türk dili ile halk biliminin ilişkisi

Transkript

türk dili ile halk biliminin ilişkisi
TÜRK DİLİ İLE HALK BİLİMİNİN İLİŞKİSİ
Konuşmacı: Prof. Dr. Nevzat Gözaydın
Yer: Atılım Üniversitesi Seyhan Cengiz Konferans Salonu
Tarih: 02.04.2009
Sunucu Ayla Göğkuş: Değerli Akademisyenler, Çok Değerli Konuklar, Çok Değerli
Konuğumuz, Sevgili Öğrenciler; üniversitemiz tarafından Bahar dönemi etkinlikleri
kapsamında düzenlenen ve Prof. Dr. Sayın Nevzat Gözaydın tarafından
gerçekleştirilecek olan “Türk Halk Bilimi ve Türk Dili” konulu konferans programımıza
hoş geldiniz. Konferans programına geçmeden önce ben değerli konuğumuzun
özgeçmişlerini okumak istiyorum. Prof. Dr. Sayın Nevzat Gözaydın 1938 yılında
Ankara‟da doğmuşlardır. İlk orta ve lise öğrenimlerini Ankara Atatürk Lisesi‟nde
tamamladıktan sonra Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinden mezun olmuş Almanya‟da
Evliya Çelebi üzerine doktora çalışması yapmışlardır. 1974–1987 yılları arasında
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesinde görev yapan Sayın Gözaydın 1987–2006
yılları arasında ilk başkanlığını üstlendiği Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi Halk Bilimi Bölümünü kurmuşlardır. 1983–2009 yılları arasında Türk Dil
Kurumu üyeliği yapan Değerli Konuğumuzun 3 kitabı ve 300 tane makaleleri
bulunmaktadır.
Prof. Dr. Sayın Nevzat Gözaydın: Değerli Meslektaşlarım, Değerli Öğrenciler
özgeçmişimde de dillendirildiği gibi Türk Halk Bilimiyle ilgili olarak yapılan
çalışmaların öncülüğünü yapan bir kardeşiniz olarak karşınızdayım. Türk Halk Bilimi
Folklor olarak bilinen güncel adıyla sadece halk oyunları karşılığı değildir. Folklor
deyince bizim kamuoyunda olsun sokaktaki vatandaşta olsun hepsi bunu halk
oyunları olarak adlandırır. Ama bu yanlış bir adlandırmadır, doğrusu Halk Bilimi
olması gerekiyor halk kültürünün bütün öğelerini araştıran bir bilim dalı. Bu gerçekten
Türkiye‟de çok az öğrenciyi yetiştiren bir dal olarak 1993‟te YÖK‟e ısrarım üzerine
kabul edildi ve bir bölüm oldu Halk Bilimi Bölümü olarak açıldı. Türkiye‟de ilk defa bu
bölümü ben kurmuş oldum ve şuanda da her yıl 40 öğrenci Halk Bilimi Bölümüne
ÖSYM tarafından alınıyor. Şunun için söylüyorum. Bu yanlış belki sizler arasında da
dillendirilmiştir ve arkadaşlarınız arasında da işte folklor ekibindeyim, folklor
oynuyorum, folklorcuyum gibi bir takım kavramlarla yanlış olarak kullanılıyor, bence
bunu düzeltmek gerekiyor. Şimdi insanların tabii anlaşmak için iletişim kurmak için
dile ihtiyaçları var. Anadilimiz Türkçe ve geleneklerimizi, törelerimizi Türkçe olarak da
atadan oğula, nineden kıza aktara aktara geliyoruz. Felsefeye Giriş kitabında
Takiyettin Mengüşoğlu şöyle diyor “Bir dil ne kadar düşünülür ve ne kadar görülürse o
dil o nispette gelişir. Çünkü görme ve düşünme ile dilin gelişmesi arasında bir
paralellik vardır.” Demek ki görme fonksiyonu düşünme fonksiyonuyla birlikte ele
alınıyor. Dikkat ederseniz geleneklerimiz “gelmek” fiilinden yaptığımız geleneklerimiz
ve arkasından da göreneklerimiz var bizim. Yani gördüğümüzü aktarıyoruz ve
gördüğümüzle işlem yapıyoruz en azından biz böyle gördük diyoruz değil mi
adetlerimizde geleneklerimizde. Biz bunu bu şekilde gördük. Kimden gördünüz
büyüklerimizden yakın çevremizden. Yakın çevremiz derken tabii önce yakın çevre
olarak nitelendirdiğimiz aile kavramıyla karşılaşıyoruz; anne, baba ve çocuk
arkasından yakın akrabalar kan bağıyla veya akrabalık ilişkisi kurularak evlilik
dolayısıyla yapılan işlemler içinde. Tabii dil önemli bu açıdan görmek ve düşünmek
lazım. Konfiçyus, ünlü Çinli Filozof şöyle diyorlar, Konfiçyus‟a soruyorlar “bir ülkeyi
yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu?”
