La`lîzâde Abdulbâkî and Gıdâ-yı Rûh

Transkript

La`lîzâde Abdulbâkî and Gıdâ-yı Rûh
Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies
SAYI 5
BİR İNTİHÂB-I MESNEVÎ ÖRNEĞİ: LA’LÎZÂDE
ABDÜLBÂKÎ VE GIDÂ-YI RÛH ADLI ESERİ
An Example of Intihâb-ı Mathnawi: La’lîzâde Abdulbâkî and Gıdâ-yı
Rûh (Food of Soul)
Muhammet ÖZDEMİR∗
ÖZET
Gıdâ-yı Rûh 18. yüzyılda dini, tasavvufî, ahlaki konularda manzum-mensur olarak yazılmış
edebi didaktik bir eserdir. Eser 21’i Mesnevî-i Şerîf’ten olmak üzere 48’i farklı tasavvufi eserden derlenen 72 adet mensur hikaye ve Mesnevî-i Şerîf’ten derlenmiş 477 beyitten oluşmaktadır.
Yirmi beş bin beyti aşkın bir eser olan Mesnevî-i Şerif’in tamamının tercüme ve şerh edilmesi
zor olduğu için aralarında ilgi olan beyitler mutasavvıflarca öncelik sırasına göre derlenmiş ve
müridlerin istifadesine sunulmuştur. Gıdâ-yı Rûh da bu şekilde oluşturulmuş bir intihâb-ı mesnevî
örneğidir.
Bu çalışmada La’lizâde Abdülbâkî’nin hayatı hakkında bilgi verilerek, Gıdâ-yı Rûh’un tanıtımı
yapılacak, eserde işlenen konulara göre Mesnevi’nin muhtelif ciltlerinden derlenen beyitler tespit edilecek ve müellifin eseri oluştururken izlediği usûl değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: intihab, La’lîzâde Abdülbâkî, Gıdâ-yı Rûh, tasavvuf, Mesnevî.
ABSTRACT
Gıdâ-yı Rûh (Food of Soul) is a literary and didactic work that has been written in verse and
prose in 18th century. It’s based on religious, mistic and moral issues. The work includes 72 prose
stories and 477 couplets. 21 of these stories selected from Mathnawi and the couplets related to these
stories. The other 48 stories compiled from different mistical works.
Mathnawi-i Sharif is a work composed of more than twenty five thousands couplets.
Because of it’s difficult to be translated and commented all work, the couplets related to each other
―――――――――
∗
Arş. Gör., Ordu Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.
73
Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği
has been compiled in order of priority and importance by sufis. Gıdâ-yı Rûh is an example of election
of mathnawi (intihâb-ı mesnevî) written in that way.
The purpose of this study is to give information about La’lîzâde Abdülbâkî’s life, introduce
the Gıdâ-yı Rûh by indicating the couplets which compiled from Masnavi’s various volumes and
evaluate the methods followed by author in writing the work.
Key Words: selecting, La’lîzâde Abdülbâkî, Gıdâ-yı Rûh (Food of Soul), Sufism, Mathnawi.
GİRİŞ
Mesnevi içerik ve tahkiye metodu bakımından güçlü bir eser olması sebebiyle İslami, tasavvufî, felsefi ve edebi boyutunun zenginliği dairesinde her okuma ve
yazmada ortaya yeni bir yorum zenginliği çıkmış, tercüme ve şerhleri adeta telif eser
hüviyetine bürünmüştür.
Yazıldığı dönemden itibaren birçok kez, kısmen veya tamamen tercüme ve
şerh edilen Mesnevi-i Şerif, hacimli bir eser olması nedeniyle şerh edilirken tamamı
veya bir kısmı –beyit sırasına veya belli bir bölüme göre- şerh edilmiş, aralarında ilgi
olan beyitler ise intihab tercüme ve şerhleri olarak kaleme alınmıştır.1
İntihab, (‫ )انتخاب‬bir şeyi veya kimseyi benzerleri arasından ayırma; tercih
etme, seçme manasına gelmektedir.2 Mesnevi’nin hacimli bir eser olması ve tamamının tercüme ve şerhinin meşakkatli bir iş olması nedeniyle dervişlerce okunması
elzem görülen kısımlar bazı şeyhler tarafından aralarında ilgi bulunan beyitleri bir
araya getirmek münasebetiyle derlenmiş ve bu çalışmaların, farklı konularda bir
araya getirilen beyitlerle devam etmesiyle, intihab-ı mesnevi oluşturmak gelenek
halini almıştır. Oluşturulan bu seçkilerin başında Yusuf Sîne-çâk’ın Cezîre-i Mesnevî
adlı eseri gelmektedir. 3
18. yüzyıl Osmanlı Devletinde ilmiye sınıfına mensup dini ve tasavvufi
ilimlere hakim; nasir, şair, şarih ve hattat olarak dönemin önemli bir siması olan
La’lîzâde Abdülbâkî (1679/1746)’nin kaleme aldığı ve tarafımızca yüksek lisans tezi
olarak çalışılan Gıdâ-yı Rûh4 adlı eseri dini, tasavvufi, ahlaki, fıkhi konular üzerine
manzum ve mensur olarak yazılmış didaktik bir eserdir. Gıdâ-yı Rûh’da işlenen konularla alakalı; ayetler, hadisler, ve çeşitli kaynaklardan nükteler, manzum ve mensur hikâyeler nakledilmiştir.
Eserde bulunan toplam 72 mensur hikayenin 21’i Mesnevi’den tercüme
edilmiş ve bir adet hikaye ise Sürûrî’nin Şerh-i Mesnevi adlı eserinden alınmıştır.
Tercüme hikayelere beyitlerin Farsça orijinalleri de eklenerek hikayenin akışı ve
―――――――――
1
2
3
Mesnevi’nin tercüme ve şerhleri konusunda detaylı bilgi için bkz. İsmail Güleç, Türk Edebiyatında
Mesnevi Tercüme ve Şerhleri, İstanbul: Pan Yayıncılık, 2008.
Yaşar Çağbayır, Ötüken Türkçe Sözlük, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2007, C.2, s. 2192.
Detaylı bilgi için bkz. İsmail Güleç, “Türk Edebiyatında Cezire-i Mesnevi Şerhleri” Osmanlı Araş-
tırmaları: The Journal of Ottoman Studies, XXIV (2004), s. 159–179.
4
74
Muhammet Özdemir, Gıdâ-yı Rûh (İnceleme-Metin), Ordu: Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2012.
Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies
SAYI 5
konu bütünlüğü göz önünde bulundurularak farklı ciltlerden farklı beyitler derlenmiş, seçkiler oluşturulmuştur. Diğer kaynaklardan nakledilen hikayeler ve hikaye
bulunmayan bahislerden sonra ise Mesnevi’den konuyla ilgili Farsça beyitler yazılmıştır.
Bu çalışmada intihâb-ı mesnevi olarak kaleme alınmış olan Gıdâ-yı Rûh tanıtılmaya ve araştırmacıların istifadesine sunulmaya çalışılmıştır. Müellif hakkında
kısaca bilgi verilerek eser; içerdiği konular, kullanılan kaynaklar, tahkiye metodu ve
intihab edilen hikayeler bakımından değerlendirilmiş, Mesnevî’den nakledilen özet
tercümeler mahiyetindeki hikayelerle Farsça beyitler tanıtılmaya çalışılmıştır. Hikaye
başlıkları ve Farsça beyitlerin tercümeleri için Abdülbâkî Gölpınarlı’nın Mesnevi
Tercemesi ve Şerhi5 isimli eseri kullanılmış ve bu eser dipnotlarda ve metin içi kaynak
gösteriminde “Mesnevi” olarak belirtilmiştir.
1. La’lîzâde Abdülbâkî
La’lîzâde Abdülbâkî Efendi, Bayrami-Melamîlerden6 Mesnevi şârihi Sarı Abdullah Efendi’nin (ö. 1071/1661) kızından torunu olan La’lî Mehmed Efendi’nin
iki oğlundan birisidir.7 1090 (1679) yılında İstanbul’da doğmuştur.8 Mehmet Nail
Tuman şeceresini; La’lizâde Abdülbakî Efendi bin La’lizâde Şeyh Mehmed Efendi
bin İbrahim Efendi bin Reisü’l-Küttâp Ali La’lî Efendi bin Ali Efendi bin Mustafa
Efendi bin Seyyid Mehmed Efendi (ya da Muhammed) şeklinde nakletmektedir.9
Tarikat olarak Bayrâmîliğin Melâmîlik koluna mensup olan La’îzâde
Abdülbâkî’nin Melamilik ile münasebeti babasının gayretleriyle çocukluğunun ilk
devrelerine kadar uzanmaktadır. Babası henüz bir bebek iken onu Seyyid Haşim
Efendi’nin sohbetlerine götürmüştür.10 La’lîzâde Abdülbâkî “Âlim-i rabbânî, âmil-i
hakkânî, vâsıl-ı esrâr-ı rûhânî ve mürşidim” dediği babası tarafından yetiştirilmiştir.11 Babası La’lîzâde Abdülbaki’ye Mevlana Mesnevisi’ni, İbn-i Fârız Divanı’nı
Davud Kayseri’nin Füsûsu’l-Hikem Şerhi mukaddimesini, Molla Fenari Şerhi ve
Miftâhu’l-Gayb’ı okutmuştur. La’lîzâde riyaziye ve felsefe ile de meşgul olmuş ve
tahsilini tamamladıktan sonra müderrisliğe başlamıştır.12 Hûbyar Mahallesi Katib
Mustafa Efendi Medresesi, Tevkiî Câfer Çelebi Medresesi, Hoca Hayreddin Medre―――――――――
5
6
7
8
9
10
11
12
Abdülbâkî Gölpınarlı, Mesnevi Tercemesi ve Şerhi, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1985.
Melâmîlik ve Bayrâmî-Melâmîlik hakkında detaylı bilgi için bkz. Abdülbaki Gölpınarlı, Melâmîlik ve
Melâmîler (Tıpkı Basım), İstanbul: Gri Yayınları, 1992.
Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul: Matbaa-i Âmire,1333, C. 1, s., 159.
Haşim Şahin, “Eyüp’te Bir Melâmî: La’lîzâde Abdülbâkî Efendi”, Târihi, Kültürü ve Sanatıyla
Eyüpsultan Sempozyumu IX, İstanbul 2005, s. 228; Nihat Azamat, “La’lizade Abdülbaki”, DİA, 27,
Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2004 s. 90.
Mehmet Nail Tuman, Tuhfe-i Nâilî, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı, Yayınlar Dairesi Başkanlığı,
1949, c. 2, s. 1212.
Şahin, agm., s. 228; Azamat, agm., s. 90.
Büşra Çakmaktaş, La’lîzâde Abdülbâkî’nin Mebde’ ve Meâd Adlı Eseri (İnceleme-Metin), İstanbul:
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 2010, s. 3.
Azamat, agm., s. 90.
75
Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği
sesi, Şeyhülislam Zekeriyyâ Efendi Medresesi ve Valide Sultan Medresesi’nde müderrislik yapmıştır.
La’lîzâdenin yaşadığı dönem İstanbul hayatında kültürel ve siyasi açıdan derin izler bırakan “Lale Devri”dir. Melami kutuplarından Sütçü Beşir Ağa’nın
1073/1663’te katledilmesiyle yerine geçen Bursalı Seyyid Haşim’e küçük yaşta intisap eden La’lîzâde daha sonra Paşmakçızade Ali Efendi ve ardından Sadrazam
Şehit Ali Paşa’ya intisap etmiş ve Lale Devrinde Melâmîlerin ileri gelen grubu içerisinde yerini almıştır.13
La’lîzâde Abdülbâkî, babası La’lî Mehmed Efendi’nin Mekke kadılığı sırasında tanıştıkları Nakşibendî şeyhi Murad Buhârî’ye şeyhin İstanbul’a geliş tarihi
olan 1120/1708 yılından sonra intisap ederek aynı zamanda Nakşibendîlik icazetine
de sahip olmuştur.14 Murad Buhârî’nin La’lîzâde’yi yetiştirmesi Melamî kültürü ve
Melamîmeşrep Nakşibendîlik anlayışının saraya girmesi adına önemli bir olaydır.
Murad Buhârî’nin İstanbula gelmesiyle gündelik hayat üzerinde etkili olan Nakşibendîliğin selefî bir tasavvuf anlayışına sahip olan Müceddidî kolu bürokrasi üzerinde de etkili olmuştur.15
Daha önce Damat Ali Paşa ile birlikte Mora Seferine de çıkan La’lîzâde
Abdülbâkî, Damat Ali Paşa’nın Petro Varadin’de şehit düşmesi (1128/1716) sonucu kâhinlik yaptığı suçlamasıyla tutuklanıp Belgrad Kalesi’ne hapsedilmiş ve Ali
Paşa’nın daha önceden çıkardığı ferman gereği 1128 Ramazanında (Eylül 1716)
göreve başlamak üzere Kudüs kadılığına tayin edilmiş olduğu halde azledilip
Limni’ye sürgüne gönderilmiş ve burada 18 ay sürgün hayatı yaşamıştır.16
Kudüs ve Mısır Mollalığı, Anadolu kazaskerliği ve Mısır Payelerine sahip
olan La’lîzâde ömrünün son zamanlarını Eyüp’te evinin yanına yaptırdığı
Kalenderhane Tekkesi’nde geçirmiş, 1159/1746’da vefat etmiştir. Mezarı
Kalenderhane Tekkesi ya da Özbekler Tekkesi adıyla bilinen ve Sokollu Mehmed
Paşa Çeşmesi’nin karşısında müftülük binasının bulunduğu tekkenin yola bakan
kısmında yer almaktadır.17
La’lîzâde Abdülbâki’nin te’lif ve tercüme eserlerinin sayısı hakkında çeşitli
kaynaklarda farklı rakamlar verilmiştir.18 On beşi te’lif ve on ikisi tercüme olmak
―――――――――
13
14
15
16
17
18
76
Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: MEB Yayınları, 2004, II, s.749–750,
753–765; Ramazan Muslu, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf 18. Yüzyıl, İstanbul: İnsan Yayınları, 2003,
s. 522.
Şahin, agm., s.228.
Ali Bolat, Bir Tasavvuf Okulu Olarak Melâmetîlik, İstanbul: İnsan Yayınları, 2011, s. 383-384.
Azamat, agm., 90.
Şahin, agm., s. 230.
Abdülbaki Gölpınarlı Melamilik ve Melamiler adlı eserinde tercüme ve telif olmak üzere yedi
eserden bahsetmektedir. Mehmed Süreyya Sicill-i Osmânî’sinde tercüme olarak iki eserden
bahsetmektedir. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nde Nihat Azamat müellif hakkında
hazırlamış olduğu maddede ikisinin güvenilirliği şüpheli olmak üzere on iki eseri olduğunu
belirtmektedir. Bursalı Mehmed Tahir Osmanlı Müellifleri adlı eserinde sekiz eserden bahseder.
Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies
SAYI 5
üzere toplam yirmi yedi eseri bulunan La’lîzâde Abdülbâkî’nin en meşhur eseri
Sergüzeşt adıyla da bilinen Sarı Abdullah Efendi’den sonraki Melâmîlerin tarihleri
hakkında yazılan Bayrâmî-Melâmîlerini konu edinen eseridir. Eser, Tahir
Hafızalioğlu tarafından sadeleştirilerek Melâmîlik Yolunda Görüp Öğrendiklerim ve
Sergüzeşt adıyla iki kez yayımlanmıştır.19 Eser hakkında bir de yüksek lisans tezi
hazırlanmıştır.20 Bir diğer önemli eseri de tasavvufi kavram ve meseleler hakkında
yazılan ve Nakşibendî şeyhleri hakkında bilgi veren Mebde’ ve Meâd adlı eseridir. Bu
eser üzerine bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır.21
2. Gıdâ-yı Rûh
La’lîzâde Abdülbâkî Gıdâ-yı Rûh’u22 kaleme alırken, tıpkı Yusuf-ı Sine-çâk’ın
eserine Cezire-i Mesnevi ismini, Mesnevi’nin 6. cildindeki “Eğer mana denizine susamışsan
cezire-i Mesnevî’den denize bir su yolu aç” anlamındaki I. cilt 925. beyitte geçen ‘Cezire-i
Mesnevî’ lafzından verdiği gibi23 Gıdâ-yı Rûh ismini Mesnevî’nin 2. cildinden,
‫كر غذای نفس جويد ابترست‬
‫ور غذای روح خواھد سرورست‬
“Eğer o insan nefsin gıdasını ararsa ebterdir, şakîdir; rûhun gıdasını ararsa serverdir,
saîddir.”24 anlamındaki beyitten “ruhun gıdası” manasına gelen “gıdâ-yı rûh” lafzından
vermiştir. Bu beyit eserin Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Fatih, nr. 2744
ve Hekimoğlu, nr. 475’de kayıtlı olan nüshalarının başında da yer almaktadır.
