12 Mart - Türk Parlamenterler Birliği

Transkript

12 Mart - Türk Parlamenterler Birliği
TPB
Mart 2014 Sayı: 12
Fiyatı: 20 TL / Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL
Yerel süreli yayın
ISSN 2147-6616
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına
TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Eren Safi
Yayın Koordinatörü
Erbay Kücet
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ
GENEL BAŞKAN
Nevzat PAKDİL
Kahramanmaraş Milletvekili
Editör
Songül Baş
Yazı İşleri
Deniz Varol
Elif Çelik
Gökçe Doru
Nehir Öztürk
Pınar Ünsal
Zeynep Yiğit
Katkıda Bulunanlar
Dr. Ahmet Tetik
Hakan Arslanbenzer
Dr. Polat Safi
Tasarım
Evrim Uluçay
Sinan Günçiner
Genel Koordinatör
İsmail Demir
YAPIM
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti.
Uğur Mumcu Cd. 13/5 Çankaya / ANKARA
T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82
www.buyukharf.com.tr
BASKI
Başak Matbaacılık ve Tan. Hiz. Ltd. Şti
Basım Yeri: Anadolu Bulvarı Meka Plaza
No:5/15 Gimat-Yenimahalle / ANKARA
Basım Tarihi: 07.03.2014
T: 0312 397 16 17
YAYIN KURULU
Yahya AKMAN
Şanlıurfa Milletvekili
Cahit BAĞCI
Çorum Milletvekili
Kadir Ramazan COŞKUN
Genel Sekreter
19. Dönem İstanbul Milletvekili
İlknur İNCEÖZ
Aksaray Milletvekili
Alpaslan KAVAKLIOĞLU
Niğde Milletvekili
Nuri USLU
Genel Sekreter Yardımcısı
23. Dönem Uşak Milletvekili
Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu
yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz
iktibas yapılamaz.
M ar t 2014
İçindekiler
DOSYA
20
12 Mart 1971 Muhtırası
28 Cengiz
Yavilioğlu:
Darbelerin en
büyük mağduru
millet olmuştur
62
Toprağı kanıyla
sulayanların destanı
18
Mevlüt Çavuşoğlu:
40
Nahit Menteşe:
58
Onur Öymen:
Erasmus+ ile tüm
vatandaşlarımıza
Avrupa kapıları
açılacak
Siyasetçi her
şeyden önce
dürüst olmalı
Siyasetin başarısı ülke
çıkarlarının gerektirdiği
adımları atabilme gücü
ve cesaretiyle ölçülür
4
Başkanın Mesajı
DÜNYAPARLAMENTOLARI
8Birlik’ten
10Haberler
16Dünyadan
44 8 Mart Dünya Kadınlar Günü
için milletvekilleri ne diyor?
50 Yerel seçim heyecanı
34 Yeniliklere açılan denizin feneri
77 TBMM’de Şubat 2014’te
Finlandiya Parlamento Evi
kabul edilen yasalar
78 Tarih Sahnesi
86Kitap
47
54
68
87Müzik
88Film
89Televizyon
90 Vekiller ne okuyor / ne izliyor
92 Sosyal medya günlükleri
94Unutmayacağız
80
Hep iyi, güzel ve
hanımefendi: Belgin Doruk
Meclis kürsüsünde
bir inkılapçı:
Tunalı Hilmi Bey
Bir İlhamî yadigârı:
Aynalıkavak
Musiki Müzesi
84
Milletvekili yazar mı?
Yasamanın bilgi kaynağı:
TBMM Kütüphanesi
93
Ruhsar Demirel ile sosyal
medya söyleşisi
4
Başkanın Mesajı
Demokrasi kültürümüz
ve yerel yönetimler
D
Nevzat Pakdil
Türk Parlamenterler Birliği
Genel Başkanı,
Kahramanmaraş Milletvekili
Yerel yönetimlerin
ürettiği hizmetler
halkın yaşam
kalitesinin yükseltilmesi
için oldukça önemlidir.
Mart 2014
emokrasi ve demokratikleşmenin vazgeçilmez öğesi olan yerel yönetimler, yöre halkının
ortak ihtiyaçlarını karşılamak üzere kamu hizmeti sağlayan, halkın bizzat seçtiği organlarca
yönetilen toplumsal ve siyasal kurumlardır. Yerinden yönetimin simgesi olarak da bilinen
yerel yönetimler, özerk ve mali bağımsızlığa ve kamu tüzel kişiliğine sahip demokratik kuruluşlardır. Bu nedenle halka en yakın ve halkın en kolay ulaşabileceği birim olan kamu yönetiminin yerel
örgütlenmesini oluşturan belediyelerin, sosyal sorunlara ilk elden ulaşma imkanı sağladığını da
ifade edebiliriz.
Demokrasi ile yerel yönetimler arasında pek çok ilişki kurulabilir. Her şeyden önce, halkın
seçimle işbaşına getirdiği yönetim birimi olmaları, yerel yönetimlerin demokratik karakterleri
açısından önem arz etmektedir. Öte yandan halka en yakın yönetim birimi olmaları, bu kurumları
yerel halkın katılımına elverişli yerler haline de getirmektedir.
Halkın belediyelerden beklediği öncelikli ve ağırlıklı görev kendilerine verilecek hizmettir.
Konuya bu açıdan baktığımızda belediyelerin ürettiği hizmetler, yerel halkın yaşam kalitesini
artırmak için oldukça önemlidir. Günümüzde belediyelerin sadece hizmet kurumları olarak değil, hemşehrileri ile kurdukları ilişkilerden meclislerini işletme yöntemlerine kadar demokratik
usullere göre çalışmaları beklenmektedir. Halk ve sivil toplumun katılımcı olmadığı, her karar
ve uygulamanın belediye başkanının tasarrufunda olduğu bir kurumun demokratik olduğunu
söyleyemeyiz. Bu yönden bakıldığında kendini yenileyememiş, değişime kapalı, baskıcı, merkeziyetçi, otoriter nitelikteki siyasal ve toplumsal örgütlenme modellerinin yerini yavaş yavaş güçlü ve
demokratik yerel yönetim modellerine bıraktığını söyleyebiliriz. Söz konusu değerler neticesinde
“yerel demokrasi” ve “demokratik yerel yönetim” kavramlarının her geçen gün daha fazla gündeme geldiğini de gözlemliyoruz.
Bilindiği gibi yönetim, her şeyden önce bir yaşama kültürünün ürünüdür. Olmayan bir geleneğin oluşturulması da elbette uzun yıllar sürecek bir çaba gerektirir. Kuşkusuz ülkemizde yerel
yönetim ve demokrasi kültürümüz son yıllarda çıkarılan yasa ve diğer çalışmalarla önemli bir
noktaya gelmiştir.
Ancak Tanzimat’tan itibaren ve Cumhuriyet tarihi boyunca genel olarak kamu yönetiminde ve
özel olarak da yerel yönetimlerde sayısız reformlar yapılmış olmasına rağmen belediyelerimizin
ne kadar kaynağa ve yetkiye sahip olması gerektiği; sayılarının çoğaltılmasının mı, azaltılmasının
mı daha işlevsel olacağı önemli tartışma konuları arasında yer almaktadır.
Partilerimizin demokrasi tanımı, temel ilkeleri de kapsayacak biçimde farklılaşabildiğinden
yerel yönetimle ilgili olarak en fazla kaynak ve yetki aktarımı söz konusu edilmektedir. Bizim yerel
yönetim kültürümüz hizmet üretilmesi, toplumsal kalkınmaya katkı sağlanması, demokrasi kültürünün yaygınlaşması ve gelişmesi için kurgulanmalıdır.
Küreselleşme dünyayı bir köy haline getirirken, yine amaçları doğrultusunda yerel alanda da
yurttaşı güçlendirme çabalarını yoğunlaştıran bir süreç başlatmıştır.
Yerel alanın, kültürün ve demokrasinin önemini her zaman koruyacağını belirterek, 30 Mart seçimlerinde adaylarımızın süreci olgunlukla tamamlamalarını diliyorum.
Birlik’ten
Nevzat Pakdil: Kahramanmaraş
dünya tarihine geçmiş bir şehirdir
“Kurtuluş Savaşı sırasında verdiğimiz mücadeleyi hiçbir zaman unutmamamız
ve genç nesillere sürekli anlatmamız gerekmektedir. Rehavete kapılmayan bir
gençlik, şehrinin ve ülkesinin kalkınması için sürekli mücadele içinde olur.”
Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil,
Kahramanmaraş’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 94. yıldönümü dolayısıyla bir mesaj
yayımladı. Kahramanmaraşlıların insanlık tarihine geçen örnek bir kurtuluş mücadelesi
verdiğini ifade eden Pakdil, “Kişilere mücadeleleri sonrasında kahramanlık unvanı verilmesi
normal bir durumdur ve sıkça rastlanır. Fakat bir şehrin, verdiği onur mücadelesi sonrasında
kahramanlık unvanı alması tarihte görülmemiş bir durumdur. Kahramanmaraş bu ender
olayı yaşayan bir şehirdir” dedi.
Nevzat Pakdil, Kahramanmaraş’ın 7 Şubat 1973 tarihinde kahramanlık unvanı ile onurlandırıldığını anımsatarak şu değerlendirmelerde bulundu: “Kahramanmaraş işgal yıllarında yakıldı, yıkıldı, ekonomik darboğaza girdi. Fakat hiçbir zaman boyunduruk altında
kalmayı kabullenmedi. 12 Şubat 1920 tarihinde şanlı bir halk direnişi ile Aslanlar Şehri
Maraş düşman işgalinden kurtuldu. Kahramanmaraş’ta millî mücadeleye her ferdin destek
vermesi sebebiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi 5 Nisan 1925’te Kahramanmaraş’ı ‘Kırmızı
Şeritli İstiklâl Madalyası’ ile onurlandırdı. 7 Şubat 1973 tarihinde de şehrimize kahramanlık
unvanı verildi. 12 Şubat 1920 ruhu Kahramanmaraşlılarda hâlâ kendini göstermektedir.
Bu haslet, bu vatan sevgisi bazen bir edebiyat eserinde, bazen gündelik hayatta karşımıza
çıkmaktadır.”
Pakdil, toplum olarak uluslararası senaryolara ve oyunlara karşı çok dikkatli olunması
gerektiğine işaret ederek, “Kurtuluş Savaşı sırasında verdiğimiz bu anlamlı mücadeleyi
hiçbir zaman unutmamamız ve genç nesillere sürekli anlatmamız gerekmektedir. Rehavete
kapılmayan bir gençlik, şehrinin ve ülkesinin kalkınması için sürekli mücadele içinde olur”
ifadelerini kullandı. Nevzat Pakdil mesajında “Gerek Kahramanmaraş’ın gerekse ülkemizin
kurtuluşunda hayatını kaybeden tüm şehitlerimizi rahmetle anıyorum” dedi.
Emekli astsubaylar sorunlarını anlattı
Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanvekili Nevzat Pakdil, Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği Genel Başkanı
Ahmet Keser, Genel Başkan Yardımcısı Yüksel Binici, Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet
Sezer ve Hukuk Komisyonu Başkanı Mehmet Erkan Akkuş ile görüştü. TBMM İnsan
Haklarını İnceleme Komisyonu’nda gerçekleşen görüşmede, emekli astsubayların sorunları ve çözüm önerileri konuşuldu.
Mart 2014
5
O
T
N
E
M
A
TPB PARL
A
D
N
I
1 YAŞ
Parlamento
B
P
T
n
a
ık
ç
e
setin
t 2013’t
İlk say ısı Mar geride bıraktı . Her ay siya
ı
dergisi bir y ıl üne dair yaz ı, haber ve
i,
n
dünü ve bugü k urun karşısına çıkan derg eler,
tr
röportajlarla o ntoları, Millî Saraylar, Por rı,
e
Dünya Parlam ları, TBM M Dostluk Grupla ya
n
d
Meclis Çalışa uyor Ne İzliyor, Sosyal Me
k
Vek iller Ne O dikkat çek iyor.
köşeleriyle de
Mart 2014
Mart 2014
8
Birlik’ten
Fatoş Gürkan:
Laf değil, eserler ürettik
Adana’ya son 12 yılda
toplam 14,4 milyar
TL yatırım ve destek
sağlandığını belirten AK
Parti Adana Milletvekili
Fatoş Gürkan, “İlimiz birçok
alanda çağ atladı” dedi.
AK Parti Adana Milletvekili ve Türk Parlamenterler Birliği Yüksek Danışma Kurulu
Başkan Yardımcısı Fatoş Gürkan, son 12 yılda Adana’nın eğitimden sağlığa, ulaşımdan tarıma kadar birçok alanda çağ atladığını belirterek, ”Adana ilimize son 12 yılda
toplam 14,4 milyar TL yatırım ve destek sağlanmıştır. Bu yatırım miktarına Yedigöze
Barajı, Şehir Hastaneleri Kampüsü gibi kamu-özel işbirliği ile yapılan dev projeler
dahil değildir” dedi. Adana’da eğitim-öğretime yüzlerce okul ve binlerce derslik
kazandırıldığını ifade eden Gürkan, diğer alanlardaki çalışmalara ilişkin şu bilgileri
aktardı: “Modern ve yüksek kapasiteli hastaneler inşa edilerek, doktor ve sağlık personeli sayısı büyük oranda artırılarak vatandaşımıza çok iyi şartlarda hizmet verilmesi sağlanmıştır. Tarım ve hayvancılık alanında birçok teşvik ve destek programı
hayata geçirilerek çiftçilerimiz desteklenmiş ve modern tarıma yönlendirilmiştir.
Sulama projeleri ile binlerce dekar alan sulamaya açılmıştır. Sosyal yardımlar 2002
yılı öncesi ile kıyaslanamayacak derecede artırılmış, ulaştırma alanındaki büyük
yatırımlarla seyahat çok daha konforlu bir hale getirilmiştir. Binlerce TOKİ konutu
ilimize kazandırılmış, KÖYDES kapsamında köylerimizin içme suyu, yol, sulama
suyu ve altyapı çalışmaları yapılmıştır.”
Mart 2014
Yeni projeler
“Milletimizden aldığımız büyük güçle hizmet ettik ve
etmeye devam edeceğiz” diyen Fatoş Gürkan, Adana’ya
yakın tarihte kazandırılacak projelerden birkaçını
ise şöyle belirtti: “Yeni bir Adliye Sarayı yapılmasına
yönelik çalışmaların sonuna gelinmiştir. Tamamlandığında ülkemizin üçüncü büyük Adliye Sarayı olacaktır.
Adliye Sarayımız için 2014 yılı yatırım programında
275 milyon TL ödenek ayrılmıştır. Bir başka büyük
proje olan Bölge Adliye Mahkemeleri (Bölge İstinaf
Mahkemesi) için 20 Kasım 2013 tarihinde yer teslimi
yapılarak inşaatına başlanmıştır. 110 bin 890 metrekare
inşaat alanına sahip projenin teslim tarihi Ağustos
2015 olarak planlanmaktadır. Adana Bölge Adliye
Mahkemelerimizin yatırım tutarı ise 98 milyon 700
bin TL’dir. Adanamıza kazandırılacak diğer büyük
proje Yeni Adana Şehir Stadyumu’dur. 33 bin seyirci
kapasiteli, çok modern bir stadyum yapılması için çalışmalar hızla devam etmektedir. 106 milyon 950 bin
TL’ye ihale edilen ve nisan ayında temelinin atılması
planlanan stadyumun 2 Aralık 2015’te tamamlanması
hedeflenmektedir. Bir başka dev proje Adana Şehir
Hastanesi’dir. Bu kapsamda kamu-özel ortaklığı modeli ile ilimize 1550 yataklı Sağlık Kampüsü kazandırılacaktır. Toplam proje bedeli 667 milyon TL’dir. Kozan
Duble Yolu, Tufanbeyli-Saimbeyli-Feke Yolu, Karataş
Duble Yolu, Karataş-Yumurtalık Yolu, Aladağ Yolu,
Pozantı Otobanı’nın devamı gibi çok büyük projeler
tamamlanmış veya tamamlanmak üzeredir.”
Birlik’ten
Sevim Savaşer:
Sağlıkta dev adımlar attık
AK Parti İstanbul Milletvekili ve Türk Parlamenterler
Birliği Disiplin Kurulu Başkanı Sevim Savaşer, seçim
bölgesi İstanbul’daki sağlık yatırımlarıyla ilgili bilgi
verdi. “Vatandaşlarımıza kaliteli ve hakkaniyetli sağlık
hizmeti sunmak amacıyla uygulamaya koyduğumuz
‘Sağlıkta Dönüşüm Programı’ neticesinde ülke genelinde olduğu gibi seçim bölgem İstanbul’da da hatırı
sayılır bir iyileşme olmuştur” diyen Savaşer, şöyle
devam etti:
“Öncelikle sağlıkta fiziki kapasitenin artırılması
yönünde büyük yatırımlarımız oldu. Göreve geldiğimiz
2002 yılında İstanbul’da Sağlık Bakanlığı’na bağlı 44
hastane varken bugün bu sayı 55’e çıkmıştır. 5 olan
üniversite hastanesi sayısı 13’e yükselmiştir. Özel hastaneleri de değerlendirmeye aldığımızda ilimizde 2002’de
192 olan hastane sayısı bugün 227’dir. İstanbul’a sağlık
tesisi yatırımlarımız gerek genel bütçe kaynakları gerekse kamu-özel işbirliği yatırım finansman modeli
çerçevesinde devam etmektedir. Özelikle kamu-özel
işbirliği modeli ile ilimizde iki adet sağlık kampüsü
yapılacaktır. Yakın zaman önce Sayın Başbakanımız
tarafından temeli atılan İkitelli Sağlık Kampüsü’nde biri
genel, sekiz dal hastanesi bulunacak ve toplam 2 bin 680
yatak olacaktır. Kamu-özel işbirliği modeli ile ilimize
yapılacak yatırımların toplam proje bedeli 4,9 milyar
TL’dir.
Yapımı tamamlanan ve tamamlanacak olan yatırımlarımızla birlikte hastanelerimizde koğuş oda
sisteminden içinde lavabosu, banyosu, TV ünitesi olan
konforlu oda sistemine geçerek nitelikli hasta yatağı
sayısını artırıyoruz. 2002 yılında İstanbul genelinde
nitelikli yatak oranı sadece %0,4 iken bugün bu oran
%50’ye ulaşmıştır.”
Sağlık alanındaki yatırım ve hizmetlerin hasta
memnuniyetini artırdığını ifade eden AK Parti İstanbul
Milletvekili Sevim Savaşer, “İstanbul’da 2002’de %40
olan hasta memnuniyet oranı %93’e çıktı” dedi.
meti evinde verilmiştir. Göreve geldiğimizde İstanbul genelinde aşılama oranı %75
civarında iken, bugün bu oran %95’e çıkmıştır. Acil sağlık hizmeti sunumunda da
büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. 112 acil istasyon sayısı 36’dan 185’e çıkarılmıştır.
Bunun yanında acil vakalara her koşulda müdahale edebilmek için helikopter, uçak
ve deniz ambulansları hizmete alınmıştır. Bu sayede yalnız İstanbul’da 771 hasta helikopter, 145 hasta uçak ambulanslarla en uygun sağlık kuruluşuna nakil edilmiştir.
Bütün bu yatırım ve hizmetlerimizin karşılığını hasta memnuniyet oranlarında görüyoruz. İstanbul’da 2002’de %40 olan hasta memnuniyet oranı %93’e çıkmıştır.”
“Sağlık personeli sayısı iki katına çıktı”
Sevim Savaşer, İstanbul’da sağlık çalışanı sayısının da
kayda değer oranda arttığını ifade ederek şunları söyledi: “2002’de toplamda 56 bin olan sağlık personeli sayısı
bugün iki katına çıkarak 106 bine ulaşmıştır. 2010’da
uygulamaya başlattığımız evde sağlık sistemiyle yatağa
bağımlı hastaların, hastanede yapılması zorunlu olmayan tıbbi bakım ve rehabilitasyonlarının ev ortamında
yapılması sağlanmıştır. Bu kapsamda İstanbul’da
bugüne kadar yaklaşık 44 bin vatandaşımıza sağlık hiz-
Mart 2014
9
10
Haberler
“Demokratikleşme Paketi”
kabul edildi
“Demokratikleşme Paketi” olarak bilinen Temel Hak ve Hürriyetlerin Geliştirilmesi
Amacıyla Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapan
Kanun Tasarısı, TBMM Genel Kurulu’nda kabul
edildi. Kanuna göre, hem yerel hem de genel seçimlerde her türlü propaganda, Türkçenin yanı
sıra farklı dil ve lehçelerde yapılabilecek.
Siyasi partiler, tüzüklerinde yer almak ve ikiden fazla olmamak koşuluyla eş genel başkanlık
sistemini uygulayabilecek. Siyasi partilere devlet
yardımı yapılabilmesi için milletvekili genel
seçimlerinde alınması gereken oy oranı yüzde
7’den yüzde 3’e indirilecek.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılacağı yer ve güzergah, ilgili belediye başkanları ile siyasi partiler, meslek örgütleri ve sendikaların görüşü alınarak mahallin en büyük mülki
amiri tarafından belirlenecek. Açık yerlerdeki
toplantı ve yürüyüşler, güneş batmadan önce dağılacak şekilde, kapalı yerlerdeki toplantılar ise
saat 24:00’e kadar yapılabilecek.
Özel Öğretim Kurumları Kanunu hükümlerine tabi olmak üzere, Türk vatandaşlarının
günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde eğitim ve öğretim
yapmak amacıyla özel okullar açılabilecek. Bu
Mart 2014
kurumlarda eğitim ve öğretimin yapılacağı dil ve lehçeler, Bakanlar Kurulu kararıyla
tespit edilecek.
Yaşam tarzına müdahale ve nefret suçu yasa kapsamında
Kişilerin toplu ibadetlerinin yanı sıra bireysel ibadetlerinin engellenmesi de suç olarak
düzenleniyor. Kişinin dinî inancının gereğini yerine getirmesinin engellenmesi yaptırım
altına alınıyor. Kişilerin Anayasa’da ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınan dinî inanç, düşünce ve kanaatleri açıklama özgürlüğünün cebir
veya tehdit kullanılarak engellenmesi suç olarak tanımlanıyor.
Kanunla dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din
veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle; bir kişiye kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya kiraya verilmesini,
bir kişinin kamuya arz edilmiş belli bir hizmetten yararlanmasını, işe alınmasını, olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını engelleyen kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis
cezası ile cezalandırılacak.
Her çeşit fitre, zekat, kurban derisi ve barsak yardımlarının sosyal yardımlaşma ve
dayanışma vakıflarının geliri sayılmasına ilişkin düzenleme yürürlükten kaldırılıyor.
Tasarıda, “terör eyleminden mahkum olanların da aralarında bulunduğu bazı
suçlardan” mahkum olanların, siyasi partilere üye olamayacakları ve üye kaydedilemeyeceklerine ilişkin düzenleme yürürlükten kaldırılıyordu. Ancak AK Parti’nin verdiği
değişiklik önergesi ile bu maddede değişiklik yapılarak mevcut hüküm korundu. Buna
göre kamu hizmetlerinden yasaklılar; basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, kaçakçılık suçları, resmî ihale
ve alım satımlara fesat karıştırma veya devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle
mahkum olanlar; taksirli suçlar hariç beş yıl ağır hapis veya beş yıl ve daha fazla hapis
cezasına mahkum olanlar; terör eyleminden mahkum olanlar siyasi partilere üye olamayacak ve üye kaydedilemeyecek.
Haberler
Bakan Yazıcı: Ülkeye daha etkili
bir rekabet hukuku sistemi yerleşecek
TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu, Rekabetin Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nı görüştü.
Tasarıyla ilgili sunum yapan Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, dünyayla birlikte ekonomik hayatın ve ticaretin yöntemlerinin de değiştiğini, dünyayı yakından izleyen hükümetin
ve Rekabet Kurumu’nun da bu değişimden kaynaklanan ihtiyaçları karşılamak üzere yeni uygulamaları ekonomik hayata kazandırdığını söyledi.
Tasarıyla, Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un daha açık ve anlaşılır hale getirilmesi,
teşebbüsler açısından hukuki belirliliğin artırılması, bürokrasinin azaltılması, ön araştırma ve
soruşturmalar açısından usul ekonomisine önem verilmesi ve AB rekabet hukukuna uyum sağlanmasının amaçlandığını ifade eden Yazıcı, “Bu tasarının yasalaşmasıyla, AB ve gelişmiş ülke
uygulamalarına paralel olarak, üretimde ve kaynak dağılımında etkinlik sağlanacak. İktisadi
refahı artırmak için mal ve hizmet piyasalarında rekabeti korumak ve geliştirmek üzere daha
etkili bir rekabet hukuku sistemi ülkeye yerleşecek” dedi.
Erasmus+ ile Avrupa’da
eğitim ve değişim fırsatı
Avrupa Birliği Bakanlığı’nın bir kuruluşu olarak görev yapan Türkiye Ulusal Ajansı’nın yürüttüğü Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik
Programları, 2014 yılıyla birlikte yeni bir döneme girdi. 2007-2013 yılları arasında Hayatboyu Öğrenme ve Gençlik Programları adı altında
yürütülen programlar, 2014-2020 yılları arasında Erasmus+ olarak
uygulanmaya devam edecek.
Erasmus+ programı kapsamında eğitim, öğretim ve gençlik
alanlarının yanı sıra sporda geliştirilecek projelere de destek sağlanırken, program Türkiye’nin de içinde bulunduğu otuz dört
Avrupa ülkesini kapsayacak.
Türkiye Ulusal Ajansı, Erasmus+ programıyla sağlanan
Avrupa’da eğitim ve değişim fırsatlarını daha geniş kitlelere ulaştırmak amacıyla başlattığı tanıtım çalışmalarını ünlü yüzlerin
desteği ile sürdürecek. Bu kapsamda kısa film çalışması ve sosyal medya görsellerinin hazırlığı tamamlandı. Hazırlanan kısa film televizyonlarda, sinemalarda, sosyal medya araçlarında ve Türkiye Ulusal Ajansı tarafından Erasmus+ programı tanıtımları süresince
tüm toplantılarda kullanılacak.
Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Mevlüt Çavuşoğlu projeyle ilgili olarak şunları söyledi:
“2007-2013 yıllarını kapsayan dönemde Türkiye, Hayatboyu Öğrenme ve Gençlik Programları’ndan yararlanmada büyük başarı
gösterdi. Bu dönemde Türkiye Ulusal Ajansı tarafından yaklaşık 25 bin projeye destek verildi ve 370 bin vatandaşımızın Avrupa ülkelerine eğitim veya değişim amacıyla gitmesi sağlandı. 2014-2020 döneminde Avrupa Birliği eğitim ve gençlik fırsatları, Erasmus+
adıyla devam edecek. Erasmus+ programının bütün vatandaşlarımız tarafından bilinirliğini artırmak için var gücümüzle çalışıyoruz. Daha çok vatandaşımızın ve kuruluşumuzun Erasmus+ programından haberdar olmasını hedefliyoruz. Tüm vatandaşlarımızı
Erasmus+ programının sağladığı fırsatlardan yararlanmaya davet ediyor, bu vesile ile yürüttüğümüz tanıtım çalışmalarında bizlere
destek olan Fatih Terim, Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu, İbrahim Çağlar, Mehmet Büyükekşi, Prof. Dr. İskender Pala, Ahmet Lütfi
Akar, Ergün Atalay, Nail Olpak, Süreyya Ciliv, Selçuk Pehlivanoğlu, Zeynel Lüle ve Acun Ilıcalı’ya teşekkür ediyorum.”
Mart 2014
11
12
Haberler
TBMM Başkanlığı
ile Dışişleri
Bakanlığı arasında
bilişim işbirliği
Aile ve Sosyal
Politikalar
Bakanlığı’na kısa
mesajla ulaşılabilecek
Vatandaşlar taleplerini ve şikayetlerini Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın “Alo 183 Aile, Kadın, Çocuk, Yaşlı ve Engelli
Sosyal Destek Hattı” ile “Alo 144 Sosyal Yardım Hattı”na ücretsiz
mesaj göndererek iletebilecek.
TBMM Başkanlığı ile Dışişleri Bakanlığı arasında
elektronik yazışma yapılmasına ve Bakanlığın Bilgi
Sistemi’nde kayıtlı bazı verilerin TBMM Başkanlığı’nın
erişimine açılmasına ilişkin iki protokol, TBMM Genel
Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Naci Koru tarafından, Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in huzurunda imzalandı.
Dışişleri Bakanlığı merkez teşkilatı ile dış temsilciliklerin resmî yazışmaları, 2002 yılından bu
yana Elektronik Belge Yönetim Sistemi üzerinden
yapılıyor. Bu uygulama daha önce AB Bakanlığı ile
paylaşılarak Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar
Başkanlığı ile Dışişleri Bakanlığı Bilgi Sistemi’nin
bazı modülleri ortak kullanılmaya başlamıştı. Ayrıca Dışişleri Bakanlığı ile Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliği, Adalet Bakanlığı, Savunma Sanayii
Müsteşarlığı, İçişleri Bakanlığı ve YÖK arasında
elektronik yazışma entegrasyonu da sağlandı.
Mart 2014
Alo 183 hattı ile kadın, çocuk, engelli, yaşlı, şehit yakınları ve
gazilerle ilgili gelen çağrılar değerlendiriliyor. İhmal, istismar ve
şiddet vakaları veya töre ve namus cinayetlerinin önlenmesi için
tedbir mahiyetindeki ihbarlar, durumun aciliyeti göz önünde tutularak vakanın bulunduğu ilin acil müdahale ekip sorumlusuna
ve kolluk kuvvetlerine bildiriliyor.
Alo 144 hattıyla ise sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarınca yürütülen şartlı eğitim, sağlık yardımları, kömür yardımı,
gıda yardımı, engelli aylığı, eşi vefat eden kadınlara yapılan
yardımlar, tüp bebek yardımı, barınma yardımı gibi hizmetlerle
proje destekleri hakkındaki her türlü talep, öneri ve şikayet alınıyor, ardından konu ilgili vakfa yönlendiriliyor.
Çağrı merkezlerinde yürütülen hizmetleri değerlendiren Aile
ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, Alo 183 ve Alo 144
hatlarının vatandaşlarla aralarında bir köprü oluşturduğunu
ifade ederek vatandaşların acil durumlarda Bakanlığa ulaşabildiğini belirtti.
Çağrı merkezlerinde 150 personelin görev yaptığını, çalışanların yüzde 56’sının kadın, yüzde 30’unun engelli olduğunu, aralarında yüksek tahsil görmüş kişilerin de bulunduğunu söyleyen
Bakan İslam, hizmette sıkıntı olmaması ve yapılan yeniliklerin
duyurulması için çalışanlara sürekli eğitim verdiklerini, yeni
donanımlar kazandırdıklarını belirtti.
Haberler
Kamu Maliyesinde
Karar Alma ve
Performans Yönetimi
Hatay’a
iki dev tesis
Antakya Cimnastik Salonu ve Antakya Spor Salonu’nun
temel atma töreni, Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay
Kılıç’ın katılımıyla gerçekleşti. Kılıç, Gençlik ve Spor
Bakanlığı tarafından kuzey-güney, doğu-batı demeden
Türkiye’nin dört bir yanında yatırımların sürdürüldüğünü
belirterek, Hatay’da temelini attıkları bu iki tesisin bölgeye
önemli katkılar sağlayacağına inandığını söyledi.
Tesislerin en kısa sürede tamamlanarak başta Hataylılar
olmak üzere tüm vatandaşların hizmetine sunulacağını
belirten Bakan Kılıç, “Sizler için buradayız, sizler için çalışıyoruz. Sizden tek bir söz istiyorum. Bu tesisleri kullanıma
hazırladığımızda, lütfen bu tesislerden en güzel şekilde faydalanın” diye konuştu.
“Şimdiki gençler daha şanslı”
Avrupa Birliği tarafından finanse edilen “Kamu Maliyesinde Karar Alma ve Performans Yönetimi” projesinin kapanış toplantısı;
Maliye Bakanlığı yetkilileri, eş-yararlanıcı kurumlar olan TBMM
Strateji Geliştirme Başkanlığı, Başbakanlık Strateji Geliştirme Başkanlığı, Hazine Müsteşarlığı Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı,
Kalkınma Bakanlığı Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı ve Kalkınma Bakanlığı Kurumsal ve Stratejik Yönetim Dairesi Başkanlığı
temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirildi.
Toplantının açılış konuşmasında Maliye Bakanlığı Bakan Yardımcısı Abdullah Erdem Cantimur, son yıllarda dünyada kamu
mali yönetimi anlayışında gelişmeler yaşandığını ve Türkiye’nin
de bu gelişmelerin gerisinde kalmadığını söyledi. Cantimur, program bütçe çalışmalarının kamu kaynağının daha iyi yönetilmesi
ve harcamalarda şeffaflığın sağlanması için çok önemli olduğunu
vurguladı.