1
Filozof şöyle cevap veriyor “hiç şüphesiz dili gözden geçirmekle işe başlardım. Dil
düzensiz olursa sözler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa yapılması
gereken şeyler doğru yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılamazsa adetler ve kültür
bozulur. Adetler ve kültür bozulursa adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa
şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun
için hiçbir şey dil kadar önemli değildir” diyor. Görüyorsunuz bir zincirleme mantık
silsilesi içerisinde Konfiçyus dilin ne kadar önemli olduğunu söylüyor. Adetler yanlış
anlamlandırılır ve yorumlanırsa o kültür bozulur diyor. Demek ki kültür kavramının
bozulmaması gerekiyor ve kültürel yozlaşma dediğimiz kültürel bozulma dediğimiz
veya işte yanlış kültürlenme dediğimiz olaylar hep bundan kaynaklanıyor. Biz gerçek
kültürün ne olduğunu yani kendimizin ait olduğum kültür çevresinin ne olduğunu
bilemediğimiz için birtakım başka kültürlerin veya başka ideolojilerinin veya başka
görüntülerin etkisi altında kalarak kendi kültürümüzü inkar etme yoluna gidiyoruz.
Özellikle Osmanlı İmparatorluğunda ilk yıllarında son XIX. yüzyılın sonunda Fransız
etkisini daha sonra I. Dünya Harbi sırasında Almanya etkisini, II. Dünya Savaşından
sonra Amerikan etkisini İngiliz dilinin etkisini bu kültürlenme süreci içerisinde
düşünürseniz. Kendi kültürümüzün ne kadar büyük darbelerle karşılaştığını kolaylıkla
anlarsınız. Kendi kültürümüzün içerisine neler var biz hangi kültür çevresi içerisinde
nelere sahibiz. Yani bir bakıma halk bilimimizin Türk Halk Biliminin içerisinde neler
var? Geleneklerimiz törelerimiz var da bunlar hangi dallarda alt dallarda inceleniyor
sorusunun cevabını da yine burada söylemek açıklamak istiyorum. Önce halk
biliminin bir tanımı yapılması gerekir. Halk Bilimi nedir? Gerçekten somut bir şekilde
bunu nasıl ifade ederiz veya insanların anlayacağı daha kolay bir biçimde. Ben şöyle
tanımlıyorum bunu. Bazı arkadaşlar doğumdan ölüme kadar olan hayatın içerisindeki
bütün öğeler Halk Biliminin içerisindedir diyor ben itiraz ediyorum. Diyorum ki “Hayır
Halk Bilimi doğum öncesinden başlayarak birtakım gelenekleri inceler. Nasıl? Doğum
evlenme ve ölüm gibi bizim geçiş dönemleri dediğimiz üç ana araştırma noktamız
vardır Halk Biliminde. Doğum evlilik müessesesinin hemen arkasından gelen bir
sosyal olgu doğumdan önce evlendikten sonra eğer çocuk sahibi olmak gecikirse
Anadolu‟daki geleneksel yapı içerisinde geline veya damada baskı yapılır neden
çocuğunuz olmuyor diye ve birtakım gelenekler uygulanır. Hacılara hocalara gidilir
türbelere gidilir, ilaçlar yapılır vs demek ki geleneksel yaşantımız içerisinde
kültürümüz içerisinde doğumdan önce başlayan birtakım ritüeller, birtakım
uygulamalar inanışlar var. Doğum da çünkü çok büyük bir olaydır aile içerisinde.
Doğan çocukla ilgili yapılan pratikleri düşünün ad vermeden başlayarak kırk
suyundan kırklama dediğimiz olayı düşünün, arkasından erkek çocuksa sünnetini ve
arkasından yürümesiyle, ilk diş çıkarmasıyla ilgili birçok geleneklerimiz var çocukla
ilgili ve ondan sonra da ergenlik çağına gelen çocukla ilgili geleneklerimiz var. İkinci
ana nokta evlenme noktası evlilik de büyük bir olay bütün dünya kültürlerinde olduğu
gibi evlilikte de yine aynı şekilde kız isteme beğenme talip olma görücü gitme veya
diğer evlilik usullerinde çeşitli evlilik usulleri var biliyorsunuz Anadolu‟da. Ondan
sonra da söz kesme, nişan, nikah, düğün ve nihayet işte artık bütün seremoninin
törenlerin bittiği bir dönem içerisinde evlenme olayında inceliyoruz. Ondan sonra tabii
insanların doğayla olan ilişkileri başlıyor. Üretimle ilgili veya tüketimle ilgili gelenekleri
başlıyor ve en sonunda da herkesin sonu kaçınılmaz son ölümle ilgili olarak birtakım
gelenekler yapıyoruz. Ama ölümden sonra bitmiyor Halk Bilim araştırmaları. Yani
ölüm bir insanın halk bilimsel geleneksel araştırmalarda konu olmasını engellemiyor.