15. yüzyıldan itibaren kendi yönetim mekanizmasını şekillendiren bir tarikat
olan Bayramî Melâmîliği’nde diğer tarikatlarda olan ayrıntılı görev dağılımı ve bu
yönde bir kadrolaşma yoktur. Melâmî şeyhi denilen mutasavvıflar ise aslen Melâmî
olup kendilerini başka tarikatlarda gösterip başka tekkelerde postnişinlik yapan
19
20
21
22
23
24
Ramazan Muslu, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (18. Yüzyıl) adlı eserinde ise yirmi yedi eserden
bahseder.
Tahir Hafızalioğlu, Melâmîlik Yolunda Görüp Öğrendiklerim, Konya: Kardelen Yay., 2010; SergüzeştAşka ve Aşıklara Dair, İstanbul: Furkan Kitaplığı, 2001.
Ayşe Yücel, La’lîzâde Abdülbâkî Efendi’nin Menâkıb-ı Melâmiyye-i Bayrâmiyye’si (İnceleme-Metin),
(GÜSBE, Ankara, 1988, V+181+58, YÖK, Dökümantasyon Merkezi, Tez nr. 3337).
Çakmaktaş, age; Ayrıca müellifin diğer eserleri ve nüshaları hakkında bilgi için bkz. Muslu, age., s.
523-524-525.
Gıdâ-yı Rûh’un, yüksek lisans tezimizi hazırlarken ana nüsha olarak kullandığımız Milli Kütüphane
nüshası 173 varaktan müteşekkildir ve her sayfası 12 satır ihtiva eder. Eserin toplam altı nüshası,
1. Milli Kütüphane, Ankara Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi, nr., 06 Hk 3014.
2. Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Esad Efendi, nr. 1591.
3. Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Fatih, nr. 2744.
4. Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Hekimoğlu, nr. 475.
5. Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, nr. 2509.
6. Almanya Milli Kütüphanesi, Türkçe Yazma Eserler, nr. Ms.or.oct. 2750’ arşiv numaralarıyla
kayıtlıdır.
Güleç, agm., s. 160.
Tahirü’l-Mevlevi, Şerh-i Mesnevi, Konya: Selam Yayınları, 1971-1976, II, s. 6632, b. 6632., Bu beyit
Abdülbaki Gölpınarlı’nın tercümesine göre “Nefis gıdasını ararsa sonu yoktur; can gıdasını dilerse baştır,
yücedir.”,(Mesnevi, II, s. 386, b. 2685) şeklindedir.
77
Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği
kimselerdir.25 La’lîzâde Abdülbâkî de Melâmî bir Nakşibendîlik anlayışını benimsemiştir. Bunun yanında bir Mevlevî neşvesiyle kaleme aldığı eserinde,
“Kuŧb-ı Ǿālem ve maǾden-i ĥikem muķarreb-i Ĥażret-i Ķayyūmį
Celāle’d-dįn-i Rūmį Efāżullāhi Ǿaleyhi nūra ve ķuddise sırruhu ve
cenāb-ı büzürgvar ve kāşif-i ġavāmiżü’l-esrār Ĥażret-i Molla
Ĥudāvendigāruñ Meŝnevį-i Şerįfleri’nde sebįl-i hüdā ve ŧarįķ-ı rıżā-yı
Ħudā olduġı Ǿāķile günden Ǿayān ve lāzım-ı beyān degildür.” (54b55a)
diyerek, Mevlana Celâleddîn-i Rûmî’yi “kutb-ı âlem” olarak nitelendirmiş
ve Mesnevî’de hidayet ve Hakk’a ulaşmanın yolu olduğunu beyan etmiştir. Aynı
bölümde müritlere okumaları gereken eserleri tavsiye ederken Mesnevî-i Şerîf için,
26
‫مثنوى قانون طب اولياست‬
‫( جملهٔ امراض را در وى شفاست‬55-a)
beytini nakletmiş ve mutlaka okunması gereken kitaplardan olduğunu vurgulamıştır. Mevlana’ya olan derin muhabbetini başka bir beyitte,
Bir sāz mı var iñleyişi nāya beñzeye
Yā bir velį mi Ĥażret-i Monlāya beñzeye (55-a)
şeklinde dile getirmiştir.
Eserin içerdiği konular ile Mesnevî’den ve diğer kaynaklardan alınan hikayelerin mensur tercümeleri ve Farsça beyitlerden anlaşıldığı üzere Gıdâ-yı Rûh insanların öncelikle bilmesi ve özellikle dikkat etmesi gereken konular üzerine, yol gösterici bir eser olarak kaleme alınmıştır.
2.1. Konular ve Kaynaklar
La’lîzâde Abdülbâkî Gıdâ-yı Rûh’a “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk
etsinler diye yarattım.” (Zâriyat, 51-56) ayetiyle başlamış ve salikin mutlu bir ahiret
yaşantısı için yapması ve çekinmesi gereken önemli hususları işlemiştir.
Eserde temel olarak, ibadet, namaz, nefis, kaza ve kader, nasihat, tevbe,
dünya hayatı, tevekkül, mekr ve istidrac, kanaat ve hırs, baki olmayan insan ömrü,
rüşvetin zemmi (zemmi’l-irtişa), zalim ve mazlum, fakr ve terk-i saltanat, belalara
sabretmek ve dünya çokluğunun zararı, oruç, sadaka, mücâhede ve şehâdet gibi
müritlerin bilmesi ve dikkat etmesi gereken konular yer almaktadır.
La’lîzâde Abdülbâkî Gıdâ-yı Rûh’u ihtiva ettiği konulara göre başlıklara
ayırmamıştır. Fakat farklı nüshalarda konu başlıkları müstensihler tarafından sayfa
kenarlarında belirtilmiştir.27
―――――――――
25
26
78
Bolat, age., s. 250.
Mesnevi evliyâların tıp kanunudur, cümle hastalıklara şifâ ondadır.
Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies
SAYI 5
Gıdâ-yı Rûh’da; Mesnevî’nin 1. cildinden 9328, 2. cildinden 6729, 3. cildinden
4. cildinden 7831, 5. cildinden 6332, 6. cildinden ise 8233 beyit bulunmaktadır.
Eserde Mevlana ve Mesnevî’ye atfedilen 8 beyit ise Mesnevî’de bulunamamıştır.
9430,
27
28
29
30
31
32
33
Müstensihlerin sayfa kenarlarına yazdıkları konu başlıkları şu şekildedir:
1-Matlab-ı teheccüd, 2-Matlab-ı namaz-ı vitr, 3-Matlab-ı fi salât-i duha, 4-Matlab-ı fi salât-i
evvâbin, 5-Matlab-ı lâzım, 6-Matlab-ı ırzâ-yı husemâ, 7-Matlab-ı ehemm, 8-Matlab-ı istihâre, 9Matlab-ı ehemm, 10-Matlab-ı fî rivâyeti’n-Nebî ‘aleyhisselâm, 11-Matlab-ı lâzım, 12-Matlab-ı fî
nefs, 13-Matlab-ı rızâ-yı be-kazâ, 14-Matlab-ı lâzım, 15-Matlab-ı fî nasihat, 16-Matlab-ı fî tevbe,
17-Matlab-ı ehemm, 18-Matlab-ı lâzım, 19-Matlab-ı lâzım fî kılleti’d-dünya, 20-Matlab-ı ehemm,
21-Matlab-ı ehemm, 22-Matlab-ı lâzım, 23-Matlab-ı lâzım, 24-Matlab-ı lâzım, 25-Matlab-ı ehemm,
26-Matlab-ı fî hakk-ı terki’s-salât, 27-Matlab-ı ehemm, 28-Matlab-ı tevekkül, 29-Matlab-ı garîb,
30-Matlab-ı mekr ü istidrâc, 31-Matlab-ı fi kanaat, 32-Matlab-ı fi hürmet, 33-Matlab-ı fi hikâyeti’lacîbe fi hakkı’d-dünyâ, 34-Matlab-ı halâs-ı fi kanâat, 35-Matlab-ı fi tedbîri’l-âhiret, 36-Matlab-ı fi
hikâyet-i garîbe, 37-Matlab-ı ömr-i âdem fi begâyet, 38-Matlab-ı fi lebsi’l-harâm, 39-Matlab-ı
ehemm, 40-Matlab-ı lâzım, 41-Matlab-ı ehemm, 42-Matlab-ı ehemm, 43-Matlab-ı fi zemmi’lirtişâ, 44-Matlab-ı fi hakkı’z-zâlim ve’l-mazlum, 45-Hikâyet-i garîbe, 46-Matlab-ı pend, 47-Matlabı ehemm, 48-Matlab-ı fi terki’s-saltanat, 49-Hikâyet-i garîbe, 50-Matlabü’l-fakr, 51-Matlab-ı
Ahlâku’n-Nebî ‘aleyhisselam (Hilye-i Şerîf), 52-Matlabü’s-sabr-ı ale’l-beliyye, 53-Matlab-ı garîb,
54-Matlab-ı fi zarar-ı kesreti’d-dünyâ, 55-Hikâyet-i garîbe, 56-Matlab-ı fi savm, 57-Matlab-ı lâzım,
58-Matlab-ı savm-ı receb, 59-Matlab-ı savm-ı bihter-i âdem sallallâhu ‘aleyhi ve sellem, 60-Matlabı sadaka, 61-Matlab-ı ehemm fi hakkı’l-sadaka, 62-Hikayet-i garîbe, 63-Matlab-ı fi dua, 64-Matlab-ı
ehemm, 65-Matlab-ı lâzım, 66-Matlab-ı lâzım fi’l-vaziyye.
Beyit numaraları şunlardır: 89, 392, 427, 545, , 558, 603, 649, 716, 717, 718, 719, 732, 733, 734,
735, 859, 860, 861, 862, 863, 865, 867, 921, 982, 990, 1304, 1305, 1378, 1394, 1554, 1555, 1882,
1883, 1884, 1885, 1888, 2077, 2087, 2198, 2311, 2232, 2233, 2234, 2347, 2248, 2352, 2249, 2347,
2366, 2847, 2848, 2849, 2850, 2851, 2852, 2853, 2854, 2855, 2856, 2606, 2607, 2993, 2994, 2995,
2996, 2999, 3000, 3013, 3014, 3052, 3053, 3112, 3115, 3116, 3184, 3185, 3186, 3187, 3188, 3189,
3190, 3191, 3192, 3913, 3914, 3915, 3947, 3948, 3958.
136, 137, 138, 139, 140, 141, 142, 143, 144, 145, 146, 147, 150, 263, 264, 458, 460, 461, 464, 465,
466, 467, 468, 580, 589, 592, 786, 778, 780, 781, 782, 785, 1274, 1275, 1276, 1277, 1947, 2228,
2329, 2330, 2331, 2333, 2426, 2427, 2432, 2445, 2450, 2229, 3078, 3214, 3215, 3216, 3217, 3218,
3219, 3220, 3229, 3230, 3231, 3232, 3233, 3234, 3348, 3372, 3373, 3374, 3377.
69, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 105, 106, 109, 138, 139, 140, 143, 144, 145, 146, 147, 148, 149, 150, 151,
152, 153, 155, 156, 157, 160, 203, 508, 1000, 1053, 1619, 1621, 1623, 1624, 1696, 1200, 1207,
1208, 2505, 2800, 2801, 2803, 2804, 2805, 2206, 2207, 2306, 2649, 2651, 2652, 2653, 2655, 3211,
3220, 3093, 3366, 3397, 3398, 3399, 3748, 3440, 3445, 3450, 3451, 3517, 3698, 3699, 3700, 3742,
3828, 3952, 3953, 3954, 3956, 3957, 4056, 4067, 4068, 4069, 4164, 4165, 4443, 4467, 4572, 4573,
4535, 4633, 4756, 4809, 4810, 11605.
81, 82, 84, 85, 86, 87, 88, 89, 91, 92, 93, 94, 94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 102, 103, 104, 105,
106, 107, 108, 109, 110, 111, 112, 113, 114, 115, 116, 117, 640, 642, 643, 651, 652, 661, 667, 668,
664, 665, 666, 742, 756, 757, 1100, 1373, 1376, 1377, 1378, 1379, 1408, 1473, 1614, 1654, 1655,
1852, 1913, 1956, 2268, 2269, 2270, 3123, 3127, 3208, 3209, 3210, 3211, 3212, 3213, 3612, 3621,
3624.
106, 293, 294, 295, 296, 297, 298, 299, 300, 301, 517, 518, 561, 562, 563, 567, 716, 1713, 1735,
1831, 1854-1/1855-2 1920, 2198, 2199, 2201, 2204, 2205, 2206, 2207, 2208, 2211, 2212, 2213,
2214, 2215, 2360, 2400, 2401, 2403, 2824, 2832, 2838, 2839, 2840, 2841, 2846, 2849, 2853, 3308,
3311, 3319, 3357, 3358, 3359, 3361, 3363, 3359, 3489, 3490, 3491, 3492, 4011, 4164.
166, 174, 212, 213, 323, 328, 467, 703, 842, 1350-1/1351-2, 1386, 1387, 1388, 1390, 1391, 1392,
1394, 1395, 1396, 1397, 1398, 1399, 1400, 1401, 1402, 1404, 1405, 1407, 1455, 1456, 1721, 1722,
1723, 1724, 1740, 1876, 2229, 2230, 2231, 2324, 2376, 2896, 2899, 2916, 2917, 2918, 2919, 2921,
3015, 3018, 3019, 3020, 3168, 3427, 3429, 3698, 3701, 3757, 3758, 3997, 3998, 3999, 4000, 4001,
79
Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği
La’lîzâde Abdülbâki’nin eseri oluştururken başvurduğu kaynaklar arasında,
Mesnevî-i Şerif’ten başka, Abdülaziz Buhari’nin Keşfü’l-Esrar Şerhi, Ebu İshak
Şirazi’nin Tenbîhü’ş-Şâfî adlı fıkıh usulüne dair kitabı, Molla Husrev’in Hanefi
fıkhına dair kitabı Dürer el-Gurer’i, Nasiruddin el-Beyzavi’nin Beyzâvî Tefsiri, Şeyh
Safiyuddin'in Reşahat’ı gibi medreselerde ders kitabı olarak okutulan34 eserler mevcuttur. Bu eserlerden başka Feridüddin Attar, İmam Gazâlî, Molla Câmî gibi meşhur mutasavvıfların eserleri de kaynak olarak kullanılmış ve alıntılar yapılmıştır.
Gıdâ-yı Rûh’da kullanılan kaynaklar şunlardır:
34
80
Mesnevî-i Şerif,
Mevlana Celaleddin Rûmî.
Mantıku’t-Tayr,
Feridüddin Attar.
Musibet-name,
Feridüddin Attar.
İhyâ-yı Ulûmi’d-dîn,
İmam Gazâlî.
Kimyâ-yı Saâdet,
İmam Gazâlî.
Mişkatü’l-Envâr,
İmam Gazâlî.
Baharistan,
Molla Câmî.
Nefahat,
Molla Camî
Şir’a Şerhi (Şir’atü’l-İslam),
Seyyid Alizâde.
Ravzatu’l-Ulemâ,
İmam Zendustî.
Tefsir-i Keşfü’l-Esrâr,
Abdülaziz Buhari.