TBMM Strateji Geliştirme Başkanı Naim Çoban ise başkanlık
olarak projenin başından itibaren TBMM bütçesinde üst yönetim
için anlamlı olabilecek verilerin nasıl üretilebileceği üzerinde
yoğunlaştıklarını ve bu anlamda proje çıktılarından söz konusu
strateji birimlerine ait sistem bütününü oluşturabilmek için çok
faydalandıklarını ifade etti. Çoban, çalışma sonucu ortaya konan
model önerisinin bütün alt süreçler dikkate alınarak devam ettirilmesi yönünde çalışmaların sürmesi gerektiğini dile getirdi. Bakan Kılıç, bugünün Türkiye’sinde gençlerin önceki nesillere göre çok daha şanslı olduğunu ifade ederek sözlerini
şöyle sürdürdü: “Sizden önceki nesiller, anneleriniz, babalarınız bu imkanlara sahip değildi. Sizler bu imkanlara sahip
oldunuz. Hatay’da bugün itibarıyla yirmi sekiz ayrı noktada, hepsi birbirinden güzel spor tesisinin yapımı sürüyor.
Eminim ki bu imkanları çok iyi bir şekilde değerlendirip
ülkemizin geleceğine önemli katkılar sağlayacaksınız.”
Mart 2014
13
14
Haberler
Mezbahalarda
görevli resmî
veterinerlere eğitim
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, kesimhaneler ve et parçalama
tesislerinde görevli 750 resmî veteriner hekime etkin inceleme, muayene, tetkik ve denetim becerisi sağlamak amacıyla eğitim veriyor.
Eğitim programı kapsamında, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi öğretim görevlileri ile bakanlık yetkilileri hayvan sağlığı, gıda
hijyeni ve mevzuat konusunda veteriner hekimleri bilgilendiriyor.
Antalya Belek’te gerçekleşen “Resmî Veteriner Hekim Eğitimi”nin
ikinci grubunun açılışına Gıda ve Kontrol Genel Müdürü İrfan Erol
katıldı. Erol, tüm dünyada et ürünlerinin hijyenik olmamasından
kaynaklanan sağlık risklerinin büyük öneme sahip olduğunu belirtti.
İnsanlarda gıda kaynaklı hastalıklarda en önemli etkenin hayvansal
gıdalar olduğunu dile getiren Erol, bu gıdaların uygun olmayan
koşullarda üretilmesi, işlenmesi, muhafazası veya dağıtılması aşamasında ortaya çıkabilecek risklerin önemli sağlık problemlerini
beraberinde getirdiğini vurguladı.
İrfan Erol, 2013 sonu itibarıyla modernizasyon planı vermeyen
belli sayıda mezbahayı kapattıklarını vurgulayarak sözlerine şöyle
devam etti:
“Modernizasyon planı veren mezbahaların denetimini il müdürlüklerine devrettik. Bu mezbahaların gerçekten asgari hijyenik ve
teknolojik şartlara sahip olup olamayacağının değerlendirilmesi lazım. Türkiye’de mezbahaların büyük bölümü belediye mezbahaları.
Küçük kesim kapasitesine sahip, ilçelerde lokalize olmuş mezbahalar,
ama gelin görün ki bunların teknik ve minimal teknolojik altyapıları,
hijyenik bir üretim yapmaya müsait değil.”
Mart 2014
Bakan Çelik: Tünelin
ülke ekonomisine katkısı
son derece büyük olacak
Türkiye’nin en uzun sulama tüneli olan Suruç
Tüneli’nin tamamlanış töreni, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Faruk Çelik’in katılımıyla gerçekleşti.
Faruk Çelik, gazetecilere yaptığı açıklamada, 17 bin 185
metre uzunluğuyla Türkiye’nin en uzun sulama tüneli olan
Suruç’un tamamlanmasıyla Şanlıurfa ve Türkiye için tarihî
bir gün yaşandığını söyledi.
Tünelde kullanılan teknoloji sayesinde zamandan ve
maliyetten kâr edildiğini kaydeden Çelik, “Üç yıllık süre
içerisinde bu noktaya gelmiş bulunuyoruz. Mart ayının ilk
yarısında da inşallah tünel ve kanalların birleşimi sağlanacak
ve su verilmeye başlayacak. Bu tarihî ana şahitlik ettiğimiz
için doğrusu büyük bir mutluluk, onur ve gurur duyuyorum”
diye konuştu.
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu ile DSİ çalışanlarına katkılarından dolayı teşekkür eden Bakan Çelik, toprağın
suyla bir an önce buluşuyor olmasının GAP eylem planı çerçevesinde son derece önemli bir halka olduğunu dile getirdi.
Tünelin, bölge ve ülke ekonomisine büyük katkı sağlayacağına dikkat çeken Çelik, konuşmasına şöyle devam etti:
“Diğer illerimizden iş ve aş için Şanlıurfa’ya, Suruç Ovası’na
koşup gelecek vatandaşlarımız olacak. İktidar olarak, hükümet olarak böyle anlamlı bir projeye kısa sürede imza
attığımız için hakikaten mutlu olduğumuzu ifade etmek
istiyorum. Sayın Başbakanımıza, ilgili Bakanımıza bir kez
daha bu gurur verici, omuzlarımızı, alnımızı, başımızı dik
tutan bu projeden dolayı şükranlarımızı, teşekkürlerimizi
sunuyoruz.”
Haberler
Gazi Hastanesi’nden
milletvekilleri için özel klinik
Gamma knife, Organ ve Kompozit Doku
Nakli, Tüp Bebek Tedavisi gibi ileri teknoloji
ve deneyim gerektiren tedavi yöntemleri de
yıllardır başarıyla uygulanıyor.”
Robotik cerrahi uygulanıyor
Prof. Dr. Kadriye Altok
Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Gazi Üniversitesi arasında imzalanan sağlık protokolü
çerçevesinde Gazi Hastanesi’nde milletvekilleri için özel klinik oluşturuldu. Hem ayakta
hem de yatarak tedavi hizmeti sunacak olan klinikten randevulu sistemle milletvekili ve
yakınları yararlanabilecek. Gazi Üniversitesi Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Kadriye Altok, sağlık protokolü çerçevesinde milletvekillerine VIP hizmet sunacaklarını belirterek,
“Önceden de var olan kliniğimizi tadilattan geçirerek devlet büyüklerinin de kalabileceği
standartlarda bir servis oluşturduk. Milletvekilleri ve yakınları 0312 202 44 91 numaralı
telefonu aradıklarında tetkik ve tedavi konusunda kendilerine yardımcı olunacak” dedi.
Milletvekillerinin kaliteli sağlık hizmetine hızlı bir şekilde ulaşabileceğini ifade eden Altok,
“Hastanemiz yetenekli, konusunda bilgili ve deneyimli dev bir ekiple hizmet sunuyor. 299
profesör, 107 doçent, 28 yardımcı doçent, 49 öğretim görevlisi ve uzman, 571 araştırma görevlisi olmak üzere toplam 1054 akademik personelle hizmet veriliyor” dedi.
Altok, 1117 hasta yatak kapasiteli hastaneyle ilgili şu bilgileri de aktardı: “Hastanemiz tüm
branşlarda güncel tedavi yöntemlerini başarıyla uygulayacak teknolojik donanıma sahip bulunuyor. Tüm anabilim dallarının yanında Geriatri, Çocuk Yoğun Bakım, Algoloji, Madde Bağımlılığı Merkezi (AMATEM), Akupunktur gibi ülkemizde uzman sayıları sınırlı branşlarda bile
öğretim üyesi düzeyinde hizmet sunuyoruz. Bunun yanında Robotik Cerrahi, Kök Hücre Nakli,
Başhekim Kadriye Altok, Gazi Hastanesi’nin
en kapsamlı tanısal tetkiklerin yapılabileceği son derece gelişmiş laboratuvarlara sahip
olduğunu belirterek, “Hastanemiz tetkik
çeşitliliği ve büyüklük açısından Avrupa’nın
ilk 5-6 laboratuvarı arasında yer alıyor.
Yurt dışından dahi örnek kabul ediliyor.
Türkiye’de aynı anda yüzlerce metabolik
hastalığı birkaç günde analiz etmeyi sağlayan sistemi kuran ilk hastaneyiz. Dünyada
da bu sistemi hâlihazırda yürüten 2-3 merkezden biriyiz” diye konuştu. Hastanede
2011 yılında robotik cerrahi operasyonlarının yapılmaya başladığını ifade eden Altok,
“Ürolojik olarak prostat kanseri, mesane
kanseri, böbrek kanseri, böbrek üstü bezi
tümörleri, böbrek çıkım darlığı ameliyatları
yapılıyor. Robotik cerrahi, kadın hastalıkları ve doğum ile genel cerrahi operasyonlarında da uluslararası standartlarda başarıyla yürütülüyor. Hastanemiz Ankara’da
robotik cerrahi uygulayan tek üniversite
hastanesidir. Bunun yanında Türkiye’de ilk
kez böbrek nakli ameliyatı robotik cerrahi
ile hastanemizde yapılmıştır” dedi.
Mart 2014
15
16
Dünyadan
Ortega’ya
üçüncü dönemin
yolu açıldı
İtalya Başbakanı
istifa etti
İtalya Başbakanı Enrico Letta istifa ettiğini açıkladı. Letta bu
kararı, partisi Demokratik Parti’nin 39 yaşındaki lideri Matteo
Renzi’nin önergesinin kabul edilmesi üzerine aldı. Renzi, hükümet değişikliği gerektiğini belirten bir önergeyi partiye sunmuş,
önerge büyük çoğunlukla kabul edilmişti. Partiyi daha “radikal”
bir çizgiye çağıran Renzi, Letta’ya önemli kararlar alırken “dizinin
titrediği” suçlaması yöneltmişti.
Hükümeti kurma görevi Renzi’de
Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano, Enrico Letta’nın istifasının ardından hükümeti kurma görevini Demokratik Parti (PD)
Genel Sekreteri Matteo Renzi’ye verdi. 39 yaşındaki Renzi, İtalya
Cumhuriyeti’nin 63. hükümetine başkanlık edecek.
Matteo Renzi 13 Şubat’ta yapılan PD toplantısında parti yönetimini de yanına alarak Başbakan Enrico Letta’dan görevi bırakmasını
istedi. Letta’nın parti yönetiminin kararına uyarak istifa etmesiyle
başbakanlığın kapıları Renzi’ye açılmış oldu.
Merkez soldaki Demokratik Parti’de soldan ziyade merkeze daha
yakın bir çizgide ilerleyen Renzi, kimileri tarafından İtalyan merkez
sağının sembolü olan Silvio Berlusconi’yle de kıyaslanıyor.
Nikaragua Ulusal Meclisi, devlet başkanlarının üç dö-
nem arka arkaya seçilebilmesiyle ilgili sınırlamayı kaldıran
kararı onayladı. Bu kararla, ülkenin sosyalist Devlet Başkanı Daniel Ortega’nın yeniden seçilebilme olasılığı gündeme
geldi. Ortega 2016’da yapılacak başkanlık seçimlerinde
aday olmasıyla ilgili henüz bir açıklama yapmamış olsa da,
sosyalist liderin seçimlere katılacağı tahmin ediliyor. Yeni
seçim kanununa göre devlet başkanı, ikinci tur seçimlere
gerek kalmaksızın ilk turda basit çoğunluk oyuyla seçilebilecek.
Ülkedeki muhalefet, bu reformun kuvvetler ayrılığını yok
sayarak başkanın gücünü artırdığını ve Ortega’ya büyük
yetki verdiğini savunuyor.
1979 devrimiyle iktidara gelen Daniel Ortega, 1990’daki
seçimlerde yenilgiye uğramış ve başkanlığı bırakmıştı.
2006’da tekrar seçilen sosyalist lider, uyguladığı programın
aldığı destek sayesinde 2011’de yapılan seçimlerde rakiplerine fark atmıştı.
Matteo Renzi
Mart 2014
Dünyadan
Lübnan hükümeti
330 gün sonra
kuruldu
Kırım
referanduma
gidiyor
Kiev’deki yeni yönetim ile ilişkileri gergin olan ve
nüfusunun çoğunluğunu Rusların oluşturduğu Kırım
Özerk Cumhuriyeti, bölgenin geleceğini belirlemek için
referanduma gidileceğini duyurdu.
Parlamento tarafından yapılan açıklamada, referandumun “özerkliğin genişletilmesi ve iktidarının güçlendirilmesi” hakkında olacağı belirtildi.
“Demokrasinin temelini oluşturan ilkelere göre,
yaşananlardan çıkış için Kırım Parlamentosu’nun
bulduğu tek olası yol, doğrudan halk iradesine başvurmaktır” denilen açıklamada, radikal milliyetçilerin,
silahlı çetelerin de desteğiyle anayasaya aykırı yolla ele
geçirdiği iktidarın, Kırım’ın güven ve istikrarına tehdit
oluşturduğu kaydedildi.
Açıklamada parlamentonun, Kırım’ın geleceği ile
ilgili tam sorumluluk aldığı da vurgulandı.
Lübnan’da siyasi bloklar arasındaki anlaşmazlık 330
günün ardından giderilerek hükümet kuruldu. Yeni
hükümetin kurulduğu haberi Bakanlar Kurulu Genel
Sekreteri Süheyl Nuci tarafından verilirken, Tammam
Salam’ın Başbakan, Samir Mokbel’in Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı görevlerini üstleneceği bildirildi.
Başbakan Tammam Salam, ulusal diyaloğun tekrar
kurulması için bu olumlu atmosferin yaratılmış olmasının çok önemli olduğuna dikkat çekerek, “Bütün siyasi liderlere elimi uzatıyorum ve bunu sonuca ulaştırmak için
onların bilgeliklerine güveniyorum” dedi. Salam ayrıca
başkanlık seçimleri zamanında yapılabildiği takdirde
yeni seçim yasası getirilebileceğine vurgu yaptı.
Kabine, Hizbullah’ı temsil eden bakanlar olduğu için
kabineye katılmama kararı alan Lübnanlı Gücü haricindeki bütün partileri barındırıyor.
Mart 2014
17
18
Erasmus+ ile tüm vatandaşlarımıza
Avrupa kapıları açılacak
A
Mevlüt Çavuşoğlu
Avrupa Birliği Bakanı ve
Başmüzakereci
Bilgi, yaratıcılık ve
girişimciliğin teşvik edilmesi
için yükseköğretim ve iş
dünyası arasındaki işbirliği
güçlendirilmelidir.
Mart 2014
vrupa Birliği Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyet gösteren Türkiye
Ulusal Ajansı, Avrupa Birliği’nin eğitim ve gençlik alanındaki programlarının Türkiye’de yürütülmesinden sorumlu kuruluş olarak çalışmalarına devam etmektedir. Resmî adı Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik
Programları Merkezi Başkanlığı olan Türkiye Ulusal Ajansı, ülkemizin
Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde eğitim ve gençlik alanında oldukça
önemli başarılara imza atmış bir kurumdur. Yürütülmesinden sorumlu
olduğu Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları kapsamında vatandaşlarımız Avrupa’da eğitim fırsatlarına ücretsiz olarak ulaşabilmekte,
kurum ve kuruluşlarımız kurumsal kapasitelerini güçlendirme imkanına
sahip olabildikleri gibi Avrupa standartlarında bir işleyişe kavuşabilmektedir.
Türkiye Ulusal Ajansı’nın yürüttüğü programlar ile 10 yıldan bu yana
370 binden fazla vatandaşımıza yurt dışında eğitim alma, staj yapma,
kurs görme ve gönüllü faaliyetler gerçekleştirme fırsatları sunduk. Bu
faaliyetler için 630 milyon avro hibe tahsis ettik. Bütçe büyüklüğü açısından Türkiye Ulusal Ajansı’nı Avrupa ülkeleri arasında en büyük bütçeye sahip ulusal ajanslar sıralamasında üçüncü sıraya taşıdık. Yararlanıcı
sayılarını, kurulduğu 2004 yılından itibaren her geçen yıl bir öncekine
oranla daha da artırdık.
Türkiye Ulusal Ajansı’nın 2007-2013 döneminde Hayatboyu Öğrenme ve Gençlik Programları adı altında yürütmüş olduğu Comenius
(Okul Eğitimi), Erasmus (Yükseköğretim), Leonardo da Vinci (Mesleki
Eğitim), Grundtvig (Yetişkin Eğitimi) ve Gençlik programları, 2014-2020
döneminde tüm Avrupa’da “Erasmus+ (Erasmus Plus)” adı altında
birleştirildi. Eğitim-öğretim alanında yeni bir AB yaklaşımı gerektiği
düşüncesiyle hazırlanan Erasmus+ programında, özünde büyük bir değişiklik olmamakla birlikte, farklı sektörlere ve farklı kesimlere yönelik
programlar daha basit ve kolay anlaşılır bir yapıya kavuşmuş, spor konusu da bir yenilik olarak, hibe desteği alacak başlıklar arasına girmiştir.
Erasmus+ adı ile yoluna devam edecek olan programlar daha önceki
dönemde olduğu gibi dezavantajlı kesimler öncelikli olmak suretiyle,
yine tüm vatandaşlarımızı kapsamaya devam edecek, kişilere yaş ve
eğitimlerine bakılmaksızın yeni beceriler kazandırılması, onların kişisel
19
gelişimlerinin güçlendirilmesi ve istihdam olanaklarının artırılması
noktasında Avrupa’nın kapılarını ücretsiz olarak açacaktır.
Erasmus+ programının yediden yetmişe birçok kişiye farklı alanlarda Avrupa deneyimi sunduğundan bahsetmiştim. İşte bu alanlardan
iş dünyası ve spor alanlarının tanıtımına başlangıç olarak ayrı bir yer
verdik. Geçtiğimiz günlerde bu iki konu hakkında eğitimden sanayiye,
spordan sivil topluma kadar tüm hedef kitleyi bir araya getiren geniş
katılımlı toplantılar gerçekleştirdik. Bunlardan ilki 12 Şubat 2014’te yapılan ve farklı iş alanlarında söz sahibi 560 kişiyle Erasmus+ İş Dünyası
İçin Fırsatlar Toplantısı’ydı. Bu toplantıda, Erasmus+ programı kapsamında özellikle mesleki eğitim alanında iş dünyası ile etkin ve güçlü
bir işbirliğine ayrı bir önem verdiğimizi, bilgi, yaratıcılık ve girişimciliği
teşvik etmek üzere yükseköğretim ile iş dünyası arasındaki işbirliğinin
güçlendirilmesi yönündeki arzumuzu vurgulamaya çalıştık. Bunun
yanı sıra Erasmus+ programının içerisinde sunulan fırsatların; odalarımız, meslek örgütlerimiz, birliklerimiz, sendikalarımız, iş ve işveren
temsilcilerimiz tarafından iyi değerlendirilmesinin, Türkiye’de mesleki
eğitimin kalitesinin ve cazibesinin artırılmasına katkı sağlayacağını,
projelerin ülkemizde nitelikli işgücü yetiştirilmesi ve istihdam edilebilirliğin güçlendirilmesi açısından büyük önem arz ettiğini de belirttik.
Erasmus+ programının tanıtımına yönelik olarak yaptığımız bir diğer toplantı ise 19 Şubat 2014’te spor camiasından tanınmış simaların
ve sporla ilgili kuruluşların yer aldığı Erasmus+ Spor Destekleri Tanıtım Toplantısı idi. Bu toplantımızda, Erasmus+ Programı ile daha önce
desteklenen 5 alana ek olarak “spor” projelerinin de destekleneceğini
ve önümüzdeki yedi yıllık dönem için 266 milyon avronun Avrupa’da
spor için harcanacağını vurguladık. Spor desteklerinin sadece karşılıklı
işbirliği ortaklıkları projeleri şeklinde değil, kâr amacı gütmeyen Avrupa spor organizasyonları şeklinde de alınabileceğini belirttik. Toplantımız, spor camiasının sporcusundan yöneticisine, eğitimcisinden sivil
toplumuna kadar 700’den fazla temsilcisine ev sahipliği yaptı.
Her iki toplantımızda da konuya taraf olan bakanlıklarımızı ve
bakanlarımızı da ağırlama fırsatı bulduk. Bilim, Sanayi ve Teknoloji
Bakanımız Fikri Işık ile Gençlik ve Spor Bakanımız Akif Çağatay Kılıç’a
verdikleri desteklerden ötürü bu vesileyle bir kez daha teşekkürlerimi
iletiyorum. Avrupa Birliği’ni ve Avrupa Birliği’nin görünen yüzünü bir
kez daha anlatma, gösterme fırsatına eriştik hep birlikte...
Değerli okurlar;
Avrupa Birliği, Türkiye Ulusal Ajansı ile vatandaşlarımız nezdinde daha
anlaşılır, daha görünür olmuştur. Nitekim Türkiye Ulusal Ajansı’nın sunduğu ücretsiz eğitim, seminer, kurs, gönüllü hizmetler gibi faaliyetlerle
vatandaşlarımız Avrupalı meslektaşlarıyla, akranlarıyla bir araya gelmiştir.
Onlarla konuşmuş, tartışmış ve birlikte öğrenmişlerdir. Vatandaşlarımız
ülkemizin Avrupa’da ne denli güçlü olduğunu bu fırsatlar sayesinde bir kez
daha yerinde görmüşlerdir. Türkiye Ulusal Ajansı sayesinde Avrupa Birliği
ütopik bir fikir, ulaşılamaz bir zirve veya siyasi görüşmelerden ibaret bir süreç olmaktan çıkmış, adeta ete kemiğe bürünmüştür. Türkiye Ulusal Ajansı,
az sayıda çalışanıyla tüm ülkemizin eğitim ve gençlik camiasına sayısız imkan sunmuş, onların geleceklerinde dönüm noktası olacak fırsatlar ortaya
koymuştur. Gelecek umudu olmayan gençlerimiz, programlar sayesinde
yabancı dil öğrenmiş, iş bulma umudu olmayan meslek sahiplerimiz hayal
bile edemeyecekleri işlere yerleşmişlerdir.
Yeni dönemde de Erasmus+ programını en etkin biçimde uygulayan
ülkelerden biri olabilmemiz ve vatandaşlarımızın programlardan azami
düzeyde faydalanabilmesi için Türkiye Ulusal Ajansı tanıtım çalışmalarına
olanca gücüyle devam etmektedir.
Bahsettiğim toplantılar Erasmus+ desteklerinin tanıtımına ilişkin olarak yalnızca iki örnektir. Türkiye çapında yapılan bilgilendirme toplantıları
ile sadece 2014 yılının ilk iki ayında 60’tan fazla toplantı gerçekleştirdik,
bu toplantılarla 8 bin 500’den fazla vatandaşımıza doğrudan ulaştık.
Bunun yanı sıra kendi alanlarında tanınan 12 ünlü sima ile Erasmus+ tanıtımına ilişkin bir kısa film çektik ve yine bu ünlü yüzlerin dahil olduğu bir
sosyal medya kampanyası başlattık. Bu ve bunun gibi birçok çalışmamız ile
tüm Türkiyemizin Erasmus+ desteklerinden haberdar olmasını temenni
ediyoruz. Gerek iş yaşantınız, gerekse kişisel gelişiminiz açısından yaşamınızda yeni fırsat pencereleri açmak için Türkiye Ulusal Ajansı ve Erasmus+
programını takip etmenizi öneriyorum.
Selam ve sevgilerimle.
Mart 2014
20
Dosya
Darbeden hallice
müdahale
12 Mart
1971 Muhtırası
1971 yılında
hem iklimsel
hem de siyasi
olarak soğuk
ve zor bir kış
geçirir Türkiye;
nihayetinde bahar
gelir. Ancak bu
bahar, tıpkı 1960
yılının baharı gibi
güç, sıkıntılı ve
uğursuzdur… İç
politikadaki siyasi
ve ekonomik
huzursuzluklar,
dış politikadaki
başarısızlıklar
derken darbeyi
devrim sananlar
tarafından bir
ayar yer hükümet,
haddizatında millî
irade. Yine postallı
ve yeşil; lakin
bu sefer silahsız,
tanksız…
Pınar Ünsal
Mart 2014
Dosya
1
960’lı yıllarda dalga dalga yayılan
bir akımın etkisine girdi dünya.
Özellik le genç kuşağın eğitim sistemi ve toplum düzeni gibi geniş
kitleleri ilgilendiren konularda kafa
yorması; sosyalizm, komünizm gibi
dünya görüşlerinin benimsenmesi;
işçilerin grev hakkı talep etmesi ve
daha iyi şartlarda, güvence altında
çalışmak istemesi birtakım eylemleri beraberinde getiriyordu ve bu
Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de
de bazı siyasi sorunlara yol açmak
üzereydi. Dünyanın öğrenci ve işçi
eylemlerinin önüne geçemediği yılla rd a Tü rk iye de “6 8 k u ş a ğ ı”n ı n
etkisindeydi. 1960’ların sonu 70’lerin başında, fazla liberal bulunarak
“Türkiye bu lüksü kaldıramaz” denilen 1961 Anayasası’nın özgürlükçü
yanının, siyasi görüşlerini “uç sol”
olarak tanımlayan gruplar tarafından suistimal edildiği, Kemalizmin
kullanılarak komünizmin yayılmaya
çalışıldığı, birtakım yayınların halkı
anarşizme yönlendirdiği düşünülüyor; Amerika Birleşik Devletleri’ne yönelik
protestoların yalnızca bu ülkenin izlediği sömürü politikalarından dolayı
yapılacak kadar masum olmadığına inanılıyordu. “Apolitik gençlik yaratma”
düşüncesi o yıllarda akıllarda olmasa gerek, ülke siyasetine yön vermeyi görev
edinmiş, toplumun aktif elemanları gençler Türkiye’nin her yerinde petrolün
millîleştirilmesi, toprak reformu, NATO’nun reddi gibi konularda eylemlere
katılıyorlardı.
1960’ların sonu Türkiye’de “sağ” ve “sol”un kesin çizgilerle ayrıldığı; Millî
Türk Talebe Birliği, Ülkü Ocakları, Fikir Kulüpleri Federasyonu gibi öğrenci
örgütlenmelerinin aktif olduğu yıllardı aynı zamanda. İki zıt görüşün gençleri
yabancılaşmanın reddedilerek millî bir politika izlenmesi görüşünü savunurken, aynı amaç uğruna, daha iyi bir Türkiye’de yaşamak uğruna mücadele
verirken birbirlerine diş biliyorlardı.
Öğrenci ve işçi eylemleri, ordunun bir muhtıra vermesinin en önemli nedenleri olarak kabul ediliyordu. 1961 Anayasası’nın üniversitelere getirdiği
özgürlükler sayesinde okullara siyaset girebilmiş, öğrenciler ülkenin içinde
bulunduğu ekonomik ve siyasi konuları özgür platformlarda tartışabilir, birbirleriyle fikir alışverişi yapabilir olmuşlardı. Ancak daha çok “aşırı sol” grupların
üniversitelerde örgütlenmesi, ülkede “sol”u bir tehdit olarak görenler tarafından
aslında onların ülke sorunlarına kafa yormadığı, ülkede anarşizm yaratma
amaçları taşıdığı iddialarının ortaya atılmasına neden olmuştu.
1962 yılında başlayan ve iki zıt grubu karşı karşıya getiren öğrenci olayları,
zaman içinde artarak devam etmiş, dünyadaki öğrenci eylemlerinin de etkisiyle
1969 yılı ve sonrasında sert muhalif hareketlere dönüşmüştü. Öyle ki pek çok
genç bu protestolar sırasında yaşamını yitirmişti.
Mart 2014
21
22
Dosya
1962
yılında
başlayan
Yurtların bir silah deposu haline
geldiği iddiaları, halkı tedirgin ettiği
düşünülen öğrenci ve işçi eylemleri,
1971 Muhtırası’nın verilmesinde büyük
payı olan olaylardı. Vietnam Kasabı,
Kanlı Pazar, 15-16 Haziran ve 6. Filo
ise bu olaylar için anahtar kelimeler...
Dış politikada
Amerika baskısı
Türkiye, bir taraftan iç sorunlarıyla
uğraşırken dış politikada da elini ayağını bağlayan pek çok problemle mücadele ediyordu. Kıbrıs ve Yunanistan’da
kurulan, Kıbrıs’ı tamamıyla bir Yunan
toprağı haline getirme hayalindeki örgütler ve Rum Kesimi Cumhurbaşkanı
Makarios’un Türklere karşı izlediği
saldırgan politika bu uğraşlardandı.
Pek çok köyün yıkılması, Türklerin
evlerini terk etmek zorunda bırakılması ve onlarca Türk’ün öldürülmesi
Türkiye ile Yunanistan’ı büyük bir krizin eşiğine getirmişti. Türkiye Kıbrıs’a
müdahale arifesindeyken Amerika, bu
durumun Türkiye ile Yunanistan arasında büyük bir savaşa neden olacağı
ve NATO ülkelerinin asla birbiriyle
savaşamayacağına dair Türk hükümetine uyarılarda bulunuyordu.
Amerika’nın, Türkiye ekonomisine
Mart 2014
ve iki zıt grubu
karşı karşıya
getiren öğrenci
olayları, zaman
içinde artarak
devam etmiş,
dünyadaki
öğrenci
eylemlerinin
de etkisiyle
1969 yılı ve
sonrasında
sert muhalif
hareketlere
dönüşmüştü.
yönelik girişimleri de söz konusuydu. Üzerinde durduğu
konulardan biri tarım faaliyetleriydi örneğin, zira ucunun kendisine dokunduğunu iddia ediyordu. Amerika’ya
göre Türkiye’de yetiştirilen haşhaş, Amerikalı gençleri
eroinman yapıyordu. Dönemin başbakanı Demirel “Gayet
yüksek seviyeli birisi geldi ‘Yasaklayın’ diyor; ona dedim ki
Biz bu afyonu yasaklayamayız. Biz bunu yasaklarsak sizin
gençliğinizi zehirleyenin Türkiye olduğunu kabul etmiş
oluruz. Halbuki Türkiye’de 120 ton afyon yetiştiriliyor.
Bu sizin gençliğinize bir hafta yetmez. Bizi suçlamayın”
diyerek bu duruma dirense de haşhaş ekimi kotaya bağlanmaktan kurtulamadı.
Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleri ile iyi ilişkiler içinde
olması ve bölgede etkin rol oynamasının Amerika’nın Ortadoğu politikası ile uyuşmaması, dünyaya “bilimsel araştırma uçağı” olarak tanıttığı U-2’lerin İncirlik Üssü’nden
kalkması ve istihbarat uçağı olduğu gerekçesiyle Sov-
Dosya
12 Mart 1971 Muhtırası’nın ardından kurulan Nihat Erim Hükümeti
yet Rusya tarafından Karadeniz’de
düşürülmesi, Türkiye’deki üslerin
Amerika tarafından çeşitli amaçlar
için kullanılmasına karşılık dönemin
başbakanı Demirel’in “Türk hükümetinin muvafakati olmadan bu tesisler
hiçbir şekilde kullanılamaz, komşu
ülkelerimizin endişe duymasını istemiyoruz” açıklamasını yapması gibi
nedenler, Amerika başta olmak üzere
Türkiye’nin pek çok ülkeyle ilişkilerinin bozulmasına sebep olmuştu.
Türkiye’deki gelişmeleri yakından
takip eden Amerika’nın Ankara Büyükelçiliği 30 Aralık 1970 tarihinde
Washington’a gönderdiği değerlendirmede, Türkiye’nin zorlu bir dönemeçte
olduğunu dile getiriyor, “... genel his
Türkiye’nin oldukça yeni olan demok-
Kıbrıs, haşhaş, Ortadoğu ve U-2 krizleri dış
politikaya bağlı muhtıra nedenleri arasındaydı.
Mart 2014
23
24
Dosya
Doğrudan darbe
yapmak yerine
etkili bir muhtıra
verilerek hükümet
istifa ettirilecek,
tarafsız biri
başbakanlığa
getirilecek ve
reformların
gerçekleştirilmesi
sağlanacaktı.
ratik kurumsal temelinin eylemcilerin ciddi ve kararlı saldırısının üstesinden
gelemeyeceği yolundadır” ifadesini kullanıyordu. Ordu içerisinde huzursuzlukların baş gösterdiği, Anayasa’da değişiklik sağlamak üzere sınırlı bir askerî
müdahalede bulunmak isteyen ve daha köklü değişikliklerin taraftarı olan iki
grubun bulunduğu da belirtilen değerlendirmede şu ifade yer alıyordu: “Türklerin mevcut durumda bir çıkış yolu bulacaklarına inanıyoruz. Ancak, bunun
askerî bir müdahale olmaksızın gerçekleşmeyeceği anlaşılmaktadır.”
