09 - Dergi Bursa

Transkript

09 - Dergi Bursa
Haziran - Temmuz 2012
Fiyat›: 7 TL
09
www.dergibursa.com.tr
K E N T
R E H B E R İ
V E
Y A Ş A M
D E R G İ S İ
Ölüdeniz
GEMİLER - KABAK KOYU - KAYAKÖY - KELEBEKLER VADİSİ - OKALİPTUS YOLU - KUZEY KIBRIS
YAMAÇ PARAŞÜTÜ - MODELCİLİK - TOM HANKS - PINK MARTINI - CLAUDE MONET
Bursa’da 16 günübirlik gezi rotası - rehberbursa - ROTA
1
arka plan
Yıl: 2 Sayı: 9 / Haziran - Temmuz 2012
ISSN: 2146 - 1457
Yerel Süreli Yayın (2 Aylık)
www.dergibursa.com.tr
İmtiyaz Sahibi ve Yayın Yönetmeni
Engin Çakır (Sorumlu)
[email protected]
Yazarlar
A.Kadir Kılınç, Celil Sezer, Dilek Şen
Nazan Aşkalli, Özlem Şenkoyuncu,
Özgür Çakır, Serkan Duru, Sezai Evans
Uzman Yazıları
Psk. Ayşegül Alkış,
Op. Dr. Nejat Gülgör
Özgür Akkaya Erdemol,
Dyt. Sabiha Ataç Asan,
Uz. Dr. Tuncay Çelik
Yayın ve Reklam Koordinatörü
Emine Korku
[email protected]
Grafik Tasarım
Photo Graphica Creative
[email protected]
Enise Güleryüz
Fotoğraf
Demet Argun, Engin Çakır, Özgür Çakır
Çorbada Tuzu Olanlar
Esin Şuekinci, Murat Korkmaz,
Özgür Taşkıran, Semih Bizimtuna,
Semra Işık, Sercan Berberoğlu
Reklam İletişim / Abonelik
[email protected]
[email protected]
T. (0224) 233 87 11
2
www.dergibursa.com.tr
Yayıncı / Yapımcı / Yönetim
Baskı
Çekirge Mah. Selvili Cad.
No:12 Çelebi 2 Apt.
D.1 Osmangazi / BURSA
T. (0224) 233 87 11
www.photographica.com.tr
[email protected]
www.ozgun-ofset.com
Dergi Bursa, Photo Graphica tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır.
Dergi Bursa’nın isim ve yayın hakkı Photo Graphica’ya aittir. Yayımlanan yazı, fotoğraf ve
konuların her hakkı saklıdır ve tüm sorumluluğu eser sahiplerine aittir. İzin alınarak ya da kaynak
gösterilerek alıntı yapılabilir. Reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir.
Dergi Bursa, “Basın Meslek İlkeleri”ne uymaya söz vermiştir.
3
4
5
editör notu
“Yolunuz açık olsun”
Naçizane düşüncem, hayatımızı sürükleyen her şeyin içinde birer
rota saklı olduğu... Nereden gelip nereye vardığımız, hissedip
peşinden koştuklarımız, farkında olmadan yaptıklarımız, sessizce
belki bilinçsizce içine düştüğümüz her yaşantı birer “rota” aslında.
İzlediğimiz, takip ettiğimiz tüm gerçeklikler, isteyerek yolumuzu
belirliyor hiç durmadan.
Yola çıkmadan önce haritalara göz
atabiliriz. Tatile çıkmadan önce
birçok öneri dinleyip, seçenekleri
değerlendirebiliriz. Hayata adım
atarken ise; kendi yolumuzu çizmek
için sorup soruşturur, büyüklerimize
danışır, yapabileceklerimizi tartarız.
Devamlı aradığımız bir cevap vardır
yaşadıklarımızda. Mutlu olmayı
ararız mesela. Ona ulaşmanın yolları
olduğunu düşünürüz. Başaramadığımız
zamanlarda cevabı hep başkalarında,
kendi çemberimizin dışında ararız.
Ne hayat ne de cevaplar o kadar
karmaşıktır. Aradığımız tek şey
yoldur bence. Kendimizle verdiğimiz
bu mücadele bir çeşit felsefe
çözümlemesidir bir taraftan.
Aikido’daki “Do” felsefesi anlatmak
istediğim temayı açıkça ifade
ediyor diyebilirim. Bu felsefe Budist
rahiplerine ve Kung-Fu savaş sanatına
dayanır. Şöyle ki: “Budist rahipler,
manastırlarını hırsızlardan ve çeşitli
diğer saldırılardan korumak amacıyla
bir savaş sanatı ortaya çıkardılar.
Hiçbir canlıya zarar vermemek ‘Buda’
felsefesinin temel taşlarındandı.
Budist rahipler, insanlara gösterdikleri
saygının aynısını hayvanlara da
gösteriyorlardı. Saygı gösterdikleri
bu hayvanların düşmanlarına karşı
kendilerini ustalıkla savunmaları
‘Kung-fu’ adını verdikleri bu savaş
sanatının ortaya çıkartılmasında ilham
kaynağı olmuştu. Kung-fu öyle bir
6
savaş sanatıydı ki, vücudun hassas
noktaları hedef alındığında tekniği
uygulayan kişinin tek bir darbesi bile
öldürücü olabiliyordu. Dolayısıyla
böylesi bir savaş sanatının disiplin ve
kontrol altında tutulması gerekiyordu.
Aksi takdirde önü alınamaz olumsuz
sonuçlar ortaya çıkabilirdi. Budist
rahipler bu kontrol mekanizmasını
oluşturmak adına Buda’nın fiziksel
ve ruhsal kontrol yolunu Kung-Fu’ya
uyguladılar. Daha sonra geliştirilen
savaş sanatları da bu felsefeyi izleyerek
adlarının sonuna ‘yol’ anlamına gelen
‘Do’ kelimesini eklediler.” Zaman
içerisinde Aiki-do, Ju-do, Karatedo gibi savaş sanatlarının geliştirilip
yaygınlaştırılmasıyla Do felsefesi de
salt Budist rahiplerin benimsedikleri
bir öğreti olmaktan çıkıp evrensel
bir nitelik kazandı. Do öğretisinin
ilkeleri yakından incelendiğinde de bu
evrensel niteliği özünde taşıdığı açıkça
görülebilir. Öyle ki; dünya üzerinde
var olan tüm inanç sistemlerinde
yer alan ‘erdemli insan olma’ çabası
Do felsefesinin temelini oluşturur.
Etimolojik (kelime kökeni) açıdan ‘Do’
sözcüğünü incelediğimizde, daha önce
de belirttiğim gibi sözlük anlamı olarak
‘yol’ karşılığına ulaşırız. Peki, bu yolun
niteliği nedir? Japonca’da “Do”nun
iki yönlü anlamı var. Biri ‘bir uzaklık,
gidilecek bir yol’ olarak ele alınır ve
Türkçe’de ‘mesafe’, İngilizce’de ‘road’
olarak ifadesini bulur. Diğer anlamı
ise tarz, teknik, öğreti gibi kavramları
karşılamakla birlikte Türkçe’de
‘yordam’ ve İngilizce’de de ‘way’
kelimesi ile karşılığını bulur. ‘Do, hem
izlenecek yöntemi hem de özelde bir
teknik üzerinde genelde de tüm sanat
üzerinde adanacak zamanı vurgulamak
için aynı anda kullanılır.” (Deshimaru, T.
Savaş sanatlarında Zen Yolu)
Planların temelinde “yol” vardır.
Aradıklarımızda, izlediklerimizde hep bir
yoldan geçmek zorundayızdır. Rotamızı
kaybetsek de önümüzde gidilecek bir
yolumuz vardır. Dergi Bursa’nın bu
ayki teması “Rota”... Umarım bunu
anlatmaya gayret ederken çok uzun
“yollar” tercih etmemişimdir. Yolunuza
ışık olabilmek için size bazı öneriler
hazırladık. Tatil hazırlıkları yaparken
sizi cezbedecek, içinizi ısıtacak,
kafanızı karıştıracak birçok sayfanız
var artık. Rehber olabildiysek ne mutlu
bize. Bursa’nın tek “kent rehberi ve
yaşam dergisi” olmanın gururuyla yine
buradayız. Rotanızı kaybetmemeniz
dileğiyle... Şimdi elinizde bir rota
olduğuna göre, yola çıkma zamanı.
Paylaştıklarımız kalan sayfalarda,
keyifli okumalar.
https://twitter.com/#!/editornotu
[email protected]
ır
k
a
Ç
n
i
g
En
7
plan
plan
tek karede Bursa Uludağ’a teslim olmuş yalnızlık
10
bursa dokusu
Bursa’da 16 günübirlik gezi rotası
12
tatil önerileri
Tatil için “dost tavsiyeleri”
28
gezi-yorum
Dalga sesi olmayan denizkulağı
36
detaylı bakış
Dünyanın rüzgarı yüzünüzde
44
gezi-yorum
Gezginlerin “Kabak” hatıraları
52
gezi-yorum
Kelebek kanadında uçan vadi
56
yakın plan
Kalabalık yalnız köy
62
gezi-yorum
Gemilerde “romantizm” var
66
yakın plan
Yol üstü durağı
72
uzaktaki yakın Tanrıçası afrodit Kuzey Kıbrıs
74
fotoğrafa yazı
“Hayat saldırır, onun işi bu” - Celil Sezer
86
odak noktası
Odaktaki “insan” - Murat Korkmaz
90
havadan sudan
Rotanızı kaybedin bazen - Nazan Aşkalli
94
d. armağansın
Velosipetle bir Cevelan* - Serkan Duru
98
köşe
Bu sezonun tekrarı yok - Dilek Şen
100
serbest yazı
Kurumların rotası “Sürdürülebilirlik” - Özlem Şenkoyuncu
102
semboller
İpeğin rotası - Abdulkadir Kılınç
104
g.zaman kipinde
Kasetler sarmıyor artık!
106
armoni Küçük dev orkestra - Pink Martini
108
film şeridi
Tom Hanks
110
hobi kulübü
“Bir sevdadır modelcilik” - Özgür Taşkıran
114
evrensel sanat
Doğadan ışık dolu izlenimler
118
dilbilgisi
Türkçe Sözlüğü - Atasözlüğü
eğitimin psikolojisi
Çocuk yetiştirmenin rotaları - Ayşegül Alkış
126
ruhun gıdası
Bir “Yoga Aşramı”ndan günler - Özgür Akkaya Erdemol
128
sağlık
Uzman yazıları ile sağlık konuları
130
rehber bursa
Bursa’nın yaşam rehberi
140
rengarenk
Uçurtma olduk, uçtuk Gölyazı’da
144
www.dergibursa.com.tr
8
122
9
tek karede bursa
Fotoğraf: Engin Çakır, Uludağ, 2011
Uludağ’a teslim olmuş yalnızlık
Günümüzde Anadolu'daki birçok
köşede, tabiatta serbest dolaşan
yabani atlara Yılkı ismi verilir. Çiftçi
gibi hayvana ihtiyaç duyan fakat kışları
hayvanı besleyebilecek maddi gücü
olmayan kişiler bu atları kendi kendine
10
yiyecek bulması için doğaya salarlar.
Yazları tekrar ihtiyaçları olduğunda
ise yakalarlar. Fakat bu uygulamaların
yapıldığı yerlerde yabanda gezen çok
at olduğundan tekrar aynı at ertesi
sene yakalanamayabilir. Sonuçta,
ihtiyaç olduğundan, hangi hayvanın
yakalandığı da önemli değildir. Böylece
at, seneden seneye başka kişilerin
hizmetinde kullanılır. Koca bir kışı
yalnız geçiren bu atlar kış çıkışlarında
sahiplerini böyle beklerler…
11
bursa dokusu
Bursa’da 16 günübirlik gezi rotası
Dergi Bursa’nın bu ayki teması rota olduğu için size Bursa’dan 16 tane
günübirlik gezi rotası belirledik. Bursa’yı farklı açılardan değerlendirerek bir
seçki yaptık. Tarihle doğanın harmanı olan bu liste bu yaz size yol gösterebilir.
Hazırlayan: Sezai Evans
12
İnkaya Çınarı
1
Çekirge’den Uludağ’a çıkan yolun
üzerindeki İnkaya Köyü’ndeki bu
devasa çınar 600 yaşının üzerinde.
İnkaya Çınarı, Türkiye’nin en yaşlı ağacı
olma özelliğini taşıyor. Yüksekliği 35
metre, çevresi 9,45 metre, çapı 3 metre
olan çınarın on üç ana kolu var. Çınar
eskiden harman yeri olarak kullanılan
alana gölgelik yapması için dikilmiş.
Kayalık olan arazinin iç bölümündeki
su sızıntıları ile devamlı beslenen çınar,
günümüze kadar sağlıklı bir şekilde
ulaşmış durumda. Tarihi çınarın altında
çay bahçesi, restoran, hediyelik eşya
dükkanları, meyve ve sebze stantları
bulunuyor.
Misi Köyü
Bugün Gümüştepe mahallesi olarak
bilinen 2000 yıllık geçmişe sahip tarihi
Misi Köyü’nün ilk adının Misipolis
olduğu sanılıyor. “Misi” kelimesinin
kökeni Misyalıların yurt olarak buraya
yerleşmeleri ve misyonerlik merkezi
olarak Misi’nin seçilmesinden
kaynaklanıyor. Günümüze kalıntıları
ulaşan Misipoli Manastırı’nda, İncil’i
tartışmak üzere İznik’teki konsülün
burada da toplandığı söyleniyor.
Doğallığından, özgün mimarisinden,
çivit mavisi evlerinden hiçbir şey
kaybetmemiş olan Misi Köyü Bursa’nın
merkezinden yalnızca 12 kilometre
uzaklıkta. Sınırsız yeşilliği, söğütleri,
meyve ağaçları ve bir köprü gibi
gökyüzüne uzanan kavak ağaçlarıyla,
antik çağda başlayan bir öyküyü
günümüze kadar taşıyan köy; asma
yaprağı, misket üzümü ve şarabı ile
ünlü.
2
13
Suuçtu Şelalesi
bursa dokusu
4
14
Botanik Park - Hayvanat Bahçesi
Park hayvanların doğal ortamlarına
uygun düzenlenmiş barınaklara sahip.
55 türde 500 hayvan yaşıyor. Ayı, kurt,
aslan, leopar, yırtıcı kuşlar, lama, yaban
eşeği, deve, maymun bölümlerinin
yanı sıra deve kuşları ve zebraların da
bulunduğu Afrika Savağı bölümü yer
alıyor. Su kuşları için ayrılan bölümde
dev bir kafes ve gölet bulunuyor. Yakın
çevre yolunda Hayvanat Bahçesi’nin
bitişiğinde yer alan Soğanlı Botanik
Parkta ise; Japon bahçesi, Fransız
bahçesi, İngiliz bahçesi, gül bahçesi,
kaya bahçesi, kokulu bitkiler bahçesi,
şekilli bitkiler bahçesi gibi bölümler
var. 150 tür ağaç, 27 çeşit gül, 76 tür
çalı, 20 tür örtücü bitki bulunuyor. Otel
ve restoran olarak hizmet veren 17-19
yüzyıl Bursa konaklarının modellendiği
bir bölüm yer alıyor. Koşu-spor-yürüyüş
yolları, bisiklet parkurları, çocuk oyun,
otomobil pisti, spor aletleri gibi etkinlik
alanlarının yanı sıra Botanik Park’ta bir
de suni gölet bulunuyor.
3
Mustafakemalpaşa ilçesine 18 km.
uzaklıkta, Çataltepe mevkiinde,
Muradiye Sarnıç Köyü yakınlarında,
Karadere üzerinde yer alan Suuçtu
Şelalesi; bir fay hattının çökmesi ile
oluşmuş. 38 metreden dökülen su,
yazın suyunun azalmasına rağmen
kış aylarında doldurduğu göleti ile
güzel bir manzara... Suçtu Şelalesi,
etrafını saran kayın ağaçları arasında,
serin ve temiz havası ile gezi, piknik
ve mesire alanı olarak kullanılıyor.
Doğayla baş başa kalmak isteyenlerin,
bu isteklerine fazlasıyla cevap veren bir
yer. Bölgeye adını veren 11 çağlayan,
yılların yorgunluğunu bir anda
insanın üstünden silip atabilecek bir
etkileyiciliğe sahip.
15
bursa dokusu
Cumalıkızık
5
Osmanlı kırsal mimarisinin en
görkemli köy yerleşimlerinden biri
olarak günümüze kadar gelmeyi
başaran Cumalıkızık, Uludağ’ın güney
eteklerinde kurulan 700 yıllık bir vakıf
köyü. Cumalıkızık geleneksel Osmanlı
mimarisine göre şekillenmiş, özgün sivil
mimarlık örnekleri olan evlerin organik
sokak dokusu ve anıtsal yapılarla
bütünleştiği önemli bir kültür mirası...
İçlerinde yaşamların sürdüğü evleriyle
adeta bir açık hava müzesi olan
Cumalıkızık; tarihi, doğal ve kültürel
değerleriyle UNESCO dünya tarihi
mirası listesine de aday.
Gölyazı
Bursa-İzmir karayolunun 35.
kilometresinde bulunan yol ayrımından
7 kilometre mesafede. Uluabat
Gölü’nün doğu ucunda, derin bir
yarımadanın üzerinde kurulan beldenin
tarihi M.Ö. 6. yüzyıla dek uzanıyor.
“Deliktaş” olarak anılan ve su kemeri
olduğu tahmin edilen bir yapı ile “Taş
Kapı” diye adlandırılan antik kale
kalıntılarının yanı sıra, Kız Adası’nda
bulunan Apollon Tapınağı’nın kalıntıları,
antik tiyatro kalıntıları, yarımadanın
çevresinde kalıntılarına rastlanan surlar,
19. yüzyılda burada yaşayan Rum
azınlık tarafından yaptırılan Hagios
Georgios Kilisesi ve Manastır Adası’nda
kalıntıları bulunan Hagios Konstantinos
Manastırı Kilisesi bölgenin en ilgi çekici
tarihi kalıntıları... Ayrıca, yapılış tarihi
bilinmeyen tarihi bir cami ve hamam
bulunuyor. Bugün “ağlayan çınar”
adıyla anılan ve beldenin yarımadayla
bağlantısını sağlayan köprünün
başında bulunan 400 yıllık çınar da
görülmeye değer bir doğa harikası.
6
16
17
Trilye (Zeytinbağı)
bursa dokusu
18
Hisar - Tophane
8
Hisar Bölgesi, Bithynia döneminden
Osmanlılar’a kadar uzanan süreçte
inşa edilmiş önemli eserleri bünyesinde
toplar. Bursa Kalesi, Balibey Han, Kale
Sokak’ta yoğunlaşan tarihi Bursa evleri,
tarihi camiler ve Osmanlı Devleti’nin
kurucusu Osman Gazi ile oğlu Orhan
Gazi’nin türbeleri, İstiklal Şehitleri Anıtı
ve Bursa Saat Kulesi bu bölgede yer
alır. Hisar’daki Kavaklı, Osmangazi
ve Alaaddin Mahalleleri Bursa’nın
ilk yerleşim yerleri olmaları yönüyle
pek çok değeri bünyelerinde taşırlar.
Yine bu bölgedeki Tophane Parkı
panoramik Bursa manzarasının en iyi
seyredilebileceği bir noktadadır.
7
Mudanya’nın 12 km. batısında,
Marmara Denizi’nin güneyinde
yer alan Zeytinbağı (Trilye) tarihi
dokusunu günümüze kadar taşıyan
bir kıyı kasabası. MÖ.5. yüzyıldan
beri yerleşimin olduğu bölge tarihi
kaynaklarda “trigleia”, “bryllion” ve
“trilya” gibi adlarla kayıtlı. Güney
Marmara’nın değerli ürünlerine antik
dünyadan talep artınca Kios (Gemlik),
Kurşunlu, Apemeia (Mudanya), Siği
(Kumyaka), Trilye (Zeytinbağı) gibi
iskeleler kurulmuş, bölge canlılık
kazanmıştır. Günümüzde, bölgede
üretilen kaliteli zeytinlerden esinlenerek
Zeytinbağı adı da bu güzel belde için
kullanılıyor.
19
bursa dokusu
9
Bakacak
Bakacak, Uludağ Oteller Bölgesi’ne 5
km uzaklıkta. Asfaltlanmış yolun sonuna
150 metre kala yolun bittiğini gösteren
işaretle karşılaşıyorsunuz. Bakacak’a
ulaştıktan sonra sağ taraftaki patikadan
çok daha rahat görüşü olan kayalıklara
geçmek fotoğraf çekmek isteyenler
için faydalı olacaktır. Çok güzel
manzara ve Bursa’ya hakim fotoğraflar
çekebileceğiniz bir yer. İyi havalarda
Adalar ve hatta İstanbul’u dahi görmek
mümkün olabiliyor.
Koza Hanı
Koza Hanı, Sultan II. Bayezid’in
İstanbul’da inşa ettirdiği Bayezid
Külliyesi’ne gelir sağlamak amacıyla
1490 yılında yaptırmış. Bursa’nın en
güzel ve günümüzde en yoğun olarak
kullanılan hanı. Duvarları tuğla ve
taşla örülmüş olan bu han, dikdörtgen
bir avlunun çevresinde yer alan iki
katlı bir yapı. Bu hanın doğusunda
ahır ve depoların bulunduğu ikinci bir
avlulu bölüm var. Yapıya, Kapalı Çarşı
tarafından taş kabartma bezeli abidevi
görünümde bir taç kapıyla giriliyor.
Üst kattan güneye, avluda depolara ve
Orhan Camii yönüne açılan üç kapısı
daha bulunuyor. Alt katında kırk beş,
üst katında ise elli odası olan hanın
avlusunun ortasında taştan yapılmış,
sekiz ayak üzerine oturtulmuş bir köşk
mescit bulunuyor. Alt kısmında bir
şadırvan var.
10
20
21
Yeşil Türbe
bursa dokusu
12
22
Ulu Cami
Osmanlı mimarisinin şaheserlerinden
olan ve İslam dünyasının en önemli
5 mabedinden biri olarak gösterilen
Ulu Cami, Bursa’nın en büyük ve en
görkemli yapısı. Atatürk Caddesi’nde
Hanlar Bölgesi’ne komşu olan Ulu
Cami, gerek mimarisi gerekse işçiliği ile
döneminin de en önemli eserlerinden
biri. Bursa’da inşa edilen padişah
camilerinin (selatin) dördüncüsü. 1396
-1399 yılları arasında yaptırılan bu eşsiz
eser, kapalı ibadet alanının boyutları
bakımından Türk tarihinde yapılan en
büyük cami. Mimarı Ali Neccar olan
bu eşsiz eserin yapımında dönemin
en iyi ustaları ve sanatçıları görev
almış. Yüksek iki minaresi ve benzer
boyutlarda yirmi kubbesi olan Ulu
Cami, çok ayaklı cami şemasının klasik
ve abidevi bir örneği. Caminin dört
cephesinde üç kapı bulunuyor.
Sultan Çelebi Mehmed’in kabrinin
bulunduğu Bursa’nın simgesi ünlü
türbe. Sekizgen planlı ve kubbeli
bir yapı olan Yeşil Türbe’de, ayrıca
Çelebi Mehmed’in kızı Selçuk Hatun,
kardeşleri Hafsa Hatun, Ayşe Hatun,
Mahmud, Yusuf, Mustafa, ebesi
Daya Hatun’un sandukaları mevcut.
Türbenin bahçesinde ise; Hoca
Sadeddin Efendinin babası Hasan Can
ile Aziz Ahmed Paşa yatıyor. Türbeye
dışarıya taşan portaldeki kapıdan
giriliyor. Girişin iki yanında çiçekli
çinilerin süslediği iki mihrap var. Ceviz
ağacından ve hendesi tezyinatla süslü
kapıyı Tebrizli Ali bin Hacı Ahmed
isimli bir usta yapmış. Yeşil Türbenin
iç duvarları, yerden üç metreye
kadar yükselen, altıgen yeşil çinilerle
süslenmiş. Zamanla yerinden düşen bu
çinilerin yerine 19. yüzyılda firuze renkli
çiniler konulmuş.
11
23
bursa dokusu
Sukaypark
13
Osmangazi Belediyesi tarafından
Çukurca Mahallesi’nde yaptırılan
Türkiye’nin ilk su sporları parkı olan
Sukaypark, 100 dönüm arazi üzerine
kurulu. Parkın bünyesinde bir ada, su
kayağı yapılan gölet, oyun parkları,
yürüyüş ve koşu bantları, kafe restoran
ve spor okulu bulunuyor. Uluslararası
standartlara uygun olarak inşa
edilen tesislerde, pek çok ulusal ve
uluslararası organizasyon düzenleniyor.
Yazın sıcak günleri için serinletici,
adrenalin dolu ve ferah bir seçenek.
Hünkar Köşkü
Hünkar Köşkü, 1844 yılında Abdülmecit
Han’ın Bursa gezisi nedeniyle av
köşkü olarak yaptırılmış. Abdülmecid
Han’dan sonra Osmanlı sultanlarından
Abdülaziz Han ve 5. Mehmet Reşat da
köşkte konuk olmuş. Hünkar Köşkü,
1922 yılında Atatürk ile birlikte Kurtuluş
Savaşı komutanlarını da 12 gün süreyle
konuk etmiş. Atatürk ayrıca, 1925, 1931
ve 1935 yıllarında Bursa’ya yaptığı
ziyaretlerde de köşk’ü ziyaret etmiş.
Köşk zaman içinde, “Kasr-ı Hümayun”,
“Kasr-ı Milli”, “Cumhuriyet Köşkü” ve
“Atatürk Köşkü” adlarıyla da anılmış.
Kabul salonu, Atatürk’ün yatak odası,
çalışma odası, manevi kızları Sabiha
ve Ülkü Hanımların yatak odası, yemek
odası ve diğer güzellikleriyle geçmişin
yaşanmışlıkları izlerini hissettiriyor.
14
24
25
bursa dokusu
Mudanya
15
Arap Şükrü
Sokağı
Arap Şükrü Sokağı, Bursa’nın
Altıparmak mahallesinde Yahudilik
olarak bilinen bölgede yer alan balık
lokantaları, işkembe çorba-paçacıları,
sazlı sözlü eğlence yerlerinin bir
arada bulunduğu, taşıt trafiğine
kapalı turistik bir sokak. 1992’den
bu yana turizm amaçlı bir eğlence
sokağı olarak yaşıyor. Bursa’da
yaşayan 50-60 hanelik Yahudi nüfusun
kullanımına açık olan Geruş Sinagogu
da bu sokakta. Arap Şükrü Sokağı
Altıparmak’a Caddesi’nin başında
solda görülen ünlü Balıkçı Reşat
dükkanından başlıyor. Sokakta yere
her 5 metrede bir üzerlerinde Bursalı
ünlü sanatçıların adlarının yazılı olduğu
plakalar yerleştirilmiş durumda.
Bursa’nın rakı-balık kokan geceleri bu
sokakta nefes alıyor.
16
26
Bursa’nın 25 km kuzeybatısında
ve Marmara Denizi kıyısında yer
alan Mudanya, temiz havası ile yaz
turizminin yoğun olarak yaşandığı bir
merkez. Mudanya, İonya’nın 12 büyük
kentinden biri. Kolofonlu göçmenler
tarafından M.Ö. VII. yüzyılda kurulmuş.
Apamcia-Myrleia adlı bu antik kent
bugünkü Hisarlık Tepe’de yer alıyor.
Mudanya; Roma, Bizans ve Osmanlı
dönemlerini yaşamış bir kent. Osmanlı
evlerinin Bursa’daki en güzel örnekleri
de burada. Bu evlerin en önemlisi ise
Tahir Paşa Konağı. Mudanya Mütareke
Müzesi’ni ve tarihi bir tren istasyonu
olan Montania Oteli’ni gezmeden,
çarşaf böreği, cevizli lokum ve balık
yemeden dönülmemelidir.
27
tatil önerileri
Tatil için “dost tavsiyeleri”
Tatil rotalarınızı belirlediğiniz
şu günlerde; tatilde
nerede kalacağınızdan,
ne dinleyeceğinize, ne
okuyacağınıza ve hatta hangi
blogları takip edebileceğinize
kadar birçok önerimiz var.
Sizin için belirlediğimiz tatil rotalarını zaten ilerleyen sayfalarda okuyabileceksiniz. Öncelikle tatil
hazırlığımızı tamamlayalım. İlk işimiz seyahat etmeye biraz daha kendimizi hazırlamak… Heyecanımızı
arttırmak için gezi bloglarına göz atmaya ne dersiniz? İşte Türkiye’nin içeriği en yoğun ve en çok takip
edilen 10 gezi blogu…
www.g e zi jurnal .co m
28
1 2
www.azgezmis.com
www .b e krans a rsi lm a z . c o m
www.simdigezelim.com
www.kuyruksuzucurtma.com
www .g um usp usul a . c o m
3 4
5 6
7 8
9 10
www.i cantravel.co
www.s a n a dedi m . blogspot.com
www.gez en tigiller.com
www.gez i-yorum.net
29
tatil önerileri
Sıra geldi yol arkadaşlarımızı seçmeye…
Birçok kişinin hesaba katmadığı bir detaydır
tatilde ne dinleyeceğimiz. Fakat tatilimizin
eğlenceli ve renkli geçebilmesi için yegane
şeydir müzik. Eğer ki uzun bir tatil planımız
varsa ve uzak bir bölgeye gidiyorsak
yolculuklarda bize eşlik edecek bazı
albümlere ihtiyacımız olacak. İşte sizin için
seçtiğimiz 10 albüm…
1 2
Sertab Erener Ey Şuh-i Sertab
(Sertab’ın sanat müziği
albümü)
Buena Vista Social Club at
Carnegie Hall
(Küba’da, 1940’larda
müzisyenler arasında popüler
olmuş bir müzik ve dans
kulübünün albümleşmiş hali)
3 4 5 6
MFÖ - Ve MFÖ
(Türkiye’nin en uzun soluklu
ve kendisini ispat etmiş
yegane müzik grubunun son
albümü)
Madonna - MDNA
(Müziğin yaşayan efsanesi
Madonna’nın son albümü)
Cihat Aşkın –
Ege’nin Türküsü
(Dünyaca ünlü Türk keman
virtüözü, akademisyen ve
besteci)
Ajda Pekkan - Farkın Bu
(2011’e damgasını vurmuş
bu albüm 2012’de de etkisini
sürdürüyor)
7 8 9 10
Emre Aydın –
Beni Biraz Böyle Hatırla
(Türkçe Rock müziğin son
yıllardaki parlayan yıldızı)
30
Pink Martini Joy to the world
(Armoni köşemizin bu
sayıdaki konuğu)
Antony Hopkins ‘’Composer’’
(Sinema sanatçısı Hopkins’in
klasik müzik albümü)
Florence + The Machine –
MTV Unplugged
(Farklı bir alternatif)
31
tatil önerileri
Bir diğer yol arkadaşı da kitaplar…
Herkesten, her şeyden uzaklaşmamız için
altın anahtar görevi gören kitaplar tatillerin
de vazgeçilmezleri… Okurken dünyanın
karmaşasından kendinizi soyutlayacağınız
10 kitabı sizin için seçtik.
