farkına
varmıştı. Çerkesler kendi
başlarının çaresine kendileri bakacaktı. Kaçınılmazın
vuku bulması an meselesiydi. Kuzu, kesim için katiline teslim edilmişti. Belki de
Çerkesler bu başarısız siyasi
ve diplomatik girişimin ardından, savaşı durdurmak
ve geriye kalan Çerkes halkını kurtarmak için Ruslarla
bir barış anlaşması yapmak
üzere bir aracı bulmaya çalışmalıydı. (Kaynak: Amjad Jaimoukha/Facebook)
Çeviri: Serap Canbek
Çizim: İngiltere’deki Çerkes elçiler, Huşt Hacı Hasan Efendi (solda) ve
Zeuş İsmail Efendi (sağda). “The Illustrated London News”ın 41.
Cilt, 1171 numara ile 432. sayfasında 25 Ekim 1862 tarihinde yayınlanmıştır. Haber metni ise aynı derginin 450. sayfasında yer almıştır.
İğneyi kendine... Çuvaldızı da
Çerkes milleti, yeni bir milada adım atmak arefesinde. Ancak, kader bu
ya, gene ayrı tellerde, ayrı uçlarda, ayrı gözlüklerle bakıyoruz.
Benim bildiğim, ikisi iktidar partisinden diğerleri bağımsız olmak üzere
dokuz milletvekili adayımız var. Yolları açık olsun. Zor bir karar aldılar, en önemlisi blok oy verme kabiliyeti olmayan, ortak paydalarda
buluşamayan, her fırsatta birbirine sataşıp “üst aklı beğenmiyorsan
manifesto verelim” tarzı “köylü” zekasını göstermekten geri kalmayan ve uzun zamandır Türkiye siyasetinde varlıkları hissedilmeyen
Çerkeslerin sesi olmak üzere taşın altına ellerini soktular.
Dönelim siyaset arenasına geçenlere. Onlara kocaman bir helal olsun.
Helal de, mevcut siyasi ortamda Çerkes kimliği ile prim yapmak
imkansız. Hal böyle olunca da, siyasi partilerden aday olanlar ya
yardan ya serden vazgeçmek zorundadır. O yar sanıyorum Çerkeslik
kimliği. Şimdi, hop oturup hop kalkacaklar. Bunun da başta Çerkes
milleti ve diğer etnik unsurların demokratik hak arayışları için bir
dönüm noktası olmayacağı kesindir. Sadece cesurane bir adımdır.
Arkası gelirse bir başarıdır.
Ancak eğri oturup doğru düşünmek gerekir. Siyaset konusunda belli bir
görüş ve alt yapısı olmayan bizler, siyaset ve meclis arenasını Ceug
meydanı olarak görürsek, ayağımızın kaydırılacağından şüphe duymamamız gerekir. Şeşen oynar gibi siyaset yapsak, mertliği; belki
Qafe ile de asaletini yansıtırız ama, zor be…
E, ne yapacağız yani?
Şimdi yazacaklarımızı iyice belleyelim…
En basiti ile aday olunan bölgelerde geçerli oyların 1/3’ten fazla oy
alınamaması, bağımsız adaylarda hayal kırıklığı ve hedefe ulaşamamayı getirecektir. Malum, beklenti ne olursa olsun Çerkeslerin
çoğunlukla, hemşerilerini desteklemesi yönünde. Sadece İstanbul’da bağımsız bir adayın milletvekili olması 75 bin oy alt sınırına
ulaşması öngörülüyor ki, bu Çerkes bir aday için çok zor. Lakin
koskoca İstanbul şehir devletinde (İstanbul’un nüfusu, dünyadaki
pek çok ülkenin nüfusundan fazladır) ortalama 300-500 bin Çerkes
yaşarken; en basit etkinliklerde bile ulaşamadığımızı, bu insanları
eksene çekemediğimizi düşünecek olursak 80 bin ortalama oyu,
neden bağımsız bir adaya versinler? Bugüne kadar hissetmedikleri
Çerkes olma bilincine bu şahıslara Hazirana kadar nasıl verebiliriz?
Dernekler ve vakıflar, blok oy toplama konusunda bölgelerindeki
Çerkesleri kitlesel hareket ettirebilir mi?
İğneyi kendimize, çuvaldızı da; kendimize batırma zamanıdır. Maalesef,
yukarıdaki soruların hepsine hayır demek durumundayız. Milli bilincimiz yetersiz iken, hele ki tamamen kişisel tercihlerin sadece dini,
toplumsal, aidiyet, nefret, tepki eksenli oylarımızın dağılımında çok
büyük bir değişiklik olmayacağını kabullenmek, ama ileri ki maçlara
hazır olmak gerekiyor.
Yerel seçimlerde Çerkes milletinin büyük çoğunluğu, demokrasi yerine,
maneviyata mahsus kararlar aldılar. Böyle olunca demokrasi istemi
biraz hayal, demokratik hakları kovuşturmak da biraz cılız bir ses
olarak kalıyor.
Ben o parti, bu aday diye arkasından alkış tutmayacağım. Hepsine eşit,
ama Çerkesliğini ön plana alarak bir şövalye edasıyla ortaya çıkacak
olan adayın yakın takipçisi olmayı düşünüyorum.
Buradan tüm adaylarımıza sormak isterim:
• GeçmişteÇerkeslikadınayapmışolduğunuzhizmetlerinarkasında
durarak Çerkeslik yararına çalışabilecek misiniz? En önemlisi ırk, din,
dil ayrımı gözetmeden bunu taşıyabilecek misiniz?
• MeclissıralarındaÇerkesliğinizisırtlayabilecekmisinizyoksaokürsüye ve koltuğa geçen herkes gibi demokrasiyle geldiğiniz mevkinin irtifasından mı etkileneceksiniz?
• Herkesiçindemokrasiyisavunabilecekmisinizyoksatekbirzümreye mi hitap edeceksiniz? Belli bir zümreye yanaşacak mısınız ?
Çamura bulanmadan demokrasiyi iliklerinize kadar yaşatabilmek ve
bunu hissetirmeleri gerektiğini, en önemlisi de demokrasiye sıkı
sıkıya bağlı olmaları gerektiğini naçizane hatırlatmak isterim.
Sonuç olarak 2015 genel seçimleri gerçek bir miladi dönüm olacak
bizler için. Gönül arzu ediyor ki tüm adaylarımız meclise girebilsin
ve ilk meclis sıralarında oturan temsilcilerimizin, bıraktığı meşaleyi
devralsınlar.
Seçim sonrası gene yorum yapacağız tabi. Yorumlardan rahatsız olanlar
için yapılacak bir şey yok. Rahatsız olmaya ve dar zaviyelerinden
bakarak, seviyesiz yazılarına devam edecek ve kendi kamuoylarını
oluşturacaklar.
Ne diyeyim İbiş avcılığına devam…
© Her hakkı mahfuzdur. İzinsiz, kısmen veya bütünüyle kullanılamaz.
О БЗЭ УИ1А БЗЭ?
Гъэтхапэ и пш1ык1упл1ыр Адыгабзэм и мэфэк1. Лъэпкъым мафэ
фэрэхъу.
Дунаэм тэтэу ык1и тетыгъэу анэдэлъфыбзэ зырыз зимы1э лъэпкъ
щы1эп джыри щы1этэп. Лъэпкъэр иш1ыу, лъэпкъэр игъэпсыу, к1уак1и–пк1и ригъэгъотэу, зыухъумэрэри, гъунэ лъызфырэри анэдэлъфыбзэр ары. Зы бзэр анэдэлъфыбзэ хъун паэ, а бзэр зезхьэрэ
ц1ыф купым лъэпкъыц1э и1эн фай джыри лъэпкъи хъун фай.
Лъэпкъ умыхъоуи лъэпкъыц1э бгъотытэп.
Ц1ыф купым лъэпкъыц1э игъотыныр а къызэрэк1оу хъурэп. Хап1э
и1эн фай, шхап1э и1эн фай, лэжьап1э и1эн фай, псэуп1э и1эн фай,
фитыныгъэ и1эн фай. Щэн, ш1эн, к1уак1э и1эн фай. Мыхъо-мыш1эу
шхьэм къырык1орэм, дэым, пыим, ш1уэым къелышъун фай. Къеблырэм еблыжьын, къеш1урэм еш1ужьыныр иш1эн фай. Дунаэр
псэуфэ таурыхъым хэтэу, таурыхъэр итхын фай; таурыхъым къитхын фай. Рыпсэунэу, фэшъуашъэу ХАБЗЭ и1эн фай. Амырымэ зы
ц1ыф купыр лъэпкъый хъушъутэп, лъэпкъыц1ий, бзий и1этэп.
Лъэпкъыр игъонэмысым фэзэу, къиукъозэныгъэ зэужий 1эк1эзыгъэми и бзэ къызфихъэнэжын фай. Ц1ыф купым таурыхъыпчэ
фы1узхырэ бзэр ары; тетыгъо к1уак1э эзгъэгъотырэ бзэр ары; зэхэзымэ яужъыпкъырэ лъэпкъ псэуп1эр бзэр ары.
Дунаэм гугъ ихьыгъэ, мыхъо-мыш1э 1ауджый ишхьэ зырык1уагъэ
лъэпкъэу щы1эр мак1эп. Изныкъорэ лъэпкъыхэр зэрэук1и зэхэзыгъ; изныкъорэхэ нэмык1хэмэ зэхаутыгъ. Нэмык1 лъэплкъыу и
л1ыхъужъыгъэ имыгъэ1ылъэу и фитыныгъэ рыпсэуным паэ псэк1одыным фэсыгъэхэр ахэтых. Фэшхьафэуи и хэку 1эч1эзи хымэ
хэгъэгум я рисэу, хымэ лъэпкъым къахэнагъэхэуи мэхъух.
1Эмалынчэу къанэрэ лъэпкъым бзэ 1эмалэр зы1эч1имыгъэзымэ лъэпкъэу псэуным фаэмэ, хэкуй, ныпый, шхьафитыный имы1эжьми
зэрэ лъэпкъэу къызэтенэт.
И анэдэлъфыбзэ щык1агъэ фимылъэгъоу нэмык1 бзэ къэзыщтэрэ зы
ц1ыфыр, а бзэр зыэ лъэпкъымэ я щыщы мэхъу. Арышы лъэпкъэр
Sözcüklerin dili
[email protected]
ибзэ фэсакъыжьын фай.
Лъэпкъ гъаш1эр бзэ гъаш1эм
фэдиз ны1эп. 1Офыр мы фэдэ
зыхъук1э, унэшъуэш1ыхэм, къралыгъо зегъак1охэм, къэлэпщыхэм, ныхэм-тыхэм нэбгэ пэпч
зэ1огъоу сабыэ псэури и анэдэлъфыбзэм рыгущэ1энэу, рытхэнэу,
реджэнэу унашъо фэпш1ыт, пщэрылъы фэпш1ыт. Егъаш1эк1и ибзэк1э ремьыджэным, рымытхэным фитэу къэбгъэнэтэп. Зы лъэпкъым и гъаш1э сабый делэгъум лъэхэбнэнэу 1эмал и1эп.