Kışladan çıkmadan...
Parlamenter sistemi yıkma hedefi, cuntacı zihniyetin propagandaları, düzenden
rahatsız olanların yaptığı eylemlerin tamamı millî iradeye karşıydı. Hatta Meclis’te
Mart 2014
bile darbeye göz kırpan milletvekilleri
vardı; zira o yıllarda 27 Mayıs dahi
haklı bir girişimdi. Ülkede yaşanan tüm
bu olaylara karşı hükümetin gerginliği
azaltmak için hiçbir şey yapmadığı iddia
ediliyor, 1965 seçimlerinden beri tek
başına iktidar olan Adalet Partisi’nin
lideri Demirel bu iddiaları “Demokraside miting olur, yürüyüşler olur.
Bu hürriyetçi demokrasinin gereğidir.
Bunlardan endişe duymayın. Biz, onların her faaliyetini takip ediyoruz, polis
takip etmektedir. Gözümüz üzerlerindedir” şeklinde cevaplıyordu. Pek çok
araştırmacıya göre bu, ülkeyi darbeye
sürükleyen nedenlerden biri olmuştu.
Darbenin 9 Mart 1971 günü yapılması planlanıyordu. Bir gün önce, üst
düzey generallerden bir grup Hava
Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un
karargâhında bir araya gelmiş, fakat Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk
Gürler’in kararsız tutumu nedeniyle
müdahale kararı alınamamıştı. Zira
Batur’a göre Kara Kuvvetleri’nin tü-
Dosya
müyle katılmadığı harekatın içine, bir
Hava Kuvvetleri, bir Deniz Kuvvetleri
Komutanı da giremezdi. Girerse mantık
dahilinde hareket etmiş olunmaz, ordu
çarpışırdı. Askerin planına göre doğrudan müdahale yerine etkili bir muhtıra
verilecek, hükümet istifa ettirilecek,
tarafsız biri başbakanlığa getirilecek
ve reformların gerçekleştirilmesi sağlanacaktı. 9 Mart 1971 günü yapılması
planlanan darbe böylece yön ve amaç
değiştirerek 12 Mart’ta bir muhtıra
verilmesi şeklinde gerçekleşti.
12 Mart 1971 günü, Genelkurmay
Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Deniz
Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu ve
Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un saat 9:30’da Genelkurmay’da yaptıkları
toplantı sonrası muhtıra metni hazırlanmıştı. Metin, Tuğgeneral Musa Öğün başkanlığında TRT’ye gönderilerek 13:00 haberlerinin ardından tüm Türkiye’ye duyuruldu.
Cumhurbaşkanlığı, Cumhuriyet Senatosu Başkanlığı ve Millet Meclisi
Başkanlığı’na gönderilen, ilk kez Meclis Genel Kurulu’nda okunacak muhtıranın
metni şöyleydi:
“1. Parlamento ve hükümet süregelen tutum, görüş ve icraatı ile yurdumuzu
anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün
bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve Anayasa’nın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup Türkiye
Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.
2. Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam
hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliği giderecek çarelerin partilerüstü bir
anlayışla Meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek ve
Anayasa’nın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar
içinde teşkili zaruri görülmektedir.
Mart 2014
25
26
Dosya
3. Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve
kollamak görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya
kararlıdır.
Bilgilerinize.”
“En anlaşılmaz ve içinden çıkılmaz askerî müdahale”
12 Mart Muhtırası’nın ardından hükümet istifa etmiş, kabine dağılmıştır.
19 Mart 1971’de Başbakanlık görevi Nihat Erim’e verilir. Erim, “Türkiye’de
bugün olağanüstü bir durum var. Olağanüstü durumun gerektirdiği koşullara
göre kuracağım hükümet ‘millî hükümet’ olacaktır. En kısa sürede hükümeti
kuracağım. Bu hükümet reformcu bir hükümet olacaktır ve reformlara hemen
başlayacaktır. Seçim yasasında gerekli değişiklik yapıldıktan sonra da hemen
Mart 2014
seçime gidilecektir” diyerek geldiği
görevine on bir bakanın istifasının
ardından veda eder. Hükümet kurma
görevinin tekrar kendisine verilmesi
üzerine yeniden başbakan olur ve bu
görevi 136 gün sürer. 12 Mart sonrası
kurulan Ferit Melen ve Naim Talu
hükümetleri de kısa ömürlü olur.
1960’lı yıllarda başlayan ve 70’lere
gelmeden tüm ülkeye yayılan gerginliklerin nedeninin 1961 Anayasası’na
bağlanması, bu anayasada değişiklikler yapılmasını zorunlu kılar. İlki
Dosya
1960’lı yıllarda başlayan
ve 70’lere gelmeden
tüm ülkeye yayılan
gerginliklerin nedeninin
1961 Anayasası’na
bağlanması, bu
anayasada değişiklikler
yapılmasını zorunlu kıldı.
1971, ik incisi 1973 y ılında olma k
üzere 1961 Anayasası ik i aşama lı
olarak değiştirilir, on bir adet geçici
hü küm getirilir. Devleti bireylere
k arş ı k or um a k a mac ıy la y apı la n
değişiklikler daha çok temel hak ve
özgürlüklerin kısıtlanmasına yönelik olur. Dernek ve sendika kurma
hakları sınırlanır, 1961 Anayasası’nın
verdiği güvence zayıf latılır. Yürütme
erkinin güçlendirilmesi için Bakanlar Kurulu’na “Kanun Hük münde
Kararname” çıkarma yetkisi verilir.
Üyelerinin atanmasında Bakanlar
Kurulu’nun aday gösterdiği Devlet
Güvenlik Mahkemeleri ’nin kurulması, küçük siyasi partilerin Anayasa
Mahkemesi’ne başvurma olanağının
kaldırılması ile de yargının bağımsızlığı yara alır.
12 Mart Muhtırası’nın diğer darbe
ve muhtıralardan farkı, elle tutulur
bir sonuç a lına ma ması olmuştur.
Ülkede istikrarsızlık ve siyasi çekişmeler bitmediği gibi artarak devam
e t m i ş , Mu ht ı r a s on r a sı k u r u l a n
hükümetler zayıf kalmış, art arda
ekonomik krizler patlak vermiştir.
Tüm bu olaylar 1980 darbesinin de
zeminini hazırlayacaktır.
Mart 2014
27
28
DosyaSöyleşi
Cengiz Yavilioğlu:
Darbelerin
en büyük
mağduru
millet olmuştur
Söyleşi: Nehir Öztürk
Meclis’te 27 Mayıs 1960
darbesi ve 12 Mart 1971
Muhtırası’nı araştıran
komisyonda üyelik yapan AK
Parti Erzurum Milletvekili
Cengiz Yavilioğlu, “Halkın
egemenliğini temsil eden
iktidarlara sandık dışı
müdahale mekanizmalarının
mümkün olmaması gerekir.
Bütün sorunların çözüm yeri
TBMM olmalıdır” dedi.
Mart 2014
Türkiye 27 Mayıs 1960’tan bu yana çeşitli darbe ve muhtıra
dönemleri yaşadı. Siz bu dönemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir kere darbeler arasında bir kötülük sıralaması yapıldığında
çok nesnel bir neticeye varılamayacağını düşünüyorum. 27
Mayıs tabii ki fena bir geleneğin ihdası bağlamında ilk sırayı
işgal ediyor gibi görünüyor, ama toplumun üzerinden adeta
bir silindir gibi geçen 12 Eylül’ün yaşattığı acılar bugün bile
tazeyken 27 Mayıs’ı hastalığın ilk belirtisi saymak aslında
daha doğru bir değerlendirme olacaktır. Ölümcül bir hastalığın ilk emareleri hastalığın neticesi kadar önemlidir. 27
Mayıs’ı kadife ya da kansız ihtilal olarak değerlendirmek,
12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat’ı birbirinden bağımsız olarak
ele almak mümkün değildir. Bu nedenle maalesef hâlâ 1961
Anayasası’nın methiyesinin yapıldığı akademik kürsülerin
bile bu işin künhüne vakıf olamadıkları kanısındayım.
Amaçla araç arasındaki ilişki birbirini tamamlar; iyi bir amaç
asla kötü bir araçla gerçekleşemez. Nitekim toplumsal mutabakat temelli olmayan hiçbir şeyin -velev ki iyi olsun- kalıcı
DosyaSöyleşi
Röportaj
olamayacağını 27 Mayıs sonrasındaki
gelişmeler bizlere göstermiştir.
Öncelikle şunu açıklığa kavuşturmak gerekir. Darbe nedir? Kime karşı
yapılır? Araçları nelerdir?
Darbe millet egemenliğine ve egemenliği kullanma araçlarına müdahale eden her türlü eylemdir ve millet
egemenliğine karşı yapılır. Darbenin
mutlaka silahlarla, askerî araçlarla
veya bizatihi ordu ile yapılması gerekmez. Milletin seçtiği ve milleti
temsi l eden, meşr u iyet i ni sadece
milletten alan bir hükümete karşı
meşru olmayan yollarla yapılan her
türlü müdahale darbedir ve kanunda
da belirtildiği gibi ağır bir suçtur.
İktidarlar seçimlerle işbaşına gelirler ve demokratik ülkelerde sadece
seçimle görevden alınırlar. Yani iktidar değişikliklerinin tek meşru aracı
seçimlerdir. İktidarların meşruiyetlerinin en önemli kaynağı hiç şüphesiz
seçimlerdir, fakat seçimlere ilaveten
toplumsal rızanın da olabildiğince
sağlanması gereklidir.
Yine demokratik ülkelerde hem
seçimlerin, hem iktidar olmanın,
hem de iktidarı kullanmanın nasıl
olacağı önceden belirlenmiş kurallara (hukuka) tabidir. Bu kuralları da
seçilmişler ihdas eder. Bu kaidelere
aykırı her türlü eylem darbe olarak
tanımlanmalıdır.
Türkiye’de ilk darbe 1960’ta oldu. 1960
darbesini sonuçları itibarıyla değerlendirebilir misiniz?
27 Mayıs darbesi sonrasında yapılan
1961 Anayasası, yasalar ve diğer mevzuat, ülkenin seçilmişler tarafından
değil de daha çok atanmışlar tarafından yönetilmesine imkan sağlamıştır.
Yani 1960 sonrası oluşturulan Anayasa
başta olmak üzere bütün hukuksal
mevzuat, egemenliği halk adına kullanacak olan iktidarları değil, vesayetçi
“İktidarlar
seçimlerle
işbaşına
gelirler ve
demokratik
ülkelerde
sadece seçimle
görevden
alınırlar.
Yani iktidar
değişikliklerinin
tek meşru aracı
seçimlerdir.”
oligarşik yapıyı güçlendirmiştir. Mesela Millî Güvenlik Kurulu ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği inanılmaz
derecede güçlenmiştir. Bu kurumlar, hükümetlerin yapacağı
işler hususunda adeta hükümetlere talimat verir hale gelmişlerdir. Seçimlerle gelen hükümetler dışında, egemenliği millet
adına kullanan kurumların sayısı artmış veya var olanlar
yeni yetkilerle donatılmıştır. Askerî hukuk ve askerî yargı
ayrıcalıklı hale getirilerek hukuk sistemi bozulmuştur. Daha
da önemlisi, Millî Güvenlik Strateji Belgesi gibi bir bağlayıcı
referans yaratılarak anayasa, yasalar, hükümet politikaları ve
tüm yazılı metinlerin üzerine konulmuştur. Hiçbir gücün bu
referansın önüne geçmesine müsaade edilmemiştir.
Gerçekte Türkiye’nin ana problemi haline gelen egemenlik sorununun ana kaynağı bu dönemde olgunlaşmıştır.
Yani “egemenlik kime ait ve halk adına bu egemenlik
kimler tarafından kullanılmalıdır” sorunu.
Ne yazık ki bu dönemden sonra “Egemenlik kayıtsız
şartsız milletindir” düsturu, sadece ve sadece lafzen bir
anlam ifade etmenin ötesine geçememiştir. Millet adına
egemenliği kullanması gereken seçilmişler sınırlandırılmış, hatta seçilmişlik duygusu aşağılanarak sürekli töhmet
altında tutulmuştur.
27 Mayıs 1960 darbesinin, 12 Mart 1971 Muhtırası, 12 Eylül
1980 darbesi ve 28 Şubat postmodern darbesine zemin ve örnek
oluşturduğu görüşüne katılıyor musunuz?
Tabii ki katılıyorum, ama bir ilave ile. 27 Mayıs darbesi hiç
şüphesiz diğer darbelere hem zemin hazırlamış hem de örnek
olmuştur. 27 Mayıs darbesi, ihdas ettiği anayasaya bile riayet
etmeyen, şartlar gerektirdiğinde sivil demokratik hayata
müdahaleyi meşrulaştıran, ordunun hiyerarşi dışı eğilimler
içine girmesinin doğal olabileceği gibi son derece tehlikeli bir
geleneği başlatan bir harekettir. Dikkatinizi çekerim, Millî
Birlik Komitesi ismi altında kurumlaşan cunta idaresi, sözüm
ona geçici anayasasına bile riayet etmemiştir. 13 Kasım 1960’ta
ölüm, istifa ya da görevini yapamayacak derecede ağır hastalık
dışında görevlerinden el çektirilemeyecekleri garantisine rağmen 14 üyesini bir safra gibi içinden atabilmiştir. Tasfiye edilen
bu 14 üyenin taraftarları ordu içinde yeniden örgütlenmiş ve
MBK karşıtı yeni bir hareketi de başlatmışlardır. Nitekim 21
Ekim 1961’de imza altına alınan protokolle, 15 Ekim 1961’de
yapılan seçimin neticesinde oluşacak parlamentoyu daha
açılmadan ıskat edip yeni bir darbenin mümessili olmuşlardır.
27 Mayıs 1960’ta darbe olmuş; 21 Ekim 1961’de yeni bir darbe
yapılacağı kararlaştırılmış, sonra sivil idareden alınan tavizlerle askıya alınmış; 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963’te Talat
Aydemir liderliğinde iki darbe girişimi meydana gelmiştir.
Mart 2014
29
30
DosyaSöyleşi
Demek ki, yeniçerinin bıyığı misali, artık bir yol açılmış. Fakat bundan daha
önemlisi şudur: 1960 darbesinin oluşturduğu anayasa, yasalar ve kurumlar,
darbeleri geçici olmaktan çıkarıp sürekli hale getirmiştir. Millî Güvenlik
Strateji Belgesi’nin Millî Güvenlik Kurulu ve Millî Güvenlik Sekreterliği’nin
iktidarlara yön verdiği bir yerde siz sivil yönetimden bahsedemezsiniz. Sürece
baktığınızda, 1960 sonrasında bu faktörlerin her dönemde iktidarı şekillendirdiği, yönlendirdiği veya değiştirdiğini görürsünüz.
1960 sonrasındaki iktidarların, MGK’nın etkisinde kalmadan ülkeyi yönettiğine hiç şahit oldunuz mu? 1996 yılında iktidara gelen REFAHYOL hükümeti
kısmi bir farklılık göstermişti. O iktidarın başına gelenlerin neler olduğunu
hepimiz biliyoruz. İktidarların, gerçekten iktidar olmasına bu darbe ürünü yapı
asla izin vermemiştir. Dolayısıyla bizler, 1960 darbesinin diğer darbe ve muhtıralara sadece zemin hazırladığından bahsedemeyiz. 1960 darbesi, ilaveten her
dönem ve her iktidara her zaman şekil vermiş, yön çizmiş, politika belirlemiş
dersek doğrusunu söylemiş oluruz.
1960 darbesi ile ilgili söylenecek son söz şudur: 1960 darbesi, Türkiye’de
darbeleri bir zaman aralığından çıkarıp sürekli hale getiren köklü, belirleyici, şekillendirici ve egemenliğin seçilmişlerden ziyade atananlar tarafından
kullanılmasına imkan sağlayıcı kurucu (!) bir darbedir. İzleri de halen devam
etmektedir. Ancak üzücü olduğu kadar düşündürücü olan en önemli hadise
şudur: Temelde kendilerini demokrat addeden önemli sayıdaki kalburüstü aydın, konu 27 Mayıs’a geldiğinde duraklamakta, 27 Mayıs’ın ilerici bir hareket
olduğu hususunda ısrarcı olmaktadırlar. Bu çelişkili konum alışın sosyolojik
ve psikolojik sebepleri olduğunu düşünüyorum ve anlıyorum, lakin burada
anlamış olmak beni rahatlatmıyor.
12 Mart 1971 Muhtırası’nın, Türkiye’nin darbeler tarihindeki yeri nedir? Nedenleri ve
sonuçları açısından bir değerlendirme yapabilir misiniz?
Türkiye’de darbelerin nedenleri çoğunlukla yanlış değerlendirilir. Darbelerin hemen öncesinde yaşanan öğrenci hareketleri, terör olayları, siyasi cinayetler medya
Mart 2014
desteğiyle büyütülerek halka gösterilir.
Ardından ekonomik krizler başlar
veya başlatılır. Milletvekili hırsızlığı
yapılarak sonuçta hükümetler düşürülür. Siyasetin problemlere çözüm
üretemediği veya üretemeyeceği algısı
yaratılarak siyaset nezdinde halk devre
dışı bırakılır. Ve nihayet bir kurtarıcı
beklenir. Böyle bir durumda kurtarıcı
seçimler ve siyasi partiler olabilir mi?
Hayır. Çünkü siyasi partilere güven kalmamış, koalisyonlardan millet bezmiş,
seçimlerin çözüm olamayacağına millet
inandırılmıştır. Bu arada kurtarıcılar
da hazırlıklarını yapmaktadır. Milletin
canının emniyette olmadığı bir sorunun
çözümü askerden başka kim olabilir ki?
İşin ilginç tarafı, bütün darbelerde
senaryo hemen hemen aynı olmuştur.
Senaryonun ilk adımı toplumsal kargaşa/çatışma yaratmak, ikinci adımı
medya aracılığıyla iktidarları itibarsızlaştırmak, üçüncü ve son adımı askeri
davet etmektir. Bugün de benzer sürecin
yaşatılmaya çalışılması manidardır.
Yukarıda darbelerin sebebi olarak
anlatılan hususlar, bilinmelidir ki sadece halkı yönlendirmeye dönük işlerdir,
darbelerin gerçek sebepleri değildir.
Gerçekte darbelerin sebebi, seçimlerle
DosyaSöyleşi
Röportaj
iktidar olmuş hükümetlerden statükoyu
değiştirme niyetini taşıyanların yerine
statükoyu devam ettirecek iktidarlar
getirilmek istenmesidir.
Diğer taraftan darbelerin başat aktörü ordu değildir. Ordu, sadece darbelerin görünür kısmını temsil eder.
Darbeler, statükoyu devam ettirme
niyetini taşıyanların işbirliğinin sonucudur. İşbirliği hem yurt içi hem de yurt
dışı olabilir. Statüko kimi güçlendiriyorsa gerçekte darbeciler de onlardır.
Darbe işbirliği; sermayedarlardan, sendikalardan, yargıdan, üniversitelerden,
medyadan, askerlerden ve yurt dışı
bağlantılardan oluşabilir.
12 Mart 1971 Muhtırası’nın da nedenleri bundan farklı değildir. Az önce
de belirttiğim gibi, 27 Mayıs sonrasında yeni fiili darbe teşebbüsleri devam
etmiştir. 21 Ekim Protokolü ve 1961
seçimlerinin iptali ile yeniden müdahale
tasarıları, Talat Aydemir tarafından
girişilen 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963
tarihli darbe teşebbüsleri, bu tespiti
doğrulayan gelişmelerden bazılarıdır.
Diğer taraftan 1961-1965 yılları arasındaki koalisyon hükümetleri döneminde
gündeme getirilen ve 1966’da sağlanan,
eski DP’lilerin affıyla tahliyelerinin,
kısa bir müddet sonra bu kez siyasi
haklarının da iadesi tartışmalarını yaratması, yeni müdahale gerekçelerinin
üretilmesine zemin hazırlamıştır.
İşin ilginç tarafı, 1950-1960 arası
dönemde olduğu gibi 1965 ve 1969’daki
seçimlerden de tek başına iktidarlar
çıkmıştır. Yine 1960 darbesi öncesinde
olduğu gibi 1971 öncesinde de makroekonomik göstergeler iyidir.
1971 öncesi seçimlerin önemli bir
sonucu ise Türk solunun TBMM’de
14, Cumhuriyet Senatosu’nda 1 sandalye kazanarak ilk kez parlamentoya girmiş olmasıdır. Bu dönemde
ülkenin tabuları arasında yer alan
birçok sorun (özellikle Kürt meselesi ve Amerikan üsleri gibi) Meclis
“Darbeler,
statükoyu
devam
ettirme niyetini
taşıyanların
işbirliğinin
sonucudur.
İşbirliği hem
yurt içi hem de
yurt dışı olabilir.
Statüko kimi
güçlendiriyorsa
gerçekte
darbeciler de
onlardır.”
kürsüsünde dile getirilmiştir. Fakat 1969 seçimleri Türk
solu üzerinde hayal kırıklığı yaratmıştı. Bu hayal kırıklığı
sonucunda parlamento aracılığıyla iktidar olunamayacağı dile getirilmeye başlamıştı. Zira Türkiye işçi sınıfı
hem sayı hem de bilinç olarak yeterli seviyede değildi.
Bu nedenle içinde millî burjuvazinin de bulunduğu geniş
tabanlı bir antiemperyalist blok oluşturulmalı, hatta tarih
boyunca en ilerici ve örgütlü kurum olan ordu da bu bloka dâhil edilmeliydi. Çözüm, Millî Demokratik Devrim
tezinin hayata geçirilmesinde yatmaktaydı.
Cumhuriyet tarihinin ikinci askerî müdahalesi olan
12 Mart 1971 Muhtırası, aslında aksiyon olma özellikleri
gösteren daha radikal bir harekete gösterilmiş reaksiyondu. 9 Mart’ta uygulamaya konulması planlanan darbe,
Ortadoğu’nun Baasçı radikalizmlerine öykünen bir hareketti. Sol teorinin temel noktalarına aykırı, pratiği açısından da Batı’da hiçbir örneği görülmeyen, benzerlerine
bir parça Latin Amerika, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da
rastlanabilecek ütopist bir girişimdi. Tasfiyesi ise ordu
içindeki yükte hafif, lakin pahada ağır bir klik sayesinde
oldu. 27 Mayıs’ta dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü
Erdelhun, Hava Kuvvetleri Komutanı Tekin Arıburun gibi
kumandanların tevkifi; 235 generalin orduyu gençleştirme
adı altında emekliye sevki; çoğu yüzbaşı ile albay arasındaki rütbelerde bulunan subayların ordu gelenekleriyle
bağdaşmayacak densizliklerle üstlerine karşı disiplinsiz
tutumlar içine girmeleri; memleket hesabına fena olabilir
endişesinden çok, 12 Mart döneminin generallerinde, işin
başından beri içinde olmalarına rağmen büyük bir korku
yarattı. Bu nedenle 12 Mart, yarattığı büyük yıkıma rağmen daha beterine mani olan bir harekettir.
Diğer taraftan, 12 Mart 1971 Muhtırası’nın sonuçları,
12 Eylül 1980 darbesinin de sebeplerini oluşturmaktadır.
Muhtıradan tam üç gün sonra ordu içindeki tasfiyeler,
bir yıl sonra Bomba Davası olarak adlandırılan tevkifat
sonrası yapılan duruşmalar, ünlü Ziverbey’deki Zihnipaşa Köşkü’nde yapılan sorgulamalarla birlikte gündeme
getirilen kontrgerilla tartışmaları, ilerleyen dönemde,
yükselen sokak çatışmalarının müsebbiplerinin araştırılması esnasında derin kuşkuların doğmasına neden olmuştur. 12 Mart Muhtırası öncesi ve sonrasında yükselen
kır-şehir gerillası olgusu, sol güçlere, özellikle üniversite
öğrencileri arasında buldukları tabanla birlikte geniş bir
örgütlenme imkanı yaratmıştır. Dev-Genç (Devrimci
Gençlik Federasyonu), THKO (Türkiye Halk Kurtuluş
Ordusu), THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) ve TİKKO (Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu) türü
silahlı örgütlenmelerin taban bulmasını da beraberinde
Mart 2014
31
32
DosyaSöyleşi
getirmiştir. Demokrasiye olan inanç sarsılmış, fikirler illegal yöntemlerle veya
darbelerle iktidara taşınmak istenmiştir.
İstikrarlı hükümetler artık kurulamamış, koalisyon dönemleri başlamıştır. Anayasal özgürlükler daha da sınırlandırılmıştır. İstikrarsız koalisyon hükümetleri,
hem ekonomik hem de sosyo-kültürel alanlarda istikrarsızlığa neden olmuştur. 1980
öncesi yaklaşık 5 bin kişinin ölümüne, on binlerce kişinin okuldan uzaklaşmasına
neden olan sağ-sol çatışmalarının altında da 1971 Muhtırası’nın yarattığı kaos bulunmaktadır.
Önemli bir bilgi de, tüm darbelerde olduğu gibi 12 Mart öncesinde de ekonomik
verilerin pozitif olmasıdır. Darbelerin genellikle ekonominin çok bozuk olduğu dönemlerde değil de nispeten iyi ya da iyiye doğru gidiş söz konusu olmaya başladığında
yapılması anlamlıdır. Ancak hemen her darbenin ekonomik gidişatı makro düzeyde
bozduğu, bazı kesimlerin taleplerine yönelik cömert, geniş halk tabakalarına karşı
ise eli sıkı davrandığının da altı çizilmelidir. “Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek”
özdeyişinin çok iyi hülasa ettiği, toplumu can güvenliği karşılığında diğer hak ve
hürriyetlerinden feragat etme mecburiyetine getiren tertiplerin iç ve dış kimi merkezlerce uygulandığı da netice olarak bilinmektedir.
Darbe ve muhtıra dönemlerinin Türkiye’ye faturasından söz ederken özellikle hangi noktalar üzerinde durmak gerekir?
Darbe ve muhtıra dönemlerinin etkilerini birkaç başlıkta toplamak mümkündür.
İlk ve en önemli etkisi, demokratik ve sivil bir geleneğin oluşmasını engellemesi, en
iyi ihtimalle geciktirmesidir. Uzun yıllar Türkiye’de insanlar, partiler de dahil sivil
toplum kuruluşlarını (STK) bile sivil bir akıl ve sivil bir amaçla oluşturamamışlardır.
Parti içi demokrasinin eksikliği, STK’ların toplumsal alana yönelik iyileştirmeleri
sürekli devlet gücünü kullanma yetkisi olan kurumlardan beklemesi, toplumsal
dönüşümün devlet eliyle gerçekleştirilmesinin beklenmesi, kurumların “millî gü-
Mart 2014
venlik” eksenli bir mantıkla iş yapmaya
inanması, kurumların demokratik öze
göre oluşmasına direnç gösterilmesi,
bireyin değil kurumların öncelenmesi,
hak ve özgürlüklerin şartlı ve sınırlı
düşünülmesi gibi, özgür toplum, özgür
devlet oluşmasına engel olan nedenleri
beslemesidir.
Bu yönüyle darbeler, özgürlükleri değil korku üreterek yasakları artırmıştır.
1960 sonrası anayasa ve yasalarda da
görülmektedir ki Türkiye’de kanunlar
özgürlükleri artırmaktan daha çok
sınırlandırmaları öncelemektedir. Mesela millî güvenlik kaygısıyla ifade ve
seyahat özgürlükleri sınırlandırılmıştır.
Darbelerin ikinci etkisi, siyaset alanını güvenilmez kılmasıdır. Darbecilere
göre siyaset alanı her zaman kötülüklerin merkezi olmuştur. Buna karşılık
askerler iyi olanı temsil etmiştir. Dolayısıyla kriz dönemlerinde gidilecek merci
siyaset değil, askerler olmalıdır. Millet
her darbe öncesinde buna inandırılmıştır. Uzun yıllar ülkelerin kurumsal
güven anketlerinde askerlerin en güvenilir, TBMM ve hükümetlerin en az
güvenilir kurumlar arasında olması da
bunu göstermektedir.
Darbelerin üçüncü etkisi ekonomi
üzerinedir. Darbeler ekonomik alanda
öncelikli olarak sermayenin risk alarak
üretken olmasına engel olmuştur. Her
darbe döneminin kazananları üretim
yaparak kâr elde eden sermaye değil,
para satarak kâr elde eden sermayedarlar olmuştur. 28 Şubat dönemi verileri
bunun en iyi örneğidir. 28 Şubat sonrasında en büyük 500 şirketin 400’den
fazlası kârlarını faaliyet dışı alanlardan
(faizden) elde etmişlerdir. Yine devletin
harcamalarını artırması ve gelirlerini
azaltması da önemli bir ekonomik
sonuçtur. Her darbe öncesi yaşanan/
yaşatılan ekonomik krizler, darbelerle
çözülememiş, aksine darbeler ekonomik
dengelerin daha da bozulmasına neden
olmuştur. Darbelerin yarattığı ulusal
DosyaSöyleşi
Röportaj
ve uluslararası olumsuz algının bedeli
her zaman çok yüksek olmuştur. Zira
darbeler her zaman ticari risk puanını
artırır ve bu da maliyet demektir.
Türkiye’nin darbe ve muhtıra dönemlerini
artık geride bıraktığını söyleyebiliyor muyuz? Demokrasinin askıya alındığı darbe
dönemlerinin bir daha yaşanmaması için
neler yapılmalı, hangi adımlar atılmalıdır?
Türkiye’de darbelerin artık geride bırakıldığını söyleyebilmemiz için, konuşmamın başında da ifade ettiğim gibi, halkın egemenliğini temsil eden iktidarlara
sandık dışı müdahale mekanizmalarının
mümkün olmaması gerekir. Bütün sorunların çözüm yeri TBMM olmalıdır.
İktidarları beğenmeyenlerin, iktidarı
değiştirmek için sandıktan başka bir yol
aklına gelmemelidir. Demokratik mekanizmaları, müdahalelere tercih etme kültürü egemen olmalıdır. “Zor kullanma
hakkı”nın sadece seçilmişlerde olduğunun, seçilmişlerin zor kullanma hakkını
yerine getirecek olan atanmışların, bu
hakkı kullanmalarının kendilerinden
kaynaklanmadığını bilmeleri gerekir.
Tabii bunların hem yasal hem de kültürel tarafı bulunmaktadır. Her şeyden
önce Türkiye’nin anayasa sorununu
çözmesi, bu vesileyle egemenlik hakkını, gelişmiş demokratik ülkelerdeki
gibi, atanmışlardan seçilmişlere vermesi
gerekir. Yine anayasal olarak sınırlandırılan hak ve özgürlüklerin demokratik
ülkelerdeki seviyesine çıkarılması zorunludur.
Diğer taraftan, yasalar içerisinde
darbe dönemlerinden kalma mevzuatın
ayıklanması, eğitim müfredatından
darbe anlayışının tamamen temizlenmesi, demokrat gençlerin yetişmesine
imkan sağlayacak yeni müfredatın
yapılması, asker-sivil ilişkilerinde seçilmişlerin üstünlüğünün belirgin hale
getirilmesi, asker bürokratların patronunun hükümetler olduğunun tam
olarak belirtilmesi gerekir. Bu anlamda, Genelkurmay Başkanlığı’nın Millî Savunma
Bakanlığı’na bağlanması önemli bir adım olacaktır.
Ayrıca, denetlenemeyen, kontrol edilemeyen asker veya sivil kurumların olmaması,
bütün kurum ve kuruluşların mutlaka TBMM denetimine tabi olmasının sağlanması
gerekir. Devletin her alanının düzenlenmesi, denetlenmesi, görev ve sorumluklarının
belirlenmesi gereken merciinin TBMM olması zorunlu olmalıdır.
Demokrasinin yerleşik hale gelmesinin, dolayısıyla darbe anlayışının önlenmesinin önemli alanlarından birisi de, herkesin hesap verebilmesini sağlayacak kadar
“şeffaflığın” sağlanmasıdır. Özellikle seçilmiş ve atanmışların mal varlıklarındaki
artış ve azalışların bütün kamuoyu tarafından bilinmesi, kamu alımlarının ve kamuya yapılan işlerin her aşamasının kamuoyu tarafından bilinir hale gelmesi, kamu
imkanlarından eşit bir şekilde yararlanmanın sağlanması, şeffaflığı ve dolayısıyla
demokratik değerlerin yerleşmesini sağlayan hususlar olacaktır.
