Et - İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi

Transkript

Et - İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi
' (
& 4 4
? @
(
@
SLAM VE YERELL K YERELL
OLARAK ÖRF
A% %B
>B CDDEB
N FIKH
/CF
TEMELLEND RMES
Prof. Dr. Mehmet ERDO AN*
!"#
$% &'( " )
* + # " !"#
% %
A( $ (
(( G %
-% HB
$9I %
A( $ ( $ (
(
1 % G% % % %
%1
1
$
%
1
$
"
% G %
%
%
2( $ (%
1 (
(%
% G
G %
%
(
(%
%(% %
G
$ H
1 %1 ( 1 $ %
1%( %
"
% G
GG
H % $ % A ( J%$%(% %
%1
%
I
K JL
$ $ 1
M
% G G
J % I
( % $ H
A( $ (
(
(%
J
M B $
%
G
1
G
((
1
Bismillah ve ala milleti rasûlillah1
cnsanl k dünyam z bir denize benzetin. Bu denizin herhangi bir yerine
bir gökta dü tüdünü farz edin. Sonra bunun sonucunu zihninizde canland r n.
Sizin yerinize ben olacad seslendirmi olay m. Ta dü tüdü yerde çok
güçlü bir etki b rak r. Bu etki bir girdap olu turur ve bir çekim merkezi meydana getirir. Bunun hemen akabinde çok güçlü dalgalar (tsunami) meydana
gelir. Bu dalgalar halkalar halinde etrafa dad l r ve birbirini ard ndan geni leyerek yay l r. Geni ledikçe ve yay ld kça etkisini azalt r ve bir noktada s f ra
müncer olur.
eimdi bunu Yüce Allah' n be er dünyas na te ri (el-emr) yoluyla müdahalesine/ hidayetine uyarlayal m. Eski dünyan n tam merkezine (Hamidullah
Hoca merhumun ifadesi ile2 o gün Afrika, Asya ve Avrupa'dan olu an eski
* Marmara Üniversitesi clahiyat Fakültesi ödretim üyesi
1
cçimden öyle geldi. Bu ba lang ç genelde cenaze kald rma giri iminde bulunuldudunda yap l r. Bu yaz n n yaz lmas
esnas nda dostlar benim haleti ruhiyemi bu ba lang çtan tahmin edebilirler. Bu yaz salt bilimsel dedildir. Bir plan
dahilinde de yaz lacada benzemiyor. Tam bir dodaçlama olacak ve hiçbir iddia ta mayacak. O yüzden sevgili okuyucular m zdan ho görülerini esirgememelerini arzu ediyorum. Okumaya tahammül edebilecediniz bir yaz olmas n
niyaz ediyorum.
2
bk. M. Hamidullah, slâm’a Giri , Ankara, ts., s. 16.
C
dünyay temsil kabiliyetini haiz olan Mekke, Medine ve Taif üçgeni içine)
indirilen el-emrin ruhu ve bu yolla el-emir'den olu turulan bir erî‘a bulunmaktad r. A k n olan Allah' n kat ndan insanl k dünyas na indirilmi bir elemr'den söz ediyoruz. "Elçi'nin dili" üzere "kavl/söz" olmu ve art k mutlakl ktan ç km ve bir aidiyete bürünmü bir kelamdan bahsediyoruz. Baz lar n n
sloganvari söyledikleri ve çodu gayret-i diniyye ile dolu insanlar n da ho una
giden ekliyle Rabca ya da A-Rabca dedil, tamam yla Arapça olan, Arabî
nispeye bürünen bir kelamdan bahsediyoruz. A k nl ktan ete kemide bürünüp
dil kal b na girdidi ufkun vahiy emini Cibrîl yahut insanl k dünyas n n ufku
bizzat muhatap Hz. Muhammed'in kalbi olmas mümkündür ve bu çok da
önemli dedildir.
Buna Mutlak olan Allah aç s ndan dedil, ama yeryüzüne ait bizler aç s ndan zorunluluk vard . Biz onun kat na eremezdik. O yüzden Yüce Allah,
yüceler yücesinden tenezzülat- ilâhiyye ile kendini bizim idrak düzeyimize
indirmi ve kat nda olan mutlak dederleri bizim dünyam za maletmi ti.
Gökten dü en ta n dü tüdü yerdeki muazzam etkisi gibi, indirilen elemr'in ruhu ve eria da indidi yerde çok güçlü bir etki olu turmu ve bunun
sonucunda meydana gelen girdapla olu an cazibe merkezinde büyük istihaleler meydana gelmi tir. Art k yeni dünyan n merkezi Hicaz'd r. Daha özelde de
dinî merkez Mekke, siyasî merkez imdilik (yeni cazibe merkezleri olu uncaya kadar) Medine'dir.
cnsanl k dünyas na yönelik bu ilahî müdahale bütün insanlara ula t r lmas istenen bir mesaj içermektedir. Ama mucizelerle bizzat Allah' n eliyle
dedil dünyaya ait yasalar içinde gerçekle mesi gerekmektedir. Bu yasalara
göre merkezden çevreye dodru bir yay lma olacakt . “ kra’”la Rab ad na bütün insanl da Hakk ve hakikate okuntu (davetiye) ç km t . cnsanl k Rab ad na okunacakt . Bunun geredi olarak önce peygamber kendi peygamberlidine
inanmakla ba lam (âmene'r-rasûlü bimâ ünzile ileyhi), arkas ndan kendi
iman n n geredini kendi yapmaya koyulmu (Yâ eyyühâ'l-müzzemmil kumi'lleyle illâ kalîle) (Müzzemmil 73/1), arkas ndan "Yâ eyyühe'l-müddessir kum
fe enzir" (Müddessir 74/1) ile kendi d ndakileri inzara ba lam , "Fe enzir
a îreteke'l-akrabîn" (euarâ 26/214) ile halkay geni leterek kendi kabilesine
ta m , arkas ndan kendi ehir halk na aç lm , çadr s makes bulmay nca
Taif'e yönelmi , oradan kovulunca s k nt l Mekke rahim hayat n n bitmesi
gerektidi mülahazas yla sanc l bir dodumla Medine hayat na evrilmenin aray na girmi ve sonunda bir dolunay gibi Veda tepesinden Medine insanlar n n ufkuna dodmu , en zor ve en semereli bire bir ve yüzyüze ir ad faaliyetini
y lmadan usanmadan sürdürmü , bütün ba ar s n üsve-i hasenelikte bulmu , sonunda uzun bir mücadelenin ard ndan Mekke'nin fethi gerçekle tirilmi , ba kent Ümmü'l-Kurâ ve saray (Beytullah) çevreleyen Harem'e özel statü verilmi , Hicaz, yeni dodan bu dinin ve nüve olarak medeniyetin mikrop
kapmamas için bir küvez haline getirilmi ve hertürlü yabanc unsurlardan
ar nd r lm , bu meyanda yahudi yerle imciler Cezire d na at lm , bünye
'(
- .