Kenzü’l-İbâd,
Ali bin Ahmed el-Gurî.
Kitâbü’s-Salât,
Mesûdî.
Tergîbü’s-Salât,
Muhammed bin Ahmedü’z-Zâhid.
Tenbîhü’ş-Şâfî,
Ebu İshak Şirazi.
Dürer el-Gurer,
Molla Husrev.
Rûz-nâme,
Yazıcı Salih.
Şerh-i Minyetü’l-Musallî,
Şeyh İbrahim Halebî.
Cevâhirü’l-Tefsîr,
Hüseyin Vaiz Kâşifî.
Bostan,
Şeyh Sâdî-i Şirâzî.
Şerhi-i Mesnevî,
Sürûrî.
Tenbihü’l-Gâfilîn,
Ebu’l-Leys Semerkandî.
4003, 4004, 4005, 4006, 4007, 4008, 4049, 4050, 4093, 4094, 4095, 4096, 4097, 4098, 4101, 4102,
4103, 4434.
Medreselerde okutulan dersler ve ders kitapları hakkında bkz. Mustafa Ergün, “Ders Programları
ve Ders Kitapları Tarihi – ı, Medreselerde Okutulan Dersler ve Ders Kitapları”, Afyon: A.K.Ü.
Anadolu Dil-Tarih ve Kültür Araştırmaları Dergisi, 1996.
Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies
Bahrü’s-Sa’âde,
Muhammed el-Kazerûnî.
Beyzâvî Tefsiri,
Nasiruddin el-Beyzavî.
Menakıb-ı Mevlana,
Kemal Ahmed Dede.
Reşahat,
Şeyh Safiyyüddin.
Güzide,
Açıkbaş Mahmud Efendi.
Müstedrek,
Hakîm el Nişabûrî.
SAYI 5
La’lîzâde bu kaynaklardan alıntı yaparken eser ve müellif isimlerini birlikte
ya da ayrı ayrı, “Tenbįhü’ş-şāfį ve Dürerü’l-Ġurer śāĥibleri yazarlar..., Seyyid
ǾAli-zāde yazar ŞirǾa şerĥinde..., İĥyā’ü’l-Ǿulūmda yazar...” şeklinde zikretmiştir.
2.2. Tahkiye
La’lîzâde eser boyunca aynı tahkiye metodunu kullanmıştır. Önce konuyla
alakalı bir hikaye nakletmiş daha sonra konuyla ilgili ayet ve hadis zikretmiştir. Şi’r,
kıt’a, beyt gibi başlıklar altında manzumeler ve nesir, mısrâ’ başlığı altında mensur
kısımlar ekleyerek Mesnevî’den seçtiği beyitleri nakletmiştir. Nakledilen hikaye farklı
bir kaynaktan alınmış ise Mesnevî’den seçilen beyitler orjinalinde tertip edildiği gibi
sıralı bir şekilde nakledilmemiştir.. La’lîzâde Mesnevî’nin farklı ciltleri ve farklı hikayelerinden seçtiği anlam bakımından birbirini tamamlayan beyitleri bir araya getirerek adeta müstakil hikayeler oluşturmuştur.
Örnek olarak dünya kesretinin zararı konusunda, “nükte” başlığı altında
aşağıdaki misali vermiştir.
[40 a]...Miŝāl
bir çeşme ki miķdārınca revāne ola anuñ ķurbunda olan
a].
bāġ u bostān ve gülbün ü gülistān ħoş [40 b] sebz ü ħırāmān ve lāle-i
çendān olur. Ammā seyl olup aķsa ve ne bulursa yıķsa ol śunuñ
fāǿidesi yoķ. Belki ziyānı çoķ. Ķāle tebāreke ve teǾālā;
ّ ٰ َ‫َولَوْ بَ َسط‬
ُ ‫َر َما يَ َٓشا ۜ ُء اِنﱠه‬
َ ‫ﷲُ الر ْﱢز‬
ٍ ‫ض َو ٰل ِك ْن يُنَ ﱢز ُل بِقَد‬
ِ ْ‫ق لِ ِعبَادِه۪ لَبَ َغوْ ا فِي ْاالَر‬
35
.‫صي ٌر‬
۪ َ‫بِ ِعبَادِه۪ خ َ۪بي ٌر ب‬
İmdi benim rūĥum ĥiśśe dünyā ki ķadrince güle ħoşdur ve illā tecrübeye iĥtiyāc yoķ.
Beyt
Kişiye cān baġışlar āb-ı ĥayvān
Velį başdan aşıcaġuz çıķar cān
Meŝeldür, zāhidi başdan çıķardı şeyħ mecnūn eyledi.
―――――――――
35
Allah, kullarına (tümüne birden) rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde mutlaka azgınlık ederlerdi. Fakat O, rızkı
dilediği ölçüde indirir. Şüphesiz O, kullarından hakkıyla haberdardır ve onları hakkıyla görendir (Şûrâ, 4227).
81
Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği
36
MıśraǾ
‫مال مارست مناصب اژدرھا‬
Bu misali verdikten sonra ise Mesnevî’nin muhtelif hikayelerinden derlediği
aşağıdaki beyitleri eklemiştir.
37
‫آنچه منصب ميكند با جاھالن‬
‫از فضيحت كی كند صد ارسالن‬
38
‫حرص بط يك تاست وآن پنجاه تاست‬
‫حرص و شھوت مار و منصب اژدھاست‬
39
‫حرص بط از شھوت خلقست و فرج‬
‫در رياست نيست چندانست درج‬
40
‫بار خود بر كس منه بر خويش نه‬
‫سرورى را كم طلب درويش به‬
41
‫زانكه ھستى سخت مستى آورد‬
‫عقل از سر شرم از دل مى برد‬
42
‫مال مار آمد كه دردي زھر ھاست‬
‫وين قبول جاه ھمچون اژدرھاست‬
Bu konunun devamında “Duyan kulakların iki parça kıkırdak; fakat gene de
dünyaya bir gürültüdür salmışsın, bir ündür yaymışsın.” anlamındaki beyti Mesnevî’nin V.
Cildinden, 1854. beytin ilk mısraı ve 1855. beytin ikinci mısraını birleştirerek nakletmiştir.
‫كوشت پاره از قذر افكنده‬
43
‫طمطراقى در جھان افكندۀ‬
―――――――――
36
37
38
39
40
41
42
43
82
Mal yılandır, makamlar ejderha.
Bilgisizlere, geçtikleri yerin, elde ettikleri makamın yaptığı kötülüğü, yüzlerce arslan bir araya gelse
nasıl yapabilir? (Mesnevi, IV, s. 468, b. 1441).
Kazın hırsı bir kattır, bununsa tam elli kat; şehvet hırsı yılandır, mevki hırsıysa ejderha (Mesnevi,
V, s. 95, b. 517).
Kazın hırsı, boğaza, aşağı yana düşkünlüktendir; fakat başlık, başbuğluk hırsında, bu düşkünlüğün
tam yirmi misli toplanmıştır (Mesnevi, V, s. 95, b. 518).
Yükünü başkasına yükleme, kendin yüklen; baş olmayı az iste yoksulluk daha iyi (Mesnevi, VI, s.
60, b. 328).
Çünkü varlık, pek üstün bir sarhoşluk verir; aklı baştan uçurur; utancı gönülden giderir (Mesnevi,
V, s. 311, b. 1920).
Mal zehirli yılandır; makam ve mansıbın kabûlü ise ejderha gibidir. Bu beytin ikinci mısraı
Gölpınarlı’da farklı bir nüshadan ‫ و آن قبول و سجدۀ خلق اژدھاست‬haliyle tercüme edilmiştir. Buna göre
beytin tercümesi şui şekildedir: Mal zehirli yılandır; halkın makbûl görüşü, secde edişiyse
ejderhâdır (Mesnevi, III, s. 52, b. 782).
Duyan kulakların iki parça kıkırdak; fakat gene de dünyaya bir gürültüdür salmışsın, bir ündür
yaymışsın (Mesnevi, V, s. 299, b. 1854-1/1855-2).
Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies
SAYI 5
Aynı şekilde rızık konusunda İmam Zendûstî’nin Ravzatü’l-Ulemâ adlı eserinden naklettiği Hz. Musa ve konuşan kurtçuk hikayesinden sonra “Nerede sende
Halil gibi dayanıç? Nil’in dibini ana yol haline getirsin; nerede sende bunlar.” anlamındaki
beyti Mesnevî’nin VI. Cildinden, 1350. beytin ilk mısraı ve 1351. beytin ikinci mısraını birleştirerek nakletmiştir.
44
‫آن توكل كو خليالنه تو را‬
‫تا كنی شه راه قعر نيل را‬
Bu tür beyitlerin eserde daha fazla bulunmaması bu durumun bir tarzdan
ziyade müellifin kullandığı Mesnevî’nin nüshasının farklı olması, La’lîzâde
Abdülbâkî’nin beyitleri ezberden yazması ya da müstensihten kaynaklanan bir hatadan ileri gelmesi ihtimallerini ortaya çıkarmaktadır.
La’lîzâde konuyla ilgili naklettiği hikayelerden alınması gereken hisseyi bildirirken “Benim rûhum, hisse...” şeklinde kendi ruhuna hitaben nasihatlerde bulunmuş sonra ihtiyaç duyuluyorsa hikayenin kısaca şerhini yapmıştır.
Örnek olarak Mesnevî’den Mescid-i Aksâ duvarında keçiboynuzu bitmesi
hikayesinin,
“Ĥikāyet Ĥażret-i Mevlevį Meŝnevį-i Şerįflerinde yazar. Ĥażret-i
Süleymān padişāh-ı enįs ü cān Ǿaleyhi’ś-śalavātu’r-raĥmān beytü’lmuķaddesi divlere yapdurdı ve leyl ü nehār içinde Ǿibādete meşġūl
oldı. Bir gün śabaĥ namazına giderken ve endįşe-i āħiret iderken görse
beytü’l-muķaddes gūşesinde bir giyāh taze bitmiş ve uzanup yer
yüzine gitmiş. Ĥażret-i Süleymān bunı gördükde taǾaccübe varup
eydür ki bunda dıraħt yoġıdı bir gicede ne ĥikmet oldı. Ĥażret dıraħta
suǿāl ider ol daħi niyāz ile cevāp ider ki ey Süleymān ben her ne yirde
kim biterüm ol yeri ħarāb iderüm. İsmim ħarnūb ķonulmış ve naśįbim
virānelikde śunulmışdur. Ĥażret daħi varup namazı ķıldı ve tefekkür
idüp bunuñ remzin bildi. Bu işāret baña kāfįdür ve bu nükte şifā-i
şāfįdür. Nitekim ben dünyāda olam bu virān olmaz ve bu baġçenüñ
şükūfeleri śolmaz. Baña Ǿömrüñ āħir oldı ve bu civānlıķ bostānı śoldı
dimek olur.”
şeklinde mensur tercümesini yaptıktan sonra,
Ķālallāhu tebāreke ve teǾālā;
45
َ‫ق اَفَ َال يَ ْعقِلُون‬
ِ ۜ ْ‫َو َم ْن نُ َع ﱢمرْ هُ نُنَ ﱢك ْسهُ فِي ْالخَل‬
Ĥiśśe benüm rūĥum imdį. Rūĥuñ Süleymāndur ve ķalbüñ beytü’lmuķaddesdür. Ruħuñ baġında mūdan eŝer yoġidi. Şimdi śaķal-ı
―――――――――
44
45
Nerede sende Halil gibi dayanıç? Nil’in dibini ana yol haline getirsin; nerede sende bunlar
(Mesnevi, VI, s. 203, 1350-1/1351-2)
Kime uzun ömür verirsek biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı?(Yâsîn, 36-68).
83
Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği
ħāristān ile ŧoldı. Mürūr-ı eyyām ile aġarmaġa başlar. Felegi gör ki
saña ne işler işler.
Beyt
Süleymāna vefā ķılmadı Ǿālem
Ķıyās it bāķisin vallāhu aǾlem
şeklinde hikayede geçen remizlerin kısaca açıklamasını yaparak alınması gereken hisseyi belirtmiştir. Her mensur hikayenin tercümesinden sonra Farsça aslını
da eklemiştir.
Gıdâ-yı Rûh’da “hikâyet, hikayet olınur” şeklinde başlayan 72 adet mensur
hikaye mevcuttur. Bu hikayelerin kaynaklara göre dağılımı şu şekildedir:
Müellif ve Eser İsmi
Hikaye
Mevlana Celaleddin-i Rûmî/Mesnevî-i
21
Feridüddin Attâr/Mantıku’t-Tayr
3
Feridüddin Attâr/Musîbet-nâme
3
İmam Zendustî/Ravzatü’l-Ulema
2
Müslihüddin Şirâzî/Bostan
2
Seyyid
1
Alizâde/Şir’a
Şerhi(Şir’atü’l-
Mevlana Molla Câmî/Baharistan
1
Muhammed
1
el-Kazerûnî/Bahrü’s-
Hüseyin Vaiz Kâşifî/Cevâhirü’t-Tefsîr
1
Zebân-nâme
1
Sürûrî/Şerh-i Mesnevî
1
Farsça Hikayeler
5
Kaynağı Belirtilmemiş Hikayeler
30
Toplam
72
Bu hikayelerden kaynağı belirtilmemiş olanlar Hz. Nuh, Hz. Musâ ve Hz.
İsa (a.s.) Peygamberler ve İbrahim Edhem, Behlül-i Dânâ, Rabiatü’l-Adeviyye ve
Şeybân-ı Râî gibi tasavvufun zirve isimlerine dair menkıbeler mahiyetinde hikayelerdir. Mesnevî’den mensur tercümeler halinde nakledilen 21 hikaye ve hikayelerin
devamında intihab edilen beyitler şunlardır:46
―――――――――
46
84
Hikayelerin başlıkları anlamı bozmayacak nitelikte küçük değişikliklerle A. Gölpınarlı ve Tahirü’lMevlevî’den alınmış ve varak numaraları Gıdâ-yı Rûh’un Milli Kütüphane, Ankara Adnan Ötüken
İl Halk Kütüphanesi, nr., 06 Hk 3014 nüshasına göre verilmiştir.
Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies
SAYI 5
1. Bir töhmet yüzünden anasını öldüren adam ve onu kınamaları
hikayesi, 24a-25a, (Mesnevî, II, s. 137)
“Bir ādem kendü vālidesin öldürmiş. Suǿāl olunduķda dimiş ķapuda
yād ādemle gördüm anuñçün urup öldürdüm. Eyitdiler ķapuya geleni
öldürseñ olmaz mı ve anaña tenbih itseñ olmaz mı idi? Eyitdi ķapuya
günde yetmiş ādem gelür anlaruñ ķanına kim girür? Anamdur öldü
ķapuya kimse gelmez oldı.”