1
2
Kış Günlüğü - Paul Auster
3
4
5
6
7
8
9
10
Aslında Giden Erkek Yoktur
Seda Diker
İskender - Elif Şafak
32
Gizli Anların Yolcusu
Ayşe Kulin
Bazen Hayat - Sine Ergün
Kayıp Gül 2 - Serdar Özkan
11/22/63 - Stephen King
S*ktir Et Demenin Yolları
John C. Parkin
Küçük Mucizeler Dükkanı
Debbie Macomber
Uyuyana Kadar
S.J. Watson
33
tatil önerileri
Son olarak tatile gidemeyenlere önerilerimiz
var. Tatile gitmeden gitmiş kadar olabilmenin
yolunun seyahat ve macera filmlerini
izlemekten geçtiğini düşünerek 10 tane
yolculuk filmi seçtik.
1
2
Kako si? - Özlem Akovalıgil
2010 / 1 sa 52 dk / Türkiye
Belgesel - Dram
3
4
5
6
7
8
9
10
Şimdi Ya da Asla
Rob Reiner
2008 / 1 sa 37 dk / ABD
Dram - Macera
Yağmur Adam
Barry Levinson
1988 / 2 sa 20 dk / ABD
Dram
34
Temmuz’da - Fatih Akın
2003 / 1 sa 40 dk / Almanya
Komedi - Macera
Büyük Yolculuk
Ismael Ferroukhi
2006 / 1 sa 48 dk /
Fransa, Fas
Dram - Psikolojik
Yabana Doğru
Sean Penn
2007 / 2 sa 28 dk / ABD
Dram - Biyografi - Macera
Star Trek - J.J.Abrams
Gizemli Adaya Yolculuk
2009 / 2 sa 7 dk / ABD, Almanya
Brad Preyton
Bilimkurgu - Aksiyon - Macera
2012 / 1 sa 34 dk / ABD
Macera - Fantastik - Aksiyon
Motosiklet Günlüğü
Walter Salles
2004 / 2 sa 8 dk / ABD
Dram - Biyografi - Macera
Neredesin Be Birader
Joel Coen, Ethan Coen
2001 / 1 sa 46 dk / Fransa, İng
Macera - Komedi
35
gezi-yorum
Dalga sesi olmayan denizkulağı
Yazı ve fotoğraflar
Engin Çakır
36
Kendisi ne kadar küçükse, ünü bir o kadar büyüktür Ölüdeniz’in…
O kadar durgundur ki binlerce yıldır dalgalanmış da durulmuş
sanırsınız. Turkuvaz mavisi suları, ince kumla kaplı sahili ve sabahın
ilk ışıklarıyla birlikte dolup taşan misafirleri ile birlikte Ölüdeniz;
tatilin ta kendisi demektir Türkiye’de…
Ölüdeniz
37
gezi-yorum
Dergi Bursa’nın bu ayki temasını
rota olarak belirlediğimiz için, sıra
Türkiye’den güzel bir tatil rotası
belirlemeye gelmişti. Rotamızı Fethiye
olarak belirledik. Çünkü eski adı Meğri
olan Fethiye, hem kendi içerisinde
birçok gezilecek yöreyi barındırıyor
hem de Türkiye’nin turizm açısından
en gelişmiş ilçelerinden bir tanesi. Tabi
ki Fethiye’yi baştan sona anlatmak
yerine size daha uygulanabilir bir
rota çıkarttık. Rotamız Fethiye’nin en
popüler tatil yörelerinden birisi olan
Ölüdeniz ve çevresi…
Önce Fethiye’de yapabileceğiniz bazı
öneriler ile söze başlayalım, daha sonra
Ölüdeniz’e ve ardından gelen diğer
rotalarımıza yelken açalım. Fethiye,
Likya yürüyüş yolunu barındıran bir
bölge. Bu sebeple yürüyüş (trekking)
38
sevenler için biçilmiş kaftan. Tabi bu
yolu atlı gezintileriyle renklendirmek de
elinizde. Kamyon ve jip gezileri için de
uygun rotalar bulmanız oldukça kolay.
Kara üzerinde gerçekleştirebileceğiniz
onlarca seçeneğiniz var. Köy ve
kasaba ziyaretlerini de bu listeye
ekleyebilirsiniz. Dilerseniz önerileri
biraz daha sabitleştirip karadan biraz
uzaklaşalım ve sözü çok uzatmadan
Ölüdeniz’e varalım. Fakat Ölüdeniz’i
anlatmadan önce Af Kule’de dalma
deneyimini ve Çalış Kumsalı’nda
yelkencilik keyfini ve Şövalye Adası’na
gerçekleştirilebilecek küçük bir geziyi
de satır aralarımıza ekleyelim.
Fethiye’nin genelinde yapabileceğiniz
yegâne meşgale spor. Kürekçilikten,
Dalaman Çayı’ndaki rafting heyecanına
kadar her seçeneğinizin içerisinde spor
var. Elbette ki aslan payı su sporlarına
ait... Su kızağı, parasailing, su
kayağı, catamaran, banana, ringo ve
rüzgâr kayağı Fethiye’nin sunduğu
heyecanların sadece birkaç tanesi…
Fakat bizim sizin için seçtiğimiz
rota Babadağ'da yamaç paraşütü
yapmaktan geçiyor. Ölüdeniz’in
simgesi olmuş bu sporu ilerleyen
sayfalarda daha geniş bir şekilde
okuma fırsatınız olacak.
Likyalılarda ışık ve güneş diyarı,
Ortaçağ'da "Uzak Diyar" olarak
tanınan Fethiye, Anadolu'nun
güneybatısında yer alan Teke
Yarımadası'nda ve Ölüdeniz ile
denizkulağı (lagün) diye tanımlanan
bir kıyı şeridine sahip. Akdeniz
Bölgesi'nin batı kesiminde, Muğla iline
bağlı bir ilçe. Antalya, Akdeniz,
Dalaman, Denizli ve Burdur ile çevrili
bu ilçe Antik Telmessos kentini de
içinde saklıyor. İzmir-Muğla üzerinden
gelerek; Antalya'ya ulaşan kıyı yolu
1 km doğusundan geçiyor. Bu yolla,
Muğla il merkezine uzaklığınız yaklaşık
130 km. Dalaman Havalimanı’na
uzaklığı ise sadece 1 saat.
Ölüdeniz gibi dünyada eşi benzeri
bulunmayan bir kumsalın sahibi olan
Fethiye, aynı zamanda birkaç sayfa
sonra sizi karşılayacak olan Kelebekler
Vadisi ve Kabak Koyu gibi doğası
bozulmamış çok özel bölgelerin de
sahibi. Ayrıca günlük tekne turları
ile ulaşılan 12 Adalar’ı da içerisinde
bulunduruyor. Ölüdeniz dışında
Fethiye civarında birbirinden güzel
onlarca kumsal bulunuyor; Belcekız
(Belceğiz), Çalış Kumsalı ve İztuzu
Kumsalı (Dalyan) gibi. Antik çağlardan
kalmış kent kalıntıları ile kültür turizmine
de açık olan Fethiye’nin çevresindeki
antik kentlerin bazıları ise şunlar;
Telmessos, Kaunos, Kadyanda, Tlos,
Pınara, Letoon, Sidyma ve Ksantos.
Tüm bu antik kentlerden birçok eserin
bulunduğu Fethiye Müzesi de gidilmesi
gereken yerler listenizde bulunabilir.
Ayrıca Kumburnu Ulusal Parkı’nı da
unutmamak gerekir.
Fethiye’den Ölüdeniz’e çamlar
arasından giden yol 14 km sürüyor.
İnişli çıkışlı bir yolun sonunda sizi
masmavi bir koy karşılıyor. Burası
Belcekız Koyu. Koyun içinden uzanan
kumsalı yürüdüğünüzde ise Ölüdeniz’i
görüyorsunuz. Belcekız ve Ölüdeniz
isimleri bir rivayete dayanıyor. Efsaneye
göre, eski çağlarda Fethiye’den geçen
gemiler açıkta demirler ve içme suyu
almak üzere kıyıya sandalla çıkarlarmış.
Bir gün yaşlı bir kaptanın genç ve
yakışıklı oğlu su almak için koya
çıktığında güzel mi güzel Belcekız’ı
görmüş. Görür görmez de vurulmuş.
Kızın yüreğine de ateş düşmüş.
Fakat delikanlı suyu alıp dönmek
zorundaymış. Gemi uzaklaşıp gitmiş.
Belcekız o tarihten sonra hep kıyıyı
ve sevdiğini beklemiş. Delikanlı da
geminin tekrar bu koydan geçmesini…
Her geçişte su almaya gelirmiş. Gide
gele sevdalanmış olan gençler hasretle
bir sonraki görüşmelerini bekler
olmuş…
Bir gün gemi koydan geçerken fırtına
patlamış. Genç, babasına burada
korunaklı, havuz gibi bir koy olduğunu
söylemiş. Fakat babası oğlunun
39
gezi-yorum
40
41
gezi-yorum
sevgilisini görmek uğruna gemiyi
parçalamayı göze aldığını sanmış.
Dalgalarla birlikte kavga da büyümüş
ve baba, gemi tam kayalıklara
çarpacakken, bir kürek darbesiyle
oğlunu denize atmış ve dümenin
yanına gitmiş. Daha sonra çarşaf gibi
olan koyu görmüş. Oğlu oracıkta,
kayalıklarda can vermiş. Kayaların
üzerinde sevdiğini bekleyen Belcekız
da kendini kayalardan atıp intihar
etmiş. İşte o gün bu gündür kızın
öldüğü yere Belcekız, oğlanın öldüğü
yere ise Ölüdeniz denmiş…
Ne zaman Fethiye denilse akla ilk önce
Ölüdeniz gelir. Bu kadar küçük bir koy
nasıl olur da bu kadar büyük bir üne
sahip olur diye düşünmeyin çünkü
kumsalın göz kamaştırıcı güzelliği
2006 yılında gerçekleştirilen oylama
ile zaten kanıtlanmıştır. Ölüdeniz %
82 oyla dünyanın en güzel kumsalı
seçilmiştir.
Ölüdeniz'de yeterli sayıda otel,
kamp alanı ve lokanta bulacaksınız.
42
Kumsalda ise şemsiye ve şezlong
kiralanabiliyor. Büfeler, soyunma
- giyinme kabinleri, açık duşlar
ve tuvaletler de bulunuyor. Diğer
bir deyişle doğanın tadını rahatça
çıkartabilirsiniz. Ölüdeniz'i çevreleyen
kumsal alan üzerinde yer yer defne,
mersin gibi Akdeniz iklimine özgü
bodur bitkiler yaşıyor. Ölüdeniz, adı
gibi durgun bir göl niteliğinde. En
fırtınalı günlerde Belceğiz kıyıları
dalgalarla boğuşurken, Ölüdeniz'de
sadece çırpıntılar meydana geliyor
efsanesini doğrular bir şekilde… Ancak
durgun gibi gözüken Ölüdeniz, gözle
görünmeyen üç nedenle kendini hemen
her gün yeniler. Bunlardan ilki, yoğun
kaynak suları ile beslenmesidir. Dipte
içeriden açık denize doğru bir akıntı
yaratır. İkincisi, bu kaynak sularının
yarattığı tuz farkından dolayı açık
denizden içeriye ve dışarıya devamlı
bir dolaşım oluşmasıdır. Üçüncüsü
ise gel-git etkisi ile sular iki-üç günde
bir ortalama yarım metre yükselir ve
alçalır. Bu da büyük miktarda deniz
suyu girişi ve çıkışı sağlar. Dipten
kaynayan soğuk su kaynaklarıyla
beslenen Ölüdeniz, bu sebeple kimi
kesimlerde soğuktur. Kirlenmeye karşı
önlem olarak kumsaldaki denetimler
sıklaştırılırken, yatların Ölüdeniz'e
girmesi de yasaklanmış durumda.
Dalgaların uğramadığı bu koyda 12
ay boyunca denize girmek mümkün.
Egzotik adaları andıran turkuvaz mavisi
denizi, ince kumlarla kaplı plajı, spor
etkinlikleri ve yamaç paraşütü ile şaha
kalkmış ünü ile Ölüdeniz, tüm dünyanın
dikkatini çekmeyi çoktan başarmış
durumda…
Fethiye’nin güneyinde, Belceğiz
Körfezi'nin ise kuzeyinde kalan bu
koy, Türkiye'nin bilinen en küçük
koylarından bir tanesi. Fakat benzerine
ender rastlanır büyüleyici doğası,
hareketsiz denizi, deniz ürünleri ve
bir başka yazı konusu olabilecek
Kleopatra Plajı’ndakine benzer kumuyla
ziyaretçilerinde zaten derin izler
bırakıyor. Size kalan ise ona kendinizi
teslim etmeniz…
43
detaylı bakış
Dünyanın rüzgarı yüzünüzde
Binlerce metreden süzülen bir kartal gibi gezinmek gökyüzünde.
Altında onlarca şey olup biterken, hiçbirisini duymadan sadece
rüzgara bırakmak kendini. Dünyanın sayılı yamaç paraşütü
noktalarından Babadağ’dan seyreylemek dünyayı...
44
45
detaylı bakış
Rotamıza bu kez yüksek irtifada
uçarak devam ediyoruz. Heyecanı,
enerjiyi tatma zamanı. Çok yükseklere
çıkmak, yerde aşılması çok zor görünen
dağların ayaklarınızın altında birer halı
gibi serildiğini görmek, daha öncesinde
görmediğiniz yerleri havadan görmek
ve kartallarla beraber uçmak...
Yamaç paraşütü birçok kişiye göre bir
hayalken, birçokları için de bir tutku.
1632 yılında lodoslu bir havada Galata
Kulesi'nden kuş kanatlarına benzer bir
araç takıp kendini boşluğa bırakan ve
uçarak İstanbul Boğazı'nı geçip 3358
m. ötede Üsküdar'da Doğancılar'a
indiği varsayılan Hezarfen Ahmet
Çelebi, Türk havacılık tarihinin en
tutkulu ismiydi belki de. Bu tutkunun
Türkiye’de en güçlü şekilde yaşandığı
adresin ismi ise “Babadağ.” Dünyanın
sayılı yamaç paraşüt merkezlerinden
birisi olan Babadağ’ın zirvesinden
kendisini bırakanlar, kendisini
ayaklarının altındaki nefis fotoğrafla
baş başa bulur; Fethiye – Ölüdeniz’in
kuşbakışı sefası...
Yamaç Paraşütü, yüksek bir
tepeden koşmak sureti ile başlıyor.
Havalandıktan sonra ise yeni bir
yaşamda buluyorsunuz kendinizi...
Eğimli ve yüksek bir tepeye açık olarak
serilen paraşüt, pilot ve yolcusunun
koşmaya başlaması ile birlikte hava
dolarak yükseliyor. Uçuşların süresi
kullanılan malzemenin performansı ve
pilotun tecrübesine bağlı olarak bir kaç
saat sürebiliyor.
Ölüdeniz kıyısındaki Belcekız plajı,
uzunluğu ve genişliği ile oldukça rahat
ve güvenli bir iniş alanı. Babadağ’da
toplam üç pist bulunuyor. 1700
metredeki güney pisti kalkış için en
müsait olanı. 1800 metrelik kuzey pisti
biraz daha küçük ve dik ama zoru
sevenler için ideal. 1900 metredeki
kuzey zirve pistinin kalkış alanı ise
oldukça rahat bir havalanma alanı...
Günün büyük bölümünde tam karşıdan
güney rüzgarı aldığı için genelde 1700
metrelik pistten uçuluyor.
46
47
detaylı bakış
1975 m. yüksekliğindeki Babadağ'dan
deneyimli bir pilot eşliğinde başlayan
serüven 30-40 dakikalık bir uçuştan
sonra Belcekız Plajı’nda tamamlanıyor.
1700 metre yükseklikteki uçuş
noktasına ciplerle ya da minibüslerle
gidiliyor. 25 km’lik engebeli yol yaklaşık
olarak 45 dakika sürüyor.
Tulum ve kasklar takılarak, pilota ve
paraşüte bağlı oturağa oturuluyor,
pilotun paraşütü çekmesiyle paraşütler
şişiyor ve macera başlıyor. Birkaç
adımlık koşuyla açılıp yükseliyorsunuz
ve uçmaya başlıyorsunuz. Deneyimli
pilotlar yamaç paraşütüyle 3500
metre yüksekliğe kadar çıkabiliyor
ve hatta havada 5 saat kalabiliyor.
Yamaç Paraşütü organizasyonu yapan
48
tüm acenteler ise Ölüdeniz sahilinde
bulunuyor.
Yenilikçi birkaç havacının 1980'li
yılların başlarında serbest paraşütlerle
yamaçlardan koşarak uçmalarıyla
başlamış olan Yamaç Paraşütü,
zamanla paraşütlerin aerodinamik
yapılarının gelişmesiyle birlikte daha da
gelişti. Performansları artan ve serbest
paraşütlerden ayrılan yamaç paraşütleri
daha sonra planör ve yelken kanat gibi
amacı uçuş olan bir alet haline geldi.
Günümüzde pilotların da tecrübesine
bağlı olarak, yamaç paraşütü ile
küçük tepelerden kalkılıp, yüzlerce
metre yukarılara çıkılabiliyor. Saatlerce havada kalıp kilometrelerce uzaklara
uçulabilen pilotlar da mevcut.
Katlandığında bir sırt çantasına
sığacak kadar küçülebilmesi ve
ağırlığının çok az olması ise dağcıların
ilgisini çekiyor. Dağların zirvelerinden
yamaç paraşütüyle uçarak inen birçok
dağcı bulunuyor.
Yamaç paraşütü -Parapente
(Fransızca), Paraglider(İngilizce)- diğer
hava araçlarına kıyasla öğrenmesi
en kolay olan hava aracı. Belli
sağlık koşulları içerisinde hemen
herkes yapabiliyor. Kullanmasını
öğrenebileceğiniz birçok kulüp, dernek,
kurs, şahıs ve şirket de bulunuyor.
Fakat eğitimin kalitesi “hayati” anlamlar
taşıyor. Yamaç paraşütü kesinlikle
kendi başına öğrenilebilecek bir
spor değil... Yamaç paraşütü eğitimi
49
detaylı bakış
önce teorik eğitimle başlıyor. Teorik
eğitimde; malzeme bilgisi, aerodinamik,
uçuş tekniği, makro ve mikro
meteoroloji gibi konular bulunuyor.
Teorik eğitim sonrası öğrenciler yer
eğitimine geçiyorlar. Yer eğitiminin
maksadı öğrencilere yerde paraşütle
olan reflekslerinin gelişmesini sağlamak
ve temel hareketleri öğretmek... Bu
eğitim öğrencinin durumuna göre 1-3
gün arası sürüyor. Yer eğitimini bitiren
öğrenci önce 30-40 metre yükseklikteki
tepelerden 20-30 civarında başlangıç
uçuşu gerçekleştiriyor. Bu uçuşlar çok
kısa süreli olup öğrencinin tecrübesinin
arttırılması ve hareketlerin (dönüşler,
kalkış, iniş vb.) öğretilmesi
amaçlanıyor. Daha sonra git gide
yükselerek eğitim sürdürülüyor.
Başlangıç eğitimi biten öğrenci artık
yüksek irtifa eğitimine hazır hale
geliyor. Bu eğitim süreci öğrencinin
becerisi ve hava koşullarına da bağlı
olarak sürüyor. Başlangıç eğitimi tüm
koşullar uygunsa ortalama 5-10 gün
arası sürüyor. Yer eğitiminden sonra
birkaç ay sürecek olan başlangıç
eğitimi devam ediyor ve uçuşlar
başlıyor.
Yamaç paraşütünde yanlış bilinen
bazı durumlar da bulunuyor. Örneğin
kazaların sebebi “ters rüzgar” olarak
biliniyor ancak böyle bir durum söz
konusu değil... Çünkü rüzgar kalkış
ve inişte tam karşıdan esecek şekilde
kanat seriliyor. Kalkış yaptıktan
sonra rüzgarın esme yönü bu açıdan
anlam taşımıyor. Kazaların çok büyük
oranı olumsuz hava koşulları veya
akrobasi gösterilerinde gerçekleşiyor.
İyi eğitim almış bir pilot havayı tanıyor
ve uygun olmayan şartlarda uçuş
gerçekleştirmiyor. Diğer bir konu ise,
yamaç paraşütünde “atlama” terimi
kullanılmıyor olması. Bunun yerine
“kalkış” terimi kullanılıyor. Zaten yamaç
paraşütünde atlama olmuyor, kalkış
yapılıyor. Diğer bir ifade ile rüzgara
teslim olunuyor. Ona koşuluyor. Ne de
olsa özgürlük rüzgarda saklı...
50
51
gezi-yorum
Gezginlerin “Kabak” hatıraları
Kızıl kayalar, masmavi bir deniz, yeşilin her renginden bir orman. Misler gibi defne yaprakları, çam
ağaçlarından burnunuza gelen reçine kokuları, cırcır böceklerinin ev sahipliği… Keçiboynuzlarını
dalından yerken düşüncelere dalan insanlar... Kabak Koyu’ndan döndükten sonra adı her geçtiğinde,
aklınızdan hiç çıkmayan o kadar çok anınız olacak ki...
52
Hani derler ya “her insanın en az bir
kez yapması gereken bir şey” ya da
“en az bir kere bulunulması gereken
bir yer” diye. Kabak Koyu işte böylesi
bir yer. En az bir gece uyumalısınız,
en az bir kez dolunayda yakamozlarla
yüzmelisiniz. Koyda konaklayan
tanımadığınız bir grupla birlikte
gitar eşliğinde şarkı söylemelisiniz,
şanslıysanız ney çalan birisine de
rastlayabilirsiniz. Çağdaş yaşam diye
sunulan her şeyden uzakta, “kafa”
dinlemelisiniz bu cırcır böcekli koyda.
Koyda “kafayı bulmak” da oldukça
kolay!
Sizin için belirlediğimiz tatil rotalarının
içerisinde en sakin durak belki
de Kabak Koyu... Zamanın Arsen
Lüpen tarafından çalındığı, özünüze
dönebileceğiniz, çevrenizdekilerle
barış içinde vakit geçirebileceğiniz,
sosyal statünün önemini yitirdiği,
çırılçıplak kaldığınız bir yerdesiniz.
İster hayatı sorgularsınız, ister
sincapları gördüğünüzde şaşkınlıkla
peşinden gider, isterseniz inatla
önünüzden çekilmeyen kaplumbağaya
ayak uydurur yavaşlığın keyfini
sürersiniz. Likya Yolu’nun beyazlarla
işaretlenmiş istikametini takip edip
doğanın içerisinde bir macerada da
bulabilirsiniz kendinizi. Kabak ulaşım
zorluğu nedeni ile kirletilmemiş ve
doğal güzelliğini muhafaza edebilmiş
bir bölge. Zaten birinci derece sit
alanı ilan edilmiş ve her türlü inşaat
yasaklanmış Kabak’ta.
Bir sırt çantasına sığdırabilirseniz tüm
dünyanızı, arılardan ve kelebeklerden
çok da çekinmiyorsanız, yürümekten ve
sıcaktan hiç şikayetiniz yoksa, şelale
görebilmek için metrelerce tırmanmayı
göze alabiliyorsanız, manzara
izlemek sizin için vazgeçilmezse, sizi
53
gezi-yorum
durdurabilecek tek şey; acıkmak ya da
uykunun çökmesi olabilir ancak.
Hayatınızın en uzun, en yavaş, en keyifli
günlerinizi yaşıyor olabilirsiniz. Doğanın
bekaretine ve güzelliklerine sadık
kalarak koydaki varlığını sürdüren ağaç
evlerde veya çadırlarda kalabilirsiniz.
Koyun dört yanında sekiz yüz metreye
kadar yükselen yemyeşil dağlar
bulunuyor. Denizi tam karşısına alan
kampingler, yamaçlarda kurulu çadırlar
görebilecekler listesinde. Bin bir çeşit
canlıya hayat veren orman, Turkuvaz
Mağara ve Aladere Şelalesi ise çok iyi
bir dostunuz olabilir.
Deniz suyunun sesini dinlerken
asmaların serin gölgesi altında kitap
okuyabilir, arada elinizi uzatarak üzüm
kopartabilir ve doğanın bozulmamış
tadını hissedebilirsiniz. Gün batarken
54
kendinize iyi bir hamak bulabilme
olasılığınız da oldukça yüksek.
Gökyüzünü önce pembe ile mora
sonra da giderek kızıla boğan gün
batımını izlerken, günbatımının tadının
Akdeniz’de bambaşka olduğunu
düşünebilirsiniz.
Bütün dertlerinizin bir bir eriyerek batıp
giden güneşin içinde yok olduğunu
deneyimleyebilirsiniz. Ya da akşamları
bir ateşin etrafında otururken, çam
odunlarının mis gibi kokusunu içinize
çekip sohbetin tadına varabilirsiniz.
Kısacası güneşlenip denize girmenin
keyfinden çok daha fazlasını sunuyor
bu koy. Kabak’ta yitip giden günlerin
ardından geriye sadece, kendisini
bulabilmiş gezginlerin “Kabak”
hatıraları kalıyor.
55
gezi-yorum
56
Kelebek
kanadında
uçan vadi
Keşke bir “kelebek” olsaydım
diyebilirsiniz bu vadiyi ilk
gördüğünüzde. Her köşesine
uçup, eşsiz doğasının tadını
çıkartmak isteyebilirsiniz.
Kelebekler uğurlarken sizi,
siz kıskançlığınızdan ne
yapacağınızı bilemezsiniz.
57
gezi-yorum
Rotamıza “uçarak” devam edelim
istiyoruz. Katılırsanız merakınız daha
da artacak. Kelebekler Vadisi’nde
kelebek gibi uçabilirsiniz fakat arı gibi
çalışamazsınız. Tek düşünceniz bir
yerlere uzanıp her şeyden uzaklaşmak
olabilir. Gelip giden teknelerin
hareketliliği olmasa neredeyse çıt
çıkmayacak sanırsınız. Herkes kendi
halinde, her şey olağan süregelir
etrafınızda.
Kelebekler Vadisi’ne Ölüdeniz’den
kalkan teknelerle ulaşmayı tercih
etmelisiniz. Kara yolu ile ulaşmak çok
58
daha meşakkatli denebilir. Faralya
(Uzunyurt) Köyü’nden bir patika
vadiye ulaşır fakat ipli tırmanış rotaları
ve değişken yüzeyi nedeniyle, bir
rehber eşliğinde ilerlemek doğru olan
seçenektir.
Sahip olduğu endemik çeşitlilikten
ötürü dünya mirası listesine önerilmiş,
1995 yılında birinci derecede sit
alanı olarak ilan edilmiş ve her türlü
yapılaşmaya kapatılmış olan Kelebekler
Vadisi, aynı zamanda 80 tür ile birlikte
dünyada ender rastlanan “Kaplan”
kelebeklerinin yaşam alanıdır. Çadır ve
bungalovlarda konaklayarak, yetiştirilen
organik ürünlerle ekolojik bir yaşam
sürebilmek için ideal bir giz noktası
olan bu sihirli vadide, yaz aylarında
plajın tam karşısında batan güneş,
büyüleyici bir manzara oluşturur.
Vadiden içeriye doğru yürüyüş
yaparak, şelalelere ulaşabilirsiniz.
Ayrıca, Faralya Köyü’ne tırmanış
parkuru ve yüzlerce deniz canlısının
gözlemlenebildiği dalış bölgeleriyle
Kelebekler Vadisi Fethiye’nin belki de
“en çarpıcı” yerlerinden bir tanesidir.
Ölüdeniz Belcekız Plajı’ndan yaklaşık 5
km uzaklıkta, Kabak Koyu istikametinde
Kıdrak Plajı’ndan sonra, etrafı ortalama
350 m yükseklikte dağlarla çevrili,
kelimenin tam anlamıyla bir doğa
harikasıdır Kelebekler Vadisi. Yaz kış
akan küçük şelalesi, tertemiz denizi
ve çevreyi süsleyen pembe zakkum
çiçekleri ile farklı bir atmosfer sunar
ziyaretçilerine. Doğa turizminin
Türkiye’de en iyi adreslerinden biri
olarak gösterilen Kelebekler Vadisi'nin;
zaman zaman ulaşımını imkansız
kılan hırçın denizi ve uçurumlarıyla
çevrelenen izole yapısı içinde, çeşitli
ülkelerden gezginler, sanatçılar
ve doğaseverler bir araya geliyor.
Buraya gelenlerin yegane amacı, şehir
yaşamına ara vermek ve doğa ile iç içe
yaşamak olarak özetlenebilir.
Kelebekler Vadisi'nin özgün
coğrafi yapısı, özellikle
botanikçilerin ve entomologların
inceleme ve laboratuvar
çalışmalarına konu olurken; ulusal
ve uluslararası çevre örgütlerinin
ve ekolojik oluşumların da dikkatini
çeker. Kelebekler Vadisi'nde doğal
yaşamı korumak ve bunun için gereken
önlemleri alarak projeleri hayata
geçirmek amacıyla bir tesis bulunuyor.
İşletme günlük 500 konuk kapasitesine
sahip ve Kelebekler Vadisi'nin 100
dönümlük arazisi üzerinde ekolojik
tarım yapmanın yanı sıra; arıtma, deniz
temizliği ve temiz enerji hususlarında
projeler gerçekleştiriyor.
Kamp ve doğa turizminin Türkiye ve
dünyadaki en iyi adreslerinden biri
olarak gösterilen Kelebekler Vadisi'nde,
her yıl 1 Mart- 1 Kasım tarihleri
arasında hizmet veren işletmenin bilgisi
dışında konaklamak mümkün değil.
Su ve elektrik enerjisi devlet tarafından
değil, işletme tarafından sağlanıyor.
59
gezi-yorum
Sıcak su güneş panelleri aracılığıyla
veriliyor. Kumsal veya toprak zemin
üzerine kurulan çadırlarda, ağaç
evlerde veya teraslarda konaklamanın
yanı sıra, işletme ziyaretçilere doğal ve
ekolojik açık büfe kahvaltı ve akşam
yemeği; ortak kullanıma açık tuvalet
ve duşlar sunuyor. Vadi'nin izole
yapısı nedeniyle işletme, ziyaretçi
ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli
bütün düzenlemeleri yapmış durumda
ve konukların güvenliğinden sorumlu…
Kelebek Vadisi’nin geçmişi MÖ IV.
yüzyıla kadar uzanıyor. Likya’nın
“Perdicia” isimli yerleşim yerinin
bazı kalıntıları Kelebek Vadisi
kanyonunun hemen üstünde yer
alıyor. Buradaki köy "Faralya"
ismiyle anılıyor. Köyün günümüzdeki
ismiyse Uzunyurt… Bizans ve Yunan
uygarlıklarından Osmanlı’nın son
zamanlarına kadar sürdürülen,
yamaçların teraslanmasıyla oluşturulan
bahçecilik kültürü bugüne kadar gelmiş
durumda.
Kolleksiyoncu-fotoğrafçı Rıfat Kılar 70'li
yılların sonlarında vadi kelebeklerinden
etkilenerek buraya "Kelebekler Vadisi"
demek lazım diyerek "Güdürümsu"
diye bilinen koyun ismini, ilk defa farklı
şekilde telaffuz etmiş oldu. Arkadaşı
olan H. Deniz Bayramoğlu 1987’de
bu ismi kullanarak "Kelebek Vadisi"nin
doğmasına neden olan işletmeyi
başlattı. Amaç doğayla uyumlu bir
yaşam modelinin temellerini atmak
ve bunu tüm dünyayla paylaşmaktı.
Kelebekler Vadisi artık her gün yüzlerce
konuk ağırlıyor. Gelen misafirlerine
tevazu ile yaklaşıyor ve dingin bir gün
geçirmeleri için elinden geleni yapıyor.