Бзэр лъэпкъым и псэуп1э, и хэгъэгу, и гупшысэ, и литератур, и хъышъэ,
и 1епос, и усэ, и таурыхъ. Бзэр лъэпкъым и гушы1ак1, и усак1, и
орэды1уак1, и къэшъуак1, и джэгук1. Бзэр лъэпкъым и гъыбзэ, и Тхьалъэ1убзэ. Бзэр лъэпкъым и гуш1огъу, и тхъагъо, и
1эмал, и зэш1ук1, и зэуак1, и фитыныгъу, и нып, и тетыгъу, и
псэук1.
Зигугъу сыш1ырэ бзэ зэбгъэш1энэр арэп. Сэ зигугъу сыш1ырэ
ц1ыфым и анэдэлъфыбзэр хиужъынахьыжьэу и лъэпкъ
гъаш1эм лыэ рихыныр ары. Милюн пчагъэ мэхъушъ къырык1озэ неппэ къынэсыгъэ тэдрэ зы бзый к1одыныр эупэсыныр мэхъэджэгъу.
Зы ц1ыфым зэрэфаэу зыфаэм фэдиз бзэ зэрерэгъаш1. Ауэ зыми и
анэдэлъфыбзэ зыщигъэгъупшэнэу хьакъи и 1эп, ар зыгъэшъыпкъэн хьукуми щы1эп.
К1эк1эу къэс1ожьын: бзэм имгъэнэфырэ гъогу, имгъэгуш1орэ гу, имгъэхъужьырэ уз, имгъэщынэрэ пый, имыухырэ зауэ, имгъэцак1эрэ
1оф щы1эп. Бзэр гъэтхапэм фэд. И къэгъагъи, и мэ 1эш1уи иухытэп.
Гуахьэ ц1ыфым тхъагъо къыфихьы зэпытыт.
Тэ фэдэми нэбгырэ пэпч бзэ зырызэ язэрэ1улъэр сэш1э. Сэ БЗЭ зыс1ок1эрэ зигугъу сш1ырэ бзэщырхэ къизщыгъэ Адыгэбзэ къуртэр ары.
Бзэхэм янэ Адыгабзэмэ, джы сыкъуэупк1э: О бзэ уи1а, бзэ?
Uyanık olunması gerektiği bir defa
daha hatırlatıldı…
Kol kırıldı, yen içinde kaldı…
İlk defa gözümle gördüm; Yen içinde kalan kırık bir kolu nihayetinde
gördüm…
Kitaplarını ölümünden sonra almıştık, nasıl oldu da oldu, iki sandık kitap daha çıkmış ortaya…
Tüm ıslak imzalı evrakları, nadide
bulunan kitapları, alınmak üzere oğluyla görüşülmüştü oysa…
Oğlunun bildiği, verilmişti bir karşılık beklenmeden…
Ya bilmedikleri…
İşte o bilinmeyenler, diğer eşyalar ile
birlikte sahafa düşmüştü…
Nasıl olmuşsa olmuş…
Haber verilmiş…
Sahafa vazifeli gidenlerden biri, o
iki sandık başında beklemiş, diğeri
diğer kitapları toplarken…
Altı çizilmiş tüm kitaplar…
İyi anlatan, kötü anlatan tüm nüshalarla, dört sandık daha olmuş…
İki sandık kitap almaya niyet edenler, altı sandık ile geri dönmüşler…
…
Islak imzalı evraklar…
Okunsa bile anlaşılamayacak o ki-
taplar, sonradan cilalanmış o masanın üstüne konmuş…
…
İspahnur Hanım…
Her birini tek tek ayırırken tozdan
hapşırıyormuş…
Eline aldığı evrakın ne kadar önemli
olduğunu anlayınca, iki damla sol
yanından düşüyormuş…
…
Uyanık değilmişiz ama dikkat ettiğimizden olsa gerek…
Sandık açılmadan, bir daha kitlendi…
En az üç defa kitlendi…
…
Yüz sene öncesine ait ıslak imzalı evrak, henüz kırkı çıkmayanın eşyaları
arasında çıktı…
Kimine göre tozdur hapşırtır…
Kime göre sol yanından düşen iki
damladır…
…
‘Dağa Yaslanan Yeşil’ için gitmiştim…
İki sandığa dayanmış buldum kendimi…
Sandığın ceviz olduğu söylendi…
Hem süt ceviz, hem çürük ceviz…
…
Üç defa kitlenen sandık, dağdan
önce yeşile yaslanmış…
Mart 2015
Türkiye’nin en büyük Arap derneği kapatılıyor
Türkiye’nin en büyük Arap derneği olan “Anadolu Araplar
Birliği Hareketi” kapatılıyor.
Gerekçe ise, derneğin tüzüğünün, “Eş başkanlık, kadınlar, gençler, engelliler, çocuklar, çevre, yoksulluk, insan
hakları, yerleşim birimlerinin
eski isimleri” gibi maddeler
içeriyor olması.
Midyat Kaymakamlığı tarafından aleyhinde suç duyurusunda bulunulan Anadolu
Arap Birliği Hareketi Derneği, karara tepkili. Karara tepki gösteren dernek yetkilileri
ile Arap halkı ve Yurt içi ile
yurt dışındaki birçok dernek
adına Anadolu Arap Birliği
Hareketi Derneği başkanı
Mehmet Ali Aslan, Midyat’ta
EstelinMıhallemi Dağı’nda
yoğun kar yağışı altında ba-
sın açıklaması yaptı. Yapılan
açıklamaya yurt içi ve yurtdışından 16 sivil toplum örgütü
destek verdi.
Söz konusu açıklamada Mehmet
Ali Aslan şunları söyledi:
“Bir derneğin ana amacı dışında,
kadına, gençliğe, engellilere,
yoksullukla mücadeleye, ekolojiye, insan hak ve hürriyetlerine ilişkin yaklaşımlarını
ve bakış açısını yazılı olarak
dile getirip kayıt altına alması kanuna aykırı değildir.
Tam tersine olması gereken
bir erdemdir.
Derneğimiz 2008 yılında kurulan, Türkiye’nin ilk Arap Platformu’dur. Daha sonra dernekleşme kararı alınmıştır.
Türkiye’de tüm illerde ve üniversitelerde örgütlülüğümüz
var. Türkiye’nin en büyük ve
Diren İnce Memed
yasal Arap örgütlenmesi olması Araplar ve diğer halklar arasında büyük bir sinerji
yaratmıştır. Davanın tam da
seçim arifesine denk gelmesi
Arap halkımızı düşündürmelidir. Bir yandan barış süreci, çözüm süreci, demokratik
açılım deniyor; bir yandan
da bölgenin ikinci, Türkiye’nin üçüncü büyük nüfusu
ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
dört kurucu unsurundan biri
olan Arap halkının örgütlenmesinin önü kesilmeye çalışılıyor.
Dernek üyelerimiz psikolojik
olarak korkutulmaya ve sindirilmeye çalışılıyor. Elimizde bizi haklı çıkaracak yasal
referanslar ve deliller olduğu
halde savcı bizi dinlemeden
direk davaname ile Midyat
Asliye Hukuk mahkemesine vermiştir. Aleyhte karar
çıkması durumunda Türkiye
Cumhuriyeti’nde ilk defa bir
Arap derneği kapatılmış olacak. Böylesi bir durumda tüm
iç hukuk ve dış hukuk yollarını tüketeceğiz. Bir dernek
kapanırsa Arap halkı olarak
bin dernek açmaya muktedi-
Ayraç
Yaşar Kemal’le tanışmam yirmili yaşlarımda “İnce Memed”le oldu. Yaklaşık
on yıl önce onu tekrar okuduğumda yıllarca neden aklımdan çıkmadığını anladım. İnce Memed; Yüzyıllık Yalnızlık, Karamazov Kardeşler
ve Tutunamayanlar gibi yüreğimde güzel bir köşeye yerleşmiş kitaplardan biri.
Yazımı yazarken göz ucuyla kitaplığıma bakıyorum. Beş bölmeli kütüphanemin en üstünde mavinin tonlarını taşıyan dört kitaptan yükselen
dalga seslerini işitir gibiyim. Beş raflık bir paragrafın başlığı gibi duran
bu kitaplar Türk edebiyatının baş tacı Yaşar Kemal’in “Bir Ada Hikâyesi”
dörtlemesini oluşturuyor. İlk üçü yayınlandıktan sonra dördüncüsünü
büyük bir sabırla beklediğim, bu süreçte unutmaktan endişe duyduğum bölümleri dönüp tekrar tekrar okuduğum bu kitaplar ve içindeki
riz.
Halkımıza çağrımız; atalarımızdan, peygamberlerden vahiy
geleneğinden bizlere miras
kalan değerleri korumak ve
yaşatmak için yasal olarak örgütlenen sivil toplum örgütlerine sahip çıkıp, mücadelemizi yükselterek daha ileri
bir noktaya taşımalıyız.”
Açıklamaya Destek Verenler
Mardin Mıhallemi Derneği, Anadolu Arap Birliği Derneği,
Batman Mezopotamya Arapları Derneği, Batman Mıhallemi Derneği, Hatay Arap
Ahlemi Der neği, Mardin
Anadolu Arap Hareketi Derneği, Lübnan Beyrut Mardinliler Derneği, İsveç Göteborg
Mıhallemi Derneği, Lübnan
Kınderip Mıhallemi Derneği,
Hollanda Mıhallemiler Platformu, Suriye Mıhallemi Kanaat Önderleri, Musul Mıhallemi Kanaat Önderleri, Arap
Mıhallemi Gençlik Hareketi,
Arap Mıhallemi Kadın Yapılanması, Beyt-Nahreyn Arap
Arami Birliği, Mıhallemi
Genç Demokratlar Derneği.
(Demokrat Haber)
Neriman Tekin
hayatlar yıllardır benimle.
Yaşar Kemal’in bu dörtlemesini, yaşayan bir efsaneyi okuma tadında
onunla konuşur gibi okudum. Kuşu,
kelebeği, uğur böceği, eşek arısı,
çınarları, böğürtlenleriyle, kayalardan fışkıran envayi çeşit çiçeklerin
kokusu size kadar geliyor. Karınca Adası yeşilin her tonuyla coşarken
denizde balıklar menevişleniyor usta yazarın kaleminin ucunda.
Bütün doğa, Anadolu’nun bütün renkleri Kürt’ü Çerkes’i, Ermeni’si,
Süryani’si, Yezidi’si aklınıza ne gelirse, kim gelirse her şeye dokunmuş
yazar. Türkiye-Yunanistan mübadelesini anlatıyor. “…ölmüş şehrin
bekçileri ve sofiler” diyor, diri diri bir çukura atılıp ölüme terk edilmiş
çocuklar ve Sivri adaya topluca sürülen köpeklere de acı bir dokunuş
yapıyor. Belki ömür boyu unutamayacağınız acı bir dokunuş… Savaşın ne menem bir şey olduğuna, alınan yanlış bir kararla doksan bin
askerin Allahuekber dağlarında donmasına, onların bitle imtihanına
acı bir dokunuş… Hemen ardından çiçeğe değil arıya durmuş armut
ağaçları, sarıya, yeşile kesmiş Karınca Adası, beyaza kesmiş Sarıkamış,
usta yazarın kaleminden her tür canlı nasibini alıyor ve okurken oradan oraya savruluyorsunuz.