((%4B .
((%N% =@4 %
((
1%
%
(
46
O
içinde mikrop gibi zarar verici mü rik unsurlara ya müslüman olmalar ya da
müslüman olmalar zorunda olduklar ülimatomu verilmi , davet elçileri
gönderilmi ve nihayet kutlu bir günde kutlu davetçinin sesiyle, yüzyirmi bin
davetçiye "fe'l-yübellidu' - âhidu'l-gâibe" emr ü ferman yla Allah tan k tutularak risalet vazifesinin bihakk n yap ld d , davetin tamama erdirildidi ve art k
"el-Yevme ekmeltü dîneküm"e gelindidi bütün dünyaya ilan edilmi ti.
Tamamlanan ve teblid edilecek olan neydi? Bu i nas l yap lacakt ? Bu
i i kimler yapacakt ? Ba ar nas l elde edilecekti?
Beytullah - Harem- Haremeyn-i eerîfeyn ve ikinci bir dine yer verilmeyen Hicaz ve mü rikliklerine son verilen Araplar n cslâml d ile perde kapan yor muydu? Hz. Peygamber'in refîk-i a‘lâ'ya irtihali bir son muydu? Onun
teblidde ve ir adda halefleri ve siyasette halifesi olacak m yd ? Asl nda her
ey yeni mi ba l yordu? Bu nüve (bebek) küvezden ne zaman ç kacakt ve
ba na neler gelecekti? Yeterince güce ve bad kl k sistemine sahip miydi? Bu
endi e ile hep küvezde mi tutulmal yd ?
cslam' n anl tarihine bakt d m z zaman geli melerin tam da dünya yasalar na göre oldudu görülüyor. Olu an tsunami yak n sahillerde yerel kültür
ve medeniyetler aç s ndan büyük y k mlara, nüve halindeki cslâm' n kök sal p
büyümesi ad na büyük fetihlere sahne olmu tu. Ama dalgalar merkezden
uzakla t kça giderek iddetini azalt yordu. Hicaz Araplar na eski dinlerine
sahip olma konusundaki adem-i müsamaha, Hicaz iklimini d ar ya ta t kça
ve yeni unsurlarla yüzle ildikçe müsamahaya dönü üyordu. Art k kimse eski
dinini terkederek zorla müslüman olma durumunda dedildi. Merkezdeki güçlü etki burada hafifleyerek cizye mukabilinde zimmet statüsüne dönü mü tü.
Medeniyet ve kültürlerle yüzle me ve hesapla ma kaç n lmaz olmu tu. Çocuk
çoktan küvezden ç km , harici artlara oladanüstü bir bad kl k kazanm t ,
bir haylidir rü düne bile ermi ti. cslam, çok sürmeden medeniyet alan nda
saks da nüve, serada fidan olmaktan ç km ve art k dünya bahçesinde meyveye duran kocaman bir adaç halini alm t ve her gün biraz daha büyüyor ve
serpiliyordu. Daha imdiden üç k tan n önemli bir k sm n gölgesinde huzur
ve sükunet iklimine ta m t . Bu serencamda cslâm almadan korkmam t .
Varl d n geli tirerek sürdürmenin devaml hörgüçten tüketerek dedil d ar dan al nan g dalarla mümkün oldudu dünya yasas burada da hükmünü icra
etmekteydi. eimdi art k Hicaz halkas n n etraf nda bir de Acem/ Mevâlî halkas olu mu tu. Merkezle çevre aras nda bir gerilim ya anmaktayd .3 Yeni
fethedilen yerler ve müslüman olan yeni halklar merkezdeki ileri gelen
sahabileri cezbediyordu ve bunlar n etrafa (emsar) dad lmas ve belli merkezlerde temerküzü ile yeni çekim merkezleri meydana geliyordu. Hz. Ömer gibiler bu çekime direniyor, önde gelen sahabilerin Medine d na ç kmas na izin
vermiyor, "cyyâküm ve ziyye'l-eâcim" diyerek müslüman araplar n acem gidi3
Mevalilik ve eu‘ûbiyye olay bu badlamda üzerinde durulmas gereken bir olgu olmaktad r.
F
at na kendilerini kapt rmamalar n tembihliyordu. Çünkü o biliyordu ki
Acemlerin kendilerine benzemeye çal malar cslamla malar anlam na gelirken, müslüman Araplar n onlara özenmesi cslam' n özünden uzakla mak ve
köklü medeniyetler ve kültürler içeriside eriyip yok olma riski demekti.4 Yeni
çekim merkezlerinin olu umu özellikle siyasî alanda çok daha belirgin idi ve
Medine çoktand r siyasî merkez olma özellidini kaybetmi ti. Buna mukabil
Kufe (ileride Baddad), eam, M s r gibi yeni merkezlerin olu tudu gözlenmekteydi.
Müslümanlar, ilk ba ta daha Hicaz’ ç kar ç kmaz bir afallam lard .
Söz gelimi Mecusîlerle ilk defa yüzle iyorlard ve onlara nas l davranacaklar n bilemememi lerdi. Sonra “Onlara da ehli kitap muamelesi yaparak” sorunu a m lard . Ama bu ne ilk ne de son olacakt . Sorunlar birbirini kovalayacakt .
Hz. Peygamber'in vefat yla “el-Yevme ekmeltü”nün geredi, her eyi oldudu gibi kapal sistem tutmak ve s ms k yap mak m idi? Her alanda
muhdes olan ey uzak durulmas gereken bid‘at m yd ? Hele Hz. Peygamber’in yapmad d bir ey kendilerince yap labilir miydi? En basit bir mesele
gibi görülen Kur’ân’ n bir mushaf haline getirilmesi ve arkas ndan çodalt larak belli ba l merkezlere gönderilmesi örnedinde somut olarak görüldüdü
gibi, Hz. Peygamber’in yapmad d bir eyi yapma, acaba özünde onu a ma
iddias ta r m yd ? Onlar bu evhamlar n , onun ba latt d n n bir çizgi halinde
bir süreç olarak sürdürülmesinin geredine inanarak a t lar. Ve i te bu anlay la Hicaz’da s k p kalma tehlikesini yok ettiler, yerellikten evrensellide
geçi in geredini gördüler ve ne yap lmas gerekiyorsa, onun kendi sorumluluklar alt nda gerçekle ecedi bilincine erdiler. Bunun yükünü ya kuru ne
ararsan bulunabilecek Kur’ân’a ya da âlemlere rahmet olarak gönderilmi
peygambere y kma kolayc l d na kap lmad lar.5 Bu bilinçle, çok k sa bir zamanda Arabî-ümmî olan cslâm eriat n Hicaz'dan ç kar p bir uçta Atlantide,
öbür uçta Hint alt k tas na ula t rabildiler.