Hadisten, şu güzel, şu iyi öğüdü duy: “Düşmanların en çetini, sizin içinizdedir.” (Mesnevi, III, s. 281, b. 4067)
Bu düşmanın atıp tutmasına kulak verme, kaç ondan; çünkü ayak direyişte,
inatta İblis’e benzer o (Mesnevi, III, s. 281, b. 4068)
Seni dünyaya yöneltir, geçime iter de o sonsuz azabı, ehemmiyetsiz gösterir
sana (Mesnevi, III, s. 281, b. 4069)
A padişahlar dedi; dışarıdaki düşmanı öldürdük ama içimizde ondan beter
bir düşman kaldı (Mesnevi, I, s. 278, b. 1378)
Şunu bil ki safları yaran arslanla savaşmak kolaydır; arslan odur ki nefsini
alt eder (Mesnevi, I, s. 280, b. 1394)
Nefsini öldür de dünyayı dirilt... O, efendisini öldürmüştür, sen onu kendine kul-köle et (Mesnevi, III, s. 164, b. 2505)
Nefsini öldürdün mü, özür getirmekten kurtuldun gitti; çünkü ülkede sana
bir tek düşman bile kalmaz (Mesnevi, II, s. 138, b. 786)
Nefis ahdinde durmaz; onun için de kesilesidir, gebertilesidir, aşağılıktır o,
kıblesi de aşağılık (Mesnevi, IV, s. 482, b. 1654)
Nefis akıllıdır, ince şeyleri bilir ama kıblesi dünyadır; bu yüzden onu ölü bil
(Mesnevi, IV, s. 482, b. 1655)
İçinde böylesine bir düşman var; akla engeldir, cana, mezhebe düşman
(Mesnevi, III, s. 281, b. 4056)
Nefse arpa ekmeği bile haramdır, onu vermek bile yazıktır; sen onun önüne
kepekli undan yapılmış ekmek koy (Mesnevi, V, s. 532, b. 3489)
Tanrı yolunun düşmanını horla; hırsızı minbere çıkarma, darağacına as
(Mesnevi, V, s. 532, b. 3490)
Hırsızın elini kes, bu cezayı, yerinde bul; elini kesemiyorsan bağla bari
(Mesnevi, V, s. 532, b. 3491)
Onun elini bağlamadın mı, o senin elini bağladı gitti; ayağını kırmadın mı,
ayağın kırıldı demektir (Mesnevi, V, s. 532, b. 3492)
Nefsin de bir ejderhadır; ne vakit, nerden ölmüştür o; dertten eline fırsat
geçmediğinden donmuştur ancak (Mesnevi, III, s. 67, b. 1053)
Seni besleyip yetiştirmede beden, anadır ama yüzlerce düşmanından daha
da düşman sana (Mesnevi, VI, s. 214, b. 1407)
85
Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği
2. Yol arkadaşının İsa aleyhisselâm’dan kemikleri diriltmesini istemesi
hikayesi, 35b-36b, (Mesnevi, II, s. 59)
Ĥażret-i Ǿİsā śalavātullāhi Ǿaleyhi ve Ǿalā nebiyyinā bir kimesne ile
yoldaş olup gider. Ol ādemüñ gözi gūr-ħānede bir ķafa kemügine
deger. Ĥażretden temennā ider ve rāh-ı tażarruǾa gider ki ey Rūĥullah
baña ol ism-i pāki taǾlįm eyle ve şerāiŧin bir bir söyle. Tā ki oķıyam
bu üstüħāna rūĥ u rāĥat ĥāśıl ola ve hem göñlüm śafā ve minnet ile
ŧola. Ĥażret daħi buyurur. Ol ism-i şerįfi źikr itmeñe dehen-i pāk ve
ķalb-i nā-tebāk gerek maĥmūma şarāb-ı ķand virilmez ve şūre yirde
sünbül bitmez.
Velĥāśıl ibrām u diķķat ve ihtimām idüp dir. İmdi sizler ŧuruñ ve ol
ism-i şerįfi buyuruñ. Ĥażret daħi ķamu bi-iźnillāhi teǾālā ve taķaddes
didügi gibi ol ĥālde meger bir aslan-ı bed-peyker maķbereden dūrį
geldi ve bu şaĥżuñ başın ķoparup yüregin deldi. Yine gūr-ħāne
ŧarafına yüz ŧutdı ve tįz-rev gitdi. Ĥażret daħi dir ki ķıf yā Esedullah
buyurur yā Ruĥullah niçün bu kişiyi yimedüñ. Yā nebįyullah ben ol
vaķt rıźķım tamām itmedüm ki dünyādan āħirete gitdüm. Yā niçün
öldürdüñ? Niçe öldürmeyeyim bu aślı güm-rāh sizüñ gibi sulŧāna
hem-rāh ola. Kendü iĥyāsına duǾā itdürmeye benim gibi Ǿadūsına
ķuvvet ü rūĥ u devlet-i fütūĥ dileye. İmdi ķıśśadan ĥiśśe Ĥażret-i Ǿİsā
senüñ rūĥuñdur ve ol hem-rāh ten-i bį-çāreñdür. Arslān māl ü
manśıbdur. Evrād u ezkāruñda ve namaz u niyāzuñda dürlü nālişler ve
turfe nevāzişler māl ü manśıb ziyāde olmasın dileyen kimesne
ĥaķķında bu ĥikāye-i ġarįbe ve ķıśśa-i Ǿacįbe įrād itmişdür. Tā ki
Ǿāķile ĥiśśe kāfį ve şifā-ı şāfį ĥāśıl ola.
Ahmağın biri, İsa’ya arkadaş oldu; derin bir çukurda kemikler gördü (Mesnevi, II, s. 59, b. 142)
A yol arkadaşım dedi; hani bir yüce ad okursun da ölüyü diriltirsin ya.
(Mesnevi, II, s. 59, b. 143)
O adı bana da öğret de iyilikler edeyim; onunla kemikleri canlandırayım
(Mesnevi, II, s. 59, b. 144)
Sus dedi İsa, o iş, senin işin değil. O ad, senin soluklarınla, senin sözüne layık bir ad değil (Mesnevi, II, s. 59, b. 145)
O adı söylemeye, yağmurlardan daha temiz bir soluk sahibi, yürüyüşte, meleklerden de daha anlayışlı bir kişi gerek (Mesnevi, II, s. 59, b. 146).
Adam, benim o sırları okumak harcım değilse o adı, kemiklere sen oku dedi
(Mesnevi, II, s. 59, b. 147).
Aşağılık kişiler de her solukta o tertemiz adı anarlar ama, aşkları olmadığında o ad bu işleri görmez (Mesnevi, VI, s. 606, b. 4049).
İsa, O’nun adıyla mucizeler gösterdi; ne yaptıysa, O’nun adıyla yaptı (Mesnevi, VI, s. 606, b. 4050).
86
Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies
SAYI 5
İsa, Yarabbi dedi, bu sırlar da nedir; bu ahmağın, şu savaşa neden gönlü
akmada? (Mesnevi, II, s. 59, b. 150).
İsa o gencin dileğine uydu, kemiklere Tanrı adını okudu (Mesnevi, II, s.
99,b. 458).
Aradan bir kara arslan sıçrayıverdi, bir pençe vurdu adama, bedenini eziverdi (Mesnevi, II, s. 99,b. 460).
Kellesini kopardı, kırdı, beynini akıttı. Zaten kellesi bir cevizdi ki içi yok
(Mesnevi, II, s. 99,b. 461).
İsa, peki dedi, adamın kanını niye içmedin dedi; arslan, rızıklar dağılırken
benim rızkım değildi o dedi (Mesnevi, II, s. 100,b. 464).
Nice kişiler vardır ki o kükremiş arslan gibi, avlandığını yiyemeden dünyadan geçmiş gitmişlerdir (Mesnevi, II, s. 100,b. 465).
Payı bir saman çöpü değildir de hırsı dağ gibi, Tanrı’ya yüzü yok; halk katında değerli (Mesnevi, II, s. 100,b. 466).
A bize güç şeyleri kolaylaştıran, dünyada, olmayacak şeylerden sen bizi kurtar (Mesnevi, II, s. 100,b. 467).
Rızık diye gösterdiğin meğer tuzakmış. Herşeyi nasılsa öyle göster bize
(Mesnevi, II, s. 100,b. 468).
3. Yoksul bedevi arabın hikayesi; azlık, yoksulluk, yüzünden karısıyla
arasında geçenler hikayesi, 37b-38a (Mesnevi, I, s. 430-431)
Mār-gįrler yılanı ŧuŧmaķ ķaśdın itseler ve śaĥrā ŧarafına gitseler
Ǿādetleri ism-i aǾžām oķımaķ ve yılanı bu ŧarįķ ile [38 a] śayd itmek
imiş. Yılan daħi zebān-ı ĥāl ile dir ki ey mār-gįr ne bed-baĥt-ı şaķį ve
bed-aśl-ı ġanį imişsin ki bu aśil nām-ı pāki benim gibi nā-pāke beźl
itdüñ ve rāh-ı rastı ķoyup đalāle gitdüñ. Ammā bu bį-çāre ne saǾādetlü
başım varmış ki böyle ħabįŝ iken cān u tenümi ol nām-ı şerįfe fedā
itdüm ve rāh-ı fenādan dār-ı beķāya şehādetle gitdüm.
Ĥiśśe benim rūĥum evrād-ı eźķār-ı dünyā-yı deniyye-i
fānįye içündür ve vesāvis ķalbüñ ile ŧolmaķ hemān ism-i aǾžam ile
yılan śayd iden ve tiryāķı ķoyup zehre gidendür.
Yılan, a afsuncu der; hele hele, kendi afsununu gördün ya, bir de benim afsunumu gör (Mesnevi, I, s. 430, b. 2345).
Sen, beni halka rüsvây etmek, benim yüzümden para kazanmak için Tanrı
adıyla afsunladın, beni kandırdın (Mesnevi, I, s. 431, b. 2346).
Ama beni, Tanrı’nın adı bağladı, senin dileğin değil; Tanrı adını tuzak ettin,
yazıklar olsun sana (Mesnevi, I, s. 431, b. 2347). Bu beyit M’de yoktur.
Tanrı’nın adı, öcünüalır senden; ben canımı da Tanrı adına ısmarladım, bedenimi de (Mesnevi, I, s. 431, b. 2348).
87
Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği
Tanrı, ya benim sokmamla can damarını koparır, ya da benim gibi seni de
zındana sokar (Mesnevi, I, s. 431, b. 2349).
4. Bir yılancının başka bir yılancıdan yılan çalması hikayesi, 38b-39a
(Mesnevi, II, s. 57)
Bir mār-gįrüñ bir yılanı var imiş. Ġāyet pesende ve dil-peźįr ve mārgįrler yanında bį-nažįr imiş. Ānuñ sebebinden niçe altun ve aķçaya ve
bāġ ile baġçeye mālik olmış. Bir gün bir mār-gįr bunı görür ve yılana
Ǿāşıķ olur. Gelüp mezkūre şākird olur ve nice müddet ħiźmet ķılur. Bir
gün fırśatın bulur. Yılanı ķutısına ķoyar ve ol şehrden çıķup gider. Yılan śāĥibi ġam u ġuśśadan cigeri pāre ve yüregi yārelenüp çoķ
tefaĥĥuś ve tecessüs ider. ǾĀciz olup mescid ŧarfına gider. Ārį ābdest
alur ve iki rekǾat namaz ķılur. Śoñra duǾā ider. Ĥaķķ celle ve Ǿalā
ilhām ider ki ķıble cānibine [39 a] olan yola revāne ol ve anda Ĥaķķ
celle ve teǾālanuñ ķudretiyle yılanuñı bul. Bu daħi dāmen der-miyān
idüp gider. Yolı bir püşteye irer. Görse bir ādem ölmiş ve boġazunı yılan śoķmış. Yılanı görür kendü sevdügi yılandur ve ölen daħi kendüye
şākird olandur. Rabb-i aǾlāya tażarruǾ ve zārįler ķılur ve yılan
kendüden gitdügin Ǿayn-ı ġanįmet bilür ki ey Raĥįm ü Raĥmān eger
bu sevdügim yılan ger bende olaydı taĥķįķ żararı baña idi.
İmdi ĥiśśe dünyā istersen Ĥażret-i Ĥaķķ celle ve Ǿalā
virmez. Ĥikmeti vardur irilmez ve gizlü lüŧufları bilinmez.
Bir hırsızcağız, yılancının birinden bir yılan çaldı; ahmaklığından onu, ganimet saymadaydı (Mesnevi, II, s. 57, b. 136).
O yılancı, yılan sokmasından kurtuldu; o yılan da hırsızını sokdu; ağlaya inleye öldürdü (Mesnevi, II, s. 57, b. 137).
Yılancı onu gördü, tanıdı; onu dedi, benim yılanım, candan etti (Mesnevi,
II, s. 57, b. 138).
Canım onu bulmayı, yılanı ondan almayı istiyordu; buna dua edip duruyordum (Mesnevi, II, s. 57, b. 139).
Tanrı’ya şükür olsun ki o dua kabul edilmedi; ben ziyan sandım, o kar oldu
(Mesnevi, II, s. 57, b. 140).
Nice dualar vardır ki ziyan etmedir, ölüp gitmedir; noksan sıfatlardan münezzeh Tanrı, ululuğundan duymaz o duayı (Mesnevi, II, s. 57, b. 141).
Bu beyit A. Gölpınarlı ve T. Mevlevi’de yoktur.
Ayak kırıldı mı Hak, kanat bağışlar; O, kuyu dibinde bile bir kapıyı açar
(Mesnevi, III, s. 335, b. 4809).
İster ağaç üstünde ol, ister kuyu dibinde; buna bakma, bana bak, beni gör,
benim yolu açan anahtar der (Mesnevi, III, s. 335, b. 4810).
88
Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies
SAYI 5
5. Aktar terazisindeki kili yiyen müşteri hikayesi 43b-44a, (Mesnevi, IV,
s. 400).
Vilāyet-i Ǿacemde Ǿaŧŧār olan kimesnelerüñ terāzūdeki ŧaşları kül ile
ķarışmış kil olur. Bir rustāyįye şeker ĥācet olur. ǾAttārlar bazarına
varur. Bir pįr-i nātüvānį görür dükkānda oturur ve isteyene sükker
virür. Bu daħi selām virüp sükker diler. Pįr daħi büsr-i çeşm diyüp
śanduķa el çalar. Rustāyį ŧamaǾ idüp terāzūdan [44 a] külüñ bir nicesin
işler ħoşca gelüp ħordenlemege başlar. Göñülden dir ki sükker śāĥibi
görmese ve śoñra baña śormasa. ǾAŧŧār gūşeye çeşm ile nažār idüp dir
ki baña ziyān yoķ ger az ve ger çoķ her ne miķdār ki yidüñ ve dįnden
ol ķadar eksük ķoduñ.
Benim rūĥum ĥiśśe ne miķdār dünyā artsa ol ķadar ahret eksülür.
Maġrib ile maşrıķ arasına beñzer. Ne miķdār maşrıķ ŧarafına teveccüĥ
olınsa maġrib dūr olur ve hem gice ile gündüz gibi ne miķdār gündüz
ziyāde olsa gice noķśān bulur ve hem kefe-i [44 b] mįzān gibi olur biri
artsa biri eksilür ve hem iki żarraya beñzer. Biri ħoşnūd olsa biri
incinür.
Sen benim kilimi çalıyor, yiyip bitiriyorsun ama yürü be; gerçekte kendi yanını-yağlarını yemedesin sen (Mesnevi, IV, s. 401, b. 640).
Oyalanıyorum ama kamışımdan fazla şeker elde etmeni hoş görecek kadar
da ahmak değilim (Mesnevi, IV, s. 401, b. 642).
Tartınca alacağın şekerin ne kadar olduğunu görür de kimin ahmak olduğunu, kimin haberi olmadığını anlarsın (Mesnevi, IV, s. 401, b. 643).
Ümmetlerin ışığı, “ Bu dünya ile o dünya birbirine zarar veren iki ortaktır”
demedi mi? (Mesnevi, IV, s. 599, b. 3208).
Demek ki buna kavuşmak, ondan ayrılmaktır; bu bedenin sağ esen oluşu,
canın hastalığıdır (Mesnevi, IV, s. 599, b. 3209).
Şu geçitten ayrılmak insana güç gelir; demek ki o duraktan ayrılmak, daha
da güç; bunu böyle bil (Mesnevi, IV, s. 599, b. 3210).
Resimden ayrılmak, sana güç geliyor; peki, ressamdan ayrılmak, ne kadar
güç gelecek? (Mesnevi, IV, s. 599, b. 3211).
Şu kara suya bile dayanamıyorsun; Tanrı kaynağının hasretine nasıl
dayabiliyorsun? (Mesnevi, IV, s. 599, b. 3213).
A aşağılık dünyaya sabredemeyen, a dost, Tanrı ayrılığına nasıl dayanabiliyorsun, nasıl? (Mesnevi, IV, s. 599, b. 3212).
A aşağılık dünyaya dayanamayan, yeri en güzel bir şekilde döşeyenden ayrı
kalmaya nasıl dayanıyorsun? (Mesnevi, II, s. 429, b. 3078).