Usta betimlemelerle dolu bu kitaplarda tüm halkları kucaklayan yazarın
başkahramanı bir Çerkes, hem de Uzunyaylalı bir Kabardey. Bunun
yanı sıra başka Çeçen ve Çerkes kahramanlarını da sayfalarında yaşatması, beni kitaba daha da bağlamıştı. Şimdi uyanmasını bekliyorum
umutla. Belki onunla yanyana oturup yerin göğün nasıl beyaza kestiğini, hastalandığında o kar beyazında onu yitirmekten nasıl korktuğumu anlatabilirim.
“Deniz o kadar durgun o kadar durgundu ki; karıncalar su içerdi.”
Edebiyatın deryasından iki yudum su alan bir karıncaydım bu kitapları
okurken. Bir gün ağzımda bıraktıkları tadı anlatabilmek umudunu
senelerce büyük bir inançla taşıdığımı, onu kaybetmekten en çok
korktuğumuz bu günlerde fark ettim.
Dilimde menevişlenen bir minnet,
Diren İnce Memed!
“Yukarıdaki yazı yayına hazırlandıktan sonra Yaşar Kemal’in hayatını kaybettiği haberi alınmıştır.”
“Artık yeter” diyebilmeliyiz!
Seçim atmosferine girdik ve Çerkes milletvekili aday adayları da
peş peşe ortaya çıkmaya başladı. Adaylara bakılırsa, büyük
çoğunluk en muktedir partiye
meyletmiş. Yani iktidar partisi
AKP’ye! Bir sonraki tercih CHP
olmuş. Bir de, bağımsız aday
adayları var. Reel olarak bakılınca seçilme şansları pek yok
ama siyaseten aday olma kararı vermiş olmalarını elbette ki
saygıyla karşılamak gerekir.
Kaldı ki, benim kişisel olarak hayalim; Çerkeslerin hiçbir partiye
‘mecbur’ olmadan, bağımsız
olarak, sadece kendi kitleleri
ve örgütlülükleriyle meclise vekillerini sokabilmeleri. Ne yazık
ki; ne bugün ne de yakın gelecekte Çerkes halklarının böyle
bir örgütlülüğe ve dolayısıyla
özgüce kavuşması mümkün
görünüyor.
“Neden” sorusunun yanıtı epey
uzun ve derinlemesine bir analizi gerektirse de, dillendirmek,
tartışmak ve çözüm üreterek,
kimlik, kültür ve dilimiz için kalıcı bir çıkış yolu bulmak yerine,
bir kısım Çerkes kolayı tercih
ediyor. “Kolay”ın ise; içinde pek
çok şıkkı barındıran ve dillendirilmesi rahatsızlık yaratacak
karşılıkları var.
Gelenek-göreneklerimiz, dağıldı-
13
TÜRKİYE
ğımız topraklarda o denli eridi
ya da çürüdü ki; tarihi anavatanımızdaki karar alma ve uygulama süreçleri artık sadece kitaplarda kaldı. Ki; o meclislerde
herkes birbirini saygıyla dinler,
tartışır ama verilen ortak karara da herkes saygı gösterirdi.
Çünkü önemli olan toplumun
çıkarlarının korunmasıydı.
Bugün ise, bırakın Çerkes halkının
çıkarlarını, çoğunluğu oluşturan ve “Türk” olarak kabul edilen halkın bile neredeyse üstünde tepinen, kendi çıkarları
için apaçık rant düzeni kurmuş,
bu düzeni sürdürebilmek uğruna işlenen suçların hesabını
vermemek için adeta geçen
yüzyılın diktatörlerine öykünen
bir liderin partisine teveccüh
gösteren Çerkeslerin sayısına
bakınca geleceğimiz için iyimser olamıyorum.
Çerkesleri, “güzel kızları, Çerkes tavuğu ve dansları”ndan ibaret
gören, Çerkes halkının yoksullarını da sadakaya, emekçilerini iş cinayetlerine, gençlerini
polis şiddetine kurban eden bir
düzenin sürdürücülerine ‘yanaşmak’, bir Çerkes için onur
değil, ancak tam da istendiği
gibi “itaat”tir. Daha da ötesi,
“dindar-kindar” bir toplum mühendisliği ile yok edilmeye çalışılan Çerkes kimliğinin, dilinin
Nane Şekeri
İnci Hekimoğlu
ve kültürünün kalan son kırıntılarının da egemene sessizce
teslim edilişidir.
Ne kadar iç acıtıcı ki; en az bir yüzyıl uğruna savaştığımız, soykırıma ve sürgüne uğradığımız,
inanılmaz acılara katlandığımız
varlığımız, sürgün edildiğimiz
bu topraklarda, savaşa bile gerek görülmeden yavaş yavaş
elimizden alınmış, tamamen
yok olma sınırına kadar dayanmıştır.
Bugün, şu anda bile kazana atılan
kurbağalar gibiyiz. Ya pişirildiğimizi bile hâlâ anlamadık, ya
da bireysel çıkarlarımız için anlamamayı tercih ediyoruz.
Olabilir, her toplumun içinden bu
tür insanlar çıkabilir. Ama en
azından, kendi ilkesizliklerini
örtmek için başkalarına çamur
atmasalar, ön kesmeye çalışmasalar. Hele siper arkasından ateş
edecek kadar küçülmeseler.
Yapamayacak kadar zaaflarına
yenik düşüyorlarsa, o zaman da
Çerkes kimliğini kullanıp, bütün toplumun değerlerini ve
ilkelerini kendi çukurlarına çekmeseler.
Sözün özü; imitasyon bir kimlik savunuculuğu ile sol gösterip sağ
çakarak, ‘iktidarın Çerkesleri’ni
yaratmaya soyunmuş, kimlik
mücadelesinde yıllardır ön saf-
larda mücadele eden, emek
veren, üreten Çerkes büyüklerini, kanaat önderlerini, entellektüellerini yok sayarak, kolay yoldan ‘kahraman’ olmaya
savunanların kandırabileceği
3-5 kişi dışında kimse olmadı,
olamaz da. Ama şu da gerçek ki;
Çerkes toplumunun değer ve ilkeleri bu kadar erozyona uğramasaydı, bu örneklere gereken
dersi verir, “Xabze” yitirilmemiş
olsaydı, gereği yerine getirilirdi.
Neyse ki; hayat her zaman gerçek
ile imitasyonu ayırır ve herkesi hak ettiği yere gönderir.
İçine girdiğimiz bu süreçte asıl
önemli olan ise, ‘gerçek ve samimi’ adaylar, doğru ilke ve taleplerle, Çerkes kimliğine, siyasi
alanda varlığını görünür kılabileceği bir alan açmaktır.
Oyumuzu ilke ve taleplerimizi en
geniş şekilde kabul edecek
partilere vermeli, bunca yıldır
milletvekilliği konforunu yaşarken Çerkes kimliği için kılını
kıpırdatmamış, kıpırdatmasına
da izin verilmemiş partilere ve
adaylara “artık yeter” deyip, bir
kez daha kandırılmayacağımızı
göstermemiz gerekir.
Ghuse
Ferhat Kentel
Kötülükte devri-i âlem
Bundan sonra bu sütunlarda “yol arkadaşlığı” yapacağız. Benim için artık çok yabancı olmayan
bir halkın iletişim kanallarından biri olan Jıneps’te elimden geldiği
kadar, sahip olduğum naçizane sosyolojik birikim eşliğinde, yaşadığımız ülke ve dünyanın meselelerini, etrafımızda olup biten olayları
yorumlamaya çalışacağım. Umarım, bu süreç benim için ve okuyanlar
için karşılıklı zenginleştiren bir tecrübe yaratır.
Bu birinci yazı, ne yazık ki, yüzümüze çarpan toplumsal ve siyasal olayların niteliğinden ötürü, pek iç açıcı olmayacak. Öncelikle, söz konusu
olayların yüzümüze çarpması çok istisnai bir durum değil. Çünkü,
Türkiye’nin ve dünyanın içinde bulunduğu genel ruh halinin özetle
tanımlayacak olursak olağanüstü artan bir karmaşıklık üzerinde yükselen güvensizlik toplumları olduğunu söyleyebiliriz. Kuşkusuz “karmaşıklık” halini tanımın içine koyuyorsak, “güvensizlik” özelliğinin tek
başına açıklayıcı olmadığı da kolayca görülebilir. Çünkü güvensizlik
ve korku yaratan işaretler ve gelişmelerin yanısıra, insanlar en sıradan
hallerinde bile hayata tutunmak, hayatı daha yaşanabilir kılmak, adaleti talep ve tesis etmek için direniyorlar, şimdiye kadar görülmemiş
yöntemlerle mücadele ediyorlar ve “yeni”nin temellerini kuruyorlar.
İşte ben bu yazıyı yazarken, siz okurken, bu irili ufaklı, gündelik hayattan
toplumsal hayatın en soyut temsil alanlarına kadar varolan direnişi
aklımızda tutmayı öneriyorum.
Özgecan
Sıradanlığın içinden çıkan bir katil, memleketin kim bilir hangi köşelerinde benzerleri işlenmiş olan, işlenmekte olan cinsel içerikli cinayetlerden birini işledi. Genç bir kızı, ülke çapında adeta bir sembole dönüşen Özgecan’ı gündelik hayatımızın her alanında, bakkal, milletvekili,
doktor vb. olarak karşımıza çıkabilecek olan adamlardan biri, bir şoför
ve bir erkek olarak karşımıza çıkıp katletti.
Sonrasında bu katilin yaptığını “temizlemek” için desteğe çağrılan kişinin
verdiği ifade de başka bir sıradanlık taşıyordu. Bu lojistik elemana
göre, katil “Geminin oradan bir cano aldım, beni soymaya çalıştı, üzerime biber gazı sıktı, ben de konsülümdeki bıçağı salladım. Biraz da
boğuştuk. Arkada yatıyor, öldü” demiş.
Öldürdüğü insanın “Cano” olduğunu söyleyebilmiş. Çünkü Adana-Mersin
civarında yaşayan “Cano”ları aşağılamak gayet “meşru”dur; katil de
cinayetine gerekçe yaratmış! Yani Cano ise öldürmek mubahtır.
Katmer katmer hastalıklı bir hale “ırkçılığı” da ekleme becerisini kolaylıkla, doğallıkla göstermiş bir katil... Delikanlılık görüntüsünün altında
yatan zavallı bir yalancılık… Birbirini tamamlayan muhteşem bir sıradanlığın pespayeliği…
Tahsilli-tahsilsiz, doğulu-batılı her türlü şekle bürünebilen bu eksik insanlık hali, eksikliğini kapatmak için en garantili ve kırılgan yerde, kadın
bedeninde cinayet işledi. Bu ve buna benzer cinayetleri işleyenlerin
her zaman başvurdukları bir usulle, bir kamuflaj olarak garantili ve
makbul kimliklerin arkasına saklanarak... Bitirim, sert erkek, lümpen,
milliyetçi... makbul... Katili başka bir bağlamda, mesela futbol taraftarları arasındaki bir kavgada ya da bir “Şehit cenazesinde” izleseydik “ya
Allah bismillah Allahuekber!” nidalarıyla bağırırken de görebilirdik...