Bunu nas l yapt lar ve ba ard lar?
Bir denge kurulmal yd ama bu nas l ba ar lacakt ? Bilindidi gibi zor
olan dengeyi tutturmak, daha da zor olan ise denge halini sürdürmektir.
4
Bu arada Bat Trakya ve Bosna-Hersek gibi yerlerde müslüman olanlar için “Türk oldu” tabirinin kullan lmas , bu
badlamda gene hat rlanabilir.
5
Buna bir örnek verelim: Berâ’ b. Âzib'in devesi bir adam n bahçesine girer ve zarar verir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu
olay üzerine "Bahçe sahibinin gündüz boyu bahçesine sahip olmas , devenin geceleyin zarar vermi olmas halinde
verdidi zarar tazmin edecedi" dodrultusunda hüküm vermi tir (bk. Muvatta, "Akdiye", 28; Ebû Dâvûd, "Büyû", 90).
Çünkü örfe göre insanlar sabahleyin kalkt klar nda hayvanlar n al rlar ve otlamas için serbest b rak rlar. Kendileri de
varsa bahçelerinde çal rlar. Bahçe sahipleri gündüz boyu bahçelerini koruyacad ndan hayvanlar n zarar vermesi söz
konusu olmaz. Ak am da i ten dönerken hayvanlar n toplay p eve getirir ve ad la koyarlar. O yüzden eder geceleyin
hayvan zarar vermi olursa, hayvan sahibi ihmal göstermi olacad ndan tazmin etmesi gerekir. eimdi biz bu hadisi bu
haliyle bir ilke yap p bütün iklimlerde genel geçerlidi iddias nda bulunsak eminim ki Hicaz s n rlar n d ar ç kamay z. Çünkü böyle bir hüküm Medine iklimi gibi hayvanc l da ve k smen bahçe tar m na dayal bir yöreye uygun
olacad , ancak yayg n ziraat yap lan Irak havzas gibi yörelerde uygulanamayacad aç kt r. Mesela Çukurova gibi bir
yerde tar mla udra anlar n gündüz boyu arazilerine sahip olmas n buna kar l k hayvanlar n müseyyep b rak labilecedini söylemek mümkün dedildir. Böyle bir hükmü vak an n kald rmas söz konusu olamaz.
'(
- .
((%4B .
((%N% =@4 %
((
1%
%
(
46
P
Bir taraftan âhid'in gâibe ula t rmas istenilen emanet vard , dider taraftan önlerine ç kan bin bir türlü engel. Bu engeller nas l a lacakt ?
Veda hutbesi için âhit orada haz r bulunanlard . Peki ya gâib olanlar
kimlerdi? Araplar idiyse bu kolayd , bir ekilde onlara bu mesaj ula t r labilirdi. Çünkü önlerinde ne dil ne de kültür engeli vard . Ve nispeten öyle de
oldu. Ama imdi âhid tüm Hicaz halk olmu , gâib acemler halini alm t . Bu
teblid acemlere nas l ula t r lacakt . Bu hiç de kolay olmayacakt . Çünkü önlerinde binbir engel vard .
Eder insanl k dünyas na indirilerek mal edilen erî‘a, dil ve öz itibariyle
f trî olsayd , adlaman n, gülmenin anla lmas önünde dil engeli olmad d gibi
erî‘a da evrensel (f trî) bir özellik arzeder ve herkese ula t r labilirdi. Ama
bizzat kendisi de aç kça ifade ediyor ki erî‘a öyle dedil, yani her haliyle evrensel dedil, Arabî; küresel dedil, yerel. Öbür taraftan da öz itibariyle bütün
âlemlere rahmet ve bütün gâiblere ula t r lmas gereken bir emanet. c te burada bir gerilim doduyor: Evrensellik ve yerellik.
eât bî’den de esinlenerek söyleyelim ki erî‘a’n n evrensellidi, ancak
ümmîlidi üzerinden gerçekle ebilecek bir durumdur. Örnedimizde oldudu gibi
merkezden d ar dodru aç ld kça dalga boyu ve etkinlidinin azalacad n , bütün iklimlere ve zamanlara aynen ta namayacad n kabul etmek gerekiyor.
Evrensellik iddias nda bulunarak, kendi yükünüzü üzerinizden bizzat
Kur’ân’a ya da Hz. Peygamber’e y kmak gibi bir niyetiniz yoksa –ki eminim
hiçbir mümin böyle bir niyet ta maz- o zaman bu dalgalar n önüne ç kacak
setleri sizin açman z gerektidini –elçinin kendisine indirilene inand d gibisizin de size tevdi edilen emanetin kutsiyetine inanman z ve geredini yapman z gerekecektir. Yoksa Kur'an evrenseldir, erî‘a evrenseldir gibi vak aya
uymayan söylemlerle bu emanetin en uzak noktaya kadar götürülmesi mümkün dedildir. En ba ta iki büyük engel vard r: Biri dil, öbürü kültür. cnsanl d
ku atan fizik, sosyo-kültürel çevre ve bunlar n insanlar üzerindeki etkisi kale
al nmadan evrensellik iddias bo ve kof kalacakt r.
Arabî olan mesaj, biz inananlar taraf ndan dönü türülmedikçe kar la t d ilk Acem'in yüzünde anlams zla acakt r. Ha, öyle bir tav r tak n labilir:
Araplar, dider kavimlerin dillerini anlamad klar için onlar dilsiz (hayvan)6
anlam nda kullan lan "Acem" ile isimlendirebiliyorlar. Kendileri ise ifadeyi
meram edebildidi için "Arabî" oluyorlar. Kendisi gibi konu mayanlar n tümüne acem derken, kendisinin onlar anlamad d belki akl na gelmiyor ya da bu
konuda kendisini onlar anlamak zorunda hissetmiyor. Madem anlam yor
öyleyse yok say yor, dilsizlerle bir tutuyor. Eder biz de böyle bir tav r sergilemeyeceksek, gerçekten cslâm' n kutlu mesaj n arabîlikten/ yerellikten ç kararak “âlemlere rahmet”e dönü türebileceksek, bunun bizzat bizim elimizde
olacad n ve bu kutlu d n etraf nda olu an haleleri giderek geni letmenin
6
Cinâyetü'l-acmâ cubâr.
Q
bizim katk m zla olacad n bir inanç ve sorumluluk olarak da görmemiz gerekir.
ckinci engelin kültür engeli oldudunu söyledik. Sözgelimi Araplara “Sizi
s caktan koruyan elbiseyi” Yüce Allah' n sonsuz lütfunun bir tezahürü olarak
sunan ayeti7 çevirerek dil engelini a t k ve eksi u kadar soduk iklimlerde
ya am mücadelesi veren insanlara ilettik, acaba bu onlar için ne anlam ifade
edecek, diye dü ünüp, bize tevdi edilen emaneti “Sizi s caktan (ve soduktan)
koruyan elbise” haline getirmek zorunda oldudumuzu kabul edecek miyiz?
