SÖZCÜKLER 5

Transkript

SÖZCÜKLER 5
‹K‹ AYLIK EDEB‹YAT DERG‹S‹
OCAK-fiUBAT 2007
ISSN: 1306-634X
Sahibi ve Yaz›iflleri Sorumlusu: A. Turgay Fiflekçi
Kapak ve Sayfa Tasar›m›: Hakk› M›s›rl›o¤lu
Yönetim Yeri: Neyzenbafl› Halilcan sok. 42/7
Üsküdar 34668 ‹stanbul
Telefon ve Faks: 0216 495 88 65.
Yaz›flma adresi: P.K. 57 Üsküdar-‹stanbul
[email protected];
www.sozcukler.com; www.soezcuekler.blogspot.com
fi‹‹R
Mücap Ofluo¤lu, 5; Cevat Çapan, 7; Ali Püsküllüo¤lu, 28;
Refik Durbafl, 29; Süreyya Berfe, 30; Erdal Alova, 37;
Hüseyin Ferhad, 51; Roni Margulies, 52; Turgay Fiflekçi, 53;
Mehmet Yafl›n, 59; Ferruh Tunç, 62; Ali Asker Barut, 71;
Onur Sakarya, 72; Ataman Avdan, 73; Bülent fiamc›, 74; Sine Ergun, 75..
ÖYKÜ
‹K‹ NOKTA ÜST ÜSTE
B‹R DERS SAAT‹NE SI⁄AR MI AfiK
ÇEK‹P G‹DERKEN
MEKTUP ARKADAfiIM ARJUN RAU
31
44
60
76
D‹LLER‹ VAR D‹L‹M‹ZE BENZEMEZ
K‹RLENMEN‹N BOYUTLARI
YAZILI DÜNYA VE YAZILI OLMAYAN
TÜRKÇE’N‹N D‹L‹ OLSA
ÇEV‹R‹LER
ÖZEL GÜNLER, GÜZEL GÜNLER...
“MIZRAKLI ‹LM‹HAL”
AKLIN ÇEK‹RDE⁄‹ - D‹L
NOBEL ÖDÜLÜ ÜSTÜNE
ÖDÜL KONUfiMASI
FELSEF‹ ‹ZLEN‹MLER
FAHR‹ ERD‹NÇ’‹ OKUMAK
SA‹T FA‹K’‹N ÖZGÜNLÜ⁄Ü
fi‹‹RLER VE fiA‹RLER ÜZER‹NE
AB‹D‹N GÜZ‹N’LE SETÜSTÜ’NDE
ERCÜMEND BEHZAD LAV D‹L‹NDE...
SON KADEH‹ ALTINBAfi RAKIYDI
EGE’N‹N ‹K‹ YAKASINDAN
GÜNCE’DEN
TAR‹HTE B‹R GÜN 5
8
11
18
25
38
54
63
66
83
86
80
96
99
106
111
118
124
131
136
138
Cemil Kavukçu
Neslihan Gürel
O¤uzhan Akay
Saba Öymen
DENEME, ELEfiT‹R‹, ANI
Tahsin Yücel
Emin Özdemir
Italo Calvino-Kemal Atakay
Semih Gümüfl
Jean Cocteau-Banu Karada¤
Alev Bulut
Ali Püsküllüo¤lu
Deniz Günal
Adalet A¤ao¤lu
Server Tanilli
Demir Özlü
Kemal Özer
Kaim Elban
Gürhan Tümer
M. fiehmus Güzel
Çi¤dem Y›ld›r›m
Besim Dalgݍ
Ziya Gürel
Mehmet Y›ld›r›m
Aliflan Çapan
Bask› ve Cilt: Birmat Matbaac›l›k Ltd. fiti, Mas-Sit Matbaac›lar Sitesi
Yüzy›l Mah. 4. cad. No: 122 Ba¤c›lar-‹stanbul. Tel.: 0212 629 05 59
Yay›n Türü: Yayg›n Süreli Yay›n. Da¤›t›m: Yay-Sat. Fiyat›: 6 YTL, K›br›s için 7 YTL.
Bir y›ll›k abonelik için Ahmet Turgay Fiflekçi ad›na Yap› Kredi Bankas›
Levent fiubesi 24807 nolu hesaba 36.-YTL yat›r›ld›ktan sonra dergilerin
gönderilece¤i posta adresi mektupla ya da [email protected]’a bildirilmelidir.
Yurtd›fl› için abone ücreti 60 Euro’dur.
Merhaba,
Bu yaz›m›zda Türkçe’ye iliflkin kayg›lar›n öne ç›kt›¤› yaz›lar okuyacaks›n›z.
Sözcükler, günümüzün temel kültürel sorunlar› olarak gördü¤ü kimi konular› elden geldi¤inde dönüp dönüp yeniden hat›rlatmakta, tart›flmakta yarar görüyor. Türkçe’nin günümüzdeki sorunlar› da bunlardan
biri.
Italo Calvino’dan Kemal Atakay’›n, Jean Cocteau’dan Ayfle Banu
Karada¤’›n çevirdi¤i yaz›lar da bu bölümü destekleyici temel metinler.
Bu say›m›zda usta öykücümüz Cemil Kavukçu’nun yeni bir öyküsünün yan› s›ra iki yeni öykücüyle tan›flacaks›n›z: 1982 do¤umlu Neslihan
Gürel’in öyküsünde özgünlük, yarat›c›l›k, hayata kendi gözleriyle bak›fl
var. Zeki ironilerle dolu öyküsünü ilgiyle okuyaca¤›n›z› umuyoruz. Mesle¤inin edebiyat ö¤retmenli¤i olmas› ise, edebiyat›m›z›n her döneminde
önemli bir damar olmufl ö¤retmen-yazarlar kufla¤›n›n yeni filizlerle güçlendi¤ini göstermesi bak›m›ndan umut verici. Saba Öymen ise, Avustralya’da yafl›yor. Öyküsünde farkl› kültürlerdeki ortak insani de¤erleri ar›yor.
Bu say›m›zda bir de “Soruflturma” bulacaks›n›z. Günümüz fliiri konulu tart›flmalar› flair ve elefltirmenlerin d›fl›na, okurlara tafl›may› amaçlayan bu soruflturmayla fliirsever okurlar›m›z›n görüfllerini bizlerle paylaflaca¤›n› umuyoruz.
Alev Bulut’un yeni y›l öykülerine de¤indi¤i yaz›s› da edebiyatta yeni y›l konulu ürünleri an›msat›yor.
Bu say›m›z›n desenleri ünlü heykelcimiz Mehmet Aksoy’un.
Yeni y›l›n okurlara, ülkemize ve insanl›¤a mutluluk getirmesi dile¤iyle.
‹yi y›llar.
3
Mücap Ofluo¤lu
H‹Ç B‹L‹NEMEZ K‹
Gene birbirine kar›flan mendiller
Gene ayr›l›k ac›s› çöktü içime.
Kimi a¤lar ayr›ld›¤›na sevdi¤inden
Kimi sevinir kavuflaca¤›m diye sevdi¤ine.
Yak›n yak›n bak›fl›rlar
Dayan›p küpefltesine geminin.
Denizler uçsuz bucaks›z görünür
Denizler hain görünür katil görünür.
Denizler renk renk görünür
Denizler yar görünür kucak görünür.
Bilinemez ki bu ölümlü ömür
Hiç bilinemez ki.
Benim de inad›na dolar gözlerim
Her ayr›l›fl›mda bu limandan
‹flte bir ben kalm›fl›m mendil sallayan
‹lk sevgilim güzelim Istanbul flehrine.
Sokak sokak kald›r›m kald›r›m
Yaflar durur beni bekler an›lar›m
Ac›lar›m 盤l›klar›m kahkahalar›m
Ben nerede olsam sizinle var›m.
Haydi dön yüzünü yüzüme Istanbul
Gözlerin gözlerimle gelsin
Seni seninle göreyim uzaklardan
Bilinemez ki bu ömür hiç bilinemez ki
1968
5
Cevat Çapan
‹fiTE BULUfiTU⁄UMUZ YER
‹flte bulufltu¤umuz yer
ölülerimizle, eski sevgililerimizle,
yapraklar› savrulan ç›nar›n alt›nda.
fiimdi daha solgun
karfl› k›y›daki mor da¤lar,
s›vas› dökülmüfl saat kulesi bile
vazgeçmifl zamanla yar›flmaktan.
Oysa biz yeniden anlatmak için
burday›z
ezberimizdeki masallar›,
yeniden yeflertmek için yang›n›n yak›p
karartt›¤› orman›. Afl›r› bir iyimserlikle,
kar, bora, f›rt›na bu kara k›fl gününde bile,
hat›rlamak için o yaz sabahlar›m›z›
mavisini ipek böceklerinin dokudu¤u
ve kufllar›n, çiçeklerin diliyle konuflan.
Bizi flafl›rtacak yollara ç›kmak için
iflte bulufltu¤umuz yer. Ama sen
yitirmek istemiyorsan yolunu,
eskilerin dedi¤i gibi,
yum gözlerini ve karanl›kta yürü.
7
D‹LLER‹ VAR D‹L‹M‹ZE BENZEMEZ
Tahsin Yücel
Rainer Maria Rilke’nin Malte Laurids Brigge’nin Notlar›’n› nice y›ldan sonra yeniden okuyorum. Daha üçüncü, dördüncü sayfada incecikten bir mutluluk doluyor içime, kendimi bir esenlik ve güzellik ortam›nda buluyorum. “Bunda flafl›lacak bir fley yok”, diyorum içimden: “Rilke’nin bu yap›t› daha önce de baya¤› büyülemiflti beni”. Ama, okumay›
biraz daha sürdürünce, bu kitapta beni büyüleyen fleyin yaln›zca büyük
Alman ozan›n›n derin duyarl›¤› ve özgün anlat›m› olmad›¤›n› sezinlemeye bafll›yorum: bu esenlik, bu mutluluk karanl›ktan ayd›nl›¤a ç›kmak,
gurbetten yurda dönmek gibi bir fley: yitirilmifl bir dili yeniden bulman›n
mutlulu¤u. Kapa¤›n alt yan›ndaki iki sat›r da do¤ruluyor sezgimi:
Almanca asl›ndan çeviren
BEHÇET NECAT‹G‹L
Necatigil’in dilinin yitik bir dil oldu¤unu mu söylemek istiyorum?
Hay›r, gerçek ozanlar›n, gerçek yazarlar›n dili öyle kolay kolay yitip gitmez. Bir Yunus Emre’nin, bir Karacao¤lan’›n, bir Ataç’›n, bir Külebi’nin
dili yitip gitmedi¤i gibi Necatigil gibi büyük bir ozan›n dili de yitip gitmez, fliirleriyle birlikte, fliirleri gibi hep sürdürür yaflam›n›, diledi¤imiz
zaman yap›tlar›na dönüp yeniden duyar›z tad›n›. Ne var ki bugün çevremize flöyle bir kulak verdi¤imiz, televizyon izledi¤imiz, gazete okudu¤umuz ya da son moda yazarlar›m›z›n kitaplar›n› okumay› denedi¤im zaman, yaln›zca Ataç, Necatigil, Külebi gibi çoktan yitirmifl oldu¤umuz ustalar›n türkçeleri de¤il, Oktay Akbal’›n, Ferit Edgü’nün, Erdal Öz’ün
türkçeleri bile nerdeyse birer yitik dil gibi görünüyor bize. fiafl›rt›c› gibi
görünse de gerçek: Behçet Necatigil Malte Laurids Brigge’nin Notlar›’n›
1966’da çevirmifl; bugün hep y›ld›zlar› gösteren burunlar›ndan tek k›l ald›rmayan kimi genç yazarlar›m›z ve genç ozanlar›m›zsa, t›pk› ço¤u haberciler, köflemenler, televizyoncular ve politikac›lar gibi, yap›tlar›nda arapça ve farsça kökenli sözcükleri Bat› kökenli sözcüklerle harmanl›yor, böylece, ister istemez, 1960’lar›n türkçesinin çok daha gerilerinde görünen
bir yap›nt› dil, bir tür osmanl›ca oluflturuyorlar. Kendilerini eski osmanl›cac›lardan uzaklaflt›ran iki ayr›m var yaln›zca: biri, belirtti¤imiz gibi,
arapça ve farsça kökenli sözcükler yan›nda Bat› kökenli sözcüklere de genifl bir yer vermeleri, ikincisiyse, “Az› difllerim o kadar uzundu ki a¤z›m
8
kapanm›yordu”, “Benim adreslerden hiçbiri var m› sizde?”, “Vas›f beyaz
saçlar›nda gezdirdi¤i elini omuzlar›na sark›tt›”, vb. türünden evlere flenlik dil yanl›fllar› aç›s›ndan çok verimli olmalar›.
Baudelaire, Paris S›k›nt›s›’n›n unutulmaz parçalar›ndan birinde,
“Bu dünyan›n d›fl›nda olsun da neresi olursa olsun!” diyordu. Bizim ço¤u televizyoncular›m›z, ço¤u politikac›lar›m›z ve ço¤u yazarlar›m›z da
“Ar› türkçe olmas›n da ne olursa olsun!” türünden bir ilkeye ba¤lanm›fllar sanki, bu güzel, bu geliflmifl, bu vars›l dilden olabildi¤ince uzak durmay› bir tür üstünlük gibi görüyorlar. Bu dili hiçbir zaman ö¤renememifller sanki, bu dilde üretilmifl bir türkünün, bir fliirin, bir öykünün tad›n›
hiçbir zaman duymam›fllar, duyamam›fllar. Sürekli kaçm›fllar türkçeden.
Üstelik bunu bir özgünlük, bir ayr›cal›k sanm›fllar. Kimileri de körü körüne izlemifl onlar›. Bana inanm›yorsan›z, gözlemimi abart›l› buluyorsan›z, herhangi bir gazetemizin televizyon sayfas›n› aç›n, bafll›ca televizyon
kurumlar›m›z›n adlar›na ve izlencelerine flöyle bir göz at›n. Ya da birlikte göz atal›m.
‹flte, buyurun: Show, Star, Sky, CNN Türk (Sienen Türk), NTV (Entivi), Cine5 (Sine befl), CNBC-E (Sienbisi-ey): on alt› televizyon kurumumuzdan yedisinin ad› yabanc›. “Olur böyle fleyler”, diyorsan›z, bir de tek
bir günün (pazar) izlencelerini gözden geçirin: CNN’de befl izlenceden
dördünün ad› tümüyle yabanc› sözcüklerden olufluyor, birinin ad› yar›
yar›ya: Spor vizyon, Futbol mania, Cosmopolis, Finans analiz, Pozitif e¤itim, STAR’da dört izlence ad› tümden gâvurca: Dekodizayn, Pop Star
Alaturka, ‹bo Show, Homedram; SKY’da iki: Time out, Futbol aktif;
NTV’de iki: Futbol aktüel, La Liga; C‹NE 5’te üç: Viva Show, Cinecity,
Beckstage. HABERTÜRK’se, ad›na yak›fl›r bir biçimde, tam befl izlencesine yabanc› dilde adlar vermifl: Habertürk Weekend, Reel sektörde geçen hafta, Full ekran, Aktüalite, The Most. Bir de tüm televizyonlar›m›zda bütün bir haftan›n izlencelerinin adlar›n› belirlemeye kalksan›z, bafl›n›z döner ve, büyük olas›l›kla, büyük halk ozan›n›n dizesini an›msars›n›z: “Dilleri var bizim dile benzemez”.
Bu örneklerin size yeterince inand›r›c› gelmemesi durumunda, ayn›
gazetede biraz da haberlere göz atarsan›z, plan, proje, rapor, sistem, servis, program, operasyon, platform, eleman, sembol, slogan, panik, toksik, doz türünden Bat› dillerinden gelmifl sözcükleri bir zamanlar›n çok
bilgin bir yazar› gibi “fethedilmifl” de¤erler ya da hareme kat›lm›fl “cariyeler” olarak de¤erlendirseniz bile, konjonktür, kriz sinyali, stop list, anti-laik, yorum linkleri, asamble, parametre, potansiyel, revizyon, militan,
enstrüman, kriter türünden ö¤eler hem kafan›z› kar›flt›r›r, hem rahat›n›z› kaç›r›r. Ayn› biçimde, sizin türkçede çok güzel karfl›l›klar› bulundu¤unu ve çoktan kullan›m d›fl› kald›¤›n› düflündü¤ünüz kimi arapça ya da
9
farsça sözcükler de s›k s›k karfl›n›za ç›kar, örne¤in “Hamas örgütünün
sürgündeki lideri Halit Meflal üçüncü intifada tehdidinde bulundu” tümcesi karfl›s›nda flafl›r›r, eski sözlükleri kar›flt›rmak zorunda kal›rs›n›z. Bu
arada, Diyarbak›r Büyükflehir Belediye baflkan› Osman Baydemir beyefendinin “Sosyal tesisleri, hayvan otelleri, hijyenik kesimhaneleri ve ar›tma tesisleriyle Diyarbak›r’›n vizyonunu yükseltecek bir tesis” açt›¤›n›
okurken de ülkemizde yeni bir osmanl›ca do¤makta oldu¤unu sezinleyerek kara düflüncelere dalars›n›z. Neden sonra, en az›ndan yaz›n›n her
fleyden önce tutarl› bir dil oldu¤unu an›msar, son bir umutla herhangi bir
genç yazar›n herhangi bir roman›n› al›r, herhangi bir yerinden okumaya
bafllars›n›z: “Hiç flüphesiz Zeliha, Cicianne’nin yaz›ya dökülmemifl ama
çi¤nenmesi imkâns›z kurallar›n› harfiyen biliyor. Ama temmuz ay›n›n bu
ilk cumas› hatmetti¤i en kadim kurallar› dahi çi¤neyebilecek kadar umars›z hissediyor kendini. Hem a¤›zdan ç›kan ç›kt› bir kere, olan oldu, maziyle u¤raflacak de¤il. Zeliha’n›n piflmanl›klara vakti yok. Jinekologla
olan randevusuna geç kald›”. Bu kez de genç yazar›n›z›n sözcüklerinin
eskili¤i, çoktan kullan›m d›fl› kalm›fll›¤› kadar kural gibi, umars›z gibi
sözcüklerin harfiyen’ler, hatmetmek’ler, kadim’ler, dahi’ler aras›ndaki
yaln›zl›¤› tepenizi att›r›r, bir daha açmamak üzere kapat›rs›n›z kitab›.
Bereket, Cumhuriyet yaz›n› ar› ve tutarl› türkçenin örnekleriyle doludur ve böyle anlar›m›zda Behçet Necatigil gibi ustalar birincil ifllevleri
yan›nda bir ifllev daha gerçeklefltirirler: bizi hem kendimize getirirler,
hem güzel anadilimize.
10
K‹RLENMEN‹N BOYUTLARI
Emin Özdemir
Y›llard›r dilimizi yabanc› sözcüklerden ar›nd›rma, kendi öz de¤erlerine kavuflturma eylemi içindeyim. Sürüp giden bu eylemle, – belki kavga demek daha do¤ru olacak –, bu yafllara geldim. Besbelli bundan, yaflamam› bu ifle adamamdan, Türkçenin solu¤unu kirletenlere karfl› flimdilerde eski günlere oranla daha çok öfkeleniyor, daha çok k›z›yorum. K›z›yorum, öfkeleniyorum ya, yine de flu soruyu sormadan edemiyorum:
“Kirlenme salt dile mi özgü? ‹lginç yerine enterasan, bafllad› yerine start
ald›, s›nand› ya da denendi yerine test edildi gibisinden sözleri ye¤lemekle mi s›n›rl›?”
