ve kutsal mübarek

Transkript

ve kutsal mübarek
MİLLİ GÜNLER
VE KUTSAL MÜBAREK
GECELER
Mustafa ÖSELMİŞ
MİLLİ GÜNLER
VE
KUTSAL GECELER
İÇİNDEKİLER
-
ÖNSÖZ
BİRİNCİ BÖLÜM
A- KUTSAL GÜN VE GECELER NEDEN KUTLANIR?
B- KUTSAL GECELERDE NELER YAPILIR?
a) Tövbe Etmek
b) Dua Etmek
c) Zikretmek
d) Tespih Namazı Kılmak
İKİNCİ BÖLÜM
Kutsal Geceler
A- MEVLİD KANDİLİ
B- REGAİB KANDİLİ
C- MİRAÇ KANDİLİ
D- BERAT KANDİLİ
E- KADİR GECESİ
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Kutsal Günler
A- ÜÇ AYLAR
B- RAMAZAN GÜNLER
C- RAMAZAN BAYRAMI
D- KURBAN BAYRAMI
E- CUMA GÜNÜ
F- AŞURE GÜNÜ
G- HİCRET
H- MEKKE’NİN FETHİ
İ- YILBAŞI
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Milli Günler
A- MALAZGİRT ZAFERİ
B- İSTANBUL’UN FETHİ
C- ÇANAKKALE ZAFERİ
D- MİLLİ MÜCADELE – ZAFER BAYRAMI
E- ŞEHİT VE ŞEHİTLER
ÖNSÖZ
Hamd. Âlemlerin Rabbi olan Cenab-ı Allah'a mahsustur. Rabbimize hamdolsun.
Rasûlüne de salât, selâm olsun.
Zamanlar bir değildir. Bazı zamanlar, diğer zamanlardan farklıdır. Bazı nedenlerle
üstün kılınmıştır. Diğer zamanlara göre farklı olan zamanlara “Mübarek Zamanlar” denir.
Böyle farklı özelliği olan zamanlar, arınma, aklanma, kurtulma ve değişme
zamanlarıdır.
Bazıları mübarek zamanların kıymetini bilmediği için günler, geceler gelip geçiyor,
haberleri bile olmuyor. Mübarek gece ve gündüzlerden haberi olanların ekseriyeti de bu
zamanları nasıl geçireceğini, neler yapacağını bilmiyor. “Kandil”, “Cuma”, “Bayram” deyip
geçiyor.
Bu kitapta mübarek geceleri, günleri tanıtmakla kalmadık, nasıl değerlendirilmesi
gerektiğini ve neler yapılabileceğini de anlattık.
Okuyanların istifade edeceğini ümit ediyorum.
Bundan önceki kitapların yayınını kolaylaştıran sponsorlardan Allah razı olsun. Bir de
kitapların okuyucu-ya ulaşmasında gayret gösterenlere de teşekkür ediyorum. Allah onlardan
da razı olsun.
Peygamber(a.s) bir hadislerinde şöyle buyurur:
- “Bir iyiliğe sebep olan, bizzat onu işlemiş gibidir.”
Demek ki, hizmetin bir ucundan tutulunca sevaplar da paylaşılıyor.
Bu kitap, mübarek zamanları gün ve geceleri daha güzel değerlendirmemiz
konusunda yardımcı olacaktır, inşallah.
Bu kitapta mübarek geceleri biraz genişleterek ele aldık ve milli günlerimizi de sizlere
sunduk.
Mükemmellik Cenab-ı Allah’a mahsustur. Hamd O’nadır. Hidayet O’ndandır.
Mustafa ÖSELMİŞ
BİRİNCİ BÖLÜM
A- KUTSAL GÜN VE GECELER NEDEN KUTLANIR?
B- KUTSAL GECELERDE NELER YAPILIR?
a) Tövbe Etmek
b) Dua Etmek
c) Zikretmek
d) Tespih Namazı Kılmak
A- KUTSAL GÜN VE GECELER NEDEN KUTLANIR?
Son zamanlarda bazı dikkat çekmek isteyen kimseler: “Kandillerin kutlanması diye bir
şey yoktur. Peygamber bu geceleri kutlamamıştır.” diyor.
Bir insan bir şeyi söylerken, yaparken, niçin, neden sorularının cevabını iyi
düşünmelidir. Hayra mı, şerre mi sebep olduğunu iyi hesap etmelidir.
Bu iddia sahipleri mübarek zamanları diğerlerinden ayırt edemeyen, nasipsiz
kimselerdir. Dikkat çekme arzusu ile hareket ederler.
Kandillerle ilgili ayetler vardır. Sureler vardır. Miraç, Kadir, Berat kandillerinden
bahseden ayetler, hadisler vardır. Peygamber (as) mübarek geceleri değerlendirmiş,
Müslümanların da değerlendirmeleri için teşvik etmiştir. “Şe gece şu duayı okuyun” demiştir.
“Kim inanarak Kadir gecesini ihya ederse geçmiş günahları bağışlanır.” , “Kadir gecesinden
mahrum olan, büyük bir şeyden mahrum olur.” buyurmuştur.
Cenab-ı Allah zaman içinde kıymetli zamanlar halk etmiş, bazı zamanları diğer
zamanlardan üstün kılmıştır. Yani kullarına kurtuluş fırsatı vermiş, bu zamanlarda yapılan
ibadetlerin de diğer zamanlarda yapılan ibadetlerden farklı değerlendirileceğini bildirmiştir.
Mesela Cuma günü diğer günlerden üstündür. Hele bir saat vardır ki; o saat diğer
saatlerden üstündür. O saatte edilen dua ret olunmaz. Cuma önemli bir gündür,
Müslümanların bayramıdır.
Aşure günü farklı bir gündür. Allah’ın lütuf ve ihsanının bol olduğu gündür. Birçok
önemli olay olmuştur. Feyz ve bereketinden biz neden istifade etmeyelim?
Aylar içinde üç aylar, mübarek aylardır. Bu aylardan yapılan ibadetler diğer aylardan
daha sevaptır. Ramazan ayı ayların sultanıdır. Şeytanların bağlandığı bir aydır. Bu ayda
cennet kapıları sonuna kadar açılır.
Bayram günleri mübarek günlerdir. Neşe ve sevinç günleridir.
Hıristiyanlar İsa peygamberin doğumunu günlerce kutlarken, alemlere rahmet olarak
gönderilen peygamber (as)’ın dünyaya teşrif ettiği Mevlid kandilini Müslümanlar neden
kutlamasın?
İhsanın, ikramın bol olduğu af gecesi, rahmet gecesi Regaip kandilini, kurtuluş gecesi,
her işin tayin ve takdir edildiği Berat kandilini neden ihya etmeyelim?
Peygamberimizin Cenab-ı Allah’ın huzuruna kabul edildiği Miraç kandilini, bize miraç
hediyeleri gönderilmesini neden ihmal edelim?
Bin aydan daha hayırlı, 93 yıllık ömre bedel, hakkında sure olan, Kur’an-ı Kerim’in
indirildiği, bizim için büyük bir fırsat olan Kadir gecesini kutlayıp , değerlendirmemek için
nasipsizlerden olmak lazım.
Mübarek gün ve geceleri kutlamak başka kutlamalara benzemez. Başka kutlamalarda
insanın birçok kaybı olabilir. Ama kandiller kutlanırken insanın kurtuluşuna, yücelişine yani
hayrına vesile olur.
Sadece mübarek gün ve gecelerin değerlendirilmesi yeterli değildir. Şu gece, şunu, şu
kadar yaparsa iş tamamdır anlayışı yanlıştır. Az ateşle yemek pişmez. Yapılan ibadet tam ve
devamlı olmalı. O zaman zevk verir. O zaman fayda verir.
Cenab-ı Allah şöyle emrediyor:
- “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine itaat et.” (Hıcır: 99)
Bir ayette de: “Eğirdiği ipliği büktükten sonra bakıveren kadın gibi olmayın.” buyurur.
(Nahl: 92)
Peygamberimiz de: “Allah’ın en çok sevdiği amel, devamlı olan ameldir.” (Riyaz üsSalihin: 152) bir Müslüman’a da: ”Falan gibi olma. O geceleri ibadet ederken, gece ibadetini
bırakıverdi.” demişti. (Age: 154)
Hesabı verilebilecek hayat yaşamak, yapılanların hesabının nasıl verileceğini iyi
düşünmek gerekir. Kime hizmet, kime kulluk yapıldığı çok iyi düşünülmelidir. Adam
sokaklarda gururla köpek gezdiriyor, köpek dur deyince duruyor. Bazen köpek öne geçiyor,
köpek adamı gezdiriyor. Allah o kişiyi bunun için yaratmadı. Adam ceylanı vuracak, ceylan
durmuş ve: “Allah seni beni vurmak için mi yarattı? Başka işin gücün yok mu senin?” demiş.
Hayatın en verimli kısmını boş ve manasız şeylerle geçirmiş birine: “Haydi Cuma
namazına gidelim.” dedim, Ağlamaya bağladı ve: “Bende cumaya gidecek hal mi kaldı.” dedi.
Hayatın iki ezan arası olduğunu bilmemiz lazım. Dünya hayatı geçicidir. Dünyadan
yalnız kefen insanın. ”Şuyum var, buyum var…” diyen insanlara bakın, hiçbir şey alamadan
mezara girdiler.
Peygamber (as) haber veriyor:
- “Allah cehennemde azabı en hafif olana soracak: “Dünyada her şey senin olsaydı,
bu azaptan kurtulmak için onları verir miydin? O da: “Evet” diyecek. Allah ona:
“Ben senden onların çok azını istemiştim.” diyecek. (Ramuz el-Ehadis: 94/5)
Kendimizi dünyaya kaptırmışız, gidiyoruz. Nereye gidiyıruz? Önemsemediğimiz
ahirete. Kabre gireceğiz, kabir: “Bana ne getirdin?” diye soracak. Allah’a hayatımızın her
anının hesabını vereceğiz. Hani hazırlık? Allah: “Ben hep seninleydim, ya sen kiminleydin?”
diye soracak. Cevap olarak ne diyeceğiz? Sanki Allah bize hiçbir şey emretmemiş, “Kulum ye,
iç, gel.” demiş.
İşim çok, vaktim yok. Sanki Allah namazı emretmemiş. Filmlerden, dizilerden,
gezmekten vakit mi var? Adamın camiye dirisi değil, ölüsü geliyor. Nasıl hayat bu?
Hayvanların hayatından ne fark var?
İbadet edebilmek Allah’ın lütfu, ihsanı ve hidayetidir. İbadet edememek ise büyük bir
cezadır. Cehennem azabının habercisidir.
Dünyada ve ahirette huzur bulabilmek için ibadete ihtiyacımız var.
Bir kutsi hadiste:
- Bana ibadet et ki; seni ihtiyaçtan kurtarayım, vücuduna rahatlık vereyim. Bana
ibadet etmezsen, seni ihtiyaç içinde bırakırım. Vücuduna zahmet veririm, kalbine
sıkıntı bırakırım.” buyuruyor. (H. H. Erdem 40 K. Hadis:20)
Kur’an’da da:
- “Kim beni anmaktan (ibadet etmekten) yüz çevirirse, şüphesiz onun sıkıntılı bir
hayatı olacak ve onu kıyamet gününde kör olarak diriltiriz.” (Taha: 124)
buyrulmuştur.
İbadetin azaltılması ve ibadetim terki şeytanın tuzağıdır. Şeytana esir olan, Allah’a
yönelemez.
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
B- KUTSAL GECELERDE NELER YAPILIR
TÖVBE ETMELİYİZ
Bilerek, bilmeyerek işlenmiş günahlara tövbe etmek gerekir. Tövbe edilmeyen
günahlar büyür, insana zarar verir.
Unutulmamalıdır ki; her günahta küfre giden bir yol vardır.
Tövbe pişmanlıktır, günahları terktir ve bir daha işlememek üzere Cenab-ı Allah’a söz
vermektir. Tövbe kurtuluştur.
Kur’an’da: “Ey iman edenler! Hepiniz Allah’a tövbe edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Nur:3)
buyrulur.
Peygamber (as) da: “Allah’a tövbe edin, ondan af dileyin. Ben günde yüz kere tövbe
ediyorum.” diyor. (Müslim, Zikir: 12)
Günahsız kul olmaz. Allah ve Resulü bizi tövbe etmeye davet ediyor. Günahlara tövbe
edememek bir cezadır. Eğer günahların rengi ve kokusu olsaydı kimsenin yüzüne bakılmazdı.
Günahını şeytan inkar etmiş, “Benim günahım yok” diyerek tövbe kapısını kendine
kapatmıştır.
Cenab-ı Allah tövbe edenin günahlarını affedeceğini bildiriyor.
Peygamberimiz (sav): “Eğer siz günah işlemeseydiniz Allah sizi helak eder ve yerinize
günah işleyecek, sonrada tövbe edecek kimseler halkederdi.“ buyurur. (İ.Canan Hadis Ans:
11/285)
Kul günahlarına tövbe etmeden ölmekten korkmalıdır.
Dikkat edilecek bir husus da Allahın affına güvenerek “Allah affedicidir, günah işlerim
sonrada tövbe ederim” denmemelidir. “Şeytan Allah’ın affına güven diyerek sakın seni
aldatmasın” diye Allah kullarını uyarmıştır. (Lokman: 33)
Günahta ısrar edip günah işlemeye devam etmek büyük günahtır. Tövbe
geciktirilmemelidir. Çünkü ölümün ne zaman, nerede, nasıl geleceğini bilemeyiz.
Allah beni affetmez diyerek Allah’ın rahmetinden ümit kesilerek tövbe terk edilmez.
Cenab-ı Allah:
- “Ey günah işlemekte haddi aşanlar, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Çünkü
Allah tövbe edenlerin günahlarını affeder.” (Zümer: 53) buyurur.
“Ben günahkarım, ben kötüyüm” diyen insan daha da kötü olur. Kafirler ancak
Allah’ın affından ümit keserler.
Cenab-ı Allah, ancak şirk koşanı ve kafiri bağışlamaz.
Peygamber (as) şöyle diyor: “Günahlarından dolayı tövbe eden günahsız gibidir.”
(Ramuz el-Ehadis: 196/12)
Bir de iyilikler kötülükleri giderir. (Hud:114) Allah tövbe edenleri sever. (Bakara:222)
Hiçbir günah küçük görülmemelidir. İşlenen bir günah sebebiyle kalpte bir siyah nokta
oluşur. Eğer tövbe edilmezse o nokta bütün kalbi karartır. (Ramuz el-Ehadis: 26/9)
Ölüm anına kadar tövbe kapısı açıktır.
Her insan günahları yüzünden helak olanları düşünmelidir. Günahkarların gireceği
cehennemi düşünmeli, ona göre yaşamalıdır. Şeytanın tuzağına düşülmemeli, her an tövbe
edilmelidir. Her günahın ardından tövbe etmek vaciptir. Allah “tûbû” (tövbe edin) diyor.
Tövbe için önce pişmanlık duyulur. Bir miktar sadaka verilir. Mübarek bir vakit
gözetilir. Ezandan, namazdan sonra tövbe edilir.
Tövbenin kabulü için günahlar, haramlar ve şüpheli şeyler terk edilmelidir. Bir de
gözyaşları ile tövbe edilmelidir.
Peygamber (as) şöyle buyurur:
-
“Ağlayınız, fakat şeytanın çığırtkanı olmaktan sakınınız. Ağlamak elle, dille olduğu
zaman şeytandandır.” (Ramuz el-Ehadis: 8/9)
“Allah korkusundan gözlerinden yaş çıkanın yüzüne ateş dokunmaz.” (Age: 386/1
+ 371/8)
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
DUA EDİP YALVARMALIYIZ
Sıkıntılar dua ile aşılır. Üzüntülerden dua ile kurtuluruz. İnsanın derecesi dua ile
yükselir. Çünkü dua istektir, istemedir ve yalvarmadır.
Peygamberimizin ifadesiyle dua; ibadettir. Bela ateşini söndürür. Dua, Allah ile
beraber olmaktır. Dua müminin silahıdır.
Cenab-ı Allah: “Bana dua edin, icabet edeyim. Bana dua edin karşılık vereyim.”
(Mü’min:60) diyor.
Bir ayette de: “Dualarınız olmasaydı Allah yanında hiçbir kıymetiniz olmazdı.”
buyrulur. (Furkan: 77)
Cenab-ı Allah kendisine açılan elleri boş çevirmekten haya eder. Bir kutsi hadiste:
“Yok mu dua eden, duasını kabul edeyim.” buyurur.
Ancak haram yiyenin, günahı terk etmeyip, günahta ısrar edenin, yaptığı duaya
inanmayanın, itikadı düzgün olmayanın ve zalimin duası kabul olmaz.
Duaya başlamadan önce helal lokma esastır. Önce, imkân varsa bir miktar sadaka
verilir, mübarek bir zaman seçilir, geçmişte yapılan hatalardan pişmanlık duyulur, Allah’a
hamd ve Resulüne salavattan sonra samimiyetle Cenab-ı Allah’a yalvarılır.
Dua yaptıktan sonra düzgün bir hayat yaşamaya önem verilmelidir.
Dua edipte, benim duam kabul olmadı denmemelidir. Dua etsem de benim duam
kabul olmuyor diye düşünülmemelidir. Peygamberimizin ifadesine göre; dua edenin ya
günahları bağışlanır, ya hayrı artar ya da dua ettiği için sevabı artar. (Ramuz el-Ehadis: 104/8)
Dua Allah’tan başkasına yapılmamalıdır. Bir şey Allah’tan başkasından istenmemelidir.
Başkası ancak vesile kılınabilir. “Allah’ım, peygamber efendimizin aşkına, sevdiklerinin yüzü
suyu hürmetine…” denebilir. Kur’an’da: “Allah’a yaklaşmak için vesile arayın.” buyrulur.
(Maida: 35)
Beddua etmemek gerekir. Çünkü bedduada başkasının zararını istemek vardır. İyi bir
insan beddua etmez. Çünkü bedduanın geri dönüşü de vardır.
Dua etmek için dua metni aranmaz. Kalpten, gönülden ne geliyorsa öyle dua edilir.
Duada bencil olunmaz. Olgun Müslüman kendisi ile beraber ailesini çocuklarını ve
Müslüman kardeşlerini de duaya katarsa, duası daha da makbul olur.
Bir Müslümanın bir Müslümana yaptığı dua ret olunmaz. Hele ana babanın evladına
yaptığı dua da ret olunmaz. Bu yüzden hayır dua almak için çalışılmalıdır. Mazlumun
duasından da son derece kaçınılmalıdır.
Duada bizden önce gidenler, bizim üzerimizde hakkı olanlar da unutulmamalıdır.
Dua her zaman yapılırsa, sıkışık anda yapılan dua daha çok kabul olunur.
Dua ederken şunlara dikkat edilmelidir:
- Zaman iyi seçilmeli (kutsal günler, geceleri saatler fırsat bilinmeli)
- Abdestli olunmalı,
- Allah’a hamd, Resulüne salavat getirilmeli,
- İstenilen, açık net ifade edilmeli,
- Riyadan kaçınılmalı, kaş göz hareketlerinden kaçınılmalı,
- Doğru söz ve helal lokmaya dikkat edilmeli,
- Kıbleye dönülmeli,
- Bağırıp çağırılmamalı, yapmacık ağlanmamalı,
- Resulüllah’ı ve salih kulları vesile ederek dua etmeli,
- Kalp başka meşguliyetlerden temizlemeli, huşu içinde olunmalı,
-
Duada cimri, bencil davranılmamalı, kendisi için istediğini ana baba ve diğer
Müslümanlar için de istenmeli,
Dine uygun olmayan bir şey istenmemeli,
Duayı ısrarlı, devamlı yapmalı,
Acele edilmemeli,
Yaşantımız isteklerimize uygun olmalı,
Duada olmayacak bir şey istenmemeli,
Duada Allah’ın huzurunda edepli davranılmalıdır.
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
ÇOKÇA ZİKRETMELİYİZ
Zikir, Cenab-ı Alllah’ı anmaktır. İhsanını ikramını hatırlamaktır. Allah’ı sevmenin
alametidir. Allah’la konuşmaktır. Allah: “Beni anın, ben de sizi anayım.” buyurur.
Zikir, Allah’ın emridir. Kur’an’da Fezkiru (zikrediniz) buyurur. Zikir en büyük ibadettir.
Peygamber (a.s): “Amellerin en hayırlısı Allah’ı zikretmektir.” (Buhari Davut: 6)
Kur’an’da: “Allah’ı zikretmek en büyük şeydir.” (Ankebut: 45)
Zikir, kalbin pasını siler, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.
Zikir, şeytanın tuzağına düşmekten korur.
Bir kutsi hadiste Allah şöyle buyurur: “Kulum beni andıkça Ben de onunlayım!” (İ.
Canan Hadis Ans.17/505)
Kur’an’da:
- “Münafıklar Allah’ı az anarlar.” (Nisa: 142)
- “Zikrimden yüz çevirenin geçimi dar olur.” (Taha: 124)
- “Zikrimden gafil olana şeytan musallat olur.” (Zuhruf: 36)
Peygamber (a.s) da:
- “Kulun azaptan kurtulması için zikirden daha müessir bir amel yoktur.” (İ. Canan
Hadis Ans: 6/1947)
- “Zikredenleri melekler sarar.” (Ramuz El Ehadis: 386/9)
Peygamberimiz şöyle anlatır:
- “Allah’ın zikredenleri araştıran melekleri vardır. Zikreden bir topluluğa
rastlarlarsa, aradığınız burada der, birbirlerini çağırırlar ve o zikredenleri
kuşatırlar. Allah meleklerine sorar, onlar da cevap verir:
- Kulların ne yapıyor?
- Seni zikrediyorlar.
- Onlar beni gördüler mi?
- Hayır.
- Ya görselerdi ne yaparlardı?
- O zaman seni daha çok anarlardır.
- Onlar ne istiyorlar?
- Cennet.
- Onlar cenneti gördü mü?
- Hayır.
- Ya görselerdi ne yaparlardı?
- O zaman cennet için daha çok çalışırlardı.
- Neyden kaçınıyorlar?
- Cehennemden.
- Onu gördüler mi?
- Hayır.
- Ya görselerdi ne yaparlardı?
- O zaman cehennemden daha çok kaçınırlardı.
Bunu üzerine Allah (c.c) :
- Sizi şahit kılıyorum. Onları affettim.
- Ya Rabbi! Onların arasında falanca günahkâr kulun da var. Bir iş için onlara
uğramıştı.
- Onlarla olanı da affettim.”
Bir hadiste: “Zikredenlerden yüz çevirenlerden Allah da yüz çevirdi.” (R. Salihin: 1449)
buyrulur.
Kur’an’da: “İnananların kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşmuştur. Dikkat edin
kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur.” (Rad: 28) buyrulur.
Kul zikirle Allah’a yaklaşır. Kulun zikredememesi büyük bir cezadır. Çünkü kulun Allah’ı
anabilmesi, hidayet meselesidir.
Yeryüzünde canlı cansız ne varsa Allah’ı zikretmektedir.
Kur’an’da: “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı zikretmesin. Fakat bunu siz anlayamazsınız.”
(İsra: 44)
“Yerde gökte ne varsa herşey Allah’ı zikreder.” (İsra : 44)
“Sabah akşam Rabbini an. Gafillerden olma!” (A’raf: 205)
Peygamber (a.s): “Rabbini zikredenle etmeyenin hali ölü ile diri arasındaki fark
gibidir.” (R.Salihin: 1463) der.
*
*
*
NASİL ZİKREDELİM NE DİYELİM?



Zikrin özü: “ALLAH” demektir.
Her işin başında besmele çekmek, yapılması gerekendir.
Amel defterinin kendisini sevindirmesini isteyen “Estağfirullah” demelidir. (Ramuz elEhadis: 396/14)
 Zikrin en üstünü “Lailaheillallah” tır.
 Sıkıntılı olanlar da: “Lahavle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim”, “Hasbunallahü ve
niğmel vekil, niğmelmevla ve niğmen nasır” der.
 “Sübhanellahi ve bihamdihi sübhanellahi estağfirullah’el-azim” Allah yanında sevimli
bir zikirdir. (R.Salihin: 1412) Bu zikri 100 defa diyenin günahları denizköpüğü kadar da
olsa af olur. (Age: 1410)
Miraçta İbrahim Peygamber, Peygamberimize şu zikri tavsiye etmiştir:
 “Sübhanallahi velhamdülillahi vela ilahe illallahü vallahü ekber, vela havle vela
kuvvete illa billahil aliyyil azim.”
 Peygamber (a.s) mübarek Kadir Gecesinden ne diyeyim diyen hanımına: “Allahümme
inneke afüvven, kerimün, tuhıbbül affe feğfü anni” de demiştir.
 Anası babası ve bütün Müslümanların affını isteyen şu duayı yapmalıdır:
“Allahümmağfirli veli valideyye velil mü’minine yevme yegumü’l-hisab”
 Hem dünya hem de ahirette iyilik isteyen: “Rabbena atina fiddünya hasenetan ve fil
ahireti haseneten vegına azabennar” bu duayı çokça okumalıdır.
 “La ilahe illallahü vahdehüla şerikeleh Lehül mülkü ve lekül hamdü ve hüve ala külli
şeyin kadir” bunu 100 defa diyen 10 köle azad etmiş sevabı alır. Onun için 100 iyilik
yazılır ve 100 kötülük silinir.(R. Salihin: 1410) buyurur peygamberimiz.
 Korunmak isteyen Felak ve Nas surelerini okumalıdır.
 Zulümden, zalimden sığınmak isteyen: “Lailahe ille ente sübhaneke, inni küntü
minezzalimin” demelidir.
 Günahlarına tövbe etmek isteyen şöyle demelidir:
Estağfirullah
Estağfirullah
Estağfirullahel azimel kerimellezi La ilahe İlla hüvel hayyul kayyumu ve etübü ileyh.
Veneselühüt tevbete velmağfirete velhidayete lene innehü hüvettevvaburrahim.
Tevbete abdin zalimin linefsini Layemlikü linefsihi mevten, hayaten vela nüşüra.
Allahümme ente Rabbi lailahe illa ente halakteni ve ene abduke ve ene ala ahdike
vevağdike mestetağtü. Euzubike min şerri ma sanağtü ebuuleke biniğmete ve ebuü leke
biniğmetike ve ebuü bizenbi fağfirli feinnehü le yağfirüzzünübe illa ente.
 Peygamberimizin şefaatine nail olmak isteyen çokça salavat getirmelidir. “Allahümme
salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed”, “Sallallahü aleyhi vesellem.” demelidir.
 Günahlarının affını isteyen: “Allahümme ecirna minannar.” demelidir.
 Hayır kapılarının kendisine açılmasını isteyen: “Ya müfettihul-ebvab iftahlena hayra’lbab.” demelidir.
 Kur’an’da Esmaü’l-Hüsna ile dua etmemiz isteniyor. (A’raf: 180) dualarının kabul
olmasını isteyen ve cenneti dileyen Cenab-ı Allah’ın güzel isimleri olan Esmaü’lHüsna’yı okumalıdır.
 33 defa Sübhanallah, 33 defa Elhamdullillah, 33 defa Allahü Ekber demek peygamber
efendimizin tavsiyesidir.
 Namaz kılmak zikirdir. Mübarek günlerde, gecelerde kaza namazları, nafile namazları,
tespih namazı kılmak ihmal edilmemelidir. Namazlardan sonra yapılacak olan dualara
da önem verilmelidir.
 Kur’an okumak zikirdir. Kur’an okumak Allah’a yakın olmaktır. O’nunla konuşmaktır.
Yasin, Tebareke ve Fetih surelerini okumak çok sevaplı ibadetlerdir.
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
TESPİH NAMAZININ FAZİLETİ VE KILINIŞI
Bu namaz, herhangi bir neden veya belirli bir zamanda kılınmaz. Kerahat vakitlerinin
dışında her zaman kılınabilir. Bilhassa mübarek gecelerde kılınırsa daha sevaptır.
Bunalımların, stres olaylarının daha fazla görüldüğü günümüzde insanın teskin edici
ve insanı arındırıp rahatlatacak dua, ibadet ve zikirlere ihtiyacı vardır.
Tesbih namazı, yalnız kılınabileceği gibi cemaatle de kılınır.
Bu namazı kılarken her rekatında 75 tesbih olmak üzere toplam 300 defa
“SÜBHANELLAHİ VELHAMDÜ-LİLLAHİ VELÂ İLÂHE İLLALLAHÜ VALLAHÜ EKBER” denir.
İki rekatte selâm verilebileceği gibi dört rekat olarak da kılınabilir.
İmam-ı Gazali, İHYÂ-İ ULUM-İD-DİN adlı eserin-de (Cilt:2, Sayfa:338) Bu namazdan
bahsetmiştir. Şöyle nakleder:
“Peygamberimiz(SAV) Abbas bin Abdülmuttalib’e şöyle demiştir:
“Ey amcam! Sana bir şey vereyim mi? Sana bir şey vereyim mi? Sana bir şey vereyim
mi? Onu yaptığın takdirde Allah senin günahını evvelinden sonuna kadar affedecektir.
Eskisini ve yenisini bağışlayacaktır. İşlediğin bütün günahları bağışlayacaktır.
Dört rekat namaz kılacaksın. Her rekatta Fatiha ile bir sûre okuyacaksın. Ayrıca yetmiş
beş defa “Subhânellahi velhamdü lillâhi velâ ilahe illallahü vallahü ekber” diyeceksin. Dört
rek’atte de bunu tekrar edeceksin.
Eğer gücün yetiyorsa bu namazı her gün kıl. Her gün gücün yetmiyorsa her Cuma
günleri kıl. Eğer gücün buna da yetmiyorsa, ayda bir defa kıl. Eğer buna da gücün yetmiyorsa
senede bir defa mutlaka kıl.”
NAMAZ NASIL KILINIR?
Önce “Niyet ettim Allah rızası için tesbih namazı kılmaya” diyeniyet edilir. “ALLAHÜ
EKBER” diyerek tekbir alınır. ”
Birinci Rek’at:
Sübhaneke okunur.
15 defa: “Sübhanellahi velhamdülillahi velâ ilâhe illallahü vellahü ekber.” Eüzü
besmele çekilir, Fatiha ve bir sûre okunur.
10 defa: “Sübhanellahi…….
Allahü ekber deyip rükûya varılır. Üç defa “Sübhane Rabbiyel azîm” denir.
10 defa: “Sübhanellahi…….
“Semi Allahü limen hamide rabbena lekel hamd” diyerek kalkılır.
10 defa: “Sübhanellahi…….
“Allahü ekber” diyerek secdeye varılır. Üç defa “Sübhane rabbiyel a’lâ” denir.
10 defa: “Sübhanellahi…….
“Allahü ekber” der oturulur.
10 defa: “Sübhanellahi…….
İkinci secdeye varırız. Onu da aynen tamamlarız.
“Allahü ekber” der ikinci rekate kalkarız. İkinci, üçüncü ve dördüncü rekatleri de
aynen böyle kılarız.
İkinci rekatin sonunda oturur Ettehıyyatü, Salli, Barik okuruz.
Dördüncü rekatin sonunda oturur, Ettahıyyatü – Allahümme sall, Allahümme barik,
Rabbena etine… okur selâm veririz.
Her rekatte 75, toplam 300 tesbih olmasına dikkat ederiz.
Allah kabul eder inşallah.
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
İKİNCİ BÖLÜM
Kutsal Geceler
A- MEVLİD KANDİLİ
B- REGAİB KANDİLİ
C- MİRAÇ KANDİLİ
D- BERAT KANDİLİ
E- KADİR GECESİ
KUTSAL GECELER
KUTLU DOĞUM
A- MEVLİD KANDİLİ
(Allah Resulünün dünyaya teşrif ettiği gece)
Mevlid; doğum demektir.
Mevlid deyince akla, Hz. Muhammed (as)’ın doğumu gelir. Peygamberimizin doğumunu
anlatan manzum eserlere de mevlid denmiştir.
Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd, Muhammed (as)’a salat Aline ve Ashabına selam
olsun.
*
*
*
A- GÜL MUHAMMED
Gül, Peygamber (as)’ın remzidir. O’nu temsil eder. Bugüne kadar O’na olan sevgiden
dolayı O sevgililer sevgilisi gül ile anlatılmaya çalışılmıştır.
Anadolu toprakları, bahçeler, balkonlar gül bahçesine çevrilmiş, O’na Gül Muhammed
adını vermişlerdir.
Gül koklanırken, gülün kokusu içe çekilirken Muhammed (as) koklanmıştır.
Kutlu doğumlarda gül heyecanı yaşanıyor. Gül alınıp gül dağıtılıyor.
İnsanımız Gül Muhammed’e aşıktır. Gül adının çokluğu bundandır. Çocuklara hep Gül,
Gülizar, Goncagül, Gülden, Gülen, Gülşah, Birgül, Gülbeyaz, Gülnur, Nurgül, Gülnihal, Şengül,
Ayşegül, Gülpembe (…) gibi adlar verilir.
Bu isimlerin çokluğu Nihat Sami Banarlı’nın dikkatini çeker, adı Gül olan bir kadına
sorar:
- “Sizin oralarda gül bahçesi çok olmalı. Evlerinizde, bahçelerinizde çok mu çiçek
yetişrtiriyorsunuz?”
- “Hayır efendi, bizim oralarda çiçek bahçesi ne gezer. Biz toprağı “tarla” diye
kullanırız.”
- “Peki, güle hasret duyduğunuz için mi kızlarınıza böyle güzel adlar koyuyorsunuz?” Kız
cevap olarak:
- “Hayır bey; bizim hasret duyduğumuz başkadır. Gül, sevgili Peygamberimizin
remzidir.” der.
Biz Müslümanlar gülü ve Gül Muhammed’i çok severiz. Sakalını kırk bohçaya sararız.
Medine’yi özleriz. O’nun adını duyunca, adını anınca elimizi kalbimize götürüp derlenir,
toplanır, O’na salavat getiririz, selam göndeririz.
*
*
*
B- DURUM NASILDI?
Muhammed (as) doğduğu zaman insanlar insanca yaşamıyordu. Kur’an’ın ifadesine
göre: “İnsanların kendi elleriyle işledikleri günahlar yüzünden fesat, karada ve denizde
yayılmıştı.” (Rum: 41) “Apaçık sapıklık içindeydiler.” (Al-i İmran: 165)
Her türlü kötülük yaygındı ve açıkça yapılıyordu.
Devir cahiliye devri idi. Ana babalar kendi çocuklarını hiç acımadan toprağa
gömüyorlardı.
İnsanlar, elleriyle yaptıklarını tanrı edinmiş, ona tapıyorlar, ona yalvarıyorlardı.
Her türlü ahlaksızlık diz boyu idi. Kuvvetliler zayıfları köle ediniyordu.
İnsanlar kurtarıcı bekliyordu. Şairin ifadesiyle:
“On dört asır evvel yine böyle bir geceydi.
Kumdan ayın on dördü bir öksüz çıkıverdi.
Lakin o ne hüsrandı ki, hissetmedi gözler.
Kaç bin senedir halbuki bekleşmedelerdi.”
*
*
*
B- GELECEĞİ ÖNCEDEN MÜJDELENMİŞTİ
Allah Resulüne peygamberlik su ile toprak arasında iken verilmişti. İbrahim
peygamber hayırlı bir ümmet ve onları temizleyecek bir peygamber için dua etmişti. (Bakara:
128-129)
Peygamberimiz: “Ben dedem İbrahim’in duası, İsa’nın müjdesi ve anam Amine’nin
rüyasıyım.” demişti.
İsa peygamber: “Benden sonra gelecek peygamberi size müjdeliyorum, adı Ahmet.”
demişti. (Sad: 6)
Doğmadan annesi Amine rüya görmüş: “Sen insanların en hayırlısına hamilesin. O’na
Muhammed adını koy.” denmişti.
Kur’an’da: “O kimseler ki, Tevrat ve İncil’de vasıfları yazılı buldukları ümmi peygamber
olan Resule uyarlar.” (Araf: 157) buyrularak Tevrat’ta ve İncil’de Peygamber (as)’ın geleceği
haber verilmiştir.
Rahip Nestura, Ebu Talip’e: “Bu çocuk peygamberlerin sonuncusudur.” demiştir.
Suk-ı Ukaz da Kus bin Said’e: “Allah’ın peygamberinin gelmesi yakındır. O’na inanana
ne mutlu. Vay O’na isyan ve muhalefet edene…” sözleri ortalıkta dolaşıyordu.
İlk vahiy geldiğinde Varaka: “Sen bu ümmetin peygamberi olacaksın.” demişti.
*
*
*
C- DÜNYAYA TEŞRİFLERİ:
Yıl 571 de Fil olayından 50 gün sonra, alemlere rahmet için gönderilen insanlığın
efendisi dünyaya geldi.
Cenab-ı Allah: “Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik.” buyurur. (Enbiya: 107)
O’nun gelişi ile birçok şey değişmiştir. Sütü kesilen hayvanlardan tekrar süt gelmiştir.
O’nunla beraber rahmet yağmıştır, bereket yağmıştır. O, çorak toprağa inen rahmet
olmuştur.
Daha çocukken süt annesi Halime’nin evinde kocası: “Halime! Bu çocuk uğurlu geldi,
hayvanların sütü arttı, eve bereket geldi.” diyordu.
O gece putlar devrilmiş, Mecusi’lerin bin yıldan beri yanan ateşi sönmüş, Kisra’nın
sarayı yıkılmış, Sava gölü kurumuştu.
Peygamberimiz göbeği kesik ve sünnetli olarak doğmuştur.
Peygamberimizin dedesi Abdülmüttalip, torununun şerefine büyük bir ziyafet verdi.
Kureyşliler:
- “Torununa ne ad verdin?” dediler.
- “Muhammed adını verdim.” dedi. Kureyşliler:
- “Atalarımızın arasında bu adı taşıyan yok. Senin maksadın ne?” dediler.
Bunun üzerine Abdülmüttalip şu cevabı verdi:
- “Ümit ederim ki; O’nu gökte Hak, yerde halk methedecektir.”
*
*
*
D- MUHAMMED (as) KİMDİR?
Soyu: Haşimoğulları
Adı: Muhammed, Ahmet, Mahmut, Mustafa, Habib, Ebu’l Kasım, Mühammed’ül Emin
Babası: Abdullah
Annesi: Amine
Dedesi: Abdülmuttalip
Süt Annesi: Halime
Çocukları: Kasım, Abdullah, İbrahim, Zeynep, Rukiye, Ümmügülsüm, Fatıma’dır.
Kendi dilinden:
“Rabbim benim on ismim var:
 Ben Muhammed’im,
 Ben Ahmed’im,
 Ben Mahmud’um, (övülen)
 Ben Mahiyim, (Benimle Allah, inkarcıları mahvedecektir)
 Ben Haşir’im, (Allah kullarını benim izimde toplayacaktır)
 Ben rahmet peygamberiyim,
 Ben tövbe peygamberiyim,
 Ben kahramanlık peygamberiyim,
 Ben mukaffiyim, (insanları Allah’ın yoluna yöneltirim)
 Ben insanlığı kemale erdirenim.” demiştir. (Müslim Fazail: 126)
O, dünyanın en büyük ve en çok sevilen, itaat edilen insanıdır.
Genç yaşta Hılful Fudul’a (haksızlığa uğrayanların hakkını arayan oluşum) üye olmuştur.
Hristiyan’ın hakkını gasp ettiği için Ebu Cehil’in kapısını yumruklamış, Hristiyan’ın hakkını
almıştır.
*
*
*
E- KUL MUHAMMED
Muhammed (as) kendine hizmet edilmesini, ayağa kalkılarak elinin öpülmesini,
yükünün başkaları tarafından taşınmasını istememiştir.
- “Başkalarının krallarına yaptığını bana yapmayın.”
- “Ben Kureyş’li kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum.” demiştir.
Ashap yemek hazırlarken “Ben de odun toplayayım” demiştir.
Ashabına hizmet ederken Bizans elçisi gelmiş, üstünlük taslayan birini göremeyince:
- “Efendiniz kim?” demişti. Peygamber (as) da ona:
- “Esseyyidü hadimukum (Efendi hizmet edendir)” cevabını vermiştir.
Bir hadislerinde: “Başkalarının kendisi için ayağa kalkmasını isteyen ve hoşlanan
cehennemdeki yerini hazırlasın.” buyurmuştur.
Peygamberimiz (sav)’e Cebrail (as) gelmiş:
- “Ya Resulellah, hükümdar peygamber mi olmak istersin, kul peygamber mi?” diye
sormuş, cevap:
- “Kul peygamber.” olmuştur. O hep kendisine Allah’ın kulu denmesinden
hoşlanmıştır.
*
F- ALLAH’A TESLİMİYETİ
*
*
Rasûlallah (sav) Allah’ a iman ve kulluk konusunda hiçbir zaman ihmal ve gevşeklik
göstermemiştir. O’ nun Allah’ a her zaman teslimiyeti tam olmuştur.
Abdullah bin Abbas (ra) şöyle anlatır:
- “Ben Allah Rasûlü ile beraberdim, bana: “Sana bazı şeyler öğreteyim” dedi ve devam etti:
- Sen Allah’ ın emir ve yasaklarını koru ki, Allah da seni korusun. Sen Allah’ ın emir ve
yasaklarına riayet et ki, O’ nun yardımını göresin. Bir şey istediğinde yalnız Allah’ tan iste.
Şunu bil ki sana yardım konusunda herkes bir araya gelse, Allah’ ın senin için takdir
ettiğinden başkasını veremezler. Sana zarar verme maksadıyla insanların hepsi bir araya
gelse, Allah’ ın takdirinden başkasını yapamazlar.” (Tirmizi Kıyame: 5)
O’nun Allah’a kulluğu devamlı idi. Kulluğunu en güzel şekilde yapardı. “Elimden gelse,
amelimi Kiramen Katibin’den gizlerdim.” demiştir.
Bu teslimiyeti O’na Allah’ın sevgisini kazandırmıştır. Allah; Peygambere bağlılığı
kendisine bağlılık, O’na itaati kendisine itaat, O’nu sevmeyi kendisini sevmek kabul etmiştir.
O’na “Habibim” (sevdiğim) demiştir. (Al-i İmran: 131)
Kelime-i şehadette, tevhitte adını adı ile birlikte zikretmiş, miraçta vasıtasız
konuşmuş, Adem’in duasını onun aşkına kabul etmiş, O’na emir koyma yetkisi vermiş ve O’na
salavat getirdiğini bildirmiştir. (Ahzab: 56)
Allah O’nu yüceltmiştir. O hem Resul, hem Nebidir. Peygamberlerin sonuncusu ve
Resul üs-Sekaleyn’dir. (cin ve insanların peygamberi) bütün insanlığa son peygamber olarak
gönderilmiştir.
Peygamberimize şefaat etme hakkı verilmiştir.
Bügün dünyada O’nun kadar sevilen insan yoktur. Bazı Avrupa ülkelerinde çocuklara
peygamberimizin adı verilmektedir. İngiltere’de Corc adından sonra en çok Muhammed
adının verildiği tespit edilmiştir.
*
*
*
G- BİZE NİÇİN GÖNDERİLMİŞTİR?
Bunun cevabını Kur’an’da arayalım:
“And olsun ki, Resulallah sizin için Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve
Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzab: 21)
- “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.” (Ahzab:
46)
- “Deki: Ben sadece uyarıcıyım.” (Ahkaf: 9)
- “Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat
insanların çoğu bilmezler.” (Sebe: 28)
- “Rasulüm, biz seni alemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya: 107)
Peygamberimiz (sav) Allah’ın emir ve yasaklarını bize bildirmek, örnek, rehber,
müjdeleyici, uyarıcı, aydınlatıcı ve alemlere rahmet olarak göndermiştir.
Bir hadislerinde: “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” buyurur. (Seçme
Hadisler: 10/2)
*
*
*
H- NEDEN BAZILARI İNANMAMIŞLARDI?
-
-
O’na inanmayanlar akıllarının almadığından, beğenmediklerinden değil,
bilmediklerinden ve menfaatlerine uymadığından dolayı inanmadı.
-
-
Hz. Ömer: “Eşeğim Müslüman olsa ben olmam” diyordu, ne zaman hakikati
gördü, iman etmek zorunda kaldı.
İslam onların zevk aldığı çirkinlikleri yasaklıyordu. Kadını, erkeği, köleyi, efendiyi
bir tutuyordu. Puta, şeytana değil, Allah’a kulluğu emrediyordu. Haksız geliri
yasaklıyordu. Bu onların işine gelmiyordu.
Bugün de İslam’ı benimsemeyenler, menfaatlerine dokunduğu ve alışkanlıklarını
reddettiği için İslam’a evet demiyor.
Herkes kendisinin veya soyundan birinin peygamberliğini bekliyordu.
Geçmişinden veya mevkiinden vazgeçemiyor,
İtibarını, menfaatini kaybetmekten korkuyor,
İslam’ın adalet, eşitlik ve kardeşlik prensiplerini benimseyemiyor,
Peygamberimizin ayın yarılması, ağacın konuşması ve taşların şehadet getirmesi
gibi mucizeleri gördükleri halde gene de inanmayanlar oldu.
En önemli sebep; iman hidayet işidir. Hidayet nasip olmayanlar küfür bataklığında
boğulup gittiler.
*
*
*
I- İNANANLARIN TESLİMİYETİ
Peygamber (as) ümmetine çok düşkündü. Ümmeti de O’na çok düşkündü. O
peygamber ki; ümmetinden ayrı bir hayat yaşamamış, ümmetiyle her şeyi paylaşmıştır.
Zayıflarla devamlı ilgilenir, hasta olanları ziyaret ederdi. Üç gün birini görmezse onu
sorardı. Seyahate gittiyse onun için dua eder, hasta ise ziyaretine giderdi. Herkesin
kurtulmasını isterdi. “Müslüman ol, kurtul!” derdi.
Muhammed (as) ın ümmetine düşkünlüğünü Cenab-ı Allah Kur’an’ da şöyle
bildirmiştir:
- “And olsun size öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’ na çok
ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe: 128)
Kıyamet gününde bile diğer peygamberler “Nefsî, nefsî” deyip kaçarken, Muhammed
(as): “Ümmetî, ümmetî” diyerek müslümanları dileyecek, onlara şefaat edecektir.
Ümmetine olan düşkünlüğünü kendisi de şöyle ifade etmiştir:
- “Ben ve siz aynen şuna benzeriz: Ateş yakan ve ateşine pervane ve çekirgeler
düşmeye başlayınca onları kurtarmaya çalışan kimse gibi ben sizi ateşe düşmekten korumak
için ellerinizden tutuyorum. Halbuki siz benim elimden kurtulmaya
çalışıyorsunuz.” (Riyan’üs-Salihın: 163)
Ashabın Peygamberini sevdiği kadar yeryüzünde başka bir insan sevilmemiştir.
Sahabe, kendilerini çok seven peygamberlerini sevmede adeta yarışmışlardır. Bu
konuda birkaç örnek şöyledir:
- Mus’ab (ra) savaşta Allah Rasulünü korumak için kendini önüne atmış, kılıç
darbeleriyle doğranan yarım kolları ile kendini siper etmiştir.
- Musa peygambere dendiği gibi “Git sen savaş!” dememişlerdir.
- Hicrette mal, mülk, eş, evlat kaygısına düşülmemiş peygamber (as) ın peşine
düşülmüştür.
- Sık sık Ashap: “Anam babam sana feda olsun ya Rasûlellah!” diyerek sevgisini izhar
etmiştir.
- Uhud’ da babası, kardeşi şehit düşen kadın, peygamberini merak ediyor, önüne
gelene: “Allah Rasulü nasıl?” diye soruyordu. İyi olduğunu öğrenince de yüzü gülüyordu.
- Hicret sırasında Hz. Ebu Bekir (ra) Allah Rasulü zarar görmesin diye ayağını yılan
deliğine kapatıyor, yılan sokunca da Allah Rasulü uyanmasın diye ses çıkarmıyor, dişlerini
sıkıyordu.
- Minber yapılıp, peygamber (as) hutbeyi dayandığı kütükte değil de minberde
okuyunca, kütük ağlamıştı.
- Allah’ ın dinini yaymak için Çin’ e giden sahabe, Allah Rasulünü çok özleyince, görüp
gelivereyim diye geri dönmüş fakat Allah Rasulü vefat ettiği için gersingeri gitmişti.
Peygamber (as) ın vefatı sırasında Hz. Ömer’ in aklı başından gitmişti. Hz. Osman
şaşırmıştı. Hz. Ali’ nin dili tutulmuştu. Sahabe ne yapacağını şaşırmıştı, herkes ağlıyordu.
Sahabe: “Anam babam sana feda olsun Ya Resulallah!” diyor, canlarını feda
ediyorlardı.
Adl ve Karre kabilelerinden birkaç kişi gelerek (yalandan) dini, Kur’an’ı öğretmeleri
için peygamberden birkaç kişi isterler. Peygamberimiz Asım b. Sabit’in başkanlığında altı kişi
gönderir. Racî denilen yere geldiklerinde saldırı olayı olur. Üçü orada şehit olur, diğerleri ise
dağa çıkarlar. Teslim oldukları takdirde öldürmeyeceklerini söylemeleri üzerine onlarda
teslim olur. Teslim olur olmaz ellerini bağlarlar. Yolda biri ellerini çözerek kaçarken şehit
edilir. Geriye Hubeyb ile Zeyd adlarında iki kişi kalır. Zeyd’i Bedir’de babası öldürülen biri
intikam almak için satın alır. Öldüreceği zaman Kureyş’in ulularını çağırır.
Ebu Süfyan, Zeyd’e sorar:
- Senin yerine Muhammed’in öldürülmesini ister miydin?
Zeyd şu cevabı verir:
- Değil benim yerime öldürülmesi, ezâ veren bir dikenin O’na batmasını bile istemezdim.
Hz. Ömer (ra): “Bizim hiçbir şeyi bilmezken Allah bize Muhammed (as) ı peygamber
olarak gönderdi. Biz Muhammed (as) ı neyi nasıl yaparken görmüşsek, onu öyle yaparız”
demiştir. Bir gün Hacer’ul-es ved-i öpmüş:
- “Sen bir taşsın ne faydan nede zararın dokunur. Ama peygamber seni öptüğü için
öpüyorum” demiştir.
- Abdullah b. Amr, kıpkırmızı bir elbise giyer. Peygamber: “Bu ne böyle?” der. Derhal
eve gider çıkarır, yakar.
- Bir sahabi yüksekçe ev yapar. Mescidden yüksektir. Peygamber: “Bunu kim yaptı?”
der. Derhal katını yıkar.
- Hacer b. Vâil, saç uzatmıştır. Peygamber: “Zübâb, zübâb=kötü, kötü” der. Hemen gidip
kestirir.
- Hz. Ömer (ra) oğlu Abdullah’a darıldı. Sebebi, peygamberin bir hadisi için tereddüt
etmişti. Fikrinden vazgeçinceye kadar onunla konuşmadı.
İmam-ı Azam ayağını Mescid-i Nebeviye doğru uzatmamış, İmam-ı Şafi, Medine’de
atına binmemiş, Ahmet Yesevi 63 yaşından sonra bu ömrü Peygamberim yaşamadı diye
hayatının kalanını çukur kazıp orada geçirmiştir.
Osmanlı büyükleri, Mekke ve Medine’ye büyük hizmetler yapmışlardır. Oralardan
gelen zarfları abdestsiz açmamışlardı. Allah Resulü gürültüden rahatsız olmasın diye demir
yolu yapılırken taşlar keçe üstünde kırılmış, demirlerin altına keçe konmuştur.
Bu ne sevgi Allah’ım. Yahudiler peygamberlerinin hiçbir şeylerine sahip değil.
Hristiyanlar da öyle.
Sevbiye Hatun, Ebû Leheb’e yeğeninin doğum müjdesini haber verince, Ebû Leheb,
sırf kavmî asabiyetten dolayı bu câriyeyi âzâd etti. Bu ırkî asabiyetten meydana gelen sevinç
bile, Ebû Leheb’in Pazartesi geceleri azabını hafifletmeye yetti.
Ebû Leheb’i ölümünden sonra bir gece rüyada gördüler ve sordular:
- Yâ Ebû Leheb, halin nasıl?
- Cehennemdeyim; azab içindeyim!.. Ancak Pazartesi geceleri azâbım hafifletiliyor. O
gecelerde parmaklarımın arasını emiyorum. Oralardan su çıkıyor, suyu içiyor ve serinliyorum.
Çünkü, Pazartesi günü Sevbiye koşup bana “O sabah Allah Rasûlünün doğduğunu”
müjdelemişti; ben de onu âzâd etmiştim. Bunun karşılığında Allah, Pazartesi geceleri bana,
azâbımı hafifletmek gibi bir ihsanda bulunuyor.”
Peygamberin yoluna dikenler koymuş, peygambere ağır ve kötü sözler söylemiş,
Tebbet sûresinde “Ebu Leheb’in iki eli kurusun” denilerek beddua edilen, Ebu Leheb için bir
anlık sevincinden dolayı, Rabbim Pazartesi günleri azabını hafifletirse ya her an peygamberi
seven, onun yolunda yürüyen kimseler için ne yapacak acaba?..
*
*
*
İ- ŞEFAAT PEYGAMBERİ
Allah’ın izin verdiği kimselere Allah Resulü şefaat edecektir. Onun şefaatinden
başkasının şefaati fayda vermeyecektir. (Taha: 109 Müdessir: 48)
Peygamberimizin şefaati, inananlara ve umanlara olacaktır.
Peygamber (as) şöyle buyurur:
- “Rabbim beni ümmetimin yarısının cennete girmesi veya şefaat arasında serbest
bıraktı. Ben şefaati seçtim” (Ramuz el-Ehadis: 123/2)
- “Kıyamet gününde peygamberlerin önünde şefaat etmeye yetkili olacağım.” (İ.
Canan, Hadis Ans: 12/194)
Peygamberlerin “nefsi, nefsi” diyerek kaçışacakları kıyamet gününde peygamberimiz
(as) ümmetine şefaat edecektir.
- “Ben Rabbimden ümmetim için şefaat diledim. Onu bana verdi. Bu şirk koşmayan
her mü’mine nasip olacaktır.” (Age: 145/6)
- “Ümmetimden pek çok kimseyi şefaatimle ateşten kurtaracağım. Bazı kimseleri de
zebaniler alıp gidecek. Ben: “Allah’ım, zebanilerin alıp götürdükleri benim ümmetimdendir”
diyeceğim. Cenab-ı Allah bana: “Senden sonra onların neler neler ihtas ettiğini, bid’at
işlediğini biliyor musun?” diyecek.” (İ.Canan Hadis Ans: 17/398)
Demek ki başta şirk koşan, bid’at işleyen, insanlara zulmeden, tevbe etmediği
takdirde şefaatten mahrum olacaktır.
*
*
*
J- PEYGAMBERE UYMADAN KURTULUŞ OLMAZ
Sünnet ayrı, Kur’an ayrı değildir. Sünnetsiz hadissiz Kur’an Müslümanlığı olmaz. “Bize
Kur’an yeter” diyene Kur’an yetmez.
“Müslümanım” demenin manası uymaktır. Peygambersiz din olmaz.
Peygambere uyanlar asr-ı saadet yaşamış, uymayanlar helak olmuştur. Bugün İslam
dünyasının perişan halinin sebebi sünnetten uzaklaşmasıdır.
Ebu Cehil, Ebu Leheb’ler peygambere uymadı, helak oldu. Amcası Ebu Talipi
peygamberi himaye ettiği halde ona uymadı, kurtulamadı.
- Kisra, Peygamberin mektubunu yırttı. Peygamber : “Parça parça ol.”dedi.O sırada
Kisra’nın oğlu babasını parçalayıp öldürdü.
- Peygamber, sol eliyle yiyene “Sağ elinle ye”dedi.
Gururundan “yiyemiyorum” deyince, “yiyemez ol” dedi. O kişi bir daha sağ elini kullanamadı.
- Bir zad önce sol ayakkabısını giymişti. Kendisine hafiften bir ses “öküz” dedi. Bir
sünneti terk ettim, adım öküze çıktı deyip, düşüp bayıldı.
- Beyazıd-ı Bistamiye bir kişiyi çok övmüşlerdi ;gidip görmek istedi. Onun Kıble tarafına tükürdüğünü gördü.O’na saygısı olmayanla tanışmadan döndü.
- Mescid kuşu Salebe , Peygambere uymayı bıraktı. Cenaze namazı bile kılınmadı.Kim
Peygambere uymazsa helâk olur.
Cenab-ı Allah Kur’ anda şöyle buyurur.
-“Her insan topluluğunu önderleri ile beraber çağıracağımız o günde kimlerin amel
defteri sağından verilirse, onlar en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak amel defterlerini
okuyacaktır.” (İsra:71)
Bir ayette de:
- “Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları ateşe götürecektir.
Varacakları yer ne kötüdür.” (Hud: 98)
Cenab-ı Allah Peygamberine uymamızı emrediyor:
- “Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütûflarda
bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdirler. Bunlar ne güzel
arkadaştır. (Nisa Sûresi:69)
“Kim Rasûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisâ: 80)
- “Rasulüm! De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah’ta sizi sevsin ve
günahlarınızı bağışlasın.” (Al-i İmrân: 31)
- “De ki: Allah’a ve Rasulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri
sevmez.” (Al-i İmran: 32)
- “Allah ve Rasulü bir işe hüküm verdiği zaman inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi
isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Rasulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa
düşmüş olur.” (Ahzab: 36)
- “Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik,
peygambere itaat etseydik derler.” (Azab: 66)
- “O gün zalim kimse pişmanlıktan ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o peygamberle
birlikte bir yol tutsaydım!” (Furkan: 27)
- “Allah Rasulü size ne verirse onu alın. Sizi neden men ederse ondan sakının.” (Haşr:
7)
- “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa
çıkarmayın.” (Muhammed: 33)
Peygamber (as) da kendisine uymamızı istiyor ve şöyle diyor:
- “Sünnetime yapışan kimse, cennete girer.” (Siret Ansiklopedisi: 6/79)
- “Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Bana isyan edende Allah’a isyan etmiş
olur.” (İ, Canan Hadis Ans: 16/457)
- “Bütün ümmetim cennete girecektir. Yalnız istemeyenler müstesna”
- Kim istemez ya Rasûlüllah! denilince:
- “Bana itaat eden cennete girer. Bana uymayanda cenneti istememiş demektir.”
buyurur. (Riyaz üs-Salihın: 158)
- “Ortalığın ahlakı bozulduğu bir zamanda benim sünnetimle amel eden, sünnetimden
ayrılmayan kimseye yüz şehit sevabı vardır.” (A. Hamdi Akseki, İslâm: 32)
Bu hadislere göre inandım diyen bir kimse, peygamberine uyacaktır. Uymazsa
şefaatinden mahrum olacak ve cennete girmeyecektir.
Peygamber (as) ın ifadesiyle: “Sözlerin en güzeli Allah’ın kelamı, yolların en güzeli
Muhammed (as) ın yoludur.” (Buhari, Edep: 122)
“Allah Rasulünün hayat verici davetlerine uyunuz.”
Peygamberimiz(SAV): “Ortalık bozulduğu zaman bir sünnetimi ihya edene yüz şehid
sevabı vardır” buyurmuştur.
Sünnetimi canlı tutan beni seviyor demektir. Kim beni severse, cennette benimle
beraberdir. (Tirmizi, ilim: 16) buyurur.
Peygambere uymayanlar, “Kıyamet günü pişmanlıktan ellerini ısırıp şöyle der: Keşke o
peygamberle birlikte yol tutsaydım. Yazık bana! Keşke falancayı dinlemeseydim, onu dost
edinmeseydim.” (Furkan: 27-28) diyeceği bildirilmiştir.
Uymayana da soruluyor: “Nereye gidiyorsunuz?” diye.
- “İnsanlar kendilerine bi’at ettiklerinde (Müslüman olup İslam’ı benimsediklerinde)
onlara “elimden geldiği kadar” sözünü söylettirirdi.” (Ramuz el-Ehadis: 528/3)
*
*
*
K- SÜNNETİN CANLI TUTULMASI
Sünnetin dinimizde yeri ve önemi büyüktür. Sünnet, Kur’an’dan sonra ikinci kaynaktır.
Sünnet ayrı Kur’an ayrı değildir. Sünnet Kur’an’ın açıklanmasıdır. Kur’an’ı yaşanır hale
getirmesi için gereklidir. Sünnet olmasa, ibadetleri nasıl, ne zaman, ne kadar yapacağımızı
bilemeyiz. Orucun zamanını, ne kadar tutulacağını, nasıl tutulacağını, kimden öğrenecektik?
Diyelim ki, öğle namazını nasıl kılacaktık? Zekatı ne zaman verecektik?
“Sünnet olmasaydı Kur’an anlaşılmazdı.” diyor İmam-ı Azam Ebu Hanife
Cenab-ı Allah ne diyor: “Peygamber size ne getirdiyse onu alın, sizi neden men ederse
ondan kaçının.” (Haşr: 7)
Sahabe dini peygamber (as) ‘dan öğrenmiş, o bilgiler bize kadar gelmiştir.
Bizim dini yaşayabilmemiz için sünnete sarılmamız ve onu canlı tutmamız şarttır. Allah
Rasulü: “Benim sünnetimi canlı tutan beni seviyor demektir. Beni seven de cennette benimle
beraber olacaktır.” buyurur. (İbn-i Mace, Mukaddime: 15)
- “Sünnet hududunda yapılan az ameli bid’at dairesinde yapılan çok amelden
hayırlıdır.” (Ramuz El-Ehadis: 319/13)
- “Sünnetime azı dişinizle sımsıkı yapışır gibi yapışınız.” (Ebu Davut, Sünnet: 5)
- “Sünnetimi beğenmeyen benden değildir.” (Buhari, Nikah:1)
- “Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benim yolumu terk etmiştir. Benden
(ümmetimden) değildir.” (Buhari, Nikah: 1)
- “Ümmetimin fesada uğradığı bir zamanda kim sünnetime sarılırsa yüz şehit sevabı
vardır.” (B. Hadis Kül. 1/45)
- “Size uyduğunuz takdirde benden sonra asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum;
Allah’ın kitabı Kur’an ve sünnetim.” (Tirmizi, Menakıp: 77)
Sünnet , vahiy mahsulüdür. Allah: “O, kendiliğinden konuşmaz, O’nun konuşması
vahiy iledir.” buyurur. (Necm: 3-4)
Peygamberimiz: “Bana vahyedilen kadar daha vahyedildi.” demiştir.
Sünneti hafife almak, Allah’a isyandır. İnkar ise küfre götürür. Sünnet olmazsa ümmet
olunmaz. Cenab-ı Allah: “Allah’a ve Rasulüne uyun, amellerinizi boşa çıkarmayın.” buyuruyor.
(Muhammed: 33)
Yunus: “Sana uymayan, gider imansız.” der.
*
*
*
L- PEYGAMBERE EMİR KOYMA YETKİSİ VERİLMİŞTİR
Cenab-ı Allah: “O peygamber iyiliği emreder, fenalığı yasaklar. Temiz olan şeyleri helal
kılar, temiz olmayanları haram kılar.” (A’raf:157)
- “Verdiğin hükme rıza göstermedikçe, iman etmiş sayılmazlar.” (Nisa: 65) buyrulur.
Peygamber (as): “Beni nasıl namaz kılar görürseniz öyle namaz kılınız.”
- “Benim haram kıldığım, tıpkı Allah’ın haram kıldığı gibidir.” (Tirmizi İlim: 60)
buyurur.
Sünnetle sabit haramlar ve helaller vardır:
- Yırtıcı ve köpek dişli hayvanların, eşeğin etinin haram oluşu gibi…
- Kısas ve recm cezalarındaki uygulamalar,
- Kafirin müslümana mirasçı olamayacağı,
- Varise vasiyetin olmayacağı,
- Katilin öldürdüğüne mirasçı olamayacağı gibi.
Bunlar birkaç örnektir. Allah Rasûlü’nün haram kıldığı Allah’ın haram kıldığı gibidir.
Kur’an’da şöyle buyrulur:
- “Allah Rasûlü’nün haram kıldığını haram saymayanla savaşın.” (Tevbe :29)
- “Allah ve Rasûlü hüküm verdiği zaman, inanan erkek ve kadın için, kendi
işlerinden dolayı Allah ve Rasûlü’nün hükmüne aykırı olanı seçme hakkı yoktur.
Kim Allah ve Rasûlü’ne isyan ederse, muhakkak ki açıkça sapıklık
içindedir.” (Ahzab: 36)
*
*
*
M- HADİS PEYGAMBER SÖZÜDÜR
Hadis denilince basit bir söz gibi anlayan ve görenler oluyor.
Hadis, Peygamber (sav)’in kendiliğinden söylediği sözler değildir. Hadisler vahye
dayanır.
Dinde en büyük tehlike; dinin ikinci kaynağı olan hadisin terki ile başlar. Hadisi
devreden çıkarırsak, geriye anlaşılamayan Kur’an ve İslam kalır.
Hadisler Kur’an’la karışmaması için bir ara yazılması yasaklanmış, bu tehlike kalkınca
hadisler şahitleriyle tespit edilmiştir. Bu tespit yapılırken muhaddisler kılı kırk yarmışlar,
güvenilmeyenlerin sözüne itibar etmemişlerdir.
Kaynak gösterilmeden, hadis diye kasıtlı olarak uydurulan birkaç söz, hadislere gölge
düşürmemeli, herhangi bir güvensizlik vermemelidir. İslam ve peygamber düşmanlarının
oyununa gelinmemelidir.
Allah Rasulü: “Benim hakkımda yalan uyduran cehennemdeki yerini hazırlasın.”
demiştir. (Buhari, İlim:38)
Hadislere önem verenler için ise şöyle buyurmuştur:
- “Benim sözümü işitip ezberleyen ve onu başkalarına tebliğ edenlerin Allah yüzünü
ak etsin.” (H.H.Erdem İlahi Hadisler)
- “Kim din işlerine ait 40 hadis ezberlerse, yazarsa, başkalarına naklederse Allah
onu fahihler ve alimlerle haşreder. Ben de kıyamet gününde ona şefaatçi ve
lehinde şahit olurum.” (Age)
- “Kim ümmetime ya bir sünnet ifası veya bit’atın izalesi için bir hadis ulaştırırsa,
onun makamı cennettir.” (Ramuz el-Ehadis: 398/13)
- “Kim ölümünden sonra geriye kırk hadis bırakırsa, o kimse cennette benim
arkadaşımdır.” (Age:412/8)
-
-
“Kim kendisine fayda veren iki hadis bile öğrenir, onları başkasına da öğretir ve
onlardan faydalanırsa, bu kendisi için 60 yıllık (nafile) ibadetten hayırlıdır.”
(Age:413/4)
“Kim haramı helali bilinsin diye Allah’ın rızasını umarak 40 hadis öğretirse, Allah
kıyamet gününde onu alim olarak haşreder.” (Age:413/10)
“Bir kimse, Allah’ın kendisine mağfiret etmesi ümidi ile benden 40 hadis yazsa,
Allah ona hem rahmet eder hem de şehitler mertebesi verir.” (Age:440/12)
*
*
*
N- SÜNNETİN TERKİ
Sünnetin terki, O’na uyun diyen Allah’a isyan olur. Sünneti terk eden peygamberden,
sonrada İslami hayattan uzaklaşır gider. Dinden uzaklaşmak sünnetin terki ile başlar,
sünnete uyulmazsa insan sapıtır.
Peygamberimiz: “Sünneti terk ederseniz, sapıttınız gitti demektir.” der. (Müslim,
Mesacid: 257)
- “Sünnetimden yüz çeviren, benim yolumu terk etmiş olur.” (Buhair, Nikah: 1)
Veda hutbesinde: “Kur’an ve sünnetime uyarsanız; sapıtmazsınız.” demiştir.
Bir Cuma hutbesinde de: “Allah ve Resulüne itaat eden doğru yolu bulmuştur.
Muhalefet eden de sapıklıktan sapıklığa düşmüştür.” der.
Sünnetin terkindeki amaç İslama ve Müslümanlara zarar vermektir. Ümmeti
Muhammed’e zarar vermektir.
Peygamber (as) ve sünneti devreden çıkarılırsa, boşluk meydana gelir. İpi kopan
tespih 99 parça olur. Çoban sürüden uzaklaştırılırsa, sürü dağılır ve sürüye kurt girer.
Yahudiler ve Hristiyanlar peygamberlerini terk ettikten sonra dinleri bozulmuştur.
Bugünleri âdeta gören peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur:
- “Her amelin bir coşkusu, her coşkununda bir gevşemesi vardır. Kimin coşkusu
sünnetimden yana olursa, o mutlaka kurtulmuştur. Kiminde istek ve arzusu, rağbeti sünnet
dışına yönelik olursa, o helak olmuştur.” (Tirmizi, Kıyamet: 21)
- “Benim emrettiğim veya yasakladığım bir konu kendisine iletildiğinde, sakın sizden
birinizi koltuğuna yaslanmış olarak: “Biz onu bunu bilmeyiz. Allah’ın kitabında ne görürsek
ona uyarız, o kadar” dediğini duymayayım.” (Tirmizi, İlim: 10)
Dinin kaynağının Kur’an olduğu görüşüyle sünneti hafife alanlar çıkmıştır. Nitekim
İmran b. Husayn’ın bulunduğu bir mecliste adamın biri: “Bana Kur’an’da bulunmayan
şeylerden bahsetmeyin.” deyince O: “Sen ahmak mısın be adam? Öğle namazının dört rekat
farzını Kur’an’da bulabilir misin?” diye çıkışmıştır. Allah Rasûlü: “Beni nasıl namaz kılıyor
görüyorsanız öyle namaz kılın!” (Buhari, Ezan: 18) buyurarak sünnet uygulamasına dikkat
çekmiştir.
- “Bize Kur’an yeter.” diyenler, “Hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” (nahl: 89) ayetini, delil
gösteriyorlar. Evet Kur’an’da her şey var ama özü var. İzahı gerekir. Bir de vahiy sadece
Kur’an’dan ibaret değil ki, “sünnete gerek yok” densin. Bu ayet, “Dünyayı dengede tutan
hiçbir şeyi eksik bırakmadık” anlamındadır.
Allah resulü şunu haber vermiştir:
- “Bir topluluk gelir ve sünneti öldürürler ve dinin temizliğini bozacak şeyleri
sokarlar. Allah’ın, meleklerin ve bütün lanet edicilerin laneti onların üzerine
olsun.” der. (Ramuz el-Ehadis: 507/5)
-
“Bir zaman gelecek bir grup benim sünnetimden başka yollara götürecek ve başka
yollara tabi olacaklar.” (Müslim: 1847)
Bu ortamda peygamber (as)’ın bize tavsiyesi de şudur:
- “Benden sonra yaşayanlar çok ihtilaf görecektir. İşte o zaman sünnetime uyun.
Ona tutunun, hem de azı dişinizle ısırır gibi tututnun.” (Ramuz el-Ehadis: 157/5)
- “Sünnet hududunda yapılan az amel bid’at dairesinde yapılan çok amelden
hayırlıdır.” (age: 319/13)
*
*
*
O- PEYGAMBER DÜŞMANLIK
İslam’ın durumunu ve yücelişi diğer din sahiplerini ve dinsizleri kıskandırmakta ve
düşmanlığa sevk etmektedir.
Avrupada o derece ki; fanatiklerin saldırıları birçok Hristiyanın Müslüman olmasına
neden olmaktadır.
Allah: “Peygamberi incitenler, eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır.”
buyurur. (Tevbe:61)
Peygamber (as)’a karşı çıkan Ebu Lehep için Tebbet suresi inmiş: “Ebu Lehep’in iki eli
kurusun. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O, alevli bir ateşte yanacaktır.”
buyrulmuştur.
Çizilen karikatürler, domuzun üzerine “Muhammed” yazılması gibi hareket ve
hakaretler her gün birçok ülkede müslüman olanların sayısını arttırıyor.
Salman Rüşti ve Tesilime Nesrin gibi İslam düşmanlarının ifadeleri ve iftiraları, İslam’ ı
inceleyenlerin sayısını arttırmıştır.
Daha önce aforoz edilen Volter’ in İslâm peygamberini hakaret içeren piyes yazdıktan
sonra “Evladım Volter” diye kapılarını açan kilisenin tahriki de artık bir işe yaramıyor.
Kilisenin yalan ve yanlışlıklarını gören halk kiliseden uzaklaşıyor.
Bizdeki peygamber düşmanları bakın ne diyor:
- Peygamber (as)’ın yalan söylediğini iddia ediyorlar.
O asla yalan söylememiştir. Dürüstlüğünden dolayı O’na düşmanları “Güvenilir
Muhammed” demek olan Muhammed-ü’L-emin” adını vermişlerdir. O’nun özü, sözü doğru
idi. O’nu gören: “Bu yüz yalan söylemez” diyordu. O’nun sözünden döndüğü hiç
görülmemiştir.
Allah O’na: “Biz seni en güzel ahlak üzere yarattık.” buyurmuştur. (Kalem: 4)
Ebu Cehil O’na: “Ya Muhammed! Ben sana yalancısın demiyorum, ama şu getirdiğin
dine inanmıyorum.” demiştir.
Vahiy gelince Muhammed (as) Safa tepesine çıkmış: “Size şu tepenin ardında düşman
var, saldıracaklar desem bana inanır mısınız?” demişti. O’na:
- “Evet inanırız. Sen bugüne kadar asla yalan söylemedin.” demişlerdi.
Peygamber (as) Bizans Kralı Herakliyüs’e mektup gönderip İslam’a davet etmişti. O
sırada Müslüman olmayan Ebu Süfyan Bizans’ta idi. Ona sorular sordu. O da cevap verdi:
- “Muhammed size ne diyor?”
- “Namazı, doğruluğu, iffetli olmayı, sözünde durmayı ve emanete riayet etmeyi
emrediyor.”
- “Hiç sözünde durmadığı oldu mu?
- “Hayır.”
-
“Kur’an’ı O yazdı diyorlar. Halbuki Peygamber (as) kimseden ders almamıştır.
O’nun hocası Cebrail’dir. O ümmidir. Yani okuma yazma bilmez.”
Cenab-ı Allah O’na şöyle vahyetti:
- “Sen bundan önce ne yazı okur, ne de elinle yazardın. Öyle olsaydı batıla uyanlar
kuşku duyarlardı.” (Ankebut: 48)
- “Bütün dinler aynıdır. Muhammed yeni bir şey getirmemiştir diyorlar. Burada
İslam’ı bilmediklerini ortaya koyuyorlar.
- Muhammed Allah’la kul arasına giremez, şirktir diyorlar. O’nu kulları ile kendisi
arasına Cenab-ı Allah koymuştur.
- Bize Kur’an yeter, sünnete gerek yoktur diyorlar. Dini anlaşılmaz ve yaşanmaz
hale getirmek istiyorlar.
- Sünnet namazlarını kılmak şirktir diyorlar. Halbuki peygamberimizin sünnetine
uymayı Allah emrediyor.
- Peygamberin vazifesi bitmiştir diyorlar. Peygamberimiz (sav) ahir zaman
peygamberidir. O’nun hükmü kıyamete kadar geçerlidir.
- İki sevgi bir arada olmaz diyorlar. Peygamberimizi Allah sevmiş: “Habibim” demiş
ve bize de sevin, O’na uyun, O’na salavat getirin diye emretmiştir.
- Muhammed kadınları sevmezdi diyorlar. Kız çocuklarının diri diri toprağa
gömülmesini yasaklayan peygamberimizdir.
“İlim öğrenmek kadına da erkeğe de farzdır. Kadınları uğursuz saymayın. Onları
dövmeyin. En hayırlınız kadınlarına hayırlı olanınızdır.” der Peygamber (as).
- Muhammed’e uymak kula kulluktur.
- Namaz Allah’ın emrettiği kadardır.
- İbadet kendi dilimizde olmalıdır gibi şeyler…
Kim bunlar Allah aşkına? Bunlar Kur’an’a bağlı, İslam’ı yaşayan insanlar değil ilgi
çekmek isteyen İslam düşmanı kimselerdir.
Bu sapıklıkların kaynağı ne biliyor musunuz? Sünneti terktir. Asla bunlara itibar
edilmemelidir. İtibar edilirse fitnenin tuzağına düşülmüş olur.
*
*
*
Ö- O ŞEFKAT VE MERHAMET PEYGAMBERİDİR
“Merhametten maraz doğar”, “Acıma, acınacak hale gelirsin”, “İyilik ettiğinin
şerrinden sakının” düşüncelerinin hakim olduğu bir dönemde şefkat ve merhamet
peygamberine cahiliye devrindeki kadar ihtiyacımız var.
Allah: “Hibibim biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya: 107) der.
O kendilerine düşmanlık edenlerden intikam almamıştır. “Ben lanetçi olarak değil
rahmet olarak gönderildim.” demiştir. (Müslim Birr: 87) O vahşileri, Hintleri bile affetmiş,
kendisini Taif’te kanlar içinde bırakanlar için: “Allah’ım onları affet, çünkü onlar bilmiyorlar.”
demiştir.
Bugün vahşi bir hayat yaşanıyor, acımasızlık, merhametsizlik hakim. Canilik, cinayet
alışılmış bir hayat tarzı oldu. Neden? Maneviyat ve merhamet noksanlığındandır.
Merhametsizliği insan sağlığı ve mutluluğu üzerinde olumsuz etkilerine karşı şefkat ve
merhamet duygularının büyük ölçüde faydalı olduğu bir gerçektir.
“Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” Buyuran peygamber (as) insanlığa hep
güzel şeyler sunmuştur.
Kur’an’da: “and olsun size öyle bir peygamber gelmiştir ki; sizin sıkıntıya uğramanız
O’na çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.”
(Tevbe: 128)
O’nun merhameti, hayvanlara bile şamildir. Hayvanı keserken eziyet vereni,
hayvanları döveni, ağır yük yükleyeni, aç susuz bırakanı azarlamıştır. Yola yavrulayan köpeğin
yavrularının çiğnenmemesi için başına nöbetçi koymuştur.
*
*
*
P- PEYGAMBER (as) NELER SUNDU?
Peygamber (as) her konuda insanlığa ışık olmuştur. Öncü olmuş, yol göstermiştir.
Mucizeler göstermiştir.
- Allah resulü, insanlığı eliyle yaptığı putlara tapma alçaklığından kurtarmış, tek
Allah inancını sunmuştur.
- Kur’an gibi ilahi bir kitabı sunmuştur.
- Köleliği kaldırmış, adaleti eşitliği getirmiştir. “İnsanlar bir tarağın dişleri gibi
eşittir.” demiştir.
- İnsanın canının, malının, namusunun kutsal olduğunu ilan etmiştir.
- İnsana doğrudan ve dolaylı olarak zarar veren her şeyi yasaklamış, faydalı olan
şeyleri de emretmiştir.
- İnsanlık sevgiyi, saygıyı, acımayı, hoşgörmeyi, affetmeyi ondan öğrenmiştir.
- Faydalı olma, zarar vermeme anlayışını O yerleştirmiştir. “En hayırlınız, en çok
faydalı olanınızdır.” demiştir.
- Kız çocuklarının öldürülmesini yasaklamış, onları iyi yetiştirene cennet vaat
etmiştir.
- Namuslu, dürüst olmanın örneklerini vermiştir.
- Hayvanlara, ağaçlara kadar nasıl davranılması gerektiğini öğretmiştir.
- İlk anayasayı hazırlamış, hak hukuk hatırlatmıştır.
- Şu dünyada ne kadar güzellik varsa O’nun eseridir.
*
*
*
R- SON GÜNLERİ
Veda hutbesinde: “Ey insanlar! Beni iyi dinleyin, belki bu yıldan sonra burada bir daha
buluşamayacağız.” diyordu.
Ordaki Müslümanlara sordu:
- “Allah’ın dinini size tebliğ ettim mi?”
- “Evet” dediler.
- “Şahit ol Ya Rab! Şahit ol Ya Rab! Şahit ol Ya Rab!” dedi.
Bunlar veda mesajı idi. Ağlaşmalar oldu.
Rahatsızlanınca mezarlığa gitti. Selam verdi, “Yakında biz de aranızda olacağız
inşallah” dedi.
Malvarlığını Müslümanlar için vakfetti. 7 dirhem parasını sadaka verdi. “Namazı Ebu
Bekir kıldırsın” dedi.
Kur’an’ı ve sünneti bize miras bıraktı. “Size iki şey bırakıyorum, onlara uydukça
yolunuzu sapıtmazsınız. Onlar Kur’an ve sünnetimdir.” dedi.
Emaneti teslim edip, rabbine kavuştuğu an, Ebu Bekir (ra) peygamberin yüzüne bakıp:
“Ölümün de hayatın gibi güzel.” Dedi, kendini tutamadı.
Hz. Ali’nin dili tutuldu, donakaldı. Hz. Osman da konuşamıyordu.
Hz. Ömer deliye dönmüştü. “Kim öldü derse boynunu vururum.” dedi, kılıcını çekti.
Hz. Ebubekir: “Kim O’na tapıyorsa bilsin ki O; Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Kim de
Allah’a tapıyorsa, O Allah bakidir.” Diyor, ortalığı yatıştırıyordu.
63 yaşında idi. Hz. Ali yıkadı, Hz. Ebubekir namazını kıldırdı.
Son sözleri: “Namaza, namaza ve elinizin altındakilere dikkat edin.” oldu.
Essalatü vesselamü aleyke YA RESULALLAH!..
Essalatü vesselamü aleyke YA HABİBULLAH!..
Essalatü vesselamü aleyke YA SEYYİD EL EVVELİNE VEL AHİRİN VELHAMDÜLİLLAHİ
RABBİL ALEMİN!..
*
*
*
S- ALLAH RESULÜNE KARŞI GÖREVLERİMİZ
Allah Resulü şu konularda söz alarak insanları ümmetliğe kabul etmiştir:
- Allah’a şirk koşmayacaksın.
- Hırsızlık etmeyeceksin.
- Zina yapmayacaksın.
- Çocukları öldürmeyeceksin.
- Başkalarına iftira etmeyeceksin.
- Bana itaat edeceksin. (Ramuz el-Ehadis:6/3)
Ayrıca verdikleri sözü yerine getirmeleri konusunda “Elimden geldiğin kadar” sözünü
söylettirirdi. (Age: 528/3)
Ümmet olmanın, ümmet kalmanın şartları bunlar. Biz de elimizden geldiği kadar
günahlardan, haramlardan kaçınmalıyız.
Veda hutbesinde de: “Size iki şey bırakıyorum. Onlara uyarsanız sapıtmazsınız. Onlar
Allah’ın kitabı Kur’an ve sünnetimdir.” demiştir. Bize iki emanet, iki miras bırakmıştır. Onlara
sahip çıkmak, uymak görevimizdir.
- Peygamberi sevmek ve sevdirmek, O’nu tanıtmak görevimizdir.
- Her işimizde O’nu örnek almak, rehber edinmek görevimizdir.
- O’nu anarken saygıyla anmak, Efendimiz, sav, as, Hz. demeliyiz.
- Adını duyunca, anınca O’nun üzerine salavat getirmeliyiz. O’na selam
göndermeliyiz.
- O’nun şefaatini ummalıyız. Şefaatine layık olmaya çalışmalıyız.
- O’nun hadislerini okumalıyız, öğrenmeliyiz ve başkalarına öğretmeliyiz.
- Allah Resulünün yapın dediklerini hayatımıza taşımalıyız. Yapmayın dediklerine de
asla hayatımızda yer vermemeliyiz.
- Evlerde peygamberimizi hatırlatacak levhalar ve hadis kitapları bulundurmalıyız.
- Başkalarının sözü ile değil, hadislerle konuşmalıyız. Peygamberimiz ne diyor,
önemli olan odur.
- İmkanı olanlar hac, umre yapıp kabrini ziyaret etmelidir.
- Peygamberimizin sünnetlerine, hadislerine ve kendisine yönelik her türlü hakaret
ve saldırıya tepki göstermeliyiz.
*
Ş- MEVLİD KANDİLİNDE NELER YAPILMALI
-
Bu gece Kur’an okumalıyız.
*
*
-
Bolca Allah’ı zikretmeliyiz.
Çokça namaz kılmalıyız. Tespih namazı kılmalıyız. En az bir günlük kaza namazı
kılmalıyız.
- Bu gece farklı bir gecedir. Geçmişin günahlarına pişmanlık duyup tövbe etmeliyiz.
Dua ve tövbelerde Allah Resulünü vesile kılmalıyız.
- Peygamberimizin şefaatini istemeliyiz.
- Bizden önceki Müslümanların affı için, şuanda zulüm görenlerin, sıkıntı çekenlerin
de kurtuluşu için dua etmeliyiz.
- Gençlerimizin, çocuklarımızın ıslahı için hayırlı insan olması için Rabbimize
yalvarmalıyız. Bu geceyi değerlendirirken onları da ibadetlerimizin içine
çekmeliyiz. Beraberce geceyi değerlendirmeliyiz. Onlara güzel kitaplar hediye
etmeliyiz. Arkanızdan Fatihalar, yasinler, okuyacak, dualar edecek, sadakai cariye
olacak evlatlar yetiştirmeliyiz. Çünkü kurtuluşumuz da helakımız da onlar
olacaktır.
- Peygamber (as)’ı anma programlarına katılmalıyız. Bu geceyi boş, televizyon
başında değil, Allah Resulü evimize teşrif edecekmiş gibi geçirmeliyiz. O’nun
görmesini istemeyeceğimiz şeylerden uzak durmalıyız.
- Böyle geceler önümüzde duraklardır. Durup kendimizi hesaba çekmeliyiz. Allah’ın
ve Resulünün razı olacağı bizden istediği hayatı mı yoksa nefsin ve şeytanın
istediği hayatı mı yaşıyoruz buna bakmalıyız. Hesaba çekilmeden, “eyvah”
demeden Allah demeliyiz.
- Dil ve levha Müslümanlığından kendimizi kurtarmalıyız. Kaç yılımızı, kaç ayımızı,
kaç günümüzü, kaç saatimizi, kaç dakikamızı Allah ve Resulü için yaşadık
düşünmeliyiz. Ölmekten korkmayacak hale gelmeliyiz.
- Mahşer gününde Allah Resulü bizi tanıyacak hale gelmek için çalışmalıyız.
- Allah Resulü bizim için nasıl bir lütuf ise bu gecede bizim arınmamız ve
kurtulmamız için de bir lütuftur. Onun için bu gecenin kıymetini bilmeliyiz.
- İsa peygamberin doğum günü olan yılbaşını coşku ile, çılgınca kutlayanla,
insanlığın kurtuluşu için gönderilen Muhammed (as)’ın doğduğu gece, mevlid
kandilidir bu gece…
- Bu gece bol bol salavat getirmeliyiz, selam göndermeliyiz. “Essalatü vesselamü
aleyke Ya Resulallah!” demeliyiz.
Peygamberimiz (sav):
- “Üzerime salavat getirin, selam gönderin, o bana ulaşır.” (Ebu Davut Salavat: 201)
- “Şefaatimi hak kazananlar benim üzerime çok salavat getirenlerdir.” (R. Salihin:
1427)
- Kıyamet günü bana en yakın olanalr üzerime en çok salavat getirenlerdir.”
(Tirmizi, Vitir: 21)
- Kim bana salavat getirirse, Allah ona on misli mağfireti ile karşılık verir.” (Müslim,
Salat: 70) buyurur.
Salavatın en kısaları: “Allahümme salli ala Muhammed” ve “Sallellahü aleyhi
vesselam” dir.
Peygamber (sav)’e salavat getirmeyi Cenab-ı Allah emretmiştir. Şöyle buyurur:
- Allah ve melekleri peygambere çok salavat getirirler. Ey Müslümanlar! Siz de O’na
slavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzab: 56)
Bu gece nasıl dua edelim:
Allah’a hamd, Peygambere salattan sonra:
-
-
Allah’ım bilerek veya bilmeyerek işlediğim günahlarımı bağışla.
Ya Rabbi! Beni, çocuklarımı, eşimi, anamı, babamı Peygamber Efendimize layık
ümmet eyle. Sen bizden razı ol, o da bizden razı olsun.
Bizi peygamberimizin yolundan sünnetinden ayırma ve bizi şefaatinden mahrum
etme.
Kıyamet gününde peygamberimizin peşi sıra giden havzı kevserinden içen ve
şefaatinden istifade edenlerden eyle.
Allah’ım, bize Peygamber (as)’ı gönderdiğin ve bizim O’nun ümmeti olmayı nasip
ettiğin için sana hamd-ü senalar olsun.
Allah’ım, biz peygamberimize gerektiği gibi bir ümmet olamadık; nefsimize uyduk,
dünyaya meylettik, şeytanın telkinlerine kulak astık, Peygamberimizin
reddettiklerine dört elle sarıldık, lüks hayat yaşadık, sünneti terk ve ihmal ettik.
“Ümmeti, Ümmeti” diyecek Peygamberimizin aşkına bizi affet.
Allah’ım, bizi, ana babamızı ve Müslüman kardeşlerimizi bağışla, merhametinle
muamele et.
Peygamberimize, O’nun sünnetine karşı olanlara hidayet nasip eyle.
Rabbim, bu geceyi bizim için, milletimiz için ve insanlık için hayırlara vesile kıl.
*
*
*
T- SONUÇ
Gelmiş geçmiş en büyük insan Muhammed (as)’dır. İnsanların en şereflisidir. Başka
peygamberlere vermediği özellikleri Rabbim O’na vermiştir. O’nu alemlere rahmet olarak
göndermiştir. Alemleri O’nun yüzü suyu hürmetine yaratmıştır. İnsanlar hangi ölçüde
ölçülürse ölçülsün Muhammed (as)’dan daha büyük bir kimse bulunamaz.
Yeryüzünde O, en çok sevilendir. O’nun kadar sevilen başka bir insan gösterilemez. En
çok itaat edilip, uğrunda fedakarlık yapılan da O’dur. O hiç unutulmamıştır. Emanetleri
olduğu gibi korunmaktadır.
Kıyamet günü hesap O’nun duasıyla başlayacaktır. “Ümmeti, Ümmeti” diyerek
ümmetine şefaat edecektir. O’nun şefaat etmediği cennete giremeyecektir. Allah
peygamberimizin şefaatinden mahrum etmesin.
O bize şu müjdeyi vermiştir:
- “Rab olarak Allah’ı, din olarak İslam’ı, peygamber olarak Muhammed’i seçip beğendim
diyen kimse cenneti hak etmiştir.” (Nese-i, Cihad:18)
Allah yolundan, sünnetinden ayırmasın, şefaatinden mahrum etmesin. AMİN.
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
BİR GÜN PEYGAMBER EFENDİMİZ ZİYARETİMİZE GELSE
Eğer bir gün
Peygamber efendimiz, ziyaretimize gelse
Yalnızca birkaç günlüğüne
Aniden çalsa kapınızı
Merak ediyorum neler yapacağınızı
Biliyorum ama, böylesine Şerefli bir konuğa
Açacağınız en güzel odanızı
Ona sunacağınız tüm yemeklerin en iyisi olacağını
Ve inandırmaya çalışacağınız, onu evinizde görüyor olmaktan
Mutluluk duyacağınızı
∞
∞
∞
Fakat söyleyin bana
Efendimiz evinize doğru gelirken gördüğünüzde
Onu kapıda mı karşılayacaksınız?
Yoksa içeriye almadan önce
Aceleyle bazı gazeteler, dergileri çarçabuk saklayıp,
Yerine Kur’an-ı mı koyacaksınız?
Peki, hala Amerikan filmlerini mi seyredeceksiniz televizyonda?
Ya da kapatmaya mı koşacaksınız, O size kızmadan önce
Belki de kim bilir ağzınızdan hiç çıkmamış olmasını dilerdiniz
Hatırlayabildiğiniz en son çirkin kelimenin
∞
∞
∞
Peki ya dünyalık müziğinizi, kasetlerinizi de saklayacak mısınız?
Ve bunun yerine ortalığa
Kitaplığınızın raflarında tozlanmış
Hadis kitaplarını mı çıkaracaksınız?
Hemen içeriye girmesine izin verecek misiniz?
Yoksa telaşla ne yapayım diyerek sağa sola mı koşturacaksınız?
∞
∞
∞
Merak ediyorum eğer “Peygamber efendimiz
Birkaç günlüğüne sizinle birlikte yaşasa”
Yapmaya devam edecek misiniz?
Her zaman yaptığınız şeyleri
Ailenizdeki sohbetler eski halini koruyacak mı?
Yine her yemekten sonra dua etmeyi zor mu bulacaksınız?
Hiç yüzünüzü asmadan, oflayıp puflamadan her vakit
Namazınızı kılacak mısınız?
Peki ya mırıldanacak mısınız? Her zaman söylediğiniz şarkıları
Ve okuyacak mısınız her zaman okuduğunuz kitapları
Peki bilmesine izin verecek misiniz; Aklınızın ve ruhunuzun beslediği şeyleri
Yoksa hiç bilmemesini mi isterdiniz?
Şöyle diyelim ya da: Gideceğiniz her yere götürebilecek misiniz Peygamberi de?
Yoksa birkaç günlüğüne değişecek mi planlarınız?
Tanıştırmaktan onur duyacak mısınız, en yakın arkadaşlarınızı ONUNLA?
Yoksa hiç karşılaşmamalarını mı umardınız, Peygamberin ziyareti bitene dek birbirleriyle?
∞
∞
∞
Şimdi söyleyin açık yüreklilikle, Onun kalmasını ister misiniz sizinle?
Yoksa rahat bir nefes mi alacaksınız; Peygamberin ziyareti bittiğinde?
Gerçekten bilmek ilgi çekici olabilir değil mi? Bilmek ve Düşünmek
Eğer bir gün Peygamber efendimiz ziyaretinize gelse Yapacağınız Şeyleri…
RAĞBET EDİLEN GECE
REGAİP KANDİLİ
Bizi bu günlere kavuşturan Rabbim’imze hamd-ü senalar olsun. Rabbim sağlık sıhhat
içinde nice mübarek günlere ve aylara kavuştursun.
Regaip, üç ayların da habercisidir. Cenab-ı Allah bize böyle arınma, temizlenme ve
kurtuluşumuz için günler, geceler ve aylar ihsan etmiş, hamd-ü senalar olsun. Mübarek üç
aylarda hepimize hayırlı olsun. Rabbim bu günleri hayırlara vesile kılsın inşallah.
Recep ayının ilk perşembeyi cumaya bağlayan gecesi Regaip gecesidir.
Enes (ra)’dan nakledildiğine göre Allah Resulü şöyle buyurur:
- “Recep Şehrul’lahtır. Şaban benim ayımdır. Ramazan ise ümmetimin ayıdır.” buyurdu.
- “Ya Resulallah! Recep Şehrul’lah demenin manası nedir?”
- “Çünkü Recep, Hak Teala’nın günahkarları mağfiret edeceği aydır. Allah’ın sevdiği
aydır. Recep ayında kavga etmek, kan dökmek yoktur. Bu ayda Hak Teala Enbiyanın
tövbelerini kabul etmiş, evliyasını ise düşmanlarının elinden kurtarmıştır.
Bir kimse Recep ayını oruçlu olarak geçirirse Allah-u Teala o kimseye herhalde üç şeyi
ikram eder:
1- Geçmiş günahların hepsini bağışlar.
2- Kalan ömrünü, çirkin ve ayıp sayılan kötü şeyleri işlemekten korur, emin olur.
3- Kıyamet günü susamaktan emin olur.” Diye cevap buyurmuşlardır.
Bu esnada yaşlı, zayıf bir zat ayağa kalkarak: “Ya Resulallah! Ben Recep’in hepsini oruç
tutmaktan acizim ne yapayım?” diye sordu.
Resulallah (sav):
- “Recep’in ilk, orta ve son günü oruç tutarsan, Recep ayının tüm günlerini oruç tutmuş
gibi sevaba nail olursun. Çünkü bir hasene on katı ile muamele görür.” buyurdu.
*
*
*
a) Regaip Ne Demektir?
Regaip, rağbet edilen, temizlenilen, mağfiret gecesidir. Bu gece kurtulacak olanlar da;
bu geceye ve bu gecede ibadetlere rağbet edecek olanlardır.
Regaip, ihsanın bol olduğu, hayrın bol olduğu gece demektir.
Regaip gecesi, bir lütuf, bir rahmet ve mağfiret gecesidir. Bu gece kurtulacak olanlar
da, bu gecede ibadetlere rağbet edecek olanlardır.
Bu gece Yüce Allah’ın lütfu, ihsanı, rahmeti ve affı bol bol dağıtıldığı gecedir.
Regaip gecesinin önemli oluşundan biri de Peygamberimiz (sav)’in ana rahmine
düştüğü gecedir.
*
*
*
b) Bu Geceye Ayrı Bir Önem Verilmelidir:
Bu geceyi oruçla karşılayıp, oruçla uğurlamalıyız.
Bu gece için tebrikleşmeliyiz, dualaşmalıyız. Tebrikleşirken geceyi hatırlatmalıyız.
Yakınlarımızı ziyaret etmeli, gönüllerini almalıyız, büyüklerin dualarını almalıyız.
Bu gece vesilesiyle hediyeleşmeliyiz.
İhtiyaç sahiplerine ikramlarda bulunmalıyız. Tebliğ görevini ne şekilde yapabileceksek
o şekilde yapmaya çalışmalıyız.
Etrafımıza örnek olmalıyız. Bunun için güzel ve sevaplı işler yapmalıyız.
*
*
*
c) Regaip Gecesi Kurtuluş Gecesidir:
Bu gece af olma, kurtulma fırsatı verilmiştir. İsteyen, dileyen bu gece bu fırsatı
yakalayacaktır.
Unutulmamalıdır ki; ucuz kurtuluş olmaz. Yapma yapma, bu gece şunu şu kadar, bunu
bu kadar yap kurtul yanlış olur. İnancımıza göre ibadetin, kulluğun az da olsa devamlı olanı
makbuldür.
Cenab-ı Allah’ın lütuf ve ihsanı nasıl devamlı ise kulluğumuzun da devamlı olması
gerekir.
Yarın kabirde, mahşerde halimize bakıp, sen hiç kandil yüzü görmedin mi? Hiç üç aylara
rastlamadın mı? denir.
Bakın, zaman su gibi akıp gidiyor, geri gelmiyor, fırsatı kaçırmamak lâzım.
Bu zaman içinde, ne kadar olduğunu bilmediğimiz bir ömrümüz var. Bu ömür
sermayesini en güzel şekilde kullanmamız lazım. Yoksa ah vah ederiz. “Ya Rabbi! Ne olur beni
geri gönder de…” deriz. Bu imkân verilmeyince “Keşke toprak olsaydım” diye de pişman
oluruz.
Zaman üçtür: Geçmiş, gelecek ve içinde bulunduğumuz zaman…
Zamanı iyi kullanamazsak, elimizde her imkân varken değerlendiremezsek, bu dünyaya
ağlaya ağlaya geldiğimiz gibi bu dünyadan ağlaya ağlaya gideriz.
Bu mübarek zamanlar şuna benzer: Devlet bazen af çıkarıyor ya, kandiller ve üç aylarda
bizlerin affı için bir fırsattır. Ragaib gecesi, hidayet kurtuluş rahmet ve duaların kabul olduğu
bir gecedir. Fırsat gecesidir af gecesidir. Günahlardan temizlenmek, arınmak ve aklanmak için
Rabbimizin bize tanıdığı bir fırsattır. Bizi azap etmek istemiyor ki bize böyle fırsatlar vermiş.
Bu gece, yapılan ibadetlerin, yapılan tevbe ve duaların karşılığının bol bol verildiği bir
gecedir. Sağnak sağnak Allah’ın rahmetinin yağdığı gecedir.
Bu gece, bilhassa günahkârlar için büyük bir fırsattır. “Ben günahkârım, Allah beni
affetmez” demek yanlıştır. Allah’ın rahmetinden asla ümit kesilmez. “Ümit kesmeyin” diyor
Allah. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek günahtır. Unutmayalım Allah’ın affı bizim
günahlarımızdan daha çoktur, daha büyüktür. Yeter ki, pişman olalım, bir daha günaha,
harama dönmemeye söz verelim. Tevbemizi içten ve samimi yapalım. İbadetlere yönelelim.
İşte kurtuluş yolu budur.
Allah Rasülü şöyle buyurur:
“Beş gece vardır ki, onlar da yapılan dualar red olunmaz.
1- Recebinilk gecesi(Regaib)
2- Şabanın yarı gecesi(Berat)
3- Cuma ve iki bayram geceleri.”
Rabbim bizi, duaların red olunmayacağı bir geceye kavuşturdu. Rabbim dua edip de
duaları kabul olunanlardan etsin inşallah.
Bu gece, isteyenler için kazanç gecesidir, kurtuluş gecesidir.
Bu gece değişim için bir fırsattır. Yeter ki, dönelim, Allah’a yönelelim ve değişmek için
karar verelim.
Mü’minler İçin Hangi Günler Bayram?
Mü’minler için bayram günleri vardır:
1Derecemizin yükselip, kurtuluşa erdiğimiz gün bayramdır.
2Günah işlemeden geçirdiğimiz gün…
3İmanla ruhumuzu teslim ettiğimiz gün…
4Sıratı, düşmeden geçtiğimiz gün…
5Cehennem azabından kurtulduğumuz gün…
6Cennete girdiğimiz gün…
7Rabbimizin bizi affedip nur cemalini gösterdiği gün bizim için bayramdır. Bu
bayramlara gayret edersek, hazırlanırsak kavuşabiliriz.
*
*
*
d) Bu Geceyi Nasıl Geçirelim?
Bu zamanlar bizim için bir fırsattır. Bu fırsatı ganimet bilelim. Çünkü bir daha bugünlere
bu aylara kavuşup kavuşamayacağımızı bilemeyiz. Bazıları, geçen yıl bugün sağdı, ölmeyi
aklına bile getirmiyordu, ama aramızdan ayrıldı gitti. Aynı şey bize de olabilir.
Çocukluğumuzda, kandiller için, üç aylar için büyük hazırlıklar yapılırdı. Maddî manevî…
oruç borçları, namaz borçları hesap edilir, ödemek için hazırlanılırdı, zikirler başlatılırdı.
İbadetler ve hayır hasenat artırılırdı. Hatimler yapılırdı.
Geleneklerimiz, örf ve âdetlerimiz yaşatılmalıdır. Bilhassa çocuklara örnek olunmalıdır.
Oruca, namaza çocuklarımıza da “haydi” denmelidir. Kandilin mübarek havasını çoluk çocuk
elbirlik teneffüs etmeliyiz. İnancımızı yaşamalı ve yaşatmalıyız. Kandili, üç ayları ve cumayı
tebrikleşerek hatırlatmalıyız. Müslüman kimliğimizden korkmayalım. Müslüman
kimliğimizden korkar kaçarsak Cenab-ı Allah bize değişik korkular verir. Yalnız Allah’tan
korkar “Müslümanım elhamdülillah” dersek, Rabbimiz her korkuyu bizden uzak tutar.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Dikkat et! Receb’in ilk Cuma gecesinde
uyanık ol. O geceyi gafletle geçirme, çünkü melekler o geceye Regaib gecesi diye isim
koymuşlar. Zira o gecenin üçte biri geçtiğinde yer ve gök melekleri Kâbe ve havarisinde
toplandılar. Allahû Teâlâ onların toplantısı üzerine, “Ey meleklerim, ne istiyorsunuz?” diye
sorar. Melekler, “Ey Rabbimiz, senden istek ve niyazımız, Receb’in oruçlularının günahlarının
bağışlanmasıdır” derler. Allahû Teâlâ da, “Onları affettim” buyurur.
Dikkat edeceğimiz bir husus da mübarek insanlarla mübarek olmak, mübarek
zamanlarda mübarek olmak ve “Kandilin mübarek olsun” derken mübarek olunmalı,
mübarek işler yapılmalıdır.
Hayatımızı bugüne kadar oyun ve eğlence ile geçirdik. Keyfimizce yaşadık ne geçti
elimize? Ne kazandık? Bu hayat hep böyle mi devam edecek? Bir gün ağzımızın tadı
bozulacak, o zaman ne olacak? Bir gün ölüm döşeğine yatılacak, tabuta girilecek, mezara
yatılacak, mahşerde hesap verilecek. O zaman ne olacak?
Bugüne kadar namaz kılmayan veya aksatan kardeşimiz, oruçlarını tutmak isteyen
kardeşlerimiz, hesaplatıp ödemek için söz verebilir. Böyle bir söz onu kurtaracaktır. Ömrü
yetmese bile, Rabbim onun niyetine göre, verdiği söze göre muamele edecektir. Evet var mı
kendini kurtarmak isteyen? Var mı, melekleri ve müslümanları şahit kılmak isteyen? Evet
desin, kurtulsun.
– Bundan sonra düzgün bir hayat yaşamak istiyorum “Söz” diyen var mı? Yok mu?
Varsa, işte fırsat.
– Bundan sonra örtüneceğim diyen bacımız var mı? “Ben varım” diyenlere Cenab-ı
Allah yardımcıları olsun. Bu fırsat kaçmaz… Kur’an bilmeyenler, işte fırsat…
İki istirhamım var: Bunlar bizi inatlaştırıyor:
1- Ben dini biliyorum kuruntusundan vazgeçelim.
2- Bu da nereden çıktı demeyelim. Din bize uymaz. Bize göre din olmaz.
Bir de dini, dindeki herhangi bir şeyi tartışmayın, münakaşa etmeyin. Adam namaz
kılmıyor, dini yaşayamıyor, dini tartışıyor. Din tartışılmaz yaşanır. Fetva veriyor. Önce
kendimizi düzeltelim. “Bana göre” sözünü bırakalım. Bir de dini inananlara bırakalım.
Peygamberimizin bildirdiği gibi rahat anda biz Rabbimizi anmaz, unutursak, sıkıntılı
anımızda Allah bize yardım etmez. Yunus Peygamberin balığın karnından geniş anlarında
Allah’ı andığı için sıkıntılı anda yaptığı dua ile kurtulduğu bildirilmiştir.
Cenab-ı Allah üç şeyi üç şeyde gizlemiştir:
1- Rızasını taatte
2- Gazabını isyanda
3- Veli kulunu da insanlar arasında gizlemiştir. Bunun için en ufak bir iyiliği de küçük
görmemeliyiz, kötülüğü de. Çünkü; her günahta küfre giden bir yol vardır.
*
*
*
e) Bu Gece Ne Gibi İbadetler Yapalım?
- Önce geçmişe tevbe gerekir, gelecek için de kesin bir karar vermek icab eder.
- Bu gece bol bol kaza namazı kılabiliriz. Nafile namazı kılabiliriz, tesbih namazı kılabiliriz. 12
rekat namaz tavsiye edilmiştir.
- Kur’an okumalıyız.
- Peygambere salavat getirmeliyiz. Selam göndermeliyiz.
- Tesbih çekerek Allah’ı zikretmeliyiz.
- Allah’a dua ve niyazda bulunmalıyız. Kendimiz yakınlarımız ve bütün müslümanlar için
yalvarmalıyız. Ayrıca ölülerimizi de rahmetle anıp, günahlarının bağışlanması için dua
etmeliyiz.
- İsmi azam, Esma’ül Hüsna’yı okumalıyız. Allah: “Kim beni anmaktan yüz çevirirse,
onun sıkıntılı bir hayatı olur. Kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz” diyor. (Taha: 124)
- Kandilleri oruçla karşılayıp oruçla uğurlamalıyız. Bir de bu gecede hocalarımızın
verdikleri görevleri ve tavsiyelerini yerine getirmeliyiz.
