itü kültür ve sanat birliği basın yayın kulübü itü gazetesi

Transkript

itü kültür ve sanat birliği basın yayın kulübü itü gazetesi
arıYORUM
itü kültür ve sanat birliği basın yayın kulübü
yirmi altıncı sayı, mayıs iki bin on dört süreli yayın ISSN: 1305 - 4785
itü gazetesi
ARIYORUM
2
ARIYORUM
MAYIS 2014
Zehirli Ağaç
Bir ağaç düşünün ki topraktan emdiği su olmasın, havadan
aldığı karbonmonoksit olmasın, havaya verdiği de
oksijen olmasın. Öyle bir ağaçtır ki o görünüşüyle
bütün canlıları kendine çeker, özellikle iki ayaklı
olanları , öyle leziz görünen meyveleri vardır ki
tadını alan bir daha kopamaz , tekrar tekrar ister .
Alt dallarda meyve bittiğinde, birbirlerinin omuzlarına
ezercesine basarak yetişir üst dallara doyumsuzlar. Öyle bir
meyvedir ki hiçbir ağaç vermemiştir daha önce, öyle verimli
bir topraktır ki böylesine bir ağaca yataklık eder. Köklerini öylesine
içine almıştır ki ruhla beden gibi olmuşlardır.Güneş bile acele eder
ona ışığını göndermek için , muazzam gölgesi öyle tatlı bir
serinliği barındırır ki onun gölgesine bir adım attın mı
çıkmak istemezsin artık.
bedenlerindeki kanla beslenir.
Havadan
almaz
karbonmonoksiti o zalim ağaç, oksijenle beslenir,
yeraltındaki o şerefli emekçilerin nefeslerine verir
o karbonmonoksiti. O tatlı meyveleri veren ağaç kana
kana içer büzüşmüş damarlardaki son damla kanı bile.
O meyveler paradır. Değilmiydi doymamışların uğruna
birbirini ezdiği , değerlerini ayakları altına aldıkları o
zehirli meyve, para. Nereden geldiğini bilmeden tiryakisi
olduğumuz o meyvenin, aslında bir emekçinin alnındaki terle
yetişip olgunlaştığını öğrendiğimizde kusmak isteriz , isteriz ama artık
çok geçtir. Malesef dünya o ağaçların çoğalıp orman oluşturduğu bir
yer haline dönüştü. Birbirlerini zalimce ezen o insanları
tanımlama ihtiyacı duymuyorum, zaten hiçkimse kabul
etmeyecektir bu tanımı, herkes kendini aynada güzel
görmeyebilir ama ruhuna aşıktır herkes , acımasızlar
bile. O ağacın kuruması dileğiyle...
Gel görelim ki hiçbir şeyin göründüğü gibi
olmadığı şu esrarengiz küre de bu ağacın da
öyküsü böyle tatlı değildir. Topraktan emdiği su
değildir, çünkü o zalim toprak yüzlerce emekçinin
üstüne çökmüştür ve o ağaç, evet o zalim ağaç, emekçilerin
Toprak altında, alın terlerini döktükleri yerde
canlarını da teslim eden kardeşlerime ve abilerime
Allahtan rahmet , saygı değer ailelerine de sabırlar
diliyorum.
Facia’nın yaşandığı madende staj
yapmış bir İTÜ Maden Mühendisliği
öğrencisinin kaleminden
Ne desem nereden başlasam bilemiyorum. Yatacaktım bilgisayar başına geçtim
uzun uzun yazmak için, nasıl olsa doğru düzgün uyuyamıyorum. B a ş a r ı l ı
bir maden müh. öğrencisi değilim, bölümümü sevmiyorum ve
yıllardır okuyorum ama burada yorum yapabilecek kadar da
altyapıya sahip olduğumu düşünüyorum. 2009 yılında
olayın yaşandığı firmanın başka bir ocağında yeraltı
stajımı yaptım yaklaşık 16 gün bilfiil yeraltına indim
ve Soma’da yaklaşık bir ay geçirdim. Belki de
yeraltında beraber kazma vurduğum, en kötü
işçi kahvesinde beraber çay içtiğim madenci
abilerimi kaybettim, bilmiyorum. Çünkü
haber alamıyorum. Taraflıyım evet
ama yazdıklarıma anti tez sunabilecek
herkesle tartışmaya da varım. Uzun
uzun yazacağım, şimdiden sabır gösterip
okuyanlara teşekkürler.
Öncelikle muktedirin söylediği “ölüm bu işin fıtratında var” sözü büyük
yalandır. İş kazalarının yaklaşık %9-10’luk kısmı engellenemez o da
sel, deprem gibi büyüklüğü tahmin edilemeyen doğal afetlerdir. Yani
sen önlemini alırsan kimsenin burnu bile kanamaz. Sanırım özgür
düşünceye sahip, aklı olan her insan, bilimin ışığında bu gerçeği
kabul eder.
Soma’da bir kaç büyük firma var, İmbat ve Soma Kömür
A.Ş. en büyükleri ve bunların tarihleri çok eski değil.
Soma’da Türkiye Kömür İşletmeleri’nin açık
İktidara yakın oynamak terimi bazılarını
rahatsız edebilir ama rahatsızlanan işçiye
3
MAYIS 2014
SOMA
Süleyman Yılmaz
[email protected]
işletme yöntemi ile (yani açık ocak) linyit ürettiği arazide rödovans (devlet adına maden
üretim yapmak için üretilecek miktar başına para alarak yapılan kira sözleşmesi) ile
saha
alarak üretime başlayan ve hızlı büyüyen bazı firmalar, yani
uygulayacaksın ve işçileri eğiteceksin. Yalnız ülkemizde konulan
kuralların denetlenmesi ve uygulanması kısmında büyük bir
sorun var.
Özelleştirme. Devletin ürettiği rakamın 6’da birine
üretim yapıyor ve hızlı kar ediyor.
Nasıl mı? İşçinin haklarını çalarak. Yani güvenlik
önlemlerini
yeteri kadar almayarak, işçiye az maaş
vererek, iktidara yakın oynayarak.
İşçinin hakkını çalmaktan kastım
dünyanın
en riskli işini yapan işçiye çok az maaş
vermesi
(10001200 gibi bir rakam), günde 8 saat
çalışması gereken işçiyi haftada 6 gün gayri resmi olarak 9-10 saat
çalıştırması, üretim miktarı baskısı ile işçilere baskı yapılması, itiraz eden ya
da hakkını arayan işçiyi hemen kapıya koyması gibi yaptırımlar mevcut.
Zaten yanılmıyorsam 2006 ya da 2007 yılında bir göçükten sonra
arkadaşlarımız çıkmadan yeraltına inmiyoruz diyen büyük bir işçi
grubunu işten çıkararak kendine yakın ustabaşlarına(madencilik
dilinde Çavuş diye geçer) ve bazı mühendislere ait taşeron
firmalar kurarak yeraltını taşeronlara bölen bir firmadan
bahsediyoruz.
ücretsiz izin vermeyen gerekirse işine son veren
firmanın Manisa’daki miting alanlarına madenci
kıyafetleriyle yevmiyesi tam verilerek otobüslerle işçi
taşınması ya da zamanında çok dikkat çeken para ile
satılmayan yardım kömürlerinin bu firmada üretilmesi
gibi durumları nasıl karşılıyorsunuz bilemiyorum. Zaten
devletin resmi kiracısı olan firmanın hükümet ile nasıl
ilişkiler içinde olduğu yorumu size ait.
Şimdi gelelim iş güvenliği meselesine. Aslında sistem
çok basit, gerekli güvenlik kuralları koyacaksın ve
bunları sıkı denetleyeceksin
Maden ve iş güvenliği mevzuatı çok güncel değil ama
doğru uygulansa bu kadar kaza olması mümkün değil.
2012’de güncellenen mevzuat firmada “İş Güvenliği
Teftiş Ekibi” olmasını zorunlu tutuyor bir de Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın denetimleri var. Yani
firmayı denetleyeceklerin parasını firma veriyor, zaten
kiracısı olan firmaya denetime gelen devlet müfettişleri
de gerçek anlamda denetlemeyi yapmıyorlar. Herkes
de biliyor ki denetmenler gelmeden herşey hazır hale
getiriliyor. Herhangi bir adil ve ani teftişte, üretimin
yapıldığı kısımlara inilirse Türkiye’deki madenlerin
çoğu kapatılır zaten.
Kişisel olarak Trafo’dan çıkan yangına inanmıyorum.
2009’daki stajdan hatırladığım kadarı ile elektrik
sisteminin alev sızdırmaz olduğu idi. Madendeki trafo
ve elektrik aksamı zaten alev sızdırmaz ve gazlı ortama
korumalı olmalı, ki büyük ihtimalle öyle. Benim kişisel
görüşüm sıkıntı havalandırma şebekesinde olduğu
yönünde. Yani şebeke doğru planlanmamış, güncel
değil. Benim Soma’dan aldığım bilgi üretimin yapıldığı
ayak adı verilen dar kısımlarda metan birikimi olduğu
şeklinde. İçerideki gaz oranları sürekli gözlenir ve ne
olduğu bilinir. Mevzuata uyulsa, üretimi durdurup,
işçileri dışarı çıkarılmalı. Ölçümler ne kadar sık ve
doğru bilinmemekle birlikte az çok anlarsın içerideki
hava kalitesini. Kar hırsı ve üretme baskısı ile üretimi
durdurmak yerine, havalandırma sistemini düzeltmek
yerine üretim yapılan ayaklarda metan birikimini
engellemek yerine fazla hava veriliyor. Havanın
miktarı ve hızı çok önemli ve belli standartları var.
Sen sistemi düzeltmeyip, ocağa fazla hava basarsan
oksijenin fazla olduğu yerdeki açık kömür önce içten
yanmaya başlar (Oksidasyon), sonra
da açık alev halini alır. Hala elimizde
kesin veri olmadan konuşuyoruz ama
anladığım kadarı ile önce yangın çıkıyor
sonra havanın yönü değiştiriliyor.
Kaçabilenler, saklananların bir kısmı
kurtarılabiliyor ama geri kalan herkes
hayatını kaybediyor.
Bir de acil durum eylem planına
değineceğim. Normalde madende
olabilecek her kaza için acil durum
eylem planı vardır, herkesin görevi
bellidir, tatbikat yaparsın. Tabii ki böyle
birşey yok, varsa bile kağıt üzerinde.
Ocakta yangın mı çıktı? Yangın olan
yeri tahliye edersin, hava kapılarını
kapatır yangını söndürür, işçileri dışarı
çıkarırsın. Ama söylenen ocaktaki hava
kapılarının otomatik ve merkezden
kontrol edilebilir olmadığı. Nasıl
olduğunu gittiğim için biliyorum, ahşap
kapı ve hava geçmemesi için plastik
malzeme kaplı. Burada kurtulan işçilerin
de söylediklerinden anlaşıldığı kadarı
ile yukarıda havanın yönünü değiştiren
ekip ile aşağıdaki mühendislerin
iletişim ve koordinasyon sorunu oluyor
ve işçilerin duman zehirlenmesinden
hayatını kaybediyor. Her işçinin yanında
yarım saatlik CO maskesi var ama o
acil müdahale ve kurtarma için kısa
süreli. Yangın havanın basıldığı yere
yakın ,yani girişe, o nedenle işçiler
yangın bölgesinden tahliye edilemiyor.
Belki de doğru acil durum yönetimi ile
kayıp sayısı bu kadar fazla olmayabilirdi.
Acil durumlar için tahlisiye adı verilen acil durum
ekipleri olaya müdahale eder. Hepsinin hava tüpü
ve koruma tecizhatı vardır ve genelde tecrübeli ve
fiziken sağlam kişiler seçilir. Belli süreler halinde
çalışırlar. Ekibin tüpündeki hava tüpünün yeterliliği
kadar içeride müdahalede bulunur ve kurtarırlar. Ama
buradaki örnekte yapacak birşey yok
çünkü işçilerin çoğu zehirlenerek ölmüş
durumda. Devletin verdiği rakamlara
inanmıyorum, çünkü Soma’dan bilgi
alabilecek herhangi biri sayının
çok fazla olduğunu söylüyor,
sadece tepkiyi azaltmak için
yavaş yavaş rakamları açıklıyor.
Basit bir matematik hesapla bile
ne olduğunu anlamak mümkün.