Kelebekler ise misafirlerine, vadinin en
derin köşelerine kadar birer rehber olup
eşlik ediyor...
60
61
yakın plan
Kalabalık yalnız köy
Nüfus mübadelesinden önce Rum nüfusunun yaşadığı Kayaköy,
koruma altına alındıkları için yerleşime kapalı tutulmuş bu nedenle
de terk edilmiş bir görünüme bürünmüştü. Bu yalnızlık içerisinde
Kayaköy, kendisine doğayı ve turistleri arkadaş etti. Tarihin ona
uygun gördüğü yalnızlığa yenilmedi ve direndi.
62
Rotamızın bir diğer durağı Kayaköy. On
birinci yüzyılda, Rumlar tarafından Likya
uygarlığına ait “Karmylassos” kenti
üzerine kurulmuş Kayaköy. Yeni ismi
ise “Levissi” oluvermiş. Yaklaşık 25.000
kişinin yaşadığı köy, yirminci yüzyılın
başına kadar da varlığını sürdürmüş.
Ta ki nüfus mübadelesine kadar.
Yerleşime kapalı tutulan Kayaköy,
tabir yerindeyse “terk edilmiş...”
Fakat yalnızlığın hüznünü yaşamasın
isteyenlerin girişimleriyle Kayaköy;
Türk-Yunan Dostluk Köyü ilan edilmiş...
Mübadele, Kaya Çukuru'nda dostça
yaşayan iki toplumu birbirinden
ayırmış; kentinden, evlerinden ve
anılarından koparılan insanlar için
pek çok acılar yaşatmıştı. Yerlerine
getirilenler için de aynı olgular söz
konusu oldu. 30 Ocak 1923 tarihinde
Türk ve Yunan hükümetleri ile yapılan
halkların karşılıklı değişimi anlaşmasına
göre, kenti terk eden Rumlar,
bölümler halinde Fethiye Limanı’ndan
Yunanistan'a göç etmişlerdi. Yerlerine
Batı Trakya'dan aynı kaderi paylaşan
ama daha az sayıda Türk göçmenler
getirilmişti. Bu göçmenlerin çoğu
Kayaköy'deki koşulları beğenmeyerek,
Anadolu'nun başka yerlerine
yerleşmişti. Bu da Kayaköy’ün iyiden
iyiye boşalması anlamına geldi.
Kayaköy’de tarihi kalıntılar olarak, taş
duvarlardan yapılmış 2 binden fazla
ev, çok sayıda şapel ve iki büyük
kilise bulunuyor. Kayaköy’ün 3 km.
kadar uzağında, denize bakan bir
uçurumun kenarında halk arasında
63
yakın plan
64
Afkule adıyla bilinen Hagios Elefterios
Manastırı ise bölgenin en ünlüsü.
Patika bir yolla ulaşılabilen manastırın
Elefterios adında bir keşiş tarafından
kayalara oyularak inşa edildiği ve bu
keşişin ömrünün sonuna kadar burada
çile çektiği kabul ediliyor. Manastırın
bulunduğu noktanın manzarası müthiş;
buradan İblis Burnu, Kurdoğlu Burnu,
hatta açık havada Rodos Adası bile
görülebiliyor.
Orijinal ismi Taksiyarhis olan Yukarı
Kilise ise, yerleşimin ortasına yakın
hakim bir tepenin üzerinde kurulu...
Yüksek duvarlarla çevrili Atrium
ise, siyah-beyaz çakıl taşlarının
oluşturduğu geometrik desenli mozaik
döşemeler ile kaplı. Yerleşimin batı
sınırında bulunan orijinal adı Panayia
Pirgiotissa olan Aşağı Kilise de,
günümüze daha iyi korunarak ulaşmış
durumda. Korunmasında en önemli
etkense, yapının 1960'lı yıllara kadar
cami olarak kullanılması. Kayaköy’de
yapılar belirli planlamadan uzak,
arazinin eğimine uygun olarak, ışık ve
manzara açısından birbirlerinin önünü
kapatmayacak şekilde inşa edilmişler.
Yapıların büyük çoğunluğunu ise
evler oluşturuyor. Arazinin yapısına
göre tek veya iki katlı olarak inşa
edilmişler ve zemin katlar genellikle
ahır veya kiler olarak kullanılmış. Evlerin
büyük çoğunluğu tek ve ikişer odalı
mekanlardan oluşuyor. Üç odalı evlerin
sayısı oldukça az. Evlerin girişinde
genel olarak yaşam alanları ve sarnıçlar
bulunuyor. Kullanma suyu evlerin
çatısı üzerine yağan yağmur sularının
toplandığı sarnıçlardan temin edilmiş.
Kayaköy çevresinde denize
girilebilecek ve yürüyerek ulaşılabilen
birçok koy var, bunların çoğuna
Fethiye’den tekne turları da
düzenleniyor. Kayaköy’de birçok
apart, pansiyon ve otel seçeneklerinin
yanı sıra kamp alanları da konaklama
imkanları arasında. Kendin pişir kendin
ye restoranlarında mangal yapmak,
Kayaköy üzümlerinden üretilen özel
şaraplardan tatmak ve köylü kadınların
elleriyle yaptığı nefis gözlemelerden
yemek ise, Kayaköy’e geldiğinizde
es geçmemeniz gereken lezzetler
arasında. Aralarında, fotoğrafçılık,
seramik yapımı, resim gibi çalışmalara
katılabileceğiniz atölyeler bulunan
Kayaköy’de; binicilik, deve turu,
trecking ve ATV safari gibi alternatif
eğlence imkânlarına da sahipsiniz. Gün
batımıyla beraber, Kayaköy’ün serin
havası eşliğinde canlı müzik imkânları
sunan barlarda vakit geçirmek de iyi bir
fikir olabilir.
Fethiye’nin en güzel ve en önemli
yerleşim alanlarından biri olan
Kayaköy’e, Fethiye- Ölüdeniz
yolunda, Hisarönü kavşağından,
Kayaköy tabelalarını takip edip,
çamlar arasından giden bir yol ile
ulaşabilirsiniz. Kayaköy’de biraz
dikkatli olursanız, tarihin doğayı tahrip
etmeden nasıl da nefes aldığını kolayca
görebilirsiniz.
65
gezi-yorum
Gemilerde “romantizm” var
Denizler Azizi St. Nicholas’ın gizem dolu adası ve Gemiler Koyu 3.
yüzyıldan bu yana romantizm kokuyor. Bu gizemli adaya her gelen,
etrafını saran aşk denizinde yüzüyor ve aşk kokulu rüzgarlarda
sevmeyi öğreniyor.
66
67
gezi-yorum
68
69
gezi-yorum
70
Fethiye ve çevresindeki onlarca adanın
arasında, en çok “ben buradayım”
diyen adadır St Nicholas’ın adası.
Kayaköy’den batıya doğru devam
eden yolun sonundaki küçük koyun
karşısında yer alan Gemiler Koyu’nun
çekimine girenler, kendisini adanın
zirvesindeki kilisede buluverir. Üzerinde
denizin içine kadar inen tarihi kalıntılar
görülen bu adanın bir bölümünün 3.
yüzyılda meydana gelen depremlerle
su altında kaldığı biliniyor, belki de
insanları çeken suyun altındaki bu
gizem...
5.yüzyılda önemli bir dini merkez olan
adanın 7. yüzyılda Araplarca yakılıp
yıkıldığı kabul ediliyor. Ortaçağ’da
önemli bir yerleşim olduğu anlaşılan
adada büyük ölçüde yıkılmış dört
kiliseyle, birçok şapel ve iki kilise
arasında uzanan kısmen yıkılmış
tünel kalıntısı da var. Şimdilerde yerli
ve yabancı yatçıların uğrak yeri olan
Gemiler, en yüksek noktasında yer
alan kilise (Zirve Kilisesi) nedeniyle
Ortaçağ’da Aya Nikola Adası olarak
adlandırılmıştı. Zirve Kilisesi’nde
yapılan kazılarda geometrik desenler
ve mitolojik olayların yer aldığı
taban mozaikleri ortaya çıkarılmış ve
büyük bir yangın sonucunda yıkıldığı
anlaşılmış; bu da Arap akınlarının kanıtı
olarak görülüyor. Ölüdeniz beldesinin
batısında ve takriben 7 km. uzağındaki
bu adada M.S. 5-13. yüzyıllarda
yapıldığı anlaşılan Bizans ve Roma
devirlerine ait ev, depo, sarnıç ve kilise
kalıntıları da bulunuyor.
Çam ve zeytin ağaçları ile çevrili güzel
kumsalı ile sadece gezi teknelerinin
değil, kara yolu ile Fethiye’den
Hisarönü - Kayaköy üzerinden gelen
piknikçilerin de uğradıkları son derece
güzel bir dinlenme yeridir Gemiler.
Koy çevresinde bulunan Af Kale,
Soğuk Su, Kısık Koyu ve mağarası
da mini gezi rotalarınızı oluşturabilir.
Romantizm dolu bir gün yaşamak için
St.Nicholas Adası’ndan doğru bir yer
bulamayabilirsiniz.
71
yakın plan
Yol üstü
durağı
Muğla – Marmaris arasında,
Gökova Körfezi sizi tüm
ihtişamıyla karşılar Sakar
Geçiti’nde. Hayranlıkla körfeze
baktıktan sonra gözlerinizi
körfezden ayırdığınızda, uzun
ve yeşil bir çizgi görürsünüz
ovanın tam ortasında. İşte o
çizgi Türkiye’nin en etkileyici yol
üstü duraklarından bir tanesidir;
Akyaka Okaliptus Yolu...
72
Sakar Geçiti’nden inerken çoğu insanın
fark etmediği olağanüstü güzellikteki
Muğla evlerinin bulunduğu harika
belde Akyaka’ya varırsınız. Orayı da
geçip Marmaris’e yöneldiğinizde ise,
kelimenin tam anlamıyla görsel bir
ziyafet sunan Okaliptus ağaçlarıyla
örülü iki tane yolu görürsünüz. Biri eski
diğeri yeni olan bu yollar gözlerinizi
kamaştırabilir.
Eski Marmaris yolunun tadı tuzu olan
bu yer, yemyeşil bir tünel oluştururken
bir yandan da iyi bir yol üstü durağıdır.
Gözlerinizin alamadığı bu doğa harikası
tatilcilerin mola verdiği, fotoğraf
çekip, Akçapınar köyü kahvelerinde
çay, ayran, kahve içip gözleme ve
tost yediği nostaljik ve de otantik bir
dinlence yeri konumunda.
Kökeni Avustralya olan Okaliptuslar ise
sıcak ve nemli iklimleri seviyor. Taban
suyunun yüksek olduğu yerlerde tıpkı
emme-basma tulumba gibi kökleriyle
yerden aldığı suyu dallarına taşıyarak
havaya veriyor ve çok hızlı büyüyorlar.
Ülkemize getirilme sebepleri de
sulak ve bataklık alanları kurutmak...
Zamanın Muğla Valisi Recai Güreli,
Gökova’da sivrisineklerin sıtma
hastalığı yaratmasını önlemek için
bataklık durumunda bulunan ovaya ve
benzer yerlere 1938 yılında uzmanların
önerisiyle Okaliptüs fidanları diktirmiş.
Avustralya’dan getirilen bu fidanlar
bugün yaklaşık 70’li yaşlarında olup,
boyları da 20 metreye ulaştı. Ağaçların
ortasında kalan bölümü de Marmaris’e
geçişte karayolu olarak 1996 yılına
kadar kullanıldı.
Bataklığın kurutulmasının ardından
Gökova toprakları tarıma uygun
hale dönüştürülmüş, organik tarıma
geçilmiş, mısır, susam, karpuz başta
olmak üzere her çeşit ürün ve fidan
yetiştirilmeye başlanmış. Kısaca
Okaliptus ağaçlarının faydası yöreye
de büyük olmuş. Bugüne bakıldığında
ekoturizme katkıda bulunan bu yer
hakkında turistik bazı planlamalar
yapılıyor. Turizme katkısı için yöre
halkı, belediye ve valiliğin fayton ve
çevre düzenlemeleri gibi planlamaları
var. Tek eksik Okaliptus ağaçları ile
özdeşleşmiş olan sevimli koalalar...
73
uzaktaki yakın
74
Tanrıçası Afrodit
Kuzey Kıbrıs
Özgür Çakır
“Uzaktaki yakın”ın rotası Akdeniz’in incisi Kıbrıs. Daha önce bulunmadıysanız ve Kıbrıs denilince
aklınıza gelenler; “Ayşe”nin tatile çıkması, öncesinde ve sonrasında Rumlarla olan anlaşmazlıklar,
bir türlü sonu gelmeyen müzakere süreci, rahmetli Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Eurovision Şarkı
Yarışması’nda her sene Yunanistan’a 12 puan veren bir Güney Kıbrıs ve assolistli bayram tatili ilanları
ile casino heyecanı sunan beş yıldızlı oteller ise, sizin için keşfedecek çok şey var.
Nam-ı diğer “Yavru Vatan” Kuzey
Kıbrıs, tarihi ve doğal güzellikleri ile her
gideni şaşırtacak ve beklentilerinden
fazlasını verebilecek bir potansiyele
sahip. Tarihin her döneminde stratejik,
politik, ticari ve dini sebeplerle her
zaman arzu edilen ve cazibesini hiçbir
zaman yitirmeyen Kıbrıs adası Sardinya
ve Sicilya’dan sonra Akdeniz’in üçüncü
büyük adası. Türkiye kıyılarına 64
km, Suriye’ye 96 km ve Mısır’a 400
km uzaklıktaki Kıbrıs işte bu kıtalar
arasında yer alan konumu nedeniyle
asırlar boyunca birçok medeniyete
ev sahipliği yapmış. MÖ 8000’lerden
bahsetmeye niyetli değilim. Ancak
mevcut bölünmüş halini anlayabilmek
için önce biraz tarihten bahsetmek ve
hafızaları tazelemek gerek.
1571 yılında Lala Mustafa Paşa
komutasındaki ordu ve Piyale Paşa
komutasındaki donanma tarafından
Mağusa’nın Venediklilerden alınması ile
sonuçlanan bir seferle Kıbrıs Osmanlı
idaresine girmiş. Osmanlı döneminde
adanın nüfus dağılımında önemli
değişiklikler olmuş. Anadolu’dan göç
ettirilen Türklerin yanında Katolik olan
Venediklilerin baskısından kurtulan
Ortodoks Rum nüfusunda da bir artış
olmuş. Osmanlı İmparatorluğu’nun
çok uluslu ve çok dinli çatısı altında üç
yüzyıl kadar birlikte, ancak sosyal ve
kültürel yaşamların farklılığı korunarak
sorunsuz bir şekilde XIX. yüzyıla
dek gelinmiş. İmparatorluğun çöküş
döneminde 1878 yılındaki OsmanlıRus Savaşı, nam-ı diğer “93 Harbi”
esnasındaki büyük satranç oyununda,
İngiltere’nin desteğine ihtiyaç duyan
Osmanlı’nın yardım vaadine karşılık
hükümdarlığı devretmeden, 92.000
altın bedelle kiralamak suretiyle Kıbrıs’ı
İngiltere’ye devretmesiyle adada
yeni bir dönem başlamış. Hemen
akabinde 1. Dünya Savaşı patlak verip
Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere ayrı
saflarda yer alınca bunu fırsat bilen
İngiltere kiracısı olduğu adayı 1914’te
tek taraflı bir kararla ilhak etmiş.
Sonrasında Türkiye ada üzerindeki
İngiliz egemenliğini Lozan anlaşmasıyla
1923’te tanımak durumunda kalmış. Bu
süreçte adadaki Türklere Anadolu’ya
dönerek Türk vatandaşı olma hakkı
tanınmış ve çok sayıda Türk anavatana
geri göç etmiş. Sonraki dönemde
adada kalan Türk nüfus rahat yüzü
görememiş desek yeridir. Rum
EOKA terör örgütü onlarca katliama
girişmiş. 1960 yılında ortaklaşa bir
Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş olsa da
tansiyon nadiren düşmüş. Aralarında
1963 Kanlı Noel’i de olmak üzere çok
sayıda üzücü ve insanlık adına yüz
kızartıcı terör eylemleri garantör devlet
Türkiye’nin 1974’teki “Ayşe Tatile
Çıksın” parolasıyla başlayan barış
harekatlarına dek sürmüş. Rumların
Türk nüfusa karşı baskı ve asimilasyon,
Kıbrıs’ı bir bütün olarak Yunanistan’la
birleştirme, yani “Enosis” çabası da bu
müdahale ile son bulmuş.
Sonrasındaki dönem Türkiye
Cumhuriyeti için de ambargo anlamına
gelse de adadaki Kıbrıs Türk halkının
can güvenliğinin sağlandığından
ve silahla da olsa barışın tekrar
tesis edildiğinden bahsedilebilir.
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın
önderliğindeki Kıbrıs Türkleri ile Rum
kesimi arasındaki müzakereler barış
harekatından sonra da süregelmiş.
Geçen dokuz yıllık belirsizlik ve kesin
sonuçlara ulaşamayan müzakerelerde
Rum ve Yunan tarafının uzlaşmaz
tutumunun devam etmesi üzerine Türk
tarafı da önce “de facto” olarak tek
taraflı Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni,
sonrasında 1983 yılında da Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etmiş.
Sonraki yıllarda gerçekleşen karışık ve
bol tekrarlı müzakereler, Annan Planı ve
Kıbrıs’ın Avrupa Birliği süreci zaten bu
yazıyı okuyan herkesin malumu olmalı.
Hafızaları tazelediysek Kıbrıs
seyahatine başlamanın zamanıdır.
Kıbrıs’a ulaşmak için uzun ve yorucu
feribot ya da deniz otobüsü seferlerini
75
uzaktaki yakın
saymazsak en akıllıca seçim elbette
havayolu. THY ve küçük kardeşi Kıbrıs
Türk Hava Yolları dışında özel havayolu
şirketlerinin de İstanbul, Ankara
ve İzmir’den Kıbrıs’a direk uçuşları
mevcut. İstanbul’dan yaklaşık 1 saat 20
dakikalık bir uçuş sonrası varacağınız
Uluslararası Ercan Havaalanı,
Lefkoşa’nın yaklaşık 20 km doğusunda
yer alıyor. T.C. vatandaşlarının Kıbrıs
için yanlarına almaları gereken tek şey
nüfus cüzdanı. Pasaportunuzu yük
etmenize ve vize için ekstra bir çaba
harcamanıza neden olmayacak olması,
havayolu ile kolay ulaşılabilirliği ve
herhangi bir tatil destinasyonundan
bekleyeceğiniz neredeyse her şeyi
sunabilecek bir potansiyele sahip
olması bile bu yaz tatil planlarında
Kıbrıs’ın listenin başında olması için
yeter de artar bile.
Kıbrıs’ta ulaşımın en kolay yolu araç
kiralamak. Bir uçtan diğer uca görece
kısa mesafeler olsa da toplu taşıma ve
taksiye göre çok daha ekonomik, özgür
bir tercih olacağı kesin. KKTC’nin TC
dışında tanınmıyor olması ve mevcut
ambargo yüzünden uluslararası araç
kiralama zincirlerinin şubeleri olmasa
da birkaç yerel firma bu hizmeti uygun
fiyatlarla vermekte. Burada önemli
bir uyarıda bulunmak lazım. Kıbrıs’ta
İngiltere hakimiyetinde geçen yılların bir
izi olarak trafik soldan işliyor. Alışmak
kolay olsa da her zamankinden daha
dikkatli araç kullanmakta fayda var.
76
Turistik konaklama tesisleri ise her
kesimden tatilcinin beklentilerine
fazlasıyla cevap veren farklı olanaklar
sunuyor. Hem lüks oteller, hem aile
işletmeleri, hem de son yıllarda
yapılan butik ve eko-turizm otelleri
ile çok sayıda değişik seçenekler
mevcut. Otellerin çoğunlukla yer aldığı
Girne bölgesinde konaklayacağınızı
düşünürsek otelinize geçmeden önce
başkent Lefkoşa’yı talan etmekte fayda
var.
Hem KKTC, hem de Rum kesiminin
başkenti olan Lefkoşa, Berlin’in
birleşmesi sonrası “bölünmüş” kalan
ve iki ayrı devlete başkentlik yapan tek
şehir. Turizm potansiyelleri nedeniyle
daha bakımlı ve canlı olan Kuzey
Kıbrıs’ın diğer şehirlerine kıyasla
Lefkoşa’da biraz geri kalmışlık ve biraz
da kara şehri olması nedeniyle “hafif”
köhne bir başkent izlenimi söz konusu.
Buna karşılık özellikle surlar ile çevrili
eski şehir bölgesi tek ya da iki katlı
klasik Kıbrıs evleri ve barındırdığı tarihi
eserlerle görülmeye değer. Venedikli
mühendis Julio Savargnano’nun inşa
ettiği ve başlı başına bir sanat eseri
olarak kabul edilen yaklaşık 4,5 km
uzunluğundaki surlarda 11 burç ve 3
giriş kapısı bulunuyor.
Bu kapılardan kuzeydeki Girne Kapısı
Türk tarafında bulunuyor. Biraz ilerideki
Sarayönü Meydanı’nın ortasında
Venedik Sütunu yer alıyor. Gri renkli
granit sütun Kıbrıs’taki Venedik
hakimiyetinin bir sembolü olarak
Salamis Harabeleri’nden sökülüp
Lefkoşa’ya getirilmiş ve tepesine
Venedik’in sembolü olan St.Mark aslanı
monte edilmiş. Meydandaki İngiliz
döneminden kalma mahkeme binasının
köşesindeki Kraliyet arması kabartması
ise, İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in
1953 yılında tahta çıkmasının hatıratı.
Yürüme mesafesinde yer alan 14.
yüzyıla ait gotik mimari eser St.Sophia
Katedrali (bugünkü adıyla Selimiye
Cami) ise Luzinyan prenslerinin “Kıbrıs
Kralı” ünvanı aldıkları taç giyme
törenlerinin gerçekleştirildiği yermiş
vakti zamanında. Gördüğünüz gibi
Kıbrıs’ta krallar, kraliçeler havalarda
uçuşmuş.
Bunların dışında Bizans, Luzinyan,
Osmanlı ve İngiliz dönemlerine ait çok
sayıda tarihi yapının da meraklıları için
sur içinde serpiştirilmiş bir şekilde yer
aldığını ve her zamanki önerim olduğu
üzere tabanvay marifetiyle dolaşırken
eski şehir bölgesindeki turunuz
sırasında sırayla karşınıza çıkacağını
da belirtmeliyim. Turistler için
hazırlanmış olan yürüyüş turu planına
ait tabelaları takip etmek gezinize
hem bir oyun havası katacak hem de
kaybolmamanızı ve önemli durakları
atlamamanızı sağlayacak.
Turunuzun soluklanma noktası ise
Bursalılara kendini evinde hissettirecek
77
uzaktaki yakın
bir mekan, Büyük Han. İçeriye
adım attığınız anda mekan algınız
zayıflayabilir sakin olun, çünkü bu bina
Bursa’daki Koza Han örnek alınarak
yapılmış ve neredeyse bire bir kopyası.
Yapıldığı dönemde doğal olarak
“Yeni Han” adıyla bilinen, sonrasında
Alanya’dan gelen tüccarların
konaklama yeri olması nedeniyle adı
“Alanyalılar Han” olan, 17. yüzyılda
ise hemen bitişiğindeki Asmaaltı
Meydanı’na daha küçük ölçekli olan
Kumarcılar Hanı’nın yapılması üzerine,
halkın kıyaslaması sonucu “Büyük Han”
adını alan bu tarihi yapı 2002 yılında
restorasyon görerek tekrar hizmete
sokulmuş. Büyük Han’daki atmosferi
solurken açlık ve susuzluğunuzu
gidermek ve hediyelik eşya alışverişini
aradan çıkarmak için en doğru
yerdesiniz.
Yeşil hat ile ayrılmış olsa da kuzey
ve güney tarafının arasında Büyük
Han’ın biraz ilerisinde bulunan
sınır kapısından karşılıklı geçiş
yapılabildiğinin de altını çizmek gerek.
Buradaki atmosfer, iki taraftan tanıdık
simaların samimi dialogları, askerlerin
ve tel örgülerin varlığına karşın oluşan
barış havası adanın geleceği için umut
pompalayacak içinize. Tam umutlanmış
ve iyimser bir ruh haline bürünmüşken
78
uğrayacağınız sıradaki durak ise bu
havayı dağıtıp sizi alt üst edecek
türden bir mekan, Barbarlık müzesi.
Kanlı Noel olarak anılan, 21 Aralık
1963’te Doktor Albay Nihat İlhan’ın eşi
ve çocuklarının ev sahipleri ile birlikte
kurşuna dizilerek hunharca öldürüldüğü
bahçeli tek katlı evden ibaret olan
bu müze, Lefkoşa ziyareti esnasında
mutlaka görülmesi gereken yerlerden.
Müzede bu baskın dışında 1963-1964
yıllarında yaşananlarla ilgili yabancı
basında yayınlanan haberler, yakılıp
yıkılarak boşaltılan Türk köylerine ve
toplu katliamlara ait fotoğraflar ve yok
edilen kültürel miraslar sergileniyor.
Sokağa ismi verilen Mürüvvet İlhan
ve çocuklarına ait bakmaya yürek
dayanmayan eşyalar, fotoğraflar ve
belgeler ile duvarlardaki kurşun delikleri
adada yaşananları bütün çıplaklığıyla
gözler önüne seriyor.
Güzelyurt’tan doğu ucundaki Gazi
Mağusa’ya yaklaşık 1 saatlik bir sürüş
ile ulaşmanız mümkün. Kıbrıs haritasını
gözünüzün önüne getirin; batı ucunda
Güzelyurt, doğu ucunda Gazi Mağusa
olan bir hatta yaklaşık orta noktada
bulunan Lefkoşa’nın tam kuzeyinde
adanın Türkiye’ye bakan kıyısında
bulunan bir liman kentine gidiyoruz.
Lefkoşa’dan Girne’ye doğru olan
yolculuğunuzda sağ tarafta Beşparmak
Dağları üzerine yerleştirilmiş olan
devasa KKTC bayrağını göreceksiniz.
Dünyadaki en büyük bayrak olduğu
rivayet edilen bu bayrak –meraklıları
hemen “google maps” marifetiyle
inceleyebilirler- özellikle gece
ışıklandırması ile Rum tarafından
rahatlıkla görülebilmekte imiş. Hatta bir
dönem müzakere sürecinde Birleşmiş
Milletler’e şikayet edildiği de bir başka
rivayet konusu.
Başkent turumuzu bitirdiğimize göre
artık yavaş yavaş büyük ihtimalle
konaklama tercihinizi de ondan
yana kullandığınız Kıbrıs turizminin
lokomotif şehri Girne’ye doğru yola
çıkabiliriz. Girne başkentin yaklaşık
20 km kuzeyinde yer alıyor ve
gördüğünüz üzere adanın altı şehri
arasındaki tüm mesafeler oldukça kısa.
Örneklemek gerekirse batı ucundaki
Kuzey Kıbrıs turizminin en yoğun
yaşandığı, adalılık ve Akdenizlilik
ruhunu en iyi taşıyan Kıbrıs şehri
hiç şüphesiz Girne. Bir gün olur
da Kıbrıs sorunu çözüme kavuşur
ve uluslararası ambargo ortadan
kalkarsa, tarihi ve doğal güzelliklerinin
yanında olağanüstü plajlarını da
hesaba katarsak Girne büyük ihtimalle
Avrupa’nın en ünlü ve gözde tatil
mekanlarından biri olmaya aday. En
karakteristik yapı tarihi limanda bulunan
ve –Mağusa’nın düşmesinden sonra
Venediklilerin Osmanlılara savaşmadan
teslim etmesi nedeniyle- neredeyse
hasarsız bir şekilde ayakta duran
Girne Kalesi. Adaya hüküm süren her
uygarlık döneminde değişik eklenti
ve surlarla son halini alan, ağırlıklı
olarak Bizans, Luzinyan ve Venedik
dönemi izlerini taşıyan ve çağdaş
bir müzecilik anlayışı ile yeniden
düzenlenen Girne Kalesi ve içerisinde
oluşturulan bölümler -özellikle Batık
Gemi Müzesi- görülmeye değer.
Liman bölgesinde konumlanmış olan
çok sayıdaki kafe ve restoran hem
manzaraları, hem de zengin menüleri
ile soluklanmak için çok iyi bir tercih.
Aslına bakarsanız Kıbrıs’ta birkaç özel
seçenek dışında Türkiye’dekinden farklı
bir menü beklentisine girmemelisiniz.
Yine de adaya özgü bir aroması olan
Türk kahvesi ve meşhur hellim peyniri
dışında şeftali kebabı ve molohiyadan
bahsetmek gerek. Molohiya ıspanak
gibi yapraklı bir ot ve kurutulmuş
olarak bazı etli yemeklerde ve yoğurtla
karıştırılarak tüketiliyor. Şeftali kebabı
deyince ise şeftali beklentisine
girmeyin, çünkü kebabın ismi dışında
şeftali ile bir alakası yok. Aslı “Şef
Ali’nin Kebabı” olan ismi zamanla
şeftaliye evrilmiş ve şeftali kebabı
olarak anılagelmiş.
Otele yerleşip Girne’nin ve deniz
tatilinin tadını çıkarmak isteyenlere
sözüm yok ama gezgin ruhlu
olanlarla yola düşmenin zamanıdır.
Sıradaki hedefimiz adanın doğu
ucundaki Gazi Mağusa kenti. Ancak
buraya doğru yola çıkmadan Girne
yakınlarındaki St.Hilarion Kalesi’ni
göreceğiz. Tıpkı Lefkoşa şehir surları
ve Girne Kalesi’nde olduğu gibi Arap
saldırılarına karşı korunma amacı ile
yapılan Beşparmak Dağları’ndaki üç
önemli kaleden biri bu durak. Deniz
seviyesinden 732 m yüksekliğindeki
bu kale önceleri stratejik açıdan
önemli olmasına rağmen zamanla
Luzinya soylularının dinlenme ve
tatil beldesine dönüşmüş. Nefis bir
ada ve Akdeniz manzarasının sizi
karşılayacağı bu kale aynı zamanda
Walt Disney’in logosunda yer alan
kalenin de esin kaynağı. Bir diğer
gözetleme kalesi olan Bufavento’yu
ise öneri listemin dışında tutacağım.
Dağcılık ve doğa sporları sevenler tam
aksini düşünebilirler pek tabi. Çünkü
Girne şehir merkezine 13 km uzaklıkta
olan kaleye yamacından itibaren 1.5
saat tırmanılarak ulaşılabiliyor. Bu
yüzden fazla iddialı olmadan uzaktan
seyretmek en güzeli.
79
uzaktaki yakın
80
Bahsettiğim dağ kaleleri dışında
Beşparmak Dağları boyunca ve
Kuzey Kıbrıs’ın değişik noktalarında
çok sayıda Ortodoks ve Katolik
manastırı bulunuyor. Bunların en
önemlilerinden ve Gotik sanatının
en incelikli örneklerinden biri sayılan
Bellapais Manastırı da Girne’ye yakın
bir lokalizasyonda. İspanyolca ve
latince lügat bilgim beni yanıltmıyorsa
adı “Güzel Ülke” anlamına gelen bu
manastırın isminin hakkını verdiğini
söylemem gerek. Manastır, dönem
dönem klasik müzik konserleri ve
çeşitli müzik festivallerine ev sahipliği
yapıyor. Seyahatinize denk gelen
bir etkinlik olursa kaçırılmayacak bir
deneyim olacağı kesin. Zaten çok
uzun mesafelerden bahsetmiyorum
ama adanın doğusuna yönelirken
kıyıya paralel yolu da tercih etseniz,
Beşparmak Dağlarını kat ederek kara
kesiminden de gitseniz Mağusa’ya
varmadan önce uğrayacağınız
İskele beldesine dek yol boyunca
hiç sıkılmayacağınızın garantisini
verebilirim. Yer yer belirecek olan
deniz ve panoramik ada manzaraları
yanında çam ormanları ve bir çoğu
endemik olan çiçek ve bitki türleri ile
bakir kalmış olan bu ada kırsalı sizi
etkilemeyi başaracak.