Hayat hep mal mülk, para pul, mark dolar ve sadece dünya meşguliyeti değildir. Bu
hayatın bir de sonu vardır. Şu anda manevi erozyon var. Kayıplarımız her geçen gün artıyor.
Yozlaşma en çok yavrularımızı ve gençleri etkiliyor. Böyle giderse yarın bu nesil ne olacak?
Ardımızdan cenaze namazımızı kılıp, bir fatiha okuyabilecek mi? Bize rahmet mi okuyacak,
lanet mi? Önemli olan, o bu değil, önemli olan budur işte.
Hiçbir şey olmasa, yavrularımızı ihmal bâli bize yeter.
İbadetler Derece Derecedir.
İbadetler, zikirler, insanı Allah’a yaklaştıran en güzel vasıtadır. İnsanı temizler, insanı
yüceltir, Rabbine yaklaştırır.
İbadetler derece derecedir. İbadet kulluktur, kulluk anlayışına göre ibadet anlayışı da
değişiyor.
İbadetin gerçek ibadet olabilmesi için sırf Allah rızası için gönülden yapılması lâzımdır.
- Bir kısım insan, Allah’tan hiçbir karşılık beklemeden ibadet eder ve Allah’ın emirlerini
yerine getirirler. İşte asıl ibadet budur.
- Bir kısım insan da, cehennemden kurtulup cennete girebilmek için ibadet ederler.
Bunlar Allah’ın emrini yerine getirmiş, borcunu ödemiş olurlar. Ama Allah’ın rızasını
kazanamazlar.
- Bir kısım da, dünya menfaati elde etmek için ibadet eder. Buna ibadet denmez, buna
sevap da yoktur. İbadet ancak Allah’a yapılır. Belirli zamanlarda, kandillerde veya üç aylarda
bir şeyler yapıp da bırakıvermek, ucuz yoldan kurtuluş aramak, pek bir şey kazandırmaz.
Burada bir yanlışa işaret emek istiyorum. O da şu: Bu gece veya bu aylarda dua edelim
ibadet edelim, namaz kılalım, zikredelim, diyoruz. Sanki dua, tevbe, namaz, niyaz bazı
gecelere ve günlere mahsusmuş gibi oluyor. Biz her zaman bunları yapmak, Allah’ın emrini
yerine getirmek zorundayız.
Hz. Peygamber: “Ey insanlar! Selâmlaşın, yemek yedirin, insanlar uyurken geceleyin
namaz kılın, selâmetle cennete girin” (R. Salihin 2/452) müjdesini vermiştir.
Hani açıkgöz geçinen, fırsatçı kimseler vardır ya, onlar gibi olmayalım. Belki insanları
aldatabiliriz, ama Allah’ı asla aldatamayız.
Bu gece bizi Allah’a yaklaştıracak amellerden, ibadetlerden gafil olunmamalıdır.
*
*
*
f) Hangi Dua ve Kimin Duası Kabul Olmaz?
Cenab-ı Allah’a dua etmesini çok iyi bilmeliyiz. Allah’tan istemesini bilmeliyiz.
İstemesini bilmezsek, istediğimize nail olamayız. Bir sahabenin naklettiğine göre; Allah Rasülü
her vesile ile bir çok dua ve niyazda bulunurlardı. Biz bunlardan bir kısmını ezberlerdik bir
kısmını ise unuturduk. Bir gün:
- “Ya Rasûlellah! Siz çok dua ediyorsunuz. Hafızamızda bunlardan bir şey kalmıyor”
dedik. Bunun üzerine Allah Rasülü:
- Size bu duaların hepsini toplayan bir dua öğreteyim mi? dedi.
- Evet Ya Rasülellah! dedik. Bize şöyle dedi:
- “İlâhî ben Peygamberin Muhammed’in senden istediği bütün iyi ve hayırlı şeyleri
senden isterim. O’nun sana sığındığı bütün kötü işlerden sana sığınırım…” dersiniz, buyurdu.
(R. Salihin 3/79)
Kimlerin Duası Red Olunmaz?
Bu gece duası red olunmayanların kimler olduğu şöyle ifade edilmiştir:
1- Müslüman kardeşlerinin gıyabında dua edenin duası.
2- Oruçlunun duası.
3- Mazlumun duası.
4- Âdil yöneticinin duası.
5- Ana babanın evladına yaptığı dua.
6- Misafirin duası.
7- Kâbeyi ilk görenin o anda yaptığı dua.
8- Helal yiyip içenin duası.
- Duada şöyle denmesi uygundur: “Ya Rabbi! Bugüne kadar yaptığım ve yapacağım dua
ve ibadetlerimi kabul et” Çünkü tevbemiz tevbeye, duamız duaya muhtaç.
- Evlat, ana babası için dua etmeyi unutmamalıdır. Peygamber: “Ana babasına dua
etmeyi unutanın rızkı daralır, bereketi gider” buyurur.
- Ahlaksızlık, hayasızlık batağına saplanmış gençlerimiz için dua edelim.
- Kendi aramızda birbirimize duayı unutmayalım, duaya çok ihtiyacımız var.
- Dünyanın neresinde olursak olalım, zulüm gören kardeşlerimiz için dua etmemiz
gerekiyor.
- Peygamber(SAV): “Hastalıkların sebebi günahlardır, ilâcı da istiğfardır” buyurmuştur.
Günahlarımızdan dolayı tevbeyi çok çok yapalım.
Kimin Duası Kabul Olmaz?
1- Nikâhı altında kötü ahlaklı bir kadını tutanın,
2- Üzerinde emanet mal bulunan ve tesbit ettirmeyenin,
3- Günahta ısrar edenin, haramdan vazgeçmeyenin,
4- Malını kötü kimselere verenin,
5- Allah’a isyanda devam edenin,
6-
Haram yiyenin duası kabul olmaz.
*
g) Cenab-ı Allah Kimin Yüzüne Bakmaz?
*
*
Aslında bu gece, isteyen ve dileyenler için af gecesidir. Kurtuluş gecesidir, dünya ve
ahiret saadetine kavuşma gecesidir. Ama kurtulmak istemeyen için de bu gece helâk gecesi
olacaktır. Çünkü iyiliğin sevabının bol olduğu yerde günahında cezası kat kat olacaktır.
Bu gece Allah şu kimselerin yüzüne bakmaz:
1- Allah’a ortak koşanların,
2- Yakınları ile ilgiyi kesenlerin,
3- Ana babaya haksız yere isyan edenlerin,
4- İçki içmeye devam edenlerin, faiz yemeye devam edenlerin,
5- Haramzadelerin, zalimlerin yüzüne bakmaz.
6- Vaktini orada burada, kahvelerde geçirenlerin, müstehcen kanallarda gezenlerin yüzüne
bakmaz.
7- Üç ayları değerlendirmeye niyeti olmayanların yüzüne bakmaz.
8- Rabbim kendisine yönelmeyenlerin yüzene bakmaz. Eğer o anlarda bu gece Allah’a
yönelirlerse, Rabbim onları da affedecektir. Çünkü: “Bana dua edin, duanızı kabul edeyim,
benden af dileyin, sizi af edeyim” diyor.
Kötülüğün, kötü olmanın Allah’a isyanın sonu yoktur, faydası da yoktur. İnsan kötülüğe,
günaha battıkça batar.
Kötü insan, “Ya Rab, beni geri gönder de emrine uyayım” dediği zaman “El en” şimdi mi
aklın başına geldi, denilecektir.
Bu geceyi farklı kılan kazanacak, bu gecede değişen kazanacak, çevresini değiştiren
kazanacak. Şimdi var mı “Ben değişeceğim” diyen. Kim derse o kurtulacak, o kazanacaktır.
Bu gece yapacağımız duaları ve ibadetleri hayatımıza taşıyalım, devamını sağlayalım.
Bu gece günahlardan kopma gecesidir. Bu gece günahlardan uzaklaşma gecesidir. İyi
olmak için karar verme gecesidir.
Bu gece uyanık olunması gereken gecedir. Ama bazılarının da uyuması lazım. Bu hem
uyuyan kişi için hem de başkaları için gerekli. Neden? Çünkü uyku günahlardan alıkoyar.
Zalim Haccac bir Allah dostuna:
- “Benim için hayır dua et.” demiş. O da:
- “Allah’ım bu adamın canını bir an önce al.” demiş. Haccac:
- “Ben senden hayır dua istedim.” diye çıkışınca o kişi:
- “Ben size hayır dua ettim. Siz ne kadar az yaşarsanız o kadar günahınız az olur.”
cevabını vermiştir.
Birisi de bir ulu kişiye şöyle demiş:
- “Bana bir nasihatta bulun.” O zat:
- “Sen hep uyu.” demiş.
- “Böyle nasihat mi olur?” deyince:
- “Sen uyuyunca halk senden emin oluyor.” cevabını vermiş.
İnsanlar yaptıkları iyilikler yüzünden iyiliğe kavuşurlar. Yaptıkları hayırlı işlerle hayra
kavuşurlar.
Hz. Hatice validemizin akrabası olan Hakim bin Hizam (ra) güzel ahlak sahibi bir zat idi.
Bu sahabe, Müslüman olmadan önce son derece cömert, müşfik, hayır hasenat sahibi biri idi.
Kızlarını diri diri gömmek isteyen babalardan kızlarını satın alır, hayata kavuşturur ve himaye
ederdi.
Cahiliye devrinde yüz köle azat etmiş ve yüz deveyi Hac esnasında kurban kesmek ve
muhtaçlara dağıtmak suretiyle tasadduk etmişti. Müslüman olunca da yine Allah yolunda yüz
deve infak etti ve köleyi hürriyetine kavuşturdu.
Bir gün Peygamber Efendimiz’e: “Ey Allah’ın Resulü! Cahiliye devrinde yağtığım bazı
hayırlar var: Sadaka vermek, köle azat etmek, sıla-i rahimde bulunmak gibi… Bunlara mükabil
bana ecir verilir mi?” diye sordu.
Resulallah (sav): “Sen zaten daha önce yaptığın bu hayırlar hürmetine İslam’la
şereflendirildin.” buyurdu.
Peygamberimiz şöyle buyurur:
“Bir zaman gelecek, ümmetim beş şeyi sevecek, beş şeyi unutacak:
1- Yaratılanı sevip, yaratanı unutacaklar.
2- Malı sevip, hesabı unutacaklar.
3- Sarayları sevip, kabirleri unutacaklar.
4- Hayatı sevip, ölümü unutacaklar.
5- Dünyayı sevip, ahireti unutacaklar.”
Manevi hayat olmadan mutlu olunmaz. Allah, sıkıntılı bir hayatın olacağını haber
veriyor. (Taha: 124)
Cenab-ı Allah insana şah damarından daha yakındır, ne yaptığını bilir. Kur’an’ın
bildirdiğine göre insanın yanındaki melekler insan ne yaparsa yazarlar. İnsanı gözetleyen
melekler vardır. (İnfitar: 11)
Ahireti unutmak gibi korkularımız olmalıdır.
Doktor bir yıl ömrün kalmış dese ne yaparız? Ama biz bir yıl ömrümüzün olup
olmadığını bile bilmiyoruz. Kışa hazırlandığımız kadar ahirete hazırlanmıyoruz.
Mahşer ortamına hazır mıyız? Sorulacak soruların cevabı hazır mı? Amel defterin ne
taraftan verilecek? Oku kitabını, seyret çevirdiğin filmleri denilecek. Hesaba çekilmeden
kendini hesaba çekebiliyor musun? Dünyadaki yaptığın hesap kitap gibi ahiretin hesabını
yapabiliyor musun?
Hiç düşündün mü? Biz hatalarımızı, günahlarımızı , isyanlarımızı, ihmallerimizi
unuturken Alemlerin Rabbi olan Allah, hiçbirimizi unutmuyor. Her şeyi kayda alıyor. (İnfitar:
11)
Biliyor musun? Cenab-ı Allah görüyor, biliyor ve soracak! Ben seninleydim ya sen
kiminleydin? diyecek. Bundan haberin var mı?
İşte o zaman “keşke toprak olsaydım” diyenlerden olma. (Nebe: 40) Ömür insanın
zannettiği kadar uzun değil. Mezar taşına bak “doğdu öldü” yazıyor.
Ölüm anındaki pişmanlık, ahiretteki pişmanlık hiç fayda vermez biliyor musun? Hep
soruyoruz kıyamet nasıl kopacak? Ne zaman kopacak? diye. Kıyamete ne hazırladık ki hiç ona
bakmıyoruz.
Biliyor muyuz? Cehennemde ateş yok. Herkes kendini yakacak ateşi kendisi
götürecek.
Hiçbir şey bizim hesabımıza göre devam etmeyecek, bizim hesabımızın üstünde Allah’ın
da hesabı var. Onun dediği oluyor.
Herşeyi yarına, sona bırakmayalım. Sona kalan dona kalır. Yaşlanınca örtünürüm diyen,
örtünmeden öldü, kefenle örtündü. Emekli olunca namaz kılarım diyen emekli olamadan
öldü, camiye ölüsü geldi, cenaza namazı kılındı.
Şeytan hep; “Dur! Dur!” der, “sonra sonra” der. “Daha var, daha gençsin der”, tuzağına
düşürür.
- Şeytan, imanı geri bıraktı, ölürken kelime-i şeha-det getiriveririm, kurtulurum dediği
için kaybedenlerden oldu. Peygamber, son sözü lâilahe illahlah olur da kurtulur diye
üzülmüştü, Cenab-ı Allah: “Üzülme, o anda biz ona bunu unuttururuz,” dedi.
– Firavun geç kalmıştı, helâk oldu. İmanı kabul olmadı.
– Ebu Talib, o bu ne der? dedi kurtulanlardan olamadı.
Elli yıl mezar kazıcılığı yapmış birisine sormuşlar:
- “Bunca yıldır mezar kazdın. Mezarlarda neler gördün?
Mezarcı cevap vermiş:
- “Ben elli yıl mezar kazdım. Nefsim mezara gireceğini hiç düşünmedi.”
Ellerimizle yıkayıp, namazını kılıp, kabre koyduğumuz ölenlerden hiç ders almıyoruz.
Kabir, ahiret alemine açılan kapıdır. O yer ebedi istirahat yeri değildir. Herkes bu
kapıdan geçecektir. Kabir sorgu yeridir, azap yeridir. İyiler için cennet bahçesi, kötüler için
cehennem çukurudur.
İnsan hesaba çekilmeden önce kendisini hesaba çekmelidir.
Kabir günde beş defa insana şöyle seslenir:
 Ben yalnızlık yeriyim. Bana gelecek kişi Kur’an- Kerim okuyarak kendine arkadaş
edinsin.
 Ben karanlık yeriyim. Bana gelecek kişi, namaz kılarak beni aydınlatsın.
 Ben altı üstü toprak olan kuru bir yerim. Bana gelen salih amel ile gelip yatağını
hazırlasın.
 Ben yılan ve çiyanı içinde barındıran bir yerim. Bana gelen bir hazırlık ile gelsin. O
hazırlık da Besmele-i Şerife ve çok göz yaşı dökmektir.
 Ben Münker ve Nekir adındaki sual meleklerinin sual soracakları imtihan yeriyim.
Bana gelen La İlahe İllallah Muhammedün Resulallah kelimesini, onlara cevap
verebilmek için çok söylesin.
*
*
*
h) Bu Gece Nasıl Dua Edelim?
Hiçbir zaman dua etmek için metin aranmaz. Nasıl dua edeyim diye sorulmaz. Ne
isteniyorsa gönülden geldiği gibi, dilin döndüğü gibi Cenab-ı Allah’a yalvarılmalıdır. O’ndan
istenmelidir.
Biz gene de bazı dua örnekleri verelim:
- Allah’ın en sevdiği dua: “Allahümmağfir li-ümmeti Muhammedin rahmeten
ammeten.” (Allah’ım! Rahmetinle bütün ümmet-i Muhammed’i bağışla.)
- Ey Allah’ım! Kullarının yeniden diriltileceği günde beni azabından koru!
- Rabbim! Sana isyan etmekten, günah işlemekten, haramdan beni koru. Bana güzel
işler nasip et, beni hayırlara vesile kıl.
- Allah’ım! İnançsızlıktan, fakirlikten, kabir azabından, cehennem azabından, beni,
ailemi ve Müslümanları koru. Beni ve ailemi sana boyun eğenlerden eyle. Bizi
Kur’an’dan, sünnetten ayırma. Rızana uygun yaşat.
- Allah’ım! Bizi Müslüman olarak yarattın, Müslüman olarak yaşat ve Müslüman olarak
canımızı al. Cennette nur cemalini görecek olanlardan eyle.
- Allah’ım! Beni, ailemi kazalardan, belalardan koru. Dünyanın da hayrını ver, ahiretin
de hayrını ver. Kıyamet günü mahcup etme, ölmüşlerimizi bağışla.
- Allah’ım! Beni nefsimle, şeytanla, düşmanla, hastalıklarla imtihan etme.
- Rabbim! Şeytanın şerrinden, şerlilerin şerrinden sana sığınırım.
- Allah’ım! Yolunu sapıtanlardan etme; bizi Kur’an’dan, Resulün sünnetinden ayırma.
-
Rabbim! Soyumuzdan olanları hayırlı kimseler eyle. Hayırlar işlet. Onları hayırlara
vesile kıl. Bizim için sadaka-i cariye olsun. Zalimleri onlara musallat etme, onları koru.
Senin koruduğuna kimse zarar veremez.
- Ya Rabbi! Seni sevmeyi, sevdiklerini sevmeyi, sevmediklerini de sevmemeyi nasip
eyle.
- Allah’ım! Bilip bilmediğimiz ne kadar hayır varsa onları bize, çoluk çocuğumuza ihsan
eyle, lütfeyle.
- Allah’ım! Bilip bilmediğimiz ne kadar şer ve şerli varsa onların bize zarar vermesinden
sana sığınırız.
- Allah’ım yaptığımız ve yapacağımız dualarımızı, ibadetlerimizi kabul eyle.
- Allah’ım mahşer gününde yakamız ayapışacak olan hak sahiplerine karşı lütuflarda,
ihsanlarda bulunarak kurtuluşumuzu sağla.
- Ya Rabbi! Peygamber efendimiz senden ne istediyse, biz de onu isteriz. Nelerden sana
sığındıysa, biz de onlardan sana sığınırız.
- Allah’ım! Bugüne kadar yaptığımız ve bundan sonra yapacağımız dualarımızı,
ibadetlerimizi kabul et. Mübarek zaman ve mekanlarda yapılan dualar gibi kabul et.
Peygamber Efendimizin ve sevgili kullarının yüzü suyu hürmetine dua ve
ibadetlerimizi kabul eyle.
Esselatü vesselamü aleyke Ya Resülallah
Esselatü vesselamü aleyke Ya Habiballah
Esselatü vesselamü aleyke Ya Seyyedel evveline velahirin. Velhamdülillahi, Rabbil
alemin. AMİN
*
*
*
ı) Sonuç:
Rabbim, bu geceyi ve içinde bulunduğumuz üç ayları, değerlendirip kurtulanlardan
etsin, inşallah. Yalnız, kurtulmak için daha şuurlu yaşamak lâzım. Allah’a sunabileceğimiz
dakikaların, saatlerin, günlerin, ayların ve yılların sayısı çok olmalı. Dolu dolu bir ömür
sunabilmeliyiz. Bunun için:
- Ahlakımızı güzelleştirmeliyiz.
– Müslüman anlayışımızı değiştirmeliyiz.
– İslamı diğer dinlerle bir tutan anlayıştan vazgeçmeliyiz.
– Müslümanlığımızı levha müslümanlığından çıkarmamız, çerçevenin dışına
çıkarmamız lâzımdır. Çevreveletip asmışız “Bugün Allah için ne yaptın?” diye. Bu soruyu
kendimize sormuyoruz, sormalıyız.
İnsan, nisyandan gelir, unutmak manasındadır. Unutmak, insanın fıtratında vardır. Bu
unutmak dünya içinse, fazla bir önemi olmaz. Ama ahiret içinse felâket olur. Allah’ın emirleri
ihmâl edildi, unutulduysa, kaybımız acı olur, çok olur. Pişmanlık olur.
İbadet terk edilmez…
İbadet gecikmez. Alt katta yangın çıksa, gecikir misin? Ne kadar ömrün var
bilemiyorsun. İlerde yapmak nasip olacak mı, garanti yok.
Rabbim bu geceyi bizim için İslam ve insanlık için hayırlı, mübarek kılsın.
Geceniz mübarek olsun.
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
KUTLU YOLCULUK
MİRAÇ
Miraç, manevi yükseliştir. Manevi yükseliş için insanlığa sunulan bir fırsattır.
Recep’in 27. gecesi Miraç gecesidir.
Allah Rasulünün uyanıkken Mescid –i Haram’dan Mescid –i Aksa’ya oradan da
gökyüzüne yükselmesine miraç diyoruz.
Bu olay, Kur’an ayeti ile ve Hz. Peygamberin ifadeleriyle sabittir. Şüphe ve inkâr eden,
hata etmiş olur. Ayet ve hadisle sabit olduğu için Allah korusun küfre götürür.
Bu olaya, isrâ ve miraç olayı denir. İsrâ; gece yürüyüşü demektir. Miraç da, yükselmek
demektir.
Bu olay ayrıca Allah Rasulünün mucizesidir. Kur’an-dan sonra en büyük mucizedir.
Bu gece Cenab-ı Allah’ın bize özel ikramları olmuştur. Bu gece de diğer geceler gibi
müstesna bir gecedir.
Bu gece Peygamberimizin Cenab-ı Allah’ın huzuruna kabul edileceği bir gecedir.
Ayet-i Kerime bu kutsal yolculuğu şöyle ifade eder:
“ Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gönderelim diye (Muhammed) kulunu
Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, noksan
sıfatlardan münezzehtir. O gerçekten işiten, görendir. (El İsra: 1)
Diğer bir Ayet-i Kerime de, bu ilahi yolculuktaki hikmetli tecellileri şöyle ifade
etmektedir:
“O dem ki Sidre’yi bir feyiz sarıyor, sardıkça sarıyordu. Peygamberin gözü kaymadı,
şaşmadı, sınırı aşmadı da. Vallahi gördü, hem de Rabbinin ayetlerinden en büyüğünü gördü.”
(en-Necm: 16-18)
*
*
*
a) Miraç Olayının Sebepleri Nelerdir?
Miraçtan önce inananlar, akla hayale gelmedik zulüm ve işkence gördüler… Müşrikler
müslümanlara karşı boykot ilân ettiler, baskılar uyguladılar… Müslüman-lar, imtihana tabi
tutuldular…
Bu olaylar ve oğlunun ölümü, Hz. Hatice(ra)’nin vefatı ile peygamberimiz, iyice
bunalmıştı. Cenab-ı Allah peygamberini teselli etmek, onu taltif etmek için böyle bir ikramda
ve ihsanda bulunmuştur.
– Cenab-ı Allah varlığını birliğini, gücünü göstermek için peygamberi şereflendirmiştir.
– Cenab-ı Hak, Allah Rasulüne cenneti, cehennemi göstermek ve mesajlar vermek için
katına yükseltmiştir.
– Sanatkârın sanatını teşhir ettiği gibi, Cenab-ı Allah da âlemdeki nizamı göstermek
için peygamberin temaşa etmesini istemiştir. İsrâ 1. ayetinde “gücümüzü göstermek için”
demiştir.
– Cenab-ı Allah, peygamberinin maddî ve mânevî yücelişini istemiştir. Meryem: 57.
ayetinde “Onu üstün bir makama yükselttik” buyurur.
*
*
*
b) Miraç Olayından Bize Uzanan Mesajlar Nelerdir?
Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
“Kulu Muhammed’i öyle bir gece Mescid-i Haram’ dan kendisine bir kısım ayetlerimizi
göstermek için çevresini mübarek kıldığımız Mescid’i Aksa’ya götüren Allah’ın şânı yücedir.
Doğrusu O, işitir, görür.” (İsrâ sûresi: 1)
Evet Allah Rasûlüne bazı sırların gösterilmesi, ahiret aleminin ve bazı insanların
gelecekteki durumlarının bildirilmesi için, isra ve miraç olayı gerçekleşmiştir.
İsra, Kâbe-i muazzamdan Mescid-i Aksa’ya yürümek,
Miraç, Mescid-i Aksa’dan gökyüzüne yükselmektir.
Miraç olayı, büyük bir mucizedir. Zaman ve mekânı aşan, maddi kanunların ötesinde
bir olaydır.
Allah Rasulü, uyanık iken bizzat miraca çıkmıştır.
Peki nasıl olmuştur bu olay: Kaynaklara baktığımızda Allah Rasulü miraç olayını şöyle
anlatır:
“Ben, kâbede yatarken bana biri geldi. Göğsümü yardı. Kalbimi çıkardı, zemzemle
yıkayıp içini imanla doldurdu. Burak getirildi ona bindirildim, Cebrail beni götürdü. “Sen,
semanın ziyaretine davetlisin” dendi.
Birinci kata geldik, kapıyı Cebrail çaldı.
- Gelen kim? denildi.
- Cibrilim.
- Yanındaki kim? – Muhammed.
- Ona miraç daveti geldi mi? Cebrail: - Evet, dedi.
Kapı açıldı. Hz. Adem’i gördüm. Selâm verdim. Bana:
- Salih evlat hoş geldin, salih peygamber hoş geldin, dedi.
İkinci kata geldik. Her katta kapı açılmadan “Kimsin? Yanındaki kim?” soruları soruldu.
Bize “Hoşgeldiniz” denildi. Orada Hz. Yahya ve Hz. İsa(AS)’ yı gördüm. Selâm verdim. Bana:
Hoş geldin salih peygamber, dediler.
Üçüncü semaya geldik. Hoşgeldiniz dediler. Orada Yusuf peygamberi gördüm. Selâm
verdim, bana hoş geldin, dedi.
Cebrail beni dördüncü semaya getirdi. Orada da hoş geldin denildi. Hz. İdris’i gördüm.
Selâm verdim. Selamımı aldı. Bana: “Salih kardeş hoş geldin”dedi.
Beşinci semaya geldik, orada Harun peygamberle karşılaştık. Selam verdim, selamımı
altı, bana hoş geldin, dedi.
Altıncı semaya geldik, bize hoş geldiniz denildi. Orada da İbrahim peygamberi
gördüm, selâm verdim. Selâmımı aldı. Bana: “Salih oğlum, hoşgeldin” dedi.
Sonra sidret’ül müntehaya çıkarıldım. Orada meyvalar testi gibi iri iri idi. Orada dört
nehir gördüm. Cebrail:
- Şu iki nehir cennetin nehridir. Üçüncüsü Nil, dördüncüsü Fırat’tır, dedi.
Bana üç kap sunuldu: şarap, bal ve süt. Ben sütü seçtim.
Cebrail bana: “fıtratı seçtin” dedi.
Bana: 50 vakit namaz farz kılındı. Dönerken Musa (AS):
- Ne ile emrolundun? dedi.
- 50 vakit namazla, dedim.
- Ümmetin buna güç yetiremez, dön, hafifletme talebinde bulun. Döndüm Rabbimden
azaltması için yalvardım. Musa:
- Ne ile emrolundun? dedi.
- 40 vakit namazla, dedim.
- Dön, ümmetin 40 vakit namaz kılamaz. Dön dedi, döndüm. 5 vakit namaz
emrolununcaya kadar gidip geldim. Musa peygamber:
- Ne ile emrolundun? dedi.
- 5 vakit namazla, dedim benden tekrar dönmemi istedi.
- Dönemem artık utanırım, dedim. Bana 50 vakit sevabı olan beş vakit namaz
emrolundu.” dedim. (Prof.Dr.İ. Canan Hadis Ans: 15/259)
Allah Rasulü miraçta bazı olaylara şahit olmuş ve bazı emirler alarak yeryüzüne
dönmüştür.
Bu Olaydan Çıkan Mesajlar:
1Peygamber Aleyhisselamın göğsünün yarılarak, kalbinin yıkanmasından sonra miraç
olayının vuku bulması, insanın Rabbine yükselebilmesi için dünya ve dünyadakilerden
arınması gerektiği mesajını alıyoruz. Çünkü manevi yükseliş ancak kalbinin temizlenmesi ile
olacaktır.
2Hz. Peygamberin İsrâ adını verdiğimiz, Kâbe-i muazzamadan Mescid-i Aksa’ya gidişi
de, büyük önem taşır. Peygamberimiz orada geçmiş bütün peygamberlerin ruhlarına ve
meleklere namaz kıldırmıştır.
Bu hal, onlara olan üstünlüğün ve önderliğin ifadesidir.
Bugün Mescid-i Aksa ne yazık ki, yahudi işgali altındadır. Kimsenin pek umrunda değil
ama, bu kutsal mekânın işgal altında olması çok önemli bir meseledir. Şu anda müslümanlar
olarak kınamamız lâzım. Ayrıca Mescid-i Aksa’nın esaretten kurtuluşu ve mücadele eden
müslüman kardeşlerimizin zaferi için dua edelim.
Ayrıca bu olayda kalp ameliyatı yapılabileceği, gökyüzüne çıkılabileceği ve bir anda bir
yerden bir yere nakil yapılabileceği mesajı vardır.
3Miraç olayı, Cenab-ı Allah’ın kudretini ve herşeye kadir olduğunu göstermesi
bakımından çok önemli ve düşündürücü bir olaydır. Bu olay, şüpheyi değil, imanımızı
arttırmalıdır. İnkâr ederek küfre girilmemelidir. Mucizedir. Mucize de peygamberlere verilen
bir haldir.
4Miraç, Hz. Peygamberin amcası Ebutalib’in ve candostu muhterem hanımı Hz.
Hatice’nin vefatı ve Hz. Peygamberin sıkıntıları ve müşriklerin ağır baskıları altında olduğu bir
dönemde gerçekleş-miştir.
- Hz. Peygambere bu, ilâhî bir lütuftur. Allah’ın bir iltifatı ve ikramıdır. Tesellisidir.
- Ayrıca bu olayda şu mesaj vardır: “Allah’ın inanan sevgili kullarını terk etmeyeceği,
mahsun etmeyeceğine işarettir. Yalnız ve desteksiz bırakmaya-cağı mesajı vardır.”
- Miraç olayını Allah Rasülünün ağzından dinleyen Ümmü Hâni(ra), peygamberin
omuzundan çekerek
- Ey Allah’ın Rasulü, bu olayı herkese anlatma, yoksa seni yalanlarlar seni üzerler,
dedi.
Allah Rasülü:
- Allah’a yemin olsun ki, ben bunu onlara anlatacağım, diyerek her türlü şarta rağmen
görevini yerine getireceğini ifade etmiştir.
Başta da “Bu davayı bırak” tehditleri ve tekliflerine karşı Allah Rasülü:
- Yemin ederim ki, sağ elime güneşi sol elime ayı verseler bu davamdan vazgeçmem, cevabını
vermişti.
Mesaj ne? Müslüman gerçeği, hakikati gizlemeyecektir. Müslüman görevini
yapacaktır, hem de en iyi bir şekildi yapacaktır.
Bir mesaj da:
İbrahim (AS) Peygamberimiz (SAV)e: “Ümmetine benden selam söyle! Onlara emr et!
Haber ver de cennet ‘e fidan dikmeyi, çoğaltsınlar! Çünkü cennetin toprağı güzel, suyu tatlı,
arzı da geniş ve düzlüktür.
Peygamberimiz:
“Cennet’e dikilecek fidan nedir? diye sordu. İbrahim(a.s):
- (Sübhanellahi velhamdülillahi velâ ilahe illallahü vallahü ekber. Lâ havle velâ
kuvvete illa billah)tır” dedi. Bu fidan, tesbih namazının tesbihatıdır.
Öyleyse bu gece cennete 300 er tane fidan dikilecektir.
Ayrıca elimize tesbih alıp fidan sayısı da arttırılacaktır.
5Cenab-ı Allah, miraç olayı ile son elçisi, son Rasulü Hz. Muhammed Aleyhisselam’ı Yüce
katı-na davet edip, kabul etmiştir, onu yüceltmiştir.
Burada, Hz. Muhammed’in şahsında Allah’a gönülden bağlananların da yüceleceği,
kadri kıymetinin yüksek olduğu manası vardır.
İslâmın gayesi, inananları dünya ve ahiret saadetine, dünya hayatının sonunda da,
yüce mertebeye eriştirmektir. Hz. Peygamberin hedefi de; insanlığın maddi ve manevi
yücelişi değil miydi?
Cüneydi Bağdadi:
“Âllah’a ulaştıran yolların hepsi kapalıdır. Ancak Rasulüllahın yoluna uyanlara yollar
açıktır” der.
6Cenab-ı Allah, Musa Aleyhisselema yer yüzünde, Hz. Muhammed (SAV) de gökyüzünde
tecelli etmiştir. Hikmetinden sual olunmaz.
Miraç, Nebiler ve Rasüller serverine nasip olmuştur. Allah’ın: “Habibim” dediği, sevgili
peygamberimi-ze nasip olmuştur.
Bu, Hz. Peygamberin insanlığın en seçkini, en büyüğü ve rehberi olduğunun isbatıdır.
Peygamber, orada ilâhi kelama mazhar olmuştur. Böyle bir peygamberin ümmeti
olmakla iftihar etmeliyiz.
Zaman zaman peygamberimize özenenler de olmuştur.
Bir insan: “Bende miraca çıktım” derse, bu müm-kün değildir. Böyle bir iddia, iddia
sahibini küfre götürür. Zira miraç peygamberimizin mûcizesidir. Mucizeyi de peygamberler
gösterir. Yalanı söylemek kadar, inanmak da veballidir. Onun imanı da zarar görür.
7Miraç olayında insanın meleklerden üstün olduğu mesajı vardır. Allah’a karşı kulluk
görevini layıkıyla yapan insan, meleklerden üstündür.
a. Allah’ın Adem Aleyhisselâma secde edilmesini emretmesi, bunu gösterir.
b. Peygamberimiz sitret’ül Münteha da Cebrail Aleyhisselamdan daha ileri git-miştir.
Peygamber Aleyhisselam, bu duru-ma kulluğu ile ulaşmıştır.
Cebrail Aleyhisselamın “Bir adım daha atarsam yanarım” demesine karşılık, Hz.
Peygamber huzur-u ilâhiye ulaşmıştır.
İnsan, imanı, amelleri ve takvası ile meleklerden daha aziz, daha üstün olurken, şunu
da unutmayalım ki; insan yaptığı işlerle şeytanı bile geride bırakabilir. Allah’ın “hayvanlardan
da aşağı” ifadesine muhatab olabilir.
8Peygamber miraca çıktı. Allah gökte mi de peygamber göğe çıktı? sorusu akla gelebilir.
Peygamberin miraca çıkması, Allah göklerdedir anlamına gelmez. Allah, yerde, gökte
değil, her yerde hazır ve nazırdır. Allah miraçta peygamberini yüceltmiştir.
Mekân ve cihad itibariyle Allah’a, yer izafe etmek doğru değildir.
Yunus: “Ne yerdesin ne gökte,
Her yerdesin her yerde” demiş.
- Göktekiler işime karıştı – karışmazsa… diyenler oluyor.
- Gökteki Allah şahid, deniyor yanlıştır.
Varlık olarak, Allah’a yakınlık da düşünülemez. Allah, mekândan münezzehtir. Miraç
olayında peygamberin gökte Allah’la buluşması olduğu şeklinde düşünmek de yanlıştır.
Kulun Allah’a yakın olması, yaptığı ibadetlerle Allah’ın rızasına kavuşması, Allah’ın
sevgisini kazanması şeklinde olur. Mesela Kur’an okur, zikreder, Allah ile konuşur. Yoksa bu
konuşma, bir dostu ile konuşması gibi değildir. Bir insan Allah ile konuşamaz. Bugüne kadar
cennetle müjdelenen sahabe, “Ben Allah ile konuştum” dememiştir. İtikadı düzgün hiçbir din
büyüğümüz de böyle bir yanlıklık yapmamıştır. “Ben Allah ile konuşuyorum, O’ndan izin
alıyorum, emir alıyorum” denirse bu iddia söyleyeni de, ona inananı da küfre götürür.
*
*
*
c) Peygamber Efendimiz Miraçta Allah’ı Gördü mü?
Miraçta peygamberimize gizli alemler, gizli haller ve cennet cehennem gösterilmiştir.
Cenab-ı Allah kendisine tecelli etmiştir.
A’raf Sûresinin 143. ayetinde:
“Vaktaki Musa tayin ettiğimiz vakitte geldi ve Rabbi onunla (vasıtasız olarak) konuştu.
Musa: “Ya Rabbi, bana cemalini göster, seni göreyim” dedi. Allah: ”Sen beni asla
göremezsin. Ama şu dağa bak! Eğer o yerinde durursa sen de beni görürsün” buyurdu.
Rabbi o dağa tecelli edince, onu yerle bir etti. Musa da bayılarak yere düştü. Ayıldığı zaman:
“Allah’ım, seni tenzih ederim. Sana tevbe ettim…” dedi.
En’am sûresi 103. ayette: “O’na gözler erişemez” buyrulmuştur.
Allah, şeklî ve maddî bir varlık değildir, insanın gözü Allah’ı görmeye müsait değildir.
görecek yapıda değildir. Göremediği de bir çok şey vardır.
Allah Musa Aleyhisselama Tur dağında tecelli ettiği gibi Muhammed Aleyhisselama da
miraçta tecelli etmiştir. Ama nasıl tecelli etmiştir? Onu bilemeyiz.
Mü’minler Allah’ı dünyada göremezler. Cennette göreceklerdir.
Kıyamet sûresi ayet 22-24’de: “O günde yüzler parlak olduğu halde Rabbine
bakacaktır. Nice yüzlerde o gün somurtup kaçacak” buyrularak, inananların cennette Allah’ı
göreceği kafirlerin ve münafıkların göremeyeceği haber verilmiştir.
Peygamberimiz de, dolunay halindeki aya bakıp: “Siz Allah’ı bu ayı gördüğünüz gibi
göreceksiniz” buyurmuştur. (Riyaz’üs Salihin 2/1055)
Süleyman Çelebi de mevlidinde peygamberimizin miraçta Allah’ı gördüğünü:
“Aşikare gördü Rabbül izzeti ahirette öyle görür ümmeti” mısraları ile cennette
mü’minlerin Allah’ı göreceğini ifade etmiştir.
Peygamberimiz (SAV)e – Allah’ı gördün mü? denmiş: “O, bir nurdur, nasıl göreyim”
demiştir. Peygamberin Allah’ı baş gözü ile değil, kalp gözü ile gördüğünde ittifak vardır.
Peki, biri: “Ben Allah’ı görüyorum, her istediğimde görüyorum derse, ne olur?” Allah
senin uşağın mı ki, her istediğinde gözünün önüne gelecek. Bu işin şakası bile olmaz. Gülerler
adama. Bakırköy’de, Manisa’da peygamber olduğunu, Allah olduğunu iddia edenler de var…
Peygamberimiz şöyle buyurur:
“Allah’ı görmek, hiçbir kimseye mümkün ve muvafık değildir.” – Miraçta Allah’ı
gördün mü? diyenlere:
- O bir nurdur, nasıl görürüm, cevabını vermiştir. (Hadis Ars: 17/1328)
İmam-ı Azam: “Peygamber, miraçta Allah’ı kalp gözü ile görmüştür. Mü’minler Allah’ı
kalp gözü ile görecektir.” (Fıkh-ı Ekber: 154)
Musa peygamber görmüştür, Hz. Muhammed görmüştür. Ben de görüyorum, ben
neden görmeyeyim, derse!.. Cevap:
En’am 103. ayetinde ”O’na gözler erişemez” buyrularak dünyada baş gözü ile Allah’ın
görülemeyeceği bildirilmiştir. Zaten Musa Peygamber ve peygamberimiz baş gözü ile
görmemiştir. Diyelim ki, gördüler. Onlar peygamberdir.
Osmanlı alimlerinden Ömer Nefesi’nin islâm inancının temelleri Akaid adlı kitabının
90-91. sayfalarına bakıyoruz:
“Rüyada Allah’ı gördüğü iddiasında bulunan, puta tapandan daha şerlidir. Zira rüyada
görülenler hayal ve misallerdir. Allah ise bunlardan münezzehtir.”
“Aynı kitapta insanı küfre götüren haller sayılırken: “Ben Allah’ı uyanıkken gördüm,
Allah’tan şifahen emir aldım, emir alıyorum” demek, küfre götürür deniliyor. (sayfa: 211)
*
*
*
d) Peki Peygamberimiz Miraçta Allah’la Konuştu mu?
Hz. Peygamber huzura kabul edildiğinde:
- Ettehıyyatü lillahi vessalevatü vettaybibat(= her türlü tazim ve saygı Allah içindir.
Saygıların en yücesi Allah’a yaraşır, her türlü ibadet de Allah içindir.) dedi.
Peygamber kulluğunu yüce Allah’a arz edince Allah:
- Esselamü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetul-lahi ve bereketüh(= yani; Ey
Peygamber! Selâm, rahmet ve bereketim senin üzerine olsun) buyurdu.
Hz. Peygamber, Cenab-ı Allah’ın rahmet ve bereketini, Allah’ın selâmı bizim ve salih
kullarının da üzerine olsun, diye niyazda bulundu. Ve “Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü
enne muhammeden abdühû ve Rasûlüh” diyerek Allah’ın varlığına birliğine kendisinin de
O’nun kulu ve Rasulü olduğuna şehadet etti. İşte konuşma böyle oldu.
(Namazda tahıyyat okuyan mü’min, Allah’ın huzurunda onu görüyor, onunla
konuşuyormuş gibi namaz kılmalıdır.)
Hz. Peygamber, Cenab-ı Allah ile bu şekilde vasıtasız söyleşide bulunmuştur. Bundan
başka, Allah’tan emir ve yasaklar almıştır.
İnsan Allah’ı zikreder, âdeta Allah ile konuşur. Çünkü Allah da onu zikreder. Kul,
Allah’ın emirleri doğrultusunda hareket eder, böylece Allah’a yaklaşır. Kur’an okur adeta
Allah ile konuşur.
Bu konuşma ve yaklaşma, bazılarının anladığı ve iddia ettiği gibi değildir.
Biri kalkar da: “Ben göktekilerle konuşuyorum. Ben Allah ile konuşuyorum” derse ne
olur? Canı isterse der. ama, bunun şakası da olmaz, mazereti de olmaz. Küfre girer.
*
*
*
e) Miraç Hediyeleri Nelerdir?
123-
Elli vakit sevaba denk 5 vakit namaz.
Allah’a hiçbir şekilde hiçbir şeyle eş koşmayanlara cennet.
Bakara suresinin son iki ayeti. (Bu ayetlerde bize şöyle dua etmemiz öğretilmiştir.)
“- Ey Rabbımız! Mağfiretini isteriz, dönüşümüz ancak sanadır. Bize gücümüzün
yetmeyeceğini yükleme!
- Rabbimiz! Eğer unuttuk ya da kastımız olmayarak hata ettiysek bizi hesaba çekme.
- Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin musibetler gibi, bize ağır yük yükleme…
- Ey Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükleme, bizden çıkan günahları affet,
bizi bağışla, bize merhamet et. Sen mevlâmızsın, yardımcımız-sın. Artık kafirler üzerine bize,
zafer ve yardım ihsan et.” (Bakara: 285-86) Bu ayetleri yatsıdan sonra okumak sünnettir.
4- Ayrıca İsrâ Sûresinin 22 ve 37. ayetleri vahyedildi. Bu ayetlerde şu emir ve yasaklar
vardı:
12345678910111213-
Allah ile beraber başka bir tanrı edinme.
Rabbinden başkasına kulluk etme.
Ana babana iyi muamele et.
Akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver.
İsraf edip saçıp savurma.
Elini boynuna bağlayıp cimri de olma.
Evlatlarınızı fakirlik korkusuyla öldürmeyin.
Zinaya yaklaşmayın. O bir hayasızlık ve kötü bir yoldur.
Allah’ın haram kıldığı cana kıymayın.
Yetimin malını yemeyin.
Ölçtüğünüz zaman doğru ölçün.
Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin ardına düşme.
Kibir ve azametle yürüme. Çünkü yeri yaramaz, boyca da dağları aşamazsın!
Bu gecenin en önemli hediyesi, 5 vakit namazdır. Miraçtan dönerken peygamberimiz
Musa peygamberi gördü. “Ümmetine ne götürüyorsun” diye sordu. Peygamberimiz: “50
vakit namaz” dedi.
Musa peygamber, Tur Dağı’nda iki vakit namaz emri aldığını, İsrailoğullarının
kılmadığını söyledi. Ben bu konuda tecrübeliyim, ümmetin takat getiremez, dedi.
Peygamberimiz gide gele 5 vakte düşürdü.
Bu beş vakit namaza 50 vaktin sevabı verildi.
Peygamberimiz: “Namaz mü’minin miracıdır” buyurdu.
Namaz her gün 5 defa mü’mine mirac neşesini tattıracak bir olaydır. Mü’min namazla
yücelir. Kul, Allah’a en çok namazla yaklaşır. Secde anı, en yakın olduğu andır. Bir hadiste de:
“Namaz dinin direğidir” buyrulmuş-tur.
Atalarımız: “Namaz, yolda komaz” demişlerdir.
Kıyamet günü peygamber ümmetini abdest ve secde nurlarından tanıyacaktır.
Diğer ibadetlerin fidyesi vardır, namazın yoktur.
Kutsi Hadis: “Ben senin ümmetine beş vakit namaz farz kıldım ve onlara bir vaadde
bulundum ki; kim namazı vaktinde kılarsa, onu cennete koyacağım, kim de terk ederse ona
bir vaadim yoktur.” (Kutsi Hadisler Terc. Ahmet Varol 1/235)
Kur’an-da şöyle bildirilmiştir:
“Ahirette cennetlikler cehennemliklere soracaklar:
- Sizi buraya getiren şey nedir? diyecekler. Onlar da:
- Biz namaz kılanlardan değildik, derler.”
Eee… Şimdi namaz kılmayanlara ne zaman? Daha vakti gelmedi mi? deme sırası geldi,
değil mi?..
Bir de kaza borçlarını ödemeyenlere “Bu gece namaz gecesi, bugünden tezi yok
başlamalarını tavsiye edelim, ne olur cehennemde yanmak istemiyorsanız. Namaz
borçlarınızı hesap edin ettirin, kılmaya başlayın.”
Feyzinden istifade ettiğim hocalarım hep “aman” , “sakın ha!” , “ne olur!” diye
yalvarırlardı. Bu yalvarmanın manasını şimdi anlıyorum ve ben de onun için yalvarıyorum.
İnsan hayatında en önemli şeylerden biri keffareti olmayan namaz borcu ile bu dünyadan
ayrılıp gitmemektir.
*
*
*
f) Bazıları Miraç Olayına İnanmadılar
Hz. Peygamber miracı anlatınca bazıları, çılgına döndü. Oraya buraya koşturup
önlerine gelene bir şeyler söylüyordu. Bazıları dinden çıkıyordu.
Hz. Ebubekir’e:
- Muhammed göklere çıktığını söylüyür, ne dersin? dediler.
– Bunu O mu söylüyor? dedi.
– Evet, denilince:
– O söylüyorsa doğrudur. Ben değil buna, O’na gökten haber geldiğine inanıyorum,
demiş. İmtihanı kazanmış, aziz olumuş, “sıddık” ünvanını kazanmıştır.
Ebucehil gibiler, azıtmış “Olmaz böyle şey” diyerek zelil olmuşlardır.
Aslında hayat imtihanlarla doludur. Miraç olayı da kıyamete kadar imtihandır.
Kesin olarak iman, kulluk derecemizi yüceltmektir. İnkâr ise, ayet ve hadislerle sabit
olduğundan insanı küfre soracaktır. Çünkü, İsrâ suresinin 60. ayetinde: “İnsanları denemek
için bir imtihan vesilesi kıldık” buyrulmakla bu olayın bir imtihan olduğu bildirilmiştir.
Akıl mantıkla izahı güç diye, inkâr etmenin anlamı yoktur. Çünkü İsra suresinin ilk
ayeti miraç olayını haber vermiştir. Hz. Peygambere ve sünnetine itibar etmeyenler, efsane
gözü ile bakmaktadır.
Bu olay, bir mucizedir. Mucize de olağanüstü bir haldir. Biz Yüce Allah’ın sonsuz
kudretine inanıyoruz, miraca niye inanmayalım? İnkâr ederek kaybetme yerine, tasdik ederek
kazanmanın daha kârlı bir iş olduğuna inanıyoruz.
Miraç sabahı, Ebu Cehil, peygambere uğramıştı.
– Yeni bir haber var mı? dedi.
– Evet Mescid-i Aksa’ya götürüldüm, dedi.
– Ya sonra da aramızda oldun, öyle mi? dedi peygamber:
– Evet! Cevabını verdi.
– Halkı çağırsam onlara anlatır mısın? diye sordu. Gayesi alay etmekti. Bir fırsat
yakaladığını zannediyordu. Mescid-i Aksa hakkında sorular sordular. Allah, gözünün önüne
getirmişti. Bütün ayrıntılarına kadar anlattı. Yoldaki kervanları hakkında sorular sordular.
Kervan hakkında da önemli bilgiler verdiği halde müşrikler gene de Hz. Peygamber(AS)’a
inanmadılar.
Mescid-i Aksa hakkında sorular sordular. Allah, gözünün önüne getirmişti. Bütün
ayrıntılarına kadar anlattı. Yoldaki kervanları hakkında sorular sordular. Kervan hakkında da
önemli bilgiler verdiği halde müşrikler gene de Hz. Peygamber(AS)’a inanmadılar.
Çünkü; iman, bir hidayet meselesiydi. Daha önce de konuşan ağaç, kelime –i şahadet
getiren taşlar, yarılan ay karşısında da inanmamışlardı. “O hiç yalan söylemedi” dedikleri
halde “Güvenilir insan” adını verdikleri halde inanmamışlardı.
Cenab-ı Allah her şeye kâdirdir. Bugün İsa(AS)’ın gökyüzüne çıkıp orada yaşadığına
inanan hıristiyan alemi, Hz. Peygamberin Kur’an-dan sonra en büyük mucizesi olan miraç
mucizesine inanmıyor.
Bugün bir vasıta ile gökyüzüne çıkılıyor mu?
– Evet…
Peygamber de Burak ile çıktı. Uçakla Mekke’den Kudüs’e uçtuğu gibi insanların, Hz.
Peygamber de uçtu, uçuruldu. Bunda tereddüt edecek ne var?
Herkes inanacak diye bir şey yok. İnanan olduğu gibi elbette inanmayan da olacak.
Cenab-ı Allah, cenneti yaratmış, cehennemi de yaratmış.
Müşrikler peygamberin hiç görmediği fakat gittim orada peygamberlere ve meleklere
namaz kıldırdım dediği Mescid-i Aksa herşeyi ile gözümün önüne geldi, onlar sordu ben
cevap verdim, der ve: “Gelirken falan yerde kervanınıza rastladım, bir develerini
kaybetmişlerdi. Falan yerde konaklamışladı. Falan gün gelecekler” dedi. O gün geldiler.
Onlarla konuştular. Ama gene de inanmayanlar inanmadı. Bu iman ve küfür kavgası kıyamete
kadar devam edecektir.
*
*
*
g) Miraçta Hz. Peygamber Neler Gördü?
Peygamber Aleyhiselam Miraçta Gördüklerini Şöyle Anlatır:
1- “Göğe çıkarıldığım gece Cebrail(as)’ı gördüm, Allah korkusundan eski kilim gibi
titriyordu.” (Ramuz el Ehadis: 353/6)
2- Efendimiz(SAV), “Miraçta ümmetler bana gösterildi, ümmetimin çokluğu beni sevindirdi.
Razı oldun mu? diye bana soruldu, ben de evet razıyım, dedim. Yetmişbin kişi hesapsız
Cennete girecek, denildi. Bunlar kin tutmayan, efsun ettirmeyen-ler, Allah(c.c)’ya tevekkül
edenler” dendi, der.
3- “Miraca götürüldüğüm gece cennette yüksek seviyede yapılmış köşkler gördüm.
Cebrail’e:
- Bunlar kimin içindir, diye sordum. Cebrail şöyle cevap verdi:
- Öfkesini yenenler ve insanları af edenler içindir.” (Age. 287/11)
4- Karınları şiş kimseler gördüm. Firavun taifesi onları çiğniyorlardı.
- Kim bunlar, dedim. Cebrail:
- Faiz yiyenler, dedi.
5- Bazısı pislik yiyor, bazıları avret yerlerinde bir yama ile hayvanlar gibi otluyor, bazıları
memelerinden, bazıları ayaklarından asılı bir topluluk gördüm:
- Kim bunlar, diye sordum. Cebrail:
- Zina eden, çocuklarını öldürenlerdir, dedi.
6- Kendi etlerini yiyenler, derilerinden kesilip ağızlarına tıkılanlar gördüm.
- Kim bunlar ? diye sordum. Cebrail:
- Dedikodu yapanlar, dedi.
7- Eken, hasat yapan bir topluluk gördüm. Hasat tamamlanır tamamlanmaz olduğu gibi
ekinlerin yerine geldiğini gördüm:
- Bunlar kim? dedim. Cebrail:
- Bunlar Allah yolunda gayret sarf edenlerdir, dedi.
8- Başları taşla ezilen bir topluluğa rastladım. Başlar eziliyor kısa zamanda eski haline
dönüyor, tekrar eziliyordu.
- Kim bunlar? dedim. Cebrail (AS):
- Başları namaz kılmayan kimselerdir, dedi.
9- Bir demet odun toplayan, fakat taşıyamayanlar dördüm.
- Kim bunlar? dedim. Cebrail (AS):
- Emanete ihanet edenler, dedi.
10- Dil ve dudakları kesilen, kısa zamanda iyileşen, tekrar kesilenler gördüm.
- Kim bunlar? dedim. Cebrail (AS):
- İnsanları, fitneye çağıran, aralarına fitne sokan-lardır, dedi.
11- Dudakları devedudağı gibi kimseler vardı. Parça parça et kesiliyor, ağızlarına da ateşten
taş koyuyorlar, taşlar dübürlerinden çıkıyordu.
- Kim bunlar? dedim. Cebrail (AS):
- Hak yiyenlerdir, dedi.
12- Bir topluluk gördüm önlerinde sofra vardı. Sofra güzel yemeklerle donatılmıştı, onlar o
yemekleri bırakıp pislik yiyorlardı.
- Kim olduklarını sordum.
- Helâl eşlerini bırakıp harama yönelenlerdir, denildi.
Allah rasûlü, görülmesi hoş olmayan bu manzaraları görmüş, ibret almamız için bize
anlatmıştır. Ayrıca bu olaylar, Allah’ın bize mesajlarıdır. Bundan başka Allah Rasûlü şu
manzaralarla da karşılaşmıştır.
13- “Miraç gecesi, bir kavme uğradım ki, karınları evler gibi şiş idi. Bu şiş karınlar, yılanlarla
dolu idi ve yılanlar dışardan gözüküyorlardı. Ben “Ey Cebrail! Bunlar kimlerdir?” diye
sordum.” “Bunlar faiz yiyenlerdir” dedi. (Kütüb-i sitte: 17/264 + Ramuz el Ehadis: 15/6)
14- “Miraca çıkarken Kudüs’e yakın bir yerde Musa peygambere uğradım. Kabrinde uyakta
namaz kılıyordu.” (Age: 15/4)
15- “Miraca çıkarken bir topluluğa rastladım. Dudakları ateşten makaslarla kesiliyordu.
Ardından dudaklar tamamlanıyordu. Ey Cebrail! Bunlar kimlerdir? diye sordum. Bunlar senin
ümmetinin hatipleridir, yapmadıklarını söylerler, Kur’an-ı okurlar fakat onunla amel
etmezlerdi” dedi. (Age: 15/5)
16- “Adem’in sağında güzel koku çıkaran bir kapı, solunda da kötü koku çıkaran bir kapı
vardı. Sağdaki kapıya bakıp gülüyor, soldaki kapıya bakıp ağlıyordu. Cebrail’e sordum:
- Bu kimdir?
- Baban Adem, sağdaki cennet kapısıdır. İnsanların oraya gittiğini görünce gülüyordu. Soldaki
kapı cehennem kapısıdır. İnsanların oraya gittiğini görünce ağlıyor.” (Büyük Hadis Külliyatı:
5/52) dedi.
Bunların hepsi vahyin bir parçasıdır. Her müslüman bu olayları göz önünde tutarak yanlış
yapmamaya çalışmalıdır.
17- “Miraç gecesi cennetin kapısı üzerinde şu yazıyı gördüm: “Borç verme sadakadan
efdaldır.” sebebini sordum. Cebrail: “Dilenci, yanında çoğu zaman para olduğu halde sadaka
ister. Borç yiyen ise, ihtiyaçtan dolayı ister.” dedi. ”
18- Miraç gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bakır tırnaklarla yüzlerini (ve
göğüslerini) tırmalıyorlardı.
“Ey Cebrail! Bunlar da kim?” diye sordum. Cebrâil(as) şöyle buyurdu:
“Bunlar, insanların etlerini yiyenler (gıybetini yapanlar) ve ırzlarını (şereflerini)
çiğneyenlerdir.” (Ebu Davut Edep: 40)
Allah Rasûlü miracta daha bir çok olayla karşılaşmış ve ibret verici manzaralarla karşılaşmıştır.
En ibretli olaylardan biri de şudur:
19- Semûre İbn’u Cündeb(ra) şöyle anlatır:
Bir sabah Allah Rasûlü herzaman sorduğu gibi:
- Sizden rüya gören yok mu? diye sordu. Kendisi-nin rüyasını anlattı:
“Bana iki kişi geldi, “yürü” dedi, yürüdük. Yatan bir adamın yanına geldik. Yanında da elinde
kocaman bir taş olan adam duruyordu. Adam o taşı o adamın başına vuruyordu. Böyle
devam edip gidiyordu. Ben:
“Sübhanellah, nedir bu hal?” dedim.
- Yürü! Yürü! dediler. Yürüdük, sırtüstü yatan birinin yanına geldik. Onun yanında da elinde
kancalar bulunan bir adam duruyordu. Bu demir çengelle yüzünün bir tarafını parçalıyordu.
Sonra diğer yüzünü parçalıyordu. İyileşince tekrar bu işi yapıyordu. Ben:
- Sübhanellah, nedir bu hal? dedim. Yürü! Yürü! dediler.
Yürüdük. Fırın gibi bir yere geldik. Bir adam nehirde yüzüyor. Bir adamda yanındaki
taşlarla o adamın her kenara gelişinde o taşları ağzına atıyordu. Bu kim dedim. “Yürü, yürü!”
dediler.
Çirkin görünümlü bir adamın yanına geldik. Böyle çirkin birini görmemişsinizdir. Adam
ateş yakıyor etrafında dönüyordu. Kim bu diye sordum. “Yürü” dediler. Yürüdük. Büyük bir
ağacın yanına geldik. Bu ağaç büyük ve güzeldi. Beraberce ağaca çıktık. Altın ve gümüş
malzeme ile yapılmış evler gördük. Bizi, bir yarısı güzel, bir yarısı çirkin insanlar karşıladı.
Yanımdakiler onlara bir nehir gösterip “gidin, yıkanın” dedi. Onlar yıkandı ve çirkinlikleri yok
oldu. Bana oranın cennet olduğunu söylediler. Makamını gösterdiler. Girmek istedim,
sokmadılar.
Olanları sordum. Bana şöyle anlattılar:
- Taşla başı yarılan, Kur’an-ı ve namazları terkedendir.
- Yüzü parçalanan, yalan söyleyen, etrafa yalan yayan kimsedir.
- Fırındakiler, zina yapanlardır.
- Kan nehrinde yüzüp ağzına taş atılan, faiz yiyendir.
- Ateş yakıp etrafında dönen, cehennem bekçisidir.
- Bahçedeki uzun boylu adam, İbrahim (as)dır. Çocukları ise buluğa ermeden ölen
çocuklarıdır. Biri:
- Müşriklerin çocukları da mı? diye sordu. Peygamber:
- Evet dedi ve anlatmaya devam etti:
- Yarısı güzel yarısı çirkin olanlar, hem iyi hem de kötü amel işleyenlerdir. (Prof.Dr.İ.Canan
Hadis Ans: 3/427)
Günahlardan, haramlardan kaçalım. Nasıl kaçalım?
- Miraçta peygamberin gördüklerini hatırlayarak,
- Allah’ın günahtan vazgeçene vereceği sevabı düşünerek
- Allah’ın azabını göz önüne getirerek,
- Cenneti cehennemi düşünerek,
*
*
*
h) Bu Geceyi Nasıl Geçirelim?
– Miraç, yükselmek demektir. Bu gece derecemizi yükseltecek işler yapmamız lâzımdır.
– Miraç kandilinin “Mübarek Olsun” derken kendimizin de mübarek olabilmemiz için
mübarek işler yapmalıyız.
– Bu gece Rabbimizin bize hediyeleri olmuştur. Bugün Rabbimizin hediyelerini kabul
edip karşılığını vermemiz lâzımdır.
– Bu gece namaz gecesidir. Bu gece en az 5 vakit namaz kaza etmeliyiz, tesbih namazı
kılmalıyız. Nafile namaz kılmalıyız. Namaz, mü’minin miracıdır. Mü’min namazla yükselir.
Allah’a namazla yaklaşır.
– Bu mübarek geceleri oruçla karşılayıp oruçla uğurlamalıyız.
– Bu gece tevbe istiğfarı bol yapmalıyız. Bu gecenin hürmetine affolacağımızı umarak
Rabbimize yalvarmalıyız.
– Bu gece Allah’ımızı bolca anmalı, tesbih çekmeli ve Rabbimizi zikretmeliyiz. Biz O’nu
anarsak O da bizi anar.
- Duaya çok ihtiyacımız var. Kendimiz için evlatlarımız için müslüman kardeşlerimiz için hatta
insanlık için bol bol dua etmeliyiz.
– Bu gece okuyabildiğimiz kadar Kur’an okumalıyız. Yasin, Fetih, Mülk gibi sûreleri
mutlaka okumalıyız.
– Allah Rasûlüne bol bol salavat getirmeli, selâm göndermeliyiz.
– Bu gece için tebrikleşmeliyiz. Yakınlarımızı ve büyüklerimizi aramalıyız. Çoluk
çocuğumuzla tebrikleşip, hediyeleşip onları kandillerimizle barıştırmalıyız, barışık
yetiştirmeliyiz.
– Bu gecenin miraç gecesi olduğunu hissettirmeliyiz.
– Bu gece ve bundan sonra müslüman kimliğimiz ön plana çıkmalı. Çevremiz bize
“müslüman” der endişesini bırakmalıyız. Bize “müslüman” denmesi, müslümanların ve
meleklerin şehadeti olur. Bize müslüman denmezse, başka şey denir. Bu gece şöyle dua
edelim:
– “Ey Rabbim! Müslüman kimliğimizi korumamızda bize yardım et. Hayatı boyunca
islâmı yaşayan ve müslümanlar olarak can veren, müslüman olarak haşrolunan, huzura
müslüman olarak çıkan ve nur cemalini gören kullarından eyle Allah’ım.”
- Şeytan insanı her an küfre, şirke, isyana davet eder, ibadetlerden uzaklaştırmaya
çalışır. Tuzaklar kurar, kötü kadınları kullanır, insanın işini bitirmeye çalışır. Bunun için
şeytanın hile ve tuzaklarından Allah’a sığınmalıyız.
- Bu gecelerin bir fırsat olduğunu düşünerek çokça istiğfar etmeliyiz, günahlarımızın affı
için Allah’a yalvarmalıyız. Cenab-ı Allah’a verdikleri ve verecekleri için şükretmeliyiz,
hamd etmeliyiz.
- Bu gece Cenab-ı Allah’ı çokça zikretmeliyiz.
- Bu gece işlediğimiz günahlar için, yediğimiz içtiğimiz şüpheli şeyler için Cenab-ı Allah’a
söz vermeliyiz.
*
*
*
I) Bu Gece Nasıl Dua Etmeliyiz?
-
-
-
Önce abdest alıp, imlan varsa sadaka verip, iki rekat namaz kılıp, Allah’a hamd,
peygambere salavattan sonra Rabbimize yalvarmalıyız.
Allah’ım! Yaptığımız, yapacağımız dua ve ibadetlerimizi kabul eyle. Amellerimizi boşa
çıkartma.
Allah’ım! İnançsızlıktan, ahlaksızlıktan, fakirlikten, zulmetmekten ve zulme
uğramaktan bizi koru, çocuklarımızı koru. Nefsimize uymaktan, şeytana aldanmaktan,
dünyaya meyledip ahireti unutmaktan sana sığınırız.
Allah’ım! Dert verip, derman aratma. Bizi hastalıklarla, kaza ve belalarla imtihan
etme. Bize sabır ver. Şükreden ve zikredenlerden eyle.
Ya Rabbi! Nefsimizin şerrinden, şeytanın şerrinden, şerrilerin şerrinden, afetlerden,
felaketlerden, kazalardan, belalardan, yangından, depremden, yokluktan, kıtlıktan,
mahcubiyetten, zulümden sana sığınırız; bizleri, çocuklarımızı ve Müslümanları koru.
Allah’ım! Gösterişten, riyadan, başkaları görsün, duysun diye iş yapmaktan sana
sığınırım.
Rabbim! Her kötü hastalıktan, organ noksanlığından, sana sığınırım, gözümün nurunu
alma, elimin, ayağımın canını alma.
Allah’ım! Fayda vermeyen bilgiden, ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten, kabul
olmayan duadan sen koru.
Allah’ım! Şerden, şerliden, görünür, görünmez kaza ve belalardan bizleri koru.
Allah’ım! Nimetini bizden eksik etme, bizi senden başkasına muhtaç etme.
Allah’ım! Kötü ahlaklı olmaktan, kötü işler yapmaktan, yanlış inançtan, sapıtmaktan
bid’at işlemekten sen koru.
-
-
-
Allah’ım! Ömrümün sonunda pişman olacağımız, keşke diyeceğimiz iş yapmaktan,
imansız gitmekten, kabirden alnında kötü yazılarla kalkmaktan, sırattan düşmekten,
mahşer günü rezil olmaktan sana sığınırım.
Allah’ım! Bize dünyada da iyilik ver. Ahirette de iyilik ver, bizi cehennem azabından
koru. Unuttuklarımızdan, aldandıklarımızdan bizi hesaba çekme. Bize doğru yolu
göster.
Soyumuzdan imansız, ibadetsiz, ahlaksız insanlar halk etme. Bize evlatlarımıza,
yakınlarımıza dünyada ve ahirette huzur ver.
Rabbim! Bizi ve bizden önceki Müslüman kardeşlerimizi affet.
Allah’ım bu gecenin feyz ve bereketinden istifade edenlerden eyle, Peygamberimizin
şefaatinden bizi mahrum etme, bize merhametinle muamele et.
Miraçta ümmetini Hak’tan isteyen
Adı güzel kendi güzel Muhammed” dediği Allah Rasûlünün gördüklerini size
nakletmeye çalıştık.
İçinde yaşadığımız ortam itibariyle miraçtan, cereyan eden olaylardan alacağımız
dersler çoktur…
Miraçta Peygamber Bizim İçin Şöyle Dua Etmiştir:
“Ey kusurları bağışlayan, kullarına nimetleri sonsuz olan cömert Allah’ım! Günah
işleyen ümmetimin hali nice olur. Kıyamet gününde senin önüne gelmek için nasıl yol
bulurlar? Korkarım o günde onların yerleri pek iyi değildir. yüce katından dileğim budur ki,
ümmetimden razı ol. Onları bağışla Allah’ım!”
*
*
*
i) Sonuç
“Arayan belâsını bulur, arayan da mevlasını bulur” derler. Bugünler, bu geceler bizim
kurtuluşumuz için tanınan bir fırsattır. Bu fırsatı yakalamaya çalışalım. Bize verilen ip uçlarını
değerlendirelim. Allah bir çok şeyi gözümüzün önüne sermiştir.
Peygamberimizin ifadesiyle: “Kişi sevdiği ile beraberdir. Allah’ın “Habibim” dediği Hz.
Peygamberi sevelim, onunla beraber olalım. Deccalın fitnesine aldanıp, sünnetini terk ederek
veya ettirerek Ebu Cehillerin Ebu Leheplerin durumuna düşmeyelim.
Günahların rengi olsaydı, kokusu olsaydı birçoklarına yaklaşılmaz, bir çoklarının
yüzünü bakılmazdı.
Üç ayların içindeyiz. Cahil arablar bile üç aylarda silahları bırakır kan dökmez, kötülük
yapmazlardı. Bizde bu aylarda değişelim. Kandillerin sıcak havasını ailecek hissedelim.
Unutturulan yönleriyle; Ahlaki, manevî değerlerimize dört elle sarılalım.
Bakın hıristiyanlar yılbaşını nasıl kutluyorlar. Biz de bayramlarımıza, kandillerimize
sahip çıkalım. Müslüman Türk kimliğimizi koruyalım.
Bu geceyi en güzel şekilde değerlendirelim. Kulluk görevlerini aksatanlar, iyi bir
müslüman olmaya çalışsın. İbadet etmeyenler için bu gece başlangıç olsun. Bakarsın bir
miraca daha ömrümüz yetmeyebilir.
Rabbim bizlere hayırlı ömürler ihsan etsin. Ayrıca kendisine itaat eden, ibadet eden
kullarından etsin, inşallah.
Miraç bütün İslam ve insanlık alemine hayırlara vesile olsun inşallah.
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
Af ve Kurtuluş Gecesi
BERAT KANDİLİ
Berat gecesi Şaban ayının 15. gecesidir. Bu gece; yaratılanların bir yıl içindeki
rızıklarına, zenginliklerine, fakirliklerine, iyi veya kötü hallerine, ecellerine ve bütün bilgilerin
Allah tarafından tayin ve takdir olur.
*
*
*
a) Berat ne Demek?
Kelime olarak Berat: Borçtan, suçtan, cenazeden ve hastalık gibi musibetlerden
kurtulmak demektir.
Dini terim olarak Berat: Günahlardan kalbin ve nefsin hastalıklarından kurtulmak
demektir. Temizlenip, arınmak demektir.
Mübarek aylardan Şaban ayının 14. gününü 15. gününe bağlayan gece Berat
gecesidir.
Bu gece, Rabbimizin kulları için mübarek kıldığı gecedir. Ayrıca günahkâr kulları için
tanıdığı bir fırsattır. Zaten berat kelime olarak, aklanmak, arınmak ve kurtulmak anlamına
gelir. Demek ki, bu gece, günahlardan kurtulma gecesi, af gecesidir. Tövbe ve istiğfarların
kabul edildiği gecedir, bu gece.
Bu gece, farklı bir gece, Berat gecesi, kurtuluş gecesidir.
Hal böyleyken “Bu geceleri ihya diye bir şey yoktur” diyen kafa karıştıranlar vardır.
Bunlar, nasipsizlerdir.
Günler içinde cumayı ve bayram günlerini nasıl inkâr edemezsek, geceler içinde de
Mevlid Kandilini, Regaip, Miraç, Berat ve Kadir gecelerini diğer gecelerle bir tutamayız. Bu
gecelerle ilgili ayet ve hadisler vardır.
Berat gecesi beratı almak için çok ibadet, çok dua ve tövbe etmek gerekir. Zekat
verilmediyse, namaz kılınmadıysa, varlık içinde hac ibadeti yapılmadıysa, sıcak bahanesiyle
oruç tutulmadıysa, bir gecede berat alınmaz.
Hayatta kıbleye dönmeyenin yüzünü kabirde çevirmek neye yarar? Beratı dünyada
alamazsan ahirette kurtulamazsın.
*
*
*
b) Berat’ın Önemi:
Bu gecenin İslâm tarihinde büyük bir önemi vardır:
1- İnsanlığa rehber olarak indirilen Kur’an-ı Kerim Levh-i mahfuzdan dünya semasına bu
gecede indirilmiş-tir.
2- Kıble bu gecede değişmiştir. Daha önce Kudüs’e doğru namaz kılınırken Allah’ın
emriyle Kâbeye dönülmüştür.
3- İnsanların bir yıllık işleri bu gecede takdir olunur. İnsanların yapacakları tövbe, dua ve
niyazla haklarındaki hükmü, lehlerine çevirebilirler.
Duhan sûresinin başındaki âyetlerde Rabbimiz: “Apaçık olan kitaba and olsun ki, biz onu
kutlu bir gecede indirdik. Doğrusu biz insanları uyarmaktayız. Katımızdan bir buyrukla her
hikmetli iş o gecede hükmedilir” buyurmakla bu gecenin önemini haber vermiştir.
Peygamberimizin de haber verdiğine göre, bir yıl içinde nelerin olacağı, kimlere ne kadar
rızık verileceği, kimlerin dünyaya geleceği, kimlerin bu dünyadan göçeceği bu gecede
belirlenir. Geçmiş bir yılın iyi, kötü amelleri bu gecede Allah’a arz olunur.
4- Bu gece rahmet ve mağfiretin sağanak sağanak indiği, Allah Rasulü’ne şefaat hakkının
verildiği, yapılan her ibadete karşılık rahmet hazinesinden sayısız hasenatın verildiği
bir şefaat gecesidir.
Hz. Aişe (ra) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalât ü vesselâm buyurdular ki: Allah Teâla
Hazretleri, Nısf – u Şa’ban gecesinde dünya semasına iner ve Kelb kabilesi’nin koyunlarının
tüyünün adedinden daha çok sayıda günahı affeder.” (Tirmizi, Savm 39)
5- Bu gece bir yıllık ameller değerlendirilir. Bir yıllık işler de tayin ve takdir edilir.
Kur’an-da: “Allahü Teala, dilediği hükmü kaldırır veya değiştirir veya tespit edip yerinde
aynen bırakır. Bütün kitapların anası, esası Allah indindedir.” (Rad Sûresi: 39)
- “Her iş bu gecede tayin olunur” (Duhan: 4) buyrularak her şeyin bu gecede tayin ve tespit
olunduğu bildirilmiştir.
6- Bu gecede af dileyen af olunur.
Sevgili Peygamberimiz, bizim de bu geceyi ibadetle geçirmemizi tavsiye etmiş ve şöyle
buyurmuşlardır: “Şaban ayının 15. gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde oruç tutun. Çünkü
Yüce Allah, bu gece güneş doğuncaya kadar dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve şafak
sökene kadar, Tevbe eden yok mu, affedeyim. Rızık isteyen yok mu, rızık vereyim.
Hastalığına şifa isteyen yok mu, şifa vereyim. Daha ne gibi istekleri varsa istesinler, vereyim!”
buyurur. (İbn Mâce, İkame 191)
Hz. Aişe (r.anha) validemizin rivayetine göre, Peygamber Efendimiz, Berat gecesini
ibadetle geçirmiş ve kıldığı namazın secdesinde şöyle dua etmiştir: “Allah’ım! Azabından
affına, gazabından rızana sığınıyorum. Ya Rabbi! Senden yine Sana sığınıyorum. Sen
yücelerden yücesin, Seni layık olduğun şekilde medhü sena edemiyorum. Sana layık bir
şükürle şükredemiyorum. Sen ancak kendini övdüğün gibisin.” (İbni Mace, C. 1, s. 444)
Hz. Aişe (ra)’dan rivayetle Efendimiz:
- “Aişe! Bu gece hangi gecedir?” diye buyurdu. Ben de:
- “Allah ve Resulü en iyi bilir.” dedim. Resulallah:
- “Bu gece Şaban’ın on beşinci gecesidir. Bu gecede dünya işleri ve kulların amelleri
Allah-u Teala’ya arz olunur. Be gecede Allah’ın cehennemden affettiği kimselerin
adedi, Beni Kelb kabilesinin koyunlarının kılları sayışıncadır.” buyurdu ve:
- “Hz. Aişe! Sen bu geceyi benim ibadetle geçirmeme izin verir misin?” dedi. Ben:
“Evet, buyurun.” dedim.
Peygamberimiz (sav) namaz kılmaya başladı. Kıyamı hafif tuttu. Secdesini ise gecenin
yarısına kadar uzattı. Sonra ikinci rekata kalktı. Kıraatını hafif ettikten sonra secdeye vardı.
Sabaha kadar secdede kaldı. Ben Resulallah’ın o kadar uzun secdede kalmasından ruhu
kabzoldu sanmıştım. Bu endişe ile mübarek ayaklarına dokundum. Vefat etmediğini anladım.
O secdesinde şöyle dua ediyordu:
“ Ya Rabbi! Sana kendimden geçerek secde ediyorum. Yürekten inandım Sana.
Nimetini ikrar, günahımı itiraf ederim. Nefsime zulmettim; Beni affet. Çünkü senden başka
günahları bağışlayan yok.
Allah’ım! Cezandan affına sığındım. Gazabından rızana. Seni ancak Senin kendini sena
ettiğin gibi sena ederim.”
Ben: “Ya Resulallah! Bu gece secdelerinde başka zamanlarda duymadığım kadar
dualar yaptınız.” dedim. Resul-i Ekrem (sav):
- “Ya Aişe! Sizler de o duaları öğreniniz, öğretiniz ve yapınız. Çünkü o duaları bana
secdelerde söylememi Cibril aleyhisselam emretti.” buyurdu.
Bu gecede:
1- Her iş bu gecede tayin olur.
2345-
Bu gece kurtuluş gecesidir.
İlahi rahmet bu gecede iner.
Allah’ın affı herkesi kuşatır.
Bu gece Peygamberimize şefaat hakkı verilmiştir.
*
*
*
c) Bu Gecenin Kutsallığı Nereden Gelir?
1)
2)
3)
4)
Cenab-ı Allah: “Bütün hikmetli işler, bu gece tayin olunur” buyurmuştur. (Duhan: 4)
Bir yıllık işler (rızık gibi, ecel gibi bütün işler) bu gece tayin ve tespit edilir.
Geçen yılın işleri de bu gece Allah’a arz olunur.
Kur’an bu gece gök semasına inmiştir. Hz. Peygamber, Kur’an-a gereken değeri
vermeyen ve hatta onunla alay edenlerden yakınarak şöyle demişti: “Ey Rabbim!
Bunlar Kur’an-ı büsbütün terk ettiler.” (Furkan: 30)
5) Kıble bu gecede değişmiştir.
6) Peygambere şefaat hakkının üçte biri 13. gece, üçte biri 14. gece, tamamı ise 15. gece
yani bu gece verilmiştir.
7) Bu gece, rahmeti ilâhî tecelli eder.
8) Bu gece, kurtuluş gecesidir. İsteyen kurtulur.
9) Bu geceki ibadetlerin fazileti büyüktür. Sevabı da kat kattır. İsyanın, ilgisizliğin de
cezası büyük ve kat kattır.
Çok önemli işlerin olduğu, hakkımızda önemli kararların alındığı geçen amellerimizin
Allah’a arz olunduğu bu geceyi diğer gecelerden farklı geçirmek için elden gelen gayreti
göstermeliyiz.
Resulallah (sav) Hz. Aişe’ye: “Ya Aişe! Regaip gecesinde neler olur biliyor musun?”
diye sordu. Hz. Aişe: “Allah’ın Resulü daha iyi bilir.” deyince Peygamber Efendimiz şöyle
buyurdular: “Bu sene zarfında doğacak ve ölecek olanlar bu gecede takdir ve tespit edilir. Ve
bu gecede canlıların erzakı tertibi olunur. Onların amelleri ve işleri bu gece Rab Teala’ya arz
olunur.” dedi.
*
*
*
d) Günahlardan Nasıl Korunulur?
Şeytanın vesvese ve hilelerinden kaçtığımız ve korunduğumuz gibi günahlardan da
öylece kaçıp korunmalıyız.
Bir kötülükle, bir kötü ile ve bizi günaha sokacak bir şeyle karşılaşınca:
 Allah’ı hatırlamalıyız.
 Kabir sorgusunu, cehennem azabını gözümüzün önüne getirmeliyiz.
 Kaçınıp, korunmanın mükâfatını hatırlamalıyız.
 Haram olan, günah olan şeyle ilgilenmemeli, onu hemen terk etmeliyiz.
Mevlana şöyle anlatıyor:
Biri, krala sormuş: “Günahtan nasıl korunurum? Kral kızar gibi yapmış, bir tulum
zeytinyağını kucağına vermiş yanına da kılıçlı bir adam dikmiş. Bir damla dökerse kellesini
uçurun, demiş. Sorduğuna pişman olmuş… Çarşı Pazar dolaşmış gelmiş ama kan ter içinde
kalmış. – Döktü mü? – Hayır. – Çarşı pazarda ne ve kimleri gördün? – Aman efendim ben
kimseyi görmedim. Nasıl görebilirdim” demiş.
- İşte günahtan korunmanın yolu. Günahla, günah işleyenlerle ilgilenmemek.
İlgilenmemiz gereken şeylerle gereği kadar ilgilenemiyoruz. Bunun içindir ki,
sıkıntılardan kurtulamıyoruz.
Büyük velî İbrahim Edhem Hazretleri’ne gelen Basra halkı, dualarının kabul
olmayışından dert yanarlar. Muhterem zat, Basra halkına şu değerli nasihatta bulunur:
- Ey Basra ahâlisi, sizde tam on tane kötülük görüyorum ki, bunları terk etmedikçe
duâlarımız kabûl olmaz.
Basra halkı:
- Nedir bu on kötülük ey Allah’ın aziz dostu? derler.
Şöyle sayar büyük velî:
1) Allah’ı sevdiğinizi söylüyorsunuz; lâkin emirlerini sevmiyorsunuz.
2) Peygamberi sevdiğinizi iddia ediyorsunuz; ama sünnetini tutmuyor, sevdiğinizin
ispatını yapmıyorsunuz.
3) Kur’an – ı Kerim’i okuyorsunuz; ama mânâsıyla amel etmiyorsunuz.
4) Allah’ın size lûtfettiği bunca nimetleri yiyorsunuz; ama şükür de bulunmuyorsunuz.
5) Şeytan düşmanımızdır, diyorsunuz; lâkin onunla dostluk kurmaktan çekinmiyorsunuz.
6) Cennet mü’minleri bekliyor, diyorsunuz; ama mü’mini cennete götürecek amelleri
işlemiyorsunuz.
7) Cehennem günahkârları bekliyor, diyorsunuz; ama cehennemlik günahları işlemekten
geri kalmıyorsunuz.
8) Ölüm haktır, diyorsunuz; ölümden sonra varacağınız ahiret için hazırlık
yapmıyorsunuz.
9) Başkalarının kusurlarını çok kolay görüyor, sayıp döküyorsunuz; ama kendi
kusurunuzu hiç hatırınıza getirmiyorsunuz.
10) Sık sık cenaze peşinden gidiyor, ölümün hak olduğunu bizzat görüyorsunuz; lâkin bir
gün sizin de cenazenizin peşinden gidileceğini hatırınıza getirmiyor, öleceğinizi
düşünmüyorsunuz.
İbrahim Edhem Hazretleri sözünü şöyle bağlar:
- İşte bu gafletlerinizden dolayı, dualarınız kabul olmuyor, ey Basra ahâlisi!
Aslında bu bizim halimiz.
Kur’an-da şöyle buyruluyor:
İman edip Rasul’ün hak olduğuna şehadet getirdikten ve kendilerine apaçık deliller
geldikten sonra inkârcılığa sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder ki? Allah zâlimler
topluluğunu doğru yola hidayet etmez. (Âl-i imrân, 3/86)
Abbasilerin ünlü halifesi Harun Reşid zamanında yaşamış olan Behlül Dana (VIII. YY)
dönemin evliyasındandı. Zaman zaman aklından zoru olan kimselere has tavırlar takınır.
Herkes de bundan dolayı kendisini deli sanırdı. Ama O bunu maksatlı yapardı. Behlül daima
Harun Reşid’in yakınında bulunur, çeşitli sebepler hasıl ederek onu uyarırdı. Bir gün Behlül,
üstü başı toz toprak içinde uzun bir yolculuktan gelmiş olmanın belirtileri ile Harun Reşid’in
huzuruna çıktı. Harun Reşid sordu:
- “Bu ne hal Behlül? Nereden geliyorsun?”
- “Cehennemden geliyorum ey hükümdar.”
- “Ne işin vardı cehennemde?”
- “Ateş lazım oldu da, ateş almaya gittim.”
- “Peki getirdin mi bari?”
- “Hayır efendim getiremedim. Cehennem bekçileriyle görüştüm, onlar “Sanıldığı
gibi burada ateş bulunmaz, herkes ateşini dünyadan kendisi getirir.” dediler.
*
*
*
e) Geceyi Nasıl Geçirelim?
Bu gecenin kadrini bilmeliyiz. Bu gecede nasıl ibadet edilmesi, nasıl dua ve tövbe
edilmesi gerekiyorsa öylece kulluk görevlerimizi yerine getirmeliyiz. Çünkü bu gecede
yapılacak duaların, ibadetlerin, edilecek tövbe ve istiğfarların kabul olunacağı müjdesi
verilmiştir.
Şeytanın fitne ve hileleriyle her an karşı karşıya olanlar için bu gece, kurtuluş gecesi ve
kurtuluş vesilesidir. Kadir gecesi gizli tutulmuştur, insan o fırsatı yakalayamayabilir. Fakat
böyle bir fırsatı değerlendirmemek büyük hata olur. Bu gecede Cebrail Peygamberimize
gelmiş “Kalk, namaz kıl, dua et. Bu gece Şabanın 15. gecesidir” demiştir.
Bu gecede kaza namazları, tesbih namazı kılmalıyız. Bol bol dua etmeliyiz, tövbe
etmeliyiz, zikretmeliyiz. Kur’an okumalıyız. Kur’an dinlemeliyiz. Camide namaz kılmalı,
Müslüman kardeşlerimizin kandilini kutla-malıyız. Haramdan, şüpheli şeylerden Allah’a
sığınmalıyız.
Bu gecede, yapılan her şeyin özel bir değeri vardır. Bunu bilerek ve inanarak
Rabbimize yönelelim. Bilelim ki, samimi olarak yaptığımız iyi amelleri Rabbimiz için en büyük
lütuftur.
Kısacası bu gece, feyz ve bereketi bol bir gecedir. Tövbesi bile tövbe etmeyi gerektiren
günümüz insanı, bu gecenin feyzinden, bereketinden istifade etmek için azami gayret sarf
etmelidir. Geçmişini gözden geçirmeli, geleceği için iyi kararlar vermeli ve gelecek berât
gecesine ulaşamayacağını düşünerek hareket etmelidir. Geçen yıl aramızda olan ve ayrılanları
düşünmelidir.
Hz. Peygamber: Hz. Aişe’ye: “Bu gece Şabanın 15. gecesi” diyor ve namaz kılmak için
izin istiyor. Namaz kılarken secdede öyle kalıyor ki, Hz. Aişe öldüğünü zannettim, ayağına
dokundum, o zaman yaşadığını anladım, diyor.
Sakın bu geceyi günah sayılan işlerle geçirmeyelim, hele sakın bu geceyi TV başında
geçirmeyelim. Sabaha kadar Süleyman Çelebi ve Yunus şiirleri okunsa ne olur? Şimdi bunları
dinleseniz ne olur? Hiçbir kazancınız olamaz.
Bakın fişleniyoruz, filme alınıyoruz. Sağımızda ve solumuzda yazıcı melekleri var. Her
amelimizi yazıyorlar…
İnsanın kendi kendini kurtarması yetmez… Bu gece eşimizin, yavrularımızın da
dikkatini çekmeliyiz…
Bir de bu gece bir şeyler yapıp kimse kurtulduğunu sanmasın. Ameller devamlıdır.
Peygamberimiz: “Makbul olan amel az da olsa devamlı olandır” diyor.
Allah da: “Müslümanlar olarak can verin” (Ali İmran: 102) “Ölünceye kadar ibadet
edin” (Hıcır: 99) buyuruyor. İbadetler sadece bu geceye ait değildir.
Şöyle bir düşünelim. Allah’ın istediği, Peygamberin gösterdiği biçimde değil de,
şeytanın arzusu üzere yaşayan, sonra da Azrail’e yenik, düşüp, bugün toprak altında yaşayan
insan ne kazanmıştır? Eğer o kişi dileseydi Allah’ın affına mazhar olamaz mıydı? İsteseydi
olurdu. Fakat bu fırsat onun elinden çıkmıştır. Fırsat dirilerin elindedir. Allah’ın bildirdiğine
göre; kendine yazık edenler, iyi olmak ve iyilik yapmak için tekrar dünyaya dönmek isteğinde
bulunacaklar ve kendilerine “Şimdi mi aklınız başınıza geldi?” denilecektir.
Bu gece üç defa Yasin Sûresi okunmalıdır.
Birinci Yâsin-i Şerifden sonra dua okunurken Allah’ın saîd kullarından olmak niyetiyle
okunacaktır. İkinci defa okunurken hayırlı ömür uzunluğu niyetiyle okunacaktır. Üçüncü defa
okunurken kaza ve belâlardan emin olup hayırlı rızık için okunacaktır.
- Bu gece Kuran gecesidir. Kuran okuyalım. Allah’la olalım, Allah’la konuşalım.
Allah’ı zikredelim, Allah da bizi zikretsin.
-
Bu gece tesbih namazı kılalım. İbrahim (AS) miraçta Peygamberimize: “Ey Nebi
ümmetine söyle cennete fidan diksinler” demiş. Peygamberimiz: - Nasıl fidan
diksinler? – Sübhanellahi velhamdülillahi vela ilâhe … desinler, diyor.
Peygamberimiz, amcası Abbas’a her hal ü kârda tesbih namazı kılmasını tavsiye
etmiştir.
- Bu gece kaza namazları kılalım? Zikredelim, dua edelim, tövbe edelim.
- Zaman zaman soruyorlar. Ay hali olan bacılarımız bu geceyi nasıl geçirebilirler
diye. Onlar, namaz kılıp, Kur’an okuyamazlar, camiye gidemezler. Ama dua
ederler, tövbe istiğfar ederler, zikrederler, salavat getirirler.
Bu gece uyanık olmak, ibadetle meşgul olmak, güzel şeylere vesile olacaktır.
Bağışlanmak, vicdanını rahatsız eden günahlardan kurtulmak isteyenler, bu geceyi
fırsat bilmelidir.
*
*
*
f) Kabri Hiç Düşünmüyor muyuz?
Peygamber (sav): “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe yada cehennem
çukurlarından bir çukurdur.” (Tirmizi Zuhal: 4) demiştir. Müslüman, müslüman olmayanlar
gibi karşılanmayacaktır. Sorulan sorulara cevap veren mü’minin kabri cennet olur, ona
melekler şöyle der:
- “Sen iman ettin, inandığını yaşadın ve mü’min olarak öldün. İnşallah kabirden bu
iman ile kaldırılacaksın. O zamana kadar rahat uyu.” (Tirmizi, Cenaiz: 71)
Kabirde soruların cevaplarını veremeyenler için azap vardır.
Bir gün Peygamber (sav) kabirler görür ve:
- “Bunlar imtihan oluyorlar. Birbirinizi defnedeceğinizden emin olsaydım, benim şu
anda işittiğim kabir azabını size de duyurması için Cenab-ı Allah’a dua ederdim.
Kabir azabından Allah’a sığınınız.” buyurdu. (Müslim, Cennet: 67)
Bir gün de mezarlıktan geçerken iki kabir gösterip: “Bunlar azap görüyorlar. Biri idrar
sıçramalarından, diğeri de gıybet etmekten.” buyurdu.
Birçok defa Peygamberimiz, “Kabir azabından Allah’a sığınınız.” tavsiyesinde
bulunmuştur. (Buhari, Cihad: 25, Nesei İstiaze: 5, Müslim, Mesacid: 130-134)
Kabirde Münker ve Nekir melekleri neler soracaklar:
- Rabbin kimdir?
- Dinin nedir?
- Kitabın nedir?
- Peygamberin kimdir?
Bir hadiste de: “Gördüğüm manzaraların hiçbiri kabirdeki kadar dehşet verici ve
ürkütücü değildir.” (Tirmizi Zuhd: 2308) buyurdu.
Kabir ehli için Allah Resulü şöyle bilgi veriyor.
- “Kabir ahiret duraklarından ilk duraktır. Kim ki kabirde işi kurtardı, arkası iyidir.
Kimse kabirde işi kurtaramadı, gerisi kötüdür.” (Ramuz el-Ehadis: 105/12)
- “Kardeşleriniz için Allah’tan mağfiret isteyiniz ve kendisine sükunet vermesini
dileyiniz. O şimdi sorguya çekilmektedir.” (Riyaz üs-Salihin: 2/301)
- “Kabirdeki boğulmak üzeredir. Dua bekler. Dua edilirse sevinir.” (Ramuz el-Ehadis:
368/10)
- “Ölülerinize Yasin okununca azabı hafifler.” (Age: 422)
*
*
*
g) Bakın Kabirler Bize Ne Diyor:






Her şey fani, ancak Allah baki.
Her doğan, yaşayan bir gün mutlaka ölecek.
Dünya bir misafirhane, bir yolcunun mola yeri, bir gün bana geleceksin.
Öncekilere ne olduysa, size de o olacak. Buradakiler gibi sıra bir gün size de gelecek.
“Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak.” (Rahman: 26)
Sen rüyadasın, ölünce uyanacaksın. Bak şu dikili taşlara; “doğdu – öldü” yazıyor. İkisi
arasında bir çizgi var.
 Bak yaşlanıyorsun, saçın, sakalın ağarıyor.
 Birkaç günde bir yakınlarını buraya bırakıp gidiyorsun ama kendinin de bir gün
geleceğini hiç düşünmüyorsun., buraya geleceğin için hazırlık yapmıyorsun, burada
sana gerekli olan şeyleri hazırlamıyorsun, neden?
*
*
*
h) Bu Gece Tövbe Gecesidir:
Kur’an-da: “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Ancak kâfir olanlar Allah’ın
rahmetinden ümit keserler.” diyor.
Herkesin günahı vardır. Bu, kul olmanın aczidir. Hz. İsa: “İlk taşı günahı olmayanınız
atsın” demiş taş atan olmamıştır.
Adam 99 kişiyi öldürmüş, ümidini kesen kişiyi de öldürmüş, 100 olmuş. İslâm âlimine
gelmiş “Tövbe kapısının açık olduğunu öğrenmiş.”
Biri Hz. Ali’ye sormuş:
 Günah işledim ne yapayım?
 Tövbe et.
 Tövbe ettim, gene de günah işledim, ne yapayım?
 Gene tövbe et, demiş.
 Ne zamana kadar tövbe edeyim? diye sorunca da:
 Şeytan senden ümidini kesinceye kadar, demiş.
Şeytan, nasuh (dönülmeyecek) tövbe etmeyenin peşini bırakmaz, günahtan günaha
sürükler durur.
Hz. Peygamber: “Hacer u’l esved, cennetten indiğinde sütten beyazdı. Onu insanların
günahları kararttı” demiştir. (K. Sitte: 12/4577)
Günahkâr bizim de kalbimizi karartıyor. Eğer önemsemediğimiz günahların kokusu olsaydı
yanımıza yaklaşılır mıydı? Eğer küçük gördüğümüz günahların rengi olsaydı yüzümüze bakan
mı olurdu?
Bir hayat yaşıyoruz ki, biz de nasıl yaşadığımızı bilmiyoruz. Kimin hayatını yaşadığımızı da
bilmiyoruz. Müslümanın bir hayat anlayışı vardır, hayat tarzı vardır. Kâfirin de, münafığın da
kendine göre bir yaşayışı vardır. Kendimize soralım. Biz hangi hayatı yaşıyoruz? Kime
benziyoruz?
Adam bir ömür boyu “Müslümanım” iddiası ve kuruntusu ile yaşıyor. Ama son nefesinde
“lailahe illallah” diyemiyor. Neden? Nasıl yaşarsa öyle ölecek de ondan…
Ölünce daracık yere gireceğiz, düşünemiyoruz. Kabir “gel” deyip durur. Toprak ağzını açıp
durur, göremiyoruz. Hayatımızı değiştirmek, değiştirmek zorundayız, tövbe etmek
zorundayız.
Hz. Peygamber(SAV): “Günah işleyenin kalbinde siyah bir nokta oluşur, tövbe etmezse
karaltı yayılır” diyor.
Kur’an-da: “Onların kazandıkları günahlar kalplerini sarmış kaplamıştır.” buyruluyor.
(Mutaffifin: 14)
- “Siz günah işleyip tövbe etmemiş olsaydınız, Allah sizi yok eder yerinize günah
işleyip tövbe edecek insanlar yaratırdı“ diyor.
Cenab-ı Allah: “Tövbe edin “ diyor.
Hz. Peygamber de: “Günahlarından dolayı tövbe eden günahsız gibidir.”buyuruyor.
Kimler tövbe etmelidir?
Hatasız kul olmadığına göre, her günahkâr tövbe etmelidir. Günahlarından dolayı
tövbe etmek her kula vaciptir.
Hz. Peygamber: “Ben günde yüz defa tövbe ediyorum” demiştir. O, günde yüz defa
tövbe ederken biz neden tövbe etmeyelim?
- Nefsime uydum diyen herkes tövbe etmelidir.
- Allah’a isyan eden, tövbe etmelidir.
- İbadetlerini geciktiren, tövbe etmelidir.
- Allah’ını unutan, isyan eden tövbe etmelidir.
- Gaflete düşen, günah işleyen tövbe etmelidir.
- Yanlış düşünen herkes tövbe etmelidir.
*
*
*
Yarın Kimler “keşke” diyecek?
-
Amel defteri solundan verilenler der ki: “Keşke kitabım bana verilmeseydi!”
(Hakka: 25)
- “Eyvah malım da bana fayda vermedi.” diyecek. (Hakka: 28)
- “Keşke rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım.” diyecek. (Kehf: 42)
- “Keşke bir imkan, bir dönüş olsaydı da inananlardan olsaydık.” diyecek. (Şuara:
102)
- Şeytana uyan: “Keşke seninle benim aramda doğu ile batı kadar uzaklık olsaydı.”
der. (Zuhruf: 38)
- Ateşin karşısında inkarcı: “Keşke dünyaya bir daha gönderilsek de, inkar etmesek,
inananlardan olsak.” der. (En’am: 27)
- Ahirette inanmayan: “Keşke toprak olsaydım.” diyecek. (Nebe: 40)
- Bazıları: “Keşke burası için dünyada bir şeyler yapıp gönderseydim.” diyecek.
(Fecr: 24)
- İnkarcı: “Keşke ben de inansaydım.” diyecek. (Hicr: 2)
- Kendisine zulmeden azabı görünce: “Keşke ben de peygamberle beraber yol
tutsaydım.” diyecek. (Furkan: 27)
- Kötü insanları dost edinen: “Keşke falancayı dost edinseydim.” diyecek. (Furkan:
28)
- Ateş karşısında: “Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygambere itaat etseydik.”
diyecek. (Ahzab: 66)
Keşke diyenlerden olmak yada olmamak insanın elindedir.
*
*
*
I) Bu gece Af Gecesidir:
Zaman zaman devletin çıkardığı af gibi, Cenab-ı Allah da duaların, tövbelerin daha çok
makbul olduğu zamanlar olduğu bildirilmiştir.
Bu gece, günahların en çok affedildiği gecedir. Öğretmenin yaptığı kurtarma sınavı
gibi verilen bir fırsattır.
Bu gece, İlâhî rahmet coşar, yapılan ibadetler Allah’a yükselir. Rabbimizin: “Yok mu af
dileyen, affedeyim” buyurduğu bir gecedir.
Bu gece, sevgili Peygamberimize ümmetine şefaat etme hakkının tamamı verilmiştir.
Bu hak daha önce hiçbir peygambere verilmemiştir. Peygamberlerin “Nefsim, nefsim” dediği
bir zamanda Peygamberimiz “Ümmetim, ümmetim” diyecektir.
Berat gecesi, mağfiret gecesidir. Hz. Aişe(ra) Peygamberimizin şöyle buyurduğunu
nakleder:
“… bana Cebrail geldi, bana dedi ki: Bu gece Şabanın 15. gecesidir. Allah bu gece, Kelp
Kabilesi koyunlarının tüyleri sayısınca insanı cehennemden âzâd eder. Ancak Allah’a şirk
koşanların, buğz edenlerin, ana ve babasının haklarına riayet etmeyenlerin, içki ve zinaya
düşkün olanların bu gece Allah yüzlerine bakmaz. Meğerki tövbe etmiş olsunlar.” Bundan
sonra Allah’ın elçisi müsaade istedi, geceyi ibadetle geçireceğini söyledi. Kalktı namaza
durdu. Secdeyi öyle uzattı ki, korktum, ruhunu Allah’a teslim etti sandım. Hafifçe dokundum,
kımıldayınca rahatladım. Dinledim, secdede şöyle dua ediyordu: “Allah’ım! Azabından affına,
gazabından rızana sığınıyorum. Ya Rabbi: senden yine sana sığınıyorum. Sen bütün
yücelerden yücesin. Seni lâyık olduğun şekilde methü senâ edemiyorum.”
Hz. Aişe devam eder: Bu duayı iyi öğrenmemi ve başkalarına da öğretmemi istedi, der.
Geçen fırsatları bir daha yakalama şansımız yok. Öyleyse bu geceleri gafletle
geçirmemeliyiz.
Allah Rasulü: “Berat gecesi ibadetle kâim olun, gündüzünü oruç tutun. Bu gece
Allah’ın rahmeti iner ve şöyle buyurur: “Agah olun ey kullarım, istiğfar eden yok mu mağfiret
edeyim, rızık isteyen yok mu rızıklandırayım. Bir derde dücar olan yok mu ona afiyet vereyim,
bir şey isteyen yok mu, istediğini vereyim” bu nidâ tanyeri ağarıncaya kadar devam eder”
(Ramuz: 61/5) + (Taç: 2/28) + (İbnimace ikinme: 19)
Bu gece ay gecesidir. Bir af ihtimali olan mahkûm nasıl af ümit ederse, biz de daha
fazla bir bekleyişle af beklemeliyiz. Mahkûmun ümitleri boşa çıkabilir. Ama Rabbim, bu gece
açılan elleri geri çevirmez.
Allah’a sunabileceğimiz bir hayatımız yok.
“Bugün Allah için ne yaptın” levhaları duvarlarımızı süslüyor! Ama gönüllerimiz çorak.
Levhaları kalbimize ve gönlümüze taşımalıyız, oradan da hayatımıza taşımalıyız. Gözümüzü
dünyaya dikmişiz, birçok şeyi göremez, düşünemez hale geldik. Dünya ön plânda, dünya
adamı olmuşuz.
Bir önemli husus da kurtuluşumuzu geciktiriyoruz. Bekli bazı şeyler geciktirilebilir, ama
kurtuluş asla geciktirilmez. Depremde, yangında gecikiyor muyuz? Kurtulmayı geciktiriyor
muyuz?
Ömür kısa, Azrail ensemizde, çabuk hareket etmeliyiz. Acele etmeliyiz. Sonra geç
kalmış oluruz.
Şeytan, son anda kelime-i şehadet getirir, kurtuluveririm deyince Peygamber
üzülmüş. Cenab-ı Allah:
- Sen üzülme! Biz ona unuttururuz, demiş.
Peygamber nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz,
buyurmuş.
Ölüm, ömrün devamıdır…
Gözümüzü dünyaya dikmişiz, kopamıyoruz, doyamıyoruz.
Bir hadiste Rasûlullah buyurdular ki:
Dünya sevgisiyle birlikte kişinin kalbine şu üç şey de yerleşir.
Birincisi: Sürekli bir meşguliyet ki, dert ve meşakkat ondan ayrılmaz. İkincisi; fakirlik ve
yoksulluk korkusu ki, bunun giderilmesi imkânsızdır. Üçüncüsü; doymak bilmeyen bir ihtiras
ki, dünya ve her şeye sahip de olsa o kişi yine fakirdir.
İşte şimdi bu hastalıklara müptelayız.
Gelin bu gece kendimize gelelim değişelim, değiştirelim.
Rabbimiz bir gece bir semtin zelzele ile belaya uğratılmasını emreder meleklerine.
Ancak melekler o semte vardıklarında halkı ibadet üzere bulurlar. Dönüp niyaz ederler:
- Rabbimiz, belaya müstahak oldukları için zelzeleye maruz bırakılmalarını emir
buyurduğunuz semt halkı, bizim vardığımızda ibadet halindeydiler. Onun için belaya maruz
bırakmaya gönlümüz razı olmadı, aflarını niyaz etmek üzere geldik, derler.
Rabbimizin cevabı şöyle olur:
- Mademki onlar durumlarını değiştirmişler. Öyleyse ben de onlara takdirlerimi
değiştiriyor, aflarını kabul ediyorum, içinde bulundukları iyi halleri hürmetine.
İsteyen için kurtuluş kolay.
Kabir azabı görene:
- Sen hiç Berat gecesine rastlamadın mı? denileceği bildirilmiştir.
Bizi aldatan önemli bir husus da şöyle:
İlerde ibadet ederim, sonra tövbe ederim düşüncesi, insanın helâkına neden olur.
Adam, “Ben şeytanı görmek istiyorum” demiş. Ne yapacaksın onu görüp de demişler.
Israr etmiş, görmüş. Arayan Mevla’sını, arayan belâsını bulacak ya. Şeytan ona: “Daha 40 yıl
ömrün var” demiş. Adam, 20 yıl daha hayatımı yaşayayım, 20 yılda ibadet ederim, demiş.
Ama 19 yıl sonra ölmüş. Şeytan onu amelsiz götürmeyi başarmış.
Kurtuluş geciktirilmez. Örtünmek için geciken, kefenle örtünür. Namaz da geciken
kendini musalla taşında bulur, cenaze namazı kılınır. Tövbede geciken, günahlarının narına
yanar.
Gel kardeşim, gencim daha var deme, ilerde yaparım, ederim deme. Yarına çıkacağını
bilemezsin. Nice genç insanlar mezara giriyor.
Sen gel, kendini kurtararak bu dünyadan ayrılanlardan ol.
*
*
*
i) Kimler Bu Gece Affa Uğramaz?
Af ve mağfiret gecesi olan bu gecede bazı kimselerin affa uğramayacağı, bu gecenin
feyzinden yararlanamayacakları bildirilmiştir.
Bunlar, Allah’ın haram ve yasaklarından sakınmayan, şüpheli şeylerden kaçınmayan,
Allah’a ortak koşan, içki içmeye devam eden, zinadan vazgeçmeyen ana – babaya isyan eden,
Müslümanlar arasında fitne ve fesat çıkaran ve hatalarında ısrar edip tövbe etmeyen
kimseler olduğu haber verilmiştir.
Her isteyen bu geceden nasibini alırken, bir kısım insanın bundan mahrum kalması
acıdır. Aslında böyle zamanlar, sapıklık içinde olan, kötü alışkanlıklara devam eden, yaptıkları
kötülükler yüzünden azap çeken kimseler için bir fırsattır. Daha çok böyle insanların
kurtulmaya, arınarak huzura kavuşmaya ihtiyaçları vardır.
Peygamberimiz bir defasında bu gecenin feyz ve bereketinden mahrum kalacak
olanları şöyle ifade etmiştir:
“İçinde kin ve düşmanlık saklayanlar, tövbe etmeyenler, katiller, içki içmeye devam
edenler, zina edenler, kibirlenip gururlananlar, ana – babasına âsi olan ve azgın devenin
sahibinden kaçtığı gibi, Allah’ tan uzaklaşanlar.”