Yeraltına inmeden ışık odasından
kart verip ışık alırsınız,
çıkınca teslim edip kartı
alırsınız.
Sadece
ışık
panosundan bile sayıyı
bilebilirsiniz.
İşçiye
yevmiye ödemesini
yapmak
için
kart
sistemi
olan
maden
işletmesi
kaç
kişinin
olduğunu bilmiyor mu sizce?
Maden için kayıt dışı ve çocuk işçi olduğu
söyleniyor. Ne kadar doğru bilmiyorum
ama bunu düşünmek bile istemiyorum.
Özellikle olayı öğrenip istifa etmesi
gerekirken pişkince “Ölüm bu işi fıtratında
var” gibi insanlık dışı açıklamalar
Hidayet Usta ile işçi kahvesinde yeraltından sonra...
yapan, 100 sene öncesinin rakamlarını örnek diye
vermeye kalkan, utanmadan Türkiye tarihinin en iyi
müdahelesi diye yeraltından öldürdükleri işçileri nasıl
çıkarttıklarını, nasıl teşhis ettiklerini, nasıl defin işlemi
hazırladıklarıyla övünen, dua, sela, hatim diye din ile
halkı uyutan, işçileri ölüme götüren hatalara önlem
almak, denetlemek yerine kendi karı ve rantı için göz
yuman iktidar sahipleri ve onlara destek verenlere
inandığınız şeylerin laneti üzerinize olsun diyorum.
Ekonomik büyüme dediğiniz rakamlar hep o
öldürülen işçilerin kanı ile yazılıyor. Ülkedeki
son yıllardaki iş cinayetleri sayısına bakarak
bile herşeyi anlamak mümkün. O sahte
inşaat hamleleri ve beton aşkıyla yananlar,
çekemiyorlar bizi ondan hep diyenler azıcık
bilimin gerçeklerini anlayabilselerdi eminim
farklı düşünürlerdi.
Vel hasılı kelam benim aslan gibi işçi abilerim,
arkadaşlarım, gelecekteki meslektaşlarım
para hırsı ve rant uğruna öldüler. Buna
izin veren hepimizin suçu var, ama en
çok da sorumluluğu olanların var.
Bu fotoğraf 2009 Ağustos
ayından
madenci
dostum
Hidayet abimle. Kendisi Bergamalı
b i r
yörük, çok ısrar etmişti bizi Bergama’da
ağırlamak için çok pişmanım kabul
etmediğime. Sağ mı değil mi bilemiyorum, çünkü
telefon numarasını bikaç yıl önce değiştirdiğinden
beri kendisine ulaşamıyorum. Haftasonu birlikte staj
yaptığımız birkaç arkadaşım gidecek, daha net bilgiler
alacağız diye umuyorum. Psikolojim harap halde, yine
de sakin şekilde yazmaya çalıştım. Umarım merak
edenlerin kafasında birşeyler oluşmasına yardımcı
olmuşumdur...
ARIYORUM
4
ARIYORUM
MAYIS 2014
Festival Zamanında Okulda Neler Oldu?
Korsan Adası
Her sene amaçlanan “bu sene festivalde
öğrenci kulüpleri de yer alsın” düşüncesi
ilk defa bu sene Korsan Adası ile bir nebze
hayat buldu. KSB Etkinlik Koordinatörü
Burçin Gacal, öğrenci kulüplerine ne
kadar değer verdiğini göstermek için
harcadığı emek ve zaman doğrultusunda
böyle bir proje öne sürdü. Çoğu kulüp
tarafından sevildi ve kabul edildi. Birçok
kulüp festival öncesinde hazırlıklarını
tamamladı ve Korsan Adası olarak ayrılan
alanda etkinliklerini gerçekleştirmek için
beklediler. Ancak hava koşulları buna
engel oldu. İlk gün yoğun yağış olması
beklendiği için etkinliğin KSB Binasında
yapılması uygun görüldü. Etkinlikler
kapalı
alanda
olmasına
rağmen,
insanların keyifli vakit geçirdiği gözden
kaçmadı. Sek sek oynandı, ip atlandı,
90’ların şarkıları ile danslar edildi, zekâ
oyunları oynandı.
Ertesi gün havanın düzelmesiyle etkinliği
Taşkışla Şenlik’20
Taşkışla Şenlik genel olarak gündüz atölye
çalışmaları akşamüstlerinden itibarense
konserlerle dolu geçti. Şenlik Kapsamında
Pregnant Head, Kaan Mete Trio, Od,
Gurup Efem, Medical Phallanx of Space,
Ayyuka, Sarp Maden, Yüzyüzeyken
Konuşuruz, Alpman and The Midnight
Walkers, Ah! Kosmos, Yasemin Mori,
Paradisco, Savai & Gökalp, Kiraz Deniz
& Dalt Disney, Balina, Siya Siyabend, Sine
Noise, Kaan Düzarat, Seretan ve Yang
sahne aldı. Newspeak Presents: Natives
Are Restless Takeover Kapsamında Kaan
Dede, Other Man ve Le Bébé Royal sahne
aldı. Radio Zula Dj setlerindeyse Vasıfsız
Eleman, Byt, Cinar Le Grand, Janpol Bey,
Yaşayan Kütüphane
Güzel Sanatlar Kulübü Festival’de
alana taşıma kararı alındı ve birçok
kulüp masalarını alıp Korsan Adasına
yerleşti. Ancak havanın Ancak havanın
rüzgarlı olması, adanın beklenen ilgiyi
görememesine sebep oldu. 3. güne
gelindiğinde havanın düzelmesi adaya
olan ilgiyi arttırdı. Fakat son gün bastıran
yağmur Korsan Adası etkinliklerinin
durmasına yol açtı.
Korsan Adası’nın planlandığı şekilde
gerçekleştirilememesinin
nedenleri
arasında hava koşulları dışında bir de
maddi etkenler vardı. Komite Korsan
Adası için yeterli bütçeyi ayıramadı, bu
da kulüplerin etkinliklerinde birçok
kısıtlamaya gitmesine neden oldu. Birçok
kulüp etkinliğini yapmaktan vazgeçti veya
hevesleri kırıldı. Tüm bunlara rağmen
Burçin Hoca elinden geleni yaptı. Bu
nedenle bütün kulüpler adına çabaları ve
yardımları için Burçin Hoca’ya teşekkür
ederiz.
Onur Şafak, İpek Odabaşı, Zeleia ve Mr.
Zula vardı. Sarp Maden konserinde birden
sahneye çıkan Şevval Sam, izleyicileri
şaşırttı. Konusunda uzman kişilerin
yaptığı söyleşi ve sunumlarla akademik
açıdan da dolgun geçen şenlikte atölye
çalışmaları arasında en yoğun ilgiyi ise
3 boyutlu yazıcı atölyesi gördü. Atölye
kapsamında 3B FAB’in getirdiği 2 adet 3
boyutlu yazıcı, atölyeye katılanların kendi
tasarımlarına hayat vermelerini sağladı.
Kapanış günü havanın yağmurlu olması
sebebiyle bütün şenlik kampüs içine
taşındı ve kapanış konserleri de fakültenin
geniş koridorlarında yapıldı.
Bu sene bahar şenliklerinde İTÜ Güzel
Sanatlar Kulübü standına
ve etkinliklerine bir göz
atalım dedik... Standa
gittiğimizde İTÜ’nün çok
değerli gizli hazinesinden
bahsediliyordu. Hazineyle
ilgili tek bilgi Ayazağa
yerleşkesinde olması ve bu
noktayı şifreli bir şekilde
veren bir harita olduğuydu.
Etkinlik alanında kurulan
ve
tuallerden
oluşan
platformlarda “aklındaki
korsan figürünü çiz!” yazısı
duruyor ve gelenlerin
gözlerini
yavaş
yavaş
kendine çekiyordu. Etkinlik gününe
döner ve olayı an be an anlatırsak; ortada
büyük bir tual platform ve çevresinde onu
heyecanla boyayan insanlar... Bu resim
ilgisinin kaynağını merak ettik. Herkes
aceleyle bir şeyler karalıyor; denizler,
korsanlar ve ve alakasız bir sürü şey daha.
Sorup soruşturduk. Meğer bu etkinliğin
sonunda katılımcılara hazine haritaları
veriliyormuş. İlk haritanın şifresini çözüp
hazine yerine ulaşan ve orada yeni bir
harita bulan birileri duruyor ve heyecanla
ikinci yeri arıyorlar. Ortalık sprey, aklirik,
yağlı boyalarla dolu ve birbirinden ilginç
5
MAYIS 2014
çalışmalar ve resimler tuallerin dört bir
Festivalin en çok ilgi gören sosyal sorumluluk
projesi olan Yaşayan Kütüphane İTÜ bu sene
de festivalin ilgi odağı oldu. İnsana insanca
yaklaşan, hem “kitap”ların hem de “okuyucu”
ların hayatlarına dokunan proje her yıl olduğu
gibi bu yıl da 2 gün sürdü. 2 günde toplam
…… kitap ve ….. gönüllü ile …….. okuyucuya
ulaşıldı.
Kütüphanenin işleyişi
yanını doldurmuş. Kimileri de var ki
hazineyi bırakmış kendini resim yaparken
kaybetmiş, hayal dünyasına dalmış....
Günün sonuna doğru ilginç bir olay oldu,
birileri ellerinde ikinci haritayla gelip
hazinenin son aşamasındaki olası yerle
ilgili sesli sesli konuşuyorlardı. Hazinenin
son aşaması İTÜ Rektörlüğü’nün
karşısında Atatürk heykelinin ayaklarının
altında gizliydi aslında. Haritada
şifreyi çözüp Atatürk heykeli olduğunu
bilmelerine rağmen bu heykelin
rektörlüğün karşısında olduğunu bir türlü
çıkaramıyorlardı. Neyse kısa tutalım, tam
bu tartışma yaşanırken 2 kişilik başka
bir grup son derece heyecanlı bir şekilde
güzel sanatlar standına yürüyorlardı,
ellerinde de hazine sandığı... Diğer grup
biraz üzülse de artık yapacak bir şey yoktu.
Hava ne kadar değişken olsa da güzel
sanatlarda hazinenin heyecanlı havası
taze kaldı, ta ki hazine bulununcaya kadar.
Umarız bir sonraki yıl şenliklerde tekrar
gizli bir hazine keşfedilirse, kazanan grup
bu sene son aşamaya kadar gelip de orada
takılan grup olur. Bu senenin acısını iyi
bir şekilde çıkarmış olurlar.
Kütüphane, kocaman bir çadırın içinde
uzun uzun sayfaları olan kitaplar ve arı gibi
çalışan gönüllülerden oluşuyor. Kütüphanenin
kurulumu ortalama 3 aylık bir süreçten
geçiyor; bu süreçte gönüllüler kendi aralarında
ekiplere ayrılarak düzenli bir şekilde iş bölümü
yaparak hem kitap arayışına başlıyorlar hem de
kütüphanenin ekipmanlarını karşılamak için
bir çok yolu deniyorlar.
En çok merak edilen konu şu: “kitap” arayışı
nasıl gerçekleşiyor?
Öncelikle kitap başlıkları belirleniyor, ardından
arayışlara başlanıyor. İlk olarak tanıdıklar
aracılığıyla ulaşılabilen ”kitap”larla iletişime
geçiliyor, geçen senelerdeki “kitaplar” ve
diğer yaşayan kütüphanelerde “kitap” olmuş
insanlarla da iletişime geçiliyor ve görüşmeler
yapılıyor. Ardından derneklere başvuruluyor
ve görüşmeler ayarlanıyor. Görüşmeler şu
şekilde gerçekleşiyor; projenin kitap ekibinin
içindeki gönüllüler 3’erli gruplarla görüşme
ayarlanmış kitaplarla kütüphanede oluşabilecek
şekilde okumalar yaparak, sorulara nasıl cevap
alacaklarını inceleyerek kitapların proje için
yeterli olup olmadığını test ediyorlar. Tabii
kitaplar da projenin kendileri için ne kadar
uygun olduğuna bakıyor ve karşılıklı bir
eleme süreci
gerçekleşiyor.
Her sene 30’dan
fazla kitap oluyor
ve her kitap için
görüşmelere
gidiliyor yani
senede ortalama
50 kitap
görüşmesine
gidiliyor. Tüm
görüşmelerin
ardından kitaplar
belirlenerek
katalog
oluşturuluyor
ve kütüphanenin
en temel unsuru olan
kitaplar tamamlanıyor.