Niye? Ölümden sonrada devam ediyor. Yani ölümden sonra nasıl devam eder?
Biliyorsunuz Anadolu‟da birçok yatır var birçok dede var birçok evliya var. Bunlara
çeşitli adaklar adanıyor.
2
Onlar hakkında efsaneler anlatılıyor, menkıbeler anlatılıyor; Tezveren Dede,
Ankara‟da da Hacı Bayram Türbesi gibi Tezveren Türbesi gibi veya Karyağdı Hatun
Türbesi gibi türbelere gidiliyor, oralarda dilekler ifade ediliyor, yazılıyor veya
İstanbul‟da birçok veli evliyanın türbelerine gidiliyor ve onların hayatı XV. yüzyılda
XVI. yüzyılda bitmiş olmasına rağmen ne oluyor devam ettiriliyor. Onunla ilgili bütün
geleneksel yaşantı sürdürülüyor. Öyleyse demek ki doğumdan önce başlayan halk
bilimi araştırmaları ölümden sonrada kesintisiz devam ediyor. Bunun zamanla
herhangi bir şekilde sınırlaması mümkün değil. Bu bakımdan şöyle bir toparlamak
gerekirse Halk Bilimi dallarının içerisinde doğum, ad koyma, sünnet, evlenme
ölümden sonra yerleşme türleri diyoruz. Yerleşme türleri yani şehirleşmek kentleşme
veya köy tipleri, oturma tipleri, ev tipleri veya sivil mimari dediğimiz diğer mimari
eserler, halk mimarisi içerisinde bunu alt dal olarak inceliyoruz. Yine halk mimarisinin
içerisinde ısınma, taşınma ve ulaşım bir halk ekonomisi içerisinde hayvancılık tarım
avcılık ve buna ek olarak beslenme ve halk mutfağı geleneksel mutfağımız ve halk
yemeklerimiz daha doğrusu bütün mutfağımız el sanatları ve zanaatları yani elimizle
yapmış olduğumuz oyalar, örtüler, dokumalar, her türlü el sanatları ve zanaat
bakırcılık gibi maden işleri vs gibi elişleri de var. Giyim kuşam ve takılar arkasından
halk hekimliği dediğimiz alt dallar koca karı ilaçları diye halk arasında bilinen ve çeşitli
bitkilerle veya başka maddeler kullanılarak yapılan ilaçları halk bilimi içerisinde ele
alıyoruz. Botanik ve meteoroloji halk takvimi dediğimiz biliyorsunuz geçenlerde 21
Mart‟tı Nevruz dedik ondan evvel Berdelacuz dedikleri halk takviminde koca karı
soğukları, kırk ikindi yağmurları gibi halk arasındaki birtakım takvimler özellikler
araştırılıyor. Örf ve Adet Hukuku diyoruz bu çok önemli Halk Hukuku, Geleneksel
Hukuk. Bizim Medeni Kanunumuzun 1. maddesinde şöyle bir ifade vardır. Medeni
Kanunumuzun ilk maddesi der ki “Hâkim kanunlara bakarak karar verir. Kanunlar
eğer yeterli cevap vermiyorsa olaya yörenin örf ve adetine bakarak karar verilir der.
Yani yörenin geleneklerine ve göreneklerine bakılarak karar veriyor. Halk Hukuku
dediğimiz Geleneksel Hukuk dediğimiz Örf Adet Hukuku dediğimiz İngilizcesi
Common Law İngiltere‟de biliyorsunuz Anayasa yok Common Law‟a göre idare
ediliyor. İngilizlerin dediği bu Common Law Geleneksel Hukuk Türk Halk Biliminin de
bir alt dalı olarak son derece önemli. Ayrıca komşuluk ve akrabalık ilişkilerimiz var.