89
Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği
6. Kazvinlinin omzuna dövmeyle arslan resmi yaptırması hikayesi, 45a46b (Mesnevi I, s. 541).
Ķazvinįlerüñ Ǿādet-i ķadįmeleri bunuñ üzerine imiş ki dilāver olanlar
başlarına bir yapraķ śoķarlar imiş ve arķalarında igne ile birer arslan
şekli iderler imiş. Tā ki ĥammāma giren ādemler bunuñ bahādır idügin
bileler ve buña dürlü riǾāyetler ideler. İttifāķa bir rüstāyį gelür ve
ĥammāma girür. Suǿāl idüp cevābı bilür. Dellāka dir ki baña daħi bu
şekl-i arslanı idübirseñ andan meśāliĥüñe gitseñ ammā şekli büyücek
olsun ki görüne dilāverligüm ıraķdan bilüne. Üstād daħi Ǿale’r-reǿs
diyüp resm ider ve kendüye lazım olanı ider. Rüstāyį igne đarbından
ŧurur ve ellerin arķasına urur. Dir ki ey üstād arslanuñ niresinden
ibtidā itdüñ? Ve şimdi nihāyetine mi gitdüñ? Üstād daħi cevap virüp
dir ki başundan henüz başladum. Şöyle žann mı idersin ki tamām işim
işledüm. Rustāyį dir ki imdi kerem ķıl [46 a] ġayrı yirine başla ve hem
işüñi ahestece işle başı lāzım degildür nidelüm. Bir Ǿużvuna daħi
gidelüm. Üstād daħi andan ferāġat ider ve ayaġı ŧarafına gider bir ķaç
igne daħi āña urur ve rüstāyį girü ayaķ üzerine ŧurur. Dir ki hey üstād
şimdi ķāndesin ki cānum aǾzuma geldi ve vücuǾı boġazumı deldi.
Üstād daħi dir ki ayaġın iderüm śoñra ķuyruġına giderüm. Meded
ayaġı lāzım degil ķuyruġına git anı daħi yapça yapça it. Üstād daħi
ķuyruġı cāyına gider ve āña daħi bir ķaç igne đarb ider. Rüstāyį śabr
itmeyüp dir ki ķuyruġı daħi olmasun ammā gine şekli arslan olsun.
Üstād daħi dir ki hey bį-çāre ve sevdā-yı ħām ile cigeri yāre. Bir
arslanuñ başı ve ayaġı [46 b] ve ķuyruġı olmaya ol niçe şekl arslan ola
ve gören andan niçe heybet ala.
Benim rūĥum ĥiśśe oruclar ve Ǿibādetler olmasun ve hem dünyā vāfir
ve devlet ķāhir daħi olsun gine aħiret tamām olsun dimek ħayāl-i
muhāl ve rāh-ı đalāldür.
Rivayet edenden şu hikayeyi duy: Kazvinlilerde adetti; (Mesnevi, I, s. 514,
b. 2993).
Bedenlerine, ellerine, omuzlarına, kendilerine zarar vermeyecek tarzda, iğne
ucuyla mavi dövmeler dövdürürlerdi (Mesnevi, I, s. 514, b. 2994).
Kazvinlinin biri tellağa gitti; bana bir dövme döv, ama tatlılıkla, canımı
acıtmadan dedi (Mesnevi, I, s. 514, b. 2995).
Tellak, a yiğit dedi ne resmi döveyim? Kazvinli, kükremiş bir arslan döv
dedi (Mesnevi, I, s. 514, b. 2996).
Tellak iğneyi batırınca acısı omuzuna çöktü (Mesnevi, I, s. 515, b. 2999).
Yiğit, usta diye inledi; öldürdün beni; ne resmi dövüyorsun dedi (Mesnevi,
I, s. 515, b. 3000).
Kuyruksuz, başsız, gövdesiz arslanı kim görmüştür? Tanrı bile böyle bir
arslan yaratmamıştır (Mesnevi, I, s. 516, b. 3013).
90
Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies
SAYI 5
A kardeş, iğne yarasına dayan da ateşe tapan nefsinin yarasından kurtul
(Mesnevi, I, s. 516, b. 3014).
7. Aşıkın kendini kınayanlara cevap vermesi hikayesi, 48a-48-b (Mesnevi, III, s. 275).
Bir bülbül ki ķafesüñ ŧaşrasında gürbe ve yāħud ġayrı Ǿadūlarından birin görse hiç başın ŧaşra çıķarmaz. Belki daħi ziyāde śaǾb-ter olsa
ķafeś der ammā ŧaşra aġyārdan ħāli ve mergzar-ı nā-mütenāhį görse
her sū-i rāħdan baş ve terk-i Ǿayş u maǾaş idüp ŧaleb ħalāś u necāt
olduġına şübhe mi var?
İmdi ĥiśśe bu ħākį ten ķafesde murġ-ı cān ħabsden ħalāśa cehd ü saǾy
itdükde sebeb oldur ki aǾmāl-i bed-girdār eŧrāf u eknāfın alup
ħavfından nice ħalāś belki ķafes [48 b] melce-i ħāś olur.
Ölüm tatlı geliyor bana; bu yurttan göçüşüm, kuşun kafesi bırakıp uçması
sanki (Mesnevi, III, s. 275, b. 3952).
Öyle bir kafes ki bağ içindedir. İçerisindeki kuş dışarıdaki gülistanı ve ağaçları görür (Tahirü’l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevi, III, s. 1031, b. 11605).
Bahçeye konan kafesteki kuş, bir hoşça hürriyet hikayeleri söylerler (Mesnevi, III, s. 275, b. 3953).
Kafesin içindeki kuş, o yeşilliği görür de ne birşey yiyebilir, ne sabrı, kararı
kalır (Mesnevi, III, s. 275, b. 3954).
Belki ayağındaki bağ çözülür diye her delikden başını çıkarır durur (Mesnevi, III, s. 276, b. 3956).
Gönlü de dışarıdadır, canı da; o kafesi, bir açıverirsen ne yapar? (Mesnevi,
III, s. 276, b. 3957).
8. Delinin Calinus’a yaltaklanması hikayesi, 53a (Mesnevi, II, s. 312-313)
Calinus bir gün yolda gider. Bir divāne buña nažar ider. Hemān evine
gelür ve şākirdlerinden birini bulur. Baña falan ĥoķķayı getür
maǾcundan yiyeyim śoñra derdimi saña diyeyim. Şākird daħi hey
sulŧānım bu niçe cevāp ola ki divāneler maǾcunı sizlere devā ola.
Cevāp virüp dir ki bugün baña bir divāne nažar itdi. Śandum ki olanca
Ǿaķlım gitdi.
Ĥiśśe benim rūhum dünyāyı sevende Ǿaķıl mı olur ki leyl ü nehār
muśāĥabetüñ ehl-i dünyā ile belki fısķa-i ĥasere veyā kefere-i fecr ile
ola.
91
Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği
9. Birisinin, Tanrı suçuma bakmıyor demesi; Şuayb’ın cevabı hikayesi,
66a (Mesnevi, II, s. 453)
Ĥażret-i ŞuǾayb śalavātullāhu Ǿaleyhi ve Ǿalā nebiyyinā’dan bir kimesne suǿāl ider ki her gün nice dürlü günahlar iderüm aĥşam śaġ ve
selāmet evime giderüm. Hiçbir yirden bir belā veyā cānuma bir cefā
irmeyüp bu minvāl üzre gider. Ĥālim neye irer. Ĥażret-i ŞuǾayb
Ǿaleyhisselām daħi buyurur ey bį-çāre mekr-i Ĥaķķdur. Ķālallāhu
tebāreke ve teǾālā;
47 ۟
ّ ٰ ‫ﷲِ فَ َال يَأْ َمنُ َم ْك َر‬
ۚ ّ ٰ ‫اَفَا َ ِمنُوا َم ْك َر‬
. َ‫ﷲِ اِ ﱠال ْالقَوْ ُم ْالخَا ِسرُون‬
MıśrāǾ [66 b]
Emįn olmañ benüm mekrimden aślā. Her kime ki ħilāf-ı rāh-ı rıżā hoş
gele nişanı ehl-i cehennemdür bile.
İmdi ey ġāfil dünyā niǾmetlerinüñ ekŝeri istidrāc ve śoñra baħāne ilāç
olmaduġın Ķurān-ı Kerįmde olan ķıśśadan ĥiśśe alup, kemā ķālallāhu
tebāreke ve teǾālā fį sūreti’l-enǾām;
ٓ
‫َي ۜ ٍء َح ٰتّى اِ َذا فَ ِرحُوا بِ َمٓا اُ ۫وتُٓوا‬
ْ ‫اب ُك ﱢل ش‬
َ ‫فَلَ ﱠما نَسُوا َما ُذ ﱢكرُوا بِه۪ فَتَحْ نَا َعلَ ْي ِھ ْم اَ ْب َو‬
48
َ‫اَخ َْذنَاھُ ْم بَ ْغتَةً فَا ِ َذا ھُ ْم ُم ْبلِسُون‬
[67 a] FirǾavn-ı bį-Ǿavn dört yüz yıl Ǿömr ü salŧanat sürüp bir gün başı
ve dişi aġrımayup ve Ǿıyş u nūşdan ħāli olmayup bir gice nā-murād
olmadı. Ammā śoñra, ķālallāhu tebāreke ve teǾālā;
49 ۜ
‫فَ َغ ِشيَھُ ْم ِمنَ ْاليَ ﱢم َما َغ ِشيَھُ ْم‬
Şuayb’ın zamanında birisi, Tanrı diyordu, bende bunca ayıplar gördü (Mesnevi, II, s. 453, b. 3372).
Kaç kere günahlar, cürümler gördü de kereminden kusuruma kalmadı benim (Mesnevi, II, s. 453, b. 3373).
Yüce Tanrı, Şuayb’ın kulağına, gizlilik yoluyla, ona cevap verip dedi ki:
(Mesnevi, II, s. 453, b. 3374).
Kaç kere cezanı verdim senin, kaç kere; ama senin haberin yok. Baştan
ayağa dek zincirler içinde kalmışsın (Mesnevi, II, s. 453, b. 3377).
―――――――――
47
48
49
92
Allah’ın azabından emin mi oldular? Fakat ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah’ın (böyle) mühlet
vermesinden emin olamaz (A’raf, 7-99).
Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, (indirmiş olduğumuz sıkıntı ve musibetleri kaldırıp) üzerlerine her
şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman onları ansızın yakaldık,
birden bire onlar bütün ümitlerini yitirdiler. [Önceki ümmetler, kendilerine gönderilen peygamberlere
iman etmedikleri için Allah onlara çeşitli darlık ve musibetler verdi; fakat onlar yine inanmadılar.
Cenab-ı Allah, cezalarını artırmak için onlara bütün nimetlerin kapılarını açtı, bol rızık ve
nimetlere gömüldüler. Nimetin gerçek sahibine şükredecekleri yerde zevk ve safaya daldılar, O’nu
unutup şehvetlerine teslim oldular. İşteböyle tam bir sarhoşluk ve dalgınlık anında Allah onları
yakaladı da neye uğradıklarını bilemediler, ne yapacaklarını düşünmekten âciz kaldılar ve helâk
olup gittiler.] (En’âm,6-44).
Deniz onları gömüp boğuverdi.(Tâhâ, 78)
Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies
SAYI 5
10. Tam akıllı, yarım akıllı ve hiçbir şey olmayan; bu sıfatlarda üç balık hikayesi, 76a-77a (Mesnevi, IV, s. 525-528)
Üç balıķ deryāda giderler ve seyr ü teferrüc iderler. Bu ĥāl üzre giderken meger gözlerine bir yirde vāfir dāne deger. Biri dir ki bu dānenüñ
altında dāmı olur ŧamaǾ idüp yiyen yol mı bulur. Hele ben ķaǾr-ı
deryāya giderüm ve açlıġuma ķanāǾat iderüm ve biri daħi dir ki bir
miķdār yiyelüm śoñra firār idelüm ve biri daħi dir ki bu arada dām
yoķ ve dāne ise çoķ. Evvelki balıķ ħaźer idüp ķaçar ve selāmet [76 b]
ķapusın kendüye açar. İkinci dāmuñ köşesinde bulunur ve bir
ķulaġından dāma aśılur. Üçünci bį-çāre gör ki ĥırśından neler çeker.
Śayyād buları görür ve dāmın ŧaşra düşürür. Gūşundan ŧululan
kendüyi ölürlüge urur ve ķārnını śu üzre getürür. Śayyād görür ki ölmüş. Alup deryāya atar. Ħalāś olup yoldaşınuñ ardından yeter. Buña
sergūzeştinden suǿāl ider. Bu daħi dürlü belā ile ħalāśından ħaber ider.
Yā ķanı ol bir yoldaşuñ ħāli nedür yoħsā giriftār mıdur? Pes ol balıķ
daħi eydür yoldaşımuz ziyādece ŧamaǾ itdi śayyāduñ sepedine gitdi.
Ĥiśśe imdį ey Ǿāķil nefs ü hevā kāmına ve dünyānuñ dāmına düşüp
[77 a] cemǾ-i māl u žulm u bāl u fısķ u đalāl śoñı ħˇāb-ı ĥayāl idügin
bilürken bu ħırś bu ġaflet nedür.
11.
Fil yavrusu yiyenler hikayesi, 78b-80a (Mesnevi, III, s. 11-13-14)
Bir nice kimesne vilāyet-i Hindüstāna sefer iderler ve seyr ü ticārete
giderler. Ĥįkmet-i Rabbānį ve Ǿināyet-i subĥānį bunlaruñ yolları
üzerine bir ādem gelür ve bunlara naśįĥat virür dir ki sizlere cān u dil
ile naśįĥat iderüm ve śoñra yine ben meśāliĥüme giderüm. Varacaķ
menzilüñüz ķatı muĥāŧaradur. Aślā yiyecek nesne bulunmaz. Berg ü
tere ile ķanāǾat idesiz ve didügim ŧarįķa gidesiz. Olmaya ki filbeççeleri śayd itmege ŧamaǾ olına yiyüp śoñra sizlerde nişānı buluna
veyāħud rayiĥasından biline. Fil ķatı yavuzdur bir nice fersaħ
arduñuzca gider śoñra sizi helāk ider. Ve hem şimdi fil-beççeleri şikār
itmesi ķatı asān ammā śoñı ziyān-ender-ziyān. Nümāyişi [79 a] laŧįf ü
semįn ammā ānesidür kemįndür. Hele işte ben naśiĥat itdüm ve yine
yolıma gitdüm diyüp ol aradan gitmiş ve kendüye lāzım olanı itmiş.
Bunlar daħi kendü yollarına giderler ve ol nāśuĥuñ virdügi ħaberi
tefekkür iderler. Bir niçe fersaĥ gitmişler ve bir semiz fil-beççe
gördiler. Ķarınları ķatı aç olup ve śabra mecāl ķalmayup fil-beççeyi
şikār idüp ve laŧįf kebāb idüp yirler ve ellerin ve aġızların yurlar.
Ammā içlerinden biri yimeyüp perhįz ider ve bunlara muĥālefet ider.
Dir ki ben nāśıĥ sözin ŧutarum ve berg ü tere ile ķanāǾat iderüm. Tā ki
śoñra baña ziyān olmaya ve baġrum ķanla dolmaya. Ve’l-ĥāśıl
cümlesi ol arada düşüp yaturlar ve ħırś u ŧamaǾlarından [79 b] ħˇāb u
ġāflete varurlar. Bu yimeyen bį-çāre çoban ķoyun sürüsin bekler gibi
oturur. Śabr ile kendüye saǾādet-i sermed getürür. Hemān ol dem
93
Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği
görür ki bir fil sehm-nāk ejderhā gibi segirdüp gelür ve bu derdmendüñ boġazın alur. Bunı öldürmege dişlerin biler ve üç kez bunuñ
aġzın ķoħular. Görür ki bu bį-çārede ol aśl-ı rayiĥa yoķ ve ġayrıları
boġazlarına degin ŧoķ. Bunı ķoyup ġayra varur ve her birinüñ aġzını
tamām ķoħulayup görür kimini ŧutup iki yırtar ve kimini havāya atup
yirlere çalar. Cümlesin anda helāk ider ve bu bį-çāreye vāfir defįne
irsāl ider.