Evrensellik iddiam z bize bunu mecbur edecek mi?
Japonlar Kur'an'daki cennet tasvirlerini çok sevmi ler. Çünkü “Eni yer
ve gökler kadar olan cennetler”8 avuç içi kadar adac klarda ya ayanlar için
gerçekten cazip olmal d r. Peki çöl ya am n n özlemlerine cevap olan uzun
gölgeli, her taraf ndan rmaklar akan yemye il cennet tasvirleri her gün yadmurdan b km , aç k hava özlemi çeken, emsiyesini yan ndan hiç eksik edemeyen kuzey ülkeleri halklar için cazip gelebilecek mi? Huriler, güzellik imaj sar n ve mavi gözlü9 olan bu halklar için tutku uyand racak m ? Yoksa
burada bize dü en bir görev olacak m ?
“eemsiye” kelimesinin bizim kültürümüzdeki garabetine bakal m. Ad
güne lik ama kendisi yadmurluk. csim ile müsemman n örtü mesi için bir
dedi imin, bir dönü ümün geredi olmayacak m ?
Modern dünyada, farkl telakkilere sahip insanlara, Hz. Peygamber'in
hukuk kar s nda ayr cal k tan mad d n anlat rken “K z m Fat ma da olsa…”
derken illâ da elini kesmeden dem vurup, cslâm' sanki kol kanat budayan bir
görüntü ile sunmak yerine “elbette gerekli cezay ona da verirdim” eklinde
esas bozmadan, kimseyi de ürkütmeden anlatabilecek miyiz?
Hemen her evde bulunan laz ml d n, illâ da misafir odas nda vitrinlenmesi gerekmedidi gibi, çodu konjönktürle ilgili gerçekliklerimizi, vitrinleme
sanat yla hikmetlice izah edebilecek miyiz?
“Biz bir kimse müslüman olacad zaman ilk i olarak onu sünnet ederiz. Ç kmak isteyince de kafas n keseriz” eklinde karikatürize edilebilecek
bir üslubu terkedebilecek miyiz?
eâhidin gâibe duyurmas , kulad na çad rma, sad r n yüzüne bad rma
gibi olmayacak, anla lmas n n da temini sadlanacaksa, ba ar n n iki art
vard r: Birincisi muhatab n dilini kullanmak, ikincisi de nabz n tutabilmek
yani onun kültürünü, anlay n , haleti ruhiyesini, imgelerini, korkular n ,
7
“Allah, yaratt klar ndan sizin için gölgeler yapt ve dadlarda da sizin için bar naklar var etti. Sizi s caktan koruyacak
elbiseler ve sava ta sizi koruyacak z rhlar verdi. Böylece Allah, müslüman olas n z diye üzerinizde olan nimetini
tamaml yor” (en-Nahl 16/81).
8
Rabbinizin bad na, ve geni lidi göklerle yer aras kadar olan, Allah’a kar gelmekten sak nanlar için haz rlanm
bulunan cennete ko un (Âl-i cmrân 3/133).
9
Mavi/gök gözlü olman n Araplar için udursuzludu bilinmektedir. Bk. Erdodan, Vahiy Ak l Dengesi Aç s ndan Sünnet,
cstanbul 1996, s. 182.
'(
- .
((%4B .
((%N% =@4 %
((
1%
%
(
46
E
beklentilerini, umutlar n dikkate almak, mesaj n onun kendi kültürü içinde
tekabüllerini bulmak. Aksi takdirde bizim teblidimiz Almanya'ya ilk giden
baz gençlerin tavr na benzer. Ak am olunca birbirlerine ödünürlermi , ben
bugün bir Alman müslüman yapt m diye. Nas l yap yor, öyle: Oyun oynuyorlar. Tekrarlama oyunu. Bir iki kelimeden sonra bizimki “Lâ ilâhe illallah”
diyor. Oyun bu ya Alman da söylüyor. Ve tabii böylece müslüman oluyor.
Ke ke her ey böyle oyun olsa.
Yerellikten evrensellidi dönü ümün sadlanabilmesinde önemli hususlardan biri de olan ile olmas gereken aras n n ayr lmas ve bunlar aynile tirmekten sak n lmas d r. Belli bir zarf içinde olan n, o zarf n eklini, rengini
ve hatta kokusunu almamas yeryüzü yasalar na göre mümkün dedildir. Eder
bu zarf içinde olan, ba ka zarflara da aktar lmak isteniyorsa, bunun tabii bir
yolu vard r. Her halde bu yol onu zarf yla birlikte ba ka zarflar n içine koyma
garabeti dedildir.
Buna bizzat Kur’ân’da yer alan ve ahkâmla ilgili olan örnekler verebiliriz. Söz gelimi Kur’ân “Orucu geceye katar tamamlay n” (Bakara 2/187) diyor. Orucun tamamlanmas hükmünü fecirden ba layarak guruba kadar devam eden bir zarf n içine koyuyor ki buna “sebep= vakit” deniyor. Bu hükmün evrensellidi iddiam z 70 li derecelere varmadan bitiyor. Çünkü bu gibi
yerlerde sözü edilen zarf n (sebeb) olu mad d görülüyor. O zaman yapabilecediniz iki ey var: Ya zarf yok, mazruf da yok demek ve cslam’ n en temelli
be esas n n birinden vazgeçmek. Ya da yeni bir zarf ikame etmek. Eder bunu
yapabilirseniz o zaman bu ikame sayesinde dinin özünü en uzak sahile kadar
ta ma imkan n elde etmi olursunuz.
Gene Kur’ân’da yer alan namaz vakitleri ile ilgili aç klamalar ve Hz.
Peygamber’in bunlar bir nesnenin gölge boyu ile aç klamas ve f k h kitaplar m zda da ayn ekilde yer etmesi ancak cslâm' n 45 derece kuzey ve güney
enlemleri aras na hapsedilmesi halinde mümkün olabilecektir. Bu da evrensellik iddias ndan vazgeçilmesi demektir. Ya da vaktin olu mad d yerlerde
namazdan vazgeçmeyi gerektirecektir. Nitekim 1983 y l nda Ramazan ay n
Hollanda’da geçirmi tik. Orada dedi ik üç imsakiye vard . Bunlardan biri tam
da kitab n ortas na göre haz rlanm t ve bunun sonucu olarak da yats namaz ve teravih yoktu. Çünkü vakit olu muyordu. Buna mukabil biri diyanete
ait olan dider iki imsakiyede farkl usuller kullan lsa da takdir yolu ikame
edilmi ve vakit olu mamas na radmen namaz n k l nmas imkan haz rlanm t.