Sonuç olarak, 12 Mart 1971 darbesinde de görüldüğü gibi bütün darbelerin en
büyük mağduru bütün millet olmuştur. Çünkü darbe ve muhtıralar, toplum ve siyasetin demokratikleşmesine, bireyin nitelik kazanmasına, ekonominin gelişmesine,
uluslararası itibarın oluşmasına, hak ve hürriyetlerin olgunlaşmasına, her alanda
kalitenin artmasına engel olmaktadır.
Bugün eğer siyaset yelpazesinde ortak değerlerde mutabakat sağlanamıyorsa veya
ortak değerler oluşturmakta zorluk çekiliyorsa, toplumun her kesiminin birlikte “iyi
ve kötü” diyebileceği şeyler yeterli değilse, siyasi rekabetin ahlakı ve ilkeleri yeterince
oluşturulamamışsa, iktidar ve muhalefet halen hizmet üzerinden daha çok değerler
üzerinden siyaset yapıyorsa, eğitimin “millî” olması, faydalı olmasından daha önemli
ise, toplum ve devlet problemlerine TBMM dışında çözüm aranıyorsa, siyasetin karıştırılmadığı alanlar halen varsa, bunun en büyük nedeni darbe ve muhtıralardır.
Çözümü sadece sivil alanda aramak, TBMM dışına çıkmasına izin vermemek
demokrat ve erdemli insanların işidir. Son on bir yılda yaşanan gelişmeler darbe
ihtimalini azaltmış, demokratik siyasi hayatı güçlendirmiştir. Bu çabaların devam
etmesi zorunludur.
Mart 2014
33
Yeniliklere açılan
denizin feneri
Finlandiya
Parlamento Evi
Helsinki, İsveç egemenliği altında iken kralların inşa ettirdiği binalar
dolayısıyla Stockholm’ü andıran bir şehir. Arkadia Tepesi’nde
yükselen Parlamento Evi ise hem Finlandiya’nın siyasi tarihinin en
önemli dönüm noktasını simgeliyor, hem de anıtsal mimarisiyle
Helsinki’ye gelen ziyaretçileri cezbediyor.
Elif Çelik
Mart 2014
Dünya Parlamentoları
F
inlandiya parlamentosunun tarihi
birkaç yüzyıl önceye dayanıyor.
1390’ların başında Finlandiya, İsveç
kralının seçilmesi için vekiller gönderebiliyordu. İsveç’in 1634 Anayasası’na
ve Diet aktine göre asiller, rahipler,
kentliler ve köylülerden oluşan toplumsal sınıfların vekilleri de Stokholm’de
gerçekleşen seçime gidebiliyorlardı.
1809 yılında idaresinin İsveç’ten
Rusya’ya geçmesinin ardından Finlandiya özerklik kazandı ve kendi anayasasını oluşturma, toplumsal sistemini
ve Lutherci inanç sistemini kurma
hakkı elde etti. Bu tarihten itibaren
geçerli olan yönetim, 1906 yılında
yerini 200 vekilden oluşan çift meclis
sistemine bıraktı. Yeni parlamento
evrensel değerleri gözeten, yenilikçi
bir yapıya sahipti ve kadınlar dahil 24
yaşın üzerindeki her vatandaşa seçmeseçilme hakkı tanıyordu.
Dünya kültür ve siyaset tarihine
bakıldığında pek çok yeniliğe öncülük
eden Finlandiya Parlamentosu’nun
yeni bir binaya ihtiyaç duyması da
böylece kaçınılmaz hale geldi. Son
derece önemli bir eşikten geçilirken,
parlamentoya ev sahipliği yapacak
binanın da muazzam olması amaçlanmıştı. Mimari tasarım için 1924’te
düzenlenen yarışmayı Johan Sigfrid
Sirén’in kazanmasının ertesi yılında
yapımına başlanan bina, 1931’de tamamlandı.
Mart 2014
35
1920’lerde hüküm
süren İskandinav
klasisizminden
izler taşıyan Parlamento Evi, tam
da mimarın amaçladığı gibi güçlü
bir devleti, birliği,
beraberliği ve
demokrasiyi simgeleyen anıtsal bir
ciddiyete sahip.
İşlevsellik ve mimari el ele
Arkadia Tepesi’nde (Arkadianmäki)
yer alan bina Finlandiya’nın bağımsızlığı adına yapılmış bir anıt olmakla
beraber sanatın, mimarinin, işçiliğin
ve endüstriyel tasarımın mükemmel
bir uyumunu yansıtıyor. 1920’lerde hüküm süren İskandinav klasisizminden
izler taşıyan Parlamento Evi, tam da
mimarın amaçladığı gibi güçlü bir devleti, birliği, beraberliği ve demokrasiyi
simgeleyen anıtsal bir ciddiyete sahip.
Kızıl Kolvova granitinden yapılmış
göz alıcı ön cepheyi ise Greko-Romen
mimarinin ayırt edici bir öğesi olan
sütunlu giriş süslüyor. Korinth düzeninde sıralanan bu sütunlar, yerden
binanın beşinci katına kadar yükseliyor. Korinth sütunlarınınkinden
epey farklı olan sütun başları ise ünlü
Finlandiyalı heykeltıraş Gunnar Finne
tarafından tasarlanmış. Parlamento
Evi’nin genel dikdörtgensel tasarımı,
beşinci kattaki yuvarlak pencereler ile
dengelenmiş.
Mart 2014
Dünya Parlamentoları
Parlamento binasının içi, tıpkı dışı
gibi büyük oranda klasisizme uygun
dekore edilmiş, ama işlevsellik ve farklı
sanatsal detaylar da göze çarpıyor. Ayrıca içeride bir hiyerarşi gözetilmiş ve
bina içindeki mekanların işlevselliği ne
kadar önemliyse, dekorasyonuna da aynı
oranda özen gösterilmiş. Bunun yanında
her kat ayrı bir karaktere sahip. Binanın
ilk katında ana lobi, lokanta, okuma
odası, resepsiyon odaları ve bürolar yer
alıyor. Yeşil Lohja kireçtaşı ile kaplanan
ana lobinin iki ucunda beşinci kata kadar uzanan beyaz mermer merdivenler
bulunuyor.
Binanın ikinci katı Meclis Salonu’nu,
Devlet Salonu’nu, Meclis Başkanı ile Hükümet Koridorlarını, Hükümet Toplantı
Odası’nı, Resepsiyon Odası’nı, başbakanın odasını ve kadın başbakanlar için
özel olarak yapılmış Gri Oda’yı barındırması bakımından birincil öneme
sahip. Katın genelinde İsveç’ten getirilen
Kolmården mermeri kullanılmış.
Parlamento binasının kalbi olan Meclis Salonu, tepesindeki açıklıktan gelen
gün ışığı ile aydınlanıyor. Milletvekillerinin oturma planının yarım daire
şeklinde olduğu salonun batı ucunda
başbakanın ve meclis başkanının kürsüsü ile onun önünde stenograflar ve
yazmanların masası yer alıyor.
Binanın üçüncü katı komisyon odaları, tutanak odaları ve basına ayrılmış
kısımları içeriyor. Dördüncü katı ise
sadece komisyonlara ayrılmış. Buradaki en geniş oda, Büyük Komite Odası
ve Ekonomi Komisyonu Odası olarak
hazırlanmış. Parlamento Evi’nin beşinci katında toplantı salonları ve meclis
gruplarına ayrılmış bölümler bulunuyor.
1970 yılında Parlamento Evi’nin
genişletilmesine ihtiyaç duyulur ve
binaya milletvekili odaları, elçilerin
kabul edildiği odalar, konferans salonu,
sauna, yüzme havuzu ve kütüphanenin
yer aldığı kısımlar eklenir. 2004 yılına
Mart 2014
37
38
Dünya Parlamentoları
gelindiğinde ise ek bina yapılır. On bir katlı olan bu bina, şehir
merkezi ile Parlamento Evi’nin bulunduğu Etu-Töölö bölgesi
arasında bir geçiş sağlamak üzere tasarlanmış. Yapı iki kısımdan oluşuyor. Biri koyu renk tuğlalarla örülmüş, üçgen planlı
ve yüksek bir kısımken diğeri ana bina ile aynı malzeme ve
pencerelerle çevrelenmiş dış cepheye sahip, daha alçak bir yapı.
Binanın içinde Finlandiya ahşabı ve ülkenin çeşitli yerlerinden
getirilen granit kullanılmış.
Parlamento Evi aynı zamanda binin üzerinde sanat eserine
ev sahipliği yapıyor. Bunlardan en bilinenleri arasında Meclis
Salonu’nda yer alan “Kılavuz”, “Düşünce”, “Gelecek”, “İnanç”
ve “Hasatçı” heykelleri ile Büyük Komite Odası’ndaki, Pekka
Halonen’a ait tablo sayılabilir. Parlamentonun sanat koleksiyonu eski meclis başkanlarının portrelerini, yabancı eserleri,
ödül kazanmış çizimleri ve binanın demirbaş parçalarını da
içeriyor.
Mart 2014
Türk Parlamenterler Birliği’nden
Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul
kararıyla 2014 yılında yıllık 120 TL’dir.
Bankalar tarafından müşterilerine, uluslararası Banka
Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir. Üyelerimizin aidatlarını yatırırken
problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir.
Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları
2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir.
Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve
Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması,
Türk Parlamenterler
Birliği ANKARA
KONUKEVİ
Ankara Hotel Pino
Tel: 0312 446 36 86
Bayraktar Mahallesi
Vedat Dalokay Caddesi
Bayraklı Sokak
No: 35 GOP / Ankara
5253 sayılı Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların
belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir.
Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını
mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur.
TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr
Fax Hattı: 0312 420 66 24
Sayın Üyelerimiz, her konuda bize ulaşabilirsiniz.
Sağlık Hattı
Sağlık uygulamaları, hastaneler ve
anlaşmalı eczanelere ilişkin her türlü
bilgi için 0312 420 0 112 numaralı
telefonu arayabilirsiniz.
Gazi Üniversitesi Hastanesi
Randevu Hattı: 0312 202 44 91
Türk Parlamenterler Birliği
TBMM B Blok 2. Asma Kat 06540 Bakanlıklar / ANKARA
Tel: 0 312 420 66 21 Fax: 0 312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği
Ziraat Bankası TBMM Şubesi
IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
40
Röportaj
Nahit Menteşe:
Siyasetçi
her şeyden
önce dürüst
olmalı
Röportaj ve Fotoğraflar: Songül Baş
Siyasetin duayen ismi Nahit
Menteşe, “En sert sözler bile
yumuşak bir üslupla ifade
edilebilir. Meclis kürsüsünde
kavga eder gibi konuşmak
doğru bir davranış değildir”
diyor. Menteşe, siyasette saygı
ve hoşgörünün büyük önem
taşıdığını vurguluyor.
Mart 2014
2
Haziran 1983 tarihinde kırmızı bir Mercedes Çanakkale’ye
doğru yol alıyordu. Necmettin Cevheri’nin kullandığı
otomobilin içinde dört kişi daha vardı: Süleyman Demirel,
Nahit Menteşe, İsmet Sezgin ve Sadettin Bilgiç. Türk siyasetinin önde gelen beş isminin aynı arabada buluşmasının
nedeni, Millî Güvenlik Konseyi’nin 31 Mayıs 1983 tarihli
kararıydı. Bu karara göre Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk
Partisi ve Büyük Türkiye Partisi’nden 16 siyasetçi Çanakkale’deki Zincirbozan Askerî Tesisleri’nde zorunlu ikamet
ettirilecekti. Süleyman Demirel, Nahit Menteşe ve Sadettin
Bilgiç de bu isimler arasındaydı. Necmettin Cevheri ve İsmet
Sezgin, o güne dek beraber yürüdükleri arkadaşlarını sürgün
yolunda da yalnız bırakmak istememiş, Zincirbozan’a kadar
Röportaj
onlara eşlik etmişlerdi. Yol boyunca
yine siyaset konuşuldu; meydan boş
bırakılmamalıydı, pilavdan dönenin
kaşığı kırılacaktı. Doğru Yol Partisi’nin
temelleri o yolda atıldı. Partinin ismine
ve amblemine de o yolda karar verildi.
4 ay süren Zincirbozan günlerini,
“Hakkımızda ne bir mahkeme kararı
ne de savcılık iddiası vardı. 4 ay adeta menfa hayatı yaşadık ” sözleriyle
değerlendiren Na hit Menteşe, bu
ayki röportaj konuklarımız arasında.
Siyasetin duayen isimlerinden Menteşe ile politika yolculuğunu ve yakın
tarihimizdeki önemli olayların perde
arkasını konuştuk.
Na h it Menteşe 1932 M i la s doğumlu. İstanbul Üniversitesi Hukuk
Fakültesi’ni bitirdikten sonra 7 yıl
Aydın’da avukatlık yapan Menteşe,
“Avukatlığım sırasında Demokrat Parti
saflarında siyasi çalışmalara katıldım.
Siyasete ilgim ta ortaokul çağlarında
başladı. Öğrencilik yıllarımda çeşitli
dernek lerin yöneticiliğini yaptım.
İstanbul’da Aydın Yüksek Tahsil Talebe Derneği Başkanı olduğum dönemde,
rahmetli Adnan Menderes’i İstanbul’a
gelişlerinde karşılardım. Menderes’i
çok sever ve ona büyük hayranlık duyardım” diyor. Ailesinde siyasetçi olup
olmadığını sorduğumuz Nahit Menteşe, “Babam ben beş yaşındayken vefat
etti. Dört erkek kardeştik. Rahmetli
annem bizi okuttu; hepimiz yüksek
tahsil yaptık. Bir ağabeyim Milas’ta
belediye reisi oldu. Ailemizdeki bir
başka siyasetçi ise büyük amcam Halil
Menteşe idi. Hariciye Nazırı ve Meclis-i
Mebusan Başkanı’ydı. İstanbul işgal
edilince Malta’ya sürüldü. Malta’dan
döndükten sonra Atatürk’ün teklifiyle
CHP’nin bağımsız adaylar için ayırdığı kontenjandan İzmir Milletvekili
seçildi” yanıtını veriyor. Çok genç
yaşta siyasete atılan Nahit Menteşe, o
yıllarda kendisini derinden etkileyen
“Adnan
Menderes,
Fatin Rüştü
Zorlu ve Hasan
Polatkan’ın idamı
beni çok etkiledi.
Televizyonda o
günleri anlatan
belgesel
seyrettiğim
zaman fevkalade
üzülüyorum.”
olayı şöyle anlatıyor: “Londra’daki uçak kazasının ardından
Adnan Menderes’i görmek için dört otobüsle Ankara’ya
gittik. Kendisine ‘Geçmiş olsun’ dedik. O günlerde çok nümayiş vardı. Bize ‘Hazırlanın, mayısta seçime gideceğiz’ dedi.
Aydın’a gittiğimde ‘Mayısta seçim olacak’ diye ilan ettim,
fakat 1960 ihtilali oldu. Yassıada Mahkemesi günleri, Adnan
Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamı beni
çok etkiledi. Adnan Menderes gece gündüz bu ülke için çalışan biriydi. Fatin Rüştü Zorlu büyük bir diplomattı. Hasan
Polatkan ise çok iyi bir Maliye Bakanı’ydı. Onların idamı
Türk siyasi tarihinin en kötü olayıdır. Televizyonda bazen
o günleri anlatan belgesel yayımlanıyor. Seyrettiğim zaman
fevkalade üzülüyorum, sabaha kadar uyuyamadığım oluyor.”
Dolu dolu geçen bakanlık yılları
Nahit Menteşe, Demokrat Parti’nin kapatılmasından sonra
Adalet Partisi’nin kurucuları arasında yer aldığını belirtiyor.
1961-1965 yılları arasında partinin Aydın İl Başkanı olarak
görev yaptığını ifade eden Menteşe, “1965 seçimlerinde Aydın
Milletvekili olarak parlamentoya girdim. 1969, 1973, 1977,
1991 ve 1995 yıllarında da Aydın’dan milletvekili seçildim.
Uzun süre TBMM Adalet Partisi Grubu yönetimlerinde
bulundum, Grup Başkanvekilliği yaptım. 1974 yılının ekim
ayında gerçekleşen Adalet Partisi Büyük Kongresi’nde ise
Genel İdare Kurulu’na seçildim ve Temsilciler Meclisi’nce
partinin genel sekreterliğine getirildim” diyor.
Nahit Menteşe’nin siyasi hayatında bakanlık dönemleri
önemli bir yer tutuyor. İlk olarak 1968 yılında Gümrük ve
Tekel Bakanlığı yapan tecrübeli siyasetçi, o yıllara dair bir
anısını şöyle anlatıyor: “İhsan Gürsan Maliye Bakanlığı’ndan
istifa etmişti. Bir arkadaşım Maliye Bakanı olmak istiyor, bu
konuda kendisini desteklememi rica ediyordu. Ben de Sayın
Demirel’in yanına gittim ve durumu kendisine arz ettim.
‘Nahit seninle beraber Gazi Orman Çiftliği’ne gidip yemek
yiyelim, o esnada konuşuruz’ dedi. Yemekte bana ‘Nahit, ben
Maliye Bakanlığı için seni düşünüyorum’ dedi. Henüz çok
genç olduğumu, bir yıldır milletvekilliği yaptığımı söyledim.
Bunun üzerine ‘Sen yaşına göre çok olgunsun. Parlamentodaki konuşmalarına şahit oldum. Bakanlık yapmanı istiyorum’
diye ısrar etti. Ben hep özür diledim. Çünkü hem arkadaşım
için Sayın Demirel’le konuşmaya gitmiştim, hem de o genç
yaşta Maliye Bakanlığı beni biraz korkutmuştu. Sonradan
gördüm ki aslında Maliye en kolay bakanlık, çünkü yetişmiş
eleman çok fazla. Aradan bir sene geçti, Sayın Demirel bu
kez sormadan beni Gümrük ve Tekel Bakanı olarak atadı.
O yıllarda Gümrük ve Tekel, tütün piyasaları dolayısıyla
çok önemli bir bakanlıktı. Başarılı çalışmalar yaptığımız
Mart 2014
41
42
Röportaj
bir dönem oldu. Kamuoyu ve basının
ilgisi üzerimizdeydi. Ahmet İhsan
Birincioğlu, ‘Nahit sen bu bakanlığı
bırak. Ben olsa olsa bir tek Gümrük
ve Tekel Bakanı olurum’ diye bana
takılırdı. Çünkü tütün mıntıkası olan
Trabzon-Akçaabatlıydı. Gümrük ve
Tekel denince tütün akla geliyordu o
zamanlar. Bir gün Sayın Demirel beni
Ulaştırma Bakanlığı’na aldı, Ahmet
İhsan Birincioğlu da Gümrük ve Tekel
Bakanı oldu.”
Nahit Menteşe 1968-1997 yılları
arasında Gümrük ve Tekel, Ulaştırma,
Enerji ve Tabii Kaynaklar, Turizm
ve Tanıtma, Millî Eğitim, İçişleri
ve Devlet bakanlıkları ile Başbakan
Yardımcılığı yaptı. Siyasi hayatının
büyük bölümünü Süleyman Demirel
hükümetlerinde geçiren Nahit Menteşe, nasıl tanıştıklarını sorduğumuzda,
“Süleyman Demirel 1964'te Adalet
Partisi’nin genel başkan adayı olduğunda ben Aydın İl Başkanı’ydım.
Genel başkanlık yarışında Demirel’in
yanında yer aldım. O tarihten itibaren
Demirel’le irtibatımız hep devam etti”
diyor.
“Terörün beli bir
hayli kırılmıştı”
Tecrübeli siyasetçiyle sohbet ederken
Türkiye’nin darbe dönemlerine de
değiniyoruz. 12 Mart 1971 Muhtırası
verildiğinde Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanı olan Nahit Menteşe, hükümetin istifası üzerine bu bakanlıktan
ayrıldığını belirtiyor. Menteşe, 12 Eylül
1980 askerî darbesi yapıldığında Adalet
Partisi Aydın Milletvekili olduğunu
anımsatarak şunları söylüyor: “Nihat
Özer Paşa telefon etti; ‘Sayın Evren’in
konuşmasını dinlediniz mi?’ dedi. ‘Evet
Paşam, ben hazırım’ dedim. ‘Yok yok
öyle değil. Biri karacı biri havacı iki
albay yanınıza gelecek, Genelkurmay’a
kadar teşrif edeceksiniz’ dedi. Hanıma
Mart 2014
“Her zaman güleryüzlü olmaya çalıştım”
Nahit Menteşe, hem sohbetimiz hem de fotoğraf çekimi sırasında hep güleryüzlüydü. Kendisine
kamuoyunda bu yönüyle de tanındığını ifade ettiğimizde, “Bakanlık yaptığım dönemlerde gazeteler hakkımda ‘güleryüzlü bakan’ diye haber yaparlardı. Gerçekten de her zaman güleryüzlü
olmaya çalıştım” diyor.
‘Valizimi hazırla’ dedim. İki albayla birlikte Genelkurmay’a gittik, Tuğgeneral
Tuzman Paşa’nın makamına çıktık. Beni kapıda karşıladı. Kahve ve sigara ikram
ettikten sonra ‘Sizinle birlikte Demirel’e kadar gideceğiz’ dedi. Eve vardığımızda
onlar aşağıda kaldı, ben Demirel’in yanına çıktım. Rahmetli eşi ve haberi alıp
İstanbul’dan gelen Şevket Bey’le beraber çay içiyorlardı. ‘Efendim sizi Gelibolu’ya
götürüyorlar’ dedim. ‘Nahit, Namık Kemal’in menfasına mı gideceğim?’ diye takıldı. Hazırlık yaptılar. Uğurlama görevi sadece bana verilmişti. Etimesgut Hava
Meydanı’ndan onları uğurladık, 30 gün Gelibolu’da kaldılar.”
Nahit Menteşe, 12 Eylül askerî darbesinden 11 yıl sonra yeniden Meclis çatısı
altında yer aldı. 1991 ve 1995 seçimlerinde DYP Aydın Milletvekili olan Menteşe,
aktif siyaset hayatını 2002’ye kadar devam ettirdi. Bu süreçte Millî Eğitim, İçişleri
ve Devlet bakanlıkları ile Başbakan Yardımcılığı yapan Menteşe, “1993 yılının
Röportaj
ekim ayında Bahtiyar Paşa öldürüldü. O zaman Millî Eğitim Bakanı’ydım. Sayın Tansu Çiller telefon etti ve ‘Cenaze
törenine beraber gidelim’ dedi. Bunun üzerine eşime ‘Galiba
ben İçişleri Bakanı oluyorum’ dedim. ‘Teklif gelirse kabul
eder misin?’ diye sordu. ‘Millî Eğitim’de daha çok işim var,
kabul etmem’ dedim. Cenazeye gittik. Sayın Çiller, ‘Sizi Millî
Eğitim’den almak istemiyorum, ama tecrübeye ihtiyacım
var, onun için İçişleri Bakanı olmanızı istiyorum’ dedi. Evden çıkarken ‘Kabul etmem’ demiştim, fakat terör o kadar
azgındı ki... Tansu Hanım da çok cesur duruyordu. ‘Korktu,
kabul etmedi’ denilmesin diye ‘Peki, emredersiniz’ dedim.
Bakanlığım döneminde teröre karşı büyük mücadele verdim.
Sabahlara kadar uyumazdım. Gece yarısı komutanlarla, terör
bölgesindeki valiler ve emniyet müdürleriyle konuşurdum.
Gelişmeleri çok yakından takip ettim. O dönemde gazetelerin
de yazdığı gibi terörün beli bir hayli kırılmıştı” değerlendirmesinde bulunuyor.
“28 Şubat’ta darbenin geldiğini gördüm”
28 Şubat süreci, Nahit Menteşe’nin yakından tanıklık ettiği
dönemler arasında yer alıyor. Tecrübeli siyasetçi, “Katıldığım bir cenaze töreninde komutanlar da vardı. Bana karşı
fevkalade naziktiler, hatta beni önde yürüttüler. Fakat cenaze
törenindeki havayı hiç beğenmemiştim. Komutanların konuşmaları iç açıcı değildi; Tansu Çiller’e karşı fevkalade reaksiyonerdiler. Halbuki daha evvel ben İçişleri Bakanı’yken ‘Sayın Bakanım, Atatürkçü bayan Başbakanımızı koruyalım, siz
bu konuda yardımcı olun’ diyorlardı. Necmettin Erbakan’la
hükümet kurunca Tansu Hanım’a karşı birdenbire değiştiler.
Cenaze töreninden sonra Tansu Çiller’i aradım ve ‘Efendim
havayı hiç beğenmedim’ dedim. Fakat Sayın Çiller işin
ciddiyetine pek vakıf değildi. Ben adeta darbenin geldiğini
gördüğüm için Cumhurbaşkanı Demirel’i de arayarak cenaze
törenindeki durumu anlattım. Sayın Demirel, ‘Nahit ben çok
tedirginim, uykularım kaçıyor. Bakalım bu işin içinden nasıl
çıkacağız’ dedi. Demirel, o zaman Genelkurmay Başkanı
olan İsmail Hakkı Karadayı ile birlikte darbeyi önledi” diye
konuşuyor.
Nahit Menteşe, en son TBMM 20. Dönem’de (1996-1999)
milletvekilliği yaptı. 2002 yılındaki seçimlere katılmayan
tecrübeli siyasetçi, Adalet ve Kalkınma Partisi’nden davet
aldığını, ancak kabul etmediğini belirterek, “Bir gün Köksal
Toptan aradı. Recep Tayyip Bey sizin dürüstlüğünüze talip,
Adalet ve Kalkınma Partisi’nde yer almanızı istiyor. Hatta
sizi Meclis Başkanı olarak düşünüyor’ dedi. Kendisine ‘Siz
katılmışsınız, hayırlı uğurlu olsun, fakat ben düşünmüyorum, çok teşekkür ederim’ cevabını verdim. 2002’de aktif
“Teröre karşı büyük mücadele verdim.
Gelişmeleri çok yakından takip ettim.
O dönemde gazetelerin de yazdığı gibi
terörün beli bir hayli kırılmıştı.”
siyaset hayatımı noktaladım” diyor. Nahit Menteşe, ülke gündemine dair görüşlerini sorduğumuzda ise ‘Bugün için terör
de darbe korkusu da yok. Esasında hükümetin çok rahat olması lazım, fakat birtakım hatalar yapılıyor, bunları onaylamamız mümkün değil” değerlendirmesini yapıyor. Menteşe,
“Siyasetin olmazsa olmazları nelerdir?” sorusuna ise şu yanıtı
veriyor: “Bir siyasetçi evvelemirde dürüst olmalıdır. Ülke ve
dünya meselelerini yakından takip etmelidir. Vatandaşla çok
iyi diyalog kurabilmelidir. Ben siyaset hayatım boyunca vatandaşla hep iç içe oldum. Nereye gitsem çok iyi karşılandım.
Siyasetçi sadece kendi partisindeki değil, farklı partilerdeki
milletvekillerine karşı da her zaman saygılı olmalıdır. Ben
parlamentoda hep bu şekilde davrandım. Üslubumu da hiç
sertleştirmedim. Bir gün kürsüye çıktım, deyim yerindeyse
verdim veriştirdim. Kürsüden inince partili milletvekili arkadaşlarım yanıma geldiler, ‘Bu sözleri biz söylesek Meclis’te
kan akardı’ dediler. En sert sözler bile yumuşak bir üslupla
söylenebilir. Ben hep böyle yapmışımdır. Genç milletvekili
arkadaşlarıma da bunu tavsiye ediyorum. Meclis kürsüsünde
kavga eder gibi konuşmak doğru bir davranış değildir.”
Mart 2014
43
44
8 Mart
Dünya Kadınlar Günü
Milletvekilleri ne diyor?
Safiye Seymenoğlu
AK Parti Trabzon Milletvekili
8 Mart, kadınların toplumsal, siyasa l ve ekonomik a lanlarda k i
konumlarının bir kez daha gündeme gelmesi, sorunların ve çözüm
önerilerinin konuşulup tartışılması açısından önem taşıyor. 8 Mart
Dünya Kadınlar Günü’ne girerken
Meclis’teki tabloya baktığımızda 79 kadın
milletvekilinin parlamentoda görev yaptığını görüyoruz.
Bu sayı çok tatmin edici olmasa da her seçimde daha fazla
kadın milletvekilinin Meclis’te yer aldığını belirtmemiz gerekiyor. Bugün parlamentomuzda kadın milletvekillerinin
oranı yüzde 14,42. Bu oranı geçmiş dönemlerle mukayese
ettiğimizde daha iyi durumda olduğumuzu, en azından
bir iyileşme görüldüğünü söyleyebiliriz. Ancak elbette ki
henüz arzu edilen orana ulaşılabilmiş değil. Hem Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nde hem de yerel siyasette kadın oranının artırılması konusunda partimiz önemli çalışmalar
yapıyor. 30 Mart’taki yerel seçimlerde bu çalışmalarımızın sonuçlarını alacağımıza ve çok sayıda kadının yerel
yönetimlerde etkin görevler üstleneceğine inanıyorum.
Kadınların siyasette yer alması büyük önem taşıyor. Çünkü
siyasette alınan kararlar yaşamın her alanını etkileyerek
bireylerin ve toplumların geleceğine yön veriyor. Gerek
siyasette gerekse toplumsal ve ekonomik hayatta erkek ve
kadının birlikte alacağı kararların, toplumu sağlam adımlarla geleceğe taşıyacağını düşünüyorum. Kadınların yanı
sıra gençlerin de siyasette aktif görev alması büyük önem
taşıyor. Partimiz gençlerin de siyasette yer almasına azami
Mart 2014
özen gösteriyor ve bu doğrultuda çalışmalar yürütüyor.
Bilindiği gibi AK Parti hükümetleri döneminde kadınlara
yönelik çok önemli yasal düzenlemeler yapıldı. Örneğin
Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine
Dair Kanun çıkarıldı. Bu noktada şunu ifade etmek gerekiyor; yasal düzenlemelerle arzu edilen sonuçların alınabilmesi için toplumun yaklaşımı,
bakış açısı büyük önem
taşıyor. Yani kadına
yönelik şiddetin
önlenmesi için
yasa tek başına
yeterli olmuyor;
zihinlerde değişim ve dönüşüm
gerekiyor. Bu ise
ancak iyi eğitimle
m ü m k ü n d ü r. Sa dece
okuldaki değil, ailedeki eğitim de çok önemli. Kız ve erkek
çocuklarını büyütürken anne ve
babalar ayrımcılıktan uzak durmalıdır. Kadın-erkek eşitliği ve
kadının toplumsal yaşamın her
alanında var
olması gerektiği bilincine
öncelikle aile ortamında erişilmelidir. Günümüzde atılan adımların çok olumlu sonuçlar doğuracağına
inanıyorum. Gelecek adına umutluyum.
45
Mustafa Kalaycı
MHP Konya Milletvekili
K ad ı n la r ı n toplu msa l hayat ı n
her alanında aktif bir şekilde yer
alabilmesi ve eşitsizliklerin giderilmesi için yapılması gereken
çok iş var. Ben yeni bir kanun
tek li f i vererek doğ u m borçlanmasını gündeme getirdim.
Kanun teklifim, sigortalılık başlangıç tarihinden önceki doğumların
da borçlanılabilmesini, ayrıca sigortalı kadın esnaf ve
sanatkarlar ile sigortalı kadın çiftçilere doğum borçlanması yapabilme imkanı verilmesini öngörüyor. Böylelikle
sigortalılar arasında norm ve standart birliği sağlanması
amaçlanıyor. Bilindiği gibi 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve
Genel Sağlık Sigortası Kanunu’na göre kadınların doğum
borçlanması yapabilmeleri için doğumdan önce sigortalı
olarak tescil edilmiş olmaları şartı aranıyor. Bu nedenle
kadınlar işe girmeden evvel yaptıkları doğum nedeniyle
çalışma hayatından ayrı kaldıkları süreyi borçlanamıyor.
Halbuki erkekler sigortalılık öncesi askerlikte geçen süreleri borçlanabiliyor. Erkeklerin er veya erbaş olarak silah
altında veya yedek subay okulunda geçen süreleri borçlanabilmeleri için askerlikten önce sigortalı olarak tescil
edilmiş olma şartı aranmıyor. Bu itibarla Anayasa’nın
eşitlik ilkesi uyarınca ve sigortalılar arasında norm ve
standart birliği sağlanması amacıyla tüm sigortalı kadınlar ve erkeklere eşit hakların verilmesi gerekiyor. Kanun
teklifim, bu amaca yönelik olarak 5510 sayılı kanunda
değişiklik yapılmasını öngörüyor.
Doğum borçlanmasında olduğu gibi başka birtakım
konularda da kanuni düzenlemelere ihtiyaç bulunuyor.
Özellikle son yıllarda kadına yönelik şiddet olayları hepimizi üzüyor. Şiddetin önlenmesi için eğitimin yanı sıra
kanunlardaki düzenlemelerin tam olarak uygulamaya
geçirilmesi de büyük önem taşıyor. Tüm kadınlarımızın
8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyorum.