De¤il elbette. Salt bununla s›n›rland›ramay›z. Kirlenme, toplumsal
örüntüyü tümüyle kuflatan tümleflik bir olgu. Olup bitenlere, durumlara,
yaz›l›p çizilenlere bakarak söylüyorum bunu; sanki katran karas› kir bulutlar› çökmüfl ülkenin üstüne.
Düflünüyorum, nereden kaynaklan›yor bu kirlenme? ‹nsan›n solu¤unu t›kayan, yüre¤ini karartan, bu bo¤ucu hava nereden geliyor?
Soruyu, tek sözcükle insandan diyerek yan›tlayabilirim. Haks›z da
say›lmam bir bak›ma. Öyle ya, hangi edim, hangi eylem vard›r ki ard›nda insan olmas›n. fiu çok yinelenmifl onaylatma sorusuna ben de s›¤›nay›m: Yeryüzünü cennete de, cehenneme de çeviren insan de¤il midir?
Kim hay›r diyebilir, karfl› durabilir bu soruya? Peki ama, ya insan›
yaratan, yönlendiren koflullara ne diyece¤iz? Sorunun yan›t›n› yüzy›llar›n ötesinden ünlü hümanist, Rotterdaml› Erasmus veriyor: “Hayvan,
hayvan olarak do¤ar; insan, insan olarak do¤maz, oluflturulur.”
Do¤rudur. Hayvan temel içgüdüleriyle donanm›fl olarak do¤uyor.
Bunlar› gelifltirme, yaflamalar›n› sürdürme bak›m›ndan özel bir yard›ma
gereksinim duymuyor. ‹nsan için böyle mi? ‹nsanlaflma sürecinden geçmesi gerekiyor. E¤itiliyor, yönlendiriliyor. Toplumsal örüntünün k›vr›mlar›na sindirilmifl de¤erler düzeniyle tan›fl›yor ya da tan›flt›r›l›yor.
Bu evrensel gerçe¤i, insanlaflma sürecini, kendi insan›m›z, toplumumuz aç›s›ndan düflünüyorum. Bana öyle geliyor ki toplumumuzu sar›p sarmalayan bu bo¤ucu, kirli hava, insan›m›z› e¤itme, yönlendirme biçiminden kaynaklan›yor. ‹nsan›, “tam insan” k›lan kendi varoluflunun
bilincine varma, sevme, ac›ma, hak, eflitlik, hoflgörü, haks›zl›klar karfl›s›nda tepki gösterme, direnme gibi duygularla iç dünyalar›n› temellendiremiyoruz.
11
Bitki olsun, hayvan ya da insan olsun her canl›n›n bir yetiflme, geliflme ortam› vard›r. Sözgelimi kutuplarda hurma a¤ac› yetifltiremezsiniz.
Yetifltirmeniz, hurma a¤ac›n›n yetiflimi için zorunlu fiziksel koflullar› kutuplarda oluflturman›za ba¤l›. ‹nsan› tam insan k›lma süreci için de böyledir bu. Onu oluflturacak, düflün ve duygu dünyas›n› kurup gelifltirecek
ortam› yaratmam›z gerekiyor öncelikle. Oysa böyle bir ortam›n çok, hem
de çok uza¤›nday›z bugün.
Peki, nas›l bir ortamda e¤itilip yönlendiriliyor insan›m›z? Do¤rusu
bunu nitelendirecek sözcük bulam›yorum. ‹yisi mi “nitem d›fl›” deyip
geçeyim. Hepimizin yaflam›n› kuflatan bir örnek vereyim. Al›n, kitle iletiflim araçlar›n›. Televizyonlar› izlerken, gazeteleri okurken neler duyars›n›z, neler düflünürsünüz bilemem. Benim için o kanallar›n ço¤u, o irili ufakl› boyal› gazetelerin büyük bir bölümü ülkedeki kirlenmeyi oluflturan kaynaklar›n bafl›nda geliyor. fiöyle desem sanki daha do¤ru olacak, kirlenmeyi besleyip büyüten, onun dolafl›m›n› sa¤layan ana damarlar... ‹nsan›m›z› bilinçsizlefltirme, be¤enisizlefltirme, kendi öz de¤erlerine yabanc›laflt›rma do¤rultusunda ürkütücü, korkunç bir yar›fl içindeler. Hiçbir ölçü tan›mayan her türlü sapmay›, sapt›rmay› do¤al sayan bir
yar›fl.
Verdikleri, yayd›klar› haberlerin dokusuna bak›yorum. ‹nsan›n hayvans› yan›n› öne ç›karan (hayvans› derken hayvanlara haks›zl›k etti¤imin
ayr›m›nday›m) bir yönelim a¤›r bas›yor ço¤unda. Kösnüllü¤ün ateflini
harland›ran, giyimi kuflam›yla, yüzlerinin, gövdelerinin haritas›yla “kösnüllü¤ün sözlü¤ü”nü oluflturan sözde sunucular› izliyorum. Bunlar›n a¤z›nda baflta, aflk, sevgi, sevgili, iliflki, dostluk gibi birçok sözcü¤ün ça¤r›fl›msal bir kirlenmeye u¤rat›ld›¤›na tan›k oluyorum.
Ya ülkeyi yöneten siyasa adamlar›? Onlar› dinliyorum. Söylemleri
sanki siyasal kösnüllü¤ün kirli tezgâh›nda dokunmufl. Elbette, tümünü
ayn› kefeye koymak istemem; ama büyük bölümü, kavram kemirgenli¤i
ya da inanç sömürgenli¤i yap›yor. Yalan dolan›n; aldat›c›, kand›r›c› kara
yellerini estiriyorlar ülkede. Kestirmeden söyleyeyim, halk› kand›r›lm›fll›¤›n o derin, kan uykusuna yat›r›yorlar.
Kand›r›lm›fll›¤›n kan uykusundan uyan›r m› halk? Uyanacak gibi
de¤il. Önce, bu uykuyu do¤uran, onlar› kand›r›lm›fll›¤›n dipsiz kuyusuna düflüren bulafl›c› sayr›l›ktan kurtarmak gerek. Kuflaktan kufla¤a kal›t›m yoluyla geçen bir sayr›l›k. Bunu sinirbilimcilerin “körgörü” diye adland›rd›klar› bir terim üzerinde düflünürken flöyle belirtiyor Erdal Atabek:
‘Körgörü’ terim olarak da, konu olarak da dikkatimi çekti. Çünkü
bizim görmeyle ilgili ifllevlerimizde toplumsal bir bozukluk oldu¤u anlafl›l›yor.
12
Bize musallat olan toplumsal illet, ‘görmemesi gerekti¤ini görmek’
de¤il de tam tersine ‘görmesi gerekti¤ini görmemek’. Buna bakarkörlük
ya da ‘görmezden gelme’ diyebiliriz.
Erdal Atabek’in de vurgulad›¤› gibi “görmemesi gerekti¤ini görmek”, insan›m›z›n bafl›na nice belalar getirmifltir. Sindirilmifl bir toplum
olmam›zda, sürüp giden çirkinlikler, baya¤›l›klar karfl›s›nda tepki göstermeyiflimizde bunun büyük pay› var. Tepkisizlik, sineye çekme toplumsal
bir sayr›l›¤a dönüflmüfl bizde. Ne güzel söylüyor Diderot: “Gerçek insan,
muhalefeti yüre¤inde tafl›yan insand›r.” Bizim insan›m›z›n bafl eksiklerinden biri de bu de¤il midir? Sürüselli¤in içinde donup kalm›fl ne gerçek anlamda birey olabilmifltir ne de yurttafl…
Bilmiyorum, çok mu karamsar›m. ‹nsan›m›z› e¤itemedi¤imizi, iyi
yönlendiremedi¤imizi söylemek istiyorum. Sevme, ac›ma, hakk›n ve
hakl›n›n yan›nda olma, güzelliklerin ayr›m›na varma, güzelliklerden tat
alma gibi insan› gerçek insan k›lan duygular› yüreklere yerlefltiremedi¤imizden yak›n›yorum. Böyle olunca bunlar›n yerini güçlü, y›rt›c› bir tutku, para tutkusu al›yor. Toplumun her kesiminde üstün bir güç, sayg›nl›k ö¤esi gibi alg›lan›yor para. Atalar›n söyledi¤i, “Paran varsa cümle
âlem kulun, paran yoksa t›marhane yolun” sözü, nerdeyse halk›m›z› yönlendiren temel güdüye, toplumsal bilince dönüflmüfl gibi. fiöyle desem san›r›m hak verirsiniz bana: Sanki Shakespeare’in Atinal› Timon’da paran›n gücünü betimlerken söyledi¤i flu sözler, ülkemizde geçerli¤ini koruyor.
Bu sar› köle dinleri y›kar da, yapar da;
Cehennemli¤i cennetlik eder;
‹¤renç cüzaml›lar› sevdirir insana;
H›rs›zlar› baflköflelere oturtup
fianlar, flerefler, alk›fllarla senatörler aras›na sokar.
Vars›ll›¤a, paraya kavuflanlar, hangi yollarla gerçeklefltiriyorlar bunu? Kimselerin sordu¤u, sorgulad›¤› yok. ‹ster çal›p ç›rps›nlar, ister dolaplar›n en akla gelmeyenini çevirsinler, ister yasad›fl› yollar›n her türünü kullans›nlar ya da son y›llar›n e¤retilemeli adland›r›m›yla “hortumculuk” yaps›nlar. Önemli de¤il. Önemli olan sonuçtur. De¤il mi ki para,
mal mülk sahibi olmufllar; bafl tac› edilen, baflköfleye oturtulan, omuzlarda tafl›nan, sayg›n, yetenekli kiflilerdir onlar.
Bunlar› söylerken, toplumun kan›n› ili¤ini kurutan bu sayg›n(!) soyguncular›n zaman zaman beyazcamda gördü¤üm yüzleri gelip dikiliyor
gözlerimin önüne. Onurun, erdemin ayd›nl›¤›yla tan›flmam›fl; çirkin, karanl›k yüzler... Gözlerinin derinliklerinde yo¤unlafl›p kalm›fl, “daha çok
13
para, daha çok para” diyen, sinsi bir doyumsuzluk. Ya bak›fllar? Bunlar›
betimleme, benim gücümü aflar. Usta romanc›lar›n, öykücülerin yapabilece¤i bir ifltir bu.
Paran›n, vars›ll›¤›n biricik de¤er say›lmas› salt günümüze mi özgüdür? Hay›r. Dün de vard›. Ne ki hiçbir zaman bugünkü konumuna ulaflmam›fl, böylesine kuflat›c› olmam›flt›. ‹nsan›m›z›n yüre¤ini çelen, özünü
biçimlendiren bir güç kazanmam›flt› para. fiöyle desem, san›r›m beni
abartmac›l›kla nitelendirmezsiniz. Ülke, yörüngesinden ç›km›flsa bugün,
ifller altüst olmuflsa bunda para tutkunlu¤unun büyük pay› var. Bu durum, Cahit Külebi’nin y›llarca önce yazd›¤› “Ac› Dönem” adl› fliirinde ne
güzel betimlenir. O fliirin ilk iki dörtlü¤ünü gelin birlikte okuyal›m:
Dalgal› deniz gibi bir ülke,
Arap saç›na dönmüfl ifller,
Ne tavflan›n da¤dan haberi,
Ne de yaray› deflen neflter.
Yaln›zca s›zlayan bir yürek
S›zlayan, çatlam›fl, k›rg›n.
Ka¤n› ard›nda köylüler gibi
Karanl›kta, bofllukta yorgun.
Cahit Külebi bugün yazsayd› bu fliirini ad›n›, “Ac› Dönem” de¤il,
“Kirli Dönem” kordu. Çünkü fliirini yaflananlar›n içinden süzüp ç›karan
bir ozand› Külebi.
Kirlenmenin toplumsal örüntüyü bütünüyle kuflatan tümleflik bir olgu oldu¤unu söyledim. Ancak dilde daha somut görülüyor, gözlemleniyor
bu olgu. fiundan ki dil, toplumsal örüntüyü tümüyle yans›tan bir ayna gibidir. Böyle olunca dilsel kirlenmeyi de tek nedene ba¤layamay›z. Bunun
gibi onu, “yabanc› dillerden dilimize sözcük, ek, dilbilgisi kural›, deyim
ve terim gibi dilsel ö¤elerin girmesi” diye tan›mlama da yeterince kuflat›c› olmaz.
‹yi de nereden kaynaklan›yor dilimizdeki kirlenme? Baflta da de¤indim, insan yetifltirme düzenimizden, insan›m›z› yönlendirme, biçimlendirme tutumumuzdan. Biraz açay›m bu yarg›m›. Dildeki kirlenme, asl›nda bir düflünce, bir duyarl›k kirlenmesidir. Düflün ve duygu dünyas› sa¤lam temellere oturtulmufl kifliler, söylemini anadilinin söz de¤erleriyle biçimlendirirler. Anadili bilincinin, anadili sevgisinin bir gere¤idir bu. Yabanc› kökenli sözcüklerle duyamaz, düflünemezler. Bunun için de anlat›mlar›na a¤acak herhangi bir yabanc› ö¤e, anadili sevgisinin, anadili bilincinin koruyucu duvarlar›n› aflamaz.
14
Anadili bilinci, anadili sevgisi nas›l kazand›r›l›r? Bugüne de¤in çok
düflünülmüfltür bu soru üzerinde. ‹zlenceler yap›lm›fl, yollar yöntemler
gelifltirilmifltir. Hepsinde vurgulanan ortak düflünce fludur: E¤itim ve ö¤retimin bütün aflamalar›nda çocuklar› anadilin topra¤›na bast›rmak, onlara anadilin inceliklerini, güzelliklerini tatt›rmak; düflün ve duygu evrenlerini onun söz de¤erleriyle kurmak, gelifltirmek.
Ne var ki insan yetifltirme düzenimizde bir türlü gerçeklefltiremedik
bunu. Anadili bilinci, anadili sevgisi yaratma flöyle dursun, çocuklar›n dil
dünyas›n› daha ilk y›llardan bafllayarak kirletmeye bafll›yoruz. Oysa bilinen bir gerçektir, okula yeni bafllayan çocuklar›n, yal›n, fliirsel, somutlama gücü yüksek bir dilleri vard›r. Gelgelelim okula bafllay›fllar›n›n üzerinden iki üç y›l geçmeden çocuk dilinin fliirselli¤i, yal›nl›¤› yitip gidiyor,
onun yerini kuru, çak›l çukul bir dil al›yor. Bana göre as›l dilsel kirlenme buradan bafll›yor iflte.
Nas›l m›? Çocuklar›n eline verilen okuma metinlerine bak›n bir.
Metin demek de do¤ru de¤il ya, iyisi mi “y›¤›fl›m yaz›” diye adland›ray›m.
‹lkokula giden torunumun Türkçe kitab›ndaki bu y›¤›fl›m yaz›lar›n birinden küçük bir al›nt›:
Kazlar› havada uçarken gördünüz mü? Kazlar özellikle göç ederken
farkl› bir uçufl tekni¤i kullan›rlar. Öyle çevremizde gördü¤ümüz kufllar
gibi da¤›n›k uçmazlar. Göç eden yaban kazlar› V flekli oluflturarak uçarlar. (...) Böylece varmak istedikleri yere, yar›dan fazla enerji tasarrufu
sa¤layarak ulafl›l›yormufl. Yorulan kaz arkaya geçiyor, onun yerini hemen
arkas›ndaki al›yor.
Yaz›n›n y›¤›fl›msall›¤›n› belirtmeye bilmem gerek var m›? Tümceler
aras›nda dilsel, düflünsel bir ba¤›nt› yok. Anlat›m zaman› için de böyle
bu. Seçilen sözcükler imge ve ça¤r›fl›m yaratacak biçimde örüntülenmemifl. ö¤rencilerin dil duyarl›¤›n› gelifltirme bir yana örseleyebilir de. Bu
türden y›¤›fl›m yaz›larla e¤itilen çocuklarda ne anadili sevgisi oluflup geliflir, ne de anadili bilinci.
Çocuklar›n tasarlama, düfl kurma, düflünme yetilerini besleme, boyutland›rma anadili e¤itiminin ifllevleri aras›nda say›l›r. Bunun da yolu
çocuklar›n dünyas›n› sar›p sarmalayan, dokusunda dilsel, yaz›nsal tatlar
bar›nd›ran metinlerin içinde onlar› yaflatmad›r. Bu metinler arac›l›¤›yla
yüreklerinin topra¤›na güzel sevgisinin, insan› tam insan, gerçek insan
k›lan duygular›n tohumlar›n› ekmektir. K›saca güzelduyusal yaflant› kazand›rmad›r. Y›¤›fl›m yaz›larla bu yap›lamaz. Bu tür yaz›larla yüreklerin
topra¤› çoraklaflt›r›l›p kirletilir, iflte o kadar.
Ya fliirler? fiiir sözcü¤ünün ça¤r›fl›m›ndan öylesine uzaklar ki “manzume” demeye bile dilim varm›yor. Kuru, yavan, sözcük y›¤›nlar›. ‹flte
bunlar›n birinden “Yerli Besinlerimiz” adl› parçadan iki bölüm:
15
Güneyde narenciye
Da¤›l›r tüm ülkeye.
Kay›s› Malatyal›
Karadeniz’den f›nd›k,
Gel de afiyetle ye.
Past›rma Kayserili,
Mercimek Güneydo¤u.
Patates Nevflehirli,
Zeytin midelere dost,
Bol bol üzüm yemeli
Nas›l? Dedim ya biz çocuklar›n hem dil duyarl›¤›n› kirletiyor, hem
de düfl kurma yetene¤ini öldürüyoruz. Bir kez dil duyarl›¤› kirlenmeye,
düfl gücü öldürülmeye görsün. Sonralar› ne denli u¤rafl›l›rsa u¤rafl›ls›n
ar›tma da, diriltme de kolay olmuyor.
Dilsel kirlenmenin baflka bir boyutu, baflka bir yüzü daha var. Özellikle yüksekten uçan “a¤›r ayd›n” diye nitelendirilen kimi yazarlar›n yaz›lar›nda, yap›tlar›nda görülen. Tümcelerin üst üste y›¤›fl›m›ndan, eklemlenmesinden, sözdizimsel karmafl›kl›ktan kaynaklanan bir dilsel kirlenme türüdür. Çoklar›, kirlenme saymayabilir bunu. Onlara göre biçemsel,
söylemsel bir özelliktir. Oysa, böyle düflünmüyorum ben. Bu a¤›r ayd›n
yazarlar›m›z anlafl›lmazl›¤› bir erdem gibi görüyorlar. Bu yüzden de olabildi¤ince aç›kl›ktan, yal›nl›ktan kaç›nmaya çal›fl›yorlar. Küçük bir al›nt›yla örneklendireyim. Örne¤im de ödüllü bir elefltirmenimizden, bir siyaset bilimcimizden. Hadi ad›n› da vereyim, Hasan Bülent Kahraman’dan:
Komflulu¤un, taraflar›n birbirine zarar vermemesi, birbirine asgari
sayg›y› göstermesi, yaz›n›n bafllang›c›nda de¤indi¤imiz anlam›yla fliddetten uzak kalmas›, bir taraf›n gücüne dayanarak di¤erini ezmemesi için
gerekli olan düzenlemelerle yarat›lan pasif ortam dahi kendi içinde sessiz dili olan bir aktif süreçtir. Bu içedönük venötr/pasif aktif halin devam›n› sa¤layan aktif durumun d›fl›nda bir reel aktif durumdan daha söz
edilebilir ki, komflulukla tarihsel-ontolojik anlamda vurgulanan o olmufltur.