Yılın neredeyse her mevsimini güneşli
geçiren adada kara ile kat ettiğiniz
mesafede bunalmış ve “ısınmış”
olacağınızı düşünürsek İskele’nin
Akdeniz’le buluştuğu noktada
dünyanın en güzel sahillerinden biri
olan Altın Kumsal’ın sizi beklediğini
müjdelemeliyim. Deniz keyfi için Girne
sahillerine alternatif arayışı içinde
olanlar da İskele bölgesini tercih
edebilirler. İskele-Karpaz bölgesinde
ayrıca çok sayıda cami, manastır,
kilise ve üçüncü gözetleme kulesi
olan Kantara Kalesi’nin de ziyarete
açık olduğunu belirtmeli. Ayrıca Sipahi
Köyü’ndeki taban mozaikleri ile ünlü
Aya Trias Bazilikası ve Arkaik döneme
ait dev heykeller de görülmeye değer.
Mağusa öncesi rotayı kuzeydoğuya
doğru Karpaz Burnu’na çevirenler
Kıbrıs’ın sembollerinden olan vahşi
81
uzaktaki yakın
eşeklerin bulunduğu milli park alanını,
MÖ 6000’e tarihlendirilen Kastros
neolitik şehrini ve adanın en kuzeydoğu
ucunda yer alan ve Rumlar tarafından
kutsal olarak kabul edilen Apostolos
Andreas Manastırı’nı da ziyaret
edebilirler.
Kıbrıs Harekatı sonrasında “Gazi”
unvanını alan Mağusa’ya doğru olan
yolculuğunuzda mutlaka uğranması
gereken durak ise Salamis Antik
Kenti. Bir Efes değil belki ama ayakta
kalmış olan tiyatro ve amfi tiyatrosu
dışında Zeus Tapınağı, su deposu, Aya
Epiphanios Bazilikası ve Gymnasium,
hamam, sauna ve soğukluk alanları ile
dönemin ileri gelenlerinin spor tesisi
olan kısmı yeter de artar bile. Tarihi MÖ
XI. yüzyıla dek dayanan ve bir kısmı
sular altında kalan deniz kıyısındaki
Salamis antik kentinden arda kalanlar
hayal gücü kuvvetli olanlara birkaç bin
82
yıllık bir nostalji yaratacak gerçeklikte.
Bazı bölgelerde korunmuş olan mozaik
yer döşemeleri ve tavan süslemelerinin
büyüsüne kapılanların kafaları
uçmuş olan heykellerin bedenlerinde
kendilerini hayal etmeleri an meselesi.
Her köşesi tarih ve gizem kokan
Gazi Mağusa ise belki de dünyanın
sayılı tarih ve kültür mirasına sahip,
içinde onlarca tarihi mekan barındıran
eski şehir surlarının tamamının
dimdik ayakta kaldığı bir liman
kenti. Hıristiyanlar için inanç turizmi
kapsamındaki en önemli yerlerden
biri olan St. Barnabas Manastırı,
İkon ve Arkeoloji Müzesi, William
Shakespeare’in Othello trajedyasına
konu olan hikayenin geçtiği XV.
yüzyıl Venedik yapısı Othello Kulesi,
Luzinyan krallarının -Lefkoşa’daki
Kıbrıs Kralı ilanı sonrası- Kudüs Kralı
olarak taç giydikleri bir diğer katedral
olan St. Nicholas (Lala Mustafa Paşa
Camii) başlıcaları olmak üzere yirmiyi
aşkın tarihi eser eski surlar içerisinde
ziyaretinizi bekliyor olacak. Girne ve
Lefkoşa’da olduğu üzere üniversite
öğrencilerinin sosyal hayata hareketlilik
getirdiği Gazi Mağusa’da özellikle St.
Nicholas Katedrali -Osmanlı döneminde
mimarisine uygun bir şekilde başarıyla
eklendiğini düşündüğüm minaresiyle
Lala Mustafa Paşa Cami-’nin
bulunduğu meydan ve bu bölgedeki
küçük kafe ve restoranlar yoğun
geçen günün yorgunluğunu atmak için
birebir. Katedralin önündeki büyük
ağacı sıradan bir yeşillik gibi algılayıp
es geçeceklere bu konuda küçük
bir bilgi aktarmak isterim. Katedralin
inşaatına başlanan 1298 yılında
dikildiği söylenen bu 714 yaşındaki
anıt ağaç (Cümbez ağacı) Kıbrıs’ta
yaşayan en yaşlı canlı. Ulusal miras
listesine alınarak korunan ve yaşamı
boyunca katedral önündeki Lüzinyan
Silahşörlerinin düellolarından çekirge
istilasına, Venedik inşaatçılarından
1571 yılındaki bombardımana,
depremlerden barış harekatına kim bilir
ne çok olaya tanıklık eden bu bilgeye
bir de siz görünün.
Mağusa’dan ayrılmadan -başlı başına
ayrı bir yazı konusu olan- “Kapalı
Maraş” bölgesinin trajedisine tanıklık
edeceğiniz tel örgülerle çevrili tampon
bölge sahilin güney ucunda. Beyrut’un
iç savaş yıllarında yıldızı sönerken,
dünya sosyetesini çekecek derecede
bir cazibe merkezine dönüşen ve
biri dünyanın ilk 7 yıldızlı oteli olmak
üzere yüzlerce turistik tesis barındıran
bu hayalet şehir çürümeye terk
edilmiş bir halde savaşın adaya neler
kaybettirdiğini haykıracak uzaktan.
Tarihe ve adaya doyamadım diyenler
için diğer durağımız adanın batı ucunda
yer alan Güzelyurt ve Lefke bölgesi.
Lefkoşa’yı geçtikten sonra narenciye
bahçelerinden yayılan kokuların
eşlik edeceği yaklaşık 45 dakikalık
yolculukla ulaşacağınız bu bölgede öne
çıkan ise bir başka şehir krallığına ait
kalıntılar, Antik Soli Şehri... Özellikle
eşsiz güzellikteki yer mozaikleri ile
dikkat çeken Soli antik şehrine ait
kalıntılarda bir başka bazilika ve
yaklaşık 4 bin kişilik bir Roma tiyatrosu
bulunuyor. Güzelyurt Arkeoloji ve Doğa
Müzesi’nde sergilenen muhteşem
güzellikteki altın taç, nam-ı diğer
“Soli’nin Altın Yaprakları” da antik
kent ziyareti sonrası görülebilir.
Hazır metallere girmişken ve yeri de
gelmişken adaya ismini veren zengin
bakır madenlerinin de adanın bu
bölgesinde olduğunun altını çizelim
(Bkz. Cu: Cyprium, Cuprum, Copper).
Niyeti doğa turizmi olanlar sıkı durun.
Doğu Akdeniz’in orta yerindeki bu
kıtalar arası konumu ile sadece insan
ırkının değil birçok canlı türünün de
ilgisini çekmiş görünüyor Kıbrıs adası.
Örneğin bitkiler. Kıbrıs florasındaki
yaklaşık 1900 türün 1500 kadarı Kuzey
Kıbrıs’ta bulunuyor. Dünyanın hiçbir
yerinde bulunmayan ve sadece Kuzey
Kıbrıs’ta yetişen 19 endemik bitki türü
ve 32 yabani orkide türü mevcut. Kıbrıs
endemikleri arasında en bilineni ise
her yıl mart ayında Tepebaşı ve Avtepe
köylerinde festival düzenlenen Kıbrıs
Medoş Lalesi olarak da bilinen Tulipa
Cypria. Sadece bitkiler değil elbette.
Kuzey Kıbrıs coğrafi konumu itibariyle
göçmen kuşların da uğrak noktası.
Kuzey Kıbrıs’ta 370’ten fazla kuş türü
yılın farklı zamanlarında, özellikle
ilkbahar ve sonbaharda olmak üzere
gözlemlenebiliyor. Bu özelliği ile Kıbrıs
kuş gözlemcileri için de bulunmaz bir
83
uzaktaki yakın
seyahat noktası olmalı. Ayrıca doğa
fotoğrafçılarının bir başka gözdesi olan
kelebekler açısından da son derece
zengin bir çeşitlilik söz konusu. Kıbrıs
adası dahilinde 50’den fazla kelebek
türü tanımlanmış. Kıbrıs’ta yaşam süren
hayvan türleri arasında hiç kuşkusuz
yaban eşeklerinin yeri bambaşka.
Adanın sembolü olan ve magnetlerin
baş köşesine yerleşen bu güzel gözlü,
çalışkan, vefalı ve başkaldırmayan
uysal hayvanlar Karpaz Milli Parkı
içerisinde özgürce yaşamlarını
sürdürmekteler. Doğa tutkunlarının
ilgisini çekebilecek bir başka hayvan
türü ise meşhur Caretta Caretta’lar. Her
yıl yumurtalarını bırakmak için Kuzey
Kıbrıs sahillerini tercih eden yaklaşık
200’ün üzerinde deniz kaplumbağasını
görmek ve bu ilginç serüvene şahitlik
etmek isteyenler yumurtlama süreci
için haziran sonunu, yumurtadan çıkış
zamanı için ise ağustos ayını Alagadi
ve Karpaz sahillerinde geçirebilirler.
Bu defa kısa kesmeye niyetliydim
sevgili okur ama anlaşılan yine
başarılı olamadım. Ve inanın bana,
anlatacaklarımın tamamından da
bahsetmiş değilim.
Sezar’ın Kleopatra’ya hediyesi gerçek
Akdenizli; kıyılarındaki köpükten
aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’i
doğuran mitoloji diyarı; fildişinden
yaptığı kusursuz kadın heykeline
aşık olup can veren heykeltraş Kral
Pygmalion’un aşkının tanığı; Doğu
Akdeniz’deki en muhteşem Gotik
eserlerin, ilk medeniyet ateşinin
yakıldığı Neolitik yerleşim yerlerinin,
Roma dönemi görkemini yansıtan antik
şehir krallıklarının yer aldığı tarihin
gizemli temsilcisi; Haçlı Seferleri’nin
sığınak yeri; Fransız hanedanlarından
Luzinyanların en ihtişamlı ülkesi;
Venedikli tüccarlarının doğudaki en
önemli limanı ve Osmanlının Doğu
Akdeniz’deki en güçlü kalesi olan Kıbrıs
bu sıfatlarına “bu yaz geçireceğiniz en
özel tatilinizin ev sahipliği”ni eklemek
için sizi bekliyor.
“Kıprıs’a Geleorsunuz?”.
84
85
fotoğrafa yazı
“Hayat saldırır, onun işi bu”
Biz insanlar, daha doğduğumuz andan itibaren farkında olalım ya da olmayalım bir
savaşa dahil edilmişizdir. Bu süreci belki de dünyaya geldiğimiz andan; yani ciğerlerimize
taze oksijenin dolmasıyla birlikte haykırarak ağladığımız ve içimizde kavrulmuş bir acıyı
hissettiğimiz dakikadan başlayarak anlamalıyız.
86
Hayatın bize karşı ilk saldırısıdır taze
oksijen; ve elbette hazırlığımız yoktur.
Bu çaresizliğimizi fark etmemizle
birlikte kendimize kalkanlar ediniriz.
Bir vakit sonra, biz henüz bir küçük
çocukken, hayatın “can sıkıntı”lı
zamanlarından, oyunlar oynayarak
kurtulmaya çalışırız. Bu gibi şeyler
aslında hayata karşı kendimizi somut
olanla savunmamızdır. Bir de soyutlar
vardır: Sözgelimi, bizimkiler dizisinin en
keyifli bir anında, anne babamız erken
yatmamız konusunda son uyarısını
yapar ve biz diziyi bırakmaktan ziyade,
dün gece tam uykuya geçmek üzere
olduğumuz bir anda yarım bıraktığımız
hayale, birazdan devam edeceğimizi
düşünerek, kendimizi avuturuz.
Hayat saldırır çünkü, onun işi bu.
Ve biz çoğu zaman hayale sığınırız.
Ve aradan zaman, bir hayli zaman
geçer.
Celil Sezer
Bizimkiler dizisi, artık sadece bir
tebessümle hatırladığımız bir geçmiş
zaman hikâyesi halini almıştır ve biz
artık dizi izleyenlere burun kıvıracak
kadar büyümüşüzdür. Ama içinde
bulunduğumuz savaş sona ermemiş,
yalnızca farklı şekiller ve haller almıştır
ki, biz yine kendimizi savunacak başka
şeyler bulmalıyızdır. Aklımız iyiye ve
kötüye, güzele ve çirkine, mana ve
maddeye, en nihayetinde de hayata
biraz ermiştir.
Alev Alatlı’nın “Sanat, hayata tahammül
etme biçimidir” sözüyle birlikte,
aslında içimizde adını koyamadığımız
savaşın ve o savaşa karşı koymamız
gerektiğinin; lakin bunu nasıl
yapacağımızı bilememenin sancılarını
hissettiğimiz bir zamanda, saldırıdan
uzakta yaşayabileceğimiz en güvenli bir
yerin, somut değil, hatta tam tamına da
soyut olan bir yer olduğunu düşünürüz.
Hayatın kılıçları varsa, bizim de sanat
adında kalkanlarımız vardır. Zamanla
birlikte fark ederiz ki yağmur yağıyor;
ancak bunlar kara bulutların, kötümser
bir havanın değil, içinde bulunduğumuz
yaşamın üzerimize bıraktığı, her bir
tanenin de su damlalarından değil,
sanki ağır demir külçelerden müteşekkil
olduğu ve can yakıcı, insana şemsiye
açtırıcı bir yağmurdur. Ve biz de açarız.
Etrafımızdaki sayısız imgeler üzerimize
doğru bırakır yağmurunu, herkes
en azından bir şey, çoğu şey de
çok şey ister bizden. Karşılamak,
doyurmak, susturmak veyahut
ıslanmamak elde değildir. Akıllılarımız
kaçacak en güvenli yer olan sanata
doğru koşar. Çünkü, dünya savaşı
87
fotoğrafa yazı
sırasında bombalamalardan korunmak
için ışıkları karartılmış bir gecenin
korkulu tenhasında, küçük bir odada
ancak “karartma” şiirini yazarak nefes
alan Eluard gibi, hakikatin çoğu zaman
azaplı yakıcılığından kaçılabilecek en
güzel yer bir hayal ülkesidir ki bu çoğu
zaman yalnızca sanatla yaratılır.
Şemsiyemiz sanattır.
Akıl sahipleri yaratmaya mahkûmdur.
Onların bahar ülkesidir yarattığı yerler,
benim gün içinde oturup bunları
yazmam da bir nefes alışı, işimin
terli ve hızlı koşusundan yorulup bir
gölgeli ağacın dibinde ellerimi, kırılmış
dizlerimde buluşturarak kendi bahar
ülkeme kavuşmamdan başka bir şeyle
açıklanamaz.
Peki sanat yormaz mı? Onun
yorgunlukları yok mudur? Elbette onun
da tatlı bir yorgunluğu mevcut; eroine
alışanlar nasıl ki gittikçe daha çok
eroin ararlar; sanata alışmış olanlar da
88
gittikçe daha saf, daha su katılmamış,
daha yoğun, daha koyu ve daha
kuvvetli, daha çok sanat ararlar.
Edebiyatın benim asıl şemsiyem
olduğu gibi, fotoğraf da üzerime doğru
geldiğini hissettiğim ağır demir damlalı
sağanak yağışın arttığını hissetmemle
birlikte edindiğim ikinci şemsiyedir.
Bu ikisini ne kadar başarabildiğim
konusunda emin olmamakla birlikte, bir
şekilde bir ayağımın sanat dairesinde
gezinmesinden, varlığımı orada
hissetmekten dolayı kendimi daha
güvenlikli bir ortamda duyuyorum.
Hayatın katıksız gerçekliği ve varlığı her
an unutmaya çalıştığım bir şey değil,
ona karşı şemsiye açtıkça lüzumunu
ve anlamını daha iyi duyduğum bir
mefhum halini alıyor. Zira biliyorum
ki “hayat daima sanata üstündür” ve
edebiyat da, fotoğraf da ancak bir
züğürt tesellisidir. Dolayısıyla, bu
alanlarda bir şey üretmek amacında
olmaksızın, üretmeyi hedeflemek
dahi benim güvenliğimi sağlıyor;
yaptıklarımın olmuş ya da ölmüş
şeyler olmasından hiçbir rahatsızlık
duymaksızın, bu oldurmaya çalışmanın
keyfini sürmekle giderek artan bir
açlığımı ben doyuruyorum. Sizlerin
burada izlediğiniz fotoğraflarım da
benim kendi açlığımı doldurduğum
sofralardır, onların eşsiz ya da
çok değerli olması gerektiğine de
inanmıyorum üstelik zira fotoğrafta hiç
kimseye benzememek bir gayedir, lakin
bunun da hiçbir şeye benzememek
gibi bir tehlikesi vardır. Ben yaşadığım
sürece, şimdinin nazarıyla baktığımda
edebiyat veya fotoğrafla alakamı
kesmemeyi, yaşamımın sağlıklı devamı
için zorunlu görüyorum, şemsiyeyi
elden bırakırsam yağmur çökecek
çünkü üstüme. Ve bu yağmur, ıslatan
bir cinsin değil, yakan, kavuran,
öldüren bir cinsin mahsulüdür. Yani
ben de sizler gibi, bir şemsiyeye
mecburum; çünkü hayat saldırır, onun
işi bu.
89
odak noktası
90
Odaktaki
“insan”
Odak Noktası’nda bu ay, insanlara ve yaşama çok yakın karelerin
sahibi bir fotoğrafçı konuk oluyor… Zaten fotoğrafları da hayattan
karelerden oluşuyor. Mesleğini icra eden emektarlar, masum
bakışlı çocuklar ya da insan yaşamına dair çok çarpıcı detaylar…
Murat Korkmaz Bursa’da yaşayan bir
fotoğraf aşığı. Fotoğrafı günlük hayatın
stresinden uzaklaştıran bir hobi olarak
görüyor. Fotoğrafla 2005 senesinde
tanışmış ve o günden bugüne dikkat
çekici bir portfolyo oluşturmuş… Birçok
fotoğraf gösterilerinin yanı sıra ulusal
ve yerel dergilerde fotoğraf üzerine
yayınlanmış çalışmaları bulunuyor.
Ulusal ve uluslararası düzeyde katıldığı
çok sayıda yarışmada derecelere ve
sergileme ödüllerine sahip olan Murat
Korkmaz, tabir yerindeyse tam bir
“fotoğraf sevdalısı…”
Murat Korkmaz
91
odak noktası
Murat Korkmaz Kimdir?
Ekim 1979'da Bursa’da dünyaya geldi.
İlk-orta lise öğrenimini Süleyman
Çelebi Lisesi’nde tamamladıktan sonra
sırasıyla Uludağ Üniversitesi Turizm
Otelcilik (1999) ve Uludağ Üniversitesi
Sosyoloji (2003) Bölümlerinden mezun
oldu. Bursa’da yaşıyor ve özel sektörde
görev yapıyor.
92
Okul duvarlarının renklenmesi ve
öğrencilerin fotoğrafla tanışması adına
çeşitli sergi etkinliklerinde bulunan
fotoğrafçı, BURFOT (Bursa Fotoğraf
İmece Topluluğunun) oluşmasında
etkin rol oynadı. Ayrıca BUFSAD
(Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği) üyesi
ve BUMOF (Bursa Mimarlar Odası
Fotoğraf Kulübü)’a eğitim konusunda
destek veriyor.…
93
havadan sudan
Nazan Aşkalli
Rotanızı kaybedin bazen
Yola çıkmadan başlar yolcunun öyküsü. Bir yol haritası zaten yerleşmiştir git geller arasındaki
zamana. Benimki aşka düşmekti her çocuğun gülüşünde. Her sokağı evim saymak, her
toprağı yurdum bilmekti. Bu yolculuk ile birlikte fiziki dünyamla iç dünyam da büyüdü bir
yandan. Güneydoğu Asya’da; çileli ve cesur insanların ülkesi Kamboçya’dan, ejderhaların
ülkesi Vietnam’a kadar uzandı hikayem.
Uzun yıllar işgalcilerle, doğal afetlerle
ve yoklukla mücadele eden bu
bölgede, Kamboçya’nın Phnom Penh
şehrinde, başlıyorum seyahatime.
Burada soykırımın iç yüzünü ürpererek
görüyorsunuz. Yaklaşık 3.5 milyon
kişinin katledildiği işkence odalarını
ve soykırım müzesini üzüntü ile
İzleyenlerin ortak dileği, bir daha böyle
bir vahşetin yaşanmaması oluyor.
Kamboçya Kralı’nın sarayı da Phnom
Penh’de. Som altınlarla süslenmiş
heykellerinin bulunduğu bahçelerdeki
yasemin kokularına, tapınakların tütsü
kokusu karışıyordu. Farkında olmadan
yaşamlarına dahil olmaya başladım.
Yoğun sıcak ve neme alıştığımı
hissediyordum. Karşılaştığım keşişlerin
94
bir çoğu konuşmaya çok hevesliyken,
bazıları hızlı adımlarla uzaklaşıyordu.
Öykülerini dinledim, bunca vahşete ve
yokluğa dayanan bu çileli ülkenin nasıl
dimdik durduğunu anlamaya çalıştım.
İnançları çok kuvvetli, sokaktaki
yalınayak çocukların bile gülümsemesi
içinizi ısıtıyor.
Uçakla Siem Reap şehrine geçmek için
sabırsızlanıyordum. Çünkü muhteşem
Angkor Wat’a bu kadar yakınlaşmak
bile beni heyecanlandırıyordu. 12.yy’da
kum taşı kullanılarak inşa edilmiş
olan kralın evi, halkın tapınağı olarak
da kullanılmış. Angkor Wat, Unesco
Dünya Mirasları Listesi’ndeki en önemli
yerlerden bir tanesi. Uzaktan kutsal
lotus çiçeğinin tomurcuğu şeklindeki
kuleleri gördüğümde; artık haritaların,
planların bir anlamı kalmadı benim için.
Hinduizm’de “Tanrıların Evi” olarak
geçen bu kapıdan girerken çoktan
rotamı kaybettiğimi anlamıştım. Her
taşta her köşede işlenmiş öyküler
vardı. Size gülümseyen heykellerden
gözlerinizi ayıramıyorsunuz. Kirişlerdeki
koruyucu melekler tarafından
kuşatılıyorsunuz bu büyüleyici
atmosferde.
Bir Fransız gezginin notlarının
yayınlaması ile dikkat çekmiş olan
bu tapınağı, vahşi otlardan ve
topraklardan arındırmışlar. Hatta
küçük bir restorasyonla orijinal haliyle
günümüze kadar ulaşmış. Dünyanın her
yerinden gelen gezginlere ev sahipliği
yapıyor şimdilerde. Kamboçya’nın ülke
bayrağında da tapınağın sembolü var
ve bu dünyada tek. Şu anda ülkenin
turistik olarak en önemli gelir kaynağı.
Tomb Raider filmine sahne olan
tapınakta 300 yıllık ağaçların kökleriyle
tapınakları koruduğuna şahit oldum.
Çok etkileyici bir güce sahipler. Bir
kaç güne Angkor Wat’ı sığdırmak çok
güç. Ayrılırken; taşlarına, ağaçlarına
dokunup veda ediyor ve ruhumun bir
parçasını orada bırakıyordum.
Sonra kırmızı toprağın tozuna
bulanıp köylere geçtim. Evler ağaç
direkler üzerine kurulmuş. Muson
yağmurlarından korunmanın çaresini
bu şekilde bulmuşlar. Son derece
ilkel, maddesellikten uzak bir yaşam
sürüyorlar, yol kenarında maymunlar
halktan biri gibi izliyor sizi. En çok
etkileyen ise çocuklar... Fakirliklerine
rağmen o kadar mutlu ve sakinler
ki. Zaten yüksek ses, gürültü hiç
duymadım. Ahenk içinde yaşıyorlar,
Khmer halkı son derece yardımsever
ve sıcakkanlı... En önemli kültürel
miraslarından biri de Khmer dansları.
Pol Pot rejimindeki soykırımda bu
dansçıların 1000 tanesi öldürülmüş.
Sağ kalan birkaç kişi dansı
canlandırmaya çalışıyor. Dansçılar
6 yaşında eğitim almaya başlıyor ve
18 yaşında eğitimleri bitiyor. Bu dans
sıradan bir gösteri değil. İzleyenlere
bolluk, bereket ve mutluluk verirmiş.
Bir saat süren harika bir gösterinin,
sizi bambaşka boyutlara taşıyan bir
müziği var. İzlediğim en anlamlı ve hoş
gösteriydi diyebilirim.
Tapınaklarındaki keşişlerinden,
edindiğim dostlarımdan, çocukların
parlayan gözlerinden ayrılma zamanı
geldiğinde; Kamboçya’nın içime işleyen
huzurunu ve yoğun kültürünü hissettim.
Sırada ejderhaların ülkesi Vietnam var.
Küçük insanların büyük dünyalarıyla
tanışmak için güneyden kuzeye
Vietnam’dayım. Chu Chi tünellerinde
nasıl hayatta kaldıklarını dinledim
95
havadan sudan
askerlerden. Hayatta kalmak için
yıllarca çektikleri sıkıntıları, nasıl
mücadele ettiklerini öğrendikçe
hayranlık duymaya başladım. 90
milyon nüfuslu bir ülke nasıl bu
kadar sakin olabilir diye düşündüm.
Kargaşadan uzak bir yaşam tarzına
sahipler. Sokaklarda yemek pişiriyor ve
satıyorlar, sokakta uyuyorlar. Suç oranı
çok az ,güvenlik sorunu yaşamadım.
Rahatlıkla gezebiliyorsunuz.
El sanatları ile de geçim kaynağı elde
eden Vietnamlıların neredeyse hepsi
sanatkar. Gözlemlediğim en önemli
özellikleri sabırlı ve inatçı olmaları.
Kamboçya halkına göre daha ürkek
ve çekingenler. Okuma yazma oranı
çok yüksek hızla gelişmeye devam
ediyorlar. Bazıları Türkiye’yi tanıyor ve
Aziz Nesin hayranı. Güneyde dünyanın
pirinç kasesi denilen Mekong Yaylası
kıyılarını tekne ile gezip görüntüledikten
sonra kuzeye Ha Long Bay Körfezi’ne
doğru yol aldım. Pirinç tarlalarının
görüntüsüne alabildiğine uzanan
lotuslar eşlik ediyordu. Uzun bir
96
yolculuktan sonra bulutların denizin
köpüğü ile buluştuğu bir başka Dünya
Mirası Listesi üyesi Ha Long Bay
Körfezi’ndeyim. Yaklaşık 3000 irili ufaklı
adadan oluşan mucize bir güzellik bu
körfez. Birçok film setine ev sahipliği
yapan zümrüt yeşili sulara doğru tekne
ile konaklamak üzere hareket ediyorum.
Efsaneye göre; yıllar önce işgalci
güçler Vietnam’a denizden
saldırdığında, tanrıya yalvarıp
yardım istemişler ve gökyüzünden
alevler saçan bir ejderha inmiş.
Ağzından çıkan alevler bu kayaları
oluşturmuş, işgalciler yollarını kaybedip
çıkamamışlar ve böylece özgürlüğünü
kazanmış Vietnam... Sonra ejderha
cennete geri dönmemiş, dünyadaki
savaşlar bitene kadar bu halkı korumak
için suların altına inip uyumuş. Hanoi’
de izlediğim geleneksel su kuklasını
bu efsaneyi dinlediğim an daha iyi
anladım. O meşhur sevimli tiyatro
Vietnam halkının belgeseliymiş.
Ejderhanın da neden güç ve sembol
kabul edildiği de açıklanmış oldu.
Çok sayıda mağara ve sarkıt var, küçük
kanolarla ulaşma şansına sahipsiniz.
Su da çok derin değil. Gün batımı
ise çok yavaş ve huzurlu. Kayaların
gölgesine vuran kızıllığı izlerken zamanı
durdurmak isteyebilirsiniz. Ha Long Bay
da hayat o kadar sessiz ve sakin ki, bir
kuş kanadını çırpsa gürültü olacakmış
gibi hissettim. Sabahın ilk ışıklarında
balıkçıların ağ atışları bile bir o kadar
sessiz...
Angkor Wat; oraya ilk giden Batılı
seyyah Antonio De Magdelana’nın
dediği gibi hiçbir kalemin tasvir edip
yazamayacağı güzellikte, dünyanın
hiçbir yerine benzemiyor. Ha Long Bay
Körfezi ise ejderhanın sağladığı huzur
ve sakinlikle bir zümrüt parçası gibi
sizi davet ediyor. Ben efsanelerin bir
parçası olarak rotamı kaybettim, ne iyi
de ettim kaybederek. Batıya dönerken
kalbimin telleri hala Doğu için çalmaya
devam ediyordu. Siz de rotanızı
kaybedin bazen.
97
dünyaya armağansın
Fotoğraf: Özgür Çakır
Hüdavendigar Vilayeti
dâhilinde Velosipetle bir
Cevelan*
* Hüdavendigar Vilayeti: Bursa Velosipet: Bisiklet
Cevelan: Gezi, seyahat.
Serkan Duru
Ahmet Tevfik’in “Hüdavendigar Vilayeti Dahilinde Velosipetle bir Cevelan” ismini taşıyan
kitabı bir kütüphanenin rafında yaklaşık yüz yıl kadar sessizce bekledikten sonra, 2007
yılında günümüz diline uyarlanarak "Yüz Yıl Önce Bisikletle Bursa" ismiyle yayınlandı. Bisiklet
sporuna gönül verenler için iyi bir rota olan bu kitap, bisiklet sporunu tanıtmak ve sevdirmek
amacındaydı...
98
“Bir bisikletim olsa da
arkadaşımla birlikte, bir yerlere gitsek”
diye aklınızdan geçirmişsinizdir
eminim. İş hayatı, çocuğun okulu,
özel hayat derken; isteğinizi bir
türlü gerçekleştiremezsiniz. Böyle
bir yolculuk rotası çizmek için hep
iyi bir zaman ararız ancak o zamanı
bulamayız. Fakat bundan tam 115
yıl önce, 1897 yılının Eylül ayında iki
maceracı genç İstanbul’dan Bursa’ya 3
günlük bisiklet gezisi yaparak bu tip bir
hayali gerçek kılmıştı.
1890'lı yılların son çeyreğinde
İstanbul'dayız. Ahmet Tevfik Bey
çevresindekilere bisiklete binmeyi
öğretmeye çalışan bisiklet sporuna
gönül vermiş bir genç olarak çıkar
karşımıza. 1897 yılının Eylül ayında
yine arkadaşlarından birine bisiklete
binmeyi öğretir ve beraberce bisikletle
Bursa'ya bir gezi yapmayı teklif eder.