Hüseyin Şahin
AK Parti Bursa Milletvekili
Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı
verilmesinin ardından 1935 yılında
ilk kadın milletvekilleri parlamentomuzda yer aldı. Dünyada kadın
milletvekillerinin görev yaptığı
ilk parlamentolardan biri Türkiye
Büyük Millet Meclisi’dir. Bu, kadına verilen önemin ve değerin bir
göstergesidir. Bugüne baktığımızda
siyasette kadın say ısının her seçim
döneminde arttığını görüyoruz. 2011 yılındaki seçimlerin
ardından 79 kadın milletvekili parlamentomuzda görev
yapıyor. Kadınlarımız özellikle son çeyrek yüzyıldır siyasetin yanı sıra toplumsal, sosyal ve ekonomik hayatın içinde
son derece önemli yerler edinmekte. İş hayatında üst düzey
yöneticilikte önemli başarılar elde eden kadınlar var. Kendi
işini kuran girişimci kadınların sayısı her geçen gün artıyor.
Hükümetimiz kadın girişimcilere başta kredi olmak üzere
pek çok konuda destek sağlıyor.
Bizim örf ve ananelerimizde, inancımızda kadına büyük
önem ve değer atfedilmektedir. Biz cennetin annelerin
ayakları altında olduğuna inanırız. Annemiz, eşimiz, kız
kardeşimiz olan kadınların hayatımızdaki yeri paha biçilmez
bir değerdedir. Bunun bilincinde olarak hareket etmekte,
kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık uygulamalarını hayata
geçirmekteyiz.
Ben özellikle annesiyle ilişkileri iyi olan çocukların hayatın her aşamasında başarılı olduklarını gözlemlemiş biriyim.
Annesi tarafından sevgi, şefkat ve merhamet duygularıyla
kucaklanan bir çocuğun başaramayacağı hiçbir şey olmadığına inanıyorum. Eğitimli, donanımlı, güçlü kadınların
yetiştireceği nesillerin, toplumumuzu en iyi şekilde geleceğe
taşıyacağını düşünüyorum. Öte yandan, başarılı bir erkeğin
arkasında mutlaka ve mutlaka sevgi dolu bir kadının olduğunu belirtmek istiyorum. Ben sadece 8 Mart’ta değil, her gün,
hayatımızın her evresinde önceliğimiz olduğuna inandığım
kadınlarımızın bu özel gününü kutluyorum.
Mart 2014
46
Emine Ülker Tarhan
CHP Ankara Milletvekili
8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü
aslında, ama nedense çiçek böcek filan
gibi algılanıyor. Ben emekçi kadınlara herhangi bir katkı sağlayacaksa
bir mesaj vereyim: Ben bu ülkede
kadın-erkek eşitliği olduğuna inanmıyorum. Anayasa’da “kadın-erkek eşittir”
yazmasına rağmen, kadına yönelik pozitif
ayrımcılık davul zurnayla getirilmesine rağmen ölü kadın bedenlerinin manşetlere taşındığını gördük son yıllarda. O yüzden
her ne kadar Anayasa’da “yargı bağımsızdır, basın özgürdür,
kadın-erkek eşittir” yazıyorsa da hiçbiri doğru değil. Ne yazık
ki çok umutlu konuşamayacağım önümüzdeki döneme ilişkin.
Ekrem Çelebi
AK Parti Ağrı Milletvekili
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde “Cennet annelerin ayakları altındadır” diyor. Bu hadis-i şerif kadınlara
verilen değeri çok iyi ifade ediyor.
Kadınlar bizim başımızın tacı.
Hükümetimiz kadınlara yönelik
çok önemli yasal düzenlemeler
gerçekleştirdi. Pozitif ayrımcılık
noktasında çeşitli uygulamalar hayata
geçirildi. Partimiz daha fazla kadının
Meclis’te, yerel siyasette ve teşkilatlarımızda
yer alması amacıyla önemli çalışmalar yaptı ve başarılı sonuçlar elde edildi. 2013 yılında Meclis’te kadın milletvekillerine başörtüsü ve pantolon özgürlüğü getirilmesi de kadına
verilen değerin göstergelerinden biridir.
Ben Ağrı milletvekiliyim. Sağlanan imkanlar sayesinde
bölgemizde çok sayıda kadın artık çalışma hayatında yer
alıyor. Ayrıca Sayın Başbakanımızın talimatıyla, ailesinin
geliri yeterli olmayan öğrenciler adına annelerinin hesabına
para yatırılması bölgemizde adeta bir devrim gerçekleştirdi. Doğu’daki kadınlar sosyal devletle tanıştı. Parayı alan
anneler çocuklarının okul ihtiyaçlarını buradan karşıladı.
Bu uygulama kadına duyulan güven ve verilen önemin bir
göstergesi olarak takdirle karşılandı.
Mart 2014
Seyfettin Yılmaz
MHP Adana Milletvekili
Her “8 Mart Dünya Kadınlar
Günü”nde kadına verilen önem
ve değer vurgulanır, kadının
hayatın her alanında aktif rol
alması gerektiği ifade edilir.
Bunlar elbette doğrudur, ancak
söylenenler ne kadar hayata geçirilmektedir? Türkiye'de hâlâ kadına
yönelik şiddet haberleri hemen her gün
ekranlara, gazete sayfalarına yansımaktadır. Kadın cinayetleri büyük üzüntü vermektedir. Bugün Anadolu'nun
birçok coğrafyasında kadınlar erkeklerin şiddetine maruz
kalırken, çileli bir hayat sürerken susmakta, “ayıp olur”,
“insanlar ne der” diye düşünerek seslerini çıkaramamaktadır. Şiddetin son bulması, kadınların kendilerini özgürce ifade edebilmeleri ve kadın-erkek eşitliğinin gerçek
manada sağlanabilmesinin yolu eğitimden geçmektedir.
Tüm Türkiye'de yaygın ve kaliteli bir eğitim verilmesinin,
birçok sorunun aşılmasında ön koşul olduğunu düşünüyorum. Erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz. Siyasette
de diğer alanlarda da kadınlar henüz arzu edilen oranda
temsil edilmiyor. Bu açıdan artık laf üretmekten ziyade
pozitif ayrımcılığa yönelik ciddi icraatları ortaya koymamız gerektiğine inanıyorum.
Birgül Ayman Güler
CHP İzmir Milletvekili
21. yüzyılda dünya küreselleşti, küresel bir köye döndü ve ne yazık ki barış,
demokrasi, zenginlik değil, savaşlar,
yoksulluklar ve kitlesel insan göçleri
ortaya çıktı. Bu dünya kadının varlığı
bakımından da çok yaralı. Öyle
görünüyor ki 8 Mart günüyle beraber, hem küresel bir köy haline
gelen dünyanın hem de kadının
özgürleşmesini sağlamak boynumuzun borcu.
47
Meclis kürsüsünde bir inkılapçı
Tunalı Hilmi Bey
Gökçe Doru
Cumhuriyet devrimine tanıklık eden, çağdaş
bir devlet olma yolunda yeniliklerin taşını
tuğlasını çeken, harcını karanlardan biri
Tunalı Hilmi Bey. Aynı zamanda üretken bir
kültür adamı, diplomat, siyasetçi ve ona en
çok yakışanıyla inkılapçı.
E
saret, mağlubiyet, bozgun, isyan,
sefalet... Osmanlı Devleti’nin son
dönemlerinde, yıkıcı savaşlara ve koca
cihan imparatorluğunun topraklarının
küçülmesine şahit olanların en çok
duyduğu ve telaffuz ettiği sözcüklerdi bunlar. Mümbit askerî gücünün
farkında olan Rusya Osmanlı’ya saldırıyor, kaybedilme tehlikesi bulunan
Mart 2014
48
Milletvekilliği boyunca
devrim niteliğinde
fikirlere imza atan Tunalı
Hilmi’nin en çok önem
verdiği konulardan
biri de dil birliğinin
sağlanması olur.
Bir dönemin cesur vekili
Tunalı Hilmi Bey Yunanların Bursa’yı işgalini protesto konuşması yapıyor. TBMM önünde onu dinleyenler arasında
Mustafa Kemal de vardır.
topraklardaki Osmanlı vatandaşları Anadolu’ya sığınmak üzere yurtlarını terk
ediyorlardı. 93 Harbi’nde ailesiyle birlikte Tuna Vilayeti’nden İstanbul’a taşınan
altı yaşlarında bir çocuk, yıllar sonra Türk siyasi tarihine büyük katkılar yapmış
biri olarak meclis kürsüsünde yerini alacaktı.
Meclis-i Mebusan’dan Büyük Meclis’e
Kuleli Askerî Tıbbiyesi İdadisi’nde okurken başlar Tunalı Hilmi’nin siyasi hayatı.
Tıp öğrencisiyken padişah aleyhine yazıların yayımlandığı Teşvik gazetesini çıkarması, onun hükümet tarafından yakından izlenmesine ve nihayetinde tutuklanmasına neden olur. Osmanlı’nın içinde bulunduğu siyasi bunalımı ve bu duruma
karşı padişahın tutumunu eleştirmek Tunalı Hilmi’nin ülke sorunlarıyla yakından
ilgilendiğinin bir göstergesi olsa da; tutuklanması, çeşitli fikir akımlarına yakından
destek vermesinin ve bazı cemiyetlere katılmasının fitilini ateşleyecektir.
Pek çok Osmanlı aydını gibi Tunalı Hilmi de mücadelesini yurt dışında sürdürmenin uygun olduğunu düşünür ve Cenevre’ye gider. İttihat ve Terakki Cemiyeti
ile yakınlığı ve Jön Türklüğe ilgisi burada pekişir. Cemiyet ile beraber Hutbeler
yayımlayan ve Cenevre’de Talebe Cemiyeti’ni kuran Tunalı Hilmi, Sultan II.
Abdülhamid’in tahttan indirilmesi üzerine İstanbul’a döner.
Karadeniz Ereğlisi, Silivri, Bayburt, Ordu, İşkodra ve Gemlik kaymakamlıkları,
mülkiye müfettişliği gibi görevlerde bulunan Tunalı Hilmi, bu sayede Anadolu’yu
da yakından tanır. Osmanlı Devleti’nin milletvekili olması ise 1919 seçimlerinin ardından gerçekleşir. Altıncı ve son genel seçimde Tunalı Hilmi, Meclis-i
Mebusan’a Bolu Milletvekili olarak girer. İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’ın kapatılması, olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin Mustafa Kemal Paşa tarafından
Ankara’da kurulmasıyla birlikte yeni devletin temellerini atmak, harcını karmak
üzere Ankara’ya gelir.
Mart 2014
TBMM’de göreve başlamasının ardından dış politikaların belirlenmesi,
yabancı ülkelerle dostluk anlaşmaları,
bütçe görüşmeleri, vergilerin düzenlenmesi, saltanatın kaldırılması,
Teşkilat-ı Esasiye ve Hıyanet-i Vataniye
kanunlarının kabulü gibi önemli Meclis çalışmalarında etkin rol oynayan
Tunalı Hilmi Bey, karışıklığı önlemek
ve çalışmalarda pratiklik kazandırmak
amacıyla kanunlara numara konulması, lakap ve aşırı saygı ifadelerinin
kaldırılması, israfın önlenmesi gibi
konuları da Meclis gündemine taşıyan
kişidir.
Millet vek illiği boy unca devrim
niteliğinde fikirlere imza atan Tunalı
Hilmi’nin en çok önem verdiği konulardan biri de dil birliğinin sağlanması
olur. “Dil yolunda kurduğum meslek
adsız bahadır gibi” demiş, ulusallaşmanın ilk şartının dil birliğini sağlamak
olduğuna inanmış, dilimize sonradan
giren kelimelerin Türkçeleştirilmesi
gerektiğini vurgulamış, devlet dairelerinde işlemlerin Türkçe yapılmasını savunmuştur. Adı pek çok yerde
“Türkçülük” ile birlikte anılan Tunalı
Hilmi, Türkçe hassasiyetinin ırkçılıkla
bir ilgisi olmadığını, vatanın bölünmez
bütünlüğünün düşmana karşı kazanılan zaferlerden ziyade dil birliği ile
sağlanacağını da özellikle belirtmiştir.
49
Bu sayede Tunalı Hilmi, Meclis’te “Dil
Komisyonu”nun kurulmasına öncülük
etmiştir.
Memleketin aydınlık geleceği için en
çok önem verilmesi gereken konulardan birinin eğitim-öğretim olduğuna
dikkat çeken, kız çocuklarının mutlaka
okuması gerektiğini belirten Tunalı
Hilmi’nin Meclis’te büyük bir cesaret
ve coşkuyla savunduğu konulardan biri
de kadın haklarıdır. Yalnızca aile içinde değil, toplumsal hayatta da kadının
bilinçli ve kültürlü olması gerektiğini
söyleyen, ülkenin kalkınmasının ancak
kadınlar üretime katıldıklarında ve
hayırlı evlatlar yetiştirebildiklerinde
mümkün olabileceğini ifade eden
Tunalı Hilmi’ye göre kadınlara da
erkeklere tanınan siyasi haklar verilmelidir. Meclis’te bunu dile getirdiği
bir konuşması tepki almış, bu tepkilere
“Ayaklarınızı vurmayınız efendiler!
Benim mukaddes analarımın, mukaddes bacılarımın başına vuruyorsunuz
ayaklarınızı. Benim anam babamdan
yüksektir. Hakikate tahammül edemiyorsunuz” diyerek cevap vermiştir.
Tunalı Hilmi’nin kadın haklarıyla ilgili
fikirleri, söylemleri ve çalışmaları yıllar sonra onlara seçme ve seçilme hakkı
verilmesine de öncülük edecektir.
İşçilerin yaşam koşulları, köylülerin
durumu, eğitim ve öğretim birliği, kadın hakları gibi konularda heyecanlı
konuşmaları, o döneme göre radikal
fikirleri ve sivri çıkışları nedeniyle
Meclis’te sık sık sözü kesilen, zaman
zaman kürsü kapaklarına vurularak
protesto edilen Tunalı Hilmi Bey,
görüşlerini sesini alçaltmadan dile
getiren bir Osmanlı aydını, savunduğu fikirleri eyleme dönüştürebilen bir
inkılapçıdır. Ta o günlerde tohumları
atılan fikirlerin meyveleri bugün bile
alınırken, Tunalı Hilmi’nin bir dileği
vardır: “Allah bana nasip etsin ki milletim bana lanet etmesin.”
İşçilerin
yaşam
koşulları,
köylülerin
durumu, eğitim
ve öğretim birliği,
kadın hakları
gibi konularda
heyecanlı
konuşmaları, o
döneme göre
radikal fikirleri
ve sivri çıkışları
nedeniyle
Meclis’te sık sık
sözü kesilen
biridir Tunalı
Hilmi Bey.
Mart 2014
Yerel seçim
heyecanı
Türkiye yerel seçimlere hazırlanıyor. 30 Mart’ta 52 milyon
695 bin 831 seçmen, 194 bin 310 sandıkta oy kullanacak.
Siyasi partiler, 31 Mart sabahında “gülen taraf” olmak için
çalışmalarını hızla sürdürüyor.
Zeynep Yiğit
Mart 2014
51
“İ
nsan yaşadığı yere benzer / O yerin
suyuna, o yerin toprağına benzer /
Suyunda yüzen balığa / Toprağını iten
çiçeğe / Dağlarının, tepelerinin dumanlı
eğimine / Konyanın beyaz Antebin kırmızı düzlüğüne benzer / Göğüne benzer
ki gözyaşları mavidir / Denize benzer ki
dalgalıdır bakışları / Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına / Öylesine benzer ki /
Ve avlularına…”
Edip Cansever’in dizelerinden yola
çıkıp şöyle bir baksak kendimize ve kentimize, ne çok benzer yan buluruz kim
bilir… Havasını soluduğumuz, suyunu
içtiğimiz, yağmurunda ıslanıp sokaklarında top koşturduğumuz yer, elbet bizi
etkiler. Kent ve insan birbirini değiştirir, geliştirir. Kente yapılan her yatırım
insan içindir aynı zamanda. Modern
yollar, alt-üst geçitler, metrolar, parklar,
oyun alanları, kültür merkezleri arttıkça yaşam kalitesi yükselir. Bu hizmetlerin adresi ise yerel yönetimlerdir.
Türkiye yerel yöneticileri seçmek
üzere sandık başına gitmeye hazırlanıyor. 30 Mart 2014 tarihinde yapılacak
yerel seçimler için gün sayılıyor. Siyasi
partiler, 31 Mart sabahında “gülen taraf” olma arzusuyla çalışmalarını hızla
sürdürüyor.
Modern yollar,
alt-üst geçitler,
metrolar, parklar,
oyun alanları,
kültür merkezleri
arttıkça yaşam
kalitesi yükselir.
Bu hizmetlerin
adresi ise yerel
yönetimlerdir.
Çok partili ilk yerel seçim 1930 yılında
Türkiye’de yerel seçimlerin geçmişine bakıldığında 1930 yılı dikkat çekiyor.
Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki ilk çok partili seçim o yıl yapılıyor. Seçime
Cumhuriyet Halk Fırkası ile Serbest Cumhuriyet Fırkası katılıyor. 2’si kent düzeyinde olmak üzere 502 seçim bölgesinden 40’ında Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın
(SCF) kazandığı açıklanıyor. SCF yöneticileri, gerçeği yansıtmadığı gerekçesiyle
seçim sonuçlarına itiraz edince iki parti arasındaki ilişkiler geriliyor. 1946, 1950,
1955, 1963, 1968, 1973, 1977, 1984, 1989, 1994, 1999, 2004 ve 2009 yıllarında da
yerel seçim heyecanı yaşanıyor.
Türkiye, 30 Mart 2014 tarihinde yeni bir yerel seçime hazırlanıyor. Yüksek
Seçim Kurulu’nun (YSK) açıklamasına göre 30 Mart’ta Türkiye genelinde 52
milyon 695 bin 831 seçmen, 194 bin 310 sandıkta oy kullanacak. Bu sandık sayısına cezaevi sandıkları dahil değil. Yerel seçimlere katılacak partiler ve birleşik
oy pusulasındaki yerleri ise şöyle:
1. sıra: Hür Dava Partisi, 2. sıra: Demokratik Sol Parti, 3. sıra: Alternatif Parti,
4. sıra: Doğru Yol Partisi, 5. sıra: Toplumsal Uzlaşma Reform ve Kalkınma Partisi,
Mart 2014
52
Yerel yönetimlerde
kadın oranı
Bir önceki yerel seçimler 29 Mart 2009 tarihinde yapıldı. 29 Mart’ta seçilen 301 bin
759 kişiden 298 bin 50’sini erkekler, 3 bin
709’unu ise kadınlar oluşturdu. Kadınların seçilenler içindeki oranı yüzde 1,23’te
kaldı. 2 bin 948 belediye başkanından 2
bin 921’i erkek, 27’si ise kadın oldu. 65
il belediyesinden sadece 2’sini kadınlar
kazandı. 16 büyükşehir belediyesinde ise
kadınlar başkanlık koltuğuna oturamadı.
31 bin 790 belediye meclis üyesinden
1340’ı kadın, 3 bin 379 il genel meclisi
üyesinden 110’u kadın, 34 bin 275 köy
muhtarından 65’i kadın, 138 bin 177 köy
ihtiyar meclisi üyesinden 329’u kadın,
18 bin 607 mahalle muhtarından 429’u
kadın, 72 bin 583 mahalle ihtiyar heyeti
üyesinden 1409’u kadın oldu.
Mart 2014
6. sıra: Halkın Kurtuluş Partisi, 7. sıra: Türkiye Komünist Partisi, 8. sıra: Genç
Parti, 9. sıra: Büyük Birlik Partisi, 10. sıra: Adalet ve Kalkınma Partisi, 11. sıra: Muhafazakar Yükseliş Partisi, 12. sıra: Yurt Partisi, 13. sıra: Demokrat Parti, 14. sıra:
Emek Partisi, 15. sıra: Özgürlük ve Dayanışma Partisi, 16. sıra: Millet Partisi, 17.
sıra: Saadet Partisi, 18. sıra: Hak ve Özgürlükler Partisi, 19. sıra: Liberal Demokrat
Parti, 20. sıra: Barış ve Demokrasi Partisi, 21. sıra: Bağımsız Türkiye Partisi, 22.
sıra: İşçi Partisi, 23. sıra: Halkların Demokratik Partisi, 24. sıra: Cumhuriyet Halk
Partisi, 25. sıra: Hak ve Eşitlik Partisi, 26. sıra: Milliyetçi Hareket Partisi. Şeffaf sandıklar üretildi
Yüksek Seçim Kurulu’nun açıkladığı seçim takvimine göre 20 Mart’ta seçim propagandası ve yasakları başlayacak. 24 Mart’ta seçmen bilgi kağıtlarının seçmenlere
dağıtılması tamamlanacak ve dağıtılmayanlar oy torbalarına konulmak üzere ilgili
ilçe seçim kurulları başkanlıklarına teslim edilecek. 29 Mart’ta saat 18:00’de seçim
propagandası sona erecek, 30 Mart’ta ise oy kullanılacak.
Sandık başına giden seçmen, TC Kimlik numarasını taşıyan nüfus cüzdanı,
resmî daireler veya iktisadi devlet teşekküllerince verilen soğuk damgalı kimlik kartı,
pasaport, evlenme cüzdanı, askerlik belgesi, sürücü belgesi, avukatlık kimlik belgesi
gibi kimliğini tereddütsüz ortaya koyan resimli, resmî nitelikteki belgelerden birini
53
başkana verecek ve seçmen sıra numarasını söyleyecek. Bu belgelerden birini
vermeyen seçmen oy kullanamayacak.
TC Kimlik numarası olmayan resimli
ve resmî bir kimlik belgesi ibraz eden
seçmenin oy kullanabilmesi için bu
belgelerin yanında ayrıca seçmen bilgi
kağıdını veya nüfus müdürlüklerince
verilmiş nüfus kayıt örneğini ibraz etmesi gerekiyor.
Yerel seçimlerde şeffaf, ısıya ve dışarıdan gelebilecek her türlü darbeye dayanıklı olarak tasarlanan sandıklar kullanılacak. Eni 40, yüksekliği 60 santimetre
olan şeffaf seçim sandıkları polikarbon
hammaddeden üretildi. Ağırlığı 6 kilogram olan sandıkların üzerinde Yüksek
Seçim Kurulu’nun amblemi yer alacak.
Yaz saati uygulamasına
seçim ayarı
Yerel seçimlerde Adıyaman, Ağrı, Artvin, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ,
Erzincan, Erzurum, Gaziantep, Giresun,
Gümüşhane, Hakkari, Kars, Malatya,
Kahramanmaraş, Mardin, Muş, Ordu,
Rize, Siirt, Sivas, Trabzon, Tunceli, Şan-
Büyükşehirlerdeki seçmen
ve sandık sayıları
Adana: 1 milyon 456 bin 222 seçmen, 5 bin 52 sandık Ankara: 3 milyon 607 bin 785 seçmen, 12
bin 234 sandık Antalya: 1 milyon 513 bin 972 seçmen, 5 bin 279 sandık Aydın: 752 bin 729 seçmen, 2 bin 753 sandık Balıkesir: 885 bin 884 seçmen, 3 bin 422 sandık Bursa: 1 milyon 982 bin
143 seçmen, 6 bin 792 sandık Denizli: 698 bin 605 seçmen, 2 bin 521 sandık Diyarbakır: 923
bin 544 seçmen, 3 bin 495 sandık Erzurum: 482 bin 761 seçmen, 2 bin 362 sandık Eskişehir:
602 bin 227 seçmen, 2 bin 234 sandık Gaziantep: 1 milyon 91 bin 859 seçmen, 3 bin 870
sandık Hatay: 968 bin 336 seçmen, 3 bin 404 sandık İstanbul: 9 milyon 997 bin 24 seçmen, 32
bin 165 sandık İzmir: 3 milyon 30 bin 462 seçmen, 10 bin 296 sandık Kahramanmaraş: 684 bin
644 seçmen, 2 bin 596 sandık Kayseri: 877 bin 17 seçmen, 3 bin 210 sandık Kocaeli: 1 milyon
177 bin 975 seçmen, 4 bin 25 sandık Konya: 1 milyon 401 bin 416 seçmen, 5 bin 108 sandık
Malatya: 524 bin 212 seçmen, 2 bin 108 sandık Manisa: 995 bin 797 seçmen, 3 bin 742 sandık
Mardin: 428 bin 915 seçmen, 1775 sandık Mersin: 1 milyon 185 bin 988 seçmen, 4 bin 201 sandık Muğla: 641 bin 133 seçmen, 2 bin 320 sandık Ordu: 535 bin 627 seçmen, 2 bin 197 sandık
Sakarya: 651 bin 326 seçmen, 2 bin 403 sandık Samsun: 906 bin 931 seçmen, 3 bin 527 sandık
Şanlıurfa: 934 bin 894 seçmen, 3 bin 702 sandık Tekirdağ: 634 bin 941 seçmen, 2 bin 195 sandık Trabzon: 551 bin 990 seçmen, 2 bin 226 sandık Van: 577 bin 186 seçmen, 2 bin 227 sandık
lıurfa, Van, Bayburt, Batman, Şırnak, Ardahan, Iğdır ve Kilis'te 07:00-16:00 saatleri
arasında oy verilecek. Diğer illerde ise oy kullanma 08:00-17:00 arasında gerçekleşecek.
Beyaz renkli pusulalar Büyükşehir Belediye Başkanlığı, mavi renkli pusulalar Belediye
Başkanlığı, sarı renkli pusulalar ise Belediye Meclis Üyeliği seçimlerinde kullanılacak.
Yerel seçimlere ilişkin bir başka not ise şöyle: 30 Mart Pazar günü saat 03:00’te
başlaması planlanan yaz saati uygulamasına yerel seçimler nedeniyle 31 Mart Pazartesi günü geçilecek. Buna göre pazarı pazartesiye bağlayan gece saatler 1 saat ileri
alınacak.
Mart 2014
54
Millî Saraylar
Bir İlhamî
yadigârı
Aynalıkavak Musiki Müzesi
Musiki, insanları Allah’a ulaştıran bir olgu ve ademoğluna bahşedilmiş bir lütuf
olarak görülüyorsa eğer, musikiye gönül vermek ve onun için ömür harcamak
bir tür ibadet olmalı. Aynalıkavak Kasrı ise bu ibadetin mabetlerinden biri…
Zira Sûz-i dilârâ, Şevkefzâ ve Acem-bûselik gibi pek çok Türk Musikisi makamı,
Aynalıkavak’ta hayat bulmuş.
Gökçe Doru
Mart 2014
Millî Saraylar
K
elimelerle buluştuğunda onları
daha etkili kılıyor, tek başınayken
adeta dünyaları anlatıyor musiki. Ama
hepsinde doğrudan ruha hitap ediyor.
Onu besliyor, olgunlaştırıyor, dinginleştiriyor… Belki de bu yüzden yalnızca bir terennüm değil, aynı zamanda
bir tenevvür olarak nitelendiriliyor.
Daha çok dinî hayat olmak üzere
hayatın her alanında, kelimelerin
yetmediği anlarda kendini ifade etme
sanatı olarak görülüyor musiki. Ud,
kanun, bendir, santur gibi enstrümanlardan çıkan ritmik ve ahenkli
sesler, kulaklardan süzülüp yüreğe
ulaşıyor. Kimi zaman bu seslere şiirler eşlik ediyor. Musiki ve şiir çoğu
zaman ayrılmaz birer parça olarak
görülüyor; tıpkı Osmanlı döneminde verilmiş eserlerde olduğu gibi.
O yıllarda musiki, “Osmanlı Saray
Müziği” olarak tanımlanıyor.
Türk Musikisi’nde
“III. Selim Ekolü”
Türklerin yirmi beş asırlık bir musiki
geçmişi olduğu rivayet edilir. Osmanlı
döneminde bu musiki kültürüne pek
çok yeni makam, güfte ve beste eklenmiş. Sanat sevdasının Osmanlı’nın
son döneminde ağ ırlı k kazandığ ı
bilinse de, fetihlerin en çok gerçekleştiği yıllarda bile padişahların sanata
yakın ilgisi varmış. II. Sultan Mehmed
(1451-1481) mesela... Bu dönemde
devlet ilk defa sanat işlerine el atmış.
Sanatın yönetim tarafından desteklenmesi, sanatçıların eğitimine büyük
katkılar sağladığı gibi onları maddi
açıdan da rahat ettirmiş. Sanatçının
ürettiği eserler devlet sayesinde daha
geniş kitlelere yayılabilmiş. Fatih’ten
V. Reşad’a (1909-1918) kadar pek çok
padişah gerek musiki eğitimi veren
okulların açılması gerekse güzel sanatların geliştirilmesi için çalışmalar
yapmış. Amma velakin “sanatsever”
Mart 2014
55
56
Millî Saraylar
olarak anılanlar güfteleri ve besteleriyle sanata katkı yapan
padişahlar olmuş; bestekar, musikişinas, şair gibi unvanlara
layık görülmüş.
Osmanlı padişahları arasında sanatçı kişiliği en çok
konuşulan Sultan III. Selim’dir (1789-1807). Beste ve
güfteleriyle Türk Musikisi’ne pek çok eser kazandıran,
güftelerini İlhamî mahlasıyla yazan padişah, döneminde
mevlevi musikişinası Abdülbaki Nasır Dede’ye musiki
kuramlarıyla ilgili kitaplar hazırlatmış ve bir nota sistemi
bulmasını istemiş. Böylece dönemin musiki eserleri yıllar
sonrasına taşınabilmiş. İşte bu yüzdendir ki duvarlarında
bir zamanlar Sûz-i dilârâ’nın en yakıcı nağmelerinin yankılandığı Aynalıkavak Kasrı’nda bir musiki müzesi açılmış
ve Sultan III. Selim’e ithaf edilmiş. Yani bestekar, güfteci,
neyzen, tanburi ve hanende Selim’e…
III. Selim’in
Türk
Musikisi’ne
kazandırdığı
yüzlerce
beste ve yirmi
dört kadar
makamın çoğu
Aynalıkavak’ta
oluşturulmuş.
Kulağa hitap eden müze
Millî Saraylar Daire Başkanlığı’na bağlı
saray ve kasırların en eskisi olan Aynalıkavak Kasrı, Sultan III. Selim ile özdeşleşmiş. Zira Sultan, burayı mesken
edindiği gibi Türk Musikisi’ne kazandırdığı yüzlerce beste ve yirmi dört kadar makamın çoğunu burada ortaya çıkarmış. Musikinin, Osmanlı tarihinin
ayrılmaz bir parçası olmasına rağmen
pek bilinmediğini düşünen yetkililer,
Aynalıkavak Kasrı’nın zemin katında
bir musiki müzesi açılmasını kararlaştırmış. Millî Saraylar envanterinde
bulunan, Sultan II. Abdülhamid’in
(1876-1909) torunlarından Fatma Gevheri Osmanoğlu ve bazı koleksiyoner
ile sâzendeler tarafından müzeye bağışlanan eserlerin bir araya getirilmesiyle oluşturulan Aynalıkavak Musiki
Müzesi, Türkiye’nin ilk musiki müzesi
olma özelliğini de taşıyor.
Mızrapla çalınan ud ve tamburun
nadide örneklerinin yanı sıra musikide kullanılan pek çok müzik aleti ile
bazı üf lemeli çalgıları içeren müzede
birbirinden değerli musikişinasların elinden çıkmış yazılı eserler de
sergileniyor. Müze koleksiyonunda
65 parça saz, 200’den fazla taş plak
bulunuyor.
Her köşesi İlhamî ’den izler barındıran Aynalıkavak Kasrı, ona ve
diğer pek çok değerli bestekara ait
enstrümanları bulundurduğu için bir
musiki ruhu taşıyor. Müzede üç yüz
yıl sonra bile Ruzü şeb didelerim derdin ile kan ağlar… Vakıf olan benim
esrarıma her gün ağlar sesleri hoş bir
seda ile yankılanıyor adeta…
Fotoğraflar Millî Saraylar Daire Başkanlığı’ndan alınmıştır.
Mart 2014
Millî Saraylar
Mızrapla çalınan
ud ve tambur gibi
parçaların yanı
sıra musikide
kullanılan pek çok
müzik aleti ile bazı
üflemeli çalgıları
içeren müzede
birbirinden değerli
musikişinasların
elinden çıkan
yazılı eserler de
sergileniyor.