Gelin de dilsel kirlili¤in bir baflka boyutu diye nitelendirmeyin bu
anlat›m›.
Bir de dildeki kirlenmeyi küreselleflmeye ba¤layanlar, bunu do¤al
sayanlar var. Böyle diyenlerin yabanc› sözcük kullanmay› küreselleflme16
nin zorunlu sonucu olarak alg›layanlar›n tutumunu da yine anadili bilincinden, anadili sevgisinden yoksun olufla ba¤l›yorum. Elbette Türkçe düflünme, Türkçe anlatma yeteneklerinin körleflmesine de...
Biliyorum, çok al›nt›l› bir yaz› oldu bu. Olsun. Derler ya “kufla kanad› yük olmaz”. Söylemek istedi¤imizi bizden daha iyi anlat›yorsa al›nt›lar›n yaz›lar için bir yük olmad›¤›n› düflünüyorum. Tersine yaz›lar›n solu¤unu geniflletir, söylenenleri pekifltirip güçlendirir. Öyleyse bir baflka
al›nt›yla, yaflam›n› dilsel, yaz›nsal sorunlara adam›fl dostum Tahsin Yücel’in flu sözleriyle ba¤layay›m yaz›y›:
Neden “cepten cebe” de¤il de “cep to cep”? ‹lgililer, daha biz sormadan veriyorlar yan›t›: “Biz buna cep to cep diyoruz.” Evet, böyle,
adamlar, dolayl› bir biçimde, ‹ngilizce bilen ve içine ‹ngilizce ö¤eler katarak Türkçeyi yücelten, böylece her gün biraz daha küreselleflen bir bilgi toplumunun seçkin ve ayr›cal›kl› üyeleri olarak bunu böyle uygun gördüklerini kesinliyor, bizi de kendilerini izlemeye ça¤›r›yorlar. Ne denir?
Proust’un Yitik Zaman›n Ard›nda’s›n›n anlat›c›s› da kap›c›s›n›n bir sözcü¤ü yanl›fl söyledi¤ini görerek düzeltmeye kalk›nca “Ben bunu böyle
söylerim” yan›t›n› al›r. Ülkede demokrasi vard›r, bilinçsizlik, be¤enisizlik ve yabanc›laflma da demokratik bir hakt›r.
17
YAZILI DÜNYA VE YAZILI OLMAYAN DÜNYA
Italo Calvino
Türkçesi: Kemal Atakay
‹nsanl›¤›n, uyan›k saatlerinin büyük bölümünü özel bir dünyada geçiren kesimindenim (yeryüzü ölçe¤inde bir az›nl›k bu, ama san›r›m okurlar›m aras›nda ço¤unlu¤u oluflturuyor): Sözcüklerin tek tek birbirini izledi¤i, her tümce ve her sat›rbafl›n›n kendi belirli yerlerini kaplad›klar›, yatay sat›rlardan oluflmufl bir dünya; çok zengin, hatta yaz›l› olmayandan
daha zengin olabilen, ama her durumda içine yerleflebilmek için özel bir
ayarlama gerektiren bir dünya. Ötekindeki, gerçek diye adland›rageldi¤imiz, üç boyuttan, befl duyudan oluflan, milyarlarca benzerimizin yaflad›¤› dünyadaki yerimi bulmak için yaz›l› dünyadan koptu¤umda, bu benim
için her defas›nda do¤um travmas›n› yinelemeye, karmakar›fl›k bir duyumlar bütününe anlafl›labilir bir gerçeklik biçimi vermeye, beklenmedik olanla yok olmadan yüzleflebilmek için bir strateji seçmeye denk geliyor.
Her defas›nda, farkl› bir yaflama girifl anlam›na gelen özel törenler
efllik eder bu yeni do¤uma: Sözgelimi, miyop oldu¤um ve gözlüksüz okudu¤um için, gözlü¤ümü takma töreni; oysa, yak›n› göremeyen ço¤unluk
için bunun karfl›t› tören gereklidir, yani okumak için kullan›lan gözlü¤ün ç›kar›lmas›.
Her geçifl töreni, bir zihinsel tutum de¤iflikli¤ine karfl›l›k gelir; okudu¤um zaman, her sözü, hiç olmazsa sözel anlam›yla hemen anlamal› ve
bir yarg›da bulunabilecek durumda olmal›y›m: Okumufl oldu¤um fley,
gerçek ya da sahte, do¤ru ya da yanl›fl, güzel ya da çirkindir. Oysa gündelik yaflamda, en genelinden en s›radan›na, kavray›fl›mdan kaçan say›s›z
durum vard›r her zaman; s›k s›k, üzerinde görüfl bildiremeyece¤im, hakk›ndaki yarg›m› ask›ya almay› ye¤ledi¤im durumlar karfl›s›nda bulurum
kendimi.
Yaz›l› olmayan dünyan›n gözümde netlik kazanmas›n› beklerken,
elimin alt›nda, dönüp içine dalabilece¤im yaz›l› bir sayfa vard›r her zaman; bunu büyük bir zevkle yapmak için sab›rs›zlan›r›m: Hiç olmazsa
orada, bütünün yaln›zca küçük bir parças›n› anlamay› baflarsam bile, her
fleyi denetim alt›nda tuttu¤um yan›lsamas›na kapt›rabilirim kendimi.
San›r›m, gençli¤imde de ifller böyle yürüyordu, ama o dönemde yaz›l› dünya ile yaz›l› olmayan dünyan›n karfl›l›kl› olarak birbirini ayd›nlatt›¤›, yaflam deneyimleri ile okuma deneyimlerinin bir biçimde birbirini
18
tamamlad›¤› ve bir alanda ileriye do¤ru at›lm›fl her ad›m›n ötekinde ileri
bir ad›ma karfl›l›k geldi¤i yan›lg›s› içindeydim. Bugün, yaz›l› dünya hakk›nda eskisine göre çok daha fazla fley bildi¤imi söyleyebilirim: Kitaplar›n içinde deneyim her zaman olanakl›d›r, ama “menzil”i sayfan›n ak kenar›n›n ötesine uzanmaz. Oysa, çevremi kuflatan dünyada olup bitenler,
her zaman beni flafl›rt›r, korkutur, akl›m› kar›flt›r›r. Yaflam›mda, engin
dünyada, toplumda birçok de¤iflime tan›k oldum, kendimde de birçok
de¤iflime tan›k oldum; gene de, ne kendim, ne tan›d›¤›m kifliler için hiçbir fleyi öngörmeyi baflaram›yorum. Hele insanl›¤›n gelece¤iyle ilgili hiç
ama hiçbir fleyi öngöremiyorum: Cinsiyetler aras›ndaki, kuflaklar aras›ndaki gelecekteki iliflkileri, toplumun, flehirlerin ve uluslar›n gelecekteki
geliflimlerini, ne tür bir bar›fl›n ya da ne tür bir savafl›n söz konusu olaca¤›n›, paran›n ne anlama gelece¤ini, gündelik kullan›m nesnelerinden
hangilerinin yok olaca¤›n› ve yeni hangi nesnelerin belirece¤ini, ne tür
araçlar ve makineler kullan›laca¤›n›, denizin, ›rmaklar›n, hayvanlar›n,
bitkilerin gelece¤inin nas›l olaca¤›n›. Bunlar›, tam tersine, bildiklerini
iddia edenlerle – ekonomistler, sosyologlar, politikac›lar – bu bilgisizli¤i
paylaflt›¤›m› iyi biliyorum; ama yaln›z olmad›¤›m gerçe¤i, içimi rahatlatm›yor hiçbir biçimde.
Edebiyat›n öteki disiplinlerden hep daha fazla bir fleyleri anlam›fl oldu¤u düflüncesi, içimi biraz rahatlatabilir, ama bu bana eskilerin edebiyat› bir bilgelik okulu gibi gördüklerini an›msat›yor ve bugün her tür bilgelik fikrinin nas›l ulafl›lamaz oldu¤unu fark ediyorum.
Bu noktada soracaks›n›z: Gerçek dünyan›n yaz›l› sayfa oldu¤unu
söylüyorsan, yaln›zca orada kendini rahat hissediyorsan, niçin ondan
kopmak istiyorsun, niçin hükmetmeyi baflaramad›¤›n bu engin dünyan›n
serüvenine at›lmak istiyorsun? Yan›t, basit: Yazmak için. Yazar oldu¤um
için. Benden beklenen, çevreme bakmam ve olup bitenlerden h›zl› imgeler yakalamam, sonra çal›flma masama dönüp e¤ilerek yeniden ifle koyulmamd›r. Söz fabrikam› çal›flt›rmak için, yaz›l› olmayan›n kuyular›ndan
yeni yak›t ç›karmak zorunday›m.
Ama durumun ne oldu¤una daha yak›ndan bakmaya çal›flal›m. Tam
olarak böyle mi oluyor? fiu anki ana felsefe ak›mlar›: “Hay›r, bunlar›n
hiçbiri do¤ru de¤il,” diyorlar. Yazar›n zihni, güncel iki felsefe ak›m›n›n
birbiriyle çeliflen konumlar›n›n bask›s› alt›nda. ‹lk ak›m: “Dünya yoktur;
yaln›zca dil vard›r,” diyor. ‹kincisi: “S›radan dilin anlam› yoktur; dünya
kavranamaz,” diyor.
‹lkine göre, dilin yo¤unlu¤u, gölgelerden oluflan bir dünyan›n üzerinde yükselir; ikincisine göre, tafltan suskun bir sfenks gibi, rüzgâr›n
sürükleyip götürdü¤ü kumu and›ran bir söz çölü üzerinde yükselen,
dünyad›r. ‹lk ak›m›n ana kaynaklar› son yirmi befl y›l›n Paris’inde olufl19
mufltur; ikincisi, yirminci yüzy›l›n bafl›nda Viyana’dan yola ç›karak yayg›nl›k kazanm›fl ve çeflitli toplu göçlerden geçerek, son y›llarda ‹talya’da
da yeniden güncellik kazanm›flt›r. Her iki felsefenin de, onlar› destekleyen güçlü gerekçeleri vard›r. Her ikisi de yazar için bir meydan okumay› temsil eder: ‹lki, yaln›zca kendisine, kendi iç yasalar›na karfl›l›k
gelen bir dil kullan›m›n›; ikincisi, dünyan›n sessizli¤iyle bafla ç›kabilecek bir dil kullan›m›n› ister. ‹kisi de üzerimde büyülü çekiciliklerini ve
etkilerini duyurur. Sonuçta bu, ne birinin, ne ötekinin peflinden gitti¤im, ne birine, ne ötekine inand›¤›m anlam›na gelir. Neye inan›yorum,
öyleyse?
Bir an bu zor durumdan yararl› bir sonuca ulafl›p ulaflamayaca¤›ma
bir bakal›m. Her fleyden önce, yaz›l› olan ile yaz›l› olmayan aras›ndaki
ba¤daflmazl›¤› böylesine yo¤un bir biçimde hissediyorsak; bunun nedeni, yaz›l› dünyan›n ne oldu¤u hakk›nda çok daha bilinçli olmam›zd›r:
Sözlerden oluflmufl bir dünya oldu¤unu bir an bile unutamay›z; bu sözler, dilin kendine özgü tekniklerine ve stratejilerine göre, anlamlar›n ve
anlamlar aras›ndaki iliflkilerin düzenlendi¤i özel sistemlere göre kullan›l›r. Bize bir öykü anlat›ld›¤›nda (ve yaz›l› metinlerin hemen hepsi bir öykü anlat›r, bir felsefe yaz›s› da, anonim bir flirketin bilançosu da, bir yemek tarifesi de), bu öyküyü baflka her öykünün mekanizmalar›na benzer
bir mekanizman›n harekete geçirdi¤inin bilincindeyizdir.
Bu ileri do¤ru büyük bir ad›md›r; bugün, dilsel olan ile dilsel olmayan aras›ndaki birçok kar›fl›kl›klardan kaç›nabilecek durumday›z, böylece iki dünya aras›nda var olan iliflkileri aç›kça görebiliyoruz.
Tek yapmam gereken, bunun tersini kan›tlamak ve d›fl dünyan›n
hep orada oldu¤unu, sözlere dayanmad›¤›n›, hatta bir biçimde sözlere indirgenemez oldu¤unu ve onu her yönüyle kapsayabilecek bir dilin, bir
yaz›n›n var olmad›¤›n› ortaya koymak. Kitaplarda toplanan sözlere s›rt›m› çevirmem, d›flar›daki dünyaya dalmam yeterli, sessizli¤in yüre¤ine,
anlamla yüklü gerçek sessizli¤e ulaflmay› umarak... Ama ona ulaflman›n
yolu nedir?
D›fl dünyayla temas kurmak için her sabah gazete almakla yetinenler var. Ben o kadar saf de¤ilim. Gazetelerden yaln›zca baflkalar›n›n, daha do¤rusu toz zerrecikleri gibi sonsuz olaylar bütünü içinden “haber”
olabilecekleri süzüp ç›karmada uzmanlaflm›fl ads›z bir makinenin oluflturdu¤u bir dünya okumas› elde edebilece¤imi biliyorum.
Baflkalar›, yaz›l› dünyan›n tutsakl›¤›ndan kurtulmak için, televizyonu aç›yorlar. Ama ben, bütün görüntülerin, en canl› yakalanm›fl olanlar›n›n bile, gazetelerdeki görüntüler gibi kurulmufl bir söylemin bir parças›
olduklar›n› biliyorum. Öyleyse, gazete almay›p, televizyonu açmay›p, gezintiye ç›kmakla yetinece¤im.
20
Ama flehrin sokaklar›nda gördü¤üm her fley, türdefl hale getirilen
bilgi ba¤lam›nda yerini alm›fl çoktan. Benim gördü¤üm, ço¤unlukla gerçek dünya olarak kabul edilen bu dünya, benim gözüme – en az›ndan büyük bölümüyle – flimdiden sözcüklerce ele geçirilmifl, sömürgelefltirilmifl
gibi görünüyor: Üzerinde a¤›r bir söylemler kabu¤u tafl›yan bir dünya.
Yaflam›m›z›n olgular› flimdiden, daha meydana gelmeden, s›n›fland›r›lm›fl, yarg›lanm›fl, yorumlanm›fl. Her fleyin, daha var olmaya bafllamadan
çoktan okundu¤u bir dünyada yafl›yoruz.
Gördü¤ümüz her fley de¤il yaln›zca, gözlerimiz de yaz›l› dile doymufl
durumda. Okuma al›flkanl›¤› yüzy›llar içinde Homo sapiens’i [“bilen insan”] Homo legens’e [“okuyan insan”] dönüfltürdü, ama bu Homo legens’in eskisinden daha bilgili oldu¤u söylenemez. Okumay› bilmeyen
insan, bizim art›k alg›lamad›¤›m›z birçok fleyi – avlad›¤› vahfli hayvanlar›n izlerini, ya¤mur ya da rüzgâr›n yaklaflt›¤›na iliflkin belirtileri – görüp
iflitebiliyordu; bir a¤ac›n gölgesinden günün saatlerini ve y›ld›zlar›n
ufuktaki yüksekli¤inden gecenin saatlerini tan›yabiliyordu. ‹flitme, koku
alma, tat alma, dokunma duyular›na gelince, bize olan üstünlü¤ü tart›flma götürmez.
Bir kez bunu belirttikten sonra, bir noktay› aç›kl›¤a kavuflturmam
yerinde olur: Bu yaz›da amac›m, paleolitik kabilelerin bilgisine yeniden
kavuflmak için cahilli¤e geri dönüflü önermek de¤il. Yitirmifl olabilece¤imiz her fleye hay›flan›yorum, ama kazan›mlar›n yitimleri aflt›¤›n› asla
unutmuyorum. Anlamaya çal›flt›¤›m fley, bugün neler yapabilece¤imiz.
‹talyan olarak, yani onu anlamaya çal›flan kifliyi sürekli olarak düfl
k›r›kl›¤›na u¤ratan bir ülkenin yazar› olarak, dünyayla iliflkilerimde oldu¤u kadar dille iliflkilerimde de özel güçlüklerle karfl›laflt›¤›m› an›msatmak zorunday›m. ‹talya, birçok gizemli öykünün gerçekleflti¤i bir ülkedir; bu öyküler her gün enine boyuna tart›fl›l›p yorumlan›r, ama asla çözüme kavuflturulmaz. ‹talya, her olay›n gizli bir komployu bar›nd›rd›¤›,
komplonun gizli oldu¤u ve gizli kald›¤›; bafllang›c›n› bilmedi¤imiz için
hiçbir öykünün sona ulaflmad›¤›, ama bafllang›ç ile son aras›nda sonsuz
ayr›nt›lar›n tad›n› ç›karabilece¤imiz bir ülkedir. ‹talya, toplumun çok
h›zl›, hangi yöne do¤ru hareket etti¤imizi bilemeyece¤imiz kadar h›zl›
de¤iflimler yaflad›¤› – göreneklerde, davran›fllarda da – bir ülkedir ve her
yeni olgu, yak›nmalar 盤›n›n, yozlaflma ve felaket 盤›rtkanl›klar›n›n ya
da hoflnut aç›klamalar›n (geleneksel becerimizden ötürü: her iflin üstesinden gelir, yolumuza devam ederiz) alt›nda ezilip yok olur.
Bu yüzden, anlatabilece¤imiz öykülerin, bir yandan bilinmezlik
duygusunca, öte yandan bir kurgu, net olarak çizilmifl çizgiler, uyum ve
geometri gereksinmesince belirlenmifl nitelikleri vard›r; ayaklar›m›z›n
21
alt›nda kay›p gitti¤ini hissetti¤imiz kumlara tepki verme yöntemimiz budur.
Dile gelince, dil bir tür vebaya tutulmufltur. ‹talyanca giderek daha
soyut, yapay, anlamca belirsiz bir dil haline geliyor; en basit fleyler asla
do¤rudan söylenmiyor, somut adlar giderek daha seyrek kullan›l›yor. Bu
salg›n önce siyasetçileri, bürokratlar›, entelektüelleri etkisi alt›na ald›,
sonra genellik kazand›, giderek siyasal ve entelektüel bilinci olan daha
genifl kitlelere yay›ld›. Yazar›n görevi, bu vebayla savaflmak, dolays›z ve
somut dili yaflatmakt›r; ama sorun flu: Düne kadar yazarlar›n baflvurabilece¤i canl› kaynak olan gündelik dil, art›k bu bulafl›c› salg›ndan kaçam›yor.
K›sacas›, kan›mca, biz ‹talyanlar roman yazma konusundaki güncel
güçlü¤ümüz ile dil ve dünya üzerine genel düflünceler aras›nda ba¤lant›
kurmak için ideal konumda bulunuyoruz.