Bunların ardından tanıtım
başlıyor; projenin duyurulması
için en önemli ekip tanıtım ve
tasarım ekibi oluyor. Gönüllüler
birlikte afişler, el ilanları, etiketler, kitap
ayraçları tasarlayarak; videolar, fotoğraflar
çekerek; kampüslerde röportajlar yaparak
projenin herkese ulaşmasını hedefliyorlar.
Son adım ise çadırın kurulumu ve çadırda
geçirilen 2 gün oluyor. Çadırın içindeki her
şeyi gönüllüler kendi elleriyle hazırlıyor. Hem
“kitaplar” hem de “okuyucu”lar için en uygun
ortamı sağlamak için her gönüllü elinden geleni
yapıyor. Kütüphane açılışı verildiğinde ise 2
gün için belirlenen ekipler işlerinin başına
geçiyor ve 2 gün boyunca çadırın işleyişinin
en iyi şekilde ilerlemesini sağlıyorlar. Sonunda
okulun göğsünü kabartan, önünden, içinden
bir şekilde geçen herkesin gururunu yücelten
bu proje ortaya çıkıyor.
Farklılıklara karşı farkındalık yaratmayı
amaçlayan ekip sadece 2 gün değil 365 gün
Yaşayan Kütüphane’yi yaşatalım diyerek
sene içinde insan hakları temelinde kampüs
röportajları, çeşitli kitap başlıkları hakkında
yazılı röportajlar ve anketlerle farkındalık
çalışmalarına devam etmektedirler. Ekibin
içinde yer almak isteyen herkese kapısını
ardına kadar açık tutan proje, her sene yeni
gönüllülerini bekliyor.
Umut Okulu
Ardından 3 gün boyunca Korsan
Adası’ndaki kulüplerin etkinliklerine
katıldılar.
Gastronomi
Kulübü’nün
Festival’de “Down Kafe”
Festival ekibi bu sene sosyal sorumluluk
temasına da değinmek istedi Bu nedenle
bir komite oluşturuldu. Komite’nin
tek üyesi Başak Orhan, festivaldeki
sorumluluk projelerinin oluşturulması
için büyük çaba gösterdi. Bu projelerden
bir tanesi de Down Kafe idi. 4 gün
boyunca MED’in önüne kurulan mini
kafede, Mecidiyeköy’de bulunan Down
Kafe’deki çocuklar yer aldı. Hem festivale
hem de kafeyi ziyarete gelen herkese renk
katan çocuklar, birçok aktivitede de yer
aldı.
İlk gün KSB ile ortak düzenlenen
“Hayallerim Sınırsız” etkinliğine katılarak
şarkılar söylediler, oyunlar oynadılar.
elma yeme yarışmasına katıldılar, Ritim
Grubu’nun Müzik Aletlerini denediler,
Alternatif Sahne’de zumba yaptılar.
Umut okulu; İTÜ Gönüllülük Kulübü’nün
yürüttüğü, Türkiye’nin her bölgesindeki
birleştirilmiş köy okullarına yardım götüren,
küçük çocuklara umut olmaya çalışan ve
çocukların hayata bakış açısını değiştirmeyi
amaçlayan bir projedir. Proje her sene yaptığı
2 yolculuğu bu sene 3’e çıkartarak bir otobüs
dolusu gönüllüsü ve bir o kadar da topladığı
yardımla belirlenen köy okullarına yardım
götürmektedir. Giden gönüllüler orada
çocuklarla çeşitli oyunlar oynuyor, eğitici
deneyler yapıyor, hazırladıkları mini tiyatrolar
ve sihirbazlık gösterileriyle eğlenceli ve sıcak
bir ortam oluşturuyorlar. Köye vardıkları
andan itibaren çeşitli masal kahramanlarının
kostümleri ve makyajlarıyla ortaya çıkan
gönüllüler ilk olarak oyunlar oynayarak
çocuklarla tanışıyor. Daha sonra hazırladıkları
deneylerle çocukların öğrenmesine katkıda
bulunuyor ve ardından gösterilerle birlikte
çocuklarla vakit geçiriyorlar. Aynı zamanda
yıl içinde okulun belirli noktalarında bulunan
kitap toplama kutularıyla, sanal ortamdan ve
okul dışından duyurularla gerçekleştirilen
Kitap Toplama Kampanyası sayesinde onlarca
okula kitap yardımı göndererek çocukların
hayatlarına yeni mutluluklar katıyorlar ve
katmaya da devam edecekler.
2013-2014 döneminde ilk olarak NevşehirGülşehir Gökçetoprak İlköğretim Okulu’na
yardım götüren proje ikinci olarak EdirneKeşan Siğilli İlköğretim Okulu’na yolculuk
gerçekleştirdi ve son olarak, toplamda 9. bu
senenin 3. Umut Okulu yolculuğu GiresunPiraziz Akçay İlkokulu’na gerçekleştirilecek.
Bu yolculuk için gerekli olan yardımları
bulmaya çalışan proje gönüllüleri sizlerin de
yardımlarını bekliyor.
ARIYORUM
6
ARIYORUM
MAYIS 2014
Dokunuş
Festival Mevsimi!
Okuluna gitmek üzere bindiği metroda otururken yeni üyesi olduğu kulüpte birkaç
da kısıtlı imkanlara sahip olan ailesini zorlamamak adına söylemiyordur çalıştığı
gün içinde yazması gereken hikayeyi düşünürken reklam panosundaki ilan dikkatini
gerçeğini. Sigara içmeye çıkar öğle yemeğinden sonra ve yanda yurtdışına tekstil
çeker öğrencinin. Şu anlama gelen bir yazı vardır, belki de yazı tam olarak budur, “
ürünleri gönderen firmanın genç çalışanıyla konuşur. Mehmet 28 yaşında ve özellikle
Kendinizde yapacağınız en ufak bir değişiklik hayatınızda kelebek etkisi yaratır”.
Arap ülkelerine mal gönderen bu şirkette 3 yıldır çalışmaktadır. Büşra sorar “Araplara
Bir psikiyatri kliniğinin reklamıdır bu, adresine bakılırsa reklam vermek için
bu dekolteli ürünleri nasıl satıyorsunuz”? Büşrayı etkilemeye çalışan Mehmet “meslek
pek iyi bir seçim değil şehir metrosu, çünkü seans ücreti muhtemelen bir
sırrı “ diyerek sırıtır. Meslek sırrı olan şey aslında bastırılmış Arap kadınlarının fırsat
öğrencinin aldığı burstan fazladır. Bu ücreti ödemektense yarı sağlıklı
bulduklarında ne denli açılabileceğini bilen Arap şirketlerinin ucuza mal almak
aklımla hayatımı sürdürmeyi yeğlerim daha iyi diye düşünür öğrencimiz.
için gelip paralarını döktükleri garip sektörün doğasıdır. Gerekli bilgiyi alan Büşra
Durağa geldiğindeyse inmek için ayağa kalkar ve yanlışlıkla öğrenci
kasasının başına dönmek için Mehmetle el sıkışır ve mağazaya girer. Mehmet öğleden
olduğunu düşündüğü bir gencin elini sıkıştırır tutmak istediği demire
sonra toplu mal aldıkları toptancıların bulunduğu bölgeye gitmek için çıkar şirketten.
ulaşmak isterken, pardon der ve iner, eli sıkışan gencimiz uzun boylu,
Kısa bir otobüs yolculuğundan sonra şehrin trafiğine rahat bir nefes aldırmak için
yakışıklı 30 yaşlarında, yaşını göstermeyen sportif bir vücuda sahip,
yapılan metrobüse biner ve bir kez daha söver. Asıl trafik metrobüstedir çünkü. Her
bir televizyon kanalında spikerdir ve işe gitmektedir. Spikerimiz
gün ayrı bir tartışmanın geçtiği ve klimaların kontrolünün sürekli akrabalarıyla telefon
metrodan çıkar ve ışıklardan karşıya geçmeyi beklerken yanına
görüşmesi yapan şoförlerin elinde olduğunu düşünürsek kendince haklıdır Mehmet. 25
yaklaşan bebek arabalı çekici bir kadın dikkatini çeker ve genlerini
dakika sürecek bu yolculukta bir an önce zengin olup bu hayattan kurtulmalıyım diye
annesinden aldığını düşündüğü bebeği sevmek için eğilir .”Sen
düşünür Mehmet ama kurtuluşun parada olduğunu düşünerek başka bir bataklığa
ne güzel bir şeysin böyle” diyerek yanağından bir makas alır.
adım attığının farkında değildir. Sonra ineceği durağa geldiğinde kapının açılması
Annesi henüz bir yaşında der böbürlenerek. Böbürlenir çünkü
için düğmeye basacakken elinin üzerinde, bileği kalın ve parmaklarının bittiği yerden
ona göre başarmış olduğu şey doğurganlığının ispatı, bir üstünlük
kılların başladığı, göbekli, 47 yaşındaki Hüseyin’in eli vardır ve adam kalın sesiyle
nedenidir. Hiçbir şeye sahip olamayan kadınların avuntusudur
“Kusura bakma” der. Mehmet önemli değil diyerek düğmeye basar ve iner. Hüseyin bir
bir şey doğurmuş olmak, söylemese de biz o bebek arabasının
temizlik şirketinde çalışan, iki çocuk babası, karısıyla sürekli tartışan hatta ara sıra onu
üzerinde yazılmış olan mürekkepsiz yazıyı okuruz.” Bakın ben
akıllandırdığını düşündüğü tokatları atmaktan çekinmeyen, kaba saba bir adamdır.
doğurdum ve güzel oldu yani ben güzelim, onu çok seviyorum
Şirketinin yönlendirdiği yerlere giderek gereken süre boyunca kongre salonlarında,
çünkü benden çıktı çünkü kendime de aşığım”. Anne ve bebek
hotellerde, şirketlerde arkasında temizlik şirketinin adının yazılı olduğu mavi iş
karşıya geçerken uzaklaşırlar spikerden. Anne kahvaltılık
gömleğini giyerek içlenerek çalışır. İçlenir çünkü aşağılandığını biliyordur. Temizlik
birşeyler almak için çıkmıştır sabahın erken saatinde
için gittiği yerlerde kendisine kibarca söylenen “pardon şurayı da temizler misiniz”
ve organik olduğuna inandığı kahvaltılıkları almak
cümlesinin sahibi ellerinde akıllı telefonlarıyla - zaten o bedenlerde akıl sahibi olan
için az ilerdeki pahalı markete gider. Gerekli
tek şey muhtemelen o telefonlardır - etraflarına rica cümlesiyle emir yağdıran kendini
şeyleri aldığında kasaya gelir ve parayı bırakır
beğenmişlere içinden küfrederek ve hiç kimsenin bilmediği bir yolla intikamını aldığını
market sahibinin eline. Market sahibi elli
düşünerek, aşağılanmayı aşağılayarak dengelemeye çalışır. Bu öyle bir intikamdır
yaşlarında hafif göbekli ve ucuza getirdiği
ki kendisini rahatlatmak için yaptığı bu şey birileri tarafından bilinirse bir daha asla
malları pahalıya satabiliyor olmanın verdiği
temizleyemeyeceği bir leke olarak kalır üzerinde. İntikam şudur; çalışmak için gittiği
sevinçle iyi günler efendim tekrar bekleriz
yerlerde eğer aşağılandığını hissederse, aşağılayanın cinsiyetine göre temizlemek
diyerek uğurlar müşterisini. Sıradaki müşteri
üzere girdiği tuvaletin kapısını kitler ve insanların ellerini yıkamak için kullandığı
yakınlarda oturan ve herkesin rahatsız edici bakışları
sıvı sabunların bulunduğu kapları sıraya dizer ve büyük bir zevkle boşalır kaplara.
arasında yaşayan, toplumun acımasız tokatlarından birini
Bu sayede onları aşağıladığını düşünür. Hüseyin metrobüsten iner ve eve döner.