Faşizmin girdiği sıradan haller
Ancak bu cinayet vesilesiyle, toplumu sarsan birçok olay gibi gene radikalleştik. Her zaman olduğu gibi katilin sahip olduğu (sunduğu)
özellikler; hızla bu cinayetin her yerde olabildiğini anlatmaya soyunan
iktidarın propaganda ve meşrulaştırma makinasının muhafazakâr dişlilerine karşı mesele İslam-Sekülerlik meselesine döndü.
Ve aslında ne kadar çok farklı alanda, “ötekiler” hakkında ne kadar çok
“hastalanmış” hallere sahip olduğumuzu gördük.
Birçok insan Özgecan öldürüldükten sonra, hızla, en kolay yoldan tecavüzü “mini etek” vs. ile ilişkilendirmeye çalıştı. Öte yandan, “erkekliği
tahrik etmeyin, yoksa fena olur!” zihniyetine kova kova meşruiyet
taşıyan ve “İslam” adına konuştuğunu zannedip, tecavüzü kaçınılmaz
gören alim kılıklı insancıkları da zaten görüyorduk. Bunların varlığına
işaret eden ve işin en kolayına kaçan “seküler” kamptan birçok insan
da tecavüzü İslam’la ilişkilendirmeye çalıştı.
Aslında çok daha karışık, katmanlı, içiçe geçmiş söylemlerle örülmüş, kolaycı ve makbul “tespitlerle” dolu bir sıradanlığın tahakkümü altında
üreyen bir zihniyetin işgal ettiği devlet, yargı ve polisle dolu muhatabız. Ve bu hastalıklı halden ötürü, bizzat devletin kendisi hasta
olduğu için Adana’da 16 yaşındaki çocuğa polisler tecavüz etti ve o
polisler salıverildi.
Bunlar insanın üzerinde ağır bir yük, vicdan kırıklığı ve aynı zamanda sorumluluk bindiriyor. Ama burada, hızla “olay”ı açıklamaya çalışanların
-birçok başka konuda olduğu gibi- maktul (veya mağdurlarla) zerre
kadar empati kuramaması daha da ağır bir yük bindiriyor.
Kartopuna bıçak ya da Meclis tokmağı
Özgecan’ın daha cenazesi soğumadan İstanbul Kadıköy’de bir gazeteci
öldürüldü. Aynı zamanda bir barış aktivisti -yakınlarının anlatımına
göre adeta bir sükunet abidesi- olan Nuh Köklü arkadaşlarıyla beraber kartopu oynarken, dükkanının vitrinine kartopu isabet eden bir
esnafın bıçak darbeleriyle can verdi.
Katil kılığına giren bu sefer bir esnaf... Köklü o sabah o adamdan kedileri
için mama almış... Adam Köklü’yü öldürdükten sonra dükkânına giderek elini ve bıçağını yıkamış... “Zaten raporum var. Yarın öbür gün
elimi sallayarak çıkarım” demesini bir kenara bırakın; “elini ve bıçağını
yıkamış”!
Meclis’te Özgecan için “söylenmesi gereken güzel-duyarlı cümleleri”
söyledikten sonra rakiplerinin kafasına tokmak, zil yumruk atan vandallar...
Ve bu delikanlıların çıkarmaya çalıştıkları ve “iç güvenlik paketi” adını
verdikleri kanunla artık memlekette “güvenlikçi” dilin, sertifika alacağını görebiliriz. Artık vali, kaymakam, polis ya da esnaf birbirlerinden,
sıradan totalitarizmin esintilerinden feyz alarak, herkesi “yüzü maskeli”, herkesi şüpheli, herkesi kartopuyla “vitrin camı kırabilecek” bir
potansiyel suçlu olarak görmesi mümkün olabilecek.
Bir ayin olarak ölüm
İran’ın “vatan hainleri”ne karşı savaş açmış rejimi, düzmece davalarına ve
Kürt idamlarına bir yenisini daha ekledi. Gencecik bir Kürt delikanlısı,
Saman Nasim dünyanın gözü önünde infaz edildi.
Tanzanya’da albino hastalığı (renklenmeyi sağlayan pigment yokluğundan kaynaklanan beyazlık) olan küçücük bir çocuğun kolları ve bacakları koparılmış cansız bedeni
bulundu.
Bazı Afrika ülkelerinde albino hastaları uğursuzluk olarak görülürken, organları büyü yapımında kullanılan çok kıymetli
ve çok pahalı “malzeme” olarak satılıyor...
Başkalarının cesedi üzerinden “güven” yaratanların dünyasındayız... Şimdilik...
14
Mart 2015
KÜLTÜR- SANAT
Abaza Edebiyatı Haftası
Karaçay-Çerkes Halimat Bayramukova Devlet Milli Kütüphanesi, her yıl düzenlenen
Abaza Edebiyatı Haftası’nı
başlattı. Milli Kütüphane’de
Abaza yazarların kitapları
sergilendi. Sergilenen eserler arasında, geçen yüzyılın
30’lu yıllarında henüz Latin
alfabesi ile yazılmış ve yayınlanmış kitapların yanı sıra
son yılların derleme kitapları
da yer aldı.
Kütüphanede “Abaza Edebiyatı
Akşamı” da düzenlendi, etkinliğin sorumlusu Zarema
Şebzuhova idi. Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nin Halk
Şairi Larisa Şebzuhova, Şahimbi Fizikov, Kali Cegutanov, Bemurza Thaytsuhov ve
diğer yazarların çalışmalarında, Abazaların geleneklerinin
ve bu geleneklerle ritüellerin
eğitim açısından öneminin
ne kadar doğru yansıtıldığından bahsetti.
Maalesef, Abaza klasik yazarlarının birçok eseri çok nadir
bulunabilir ve bu kitaplara
çok dar okur kitlesi ulaşabilmektedir. Bu nedenle Uluslararası “Alaşara” derneği , en
iyi Abaza klasiklerinin tekrar
yayınlanması için bir proje
sürdürmektedir. Geçen sene
“Alaşara” Derneği desteği ile
Kerim Mhtse’nin eserlerinin
3.cildi yayınlandı. Kısa bir
süre içinde İsmail Tabulov’un
yazdığı ilk Abazaca roman
“Azamat” ve zamanında Tat-
lustan Tabulov ile Konstantin
Şakrıl’ın derledikleri Abaza
Masal Derleme Kitabı yayınlanacaktır. Etkinliğe katılan
“Alaşara” derneğinin kültür
bölümünün başkanı Murat
Mukov, bu projelerden bahsetti.
Akşamın ikinci kısmında Kerim
Mhtse’nin eserleri ile ilgili konuşmalar yapıldı. Filoloji doktora adayı Ayşat Dzıba, şairin
tercüme çalışmalarını inceledi. Kerim Mhtse’nin, yabancı şairlerin eserlerindeki ince
nüansların Abaza diline ustalıkla çevirdiğinin örneklerini
gösterdi. Kerim Mhtse, kendi
şiirlerini ise Rusça’ya çevirirdi. Etkinliğe katılan şarkıcı ve
şair Bilal Hasarokov, Kerim
Mhtse’nin bu konuda da usta
olduğunu ispatladı. “Yıldıza
kadar gidemedim” adlı şiirin
Rusça’sını kullanarak bir şarkı yazdı. Bu şarkının bestesi
bire bir Abazaca versiyonuna
uydu.
Kerim Mhtse, son yıllarda Abaza
şairlerinin eserlerini Rusça’ya
çevirmeye başladı. Çevirileri,
muhakkak Abaza şiir sanatının tanıtılmasına büyük katkıda bulunacak.
Etkinlik sırasında tabi ki Kerim
Mhtse ile ilgili kişisel hatıralar da konuşuldu. “Abaza”
derneğinin başkan yardımcısı Şors Çagov, Karaçay yazar Kulina Salpagarova ve
“Abazgi” dergisinin editörü
Roza Pazova, şair ile ilgili an-
Abhaz edebiyatının kurucusu,
Abhaz alfabesinin babası,
ilk tarihçisi, etnografı, ilk
Abhaz gazetesinin kurucusu ve editörü, ilk Abhaz
topluluğunun organizatörü, lider ve halk adamı Dırmit Gulya, doğumunun 141.
yılında Abhazya’da çeşitli
etkinliklerle anıldı.
“Kafkasya: Gerçek hikayesi”
larını paylaştılar.
Bu satırları yazan ben de bir konuşma yaptım. Abaza gazetesinde yaklaşık 4 sene boyunca Kerim ile beraber çalıştım. Televizyon kanalına
geçtiğimde Kerim, programlarımın konuğu oldu. Gazetede çalıştığımızda her tür işe
sanatsal yaklaşımı sergilediğini hatırlıyorum. Küçük bir
makale ya da bir fotoğrafın
altına ufak bir cümle yazıyor olsa da mutlaka değişik
birşey bulurdu ve onu kullanarak gazetecilik başyapıtını
yapmış olurdu. Gazeteciliği
bile şiirleri kadar ince, derin
ve imaj doluydu. Katıldığı televizyon programı her zaman
başarılı olacaktı. Yaptığı tüm
konuşmalarda vatansever-
lik duygusu hissedilirdi. Bu
insan, halkın kaderinden sorumlu olduğunu düşünürdü.
Görüşmeye katılanlar -çoğu son
sınıf öğrencileri-, konuşulanları dikkatle dinlediler.
“Abazaşta” gazetesinin baş
editörü Fardaus Kulova, gazetenin kültür bölümü editörü Asiyat Cerdisova ve Kerim Mhtse’nin kızı Olesya, bu
tür etkinliklerin çok önemli
olduğunu söylediler. Ayrıca
etkinliği düzenleyenlere, Kerim Mhtse’nin şiirlerini okuyan, Çerkessk şehrindeki 8 ve
9 numaralı okulların öğrencilerine ve öğretmenleri Fata
Kikova ile Lidya Apsova’ya
teşekkür ettiler. (alashara.org)
Georgiy Çekalov
Abhaz Geleneksel Yaşantısı Etnomerkezde Yaşatılacak
Antik çağlardan, yakın tarihimize kadar süregelen Abhaz köy yaşantısını yansıtan
geleneksel Abhaz evleri ve
yaşantısı, bir etnik merkezde
yaşatılacak.
“İnalast” isimli Bilim-Kültür
Destekleme ve Geliştirme
Abhaz-Rus Vakfı kurucusu
Bella Agrba, etnomerkez projesinin oluşturulması aşamasında üst düzey yetkililerle
konunun görüşüldüğünü ve
onların desteğinin alındığını belirtti. Yakın zamanda
merkezin inşaatına başlanacağını da bildiren Agrba,
etnomerkezin Abhazya’nın
misafirlerinin, Abhaz kültürüyle ve halk gelenekleriyle
daha yakından tanışmalarını sağlayacağını söyledi ve
“Ne zaman yabancı bir ülkeye gitsem, daha çok etnogra-
fik köylere ilgi duyuyorum.