Demek oluyor ki, bu kişiler tövbe edip, yapmakta oldukları işleri terk etmedikçe,
herkesin affolunduğu bu gecede onlar mahrum kalacaklardır.
Kulun cennette de cehennemde de yeri vardır. Kul, dilediğini seçer. Dilediği yere
gider. Kendini yakacak ateşi de buradan götürür.
Bir de insan, şeytana mahkûm değildir. Şeytan insana zorla kötülük yapamaz. İnsan
onu davet eder.
Peygamberimiz (SAV) Af gecesinde affa uğramayacak olanları şöyle bildirmiştir:
1) “Berat gecesi Allah (cc) her dileyeni af eder. Yalnız müşrikleri ve din kardeşine karşı bozuk
yürek taşıyanı affetmez.” (Ramuz ul Ehadis: 90/2)
2) Berat gecesinde “La ilâhe illallah” sözünü Allah’tan hiçbir şey men edemez, ancak içki
içen bir kimsenin veya gözünü dünyaya dikmiş olanın ağzından çıkan müstesna. (Ramuz u
Ehadis 484/6)
3) Berat gecesinde beş haslet vardır:
1. Her mühim iş bu gece tayin olur.
2. Bu geceki ibadetin sevabı büyüktür.
3. Bu gece ilahi rahmet iner.
4. Bu gece peygambere şefaat hakkının tamamı verilmiştir. Bu şefaatten mahrum
olanlar, devenin ürküp kaçtığı gibi Allah’tan kaçanlardır. (K. Sitte 3/288)
4) “Tövbe etmedikleri takdirde şunlar affa uğramaz;
1. Allah’a şirk koşanlar,
2. Kin besleyenler,
3. Zina edenler, nikâhsız yaşayanlar,
4. Hırsızlık yapanlar,
5. Akraba ile ilişki kesenler,
6. Hayat ve ihtişama mağrur olanlar,
7. Ana babasına asi olanlar,
8. Haksız yere Müslümanı öldürenler,
9. İçkiye düşkün olanlar.” (Tergip ve Terhip: 4/359)
Herkes yaşadığı hayatın sonunda bir karne alacak. Biz nasıl karne alacağız acaba?
Cenab-ı Allah soruyor:
- “Ey İnsan! Seni yaratıp, düzgün ve dengeli kılan… İhsanı bol Rabbine karşı seni
aldatan nedir?” (İnfitar: 6-8)
*
*
*
j) Nasıl Dua Edelim?
Bu gece, duaların kabul olacağı müjdesi vardır. Yeter ki, helal yiyen ağızla yapılmış
olsun.
Peygamber (sav): “Beş gece vardır ki dualar kabul olunur:
1- Regaip gecesi,
2- Berat gecesi,
3- Cuma geceleri,
4- Ramazan bayramı gecesi,
5- Kurban bayramı gecesi.” buyurmuştur.
Peygamberimiz (sav) geceleyin yatmaya gittiği vakit: “Allah’ın adı ile yattım. Ey
Allah’ım! Günahlarımı mağfiret et, şeytanımı kov, uzaklaştır, üzerimde olan her haktan beni
kurtar ve beni en yüksek bir topluluk içinde kıl.” derdi.
Aişe validemiz Peygamberimizin kendisine şu duayı tavsiye ettiğini bildirmiştir:
“Allah’ım! Ben hayrın her çeşidini; acil olanı ve geç olanı, bildiğim ve bilmediğim her türlü
iyiliği Sen’den istiyorum. Her türlü şerden; acil olanından ve geç olanından, bildiğim ve
bilmediğim tüm kötülüklerden de Sana sığınıyorum. Allah’ım! Ben Sen’den, kulun ve
Peygamberinin istediği hayrı istiyorum. Kulun ve Peygamberinin sığındığı şerden de Sana
sığınıyorum. Allah’ım! Ben Sen’den cenneti ve cennete yaklaştıran söz ve ameli diliyorum.
Cehennem ateşinden ve cehenneme yaklaştıran söz ve amelden de Sana sığınıyorum. Benim
için hükmettiğin her kaza (ve kaderi) de hayırlı kılmanı niyaz ediyorum.” (İbni Mace, Dua: 4)
Hz. Aişe (ra), Hz. Peygamber’in (sav) Berat gecesi kıldığı namazın secdesinde şöyle dua
ettiğini anlatıyor:
“Allah’ım! Gazabından rızana sığınıyorum. Cezandan affına sığınıyorum. Allah’ım!
Senden, yine sana iltica ediyorum. Sana yaptığım senayı (övgüyü), senin kendine yaptığın
sena ölçüsünde yapmaktan aciz olduğumu itiraf ederim. Senin komşuluğun ve yakınlığın,
azizliktir. Senin sena ve övülmen yücedir. Senin ordun mağlup edilemez. Sen, vaat ettiğin
şeyde, vaadinden dönmezsin. Senden başka tanrı, senden başka mabud yoktur.” (Müslim,
Salat: 222)
Hz. Peygamber’in (sav) bu duası, Berat Gecesi’nde çok yakışan, tam bir iltica, sığınma
ve bağışlanma duasıdır. Benzer bir duayla, Yüce Yaratan’a sığınıp her türlü günah ve
kötülükten bol bol ve içtenlikle tövbe istiğfar edebilir.
8 Ağustos 1389 tarihinde Berat Gecesi, Kosava ovasında bir fırtına çıkar. Göz gözü
görmez. Padişah Murat Han iki rekat namaz kılar ve gözyaşları ile şöyle dua eder: “Ya Rabbi!
Bu fırtına Murat kulunun günahları yüzünden çıktıysa, masum askerlerini cezalandırma!
Onlar buraya senin adını yaymak için geldiler…” Biraz sonra fırtına diner.
Bu gece alemlerin Rabbi olan Cenab-ı Allah’a şöyle dua edebiliriz:
Allah’ım! Benim Rabbim sensin.
Senden başka ilah yoktur. Beni sen yarattın. Senin kulunum ben.
Gücüm yettiğince sana verdiğim söz ve ahitte duruyorum. Yaptıklarımın şerrinden
sana sığınırım.
Bana verdiğin nimetleri ikrar ve günahlarımı itiraf ederim. Beni bağışla. Zira senden
başka günahlarımı bağışlayacak yoktur Allah’ım.
*
*
*
Elhamdülillahi Rabbil alemin. Esselatü vesselamü ala Rasülina Muhammedin ve ala
elihi ve sahbihi ecmain.
Allahümme ağni ala zikrike ve şükrike ve husni ibadetike.
Allahümme inneke affüvvün kerimün tuhibbul affe feğfü anni.
Allahümmağfirli velivalideyye velil mü’mine yevme yegunül hiseb.
Ya müfettihul ebvab iftahlene hayralbab.
Allahümme ecirma ninennar.
Rabbena Atina fiddünya haseneten vefil ahreti haseneten ve gına azabennar.
Birahmetike ya erhamerrahimin.
Ey merhametlilerin en merhametlisi! Ey tövbeleri kabul eden ve dualara cevap veren
Rabbimiz! Sana yöneldik efendimizi şefaatçi yapıyor, ellerimizi O’nun mübarek ellerinin
altında tutuyor ve isteklerimizi böylece istiyoruz.
Ey Rabbimiz! Ettiklerimize binlerce tövbeler olsun!
Günahımız çoktur ama, senin rahmetinde her şeyi aşkındır, her şeyi kuşatmıştır.
Rahmetin gazabını geçmiştir. Bize rahmetinle muamele eyle.
Ey Rabbimiz! Bazı yüzlerin ağarıp, bazı yüzlerin kararacağı günde bize yardım et.
Allah’ım! Bizim için hayırlar ihsan eyle! Hayırlı ömür ver, hayırlı ölüm ver. Kimselere
muhtaç etme, imanla Kur’an’la bu dünyadan ayrılan, Müslüman olarak ölen sevgili
kullarından eyle.
Arkasından hayırlı anılan, kendisi için Kur’an okunan kullarından olmak nasip eyle.
Ya Rabbi! Kabir azabından ve cehennem azabından sen bizleri koru. Kabrin
darlığından, azabından, karanlığından sana sığınırız. Kabrimizi cennet bahçelerinden bir
bahçe yap. Kabirden cenneti gören, cennetin kokusunu duyanlardan eyle.
Ya Rabbi! Sıratı kolay geçen, amel defteri sağ tarafından verilen, hesabı kolay
görülenlerden eyle. Kıyamet günü rezil olan, zelil olan, amelleri boşa giden ve pişman
olanlardan etme Allah’ım! Peygamber Efendimizin sancağı altında toplanan, havzı
kevserinden içen, şefaatinden istifade eden, affına mazhar olan, nur cemalini gören ve
cennete giren kullarından eyle Allah’ım!
Allah’ım! Beni Müslüman olarak yarattın, Müslüman olarak yaşat ve canımı da
Müslüman olarak al!
Bilerek bilmeyerek işlediğim günahlarımı bağışla.
Ya Rabbi! Kötü ahlaktan, kazadan, beladan, acizlikten, tembellikten, zelil olmaktan,
zulmetmekten, zulme uğramaktan sana sığınırım.
Allah’ım! Müsriflikten, cimrilikten, sapıttıran zenginlikten, isyan ettiren fakirlikten sen
koru.
Rabbim! Şirke düşmekten, küfre girmekten sana sığınırım.
Rabbim! Ben günahkarım sen günahları bağışlayansın. Benim günahlarımı affet. İki
cihanda aziz eyle. İki cihanda yüzümü güldür. Dünya da ve ahiretten iyilik ver. Dünyanın
sıkıntılarından, ihtiyarlık hastalığından, ölümün acılarından, kabir azabından, cehennem
azabından sen koru.
Allah’ım! Verdiğin nimetlere şükürler olsun, nimetlerini bizeden eksik etme,
helalinden ver.
Allah’ım! Boş, anlamsız işlerle uğraşmaktan, seni unutturacak işlerden, sorumlu
olacağım işlerden sen koru. Doğru sözlü olmayı, doğru işler yapmayı nasip et.
Allah’ım! Dünyaya yönelip ahireti unutanlardan etme, pişman olacağımız işlerden sen
koru.
Allah’ım! Helalinden kazandır, helal yedir içir, hayra sarfettir, son nefesimizde iman
nasip et.
*
*
*
k) Sonuç:
Çok ihmalkârız, çok unutkanız.
Bu gece, Azrail’e öleceklerin listesi verilmiş, şöyle bir bakmış, hayret etmiş.
– Ne oldu, demişler.
– Falanca bir saat sonra ölecek, hâlâ dünya için çırpınıp duruyor, demiş.
- Bu gece fırsatı değerlendiren kurtuluş berâtını alır.
– Dönüşü olmayan bir yolculuktayız. “Keşke” demek fayda vermez.
– Çoğumuz zevksiz, tatsız, tuzsuz bir hayat yaşıyoruz. Bu gece dönüm gecesi olmalıdır.
Alışkanlıklardan kurtulma gecesi olmalıdır. Günahları terk gecesi olmalıdır.
Bu gece gelin söz verelim Allah’a. Diyelim ki:
– Bu geceden itibaren gaflete son, isyana son ya Rabbi! diyelim.
– Kötü alışkanlıklara günahlara son. (Sigaraya, içkiye, kumara, zinaya, haram lokmaya,
yalana dolana, ikiyüzlülüğe son diyelim.)
– Bu geceden itibaren ibadetsizliğe, itaatsizliğe son, diyelim.
– Bu geceden itibaren “Ya Rab! Rızana uygun yaşamam için bana yardım et, bana
hidayet ver” diyelim.
– Ya Rabbi! Bu geceyi bizim hakkımızda, Müslümanlar hakkında hayırlara vesile kıl.
Bizim için hayırlı kararlar alınmasına, hayırlı yazılar yazılmasına vesile kıl.
Şair şöyle niyaz ediyor:
Berat gecesidir bugün,
Berat Allah’ım berat.
Kalbimizde korku hüzün,
Berat Allah’ım berat.
Bu gece Berat gecesi,
Hak’kın bize var müjdesi.
Tövbe eden kullarına,
Verir berat belgesi.
Günahlar yığılmış kat kat,
Taşımaya yoktur takat,
Olmak istiyoruz azat,
Berat Allah’ım berat.
İsteyecek yok yüzümüz,
Kapalıdır kalp gözümüz,
Tövbeyle yanar özümüz,
Berat Allah’ım berat.
Mağfiret sahibi Gaffar,
Sana geldik biz günahkar,
Bu gece berat vaadin var,
Berat Allah’ım berat.
Bu gece af deryan taşar,
Yıkanırlar tövbekarlar,
Kullar sana avuç açar,
Berat Allah’ım berat.
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
BİN AYDAN HAYIRLI GECE
KADİR GECESİ
Cenab-ı Allah’ın indirdiğine, koyduğu emir ve yasaklara itibar edilmediğinden dünya
değişti, hayat zorlaştı. İnsanlar başkalaştı, insani duygular değişti; faydacılık ve merhamet
duyguları köreldi. İnsanlar kendilerine yakışmayan davranışlar sergiliyor. Basit şeyler kavga ve
cinayet sebebi oluyor. Toplumdan sevgiden, paylaşmaktan eser yok. İntiharların, cinayetlerin
sebepleri anlaşılamıyor.
Mutlu etme düşüncesi olmadığından mutlu olunmuyor. Ahiret, sorgu unutuldu, ahlak
bozuldu. İnsanlar kendi kusurları ile uğraşmak yerine, başkalarının kusurları ile uğraşıyor.
İnsanlar gelip geçen ömürlerine, kaçırdığı fırsatlara üzülmüyor. İşlediği günahlara,
yapamadığı güzel şeylere, yetemediği, yetiştiremediği evlatlarına üzülmüyor.
Cenab-ı Allah’ın tanıdığı fırsatlar değerlendirilmiyor, gelip geçiyor.
Kadir gecesi Yüce Allah’ın, insanların dünya ve ahiret saadeti için sunduğu bir fırsattır.
*
*
*
a) Kadir Gecesinin Fazileti:
Kadir sûresinde :
“Biz o Kur’an-ı Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin?
Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.
O gecede, Rablerinin izniyle melekler re Cebrail her bir iş için iner dururlar.
O gece, esenlik doludur. Ta ortalık aydınlanıncaya kadar.” Buyrulmuştur.
Haşr Sûresi 21. âyeti :
“Eğer bu Kur’an-ı bir dağın üstüne indirseydik, muhakkak ki onu Allah korkusundan
baş eğmiş, parça parça görürdün”
Peygamber (as)’ın ifadesiyle:
- “Kadir gecesi, yeryüzündeki melek sayısı, yeryüzündeki taşlardan fazla olur.” (Ramuz
el-Ehadis : 368/3)
- “Bir kimse inanarak ve mükâfatını umarak, kadir gecesini ihya ederse, geçmiş
günahları af olunur.” (Age: 436/11)
- “Kadir gecesi gelince melekler Allah’ı zikreden her kula Allah’tan rahmet dileyip, dua
ederler.” (Müslüman Şahsiyeti :342)
Hz. Peygamber (as) :
- “Cenab-ı Allah başka ümmetlere böyle bir gece vermemiştir” buyurur.
Günlerin içinde Cuma, gecelerin içinde Kadir, ayların içinde Ramazan bir başkadır.
Bu geceye, kutsal bir gece olduğu için “Kadir” denmiştir.
Kadir gecesi 83 yıllık ibadete denk sevabı olan bir gecedir. Bu fırsatı Cenab-ı Allah
Kadir gecesi mü’min kullarına vermiştir.
Cenab-ı Allah inanan kulları için farklı zamanlar, farklı ibadet ve farklı sevaplar ihsan
etmiştir. Bu her kula nasip olmaz.
*
*
*
b) Hangi Gece Kadir Gecesidir?
Bazı şeyler apaçık bildirilirken, bazı şeylerde gizlenmiştir. Hz. Peygamber : “Kadir
gecesini Ramazanın son on gününde arayın.” (K. Sitten 1/257: İ. Canan) buyurmuştur.
Kadir gecesini Ramazanın son on gününde ve tek günlerde aramamız gerektiğine dair
uyarılar vardır.
Bir sahabe der ki;
“Hz. Peygamber, kadir gecesini bize bildirecekti. Fakat o sırada iki Müslümanın
münakaşa ettiğini gördü. Bunun üzerine bize : “Size kadir gecesini haber vermek için
çıkmıştım, falanla falanı münakaşa ederken gördüm, Kadir Gecesinin hangi gün olduğunu
unuttum” dedi. (Müslüman Şahsiyeti : 343)
İki kişinin münakaşasına bakın. Müslüman Müslümanla uğraşmayacak. Müslümanlar
hataları yüzünden hayırdan, rahmetten nasıl mahrum olduklarını göstermesi bakımından bu
olay bize mesaj olmalıdır. İbn-i Abbas (ra) :
“Kadir Sûresi otuz kelimeden ibarettir. Yirmi yedinci kelime ‘Kadir’ gecesi kelimesidir”
demiştir.
Kadir gecesinin asırlardır yirmi yedinci gece olarak kabul edilip ihya edilmesi, ümmetin
ittifakı ile de teyit olunmuş bir hakikattir.
Diğer geceler belli de kadir gecesi neden tam olarak bildirilmemiştir? Diye soruluyor:
- O geceyi ihya edenler derler ki: Biz bin aydan hayırlı olan geceyi ihya ettik. Allah bizi
bağışladı der, bundan sonra da amelleri azalabilir. Yaptıklarına güvenirler, gaflete düşerler de
helâk olurlar.
Rabbim ölümü de gizledi, devamlı ibadet etsinler diye. Kendilerine ölüm gelince
imanla gitsinler, amelleri onları kurtarsın diye rabbim gizlemiştir.
Peygamberimiz son on günde itikafa çekilirdi. İtikaf nedir? İtikaf farz-ı kifayedir…
İtikâfa giren hangi gece olursa olsun onu yakalamış olacaktır.
Hz. Aişe (radıyallahu anh) anlatıyor : “Resûlullah (aleyhissalatü vessellam) vefat
edinceye kadar Ramazan’ın son on gününde itikâfa girer ve derdi ki : “Kadir Gecesi’ni
Ramazan’ın son on gününde arayın” Resûlullah (a.s.m.) den sonra zevceleri de itikâfa
girdiler.” (Tirmizi Savm, 71)
*
*
*
c) Kadir Gecesinde Neler Olmuştur?
Bu gece neler olmuştur ki, bu gecenin kadri kıymeti yüksektir?
Kadir gecesi denince akla neler geliyor:
1- Cenab-ı Allah, Muhammed ümmetini çok seviyor. İçinde Kadir gecesi bulunmayan, bin
aydan hayırlı bir gece vermiş. Bir gün Hz. Peygamber İsmailoğullarından bir zattan bahseder.
Bu kişi, 83 yıl Allah yolunda cihad yapmış ve Allah’ın rızasını kazanmıştır. Peygamber bunu
anlatınca Ashab-ı Kiram üzülür. Böyle bir ömür bize nasib olamaz derler. Bunun üzerine Allah
Kadir Sûresini indirir ve 83 yıldan daha hayırlı Kadir gecesini Muhammed ümmetine nasip
eder.
2- Kuran, Kadir gecesinde inmiştir.
3- Kadir gecesinin 1000 aydan hayırlı olduğunun bildirilmesi, bazı zamanların diğer zamanlara
üstün olduğu, o zamanlarda yapılan ibadetlerin diğer zamanlarda yapılan ibadetlerden farklı
olduğunu akla getiriyor.
Bakın, zaman su gibi akıp gidiyor. Geçen, yaşanan zamanda geri gelmiyor. İnsan için
zaman üçtür; geçmiş, gelecek ve içinde bulunduğu zaman. Geçmiş zaman bizden çıkmıştır.
Gelecek zamanı yaşayıp yaşayamaya-cağımızı bilemiyoruz. Bunun için yaşadığımız her günü
son gün bilmemiz lâzımdır. İçinde bulunduğumuz zamanı iyi değerlendirmeliyiz. Kurtuluşu
geciktirmeyelim. Ölüm, geceleri yastığımızın altında, gündüzleri karşımızda, onun için
kurtuluş geciktirilmemelidir.
4- Kadir gecesi, insanın kaderinin değiştiği gece-dir.
5- Kadir gecesi, kurtuluş gecesidir.
6- Allah’ımız kullarının cehenneme gitmesini istemiyor. Cennete gitsinler istiyor da bu fırsatı
bize ondan vermiştir.
Sonuç olarak; Cenab-ı Allah Müslümanları çok seviyor. Bire bin veriyor.
Ayrıca bize Kur’an gibi bir şefaatçi indirmiştir. Kur’an, okuyana, uyana, şefaat edecek
ve kurtuluşunu sağlayacaktır.
*
*
*
d) Kadir Gecesi Kurtuluş Gecesidir
Bu gece melekler yeryüzüne inerler. Yeryüzünde zikredenleri, namaz kılanlar, dua
edenleri ve tövbe edenleri tespit ederler. Sabahında da isteyenlere selâmet vardır.
Bu gece, insanlığa selâmet reçetesi sunulmuştur.
Kur’an’da: “Allah kimseye zulmetmez, insanlar kendi kendilerine zulmederler.”
buyrulmuştur. (Yunus:44)
Şair de kurtulmak istemeyenler için
“Hiç kuluna zulmeder mi Hüdası
Kulun çektiği kendi cezası” demiştir.
Kutsi Hadiste Rabbimiz şöyle buyurur:
“Kulum beni nasıl bilirse, ona öyle muamele ederim. (İ.Canan, Hadis Ans : 3/289)
Hz. Peygamber:
“Kadir gecesi gelince; melekler, Allah’ı zikreden her kula Allah’tan rahmet dileyip dua
ederler. Ramazan bayramı olunca da Allah meleklere der ki: “Ey meleklerim! İşine bağlı
işçinin mükafatı nedir? Melekler:
- Ey Allah’ım! Onun mükafatı ücretinin eksiksiz verilmesidir” derler. Allah da
meleklere:
- Benim kullarım emrettiğim şeyleri yaptılar. Sonra bana dua ettiler. Onların dualarını
muhakkak kabul edeceğim.”
Allah kullarına da şöyle der;
- Sizi bağışladım, kötülüklerinizi iyiliğe çevirdim.” (Müslüman Şahsiyeti : 342, M.
Zekeriya Kandehlevi)
Mezarında bir kul kabir azabı çekerse, kabristandakiler sorarmış:
- Sen hiç Ramazan ayına ulaşmadın mı, kadir gecesini yaşamadın mı?
- Eğer yaşadım” derse, hayret ederlermiş “Nasıl olup da kendini af ettiremedin, sel
gibi akan sevaplarla amel defterini dolduramadın da kabir azabına maruz kaldın” derlermiş.
Peygamber (as) buyurur ki:
- “Kim ki kadir gecesinin faziletine inanarak kadir gecesini ibadetle ihya edenin geçmiş
küçük günahları af olunur.” (Riyaz üs-Salihin 2/264)
- “Kadir gecesinden mahrum olan, çok büyük şey-den mahrum olmuştur.”
- “Gök kapıları gece yarısı açılır:
- “Dua eden var mı, kabul olunsun. Bir şey isteyen var mı, verilsin. Var mı belâya
uğrayan, kurtulsun. Her Müslümanın duası kabul olur. Yalnız zina yapılmasına ön ayak olan
kadın, haksızlık yapıp haraç alan hariç…” (Ramuz el-Ehadis : 255/8)
- “Allah geceleyin Müslüman kulunu uyandırırsa, o da Allah’ı zikreder ve mağfiret
dilerse günahları bağışlanır. O kişi abdest alıp namaz kılarsa ve Allah’ı zikrederse, af olunur.
Dua ederse, duası da kabul olur.” Age: 48/5)
Bu hadislerde inanan insanlar için güzel müjdeler vardır.
Sürekli hata eden, günah işleyen insan için bir gece yeterli değildir.
Hz. Peygamber : “Ramazan ayı içerisinde bin aydan daha hayırlı olan bir gece vardır,
kim o geceden mahrum kalırsa bütün hayırlardan mahrum kalır. Onun hayrından da ancak
nasipsizler mahrum olur” (Müslüman Şahsiyeti: 341) der.
Kadir gecesi çok sevaplı bir gece, bu gecede her isteyen kurtuluyor. Bende bu gecede
bir şeyler yapıp kurtuluvereyim” demek, yağmacılık gibi bir şey olur.
Bazıları “Kadir gecesini ihya ettim” deyip sabah eski hayatına dönüyor. Yok öyle şey,
böyle yararlanma olmaz.
Şeytan Peygambere:
- ”Ben son anda kelime-i şahadet getirir, kurtulanlardan olurum” demiş.
Peygamber üzülmüş. Gelen vahiy ile de üzüntüsü gitmiş.
Cenab-ı Allah:
- Ey Muhammed! Sen üzülme biz ona, o anda demek istediğini unuttururuz” demiştir.
İnsanın kurtuluşu için tek kadir gecesi yeterli değildir. Çünkü kadir gecesinden sonra
da günah işleniyor.
Ayrıca kadir gecesinde doğmak, kadir gecesinde ölmek, kadir adını taşımak da yeterli
değildir.
Adam kadir gecesinde ölmüş. “İçki de içerdi, faizde yerdi, biz kötü bilirdik” yanılmışız.
Allah yanında değerli bir kul imiş” demişler. O gece hanımının rüyası üzerine çocukları
mezara gittiklerinde ciğerlerini kabrin etrafında görünce, mezarı açmışlar, babaları domuz
şekline girmiş yatıyor…
Atalarımız : “Her geceyi kadir, her gördüğünü hazır bil.” demişlerdir.
Hesabını verebileceğimiz bir hayat yaşamalıyız. Çünkü yaşadığımız her anın hesabını
vereceğiz. Yapıp, yapmadıklarımızdan hesaba çekileceğiz. Daha son nefeste hesap
başlayacak.
Kabirde sorgu var, sırattan düşmek var. Her insan duraklardan geçecek ve hesaba
çekilecek.
Cevap veremeyenin vay haline!
1. Durak iman durağıdır. İmandan sorulur. İnanmayanların vay haline!
2. Durak namaz durağıdır. Namazı eksik olanın vay haline!
3. Durak zekat durağıdır. Zekatını vermeyenin vay haline!
4. Durak oruç durağıdır. Oruç tutmayanın vay haline!
5. Durak hac durağıdır. İmkanı olup da hacca gitmeyenin vay haline!
6. Durak temizlik durağıdır. Cünüp gezenin vay haline!
7. Durak ana baba hakları durağıdır. Anne ve babasını razı edemeyenin vay haline!
(M.Z.Kotku, Ehli Sünnet Akaidi)
Şakik bin İbrahim (rh) dedi ki:
İnsanlar dört şeyle dediklerinin aksini yaptılar.
1- “Biz Allah’ın kullarıyız.” Dediler fakat hürler gibi hareket ettiler, emirlerine uymadılar.
2- “Allah-u Teala bizim rızkımıza kefildir.” Dediler fakat kalpleri ancak dünya ile tatmin
oldu.
3- “Ahiret dünyadan hayırlıdır.” Dediler fakat dünya için mal toplamakla meşgul oldular,
ahiret için amel hazırlamadılar.
4- “Biz elbet öleceğiz.” Dediler fakat hiç ölmeyeceğini zanneden kimseler gibi amel
ettiler, dünya için çalıştılar.
Şura ehli tarafından bey’at edilerek halife seçilen Hz. Osman (ra) üzgün bir şekilde Hz.
Peygamberin minberine çıktı. Allah’a hamdü senada bulunup Hz. Peygamber’e selatü selam
getirdikten sonra şunları söyledi:
-
Siz her an değişmekte olan bir yurttasınız ve hayatınızın bundan sonraki kısmında
yaşamaktasınız. Öyleyse henüz gelmeden, gücünüz yettiğince ve en güzel şekilde
ölüme hazırlanınız! Ömrünüzü en hayırlı amellerle değerlendiriniz. Şunu biliniz ki
bu imkan sizlere verilmiştir. Unutmayınız; eceliniz sabah yada akşam hiç
beklemediğiniz bir anda size gelebilir. Bu dünya aldatma üzerine kurulmuştur.
Nitekim Allah-u Teala:
“ Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan Allah’ın affına güvendirerek sizi
kandırmasın!” (Lokman:33) buyurur.
*
*
*
e) Kadir Gecesini Nasıl Değerlendirelim, Neler Yapalım?
Bu gece öyle şeyler yapmalıyız ki, kadirlik olalım, affa uğrayalım, kurtulalım:
Kur’an-ı Kerim bu gecede inmiştir. Öyleyse bu gece Kur’an gecesi olmalıdır.
Allah: “Biz o Kur’an’ı Kadir gecesinde indirdik.” (Kadir: 1) “Biz O’nu mübarek bir
gecede indirdik.” (Duhan: 3) buyurmuştur.
Kur’an-ı Kerim hayat kaynağı, mutluluk kaynağıdır. Müslüman olan yabancılar:
“Kur’an’da hayat buldum.”, “Kur’an’dan etkilendim.” gibi ifadeler kullanmışlardır. Kur’an’dan
etkilenen ilim adamlarının sayısı bir hayli fazladır.
Kur’an; bana dünyada şefaat etti, beni farklı kıldı. Esas ahirette şefaatçi olacaktır.
Peygamber (as): “Kur’an’ı okuyunuz. Çünkü O kıyamet gününde Kur’an ehline şefaat
edecektir.” buyurur. (Müslim Misafirin: 252)
Kur’an’ın bize indiğini, bize hitap ettiğini düşünerek okumalıyız. Kur’an okumanın
sevabı çoktur. Peygamber (as):
- “En hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.”
- “Kur’an’ı okuyunuz. Çünkü her harfi için on sevap verilir.” buyurmuştur. (R.Salihin:
1003)
- ‘Bir topluluk bir evde toplanır da Kur’an okursa, kalpleri huzur bulur, rahatlar,
Allah’ın rahmeti onlar üzerine olur, melekler onları kuşatır. Allah onları melekler
yanında anar.’’ (R. Salihın: 1027)
- ‘’Bir evde Kur’an okunduğunda melekler hazır olur, şeytanlar çekilir, ev halkına
genişlik hâsıl olur, hayır çok, şer az olur. Bir evde Kur’an okunmazsa darlık gelir,
hayır azalır, şer çoğalır.’’ (Ramuz el E-hadis: 196/2)
Kur’an’da ne okuyalım:
Kur’an’ın her ayeti her sûresi üstün ve faziletlidir. Ama Peygamber (a.s)’ın çok
okuduğu ve okuyun dediği sûreler şunlardır:
-Peygamberimiz: Kur’an’da en büyük sûre FATİHA sûresidir.’’ buyurmuştur.
(R.Salihın:2/349)
-‘’İhlâs sûresi Kur’an’ın üçte biridir. (Age: 2/350)
-‘’Felâk ve Nâs sûrelerinin benzeri görülmemiştir.’’ (Age: 2/352) (Bu iki sure ile
peygamberimiz hep Allah’a sığınmıştır.)
-‘’Mülk sûresi mağfiret oluncaya kadar okuyanı şefaat eder.’’ (Age:353)
-‘’Geceleyin Bakara sûresinin sok iki ayeti, onu okuyan için kafidir.’’ (Age: 2/353)
-‘’Evinizi kabre çevirmeyin. Şüphesiz ki şeytan içinde Bakara sûresi okunan evden
kaçar.’’ (Müslim, Misafirin:212)
-‘’Kur-an okuyan kimse hata etse, acemi olsa melekler onun yanlışını düzeltir.’’
buyrularak hatalı okuyanın bile Kur’an’ı okumayı terk etmemesi öğütlenmiştir. (Ramuz el Ehadis: 57/13) ‘’Kur’an’ı zorla okuyana iki kat ecir vardır.’’ (R.Salihın: 998) buyurur.
*
*
*
- ‘’Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’an’ın kalbi de Yasin’dir. Kim Yasin’i okursa Allah onun
okumasına, Kur’an’ı on kere okumuş gibi sevap yazar.’’ (Tirmizi, Fedail-L-Kur’an:7)
- ‘’Yasin, Kur’an’ın kalbidir. Allah’ın ve ahret gününü arzu ederek Yasin okuyan
kimsenin geçmiş günahı affedilir. Onu ölülerinize okuyunuz.’’ (Ebu Davut, Cenaiz:20)
Peygamber (as):
- “Yasin suresi ne maksatla okunursa, onun içindir. Yasin suresini okuyun.”
- “Kur’an’daki ayetlerin en büyüğü Ayet’el Kürsi’dir. Okuyan için Allah günahlarını
silip sevap yazacak bir melek gönderir.”
Hz. Ali’ye de:
- “Bu ayeti oku, şeytan uzaklaşır, sana zarar vermek isteyen zarar veremez.” diye
tavsiyede bulunmuştur.
Bu gece yalvara yakara gözyaşları ile günahlarımıza tövbe etmeliyiz.
Hz. Peygamber:
Günahlarından dolayı tövbe eden günah işlememiş gibidir.” Allah’ın affı bizim
günahlarımızdan daha büyüktür. Ümit kesmek de, tamamen ümit var olmak da doğru
değildir.
Şeytan: “Kullarını saptıracağım” diye Allah’a yemin ettiği zaman Cenab-ı Allah da :
“Tövbe ettikleri takdirde bende af edeceğim” buyurmuştur.
Hz. Ali’ye biri şöyle diyor:
- “Günah işledim tövbe ettim. Gene günah işledim” Hz. Ali (ra):
- “Gene tövbe et” O adam :
- “Ne zamana kadar ya Ali!” diyor. Hz. Ali (ra) :
- “Şeytan senden ümidini kesinceye kadar, günahlardan arınıncaya kadar, günah
işlememeye başlayıncaya kadar” diyor.
Cenab-ı Allah : “Tövbe edin” diyor.
Tövbe etmek her kula vaciptir.
Dua edelim. Hz. Peygamber : “Dua mü ‘minin silahıdır.” Dua belâ ateşini söndürür”
diyor.
Hz. Aişe: –“Kadir gecesine ulaştığımda nasıl dua edeyim? Demiş.
Hz. Peygamber : = Allah’ım! Affı seversin, kerimsin, beni affet” de demiştir.
Allah : -“Dua edin icabet edeyim”, “Yok mu dua eden duasını kabul edeyim” deyip
durur. Biz de dua ederek kurtulalım.
Namaz kılalım. Peygamber :”Namaz dinin direğidir”, “Cehennemdekilere: -Sizi buraya
sürükleyen nedir? –“Biz namaza önem vermezdik” diyecekleri haber verilmiştir.
Kaza borcu olanlar mutlaka ödemeyi düşünsün…
Bu gece kaza namazı, tespih namazı, nafile namazları kılalım.
Zikir yapalım: Zikir farzdır. Bu gece melekler iner, sabah geri dönünce Allah sorar:
- “Kullarım ne yapıyor?” Melekler:
- “Seni zikrediyorlar” deyince Cenab-ı Allah:
- “Bende onları affettim” diyeceğini Peygamberimiz (sav) haber vermiştir.
- Bu gece tebrikleşip, dualaşmalıyız. Gönül almalıyız.
- Bu gece hediyeleşmeliyiz.
- Gelecek Kadir gecesine ulaşıp ulaşamayacağımızı Allah bilir. Onun için ibadetin her
çeşidini yapalım. Geçmişin eksikliklerini tamamlamaya çalışalım.
Peygamberimiz (SAV)de bu konuda şöyle buyur-muştur.
- “Beş vakit namazın dışındaki en faziletli namaz gece namazıdır.” Gece kalkan kulları
için Cenab-ı Allah rahmetiyle tecelli eder” (Tâç : 1/324)
- “Dünyada cennet nimetlerine benzer bir şey varsa, oda gece ibadetinden alınan
zevktir.” (İhya:1/1034)
- “Aman gece ibadetine sarılın. Sizden önceki halis salih kullar gece ibadeti ile
yüceldiler. Çünkü gece ibadeti Allah’a yaklaştırıcıdır, günahları bağışlatıcıdır, günahlardan
uzaklaştırıcıdır ve bedenin rahatsızlıklarını gidericidir.” (Tâc 1/326) buyurmuş ve gece
ibadetine önem vermemizi istemiştir.
Biri, bir Allah dostuna:
- “Allah beni seviyor mu? diye sorar. O da:
- “Allah seni gece huzuruna çağıyor mu, kabul ediyor mu? Eğer çağırıyor, kabul
ediyorsa, seni seviyor” der.
Hasan Basri’ye:
- Gece namaza kalkanların yüzleri neden güzel olur? Diye sorarlar, oda:
- “Rahmanı ile baş başa kalmışlardır da ondan” der.
Kur’an-ı Kerim’de:
- “Geceleyin namaz kıl” (insan : 26)
- “Geceleyin Allah’ı tespih et” (Kaf:40) buyrulmuş-tur.
Peygamberimiz (as)’ın bildirdiğine göre:
- “Farz namazlardan sonra en faziletli namaz gece namazıdır.”
- “Gece namazına eşini kaldırana Allah rahmet etsin” (Ramuz el-Ehadis : 290/1)
- Hz. Ömer’in oğlu Abdullah rüyasında cennete gider, cenneti gezer. Bu rüyayı kız
kardeşine anlatır. O da Peygambere anlatır. Bunun üzerine Peygamberimiz:
- “Ah Abdullah bir de gece namazı kılsa” der.
Ondan sonra Abdullah bir daha gece namazını bırakmaz. (İ. Canan, Hadis Ans. 12/357)
Bir gün teheccütten önce rüyamda bir eve götürdüler, evin ortasında besili bir eşek
yatıyordu. Bana:
- “Bu aile reisi, namaza kalkmıyor, namaz kılmıyor” dediler. Uyandım, uzun süre
tüylerim diken diken oldu.
Kuran’da: “Ailene namazı emret, kendinde sabırla devam et.” (Taha : 132) emri vardır.
Gece ibadetine mâni olan şeyler nelerdir?
- Haram lokma yemek, üzerinde kul hakkı bulundurmak.
- Günahlarla iç içe oluşumuz ve günahların Allah’la aramızda perde oluşturması.
- İman zayıflığı, imanı ibadetlerle besleyememek.
- Nefsin esareti, nefsin arzularının kırılamaması.
- Dünyaya düşkünlük, gözünü dünyaya dikmek.
- Çok yemek yemek.
- Çok uyumak.
- TV’de program seçimi yapmamak. Geç vakitlere kadar o kanal bu kanal gezmek.
*
*
*
f) Nasıl Dua Edelim:
-
Allahümme inneke afüvvün, kerimün tıhıbbül affe feğfü anni (Allah’ım! Sen affı
seversin, kerimsin beni affet)
Allahümmağfirli, velivalideyye velil-mü’minine yevbe yagümül hıseb (Allah’ım!
Kıyamet gününde beni affet, ana babamı affet, Müslümanları affet)
Allahümme ecirna minennar (Allah’ım! Cehennem ateşinden koru)
-
Ya müfettihu’l-ebvab iftah lena hayral-bab (Ey kapıları açan Allah’ım! Bizim için hayır
kapılarını aç)
Ya Rabbi! İbadetlerimizi, dualarımızı kabul et. Kulluğumuzu, hizmetimizi daim eyle.
Bizi kulluk defterinden silme. Dua edişimizde: “Buyur kulum!” dediğin ve dualarına cevap
verdiği kullarından et.
Bize sağlık ve sıhhat ver. Bizi iki cihanda aziz eyle. İki cihan saadeti ver. İki cihanda
yüzümüzü güldür ve yüzümüzü ak et.
Allah’ım! Bizi sev, sevdir. Sevdiğin şeyleri yapan ve rızana uygun yaşayanlardan eyle.
Allah’ım! Bizi, çocuklarımızı haramlardan, günahlardan, mekruhlardan ve şüpheli
şeylerden koru. Günah işlemekten, şirke düşmekten sana sığınırız.
Rabbim! Bize helal gıda nasip et. Rızkımızı arttır, helalinden ver, soframıza haram
lokma girmesinden sana sığınırız.
Allah’ım! Zenginliğin ve fakirliğin şerrinden, kötü arkadaştan, kötü komşudan sana
sığınırım.
Rabbim! Bana sevaplı işler işlemek, faydalı olmak nasip eyle. Günahlarımı bağışla,
rızkımı genişlet, helalinden ver. Günahlardan, haramlardan ve şüpheli şeylerden koru.
Allah’ım! Gafletten, inançsızlıktan, ibadetsizlikten, zulmetmekten, zulme uğramaktan
sana sığınırım. Ömrümün kalan kısmını rızana uygun yaşat. Vücuduma sağlık, işlerimde
kolaylık ver.
Rabbim! Büyücünün, iftiracının, gıybetçinin, hasetçinin şerrinden koru. Kötü
huylardan, bencillikten kötü arzu ve isteklerden sana sığınırım.
Rabbim! Endişelerimiz, kederlerimi izole et. Gönlümün sıkıntılarını gider. İşlerimi
kolaylaştır. Dinin üzerinde beni yaşat. Bana zor gelen her şeyi kolaylaştır. Senin rızana uygun
muradlarımı gerçekleştir. Gizlide ve açıkta ömrüm boyunca beni takva üzerine sabit kıl.
*
*
*
g) Sonuç Olarak:
İbadet edebilmek, hidayet işidir. İbadet edememek ise cezadır. Cezaların ağırıdır.
Peygamber (as) : “Birini Allah’ın terk etmiş olmasının alâmeti, okulun boş şeylerle
uğraşmasıdır” demiştir.
Allah insanı terk ettiyse, kulluk defterinden sildi ise, kulluk yapamaz. Onun için
yapılanlarda bir işe yaramaz.
Allah’ın sevgili kullarından birinin son anlarında yüzünü kıbleye çeviriyorlar. Kendine
geliyor:
- “Ne yapıyorsunuz?” diyor.
- “Yüzünüzü kıbleye çeviriyorsunuz” diyorlar.
- “Ben şu ölüm döşeğine yatıncaya kadar eğer yüzümü kıbleye çevirmemişsem, sizin
yüzümü şu anda kıbleye çevirmeniz beni kurtarır mı?” diyor.
Ramazanlar gelip geçecek, Kadir Geceleri gelip geçecek, yüzünü kıbleye çevirmeyecek,
o ölürken birileri yüzünü kıbleye çevirecek, birileri namazlarını kılacak, “iyi biliriz” diyecekler,
kabirde yüzü kıbleye döndürülecek… Çok geç değil mi?
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Kutsal Günler
A- ÜÇ AYLAR
B- RAMAZAN GÜNLERİ
C- RAMAZAN BAYRAMI
D- KURBAN BAYRAMI
E- CUMA GÜNÜ
F- AŞURE GÜNÜ
G- HİCRET
H- MEKKE’NİN FETHİ
İ- YILBAŞI
KUTSAL GÜNLER
ÜÇ AYLAR
a) Üç Aylar: Recep, Şaban, Ramazan:
Üç aylar: Recep, Şaban ve Ramazan aylarına denir. Bunlardan birincisi Recep, Allah’ı çok
çok anmak demektir. Bunun geçen ramazandan bu yanaki gevşeme-yi, ihmali bir taarfa
bırakarak, Recep ayını kurtuluşumuz, uyanışımız ve ibadetlere sarılışımızın habercisi saymalıyız.
Recep ayı, Kur’an-da övülen bir aydır. Beş mübarek gecelerden Regaib, Miraç, bu ay
içerisindedir. Kıble bu ayda değişmiştir.
Peygamberimiz(SAV): “Recep ayı Allah’ın , Şaban ayı benim, Ramazan ayı ise
mü’minlerindir” demiştir. Bu ne demektir? Bu, Recep ayında Allah’a, saban ayında Hz.
Peygambere yaklaşılacak, Ramazanda ise kurtulunacaktır, demektir.
Zunnun-i Mısrî şöyle der:
“Recep; tohum ekme, Şaban sulama, Ramazan ise hasat ayıdır.”
Bir hadiste: “Recep ayının mağfirete, Şaban ayının şefaate, Ramazan ayının da sevapların
kat kat verilmesine vesile olduğu” bildirilmiştir.
Enes B.Malik(r.a)dan:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem;
“Recep ayının diğer aylar üzerine üstünlüğü, Kur’an-ın öteki kitaplara üstünlüğü gibidir.
Şabanın öteki aylar üzerine üstünlüğü, benim diğer peygamberler üzerine üstünlüğüm
gibidir. Ramazanın diğer aylar üzerine üstünlüğü, Allah-u Teâlânın yarattıkları şeyler üzerine
üstünlüğü gibidir” buyurmuştur.
“Recep ayına ulaştığında Peygamber Efendimiz:
“Ya Rabbi! Bize Recep ve Şaban’ı mübarek eyle ve bizi Ramazana eriştir” diye dua ederdi.
Bu ayda oruç tutmak sevaptır. Hz. Peygamber:
“Kim Recep ayında bir gün oruç tutarsa, bir yıl oruç tutmuş gibi olur. Bu ayda yedi gün
oruç tutan, cehennemden uzak olur. Daha fazla tutan daha çok sevap kazanır” buyurmuş,
oruç tutmamızı istemiştir. (Taç 2/s.92) Çünkü oruç, Allah ile kul arasında olan bir ibadettir.
Bir ihtiyar Hz. Peygambere:
- Recep ayında ben, fazla oruç tutmaya muktedir değilim, ne yapayım diye sorar. Hz.
Peygamber:
- Ayın başında, ortasında ve sonunda oruçlu olursan, bütün ayı oruçlu geçirmiş olursun,
cevabını vermiştir.
Şu kolaylığa bakın! 1’e 10 var. Müslümanın işlerine 10’da değil 1’e 700’e kadar sevap var.
Üç ayları oruçla geçirelim, inşallah. Yalnız bu oruçlara niyetlenirken, kaza borcu olanlar,
kaza diye niyetlensinler. “Bana nafile sevabı da ver Ya Rabbi” desinler. Recep ayında yapılan
dua kabul edilir, hatalar affedilir. Bu ayda günah işleyenin cezası da kat kat olur. Hazret-i
Hüseyin anlatır:
“Kâbe’yi tavaf ederken, yanık sesle Allah-u Teâlâ’ya dua eden bir kimsenin sesini işittik.
Babam bunu çağırmamı emretti. Güzel yüzlü, temiz bir kimseydi. Ancak sağ tarafı felç olmuş,
kurumuş, hareketsiz idi. Ona dedim ki:
- Sen kimsin, vaziyetin ne böyle?
- Menazil bin Lahık… Ben çalgı çalmakla, şarkı söylemekle şöhret salmış, Arabistan’ın
artisti denilen ünlü bir gençtim. Hep nefsin, arzuların peşinde koştum. Recep ve Şaban
aylarında bile bu günahlara devam ederdim. Salih babam, beni bu günahlardan kurtarmaya
çalıştı. Bana, (Allah-u Teâlâ’nın azabı şiddetlidir, bir anda kahredebilir. Kötü arkadaşlardan
vazgeç, bu kötü işleri bırak! Melekler ve bu aylar senden şikayet ediyorlar) dedi. Nasihate hiç
tahammülüm yoktu. Babamın üzerine yürüyüp, döverek susturdum. Üzüntülü ve kırık bir
kalple babam şöyle dedi: (Bu aylarda oruç tutup, geceleri ibadet ediyorum. Beytullah’a gidip
şerrinden korunmak için, Allah-u Teâlâdan yardım dileyeceğim.) dedi. Bir hafta oruç tutup,
Kâbeye giderek, (Ey Rabbim! mazlumların ahını yerde bırakmazsın. Bu ayda, bu mübarek
yerlerde yapılan duaları reddetmezsin. Hakkımı oğlumdan al, onu felç et!) diye dua etti.
Henüz duası bitmeden sağ tarafım felç oldu. Beni görenler, (Baba bedduasına uğramış kişi)
derlerdi. Hz. Hüseyin:
- Baban bu haline ne dedi? dedim.
- Babamdan özür diledim. Onun da babalık şefkati galip gelerek beni bağışladı. Beddua
ettiği yerde, bu sefer şifa bulmam için hayır dua etmek üzere deve ile Beytullah’ a gelirken,
devenin ürkmesi ile babam düşüp öldü. Şimdi çaresizim, dedi.
Sonra babam(Hz. Ali) bu felçli gence dua etti. Recep de yaptığı bu dua bereketiyle de Hak
Teâlâ ona şifa ihsan etti.”
Bu olayda hangi mesajlar var?
- Oyun ve eğlence adamı olmamak,
- Baba bedduası almamak,
- Üç aylarda duaların kabulü,
- Mübarek zamanları önemsememenin cezası.
Gelelim üç ayların 2.sine:
Üç ayların ikincisi; Şaban ayı da, bereket ayıdır, af ayıdır. Onda öyle bir gece vardır ki,
Berat gecesi, kurtuluş gecesidir. Şaban ayı, Hz. Peygamberin benim ayım dediği aydır. Hz.
Peygamber, en çok Şaban ayında oruç tutar, ibadet ederdi. Çünkü Şaban ayında peygambere,
ümmetine şefaat etme hakkı verildi. Rabbim şefaatinden mahrum etmesin.
Üç ayların sonuncusu ise Ramazan ayıdır. Peygamberin: “Eğer insanlar, Ramazanın
değerini bilselerdi, bütün senenin Ramazan olmasını isterlerdi” dediği aydır.
Ramazan ayı ayların içinde en mübarek aydır. İçinde 83 yıllık ibadete bedel olacak
kadir gecesi vardır. Kur’an, Ramazan ayında inmiştir. Ramazan ayı mü’minlerin af olduğu,
şeytanın şerrinden korundukları aydır. Ayrıca; islâmın beş temel şartlarından olan oruç,
Ramazan ayında farz kılınmıştır.
Demek ki, mü’minler için tazelenme, yenilenme ve değişim aylarına girmiş
bulunuyoruz. Bu aylarda müslümanlar, Allah’ın verdiği nimetleri paylaşacak, şefkat ve
merhametle birbirlerine muamele edecekler, sevgi, saygı, kardeşlik duyguları, doruk noktaya
çıkacak, insanlar değişecektir. Her yönü ile değişecektir. Bu aylarda yapılan her iyiliğin, her
ibadetin sevabı kat kattır. İlgisiz kalmanın günahı da kat kattır.
Bu aylar, rahmet, fazilet ve bereket aylarıdır.
Araplarda islâmdan önce haram aylar vardı. Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep
ayları, haram aylardı. Araplar, bu aylarda silahlarını bırakırlar, kavga etmezler, kan
dökülmezdi. Bu aylara hürmet gösterirlerdi. Kimse saygısızlık etmez ve kendine, kendi eliyle
zulmetmezdi. Tevbe 36.da: Mübarek aylarda kendinize zulmetmeyin, yazık etmeyin,
buyruluyor.
*
*
*
b) Cenab-ı Allah Farklı Zamanlar Yaratmıştır:
Mekânlar içinde farklı, kutsal mekânlar olduğu gibi, zamanlar içinde de daha değerli,
kutsal zamanlar vardır.
Cenabı Allah, Cuma günü bir saat yaratmıştır ki, başka bir saat ona denk değildir. o
saatte dualar red olmaz. Günler içinde Cuma günü, diğer altı güne eşit değildir. Cuma,
mü’minlerin bayramıdır. Geceler içinde bir kadir gecesi, 364 geceden, hatta bin aydan daha
hayırlıdır. Aylar içinde üç aylar, üç ayların içinde de Ramazan ayı bambaşkadır.
Farklı mekânlar, farklı zamanlar, farklı insan olabilmek içindir. Önemli olan bize fırsat
olarak tanınan bu zamanları değerlendirebilmektir. Bu farklı zamanlarda yapılan işler ve
ibadetler de farklıdır. Cenabı Allah bize fırsat vermiş, Hz. Peygamber de fırsatları
değerlendirebil-memiz için müjdeler vermiştir. Bizler de size bunları anlatıyoruz. Anlatmaya
çalışıyoruz.
Bu neye benziyor biliyor musunuz?
Gece yolculuğu yaptığımızı düşünün öyle bir zamanda, öyle bir yerden geçiyoruz ki,
meseleyi bilen birisi bize diyor ki:
- Kardeşlerim, şu gece karanlığında üzerine bastığınız şu çakıl taşları var ya, bunlar
değerli taşlar. Bunlardan alabildiğiniz kadar alın, bunlar size fayda verecek, diyor.
Bir kısmı: “Bunlar da bir taştır” deyip almıyor. Bir kısmı: “Biz bu adamı biliriz,
güveniriz. Bu adam, “Benim için alın” da demiyor. Böyle bir şey olmasa, böyle demez, deyip
taşlardan alıyor. Sabah olup her yer aydınlanmaya başlayınca, bir bakıyorlar ki, gerçekten
taşların herbiri değerli taşlar. Ve kazançlı çıkıyorlar. Almayanlar da pişman oluyor, keşke biz
de alsaydık diyor. Geri dönüş yok, pişmanlık fayda vermiyor… Dünya da böyle işte…”
İşte şuandaki durumumuz böyle… Üç aylar geliyor, ibadetlere sarılın diyoruz.
İnsan, unutmak manasına gelen “nisyan” kelimesinden gelir. Unutmak, hata yapmak
insanın fıtratında vardır. İlk insan Adem Peygamber bile unutmuş, yanlış yapmıştır. Kendini
de bizi de cennetten mahrum bırakmıştır.
Unutmak, dünya ve dünyadaki şeyler için olunca fazla önemli değildir. fazla bir kayıp
da değildir. ama kulluk, kulluğun getirdiği sorumluluklar ve ahiret unutulursa, Allah korusun o
zaman felâket olur.
Bu aylar, kurtuluşumuz için fırsattır. Bu ayları ve bu aylarda yapmamız gerekenleri
unutmayalım. Diğer aylardan farklı bir hayat yaşayalım. Dokuz ayın kirini Recep ile biraz
temizleyelim, Şaban da temizlemeye devam edelim, Ramazanda kurtulalım inşallah.
Tek Ramazanda kurtuluş olmaz. İki ay önceden hazırlık olursa Ramazan, kurtuluş ayı
oluverir.
*
*
*
c) Üç Aylar Güzel Bir Fırsattır:
Mübarek üç aylar, Cenab-ı Allah’ın kullarına rahmet olarak verdiği bir fırsattır. Kendini
sorgulayanlar için dönüm noktasıdır.
“Bugün Allah için ne yaptın” sorusunu duvarlardan, gönlümüze, kalbimize, beynimize
taşıyalım ve bunu “Bu yıl Allah için ne yaptın?” diye kendimize soralım…
Akarsu, geri gelmediği gibi, bir damlası geri gelmediği gibi, zaman da geri gelmiyor.
Bir saniyesi geri gelmiyor. Bir çok şey para ile satın alınabilir. Ama geçen zaman geri
getirilemez, satın alınamaz.
Zaman üçtür: Geçmiş zaman, geri getiremeyiz. Gelecek zaman, ulaşıp
ulaşamayacağımızı bilemeyiz. Bir de içinde bulunduğumuz zaman. İşte bizim için zaman
budur. İçinde bulunduğumuz zamanı iyi değerlendirme-liyiz.
Allah, farklı zamanları bizlere fırsat olarak tanımıştır. Bu zamanlar farklıdır. Feyzi,
bereketi boldur. Yapılan işlerde farklı muamele görecektir. Bu zamanları değerlendirmeyen,
fırsatı kaçırmış olur.
İnsan, kurtuluşunu geciktirmemelidir. “Daha gencim, daha var, emekli olduktan sonra
yaparım, ederim” diyebilir miyiz? Biri; emekli olduktan sonra camiye gideceğim, diyordu.
Emekli olmadan camiye getirdiler, ama tabutun içindeydi. Kurtuluşu geciktirmek olmaz. Bu,
alt kat yanarken üst katta hiç gayret göstermemek gibi olur.
Sevgili peygamberimiz, beş şey gelmeden beş şeyin kıymetini bil:
1- Fakirlik gelmeden zenginliğin,
2- Meşguliyet gelmeden boş zamanın,
3- Hastalık gelmeden sağlığın,
4- Yaşlılık gelmeden gençliğin,
5- Ölüm gelmeden hayatın… buyurmuştur.
Hepimiz, üç ayların vereceği huzura muhtacız. Fırsatları ganimet bilelim. Bakın geçen
yıl bu günlerde bazıları yaşıyordu. Bugün yaşamıyor. Gelecek yıl kim ölür, kim kalır bilinmez.
Fırsatlar pek nadir ele geçer. Çabuk gelir, çabuk kaçar. Fırsatı yakaladık mı, hemen
değerlendirmek lâzım. Çoklarımız için bu dünya olmadı. Bazılarına kavun, bazılarına kelek
yedirdi. Hiç olmazsa gelin, ebedi hayatımız mahvolmasın.
Son zamanlarda deniz kirli, hava kirli, su kirli, ses kirli, düşünce kirli, görüntü kirli,
hayat kirli, kirli bir dünya… Üç aylar , kirlenen bu dünyayı, kirlenen namevi atmosferi
temizlememiz için fırsat olsun. Bu aylar, hatalardan, günahlardan arınma ve kurtulup,
temizlenme zamanıdır.
Unutmayın, ömür öyle de geçer böyle de. Hiç olmazsa gafletle geçmesin.
Kurtuluşumuza yücelişimize vesile olsun inşallah.
Kış geliyor diye,
- Tarhana yapıyorsunuz,
- Bulgur yapıyorsunuz,
- Biber kurutuyorsunuz,
- Salça yapıyorsunuz,
- Turşu kuruyorsunuz,
- Kışlık yakacak hazırlıyorsunuz,
- Kışlık giyecek hazırlıyorsunuz,
- Evi kışa hazırlıyorsunuz, bakım yapıyorsunuz.
Hani ölüm, hani kabir hazırlığı, hani ahiret hazırlığı?…
Sahabenin üç aylar programı şöyleydi:
- Sahabe-i Kirâm Şa’ban hilâlini görünce, kendilerini Kur’an-ı Kerîm okumağa verirler,
çokça ve devamlı salât ü selâm getirirlerdi.
- Ticaret erbabı borçlarını öderler, senelik hesaplarını toparlardı.
- Zenginler ise mallarının zekâtını hesap eder, fakirlere dağıtırlardı ki, ihtiyaçlarını
alabilsinler. Sıkıntıları-nı giderebilsinler. Bu sayede toplum hep birlikte, neşe içinde heyecanlı,
aşk ve vecd içinde Ramazanı yaşasın bayram yapabilsin.
- Hakimler, valiler, mahkûmlarla görüşür, eksekiye-tini afvedip, tahliye ederlerdi.
Her meslek gurubunun kendine özgü yapacağı vazifeleri her kesimden insanların aynı
heyecanı yaşayabilmesi için dikkat etmesi gerekli davranışları olma-lıdır. Bu manevî
mevsimden herkes istifade etmenin yollarını aramalı, elimize geçen imkan kaçırılmamalıdır.
Soruyorum, samimi olarak cevap verelim:
- Allah’ı, peygamberi seviyor musunuz?
- “Evet” dediğinizi duyar gibi oluyorum.
- İnsan sevdiğine kavuşmak ister, haydi yanlarına gidelim, var mısınız?
- Ses çıkmadı, bazılarınız da hazır değiliz, diyor. Daha var, diyor.
- Ölüm, gündüz ensemizde, gece yastağımızın altında, yarına çıkmaya garantin var mı? Allah
ile anlaşman mı var? Yok. Hazırlığın da yok. Öyle ise neden hazırlan mıyorsun? Allah aşkına
bu gafleti bırak. Kendini daha fazla aldatma. Haydi silkin söz ver. Değişeceğim de ve değiş,
sen kazanacaksın.
Üç aylar, iyi bir kul olma fırsatıdır. Ahireti kurtarma fırsatıdır. Ahiret yokmuş gibi
yaşayamayız. Ölümü unutarak hayat süremeyiz. Biz ölümü unutsak da ölüm bizi unutmaz.
Beklenmedik bir anda “dur” der.
Ebu Katebe anlatıyor:
“ Hz. Peygamberin huzurundan bir cenaze geçmişti. O vesile ile, Allah Resulü’nün
dilinden şu sözler döküldü:
- “İki sınıf ölü vardır. Rahata eren, kendisinden rahata erilen.”
Sahabeler sordular:
- “Ya Resulallah! Bunlar kimlerdir?
- “Mü’min kul, ölümle rahata erer. (Dünya hayatının yorgunluk ve acılarından,
ibadet külfetlerinden kurtularak Allah’ın rızasına ve nimetlerine kavuşur.) (Allah’ın
emir ve yasaklarını tanımayan ve yaşamayan) facir ve kafir kişiden ise, insanlar,
hayvanlar, ağaçlar ve şehirler (herkes) kurtulur.”
Şair ne güzel ifade etmiştir:
Yoklansın, mezarda kafası her ölenin.
Farkı var mı bakalım hükümdarla ölenin!
Çıkmışsa ilahi emir, bahane bol,
Toprakla başlar, toprakla biter bu yol!
*
*
*
Kimler geldi, neler neler istediler,
Hepsi de dünyayı bırakıp gittiler,
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
Ya işte! O gidenlerde senin gibiydiler.
*
*
*
d) Neleri Değiştirelim?
Önce dünya görüşümüz ve hayat anlayışımız değişmelidir.
İşimiz, kılık kıyafetimiz, yememiz, içmemiz… değişmelidir.
Bir çoklarımız etrafını saran cazibeler içinde, zaman çarkında eriyip, bitip, tükenip
gidiyor. Ne giyeyim, ne yiyeyim, bütün problem bu.
Allah soruyor: “Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorlar?” (Tevbe: 38) diye. Evet
Allah’ı, ahireti unutuyor muyuz? Yoksa inanıyor da, umursamıyor muyuz? Unutmak cezadır.
Terk edilmişiz demek. Bu da bir cezadır.
Dünya görüşümüz, dünyaya meylimiz, hayat anlayışımız, “inandım” dediğimiz,
inandığımızı iddia ettiğimiz dinle bağdaşmıyor. Hayatı, ölümle doğum arasına sıkıştırıyoruz.
Bu hayatın geçici olduğunu, yaptığımız, yapmadığımız her şeyin iğneden ipliğe hesabını
vereceğimizi unutuyoruz.
Dünya ile ilişkilerimiz kavi, çok sağlam, ahiretle, hesap kitapla ilişkilerimiz eh… Hani,
“namaz kılıyor musun?” demişler. “Bayramdan bayrama” demiş. İçki içiyor musun? demişler:
“Akşamdaaaan akşama” demiş… Cumadan cumaya, Ramazandan Ramazana, bayramdan
bayrama, bizi kurtarmaz.
Artık levha dindarlığından kurtulalım. Bir çokları işyerine, evine astığı levhayı
okuyamıyor. Herkes kendine: “Nerem müslüman?” diye sormalıdır. “İşim, alışverişim, islâmca
mı?” Akşam Allah’a: “Ya rabbi, bugün senin için şunu yaptım, bugünümü böyle geçirdim,
uma-rım razı olursun” diyebileceğimiz kaç gün yaşadık? Gün sunamazsak, ömrü nasıl
sunacağız?
Bir de kime benziyoruz?..
İş işten geçmeden kendimize gelelim, hesabını veremiyeceğimiz işler yapmayalım.
Bugünleri nasıl yaşarsak, hayatımız öyle noktalanacaktır. Peygamberi-miz(SAV): “Nasıl
yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürse-niz öyle haşrolunursunuz” demiştir.
“Nerede çalgı, orada kalğı” felsefesi olan adam, kelime-i şehadet getirememiş,
parmaklarını kıtlata kıtlata son nefesini vermiştir.
Böyle mübarek aylarda oruçlu olan talebelerinin ağzına su dökerek oruçlarını
bozduran adam, emekli olunca felç olmuş. Ziyaretine giden arkadaşı: “Hâlâ inanmıyor
musun?” deyince, O:
- Ah bir inanabilsem, biliyorum rahatlayacağım, demiştir.
Bu aylarda sevap kat kat, günah da kat kat. Neden? Bu aylarda fırsatı tepen, bu aylara
saygısızlık edenler için ceza da kat kat, demiştir. Günahlara aldırış etmiyoruz.
Bize verilen hayat, öyle yaşanmalı ki, pişmanlık vesilesi olmasın. Ayrıca hayat imtihan
yeridir. Şu anda imtihandayız.
Emekli birine:
- Haydi camiye gidelim, dedim. Bana:
- Gidecek hal mi kaldı? dedi, ağladı. Bu ağlamanın faydası yok…
İbadet edemeyeceğimiz günler gelmeden ömrü iyi değerlendirelim.
Şimdi şöyle bir düşünelim: Ölüme çare bulduk mu? Hayır. Öyleyse ölüme
hazırlanmalıyız. Hazırlığımız mezar yeri satın almak, kefen satın almak, beni şuraya gömün,
ben ölümce mevlit okutun, şöyle edin, böyle yapın (…) olmamalıdır.
Bir hadiste bildirildiğine göre kıyamet gününde öncelikle beş şeyin sorgulaması
yapılacaktır:
1- Hayatı nerede ve nasıl geçirdin?
2- Bilgini nerelerde kullandın?
3- Malına nereden kazandın?
4- Malını nereye harcadın?
5- Gençliğini, sağlığını ne şekilde yıprattın? (Tirmizi, Kıyamet: 2532)
Başka bir hadiste de şöyle haber verilir:
- “Allah azabı en hafif olan cehennemliğe sorar:
- “Eğer dünya her şeyi ile senin olsaydı, şu azaptan kurtulman için verir miydin?” O
kişi:
- “Evet!” der. Ona şöyle denilir:
- “Senden çok daha azı istenmişti.” (İ.Canan Hadis Ans.:14/223)
İnsan niçin yaratılmıştır? İnsan yesin, içsin, boş şeylerle vakit geçirsin, köpek gezdirsin,
Rabbine isyan etsin diye yaratılmamıştır. İnsanın görevi, kendisini yaratan, yaşatan Rabbine
kulluktur. (Zariyat: 56 İnsan:2)
İnsan hayatı güzel yaşamalıdır. Mezar ebedi istirahat yeri değildir.
Allah Kur’an’da soruyor: “Feeyne tezhebün? (Nereye gidiyorsunuz?)”
Azıcık ateşle yemek pişmez.
Ölünce ardında nelerin denmesini istersin? Allah’ın nasıl muamele etmesini istersin?
Hesaba çekileceksin, sorulara nasıl cevap vereceksin? Dersini çalışıyor musun?
Kabir sana soracak: Bana neler getirdin? diyecek. Verecek cevabın olmazsa kabir azap
yeri olacak biliyor musun?
Sırat köprüsünden nasıl geçeceksin, düşündün mü?
Amel defterini sağdan mı istersin, soldan mı?
Bu yolun dönüşü yok. Dönmek istesen, “Şimdi mi aklın başına geldi!” denecek.
Bırakalım her şeyi. Nasıl kurtulmayı düşünüyorsunuz?
*
*
*
d) İbadetlerde Devamlılık Esastır:
Bazı kitaplarda yazıldığı gibi şu kadar oruç tutan, şu namazı kılan, ömründe bir defa
tesbih namazı kılan, şu ibadeti şu kadar yapan, şu sureyi, şu duayı, şu zamanda şu kadar
okuyan kurtulur, cennete gider. Cehennem ateşi görmez, kabir azabı çekmez, deniliyor.
Tamam okuyalım. Ama işin bu kadar da ucuz, basit olmadığını bilelim. Ucuz kurtuluş
olmadığını bilelim.
Ömür boyu üzerimize farz, vacip, sünnet olan bir ibadeti bir defa veya belirli
zamanlarda yapmak yeterli olmasa gerek.
İbadetlerde devamlılık esastır. “Aldattım onu” hesabı Allah’ı aldatamayacağımız gibi,
kendimizi de aldatmaya çalışmayalım. Üzerimize farz, vacip ve sünnet olan görevleri tam
olarak yapacağız, borcumuzu ödeyeceğiz, bundan sonra da nafilelerle Allah’a yaklaşacağız,
Allah’ın sevgili bir kulu olacağız, inşallah.
İnsanın kurtuluşu için, gece gündüz, ömür boyu çalışanların yanında bir gece, bir gün,
3 ay, bir Ramazan yetmez. Adam, bayram namazından gelmiş hanımına “al şunları” demiş.
Hanım “ne onlar?” deyince “takke tesbih… Biz müslümanız hanım, gelecek Ramazanda lâzım
olur” demiş.
Hz. Peygamber: “Az da olsa amellerin devamlı olanı makbuldür” buyurmuş. Allah:
“Ölünceye kadar ibadet et!” (Hıcr: 99) diyor.
İnsan, hayatının bir bölümünün hesabını vermeyecek ki, sonra Allah’ın nimetlerinden
belirli zamanlarda yararlanmıyor ki, belirli zamanlarda ibadet edilsin. Belirli zamanlarda
şükredilsin.
Şeytan, Hz. Peygambere: “Ben, son anda kelime-i şehadet getirir kurtulanlardan
olurum” deyince Peygamber üzülmüş. Cenabı Allah: “Üzülme, biz ona o anda kelime-i
şehadet getirmeyi unuttururuz” diye vahyetmiştir.
İbadette bir nasip işidir, hidayet işidir. İnsanın Allah’ın emrettiği şekilde
yaşayamaması aslında bir cezadır. Bugün “ah inanabilsem, ah yapabilsem” diyenler vardır.
Musa peygambere biri: “Ben senin dediklerini yapmıyorum” hani benim cezam?
demiş. Musa Peygambere Allah şöyle vahyetmiş: “biz ondan ibadet etmenin zevkini almadık
mı? Bundan daha büyük ceza mı olur?..”
İnsan, inanılması gibi inanmayınca, inandığı gibi yaşamayınca, yaşadığı gibi ve işine
geldiği gibi inanmaya başlıyor, ucuz yoldan , kestirmeden kurtulmak istiyor. O da, böyle ucuz
kurtuluş olmayacağını biliyor ama, “Ya oluverirse” diye düşünüyor.şeytanın oyununa geliyor.
İBADETİN HER ÇEŞİDİNİ YAPALIM
Cenab-ı Allah’ın hangi amellerimizi kabul edeceğini, hangi ibadetimize daha çok sevap
vereceğini bilemeyiz.
Ayrıca, cennetin yolları, kapıları çoktur. Hangi amelle, hangisinden girileceği belli
olmaz.
Bir de, kimse kendisini cennetlik görmesin. İnancımız da Allah’ın rahmetinden ümit
kesmek günah olduğu gibi, emin olmak da günahtır. Orta yolda, ümitle korku arasında olmak
gerekir.
Bazıları, cennete gideceğinden emin, bazıları da ibadetleri bir eziyet ve sıkıntı, hatta
zulüm olarak görüyor. Zulüm olan, kötülüktür, kötü işlerdir. İnsan, inanmamak, ibadet
etmemekle kendine zulmetmiş olur. En büyük zulüm de budur.
Bugün bedenle yapılan ibadet var, malla yapılan ibadet var. İslâm’da tatlı dil, güzel söz
bir ibadettir. İyi düşünmek bir ibadettir. İnsanlara zarar verecek muz kabuğunu yoldan
kaldırıp atmak bir ibadettir. İyi niyet bir ibadettir. İyilerle beraber olmak bir ibadettir.
Bulunulması gereken yerde bulunmak, bulunulmaması gereken yerde bulunmamak ibadettir.
Tepki bir ibadet, tebliğ bir ibadettir. Yani ibadet sevabı kazanılır.
- Her ibadetin yansıması başkadır…
- Her ibadetin def ettiği belâ da farklıdır…
- Her ibadetin sevabı da başkadır…
İbadet olan davranışlar da çok. Müslümanın iyi niyetle yaptığı her iş ibadet. Yalnız bu
ibadetlere bit’ad karıştırmamaya dikkat edelim. Çünkü bit’ad sapıklıktır. Sevapları da götürür.
Müslüman, Allah’ın ve peygamberin yapmamızı istediği her ibadeti yaptığı gibi,
büyüklerimizin yapıp da bize tavsiye ettiği nafile ibadetleri de yapmalıdır. Çünkü; farz, vacip
ve sünnetler, bizim borcumuzdur. Onları yapmakla borcumuzu ödemiş oluruz. Kulun
derecesini nafile ibadetler yükseltir. Derecemiz yükselsin diye; farzı, vacibi, müekket
sünnetleri bırakıp nafilelere sarılırsak o nafileler o zaman, nafile olur,bize faydası dokunmaz.
Kul, Allah’a tam bir teslimiyet göstermelidir. Teslim alınmadan teslim olmalıdır…
Ölünün yıkayana teslim olduğu gibi.
İçimizde; Ya Rabbi! “Bu güne kadar sana lâyıkı ile kul oldum. Sana teslim oldum, sana
gelmeye hazırım, canımı alabilirsin” diyebilecek bir babayiğit, bir Allah dostu var mı? işte
ölçü…
Adam bıkmış usanmış, canından bezmiş. Sırtındaki yükle yol kenarına oturmuş:
- Allah’ım şu canımı al da kurtulayım, demiş.
Cenab-ı Allah azraili karşısına çıkarıvermiş. Azraili gören adam ona demiş ki:
- Yükümü kaldırıver de gideyim.
Cenab-ı Allah Ey kulum! Sana aynı ömrü bir daha yaşaman için sana geriveriyorum,
dese. Ya Rabbi, yaptığım amelleri, gördüğüm hizmetleri bir daha aynısını yapamam endişesini
taşıyorum, geri dönmeyeceğim, diyebilecek bir babayiğit, bir Allah dostu var mı?
Yoksa, bundan sonra hazır olalım, var mısınız? Zira Azrailin gelmesi yakın. Her an: “Ver
emaneti” diyebilir.
İbadetin her şeklini, her çeşidini yapmak gerekir. Çünkü Cenab-ı Allah’ın hangisinden
razı olacağını, hangisini kabul edeceğini, hangisinden çok sevap vereceğini bilemeyiz.
*
*
*
e) İnsanın Kendisinin İyi Olması Yetmez:
Önce insanın kendisi iyi olacak; insan kendini kurtarmış olacak, sonra da inançlar,
idealler gönüllere, kişilere, kitlelere ve nesillere taşınacaktır, taşınmalıdır.
İnancımızda herkes, sadece kendisinden sorulmayacak. Yakınlarının ve çevresinin de
hesabını verecek. Çünkü; insan, kendi yükü ile beraber daha nicelerinin yükünü de taşıyor…
Hepimizin sorumlulukları var, sorumlu olduğu kimseler var. Tahrim sûresinde Cenab-ı
Allah: “Kendinizi ve aile fertlerini, yakacağı taşlar ve insanlar olan cehennem ateşinden
koruyun” buyurarak insanın kendisinin iyi olmasının yetmeyeceği ifade edilmiştir.
İslâm inancında “gemisini kurtaran kaptan değildir.” İnsan, başkalarına yardımcı
olacaktır. Hz. Peygamber(SAV): “İnsanların en hayırlısı insanlara en çok yardım eden, faydalı
olandır” buyurur.
Bu mübarek zamanlarda bizim bir şeyler yapmamız yeterli değildir. çevremizle
beraber, ailecek birşeyler yapmalıyız. Üç aylara ailecek, çoluk çocuk girmeliyiz. Yani aile
fertlerinin de ilgisini çekmeliyiz. Oruç tutarken, namaz kılarken camiye giderken yavrumuzla,
torunumuzla, kardeşimizle beraber olmalıyız. Aile içinde küçük yaşta ilgisi çekilmeyen, “o
daha küçük, büyüsün” denilen çocuklar, yozlaşıyor. Ana babasının cenaze namazını
kılamayacak, kabirlerinin başına geldiği zaman fatiha okayamayacak halde büyüyorlar.
Soruyorum: yakınlarınızın, çevrenizin ve sevdiklerinizin cehennem ateşinden, kabrin
azabından ve kıyametin dehşetinden kurtulmasını istemez misiniz?
- İsteriz! dersiniz.
- E… Hani gayret? Sadece istemek yeter mi?
Bugün çoluk çocuk herşeyi biliyor. Ama sûreleri bilmiyor, namazı bilmiyor, islâmı bilmiyor. Bir
baba arkadaşına:
- Amcası, benim oğlum herşeyi biliyor, der. bunu duyan adam: - Oğlum bir kelime-i şehadet
getirir misin? deyince çocuk, odaları dolaştıktan sonra: “Onu babam getirsin amca” der.
Şiir okuyan, fıkralar anlatan bir çocuğa “aferin” dedikten sonra bir de “sübhanekeyi
oku” dedim. 8 yaşındaki çocuk “o ne demek” dedi.
Üç aylarda tebliğ hareketini hızlandıralım. Elimizin altındakileri, çevremizdekileri
unutmayalım ki, bize lânet okumasınlar, rahmet okusunlar.
Soruyorum: Bugün evladından emin olan, Allah evladım için, eşim için bana sormaz,
diyebilen, benim evladım ben öldükten sonra dua eder, Kur’an okur, deme cesaretinde kaç
kişi gösterebiliriz? Eğer emin değilsek fırsat elimizdeyken çaresine bakmamız gerekmez mi?
Bugün isteyen hayırlı evlat yetiştiremez mi? İsteyen evlat sorumluluğundan kendisini
kurtaramaz mı? İşte bu fırsatları değerlendirmezsek sorumlu oluruz.
*
*
*
f) Başı Boş değiliz, Takip Ediliyoruz, Gözetleniyoruz:
Cenab-ı Allah şöyle haber veriyor:
-“Her insanın amelini boynuna doladık. İnsan için kıyamet gününde açılmış olarak önüne
konacak bir kitap hazırlarız. Oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter deriz.”
(İsra: 13-14)
İnfitar suresinde de: “Şunu iyi bilin ki, üzerinizde muhafızlık eden sizi her an
gözetleyen yazıcılar vardır. Siz ne yaparsanız onu görür ve yazarlar.” (Ayet: 10- 12) buyrularak
insan uyarılmıştır.
- “Kitap ortaya konmuştur; suçluları orada yazılı olanlardan korkmuş olduklarını
görürsünüz. Vay halimize! Derler bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şeyi
bırakmaksızın yaptıklarımızın hepsini sayıp dökmüş. Böylece yaptıklarının
karşılığını da bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf: 49)
İnsan, Allah’a yaptığının yapmadığının hesabını bir bir verecek. Bu dünyada kimse
sorumsuz değil.
Zilzal sûresinde Cenab-ı Allah: “Kim ki zerre kadar hayır işlerse, mutlaka mükafatını
görecek. Kim de zerre kadar günah işlerse o da cezasını çekecek” buyurarak yapılan her şeyin
mutlaka karşılığı olduğunu bildirmiştir.
Bakın, cehennemde ateş yoktur. Herkes kendi ateşini kendi yakar. Behlül Dârânın
perişan halini gören Harun Reşid:
- Bu ne hal, nereden geliyorsun? der.
- Cehennemden geliyorum, cevbını verir.
- Ne işin vardı cehennemde? der.
- Ateş almaya gittim, diye cevap verir.
- E… alabildin mi bari?deyince de:
- Hayır, vermediler. Burada ateş olmaz, herkes kendi ateşini dünyadan kendi getirir dediler,
der…
Biz ne yapıyoruz? Çoğumuz odun toplamak, ateş yakmakla meşgul değil mi?
cehennem odunu olacak çok.
Unutmayın, filme alınıyoruz. Her hareketimiz tespit ediliyor. El, ayak, göz, kulak, dil
yaptıklarına şahitlik edecek.
Sonra fişleniyoruz. Her insanın sağında solunda kiramen kâtibin denilen melekler var.
Herşeyimizi yazıyor. Sağımızda veya solumuzdan verilecek defteri yazıyorlar…
Kitabı sol tarafından verilenler şöyle diyecek:
- Keşke peygamberi dost edinseydik, bizi sapıtanları dost edindik, deyip ellerini çırpacak,
ellerini ısıracaklar. (Furkan 27-29)
- Bazıları da deftere bakacak ve keşke toprak olsaydım, diyecek. (Nebe: 40)
- Bazıları da: Ya Rabbi ne olur beni tekrar dirit. Dünyaya gönder de salih ameller işleyeyim,
kendimi kurtaracak ameller de bulunayım, diyecek. Allah da onlara: “Şimdi mi aklınız başınıza
geldi? diyecek.”
Dikkat edin, ölüm ötesi pişmanlık fayda vermez. Pişman olanlardan, helâk olanlardan
olmayalım. Göz göre göre insan kendini ateşe atmaz. Akıllı insan, bu dünyada kendisini
kurtaran insandır.
İslâmdan uzak hayat çıkmaz sokaktır.
Kötülüklerin arttığı, hemen hemen her yere yayıldığı bir dönem yaşıyoruz. Her an
günaha, harama düşme tehlikesi var. Bu herkes için böyle. Bu durumda:
- Korunmak isteyen dine sarılsın.
- Dünyayı isteyen dine sarılsın.
- Ahireti isteyen dine sarılsın.
- Hem ahireti hem de dünyayı isteyen de dine sarılsın. Dinsiz insan, heder olan insandır, telef
olan insandır. Gelin fırsat varken kurtuluşumuzu sağlayalım.
MÜBAREK AYLARDA MÜBAREK OLUNUR
Hayat, hep mark, dolar, altın, mal mülk değildir. Eğlence de değildir.
Hayatta her kazanılanın bir hesabı vardır. Nereden kazandın, nasıl kazandın,
Allah’ın hakkını, kulun hakkını ne yaptın? Bunların hesabı verilmeyecek mi? Ömrün hesabı
verilmeyecek mi?
Başka zamanlarda işenmediği gibi, üç aylarda asla günah işlenmez. İbadetler, helâl
lokma ile yapılır. Kötüler, kötü alışkanlıklar terk edilir. İbadetler, hayır, hasenat arttırılır.
İnsanların sıkıntısını giderenin, Allah da sıkıntısını giderir. Kullarına acıyanı Allah da acır.
Bu günlerde bu aylarda amelleri attırmak, mübarek insan olmaya çalışmak gerekir.
“Kandilin mübarek olsun, üç ayların mübarek olsun” der, biz kendimiz mübarek olmazsak,
mübarek işler yapmazsak, bugünlerin, bu ayların bize faydası olmaz.
Recep, Şabanı değerlendiremezsek, Ramazan ayından faydalanamayız. Bu günlerde,
biz de ve toplumda önemli değişiklikler olmalıdır. Değişmeliyiz, değiştirmeliyiz.
Bu günler, bu aylar bize birer fırsattır. Bunun için kavuştuğumuz her kandili,
eriştiğimiz mübarek zamanları, elde edebildiğimiz her fırsatı son bilmeliyiz. Bu günlere, bu
aylara bir daha kavuşamayacağımızı düşünmeliyiz. Kim ölür, kim kalır?…
Bu aylarda kendimizi kurtarmaya çalışırken ölmüşlerimizi ve zevkleri bıçak gibi
kesecek olan ölümü unutmayalım. Zira, hayat hep böyle gitmeyecek, ağzımı-zın tabı bir gün
bozulacak. Ayrılma sırası bize gelecek. Dönüşü olmayan yola çıkarılacağız. Kabir kapısından
gireceğiz, öbür âleme intikal edeceğiz. Sorgu başlayacak, hesap başlayacak, azab başlayacak.
Allah hayırlı bir son versin, “Hüsnü hâtime” istiyorum Ya Rabbi! diye dua ediniz,
mübarek insan olmamız için dua edip ve çok çalışmamız lâzımdır.
Bu günler, bu aylar, kötülükleri, günahları terk etme günleridir. Kötü alışkanlıklardan
kurtulma zamanıdır. İçiyorsan bırakacaksın, kumar oynuyorsun. Zina ediyorsan, hak hukuk
yiyorsan, gel bunları bırak mübareklerden ol. Elindeki sigarayı bırak, takvalılardan ol. Yoksa
kulluk defterinden silinir gidersin. İçtiğiniz sigara ile isterseniz bir çocuk okutabilirsiniz. Bir
ailenin ekmek ihtiyacını karşılayabilirsiniz.
*
*
*
g) Üç Aylarda Yapılması Gereken En Önemli Bir Diğer İş de Yardımdır
İnsanlara yardım, Allah’a en çok yaklaştıran bir ibadettir. Son yıllarda fakirler, çok
fakirleşti. Onun için bu aylar ikram ayı, ihsan ayı ve yardım ayı olmalıdır. Cenabı Allah,
insandan insanı sorumlu tutmuştur. Yoksul, fakir insanlarla varlık sahiplerini imtihan eder.
İslâmın olduğu yerde, müslümanın olduğu yerde aç olmamalıdır, fakir olmamalıdır.
Bir ihtiyaç sahibine yardım ettim.
- Bak onurun kırılmasın, dedim.
- Ben olmasam, sen nasıl sevap kazanacaksın? dedi.
Mal da insana bir imtihandır. Yunus:
“Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi,
Mal da yalan mülk de yalan
Var git biraz sen oyalan” demiştir.
Kur’an- ın fakir, zengin anlayışına bakın:
“Onlar kendilerinde yoksulluk olsa bile, kardeşlerini öz canlarından üstün tutarlar.” (Haşr: 9)
İslâmın ilk yıllarında müslüman, kardeşlerini kendine tercih etmiştir. (Ensar – Muhacir
ilişkisi + Yermuk savaşı, ibret levhalarıdır.)
Bugün imkânı olanlar neler yapabilir?
- Bu konuda Hz. Peygamber: “Kim müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da
kıyamet günü onun ihtiyacını giderir. Kim bir müslümanın sıkıntısını giderirse Allah da onun
sıkıntısını giderir. Kim bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun ayıbını örter.”
- Yarım hurma ile de olsa cehennem ateşinden korunun.
- İnsanlara güleryüz, tatlı söz sadakadır.
- Yoldan eziyet verecek şeyi kaldırmak sadakadır, buyurur.
Büyüklerimiz şu tavsiyelerde bulunmuşlardır:
1- İnsanların her türlü derdine merhem olmaya çalışın.
2- Peygamberin “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” Hadis-ine kulak verin, ihtiyaç
sahiplerine yedirip içirin.
3- Evinizin balkonunda mangal yakıp, et kızartarak, etrafa koku salmayın.
4- Önümüz kış. Kömür, aydınlatma ve diğer borçları olan ve ödemeyenlerin borçlarını
ödemelerinde yardımcı olun.
5- Alacaklı iseniz mühlet verin, kolaylık, gösterin, imkân varsa bağışlayın. Alah iki dünyanızı
da genişletir.
6- Borçlu iseniz borcunuzu önceden ve zamanında ödeyiniz, güçlük çıkarmayınız.
(Peygamber: “İmkanı olup da borcunu zamanında ödemeyen zalimdir” diyor.)
7- İhtiyaç sahibine borç verin. Borç veren, Allah’a borç vermiş gibi sevap kazanır.
8- Ayakkabınızı boyamayın, boyatın. Evinizi temizletin, ihtiyacı olana iş gördürün.
9- Az da olsa toprağınızı ekin “Masrafını korumuyor” demeyin. Üretin.
10- Memursanız vatandaşın yüzüne çatık kaşla değil, gülerek bakın. İşini görün sevaptır.
Çözüm getiren iş yapın, memnun edin.
11- Yönetici iseniz, ayrım yapmayın, herkesin hakkını verin.
12- İmam ve öğretmenseniz, zenginle fakir arasın da kasa ile tasayı paylaştırın.
13- Zarar gören kimse iseniz, hep sizden daha kötü durumda olanlara bakın. “Beterin beteri
vardır” deyip şükredin.
14- Bu mübarek aydan itibaren en az bir öğrencinin masrafını üzerinize alınız.
15- Yardıma yakınlarınızdan başlayınız ve tevbe istiğfara ağırlık veriniz.
Bugünlerde Firavun sofraları kurmayalım. Sofrada önümüzdekilerin bir tanesini
bulamayan insanların olduğunu düşünelim.
Hz. Peygamber: “Ya Enes, çorba pişirdiğin zaman suyunu fazla koy, komşuna ikram et”
demiştir.
Korkma, verince azalmaz. Sen verdikçe Allah sana verecektir. Neden böyle
söylüyorum: Kur’an, Sebe Sûresi 39. ayette: “Sen verirsen Allah da sana verir” diyor.
Bir dostum vardı hep verirdi. Biri ona sen hep veriyorsun, dedi. O da: “Ben verdikçe
Allah veriyor” cevabını verdi.
Bir olay da ben yaşadım. 13/09/2001’de üniversitede okuyan ama bir kızımız kayıt
parası yaptıracak, yurt parası verecek. Rabbim! kapıma göndermiş, ayağıma göndermiş,
imkân kısıtlı, başka çocuklarım da var, kendi çocuğum da var kayıt yaptıracak, para yatıracak.
Başka yerden bulma imkânı yok. Yurt parasını, yol parasını “Allah’ım bana verir” deyip
verdim. Hesap numarasını aldım her ay harçlık göndereyim, dedim. O gittikten sonra parayı
zarfan çıkarıp saydığımda para eksilmemişti. Bunu söylemek istemiyordum. Yeri geldi de
ondan söyledim.
Kıyamet gününde Allah da soracak:
- Acıktım da beni doyurmadın, susadım bana su vermedin. Senden bir şeyler istedim
ihtiyacımı gidermedin neden?
- Ya Rabbi, sen nasıl acıkırsın, seni nasıl doyurabilirdim? Nasıl su verebilir, ihtiyacını nasıl
giderebirdim?
- Falan kulum açtı, susuzdu, ihtiyacı vardı. Ona verseydin bana vermiş olacaktın…
Bir de: Cenab-ı Allah kıyamet günü şöyle diyecek:
- Benim için ne yaptın? diye soracak.
- Namaz kıldım, oruç tuttum, zekat verdim…
- Bunlar senin için, sen benim için ne yaptın?
- Senin için ne yapabildim Ey Allah’ım.
- İhtiyaç sahibi kullarım için bir şeyler yapsaydın, benim için yapmış olacaktın.
- Âlemlerin Rabbi ödünç istiyor, borç istiyor… ve diyor ki; “Hayır işlerinde yardımlaşınız.
Birbirinize destek ve yol gösterici olunuz. Omuz omuza veriniz, hayra vesile olunuz.”
(Maida:2)
Ebu Hureyra (ra) şöyle anlatır:
“Resulallah (sa)’e bir adam geldi ve şöyle dedi:
- “Ey Allah’ın Elçisi!” Hangi sadakanın sevabı daha büyüktür?”
Peygamber Efendimiz de şöyle cevap verdi:
- “Güçlü, kuvvetliyken, sıhhatin yerindeyken, cimriliğin üzerindeyken, fakir
düşmekten endişe etmekteyken (veya bunun tersinde) daha çok sengin olmayı
arzularken, verdiğin sadakanın sevabı daha büyüktür. (Bu işi) Can boğaza gelip de
“Falana şu kadar, filana şu kadar” demeye bırakma. Zira o mal, zaten varislerinden
şunun veya bunun olmuştur.” (Buhari, Zekat: 11)
*
*
*
h) Üç Aylarda Neler Yapalım?
İbadetin her çeşidini, hayrın değişik şekillerini yapmalıyız.
Namaz kılalım:
“Namaz dinin direğidir.” Böyle buyurmuş peygamberimiz. Onun için bu aylarda bol
bol namaz kılmalıyız. “Namaz mü’minin miracıdır.”
Önce kazaya kalmış borçlarırımızı ödeyelim. Kaza borcumuz yoksa nafile namazları
kılalım. Kuşluk, evvabin, teheccüd ve tespih namazı kılalım.
Nafile namazların faziletine yönelik, esas borcumuz olan kaza namazlarını
unutmayalım. Kaza borcu olanlar bu günlerde kılmaya karar versin. Hesap etsinler,
hesaplatsınlar, kılsınlar.
“Allah bizim namazımıza mı muhtaç?” diyenler oluyor. Muhtaç değil, emretmiş.
Muhtaç olan biziz, borçlu olan biziz.
“Sen kalbe bak” deniyor. Namaz kılmayanın zaten kalbi temiz olmaz. Elbise gibi
yıkanmıyor ki bu, kılınan namazlar temizleyecek kalbi.
En önemlisi, inanmayana benzenmemelidir. Birine sormuşlar; “Namaz kılmayan kâfir
olur mu?” diye. “Olmaz ama kâfir de namaz kılmaz” demiş.
Herkes haline baksın, kime benziyor. İnanana mı, inanmayana mı? Kime benziyorsa
öyle muamele görecek.
Allah Kur’an-da: Cehennemdekilere sorulacak “Sizi buraya sürükleyen şey nedir”
denilecek. Onlar da: “Biz namaz kılanlardan değildik diyecekler” diyor.
Namaz kıl, diyor Allah. Hiçbir Allah’ın kulu kılmamazlık edemez. Ezan da: “Namaza
gelin, kurtuluşa gelin” deniliyor. Namazla kurtulmaya çağrılıyoruz.
Bugüne kadar tembellik yapmış olabiliriz, ihmâlkâr davranmış olabiliriz. Şu anda
kılmamanın sıkıntısını çekmiş olabiliriz. Bakın önümüzde bir fırsat doğuyor. Regaip geldi, üç
aylar geldi. İsterseniz günahlardan kurtulabilirsiniz, borçlarınızı da ödeyebilirsiniz.
Soruyorum: kılmak mı iyi, kılmamak mı?
- “Kılmak iyi.” Peki niye kılmıyorsun?
Gel öyleyse kıl beşi, kurtar başı. Şeytanın tuzakları ile uğraşıp durma. Nefsinle boğuşup
durma.
Kılarsan çok daha huzurlu olursun. O zaman çalışman ibadet olur. Allah yanında
sevgili kul olursun. Rabbin seni terketmez. Vâadi var, her zaman yardımcı olur.
Oruç Tutalım:
Kaza orucu olanlar, keffaret orucu olanlar önce üzerlerinde borç olanlar, borç
ödemelidir. Borç yoksa nafile oruçlar tutulmalıdır.
- Oruç borçları gecikmemelidir. Hele mazeretsiz oruç ibadeti ihmâl edilmemelidir.
Kazaya kaldıysa da bir an önce tutulmalıdır. (Bazıları: “Diğer Ramazandan sonraya kalan oruç
hem keffaret hem de kaza gerekir, der.”)
- Recep ayı, en az üç günü oruç ile geçirilmelidir.
- Buhari ve müslimin naklettiğine göre Hz. Peygamber: “Her ayda üç gün oruç tutmak, bütün
hayatı oruçla geçirmek gibidir” buyurmuştur. Kendisi de her ay en az üç gün oruç tutmuştur.
Çünkü Allah bire on veriyor.
- Pazartesi, Perşembe oruç tutmak da sünnettir.
- İmkânı olanlar da, Davut orucu tutar. Yani bir gün tutar, bir gün tutmaz.
- Biri: “Nereden çıktı bu üç aylar” demiş. Bir yaşlı da:
- Evlat, üç aylar daha önceden de vardı, sen nereden çıktın? cevabını vermiş, insanımız
bilmiyor…
Namaz borcu, oruç borcu olanlar, bu günler, bu aylar bilhassa sizlere fırsattır. Bir
çetele tutup ödemeyi düşünür, kılmaya başlanırsa, ömür yetmese bile umulur ki, Cenab-ı
Allah affedecektir. Sormayacaktır, inşallah… Çünkü, Allah insanın niyetine göre muamele
edecektir.
Peygamberimize sorarlar: Neden bu aylarda daha çok oruç tutuyorsunuz?
- İsterim ki, oruçlu iken canımı vereyim.
Bir soru soruldu:
“Nafile oruç için bir ikram olursa, yesen de olur denmiş. İkram reddedilmez” denmiş.
- İbadette ciddiyet olur. Çocukların tekne orucu gibi olmaz.
- Niyet ettin, Allah’a söz verdin, dönmek olmaz. Hele bir ikram için niyet ve oruç bozulmaz.
İbadet hafife alınmaz…
Bir soru da:
Çift niyet olur mu?
Dikkat edin, namaz kılarken, oruç tutarken, çift niyet olmaz. Biri: “Niyet ettim,
bugünün orucuna ve geçen ramazanda tutamadığım oruca dese” kaç oruç tutmuş olur?…
Böyle kolay bir yolu ne peygamberimiz göstermiş ne sahabe, ne de mezhep imamları
göstermiştir.
Niyet farzdır. Niyet kesin olur, açık olur. Her ibadet için ayrı olur.
Kimse kılmadığı namazı kılmış olmaz. Tutmadığı orucu tutmuş olmaz. Borç borçtur
kılınır, tutulursa ödenir.
Hele namazda:
- Vakitler karışıyor,
- Biri farz biri sünnet,
- Kılınış şekilleri farklı,
- Birini Allah, birini Peygamber emretmiş.
Ancak şöyle olabilir:
Diyelim ki; Perşembe gün kaza borcu olan oruca niyetlense, dese ki, “Kaza borcum
olmasaydı da bugün sırf Allah rızası için nafile oruca niyetlenseydim”
- Ya Rabbi! Bana nafile oruç sevabı da ver, denebilir. Veya kaza namazı kılıyorsunuz, kaza
borcum olmasaydı da çokça nafile kılıp sevap kazansaydım. “Ya Rabbi! Bana niyetimden
geçen nafile sevabı da ver” denilebilir. Bu bir temennidir, duadır.
İki oruca birden niyet edemezsiniz.
İki namaza birden niyet edemezsiniz.
Birine iki borcumuz var. Birini verirken:
- “Al şunu, öbürünü de beraber kabul ediver” denilebilir mi?
Bol bol Kur’an Okuyalım:
Hz. Peygamber:
1- “Evlerinizi Kur’an okuyarak, namaz kılarak nurlandırın”
2- “En hayırlınız Kur’an-ı öğrenen ve öğreteninizdir.”
3- “Kur’an, okuyana, kendisi ile amel edene kıyamet gününde şefaatçi olacaktır.” buyurur.
Kur’an-ı okumasını bilmeyenler, önce onu okumasını öğrenmelidir. Elinin
altındakilere öğretmelidir. Müslüman, kitabını okumasını bilmezse olmaz.
Kur’an-ı sadece okumakla yetinmeyelim, meal okuyalım. Kur’an bize talimattır.
Kur’an-la amel edilecektir. Bir yakınımız bize mektup gönderse bir şeyler istese onu açmasak
olur mu, açtık, isteklerini yerine getirmesek olur mu?
- “Tesettür ayetini oku, örtünme.
- Faiz ayetini oku kaçınma,
- Zekat ayetini oku, verme.
Nasıl okumak bu? Uyacaksın, emri yerine getireceksin.”
Bazıları Kur’an okumanın ölmüşlere faydası olmayacağını söylüyor. Kur’an şifadır,
Kur’an şefaatçidir. Kur’an ölümüze de dirimize de fayda verir. Kur’an öyle diyenleri yalanlıyor.
Her gün Yasin, Tebareke, Fetih sûreleri okuyalım. Bilhassa Yasin peygamberimizin
bildirdiğine göre niçin okunursa faydası o yönde olur.
Yatarken, evden çıkarken, her gün Fatiha, Ayetel Kürsi, İhlas, Felâk ve Nâs sûrelerini
okuyunuz. Koruyucu olur.
Okuduktan sonra önce Peygamber Efendimizin ruhuna, Âline, ashabına, sevgili
kullarının ruhlarına ve sizden bekleyenlerin ruhlarına bağışlayınız. Yaşayan yakınlarınızın
ruhaniyetine bağışlayınız. Bize dini öğreten hoca efendilerin ruhlarına bağışlayınız.
Bazıları da, Kur’an okuyana: ne anladın? Anlamadan Kur’an okunmaz, diyor. Kur’an,
insana lafzı ile de anlamı ile de fayda verir. Bugün Kur’an dinleyen, Kur’an okuyan
sakinleşiyor, huzur duyuyor. Amerika’da çeşitli inançlara bağlı kimselere Kur’an okunmuş,
anlamını bilmedikleri halde %97’sinin üzerinde elektronik aletlerle yapılan tesbite göre,
olumlu etki yapmıştır. Kur’an sesini küçük bir çocuk bile başka dinliyor, ilgi duyuyor.
Kur’an okumak, Allah ile konuşmak gibidir…
Kur’an, Allah’ın verdiği reçetedir. Dr. reçete veriyor. Biz onu tatbik etmedik; işte
ızdırabın sebebi…
Tekrar söylüyorum: Yaş önemli değil. Kur’an okumasını öğrenmeden ahiret yolcusu
olmayınız. Allah’ın huzuruna Kur’an cahili olarak çıkmayınız. Kur’an dili, cennet dilidir. Kur’an
öğreniniz.
Hiç de zor değil. Bugüne kadar 70-75 yaşında ninelerimiz, dedelerimiz öğrendi. Siz de
öğrenin en hayırlılardan olun.
Dünyada faydasını görün, ahirette de görün.
- Kur’an, kabirde şefaat etsin.
- Kur’an, sıratta şefaat etsin.
- Kur’an, mahşerde şefaat etsin.
Tövbe Edelim:
Günah bol, kirlilik çok, her an her yerde günah var.
Hz. Peygamber: Günahlardan dolayı tevbe eden günahsız gibidir, buyurmuş. Neden
yararlanmıyoruz?
Her günahtan sonra mutlaka tevbe edilmelidir. Vaciptir. Ardından da o kötülüğe karşı
iyilik yapılmamalıdır.
Asla ümit kesilmemeli, zararın neresinden dönülürse kârdır.
Çünkü Allah:
“Yapılan iyilikler kötülükleri yok eder.”(Hud: 114) buyuruyor. Günahım çok diyen, çok
iyilik yapmalıdır.
Demire su isabet edince küflendiği gibi, günah işleyenin de kalbi kararır.
Peygamberin bildirdiğine göre; Hacer’ul esved bembeyazdı, insanların günahları onu
kararttı.
Tevbeden önce günahları, kötü alışkanlıkları mutlaka terk edelim. Allah’ın affına
sığınalım.
“Yok mu af dileyen, af edeyim” deyip duruyor Allah. Tevbelerin kabul olmayacağı
zaman gelmeden, herkes için kurtuluş fırsatı vardır.
Şöyle bir geçmişi düşünelim; günalarımızı hatırlayalım. Göz önüne getirelim, göz
yaşları ile, dönülmeyecek tevbeler edelim. Tevbe ediyor, ediyor, gene günaha dalıyoruz…
- Özür, sıcağı sıcağına geçerlidir. Aynı şey tekrar edilmemelidir.
- Tevbe, ne kadar erken yapılırsa, o kadar iyidir.
- Şimdi imkân varken günahlardan kurtulmazsak, yarın altından kalkamayız.
Eğer günah kula karşı işlendiyse hakkın iadesi gerekir, helâlleşmek gerekir.
Unutulmamalıdır ki, tevbe ederim, helâlleşirim düşüncesi ile günah işlenmez. İşlenirse
Allah onun tevbesini kabul etmez.
Çok tevbe, her zaman tevbe edelim. Ne zamana kadar?
- Şeytan ümidini kesinceye kadar. Nefsimizi alt edinceye kadar. Arınıncaya, temizleninceye
kadar, ölünceye kadar…
Bizden öncekiler günahlarım yüzümü kararttı mı diye aynaya bakar, Allah günahkâr
olduğum için yüzümün şeklini değiştirmesin, diye tevbe istiğfar ederlerdi.
İnsan olmanın zaafını taşıyan herkesin bu aylarda çok tevbe etmesi gerekir.
Dua Edelim:
Dua kabul olur mu? olur. Beddua edilince nasıl kabul oluyorsa, dua da kabul olur.
Neden olmasın? Allah dua edin diyor.
- Hiçbir dua karşılıksız kalmaz. Allah mutlaka cevap verir.
- Duaya inanmayanın duası kabul olmaz. Ona başkalarının yaptığı duada kabul olmaz.
- İnancını yaşamayanın duası kabul olmaz.
- Haram lokma yiyenin duası kabul olmaz. Ancak içten, inanarak, gözyaşı ile yapılan duaları
Rabbim! inşallah kabul eder.
Dua, belâ ateşini söndürür. Dua, belâları def eder.
Duasız hayat olmaz. Dua, insanı umduğuna kavuşturur. Dua ederek, sıkıntılardan
kurtuluruz. Dua eden sevap kazanır. Sıkıntılardan kurtarır.
Peygamber: “Dua müminin silahıdır” buyurmuştur.
Dua, insanı Allah’a yaklaştırır. Onun için dua etmeli ve ağzı dualı kimselerin duası
alınmalıdır.
İllâ dua metni aramayalım. Dua, Allah’a yalvarıştır. Dua, Allah’tan istemedir. Ne
dediğimizi, ne istediğimizi bilelim. Dua gönülden yapılmalıdır. Ağız alışkanlığı olmamalıdır.
Dua edelim, dua ibadetin özüdür. Allah, “dua edin icabet edeyim” diyor. Dua, kuvvet
kaynağıdır. Dualı bir hayat, huzurlu bir hayattır.
Allah, kabul etmeyeceği duayı yaptırmaz. Allah, açılan elleri, yalvaran dilleri boş
çevirmez. İslâmda ümitsizlik yoktur.
İsteyelim, istemeden olmaz. İstemesini bilelim, adabına uymadan, helâl lokma
yemeden dua, Allah’a ulaşmaz.
Abdest yok, namaz yok, “ben Allah’a dua ediyorum, kabul olmuyor” diyenler oluyor.
Sen görevini yapmayacaksın, sana istediğin verilecek. Allah senden bir şeyler istiyor, sen
O’na vermeyeceksin. Ama sen isteyince verilecek. Bu biraz çocuksu düşünce olmaz mı?
Allah, duası kabul olan, ağzı dualı olan kullarından etsin. Yaptığmız ve yapacağımız
dua ve ibadetlerimizi kabul etsin.
Dua ederken peygamberi vesile kılarsanız, büyükleri vesile kılarsanız “yüzü suyu
hürmetine” derseniz daha iyi olur. Maida 35.ayette “vesile arayın” buyruluyor.
Biri peygambere:
- Dua ediver, duam kabul olsun, diyor. Peygam-ber:
- Yediğine, içtiğine dikkat et, helâl ye iç, duan kabul olur, diyor.
Biri ellerini açmış dua ediyor. “Ya RabbiYa Rabbi!” diyor. Peygamber:
- Şu adama bakın yediği haram, giydiği haram, içtiği haram, duası nasıl kabul olunur, diyor…
Soruyorlar:
Hasta olan bacılarımız, dua eder, zikreder, dinini öğrenir. O günlerini öyle geçirir. Olur
mu? niye olmasın? Allah’ı kalbinden söküp atabilir misin? Allah’ı unutabilir misin?
Zikri Dilden Bırakmayalım:
Sen Allah’ı seversen, Allah seni sevmez mi?
Sen Allah’ı anarsan, Allah da seni anmaz mı? Zikir emirdir. Cenabı Allah Kur’an-da
şöyle diyor:
- “Rabbini içinden, yalvararak ve korkarak yüksek olmayan bir sesle, sabah akşam zikret,
gafillerden olma” (Araf: 205)
- Haberin olsun, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura ulaşır. (Rad: 28)
- Ey iman edenler, Allah’ı çok zikredin. (Ahzab: 41)
- “Münafıklarla, gafiller Allah’ı ya hiç zikretmezler ya da çok az zikrederler” (Nisa: 142)
Kutsi Hadis: “Kulum beni zikrettiği zaman, ben onun yanındayım. Beni bir topluluk
içinde zikrederse, ben onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım. O bana bir karış yaklaşırsa
ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana
yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim” (Kutsi Hadis, Taç 5/s.85) buyuruyor.