yemiş olan Hande’dir. Hande, gerçek adı Murat olan
Karısının komşu bir kadınla gülerek konuştuğunu görür ve sinirlenerek eve girmesini
26 yaşlarında uzun boylu, iri göğüslü, platin sarısı
ister. Kadın eve gelir ve tartışmaya başlarlar. Bir an birikmiş olan o aşağılanmanın ve
saçlarıyla geceleri çalışan bir travestidir, kahvaltılıkların
kendisine bile itiraf edemediği o gerçekle bir daha yüzleşmiş olmanın verdiği sinirle
yanında birde slim sigara ister. Ona bir parça şehvet ve
karısını altına alır ve başını yere vurarak öldürür karısını. O gerçeği kendisine bugün
diğer müşterilerin alışverişlerini sürdürmeleri için asık bir
birkez daha hatırlatan şey metrobüsteki o dokunuştur. Mehmetin eline dokunduğunda
suratla istediğini verir ahlak bekçisi market sahibi. Hande
hiçbir temizlik malzemesinin temizleyemeyeceği o duygu kirletir aklını. Erkeklerden
de her zaman ki gibi ilginç bakışlar arasında ara sokakların
hoşlandığını düşünmek maalesef ona öyle bir şekilde öğretilmiştir ki toplum tarafından,
birine girerek eve gider. Gece işe çıkacağı arkadaşlarıyla
öyle bir konu konuşulmamıştır bile yetiştirildiği yerlerde. Bu sessiz öğreti Hüseyin’in
önce alışverişe çıkarlar ve umursamaz kahkahalarla bir iç
hayatındaki gerilimin kaynağıdır, ve o gerilimin kurbanı malesef iki çocuktan sonra
çamaşırı mağazasına girerler “kızlar”. Orada çalışan kasiyere
bir daha cinsel anlamda hiçbir şey yaşamadığı karısıdır. Öldürdüğü karısı mıydı
ödemeyi yaparlar ve aynı kahkahalarla çıkarlar mağazadan.
yoksa kendisine bile itiraf edemediği bu gerçek mi? Akşam haberlerinde bu haberi
Kasiyer kız yirmi dört yaşında ve ailesinden uzakta eğitimini
“Bir Vahşet Daha” başlığıyla verecek olan da elbette otuz yaşındaki spikerimizdir.
devam ettirmek için bu işte parttime olarak çalışmaktadır
Öğrencimiz yazacağı yazıyı düşüne dursun, yazıya dökülmeyen milyonlarca yaşam bir
dört aydır. Mart ayı gelince kızgınlığa girmiş erkek kediler gibi
peşinde koşan ve sürekli sözlerle taciz eden erkeklerden uzak
olmak için bu işe girmiştir Büşra. Ailesi bilmiyordur çalıştığını ve o
7
MAYIS 2014
gün yazılmak umuduyla hafıza kütüphanesine kaldırılsın.
Süleyman Yılmaz
[email protected]
Soğuk günler geride kaldı. Tiril tiril giyinip, çimlerde yatma zamanı geldi. Bu sene ülkemizde çok başarılı
festivaller düzenlenecek. Yurtdışındaki festivallerle yarışmamız zor; ancak bizim de küçümsenecek bi yanımız yok.
O yüzden hadi atın kendinizi festival
alanlarına. İşte mevsimlerin en güzeli:
Festival Mevsimi!
BABYLON SOUNDGARDEN ISTANBUL
2014
CHILL OUT FESTIVAL
24 MAYIS
PARK ORMAN
Her sene dört gözle beklediğimiz Soundgarden bu sene 4. Kez düzenlenecek. İlk
kez 4 farklı şehre uğrayacak olan festivalin İstanbul ayağı, 24 Mayıs’ta Park
Orman’da gerçekleşecek. İstanbul sahnesinde bu sene Pet Shop Boys, Sky Ferreira, Seun Kuti & Egypt ’80, FM Belfast,
John Talabot, Mount Kimbie, Joystick Jay,
Kabus Kerim, Dalt Wisney ve Ali Gultekin
gibi isimleri ağırlayacak. Bu sene ana sahnenin dışında iki alternatfi sahneyi de
bizlere sunan soundgarden bu sene çok
eğlenceli geçecek kesin! Bir de hatırlatma
yapalım uzun zamandır gözlerden uzak
olan Ciguli bu sene Kolektif İstanbul ile
ana sahnede olacak.
24 MAYIS
LIFE PARK
%100 FEST
6-7 HAZİRAN
KÜÇÜKÇİFTLİK PARK
Her sene dört gözle beklediğimiz
Soundgarden
bu
sene
4.
Kez
düzenlenecek. İlk kez 4 farklı şehre
uğrayacak olan festivalin İstanbul ayağı,
24 Mayıs’ta Park Orman’da gerçekleşecek.
İstanbul sahnesinde bu sene Pet Shop
Boys, Sky Ferreira, Seun Kuti & Egypt ’80,
FM Belfast, John Talabot, Mount Kimbie,
Joystick Jay, Kabus Kerim, Dalt Wisney ve
Ali Gultekin gibi isimleri ağırlayacak. Bu
sene ana sahnenin dışında iki alternatfi
sahneyi de bizlere sunan soundgarden
bu sene çok eğlenceli geçecek kesin! Bir
de hatırlatma yapalım uzun zamandır
gözlerden uzak olan Ciguli bu sene
Kolektif İstanbul ile ana sahnede olacak.
ONE LOVE FESTIVAL
Chill Out Festival bu sene bize bir iyilik
yapıyor ve Kemerburgaz yerine Sarıyer
Life Park’ta düzenleniyor. Baharın son
hafta sonunda temiz hava bol güneş
eşliğinde Chill-Out Festival İstanbul,
birbirinden farklı 4 sahnede 20’den fazla
müzisyen ve grubu dinleyecek olan festival katılımcılarına, 12 saat boyunca çok
çeşitli sanatsal ve kültürel aktiviteler sunacak. Bu yıl Goldfrapp, Mulatu Astatke
, Brandt Brauer Frick , Da Lata, Jaqee,
Boogie Belgique, Baba Zula’nın headliner
olduğu Chill Out Festival Alternatif sevenlere ilaç gibi gelecek.
MIDTOWN FEST
14-15 HAZİRAN
PARKORMAN
Bu yıl on üçüncüsü düzenlecek olan One Love Festival
bu sene de harika grupları bize dinleme fırsatı getiriyor.
Geçen sene iptal olmasıyla(malum sebeplerden) bizi
yasa boğan ve blur’u dinleme fırsatımızı elimizden alan
One Love bu sene geçen seneki kadrosuyla bizi affettirecek gibi. İşte o isimler: Basement Jaxx, Mogwai, Oh
Land, Modeselektor, Moderat, Bonobo ve Mø.
20 AĞUSTOS
KÜÇÜKÇİFTLİK PARK
İlk defa düzenlecek olan Midtown Fest çok şükela bir
başlangıç yapıyor. Portishead’i izleme fırsatını bize
verecek olan Midtown Fest’in diğer konukları şu şekilde:
Savages, Thought Forms, The Ringo Jets, The Away
Days, Telepotik. Heyecanla bekliyoruz.
Yarkın Genç
[email protected]
ARIYORUM
8
ARIYORUM
MAYIS 2014
MAYIS 2014
İTÜ
Radyosu
Elektrik Elektronik Fakültesi 3. Kat 3308 nolu odaya küçük bir yolculuk yapıyoruz. İTÜ Radyosu. Stüdyo dahil üç küçük odadan
dünyaya açılan kapımız... Bir yanda muazzam bir koleksiyonu saklayan plak dolabı, eski mikrofonlar, ilk stereo radyo ekipmanları
diğer yanda bilgisayarlar, dijital ses ekipmanları ve radyoculuğun değişmez klasiği kırmızı ışıklı “yayın” lambası. Sadece kulağınıza
hitap etmesine rağmen sizi bambaşka yerlere götürebilen, kulağınızın içine konuşan sesin sahibini deli gibi merak ettiğiniz radyo hayatına İTÜ Radyo
olarak nasıl dahil olduğumuzu ve Türkiye’de öncü olduğumuz bu alanda İTÜ olarak nasıl yol aldığımızı İTÜ Radyo sorumlusu Süha Çalkıvik hocamıza
sorduk ve geçmişe doğru yaptığımız bu küçük yolculuğu sayfalarımıza taşıdık.
Sizin hikayeniz ile başlayalım; NTV ile olan bağınızdan bahsedebilir misiniz?
Ben zaten 7 yaşımdan beri radyoculuk yapıyorum; o zaman TRT çocuk saati
vardı. TRT kökenliyim yani ben, uzun yıllar radyo
çocuk saatinde çalıştım. Okurken bir yandan da okul
radyosunda seslendirme yaptım. İlkokulda Ankara
Radyosu tarafından 23 Nisan›da şiir okuyacak çocuk
seçmesi yapılıyordu. Benim de o yaşa göre çok bas
bir sesim vardı. Seçmelere katıldım. TRT prodüktörü
“Yarın annenle gel radyoya.” dedi. Ondan sonra da
hayatım boyunca harçlık almadım çünkü zaten TRT’den
maaş alıyordum. Televizyon dublajına ise 90 yılında
TRT İstanbul Televizyonu’nda başladım. Çizgi filmler,
belgeseller diziler... Yalan Rüzgarı’nda 112 bölüm
konuştum. Ondan sonra Riziko gibi pek çok yarışma
programında çalıştım. Uzun yıllar voiceover olarak
çalıştım. 96’ya kadar TRT’nin de tanıtım sesiydim.
96’da NTV’ye transfer oldum. Şimdi ntv, ntvspor,
ntvradyo, Rady Eksen’in tanıtım sesiyim. Tanıtım
filmleri seslendiriyorum. Şu an TRT Türk’de de Türkçem
diye bir programı seslendiriyorum. Haftaiçi hergün
yayınlanıyor. 4.5 dakikalık, çok faydalı bir program.
Hala TRT ile bağlantım var yani. Şirket ve belediye
tanıtımları okuyorum, üniversite tanıtımları okuyorum.
Diksiyon eğitimi veriyorum şu an radyoda. Çalışan
memurlara, aday memurlara, fakülte sekreterlerine
yoğun diksiyon dersleri veriyoruz. Kurum içi eğitimler de veriyoruz.
Şu an İTÜ›de derslere giriyor musunuz peki ?
Radyodan vakit bulamıyorum ancak kardeş okulumuz Fevziye Mektepleri
Şile Kampüsü’nde 2 yıl öncesine kadar sinema dersleri veriyordum
Dersinize giren bir öğrenci, ilk duyduğunda aaa o ses diyor mudur?
Diyor tabi.
“Raaakım değil rakım mesela.”
Bir takıntınız var mı insanları uyarma gibi; diksiyon konusunda?
Yakın zamana kadar dinlediğim, seyrettiğim her şeyi çok fazla kritize
eden bir yapım vardı. Ancak artık sadece yakın çevreme uyarılar yapma
kararı aldım. Eşime radyoda çalışan arkadaşlara ya da bana soru soranlara
söylüyorum.”Raaakım” değil rakım mesela. Sorana yardımcı oluyorum sadece.
Eskiden kendimi çok sevimsiz görüyordum bu konuda. Sadece sorumlu olduğum
insanların konuşmaları üzerinde düzeltmeler yapıyorum. Eminönü’ye denmez
Eminöne’ne, Kırklareli’ye denmez Kırklareli’ne diyorum mesela. Bir de dilimiz
çok sonsuz, ben de her gün yeni bir şey öğreniyorum.
“Halkımız maalesef günde 150 kelimeyle
konuşuyor!”
Duymaktan haz etmediğiniz bir kelime var mı?
“Aynen öyle!” Bunun dilimize yerleşmesi çok kötü bir şey. Copy paste
alışkanlığının dilimize nasıl bir Ajda Pekkan şarkısı ile yerleşip maalesef
toplumun bütün katmanları tarafından bu kadar kullanılıp bu kadar özgün fikri
olmayan insanların “katılıyorum sana, evet ben de öyle
düşünüyorum ya da hemfikirim” diyeceğine aynen öyle
demesi, ve hiçbir fikri olmayan insanlar, 150 kelimeyle
konuşan halkımızın da bu işine geliyor. Çok sığ maalesef.
Radyonun hikayesinden, köklerinden bahsedebilir
misiniz biraz da? Çünkü biliyoruz İTÜ Radyosu çok
köklü bir oluşum.