Komşulukla ilgi birçok atasözümüz var değil mi? Ev alma komşu al. Komşu
komşunun külüne muhtaçtır. Komşuluk hukukumuz veya komşulukla ilgili yaptırımlar
da çok önemlidir. İnançlar ve büyüsel işlemler var. Tiyatro; halk tiyatrosu var, karagöz
ortaoyunu gibi veya kukla gibi halk tiyatromuz var. Ondan sonra halk oyunlarımız,
halk müziği ve çocuklarımızın oynadığı oyuncaklar ve geleneksel sporlarımız var
yağlı güreş, aba güreşi gibi cirit gibi halk sporları ve en sonunda da çağdaş bir
yaklaşımla kültürlerarası iletişim dediğimiz yani insanların kültürlerinin değiş tokuş
edilmesi sırasında birbirlerini etkiledikleri öğeler nelerdir bunu araştırıyoruz. Töre
kavramına da şöyle bir bakalım. Ondan sonra örneklere geçeceğim. Töre bir
toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerini kuralların görenek
ve geleneklerin ortaklaşa alışkanlıkların tutulan yolların bütünü. Yani olumlu yönde
töre daima nedir insanları olumlu yöne yöneltir, olumsuzluğu yoktur alışılmış
gelenekler ortaklaşa alışkanlıklar diyoruz. Son yıllarda biliyorsunuz medyada kitle
iletişim araçlarında töre cinayetleri diye başlık atılarak birtakım cinayetlerin
adlandırıldığını görüyoruz. Son derece yanlış bir adlandırma törede cinayet
işlenmesine cevaz verilmez asla. Töre dediğim gibi toplumu olumlu yönde geliştirmek
isteyen bir terimdir ve kavramdır. İkinci bir anlamı daha var. Bir toplumdaki ahlaki
davranış biçimleridir. Yani hiçbir zaman ahlaksızlık söz konusu olamaz.
3
Gelenek kuşaktan kuşağa sözle aktarılan tutum ve davranışlar, görenek ise bir tutum
ve davranışı büyüklerden gördüğü veya öğretildiği gibi yapma. Sibirya‟nın uçsuz
bucaksız genişliklerinde yaşayan 20 bin nüfuslu Tuva Cumhuriyeti‟nde de Türk
Geleneği Türk Kültürü var. Ama Almanya‟da bugün gönderdiğimiz işçiler arasında da
Türk Kültürünün öğeleri var. Dolayısıyla çok büyük bir coğrafyada Türk Kültürünü
incelemek bizim haddimiz değil onun için mecburuz biz Anadolu‟yu düşünmeye.
Anadolu‟daki geleneksel yaşantıya ilişkin birtakım şeyler söyleyeceğiz burada ve
araştırmalarımızda tabii Anadolu‟yla sınırlı tutuyoruz. Anadolu‟ya baktığımız zaman,
Nevruz dediğimiz olayın veya hıdırellez dediğimiz baharla ilgili kutlamaların milattan
önce 2500 veya 2000 yılları arasında Anadolu‟da yaşamış olan Hititlerde de Bahar
Bayramı olarak kutlandığını görüyoruz. Biliyorsunuz Hititlerin çivi yazılı tabletleri
deşifre edildi okundu ve bunlar okunduktan sonra bir de baktılar ki Bahar Bayramında
orada çeşitli yemekler yapılıyor, Anadolu‟daki arpa, zeytinyağı, üzüm vs gibi bunları
kullanarak insanlar toplu yemek yiyorlar. Bizde de var bu geleneksel Çiğdem Pilavı
dediğimiz kardelenlerin çiğdemlerin çıktıktan sonra toplanıp toplu halde yemek
pişirmesi ve yenilmesi gibi orada da var. Aynı şey atasözlerimizde var. Mesela dedesi
ekşi yemiş veya acı yemiş torununu dişi kamaşmış gibi bizde bir güzel atasözü var
yani yapmış olduğunuz kötü bir işlem size belki etki etmeyebilir. Ama sizin torununuz
o kötü işlerin nesini çekecektir cezasını çekecektir. Bu sadece bizim atasözlerimizde
yer alan bir kavram veya bir anlayış değil. Hititlerde 2500 yani bugünden 4500 yıl
önce Hitit kralı II. Murşiliş bir dua ediyor tanrılara çok tanrılı inançları var onların.
Şöyle diyor “Ey Hatti‟nin Fırtına Tanrısı benim efendim ve ey siz benim efendim olan
bütün tanrılar doğrudur insan günah işler. Benim babam da günah işledi. Hatti‟nin
Fırtına Tanrısının benim efendinin sözünü dinlemedi. Ama ben hiç günah işlemedim.