Çünkü oralarda halkın kültürü ve gelenekleri hakkında, en kısa zamanda en fazla
bilgiyi edinmek mümkün”
dedi ve ekledi: “Etnografik
müze şeklinde bir kompleks
yapmak istiyoruz, konferans
salonu, el sanatları, sanat
pavyonlarında sanat etkinliklerinin yapıldığı, halkımızın kültür ve gelenekleriyle
ilgili her şeyin olduğu bir yer.
Etnomerkezde Abhaz köy yaşantısının canlandırılmasının dışında, geleneksel dans
gösterileri, koro gruplarının
konserleri, tiyatro gösterileri
gibi aktiviteler de planlanıyor. Kısaca söylemek gerekirse, eğer insanlar, hakkınızda
bilgi sahibi değillerse, size
saygı göstermiyorlar. Biz sadece bu kültürel projemizle
Dırmit Gulya anıldı
bile bunu gerçekleştirebiliriz” dedi.
Fransa, Avustralya, Almanya, İskoçya ve Rusya gibi birçok
dünya ülkesinde böyle etnomerkezler bulunmakta. Buralarda halkın kültürü canlı
olarak öne çıkarılıyor, folkloru öğretiliyor, halk festivalleri ve yerel sanat etkinlikleri
düzenleniyor, eğitim ve araştırma çalışmaları yürütülüyor, geleneksel el sanatları ve
halk bayramları canlandırılıyor. (altinpost.org)
Nalçikli yayıncılar Mary ve Victor Kotljarova, “Kafkasya: Gerçek
Hikayesi” başlığıyla dört kitaptan oluşan bir seri yayınladı.
Batı Kafkaslarda Rus Siyaseti
ve Değişen Dengeler
Derin Yayınları
Mustafa Aydın
Konum itibarıyla doğudan batıya, kuzeyden güneye
önemli bir geçiş bölgesini dolayısıyla stratejik bir
alanı oluşturan Kafkasya bu özelliği ile tarih boyunca
pek çok devletin dikkatini çekmiştir. Osmanlı Devleti
güçlendikten sonra XV. yüzyıldan itibaren bu bölge için önce
İran’la mücadeleye girişmiş, ancak XVIII. yüzyıl sonlarına doğru
Rusya?nın güçlenip, bölgeyi yayılma alanı olarak görmesi üzerine
ortak düşmana karşı tavır almak zorunda kalmışlardır.
Kafkaslar’da Ruslara karşı verilen mücadele, nihayet İran’ın 1828’de
imzaladığı Türkmençay, keza Osmanlı Devleti’nin de 1829’da yapmak zorunda kaldığı Edirne andlaşmalarıyla sona ermiş ve dolayısıyla bu iki devlet Kafkaslardaki hakimiyet iddialarından vazgeçmek zorunda kalmıştır. Bununla beraber bu bölgeden fiziki olarak
çekilmek ve Kafkasya’nın tamamen Rus kontrolü ve hakimiyeti
altına girmesi anlamına gelmiyordu. Yeni durum kendine has dinamikleri de beraberinde getirdi ve Batı Kafkas halklarının (Abaza ve
Çerkeslerin) Ruslara karşı özgürlüklerini savunmak ve topraklarını
korumak adına neler yapabileceklerini de gözler önüne serdi. Bu
konuyla ilgili gelişmeleri ortaya koyabilmek amacıyla Başbakanlık
Osmanlı Arşivi, Türkçe yanında erişilebilen Rusça kaynak eserler ve
diğer dillerdeki (Almanca, İngilizce ve Fransızca) yayınlara da baş
vurarak Batı Kafkasya’daki yirmi yıllık süreci müstakil bir inceleme
olarak ortaya koymaya çalıştık. Dileğim bu eserin Kafkas tarihi
çalışmalarına ve bu alanda var olan bilgi eksikliğini gidermede bir
nebze de olsa katkı sağlamasıdır. (Tanıtım Bülteninden)
Anadillerde Fıkralar
Abazaca
Çeviri: İrfan Okuyucu
Ахшыуҵак Змоу Aхәмар
Aжәа
Аҧснынтә туркәтәыла иааз,
Абызшәа, Акултура ҭҵаҩы,
ҧсыуа қыҭак аҟны дзықәшәаз
хәыҷык, иыидыруаз маҷк
аҭырқә бызшәала абас
диазҵаазап.
Aра ибзианы аҧсышәа здыруа рыҟны снага иҳәазаап.
Ахәыҷы ибзиоп иҳәан, асас анышәынҭрахь дигазаап.
Зегь реиҳә Аҧсышәа здыруаз ара ишьҭоуп иҳәазаап.
Türkçe çevirisi: Ders çıkarılması gereken Abazaca
fıkra
Abhazya’dan dil ve Abhaz kültürünü araştıran biri, gittiği bir Abhaz köyünde rastladığı bir çocuğa “Beni en iyi Abazaca konuşan
büyüklerine götür” demiş.
Çocuk “Peki” diyerek misafiri köyün mezarlığına götürmüş.
“En iyi Abazaca konuşanların hepsi burada yatıyor.”
Çeçence
XEPX
Даaс аьлла к1анте:
- Воло к1ант лулахошкара херх ба!
к1ант вахан схьавеъна аьлла:
- Дааааад! Бац боху цара шай херха.
Дас аьлла бох:
- Къур1аннар бу, шай писаллена ца локх! воло маьнги к1елар
вайниг схьаба. (ACB/EA)
Türkçe çevirisi: Testere
Baba oğluna “Oğlum git şu komşudan testere iste” demiş.
Oğlu gitmiş ama eli boş dönmş:
“Babaaa! Komşu testeremiz yok dedi.”
Babası:
“Vallaha da billaha da var testeresi ama, cimriliğinden vermemiştir o. Sen bizim testereyi getir, divanın altında olacaktı” demiş.
Adıgece
Çeviri: Huşt Emel
НЫБДЖЭГЪУР
ЗЫЩЫПСЭУРЭР
(Адыгэ Пшыс)
Зы л1ырэ зышъузрэ щы1агъ.
К1али пшъашъи я1агъэп.
Гъунэгъуи шъэогъуи
къахэмыхьэу, язакъоу
псэущтыгъэх.
Чэщ горэм пчъэм къытеуагъэх.
- Хэтаар? упчагъэ л1ыр.
- Тэры, къызэда1уагъ мэкъэ заулэ, Щытхъур, Насыпыр,
Мылкур а1оу тыкъыпфэк1уагъ.
- Шъукъихь, шъукъихь! Боу сигуапэ. Шъузэрэфаем
фэдизэ шъуис, сиунэ ины, гъолъып1эр хъои, шъушхыни,
шъузэшъони шъущызгъэк1энэп. Шъузымрэ сэрырэ щэхъу
унэм исэп.
-1офш1эныр о уиунэбазэрысыр? агъэш1эгъуагъ Щытхъуми,
Насыпыми, Мылкуми.
- Сы дащ есш1эщт? Къы1ухьэгъагъэти, къизгъэхьагъэп.
- Ащыгъум тэтиныбджэгъу зыщыпсэурэм тык1он а1уи,
Щытхъур лъагъэу, Насыпыр дахэу, Мылкур фэш1ыгъэу, л1ыр
алъыбанэзэ, 1ук1ыжьыгъэх.
Osetçe
Çeviri:
Leyla Kılıç-Mutlu Öğün
Ирыстоны цуанонтае уалдзаед жы цуанмае ацыдысты,
цуанонтаей Батраз дам иаесаер хуыгкоммае батартта,
уалыммае зымаегаеи рыммае чи фынаей котта уцы арс
раихъал аемае йаехи Батраз’ ыл нытдзафта маейын иаесаер
иае къубалаеи араедыфта.
йембаелттаейае хуыгкомаей раластой аемае аеркастысты
маейыл саер наей.
Дзурын байдыттой “цымае ауыл саер уди аеви наеуди” стаей
захтой “Хъаеумаейае аласаем маейын иае усы бафаерсаем”
хъаеумае Батраз’ы сластой маейын иае усы бафарстой
“даехорзаехаей заегъма Батраз’ыл саер уди аеви наеуди?”
уаеддам ус афтае:
“аллы аз даерын иу худ аелхаеттам фаелае наезонын саерыл
уди аеви наеуди”
Türkçe çevirisi: Arkadaşın Yaşadığı Yer (Adıge Hikayesi)
Bir adamla bir kadın vardı. Kızları da oğulları da yoktu. Komşuları ve arkadaşları ile görüşmeden, yalnız başlarına yaşıyorlardı.
Bir gece kapı çalındı.
-Kim o? diye sordu adam.
-Biziz diye cevap verdi birkaç ses birlikte, Övgü, Şans, Mülk sana
geldik.
-Girin, girin! dedi adam. Çok memnun oldum. İstediğiniz kadar
kalın, evim büyük, yatacak yer çok, yiyecek ve içecek konusunda
sıkıntı çektirmem. Karımla benden başka kimse yok evde.
-Çalışmak senin evinde oturmuyor mu? diyerek hayretle sordular
Övgü, Şans ve Mülk.
-Ne yapayım ben onu? Uğramıştı fakat içeri almadım.
-O zaman biz arkadaşımızın yaşadığı yere gidelim diyerek, yüce
Övgü, güzel Şans, zengin Mülk, adam onları durdurmak isterken,
uzaklaştılar.
Türkçe çevirisi: Avcılar
Osetya’da avcılar baharda avlanmaya çıkarmışlar.
İçlerinden Batraz kafasını ayı inine sokmuş. O sırada kış uykusundaki ayı uyanıp Batraz’ın üzerine atlamış, kafasını boynundan
koparmış.
Arkadaşları Batraz’ı çekip çıkarınca aralarında konuşmaya başlamışlar.
“Bunun kafası var mıydı yok muydu acaba?”
Sonra karar vermişler:
“Köye götürüp karısına soralım”.
Batraz’ı köye getirip karısına “Bunun kafası var mıydı?” diye sormuşlar. Bunun üzerine karısı cevap vermiş:
“Her sene bir şapka alırdık ama kafasının olup olmadığını hatırlamıyorum.”
Mart 2015
Moda devi Hermes’ten Çerkes desenleri
Fransa’nın dünyaca ünlü moda devi Hermes, 2015 bahar sezonu için ürettiği ipek eşarp koleksiyonunda Çerkes kültürüne ait desenler kullandı. 12 renk seçeneği sunulan serinin tasarımcısı ise
Hermes’in “etnografik desen” sorumlusu Annie Faivre...
Fransa’nın dünyaca ünlü moda
devi Hermes, 2015 bahar sezonu için ürettiği ipek eşarp
koleksiyonunda Çerkes kültürüne ait desenler kullandı.
12 renk seçeneği sunulan serinin tasarımcısı ise Hermes’in
“etnografik desen” sorumlusu Annie Faivre...