Peygamberimiz de: “Allah’ı zikredenle zikretmeyenin hâli diri ile ölü gibidir” (R.
Salihin: 1463) diyor.
Zikre karşı çıkanlar oluyor.
- Zikir nedir? Allah’ı anmak demek.
- Allah’ı anmak, kötü mü? Niye kötü olsun?
- “Hû” diyorlar. “Hû çekiyorlar”
- Ne güzel iyi ya “ALLAH” diyorlar.
“ Hû Hû” diyordu bir çocuk.
- Ne diyorsun, dedim.
- Herkesin, herşeyin dediğini diyorum, cevabını verdi. Bir müddet geçirdiğim şaşkınlık içinde
6-7 yaşlarındaki çocuk Kayseri’nin daracık sokağında çoktan kaybolmuştu.
Allah’ını, yaratanını, kendine rızık veren Rabbini anmayan kul mu olur?
Kur’an-ın ifadesiyle Cenab-ı Allah’ı gafiller anmaz, münafıklar anmaz.
Cenab-ı Allah bakın bizi nasıl uyarıyor:
- “Ey iman edenler! Mallarınız, evlatlarınız sakın sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın.”
(Münafikun: 9)
-
“Dünya hayatı aldanma ve metadan başka bir şey değildir.” (Bakara: 185)
“Sakın dünya hayatı seni aldatmasın.” (Fatır: 5)
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda övünme ve daha
çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir… Dünya hayatı aldatıcı bir
menfaatten başka bir şey değildir.” (Hadid: 20)
- “Dünya hırsı ile yaşayan ahirette: “Malım bana fayda vermedi” diyecek. Onun için;
tutun onun ellerini boyuna bağlayın, sonra onu alevli ateşe atın.” denilecek.
(Hakka: 31)
Peygamber (as) da: “Gözünü dünya işlerine kaptırıp ahireti unutmaktan sakının.” (R.
Salihin: 481) der.
Üç aylarda ölülerimizi de unutmayalım.
- Ölünün ardından iyi şeyler de ulaşır, kötü şeyler de ulaşır. Mesela hayırlı evlat
rahmet olur, ölüyü rahatlatır. Hayırsız evlat lanet olur, kemikleri sızlatır.
- Ölünün borcunun ödenmesi azaptan kurtarır.
- Yapamadığı ibadetlerin fidyesi verilir, adağı yerine getirilir, yemin kefareti verilir,
zekat borcu varsa ödenir.
- Ölenin cenaze namazı kılınır, dua edilir.
- Mezar taşına “fatiha” yazılır, okunulması istenir.
- Ölen için hayır yapılır, sadaka dağıtılır.
- Ölen için hatim indirilir, mevlit okutulur, Yasin okunur. Atalarımız, kimsesiz ölüler
için Kur’an okutan vakıflar kurmuşlardır.
- Mezarlıktan geçerken layık olanlar için üç İhlas, bir Fatiha okunur.
Peygamberimiz (sav) ölüler için dua etmiştir ve:
- “Ölülerinize Yasin okuyun, azabı hafifler, ölmek üzere olanın ölümü kolaylaşır.”
(Ramuz el-Ehadis: 79/4)
- “Kardeşiniz için Allah’tan mağfiret isteyiniz ve kendisine sükûnet vermesini
dileyiniz, o şimdi sorguya çekilmektedir.” (R. Salihin: 301)
- “Kabirdeki boğulmak üzeredir, dua bekler. Dua edilirse sevinir.” (Ramuz el-Ehadis:
368/10) demiştir.
Kur’an’da, Ahzap:56’da salavat getirmemiz, Haşr:10’da önceki Müslümanların
bağışlanması için dua etmemiz istenmektedir.
Biz de üç aylarda değişmeliyiz. Değişmek için, azami gayret göstermeliyiz. Bir çokları
değişirken, bu fırsatlardan yararlanarak kurtulurken, bazıları: “gene Recep, Şaban, Ramazan”
deyip üç aylarla alay edecek; hafife alıp imanına zarar verecek. Üç aylar hangileri, ne zaman
başlar ne zaman biter, hicri yılbaşı ne zamandır, kandil nedir, kandiller hangileridir, anlamı
nedir, bilmeyecek, mübarek aylar, kandiller gelip geçecek, fırsatlar kaçacak, onun haberi
olmayacak. Ama hıristiyanlara ait yılbaşı, önceden karşılanacak, o gece yer yerinden
oynayacak. Bir hıristiyandan daha yaman, çılgınlıklarla yılbaşı kutlanacak. Allah bizi şuursuz
davranan, gaflet içinde yaşayan ve kendine zulmeden kullarından etmesin, inşallah.
*
*
*
I) Peygamber (sav) Nasıl Dua Etmişti:
-
“Allah’ım! Bize Recep, Şaban’ı mübarek ve bereketli kıl ve bizi Ramazan’a eriştir.”
“Ey göklerin ve yerlerin Rabbi olan Allah’ım! Ey bizim ve her şeyin Rabbi olan
Allah’ım! Ey taneyi yaratan, yağmur damlasını indiren Allah’ım! Ey Tevrat’ı, İncil’i
ve Kur’an’ı indiren Allah’ım! Şer verebilecek olan ve her şeyin şerrinden Sana
sığınırım ki; onların her birini Sen yakalamaya, mahvetmeye kadirsin. Evvel olan
-
Sensin, senden evvel olan yoktur. Ahir olan Sensin, Sen’den sonraya kalacak olan
yoktur. Zahir (Galip) olan sensin, senin kudretinin üzerinde kudrete sahip olan
yok. Batın olan sensin, senden ötede olan yok.”
“Bizi yediren, içiren, her ihtiyacımızı karşılayan ve koruyan Allah’a hamdolsun.
İhtiyacı görülmeyen, sığınağı bulunmayan niceleri vardır.”
*
*
*
i) Sonuç:
Cenab-ı Allah, dünya ve emelleri peşinde yorgun düşen insanı böyle farklı zamanlarla
yenilemek istiyor. İnsana böyle fırsatlar veriyor. Arınmasını, kurtulmasını istiyor.
Kur’an-da şöyle buyruluyor:
“Ey inananlar, Allah’ın yasakladığı şeylerden sakının. Herkes ahiret için ne
hazırladığına baksın…” (Haşr: 19)
Bir başka ayette de şöyle buyrulmuştur:
“Habibim de ki: Eğer duanız ve ibadetiniz olmasa, Rabbiniz size ne diye değer versin?”
(Furkan: 77)
Misafir ve misafirlikler için temizlik yapan, hazırlık yapan bizler, seyahat için günlerce
maddî manevî hazırlanan bizler, ahirete yürürken, Allah’a giderken hazırlık yapmazsak olur
mu? Bomboş bu dünyadan gitmek, her türlü çalışmayı dünya içni yapmak, sonra hepsini de
burada bırakıpgitmek, akıllı bir insan işi midir? Yoksa “vah vah, yazık” denecek kimsenin hali
midir?
Bu hayatı oyun, eğlence zannetmeyelim. Bu dünya imtihan yeridir. Hayatın hesabını
vermek ise, kolay bir iş değildir. O günün dehşetinden hamile kadın düşük yapacaktır. Sen
nasıl rahat olabilirsin?
Hasan-ı Basri, ibadetlerini fazla görüp, “sahabe gibisiniz” diyenlere: “Siz onları
görseydiniz, deli derdiniz, onlar sizi görseydi kâfir derdi” demiştir.
Önemli olan şu; bize bakan halimizle, yaptıklarımızla, ne der? Kime benzetir?
Mü’minlerin şahadeti çok önemlidir…
Bir de “müslüman” derler diye kendini, imanını, amelini gizleyen kardeşlerimiz var,
şehadet çok önemli. “Müslüman” dedirtmezsen kurtulamazsın, bunu iyi bil. Ya başka şey
derlerse ne olacak?
Ayrıca kendi kendimize soralım, “Ben müslüman mıyım?” diye. “Evet” diyebiliyorsak,
ne mutlu bize…
Cenab-ı Allah, bu mübarek günlerde, mübarek işler yapan ve mübarek insan olan
kullarından etsin, inşallah.
Bugünleri fırsat bilip, kurtulanlardan olalım.
Son olarak, hem mübarek üç ayların hem de kutlu gecelerin hayırlara vesile olmasını,
islâm alemine huzurlar getirmesini, insanımızı, vatanımızı görünür görünmez belâlardan
muhafaza etmesini, herşeyi yaratan, herkesi yaşatan ve herşeyin sahibi olan Cenab-ı
Allah’tan niyaz edelim.
Üç aylarınız mübarek olsun.
Siz de mübarek insanlardan olun, inşallah.
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
ON BİR AYIN SULTANI
B- RAMAZAN AYI
a) Ramazan Ayının Önemi:
“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delili
olarak Kur’an’ın indirildiği aydır..” (Bakara:185)
Ramazan ayının Türk toplum hayatında müstesna bir yeri vardır. Müslüman Türk milleti,
ramazan ayını yılda bir defa gelen önemli bir misafir olarak kabul eder. Hazırlık, karşılama ve
uğurlama buna göre yapılır.
Ramazan ayı en faziletli bir aydır. Başı rahmet, ortası mağrifet, sonu da ateşten, azaptan
kurtuluştur.
Ramazan ayı, seksen kusur senelik ibadeti içine alan bir aydır. Bir çok insan bu ayda
uyanır, değişir, isteyen kötü alışkanlıklardan kurtulur.
Ramazan ayı, benliğimizde, evimizde ve toplum hayatımızda silinmez etkiler bırakır. Ayın
bitmesi ile de burukluk olur, üzüntülü ifadeler kullanılır.
Ramazan bitince, bir ay bağlanan şeytan bırakıl-mıştır. Zaafları olan insanlar hatadan
hataya sürüklene-cektir.
Ramazan ayı, ibadet ayıdır, hayır ayıdır, sevgi, şefkat ayıdır.
Ramazan ayı Müslümanlara verilen bir lütuftur, ihsandır. Hatta bir fırsattır. Bolluk
bereketi ile de bütün insanlar için bulunmaz nimettir.
Gördüğü iltifat yüzünden olacak ki her sene on gün önce gelir.
Ramazan Ayının üstün oluşunun sebebi nedir?
1- Kur’an’ı Kerim ramazan ayında inmiştir.
2- Bin aydan daha hayırlı olan kadir gecesi bu ayda gizlidir.
3- Oruç ramazan ayında farz kılınmıştır.
4- Bu ayda günahlar affedilir, şeytanlar bağlanır ve sevap boldur.
5- Cehennem kapıları kapanır, cennet kapıları açılır.
*
*
*
b) Ramazan Ayı On Bir Ayın Sultanıdır
Ramazan ayı herkesi ilgilendiren ve etkileyen bir aydır. Bir çok güzel iş bu ayda yapılır.
Bu yüzden ayların efendisi ve sultanı kabul edilmiştir.
Her ay güzeldir. Ancak Ramazan ayı başka güzeldir. Her ayda ibadet, hayır yapılır.
Ancak ramazan ayındaki yapılanlar başkadır.
Ramazan ayı, bir barıştır, huzuru arayıştır, paslanan gönülleri nurla cilalayıştır.
Ramazan, sabrı öğreten, nimetin sahibini hatırlatan, nefsi terbiye edip insanı yücelten af ve
mağfiret ayıdır.
Ramazanın, orucun, zekâtın, sadakalarının fayda-ları düşünülürse, bunun Allah’ın bir
lütfu ve ihsanı olduğu görülecektir.
Ramazan ayının içinde tutulan orucun, yapılan ibadetlerin yerini diğer aylarda yapılan
hiçbir şey onun yerini tutmaz.
Ramazan, gerçekten onbir ayın sultanıdır. Rama-zan yaklaşırken peygamberimiz (sav)
şöyle buyurmuştur.
- “Ey müslümanlar, Büyük ve mübârek bir ayın gölgesi üzerine düştü. Bu, içinde bin
aydan daha hayırlı olan KADİR GECESİ”nin bulunduğu bir aydır.”
-
“Bu ay, Allah Teâlâ’nın, gündüzlerinde orucu farz; gecelerinde terâvihi nâfile
ibâdet kıldığı (mübârek) bir aydır.”
- “Bu ayda kim bir hayır işlerse, başka zamanlara bir farzı yerine getiren kimse gibi
sevap kazanır. Bir farzı edâ eden de, başka aylarda yetmiş farzı yerine getirmiş gibi
sevap alır.”
- “Bu ay, sabır ayıdır. Sabrın karşılığı da cennettir.”
- “Bu ay, ihsan, yardım ve eşitlik ayıdır.”
- “Bu ay, mü’minin rızkının arttığı bir aydır.”
- “Kim bir oruçluyu iftar ettirirse, bu onun günahları-nın bağışlanmasına ve
cehennemden kurtulmasına sebep olur. İftar ettirdiği müslümanın aldığı sevaptan
bir şey eksilmeksizin onun kazandığı kadar da ayrıca sevap kazanır.”
Ramazan ayı sadece cami cemaatine has değil, herkese şamil bir aydır. Herkes ister
istemez bu ayın fayz ve bereketinden istifade eder. Bunun için Peygamberimiz şöyle demiştir:
“Ümmetim ramazanın faziletini bilmiş olsalardı, bütün senenin ramazan olmasını temenni
ederlerdi.”
Böyle mübarek zamanlarda kendisine yönelenler için Cenab-ı Allah, bir kutsi hadiste
şöyle buyurmuştur :
- “Bana bir karış yaklaşana, ben bir arşın yaklaşırım. Bana bir arşın yaklaşana ben bir
kulaç yaklaşırım, bana yürüyerek gelse, ben ona koşarak gelirim.Şirk koşup
küfretmeyen kimse, yeryüzünü dolduracak kadar büyük günahla bana yönelse,
ben onun günahını bağışlarım.”
Allah’a ve hesap gününe inanan Rabbine yönelir-se, Rabbimiz onu bağışlayacağını
bildirmiştir. Ramazan ayını da fırsat olarak vermiştir.
Yaşlılar bugünlere bakıp eskiye dönüyor, içlerini çekiyor : “Ah!” diyor. “Neydi o eski
Ramazanlar” demekten kendini alıkoyamıyor.
Herkes bilir ki, bunun bir faydası yok. Önemli olan, eski günlerde herkes iyi olabilirdi.
Şimdi, böyle bir ortamda iyi olmak ve kendisini kurtarabilmektir.
Bu ayda kulluğunda, ibadetinde devamlı olan Allah’ın kulları için şeytanlar bağlanacak, onlara
vesvese veremiyecek, fitleyemiyecek. Ama imanı, itikadı ve ibadetleri biraz zayıf olanlar için
boş durmayacak. Onlara yaklaşacak diyecek ki:
- Açlık, susuzluk çekeceksin…
- Sen sigara içmeden nasıl duracaksın?…
- Sen hastasın, şekerin var, tansiyonun var. Şuran ağrıyor…
- Sen çalışıyorsun, işin çok, oruç tutmaya ve namaz kılmaya vaktin olmaz…
- İbadetler için daha var. Gençsin, yaşlanınca, emekli olunca yaparsın…
- Oruç sağlık içindir. Senin sağlığın yerinde…
- Allah’ın senin orucuna ihtiyacı mı var?..
- Sen dürüstsün, kalbin temiz, ibadet etmene gerek yok diyecek, sana bahaneler
uyduracak, vazgeçir-meye çalışacak.
Bütün bunlara karşı sen ne demelisin?
- Orucu, beni yaratan, yaşatan öldürecek ve hesap soracak olan Rabbim emretmiştir.
Tutmam lâzım.
- Ben müslümanım. Oruç, müslüman olmanın şart-larındandır. Değilse, nasıl
müslüman olunur?
- Orucun bana vereceği maddi ve manevi faydaları pek çoktur. Onlardan mahrum
kalmayı göze alamam.
- Allah insana yapamıyacağını emretmemiştir. İnsan vücudunuda ibadetlere meyyal
ve muhtaç yaratmış-tır.
- Orucun sevabı boldur. Oruç kabirde, sıratta ve mahşerde şefaat edecektir. “Benim
kurtuluşumu sağlaya-cak böyle yılda bir, aylık ibadeti terk edemem” diyeceksin, kesin tavır
sergileyeceksin. Gevşek davranmayacaksın, şeytanı ümitlendirmeyeceksin. Senin tavrın
karşısında şeytan senden ümidini kesecek. Onu zincire vuracaksın.
Cebrail (as): “Ramazan’a ulaşıpta kurtulmayanın burnu sürtülsün.” diyor.
Peygamberimiz (as) da: “AMİN” diyor.
Bir meleğin Ramazan ayı boyunca: “Ey hayır işleyen Allah’a dön. Ey şer işleyen
kötülüklerden ayrıl.” dediğini haber veriyor Peygamberimiz.
Ramazan ayı boyunca Cenab-ı Allah: “Yok mu tövbe eden, tövbesini kabul edeyim.
Yok mu af dileyen, onu affedeyim.” der. Kendisinden bir şey isteyenede “Buyur kulum!” der.
*
*
*
c) Ramazan Ayı Değişim Ayıdır:
Ramazan ayı diğer aylardan çok farklı bir aydır. Ramazanın gelmesiyle her kesimde
değişiklikler olur.
- 11 Ay din tanımayanlar bile bir başka olur. Ramazan hediyeleri, ramazan ilâveleri,
ramazan özel proğramları ile yayın basın organları da değişir.
- Toplumda suç oranları hissedilir şekilde azalır.
- Yoksullar öksüzler ve yetimlerin bu ayda biraz yüzü güler.
- Kötüler, kötü işlerden biraz elini çeker, hayıra, sevaba yönelirler.
- Bencil duygular kırılır, yumuşar ve merhamet ön plâna çıkar. Ramazanın feyzinden
istifade etmek isteyen, günahları terk edip sevaplı işlere yönelir.
- “Kul hakkı yiyenin, namazı, duası kabul olmaz.” deyip insanlar daha dürüst
davranmaya çalışır.
- Peygamber : “Nice oruç tutanlar vardır ki, yanları-na açlık ve susuzluktan başka bir
şey kalmaz” buyurduğu için yalandan, günahtan uzak kalma gayretleri görülür.
Bir hadiste de: “Oruçlu, kötü söz söylemesin, cahiller gibi davranmasın” buyrulduğu
için insanlarda daha güzel davranışlar kendini gösterir. Sevgi, saygı ve dayanışma duyguları
öne çıkar.
- Ramazanda namaz kılanların sayısı artar. Teravih namazları ilgi ile takip edilir. Diğer yandan
oruçlar tutulur, zekâtlar verilir, sadaka dağıtılır. Böylece ihtiyaç sahipleri hatırlanmış
olur.
- Bazı kötü alışkanlıklar bırakılır, daha güzel ve daha disiplinli yaşanır. Böylece huzur ortamı
oluşur.
- Ramazan ayı, cömertlik ayı olarak kendini gösterir. Ahiret için sevap kazanmak için yarış
yapılır. İftar ettirmek için harcamalar yapılır.
İnancımıza göre “cennet cömertlerin yeridir” ihtiyaç sahibine verilen Allah’a verilmiş
olur.
- Bu ayda insanlar daha dikkatli olurlar. İyilikler, güzellikler daha çok akla gelir.
Böylece ramazan ayı ibadet ayı, sevap ayı, hayır ayı olup çıkar. Onbir ayın kiri bir ayda
temizlenir. Ramazanın olumlu havası devam ettirilirse, insanın kurtuluşu gerçekleştirilmiş
olur.
İnsanı kurtaracak olan amelidir. Peygamber (as) şöyle buyurur:
“
Dün gece rüyamda birinizi azap melekleri kuşattı; abdesti gelip onu kurtardı.
Birini kabir sıkıyordu; namazı gelip kurtardı.
Biri susuzluktan çatlayacaktı; orucu gelip kurtardı.
Birine şeytan musallat olacaktı; zikir gelip onu kurtardı.
Biri zulüm görüyordu; Haccı, umresi onu kurtardı.
Biri yanıma gelmek istiyor gelemiyordu; gusül abdesti onu kurtardı.
Biri ateşten korunmaya çalışıyordu; sadakası gelip kurtardı.
Birini zebaniler götürecekti; emribilmağruf nehyianilmünker kurtardı.
Biri ateşe atılacaktı; gözyaşı ve Allah korkusu gelip onu kurtardı.
Sırat köprüsünden düşe kalka gideni; salavatları gelip kurtardı.
Cennetin kapısına kadar gelip kapı kapanıvereni; kelime-i şehadet kurtardı.” (Ramuz
el-Ehadis: 147/8)
Şeytan insana devamlı tuzak kurar. Suçu şeytana atmak insanı kurtarmaz. Çünkü
Allah: “Şeytana uymayın, şeytanın peşine düşmeyin, sakın şeytan sizi aldatmasın.” diye
uyarmıştır. (Yasin: 60 Bakara: 168,169,208 Nur: 21 Lokman:33 Fatır:6)
Şeytan insanı hep kötülüğe davet eder. Peygamberimiz:
- “İçinden şerre davet eden bir ses duyuyorsan sakın ona uyma, Allah’a sığın.” der.
(Tirmizi, Tefsir:2)
İmanı kuvvetli, ameli devamlı olan şeytanın tuzağına düşmez.
*
*
*
d) Nasıl Bir Ramazan Ayı Geçirelim, Neler Yapalım:
Ramazan, hayırlı şeylere vesile olmalıdır. Ramazanın feyz ve bereketinden istifade
etmek için elden gelen gayret gösterilmelidir. Son ramazanmış gibi değerlendirilmelidir.
İbadetin her çeşidi yapılmalı bol sevap almanın ve ramazanın sonunda kurtulmanın çaresine
bakılmalıdır.
Çocukların oruca ve namazlara olan meylinden yararlanarak çocuklar ibadetlere
alıştırılmalıdır. Ancak o zaman büyüyünce ibadet edebilirler. Hiçbir zaman çocuk oruç tutarsa
zayıf düşmez, namaz kılarsa, derslerinden kalmaz. Aksine daha başarılı olur. Anababa
çocuklarına dinini öğretmek ve yaşatmakla sorumludur.
Yakın zamana kadar ramazanları karagöz seyrettirerek geçirttiler. N. Fazıl’ın ifadesiyle;
“Karagöz seyri değil,
Gözyaşı dökme ayı;
Bilinmezi bilirler,
Bilseler ağlamayı…”
Bu kaçıncı ramazan,
Daha kaç tane kaldı?
Renk uçuk, nakış silik,
Ocak sönük… Ne kaldı?
Gelecek ramazana yetişip yetişmeyeceğimizi bilemeyiz. Öyleyse, son fırsatmış gibi
değerlendirmeliyiz. Ramazan sonundada aynı hayatı, aynı kulluğu devam ettirmeliyiz.
Ramazan bitti diye ibadetlerde bitirivermemelidir. Allah’ın nimetlerine şükür ve
kulluğumuzun devamlı olması gerekir.
Şunu iyibilelim ki, ibadetlerimize Allah’ın ihtiyacı yok, bizim ihtiyacımız vardır.
Dünyayı kazanırken ahireti unutmak olmaz. Onbir ay dünyaya bir ay ahirete ayrılırsa,
haksızlık olur.
Ramazanda ne kadar müslümansak, ramazandan sonra da aynı şekilde müslüman
olmalıyız. Müslümanlık mevsimlik bir heves değildir. Kur’an’da: “Sana ölüm gelinceye kadar
rabbına ibadet et” buyrulmuştur. (Hıcır:99)
Peygamberimiz de: “İbadetin makbul olanı azda olsa devamlı olanıdır” buyurmuştur.
Adam bayram namazından gelmiş hanımına: “Al şunları” deyip takke tesbihi uzatmış”
gelecek ramazan lâzım olur. Biz müslümanız hanım!” demiş.
Müslüman anlayışımız böyle olmamalıdır.
Ramazan müslümanı olanı, kulluğunu sadece ramazan ayına tahsis edeni, ramazan
çıkar çıkmaz, bayram namazı ile “Allah’a ısmarladık, namaz, cami hoşçakal!” diyeni,
müslümanlığını ramazanın sonrasına taşımayanı Allah sevmez. Allah’ın ona bir vadide yoktur.
Ramazan, değişim ayı olmalı, kendimize gelme ayı olmalı, islama yönelme ayı olmalı,
tek kelimeyle kurtuluş ayı olmalıdır.
İçi boş bir Müslümanlık, dindarlık yaşanmamalıdır. Müslümanım diyen Ramazan ayını
dolu dolu yaşamalı, İslam dışı hayata, cahiliye devrinin kötülüklerine meyletmemelidir.
Bir insan Ramazan ayı geldi ve oruç tutmadıysa, ezanın davetine kulak asmadıysa,
Kur’an’ın davetine uymadıysa, Peygamberin sünnetine sarılmadıysa, beş vakit yüzünü kıbleye
çevirmediyse, kabirde yüzü ne tarafa çevrilirse çevrilsin fark etmez.
Peygamberimizin Ramazan ayı hayatına bakacak olursak; Peygamberimiz iftarıyla,
sahuruyla oruca çok büyük önem verirdi. Diğer ibadetlerini de arttırırdı. Nafile ibadetlere
önem verirdi. Teravih namazını devamlı kılardı. Ramazan ayının son günlerinde mescitte
itikafa çekilir, ibadetlerini iyice arttırırdı.
Bu ay bir fırsat, kurtulmak isteyenin kurtulacağı bir ay. Onun için elbirlik kurtulmanın
yollarını aramamız lazım. Eğer mazeretimiz nedeniyle veya inancı nedeniyle oruç tutmayan
ve ibadet alışkanlığı olmayanlar, oruç tutanlara saygılı olmalıdır. Açlıktan alay eder gibi yiyip
içmemelidir. Çünkü saygılı olmak, insan olmanın ve medeni olmanın gereğidir.
“İbadet de, kabahat da gizlidir” derler. Tutanlarda oruç tutmayanlara karşı kaba, kırıcı,
utandırıcı olmamalı, cezalandırıcı olmamalıdır. Yani onlarda saygılı olmalıdır. Cenab-ı Allah
bile isyan edenlere rızıkda veriyor, ömürde veriyor. Onların günahını yüzüne vurmuyor.
Ramazan ayında herkes görevini yapmalıdır. Kimse “Benim kalbim temiz, benim
ibadete ihtiyacım yok” dememelidir. “Allah’ın benim ibadetime ihtiyacımı var?” diyerek,
ibadeti terk edenler veya ibadet etmemesini buna bağlayanlar oluyor. Bu son derece tehlikeli
bir ifadedir. Kimsenin ibadeti terk etme hakkı yoktur. Çünkü ibadet etmek her kula farzdır.
Ramazanı ailecek hep beraber geçirmeye çalışmalıyız. Ramazanda çocuklar ibadete
alıştırılmalıdır. Bu vesile ile çocuklara islâmi kimlik kazandırmalıyız. Hiç olmazsa, oruç
tutanlara saygılı olmalarını sağlamalıyız. Ramazanı fırsat bilerek güzel öğütler vererek, güzel
ahlâk sahibi olmalarını sağlamalıyız. İyi olmanın güzelliklerini ve faydalarını anlatmalıyız.
Gücü olup da ramazanı yaşayamamak cezadır. Allah’ın okulunu terk ettiğini gösterir.
Musa Peygambere biri gelir isyankârdır. –“Hani benim cezam?” der. Cenab-ı Allah vahyeder.
“Biz ondan ibadet etmenin zevkini alma-dık mı? Bundan daha büyük ceza mı olur?” Evet
ibadet edememek cezadır.
Mevlana anlatır. Efendi ile hizmetli yolda giderlerken ezan okunur. Hizmetli “hemen
namazımı kılıp gelivereyim” diye izin ister. Herkes camiden çıkar, o çıkmaz. Bakar ki içerde
duruyor. Çağırır. Nihayet çıkar. Neden çıkmadın? der. Cevap olarak: “Bırakmadılar” der. Kim
bırakmadı? Sorusuna da “seni içeriye bırakmayan beni de dışarı bırakmadı” diye cevap verir.
Oruç tutan, namaz kılan ve hayırlı işler yapan kendi yararına yapmış olur. Kılmayan,
tutmayan ve hayırlı iş işlemeyen de kendi aleyhine yapmamış olur.
Af isteyen, şefaat isteyen, cennet isteyen, gevşek davranmayacak, hak edecek, cennet
bedava değil, ucuza değil.
“Oruçlunun duası red olunmaz” diyor Peygamberimiz. (Hadis Ans:1/555) Onun için
oruçlu duayı elden, dilden bırakmacak.
“Oruçlu çirkin söz söylemesin. Şayet biri çatarsa “Ben oruçluyum” desin buyuruyor.
(R.S. 1245) Efendimiz.
Peygamberimiz bir kadın için “yemek getirin yesin!” der. Kadın oruçlu olduğunu
söyler. Peygam-berimiz: “Sen diline sahip değilsin, gıybet ediyorsun” der.
- “Gıybet ederek insan eti yiyenler, oruç tutmuş olmazlar.”
- “Kim yalan söylemeyi ve yalanla iş yapmayı bırakmazsa o kimsenin yemesini içmesini
bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur” diyor Allah Rasûlü.
Demek ki oruç bütün organlarla tutulacaktır.
*
*
*
e) Oruç Her Dinde Vardır:
Oruç; semavi ve bazı beşeri dinlerde ortak ibadettir. “Ey iman edenler! Oruç sizden
önceki ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.” ayetinin ifade ettiği mana budur.
Eski Hint dinlerinde; belli gün ve bayramlarda “Tezkiyeyi nefs” için oruç tutulduğu
bilinmektedir.
Brahmanizm’de; her ayın 11 ve 12. günlerinde oruç tutulmuştur. Oruç konusunda katı
hükümler getiril-miş, hasta ve yaşlılar bile oruç tutmaya zorlanmıştır.
Eski Çin dinlerinden Taoizm’de; Oruç sağlığı koruduğu ve ölümü geciktirdiği için
önemli sayılmıştır.
Eski İran dinlerinde; dini bayram günlerinde oruç tutulmuştur.
Eski Kureyş’te islamiyetten önce; Recebül Esam, Şehr-i Muder ve Aşure Günü’nde
oruç tutulduğu tesbit edilmiştir.
Yahudilikte; genellikle bela anında, Allah’ın kendilerine gazab edeceğine
inandıklarında ve kıtlık zamanla-rında oruç tutulmuştur. Yahudilikte önemli sayılan bir oruç
çeşidi de kefaret orucudur.
Hristiyanlık’ta; oruç, genellikle dünya nimetlerinden uzaklaşma ve bu vesile ile perhiz
yapmak için tutulmuştur. Perhizden maksat nefsi terbiyedir.
Birer hak din olarak Yahudilik ve Hristiyanlıkta Ramazan ayı’nda oruç mevcutken, bu
dinlerin asli hüviyetlerinin bozulmaya başlamasından sonra Ramazan orucun zamanı ve gün
sayısı papazların ve hahamların arzularına göre değiştirilmiştir.
Bugün müslüman olsun olmasın araştıran, yazan ve konuşan ilim adamlarının oruç ve
diğer ibadetlerle ilgili övgülerini herkes okumuştur.
Birkaç yabancı ilim adamının ifadesini nakledelim:
- “Tansiyon düşüklüğü gibi istisnalar hariç, hiçbir hastalık yoktur ki, orucun faydası olmasın
veya tamamıyle iyileştirmesin. Oruç bıçağa lüzum duymadan yapılan
ameliyattır.”
Dr. Otto Buchirger
- “Oruç; vücudun senelerce depo ettiği zehirleri ve pislikleri dışarıya atmanın en tabii
yoludur.”
Dr. Hellmut Lutaner
- “Oruç ile açlık grevi arasındaki fark, insanın niyetidir. Oruç istekli bir harekettir. Açlık grevi
ise, öfke ve sinirlilikten ileri gelir. Bilindiği gibi öfke ve sinirlilik hallerinde mide asidi ise
acıkmaya sebep olmaktadır. Dolayısıyla oruçlu kişi açlık hissetmezken, açlık grevindeki kişi
büyük bir açlıkla karşı karşıyadır.”
Dr. Helga Bühler
- Ben oruç konusunda yazı yazabilmek için bir ay oruç tuttum. Haslıkların önlenmesi için, oruç
tavsiye eden doktorların sayısı her geçen gün artıyor. Şu anda Batı Almanya’da hemen
hemen her hastalığı tedavi ettiği gibi, fazla kiloların da sağlıklı bir şekilde atılmasını sağlar.”
Joseph’s Scheppach
Peygamberimiz boşuna dememiştir:
- “Oruç tutun sıhhat bulasınız” diye.
*
*
*
f) Oruç İbadeti
Ramazanı karşılamak için ramazandan önce iki gün oruç tutmak mekruhtur. Buna
göre daha önce oruç tutmayan ramazana iki gün kala oruç tutmayacaktır.
Bir insan üç ayları tutuyorsa veya Pazartesi-Perşembe oruç tutan da o günlere
rastlarsa, bu kimseler oruç tutabilirler.
Bir kimse ayı gördüm düşüncesiyle ramazan zannederek oruç tutarsa, onun orucu, o
gün ramazansa, ramazan orucu olur. Ramazan değilse, nafile oruç olur, sevap kazanır.
Şüphe ile ramazan girmiş olabilir düşüncesiyle ramazan öncesi iki günde oruç tutmak
doğru değildir. (İslâm ilm. 420 H.Döndüren)
Peygamber (SAV) ramazana ilâve yapılır endişesiyle:“Ramazanı oruçla karşılamayın”
buyurmuştur. (Buhari Savm:5)
Şüphe ile amel edilmez. “Ramazansa, oruç tutmaya niyet ettim” denmez. Niyette
açıklık ve kesinlik şarttır.
Her ibadetin mutlaka bir hikmeti vardır. Hikmetinin yanında o ibadeti yapana maddi
ve manevi yararlarda vardır. Faydasız, anlamsız Allah’ın hiçbir emri yoktur.
Kur’an’da “Allah’ın ve Rasûlünün hayat verici davetlerine uyunuz” buyrulmuştur.
İslâm’da yapılıpta zarar görülecek bir emir de yoktur.
Oruçda hikmeti bol olan ibadetlerden biridir. Peygamberimiz: “Herşeyin zekatı vardır.
Bedenin zekatı da oruçtur” buyurmuştur. (İ. Canan Hadis Ans:17/551)
Bir hadiste de: “Oruç tutunuz sıhhat bulasınız” buyrulmuştur. (Buhari Savm:2)
İncil’de Allah İsa peygambere şöyle vahyetmiştir:
- “Ey İsa! İsrailoğullarına şunu haber ver ki, benim rızam için oruç tutan kimsenin vücuduna
sıhhat veririm, onun ecrini de arttırırım.” (Tıbb-ı Nebevi Ans. 2/505)
Oruç hayat veren bir ibadettir. Kur’an’da “Sizin için güçlüğe rağmen oruç tutmanız
daha hayırlıdır” denmiştir.
İnsanın günahtan korunmasında ibadetlerin bilhassa orucun büyük faydaları vardır.
Peygamberimiz şöyle buyurur:
“Oruç kalkandır” (Buhari Savm:2)
“Evlenmeye güç yetiremeyen oruç tutsun. Çünkü oruç, şehveti kırar” (Age:10).
Almanya’da işveren, bir işçimize: “oruç oruç diyorsunuz ne faydası var orucun? Demiş
işçimiz de demiş ki: “Sen neden her yıl fabrikayı bakıma sokuyorsun?” Alman, “doğru
söylüyorsun” demiş ve susmuş.
Oruca Allah’ın değil insanın ihtiyacı vardır. İnsanın yararına olduğu için emredilmiştir.
Bazılarının iddia ettiği gibi oruç tutmak insana eziyet ve zulüm değildir. Zulüm olan, oruç
tutması gerekirken tutmayıp da mazeret beyan edeceğim diye yalan söylemektir. Eğer kasten
tutmuyorsa, ona da cezayı hak ettiği için zulümdür.
Allah’la kul arasındaki perde, oruçla kalkar. Çünkü oruç, insanı Allah’a en güzel bir
şekilde yaklaştıran ibadet-tir.
Oruç tutan Allah’ın nimetlerini daha güzel anlar ve Allah’a şükrü artar. Yiyecekleri
israf etmekten kaçınır. Oruçlu, devamlı ibadet halinde olduğundan günah işlemekten,
haramdan kaçınır ve korunur. Bir de oruç insanın nefsinin arzularını kırar, insanı itaatkâr bir
kul yapar. Oruç, insanı kötü alışkanlıklardan alıkor ve onlardan kurtulmasını sağlar.
Oruç, açlık değildir. Mânevi terbiyedir. İnsanda güzel duyguların gelişmesine neden
olur.
Peygamberimiz şöyle buyurur:
“Bir kimse oruçlu iken yalanı ve yalan işleri terk etmezse, onun yiyip içmesini
bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur” (R. Salihın s. 419) Buna göre oruç, oruç gibi tutulacaktır.
Oruçlu her organı ile oruç tutacaktır. Göz harama bakmayacak, dil yalan
söylemiyecektir. Kulak dinen yasak olan şeyleri dinlemiyecektir. El harama uzanmayacak,
ayak günaha adım atmayacak yani bütün beden oruç tutacaktır.
Stresli bir ortamda insan vücudunun oruca ve diğer ibadetlere son derece ihtiyacı
vardır.
Oruç, sinir ve sindirim sisteminin düzelmesini sağlar.
Oruç, insanın bedenine hakimiyetini sağlar, insana güç verir, görevini yapmanın
huzurunu tatdırır.
Bugün bir tek karaciğer konuşsa insana: “Oruç tutarak bana hayat verdin” diyecektir.
Mide konuşsa, beden konuşsa : “Oruç tuttunda ne iyi ettin” diyecektir.
Oruç, onbir ay çalışan başta midenin ve bütün organların dinlenmesini sağlıyor. Başta
kalp ve karaciğer kendini toparlayıp biyolojik dengeyi yeniden kurmasını sağlıyor. Kalp, onbir
aylık midenin baskısından kurtularak dinlenme imkânı buluyor.
ABD’de Ulusal Sağlık Enstitüsünce yapılan açıklamaya göre iki günde bir oruç, ömrü
uzatıyor, beyin sinir hücrelerinin ölmesi önleniyor. (01-05-2003 Yeni Asya) şeklinde olmuştur.
Oruç ibadeti, başka bir ibadete benzemez. Bakara Sûresi’nin 183. ayetinde “günahtan
sakınanız ve zarar görmekten korunasınız diye oruç farz kılındı” buyruluyor.
Oruç insana nefsini ve şeytanı yenebilecek bir güç kazandırır. İnsanı sağlıklı bir
bedenle açlığa susuzluğa alıştırır ve sabırlı yapar. İhtiyaç sahiplerini düşündürür. İnsanlara ve
hayata bakış açısını değiştirir.
Oruç tutanın hafızası kuvvetli olur. Kalbi yumuşak olur, ibadetlerden zevk alır. Gaflet
halinden kurtulur. İbadetleri seve seve yapar.
Bütün bunlara rağmen, perhiz niyetiyle ve insana sağlayacağı maddi faydalar göz
önüne alınarak oruç tutulmaz. Oruç fazla kiloları atmak için tedavi metodu değildir.
Peygamber: “Oruç tutun sıhhat bulun” demiş, ben oruç tutup sağlıklı olacağım denmez. Oruç,
sırf Allah rızası için tutulur, Allah’ın emri olduğu için tutulur, diğer faydaları da ardından gelir.
Muhammed bin el-Haris (ra) der ki: “Beş zümreye beş şeyi sordum, hepsi de aynı
cevabı verdiler:
1- Tabiplere devaların en şifalısını sual ettim: “Açlıktır ve az yemektir.” dediler.
2- Hikmet ehillerine: “Allah’a ibadette en fazla yardımcı olan nedir?” diye sual ettim.
“Açlıktır ve az yemektir.” dediler.
3- Zahidlere, “Zühde en fazla kuvvet kazandıran nedri?” diye sual ettim. “Açlıktır ve az
yemektir.” dediler.
4- Alimlere: “İlim hıfzında en fazla yardımcı şey nedir?” diye sual ettim. “Açlıktır ve az
yemektir.” dediler.
5- Sultanlara: “Her vakit dikkatli bulunmanın çaresi ve engüzel, en lezzetli taam nedir?”
diye sual ettim. “Açlıktır ve az yemektir.” dediler.” der.
Görülüyor ki oruç, dengi olmayan bir ibadettir. Çok faydalı, çok yönlüdür.
*
*
*
g) Oruçlu İken Nasıl Davranılmalı, Nelere dikkat Edilmelidir?
Herkes aynı orucu tutmaz. Oruç çeşit çeşittir. Hani hac dönüşü bazıları hac defterine
yazılır, bazıları tüccar defterine yazılır, bazıları da turist defterine yazılır ya işte oruç da niyete
göre farklıdır.
Nice oruç tutanlar vardır, akşam yanlarına açlık susuzluktan başka bir şey kalmaz.
- Bazıları oruç tutar, akşam haramla oruç açar.
- Bazıları oruç tutar, ama günahlardan kendini alıkoyamaz.
- Bazıları oruç tutar itikadı düzgün değildir.
- Bazıları da oruç tutar; her organı oruç tutar.
Oruç, Allah’ın emrettiği ve peygamberin tuttuğu şekilde tutulmazsa Allah’a
yükselmez, Allah onun orucunu kabul etmez ve sevap vermez.
Dikkat edilirse oruç, insanı kötülüklerden alıkor.
Müslüman, diğer zamanlarda uymak zorunda olduğu kurallara, terk etmek zorunda
olduğu yasaklara, oruçluyken de uyacak, yeme içmeden uzak kaldığı gibi diğer organlarını da
koruyacaktır.
Oruç tutmayanlar tutanlara saygılı olacak tutanlar da tutmayanlara bir şey demiyecek.
Sevap da günah da herkesin kendine aittir. Oruç tutmayan mahçup edilmemelidir. Rencide
edecek sözlerden, davranışlardan kaçınılmalıdır. Çünkü neden tutmadığı, tutamadığı
bilinemez. Kasten hiçbir mazereti olmadığı halde tutmayanın üzerine gidilirse, onu inkâra
sürüklemekten başka bir iş yapılmamış olur. Kur’an’daki : “Senin dinin sana, benim dinim
bana” ayeti unutulmamalıdır.
Ramazan ayını müslümanlar olarak rahmet ayı kurtuluş ayı ve yardım ayı olarak
görmeliyiz. Nimetin sahibini daha çok hatırlayıp daha çok şükretmeliyiz.
Ebu Hureyra (ra) şöyle anlatır:
Birgün Allah Rasûlüne dedim ki:
- “Bana hayırlı bir amel tavsiye et.” Bana:
- “Oruç tut. Çünkü orucun dengi yoktur” buyurdu ve üç defa tekrarladı. (Nesâi : c.4-s.181)
Birgün Peygamberimiz şöyle diyor:
“Cenab-ı Allah buyurdu ki: Ademoğlunun her ameli kendisinindir. Yalnız oruç
müstesna. O, benim içindir. Onun mükafatı da bana aittir. Oruç ateşe karşı siperdir. Sizden
biri oruçlu iken kötü söz söylemesin. Kavga etmesin. Şayet biri ona söver veya çatar çekişirse,
ona cevap olarak: “Ben oruçluyum” desin. (R. Salihın Hadis No:1245)
“Oruçlu bir kimse yalan ve yalancılıkla iş yapmayı terk etmezse yemeyi içmeyi bırakıp
aç durmasın” (Age:1246)
“Sizden biri oruçlu iken cahillik edip kötü söz söylemesin, sövüp saymasın.” (Buhari
Savm:2)
“Herşeyin bir zekatı vardır. Bedenin zekatıda oruçtur.” (Ramuz el Ehadis:350/5)
Evet oruç tutulacak ama rastgele değil. Alışkanlık olarak da değil. Yüce Allah’ın emri
olarak tutulacaktır.
Ebu’l-Buhteri (ra) anlatıyor:
“Medine’de çenesi düşük, gıybetçi bir kadın vardı.
Bir gün Resûlüllah (s.a.v.)’ın evine geldi. Allah Resûlü, ev halkına:
- Ona yemek getirin, dedi. Kadın:
- Ben oruçluyum, dedi. Allah Resûlü:
- Sen oruçlu değilsin, dedi. Akıllı kadın, Allah Rasûlü’nün bu sözüyle yaptığı gıybetleri
kastettiğini anla-dı. Bu sebeple ertesi gün diline biraz sahip olmaya çalıştı. Ve akşama doğru,
tekrak Allah Resûlü’ne uğradı. Allah Resûlü yine:
- Ona yemek getirin, dedi. Kadın:
- Ben oruçluyum, karşılığını verdi. Allah Resûlü:
- Sen oruçlu değilsin, buyurdu. Kadın, 3. gün, kesin niyet etti. Hiç konuşmadı, kimseyi gıybet
etmedi. Akşama doğru Allah Resûlü’ne uğradı.
Allah Resûlü, bu sefer ona şu müjdeli haberi verdi:
- İşte bugün gerçekten oruçlusun…”
İşte bunun gibi birçokları yemezler, içmezler, oruç tuttuklarını zannederler
“oruçluyum” derler. Ama oruç tutmuş olmazlar. Oruç sevabıda alamazlar. İşledikleri günahlar
ibadetlerinin kabul olmamasına neden olur.
Bir zamanlar iki arkadaş İstanbul’a gezmeye gitmiş. Dönüşlerinde biri: “İstanbul
camiler şehri, evliyalar yatağı, ne güzel insanlar var” demiş. Diğeri: “İstanbul eğlence merkezi
her türlü zevk sefa yeri” demiş. Taşınan niyet çok önemli. Kim ne niyet taşır ve ne niyetle
ibadet ederse, alacağı da göreceği de odur.
Niyet, ibadet niyeti olmalıdır. İbadet bizim kulluk borcumuzdur.
Oruç tutan sahur ve iftara önem vermelidir.
Sahur, oruç tutmak için kalkındığı zamandır. Sahura kalmak sünnettir. Peygambirimiz:
“Bizim orucumuzla başkalarının orucu arasındaki fark sahura kalkmaktır” buyurmuştur. (R.
Salihın 2/1237) Bir hadislerin de de:
“Sahura kalkın, onda bereket vardır.” (Age: 1234)
Oruca başlama zamanına çok dikkat edilmelidir. Orucun başladığı ana imsak vakti
denir. İmsak saatinden sonra yenilip içilmez. Orucun ezanla başladığı söylentisi de yanlıştır.
Takvimde ve imsakiyede belirtilen dakikadan itibaren oruç başlar, akşam ezanının
okunmasıyla sona erer. Orucun bozulduğu zamana ve orucu bozma vaktine de iftar denir.
Peygamberimiz yemeğe tuz ile başlamamızı öneriyor. Tıb ilim adamları da tuzun
mikrop kırıcı olduğunu, ağızdaki mikropların mideye inmesinin önlendiğini ifade ediyor.
Peygamberimiz: “Oruçlu için iki rahatlatıcı zaman vardır: Birisi, iftar ettiği an, diğeri de
rabbine kavuştuğu andır.” (Buhari Tevhid: 35) buyurmuştur. İftar vakti, sevinç vaktidir.
Bir hadislerinde de peygmberimiz iftar vaktinde yapılan duaların redolunmayacağını
bildirmiştir.
Diğer bir hadislerinde de: “Oruçluyu iftar ettirmek insanın günahların bağışlanmasına
sebep olur ve oruç tutma sevabı kazandırır” buyurmuştur.
Gün boyunca yenilip içilmediği için iftarda haliyle susanır ve acıkılır. O anda birden
suya ve yemeğe yüklenmek ve çok yemek zararlıdır. Önce bir miktar yiyecekle oruç bozulup,
akşam namazı kılındıktan sonra yemeğe devam edilirse, daha sağlıklı olur. Orucu açtıktan
sonra on dakika sonra yemek yenirse daha iyi olur.
Oruç tutan orucun sevabını azaltan veya orucu boşa çıkaran davranışlardan
kaçınmalıdır.
Oruç nasıl emredildiyse öyle tutulmalıdır.
Bazılarının orucu borç ödemekten öteye gitmez. Bazıları da aç susuz kalır, tuttuğu
oruç oruç olmaz. Ne borç ödenir ne de sevap kazanılır. Bazıları da sırf Allah için oruç tutar,
borcunu ödemekle beraber büyük sevap kazanır.
Sevaplı oruç nasıl tutulur?
- Orucun sevabına inanarak riya ve gösterişten uzak,
- Bütün organlarla,
- Helal lokma ile,
- Yalandan, çirkin sözden, gıybetten, iftiradan uzak,
- Bid’at ve hurafelerden uzak,
- Hak hukuka riayet edilerek,
-
Alışkanlık olarak,
Diğer ibadetlerle desteklenerek tutulan oruç sevaplı oruç olur inşallah.
*
*
*
h) Açıktan Oruç Yenir mi?
Ramazanda oruç tutmayan ve mazereti nedeniyle tutmayan kimseler, ramazanı oruç
tutanları asla unutmamalıdır.
Cenab-ı Allah: “Günahı gizleyin” buyurmuştur.
Peygamberimizde : “Kim günahı gizlerse, Allah’da kıyamet gününde onun günahını
gizler, cezalandırmaz.” diyor. İbadet nasıl gizli ise, kabahat da gizli olmalıdır.
Bazılarının dediği gibi: “Allah’ın bildiğini kuldan ne diye saklıyayım” demek yanlıştır.
Açıktan günah işlemek başkalarına kötü örnek olmak, günaha teşvik etmekle günahı gizlemek
bir değildir.
Günahı gizleyenle, günah işlemekten çekinmeyen, açıktan günah işleyen, Allah
yanında bir değildir.
“Ramazan geliyor açık yiyip içemeyeceğiz” diye üzülmek günahtır. Kahvecinin,
lokantacının kazancımız azalacak diye düşünmeside günahtır. Çünkü Allah: “Hayırda
yardımlaşın, günahta kötülükte yardımlaşmayın” buyurmuştur.
Peygamberimiz de: “Bir iyiliğe sebep olan onu bizzat işlemiş gibidir. Bir kötülüğe
sebep olanda onu bizzat işlemiş gibidir” demiştir.
Buna göre; bizim yaptığımız iş hayramı sebep oluyor, şerremi sebep oluyor, önemli
olan budur.
Ancak gar, garaj gibi seferi insanların gelip geçtiği veya müslümanlardan
başkalarınında yaşadığı, turistlerin gelip geçtiği yerlerde satış yapmak sakıncalı değildir.
Ramazana, oruca ve oruçluya saygılı olmak, Allah’a saygılı olmaktır.
Ramazanda açıktan yiyip içen, oğlunu azarlayıp terbiye eden mecusinin Allah
tarafından affedildiği nakledilir.
Mazereti olan oruç tutamayan da açıktan yiyip içmemelidir. O gün rahatsızlanan
hayızlı kadının da açıktan yiyip içmesi yanlıştır. Fitneye ve başkalarının günaha girmesine
neden olur. Hastalanan hanım bacımız akşama kadar yiyip içmez; oruca, oruçluya saygılı
davranır ve sevap kazanır.
*
*
*
I) Oruç Tutamayan Ne Yapar?
Ramazan orucunu mazereti nedeniyle tutamayan, Ramazan sonrası orucunu kaza
eder.
Eğer tutmayacak kadar ihtiyarsa, hastanın iyileşme ümidi yoksa veya oruç tutmasına
mani bir hastalığı varsa o kimse fidye verir. Fidye veremeyecek kadar fakir olan ise Cenab-ı
allah’a dua eder ve affını ister.
Fidye o yılın fıtır sadakası kadardır. İmkanı bol olan fiyatı durumuna göre artırabilir.
Kasten oruç bozan 60+1 gün peş peşe oruç tutar.
Bilmeden oruç bozan 1 gün orucunu kaza eder. Orucunu nasıl olsa bozuldu deyip yer
içerse 60+1 gün oruç tutar.
Kimler oruç tutmaz? Buluğ çağına gelmeyen, tutamayacak kadar ihtiyar olan, ay hali
olan, lohusa dönemindeki kadın oruç tutmaz.
Emzikli, hamile, seferi olan sonra kaza etmek şartı ile oruç tutmayabilir.
Günah işlemek orucu bozar mı? Bazı davranışlar vardır ki insanı günaha sokar, bazıları
sevapları götürür, bazıları amele zarar verir, bazı günahlar da imanı götürüp, küfre sokar.
Bir hadiste: “Nice oruç tutanlar vardır ki; yanlarına açlık ve susuzluktan başka bir şey
kalmaz.” buyrulur.
Ramazan ayını rahat geçireyim diye rapor alan hak edilmemiş, başkalarının hakkı olan
bir para ile ibadet edilmeye kalkışılması uygun olmaz.
Hasta olan oruç tutabilecekse oruç tutar. Kullanması gereken ilaçları iftardan sonra
alır. Ağızdan alınan ilaçlar orucu bozar. Deri altına, kasa, damara enjekte edilen ilaçlar orucu
bozar. İmam-ı Muhammed’e ve Yusuf’a göre ilaç ağız ve burundan girmedikçe orucu bozmaz.
Hz. Ayşe (ra)’ın bir ölçüsü vardır. Vücudun içerisine giren her şey orucu bozar,
vücuttan çıkanlar ise orucu bozmaz.
Hangi hallerde Ramazan orucu ertelenebilir?
- Hastalık halinde,
- Yolculuk durumunda,
- Hamilelik, emzikli olma durumunda,
- Yaşlılık durumunda,
- Açlık, susuzluk durumunda hayati tehlike varsa,
- Adet gören, çocuk doğuran kadın oruç tutmaz. İyi olduğu zaman kaza eder.
*
*
*
i) Teravih Namazı
Teravih namazı, ramazan ayının sünnetidir. Oruç tutan da tutmayan da kılar. Kadına
da erkeğe de sünnet-i müekkerettir. Cemaatle kılmak sünnettir. Ayrıca tek başına da
kılınabilir. Yatsı namazı ile vitir namazı arası 20 rekât olarak kılınır. İki veya dört rekatta bir
selâm verilir. Her selamdan sonra bir müddet oturmak sünnettir. Bu arada salavat-ı şerife
getirilir.
Teravih, adı üzerinde rahatlama namazıdır. Akşam yemeği üzerine kılınacak ve
rahatlanacaktır. Ayrıca teravih, ağır ağır, rahat rahat manasına gelirki, teravih namazı ağır
ağır kılınacaktır. 20 rekat diye tadil-i erkan terk edilmeyecektir. Eğer namaz kılanlar rukûda,
secdede yetişemezlerse namaz kılmış olmazlar.
Teravih, orucun değil ramazanın sünnetidir. Oruç tutsun tutmasın her müslüman
kadın erkeğe teravih namazı kılmak sünnettir. Çoluk çocuk kılınmalıdır.
Teravih namazının gelecek kaza ve belâlara da engel olduğu nakledilir. Kaza ve belâya
hak edildiyse rabbım belki teravih namazı hürmetine affediverir.
Şöyle nakledilir:
“Günahlarından dolayı bir yer halkı için Allah meleklerine falan yere gidin o yer halkını
zelzele ile cezalandırın” buyurur. Melekler o yer halkını teravih namazı kılar bulurlar ve
dönüp gelirler. Cenab-ı Allah’ın : “Ne yaptınız?” sorusuna melekler:
- “Ya Rabbi teravih namazı kılıyorlardı, cezalandır-maya gönlümüz elvermedi” derler. Cenab-ı
Allah melek-lere:
- “Sizin acıyıp merhamet ettiğiniz kullarımdan belâ ve musibeti kaldırıyorum” der, affettiğini
bildirir.
Teravih namazı ile ilgili Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim teravihin
sevabına inanarak ve sevabını Allah’tan bekliyerek kılarsa, geçmiş günahları bağışlanır”
(Buhari Teravih:1)
“Allah ramazan orucunu farz kıldı. Bende size teravih namazını bırakıyorum, sünnet
kılıyorum” buyurmuş, başta kendisi kılmıştır. Fakat farz olurda, birçokları onu kılamaz
endişesiyle toplu halde kıldırmamıştır. (Age:2)
Teravih, ramazan dışında kılınmaz. Çünkü ramazanın sünnetidir. Hz. Ömer zamanına
kadar müslümanlar, teravih namazını evlerde kıldılar, mescidte kıldılar. Bir gün Hz. Ömer
mescidte müslümanları dağınık halde teravih kıldıklarını görünce; teravihin cemaatle kılınırsa
daha iyi olacağını ictihad etmiş ve ondan sonra teravih namazı 20 rekat olarak cemaatle
kılınmaya başlanmıştır.
Efendim peygamber zamanında 20 rekat değildi ve cemaatle kılınmıyordu, bid’attır.
“Ben kılmam” denilemez. Bunun gibi başka uygulamalarda vardır. Hz. Ömer (ra) burada
kendiliğinden bir şey uydurup, koymamıştır. Hz. Peygamberin farz olur endişesi ile
kıldırmadığı, fakat kılmaya devam ettiği, müslümanların da kıldığı bir sünneti ihya etmiş, daha
düzgün bir şekilde derli toplu kılınmasını sağlamıştır.
Teravihe başında yetişemeyen kimse, kılamadığı rekatları daha sonra kılar sonrada
vitiri kendi başına kılar. Ama vitir namazını imamla kılıp teravihten kalan kısmını sonra
tamamlamasıda uygundur.
Camiye teravihe yetişen kimse imama uyar, yatsıyı daha sonra kılar.
Kalabalık oluşu nedeniyle ve bayanlarında iştiraki ile kapalı yerlerden, ayrı
bölümlerden imama uyulamaz.
Kadınların teravihe katılmaları ne zaman uygun olur?
Teravih namazı kadına da sünnettir. Eğer yol emniyeti varsa, caminin durumu
müsaitse, giriş çıkış uygunsa camide ayrı bölümde kadın sessizce gelir, imama uyar ve
namazını kılar.
Kadın, kokular sürünerek, uyduruk elbise ve örtü ile, çorapsız halde, ses çıkaran
ayakkabılarla camiye gidemez. Kadınların çocuklarını camiye getirmeleri de uygun değildir.
Böyle durumlarda kadın evinde namaz kılarsa daha çok sevap kazanacaktır.
Kadınların teravihte erkekleri görmesi mi gerekir, görmemesi mi gerekir?
Bu tartışma “kapalı yerlerden imama uyulamaz, bir açıklık olması gerekir” hükmünden
kaynaklanmaktadır. Yoksa camide kadın erkeği görmeyecek, erkek kadını görmeyecek.
Kadının görmesi şarttır diye kadın, erkekleri görmeye çalışmayacaktır.
Camide zaman zaman: “Hanımlar biraz yavaş!” uyarılarını duyuyoruz. Kadın, camide
sesinin erkekler tarafından duyulmaması için gayret gösterecektir.
Teravih namazı yerine kaza namazı mı kılınır?
Kaza namazı borcu olan teravih kılarsa, kabul olmaz diyen kafa karıştıranlar oluyor.
Hemen şunu ifade edelim ki bu, sünnet düşmanlarının bir oyunudur.
Teravih, her sene coşkulu bir şekilde, peygamberin sünnetine duyulan saygı, sevgi ve
hürmetle kılınıyor. Müslümanlar diğer namazları kılmasalar bile teravihin sevap ve faziletine
inanarak teravihe özel bir önem veriyor.
Kaza borcu olan nafile kılamaz mı? Neden kılmasın? Nafile kılan onun sevabını alır.
Cenab-ı Allah: “Kulum bana nafilelerle yaklaşır” buyurmuştur. Peki kaza borcu olan sünnet
kılamaz mı? Niye kılmasın? İnsanın üzerine sünnet de borçtur. Sünnet kılan, sünnet borcunu
ödemiş ve sünnet sevabı almış olur. Kılmayanın üzerinde sünnet borcu kalır.
Sünneti terk eden, peygamberi inciritir. Peygamberin şefaatinden mahrum olur.
Sünneti terk, peygamberi terktir. Sünneti terk eden peygamberden uzaklaşmış olur.
Peygamberde ondan uzaklaşmış olur. Peygamberin havzı başına yanaşamaz, sancağı altında
toplanamaz. Hayatında sünnete yer vermeyene buralarda yer kalmaz.
Teravih namazı müekket bir sünnettir. Yani peygamber (sav) terk etmemiştir.
Müslümanlara farz olmasından endişe ettiği bir namazdır. Ayrıca teravih kılanların
günahlarının bağışlanacağını haber vermiştir. Teravih namazı yüzünden kaza belâdan
kurtulunacağı müjdesi de vardır.
Samimi, peygamberini seven hiçbir müslüman teravih namazını terk edemez. Ona
buna bakıp bırakıveriyorsa, meseleyi bilmiyor ve sünnetin dindeki yerini bilmiyordur.
Birde hem teravihe hemde kaza namazına niyetlenin diyenler oluyor. Bu da asla
doğru değildir. Emredenleri ayrı, vakitleri ayrı, kılınışları ayrı olan iki namaz aynı anda nasıl
beraber kılınabilir?
Bir husus da hiçbir mezhepte böyle bir şey yoktur. Peygamberin ve sahabenin
hayatında böyle bir şey görülmemiştir. Sonra her ibadette niyet şarttır. Ve her namaz başlı
başına bir ibadettir. Her ibadetin kendine göre niyeti vardır. Niyet, kesin, açık olacaktır.
Birden fazla ibadet bir anda yapmadan, kılmadan, yapılmış ve kılınmış olur mu? Böyle bir
kolaylık olsaydı peygamberimiz haber vermez miydi? Kılıkırk yaran mezhepler, fıkıhcılar
bahsetmez miydi?
Sözün özü: Sünnetin terki ve çift niyet dinde yoktur. Yapan yanlış yapmış olur.
Sünneti işlemenin sevabı vardır. Sünneti terkinde cezası vardır. Sevaptan mahrum
olmayı ve cezayı göze alan, bir de peygamber şefaatinden mahrum olmayı göze alan terk
edebilir.
Peygamberi sevmenin, O’nunda bizi sevmesinin belirtisi, peygambere tabi olmak ve
sünnetine uymaktır. Peygamberlerine uymayanları Allah hep cezalandırmıştır.
Teravih namazının bir çok faydaları vardır :
1-Hz. Peygamberin sünneti yerine getirilmiş ve sünnet sevabı kazanılmış olur. En önemlisi,
sünnet borcu ödenmiş olur.
2-Oruçlu geçirilen günün ardından Allah’ın huzuruna çıkma ve secdeye varma bahtiyarlığına
erişilmiş olur.
3-Adı üstünde rahatlama namazıdır. Yenilenin, içilenin hazmı sağlanmış olur.
4-Müslümanların bir araya gelip kaynaşması ve edilen vaazlarla bilgi edinilmesi sağlanır.
5-Ramazandan sonrası içinde namaz ve ibadet alışkanlığı kazandırır.
Yalnız teravihin alel acele kıldırılıp zevkinin kaçırılmamasına dikkat edilmelidir. Çabuk
kıldıran değil, güzel kıldıran cami tercih edilmelidir. Kur’an’da : “Yazıklar olsun o namaz
kılanlara ki, namazlarını ciddiye almazlar.” (Mâun:4-5) buyrulmuştur.
Peygamber efendimiz secdesi, rükûsu, gıraati tam olmayan namazların eski bir bohça
gibi dürülüp sahibinin yüzüne çarpılacağı ve kendisine: “Al bu senin önem vermediğin
namazların” denileceğihi haber vermiştir.
Kimse jet imam lakabı almaya özenmesin. Jet imamdan ve camisinden de teravih
sevabı almak isteyenlerde kaçınsın.
Teravih namazını bütün mezhepler kabul etmiştir. Hanefilere göre Teravih müekket
sünnettir. Bütün ilmihal kitaplarında da yer alır.
*
*
*
j- Fıtır Sadakası, Zekat:
Zekât ramazan ayı içinde verilir diye bir şart yoktur. Zekat verilecek malın üzerinden
bir yıl geçmesi hangi güne rastlıyorsa o zaman verilir. Ramazan ayında verilince daha çok
sevap vardır, diye Ramazan ayına bekletiliyor. Ramazan dışında da verilir.
Zekat kameri aya göre verilir. Yani 365 gün yerine 355 gün esas alınır.
Zekat, ancak yerini bulması için bekletilir, değilse hemen vermekte yarar vardır.
Ramazanda ihtiyaç sahiplerine ulaşan çok oluyor. Ramazan dışında da verilirse ihtiyaç
giderir ki, oda sevaptır. Zekâtı ramazan ibadeti olarak düşünmemek gerekir.
Fıtır sadakası ise, ramazan ayı içerisinde verilir. Bu sadaka vaciptir. Kazayı belâyı def
eden bir ibadettir.
Bir de normal sadaka vardır. Oda her zaman her ayda verilir.
Fıtır sadakasını nisab miktarı mala sahip olan herkes verir. Mükellef olan kişi, himayesi
altında bulunan eşin ve çocuklarının fitresini de verir.
İhtiyaç sahiplerine verilir. Kötü yolda harcayacak olanlara verilmez. Hayır kurumlarına,
kurum ve kuruluşlara bir de bakmaz zorunda olduğu kimselere verilmez.
Bir fitre bölünmez. Tek kişiye verilir.
Fıtır sadakasının miktarını Diyanet işleri belirler. Esas miktar, kişinin varlığı ve kurduğu
sofraya göre belirlenir.
*
*
*
k) Şevval Orucu:
Şevval ayında 6 gün oruç tutmak çok sevaptır. Cenab-ı Allah bire on verdiğine göre 30
gün Ramazan orucu, 6 gün Şevval orucu, bayramlarda tutulmaz. Buna göre bir yılın tamamı
oruçlu geçirilmiş olur.
Ramazanda özrü nedeniyle 6 gün oruç tutamayan kişi Şevval ayında tutacağı 6 gün
için oruç tutar ve kaza orucuna niyet ederse inşallah şevval orucunu da tutmuş olur. Çünkü o
ay içerisinde 6 günü oruçlu geçirmiştir. Onun sevabını da alır, borcunu da ödemiş olur.
*
*
*
l) İtikaf İbadeti:
Peygamberimiz (sav) Ramazanın son on gününde itikafa girer, Ramazanı öyle
değerlendirirdi. Kadir gecesi için de: “Ramazan ayının son on günü içerisinde arayın.” diye
buyurmuştur.
İtikaf; bir şeyden ayrılmamak ve o şey üzere devam etmek demektir. Dini terim olarak
da yalnızlığa çekilip, namazları camide cemaatle kılıp, sadece ibadet etmek demektir.
İtikaf Kur’an’da 187. ayette geçer. İtikaf peygamberimizin işlediği ve tavsiye ettiği bir
sünnettir.
Eğer bir yerleşim biriminde bir kişi bu sünneti işlerse diğer Müslümanlar
sorumluluktan kurtulur…
İtikafa giren, kaza namazı borcu varsa onu ödemeli, yoksa nafile namazları kılmalıdır.
Kur’an okumalı, dua etmeli, zikretmeli, tövbe, istiğfar etmeli, dünya işlerinden uzak
durmalıdır.
*
*
*
m) Sonuç:
Peygamberimiz: “Mü’min öldüğünde namazı baş ucunda, sadakası sağında, orucu
göğsünde olur” buyurmuştur.
Birgün Cebrail gelmiş: “Ramazana ulaşıp da kurtulamayanın burnu sürtülsün” demiş.
Peygamberimiz de: “Amin” demiştir.
Ramazan ayı cehennem kapılarının kapanıp, cennet kapılarının açıldığı ve şeytanın
bağlandığı bir aydır.
Ramazanın kurtuluş için bize verilen bir fırsat olduğunu unutmamalıyız. Böyle fırsatları
kaçıranlar hep helâk olmuştur. Dünya fitnesine kapılmış ve şeytanın tuzağına düşmüşlerdir.
Ramazan ayı ibadet ayıdır, tevbe ayıdır, değişim ayıdır, cömertlik ayıdır. İhtiyaç
sahiplerini gözetme ayıdır.
İhtiyacı olmayanlara verilen iftar yemeğinde sevap yoktur. Zenginlerin çağrılıp,
fakirlerin çağrılmadığı sofralarda riya vardır, gösteriş vardır. Allah rızası yoktur.
“O bana yemek verdi, bende ona vereyim” yarışında hayır düşüncesi yoktur.
Lüks otellerin, lüks lokantaların kasalarını dolduran iftar davetleri israftır. İsrafta
İslâm’da büyük günahlardandır.
Bir hadiste : “yemeğini itikadı düzgün olanlar yesin” buyrulurken rabbımızda:
“Doğrularla beraber olun” buyurmuştur.
Bazı iftar sofralarına oruç tutmayanların çağrıldığı, bazılarında da alkol alındığı
söyleniyor. Böyle sofralar lânetli sofralardır. Peygamberimiz : “Sakın içki bulunan sofraya
oturmayın” diye uyarmıştır.
Ramazanı müslümana yakışır biçimde geçirmeliyiz. Orucu oruç gibi tutmalıyız, teravihi
ve namazları “Beni nasıl namaz kılar gördüyseniz öyle kılın” diyen peygamberimiz (sav) gibi
kılmalıyız.
Ramazanda ibadetin her çeşidini yapmalıyız. Çünkü Rabbimizin hangi amelimizi kabul
edeceğini ve hangi işimize sevap vereceğini bilemeyiz.
Bir de Ramazan ayının gelişini, gidişini, bayram gününü tartışmalı hale getirmekten
kaçınmalıyız.
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
SEVİNÇ GÜNÜ
RAMAZAN BAYRAMI
A- RAMAZAN BAYRAMI GÜNLERİ
Önemli bir misafir olarak Ramazan ayı bir heyecanla karşılanıyor. Nasıl geçtiği fark
edilmeden üzüntü ile veda ediliyor. İlgilenenler için çok güzel şeyler kazandırıyor. Gidişi
istenmiyor ama o “gelecek sene bir daha gelirim” tesellisiyle bırakıp gidiyor.
Bir Ramazan boyunca namaz kılanlar, koşa koşa teravih namazı kılanlar, oruç
ibadetinin güzelliklerine yönelenler, yüz güldüren, sevindiren zekatlar, sadakalar, sıcak çorba
gören yoksullar, Ramazanın güzellikleri arasında gelip geçiyor.
“Oruç tutun sıhhat bulun” diyen Peygamber (as)a kulak veren hastalar, bir ayda
gerçekten sıhhat buluyor, sağlıklı bir ay geçiriyor.
Ramazanı ramazan bilenlerin nefsine, ruhuna, evine, işine disiplin geliyor.
Kötü alışkanlıkları olup da diğer zamanlar kurtulamayanlar ramazanda rahatlıkla
günahlardan haramlardan kurtuluveriyor.
Ramazan ayını değerlendirenler, bir ay vesvese verip duran şeytanın şerrinden, hile ve
tuzaklarından uzak kalıyor. Şeytan bağlanıyor. İnsan şeytanları bağlanıyor. Şer güçler bir
köşeye siniyor. Ahlakı bozmaya, aileyi yıkmaya, insanımızı dejenere etmeye azmetmiş
medya, bir ay müslüman oluyor. Namaz hocası veriyor. Kur’an meali veriyor, dua kitabı
veriyor. Azda olsa müstehcenlikten uzak kalanlar oluyor. Yani onlarda bağlanıyor.
Netice olarak; diğer aylarda olmayan güzellikler ramazanda yoğun bir şekilde kendini
gösteriyor. İnananlar ramazanın gittiğine üzülürken, ramazanla pek ilgilenmeyen ve
ramazanın gelmesiyle üzülenler, ramazanın gidişiyle seviniyor. Müslümanlar bir güzel
ramazan geçirmenin sevinci ile bayram yaparken, onlarda ramazan gitti diye bayram yapıyor.
Bayram geliyor, ama başka üzülenlerde oluyor. Bir doktor arkadaşımız : “Gene bayram
geliyor; el tutmadı, el öpmedi diye gene laf edecekler” diyor, yüz ifadeleriyle burukluk ifade
ediyordu.
Bir kesim daha var ki, onlar içinde bayramlar sıkıntılı oluyor. Kim onlar? Şekilde değil,
sözde değil, özde inanmış, gerçek bir imanla iman etmiş hanım bacılarımız.
Bayramı alışkanlık, dini gelenek olarak yaşayan babalarından, analarından baskı
gelecek, inancı yaşamayan kocalarından baskı gelecek. Herkesle, her önüne gelenle şapur
şupur öpüşen çevreden baskı gelecek. Bir de Ramazan Bayramını şeker bayramı olarak
kutlayanlardan sıkıntı gelecek, problem olacak.
- Örtüleriyle alay edilecek.
- El tutmadı, el öpmedi diye kınanacaklar.
- Karışık oturmadı diye yadırgayacaklar.
- Bazı bacılarımız gitmek istemedikleri evlere, kişilere bayram ziyareti diye gitmek
zorunda kalacaklar.
- Kardeşlerimiz, yememeleri gereken ikramları yemek durumunda kalacaklar.
- Bazıları da bir ramazan boyu oruç tutup, namaz kıldıkları halde, dinin emrini yerine
getiren bazı ailelere hatta eşine destek olan kardeşlerimize tavırlarından dolayı sitem
edecekler.
Bu durumda müslümanlar olarak bizimde bir endişemiz var :”Ramazanın getirdiklerini
bayram götürecek. Aslında hepimiz zorlu bir nefis mücadelesi verdik, hepimiz bir şeyler
kazandık, ama çevre meselesi, bir de bilerek inanma yerine, gelenek halinde inanma
meselesi...
Bunun için gerçek inananlar bayramda da, bayramdan sonrada inançlarını devam
ettirirken, bazıları müslümanlığı bir araya sığdırıverecekler. Bayramla beraber eski
hayatlarına, eski alışkanlıklarına dönüverecekler.
Bayramlar sevinç günleridir. Kimsenin kimsenin bayramını zehir etmeye, sevincine
üzüntü katmaya hakkı yoktur.
İnanan insan, karşı tarafa gösterdiği saygıyı görebilmeli, bayramı hep beraber medeni
insanlar olarak birlik beraberlik içinde geçirmeliyiz.
İlkel toplumlarda da bayramlar vardı. Afrika ülkelerinde de bayramlar var. Ama kimse
bayram havasını bozmuyor. Bizde de bayramlarımızın tadının kaçmaması için ideolojilerin
insan sevgisinin, millet sevgisinin önüne geçirilmemesi lâzımdır.
*
*
*
B- BAYRAM SONRASI HAYATIMIZ NASIL OLMALI?
Kur’an’da : “Oruç sayılı günlerdir” (Bakara:184) buyrulmuştur. Sayılı günler çabuk
geçiyor. Ömürde sayılı günlerden ibaret.
Bir ay nefsimize hakim olduk, elimize, dilimize, her şeyimize hakim olduk, Allah’ın
rızasını aradık ve bayramı hakettik. Bayramı da Allah’ın rızasına uygun geçirmemiz gerekir.
Ramazanın havası bayramda ve bayramdan sonra devam etmezse, Ramazandaki emeklerimiz
hebâ olur.
Bayramla beraber bağlanan şeytanların bağları çözülecek, kapanan cehennem kapıları
açılacak, bir aylık sipere çekilen şer zihniyet atağa geçecek. Bir taraftan nefsimizle bir taraftan
şeytanla, bir taraftan da şer güçlerle boğuşma başlayacak. Eğer Ramazan hayatını devam
ettiremezsek, onlarla nasıl baş edeceğiz?
Ramazanda ne güzel;
- Namaz kıldık,
- Kur’an okuduk,
- İçkiyi, kumarı, sigarayı bıraktık,
- Günah, haram şeyleri terk ettik,
- Bacılarımız örtündü,
- Zekatlar, sadakalar verildi, yardımlar yapıldı. Bunlar bitivermemeli. Bayram alıp
götürüvermemelidir. Bunlar Ramazana mahsus emirler değildir. Bir ömür boyu sorumlu
olduğumuz şeylerdir.
İbadetler, güzel alışkanlıklar, hayatımızın her anını her safhasını kapsamadıkça huzura
eremeyiz, ahirette de kurtulamayız.
Bazıları bayramı bile geçirmeden bir ramazan boyu kazandıklarını bırakıveriyor. Geriye
zahmetten başka bir şey kalmıyor. Rahmet ayı oluveriyor zahmet ayı.
Bugün bayramlar bile herkes için aynı anlamı ifade etmiyor. Bayramlarda yozlaşmadan
payını aldı. Mâneviyata yapılan saldırılar, bazı kesimlerde bayramın anlamını da değiştirdi.
Bu bayramlarda tatil çoksa hava müsaitse, turistik seyahate çıkılıyor. “Kurban parası ile
gezer gelirim” deniliyor. “Bayramda ona buna yapacağım harcamayı, vereceğim ikramı
sahilde yerim, kayak merkezlerinde harcarım” diyenler oluyor.
Ramazanda bayramı ile şeker bayramı arasında iki ayrı dünya vardır. İki ayrı kültür
vardır.
Gerçek manada inanmayanın, gerçek manada Ramazan hayatı yaşamayanın elbette
bayram anlayışı da değişik olacaktır. Veya bir ay boyunca islâmla, müslümanla alay
edercesine davrananın Ramazan bayramı kutlamaya hakkı olur mu? O neyin bayramını
kutlayacak?
Ramazan bayramını, ramazanı yaşayanın kutlama hakkı vardır.
Müslümanlar olarak bayramlarımıza sahip çıkmalıyız. Bugüne kadar “bizimdir” diye
sahip çıkmadığımız her şey elimizden çıktı gitti. Hıristiyandan daha yaman yılbaşı kutlayanlar
elbette bizim bayramlarımıza sahip çıkmaz.
Bugün gençlerimiz başta olmak üzere bayramlarımızın sıcak havasına ve gerçek
manasına muhtacız.
Ramazan boyunca hayatın günahsız ve kötülüksüzde geçebileceğini gördük. Ramazanı
vedâ ederken güzelliklere de veda etmeyelim. Oruç bitti, teravih bitti diye sevinenlerden
olmayalım.
Cenab-ı Allah Kuran’da şöyle uyarıyor :
- “İpliğini eğirip büktükten sonra bırakıverip çözen kadın gibi olmayın” (Nahl:92)
- “Ölünceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hıcr:99)
Peygamberimizde bir hadislerinde : “ İbadetin kabul olunanı az da olsa, devamlı
olanıdır” (Buhari, İman:32) buyurmuştur.
Mermeri delen, damlaların gücü değil, damlaların devamlılığıdır.
Hayatın bir bölümünde Cumalar, Ramazan, Kandiller bizi kurtarmaz.
Hani adama sormuşlar :
- “Namaz kılar mısın?”
- “Bayramdan bayrama” demiş.
- “İçki içer misin?” demiş.
- “Akşamdaaannn akşama” demiş.
Biri de camiden gelmiş, hanımına :
- “Al hanım şu takke ve tesbihi bir yere sakla, gelecek ramazan lâzım olur, biz
müslüman adamız” demiş.
Bir vaiz bayram namazında şöyle demiş :
- Geçen Ramazan bayramında namazdan sonra camide bir ceketin unutulduğunu fark
ettik. Sahibini Cuma’ya gelir diye bekledik gelen olmadı. Ceketi bir fakire verdik. Öbür bayram
sahibi çıkageldi. “Geçen bayram ceketimi unutmuşum, burada mı?” dedi. Biz onu bir fakire
verdik, arayan soran olmayınca, sahibini öldü zannettik” dedik. Sizde bu bayram bir şey
unutursanız,sakın öbür bayramı beklemeyin gelin alın.”
*
*
*
C- NASIL BAYRAM GEÇİRELİM?
Bayramları kültürümüze uygun geçirmeliyiz. İnancımıza uygun bayram geçirmeliyiz.
Ramazanımız gibi bayramımızda güzel geçmelidir.
Menfaatine düşkün olanlar, yanlışlıkları hayat tarzı olarak seçiyor. İslâm’ı ucuz,
çıkarına göre yaşamak istiyor. “Öylede olur, böyle de olur” diyorlar. “Ne varmış bunda”
diyorlar. “Falan böyle dedi” diyorlar. “Ben yaptım oldu” diyorlar.
Diğer yandan “o ne der, bu ne der?” deyip kınanma endişesi ile Allah’ın emirlerini terk
edenler oluyor.
Herkesin bir bayramı vardır. O bayramını kendi inancına göre kutlar.
Enes (ra) şöyle anlatıyor :
“Allah’ın elçisi Medine’ye geldiğinde, Medine’lilerin gülüp eğlendikleri iki günleri vardı.
Allah’ın elçisi;
- “Bu iki gün nedir?” diye sordu. Onlarda :
- “İslâm’dan evvel sevindiğimiz günlerdir.” dediler.
Bunun üzerine Peygamber (SAV):
- “Allah size o iki bayram günlerine bedel, hatta onlardan daha hayırlı iki bayram günü
ihsan etti. Bunlar Ramazan ve Kurban bayramlarıdır” dedi. (Ebu Davud Salat:1295)
Şöyle anlatır :
Bir bayram günü Peygamberimiz, oynayan çocukların yanından geçiyordu. Onlardan
birinin oyuna iştirak etmediğini, bir kenarda oturup ağladığını gördü. Yırtık elbiseli bu
çocuğun yanına yaklaşıp:
- “Niçin ağlıyorsun? Sen arkadaşlarınla beraber niçin oynamıyorsun?” dedi.
Çocuk hıçkırarak cevap verdi:
- “Babam savaşta şehit oldu. Annem başka biriyle evlendi. Yiyecek, içecek, sığınacak
bir yerim, bir şeyim yok.” Peygamberimiz, çok duygulandı ve ona :
- “Benim baban, Aişe’nin annen, Hasan ve Hüseyin’in de kardeşlerin olmasını ister
misin? deyince çocuk:
- “Nasıl istemem, Ey Allah’ın Resûlü” dedi.
Peygamberimiz çocuğu alıp evine götürdü. Yedirdi, içirdi, giydirdi. Bir müddet sonra
çocuk sevinerek oynayan arkadaşlarının arasına katıldı.
İşte böyle sevinemeyenleri sevindirmek, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacını gidermek
hepimizin vazifesi olmalıdır.
- Mutlaka bir fakir aile tesbit edilip ziyaret edilmelidir. Yaşlılar, kimsesizler ziyaret
edilip unutulan yardımlaşma ve dayanışma canlandırılmalıdır. Bu çocuklarımıza örnek olma
açısından çok önemli bir davranıştır.
- Ramazan bayramı geceleri de gündüzleri gibi mübarektir. Gündüzleri
değerlendirirken geceleri de ihya edilmelidir. Peygamberimizin haber verdiğine göre bayram
geceleri yapılan dualar red olunmaz.
- Bayram tebriği diye açık saçık resimler gönderilmez. Bu bayramın ciddiyeti ve manevi
havası ile bağdaşmaz.
- Bayramda alkol ve alkol katkılı ikramlar yapılmamalıdır. İkram edilen çukulataların
likörlü olup olmadığına ve domuz katkısı olup olmadığına dikkat edilmelidir.
- Ramazanda hatim, teravih namaz diyerek bacılarımız başlarına aldıkları örtüyü
çıkarıp atıvermemelidir. Bayram diye kolu kısa, bağrı açık, eteği, bacakların üst kısımlarını
gösteren elbiseler giymemelidir.
Çocuklarımıza gençlerimize ince, dar, göbeklerini gösteren bayramlık elbiseler
alınmamalıdır.
Giyim, çok şey söyler. İyi veya kötü mesajlar verir. İnsanın inancını, kişiliğini yansıtır.
“Müslümanım” diyen, müslüman gibi giyinmeli, müslüman gibi davranmalıdır.
Müslüman çocuğu da müslüman çocuğu gibi giyinmeli ve davranmalıdır.
- Allah: “Ey insanlar! Çirkin yerlerini kendilerine göstermek için Adem’le Havva’nın
elbiselerini soyarak, şeyten onları nasıl cennetten çıkardıysa, sakın size de bir fenalık
yapmasın.” (A’raf:27) ikâzında bulunuyor.
Örtünmek bir nevi korunmadır.
Edep, haya duygusu ve iman, örtünmeyi gerektirir. Örtünün, islâma uygun olması
gerekir.
Allah : “Ey Peygamber! Hanımlarına kızlarına ve mü’min kadınlara söyle. Kendilerini
baştan aşağı örten elbise ile örtünsünler. Böyle örtünmeleri, eziyet edilmemeleri için daha
uygundur.” (Ahzab:59) buyuruyor.
Çocukların kıyafeti de önemlidir.
- Hz. Aişe anlatır . “Hz. Ebubekir’in kızı Esma, ince elbise ile peygamberin yanına
gelmişti. Resûlullah ondan yüz çevirdi ve ona: “Ey Esma! Kadın, ergenlik çağına yaklaşınca,
onun vücudunu başkalarının görmesi uygun değildir. El ve yüz hariç örtünmelisin” dedi. Onun
açık halinden yüz çevirdi. “Peygamberin sizin çocuğunuzdan da yüz çevirmesini ister
misiniz?”
- Nur Sûresinde : “Mü’min kadınlara söyle gözlerini haramdan sakındırsınlar, ırzlarını
korusunlar. Ziynetlerini ve ziynet yerlerini açıp göstermesinler. Ancak zaruri olan el ve yüz
müstesnadır. Baş örtülerini de yakalarının üstüne omuzlarına sarkıtsınlar.” (Nur:31)
buyrulmuştur.
- Birde bayram temizliği bahanesiyle pencereye, balkona, kapı önüne çıkan bacılarımız,
görünümüne dikkat etmelidir. Allah’ın emri için hiçbir şey mazeret olmaz.
Örtü, sürekli olur. Ramazan örtüsü, mevlid örtüsü, yasin, mukabele örtüsü ile islâmın
tesettür emri tamam olmaz.
*
*
*
D- ZİYARETLER
Ziyaret edilen yerde ve ziyarete gelenlere karşı davranışımız nasıl olacak?
Kadın, kayınbiraderine, eniştesine, amca, dayı, hala ve teyze çocukları gibi yakın
akrabalara karşı da giyiminde, konuşmasında, oturup kalkmasında dikkatli olmalıdır. Ciddiyeti
asla elden bırakmamalıdır. Yabancılara karşıda daha çok dikkatli olmalıdır.
İslâm kadını, önüne gelenin elini öpmez, kendi elini de öptürmez. Önüne gelenle yüz
göz olmaz. Giyimine de dikkat eder. İmkân varsa, karışık oturmaz.
Bu işlerde : “Kalp temiz olsun yeter, gerisi önemli değil” denemez veya “Benim kalbim
temiz” diyemez. Senin kalbin temiz olsa, karşı tarafın kalbi temiz olmaz. Bu sözleri daha çok
kötü niyetli, zihniyeti bozuk kimseler söylüyor. Böyle kelimelerin ardına sığınılamaz.
Peygamberin hanımının, kızının kalbi temiz değil miydi. Allah Resûlü, gözleri görmeyen
adam için “Perde arkasına geçin” diyordu. “O kör ya resûlallah” denilince : “Sizde mi
körsünüz?” diyordu.
Birde Allah’ın emirlerine uymayanın kalbi malbi temiz olmaz. Günah işleyenin, isyan
edenin kalbi temiz mi olurmuş? Günah kalbi karartır.
Karşı tarafı karalamak, kendini haklı çıkarmak için “Sen kötü düşünüyorsun, buna
gerek yok.” “Senin kalbin fesat” diyen ortalığı bulandıranların kınamasından
çekinilmemelidir.
İnsanda nefis var mı? Cinsiyet duygusu var mı? Var. Öyleyse fitnecinin fitnesine aldırış
edilmez.
En önemli hususda Allah bize neyi emrettiyse, Peygamber bize neyi nasıl öğrettiyse,
müslüman olarak öyle yapmak zorundayız.
Müslümanın ölçüsü Kur’andır. Hz. Peygamberin sünnetidir.
*
*
*
E- KİMLERİN ZİYARETİNE GİDİLİR VE NASIL GİDİLİR?
Komşu ziyareti, akraba ziyareti ve büyüklere ziyareti dinimiz emretmiştir. Bu ziyareti
yaparken ziyaretin edebini ve adabını da bildirmiştir.
Dinin emirleri yerine getirilirken, günaha girmeden, haram işlemeden yerine
getirilmelidir. Eğer ziyaret edecekseniz, sevapla değilde günahla döneceksiniz, böyle dinin
emri yerine getirilmez. Böyle bir ziyareti dinimiz emretmemiştir.
İnancımızda bazı hallerde günaha girme korkusu varsa, sevap terk edilir. Ben sevap
kazanacağım diye taviz verilmez ve yanlış bir hareket yapılmaz.
Kimlerin ziyaretine gidilmez?
- İnancı, ahlâkı zayıf olan, toplumca iyi tanınmayanın ziyaretine gidilmez.
- Meşru iş yapmayanın ziyaretine gidilmez. İkramı yenmez.
- Gidilen yerde islâmî bir anlayış ve yaşayış yoksa, karışık oturulacak, tokalaşılacaksa, el
tutmadı, el öpmedi diye kınama olacaksa, “Buna, haremlik selamlık” denilerek islâm ve
müslümanlar rencide edilecekse, o yere gidilmez. Çünkü o yerde sevap olmaz.
- Gidilen yerde islâmî kimliğe, islâmi sembollere, eşarba, mantoya dil uzatılacaksa,
bunlara karşı olan, ardımızdan konuşacak biri ise, onada gidilmez.
- Bir yerde gıybet edilecekse, oraya da gidilmez.
- Gidilen yerin çoluk çocuğu, eşimize, çocuklarımıza kötü örnek olacaksa, yanlış
etkileyecekse, imrendirecek, bizim tarafımızda alçaklık kompleksi meydana getirecekse,
böyle bir aileye de gidilmemesinde fayda vardır.
- Kazancı geliri haramdan olan, yaşayışına dikkat etmeyen kimselere gidilmez.
- Dinin olmadığı yerde dostluk, akrabalık, hak olmaz.
- Ziyarette sevap vardır. Ziyaret sünnettir. Ama bazı ziyaretlere gitmemek sevaptır ve
gitmemek sünnettir.
Hiçbir günah küçük görülmemelidir. Küçük görülen her günah büyür gider.
Dinimizde şüpheli şeylerden bile kaçınmak esastır.
*
*
*
F- KİMLERİN İKRAMI YENİR, KİMLERİN İKRAMI YENMEZ?
Müslüman, herkesle iyi geçinmeli uyum içinde olmalı. Ama inancından taviz vermeden
yaşamalıdır.
Herhangi bir davette günahlar işlenecekse, gitmek sakıncalı ise, o davet nazik bir
şekilde red edilir. Münasip dille mazeret beyan edilir. Uygunsa, kibarca ikaz edilir.
Dinimiz her zaman iyi ortamlarda iyi kimselerle olmamızı, doğrularla yaşamamızı
emrediyor. Peygamberimiz dünyada beraber olduklarımızla ahirette de beraber olunacağını
beyanla : “Kişi sevdiği ile beraber olacaktır” buyurarak uyarmıştır.
İnancımıza göre itikadı düzgün olanların yemeği yenilecektir. Meşru yollardan
kazananın ikramı alınacaktır. Şüpheli şeylerden de ateşten kaçıldığı gibi kaçılacaktır. (Bak:
Riyaz üs-Salihın : 1/365)
Kimin hangi ikramı yenmez?
- Geliri kazancı kesin olarak haramdan olanın ikramı yenmez.
1- Fıkhi ölçüye göre; bir kimsenin kazancının ve malının yarıdan fazlası haramsa, o
kimsenin ikramı yenmez, içilmez, alınmaz ve sofrasına oturulmaz.
2- Kazancının yarıdan fazlası helal olanın mecbur kalındıysa, ilişkilerin zedelenmemesi
için ikramı yenebilir, alınabilir. Bunu yerken de helâl olan kısmına niyet edilir : ”İnşallah bana
helâl kısmı nasip olur” denilir.
3- Kazancının ne kadarı helâl ne kadarı haram bilinmiyorsa, bilgi eksikliği lehte kullanılır,
iyi zanda bulunulur. Çoğu helâldir denir, onun ikramı yenir, içilir ve alınır. O kişinin hayrı ve
ıslahı için dua edilir.
- Birinin kazancı şüpheli ise, lehte düşünülür. Şüphe ile, zanla amel edilmez. İkramı
yenir. Çünkü şüphe ile haramlık kesinleşmez.
- Alkol içilen yerlerde davete gidilmez. İçki sofrasına oturulmaz. Peygamberimiz: “Sakın
içki bulunan sofraya oturmayınız” buyurmuştur. (Tirmizi Edep:43)
Kur’anda : “Doğrularla beraber olunuz” buyrulmuştur. (Tevbe:119)
İçki sofrasında “mezeleri kurtarıyorum” denmez.
- Demek oluyor ki; her davet edilen yere apar topar gidilmez. Araştırılır, gidilmesi
gereken yere gidilir, gidilme-mesi gereken yere de gidilmez tepki gösterilir.
- Efendim davete icabet sünnettir, ama bazı davete gitmemek sünnettir.
Komşunun davetine gidilir, komşu hakkı vardır. Doğru ama Allah’ın hakkına riayet
etmeyen, adam gibi yaşamayan komşunun hakkı mı olur.
- Faizden, kumardan, fuhuştan, alkolden, hırsızlıktan, kaçakçılıktan ve bunun gibi meşru
olmayan yollardan kazanç sağlayanın ikramı yenmez, içilmez ve alınmaz. Büyücülükten,
falcılıktan kazananın ikramını bilmeyerek yiyen Hz. Ebu Bekir (ra) durumu öğrenince
parmağını boğazına sokmuş istifra etmiştir. Ardından da “Kusamadığım kısmı için beni affet
Allah’ım” demiştir.
- Günah işleyen, pişmanlık duymayan, günahta ısrar edenin ve inançsızın, islâm ve
müslüman düşmanlığı yapanın davetine, ziyaretine gidilip ikramı yenmez.
- Dilenmeyen yoksulun daveti, bu fakirdir diyerek reddedilmez. Kalbi kırılmaz. Onun
ikramı haramdan olmadıkça yenir.
*
*
*
G- BAYRAM DİYE TOKALAŞILABİLİR Mİ?
İslâm’da üzerlerine nikah düşen yabancı iki cinsin tokalaşması, birbirine dokunması,
hatta bakması uygun görülmemiştir.
Hz. Peygamber Hz. Aişe’nin ifadesiyle, yabancı bir kadının elini tutmamıştır. “Onun eli
hiçbir yabancı kadının eline dokunmadı” demiştir.
Peygamber (as) kadınlardan biat alırken “Sen bizim elimizi tutmadın ya” denince “Ben
kadınların elini tutmam” cevabını vermiştir.
İslâm büyüklerinden, itikadı düzgün olanlardan hiçbir kimse karşı cinse el
öptürmemiştir. Hatta küçük kız çocuklarına bile alışmasınlar diye el vermemişlerdir.
Bir hadislerinde peygamberimiz (as) şöyle buyurmuştur :
- “Namahrem elini tutan eline kor ateş almış olur.”
- “Sizden birinin başına demirden bir şişin batırılması, kendisine helâl olmayan bir
kimsenin dokunmasından daha hayırlıdır.” (Bekir Topaloğlu, İslâm’da Kadın : 185)
Her organın bir günahı ve zinası vardır. Elin zinası, dokunmanın haram olduğu kimseye
dokunmaktır.
“El öpmekle dudak aşınmaz” sözü doğru değildir. Dudak aşınmasa da kişilik aşınır, inanç
aşınır.
Bir insan, anasının, babasının, büyükanne, büyükbabasının, hürmeten çok yaşlı bir
kimsenin, uygunsa ilminden istifade ettiği hocasının hala, teyze, amca, dayı gibi yakınların
elini öpebilir. Bir erkeğin nefsi ölmediği için yaşlıda olsa dikkatli olunmalıdır.
İnancından dolayı el öpmeyen ve elini vermeyen, kınanamaz. İnanca saygılı olunmalıdır.
Bazıları elini öptürmedi, elimi öpmedi diye kızıyor. “Beni pismi buldun?”,”Beni yok mu
sayıyorsun?” gibi ifadelerle karşı tarafı sindirmeye çalışanlar oluyor.
El öper, öpmez. Bunlar inanç meselesidir. Bu, kadını aşağılamak da değildir. Bilakis
saygı duymaktır.
İslâm’ın bu yasağı, günaha, harama düşmemek için bir tedbirdir. İslâm, kadını korumak
için böyle bir tedbir almıştır. Kadına kötü niyetli kimselerin el uzatmasını önlemek için alınan
tedbirlerden biridir.
İslâm dini zinayı yasaklamış ve ona götüren bakmayı, dokunmayı, öpmeyi, yalnız
kalmayı, müstehcen konuşmayı ve dinlemeyi yasaklamıştır.
İslâma göre;
- Bir müslüman nikâh düşen kimsenin elini tutamaz, öpemez.
- Kız, eniştesinin elini öpemez, ona sarılamaz.
- Kayınoğlan, yengesinin elini öpemez, ona sarılamaz.
Biri peygamberimize geliyor ve diyor ki:
- “Bizden biri başkasının önünde eğilebilir mi?”
- “Hayır!” der peygamberimiz. O adam tekrar sorar:
- “Elini öpebilir mi?”
- “Hayır!”
- “Musafaha edebilir mi?”
- “Evet” der peygamberimiz. (R. Salihın:2/892)
Musafaha cinslerin kendi aralarında olması halinde günahlarının bağışlanacağı müjdesi
vardır.
Kadınla erkeğin selâmlaşması ve bayramlaşması nasıl olmalıdır?
Selâm, Allah’ın emri peygamberin sünnetidir. Müslümanlar arasında dualaşmadır.
Kadın-erkek selâmlaşılacaktır. Eğer günaha girme ihtimali varsa, selâm ve bayramlaşma
terk edilir.
Selâmda öncelik erkeğindir. Erkek selâm verir. Eğer kadın genç ise, selâmı içinden alır.
Kadının önce selâm vermesi caiz değildir. Ancak erkek yakını ise veya çok yaşlı ise ancak
o zaman verebilir.
Neden böyle? Yanlış anlaşılmaması, kötü düşünülmemesi ve fitneye sebep olunmaması
için.
*
*
*
H- BAYRAMDA KADIN NE ÖLÇÜDE SÜSLENEBİLİR?
Kadın evli ise, ancak eşi için süslenir ve sevap kazanır. Kadın başkası için süslenirse, bu
ona günah kazandırır.
Günaha girmek istemeyen kadın;
- Kokular sürünerek, ses çıkaran ayakkabılarla dışarıya çıkamaz.
- Dar, ince, açık giyinemez.
- Erkek kuaföre saç yaptıramaz.
- Necis şeylerden yapılmış kozmetik kullanamaz.
- Dövme yaptıramaz.
- Gereksiz estetik ameliyat yaptıramaz.
- Dişlerini seyrelttiremez.
İslâm’da bir kural vardır: “Günaha ve harama götüren şeyde günah ve haramdır” yani
bir şeyin hayra mı, şerre mi sebep olduğu önemlidir.
- Gençlerin dikkat etmesi gereken bir husus da;
Nişan ve söz, nikâh yerine geçmez. Yani sözlüler ve nişanlılar, evliler gibi
davranamazlar.
Peygamberimizin bir hadisi var: “Yabancı bir kadın ve bir erkek beraber olunca,
üçüncüsü şeytan olur” buyurarak evlilik dışı beraberliğin doğuracağı tehlikeye işaret etmiştir.
Burada anababalara büyük görev düşüyor. Rus yazarı Tolstoy’a kızı:”erkek arkadaşımla
çıkmak için izin verir misin? der. “Tolstoy : “Hayır!” der.
Kızın erkek arkadaşı gelir, izin ister. O da “hayır” cevabını alır.
Gençler: “Bize güvenmiyor musunuz?” derler. Baba:
- İkinize de güveniyorum, ama ikiniz beraber olunca, ikinize de güvenmiyorum”
cevabını verir.
Tedbir alınmazsa, gençlerin kaçınamadığı günahlar olacaktır.
Bayram, hıristiyanların yılbaşı kutlamaları gibi kayıplara neden olmamalıdır. Bayram,
ramazan boyunca kazanılanları alıp götürmemelidir. Bayram diye çılgınlıklar yapılmamalıdır.
Bayram, dinî ve insanî görevlerin yapılması ve sevinçlerin paylaşılması olarak anlaşılmalıdır.
- Bayramlarda hediyeleşme geleneği canlı tutulmalıdır. Çocuklar, vermeye ve hediye
almaya alıştırılmalıdır. Atadan ne görürse, çocuklar ilerde aynısını yapacaktır.
- Her müslümana tebliğ, irşat ve iyiliği emretme kötülükten sakındırma görevi farzdır.
Bayram münasebetiyle bu görevler uygun bir şekilde yapılmalıdır.
Daha çok örnek olunmalı, iyi çığır açılmalıdır. Peygamberimiz : “söyleme yap”
buyurmuştur. Bu yol daha etkili olacaktır.
- Bayram sabahı silah atmak uygun değildir. Bu ilkel insanlardan kalma bir adettir.
Adam bir fakire yardım etmiyor, dakikalarca mermi harcıyor.
Adam, bayram namazına gelmiyor, balkonda, damda silah atıyor. Bayram kutluyor.
Parasını insan doğru dürüst harcamazsa, şeytan onun parasını israf ettirecektir.
- Arefe günü onun bunun sözüne bakıp, bayram diye oruç bozulmamalıdır.
Müslümanların bir ve beraber sevinmelerini istemeyenlere fırsat verilmemelidir.
- Bayramda ikramlara verende dikkat etmeli, alanda dikkat etmelidir. Her ikram
yenmemelidir. Sağlığımız açısından ölçülü yiyip içilmelidir.
*
*
*
I- BAYRAM SABAHI NELER YAPILMALIDIR?
- Sabah namazına kalkıp boy abdesti almalıyız.
- Güzel ve temiz bir şekilde giyinmeliyiz.
- Güzel koku sürünmeliyiz.
- Fitremiz verilmediyse, bayram namazından önce onu vermeliyiz.
- Camiye giderken Allah’ı zikrederek, içimizden tekbir getirerek gitmeliyiz.
- Oruç tutmak haram olduğu için sabah birkaç lokma atıştırmak sünnettir.
- Cami çıkışında, eve dönüşte önümüze gelenlerle bayramlaşmalıyız. Eve gelince çoluk
çocukla bayramlaşmalıyız.
- Bayram boyu konu komşu ile hısım akraba ile bayramlaşmayı ihmal etmemeliyiz.
- Bayram günlerinde şahsi sıkıntı ve üzüntülerimizle çevremizdekilerin bayram neşesini
kaçırmamalıyız.
- Bayram boyunca çocukların ihtiyaç sahiplerinin sevindirilmesine önem vermeliyiz.
- Ziyaretlerde günaha girmeden sevap kazanmanın yollarını aramalıyız. Bir Ramazan
kazandıklarımızı boşa çıkarmamalıyız.
- Ramazanda mazeret nedeniyle tutulamayan oruçlar, diğer ramazana kalmadan
tutulmalıdır. Çünkü bir görüşe göre diğer ramazana kadar tutulmayan oruç için hem kaza,
hem de keffaret gerekir.
- Bayramlarda şehir dışına, eğlence merkezlerine kaçmak gibi alışkanlıklar, inancımızla
ve kültürümüzle bağdaşmaz. Yarın çocuklarımızda aynı şeyi yapacak ve anababasından bile
kaçacaktır.
- Bayram, elbirlik kutlanmalıdır. “Oruç tutmadı, bayram kutluyor” denmemeli,
kırgınlıklara sebep olunma-malıdır.
Şu veya bu sebeple bayramın tadını kaçıracak davranışlardan sakınılmalıdır. Herkes
birbirine saygılı olmalıdır. Görevimiz insanları kaybetmek değil, kazanmaktır. Cehenneme
adam sokmak değil, cennete adam kazandırmaktır.
- İki bayram arası nikâh kıymanın uğursuz olduğu doğru değildir. Dinimizde böyle bir
şey yoktur. Bilakis peygamberimiz iki bayram arasında nikâh kıymıştır.
İki bayram arası kıyılacak nikâhın hiçbir mahsuru olmadığı gibi aksine daha uygun ve
daha mübarek olur. Manevi bir yönü olur.
- En önemli bir hususda ölmüşlerimiz unutulmamasıdır.
- Böyle mübarek gün ve gecelerde ölmüşlerimiz bizden dua bekliyor. Hayır hasenat
bekliyor. Fatiha, yasin ve Kur’an okunsun, ruhlarına bağışlansın istiyorlar. Kabirleri ziyaret
edilsin istiyorlar.
- Kabirlere kucak kucak mersin götürmek yanlıştır. Ölenlere hiçbir fayda vermez.
Çevrenin kirlenmesinden başka bir işe yaramaz. Onun beklediği ot değil, kuru ziyaret değil,
hayır hasenattır, Kur’an okunması ve dua edilmesidir.
- Bir de hanım bacılarımız ölmüşlerine eziyet verecek, kemiklerini sızlatacak şekilde
açıksaçık kabir ziyareti yapmamalıdır.
Kabir ziyareti imkanı olmayanlar, bulundukları yerden okur, sadaka verir sevabını
bağışlar.
Kabir ziyaretine gidenler bid’at işlememeye ve şirke düşmemeye de dikkat etmelidir.
*
*
*
İ- KABİR ZİYARETİ
Arefe ve bayramda kabir ziyareti gelenek haline gelmiş, köylerimizde senenin diğer
zamanlarında ziyaret edilmeyen kabirler, arefe günü ziyaret edilir. Bir kucak mersin olmadan
da gidilmez. Kabirde bir şey okumaz, ama o mersini götürür.
Kabir ziyareti, her zaman yapılmalıdır. Hz. Peygamber: “Kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü
size ahireti hatırlatır.” buyurur. Kadın erkek, imkanı olan ölmüşlerini ziyaret etmelidir.
Kadınlar giyimine, davranışlarına dikkat etmeli ağlayıp sızlayarak taşkınlıklar yapmamalıdır.
Kabir ziyaretinde şu hususlara dikkat edilmelidir:
- Abdestli gidilmeli (kadın hayızlı gidebilir).
- Varılınca selâm verilmeli, “ey kabir ehli size selâm olsun” denmelidir.
- Dua edilip Kur’an okunmalı.
- Ölümü düşünerek, ölenlerden ders almalı,
- Mezarlar çiğnenmemeli, üzerine oturulmamalı,
- Mezara türbeye para, eşya bırakılmamalı, orada namaz kılınmamalıdır.
- Mezardan medet beklenmemeli, şifa beklenmemeli, kabirden bir şey istenmediği gibi,
ona şikayet de edilmemelidir. Ziyaretin gayesi ölüye duadır. O, fatiha bekliyor, hayır bekliyor.
Ondan istenmeye kalkılmaz.
- Mezara mum yakmak, çaput bağlamak günahtır.
- Birde mezar başında ağlayıp sızlanmaz.
- Ölü için kurban kesilmez, adaklar kabristanda kesilmez.
- Ölüye saygı duruşu yapılmaz.
- Mezarın tavaf edilir gibi etrafında dönülmez.
- Mezarın taşı toprağı öpülmez.
- Kabirde, türbede namaz kılınmaz. Peygamberimiz: “Kabirlere saygılı olun, üzerlerine
oturmayın, onlara karşı namaz kılmayın” demiştir. (Prof. Dr. V. Zuhayli, İslâm Fıkhı Ans: 3/77)
-“Allah’ın lâneti yahudi ve hıristiyanların üzerine olsun. Çünkü onlar peygamberlerinin
kabirlerini mescid yaptılar” buyurmuştur. (Buhari Cenaiz:60)
Kabir başında Kur’an okunur mu?