Doğrudur babamın günahı oğluna da geçer. Bana da babamın günahı geçti. Şuanda
Hatti‟nin Fırtına Tanrısına benim efendime ve efendim olan bütün tanrılara iletirim ki
doğrudur biz bunu yaptık ve şimdi ben babamın günahının doğruladığıma göre ey
Hatti‟nin Fırtına Tanrısı ey benim sahibim ve ey benim sahibim olan bütün tanrılar
niyetiniz artık değişsin. Artık benim içinde artık yeniden dostça şeyler düşünün ve
artık vebayı Hatti ülkesinden kovun. Sizlere ülkem için ülkemi vebadan kurtarmanız
için kefaret kurbanları sunuyorum. Bu acıları çekip çıkarın yüreğimden benim
ruhumdan bu korkuları alın.” Şimdi 4500 yıl önce Hitit Kralı Murşiliş‟in Anadolu‟da
yaygın olarak görülen veba dolayısıyla tanrılara yapmış olduğu yakarış. Ne kadar
benziyor değil mi bizim inançlarımıza o da kurban kesiyor, o da birtakım şeyler
yapıyor. Biz tabii bu gerçekleri konuşacağız. Yani hepimiz içinde bulunduğumuz
toplumun gerçeklerini iyi öğrenmek zorundayız ve bunu da tabii dil araştırmalarıyla
yapacağız. Başka türlü yapamam başka türlü yapmamız mümkün değil. Örnek
vermek istiyorum şimdi Anadolu‟dan. Geleneksel yaşantımız içerisinde neler var diye
baktığımızda. Mesela “al” kelimesini biliyorsunuz kırmızı demektir. Ama Anadolu‟da
yaygın bir inanış vardır. Al Karısı diye bilinen bir olay var bu genellikle lohusa
kadınlara musallat olan bir cadı şeklinde düşünülüyor ve bu cadı doğumdan hemen
sonra ilk kırk gün içerisinde lohusanın ciğerlerini sökerek götürüp çocuklarına
yediriyor inancı var. Onun içinde al karısı çok tehlikeli bir varlıktır. Lohusanın yanına
uğramaması için mutlaka lohusanın odasında kırmızı bir bez ya lohusanın başına
sarılır örtü olarak başörtüsü olarak ya da odada bıçak bulundurulur çünkü demirden
korkuyor ve halk arasında yakalamak isterseniz ona bir iğne batırmanız gerekiyor
göründüğü anda, herkese görünmüyor ama göründüğü anda bir iğne batırılırsa
kendisine yakalanıyor. Onun için bir demir eşya bıçak, makas gibi bulunur ve
Müslüman olduğumuz için de mutlaka lohusanın odasında Kuran‟ı Kerim bulunması
lazım ki al karısının belasına uğranmasın.
4
Bu “al” kelimesi İran dilinden Türk diline geçmiş eski İran‟ca bir tür cin olarak geçiyor
“al” kelimesi uzun olarak okunuyor. Bir tür cin ve daha sonra işin ilginç tarafı bu
kelime aynı şekilde Almanya‟da karşımıza çıkıyor. Almanlar arasında “Alp Frau”
dedikleri “Alp Kadını” dedikleri bir cinle özdeşleşiyor ve bu şekilde birden hiç
ummadığımız bir şekilde Almanya‟daki doğum yapan kadında da “Al Karısı”
korkusunun veya bu inanışın yerleştiğini görüyoruz. Bu aslında bir hastalık lohusa
humması mikrobik bir hastalık ona tutuluyorlar. Bu bizden başka Türkmenlerde de
var. Doğu Türkçesi‟nde de “al” olarak kötü ruh olarak geliyor. Kerkük‟te Al Nenesi
şeklinde geçiyor ve mutlaka bunu engellemek için de kırmızı renkli bir kumaşın veya
örtünün bulunması şart koşuluyor. Macarlarda da aynı şekilde Türkmenler ve
Macarlar dil olarak biliyorsunuz birbirine yakın. “Alp Demon” diyorlar “Alp Demon”
yine al ruhu, Macarlarda da var aynı inanış. Diğer Türk topluluklarında da Kırım,
Nogay, Tatar, Kazak vs hepsinde bu al karısının rolünü görüyoruz. Bir başka örnek
veriyorum. Tombala oynarız yılbaşında genellikle veya başka dönemlerde akrabalar
arasında veya arkadaşlar arasında kahvede. 90 numara çıktığında ne derler çeken
adam ne diye bağırır. Onun özel bir adı var bilen var mı içinizde? Rimpapa derler 90
çıktığı zaman. Ben çocukluğumda hatırlıyorum. Gerçekten bu adı duydum ben
Rimpapa diye ve kayıtlarda da var Rimpapa. Diyeceksiniz ki Rimpapa nedir?