Mart 2014
57
Onur Öymen:
Siyasetin başarısı
ülke çıkarlarının gerektirdiği adımları
atabilme gücü ve cesaretiyle ölçülür
Söyleşi: Songül Baş
Diplomasi ve siyasetin
duayen isimlerinden Onur
Öymen, bölgede istikrar ve
barışın sağlanamamasının
Türkiye’yi güvenlik
riskleriyle karşı karşıya
bıraktığını belirterek,
“Türkiye açısından en
isabetli politika, gerek
ülkeler arasındaki gerekse
bir ülkenin içindeki
silahlı çatışmalara taraf
olmamaktır” diyor.
Mart 2014
Diplomasi ve siyaset... Siz her iki alanda da önemli görevler üstlenmiş bir kişisiniz. Söyleşimize diplomasi yıllarınızla başlamak istiyoruz. Sizi bu alana yönlendiren nedir? NATO Daimi Temsilciliği’ne kadar uzanan diplomasi hayatınızda
dönüm noktası olarak gördüğünüz olaylar nelerdir?
Galatasaray Lisesi’nde okuduğum yıllarda diplomasi mesleğini seçen
bizden önceki kuşakların başarı öykülerini gıpta ederek dinlerdik. O yıllarda Kıbrıs konusu millî bir mesele haline gelmişti. Arkadaşlarımızla o
sorunun Türkiye’nin çıkarlarına en uygun biçimde nasıl çözülebileceğini
konuşur, tartışırdık. Mülkiye yıllarında dış politikaya ilgim giderek arttı
ve Diplomasi Şubesi’ne girerek kendimi hariciye mesleğine hazırladım.
Meslek hayatımda Türk dış politikasında önemli gelişmeler oldu.
Dışişleri Bakanlığı’ndaki ilk yıllarımda en önemli konu Kıbrıs’tı. Bülent
Ecevit’in Başbakanlığında, 20 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıs’a yapılan
Barış Harekâtı Türkiye için bir dönüm noktası oldu. Türkiye’nin antlaşmalardan kaynaklanan haklarını dış baskılara rağmen kullanarak Kıbrıs
Türklerini özgürce ve güvenlik içinde yaşayacakları bir alana kavuşturması
Cumhuriyet döneminde dış politika alanında sağladığımız en büyük başa-
Söyleşi
rılardan biri oldu. O harekat sırasında ben Dışişleri Bakanlığı’nda Kıbrıs’tan Sorumlu
Şube Müdürü olarak görev yapıyordum. Bu nedenle gelişmelerin dış politika boyutunu
yakından izleme fırsatı buldum. İkinci Cenevre Konferansı’na katılarak Dışişleri Bakanı Turan Güneş’le Kıbrıs Türklerinin lideri Rauf Denktaş’ın olağanüstü diplomasi
başarısını yerinde görme şansına da sahip oldum.
Harekattan hemen sonra Büyükelçilik Müsteşarı olarak atandığım Kıbrıs’ta dört yıl
boyunca görev yaptım. Orada bir devletin kuruluşuna tanıklık ettim. Kıbrıslı Türklerin dış engellemelere rağmen çağdaş ve demokratik bir devlet oluşturma çabalarını
yakından gördüm. Türkiye hem Kıbrıs’taki soydaşlarının güvenliğini sağlama hem de
onların demokratik bir devlet kurma çabalarına katkı sağladığı için övünç duymalıdır.
Bence yıllardan beri yurt içinden ve dışından yapılan aleyhte propagandalara rağmen
Türkiye’nin Kıbrıs konusunda elde ettiği başarı övünç verici olmuştur.
Dış politikada sağladığımız bir diğer önemli başarı, Suriye’yi terör örgütüne verdiği
desteği sona erdirmeye, terör liderini ülke dışına çıkarmaya ve terör kamplarını kapatmaya mecbur etmemizdir. Hiçbir silahlı müdahale yapmadan bu sonucu almamız
dış politikadaki önemli başarılarımızdan biridir ve dünyada terörle mücadele eden
ülkelere örnek olacak niteliktedir.
Diğer bir başarı örneği de Kardak Krizi’nde Yunanistan’ın antlaşmalara aykırı
olarak fiili durum yaratıp Kardak’ı asker göndererek ve bayrak dikerek ele geçirme
girişimini engellememiz olmuştur. Orada da Türkiye, gerekirse askerî müdahalede
bulunabileceğini ortaya koyarak Yunan askerlerini geri çekilmeye zorlamıştır. Dışişleri
Müsteşarı olarak görev yaptığım o yıllarda Kardak olayını Türkiye, Kıbrıs’ta olduğu
gibi, dış baskılara direnerek gerçekleştirmiştir.
Benim görev yaptığım yıllarda daha pek çok başarılı girişimimiz olmuştur, ama
bence bu üç olay Türk diplomasi tarihinde iz bırakacak başarı örneklerinin başında
gelmektedir.
2002 yılında emekli olmanızla birlikte diplomasi hayatınız sona ererken siyaset yıllarınız
başladı. 3 Kasım 2002’de CHP İstanbul Milletvekili, 22 Temmuz 2007’de ise CHP Bursa
Milletvekili seçildiniz. Siyaset yolculuğunuz nasıl başladı? Sizi bu alana yönlendiren ne oldu?
Dışişleri Bakanlığı’nda en üst düzey
sayılan Müsteşarlık görevimi tamamlayıp yaklaşık beş yıl da NATO Daimi
Temsilcisi olarak görev yaptıktan sonra
merkeze döndüm. Emekliliğimi isteyerek Cumhuriyet Halk Partisi’nden siyasete atıldım. İki dönem milletvekilliği ve
yaklaşık yedi yıl dış politikadan sorumlu
Genel Başkan Yardımcılığı yaptım. Aynı
zamanda Meclis’te Dışişleri ve Avrupa
Birliği komisyonlarında görev aldım.
Meslek hayatımda, dış politikada siyasi
kararların ne kadar önemli olduğunu
çeşitli vesilelerle gördüm. Dış politikada
Dışişleri Bakanlığı’nın bütün katkılarına
rağmen esas sorumluluk siyasettedir.
Başarıların da başarısızlıkların da sorumlusu hükümet ve onu denetlemekle
görevli Meclis’tir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
üstlendiğim görev meslek hayatımda
yaptıklarımın siyasi düzeyde sürdürülmesi gibi oldu. Türkiye’nin çıkarlarını
ilgilendiren konularda pek çok ülkeye
gerçekleştirdiğimiz resmî ziyaretlerde
ve Eş Başkan Yardımcısı olarak görev
yaptığım Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu’nda yabancı ülkelerin
temsilcileri ve parlamenterleriyle pek
çok görüşmemiz ve tartışmamız oldu.
Özellikle Avrupa Birliği’nde Türkiye’ye
yapılan haksızlıklarla ve uygulanan çifte
standartlarla mücadele ettik. 1 Mart
tezkeresinin Meclis’te kabul edilmemesi için büyük çaba gösterdik ve başarı
sağladık. Bence 1 Mart tezkeresinin
reddi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
tarihindeki en önemli başarılardan
biri olmuştur. Böylece Türkiye’nin
Anayasa’nın hükümlerine uygun hareket etmesi sağlanmış, ileride askerî,
siyasi ve insani alanlarda da büyük sıkıntılara yol açacak yanlışlara ülkemizin
ortak edilmesine fırsat verilmemiştir.
Meclis’te mücadele ederek başarılı
olduğumuz konulardan biri, hükümetin ABD ile Dubai’de imzaladığı
Mart 2014
59
60
Söyleşi
“Dış
baskılara
direnemeyen
hükümetler ulusal
bağımsızlığı
korumakta zorlanır
ve ülke çıkarlarının
korunmasında
başarılı olamaz.”
ve 1 milyar dolarlık hibe karşılığında
Kuzey Irak’a terörle mücadele etmek
için dahi asker göndermeyeceğimizi
taahhüt eden anlaşmanın onay için
Meclis’e getirilmesine engel olmamızdır. Diğer bir başarı örneği de 2005 yılında hükümetin imzaladığı ve ileride
Kıbrıslı Rumları Kıbrıs devletinin temsilcisi gibi tanımamıza yol açabilecek
anlaşmanın onay için Meclis’e getirilmesini engelleme çalışmamız olmuştur. Aynı şekilde Ermenistan’la imzalanan ve Türkiye’nin hemen hemen
hiçbir beklentisine cevap vermeyen iki
protokolün de Meclis’te onaylanmasını
engelledik. Habur açılımının ne kadar
yanlış bir iş olduğunu, hukuki açıdan
ve ülke güvenliği bakımından yaratabileceği sıkıntıları ortaya koyduk ve
bu girişimin sonuç vermesine olanak
tanımadık. Ayrıca Kıbrıs, Ermenilerin
soykırım iddiaları ve Mavi Marmara
olaylarında, bütün siyasi partilerle
işbirliği halinde Meclis’in ortak açıklama yapmasına katkıda bulunduk.
Her iki alanı da iyi bilen biri olarak diplomasi ve siyasetin benzerlik ve farklılıklarına
ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir?
Diplomasinin görevi çeşitli uluslararası
sorunlar ve özellikle Türkiye’nin strate-
Mart 2014
jik, siyasi ve ekonomik çıkarlarını ilgilendiren konularda hükümete tavsiyelerde bulunmak ve hükümetin alacağı kararları
uygulamaktır. Cumhuriyet tarihi boyunca bütün hükümetler
Dışişleri Bakanlığı’nın önerilerini dikkate almış ve birçok halde de benimsemişlerdir. Son zamanlarda çeşitli nedenlerle bu
gelenekten biraz uzaklaşıldığı izlenimini alıyorum.
Siyasette bazı ülkelerin zaman zaman baskı düzeyine varan
engellemeleriyle karşılaşılır. İkinci Dünya Savaşı’nın öncesinde
ve sonrasında Sovyetler Birliği’nin Boğazlar üzerindeki baskıları ve toprak talepleri o tarihteki dış politikamız için önemli bir
sınav olmuştu. Türk hükümetleri o sınavı başarıyla vermişti.
Daha yakın tarihlerdeki örnekler arasında Kıbrıs konusunda
Türkiye’yi engellemeye yönelik olarak ABD Başkanı Johnson’ın
gönderdiği mektup, yine Kıbrıs konusunda Ecevit Hükümeti’ne
yapılan baskılar, Amerikan Kongresi’nin uyguladığı silah ambargosu, Alman hükümetinin verdiği bazı askerî malzemeler
PKK’yla mücadelede kullanıldığı için Almanya’nın uyguladığı
silah ambargosu sayılabilir. Son yıllarda Kuzey Irak’ta PKK’ya
karşı bir kara harekatı yapmamıza ABD’nin karşı çıkması da
bu örnekler arasındadır. Siyasetin başarısı, bu gibi baskılarla
mücadele ederek ülke çıkarlarının gerektirdiği adımları atabilme gücü ve cesaretiyle ölçülür. Dış baskılara direnemeyen
hükümetler ulusal bağımsızlığı korumakta zorlanır ve ülke
çıkarlarının korunmasında başarılı olamaz.
2002-2011 yılları arasındaki milletvekilliğiniz döneminde olduğu
gibi bugün de dış politika konularına yakın ilginiz devam ediyor. Bu
çerçevede başta komşularımızla ilişkilerimiz olmak üzere Türkiye’nin
izlediği dış politikaya ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir?
Ortadoğu yakın tarihin en zor, en ıstıraplı dönemlerinden
birini yaşıyor. Arap Baharı diye tanımlanan süreç maalesef şimdilik başarıya ulaşamamıştır. Çok sayıda insanın hayatına mal
olan sivil direniş hareketleri o ülkeler hesabına barış, istikrar
ve demokrasi getirmemiştir. Suriye’de yaşananlar bir iç savaş
görüntüsü vermektedir. Üstelik orada ülke dışından gelen ve
farklı amaçlara hizmet eden silahlı gruplar çözümü büsbütün
zorlaştırmaktadır. Cenevre görüşmelerinden henüz ümit verici
bir sonuç çıkmamıştır. Suriye’deki gelişmeler, başta İsrail ve
Rusya olmak üzere bazı ülkelerin stratejik menfaatlerini doğrudan doğruya ilgilendirmektedir. Bölgede istikrar ve barışın
sağlanamamış olması Türkiye’yi de güvenlik riskleriyle karşı
karşıya bırakmaktadır. Türkiye açısından en isabetli politika,
bence gerek ülkeler arasındaki gerekse bir ülkenin içindeki
silahlı çatışmalara taraf olmamaktır.
Mısır’daki gelişmelerde de Türkiye’nin Müslüman Kardeşler
örgütünün adeta hamisi gibi görünmesi o ülkeyle ilişkilerimize
zarar vermiştir.
Söyleşi
Avrupa Birliği’yle ilişkilerde de ciddi sorunlar yaşanmaktadır. AB tarafından pek çok konuda Türkiye’ye çifte standart
uygulanması ve müzakere sürecimizin çeşitli yollardan engellenmesi mazur görülemez. Bu haksızlıklarla daha etkili biçimde
mücadele etmek gerekmektedir.
Dış politika söz konusu olduğunda yurt dışında ülkemize yönelik
önyargıların varlığı dile getirilir. Size göre bu önyargılar hangi noktalarda birleşmektedir?
Türkiye’ye yönelik önyargı gibi görünen yaklaşımların arkasında çoğu zaman büyük devletlerin bölgeye yönelik stratejik ve
ekonomik menfaatleri yatmaktadır. Bölgedeki petrol kaynakları ve ulaşım yolları büyük devletler açısından hayati önemdedir.
O devletler kendi çıkarlarını ilgilendiren konularda kendi
beklentileri doğrultusunda hareket edilmesini beklemekte, aksi
takdirde Türkiye’ye karşı olumsuz bir tavır içine girmekte ve
uluslararası basını da bir baskı aracı gibi kullanmaktadırlar.
Bununla beraber, Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları
alanındaki eksikliklerine yönelik eleştirileri her zaman kötü
niyetli yaklaşımlar gibi görmemek gerekir. Artık uluslararası
ilişkilerde insan hakları bir iç mesele sayılmamaktadır. Onun
için başkalarının bu konularda görüş bildirmelerinden ve eleştiride bulunmalarından fazla rahatsız olunmamalıdır. Ancak
eğer insan hakları konuları başka siyasi menfaatler için bir
istismar konusu yapılıyorsa o zaman gerekli dikkati göstermek
gerekir. Bu konuda Türk basınına da büyük görev düşmektedir.
Tecrübeli bir siyasetçi olarak günümüzde Meclis’e baktığınızda nasıl
bir tablo görüyorsunuz? Siyasi partiler arasındaki ilişkiler ve siyaset
dili açısından değerlendirmeleriniz nelerdir?
Demokratik ülkelerde Meclis’te siyasi partiler arasında görüş
ayrılıkları olması, fikir çatışmaları yaşanması doğaldır. Ancak
burada üsluba dikkat etmek ve ülkedeki siyasi ortamı gerecek
söylemlerden kaçınmak gerekir. Ülke çıkarlarını ilgilendiren
“Kitap yazmak benim
için zevkli bir görev”
Bir Propaganda Silahı Olarak Basın, Uçurumun Kenarında Politika,
Demokrasiden Diktatörlüğe, Çıkış Yolu, Ulusal Çıkarlar, Silahsız Savaş,
Geleceği Yakalamak ve Türkiye’nin Gücü isimli kitaplara imza atan
Onur Öymen, “Size göre devlet adamlarının bilgi, birikim ve anılarını
paylaşmalarının önemi nedir?” sorumuza şu yanıtı veriyor: “Devlet ve
siyaset hayatında görev yapmış kimselerin tecrübelerini, araştırmalarını ve görüşlerini paylaşmaları bence zevkli bir görevdir. Yazdığım
kitaplarla bu görevi yapmaya çalışıyorum. Eğer o kitaplar, özellikle
gençlerin bilgi ve düşünce birikimine bir katkı sağlıyorsa ne mutlu.”
konularda da evvelce olduğu gibi Meclis’in birlik ve beraberlik
içinde hareket etmesi önem taşımaktadır.
Sizce siyasetin olmazsa olmazları nelerdir?
Siyasetin olmazsa olmazı demokrasinin bütün kurallarıyla tam
olarak işlemesidir. Türkiye bugün maalesef uluslararası kuruluşlar tarafından tam bir demokrasi gibi görülmemektedir.
Demokrasiler arasında yapılan bazı sıralamalarda Türkiye 89.
sırada gösterilmektedir. Basın özgürlüğü, kadın hakları, yargı
bağımsızlığı gibi alanlardaki sıralamalarda da yerimiz çok
gerilerdedir. Türkiye’nin ileri demokrasiler arasında yer alması
hem ülkemizin itibarı hem de vatandaşlarımızın özgürlüğü
açısından büyük önem taşımaktadır. Türkiye’nin bölgedeki
ülkelere örnek olma özelliğine kavuşması da bu alanda sağlayacağımız başarıya bağlıdır.
Diplomat ve milletvekili olduğunuz yıllara dair unutamadığınız
olayları/anılarınızı bizimle paylaşabilir misiniz?
Kıbrıs, Kardak ve Suriye’yle terör konusunda yaptığımız
diplomasi mücadelesi en önemli anılarım arasındadır. Ayrıca
Almanya’da ve Danimarka’da vatandaşlarımızın haklarını
korumak için yaptığımız çalışmaları ve oradaki Türklerin bu
çalışmalara verdiği desteği unutmak mümkün değildir. Ancak
bence en önemlisi Kıbrıs Türklerinin can güvenliklerinin ve
özgürlüklerinin korunması için yaptığımız çalışmalardır.
Kıbrıs’ta Denktaş’ı yakından tanımak ve onun kahramanca
mücadelesini görmek benim için büyük kazanç oldu.
Mart 2014
61
62
Toprağı
kanıyla
sulayanların
destanı
“Vatan”, “toprak”, “millet” denilince
fedakarlığın, cefanın, mücadelenin adı
gelir akla: Çanakkale... O mücadelenin
askerleri ise adları altın yaldızlı
sayfalarda anılmaya layık, ebedi birer
kahraman şimdi...
Deniz Varol
Mart 2014
63
B
irinci Dünya Savaşı’nın en çetin
cephelerinden biriydi Çanakkale
ve 1915-1916 yılları arasında, 20. yüzyılın en kanlı, en acımasız çatışmalarından birine sahne oluyordu. Çanakkale Savaşı olarak tarihe geçen kara ve
deniz muharebeleri, İtilaf Devletleri
karşısında Osmanlı Devleti’nin mukadderatını de belirliyordu.
1914’te başlayan I. Dünya Savaşı, ilk
başta Avrupa devletleri arasındaydı.
Ekonomik, siyasi, stratejik pek çok
neden gösterilen savaşın tarafları ise
İngiltere, Fransa ve Rusya’dan oluşan
İtilaf Devletleri ile Avusturya-Macaristan ve Almanya’nın oluşturduğu İttifak
Devletleriydi. Osmanlı’nın 1914’te, İtalya ve Bulgaristan’ın 1915’te, Romanya’nın
ise 1916’da savaşa girmesiyle yeni cepheler açılmış, 1917’de Ekim Devrimi’yle
Rus İmparatorluğu yıkılıp savaştan çekilmiş, ABD kuvvetleri de savaşa dahil
olmuştu.
Kaybetmek yoktu Devlet-i Aliyye’nin bahtında...
Osmanlı Devleti Balkan ve Trablusgarp savaşlarında hem toprak, hem silah, hem
de asker bakımından ağır kayıplar vermişti. Böylesi bir durum içindeki hasta
adam, Almanya’nın Rusya’ya savaş açtığı günün ertesinde, 2 Ağustos 1914’te
alelacele bir kararla Üçlü İttifak’a katıldı. İngiliz donanmasından kaçan Goeben
ve Breslau adlı iki geminin boğazlardan geçmesine izin vermesi ise Osmanlı’nın
savaşa katılmasının fitilini ateşleyen olay oldu. Yavuz ve Midilli adı verilerek Osmanlı donanmasına katılan bu gemiler Rus limanlarını vurunca Osmanlı Devleti
Mart 2014
64
Karşılıklı
bombardımanlar
devam ederken
Seyit Onbaşı’nın
açtığı ateş, Nusret’in
döşediği mayınlar
tarih yazar. Neticede
işler İngilizlerin
planladığı gibi
gitmez, donanmaları
Osmanlı savunması
karşısında büyük bir
yenilgiye uğrar.
I. Dünya Savaşı’na fiilen girmiş oldu.
Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu
İstanbul ve Çanakkale boğazlarının
değeri, böylece bir kat daha artıyordu.
Yüzyıllarca nice savaşa göğüs germiş
bölge, ekonomik ve stratejik bakımdan oldukça önemli konumdaydı. İtilaf Devletleri boğazlara ve İstanbul’a
harekat düzenleme planları yapmaya
başladığında, Osmanlı Devleti savaşın
Kafkas Cephesi’nde büyük yenilgiler
almaya devam ediyordu. Rusya ile İngiltere arasında sağlanan anlaşma ile
ayrıca Osmanlı’nın Kafkasya’dan birliklerini çekmek zorunda bırakılması
da amaçlanıyordu. Sonuçta harekat
yapılması durumunda İtilaf Devletleri pek çok çıkar elde etmiş olacaktı;
Rusya’nın mühimmat gereksiniminin
sağlanması, Rus petrolünün boğazlar üzerinden Avrupa’ya taşınması,
Osmanlı’nın savaştan çekilmesiyle
İstanbul’un hakimiyetinin İngilizlere
Mart 2014
geçmesi, Teşkilât-ı Mahsusa’nın yürüttüğü “İttihad-ı İslam” propagandasının
durdurulması, Balkanların İtilaf tarafına çekilmesi, Süveyş Kanalı ve Hint Deniz
Yolu üzerindeki Osmanlı egemenliğinin kaldırılması....
Bu sebeplere dayandırılan ve gerekliliğinden çok ne gibi bir strateji izleneceği
üzerine odaklanılan harekat, bazı tanımlamalara göre, II. Dünya Savaşı’na dek
yaşanmış en büyük harekattı. Çıkarmayı İngiltere üstleniyordu, Osmanlı Devleti ise kaybedilen topraklar, askerlere ödenemeyen maaşlar ve zayıf durumdaki
ordudan muzdaripti.
Deniz harekatı, 19 Şubat 1915’te, bu koşullar altında başlar. Asıl büyük çıkarma
ise 18 Mart 1915’te vuku bulur. Karşılıklı bombardımanlar devam ederken Seyit
Onbaşı’nın açtığı ateş, Nusret’in döşediği mayınlar tarih yazar. Neticede işler
İngilizlerin planladığı gibi gitmez, donanmaları Osmanlı savunması karşısında
büyük bir yenilgiye uğrar. 18 Mart 1915 Boğaz muharebesinin bilançosu yetmiş
dokuz şehit ve yaralı Türk askeri ile ölü ve yaralı on sekiz Alman’dır. 18 Mart
taarruzunda aldıkları ağır yenilginin ardından Çanakkale Boğazı’nın sadece
donanma ile geçilemeyeceğini anlayan İtilaf Devletleri, böylece yeni arayışlar
içine girer.
Bir hilal uğruna yâ Rab, ne güneşler batıyor
Sonrası Türk milletinin şanlı tarihine, Türk askerinin yazdığı destana eklenen
birkaç satır olmaktan ötedir elbette. İtilaf Devletlerinin önce Seddülbahir ve
Arıburnu cephelerinde yürütmeye çalıştığı kara harekatı, taarruzu değil, ölmeyi
emreden Kurmay Albay Mustafa Kemal kumandasındaki Türk askerinin kahraman-
Dosya
İtilaf Devletlerinin
önce Seddülbahir ve
Arıburnu cephelerinde
yürütmeye çalıştığı
kara harekatı, taarruzu
değil, ölmeyi emreden
Kurmay Albay Mustafa
Kemal kumandasındaki
Türk askerinin
kahramanlığı ve içinde
taşıdığı vatan sevgisi
sayesinde başarısızlıkla
sonuçlandı.
Mart 2014
65
66
Bu zafer, Türk
askerinin kanıyla
suladığı bu
topraklara duyduğu
aşkın, vatan ve
millet sevgisinin
her şeyin üstünde
olabileceğini,
Çanakkale’nin
geçilemeyeceğini
bütün dünyaya
göstermiştir.
Mart 2014
67
Çanakkale Savaşı
aynı zamanda
Osmanlı Devleti
için bir ölüm-kalım
mücadelesiydi.
Gelibolu
cephelerinde
kazanılan zaferler
sayesinde yoluna
ve savaşa devam
edebilmişti.
lığı ve içinde taşıdığı vatan sevgisi sayesinde başarısızlıkla sonuçlandı. Ardından
yöneldikleri Anafartalar ise bir başka zaferin beşiği olur. Burada İtilaf kuvvetleri 21
Ağustos 1915 sabahı İsmailoğlu ve Yusufçuk tepelerine, Anzak Kolordusu’na bağlı
bir tugay da eş zamanlı olarak Bomba Tepe’ye taarruza geçer. 29 Ağustos tarihine
kadar süren çıkarmalarda İtilaf kuvvetleri yine yenilgiye uğrar.
Bu tarihten itibaren birkaç ay İtilaf Devletlerinin çekilip çekilmeme kararsızlığı ve
küçük çatışmalar ile geçer. Ardından 7 Aralık 1915’te verilen kararla kuvvetlerin
tasfiyesine başlanır ve 9 Ocak 1916 sabahında düşman kuvvetlerinin tamamen
temizlenmesiyle Çanakkale Savaşı Osmanlı Devleti’nin zaferi olur. Savaşta her iki
tarafın da büyük zaiyata uğradığı bir gerçektir. Resmî kaynaklara göre Türk ordusu
252 bin civarında kayıp vermiştir.
Çanakkale Savaşı aynı zamanda Osmanlı Devleti için bir ölüm-kalım mücadelesiydi. Gelibolu cephelerinde kazanılan zaferler sayesinde yoluna ve savaşa devam
edebilmişti. Şüphesiz bugün yazdığımız veya okuduğumuz hiçbir şey, Çanakkale
Zaferi’nin şanını, şerefini, kahramanlığını anlatmaya yetmez. Pek çoğunun adını
bile bilmediğimiz Çanakkale kahramanları gönlümüzde sonsuz olup taşar, tarihe
sığmaz... Bu zafer, Türk askerinin kanıyla suladığı bu topraklara duyduğu aşkın,
vatan ve millet sevgisinin her şeyin üstünde olabileceğini, Çanakkale’nin geçilemeyeceğini bütün dünyaya göstermiştir.
Mart 2014
TBMM Kütüphanesi
Röportaj ve Fotoğraflar: Zeynep Yiğit
Özel koleksiyonu ve hizmet kalitesiyle
dünyanın sayılı parlamento kütüphaneleri
arasında yer alan TBMM Kütüphanesi,
yasama faaliyetleri sırasında başvurulan
en önemli bilgi kaynağı olma özelliği
taşıyor. TBMM Kütüphane ve Arşiv
Hizmetleri Başkanlığı, nitelikli
personeliyle en doğru bilgiye en kısa
zamanda ulaşılmasını sağlıyor.
“M
eclisimizin hemen bilcümle mesaisi ilmî ve fennî tetkikata muhtaç olduğundan ve azayi muhteremenin hususî kitapları bu ihtiyacı katiyen temine
kâfi olamadığından Meclis namına kütüphane tesis edilmek üzere dört bin liranın
Meclis tahsisatından sarfına karar verilmesini teklif eylerim…”
Aydın Mebusu Dr. Mazhar Bey (Mazhar Germen) bu önergeyi verdiğinde tarih
25 Eylül 1920’dir. Henüz beşinci ayındaki Meclis, bir kütüphane teşkili lazımgeldiği düşüncesine katılır ve Dr. Mazhar Bey’in önergesi 28 Eylül 1920’de kabul
Mart 2014
edilir. Beş zattan teşekkül edecek bir
Kütüphane Komisyonu kurulmasıyla
bugünkü TBMM Kütüphanesi ’nin
temelleri atılır. Meclis’in ilk hizmetleri arasında kütüphanenin yer alması,
ulusal kurtuluşa giden yolun kilometre
taşlarının bilgiyle de döşeneceğinin bir
işareti gibidir.
1920’ lerde mütevazı imkanlarla
kurulan TBMM Kütüphanesi, bugün
dünyanın sayılı parlamento kütüphaneleri arasında yer alıyor. TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı, yasama faaliyetleri sırasında ihtiyaç
duyulan bilgi ve belgeleri sağlayarak
önemli bir görevi yerine getiriyor.
Meclis’le yaşıt TBMM Kütüphanesi’ni
ve Osmanlı’dan günümüze yasama
hafızasının titizlikle muhafaza edildiği Arşiv birimini TBMM Kütüphane
ve Arşiv Hizmetleri Başkanı Mehmet
Toprak ile konuştuk. İlk olarak TBMM
Meclis Çalışanları
Kütüphanesi’nin özelliklerini sorduğumuz Toprak, “TBMM Kütüphanesi,
dünyadaki parlamento kütüphanelerinin genel yapısını yansıtıyor. Milletvekillerinin yasama faaliyetlerinde
ihtiyaç duydukları bilgi ve belgeleri
sağladığımız için kütüphane koleksiyonunda daha çok hukuk, siyaset
bilimi, ekonomi ve sosyal bilimler
alanlarındaki yayınlar yer alıyor”
diyor. TBMM Kütüphanesi’nde kitap,
ciltli dergi ve gazete olmak üzere 360
bin civarında yayın olduğunu ifade
eden Toprak, “Bu sayı her geçen gün
artıyor. Koleksiyonda 5 bin 67 Osmanlıca yayın bulunuyor. Yazma eser
ise 74 adet” diye konuşuyor. Mehmet
Toprak, kütüphane koleksiyonunun
nasıl oluşturulduğu konusunda ise
şu bilgileri aktarıyor: “Türkiye’de
altı derleme kütüphanesi bulunuyor.
Bunlardan biri TBMM Kütüphanesi.
Diğerleri ise Millî Kütüphane, Ankara
Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi,
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi,
Beyazıt Devlet Kütüphanesi ve İzmir
İl Halk Kütüphanesi. 1934 yılında çıkan ve hâlâ yürürlükte olan Derleme
Yasası’na göre, Türkiye’de çıkan bütün
yayınlar bu altı kütüphaneye gönderilmek zorunda. Bu uygulamada TBMM
Kütüphanesi açısından bir farklılık
söz konusu. Diğer 5 kütüphane gönderilen tüm yayınları koleksiyonuna
almak mecburiyetindeyken, TBMM
Kütüphanesi kendi mevzuatı çerçevesinde bir seçim yapıyor. Bildiğiniz
gibi ülkemizde birçok türde yayın var.
Soru bankalarından çocuk kitaplarına
kadar çok sayıda yayın bu yasa çerçevesinde kütüphanemize gönderiliyor.
Bu yayınlar bir komisyon tarafından
değerlendirilerek daha çok siyaset
ve hukuk alanlarına dönük olanlar
koleksiyona alınıyor, diğerleri ise
halk kütüphanelerine verilmek üzere
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na gönderiliyor. Dolayısıyla Derleme Yasası,
“Tutanak
Dokümantasyon Veri
Tabanı’nı internet
üzerinden
kullanıcılara açtık.
1908’den, yani
Meclis-i Mebusan
ve Meclis-i Ayan
döneminden
bugüne kadar
tüm Genel Kurul
tutanakları
internetten
görülebiliyor.”
koleksiyonumuzun birinci beslenme kaynağıdır. İkincisini
ise bağışlar oluşturuyor. Çeşitli yayın bağışları yine bir
komisyon tarafından değerlendirilerek seçiliyor. Üçüncü
olarak da satın alma yoluna başvuruluyor. Bir milletvekilinin yasama konusunda ihtiyaç duyduğu herhangi bir yayın
koleksiyonda yoksa satın alma yoluyla temin ediliyor.”
İnternet üzerinden kolay ulaşım
TBMM Kütüphanesi’ndeki tüm yayınlar internet üzerinden görülebiliyor. Mehmet Toprak, yayınların iç ve dış kapakları ile önsöz bölümlerine internetten ulaşılabildiğini
belirterek, “Bir kitabın ismi içeriğini tam olarak yansıtmayabiliyor. Araştırmacı, kitap ismiyle tarama yaptığında her
zaman istediği sonuca ulaşamayabiliyor. İç ve dış kapaklar
ile önsözü birlikte inceleyen bir araştırmacı ise ‘Tamam,
aradığım yayın bu’ diyerek kitabı depodan talep edebiliyor” diye konuşuyor. TBMM Kütüphanesi’nin bir başka
TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanı Mehmet Toprak
Mart 2014
69
70
Meclis Çalışanları
Kütüphane Bölümü
farklılığının ise gazete, dergi ve tutanak dokümantasyon veri tabanları
olduğunu ifade eden Toprak şunları söylüyor: “Geçtiğimiz yıllarda Tutanak Dokümantasyon Veri Tabanı’nı internet üzerinden kullanıcılara açtık.