Çerkes kültürüne ait figürlerin
Hermes tarafından kullanılmasının öyküsü ise Katolik
kilisesi papazı Laurent Fliş’in
gazeteci Jansurat Zekorey’i
Hermes’te çalışan bir arkadaşına göndermesiyle başlamış.
Hermes tasarımcılarının Çerkes süslemelerine ilgi duyacağını düşünen Fliş’in öngörüsü gerçeğe dönüşmüş. Hermes’ten bir ekip, 2012 yazında Nalçik’e gitmiş. Gazeteci
Jansurat’la birlikte müzeleri
ve şehri gezip çekimler yapmışlar ve gördüklerinden çok
etkilenmişler. Çalışmaların
ardından 2015 yılında, Çerkes
kültürüne ait motif ve desenlerin kullanıldığı “Kafkasya
Şövalyeleri” başlıklı koleksiyon ortaya çıkmış.
Üretilen eşarplar 12 farklı renk ve
90x90 veya 36x36 ebat seçenekleriyle satışa sunuldu.
Masal
Minik Serçe
Bir varmış bir yokmuş, çok eskiden Kafdağı’nın eteklerinde
kurnaz bir karga yaşarmış.
Kurnaz olduğu kadar da
tembelmiş. Yavru çıkarmak
için yumurtalarının üstüne
dahi yatmaz,kurnazlığıyla
yumurtalarından yavrularını dahi başka kuşlara çıkarttırırmış. Bir gün yine
yumurtalarının üstünde yatmakta olan bir serçeyi gözüne kestirip beklemeye başlar.
Acıkınca karnını doyurmak
için yuvasından uzaklaşan
serçenin yuvasına uçarak çabucak bir yumurta bırakır ve
oradan uzaklaşır. Bir müddet sonra dönen serçe, saymasını bilmediğinden fazla
yumurtayı anlayamaz ve iki
yumurtanın üstüne yatmaya devam eder. Bir kaç hafta
sonra iki yavru yumurtadan
çıkar. Çıkar çıkmasına ama
yavruların biri tıpkı kendisine benzemekte diğerinin
başı kocaman ve kanatları da
büyüktür. Ama serçe bir tuhaflık sezmesine rağmen birinin yabancı olduğunu anlamaz ve yavrularını en değerli yiyeceklerle beslemeye
başlar. Kendisine benzeyen
yavru çabucak doymasına
rağmen büyük kafalı tuhaf
yavru bir türlü doymak bilmez, işin kötüsü büyüdük-
15
KÜLTÜR- SANAT
Hermes moda evinin sitesindeki
“Kafkasya Şövalyeleri” koleksiyonu tanıtımında şu ifadeler
yer alıyor:
“Doğu’yla Batı arasında, Hazar ve
Karadeniz hattında 1.200 km
boyunca bir dağ silsilesi uzanır. Burası, ateşi çalan Promete’nin tanrılar kralı Zeus
tarafından cezalandırılması
dahil birçok antik efsanenin
kaynağı Kafkasya’dır. Dağ dorukları, derin vadiler, ormanlar ve kıraç alanların manzaraladığı, dünyanın en zengin
nüfus çeşitliliğini barındıran
bu bölgede yaşam şartları
zorludur. Kuzeyde, 5.642 metrelik yüksekliğiyle Rusya ve
Avrupa’nın en yüksek zirvesi
Elbruz Dağı’nın yer aldığı Kabardey Balkar’da zarif görünüşleri, güçlü gururları ve cesaretleriyle tanınan Çerkesler
yaşar. Bu anaerkil toplumda,
kadınlara büyük değer verilir. Eskiden bölgenin güçlü,
dayanıklı ve çevik Kabardey
atlarının üzerinde gösterişli
giyinmiş kadın ve erkekler
birlikte gezintiye çıkarlardı:
Erkekler uzun tunikleriyle
(Çerkeska) kadınlarsa zengin
işlemeli bluzlerinin üzerine
giydikleri elbiseleriyle. Erkeklerin hepsinde gümüş barutluklar, kadınlarda ise ustaca
işlenmiş bir hançer olurdu.
Annie Favrie’nin işlemeli kumaş,
obje ve takıları desenleştire-
çe daha fazla yemek istediği
gibi küçük kardeşine verilen
yemeği de kıskanmaktadır.
Bir gün, yemeklerin hepsine
sahip olmak için küçük kardeşini yuvadan aşağı atar.
Yumuşak otların üstüne düşen
minik serçe yavrusu yaralanmaz ama çok korkarak ciyak
ciyak öterek annesini çağırır
fakat uzaklarda olan annesi imdadına yetişemez. Çok
acıkan minik serçe ümidini
kaybedince karnımı doyururum belki diyerek oradan
uzaklaşır. Bir müddet sonra kelebek yakalamak için
o tarafa bu tarafa koşmakta olan bir kaz yavrusu görünce yaklaşır ve “çok açım,
kelebek yakalarsan bana da
verir misin?” diye sorar. Kaz
yavrusu “hıh, ben acıkınca
senden mi istiyorum, kendin yakala” der. Zavallı serçe
boynunu büker ve oradan
uzaklaşır. Bir su kenarına gelince ördek yavrusunun kafasını suya sokup çıkararak
iştahla bir şeyler yuttuğunu
görünce, “ördek kardeş çok
açım yediklerinden bana da
verir misin?” diye sorar. Ördek ters ters bakıp “ben de
açım, veremem” der. Minik
serçe çok kızar ama elinden
bir şey gelmez. Oradan da
uzaklaşır.
Çok yorulmuş, uykusu da gelmiştir. Güzel kokulu bir çiçek dalının gölgesinde oturur ve uykuya dalar. Uykusunda yuvasındaki güzel
günleri görür. Annesi ona
lezzetli yemekler getirir ve
çok mutludur. Bir ara uykusundan annesinin çığlık
çığlığa bağırdığını duyar.
Kaç yavrum, bir şahin sana
doğru geliyor canını kurtar.
Aniden uyanan serçe gerçekten, kanadı kırık ve bir
ayağı topal şahinin geldiğini
görür. Can havliyle oradan
fırlar ve kaçmaya başlar, kaçarken “şu beladan kurtulsam yemek dahi istemem”
diye düşünür. Arkadan kovalayan aç şahin de, “ne güzel kuş, tüyleri de yok çok
kolay yenir, bir haftadır kursağımdan av eti geçmedi”
diye hayal eder. Bir buğday
tarlasına yaklaşınca, sığırcık
kuşunun yuva yapmakta olduğunu görür. Hızla yaklaşır ve “ne olursun şahin geliyor beni bir yere sakla” der.
Sığırcık, “ben ondan nefret
ediyorum” diyerek hızla oradan uzaklaşır. Can havliyle
kaçmaya devam eden serçe,
karga yuvasına gelir ve yardım ister. “Senin için şahinle
kötü olamam” diyen karga
da yardım etmez. Koşmaya
devam eden serçe göl kıyısında suya düşen ve güneşte
kendini kurutmaya çalışan
kartala rastlar. Yalvararak
“sen güçlüsün kartal amca
ne olursun beni kurtar” der.
Kartal bakmaz bile, gagasını
öbür tarafa çevirir. Koşmaya devam eden yavru serçe
sazlıktaki yuvasında şarkı
söyleyen serçeye nefes nefese
yaklaşır ve yardım ister. Şar-
Adıgeler’de Aylar
Mart
Diğer adları: ‘Дыжъыхь (Dıjıh),
Зыныкъогъэ-Зыныкъобджыхь
(zınıkoğa-zınıkobcıj)‘
Karadeniz kıyısında yaşayan Şapsığlar mart ayını bu şekilde
adlandırırlardı. İlkinin anlamı:
yaşlanmış, hastalıklı hayvanların öldüğü ay anlamındadır.
Bunu, İsrail’de yaşayan Şapsığların mart ayına ‘Одыжъыхь’
(zayıf olanları öldüren) demelerinden anlıyoruz. İkincisinin
anlamı: yarısı yaz, yarısı kış olan
ay. Kışın bittiği günlere Şapsığ-
13 Mart 1733: Şarlotta- Elizabeth
(Çerkes Ayşe) 40 yaşında Paris’te
öldü. Kendisi Çerkes olup, (İstanbul’da pazardan satın alınmış)
mektupları Fransız literatürüne
altın harflerle yazılmıştır.
Mart 1846: Rusça-Çerkesce sözlük yazan L.Y. Lule (Л.Я Люлье)
(1805-1862) elmas yüzükle ödüllendirildi.
Kaynak: 1998 yılında Kuzey Kafkasya’da yayınlanan bir takvim
rek hazırladığı bu koleksiyon,
onların kültürüne bir övgü ve
hediye niteliği taşımaktadır.”
(fond-adygi.ru)
Çeviri: Serap Canbek
kı söylemeyi bırakıp havalanan serçe çığlık çığlığa bağırarak çevrede ne kadar serçe
var, çabucak oraya toplar ve
durumu izah eder. “Vay katil şahin demek bizim küçük
kardeşimize saldırdı” diyerek hep birlikte bağırarak
saldırıya geçerler. Bu kadar
çok serçeyle baş edemeyeceğini anlayan şahin oradan
öyle bir kaçar ki canını zor
kurtarır.
Yorgunluktan ve açlıktan düşüp
bayılan serçe yavrusunu oradan alarak bir güzel karnını
doyuran serçeler daha sonra
iyice büyütüp uçmasını öğrenene kadar bakar ve besler.
Bu serçe yavrusu kimdi biliyor
musunuz? Sizin bugün ya da
yarın göreceğiniz her hangi
bir dala konup “cikcikcik”
ötecek olan serçe, o küçük
serçe. İnanmıyorsanız kendisine sorun…
Osetçeden çeviri:
Muammer Tekin
Oubykh Nal İzinde
Kitabın ismi…
Türklerin Kozmik Sembolleri…
Tamgalar…
…
Mandala’dan bahsediyor…
Önce nokta ile başladı, iki nokta
ile devam etti. Sonunda iki nokta
arasında bir çizgi derinlik verdi…
At, geyik, öküz…
Gökyüzü olmaz ise olmaz…
Ay ile tamamlanır, güneş ile tamamlanır…
…
Davut Yıldızı…
İki üçgen, bir yıldız…
…
At sırtında konan evreni temsil
ediyormuş…
Mandala…
Çok yüzlü…
Halı, mezartaşı…
Nokta ile başlamış…
…
Şamdan kafalı insan…
Masada karşımıza çıkmış…
…
Hitit mührü…
Avcı…
Yayı gerilmiş, bir ok yerleşmiş…
Üç yıldız tepesinde…
…
Bir dal çok kollu…
H. Okan İşcan
Asma…
Bir salkım…
…
Bir üçgen, iki üçgen, üç üçgen…
Dördüncüsü üçünün üstünde…
…
Bir ok, iki ok, üç ok…
Üçünün üstünde yıldızlar…
Gök en çok yeşil göründü…
Nalçik’te karikatür
ve fotoğraf sergisi
Kabardey-Balkar Cumhuriyeti
Tkaçenko Güzel Sanatlar
Müzesi’nde fotoğrafçı Fasia
Dzasejeva ve karikatürist
İkbal Belağı’nın eserlerinden oluşan bir sergi açıldı.