Aslında radyo Elektronik Haberleşme Bölümü
öğrencilerinin bitirme yapması için 1945 yılında yüksek
frekans kürsüsü olarak kuruluyor. Öğrencilere laboratuvar
niteliği taşısın ve bitirme projesi yapabilsinler diye ortaya
çıkarılmış bir olgu. Önce günde iki saat yayın yapmaya
başlamış. Daha sonra yayın akşamlarca sürdürülmeye
başlanmış. Asistanlar, profesörler denetiminde, bugün
olduğu gibi, hep öğrenci radyosu olmuş. Askeri darbe
dönemlerinde yayını kesintiye uğrasa da hep amatör
ruhla çalışan bir öğrenci radyosu olarak kalmış. Aynı
zamanda Türkiye’nin ilk üniversite radyosu. İlk stereo
yayın yapan radyo. TRT›den bile önce. İTÜ radyo ve
televizyonu hep TRT›ye öncülük etmiştir. İlk elektronik
haberleşme ve uydu haberleşme mühendisleri buradan yetişmiştir.
Peki sizin radyoya gelmeniz nasıl oldu?
Ben zaten üniversite bünyesinde yarı zamanlı hocaydım. Sinema ve radyo
televizyon derslerini veriyordum. 95 yılındaki rektörün radyoyu tekrardan
hayata geçirme gibi bir projesi oldu. 95’te bir kadro ilanı yayınlandı. Ben de
başvurdum ve 4 aday arasından seçildim. 3 öğrenciyle başladık ve şu an her
geleni kabul edemeyecek düzeye geldik. Zaten çok farklı bir ortam. Radyoya
ayrılan bu stüdyoda çalışmak ve zaman geçirmek oldukça ayrıcalıklı bir durum.
Çok rengarenk bir ortam. Çalışan öğrenciler kendi müziklerini yaratarak sıcak
bir ortam da yaratıyorlar aynı zamanda burada.
Siz şu an hem radyonun hem de İTÜ-TV’nin sorumlususunuz değil mi?
Kağıt üzerinde öyle ama zaten tv şu an yayın yapmıyor. Uzaktan Eğitim Merkezi
bünyesinde İTÜ-TV yine var ama IP TV dışında ve arada bir törenleri yayınlamak
dışında yayın yapmıyor çünkü lisans alamıyor.
“İTÜ Radyosu dinleyende alışkanlık yapıyor!”
Peki bu konuda bir proje yok mu ?
Lisans almamıza yasalar engel. Çünkü devlet üniversitesiyiz. Lisans alabilmek
için anonim şirket olmak gerekiyor. Anonim şirket olmak demek para kazanma
amacı demek ancak bizim böyle bir amacımız yok ki... Örneğin ODTÜ Radyo
anonim şirket ancak ticari şirketler orayı öylesine kullanıyor ki ODTÜ radyo
öğrenciden uzaklaşmış bir radyo. Biz o kulvarda yüzmek istemiyoruz. Biz
öğrenciden uzaklaşmadığımız için yalnıza webden yayın yapmamıza rağmen
her zaman en çok dinlenen üniversite radyoları sıralamasında ilk üçteyiz.
Neden? Çünkü reklam kesintisi yok. Alışkanlık yapıyor.
Ve bizi dinlemek de çok basit. Artık internete erişim bile
çok kolay olduğu için, bugün bu teknolojide “Ben radyoya
ulaşamıyorum.” demek imkansız.
İTÜ-TV›nin önüne yasalar tarafından engel konuluyor
dediniz. Türkiye’ye televizyonu ilk getiren İTÜ-TV ama bu
kimse tarafından bilinmiyor. Bugün onure etmek amaçlı
dahi olsa bunun üzerine gidilip bir şeyler yapılamaz mı ?
Üzerine gidilse bile bunun bir sürü sıkıntısı var. Öncelikle ekipman bulmanız
lazım. İkincisi ve belki de en önemlisi ne yayınlayacağınız sorun. Yayın politikası
ayarlanabilir belki. Mesela hep belgesel yayınlayalım diyelim. Sürekli belgesel
seyreder misiniz ? Hayır. İlginç bir format olmalı. Diyelim ki okulumuzun
bölümlerini tanıtacağız. İTÜ’de çalışan hocalar ve öğrenciler bile ikinci günden
sonra seyretmez. Yani ne sunacağınız çok önemli. Sonra bunun maliyeti de
var. NASA Channel formatında yayın yapmaya kalksanız, bu ucuz bir şey değil.
Televizyonu öğrenciler yönetsin desek ve ellerine kamera versek onlar da ne
çekeceğini bilemez ve zaten bu kadar ders yükünün arasında zaman bulamaz; ertesi
gün kamerayı bırakır. Radyomuz bile en çok İTÜ dışından dinleniyor ki TV’yi kim
izleyecek. Bu yüzden İTÜ-TV’nin adını sürdürmenin de bir anlamı yok maalesef.
Tabi ilk zamanlarında tek olduğu için her şey daha kolaydır.
Elbette. O zaman televizyon diye birşey yoktu ve çok ilgi çekiciydi. İnsanlar
gösterim yapılan Gümüşsuyu Yerleşkesi’nde amfileri dolduruyordu. Dönemin
bütün ünlü sanatçıları yayına geliyorlardı. Çok parlaktı herşey.
Sizin İTÜ-TV’yi emekçilerinden dinleme fırsatınız olmuştur elbette ?
Halit Kıvanç’la ben NTV’de haftanın iki günü program yaptığım için sık sık
dinleme fırsatı buluyorum.
“Televizyon Sevenler Derneği”
Peki çevrenizden duymuş muydunuz? Büyüklerinizden izleyen olmuş mudur ?
Ben çevremde çok aradım ama seyircisi olmuş birini bulamadım.
Ben 69 doğumluyum, yetişemedim ve zaten çocukluğumun 7 yaşında kadar
olan kısmında İstanbul’da değildim. 7 yaşında geldiğimde de İTÜ-TV kapanmıştı.
Ancak seyreden çok dostum var. Hatta bizim radyonun okur mektuplarından
bildiğim kadarıyla zamanında Televizyon Sevenler Derneği bile kurulmuş. Çok
ilginç. Programlar hakkında eleştiriler, fikirler göndermişler. Onlar en önemli
tanıklar ve onlardan bir sürü fikir edinebiliyoruz.
9
“Cendereye sokulmuş öğrenciler...
“
“İsteyen için, her şey para değildir.”
“Hayatı boyunca Shakespeare
okumamış adam, ancak bankada veznedar
olur!”
O günlerde radyo ve İTÜ-TV gibi oluşumlarda hep öğrenciler ön plandaymış.
Şimdiki neslin aktüel yanını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu aktüalitede
paranın da bir etkisi var mıdır mesela? Hayat çok zor algısını, öğrencilerin
sanat ve sporla ilgilenmemesi ya da kendini kapatmasını, “Herkesin yaptığı işi
ben de yapayım, paramı kazanayım.” mantığını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Para kazanamaz ki öyle bir adam. “Ben mühendislikte çok başarılı olacağım;
onun için hiç bir sosyal faaliyetle ilgilenmeyeyim.” Türkiye’de maalesef bize
enjekte edilen yaygın öğrenci profilinde bu var. Asosyal öğrenci tipolojisi. “Aman
hiçbir sosyal faaliyetle ilgilenmeyeyim ki dersler zaten yoğun; labaratuvarlar var,
ödevler var. Zaten zamanım yok.” Panik atak yaşıyor bütün öğrenciler... Nedeni
de sürekli duyulan “okul dört yılda bitmeli” gibi korkular. Cendereye sokulmuş
öğrenciler... Zaten aldığınız ders yükü çok fazla. Tam tipik alman diplomasisinin
halen görülen etkileri bunlar. Krediler çok fazla. 27-32 kredi alan öğrencilerim
var. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Amerika’da bir sömestr da 12 kredilik ders
alınıyor. Mesela bizim jazz programlarımızı yapan Onur arkadaşımız şu an New
York’ta. 12 kredi dersi olduğunu ve de yanına renk olsun diye jazz tarihi dersi
alacağını söylüyor. Burada arkadaşları çok kıskanıyor. Üniversite; evrensel bilimi
metotlarıyla bilen kişi yetiştirmek demektir . Burada maalesef metot değil
ezber öğretiliyor. Kampüste yaşam yok. Belli bir saatten sonra insan kalmıyor,
yalnızca köpekler kalıyor. Yurduna korkuyla koşarak giden insanlar oluyor. Ama
soruna geleyim. “Bir an önce mühendis olayım, hiç bir şeyle uğraşmayayım.”
diyen adam, kusura bakmasın ama ancak bankada veznedar olur. Fabrikada
memur mühendis olur. Proje ve orijinal fikirler üreten yaratıcı bir adam olması
beklenemez. Özgün fikir taşıması mümkün olmaz. Neden çünkü adam hayatı
boyunca Shakespeare okumamıştır, Beethoven dinlememiştir. Western film
bile seyretmemiştir. Malesef bizim genel öğrenci profilimiz böyle. Buradaki 13
radyo çalışanı İTÜ öğrenci profilini yansıtmıyor. Ben 93 yılında burada yeniden
radyoyı canlandırma amaçlı proje ile göreve başladım. Sadece bir iki yere
“Klasik müziğe meraklı öğrenciler aranıyor.” diye afiş astım. Üç kişi başvurdu.
Biri bilgisayar mühendisliğinde okuyan çocukluğundan
beri ailesi tarafından piyano eğitimi aldırılmış bir öğrenci,
biri elektronik mühendisliğinden yan flüt çalan bir öğrenci
ve diğeri yine elektronik mühendisliğinden keman çalan
bir öğrenci geldi. Ama bu çocuklar 5 yaşından beri klasik
müzik eğitimi almış kişilerdi. O zaman ben çok şanslıydım.
Öğrenciler arasından elekten geçmiş ve süzülmüşün
süzülmüşü olan 3 kişi gelmişti. Biz şimdi okulda afiş bile
asmıyoruz. Çünkü namımız sosyal medyada zaten yürüyor.
Haber ajansları bizim programlarımızı haber yapıyorlar.
Düşünsenize son 8 yıldır boyundan aşağısı tutmayan ve
konuşamayan bir adam Turgut Uyar ile birlikte Kış Bahçesi
diye program yapıyor. Yatalak adam bütün playlist i
yapıyor. Neden? Reklam ve sponsor almıyoruz.Ticaret
girmediği için özgür müzik yayınlayabiliyoruz. Yoksa biz
bir tane reklam alsak reklam veren şirketler hemen çalma
listelerimize müdahale ederler. Benim çalıştığım bütün
ticari radyo kanalları reklam verenin boyunduruğu altında
yayın yapıyor. Biz öyle bir kölelik de yaşamıyoruz. Para
konusuna gelince. Ben paraya o kadar ihtiyaç olacağını
hiç zannetmiyorum. Buradan aldıkları yarı zamanlı ücret
onların pekala seçkin sanat ürünleri ile karşılaşmalarına
fırsat sunabilir. Sinemaya, tiyatroya, festival filmlerine
gidebilirler. İsteyen için her şeyde paraya gerek yoktur.
Meraklısı için...
ARIYORUM
ARIYORUM
MAYIS 2014
Festival
Nasıldı
Ferit Çağlar Gündüz
[email protected]
?
Bilet fiyatlar nasld?
Çok ucuzdu
Bir Festivali daha geride bıraktık. Peki yıllar sonra yine bir öğrenci komitesi kurularak organize edilen İTÜFest’14 nasıldı? Neler
Eksikti? Neler Güzeldi?
komitenin fotoğrafı vardı? Tabi ki özenle
dağıtılan Hürriyet Kampüste.