Bu ve benzeri örneklerden de anla lacad üzere merkezdeki arabî kap
içerisindeki olu umun her zaman oldudu gibi çevreye ta nmas n n imkan
bulunmamaktad r. Evrensellik iddias , ümmîlik (en sade ve en alt düzey) ve
arabîlik özellidin âlemîlide dönü türülebilmesi ile ancak mümkündür. Bunun
için de özün oldukça esnek bir yap ya sahip olmas , olabildidince ikamelere
aç k olmas gerekir.
R
Bu esneklidin artlar ndan biri de yerel unsular n dikkate al nmas d r.
Dikkat edilecek olursa, cslam' n dinî merkezi d nda olu an yeni cazibe merkezleri (el-Emsâr) yerel kültürlerin, örf ve adetlerin içinde, onlar yok ederek,
görmezden gelerek dedil, aksine onlar n içinde, onlar yeni zarflar edinerek
olu mu lard r. Bir Irak havzas , kendi yerel özelliklerine cevap arama sürecinde üç as r süren bir gayret sonucunda Hanefîlik ad n verdidimiz okulu
in a etmi tir. Burada din olarak verilen cevaplar , buran n yerel özellikleri
belirlemi tir. Çünkü din, mevcut sorunlara cevap vermek için vard r. Sorunlar
ise yörenin kendi sorunlar d r. Irak havzas nda toprak ve sulama hukukunun
olabildidince geli mi olmas , Hanefî mezhebinin devlet gelenedi olan milletlerin bünyesine uygun dü mesi her halde merkezin bu yeni çevreye oldudu
gibi ta nmas yla izah edilemez. Eder öyle olsayd , her yerde ayn olmas gerekirdi. Bu durum sadece cslâm'a mahsus da dedildir, insanl da mahsus bir
özelliktir. Öyle oldudu içindir ki Bat kiliselerinde sar n ve mavi gözlü olan
Hz. csa ve Meryem Ana resimleri dodu kliselerine geldikçe esmerle mekte ve
ela gözlü olmakta, Afrika’da ise siyahile mektedir. Anadolu'da cami mimarilerinin, daha önceki kilise mimarilerine benzemesi ve her ikisinin üslup bak m ndan k n iddetli geçtidi ve çok kar yadan iklimlerdeki dik çat l yap lara benzememesi elbette ki tabii olmal d r. eimdilerde yabanc müslümanlar
taraf ndan kendi kültürlerini yans tacak ekilde yap lan Avrapa’daki camiler,
eder yar n bizzat müslümanl d benimsemi yerel halklar taraf ndan bina
edilecek olursa, onun bizim camilerimizden çok, bu günkü kendi kileselerine
daha çok benzeyecedini öngörmek kehanet olmasa gerektir. Ama i lev olarak
dünyan n neresinde olursa olsun, bir caminin cami olabilmesi için mutlaka
mihrab, minber, kürsü, k ble, alem gibi camiyi cami yapan unsurlar hep olacakt r.
Camilerin iç/manevi imar na da gene kültürel özellikler rengini verecektir. Bir haber okumu tum. Bir Amerikal çift müslüman olmu lar. Yeni dinlerinin heyecan n ya amaktad rlar. cki üç saatlik bir mesafede bir cami oldudunu ödrenirler ve oray ziyarete giderler. Yeni müsülan çift el ele tutu mu
vaziyette mutlu bir ekilde camiye var rlar. Cami görevlisi adamla tokala r,
ona ho geldin der ve camiye buyur eder. Kad na ise arkadan dolanarak kendileri için ayr lan yere –ki çodu kez bu yerler ya bodrum kat d r, ya karanl k,
rutubetli, izbe bir yerdir- gitmesini i aret eder. Yeni dinlerinin heyecan ile
mescide ko an Amerikal bu çift, kendilerine yap lan bu muamele kar s nda
oka udrar, a ad land klar n hissederler ve camiye girmeden ayr l rlar.
Hayat n her a amas nda, erkeklerden sonra yemek yiyen, erkeklerinden
sonra yatada giren, araban n arkas na binen, yolda yürürken bile u kadar
ad m erkedin arkas ndan gelen kad nlar n,10 caminin arka kap s ndan arka
yere buyur edilmesi, onlar için bir iltifat say labilir. Ama hayat n her alan nda el ele ve yanyana olan bir ba ka kültüre ait ya am tarz na, sizin bu buyur
10
Rivayete göre baz yörelerde terör belas ve yollarda may n tehlikesi yüzünden kad nlar n önden yürütülmeye
ba land d söylenir (Televizyonda görgü tan d bir muhabirden duydum).
'(
- .
((%4B .
((%N% =@4 %
((
1%
%
(
46
>
tarz n n çok ad r gelebilir. Bu itibarla caminin ibadetle imar nda bile yerel
kültürlerin dikkate al nmamas demek, o insanlar n camiye daha ba tan gelmemeleri, yolu yanl l kla dü üp de gelmi lerse, bir daha m asla demelerine
zemin haz rlamak demektir.
Bizim kendi kültürümüzde çar k ile namaz öyküsünü bilmeyenimiz
yoktur. Ba lang çta bu insanlar n çar klar na tahammül edebilecek misiniz?
Yoksa kovacak m s n z? Hele bir de bu yapt d n z Rahmeti her eyi ku atan
Allah, alemlere rahmet olan peygamber ad na yapma cür’etini gösterebilecek
misiniz?
Dider üç mezhep imamlar n n aksine sadece cmam Ebû Hanîfe ergen bir
kad n n kendi nikah nda taraf olabilecedini kabul eder (en-Nikâh bi ‘ bâreti’nnisâ’) Arap örfünde bir kad n n kendisini nikahlamaya kalk mas kabul edilebilir dedildir. O yüzden akit behemehal veli taraf ndan temsil edilmelidir.
Irak havzas nda kad n n konumu, bir adac n ucundaki bir dal gibi dedil, belki
tamamen bad ms z ayr bir fidan gibi de dedil, ama kökte bir olsa da ayr bir
varl d olan, adac n dibinden yükselen sürgünler gibi oldudu mülahazas yla
kendi özü hakk nda karar verebilecedini, ancak kök itibariyle adac n bir
uzant s da oldudu için kefaetin olmamas halinde velinin itiraz hakk n n
sakl oldudunu söyleyebilmi tir. Günümüzdeki modern kad n modeli için
söylenecek de herhalde onun söyledidinin ayn s olmasa gerektir.