Yüzy›l›m›z›n kültüründe önemli bir uluslararas› e¤ilim – felsefede
fenomenolojik yaklafl›m, edebiyatta ise yabanc›laflt›rma etkisi ad›n› verebilece¤imiz e¤ilim – bizi sözlerle kavramlar perdesini y›rtmaya ve dünyay› gözlerimizin önünde ilk kez beliriyormufl gibi görmeye zorluyor. Pekâlâ, flimdi zihnimi boflaltmay› ve görünüme daha önceki her tür kültürel
ö¤eden ar›nm›fl bir bak›flla bakmay› deneyece¤im. Olan ne? Yaflam›m›z
okumaya göre programlanm›fl ve görünümü, çay›rlar›, denizin dalgalar›n› okumaya çal›flt›¤›m› fark ediyorum. Bu programlanm›fll›k, gözlerimizin soldan sa¤a, sonra yeniden sola biraz daha afla¤›ya, vb. içgüdüsel yatay bir hareketi izlemek zorunda olduklar› anlam›na gelmez. (Do¤al olarak, Bat› sayfalar›n› okumak için programlanm›fl gözlerden söz ediyorum; Japon gözler, düfley bir program kullan›rlar). Okumak, optik bir
al›flt›rma olmaktan çok, zihni ve gözleri ayn› anda iflin içine sokan bir süreçtir, bir soyutlama sürecidir, daha do¤rusu soyut ifllemlerden bir somutlu¤un ç›kar›lmas›d›r: Ay›rt edici iflaretleri tan›mak, gördü¤ümüz her
fleyi en küçük ö¤elere ay›rmak, bunlar› anlaml› parçalar halinde yeniden
bir araya getirmek, çevremizde düzenlilikler, farkl›l›klar, yinelemeler, tekillikler, yerde¤ifltirmeler, afl›r›l›klar keflfetmek gibi.
Dünya ile kitab› karfl›laflt›rman›n Ortaça¤ ve Rönesans’tan bugüne
uzanan uzun bir tarihi vard›r. Dünyan›n kitab› hangi dilde yaz›lm›flt›r?
Galileo’ya göre, matematik ve geometrinin diliyle, mutlak kesinli¤i olan
bir dille yaz›lm›flt›r. Bu flekilde mi okuyabiliriz bugünün dünyas›n›? Belki evet, afl›r› derecede uzak olan fleyler söz konusu ise: Galaksiler, kuvazarlar, süpernovalar. Ama gündelik dünyam›z söz konusu olunca, daha
çok bir diller mozai¤iyle yaz›lm›fl gibi görünüyor bize: Duvar yaz›lar›yla,
üst üste çiziktirilmifl yaz›larla kapl› bir duvar, parflömeni birçok kez silinip yeniden yaz›lm›fl bir palimpsest, bir Schwitters kolaj› gibi, alfabeler,
22
farkl› kaynaklardan al›nt›lar, uzmanl›k terimleri, bilgisayar ekran›nda
gördü¤ümüz türden k›p›r k›p›r harfler katmanlaflmas› gibi.
Ulaflmaya çal›flmam›z gereken, dünyan›n bu diline bir öykünme mi?
Yüzy›l›m›z›n en önemli yazarlar›ndan baz›lar› bunu yapm›fllard›r: Ezra
Pound’un Kantolar’›nda, Joyce’da ya da hep her ayr›nt› ile bütün evren
aras›nda ba¤lant› kurma saplant›s›na kendini kapt›ran Gadda’n›n bafldöndürücü baz› sayfalar›nda bunun örneklerini bulabiliriz.
Ama öykünme gerçekten de do¤ru yol olacak m›d›r? Yaz›l› dünya ile
yaz›l› olmayan dünya aras›ndaki ba¤daflt›r›lamaz karfl›tl›ktan yola ç›km›flt›m; bu iki dünyan›n dilleri kaynaflacak olursa, ak›l yürütmem çöker. Bir
yazar için gerçek meydan okuma, bir sanr› duygusu yaratacak kadar saydam görünen bir dil kullanarak, durumumuzun girift kördü¤ümü üzerine konuflmakt›r, Kafka’n›n yapmay› baflard›¤› gibi.
Belki de, dil ile dünya aras›ndaki iliflkiyi yenilemeye yönelik ilk ifllem, en basit olan›d›r: Dikkatimizi herhangi bir nesneye, en s›radan ve
bildik nesneye vermek ve onu evrenin en yeni ve en ilginç fleyiymifl gibi
en ince ayr›nt›lar›yla betimlemek.
Yüzy›l›m›z›n fliirinden ç›karabilece¤imiz derslerden biri, ayr›nt›ya
yönelik bütün dikkatimizi, bütün sevgimizi insana özgü her imgeden son
derece uzak olan bir fleye yat›rmakt›r: Gerçeklik duygumuzu, ahlak anlay›fl›m›z›, benli¤imizi alg›layabilece¤imiz bir nesne, bitki ya da hayvana –
William Carlos Williams’›n bir siklamenle, Marianne Moore’un bir notilusla, Eugenio Montale’nin bir y›lanbal›¤›yla yapt›¤› gibi.
Fransa’da, Francis Ponge bir sabun parças› ya da bir kömür parças›
gibi iddias›z nesneler üzerine düzyaz› fliirler yazmaya bafllad›¤›ndan beri,
“kendinde fley” sorunu, Sartre ve Camus arac›l›¤›yla, yaz›nsal aray›fl›n
ay›rt edici özelli¤i olmaya devam etti ve en uç anlat›m›na Robbe-Grillet’nin bir çeyrek domatesi betimlemesiyle ulaflt›. Ama son sözün henüz
söylenmemifl oldu¤u kan›s›nday›m. Yak›nlarda, Almanya’da, Peter
Handke bütünüyle görünümlere dayal› bir roman yazd›. ‹talya’da da, görsel yaklafl›m, okudu¤um en yeni yazarlar›n baz›lar›ndaki ortak ö¤e.
Betimlemelere olan ilgim, son kitab›m Palomar ’›n birçok betimleme içermesinden de kaynaklan›yor. Yapmaya çal›flt›¤›m fley, betimlemenin öykü haline gelmesi, gene de betimleme olarak kalmas›. Bu k›sa anlat›lar›mdan her birinde, bir kifli yaln›zca gördükleri temelinde düflünüyor ve baflka yollardan ona ulaflan her tür düflünceye kuflkuyla bak›yor.
Bu kitab› yazarken sorunum, asla gözlemci denen kiflilerden biri olmay›fl›md›. Bu yüzden, yapmam gereken ilk ifllem, dikkatimi herhangi bir fley
üzerinde yo¤unlaflt›rmak, sonra bunu betimlemekti, daha do¤rusu iki fleyi ayn› anda yapmakt›; gözlemci bir kifli olmad›¤›m için, sözgelimi hayva23
nat bahçesinde bir iguanay› gözlemledi¤imde, gördü¤üm her fleyi hemen
k⤛da geçirmezsem, unutuyordum.
Yazd›¤›m ve yazmay› düflündü¤üm kitaplar›n büyük bir bölümünün, öyle bir kitab› yazman›n bana olanaks›z görünmesi fikrinden do¤du¤unu söylemeliyim. Belli tür bir kitab›n mizac›m› ve teknik becerilerimi tamamen aflt›¤›na kesin kanaat getirdi¤imde, yaz› masama oturur, o
kitab› yazmaya koyulurum.
Bir K›fl Gecesi E¤er Bir Yolcu roman›mda da böyle oldu: Asla yazmayaca¤›m türden romanlar›n hepsini hayal ederek ifle bafllad›m; sonra
onlar› yazmay›, kendi içimde on farkl›, düflsel romanc›n›n yarat›c› enerjisini canland›rmay› denedim.
fiu s›ralar yazmakta oldu¤um bir baflka kitap, befl duyudan söz ediyor, ça¤dafl insana bu duyular›n kullan›m›n› yitirdi¤ini göstermek için.
Bu kitab› yazarken, sorunum flu: Koku alma duyum çok geliflmifl de¤ildir, keskin bir iflitme duyusundan yoksunum, a¤z›n›n tad›n› bilen birisi
de¤ilim, dokunma duyarl›¤›m kesinlikten uzakt›r ve uza¤› göremem. Befl
duyudan her biri için, bir duyumlar ve ince ayr›mlar yelpazesine egemen
olmam› sa¤layacak bir çaba göstermek zorunday›m. Baflarabilecek miyim
bilmiyorum, ama öteki durumlarda oldu¤u gibi bu durumda da amac›m,
ortaya bir kitap ç›karmaktan çok, kendimi de¤ifltirmek: Kan›mca, her insani giriflimin amac› olmas› gereken bir amaç bu.
Siz itiraz edip, sonuna kadar ele geçirilmifl, gerçek bir deneyimi aktaran kitaplar› ye¤ledi¤inizi söyleyebilirsiniz. Ben de öyle. Ama kendi deneyimimde, beni yazmaya iten, bilmek ve ele geçirmek istedi¤imiz bir fleyin yoklu¤uyla, elimizden kay›p giden bir fleyle ba¤lant›l›d›r her zaman.
Bu tür itkiyi iyi bildi¤im için, bana öyle geliyor ki, sesleri bize mutlak bir
deneyimin doru¤undan ulafl›yor gibi görünen büyük yazarlarda da bu itkiyi görebiliriz. Onlar›n bize aktard›klar›, ulafl›lm›fl deneyim duygusundan çok, deneyime yaklafl›m duygusudur; onlar›n s›rr›, arzunun gücünü
bozulmadan korumay› bilmeleridir.
Bir bak›ma, her zaman bilmedi¤imiz bir fley hakk›nda yazd›¤›m›z
kan›s›nday›m; yaz›l› olmayan dünyaya bizim arac›l›¤›m›zla kendini dile
getirme olana¤›n› vermek için yaz›yoruz. Dikkatim, yaz›l› sat›rlar›n flaflmaz düzeninden uzaklafl›p hiçbir tümcenin içeremeyece¤i ya da bütünüyle kapsayamayaca¤› hareketli karmafl›kl›¤› izlemeye bafllad›¤› an, sözcüklerin öteki yan›nda, sessizlikten ç›kmaya, dil arac›l›¤›yla imlemeye çal›flan bir fleylerin – bir hapishane duvar›na belli aral›klarla vuruldu¤unda
oldu¤u gibi – var oldu¤unu anlamaya yak›n hissediyorum kendimi.
24
TÜRKÇE’N‹N D‹L‹ OLSA
Semih Gümüfl
Dilin dili olsa, denir, dil için kayg›lananlar›n gerçe¤e dönüflmesini
bekledi¤i metaforlar içinde; ama günlük hayat içindeki p›s›r›k görünüflüne karfl›n, dilin yaz›nsal metin içinde benli¤ini koruma güdüsü her zaman sa¤lamd›r. D›flar›da her türlü etkiye aç›k kal›fl› yüzünden yaflad›¤›
savrulmalar, içeride kiflilikli bir duruflla hiç y›pranmadan gelece¤e meydan okuyan tavr› karfl›s›nda sönümlenip gider.
Belki dil hep bu sözler içinde dile geldi¤i kadar serinkanl› de¤ildir;
özellikle son yirmi y›ldan beri Türkçenin karfl› karfl›ya bulundu¤u zor,
oyunu bozacaklar›n› düflünenler için uygun bir anahtar gibi. Dilin sokakta ve televizyonda kirlendi¤i yads›namaz: bunun tam ad› kirlenme’dir elbette.
Hiç kuflku yok ki dilin bu iki iktidar oda¤›na karfl› dayanmas› çok
zor. Sokak, kendine yetmeyen, ama dil gibi sonunda kültürün parças›
olarak al›nmas› gereken bir kurum karfl›s›nda iktidar rolünü hem de hoyratça oynayabilir. Kendi dizginlenemez kargaflas›n› dile de oldu¤u gibi
yans›t›r. Televizyonsa bambaflka; ona da dilin dayanmas› gitgide zorlafl›yor. Siz tek bir a¤›zdan konuflup yazarken o milyonlarca a¤›z dolusu gürültü ç›kar›yor.
Ne ki, bu büyük çat›flma dünyalar› da birbirinden bir daha birleflmesi neredeyse olanaks›z biçimde ay›r›yor. Bir gün televizyon adam olur
mu, diye düflünülebilir, ama bunun için flimdiden ümit beslemenin yarar› yok. Soka¤a egemen olan dil de soka¤› yaratan etkenlerdendir ki, de¤ifltirilmesi neredeyse olanaks›z.
Gene de yaz›l› kültürün dilin as›l yarat›c›s› oluflu gelecekle ilgili tasar›mlar›n büsbütün suya düflmesini önlüyor. Az›nl›¤›n gücünü en etkin
gösterdi¤i hayat alanlar›ndan biri, dilin yaz›l› kültür içinde tafl›d›¤› büyük gizilgüçtür. Özgürce kullan›lmas› gerçek bir güvencedir. Nitelikli düflüncenin ayr›ca edebiyat›n içinde yarat›c›l›kla birleflmesi, dilin toplumsal
hayatta en çok sayg› gösterilen kurumlardan biri olmas›na yol açar. Bu
niteli¤ini güçlü biçimde kullanmas›n›n koflullar› aras›nda, dilin kendi tutarl›¤›na sahip ç›kmas›, bunun için de kendi ilkelerine göre geliflmesi öncelik al›r.
Türkçenin niteli¤ini en güçlü kulland›¤›, tutarl›¤›na en çok sahip
ç›kt›¤›, ilkelerini en çok korudu¤u yer, yaz›nsal dil ve elbette Türkçenin
do¤ru kullan›ld›¤› yaz›nsal yap›tlard›r. Yazar›n ve okurun ortaklafla eyle25
minin karfl›l›¤›n› en çok buldu¤u yerdir edebiyat. Bu anlay›fl›n bugünün
yazar›’›nda tam anlam›yla bulundu¤unu söylemek o denli kolay de¤il.
Bugünün yazar›, önce Türkçenin bir edebiyat dili olarak yeterli olmad›¤›na – daha do¤rusu, kendine yetmedi¤ine – inan›yor. Bu düflünce,
ç›k›fl noktas›na bakarak sayg› duyulacak bir yarg› olmal›d›r asl›nda. Yazar›n kulland›¤› dilin, imge dünyas›n›n, ayr›nt›lara iflleyen gözlemlerinin
öteki yazarlara göre zenginli¤ini gösterir. Aranan kan›n yaz›nsal yaz›n›n
damarlar›nda oldu¤u düflünülüyorsa, bunlar do¤ru. Gelin görün ki,
Türkçenin yetersizli¤ine duyulan inançlar›n kayna¤› düflünsel; düflünsel
oldu¤u için edebiyat›n içinde olup olmad›¤› belirsiz kal›yor. D›flar›da yürüyen tart›flmalar, kültürün vurucu güçleri aras›nda bulunan dilin kötüye kullan›lmas›n› kolaylaflt›r›yor.
Sonunda nas›l toplumlar›n birbirlerinden farkl› dilleri varsa, yazarlar›n da kendi özgün altdilleri vard›r. Dolay›s›yla her yazar kendi dilini
yazar ve herhangi bir bireyin topluma ba¤l› oldu¤undan çok daha s›k
ba¤larla edebiyata ba¤l›d›r. Dolay›s›yla, yazar›n dili, önünde olmasa da
sonunda, o edebiyat›n parças› olarak kal›r.
Türkçe ayn› kökten gelip her yazar›n özgün dili olarak ayr› filizler
vermifltir. Dolay›s›yla siz Türkçeyi kullan›yorsan›z, öteki yazarlarla ayn›
dili paylafl›yorsunuz. Onu kötüye kullanman›z, dönüp dolafl›p öteki yazarlara da olumsuz biçimde yans›yacakt›r.
Osmanl›ca merak›n› anl›yorum, ama sonuçlar›na bak›nca, bu merak›n pek iyiye kullan›ld›¤› söylenemez. Yaflça ve baflça Osmanl›cayla içli
d›fll› olmas› flafl›rt›c› say›labilecek kimi yeni yazarlar, Türkçeye yap›flt›rd›klar› Arapça ve Farsça sözcüklerle asl›nda bir biçem büyüsü yaratmaya
çal›fl›yor. Gerçekten de buna dil de¤il de, biçem demek daha do¤ru. Sonunda yeni Türkçenin yap›s›na ba¤l›d›rlar, onu yads›mak için ç›lg›n olmak gerekir, ama kanavas› Türkçe, ipli¤i Arapça ve Farsça dokumadaki
arabesk seçimler de hofllar›na gidiyor. Bu dil k›rmad›r, arabesktir; kendi
olamayaca¤› da en az›ndan üstünde adamak›ll› durulan son yirmi y›l içinde belli olmufltur.
Bir de kand›rmaca var: Eski Türkçeye dönüfl, zorunluluk olarak
aç›klan›yor – demek ki anlamd›r aranan. Türkçenin sözcük da¤ar›yla
karfl›lanmas› olanaks›z anlamlar›n Arapça ve Farsça sözcüklerle zenginlefltirilmesi amaçlan›yor. Elbette bir dil, hem de yarat›c› yazarlar›n arad›¤› zenginli¤i, dolay›s›yla sözcük say›s›nda neredeyse sonsuz çoklu¤u gereksinebilir. Ama Osmanl›ca düflkünlü¤ünün anlamdan m›, biçimden
mi; dilden mi, biçemden mi kaynakland›¤›n› sorgulamak gerekir. Çünkü
mazrufa de¤il de zarfa bak›p okurun geliflmemifl duyarl›klar›n› yakalama
çabas›, eski Türkçenin gözde olmas›n›n bafll›ca nedeni olarak görünüyor.
Yoksa bir dil yaln›zca kök adlardan oluflmaz; sözgelimi son eklerle zen26
ginleflen pek çok ad› da tafl›r ve üretir ve Türkçe olanaklar› bu düzeyde
de zengin bir dildir ki, onun zenginlefltirilmesi çabas› yarat›c› yazarlar›
da yak›ndan ilgilendirir.
Türkçeye öteki dillerden tek bir sözcük bile girmesine bütün bütüne
karfl› ç›k›p ar› bir Türkçe savunmakla yeni Türkçenin güzelli¤ini korumak birbirinden apayr› iki tutumdur ki, bunu her zaman belirtmek gerekiyor. Demek ki as›l olan Türkçenin güzel kullan›lmas›d›r; sesi (sesli okuman›n ay›rt edici yerini hiçbir ölçü tutmaz), solu¤u, biçimiyle su gibi akan
bir dil ve biçem yaratmakt›r yazar›n yükü. Osmanl›ca buna karfl›l›k verememiflse kimin sorunudur? Nas›l karfl›l›k veremedi¤ini anlamak için okumay› önermekten baflka çare var m›? Oktay Rifat, Behçet Necatigil, Turgut Uyar, Melih Cevdet Anday, Da¤larca, Cahit Külebi, Sabahattin Kudret
Aksal, ‹lhan Berk, Cemal Süreya, Edip Cansever okuduktan sonra Türkçenin yetersiz olup olmad›¤›na karar vermek daha do¤ru olmaz m›?