Öncelikle şunu söylemeliyim ki festivalin
Sanatçı Seçimi
düzenlenmesinde emeği olan herkesin
ellerine sağlık, unutulmamalıdır ki
İTÜFest’14 ile ilgili yaptığımız anket
Öğrenciler mi Organize Etti?
yanlışlar, eksiklikler söylenmezse; pay
sonuçlarını değerlendirirken bir yoruma
çıkarılmazsa daha iyi sonuçlar elde
rastladım;
Akla takılan en genel sorulardan birisi ise
edilemez.
festivalin gerçekten öğrenciler tarafından
Mühendis
kafası
poptan
mı organize edildiği yoksa komitenin bir
Bu sene festivalin öğrenciler tarafından
haz almıyor. sadece kendim
‘kukla’ vazifesi mi gördüğüdür. Cevaplar
düzenleceğini
öğrendiğimde
çok
festivalin en temelinde gizli aslında;
adına konuşmuyorum aksine
heyecanlanmıştım. Çünkü öğrencilere
çevremdeki çoğu insandan bu
ilk olarak bilet fiyatları. Şu bir gerçek
yönelik bir festivali; bir şirketin
yönde şeyler duyuyorum
ki 85TL bir öğrenci için düşünülmesi
yapmasından çok bir öğrenci komitesinin
Organizatörlerin bilgisine :)
gereken bir miktar, yeri geldiğinde gözden
organize etmesi beklentilerin çok iyi
çıkarılamayacak; gerekirse tüm senenin
bilinmesinden ötürü festivalin asıl
stresinin atılmasından bile daha önemli
sahiplerine, İTÜ öğrencilerine hitap
Tabi ki toplu yerlerde özellikle üniversite
bir miktardır.
etmesi için çok önemli bir husustu. Ki bu
gibi binlerce farklı karaktere sahip insanı
beklenti İTÜ’lülerin en temel hakkıdır
aynı anda mutlu edebilmek çok zor bir
Organizasyon kalitesi
çünkü bu etkinlik İTÜFest. Gel gelelim
şeydir. Sorulması gereken soru: bu sene
işin pratiğe dökülmüş hali ne yazık ki
sahne alan sanatçılara kim, nasıl, neye
Bu yıl İTÜ’deki 4. Yılım ve gördüğüm
böyle gözükmüyor; hem şahsi görüşlerim
göre karar verdi?
3. Festival. Açıkçası bu seneki festival
hem de gazetemizin 700 kişi ile yapmış
diğerlerinden kalite olarak çok daha
olduğu anket sonuçları genel bir “hüsran”
Öğrenci Kulüpleri
iyiydi. Tanıtım çalışmaları çok iyi
olduğunu ortaya çıkarıyor.
yapılmıştı hatta bir ders kapsamında
İstanbul Üniversitesi-Avcılar Kampüsü’ne
Festivalin öğrenci komitesi tarafından
Geçen seneden başlayarak
arazi çalışmasına gittiğimizde reklam
düzenlenmesi
demek,
öğrencilerin
bugünlere kadar gelelim;
panosunda
İTÜFest’in reklamını görünce
festivalde aktif rol alacağı anlamına gelir.
içimden ‘Vay be’ demiştim. Bunun
Nitekim Kültür Sanat Birliği İdari İşler
Geçen sene bir organizasyon şirketi
yanında gündüz etkinlikleri, alternatif
Koordinatörü Burçin hocamızın gayretli
üstlenmişti yine festivali ve maalesef
sahnedeki performanslar ve ana sahne
ve özverili çalışmaları sonucu ilk defa bir
festival tamamen maddi temellere
kalitesi gerçekten iyiydi.
festivalde öğrenci kulüpleri bu kadar çok
dayandırılarak
yapılmış,
öğrenci
etkinlik yaptı.
kulüpleri ile göstermelik toplantılar
‘Megastar’ Hususu
düzenlenerek, çoğunun festivalde yapmak
Festival Özel Gazetesi
Şu bir gerçek ki Tarkan festival
istediği etkinliğe “bütçe yok” denilerek
kapsamında İTÜ’de değildi. Bunun en açık
yapılmasına olanak sağlanmamıştı. Geçen
göstergelerinden biri ise konser biletlerinin
Arıyorum İTÜ Gazetesi yayın hayatında
sene Arıyorum’un sunduğu ‘Canlı Gazete’
festival dışında anlaşılan bir aracı firma ile
ilk
defa
‘Festival
Özel’
sayısı
hazırladı.
projesi de aynı şekilde reddedilmişti. Ve
bilet satışının yapılmış olması. Gazetemiz
Ve
bu
sayının
giderleri
İTÜFest
bütçesi
bu organizasyon şirketinin öğrencilerin
ve
Kulübümüzün kurucusu Fatih Avcı
tarafından karşılandı. Arıyorum Festival
eğlenebilmesi, konserlere girebilmesi için
ile yeni sayı hakkında konuşurken 2009
Özel sayısı’nın tasarımının bitmesine az bir
biçtiği fiyat yani kombine bilet fiyatı 70TL
yılında
yine öğrenci komitesinin organize
süre
kala
Hürriyet
Kampüs’ün
İTÜFest’
e
idi. Esasında temelinde bir çok sorun
ettiği
festivalde
Tarkan’ın geldiği ve bilet
sponsor
olduğunu
öğrendik.
Ve
onlar
da
barındıran şirket yönetimindeki geçmiş
festival özel gazetesi hazırlayacaklardı. fiyatının 20TL olduğunu öğrendiğimde
festivallerden duyulan rahatsızlıklar
bazı şeyler yerine oturmaya başladı. Bu
Arıyorum
Festival Sayısı 30 Nisan gecesi
bu senenin başında öğrenci komitesi
festivali öğrenciler mi yoksa şirket gölgesi
kampüse
matbaa
tarafından
ulaştırıldı.
kurulması vasıtasıyla festivalin öğrenciler
altındaki öğrenciler mi düzenledi?
Hürriyet kampüs ise 3 Mayıs günü tam
tarafından düzenlenmesine karar verildi.
gazetelerimizin karşısına konulmuştu.
Fakat festival komitesindeki arkadaşlar
Ücretli Festival?
festivale sponsor olan bir araç firmasının
Festival Etkinlikleri
Festivale Katlm Nasld?
verdiği 2 adet araba ile Hürriyet Kampüs
Bir öğrenci festivalinin ücretsiz olması,
“
”
konser ağırlıklı değil kültür ve sanat
ağırlıklı olması, öğrenci kulüplerinin aktif
şekilde rol alarak ortak bir festival olması
sanırım çoğu İTÜ’lünün beklentisidir.
Bu beklentiler doğrultusunda da sene
başında yapılan toplantılarda İTÜFest’14
için de böyle konuşuluyordu.
Uygundu
Çok pahalyd
Pahalyd
Stadyum Düzeni Nasld?
Çok kötüydü
İyiydi
Fena değildi
Yiyecek‐İçecek Alanlar Yeterli miydi?
hiç yeterli değildi
yeterliydi
fena değildi
Yiyecek‐İçecek Fiyatlar Nasld?
çok uygundu
uygundu
Çok pahalyd
Uygun değildi
Festival Geçen Seneye Göre Nasld?
katlmadm
iyiydi
Çok kötüydü
fena değildi
kötüydü
Öğrenci Komitesi Tarafndan Yaplmasnn Etkisi Nasld?
çok olumlu
olumsuz
iyiydi
kötüydü
olumlu
İdare ederdi
fena değildi
A. M. Celal Şengör
çok yeterliydi
Çok kötüydü
Hiç yeterli değildi
Peki, Orhan Bursalı bu yazıyı niçin sansürlemiş olabilir? Aşağıdaki şıklardan hangisi sizce doğru olan
olabilir ve bu nedenlerle bir yazının sansürlenmesi
hakkında sizler ne düşünürsünüz? Belki cevaplarınızı
Arıyorum'a yazarak sansür konusundaki tartışmayı
sürdürebiliriz. (Ben parantez içinde şunu da sorayım:
Sansür her zaman fena mıdır? Hangi hallerde sansür
belki gerekli olabilir?)
Kötüydü
Çok yeterliydi
Yeterliydi
BİR YAZI,
BİR SANSÜR
VE NEDENLERİ?
Baya iyiydi
Yeterli miydi?
gazetesini
dağıtırken
Arıyorum’a
dokunmamışlardı bile. Oysa ki bir tanesini
gönüllü öğrenciler hazırlamıştı diğerini
ise piyasa değeri milyonlarca Türk
Lirası olan bir holding. Ve bir tanesinde
Festival Komitesinin fotoğrafı varken
diğerinde yoktu. Bilin bakalım hangisinde
11
MAYIS 2014
SANSÜRSÜZ
KALEMLER
10
nötr
Aşağıdaki yazıyı Cumhuriyet Bilim Teknoloji’deki köşemde yayımlanması niyetiyle yazmıştım.
Yazıyı yazmamın sebebi, sevgili
dostum Orhan Bursalı’nın Stalin’in
ölümüne sebep olduğu insan sayısını abartılı bulmasıydı. Çalışmayı
dünyada bir bilim adamı olarak
iyi bir şöhreti olan İTÜ’nün jeoloji
profesörlerinden Rus kökenli Boris A. Natal’in benim ricam üzerine yapmıştı. Fakat Orhan Bursalı
bu yazıyı basmayı reddetti! Yalın
veriden oluşan bir yazının basılmaması üzerine ben de 16 yıldır
köşe yazarlığı yapmakta olduğum
Cumhuriyet Bilim Teknoloji’den
ayrılarak köşemi Arıyorum’a taşımaya karar verdim. Üniversitemizin öğrencileri olan yöneticilerinin sadece doğruyu dile getirmek
amacıyla yazılmış yazılara sansür
koymayacağına inancım tamdır.
Yani ben Arıyorum’a bir sansür
mağduru olarak geldim.
1. Orhan Bursalı bu yazının gerçeği ifade etmediğini
sanmaktadır.
2. Orhan Bursalı Türkiye'de hazır aşırı sağ çökerken
sola zarar vereceğini sandığı bir yazıyı içeriği gerçeği
dile getiriyor olsa bile yayımlamak istememiştir.
3. Orhan Bursalı bu yazının Cumhuriyet Bilim ve
Teknoloji'ye konu açısından uymadığını düşünmektedir (halbuki benzer pek çok yazı daha önce Cumhuriyet Bilim Teknoloji'de yayımlanmıştır).
4. Orhan Bursalı gündemin bu olmaması gerektiğini
düşünmektedir (bu kendi ifadesidir).
Sizce bunlardan hangisi doğru olabilir ve bu sansürü
haklı çıkarır mı?
Molotof, Stalin ve Kaganoviç'ten sonra dördüncüdür)
kapsamadığını onların sayısını tahmin etmenin çok
zor olduğunu söyledi. Rus tarihçi Vadim Erlikman (Erlikman, Vadim (2004). Poteri narodonaseleniia v XX
veke: spravochnik. Moscow 2004: Russkaia panorama:?
Türkçesi: 20. yüzyılda nüfus kaybı: el kitabı, Moskova,
2004: Rus manzarası) Stalin'in öldürttüğü insan sayısını
9 milyon olarak vermekte ve dökümü şöyle sunmaktadır: ölüm infazları: 1,5 milyon; gulag: 5 milyon; sürgün
(sadece sürgünde ölenler): 1,7 milyon; kollektivizasyon
esnasında ölenler ve öldürülen esirler: 1 milyon.
Ancak bu rakama 1932-1933 baskı hareketleri esnasında ölen 10 milyon dâhil değildir. Bunun 6 milyonu açlıktan, 4 milyonu diğer nedenlerden ölmüştür.
Nereden bakılırsa bakılsın, eldeki en güvenilir bilgilere
göre Stalin kendi vatandaşlarını katletme konusunda
Hitler'in rekorunu kırmış gözükmektedir. Bu rakamların sadece yarısını doğru kabul etsek, Stalin Hitler'le
aynı düzeye ulaşıyor.
STALİN'İN KATLİAMI
Sevgili okuyucularım, Orhan Bursalı ile yaptığımız
muhtelif konuşmalarda ve bazı yazılarımda, Stalin'in
kendi vatandaşlarından öldürdüğü insan sayısını ben
20 milyon olarak veriyordum. Orhan, bunun abartılmış bir rakam gibi gözüktüğünü, benim muhtelif Rus
dostlarımla yaptığım konuşmalar esnasında sözlü olarak edindiğim bu bilgiyi belgelerle kontrol etmemi rica
etti. Ben de muhterem meslektaşım Prof. Dr. Boris A.
Natal'in'den durumu inceleyerek bana bilgi vermesini
rica ettim. Boris'in bana yazdığı not ve verdiği rakamlar aşağıdadır:
"Ekim Devrimi Merkez Devlet Arşivi, Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği devlet iktidarı ve hükûmeti üst
kurulları" Gulag'a (yani toplama kamplarına) gönderilenlerin belgelerinin bir koleksiyonunu tutmaktadır.
Zemskov bu arşivde çalışmaktadır ve buradaki belgelerin bir özetini Rus Wikipedia'sında yayımlamıştır
(V. N. Zemskov, Zaklüçenniye, speçposelençi ssilnoposelençi, ssilniye i vislannie (Statistiko-geografiçeski
aspekt): İstoriya SSSR, 1991, b5. S. 151-165 Tercümesi:
mahpuslar, özel yerleştirilenler, kovulanlar, sürgünler
ve sürülenler (istatistiki-coğrafi cephe): SSCB Tarihi,
cilt 5, ss. 151-1675)):
Sadece Gulag'a sürülenler arasında ölenlerin toplamı
böylece 1.606.748'e varmaktadır."