İki kafadar için böylece eğlenceli bir
gezi başlar. Gezi boyunca izlenimlerini
not eden Ahmet Tevfik İstanbul'a
döndükten sonra kitabın baş kısmına,
bisiklete nasıl binileceği konusunda
bir bölüm ekleyerek bastırır. Dönemi
için son derece macera dolu bu kitap,
Ahmet Tevfik Bey’in bisiklet gezisinde
aldığı notlar sayesinde, dönemin
Bursa’sı hakkında bizlere büyük bilgiler
aktarıyor.
Ahmet Tevfik Bey, 19. ve 20. yüzyılların
bitiştiği II. Abdülhamit (1876-1909)
döneminde bir bisiklet tutkunu.
Haliyle bugün kimi yerde kendilerini
“uzaylı” gibi hisseden bisikletçilerle
karşılaştırıldığında “uzaylıların babası”
diyebileceğimiz türden birisi.
Bisiklet kullanımının 19. yüzyılın
sonunda Avrupa’da da çok yaygın
olmadığı biliniyor. Böyle bir dönemde
Osmanlı’da bisikletle gezi yapmak,
her babayiğidin harcı değildi elbette.
Kitapta Ahmet Tevfik Bey bisikletin
üstünlükleri, zevkleri, bisiklet
kullanmanın güzellikleri hakkında
da çok geniş bilgiler sunuyordu.
“Velosipet”lerine su, bisküvi ve ecza
kutusu gibi gerekli teçhizatı koyup önce
vapurla Mudanya'ya geçiyorlar. Her
bisiklet yolculuğu gibi zaman zaman
bisiklet onları değil, onlar bisikletleri
taşıyor ve Bursa, İnegöl, Yenişehir
güzergâhında bir gezi yapıyorlardı.
Buna ek olarak Bursa’dan çıkıp tekrar
Bursa’ya vardıkları toplam 267km’lik yol
boyunca gördüklerini, konuştuklarını,
başlarından geçenleri anlatarak aslında
uzun yolda bisiklet kullanmanın - biraz
da şaşırtıcı bir şekilde- bugünkünden
pek de farklı bir şey olmadığını
gösteriyordu.
Kitapta yola çıkılmadan önce
bisikletlerle ilgili fazlasıyla teknik bilgi
mevcut. Genelde “araba” olarak tâbir
edilen bisikletlerin her birine bir çanta
ve bir de su haznesi ekleniyor. Su
hazneleri ikişer kilo geliyor, üstleri su
geçirmeyen bezle ve içi mukavvadan
olan çantalara çamaşır ve yiyecek
konuluyordu. Elbette bunca yol
esnasında kazalar da olmuyor değildi.
At arabalarının atlarının bisikletlerden
ürkmesi, yokuşlarda hızı ayarlayamayıp
düşüyorlardı. Onca yol gidip de - hele
ki o dönemdeki yollar düşünülürselastik patlatmaması mümkün değildi.
Bir nalın çivisi bisikletin arka lastiğine
saplanıveriyordu. Üstelik nalın
çivisini çekince çivinin tıpa görevi de
kayboluyor, lastik tamamen iniyordu,
Ahmet Tevfik Bey ve arkadaşı yakındaki
kasabaya yürüyerek gidiyorlardı.
olduğu da var. Ahmet Tevfik “şeytan
arabasıdır” (rahmetli babaannem
de öyle derdi) diye hafif yollu dalga
geçse de, gerçek ismini sormaktan
vazgeçmiyordu çocuklar...
Yenişehir’de bir ihtiyar kahveden kalkıp
yanlarına geliyor ve rica ediyordu
“Arabaya bin de şurada biraz dolaş.
Biz de görelim. Biz bunu bir kez
gördüğümüz için pek merak ediyoruz.
Keza Boşnak Köyü’ndeki tamir
sonrasında köylüler “Ayağınız tamir
edildi, şimdi gidiyorsunuz. Buradan
çabucak uzaklaşırsınız. Biz sizi
seyredemeyiz. Biriniz arabaya binmeli,
şurada dolaşmalı, biz de seyrederek
çok zaman önce görmüş olduğumuz bir
şeyi tekrar görmekten mutlu olmalıyız”
diyorlardı. Yenişehir’den alkışlarla
uğurlanmışlardı.
Yolda hayvanlarla ilgili anılar da var.
Atlar bisikletten ürküyorlar. O nedenle
Ahmet Tevfik ve arkadaşı ne zaman
atlı bir araba görecek olsalar kenara
çekiliyorlar. Bir de köpek sorunu
mevcut. Yenişehir’de insanlara bisiklet
nasıl binilir gösterirlerken köpekler
saldırıyor, yöre ahalisi sopalarla
köpekleri kovalıyor...
Bu kitabı; bisikleti ve Bursa'yı o
zamanın diliyle tanımak ve o dönemin
Osmanlı'sında bisiklet gibi bilinmeyen
bir araçla Anadolu'ya gitme cesaretini
gösteren bir gencin izlenimlerine şahit
olmak için okumanızı, ardından kendi
bisiklet rotanızı çizmenizi tavsiye
ediyorum.
Kitaptaki güzel enstantaneler arasında
gezginlerimizin nereye giderlerse
gitsinler ilgi odağı olmaları var. Çeşitli
köy ve kasabalarda çocuklar etraflarını
çeviriyor ve hemen bisikletler hakkında
soru soruyorlardı. Elbette sorulan
sorular arasında - ilk defa bir bisiklet
gördüklerinden - aletin adının ne
99
köşe
Bu sezonun
tekrarı yok
Üzerimizdeki kış uykusundan
uyanıp, miskinliğimizden
silkinmeye başladığımız
bahar ardımızda kalırken,
pazar kahvaltısı rehavetinden
gevşeyerek ayrıldığımız yaz
sezonundayız.
Güneşin, denizin, kumun mevsimi;
dağ bayır gezmenin, uçurtma
uçurmanın, yeni yerler keşfetmenin
ve kamp ateşi yakmanın mevsimi.
Yakılan ateş başında dost sohbetlerini
paylaşmanın, yazlık arkadaşlarının,
yaz aşklarının mevsimi. Kanımızı
kaynatan yaz, güneşin ısıttığı yürekler
ve tatil keyfinden belki bu dönemde
yaşanan her anı bambaşka bir izle
kalır aklımızda, her yazın kendine özgü
bir mirası vardır yaşanmışlıklarımız
arasında. Hatta “geçen yaz ne yaptığını
biliyorum” bizler için sadece bir
film ismi olmakla kalmaz, uzun yaz
gecelerinin sohbet başlığı olarak kayda
geçer.
Geçen yaz ne yaptığınızı bilmiyorum
ama bu yaz yapabilecekleriniz için
naçizane önerilerim olacak. Tatil
enteresan bir süreçtir, en yakın
dostla gidilip kanlı bıçaklı dönülebilir,
orada tanışılan yeni simalar en güzel
anlarınızın ve anılarınızın ortağı olabilir.
Kimileri lüks tatil köyüne gitmek ve son
gününe kadar sınır dışına çıkmadan bu
köylerin tadını çıkarmayı sever, kimileri
bildiğin köy hayatına özlemini gidermek
için tatilde köyüne gider. Bazıları
çadırını sırtına alıp dağ bayır kamp keyfi
ararken, bazıları mistik butik otellerde,
sakin ve dingin tatilleri seçer. Bu
sebeple şehirde hayatı paylaşmaktan
keyif aldığınız her dostla tatile gidilmez,
nasıl ki herkesin ev hali başkaysa tatil
hali de bambaşka olabilir. En güzeli
ortak zevkleri olan gruplarla kendi
100
Dilek Şen
keyfinizi paylaşmanızdır,
böylece eski dostlar yine
sizinle bıraktığınız yerde,
yeni dostlar tatil sonrası
yanınızda kalır.
Yurtiçi tatiller için belki
de dünyanın en şanslı
ülkelerinden birinde
yaşıyoruz. Doğal
güzellikleri ile dikkatleri
çeken Karadeniz yaylarını
gezmek için sahil
şeridinden doğayla hasret gideren
bir yolculuk yapabilir Safranbolu
evlerinde konaklayabilir, Amasra’da
günbatımına şahitlik edip, Trabzon
yaylalarında yeşilin binbir tonunu
gözlemleyebilir, sislerin arasındaki
gizemi keşfedebilirsiniz. Denizin ve
güneşin tadını çıkarmak için güneye
inebilir, Akdeniz sahillerinde keyifli
etkinlikleri sabahın ilk ışıklarına dek
süren eğlencelerle süsleyebilirsiniz.
Tarihe meraklı ve doğanın tarihle
buluştuğu bir tatil isteyenler çin Likya
turu güzel bir başlangıç olabilir, Ege’nin
evsahipliği yapmış olduğu tarihi mirası
doyasıya yaşayabilirsiniz. Doğanın
büyüsüne kapılmak, güneşin doğuşunu
balonla izlemek isteyenlerdenseniz;
Anadolu topraklarında Ürgüp ve
Göreme’ye gidebilir, Avanos’ta toprak
çanak yapmayı deneyimleyebilir,
dünyanın en lezzetli şaraplarını
yerin yedi kat altındaki şehirlerde
tadabilirsiniz. Ve Türkiye’nin bambaşka
bir yanı “Tanrıların Tahtı” olarak bilinen
Nemrut’un gizemini yaşamak isterseniz,
medeniyetin ve tarihin, sayısız yeni
lezzetin keşfini burada yaşayabilir,
bugüne kadar uzağında kaldığınız bir
hayatı gözlemleyebilirsiniz.
Bu seçenekler arasından keşfetmek
isteyeceğiniz rotayı seçerken içinizdeki
sese kulak verin, sizi davet eden her
neresiyse o yöne gidin. Giderken
yanınızda anı donduracak bir fotoğraf
makinası olmasına mutlaka dikkat edin,
çünkü başka hiçbir yaz bu yaz gibi
olmayacak. Yaşanan hiçbir anın tekrarı
olmadığı gibi bu tatilinizin de tekrarı
yok, bunu hissederek yaşayacağınız
tatil bugüne kadar ki en güzel tatiliniz
olacak.
Size ve sevdiklerinize şimdiden
keyifli, kahkahalarınızla şenlenmiş,
gülümseyen fotoğraflarınızın olduğu
muhteşem bir tatil diliyorum, dönüşte
görüşmek üzere!
101
serbest yazı
Kurumların rotası
“Sürdürülebilirlik”
Özlem Şenkoyuncu
Denizde rotanı düzgün belirlersen; derin sularda kaybolmaz,
varacağın noktaya daha kısa sürede ve güvenli bir şekilde varırsın.
Aslında bu mantık hem iş hem de özel hayatımızda da geçerli...
Doğru hedefler, stratejiler ve çalışma yöntemleri ile yolumuzu hiçbir
zaman kaybetmez ve istediğimiz durağa daha kolay varırız.
Yanlış rotalar, hem macera hem
tehlike hem de bilinmezlikleri içinde
barındırıyor. Kurumların rotalarını yanlış
belirlemesi ise büyük kayıplara sebep
olabiliyor. Büyük emekler ve çabalarla
belli bir noktaya getirilen işyerleri
küresel rekabet denizinde bazen sığ
sularda bazen de derin sularda batıyor
ya da sürekli çırpınarak yardım istiyor,
birilerinin onu kurtarmasını bekliyor...
Her kurumun kendi vizyonuna ve
hedeflerine göre belirlediği bir rotası
var. Bu rotayı da sektörünün yerel,
ulusal ve küresel pazardaki koşullarını
göz önünde bulundurarak, kendi imkân
ve olanakları doğrultusunda belirliyor.
Günümüzde kurumların rekabet
edebilmek için çok daha esnek ve
hızlı iş modelleriyle hareket etmesi
en önemlisi de dünyadaki sosyal
değişimin bir parçası olması gerekiyor.
Bu yüzden de nihai hedeflerine
ulaşması için sık sık elindeki rotasını
kontrol etmesi, güncellemesi şart.
Çünkü kurumların küresel rekabette
kullanacakları yeni enstrümanları ve
102
donanımları ekleyerek rotalarında çok
daha hızlı ilerlemesi mümkün.
Bu açıdan bakıldığında yeni
dünya düzeninde kurumların daha
hızlı yol alabilmesi için rotalarını
sürdürülebilirlikten yana da çevirmeleri
gerekiyor. Artık kurumların iş
hedeflerine çevreyi koruma, doğal
kaynakları az kullanma, çalışanların
sağlığı ve güvenliğini ön planda tutma,
sosyal projelerle topluma katkı sağlama
gibi konuları da eklemesi büyük önem
kazandı.
Günümüzde tüketiciler için kalite, fiyat,
hizmet, ürün çeşitliliği zaten “olmazsa
olmaz” kategorisinde yer alıyor. Artık
ne mutlu ki tüketici çok daha bilinçli
ve sosyal farkındalığı çok daha
yüksek. Bilinçli tüketiciler ürünün hangi
koşullarda üretildiğini, toplumsal refaha
ne tür katkı sağladığını ve bu anlamda
hangi küresel sertifikalara sahip
olduğunu araştırıyor, sorguluyor. Tüm
bu konularda sosyal farkındalığı yüksek
olan ve bunu şeffaf bir şekilde toplumla
paylaşan firmalar ise kazanıyor.
Kurumların da dışarıdan zorlayıcı bir
talep olmadan kendi içinde hazırlıklar
yapıp, kendi rotalarına bu değerleri
de eklemeleri hem daha dürüst hem
de daha gerçekçi olacaktır. Yola bu
değerlerle çıkan kurumlar rotalarında
çok daha emin adımlarla ilerleyecektir.
Bizler tüketirken dünyamızı da
tükettiğimizin farkında mıyız? Tüketimin
olumsuz etkilerini bir nebze olsun
ortadan kaldırabilmek için aldığımız
tükettiğimiz her şeyi sorgulayalım.
Toplum için, dünyamız için,
geleceğimiz için standartları yüksek
olan kurumları ve ürünleri tercih ederek
diğer firmaların da bu yönde kendilerini
geliştirmelerini teşvik edelim. Aslında
iş dünyasına yön veren en önemli
güçlerden biri tüketici istekleri…
Tüketiciler olarak bu gücümüzün
farkında olalım ve firmaların rotalarını
toplumdan yana çevirmelerini
sağlayalım.
103
semboller
İpeğin rotası
Abdulkadir Kılınç
Milattan yüzyıllar önce Mısırlılar, daha sonra da Romalılar Çinlilerden ipek satın alırlardı. Ulaşım ise,
daha sonra İpek Yolu adı verilen güzergahları izleyen kervanlarla sağlanırdı. M.S. 555 yılında, keşişler
ilk ipek kozalarını Çin’den Bizans’a, Anadolu’ya getirdiler. İpek böcekçiliği İstanbul’dan Yunanistan’a,
7. yüzyıldan itibaren de İtalya, İspanya ve Fransa’ya geçmişti.
Avrupa, doğunun kaliteli ipek ve
baharatı ile tanışınca, bu ürünlere
büyük bir talep doğmuş ve "İpek Yolu"
olarak adlandırılan tarihi ticaret yolları
yapılmıştı. Çin'in en uç noktasından
başlayıp Anadolu'nun çeşitli yerlerinden
geçerek İstanbul'da birleşen ve oradan
da Avrupa'nın içlerine giden bu yol
boyunca, yükleri taşıyan kervanlar
sadece ticaretin gelişmesini değil,
Asya ile Avrupa arasında günümüzde
de izleri görülen kültür alışverişini de
sağlamıştı.
Ortaçağda İpek Yolu, Antakya'dan
başlayıp, Gaziantep'ten geçerek İran
ve Afganistan'ın kuzeyinde Pamir
Ovası'na kadar uzanmaktaydı. Ayrıca
Anadolu'nun güneydoğusunda bulunan
Gaziantep ve Malatya'yı geçip, batıda
Bursa, Trakya ve İzmir; Karadeniz'de
Trabzon ve Sinop, Akdeniz'de ise
Alanya ve Antalya gibi önemli limanlar
üzerinden Avrupa'ya ulaşırdı. Tarihi
İpek Yolu, eski Çin medeniyetini
Batı’ya ulaştıran önemli bir kanal
olmakla birlikte, aynı zamanda Çin ve
Batı arasındaki ekonomik ve kültürel
temaslardaki önemli bir köprüydü.
Genel anlamdaki İpek Yolu, Batı Han
hanedanı döneminde Zhang Qian
tarafından başlatılan, doğuda Chang’an
şehrinden başlayan, batıda Roma
İmparatorluğu’nda son bulan bir kara
ulaşım hattıydı. İki güzergaha bölünen
İpek Yolu’nun güney güzergahı,
Dunhuang ve Yangguan geçidinden
104
geçtikten sonra batıya doğru ilerleyerek
Kunlun Dağları ve Conglin Dağları’nı
aşar, oradan da Da Rouzi (bugünkü
Xinjiang Özerk Bölgesi ve Afganistan’ın
kuzeydoğusu), Anxi (bugünkü İran) ve
Tiaoshi (bugünkü Arap yarımadası)
üzerinden Roma İmparatorluğu’na
ulaşırdı. İpek Yolu’nun kuzey güzergahı,
Dunhuang ve Yumen geçidinden
geçtikten sonra batıya doğru
ilerleyerek Tianshan Dağları’nın (Tanrı
Dağları) güney eteklerinden Conglin
Dağları’nı aşar, oradan da Dawan
ve Kangju devletleri (bugünkü Orta
Asya) üzerinden güney güzergahıyla
birleşirdi. Bu iki güzergah, “Kara İpek
Yolu” olarak da adlandırılıyor.
Bilinen “İpek Yolu”nun yanı sıra,
pek bilinmeyen iki İpek Yolu daha
var. Bunlardan biri, “Güneybatı İpek
Yolu” olarak adlandırılıyor. Sichuan
eyaletinden başlayan bu yol, Yunnan
eyaletinden sonra İravadi Nehri’nden
geçerek Burma’nın kuzeyindeki
Mogoko’ya ulaşır, sonra Çindvin
Nehri’ni geçerek Hindistan’ın
kuzeydoğusundaki Mopal’a, oradan da
Ganj Irmağı’nı izleyerek Hindistan’ın
kuzeybatısından İran Platosu’na
ulaşırdı. Bu İpek Yolu, bilinen “Kara
İpek Yolu”ndan çok daha eskiydi.
Çinli arkeologlar, 1986 yılında Sichuan
eyaletine bağlı Guanghan şehri
yakınlarında gizemli “Sanxing Dui”
kalıntılarını tespit ettiler. Bundan 3 bin
yıl öncesine ait olduğu anlaşılan “San
Xingdui” kalıntılarından 142 santim
uzunluğundaki altın sopa, dört metre
yüksekliğindeki “Kutsal Ağaç”, farklı
boyutlardaki bronz insan heykelleri,
büstler ve maskeler gibi Batı Asya
ve Antik Yunan medeniyetlerinin
özelliklerini taşıyan çok sayıda tarihi
eser çıkarıldı. Uzmanlar, bu tür tarihi
eserlerin büyük olasılıkla o dönemde
Doğu ile Batı arasında yapılan
kültürel değişimler kapsamında
Çin’e getirildiğini düşünüyorlar. Bu
varsayımın doğru olduğunun tespit
edilmesi durumunda, buradan geçen
İpek Yolu’nun bundan 3 bin yıl önce
kurulduğunu söylemek mümkün olacak.
Karadaki İpek Yolları’nın yanı sıra bir
de “Deniz İpek Yolu” vardı. Guangzhou
Limanı’ndan Malaka Boğazı’nı geçerek
Sri Lanka, Hindistan ve Doğu Afrika’ya
ulaşan “Deniz İpek Yolu”’nun Song
Hanedanı döneminde oluştuğu, Doğu
Afrika’daki Somali’de yapılan kazılarda
çıkarılan tarihi eserlerle kanıtlandı.
Çin ve dünya uygarlığının başlıca
beşiği olan ülkeleri bir araya getiren
Deniz İpek Yolu, geçtiği ülkeler
arasındaki ekonomik ve ticari temasları
yoğunlaştırdığı için “Doğu ve Batı
Arasındaki Diyalog Yolu” olarak da
adlandırılıyor. Tarih kayıtlara göre
Marco Polo, Çin’e Deniz İpek Yolu
üzerinden gelmiş, dönüşte yine Çin’in
Fujian eyaletine bağlı Quanzhou
Limanı’ndan gemiye binerek bu yolu
izleyip memleketi Venedik’e dönmüştü.
105
geçmiş zaman kipinde
Kasetler
sarmıyor artık!
Zamanında bizleri plaklardan ayırdığı
için pek sevmediğimiz ama CD’ler
nedeniyle aynı akıbete uğramış olan
kasetler; tabir yerindeyse “atsan
atılmaz satsan satılmaz” haliyle
hüzünlü ve geçmişe özlem duyan birer
dost artık evlerimizde…
Kasetçalarların pili bitmesin diye
kalemle ileri ya da geri saran yok artık.
Hâlbuki ne çok nazımızı çekti onlar.
Hoyratça kullandık, tozlanır mı diye
dert bile etmedik. Sağa sola atmaktan
kapları hiçbir zaman sağlam kalamadı.
CD ya da plaklar kadar hiçbir zaman
değer görmediler. Üzerleri çizilir mi
derdi olmadı. Kimi zaman çocuklara
oyuncak oldular, bantlarından saç
yapıldı, kimi zaman paramparça
oldular. Kalemle ileri geri sararken
106
bantı koptu yine de gıkını çıkartmadı
kasetler. Bantladık geçti… Mp3’ler ya
da CD’ler gibi naz yapmadılar hiçbir
zaman.
zorundaydı. Şarkıları sindire sindire
dinliyor, başta sevmediğimiz şarkıların
ilginç güzelliklerini dinleye dinleye
keşfediyorduk.
Kasetlerin muhafaza ettiği sanatçıya
da saygısı vardı bir açıdan. İleri ya
da geri sarmak kolay olmadığından,
albümleri bütünüyle dinlememize sebep
olurlardı. MP3 Player’lar gibi sonraki
şarkıya geçmek kolay değildi. Başka
bir deyişle, şarkının hakkı verilmek
Walkman’lerin içinde, özellikle sıkıcı
otobüs yolculuklarında, vefalı bir
dost olurdu kasetler birçok kişiye.
Kopyalandı ve çoğaldılar. Kasetçalar
olan herhangi bir teypte ses oldular,
duyuldular. Kimi yerleri bozuldu,
şarkıcılar ses değiştirdi. Üzerindeki
“manyetik alanlardan uzak tutunuz”
notunu okutturdular yıllarca.
Yapıştırmaları özenle yapıştırıldı
ve albümün ismi itinayla yazıldı
üzerlerine…
TV dünyası renklendikçe sayısı git
gide artan “sanatçılarımızın” da
ağzından düşürmüyordu şu cümle:
“Yeni kasetimde…” Her albüm çıkartan
“sanatçı” plak yerine “kasetim çıktı ya
da çıkıyor” diyordu. Bu deyiş hala da
süregeliyor aslında. CD’si çıkan bir
sanatçı albümünü anlatırken “kaset”
kelimesini kullanıyor hala.
Tek kötü yanı şu anki teknolojiye göre
daha çok yer kaplıyordu kasetler.
Ama bu sayede oda ya da salonların
başköşesine de kuruluyorlardı
kasetliklerle… Bir de kızdırdığı anlar
oluyordu bizleri. Kaset sardı mı kan
tepemize sıçrıyordu. Çoğu zaman
kötü muamele görüp çöpte alıyorlardı
soluğu. Hâlbuki tamiri mümkündü
sarmış kasetleri. Küçük bir ameliyat
ile bant düzeltilir, tekrar sarılıp yerine
takılabilirdi. Bazı durumlarda ise
kasanın değişmesi gerekirdi. Tabi
ki bunun için yetenekli ellere ihtiyaç
duyulurdu çünkü bantı taşırken
düşürmek hastanın kaybına sebebiyet
verebilirdi.
60’lardan 90’ların sonuna kadar
kullanılmış, önce gramofonlarla sonra
CD’lerle rekabet etmiş olan kasetler,
boyutları ortalama olmasına karşın
daha iyi ses kalitesi ve anında kayıt gibi
özellikleri ile hayatımızın unutulmazları
arasına girmişti bile… Manyetik olarak
ses kaydı alan kasetlerin kökeni
Fransızca’daki Cassette kelimesinden
geliyordu. Anlamı ise “küçük kutu” idi.
46’lık, 60’lık, 90’lık ve 120’likleri pek
meşhur olan küçük kutuların; 55, 100
ve 110 gibi ara değerdeki uzunlukları
da mevcuttu. En yaygın kaset türü
olan 46'lık bir kasetin bir yüzü 23,
diğer yüzü ise 23 dakika olmak üzere
toplam 46 dakika olarak tasarlanmıştı.
46 olmasının sebebi ise nam-ı diğer
45’lik plaklardı. Böylece 90'lık bir
kasete 2 albüm sığabilirdi. 100'lük ve
120'lik kasetler ise şeritleri çok ince
olduğundan çok kaliteli teyplerde
çalınmalı veya kayıt edilmeliydiler. Bu
yüzden en çok saran kasetler de onlar
olurdu.
Şimdi ise gigabyte yarışına girmiş
bilgisayar hafızalarına dolan; mp3’ler,
mp4’ler, wma’lar, waw’lar aldı yerini
kasetlerin. Bir CD ya da DVD’nin
içerisine binlercesi sığıyor, albümlere
şarkı muamelesi yapılıyor, şarkıların ve
onları seslendiren sanatçıların değeri
azalıyor bilgisayar ekranlarında. Belki
de bunu düşünmek gerekiyor biraz
da. Kasetler hayatımızdan çıktı çıkalı
sanatçılar ve onların unutulmazları
da değerini kaybediyor. Hepimiz
hafızasında yer etmiş kasetler ise
hoş bir tebessümle anılıyor sadece.
“Eskiden kasetlerimiz vardı, her birisini
ayrı ayrı severdim. Yanımda her yere
götürürdüm.” cümlesi ile yâd ediliyor
sadece…
107
armoni
Pink Martini
Küçük dev
orkestra
Albümü müzik setine koyuyorsunuz,
ışıkları biraz kısıp belki bir de tütsü
yakıyorsunuz. Saat belki gece yarısı,
belki de mavi saatler... Kim bilir
belki de yoldasınız. Ritim başlıyor
yavaştan, etkileyici bir vokal eşliğinde
bir bakmışsınız ki ritim tutuyorsunuz.
Zihniniz keyif aldıkça kendilerini müzik
arkeologları olarak tanımlayan Pink
Martini’nin sesi gittikçe yükseliyor.
Adeta bir müzik belgeseli izlediğinizi
hissediyorsunuz. Bir yandan müzik
bitmesin istiyorsunuz, diğer yandan bir
108
Dünyanın farklı köşelerinden gelen tınıları tek bir çatıda toplayan
Pink Martini, çağdaş formlarla geçmiş esintilerini harmanlayan bir
müzik keyfini simgeliyor. Farklı dillerdeki şarkılarla hazırladıkları
albümleri, sıcak melodileri ve ritimleri ile dünya çapında milyonlar
satan küçük orkestra, kelimenin tam anlamıyla küçük ama büyük
bir harman yeri…
sonraki şarkıyı merakla bekliyorsunuz.
Pink Martini müzik dünyası içerisinde
tek bir yere konumlandıramayacağınız
nadir gruplardan aslında. Hiçbir
tanımlama onların yaptığı müzik türünü
ifade etmeye yetmiyor denebilir.
Dünyanın dört bir yanından besledikleri
müzikleriyle dünyayı tadıyorsunuz
onları dinlerken. Küçük ama büyük
bir orkestra dinliyorsunuz kısaca.
Büyük ilgi çeken albümleri, özellikle
Sympathique, dünya çapında milyonlar
sattı Pink Martini’nin… Bunun en temel
nedeni de basit bir tanımlama ile
“dünya müziği” yapıyor olmalarıydı.
Kimi şarkı çelloyla başlıyor,
kimisinde bir piyano tınısı ulaşıyor
kulaklarınıza. Bir keman öne
çıkıyor bir saksafon. Latin ezgisiyle
hareketlenirken, Fransızca bir solo
ile duygusallaşabiliyorsunuz. Pink
Martini’nin sundukları sadece bir müzik
türü olarak tanımlanamadığı için her
parçada ayrı bir keyif duyabiliyorsunuz.
Topluluğun kurucu üyesi piyanist
Thomas M. Lauderdale, “Dünya
vatandaşı ve müzik elçileri olarak, her
zaman değişik kültürlerin geleneklerini,
dillerini, tarihlerini bilmek ve çalışmak
zorundayız. ABD’li bir grubuz ancak
zamanımızın büyük bir bölümünü
Avrupa’da geçiriyoruz. En büyük
amacımız, hangi kültürden olursa
olsun, dünya üzerinde çok geniş bir
dinleyici kitlesine seslenebilmek” diye
tanımlıyor müziklerini.
Çoğunluğu topluluk üyelerine ait olan
şarkılar, çok çeşitli esin kaynaklarından
besleniyor. Life dergisinde 1964’te
yayınlanan bir Ketçap reklamından,
1950 tarihli İtalyan filmi “Anna”ya kadar
pek çok farklı kaynaktan besleniyorlar.
Albümlerde; Fransızca, Portekizce,
İtalyanca, Japonca, Hırvatça,
İspanyolca, İngilizce hatta Arap ve
Modern Yunan dillerinde parçalar yer
alıyor. Birçok Hollywood filmine tema
şarkısı yapan grup, şarkılarını dünyada
ilk defa Pasion Turca himayesinde
gerçekleşen Türkiye turnelerinde
seslendirmişlerdi.
Thomas M. Lauderdale tarafından
sivil toplum örgütlerinin gösterilerinde
dinleti vermek üzere 1994’te Portland
Oregon’da kurulmuştu Pink Martini.
İlk performansını Cannes Film
Festivali’nde gerçekleştirmiş ve
ardından Fransa, İspanya, Portekiz,
Monako, Belçika, İsviçre, Peru,
Yunanistan, Türkiye, Lübnan, Tayvan
ve ABD’yi kapsayan geniş bir turneye
çıkmışlardı. Yetmemiş Los Angeles,
Oregon, Seattle, New Jersey, San
Antonio ve Kansas City senfoni
orkestralarıyla birlikte konserler
vermişlerdi.
Pink Martini’ye “Je Ne Veux Pas
Travailler…” nakaratıyla Sympathique
şarkısı akıllara kazımıştı ve o günden
bugüne akıllardan hiç çıkmadılar.
Sympathique albümü, satış başarısı
ile Fransa'da "Platin" albüm ile
ödüllendirildi. Fransa’nın en seçkin
müzik ödüllerinden "Victoires de la
Musique"de "Yılın Şarkısı" ve "En İyi
Çıkış Yapan Sanatçı" dallarında aday
gösterildiler. Albüm ve 45'likleri tüm
dünyada milyonlarca sattı. The West
Wing’den Desperate Houseviwes’a
kadar birçok film dizi ve reklam
müziği Pink Martini’nin şarkılarıyla
renkleniyor. Latin müziği, Lounge,
Avrupa Klasik Müziği ve Cazı bile
kapsayan bir çerçevede geniş bir
müzik repertuarında eserler seslendiren
Pink Martini’nin tarzı belirli bir kalıba
sokulamasa da belli bir dönemin
içerik ve stilini andıran vintage olarak
tanımlanabilir.