Rimpapa 90 sayısına eşittir. 90 çıktığında söyleniyor. Baktığımızda bu 90 sayısını
eski harflerde ebcet hesabı dediğimiz birden başlayarak elif 1, be 2, cim 3 şeklinde
ebcet hesabı dediğimiz bir sayılama sistemi var. Ebcet hesabına vurduğumuzda
bunu 90‟nın ne olduğunu araştırdığımızda mim 40 sayısını buluyoruz mim harfini ve
nun harfinin de 50 olduğunu görüyoruz. İkisinin toplamı 90 ve ikisini birlikte
okuduğumuz zaman hangi kelime çıkıyor karşınıza men kelimesi çıkıyor men yasak
anlamında. Bizim Müslüman topluluğu Papayı yani Roma‟daki Papayı yasak olarak
kahredici kötü olarak nitelendirdiği için onu bir ölçüde aşağılan bir şekilde Rimpapa
şeklinde Roma Papası şeklinde Rimpapa diye söylüyor. Bizim tabii Türkçemizde
inançlarımız arasında halk bilimsel araştırma yaptığınızda bazı kelimelerin kaba
olduğunu biliyoruz Anadolu‟da söylenmez o kelimeler yasaktır. Söylendiği zaman ya
onun felaketine uğrayacağın ya kötülüğüne uğranılacağına dair bir inanç vardır.
Mesela domuz denmez onun yerine ne denir? Hınzır denir değil mi? Ayı denmez
affedersiniz onun için ne denir? Dağdaki Koca Oğlan denir değil mi? Ayı lafı telaffuz
edilmez. Çünkü ayı dediğiniz zaman veya domuz dediğiniz zaman onunla birlikte o
anda bir kötülükle karşı karşıya kalacağınız anlaşılır veya Kurt demez ona eski
metinlerde olduğu gibi Böri der. Divan‟ı Lügat-it Türk‟te Kaşgarlı Mahmut‟un yazdığı
Türkçe Sözlükte ne diyor “Böri koşnısın yimez” diyor yani “kurt komşusunu yemez”
şeklinde. Gelelim Halk Edebiyatına; Halk Edebiyatı da bizim Halk Biliminin içerisinde
bir alt dal. Bir Safranbolu manisi var, şöyle diyor “Şu evi yapan usta, İnşallah olur
hasta, pencere bırakmamış nereden bakayım dostlarıma”. Şimdi bu maniyi
duyduğunuz zaman Allah Allah ya garip adam veya garip kadın zavallı zindana mı
atmışlar bunu acaba? “Şu evi yapan usta inşallah olur hasta” ileniyor burada ilenç
(beddua) var. “Pencere bırakmamış” yani penceresiz kapkaranlık bir yer nereden
bakayım dostta diyor. Şimdi bu mani bize bunu hatırlatıyor bir zindan olayı veya bir
hapishane olayı gibi bir şey. Fakat işin tabii araştırmasına girince kazın ayağının öyle
olmadığını anlıyoruz. Nedir kazın ayağının öyle olmadığını anlamamız için ilk sebep
bu mani nerede söylenmiş araştırmasına giriyoruz ve Safranbolu‟da söylendiğini
tespit ediyoruz. O zaman diyoruz ki Safranbolu‟daki halk mimarisinin özellikleri nedir
acaba? Ne tür bir özelliği vardır ki kadın bu bedduayı dile getiriyor. Safranbolu
mimarisinde eski Safranbolu‟yu kaç kişi gördü? Safranbolu‟yu görenler? 5–6 kişi.
Diğer arkadaşlarının da mutlaka görmesini isterim.
5
Çünkü gerçekten korunması sağlanmış olan bir Anadolu kenti. Safranbolu‟daki evler
eski Osmanlı geleneğinde olduğu gibi halk mimarisinde olduğu gibi kafeslidir. Yani
pencerelerde dışarıda kafesler vardır ve dışarıdan içerisinin görülmesinin o kafesler
böyle dikdörtgen veya baklava dilimi şeklinde yapılmış çerçeveli tahtadan yapılmış
kafeslerle engellenir. Her pencerede bunlar kanat halindedir ve açılır her pencerede
vardır bunlardan. Fakat bir pencerede düz kanat yoktur, evin sokak kapısının üstüne
gelen pencerenin düz kanadı olmaz. Orada kanadın bir bölümü yarısına kadarı düz
olarak gelir ondan sonra şöyle bir bombe yapar dışarıya doğru bir çıkıntı yapar. Ne
için? Kapı aşağıdan çalındığında evin hanımı kimin geldiğini görmesi için kafasını
pencereden çıkarıp baktığında kafası çarpmasın diye. O bombe kafasının sığacağı
kadar büyüklüktedir, doğrudan bakar kimin geldiğine. Fakat acemi usta o kapının
üzerine gelen pencereye de ne yapmış dümdüz inen bir kafes yapmış. Kadıncağız
her kapı çalışında heyecanla koşuyor kafasını küt diye o düz kanada çarpıyor ve
ondan sonra da Allah kahretsin bu evi yapan usta inşallah olur hasta pencere
bırakmamış nereden bakayım dosta, diye o şekilde bedduasını dile getiriyor. Halk
Edebiyatıyla Halk Mimarisi nasıl iç içe araştırma yaptığımız takdirde bunu rahatlıkla
görebiliyoruz. Başka bir maniden söz etmek istiyorum size bir Türkü dörtlüğünde
geçiyor. “Bir kuş saldım İstanbul‟da öttü mü? İzinliler sılasına gitti mi? Selam söylen
İsmet ile Fevzi‟ye. Redif askerin gücü yetti mi?” Şimdi bu dörtlükte dikkatimizi çeken
“Bir kuş saldım İstanbul‟da öttü mü?” diyor. Yorumunu yaptığımız zaman. Nedir?