Kadın olsun erkek olsun mezarın başında Kur’an okuyabilir. Başkaları okuyacaksa kadın,
içinden okur. Mezarlıkta Kur’an okutularak ücret ödenmez, alınmaz.
Kur’an’ın evde okunup ölenlerin ruhuna bağışlanması daha uygun olur.
Ücretle Kur’an okunur ve okutulur mu?
Kur’an’da Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:
- “Ayetlerimi az bir paha ile satmayın” (Bakara:41)
- Onu az bir paha ile değişenler yok mu? İşte onların yiyip de karınlarına doldurdukları
ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz ve onları temize
çıkarmaz. Orada onlara can yakıcı bir azab vardır.” (Bakara:174)
Bu ayetlere göre yasin için, hatim için pazarlık olmaz. Para ile hatim, yasin satın
alınmaz. Al şu parayı yasin okuyuver, hatim indiriver denmez. Yasin okuyan, Kur’an okuyan
da para istemez. Ama yakıt, elektrik gibi masraf karşılığı verilip alınabilir.
*
*
*
J- RAMAZAN BİTİNCE DİNÎ HAYAT BİTECEK Mİ?
Bir ay camiler doldu taştı. Oruçlar tutuldu, namazlar kılındı. Zekatlar, sadakalar verildi.
İbadetlerin her çeşidi yapıldı. Sevaplar peşinde koşuldu. Kötülüklerden uzak kalındı, iyi
alışkanlıklar kazanıldı. Şimdi Ramazan bitiyor. Ramazan bitti diye dinî hayatımız devam mı
edecek, sona mı erecek?
İbadetler sadece Ramazana mahsus değildir. Bunu böyle anlar böyle yaşarsak,
ramazandaki ameller de boşa gider. Çünkü islâm bir bütündür. Bir öğrencinin sınıf
geçebilmesi için bütün derslerden başarılı olması lâzımdır. O zaman sınıf geçer, o zaman
diploma alır. Amellerimiz tamam olmazsa, sıratı geçemeyiz, cennete giremeyiz.
Resûllûllah (a.s)’e : Ya Resûllûllah! Hangi bibadet Allah Teâlaya çok sevimlidir? Diye
sorulmuştu. O da: “Az olsa bile, devamlı olanıdır.” diye buyurdu. (Buhari İman:32)
Cenab-ı Allah Kur’an’da: “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et” diyor.
- Bir ayette de: “Ailene namazı emret, kendinde ona salbırla devam et” buyuruyor.
Sırf ramazan, Kadir gecesi ve bu zamanlarda yapılan ibadetler insanı kurtarmaz.
Ramazanda birşeyler yapıpta Ramazan sonrası eskiye dönüvermek akıllı insan işi
değildir. İnandım diyen bunu yapamaz.
Allah’ımız bizi şöyle uyarıyor:
- “İpliğini sağlamca büktükten sonra çözüp bozan (kadın) gibi olmayın”
Allah yanında uzun ömürde makbul değil. İnsanın ne kadar yayadığıda önemli değil, ne
yaptığı önemlidir...
Ramazan’ın verdiği huzuru, sağladığı güzellikleri her zaman sahip olmak istiyorsak,
ramazanı devam ettirmemiz lazım.
Cebrail: “Ramazan’a ulaşıpta kurtulamayana yazıklar olsun, burnu sürtülsün” diyor.
Peygamberimizde bu söze “Amin” demiştir.
Ramazan, ebediyyen kurtuluşumuza vesile olmalıdır. Yoksa hayatımız, pişmanlık
vesilesi olacaktır. Öldükten sonra: “Keşke bu hayatı yaşamasaydım” demek ne kadar acıdır.
Rabbim hiçbirimizi bu duruma düşürmesin.
Kur’an’da:
“Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkulması gerekiyorsa öyle korkun ve ancak
müslüman olarak can verin” (Ali İmran :102) buyurarak Rabbimiz nasıl bir hayat yaşamamız
gerektiğini bildirmiştir.
İbadet edememenin sebepleri nelerdir?
1-Bilmemek, öğrenmemiş ve öğretilmemiş olmak.
2-İman zayıflığı.
3-Haram yeyip içmek.
4-Cezalandırılmış, kulluktan azad edilmiş, kulluk defterinden silinmiş olmak.
5-İsyankâr olmak.
6-Şeytan hakimiyetine girmek, tuzağına düşmüş olmak.
7-İbadet, nasip işidir. Nasipsizlik ve Allah’ın hidayetinden mahrum olmak.
İbadet etmeyen biri Musa Peygambere: “Ben ibadet etmiyorum, hani benim cezam?”
demiş.
Şöyle vahyolunmuş:
- “Biz ondan ibadet etmenin zevkini almadık mı? Bundan daha büyük ceza mı olur?”
Şimdi soralım : -Ramazan bize ne kazandırdı?...
- Evveli rahmet, ortası mağrifet ve sonu kurtuluş olan ramazan ayı, kurtuluşumuzu
sağladı mı?
- Bu ayda kazandığımız güzellikleri devam ettirebilecekmiyiz?
- Fakir, fukara ve ihtiyaç sahiplerine gene ilgi duyabilecek miyiz?
- Bugünden sonra Kur’an’a, namaza ilgi aynen devam edecek mi?
- Bundan sonra da günahlardan uzak kalışımız sürecek mi?
- Ramazanda olduğu gibi gene çocuklarımıza ilgi duyabilecek miyiz?
- Meylimiz hayır yönde mi, şer yönde mi olacak?
Biz istersek her günümüzü Cuma, her gecemizi Kadir, her ayımızı ramazan yapabiliriz.
*
*
*
K- BAYRAM HANGİ GÜNDÜR?
Ramazanın başında telefonlar, fakslar çalışıyor, fısıltılar dolaşıyor, şek günü Ramazan
girdi diye oruç tutturanlar oluyor.
Ramazanın sonunda aynı şeyler oluyor arefe günü bayram ilân ediliyor. Bayram günü
oruç tutmak haram diye oruç bozdurtuluyor.
Ona buna bakıp oruç bozmak, kasdi oruç bozmaya girer. Cezası 61 gün oruç tutmaktır.
Başkalarının orucunun bozulmasına sebep olmak veballi bir iştir.
İslâm’da fitne çıkarmak günahtır.
Eğer din işlerimizden sorumlu olanlara uyarsak, birşeyi yanlış yapsak da bizim
ibadetimiz tam olur. Kendi kafamıza göre iş yaparsak o zaman yanlışın vebâli bize ait olur.
Ayın, hangi yıl, hangi gün, hangi saat ve hangi dakikalarda tutulacağı tesbit edilip
takvimlere kadar yazılabiliyorsa, ayın hangi gün doğacağı neden bilinmesin?
Geçmişte oruç bozdurup, sonra da özür dilemeler oldu. Özür dilemek yeterli mi?
İslâm aleminin aynı anda bayram yapmalarını istemeyenlerin oyununa gelinmemelidir.
*
*
*
L- ŞEVVAL AYINDA ALTI GÜN ORUÇ
Ramazan bayramından hemen sonra 6 gün şevval orucu vardır ki, peygamberimiz bu
oruçları tutmuş ve tutmamızı tavsiye etmiştir.
Ve şöyle demiştir:
“Ramazan orucunu tutup da, şevvaldende altı gün oruç tutan kimse, bütün sene oruç
tutmuş gibi sevap kazanır. Bir kimse her sene böyle yaparsa bütün ömrünü oruçlu geçirmiş
gibi sevap kazanır” (R. Salihin 2/510)
Bu nasıl olur?
Cenab-ı Allah: “Kim iyi bir amel işlerse, ona bunun on katı ecir vardır” (E’nam:160)
buyurmuştur.
Bire on verildiğine göre, 30 gün Ramazan orucu, bire ondan eder 300 gün, 6 günde
eder 60 gün, etti 360 gün olur mu? Neden olmasın Cenab-ı Allah bire on deyip, vad ederken,
Hz. Peygamber: ”6 gün şevval orucu tutan, bütün seneyi oruçlu geçirmiş olur” derken neden
olmasın. Allah yalan söylemez peygamber yalan söylemez. (Ramazanın 1. günü ve kurban
bayramı oruç tutmak haramdır.)
Gelelim bu oruçları nasıl tutacağımıza:
- Peşpeşe tutabiliriz. Zorunluluk yoktur. Çünkü peş peşe mecburiyeti keffaret
oruçlarında şarttır.
- Şevval ayı içerisinde istetdiğimiz günlerde tutabiliriz.
- Pazartesi ve Perşembe günleri tutabiliriz. Böylece hem bir sünneti de işlemiş oluruz.
Eğer, kaza borcumuz varsa, kaza oruca niyetleniriz ve peygamberin hadisinide
düşünerek Allah’tan şevval ayı orucunun sevabını da ümit ederiz. “Ver Rabbim” deriz.
- Kaza tutarken şevval ayı içinde tutmamız bize o sevabı da kazandırır.
- Hanım bacıların özürlü günlerin orucunu tutmak için güzel bir fırsattır.
Cenab-ı Allah her ihlaslı yapılan, iyi niyet taşıyan amelin sevabını bol bol verir, inşallah.
Ne güzel, Ramazan orucuna 6 gün daha bayramdan sonra oruç ilâve edeceğiz, bütün
seneyi oruçlu geçirmiş olacağız.
Hz. Peygamber ne diyor: “Kıyamet gününde kulun farz amellerine bakılır, kurtuluşu için
yeterli değilse, vaciplere, onlarda yeterli değilse sünnetlere bakılır, onlarda yetmiyorsa
nafilelere bakılır, eksiklik onlarla tamamlanır” diyor.
Cenab-ı Allah ne diyor?
“Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşır” diyor.
Şevval oruçlarının önemini anlatan bir olay nakledelim. Şöyle anlatılmıştır:
Süfyam Sevri anlatıyor:
- Ben Mekke-i Mükerreme’de üç sene oturdum. Mekkelilerden bir kimse her gün
Harem-i şerife gelir, tavaf eder, namaz kılar ve sonra bana selam verip giderdi. Ben bu kimse
ile tanıştım. Bir gün o kimse beni yanına çağırdı. Bana dedi ki:
- Ben öldüğüm vakitte kendi elinle beni yıka, namazımı kıl ve defneyle. O gece beni
terk etmeyip kabrimde gecele. Münker Nekir sual ettiği anda bana Tevhid’i telkin ed! dedi.
Ben de o kimsenin istediklerini yapmayı kabul ettim. Bana emrettiğinin aynını yaptım:
Karinde geceledim. O gece uyku ile uyanıklık arasında iken:
- Ya Süfyan! Beni korumaya ve senin telkinine ihtiyaç kalmadı, diye bir ses işittim.
O zaman:
- Ne sebeple bu lütfa eriştin, diye sordum,
Bana cevap olarak: -Ramazan-ı Şerif’in orucunu tutup, şevvallden de altı gün daha
oruç tutmam sebebiyle dedi.
Farzlar, vacipler Allah’ın emridir, borcumuzdur. Sünnet, peygamber (as)ın istediğidir.
Bizi O’na yaklaştırır ve şefaatini kazandırır. Bizi Allah’a yaklaştıracak, kurtuluşumuzu
sağlayacak amellerde nafile ibadetlerimizdir.
*
*
*
M- SONUÇ
Ramazan bitince bağlanan şeytanlar bırakılacak, bir ay bağlanmanın acısını çıkarmak
için tuzaklar kuracak. Dikkat edelim bu tuzaklara düşmeyelim.
Bayramda “Bayramın mübarek olsun”, “Hayırlı bayramlar” diyeceğiz. Fakat önce
kendimiz mübarek ve hayırlı insan ve iyi müslüman olmaya çalışmalıyız. Ramazan havasını ve
Ramazanda kazandıklarımızı devam ettirmeliyiz. Ramazanı veda edelim ama ibadetlere veda
etmeyelim. Ramazanda teravih kılan, oruç tutan çocuklarımızı da unutmayalım. Yani ibadet
ve çocuklar, bu iki şey ya cennetimiz olacak yada cehennemimiz olacak. Kıyamet günü bu iki
şey karşımıza çıkacak.
Bir hadislerinde Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor:
“Kadir gecesi gelince melekler Allah’ı zikreden her kula Allah’tan rahmet dileyip dua
ederler. Ramazan bayramı oluncada Allah meleklere der ki: ”Ey meleklerim! İşine bağlı işçinin
mükafatı nedir?” Melekler:
- “Ey Allah’ım! Onun mükafatı, ücretinin eksiksiz verilmesidir” derler. Allah’ta
meleklere:
- “Benim kullarım emrettiğim şeyleri yaptılar, sonra bana dua ettiler, onların dualarını
kabul edeceğim” der.
Allah kullarına da şöyle der:
- “Sizi bağışladım, kötülüklerinizi de iyiliğe çevirdim”
(Müslüman Şahsiyeti s .342)
Ramazanda kurtuluşunu sağlayan bir müslüman, bayram sonrası eski alışkanlıklarına,
eski hayatına dönmemelidir ki, ebedi kurtuluşunu sağlamış olsun.
Cenab-ı Allah ibadeti kabul olan kullarından etsin. İnananlara da hayırlı bayramlar
göstersin.
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
İNSANI ALLAH’A YAKLAŞTIRAN
KURBAN BAYRAMI
A- KURBAN BAYRAMI
Bayram günleri sevinç günleridir. İslam’dan sonra Cenab-ı Allah eski bayramlara
karşılık Müslümanlara Ramazan ve kurban bayramını vermiştir.
Sevgili peygamberimiz: “Kurban gününü bayram olarak kutlamakla emrolundum. Onu
bu ümmet için Allah bayram kılmıştır” buyurmuştur. (Ebu Dâvud, Edahi:1)
Bu iki bayramdan başka Müslümanın başka bayramları daha vardır. Bunlar şunlardır:
Mü'minin dünyada ve ahirette sahip olduğu bayramları var. Mesela: Cuma günü
mü'minin bayramı sayılır. Şimdi bu bayramları şöyle sıralayabiliriz:
1- Günah işlemediği gün mü'minin bayramıdır.
2- Ramazan bayramı,
3- Kurban bayramı,
4- Hüsn-ü Hâtime ile çene kapadığı gün. Yani imanla ahirete göç ettiği gün.
5- Amel defteri sağından verildiği gün.
6- Hesabından berât olunduğu ve cennete girdiği gün.
7- Nihayet cemalullahı gördüğü gün.
Bütün bunlar mü'minlerin bayram günleri sayılır.
Bir Allah dostunun ifadesine göre: “Bayram, yeni elbiseler giymek için cezadan,
azaptan kurtuluş için merhamet tezahürlerinin gerçekleştirilmesi içindir.”
*
*
*
B- KURBAN NEDİR?
Belirli günlerde, belirli evsafta, belirli hayvanların sırf Allah için kanının akıtılmasıdır.
Kurban kesmekle mükellef olan kimsenin kurban kesmesi Hanefi mezhebine göre
vaciptir. Diğer mezheple-re göre sünneti müekkededir.
Kurban önemli bir malî ibadettir.
Kevser sûresinde: “Rabbine kulluk et ve kurban kes” emri vardır. Buna göre kurban
kesmek, Allah'a kulluğun bir parçası olduğu bildirilmiştir.
Enes(r.a) şöyle nakleder:
Hicretten sonra Medinelilerin gülüp eğlendiği iki günleri vardı. Hz. Peygamber(a.s)
bugünleri sordu: “Bizim sevindiğimiz günlerdir” dediler. Peygamber(a.s) şöyle buyurdu:
- Allah size o günlere bedel iki bayram ihsan etti. Ramazan ve kurban bayramları. (Ebu
Davut, Salat: 1295)
*
*
*
C- KURBAN BAŞLANGICI
Kur'an-ı Kerim kurban müessesesinin Hz. Âdem’in çocuklarıyla birlikte başladığını
haber veriyor:
“Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Hani onları(Allah'a)
yaklaştıracak birer kurban takdim etmişlerdi ve ikisinden birininki kabul olmuş, öbürününki
kabul olunmamıştı...” (Maide: 27)
Böylece ayet, ulûhiyete yaklaşmak maksadı ile kurban sunma ibadetinin insanlıkla
birlikte başladığını gösterir:
İslam’dan önce insanlar taptıkları tanrılara kurbanlar sunarlardı. Bazıları insan kurban
ederdi. Hatta bazıları genç kızları kurban verirlerdi.
Saffat sûresi 100-107. ayetlerinde bildirildiğine göre İbrahim(a.s) oğlu İsmail’i kurban
etmeye söz vermiş-ti. Onun yerine koç kurban edilmişti.
Hz. İbrahim’in yaşı ilerlemiş olmasına rağmen bir evladı olmamıştı. Bir erkek evladı
olunca Allah'a şükür niyeti ile dünyada en çok sevdiği varlığı kurban etmeyi adamıştı. Allah
ona 99 yaşında iken bir erkek evlat verdi. Hz. İbrahim oğlunun adını İsmail koydu. Allah Hz.
İbrahim’e, oğlu İsmail’e karşı öyle bir sevgi verdi ki, ona olan meyli sebebiyle Allah'a olan
vadini unutmuştu.
Nihayet İsmail büyümüş, delikanlı çağına erişmişti. Bir gün Hz. İbrahim’e rüyasında
Allah'a olan kurban vadi oluğu hatırlatıldı. Üç defa aynı rüyayı gördü, Allah'a olan vadini
yerine getirmek üzere yüzlerce deve, at keserek halka dağıttı. Ama rüyasında vadinin yerine
gelmediğini görünce oğlu İsmail’i kurban etmesi istendi. Çünkü vadinde en çok sevdiği varlık
oğlu İsmail’di. Oğlunu kurban etmek üzere yeni ve güzel elbiseler giydirdi. Saçlarını taradı.
İsmail’e baktıkça Hz. İbrahim’in duyduğu bu sevgi yumağı bir kat daha artmıştı. Bilenmiş
bıçağını oğlunun boğazına sürerken, tıpkı kendisini Firavunların yaktığı ateşin yakmadığı gibi,
bıçak da İsmail’in tenini kesmedi. Bu durum karşısında endişelenen Hz. İbrahim bıçağını
yanındaki taşa vurdu. Taş ikiye ayrılmıştı, ama İsmail’in nazik tenine sanki hiç dokunmamıştı.
O bıçakla Cebrail(a.s)’in getirdiği koçu oracıkta kurban ederek işini tamamlamıştı.
İslam’dan önce Avrupa’da da Kurban sunma adeti vardı. Hz. Peygamber(a.s)’ın dedesi
Abdulmuttalip şöyle demişti: “On erkek çocuğum olursa, birinin kurban edilmesi gerekiyordu.
Kur’a çekildi. Peygamberimizin babası Abdullah’a çıktı. Abdulmuttalip, Abdullah’ı çok
seviyordu. Deve ile kura çekildi. Yüzüncü kurada develere çıktı. Develer kurban edildi.
Kevser sûresinin inmesi ile de kurban kesme ibadeti başlamış oldu.”
*
*
*
D- KUR'AN AYETLERİ İLE KURBAN
Kur'an-da şöyle buyurulmuştur:
1- “Ey Rasûlüm! Gerçekten biz sana cennetteki havzı, kevseri pek çok hayırları verdik.
O halde buna şükür olarak namaz kıl ve Kurban kes.” (KEVSER SûRESİ)
2- “Her ümmet için Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği dört ayaklı davarlar üzerine
ancak Allah’ın adını ansınlar diye, biz bir ibadet ve kurban yeri yaptık. Sizin ilâhınız tek bir
ilâhtır. O halde yalnız ona ibadet edin. Ey Rasûlüm, itaatkâr ve mütevazı olanları cennetle
müjdele.” (Hac:34)
3- “Bunlar o kimselerdendir ki, Allah anılınca kalpleri titrer. Kendilerine isabet eden
musibetlere karşı da sabırlıdırlar. Namaza devamlıdırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan
bir kısmını hayır için harcarlar.” (Hac: 35)
4- “Biz kurbanlık deve ve sığırları da Allah’ın size verdiği dinin alametlerinden kıldık. Sizin
için bu kurbanlıklar da dinî ve dünyevî hayırlar vardır. O halde develeri ön ayaklarından biri
bağlı olarak ayakta boğazlarken üzerlerine Allah’ın adını anın, yere düşüp canları çıktığı
zaman da, onlardan yiyin; kanaatkâra da verin, dilenene de verin. İşte böylece, şükredesiniz
diye o kurbanlıkları maddî ve manevî faydalar bakımından sizin emrinize bağlı kıldık.” (Hac:
36)
5- “Elbette kurban bayramının ne etleri ne kanları Allah'a erişmez. Allah katında makbul
olmaz. Fakat Allah'a, sizden ancak takva (halis ve kâmil ibadetler) ulaşır. Kurbanlıkları böyle
sizin emrinize bağladı ki size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah'ı, tekbir getirerek
yüceltesiniz. Ey Resulüm ihlasla güzel iş yapanlara cenneti müjdele.” (Hacc: 37)
6-
“Allah ancak takva sahiplerinin kurbanını kabul eder.” (Maide: 27)
*
*
*
E- HZ. PEYGAMBERİN HADİSLERİ İLE KURBAN
Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur:
1“Günlerin en büyüğü, Allah yanında kurban bayramının birinci günüdür...”(K.Sitte:
12/4561)
2“Maddî imkânı olup da kurban kesmeyen, namazgahımıza sakın uğramasın.”(K. Sitte:
17/939)
3“Ashabı, Rasûlüllaha:”
- Bayram günü kesilen şu kurban nedir? diye sordular.
- Babanız İbrahim(a.s)’ın sünnetidir, buyurdular.
- Kurban kesmede bize ne gibi sevap var? Dediler.
- Kurbanın her bir kılı için bir sevap, buyurdular. (Ramuz: 190/2+ K.Sitte 17/940)
4“Kurbanlarınızı gönül hoşnutluğu ile kesin. Zira hiçbir Müslüman yoktur ki, kurbanını
kıbleye döndürüp kessin de bunun kanı, boynuzu, yünü, her şeyi kıyamette kendi mizanına
konan hasenatı olmasın.” (Ramuz el-Ehadis: 310/11)
5“Kurban bayramında kurbana harcanan paradan Allah'a daha sevimli bir para yoktur.”
(Age: 372/11)
6“Bir kimse gönül hoşnutluğu ile kurbanından sevap umarak, kurban keserse bu ona
cehennemden perde olur.” (Age: 428/5)
7“Kurbanlarınızı büyükçe alıp kesiniz. Zira onlar, size cehennem köprüsü sırattan
geçirerek, cennete ulaştıracak bineklerinizdir.” (Hadis)
8“Bugünde (bayramda) ilk yapacağımız ibadet namaz kılmak, sonra kurban kesmektir.”
(Buhari, Edahi, 1.)
9“Peygamberimiz, namazdan önce kurban kesen Ebu Bürde’ye bir daha kurban
kesmesini emretmiştir.” (Buhari Edahi: 8)
10- “Kim bayram namazından önce kurban keserse yeniden kessin. Namazdan sonra kesen
nüsükünü yerine getirmiş ve Müslümanların sünnetine uymuş olur.” (Buhari hadisi.
Merginani, El Hidaye, 4,116)
11- “İbn Abbas’tan Kurban Bayramı günü sıla-i rahim dışında Ademoğlu kurban kanı
akıtmaktan daha üstün bir amelde bulunmamıştır.” (Rudani, Cem’ul – Fevaid, 2,3822)
12- “Hz. Peygamber(SAV) hanımları adına sığır kurban kesti.” (Rudani, 2,3833)
13- “Bir adam İbn Ömer’e kurban kesmenin vacip olup olmadığını sordu. İbn Ömer: “Allah
Rasûlü ve Müslümanlar kurban kesmiştir.” Cevabını verdi. Adam sorusunu tekrarlayınca, İbn
Ömer, “Anlamıyor musun, Allah'ın Rasûlü ve Müslümanlar kesmiştir” diyorum”dedi. (Rudani,
2,3824)
14- “Hz. Peygamber(SAV) Medine'de on sene ikamet etti, bu müddet zarfında (her sene)
kurban kesti.” (Tirmizi, Edahi, 11.)
15- “Ademoğlu, kurban bayramı gününde kan akıtmaktan daha sevimli bir amelle Allah'a
yaklaşabilmiş değildir. Kanını akıttığı hayvan, kıyamet günü boynuzları, çatal tırnakları ve
kılları ile gelecektir. Akan kan yere düşmeden önce, Allah-u Teâlâ katında yüksek bir makama
ulaşır. Bu bakımdan kurbanlarınızı gönül hoşluğu ile kesiniz.” (İbn-i Mâce, Edâhî, 3)
*
*
*
F- KURBANLA İLGİLİ TARTIŞMALAR
Bugüne kadar kurbanla ilgili iddialar ve tartışmaların hepsi kasıtlıdır. Bayramın
birleştirici rolünü ve sağladığı manevi huzuru bozmaya, yok etmeye yönelik bir oyundur.
Yayın organlarında tartıştırmak ise, boş kaleye gol atmaktır.
Kurbanı tartışanların çoğu, kurban kesmeyen ve kesmediğini açıkça söyleyen, hacca
da gitsem orada da kesmem, diyen kimselerdir.
Bunlar, dinde her şeyi tartışmaya açıp, kafa karıştırmak ve dine zarar vermek
isteyenlerdir.
Dinin kurallarını sanki onlar koymuş gibi tartışmaya açıyorlar. Adam hukukçu, adam
mühendis, kurbanı tartışıyor, fetva veriyor. Düşünmüyor ki, bu yetkiyi ona kimse vermedi.
Dinde kimse, kendine göre yorum yapma yetkisine sahip değildir.
Kurban, yeni icat edilmedi. Peygamber kesti ve: “Hali vakti yerinde olup da kesmeyen
yanımıza gelmesin” dedi. Kendisi için kesti. Bir de ümmetine sevabını bağışladığı kurban
kesti.
Hunneş(r.a)’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Hz. Ali(r.a)’yi iki koç keserken gördüm
ve ona, “Bunlar nedir?” diye sordum. Hz. Ali, “Resulüllah(SAV) bana, kendisi için kurban
kesmemi vasiyet etmişti; işte ben onları kesiyorum” dedi.” (Ebi Dâvud, Edâhi, 2)
Şafiilere göre, izni olmaksızın başkası adına kurban kesilemez. Vasiyet etmemişse, ölü
adına da kurban kesilemez.
Hanefilere göre ölenin kurban borcu ödenebilir.
- Kesilip sevabı bağışlanabilir.
- Hz. Peygamber için hisse ayrılabilir, kurban kesilebilir.
İmam-ı Muhammed: “Kurban, terkine ruhsat olmayan sünnettir” demiştir. (Prof.Dr.
İbrahim Canan, Hadis Ans: 4/522)
Kurbanı tartışanlar, kurbanı gereksiz göstererek: “Kesilmese de olur, parası fakirlere
verilsin” diyor. Emir, “Kan akıt” şeklindedir.
Kurban, önemli bir ibadettir. Kur’an-da kurban kesmemiz emredilmiş, peygamber
kesmiş ve kesin demiştir.
Kurban, kan akıtmaktır, bedeli verilerek borç düşmez. Kişi bütün malını verse bile
kurban kesmedikçe kurban borcunu ödemiş olmaz. Ayrıca İslâm, infak için sadaka, zekât ve
karşılıksız yardım müessesesini kurmuştur. Kurbanda da fakirin üçte bir hissesi vardır.
İslam’da bir ibadet başka bir ibadetle değiştirilemez. Meselâ hac yerine parası
verilemez. Kurban yerine parası verilemez.
Ayrıca Allah’ın emrettiği ibadetin şekli ve kalıbı değiştirilemez. Kulun müdahale hakkı
yoktur.
İslâm’da şahsi fikre, şahsi görüşe itibar edilmez.
Bir iddia da “Kurban hayvana acı vermektir” diyor-lar. Böyle diyenler, bütün yılın her
gününde kan akıtan kasapları görmüyorlar mı? Onlardan et almıyorlar mı?
Amerika’nın bir eyaletinde hayvan severler, Müslümanların kurban kesmemeleri için
belediyeye başvurur. Belediye hayvanlara acı veriyorlar diye kurban kesilmesine müdahale
eder.
Müslümanlar da mahkemeye müracaat eder. Mahkeme iki tarafı da dinler ve yasağı
kaldırır, dine müdahale sayar. Mahkeme, belediye yetkililerine ve hayvan severlere sorar:
- Diğer zamanlarda da hayvan kesmeyi yasaklıyor musunuz?
- Hayır.
- Öyleyse, dini inançla kurban kesmeyi ne diye yasaklıyorsunuz? der.
*
*
*
G- KURBAN NEDİR?
Kurban, yakınlık manasına gelen “kurb” kökünden gelir. Hedef, kurbanla Cenab-ı
Allah’a yaklaşmadır.
Kurban, herkese mecbur olan bir ibadettir. İlk kurbanı Âdem(a.s)’ın oğulları kesmiştir.
Daha sonra İbrahim(a.s)’ın oğlu İsmail’i kurban etmek istediğini, ondan sonra da
Abdulmuttalib’in, peygamber efendimizin babası Abdullah’ı kurban etmek istediğini, onların
yerine koç ve deve kurban edildiğini biliyoruz.
İslâm’da kurban, hicretin ikinci yılında emredilmiştir. Kitab, sünnet ve icma ile sabittir.
Kurban, mezhebimiz olan Hanefilere göre vacip, diğer üç mezhebe göre ise sünnettir.
Müeket sünnettir.
Kurban, âlemlerin Rabbine yaklaşabilmek için; kurban bayramının 1. 2. 3. günlerinde
mükellef kimselerin kestiği vasıflı hayvana denir. Şafilerde 4. günde kesilir.
Kurban, bayram namazından önce kesilmez. Namazdan önce kesilirse onun yerine
başka bir kurbanın kesilmesi gerekir. (Ramuz: 439/8) Kurban, güneş battıktan sonra da
kesilmez. Mekruhtur.
Kurban kesmek için niyet şarttır. Çünkü kurban niyeti olabileceği gibi et niyeti, ticari
niyet de olabilir. Onun için kurban niyeti taşınmalıdır. Peygamberimiz: “Ameller niyete
göredir” buyurmuştur.
Daha önce kurbanın etinin üç günden fazla saklanmasını men eden peygamberimiz
şartların düzelmesiyle bu yasağı kaldırıp serbest bırakmıştır. (Ramuz: 139/9)
Kurban, gösteriş için, et için, “kesmedi” demesinler diye kesilmemelidir. Böyle bir
durumda kurban olmaz.
Kesmek istemeyen bazı kardeşlerimiz soruyor: Parasını fakirlere versek, kesmesek
yükümlülüğü yerine getirmiş olmaz mıyız? Borç düşmez.
Kanı akmadan kurban olmaz. Canlı olarak veya parası bir yere verilirken
kesileceğinden emin olmalıyız ki, yükümlülükten kurtulalım.
İmam-ı Muhammed’e göre: “Kurban, terkine ruhsatı olmayan bir sünnettir.”
İmam-ı Malike göre: “Kurban, sünnettir, ama gücü yetenin kesmemesini hoş
karşılamam” demiştir.
- Vekâlet verilirken, havale ederken, keseceğinden emin olduğunuz bir kimseye
havale etmelisiniz.
- Kurbanı,
- Derisini,
- Etini, kurbana inanmayana, yerinde kullanmayacak olana, belki kanını akıtmayacak
olana, kaptırmayacaksın yoksa kurban kesmiş olmazsın.
- Et, meze olmamalı,
- Deri, üzerinde kokteyl düzenlenmemeli,
- Kurban, başka maksatlar için kullanılmamalıdır.
Kurban Nasıl Kesilmelidir?
Önce, hayvan, kusurlu, hasta, çok zayıf olmamalıdır.
Hayvana iyi muamele yapılmalıdır. Yoksa strese girer. Eti sertleşir.
Kurban sahibi elini kurban üstüne koymuşsa, kurbanı kesenle beraber besmele
çekecektir. Besmeleyi kasıtlı olarak söylemezlerse, o hayvanın eti yenmez.
Kurban derisini, hayvanın canı iyice çıktıktan sonra soymak lâzımdır. Daha sonra iki
rekât şükür namazı kılmak çok sevaptır.
Ateist, Satanist kesmemelidir. Hayvanın ayağını tutsa bile o hayvan eti yenmez.
Keserken inançlı, tekbir getirecek kimseler yardım etmelidir.
- Kıbleye doğru yatırılır. Sağ arka ayağı boşta kalır.
- Bıçak keskin olmalı, önceden hazırlanmalıdır.
Vekâleten verilecekse, kestireceği yani vekil tayin edeceği kimseye şöyle der:
“Kurbanımı kesmeye seni vekil ettim.”
Eğer kurbanı başkasına aldıracaksa, o zaman: “Kurbanımı almaya, kesmeye,
kestirmeye, seni vekil tayin ettim” der.
Vekil, asil gibidir. Vekile kesene deri, et ücret olarak verilemez. Deri verildiyse, parası
fakirlere verilir.
Kurbanlık hayvana önce su verilmeli, seve seve kesileceği yere götürülmeli ve gözleri
kapatılarak incitilmeden kıbleye doğru yatırılmalıdır.
Kurbanı ehil biri kesmelidir. Kesebiliyorsa kurban sahibi kesmelidir. Euzü besmele
çekip:
“İnni veccehtü vechiye lillezi fetaras semavati vel’arda hanifen ve mâ ene minel
müşrikin”
Ayeti okunduktan sonra:
3 defa: “Allahü Ekber, Allahü Ekber, Lâ ilâhe illellahü velhamdü ekber. Allahü ekber ve
lillahil hamd” diye tekbir alınır. Bu tekbire oradakiler iştirak eder.
“Bismillahi Allahü ekber” veya “Bismillah” denilerek kesilir.
Başkası kesecekse, vekâlet verilmesi unutulma-malıdır.
Kesildikten sonra kurban sahibi, iki rekat Allah rızası için namaz kılar. (1. rekatta
Fatiha, Kevser suresi, 2. rekatta Fatiha, İhlas suresi okunursa daha iyi olur.)
Kesilecek olan hayvanlar, kesilenleri görmemelidir. Onlar, anlamaz değil, güp güp
yürekleri atar.
Besmele Çekmenin Önemi:
En önemli olan şey, kesimde besmele çekilmesi-dir. Allah:
1. “Allah’ın ayetlerine inanan mü’minlerden iseniz besmele ile kesilen hayvanlardan
yiyiniz.” (En’am: 118)
2. “Kesilirken üzerine besmele çekilmemiş hayvanlardan yemeyin.” (En’am: 121) buyurur.
Daha önce putperestler, hayvan boğazlarken putlarının adını anarlardı. Müslümanlar
da putperestlere muhalefet için Allah’ın adını anarlardı.
Diğer yönden, hayvanlar, Allah’ın yaratıp, insanların emrine verdiği varlıklardır.
Müslüman, bu nimetin şükrü olarak hayvanı keserken Allah’ın adını anar.
Besmeleyi sadece kesen değil, sahibi de, tutan da çekecektir. Eğer sahibi elini
kurbanının üzerine koydu ve besmele çekmediyse, o hayvan kurban olmaz, eti de yenmez.
Kasten besmele terk edilirse, o hayvan kurban olmaz, eti de yenmez. Eğer kasıt yoksa
heyecandan, unutkanlıktan, telaştan çekilmediyse, kesen de inançlı ise o zaman, “Bismillahi
ala evvelihi veâhirihi” denir. Besmele çekilerek yenir.
*
*
*
H- KURBANI KİM KESER:
Gücü olan, mutlaka Allah için kurban kesmelidir.
Temel ihtiyaçlarının dışında gelir getirsin, getirme-sin, nisab miktarı mala sahip olan,
kurban keser. (Nisab miktarı 560 gr. Gümüş, 80 gr. Altındır.) Eldeki malın üzerinde zekâtta
olduğu gibi bir yıl geçme şartı aranmaz.
Kesmemek için yola çıkan, sahile gidenden kurban borcu düşmez. İmkânı olmayan
mükellef değildir. Eğer keserse, nafile sevabı alır.
Ev, binit, meslek aletleri, bakmakla yükümlü olduğu kimselerin bir yıllık geçim masrafı
temel ihtiyaçlara dâhildir.
Şafilerde, tek başına olan kimsenin, bir defa kurban kesmesi, müekket sünnettir. Aile
fertleri ne kadar zengin olursa olsun biri kesince diğerlerinin kesmesi gerekmez.
Kurban kesecek kimse:
- Hür,
- Akıllı,
- Erginlik çağına gelmiş,
- Mukim,
- Müslüman,
- Zengin olmalıdır.
Zengin olmayan keserse, nafile ibadet sevabı alır. İmam-ı Azam’a göre; çocuk ve deli
zenginse, malından kurban kesilir. İmam-ı Muhammed’e göre akıl ve buluğ çağı şarttır. Biz,
buna göre amel ederiz.
Kurban sahibi o gün ilk yiyeceğini kurbanın ciğerinden yerse sevaptır.
Kurbana niyetlenen, 3. günü akşam güneş batmadan önce ölür veya Fahir düşerse
kurban yükümlülüğü kalkar.
Ölü için kurban kesme mecburiyeti yoktur. Ölünün yakınları kesip sevabını
bağışlayabilir. Eğer ölü, vasiyet etmiş ve para da bırakmış ise mirasçıların kesmesi gerekir.
Etinden varisleri yiyemez. Mirasçılar kendi parasından keser sevabını bağışlarsa o zaman
etinden yiyebilirler.
Kesen, kestiren şu ayeti de okuyabilir:
“Şüphesiz benim namazım kurbanım ve diğer ibadetlerim, diriliğim ve ölümüm
âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. Onun ortağı yoktur.” (En’am: 162)
Ayeti okuyamayan, anlamını söyler tekbir getirir ve “Bismillahi Allahü Ekber” der,
keser.
Kurbanı evin büyüğü kesecek, evin erkeği kesecek diye bir şey yok. Kurbanı mükellef
olan keser. Hanım mükellefse o keser.
Bayram münasebetiyle trafik hızlı, çoğumuz bulunduğu yerden ayrılıyor, seferi durum
söz konusu oluyor.
90 km. 18 saatlik yere giden seferi sayılır. 15 günden az kalacaksa:
- Orucu geri bırakabilir.
- Mesh suresi 3 gündür.
- 4 rekâtlı farz namazları 2 rekât kılar. Kur’an, sünnet ve icma ile sabittir.
Bu Allah’ın bir ikramı bir bağışıdır, diyor peygamberimiz.
Peygamberimiz hac, umre, savaş gibi yolculuklar-da 4 rekâtlı farzları 2 rekât kılmıştır.
Mezhebimize göre bu kısaltma vaciptir. Tam kılması mekruhtur.
Yolculuk yapan seferi, ruhsattan yararlanır. Seferdeki namaz kazaya kalınca da iki
rekât olarak kılınır.
Bir insanın doğduğu büyüdüğü ana baba evinde seferilik olmaz. Ancak evlenir, iş güç
sahibi olunur ve baba evinin düzeni bozulmuştur. O zaman başka. Ancak yolda geçen zaman
seferilik olur.
Hem sünnetler terk edilecek diye bir şey yoktur. İnsan, hanımının memleketinde de
seferi olmaz.
Ölen için kesilen, arefe günü değil bayram günü kesilir. Hz. Ali(r.a) iki kurban
kesmiştir. Bunlar nedir? denince: “Rasülullah bana vasiyet etti” der. (H. Döndüren, İslâm
ilmihali: 621)
Vasiyet yoksa ölü için kesilmez. Kesilir sevabı bağışlanırsa olur. Veya ölenin kurban
borcu varsa olur.
Vasiyet edilen hayvanın etinin hepsi dağıtılır. (Şafilere göre)
Hanefilere göre; vasiyetle ölen için kesilenin eti kesene haramdır. O yiyemez. (İslâm
Fıkhı Ans: 4/425) + (Hadis Ans: 4/539)
Zaman zaman soruluyor:
- Zekât verirken kirada bulunan dairelere, gelir getiren mülklere zekat düşmüyor,
sadece gelirinden zekat vermek gerekiyordu. Kurbanda durum aynı değil midir? Kirada
bulunan mülkler de kurban mükellefiyeti getirir mi?
Evet, kurbanda durum farklıdır; fazla olan evlere, dairelere, mülklere kurban düşer.
Dolayısıyla fazla gayrimenkulü bulunanlar kurban kesmekle mükellef sayılırlar. Borç bulur
gene keser.
Kimin kestiği yenir, kimin kestiği yenmez:
Bazıları, tavuk yemiyor, yiyenlere: kim kesti, besmele çekti mi biliyor musun? diyor,
yenmesini de engelliyor.
Bilinmeyen durumlar fazla karıştırılmaz. Biz İslâm ülkesindeyiz. Müslüman kesmiştir
diye hükmederiz. Sonra şüphe, kesin değildir. Ayrıca bilgi noksanlığı lehte kullanılır. Besmele
çeker, yeriz. Hatta ithal eti bile besmele çeker yeriz. Neden? Çünkü onlar ehli kitaptır. Ehli
kitabın kestiği yenir.
Hz. Peygambere Müslümanlar sorar:
- Bazıları bize et getiriyor, besmele çekilip çekilmediğini bilmiyoruz, ne yapalım?
derler. Hz. Peygamber:
- Siz onun üzerine Allah’ın adını anarak yiyiniz, buyuruyor. (İslam’da Helal Haram s.69)
Hıristiyan biri: “Mesih adına” der keserse yenmez.
Maida 5: “Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helal olduğu gibi sizin de
yiyeceğiniz onlara helâldir” buyrulur.
Ehli kitap, vahye, peygamberliğe ve genel olarak dine inandıkları için kız alınır, kestiği
yenir. Kız verilmez.
Kimin yenmez:
1. Şirk koşan,
2. Mecus’i
3. Müşrik
4. Ataist
5. İnanmadığını açıkça ifade eden
6. Deli, ne yaptığını bilmez
7. Sürekli alkol alanın
8. Bile bile besmeleyi terk edenin kestiği yenmez.
Kurbanı, ehil olan kesmelidir. Kadın ehilse, onun kestiği de yenir.
Bilinmeyen konularda, takva yolunu seçmek en güzelidir.
Hangi Hayvan kurban Olur?
Her hayvan kurban olmaz.
Koyun, keçi, sığır, deve, manda gibi hayvanların erkek ve dişisinden kurban olur.
Keçi ile koyun 1 yaşında ve gösterişli, sığır, manda 2 yaşında, deve ise 5 yaşında
olmalıdır.
Keçi ile koyunu bir kişi keser. Deve, sığır ve mandayı birden yedi kişiye kadar insan
keser. Kesenlerin sayısı tek olacak diye bir şey yoktur.
Ortakların hepsi de Müslüman olmalı ve kurban niyeti taşımalıdır. Hepsinin kurban
niyeti yoksa hiçbirinin kurbanı kabul olmaz. (H. Döndüren, İslâm İlmihali: 611)
Şaşı, topal, uyuz, kulağı delik, boynuzlu, boynuzsuz hayvan kurban olabilir.
Gözü görmeyen, çok zayıf, yürüyemeyecek kadar topal, yaşlı, hasta dişlerinin çoğu
dökülmüş, kulakları kesik, boynuzlar dipten kırık, kulağının ve kuyruğunun yarısından fazlası
yok, memeleri kopmuş hayvan kurban olmaz.
Eksik, sakat, görünümü çirkin olan hayvan, Allah’a sunulmaz.
Tavuk, horoz, hindi, devekuşu, kaz, geyik, yaban-sığırı gibi hayvanlardan kurban
olmaz.
Fakirin aldığı hayvan kusurlu ise, o fakir onu kurban eder. Nafile de genişlik vardır.
Zenginin kurbanı ölse onun yerine bir başka hayvan alıp kesmesi lâzımdır. Fakirinki
ölürse onun kesmesi gerekmez. Çünkü fakire nafiledir.
Kurban çalınsa ve bulunsa, zengin başka bir hayvanı kesti ise onu da kesmesi
gerekmez. Çünkü zengin yükümlülüğünü yerine getirmiştir.
Fakirin kurbanı çalınır ve bulunursa onu kesmesi gerekir. Çünkü üzerine nafile olanı
vacip kılınmıştır. Bayram sonrası bulsa o hayvanı tasattuk etmelidir.
Kurbanlık satılır mı?
Satılabilir. Ama onun yerine daha iyisi daha değerlisi alınıp kesilmek suretiyle. Daha
ucuz ve zayıfını kesemez.
Kurbanlık hamile çıkar, doğurursa yavrusu da anası ile beraber kurban edilir veya
yavrusu sadaka olarak verilir.
Kurbanlık vakfedilmiş durumdadır, satılmaz.
Sığır ve deve 7 kişi tarafından kurban kesilir. Bir hissenin sevabı peygamberimize
ayrılırsa, güzel olur. Çünkü O, ümmetine kesip bağışlamıştır. (K. Site: 4/533) Peygamberimiz
şöyle buyurur:
- “Hamile ve süt emzirenden sakının” (K. Site: 17/ 417)
- “Kulağı önden kesilmiş, arkadan kesilmiş, uzunluğuna yarılmış, delinmiş, gözü kör
hayvan kurban olmaz.” (Ramuz: 489/6)
- “Dört özellik kurbana caiz değildir:
§
Körlük
§
Hastalık
§
Topallık
§
Zayıflık” (Ebu Davud Edahi: 6)
Uyuzluk ete geçmediği için mani değildir. Görünümü güzel olmaz, o kadar.
Kurban edilen hayvanın nereleri yenmez:
1- Kanı,
2- Midesinde bulunan yedikleri,
3- Cinsel organları,
4- Kıkırdak,
5- Hayâları,
6- Derisi,
7- Bezeler, uykuluklar (Herhangi bir hastalık nedeni olabilir.)
8- İdrar torbası,
9- Ödü (Prof. Dr. İ. Canan, Hadis Ans: 6/238)
10- İşkembe ve bağırsak güzel yıkanmadan yenmez.
Hangi Hayvanın Eti Yenmez:
- Türbeler için
- Ölüler için
- Devlet adamları veya birileri için,
- Allah'tan başkası için kesilen,
- Allah’ın adı anılmadan kesilen (Kasten terk edilmediyse, ihmalden telaştan
çekilmediyse besmele çekilip yenir.)
- Kesmeye ehil olmayanın kestiği yenmez.
Kandan, leşten, pis sayılan şeylerden yapılan yemleri yiyen veya pislik yiyen tavuk 3 gün
hapsedilip, temiz gıdalarla beslenmelidir. Küçükbaş hayvan 10 günde, sığır 20 günde, deve 40
günde temizlenir.
Kurban etinden gayri Müslimlere de ikram edilebilir mi?
Evet. Ayyaş ve kurbanı inkâr eden biri olmamalıdır.
Komşulara kurban eti gönderilir. Bu komşular isterse günahkâr insanlar olsunlar. Hatta
isterse Müslüman olmasınlar.
Nitekim kesilen kurbandan sonra efendimiz soruyor:
- Yahudi komşumuza da et gönderdiniz mi?
Cevap açık:
- Hayır, göndermedik. Çünkü o Yahudi’dir. Müslüman değildir. Efendimiz(SAV)’in buna
cevabına bakın. Nasıl mukabele eder:
- Hemen et gönderin o Yahudi komşumuza. Cebrail bana komşu hakkı konusunda
öylesine sık tembihlerde bulundu, hatırlatmalar yaptı ki, bu gidişle Rabbim komşuyu
komşuya mirasçı kılacak diye düşündüm.
Bir bayram günü efendimiz(SAS), Aişe validemize sorar:
- Ey Aişe, kurban etinin ne kadarını dağıttınız?
Şöyle cevap verir:
- Hepsini de dağıttık bize kalan buttan başka.
Efendimizin sevinci yüzünden okunurken şöyle veciz sözle karşılar bu dağıtımı da der ki:
- Desene Ey Aişe, bir buttan başkası bize kaldı!
Evet, yenen burada kalır, verilen ise ahirete kadar gider, verenin mülkü olmaya devam
eder, amel defterinde yine karşılarında bulurlar.
Kurbanın Hikmeti Nedir?
Her şeyin bir hikmeti vardır. Sebepsiz, anlamsız, faydasız islâm’ın bir emri yoktur.
İslâm’ın emirlerinde sadece sosyal faydalar aranmaz. Sosyal faydalar için yerine
getirilmez. Bir de sadece ibadet yönü de düşünülmez. Allah’ın emir ve yasaklarında bizim için
çok yönlü büyük faydalar vardır. Allah’ın emri şartlı yerine getirilmez.
Dinin emirleri, sırf Allah rızası için yapılır. Dünya menfaati ve sosyal faydalar
düşünülmez. O faydalar arkadan gelir.
Kurban, Allah için fedakârlıktır. İnsanı Allah'a yaklaştıran cömertliktir.
Müslüman, gerekirse Allah yolunda malını kurban sunduğu gibi, canını da vereceğinin,
tereddütsüz şehadet mertebesine yükseleceğinin göstergesidir.
Kurban üçe bölünecek. Ondan yoksullar, komşular, hısım akraba da faydalanacaktır.
362 gün et alım gücü olmayanlar et yüzü görecektir.
Sosyal yönü ile başka dinlerde ve ideolojilerde kurban bayramı gibi bir bayram yoktur.
İkramları, ziyaretleri, yardımları, sevgi ve coşkusu ile kurban bayramı bambaşkadır.
Kurban Hayvan Katliamı Mıdır?
Hayvan sever, köpek sever bazı vatandaşlarımız, yılbaşında hindileri kızartıp, tıka basa
yiyenler, üç aylık kuzuları meze yapan bazı kimseler, merhamete gelip hayvana yazık değil
mi? Kurbanda kesiliyor, bu katliamdır, diyorlar. Müslümanı da kan dökücü ilân ediyorlar.
İslâm, kul hakkı kadar hayvan hakkına da önem vermiş bir dindir. Hayvana eziyet,
dövmek, aç susuz bırakmak yoktur.
Bir köpeği susuzluktan ölmek üzere iken su vereni Peygamber cennetlik olduğunu
bildirmiştir. Kedisini aç bırakan kadını da cehennemlik olduğunu haber vermiştir. İslam’da
hayvan dövüşü yasak, hayvanın hedef alınması yasaktır.
Hayvanı kurban etmedik, acıdık o ne olacak? Bir gün kesilmeyecek mi? Meze olmadı
diye mi katliam oluyor? Veya kurbanda kesildi diye mi yazık oluyor?
Kurbanı Allah emretmiştir.
Eti her an bulabilen, et beğenmeyenler için kurbanın bir anlamı olmuyor. Onlar fakiri
düşünmüyor. Hayvan besicilerini düşünmüyor. Kendilerinden başkasını ilgilendiren bir şey
olunca, tepki gösteriyor. Telef oluyor, ekonomiye zarar veriyor, diyor.
Kurban,
- Küçük yaşta hayvan olmuyor.
- Zayıf havyan, hasta hayvan, kusurlu, sakat kurban edilmiyor.
- Hamile, yeni emzikli kurban edilmiyor. Eziyet yasak. Neden zulüm olsun?
Bu, kurban düşmanlığı, İslam düşmanlığıdır.
Kurban hayvan katliamı değildir. Resmen Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’ndan yapılan
açıklamaya göre 2002 yılında kesilen kurban sayısı %8. Koparılan fırtına kasıtlı. %92 hayvanı
kasaplar kesiyor. Bu fırtınayı koparanlar da yiyor.
Kurban kesmek istemeyen bazıları soruyor:
- Kurbanın parasını fakirlere versek olmaz mı?
- Olmaz. Onunla Allah’ın emri yerine getirilmiş olacak. Ve Allah’ın rızası kazanılacaktır.
Ayrıca: “Venhar=kan akıt” diyor. Her ibadet ayrı. Oruç ayı namaz ayrı. Zekat ayrı, sadaka ayrı,
kurban ayrıdır.
- Zekât vermeyen, sadaka vermeyen bu kimseler fakiri düşünüyor görünüp, kurbandan
kaçacaklar. Hayvan-severlik rolü oynayacaklar da ondan.
Bu hareket, kurbana karşı olmanın bir yoludur.
Kurbanı kesmek vaciptir veya müekket sünnettir. Sadaka ise nafiledir.
Peygamberimiz(a.s): Hali vakti yerinde olup da kurban kesmeyen mescidimize
uğramasın, buyurmuştur.
*
*
*
I- KURBANIN DERİSİ KURBANDAN AYRI MIDIR?
Kurbanın hiçbir şeyi kurbandan ayrı düşünülemez. Ve farklı bir şekilde de
kullanılamaz. Alınıp satılamaz. Kasap ücreti olarak herhangi bir parçası verilemez. Ancak evde
sergi ve seccade olarak kullanmak için alıkonulabilir. En iyisi hayır kurumlarına sadaka olarak
verilmelidir.
Hz. Peygamber: “Kurbanın derisini satanın kurbanı yoktur” buyurmuştur.
Hz. Ali(r.a): “Peygamber bana kurban kestiğim devenin üzerindeki çulları bile sadaka
olarak vermemi emretti” der.
Kurbanın sahibi, kurbanı kendi iradesi ile, dinî vazifesini yerine getirebilmek için
kesmektedir. Deri üzerinde de tasarruf hakkı ancak onundur.
Bir insan nasıl zorla kurban kesmiyorsa, “etini üçe böleceksin, falana falana vereceksin”
denemiyorsa deri üzerine de herhangi bir zorlama veya yönlendirme de olamaz. Eğer olursa
bu, düpedüz gasptır. Zulümdür.
Deriye kimse ambargo koyamaz. Onun üzerinde tek hak sahibi, kurbanı kesen kimsedir.
Onu dilediği gibi tasarruf da, en temel hakkıdır.
Deri, kurbanın bir parçasıdır. Onunla tamam olur. Derinin nereye gittiği çok önemlidir.
Bir insana zorla “Kurban kes” demek ne kadar antilaikse, derisini bana vereceksin,
demek de antilaiktir, antidemokratiktir. Zorla alınan deri yardım mı olur, gasp mı? Yardım
isteğe bağlı olduğuna göre gasptır.
Ø Kurbanın sütünden istifade etmek, etini ve derisini satıp parasını almak veya
demirbaş olmayacak bir şey ile değiştirmek mekruhtur. Şayet böyle bir şey yapılırsa,
kıymetini yani kaç para ise o miktarı sadaka olarak vermek gerekir. Peygamberimiz(SAV)
Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kurbanın derisini satan kimsenin kurbanı olmaz.” (ez-Zeylâî,
Nasbu’r-Râye, 4/218)
Ø Kurbanın et ve derisinden kasap ücreti de verilmez. Yani kasaba, “gel benim
hayvanımı kesiver; karşılığında bir miktar et vereyim yahut derisi senin olsun” denilemez.
Peki, kasaba et veya deri vermek câiz olmaz mı? Tabii ki câiz olur; ancak, kasaplık ücretini de
ayrıca vermek şartıyla... “Rasûlüllah(SAV), develer kurban kesilirken başında durmamı,
derilerini ve sırtlarındaki çullarını paylaştırmamı emretti. Onlardan herhangi bir şeyi kasap
ücreti olarak vermeyi bana yasakladı. Kasap ücretini biz kendimiz veririz.” (Müslim, Hacc,
348)
Ø Kurbanın derisi sadaka olarak verilir veya ondan seccade vesaire gibi evde
kullanılacak bir şey yapılır. Hz. Aişe(r.anha) validemizin ve diğer bazı sahabelerine kurban
derilerinden su tulumu yaptıkları rivayet edilmiştir. (Müslim, Edâhî: 28)
Ø Kurbanın, kesilmezden evvel yünlerini kırkmak mekruhtur. Eğer kırkılacak olursa, bu
yünler de sadaka olarak verilir. Fakat kesildikten sonra yünü yolunup veya kırkılıp
kullanılabilir, bu câizdir. (O.N.Bilmen, B. İslam İlm. İst. 1985, s.413-414)
Ø Kurbanın etleri toplanıp, ihale ile satılacaksa veya ihtiyaç sahiplerinin dışında
başkaları yiyecekse, bu durumda et verilmez. Verilirse kurban eksiktir.
Bir hadiste de: “Zilhicce ayının onuncu günü gelince biriniz kurban kesmek isterse,
kurbanın ne kıllarından ne tırnaklarından bir şey alıkoymasın” buyrul-muştur. (Müslim, Edâhi:
1977)
*
*
*
İ- TEŞRİK TEKBİRLERİ
Ne Zaman Nasıl Getirilir?
Tekbirler, Arefe günü sabah namazında başlar. Bayramın dördüncü günü ikindi
namazına kadar devam eder.
23 vakit, farz namazlardan sonra getirilmiş olur.
Bu tekbirleri getirmek vaciptir. Unutulur veya terk edilirse, vacibin terki olur ki,
günahtır.
Kurban kesen, kesmeyen her Müslüman, bu tekbirleri mutlaka getirmelidir.
Bayram günleri, sevinç günleridir, mübarek günlerdir. Bayram günlerinde yüce Allah'a
kurbanla yaklaşıldığı günlerde tekbir getirmek, hepimizin üzerine vaciptir. Herkese kurban
vacip değil, ama tekbir vacip. Çünkü bayramın vacibidir.
Nasıl getireceğiz:
“Allahü Ekber, Allahü Ekber, La ilâhe illallahü vallahü Ekber, Allahü Ekber ve Lillâhi
hamd.” diyeceğiz.
Teşrik tekbirinin aslı neye dayanmaktadır?
Cebrail(a.s) Allah-u Teâlâ’nın (c.c) ihsan buyurdu-ğu kurban ile Hz. İbrahim’e (a.s)
geldiği zaman; oğlu Hz. İsmail’i “Allahu Ekber Allahu Ekber ” diye nidâ etmiştir. Hz.
İbrahim(a.s) Cebraili görünce: “Lâ ilâhe illallahu va’llahu ekber” diyerek cevap vermiştir. Hz.
İsmail(a.s) de kendine bedel olarak gönderilen kurbanı görünce: “Allahu ekber ve lillahi’l
Hamd” diye teşbihte bulunmuştur. İşte teslimiyeti ifade eden teşrik tekbirlerinin aslı budur.
Vaktinde kılınamayan namaz gün ikindiden önce kaza edilirken tekbir de getirilir. Sonra
kaza edilirse tekbir getirilmez.
*
*
*
J- ADAK KURBAN SAYILIR MI?
Adağı kurbanla karıştırmamak gerekir.
Adak, mükellef olmadığı halde bir insanın, mubah olan bir işi yapmayı söz vermesidir.
Bu vaattir, Allah'a söz vermektir, yerine getirmek vaciptir.
Adak, şu işim olursa, şunu şöyle yapayım, demektir.
Dünyalık işler için, olur olmaz adak adamak uygun değildir. Mekruhtur.
Adak kesilince etinden kendi ve bakmak zorunda olduğu kimseler yiyemez, yerlerse
değerini tasadduk ederler. Yeme şartı koştuysa yer.
Allah Hacc 29: “Adaklarını yerine getirsinler” buyurur.
Adak, meşru konularda olur. Kendimi atacağım, intihar edeceğim, içki içeceğim olmaz.
Peygamberimiz: “Her kim Allah'a itaat edeceğini adarsa, itaat etsin. Her kim de Allah'a
isyan edeceğini adarsa, Allah'a âsi olmasın.” (Buhari iman: 28)
Adak cinsinden farz, vacip bulunmalıdır. 3 gün oruç tutacağım, bir kurban sunacağım
gibi. Yoksa karnımı doyuracağım, hasta ziyaret edeceğim olmaz.
Adak yapmak, üzerimize borç olan bir şey olmamalıdır. Kurbanda bir kuzu keseyim veya
zekâtımı vereyim gibi.
Meşru olmayan maldan ve başkasının malından adak olmaz.
Adak sevap kazandıran bir iş değil; sözünü yerine getirmiş olunur. Adak, kaderi
değiştirmez. Sıkıntı sonunda şükür manasında kan akıtma sevaptır.
*
*
*
K- AKİKA KURBANI NEDİR?
Yeni doğan çocuğun başındaki ana tüyüne, akika denir. Bu tüyler kesilip ağırlığınca altın
veya gümüş sadaka verilebilir.
Yeni doğan çocuk için, böyle bir çocuğu verdiği için Allah'a şükür kurbanı kesilir. Buna
akika kurbanı denir.
Akika kurbanı, mezhebimize göre mubahtır. Diğer üç mezhebe göre sünnettir.
Peygamberimiz torunları Hasan ve Hüseyin için Akika Kurbanı kesmiştir.
Bu kurban, doğumdan erginlik çağına girinceye kadar kesilebilir. İlk yedi gün içinde
kesmek daha iyidir.
Akika kurbanını kesen etinden yiyebilir.
Eğer çocuğum sağ salim doğarsa kurban keseceğim dediyse o adak olur. Etinden
yiyemez. Akika kurbanı keseceğim derse onun etinden yiyebilir.
Kurban kesince dua edilir: “Ya Rabbi! Bana böyle bir evlat verdiğin için sana şükürler
olsun. Bu evladımı hayırlı kimselerden et. Hayırlı ömür ver. Rızana uygun yaşat. Hayırlı işlere
vesile kıl. Sağlıklı ömür ver...”
*
*
*
L- KİŞİ İÇİN KURBAN KESİLİR Mİ?
Allah'tan başkası için kurban kesilmez. İnsan için kurban, şirktir.
Ölmüşler için kurban kesilmez. Ancak sevabı bağışlanabilir. O da kabirde, yatırda
kesilmemelidir.
Fetvay-ı Hindiye 11/277: “Bir insan için kurban kesilmez. Kesilirse, kesilen leş
hükmündedir. Yenmez. Hacıların, gazilerin, devlet adamlarının gelişi için de kurban
kesilmez.”
Peygamberimiz: “Allah'tan başkası için hayvan boğazlayana Allah lânet etsin. Herhangi
bir liderin bir yere gelişi münasebetiyle şerefi için veya veli ve salih bir kimsenin kabri için
hayvan kesilirse, eti haramdır. Yenilmez. Çünkü hayvan, Allah namına kesilmemiştir. O gelen
zat veya velî tazim için kesilmiştir.” (Halil Günenç, Günümüzün Meselelerine Fetvalar: 1/296)
*
*
*
M- BAZI SORU VE CEVAPLAR
1- KURBAN NİÇİN KESİLİR?
Kurban dinî bir vecibedir.
İlk kurbanı İbrahim Aleyhisselam kesmiştir. Bu kurban, İsmail Aleyhisselama fidye
olmuştur. Nasıl kurban, İsmail Aleyhisselama fidye olduysa her kurbanda sahibine fidye
olacaktır inşallah.
Kurban ancak Allah emrettiği ve Allah rızası için kesilir. Bu, Allah’ın verdiklerine şükran
ifadesidir.
Kurban kesilmekle hem Allah’ın emri yerine getiril-miş olur, hem de sevap kazanmaya
vesile olur. O sevap da, kaza belâyı def eder.
2- ALLAH’IN ADINI ANMAYI UNUTAN NE YAPMALIDIR?
Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanın eti yenmez. Hayvan kesilirken “Bismillahi
Allahü Ekber” Veya “Bismillah” denir.
Bir insan kasten terk etmediyse, unuttuysa, deyip demediğini bilemezse, galip zanna
göre hareket eder, “demişimdir inşallah” der. Çünkü heyecandan terk etmiş de olabilir, o
zaman: “Bismillahi evvelihi ve ahirihi” der.
Hayvanı ehil olan keserse, daha iyi olur. Hayvanı tutanlarda Allah’ın adını anmalı,
tekbirlere iştirak etmelidir.
3- ZENGİN AMA ELİNDE PARA YOK KURBAN KESER Mİ?
Varlık sahibi her insan kurban kesmekle mükelleftir. O anda cebinde para olmayabilir.
Çaresine bakacak, gene kesecektir.
Meselâ altını var, markı, doları var, Türk parası yok. Bozdurup kesecek, borcunu ödemiş
olacak.
Kredi kartı ile kurban kesebilir mi?
Bu ona yardım sandığı gibi olur. Faiz ödemedikten sonra kesilebilir. Bu bir borç almadır.
Elinde parası olmayan borç alarak kurban keser.
4- ELEKTRİKLE KESİM CAİZ Mİ?
“Elektrikli makine ile kesim dört mezhebe göre caiz değildir.” Kurbanı insan kesecektir.
Kestiren, vekâlet verecektir. Ayrıca kesen Müslüman olacaktır. Kurbanı Müslüman keserken
diyelim ki, bir dinsiz ateist, elini kesenin elinin üstüne koysa o hayvanın eti yenmez. (GMF.
1/296)
Hayvana kurşun sıkıp başına vurup öldürmek olmaz...
Şok vermeye gelince;
Verilen şok ölüme sebep oluyorsa, o hayvanın eti yenmez. O kurban olmaz. Kurbanın
kanı akacaktır. Öldükten sonra kesmek kan akıtmak değildir.
Verilen şok, ölüme sebep olmuyor hayvanı sakinleştiriyorsa, ölüm kesimle oluyorsa, bu
şok caizdir. Öldürmeyecek dozda olmalıdır.
Ölüm, bayılma ile değil, kesimle olmalıdır.
İbadetleri yerine getirmek de keyfilik olmaz. Eda ediş şekli, biçimi değiştirilemez. Allah
nasıl emrettiyse öyle olur.
Ölüm şokla veya şokun tesiriyle oluyorsa leş hükmündedir, yenmez, kurban olmaz.
5- BAŞKASI İÇİN KURBAN KESİLİR Mİ?
Hayvan başkasının adı anılarak kesilmez.
Birileri için de kesilmez. Ancak Allah için kesilir.
Bir insan ölmüş ana babası için kendi parası ile kurban kesebilir. Sevabını onlara
bağışlayabilir. Bundan kendisi de yiyebilir. Ölen, para bırakmış ve kurban kesilmesini
istemişse o zaman adak durumundadır. Kesen yiyemez, etin tamamını dağıtması lâzımdır.
Şafilere göre ölen, vasiyet etmemişse, ölen için hayvan kesilmez.
Bir kimse, peygamberimiz için de kurban kesebilir veya hisse ayırabilir. Sevabını ona
bağışlar.
Peygamberimiz her sene iki kurban kesmiş, birini ümmeti adına sunmuştur. (K. Sitte
17/409) Varlıklı olanlar peygamberimize hisse ayırır veya kestiği kurbanın sevabına
peygamberinize bağışlarsa, şefaatine nail olur inşallah.
6- FAKİR KURBAN KESEBİLİR Mİ?
Kurban, zengine vaciptir. Varlık sahibi kendisine verilenlerin şükrünü ifa için kurban
keser.
“Fakire kurban vacip değildir. Hayvan alır, kurban diye keserse, kendine vacip olmayanı
vacip kılmış olur. O kurban olmaz adak durumundadır. Kendisi ve aile fertleri yiyemez,
yenirse parası fakirlere verilir” görüşünde olanlar vardır.
Kesen fakir, nafile sevabı alır. Etinden de yer, diyenler daha çoktur. Biz buna göre amel
ederiz.
Fakir biri, çocuklar mağdur olmasın, şimdi pek kesmeyenle ilgilenilmiyor, derse, kurban
niyetiyle kesmemesi lâzımdır. Fakir kurban kesince yiyip yiyemeyeceği ihtilaflı olduğundan
kurban diye değil normal kesip yemesi daha uygun olur.
7- HACTAKİ KURBAN BURADA KESİLSE OLUR MU?
Bazıları: “Hacta kesilen kurbanlar telef oluyor, orada kesileceğine burada havale edilse,
kesilse olmaz mı” diyor.
Önce oradaki kurbanla buradaki kurban, birbirine karıştırılmamalıdır. Burada kesilen
kurban vacip olan zenginlik kurbanıdır.
Hacta kesilen kurban ise, hac nasip eden Allah'a şükür kurbanıdır. Bu ancak Harem
hudutları içinde kesilir. Yani oradaki şükür kurbanı burada kesilemez.
Hacta seferi olunduğu için burada bir kurban daha gerekmez, deniyorsa da zengin
vekâletle burada kestirebilir.
Hacta kesilmezse eksiklik olur. Kıran ve temettu haccı yapana kurban farzdır.
Hacta bir yasağı çiğneyen de kefaret kurbanı keser.
8- KADIN KURBAN KESEBİLİR Mİ?
Kadın ehil ise Allah’ın adını anarak kurban kesebilir. “Kadının kestiği yenmez” sözü
doğru değildir.
Kadın, zenginse 80 gramı geçen altını varsa veya bu değerde malı olsa kurban kesmesi
vaciptir.
Ailede iki tarafta zenginse, ikisi de keser. (Şafilere göre aile reisinin kesmesi yeterlidir.)
Zaman zaman, kadın üzerine kurban vacip olmadığı halde beyine: “Her sene sen
kesiyorsun, bu sene de ben keseyim” diyemez. Kurban, borç ödemedir. Kimin üzerine borç
ise, onun ödemesi gerekir.
Kadın çalışmıyor, parası da yoksa bu haliyle eşi değil de o kesmeye kalkarsa, kocasından
borç düşmez.
Hanım, kazanmamış, beyi altın bozmuş hanımına vermiş. Her an alıp bozdurup işinde
kullanabilse, o bayan zengin değildir. Kurban kesmesi gerekmez.
9- KESMEK İSTEYİP DE KESEMEYEN NE YAPMALIDIR?
“Ya rabbi! Ben de zengin olsam, ben de kesseydim,” der. Beni de kurban sevabından
mahrum etme, derse kurban sevabı alır. Çünkü peygamberimiz: “Ameller niyete göredir.
Mü'minin niyeti amelinden hayırlıdır” buyurmuştur.
Allah insana niyetine göre muamele edecek. Sen böyle diyordun, böyle istiyordun,
diyecek.
10- ORTAKLARDA DİKKAT EDİLECEK HUSUSLAR
Ortak kurban kesecek olanlar dikkatle seçilmeli, inançsız, ahlâkı zayıf, ibadet zevkini
kaçıracak kimseler, ortak olarak seçilmemelidir. Ortaklar 3-5-7 olacak şartı yoktur.
Ortakların hepsinin niyeti, ibadet niyeti olmalı, kurban niyeti olmalıdır. Birinin niyeti, et
yemek olsa, o hayvan kurban olmaz.
Ortaklardan biri ölse, mirasçıları kurban niyetini muhafaza etse, o kurban hepsi için
caizdir. Ölen de sevap kazanır. Mirasçılar, kurbanın kesilmesini kabul etmese, o zaman o
hayvan kurban olamaz.
Ortaklardan biri, adak kurbanı niyeti taşısa, gene ibadet ve Allah'a yaklaşma niyeti
olduğundan kurban sahihtir.
- Et, ortaklara çekilecek olan kura ile dağıtılmalıdır. Kura burada caizdir.
Göz kararı caiz değildir. (Hadis Ans 4/534) Paylar eşit olmalı, ortaklar tamam eşittir,
dedikten sonra kura çekilmelidir.
Ortaklar, deride anlaşamazlarsa satarlar sadaka olarak verirler. Razı olmayana da
hissesine düşeni verirler. Kurbana zarar gelmez. O ne yaparsa yapar.
11- KURBAN DERİSİ SATILIR MI?
Kurban, derisi, boynuzu, başı, ayağı, yünü ile bir bütündür. Hiçbir şeyi satılamaz. Eğer
herhangi bir şeyi satılırsa parasının fakirlere veya hayır kurumlarına verilmesi gerekir.
Herhangi bir parçası, kesme ücreti olarak da verilemez. Verilirse kurban olmaz.
(İs.Fık.Ans. 4/423)
Hz. Peygamber: “Kurbanın derisini satan kimsenin kurbanı olmaz” demiştir. (Prof. Dr. H.
Döndüren İslam İlmihali: 620)
Hz. Ali(r.a) da: ”Peygamber devenin derisini, sırtındaki çulu kestirme ücreti olarak
vermeyi yasakladı. O çulları fakirlere dağıtmamı söyledi” der. Hz. Ali(r.a) Kestirme ücretini
ayrı öderdik, der. (K. Sitte: 5/35)
Kurbanın parçaları, kurban sahibi tarafından kullanılabilir veya fakirlere, hayır
kurumlarına verilebilir. Deri satılacak olursa, parası hayra verilir. Eti asla satılamaz.
Kurban, dinî bir vecibedir. Ona ait bir parçası, yerini bulmazsa kurbanın sevabı eksik
olur.
Kurbanın eti inanmayana, ateiste, ayyaşa ikram edilmemelidir.
Kurban eti, dana koyunla, yağlı yağsızla değiştirilebilir.
Her konuda yanlışlık var, yanlış yapanlar var. Kurbanla ilgili yanlışlıklardan bazıları da
şöyle:
- Bey zengin hanım mükellef olmasa da sıra ile kurban keserler.
- Yeni evli keçi kesemez.
- Bekâr kurban kesmez.
- Adetli kadın kurban kesemez, kestiremez ve vekâlet de veremez.
- Kadın herhangi bir hayvanı kesemez, kurban kesemez, keserse kestiği yenmez.
- Beş vakit namaz kılmayan kurban da kesemez.
- Şükür namazı kılmayanın kurbanı kabul olmaz.
- Taksitle kurban olmaz.
- Kredi kartı ile kurbanlık alınmaz.
- Kurban duası bilmeyen, okumayan kurban kesemez.
- Kurban sahibi kurbanının dalağını yiyemez.
- Sığır cinsinden kurban kesilirse, mutlaka 7 kişi olmalıdır. Veya tek olmalıdır. Vs....
Adak konuşunda da birkaç yanlışlık şöyle:
- Adak gecikirse, kuzu iken sığır olur, deve olur.
- Adak kesen zengin de olsa, yakınına, akrabasına, komşusuna verebilir. (İhtiyaç
sahibine verilir.)
- Yağları, kellesi, işkembesi eziyetli olduğundan atılabilir. (Telef edilmez.)
- Adağın kemiği kırılmaz, eklem yerlerinden pay edilir.
Görülüyor ki, herkes bir şeyler söylüyor, meseleyi dine ve bilene bırakmıyor...
N- BAYRAMLAR MI DEĞİŞTİ BİZ Mİ?
Bayramlar, bugün toplumumuzun her kesimi için aynı anlamı taşımıyor.
Bir kısmı: “Kurban bayramı” diyemiyor, “et bayramı” diyor. Kurban parasını seyahatte
yiyor.
Sevinç günü, kaynaşma – dayanışma günü, feda-kârlık zamanları unutuldu. Herkes
kendi hayatını yaşıyor.
Yaşlılar, eski günlerden bahsedilince, eski günlere uzanıp: Nerede o eski bayramlar...
Nerede o eski günler... Nerede o eski insanlar... diyor. Bayramların tadının kaçtığını ifade
ediyor.
Bayramlar değişmedi, değişen biziz...
Bugün dünyada bizim bayramlarımız gibi bir başka gün yoktur. Başka bayram yok.
Toplumumuzun geleceği açısından bayramlarımızın gerçek anlamını korumalıyız.
Bayramların sıcak havasını estirmeliyiz.
- Ziyaretleri,
- Hediyeleşmeyi,
- Yardımlaşmayı, dayanışmayı, selâmlaşmayı,
- Yoksulları, yetim, öksüz ve dulları, kimsesiz-leri,
- Hatta ölmüşler için kabir ziyaretini, onların ruhlarına ulaşacak hayır hasenatı ve duayı
unutmamalıyız.
Ayrıca bayramlar, çocuklar üzerinde en etkili ve önemli günlerdir. Yaptığımız şeylerle
çocuklarımıza ve başkalarına örnek olmalıyız. Din duygusunun gelişmesin-de bayram
günlerinin sıcak ortamından istifade etmeliyiz. Çocuklara kurbanı anlatmalıyız.
Çocuklarımızı, yanlışlıklardan, kötü alışkanlıklardan ve Müslüman çocuğuna
yakışmayan, giyim, davranış ve oyunlardan alıkoymalıyız. Daha çok ibadetlere alıştırmalıyız.
Bayramları Müslüman çocuğu gibi kutlamasını öğretmeliyiz ki, inançlarımız ve geleneklerimiz
devam etsin.
O- NASIL BAYRAM GEÇİRELİM?
NELERİ YANLIŞ YAPIYORUZ, ONLARI GÖRELİM:
Bayramlar, yozlaşmaya, bozulmaya sebep olmamalıdır...
Bayram, hiçbir yasağı, günahı meşrulaştırmaz. namahremi de kaldırmaz...
Davranışlarımız, giyimimiz, ilişkilerimiz, her şeyimiz, İslâmca olmalıdır. Giyim kuşamda,
davranışlarda ciddiyet elden bırakılmamalıdır.
İslam’ın muhatabı Müslümandır. İşlerimiz Müslümanca değilse, kimse kendini
aldatmasın.
Kimse, bazı kelimelerin arkasına da sığınmasın. İnancından dolayı giyime ve öptü –
öpmedi diye dil uzat-mamalı, saygılı olmalıdır...
Kalp temizliği gibi bahanelerle, kimse rencide edilmemelidir. Allah'a, peygambere itaat
etmeden temiz olunmaz. Ayrıca günah işleyenin kalbi temiz olmaz. İbadet etmeyenin kalbi
temiz olmaz.
Ziyaret, dinin emridir. Bu emir yerine getirilirken, dinin çizdiği sınırlar içerisinde hareket
edilmelidir:
- İnancı ahlakı zayıf olana,
- Meşru iş yapmayana,
- Karmakarışık oturup kalkana,
- İnançla, tesettürle alay edene,
- Bayram tanımayana, haram, günah tanımayana, ziyaret edilmez. Günahla
dönülecekse, günaha grime korkusu varsa, sevap terk edilir. Ziyarette sevap vardır. Ama
bazılarına ziyaret etmemekte sevap vardır.
“İrtica, çağdaşlık, medenilik, ilericilik, gericilik...” bıktık bu kelimelerden. Bacı elini
vermek, elini öptürmek istemiyorsa, zorla mı öpeceksin? Hani saygı, hani hoş-görü? Hani
demokratiklik?
Müslüman, hiçbir günahı küçümsememelidir. Küçük günahlar, büyük günahlara
götürür...
Enişte, kayın, baldız, dayı, amca, komşu, nişanlı, sınırı aşılmamalıdır. Özellikle nişanlılık
evlilik değildir. Gizli ve hileli nikâhta evlilik değildir. Bazı şeyleri meşrulaştırmaz.
Ziyaretlerde:
- Kazancı haram olanın,
- Gayri meşru iş yapanın, faiz yiyenin, kumarbazın, falcının, haram şeyleri alıp satanın,
- Dinle, dindarla alay edip, dini ret edenin,
- Günah işleyip pişmanlık duymayanın ikramı yenmez.
Her ortamda, bilhassa böyle vakitleri fırsat bilerek, herkes, inancını, dinini, yaşayarak
veya anlatarak tebliğ etmelidir. Dedikodu, gıybet ve iftira edileceğine, günaha girileceğine,
sevap kazandıracak işler yapılmalıdır.
- Mezarlıkta para ile Kur'an okunmaz, okutulmaz.
- Kabristana mersin götürmek diye bir şey yoktur. En güzeli ağaç dikmektir.
- Bayram sabahı silah atmak anlamsızdır. Cahiliye âdetidir. Adam namaza gelmiyor,
silah atıyor.
- Bayram temizliği bahanesiyle bacılarımız, temizlik yaparken, kurban kesilirken
bacılarımız, İslâmî olmayan görünüme dikkat etmelidir.
Bacılarımız inançlarını daha şuurlu bir şekilde yerine getirsinler. Örtü sadece sokakta
örtünülmez. Yarım yamalak da örtünülmez. Başı örtülü etek yırtmaçlı olmaz. Örtü, Allah’ın
emrettiği şekilde değilse, boşunadır.
Laf olsun diye örtünülmez. Bacılarımız inancına, kültürüne, kimliğine şuurlu bir şekilde
sahip çıkarlarsa daha iyi nesiller yetişeceği inancındayım.
Analar iyi örnek olmalı, kızına dinini noksansız yaşama ortamı hazırlamalı, o imkânı
vermelidir. Yoksa vebal vardır.
- Erkek çocuklar bayram namazına mutlaka götürülmelidir. Bayram havasından istifade
ederek din duygu-su aşılanmalı, Müslüman olduğu hatırlatılmalıdır.
Hiçbir kap boş kalmaz. Biz doldurmazsak başkaları doldurur. Bayram namazı kılacak,
kurban kesecek, ardından hayır yapacak, cenaze namazını kılacak evlat yetiştirilmelidir.
Bu bayramlar değişmemize vesile olur inşallah.
Arefe gün oruç tutmak çok sevap. Bayram sabahı da yenip içilmez, kurban eti ile
yenmeye başlanırsa, oruç sevabı olduğu söylenir. Peygamber(a.s) Arefe gününün Allah’ın
değer verdiği gün olduğunu bildirmiştir.
Bugün Müslümanların çile çekmesinin sebebi, Müslüman kimliğinden kopmanın
cezasıdır. Bu unutulma-malı, hatalardan vazgeçilmelidir.
Cenab-ı Allah'tan hayırlı bayramlar niyaz eder, nice nice bayramlar göstermesini
dilerim.
M. Necati Bursalı’nın bir şiiri ile konumuzu bitirelim:
BAYRAM
Gösterir Cemâlin yâr,
Bayram, o bayram olur.
Eder beni bahtiyar,
Bayram, o bayram olur!
Diner içimde sızı,
Duyarım büyük hazzı,
Nebî râzı, Hak râzı,
Bayram, o bayram olur!
Lutfa boğar Yâr beni,
Artık yakmaz nar beni,
Melekler sarar beni,
Bayram, o bayram olur!
Artar her lâhza nûrum,
Artar neş’em, huzurum,
Muhammed’i bulurum,
Bayram, o bayram olur!
Biter hasret, biter gam,
Hiç yere gelmez arkam,
Erişir Hak’tan selâm,
Bayram, o bayram olur!
Yüz vardır, güleç, sıcak,
Yüz vardır ay gibi ak,
Gösterir dîdârın Hak,
Bayram, o bayram olur!
Gülleri ederim cem,
Dilde Allah tek hecem,
Biter hicranlı gecem,
Bayram, o bayram olur!..
Uçar canım kuş gibi,
Bir zevk bulunmaz dibi,
Gel dersin, gel, Yâ Rabbi,
Bayram, o bayram olur!
Ne tuzak var, ne pusu,
Çağlar ırmaklarda su,
Alırım yâr kokusu,
Bayram, o bayram olur!
Gerek yok gözde yaşa,
Ne ipek, ne kumaşa,
Başlar bir hoş temâşa,
Bayram, o bayram olur!
Ne söylense yine az,
Böyle devlet bulunmaz,
Alnımızdan öper yaz,
Bayram, o bayram olur!
Gelir götürür Burak,
Ne yer kalır, ne durak,
Kulum diye sever Hak,
Bayram, o bayram olur!
Kucak açar Mustafa,
Başlar İlâhî safa,
Biter dert, biter cefâ,
Bayram, o bayram olur!
Yok artık hesap, Mîzan,
Tâ Firdevsi bulur can,
Sarar neş’e, heyecan,
Bayram, o bayram olur!
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
MÜBAREK CUMA
Cenab-ı Allah kullarına fırsat olarak, zaman içinde farklı zamanlar yaratmıştır. Cuma
günü diğer günlerden farklı bir gündür. Cuma günü içinde bir de bir saat vardır ki o saatte
yapılan dua red olmaz. Yapılan ibadetin sevabı çok fazladır. Yapılan tövbe geri çevrilmez,
kabul edilir.
Cuma günü fırsatını, cuma günündeki o farklı saati kaçıran, çok şey kaçırmış olur.
*
*
*
A- CUMA GÜNÜNÜN FAZİLETİ
Yahudilerin cumartesi, Hristiyanların Pazar, Müslümanların Cuma kutsal günleridir.
Cuma günü Müslümanlar için en hayırlı gündür. Cuma günü mü’minlerin bayramıdır.
Hem dini yönden, hem de sosyal yönden cumanın yeri ve önemi büyüktür.
Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
- “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrılınca Allah’ı anmaya koşun. Alışverişi
bırakın. Bilseniz ki bu sizin için daha hayırlıdır. Allah’ı çokça anın ki, ferah bulasınız.”
(Cuma: 9-10)
Hz. Peygamber (sav): “Güneşin doğduğu en hayırlı gün cumadır. Adem o gün
yaratılmış, o gün cennete gitmiş, o gün cennetten çıkmıştır. Kıyamet de Cuma günü
kopacaktır.” (Müslim Cuma:18)
- “Üzerine güneş doğmayan günlerin hayırlısı Cuma günüdür.” der. (Riyaz’üs
Salihin:1152)
- “Cuma gününde bir saat vardır ki, bir Müslüman namaz kıldığı halde o saate rastlar da
Allah’tan bir şey isterse, muhakkak Allah onun isteğini yerine getirir.” (R. Salihin:
2/1160)
- “En faziletli gün, Cuma günüdür. O gün bana çok salavat getirin. Zira sizin getirdiğiniz
salavatlar bana ulaşır.” (R.Salihin: 2/1162) buyurur.
Cuma gününe, Cuma namazına büyük önem vermeliyiz. Cuma gününü çok iyi
değerlendirmeliyiz. Cuma günü duaların red olunmayacağı saati yakalamaya çalışmalıyız.
*
*
*
B- CUMAYA NASIL GİDİLMELİDİR?
Cumaya hazırlıksız gidilmemelidir. Ezanın okunmasıyla apar topar camiye
koşulmaz.kirli elbise, kokan çorap, yıkanmamış vücutla cumaya gidilmez.
Madem Cuma hayırlı bir gün, mü’minlerin bayramı, öyleyse özel önem verilmelidir. O
gün tıraş olmak, boy abdesti almak, dişleri fırçalamak, güzel giyinmek ve koku sürünmek
peygamberimizin adetlerindendir.
Camiye erken gidilmeli, erken gelmenin sevabı alınmalıdır. Peygamber (as) camiye
erken gidenin nafile hac sevabı alacağını bildirmiştir. Mü’minler camiye geliş sırasına göre
farklı sevaplar alırlar. (Ramuz el-Ehadis: 198/12)
Soğan, sarımsak yiyerek, sigara kokan ağızla, sararmış dişlerle, kokan çorapla, kirli
elbiselerle gidilmez.
Peygamberimiz: “Sizden biriniz cumaya gidecek olduğunda, boy abdesti alsın.”
(R.Salihin: 2/1155)
- “Cuma günü boy abdesti almak ergenlik çağına gelmiş olan herkese vaciptir.” (Age:
2/1156) buyurmuştur.
Cumaya hesabı bizden sorulacak olan çocuklarla, torunlarla beraber gitmek, birilerine
“haydi cumaya gidelim” demek ihmal edilmemesi gereken bir görevdir.
*
*
*
C- CUMA NAMAZINDAN KİMLER SORUMLUDUR?
Cuma, bayram ve cenaze namazlarından kadın sorumlu değildir. Bu konuda icma
vardır.
Cuma namazı kimlere farzdır?
Erkeklere,
Hür olanlara,
Mukîm olanlara,
Hasta olmayanlara, özrü bulunmayanlara
Cumanın farz olunmasının şartlarını, fıkıh alimlerimiz kitaplarında şöyle
sıralamışlardır:
1- Akıllı olmak,
2- Erginlik çağına girmiş olmak,
3- Erkek olmak,
4- Hür olmak,
5- Sağlıklı olmak,
6- Yolcu olmamak,
7- Namaza gitmeye engel özrü bulunmamak,
Seferi olana Cuma farz değildir. Eğer seferi Cuma kılarsa Cuma sahihtir. Öğle namazını
kılması gerekmez. Bu Cenab-ı Allah’ın ruhsatı, müsaadesi hatta ikramıdır. Bugün yolcunun
sıkıntısı yok denilip karşı çıkılamaz, ruhsat da bir emirdir.
Cumaya bulaşıcı hastalığı olanlar, özürlü olanlar, küçük çocuklar, aciz ihtiyarlar, gözleri
görmeyenler, zorunlu hastabakıcılar, yolcular, akli dengesi olmayanlar, özgür olmayanlar ve
kadınlar gitmez.
Soğan, sarımsak yiyen, sigara içip pis bir şekilde kokarak başkalarını rahatsız edenlerin
bir kenarda durmaları daha uygundur.
Bu konuda Peygamber (as) şöyle buyurur:
- “Her Müslümana cuma farzdır. Ancak köle, kadın, çocuk ve hasta müstesna.” (Ebu
Davut, Salat: 215)
- “Seferiye Cuma yoktur.” (V.Zuhayli, İslam Fıkhı Ans.: 2/371)
- “Akıl baliğ olan her erkeğe Cuma farzdır.” (Age:2/366)
Kadınlar Cuma namazından sorumlu değildir. Kadının yapısı ve görevleri bakımından
Allah kadınları Cuma, bayram ve cenaze namazlarından sorumlu tutulmamışlardır.
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 22.01.1998 tarih ve 4 nolu kararı: “Cuma namazından
hür, mukim ve ergenlik çağına girmiş erkek mükelleftir.” şeklinde olmuştur.
Bir gün birkaç kadın Hz. Peygamber’e:
- “Erkekler cihat ediyor. Cumaya gidiyor. Sevabı hep onlar alıyor.” diyorlar. Onların bu
üzüntüsünü gören Hz. Paygamber onlara şöyle cevap veriyor:
- “Onları hazırlayıp göndermekle, siz de sevap alıyorsunuz.” diyor.
Dinimiz kadınları Cuma namazı kılmakla yükümlü tutmamıştır. 14 asrı aşkın süre
içinde kadınların Cuma, bayram ve cenaze namazı kılmaları gerektiğini söyleyen hiçbir din
alimi çıkmamıştır. Dört mezhep de aynı konuda ittifak etmiştir.
Son zamanlarda dine, Müslümanlar arasına fitne sokmak ve dini konuları yozlaştırmak
isteyen bazı kimseler, kadınları Cuma, bayram ve cenaze namazlarındaki kalabalığın içine
1234-
sokmaya çalışmaktadır. Bu fikrin sahiplerine Cenab-ı Allah: ”Sen neden Cuma, bayram
namazı kılmadın? Neden eşini, kızını Cuma, bayram namazlarına göndermedin?“ diye
soracaktır.
*
*
*
D- CUMA NAMAZI TERK EDİLİR Mİ?
Son zamanlarda erozyona uğradık. Dini konular yozlaştırılmaya çalışılıyor.
Cuma namazı haftalık bir ibadettir. Hakkında sure vardır. Ne emrediyor Allah bize:
- “Ey iman edenler! Cuma günü ezan okunup, namaza çağrıldığınız zaman derhal Allah’ı
anmaya (Cuma namazına) koşun; işi, gücü, alışverişi bırakın.” (Cuma:9)
Hakkında ayet, hadis olan, icma ve kıyas yapılmış olan konularda fetva olmaz, yorum
olmaz.
Cuma namazının sadece Türkiye’de tartışılması düşündürücüdür.
Bu devirde, şu sebepten Cuma kılınmaz demek, Cuma namazını kılmamak,
kılınmamasını telkin etmek, son derece veballi bir durumdur.
Cuma, şartları oluşunca farz olur.
Bizden önceki müslümanlar çok büyük sıkıntılar içinde bile cumayı terk etmemişlerdir.
Son zamanlarda cumadan, camiden, cemaatten uzaklaştırma gayretlerini
görmekteyiz. Cumaya boykot için adeta sabepler aranıyor; bir tek camide kılınır, ilk tekbir
alanın cuması makbuldür. Devlet başkanı kıldırması lâzımdır. Darul – Harpteyiz, gibi iddialar
ortaya atılıyor.
Kim ne derse desin, Cuma kılma sorumluluğu mükellefin üzerinden kalkmaz. İmamı
beğenmemek, dar’ul harp teyiz demek, kendine göre mazeretler uydurmak, apaçık Allah’ın
emrini terktir, Allah’a isyandır.
Her dinde kutsal gün ve o günde yapılan özel ibadetler vardır. Cuma günü, affımız,
kurtuluşumuz için Cenab-ı Allah’ın bize tanıdığı fırsattır. Bu fırsatı değerlendireceğimiz yerde
hafife alırsak bu bizim için büyük bir kayıp olur.
Hz. Peygamber’den bu yana Müslümanlar, Cuma gününü bayram bilmiş, kesintisiz bu
namazı kılmıştır. Kılmayanlara da iyi gözle bakılmamıştır. Hatta “Cumaya gider” sözü ölçü
olmuştur.
Cuma suresinde de Cuma’nın mutlaka kılınması emredilir. Hadislerde de Cuma
namazını terk edenlerin açık halinden bahsedilir. Uğrayacağı zararlar anlatılır.
Peygamber (sav) şöyle buyurur:
- “Cuma namazını terk etmekten sakınınız. Allah kalbinizi mühürler de gafillerden
olursunuz.” (R.Salihin: 2/1154)
Cuma namazını terk eden Allah’a isyan etmiş olur. Cuma namazını terk eden için
Peygamber (as): “Allah onu perişan etsin, işlerine bereket vermesin, burnu sürtülsün.”
demiştir. (İbni Mace: 1/343) Bir başka hadiste de: “Özürsüz üç Cuma namazı
kılmayanmünafıklar listesine yazılır.” denmiştir. (Müslim, Cuma: 40)
*
*
*
E- BİR YERDE CUMA NAMAZINA İZİN VERİLMİYORSA NE YAPILIR?
Devlet memurlarının bazı aylarda Cuma namazı kılması mümkün olamayabiliyor. Bazı
işyerleri çalışanlara Cuma namazı izni vermeyebiliyor.
İzin verilmese de ben giderim deyip işin aksatılması doğru değildir. Alınan ücretin ve
maaşın hakkının verilmesine son derece dikkat edilmelidir. Sözleşmeye uyulması esastır.
Namaz kılınmasına izin verilen, namazını kılıp oyalanmadan, tespih çekmeden, dua
etmeden işine dönmelidir.
Cuma namazı izni veriliyorsa, cumada geçirilen vakit telafi edilmelidir.
Cuma namazına izin verilmeyenlerin kazancı iş sahibine Cuma saati boyunca helal
olmaz.
Cuma namazı izni alamayan çalışan ne yapmalıdır?
- Önce uygun bir şekilde izin istemelidir. İzin verilmezse bu işin sorumluluğu
hatırlatılmalıdır.
- Cuma namazına gitme izni verilmezse, o günün öğle namazı kılınır veya kaza edilir.
- Çalışan Cuma namazına gidebileceği başka bir iş arayışında olmalıdır. Maddi durumu
iyi değilse; o işte, yeni bir iş buluncaya kadar çalışmaya devam etmelidir. Vebal Cuma
namazına izin vermeyenindir.
Cuma namazına gitmek isteyenlere kolaylık sağlamak amirin ve iş sahibinin görevidir.
Çünkü Cuma namazı saatinde, üzerine Cuma farz olanların çalışması ve kazancı meşru
değildir. Cuma namazı saatinde çalışma görevi, üzerine Cuma namazı farz olmayanlar
tarafından yerine getirilmesi ayarlanabilir.
Bugün ibadetini yapmış, rahatlamış, psikolojik bazı problemleri aşmış inanın verimli
olması daha akla yatkındır. Daha dürüst olur, hak-hukuka daha çok riayet eder. Atalarımızın
dediği gibi: “Allah’ı olmayanın ahlakı olmaz.”
Üzerine Cuma namazı farz olmayan kadın, öğle namazını kılabilmek için, Cuma namazı
kılanların camiden çıkmasını beklememelidir.
Eğer kadın camiye gelmiş, Cuma namazına niyetlenmiş ise, tekrar öğle namazını
kılmasına gerek yoktur. Ama namazı kıldıran hocanın, niyetine kadınları da eklemiş olması
gerekir.
Cuma üzerine farz olupda, özrü dolayısıyla Cuma’ya gidemeyen erkekler, öğle
namazını kılmak için Cuma saatinin geçmesine, Cuma’dan çıkılmasına bakarlar, Cuma’dan
çıkılınca kılarlar.
Yani üzerlerine Cuma farz olmayanlar, ezan okununca vakit girmiştir, namazlarını
kılabilirler. Çünkü onlar Cuma ile yükümlü değillerdir. Üzerine Cuma namazı kılmak farz
olanlar ise Cuma namazı kılındıktan sonra öğle namazlarını kılarlar.
*
*
*
F- CUMA NAMAZI NE KADAR, NEREDE VE NASIL KILINIR?
Hanefi mezhebine göre 3 kişi, şafi mezhebine göre 40 kişi olunca Cuma namazı
kılınabilir.
Ebu Hureyra (ra) Bahreyn’den Hz. Ömer’e:
- “Burada Cuma namazı kılacakmıyız?” diye sorar. Hz. Ömer’in cevabı:
- “Nerede olursanız olun, Cuma namazı kılın”. olmuştur.
Cuma namazı kılınacak yer için sorumlulardan izin alınır.
Eğer Cuma namazı kıldıracak hiçbir kimse yoksa öğle namazı kılınır.
Başlangıçta Hz. Peygamber kıldırıyordu. Bir tek yerde Cuma kılınıyordu.
Müslümanların sayısının artması, islâmın başka ülkelere yayılması ile, o yerlerin merkezî
yerlerinde kılınmaya başlandı. Bir müddet sonra da her camide kılınmaya başlandı.
Camiler uzaksa, cemaat çoksa, herkesi bir camide toplamak mümkün değilse,
müftülükten izin almak sûretiyle, tayin edilen kişinin imamlığı ile Cuma namazı kılınır.
Şu anda bir tek camide kılmak veya tek camide kılınır demek mümkün değildir. (Yer
olarak da, ulaşım olarak da)
Şartlar oluştuysa her yerde, her zaman Cuma kılınmalıdır. Cumanın faziletinden
mahrum kalınmamalı-dır. Yok Dar’ul – harp, yok devlet başkanı kıldırır, yok yerleşim
bölgesinde tek yerde kılınır, bu tartışmalara yer yoktur, gerek de yoktur.
Sütçü İmam: “Size Cuma kıldırmıyorum, siz esirsi-niz” demiştir ama bunu tahrik
etmek, harekete geçirmek için söylemiştir.
Kışlada, cezaevinde, fabrikada herkese açık olmasa da izin alınmak sûretiyle, ehil bir
kişinin ardında, orada bulunanlara Cuma namazının kıldırılmasında büyük faydalar vardır.
Zaman zaman soruyorlar. Caminin avlusunda namaz kılınır mı? diye kılınır.ayrı bölüm,
ayrı binalar da, yolun öbür taraflarında kılınmaz. Hatta caminin altında, açıklık, irtibat
yoksaorada namaz caiz değildir. Yani cami ile bütünlük arz eden yerden imama uyulabilir.
Caminin 7 kat altı,7 kat üstü camidir. Altında dükkan olan camilerde namaz kılınmaz
demek doğru olmasa gerek. Bu bugüne kadar oralarda namaz kılanları üzmek olur.
Nasıl, Ne Kadar Kılınır?
Hz. Peygmberden sonra, her yerde Cuma namazı kılınmaya başlanınca bazı
tereddütler hasıl oldu. Görüşler ileri sürüldü.
“Tek yerde veya merkezi yerde kılınıyordu her yerde kılınmaya başladı. Müslümanları
yöneten kimse kıldırıyordu her imam kıldırmaya başladı. “En eski camideki sahihtir, ilk Tekbir
alan imamın kıldırdığı sahihtir” görüşleri, müslümanları şüpheyi gidermek için tedbir almaya
sevk etti. (Bak. İsl. Fık. Ans. 2/383)
İhtiyaten o günün öğle namazının kılınması uygun görüldü. Gene bunu düşünenlerde
cami cemaati değil, islâm bilginleri oldu.
“Zayıf kavle göre bir yerde birden fazla camide Cuma namazı kılınıyorsa, orada zuhri
âhir kılınır” dediler. (H. Günenç GMF 1/184)
Hz. Peygamberde: “Beni nasıl namaz kılar görürseniz öylece namaz kılınız” demiştir.
Ayrıca;
“Sizden biriniz Cuma’yı kılarsa arkasından dört rekat sünnet kılsın” (Riyaz-üs Salihın
2/1130) (İslâm Fıkhı Ans. 2/405) (Müslim Cuma: 67) buyurmuştur.
Hz. Ömer (ra) da: “Allah Rasûlü Cuma namazından sonra 6 rekat daha namaz kılardı”
(Delilleriyle İslâm İlmihali : 335 H. Döndüren).
Cuma namazı iki rekattan ibaret değildir.
- İlk önce 4 rekat sünnet kılınır. Hz. Peygamber kılmıştır.
- Sonra 2 rekat Cuma’nın farzı kılınır. Allah emretmiştir.
- Farzdan sonra 4 rekat daha sünnet kılınır. Peygamber kılmıştır. Hz. Peygamberi ve
sünnetini red eden bunu da red edecek ve elbette “Cuma 2 rekattir” diyecektir.
Peki sonra ne olacak? Bazı şüpheleri giderebilmek, vesveseden kurtulabilmek için,
ayrıca ekseriyete uyabilmek, bütünlüğü sağlayabilmek için, asırlar önce büyüklerimiz tedbir,
temkin ve takva için zuhri ahir (son öğle) ve iki rekatta vakit sünneti kılmışlardır.
Son zamanlardaki güvenilir hocalarımızın uygulaması ise şöyle: Cuma’nın son
sünnetinden sonra “son kazaya kalmış öğle namazına ve vakit sünneti yerine de, son kazaya
kalmış sabah namazına” diye niyetlenmektedirler.
*
*
*
G- CUMA GÜNÜ İŞ YAPMAK HARAM MI?
Yahudilerin Cumartesi, Hıristiyanların Pazar iş yapmadıkları gibi müslümanlara da
Cuma günü iş yapılmaz, yola çıkılmaz, işe başlanmaz gibi bazı telkinlerde bulunanlar vardır ki,
bu yanlıştır.
İslâm’da temizliğin, çalışmanın, iş yapmanın yasak olduğu bir gün yoktur. Bilhassa
Cuma günü temizlik yapılacak, gusledilecek, tıraş olunacaktır.
Ayrıca Cuma günü, Cuma namazı, sefere çıkmaya engel değildir. Ancak Cuma ezanı
okunacağı sırada yola çıkılmaz, namaz kılındıktan sonra çıkılır. Zorunlu ise gene çıkılır. Bir
uçak, gemi, otobüs bekletilmez. İslâm dini, yolcuya Cuma sorumluluğu bile getirmemiştir.
Cuma günü, Cuma’ya gitmekle mükellef olan kimsenin Cuma saatinde iş yapması,
alışveriş yapması Hanefilere göre mekruh, Şafilere göre haram, Hanbeli ve Malikilere göre ise
yapılan akit geçersizdir.
Cuma saati, ezanın okunmasından namaz bitimine kadardır.
Ticaret yapılan bir yer hanıma aitse, hanım orada alışveriş yapıyorsa, o alışveriş
helâldir.
Üzerine Cuma farz olmayan kadına, yolcuya, çocuğa iş yapmak, ticaret yapmak Cuma
vaktinde olsa caizdir.
*
*
*
H- CUMA ADABI:
Cumaya giden kişinin dikkat etmesi gereken bazı hususlar vardır. Bunlardan bazılarını
hatırlayalım:
- Erken gitmek. Vakit müsait ise mescid namazı kılmak. Hanefilere göre Cuma
namazından önce kerahet vakti vardır. Namaz kılınmaz. Şafilere göre ise kılınır. Şafiler
şu haidse göre Cuma günü kerahet yoktur derler:
Ebu Kutade (ra)’dan; Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Cuma günü hariç, gün
ortasında namaz kılmak mekruhtur…” (Ebu Davut, Salat: 223)
- Camide güzelce oturmak, zikirle, Kur’an’la, tefekkürle meşgul olmak.
- Camide vaazı, hutbeyi güzelce dinlemek, uyuklamamak, konuşmamak, başka işlerle
meşgul olmamak.
- Boy abdesti ile gitmek, temiz elbiseler giymek, koku sürünmek.
- Dünya işlerini cami dışına bırakmak.
- Kokan şeyler yememek.
- Cuma günü peygamberimize bol bol selavat getirmek.
- Sonradan gelip, omuzlara basa basa ön saflara geçmemek.
- Camiden çıkarken de, namaz kılanların önünden geçmemek.
- Konuşmaya neden olacaksa, musafahalaşmayı cami dışına bırakmak.
- Ayakkabıların tozunun cami içine dökülmemesine dikkat etmek.
- Cami avlusu camiye dahildir. Avluda da cami adabına uymak.
- Cuma namazından sonra yapılacak olan duayı beklemek, tespih çekmeyi ihmal
etmemek.
Bir grup sahabe: “Zenginler bizden daha çok sevap kazanıyor, hayır yapıyor, zekatı
onlar veriyor, sadaka dağıtıyor” diyorlar. Onların üzüntülü halini gören Peygamberimiz sizde
çok sevap kazanmak ister misiniz? demiş.
- Evet, demeleri üzerine:
- Namazların sonunda 33 defa Sübhanellah, 33 defa Elhamdülillah, 33 defa Allahü
ekber” deyin buyurmuştur. Ayrıca:
- “Namazların takipcileri onları her namazın sonunda söyleyenler hüsrana uğramazlar.
Bunlar 33 adet tesbih, 33 adet tahmid, 33 adet tekbir” buyuruyor. (K.Sitte 6/26) (Prof.
Dr. İ.Canan)
*
*
*
I- CUMA GÜNÜNÜ NASIL DEĞERLENDİRELİM?
Cuma, Müslümanların bayramıdır. Onun için Cuma diğer günler gibi geçirilmemelidir.
- Cuma günü tebrikleşilmeli, hediyeler ikramlar sunulmalıdır. Yani o günün Cuma
olduğu hatırlatılmalıdır.
- Cuma günü tek olarak oruç tutulmaz. Ancak oruç borçlarını ödeyen, Perşembe tutan,
cumartesi tutacak olan elbette Cuma günü oruç tutabilir. Ona tutma denemez. Yalnız
sadece Cuma günü oruç tutmak mekruhtur.
Peygamber (as): “Yalnız cumayı oruç için aramayın.” (R.Salihin: 1792) buyurur.
Bir gün oruçlu olan birine peygamberimiz sorar:
- “Dün oruç tuttun mu?”
- “Hayır”
- “Yarın tutacak mısın?” O kişi:
- “Hayır” deyince peygamberimiz ona:
- “Öyleyse orucunu boz.” demiştir. (Age: 1795)
- Cuma günü ziyaretler yapılmalıdır. Gönül alınmalı, dua alınmalıdır.
- Cuma günü ihtiyaç sahiplerine sadaka verilmelidir.
- Cuma günü Sevgili Peygamberimiz’e de selam gönderilir ve salavat getirilir. Çünkü
peygamberimiz: “Cuma günü bana çokça salat ü selam getirin; onlar bana arz olunur.”
Buyurur. (R. Salihin: 2/1162)
- Cuma günü öyle bir saat vardır ki o saati iyi yakalamak için çalışılmalıdır.
Peygamberimiz şöyle buyurur: ”Bir Müslüman namaz kıldığı halde o saate rastlarda
Allah’tan bir şey dilerse, muhakkak Allah onun dileğini yerine getirir.” (R. Salihin:
1160)
- Bir hadiste de: “Bir kimse, Cuma namazından sonra yedişer defa, İhlas, Felak ve Nas
surelerini okursa aziz ve celil olan Allah onu diğer Cuma’ya kadar zarar ve
kötülüklerden korur.”