Bu süreçte çevrenin merkezden kopmu ludu da söylenemez. Çünkü bugün öyle ya da böyle ad na cslâm dünyas diyebilecedimiz bir gerçeklik vard r. Bunun en basit delili, dedi ik havzalarda olu an mezheplerin birbirlerinden farkl olan k s mlar n n, ana gövdedeki birlikteliklerine nispetle devede
kulak mesabesinde olacad gözlemimizdir.
Arabîlik ile âlemilik aras nda ya anan gerilim alanlar ndan biri de ibadet dili konusudur. Bu konu Acemlerin müslüman olmas yla ister istemez bir
sorun olarak ba lam , cslâm' n as rlar boyu süren huzur ve istikrar ortam nda uykuya terkedilmi , son zamanlarda ise yeniden uyanm ve güncel bir
problem olarak ortaya ç km t r. Fakat bu kez bunu promlem olarak ileri sürenlerin maksad ba ka gözüküyor. Çünkü ilk ba lang çta cmam Ebû Hanîfe,
acemlerin zaruret olmasa bile mesela Farsça ile Fatiha'y okuyabilecedini
söylerken, cslâm’ n bu en temelli emrinin, dinin diredi namaz n acem halklar
içinde de rahatça yay labilmesi ve tutunabilmesini amaçlam t r. Yani merkezin çevreye ta nmas nda yerel özelliklerin ve ihtiyaçlar n dikkate al nmas ve
bu sayede merkezin çevreye ta nmas n n kolayla t r lmas çabalar vard r.
Günümüzde ise, din dilinin millî kamplar içinde ayr t r larak ulusal dinler
olu turma ve böylece Araplarla ve dider azgeli mi müslüman halklarla birlikte Ümmet olman n utanc ndan kurtulma, kendi rk m za özgün bir din
(ulusal bir din) yaratma çaba ve gayretleriyle ilgili gibi kokular geliyor. Bu
anlamda yeni Luterler, Kalvinler ç ks n isteniyor ve reform beklentisi içine
giriliyor. eükürler olsun ki müslümanlar n feraseti ve sadduyusu bu konuda
CD
daha üstün geliyor, insanlar m z dolduru a gelmiyor. Ama eskisi gibi hutbenin bile hala önceden oldudu gibi Arapça okunmas gerektidinde de srar etmiyor. Bugün hutbenin Türkçe olmas sayesinde cslâm' n kutlu mesaj n çok
daha geni halk kitlelerine duyurabilmemizin imkan ve mutluludunu ya yoruz ve al t d m z için, hay rlara vesile oldudunu tecrübî olarak da gördüdümüz için yad rgam yoruz.11
Buna mukabil ezan n Türkçelele tirilmesi furyas n , ho olmayan bir
an olarak hat rlamaktay z. Çünkü din dilinin evrensel düzeyde asgarî düzlemde bir ve bunun da dinin özgün dili olmas n n geredine hepimiz inan yoruz. Bugün bütün dünyada, semalara yükselen ehadetleri dinin temeli bir
ezan m z var ve dünyan n neresinde olursak olal m, o kutlu daveti duydudumuzda hemen felah çadr s olarak kendisine ko abilecedimiz, bu sayede kendimizi gurbette ve yaln z hisetmeyecedimiz, bütün inananlar badr na basacak kutlu bir mekan m z oldudu duygusu ile büyük huzur ve güvene erebilmekteyiz.
eu hale göre evrensellik ve yerellik badlam nda iki istikametli bir hareket oldudu anla lmaktad r. Biri merkezden çevreye dodru, dideri de çevreden
merkeze dodru. Merkezden çevreye dodru gidi te Arabî ümmî eriat n giderek
bu özellidinden kurtar lmas ve yeni yerel karakterlerin sadlanmas gerekmektedir. Söz gelimi peygamber imaj n n her kavmin kendindenmi gibi tasavvur edebilmesinin imkan buna örnek verilebilir. Bunun için insanlar n
onu, kendine yabanc hissedebilecedi bir Arap olmaktan ç karmas gerekir. Bu
ise onun ya am oldudu somut hayatla ve o hayat ku atan çevre, iklim vb.
artlarla dedil, bu somut hayattan ç kar lacak her kavmin onda kendisini
bulabilecedi bir ahlak peygamberi, bir davran modeli (üsve-i hasene) bulabilmesi ile olacakt r. Hz. Peygamber'in resminin yap lmam olmas bu anlamda bize bu imkan vermektedir. Eder veriler dodrultusunda peygamberimizin resmi çizilecek olsayd ben eminim ki bir çok kimse kendi tasavvuru
kar s nda o resmi yeterince kendisine yak n/ yeterince yüce/ yeterince mehabetli bulamayacakt . Ben kendim, ilk kez Bekir Topalodlu hoca ile kar la t d mda "Hay r, bu adam, o olamaz" demi tim. Çünkü benim zihnimdeki tasavvurumla, onun fizik gerçeklidi örtü müyordu.
Çevreden merkeze dodru harekette de yerel karakterlerden azami ölçüde
s yr lmak suretiyle merkezde yer alan dederlerin çevreye de mal edilmesi ve
çevrenin rengine çalan bir renk tonunun olu mas d r. Bu da yerel örf adetlerin dikkate al nmas , evrensel olan hakikate yeni kaplar olu turulmas esas
ile mümkün olacakt r. Bunun sonucunda cslâm' n rengini ye il ile ifade edeceksek dünya haritas nda ye ilin dedi ik tonlar na sahip bir cslâm codrafyas ndan bahsetmemiz mümkün olabilecektir. Ama hiçbir çevrenin ye il rengi,
merkezdeki kadar koyu olmayacak, Malezya'n n k smen anaerkil yap s ndaki
11
Hutbe ilk kez Türkçe olarak 24 Kas m 1922 Fatih Camiinde okunmu tur. Günümüzdeki gibi Türkçe bölümlü olarak
okunmaya ba lanmas ise 1927 tarihli Rifat Börekçi’nin talimat sonras nda olmu tur (bkz. Mustafa Bakt r, “Hutbe”,
D A, XVIII, 428.
'(
- .
((%4B .
((%N% =@4 %
((
1%
%
(
46
C
birçok durum, babaerkil yap lar n hakim oldudu bölgelerden ton bak m ndan
bir hayli farkl olabilecektir.