Prof. Natal'in, bunun Avrupa Rusya'sındaki hapishanelerde öldürülenleri, orduda öldürülenleri (meselâ sadece Mareşal Voroşilof 185 tane ölüm listesi imzalamıştır
ki, kendisi en çok ölüm listesi imzalayanlar sırasında
Yıl:
1930
1931
1932
1933
1934
1935
1936
1937
1938
1939
1940
1941
1942
1943
1944
1945
1946
1947
1948
1949
1950
1951
1952
1953
1954
1955
1956
Ölen sayısı:
7 980
7 283
13 197
67 297
25 187
31 636
24 993
31 056
108 654
44 750
41 275
115 484
352 560
267 826
114 481
81 917
30 715
66 830
50 659
29 350
24 511
22 466
20 643
9 628
8 358
4 842
3 164
Hükümlülerdeki yüzdesi:
4,2
2,9
4,8
15,3
4,28
2,75
2,11
2,42
5,35
3,1
2,72
6,1
24,9
22,4
9,2
5,95
2,2
3,59
2,28
1,21
0,95
0,92
0,84
0,67
0,69
0,53
0,4
12
ARIYORUM
ARIYORUM
MAYIS 2014
Soma Faciası Bu sayıya son zamanların popüler tartışma
konusu olan “ince ayar problemiyle” ilgili
olarak bir şeyler yazmak istiyordum ki 13
Mayısta acı haber geldi. Tam sayı resmi olarak
açıklanmamakla beraber 500’ün üzerinde
madencimiz Soma’da can verdi.
Hükümet yetkilileri ağızbirliği etmişlercesine
“kader”, “bu işin fıtratı”,
“olağan
şeylerdir
bunlar”
gibisinden
açıklamalar yaptılar.
Öte yandan bakıyoruz
ki bu kader denilen şey
hep bizim ülkemizde
oluyor nedense. Ben
de konuyu pozitif
bilim açısından ele
almaya karar verdim.
Yazının konusu “kader
nedir?” olacak.
Kader kavramı çok
eski çağlardan beri
var. Esas amacımız
kaderin
kültürel
incelemesi olmadığı
için kavramın tarihini
kısa keselim, ama
şunu unutmayalım ki tek tanrılı dinlerden önce
de vardı kader inanışı. Antik Yunanda Moira’lar
insanların kaderini örerlerdi. Tanrılar bile
kimi zaman kaderden kaçmakta zorlanırlardı.
O kadar güçlü bir inanç kader. Tek tanrılı
dinlerde kader bir paradoks yaratır. Hem
bütün dinlerde vardır kader; ne olacağımız
önceden belirlenmiştir tanrı tarafından, hem
de insanlarda “özgür irade” vardır. Çünkü
aksi takdirde cennet-cehennem kavramı
anlamsızlaşırdı. Öyle ya, eğer önceden cennete
mi cehenneme mi gideceğimizi biliyorsak
ne diye günah işlememeye çalışalım? Ama
konumuz din analizi olmadığı için bu
paradoksu bir kenara bırakalım ve modern
bilimler açısından kader kavramını incelemeye
çalışalım.
Peki modern bilim ne diyor kader hakkında?
Kaderin (biraz daha laik) tanımı “her şeyin
önceden belli olması”dır. Buna göre, bizlerin,
çevremizdeki dünyanın hatta içinde yaşadığımız
evrenin geleceği çok önceden belirlenmiştir.
Diğer bir deyişle evren deterministtir. Modern
fizikle hiç şekilde uyuşmayan bir düşünce tarzıdır
bu. Ancak bu noktada bir parantez açmamız
gerekiyor. Bu yazıda kader “bilimsel” olarak
ele alınmaktadır. Bir tartışma ya bilimsel olur
ya da olmaz. Her şeyi mutlaka bilimsel olarak
ele almamız gerekli demiyorum ama eğer bir
konuyu bilimsel olarak ele alacaksak bugünkü
bilimin bize öğrettiklerine, ispatladıklarına
göre konuşmamız gerekir. Çünkü tam bu
noktada kimileri “bilim her şeyi bilmez, aslında
her şey önceden belirlenmiştir ama bilimsel
bilgimiz bunu kavramaya yetmez” der. Bunu
diyenler aksini ispat etmekle yükümlüdürler.
Şüphesiz hiç bir zaman ispat edemezler ama
“kader vardır” iddialarını da temelsiz olarak
sürdürmeye devam ederler.
Parantezimizi kapatıp, modern fiziğin
determinizm hakkında ne dediğine bakalım.
Aslında Klasik Fizik de zannedildiği anlamda
determinist değildir. Newton zamanından beri
üç ve daha fazla sayıda cismin (örneğin güneş
ay ve dünyanın) birbirinin çekmesi Newton
denklemleriyle analitik olarak çözülemeyeceği
biliniyordu. Dolayısıyla dünyanın güneş
etrafındaki yörüngesinin
milyonlarca
yıl
sonra hâlâ kararlı
olup
olmayacağı
(yani
dünyanın
güneş
sisteminden
kopup
u
z
a
y
a
savr ulup
savrulmayacağı) bilinemiyordu. 1800’lerin
sonunda Poincaré problemi iterasyon yoluyla
çözerek kaos kuramını ortaya attı. Buna göre
13
MAYIS 2014
güneş sistemi gibi kaotik sistemler başlangıç
koşullarına o kadar bağlıdır ki, en küçük bir
belirsizlik bile çok büyük değişikliklere yol
açarak örneğin dünyanın yörüngesinden
tamamen uzaklaşmasına neden olabilir.
1900’lerin sonunda ortaya çıkan
termodinamik fiziğiyse N-cisim problemini
istatistiksel
yolla
çözmüştür. Bir odanın
içindeki milyarlarca
m o l e k ü l d e n
meydana gelen gazın
davranışları
ancak
ve ancak istatiksel
yolla
incelenebilir,
determinist
olarak
değil. Bu sadece bizim
“ bi l g i s i z l i ğ i m i z d e n”
kaynaklanmamaktadır.
Doğanın kendisinde
kaos hakimdir.
Üç cisim problemi.
Küçük
bir
“uydu”
kendisinden
daha
büyük iki “gezegen”in
y ö r ü n g e s i n d e
dönüyorsa uydunun güzergâhının başlangıç
koşullarındaki ufak bir değişiklik, kısa
zamanda yörüngesinde büyük bir değişikliğe
yol açar. Başlangıç koşullarını asla bilemeyecek
olmamız da yörüngenin tahmin edilemez
olduğu anlamına gelir. Bu görüntü, buna benzer
iki güzergâhı dönmekte olan koordinat sistemi
içinde gösterir; böylece iki gezegen hareketsiz
gözükür. [Gribbin]
Öte yandan bir de hiç bir zaman
çözülemeyecek bir problem daha vardır:
Birbirine
değen iki bilardo topunun
t a m
ortasına ikisine aynı
anda
değecek
şekilde
üçüncü bir bilardo
topu
attığımızda, topların
nereye gideceği hiç bir
şekilde bilinemez.
Bütün
bunlar
makro dünyadaki
problemler. Atom
a l t ı
dünyaya indiğimizde
her
şey
tamamen belirlenemezci
olur. Bir atom çekirdeğindeki nötronun ne
“Kader”imiz mi?
zaman bozunup bir protona dönüşeceğini ve
bir elektronla karşı-nötrino çıkaracağını hiç
bir fizik yasası söyleyemez bize. Ama bir çok
nötronun davranışının istatistiksel bir kuramını
ortaya koyabiliriz. Ayrıca Heisenberg belirsizlik
ilkesi bize bir atom altı parçacığın hem
konumunu hem de momentumunu mutlak
kesinlikle bilemeyeceğimizi söyler. Bu ilke
kuantum fiziğinin belkemiğidir. Elektronların
niye çekirdeğe düşmediğinden günlük hayatta
karşılaştığımız bir çok olguya kadar doğanın
ileyiş ilkesini sunar bize. Determinist bir evren
anlayışa tamamen kapalıdır modern fizik.
Evrenimizin başlangıcında bu belirsizlik ilkesi
daha da başat bir rol oynar. Başlangıçta evrenimiz
o kadar küçüktü ki, Heisenberg belirsizlik ilkesi
evrenin tamamen belirlenemezci bir noktadan
başladığını göstermektedir.
Şekil: Kuantum Fiziğinin temel kavramları: Bir
parçacık tamamen rastgele davranır. Ne zaman
bozunacağı ve/veya bir foton (ışık) salacağı
hiç bir zaman önceden bilinemez. Heisenberg
iş kazalarına sahip olan ülke olmak “kader”imiz
değilse nedir? Bundan iki yıl önce Arıyorum’a
yazdığım yazıda evrim dersinin liselerde
(ve hatta üniversitelerde) okutulmamasının
sakıncalarını belirtmiştim. Evrim kuramı bize
Peki atom nasıl çevre koşullarının rastgele mutasyonları
altı dünyadan “seçerek” birikimli bir şekilde çok uzun yıllar
bize ne, kader içinde yavaş yavaş canlı yaşamı şekillendirdiğini
makro dünyayla
açıklamaktadır. Bu bilimsel bilince sahip
ilgili bir şey diyebilir miyiz? Hayır! Çünkü
olmayan insanlar kaderciliğe saplanarak,
evrimin motoru olan mutasyondan tutun da, başlarına gelen şeylerin zamanında önlem
beynimizin çalışma sisteminin elemanları olan
alınmaması yüzünden değil de, “kaderlerinde”
nöronların işleyişine kadar hayatımızı etkileyen
öyle yazdığı için olduğuna inanırlar. Şüphesiz
her şey mikro-dünyada gerçekleşmektedir.
Mikro dünyada olanlar hayatımıza yön verir. buna inananları yönetmek, haklarını ellerinden
almak, güvencesiz ortamlarda çalıştırmak çok
Her saniye vücudumuzdan milyarlarca atom
altı parçacık geçmekte ve bunlardan bazıları daha kolaydır. Patronlar bu nedenle kader
hücrelerimizdeki
DNA’ların
dizilimini inancını körüklerler. Böylelikle pahalıya
bozarak mutasyonlara neden olmaktadır. gelen güvenlik önlemlerinden kurtulabilirler.
Kanser bunlardan biridir. Bir diğeriyse üreme
Böylece ayda 1300 liraya insanları rahat rahat
hücrelerindeki
mutasyonlardır.
Mirkoölüme gönderebilirler. Bu nedenle evrim
dünyadaki rastgele olaylar olmasaydı evrim
kuramı bilgisiyle iş kazaları arasında ters bir
de olmazdı. Heisenberg belirsizlik ilkesi ve
atomların rasgele ısıl hareketleri canlıların orantı vardır. Bu nedenle eğitimli ve bilinçli
üremesinde belli sayıda hatalar olacağını toplumlarda –1800’de değil ama– günümüzde
öngörür. Bu hataların çoğu organizmanın iş kazaları görülmemektedir. Kadere ne kadar
hayatta kalması veya üreme kapasitesi açısından
çok inanırsan iş kazası riski o kadar artar.
ölümcüldür. Ancak
az sayıda hata, saf
Özetlersek, Soma faciası kaderimiz değildir.
şans ürünü olarak,
Kader modern bilimle çelişen bir kavramdır.
yararlı olur. Bu
hataları
taşıyan Soma’da olan şey, “en temel işçi sağlığı, iş
güvenliği ve madencilik ilkeleri bir kez daha
organizmaların
hayatta
kalması hiçe sayılarak çeşitli çıkarlar doğrultusunda
ve
üremeleri
davranılması sonucu gerçekleşen büyük bir
daha olası olur.
katliam”dır [ITUDER]
[Hawking]
belirsizlik ilkesine göre bir atom altı parçacığın
konumundaki belirsizlikle momentumundaki
belirsizliğin çarpımı Planck sabitininden büyük
olmalıdır.
Peki o zaman
modern
bilim
kader diye bir şeyi
kabul etmiyorsa,
ü l k e m i z d e
meydana
gelen
olaylar
neden
hep
“kaderimiz
böyle”
diye
açıklanmaktadır?