Günümüzden 400 y›l önce, ayn› yüzy›lda yaflam›fl Bâki ile Pir Sultan
Abdal’›n afla¤›daki iki fliiri aras›ndaki fark yeni Türkçe ile sorunlar› olan
yeni yazarlara sorulabilir. Bu soru da anlams›zsa, karfl›l›kl› konuflman›n
anlam› zorlafl›r.
BÂK‹
GAZEL
Nâm ü niflâne kalmad› fasl›-› bahârdan
Düfltü çemende berk-› diraht itibârdan
Eflçâr-› ba¤ h›rka-› tecride girdiler
Bâd-› hazan çemende el ald› çenârdan
Her yaneden aya¤›na altun akar gelür
Eflçar-› b⤠himet umar Cûybârdan
P‹R SULTAN ABDAL
Yürü bre H›z›r Pafla
Senin de çark›n k›r›l›r
Güvendi¤in padiflah›n
O da bir gün devrilir
fiah› sevmek suç mu bize
Kem bildirdin beni Han’a
Can için yalvarmam sana
fiehinflah bana dar›l›r
27
Ali Püsküllüo¤lu
TEK BAfiINA UÇAN B‹R KUfiA
Neden seviyorum gökyüzünü? Çünkü saçma sapan.
Bir bakars›n bulutsuz, masmavi
bir bakars›n surats›z. Ama her zaman
saçma sapand›r gökyüzü.
Gördün mü tek bafl›na uçan kuflu
gökyüzünde. Göçen bir obay›, da¤ yolunda.
Az kullan›lan bir keçiyolu
az kullan›lan bir yaflam yani.
Kendine gülmezsen kime güleceksin ey kufl!
Kendine güvenmezsen kime!
Ba¤›r›yorum kufla, tek bafl›na uçan,
hüznün karfl›t› nefle mi sence!
Sonsuz mutluluk yoktur
diyor o bilge. (Olsa da b›kars›n.)
Nereye gitti¤ini bilmezsen
oraya ulaflt›¤›n› da bilemezsin.
Özlersin, dünden daha çok ve yar›ndan daha az,
geçmifl orada, elini uzatsan tutars›n.
Ama hiç de öyle de¤il, inan bana
b›rak geçmifl geçmiflte kals›n.
Leylaklar bol bu yaz,
soka¤› tutmufl kokusuyla
diyor o bilge. A¤la biraz
mutluluk yok mu gözyafllar›nda?
28
Refik Durbafl
GAMZE
Gençli¤inde sevdi¤in genç k›zlar›n
ne an›lar gizlidir gamzesinde
fiair, çözebildin mi s›rr›n›?
Bu yüzden mi bir seraba kay›tl›
o günler ömrünün gamzesi?
Bir bunun için, bunun için mi
an›lar›nla yafllanmak istiyorsun?
YAD‹GÂR
Yollar ve yolculuklar ile
avuttun ve aldatt›n kendini
fiair, an›lar›ndan baflka
ne kald› ömrüne yadigâr
Hani sevgilin idi rûzigâr
BAHÇE
Nice aflklar›n depreminden,
sel felaketinden, yang›n›ndan,
afetinden sak›nd›n da ömrünü
fiair, çocuklu¤unun hangi bahçesine
gömdün ilk aflk›n›n an›lar›n›?
Hangi sevgilin bilecek, ihtiyar
ve bahtiyar ça¤›nda flimdi
o aflk›n aç›k ve gizli anlam›n›?
O bahçede diken kimdi, gül kim
avut avutabilirsen art›k an›lar›n›
29
Süreyya Berfe
fi‹‹R ÇALIfiMALARI
Hayattan bir fley beklemiyorum.
Ya¤mur bulutlar›n›n
k›fl güneflini b›rakmas›n› bekliyorum.
*
Seviflmenin istedi¤i kadar
ayd›nl›k isteyen ne var?
*
Rüzgâr›n da kalbini okflar
yak›n ve uzak, yak›nuzak
bütün y›ld›zlar.
*
‹nsanlar gibi de¤il
otlar gibi titrerim
her k›fl.
*
fiöyle bir uzanay›m, dedim.
Her yan›m
‹skele günefli.
*
Tad› kaybolmaya yüz tutmufl
serin köy suyu gibisin.
*
Küçük, kapal› enginar›n
gün do¤madan önceki
›slakl›¤›n› terle.
30
‹K‹ NOKTA ÜST ÜSTE
Cemil Kavukçu
“Köflede ineyim.”
Buyurgan, küçümseyen bir biçimde söylemiflti bunu. Daha taksiye
bindi¤inde, adresi verdi¤inde, dikiz aynas›ndaki top namlusu gibi iki siyah gözle bak›fllar› karfl›laflt›¤›nda inmek istemifl, bir gerekçe bulamad›¤›
için de oturdu¤u yerde kala kalm›flt›. Sürücünün aynadan kaçamak bak›fllar att›¤›n› hissediyor, ama bakm›yordu. Nerde cins bir taksici varsa
ona rastl›yordu. Anadolu’nun ba¤r›ndan kopmufl bu yi¤it delikanl›, arabas›na binen her kad›n müflteriye ifl ç›kar umuduyla m› bak›yordu? Bunun gibi kendini bir bok sananlardan her fley beklenirdi. Aç›kça, “Senin
derdin ne?” diye sorsa tutulup kalacakt› salak herif. ‹lk tuzak soru geldi
bile:
“Müzik rahats›z ediyor mu?”
“Hay›r,” dedi. Sesi sert ve buyurgan ç›km›flt›. Allahtan ‘abla’ dememiflti de biraz daha gerilmesine neden olmam›flt›. “Abla” deyip y›l›flsayd›, hemen “sa¤a çek” diyecekti. ‹nerken de kap›y› sertçe çarp›p “Abla senin anand›r,” diye ba¤›racakt›. Bu tür düzeysiz konuflmalardan nefret
eder. Hele bu akflam… Dinledi¤i abuk sabuk müzi¤in arka koltukta oturan müflteriyi rahats›z etmedi¤ini ö¤renmesine karfl›n radyonun sesini
biraz k›sm›flt›. Yaranmaya çal›fl›yor. Herifte hâlâ bir umut var. Trafi¤in
en yo¤un oldu¤u saatler. Ad›m ad›m ilerliyorlar. Taksinin cam›ndan, t›kan›p kald›klar› ›fl›l ›fl›l caddeye, birlikte durup birlikte ilerledikleri otomobilin arka koltu¤unda oturan saçlar› sar›ya boyal› fliflman kad›na bak›yor. Hiçbir fleyden hoflnut olmayan ve olmayacak olan, paras›yla konuflan
tapon bir kar›. Böylelerine de kul köle olan erkek müsveddeleri vard›r…
‹fl parada biter. Gücün varsa, istedi¤in kadar börek kar› ol, tornavida gibi yirmi befllik gençleri çevrende pervane edersin… O kar›ya kur yapsana, diyor sürücüye, bak tam sana göre. Sürücüden yeni bir ‘münasebetsizlik’:
“Keflke yukar›dan gitseydik, bu saatlerde buras› t›kan›yor.”
Gitseydin, diye düflünüyor, sordun da, gitme diyen mi oldu. Camdan bakmay› sürdürüyor. Ne gündü Tanr›m! diyor içinden, ne gündü!
Ne san›yordu kendini o muflmula suratl› kar›! Yazarsan, yazars›n. Kitab›n hakk›nda iki üç yaz› ç›kt›, haftal›k bir dergide abuk sabuk bir röportaj›n ve dü¤üne giden mahalle kar›lar› gibi giyinip pozlar verdi¤in o i¤renç foto¤raflar›n yay›nland› diye kendini ne san›yorsun. Gücün var ta31
bii, bas›n› ve televizyonu arkana alman çocuk oyunca¤› senin için. Ümit
de sinir olmufltu kar›ya, “fiekerci¤im,” demiflti, “ondan tek bir sat›r bile
okumad›¤›m›, nefret etti¤imi sen de biliyorsun, ama emir büyük yerden,
zilliyi ‘haftan›n yazar›’ yapmak zorunday›z.” Genelde kar›flmazlar, istedi¤in sanatç›yla söylefli yap derler ama arada böyle saplamalar da ç›kar iflte.
Yay›nevi medya iliflkileri. Kad›n yazar›m›z, moda oldu¤u üzere Cihangir’de, komik bir evde oturuyor. Asl›nda komik de¤il de rezil bir ev. Küçük salon t›k›fl t›k›fl eflya dolu. Bit pazar›ndan al›nm›fl “antik” bir büfe,
ahflap heykeller, masklar, sevgilisiyle düzüfltü¤ü duruflundan belli olan
uzun bir koltuk-kanepe, yerde eski bir kilim. Çal›flma odas›n›n yapay da¤›n›kl›¤›. ‘Kusura bakmay›n, do¤al olsun diye özellikle toplamad›m,’ diyen ve hiç de do¤al olmayan sesi... Saçlar yap›l›, yüzünde belli belirsiz bir
makyaj ve yapay bir “sempati gülücü¤ü”. Özellikle da¤›t›p bu havay› verdim demiyor da, özellikle toplamad›¤›n› söylüyor... Hele çal›flma masas›.
Darmaduman. A¤›r ve korkunç bir roman üzerinde çal›flt›¤›n› gösteren
k⤛t y›¤›n›, notlar, dergiler. Bilgisayar› da aç›k.
Fatih de tam gününü buldu. Ne konuflacaklar ki? Dön, diyecek. Israr edecek. Sensiz yapam›yorum, diyecek. Off. Bu konuyu kaç kez konufltular, olmuyor iflte, yürütemiyorlar. Fatih, sorunlar› çözmekten de¤il,
ertelemekten yana. Onun edilgen tavr›, iliflkinin yürümesi için sürekli
kendinden bir fleyler vermesi, karfl›s›nda ezilmesi, en çok da ona güvenmemesi deli ediyor Ceyda’y›. Bu iliflkiyi tafl›yamayaca¤›n›, çok yoruldu¤unu aylar önce anlam›flt› ama önceleri kendine bile itiraf edememiflti. Fatih, onu yormakla kalm›yor, tüketiyordu da. “Sana de¤il, çevrendeki insanlara güvenmiyorum,” diyordu. Bu ne demekti? Nas›l bir mant›kt› bu?
Bir süre ayr› kalal›m, dedi¤inde ihanete u¤ram›flças›na y›k›lm›fl, demedi¤ini b›rakmam›flt›. Oysa biri yoktu, onunla oldu¤u süre içinde de kimse
olmam›flt›. Bu kuflkuyla kendini yedi bitirdi Fatih. Ama art›k vard›. ‹ki
ayd›r hayat›na baflka biri girmiflti. Bugün söyleyecekti Fatih’e. Art›k gerçe¤i görmeliydi.
Ömer’le olan iliflkisi Fatih’le oldu¤u gibi tutkulu ve yak›c› de¤il.
Hatta olabildi¤ince s›radan. Seviflmeleri de coflkusuz, neredeyse ‘görev’
s›n›r›nda. Konuflkan biri de¤il Ömer. Neden birlikte olduklar›n› bile bilmiyor Ceyda. Bunu düflünmüyor, irdelemiyor. Onu sevip sevmedi¤inden
de emin de¤il. Fatih bunu ö¤renince çok üzülecek, can› yanacak, biliyor.
Ama art›k bilmesi gerek. Onun son zamanlardaki görüflme isteklerine
hep bir engel ç›karm›flt›, telefonla arad›¤›nda mesafeli konuflmufltu. Hâlâ anlam›yordu. Bu akflam o kadar ›srar etmiflti ki, Ceyda da buluflup her
fleyi aç›klamaya karar vermiflti.
32
“‹nebilir miyim?”
Sa¤ kald›r›ma yanafl›p durdu taksi.
“Buyurun.”
Cüzdan›n› kar›flt›rd›, bozuk paras› yok.
“Elli lira bozabilir misiniz?”
“Bozar›z.”
Paras›n›n üstünü ald›, saymadan cüzdan›na koydu. Üflürsem giyerim diye yan›na ald›¤› montunu giydi. Yan›ndan geçen üstü bafl› dökülen
gençlerden biri lâf att›. Ötekiler güldü. Allah belân›z› versin, dedi içinden. Sigaras›n›n yetmeyece¤ini düflünerek karfl›s›na ç›kan ilk büfeye girdi. Sigara paketi kadar bir ekrandan maç izleyen adam, ticaretin T’sinden bile anlamayan bu sefil yarat›k bafl›n› kald›r›p bakmad› bile.
“Pardon,” dedi. Asl›nda ç›k›p gitmeliydi, sigara al›nacak yer mi yoktu. ‹nsan bazen tutulup kal›yordu. Bu akflamki buluflmada oldu¤u gibi.
Ne gere¤i vard› oysa, ‘konuflacak hiçbir fley yok’ diyebilirdi, telefonu yüzüne kapatabilirdi. Hiçbirini yapamam›flt›. Birlikte yaflad›klar›n› kirletmeden korumak istiyordu. Fatih’in de Allah belâs›n› versindi.
“Buyurun efendim.”
Seslenen iyi giyimli bir kad›n, onun al›flk›n olmad›¤› müflterilerin
d›fl›nda biri ya, k›r›l›p dökülecek.
“Bir Malboro layt,” dedi sertçe. Sat›c›yla göz göze gelmemek için de
çantas›ndan ç›kard›¤› cüzdan›na yöneltti bak›fllar›n›.
Sigaras›n› ve paras›n›n üstünü al›p sertçe ç›kt› büfeden. Fatih’le buluflacaklar› Kaktüs’e do¤ru yürüdü.
‹çeri girdi¤inde Fatih, küçük yuvarlak masalardan birinde oturuyordu. Bira barda¤› yar›land›¤›na göre geleli epey olmufltu. Yorgun ve üzgün
görünüyordu, yani her zamanki gibi. Ceyda’y› görünce aya¤a kalkt›, yüzüne hüzünlü bir gülümseme yay›lm›flt›. Tokalaflt›lar.
“Trafik yo¤undu, biraz geciktim.”
“Önemli de¤il, ben de yeni geldim say›l›r.”
Ceyda bira barda¤›na kaçamak bir bak›fl att›. Fatih biray› çay gibi,
yudum yudum içerdi.
“‹çersi s›cakm›fl.”
“Montunu ç›kar, d›flar›da üflürsün.”
Ceyda elinde olmadan gülümsedi. Montunu ç›kar›p sandalyesinin
arkas›na ast›. Her zaman flakalaflt›klar› sevimli garson gülümseyerek onlara bakt›.
“Bira?” dedi Fatih.
“Ben bir kahve alay›m.”
33
“Sütsüz ve flekersiz?” deyip hafifçe boynunu büktü garson.
“Evet.”
Masadaki s›k›nt›l› ve hafif gergin durumu sezen garson onlar› selamlayarak uzaklaflt›.
Biray› çok seven Ceyda bu saatte kolay kolay kahve içmezdi. Can›n›n s›kk›n oldu¤unu hemen anlad› Fatih. Üstelemedi. Biras›ndan bir yudum içti. Ceyda çantas›n› aç›p sigara paketini ç›karm›flt›. Fatih çakma¤›na davrand›. Sigaras› yan›nca resmi bir biçimde ‘sa¤ol’ dedi.
“Nas›ls›n?”
Ceyda, ‘ne olsun’ dercesine omuzlar›n› kald›rd›.
“Yorgun görünüyorsun.”
“Yorgunum, hem de eflekler gibi yorgun. Bir haftad›r öyle bir tempoyla çal›fl›yoruz ki, can›m ç›k›yor.”
Masaya kahve fincan›n› b›rakan garsona yapay bir biçimde gülümseyip teflekkür etti. Ard›ndan hemen as›k yüzlü tavr›n› tak›nd›.
“Her fley, herkes üstüme geliyor ya. B›kt›m. Böyle giderse bu ifli b›rak›r›m.”
Sigaras›n› küllükte söndürdü. Kahvesinden bir yudum ald›.
“Sen nas›ls›n?”
“Ben de yorgunum,” dedi Fatih.
fiimdi konuya girecek, diye düflündü Ceyda. Oturufl biçimini de¤ifltirdi. Duygusal söylemleri, ac›nd›rmalar›, boynu bükük ‘yetim’ bak›fllar›
kald›racak durumda de¤ildi. Böyle buluflmalar›n da sonu gelmeliydi art›k, bir anlam› yoktu. Baflka biri olsa çoktan kestirip atard› da, Fatih öyle iyi, öyle duyarl› biriydi ki, yapam›yordu. Bu ifl bu akflam bitmeliydi. Cesaret toplamak için derin bir nefes ald›.
Biten bira barda¤›n› garsona do¤ru kald›rd› Fatih. Göz göze gelmifl
olmal›lar ki, terbiyelice gülümsedi. Fatih buydu iflte, herkesin karfl›s›nda
ezikti.
“Eee,” dedi Ceyda en ac›mas›z tavr›n› tak›narak, “niye bulufltuk?”
“Gidiyorum.”
Hiç beklemedi¤i bir yan›tt› bu. fiafl›rd›. Gözlerini büyük büyük açarak bakt› Fatih’e.
“Nas›l yani?”
Garson biray› getirip masaya b›rakt›.
“Teflekkür ederim,” dedi kibarca. Masan›n üzerindeki paketten bir
sigara çekip yakt›.
“Öyle iflte, gidiyorum.”
Bir anda üstünlü¤ün kendine geçti¤ini görmüfltü Fatih. Biras›ndan
küçük bir yudum ald›.
“Benden kurtuluyorsun art›k.”
34
“Saçmalama!”
“Saçmalam›yorum, istedi¤in bu de¤il miydi?”
“Yapma Fatih! Böyle bir fley istemedi¤imi biliyorsun.”
“Ne istiyorsun o zaman?”
“Dost ve arkadafl olarak kalmak istiyorum. Biz sevgili olamad›k Fatih, saçma sapan k›skançl›klar›n bitirdi bizi. Ama arkadafl olabiliriz, dost
olabiliriz.”
Biras›ndan büyük bir yudum ald› bu kez.
“Art›k hiçbir fley olamay›z.”
Bir süre konuflmad›lar. Ceyda yeni bir sigara yakt›. Kahvesine dokunmam›flt›.
“Nereye gidiyorsun?”
“Rusya’ya.”
“Rusya’ya m›?” dedi. fiaflk›n flaflk›n Fatih’e bakt›. “Rusya da nereden ç›kt›?”
“fiirket, Moskova’da flube açmay› düflünüyor. Fizibilite çal›flmalar›
için de beni görevlendirdiler.”
“Ne kadar kalacaks›n?”
“fiimdilik alt› ayl›¤›na gidiyorum. ‹fl olursa oradaki birimin bafl›nda
ben olaca¤›m. En az üç y›l Moskova’da kalaca¤›m.”
Masaya bir sessizlik çöktü.
“Alt› ay boyunca hiç gelmeyecek misin?”
“Hay›r. ‹stanbul’dan uzaklaflmak istiyorum. Bu hava de¤iflimi bana
iyi gelecek.”
“Kaç›yorsun yani.”
“Senden mi?
Ceyda yeni bir sigara yakt›. Bu soru, daha do¤rusu sorufl biçimi can›n› yakm›flt›. Oturdu¤undan beri Ömer konusuna nas›l girece¤ini düflünüyordu, ama art›k bu aç›klamaya gerek kalmam›flt›. Onu flimdi gerçekten kaybediyordu. ‹liflkileri bitmeseydi ondan bu kadar uzak kalmay› göze alamaz, böyle bir görevi asla kabul etmezdi Fatih. Ama gidiyordu. ‹çi
s›zlad›. Elini Fatih’in elinin üstüne koydu.