Bu gerçeklikten hareketle cslâm hukukunun kaynaklar aras na örf de
al nm t r. Örf, ak l ve eriatça güzel görülen teamüllerdir. Âdet ise güzel olup
olmamas na bak lmaks z n sürekli yap lagelen eylerdir. Sigara mesela bir
adettir, ama örf dedildir. Dihlevî'nin de dedidi gibi cslâm eriat öncelikli olarak csmailodullar na gönderilmi tir. O yüzden onun eriat n n esas n Araplarda mevcut bulunan dinî ni aneler ( e‘â’ir), ibadet ekilleri ve ihtiyaçlar n
giderilmesi için tutulan yollar olmas n gerektirir. Zira eriat sadece gönderildidi kavimde mevcut bulunan eylerin slah demektir, temelden bilgi sahibi
olmad klar bir eyle yükümlü tutulmas dedildir.12
Esasen el-Emr'in insanl k dünyas na müdahalesi, halk ile vücut verilen kevnin, amac na uygun bir hale getirilmesi eklinde olmaktad r. Bir
misalle anlatmak istersek, insanl k bir su kaynad gibi özünde saf ve
berrakt r. Ancak zamanla suyu azald kça ve çevreden içine toz, toprak,
çer çöp doldukça kirlenir, ak kanl d n kaybeder ve durum koku maya
kadar gidebilir. c te tam da bu esnada ilahî rahmet devreye girer ve indirilen yadmurla su e lenir, e lenen su önündeki h r h sürükler atar ve
k sa zamanda kendisini ve yatad n temizler, su aslî safiyet ve berrak
haline yeniden kavu ur. eeriatlar n insanl k dünyas na katk s i te bu
kadard r. eeriatlar n getirmi oldudu hiçbir ey insanlar taraf ndan bilinmedik eyler dedildir. Tekvin (Halk) a amas nda insan n yatk n biçimde yarat lm ve donat lm olmas -ki buna din dilinde f trat13 denilmektedir- bütün insanlarda irtifaklar n neler oldudu ve bunlar n giderilmesinin yollar n n ne olmas gerektidi konusunda ortak bir akla ula mas n
ve geredinde uzla sadlanmas n mümkün k lmaktad r (Bu konuda
Dihlevî’den rtifaklar bahsini14 okumak ufuk aç c olabilir). c te bu ortak
iyiler ve uzla alanlar , eriatlar n da muhtevalar n olu turmaktad r.
Bunlara ibadetler de dahildir. cbadetler minnet ve ükran duygusunun,
s d nma güdüsünün bir sonucudur. cnsanlar sayg lar n sayg duru unda
bulunma (k yam), edilme ve temenna çekme (rükû‘) ve yere kapanma
(secde) eklinde gösterirler. Namaz da bunlar n, en hafifinden en ad r na
dodru ak lla kavran labilen (ak lla yap lan dedil) bir terkibinden ibarettir.
cradeye hakim olmak için açl k önemli bir araçt r ve bunu insanl k öteden
beri bilmekte, vah i hayvanlar evcille tirmede bir yöntem olarak
kullanagelmi bulunmaktad rlar. Büyükleri ziyaret ve etraf nda pervane
olma gene insanl k taraf ndan bilinen bir erdemdir. Dü künlere yard m
etmek insan n f trat nda var olan bir erdemdir. Din i te bu erdemleri,
12
Dihlevî, Hüccetullâhilbâli a (trc. Mehmet Erdodan), cstanbul 1994, I, 448.
“O halde sen bât l dinlerden uzakla arak özünle hakka yüz tut. Allah' n insan n dodas na nak ettidi f trata
uygun davran. Ki bu yarat l yasas n kimse dedi tiremez. c te gerçek din budur. Fakat insanlar n çodu bilmezler” (Rûm 30/30).
14
Hüccetullâhilbâli a, I, 125 vd. (trc.).
13
CC
bilkuvve olmaktan bilfiile ç karmak, yakt nl d yetkinlide evirmek için
vard r. eeria, Arabî de olsa bu ortak kabuller içinde ekillendidi için pek
çok konuda, o kap dedi iklidine ihtiyaç duymadan bütün insanl k taraf ndan kabule müheyya haldedir. Çünkü özellikle muamelat alan nda
âdetler bir birine çok yak n hatta ayn olmaktad r. Sözgelimi bütün hukuk sistemlerinde bir insan öldüren cezaland r l r. Cezaland r lmazsa
diyet (kan bedeli) verilir. Burada hemfikir olan insanl k diyet olarak ne
verilecedi (Araplar’da deve, Çinlilerde ipek…) ve ne kadar verilecedi noktas nda kendi yerel artlar n dikkate alman n sonucu farkl davranmaktad r.
c te bu ortak ak l ve ortak iyiler, f kh n da bir kaynak olarak örfü esas
almas n gerektirmi tir.
Eder eria, bir süreç halinde her zaman ve zeminde, her kültür içinde
hayatla iç içe ve ona ko ut olacaksa, bunun ba ka yolu da zaten olamazd .
Bu süreci ba ar ile devam ettirebilmek için, mevcut naslar n yerel artlara özgülenmesi, tarihi seyir içinde ba ar ile gerçekle tirilmi ve ad na mezhep dedidimiz olgular meydana gelmi ve bu sayede cslâm dünyas as rlar
boyu hukuk güvenlik ve istikrar n yakalayabilmi ve bütün cslâm dünyas
tarihte olmad k biçimde bir huzur havzas olabilmi tir. Onun geçmi teki bu
ba ar s , gerçek fakihler elinde yeni ve çadc l ba ar lar, yeni yerel olu umlar
ortaya koymas n n da teminat olmal d r.
Bu alanda esneklik getiren en önemli anlay tan biri, naslar n örfe bina
edilmi olabilecedi telakkisidir. Bizim de payla abilecedimiz kanaate göre,
arabî ümmî erî‘a, büyük ölçüde arap örf ve âdeti içinde/ üzere ekillenmi tir.
Bu itibarla bunlar n ekil bak m ndan da ba ka yerlere ta nmas n n her zaman ve zemin için mümkün olmamas kadar dodal bir ey olamaz. Kald ki
ayn Hicaz iklimi için bile dikey (zaman) boyutunda, her eyin oldudu gibi
sonsuza kadar dedi meden sürdürülmesinin her zaman için imkan olmayabilir. c te buna sebep cmam Ebû Yusuf’un bilinen bir yakla m ,15 günümüz için
de ufuk aç c olabilir. O, naslar n o günkü dedi ken örf ve âdete bina edilmi
olmas halinde, zamanla o örfün dedi mesi durumunda, nass n da (tabii ki
hükmünün) yeni olu an örf ve âdetler dodrultusunda dedi mesini mümkün
görmektedir. Bunun me hur örnedi de udur: Ribevî mallar hadiste say l rken
bir k sm veznî olarak zay lm , bir k sm da keylî. Örnek olarak hurma ve
tah l ürünleri keylî olarak nitelenmi . Günümüzde bunlar n ölçülerek dedil de
tart larak mübadelesi örf olmu tur. Ribevi mallar n mübadelesinde her iki
bedel de yeden bi yed (pe in) olacak ve her iki taraf da e it olacak, fazlal k
olursa riba olur. Mallar aras ndaki e itlik dün kile ile sadlan yordu, bu gün
ise kilo ile sadlanmaktad r. Söz gelimi bir kile ( inik) ortalama sekiz kilo gelir. Ama özlü olmas na göre ad rl k gram üzerinden dedi ebilir, az da çok da
15
Bu görü ve dederlendirmeler hakk nda kaynaklar için bk. Mehmet Erdodan, slâm Hukukunda Ahkâm n De i mesi,
cstanbul 1989, s. 254.