Evet, namazlardan sonra yapılan dualar daha makbuldür. Namazlardan sonra daha
çok dua edelim, daha çok tespih çekelim, böyle zamanları fırsat bilelim.
- Ayrıca bugünlerde sadece diriler değil, ölüler de hatırlanmalı, ruhlarına Fatihalar
gönderilmelidir. Af olunmaları için bol bol dua edilmelidir.
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
10 MUHARREM
AŞURE GÜNÜ
a) Aşure Ne Demek:
1 Muharrem Mekke’den yola çıkan Muhammed Mustafa(SAV)’in Medine’ye varış günü
10 Muharremdir.
Muharrem ayı, hicrî ve kameri yılın ilk ayıdır.
Muharrem ayı, şeyrullah yani Allah’ın ayıdır.
Muharrem ayı, Kur’an-da Tevbe sûresinin 36. ayetinde geçer.
“AŞÛRE” demek de Muharremin 10. günü demektir.
Ayrıca AŞÛRE, tahıl ve kuru meyvelerden yapılan tatlıya da denir.
Aşûrenin tarihi, Nuh Peygambere kadar uzanır. Muharremin 10. günü tufan dinmiş ve
gemi Cudi Dağına oturmuştur. Nuh Peygamber de gemide kalan yiyecekleri karıştırarak çorba
yapmıştır ve şükür olarak herkese dağıtmıştır.
Müslüman Türkler’de de Nuh Peygamberden gelen bu adet, günümüze kadar sürüp
gelmiştir. İnsanımız muharrem ayı içinde aşûre pişirir ve dağıtır. Böylece hayır yapar.
Aşûre pişirme mecburiyeti yoktur. Ama halka dağıtılınca sevap olur.
Aşure günü, diğer günlerden farklı bir gündür. Cenab-ı Allah Aşure günü peygamberlerine
değişik ihsan ve ikramlarda bulunmuştur.
Aşure pişirip halka dağıtmanın büyük sevabı vardır. Peygamber (as) şöyle buyurur: “Her
kim Aşure gününde ailesine ve halka ikramda bulunursa, Cenab-ı Allah da senenin
tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder.” (Et-Tergıb ve’l-Terhib: 2/116)
*
*
*
b) Aşure Gününde Neler Olmuştur?
Allah Nuh’un gemisine “Dur!” emrini verdi: “Ey arz! Suyunu yut! Ve Ey gök! Yağmuru
tut!… Su çekildi. İş de bitti, gemi Cudi’ye oturdu.” (Hud:44) Gemiden iniş de, biniş gibi emirle
oldu. Muharremin onuncu günüydü.
- “Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan topluluk-lara bizden bir selamet ve bereketle
gemiden in.” (Hud: 48)
İnsanlar adeta yeniden hayat bulmuşlardı. Buna ancak şükür gerekirdi. Nuh(a.s) bu
şükrü, oruç tutarak eda etti. Aşûre pişirdi.
Musa(a.s) yıllarca Firavun’un sarayında kaldı. Nuh(a.s) ve beraberindekileri âlemlere
ibret yapan (Ankebût: 15) Allah, denizin ortasında yine bir yol açtı. Musa (a.s)’ın
Allah’ın himayesinde, Firavun ve taraftarlarından kurtulduğu gün (Bakara: 50), ne hikmetse
yine muharremin onuncu günü, yani aşûre günüydü. Musa(a.s)’da, aynen Nuh (a.s)’ın yaptığı
gibi, bu günü kurtuluş ve Allah’a vuslatın gerçekleştiği gün ilan ederek şükür orucu tuttu.
Rasûlü Ekrem(a.s)’da Medine’yi şereflendirdiği aşûre gününde, Yahudilerin bayram
ettiğini, oruç tuttuğu-nu fark etti. Onlar, elbette Rasûlüllah(a.s)’ın gelişine sevinmiyorlardı.
Sebebini sahabi anlattı:
“Ey Allah’ın Resulü! Yahudi ve Hristiyanlar bu güne hürmet ediyorlar!..” Vahy-i ilahi,
Rasûlüllah(a.s)’ın gönlünde içtihat olarak yer etti ve şöyle buyurdu:
“Ben Musa’ya daha yakınım “Ve o gün oruç tuttu. Gelecek yıl, dokuzuncu günde de
oruç tutarım.” buyurarak bu yakınlığı göstermeye niyetlendi.
Hadis-i Şeriflerde şöyle beyan edilmiş:
1. İbrahim(a.s) aşûre günü doğdu.
2. Allah-u Teâlâ onu Nemrud’un ateşinden aşûre günü himâye buyurdu.
3. Musa(a.s) Firavun’un şerrinden kurtuldu ve düşmanları denizde boğuldu.
4. İdris(a.s) semaya (yüce makama) yükseldi.
5. Eyyüp(a.s)’a şifa ihsan olundu.
6. İsa(a.s) semaya götürüldü.
7. Adem (as)’ın tövbesi kabul edildi.
8. Nuh (as) balığın karnından kurtuldu.
9. Süleyman (as)’a saltanat verildi.
10. Yunus (as) balığın karnından kurtuldu..
11. Yusuf (as) babasına kavuştu.
12. İbrahim (as) Nemrud’un ateşinden kurtuldu.
13. Peygamber (as) Mekke’den Medine’ye vardı.
14. Hz. Peygamberin torunu Hz. Hüseyin10 Muharrem 680 tarihinde Yediz tarafından
şehit edildi. Bu bakımdan Müslümanlar için de (sünni olsun, alevi olsun) matem
günüdür.
*
*
*
c) Bu Günün Önemi ve Fazileti Nedir?
Aşure günü mukaddes bir gündür. İsteyen, dileyen için bela ve musibetlerden
kurtulma günüdür. Peygamberler bugün sıkıntılardan kurtulmuşlardır. Cenab-ı Allah
peygamberlere bugün ihsan ve ikramlarda bulunmuştur.
Aşûre günü mübarek bir gündür. Bugünün değerini çok iyi bilmeliyiz. Faziletinden,
feyzinden istifade etmeliyiz ki, kat kat sevap alalım. Salihlerin ibadetine verilen sevap gibi
sevap kazanalım.
İnanarak, ihlasla, samimiyetle yapılan ibadetler, günahlarımızın affına neden olurken,
gelecek olan belâ ve musibetleri de def eder.
Cenab-ı Allah’a böyle zamanlarda daha çok yaklaşırız.
Böyle mübarek günlerde hata ve günahlarımızdan daha kolay kurtuluruz.
Eğer böyle zamanlarda neler yapacağımızı bilirsek böyle günler ve geceler kurtuluş
bayramımız oluverir.
Günahlarımız pek çok. Kurtuluş çareleri aramamız lâzım. Yoksa günah kiri gönlümüzü
daraltacak, kalbimizi karartacaktır.
Eğer günah kirinden arınmazsak başta organlarımız bize isyan edecektir. Evlatlarımız
bize itaat etmeyecektir. İşlerimiz rast gitmeyecek ve sıkıntılı bir hayatımız olacaktır. Sonunda
da bu hayat bize pişmanlık vesilesi olacaktır. Keşke bu hayatı yaşamasaydım, dedirtecektir.
*
*
*
d) Bugün Neler Yapılmalıdır?
 Bugün sadaka vermek sünnettir.
 Tatlı yapıp dağıtmak sünnettir.
 Bugün günahların bağışlandığı gündür. Onun için bol bol hatalarımıza, günahlarımıza
tövbe etmeliyiz.
 Bugün ibadetin her çeşidini yapmalıyız. Kul Allah’tan yüz çevirirse Allah da kulundan
yüz çevirir. Ona rahmet nazarıyla bakmaz. Kul Allah’a yönelirse, Allah da ona yönelir
ve rahmetle, merhametle muamele eder.
 Bu gece ve gündüz, duaların kabul olduğu gündür. Bol bol dua edilmelidir.
 Bu gece kaza namazları kılınmalıdır.
 Bu gece Kur’an gecesi olmalı, Kur’an okunmalıdır.
 Bu gece Cenab-ı Allah çokça anılmalı, zikirler yapılmalıdır.
 Aşure günü öncesi ve sonrası ile beraber oruç tutmak sünnettir. Aynı zamanda sevabı
bol bir ibadettir.
Hz. Ali(r.a)’den rivayet edildiğine göre, “Ya Rasûlüllah, Ramazandan sonra hangi ayda
oruç tutmamı emir buyurursunuz” diye soran sahabiye peygamberimiz, “Eğer Ramazandan
sonra oruç tutacaksan muharremde tut. Çünkü bu ay Allah’a ait bir aydır; onda bir gün
vardır ki, Allah bir kavmin tövbesini o gün kabul buyurdu; başka bir kavmin de tövbe ve
niyazlarını o günde kabul eder” buyurmuştur. (Tac II, 81)
Aşûre günü, duaların kabul olunduğu bir gündür. Onun için aşûre günü duayı ihmâl
etmeyelim. Yalvaralım, gözyaşı dökelim…
Allah Rasûlü Mekke’den Medine’ye vardığında Yahudileri oruçlu görür, kendisi de
oruçludur. Yahudilere neden oruçlu olduklarını sorar. Onlar da:
- Allah bizi bugün Musa peygamberle beraber Firavunun zulmünden kurtardı, derler. Hz.
Peygamber (SAV):
- Vallahi ben Musa peygambere sizden daha yakınım der orucunu bozar ve oruçlu
Müslümanların orucunu da bozdurur. Ve der ki:
- Aşûre günü oruç tutunuz ve o hususta Yahudilere muhalefet ediniz. Aşûreden bir gün
önce veya bir gün sonra da oruç tutunuz, buyurmuştur. (Müsned: 1/241)
Burada bize uzanan bir mesaj vardır. O da ibadette bile olsa başkalarına
benzemeyecektir.
Hz. Peygamber: “Başkasına benzeyen onlardandır” demiştir.
Yani sadece 10 muharrem oruç tutulmayacaktır. 9-10 veya 10-11 veya 9-10-11. günler
oruç tutulacaktır.
Bu günlerde oruç tutacak olan kardeşlerimizin Ramazandan kalma oruç borçları varsa ona
niyetlenirler ve “Oruç borcum olmasaydı da aşûre orucuna niyetlenseydim. Ya Rabbi! Bana
aşûre orucunun sevabını da ver” desinler.
Peygamber (as) şöyle buyurur: “Aşure orucunun önceki yılın günahlarına kefaret
olacağını Allah’tan umarım.” (Tirmizi, Savm: 48)
- “Herkim sabahleyin iftar ettiyse, günün geri kalanını imsak etsin, yani bir şey yemesin,
her kim oruca niyet ettiyse orucunu tamamlasın.” (Buhari, Savm: 69) buyurdu.
Rubeyyı (ra) der ki: “Biz artık Resulallah’ın bu emrinden sonra Aşure günü orucunu
tutardık ve küçük çocuklarımıza da tutturduk, onlarla mescide giderdik ve çocuklarımıza
boyalı yünden oyuncak verirdik, bunlardan yemek için ağlayan olursa iftar vakti erişinceye
kadar bu oyuncaklarla eğlendirirdik.” (Tecrid-i Sarih Tecr: 6/288)
Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: “Resulallah (as) buyurdular ki: Ramazan ayından sonra en
faziletli oruç (ayı) şehrullah olan Muharrem ayıdır. Farz namazlardan sonra en efdal olan
namaz da gece namazıdır.” (Müslim, Siyam: 202)
- 1 Muharrem Müslümanların yılbaşıdır. Bir yılın muhasebesinin yapılması gereken bir
gündür.
- Aşure günü veya gecesi tespih namazı kılınmalıdır. Nafile namazların sayısı
artırılmalıdır.
- Aşure günü Allah resulüne bol bol salavat getirilmeli, selam gönderilmelidir.
- Aşure günü bazı mutfak eşyaları için alışveriş yapılmalıdır. Bir sene boyunca evde
bereket olması için dua ve niyazda bulunulmalıdır.
*
*
*
e) Bu Gece ve Gündüz Nasıl Dua Edilmelidir?
Şöyle dua edilebilir:
- “Allah’ım, sen evveli ve sonu olmayan cömert, acıyan, ihsanı bol olansın. Bu yeni yılda
bize helâl rızıklar ihsan et.
Bu sene beni, yakınlarımı ve Müslümanları şeytanın aldatmasından ve tuzaklarından
koru. Nefsimizin kötülüklerine karşı bize yardım et!”
- Allah’ım! Bizi sana yaklaştıracak, rızana uygun işler nasip eyle.
- Ey Allah’ım! Sen merhametlilerin en merhametlisi-sin. Bize merhametinle muamele
et, diye dua etmeliyiz.
- Allah’ım! Gıybetten, iftiradan, dedikodudan ve kötü zandan sana sığınırım.
- Rabbim! Unutarak, yanılarak yaptığım hatalarımı bağışla. Beni rızana uygun yaşat.
Benden razı ol.
- Rabbim! Bana ibadetsiz, duasız ömür verme. Duasını hayatına taşıyanlardan eyle!
- Allah’ım! Vücuduma sağlık, sıhhat ver. Dert verip derman aratma.
- Allah’ım! Bize geçim darlığı verme, rızkımızı kesme.
- Rabbim! Beni aldatanlardan ve aldananlardan olmaktan koru.
- Allah’ım! Ölümü, sorguyu, sıratı, mahşeri unutturma. Doğumla ölüm arasında sıkışıp
kalanlardan etme.
- Allah’ım! Verdiğin nimetlerin yok olmasından, sağlığımın bozulmasından, gazabının
ansızın gelmesinden sana sığınırım.
- Rabbim! Şirkin gizlisinden, açığından, bid’atlardan, hurafelerden, boş ve manasız
işlerden, kötü zevkten sana sığınırım.
- Allah’ım! Hayırlı ömür ver. Hayırlı ölüm ver. Son nefeste imanla sana kavuşanlardan
eyle.
*
*
*
f) Sonuç:
Görülüyor ki, aşûre günü çok büyük olaylar olmuş, kutsal bir gündür.
Dikkat edilecek olursa, aşûre günü ile ilgili çok güzel müjdeler vardır.
Eğer bu günü ve bu günün, gecesini iyi değerlendirirsek, bizim için kurtuluş gecesi ve
kurtuluş günü olacaktır. Yapılan ibadetlerle de, bol bol sevap kazanılacaktır.
Eğer bu aşûre gününü umursamazsak, diğer gün ve geceler gibi gafletle geçirirsek,
kaybedenlerden oluruz.
Aşûre gününde ibadete itibar etmeyip sadece aşûre pişirip, ihtiyacı olmayan
kimselere ikram etmeyi dinî bir görev olarak görmemek lâzım. Bizim yapacağımız aşûre
pişirmek değil, ibadetler olmalıdır. İbadetin yanında aşûre de olursa âlâsı olur, derim.
Bir husus da; Hz. Ali(r.a)’nın oğlu Hz. Hüseyin acımasızca Yezid tarafından şehid edildi.
Bu olayı matemle geçirme yerine Hz. Ali’yi, Hz. Hüseyin’i, Hz. Hasan’ı ve dedeleri Hz.
Peygamberi daha çok sevmeliyiz. Onlar gibi yaşamaya gayret göstermeliyiz. Kendimize,
nefsimize ve bedenimize eziyet vermemeliyiz.
Aşûre gününden son zamanlarda bize sadece aşûre pişirmek ve aşûre yemek kalmış
gibi görünüyor. Peygamberlerle ilgili olaylar unutulmuş, peygamberlerin yaptığı ibadetler
unutulmuş, peygamberimizin tavsiyeleri, büyüklerimizin amellerinden bir şey kalmamıştır.
Bize düşen bu günleri, geceleri yeniden keşfetmek, bugüne kadar bize telkin edilen
gafletten silkinip kendimize gelmektir. Bugünleri boş geçirmemek, dualarla ibadetlerle,
zikirlerle, tövbe istiğfarlarla süslemektir.
Yeniden bize kapanan kurtuluş kapılarını birer birer açmamız lâzım. Bu işi
peygamberler aşkına, evliyalar aşkına yapmamız lâzım. Yoksa her şeyin şekli bize kalacak.
Rabbim bu günleri bizim için, insanlık için hayırlara vesile kılsın inşallah.
-
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
ÇİLELİ YOLCULLUK: HİCRET
a) Hicret Nedir?
1 Muharrem Hicretin yıldönümü. Bütün Müslüman kardeşlerimize kutlu olsun.
Birliğimize, beraberliğimize ve hayırlara vesile olsun inşallah.
1 muharrem, İslam aleminin yılbaşıdır.
Sözlükte hicret, terk etmek, ayrılmak, bir yerden başka bir yere göçmek demektir.
İslam terminolojisinde ise hicret; Hz. Peygamber (a.s)’ın ve O’na inananların 622
tarihinde Mekke’den Medine’ye göç etmeleri demektir.
Hicretin İslam tarihinde büyük bir önemi vardır. Tarihi bir dönüm noktasıdır. Buna
göre hicret; kaçış değil, arayıştır. Hicret korkudan değil ilahi emirle olmuştur. 13 yıllık Mekke
döneminden sonra hicrete izin verilmiştir.
*
*
*
b) Eza Cefa:
İslam’ın gelişinden sonra müşriklerden bazıları, menfaatlerinin ellerinden gideceği
korkusuyla peygamber (a.s)’a inanmadılar. Gördükleri mucizeler bile onların iman etmesine
yetmedi. İslam peygamberine karşı çıktılar. Ne istiyorsan iste, davandan vazgeç; mal mı
istiyorsun, başkanlık mı istiyorsun, kadın mı istiyorsun, ne istiyorsan verelim dediler.
Peygamberimiz reddetti. Devreye amcası Ebu Talib’i soktular. Ebu Talip, peygamber (a.s)’a:
“Böyle böyle diyorlar, ne diyorsun?” deyince peygamberimizin cevabı: “Sen ne diyorsun
amca. Vallahi güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler, davamdan asla vazgeçmem.” oldu.
Bunun üzerine müşrikler peygamberimize ve ona inananlara karşı zulmü, şiddeti
arttırdılar, çok acımasız davrandılar, çok kaba davrandılar. Peygamberimizin üzerine işkembe
boşalttılar. O’na “deli” dediler, “büyülenmiş” dediler, “ebter” dediler, Kur’an ayetleri ile alay
ettiler.
Peygamberimiz, amcası Ebu Talib’i ve Hz. Hatice validemizi kaybedince şiddet ve baskı
daha da arttı.
Bu arada Müslümanlara karşı her yönden boykot ilan ettiler. Müslümanlar büyük
sıkıntılar çektiler…
Müslümanlara dayanılmaz işkenceler uyguladılar…
Sümeyye Hatun inancı uğrunda ilk şehide oldu. Eşi Yasir feci şekilde şehit edildi. Hz.
Bilal Habeşi kızgın çöl güneşi altında, ağır taşlar üzerine konarak işkenceye tabi tutuldu ama
nefesi yetmediği anlarda şehadet parmağını kaldırarak “Ehad ehad, ALLAH BİR” diye haykırdı.
Kafirlerin işkencesi müminleri hak yoldan döndürmedi, imanlarında asla taviz verdirmedi.
*
*
*
c) İlk Hicret:
Peygamber (a.s) çok sıkılmıştı. Hem biraz rahatlamak hem de İslam’ı anlatmak
arzusuyla Taif’e gitti. Taifliler peygamberimizi iyi karşılamadılar. Taşladılar, mübarek
vücutlarından kanlar aktı. O sırada Cebrail: “İste Ya Resulallah! Şu iki dağı birleştirip bunları
helak edeyim.” dedi. Peygamberimiz: “Ben lanet değil, rahmet peygamberiyim.” cevabını
verdi.
Yapılan baskı ve zulümler iyice artınca 80 kadar Müslümanın Habeşistan’a hicret
etmelerine izin verildi. Müşrikler, Müslümanların peşlerini bırakmadı. Habeşistan Kralından
Müslümanların kaçak olduğunu söyleyip geri istediler. Kral, Cafer-i Tayyar’dan İslam hakkında
bilgi istedi. Cafer-i Tayyar şunları söyledi:
“Biz cahildik, putlara tapar, leş yerdik, fuhuş yapardık, hak hukuk tanımazdık. Kuvvetli
zayıfı ezerdi. Allah, Muhammed’i peygamber olarak gönderdi. O bize emaneti gözetmeyi, hak
hukuka riayet etmeyi, haramdan, kan dökmekten, fuhuştan, yalandan, yetim malı yemekten,
namuslu kadına iftira etmekten sakındırıyor. Allah’a ibadeti, insanlara yardımı emrediyor. Biz
O’na inandık, kavmimiz bize düşman kesildi. Bize zulmettiler, biz de size sığındık.” dedi.
Necaşi, Müslümanlara sahip çıktı, müşriklere teslim etmedi
*
*
*
d) Medinelilerin Daveti:
İslam’a girmeyi can atan Medineli bazı kimselerle peygamber efendimiz Akabe
tepesinde konuştu. Medineliler, Allah yolunda canla başla çalışacaklarına, Muhammed (a.s)’ı
canları gibi koruyacaklarına ve İslam’ın emirlerine tam riayet edeceklerine dair
peygamberimizin elini tutarak söz verdiler. Peygamberimizi ve Müslümanları Medine’ye
davet ettiler.
Medine’ye ilk hicret eden Ebu Seleme oldu. Çok eziyet görmüştü.
Süheyb bin Sinan, çok zengindi. Çok alacağı da vardı. Hicrete karar verdi. Önüne
geçtiler, bırakmadılar. Suheyb, onlara dedi ki:
“Alacaklarımdan vazgeçersem ve mallarımı size bırakırsam bana gitmem için izin verir
misiniz?” evet dediler. O da her şeyini bırakarak Medine’nin yolunu tuttu.
Hz. Ömer de, Kâbe’yi tavaf etti silahlarını kuşandı yüksek sesle:
“Bende Allah yolunda hicret ediyorum, karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak,
anasını ağlatmak isteyen varsa önüme çıksın.” dedi. Yanındaki Müslümanlarla yola çıktı.
Göçlerin arkası kesilmedi. Grup grup göçler devam etti.
Geride Hz. Ebubekir kalmıştı. O da göç etme arzusunu peygamber efendimize
bildirmişti. Peygamber ona:
“Acele etme Allah belki sana bir arkadaş verir.” dedi. Kısa bir zaman sonra
peygamberimize de izin çıktı.
*
*
*
e) Suikast:
İslam’ın yayılmasını önleyemeyen müşrikler toplandılar. “Muhammed’i hapsedelim”
diyenler oldu. “Mekke’den sürüp çıkartalım.” diyenler oldu. Ebu Cehil: “Bunlar çare değildir.
O’nu öldürelim, işi bitsin.” dedi. Her kabileden birer güçlü kuvvetli insan seçtiler, bir anda
saldıracaklar, kimin öldürdüğü belli olmayacaktı.
Peygamber (a.s), Hz. Ali’yi çağırdı: “Bu gece benim yatağımda yat. Sabah da
Muhammedü’l-Emin deyip teslim edilen “Emanetleri bir bir sahiplerine ver.” dedi. Gece de
suikastçılar evin etrafını çevirmişlerdi. Peygamber (s.a.v), Yasin suresini okuyup, yüzlerine bir
avuç toprak serperek aralarında çekip gitti. Hiçbiri O’nu görmedi.
Sabah suikastçılar hep birden içeriye girince, Hz. Ali’yi gördüler. Deli oldular. Hemen
Ebubekir (r.a)’ın evine koştular. Kızı Esma’ya:
“Baban nerede?” dediler. Esma:
“Bilmiyorum.” dedi. Ebu Cehil Esma’yı tokatladı.
Müşrikler, işi bırakmak niyetinde değillerdi. Bir ilan yaydılar: “Muhammed’i ölü veya
diri yakalayana 100 deve.” vadettiler. Ödül avcıları büyük ödül için yollara düştüler.
Allah Resulü doğup büyüdüğü yerden ayrılırken:
“Ey Mekke! Sen Allah katında en hayırlı yersin. Senden çıkarılmamış olsaydım,
çıkmazdım. Senden başka bir yerde yurt tutmazdım.” dedi.
O anda Cebrail (a.s), üzüntülü olan Efendimize Kasas suresinin 85. ayetini okudu ve
Mekke’ye geri döneceğini, Mekke’yi fethedeceğini müjdeledi.
*
*
*
f) Mağarada Üç Gün:
Peygamber (a.s) ve yol arkadaşı Ebubekir, Sevr mağarasına sığındılar. Çok
yorgundular. Allah Resulü başını arkadaşının dizine koymuş uyumuştu. Mağarada bir delik
vardı. Ebubekir (r.a) deliği ayağı ile tıkamıştı. Korktuğu oldu; ayağını yılan soktu. Acısından
gözünden akan damlalar Allah Resul’ünün yüzüne damlayınca Allah Resulü uyandı.
Mağarada 3 gün 3 gece kaldılar. Müşrikler mağaranın önüne kadar geldiler. Hz.
Ebubekir: “Geldiler Ya Rasulallah!” deyince peygamber (a.s): “Korkma, Allah bizimle
beraberdir.” buyurdu.
Müşrikler, mağaranın önünde güvercinin yuva yapmış, örümceğin ağ kurmuş
olduğunu görünce çekip gittiler.
*
*
*
g) Yola Çıkış:
Peygamber Efendimiz, Hz. Ebubekir ile Medine’ye doğru yola çıktılar. Çileli bir
yolculuk başladı.
Ödülün çokluğu, kendine güvenenleri yollara düşürmüştü. Bunlardan biri de Süreka
adında bir pehlivandı. Yaklaştı, var gücüyle saldırdı, atı önce tökezledi, sonra da kumlara
saplanıp kaldı. Süreka mesajı almıştı, Müslüman oldu. Geri döndü, gelenleri de başka
istikamete yönlendirdi.
Hz. Peygamberin hicret olayı mucizelerle dolu idi. Mesela, Kudeyd denilen yere
gelindiğinde bir çoban çadırından yiyecek istediler, olmadığı anlaşılınca peygamberimiz “Süt
var mı?” dedi. “Hayvanların sütleri kesildi.” cevabını aldı ve “Şu hayvanı sağmama müsaade
eder misin?” dedi “Bismillah” deyip sağmaya başladı. Kaplar sütle doldu. Akşam kadının beyi
çadıra geldiğinde durumu gördü. “Bu nedir?” dedi. Kadın anlattı. Adam: “Bu olsa olsa
Mekkelilerin aradığı peygamberdir.” dedi. Peygamberimizin arkasından yetişti ve Müslüman
oldu. (K. Sitte 16/118)
*
*
*
h) Kuba’da:
Hz. Peygamber Kuba denilen yere ulaştı. Kaldığı kısa süre içerisinde orada mescit
yaptı, Cuma namazı kıldırdı, hutbe okudu. Kur’an’da bu mescitten şöyle bahsedilir:
“Müslümanların arasına ayrılık sokmak için yapılan mescitte sakın namaz kılmandan,
takva üzerine kurulan, Kuba mescidi içinde namaz kılman, elbette daha doğrudur. Onda
temizlenmeyi seven kimseler vardır. Allah da çok temizlenenleri sever.” (Tevbe: 108) Allah
Resulü Cuma namazında şu hutbeyi okudu:
Abdurrahman bin Avf (r.a) anlatıyor:
Resulullah (s.a.v) Medine’deki ilk konuşmasını yaparken ayağa kalktı, Allah’a hamd
etti ve O’nu şanına layık sözlerle övdükten sonra şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Kendinize ahiret için bir şeyler hazırlayın. Kesin olarak biliyorsunuz ki,
Allah sizden birinin ruhunu alır, koyunlarını çobansız bırakır. Daha sonra da onu hiçbir
tercümana ve aracıya muhtaç olmadan:
“Sana benim elçim gelip emirlerimi tebliğ etmedi mi? Ahiret için kendine ne
hazırladın?” der. Bunun üzerine o sağına soluna bakar, hiçbir şey göremez. Sonra önüne
bakar orada cehennemden başka bir şey göremez.
Kim kendisini yarım hurma ile de olsa cehennemden kurtarmaya muktedirse
kurtarsın. Onu da bulamazsa tatlı dilli olsun. Çünkü yapılan iyiliklere on mislinden yedi yüz
misline kadar mükafat verilir.
Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi sizin ve Resulünün üzerine olsun!”
*
*
*
ı) Medine’de:
Medineliler Peygamber (as)’ı ve sadık dostu Hz. Ebubekir’i büyük bir heyecanla
karşıladılar.
“Doğdu dolunay Veda Tepesinden üzerimize,
Şükür gerekir, Allah’a yalvaran oldukça-bize.
Ey gönderilen peygamber içimize,
Boyun eğdiğimiz bir emirle geldin bize-şehrimize.” Sözleri ve tekbirler yeri göğü
inletiyordu.
Herkes merak ediyordu. Allah Resulü kime misafir olacaktı? Herkes kendisine misafir
olsun istiyordu.
Peygamber (sav) devesini serbest bıraktı. Deve en son Ebu Eyyub-el Ensari
hazretlerinin evinin önünde çöktü. Allah Resulü onun evine yerleşti.
Allah Resulü Medine’de 10 Muharrem günü oruçlu olan Yahudileri gördü, niçin oruç
tuttuklarını sordu. Yahudiler:
“Peygamberimiz Musa’nın, Firavun’un zulmünden kurtulduğu gündür.” dediler.
Peygamberimiz:
“Biz Musa peygambere sizden daha yakınız.” dedi. Müslümanların yalnız 10
Muharrem günü oruç tutmasını yasakladı. 9, 10, ve 11. günlerde veya 9 ve 10. günlerde veya
10 ve 11. günlerde oruç tutmalarını söyledi. Sebebini de: “Men teşebbe bi gavmin fehüve
minhüm” (Bir kavme benzeyen onlardandır.) buyurarak açıkladı.
*
*
*
i) Ensar Muhacir:
Medine’de Ensar – Muhacir kardeşliği kuruldu. Ensar göç edenleri sahiplendi. Enfal
suresinin 72. ayetinde bu davranış övülmüştür.
Yerlerini, yurtlarını ve her şeylerini bırakarak gelen muhacirlerle ensar her şeylerini
paylaştılar. Daha sonra da muhacirlerin durumları iyi olunca aldıklarını iade ettiler. (Buhari,
Hibe: 35) birlikte çalıştılar, paylaştılar. Bir sahabi peygamber (as)’a:
“Ya Resulallah! Hurmalıklarımızı aramızda paylaştır.” deyince peygamberimiz bunu
kabul etmedi. Ağaçların bakımını muhacirlere verdi, mahsulü paylaştılar. (Buhari, Hars: 5)
Cenab-ı Allah ensar- muhacir kardeşliğinden razı olmuş ve şu ayetlerde şöyle
buyurmuştur:
“Hicret edenlerin günahlarının bağışlanacağı” (Bakara: 218)
“Hicret edenlerin Allah yanında mertebelerinin yüksek olduğu” (Tevbe: 20)
“Ensar muhacirine cennet hazırladığı” (Tevbe: 100)
“Muhacirin kötülüklerinin bağışlanıp cennete konacağı” (Ali İmran: 195)
“Muhacirleri barındıran ensar’ın gerçek mümin olduğu, onlar için af ve bol rızık
olduğu” müjdelenmiştir. (Enfal: 74)
*
*
*
Allah Resulü Vakit Geçirmeden Medine’de:
- Cami yapmış, Ehl-i Suffa’yı açmış,
- Anayasa hazırlamış,
- İslam devletini kurmuş, varlığını ilan etmiş,
- Yahudi ve Hıristiyanlarla antlaşmalar yapmış,
- Eza- cefadan ve azınlık olmaktan Müslümanları kurtarmıştır.
*
*
*
i) Takvim
Hicretin başlangıcı olan 1 Muharrem günü tarih başlangıcı olarak kabul edilmiştir.
Hz. Ömer devrinde güçlü bir İslam devleti kurulduktan sonra idari işlerin
düzenlenmesinde, olayların ve tarihlerin belirlenmesinde, zorluklar ortaya çıkmaya başladı.
Bir takvim ihtiyacı zorunlu hale geldi.
Bunun için bir şura toplandı.
Borç senedinin tarihi üzerinde ay vardı, yıl yoktu. İhtilaf meydana geldi. Bir de Basra
valisi Ebu Musa-el-Eşari, halifeye gönderilen mektubunda tarih yok demişti.
Şurada Sad bin Ebu Vakkas, Hz. Peygamberin vefatının takvim başlangıcı olmasını
teklif etti.
Talha bin Ubeydullah, Hz. Peygambere, peygamberliğin gelişini teklif etti.
Hz. Ali peygamberin hicretinin esas alınmasını istedi.
Yapılan teklifleri değerlendiren şura, Hz. Ali’nin teklifini kabul etti.
Hicret esas alındı. 1 Muharrem de Müslümanların yılbaşı olarak kabul edildi.
*
*
*
k) Günümüzde Hicret:
Günümüzde hicretin anlamı geniştir. Cenab-ı Allah:
“Kim Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde bereketli yer ve genişlik bulur.” buyurur.
(Nisa: 100)
Peygamber (sav)’e:
“İman nedir?” diye sorarlar. O da şu cevabı verir:
“Küfürden imana hicret etmektir.”
Bir hadislerinde de: “İman- küfür kavgası devam ettikçe hicret devam edecektir.”
buyurur. (Nesai: Bey’at:15)
“Hakiki muhacir, hata ve günahları terk edendir.” (Buhari, İman: 4)
“Hicretin efdali; Allah’ın hoşlanmadığını terk etmektir.” (Ramuz el-Ehadis: 77/14)
“Hicret iki türlüdür: Biri günahları terk etmektir, diğeri de Allah’a ve Resulüne hicret
etmektir.” (Age: 239/10)
Müslüman daha işin başında: “Lailahe illallah” dediği andan itibaren her faniyi geride
bırakarak, bakiye göç etmeyi göze almak ve söz vermekle başlar.
Müslüman için “İnandım” demenin manası değişiktir. Canını, malını Allah’a adamaktır.
Gerektiğinde Allah için her şeyi feda etmeyi göze almaktır.
Hal böyle iken hicret ruhu öldü. Müslüman hicreti arzu etmez oldu. Dünyaya demir
attı, esir hayatını tercih etti. Hicreti sadece peygamberin 622 yılında Mekke’den Medine’ye
gidişi olarak anlar oldu.
Nahl suresinin 41 ve 42. ayetlerine göre hicretten murat; Cenab-ı Allah’ın rızasını
kazanmak ve dinini muhafaza için yapılan harekettir. Başka bir maksatla yapılan hicretin
dinde yeri yoktur.
“Ben de göç edeyim, ben de hicret edeyim” deyip sıkıntılı yeri terke kalkışmak
yanlıştır. Bu cihadı terk olur. İnancımıza göre sabredilecek, mücadele edilecek, sıkıntılar böyle
aşılacaktır.
Hicret, Peygamber (as)’den sonra da devam etmiştir. Dünyanın birçok yerinde Allah’ın
adını yaymak için yola çıkmış, geri dönmemiş sahabe mezarları vardır.
90 yaşındaki Ebu Eyyüb’el-Ensari Hazretlerinin mezarı İstanbul’dadır.
Tebliğ için Çin’e kadar gidenler olmuştur. Bir sahabe bir yıl sonra peygamberini
özlemiş: “Görüp, gelivereyim” diye yola çıkmış. Allah resulünün vefatını öğrenince, geri
dönmüş, bir aylık yola koyulmuştur. Kendisi Çin’de meftundur.
Hz. Peygamber, “Mekke’nin fethinden sonra hicret yoktur. Yalnız cihat etmek, yalnız
cihada hazır olmak vardır. Cihada çağrıldığınız zaman hazır olun.” buyurmuştur. (Riyaz-üs
Salihin: 1/4)
Hicret kaçış değildir. Daha rahat yaşamak, daha çok kazanmak için hicret olmaz.
Hicret, kötü şartlardan kaçış değildir.
Hicret, tebliğ için olur, cihat için olur, dini yaşamak için olur.
Kur’an’ın ifadesiyle: “Melekler, kendilerine zulmettikleri bir durumda iken canlarını
aldıkları kimselere sorar: “Siz ne iş yapmaktaydınız?” Onlar da: “Biz yeryüzünde zayıf ve
güçsüzdük, hicretten aziczdik” derler. Melekler: “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Oraya hicret
etseydiniz ya!” diyecekler. İşte böylelerinin barınacakları yer cehennemdir.” (Nisa: 97)
buyruluyor.
Hicretten maksat, rahat yaşanabilecek yurt aramak değildir. Kötülüklerden iyiliğe,
haramlardan helale göç etmektir. Televizyonlu odadan, televizyonsuz odaya gitmektir.
Hicretten maksat, günahtan uzaklaşmaktır. Hz. Peygamber: “Muhacir Allah’ın
nehyettiklerinden hicret eden, sakınan kimsedir.” demiştir.
Hz. Aişe’nin ifadesiyle: “Mü’min, dini için Allah’a ve Resulüne hicret etmek
zorundadır.”
Müslüman, yaşanılmaz hale gelen ortamdan inancını yaşayabileceği yere
yönelecektir. Yapacağını, Allah rızası için yapacaktır. Allah’ı istemediklerinden, hoşlandığı
şeylere ve sevdiği kişilere, işlere koşacaktır.
Hicret Müslümana farzdır. Kıyamete kadar farzdır. Cehaletten ilme, gafletten zikre,
günahtan tövbeye koşacaktır. Hicret bizi bize döndüren, bizi bize kavuşturan manada
olmalıdır. Bizi kemale götürmelidir.
Bazıları, “Nereye gidelim?” diye soruyorlar. İslam’da vatanı terk etmek yoktur.
Bulunulan yer ve şartlarda kötülüklerden uzak kalarak temiz bir hayat yaşamak, iyi bir ortam
oluşturmak Müslümanların görevidir.
İslam’da iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak vardır. İyiye, güzeli tebliğ etmek
vardır. Tepki vardır. Pasif yaşamak, taviz vermek yoktur. Zulüm sineye çekilmeyecektir.
Mekke’den çıkarılmasaydı peygamber, çıkar gider miydi?
Dünyanın hiçbir yerinde o günkü ensar yok, nereye gideceksin? Giden sahipsiz kalır…
Ya deveyi güdeceksin, ya bu deveyi güdeceksin, bu diyardan gitmek yok.
Korkak, pısırık Müslüman olmaz. Allah’ın emrettiği hayat tarzını değil de nefsinin hoş
gördüğü hayat tarzını yaşamakla Müslüman kalınmaz.
İşte Müslümanın hicretten anlayacağı mana bu.
*
*
*
l) Hicretten Bize Uzanan Mesajlar Vardır:
Müslümanları, dinsizlerin hiçbir tehditi, zulmü, inançlarından, davalarından
vazgeçirememiştir. Taviz bile verdirememiştir.
Vaat ve tekliflerde Müslümanları vazgeçirememiş, gevşek davranmalarına bile neden
olmamıştır.
Doğruluğu, dürüstlüğü ile tanınan peygamber, kendisine teslim edilen emanetleri bir
bir iade ederek kafir de olsa kul hakkına riayet etmiştir. Emanet hıyanetlik olmayacağını
göstermiştir.
Hz. Ali, peygamber için canını feda edercesine yatağına yatmıştır.
Allah’ın gerçek mü’minleri koruyacağını göstermek için, müşriklerin önlerine,
arkalarına set çekmesi, gözlerini perdelemesi ve peygamberi görememeleri gerçeği vardır.
(Yasin : 9)
Hz. Peygamberin mağarada Ebubekir’e: “Korkma, Allah bizimle bareberdir.” demesi
Hz. Ebubekir’in, çıkmakta olan yılanın deliğine ayağını koyması ve soktuğunda sessiz kalarak
Allah resülunun uykusunu bölmemesi çok şeyi ifade eder.
Allah Resulünün kendisine saldıran Süreka’yı affetmesi, onun da bu büyüklük
karşısında Müslüman olması İslam dinindeki hoşgörüyü ifade eder.
Göç edenler çok zengindi. Alacaklarından, mallarından vazgeçtiler ama borçlarını
ödediler, dünya malına iltifat etmeyip kolayca ondan ayrılabildiler. Ya biz bu imtihanla karşı
karşıya kalsaydık ne şekilde davranabilirdik?
Yolda Kuba Mescidi inşa edilirken peygamber, hem mimar, hem usta, hem de işçi
olarak çalıştı.
“Mü’minler kardeştir.” buyruğuna kulak verip Ensar, muhacirlerle herşeyini
paylaşabilmiştir. Ya böyle bir şey bize olsaydı, böyle bir şeyle biz imtihan edilseydik,
yangın,deprem, sel felaketzedeleri düşman tasallutuna, zulmüne uğramış kardeşlerimiz bize
muhtaç olsaydı biz ne yapar, nasıl davranırdık?
Hicretten hemen sonra peygamberimiz, mescit ve suffa adıyla okul yapılmasına önem
vermiştir. Burada tebliğ görevi olan insan yetiştirmekle görevli olanların alacakları mesajlar
vardır. Cenab-ı Allah Mekke’de Müslümanları koruyamaz mıydı? Neden hicrete izin verdi?
Hicrette büyük dersler vardır. Alınacak büyük ibretler vardır, bize uzanan mesajlar vardır da o
yüzden.
*
*
*
m) Sonuç Olarak:
Biz Müslümanlar Hristiyanların yılbaşı kutladığı gibi kutlamayız.
Biz hicri takvimin başlangıcı olan 1 Muharrem günü ve gecesinde bir yılın hataları ve
sevapları ile muhasebesini yaparız.
Tebrikleşiriz. Hayırlara vesile olmasını niyaz ederiz.
Sadaka verir, hayır hasenatta bulunuruz.
Eşimize, dostumuza, bilhassa çocuklarımıza hediyeler alırız.
Bizi bu günlere kavuşturan Allah’a şükreder, sağlıklı ömür vermesini dileriz.
Kimliğimiz, kişiliğimiz nedeniyle hıristiyanlara benzemeyip iki dini, iki medeniyetin
farkını ortaya koyarız.
*
*
*
Müslüman kardeşlerime bir soru sorup düşünmeye davet ediyorum.
Allah Resulü bize göç etmiş olsa, evimize davet edebilir miyiz? Evimizi şereflendirse,
ne yapar, nasıl eder evimizi ev halkımızı takdim edebilir miyiz?
Bize Allah’ın elçisi:
- İslam, hayatının neresinde?
- Kur’an nerede?
- Sünnetim nerede?
- Allah için nelere katlanıyorsun?
- Ahiretin için ne gibi fedakarlıklar yapıyorsun?
- Müslüman olmanın ne gibi çilesini çektin, çekiyorsun?
- Şefaatimi umuyor musun? Bunun için neler yapıyor, neleri terk ediyorsun?
dese...cevabımız ne olur?
*
*
*
Yeni yılınız kutlu olsun, hayırlara ve uyanışımıza vesile olsun.
*
*
*
Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek’in hicret şiirini bir daha okuyalım:
Mekke'yle Medine arası yollar;
Çizik çizik, hasret yarası yollar.
Vardığı her nokta yine başlangıç;
Gitgide Allah'a varası yollar.
Mekke'yle Medine arası yollar...
Bu çıplak yollarda ne in, ne de cin
Yalnız iki çift nurdan güvercin.
Bunlar iki dostun ayakları ki,
Yolları göklere bağlayan perçin.
Bu çıplak yollarda ne in, ne de cin;
Hicret, yurt dışında aranan destek;
Dava sahibine öz yurdu köstek.
Merkezi dışardan sarmaktır murad,
Merkezin çevreden fethidir istek.
Hicret, yurt dışında aranan destek;
İnsan koşar, ufuk kaçar beraber;
Ufukta, varılmaz gayeden haber.
O ki, eteğinde, ufuk ve gaye;
O ki, Gaye - İnsan, Ufuk - Peygamber.
İnsan koşar, ufuk kaçar beraber;
Ayakta, Medine Müslümanları,
İslamın «Yardımcı» kahramanları...
Resuller Resulü uğrunda feda,
Malları, canları, hanümanları...
Ayakta, Medine Müslümanları.
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
Fetihlerin Anası
MEKKE’NİN FETHİ
Mekke, mukaddes bir şehirdir. Mekke, şehirlerin anasıdır. Dini, siyasi ve ticari bir
merkezdi. Kabe’nin ve zemzemin orada oluşu, Mekke’ye apayrı bir özellik kazandırıyordu.
Kabe, Cenab-ı Allah’ın emri ile Hz. İbrahim ve oğlu İsmail tarafından yapılmıştır.
Kabe’nin tamamlanmasından sonra Hz. İbrahim şöyle dua etmiştir.
- “Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul et. Şüphesiz sen işitensin, bilensin. Ey Rabbimiz!
Bizi sana boyun eğenlerden kıl. Neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar…”
(Bakara: 127-128)
Bundan sonra İbrahim (as) insanları Kabe’ye çağırdı. Bu davet çok ilgi gördü. Ama
Ebrehe bu ilgiden hoşlanmadı. Çünkü kilisesine ilgi azalmıştı. Kalabalık bir ordu ve güçlü
fillerle Kabe’yi yıkmak için harekete geçti.
Geçtiği yerleri yaktı, yıktı, önüne geleni yağmaladı. Hayvanları gasp etti. Bunların
içinde Peygamber Efendimizin dedesi Abdülmüttalip’in develeri de vardı.
Abdulmuttalib, Ebrehen’in yanına gitti. Ebrehe:
- Niçin geldin? dedi. Abdulmuttalib:
- Develerimi almaya geldim, dedi. Ebrehe ona:
- Ben de, Kâbe’yi yıkmamam için yalvarmaya geldiğini zannetmiştim, deyince O da:
- Develer benim. Kâbe’nin ise sahibi var. Onu o korur, cevabını verdi.
Abdulmuttalib geri döndü. Kâbe’yi tavaf etti. Ve şu duayı yaptı:
- “Ey Rabbim! Bu kutsal mâbedi koru. Şüphesiz Kâbe’nin düşmanı senin de
düşmanındır.”
Cenab-ı Allah, samimi hislerle yapılan bu duayı kabul etti. Bütün ümitlerin kesildiği bir
anda Ebrehe’nin güçlü ordusunun üzerine kızgın taş atan küçük ebabil kuşlarını gönderdi.
Ebrehe’nin bir hesabı vardı. Ama Cenab-ı Allah’ın da bir hesabı vardı. Beklenmedik bir
anda Allah Kâbeye gönül verenlere yardım ediyordu. Hem de görülmeyen orduları ile yardım
ediyordu.
Ebabil kuşları Ebrehe’nin muazzam ordusunu, yenilmez denilen fillerini yerle bir
etmiş, çiğnenmiş ekin haline getirmişti.
Bu Kur’an-da Fil sûresinde şöyle geçer:
- “Rabbin fil sahiplerine neler etti görmedin mi? Onların kötü plânlarını boşa
çıkarmadı mı? Onların üzerine sürü sürü kuşlar gönderdi. O kuşlar onların üzerine pişmiş
tuğladan yapılmış taşlar atıyordu. Böylece Allah onları yenilip, çiğnenmiş ekin gibi yaptı.”
Ebrehe’ye Mekke halkından 4 kişi yardım etmiş, rehberlik etmişti. Bunlardan ikisi
fillerin altında kalmış, ikisi de sakat kalmıştır. Biri kör olmuş, biri de kötürüm olmuştur. İkisi
de Mekke sokaklarında dilenerek ölüp gitmiştir.
Ebrehe, canını zor kurtarmıştır. Fakat aldığı yara yüzünden ölmüştür.
Bu Mekke’ye ilk saldırıydı. Muhammed (as) da bu yılda dünyaya teşrif etmişlerdir.
*
*
*
Resulallah (sav) Medine’ye hicret için Mekke’den ayrılırken arkasına dönüp şöyle
demişti:
-
“Ey Mekke! Sen ne hoş bir beldesin. Seni çok seviyorum! Eğer kavmim beni
çıkmaya mecbur etmeseydi, senden başka bir yerde ikamet etmezdim.” (Tirmizi,
Menakıp: 3922)
O sırada Cebrail (a.s.) üzüntülü olan Peygamberimizi biraz rahatlatmak için Kasas
Suresinin 85. ayeti ile teselli etmişti.
Rabbimiz O’na diyordu ki: “Rasulüm! Kur’an’ı okumayı tebliğ etmeyi ve O’na uymayı
sana farz kılan Allah, elbette seni yine dönülecek yere döndürecektir...”
*
*
*
Müslümanlar Medine’de sekiz yıl kaldılar. Müşrikler Müslümanlarla yaptıkları
Hudeybiye anlaşmasını tek taraflı olarak bozdular. Sonra da pişman olup anlaşmayı
yenilemek için Ebu Sufyan’ı Medine’ye elçi olarak gönderdiler. Kimse Ebu Sufyan’ın yüzüne
bakmadı. Hatta kızından bile yüz bulamadı.
Ebu Süfyan kızı Ümmühabibe’nin yanına geldi. Serili olan minderin üzerine oturmak
istedi. Kızı, minderi çekip aldı. Oturmasına müsaade etmedi.
Ebu Süfyan şaşkınlıkla sordu:
- Minderimi bana, beni mi mindere layık görmedin? dedi.
Kızı Ümmühabibe şöyle cevap verdi:
- O minder Allah Rasûlünün minderidir. Sen müşriksin, sen necissin, o mindere
oturmaya layık değilsin.
Evet, İslâmın ve İslâmî değerlerin kendine göre bir değeri ve izzeti vardı. İşte
Ümmühabibe bunu anlatmak istemişti. Ayrıca müşriklerin necis olduğunu ifade ediyordu.
Ebu Süfyan kızına:
- Kızım sen acayipleşmişsin, deyince o da:
- Ben kötüleşmedim. Rabbim beni İslâm ile şereflendirdi, dedi.
Kızından bile yüz bulamayan Ebu Süfyan, Medine’den Mekke’ye eli boş döndü.
Anlaşmayı yenileyemedi. Anlaşmada “Müslümanların tanınması yazılı olduğu için anlaşmayı
kendileri bozmuştu.”
*
*
*
a) Fetih Kararının Alınması:
Medine’de anayasa hazırlanmış, devlet kurulmuş, Hristiyan ve Yahudilerle anlaşmalar
yapılmıştır.
Müşrikler yapılan anlaşmaları bozuyor, Müslümanları sıkıntıya sokuyordu. Yani zulüm
devam ediyordu.
Kabe müşriklerin elindeydi, içinde 360 tane put vardı.
Müslümanlar hac görevini yapamıyordu. Ayrıca Kabe’ye karşı namaza duramıyordu.
Bu da Müslümanları çok rahatsız ediyordu.
Bir gün bir atlı nefes nefese Mekke’den üç günde Medine’ye çıkageldi ve:
- “Ya Rasülallah! Müşrikler anlaşmayı bozdu. Vetir suyu başında baskın yapıp
uyuyan, secdede, rükûda olan kardeşlerimizi öldürdüler.” dedi.
Bunları duyan Allah Rasulü o kadar üzüldü ki, gözyaşlarını tutamadı.
Bu felaket haber Mekke’nin fethini hatıra getirdi.
Peygamber (a.s) gizli gizli fetih hazırlıklarına başladı. Yapılan hazırlıklar kimseye
sezdirilmiyordu. En yakınları bile bir şeyler soruyor ama cevap alamıyordu.
Medine’ye girişi ve çıkışı bile yasakladı.
Suriye tarafına yanıltmak için bir müfreze gönderildi.
Allah Rasulü, Mekkeliler haber alıp hazırlık yapar ve karşı koyarsa, kan dökülmesinden
endişe ettiği için hazırlıkları gizli tutuyordu.
Bu arada bir şeyler sezen Hatip b. Belte Mekke’deki ailesinin ve çocuklarının dersine
düşmüş, Mekke’ye hazırlıkları bildiren bir mektup yazmıştır. Mektubu bir kadına vermiş o da
onu saçlarının arasına gizlemişti.
Cebrail (a.s)’dan bilgi alan Peygamber (a.s) Hz. Ali ve Zübeyr (r.a.)’i kadına yetişip,
kadını ve mektubu getirmelerini istedi.
*
*
*
b) Fetih İçin Yola Çıkıldı:
Hicretin 8. yılı Medine’den Mekke’ye doğru yola çıkıldı. Her yerleşim bölgesinde
orduya katılanlar oluyor ve ordu güçleniyordu.
Mekke’ye 16 km mesafede ordu konakladı. Peygamber (a.s) orduya dağınık
oturmalarını söyledi ve Ensar ve Muhacirlerden oluşan on bin askere on bin ateş yakmalarını
söyledi. Geceleyin yanan on bin ateşi gören müşrikler Müslümanları otuz bin olarak tahmin
ettiler.
On bin ateşi gören müşrikler şaşırdı. Ne yapacaklarını bilemediler. Toplandılar, ne
olup bittiğini anlamak için Ebu Süfyan’ı ve iki arkadaşını Mekke dışına çıkmalarına karar
verdiler.
Gizlice yaklaşan Ebu Süfyan ve arkadaşları yakalanıp Allah Rasulünün huzuruna
getirildi.
Peygamber (a.s) onlara ateş yakan Müslümanların arasında dolaştırdıktan sonra
onlarla konuştu. İslam’ı ve niyetini anlattı. Üçü de Müslüman olarak Mekke’ye döndü.
Haber bekleyen Mekkelilere şöyle dediler:
- “Ey Mekkeliler! Muhammed (a.s) karşı koyacağımız bir güçle geliyor. Kim silahı
bırakıp evine çekilirse, kabeye girerse, benim evime girerse, emniyette olacaktır.
Müslüman olun selamette olun.”
Kocasından bu sözleri duyan hanımı Hind, koşarak geldi kocasının sakalından tuttu:
“Bu ahmak ihtiyarı öldürün.” dedi.
Ebu Süfyan karısına:
- “Bırak sakalımı, yemin olsun, sen de Müslüman olmazsan seni de öldürürüm.”
sözleri ile tepki gösterdi.
*
*
*
c) Mekke’ye Giriş:
M. 639, Hicri 9. Ramazan günü Mekke’nin kapılarından bir anda şehre girildi.
Ebu Cehil, toplandığı bir avuç müşrikle karşı koydu fakat netice alamadı. 13 müşrik
öldü, 3 müslüman şehit oldu.
Peygamber (a.s) bu karşı koyanların dışında kimseye dokunulmamasını, hiçbir şeyin ganimet
sayılmamasını duyurdu.
Hz. Peygamber (a.s), kan dökülsün istemiyordu. Bunun için:
- Kabe’ye sığınanın,
- Kendi evine çekilip, kapısını kapatanın,
- Silahını bırakanın,
- Ebu Süfyan’ın evine çekilenin öldürülmeyeceğini ilan etti. Başka ne kalmıştı ki…
Dört koldan Mekke’ye girildi. Emir kesindi. Saldırı olmadan kan dökülmeyecekti. On
bin insan “Allahüekber” diyerek hep bir ağızdan tekbir getiriyordu. Yer gök “Allah Allah”
nidaları ile inlerken, müşrikler tir tir titriyordu.
Bu arada Hz. Peygamber (a.s) şükür secdesine kapandı. Ondan sonra fetih suresi
okuna okuna Kâbe’ye gelindi.
Mekke’nin fethi, diğer fetihler gibi olmadı. Kandan, yağmadan kaçınıldı. Belirli kişilerin
dışında herkese af çıktı. Af çıkmayanlar ilan edildi. Bu şu demekti: Af dışı bırakılanların ilanı
onlara “Kaçın!” mesajı veriyordu.
Müslümanlara zulmeden, canlarını yakan 8 erkekle 4 kadın af dışı bırakılmıştı.
Bunlardan bazıları kaçtı, bazıları da aman dileyip Müslüman oldu.
*
*
*
Kabe kapısı kilitliydi. Osman İbni Talha’dan anahtarın getirilmesi istendi. Osman
annesine gitti, anahtarı istedi. Kadın vermek istemedi. Osman annesine: “Vallahi ya anahtarı
verirsin ya da kılıcım kınından çıkacaktır.” deyince kadın anahtarı verdi. Kabe’nin kapısı açıldı.
Kâbe, 360 kadar put ile dolu idi. Hz. Peygamber (a.s) onlara bakıp: “Hak geldi, batıl
yıkılıp gitti. Zaten batıl yıkılacaktır.” anlamandaki isra sûresinin 81. ayetini okudu.
Kâbe bütün putlardan temizlendi. Putlar ve sûretler temizlenmeden Hz.
Peygamber(a.s), Kâbe’ye girmemiştir. (Hadis Ans: 12/41)
Kâbe’deki putlar kırılırken Allah Rasûlü Ebu Süfyan’a da görev vermişti. Ebu Süfyan,
putlara öyle vuruyordu ki, içinde put sevgisinin kırıntılarının bile kalmadığını ispatlıyordu.
Kâbe putlardan temizlenmişti. Ama evlerdeki ve çevredeki putlar duruyordu. Tevhid
inancı, şirke müsaade etmiyordu. Gönüllerde, evlerde de put kalamazdı. Hz. Peygamber(a.s)
şunu ilân etti:
- “Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa, gönlünden put sevgisini çıkarsın ve evinde
de put bırakmasın, kırsın.”
Çağrıyı duyan Müslümanlar evlerine koştular. O güne kadar dua edip, ibadet edip ilâh
olarak tapındıkları putları kırdılar. Çünkü; hem Alemlerin Rabbine hem de kendi elleriyle
yaptıklarına tapamazlardı. Böylece Allah inancı, bir daha şirke galip geldi.
Artık Kâbe putlardan temizlenmiş, Müslümanların hâkimiyetine girmişti.
Peygamberimiz şükür secdesine kapandı, namaz kıldı, Kabe’yi tavaf etti. Hacer’u-lEsved’i selamladı ve: “Bu siyah taş, cennetten indi. O zaman sütten beyazdı. O’nu insanların
günahları kararttı.” buyurdu. (Tirmizi, Hacc: 40)
Vakit öğlen olmuştu. Bilal Kabe’nin duvarına çıkıp ezan okudu. Bu ezan,
Müslümanlara sevinç verirken bazılarını da ölümden beter üzdü. “Bilal kadar olamadık!”
diyenler oldu. Haris: “Keşke bu sesi duymadan ölseydim.” diyordu . Ebu Cehil’in kızı Cüveyr :
“Bilal’in Kabe’de anırmasını duymaması, babam için bir lütuftur.” diyecek kadar ileri
gidiyordu.
Peygamber (a.s), Kabe’nin kapısı önünde durarak şunları söyledi:
- “Allah’tan başka hiçbir tanrı yoktur. Yalnız O vardır. Ortağı yoktur. Allah vadini yerine
getirdi. Bize yardım etti. Düşmanlarımızı hezimete uğrattı.”
Bütün gurur ve kibir kırıldı. Bütün kan davaları ayağımın altındadır.
Ey Kureyş halkı, Allah sizden cahiliye gururunu ve atalarınızla övünmeyi yasaklamıştır.
Bütün insanlar Adem’ dendir. Adem de topraktandır.
Ey Kureyş! Benden ne umuyorsunuz? Hakkınızda nasıl bir muamele yapmamı
beklersiniz? dedi. Onlar da:
- “Sen merhametlisin. Akrabanı ve hemşerilerini korursun. Senden kötülük
beklemeyiz” dediler.
Bunun üzerine peygamberimiz onlara:
- “Öyleyse ben size Yusuf peygamberin kardeşlerine söylediğini söylüyorum: Hepiniz
serbestsiniz, hürsünüz, evlerinize dönünüz” dedi.
Bundan sonra Allah Rasulü, Safa Tepesine çıktı. Önce erkeklerden, sonra da
kadınlardan bi’at aldı.
Bu sırada Nasr Suresi nazil oldu: “Allah’ın yardımı ve zaferi gelip de insanların bölük
bölük Allah’ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit, Rabbine hamd ederek O’nu tespih
et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir.” buyruldu.
Hz. Peygamber(a.s), erkeklerin biatlarını kabul ederken teker teker ellerini tutmuştu.
Kadınların ise hiçbirinin elini tutmadı. “Sen bizim elimizi tutmadın ya!” diyenlere “Ben
kadınların elini tutmam” dedi. Hz. Aişe (r.a) da: “Onun eli hiçbir kadın eline değmemiştir”
diyordu.
O ne aftı Allah’ım! Hz. Hamza’nın katili Vahşi bile, O’nun ciğerlerini deşip çiğneyen
Hind bile affedilmişti. Akla gelmedik zulüm ve işkence eden Ebu Cehil’in oğlu İkrime bile
affedildi.
Gösterilen şefkat, merhamet kalpleri yumuşatıyor, en azılı düşmanların bile
Müslüman olmasını sağlıyordu.
Ebu Bekir (r.a)’in babası Müslüman olmamıştı. Yaşlı babasını tutup peygambere
getirdi. Peygamber (a.s): “O yaşlı babanı niye sürükleyip getirdin?” dedi. Ebu Bekir (r.a): “O
müşriktir. Onun size gelmesi daha uygundur Ya Rasulallah!” dedi. Peygamberimiz yaşlı
adama : “Müslüman ol, kurtul!” dedi. Müslüman oldu o da kurtuldu.
Peygamber (a.s) neleri şart koşarak biat alıyordu?
1. Allah’ şirk koşmayacaksınız.
2. Hırsızlık yapmayacaksınız.
3. Zina etmeyeceksiniz.
4. Çocuklarınızı öldürmeyeceksiniz.
5. İftira etmeyeceksiniz.
6. Cenab-ı Allah’a isyan etmeyeceksiniz. Diyordu.
*
*
*
d)Sonuç Olarak:
Zulüm baki değildir. Allah Mekke’de köle olanları, zulüm görenleri, Mekke Fatihi
yapmıştır.
Mekkeden kovulan bir avuç insan on bin kişi olarak geri dönmüştür.
Tevhit inancı şirke galip gelmiş, insanlar puta tapma ahmaklığında kurtarılmıştır.
Mekke’nin fethi ile Allah’ın vadi gerçekleştirilmiş, Mekke ile beraber gönüller
fethedilmiştir.
Bu fetih, diğer fetihler gibi olmamış, Müslümanlar kendilerine yapılanları yapmamış,
halk esir alınmamış, malları ganimet sayılıp yağmalanmamıştır.
Allah Resulü, Mekke’de silah taşınmasını, Mekke civarındaki hayvanların
öldürülmesini, otların yolunmasını, ağaçların kesilmesini yasaklamıştır.
Allah Rasûlü 15 gün Mekke’de kaldı. Bu zaman zarfında her şeyi ile örnek oldu.
Gönülleri de fethetti.
Mekke’nin fethine katılan Medineli Müslümanlar daha dönmemişlerdi. Merak
ediyorlardı. Acaba Allah Rasûlü Mekke’de mi kalacak, Medine’ye mi dönecek?.. Onların bu
endişesini sezen Allah Rasûlü şöyle dedi:
- “Hayatım, hayatınızdır. Ölümüm de ölümünüzdür.”
Allah Rasûlünün bu sözü fedakâr, cefakâr Medine-li Ensarı rahatlattı. Peygamber, göç
edenlere mallarını bölen, evini ve işini bölen ensarı mahzun etmedi. Onlarla Medine’ye
döndü.
Allah’ım! Bizi Resulünün şefaatinden mahrum etme. Şefkat, merhamet
peygamberinin, bizim de, insanlık aleminin gönüllerini fethetmesini nasip eyle…
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
YAKIŞIKSIZ YILBAŞI KUTLAMALARI
Yılbaşı, Hrıstiyanlarca Hz. İsa’nın doğumu olarak kabul edilip kutlanır. “Noel” denilen
bu yortuyu? katolik ve protestanlar 25 Aralıkta, Ortodokslar ise 6 Ocakta kutlarlar. Son
yıllarda bu ayrılık giderilmeye çalışılmış, yılın son günü ve gecesi kutlanmaya başlanmıştır.
Yılbaşı kutlamaları gibi bazı kutlamalar var ki; yıkım ve yozlaşmayı teşvik ediyor,
unutmayı ve unutturmayı sağlıyor. Bazı kutlamalar da, her gün anılması ve kutlanması
gereken değerleri bir güne sığdırıyor.
Taklit ettiğimiz kutlamalar, israfı, tüketimi körükleyen bir oyun olmanın yanında adet
ve geleneklerimize uymuyor; yozlaşmaya neden oluyor, bizi benliğimizden, kimliğimizden
koparıyor, maddi manevi kayıplara neden oluyor. Neticede Müslüman-Türk olarak kendimiz
kalamıyoruz. Benzeşmeler oluyor; değişip, başkalaşıp gidiyoruz.
*
*
*
Bizde ilk yılbaşı eğlenceleri ve kutlamaları şöyle başladı:
Yıl 1829, İstanbul’da bazı devlet adamlarına, paşalara ve halkın ileri gelenlerine
misyonerler tarafından İngiliz gemisinde düzenlenen yılbaşı eğlencelerine davetiye çıkarıldı.
Sonraki yıllarda bu biraz daha yayıldı. Misyonerlerin gayretleriyle Anadolu’ya geçti. Evler,
dükkanlar çam ağaçlarıyla süslendi. Eğlenceler düzenlenmeye başlandı.
1935 yılında Başbakan İsmet İnönü, 31 Aralık öğleden sonra ve 1 Ocak günlerini 2739
sayılı kanunla tatil kabul ettirmiştir.
Bir zamanlar bazı kesimlerin hristiyanlardan daha yaman yılbaşı kutladığını gören
Fener patriği şaşkınlıkla: “Noel bizim bayramımız!” demiştir.
Ermeni patriği de: “Müslüman olan Türklerin noele bu kadar önem vermesi, beni
hayrete düşürdü. Türkler kendi bayramlarından daha çok noeli kutluyor.” Diyerek şaşkınlığını
ifade etmiştir.
Eskiden haçlı saldırılarında her zaman karşı koyan bu millet şimdi misyonerlere karşı
koyamıyor. Haç takanlar, kiliseye gidenler, vaftiz olanlar artıyor. Kendimize ait mübarek
günler, geceler, bayramlar gelip geçiyor, birçoklarının haberleri bile olmuyor. Ama yılbaşı
gelmeden hazırlıklar yapılıyor ve yozlaşmanın boyutu fazla oluyor.
*
*
*
a- Noel Baba Safsatası:
Noel baba kim? Noel’in bizimle ilgisi ne?
Noel, hristiyanların inanç ve kültürü ile ilgilidir. Bizim yılbaşımız 1 Muharrem günüdür.
Noelin, Noel babanın bizim inanç ve kültürümüzle hiçbir ilgisi yoktur.
Noel baba Müslümanların babası değildir. O bir efsane ve hurafedir. O Hristiyanların
babasıdır.
Noel baba, barış elçisi olarak takdim ediliyor; hediye veren, dostluğu simgeleyen bir
kişi olarak gösteriliyor. Kendini bilmez bazıları Noel baba soytarılığına soyunuyor. Bazıları
çocuklarına aldığı hediyeleri: “Noel Baba aldı!” diye çocuklarını aldatıyor.
Noel baba bir hırsızdır. Kapıyı bırakıp, bacadan giren bir hırsızdır. İnancımızı,
büyüklerimizi unutturuyor. Hani bizim Hızır’ımız, Dede Korkut’umuz, Yunus’umuz,
Mevlana’mız…?
Daha ne kadar uyuyacağız, uyutulacağız?
Noel safsatası İncil’in hiçbir yerinde geçmez. İsa peygamberin havarileri böyle bir şey
kutlamamıştır. Noel, İsa peygamberden iki asır sonra icat edilmiştir.
Batıda Noel baba üzerine söylenen yalanlar, artık batı insanını bile rahatsız eder hale
gelmiştir. Buna rağmen noel baba teması, Türk çocuklarının beyinlerini yıkayan hurafe olarak
yaşatılmaktadır. “Noel babamız” ifadesi bile Müslümanlık-Türklük adına utanç vericidir.
Noel kutlamaları aklı başında olan herkesi rahatsız eder hale gelmiştir.
İngiliz Baş Piskoposu Dr. David Jenkis: “Noel baba efsaneden ibarettir. Noel baba
safsatadadır.” demiştir. Birmingham şehir konseyinde, halkın Noel baba temasını
kullanmasını ve dükkanların, işyerlerinin ışıklandırılmasını yasaklamış, “Yılbaşı kutlu olsun”
mesajlarının da rahatsız edici şekilde kullanılması yasaklanmıştır. (23.12.1993 Türkiye
Gazetesi)
*
*
*
b- Yozlaştırma Hareketi:
Dinimizle, peygamberimizle alay eden, karikatürlerle aşağılayan batı ile güya İsa
peygamberin doğum yıldönümünü kutluyoruz. Bir peygamberin karşı olduğu her rezaleti
yapmakta sakınca görmüyoruz.
365 günün birikimini bir gece alıp götürüyor. Bir yıl koruduğumuz şeyleri bir gecede
kaybediveriyoruz. Her şey serbest, Devlet sarhoşun emrinde!...
Hristiyanlar bizim hangi günümüzü, hangi gecemizi ve hangi bayramımızı kutluyor?
Yahudi protokollerinde:
- “Bir Yahudi hiçbir zaman yabancıların adet ve ahlakını benimsemeyecek, asla onların
temsilcisi olmayacaktır. Bir Yahudi her halukarda yine Yahudi kalacaktır.” denmiştir.
Uyutuluyoruz, uyuşturuluyoruz. Başkalarının sefil hayatı bize sevimli gösterilip
empoze ediliyor. İnancımıza, kültürümüze zıt olan şeylere bile tepki gösteremiyoruz.
Neredeyse kendimizi inkar ediyoruz. Körpe dimağlar Noel Baba efsanesiyle dolduruluyor.
Okullarda sınıflar süsleniyor. Evlerde sofralar kuruluyor. İşyerleri, evler çamlarla süsleniyor.
BBC’nin yayınladığı misyoner adlı kitapta şöyle denilmektedir:
- “Türkleri hıristiyan yapmak imkânsızdır. Onları hıristiyanlaştırmak için, onları önce
dinlerinden uzaklaştır-mamız gerekir. Bunu yaparken her türlü faaliyetin adına çağdaşlık
deyiniz.”
- Misyonerler bugün ücretsiz incil dağıtıyor.
- Hac taktırıyor.
- Milli, manevî değerlerimizi unutturuyor.
- Bize ters olan şeyler güzel gösteriliyor.
- Bize batı toplumunu hasta eden şeyler, ilaç diye sunuluyor, yıkım yapılıyor.
Kokuşmuşlukta huzur arattırılıyor. Çılgınlıklar eğlence diye sunuluyor.
Noel Babanın babalığı, gayri meşrudur. Her müslüman, Noel Babanın babalığını red
ederek, hıristiyan olmadığını haykırmalıdır ve isbatlamalıdır.
Ankara’da öğretmen, çocuklara her biriniz bir Türk büyüğünün kıyafetine girin gelin,
demiş.
Bir yetkilinin çocuğu Noel Baba kıyafetine girmiş de gelmiş…
Geçen yıl bir ilköğretim okulunda sınıfa Noel Baba dağıtılmış, bacım sordu.
- Ne yapayım? Kendisine:
- Git, müdüre iade et. Noel Babanın gayrimeşru babalığını kabul etmiyorum de,
dedim. Öyle yapmış, Noel Baba dağıtıldığından müdür de sınıf öğretmeni de habersizmiş…
Bugün yabancılaşmanın, yabancılaştırmanın ve misyoner faaliyetlerinin boyutu
korkunçtur. Aile yuvalarımız çökertiliyor, müstehcenlik yayılıyor. Yavruları-mız elden çıkıyor,
evden uzaklaşıyor.
Kendimize gelmemiz lâzım, uyanık ve tepkili olmamız lâzım ki, değerlerimizi ve
kendimizi koruyalım.
Yılbaşında yaşananlar iğrenç bir yabancılaşmadır. Biz önce şuna karar vermeliyiz. Biz
Müslüman mıyız, Hristiyan mıyız? Ne olduğumuza karar vermeliyiz. “Ben Müslümanım”
diyen, tavrını değiştirmelidir.
*
*
*
c- Yılbaşı Denince Neler Akla Geliyor?
Düşünelim iyi şeyler mi akla geliyor, kötü şeyler mi?
Akla gelen şeyler şunlar değil mi?
- Çam kesmek,
- Çılgınlıklar,
- İçki tüketimi, fuhuş,
- Kayıplara neden olan, hayat boyu üzüntü verecek anlık zevkler,
- Yuva yıkan, maddi kayıplara neden olan kumar,
- Hasta eden piyango,
- Çılgınca israf ve ülkemize fatura…
Bunlardan hangisi olumludur? Hangisinin ne gibi bir faydası vardır?
Bize bunların hangisi yakışıyor?
*
*
*
d- Çirkin Benzeşme:
İslam kimliğinden çekinenler oluyor; ibadetini gizliyor, “Ben Müslümanım” demekten
çekiniyor. ”Müslüman” deyiverirler diye çekiniyor.
Kimliğimizi inkar, yarınların felaketi olur. Bir millet başka bir millet olmaya kalkarsa,
kendi olarak kalamayacağı gibi, başkası da olamaz. Sürahi bardak olmak isterse ne olur?
Kur’an’da: “Bir toplum kendisindeki özellikleri değiştirmedikçe, Allah onlarda bulunanı
değiştirmez.” (Rad:11) buyrulur.
İnancımız, başkalarına benzemeyi, onların yaşayış biçimlerini benimsemeyi asla hoş
görmez. Çünkü dış benzerlik, ruh benzerliğine, inanç benzerliğine kadar götürür. Onun için
olumsuz yönde benzerliklerden kaçınılmalıdır.
Hani bir karga kilisenin kırık camından içeriye girmiş, kutsal sudan içmiş, ortalığı
dağıtmış, putun üstüne pislemiş. Papaz içeriye girince kızmış ve kargaya:
- “Müslümansan niye kutsal şaraptan içtin? Eğer Hristiyansan niye putun üstüne
pisledin?” demiş.
Sahi yaptığımıza göre biz kimiz? Kime benziyoruz?
Hicret sırasında Yahudilerin tek Muharremin 10. günü oruç tuttuğunu gören
Peygamberimiz Yahudilere ibadette bile benzememek için tek olarak 10. günü oruç
tutmalarını yasaklamıştır. Ateşe tapanlara benzememek için ateşin karşısında namaz kılmayı
yasaklamıştır.
Bu konuda birkaç hadis şöyledir:
- “Başka bir topluluğa benzeyen, onlardandır.”
- “Kim bir toplumun yaptıklarına razı olursa, o da onlar gibi olur.” (Buluğu’lMeram:4/365)
- “Bizden başkasına benzemeye çalışan, bizden değildir. Yahudi ve Hristiyanlara
benzemeyin.” (Tirmizi: İsti’zan:7)
- “Şüphesiz ki, bir zaman gelecek, sizden önce gelen milletlerin yoluna karış karış
yaklaşacak, tıpatıp onlara uyacaksınız. O derece ki; onlar kelerin deliğine girseler, siz
de onlara tabi olacaksınız.” O zaman:
- Ey Allah’ın elçisi! Bunlar Yahudiler ve Hristiyanlar mıdır? diye sorulunca Allah’ın elçisi:
- Onlardan başka kimler olacak?” buyurdu. (Müslim, İlim:6)
*
*
*
Bir Müslüman, Hristiyanların isyanına ve çılgınlıklarına katılamaz. Onlar gibi
eğlenemez. İsa peygamberin kaldırmak için geldiği yakışıksız şeyleri onlarla beraber yapamaz.
İsa peygamberin doğum gününü günah gecesi olarak geçiremez. Gecenin karanlığında
kalmayan, gecenin karanlığının bile örtemeyeceği rezaletleri yapamaz. Eğer Müslümansa,
Hristiyanlaşamaz. Bir gece de olsa onlara benzeyemez.
*
*
*
e- Cenab-ı Allah Kur’an’da Bize Ne Diyor?
- “Dinlerine uymadıkça Yahudiler de, Hristiyanlar da asla senden razı olmazlar. Deki:
Doğru yol ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen bilgiden sonra onların arzularına uyacak
olursan, ant olsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.”
(Bakara:120)
*
*
*
- “Müminler müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık
onun Allah yanında hiçbir değeri yoktur.” (Al-i İmran:28)
*
*
*
- “Ey iman edenler! Hristiyan ve Yahudilerden birisine uyarsanız; imanınızdan sonra sizi
inkarcılığa sevk ederler.” (Al-i İmran:100)
*
*
*
- “Ey iman edenler! Kendinizden başkasını sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık
etmekten asla geri durmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten kin ve
düşmanlıkları sözlerinden bellidir. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür.” (Al-i
İmran:118)
*
*
*
- “Müminleri bırakıp, kafirleri dost edinenler, onların yanında güç ve şeref mi arıyorlar?
Bilsinler ki izzet yalnız Allah’a aittir… Kafirlerle beraber oturmayın. Yoksa siz de onlar
gibi olursunuz…” (Nisa: 139-140)
*
*
*
- “Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin
dostudurlar. Birbirlerinin tarafını tutarlar. İçinizden onları dost tutanlar onlardandır…”
(Maida:51)
*
*
*
- “Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden, dininizi alay ve oyun
konusu edinenleri ve kafirleri dost edinmeyin. Allah’tan korkun, eğer mümin iseniz.”
(Maida: 57)
*
*
*
- “Yeryüzündekilerin çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar…”
(En’am: 116)
*
*
*
- “Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah onlarda bulunanı
değiştirmez…” (Rad: 11)
*
*
*
Bu ayetlere göre kim Yahudi ve Hristiyanların;
- Arzularına uyar,
- Onları dost edinir,
- Onları sırdaş edinir,
- Onlara benzer,
-
Allah yolundan saptıranlarla olur,
Kim dinimizle alay eden, Peygamberimizi karikatürlerle küçük düşürenlerle beraber
yılbaşı kutlar?
*
*
*
f- Eğlence Çılgınlığı:
Yılbaşını sadece oyun, eğlence zannetme gafletine düşülüyor. Yapılanların bir gece ile
sınırlı kalacağı zannediliyor.
Bütün eğlenceleri müstehcenlikler ve bu eğlenceleri seyretmek asla uygun değildir.
Olumsuz etki yapar.
Böyle şeyleri seyretmenin manevi riski büyüktür. Bizden, ailemizden ve
çocuklarımızdan çok şey alır, götürür. Manevi hislerimiz ölür, gözümüzün gönlümüzün nuru
söner, içimiz kararır. Günaha da gireriz. Organlarımız bile bize itaat etmez olur, isyan eder,
ibadete yanaşmaz. İbadet etsek de zevk almaz, ibadetten vazgeçiverir.
Hristiyanlar eğlenirken “Bak ne güzel eğleniyorlar” demenin bile riski vardır.
Peygamber (as): “Kadın şarkıcıyı seyretmek helal değil, yüzüne bakmak helal değildir
onun parası da helal değildir ve köpek parası gibidir.” buyurur. (Ramuz-el Ehadis: 269/6)
Prof. Dr. Hamdi Döndüren: “Kadın şarkıcının kendisini bizzat veya televizyonda
görüntü ile birlikte dinlemenin riski büyüktür.” der. (Aile İlmihali: 188)
Yılbaşı kutlamaları bizim milli ve manevi değerlerimizle asla bağdaşmıyor. Aslında bir
avuç azınlık kutluyor, tabak kırıyor, ceket yakıyor, zehir içmiş gibi tabakların üzerinde
tepiniyor. Alkol, kumar, fuhuş, Noel şapkası, Noel baba soytarılığı, çam kesme vb. neresi iyi
bunların? En korkuncu da; çocuklarımız bu rezaletleri seyrediyor.
Yılbaşı hazırlıklarını gören Diyanet İşleri Bakanı 30.12.2004 tarihinde aynen şu
açıklamayı yapmıştır:
- “Bu tür eğlencelerde, aklı ve sağlığı tehdit eden içki içmeyi, aile bütçesini sarsan
kumarı ve israf boyutundaki harcamaları, milli ve dini değerlerimizle bağdaştırmak
asla mümkün değildir. Ayrıca milli ve manevi değerlerimize ters bu tür eğlence ve
adetler, kültürel tahribata yol açmakta, bizleri milli kimliğimizden uzaklaştırmaktadır.
Bunun için kültürel mirasımızdan, dini anlayış ve heyecanımızdan kaynaklanan
değerlerimizi yaşatmaya gayret edelim ve bu değerlerimizi genç kuşaklara aktarmaya
çalışalım. Dini ve milli değerlerimizle çelişen başka kültürlerin örf ve adetlerini körü
körüne taklit ve özentiden kaçınalım. Yılbaşı kutlamalarını vesile edinerek, Allah ve
Resulünün razı olmayacağı tavırlar yerine, geçmiş senelerde yaptıklarımızı gözden
geçirerek ve gelecek yeni yılda hayatımıza daha iyi nasıl yön verebileceğimizi
düşünelim.”
Bu alışılmış şekliyle İsa peygamberin doğum gününü kutlamak İsa peygambere
hakarettir. Bir peygamberin doğum günü böyle kutlanmaz.
Acizlik, çaresizlik göstererek yılbaşı eğlencelerine katılmak bir Müslüman için kendini
ret manası taşır.
*
*
*
g- Milli Piyango Rezaleti:
Öncelikle “milli” kelimesi burada hiç yakışmıyor. Kumarın millisi olmaz.
Açıklanan miktarın yüksek oluşu, hem kumara teşviktir hem de toplumsal
rahatsızlıkları körüklemektedir. Milyonlarca insan seraba sürüklenmekte, sonunda da hayal
kırıklığı yaşamaktadır. Birkaç kişi çıldırıyor, milyonlar ise üzülüyor. İntihar olayları görülüyor.
Birçoklarının kimyası, psikolojisi bozuluyor.
Piyango; çalışmadan alın teri dökmeden ümit kapısı olarak gösteriliyor, insanımızın
ruh sağlığı düşünülmüyor.
İlim adamlarımız piyango çılgınlığına karşı uyarıyor. Bunlardan birisi olan Samsun Ruh
Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Başhekimi psikiyatr Lütfü Ural: “Hiç kimse piyangonun insan
ve toplum psikolojisine yararlı olduğunu söyleyemez. Piyango; toplumun psikolojisini
bozuyor. Ümitlerimiz bir emeğin karşılığının sonucu olmalıdır.” demiştir.
Birkaç örnek vermek istiyorum. “İkramiye vurdu, hayatı karardı. 2005 yılında 5 milyon
ikramiye isabet eden Ahmet Bayram borçları nedeniyle intihar etti.” (12.04.2009 Yeni Şafak
Gazetesi)
“Piyango talihlisi barakada öldü. Milli piyango talihlisi Mehmet Sarıoğlu, köylülerin
aralarında para toplayarak yaptığı bir barakada soğuktan donarak öldü.” (20.01.2008 Yeni
Şafak Gazetesi)
Dr. Mehmet Yavuz: “Büyük beklentilerle alınan biletlere ikramiye çıkmaması
durumunda, hayal kırıklığının kişide ruhsal bunalımlara yol açar. Ayrıca piyango kumar
alışkanlığına götürür. Talih kuşu depresyon dağıtıyor.” dedi. (22.12.2009 Yeni Şafak Gazetesi)
Yani piyango çıkana da yaramıyor, çıkmayana da… Çıksa bir türlü, çıkmasa bir türlü.
İşin doğrusu bilet almamak.
Piyango şans oyunudur. Kumardır. Maida suresi 90. ve 91. ayetlerinde şeytan işi pislik
olarak nitelendirilmektedir. Piyangodan alınan para helal değildir. Onunla sevaplı iş de
yapılmaz. Çünkü haramdan hayır olmaz.
Hiçbir din alimi, piyango bileti ve parası helaldir dememiştir. Hepsi de: “Şans
oyunudur, kumardır.” demişlerdir.
Halil Günenç: “Piyango kumarın bir çeşitidir. Bunun için piyango bileti almak kesinlikle
haramdır. O yolla kazanılan para da gayri meşrudur.” demiştir. (Günümüzün Meselelerine
Fetvalar 2/198)
*
*
*
h- Çam Kesme, Çam Devirme Çılgınlığı
Noel ağacı ne demek? Anadolu çölleşirken, erezyon, hava kirliliği derken,
akciğerlerimiz olan güzelim ağaçlar kesiliyor, evler vitrinler süsleniyor.
Zorla yetiştirdiğimiz ağaçları bize ait olmayan bir gece için kesmek, hangi mantığa
sığar? Ağaç dikmeyi, koruyup yetiştirmeyi ibadet sayan inancımızla nasıl bağdaşır? Biz: “Yaş
kesen baş keser” diyen Fatih’in torunlarıyız. Hem “Yeşil Türkiye” sloganı ağaç dikme
kampanyaları sürdüreceğiz, hem de çam katliamı yapacağız. Bu nasıl iştir?
*
*
*
ı- Yılbaşı Kutlamanın İslam’da Yeri Yoktur
Bizim için yılbaşının takvim başlangıcı olmaktan başka bir önemi yoktur. Yılbaşını farklı
geçirmek, bir Hristiyan gibi eğlenmek Hristiyanlara benzemek olur.
İslam Peygamberi (sav): “Kim başkalarına benzerse o da onlardandır.” buyurmuştur.
İslam alimlerinin ittifakla kabul ettiği bir kural vardır: “Bir Müslümanın, başka bir dinin
şiarı olan bir işi kendi ihtiyarı ile yapması küfürdür.”
Hicret ederek Medine’ye gelen Peygamber (as) Medinelilerin oynayıp şenlik yaptıkları
iki günlerinin olduğunu öğrenir.
- “Bu nedir?” der.
- “Müslüman olmadan önce kutladığımız, eğlendiğimiz bayramlarımızdır.” derler.
Peygamberimiz o günlerde Müslümanların eğlenmesini ve o günleri kutlamasını men
etmiştir.
Son devrin fıkıh alimlerinden Halil Güvenç Hoca Efendi şöyle diyor:
-
“Esefle kaydedelim ki; İslam aleminde nice kimseler, bilerek veya bilmeyerek
Müslüman olmayanlara ayak uydurarak onların bayramlarında yaptıklarını yapıyor,
dini merasimlerine katılarak adetlerine uyuyorlar. Müslüman olmayanların
bayramlarını bayram edinmek, onlara uyarak şenlik yapmak caiz değildir.” (G.M.F.
1/63-64)
- “Müslüman olmayanların bayramlık eşyalarının ticaretini yapmak caiz değildir. Çünkü
İslam küfrün şiari olan günü tanımadığı için o günlere ait olan bayramlıkların ticaretini
yapmak, İslami olmayan şiarın teşhirine vesiledir.” (Age: 1/157-158)
Prof. Dr. Faruk Beşer Hoca Efendi de:
- “Yılbaşı gibi başka inançların şiarı olan günlere, o günü kutlama maksadıyla katılmak,
tebrikleşmek, hediyeleşmek, hindi almak, ziyafet çekmek küfürdür. Tövbe etmeyen
birinin imanının ve nikahının boşa gitmesinden korkulur.”
Prof. Dr. Ramazan El-Buti: “Yılbaşı kutlamalarının İslam’da yeri yoktur. Hristiyan
ülkelerde yılbaşı kutlama etkinliğini kaybetmesine rağmen, İslam ülkelerinin bu kutlamalara
ısrarla sahip çıkması İslam’ın temel bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır.” (28.12.1994
Zaman Gazetesi)
İmam-ı Rabbani: “Hinduların bayram günlerine, ateşe tapanların Nevruz günlerine ve
Hristiyanların Noel gecelerine ve diğer paskalyalarına hürmet etmek, o zamanlarda onların
adetlerini onlar gibi yapmak insanı imandan çıkarır.” demiştir.
Bugün bize düşen, uyanmak kendimize gelmek ve ailemizi, çocuklarımızı ve
etrafımızdakileri uyandırmaktır. Burada bir hadis-i şerifi nakletmek istiyorum:
- “Beni İsrail arasında bozgunculuk şöyle başladı: Bunlardan birisi günah işleyen diğer
birisine rastlar, ‘Be adam, Allah’tan kork, yapmakta olduğun işi bırak, zira o iş sana
helal değildir.’ der. Ertesi gün yine aynı adama rastlar. Böyle olduğu halde o adamla
yiyip içmekten, düşüp kalkmaktan çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah-u Teala
bunların kalplerini birbirine benzetti.” (Riyazü-s Salihin ve Tercemesi sf: 237)
*
*
*
i- Sonuç:
Eskiden: “Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz” denir, sattırılmazdı. Karşı
konurdu, uyarma görevi yapılırdı. Şimdi yozlaşmayı benimsemeyene: “Sen nereden çıktın!”
deniyor.
Televizyon kanalları, oteller, eğlence mekanları önceden hazırlık yapıyor,
programlarını, sanatçılarını açıklıyor.
Devlet, sarhoşların isterlerse evlerine kadar taşınacağını duyuruyor.
Yılda bir defa diyerek ahlak kuralları çiğneniyor, biletler kapışılıyor.
Kim bilir kaç can kaybımız olacak? Ne kadar namus kirletilecek? Ne kadar milli servet
heba olacak? Ne kadar kumar zedeler, piyango zedeler olacak?...
Yılın ilk günü basın: “Güle güle Noel Baba, günaydın sarhoş Türkiye!” diye manşet
atacak. Altta da kazalar, cinayetleri tüketilen alkol, sergilenen rezaletlerin haberleri olacak.
Gelin ey Müslüman Türkiye!
Yılbaşı, olmasın gözyaşı…
- Özel hiçbir şey yapmayarak, Noel babanın gayri meşru babalığını ret ederek Hristiyan
olmadığımızı ispatlayalım.
- Yapılan çirkinliklere katılmayarak iki dinin, iki medeniyetin farkını ortaya koyalım.
- Noel Baba yerine çocuklarımıza Hızır (as)’ ı, Dede Korkut’u, Mevlana’yı, Yunus’u
anlatalım.
-
Kim ne yaparsa yapsın biz toplumsal isyana katılmayalım. İğrenç yozlaşmaya razı
olmayalım.
Bir Hristiyan gibi davranarak, gençlere kötü örnek olmayalım.
Çam kesmeden, içki içmeden, kumar oynamadan, maddi manevi zarar görmeden yeni
yıla girelim.
Vitrin süsleyene, soytarı kılığında sokaklarda dolaşana itibar etmeyelim.
Gençlerimizi, o gece başlayacak kötü alışkanlıklar kazanmasından koruyalım.
Hristiyanlar, çılgınlıklar yaparak peygamberlerine isyan ederken biz farklı davranalım;
iffet abidesi olan Hz. Meryem’in ve kıyamet kopmadan gelip haçı ve putu kıracak,
domuzu ve Deccali öldürecek olan İsa Aleyhisselam’ın ruhlarını şad edelim.
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Milli Günler
A- MALAZGİRT ZAFERİ
B- İSTANBUL’UN FETHİ
C- ÇANAKKALE ZAFERİ
D- MİLLİ MÜCADELE – ZAFER BAYRAMI
E- ŞEHİT VE ŞEHİTLER
MİLLİ GÜNLER
Anadolu’yu Müslüman Türk’e Yurt Yapan
MALAZGİRT ZAFERİ
Malazgirt zaferi, şanlı tarihimizin en parlak zaferlerinden biridir. Asırlardan beri göz
kamaştıran Malazgirt zaferimizin hatırası hala Müslüman Türk’ün gönlünde yaşamaktadır. Bu
zaferin hatırasını millet evlatları her yıl ruhlarının derinliklerinden gelen coşku ile yâd
etmektedir.
Bu arada unutulmaması gereken bir husus, Malazgirt zaferini mücerret olarak anmak,
sadece yazı ve nutuklarla geçiştirmek, fazla bir şey ifade etmez. Önemli olan, diğer
zaferlerimiz gibi Malazgirt zaferi de geleceğimize ışık tutacak bir olay olarak
değerlendirilmelidir. Hiçbir zaman tarihi zaferlerimize basit birer tarih olayı gözü ile
bakılmamalıdır. Malazgirt zaferi, diğer zaferlerimiz arasında anlamlı ve tarihimizin dönüm
noktalarında en önemlilerinden birini teşkil eden bir zafer olarak genç nesillere anlatılmalıdır.
Asırlar önce 26 ağustos 1071’de Müslüman Türk milleti, Alparslan’ın kumandasında
tarihinin en büyük zaferlerinden olan Malazgirt meydan muharebesini kazanmıştır. Bu zafer,
harp tarihinde aziz milletimiz için yeni bir devrin kapılarını açan, daha sonrasına da geniş
ölçüde tesir eden ve tarihin seyrini değiştiren zaferlerimizden biridir.
Aslında Türk tarihi, böyle anlamlı ve önemli zaferlerle doludur. Malazgirt zaferinin
diğer zaferlerimizden farklı bir yönü vardır. O da, peygamberler ve evliyalar diyarı güzel
Anadolu’nun Müslüman Türk milletine yurt olmasıdır.
*
*
*
a) Zafer Nedir?
Zafer, varoluş mücadelesinde haklı olan tarafın hâkimiyetidir. Her başarıya, her
hâkimiyete zafer denemez. Zaferi, çarpışan güçlerin haklılığı, idealleri ve hareketlerinin insani
oluşu tayin eder. Aksi halde kurulan hâkimiyet zulüm olur.
Bu kısa izahtan sonra Malazgirt zaferine geçmeden önce zaferin ne olduğunu ve ne
ifade ettiğini kısaca ele almak zaruriyetinin olduğu inancındayım.
Bir galibiyetin zafer olabilmesi için evvela ortada haklı sebeplerin olması lazımdır.
Mesela; mücadelenin varoluş mücadelesi olması, dayandığı temellerin ise haklılık temeline
ve milli ideale dayanması, bir de insani olması gerekir. Aksi halde elde edilen başarı ne ölçüde
olursa olsun buna zafer denmesi yanlış olur.
Zaferin diğer bir şartı da, ideallerini yitirmemiş, zaferin gereklerini bünyesinde
toplayan bir toplum ve bu toplumun çıkaracağı liyakatli kumandandır.
Zafere talip olan toplum eğer zafer kazanmaya layık ise ancak o zaman liyakatli
kumandanın öncülüğünde, kumandanın dehası ve ordunun haklılığı sayesinden zafer
kazanılabilir.
Yeri gelmişken açıkça ifade edelim ki, bizim Malazgirt zaferi dahil, tarihimizi süsleyen
ve dünya tarihinin akışını değiştiren zaferlerimizin her biri bu manada kazanılmış zaferlerdir.
Her şeye rağmen zaferin Allah’ın layık olduğu toplumlara bir lütfu olduğu
unutulmamalıdır. Bir toplumun sayısı, gücü ne olursa olsun muzaffer mi, yoksa mağlup mu
olacağı ilahi takdire bağlıdır. Harp stratejisi uygulamak, insan ve silah gücü kullanmak
insanların yapması gereken şeylerdir. Harbin sonucunu tayin ise yüce yaratıcının takdiridir.
Bu güne kadar kazanılan ve kaybedilen savaşların temelinde bu esas olmuştur.
Buna göre zafer, yalnız cesaretin, silah ve askeri gücün sonucu değildir. Tarih boyunca
kazanılan zaferler, haklı bir ideolojiye sahip olmak ve zafere layık olmakla kazanılmıştır.
Alparslan’ın Malazgirt zaferinden önce askerlerine söylediği şu söz oldukça anlamlıdır:
- “Muzaffer olursak, bilin ki bu sadece Allah’ın bir nusreti (yardımı) dır.”
Dileğimiz, bu güne kadar olduğu gibi bundan sonra da her dönüm noktasında Cenab-ı
Allah’ın aziz milletimize yeni yeni zaferler nasip etmesi ve bu sayede Müslüman Türk
milletinin varlığını korumasıdır.
*
*
*
b) Tarihimizde Ağustos Ayının Önemi:
Ağustos ayı, Müslüman Türk’ün tarihinin bin yıllık kesitinde önemli zaferlerin art arda
sıralandığı bir aydır. Tarihimizin en parlak zaferleri bu ayda kazanılmıştır. Ağustos ayının
bilhassa son haftası milletimizin kazandığı anlamlı zaferlerin hatırasını bünyesinde toplar.
Malazgirt, Mohaç, Dumlupınar bu zaferlerimizin en önemlileridir. Bu zaferlerin her biri
insanımızın idealleri ve ülkemizin geleceği açısından birer dönüm noktası olmuştur.
Malazgirt’ten Dumlupınar’a bütün zaferlerimizin hepsi milletimizin aynı iman, aynı
ideal ve aynı heyecanının eseri olmuş ve bu sayede milletimiz varlığını sürdürebilmiştir.
Mesela, Malazgirt zaferi ile Anadolu gibi kutsal bir vatan ve cihan devleti ile beraber İslam
âleminin liderliğini kazanırken, zamanla parçalanıp yok edilmek istenilen milletimiz,
Dumlupınar’da ab-ı hayat içmiş, yaşamaya layık bir toplum olduğunu dosta düşmana ilan
etmiştir.
Biz burada her biri Türk tarihinin dönüm noktalarından birini teşkil eden
zaferlerimizden sadece Malazgirt zaferi üzerinde duracağız.
*
*
*
c) Malazgirt Savaşının Kumandanı Alparslan ve İdeali:
Yıl 1029. Çağrı Bey’in Ağustos güneşi gibi bir oğlu dünyaya geldi. O’na “Kahraman
Arslan” anlamına gelen “Alp Arslan” adı verildi. Adına layık yetişmesi için seferber olundu.
Büyürken büyütüldü.
Yıllar geçtikçe Alparslan, insanları idare etme sanatını, kazanmayı ve kendi gücünün
üstünde Allah’a güvenmeyi öğrendi. Usta ellerde çok iyi yetiştirilmişti. Küçük yaştan itibaren
cihat ruhu, cihan hakimiyeti fikri ve İslam âlemin bayraktarlığını gerçekleştirecek cihan
devleti ideali ile yetişti. Daha babası Çağrı Bey’in yanında bir kumandan iken bile büyük
dehası ile dikkati üzerine çekmiş, kazandığı savaşlar ve şöhreti bütün İslam âlemine
yayılmıştı.
Dehası dev gibi orduları yenecek, peygamberler diyarı, evliyalar yatağı Anadolu’nun
fatihi, tarihe sığmayan zaferlerin komutanı olabilecek güce ulaşmıştı ki, Çağrı Bey’in her fani
gibi sayılı günleri bitmiş, hakkın rahmetine kavuşmuş idi. Yerine iman ve ideal dolu genç yaşta
oğlu Alparslan geçti.
Alparslan, kısa zamanda insan ömrüne sığmayacak kadar büyük işler başardı. Tarihin
seyrini değiştiren zaferler kazandı. Dokuz yıllık sultanlıktan sonra 42 yaşında Batıni tarafında
şehit edildi. Beklenmedik suikaste uğradıktan sonra hakkın rahmetine kavuşmak üzereyken
dualı ağzından şu sözler döküldü:
“Türkistan seferinde bir tepe üzerine çıktığım zaman ordumun azametinden ve
askerimin çokluğundan ayağımın altında yerin titrediğini hissettim. Kendi kendime: “Ben
dünyanın hükümdarıyım; hiçbir kuvvet bana karşı çıkamaz. Bu ordu ile Çin’i de fethederim.”
Diye düşündüm. Bu gururum yüzünden şimdi bu duruma düştüm. Halbuki her sefere
çıkışımda daima Allah’tan yardım dilerdim…”
Bu sözler O’nun karakterini ve inancını ortaya koyması bakımında büyük önem taşır.
Aslında O, yersiz kendine güven duygusu ile hiçbir zaman hareket etmemiştir. Hayatının
sonuna kadar her zaman Allah’a güvenmiş, savaşlardan önce Allah’tan kendisine zafer nasip
etmesini niyaz etmiştir.
Zira Alparslan heva ve hevesin peşinde değil, büyük bir idealin peşindeydi. O,
Anadolu’yu yurt edinme gayesi ile yetişmiştir. Onun için Alparslan’ın bütün ideali Anadolu’yu
almaktı. Bu ideale göre Alparslan, ya Anadolu’yu alacaktı ya da Anadolu toprakları kendisine
mezar olacaktı. Anadolu için: “Sahip olamazsam mezar damı olamaz.” diye düşünüyordu.
O sırada Bizans yönetimi insanı olmadığı için, Bizans sallanıyordu. Bizanslılar için hayat
çekilmez olmuştu. Bizans halkı üzerinde sosyal bozukluklar her yönü ile kendisini
hissettirmeye başlamıştı. Taht kavgaları, idarecilerin zevk ve sefaya dalmaları ve halka
yaptıkları zulüm yüzünden Bizans kaçınılmaz bir çöküş dönemine girmişti. Bizans halkının
yöneticilerin zulmünden bıkıp kurtarıcı beklediği bir zamanda Alparslan, yağmacı sıfatıyla
değil, Anadolu’nun kurtarıcısı ve gerçek sahibi sıfatıyla Anadolu’nun fethinin be Bizans’ın
Anadolu’dan sökülüp atılmanın zamanının geldiğine inanıyordu. O’nun taşıdığı cihat ruhu,
şefkat ve merhametle dolu olan kalbi, Türk İslam geleneğine göre halka baba gibi davranması
ve yerli halkın kurtarıcı beklemesi, fethi kolaylaştıran nedenler olacaktı.
*
*
*
d) Savaş Öncesi Durum:
Nihayet iki taraf için de beklenen gün gelmişti. Muharebede mutlak bir taraf galip
gelecekti. Eğer muharebeyi Bizans kazanacak olursa bu Türklerin sonu olacaktı. Şayet Türk’ler
kazanırsa, Anadolu Bizans belasından kurtarılacak, Türklere ikinci vatan olacaktı. Ve böylece
Türk cihan devletinin temelleri atılmış olacaktı.
İmparator Romanus Diogenes, neticeden çok ümitli idi. Kendisi için tehlike saydığı
Türkleri kolayca yok edebilmek için muazzam bir ordu kurmuştu. Bu ordu ile Türkleri yenip
İran’daki Türk merkezlerine kadar yürümeyi, yani meseleyi kökünden halletmeyi
düşünüyordu. İmparator bu niyetle 13 Mart 1071 İstanbul’a çıktı. İslam’ın zuhurundan önceki
Bizans eyaletlerinin Suriye’yi, Filistin’i, Mısır’ı hatta hiçbir zaman Bizans’ın olmamış olan Irak
ve İran’ı bile almayı tasarlıyordu. Neticeden öyle emindi ki etrafındakilere vaatlerde
bulunuyor, almayı tasarladığı yerlere isim olarak valiler ve kumandanlar tayin ediyordu.
Diogenes’in ordusu maddi ölçülerle Türk ordusundan kuvvetli idi. Sayıları ise 200 bin
kadardı. Bunların hepsi de tam silahlı ve atlı askerlerdi. 3 bin kadar arabası vardı. 1200 kişinin
idare ettiği o günün modern ve tesirli silahları olan mancınıkları vardı. Diogenes bu
üstünlüğüne güvenerek Türklere karşı kesin galibiyet bekliyordu.
Türklere gelince, Türk ordusunun sayısı azdı. Ayrıca Bizans ordusunun sahip olduğu
silahlara, at, araba ve askerlere sahip değildi. Askerlerin çoğu yaya idi. Ama imanları kuvvetli,
idealleri büyüktü. Hepsi düzenli ve disiplindeydi. Hiçbirinin kalplerinde, dillerinde gurur, kibir
yoktu. Kılıçlarına değil, kendilerine zafer nasip edecek Allah’a güveniyorlar ve yalnız O’na
inanıyorlardı. Bu imanla Anadolu’yu Bizans belasından kurtarmak için harekete geçtiler.
Neticeden kesin olarak emin olduğu halde Alparslan, Türk-İslam geleneğine uyarak
Diogenes’e samimi sulh teklifinde bulundu. Sav Tiğin başkanlığında bir heyet gönderdi.
Alparslan’ın bu hareketinden dolayı Diogenes, Alparslan’ın korktuğuna hükmedip elçilere çok
kaba ve sert davrandı. Hatta Alparslan’ın nerede teslim olacağını sorma küstahlığında
bulundu. Gurura kapılıp heyetle alay etti. Nezaket kurallarını çiğneyerek yapılan sulh teklifini
küstahça reddetti. Ve “Ne sulhu? Size kılıçtan başka bir şey yok.” dedi. Küstahlığını daha ileri
götürerek Sav Tiğin’e :
“Sultanınıza söyleyiniz; kendisi ile sulhu Rey’de yapacağım. Ordumu İsfahan’da
kışlatacağım. Atalarımı Hemedan’da sulayacağım.” dedi.
Bu hareket karşısında Sav Tiğin kendini tutamayıp:
“Atalarınız Hemedan’da sulanır ama sizin nerede kışlayacağınızı bilemem.” cevabını
verdi.
Artık savaş kaçınılmaz olmuştu. Sulh teklifinden cevap alınamayınca mukadder olan
sonuca zafer niyazlarıyla hazırlıklara başlandı.
Buhara’lı İmam Ebu Cafer Muhammed, Alparslan’a:
“Ey Sultan! Sen Allah’ın başka dinlere karşı zafer vadettiği İslam için cihat ediyorsun.
Bütün Müslümanların senin için dua ettikleri Cuma günü savaşa gir. Ben Allah’ın zaferi senin
adına yazdığına inanıyorum.” diyerek hem Alparslan’a müjde vermiş hem de moralini
yükseltmişti.
Bunun üzerine savaş için günlerden mübarek Cuma günü seçildi. O gün namazlar
kılındı, dualar edildi, Kur’an’dan ayetler okundu. Savaş, cihat temeline dayandığı için bütün
İslam alemi bu dua ve niyazlara katıldı.
Abbasi Halifesi, o gün Türk ordusunun muzaffer olması için bütün camilerde hutbe
olarak okunması için bir dua metni yayınladı. Camilerde okunmak için yayınlanan dua şöyle
idi:
“Allah’ım İslam’ın sancağını yükseltmek için hayatını esirgemeyen mücahitlerini yalnız
bırakma! Alparslan’ı muzaffer kıl! Ve askerlerini meleklerle teyit eyle!”
Halife El-Kaim Biemrillah ise Malazgirt’te Alparslan Gazi’nin ordusunun zafer
kazanması için Cuma günü hutbelerde şu duayı okutmuştur:
“Ey Allah’ım! İslam sancağını yükselt ve İslam’a yardım et! Şirkin boynunu vurmak ve
kökünü kazımak suretiyle onu mahvet! Sana itaat için canlarını feda edip kanlarını, sana
bağlanarak akıtan, yolunun mücahitlerini, onları kuvvetlendirerek, yurtlarını güvenlik ve
zaferle dolduran yardımlarını esirgeme! Mü’minlerin emiri (Alparslan’ı) bayraklarını
nurlandıran ve gayesine ulaştıran yardımından uzak tutma! Senin dinini şerefli ve yüce
tutabilmek için, onun lütufkar ve her zaman tesir icra eden desteğinden mahrum etme!