“Bana k›rg›n m›s›n?”
“Hay›r, neden olay›m ki! Bir fleylerin bitti¤ine bir türlü inanmak istemedim. O kadar ›srarc› davrand›m ki… As›l sen bana k›rg›n m›s›n?”
“De¤ilim can›m. Ben kendime k›rg›n›m. Güçsüzüm, doyumsuzum,
h›rç›n›m… Kusura bakma. Gitmeden önce bir akflam Yakup’ta bal›k-rak›
yapar›z de¤il mi?”
“Çok isterdim ama, zaman›m yok Ceyda.”
“Nas›l yani? Hemen yar›n m› gidiyorsun?”
“Yar›n de¤il de… Gerçekten zaman›m yok.”
35
“Anlad›m.”
Ceyda’n›n bo¤az›na bir fleyler dü¤ümlenmiflti. A¤lamaktan korktu.
“Kalkal›m m›?”
“Kahven bitmemifl daha.”
“Can›m istemiyor. Çok yorgunum, bir an önce eve gidip uzanmak
istiyorum.”
Fatih hesab› ödedi. Kalkt›lar. Ceyda’n›n telefonuna mesaj uyar›s›
geldi. Ömer’den oldu¤unu hemen anlad› ama okumad›.
‹stiklal Caddesi’ne ç›kt›lar.
“Bakars›n Moskova’ya ziyaretine gelirim.”
Fatih gülümseyerek yüzüne bakt› Ceyda’n›n. Ne “gel” dedi, ne de
“gelme”.
Taksim’e kadar konuflmadan yürüdüler.
“Buradan bir taksiye atlay›p gideyim.”
“Peki,” dedi Fatih. Ceyda’y› yanaklar›ndan öptü.
“‹yi yolculuklar. Moskova’da baflar›lar. Kendine çok iyi bak.”
“Sa¤ ol,” dedi Fatih. Taksi uzaklafl›rken el sallad›.
Ceyda gözlerini yumup bafl›n› koltu¤a dayad›. Parmaklar›n› avuç içlerine bast›r›p s›k›yordu. Yalanc›, diye m›r›ldand›, yalanc›! Hiçbir yere
gitmiyorsun.
“Efendim?” dedi sürücü.
“Sana demiyorum.”
36
Erdal Alova
LORCA’NIN KURfiUNA D‹Z‹L‹fi‹N‹ TAZM‹N
Dördümüzdük
Zeytinli¤e giden kamyonda
Bir ö¤retmen
Harfler, say›larla dolu akl›
‹ki bo¤a güreflçisi
Kanla dolu gözleri
Kumla dolu
Bitmemifl fliirlerle dolu yüre¤im
Annemin gözleri
Zakkumlardan bir dereyle dolu
Unuttu¤um zaman bütün dualar›
Bin ateflböce¤i ya¤d› üstüme
Birden serin bir nar duydum gö¤sümde
Dökülürken gözlerimden ac› zeytinler
Anlad›m ki öldürülmüflüm
37
ÇEV‹R‹LER*
Jean Cocteau
Frans›zca’dan çeviren: Ayfle Banu Karada¤
Trende. B‹R‹NC‹ ADAM: Saat kaç? ‹K‹NC‹ ADAM: Sal›. ÜÇÜNCÜ
ADAM: Ben bu durakta inece¤im demek ki. Anlaflmak zordur.
Padova Hotel’de bir adam görevliye sorar: Giotto’lar›n1 bulundu¤u
yeri bana tarif edebilir misiniz? Yan›t: Koridorun sonunda, sa¤da. Anlaflmak zordur.
Dünya, günefle daha uzak olsayd›, güneflin bir gün kuruyarak kabuk
ba¤lay›p ba¤layamayaca¤›n› bilemeyecekti; günefl de bizi baflka bir günefl
olarak görecekti. Birbirlerini, atefl olmaks›z›n ›s›tacaklard›. Anlaflmak
zordur.
Dillerin yap›tlar aras›na afl›lmaz duvarlar ördü¤ü dünyam›zda anlaflmak daha da zordur. Bu duvarlar› aflarken yap›tlar polisimize yakalanmamak üzere kendilerini gizlerler; duvar›n bu taraf›ndan t›rman›r ve öteki
taraf›na düflerler. Bu t›rman›fltan yararlanan yazarlar›n say›s› oldukça azd›r.
Çeviri, bir evlilik olmakla yetinmez. Bir aflk evlili¤i olmal›d›r. Mallarmé, Proust ve Gide’in bu flans› yakalad›klar› söylendi bana. Ben de Rilke’yle bu flans› yakal›yordum neredeyse. Ancak Rilke vefat etti. Orphée’yi (Orfe) çevirmeye bafllam›flt› oysa.
Yap›tlar›m›n öyle ç›lg›n çevirileri ortalarda dolafl›yor ki, çevirmenin
beni okuyup okumad›¤› sorgulan›r hale geliyor. Öyleyse, yabanc›lar›n bize ya¤d›rd›¤› övgülerin kayna¤› nedir? San›r›m bu övgüler, içinde bulundu¤u kab›n fleklini koruyamayan, ancak kab›n içinden etkili bir hayalet
ç›karan buhardan kaynaklan›yor. Bir Arap masal›n›n tiyatro izleyicilerini coflturan cini gibi.
Dil de¤ifltiren bir yap›t›n baflkalafl›m›, özgün yap›t›n çekicili¤inden
do¤an ve art›k ona ait olmayan düflünceler uyand›r›yor. Bu k›y›da, Agel
tepesinin alt k›sm›nda, Tête de Chien (Köpek Bafl›) adl› bir burun yer almakta. Buras› bir Roman ordugah›ym›fl (camp). Eskiden Nice bölgesinde konuflulan dilde ordugah bafl› anlam›na gelen “Testa de Can” zaman
içerisinde, “Tête de Can” (Can Bafl›) veya “Tête de Chien” (Köpek Bafl›)
olmufl. fiimdilerde herkes oray› “köpek bafl›” fleklinde görüyor. Bilemiyorum, belki de çeviri yap›tlar›m›z efsanelerine uygun görünümler ediniyor. Olas› bir durum bu; ayn›, rüzgar farkl› yönden esmeye bafllad›¤›nda
birilerinin bundan övünç pay› ç›karmas› gibi.2
38
Düsseldorf’ta Jacobi-Goethe’nin evinde, flehrin ileri gelenleri taraf›ndan benim için verilen bir akflam yeme¤inde Belediye Baflkan›, Goethe’nin, Almanya’n›n en az tan›nan yazar› oldu¤unu söylemiflti. Goethe
yüceltiliyor, bu da onun okunmas›n› engelliyor. O kadar yükseklerde ki,
kimse ona eriflemiyor. Baflkan böyle demiflti. Baflkan’a hak veriyorum.
Bir yap›t›n kazand›¤› sayg›nl›k, Çinliler’in Çin ‹mparatoru’na bakmas›n›
yasaklayan türden hürmet dolu bir riayeti beraberinde getiriyor. Bak›ld›¤›nda ise kör olunuyor. Bafltan kör olmak daha iyi.
*
Sonuçta, gerçek üne, yarg›laman›n sona erdi¤i, gözle görünen ile görünmeyenin birbirine kar›flt›¤› an ulafl›l›r. O an, izleyicinin alk›fllad›¤›
gösteri de¤ildir. ‹zleyici, gösterinin ard›ndaki fikri ve gösteriden bu fikri
ç›kartt›¤› için kendisini alk›fllamaktad›r. Beklemeye tahammülü olmayan
tiyatro oyuncular›na özgü bir ündür bu. Bu kifliler tümüyle karanl›¤a gömülmemifllerdir; büyük çabalar göstererek ›fl›¤a yönelmektedirler. Hizmet ettikleri do¤rudanl›k onlar› zorunlu olarak bu konuma getirir. ‹flte
bu yüzden Sarah Bernhardt’›, sahneye ad›m att›¤›, konufltu¤u, sustu¤u,
hareketler yapt›¤› ve sahneyi terk etti¤i zaman alk›fllan›rken gördük.
Bernhardt’›, rolünü yapmaya de¤il de, bizi selamlamaya zorlayan bu övücü alk›fl Sarah’›n sözleri ve/ya hareketleri için tutulmad›. Alk›fllanan,
oyuncunun, yafl›na ra¤men rolünü yerine getirmek istemesiydi. ‹zleyiciler, oyuncunun, rolünün gerektirdi¤i hareketleri yapmad›¤›n›n, sözleri
söylemedi¤inin bilincindeydiler; alk›fllad›klar› kendileriydi: oyuncunun,
ününe yak›fl›r nitelikte büyük bir ustal›k sergiledi¤ini anlama becerileriydi alk›fllad›klar›. Onlar, ün dalgalar›n›n kendilerine mitolojik bir canavar
getirmesini, anneleri ile büyükannelerinin anlatt›klar› masallar›n etten
kemikten hayat bulmas›n› hayranl›kla seyrediyorlard›. Yeri gelmiflken,
en yüksek ses perdesinden flark› söyleyebilen ünlü bir Rus flark›c›ya da
de¤inelim. Sahnelere veda etti¤i gün, bu flark›c› en yüksek perdeden
okumak üzere a¤z›n› açt›¤›nda, Saint-Petersburglular bu ününden dolay› onu öyle bir alk›fllam›fllar ki, hiçbir fley duyulamam›fl; dolay›s›yla flark›c›n›n o perdeden okuyup okuyamad›¤› hâlâ bilinmiyor.
*
Mütevazi ünlerimize dönecek olursak, çevrilmifl yap›tlar›n gezileri,
onlar› yazarken gösterdi¤imiz çabayla uyum içinde de¤il. Adil olan da bu.
Yap›tlar›m›z geziye ç›k›yorlar. Bizim korkunç gözalt›m›zdan kurtulmufl
bir halde dinleniyorlar. Bu yüzden flikâyet etmekten çekiniyorum. Bu nedenle de ‹nsan Sesi ’ni (La Voix Humaine) oynayan birçok Alman komedyeni alk›fllamak isterim. O kadar garip metinler kullan›yorlar ki, seyirciyi a¤latmaktan daha çok kendileri a¤l›yorlar. Gözyafl› makinesinin art›k
39
ifle yaramamas›ndan kaynaklanan sinir bozucu bir durum. Hiç kuflku yok
ki, flu an bulundu¤umuz noktan›n sorumlusu yaflad›¤›m›z ça¤›n genel gidiflat›d›r. Bundan afl›r› derecede etkilenmek komik olacakt›r. Yazarlar›n,
kal›c› ve sayg› dolu bir dünyada yaflad›klar›n› zannettikleri ça¤larda, bundan etkilenmeleri normaldi. Bana gelince, durumu trajiklefltirmek istemiyorum. Ellerim aç›k do¤dum ben. Yap›tlar ve para elimden kay›p gidiyor. Onlarla yaflamak isteyenler yaflas›nlar. Benim için susmak ve ölümcül bir giz haline gelmek imkâns›z oldu¤undan, yap›tlar›m› yaratmakla
yetiniyorum ben.
Baflkalar›yla iliflki kurulabilmesine flafl›r›yorum zaten; çünkü herkes
kendi seviyesine uygun olan› görebiliyor. ‹ki Bafll› Kartal ’›n (L’Aigle à
deux Têtes) dublörü sürekli olarak Edwige Feuillère’in güzel ayaklar›ndan söz ediyordu. Bu, suflörün kendi konumundan görebildi¤i tek fleydi.
Bir filmin önceki gün çekilen sahnelerini seyrederken uzmanlar›n
görüfllerine kulaklar›m› t›k›yordum. Herkes kendi uzmanl›¤› aç›s›ndan
de¤erlendirmesini yap›yor: Kameraman, ›fl›klar; bafl kameraman, tüm kamera yerleri ve hareketleri; sahne ve dekor uzman›, mobilya düzeni; komedyen ise rolü aç›s›ndan. Tek yarg›ç benim.
*
Düflünce, baflka bir düflüncenin ard›ndan olufluyor. Bir ilk düflünce
gerekli. Hiç kimse öncü düflünceyi belirtmek istemiyor, herkes pusuda
bekliyor. Bununla birlikte, kendi görüflüne güvenmeme e¤ilimi kifliyi düflündü¤ünün tersini söylemeye itiyor. Sak›nganl›k, düflüncenin belirtilmesini engelliyor ve (düflünce belirtilirken birçok hakaretin ya¤d›r›ld›¤›
bizimki bir flehrin d›fl›nda) kiflinin sayg› dolu bir bekleyifl sürecine girmesine neden oluyor. Bu bekleyifl, düflünce belirlenip yap›tlar› bir yanl›fll›klar katman›yla sarmalamas›ndan önce, görünmezin, valizlerini toplay›p
alelacele kaçmas›na olanak sa¤l›yor.
Böylelikle bireysel çeviriler ortaya ç›kmaya bafll›yor. Farkl› çevirilerden oluflan orkestra bir ses kak›fl›m› sergiliyor. Bu ses kak›fl›m›n›n ortas›nda, görünmez, hazinesini gömerken; sanatç›, görünenden yakas›n› s›y›rmaya çal›fl›yor.
*
Dolambac›n sonunda ortaya ç›kan bir çeviri yap›tta, bir fleylerin varl›¤›n› koruyabilmesi ve yabanc›lar›n bizi görebilmesi için bafllang›çtaki
tasla¤›n sa¤lam bir flekilde yap›lmas› gerekir. ‹ki Bafll› Kartal, (“L’Aigle à
deux Têtes”), yanl›fl bir uyarlamayla Londra’da bafl aktris sayesinde baflar›l› oldu. New York’ta ise, ‹ngilizce’deki uyarlamadan yola ç›karak yap›lan daha yanl›fl bir uyarlamayla, Kraliçe’yi canland›ran aktris yüzünden
baflar›s›z oldu.
40
E¤er dil yetene¤i mucize olarak bize ba¤›fllanm›fl olsayd›, bizi büyüleyen kitaplar› keflfetmemiz imkâns›zd›. E¤er kiflisel yaflanm›fll›klar, çeviri kitaplardaki yanl›fll›klarla ba¤lant›l›ysa ve hatta bu yanl›fll›klarla kar›flabiliyorsa, bunlar› kaybetmekten korkaca¤›m›z kesin.
Bazen bir kitap kendi ülkesinde karanl›¤a gömülüyor. Baflka bir ülkede ise ›fl›¤a kavufluyor. Bu bize, bir yap›tta görünmeyenin görünene
bask›n ç›kt›¤›n› gösteriyor.
Yap›t›m›zla kurdu¤umuz iflbirli¤i bize baz› sonuçlar sunmufl gibi duruyor. Bunlarla övünmeye bafll›yoruz. Yap›t›m›z, bizden ald›¤› yard›mdan
çabucak vazgeçiyor. Biz yaln›zca onlar› do¤urtturduk, onlar›n ebesiyiz.
*
Leonardo da Vinci, grafizmin uluslararas› dilinde hemen hemen her
fleyi söyleme flans›n› yakalad›. Metinleri, aç›klay›c› desenlerle birlikte sunuldu. Vinci’nin tebeflirle y›ld›zlanm›fl kara tahtas›n›n ço¤unlukla cahil
ö¤rencilere hitap etti¤i söylendi. Tahtan›n tebefliri hâlâ duruyor. Metin
çözümlemelerinde bu tebeflirin yorumu yap›ld›. 1930 y›l›nda çekti¤im
fiair Kan› ’nda (Le Sang d’un Poète) ayn› fley benim bafl›ma geldi. Bu film
Amerika’da çevrildi ve yorumland›. Onlar sayesinde filme neler dahil etti¤imi ö¤rendim. Bu, o filme bunlar› benim dahil etmedi¤im anlam›na
gelmez. Bunun tam tersi söz konusu; çünkü filmin görünmeyen bir katman› (bana bile görünmeyen bir katman›), ruh arkeologlar›n›n kaz› alanlar›n› oluflturmaktad›r. Bu arkeologlar, çal›flmam› yönlendiren düzenlemeleri çözüp bir araya getiriyorlar. Bunun anlams›z oldu¤unu düflünmem imkâns›z. Bunu zamanla anlad›m; birileri bana sordu¤unda, baflkalar›n›n düflüncelerine dayanarak aç›klama getirdi¤imde bunu fark ettim.
Özde kendimi çok az anlad›¤›m›n fark›na vard›m. Yaln›zca görüneni görebiliyordum. Çal›flman›n insan› kör etmesi bu.
Yorumlar çeflit çeflitti. Baz›lar› bana filmin ‹sa’n›n hayat›n› aç›mlad›¤›n›; baz›lar›, ö¤rencinin karda b›rakt›¤› izin Véronique’in örtüsünü3
temsil etti¤ini ö¤retti ve ben, Fontenoy’un Ökaristik4 Kongresinin yap›ld›¤› yer oldu¤unu düflünerek “Uzakta Fontenoy’un toplar› gürlerken”
yorumunu kabul etmek zorunda kald›m. Bu yorum, baflta e¤ik duran, daha sonra da y›k›lan bir fabrika bacas›na müstehcen bir anlam yükleyen
genç ö¤rencilerin bulundu¤u bir e¤itim merkezinden gelmiflti. Bana göre fabrika bacas›, bu filmde zaman anlay›fl›n›n benimsenmedi¤ini gösteriyordu ve filmin bölümleri baca y›k›l›rken kendili¤inden olufluyordu.
Herhangi bir iddian›n bizi sarst›¤› gibi, bu ve baflka yorumlar›n beni rahats›z etti¤ini söylemek yanl›fl olmaz.
Eski filmimde Freud uygunsuz bir bask›nda bulunuyordu. Baz›lar›
bunu çok so¤uk ve cinselliksiz buldular. Baflkalar› ise hastal›kl› cinsellik
olarak görüp suçlad›lar. ‹flte birçok dile çevrilen görsel bir yap›t.
41
Örtük yap›tlar›n kaderi birçok dile çevrilmeleridir. Görünmez olan,
kendimize ait öngörümüzü baflar›s›z k›lsa da, baflkalar›n›n onun üzerine
kaz› yapmas›ndan tiksinti duymaz. Görünmez olan, içinde gizlendi¤i labirenti daha da karmafl›klaflt›r›r. Fazla aç›k olan yap›tlar yaln›zca turistlerin dikkatini çeker. Turistler dalg›n dalg›n dolafl›r ve ellerindeki kataloga bakarlar.
Orphée (Orfe) filmi, fiair Kan›’ndan (Le Sang d’un Poète) yirmi y›l
sonra her dile çevrildi. Görsel yaz›dan söz ediyorum. Sözlerin yaz›m›, ciddi birinin hiç mi hiç önemsemeyece¤i alt-yaz›larda küçüldükçe küçülür.
Almanya, bu filmin gizleri konusunda beni oldukça bilgilendirdi. Dikkat
ve araflt›rma yetisi; felsefi, metafizik ve metapisiflik miras› Almanya’y› bu
tür kaz›larda daha üstün k›l›yor. Almanya’dan gelen binlerce mektup,
topra¤›mdan ç›kan nesneleri bilir kifli olarak incelememi sa¤lad›. Hâlâ
üzerinde lav ve oksid lekesi bulunan nesneleri. Alt›n bir nesneyi, ne oksidin ne de lav›n lekeleyebilece¤ini ö¤rendim.