Ĥiśśe Ĥażret-i nāśıĥ ki Faħr-ı Ǿālem śāllallāhu Ǿaleyhi ve sellem
ĥażretleridür devlet ile dünyāya geldiler. [80 a] ve Ķurān-ı Kerįmü’şşān getürdiler ve bize tamām necāt u đalāl ve ĥarām u ĥelāl yolların
beyān u Ǿayān itdiler. SaǾādetle girü sefer idüp āħirete gitdiler. İmdį
dünyāda kişinüñ Ǿıyş u maǾāşı ve kirde ve aşı hemān ķuvvet-i lāyemūt. Ne an ki lūt u pūt ola ve ķarnı ĥarām ile ŧola.
İmdi rūĥum gerçe fil-beççe semz ü laŧįf ammā śoñra fil yavuz
ĥerįfdür. Maķberede münkir ve nekir gelür ve Rabbün ve nebįñ
kimdür diyū nidā ķılur ve būy-ı dehānuñda seni bilür. Aña göre cezā
ķılur.
Ķālallāhu tebāreke ve teǾālā;
50 ْ ْ
‫اصي َواالَق َد ۚ ِام‬
۪ ‫يُ ْع َرفُ ْال ُمجْ ِر ُمونَ بِ ۪سيمٰ يھُ ْم فَي ُْؤ َخ ُذ بِالنﱠ َو‬
Duydun mu, Hindistan’da bir bilgin, dostlardan bir topluluğu gördü.(Mesnevi, III, s.,11, b.69).
Dedi ki: Karnınız bomboş, açsınız; açlık kerbelasından birçok zahmetlere
düşmüşsünüz (Mesnevi, III s.11, b. 72).
Ama Allah için olsun a ulu toplum, Allah için olsun, sakın fil yavrusunu
yemeyin (Mesnevi, III, s.11, b. 73).
Şimdi gideceğiniz bu yanda filler vardır; fil yavrusunu vurup kırmayın; dinleyin sözümü (Mesnevi, III, s.11, b. 74).
Yolunuzda fil yavruları vardır; onları avlamayı gönlünüz pek ister (Mesnevi,
III, s.11, b. 75).
Pek güçsüz-kuvvetsizdir, pek güzeldir, pek semizdir onlar; fakat anaları, pusudadır, korur onları (Mesnevi, III, s.11, b. 76).
Yavrusunun ardına düşer; bağırıp ah ederek yüz yıllık yol alır (Mesnevi, III,
s.11, b. 77).
Fil, hepsinin ağzını bir bir koklamakta, hepsinin midesinin çevresinde dolaşmaktaydı (Mesnevi, III, s. 13, b. 105).
Yavrusunu kim kebap etmiş, yemişse onu bulup öcünü almak, zorunu göstermek istiyordu (Mesnevi, III, s. 13, b. 106).
―――――――――
50
94
Suçlular simalarından tanınır da, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.(Rahmân, 55-41)
Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies
SAYI 5
Öğüt veren, öğüdümü dinleyin de gönlünüz, canınız, sınanmalara uğramasın dedi (Mesnevi, III, s. 14, b. 138).
Otları, yaprakları yeter bulun; fil yavrularını avlamaya pek varmayın (Mesnevi, III, s. 15, b. 139).
Ben, boynumdaki öğüt verme borcunu ödedim; öğüt dinlemenin sonu, kutluluktan başka ne olur ki? (Mesnevi, III, s. 15, b. 140).
Bu sözleri söyledi, hadi, hayırlara karşı dedi, gitti... O uzun yolda onlar, kıtlığa düştüler, acıktılar (Mesnevi, III, s. 15, b. 143).
Ansızın ana yolda, yeni doğmuş, semiz bir fil yavrusu gördüler (Mesnevi,
III, s. 15, b. 144).
Esrik kurtlar gibi üstüne üşüştüler; onu yediler, tertemiz ettiler; bu işten el
yudular (Mesnevi, III, s. 15, b. 145).
Yol arkadaşlarından biri yemedi; onlara da yememeleri için öğüt verdi.
Çünkü o yoksulun sözleri hatırındaydı (Mesnevi, III, s. 15, b. 146).
O söz, fili kebap etmesine engel oldu... Sana da eski akıl, yeni bir baht bağışlar (Mesnevi, III, s. 15, b. 147).
Yiyenler düşüp yattılar, hepsi de uykuya daldı... Oysa açtı; sürünün içindeki
çoban gibi uyanıktı (Mesnevi, III, s. 15, b. 148).
Derken gördü kicoşmuş, köpürmüş bir fil geliyor... Fil, önce o bekçiye doğru koştu (Mesnevi, III, s. 15, b. 149).
Ağzını üç kere kokladı; fakat ondan hiçbir kötü koku gelmedi (Mesnevi,
III, s. 15, b. 150).
Birkaç kere çevresinde döndü dolaştı, gitti... O koca fil, ona bir ziyan vermedi, incitmedi onu (Mesnevi, III, s. 15, b. 151).
Uyuyanların hepsinin de ağızlarını kokladı; onların ağızlarından koku gelmedeydi (Mesnevi, III, s. 15, b. 152).
Filin yavrusunu kızartıp yemişlerdi; fil de hemencecik onları paraladı (Mesnevi, III, s. 15, b. 153).
Her birini havaya kaldırıp yere çaldı; paramparça etti (Mesnevi, III, s. 15, b.
155).
A halkın başına geçip kanını emen, vazgeç bu işten de halkın kanı, savaşa
düşürmesin seni (Mesnevi, III, s. 15, b. 156).
Mallarını gerçekten de kanları bil; çünkü mal, güçle, çabayla elde edilir
(Mesnevi, III, s. 15, b. 157).
Düzen kuranı fil, rezil etti; fil yavrusunun kokusunu bilir (Mesnevi, III, s.
15, b. 160).
Vah hâline o kişinin ki mezarda ağzını koklayan, ya Münkerdir, ya Nekir
(Mesnevi, III s.13, b. 109).
95
Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği
12. Hırsızların koçu ve elbiseyi çalması hikayesi, 86a-87a (Mesnevi,
VI, s. 87-88)
Bir düzd-i Ǿayyār ve bir mekkār-ı ġaddar bir ādemüñ ķoçın uġurlar. Ol
bį-çāre derd ile yüregi yāre her ŧarafa gider ve ķoçın ŧaleb idüp tecessüs ider. Gine bu merdüñ Ǿayyār-ı bį-inśāf ve ŧarrār bir ķuyı kenarında
oturur ve gözlerinden yaşlar getürür. Bu derd-mend anı görür ve yanına varur ŧurur. Teraĥĥum idüp dir ki ey miskin ne aġlarsın [86 b] ve
derd ile yürekler ŧaġlarsın. ǾAyyār daħi dir ki niçe girye itmeyeyim şol
biñara beş yüz altunum düşdi ve nikbāt arzusı başıma üşdi. Her kim
çıķarursa eylük bulsun ve hem yüz filori anuñ olsun. Bu bį-Ǿaķl daħi
dir ki hiç böyle fāide ele girmez ve bu deme kimse bir daħi irmez bir
ķoc gitdi ise on ķoc bahāsı ele girdi diyüp şād-mān olur. Hemān
śoyınup ķuyıya girür. Ol Ǿayyār-ı bį-şefķat u ħūn-ħˇār-ı bį-merĥamet
bu bį-çārenüñ olanca esbābın alup ol aradan nā-bedįd olur.
Ĥiśśe ol ķoç geçen Ǿömr-i nāzenįn idi gitdi. Nefs ile şeyŧān
buyuruġında ne çāre bāķį Ǿömri bāri ķaftan gibi uġurlatmadın [87 a]
gözüñ aç bir pāre.
13. Mescid-i Aksâ’da keçiboynuzunun bitmesi hikayesi, 89a-89b
(Mesnevi, IV, s. 462)
Ĥażret-i Süleymān padişāh-ı enįs ü cān Ǿaleyhi’ś-śalavātu’r-raĥmān
beytü’l-muķaddesi divlere yapdurdı ve leyl ü nehār içinde Ǿibādete
meşġūl oldı. Bir gün śabaĥ namazına giderken ve endįşe-i āħiret
iderken görse beytü’l-muķaddes gūşesinde bir giyāh taze bitmiş ve
uzanup yer yüzine gitmiş. Ĥażret-i Süleymān bunı gördükde taǾaccübe
varup eydür ki bunda dıraħt yoġıdı bir gicede ne ĥikmet oldı. Ĥażret
dıraħta suǿāl ider ol daħi niyāz ile cevāp ider ki ey Süleymān ben her
ne yirde kim biterüm ol yeri ħarāb iderüm. İsmüm ħarnūb ķonulmış ve
naśįbim virānelikde śunulmışdur. Ĥażret daħi varup namazı ķıldı ve
tefekkür idüp [89 b] bunuñ remzin bildi. Bu işāret baña kāfįdür ve bu
nükte şifā-i şāfįdür. Nitekim ben dünyāda olam bu virān olmaz ve bu
baġçenüñ şükūfeleri śolmaz. Baña Ǿömrüñ āħir oldı ve bu civānlıķ
bostānı śoldı dimek olur.
Ķālallāhu tebāreke ve teǾālā;
51 ُ
َ‫ق اَفَ َال يَ ْعقِلون‬
ِ ۜ ْ‫َو َم ْن نُ َع ﱢمرْ هُ نُنَ ﱢك ْسهُ فِي ْالخَل‬
Ĥiśśe benüm rūĥum imdį. Rūĥuñ Süleymāndur ve ķalbüñ beytü’lmuķaddesdür. Ruħuñ baġında mūdan eŝer yoġidi. Şimdi śaķal-ı
ħāristān ile ŧoldı. Mürūr-ı eyyām ile aġarmaġa başlar. Felegi gör ki
saña ne işler işler.
―――――――――
51
96
Kime uzun ömür verirsek biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı?(Yâsîn, 36-68).
Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies
SAYI 5
Derken Süleyman, bir bucakta, salkım gibi bir yeni otun bittiğini gördü
(Mesnevi, IV, s. 462, b. 1373).
Süleyman, adın ne senin, dilsiz, dudaksız söyle bakalım dedi. Ot, a dünyanın padişahı dedi, adım keçiboynuzu (Mesnevi, IV, s. 462, b. 1376).
Süleyman senin ne hâssan var diye sordu; keçiboynuzu, ben nerede bitsem
dedi, orası yıkılır gider (Mesnevi, IV, s. 462, b. 1377).
Benim adım harrubdur, durağım da harap yer; ben şu balçığın yıkıcısıyım
(Mesnevi, IV, s. 462, b. 1378).
Bunun üzerine Süleyman, çabucak anladı ki eceli gelmiş, yola düşmek gerek
(Mesnevi, IV, s. 462, b. 1379).
14. Hali sözüne uymayan adamın hikayesi (Kocasını halayığından
kıskanan kadın), 91b-92b (Mesnevi, V, s. 346-352)
Zamān-ı evvelde bir śūfį var imiş ammā śalāĥ u taķvāsı [92 a] ŧar imiş.
ǾAvretinüñ bir ĥūb cāriyesi var idi śūfį buña gāhi nažar idüp sūfįnüñ
Ǿavret bu ĥālüne ħāžır ve her zamān fiǾline nāžır imiş. Ķażā-i nā-gāh
bir gün Ǿavret ĥamāma varur ħaŧā ile kil ŧası evde ķalur. Cāriyeyi ŧası
getürmege eve gönderür. Cāriye eve gelür śūfį evde tenhā bulur. Śufį
daħi cāriyeye el urur ve nefsinüñ murādın virür. Śoñra ħātunuñ śūfį
ĥāŧırına gelür hemān ŧaşra çıķup cār u maķremesin alup segirdüp eve
gelür. Ĥavli ķapusı açılur ve bir şaĥż içerü girür. Śufį ol ĥāli görüp
hemān-dem cāriyeyi bıraġup namāza ŧurur. Ħātun gelüp cāriyenüñ
yüzine nažar ider ve kendüden gider [92 b] görse ĥāl-ħarāb ve
cāriyenüñ yüzi ĥumretinden kebāb. Dönüp śūfįye varur ve etegin açup
görür ŧon aşaġa gitmiş ve şehvet uyluġa inmiş. ǾAvret śūfįye dir ki bre
žālim kendüñi oda urduñ ĥıyānet ile namāza ŧurduñ.
Benim rūĥum ĥiśśe gerek śūfį olup dünyā sevene teşbįh olına ve gerse
ĥarāmlar ve ĥarirler giyüp namāza ŧurana temŝįl ķılına.
Halayıkcağız perişanbir halde çekildi, adam da fırladı namaza durdu (Mesnevi, V, s. 349, b. 2198).
Halayıkcağızı darmadağın, şaşkın, somurtkan bir halde gördü (Mesnevi, V,
s. 350, b. 2199).
Hemen koşup kocasının eteğini kaldırdı; gördü ki her yanı bulanmış (Mesnevi, V, s. 350, b. 2201).
Şu yan-bel, Tanrı’yı anmaya, namaza durmaya layık mı? Bu çeşit pislikle
namaz kılınır mı? (Mesnevi, V, s. 350, b. 2204).
15. Hırsızın geceleyin davul çalıyorum demesi hikayesi, 95a-95b
(Mesnevi, III, s. 198)
Bir kimsene ħaste imiş meger. Yaturken ķulaġına bir śadā deger. Gice
imiş ŧaşra çıķup görür bir ĥerįf ķazma ile divārın urur. Śāĥib-i divār
97
Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği
daħi dir ki be ĥerįf-i bį-vaķt ne işlersin yoħsa divārı mı delersin. Ĥerįf
daħi dir ki ŧablcıyım ŧabl çalaram śānma ki divāruñı delerüm. bu daħi
dir ki biz ŧabl [95 b] gördük çoķ ammā bunuñ hiç sesi yoķ. Ħerįf daħi
dir ki yārın gör sesi nice çıķar ve cümle ħalķ temāşāña baķar. YaǾni
fi’l-ĥaķįķa ĥırsuz divārını delmiş ve esbābın almış ammā rūz-ı mahşerde ĥāl nice ola Ǿaraśāt meydānı zār u efġanile dola.
Şu örneği duy, şu fıkrayı dinle: Geceleyin işine pek yapışmış bir hırsız, bir
duvarın dibinde, o duvarı delmedeydi (Mesnevi, III, s. 198, b. 2800).
Ev sahibi hastaydı; yarı uyur, yarı uyanık, yavaş yavaş bir tık tık sesi duyuyordu (Mesnevi, III, s. 198, b. 2801).
Hayrola, gece yarısı ne yapıyorsun, kimsin sen? Hırsız; a yüce dedi, davulcuyum ben (Mesnevi, III, s. 198, b. 2803).
Peki ne yapıyorsun deyince de davul çalıyorum dedi. Ev sahibi, a yollu yordamlı kişi dedi; hani davulun sesi? (Mesnevi, III, s. 198, b. 2804).
Hırsız dedi ki: Sesini yarın duyarsın; eyvahlar olsun, amanın derken kulağına gelir (Mesnevi, III, s. 198, b. 2805).
16. Bâyezîd’in zamanında bir kafire Müslüman ol demeleri hikayesi,
98a-98b (Mesnevi, V, s. 513)
Hażret-i Pįr-i Bistām ol sulŧān-ı kirām Ǿaleyhi raĥmetü’l-ġufrān
zamānında bir müselmān saǾįd ve hem Ĥażret-i Bā-Yezid’e merįd
imiş. Bir kāfire dir ki gel müselmān ol ve nār-ı caĥįmden ħalāś olup
firdevs yirine yol bul. Kāfir daħi dir ki ey merįd eger įmān didügüñ
Ĥażret-i Şeyħ imānı ise bu bį-çāre gedā cān u bāşum fedā olsun.
Evvelā ġayruñuzuñ imānuna ķābil ve işledügüñüz fiǾle māǿil [98 b]
degülem.