Ordusunu meleklerinle güçlendir; niyet ve azmini hayır ve başarı ile sonuçlandır! Çünkü O,
senin rızan için rahatını terk etti. Malı ve canı ile emirlerine uymak amacıyla, senin yoluna
düştü. Çünkü Sen: “Ey iman edenler, can yakıcı bir azaptan kurtaracak kazançlı bir yolu size
göstereyim mi? Allah’a ve peygamberine inanıyorsanız, onun yolunda can ve malınızla
savaşınız.” diyorsun. Senin sözün gerçektir. Allah’ım O, nasıl senin davetine uyup dinin
korunmasında gevşeklik göstermeden emrine icap etmiş ve düşmanlarına bizzat karşı
koyarak dinine hizmet için geceyi gündüze katmışsa, Sen de O’na zafer nasip eyle,
dileklerinde O’na yardımcı ol, kaza ve kaderini O’nun için iyi tecelli ettir! O’nu öyle bir
koruyucu ile kuşat ki, düşmanların her türlü hilelerinden uzak olsun. Yapmak istediği her işi
O’na kolay kıl! Ve istediğini yerine getir. Ta ki O’nun düşmanına karşı olan kutsal hareketi
zaferden ışık alsın ve şirk erbabı, hak yollarını görmeyip sapıklıkta gözleri yumulsun. Ey
Müslümanlar! Doğru bir niyet, dürüst bir azim ve Allah’tan korkan temiz bir kalplerle ve
inançlarla O’nun için Allah’a yalvarıp yakarınız! Ey İslam cemaati! O’nun şerefli olarak
düşmanlarını mahvetmesi, sancağını yükseltip zaferlerini en son derecesine eriştirmesi ve
isteğine nail olması hususunda Allah’a dua ve niyazda bulununuz! Allah’ım!.. O’nun
güçlüklerini gider ve şirki, önünde zelil eyle!..”
Bu şekilde Cuma namazında bütün camilerde Alparslan ve onun askerlerine Allah’tan
zafer nasip etmesi için dua edildi. Bütün Müslümanlar da bu duaya “Amin” dediler.
Müslümanların bu gönülden yaptıkları dualardan sonra Alparslan secdeye kapanmış
ve Allah’a bütün kalbiyle şöyle dua etmiştir:
“Yarabbi! Seni kendime vekil yapıyorum; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve
senin uğrunda savaşıyorum. Ey Allah’ım! Niyetim halistir. Bana yardım et! Sözlerimde hilaf
varsa beni kahret! Eğer içim dışıma uygun geliyorsa düşmanlarıma karşı cihadımda bana
yardım et ve beni muzaffer bir sultan kıl! Güçlüklerimi kolaylaştır!
Ey Allah’ım! Bu günahkar kulunu günahlarından dolayı cezalandırma. Senin salih
kullarına kefil olan bu aciz kulundan merhamet ve yardımını esirgeme. Senin dinine bağlı
olanlar üzerine gelen bu kavurucu yelin yönünü düşman tarafına döndür.”
Bu dua ve niyazdan sonra savaş için gerekli bütün hazırlıklar tamamlanmış, ordunun
morali yükseltilmiş ve zafer bekleyişi içindeyken, Allah’ın mağrur olanların gururunu
kıracağına inanan Alparslan orduya hitaben bir konuşma yapmış ve şöyle demiştir:
“Biz ne kadar az olursak olalım, Bizanslılar ne kadar çok olursa olsunlar, bütün
Müslümanların dua ettiği şu anda kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya zaferi
kazanır, gayeme ulaşırım, ya da şehit olarak cennete giderim. Sizlerden beni takip etmeyi
tercih edenler takip etsin. Ayrılmayı tercih edenler ayrılsınlar. Burada emreden sultan ve
emredilen asker yoktur. Bu gün burada ben de sizlerden biriyim. Ben de sizlerle birlikte
savaşacağım. Beni takip edenler ve nefislerine ulu Allah’a adayanlardan şehit olanları
cennete, sağ kalanlar ise ganimete kavuşacaklardır. Ayrılanlara ahirette ateş dünyada da
zillet beklemektedir.”
Bu sözlerden sonra Alparslan, şehit düşerse bir karış bile geri çekilmeden olduğu yere
gömülmesini, oğlu Melik Şah’ın etrafında toplanılarak birlik ve beraberliğin bozulmamasını
vasiyet etmiş, devamla:
“Allah’tan ayrılmayınız, yine O’na tapınız.”
Deyince O’nu can kulağıyla dinleyen askerler hep bir ağızdan:
“Sultanımız! Biz senin askerleriniz, senin ardındayız.” cevabını vermişlerdir.
*
*
*
e) Savaş Başlıyor:
Alparslan atının kuyruğunu kendi eliyle bağladı. Beyazlar giymiş, “Şehit olursam
kefenim budur.” demiştir.
İki ordu karşı karşıya geldiği sırada Bizans ordusunda ücretli olarak bulunan,
Müslüman olmamış Peçenekler ve Uzlar Bizans ordusundan ayrılıp Müslüman olan Selçuklu
ırktaşlarına katıldı. Bu hareketin verdiği şaşkınlık içinde Bizans yöneticilerinin zulmüne
uğrayan Ermeniler de kaçtılar. Alparslan’ın ordusuna katılan Peçenekler ve Uzlar, Bizans
ordusu hakkında geniş ve önemli bilgiler verdiler. Daha savaşın başında bu bozgun, Bizans
ordusu için büyük bir moral çöküşüne sebep olmuştu.
Denilebilir ki; savaş başladı ve bitti. Hilal ve haç zihniyetine sahip iki ordunun üstünlük
kavgası çok kısa sürmüştü.
Zira gönülleri coşturmayan, ruhlara hitap etmeyen anlamsız gürültülerle harekete
geçen Bizans ordusunun karşısında;
“Bir Cuma sabahı Allah’a karşı,
Malazgirt’e 54 bin er,
Bestelediler en güzel marşı:
Allahü Ekber-Allahü Ekber.”
Diyerek tekbir seslerini nal seslerine karıştıran Müslüman Türk ordusuna Allah, tarihe
geçecek, Anadolu’nun kaderini değiştiren bir zafer nasip etti. Bu zaferler köhne Bizans’ın
enkazı çökmüştü.
Zafer çığlıkları arasında Alparslan çadırına çekilmişti ki, kumandanlarında Güherayin
askerlerinden birinin Bizans hükümdarını esir olarak getirdiği haberini verdi.
Savaştan önce Nizam’l-Mülk orduyu teftiş ederken bu askeri çok zafer bulduğu için
onu saflardan çıkarmak, geri hizmete göndermek istemişti de Güherayin, vezirden izin
istemişti. Bunun üzerine vezir: “Peki, belki bize Rum Melikini esir olarak getirir.” deyip
geçmişti.
İlahi takdire bakın ki, Romanus Diogenes’i savaş dışı edilmek istenen bu zayıf asker
esir olarak getirmişti.
*
*
*
f) Misafir Gibi Muamele Gören Mağlup İmparator:
Alparslan utancından başını kaldıramayan Diogenes’i alicenablıkla affedip büyük bir
nezaketle karşıladı. Ona misafir kumandanlara yapılan muameleyi yaptı. Yanına oturup
yakınlık gösterdi. Yaptığı stratejik ve taktik hatalarını O’na bir bir anlattı. Sulh teklifini
reddetmesini de kınadı. Kendisine:
“Tarih okur musun?” diye sordu. Diogenes:
“Hayır.” cevabını verince:
“Tarih okumayan ve tarih bileyenlerin akıbeti işte böyle olur.” dedi.
Büyük Selçuklu sultanı Alparslan’ın bu medeni ve insani muamelesi, Bizans
imparatorunun üzerinde çok büyük bir tesir bırakmış olmalı ki, imparatorun gözleri yaşardı.
Daha sonra aralarında şu konuşma geçti:
“İmparator! Müteessir olamayınız! Zira insanların maceraları böyledir. Korkmayınız,
size esir gibi değil bir hükümdar muamelesi yapılacaktır.”
Alparslan’ın bu teselli edici sözlerini beklemeyen Diogenes:
“Ey Sultan! Senin ülkeni almak, sizi yok etmek için her şeyimi harcayıp asker topladım.
Zafer mümkün olmadı. Ben de, ordum da esir düştük. Lafı uzatmayınız yapacağınız yapınız.”
deyince, yenilseydi kendisine ne yapılacağını merak eden Alparslan:
“Ben senin yerinde olsaydım bana ne yapardın?”
“Düşmana yapılması gerekeni yapardım.”
“Benim sana ne yapacağımı sanıyorsun?”
“Üç ihtimal düşünüyorum: birincisi, beni öldürebilirsin. İkincisi, zaferini ilan için elimi
kolumu bağlayıp beni şehir şehir dolaştırabilirsin. Üçüncü ihtimali söylemek hayal ve
düşünmek ise delilik olur.”
Alparslan ısrarla sordu:
“Nedir o hayal ve delilik olan?”
“Üçüncüsü de; beni tahtıma iade edersin. Eğer bunu yaparsan sana itaat eden bir kul
olurum.” dedi.
Alparslan:
“Bir kavmin büyüğü zelil olursa iyi muamele ediniz.” mealindeki İslam Peygamberinin
hadisini hatırlatarak, bu emre uyacağını bildirdi ve devamla: “Ben Allah’a muzaffer olursam
sana iyi davranacağıma söz verdim. Senin hayal ve delilik olarak kabul ettiğin üçüncü ihtimal
olacaktır.” dedi. İmparatorun canına ve hürriyetine dokunmayıp ikramlarda bulundu,
hediyeler verdi. Muhafızlarla onu İstanbul’a gönderirken kendisine şunları söyledi:
“Yine ordularının başına geç! Bizimle tekrar savaşa gel! Böylece tarihimize şanlı
zaferler katmış olursun.”
Ne yazık ki, Alparslan’ın bu son dileği olmamıştır. Zira Türklerden misafir muamelesi
gören imparator, kendi halkı tarafından iyi karşılanmamış, gözleri oyulup, eza, cefa ile
öldürülmüştür.
*
*
*
g) Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması:
Müslüman Türk’ün sayısız zaferleri arasında müstesna bir yeri olan Malazgirt zaferi,
Türk tarihinde büyük öneme haiz olduğu kadar dünya tarihinde de dönüm noktası olmuştur.
Malazgirt zaferi, bütün canlılığı ve olağanüstülüğü ile bugün bile örnek alıp gurur
duyabileceğimiz tarihi bir olaydır. Bu zaferin kumandanı, Selçuklu Sultanı Alparslan, İslam
âleminin yetiştirdiği ender devlet adamlarında biridir. Büyük dehası ile Malazgirt’te Bizans
imparatorluğunu ordusu ile birlikte perişan ederek Müslüman Türk’e Anadolu’nun kapılarını
açmıştır. Böylece Anadolu’nun mukadderatı değişmiş, Anadolu toprakları Müslüman Türklere
vatan olmuştur. Bu topraklar üzerinde kurulacak olan cihan devletinin temelleri bu zaferle
atılmış, Türklerin Anadolu’ya yayılma ve yerleşme devri başlamıştır.
Rivayete göre büyük kumandan Alparslan’ın beylerinden Efruz Bey, doğudan batıya
Anadolu’nun içerlerine ilerliyordu. Orta Anadolu dolaylarında 500 kişilik ordusu ile ilerleyen
Efruz Bey’in yoluna elinde bakraç olduğu halde koyun sağmadan dönen bir yaşlı Anadolu
Türk kadını çıktı. Beyi durdurup:
“Evlat! Koyun sağmadan dönüyordum, size süt ikram etmek istedim.” dedi. Bey:
“Ana! Bakracında 3-5 tas süt var. Benim askerim 500 kişi bu süt bu kadar askere
yetmez.” dedi. Kadın:
“Orduna yetmezse kumandan olarak sen iç.” Deyince Efruz Bey:
“Ordumun içmediği sütü ben asla içmem.” dedi. O zaman faziletli Türk anası:
“Oğlum hele sen iç. Sana içiren rabbim ordunu da düşünür.” deyip tasını bakraca
daldırır. Efruz Bey’e uzatır. Efruz Bey “Bismillah” deyip içer. Kadın başlar orduya süt
dağıtmaya, bütün askere birer ikişer derken kanasıya süt içilir. Küçük bakraç bir türlü
boşalmaz. Asker süte kanmıştır. Ama ana:
“İç evlat iç, gençsin bir daha iç.” diye ısrar eder.
“Ana doydum.”
“İç evlat.”
“Ana dolu.”
“Biraz daha iç evlat.”
“Anadolu!.. Anadolu!. .Anadolu!..”
Sesleri vadiyi çınlatır. İşte o gün bu gündür, böyle güzel bir keramet üzerine bu güzel
vatanın adı “ANADOLU” diye söylenip gelmiştir.
İşte Malazgirt zaferi böylesine anlamlı bir zaferdir. Bize sadece bir yurt
kazandırmamış, Anadolu Müslüman Türk’e ebedi yurt olurken, Anadolu toprakları üzerinde
bir cihan devletinin temelleri atılmış, basit ihtilaflar yüzünden parçalanmak üzere olan İslam
dünyası birleşerek Türkler, İslam aleminin liderliğine talip olmuştur.
Bu olaydan kısa zaman sonra Hristiyan Avrupa’da derin akisler uyanmıştır. Bizans’ın
mukavemetini kıran ve İslam dünyasının lideri durumuna gelen Müslüman Türk milletinin
imhası ve İslam dinin tasviyesi için çok yönlü haçlı saldırıları başlamıştır. Hristiyan ülkelerin
birleşik saldırıları karşısında İslam dünyasını tehdit eden haçlı saldırılarının karşısında Türkler,
asırlarca imandan ve kandan set oluşturacaklardır.
*
*
*
h) Savaşın Kazanılmasındaki Sır:
Malazgirt zaferi, Müslüman türkün Anadolu’da kazandığı zaferlerin ilki ve en anlamlı
zaferlerinden biridir. Bu zafer sadece sınırsız cesaretin, üstün askeri stratejinin zaferi değildir.
Haklı bir inancın şekillendiği bir nizamın, mananın maddeye ve ideolojik üstünlüğün sağladığı
bir zaferdir.
Hemen hemen tarihteki bütün zaferlerimizin temelini bu üstünlük oluşturmuştur.
Malazgirt savaşında da Türkler böyle bir üstünlükle, haklı davanın yılmaz birer savunucusu
olmuşlardır.
Şu çizeceğimiz tablo ile mesele daha iyi anlaşılacaktır: 29 Ağustos 1071 Cuma günü
Malazgirt ovasında karşı karşıya gelmiş biri Hakk’a inanan iman ordusu, diğeri Hakk’ı inkar
eden küfür ordusu… birisi yüzbinlerle ifade edilirken diğeri on binlerle ifade edilmekte. Bizans
ordusunda her şey tamam. İmparator Diogenes neticeden fazlasıyla emin ve mağrur, daha
savaş başlamadan savaşı kazanmış gibi sevinçli.
Alparslan ise tevazu ve Hakk’a tam bir teslimiyet içinde dilinde dua, gözlerinde
billurlaşan damlacıklar, üzerinde kefen yerine beyaz bir elbise… Bütün Müslümanların dilinde
zaferin müjdeleyicisi dualar, tekbirler…
Biraz sonra savaş… Çığlıklar, at sesleri, mancınık gıcırtıları… Bu sesleri bastıran
“ALLAHÜ EKBER” sesleri… Neticede Hakk’ın batıla zaferi…
Görüldüğü gibi bu zafer insan gücünün zaferi değildir. Hakk’ın hakimiyetini tesis
etmek için canlarını esirgemeyen inanan insanların iman gücünün zaferidir.
Trabzon’un fethine giderken sıkıntılı ve meşakkatli bir yolculuk sırasında Sara
Hatun’un:
“Ey oğul! Bunca zahmet nedendir?” sorusuna:
“Bu zahmet din yolunadır. Ahirette Allah’ın huzuruna varınca inayet ola. Zira elimizde
İslam’ın kılıcı var. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize gazi demek yalan olur.” cevabını
veren Fatih Sultan Mehmet niçin zahmeti ihtiyar etmişse,
Kosova savaşından önce: “Yarabbi! Benim arzum mal, mülk değildir. Buraya senin
rızan için geldim. Beni milletim uğrana feda kıl. Evvelce gazi kıldın. Şimdi şehadet nasip eyle.”
diye dua eden Sultan Murat, hangi düşünceyle şehit olmayı arzulamışsa,
Malazgirt zaferinin kahramanı Alparslan da:
“Yarabbi! Seni kendime vekil yapıyor, büyüklüğün karşısında yüzümü yere sürüyor ve
senin uğranda savaşıyorum. Ey Allah’ım! Niyetim halistir. Bana yardım et. Sözlerimde hilaf
varsa beni kahret…” diyerek aynı arzu ile savaşmıştır.
Tarihteki başarılar ve zaferler nice kumandanların gururlanmasına yol açmış ve
felaketine sebep olmuştur. Alparslan ise böyle bir hataya asla düşmemiş, askerlerine:
“Muzaffer olursak, bilin ki bu sadece Allah’ın bir lütfudur.” demiştir.
Zaferin kazanılmasındaki diğer bir neden de ideolojik üstünlüktür. Bu güne kadar
tarihin müstesna olayları hak ideolojisinin haşmetle parladığı zamanlarda cereyan etmiştir.
Malazgirt ovasında Müslüman Türkler, İslam dininin verdiği dinamizmle hareket ederek
kendilerinden maddi yönden çok çok üstün durumda olan Bizans ordusunu beklenmedik bir
yenilgiye uğratmışlardır.
Ayrıca bu zaferde Allah’ın lütfu ve yardımının hak yolda olanlarla beraber olduğu da
görülmüştür. Diğer bir husus da, Malazgirt zaferinde mananın maddeye üstün oluşunun en
güzel örneği açık bir şekilde görülmüştür.
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; bir zaferin kazanılabilmesi için sadece maddi vasıtalara
sahip olmak yeterli değildir. Allah’ın lütuf ve yardımı olmadan hiçbir zafer kazanılamaz.
Bu açıdan tarihteki zaferlerimizden büyük dersler alınması gerektiğine inanıyoruz. Bu
gün her biri dönüm noktası teşkil eden ve zor şartlar altında kazanılan zaferlerimize sadece
birer tarih olayı gözü ile bakmak, zaferlerimizin anlamına ve ruhuna ters düşer.
Zaferlerimiz bizim canımızdır, kanımızdır. “Vatan, Millet, Sakarya, Dumlupınar”
diyerek alay edenler Malazgirt meydan muharebesini iki ordu arasında cereyan eden basit bir
savaş olarak değerlendirenler, iki ayrı zihniyetin, iki ayrı inancın ve iki ayrı dünya görüşünün
var olma mücadelesi olduğunu bilmeyenler, tek kelimeyle bu milleti anlayamamış
kimselerdir.
Netice olarak; bugün Anadolu’yu tekrar kurtarmak gerekiyorsa, bu işi başarabilmek
için Alparslan’ın mücadele azmi, feyz kaynağımız olmalıdır. Bizi diriltecek, tarihi misyonumuz
tekrar kazandıracak olan tarihi zaferlerimizin unutulmaması olacaktır.
Tarih boyunca aziz milletimiz beklenmedik anlarda şahlanmıştır. Beklenmedik anlarda
destanlar yazmıştır. İnanıyoruz ki; bu güç milletimizde bugün de mevcuttur. Yeter ki;
milletimizin güç kaynakları kurutulmasın.
Bu gün Müslüman Türk’e Anadolu’nun kapılarını açan Malazgirt zaferinin
kahramanlarını, milletimize zaferler kazandıran kumandanlarımızı, şehitlik ve gazilik
mertebesine ulaşan erlerimizi minnet ve şükranla anıyor, ruhlarının şad olmasını diliyoruz.
Cenab-ı Allah milletimize düşmanlarına karşı yapacağı haklı mücadelesinde her zaman
yeni yeni zaferler nasip etsin. İnşallah…
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
Dünya Tarihinde Çağ Açan Olay
İSTANBUL’UN FETHİ
-
İki hadis, iki müjde:
“Kostantiniye (İstanbul) elbette fetholunacaktır. O’nu fetheden kumandan ne güzel
kumandandır. O’nu fetheden askerler ne güzel askerlerdir.” (Müsned: 2/235)
“Rumlara ait Kostantiniye (Roma) Müslümanlar tarafından tekbirlerle
fethedilmedikçe kıyamet kopmaz. (Ramuz el-Ehadis:478/5)
*
*
*
İstanbul her yönü ile dünyanın en önemli merkezidir. Onun için herkes ona sahip
olmaya çalışmıştır. Tarih boyunca atalarımız Konstantiniye’ye sahip olabilmek için can
atmıştır.
Hz. Peygamberin müjdelerinden biri Konstantiniye’nin fetholunacağı ve Bizans
hâkimiyetinin sona ereceği olmuştur.
Peygamber (as)’ın “Muhakkak fetholunacaktır” ifadesi, Selçuklu’lara, Osmanlı’lara bir
emir, bir hedef oldu. Defalarca bu müjdeye layık olabilmek için Konstantiniye’yi kuşattılar. Bu
fetih, aynı arzu ile yanıp tutuşan Sultan Mehmet’e nasip oldu.
*
*
*
A- SULTAN MEHMET HAN
Yıl 1432, Mart ayının 29. gününü 30. gününe bağlayan gece Sultan Murat Han sabah
namazını kılmış, Kur’an okur. Muhammed suresini bitirip, Fatih suresine başlayacağı sırada,
bir erkek çocuğunun dünyaya geldiği müjdesi verilir.
Murad Han derhal secdeye kapanır. Secdeden sonra ellerini açar, oğlunun adını
“Mehmed” koyduğunu ifade ettikten sonra, Peygamberin müjdesi olan fethe layık olabilmesi
için Allah’a niyazda bulunur.
Sultan Murad, o gün kıldığı Cuma namazından sonra Mehmed’in sağ kulağına ezan
okur, sol kulağına da kamet getirir ve üç defa “Mehmed” diye seslenir.
Mehmed’in yetişmesi lazımdır. Bunun için bütün imkanlar seferber edilir. Mehmed’in
ideallerini tomurcuklandıracak, O’nu aksiyon adamı haline getirecek hocalar görevlendirilir.
Böylece Mehmed usta ve emin ellerde eğitim görür.
Şehzade Mehmed, donanmayı karadan yürütecek, havan toplarını icat edecek,
füzelerin ilk şeklini düşünecek ve tankların esasını teşkil eden hareketli kuleler yapacak bir
deha olarak yetişir.
Sultan Murad Han, artık oğlunun iyi yetiştiğine inanır ve güvenir. Saltanatı ona bırakıp
Manisa’ya çekilir. Genç yaştaki oğluna böyle bir sorumluluk bırakmasını hoş
karşılamayanlara:
- “Oğlum devletimize büyük hizmetler ifa edecektir.” demiştir.
Tarihçi Dukas’ın ifadesiyle: “Fetihten önce Sultan Mehmet’in gece gündüz huzuru
kaçmıştır. Yatağında iken, gezinirken hep Konstantiniye’nin fethini düşünmüştür. Her yerde,
her zaman fetih planlarıyla meşgul olmuştur. Uyku, istirahat bilmemiştir. Geceleri haritalar
planlar üzerinde uyumuş kalmıştır.”
Bir gün Sultan Mehmet’in Çandarlı Halil Paşa’ya:
- “Lala bak! Uykum ve rahatım kalmamıştır.” demesi, Sultanın fethe nasıl hazırlandığını
gösterir.
Sultan Mehmet’in ideali yüksektir. Amacı Osmanlı İmparatorluğu’nu dünyanın en
güçlü imparatorluğu haline getirmektir. Yeryüzünde Hakk’ın ve haklının hakimiyetini
kurmaktır. Taşıdığı sorumluluğun farkında olduğu için görevlendirdiği kimseleri çok iyi seçmiş
ve emanetleri ehline vermiştir. Eskiden olduğu gibi askerlerini Cündullah (Allah’ın askerleri)
olarak görmüştür.
Sultan Mehmed, cihan tarihinin en büyük şahsiyetlerinden biridir. Bizans elçisine:
- “İmparatorunuza söyleyiniz, gücümüzün uzandığı yere onun hayali bile yetişemez.”
sözünü boşuna söylememiştir.
Kısacası Fatih Sultan Mehmet çok yönlü bir insandı. Kendini unutulanlar safına
sokacak, beşeri zaaflardan uzak yaşamıştır.
Padişahlığı boyunca iki imparatorluk, dört krallık, on bir prenslik, dükalık olmak üzere,
on yedi devleti dünya haritasından silerek Osmanlı Devletinin sınırları arasına katmıştır.
Nihayet 3 Mayıs 1482’de Yahudi Jakop Hamo tarafından zehirlenerek öldürülmüştür.
Daha önce Fatih’e 14 defa suikast tertip edilmiştir. Fatih’in ölümü üzerine Hristiyan
alemi “Büyük Kartal öldü” diyerek üç gün üç gece klişe çanlarını çalarak şenlik yapıp
eğlenmişlerdir.
Fatih’in cenaze namazını Şeyh Ebu’l Vefa Hazretleri kıldırdı. Fatih camisinin kıble
tarafındaki türbesine defnolundu.
*
*
*
B- ÇAĞ AÇAN FETİH OLAYI:
Hacı Bayram Veli’nin fetih için dua isteyen II. Murad’a “Bu çocukla bu köse görecektir”
sözünden sonra Şehzade Mehmed dikkatleri üzerine çekmiştir. O’nu yetiştirme görevini
üstlenen hocaları, ilk fethi nefsinde yaparak manevi formasyonunu tamamlamışlardır.
Konstantiniye’yi almak Sultan Mehmed’de ideal haline gelmiştir. Bunun için: “Ya ben
Konstantiniye’yi alırım, ya Konstantiniye beni” diyecek kadar fethe kendini adamıştır.
Konstantiniye’den bahsedildikçe içi gittikçe hocası Akşemseddin: “Elem çekme
Sultanım, bir gün inşAllah Konstantiniye’yi fethedeceksin.” diyerek müjde vermiş, O’ndaki
ideali hep taze ve diri tutmuştur. Kendisinin de etrafındakilere:
- “Şu yatağı görüyor musunuz? Bütün gece içinde çırpınıp durdum…” demesi de ondaki
azmin ifadesidir.
Artık fetih günleri yaklaşır. 23 Mart 1453 tarihinde Cuma günü Edirne’den yola çıkılıp
6 Nisan Cuma günü surların önüne gelinir. Geleneğe uyularak Bizans İmparatorluğuna elçi
gönderilir. İmparatorun istediği yere malı ile gidebileceği, halkının da serbest olacağı, mal,
can, ırz emniyeti içinde yaşayabileceği, hatta isterse İmparatora Mora despotluğu verileceği
bildirilince İmparator:
- “Şehri elimle teslim edip, tarih ve ecdat önünde suçlu olamam. Türkler ancak
cesedimi çiğneyerek şehre girebilirler.” cevabını vermiş, elçiyi geri çevirmiştir.
Beklenen an iyice yaklaşmıştır. Fetihten bir gün önce asker abdest alıp temiz
elbiselerini giyer. Vasiyetlerini yazıp gazaya hazır olurlar. Sultan Mehmed de abdest alıp, iki
rekât namaz kılıp:
- “İlahi! Elimden geldikçe sana layık amelde bulunmaya çalıştım. İrade senin, kudret
senin, benden talep ve rica. Senden yardım ve rıza…” diyerek Cenab-ı Hakk’a yalvarır.
Bu galibiyet yalvarışları sabaha kadar sürer.
Tekbir sesleri dalga dalga surları aşar, İmparatorun kulağına kadar gelir. Bizans halkı
tedirgindir. İsa – Meryem resimleriyle sokakta koşuşurlar. Şiddetli yağan yağmuru felaketin
işareti sayarlar. Şehrin sisle kaplanması, onları iyice korkutur. Tanrının artık kendilerine yüz
çevirdiğine inanırlar.
Bütün gece devam eden tekbir ve dualardan sonra, topluca kılnan sabah namazını
mütakip Fetih suresi okunur. Sultan Mehmed askerlerine şöyle der:
-
“Konstantiniye’yi fethedip, şehitler, gaziler olarak şan ve şerefle anılacaksınız. Zafer
rüzgarları bizden yana esecektir. Askerlerim! Ne kadar yüksek bir maksada hizmet
ettiğinizi unutmayın. Düşmanla karşılaştığınız zaman sebat edin, hücum sırasında ben
de aranızda olacağım…”
O gün kuşatmanın 53. günüdür. Yeri göğü inleten tekbir sesleri arasında hücuma
geçilir; hendekler aşılır, surlara yaklaşılır. Ulubatlı Hasan’ın:
- “Ey gaziler! Şehit olmak ne gün içindir? İşte meydan-ı gaza!” haykırışından sonra Türk
bayrağını surlara diktiği ve “Eşhedü enlailaheillAllah ve eşhedü enne Muhameden
abduhu ve Rasulüh” diyerek şehadet mertebesine eriştiği görülür.
Kostantine ilk kanın damlaması ve surlarda Türk bayrağının dalgalanması, Türk
askerlerin coştururken, Bizans’ı da ümitsiz, çaresiz bırakıyordu. Bizans imparatoru
ayaklar altında can vermiştir.
O güne kadar fetih idealiyle dolup taşan Sultan Mehmet, peygamberin müjdesine nail
olmanın ve “Fatih” unvanını almanın sevinci ile Edirne kapıdan şehre girmiş, önce şükür
secdesine kapandıktan sonra askerlerine:
- “Ey kahraman mücahitler! Allahü Teâla’ya hamdolsun. İşte bundan böyle Kostantiniye
Fatihlerisiniz. Hazreti peygamberin övdüğü şerefli askerleri sizlersiniz. Gazanız
mübarek olsun. Çocukları, din adamlarını, sizin harp etmeyen kimseleri ve kadınları
öldürmeyiniz…” demiştir.
Sultan Mehmed, İstanbul’a at üzerinde yanında hocaları Akşemseddin, molla Hüsrev
ve Molla Gürani olduğu halde girmiştir. Sultan henüz 23 yaşındadır. Bizans halkı,
aksakallı ve olgun hali ile önde giden Akşemseddini padişah sanarak onu selamlamış
ve çiçekleri ona sunmuşlardır. Akşemseddin, padişah kendisi değil arkasındaki genç
delikanlının olduğunu işaret etmiştir. İltifatlar kendisine yönelince Sultan Mehmed:
- “Evet, Sultan benim ama o benim hocamdır. Çiçekleri ona veriniz.” diyerek büyük bir
incelik göstermiştir. Böyle bir olaya dünya tarihinde rastlamak mümkün değildir.
Fetihten sonra ok meydanında şenlikler düzenlemiştir, askerler gösteriler yapmış, üç
gün yemek pişirilip halka dağıtılmıştır. Hatta gazilere Fatih Sultan Mehmed Han kendi
eliyle ikram etmiştir.
Fetih olayı, kılıçla imanın beraber gerçekleştirdiği, kokuşmuş Bizans’a karşı kazanılan
bir zaferdir. Bu zafer aynı zamanda hilal haç kavgası olduğu için İslam dünyasındaki akisleri
büyük bir sevinç kaynağı olurken, bütün Hristiyan aleminde de hüzün yaratmıştır.
Fetih, dünya tarihinde iz bırakan bir olaydır. Asla işgal değil davettir. Bizans halkı,
“Kardinal külahı görmektense Osmanlı sarığı görmek isteriz”. Demiştir.
Fetihte zülüm yoktur. Yağma yoktur. Hoşgörü vardır. Af vardır. Adalet vardır. Fatihi
suçlu bulan kadı vardır. Diğerlerini komşudan al o siftah etmedi diyen esnaf vardır.
Arif Nihat Asya Fatih için şu şiiri yazmıştır:
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek.
Kerpetenler surun dişleri sökülecek.
Yürü hala ne diye oyunda oynaştasın
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.
Sende geçebilirsin yardan, anadan, serden
Senin de destanını okuyalım ezberden.
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden
Elde sensin, dilde sensin, gönüldesin, baştasın
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini
Göster kabaran sular nasıl yıkar bendini.
Küçük görme hor görme delikanlım kendini.
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın,
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.
Bu kitaplar Fatihtir. Selimdir. Sülaymandır.
Şu mihrap Sinanüddin şu minare Sinan’dır.
Haydi, artık uyuyan destanını uyandır.
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın
Kızım sen de Fatihler doğuracak yaştasın.
Delikanlım işaret aldığım gün atandan,
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasandan
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştansın
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın
Bırak bozuk saatler yalan yanlış işlesin
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın
Yürü aslanım fetih hazırlığı başlasın
Yürü hala ne diye oyunda oynaştasın
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın
*
*
*
c- FETİH ARMAĞANI AYASOFYA
Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmed, Ayasofya’yı fetih armağanı olarak gazilere ve
Osmanoğulları’na miras bırakmıştır. İlk Cuma namazını orada kılarak vakfetmiştir.
Fetih armağanı olan Ayasofya hiçbir devirde taş tuğla yığını olarak görülmemiştir.
Ayasofya’ya fethin sembolü olarak bakılmıştır. İstanbul’a uğrayıp da bir vakit veya iki rekât
namaz kılmayanın işinin rast gitmeyeceğine inanılmıştır. Tamirat nedeniyle bir müddet kapalı
kaldıktan sonra açılışı, Müslümanlar için büyük sevinç kaynağı olmuştur. Fatih’in torunları o
günün anısına altın gümüş ve bakırdan üzerinde Ayasofya bulunan hatıra madalyaları
bastırmıştır.
İstanbul’un işgal edildiği yıllarda bile büyük bir gayretle Ayasofya korunmuştur. Ona
düşman eli dokundurulmamıştır. İçeriye Fransız askerlerinin girmesini önlemek için gece
gündüz nöbet tutulmuştur.
Ne yazık ki işgalden sonra ilk Türkçe ezan denemsi Ayasofya’nın minarelerinden
yapılmıştır. Namazda ilk Türkçe Kuran Ayasofya’da okutturulmuştur. Müslüman Türk halkı
buna yaralı gönlü ile büyük tepki göstermiştir.
Nihayet Ayasofya 500 yıl Müslümanlara hizmet verdikten sonra oldubitti ye
getirilerek haçlı zihniyetinin isteği doğrultusunda müzeye çevrilmiş ve haçlı ruhu memnun
edilmek istenmiştir.
Bugün Ayasofya’nın bu hüviyeti ile neyi ve kimi temsil ettiği belli değildir. Hristiyan
dünyasının Kostantiniye ve Ayasofya idealini coşturmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
Son zamanlarda fesat yuvası patrikhane gösterişli bir şekilde açılırken Ayasofya bir
kere daha mahzun olmuştur.
Ayasofya’nın kapalı tutulması, Fatih’in, gazilerin ve şehitlerinin ruhunu sızlatan bir
olaydır. Bu milletin inancını, şanlı geçmişini hiçe saymaktadır. Ayasofya’nın açılmaması ancak
Bizans emellerini diriltir.
Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya’yı vakfederken onu camilikten çıkaranlara: “Benim
camimi camilikten çıkaranlar, Allah’ın, meleklerin ve bütün Müslümanların lanetine
uğrasınlar. Yüzlerine bakan ve kendilerine şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın.” diyerek
beddua etmiştir. (Dr. Phil. İlhan Akçay, Ayasofya cami, s. 28 ank. 1968) Müslüman halk ve
padişahlar, Ayasofya ya bunun için özel ilgi göstermişlerdir. Bayram namazlarını, kadir
gecelerinde teravihleri Ayasofya da kılmışlardır. Halk da aynı arzuyu taşımıştır.
Böylece işgal altında bile Ayasofya Müslüman kalmıştır. Ayasofya’nın minarelerinden
günde beş vakit Ezan-ı Muhammedi okunmuştur.
O kara günlerde Binbaşı Tevfik Bey kumandasında bir tabur asker Ayasofya’nın önüne
yerleşir. Makinalı tüfeği de kapının önüne yerleştirirler. Fransız askerlerinin Ayasofya ya
girmesi ne pahasına olursa olsun engellenecektir.
Binbaşı Tevfik Bey, Ayasofya ya hücum eden Fransız kumandanına:
- Maksadınız nedir? Diye sorar. Fransız kumandanı:
- İçeriye girmek cevabını verir. Tevfik bey:
- Buraya giremezsiniz. Burası Müslümanların mabedidir. Eğer zorla girmeye kalkarsanız,
işte makinalı. Eğer sizi durdurmak için buda yetmezse, caminin dört köşesine kâfi
miktarda tahrip kalıbı yerleştirdim. Israr ederseniz buyurun deneyin.” der.
Bunun üzerine Fransız kumandanı geri çekilmek zorunda kalır. (Dr. Phil. İlhan Akçay,
Ayasofya cami, s. 66 Ank. 1968) ( bak. Yılmaz Öztuna. Büyük Türkiye tarihi. C. 10 s. 348)
Fatih, fetihten sonra Ayasofya’da 2 rekât şükür namazı kıldıktan sonra onu milletine
vakfetmiştir. Fetih sonrası Ayasofya’dan hatıra olarak küçük bir çini parçası alan askeri Fatih
kırbaçlatmış ve cezalandırmıştır. Hâlbuki daha önce haçlı askerleri kutsal kilise olan
Ayasofya’nın tepesindeki altın haçı sökerek çalmışlardır.
Osmanlı ordusunun silahlarının elinden alındığı ve düşmanın Çanakkale’ye saldırdığı
bir dönem Sultan Vahdettin, şahsını koRumak için ayrılan taburu Ayasofya’ya göndermiş ve
fethin sembolü olan Ayasofya’ya çan takmak isteyen olursa ateş edin emrini vermiştir.
1934 Boston Bizans Araştırma Enstitüsü’nden gelen heyet araştırıma bahanesiyle
Ayasofya ya kilit vurdurmuştur. Daha sonra da bir kararname ile müzeye çevrilmiştir.
Osman Yüksel Serden Geçti “Ayasofya” isimli şiiri için ağır ceza mahkemesinde
yargılanmıştır. Serden geçti hâkime:
- “Mahkeme yukardan gelen emirlere göre hareket ediyor, Ayasofya’nın camiye
çevrilmesinde benim ne gibi bir çıkarım olabilir? Ayasofya’yı kiraya mı vereceğim?
Yoksa imam mı olacağım? Beni Türk değil Yunan savcıları itham etmeli değil miydi?
Böyle bir savunma yapmaktan dolayı utanıyoRum” demiştir.
1950'li yıllarda Ayasofya’da namaz kılanlar tutuklanmıştır. Osman Yüksel imam
olamamıştır. Ama Bekri Mustafa imam olmuştur. Musalla taşındaki cenazeye bir şeyler
fısıldar gibi yapmıştır. Ne dedin? Diyenlere: “Öbür tarafta dünyanın halini sorarlar, Bekri
Mustafa Ayasofya’ya imam oldu de onlar gerisini anlarlar” dedim” der.
Tarih bizden hesap soracaktır. Fatih yakamıza yapışacaktır. Bizden sonraki nesil bize
iyi şeyler söylemeyecektir. Fatih’in bedduası üzerimizde olacaktır.
Bediuzzaman’ın Menderes’e şöyle dediği nakledilir:
- “İkişeyi yaparsan seni ırkçılarla halkçılar deviremez, ezanı aslına çevirmen, Ayasofya’yı
aslına çevirmen” demiştir.
*
*
*
D- FETİH ÖNCESİ İSTANBUL
Konum olarak İstanbul, iki kıtanın birleştiği, iki denizin kavuştuğu ve Allah’ın eşsiz
güzelliklerle bezeyip süslediği emsalsiz bir beldedir.
Tarih boyunca dünyaya hükmetmek isteyen herkesin ilgisini çeken İstanbul’a pay-ı
taht-ı cihan gözü ile bakılmış ve ona sahip olmak isteyenler tarafından tam 29 defa
kuşatılmıştır.
Önemine binaen İslam peygamberi Kostantiniyenin Müslümanların eline geçmesini
istemiştir. Bunun için fethedecek kumandanı ve askerlerin övmüştür. İslam peygamberinin
müjdesini nail olabilmek için başta Ebu Eyyüb’el Ensani olmak üzere nice sahabeler bu
uğurda şehit düşmüştür. Sürekli ilgi çekmek için Ebu Eyyüb’el Ensani gibi birçokları da
kuşatma sırasında düştükleri takdirde surların dibine gömülmelerini vasiyet etmişlerdir.
Osman gazi de Osmanoğulları’na:
“Osman Ertuğrul oğlusun,
Oğuz Karahan neslisin,
Hakkın kemter kulusun,
İslambol’u al gülzar yap.” diyerek Kostantiniye’nin fethini vasiyet etmiştir.
Tarih boyunca Kostantiniye her devirde gündemde tutulmuş ve bu uğurda nice taht
ve taçlarını yitirenler olmuştur.
Napole’on Bonaparte: “Eğer kürre-i arz bir hükümet olsa paytahtı İstanbul olması
lazım gelir” derken, Çar Büyük Petro da: “İstanbul hükmeden, bütün cihana hükmeder.”
demiştir.
Diğer taraftan tarihçilerin, seyahların ifadelerine göre İstanbul, dünyanın merkezi
olarak tanımlamıştır.
Gerçekten İstanbul kadar güzel yerleştirilmiş, süslenip bezenmiş başka bir şehir
yoktur. Bunun için denilebilir ki, İstanbul dünyanın en güzel şehridir. Kur’an’da Sebe
Suresinin 15. Ayeti “Beldetün Tayyibetün” ifadesiyle en güzel bir belde olduğu bildirilmiştir.
Bu kelime ebcet hesabı ile çözüldüğünde Hicri 857 (M.1453) rakamı çıkmaktadır. Ayrıca
peygamberin İstanbul’un fethi konusundaki hadisini de bu ayet üzerine söylediği nakledilir.
Kur’an’ın işareti, peygamberin hadisi, surlar dibinde sahabenin gömülü oluşu ve
Osman gazinin vasiyet gibi nedenlerle Türkler de bu şehri kutsal kabul etmiş ve fethe kadar
İstanbul Türklerin kızıl elması olmuştur. Cihan buradan idare edilecektir.
Nihayet 28 defa kuşatmadan kurtulan Kostantiniye, Sultan Mehmet ve Ulubatlı
Hasan’lardan kurtulamamış, 8 asır sonra peygamberin müjdesi gerçekleşmiştir. Fetihten
sonra peygamberin müjdesine nail olan Fatih Sultan Mehmet secdeye kapanmış:
- “Ey yüce Allah’ım. Sana hamdü senalar olsun, beni yüce peygamberin övgüsüne
mazhar kıldın.” demiştir.
*
*
*
E- FETİHTEN ÖNCE BİZANS
Her insanın, her milletin ve her devletin tayin edilmiş bir ömrü vardır. Ve her biri
kendi sonunu kendi hazırlar. Kimseye layık olmadığı, hak etmediği bir muamele yapılmaz.
Bizans da tantanalı ve şaşalı günlerinden sonra yok oluşa kendisi gitmiştir.
Bizans yokluk ve yoksulluktan değil, ahlaksızlıklar nedeniyle gücünü kaybederek
yaşama hakkını yitirmiştir. Sefahat, fuhuş Bizans’ı sarmıştır. Sosyal bozukluklar afet haline
geldiği için Bizans çökmeye yüz tutmuştur.
İnsani olmayan yönetim ve zulümden zevk alan yöneticiler, halkı canından
bezdirmiştir. Halk, Kardinal külahı yerine Türk sarığını tercih eder hale gelmiştir.
İnsanı kurtuluşa çağıran papazlar ahlaksızlıktan zevk alır hale gelmiş, dini müesseseler
ise yozlaşmıştır. Kiliseler kızlı oğlanlı eğlence yerleri haline gelmiştir.
Kısacası, Bizans’ı yıkılışa götüren sebepleri tarihçi Dukas şöyle ifade etmiştir:
- “Her milletten fazla haksızlık yaptık, zulmettik. Bize her ne yaptın ise, adil kararınla
yaptın tanrım.”
Bizans imparatoru Herakliyus, Antakya’da yenilerek dönen Rum askerlerine hitaben:
- “Yazıklar olsun size! Söyleyin bana savaştığınız kimseler sizler gibi değil miydi?” demiş,
onlar da:
- “Evet” deyince imparator;
- “Peki siz mi çoktunuz? Onlar mı?” diye sormuş. Askerlerin başındaki komutan şu
cevabı vermiştir:
- “Biz çoktuk.”
- “Öyleyse niye yenildiniz?” sorusuna da şu cevabı vermiştir:
- “Onlar gündüz oruç tutuyor. Gece ibadet ediyor. Verdikleri sözü yerine getiriyorlar.
İyiliği emredip, kötülükten sakındırıyorlar. Biz ise şarap içiyoruz, zina ediyoruz, haram
yiyoruz, zulmediyoruz, yeryüzünde fesat çıkarıyoruz, iyiliğe değil kötülüğe teşvik
ediyoruz.”
Son Bizans imparatoru XI. Kostantinos Paleologos İstanbul’u kaybetmemek için oruç
tutmuş, sadaka vermiştir. “Tanrım bizi Osmanlı’dan kurtar” diye dua etmiştir. Duaları kabul
olmayınca da: “Tanrım hangi günahlarım için bilmiyoRum ama yalvarmamı dikkate almadı.
Müslüman Türk’ler Tanrıya daha yakın.” demiştir.
Bizans imparatoru topraklarını koruyabilmek için çok çaba sarf etmiştir. Kendi bütçesi
yetmemiş, kuşatma sırasında zenginlerden para talep etmiştir. Zenginler baskısından
bıktıkları imparatora : “Paramız yok, veremeyiz” dediler. Fatih’in İstanbul’a girişinden sonra
Bizans zenginleri Fatihe tepsilerle altın sundular. Fatih sordu:
- “Bu nedir?”
- “Biz sizin kazanacağınız biliyorduk, bunları size sakladık.” dediler. Fatih:
- “Bunları kendi hükümdarınıza vermeliydiniz, vatanını koRumayanlarla benim işim
yoktur.” demiştir.
*
*
*
F-BİZANS’I İHYA PLANI
Bütün Hristiyan âlemi fethi hazmedememiştir. Fetihten sonra İslam’a ve Türklere
karşı var olan düşmanlık bir kat daha artmıştır. Hatta Avrupa da yas ilan edilmiştir. Türklere
karşı eli silah tutan her Hristiyan papa tarafından cennetle tebşir edilecek fermanlar
yayınlanmıştır.
Fetihten hemen sonra Bavyera Regensburg şehrinde Türklere karşı düzenlenecek
haçlı seferlerinin planı görülmüştür. Fethi gerçekleştiren Fatih zehirlenip öldürüldükten sonra
papanın emri ile kiliselerde üç gün çanlar çalınıp şükür ayinleri yapılmıştır.
Bir tarihçinin ifadesiyle “Bizans imparatorluğunun düşmesi, taht şehri İstanbul’un
Türklerin eline geçmesi, Avrupa milletleri için uzun bir mücadele devresi açmıştır.(Hammer,
II.437)
Bu güne kadar batı, İstanbul un fethi olayını asla içine sindirememiştir. Bunun için
Müslüman Türk milletine karşı haçlı seferleri düzenlemiş, misyoner orduları kurmuştur. Haçlı
seferlerinden netice alamayınca sürekli taktik ve metot değiştirmiştir. Aziz milletimizin
dayandığı temelleri sarsmak için var gücü ile uğraşmış, her yolu denemiştir.
Rumeli hisarının üst tarafına Robert kolejini kuran Amerikalı papaz Cruz Hamlin “Fatih
İstanbul’a nereden girdiyse bizde oradan gireceğiz” demiştir.
II. Mahmut zamanında isyanları kışkırtıp destekleyen patrik Grigorios’un idam edildiği
Patrikhane’nin kapısı intikam hisleri ile kapalı tutulmaktadır. Buyrun Patrikhane’nin açılışına
izin verenler, güçleri yetiyorsa intikam kapısını açtırsınlar.
Hristiyan aleminin emeli İstanbul’u tekrar ele geçirmektir. Hatta Anadolu’yu ele
geçirmektir. Bunu Rum kilisesinin siyasi hedeflerinin 1. Maddesinde şöyle ifade etmişlerdir:
- “Türk hükümdarlığını baltalamak. Bu işi azar azar geliştirip İstanbul’u ele geçirmek.
Eski Kostantiniye’yi yeniden kurmak.” (İhanet Planları s.229)
Bu ideal sönmemiştir. Bu güne kadar bütün haçlı zihniyeti bu idealinin etrafında
toplamıştır. Yeniden büyük masraflarla patrikhanenin açılmasının arkasında Bizans
emellerinin gerçekleşmesi yatmaktadır.
Bugün batı ülkelerinde İstanbul değil Kostantinye adı kullanılmaktadır. Yayınlanan
turizm broşürlerinde Ayasofya minaresiz haliyle yer almaktadır.
Şimdi soruyoRum: bunların bu kadar ideallerinin yanında bizim çoğumuzun neden bir
ideali yok?...
Yunan ve Rum ders kitaplarında ege, Marmara bölgeleri Bizans toprakları olarak
gösterilmiştir.
Atina’da dikilen heykelin bir eli efesi diğer eli de İstanbul’u göstermektedir.
1993 te Türk Yunan spor karşılaşmasında: “Kostantiniyye Yunanistan’ın başkentidir.”
diye tempo tutulmuştur.
İstanbul’un işgali sırasında patrikhaneye yunan bayrağı çekilmiştir.
Patrikhane Osmanlının iyi niyetinden yararlanarak şer yuvası haline gelmiş, patrik
Grigorios II. Mahmut zamanında en büyük ihaneti yapmıştır. İsyanlar organize etmiş, 15000
Müslümanın ölümüne sebep olmuştur. İhanetini belgeleri ile patrikhanenin orta kapısında
idam edilmiştir. Orta kapı, kin kapısı olarak hala kapalıdır. Bir Türk büyüğünün asılarak idam
edileceği günü beklemektedir.
Osmanlı devletinin Rus elçisi olarak uzun yıllar çalışan ignatiyet hatıralarında, Sultan II.
Mahmud Han zamanında Fener patrikhanesinin kapısında asılan 1821 Rum isyanının baş
planlayıcısı, Patrikgregoryosun Rus çarı Aleksandra’ya yazdığı mektubu açıklamaktadır.
Mektup özetle şöyledir:
“Türkler maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Türkler, Müslüman oldukları
için çok sabırlı ve mukavemetlidir. Gayet mağrurdurlar ve izzet-i iman sahibidirler. Bu
hasletleri, dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, ananelerinin kuvvetinden,
padişahlarına (devlet adamlarına, kumandanlarına, büyüklerine) olan itaat duygularından
gelmektedir.
Türkler zekidirler ve kendilerini müspet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip
oldukları müddetçe de çalışkandılar. Onların bütün meziyetleri, hatta kahramanlık ve şecaat
duyguları da ananelerine olan bağlılıklarından gelmektedir. Türkler de evvela ita ’at
duygusunu kırmak ve manevi bağlarını parçalamak, dini sağlamlığını zayıflatmak icap eder.
Bunun de en kısa yolu milli geleneklerine ve maneviyatlarına uymayan harici fikirler ve
hareketlere alıştırmaktır.
Maneviyatları sarsıldığı gün, Türklerin kendilerine şeklen çok güçlü, kalabalık
kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddi vasıtaların üstünlüğü ile
yıkmak mümkün olabilecektir. Bu sebepler Osmanlı devletini tasfiye için mücerret olarak
harp meydanlarındaki zaferler kâfi değildir.
Yapılacak olan, Türklere bir şey hissettirmeden, bünyelerindeki tahribi
tamamlamaktır.”
*
*
*
G-PATRİKHANENİN İKAMET PLANI DA ŞÖYLEDİR:
Madde 1- Türkleri ezeli bir düşman olarak Rumlara tanıtmak
Madde 2- Türklerin en ufak hatalarını büyüterek avrupaya duyurmak, medeni alemi
Türklere düşman etmek.
Madde 3- Türkleri iktisaden çürütmek, bunun için de, zengin Türkleri ticaret yollarına
götürmek, bol faizli krediler açmak, ağır şartlarla rehin kabul etmek.
Türk mamulatının sahtelerini çürüklerini yapıp, aynı Türk malı damgası ile satışa
çıkarıp Türk müesseselerine iflasa sürüklemek. Her türlü Türk malı ile rekabet etmek milli bir
vazifedir. Her hangi bir Rum’un yapacağı fedakârlığın karşılığı, Rum bankalarına, ticaret kulüp
yeri tarafından ödenecektir.
Türk ahlakının ve İslam dinine karşı ise:
Madde 4- Türk milletini ahlak, milliyet, din ve gelenekleri bakımından çürütmek. Bu
hususta:
a) Küfürler öğretmek, küfrü Türkler arasında yaymak, laubalileştirmek
b) Türkleri zinaya, diğer ahlaksızlıklara teşvik etmek…
c) Gençlerine apaş-külhanbeyi ruhu aşılayarak, Türk geleneklerini çürütmek. Gençler
arasında kabadayılık ruhunu yayarak, sevgi, saygı ve bağlılıklarını kırmak. Onları
birbirine düşürmek. Milli terbiyeyi bozmak.
d) Argoya benzeyen bir küfür dilini Türkler arasında yaymak suretiyle milli dil ve
duygularını bozmak…”
Madde 5- Türkleri hükümdarlığını baltalamak. Bu işi azar azar getirip İstanbul’u
ele geçirmek eski Kostantiniye’yi yeniden kurmak.
Madde 6- Türk halkı arasında daima fitne fesat sokarak devletle milletin arasını
açmak.
Madde 7- Bir harp sırasında buğday ve lüzumlu gıda maddelerin gizlice toplamak,
adalara sevk etmek. Rum tüccarlarının uğradığı zarar telafi edilecektir.
Madde 8- Doktor ve eczacı Rumlar Türk hastalarını zehirleyecek ve sakat
bırakacaktır.
Madde 9- Türk çiftçisi ağır faizlerle toprağından edilecektir.
Madde 10- Türk idareciler rüşvet ve kadın ikramı ile yönlendirilmelidir.
Madde 11- Rum ustalar, Türk çırak kullanmaktan men edilmiştir. Politik
düşüncelerle bir Türk çırak almak gerekirse Rum usta çırağı hizmetçi gibi
kullanacaktır. Hevesli Türk gençlerine de ters muamele edecek, hırpalayacak
uzaklaştıracaktır. (Kemal Yaman, ihanet planları, 225-227)
Bu gün patrikhaneye yurtdışına taşın desen taşınmaz. Cumhuriyetin ilk yıllarında
patrikhanenin yurtdışına çıkarılması istendiğinde patrikhane yetkilileri razı olmamış, yalnız
dini kurum olarak kalmayı, başka faaliyetlerde bulunmayacağına söz verip, belge
imzalamıştır. Ama bu gün ihanet yuvası olarak çalışmaya devam etmektedir.
*
*
*
H-FETİH RUHUNU YAŞATMAK
Milletimizin varlığı, devletimizin sürekliliği için ferih ruhunu yaşatmak zorundayız.
Batılı dostlarımız(!) darılsa da bu işi milli çıkarlarımız için yapmalıyız.
Bu gün insanımızın gönlü yeni fetihlere muhtaçtır. Bu fetihlerin yapılabilmesi için
Fatih’i ve fethi iyi anlatmalıyız. Bizans oyunları ancak o zaman bozulacaktır.
Fatih denildiği zaman yalnız İstanbul’u fetheden bir kumandan, fetih denildiği zaman
da sadece Kostantiniye’nin fethi, bir şehrin daha topraklarımıza katılması anlaşılmamalıdır.
Fatih, iman ve aksiyon adamıdır. O’nun gücünün eriştiği yerlere düşmanın hayali bile
ulaşamamıştır. Fetih olayı ile yeni bir çağ açmıştır. Maddi, manevi, sosyal ve ekonomik
şartların tamamlanması ile olmaz denilen şeyi oldurmuştur.
Fetih, azmin, iradenin zaferidir. Fetihle cihan devletine gidiş hareketi başlamıştır. Aynı
şartlara sahip olan toplumların benzer fetihler yapabileceğini anlamalıyız.
Fetihte sosyal olaylara yön veren bir dinamizm vardır. Fetihle Bizans zulmü inkılaba
dönüşmüştür. Bizans halkı her türlü hürriyetine kavuşmuştur. Ayasofya da yerlere kapanan
halk, şefkat ve merhamet görmüştür. Kendi yöneticilerinden görmediği insanca muameleyi
görmüştür. Herkes inancında serbest bırakılmıştır. İmparatorun güçlükle tanınan ceseti
insana yakışır biçimde gömülmüştür. İstanbul da hiçbir yağmalama olayına rastlanmamıştır.
İstanbul ilim merkezi olmuş, batı da Rönesans hareketleri başlamıştır.
En önemlisi de fetih, insanların idealleri ölçüsünde nasıl büyüdüğünü, ne büyük işler
başardığını göstermesi bakımından da dikkatle incelenmesi gereken bir olaydır.
Ayrıca fetih, üstünlüğün maddi gücün fazlalığında ve sayının çokluğunda değil, iman
ve idealin yüceliğinde aranması gerektiğini ortaya koyan bir olaydır.
Fatih’i genç nesle tanıtırsak, büyük adamlar yetiştirebiliriz.
Fetih, gayrettir. Fetih fedakârlıktır. Fetih Hak’tan gafil olanların uyandırılmasıdır. Fetih
gözün gönlün açılmasıdır.
Fetihten önce Kostantin: “Türkler bu şehri alacak mı?” diye 2 Papaza sorar onlar da:
“Evet” der ve hapse atılırlar. Fetihten sonra Fatih o iki papaza: “Neden hapsedildiniz?” diye
sorar. Onlar da:
-“İmparator, Türkler bu şehri alacak mı? Dedi evet dedik bize sinirlendi.” derler.
Fatih onlara:
-“Peki, bu şehir bizim elimizden çıkacak mı?” diye sorar. Onlar:
-“Fitne çoğalır, menfaat ön plana geçer, gayrimenkuller yabancılara satılır ve dışardan
medet beklenirse.” derler. Fatih:
-“Dilerim Allah’tan bunu yapanlar, Allah’ın gazabına uğrasınlar.” diye dua eder.
*
*
*
I-YABANCI GÖZÜ İLE FETHİN SONUCU
“Türkler tarafından İstanbul’un fethi, cihan tarihinin en büyük hadiselerinden birini
teşkil etmiştir. Bu fethin, Avrupa’nın mukadderatı üzerindeki tesiri mucizevi olmuştur. Doğu
Avrupa da Türklere asırlar boyunca üstünlük temin etmiştir. Bu hadise hemen hemen tarihi
değiştirmiştir. Son derece fevkalade bir vakıadır. Bilhassa bu devirde çok yeni bir silah olan
top tarafından kazanılmış ilk büyük muhasaradır… Bu azametli nisan ve mayıs 1453 ayları,
ortaçağ ı kapatır ve modern çağların başlangıcını işaret eder.” (G. Schnumberger)
Eyyup Sultan hazretlerinin kabri nasıl bulundu?
Fatih Sultan Mehmet hocası Akşemseddin’e ricada bulunarak sahabeden Ebu Eyyüb
el-Ensari olarak bilinen Halid b. Zeyd’in kabrinin bulunduğu yeri tespit etmek için mana
âlemine dalmasını, rüyaya yatmasını istedi.
Akşemseddin hazretleri bir rüya gördü. Rüyasında Ebu Eyyüb el-Ensari’yi gördü ve
kendisine şu müjdeyi verdi:
“Allah’a şükrediyorum ki artık Rumların bu topraklarda hâkimiyeti kalmadı. Pek
yakında İslam ordusu galip gelecek ve muzaffer olacak, beni yattığım bu kabirde kâfir ayakları
altında çiğnenmekten kurtaracak.”
Daha sonra Ebu Eyyüp hazretleri Akşemseddin kabrinin bulunduğu yeri tarif etti.
Akşemseddin gitti, rüyasını Fatih Sultan Mehmet’e anlattı.
Fatih “Efendimiz bu hususta delil gösterebilir misiniz?” deyince Akşemseddin:
“Evet Sultanım, Hazret-i Halid’in başucunda İbranice yazılı 8 taş olsa gerektir…”
Rüyada görülen yer kazıldı ve hiç bozulmamış bir kabir bulundu. Kabrin başucunda
mermer üzerinde İbranice yazılmış bir yazı vardı. Askerler arasında İbranice bilen birini bulup
okuturlar. Böylece Hz. Ebu Eyyüb’ün türbesi asırlardır Müslümanlar tarafından ziyaret
edilmektedir.
Fatih Sultan Mehmet’in oğlu cem Sultanın papaya cevabı:
Fatih Sultan Mehmet’in zehirlenmesinden sonra oğulları arasında taht kavgaları
başladı. Konya valisi olan Cem Sultan gelip Bursa’yı aldı. Ağabeyi Beyazıt ile yaptığı
mücadeleyi kaybettikten sonra Roma’ya gitti.
Papa Cem’e önce Hristiyan olmasını teklif etti sonra da haçlı ordularının başına
geçmesini önerdi ve Osmanlı tahtını ona vadetti. Cem:
-“Değil Osmanlı tahtını, bana dünyanın tahtını verseniz gene de dedikleriniz olmaz.”
dedi. Ve şöyle dua etti:
-“Ya Rabbi! Bunlar beni bahane edip Müslümanlara zarar vermeye kalkarlarsa, benim
canımı al, bana o günleri gösterme.” dedi
Cem Sultan, papanın emellerine hizmet etmediği için 35 yaşında papa tarafından
zehirlenerek öldürüldü.
*
*
*
J- SONUÇ OLARAK
Tarihi olayları yapmak kadar değerlendirmek ve yaşatmak da önemlidir.
Fetih için Sultan Mehmet, nasıl yetiştirilmiş ise gelecekte maddi ve manevi varlığımızı
emanet edeceğimiz gençlerimizi de öylece yetiştirmek boynumuzun borcudur. Şu andaki
varlığımızı borçlu olduğumuz büyüklerimizin idealleri yeni nesle aktarılmadıkça
geleceğimizden emin olmak gaflet olur.
Bizim için hiçbir anlamı olmayan günlerin gecelerin anılmasına karşılık, milletimizin
hatta insanlığın mukadderatını tayin eden günlerin, gecelerin layıkı ile anılması anlamlı bir
şekilde kutlanması şarttır. Yoksa benliğimizi kaybederiz. Tarih sahnesinden çekilip, tarihin
çöplüğüne atılan milletlerden oluruz.
Şunu da unutmamak gerekir ki, geçmişin zaferleri ile kuru kuru övünmek, o günleri
toplantı ve göstermelik törenlerle ruhundan uzak bir şekilde kutlamak bizi uyutur ve
uyuşturur. Ve bize hiçbir şey kazandırmaz. Bizim yapacağımız tarihine, köküne bağlı idealist
bir nesil yetiştirmektir. Bizden sonraki nesillere övünebileceği ve örnek alabileceği işler
yapmaktı.
Bugün diğer milletler idealist, milli davalarında sahip çıkacak bir nesil yetiştirmek
çabasındadır. Bizim de politikamızın, eğitimimizin amacı iyi insan iyi vatandaş yetiştirmek
olmalıdır. İnsanımızı Bizans’ın durumuna düşürecek yaşayış biçiminden alıkoymak ve kendi
hayat tarzımızı benimsetmek yöneticilerimizin, anne baba ve eğitimcilerimizin milli görevidir.
Fatih Sultan Mehmet çıka gelse ve bize sorsa:
-
“Benim ideallerimi nereye kadar götürdünüz? Emanetlerimi ne yaptınız? Roma’ya
ulaşabildiniz mi? Ayasofya’mı ne yaptınız? İstanbul’um ne durumda?” dese.
Ulubatlı Hasan:
- “Surlara diktiğim sancağı ne yaptınız, nereye diktiniz?” dese ne cevap veririz?
*
*
*
K- FETİH VE FATİH’TEN HATIRALAR
Geçmişi şan, şeref tabloları ve gurur veren zaferlerle dolu bir milletiz. Tarihimizde
yüzümüzü kızartacak ne bir olay ne de bir büyüğümüz vardır. Tarihi şahsiyetlerimiz, yalnız
kendi milleti için değil bütün insanlığa hizmet etmeyi düşünmüş ve bu idealle yaşamıştır.
Böyle bir geçmişe ve gurur duyacağımız tarihi şahsiyetlere sahip iken menfi
propagandalarla geçmişimizden ve büyüklerimizden kopma noktasına geldiğimiz de acı bir
gerçektir.
Bilhassa bugünkü nesil, yüz akı tarihi olayları ve gurur duyacağı büyüklerini bilmiyor,
tanımıyor. Bunun içindir ki devler cüceleşiyor. Cüceler devleşiyor. Ufak adamlar büyük roller
oynuyor. Yeni yeni ucuz ve sahte kahramanlar türüyor. Büyüklüğün ölçüsü değiştiği için
büyük adam yetişmiyor ve büyük işler başarılamıyor. Yeni neslin geçmişle bağları kopuk
olduğu için boşluğa itiliyor. Arayış içine giriyor. Babasını tanımayan çocuk durumuna düşüyor.
Ne yaparsak yapalım kartvizit adamı olmaktan öteye geçilemiyor.
“Kendi türküsünü bilmeyen başkasının havasını söyler.” diye güzel bir söz vardır. Biz
kendimizi tanımadığımız için ve yeni nesle tanıtmadığımız için kendi milletimize “barbar”
diyoruz. İstilacı olarak biliyoruz. Büyüklerimizi zalim, gaddar, cahil, astığı astık kestiği kestik
kimseler olarak tanımışız. Küçük bir örnek verecek olursak, Napolyon’u her yönü ile biliriz,
ama onu dize getiren Cezzar Ahmet Paşayı hiç tanımayız.
29 Mayıs günü ne gibi bir önemli olay olmuştur? Diye sorarsanız bir sınıf dolusu
gençten çıt çıkmaz. Bu durum acıdır. Hababam sınıfı niye temcit pilavı gibi her gün konuyor?..
Geçmişi, bizi biz yapan büyüklerimizi unutmak olmaz. Bugünkü kökü dündedir.
Geleceğin durumu da bugüne bağlıdır. “Geçmiş zaman olur ki hayali cihana değer.”
denmiştir. Şair de:
“Mazi cadı halinde yaşar, öldürülürse
Ati kararız altına mazi gömülürse.” demiştir.
Denilebilir ki bu gün bizim kadar geçmişini inkâr eden, büyüklerini sevimsiz gösteren
başka bir millet yoktur. Çünkü tarihimizi yabancılar yazmış, olayları onlar değerlendirmiş ve
bizi onlar yönlendirmiştir.
Fatih Sultan Mehmet, dünya tarihinin unutulmaz simalarından biridir. O’nun
gerçekleştirdiği fetih olayı da tarihin en büyük ve en anlamlı, çağ açan bir olaydır.
Şuanda samimi olarak geleceğimizi düşünüyorsak bize ait olan şeyleri çok iyi
değerlendirmeliyiz. Geçmişin emanetlerine, her biri mesajlar veren ve bizi başkalarından
üstün kılan değerlere sahip çıkmalıyız. Kısacası, Fatih’in fethin ruhunu yaşatmalıyız. Hiçbir şey
yapamazsak, yeni neslin bize düşman yetişmesini önlemeliyiz.
Bugün elimizde son bağımsız Türk devleti kalmıştır. Süper güçler cihanı hakim olma
gayreti içinde birbirleri ile yarışırken “TÜRKÜM, DOĞRUYUM, ÇALIŞKANIM” andını içirdiğimiz
yarının büyükleri yavrularımıza geçmişimizi ve büyüklerimizi iyi anlatmak zorundayız. Yeni
nesil geçmişini, ecdadını tanırsa hiçbir zaman öksüz çocuk olmayacaktır. Diğer milletlere olan
üstünlüğünü bilirse geçmişten kuvvet alacak, geleceğe hükmedecektir.
Sözü fazla uzatmadan her biri geçmişten geleceğe ışık tutan FATİH’in ve FETİH’in
hatıraları ile baş başa bırakıyorum.
ÇOCUKLA KÖSE GÖRECEK
II. Murat, Akşemseddin ve dört yaşındaki şehzade Mehmet’le beraber Hacı Bayram
Veli’nin ziyaretine gider. O’na:
Kostantiniye’yi almak, İslam diyarı yapmak isterim. Duanızı bizden esirgemeyin.” der.
Hacı bayram Veli’de:
-“Padişahım, Allah ömrünüzü ve devletinizi uzun etsin. Fakat fethi ne siz, ne de ben
göreceğim. (oynayan Mehmet ile kapıda bekleyen Akşemseddin’i göstererek) bu çocukla şu
köse görecektir.” Cevabını verir.
SOPA İLE TERBİYE EDECEĞİM
Şehzade Mehmet’i yetiştirme görevi Molla Gürani’ye verilmişti. Şehzadenin bazı
isteksizlikleri karşısında Molla Gürani, Şehzade’yi dayakla tehdit ettiği de olmuştur.
Bir gün hocasını eli sopalı gören şehzade Mehmed, sopanın ne işe yaradığını sorar.
Molla gürani de şu cevabı verir:
- “Babanız emrettiler. Eğer çalışmaz, kuralları, saygıyı elden bırakırsanız, o zaman sizi
bu sopa ile terbiye edeceğim.”
BÜYÜK HİZMETLER İFA EDECEK
Saltanatta pek gözü olmayan II. Murat, çocuk yaşta şehzade Mehmed’i yerine
bırakarak Manisa’ya çekilir.
Vezir-i Azam Çandarlı Halil Paşa:
- “Padişahım, Allah sizi başımızdan eksik etmesin” deyip padişahlığı bir çocuğa
bırakmasının doğru olmadığını ifade etmek isteyince, II. Murat şu cevabı verir:
- “Yok, öyle deme lala, oğlumuz Mehmed nice büyük hizmetler ifa edecektir. Allah
padişahlığını mübarek etsin.
AĞLAMA FAZLASINI ALIRSIN
Şehzade Mehmet Manisa’da iken Akka kalesinin düşman şövalyeleri tarafından
zaptededildiği haberi üzerine olaya çok üzülür. Gözyaşlarını tutamayıp ağlar. Yanında
bulunan Akşemseddin, Şehzadeyi şöyle teselli eder:
- “Ağlama şehzadem, elbet bir gün gelir düşmanın Akka’dan aldığının fazlasını
Kostantiniye’yi fethettiğin zaman alırsın.”
SİZE EMREDİYORUM
23 yıl hükümdarlıktan sonra II. Murat Han, tahtını 12 yaşında oğlu Mehmed’e
bırakmış, Manisa’daki sarayına çekilmiştir.
Bu fırsatı kaçırmak istemeyen batılılar, bundan iyi fırsat olmaz, deyip Macarlar,
Ulahlar, Sırplar, Almanlar, İtalyanlar ve Arnavutlar yeni bir haçlı ordusu kurup derhal saldırıya
geçerler. Bunun üzerine Sultan Mehmet bir ferman yazıp durumu babasına bildirir. II. Murat
gelmek istemez. Düşman henüz 12 yaşındaki padişahın durumundan istifade etmek ister.
Sultan Mehmet, babasına bir ferman daha yazarak O’nu göreve çağırır ve şöyle der:
- “Eğer siz padişah iseniz, düşmanların saldırılarını def için göreve geliniz, eğer ben
padişah isem, size emrediyorum ordunun başına geçiniz.”
Bu ferman üzerine II. Murat, ordunun başına geçmiş, yapılan Varna savaşında bir kere
daha haçlıları mağlup ve perişan etmiştir.
ŞİMDİ HARAM YEDİN
Sultan Mehmet, hocası Molla Gürani ile yemeğe oturmuştur. Molla Gürani, her
zamanki gibi
- “Yediğine içtiğine dikkat et, haram yeme” diyerek öğütte bulunur.
Sultan Mehmet:
- “Benim yediğim haramsa işte şimdi sizde haram yediniz.” der.
Bunun üzerine Molla Gürani:
-“Benim önüme helali düşmüştür.” cevabını verir.
Sultan biraz sonra fark ettirmeden tabağı döndürür. Molla Gürani fark etmiştir ama
belli etmez. Sultan şöyle der:
- “Artık bu sefer haram yemedim.” diyemezsin bu söz üzerine Molla Gürani:
- “Sizin önünüzde haram, benim önümde helal kalmamıştı. İyi fark ettin tabağı
çevirdin.” cevabını verir.
SAKALIMIN BİR TELİ BİLSEYDİ
Sultan Mehmet yeni bir sefere hazırlanmaktadır. Diğerleri gibi bu seferin de nereye
yapılacağını söylememiştir.
Veziri:
- “Padişahım, acaba sefer nereyedir?” diye sorunca Sultan Mehmet kızar ve şu cevabı
verir:
- “Vezir Efendi! Eğer bunu sakalımın tellerinden biri bilmiş olsaydı, onu derhal koparır
yakardım.” der.
HÜRMETİM SONSUZDUR
Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin’e saygısı büyüktür. Akşemseddin gelince
daima ayağa kalkmıştır. Mahmut Paşa bunun sebebini sorunca, Fatih Sultan Mehmet şu
cevabı verir:
-“Akşemseddin Hocam’a hürmetim sonsuzdur. Diğerleri yanıma gelince elleri titrer.
Akşemseddin’i görünce benim ellerim titriyor.
UYKUDA TUTMAK
Sultan Mehmed, Kostantiniye’yi muhasara hazırlıkları yaparken Galata da bulunan
Cenevizliler, fitne çıkarmaya başlarlar. Bunun üzerine paşa ne yapılması lazım geldiğini
sorunca, Sultan Mehmet şu cevabı verir:
- “Bizans bizim için ejderdir. Ceneviz ise yılan. Ejderi yok etmek için yılanı uykuda
tutmalıyız. Ejder yok edilince hafif bir darbe yılanın başını ezmeye yetecektir.”
O KADAR ÖNEMLİ DEĞİL
Sultan Mehmet Rumeli hisarını yaptırırken usule uyup Bizans imparatorundan
müsaade ister. İmparator “hayır” dese hisar yapılacak. Bunu bildiği için şöyle cevap verir:
- “O yer Galata’ya aittir. O da Frenklilerin idaresindedir. Biz izin versek bile Frenkler izin
vermeyeceklerdir.”
Bu cevap karşısında Sultan sevinmiş ve şu şekilde karşılık verir:
- “Bizim maksadımız imparatorun hatırına saygı göstermekti. Mademki Frenklere ait
onlar o kadar önemli değil. İcap ederse onlara cevabı biz veririz.”
BU SAYEDE ŞANLI BİR DEVLET KURDULAR
Sultan Mehmet Edirne sarayında devletin ileri gelenlerini toplayıp şöyle demiştir:
- “Ey yaşlı fedakarlar ve yiğit gençler! Şimdiye kadar ki fetihlerin kolayca olmadığını ve
emeksiz devletin ayakta tutulamayacağını bilirsiniz. Bu uğurda nice kanlar döküldü,
yaralar açıldı. Ne kadar dul ve yetimlerin gözyaşları aktı. Ecdadımız daima cihat
yolunda kaldılar. Felaket zamanlarında kederlenmez ve zafer anlarında aşırı sevinç
duymazlardı. Bu sayede şanlı bir devlet kurdular.”
BANA KİMSE ZAĞANOS DEMEZ
Rumeli Hisarı yapılırken işçilerle birlikte vezirler, beyler ve paşalar da çalışmışlardır.
Bir gün inşaat yerine gelen Sultan Mehmet, zağanos Mehmet paşayı sırtında taş taşırken
görünce arkasından seslenir:
- “Kolay gelsin Zağanos!”
Paşa arkasına bakmadan ve padişahı görmeden cevap verir:
- “Sağolasın padişahım.”
Padişah sesinden mi tanıdığını sorunca Zağanos:
-“Hayır, bana kimse Zağanos demez, paşa der. Ondan tanıdım.” cevabını verir.
DAHA SAMİMİ
Fetih olayından sonra birçok şair, Fatih’e çeşitli şekillerde şiirler yazıp sunar. Bir
Türkmen şairi de:
“Devletlü padişahım sabahınız hayır olsun.
Yediğin bal kaymak, güzergâhınız çayır olsun.”
Mısralarını yazar verir. Fatih bu iki satırı diğerlerinden daha çok ihsanda bulunur.
- “Efendim, diğer şiirlere daha az ihsanda bulundunuz.” diyerek sebebini soranlara:
- “Bu iki satırı hepsinden daha samimi ve riyasız buldum.” Cevabını verir.
Fatih Sultan Mehmet, Midilli seferine giderken Edremit civarında dağlık yol üzerine bir
köyde kısa bir süre dinlenme esnasında kendisine ayran ikram ederler. Ev sahibesinin
temizliğini ve titizliğini aksettiren tertemiz bir tas içinde sunulan buz gibi ayranın üzerinde
birkaç tane de temiz saman çöpü vardır. Fatih, saman çöplerini yutmamak için dikkatli ve
yavaş yavaş içmek mecburiyetinde kalır. Kadına teşekkür ettikten sonra bu saman çöplerinin
hikmetini sorar. Aldığı cevap şöyledir:
- “Hey oğul sen uzak yoldan geliyorsun, gördüm ki terli yorgun ve susuzsun. Saman
çöplerini bilhassa koydum ki, soğuk ayranı çabucak içmeyesin ve sıhhatin bozulmasın!
Bu şefkatli anlayıştan pek duygulanan Fatih, o köyü bu kadına tahsis eder.
GİT HÜNKÂRDAN FERMAN GETİR
Fatih Sultan Mehmet Han (k.s.) hazretleri bir gün tebdil-i kıyafet ederek halkının
arasında gezmeye çıkar. Akşama kadar dolaşır. Unkapanı kapısına geldiğinde kale kapısının
kapanmış olduğunu görür. Kendisinin çıkardığı fermana göre kale kapıları akşam ezanını
müteakip kapanıp sabah ezanı vakti açılmaktadır.
Padişah yanındakilerle kapının önüne gelir ve kapı muhafızı Sinan Çelebi ile aralarında
şu konuşma geçer:
- “Aç şu kapıyı” Sinan Çelebi:
- “Kimsin sen, bana kapıyı aç diye nasıl emredersin?”
- “Kim olduğuma ne bakıyorsun, kapıyı aç yeter.”
- “Nasıl bakmam? Niçin bu zamana kadar dışarda kaldınız? Dost musunuz düşman
mısınız? Padişahın emrini bilmez misiniz? Ben sana kapıyı açmam. Var git başının
çaresine bak.”
Hz. Fatih bu cevaba güler ve Sinan Çelebi ile konuşmasını sürdürür. Açarsın açmazsın
derken nihayet Sinan Çelebi:
- “Git hünkârdan ferman getir. Ancak o zaman içeri girebilirsin” der.
- “Yahu Sinan Çelebi hünkar benim” der. Sinan Çelebi dikkatlice bakınca hünkarı tanır
ve kapıyı açarken de:
- “A hünkarım kendi kanununu, kendin neye bozarsın? Madem bozacaksın, böyle
kanunu ne diye koyarsın?” Mealinde söyler.
Hz. Fatih atından iner ve tavizsiz davranışından ve vazifesine bağlılığından dolayı son
derece memnun olduğu Sinan Çelebi’ye:
- “Sen yavuz bir er, mert bir kişiymişsin. Padişah emirlerine bu kadar bağlı ve sadık
adamlar az bulunur. Dile benden ne dilersen?” der. Sinan Çelebi de:
- “Sultanım, der. Gerçekten istediğimi yapacaksan, benim adıma bir cami yaptırıver. Ta
ki kıyamete kadar hasenat defterim açık kalsın.”
Hz. Fatih derhal onun adına bir cami yaptırır.
İslam’ın fazilet hislerinin vicdanlarda hakim olduğu o devirlerin insanları işte böyleydi.
Dünya nimetlerine gark olmak varken, onlar cemiyet yararlı, insanın ahiretine faydalı şeyler
isterler, sadece Allah rızasına talip olurlardı.
DEVLET ADAMINA YAKIŞAN
Bi rgün Fatih hocası Akşemseddin’e:
- “Hocam, beni dervişliğe alır mısın?” der, Akşemseddin:
- “Olmaz, alamam” cevabını verir. Fatih üzülür.
- “Başkalarını alıyorsun da beni niye almazsın hocam” der.
Akşemseddin şu cevabı verir:
- “Dervişlikte bir hal vardın. Ondan tat aldığında takdirde dünya ve dünya işlerinden el
çekmenden korkarım. O zaman memleket bundan zarar görürü. Sen de ben de
günaha girmiş oluruz. Devlet adamına layık olan şey, iyi huylu ve adil olmaktır.
YA HOCA YA TALEBE OLACAKSIN
Fatih Sultan Mehmet, adına yaptırdığı Fatih medresesini tamamlanınca
kendisine bir oda ister. Hocalar bu isteğe karşı çıkar ve derler ki:
Sultanım her ne kadar bu medreseyi siz kurup bize verdiniz ise de biz burada
size bir oda veremeyiz. Burada bir oda sahibi olabilmeniz için ya hoca ya da talebe
olmanız gerekir.
Fatih ısrar edince de sınava girmesi gerektiğini söylerler. Fatih sınava girer,
kazanır. Ancak bundan sonra kendisine bir oda verilir.
DUAYI BIRAKANLAR
Fetihten sonra Fatih, atının üzerine yanında da devletin ve ilmin ileri gelenleri
olduğu halde şehre girerken Bizans halkı alkış ve çiçeklerle karşılamış, Müslüman halk yol
kenarına dizilmiş vaziyette ilerlerken yola bir derviş çıkar, atının dizginlerini tutarak
Fatih’e:
- “Sultanım, Kostantiniye’yi aldım diye mağrur olma. Sen Kostantiniye’yi bizim
dualarımız sayesinde aldın.” der
Bunun üzerine Fatih kılını sıyırarak:
- “Doğru söylersin derviş baba, ama bunun da hakkını unutmamak lazım. Duayı
bırakanlar öbür dünya cehenneminde yanacaklar, bunu bırakanlar da dünya
cehenneminde yanacaklardır.” Cevabını vermiştir.
SUS DUYMASINLAR
Bir gün Fatihin önüne bir fakir geçer yardım ister. Fatih bir miktar yardımda bulunur.
Bunun üzerine fakir:
- “Sultanım, hepimiz Adem’in çocuklarıyız, din kardeşiyiz, bu az değil mi?” deyince
Fatih:
- “Sus! Diğer kardeşlerimiz duymasın. Eğer onlar duyarsa sana çok az hisse düşer.”
cevabını verir.
KOSTANTİNİYE’Yİ FETHEDEN ASKER
Fetih esnasında ele geçirilen çok kıymetli eşyalar, altın, gümüş, mücevherler bir çadıra
doldurulur. Gece yarısı bir yeniçeri gelerek çadırı bekleyen nöbetçiye:
- “Sayısı belli olmayan bu değerli şeylerden birazını gömelim, sonra paylaşırız.”
deyince nöbetçi:
- “Devlet malına el uzatmanın er geç, Allah belasını verir. Ben Allah’tan
korkarım, emanete hıyanet edemem.“ diyerek yeniçerinin teklifini reddeder.
ADALETİN BÖYLESİ
Fatih camii yaptırılırken Rum ustası mermer sütunları biraz kestirmiştir. Bu duruma
çok sinirlenen Fatih de ustanın ellerini kestirir. Usta kadı Sarı Hızır’a şikayette bulunur.
Kadı, davacı ve davalıyı bir arada dinlemek için ikisini de çağırır. Fatih gelince köşeye
geçip oturmak ister. Bunun üzerine kadı bağırır:
- “Oturma beyim, hasmınla omuz omuza dur.”
Kadı iki tarafı da dinledikten sonra, Fatih’i haksız bulmuştur. Davacının isteği üzerine
tazminat ödenmesi şeklinde karar verir. Kararı dinleyen Fatih:
- “Kadı Efendi, eğer beni padişah diye kayırsaydın vallahi kılıcımla başını uçuracaktım.”
deyince Kadı Efendi de:
- “Eğer ben padişahım diye böbürlenip uyarıma ve kararıma karşı koysaydın –postunun
altından çıkardığı hançeri göstererek- yemin etmiştim bu hançeri kalbine
saplayacaktım.” Cevabını verir.
ALLAH’IN GAZABINA UĞRASINLAR
Fetihten sonra Fatih, İstanbul sokaklarını gezerken bir inilti işitir. O kişinin
getirilmesini ister. Biraz sonra perişan halde bir ihtiyarı getirirler. Fatih sorar:
- “Bu ne hal, seni bu duruma kim neden soktu?” diye sorunca ihtiyar şöyle cevap verir:
- “Siz muhasaraya başlayınca imparator beni çağırıp sordu, Türkler Kostantiniyeyi
alacaklar mı, ben de “alacaklar” dedim. Bunun üzerine beni bu hale soktu.”
Bu durumdan etkilenen Fatih:
- “Peki söyle bakalım, İstanbul bizim elimizden çıkacak mı?” İhtiyar:
- “Efendim bu şehrin düşmanı çoktur. Aranızda fesat artar, şahsi çıkar ön plana geçer,
elindeki malı yabancılara satanlar olur ve yabancılardan medet umanlar çıkarsa o
zaman bu güzel şehir de elinizden çıkar.” der.
Biraz daha etkilenen Fatih ellerini açarak şöyle dua eder:
- “Dilerim Allah’tan bunları yapanlar Allah’ın gazabına uğrasınlar.”
KALKINIZ KORKMAYINIZ
Fatih, alkışlar ve tekbir sesleri ile Ayasofya’ya gelince kurtarıcı bekleyen Bizans halkı,
Fatih’i ve yanındakileri görünce yerlere kapanırlar. Korku içinde sonucu beklerlerken Fatih’in
şu sözleri ile irkilirler:
- “Kalkınız! Ben Sultan Mehmet. Hepinize söylüyorum ki bundan itibaren artık ne
hayatınızda, ne de hürriyetiniz hususunda gazab-ı şahanemden korkmayınız.
(kendi yöneticilerini zulmünden bıkan Bizans halkı bundan sonra her türlü emniyete
kavuşacaktır. Latin kardinallerinin şapkaları yerine Türk sarığını tercih ederiz” diyenler
yanılmadıklarını anlayacaklardır.)
BAYRAM NAMAZI MI KILDIRDIĞINI ZANNETTİN?
Tarihe bütün azameti ile akseden, Hristiyan âleminde sihirli bir tesir bırakan fetih
olayından üç gün sonra Ayasofya’da gerekli değişiklikler yapılarak Cuma namazı kılınacaktır.
Fatih Cuma namazı kıldıracak kişinin namaz borcu olmayan ve üzerine güneş
doğdurmamış kimse olmasını ister. Böyle bir kimse çıkmayınca kendisine öne geçer, ancak
üçüncü tekbirle namaza başlar. Huşu içinde kılınan namazsan sonra hocası Akşemseddin
Fatih’e:
- “Evladım, fetih sevinci ile bayram namazımı kıldırdığını sandın?” deyince Fatih şu
cevabı verir:
- “Hayır hocam, fetihten sonra biraz içime kibir düşmüştü. Bundan dolayı ancak üçüncü
tekbirde kabe-i muazzamayı görebildim…”
İKİ ADALET ÖRNEĞİ
Bizans’ın son günlerini iki papaz imparatora adaletsizlikten yakınırlar. İmparator kızar
bu iki papaza hapse atar.
Fetihten sonra papazlar hapsedildikleri yerden serbest bırakıldı. Fakat papazlar
çıkmak istemezler. Adaletsizlikten yakınırlar. Fatih bunlara der ki:
- “Size müsaade ediyorum, memleketimi dolaşın. Herhangi bir adaletsizlikle
karşılaşırsanız bana bildirin.”
iki papaz Bursa’ya gelirler şöyle bir dava ile karşılaşırlar, adamın biri at satın almıştır.
Lakin at soluğan çıkar. Adam bu alışverişi bozdurmak için hâkime gelir. Hâkim yerinde yoktur.
Onu beklerken at ölür. Hâkim de bu arada çıkar gelir. Hakim durumu öğrenince şöyle der:
- “Eğer ben yerimde olsaydım alış verişi bozup atı geri verecektim. Sen de zarara
uğramayacaktın. Ölmüş at geri verilmeyeceğine göre zararı ben tanzim ediyorum.”
der adama at için ödediği parayı verir.
Bu olaya şahit olan papazlar İznik’e gelirler. Orada da şöyle bir davaya şahit olurlar:
birisi diğerinden bir tarla satın almıştır. Adam satın aldığı tarlayı sürerken içi altın dolu bir küp
bulur. Küpü tarlayı satana götürür. Ona:
- “Senin bana sattığın tarlada bunu buldum al senindir.” der. Adam almaz ve:
- “Ben tarlayı sana sattım. Senindir.” der.
İş mahkemeye düşer. Hâkim iki tarafı dinler, taksimine karar verir. Bu kararı iki taraf
da itiraz eder. Çözüm aranır. Birinin kızı, diğerinin de oğlu olduğu ortaya çıkar. Kızla oğlanı
evlendirerek küpü de düğün hediyesi olarak verirler.
Papazlar İstanbul’a dönerler, Fatih’e durumu anlatırlar ve bu adaletin devamı halinde
gelecek konusunda iyi şeyler söylerler.
FATİH’İN BEDDUASI
Ayasofya’yı fetih armağanı olarak vakfettikten sonra Fatih Sultan Mehmet şöyle dua
etmiştir:
- “Camimi camilikten çıkaranlar Allah’ın meleklerin ve bütün Müslümanların lanetine
uğrasınlar. Onlar hiçbir zaman hafiflemeyen azap içinde bulunsunlar. Yüzlerine bakan
ve kendilerine şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın.”
MİLLETİN AHLAKINI BOZANLAR
Bir gün Fatih Sultan Mehmet, çarşıyı kontrol etmek için tebdil-i kıyafet etmiş
dolaşırken bir dükkâna girer ve isteklerini bildirir. Şunu şunu şunu ver, der. Bakkal isteklerinin
bir kısmını verir. Bereket çektikten sonra bir kısmı için de:
- “Ağam bunları komşumdan al. Komşum daha siftah etmedi.” der.
Bunun üzerine Fatih:
- “Allah bu ahlakla bu milleti dünyalar fethettirir. Bu milletin ahlakını bozanlara Allah
kahretsin.” demekten kendini alamaz.
GAZİ DEMEK YALAN OLUR
Fatih Trabzon’un fethine giderken uzun Hasan’ın annesi Sara Hatun da yanındadır.
Oğlunun kayın pederi tekfur için şefaatçi olarak gelmiştir.
Bu günkü Zigana dağlarını askerlerle beraber yaya yürümeye mecbur kalmıştır. Sara
hatun, Fatihin çektiği eziyet ve sıkıntıları görüp:
- “Ey oğul, bu Trabzon’a bunca zahmet nedendir?” der. Fatih:
- “Bu zahmet din yolunadır. Allah’ın huzuruna varınca inayet ola. Zira elimizde İslam’ın
kılıcı var. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize gazi demek yalan olur.” der.
CAMİ YANINDA KİLİSE
Ortodoks olan Sırplar, Katolik olan Macarlara Müslüman olan Türkler arasında
sıkışmışlardı. Kıral Brankociç, bir gün memleketinin bu iki güçten biri tarafından alınacağını
düşünüp, biri Macar kralı Hünyad’a diğeri Fatih’e olmak üzere iki elçi gönderir:
- “Sırbistan idarenize terk edilecek olsa, Sırpların inancı hakkında ne gibi tavır
alacaksınız?” diye sorar.
Hünyad:
- “Ortodoks kiliselerinin yerine Katolik kiliseleri yaparım.” Cevabını verirken Fatih:
- “Herkes kendi inancında serbest olacaktır. Ve her caminin yanında bir Ortodoks
kilisesine müsaade ederim.” Cevabını verir.
ÇEVRE KORUNMASI VE FATİHİN VASİYETİ
Hz. Peygamberin iltifatına mazhar olan Fatih Sultan Mehmet şöyle vasiyet etmiştir:
“Ben ki İstanbul Fatihi Sultan Mehmet, bizatihi alın terimle kazanmış
olduğum akçelerimle satın aldığım İstanbul’un taşlık mevkiinde beş dükkanımı
aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakfı sahih eylerim. Şöyle ki: Bu gayri
menkulatımdan elde olunacak nemalarlar, İstanbul’un her sokağında ikişer kişi tayin
eyledim. Bunlar ki ellerinde bir kap içerisindeki kireç tozu ve kömür külü olduğu halde
günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler, bu sokaklarda tükürenlerin
tükürüklerinin üzerine bu tozuy dökeler ki, yevmiye 20 şer akçe alsınlar. Ayrıca 10
cerrah, 10 tabib ve 3 de yara sarıcı tayin ve nasb eyledim. Bunlar ki ayın belirli
günlerinde İstanbul’a çıkarlar, bila istisna her kapıyı vuralar ve o evde hasta olup
olmadığını soralar. Var ise, şifa orada mümkün ise şifayap olalar. Değil ise
kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin darülacezeye kaldırılarak orada salah
buldurulalar.
Allah korusun, herhangi bir gıda maddesi sıkıntısı da vaki olabilir. Böyle bir hal
karşısında bırakmış olduğum 100 silah ehli erbaba verile. Bunlar ki, hayvanatı
vahşiyelerin yumurtada veya yavruda olmadığı sıralarda balkanlara çıkıp avlanalar ki
zinhar hastalarımızı gıdasız bırakmayalar.”
GERİSİNİ ONLAR ANLAR
Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam olur.
Bir gün bir cenaze namazını kıldırdıktan sonra ölünün kulağına eğilip bir şeyler söyler.
Orada bulunanlar:
- “Ölüye ne dedin?” diye sorarlar. Bekri Mustafa şu cevabı verir:
- “Kabir ehli dünyanın ahvali nasıl diye sorarsa, bekri Mustafa Ayasofya’ya imam oldu
dersin gerisini onlar anlar.” dedim.
AYASOFYA’YA GİREMEZSİNİZ
İstanbul’un işgali sırasında binbaşı Tevfik bey Ayasofya’yı korumak için bir grup
askerle Ayasofya’nın önüne yerleşir. Makinalı tüfeği oturtur. Fransız askerlerinin Ayasofya’ya
girip yerleşmesini önlenecektir. Fatih’in vakfı, fethin sembolü olan Ayasofya korunacaktır.
Ayasofya önüne gelen Fransız kumandanına Tevfik bey sorar:
- “Maksadınız nedir?”
- “İçeri girmek.”
- “Giremezsiniz, burası Müslümanların mabedidir. Eğer girmeye kalkarsanız işte
makinalı… Sizi durdurmaya bu yetmezse, caminin dört köşesine kafi miktarda tahrip
kalıbı yerleştirdim. Israr ederseniz buyurun deneyin.” diyerek Fransız taburunun
camiye girmesine, orada yatıp kalkmasına mani olur.
YAPIP YAPMADIKLARINI ANLARIZ
Tarih öğretmeni İstanbul’un fethini anlatırken, başka şeylerle meşgul olan iki
öğrenciden birisine sorar:
- “Rumeli hisarını kim yaptı?” Öğrenci:
- “Valla ben yapmadın hocam.” der.
Öğretmen yanındaki öğrenciye sorar:
- “Sen söyle, kim yaptı?”
- “Valla ben de yapmadım hocam” der.
Hoca sinirlenir, dersten sonra idareye giderken koridorda nöbetçi öğretmenle karşılaşır.
Nöbetçi öğretmen:
- “Ne o hocam sinirlisiniz?” deyince tarih öğretmeni olayı anlatır. Nöbetçi öğretmen
şöyle teselli eder:
- “Siz üzülmeyin hocam, onlar yaparlar yaparlar da sonra da yapmadık diye inkar
ederler.”
Bu sözler üzerine biraz daha sinirlenen hoca, doğru müdüre gider. Müdür:
- “Ne var hocam?” deyince öğretmen olayı anlatır. Tarih öğretmenini büyük bir üzüntü
ile dinleyen müdür:
- “Siz hiç üzülmeyin, sinirlenmeyin. Biz onları disipline verir yapıp yapmadıklarını
anlarız. Yapanlara cezalarını veririz.” der.
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
ÇANAKKALE ZAFERİ
18 Mart 1915 te zaferden zafere koşmuş, zafer şarkıları söylemiş, kimsenin önünde
eğilmeyen milli gurur ve manevi gücü ile bize ebedi millet olma yolunda ecdadımızın
kazandığı parlak zaferlerden Çanakkale zaferi kazanılmış ve destanlaşıp tarihe geçmiştir.
Tarihimizi süsleyen zaferlerden biri olan Çanakkale zaferi, vatan, millet ve Allah için
ölmeyi şeref, yatakta ölmeyi zillet kabul eden milletimizin ehl-i salibin (haçlı zihniyetinin )
amansız saldırılarına karşı hilali yükselttiği, bir kere daha Türk’ün yenilmezliğini ve
Çanakkale’nin geçilmezliğini ilan ettiği zaferdir.
Bu zafer, her şeyden önce batı emperyalizmine karşı kazanılmış bir zaferdir. 1915 te
Müslüman Türk milletinin yok etmek için çok sayıda zırhlı, muhrip deniz altı ve insan gücü ile
saldırıya geçen düşman, ölümcül hasta gözü ile bakıp kefen biçtiği Türk milletinin yok
edilmeyeceğini bir kere daha anlamış oluyordu.
Her milletin geçmişinde önemli günleri anlamlı olayları ve unutulmayan kahramanları
vardır. Yalnız başka milletlerin tarihi bizim tarihimiz gibi anlamlı değildir. Bizim tarihimiz şan
şeref ve zaferlerle doludur. Geçmişimizde bizi utandıracak, yüzümüzü kızartacak ne bir olay
vardır ne de bir büyüğümüz vardır. Milletimiz, inancının ve ideallerimin yüksekliği ve haklılığı
sayesinde zaferler kazanmış ve başkalarına üstünlük sağlamıştır.
Buna rağmen tarihini tanımayan yabancı kaynaklardan öğrenen geçmişinin
karalamaya çalışan başka bir millet de yoktur. Bugünkü nesil geçmişini tam ve doğru olarak
bilmiyor. Büyüklerini hiç tanımıyor. Dedelerimizin ayakları altında dolaşan hizmetçilik yapan,
bir işareti, bir mektubu ile titreyenleri büyük zannediyor. Ta ki bu durumda devler
cüceleşiyor, cüceler de devleşiyor. Avrupa da 6 asır ders kitabı olarak okunan El-kanun Fittıb
adlı eseri tanımıyor. Napolyon’u biliyor onu dize getiren Cezzar Ahmet paşayı bilmiyor. Noel
babayı biliyor da Hızır Aleyhisselamı, Dede Korkuttu, Yunus’u, Mevlana’yı bilmiyor.
Ankara’da bir okulda öğretmen herkes bir Türk büyüğü kıyafetine girsin gelsin diyor.
Bakanlıkta bir yetkilinin çocuğu Noel baba gibi giyinip geliyor.
Eğitimimiz mili değil kökünü tanımayan nesil yetiştiriyor. 33 yıl bu millete en zor
dönemde hizmet etmiş padişahı lanetliyor.
Elbette kendi Türküsünü bilmeyen başkasının havasını söyler. Bir yazar, “Milletler
büyük oğulları ile solur alır.” demiştir.
Büyüklerini tanımayan milletler büyük adam yetiştiremezler. Sahte kahramanların
hışmına uğrar.
Yabancı kaynaklar, padişahları kötü, istenmeyen adam, Türk milletini barbar,
kendilerine hayat hakkı veren şehitleri boş yere ölen kimseler olarak tanıtıyor.
Şehitlik ideali yozlaştırıldı. “Ya şehit ya gazi” oldu “ne şehit ne gazi”. Çanakkale
şehitliğini gezen genç, ağzında sakız yarı çıplak “iyi ki öldünüz çocuklar” diyerek dalga geçiyor,
kucak kucağa şehitlik aşk gezisi yapılıyor. Çoğu şehitlikte bir Fatiha okumaktan aciz belki
orada Fatiha okumayı irtica kabul ediyor.
Şimdi “Savaşma seviş” diyenler, acaba Çanakkale savaşı kazanılmasaydı durum ne
olurdu hiç düşündüler mi? Destan yazan şehitlerimize neden saygı duymazlar?
1962 yılı Çanakkale’ye ne maksatla gittiği belli olmayan üniversiteli gençlerin “Kadeş
rezaleti” diye anılan çirkin olayı hatırlamak utanç veriyor. İç çamaşırlarını bayrak yapılarak
gemi diğerine asıldığı, gençlerin alkol komasına girdiği, birçok gencin bekâretini kaybettiği
Kadeş rezaleti. Güya bunlar şehitlerimizi ziyarete gittiler.
1994 te Çanakkale’ye güya fidan dikmeye giden üniversiteli öğrenciler gündüzün bir
kısmında fidan dikmiş, gece disko çadırları kurmuş, sabahlara kadar alkol alarak
eğlenmişlerdir. Bazı gençler 253 000 şehit kanı ile sulanan o topraklar üzerinde alkol
komasına girmiştir.
Çanakkale halkı bu manzaraya tepki göstermiş: “Biz ağacımızı kendimiz dikeriz,
şehitlerimiz bunun için mi öldü, onlar şehit olmasaydı, biz bu gün var olabilir miydik?”
diyerek tepki göstermişler, gençlerin Çanakkale’yi terk etmelerini istemişlerdir.
Çanakkale savaşlarını tarih kitaplarımıza daha çok İngiliz kaynaklarından aktardık.
Gerçek yönü ile yazılmadı. Sanki biz savaşmadık, sanki savaşı biz kazanmadık. Topraklarımızı
yabancı asker mezarlığına çevirdiler. Bu muydu Çanakkale zaferi? Hani nerede 253 000
şehidin kanı ile yazdığı destan? Elimizde bir tek Mehmet Akif’in Çanakkale destanı var, onu
da okuyan yok!
Tarihin seyrini değiştiren zaferin kazanılmasında büyük payı olan Nusret mayın
gemisini bile koruyamadık, çürümeye terk ettik.
*
*
*
a) SAVAŞA NASIL GİRDİK
Çanakkale savaşı, son bağımsız Türk devletini ortadan kaldırmak isteyen batı
emperyalizmine ve haçlı ordularına karşı kazanılan bir zafer olup, aynı zamanda maddi gücü
ve kuru kalabalığı her şey zanneden, zafer için koşup gelen fakat hezimetle dönenlerin
sembolleştiği bir savaştır.
Milli şairimiz Mehmet Akif’in:
“Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünya da eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.”
“Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela…
Hani, tauna da züldür bu zelil istila!” mısraları ile değindiği savaşa, beceriksiz yöneticilerin ve
Türkiye’ye “hasta adam” gözü ile bakanların masa başı hesapları sonunda girildi.
Türklerin savaşa girecek durumları olmadığı gibi, girmelerinde de hiçbir yarar yoktu.
Çünkü savaşı Almanlar kazanırsa, savaşı kazanan Almanlar, Türk topraklarını çiğneyecek,
Türkiye’yi dominyonu haline getirecekti. Eğer Almanlar yenilirse, Türkiye itilaf devletlerinin
çizmelerin altında çiğnenecekti. Bu iki kötü neticeyi de hesap edemeyen Alman hayranı Sait
Halim Paşa, Enver paşa ve Talat paşa gözü kapalı Almanların teklif ettiği ittifakı imzaladılar.
Türkiye’nin savaşa girmesinin zamanının geldiğine karar veren Almanlar, iki zırhlı
gemiyi Türkiye’ye gönderdiler. Paşalar tarafından bu iki gemi kabul edilip satın alındıkları ilan
edildi. Bunun üzerine itilaf devletleri, Türkiye’yi saf dışı etmek için boğazları zorlamaya
başladılar. Yaptıkları planlara göre kolayca boğazları geçip İstanbul’a ulaşacaklardı.
18 Mart 1915 günü her şeyi hesap edip, yenileceğini hesap etmeyen düşman, büyük
bir harekâtla boğazları geçme kararı aldı. Böylece dünya tarihinde destanlaşan savaş başladı.
Netice; toz, Barut, kan ve düşmana mezar olan Çanakkale’nin köpüklü suları…
Çanakkale zaferi ölümü yaşamaktan daha güzel görenlerin zaferi oldu. Vatan, millet, din için
ölmeyi vazife bildiler. O gün tarihi destan yazıldı. Hasta adam, şahlandı ölmeyeceğini
gösterdi.
*
*
*
b) TÜRK MİLLETİ NE HALDEYDİ
Savaşacak gücümüz ve halimiz yoktu. Düşman bize: “Hasta adam” diyordu. Mirasımızı
paylaşmak için üşüşmüşlerdi. Düşman çok kuvvetliydi. Asker sayısı kat kat fazla idi. Maddi
gücünün hesabı yoktu. Yeneceklerinden o kadar emindiler ki, bir kısmı macera olsun diye, bir
kısmı spor olsun diye, bir kısmı da gezi olsun diye savaşa katılmıştı. Müslümanları “halifeyi
kurtaracağız” diye kandırmışlardı.
Bizim tankımız, topumuz, uçağımız, mermimiz olmadığı gibi yiyecek ekmeğimiz bile yoktu.
Halk mevcut bulgurunu, tarhanasını cepheye göndermiş geven kazıp onu yiyordu. Armut
ekmeği yiyordu.
15-16 yaşındaki öğrenciler cepheye gitmişti. Lise öğrencileri sınıf olarak cepheye gitmiş,
liseler mezun vermemişti. Üniversite de okuyan genç kalmamıştı. Bacılar sağlık ve geri
hizmetlerde bulunmuşlardı.
Çanakkale’den gelen şehit haberleri üzerine analar, nineler: “Elhamdülillah şehit anası
oldum” “şehit eşi oldum” diyerek şükretmişlerdir.
Yıllarca köy mezarlıklarına erkek gömülmemiştir. Cenazeleri kağnılarla kadınlar
gömmüşlerdir.
Erkekler vatansız, Kur’an ‘sız, ezansız kalmayalım, bizden sonrakilere bu kutsal emanetleri
bırakalım diye bile bile ölüme gitmişlerdir, şehadet şerbetini içmişlerdir.
Son istiklal gazilerinden Yakup Sakar’ın ifadesiyle 12 askere bir tüfek düşmüştür. 113
yaşındaki Yakup dede : “nasıl savaştığımızı görseydiniz her gün ağlardınız. Makinalı tüfek
başında ölecek olan arkadaşının yerini almak için sıra beklerdik. Düşman zehirli gaz
kullanıyordu.” demiştir.
Çanakkale’ye Anzaklar sevk edilirken iki Osmanlı da müracaat eder: “siz Osmanlısınız sizi
alamayız.” derler. Onlarda Anzakları taşıyan trenin yolunu keser. Günlerce 200 Anzak askerini
taşıyan treni durdurmuşlardır. Sonunda biri şehit biri esir olmuştur.
Meşhur kayseri, Adana gibi erkek liseleri o yıllarda mezun vermemiş öğrenciler
öğretmenler gönüllü Çanakkale de şehit olmuşlardır. On binlerce doktor ve ilim adamları
şehit olmuştur. 8,5 ay süren savaşlarda bir güne bin şehit verilmiştir.
Askere verilen emir şu idi:
Çanakkale 1915 Seddülbahir özel müzesinin sahibi Ahmet uslu, 27. Alay komutanı
Mehmet Şefik’in askere gönderdiği bir mektubuna Çanakkale 1915 dergisinde yer verdiği:
“Her neye mal olursa olsun, mevziinizi muhafaza edeceksiniz, icap ederse hepiniz orada
gömüleceksiniz, tahkimatı ikmal edilip o mevzi temiz edilinceye kadar, her ne maksatla olursa
olsun oradan her kim ayrılırsa idam edileceğini kat’i surette ihtar eylerim.”