Arkeologlar bana filmimi, görmedi¤im ancak göz önünde bulundurmam gereken bir bak›fl aç›s›yla sundular. E¤er yap›t çevrilmemifl olsayd›,
yaln›zca paslanm›fl bir al›flverifl olgusundan söz ediliyor olacakt›.
*
Müzikten vazgeçip, tümceye yaln›zca ritim vermek. Bu ritmi kalp
at›fllar›n›n düzensizli¤iyle oluflturmak. Uyaklar, metindeki köfleleri yuvarlaklaflt›rd›¤› için düzyaz›y› uyaks›z k›lmak ya da düzyaz›ya bilerek
arka arkaya uyak döflemek. H›zla akmaya elveriflli olan dilimizi qui ve
que’lerle doldurmak. Oyunbozan ünsüzlerle, çok uzun veya fazla k›sa
tümceciklerle onun h›z›n› kesmek. K›sa ve uzun (eril ya da diflil) bir ad
grubunun virgülden veya noktadan önce gelmesi gerekti¤ini hissetmek. ‹nsanlar›n biçemle kar›flt›rd›klar› süslemelere aldanmamak… Sürekli olarak bir fleyleri bozup yeniden kurmak (buna Pénélope kompleksi denebilir). Kendimi ifade etmeye çal›flt›¤›m bu çabalar, fikirlerin
aktar›labildi¤i yönde hayallere kap›n›ld›¤› yabanc› bir dilde ne hale gelecek… Bu durumda, fiziksel bir varl›¤›n baflka bir varl›¤›n yerine koyulmas› ve her iki varl›¤›n da ayn› aflk› uyand›raca¤›n›n düflünülmesi
imkâns›z.
*
Çeviri yapmam› önleyecek flekilde bir dili iyi bilmeme avantaj›m
var. Alman veya ‹ngiliz gazetesinde yer alan bir makale karfl›s›nda, Shakespeare’in veya Goethe’nin bir fliirinin karfl›s›nda hissetti¤imden daha
fazla s›k›nt› hissediyorum. ‹yi bir metnin kendine özgü bir çekicili¤i vard›r. Antenlerim, körlerin Kabartma Yaz›’y› (Braille) okumas› gibi bu çekicili¤i hissediyor. Sözünü etti¤im dillerden birini çok iyi bilseydim, fliir42
deki eflde¤erliklerin afl›lmaz engeli cesaretimi k›rard›. ‹yi bilmedi¤im
için fliiri okfluyorum, elliyorum, yokluyorum, içime çekiyorum, eviriyorum, çeviriyorum. Çiziklerin en küçük pütürlerini bile hissediyorum. Sonunda, zihnim, gramofonun i¤nesi gibi bu pütürlere sürtüyor. Bu flekilde, içkin müzik de¤il de, bu müzi¤in parçalanm›fl bir silueti yakalan›yor.
Özüne oldukça uygun bir siluet.
Metinlerimizden birinin çevirisi, yap›t›m›za benziyor diye ona güvenmeyelim. Böyle bir çeviri vasat bir portreye benzer. Çevirinin bizim
çizdi¤imiz yoldan ç›kmas› tercih edilir.
Benimkinin tam tersi bir yöntem savunulabilir. Biri ötekine denk,
biri ötekine eflde¤er. Yurttafllar›m›zdan birinin bizi yabanc› bir dile tafl›mas›nda daha az risk vard›r. Frans›zcam›z, tuzaklarla, iki yaz›ml›, iki anlaml› terimlerle (tuzak ve kapan nitelikteki) doludur. Yabanc› biri için dilin k›r›klar›n› ve eksiltilerini izlemek kadar zor bir fley yoktur. Bundan
baflka, yeni bir anlatma biçimi çerçevesinde kulland›¤›m beylik sözler
var. Bu beylik sözler çevrildi¤inde düz yapayl›klara dönüflüyor. Bunun
bir örne¤ini ‹nsan Sesi ’nin (La Voix Humaine) ‹ngiltere’de yay›mlanan
çevirisinde yaflad›m; bu yap›tta söyledi¤im “›st›rap içinde bir ruh gibi geziniyor ” fleklindeki beylik söz, Byronvari bir lirizmi ça¤r›flt›rd›.
En iyisi, bir yap›t›n uzaklarda kendi bafl›na debelenmesine izin vermek. Bir yap›t rahata kavuflmaktan baflka bir fleyi istemez. ‹çinde bulundu¤u durumdan hoflnutsa sorun yok; çünkü yap›t, kendisine göstermekten bir türlü vazgeçemedi¤imiz özene ald›rm›yor; kendisinin ne büyüdü¤ünü ne de çirkinleflti¤ini gören bir annenin suçlamalar›ndan s›k›lan bir
o¤lan çocu¤u gibi gösterdi¤imiz özene k›z›p duruyor.
sidir.
(*) Bu metin, Jean Cocteau’nun “Des Traductions” (1953) bafll›kl› yaz›s›n›n çeviri-
(1) ‹talyan ressam ve mimar Giotto Ambrogio di Bondone (1266-1337) (Ç.n.)
(2) “Voir Naples et mourir” ve “Voir Naples et les Maures” gibi. (Y.n.)
“Voir Naples et mourir”, “Napoli’yi görmek ve ölmek” fleklinde sözcü¤ü sözcü¤üne çevrilebilir. Vurgulanan nokta, Napoli’nin güzellikleri görüldükten sonra her fleyin anlam›n› yitirdi¤idir. Deyim olarak ise “Voir Naples et mourir” “ölsem de gam yemem” anlam›na gelmektedir. Bu deyimin, “Napoli’yi ve Ma¤riplileri görmek” anlam›n› tafl›yan
“Voir Naples et les Maures” sözcük grubunun zaman içinde de¤iflmesiyle son halini ald›¤› söylenmektedir. Özel ad olarak kullan›lan “Les Maures”un Frans›zca’daki sesdefli “les
morts”un “ölüler” anlam›na gelmesi dikkat çekicidir. Ayr›ca, baflka bir görüfl çerçevesinde, söz konusu deyim “Önce Napoli’yi sonra da Morire’i görmek” anlam›na gelen “Voir
Naples puis Morire”den türemifltir. Burada gönderme yap›lan, öncelikle Napoli’yi daha
sonra da Vezüv Yanarda¤›n›n eteklerinde kurulmufl ve ‹talyanca’da “ölmek” anlam›n› tafl›yan “Morire” kentini gezmektir. (Ç.n.)
(3) Eski bir H›ristiyan gelene¤i çerçevesinde, Véronique adl› Yahudi bir azizenin,
çarm›ha gerilmeden önce Hz. ‹sa'n›n terini beyaz örtüsüyle sildi¤i ve bu beyaz örtüde Hz.
‹sa'n›n yüzünün izinin kald›¤› kabul edilir (“Le Voile de Véronique”). (Ç.n.)
(4) “Ökaristi”, Katolikler taraf›ndan, Hz. ‹sa'n›n etini ve kan›n› temsil etmek üzere
ekmek ve flarapla yap›lan kutsama ayini. (Ç.n.)
43
B‹R DERS SAAT‹NE SI⁄AR MI AfiK
Neslihan Gürel
Süt Düfllerim’e
Çocuklara ak›l vermek kolay tabii. Hadi otur da sen yaz bir derste,
üç haftad›r bitiremedin bir öyküyü. Hiçbir fleyi bitiremiyorsun zaten. Üstün bafl›n k›r›fl›k, ayakkab›lar›n tozlu. Bugün alacam o çizmeleri, ne olursa olsun. Babam gibi konufltum flimdi de. fiöyle paçay› düzeltsem biraz,
biraz da zay›flasam, fl›k›r fl›k›r ç›ksam karfl›s›na, sever mi yine beni; sevmez mi?
Böyle de bafllanmaz ki bir öyküye…
Ne yazaca¤›m diye düflünürseniz bafllayamazs›n›z. Akl›n›za gelen
her fleyi yaz›n, saçmalamak serbest.
Ne ideal bir ö¤retmensin sen!
Okul, ö¤retmenler, tahta tozlar›, ders aras› laflamalar›, toplant›lar,
s›n›fa büyük tuvaletini yapan çocuklar. Hocam, sadece büyük mü, hem
büyük hem küçük!
K⤛tlara yaz›yorum harflerin ucunu k›v›rarak. Hem BÜYÜK hem
küçük olarak. Niye durmuyor elim? K⤛d›n sesini duymak için. Gençken yapacaks›n baz› fleyleri, yoksa ciddiye almazlar! Kim, kim onlar?
Günde iki kez do¤ruyu söyleyen yanl›fl bir saat kadar olam›yorum. Rakamlar›n oyuna bafllamak için çember oluflturdu¤u ve bir kara büyüyle
donup kald›¤› akrepsiz yelkovans›z dilsiz bir saatim. Zaman yok. Daha
ne kadar borç erteler gibi yaflayabilirim? Giden zaman kay›p zaman m›?
Zaman ölü do¤an bir bebek mi? Ölü do¤ar m› ki? Ölü ç›kanlar. Olmadan
ölenler.
Kimseyi istemiyorum. Yaln›z giderim. Cenaze törenine gerek yok.
Sonra hep ayn› sorular. Acaba büyüyebilse nas›l olurdu, kime benzerdi, kendine nas›l bir hayat seçerdi, beni sever miydi, kimsenin sevmedi¤i beni, kimsenin sevmedi¤i gibi sever miydi? Hay›r, sevmezdi, en fazla herkes kadar severdi. Seni sevmeye programl› bir çocuk do¤ur.
Keflke düfl…
Dedim ya, flimdiye kadar okudu¤umuz fliirlerden yola ç›karak fliiri
tan›mlamaya çal›flacaks›n›z. Ama bu çok özel bir tan›m olmal›. Sözlük tan›m› istemiyorum. Mesela, ben Can Yücel’in fliirinden yola ç›karak diyo44
rum ki, fliir, müdürün cam›n› k›ran toptur. Ya da fliir, gökyüzünde uzanan bir kufl yoludur.
Çünkü fliiri baflkalar›n›n cümleleriyle de¤il, sizde uyand›rd›¤› ça¤r›fl›mlara, onunla kurdu¤unuz iliflkiye göre tan›mlaman›z› istiyorum.
Aman sevsinler, bunlar ne bilsin fliir nedir, sen biliyorsun sanki. fiiir nedirmifl, neyse ne! Çok yoruldum be, dün niye ba¤›rd›m ki o kadar,
tutamad›m kendimi. Yatt›¤›m yeri bile ›s›tmaktan acizsem, terkedilmiflsem, k›fl gelmiflse, karanl›¤a uyan›yorsam, flu okul yüzlü hapishaneye t›k›lm›flsam, patatesçi bas bas ba¤›r›yorsa, arkadafllar›m›n ço¤u evlendiyse
ve buna ra¤men mutlularsa, gelecekten bir beklentim yoksa, deli gibi
yazmak istedi¤im her fley m›z›kç›l›k yap›yorsa, ne çirkin ne güzel, ne fakir ne zengin, ne ak›ll› ne aptalsam, yani her fley orta kararsa, yani hiçbir
fleyse, bunda onlar›n ne suçu var? Suç bende, niye çok fley bekliyorum ki
hayattan, çok fley mi bekliyorum? Beyin gücü. Her fley beyinde bafllar.
Mutlu olma program›. Âfl›k olma program›. Orgazm olma program›.
Umursamama program›. Kitleyi toplu ayakland›rma program›. Yok olma
program›. Rehberlik servisi de yok ki okulda, olsa ne olur…
…partinin rehber hocas› o/ nas›l yani/ bak k›z›m, bu adam gençleri
etraf›na toplay›p ak›l vermiyor mu, onlara sahip ç›km›yor mu, bir anlaflmazl›k olunca halletmiyor mu, sen bu adam›n çal›flt›¤›n› gördün mü, hep
lokalde oturur, onun ifli bu asl›nda, bir bak›ma partinin rehberlik servisi, çakt›n m› köfteyi/ çakt›m./…
Kime ba¤›rd›k biz alanda, önümüze bakarak, birbirimize bakarak,
âfl›k olduklar›m›za bakarak, polislere bakarak, bulutlara bakarak, kara
kara bakarak, köyde bafl›m› e¤ip ba¤›rd›¤›m kuyular gibi: sesimden titreyen karanl›k suyu, içinde Sar› K›z’›n dolaflt›¤›, gö¤ün e¤ilip sivilcelerini
s›kt›¤› tafl kuyu… Pört! Niye buraya geldim ki?
Gitmek ne güzel bir düflünce; otogarlar, a¤layan bir kad›n, dura¤an
bir hayat›n karfl›s›nda insan›n zihni gibi ak›p giden yol, insanlar, evler,
flehrin de¤iflen yüzü ve gittikçe hissiz gözlerle bakmak posas› ç›km›fl yol
kenar› hayvanlar›na.
Ben yaln›zca yaln›z›m. Bunu anlatsam, herkes yaln›z, ne olmufl yani. Tuke77, sevdamxlike, smilemanonline, hazemze81, chakal82… hepimiz yaln›z›z iflte. Okuldakiler görse foto¤raf›m›, iflte o zaman rezil olurum, ama niye ki, öylesine girdim derim, ya da ifli dalgaya vururum, böyle giderse evde kalaca¤›m derim, yok hay›r öyle demem, Neriman hocaya ay›p olur, neyse hele bir yakalanal›m, o zaman düflünürüz. Mesaj gelmifl midir acaba, daha foto¤raf vereli üç gün oldu, gözk›rpma’lar› yüzü
45
geçmifl, valla k›z›m aflt›n olay› sen, sokakta kafllar›n› çat, çantan› silah gibi tafl›, sonra git sanal alemde ona buna göz k›rp, flu 25 y›ll›k hayat›nda
son bir haftadaki kadar erkeklerle muhatap oldun mu acaba.
BEN KIPIR KIPIR GÜLMEY‹ E⁄LENMEY‹, YAfiAMAYI, YAfiATMAYI SEVEN B‹R KIZIM, LEZZOLAR UZAK DURSUN, SEV‹YEL‹
‹L‹fiK‹ ARAYANLARA DUYURULURRR
PAS‹F GEY‹M BEN‹ ALTTAN BA⁄LAMALI V‹BRATÖRLE BECERECEK DÜRÜST SEV‹YEL‹ BAYAN ARKADAfiLAR ARIYORUM
B‹RGÜN HERKES S‹STEME G‹RECEKKK!
Yaln›zl›¤› anlatman›n kime ne faydas› var, yafl›yorsun iflte, hak etti¤in yaln›zl›¤› al›yorsun. Yaln›zl›k mizaçt›r belki, do¤ufltan gelen bir fley…
Her do¤an gün yeni zaferlerdir senin için. Da¤larca’n›n yaflad›¤›na inanm›yor insanlar, ne tuhaflar yahu! Demek ki fliirden, fliirden mi hayattan
m›, iflte kendi kabu¤una çekilince masal kahraman›na dönüyor insan.
Ça¤lar önce yaflam›fl gibi… Da¤larca’n›n yaflad›¤›na inanm›yorlar. Ben de
Sulhi Dölek’in öldü¤üne inanm›yorum. Bu iflte bir Kirpilik var sanki.
Bugün cuma m›? Eve giderken baklava alay›m, Yabanc› Damat’ta yeriz.
Benim pek seyredesim yok. “yüzer gibi gitmekte bir yerim…”
Faz›l abi, el sall›yorlar, öpücük ver…
Maaviifl, öpücük öpücük.
Afla¤› inmesem, burada okusam biraz, okuyam›yorum art›k, niye bu
s›k›nt›, cümlelerin sonu gelmiyor, gelse ne olacak, en iyisi s›n›fta kalay›m, flimdi dört kat afla¤›, çok gürültü olmaz m›, gösterifl yapt›¤›m› san›yorlar, yapm›yor muyum, varoflsunuz hepiniz, buraya mahkûmsunuz, gidicem bir gün, fabrikaya al›naca¤› günü beklerken hadi bir oturay›m deyip yirmi y›ld›r mesken edindi¤i kahvede kazand›¤› oyunlarla günlük çay
ve sigara ihtiyac›n› karfl›layan birinden ne fark›m var ki, okumas›nlar,
herkes her an okumak zorunda m›, sohbet ediyorlar iflte, sen de kat›lsan
ya, babas› k›l›kl›!
KitapatiK. Benim sevgili hastal›¤›m. Baflkalar›n›n dünyalar›nda
kendime yer açmaya çal›fl›yorum. Olmuyor. Beynimdeki bütün kitaplar›
yakmak istiyorum, her fleyi unutmak, unutmak da de¤il, yok etmek, kayd›n› silmek… Ama iflte,
konuflmay›n be art›k, ne var bu kadar konuflacak, susun art›k, evet
söylüyorum iflte, konuflan topluma hay›r, sessizlik istiyorum ben, do¤ru
ya da yanl›fl,
her fleyin bafl› yaln›zl›k s›k›nt›dan bunlar›n hepsi aflk bitti flûlafl›yor
iflte her fley bugün sevgilin var m› diye sordular evet diyemedim demek
ki yoksun süt düfllerimdin sen yazd›m tüm bildiklerimi nah flu parmaklar›mla sonra sen doldun babadan kalma muhasebe defterlerine silindi her
fley oh be dedim.
46
Yüzümdeki lekeler gittikçe art›yor. Her sigarayla, her kavgayla her
yenidenle bir leke daha ekleniyor yüzüme.
Gözlerim tahterevallinin iki ucuna oturmufl, bir afla¤› bir yukar› inip
ç›k›yor omuzlar›nda, biraz aflk kafa yapard› flimdi. Ah’l› cümleleri hiç
sevmem ya, ah ne çok ihtiyac›m var, e¤rilmifl bir denizi ay›ran yokufllu
yolda kendimi afla¤› b›rak›rken ayaklar›m iki kanat olsa, içime girse rüzgâr, yokufl beni ele geçirse…
Tan›mad›¤›m birine dokunman›n karars›zl›¤›n›, anl›¤›n›, sonras›n›
bofl vermeyi özledim.
Duygular›n coflkulu anlat›ld›¤› yaz› türüne fliir denir. ‹flte hepsi bu!
Niye kurcal›yorsun ki, b›rak öyle kals›n.
Arkadafl olarak yaslasam bafl›m› omzuna, arkadafl olarak sollasak kalabal›¤›, arkadafl olarak girsek duvarlar› soluk, ast›ml› bir odaya, arkadafl
olarak seviflsek ve gecede sakl› kalsa her fley…
Bir harf bu kadar m› yak›fl›r bir yüze?
Yan masada f›s›r f›s›r konufluyorlard›. Benden kaçar m›! Kitap okuyorsam nas›l duydum onlar›?
Kad›n bal gibidir. Dokunmazlarsa oyuklar›n› kapat›r kendi kendine. Hani bala parma¤›n› sokup ç›kar›rs›n da o yavafl yavafl düzleflir ya,
diktirenler var, ama kan gelmesi için bir gün önceden diktirmek gerekir
de, gelinin dü¤ün arifesinde ortadan kaybolmas› dikkat çeker. Bu k›zlar
çok cahil be, önceden diktiriyorlar, ifle yaramaz ki…
Kürtaj sonraki do¤umlar› riskli hale sokar. Bebek tutmaz ki rahim.