Rūĥum islām-ı žāhir āķ çalmaķ ile olur. Ammā kişi bāŧın
müselmanlıġını aǾmāl ile bulur. Şecere-i tevĥįd ķalbüñde ŝābit oldıysa
yürür ve ŧaşrasına yaşıl yapraķlar virür. Śoñra Rabbü’l-Ǿālemįn luŧflar
eyleye ve seni mįvesiyle ŧoylaya ve illā tevĥįd fidanı bāġ-ı dilde
tamām ħažž itmeye ve yaşıl yapraķdan ŧaşrada eŝer olmaya. Baġbān-ı
ecel gelür ve fidanı çıķarup oda urur.
Bâyezîd’in çağında, ateşe tapan biri vardı; kutlu bir müslüman, ona dedi ki:
(Mesnevi, V, s. 513, b. 3357).
Müslüman olsanda yüzlerce kurtuluşa kavuşsan, ululuk elde etsen (Mesnevi, V, s. 513, b. 3358).
Adam, amürid dedi, îman varsa, âlemin şeyhi Bâyezîd’in îmanıdır ancak
(Mesnevi, V, s. 513, b. 3359).
Îmana, dine tam inanmış değilim ama onun îmanına adam-akıllı inanmışım
(Mesnevi, V, s. 513, b. 3361).
Ağzımda çok sağlam bir mühür var ama gizlice de, onun îmanına
mü’minim (Mesnevi, V, s. 513, b. 3363).
98
Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies
SAYI 5
17. Vaaza başlar başlamaz, zulmedenlere, taş yüreklilere, dua eden vaiz hikayesi, 104a-105a (Mesnevi, IV, s. 358)
Zaman-ı evvelde bir vāǾiž var imiş. Her ķaçan kürsiye naśiĥat içün
çıķsa žālim ve bį-inśāflara duǾā idermiş. Bundan suǾāl iderler ki bu
ŧāife müstaĥaķķ-ı duǾā degildür niçün idersin ve ħilāf-ı rāh-ı śāliĥįne
gidersin. Bu daħi dir ki ben añlardan gördügüm eylügi kimden gördüm [104 b] ve anlaruñ cevr ü cefāsından ne devlete irdüm. Niçe duǾā
itmeyeyim ve bu ŧarįķa nice gitmeyeyim her ķaçan dünyāya meyl
itdüm ise anlardan dürlü ĥįle ve mekr ü fesād u cebr ü bühtān-ı ķahr
ile dünyā-yı murdārı ve bį-vefā-yı ġaddārı benüm elümden aldılar ve
deryā-yı Ǿiśyāna ŧaldılar ve kendülerin nār-ı caĥįme śaldılar. İmdi anlara duǾā itmek benüm üzerime lāzım belki elzemdür. Anuñçün duǾā
iderim ve ħilāf-ı ŧarįķ-ı selefe giderüm. Eger dünyā baña geleydi
muķarrer şeyŧan baña yol bulurdı ve nice ħilāf-ı rıżā-yı Ĥaķķ olurdı.
Elĥamdülillah anlar benimçün bu ķadar belālar irtikāb itdiler ve
ġıybetüm idüp cehennem yolına gitdiler. Ĥaķķ subĥānehū ve teǾālā
anlaruñ dünyāsın [105 a] çoķ idüp dünyāda ber-murād ve ĥāŧırların
dünyā ile tamām şād eyleye.
Vaaz eden biri vardı; kürsiye çıktı mı, yol kesenlere dua ederdi (Mesnevi,
IV, s. 356, b. 81).
Elini açar, yârabbi derdi; kötülere, bozgunculara, azgınlara sen acı (Mesnevi, IV, s. 356 b. 82).
Temiz kişilere dua etmezdi; pis kişilerden başkalarına hayır duada bulunmazdı (Mesnevi, IV, s. 356 b. 84).
Ona, böyle bir adet yok dediler; sapıklığa sapanlara hayır duada bulunmak
cömertlik sayılmaz (Mesnevi, IV, s. 356 b. 85).
Dedi ki: Ben iyiliği bunlardan gördüm, bunlardan öğrendim; bu yüzden de
duada onları seçiyorum (Mesnevi, IV, s. 356 b. 86).
O kadar pis işler işlediler, o kadar zulmettiler, cefada bulundular ki, sonunda beni, serden aldılar da hayır işlere koştular (Mesnevi, IV, s. 356 b. 87).
Ne zaman dünyaya yüz tutsam, hemencecik onların ellerinden yaralara, berelere uğrardım (Mesnevi, IV, s. 356 b. 88).
Bu yara bere yüzünden de o yana sığınırdım, o kurtlar, tekrar yola getirirlerdi beni (Mesnevi, IV, s. 356 b. 89).
Kul, dertten zahmetten Tanrı’ya sızlanır, feryad eder; uğradığı ağrıdan, sızıdan yüzlerce şikayette bulunur (Mesnevi, IV, s. 356 b. 91).
Tanrı da ona, ağrı sızı, dert zahmet, sonunda seni yalvaran yakaran bir kul
etti, gerçekleştirdi der (Mesnevi, IV, s. 356 b. 92).
Sen, asıl senin yolunu kesenden, seni bizim kapımızdan uzaklaştıran, bu
kapıdan seni süren nimetten şikayet et (Mesnevi, IV, s. 356 b. 93).
Gerçekte her düşman, senin ilacındır, kimyadır, faydadır sana; senin gönlünü alır (Mesnevi, IV, s. 356 b. 94).
99
Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği
Çünkü ondan kaçarsın, yalnızlık bucağında, Tanrı lütfundan yardım dilersin
(Mesnevi, IV, s. 356 b. 95).
Gerçekte dostların, düşmandır sana; çünkü o tapudan uzaklaştırırlar, kendileriyle oyalarlar seni (Mesnevi, IV, s. 356 b. 96).
Hani bir hayvan vardır; porsuktur adı; dayak yedikçe semirir, büyür (Mesnevi, IV, s. 357b. 97).
Köteği yedikçe daha iyileşir; sopa vuruldukça daha semirir (Mesnevi, IV, s.
357b. 98).
İnanan da, gerçekte porsuktur; çünkü o da dert-mihnet sopasıyla büyür,
semizleşir (Mesnevi, IV, s. 357b. 99).
Bu sebepledir ki peygamberler, dünyadaki bütün halktan daha fazla zahmetlere düştüler, meşakkatler çektiler (Mesnevi, IV, s. 357b. 100).
Böylece de canları, bütün canlardan daha üstün, daha büyük bir hale geldi;
çünkü onların uğradıkları belalara, başka bir topluluk uğramadı (Mesnevi, IV, s.
357, b. 101).
Deri ilaçlanır, belalar çeker de, sonunda Tâif derisi gibi hoş bir hale gelir
(Mesnevi, IV, s. 357, b. 102).
O acı, o keskin ilaçlar sürülmeseydi, pis bir halde kalır, pis pis kokar dururdu (Mesnevi, IV, s. 357, b. 103).
Sen, insanı da tabaklanmamış deri say; rutubetten nem kapmış, çirkin, ağır
kokulu bir hale gelmiş deri (Mesnevi, IV, s. 357b. 104).
Acı, keskin ilaçları fazla sür de arınsın, güzel, parlak bir hale gelsin (Mesnevi, IV, s. 357, b. 105).
Fakat a düzenbaz, buna gücün yetmiyorsa, Tanrı, sen istemeden bir dert,
bir ağrı sızı verirse sana, artık buna da razı ol (Mesnevi, IV, s. 357, b. 106).
Çünkü dostun belası, seni temizleyen bir şeydir; onun bilgisi, sizin düzüp
koştuğunuz şeylerden üstündür (Mesnevi, IV, s. 357, b. 107).
Bir adam, belayı acınma görürsei o bela, ona tatlı gelir; ilaç, adamı iyileştirmeye başladı mı, hoş gelir adama (Mesnevi, IV, s. 357, b. 108).
İnsan mat oldukça kazndığını gördü mü, “öldürdün beni a inandığım, güvendiğim kişilerim” der (Mesnevi, IV, s. 357, b. 109).
Bu kötü kişi de, başkasına faydalı oldu ama kendisini sürülmüş, kovulmuş
bir adam yaptı gitti (Mesnevi, IV, s. 357, b. 110).
İmandan sonra acıyış, kesildi ondan; şeytan kini, yamandı kaldı ona (Mesnevi, IV, s. 357, b. 111).
Öfkenin, kin gütmenin tezgahı kesildi; bil ki kin, sapıklığın da aslıdır, kafirliğin de (Mesnevi, IV, s. 357, b. 112).
18. Hûd (a.s.) zamanında Âd kavmini helak eden rûzgârın hikayesi,
110a-111a (Mesnevi, I, s. 215)
Ĥikāyet Ĥażret-i Mevlevį Meŝnevį-i Şerįf’de yazar. Hūd Peyġamber
[110 b] Ǿaleyhisselām bir gün bir dāire çizüp ķavmine dir ki sizlere
naśiĥat iderüm. Ŧuruñ çizdügim dāirenüñ içine girüñ. Zįrā her
sözümüñ aślı ve şerĥ idersem nice bāb u faślı vardur. Hemān size
100
Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies
SAYI 5
lāzım olan buyurduġum ŧutmaķ ve nehy itdügüm yirden ķaçmaķdur.
Ĥaķķ celle ve Ǿalā sizlere bir yil gönderür hevl-nāk ve dāireden ŧaşra
bulduġın helāk ider. Ammā dāirenüñ içinde bulduġına bād-ı śabā olur
ve esdigünden cānıñuz śafā bulur. Ĥiśśe benüm rūĥum şerǾ-i şerįf ve
sünnet-i laŧįf hemān ol dāiredür. Nažar ķıl dāireden ŧaşra yirüñ var
mıdur śoñra ecel śarśarı gelür yıķar [111 a] ve binā-ı bedeni yirlere
śoķar.
Hûd, inananların çevresine bir çizgi çizmişti; yel oraya varınca yumuşuyor,
hafifliyordu (Mesnevi, I, s. 215, b. 859).
O çizgiden dışarıda olanalrıysa havalara kaldırıyor, havada param parça ediyordu. (Mesnevi, I, s. 215, b. 860).
Böylece ecel yeli de ariflere, Yûsuflardan gelen yel gibi yumuşak güzel eser
(Mesnevi, I, s. 215, b. 865).
Din ehli de şehvet ateşi yanmaz; geri kalanları ise o ateş alır, ta yerin dibine
götürür (Mesnevi, I, s. 216, b. 867).
‫من بندهٔ قرآنم اكر جان دآرم‬
‫من حآك ره محمد مختارم‬
“Canım bedenimde oldukça Kur’ân’ın kuluyum; Seçilmiş Muhammed’in
yolunun toprağıyım.”52
19. İmrü’l-Kays’ın hikayesi, 118a-119a (Mesnevi, VI, s. 601-607)
İmrü’l-Ķays ki Ǿarab padişāhı idi. Anuñ beyānı ve zamānında Yūsuf-ı
ŝānį iken buña bir ĥāl Ǿārıż olur. Gider salŧanātı terk ider. Ġayrı padişāh
vilāyetine varur ve faķr u fāķa ile nice yıl anda ŧurur. Çünki bād-ı Ǿaşķ
böyle eser ve kefāf-ı nefsi içün kerpiç keser. Bunuñ vilāyetinden bir nice ādem gider varup ol padişāha ħaber ider ki İmrü’l-Ķays bunda gelmiş ve şikār-ı Ǿaşķ içün ħışt-zen olmış. Padişāh daħi gice ile varur [118
b] İmrü’l-Ķaysı görür. Dir ki hey sulŧānum niçün vilāyetüñden gitdüñ
ve padişāhlıġuñ terk itdüñ. ǾAsker ü ħazįneñ çoķ ve seħāda nažįrüñ yoķ.
Ĥüsnde zamānuñ Yūsufı ve merdānelerüñ Āśafısın. İşte tāc u taĥtum ve
salŧanat u baħtum sulŧanımuñ olsun. Teşrįf buyuruñ memālik-i nūr-ı
Ǿadlüñüz ile dolsun. Vilāyet nedür bu gedā bāş u cānım yoluña fedā
diyüp çoķ felsefe söyler ve anuñ anda ķalmasın diler. Söz tamām olınca
İmrü’l-Ķays sükūt ider ve ĥāmuşluķ Ǿālemine gider śoñra buña dir ki ey
ħūy-melek meŝeldür “‫ ”السخى ما ملك‬vāķıǾā sen bize memleketüñi
virdüñ ve cān u bāşuñı fedā itdüñ. [119 a] Biz daħi nidelüm seni tāc u
kemerden bįzār idelüm. Hemān-dem bāşını bunuñ ķulaġına ķomış ve
derd-i Ǿaşķından bir pāre dimiş. Anı daħi kendü gibi ser-gerdān ider ve
eli eline alup ġayrı vilāyete gider. Bu ĥāle vāśıl olan padişāhlıġı nider.
ǾAşķ ādeme rūĥum böyle ider.
―――――――――
52
Mevlana, Kulliyyât-i Divan-i Şems, nşr. Bediuzzamân-i Furûzânfer, İntişarat-i Rebi, Tahran
1374/1995, s. 1387. Akt. Derya ÖRS,
http://akademik.semazen.net/author_article_print.php?id=1110
101
Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği
Aşk, İmrü’l-Kays’ı dudakları kupkuru olarak Arap ülkesinden, aldı (Mesnevi, VI, s. 602, b. 3997).
Tebük’e geldi, orada kerpiç dökmeye koyuldu; padişaha, Arap padişahlarından biri (Mesnevi, VI, s. 602, b. 3998).
İmrü’l-Kays, buraya, dilenmeye geldi, aşka av oldu, kerpiç döküyor, amelelik ediyor dediler (Mesnevi, VI, s. 602, b. 3999).
Padişah, geceleyin kalktı, yanına gitti; a güzel yüzlü padişah dedi; (Mesnevi,
VI, s. 602, b. 4000).
Vaktin Yusuf’usun; iki ülken de olgun, hem şehirler râmolmuş sana, hem
güzellik (Mesnevi, VI, s. 602, b. 4001).
Bizim yanımızda kalırsan bu, bahtımızdandır bizim; canımız, seninle buluşma yüzünden yüzlerce can kesilir (Mesnevi, VI, s. 602, b. 4003).
Ben de kulum sana, ülkem de ey himmetiyle ülkelerden geçen, padişahlığı
bırakan (Mesnevi, VI, s. 602, b. 4004).
Böyle bir hayli hikmetler savurdu; oysa hep susuyordu; derken ansızın sırrın
örtüsünü açtı (Mesnevi, VI, s. 602, b. 4005).
Padişahın kulağına aşkla, dertle ne söylediyse söyledi de onun başını, hemencecik kendi başı gibi döndürdü (Mesnevi, VI, s. 603, b. 4006).
İmrü’l-Kays’ın eline yapıştı; ona dost oldu; o da tahttan, kemerden bezdi
(Mesnevi, VI, s. 603, b. 4007).
Bu iki padişah, tâ uzak şehirlere gitti. Aşk, bu suçu bir kere işlememiştir ki
(Mesnevi, VI, s. 603, b. 4008).
Bu dünya pazarında sermaye, altındır; ordaki sermaye de aşktır, yaşlı iki
gözdür (Mesnevi, VI, s. 140, b. 842).
20. Edhemoğlu İbrahim’in kerameti hikayesi, 120a-121a (Mesnevi, II,
s. 450-452)
Hemçünan İbrāhim bin Edhem daħi salŧanātı terk ider ve rāh-ı faķra gider. Bir gün deryā kenārında oturur ve ĥırķacuġına yama urur. Bir
padişāh bunuñ üzerine uġrar nāgehān. Görür ki ol sulŧān-ı cān ķum
içinde oturmış [120 b] ve ħırķacuġını öñüne getürmiş. Eski pārecükler
diküp ŧurur. Ol padişāh bunı görür. Hemāndem secde ider. YaǾni
tażarruǾŧarafına gider. Padişāh daħi zamānla şeyħüñ ķulı imiş ve şeyħi
gördükde göñlünden dimiş. Ne Ǿaceb bu ķadar mülki terk ide ve źillet ü
faķr yolına gide. Ħażret-i Şeyħ daħi bunuñ endįşesine vāķıf olup ve
fikr-i fāsidini bilüp elinde olan igneyi deryāya atup gider ve ignesini
isteyüp balıķlara nidā ider. Yüz biñ balıķ deryādan baş çıķarur ve her
birinüñ aġzında bir altun igne ŧurur. Zebān-ı fāsiĥ ile her biri dir ki; yā
şeyħ bizüm ignemizi al kerem it devletle śoñra muśāliĥiñüze git. [121 a]
Şeyħ daħi Emįr’e nažar ider ve begüñ Ǿaķlı başından gider. Gine
geldükde Ĥażret-i Şeyħ dir ki salŧanat bu mıydı ki gördüñ yoħsa ol
mıdur ki sen irdüñ? Bu nişān-ı žāhirįdür nesne yoķ. Bunuñ māverāsında
temāşā çoķdur. Gördügüñ deryādan ķaŧre ve güneşden źerredür.