İstanbul demek ki merkezi hükümet veya İstanbul çok önemli gurbet yeri orada
kararlar alınıyor. “İzinliler sılasına gitti mi? İzinliler memleketlerine kavuştu mu?
Selam söylen İsmet ile Fevzi‟ye. İsmet‟le Fevzi‟ye selam söyleyin. Redif askerin gücü
yetti mi? Yani yedekte beklenen askerlerin gücü düşmanla çarpışmak için yetti mi
diyor. Şimdi buradaki İsmet bildiğimiz herhangi bir şahıs değil İsmet İnönü eski
Cumhurbaşkanımız; Fevzi de Fevzi Çakmak Genel Kurmay Başkanımız halk şairi
bunu o şekilde dile getiriyor. Yani onlar bu işin içinde bunu halletsinler anlamında
söylüyor. Bir başka mani “Ayağına giymiş bir kara dizge Allah‟ı seversen gurbette
gezme Mektup yazarsan Latince yazma Latince yazıyı okuyan olmaz”. O dörtlükten
neyi anlıyoruz yorumunu yaptığımızda demek ki Latince dediği bugünkü
kullandığımız Latin esaslı Türk alfabesi eski harflerle okuma yazma bildiği için yeni
yazıya burada karşı geliyor ve diyor ki Latince yazma eski yazı yazda ben senin ne
yazdığını anlayım. Mektup yazarsan Latince yazda Latince yazıyı okuyan olmaz diyor
yeni yazıyı bilen daha henüz pek gelişmemiş demek ki o dönemde.
Geleneklerimizden bir başkası eski harflerimizde mim var demiştim biraz evvel
örnekte verdiğim gibi “mim koymak” dediğimiz bir terim deyim vardır “mim koymak”
“Sen buna bir mim koy” deriz Aklında tut yani bu olayı unutma bununla ilgili bazı
şeyler söyleyeceğim “mim koy”. “Mim koymak” tamamen matbaacılıkla ilgili bir
deyimken insanlarımız bu şekilde gündelik hayata bunu halk biliminin geleneksel
inançları içerisine deyimlerimiz içerisine de almışlar. Nedir bu? Matbaacılıkta eskiden
dizgi yapılırdı arkadaşlar. Şimdi tabii çoğumuz modern aletler bunları unutturdu.
Dizgide kurşunlar dökülür harf harf dökülür ve o döküldükten sonra onlar dizilir dizgi
yapılır. O dizgide herhangi bir yanlışlık görüldüğü zaman bir harf görüldüğü zaman
yanlış basılmış bir harf oraya balmumu parçası alınır minicik böyle küçük bir başı
kadar bir balmumu parçası o dizgide yanlış olan yerlere balmumu parçası toplu iğne
yapıştırılır. Yani bu mim dediğimiz eski harflerde mimi baş tarafı toplu iğne başı
kadardır. Eski yazı bilen kaç kişi var burada eski yazı dersleri alan? Evet, bir iki kişi
var ve dolayısıyla o mimin başı kadar o toplu iğne başı kadar olan küçük balmumu
düzelticinin düzeltmenin dikkatini çeker. Burada yanlışlık var bu harf yanlışmış onu
düzelteyim diye ne yapar onu alır yeniden düzeltir.