1908’den, yani Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan döneminden bugüne
kadar tüm Genel Kurul tutanakları internetten görülebiliyor. Bu hizmet
özellikle Meclis dışındaki araştırmacılara büyük kolaylık sağladı. Çünkü
tutanakları incelemek üzere çok sayıda araştırmacı buraya gelmek zorunda
kalıyordu. Şimdi bir araştırmacı dünyanın neresinde olursa olsun internete
girerek tutanaklara ulaşabiliyor. Gazete Dokümantasyon Veri Tabanı için
40’a yakın ulusal gazete günlük olarak takip ediliyor. Siyasi, ekonomik,
sosyal ve hukuki alanlarda çıkan yazılar, ilgili haberler indeksleniyor. Bu,
anahtar kelime indekslemesi olduğu gibi konu başlıkları da içeriyor. Diyelim ki Mavi Marmara başlıklı bir makale yayımlandı. Bu makaleyi isminin
yanı sıra içeriğine dönük olarak Türkiye-İsrail ilişkileri başlığı altında da
indeksliyoruz. Bu sayede bir araştırmacı iki ülkenin ilişkileri hakkında
gazetelerde neler çıktığını incelemek istediğinde Mavi Marmara başlıklı
makaleye ulaşabiliyor. Dergi Dokümantasyon Veri Tabanı’nda da benzer
2013 yılı rakamlarıyla TBMM Kütüphanesi
Yayın sayısı (kitap, dergi, gazete): 362 bin cilt
e-kitap (elektronik kitap) sayısı: 4 bin 10 cilt
e-okuyucu (internet üzerinden bilgi talep eden okuyucu) sayısı: 55 bin 319
Ödünç verilen kitap sayısı: 13 bin 218 cilt
Ödünç kitap alan okuyucu sayısı (milletvekili ve personel): 5 bin
Mart 2014
1915-1918 yılları arasında Sibirya Krasnoyorsk tutsaklar kampındaki Osmanlı
esirler tarafından çıkarılan Vaveyla isimli dergi, TBMM Kütüphanesi’ndeki
yazma eserler arasında yer alıyor.
Meclis Çalışanları
bir indeksleme yapıyoruz. Bir başka
önemli hizmetimiz ise mik rof ilm
bölümü. Bu bölümde Osmanlıca gazeteler de dahil birçok ulusal gazetenin
mikrofilm nüshası var.”
TBMM Kütüphanesi’ne gittiğinizde
veya telefon ve elektronik posta yoluyla ulaştığınızda öncelikle Referans
(Kullanıcı Hizmetleri) bölümü size
yardımcı oluyor. Bu bölümde görevli
personel, kütüphane ve koleksiyonda
yer alan bilgi kaynaklarına ulaşılması
ve bunların kullanımı konusunda
rehberlik ediyor. “Referans bölümünü
kütüphanemizin vitrini olarak tanımlayabiliriz. Kullanıcılar doğrudan bu
bölümdeki personelimizle iletişime geçerek aradıkları bilgi, belge ve yayınlara ulaşabiliyor” diyen Mehmet Toprak,
TBMM Kütüphanesi’nden kimlerin
yararlanabildiği sorusuna ise şu yanıtı
veriyor: “TBMM Kütüphanesi’nin temel amacı, milletvekillerinin yasama,
denetim ve temsil görevlerini yerine
getirirken ihtiyaç duyabilecekleri belge
ve bilgi kaynaklarının sağlanmasıdır.
“Şeffaflık
genel
kaidemiz.
Dolayısıyla öncelikle milletvekillerine ve TBMM personeline
hizmet vermekle yükümlüyüz. Kütüphanemiz Meclis dışından kullanıcılara da açık, ancak TBMM kampüsü içerisinde
yer aldığı için kütüphaneyi kullanmak isteyenlerin öncelikle
Meclis’e girebilmeleri gerekiyor. Bildiğiniz gibi bunun için
de bazı prosedürler söz konusu. Bir araştırmacı aradığı bilgi
veya belgeye sadece TBMM Kütüphanesi’nden ulaşabilecekse
bunu yazılı olarak bildiriyor ve biz ilgili birimlerle temasa
geçerek kendisine bir giriş kartı çıkartıyoruz. Bu giriş kartı
ile 30 gün süreyle kütüphanedeki kaynaklar kullanılabiliyor. Eğer süre yetmezse 30 gün daha uzatılıyor. Dış araştırmacılar ödünç kitap alamıyor, ancak istediği bilgi-belge
elektronik ortamda varsa ücreti mukabilinde bir kopyası
verilebiliyor. Ayrıca kitapların sınırlı sayıda sayfasının fotokopisi de alınabiliyor.”
İstiklal
Mahkemeleri
dosyalarında
olduğu gibi
üzerinde
mevzuattan
kaynaklanan
bir gizliliğin
bulunduğu
belgeler dışında
koleksiyonumuzun “İşimiz sabır ve sevgi gerektiriyor”
Mehmet Toprak, kütüphane koleksiyonunda hizmete sunultümünü
mayan hiçbir belge olmadığını belirterek, “Şeffaflık genel
kullanıcılara
kaidemiz. İstiklal Mahkemeleri dosyalarında olduğu gibi
açıyoruz.”
üzerinde mevzuattan kaynaklanan bir gizliliğin bulunduğu
belgeler dışında koleksiyonumuzun tümünü kullanıcılara
açıyoruz. İstiklal Mahkemeleri dosyalarıyla ilgili şu anda
bir çalışma yürütüyoruz. Analitik tasnif yaparak belgeleri
dijitalleştiriyoruz. Yani arşivcilik anlamında altyapısını ha-
Mart 2014
71
72
Meclis Çalışanları
Arşiv (Çeviri) Bölümü
zırlıyoruz. İleride İstiklal Mahkemeleri dosyalarının açılması gündeme gelirse biz
bunun için gerekli hazırlıkları yapmış olacağız. Arşivdeki diğer belgelerle ilgili de
zaman zaman benzer bir çalışma gerçekleştiriyoruz” diye konuşuyor.
Mehmet Toprak, TBMM Kütüphanesi’nin dünyadaki parlamento kütüphaneleri arasındaki yerini sorduğumuzda, “Uluslararası Kütüphaneler Birliği (IFLA)
üyesiyiz. IFLA’nın yıllık toplantılarına katıldığımızda gerek koleksiyon yapımız
gerekse hizmet kalitemiz itibarıyla birçok parlamento kütüphanesinden çok daha
iyi olduğumuzu görüyoruz. Bugün ulaştığımız noktayı daha da ileriye taşıyabilmeyi hedefliyoruz” yanıtını veriyor. Toprak, milletvekillerinin hem kendileri
gelerek hem de danışmanları aracılığıyla kütüphaneden sıkça yararlandığını ifade
ederek, “Zaman zaman çok özel araştırmalar yapan, adeta kütüphaneye kapanan
milletvekillerimiz oluyor” diyor.
Mart 2014
TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı’nda 88 personel görev
yapıyor. Mehmet Toprak, “Kütüphanecilik ve arşiv hizmetleri bir sabır işidir.
Bu meslekleri yaparken bütün dünyanız
kitap, gazete, dergi gibi bilgi kaynakları
ve arşiv belgeleridir. Eğer sabırlıysanız
ve işinizi seviyorsanız başarılı olursunuz. Personelimiz işini benimseyerek ve
severek yapıyor” diye konuşuyor.
Kütüphaneden Sorumlu Başkan
Yardımcısı Dr. Tuncer Yılmaz, 1983
yılından beri Meclis’te görev yaptığını belirterek, “Bizim mesleğimizde
TBMM Kütüphanesi’nin yeri başkadır.
Yüce Meclis çatısı altında çalışmak bir
ayrıcalıktır” diyor. Yasama faaliyetleri
sırasında ihtiyaç duyulan bilgi ve belgeleri çok kısa bir süre içinde karşılayabilecek hizmetleri sunduklarını ifade
eden Yılmaz, “Türkiye’de otomasyon
sistemlerini kullanan ilk kütüphaneyiz.
Gazete, dergi ve tutanak dokümantasyon sistemleri, kendi tarafımızdan tasarlanmış ve Bilgi İşlem’deki yazılımcı
arkadaşlarımız tarafından veri tabanına
dönüştürülmüştür” diye konuşuyor.
Meclis Çalışanları
Genel Evrak Bölümü
Yaklaşık 25 milyon sayfa belge özenle korunuyor
Genel Evrak ve Arşivden Sorumlu Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Abdulhekim Koçin şu bilgileri
aktarıyor: “TBMM Arşivi 26 Nisan 1920’de kuruldu. 1927’den sonra görevini Evrak Müdürlüğü olarak devam ettirdi. 1950’de ismi Zat ve Kayıt İşleri Müdürlüğü, 1983’te Genel Evrak
ve Arşiv Müdürlüğü olarak değiştirildi. 18 Aralık 2011 tarihinden itibaren de Kütüphane
ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı adı altında hizmet veriyor. Genel evrak bölümünde TBMM
Başkanlığı’na ve TBMM İdari Teşkilatı Genel Sekreterliği’ne hitaben gelen veya bu makamlardan dışarıya gönderilen evraklar kabul ve kayıt ediliyor, ilgili yerlere gönderiliyor. Çeviri
hizmetleri bölümünde İstiklal Mahkemeleri, Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan evrakı gibi
harf devriminden önceki Osmanlıca evrakın çeviri ve tasnifi yapılıyor. Arşiv bölümümüz ise
Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan evrakı dahil olmak üzere TBMM’de üretilen ve arşivi ilgilendiren bilgi ve belgenin yönetimini sağlamak, saklamak, tasnifini yapmak ve kullanıcıya
sunmakla görevli. TBMM’nin birinci döneminden 24. döneminin başına kadar oluşmuş
olan yasama, denetim ve yönetsel belgelerin sayfa toplamının yaklaşık 25 milyon civarında
olduğu tahmin ediliyor.”
Faruk Nafiz Ertürk ve Ziya Kutluoğlu, kütüphanenin Okuyucu Hizmetleri
Bölümü’nde görev yapıyor. 30 yıldır
TBMM Kütüphanesi’nde çalıştığını
belirten Faruk Nafiz Ertürk, “Okuyucu Hizmetleri Bölümü’nde, kütüphanemize bizzat gelen, telefon veya
elektronik posta yoluyla bize ulaşan
kullanıcıların taleplerini karşılıyoruz.
Kaynaklara ulaşma ve onların kullanımı konusunda okuyucuya rehberlik
ediyoruz. 30 yıldır mesleğimi severek
yapıyorum” diyor. Ziya Kutluoğlu ise
7 yıldır Meclis’te görev yaptığını ifade
ederek şunları söylüyor: “Kütüphanecilik dinamik bir meslek. Sürekli kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. Hem
mesleki bilgilerimize hakim olmak
hem de dünya ve ülke gündemindeki
gelişmeleri ya k ından ta k ip etmek
zorundayız. Bilgi çağında kütüphane
hizmetleri çok daha önemli hale geldi. Çünkü çok fazla bilgi üretiliyor,
ama insanlar bu bilgi yığını arasında
aradıklarını bulmakta zorlanıyor. Bu
noktada kütüphaneler ve kütüphaneciler kullanıcılara yol gösteriyor.”
Mart 2014
73
74
SiyasettenSivil Topluma
İhsan Arslan:
İhtiyaç sahiplerine
yardım etmek
hepimizin toplumsal
sorumluluğu
Söyleşi: Nehir Öztürk
2002-2011 yılları
arasında Meclis
çatısı altında yer
alan Diyarbakır eski
Milletvekili İhsan
Arslan’ın kurucusu
olduğu M. İhsan Arslan
Vakfı, eğitim, sağlık ve
sosyal yardımlaşma
alanlarında önemli
hizmetlerde bulunuyor.
Mart 2014
Bir vakıf kurma düşüncesi ne zaman ortaya çıktı? M. İhsan Arslan Vakfı hangi
amaç ve hedefler doğrultusunda faaliyetlerine başladı?
Vakfımızı sağlık, eğitim ve sosyal yardımlaşma alanlarında hizmet vermek
üzere 1995 yılında kurduk. O zamanki ismi Sağlık, Eğitim ve Dayanışma
Vakfı (SEDAV) idi. Uzun yıllar bu isimle faaliyetlerini sürdürdü. SEDAV,
aktif siyaset hayatım sona erdikten sonra M. İhsan Arslan Vakfı’na dönüştü. Milletvekilliğim döneminde, siyaset ile vakıf çalışmalarını birbirinden
ayrı tutmak için ismimi özellikle kullanmadım. Aktif siyaset hayatımın
ardından aile vakfımızda kendi ismimi kullanmakta bir sakınca görmedim.
İhtiyaç sahibi olanlara yardım etme konusunda hepimizin sorumluluk
sahibi olduğunu düşünüyorum. Birey olarak bu sorumluluğumu doğru bir
şekilde yerine getirebilmek amacıyla bir vakıf kurmayı ve ihtiyaç sahibi
olanlara imkanlarımız oranında maddi yardımda bulunmayı hedefledim.
1995 yılından bu yana eğitim, sağlık ve sosyal yardımlaşma alanlarında
faaliyetlerimiz devam ediyor.
SiyasettenSivil Topluma
“Herkes
imkanlarıyla orantılı
olarak ihtiyaç
sahiplerine yardım
eli uzatırsa fakirlik
azalır, öğrencilerimiz
daha iyi şartlarda
eğitimlerini
sürdürür. Bunun
sonucunda da ülke
kazanır, insanımız
kazanır.”
Vakfın hizmetleri arasında eğitim bursları önemli bir yer tutuyor. Burs verirken hangi
kriterleri göz önünde bulunduruyorsunuz?
İlk olarak 2003 yılında öğrencilere burs vereceğimizi ilan ettik. O yıl müracaat
eden 58 öğrenciden 23’üne burs verdik. Bu sayı her geçen yıl arttı. 2014 yılında 4
bini aşkın burs başvurusu aldık. Şu anda bin öğrencimize eğitim bursu veriyoruz.
Lisans ve yüksek lisans öğrencilerine yönelik bursun hem sayısını hem de miktarını
artırmak için çalışmalarımız devam ediyor. Gönül istiyor ki başvuruda bulunan
her öğrenciye burs verebilelim. Ancak bu hizmeti imkanlarımızla orantılı olarak
yerine getirebiliyoruz. Bin rakamını da küçümsemiyorum. Hamdolsun ihtiyacı
olan bin öğrenciye her ay maddi destek verebiliyoruz. Bu gurur duyulacak bir şey.
Tüm bunları, yaptıklarımızı çok önemsemek veya övünmek için değil, başkalarını
teşvik etmek amacıyla söylüyorum. Herkes imkanlarıyla orantılı olarak ihtiyaç
sahiplerine yardım eli uzatırsa fakirlik azalır, öğrencilerimiz daha iyi şartlarda
eğitimlerini sürdürür. Bunun sonucunda da ülke kazanır, insanımız kazanır.
Burs başvurularını değerlendirirken objektif ve şeffaf bir işlem yürütüyoruz.
Eğitim bursu verileceğini her sene internet üzerinden ilan ediyoruz. Öğrencilerin
başvurularını yazılı olarak aldıktan sonra çok titiz bir çalışma yürüterek isimleri
belirliyoruz. Değerlendirme yapılırken öncelikle öğrencinin ihtiyaç sahibi olup
olmadığı inceleniyor. Eğer bir öğrencinin anne ve babası sağ değilse biz bunu yeterli sebep olarak görüyoruz ve burs imkanı sağlıyoruz. Bildiğiniz gibi 8-9 çocuklu
aileler var. Eğer başvuru sahibinin evinde öğrenci sayısı fazlaysa bu durumu da
dikkate alıyoruz. Ayrıca bir önceki sene burs verdiğimiz öğrenci okulunda başarılıysa ve yeniden başvuruda bulunmuşsa eğitim bursunu devam ettiriyoruz. Bir
öğrencinin eğitimine bir nebze de olsa katkıda bulunmak insanı mutlu ediyor ve
duygulandırıyor.
Eğitim alanındaki faaliyetleriniz bursla
sınırlı değil. İnşa ettirdiğiniz okullar da
var…
Evet, hem okul inşa etme hem de ders
a raç-gereçleri ba k ı mında n ek siğ i
bulunan eğitim kurumlarına destek
olma yönünde faaliyetlerimiz var.
Okullardan birini görme engelliler
için Diyarbakır’da inşa ettik. O dönemde yaptığım araştırmada, Gaziantep’teki dışında Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’da görme engellilere yönelik
okul olmadığını tespit ettim. Bunun
üzerine va k ıf olara k memleketim
Diyarbakır’da yatılı bir görme engelliler okulu yaptık ve bedelsiz olarak
Millî Eğitim’e tahsis ettik. Böylesine
önem li bir hizmet te bu lunma nı n
mutluluğunu yaşıyorum. Ayrıca kendi
ilçem olan Silvan’da yüksek standartlarda, modern eğitim imkanlarına sahip bir kolej inşa ettik. Her
yıl öğrencilerimizin bölge çapında ve
Türkiye genelinde elde ettiği başarılar
bize gurur veriyor.
Mart 2014
75
76
SiyasettenSivil Topluma
Vakfın sosyal yardımlaşma ve sağlık
alanlarındaki çalışmalarından da söz
eder misiniz?
Vakfımız ihtiyaç sahiplerine maddi
ve ayni yardımda bulunuyor. Her yıl
Ramazan ayında Diyarbakır’da otuz
gün boyunca iftar yemeği veriyoruz.
Kurban Bayramı münasebetiyle yurt
içinde ve y ur t d ışı nda kurba n la r
kestiriyoruz. Sağlık alanında da çeşitli faaliyetler yürütüyoruz. Mesela
hasta ve hasta yakınlarının birtakım
ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyoruz.
Onları muntazaman ziyaret ederek
belli kalemlerde yardım malzemeleri
götürüyoruz.
“Komşunuz
açken sizin
huzurlu uyumanız
mümkün
değildir. Afrika’da
çocuklar
açlıktan,
sağlık hizmeti
alamamaktan
dolayı ölüyorsa
bunda sizin de
sorumluluğunuz
vardır.”
Yardımlaşma ve dayanışma, toplumumuzun en güzel hasletleri arasında yer
alıyor. Vakıf faaliyetlerini yürütürken bu
konuda ne gibi gözlemleriniz oldu?
Hamdolsun, toplumumuzda örf ve
geleneklerimizden gelen yardımlaşma ve dayanışma duygusu var. Bu da
toplumsal barış, huzur ve istikrarın
sağlanmasına ciddi manada katkıda
bulunuyor. Ben imkanı olan herkesin vakıf veya dernek kurarak bu tür
faaliyetlerde bulunmasını tavsiye ediyorum. Bu bir sorumluluktur. Komşunuz açken sizin huzurlu uyumanız
mümkün değildir. Afrika’da çocuklar
açlıktan, sağlık hizmeti alamamaktan
dolayı ölüyorsa bunda sizin de sorumluluğunuz vardır. Bu nedenle ihtiyaç
sahiplerine sadece parasa l açıdan
değil, çeşitli şekillerde yardımda bulunulabileceği unutulmamalıdır.
Vakıflar faaliyetlerini yürütürken ne gibi
zorluklarla karşılaşıyor?
Bir kere mevzuattan kaynak lanan
bir zorluktan bahsedilebilir. “Kamu
yararına dernek/vakıf ” statüsünün
kazanılması zor şartlara bağlı. Halbuki bir vakıf tamamen yardım amaçlı
Mart 2014
kurulmuşsa ve tüzüğünde de bu belirtiliyorsa direkt olarak
bu statünün verilmesi ve bazı muafiyetlerin sağlanması
gerekiyor. Böyle bir uygulama bu kurumları teşvik eder.
Mesela Amerika’da vakıf lara yardımda bulunmak ticari
şirketler için bir ayrıcalık olarak telakki ediliyor. Şirketlerin
vakıflara yaptığı yardımlar vergi mevzuatı açısından da bazı
muafiyet ve desteklere tabi tutuluyor. Bu da çok önemli bir
konu. Şunu da ifade etmek istiyorum: Zaman zaman yardım
kuruluşlarıyla ilgili menfi propaganda yapılıyor. Yardımların
suistimal edildiği, gerekli yerlere ulaştırılmadığı gibi iddialar
gündeme getiriliyor. Yanlış yapanlar varsa elbette ortaya
çıkarılmalıdır, ancak yardım amaçlı kuruluşların tümüne yönelik bir önyargı oluşturulması doğru değildir. İmkanlarını
ve zamanlarını toplumsal hizmetlere ayıranlara karşı daha
saygılı olunması ve destek verilmesi gerekmektedir.
Vakıf olarak gelecek planlarınız arasında neler yer alıyor?
Eğitim bursu verdiğimiz öğrencilerin sayısını ve burs miktarını artırmayı istiyoruz. Planlamalarımızı bu doğrultuda yapıyoruz. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da eğitim,
sağlık ve sosyal dayanışma alanlarındaki faaliyetlerimize
devam edeceğiz. Ayrıca vakfımızın “kamu yararına vakıf ”
statüsü kazanması için gerekli müracaatta bulunduk.
77
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
Şubat 2014’te kabul edilen yasalar
Kanun Numarası Kabul Tarihi
Başlığı
6518
06/02/2014
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun
6519
11/02/2014
Askerlik Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun
6520
12/02/2014
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İtalya Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Çevre Koruma ve Sürdürülebilir Kalkınma Alanlarında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6521
12/02/2014
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Doğal
Kaynaklar ve Su Havzası Amenajmanı Üzerine Mutabakat Zaptının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6522
12/02/2014
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Kültür
Merkezlerinin Kuruluşu ve Faaliyetlerine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun
6523
13/02/2014
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Arasında
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı Avrupa ve Bağımsız Devletler Topluluğu Bölgesel Hizmet Merkezinin İstanbul'da Kurulmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6524
15/02/2014
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
6525
20/02/2014
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun
6526
21/02/2014
Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun
6527
26/02/2014
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Mart 2014
i
s
e
n
h
a
S
h
i
r
a
T
8 Mart
1857 - ABD’de bir tekstil fabrikasındaki grevde
129 kadın işçi hayatını kaybetti. Dünyada yankı bulan bu
olaydan yaklaşık 60 sene sonra, Kopenhag’daki 2. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda 8 Mart “Emekçi
Kadınlar Günü” olarak belirlendi. 1975’te ise Birleşmiş
Milletler tarafından “Dünya Kadınlar Günü” ilan edildi.
12 Mart 1921 - Burdur
Milletvekili Mehmet Akif
Ersoy’un yazdığı İstiklal
Marşı, TBMM’de “Millî
Marş’” olarak kabul edildi.
1 Mart 1926 - 1889 İtalyan Zanardelli
Yasası esas alınarak hazırlanan yeni Türk
Ceza Kanunu TBMM’de kabul edildi.
1
3
3 Mart 1924 - TBMM
tarafından halifelik kaldırılarak,
halife ve hanedan üyelerinin
yurt dışına çıkarılmaları kabul
edildi.
5
5 Mart 1920 - Türkiye
Yeşilay Cemiyeti, “Hilâl-i
Ahdar” adıyla İstanbul’da
kuruldu.
7
8
10
10 Mart 1954 - Türkiye,
UNICEF’e (Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu)
kabul edildi.
7 Mart 1990 - Hürriyet
gazetesi yönetim kurulu
üyesi, gazeteci, yazar Çetin
Emeç ve şoförü Ali Sinan
Ercan İstanbul’da uğradıkları silahlı saldırı sonucu
yaşamlarını yitirdi.
Mart 2014
12
24 Mart 1923 - Mustafa
Kemal Paşa, Time dergisine
kapak oldu.
14 Mart 1827 - Hekimbaşı Mustafa Behçet’in önerisiyle ilk cerrahhane “Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i
Amire” adıyla kuruldu. Modern tıp eğitiminin başlangıcı olarak kabul edilen bu olaydan sonra 14 Mart,
Türkiye’de “Tıp Bayramı” olarak kutlanmaya başladı.
14
18
21
21 Mart 1995 - Nevruz
bayramı ilk kez ‘’resmen’’
kutlandı.
24
26 Mart
1971 İstanbul’da iki kıta birleşti. Boğaz Köprüsü’nün
57. ünitesinin de yerine
konulmasıyla kentin
Asya ve Avrupa yakaları
birbirine bağlandı.
26
26 Mart 1931 - Okka, endaze, arşın gibi eski ölçülerin
yerine kilo, gram, metre, litre
gibi yeni ölçülerin kullanılması
TBMM tarafından kabul edildi.
18 Mart 1915 - I. Dünya Savaşı’nda İtilaf
Devletleri, Çanakkale Savaşlarının deniz kısmında büyük bir yenilgiye uğratıldı. Çanakkale Zaferi bir kahramanlık destanı olarak tarihe geçti.
Mart 2014
Hep iyi, güzel ve
hanımefendi...
Belgin Doruk
Cazibesi, gamzeleri ve sol yanağındak i beniyle Yeşilçam’ın en
güzel kadınları arasında anılıyor adı. 1950’li yıllarda tanıştığı
sinema, 60’lı yıllara en popüler kadın film yıldız ı olarak taşıyor
Belgin Doruk’u. Yumuşak yüz hatları ve masum bakışları, onu
Türk Sineması’nın Küçük Hanımefendisi yapıyor.
Pınar Ünsal
Mart 2014
81
Bir film çekilirken halkın
ilmde aşk olacak mı, kötü kadın belasını bulacak mı, birbirini seven gençler kavuşaca k mı…
uyor. Seyirci, hangi kabeklentileri araştırılıyor evvela; onları memnun etmek üzere bir senaryo yazılıyor, kurgu oluşturul
babacanı. Bazı kadınlar hiçbir
rakteri yakıştırıyorsa oyuncu hep o oluyor. Erol Taş hep kötüyü oynuyor, Hulusi Kentmen hep
ı, şefkatli, ama mutlaka
bağışlayıc
dolu,
sevgi
filmde ihanet etmiyor mesela. Anne, eş, gelin… oynadığı karakter ne olursa olsun
namuslu roller biçiliyor onlara. Türk seyircisi de Belgin Doruk’u iyi kadın olarak görmek istiyor.
F
Ortaokul sıralarından Küçük Hanımefendiliğe
toz pembedir hayat. Masalsı bir
Moda dergileri takip eden ve artist resimleri biriktiren on beş yaşlarında bir kız çocuğu için
kendine hayran bırakan
dünyada yaşamayı hayal etmek akıl dışı değildir. Hele ki bu kız çocuğu Belgin Doruk gibi görenleri
zor değildir.
muhteşem bakışlara ve gamzelere sahipse, yıldızlara dokunma k, hatta bir yıldız olmak hiç de
Yeşilçam yolculuğu.
Doruk’un
Belgin
başlar
Bir derginin düzenled iği oyuncu yarışması na fotoğrafla rını göndermesiyle
bulunan, sonradan
Jüride
seçilir.
Henüz ortaokul öğrencisidir ve dergiye fotoğraf yolladığından ailesinin haberi yoktur. Birinci
en güzelliği sayesinde ekmeğini
kocası olacak bir yapımcı-yönetmen ona film teklifinde bulunur ve daha genç kız bile sayılmazk
Mart 2014
82
“Güzel kadınlar hep yalnızdırlar”
“Bir kadını ortadan ikiye böl, yarısı annedir, yarısı çocuk. Yarası sevgili, yarası
aşk…” diyor ya Cemal Süreya. Aşk, Belgin Doruk’un da en büyük yarası olur.
Henüz onlu yaşlarındayken güzel gamzelerini göstererek gülmesini sağlayan
mutluluğun hiç tükenmeyeceğini sanır ve hayal ettiği masalsı dünyaya kavuşmak
üzere, on sekiz yaşına basar basmaz kendinden 27 yaş büyük bir yapımcıyla evlenir.
Bir sürü elbisesi olur çoğu Paris'te dikilen, balolara katılır, değişik arabalara biner.
Pek de uzun bir geçmişi olmayan Türk Sineması, aktrisine kavuşur Belgin Doruk
sayesinde. Film yapımcıları peşinden koşar, başrolü Belgin Doruk olan filmler art
arda gelir.
Ancak, daha çok Ayhan Işık’la başrol paylaştığı, sonu mutlu biten filmlere
benzememektedir hayat. Evliliğinde mutlu olamaz. Aşık olurken kalpte hissedilen
tatlı sızı acıya dönüşür zamanla. Al yanakları solar, güzel gözleri nemlenir sürekli.
Aşk, başlarda vadettiği sonsuz mutluluğu geri almakla kalmaz, acı verici tüm meziyetlerini gösterir bir zaman sonra. Belgin Doruk, bol hıçkırıklı gecelerle tanışır.
Küçük yaşta tanıştığı şöhret, baş döndürücü güzelliği, çevreden gördüğü yoğun
ilgi, yaptığı mutsuz evlilikler, ilaç bağımlılığı, intihar girişimleri gibi benzerlikler
nedeniyle Türkiye'nin Marilyn Monroe'su sayılıyor Belgin Doruk. Hemen hemen
aynı dönemde farklı coğrafyalarda hayal ve hayat kırıklıkları dolu hayatları kader
ortağı yapıyor bu iki yıldızı. En kötüsü de tıklım tıklımken çevreleri ikisi de yalnız
veda ediyor hayata.
kazanmaya başlar. Belgin Doruk ilk
filmi olan “Çakırcalı Mehmet Efe’nin
Definesi”nde oynar. “Kanlı Çiftlik”,
“Köroğlu” derken Türk Sineması'nın
aranan kadın oyuncusu olur.
1961 yılında Ayhan Işık'la başrolü
payla şt ığ ı “Küçü k Ha n ı mefend i ”
filminden sonra Türk seyircisinin gözünde bambaşka bir yer edinen Belgin Doruk, sadece Pamuk Prenses'in
üvey annesini oynadığı filmde kötü
roldedir. Bu kadar çok sevilmesi ve
başarılı bir oyuncu olması, Adana
Film Festivali'nde aldığı “En İyi Kadın Oyuncu” ödülüyle taçlanır.
Bir ara şarkıcılığa soyunan, ancak
başarı elde edemeyen Belgin Doruk,
1972 yılında Fikret Hakan'la “Gecekondu Rüzgarı” adlı filmde oynar; bu
onun son filmidir. Bu tarihten itibaren aldığı kilolar nedeniyle gözlerden
uzak bir hayat sürmeyi tercih eder.
Mart 2014
84
Milletvekili yazar mı?
Erbay Kücet
Ahîlik felsefesini derinden anlamanın yolu kardeşlik, sevgi, adalet, ahlak,
dayanışma ve dürüstlüğe önem vermekten geçiyor. Bu felsefeyi derinden
anlayabilmiş ve anlatabilmiş eski bir vekil Yusuf Ekinci.
T
oplumumuzun ekonomik, sosyal
ve kültürel hayatında önemli rol
oy naya n  hi birl i k ler i ha k k ı nda
bugüne kadar pek çok eser yayımlanmıştır; akademik olarak da Âhilerin
değişik yönleri araştırmalara konu
edilmiştir. Ancak Âhi birlikleri üzerine, geçmişten günümüze ışık tutan ve
Mart 2014
Âhiliği bütün yönleriyle inceleyen bir çalışma olduğunu söyleyemeyiz. Tarihçiler,
edebiyatçılar, hatta iktisatçıların bu teşkilatla ilgili çalışmalar yaparak halkımıza
yeni bilgiler aktarmasının zaruretine inananlardanım. Âhilikle ilgili yapılacak
yeni çalışmaların bu konudaki eksikleri tamamlayacağına eminim.
Uzun yıllar kendini Âhilik konusuna adayan bir isimden söz etmek istiyorum
bu yazımda; Dr. Yusuf Ekinci. “Âhilik ve Cumhuriyet Döneminde Meslek Eğitimi” konulu teziyle “doktor” unvanı kazanan Ekinci, uzun yıllar Millî Eğitim
Bakanlığı’nda öğretmenlik ve idari görevlerde bulunmuş, daha sonra TBMM 20.
85
Dönem Burdur Milletvekili olmuştur. Kendisiyle bürokrat
olduğu yıllara dayanan dostluğumuzu burada zikrederek Ekinci’nin yazımıza konu olan yönünü ifade etmeye
çalışacağım. Parlamento yıllarında Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu ile Çevre Komisyonu üyelikleri
ve başkan vekillikleri görevlerinde bulunan Yusuf Ekinci,
siyaset hayatını idame ettirirken kültürel hayattan bağını
koparmamış bir isimdir. Bilimsel çalışmalarına devam
ettiğini, son yıllarda birbiri ardına yayımladığı eserleriyle
ispatlamıştır. Ekinci, Millî Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye
Kurulu Başkanlığı döneminde kültürel yayınların basılması
konusunda büyük çaba göstermiştir.