102
Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies
SAYI 5
ّ َ‫ان ﱢمن‬
ٌ ‫َو ِرضْ َو‬
‫ﷲِ أَ ْكبَ ُر‬
Dünya padişahları, damarlarının kötülüğü yüzünden, kulluk şarabının kokusunu bile duymadılar (Mesnevi, IV, s. 402, b. 667).
Duysalardı Edhem gibi, durmadan dinlenmeden, başları dönmüş, şaşkın bir
halde tacı tahtı birbirine vururlar, bırakır giderlerdi (Mesnevi, IV, s. 402, b. 668).
Fakat Tanrı’ya edilen bir secdenin tadı, sana yüzlerce devletten daha tatlı
gelir de (Mesnevi, IV, s. 402, b. 665).
Mülk sahibi odur ki huzurunda yere baş koyana, içinde şu topraktan yaratılan dünya bulunmayan yüzlerce mülk bağışlar, padişahlık verir (Mesnevi, IV, s. 402,
b. 664).
Ağlayıp sızlanmaya koyulur, mülkler istemiyorum, padişahlık dilemiyorum;
bana o secdedeki devleti ver, yeter demeye başlarsın (Mesnevi, IV, s. 402, b. 666).
Sen de tez, Edhem gibi padişahlıktan vazgeç de, onun gibi sonsuz, ölümsüz
bir padişahlık bul (Mesnevi, IV, s. 410, b. 724).
53
21. Terzi ile Türk hikayesi, 142a-143a (Mesnevi, VI, s. 261-266)
Zaman-ı evvelde bir düzdį var imiş. Para çalmaķda pehlüvān ve hem
žāhirā muśāĥib-i cān imiş. Bir dünyāsı vāfir Türke bunı taǾrįf iderler
ve hem lāġ u laŧįfesinden bir ncesin [142 b] dirler. Türk buña tamām
Ǿāşıķ olur. Ādem gönderüp terziyi bulur. Hemān-dem öñine bir aŧlas
getürür ve kendü daħi iĥtiyāŧından ķarşusında ŧurur. Düzdį lāġa başlar.
Hemān fevrį bir parasın işler. Türk ise lāġından ĥažž idüp gülmege
başlar. Ammā terzį ŧurmaz gene işin işler. Lāġ tamām olduķda Türk
birin daħi ricā ider ve çoķ minnetler ider. Terzį ise yeter inśāfdur saña
ziyān olur ve hem ķaftānuñ śoñra eynüñe ŧar olur. Türk ise yoķ elbette
bir daħi söyle ey üstād luŧf u keremler eyle. Derzį daħi dir ki mizācuña
şimdi saña ĥoş gelür ammā yarın cānuña [143 a] cefā olur. Eger bir lāġ
daħi idersem seni tamām iderüm. Aŧlas degül cigerüñ pārelerüm. Eger
taĥķįķ bilseñ nice gülmek belki ķan aġlayu aġlayu ölmegi iĥtiyār
iderdüñ ve dünyādan āħirete bu ĥāl ile giderdüñ.
Benim rūĥum śanma dünyā senüñ yüzüñe güler. Belki seni yimege
dişlerin biler. Gerçe şimdi māl u manśıbla yüzüñe gül-āb śaçar. Ammā
śoñra derd ile ķanuñ içer.
Ķālallāhu tebāreke ve teǾālā;
ّ ٰ ‫َال تَ ْف َرحْ اِ ﱠن‬
ً ۪‫ فَلْيَضْ َح ُكوا قَل‬54 َ‫ﷲَ َال يُ ِحبﱡ ْالفَ ِر ۪حين‬
‫يال َو ْليَ ْب ُكوا َكث۪ ير ًۚا َج َٓزا ًء بِ َما‬
55
َ‫َكانُوا يَ ْك ِسبُون‬
La’lîzâde Mesnevî’den intihab ettiği bu 21 hikayeden başka v. 93b’de
Musluhiddin Sürûrî’nin Mesnevi şerhinden de bir adet hikayeye yer vermiştir. Hikaye ve hikayeye binaen seçilen beyitler aşağıda verilmiştir;
―――――――――
53
54
55
Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür. (Tevbe, 9-72)
Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez (Kasas, 28-76).
Artık kazanmakta olduklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar (Tevbe, 9-82).
103
Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği
Sürūrį raĥmetullāhi Ǿaleyh yazar. Bir kimesne oġlına dir ki her gün
aħşama degin ne işlersüñ baña taķrįr eyle ve Ǿömrüñi niye ħarc idersüñ
bir bir söyle. Oġlı daħi Ǿale’r-rās diyüp iki gice Ǿale’t-tevālį taķrįr ider.
Üçünci gice Ǿāciz ķalup ŧaraf-ı ħįlāfa gider. Dir ki hey baba ne śorarsın
ķābil degil imiş diyicek babası daħi eydür. Hey cān-ı peder sen bugün üç
günlük Ǿamel taķrįrinde Ǿāciz olursan yārın ĥużūr-ı Ĥaķķda muĥāsebeñü
nice virürsin. Ĥuśūśā suǿāl iden daħi babañ ola. Yā bu ķādar yıllar
itdügüñ fısķ u Ǿiśyān taķrįrinde ĥālüñ nice ola muttaśıf olına maǾlūm.
Mahşer günü her gizli, meydana çıkar; her suçlu, kendiliğinden rezil rüsvay
olur gider (Mesnevi, V, s. 350, b. 2211).
El, ayak dile gelir de tanıklık eder; yardımı dilenen Tanrı’nın tapısında,
onun kötülüğünü söyler (Mesnevi, V, s. 350, b. 2212).
El, ben der, bu çeşit çaldım; dudak, ben der bu çeşit sordum (Mesnevi, V,
s. 350, b. 2213).
Ayak, şehvete koştum der; edep yeri, zina ettim der (Mesnevi, V, s. 350, b.
2214).
Göz, ben harama baktım der; kulak; ben kötü söz dinledim der (Mesnevi,
V, s. 350, b. 2215).
Seçilen beyitlerden sonra ise konuyla ilgili Fussilet Sûresi 20 ve 21. ayetleri
nakledilmiştir;
ٓ
‫ َوقَالُوا لِ ُجلُو ِد ِھ ْم‬56 َ‫صا ُرھُ ْم َو ُجلُو ُدھُ ْم بِ َما َكانُوا يَ ْع َملُون‬
َ ‫َح ٰتّى اِ َذا َما َٓجا ۫ ُؤھَا َش ِھ َد َعلَ ْي ِھ ْم َس ْم ُعھُ ْم َواَ ْب‬
57
ٰ
ٓ
ّ ‫لِ َم َش ِھ ْدتُ ْم َعلَ ْين َۜا قَالُوا اَ ْنطَقَنَا‬
‫َي ٍء‬
َ َ‫ﷲُ الﱠ ۪ ٓذي اَ ْنط‬
ْ ‫ق ُك ﱠل ش‬
SONUÇ
İncelenmeye çalışılan Gıdâ-yı Rûh içerdiği konular ve müellifin kullandığı
kaynaklar bakımından oldukça zengin bir eserdir. La’lîzâde Abdülbâkî klasik diye
nitelendirebileceğimiz eserlerin çoğunu kaynak olarak kullanmıştır. Eserde işlenen
konular ve konu-alıntı ilişkisine bakıldığında eserin didaktik olarak çok güçlü olduğunu görülmektedir.
La’lîzâde Mevlana’nın Mesnevisi’nden 21 hikayenin mensur özetleri ve 477
Farsça beyitle oluşturduğu Gıdâ-yı Rûh’u intihab-ı mesnevi geleneği dairesinde kaleme almıştır. Eserin isimlendirilmesi ve te’lif usulü bakımından Yusuf-ı Sîne-çâk’ı
takip etmiştir.
Eserde te’lif sebebi hakkında özel bir bilgi bulunmamaktadır. Mesnevî-i Şerîf
sadece İslam dünyasında değil tüm dünyada rağbet edilen tarikatlar üstü meşhur bir
kaynak eserdir. Melami meşrep bir Nakşibendîlik yolunda olan La’lîzâde
Abdülbâkî, Mesnevî-i Şerîf’ten intihab yoluyla bir eser telif etmekte ve müritlerin
Mesnevî’yi okuması ve istifade etmesinde beis görmemiştir.
―――――――――
56
57
Nihayet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri, işledikleri şeye karşı onların aleyhine şahitlik
edeceklerdir (Fussilet, 41-20).
Derilerine: Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz? derler. Onlar da: Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu.
Derler (Fussilet,41-21).
104
Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies
SAYI 5
Yaklaşık bir asır sonra XIX. yüzyılın ortalarında İstanbul’da Mevlevi olmayanlara Mesnevî dersi vermek ve Farsça öğretmek amacıyla Darü’l-Mesnevîler
kurulmuştur. Bunlardan biri Çarşamba Semtinde 1844 yılı Ocak ayında Murad
Molla Nakşibendî Tekkesi’nde tekkenin üçüncü postnişini Mehmed Murad Efendi
(ö. 1848) tarafından tesis edilmiştir.58 Diğeri ise Hoca Hüsameddin (ö. 1869) tarafından Küçük Mustafa Paşa Semtinde kendi evinde kurduğu ve daha sonra Eyüp’e
taşıdığı Darü’l-Mesnevîdir.59 Her iki darü’l-mesnevînin Nakşî şeyhleri tarafından
kurulması Nakşibendîlerin Mesnevî’ye verdiği değeri göstermesi bakımından dikkat
çekici ve La’lîzâde’nin Mesnevî’den intihâb yapma sebebini açıklar niteliktedir.
Farsça İranlıların, dolayısıyla mutaasıp medreselilerce dinsizlikle itham edilen Şiilerin dili olması nedeniyle medrese ve sıbyan mekteplerinde öğretilmemiştir.60
Farsça öğrenmek ve öğretmenin cesaret gerektirdiği bu tutum karşısında La’lîzâde
Abdülbâkî medreseli ulemânın aydın tabakasından biri olarak bu taassuptan ayrı
durmuş, diğer telif ve tercüme çalışmalarında Farsça yazmaktan çekinmemiştir.
Gıdâ-yı Rûh’da da Farsça’dan mensur tercümelerin yanında 5 tane de Farsça hikayeye yer vermiştir.
Düşünce sanat ve bilim bakımından uyanış devresi gibi görünen fakat Osmanlı Devleti’nin ekonomik, sosyal ve siyasi bakımdan bir gerileme dönemi olan
18. yüzyılda, La’lîzâde Abdülbâkî, âlim, bürokrat ve mutasavvıf olarak önemli bir
yere sahiptir. Tekkeler vasıtasıyla toplum zeminine yayılan tasavvufu Melâmîlik ve
Nakşibendîlik dairesinde devlet ricaline taşıma ve devlet ile millet arasında bir bağ
oluşturma adına önemli bir rol üstlenmiştir.
KAYNAKÇA
AZAMAT, Nihat, “La’lizade Abdülbaki”, DİA, 27, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı,
2004.
BANARLI, Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: MEB Yayınları,
2004.
BOLAT, Ali, Bir Tasavvuf Okulu Olarak Melâmetîlik, İstanbul: İnsan Yayınları, 2011.
Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1333.
ÇAĞBAYIR, Yaşar, Ötüken Türkçe Sözlük, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2007.
ÇAKMAKTAŞ, Büşra, La’lîzâde Abdülbâkî’nin Mebde’ ve Meâd Adlı Eseri
(İnceleme-Metin), İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, 2010.
ERGÜN, Mustafa, “Ders Programları ve Ders Kitapları Tarihi – ı, Medreselerde
Okutulan Dersler ve Ders Kitapları”, Afyon: A.K.Ü. Anadolu Dil-Tarih ve
Kültür Araştırmaları Dergisi, 1996.
―――――――――
58
59
60
Baha Tanman, “Mesnevihane Tekkesi”, DİA, 29, Ankara: Diyanet Vakfı Yayınları, 2004, s. 335.
Reşad Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi, c. 8, İstanbul: Koçu Yayınları, 1966, s. 4250; Güleç,
age., s. 19-20.
Koçu, a.g.e, s. 4250.
105
Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği
GÖLPINARLI, Abdülbâkî, Mesnevi Tercemesi ve Şerhi, İstanbul: İnkılap Kitabevi,
1985.
_______, Melâmîlik ve Melâmîler (Tıpkı Basım), İstanbul: Gri Yayınları, 1992.
GÜLEÇ, İsmail, Türk Edebiyatında Mesnevi Tercüme ve Şerhleri, İstanbul: Pan
Yayıncılık, 2008.
_______, “Türk Edebiyatında Cezire-i Mesnevi Şerhleri” Osmanlı Araştırmaları: The
Journal of Ottoman Studies, XXIV (2004).
HAFIZALİOĞLU, Tahir, Sergüzeşt-Aşka ve Âşıklara Dair, İstanbul: Furkan
Kitaplığı, 2001.
_______, Melâmîlik Yolunda Görüp Öğrendiklerim, Konya: Kardelen Yayınları, 2010.
KOÇU, Reşad Ekrem İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul: Koçu Yayınları, 1966.
Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1998.
La’lîzâde Abdülbâkî, Gıdâ-yı Rûh, Milli Kütüphane, Ankara Adnan Ötüken İl Halk
Kütüphanesi, nr., 06 Hk 3014.
La’lîzâde Abdülbâkî, Gıdâ-yı Rûh, Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Fatih,
nr. 2744.
La’lîzâde Abdülbâkî, Gıdâ-yı Rûh, Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Esad
Efendi, nr. 1591.
La’lîzâde Abdülbâkî, Gıdâ-yı Rûh, Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi,
Hekimoğlu, nr. 475.
Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, Matbaa-i Âmire, İstanbul 1311.
MUSLU, Ramazan, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf 18. Yüzyıl, İstanbul: İnsan
Yayınları, 2003.
ŞAHİN, Haşim, “Eyüp’te Bir Melâmî: La’lîzâde Abdülbâkî Efendi”, İstanbul:
Târihi, Kültürü ve Sanatıyla Eyüpsultan Sempozyumu IX, 2005.
Tahirü’l-Mevlevi, Şerh-i Mesnevi, Konya: Selam Yayınları, 1971-1976.
TANMAN, Baha, “Mesnevihane Tekkesi”, DİA, 29, Ankara: Türkiye Diyanet
Vakfı, 2004.
TUMAN, Mehmet Nail, Tuhfe-i Nâilî, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı, Yayınlar
Dairesi Başkanlığı, 1949.
YÜCEL, Ayşe, La’lîzâde Abdülbâkî Efendi’nin Menâkıb-ı Melâmiyye-i Bayrâmiyye’si
(İnceleme-Metin), Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
V+181+58, YÖK, Dökümantasyon Merkezi, Tez nr. 3337, 1988.
http://akademik.semazen.net/author_article_print.php?id=1110 (16.03.2008).
106

Benzer belgeler

Sufi Studies Cilt:3 Sayı:5 Kış 2012

Sufi Studies Cilt:3 Sayı:5 Kış 2012 MEVLEVİYYE VURGUSU.......................................................................... 59 The Emphasıs of Mevlana and Mevlevıyeh in the Poems of Sakıb Dede Dr. Abdülkadir DAĞLAR BİR İNTİHÂB-I...

Detaylı