24 Şubat’ta açılan ve 9 Mart’a
kadar devam edecek olan
sergi, Dzasejeva ve Belağı’yı “Nefes Almak-Nefes
Vermek” teması altında bir
araya getiriyor.
Sergide 27 çalışması bulunan
Çerkes karikatürist İkbal
Belağı Şam’da doğdu, şu
anda Moskova’da yaşıyor ve
çalışıyor. Genellikle sosyal
ve siyasal konuları işliyor,
çalışmalarında Kafkasya da
özel bir yere sahip.
Kabardey-Balkar Kültür Bakanlığı basın sözcülüğünden verilen
bilgilere göre, Belağı’nın karikatürleri İzvestiya ve El Halij gazetelerinde ve birçok bölgesel yayında yer aldı. Sanatçının Nisan 2013’te Moskova’daki “Çerkes Tonları” sergisinde yer alan
çalışmaları,ziyaretçiler tarafından yoğun ilgi gördü.
Fotoğrafçı Dzasejeva’nın ilk kişisel sergisinde 24 çalışmasına yer
verildi. Fasia Dzasejeva bazı sosyal fotoğraf projelerinin sahibi.
Belağı gibi o da “Çerkes Tonları” projesinde eserlerini sergiledi
ve “Odakta Kitap” sanat projesinde yer aldı. (ajanskafkas)
Çok eski yıllar. Kabardeyle Hatkoy
tarlada sohbette. Hava atmaya
meraklı Kabardey, Hatkoy’a seslenmiş:
-Yawww, sıqoş şimdi baklava olsa ne güzel yerdik değil mi?
-Aaa, sen baklava yedin mi hiç?
-Yok yemedim ama amcamın oğlu anlattı, çok güzelmiş.
-O yemiş mi peki?
-Wolihi o da yememiş ama askerdeyken komutanı yerken görmüş.
lar, бджыхьa (sonbahar) derler.
Sonbahara ise бджыхьaп
(sonbahar önü) derler. Bu isim,
“гъэрэ кlырэ щызэхэкlых”,
“гъэр кlым щытекlо” (“yılla
yeryüzü ayrışıyor”, “ yıl yeryüzünü geçiyor”) dedikleri, ilkbaharın 22-23’üne denk gelen
gündür. Tam o gün “yeryüzünün canlandığını” söylüyorlar.
Adıgelerin Mart’ın 23’ünü yeni
yıl olarak kutlamalarının nedeni budur.
Eski Çerkesler doğayı uyandırmak
için çeşitli etkinlikler yaparlardı. Bunları oyunlarda da
görüyoruz. Bunlardan biri de ’
Тхьагъэлыдж’ (Thağelıc) için
edilen dualardır. Çift sürmeye
başlayacakları gün, gençler
tarlada el ele tutuşarak bir
çember oluşturup dönerek dua
ederlerdi.
Çift sürenler gruplar halinde bir
araya geliyorlardı. Bu gruplara
‘зэцэйхэр (arkadaşlar) ya da
‘зэцэегъухэр (arkadaşlıklar)
deniyordu. Мэшlодз Сэрби’nin
(Meşödz Serbi) yazdıklarına
göre, bir thamate tarafından
çifti ilk sürecek kişi belirlenirdi.
Sabanın ilk kestiği toprağa,
öküzlerin boynuzuna ve öküzlerin boyunduruklarına baksı-
ma (mahsıma) dökerlerdi. Çift
sürdükleri yere ‘çift sürenlerin
bayrağı’ asılırdı. Bayrağı indirip
kaldırarak dinlenme zamanını, yemek yeme zamanını ve
tekrar işe başlama zamanını
belirtirlerdi.
Çift sürme döneminde haftanın bir
gününde -önceleri Pazar, Müslüman olduktan sonra Cuma
günü- tatil yaparlardı.
Yeni evlenenlerden biri, çift sürme
işi bittikten sonra gece gizlice
eşinin yanına giderse cezalandırılırdı. Suçunu kabul etmezse
cezası ikiye katlanırdı.
5 Mart 1848: Ünlü Kafkasya Tarihi
yazarı E.D Filisin (Е.Д Филицын)
Sivastapol’de doğdu. Çerkeslerin yaşayışı ile ilgili büyük eserler
vermiştir. 10 Aralık 1903’te öldü.
14 Mart 1855: Bersey Umar (Бэрсэй
Умар) ilk Adıgece okuma-yazma
kitabını Tiflis’te çıkardı.
7 Mart 1919: Şair Jene Kırımıze
(Жэнэ К Ъырымыз), Afıpsıp
(Афыпсып) köyünde doğdu.
1983 yılında öldü.
2-8 Mart 1921: Pşızeşolır (Пшызэ
ШЪолыр) ile Karadeniz kıyısında
oturan Çerkeslerin temsilcileri
otonomi almak için mücadele
etmek amacıyla toplandı.
8 Mart 1923: ‘Adıge Mak’ (Адыгэ
Макъ) gazetesi Ç’ereşe Tembot’un (К|эрэщэ Тембот) el yazısıyla, 500 adet olarak ilk sayısını
yayınladı.
Mart 1925: Hağurate Şıhançeriye’nin
(ХЬэхъурэтэ Шыхьэнчэрые) adı
verilen teknik okul Krasnodar’da
açıldı: Bugün Andrıhoye Hüsen
(Андрыхъое ХЪусен) adıyla bilinen Adıge pedagoji koleji.
24 Mart 1994: Çerkeslerin ulusal
marşının sözlerini Meşbeşe İshak (Мэщбэш|э Исхьакъ) yazdı,
Thabısıme Umar (Тхьабысымэ
Умар) besteledi.
10 Mart 1995: Adıge Cumhuriyeti,
ilk anayasasını hazırladı.
Çeviri: Ayşe Tufan (Beçımko)
Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük ve Birlik
[email protected]
Çerkeslerin Özgür Sesi
Köşe ve araştırma yazılarının
sorumluluğu yazarlarına aittir. Okurlar,
gerekçeli ve yazılı itiraz hakkına
sahiptir.
www.Jinepsgazetesi.com
TEMSİLCİLİKLER VE İLETİŞİM
ABONE - REKLAM
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: Can Uçak Yayın Kurulu: Can Uçak, Yaşar Güven, Zafer Süren,
Serap Canbek, Sebahatin Çurmıt, Tülay Taşyar, Kadir Polat
Yönetim Yeri: Osmanağa Mah. Pavlonya Sok. Nuhoğlu İş Merkezi No: 10/63 Kadıköy/İstanbul
Yıl: 6 Sayı: 73 Fiyatı: 5 TL (KDV Dahil)
Baskı Hazırlık: Serap Canbek Grafik/Tasarım: A. Kadir Polat ([email protected])
BASKI: Özdemir Matbaası Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No: 242 Topkapı/İstanbul Tel.: 0212 577 54 92
İSTANBUL MERKEZ BÜRO
Tel: 0216 336 08 46 Faks: 0216 494 09 24
Serap CANBEK, Tel: 0532 461 57 96
[email protected]
BURSA
Filiz ÇELİK, Tel: 0532 654 15 05
[email protected]
Metin KILIÇ, Tel: 0541 414 03 81
ANKARA
Ahmet Cevat BENK, Tel: 0533 621 35 21
[email protected]
KABARDEY- BALKAR CUMHURİYETİ
Ergün YILDIZ (BABUG)
[email protected]
İZMİR
Turabi SALTIK
Tel: 0533 4 65 09 72
[email protected]
ABHAZYA: Anıt BABA
[email protected]
AVRUPA: Mehmet ULUIŞIK
muluisik@t- online.de 0179- 956 33 12
SATIŞ NOKTALARI
İSTANBUL
• Mephisto- Kadıköy: Muvakkithane Cad. No: 5
• Fıccın Restaurant: Kallavi Sok. 13/1 Beyoğlu
• Mephisto- Taksim: İstiklal Cad. No: 125
• Özgür Kitabevi: Mühürdar Cad. 66/1 Kadıköy
• 3 Deniz Kitabevi: Osmanağa Mah. Pavlonya
Sok. No:10 Kadıköy
• İmge Kitabevi: Mühürdar Cad. No:80
Kadıköy
İZMİR
• Taş Kitapevi: Şevket Özçelik Sok.
No: 47/D, Alsancak Sevgi Yolu
ANKARA
• İmge Kitabevi: Konur Sok. No:17 Kızılay
• İrene Kültür: Bayındır 2 Sok. 33/11 Kızılay
• Turhan Kitabevi: Yüksel Cad. No: 832
Kızılay
ANTALYA
• Filika Cafebar: Tuzcular Mah. Mescit Sok.
No: 46 Kaleiçi
SAKARYA
Cafe Ezgi: Cumhuriyet Mah. Çark Cad.
No: 42 Tel: 0264 279 01 63
Geleneksel Abhaz Çalgıları
Telli Çalgılar
Aphartsa
Aphartsa Abhazların eski iki telli, yaylı ulusal çalgısıdır. Günümüze kadar hemen hemen
ilk şekliyle korunmuştur.
Çeşitli zamanlarda Abhazların yaşantısını anlatan bazı
yazarların ifadeleri dışında
aphartsa, ardında hiçbir yazılı belge bırakmamıştır ve
bu çalgı yavaş yavaş halkın
kullanımından çıkmıştır. 18.
yüzyılın sonunda aphartsa
bütün Abhazya’da yaygın
olarak kullanılıyordu. Dal,
Tsabal, Abjua ve Bzıb’ta, ülkenin her yöresinde bu çalgı
eşliğinde daha çok epik-kahramanlık özelliği taşıyan şarkılar söyleniyordu.
Günlük yaşama o kadar yerleşmişti ki hemen her evde duvara asılı bir aphartsa görmek
mümkündü. Asmak için çalgının sapına küçük yuvarlak
bir delik açılıyordu. Bugün
aphartsaya en çok Gudauta
Abhazları arasında rastlanıyor. Kaldahuara, Cırhua, Othara ve Lıhnı köylerindeki
Üflemeli Çalgılar
Her türlü bitki sapı ve kabuğu
(bazen delikli), düdüklü flüt
gibi çalgılar bu türe girer.
Eski zamanlarda bunlardan
savaşta veya avda işaret vermek için yararlanılırdı. Bugün de Abhazya’da çobanların çeşitli bitkiler yardımıyla
basit melodiler çaldıklarını
görmek mümkündür.
Açarpın
Günümüzde, üflemeli çalgılar
içinde müzik aleti olarak korunan sadece Açarpın kalmıştır. Açarpın uzunlamasına tek bir gövdeden ibaret
olan bir tür flüttür. Geçmişte
Abhazlar arasında bu çalgının yaygın olduğuna dair
birçok bilgiyi etnografların
çalışmalarında görebiliriz.
Bugün Abhazya Devlet Müzesi’nde üç Abhaz Açarpını
sergilenmektedir. Abhazlar
Açarpını kılıf içinde korurdu.