Avrupa’nın en çok,
dünyanın üçüncü
Kaynakça
J. Gribbin, “Basit Derinlik” (Alfa Bilim Dizisi,
2013)
S. Hawking, “Ceviz Kabuğunda Evren” (Alfa
Bilim Dizisi, 2012)
İTÜ-DER web sitesi: http://www.ituder.
org/?p=317
Kerem Cankoçak (İTÜ – Fizik)
ARIYORUM
14
ARIYORUM
MAYIS 2014
AMERİKA’DA
EĞİTİM
T
aylan Temiz. İTÜ İnşaat Fakültesi’nden
birincilikle mezun, aynı
zamanda işletme mühendisliği diplomasına da sahip başarılı bir mühendis.
Çoğu öğrencinin hayali
olan Amerika’da eğitimi
kafaya koyarak birçok
okuldan da kabul aldı. Biz
de özellikle yurtdışında
eğitim görmek isteyenler
merak edilenleri kendisinden öğrendik.
15
MAYIS 2014
cinsiyet dağılımına kadar herşey
detaylı bir şekilde yer alıyor. Tabi
ücretsiz olarak sadece ilk 10 okul
görülebiliyor. Daha da ayrıntılı bilgi
istenirse okulların websitelerinden
yararlanılabilir.
-Amerika’ya master başvurusu yapılırken dikkat edilecek temel parametreler nelerdir?
Ferit Çağlar Gündüz
[email protected]
-Kısaca kendini tanıtır mısın?
1989 kayseri doğumluyum, İTÜ
İnşaat Mühendisliği 2007 girişliyim
1 sene hazırlığın ardından lisansa
başladım. 2009 Eylül ayında İşletme
Mühendisliği ile çift anadal programına başladım. 2012 Haziran ayında
İnşaat’tan birincilik derecesiyle
mezun oldum. Geçtiğimiz haziran
ayında da İşletme’den mezun oldum.
-Birincilik için neler yaptın?
İlk dakikadan itibaren düzenli
çalıştım.
-Biraz daha açar mısın?
Dersin niteliğine bakmadan bütün
derslere devam edip, sistematik ve
planlı bir şekilde sosyal hayatımdan
ödün vermeden çalışmaya devam
ettim.
-Amerika’da eğitim fikri nereden
çıktı?
1-Hocalarımın tavsiyesi
2-Amerika’daki eğitimin kalitesi
3-ABD’nin sunduğu imkanlar
4-Amerika’da İnşaat Mühendisliği
programlarına daha çok önem verilmesi-Avrupanın bazı ülkelerinde
İnşaat Mühendisliği programlarının
kapanmaya başlaması!5-Sunulan eğitimin öğrenciyi daha
çok araştırmaya yöneltmesi.
-Bu hedefin için neler yaptın?
Yüksek bir not ortalaması için çalıştım, İngilizceye ağırlık verdim.
-Amerika’da eğitim için yaptığın
araştırmalarda hangi kaynakları
kullandın?
Bana göre bu konudaki en iyi kaynak U.S. GradNews adlı websitesi.
Bu sitede okulların belli kriterlere
göre sıralaması görülebilir. Hatta site
o kadar detaylı ki okul ücretlerinden
Bir mühendislik öğrencisi için
ABD’de şart olan GRE (Graduate
Record Examination), Uluslararası
öğrenci statüsünde olduğumuz için
TOEFL (Test of English as a Foreign
Language) veya IELTS ve not ortalaması. Bunlar sayısal gereklilikler.
Bunun yanında bütün okulların
istediği referans ve niyet mektubu.
-Bize asgari şartlardan bahseder
misin?
Kabaca söylemek gerekirse, çünkü
her okula göre farklılık gösterebiliyor. Ortalama en az 3.00, TOEFL en
az 80, GRE sayısal bölümde (Quantitative section) ne kadar yüksek o
kadar iyi. GRE’nin sözel ve analitik
yazma kısımları okul Ivy League
(Sarmaşık Birliği) dahilinde olmadığı sürece (çok düşük olmaması
şartıyla) kabul alma şansı var.
-Peki senin ortalaman ve GRE, TOEFL
sonuçların hangi düzeyde?
Ortalamam 4 üzerinden 3,95.
GRE’de de 170 üzerinden sözelde
142, sayısalda 168 aldım. TOEFL
notum da 91.
-Başvuru ve kabul süreci nasıl işliyor?
Öncelikle Amerika için başvuru
tarihleri Aralık ayı başı ile Ocak
ayının sonu arasında okuldan okula
değişiklik gösteriyor. İlk olarak bir
online başvuru formu dolduruluyor,
bu forma referans mektubu, niyet
mektubu, transkript gibi gerekli
belgeler yükleniyor (Bazı okullar
başvuruda bile resmi transkriptlerin
posta yoluyla ellerine geçmesini
isteyebilir). TOEFL, GRE sınav
sonuçları sınavı düzenleyen kurum
tarafından talimat verilmek suretiyle
istenen okullara gönderiliyor. Ek
bilgi olarak söyleyeyim, başvurular
“graduate school” denilen birime gidiyor, orada kontrol edildikten sonra
ilgili bölüme iletiliyor. Kabul veya
red kararını ilgili bölüm verdikten
sonra tekrar “graduate school”a
gönderiliyor. Ve oranın dekanı resmi
kabul mektubunu adaya elektronik
posta yoluyla gönderiliyor. Başvuru
sonuçları genellikle mart ayında
belli oluyor.
-Peki referans mektubu ve önemi
nedir?
Referans mektubu en önemli parametrelerden bir tanesi. Açıkçası
Amerika’ya açılan kapı Referans
mektubudur; seni tanıyan, senin
akademik performansından haberi
olan kişilerden alınan, başvurduğun
okula öneren kişinin yazdığı öneri
yazısıdır. Ve okuluna göre en az biri
akademik en az biri ders aldığın hoca
olmak üzere toplamda 3 tane referans
mektubu isteniyor.
-Peki niyet mektubu nedir ve etkili
olarak nasıl yazılır?
En dar anlamıyla niyet mektubu senin
o okula neden başvurmak istediğini
anlatan, genelde 1.5-2 sayfa arasında
olması istenen niyet yazısıdır. İçeriğinden bahsetmem gerekirse ilk
başta kendinizi tanıtırsınız, akademik
başarılardan, aldığınız derslerden, gitmek istediğiniz bölüme neden gitmek
istediğinizden bahsedersiniz ayrıca
aldığınız dersleri, geçmişte edindiğiniz tecrübeleri başvurduğunuz bölüm
ile bağdaştırarak karşı tarafı bu bölüm
için uygun aday olduğunuz konusunda ikna etmeye çalışırsınız. Ek
olarak gideceğiniz bölümde alacağınız
dersleri araştırıp bunların size nasıl
katkı sağlayacağını niyet mektubuna
eklerseniz sizin için iyi olur.
-Tüm bu başvuru sürecinin maliyeti
hakkında bilgi verir misin?
TOEFL 185 Dolar. Son haftaya bırakırsanız ekstradan bir 25 Dolar daha
ödemeniz gerekir. GRE sınavı da 185
Dolar. Okul başvuruları, tabi ki bunlar geri ödemesiz olarak, 50 ile 125
Dolar arasında değişiyor. Amerika’da-
ki okullar genel olarak Amerika Posta
Servisi (USPS) ile gönderileri kabul
etmiyor. O yüzden özel kuruluşlar ile
belgeleri göndermek gerekiyor. Bunun
da maliyeti yaklaşık 60 ile 120 Dolar
arasında değişiyor. TOEFL ve GRE ek
sınav sonuçları göndermek istemenizin de bir maliyeti var. Bu maliyetler
açık bir şekilde ETS’nin resmi web
sitesinde yer yazıyor.
-Bu sınavlara hazırlanırken hangi
kaynakları kullandın ve nerelerden
temin ettin?
Bu konularda uzman yayınlar var.
TOEFL için, ETS’in yayınladığı kitap
sınava en yakın ve uygun olanı. GRE
ve kitap temini için ise yasal düzenlemelerden dolayı gazetede ismini veremiyorum. Ancak merak eden olursa
bana elektronik posta adresimden
ulaşırsa her türlü bilgiyi verebilirim.
-GRE ve TOEFL sınavları hakkında
bilgi verebilir misin?
GRE üç kısımdan oluşuyor. Bunlar;
sözel, sayısal ve analitik yazma kısımları. Herhangi bir kitapta bu bölümler
hakkında çok geniş açıklamalar zaten
mevcut. Benim söyleyeceklerim ise
Türkiye Cumhuriyeti’nden herhangi
bir üniversiteden mezun mühendislik
öğrencisi bu sınavda biraz çabayla başarılı olabilir. TOEFL zaten ülkemizde
de çok yaygın. Bunun için çalışmak
lazım tabi.
-Burs imkanları hakkında bilgin var
mı?
2008-2009 mortgage krizinden sonra
ABD ilk gelenlere (Fresh-
man olarak geçiyor) burs vermeyi
kesti. Bir dönemi finanse edecek
kadar nakit ayrıldıktan sonra orada
asistan olmak ve kampüs içi çalışma
imkanı çok fazla. Bunların haricinde
burs olarak FullBright geri ödemesiz
olarak burs veriyor. TEV(Türk Eğitim
Vakfı) geri ödemeli olarak, devlet ise
zorunlu hizmet karşılığında burs verebiliyor. Önemli bir nokta, FullBright
burs başvurusu gideceğiniz dönemden yaklaşık 1.5 sene önce yapılması
gerekiyor.
-Genel olarak Amerika’da yaşam maliyeti ne düzeyde bilgin var mı?
Ortalama bir okulun yıllık eğitim
ücreti 25.000$, yurt ücreti(yıllık)
10.000-13.000$, ilk gidişte düzen
kurulana kadar 3.000$ gibi bir miktar
yeterli olur. Yani toplam 2 yıllık
eğitimin yaklaşık maliyeti 130.000$
ile 150.000$ arasında değişir(Yüksek
standartta yaşam için).
-Bütün okulların istediği temel belgeler
nelerdir?
Ortalamanı gösteren transkript, niyet
mektubu, referans mektupları ve sınav
sonuçları.
-Başvuru yapacaklara öneride bulunmak ister misin?
Tabi ki, en basitinden okulların web
sitelerini ziyaret ettiklerinde bahsedeceğim anahtar kelimelere yoğunlaşırlarsa bütün süreci kavrayabilirler.
İlk olarak, okulların web siteleri biraz
karmaşık olduğundan zorluk çekmiştim. Ancak bahsedeceğim kelimelere odaklanınca süreç
Taylan Temiz
kolaylaştı.
International student, Graduate
admission, Prospective student,
Graduate catalog bu linkler ziyaret
edildiği takdirde her türlü soruya
yanıt bulunabilir.
Okula karar vermeden önce okulun
bulunduğu eyalet ve şehir dikkatle
incelenmeli. Çünkü ABD, filmlerdeki
ABD olmayabilir. Mesela benim araştırmalarıma göre 200 mil mesafede
yaşam maliyeti yüzde 50 artabiliyor.
İnternette o eyalet ve şehirdeki ev
kiralarından otobüs bilet fiyatlarına
kadar bilgiler mevcut.
Not: Amerika’da eğitim ile ilgili röportajda yanıtını bulamadığınız ya da
cevabını yayınlayamadığımız konular
hakkında Taylan Temiz’le iletişime
geçebilirsiniz: [email protected]
ARIYORUM İTÜ GAZETESİ YAYIN KURULU
Genel Yayın Yönetmeni
Deniz Sayın
Yazı İşleri
Dila Sivlin
Görsel Yönetmen
Yayın Danşmanı
Reklam
Ferit Çağlar Gündüz
Fatih Avcı
Ferit Çağlar Gündüz
Dağıtım
Görsel Danışman
Baş Muhabir
Ahmet Korkmaz
Serdar Erbay
Büşra Bayat
Haber Kurulu
Engin Celal,
Göktuğ Akay, Ayşenur Boylu, Süleyman Yılmaz, Toprak Çağlar Ol, Ersan Göktaş
İTÜ BASIN YAYIN KULÜBÜ
ARIYORUM İTÜ GAZETESİ
[email protected]
www.gazete.itu.edu.tr, 05372391535
Baskı: Anadolum Gazetecilik Basım Yayın

Benzer belgeler