6
Dolayısıyla Mim koymak da bu şekilde deyimleşmiş bir olayın bize bugüne yansıması
tabii deyimler hayatta birçok olayların oluşmasından sonra karşımıza çıkıyor
biliyorsunuz tekrar etmeme gerek yok. Nasrettin Hocanın hikayelerinden de birçok
deyimler çıkmıştır değil mi? İpe Un Sermek gibi birtakım deyimler veya Mavi Boncuk
kimdeyse gönlüm ondadır gibi Nasrettin Hocanın fıkralarından da neler biliyoruz biz
birtakım deyimlerin çıktığını biliyoruz. Son olarak Maya kelimesi üzerinde durmak
istiyorum. “Maya” biliyorsunuz evlerimizde veya fırınlarımızda ekmek yapmak için
kullanılır. Maya olmadan asla yoğurt tutturamazsınız, evde sütü kaynatırsınız
ılıştırırsınız ondan sonra mayalarsınız. Maya olmazsa ne ekmek yapabilirsiniz, ne
yoğurt yapabilirsiniz, ne sirke yapabilirsiniz, ne peynir yapabilirsiniz, hiçbir şey
yapamazsınız. Maya halk hayatında halk ekonomisinde halk kültüründe son derece
önemli bir rol oynar ve maya kelimesi „Akça Maya‟ şeklinde kadınlar için söylenen bir
deyim „Akça Maya‟ yani „Beyaz Kadın‟ anlamında maya aslında buradaki maya
kelimesi beyaz tenli kadın anlamına geliyor beyaz ince tenli duru böyle cam gibi olan
demek. Maya gibi kadın da Türkçede sağlıklı, şişmanca, derli toplu kadın anlamına
geliyor. Hakikaten ekmeği mayaladığınız zaman ne yapar o? Zamanla üstünü
kapatırsınız ılık yerde giderek kabarır kabarır kabarır kabarır değil mi şişmanlar.
Demek ki maya gibi kadın dediğimiz zaman da biz ne anlıyoruz derli toplu değil yani
böyle 90–60–90 değil tam tersine 60–90–60 ölçülerine sahip bir bayan olarak
anlıyoruz ve tabii bu mayanın beyaz olması da undan ve suyla unun karışmasından
ortaya çıkıyor. Ben tabii dil araştırmaları dediğim zaman kuru kuruya dil araştırmaları
yapmanın pek faydalı olduğuna kani değilim. Arkasında yatan her kelimenin
arkasında bir kültür dünyası yatıyor ve bu kültür dünyasını bilmediğiniz takdirde o
kelimelerin tarih içerisinde veya günümüzde kazandığı anlamları tam olarak yerli
yerine oturtamazsınız. Onun için her kelimenin arkasında yatan kültür dünyasını en
yakın çevrenizden kendi adınızdan başlayarak adınız nedir, kim koymuş hangi
anlama geliyor, nasıl konmuş, töresi neydi, bunun ad konma sırasında ne gibi bir
uygulama yapılmıştan başlayarak en yakın çevrenizden annenizden, babanızdan,
teyzenizden, amcanızdan, halanızdan, yeğenlerinizden başlayarak kelime dünyasını
yakın çevrenizden araştırmaya başlarsanız o zaman dille kültür arasında, dille aile
kültürü dille komşu kültürü, dille kent kültürü arasındaki bağlantıları kolaylıkla
anlayabilirsiniz ve anlamanız da gerekiyor. Çünkü gelecek kuşaklara sizler bu
kültürün aktarıcısısınız. Siz annenizden, babanızdan, teyzenizden, halanızdan almış
olduğunuz kültür öğelerini neyle aktaracaksınız, dille aktaracaksınız. Onun için
bunları araştırmanızda öğrenmenizde büyük yarar vardır ve bunu da yapabilecek
çağdasınız yaştasınız elinizde teknolojik birçok imkan var. En azından teypleriniz var
teybe alırsınız anlatılanları eskilerin anlattıklarını. Her birisinin arkasında ayrı bir
kültür dünyası yatıyor. O bakımdan dilimiz çok önemli kendi kültürümüzün
yaşatılması açısından kendi varlığımızın devam etmesi bakımından onun için dilinize
sahip çıkın. Geleneklerinize kültürünüze sahip çıkın ve bu şekilde gelecek kuşaklara
iyi yetişmiş bireyler olarak kendinizi hazırlayın.
Prof. Dr. Hamza Zülfikar: Arkadaşlar bir şeye dikkat ettiniz mi? Siz Hukuk Fakültesi
öğrencilerisiniz. Hocamız özellikle bir hukukçunun halk bilimi unsurlarını, halk
biliminin özelliklerini, halk biliminin toplum içerisindeki değerleri üzerinde durdu.
Orada bize verilmiş olan bir mesaj var. Nedir o mesaj? Demek ki biz bir hukukçu
olarak bir şeye karar verirken bir avukat olarak bir hakim olarak veya Sayıştay‟da
Danıştay‟da bir hukuk uzmanı olarak çalışırken bir de göz önünde bulundurmamız
gereken hukuk açısından göz önünde bulundurmamız gereken halk inanışları, halk
tutumu, halkın bilgisi veya halkla ilgili bu malzemenin iyi anlaşılabilmesi meselesi var.
7

Benzer belgeler