Grup Üyeleri
China Forbes - vokal
Thomas M. Lauderdale - piyano
Robert Taylor - trombon
Gavin Bondy - trompet
Doug Smith - vibrafone ve vurmalı çalgı
Brian Lavern Davis - konga, davul ve
vurmalı çalgı
Derek Rieth - vurmalı çalgı
Martin Zarzar - davul
Phil Baker - bas
Timothy Nishimoto - vokal ve vurmalı
çalgı
Maureen Love - harp
Tur Üyeleri
Pansy Chang - çello
Dan Faehnle - gitar
Claude Giron - çello
Brant Taylor - çello
Nicholas Crosa - viyolin
Diskografi
Sympathique (1997)
Hang on Little Tomato (2004)
Hey Eugene! (2007)
Splendor in the Grass (2009)
Joy To The World (2010)
2011: A Retrospective 2011: 1969 (Saori Yuki ile düet) 109
film şeridi
Tom Hanks
Thomas Jeffrey Hanks
Concord, California / 09.07.1956
Oyuncu, yapımcı, yazar ve yönetmen Tom Hanks’in iki akademi ödülü var.
Sinema tarihinin en iyi drama oyuncularından biri olan Hanks, aynı zamanda
sinema sektöründe tüm zamanların en çok kazanan isimlerinden bir tanesi…
Tom Hanks, Bosom
Buddies dizisindeki
Kip/Bufy Wilson rolünü
oynayana kadar
ünlenmemişti ama birçok
iyi yapımın içerisinde
yer almıştı ve adından
sıkça bahsettiriyordu.
Zor bir çocukluk dönemi
yaşamasına rağmen az kişinin
ulaşabildiği başarılara ulaşmıştı.
110
Henüz 5 yaşındayken annesi ve babası
boşanmıştı. 3 kardeşi vardı; Sandra,
Jim ve Lawrence. Anneleri ve babaları
ikinci evliliklerini gerçekleştirince,
Sandra, Larry ve Tom babalarıyla, Jim
ise annesiyle yaşamaya başlamıştı.
Üvey annelerinin ise önceki evliliğinden
tam 5 çocuğu vardı. En sonunda üvey
annesi ve babası 2 yıl sonra boşandı.
Tüm bunlar onun gelişimine de etki
etmişti. Okulda utangaç ve sessiz bir
çocuk görünümündeydi. Bu yüzden çok
da popüler değildi ancak sorumluluk
sahibiydi ve iyi bir öğrenciydi.
Hanks’in oyunculuk ile bağları da lise
yıllarında kuruldu. Skyline Lisesi’nde
okul tiyatrosunda rol almaya başlamıştı.
Bu bağlar üniversitede de devam etti.
Chabot College adlı üniversitede tiyatro
eğitimi almaya başladı. Ancak 2 yıl
sonra Sacramento State Üniversitesi’ne
transfer oldu. Zamanının çoğunu tek
başına tiyatroya giderek geçiriyordu.
Hayranı olduğu Bertolt Brecht,
Tennessee Williams ve Henrik Ibsen’in
oyunlarını izleyerek vakit geçiriyordu.
Tiyatro öğrenimi gördüğü yıllarda, bir
tiyatro festivalinde stajyerlik yapmaya
başladı. Böylece tam 3 yıl boyunca set
tasarımından sahne yönetmenliğine
kadar her şeyi öğrenme şansı yakaladı.
Bu dönemde Shakespeare’in Two
Gentlemen of Verona isimli oyununda
sergilediği performansla Cleveland
Eleştirmenler Ödülü’nü almayı başardı.
Daha sonra da Riverside Shakespeare
isimli tiyatro şirketine üye oldu ve bazı
düşük bütçeli TV yapımlarda görevler
aldı.
Hanks’in hayatını değiştiren ise 1979
yılında, ABC kanalının seçmelerine
katılması oldu. Kanalda yayınlanacak
olan komedi dizisi "Bosom Buddies"de
bir rol aldı. Bu dizi yönetmen Ron
Howard’in dikkatini çekmesine neden
oldu ve Splash isimli filmde başrol
Hanks’in oldu. Film büyük bir gişe
başarısı sağlayınca Hanks’in ünü
giderek arttı.
Hanks’in Hollywood’ta tanınmasını
sağlayan film ise 1988 yapımı "Big"
oldu. Fakat ardından gelen "Turner
and Hooch(1989)", başarısızdı.
Kariyeri açısından kötü geçen
birkaç yılın ardından, 1993’te önce
"Sleepless in Seattle" ardından da
"Philadelphia" filmleriyle övgü topladı.
Bu filmlerin sağladığı başarının nedeni
olarak gösterildi. 1994 senesinde
“Philadelphia”daki oyunculuğuyla kendi
tarihinin en büyük başarısına imza attı
ve En İyi Erkek Oyuncu dalında Oskar
kazandı.
1994 senesi Hanks adına büyülü
bir yıldı adeta. Yaz döneminde
gelen "Forrest Gump" Hanks’i hiç
unutulmayacak bir aktör haline getirdi.
Filme ismini veren rolüyle 1995 yılında
da En İyi Erkek Oyuncu Oskarı’nı
kazandı. Böylece, Oskar tarihinde
arka arkaya iki kez Oskar kazanan
ikinci oyuncu olma unvanını kazandı.
Forrest Gump’ın ardından yine başarılı
111
film şeridi
Filmografi
yapımlar olan "Apollo 13" ve "That Thing
You Do" isimli filmler geldi.
1996’da ise HBO kanalı için çekilecek
bir belgesel-dizi "From the Earth to
the Moon" için yapımcılığa soyundu
ve başarılı oldu. Televizyon projeleri
arasında en pahalısı olma özelliğini
taşıyan bu yapımın ardından Steven
Spielberg’in yönetmenliğindeki "Er
Ryan’ı Kurtarmak" isimli filmiyle isminin
ününü perçinleyecek büyük bir başarıya
imza attı. Gelmiş geçmiş en iyi savaş
filmlerinden biri kabul edilen bu yapım,
Spielberg’e ikinci En İyi Yönetmen
Oskar’ını, Hanks’e ise En İyi Erkek
Oyuncu Oskar adaylığını getirdi.
Hanks tabir yerindeyse başarıya
doymuyordu. 1999’da gelen "Yeşil Yol"
ile sinemanın vazgeçilmezleri arasında
gösterilmeye başlandı. Birçok ünlü
yönetmenle işbirliği içinde onlarca
başarılı yapıma imza attı. Altın Küre
kazandı. Özellikle "Cast Away" (2000),
"Terminal" (2004) ve "Da Vinci Şifresi"
(2006) filmlerindeki başarıları uzun süre
konuşuldu ve gişe rekorlarına imza attı.
112
"Cast Away"deki rolüyle En İyi Erkek
Oyuncu dalında tekrar Oskar adayı
oldu.
2011 senesini daha çok yapımcılıkta
gerçekleştirdiği projelerle geçiren
Hanks, yine adından sıkça söz ettirdi.
Larry Crowne ve Extremely Loud and
Incredibly Close yine ses getiren
yapımlardı. Onu 2012’de ise Cloud
Atlas ile izleyeceğiz. Tom Hanks’in
başarıları film şeritlerine sığmayacak
kadar çok oldu ve hala sürüyor. Kariyeri
boyunca birçok filme eleştirmenleri
birliğinden, Altın Küre’den, MTV
Film Ödülleri’nden, Berlin Film
Festivali’nden, birçok dernekten ve
en önemlisi Akademi Ödülleri’nden
ödüller topladı. Kariyer başarıları
yüzlerce ödülle süslendi. Amerikan Film
Enstitüsü tarafından verilen "Ömür Boyu
Başarı Ödülü"ne sahip olan en genç
oyuncu olma unvanını taşıyan Hanks,
neredeyse yaptığı her filmle büyük
ilgiler uyandırmayı başardı. Sevimli
gülümsemesi ile birçok gönülde taht
kurdu.
Cloud Atlas (2012),
Extremely Loud and Incredibly
Close (2011),
Hawaiian Vocation(ses)(2011),
Larry Crowne (2011),
Toy Story 3 (2010),
Fahrenheit 451 (2009),
Angels & Demons (2009),
Boone's Lick (2008),
The Great Buck Howard (2008),
Charlie Wilson's War (2007),
The Da Vinci Code (2006),
The Da Vinci Code (2006),
Cars (2006) (ses),
Polar Express, The (2004),
Elvis Has Left the Building (2004),
The Terminal (2004),
The Ladykillers (2004),
Catch Me If You Can (2002),
Road to Perdition (2002),
Cast Away (2000),
The Green Mile (1999),
Toy Story 2 (1999),
Saving Private Ryan (1998),
You've Got Mail (1998),
The Celluloid Closet (1996),
That Thing You Do! (1996),
Apollo 13 (1995),
Toy Story (1995),
Forrest Gump (1994),
Philadelphia (1993),
Sleepless in Seattle (1993),
A League of Their Own (1992),
Radio Flyer (1992),
The Bonfire of the Vanities (1990),
Joe Versus the Volcano (1990),
The 'burbs (1989),
Turner and Hooch (1989),
Punchline (1988),
Big (1988),
Dragnet (1987),
Every Time We Say Goodbye (1986),
Nothing in Common (1986),
The Money Pit (1986),
The Man With One Red Shoe (1985),
Volunteers (1985),
Splash (1984),
Bachelor Party (1984),
Rona Jaffe's Mazes and Monsters
(1982)
113
hobi kulübü
Özgür Taşkıran
“Bir
sevdadır
modelcilik”
Balıkesir’in Gönen ilçesinde doğup
büyüdüm. İl sınırları içerisinde iki ana
jet üssü olması sebebi ile her gün
üzerimizden F-104’ler geçerdi. Seslerini
duyduğum andan itibaren gözlerimi
gökyüzünün engin maviliklerine diker,
geçen uçakları arardım. Evde isem
merdivenleri bir nefeste çıkar, soluğu
evimizin terasında alır, büyük bir
heyecanla kısa da sürse geçişlerini
izlerdim. O yıllarda oynayabileceğiniz
bir oyuncak bulmak çok da kolay
değildi. Bir yakınımızın Almanya’dan
getirdiği oyuncak arabaya gözüm gibi
114
5 ya da 6 yaşlarındaydım. Bir anda ortaya çıkan ve
gökyüzünü yırtarcasına geçen şey beni korkuttuğu kadar
heyecanlandırmıştı da… Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki
ne olduğunu doğru dürüst anlayamamıştım bile. Anneme ne
olduğunu sorduğumda “uçak” demişti...
baktığımı, bir yerine bir şey olacak
diye ödümün patladığını, eve gelen
misafirlerin çocuklarının eline geçmesin
diye olmayacak yerlere sakladığımı
daha dün gibi hatırlarım.
Ortaokula başladığım yıl bir gün
büyükbabam ile Bandırma’ya gitmiştik.
Bir kırtasiye dükkanının önünden
geçerken hayalini kurduğum şeyi
gördüm; bir uçak maketi. Elinden
öyle bir çekmiştim ki büyükbabamın,
şaşırmıştı. Ne oldu oğlum diye
sorduğunda vitrindeki maket kutusunu
gösterdim. Hemen dükkana girip aldık
maketi. Eve gelir gelmez kutuyu açıp
maketi yapmaya koyuldum. Birkaç
saat içerisinde maketin yapımını
bitirmiş elimde oynuyordum. Aldığım
zevki anlatacak kelime bulamıyorum.
İnanılmaz bir haz duymuş, maketi
yaptığım süre neredeyse dünya ile
bağım kesilmişti. O gün duyduğum
hazzı her yaptığım makette hala
yaşıyorum.
Modelciliği aslında iki ana kategoride
ve bu kategorilere bağlı alt başlıklarda
incelemek gerekir. Modelciliği
şemsiye kavram olarak ele alırsak
ana kategorileri Statik ve Dinamik
modelciliktir.
Modelciliğin başlangıcı statik
modelciliktir. İnsanoğlunun kullandığı
araçların küçük bir kopyasını yapma
sevdasıdır. İlk modelcilik eserlerine
baktığımızda insanoğlunun gemi
modelleri ile uğraştığını görürüz.
Çünkü tekerleğin icad olunmadığı,
kara üzerinde insanların bir yerden
başka bir yere kervanlar ile gittiği
dönemlerde taşıma aracı olarak deniz
ya da nehirlerde kullandığı tekne ya
da benzeri araçları vardı. İnsanoğlu
önce bu taşıtların modellerini yapmayı
seçti. Daha sonraları tekerleğin icadı ile
ortaya çıkan basit araçların modelleri
bu akımın gelişmesini ve çeşitlenmesini
beraberinde getirdi. Fakat modelciliğin
asıl atılımı ya da daha geniş kitlelere
ulaşması, sanayi devrimi ve plastiğin
icadı ile gerçekleşti. Çünkü insanoğlu
daha önce yapmayı düşündüğü modeli
bir plan çerçecevesinde sıfırdan inşa
etmek durumundaydı. Bu modelcilik
türü, oldukça yetenekli olmayı
gerektiren farklı malzemeleri kullanma
ve işleme becerisi isteyen, belki de en
önemlisi, inanılmaz sabır gerektiren bir
işti. Fakat sanayi devrimi ile endüstriyel
anlamda inanılmaz gelişim gösteren
insanoğlu, plastiğin hayatımıza
girmesi ve kalıp teknolojilerindeki baş
döndürücü gelişmeler sonucunda,
yapmayı planladığı araçların kalıba
basılmış ve bu şekilde kutulanarak
satışa sunulmuş yapımı göreceli
olarak daha basit kitlere kavuştu.
Bu olay çeşitlilik bakımından da bir
devrim niteliği taşıyordu. Artık sadece
deniz taşıtları değil uçaklar, tanklar,
otomobiller, motosikletler, trenler, sci-fi
(Bilim kurgu) modellerin hazır kitlerini
alıp inşa etmek oldukça kolaylaşmıştı.
Modelcilik göreceli olarak basit hale
geldiğinde kitlelere ulaşması zor
olmadı tabi. Günümüzde, dünyada
oldukça yaygın olarak icra edilen,
kulüpleri bulunan ve periyodik
olarak yarışmaları yapılan bir hobi
dalı haline geldi. Ülkemizin de bu
hobi etkinliklerinden etkilenmediğini
söylemek yanlış olur. Ama dünya
geneline baktığımızda çok küçük bir
topluluk olduğumuzu söylemek yanlış
olmaz. Umarım önümüzdeki yıllarda
daha geniş kitlelerin ilgilendiği bir hobi
dalı haline gelir. Statik modellerin alt
kategorilerinden de kısaca bahsetmek
gerekirse,
Uçak Modelciliği:
İnsanoğlunun en yoğun ilgilendiği
modelcilik türü olarak varsayılabilir,
kendi arasında 5 ana kategoriye
ayırabiliriz. 1- 1.Dünya savaşı dönemi,
2- 2.Dünya savaşı dönemi, 3- Modern
Jet Çağı, 4- Yolcu Uçakları, 5Helikopterler
bulunabildiği oldukça yaygın bir
modelcilik türüdür. Ahşap kitlerin
yapımı ayrı bir bilgi ve beceri gerektirir.
Türlerine göre sınıflandırılabilir.
Yelkenliler, Yolcu gemileri, Yük gemileri,
Savaş gemileri vs.
Figür Modelciliğini, özel bir kitlesi
bulunan modelcilik türü olarak
varsayabiliriz. Plastik, resim ve metal
olarak yapılmış olanları vardır.
Askeri Kara Araçları Modelciliği:
Yoğun ilgi gösterilen modelcilik
türlerindendir. Tank, Top, Kamyon gibi
çeşitli askeri kara araçlarını kapsar.
Otomobil Modelciliği:
Uçak modelleri gibi dönemsel olarak
çok fazla ayrılmamakla birlikte yarış ve
yol otomobilleri olarak ikiye ayırmak
mümkündür.
Motosiklet Modelciliği:
Otomobil modelleri gibi yarış ve yol
motosikletleri olarak 2 farklı kategoriye
ayrılır.
Tren Modelciliği:
Ayrı bir hayran kitlesi bulunan, özellikle
demiryollarının gelişmiş olduğu
ülkelerde daha yoğun ilgilenilen statik
modelcilik koludur. Dönemsel olarak
sınıflandırıldığı gibi, Buharlı, Dizel ve
Elektrikli olarak da sınıflandırılabilir.
Gemi Modelciliği:
Hem ahşap hem de plastik kitlerinin
115
hobi kulübü
Sci-Fi (Bilim Kurgu) Modelciliği:
Günümüzde var olan uzay araçları
da bu kategoride değerlendirilebilir
belki ama asıl faaliyet alanı film, çizgi
film ya da çizgi romanlarda bulunan
karakterlerin modellenmesidir. Özellikle
Uzakdoğu’da Gundam ismi verilen ve
robotların savaş hikayelerini anlatan
çizgi film ve romanların çok ilgi görüyor
olması sebebi ile oldukça yaygın olarak
ilgilenilen bir modelcilik dalıdır. Batı
ülkelerinde de yaygınlaşmakla birlikte
Star Wars gibi kült filmlerin karakterleri
ya da bu tür filmler de kullanılmış uzay
araçlarının modellenmesi oldukça
yaygındır.
Diaroma Modelciliği:
Bu modelcilik türü ise modellemiş
olduğunuz aracı ya da nesneyi
kendi doğal ortamında göstermektir.
Örnek vermek gerekirse 2. Dünya
savaşında çekilmiş bir fotoğrafı
referans alarak fotoğrafta yer alan
bina, araç ve insanlar aslına uygun
olarak modellenebilir. Farklı yapım
teknikleri içerdiği ve yüksek bilgi ve
beceri gerektirdiği için oldukça zor bir
modelcilik türüdür.
Dinamik modelcilik:
Dinamik modelcilik, sanayi devriminin
bir sonucu olan makineleşme ile
hayatımıza girmiş, ama elektronik
buluşların hız kazanması ile inanılmaz
bir ivme kazanmış modelcilik türüdür.
Dünyada çok yaygın bir hobi dalıdır.
Ülkemizde ise 5 yıl öncesine kadar
sınırlı bir kitlenin ilgi ve faaliyet alanı
iken, son 5 yılda model fiyatlarının
ulaşılabilir hale gelmesi ile daha yoğun
ilgilenilen bir hobi dalı haline gelmeye
başlamıştır. Özellikle erkeklerin
mekanik objelere olan ilgisi sebebi
ile özellikle de otomobil tutkusundan
dolayı bu hobi dalına olan talep
artmaktadır. Daha önceleri nitro (Metil
Alkol + Nitro Metan + Yağ’dan oluşan
özel yakıt) ile çalışan motorlara sahip
modeller tercih sebebi iken, son
yıllarda 95 oktan benzin ile çalışan
modeller de hayatımıza girmiştir.
Ama asıl atılımı özellikle son 5 yılda
oldukça gelişen pil teknolojileri sebebi
ile elektrikli modeller yapmıştır. Daha
önceleri oldukça düşük performans
sergileyen ve oynama süreleri oldukça
kısa olan bu modeller son yıllardaki
gelişmelerden nasibini almış, hem
performans olarak hem de oynama
süresi bakımından yakıtla çalışan
modellerin yerini almaya başlamıştır.
Yakıtlı modellere göre daha kolay
işletilebilir olmaları modelcilikten çok
işin eğlence kısmını düşünenler için
ayrı bir tercih sebebi olsa da, ciddi
performansa sahip pek çok model
günümüzde dünya pazarında yerini
almıştır. Yakıtlı ve elektrikli modeller
olarak ana başlığı altında 4 kategori’ye
ayrılırlar. Bunlar sırası ile; Kara Araçları,
Hava Araçları, Deniz Araçları ve Tren
Modelciliği’dir.
Kara Araçları:
On Road, Off Road taşıtlar en yoğun
ilgiyi gören modellerdir. Özellikle Off
Road araçlar nerede ise tüm zemin
koşullarında kullanılabilmesinden ötürü
oldukça tercih edilen modeller haline
gelmişlerdir. Yine kara araçları başlığı
altında ülkemizde yeni yeni gelişim
gösteren iş makineleri (Ekskavatör,
Greyder, Beko Loader, Traktör,
Kamyon, Tır vs.) ve uzaktan kumandalı
tankları da saymak gerekir. Kullanması
oldukça keyifli ve göreceli olarak kolay
modellerdir.
Hava Araçları:
Dinamik modelciliğin zirvesidir.
Yetenekli ve sabırlı olmak bir yana
yaşanan kırımları finanse edebilecek
finans gücünün de etken olduğu
bir modelciliktir. Kısacası oldukça
fazla özveri göstermeniz gerekir.
Uçan modeller oldukları için kalitesiz
malzeme kullanımını affetmez. Satın
alabileceğiniz en iyi malzemeleri
kullanmak hem aldığınız keyfi hem
de malzemeden kaynaklı kırım riskini
minimize edecektir. Özellikle son
116
yıllarda teknoloji marketlerde satışa
sunulan oyuncak klasmanındaki
helikopter modelleri bu hobi dalına olan
ilgiyi arttırmıştır. Helikopter modelciliği
kullanım olarak uçak modelciliğinin de
üzerinde bir yetenek gerektirir. Hem
ana pal hem de kuyruk pervanesinin
aldığı açıların mix kontrolü dolayısı ile
öğrenme aşaması uçaklara göre daha
zor ve öğrenme aşamasında kaza ve
kırımın daha fazla yaşandığı bir hobi
dalıdır.
Uçan modellerin öğrenme aşamasında
en doğru yöntem öncelikle bu hobi
dalını icra eden birinden yardım
talep etmek ve günümüz bilgisayar
teknolojisi için basit hale gelen
bir simülatör programı alarak bu
program vasıtası ile bilgisayarda
çalışarak el ve göz koordinasyonunun
gelişmesini sağlamaktır. Simülatör
de geçirilen zaman ne kadar fazla
olursa olsun gerçek hayatta tedbiri
elden bırakmamak ve disiplin şarttır.
Oldukça yüksek teknolojiye sahip bu
makineleri asla bir oyuncak olarak
görmemek ve asgari güvenlik koşulları
sağlanmadıkça uçurmamak, uygun
şartlar sağlanmadığında, bu araçların
ciddi yaralanmalara ve hatta ölüme
sebebiyet verebileceğini hiçbir zaman
akıldan çıkartmamak gerekir. Gerekli
şartlar sağlandığında inanılmaz keyifli
ve adrenalin seviyesi yüksek bir
hobidir.
Deniz Araçları:
Diğer hobi dalları gibi dünyada yaygın
ama ülkemizde yeni yeni başlayan
bir modelcilik dalıdır. Nitro yakıt,
Benzin ve Pil ile çalışan modellerin
yanı sıra ölçekli yapılmış ve aslına
sadık olarak buharla çalışabilen türleri
bulunmaktadır.
Tren Modelciliği:
Ülkemizde çok küçük bir kitlenin uğraş
verdiği modelcilik dallarından biridir.
Dünya ölçeğinde yine çok fazla hayranı
bulunan bir modelcilik dalı olmasına
rağmen, ülkemizde malesef çok
gelişmemiştir. Bu durumun demiryolu
taşımacılığının geri planda kalmasından
kaynaklandığını düşünmekteyim. Çünkü
kişisel tecrübem insanların daha fazla
iç içe olduğu makinelerin modelleri ile
daha fazla ilgilendiğidir. Oldukça şirin
özellikle de diaroma şeklinde bir yapı
üzerine kurulduğunda insana verdiği
görsel zevkin de üst düzey olduğu bir
modelcilik dalıdır.
Uzun lafın kısası modelcilik bir
sevdadır. Kaç yaşında olursanız olun
size hayaller kurduran, içinizdeki
çocuğun dışarıdan da görülmesini
sağlayan bir hobi dalıdır. Sosyal
çevrenizi, el becerilerinizi inanılmaz
geliştiren insanı sürekli 3 boyutlu
düşünmeye sevk eden ama en
önemlisi bu hayat karmaşında bir nefes
almanızı, kısa sürede olsa zihininizi
boşaltmanızı sağlayan güzel bir
uğraştır.
Umarım bundan sonraki sayılarda
her bir kategoriyi daha kapsamlı bir
şekilde sizlerle paylaşabilir, modelcilik
hakkında merak ettiklerinize ışık
tutabilirim.
Bir sonraki sayıda görüşmek ümidi ile
şimdilik hoşçakalın.
117
evrensel sanat
Doğadan ışık dolu izlenimler
Claude Monet
14 Kasım 1840 - 5 Aralık 1926 / Fransa
Bir rüyanın izlenimlerini yansıtıyordu tuvaline. Vanilla gökyüzünü
yaparken yıllar sonra filminin yapılacağını bilemezdi. Kendi algısıyla
doğayı irdeledi Monet. Hissettiği her duyguyu yansıttı resimlerine.
Kendine özgü fırça kullanımı, renklere olan aşkı, doğayı algılayışı,
ışıkla olan ilişkisi mükemmel bir rüyanın parçaları gibiydi. Aslında
rüya olan Monet’in ta kendisiydi…
Onu en kısa yoldan “izlenimci ressam”
olarak tanımlamak mümkün... Öyle
ki izlenimcilik terimi dahi Monet’in
“izlenim” diğer adıyla “gün doğumu”
isimli resminden geliyordu. O gün
için yaptıkları büyük bir devrim
anlamı taşıyordu çünkü çağının resim
sanatındaki en radikal değişimler
sergileniyordu. Fırça darbeleriyle
yakaladığı renkleri ve doğadan aldığı
izlenimleri ışığın da etkisiyle birlikte
resimlerine yansıtıyordu.
"Vanilla Sky / Vanilya Gökyüzü" filmini
izleyenler bilirler. Tom Cruise bu
filmde trafik kazası geçiriyor ve filme
adını veren "Vanilya Gökyüzü"nü
arıyordu. Tom Cruise kendine mutlu
118
olacağı sanal bir hayat hazırlamaya
çalışıyordu. Aradığıysa Monet
resimlerindeki gökyüzü rengiydi…
Monet'in resimlerindeki manzaralar
da rüyalardaki hayatları simgeliyor
bir bakıma. Monet’in yaptığı gözüne
ilişenleri resmetmekti başka bir
deyişle…
Babası onun aile mesleği olan
bakkallığa devam etmesini istemişti
fakat annesi şarkıcı olan Claude sanatçı
olmak istiyordu. Gençliğinde sattığı
karakalem karikatürleriyle çevresinde
hayli tanındı. İlk çizgi derslerini ise
Jacques-Louis David'in öğrencisi
olan Jacques-Francois Ochard'dan
aldı. Bu dönemde tanıştığı Boudin,
Monet'e yağlı boya kullanmayı ve açık
ortamlarda resim tekniğini öğretti.
Monet geçirdiği her evrede kendisine
ve resim tekniğine bir şeyler katıyordu.
Louvre'u ziyaret etmek için Paris'e
geldiğinde ise, pek çok ressamın
eski ustaları taklit ettiğine tanık
oldu. Monet, bir pencerenin yanına
oturup gördüklerini resmetmektense,
gereçlerini yanına alıp dışarıda resim
yapmayı tercih ediyordu.
Monet Haziran 1861'de, yedi yıllık
bir sözleşmeyle orduya katıldı, fakat
görevinin ikinci yılında teyzesi Madame
Lecadre sözleşmesinin feshedilmesini
sağladı. Ancak Madame Lecadre'in bir
şartı vardı: Monet'nin üniversitede sanat
eğitimi alması. Bu isteği kabul etti
fakat Charles Gleyre'in öğrencisiyken,
üniversitedeki geleneksel resim
anlayışı Monet'de hayal kırıklığı yarattı.
Bu dönemde Pierre-Auguste Renoir,
Frederic Bazille ve Alfred Sisley ile
tanıştı. Birlikte resme yeni yaklaşımlarını
paylaştılar, ışığın açık havada yarattığı
etkiyi resme parçalanmış renkler ve
seri fırça darbeleriyle aktardılar. Bu
daha sonraları empresyonizm olarak
adlandırıldı. İzlenimcilik, belki de
sanat akımları arasında en demokratik
akımın ismiydi. Fikirlerin, reçetelerin ve
renklerin paylaşımı üzerine kuruluydu...
Hatta bazı resimleri birkaç ressam
beraber yapmışlardı. Daha sonra bu
akım görsel sanatların tümüne hatta
müziğe dahi sıçramıştı.
Monet’in resimlerine ilk baktığınızda
fırça darbelerini görürsünüz. Fakat bu
darbelerin içinden nilüferleri, saman
yığınlarını, katedralleri veya kayalara
vuran dalgaları kolayca seçebilirsiniz.
"Resimlerim ve çiçeklerim dışında
hiçbir şey beni ilgilendirmiyor" dediği
rivayet ediliyor. Etrafındakilere karşı
ilgisiz olduğu da söylenenler arasında.
Sevgililerini, karısını, çocuklarını sürekli
ihmal etmiş hatta bazen beş parasız
bırakıp, çekip bir yerlere kaçmış bir
kişi de olmuş. Bu durumu ancak
sanatına olan aşkı açıklıyor. 78 yaşına
dek sürekli sinir krizleri geçirmiş,
birçok resmini yakmış, parçalamış
bu büyük üstat, yaptığı çoğu şeyden
de memnun kalmamış. Etrafındaki
herkese bu yüzden ne kadar büyük
acılar içinde olduğunu anlatıp durmuş.
Bu tatminsizliği ise ortaya yüzlerce
şaheser çıkartmış…
Manzara resimlerinde, Monet için en
önemli etken ışıktı. Sürekli, geçmekte
olan bir anı yakalamaya çalışıyordu.
Aynı konuyu farklı ışık koşullarında ve
günün farklı zamanlarında tekrar tekrar
ele alıyordu. Böylece, aynı konunun
farklı ışıklar altında, farklı renkli
çeşitlerinden oluşan seriler ortaya
çıkarıyordu. Monet'nin tanınmasını
sağlayan ise 1866 tarihli Camille ya
da Yeşil Elbiseli Kadın (La Femme à la
Robe Verte) isimli eseri… Gelecekteki
eşi Camille Doncieux'nun Monet
tarafından yapılan pek çok resminden
biriydi bu eser. Kısa süre sonra
Doncieux hamile kaldı ve ilk çocukları
Jean dünyaya geldi. 1870'de Monet ve
Doncieux evlendiler.
Fransa Prusya Savaşı süresince (1870–
1871) Monet İngiltere'ye sığındı. Orada,
John Constable ve Joseph Mallord
William Turner'ın resimleri üzerinde
çalıştı. Her ikisi de renk kullanımında
Monet'in yenilikçi buluşlarına ilham
kaynağı olmuşlardı. 1871–1878
yılları arasında Monet, Fransa'ya geri
döndü. Önce çocukluğunun geçtiği
La Havre kentine gitti. Le Havre'dan
bir manzarayı yansıtan -İzlenim, Gün
doğumu-(Impression, soleil levant)
tablosu burada hayata geldi. 1874'te ilk
empresyonist sergide yer alan bu resim
günümüzde Paris'te Musée MarmottanMonet'te yer alıyor.
1873'te Paris yakınlarında ve Seine
nehri kıyısında bir köy olan Argenteuil'e
yerleşerek eşi Camille ile birlikte altı
yıl yaşadı. 1874 yılında Manet, Degas,
Renoir, Cezanne, Pissaro, Sisley ile
beraber açtıkları sergi başarısız olunca
ekonomik şartları iyice kötüledi. Ancak
Manet'in yardımıyla Argueille'de kalmayı
119
evrensel sanat
sürdürebiliyordu. Bu dönemde resimleri
hayatının başka hiç bir döneminde
olmadığı kadar koyulaştı, kasvetli bir
hal aldı.
Monet, 1876'da Ernest and Alice
Hoschedé çifti ile tanıştı. İş adamı ve
koleksiyoncu Ernest Hoschedé, evi
için dekoratif paneller sipariş etmişti.