Dağlarda kılıf yerine tüfeğin
namlusunun içine de konur,
evlerde ise yatay olarak duvara asılırdı. Üzerinde çatlamalar gibi bazı hasarlar görülse bile Açarpın atılmazdı.
Bu duruma gelmiş Açarpının
üzerine, kuruduktan sonra
hiç fark edilmeyen keçi bağırsağı geçirilir ve bunun üzerine ses delikleri açılırdı.
Açarpınla en başta pastoral yaşam tarzıyla ilgili melodiler
çalınır. Abhaz şarkılarını ilk
derleyenlerden biri olan K.V.
Kavan’ın belirttiğine göre
Açarpın sadece bir eğlence
aracı değil, çobanların elin-
şarkı ve halk oyunları ekiplerinde aphartsa çalanlar bulunuyor.
Ayümaa
Çalgının adının kökeni Abhazca “iki saplı” anlamına gelir.
Ayümaa köşeli bir arptır ve
artık kullanılmamaktadır.
Halk tipi son örneği A.A.
Miller tarafından Leningrad Etnografya Müzesi için
1900’lerin başında Açandara köyünden Halil Çiçba’dan
elde edilmiştir. Bu çalgı şimdi Abhazya Devlet Müzesi’nde sergilenmektedir. Bu
Ayümaa’nın asıl sahibi olan
Halil’in babası KobluhÇiçba,
iktidardaki son Abhaz prensinin saray müzisyeniydi.
Ahımaa
Bu çalgının kökeni hakkında
İ.A. Acincal’ın kaydettiği bir
efsaneye göre Ahımaa, acıyı ifade etmek için bir araç
olarak ortaya çıkmıştır. Kazayla oğlunu öldüren bir
baba, küçükken çocuğu yıkadıkları teknenin üzerine at
kılları germiş. Teknenin bir
ucu, yıkarken çocuğun başını
de bir iş aletidir. Gerçekten
Abhaz çobanlar avuasırhüıga
(koyuna ot yedirten) adı verilen özel bir melodiyle sabahları keçileri ve koyunları
otlağa çağırırlardı. Yine özel
şarkılarla at sürüsündeki 2
yaşında, 3 yaşındaki atlar ve
diğerleri birbirinden ayrılırlardı. Abhazlar sürü yayılırken Açarpın çalmanın hayvanların daha çok yemelerini
ve dahaçok süt vermelerini
sağladığını inanırlardı.
Bir efsaneye göre, Mulpıyecua
kayalarda asılı kalan kardeşi
Şarpıyecua’nın uyumaması
için bütün gece Açarpın çalardı (kayalık şarkısı). Açarpın boğulan veya kayalıktan
düşen birinin ruhunu bulma
töreninde de çalınırdı. Boğulan kişinin cesedini ararken
nehir kıyısı boyunca Açarpın çalarak yürürler, cesedin
bulunduğu yerde Açarpın
susardı. Aynı şekilde Karaçaylar’da da sıbızga çalarak
boğulanın cesedinin arandığı
biliniyor.
Abık
Üflemeli çalgılar içinde ayrı bir
grup oluşturan tür, çalanın
gövdenin üstteki dar ucuna
dayadığı dudaklarını gererek
ve titreştirerek ses çıkardığı
çalgı türüdür. Bu çalgı türüne, Abhazların uzunluğu 1
metreden fazla, bakırdan dövülerek yapılmış geniş ağızlı
borusu abık da girer.
Bu çalgı artık kullanılmıyor. Anlatılanlara göre 19. yüzyılın
ikinci yarısında, son Abhaz
kralının iktidarı zamanında
koyması için geniş yapılmış.
Bunun üzerinde de üç sap
varmış. Bu yüzden bu çalgıya
da “üç saplı” anlamına gelen ahımaa adını vermişler.
Zamanla bu alet gelişerek
eşkenar trapez biçiminde bir
çerçevenin ortasına oturtulmuş ve rezonatör olarak kullanılmaya başlanmış.
“Canlar Ülkesi ABHAZYA” kitabından alınmıştır.
Yazan, Derleyen, Yayına Hazırlayan:
Anıt Baba (Papba), Behice Bağ, Adnan Özveri (Yağan)
(1. Baskı – Nisan 2014, 2. Baskı – Eylül 2014)
Açamgur
Açamgur oturarak çalınır. Boynu
yukarı gelecek şekilde tutulur ve gövde sağ bacağa dayanır. Tellerine boynun gövdeyle birleştiği yerden vurularak
çalınır; bu da ayrı bir tarafta
duran kısa tele gerek kalmadan çalmaya yarar. N. Canaşiya’nın bildirdiğine göre,
erkek çocuğun ilk kez kesilen
tırnakları erkek çalgısı Aphartsanın, kız çocuğunkiler
ise Açamgurun içine atılırdı. Gerçekten de Açamgur
çalanlar istisnasız kadınlardır ve genellikle çaldıklarına söyledikleri şarkıyla eşlik
ederler. Açamgur esas olarak
eşlik eden (akkompanent)
bir çalgıdır. Boğulan birinin
ruhunu bulma gibi ayinlersarayda kullanılıyormuş. Gal
(Samurzakan) bölgesinde bu
borular 20. yüzyılın başında
işaret aleti olarak kullanılıyordu. Abık aynı zamanda
dini amaçlar için de kullanılıyordu.
Cırhua köyünden Damey Dzkuya’nın anlattığına göre, köyün tapınağındaki din adamı
birini lanetleyeceği zaman
abık çalıyordu. Böylece abıkın sesi lanet yüklü, büyülü
bir özellik kazanıyordu. Ya
da bir hırsızlık olduğunda,
bir şey kaybolduğunda mağdur bunu din adamına bildiriyordu; o da kutsal tapınağa çıkıyor ve abık çalıyordu.
Diğer köylerden sesi duyan
herkes hırsızlık olduğunu anlıyordu.
Vurmalı Çalgılar
Vurmalı çalgıların kökeni insanlığın en eski çağlarına kadar
uzanmaktadır. Vurmalı çalgının en basit prototipi insan vücududur. Abhazlar da
bugün şarkılara ve özellikle oyunlara eşlik ederken el
çırparak veya telli çalgıların
kenarına vurarak tempo tutarlar. Tempo hızlandığında
ise melodinin ritmini otururken masaya vurarak tutarlar.
Oyunu izleyenler de sık sık
bıçağın sapıyla ya da başka
bir şeyle de tempo tutabilirler. Tempo tutmak için bu şekilde ses çıkarmaya anapeynka, yani el vurma denir.
İnsanların benzeri ses üretme
gayretleri zamanla vurmalı
çalgıları ortaya çıkarmıştır.
Abhazların korudukları bu
çalgılardan biri açardır (veya
açats). Bugün bu alet artık
dansa veya şarkıya eşlik etmek için değil, sadece atların
eğitiminde kullanılır. Terbiyeci açarı sağ elinde tutar ve
zaman zaman atın kuyruk
sokumuna vurur. At korkudan kuyruğunu kısar ve sallamaz.
Açıj
Oçamçıra’nın Cigerda köyünden
80 yaşındaki Teba Şarmat’ın
anlattığına göre, eskiden
oyun sırasında el çırpılır, fakat bu zor duyulduğu için
ağuçmakakua denilen, sallandığı zaman birbirine vurarak oyunun ritmine uygun
ses çıkaran düz ağaç plakalar kullanılırmış. Tarife göre
ağuçmakakua, Adıgelerin
kullandığı phaçıçtan başka
bir şey değildir.
Ainkaga
Ainkagâ çalınırken sapından
tutulur ve elin sert veya yu-
de, ölüyü gömdükten sonra
yapılan yemekli törenlerde,
hastanın başucunda geceyi
geçirme sırasında çalınırdı.
AçamgurAbhazların müzik
yaşantısına öylesine yerleşmiştir ki Abhazya’da Açamgur çalgısı olmayan hiçbir
ekip yoktur.
muşak hareketleriyle ritmik
vuruşlar yapılır. Ainkagâ
oyunlara eşlik etmek için
çalınırdı. Abhazların inançlarına göre, bu tür aletlerin
yardımıyla gürültü çıkarılarak kötü ruhlar kovulurdu.
Bunların koruyucu gücünü
artırmak için üzerleri süslenirdi. Cevizden, bazen de
fındıktan yapılan başka bir
alet de ağırğındır. İçi dolu kurumuş cevizin ya da fındığın
içinden çapraz olarak ip geçirilir, akakankılcua gibi ip
gerip bırakılarak çalınırdı.
Gunda Grubu
Ahımaa
Adaul
Bükülerek birleştirilmiş tahta bir
kasnağın üzerine keçi derisi
geçirilerek yapılır. Deri önceden suda bekletilir, sonra
güneşte kurutulur. Ağaç kasnak üzerinde delikler vardır.
Adaul kaşık biçiminde sopalarla çalınır.
Amırzakan
Abhaz dilinde Amırzakan, Adıge dilinde Pşıne, Oset dilinde
Fandır olarak adlandırılan
çalgı, bu dillerde genel anlamda çalgı aleti kavramını
da ifade etmektedir. Günümüzün akordeonuna benzer,
ancak klavye sistemli akordeondan farklı olarak, tuşlu
bir alettir.
Abhaz halk çalgıları, Adıgelerin
benzeri çalgılarıyla karşılaştırıldığında gerek dış görünüş,
gerekse işlevsel benzerlikleri
bu halkların genetik akrabalıklarını da doğrulamaktadır.
Abhaz ve Adıgelerin çalgılarındaki bu benzerlik, prototipleri bile olsa bu çalgıların
çok eski zamanlarda, en azından Abhaz-Adıge halklarının farklılaşmasından önce
ortaya çıktığını düşünmemize dayanak sağlamaktadır.
Çalgıların ilk dönemlerdeki
adlarının bugün halkın belleğinde korunuyor olması da
bu düşünceyi destekliyor.
Diğer Kafkas halklarının çalgıları, küçük farklılıklarla birlikte görünüş ve işlev olarak Abhaz halk çalgılarıyla hemen
hemen aynıdır. Ancak günümüzde hem Abhazlarda hem
de diğer Kafkas halklarında
en çok kullanılan ve artık
“ulusal” sayılabilecek müzik
aleti “mızıka” olarak bilinen
armonika veya giderek onun
yerini almaya başlayan akordeondur. Ayrıca garmon gibi
akordeon benzeri çalgılar da
kullanılmaktadır.
(*) Meri Haşba, müzikbilimci.
Derleyen ve çeviren:
Murat Papşu
Ayümaa
Açamgur
Açarpın
Aphartsa

Benzer belgeler

Bir Soykırımın Adı 1864 Büyük Çerkes Sürgünü *

Bir Soykırımın Adı 1864 Büyük Çerkes Sürgünü * İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin düzenlediği “Kimlik Bilinci ve Çerkes Kimliği” başlıklı söyleşi, 7 Şubat’ta gerçekleştirildi. Prof. Dr. Ayhan Kaya (İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri B...

Detaylı