Kolordu komutanı İngiliz General William Birdword şöyle demiştir:
- “Türk askeri kadar vatanı için gözünü kırpmadan ölen, savaş anında müthiş bir
cesaretle fırtınalar estiren, yaralı düşmanını sırtında taşıyarak onu ölümden kurtaran
bir asker yeryüzünde görülmemiştir.” dedirtmişlerdir.
Sir Coben Korbet de şöyle demiştir:
- “Çanakkale de bizim gemi ateşlerimizde büyük kayıplara uğrayan birlikler Türk
olmasaydı yerlerinde kalamazdık. Hâlbuki Türkler, bütün muharebe süresince
yerlerinden ayrılmadılar. Gösterdiğimiz bütün itiyat ve basiretlere rağmen baş
döndürücü bir muzafferiyet kazandılar.”
Avustralyalı teğmen T.J.Richards, 4 Mayıs 1915 günü defterine şu notu düşmüştür:
- “Türkler şaşırtıcı derecede iyi savaşçılar. Aralarında anlaşmazlık var mı, ya da
moralleri bozukmuş gibi dedikodulara boş verin. Dün General Hamilton’un bizlere
okunan mesajına bakılırsa, Türkler savaşmaktan yorulmuşlar ve her an havlu
atabilirmiş. Ancak ben bundan emin değilim. Gerçi bir an bile, bizi yenecekler diye
endişelenmiyorum. Ama bu savaşçıyı takdir de ediyorum. Bizlere saçma bir şekilde
söylenildiğinin aksine, işimizin hiç de kolay olmayacağını hissediyorum.”
Artık savaşın sonuna gelinmişti. Siperlerde hafızlar ve alay imamları güzel sesleriyle kuran okunuyor, yüksek sesle dualar yapılıyordu. Kur’an sesleri ve dualar düşman saflarına kadar
ulaşıyordu. Askerler siperlerde şehit olmayı beklerken birbirlerine sarılıp helalleşiyorlardı.
Şafakla çatışma şiddetli bir şekilde başladı. Muhteşem destan yazılıyordu.
Bütün olumsuz şartlar altında mucizeler gösteriliyordu. Şehitlik vardı. O olmazsa gazilik
vardı.
Ey on beşli on beşli,
Tokat yolları taşlı.
On beşliler gidiyor,
Kızların gözü yaşlı.
Mısralarında ifade edildiği gibi 15-16 yaşlarındaki gençler Çanakkale destanını
yazdılar.
*
*
*
c) ÇANAKKALE HAÇLI SALDIRILARININ DEVAMIDIR
Çanakkale savaşı, tarih boyunca sürüp gelen haçlı saldırılarının bir devamıdır. İslam’ı ve
Türklüğü yok etmek, Türk devletine son vermek, Bizans’ı öldüğü yerden diriltmek emeline
dayanan bu savaşın taşıdığı anlam, İngiliz parlamentosunda dile getirilen: “Türkler insanlığın
yüz karasıdır. İnsanlığın insan olmayan numunelerdir. Anadolu’dan sökülüp atılmalıdırlar.”
Sözleri ile noktalanabilir.
Sultan Reşat:
“Salvet etmişti Çanakkal’a ya bahr ü berden
Ehl-i islamın iki hasm-ı kavisi birden.
Mısralarıyla Çanakkale savaşının batının Türk toplumundan intikam alma girişimi
olduğunu ifade etmiştir. Batı asırlarca sürdürdüğü soğuk harple Türkün iç dinamizmini felce
uğratma emelini taşımış ve sıcak harple de onu Çanakkale sularına gömmeye gelmiştir.
Tam değerlendirilecek olursa Çanakkale savaşı yalnız düşmanın boğazlardan
geçmesini önleyen bir savaş değildir. Aynı zamanda haçlı zihniyetine vurulan bir tokat ve
hilalin salibe üstünlüğünü bir kez daha ilan eden bir zaferdir. Bu zaferle İslam’ın ölümsüzlüğü
ve Türkün yaşama azmi ortaya konmuştur.
Bundan sonra da uyanık olmalıyız. Çünkü Çanakkale ye yapılan saldırı, emperyalist
haçlı saldırılarının ne ilkidir, ne de sonuncusu. Türkiye konusu bu gün de Batı’nın
gündemindedir. Saldırılar bugün de devam etmektedir. Yalnız taktik ve hedef değişiktir.
Çanakkale bütün Hristiyan ülkelerin katkısıyla yapılan bir saldırıdır. Akif’in dediği gibi;
“Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela!” diye tarif ettiği bir saldırıdır.
Bu saldırının gayesi, Müslüman Türk milletini Anadolu topraklarından söküp atmaktı.
Hasta dedikleri Osmanlının ölümünü gerçekleşmektir.
Bugün haçlı orduları yerine misyoner orduları kurulmuş görevi onlar devralmıştır.
Hristiyan batı ve Amerika bu konuda ittifak halindedir.
Haçlı ordularını arasında Müslüman ülkelerden kandırılmış Müslümanlar da vardı.
Ceplerinde Kur’an bulunan zenci Müslümanlar vardı. Hep yalan ve hilelerle Müslümanı
Müslümana kırdıracaklardı. Düşman, Osmanlıya saldırdı. “Osmanlıya yardıma, halifeyi
kurtarmaya gidiyoruz.” diye aldatmışlardı. Düşman saflarında Müslümanların olduğu
anlaşılmıştı.
Çanakkale harbinin çalkantılı günlerinde Tayyar Paşa, orduda sesi düzgün ne kadar
asker varsa, hepsinin sabah namazından önce hep birlikte ezan okuması emrini veriyor.
Emri alan yüzlerce nefer, sabahleyin hep bir ağızdan ezan okuyor.
Ezan bittikten sonra bir İngiliz gemisinden mevzilerine mesaj geliyor. Mesaj kâğıda
sarılı bir taş…
Açıp bakıyorlar, farsça yazılmış bir not…
-
“Bizler Hindistanlı Müslüman askerleriz. İngilizler bize, Almanlara karşı Osmanlı’nın
yanında savaşacağımızı söyledi. Biraz önce ezan sesleri duyduk, siz kimsiniz?
Hemen cevap yazılıyor:
- “Burası Osmanlı payitahtının kapısı… Bizler de Osmanlı askeriyiz.”
Mesajı alan Hindistanlı Müslümanlar aynı gün gemide isyan çıkarıp, geri gidiyorlar.
Ezanı duyan Senegalliler: “biz Müslümanlarla savaşmayız.” deyip Fransızlara ait topları
imha ediyor. Bazı Senegalli askerler Fransızlar tarafından öldürülüyor. Bazıları Türk tarafına
kaçıyor.
Çanakkale de düşman, en ağır silahların yanında kimyasal silahlar kullanmıştır. Kendi
askerlerine gaz maskeleri dağıtmışlardır.
Churchill, Türklerin insanla maymun arasında barbar varlıklar olduğu yönünde
Darwin’izm görüşü benimsediği için Türklere karşı zehirli gaz kullanma emrini vermiştir. Bu
insanlığa sığar mı? Cevabını alınca insanlığın yüzünü kızartacak şu ifadeyi kullanmıştır:
“Türkler insan sayılmaz ki!”
Fakat ilahi bir lütuf olarak Churchill’in gemileri gaz bırakırken rüzgar hep karadan denize
esmiş hain plandan sonuç alamamıştır.
Düşman o kadar çok mermi atmıştır ki 1 metre kareye 6 bin mermi düşmüştür.
Düşman kuvvetleri başkomutanı şu itirafta bulunmuştur:
- “…Evet, insan ruhunu yenmek mümkün olmuyor. Dünyada hiçbir ordu, bu kadar
sürekli ayakta kalamaz. Sadece bugün 1800 şarapnel attık. Aylardan beri gece gündüz
savaş gemilerimiz mevzilerini bombalıyor. Son derece hırpalanmış Türkleri koruyan
Cenab-ı Allah’larından ayırmak için başka ne yapılabilir…”
Winston Churchill kumandasında her türlü imkânı seferber edip 1915’te askeri ve
siyasi hayatın en büyük çılgınlığına başvurdu. Churchill bile yenilgiyi aklının kenarından
geçirmiyordu. Modern silahlarla donatılmış İngiliz, Fransız savaş gemileri boğazları geçecek,
dünyanın incisi İstanbul’a demir atacaktı. Onlara göre Osmanlı hasta idi. Mirası
paylaşılmalıydı.
Türkler onlara göre çok zayıftı, karşı koyamazlardı. Daha önce gelip gelip hüsranla
döndüklerini unutmuşlardı. Üç günde İstanbul’a girmeyi planlıyorlardı. Düşmanın her türlü
silahı vardı ama bir tek şeyleri yoktu. Oda Türklerde olan iman kuvveti.
İlk sahte para İstanbul’a çıkınca harcamak için basılmıştı. Paralarını harcayamadılar.
*
*
*
d) ÇANAKKALE GEÇİLMEZ
Sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi açıdan değerlendirilmesi gereken Çanakkale
savaşı, en elverişsiz şartlar altında gerçekleştirilmiş, destanlaşarak tarihe mal olmuş büyük bir
zaferimizdir.
Bu zafer, yorgun, bitkin milletimize “hasta adam” denildiği, emperyalizmin ise en
güçlü anında kazanılan bir zaferdir. Saldırıya geçen batı ve batının en büyük donanmasıydı.
Her tarafa ateş püskürten düşman kuvvetleri, imkânsızlıklar içinde bulunan Mehmetçiğin
insanüstü gayretiyle boğazı geçemedi. Çanakkale sularına gömüldü. Böylece bütün dünyaya
Çanakkale’nin geçirmezliği ilan edildi.
Yıkılmaz bir azim ve inancın zaferi olan Çanakkale, Türkün kahramanlık destanı olarak
tarihe 253 000 Mehmetçiğin kanı ile yazılırken, müttefik kuvvetleri başkomutanı General
Hamilton: “çok cesur harp eden, iyi sevk ve idare edilen asil Türk ordusunun karşısında
bulunuyoruz.” diyerek Türkün varoluş mücadelesinin önünde yenilgiyi kabul etmiş oluyordu.
Savaşın sonunda manevi bir destekle gösterilen mukavemet yenilmez denilen
düşman kuvvetlerini yendi. Allaha şükür ki, Arslan payını Arslan olmayan almadı. Düşmanın
masa başı hesapları suya düştü. Düşman, geçmek istediği boğazlardan mağlup ve perişan
olarak geri dönerken düşmanın kafasına, Çanakkale’nin köpüklü sularına ve dünya tarihine
“Çanakkale geçilmez.” Yazıldı.
Bu durumu Abdülhak Hamid:
“Gördün mü ki Türk ordusu isterse edermiş,
Alçakları bir kat daha alçalmaya mecbur?...” derken Mehmet Akif de:
“asımın nesli… Diyordum ya… nesilmiş gerçek,
iste çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek.” diyerek noktalamıştır.
*
*
*
e)ÇANAKKALE TÜRK’ÜN İMAN GÜCÜNÜN ZAFERİDİR
Çanakkale’de düşman, Türk milletine son darbeyi vurmak için saldırmıştı. Ama
unuttuğu bir şey vardı. O da Türk milletinin imanı ve yaşam azmi idi.
Bu eşsiz kahramanlık destanı, maddi kuvvet ve sayı bakımından çok üstün durumda
olan düşmana karşı Türk milletinin maddi imkânsızlıklar içinde bile yıkılmaz imanı ile daha
nice nice zaferler kazanmaya gücünün yeteceğini gösteren imanın ve Hakk’ın zaferidir.
Düşman, yokluk içinde, yorgun, fakat imanlı Mehmetçiği yenememiştir. Bu da gösteriyor ki,
manevi üstünlük olmadan maddi üstünlük pek işe yaramayacaktır.
Müslüman Türkün iman gücünü ebedileştiren bu zafer, Türkün haçlı ruhuna karşı
göğsünü siper ederek diktiği iman abidesidir. En önemlisi, Türk toplumunu batıdan farklı klan
değerlerin üstünlüğünü belgelediği galibiyettir.
Bu kavga, Türk toplumun varlığına göz diken millet düşmanlarına karşı verilen ölüm
kalım kavgasıdır. Unutulmamalıdır ki bu kavga, varlığını sürdürecek olan milletimizin
kavgalarının ne ilki olmuş, ne de sonuncusu olacaktır.
Açıkçası görülmektedir ki, tarih boyu Türklerin kazandığı zaferler ne sadece teknik
imkânların ve ne de yalnız savaş kabiliyetlerinin bir neticesidir. Sahip oldukları maddi
imkânlarının yanında dünya görüşlerinin, ebedi hayatı müjdeleyen inançlarının ve sahip
oldukları ideallerinin eseridir. İşte maddi kıyaslamaların yapıldığı tarih…
Çanakkale ya bize, ya da emperyalist güçlere mezar olacaktı. Bize değil, düşmana
mezar olması için şehit olduk, gazi olduk, düşmanın topuna iman dolu göğsümüzü siper ettik.
Cehennem ateşine benzer alevleri göğsümüzde söndürdük mermi bitti, süngüyü taktık.
Dipçik kırıldı, yumruğu sıktık. Düşmanı kendisinin meydana getirdiği dalgalar arasında
boğduk.
“Cem olup derya yüzün tutsa düşman ü firenk,
Nusret-i hak bizdedir edemez kimse bizimle cenk.” diyerek iman gücümüzün üstünlüğünün
müşahhas örneğini verdik.
Tarihteki zaferlerimiz göstermiştir ki, Türk milleti imanına ve idealleri ne bağlı kaldığı
dönemlerde mutlu anlar yaşamış, zaferden zafere koşmuş ve düşman tehlikesinden emin
olarak yaşamıştır. İmanına ve milli ideallerine bağlılığı zayıfladığı anlarda da tehlikeli anlar
yaşamış ve düşmanın saldırılarına hedef olmuştur. Fakat imanını tam kaybetmediği ve
ideallerinden tamamen koparılmadığı için düşmanın her saldırısında akıllara durgunluk veren
kahramanlıklar göstermiştir.
Bundan sonra da iman ve ideallerine bağlı olduğu, mili birlik ve beraberliğini
koruduğu ölçüde milletimizin aynı kahramanlıkları göstereceğine, destanlarına destan
katacağına inancımız tamdır.
Bugüne kadar din için, devlet için, millet için canlarını veren aziz şehitlerimizi
rahmetle anar, ruhlarının şad olmasını, nur içinde yatmalarını ve kalpleri millet için atanlara
şefaatçi olmalarını Cenab-ı Allahtan niyaz ederim.
Bu vatanı ve varlığımızı şehitlerimize gazilerimize borçluyuz. Çanakkale de şehit
vermeyen aile hemen hemen yoktur. Ülkenin yetişmiş elemanları Çanakkale de yatıyor.
Çanakkale savaşını imansız anlatabilir miyiz? Yoksa evlendiği gün cepheye koşan,
çocuklarını, eşini, her şeyini ardına bakmadan bile bile ölüme giden insanları ne ile
anlatabiliriz. İman yoksa 270 kiloluk mermi nasıl kaldırılır?
Ebedi hayat müjdesi, şehitlik mertebesi olmasaydı kim cepheye koşardı?
Hz. Muhammed (as):
- “Hudutta Allah yolunda nöbet tutanlar dışında her ölenin ameli sona erdirilir. Hudutta
nöbet tutarken ölenin yaptığı amellerin sevabı ise kıyamet gününe kadar artarak
devam eder, kabirdeki imtihanda da emniyet içinde olur.” (Tirmizi, Fezail’l-Cihad 2)
buyurarak müjde vermişti.
Çanakkale de “Allah Allah” nidaları tekbir sesleri, ezan sesleri hep düşmana korku
vermiş ve top seslerini bastırmıştır.
İngiliz ordu kumandanı orgeneral Hamilton’un:
- “Bizi Türklerin maddi gücü değil, manevi gücü mağlup etmiştir. Çünkü onların atacak
barutu bile kalmamıştı. Fakat biz, gökten inen güçleri müşahede ettik!...“ şeklinde
itirafı da bu gerçeği sergilemektedir.
Alman subayı şöyle anlatıyor:
Erinden subayına herkes salaten tuncina okuyor, bilmeyenler tekbir getiriyor. Binbaşı
Lütfi bey: “Yetiş ya Muhammed, kitabın gidiyor” diye feryat ediyordu.
Bir mermi teğmen Palulu Ali’nin sağ kolunu götürdü, gövdesi yere yıkıldı. Çıldırmasından
korkup ona sarıldım: “Ölmeyeceksin Ali” dedim. Gülümseyerek bana dedi ki: “Ben gidiyorum,
bak peygamber beni kucaklayamaya geliyor.” dedi gözünü bir noktaya dikti, hiç ayırmadı. En
son bana dedi ki: “Köyde 4 yaşında oğlum var, sahip çıkarsan sevinirim.” Ben onu evlat
edindim. Almanya’ya götürdüm…
İşte Çanakkale’yi ölümsüzleştiren ruh…
Bir acıklı ve ibretli olay da şöyledir:
Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Sultanahmet camiine her gittiğinde orada iki gözü iki
çeşme ağlayan yaşlı bir zata rastlamaktadır. Her sabah ne kadar erken gitse de yine de
mihrabın bir kenarına oturmuş olan saçı sakalı bembeyaz olmuş ihtiyarı orada görüyordu.
Nihayet bir gün, dayanamayarak o yaşlı zata;
- “Muhterem, niye bu kadar ağlıyorsun? Allah’ın rahmetinden bir insan bu kadar
ümitsiz olur mu?”
Yaşlı gözlerle ona bakan adam;
- “Beni konuşturma! Neredeyse kalbin duracak.” der ve Akif’in ısrarına dayanamayarak
başından geçen olayı şöyle özetler:
- “Efendim, ben Abdülhamid Han’ın devrinde orduda bir binbaşıydım. Emrim altında
olan bir birliğim vardı. Bu askeri görevime annemin ve babamın vefatına kadar devam
ettim. Fakat onlar vefat edince istifa etmek istedim. Çünkü bir hayli servetimiz vardı.
Bu mal ve mülkün başında durmak, onların çarçur olmaması için gerektiği şekilde
ilgilenmek gayesiyle, bir istifa dilekçesi yazıp sadaret makamına gönderdim. Dilekçem
de dedim ki: “annem de babam da vefat etti. Falan yerde mağazalarımız, filan yerde
gayrimenkullerimiz vardır. Netice itibariyle bunlarla ilgilenecek, ticari işlerin yürümesi
için mağazaların başında duracak bir nezaretçiye ihtiyaç vardır. Bu vesileyle şayet
kabul buyurulursa görevimden istifa etmek istiyorum.” Bu dilekçeyi yazdıktan bir
müddet sonra, doğrudan doğruya hünkârdan bana bir yazı geldi. Heyecanla, gelen
mektubu açtım ve okudum. Orada istifamın kabul edilmediği yazılmıştı. Öyle
anlaşılıyordu ki istifa dilekçem bizzat padişaha gönderilmişti. Ben istifa dilekçemi
yenileyip bir daha verdim. Fakat bana yine aynı cevap geldi. Bunun üzerine bizzat
sultanın huzuruna çıkıp kendisiyle şifahi olarak görüşüp istifamı vereyim diye
düşündüm. Padişahımız Abdülhamid’in huzuruna çıktım. Azlimi istedim ve ısrar ettim:
- “Haydi, git, seni azlettik”. Dedi. Sevinmiştim. Bir gece rüyamda şunu gördüm:
Ordular toplanmış, Allah Rasülü de teftiş ediyordu. Sultan Abdülhamid Han’da oradaydı.
Sıra benim birliğime gelmişti. Başta komutan yoktu. Askerler dağınıktı. Peygamber (a.s.)
Abdülhamid’e:
- “Bu birliğin komutanı nerede” dedi. Abdülhamid:
- “Ya Rasülallah, o istifa etti” deyince Allah rasülu:
- “Ya öyle mi, bizde onu azledip, istifasını kabul ettik.” Buyurdu.
Şimdi söyle ben ağlamayayım da kim ağlasın?”
*
*
*
f) ÇANAKKALE ZAFERİ GURUR DUYACAĞIMIZ BİR ZAFERDİR.
Bugün batı kültürü içinde benliğini kaybetmiş, kendi milletinden, kendi kültüründen
kopmuş aydınımız ve yabancı kültürlerin yıkıcı propagandasının tesiri altında kalmış bir kısım
gençliğimiz, Türkün dünya görüşünü ve tarihte milletimizin kazandığı zaferleri milli açıdan
değerlendiremediği için, tarihimizi süsleyen zaferlerle gururlanmanın ve bu zaferleri
kutlamanın anlamını kavrayamamaktadırlar.
Unutulmamalıdır ki, diğer zaferlerimiz gibi Çanakkale zaferi de Türk tarihinde bir
dönüm noktasıdır. Bunun için Türk tarihinde müstesna yer işgal eder. Çünkü zafer
kazanılmamış olsaydı, Çanakkale’nin kanlı, köpüklü suları Türk milletine toptan mezar
olacaktı.
Çanakkale de üstün düşman güçlerine karşı büyük fedakârlıklar gösterilmiştir. Yalnız
düşman donanmasının boğazlardan geçmesinin önlenmesi açısından değerlendirilip zaferin
anlamı küçültülemez. Şehitlerimizin kanı, canı karşılığında bıraktıkları miras, bugünkü
insanımızın mevcudiyetini sağlayan bir miras olduğu unutulmamalıdır.
Çanakkale zaferi, 250 000 şehidin 250 000 destanıdır. Ne yazık ki bu destan, Batının
müsaade ettiği ölçüde, Batının dilinden neslimize aktarılmıştır. Zaferin hangi zor şartlar
altında gerçekleştirildiği, nasıl fedakârlık ve imanla kazanıldığı, zaferle beraber Türk
toplumunun neler kazandığı, iki tarafın idealinin ne olduğu gibi konulara değinilmemiştir.
Her milletin tarihinde unutulması güç müstesna olaylar vardır. Nesiller bu müstesna
olayları hatırlamak ve bu olaylarla gurur duymakla ancak var olmalarının nedenleri
anlayabilirler. Milletimiz Çanakkale’de var olma kavgası vermiştir. Bu kavganın ifade ettiği
anlama aydınımıza ve gençlerimize gereği gibi anlatılmalıdır.
Tarihimizi süsleyen ve her biri ayrı bir anlam ifade eden zaferlerimiz, vatan, millet
düşman eline geçmesin, minarelerden ezan sesi kesilmesin, millet var olsun diye canlarını
veren aziz şehitlerimize layık olabilme ve ruhlarını şad etme gayreti ile anılmalıdır.
Çanakkale zaferinin gururla hatırlamak, aziz şehitlerimizi rahmetle anmak, onları
kanları, canları karşılığı yaşayan bizlere hem milli hem de insanı bir görevdir.
*
*
*
g) ÇANAKKALE ZAFERİ BİZE NE KAZANDIRDI
Savaş iki medeniyetin savaşıydı. Türk İslam medeniyetinin üstünlüğünün ilan edildiği
zaferle sonuçlanmıştır.
Bu zafer, batının hesaplarını alt üst etmiştir. Bu zafer sonucu düşman birlikleri güven
ve itibar kaybederek perişan bir halde memleketlerine dönmüşlerdir.
Çanakkale savunmamız bize hayat vermiştir. Hatta İslam dünyasına yapılabilecek haçlı
saldırılarını önlemiştir.
Çanakkale zaferi ile Türk milletinin tarihinde beyaz bir sahife açılmış, Müslüman Türk
milletinin şerefine leke sürdürülmemiştir.
Çanakkale zaferi Osmanlının son zaferidir. Bu şanlı zafer, diriliş destanımız olmuş,
Çanakkale’nin geçilmez olduğunu ilan etmiştir. İngilizlerin, Fransızların üstünlüğü imajını
sarmıştır.
Çanakkale savunması sadece oradaki toprakların savunması değil, topyekûn milletin
canının, malının ırz ve namusunun da savunulması olmuştur. Bu millet geleceğini kazandı.
Bağımsızlığını kazandı.
Bu savunmanın en kötü şartlarda kazanılan zaferin benzerini tarih kaydetmemiştir. Bu
zafer, en çok ilahi yardımın görüldüğü bir zafer olmuştur.
Yenilen ve itibar kaybettiren Corcil mahkemede:
“Biz Türklerle değil Allah’la savaştık. Neden hala anlamıyorsunuz?” demiştir.
253 bin şehit boşuna ölmedi. Onlar ölmemiş olsaydı biz nasıl var olacaktık? Üzerinde
yaşadığımız vatanı nereden bulacaktık? Saldırı tam bir haçlı saldırısı idi. İtalya, Fransa ve
İngilizler bu toprakları vatan yapacaktı.
Bu zaferi sadece m. Kemal’e mal edenler oluyor. Bu zafer, Osmanlının son zaferidir.
Bütün bir milletin kazandığı bir zaferdir. Canını dişine takan her şeyini feda eden millete
haksızlık edilmemelidir. M. Kemal, Çanakkale’de subaylardan biridir. Onlar üstünde
generaller, paşalar vardır. M. Kemal’in rütbesi albaydır.
Çanakkale de emeği geçen şehit ve gazi, er, komutan hepsini hayırla yad etmeliyiz.
“Ruhları şad olsun. Makamları cennet olsun” demeliyiz.
*
*
*
h) ÇANAKKALE SAVAŞI HATIRALARI
Çanakkale savaşı sırasında şehitlik ve gazilik mertebesine erişen vatan evladı
kahramanlarımızla ilgili sayısız hatıralar yaşanmış ve günümüze kadar kulaktan kulağa bizzat
o günün heyecanını yaşayan gazilerimiz tarafından nakledilmiştir.
Bende okuyucuları o günün acı ve tatlı hatıralarından bazılarını nakletmek istiyorum.
Fakat okuyucularım takdir ederler ki; o günün heyecanını yaşamadan o günlerin hatıralarını
gerçek anlamda anlatan anlatamaz, okuyan da o heyecanı duyamaz. Ama o günkü heyecanı
her ne kadar yaşayamasak da yaşatamasak bile, hiç olmazsa Çanakkale savaşının nasıl
cereyan ettiğini, hangi şartlar altında yapıldığını, en önemlisi de nasıl kazanıldığını ortaya
koyacağımız inancındayım.
Her hatırada şehitlerimiz, gazilerimiz bizlere mesajlar vermişlerdir. Hatıraları okurken
onları rahmetle analım, verdikleri mesajları iyi anlayıp iyi değerlendirelim. Onların uğrunda
öldükleri ideallerin genç nesle aktarıp o ruhu yaşatalım. Ruhları şad olsun…
Çanakkale de vatan, millet, namus ve bayrak uğruna 253 bin kahraman şehit
olmuştur. Ölmüşlerdir fakat mağlup olmamışlardır. Bu durumu en iyi gören Napolyon şöyle
demiştir:
“Erkeğin cesur, kadının iffetli olması, bu iki meziyetin yanı başında her iki cinsi şereflendiren
tek bir meziyet vardır: vatana icabında her şeyini feda edecek kadar bağlı olmak… bu
meziyetler ve bu faziletin en büyük kahramanlığı, hayatın elemine ve kederine karşı
korkusuz kalmayı, ağır hadiselerin acılarına göğüs germeyi doğurur. İşte Türkler bu çeşit
kahramanlardandır. Ondan dolayı, Türkler öldürülebilirler, lakin asla mağlup edilemezler.”
*
*
*
ÖL DE KÖYE DÖNME OĞUL!...
Bilecik istasyonunda tren hareket etmek üzeredir. Teğmen Abdulkadir, telaşla koşan
bir ana ile karşılaşır. Ona:
- “Anacığım, burada ne arıyorsun?” diye sorar.
- “Asker oğlum var, onu uğurlamaya geldim.”
Cevabını alan Abdulkadir teğmen:
- “Çağırayım mı, ana?” deyince çilekeş ana:
- “Zahmet olmazsa evlat, sana dua ederim. Ona söyleyecek birkaç sözüm var da…”
Söğüdün ak gönlü köyünden Mahmut oğlu Hüseyin, anacığına koşarak gelir. Elini öper.
Sarılırlar. Ana ciğerparesine der ki:
- “oğlum Hüseyin, dayın Sıpka’da , baban Dömeke’de iki ağan Çanakkale de şehit
oldular. Bak son yongam sensin. Eğer minarelerde ezan sesleri kesilecekse, köyün,
vatanın düşman eline geçecekse, bu yüzden şehitlerimiz bizi lanetleyecekse, sütüm
sana haram olsun. Öl de köye dönme. Haydi, oğul Allah yolunu açık etsin. Yüzünü ak
etsin.” der.
Hüseyin, tekrar anacığının elini öper, teğmenini selamlar ve trene biner. Ana ile oğlunun
konuşmalarını dinleyen teğmen ile ana arasında şu konuşma geçer:
- “Valide! Demek sizin evin erkekleri hep şehit oldu öyle mi?”
- “Yalnız bizim köyün değil oğul, yıllardır köy mezarlığına bir tek erkek gömülmedi.”
Teğmen çilekeş ananın elini öper ve ona:
- “Anacığım, beni de dualarında unutma emi” diyerek ayrılır. Çok duygulanmıştır, kendi
kendine “milleti doğuran da ana, yaşatan da…” diyerek trene biner.
*
*
*
DAHA AZ HAYSİYETLİ DEĞİLİM
Talat paşa, Abdülhamit’in huzuruna çıkar. Ona Çanakkale de kanlı savaşların devam
ettiğini, bu nedenle, payıtahtın Konya’ya taşınmasını, kendisinin de Bursa’da bu hünkar
köşkünde oturmasının uygun olacağını söyler.
Talat Paşa’nın bu teklifine Abdülhamid’in cevabı şöyle olur:
- Konstantin bir nefer gibi elinde kılıç, burçlarda dövüşe dövüşe can verdi. Ben
İstanbul’dan bir vapura, bir trene binip de mi ayrılacağım? Hayır, olmaz. Ben Bizans
imparatoru Konstantin’den daha az haysiyetli değilim…”
*
*
*
DÜŞMANDAN KAÇILMAZ
Çenk Bayır’ında uzun süre düşmanla kahramanca çarpışan ve cephaneleri bittiği için bir
takım asker geri çekilmek zorunda kalmıştır.
Mustafa Kemal geri çekilmekte olan askerleri durdurur ve sorar:
- “Niçin geri çekiliyorsunuz?”
- “Efendim düşman…” derler.
- “işte!...” diyerek karşı tepeyi gösterirler.
Bunun üzerine Mustafa Kemal askerlere:
- “Düşmandan kaçılmaz.” deyince askerler:
- “Cephanemiz kalmadı” der.
Mustafa Kemal:
- “Cephaneniz yoksa süngünüz de mi yok?” diyerek taarruz emri verir ve ölmelerini
emreder.
Düşman askerleri, bu saldırı ve canını feda etmekten çekinmeyen Mehmetçiği görünce
paniğe kapılıp geri çekilmeye başlarlar.
*
*
*
BİSMİLLAH YA ALLAH
18 Mart bütün gün susmayan mecidiye tabyamız. 17 30 ‘da bir düşman mermisi ile
susunca, iki kişinin dışında bütün kahramanlarımız şehit olmuştur. Arkadaşlarından biraz
sonraya kalan Edremitli Seyyit onbaşı, o anda bozulan top sürenin yerini alır. 270 kiloluk
mermiyi kaldırıp topa sürer, olmaz. Bir daha sürer, gene olmaz. Bismillah ya Allah diyerek
üçüncü defa sürer. Böylece arkadaşlarını şehit eden Ocean zırhlısını dümeninden vurarak
haini döndüre döndüre sulara gömer.
*
*
*
SON VAZİFE
Kanlı sırt’ta çok kanlı geçen çarpışmalarda sarı İbrahim oğlu borazan Mehmet, ağır yara
almıştır. Arkadaşları onu öldü zannı ile bırakıp geri çekilirler. Fakat o ölmemiştir. Üç gece
sürünerek arkadaşlarına kavuşur. Onlar ulaştığında düşmanın gizlice sürdürdüğü baskını
haber verir.
Netice de baskınla büyük bir zafer kazanmak isteyen düşman, büyük zayiat vererek geri
çekilmek zorunda kalmıştır.
*
*
*
BENDEN BAŞKA KİMSE KALMADI
Bütün arkadaşları şehit olan Ali Onbaşı, umumi karargâhta telefonla:
- “Bataryamda iki top ve benden başka kimse kalmadı. Bütün arkadaşlarım Allah’ın
rahmetine kavuştu. Atışa devam ediyorum.”
Demiş, o cesur ses bir daha duyulmamıştır.
*
*
*
NE İŞİN VAR?
Musa onbaşı ile iki arkadaşı, gece karanlığında sürünerek düşman siperlerine
yaklaşmışlardı. Musa onbaşı bir düşman askerinin üzerine atılır. Adam güçlü kuvvetli iridir.
Zor zar kamutanrına getirir. Komutanı şaşırır. Düşman askerinin Avusturyalı bir boksör olduğu
anlaşılınca komutan sorar:
- “Bu topraklarda ne işin var?”
Boksör cevap olarak:
- “Ben sporcuyum. Savaş eski bir spordur. Bunun için askere yazıldım.”
Komutan tekrar sorar:
- “Bizim Musa’nın sportmenliğini nasıl buldun?”
- …
*
*
*
ABİDE
Yahya çavuş abidesinin bir yüzünde:
“Yahya çavuş emrindeki 63 kahraman, 6 düşman taburunu, 10 saat bu kıyıda tuttular.
Çanakkale’yi kurtardılar. Tarihe maloldular.”
Abidenin diğer yüzünde de şunlar yazılıdır:
“Bir kahraman takım ve de Yahya çavuştular,
Tam üç alayla burada gönülden vuruştular.
Düşman tümen sanırdı bu şahane erleri,
Allah’ı arzu ettiler, akşama kavuştular.
*
*
*
İKİ HATIRA
Çanakkale şehitleri abidesinin altında bir tarafta düşman askerlerinin boşalttığı içki
şişeleri…. Diğer tarafta düşman kurşunlarıyla delik deşik olmuş Mehmetçiğin su matraları…
*
*
*
CENNETE GİTMEYE HAZIRLANIYOR
Anafartalar komutanı Mustafa Kemal şöyle anlatıyor:
“Bombarstı vakasını anlatmadan geçemeyeceğim. Siperler arasında mesafe 8 metre ölüm
muhakkak.
Birinci siperdekilerin hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor. İkincilerdekiler onların
yerine geçiyor. Fakat ne kadar gıpta edilecek bir itidal ve tevekkülle, biliyor musunuz? Öleni
görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiçbir korku ve endişe göstermiyor, hiç sarsılmak
yok. Okuma bilenlerin elinde Kur’an cennete gitmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i
şehadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetinin gösteren şayanı-ı hayret
bir misaldir.”
*
*
*
KAÇMAYA GÜCÜ YETER
Bir hatıra da afyonun sandıklı kazasında Mustafa onbaşıya aittir.
Bir gazetecinin sorusu üzerine Mustafa onbaşı şöyle anlatır:
- “60. Alay vardı. Düşman bu alayı mahvetmişti. Bizim taburu takviye verdiler. Hücuma
kalktık. Düşmanı püskürttük. Yüzbaşı Mustafa Efendi önümüze düştü bize:
- Haydi evlatlarım! Anamız bizi bugün için doğurdu! Diyordu. Biz İngilizleri epey
kovaladık.
Gazeteci tekrar sorar:
- Eee! Bu İngilizlerde hiç cesaret yok mu?
Mustafa onbaşı şu cevabı verir:
- Askeri korkaktır. Denizden gücü çoktur, ama karadan yüzü yoktur. Bir kere Türk’ün
askerini gördü mü, gerisin geriye kaçmaya gücü yeter, yoksa başka bir şeye gücü
yetmez…”
*
*
*
TOPRAKLARIMIZDA NE İŞİ VARMIŞ
Bir İngiliz, Londra’da lüks bir lokantada çalışan Türk olduğunu öğrenince, bozulur,
kaşlarını çatar:
- “Ben Türklerden nefret ederim.” der.
Türk genci sorar:
- “Niçin?”
- “Çünkü siz Türkler binlerce İngiliz’i Çanakkale’nin sularına gömdünüz.”
Türk genci gayet sakin ve anlamlı bir şekilde sorar:
- “Peki o İngilizlerin Çanakkale de ne işi varmış?”
- …
*
*
*
BİR BAŞKA MİLLET YOKTUR.
Çanakkale savaşları sırasında komutan olarak görev yapan alman generali liman Von
Sanders, savaş sonrası hatıralarında şunları yazmıştır.
“Gelibolu yarımadasında Türkler, dünyanın en kudretli donanma ve orduları ile
dövüşmüşlerdir. Çanakkale’yi bir asker olarak anlatmak çok zordur.
Çelikten, manevi kudretten, vatan aşkından bir insan yapısı ne demektir? Sorusunun
cevabı, Anadolu çocuğunun ta kendisiydi…
Tarih kitaplarında Türkler için okunanlar, hatta onlarla dövüşenlerin anlattıkları hikâyeler,
hakikati ifadeden acizdir. Çanakkale’de Türklerle beraber aynı safta dövüşmenin şerefini
ömrümün sonuna kadar unutmayacağım.
Çoğu yarı çıplak, yarı açtılar. Haftada ancak bir öğün et yemeği yiyorlardı. Diğer
zamanlarda çiçek yağında haşlanmış buğday kırığı (bulgur) yiyorlar, taş üstünde yatıyorlar,
güneşe, fırtınaya, soğuğa ve yağmura karşı korunmamış siperlerde çamur ve toz içinde günler
geçiriyorlar, fakat dünyanın bütün vasıta ve imkanlarına sahip düşmanlarını buldukları zaman
arslanlar gibi dövüşüyorlardı.
Bu ne gösterişsiz, övgüsüz bir yurt sevgisiydi. Arkalarında fakir bir vatan toprağı, duran bu
insanlar, cephede birer kahramandılar… Ölüme gülerek giden bir başka millet yoktur…”
*
*
*
MEHMETÇİK YATIYOR
İstiklal savaşından sonra Türk milletine hayran olanlar, istiklal savaşı komutanını görmek
isteyenler, hayranlıklarını ifade edebilmek için Ankara’ya koşuyorlardı.
Bunların arasında İran şehinşahı rıza pehlevi de bulunuyordu. Rıza pehlevi Çanakkale de
Mustafa Kemal ile gezerken aziz şehitlerimizin yattığı yere geldiklerinde birden durur, hazır ol
vaziyetine geçer ve şehitlerimizi selamladıktan sonra sorar:
- “Bu topraklarda kaç şehit yatıyor?”
Mustafa Kemal şu cevabı verir:
- “Ekselans, şu gördüğünüz topraklarda sadece bir kişi yatıyor. Fakat öyle bir kişi ki o,
bu vatanın, bu toprağın, bu bayrağın tek başına sembolüdür. Ve onun adı da
MEHMETÇİKTİR.”
*
*
*
Avustralyalı üsteğmen cosef şöyle anlatıyor:
25 Nisan 1915 günü Conk bayırında Türkler ve birleşik kuvvetler arasında korkunç siper
savaşları oluyor. Siperler arası 8-10 metre mesafe var yok… süngü hücumundan sonra savaşa
ara verildi. Yaralı ve ölüler toplanıyor. İki siper arasında açıkta bir yaralı, bir bacağı kopmak
üzere olan İngiliz yüzbaşısı… avazı çıktığı kadar “beni kurtarın” diye bağırıyor ve ağlıyordu.
Ancak hiçbir siperden kimse çıkıp yardım edemiyor, çünkü en küçük bir kıpırdanışta yüzlerce
kurşun yağıyordu.
Bu sırada akıl almaz bir olay oldu; Türk siperlerinden beyaz bir iç çamaşırı sallandı,
arkasından iri bir Türk askeri silahsız olarak siperden fırladı. Hepimiz donup kaldık kimse
nefes alamıyordu; sadece ona bakıyorduk! Asker yavaş yavaş yürüyor, siperdekiler kendisine
nişan almış bekliyordu. Asker yaralı İngiliz subayını kucakladığı gibi bizim siperlere doğru
yürümeye başladı. Siperlerimizin önünde yaralıyı usulca yere bırakıp kendi siperine doğru
yürüdü, teşekkür bile edemedik. Savaş alanında, günlerce bu kahraman Türk askerinin
cesareti ve insan sevgisi konuşuldu.
*
*
*
Denizci teğmen m. Grammont şöyle anlatıyor:
- “Bouvet, yana yatarak hızla batıyordu. Arkadaşlarımla birlikte denize atladık. Sahile
vardığımızda soğuktan çok korkudan titriyorduk. Çünkü karanın iç kısımlarında Türkler
vardı. biraz sonra da korkumuzla burun buruna kalmıştık. Türkler bizi bulmuştu.
Onları karşımızda görünce işimizin bittiğini düşündüm. Fakat onlar bilmediğimiz
dilleriyle bir şeyler söyledikten sonra üzerlerindeki kaputları çıkartarak bizlere
giydirdiler. Ve daha sonra yanan sıcacık bir odaya yerleştirdiler. Yemek ve ıslak
giysilerimizi değiştirmemiz için çamaşır verdiler. Şaşkınlıktan donup kalmıştık.
Karnımız doyduktan sonra genç bir subay yanımıza geldi. Mükemmel bir Fransızca ile
“geçmiş olsun. Bu savaşın sonuna kadar misafirimizsiniz. Sizler için savaş bitti. Ben ise
yarın ölebilirim. O yüzden bir ihtiyacınız olursa nöbetçi onbaşıya söylersiniz. “
Türklerin bu dürüstlüğünü ve konukseverliğini ölene kadar unutacağımı hiç
sanmıyorum.”
*
*
*
Bir gazimiz anlatıyor:
- “Çekiyorum tetiği, çekiyorum tüfek patlamıyor.” diyor. Ve sebebini ekliyor.”
Arkadaşlara tüfeğimi niye patlamıyor diye göstermek istedim, bir baktım benim
parmak kopmuş.”
*
*
*
Bir ağacın dibinde bir asker oturmaktadır. Kumandan
- “Asker! “ diye seslenir.
Asker derhal kalkar, selam verir. Yalnız, yanlış yere selam vermiştir.
- “Ne o gözlerini mi kaybettin?” deyince asker:
- “Ben göreceğim şeyleri görmüştüm, komutanım” der. Komutan, kendini tutamaz
ağlar.
*
*
*
Yüzbaşı Hasan’ın kız çocuğu olduğunu bildiren bir telgraf gelir. Komutan Cevat paşa:
- “Hasan evladım! Bir kızın olmuş, izinlisin.” der.
Hasan şu cevabı verir:
- “Komutanım, vatan daha mukaddes, gidemem, ismini Didar koysunlar.”
O gece hasan bey şehit olur.
*
*
*
Celal onbaşının iki ayağı dizlerinden kopmuştur. Düşüncesini şöyle ifade eder:
- “Vatan bana yeter. Ben sürüneyim ama milletimin başı göklerde olsun.
*
*
*
Bir top mermisinin isabet ettiği takım şehit düşer. İçlerinden biri soluk almaktadır. Onun
da kolları kopmuştur. Takım komutanı ise, hüngür hüngür ağlamaya başlayınca, kolları
kopmuş olan asker, ağlayan komutanına:
- “Üzülme komutanım ben yaşıyorum ya” demiş. Oda şehit olmuştur. Bir daha
konuşamamıştır.
*
*
*
Bir şehidin mektubu:
9 Ocak 1916 da Çanakkale de şehit düşen Gümüşhane’nin Şiran ilçesinden üsteğmen
Zahit’in eşi Hanife Hanım’a vasiyeti niteliğindeki mektubu: “ ben ölürsem sakın gam yeme.
Beni ve seni yaratan Allah bizi nasıl dünya da birbirimize nasip etti ise, beden şehitlik
rütbesini esirgemediği takdirde, elbette, ruhlarımızı da birbirine kavuşturur. Vatan yolunda
şehit olursam bana ne mutlu. Ancak, sana bir vasiyetim var: birincisi benim için kat’iyken
ağlama… İkincisi, eşyamın listesi ilişikte. Bunları sat, ele geçecek paradan mihr-i muaccel ve
mihr-i Müeccel’ini al, üst tarafı ile bana mevlit olut. Eğer bunlardan sana borcumu ödemezse
hakkını helal et ve ilk gece aramızda geçen sözü unutma…”
*
*
*
Son nefeste soruyor:
Çanakkale’de ateş hattında çarpışan ve vazifesi başında da şehit olan zabit muzaffer bey,
son nefesinde artık sesinin çıkmadığı ve gözlerinin bir şey anlatamadığı dakikada cebinden bir
zarf çıkardı ve üzerine yarasından akan kanlarla yazmaya başladı.
- “Kıble ne tarafta?”
Etrafındakiler, ruhunu, beytullaha dönerek Allah’a teslim etmek isteyen muzaffer Bey’in
bu arzusunu yerine getirip onu kıbleye çevirdiler.
*
*
*
Şükrü naili paşa anlatıyor:
Çanakkale de ileri hattayız. Düşman keçi Deresi’nin karşısında makinalı tüfeklerini
kurmuş, durmaksızın bu dereyi ateş altında tutuyor. Burada her gün bizden on, on beş kişi
şehit oluyor.
Bir gün teftişe gittim. Teftiş sırasında tabi o dereden de geçmek icap etti. Dere başına
gelince, alay kumandanı bana:
“Burası sırat köprüsüdür. Evvela ben geçeyim. Sonra siz geçersiniz.” dedi. Kırk adım kadar
olan mesafeyi koşarak geçti. Ben de arkasından koşarak geçtim. Düşman durmaksızın ateş
edip duruyordu.
Geçtikten sonra arkama baktığımda, ne görsem beğenirsiniz: bir Mehmetçik, elinde
karavana bakraçlar, ateşe hiç aldırmadan, ağır ağır geliyor. “ koş oğlum, koş. Vurulacaksın”
diye bağırdım.
Sesimi işitmemiş gibi hiç istifini bozmadı. Aynı yürüyüşle yanıma kadar geldi. Niçin
koşmadığını sordum. Ne cevap verdi bilir misiniz?
“koşsaydım, bakraçlardaki bakla çorbası dökülürdü. Arkadaşlarım aç kalırlardı.
Düşmandan kaçılmaz, kumandanım.”
*
*
*
KINALI ASKER
Çanakkale’nin köylerinden her gün yüzlerce genç savaşa katılmak üzere birliklerde
toplanmaktadır. Acemi eratın ve teçhizatı tamamlandıktan sonra cepheye sürülmektedir.
Yüzbaşı Sırrı bey, ikindi vakti yeni gelen eratı teftiş ederken, içlerinden bir tanesinin saçının
bir tarafı kınalanmış olduğunu görür ve takılır:
- “Hiç erkek kınalanır mi?”
Mehmetçik:
- “Buraya gelmeden evvel, anam kınalamıştı komutanım.”
Der ve sebebini bilmediğini ilave eder. Komutanın isteği üzerine anasına haber salar.
“niye benim saçımı kınaladın?” gelen cevap mektupta şunlar yazar:
- “Ey gözümün nuru Hasanım, köyümüzde rahat rahat oturalım mı? Vatan sevgisi
içimizde alev alev yanıyor. Sen ecdadından, babandan aşağı kalamazsın. Ben, senin
anan isem, beni ve seni Allah yarattı. Vatan büyüttü. Allah, bu vatan için seni besledi.
Bu vatanın ekmeği iliklerinde duruyor.
Sen bu ailenin seçilmiş bir kurbanısın.
Hasanım, söyle zabit efendiye… Bizim köyde kurbanlık ayrılan koyunlar kınalanır. Ben de
seni evlatlarımın arasından vatana kurban adadım. Onun için saçını kınalamıştı. El-hükmü
billah, seni İsmail Peygamber’in yolundan ayrımasın. Seni melekler şimdiden rahmetle
anacaktır. Gözlerinden öperim.
“Anan-hatice”
(Mehmet İhsan Gençcan, Çanakkale Savaşlarından Altın Harfler, s. 61-62)
*
*
*
Mehmet Tevfik’in şehit olmadan yazdığı mektup:
Şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı bugün hak etmek zamanıdır. Vatanıma olan
mukaddes vazifemi yerine getirmeye çalışıyorum. Şehitlik rütbesine kavuşursam, Cenab-ı
Hakkın en sevimli kulu olduğuma kanaat edeceğim. Asker olduğum için, bu her zaman bana
pek yakındır.
Sevgili babacığım ve valideciğim, gözbebeğim olan zevcem münevver ve oğlum
nezihciğimi önce Cenab-ı Hakka sonra sizin himayenize bırakıyordu. Bana hakkınızı helal
ediniz. Ruhumu şad ediniz, refikama yardımcı olunuz.
Hepiniz, her gün beş vakit kılınız… ruhuma fatiha okuyarak beni sevindiriniz. Elveda,
elveda, cümlenizi cenabı hakka tevdi ve emanet ediyorum ebediyyen Allaha ısmarladık.
Sevgili babacığım ve valideciğim.
*
*
*
Bir gazinin anlattıkları:
Gaziantep’te Çanakkale savaşına şehit olduğunu belirten 102 yaşındaki Hatice Köşe,
düğün hazırlığı yapan dayısının, kına gecesi elleri kınaladıktan sonra Çanakkale’ye savaşmaya
gittiğini söyledi. Dayısının düğün hazırlığı yaptığı sırada Çanakkale savaşına çağrıldığını
kaydeden Köşe, yaşanan o günleri şöyle anlattı:
“Ninemle meydandan geçerken davul-zurna çalındığını gördük. Ama ortada düğün yoktu.
Ne olduğunu sorduğumuzda seferberlik ilan edildi, savaş var” dediler. Ben o sıralarda
çocuktum. Ama yaşanan olayları hatırlıyorum. Savaş sıralarında dayım düğün hazırlığı
içindeydi. Kına gecesi yaptık. Kınası yakıldıktan sonra askerler geldi. Dayım elleri kınalı kınalı
helallik alarak savaşa gitti. Geldiğinde kulakları sağır olmuştu.”
*
*
*
YABANCI İTİRAFI
Çanakkale savaşlarında savaşıp bir kolu ile ayağını kaybeden Fransız generali Bridges,
yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor:
- “ Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar edebilirsiniz.
Hiç unutmam, savaş sahasında döğüş bitmişti. Yaralı ve ölülerin arasında
dolaşıyorduk. Az evvel Türk ve Fransız askerleri sürgü süngüye gelip ağır zayiatlar
vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutmayacağım. Yerde
bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeri kendi gömleğini yırtmış, onun yaralarını
sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtasıyla şöyle bir konuşma yaptık:
- “Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun?
Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
- “Bu Fransız yaralarınca cebinden yaşlı bir kadın resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi.
Anlamadım ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki, o
kurtulsun anasının yanına dönsün.”
Bu cevap karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada, emir subayım Türk
askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşlarımın
donduğunu hissettim. Çünkü Türk askeri göğsünde, bizim askerimizden daha ağır bir süngü
yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot tıkmıştı. Az sonra ikisi de öldüler…”
*
*
*
Çanakkale ye yapılan saldırı, Müslüman Türk milletini Anadolu’dan söküp atmak ve yok
etmek isteyen Hristiyan batının düzenlediği bir haçlı saldırısıdır.
Cereyan eden Çanakkale savaşı, tarihin en kanlı savaşlarından biri olmuştur. Bu savaşta
çoğu üniversite öğrencisi 253 bin Türk aydını şehit olmuştur. Fakat mağlup olmamıştır.
Yorgun, bitkin ve hasta adam yakıştırması yapılan milletimiz, istilacılara karşı vatanını, ırzını
ve Müslüman Türk varlığını savunmuştur. Milli şairimiz bu nedenle Çanakkale kahramanlarını
Bedrin aslanlarına benzetmiştir.
Yüce milletimiz Çanakkale de tarihin en büyük zaferlerinden birini kazanmıştır. Bu zafer,
hudutsuz kan, can fedakârlığını sonunda iman ve azmin zaferi olmuş, destanlaşarak tarihe
geçmiştir.
Çanakkale savaşı, maddi gücü ve kuru kalabalığı her şey sanıp, masa başı hesaplar yapan
haçlı ordularının hezimeti ile sonuçlanmıştır. Türkün haklılığını, kahramanlığı ve iman gücü
hesap edilmemiştir. Hilalin üstünlüğü ile sonuçlandığı için hem İslam, hem de Hristiyan
dünyasında derin izler bırakmıştır, unutulması güçtür.
Tarih boyunca inançlar, ideolojiler ve bunlara bağlı insanlar hep karşı karşıya gelmişlerdir.
Bu gün de aynı durum söz konusudur. İnanıyorum ki, milletimiz inanç ve ideallerine bağlı
kaldığı müddetçe, gerektiğinde gene üstünlük kuracak ve destanlar yazacaktır.
Türk varlığını imhasının düşünüldüğü günümüzde, bize büyük görevler düşmektedir.
Evvela var oluş sebebimiz, bizim için canlarımı vermekten çekinmeyenlere minnet
borcumuzun olduğu genç nesle aktarmalıyız. Diğer bir husus da; bugün sahip olduğumuz her
şeyi bize bırakmaları sadece belirli günlerde değil, belirli yerlerde değil, her an her yerde
rahmetle anmalıyız. Onların bize bıraktığı mirası ve emanetleri layıkı ile korumalıyız.
Son olarak, vatan, millet ve namus için seve seve canlarını veren aziz şehitlerimizi ve
gazilerimizi rahmetle anar, ruhlarını şad olmasını niyaz ederim.
Selam olsun Çanakkale’nin erlerine, komutanlarına şehitlerine ve gazilerine…
Selam olsun onların mirasına sahip çıkanlara…
Akif’in ifadesiyle:
“Ey şehid oğlu şehid isteme benden makber,
Sana avucunu açmış duruyor PEYGAMBER!...”
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,
Ne hayâsızca tahaşşüt ki ufuklar kapalı!
Nerde gösterdiği vahşetle “bu bir Avrupalı”
Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Eski dünya, yenidünya bütün akvam-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi… Mahşer mi, hakikat, mahşer,
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Ostralya’yla beraber bakıyorsun; Kanada!
Çehreler başka, lisanlar deriler, rengârenk,
sade bir hadise var ortada: vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela…
Hani tauna da züldür bu rezil istila…
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-u asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkıyla sefir
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına:
Döktü karnındaki esrarı hayâsızca sına,
Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz…
Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz…,
Sonra mel’undaki tahribe müvekkil esbab,
Öyle müthiş ki: eder her biri bir mülkü harab.
Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam
Atılan her lağımın yaktığı yüzlerce adam
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtmede yer
O ne müthiş tipidir: savrulur enkaz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağanak sağanak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o namert eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevlerden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare,
Top tüfekten daha sık, gülle yapan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, başa, edecek kahrına ram?
Çünkü te’sis-i ilahi o milletin istihkam.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’i beşer;
Bir göğüslerse Huda’nın edebi serhaddi;
“O benim sun’i bediim, onu çiğnetme” dedi
Asım’ın nesli… Diyordu ya… Nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,
Vurulup tertemizi alnından, uzanmış yatıyor
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey bu topraklar içinde toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer,
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor tevhid’i…
Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın
Herc ü merc ettiği edvara da yetmez o kitap…
Seni ancak ebediyetler eder istiab.
“Bu, taşındır” diyerek Kâbe’yi diksem başına,
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyla,
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle,
Mor bulutlara açık türbene çatsam da tavan;
Yedi karanfil Süreyya’yı uzatsam oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına;
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
Sen ki, son ehli-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanını Selahaddin’i,
Kılıç Arslan gibi İclal’ine ettin hayran…
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
Sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın…heyhat,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat…
Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,
Sana ağuşunu aşmış duruyor PEYGAMBER.
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
AĞUSTOS AYI
VE
MİLLİ MÜCADELE
a) Vatan Kutsaldır
İnancımızda ve kültürümüzde vatan kutsaldır. İnsan öldükten sonra da vatan lazımdır.
Vatansız olmaz, vatansız yaşanmaz. Vatan bize ecdadımızın malları, canları karşılığı
emanetidir.
Mehmet Akif, mısralarında şöyle der:
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.”
Bu cennet vatana karşı vazgeçilmez görevlerimiz vardır. Her şeyi ile onu sevmek, onu
korumak, güzelleştirmek dini ve milli görevimizdir. Zira vatan sevgisi imandandır.
Girit adası 17. yüzyılda 25 yıl süren kanlı savaşlardan sonra alınmıştı. On binlerce
insanımız şehit olmuştu. Sultan Abdülaziz’e Avrupa seyehatinde Paris şehrinde Napolyon,
Fuat Paşaya:
- “Şu adayı satsanız.” demiş. O da:
- “Olur” cevabını vermişti. Napolyon:
- “Kaça?” diye sorunca Fuat Paşa:
- “Aldığımız fiyata!” demiştir. Napolyon susmuştur.
Yavuz Sultan Selim tekin durmayan Şah İsmail’e:
- “Toprak, bir padişahın ırzıdır. Günlerden beri ırzın çiğneniyor. Sen neredesin?”
demiş, kendisine örtü ve etek göndermiştir.
Taşvar Kalesini düşman 5 yıl kuşatmış, bir gün bir elçi gönderip: “Kaleyi teslim edin.”
deyip, teslim şartlarını bildirmiştir. Cafer Paşa, çamur gibi bir ekmek gösterir: “İşte
yiyeceğimiz budur. Fakat kale benim değil milletindir. Onu teslim edemem.” cevabını
vermiştir.
Yahudiler, Siyonizm’in kurucusu olan Theodor Herzl başkanlığında İsviçre’nin Basel
şehrinde I. Siyonist Kongresini toplamışlardı.
Yahudi bankerler ve zenginler, Yahudi devleti kurmak için seferber edilmişlerdi.
Avusturya büyükelçisinin tasarrufu ile Herzl 19.05.1901 tarihinde Abdülhamit Han tarafından
kabul edildi.
Herzl, 1492 yılında İspanya ve diğer Avrupa ülkelerinden Yahudi göçmenlerin Osmanlı
Devleti tarafından kabul edildiğini hatırlattı ve Filistin’e yerleşmek istediklerini masumca izah
etti.
Eğer bu teklif kabul edilirse, Osmanlı’ya sadık vatandaş olacaklarını ve Osmanlı
Devletine milyonlarca altın yardım edeceklerini bütün Dünya Yahudileri adına teklif etti.
Bir gazetecinin cihan sultanına yaptığı bu çirkin teklifi şiddetle reddeden Abdülhamid
Han, Ermenilerden sonra Yahudileri de karşısına aldığını biliyordu.
Kuvvetle Filistin topraklarına yerleşmenin imkansızlığını gören Yahudiler, reisleri
Theodor Herzl’i bizzat padişaha göndererek, Osmanlı’ya karşı, para silahını kullansalar da,
padişahtan aldıkları cevap bu silahında ters teptiğini göstermektedir.
“Ben bir karış dahi olsa toprak satmam; zira bu vatan bana değil, Osmanlı milletine
aittir.”
Milletim bu toprakları kanlarını dökerek kazanmışlardır. Ne ile aldıysak, onunla geri
veririz.” dedi.
Tarih boyunca milletlerin uğrunda savaştıkları vatan, millet, bayrak, töre gibi sevgisi
yüksek değerler vardır. Bunlardan vatan, doğup büyüdüğümüz yerdir. Atalarımızın uğrunda
savaşıp şehit düştüğü, kanı, canı pahasına bize devrettiği mirastır. Her şeyimiz vatan
sayesinde korunur.
İslam Peygamberi: “Vatan sevgisi imandandır.” derken, atalarımız da: “Her şeyden
vazgeçilir, vatandan asla.” sözü ile vatana olan bağlılığımızı ifade etmişlerdir.
Mete, Hun Türk devletinin başına, babasının yerine geçince, düşman elçi göndermiş
ve çok sevdiği atını istemiştir. Bu teklifi kurultay onur kırıcı kabul ettiyse de Mete, kan
dökülmesini istememiş, “Şahsi malımdır” diyerek göndermiştir.
Bir süre sonra aynı elçi başka bir istekle gelir. Bu defa da Mete’nin cariyesini ister.
Mesele açıktır, savaşmak için sebep aranmaktadır. İstek ağır ve onur kırıcı olmasına rağmen
şahsi meseledir. Mete cariyesini de gönderir ve savaşı önler.
Elçi üçüncü isteğinde bir parça toprak ister. Kurultay toplanır . “Küçük, çorak bir
parçadır, verelim savaşa gerek kalmasın” derler. Bu kez Mete farklı düşünür: “Toprak
kimsenin kişisel mülkü değildir. O milletin malıdır. Millet malını hiçbir kimse başkasına verme
hak ve yetkisine sahip değildir. O vatan parçası uğrunda ölenlerin, bundan sonra doğacak
olanların hakkı vardır.” demiş, savaşmıştır.
Biz Çanakkale’de milli mücadelede vatanı çiğnetmemek ve vatanı kurtarmak için
sayısız şehit verdik. Bizden öncekiler vatan için rahat yataklarında yatmadılar. Seferden
sefere koştular. Akka Kalesi düştü diye padişahın vücudunun yarısı felç oldu.
*
*
*
b) Ağustos Ayının Önemi:
Ağustos ayının önemli zaferleri gün gün şöyle cereyan etmiştir:
5 Ağustos 1921. Günlerden cuma... Sakarya Zaferi'nin öncesinde Mustafa Kemal Paşa
Başkumandan olur.
6 Ağustos 1571... Kıbrıs fethimizi o gün Magosa kalesinin zaptı ile taçlandırmışızdır.
8 Ağustos 1635... IV. Murad bugün Erivan denilen Revan Kalesi'ni fetheylemiştir.
Topkapı Sarayı'nın arka bahçesinde, Osmanlı sanatının insanı deli eden mimari estetiği ile
bestelenen Revan Köşkü o günün yadigârıdır.
9 Ağustos 1915... Çanakkale destanının Anafartalar zaferidir.
10 Ağustos 1915'te tarihe Conkbayırı zafer kitabemizi mühürlemişizdir.
13 Ağustos 1529... Kanuni'nin Sava Nehri'ndeki 800 parçalık ince donanması ve
ordusu ile Avrupa'ya "Hayda bre..." sağanağı ile boşandığı gündür.
16 Ağustos 1566... "Cihan ve İslâm medeniyetinin erişilmez abidesi Süleymaniye
Camii'nin açıldığı öğle vaktidir.
20 Ağustos 1915... Birincisi ile soluklanıp ikinci Anafartalar şehnamesinin yazıldığı
akşamdır.
20 Ağustos 1543... Koca Kanuni'den yardım dilenen Fransa Kralı Fransuva'yı
kurtarmak için Barbaros Hayrettin Paşa, Nice Limanı'nın açığında demir atmış ve şehrin
hâkimi olmuştur.
23 Ağustos 1921... Subay kadromuzun yüzde 60'ını Allah'ımızın huzuruna
selametlediğimiz o aziz Sakarya Zaferi...
23 Ağustos 1514... Yavuz Selim Han kendisi kadar cihangir ve büyük bir Türk olan Şah
İsmail Safevi'ye Çaldıran'da Anadolu fethi rüyasını zehir edivermiştir.
24 Ağustos 1516... Mercidabık Savaşı'nın son bulduğu çöl akşamında Yavuz Selim
devletine Yemen'den Cezayir'e kadar uzanan futuhat haritasını çizmiştir. Mısır artık bizimdir.
25 Ağustos 1516... Yani Mercidabık'ın ertesi günü... Halep tam 401 yıl 18 gün
müddetle artık bizimdir.
26 Ağustos 1071... O cuma günüdür ki Malazgirt'te sadece Bizanslı Diojenes'in değil,
bütün Avrupa'nın koynundan, artık Anadolu'nun ebediyyen bizim olduğunu müjdeleyen
tapuyu almışızdır.
27 Ağustos 1389... Sırplar'ın bugün daha hâlâ acısını soluklandıkları Kosova Meydan
Muharebesi Sultan Murad Hüdavendigar, sağ kanadında oğlu Bayazıd ile, semada zincir beste
misali musıkileşen bu zaferi o gece yaşarlar.
29 Ağustos 1521... Kanuni Sava ve Tuna üzerinden Belgrad'a bindirir ki aman Allah.
Belgrad'ı alamayan Fatih'e Belgrad ve hâlâ aynı ismi taşıyan Taş Meydanı küçük torununun
hediyesi olur... Taa 1878'e kadar, bugünkü Miloseviç'in Belgrad'ındaki şeytanet yerine
Müslüman Osmanlı Türk'ünün ruhaniyeti tekbirlenir.
Yine bir başka 29 Ağustos... Yıllardan 1526'dır... Mohaç'ta bir Türk-İslâm ordusu ve
hakanı Kanuni vardır ki, barış andlaşmasını bozan Papa ve ortaklarını orada bir ebedi utanç
çukuruna gömüvermiştir...
Ve 30 Ağustos 1922. Semada, hilalin yıldızla öpüştüğü gecenin sabahında, Alparslan'ın
Malazgirt'te tarihe, devlete ve millete hediye ettiği Anadolu tapumuzu delmek isteyenlerin
ciğerlerini deldiğimiz gün... Başkumandanlık Meydan Muharebesi demek isterim. Pakistanlı
Muhammed Ali Cinnah, ertesi gün Londra'da "Türkler Batılılar'ın hazırladıkları tabutu
hazırlayanların başına geçirdiler..." dediği gün...
Ağustos ayı milletimiz açısından dönüm noktası olan zaferlerle doludur.
Son olarak Birinci Dünya Savaşında milletimiz yenik sayılmış, ordumuz dağıtılarak,
vatan topraklarımız taksim edilmişti. Fakat milletimiz, “Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer
inanıyorsanız mutlaka üstünsünüzdür.” ayetindeki müjdeyle tekrar toplanmış, vatanın
bölünmesine namusun çiğnenmesine müsaade etmemiştir.
Kendisinden kat kat maddi üstünlüğü olan müttefik devletlere karşı azmi ve imanı ile
şanlı bir zaferi daha Ağustos ayı zaferlerine katmıştır.
30 Ağustos; “ölümcül hasta” dedikleri milletimizin dirilişi olmuştur. İngiliz Generalin 6
ayda aşılmaz dediği tel örgüler 6 saatte aşılmıştır.
Milli mücadele yalnız Yunan’a karşı değil, işgalci batı dünyasına karşı da verilmiştir. O
günlerde Yahya Kemal:
“Şu kopan fırtına Türk ordusudur Ya Rabbi!
Senin uğrunda ölen ordu budur Ya Rabbi!
Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed namın.
Galip et çünkü bu son ordusudur İslam’ım.” diyordu.
İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanlılar topraklarımızı işgal etti. Yunanlılar
Ankara’ya kadar dayandı. Yapmadıkları zulüm kalmadı. Her yeri yakıp yıktılar.
Yunan başkumandanı esir alınmıştı. Mustafa Kemal kumandana:
- “Birkaç ay evvel başkumandanınız Hacı Anesti cepheyi teftiş edip dönerken,
gazetecilere verdiği beyanatında, “Mustafa Kemal mi? Ben bu isimde bir
kumandan tanımıyorum, cephede hiçbir yerde rastlamadım.” demişti. Şimdi ben
bir haftadır muharebe meydanlarındayım; ama başkumandanınızı hiçbir yerde
görmedim, nerelerdedir?” dedi.
Yunan askerleri Türk’ün belini kırarak bütün İslam alemini korkutmak için İzmir’e
çıkarılmıştı.
Yunan askerleri İzmir’de denizden karaya ayak basınca bir Türk genci, belinden
çıkardığı tabanca ile sancağı taşıyan Yunan askerini sancakla beraber yere serer. Geri kalan
kurşunları da Yunan askerlerinin üzerine boşalttıktan sonra Damlacık yokuşuna tırmanırken
pencereden kendisini seyreden Türk anasına:
- “Ana gördün ya mermim bitti, yarın ahirette şahitim ol.” diyerek yoluna devam
etmiştir.
Bu olay en son imkanların kullanıldığının göstergesidir.
Vatan için herkes seferber olmuştur. Dağdaki eşkıya bile eşkıyalığı bırakarak düşmanın
karşısına dikilmiştir. İzmir’de bir sokak kadını, kendisini çağıran Yunan komutanın yanına,
vücuduna sarımsak sürerek gitmiş, “Vatanımı işgal eden düşmana kendimi sunacak kadar
alçalmadım.” demiştir.
Topyekûn öyle bir mücadele verildi ki; köylerde erkek kalmadı, cenazeleri kadınlar
defnetti.
Cephedeki durumu başkumandan Mustafa Kemal şöyle anlatıyor:
- “Karşılıklı siperler arasında mesafemiz 8 metre. Yani ölüm muhakkak. Birinci
siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına kamilen düşüyor. İkinciler onların yerine
geliyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Şehit
olanı görüyor, üç dakikaya kadar şehit olacağını biliyor, en ufak bir tereddüt bile
etmiyor. Okuma bilenler dillerinde Kur’an, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Kur’an
okumayı bilmeyenler kelime-i şehadet getirerek yürüyorlar. Bu durum Türk
askerindeki imanı ve ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve tebrik bir misaldir.”
der.
Milli mücadelelerin başlangıç noktası Kahramanmaraş olmuştur. Sütçü İmam, düşman
işgali altında Cuma namazı kılınmaz fetvası vermiştir. Kadınlarımız baş örtüsüne saldıran üç
Fransız askerlerine çekti tabancasını, bastı tetiği, birini yere serdi, ikisi kaçtı. Böylece milli
mücadelenin ilk kurşunu sıkılmış oldu.
“Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir!” emrinden sonra düşman geri çekilmeye başladı.
Büyük taarruz 26 Ağustos 1922 günü başladı. Önemli mevziler yavaş yavaş ele
geçirildi. Çiğiltepe’yi yarım saatte almaya çalışan Albay Reşat, Mustafa Kemal ne olduğunu
sorduğu zaman sözümü yerine getiremedim diyerek intihar etmişti. Halbuki kısa süre sonra o
tepe de alınmıştır.
*
*
*
c) Zafer Nedir?
Vatan, millet bayrak, bağımsızlık gibi değerler uğrunda can verilen değerdir.
Atalarımız: “Hazır ol cenge, istersen sulhu selah” demişlerdir. Cenab-ı Allah da:
“Düşmanlarımıza karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın ve at besleyin. Onunla
Allah’ın düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve düşmanlarınızın ötesinde , ileride düşman
olabilecekleri korkutursunuz…” (Enfal: 60)
İki topluluktan birisi Allah yolunda savaşanlar, diğeri inkarcılardır ki, bunlar karşı tarafı
gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah dilediğine yardımıyla destekler. Bunda
görebilenler için ibret vardır.” (Ali İmran: 13) buyurmuştur.
Zafer, varoluş mücadelesinde haklı olanaların galibiyetidir. Zaferler yalnız kılıcın
ucunda, silahın namlusunda değildir. Zafer üstün ahlak ve faziletin burcundadır. Zaferi
tarafların haklılığı, idealleri ve hareketlerinin insani oluşu tayin eder. Aksi halde galibiyet
zulme dönüşür.
Yavuz Selim, Mısır yolunda orduyu hümayun saatlerce Kocaeli’nin bağ ve
bahçelerinden geçer. Yavuz’un içinde bir endişe:
- “Acaba asker izinsiz tek bir elma koparmış mıdır?”
Bir müddet sonra ordusunu durdurur. Yeniçeri ağasını çağırarak bütün askerlerin
heybesinin aranması emrini verir. Arattığı şey tek bir elmadır. Fakat yok. Yarım elma bile
çıkmaz heybelerden. Yavuz mesrurdur:
- “Eğer bir askerin üstünde halkın bahçelerinden koparılmış tek bir elma çıksaydı,
Mısır seferinden vazgeçecektim. Şükür Allah’ıma.”
Millet olarak bizim zaferlerimiz Hakkın ve haklılığın zaferleri olmuştur. İnancımızın
zaferleri olmuştur. Cenab-ı Allah: “Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer inanmışsanız mutlaka
üstünsünüz. (Galip gelirsiniz)” buyurur. (Ali İmran: 139)
Maddi güç, manevi güçle desteklenmedikçe zafere erişilemez.
Tarihte zaferlerin dualarla desteklendiğine örnekler verelim:
Peygamberiniz (sav) Bedir savaşı başlamadan evvel gece sabaha kadar uyumamış,
Cenab-ı Allah’a şöyle yalvarmıştır.
“Allah’ım! Sen şu bir avuç insanı helak edersen artık sana yeryüzünde ibadet eden
olmaz. Allah’ım! Şu Kureyş müşrikleri, olanca kibir ve gururları ve olanca övünmeleri ile
geliyorlar. Sana meydan okuyup, Resulünü yalanlıyorlar. Allah’ım! Sen bana müşriklere karşı
yardım et.”
Hz. Peygamber Uhud muharebesi başlamadan önce şu duayı yapmıştır:
“Allah’ım! Eğer sen Müslümanların mağlup olmasını dilersen, yeryüzünde sana asla
kulluk yapılmaz.”
Hendek gazasında ise Hz. Peygamber, Allah’a şöyle niyazda bulunmuştur:
“Ey Kitap indiren Allah’ım! Hesabı süratli olan Allah’ım! Düşman ordularını boz.
Allah’ım! Onları hezimete uğrat ve perişan eyle!
Allah’ım! Ayıplarımızı ört! Bizi korkularımızdan kurtar!”
Sultan Alparslan 26 Ağustos 1071 Cuma günü Malazgirt Savaşı başlamadan önce
secdeye kapanarak Allah’a şöyle dua ve niyazda bulunuştur:
“Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyorum. Azametin karşısında yüzümü yere sürüyor
ve senin uğrunda savaşıyorum.
Ey Allah’ım! Niyetim halistir. Bana yardım et. Sözlerimde hilaf varsa beni kahret. Eğer
içim dışıma uygunsa düşmanlara karşı cihadımda bana yardım et ve beni muzaffer kıl.
Güçlüklerimiz kolaylaştır.
Ey Allah’ım! Bu günahkar kulunu günahlarından dolayı cezalandırma. Bu aciz
kulundan merhamet ve yardımını esirgeme. Senin dinine bağlı olanlar üzerine gelen bu
kavurucu yelin yönünü düşman tarafına döndür.”
1. Kosava Savaşında Sultan Murat Han, haçlı sürüleri ile çarpışmadan önce gece
sabaha kadar uyumamış, Cenab-ı Allah’a şu şekilde yalvarmıştır:
Allah’ım, bu güne kadar dualarımı kabul ettin. Bu duamı da kabul et. Mülk ve kul
senindir. Sen kime istersen verirsin. Mülk ve mal benim arzum değildir. Buraya senin rızan
için geldim.
Ya Rab! Beni Müslümanlara kurban eyle. Yeter ki Müslümanları kâfirlerin elinde
mağlup edip helak eyleme. Ya Rabbi! Bunca insanın katline beni sebep eyleme. Müslümanları
muzaffer eyle.”
Fatih Sultan Mehmet Han da 52 gün süren İstanbul kuşatmasının son gecesinde
uyumamış, secdelere kapanarak her şeyin sahibi olan Allah’a şöyle yalvarmıştır:
“İlahi! Elimden geldikçe sana layık amelde bulunmaya çalıştım! İrade senin, kudret
senin, inayet senin…”
Fetih gerçekleşince de ağlayarak secdeye varmış ve şöyle şükretmiştir:
“Allah’ım! Sana sonsuz hamdüsenalar olsun. Beni yüce peygamberimizin övgüsüne
mazhar kıldın. Bana “Fatih” unvanını layık gördün. Dualarımı kabul buyurdun. Sana
şükrediyorum Allah’ım!”
Mohaç’ta Kanuni Sultan Süleyman da savaştan önce ordu birliklerini denetlerken,
selam için açılan sancağın dibinde ellerini kaldırarak şu duayı yapmıştır:
“İlahi! Güç ve kuvvet senin. İlahi! Tasarruf ve yardım senin. Kerem ve mürüvvet senin.
Bir bölük ümmeti yerindirme ve kuvvetli düşmanlara kendilerini savunma fırsatı verme.”
Preveze’de 600 dev haçlı donanmasıyla karşı karşıya bulunan Barbaros, düşman
tarafından esen dehşetli rüzgarın altında çok güç durumda iken Allah’a şöyle yalvarmıştır:
“Allah’ım! İslam’ı kafirler üzerine muzaffer kıl. Sana inananlara yardım ihsan eyle,
zafer nasip et.”
Çanakkale’de, milli mücadelede Türk ordusu zafer kazanırken dualarla, tekbirlerle
düşman üstüne atılmış ya şehit ya gazi ideali ile savaşarak zafer kazanmıştır.
Kıbrıs’ta, Kore’de askerlerimiz imanları ile destanlar yazmış, müttefikleri ve düşman
kuvvetlerini hayrete düşürmüştür.
Zafer, inanmış insanların hakkıdır. Çünkü inanmak, başarmak demektir. İnsan inandığı
derecede başarılı olur.
Tarihi zaferlerimiz incelendiği zaman yalnız kaba kuvvet ve kılıçla değil, maddi kuvveti
besleyen iman ve ahlak üstünlüğü ile kazanıldığı görülecektir.
Bu konuda sadece bir örnek vermek istiyorum:
İstanbul’dan Viyana’ya giderken Osmanlı ordusu Belgrat yakınlarında bir su başında
mola verir. Askerler abdest alıp mataralarını doldurmaktadır. Yakındaki kilisenin papazı bu
durumu fırsat bilerek güzel kızları ellerine su kabı verip çeşmeye gönderir.
Kızlar çeşmeye gelince Türk askerleri kenara çekilip onların rahatça su doldurmalarını
sağlar. Papaz da bu durumu kiliseden seyreder. Bundan sonra haçlı ordularının
kumandanına:
“Osmanlı ordusunu bu ahlakı ile kimse yenemez. Boş yere kan dökmeyin.” diye haber
gönderir.
Türk askeri hiçbir zaman yağmacılık yapmamış, ırza namusa dokunmamış, Osmanlı
her gittiği yere hamam olarak kullanılan çadırları kurmuş, böylece askerlerimiz cünüp olarak
düşmanla savaşmamıştır.
Analar cepheye evlatlarını gönderirken; “Bak oğul, minarelerden ezan sesi susacaksa
emdiğin süt haram olsun. Öl de geri dönme.” diyerek uğurlamışlardır.
Milli mücadelede ilk kurşun Sütçü imam tarafından sıkılmıştır. Denizlimizde Yunan,
Müftü Ahmet Hulisi Efendinin gayretleri ile şehre girememiştir.
İlk meclis dualarla, hatimlerle, kurbanlar kesilerek açılmıştır. Aç, yoksul fakat inanç ve
ihlasla istilacılara karşı, “Cündüllah” ile düşmanın görüp bizim göremediğimiz yardımcılarla
milli mücadele zaferle noktalanmıştır.
İnançsız başarı, inançsız üstünlük olmaz. Bir milleti millet yapan; birliğini, beraberliğini
koruyan, savunmasını, devamını sağlayan dindir. Kişiyi, aileyi, milleti ayakta tutan güç;
inançtır. İnanç olmadan laf ile büyük millet, büyük devlet de olunmaz.
İnanç olmadan bir çok şey olmaz. Bu gün kullandığımız vakıf eserleri, sular, yollar,
camiler, hastaneler hep inanmış insanların eseridir. Üzerinde yaşadığımız vatan inanmış şehit
dedelerimizin emanetidir. Çünkü inanmadan şehit olunmaz. İnancı saymazsanız, cephede
şehit olacak adam arasınız da bulamazsınız. Milli mücadele de inançsız olanlar, düşmanla iş
birliği yapmış, şehit olma, gazi olma arzusu taşımışlardır.
Geçtiğimiz yıllarda Denizli’de yılın annesi seçilen üç özürlü çocuk annesi Melahat
Koyuncu:
“Eğer inançlı olmasaydım, çıldırırdım ve bu kahrı çekmezdim.” demiştir.
Tekrar ediyorum, başarının sırrı inançtır. Maddi kuvvet, manevi kuvvet olmadan işe
yaramaz.
J.J. Ruso: “İnanmadan da bir insanın faziletli ve üstün olabileceğini zannediyordum, ne
kadar yanılmışım.” der.
İçinde bulunduğumuz hazin ve perişan halin sebebi, zaaflarımız, hatalarımız ve
ihmallerimizdir. Kendimizi, kimliğimizi inkardır. Dini, milli varlığımıza sahip çıkmamamızdır.
Çare, din bize sadece savaşta lazım değildir. Bize asırlarca ayakta tutan ve
düşmanlarımıza üstün kılan, anlı şanlı zaferler kazandıran inancımıza sahip çıkalım.
*
*
*
d) Milli Mücadelede Kahraman Kadınlar:
Milli mücadelede destan yazılırken kadın kahramanların da unutulmaması gerekir.
Binlerce kadın cephe gerisinde büyük çabalar sarf etti, fedakarlıklar gösterdi. Askerlerin
ihtiyaçlarını kanılarla taşıdılar. Sağlık hizmeti gördüler. Cephaneleri, top mermileri sırtlarında
taşıdılar. Evdeki unu, bulguru, tarhanayı askerlere verip armut ekmeği yediler, geven yediler.
Halide Edip, elleri çatlamış bir Anadolu kadınının ellerine bakınca hemen cevap geldi:
“Evin kadınıyım, dışarının erkeğiyim. Bu el yumuşak kalsın, beyaz kalsın olur mu?”
Kadınlar cemiyetler kurdular. “Anadolu kadınları Müdafai vatan cemiyeti” Halide Edip
milli mücadeleye katılımı sağlamak için ateşli mitingler düzenledi.
Nene Hatun, Kara Fatma, Tarsuslu Kara Fatma, Gaziantepli Yırık Fatma, İzmirli Ayşe
Hanım, Gördesli Makbule Fransızlara yanlış yol gösteren Kılavuz Hatice, erkek elbisesi giyip
onlarca düşmanı öldüren Bitlisli Hanım Bacı, Tayyar Rahmiye Hanımlar milli mücadelenin
sayabileceğimiz bilinen isimleridir. Adı bilinen, bilinmeyen kahraman hanım bacılarımızı
rahmetle anıyoruz.
*
*
*
e) Milli Mücadelede Din Adamları:
Milli mücadelenin öncüleri din adamları olmuştur. Onlar gerçek kahramanlardır.
Tarihimizde hiçbir hareket yoktur ki içinde, başında bir din adamı bulunmasın. Hal böyle iken
diyebilirim ki; onlara minnet borcumuz unutulmuş ve unutturulmuştur.
Anadolu’da Mustafa Kemal’i ilk karşılayıp destek verenler din adamlarıdır. Samsun’da,
Sivas’ta, Erzurum’da karşılayanların en önünde din adamları vardır. İngilizlerin fetvalarına
karşı cihat fetvalarını din adamları vermiş, milli mücadeleye katılımları sağlamışlar, kendileri
de en önde olmuşlardır.
Kahramanmaraş’ta Fransız askerlerine ilk kurşunu Sütçü İmam sıkmıştır. Onun için
çarşıda dikilen anıta: “30. Teşrin 1919’da Sütçü İmam, Türk namusunu burada silahı ile
korudu.” yazılmış ve hayırla yad edilmektedir.
Manisa Müftüsü Alim Efendi, diğer illerin müftüleri ile birlik oluşturarak işgali
protesto edip halkı karşı koymaya hazırladılar.
İzmir müftüsü Rahmetüllah Efendi şöyle bir çıkış yapmıştır:
“Kardeşlerim… ciğerlerimizde bir nefes soluk kaldıkça, damarlarımızda bir damla kan
bulundukça, vatanımızı düşmana terk etmeyeceğimize, hep birlikte Kur’an-ı Kerim’e el
basarak yemin edelim.”
Yine aynı müftü efendi, yunan işgal kuvvetlerine karşı çıkılmamasını isteyen İzmir
Valisi İzzet Bey’e şunları söylemişti:
“Vali Bey… Bu sakal kanla kızarabilir, ama bu alına, yunan alçağını sükûnetle
selamlamış olmanın karasını sürerek Huzur-ı İlahi’ye çıkamam.”
Denizli Müftüsü Ahmet Hulisi Efendi ise, İzmir’in işgalinden dört saat sonra, Mustafa
Kemal’in Samsun’a çıkışından dört gün önce düzenlediği mitingde şunları söylüyordu:
“Muhterem Denizlililer, İzmir Yunanistan tarafından işgal edilmiştir. Bu tecavüze karşı
hareketsiz kalmak ihanettir. Cihat, tam manasıyla teşekkül etmiş, dini fariza olarak
karşımızdadır. Silahımız olmayabilir, biz sapan taşlarıyla da savaşırız. İstiklal aşkı, vatan
sevgisi, haysiyet şuuru ve imanımızdan aldığımız güçle zaferi kazanacağız. Bu uğurda canını
verenler şehit, kalanlar ise gazidir. Korkmayın, me’yus olmayın… Livay-ı Hamd’in altında
toplanın ve mücadeleye hazırlanın… Müftünüz olarak “Cihad-ı Mukaddes” fetvasını ilan ve
tebliğ ediyorum. Elinizde hiçbir silah olmasa dahi, üçer taş alarak düşman üstüne atmak
suretiyle cihada katılın.”
Mustafa Kemal’i Amasya’da ilk karşılayanlar arasında Müftü Hacı Tevfik Efendi vardı.
Mustafa Kemal’in Kurmay Başkanı Hüsrev Bey, bu karşılamayı şöyle anlatıyor:
“En gönülden ve coşkun karşılama Amasya’da oldu. Müftü efendi itimat telkin eden
nurani çehresiyle ilerleyerek gür bir seda ile: “Paşam, bütün Amasya emrinizdedir. Gazanız
mübarek olsun…” dedi.”
Sivas’ta Müderris Ali Efendi milli mücadeye adam toplarken, “Sen nutuk atar asker
toplarsın ha!..” denilerek şehit edilmiştir.
Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Amasya’da Mustafa Kemal Paşa’nın anlattıklarını şöyle
nakletmektedir:
“Geldiğinizde sizi karşılayanlar arasında sağ tarafımdaki Amasya müftüsünü gördünüz.
Akşam yediğiniz iftar yemeği de evinden geldi. Samsun’a çıktığımdan beri mahalli din
adamları, düşünce ve gayelerimize kalplerini ve imkanlarını açtılar. Halk da onlara inanıyor.
Bu bizim manevi terkibimiz.”
Daha sonra bir konuşmasında Mustafa Kemal şunları söylemiştir:
“Sarıklı din adamlarının, imam ve müezzinlerin, kürsü vaizlerinin, medrese
hocalarının, tekke mensuplarının milli mücadeledeki hizmetlerini şükranla yad etmeyi bir
vazife bilirim. Bunlar dini mefküreler sevki ile milli mücadelenin muvaffakiyetine can ve
gönülden çalışmışlar, kavlen ve fiilen ellerinden gelenleri yapmışlardır. Bu çetin yılların
hatıraları anlatmakla, yazmakla bitmez. Milli mücadele yıllarında vatana hizmet eden din
adamlarını ölmüşse rahmet yaşıyorsa selametle anarım.”
*
*
*
f) İlk Mecliste Görev Alan Din Adamları:
Milli mücadele boyunca kendisinden bahsedemediğimiz bir çok din adamı canla başla
çalışmışlardır.
İlk mecliste 53 tane din adamı milletvekili vardı. Çoğu müftülük görevini yürütürken
milletvekili seçilmiştir.
Meclis, Cuma günü hatimlerle, dualarlar, Buhari-i Şerif okunarak açılmıştır.
*
*
*
g) Sonuç Olarak:
Hıristiyan Avrupa ve şımarık Yunanistan, Anadolu’yu Bizans ruhunu diriltmek için işgal
etmiştir. 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar İzmir’e çıktı. Yüzkarası insanlığa sığmayan zulümler
yaptılar.
Milletimizin azmi ve imanı ile yunanlılar denize döküldü. Diğer işgal kuvvetlerinden de
Anadolu temizlendi. Hıristiyan Avrupanın Anadolu hayalı böylece denize gömüldü.
Yunanlıların İzmir’i işgalleri sırasında Yunan komutanı Türk bayrağının üzerine çıkarak,
askerlerine bir konuşma yapmış, böylece kin ve nefret tazelemişti. Üç yıl sonra Türk askerinin
İzmir’e gelişinde de Atatürk’ün önüne Yunan bayrağı serilmiştir. Atatürk:
“Onu yerden kaldırınız. Bir milletin şerefini sembolize eden bayrak çiğnenmez.”
demiştir. Elindeki asa ile toplayıp kenara itelemiştir.
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
YÜCE MERTEBE – ŞEHİT VE ŞEHİTLİK
Şehit, Allah’ın rızası uğrunda vatan millet ve din için ölen veya öldürülen
Müslümanlara denir. Ölmemiş olanlara da gazi denir.
Şehitlik, büyük bir derece, yüksek bir makamdır. Şehitlik ahirette peygamberlikten
sonra en yüce makamdır.
Bu makam ve mertebe herkese nasip olmaz. Şehitlik mertebesine ulaşan kişinin kul
hakkından başka günahlarının yüce Allah’ın affedeceği müjdelenmiştir.
Şehit olana “Şehit” denmesinin sebebi şudur: Şehidin cennetlik olduğuna, Rabbinin
huzurunda yaşadığına ve ölümü sırasında meleklerin hazır bulunmasına şahitlik edilmesinden
dolayıdır.
Cenab-ı Allah: “Allah inananlardan mallarını ve canlarını kendilerine verilecek cannet
karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, ölürler, ölüdürülürler…”
buyrulur. (Tevbe:111)
Şehit, elbiseleriyle yıkanmadan gömülür. Çünkü ölmemiştir. Cenaze namazı kılınıp
gömülür. Cephede namazı kılınmadan gömülür. Çünkü cenaze namazı onun affı için duadır. O
ise affedilmiştir.
*
*
*
a- Şehitlikle ilgili ayetler:
“Şehit” kelimesi Kur’an’da 35 defa geçer. “Şüheda” kelimesi 20 defa geçer. Cenab-ı Allah
şöyle buyurur:
- “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyiniz. Bilakis onlar diridirler. Lakin siz
anlayamazsınız.” (Bakara:154)
- “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü saymayın. Onlar diridir. Allah’ın lütuf ve
kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara
mazhar olmaktadırlar…” (Al-i İmran: 169-170)
*
*
*
b- Kim şehittir? Şehit kime denir?
- İnancımıza göre Allah yolunda Allah rızası için ölen veya öldürülenlere,
- Canını, malını, namusunu, vatanını müdafaa ederken öldürülenlere,
- Haksız yere kasten öldürülene,
- Afet ve felaket anında ölene,
- Doğum sırasında ölene,
- Suda boğularak ölene,
- Yanarak ölene,
- Zalim yöneticinin katlettiğine,
- Fitneyi önlemek isterken ölene şehit denir.
Peygamber (as) bir hadislerinde şöyle buyurur:
- “Malını müdafaa uğrunda ölen şehittir. Irzını, namusunu müdafaa ederken ölen
şehittir. Canını müdafaa uğrunda ölen şehittir. Dinini ve vatanını müdafaa uğrunda
ölen şehittir.”
Şehitlikte birinci şart inanmak ve Müslüman olmaktır.
Savaşta yaralanıp, daha sonra o yaradan dolayı ölen de şehittir.
İnanmadan şehitlik olmaz. İnanmayan zaten şehit olmak istemez. Öleceğini hissedince
kaçabilirse kaçar, kaçamazsa intihar eder. İnanan ölmekten korkmaz, şehit olmak ister.
Ölüme seve seve gider. Geçmişte inançlı askerler olmasaydı bugün sahip olduğumuz şeyleri
nereden bulacaktık? Onlar sayesinde gurur duyduğumuz zaferler kazanılmıştır.
Bir hadislerinde Peygamber (as) şöyle buyurur:
-
“İnsanların en üstünü, Allah yolunda canı ve malı ile cihat edenlerdir.” (Buhari, Cihad:
2)
Bir sahabi Peygamberimize sorar:
- “Allah yolunda savaşıp öldürülürsem yerim neresidir?”
Allah Resulü:
- “Cennettir.” der.
Adam elindeki hurmaları yere bırakıp savaşa katılır. Biraz sonra da şehit olur.
Peygamberimiz (sav) sorar:
- “Siz kime şehit dersiniz?”
Ashap:
- “Allah yolunda öldürülenlere” derler.
Peygamber (as):
- “Öyle ise ümmetimin şehitleri azdır.” Buyurur.
Her ölen, öldürülen şehit olmaz. Biz ne kadar şehit desek de, şehit muamelesi yapsak da
şehit olmaz. Ayrıca başka bir maksat için ölen veya öldürülen, yani dünya menfaati , makam,
rütbe için, kahraman desinler diye ölen şehit olmaz.
Üç türlü şehit vardır:
1- Dünya şehidi: Şan, şöhret, menfaat uğrunda ölen kimsedir.
2- Ahiret şehidi: Allah yolunda ölen, felaketlerle, musibetlerle ölen kimsedir.
3- Hem dünya hem ahiret şehidi: Allah yolunda, vatan millet yolunda ölen, öldürülen
kimsedir.
Şehitlik dinimizin tanıdığı bir rütbedir. İslam’la ilgisi olmayan ne şehit olur ne de gazi.
Peygamber Efendimiz bir gün ashabına üç kişiden bahseder: bunlardan biri; savaşta ölen
kimsedir. Ona denilir ki:
- “Biz sana bunca nimetler verdik. Bunların karşılığında sen ne yaptın?”
O kişi cevap verir:
- “Ben savaşa katıldım, savaşırken canımı verdim, şehit oldum.”
Ona:
- “Sen yalan söylüyorsun, sen Allah için değil, kahraman desinler diye savaştın.” Denir.
Melekler onu sürükleye sürükleye cehenneme atarlar. Böyle anlatmıştır Allah Resulü.
Uhud günü, Kuzman adında biri Peygamberimizin önünde savaşır. Kanlar içinde onu
yerde görenler Peygamberimize:
- “Kuzman da şehit oldu.” derler.
Peygamberimiz:
- “Hayır, Kuzman cehennemliktir.” der.
Bu sırada birisi hemen Kuzman’ın yanına koşar ve sorar:
- “Sen niçin savaştın?“
Kuzman:
- “Gururum için savaştım.” der ve son nefesini verir.
Cünüpken, alkollü iken ölen şehit olmaz. Ne demişler:
- “Ye kebabı, iç şarabı
Bin uçağa düş yere
Ol şehit.
Velehüm azabün şedid”
Bir de şehit olmayanlar için:
- “Ne şehittir ne gazi,
Pisipisine gitti niyazi.” denmiştir.
*
*
*
İslam’ın ilk şehitleri Hz. Yasir (ra) ve Hz. Sümeyye (ra)’tır. Yasir ailesi Müslüman
olunca, kafirler bunu hazmedemeyip, korkunç işkencelerle şehit ettiler. Önce kızgın çölün
sıcaklığında aç susuz bıraktılar. Sırt üstü yatırıp, üzerine büyük taşlar koydular. Yasir ailesi
inançlarından dönmediler. Bu işkenceden haberdar olan Peygamber (sav): “Sabredin ey Yasir
ailesi. Sizin mükafatınız cennettir.” diyerek sabır tavsiye ederken cennet müjdesi de
vermiştir. Yasir iki devenin arasına bağlanarak parça parça olarak şehit edildi.
Ebu Cehil Sümeyye’ye işkence ederken ona: “Dininden dönersen seni serbest
bırakırım.” deyince, bu teklife Sümeyye (ra) yüzüne tükürerek cevabını verdi. Ebu Cehil
elindeki mızrağı Sümeyye’ye sapladı ve Sümeyye (ra) şehit oldu.
Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:
- “Karınca ısırdığında insan ne kadar acı duyarsa; bir insan da şehit olurken o kadar acı
duyar.” (İbni Mace: 2/937)
*
*
*
c- Şehitler Ölmez:
Cenab-ı Allah şehitliğin ölümsüz olduğunu şöyle bildirmiştir:
- “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır onlar diridirler. Siz bunu
bilemezsiniz.” (Bakara:154)
Eski Genel Kurmay Başkanı Org. Özkök: “Ne zaman Çanakkale’ye gitsem, şehitlikler
arasında dolaşsam, şehitlerin konuştuklarını duyuyorum…” demiştir.
Şehitlerin canlılığını kabul etmeyenler için Bediuzzaman hazretleri şöyle bir ifade
kullanılır:
- “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerine inmiştir. Göz ise manaya karşı
kördür.”
Hz. Peygamber (as) derki:
- “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp
öldürülmeyi ne kadar çok isterdim.” (Müsned:İmarat:103)
Birçok insan bazı olaylara şahit olmuş ve savaşlarda şehitlerin yardımını gördüğüne
inanır.
*
*
*
d- Şehitliğin üstünlüğü:
Cabir b. Abdullah şöyle anlattı:
Resulullah (sav) ile karşılaştım. Bana:
- “Ey Cabir seni üzgün gördüm, hayrola.” dedi. Ben de:
- “Ey Allah’ın elçisi! Babam şehit oldu. Uhud günü öldürüldü, geriye çocuk ve borç
bıraktı.” dedim. Bunun üzerine bana:
- “Allah’ın babanı nasıl karşıladığını sana haber vereyim mi?” buyurdu. Ben:
- “Evet, ey Allah’ın elçisi!” dedim. Şöyle buyurdu:
- “Allah hiç kimseyle perdesiz konuşmadı. Babanı diriltti, onunla doğrudan konuştu.
Ona: “Ey kulum! Benden iste, sana ne vereyim?” dedi. O da: “Ey Rabbim! Beni dirilt
de senin yolunda bir daha öldürüleyim.“ dedi. Yüce Allah şöyle dedi: “Benim daha
önce verilmiş onlar bir daha dönemezler diye buyruğum vardır.” Bunun üzerine,
“Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın, bilakis onlar diridirler. Rableri katında
rızıklandırılırlar!” ayeti nazil oldu, dedi.”
Şehitlerin 6 hasleti vardır:
1. İlk önce akan kan damlası ile günahları affolunur ve menzil kendisine gösterilir.
2. Ruhu cesedinden çıkmazdan evvel Cennet’teki makamı ve menzili kendisine
gösterilir.
3. Kabir azabından ve kıyamet gününün şiddetinden kurtulur.
4. Başına “Tacü’l Vıkar” denilen Cennet taçlarından bir taç giydirilir ki, onun bir tane
yakutu, dünyadan ve dünyada olan her şeyden hayırlıdır.
5. Cennet hurilerinden 72 huri tezviç olunur.
6. Akrabasından 70 kişiye şefaat eder.
Bu altı hasletin hepsi şehitlere mahsustur.
- “Cennete gittikten sonra hiçbir kimse dünyaya gelmeyi arzu etmez. Yalnız şehitler
böyle değildir. Şehit gördüğü ikramdan dolayı dünyaya dönmeyi ve on kere şehit
olmayı temenni eder.” (Tirmizi Cihad:25) buyurmuştur Peygamberimiz.
Şehide, görüldüğü gibi ikram, ihsan boldur. Müslim’de nakledilen bir hadiste
(6/1885): “Şehidin kul borcundan başka bütün günahları affolunur.” buyrulmuştur.
*
*
*
e- Şehit sevabı kazandıran işler:
İnsan sadece savaşta ölür ve öldürülürse şehit olup, şehitlik mertebesine yükselmez.
Müslüman olarak şehit sevabı kazanabileceği işler vardır. Bunlardan bazılarını şöyle
sıralayalım:
- Cenab-ı Allah: “Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse; işte onlar Allah’ın
nimetlerine erdirdiği Peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve sadıklarla, şehitlerle ve
salih kullarla beraberdir…” (Nisa:69) buyurarak Allah’a ve Peygambere itaat edene
şehit sevabı verileceği bildirilmiştir.
- Allah’ın adını yeryüzüne yaymak için tebliğ görevi yapana şehit sevabı vardır.
- “Bir kimse samimi olarak şehitlik ister ve İslami bir hayat yaşarsa, yatağında bile ölse
Allah onu şehitler mertebesine ulaştırır.” (Ramuz el-Ehadis: 422/12) buyuran Allah
Resulü güzel bir müjde vermiştir. (R.Salihin: 2/1326)
Diğer hadislerinde de:
- “Ümmetimin fesada uğradığı bir zamanda bir sünnetimi ihya ederse yüz şehit sevabı
vardır.”
- “Ameller niyete göredir. Mü’minin niyeti amelinden üstündür.”
- “İki göz vardır ki, onları cehennem ateşi yakmayacaktır. Biri Allah korkusundan
ağlayan göz, diğeri de Allah rızası için gece nöbet bekleyen gözdür.” (R.Salihin: 2/544)
- “Her gün beş vakit namaz kılan şehitlik sevabı alır.”
- “İlim öğrenirken ölen, şehit muamelesi görür.”
- “Ehl-i sünnet itikadı üzerine yaşayan ve yaşamayı tavsiye eden, şehit sevabı alır.”
Allah izin verirse şehidin şefaat etme hakkı vardır. Şehit sevabı olan işler yapanlara
şefaat edecektir.
*
*
*
Şehitler hayat kaynağıdır
Kökü yerin altında olmayan hiçbir şey var olamaz, meyve veremez.
Cenab-ı Allah’ın haber verdiğine göre şehitler ölmez. Onlar Cündullah denilen Allah’ın
askerleridir. Ebabil kuşları gibi savaşırlar. Çanakkale’de, Milli Mücadelede, Kore’de, Kıbrıs’ta
olduğu gibi düşmana korku verirken, insanlara yardım ederler. Çorcil yenildiğinin hesabını
mahkemede verirken: “Biz Türklerle değil, Allah’la savaştık. Neden anlamıyorsunuz?”
demiştir. “Sizin ordunuzun içinde beyaz atlı, sarıklı insanlar savaşıyordu.” demiştir.
Malazgirtin atlı şehitleri Kıbrıs’ta askerlerimizin önünde olmuştur. Battal Gaziler,
Server Gaziler düşman saldırılarında hep askerlerimizi desteklemişlerdir.
Rus ordusu tanklarla Çeçenlere kuşatınca Rus askerleri havaya ateş etmeye
başlamışlardır. Divan-ı Harbe verilen askerler: “Bize gökten ateş açıldı, biz onlara cevap
verdik.” demişlerdir.
Cenab-ı Allah insanlara vaat ettiği yardımı ve desteği her zaman göstermiştir.
Kur’an’da şöyle bildirilir:
- “Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani size ordular saldırmıştı
da, Biz onlara karşı bir rüzgar ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik…” (Azhab: 9)
(Bak:Al-i İmran: 123 – 124 – 125 - 126)
*
*
*
f- Şehide, gaziye saygı:
Bizden öncekiler ölürsem şehit, kalırsam gazi diye savaşmışlardır. Şehide de gaziye de
saygı boynumuzun borcudur.
Milletimiz ölmekten, öldürülmekten hiçbir zaman korkmamıştır. Düşmanın üstüne
şehitlik, gazilik arzusuyla gitmiştir.
Şair şöyle diyor:
- “Kim bu vatanın uğruna olmaz ki feda,
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda.”
- “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır.
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”
Şehitlerimizi rahmetle, şükranla anmalıyız. Onların bize bıraktığı emanetlere sahip
çıkmalıyız. Şehidin uğrunda canını verdiği her şey emanettir.
Şehitlerine sahip çıkmayan milletler, şehit olacak insan yetiştiremezler.
Şehitlerin kemiklerini sızlatacak davranışlardan kaçınılmalıdır. “Ya şehit, ya gazi” ideali
ne şehit ne gazi olarak yozlaştırılmamalıdır.
Çok üzüldüğüm ve unutamadığım bir olayı ibret-i alem için zikretmek istiyorum:
Yıl 2011, aylardan Temmuz. Gaziantep’in Nurdağı ilçesinde şehit olan Astsubay Erhan
Gül, ana baba evine getirilmiş. Ağıtlar, çığlıklar arasında defin hazırlığı yapılırken, bir yandan
da dualar yapılıyor, Kur’an okunuyorken törene katılan iki subay aralarında: “Şu hale bak!
Türkiye Suudi Arabistan’a döndü.” İfadesini kullanmaları tepkilere neden olmuştur. (28
Temmuz 2011 – Akit)
Şehitliği hak etmiş, şehitlik mertebesine ulaşmış olanlar için Mehmet Akif şöyle diyor:
Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;
Bir hilal uğruna, Ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhidi
Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe!” desem, sığmazsın.
Ey Şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuçunu açmış duruyor Peygamber.
Şehitlik mertebesine ulaşan şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet dilerim. Ruhları
şad olsun. Bu kitabımı okuyanlara da Cenab-ı Allah şehit sevabı işler nasip etsin.
~~~~~~~~~~~~~
~~~~~~~~~
~~~~~
~
Mustafa ÖSELMİŞ
1943 yılında Denizli – Tavas Bahçeköy’de doğdu. 1969 yılında İlahiyat Fakültesi’ni
bitirdi. Aynı yıl Denizli Lisesi’ne öğretmen olarak atandı. 1992 yılında emekli oldu. 5 yıl
öğretmenlik, 20 yıl idarecilik yaptı.
Emekli olduktan sonra kurs müdürlüğü, yurt müdürlüğü ve iki radyoda müdürlük
yaptı.
Çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazdı.
20 kadar davetiye kitap hazırladı.
51 kadar kitap yazdı.
Çalışma hayatında Bakanlıktan, Valilikten ve Okul Müdürlüğünden takdirname ve
ödüller aldı. Halen yayın hayatına devam etmektedir.
Maddi hiçbir beklentisi yoktur. Bütün arzusu Allah rızasıdır.
Yayımlanan ve yayımlanacak olan kitapları:
Yayımlanan Eserleri
1- Darwinizm’i Reddiye
2- Mânevi Buhran
3- Müslüman’ın 24 Saati
4- Çağın Hastalığı Stres ve İslâm
5- Anadolu’yu Hıristiyanlaştırma Faaliyetleri
6- İslâm’a Sokulmak İstenen Yanlışlar
7- Hz. Peygamberin Sünneti
8- Tasavvuf ve Tarikat Çerçevesinde Hayat
9- Cin ve Şeytan Tuzakları – Kurtulma Yolları
10- Bid’at ve Hurafeler
11- Esma’ül Hüsnâ
12- Vesvesesiz Namaz
13- Misyonerlik
14- Satanizm
15- Gözyaşı ve Gece İbadeti
16- Helâl ve Haram
17- Mutlu Aile
18- Müslüman’ýn Günlüğü
19- Mübarek Aylar Günler ve Geceler
20- Yüce Yaratana Kulluk
21- Gül Muhammed
22- Büyük Günahlar ve Şirk
23- Kul Azmayınca Allah Yazmaz
24- Gençliğin Etrafındaki Tuzaklar
25- Mutlu Sona Nasıl Gidilir ?
26- Temel Dini Bilgiler
27- İslam Kimliği
28- Yaz Okulu Tatil Kitabı
29- Muhammed (A.S.) ‘ın Sünnetini İhya
30- Hastalıklarımız ve Çareleri
31- Tıbb-ı Nebevi
32- Kur’an’daki Emir ve Yasaklar
33- Dinin Direği Namaz
34- Cenab-ı Allah (C.C.)
35- Tıbb-i Nebevi
36- Güncel Sorular ve Cevaplar
37- Sevaplı İşler
38- Neleri Yanlış Yapıyoruz?
39- Devlet Adamı Yönetim Sanatı
40- Türk İslam Medeniyeti
41- Bunları Biliyor musunuz?
42- Önce Selam Sonra Kelam
43- Yaşatılan Bid’at ve Hurafeler
44- Milli Günler ve Kutsal Geceler

Benzer belgeler