'(
- .
((%4B .
((%N% =@4 %
((
1%
%
(
46
CO
gelebilir. Bu durumda e itlik bozulmu olur mu? Biz hay r diyoruz önemli
olan örf ve adetin belirlemi oldudu yeni birimin esas al nmas d r. Buna göre
art k tar m ürünlerinin mübadelesinde (ribadan kurtulmak için) kilonun esas
al nmas ve tart larak taraflar n edimlerini yerine getirmesi istenir. Örfün bu
ekilde dedi mesinde etkin olan da belli ki, bu alanda ortaya ç kan kolayl d n
ve denklidin sadlanmas n n öbürüne nispetle daha iyi oldudunun ortak ak lla
kabul edilivermesidir.
Örf ve âdetin kaynak olarak kabul görmesi, bir anlamda insanl da da
güven demektir. Cahiliye dönemi Araplar bile gayr-i me ru ili kilere “fuhu ”,
“nikah- makt” gibi isimler tak yor, “Hür zina etmez” diyor ve onlar ma erî
vicdan nda mahkum ediyor, Kabe için aç lan yard m kampanyas na fuhu tan
ve ribadan elde edilen kazançlardan kat lmamas art ileri sürülüyor, günümüzün muhafazakar liberalleri de genelevini savunmak zorunda kald d zaman, bunu evin her taraf n pislik götürmemesi için bir tuvaletin bulunmas
gerektidi eklinde zaruret mant d ile izah ediyor… Bu itibarla, örf ve âdetin
bir kaynak olarak görülmesi i te insanl da olan bu özgüvenin de bir ifadesi
oluyor.
Biz diyoruz ki, naslar n düzenlemedidi bir alanda örf adete ba vurulmas kadar tabii bir ey olamaz. Çünkü Yüce Allah, “Örf ile emret...” (el-A‘râf
7/199) buyuruyor ve 39 yerde ona at fta bulunuyor.
Hz. Peygamber (s.a.s.), “Müslümanlar n güzel gördüdü ey Allah kat nda da güzeldir” buyuruyor. (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 379).
Usulcüler, örfü f kh n kaynaklar aras nda say yor.
Furu- f k h örfe at flarla dolu gözüküyor.
Mecelle bir dizi kural ile örfe yeterince deder verdidini ispat ediyor. Bu
cümleden olmak üzere u kurallar görüyoruz:
“Adet muhakkemdir” (Mecelle, md. 36)
“Örf ile tayin, nass ile tayin gibidir” (Mecelle, md. 45)
“Örfen marûf olan ey art k l nm gibidir” (Mecelle, md. 43).
“Tüccar aras nda maruf olan, aralar nda art ko ulmu gibidir” (Mecelle, md. 44)
“cnsanlar n istimali, amel edilmesi gerekli bir hüccettir” (Mecelle, md.
37)
Genelde naslar, örf ve adetler dodrultusunda ekillenmi (müdevven
vak a) olduduna göre esasta bunlar aras nda bir çat ma da olamaz. Sonuçta
vacip (farz) ile haram, maruf ile münker ayn yere ç kar. Eder varsa, o zaman
bunun dinin sadece hukuk boyutunda olabilecedini, iman ve ahlak boyutunda gene aralar nda –verdidimiz örneklerde de görüldüdü gibi- bir sorun olma-
CF
yacad n söylemek gerekir. Yani bir ihtiyaca, bir zarurete, bir engele mebni,
dinin yasak etmi oldudu bir ey -iman ve ahlak alt yap s yeniden olu turuluncaya, engel ortadan kald r l ncaya kadar, sözgelimi içki haram ve günah
olmaya devam eder, ama hukukta suç olarak görülmeyebilir. Yak n zamanda
zina ile ilgili tart malar bu badlamda hat rlanabilir. Hatta e cinseller aras nda evlilik hukukta yer bulabilir, ama diyaneten ve ahlâken fi‘l-i enî‘ olmaya
devam eder. cman ve ahlak düzeyi yükseldikçe, vahyin bereketiyle f trat, insanl k co kusu ile eski safiyetine yeniden ula p, bunun f trattan uzakla ma
olduduna dair ortak ak l yeniden olu tukça, bu tür fi‘l-i enî‘lerin hukukta da
suç say lmas pekala mümkün olabilir.
Diyanet ve tababet birbirine benzer. Birinde yar m olan candan öbüründe yar m olan dinden eder. Konuyu iki al nt ile noktayal m:
cbn Âbidîn öyle der: “F khî meseleler ya aç k bir nass'a (ayet-hadis)
dayan r, ya da re’y ve ictihad ile sabit olurlar. Bu bölüme giren f khî meselelerin çodunu müctehid, kendi çad n n örfüne dayand rm t r. Eder müctehid,
bugünkü örfün hâkim oldudu devirde bulunsayd , öncekine uymayan yeni bir
görü e sahip olurdu. Bu yüzden bilginler, insanlar n adetlerini bilmeyi
ictihad n artlar aras nda saym lard r. Zaman n dedi mesiyle bir çok hükümler de dedi mektedir. Eder bu hükümler, ilk ekilleri gibi kalacak olurlarsa, hem halka güçlük ve zarar verirler; hem de kolayl k sadlama ve dünya
nizam n n en güzel ekilde devam etmesi için zarar ve fesad önleme esas na
dayanan eriat kurallar na ayk r dü erler. Bu yüzden mezhep bilginleri,
müctehidin kendi devrine göre aç klad d bir tak m hükümlere muhalefet etmi lerdir. Çünkü onlar biliyorlard ki, müctehid bunlar n çad nda olsayd ,
mezhebinin kurallar na uyarak, kendileri gibi dü ünürdü.”16
cbn Kayyim el-Cevziyye ise öyle der:
“c te f k h budur. cnsanlara örf, adet, zaman ve hal karinelerinin farkl l klar na radmen kitaplarda mevcut nakillerle fetva veren bir kimse, hem sapar hem de ba kalar n sapt r r. Böyle birisinin dine kar i ledidi cinayet, t p
kitaplar nda mevcut bilgilerle yola ç k p da bütün insanl d tedaviye kalk an
kimsenin cinayetinden daha büyüktür.”17
16
17
cbn Âbidîn, Risatelül-‘Urf, II, 126 (Tercüme H. Döndüren’e aittir).
cbn Kayim el-Cevziyye, 'lâmü’l-muvakk ‘în, III, 78.

Benzer belgeler