1877'de iflas etmesi, empresyonist
sanatçılar için ama özellikle Monet
için büyük bir darbeydi. Vétheuil'de
bir Ernest ve Alice Hoschedé çiftinin
evine yaz boyu beraber kalmak üzere
Monet ve hasta eşi Camille çocuklarıyla
beraber yerleşti ancak orada uzun süre
kaldılar. Ernest Hoschedé zamanının
büyük bölümünü Paris'te geçiriyordu.
1878'de ise Belçika'ya kaçtı.
Claude ve Camille'in ikinci çocukları
Michael, 17 Mart 1878'de doğmuştu.
Doğum ile iyice zayıf düşen Madam
Monet 5 Eylül 1879'da tüberküloz
120
sebebiyle hayata gözlerini yumdu.
Monet, onu ölüm yatağında resmetti.
Camille'in ölümünden sonra Monet,
Alice ile Vétheuil'de yaşamaya devam
etti. Alice, kendi altı çocuğuyla birlikte
Monet'in çocukları Jean ve Michael'e
da bakıyordu. 1891'de eşi Ernest'in
ölümünden sonra Monet ile evlenmeyi
kabul etti. 1892 yılının Temmuz ayında
evlendiler. Camille'in ölümünden sonra
yas içindeki Monet, bir daha asla
yoksulluk batağına düşmeme kararını
vermişti ve en güzel eserlerini yaratmak
üzere çaba harcamaya başladı. 1883–
1908 yılları arasında, Akdeniz'i dolaştı
ve pek çok doğa resmi yaptı. Önemli
bir resim serisini İtalya Venedik'te yaptı.
Ayrıca Londra'da iki önemli serisi olan
Parlamento ve Charing Cross Köprüsü
resimlerini hazırladı.
Alice ve Claude Monet çocuklarıyla
beraber 1881'de Poissy'e, 1883'te
Vernon'a taşındılar ve son olarak Mayıs
1883'te Paris’e 80 km mesafedeki
Giverny'e yerleştiler. Monet, burada
bir ev ve bahçe kiraladı. Geri kalan
ömrünün büyük kısmını sonradan
satın aldığı bu yerde yeşerttiği bahçeyi
resmederek geçirdi. İlk önce ot yığınları
serisini yaptı. Farklı yönlerden ve günün
farklı saatlerinde ot yığınlarını resmetti.
Son olarak da zambaklar serisini
hazırladı.
İkinci eşi Alice 1911'de, oğlu Jean
ise 1914'de öldü. Monet, 1923'te
katarakt sebebiyle iki kez ameliyat
oldu. Katarakt olduğu süreçte yaptığı
resimlerinde kırmızı tonlar hâkimdi.
Katarakt hastalarının görüş biçiminin
karakteristiği olan bu renk Monet’in
sanatına da yön verdi. 86 yaşındayken
akciğer kanserine yakalandı ve bir
akımın dehası son nefesini verdi.
Herkesin izlenimi ise büyük bir üstadın
aramızdan ayrıldığı oldu.
121
dilbilgisi
Türkçe sözlüğü
Her gün Türkçe olmayan onlarca kelime çıkıyor ağzımızdan. Bu duruma sebep olanları
uzun uzadıya anlatmak yerine, güzel Türkçemizden bazı kelimeleri hatırlatıyoruz sizlere.
alıştırma
Fr. exercice
egzersiz
elenmiş
Fr. éliminé
elimine
sıklık
Fr. fréquence
frekans
1. biçimsel, 2. resmî
Fr. formel
formel
köken bilimci
Fr. étymologue
etimolog
kadınsı
Fr. eféminé
efemine
uyarlanmış
Fr. adapté
adapte
cankurtaran (taşıt)
Fr. ambulance
ambulans
eylem
Fr. action
aksiyon
alfabe
Fr. alphabet abece
güncelleme
İng. update
update
boyunduruk
Hel. hegemonia
hegemonya
download
İng. download
download
kuşatım, kuşatma, çevirge
İta. abloco
abluka
durum
Fra. statut
statü Katkılarından dolayı Türk Dil Kurumu’na teşekkürler.
122
123
dilbilgisi
Atasözlüğü
Günden güne kaybolan atasözlerimizi gündemde tutalım istiyoruz. Bizden gelen, bize ait her
şeye, hep birlikte sahip çıkalım. Hatırlayalım, hatırlatalım ve unutmayalım diye sizin için
10 tane atasözü seçtik.
Yerde yatan yumurta, gökte uçan kuş olur
Bugün beğenmediğiniz, kendisinde yetenek bulmadığınız çocuğun zamanla bilgisi, görgüsü artar, toplumda önemli bir yeri
olur.
Abdal ata binince bey oldum sanır, şalgam aşa girince yağ oldum sanır
Görmemiş kişi, rastlantı sonucu layık olmadığı bir duruma kavuşursa bu durum kendisinin hakkıymış gibi aptalca böbürlenir.
Deliye bal tattırmışlar, çarşıda katran bırakmamış
Aklı kıt olan kimse, bir kez hoşuna gitmiş olan şeye benzettiği nesneyi, gerçekten ona benzemese de elde etmeye çalışır.
Bıçak yarası geçer (onulur), dil yarası geçmez (onulmaz)
Hakaret, ağır söz vb. gönül kırıcı davranışların hiçbir zaman unutulmayacağını anlatan bir söz.
Çatal kazık yere batmaz (geçmez, çakılmaz)
Birden çok kimsenin söz sahibi olduğu iş yürümez.
Suyun sessizinden, insanın sözsüzünden korkmalı
Duygu ve düşüncelerini açığa vurmayan sessiz insan yavaş akan derin su gibi tehlikelidir.
Sarımsağı gelin etmişler de kırk gün kokusu çıkmamış
İnsanlar kötü yanlarını kolay kolay belli etmezler, haklarında yargıda bulunmakta acele edilmemelidir.
Araba devrilince (kırıldıktan sonra, kırılınca) yol gösteren çok olur
İş işten geçtikten sonra verilen öğüdün değeri yoktur.
Zengin arabasını dağdan aşırır, züğürt ovada yolunu şaşırır
Zengin, para gücüyle güçlükleri yenerken yoksul, parasızlık yüzünden en kolay işi bile başaramaz.
Dokuz at bir kazığa bağlanmaz
Bir işin başına, tanınmış kişiliği bulunan birçok kimse birden getirilmemelidir, bunlar anlaşamaz ve birbirlerine düşerler.
Anan güzel idi hani yeri, baban güzel idi hani evi
Hiçbir duruma güvenilmez, bizim olan şeyler elimizde sürekli olarak kalmazlar.
Bodur tavuk her gün (dem) piliç
Kısa boylular olduklarından daha genç görünürler.
Kaynak: Türk Dil Kurumu
124
125
eğitimin psikolojisi
Çocuk
yetiştirmenin
rotaları
Psk. Ayşegül Alkış
Çocuk yetiştirme denildiğinde
birçok kişinin aklına gelen,
farklı yollardan ilerlemektir.
Kimi için özgür bırakmak kimisi
için kurallara uyum önemlidir.
Asıl kaçırılan nokta ise tutarlı
ve yaşına uygun tepkiler
gösterebilmektir.
Çocuk yetiştirme biçimlerine
baktığımızda, ebeveynlerin dört farklı
stile sahip olduğu ve bu yolu izleyerek
çocuklarını yetiştirdikleri görülüyor.
Yetkili açıklayıcı-otoriter stil: Bu
stilde ebeveynler sabırlı, duyarlı
ebeveynlerdir. Çocuklarını dinlerler,
fikirlerini alırlar ve kendilerinden
bağımsız bir kişilik geliştirmelerine
destek olurlar. Bu ebeveyn stilinin
önemli özelliklerinden bir tanesi
çocukların içinde bulunduklarını
dönemi gözeterek davranmaları ve ona
göre sorumluluk vermeleridir. Bu stilde
yetişen çocukların güvenli hissettikleri
ve sorumluluk alabilen çocuklar
oldukları görülür.
Otoriter stil: Bu ebeveyn stilinde
anne babalar kendilerini çocuklar
üzerinde tam sorumlu ve kontrolcü
126
hissederler. Bu kontrol “ben bilirim”
sınırlarını zorlamaktadır. Çocuk sürekli
uyarılmaya alıştığı için kendisini
kontrol etmekte zorlanır ve devamlı
dışarıdan bir uyarı bekler. Özellikle
otorite yakında olmadığında davranış
bozuklukları sık görülür, bu çocuklarda
korku daha hakim bir duygudur. Evde
sıklıkla ceza kullanılır. İleriki dönemde
bu stilde yetiştirilen çocukların
sorumluluk alma becerilerinde eksiklik
ve güven duygularında azalma
görülebilir.
İzin verici-ihmalkar stil: Bu stilde
ebeveynler otoriter tutumun aksine
sınır koymada sıkıntı yaşarlar ve
çocuğun olumsuz davranışlarını da
kabul edici görünürler. Çocuklarıyla
ilgilenirler ama sağlıklı biçimde
ilgilendikleri söylenemez. Bu nedenle
çocuk sınırları algılayamaz, iletişim
sıkıntıları yaşayabilir. Çocuklar çabuk
sıkılabilirler, ceza-sınır kavramları
olmadığı için yaptıklarıyla ilgili olumluolumsuz geri bildirim almakta güçlük
çekerler.
İlgisiz-ihmalkar stil: Hem ilgi hem de
sınır açısından çocuk için uzak bir
yetiştirme stilidir. Çocuğun yaşının
ve ihtiyaçlarının, yapabileceklerinin
farkında değildirler. Çocuk kabul
görmediğini, fark edilmediğini hisseder.
Sonrasında fark edilmek için uygunsuz
davranışlar sergileyebilir. Anne baba ile
sağlıklı iletişim kuramadığından diğer
kişilerle de güven ilişkisi kurmakta
zorluk çekerler.
Her ne kadar belirgin stiller olsa da bu
stiller birbiri içine geçebilir ve ev içinde
birkaç tutum bir arada görülebilir.
Ya da anne baba arasında tutum
farklılıkları gözlenebilir. Bunun çocuk
üzerindeki olumlu-olumsuz etkisi de
yoğun olacaktır. Tüm stiller-tutumlar
değerlendirildiğinde göze çarpan nokta
çocuğun fark edilmesi, ihtiyaçları,
beklentileri ve içinden geçtiği çocukluk
dönemidir. Buna göre davranılan,
sınırları belirlenen ve gerektiğinde
desteklenen çocuklarda fizyolojik
ve psikolojik gelişim daha sağlıklı
olabilmektedir.
Anne babalar bazen kendilerine
baktıklarında “anne babalık perdesi”
sebebiyle tutumlarını objektif olarak
yorumlayamayabilirler. Bu nedenle
bir uzmandan destek almak, hangi
tutuma sahip olunduğunu görmek,
ona göre adım atmak aile ilişkilerini
pekiştirecektir. Şimdi düşününce, sizin
çocuk yetiştirme rotanız hangisi?
127
ruhun gıdası
Bir “Yoga
Aşramı”nda
günler…
128
Özgür Akkaya Erdemol
Yoga Eğitmeni
Siz hiç sabahın 5'inde bir Hint köyünde Yoga yapmak için kalktınız
mı? Elektrik olmadığı için ne giydiğinizi görmeden kapıdan dışarı
çıkıp, zehirli yılanlara basmamak için elinizde fenerle yürüdünüz
mü? Sabahın soğuğunda elinizde matınızla Yoga salonuna
yürürken, parlayan Venüs’ü görmek için başınızı kaldırdınız mı?
Peki ya siz, 40 kişi hep bir ağızdan
Mantra okuyup ardından iki saat
Asana pratiği yaptınız mı? Bedeninizin
yavaş yavaş uyandığını, sizi yeni güne
hazırladığını, zihnin uyandığı halde
sessiz kalmayı seçtiğini hissettiniz
mi? O iki saatin göz açıp kapayıncaya
kadar geçtiğini, o iki saat boyunca
hiç saate bakmadığınızı, çünkü o
iki saat boyunca anda kaldığınızı,
bundan sonra olacakları ya da dün
olanları düşünmediğinizi, sadece o
anda ama tam da o anda olduğunuzu
farkettiniz mi? Asana pratiği bittikten
sonra salondan çıktığınızda köyün
yeni uyandığını, güneşin pirinç tarlaları
üstünde süzülürken ne kadar da
güzel olduğunu ve sizin de doğayla
uyum içinde hareket ettiğinizi, artık
yürümediğinizi ama süzüldüğünüzü
gördünüz mü? Aldığınız her nefes
sizi canlandırır, bedeninize dolan
pranayı hissetmeye başlarsınız, garip
bir sarhoşluk halidir bu, kendinizi
gülümsemekten alıkoyamazsınız ve
etrafınızda baktığınız herşeydeki,
varoluştaki sihri görürsünüz ve aldığınız
her nefes için, o anın bir parçası
olduğunuz için şükretmeye başlarsınız,
tamamen özgürsünüzdür. Geriye
ne endişe kalır, ne korku, ne keder,
bunların hepsinin yerini kabullenme alır.
Geleni olduğu gibi kabul etme, olanla
akma kaynağa doğru.
Şehrin gürültüsünden uzakta, masmavi
gökyüzünün altındasınız. Yazın Muson
yağmurlarıyla beraber zümrüt yeşiline
boyanan; kışın kahverengiyle yeşilin
dans ettiği, etrafı dağlarla çevrili bir
arazi üzerine kurulmuş basit, tek katlı,
küçük yapılar düşünün. Ön tarafında
pirinç tarlaları, arkasında bir tepe
ve Hindistan kırsalına özgü zehirli
yılanlar, inekler, fareler ve bunlarla
yaşamayı öğrenmiş insanlar. Bunlara
ek olarak Yoga bilgisini derinleştirmek
için dünyanın dört bir yanından gelen
ve özellikle Hindistan’a ilk ziyaretiyse
hem büyülenip hem zorlanan farklı din,
dil ve kültürlerden öğrenciler… İşte
burası Bihar Yoga Okulu’na bağlı Yoga
Vidya Gurukul Aşramı. Hindistan geniş
cografyasının dört bir yanına dağılmış
tapınakları, öğretileri, mistikleriyle
batılı maceraperestlerin ruhani
yolculuklarında en çok ziyaret ettiği
adreslerden biri.
Yıllar yılı Batı’nın Doğu mistisizmini
keşfiyle modern yaşamda mutsuz
olan yığınlar Hindistan’a doğru yola
çıkmış. Kimisi orada bir “guru”nun
peşine takılmış hayatı değişmiş, kimisi
bir Aşram’da yıllarca kalmış, kimisi
dağlarda, mağaralardaki mistiklerle
yaşamış... Bu yolculuk bugün de
devam ediyor. Her sene binlerce Batılı
öğrenci Hindistan’da Yoga eğitimi için
Aşram’ların kapısını çalıyor. Aşram
bir gurunun yaşadığı ve öğrencilerine
öğrettiği, münzevi bir hayat sürdürülen
bir mekan. Guru ise öğrencilerine
spiritüel rehberlik eden bir öğretmen.
Her Aşram’ın farklılık gösteren yönleri
olduğuna eminim ama sanıyorum
benzerlikler farklılıklardan fazladır.
Hindistan’da şehirler kalabalık,
gürültülü ve dağınık. Bunun üstüne bir
de hava ve çevre kirliliğinden bolca
nasibini aldığı için Aşram’lar genelde
şehir dışlarında, kırsal alanlarda
kurulmuş. Öğrenciler dış uyaranların
etkisinden kurtulup daha kolay içsel
yolculuklarını yapabilsinler diye. Yoga
Vidya Gurukul da Nashik şehrinin
dışında Talwade köyünde kurulmuş.
Yakınlarında Hindistan’ın en önemli 12
Shiva tapınağından birine ev sahipliği
yapan Trimbak köyü var. Trimbak
hacılarla dolup taşıyor. Bazı günler
Aşram’da dışarda otururken esen
rüzgarla beraber Trimbak’daki duaların
sesleri duyuluyor.
Saat 5’de gökyüzünde Venüs ile
başlayan gün sabahki Asana pratiğinin
ardından karma Yoga saatiyle devam
ediyor. Bir saat boyunca öğrenciler
o gün kendilerine verilen görev
kapsamında ya mutfakta çalışıyorlar
ya Aşram’ı temizliyorlar ya da bireysel
yeteneklerine göre değişen çeşitli işler
yapıyorlar. Ardından günün ilk öğünü,
Ayurvedik prensiplere göre hazırlanmış
kahvaltı zamanı. Kahvaltıdan sonra
Yoga felsefesinin anlatıldığı dersler
başlıyor. Bu derslerden sonra öğle
yemeği, öğlen tatili ve arkasından biraz
daha teorik ders. Teorik derslerden
sonra bir kez daha Asana çalışması
yapılıyor. Güneş batarken akşamki
Mantra seansı başlıyor. Mantralar bir
melodi eşliğinde söylenen değişimi
sağlayabilecek güce sahip dini
şiirlerdir. Tek heceden oluşabileceği
gibi daha uzun da olabilir. Mantra
seansının ardından akşam yemeği
yeniyor. Aşram’da gün erken bitiyor,
ışıklar akşam 10’da sönüyor.
Aşram yaşamı hem çok güzel, hem
çok zor. Bütün konfor alanından uzakta
geçirilen günler. Duştan sıcak suyun
akmadığı, internetin olmadığı, alışılan
ev temizliğinden uzakta, farelerle
ve zehirli yılanlarla iç içe kişinin
kendisiyle geçirdiği günler. O zaman
anlıyor insan hayatındaki maddelere,
kişilere ne kadar çok bağlandığını
ve aslında bunların özgürlüğünü ne
kadar kısıtladığını, mutluluğunu şarta
bağladığını. Orada bir tercih yapıyor
insan ve büyümek için bir adım atıyor
ya da Hindistan’dan ve bu deneyimden
nefret edip evine dönüyor. Orada
kalanlar bedenleri arınmış, güçlenmiş
ve esnekleşmiş, zihinleri biraz daha
sessizleşmiş ve kendileriyle ilgili yeni
birşeyler keşfetmiş olarak dönüyorlar
evlerine. Orada edinilen deneyimler
hayat boyunca kalıyor bedenlerde ve
ruhlarda…
Bir gün bir başka yerde duyulan
bir koku, bir ses, göze çarpan bir
renk ya da Yoga matının üzerindeki
herhangi bir an binlerce kilometre
öteye götürüveriyor insanı.
Hindistan yer ediyor kişide, bir ömür
çıkmamacasına…
129
130
131
saç sağlığı
Saç bakımı
ipuçları
Yazın gelmesiyle saçlarımız için zor bir süreç de başladı. Güneşin denizin ve
havuzun yıpratıcı etkisi tüm saçlar için büyük bir tehlike arz ediyor. Saçlarımızı yaz
çıkışında da aynı canlılık ve parlaklıkla korumanın yolu ise biraz özenden geçiyor.
Semih Bizimtuna
• Saçınızın doğal yapısını tanıyın. Yağlı
mı, kuru mu, dipler yağlı uçlar kuru mu?
Saç bakımınızı bu doğrultuda yapın.
• Aşırı yağlı saç yapısına sahip olan
kişiler ellerini saçlarından uzak tutmalı
çünkü devamlı saçlarla oynamak onları
daha hızlı yağlandırır ve fazla yağlanma
saçlarınızın dökülmesine sebep olur.
• Saçlarını boyatan bayanlar, saçlarının
doğal dengesini korumalı, düzenli
bir boyatma sistemi izlemelidir.
Örneğin iki ayda bir boyatıyorsanız,
bu periyodu bozmayın. Bu ayda bir de
olabilir, üç ayda bir de… Bu düzeni
sağlayamazsanız saçlarınızın doğal
dengesi bozulur ve zarar görür.
• Aşırı kuru tipteki saçların bakımında;
132
saçlarınız kuru iken, destekleyici nem
veren ürünler ile takviye yapılabilir.
Özellikle dikkat etmeniz gereken nokta
ise saçlarınızı yıkadıktan sonra aşırı
kurutmamak olmalı. Ayrıca düzleştirici
ve maşa gibi saçların nemini öldüren
uygulamalardan da kaçının. Saçınızın
nemi için soğuk suyun önemi büyük,
aşırı sıcak su saçta nem kaybına sebep
olur. Özellikle durulama suyunda
soğuk su kullanmalısınız, saçınıza nem
yüklemesi yapacaktır.
Tatilde ise;
• Deniz ve güneşe maruz kalmış
saçlarda mutlaka UV filtre içeren
koruyucu bakımlarla güneşe
çıkmalısınız. Böylece saçınızın rengini
ve sağlığını korumuş olursunuz.
• Mevsimsel geçişlerde saç derisinde
bir takım değişiklikler olur. Bu
değişimler saç dökülmesine neden
olur. Bunlardan korunmak için saç
köklerine masaj ile keratin yüklemesi
yapın, dökülmelere iyi geldiğini
göreceksiniz.
• Saç dökülmesinin bir çok sebebi
vardır bunlar; troid, kansızlık, stres,
hormonal sebepler, demir eksikliği ve
daha çok da kalıtsal etkenlerdir. Aşırı
dökülme problemlerinde yapmanız
gereken iyi bir cilt uzmanı doktoruna
giderek belli testlere tabi olup saç
analizi yaptırmanızdır.
Saçlarınıza sağlık…
133
genel sağlık
Kolon
kanserinden
korunmanın
ipuçları
Op. Dr. Nejat Gülgör
Doruk Sağlık Grubu
Çağımızın en önemli hastalıkları arasında yer alan kolon(kalın bağırsak) kanseri, mide ve
bağırsak sisteminin en sık görülen kanserleri arasında yer alır. Batı ülkelerinde yaşam boyu
bu kansere yakalanma riski yüzde 6’dır. Tahmini olarak her 18 kişiden birinin kolon kanserine
yakalanma riski taşıdığı söylenebilir. Bu son derece önemli bir rakamdır ve kolon kanserinde
erken teşhis çok önemlidir.
Bağırsak kanserlerinin esas nedeni
bilinmemekle birlikte, risk faktörlerinin
ortaya konularak nedenleri ve
korunma yolları ile ilgili birçok
çalışma yapılmıştır. Kalın barsak
kanseri sanayileşmiş ülkelerde daha
sık görülür. Yağlı, yüksek kalorili ve
posa içermeyen gıdalarla beslenme
risk olarak kabul edilir. Kesin
olarak kanıtlanmamakla birlikte lifli
gıdaların tüketilmesi bağırsaktaki
zehirli maddeleri seyreltmek ve kolon
kanserinden korunmak açısından
önemli olduğu kabul edilir. Ayrıca
brokoli gibi sebzelerde olan ve
kanserojen etkenleri yok eden bazı
maddelerin koruyucu olduğu ileri
sürülür.
Kalsiyumun kalın barsak kanserinden
koruduğunu belirten çalışmalar olması
nedeniyle, kalsiyumdan zengin süt,
yoğurt gibi gıdaların tüketilmesi faydalı
olabilir. Ayrıca tartışmalı olmakla birlikte
A, C, E vitaminlerinin ve çinkonun
kansere karşı koruyucu olabileceği öne
sürülür. Yine kesin olmamakla birlikte
aspirin ve benzeri bazı ilaçların kanser
134
ve kansere neden olan poliplerden
korunmak için faydalı olabileceği iddia
ediliyor. Düzenli spor yapılmasının da,
kansere karşı koruyucu olabileceği ileri
sürülüyor.
Alkol ve sigaranın da içilen miktar
ve yıla bağlı olarak polip ve kanser
gelişimini arttırdığına ait çalışmalar
bulunuyor. Bazı çalışmalarda “demir”
ilacı alan kişilerin beraberinde
“alkol” almasının kanser artışına yol
açabileceği iddia ediliyor.
Akrabalarında kolon kanseri bulunan
kişilerin kolon kanserine yakalanma
riskleri, diğer kişilere göre 2 ile 4
kat fazla. Bu nedenle, akrabalarında
bağırsak kanseri olanların çok daha
dikkatli olması gerekiyor. Ayrıca
Ülseratif kolit ve Crohn hastalığı gibi
iltihabi bağırsak hastalığı olan kişilerin
kanser gelişimi açısından yüksek riskli
olması nedeniyle düzenli kontrollerinin
yapılması gerekir.
Kolon kanserlerine genellikle
bağırsakta oluşan poliplerin sebep
olması nedeniyle, bu poliplerin kansere
dönüşmeden önce tespit edilebilmesi
ve çıkarılması çok önemlidir. Bu
nedenle hiçbir şikayet olmasa bile
50 yaşından sonra mutlaka bağırsak
taramalarının yapılması, bunun içinde
her yıl “dışkıda gizli kan” taraması ve
5 yılda bir “kolonoskopi” ile inceleme
yaptırılması önem taşır. Daha önce,
kalın bağırsakta polip saptanan kişilerin
1-3 yılda bir kolonoskopi ile takiplerinin
yapılması gerekir. Bu şekilde başarılı
tarama programları ile kolon kanseri
riski yüzde 75-90 oranında azaltılabilir.
Son olarak bağırsak alışkanlıklarında
değişiklik, kronik ishal, demir eksikliği
anemisi ve makattan kanama gibi
ciddi belirtileri olan tüm hastalara
kolonoskopik tetkik yapılmalıdır.
Kolonoskopi’nin ABD’de ilk sıra tercih
edilen tarama aracı olduğu bilinen bir
gerçektir.
Sağlıklı bir yaşam dilerim.
135
genel sağlık
Dyt. Sabiha Ataç Asan
Jimer Hastanesi
Açık büfelere rağmen sağlıklı beslenme
Kış; yorucu, soğuk ve yoğun iş temposu ile geçti gitti. Herkes tatili dört gözle bekledi.
Tatillerin gözdesi açık büfelerde yemek yeme hayalleri kuranlar için sağlıklı beslenmek ise
sanıldığının aksine mümkün. Biraz irade ve doğru tercihler yeterli olacaktır.
Yaz boyunca çıkılan tatillerde,
hem sıcak hava hem de dengesiz
beslenmeyle vücudunuz fazlasıyla
yorulabilir. Dinlenmek yerine
sergilediğimiz bu tempo istemediğimiz
sonuçlar da doğurabilir. Tatillerde
beslenme ile ilgili en büyük
tehlikelerden bir tanesi de açık
büfeler... Otellerin kalori bombası
“açık büfe”lerde mümkün olduğunca
beslenmenize dikkat etmenizde fayda
var.
Açık büfeyi görünce hemen hepsinden
almalıyım fikri yerine mutlaka seçim
yapacağınıza kendi kendinizi önceden
hazırlayın. Hep ya da hiç mantığından
vazgeçmelisiniz. “Kendimi tatil
besinlerinden mahrum ediyorum” veya
“yedikten sonra pişmanlık duyuyorum”
duygusunu ortadan kaldırın. Tatil
diye geç kalkıp, öğün atlatmak
olmamalı. Mutlaka güne kahvaltı ile
başlamalısınız.
Açık büfe kahvaltı:
Kahvaltılarınız için 2 küçük tabak
kullanın. Küçük tabakta peynir
çeşitlerinden 2-3 dilim seçin (daha
136
az yağlı peynirler tercih edilmeli) 4-5
adet zeytin alın, 1-2 ince dilim kepekli
çavdar veya mısır ekmeği kesin ve
tabağın geri kalan kısmını meyve
dilimleri veya 4-5 adet kuru meyve ile
zenginleştirin veya 1 tatlı kaşığı kadar
bal / reçel ekleyin.
Küçük tabağa domates, salatalık, taze
nane, taze maydanoz, roka, biber
koyun.
İçecek olarak açık çay veya bitki çayları
veya kan şekeri ile ilgili probleminiz
yok ise taze sıkılmış meyve suyu
içebilirsiniz.
Ana öğünlerde ne yapmak gerekir?
Hemen orta boy servis tabağınızı alın
ve tabağınızı dört eşit parçaya bölün.
Böylece sevdiğiniz her şeyden azar
azar alma şansına sahip olursunuz.
Dörtte bir kısmına zeytinyağlı sebze
yemeği veya 1 adet dolma üzerine
1-2 yemek kaşığı kadar yoğurt, dörtte
bir kısmına ızgara tavuk, balık, köfte,
geriye kalan dörtte ikilik kısmına az yağ
eklenmiş salata ve öğünün yanına 1-2
dilim tam buğday/yulaf veya çavdar
ekmeği ekleyin. Önce salata tüketmeye
başlayın, yemek yeme süresini
uzatmış olursunuz ki unutmayın ilk
10 -15 dakika beyne tokluk hissi
gelmeyecektir.
Her şey dâhil tatil yerleri çok kışkırtıcı
gelebilir. İkindi gözleme, poğaça,
pizza ve gece çorbaları gibi... Eğer
öğle öğününde sadece salata ve 1
kâse yoğurt yerseniz ikindide yağsız
bir tost ve ayran tüketilebilirsiniz fakat
gece akşam yemeğinden sonra meyve
dışında bir şeyler atıştırmamakta fayda
var.
Son olarak tatiliniz için küçük
öneriler:
Tatildeki bütün fiziksel aktivitelere
katılmaya özen gösterin. Bol bol su
için. Çok acıkırsanız meyve, galeta,
ayran vb. atıştırın. Öğün atlamayın.
Tabağınızı silip süpürmek içgüdüsünü
unutun. Masadan kalktıktan sonra
yemek yemeyi bırakın. Çevrenizdeki
kişiler tabakları bittikçe büfenin
önünde dolaşacaklar ve tabaklarını
dolduracaklardır. Tahrik olmayın zaten
siz her şeyden tabağınıza alıp yediniz.
Sağlıklı dolu bir ömür dileğiyle...
137
genel sağlık
Baş ağrısının nedenleri
Uz. Dr. Tuncay Çelik
Özel Biyofiz Tıp Merkezi
“Başım çok ağrıyor”, “Baş ağrısı beni delirtiyor”, “Başım çatlıyor sanki” gibi cümleleri etrafımızdaki
insanlardan sıklıkla duyarız. Baş ağrısı bazen bir anda bazen de kendini hissettire hissetire gelir. Baş
ağrısının beslenme, stres ve hormonlarla yakından ilişkisi vardır.
Baş ağrısı nedeniyle doktora
başvuranların sadece %5-7’sinin
şikayetleri, bu ağrıya neden olabilecek
yapısal bir bozukluktan kaynaklanır.
Oysa ağrılar çoğu zaman kişinin iş
yapabilmesini ya da fiziksel bir etkinliği
yapmasını engelleyecek boyutlardadır.
kontrolünde incelenmelidir. Baş ağrısı
türleri arasında ilk sırayı alan migren,
her dört kadından birinin kâbusu olur.
Doktor desteği almak isteyenlerin
büyük çoğunluğu ise teşhis sıkıntısı
yaşar. Migreni tetikleyen unsurlar
arasında ilk sırayı stres alır.
migrenli hastaların atakları ise stres,
uykusuzluk, açlık, üzüntü ve sıkıntı
nedeniyle artabilir. Baş ağrısı tedavisi
bir ekip işidir, ağrıya neden olabilecek
bir ya da birden fazla sorun olabilir.
Bu sebeple çok yönlü bir araştırmayla
doğru sonuca ancak ulaşılabilir.
Baş ağrısı rahatsızlığının onlarca
sebebi vardır, bu durum zaman zaman
ciddi boyutlara ulaşır ve yaşamı tehdit
eden problemler haline gelir. Baş
ağrısının ciddi olabileceğini gösteren
bazı önemli ipuçları vardır;
Baş aktör östrojen hormonu
Migren çoğunlukla kadınlarda görülür.