Birkaç yayın daha...
Âhilik üzerine kaleme aldığı belgesel tadındaki Âhilik
adlı çalışması 12. baskıya ulaşan Ekinci’nin elimizdeki
geniş hacimli eserinin kapağında bulunan, Ahî Evran’ın
“Hak ile sabır dileyip bize gelen bizdendir. İlim, akıl ve
ahlak ile çalışıp bizi geçen bizdendir” sözleri, kitap içeriğinin bir nevi özetidir. Kitapta Âhiliğin vizyonundan
misyonuna varıncaya kadar pek çok konu ele alınmış;
insani ilişkiler, ekonomi, emek-sermaye ilişkileri, rekabet
piyasası, üretim-tüketim ve görgü çerçevesinde Âhilik değerlendirmesi yapılmıştır. Tarihsel süreçle birlikte güncel
değerlerimizin de işlendiği eserde ilk baskıdan sonra görülen eksikliklerin giderildiği, yeni yapılan araştırmalardan
alıntılara yer verildiğini fark ediyoruz. Âhi birliklerinin
yapısından teşkilatlanmalarına kadar başlıklandırılan
konuları incelediğinizde, Âhilik değerlerinin günümüzde
uygulanmasıyla ülkemizin neleri tekrar kazanabileceğini
düşünmeden edemiyorsunuz. Eğitim alanında yapılacak
değişikliklerin bile çözüm noktasının Âhilikte yattığını
söylesek yalan olmaz. Bugün Batı’dan emanet alınan ve
kamu kurumlarının yanı sıra büyük şirketlerin de dillerinden düşürmedikleri Toplam Kalite Yönetimi’nin yıllar
öncesinden atalarımızın yaptığı mükemmel çalışmaların
sadece bir kısmı olduğunu herkes görebilir.
Yusuf Ekinci, eserinde Âhilik konusundaki bilimsel verilerin yanı sıra onlarla ilgili hikaye ve deyimlere de yer
vermiş, Âhi ahlakının nasıl olması gerektiğinin vurgusunu
ayet ve hadislerle pekiştirmiş.
Âhilik üzerine yaptığı çalışmalarda karşısına çıkan değerleri de göz ardı etmeyen Ekinci, Burdur’da doğmuş olmasına rağmen yıllardır ekmeğini yediği, havasını soluduğu
Başkent Ankara’nın manevi mimarını unutmamış, bir vefa
örneği olarak Hacı Bayram-ı Veli’nin hayatını kaleme almış.
Akçağ’ın bastığı Hacı Bayram-ı Veli adlı kitabın büyük mutasavvıfı anlatan diğer kitaplardan farklı tarafı, Ekinci’nin
Âhilikle ilgili titiz çalışmasıyla birlikte günümüz âşıklık
geleneğini devam ettirenlerin şiirlerine yer verilmiş olması.
Dergimizin ocak sayısında 19. Dönem İstanbul Milletvekili ve TPB Genel Sekreteri Kadir Ramazan Coşkun, Hoca
Ahmed Yesevi ile ilgili kendi çalışmalarından derlediği
bir yazı kaleme almıştı. Yusuf Ekinci de Ahmed Yesevi ile
ilgili önemli çalışmalara imza atmış bir isim. Ekinci, Hoca
Ahmed Yesevi adlı kitabında da diğerlerinde olduğu gibi
ilmî bir üslup kullanmış. Ahmed Yesevi’nin eserlerinden
söz ederken onun fikrî ve edebî yönünü ele almış. Özellikle
Anadolu’nun Müslümanlaşmasına yaptığı katkıları ve etkilerini ifade ettiği bölümde Divan-ı Hikmet’ten seçmelere
de yer veriyor.
Hayatı boyunca “Dilde, fikirde, işte birlik” cümlesini düstur edinen birinden söz ediliyorsa, bu Gaspıralı İsmail’dir.
Türkiye Yazarlar Birliği tarafından Kırım’da düzenlenen
“Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni” etkinlikleri sırasında Gaspıralı İsmail’in Bahçesaray’daki mekanını ziyaret
etmiştim. Onu öğrencilik yıllarımdan beri Türkçeye ve
eğitime yaptığı katkılardan, Ruslardan gördüğü baskılardan
tanıyordum. Kırım’a gidene kadar bildiklerimin ders kitaplarında yazılanların ötesine geçmediğini gördüm.
Yusuf Ekinci daha önce 1996 yılında yayımladığı Gaspıralı
İsmail adlı eserini de diğer çalışmaları gibi gözden geçirmiş.
Özellikle son yıllarda bizi biz eden değerlerimizin günümüze taşınmasıyla ilgili yapılan çalışmalara ek olan bu kitabın
da okunması gerekmektedir. Gaspıralı’nın yaşadığı döneme
değil, bugüne ışık tutacak inceleme ve sözlerinin tekrar
okunması gerekmektedir.
Bu vesile ile 20. Dönem’de milletvekili olarak milletine
hizmet eden Yusuf Ekinci’yi kültürümüze, değerlerimize
yaptığı katkılar ve üniversitelerimizde akademik görevlerde
çalışan gençlere örnek olduğu için bir kez daha tebrik etmek
gerekiyor.
Mart 2014
Kitap
İstanbul (L’Orient)
- 19.Yüzyıl
Eugene Flandin
Zodyak Kitap
Çeviren: Orhan Koloğlu
İstanbul, 2014
140 s.
Abdülhamid ve
Sherlock Holmes
Yervant Odyan
Everest Yayınları
İstanbul, 2014
925 s.
Mart 2014
“Hayalleri süsleyen şehir” dese biri,
i l k a k l a ge le n le rd e n o lu r İ s t a n bu l . . .
Antikçağ’dan bu yana mukimleri değişse
de yedi tepeli bu şehrin büyüsü hiç kaybolmamış, rengi hiç solmamış. İstanbul
(L’Orient), bir Batılının gözüyle kadim
şehir İstanbul’u anlatıyor. Aynı zamanda
gravür, portre ve manzara ressamı olan yazar Eugene Flandin, bakmaya doyamadığı
İstanbul’dan şöyle bahsediyor kitabında:
“Her köşeden İstanbul’un sunduğu manzaralar o kadar güzeldir ki en güzel olanını
söylemeye kalkışsa insan şaşırır. Üç şehir
ile -Suriçi İstanbul, Galata, Pera- sarılı
Altın Boynuz (Haliç) şüphesiz en yücesidir.
Çeşitli yerlerden sağlanan kısmi görüntüler, genel görünümüyle heyecan verici olduğu kadar, ayrıntılarıyla da baştan çıkarıcıdır.” İstanbul’u 19. yüzyılda gezen Eugene
Flandin’in Türkleri ve Osmanlı İmparatorluğu’nda sosyal hayatı objektif bir yaklaşımla
anlattığı İstanbul (L’Orient), Zodyak Kitap etiketiyle raflarda okuyucusunu bekliyor.
Cihan Devleti Osmanlı’nın kültüre değer
veren padişahı ve İslam halifesi II. Abdülhamid, seyahatnamelere ve polisiye romanlara
oldukça meraklıydı. 31 Mart Olayları sırasında Yıldız Sarayı’nın yağmalanmasıyla ortadan kaybolduğu rivayet edilen yaklaşık beş
bin kitaplık koleksiyonu vardı. Asıl ilginci ise
Sherlock Holmes maceralarının tümünü Osmanlıcaya tercüme ettirmiş olmasıydı. Peki,
Sherlock Holmes’e böylesi bir hayranlık duyan padişah, onunla karşılaşsa neler olurdu?
Yervant Odyan’ın ilk baskısı 1911’de yapılan
kitabında bu iki karakter yan yana geliyor.
Hikaye ise II. Abdülhamid’in hafiye teşkilatındaki adamların bir bir ölü bulunmaları
ve kendini tehdit altında hisseden padişahın
cinayetleri aydınlatma görevini dedektiflerin
en ünlüsüne, Sherlock Holmes’e verme kararı
almasıyla başlıyor. II. Meşrutiyet’in ilan edilme sürecini de mektup, telgraf, fotoğraf gibi tarihî belgelerle anlatan Abdülhamid ve Sherlock
Holmes, tarih ve polisiye tutkunlarına macera dolu sayfalar vadediyor.
Müzik
Müzisyenler yüzyıllardır Ortaçağ ve Rönesans mü-
ziklerinden etkilenegelmiş, bu ezgileri kendi çağlarına
uyarladıkları çalışmalar yapmışlardır. Bugün o dönemlerin müziğini yeniden canlandırmaya çalışan kişilerin
kalıplara sığmadığı, yaratıcılıklarıyla modern müzik
algısına yeni bir soluk getirdiği de bir gerçektir. Time
Traveller: Italian Renaissance, sanatçıların eski ile yeniyi
buluşturduğu muazzam bir albüm. Angels of Venice,
Lisa Lynne, Liz Story and David, Diane Arkenstone gibi
New Age sanatçılarının modern ve özgün yorumlarıyla
albüme alınan eserler de özenle seçilmiş. Otantik enstrümanları ve Rönesans müziğini sevenler için vazgeçilmez
olacak albüm, EMI etiketiyle raflarda.
Time Traveller:
Italian
Renaissance
EMI Classics
RIchard Strauss, Richard Wagner ve Franz Liszt’ten
sonra Alman Romantizmi’nin son temsilcilerinden
ve döneme altın çağını yaşatan sanatçılardan biridir.
Strauss’un Avusturyalı yazar Hugo von Hofmannsthal’un
aynı adlı draması için yazdığı “Elektra”, ilk kez 1909
yılında Dresden Devlet Operası’nda sergilenmiş bir eser.
Hikayesi Yunan mitolojisine dayansa da modernist ve
dışavurumcu bir opera olan “Elektra”nın oldukça zor ve
karmaşık bir müzikal alt yapıya sahip olduğu söylenebilir.
“Elektra”yı izleyip etkisini hâlâ yaşayanlar veya henüz
izlememiş operaseverler için derlenen Richard Strauss:
Elektra, müzik marketlerdeki yerini aldı.
Richard Strauss:
Elektra
TRT İstanbul Radyosu’nun birbirinden seçkin sanatçıla-
TRT İstanbul
Hafif Müzik ve
Caz Orkestrası
50. Yıl Özel
rından oluşan İstanbul Hafif Müzik ve Caz Orkestrası, 50.
yıla özel hazırlanmış harikulade bir albümle dinleyicilerle
buluşuyor. Huzurlu bir akşam yemeği veya arkadaş toplantılarına eşlik edebilecek belki de en iyi tür olan hafif müzik
ve cazın özenle seçilmiş örneklerinden oluşan albümde
“What A Wonderful World”, “How Much Do You Love
Me”, “Ve Ben Yalnız”, “I’ve Got You Under My Skin”, “Dilek” öne çıkan eserler arasında. TRT İstanbul Hafif Müzik
ve Caz Orkestrası - 50. Yıl Özel albümü, TRT Müzik müdavimlerinin arşivinde önemli bir parça olacağa benziyor.
EMI Classics
TRT Müzik Arşivi
Mart 2014
Film
Aile Sırları
Senaryo: Tracy Letts
Yönetmen: John Wells
Oyuncular: Julia Roberts, Meryl Streep, Abigail Breslin, Ewan McGregor, Benedict Cumberbatch
Yapım: 2013, ABD & Hollanda
Tür: Dram, Komedi
“Hayat çok uzun.” Bunu söyleyen ilk insan ben değilim… Şüphesiz düşünen ilk
insan da değilim. Ama bu kesinlikle doğru… Uzak geleceklerini tamamen değiştirecek bir tatile çıkan büyük bir ailedir Westonlar. Tüm aile Oklahoma’da bir evde
bir araya gelir. Ne var ki huzur içinde olması planlanan tatil, bu kalabalıkta oldukça
zordur. Weston ailesinin her biri kendi yolunu çizmiş güçlü kadınları büyüdükleri
bu evde bir aile draması yaşamaya başlar ve tüm Westonların dengesini alt üst
edecek sorunlar bir bir açığa çıkar. Yapımcılığını Oscar ödüllü George Clooney ve
Grant Heslov’un üstlendiği “Aile Sırları” oyuncularıyla da sıradan bir Amerikan
aile filminden fazlasını vadediyor.
Kapital
Senaryo: Costa Gavras, Romain Gavras, Jean-Claude Grumberg, Karim Boukercha
Yönetmen: Costa Gavras
Oyuncular: Gabriel Byrne, Gad Elmaleh, Celine Sallette, Marie-Christine Adam, Liya Kebede
Yapım: 2012, Fransa
Tür: Dram
Siyaseti ve ideolojileri filmlerinde konu eden ve bunu başarılı bir şekilde yapan
ender yönetmenlerden biri Costa Gavras. Yönetmen bu defa dünyaya egemen olan
iktisadi sistemi konu ediyor. Filmin hikayesi, bir üst düzey yöneticinin Amerika’nın
en önemli bankalarından birinde CEO olması ve yönetim kurulunu devirip bankanın pek çok elemanını işten atmasıyla ilerliyor. “Kapital”, Fransa’da vizyona
girdiği 2012’den bu yana pek çok film festivalinde yer almanın yanı sıra Bordeaux
Bağımsız Filmler Festivali’nde en iyi yönetmen ve en iyi film, San Sebastián Uluslararası Film Festivali’nde jüri özel ödülü ile Toronto Uluslararası Film Festivali’nde
Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu (International Federation of Film
Critics-FIPRESCI) ödülü adaylıklarına layık görüldü. “Kapital”, kapitalist düzeni
sorgulayan ve cevap arayanlar için…
Mart 2014
Televizyon
Polisiye diziler
A
merika’daki kadar yaygın olmasa
bile Türkiye’de de artık izleyiciden
tam not alan polisiye diziler çekiliyor.
“İz Peşinde” ve “Yılan Hikayesi”nin öncülük ettiği, “Alacakaranlık” ve “Behzat
Ç.” gibi dizilerle çıtanın yükseltildiği
yerli polisiye dizi sektörü, yeni yapımlarla seyirciye gerilim ve heyecan dolu
anlar yaşatmaya devam ediyor.
Polisiye dizilerde kurgu suçun tespiti,
ipuçlarının değerlendirilmesi ve çözüme giden yolun bulunması sırasını izliyor. Bu aşamalarda karşılaşılan ipuçları
diziye konu olan bilmecenin çözülmesini sağlıyor. Katil, kan, cinayet, kanıt,
parmak izi kelimelerinin çokça geçtiği
GİRİLMEZ
GİRİLMEZ
polisiye dizileri izlemek ise başka bir keyif veriyor seyirciye. Zira bir cinayetin çözümü sırasında yaşananlar cinayet, katil ve polis üçgeninde gelişse bile, eğer cinayet
zekice planlanmışsa ekran başındaki seyirci hem yüksek adrenalin seviyesine sahip
oluyor hem de ipuçlarını birleştirerek zihin jimnastiği yapıyor.
Ekranların uzun süredir yayımlanan dizisi “Arka Sokaklar”, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube’de görev alan polislerin suçlularla mücadelesini anlatıyor. Kanal
D’de cumartesi günleri ekrana gelen dizi, Kıbrıs ve Bulgaristan’da da yayımlanıyor.
Kanal D’nin bir diğer polisiye dizisi “Galip Derviş”te obsesif kompulsif bozukluğu olan bir dedektifin üstün bir dikkat yeteneği ile çözdüğü olaylar konu ediliyor.
Komedi unsurları da içeren “Galip Derviş”, ABD yapımı “Monk” adlı dizinin bir
uyarlaması.
Gürkan Uygun ve İnanç Konukçu gibi yüksek performanslı iki oyuncunun yer
aldığı “Kaçak” adlı dizi ise konusu itibarıyla diğer polisiye dizilerden ayrılıyor. Bir
mafya babasının oğlunu öldüren polisin kılık ve kimlik değiştirerek Anadolu’ya
yerleşmesi ve hayatı boyunca kaçışını anlatan dizi, atv ekranlarında salı günleri
yayımlanıyor.
GİRİLMEZ
GİRİLMEZ
GİRİLMEZ
GİRİLMEZ
GGİR
İLMEEZZ
İRİL
Mart 2014
Vekiller
Ömer Dinçer
AK Parti İstanbul Milletvekili
Okuduğum kitap türleri zaman zaman
değişiyor. Mesela siyasete atılmadan önce
daha çok mesleğimle alakalı kitaplar okuyordum. Milletvekili olduktan sonra siyaset bilimi ve
tarih kitaplarını tercih etmeye başladım. Bunların yanı sıra farklı
alanlardan kitaplar okuduğum da oluyor. Son zamanlarda ağırlıklı
olarak Türkiye’nin güncel sorunları üzerine kitaplar okuyorum. Bir
de bugün konuşulan mevzularla alakalı geçmişte neler yapıldığına
bakmaya çalışıyorum. Son günlerde birbirinden farklı birçok kitap
elime geçti. Demokratikleşme Sürecinde Ordu-Siyaset İlişkisi ve
Medyadaki Darbe Geni isimli kitaplar bunlar arasında yer alıyor.
Bildiğiniz gibi yakın zamanda HSYK ve Anayasa ile ilgili tartışmalar vardı. Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında 1921 ve 1924 anayasaları hazırlanırken nelerin tartışıldığına
baktım. O dönemde Elmalılı Hamdi Yazır’ın yasama, yürütme ve
yargının niçin birbirinden ayrı olması gerektiğine dair ayrıntılı bir
mülahazası var; onunla alakalı kitabı inceledim. Fırsat bulursam roman türü eserler de okuyorum. Şu anda elimde Sâmiha Ayverdi’nin
Yusufcuk adlı kitabı var. Sinemaya çok sık gidemiyorum. En son
“Eyvah Eyvah 3”ü seyrettim. Ben bu filmin serisini sevdim; çünkü
mizah yapılırken küfür yok, günlük yaşamdan enstantaneler var.
Hafta sonları evde bilgisayardan güncel veya isim yapmış filmleri
seyrediyorum.
Müzik konusunda Türk Halk Müziği’ni tercih ediyorum. Çok iyi
bir dinleyiciyimdir. Hele hele eser biraz da hüzünlüyse, ayrılığı ve özlemi dile getiriyorsa
daha çok hoşlanırım. Belirli sanatçıların sesi ve yorumunun belirli türkülere çok yakıştığını düşünüyorum.
Mesela “Ne Ağlarsın Benim Zülfü
Siyahım”ı Sezen Aksu’dan, “Ela
Gözlerini Sevdiğim Dilber”i Yavuz
Bingöl ve Nurşah’tan, “Gelmiş Bahar
Geçmiş Yazlar Neyleyim”i Rojda’dan,
“Can Yar”ı Yıldız Tilbe’den dinlemekten hoşlanıyorum.
Mart 2014
okuyor
izliyor
Mehmet Şandır
MHP Mersin Milletvekili
Daha çok gündemdeki konularla ilgili ki-
tapları tercih ediyorum. Bugünlerde Prof.
Dr. Kemal Gözler’in Devletin Genel Teorisi,
Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı’nın Uluslararası Hukuk, Prof. Dr. Cengiz Özakıncı’nın
Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı ve Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları’ndan
çıkan Hz. Peygamber’in İzinde adlı kitapları birlikte
okuyorum. Sinemaya gitme imkanım maalesef
olmuyor. Televizyonda en son “Vahşi Nehir”
filmini izledim. Müziğin her türünü dinlemeyi severim. Klasik Türk Müziği özel
tercihimdir.
Ali Özgündüz
CHP İstanbul Milletvekili
Şu sıralar İslam’ın özüne ilişkin kitaplar
okuyorum. Günümüzde İslam adına yapıldığı söylenen eylemlerin, dinin özüne
ne kadar uygun olduğu sorusuna yanıt
verebilecek kitapları tercih ediyorum. En son
Namık Kemal Zeybek’in Ariflerin Namazı adlı kitabını okudum
ve çok etkilendim. Başucumdaki kitaplar arasında Türkiye’nin
yakın siyasi tarihine ilişkin olanlar önemli bir yer tutuyor. Ayrıca birkaç yıldır gündemde olan davalarla ilgili kitapları da takip
ediyorum. Ortadoğu ve Orta Asya ile dinler tarihine ilişkin eserler de ilgimi çekiyor. Sinemaya gitmeye fırsat bulduğumda stresten kurtulup biraz olsun rahatlayabilmek için komedi filmlerini
tercih ediyorum. Bu aralar ruhumu dinlendirmek istediğim
zamanlarda mistik müziklere kulak veriyorum.
İhsan Barutçu
İstanbul Bağımsız Milletvekili
Genellikle tarih ve biyografi kitapları okuyo-
rum. Türk ve İslam tarihine ilişkin eserleri ilgiyle
takip ediyorum. Seyyid Ahmet Arvasi’nin üç ciltlik
Türk-İslam Ülküsü adlı kitabı, tesiri altında kaldığım eserlerdendir. Özellikle genç nesillere
tavsiye edeceğim başucu kitaplarından biridir.
Sinemaya sıkça gidiyorum. En son “Eyvah Eyvah 3”ü seyrettim. Bugüne kadar beni en çok
etkileyen filmlerden biri “Son Samuray”dır.
Mukayeseli tarih açısından bakıldığında bu
filmde Türk toplumunun da ders çıkarması gereken
konular olduğunu düşünüyorum. Kulağa hoş gelen tüm müzik
türlerini dinlemekle birlikte Türk Halk Müziği ve Türk Sanat
Müziği’ne öncelik veriyorum. Cezaevi yıllarımda
yazdığım, “Kara Eylül” ve “Anneler Ağlamasın” isimleriyle bilinen şiirim Zafer İşleyen tarafından bestelendi. Birçoğunu
cezaevindeki o duygu yoğunluğu
içinde yazdığım başka şiirlerim
de var. Şiir konusunda iddialı
değilim, ama yazdıklarımın birileri tarafından önemsendiğini
görünce şiir değeri taşıyacak bir
şeyler kaleme aldığımı fark etmiş oldum. Belki ileride şiirlerimi bir kitap haline getirebilirim.
Bu arada amatörce yağlıboya
resimler yapıyorum. Genellikle natürmort çalışıyorum. İnsanların kendilerine zaman ayırdıklarında
hiç ummadıkları alanlarda kabiliyetleri olduğunu fark edebileceklerini ve içlerindeki cevheri ortaya çıkarabileceklerini düşünüyorum.
Harun Karaca
AK Parti İstanbul Milletvekili
Genellikle siyasi kitaplar okuyorum.
Türkiye’nin yakın tarihiyle ilgili eserlere
ağırlık veriyorum. Özellikle darbe dönemlerine ilişkin kitaplar, araştırmalar,
mahkeme tutanakları, makaleler ve gazete
kupürlerini okumaya çalışıyorum. Ekonomiyle
ilgili yayınları da takip ediyorum. Sinemada en son “Hükümet Kadın 2”yi izledim. Müzikteki tercihim kesinlikle Türk Halk Müziği.
Rahmetli Neşet Ertaş, Orhan Hakalmaz, Zara ve Necdet Kaya beğenerek dinlediğim sanatçılar arasında yer alıyor.
Mehmet Ali Okur
AK Parti Kocaeli Milletvekili
Ağırlıklı olarak siyaset ve tarih kitapları
okuyorum. Milletvekili olmadan önce kitap
okumaya daha çok zaman ayırabiliyordum.
Son yıllarda yoğun Meclis çalışmalarından
fırsat buldukça kitap okumaya çalışıyorum.
Ülke ve dünya gündemine vakıf olabilmek
için gazete, dergi ve köşe yazılarını yakından
takip ediyorum. Sinemada en son “Düğün Dernek”i
izledim. Şu sıralar gitmeyi düşündüğüm film ise
“Recep İvedik 4”. Komedi filmlerini izlemeyi seviyorum. Özellikle gergin olduğum zamanlarda
bol bol gülüp stres atabileceğim filmleri tercih
ediyorum. Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği dinliyorum. Muazzez Ersoy ve Zara beğenerek
dinlediğim sanatçılar arasında yer alıyor.
Ömer Süha Aldan
CHP Muğla Milletvekili
Daha çok siyaset kitapları okuyorum. Siyasette pek çok şeyin yıllar içinde tekrarladığını gördüğüm için hem deneyim elde etme
hem de geçmişte yaşananları hatırlama
açısından siyaset kitapları okumaya özen
gösteriyorum. Sosyoloji ve tarihe de özel bir
ilgim var. Bu konularda kitaplar elime geçerse
mutlaka okuyorum. Sinemaya gitmeye maalesef
fırsat bulamıyorum. Klasik Batı Müziği’nden Türk Halk Müziği’ne
kadar her tür müziği dinliyorum. Müziğin evrenselliğine inanıyorum. İyi bir dinleyici olduğumu söyleyebilirim.
Özdal Üçer
BDP Van Milletvekili
Genellikle siyaset bilimi, sosyoloji ve felse-
fe kitapları ile roman okuyorum. Zaman zaman dünya klasiklerini yeniden okuduğum
da oluyor. Şiir kitapları başucumdaki eserler
arasında yer alıyor. Elimde her zaman birkaç
kitap birden bulunuyor. Dergileri de düzenli
olarak takip ediyorum. Mümkün olduğunca iyi bir
okur olmaya çalışıyorum. Sinemaya gitmeye pek vakit bulamıyorum.
Farklı dillerden halk müzikleri dinlemeyi seviyorum. Protest müzik
ve zaman zaman da klasik müzik dinlediğim türler arasında yer alıyor. Klasik müziğin dinlendirici bir etkisi olduğunu düşünüyorum.
Mart 2014
92
@Ondermatli
İnsan kaldırabileceği riski iyi bilmeli,
ancak finans sisteminin yeni araçları uyuşturucu gibi insanları teslim alıyor.
@vekilince
İkinci yarıyılda öğrenci ve öğretmenlerimize başarılar diliyorum.
@profzuhaltopcu
Muğla Yatağan’daki açılışta bir teyzenin
kınalı elleri...
@chpizzetcetin
Bugün pırıl pırıl, güneşli bir hava var
Beypazarı’nda.
@namikhavutca
Hayvanlara kötü muamele, kasten
yaralama ve kasten öldürme TCK’da suç
olarak düzenlenmelidir.
@rkerim15
Siyaset sorun çözme sanatıdır.
@mlbaydar
Her son bir başlangıçsa çizgide
Her başlangıç önce gülümsemede
@Deniz__Baykal
En sosyal demokrat kedi @SeroChp’nin
Kediler Günü kutlu olsun :)
Mart 2014
@nacibostanci
Başkalarının taşı değil ama dostların
attığı gül bile bizi incitir. Kaldı ki bu sosyal
medyada gül atıldığı da pek söylenemez...
@tulaykaynarca
Hayvan hakları deyip geçmeyin! İnsanoğluna bazen vefayı, sevgiyi onlar da
yaşatabilir...
93
Ruhsar Demirel
@ruhsardemirel
Eskişehir Milletvekili - MHP Genel Başkan
Yardımcısı
Twitter’ı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında ilk sıralarda yer alıyorsunuz. Twitter’ı ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkla kullanıyorsunuz?
Yaklaşık beş yıldır Twitter kullanıcısıyım. Gündemde neler olduğundan haberdar olmak için her gün en az bir kere bakmanın
yanında bildirimleri kontrol ederek bana iletilen mesajları da okuyorum.
Sosyal medya sizin için ne ifade ediyor, Facebook veya diğer sosyal paylaşım ortamları da ilgi alanınıza giriyor mu?
Sosyal medyanın teknoloji çağında haberdarlık ve bilginin hızlı yayılması konusundaki önceliği hepimizin malumu. Ben kişisel
internet sitem ve Twitter dışındaki alanları kullanmıyorum.
Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne bakımdan önemli?
Dünya, ülke ve seçim bölgelerimizdeki güncel konular hakkında haberdar olmayı sağlıyor. Ancak yalnızca benim gibi düşünenler, benimle aynı partiye oy verenler ne diyor, ne düşünüyor yaklaşımıyla bakılırsa amaca hizmet etmeyeceğini düşünüyorum.
Değişik bakış açıları ve yorumları görme imkanı veriyor olması önemli.
Mart 2014
Unutmayacağız...
Hidayet İpek
14. Dönem Giresun Milletvekili Hidayet İpek, 1919 Giresun Şebinkarahisar doğumludur. Harp Okulu ve Akademisi’nde
öğrenim gören İpek, ilk Kore Tugayı Subayı, Genelkurmay Harekat Dairesi Mülhakı, İşletmeler Bakanlığı İşletmeler Dairesi Uzmanı, Sanayi Bakanlığı Emniyet İşleri Müşaviri, Etibank Genel Müdürlüğü Sekreteri ve Şebinkarahisar Belediye
Başkanı olarak görev yaptı.
Hidayet İpek’in cenazesi, 26 Şubat 2014 tarihinde TBMM’de düzenlenen törenin ve Kocatepe Camii’nde öğle namazını
müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Pertev Aşçıoğlu
18. Dönem Zonguldak Milletvekili Pertev Aşçıoğlu, 1928 Bartın doğumludur. Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi
Hukuk Fakültesi’nde tamamlayan Aşçıoğlu, Bartın Hazine Avukatlığı, Zonguldak İl Genel Meclisi Üyeliği, İl Daimi Encümen Üyeliği ve serbest avukatlık yaptı.
Pertev Çavuşoğlu’nun cenazesi 25 Şubat 2014 tarihinde Bartın Arap Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze
namazının ardından toprağa verildi.
Münir Fuat Yazıcı
18. Dönem Manisa Milletvekili Münir Fuat Yazıcı, 1926 Manisa Kırkağaç doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamlayan Yazıcı, serbest avukatlık ile uğraştı.
Münir Fuat Yazıcı’nın cenazesi 19 Şubat 2014 tarihinde Manisa Hatuniye Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
İbrahim Sadi Öztürk
14. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili İbrahim Sadi Öztürk, 1920 Nallıhan doğumludur. Siyasal Bilgiler Fakültesi ve
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yüksek öğrenim gören Öztürk, Elvanlı Bucak Müdürü, İçel ve Eskişehir İl Maiyet Memuru, Gediz, Çıldır, Keskin, Çankaya Kaymakamı, Kahramanmaraş, Van, Niğde ve Merkez Valisi, Mülkiye Teftiş
Heyeti Üyesi, Kahramanmaraş Belediye Başkanı olarak görev yaptı.
İbrahim Sadi Öztürk’ün cenazesi 14 Şubat 2014 tarihinde Karşıyaka Ahmet Efendi Camii’nde cuma namazını müteakip
kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
İsmail Güven
11. Dönem Niğde Milletvekili İsmail Güven, 1916 Niğde doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi’nde tamamlayan Güven, Bâlâ ve Akhisar’da Cumhuriyet Savcılığı ve serbest avukatlık yaptı.
İsmail Güven’in cenazesi 12 Şubat 2014 tarihinde Niğde Merkez Dışarı Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze
namazının ardından toprağa verildi.
Mehmet Şükran Özkaya
Cumhuriyet Senatosu Tabii Üyesi Mehmet Şükran Özkaya, 1925 Antalya doğumludur. Harp Okulu ve Akademisi’nde öğrenim gören Özkaya, Diyarbakır Makinist Okulu Komutanlığı Subayı, Tatvan Ambar Müdür Vekili, Bingöl 10. Tümen 10.
Motorlu Topçu Alayı, Ezine 2. Kolordu Topçu Tugayı İkmal Şubesi, Kara Kuvvetleri Harekat ve Eğitim Dairesi Kurslar Şubesi,
Etimesgut 2. Zırhlı Tugay Levazım Şubesi ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı Muhasebe ve Bütçe Grubu Subayı, Ayaş 61. Piyade
Alayı Bölük Komutanı, İstanbul 3. Zırhlı Tugay 3. Şube Müdürü ve Tugay Piyade Tabur Komutanı olarak görev yaptı.
Mehmet Şükran Özkaya’nın cenazesi, 5 Şubat 2014 tarihinde Kocatepe Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze
namazını ardından toprağa verildi.
Rüştü Kazım Yücelen
21. Dönem Mersin Milletvekili Rüştü Kazım Yücelen, 1948 Anamur doğumludur. Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi
İktisat Fakültesi’nde tamamlayan Yücelen, serbest muhasebeci, Ticaret ve Sanayi Odası Esnaf Kefalet Kooperatifi Üyesi,
Yücelen Ticaret Kolektif Şirketi Ortağı ve İdarecisi olarak görev yaptı.
Rüştü Kazım Yücelen’in cenazesi 3 Şubat 2014 tarihinde Mersin Anamur Akdeniz Camii’nde ikindi namazını müteakip
kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Şubat ayında aramızdan ayrılan arkadaşlarımız için Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor,
kederli aileleri için kalpten duygularla sabr-ı cemîl niyaz ediyoruz.

Benzer belgeler