Migren beyindeki kan damarlarındaki
değişiklikten dolayı oluşur. Kadınlardaki
hızlı hormonal değişimlerin sıklığından
ötürü de kadınlarda daha yoğun
görülür. Beslenme de migren
tedavisinde önemli bir yer alır.
Migren doğru tanı, doğru tedavi
ve düzenli doktor kontrolü ile
kişinin günlük yaşamını rahatça
sürdürebileceği bir hastalıktır.
Migren tedavisinde ilk adım ağrıları
tetikleyecek faktörlerden uzak durarak
günlük hayatın düzenlenmesidir.
Ayrıca ağrıyı önleyecek (profilaktik)
tedaviler ve ağrı başladığı zaman
bunu dindirecek atak tedavileri vardır.
Tüm bunların doğru bir yaklaşımla
uygulanması tedavi başarısını oldukça
artırmaktadır.
- Hasta 50 yaş üzerindeyse,
- Eşlik eden ciddi bir sistemik hastalık
veya kanser varsa,
- Hasta hayatında ilk defa bu kadar
şiddetli bir ağrı tarif ediyorsa,
- Ağrı giderek sıklaşıyor veya basit ağrı
kesicilere yanıt vermeyecek düzeyde
şiddetli hale geliyorsa,
- Ağrıya başka nörolojik yakınmalar
eşlik ediyorsa, hasta mutlaka hekim
138
Çikolata, turunçgiller, kırmızı şarap,
kahve ve peynir migreni tetikleyebilen
besinlerdir. Bunların yanı sıra salam
ve sosislerdeki koruyucu maddeler,
sigara içmek, kansızlık veya tiroid
bezinin yanlış çalışması gibi durumlar
da migren ataklarını tetikleyebilir. Bazı
Sağlık dolu bir yaşam dilerim
139
guidebursa
“Life guide of Bursa”
RESTORAN / RESTAURANT
IZGARA & MANGAL & LOKANTA / GRILLS
Beceren Botanik Parkı T. 211 52 60
Anadolu Lezzet Dünyası
E.Mudanya Yolu Bademli T. 549 23 03
CP Steak House
Çelik Palas Hotel Çekirge Cad. No:79
T. 233 38 00
Dababa
Esentepe Mah. Gürler Cad.
No:87 / 12 Nilüfer T. 247 92 00
Gurme / Bademiçi
Bademli Mah.No.79 Mudanya T. 549 01 09
İona Cafe Restoran
FSM Bulvarı No.48 T.249 90 02
Kadife A la Carte
Almira Hotel U.Hasan Bul. No:5 T. 250 20 20
Kahve Beyaz
Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi
T. 566 34 47
Kaju Eat & Drink
FSM Bulvarı No.46 / A T.249 80 09
Kapı Restoran
Odunluk Mah. Lefkoşa Cad. Orhaneli Yolu
No.23 T. 452 20 07
Kaşıkara
Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi
T. 566 35 66
Kavis
Marigold Otel - 1.Murat Cad No: 47
T. 444 40 00
Bademli Et Mangal
Mudanya Cad. Shell B.İstasyonu
No: 307 T. 244 84 60
Çağrışan Et Mangal
Y.Mudanya Yolu Çağrışan Köyü T. 244 91 00
Çiçek Izgara
Belediye Cad. No:15 T. 221 65 26
Korupark AVM T. 241 29 88
İzmir Yolu Orhaneli Kavşağı No:1 T. 452 01 00
Hayat Lokantası
Merinos Parkı T. 272 27 77
Marrakech Ocakbaşı
Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No.53
T. 452 97 07
Park Izgara
Mudanya Yolu No: 754 T. 244 94 01
DENİZ ÜRÜNLERİ & MEYHANE
/ SEA FOOD & BAR
Arap Şükrü Çetin
Arap Şükrü Sokağı T. 221 14 53
Uludağ Kebapçısı
Uluyol Şirin Sok. T. 251 45 51
Kent Meydanı AVM T. 255 55 56
Zeugma Restoran
Azerbaycan Dostluk Parkı Nilüfer T.452 00 27
HAZIR YEMEK / FAST FOOD
Big Mammas
FSM Bulvarı T. 247 44 55
Kükürtlü T. 236 89 91
Ertuğrulkent T. 413 38 93
Burger King T. 444 54 64
Dominos Pizza
Altıparmak T. 222 90 40
Bademli T. 241 58 00
Beşevler T. 453 46 04
FSM Bulvarı T. 453 00 76
Özlüce T. 413 15 00
Çekirge T. 234 99 22
Yıldırım T. 362 60 60
Hobi Paket Büfe
Altıparmak T. 221 11 63
Beşevler T. 451 11 00
İhsaniye T. 246 00 55
Özlüce T. 413 73 13
Kentucky Fried Chicken 444 35 55
Cafeman Balıkçısı
Agora İş Merk. Kulealtı Bademli T. 549 10 14
Deniz Tabağı
Arap Şükrü Sk. T. 222 19 19
La Piatto Cafe- Pizza & Macaroni
FSM Bulvarı No.90 / A Nilüfer- BURSA
T. 444 21 58
Saki Rum Meyhanesi
E.Mudanya Yolu No.25 Bademli T. 549 02 89
Mariza
Altıparmak T. 225 12 25
FSM Bulvarı T. 451 44 44
Keyf-i Ala Restoran
FSM Bulvarı Tuna Cad.No.112 T.249 04 02
KEBAP & PİDE / KEBAB & PITA
Mc Donald’s T. 444 62 62
Placia Restaurant
Holiday Inn Hotel Görükle T. 442 85 40
Atmosfer Pide / Metin Durmaz
FSM Bulvarı No: 92 T. 240 10 00
Rosso Bianco Pizza & Steakhouse
Korupark AVM T. 241 27 50
Olimpik Konak Restaurant
Konak Mah. Balcı Sok. No:6 T. 453 30 40
Dürümcü Bekir Usta
Setbaşı T. 220 11 01
Çekirge T. 233 88 18
FSM Bulvarı T. 243 75 75
Bademli T. 549 28 28
PASTANE / PATISSERIE
Otantik Gemi
Güzelyalı Yat Limanı İçi T. 554 43 00
Panaroma
Çelik Palas Hotel T. 233 38 00
Sishet Restaurant
Çamlıca Mah. Lefkoşe Cad. No: 86
T. 452 52 62
Tike
Mudanya Cad. Bademli Kavşağı T. 549 20 75
Yazı
E.Mudanya Yolu Emek Yağı Fabrikası Yanı
T. 548 00 28
140
İskender Kebap
Tayyare KM Yanı No:60 T. 221 10 76
Carrefour AVM T. 452 10 62
Korupark AVM T. 241 21 10
Kebapçı Yavuz İskender
Y.Yalova Yolu Ovaakça T. 267 27 20
As Merkez Outlet Yanı T. 261 60 30
Köy Tesisleri Mudanya Yolu T. 244 99 01
İ.Efendi Konağı Botanik Park T. 211 26 90
Ünlü Cad. No: 7 T. 221 46 15
Zafer Plaza AVM T. 221 15 33
Tavacı Recep Usta
Odunluk Mah.Erdoğan Biyücel Cad.No.5 / 1
T.452 40 04
Aslı Börek
Carrefour T. 452 66 86
Kent Meydanı AVM T. 251 40 02
Metro Market T. 441 37 20
Geçit Evke Plaza T. 241 80 88
Osmangazi Metro T. 272 03 03
Zafer Plaza T. 223 79 79
Uludağ Ünv.T. 442 88 26
Bread House
Anatolium AVM T. 261 30 27
Carrefour AVM Zemin Kat No:7 T. 451 70 07
FSM Bulvarı No:54/ 3 T. 246 87 27
Kent Meydanı AVM 2. Çarşı Katı T. 255 04 05
Korupark AVM Zemin Kat T. 0543 646 87 87
Waffle Evi
Kükürtlü Cad. No:28 T. 236 36 90
“Bursa’nın yaşam rehberi”
Çınar Pastanesi
Kükürtlü Cad. No:28 T. 235 54 49
FSM Bulvarı No:68 T. 451 58 98
Setbaşı Meydanı No:8 T. 327 55 76
Durak Muhallebicisi
Çekirge Meydanı T. 235 08 08
İzmir Yolu Cad. No:66 T. 240 08 09
Altıparmak Cad. No: 74 T. 223 27 19
Ünlü Cad. No:4 T. 220 40 80
Kafkas
Atatürk Cad. Heykel T. 225 25 99
Carrefour AVM T. 452 49 99
Arena AVM Ertuğrulkent T. 413 78 10
FSM Bulvarı No:42 T. 245 59 00
İzmir Yolu T. 413 22 20
Kent Meydanı AVM T. 255 67 00
Kristal Park Çarşısı İhsaniye T. 246 50 51
As Merkez Karşısı T. 261 52 61
Davutdede- Conk Sok. Yıldırım T. 360 03 30
Korupark AVM T. 241 49 29
Hürriyet Soğukkuyu No:10 T. 247 25 25
Terminal T. 261 58 02
Soğukkuyu No:2 Nilüfer T. 245 01 70
Kahve Mania FSM Bul. No:116 T. 245 02 22
Un-Pa
Çekirge Meydanı T. 236 73 65
Bilginler Cad. Mehtap Sitesi T. 452 26 72
Bilginler Cad. Tunca Apt. No:32 T. 443 26 17
Kafe Pi Bursa Angels
Çekirge Cad. No.114 T.234 62 00
Lusso FSM Bulvarı No: 139 / 7 T. 241 45 30
Pascal Nilpark AVM T. 240 02 04
Saklıbahçe
1.Murat Cad. Çekirge T. 236 99 59
Kat 3
Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72
Kent Meydanı AVM T. 255 55 22
Keyifli Bar FSM Bulvarı No:96 T. 245 80 86
Siesta
Pembe Çarşı No:4 T. 232 35 05
Nalbantoğlu Heykel T. 221 53 01
Kırmızı
Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No:53
T. 452 97 07
Starbucks
Carrefour AVM T. 453 20 76
Kent Meydanı T. 255 37 39
Korupark AVM T. 241 27 60
Kükürtlü T. 233 39 55
Zafer Plaza AVM T. 220 00 46
Kios Bar Holiday Inn Görükle T. 442 85 40
Şale Karagöz Cad. Kükürtlü T. 233 18 27
Tesadüf FSM Bulvarı T. 241 58 58
Time FSM Bulvarı No:151 T. 242 41 40
Rıhtım
FSM Bulvarı Kamuran Sitesi T. 451 24 77
Altıparmak Cad. No:33 T. 222 31 77
Konak Mah. Beşevler Cad. T. 452 66 28
Eğitimciler Cad. No:139 T. 453 36 00
Çekirge Meydanı T. 236 83 58
rehberbursa
BAR – BİSTRO / BAR BISTRO
Address Nilpark AVM T. 247 01 50
Angaje Lounge & Brasserie
Nilpark AVM T. 246 77 44
Klan Bademli T. 548 00 48
Konak 18 Çekirge Cad. No:18 T. 235 37 07
Krema Jazz Club
Bademli Kavşağı Tike Restoran T. 549 20 75
Kulüp
Kültürpark içi Altın Ceylan T. 0530 242 68 78
La Luz Korupark AVM T. 243 93 98
Leman Kültür FSM Bulvarı T. 240 20 00
Mirano
Korupark AVM T.24313 80
Mox Lounge FSM Bulvarı T. 240 22 42
Bigo FSM Bulvarı No.48/C T. 240 04 04
Mualla FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16
Boo Live Geçit No:639 T. 244 88 78
Malt Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72
Uzay Pastanesi
Altıparmak Cad. No:19 T. 225 12 55
Çekirge Cad. No:124 T. 236 42 04
Saygınkent AVM T. 413 43 06
FSM Bulvarı No:12 T. 249 13 44
Geçit Mah. Mudanya Yolu No:77 T. 244 63 97
Bongo Bar
Kültürpark içi Altın Ceylan T. 234 34 34
People Agora İş Merk. Bademli T. 549 04 43
Benzin FSM Bulvarı No:147 / A T. 243 47 43
Picante Gazi Cad. No.51 / A T. 451 36 34
Cadde Üstü FSM Bulvarı T. 246 66 74
KAFETERYA / CAFE
Pronto Sport Cafe & Bistro
Saygınkent AVM Ertuğrulkent T.413 70 80
Cadde Üstü Üni. Görükle T.483 67 77
Cafe Crown
Carrefour AVM T. 451 21 45
Kent Meydanı T. 255 30 00
Korupark AVM T. 242 06 24
Cha Cha
Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50
Şey Pub Oulu Cad. No:9 T. 233 07 25
Caka Teras
Kumova Plaza Nilüfer T. 453 09 09
Shakespeare Bistro
Korupark AVM T. 241 29 59
Demo
FSM Bulvarı No:59 T. 452 26 96
Suare Magazin Outlet Ataevler T. 443 10 01
Coffe and Beyond
FSM Bulvarı T. 247 22 37
Fink FSM Bulvarı T. 243 09 99
Gönül Kahvesi
Nostaljik Tren İst.Beşevler T. 452 82 16
FSM Bulvarı No:11 T. 247 66 06
Gren
Arap Şükrü Sokağı No: 46 T. 223 60 64
Kahve Dünyası
Anatolium AVM T. 261 14 50
Korupark AVM T. 241 23 45
Zafer Plaza AVM T. 225 29 29
Resimli Holiday Inn Görükle T. 442 88 15
Duetto FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16
Exit Oulu Cad. No:13 T. 234 50 70
Veni Vidi
Kükürtlü Oulu Cad. No:6 T. 233 99 99
Wamtes
Çekirge Cad. No:40 T. 233 66 22
Highout Oulu Cad.Oylum Carşısı T. 233 00 60
Ivory Kükürtlü Cad. No:56 T. 234 91 90
The Winston Brasserie
Dr.Rüştü Burlu Cad.No.11 T.233 13 48
Jazz Bar Uludağ Yolu No:45 T. 239 62 54
K Bar Çekirge Cad. T. 233 44 22
141
guidebursa
OTEL / HOTEL
Adapalas ***
1.Murat Cad. No:21 Çekirge T. 233 39 90
Artıç ***
Atatürk Cad. Ulucami Karşısı T.224 55 05
Almira *****
Uluabatlı Hasan Bulvarı No:5 T.250 20 20
“Life guide of Bursa”
Otantik Club (Butik)
Botanik Parkı T. 211 32 80
Otantik Gemi (Butik)
Güzelyalı Yat Limanı İçi Mudanya T. 554 43 34
Tiara Termal
Çekirge Meydanı 1.Murat Cad. No.5
T.444 28 05
ALIŞVERİŞ MERKEZİ / SHOPPING CENTER
Anatolia ****
Çekirge Meydanı T. 233 94 00
Baia ****
Y.Yalova Yolu As Merkez Outlet Yanı
T. 275 45 00
Beceren (Butik)
Botanik Parkı T. 211 52 60
Anatolium Y. Yalova Yolu No.487 T. 261 12 22
As Merkez Outlet Y. Yalova Yolu T. 261 51 51
Carrefour İzmir Yolu T. 219 73 00
Kent Meydanı S.Garaj Mah. T. 255 43 63
Korupark Mudanya Yolu 9.Km T. 242 35 35
Özdilek Y. Yalova Yolu 4.Km T. 219 60 00
Zafer Plaza Cemal Nadir Cad. T.225 39 00
SAĞLIK / HEALTH
Boyugüzel (Butik)
Askeri Hastane Karşısı Çekirge T. 239 99 99
Büyükyıldız ****
Uludağ Cad. No:16 T. 239 69 90
Acıbadem
FSM Bulvarı Sümer Sok. No.1 T. 444 55 44
Rentıp
Dr. Mehmet Oktay Sok. No:8 Fethiye
T. 249 77 00
Retina Göz Merkezi
Mudanya Yolu Cad. No.171 / 1 T. 240 24 01
Rommer FTR Dal Merkezi
Kükürtlü Cad. No.54 T. 239 49 26
Turkuaz Diş
Beşevler Cad. No.76 T. 451 32 22
SPOR SALONLARI / SPORTS HALLS
Asya Spor Merkezi
İhsaniye Mah. İkizevler Sok. No.7 T.249 64 55
Beyge Club
Beşevler Kültür Mah. Gümüşdere Cad. No.4
Nilüfer T.453 55 00
B-Fit Spor Kulübü
Ahmet Yesevi Mah. No.28 Balat / Nilüfer
T.244 64 68
Hat Cad. No.10 Osmangazi T.235 35 15
Beşevler Mah. Bilginler Cad. No.18 Nilüfer
T.452 60 52
Siteler Kanuni Cad. No.25 / A Yıldırım
T.369 08 31
Central **** U.Hasan Bul. No:55 T. 273 55 00
Biyofiz Tıp Merkezi
Karaman Mah.Kültür Cad.Biçen Sok.No.10
Nilüfer T.246 66 66
Çelik Palas *****
Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00
Bursa Anadolu
İzmir Yolu Cad. No.105 T. 451 09 09
Crown Plaza *****
Odunluk Mh. Akpınar Cad. No:17 T. 444 33 16
Bursa Göz Merkezi
Fomara Meydanı Osmangazi T.444 04 69
Divan ****
Dr. Rüştü Burlu Cad. No:11 T. 233 00 07
Bursa Vatan
Fevzi Çakmak Cad. No.55 T. 220 10 40
Gönlüferah ****
1.Murat Cad. No:22 Çekirge T. 233 92 10
Çekirge Kalp ve Aritmi
Kükürtlü Mah. Konca Sok. No.2 T. 275 75 00
Hilton *****
Yeni Yalova Yolu Cad. No.347 T.500 05 05
Dentatürk Diş
FSM Bulvarı No.167 T. 270 09 00
Maya Spor Salonu
Konak Mah. Lefkoşe Cad. Gizemler Plaza
No.12 Nilüfer T.453 02 50
Holiday Inn ****
Uludağ Üni. Görükle Kampüsü T. 442 85 40
Doruk Özel Bursa Hastanesi
Zübeyde Hanım Cad. No.5 Çekirge
T. 444 04 53
Score Fitness Spa
Korupark AVM İçi T.242 68 00
Simpaş Bursa Modern T.277 00 66
Doruk Yıldırım Hastanesi
Ankara Cad. No.221 Yıldırım T. 444 04 55
Tango Evita Dans ve Sanat Merkezi
Konak Mah.Yaz Sok. T.451 44 15
Esentepe Tıp Merkezi
Mudanya Yolu Cad. No.169 T. 444 02 46
KUAFÖR / COIFFEUR
Çok Yaşa Clup Nilpark 5.Kat T.245 68 00
İbis Hotel ***
Altınova Mah. Fuar Cad. No: 67 T. 275 85 00
Kervansaray ***
Fomara Meydanı T. 220 00 00
Kervansaray Termal *****
Çekirge Meydanı T. 233 93 00
Jimer
Orhaneli Yolu Beşevler Kavşağı T. 444 45 67
Kırcı **** Çekirge Cad. No:21 T. 220 20 00
Kitapevi (Butik)
Kavaklı Mah. Burçüstü No:21 T. 225 41 60
142
Konur
Zübeyde Hanım Cad. No.12-2 T. 233 93 40
Kent **** Atatürk Cad. No: 69 T. 253 54 20
Medical Park Bursa
Fomara Meydanı T. 444 44 84
Marigold *****
1.Murat Cad. No:47 Çekirge T. 444 40 00
Medicabil
Mudanya Yolu Küre Sok. Fethiye T. 444 81 12
Montania ****
İstasyon Cad. Mudanya T. 211 32 80
Osmangazi Tıp Merkezi
Ulubatlı Hasan Bul. No:46 T. 270 05 05
Fit In Time
Esentepe Mah. İvazpaşa Sok. Esenkent Sit.
No: B2/3 Nilüfer T.247 09 96
Gym Sport
Agora İş Merk. Bademli T.549 25 00
Ahmet Albayrak Korupark AVM T.241 31 12
Atölye Kuaför E.Mudanya Yolu No.35
Bademli T. 548 00 80
Emma Nilüfer Hatun Cad. T. 452 67 50
Enis Aslan Kükürtlü Cad. T. 233 00 51
Mss Salon Kükürtlü Cad. No.58 T. 232 30 90
Roma Kuaför Korupark AVM T. 243 06 60
Sacha
Kükürtlü Mah. Manolya Sk. No.67 T.233 59 79
Kent Meydanı AVM T. 255 63 64
FSM Bulvarı T. 453 38 55
Bademli T.549 11 42 - 43
Stüdio Tim Carrefour AVM T. 452 66 98
“Bursa’nın yaşam rehberi”
ÇİÇEKÇİ / FLORIST
Aşşk Çiçek Çelik Palas Otel Altı T. 235 16 00
Bursa Çiçekçilik FSM Bulvarı T. 452 47 32
Lis Çiçek Çekirge Cad. No.139/B T. 236 81 96
Koru Çiçek Korupark AVM T.241 54 74
Pelit Çiçekçilik & Peyzaj
Saygınkent AVM Ertuğrulkent T. 413 02 62
MÜZE / MUSEUM
Bursa müzeleri pazartesi hariç her gün
mesai saatleri arasında hizmet veriyor.
Arkeoloji Müzesi
Reşat Oyal Kültürparkı T. 234 49 18
Bitinya ve Misya bölgelerinde bulunmuş
M.Ö. 3000’den Bizans Devri sonlarına
kadar olan devirlere ait eserler sergileniyor.
Müzede 25 bin eser yer alıyor. 2 bin kadarı
sergide.
Atatürk Evi Müzesi
Çelik Palas Hotel Yanı T. 234 77 16
19. yüzyıl sonlarında yapılmış olan köşk,
Bursa Belediyesi tarafından sahibinden satın
alınarak Atatürk’e hediye edildi. 1968’de
Kültür Bakanlığı’na devredilen bu köşk, 29
Ekim 1973’te, Cumhuriyet´in 50. yılında
müzeye dönüştürülerek ziyarete açıldı.
Bursa Kent Müzesi
Atarük Cad. No:8 Heykel T. 220 26 26
Müzede Bursa’da yaşamış 6 Osmanlı
padişahının balmumu heykelleri, geleneksel
ticaret hayatını canlandıran dekorlar, kentin
topografik maketi gibi objelerle bilgiler
sunuluyor.
Celal Bayar Müze ve Kütüphanesi
Umurbey / Gemlik T. 525 00 98
3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın çalışma
yıllarına ait fotoğraflar, anı eşyalar ve
hediyeler, tablolar, çeşitli belgeler, nişanlar,
madalyalar, şilt ve plaketler yer alıyor.
Hünkâr Köşkü
Temenyeri Mah.Vakıf Sok. T. 327 91 90
Sultan Abdülmecid tarafından 1859 yılında
av köşkü olarak yaptırılmış olan köşk, Sultan
Abdülmecid dışında, Sultan Abdülaziz,
Sultan 5. Mehmet Reşad ve Atatürk
tarafından da kullanılmış.
Hüsnü Züber Evi
Uzun Yol Sok.3 Muradiye T. 221 35 42
1836 yılında devlet misafirhanesi olarak
yapılmış, sonra Rus konsolosluğu olarak
kullanılmış olan ev, tipik bir Osmanlı evi.
Karagöz Evi Müzesi ve Anıtı
Çekirge Cad. T. 232 25 90
Bursa ile özdeşleşmiş Karagöz oyunu
hakkında bilinen tüm kültürel motifleri
barındıran müzede Ramazan aylarında
günümüz hayalileri tarafından Karagöz
gösterimleri yapılıyor.
rehberbursa
Ormancılık Müzesi
Çekirge Cad. / Osmangazi T. 234 77 18
Türkiye’nin ilk ve tek ormancılık müzesidir.
Bursa’da, Çekirge caddesi üzerinde Saatçi
Köşkü olarak bilinen yapıda yer alır.
Çağdaş Eğitim Kooperatifi Kültür Salonu
Atatürk Cad. No:93 / Görükle T. 483 21 83
Türk İslam Eserleri Müzesi
Yeşil Mah. Yeşil Külliyesi T. 327 76 79
Çelebi Sultan Mehmed tarafından 1414
– 1424 yılları arasında Mimar Hacı İvaz
Paşa’ya yaptırılmış ilk Osmanlı medreseleri
arasındadır. “Sultaniye Medresesi” adıyla da
bilinir.
Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi
Umurbey Mah. Kapıcı Sok. T. 329 39 41
Tekerleğin at arabasından otomobile
gelişimini sergileyen müzede Tofaş’ın 0001
seri nolu araçlarını izlemek de mümkün.
Konak Kültür Merkezi
Konak Mah. Yakut Sok. No:2 T. 452 45 00
Uluumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve
Takıları Müzesi
II. Murat Cad.Şair Ahmetpaşa Med.Muradiye
T. 222 75 75
Müzede, Anadolu Folklor Vakfı kurucu
üyelerinden Esat Uluumay’ın 45 yılda
topladığı 18 değişik koleksiyon sergileniyor.
Mudanya Mütareke Evi Müzesi
Sahil Yolu / Mudanya T. 544 10 68
Mudanya Mütarekesi’nin imzalandığı tarihi
evdir. Mütarekeye ait eşyaların korunduğu
evde, döneme ait fotoğraflar ve belgeler de
sergileniyor.
Merinos Tekstil ve Sanayi Müzesi
Atatürk Kongre Kültür Merkezi T. 272 16 00
Bursa´nın tekstil kenti kimliğinin yaşatılması
ve Cumhuriyet döneminin ilk sanayi
yapılarından Merinos Fabrikası’nın tarihinin
gelecek nesillere aktarılması amacıyla
kurulan Türkiye’nin ilk tekstil sanayi müzesi.
KÜLTÜR MERKEZİ / CULTURAL CENTER
Açık Hava Tiyatrosu
Reşat Oyal Kültür Parkı T. 234 49 12
Adile Naşit Kültür Merkezi
Ertuğrulgazi Mah. Kaplıkaya T. 368 51 20
Akpınar Kültür Merkezi
Akpınar Mh. 1050 Konutlar Havuz Sk.
T. 243 73 43
Atatürk Kongre Kültür Merkezi
Merinos Parkı T. 272 16 00
A.V.P.Devlet Tiyatrosu
Atatürk Cad. Heykel T. 222 89 10
Barış Manço Kültür Merkezi
Mimar Sinan Cad. No.79 T. 366 02 02
Bursa Senfoni Orkestrası
A. V.P. Devlet Tiyatrosu Binası T. 225 59 70
Bufsad(Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği
Gurabahane-i Laklakan Kültür Merkezi
Selçuk Hatun Sok. No:9 Setbaşı /
Osmangazi T. 225 51 50
Fethiye Kültür Merkezi
Huzur Cad. Fileci Sok. Fethiye T. 243 36 63
Şehir Kütüphanesi
Setbaşı Köprüsü Yanı T. 326 56 49
Tayyare Kültür Merkezi
Atatürk Cad. / Heykel T. 220 88 47–48
Uğur Mumcu Kültür Merkezi
Basın Kültür Sarayı K.2 Ataevler T. 441 01 42
Uludağ Üniversitesi Kırmızı Salon
Görükle Kampüsü T. 294 00 00
16 mm Sinema Atölyesi
F. Çakmak Katlı Otoparkı T. 222 11 12
TURİZM & ULAŞIM / TOURİSM &
TRANSPORTATION
Kamil Koç T. 444 05 62
Nilüfer Turizm T. 444 00 99
U. Teleferik İşletmesi T. 327 74 00
Burkon Turizm Çekirge Cad. T. 233 40 00
Plaza Turizm Oulu Cad. No.33 T. 234 58 58
Şentürkler Turizm
Çekirge Cad. No.51 T. 235 66 66
İDO Bursa Satış Noktaları
Kent Meydanı AVM T. 255 44 60
Korupark AVM T. 242 19 49
Mamis Restaurant T. 211 23 81
Park Plaza T. 244 94 01
Plaza Tur T. 234 58 58
Görükle Kampüsü T. 442 91 25
Zafer Plaza AVM T. 225 39 08
SİNEMA / CINEMA
Korupark Cinetech T. 242 93 83
Zafer Plaza Cinetech T. 225 48 88
Setbaşı Prestige T. 221 48 06
Kent Meydanı T. 255 30 84
As Merkez Avşar T. 261 57 67
Akpınar K. M. T. 243 73 43
Altıparmak Burç T. 221 23 50
AFM Carrefour T. 452 83 00
B. Manço K.M. T. 366 08 36
TAKSİ / TAXI
Altıparmak T. 222 16 44
Almira T. 252 86 38
Ataevler T. 441 88 00
Bademli T. 549 24 90
Beşevler T. 451 28 28
Çekirge T. 236 71 04
Çelik Palas T. 233 27 79
Dallas T. 233 81 22
Doğumevi T. 236 67 06
İhsaniye T. 247 47 33
Kükürtlü T. 235 12 96
Nilüfer T. 245 05 98
Uludağ T. 222 35 14
143
rengarenk
Uçurtma olduk,
uçtuk Gölyazı’da...
Gölyazı Zambaktepe’de
“11. Nilüfer Spor Şenlikleri”
kapsamında her yıl Nilüfer
Belediyesi tarafından organize
edilen Uçurtma Şenliği, bu sene
Dergi Bursa sponsorluğuyla
gerçekleşti. Geçtiğimiz sayıda
dergi ile birlikte dağıttığımız
kuyruk parçaları, şenlik alanında
uçurtma olup göklere yükseldi.
Etkinliğin gerçekleştiği 13 Mayıs Pazar
günü Bursa’da yağışlı başlamıştı
fakat şenlik alanı yani Gölyazı
Zambaktepe’de güneş vardı. Kısa
sürede bine yakın insan şenlik alanında
buluştu. Öyle ki öğleden sonra iyiden
iyiye bulutlanan hava, gün boyu
yağmayarak herkese güzel bir gün
bağışlamıştı. Rengarenk uçurtmalarla
şenlik alanına gelen Bursalıları bir de
yarışma bekliyordu. 300’ün üzerinde
uçurtmanın kaydı alındı. Yarışmaya
katılabilmek için tek şart, uçurtmanın
el yapımı olmasıydı. 300 kadar hazır
uçurtma bu sebeple yarışa katılamadı.
Yarışmada en özgün ve en başarılı
uçurtmalar dereceye girebilmek için
144
havalandı. Anne babaların da en az
çocuklar kadar eğlendiği şenlikte
gökyüzü rengarenk uçurtmalarla
kaplandı.
Akıncı Model’den Pilot Bülent Zeynel
Yalçın’ın model uçak gösterisi yaptığı
organizasyon sonunda başkanlığını
Nilüfer Kent Konseyi Başkanı Şazi
Çavuşoğlu’nun üstlendiği jüri,
büyüklüğü, uçma kabiliyeti ve
tasarımı ile dikkat çeken uçurtmaları
değerlendirdi. Değerlendirme sonunda
Atatürk silüeti ile tasarlanan Buse
Yüksel’e ait uçurtma birinci oldu. Salih
Taşkekin’in uçurtması ikinci, Tuna
Duran’ın uçurtması ise üçüncü seçildi.
Yarışmada dereceye girenlere Dergi
Bursa tarafından hediyeler dağıtıldı.
Birinci seçilen uçurtmanın sahibine
model uçak hediye edilirken, ikinci
seçilen uçurtmanın sahibine günün
anısına model helikopter hediye edildi.
Değerlendirmede ilk 10’a giren uçurtma
sahiplerine de Dergi Bursa aboneliği
hediye edildi. Birinci gelen yarışmacıya
ödülünü Nilüfer Belediye Başkanı
Mustafa Bozbey verirken, ikincilik
ödülünü Dergi Bursa Yayın Yönetmeni
Engin Çakır verdi.