P›t, düflüverir. Zeytin gibi. Köydeki keçilerin p›t›r p›t›r dökülen boklar› gibi. Ya kalbi atmaya bafllad›ysa…
Usturayla yaklafl›yor beyaz eldiven, kan p›ht›s› fliflip büzülüyor, a¤z›n› aç›p eli ›s›rmaya çal›fl›yor ama gücü yetmiyor, yaflaman›n ne oldu¤unu
bilmedi¤i halde içgüdüsel olarak hayatta tutunmaya çal›fl›yor, ama bofluna. Hayat› bir film fleridi gibi kayarken karelerdeki oyuncular de¤ifliyor.
Dönüp, kürtaj tarifi verebilirim isterseniz, deseydim; sedefotu kökü
ve solucan otu yapraklar›na müshil, kalomel, sar›sab›r, çavdarmahmuzu,
prüsik asit, tentürdiyot, striknin kat›p kaynatt›¤›n›z kar›fl›m›n› sabah akflam içiyorsunuz, aktarlarda çok rahat bulursunuz. Doktora gitmeye ne
gerek var, hem daha siz ay›lmadan abuk sabuk sorular soruyorlar, güya
ay›lman›z için.
– Niye ald›rd›n›z ki çocu¤u
– fiimdi, flimdi s›ras› de¤il
Ya hocam Ahmet’e bir fley söyleyin, yazd›klar›m› okuyor ya!
Ya ben ne okuycam lan, fley, arrkadafl›m, yazd›klar›n›
47
Çok sakinsin, flimdi bak bakay›m annen gibi gözlerini pörtleterek,
heh bak oldu, ba¤›rmaya gerek yok…
Ben ne olaca¤›m böyle?
Zaman geçtikçe tan›d›¤› m› oluyoruz olaylar›n, ben bu sessizli¤i bir
yerlerden tan›yorum, bu kan çekilifllerini, yolda kalman›n flaflk›nl›¤›n›…
Beni itti¤inin fark›nda m›s›n? ‹ki gündür sesini duyam›yorum. Belki de
üç, ya da dört… Her gün güzel evlerin önünden geçiyorum. Mutfa¤›nda
oturulup kahvalt› yap›lan, küvetine uzan›l›p günden ar›n›lan, tavan›ndaki avizeden ›fl›k akan, ›fl›l ›fl›l evler… Ya ben? Sen evimdin, flimdi her an
tafl›nacakm›fl›m gibi yafl›yorum insanlarda, da¤›n›¤›m; sevgim, kad›nl›¤›m, hayallerim da¤›n›k. O s›kt›¤›n difllerinin aras›ndan akan çok diflisin’ler yok art›k…
Yapacak ifller ar›yorum, beynimin bir noktas›na sürekli seni gönderip oray› çürütmektense bir ekran koruyucu seçiyorum, ama nafile, gözlerimi kapat›yorum, sen ç›k›yorsun; kare kare birlefliyor yüzün, parça
parça da¤›l›yor… O yüze benzeyen bir çocuk do¤urabilirdim, istedim bunu, hem de anal›k program›ndan yoksunken, o yüzü istedim. Her fleyi sana benzesin istedim, mesela diflleri kaplama, gerdan› dökümlü olsun…
Sar›lmay› bilsin, sevmeyi bilsin, gitmeyi bilsin…
Ah siz ve sözcükleriniz…
Daha iyi anlaman› sa¤lad› de¤il mi yazmak, benim de¤iflti¤imi anlaman› sa¤lad›, art›k t›kand›¤›n› anlaman› sa¤lad›, ben de yazd›kça anl›yorum, asl›nda olmayan bir fleyi kafamda yaratt›¤›m›, onu besleyip büyüttü¤ümü. Kimin içindi bir defter art›¤›na yazd›¤›n lirikler, giden içindi, seni b›rak›p da kendine hayat kurabilen içindi. Kalandan gidene bir mektuptu lirikler. Her terk edilifl bir ödül kazand›r›r m›?
Oysa dünyada meselem olmas› gereken ne çok gereksiz fley var.
Göz kapaklar›n› kavrad›m, avuçlar›mda s›kt›m son kez ve h›zla indirdim afla¤›, gürültüyle, büyük bir toz bulutu yükseldi.
Soru sormay›n art›k, daha kendi sorular›m› yan›tlayamad›m…
Yeflil tahta beyaz tebeflir, tebefliri k›rmazsan öter, öterse öter, tahtaya harflerin ad›n› yazar›m, tebeflir cik cik öter, sen girersin içeri, elim durur, yaklafl›rs›n, elimi yutar elin, birlikte devam ederiz yazmaya, harflerin yüzü güler, sana bakar›m, bir E insana bu kadar m› yak›fl›r derim
içimden, sen beni duyars›n ve E’li bir gülümseyifl uçurursun yüzüme, o
E gelir benim dudaklar›ma yap›fl›r, gülmeye bafllar›m, koridordaki tozlar
havalan›r, laboratuardaki tüpler titrer, raflardaki toplar yere atlar, ‹darenin otoritesi masan›n alt›na saklan›r, ben gülerim, sen gülersin, sonra s›rt›mda s›n›f defterinin buz gibi sayfas›n› hissederim, bizim sayfalar›m›z s›cakt›r ve h›zla aç›lmaktad›r…
Yukardan afla¤›ya sa¤dan sola befl harf?
48
Ctrl+N
‹flte hepsi bu kadar…
otobüslerden trenlerden vapurlardan geçtim,
a¤z›n› koca koca açan, birbirine çarpa çarpa yürüyen insanlardan
geçtim,
Beni sana ba¤layan gecelerden geçtim,
Sadece bir dil al›flkanl›¤› olan iyi niyetli yalanlar›m›n çelme takt›¤›
konuflmalardan geçtim,
Her fley güzel olacak diyen babamkufla¤›ndan geçtim,
Hepsi senin için
Az fley mi?
K›rm›z› pantolonuma s›¤m›yorum.
fiimdi can›m karanl›k ›slak sokaklarda yürümek istiyor. Yaprak h›fl›rt›lar›yla ritim tutan titrek difller cebine saklad›¤›n elim ›s›nm›fl yürümek az kald› diye düflünmek ama nereye kadar yalan söyleyebiliriz derken birden durup iflte tam o an› unutulmaz anlar arflivine kald›rmak ve
biraz kitap toz rutubet avantadan gelen pahal› parfüm tabakta soyunuk
kalm›fl kararm›fl elma ve en çok da sen kokan eve girip of be yine ölmeden gelebildik dedikten sonra girifl soyunmas›n›n ard›ndan sar›l›p dijitürksüz bir evin yaln›zl›¤›n› konuflarak oyalamaya çal›flmak banyoya girmek dufltan gelen suya yüz verip flükretmek ölünce en çok suyu özleyece¤im derken günün izlerini köpürmüfl bir sabunlukla yumuflatmak ertesi gün eve dönece¤ini ondan sonra da bela haftan›n bafllayaca¤›n› her fleyin tekrar bafllayaca¤›n› 5+2 ifllemli hayatta… diye düflünürken aman iflte flimdi buraday›m birazdan k›sa gecelerin en uzun seviflmesi yaflanacak
demek ve 5 günlük birikenleri döktükten sonra düflünmeye f›rsat bulamadan uykuya geçmek…
‹flte en çok istedi¤im tek fley buydu
Hiçbirini hak etmedi¤imi bilerek
En çok da benim hakk›mken
Koynumun erke¤i, gerdan›nla öp beni desem ve sen bu ucuz laflara
ra¤men yine sevsen beni…
Affedin beni bunlar› düflünmemeliyim önünüzde, size örnek olmam
gerek, karanl›¤› y›rtmam, zaferlere koflmam, fikri hür vicdan› hür...
Yine hal› silkeliyorlar. Ne gürbüz kad›nlar, koca hal›y› nas›l da kavram›fl, ipte de çamafl›rlar› var. Annem iç çamafl›rlar› arka ipe asar, öndeki ipe kazaklar, pantolonlar…
Konuflun bakal›m ben de not defterini ç›kar›r›m, o zaman yüzünüzdeki bu gevrek ifade toplar kendini, birbirinizi dürter uslu uslu oturursunuz, bir defterle her fley yoluna girer, nereye koyduysam defteri, tütün
olmufl çantan›n içi, aflk size ve çevrenizdekilere ciddi zararlar verebilir,
49
sanki tekrar âfl›k olsam ›s›nacak ellerim, ne gürültü umurumda olacak ne
toz duman, konuflmaktan yorulmayaca¤›m, tahammül s›n›r›m yükselecek, koruyucu ve ba¤›fllay›c› olucam, kör odama göz olan bilgisayar ekran›na as›l› kalan tek bir cümleye saplan›p kalmayaca¤›m, ›fl›k uykumu emmeyecek, gözlerimin damarlar› dallan›p budaklanmayacak, evlenesim
gelmifl gibi bafl›m a¤r›mayacak.
fiu gönül meselelerini halledebilseydik hayata dair önemli ifller yapabilirdik.
Banyo yapm›fl, saçlar›n› taram›fl, f›rçay› avuçlay›p dökülen saçlar› ç›kar›yor, topak yapt›, afla¤›ya düflüyor topak, hay›r düflmedi baflka çamafl›r
ipine tak›ld›.
O kadar uyard›m atmay›n diye, güvercinlerin ayaklar›na dolan›yor,
kangren oluyorlar sonra. Sevgisiz insanlar. Kaynar suyu dökeceksin surat›na, surat› buhar olup uçacak. Ya da süt, soban›n üstündeki gü¤ümde
süt varm›fl, soba yok ama art›k, atefli özledim.
Yan›k izlerimiz vard› bizim anne s›cakl›¤›nda kaynayan bir tas sütten hat›ra ki o taslar uç veren memelere kapat›ld›lar sonra.
sus nerden bakarsan bak sus iflte
saç diplerimde zeytin kokusuyla elinin kiriysem de sana uyanmak
bir güne verilecek en güzel hediye. Konufl. Duvarlara kapanan bardaklara vursun sesin. Belki ay›p ettim de bütün erkeklerim kocamd› benim.
Hani senin gö¤sün yayla gibi, ikimize de yeterdi.
Yine hey gidi eski günler’le bitirdik bir saati
Hocam bitirenler ne yaps›n?
Hocam, zil çald›.
Hocam?
Siz fiiiri Nas›l Tan›ml›yorsunuz? (8/A’n›n yan›tlar›)
1- fiiir makineli tüfek gibi çekirdek yiyen narin bir kad›nd›r.
2- fiiir, bizim hoca t›rnaklar›n› tahtaya sürtünce ç›kan sestir.
3- fiiir, tavana yap›flan çi¤ köftedir.
4- fiiir, kayna¤›n› aflktan alan bir günefltir.
5- fiiir, ben internete tak›l›rken annemin b›rak flunu da gel z›kk›mlan demesidir.
6- fiiir karnemdeki en ince rakamd›r.
7- fiiir klavyenin sesidir.
8- fiiir Türkçe s›nav›nda bofl k⤛t verdi¤imi sanan hocan›n gözünden kaçanlard›r (yani flunu demek istiyorum ki fliir bofl k⤛d› okuyabilmektir.)
fiiir; kör, sa¤›r, dilsiz bir okulda pencereden bakarken dal›p gitmektir.
50
Hüseyin Ferhad
KALB‹M K‹ B‹R MÜLTEC‹
‹flte menzil! ama bir menzile
bir Aflk’›n içinden geçilir,
yaya veya atl›, geç veya erken
göç iriflir. Vaktimiz k›t
bir aflk ifllenir ve sineye çekilir
a¤la, akl›m› çel, kalbimi k›flk›rt
– Beni iflle!
Gözlerin göz de¤il bir düden
yüzüme s›çrar akkor kireci
seviflirken. Kalbim ki kerhen
gö¤süme s›¤›nm›fl bir mülteci
esirger kendinden bile
böyle selsebil bir sevinci
Çile, akl›m› çel, kalbimi k›flk›rt!
Gövden gümrah bir bedesten
lahurî bir top keten
flayak, kadife ve ipekten
bir sergen. Selenga, o nehir
bir h›fl›mla geçer içimden
kap›l›p metafizik bir sele
Ulu, akl›m› çel, kalbimi k›flk›rt
kadim yurdumu unuttur, Urgenç’i.
Beni süz, beni dam›t
kimsenin bilmedi¤i bir dile
gizle. O flehir, Ötügen
belki cayar o zaman izimi sürmekten
Kalbimi k›flk›rt, akl›m› çel, mele
yolumu flafl›rt.
Yolumu flafl›rt!
51
Roni Margulies
ÇERÇÖP
Yan masada bir yemek tarifi anlat›yor
yan›ndakilere, oturdu¤um anda
gözüme çarpan k›sa saçl› kad›n,
patl›canl›, beflamel soslu bir fley.
Bafl›n›n az üzerinde, arka planda,
çocuklu¤umun Maçka apartmanlar›,
yokufltan afla¤› bildik çam a¤açlar›
ve bunca y›l unutulmuflken
akl›ma gelen bir bilgi parças›:
Park’›n köflesinde yere b›rak›lan bir cicoz
durmadan iner ta stad›n yan›na kadar.
Önemli midir bunu bilmek? De¤il midir?
Kim bilebilir ki, son ana kadar?
KIRMIZI IfiIK
Uyku tutmad›, kalkt›m. Sessiz,
karanl›k koridorda bir tur att›m,
geçip oturdum salonda.
Uzun bir günün sonunda
ve yorgunken bu kadar
niye uyuyamad›¤›m› düflündüm.
Ya¤mur simsiyah düflerken,
küçük bir ›fl›k çarpt› gözüme,
görünmeyen sehpan›n üzerinde.
Karanl›kta k›rm›z› bir nokta.
Televizyonun sol alt köflesinde,
“Dur! Geçemezsin!” dercesine.
Ne çok fley var yapacak oysa daha.
“Geçerim!” diye f›s›ldad›m ekrana,
bo¤uk, uykulu bir sesle,
“Geçece¤im iflte!”
52
Turgay Fiflekçi
YEN‹ YIL D‹LE⁄‹
Sana haz›rlanmakla bir fliire haz›rlanmak kar›fl›yor
Yeni hayatlara bölünecekmifl gibi k›p›rd›yor içimdeki.
Yetifltirdi¤im sab›r çiçekleriyle tan›r›m kendimi
Bir limon çekirde¤inden yaratt›¤›m yeflil aynalar›n
Geliflin gibi çiçeklenifllerini.
Abla kardefl mi, anne k›z m› oldu¤unuz anlafl›lamayan bir resimde
Sen ve Defne.
Süt, sevgi ve ›fl›k tafl›yarak insanlara
Mutlu oldum bu dünyada
Bir de her an seninle paylaflabildi¤im için gökküreyi.
‹flte kas›m ortas›nda ›ss›z bir k›y› kasabas›nda
T›pk› sana benzeyen birine rastlad›¤›mda
heyecandan bo¤uluflum gibi.
Yetmifline geldi¤inde de görebilmek isterim seni
Hiç solmayacak ›fl›¤›nla ayd›nlatt›¤›n dünyay›.
Seni tan›d›¤›mdan beri
Yüzünden do¤an gökkuflaklar› alt›nda yafl›yorum
Bu yüzden
Bütün dileklerim gerçekleflir benim.
53
ÖZEL GÜNLER, GÜZEL GÜNLER…
Alev Bulut
Yeni bir y›la girerken konuyu yaln›zca y›lbafl›na indirgemeden bir
özel günler derlemesi yapmak istedim. Pek çok kültürün en ortak özel
günü yeni y›la girilen gün kuflkusuz. Ortodokslar d›fl›nda kalan H›ristiyanlar Aral›k’›n son haftas›nda dini bir bayram olarak ‹sa’n›n do¤umunu
kutlayarak arkas›ndan gelen y›l›n ilk gününü karfl›lama törenini öne al›yor, bir haftal›k bayram havas› estiriyorlar. Asl›nda bayramlar› Kas›m sonundaki fiükran Günü ile bafllad›¤› için y›l›n son iki ay›nda onlar›n en
özel ve güzel günleri ard› ard›na s›ralan›yor. Müslüman kültüründe de,
pek çok ülkede, miladi takvime göre y›l›n ilk günü kutlan›yor. Bunun d›fl›nda iki dinsel bayram var zaten, pek çok da özel dinsel gün.
Türk ve dünya edebiyat›nda bu özel günleri anlatan mutlu öyküler
pek çoktur. Ben biraz farkl› bir bak›flla ad› o mutlu günlere gönderme yapan ama insan› pek de mutlu etmeyen öyküleri seçeyim istedim. ‹nsanlar›n buruk, k›r›k, yaln›z kald›klar› özel günlere bakmak için yapt›¤›m okumalar bildi¤im ve etkilendi¤im öyküler baflta olmak üzere ortaya bu yaz›daki derlemeyi ç›kard›. Öykülerin ortak yönü özel ve güzel günlerin buruk yüzleri oldu.
Joyce Carol Oates’un Lanetliler: Grotesk Öyküler (Haunted: Tales
of the Grotesque, 1995) adl› kitab›nda yer alan “fiükran Günü”
(“Thanksgiving”) öyküsü y›llard›r her özel günün öncesinde marketler
al›flverifl yapanlarla dolup taflt›¤›nda akl›ma gelir, içimi burkar. Öykü gerçeklik ve gerçek üstü olmak üzere iki düzeyde okunabilir. Gerçeklik düzeyinde evin annesi hastad›r. fiükran Günü gibi çok özel bir günün al›flveriflini buruk bir biçimde evin genç k›z› ve baba yapar, gerçek üstü düzeydeyse bütün bunlar›n gizemli, aç›klanamaz güçlerin yönlendirdi¤i garip fleyler oldu¤u duygusuna kap›l›r›z:
Babam sessizce, “Annenin al›flveriflini biz yapaca¤›z, hindiyi her fleyi alaca¤›z. O pek iyi de¤il, biliyorsun” dedi. Hemen sordum, “Nesi var
annemin?” Biliyordum asl›nda. Galiba. Üç gün olmufltu….
“fiükran Günü perflembe günü, yar›ndan sonraki gün yani. Erkenden haz›rl›¤a bafllayabilsin diye ona sürpriz yapaca¤›z…
fiükran Günü için bir sürü yiyecek kuponu ç›k›yordu. Hindide “büyük indirim”, ya da pek çok fley. Ama bu y›l evimizde kuponlar›, b›rak›n
54
reklam sayfalar›ndan kesip toplamay›, fark eden bile yoktu… (“fiükran
Günü” s. 246-249)
Al›flverifl için gidilen büyük market talan edilmifl gibidir. Her zamankinden çok farkl› görünmektedir her fley. Kasalar›n ço¤u kapal›, al›flverifl arabalar› k›r›k, reyon raflar› yerlerdedir. Kasiyerler ve müflteriler de
insanl›ktan ç›km›fl, vahfli bir görünümdedir. ‹yi fleyler al›nm›fl, geriye büyük bir da¤›n›kl›k, pislik ve a¤›r bir koku kalm›flt›r. Buraya kadar› elbette her özel günde, hatta bazen yeni ve taze mal gelmeden önceki günlerde, her semt marketinde görülebilir. Raflar›n çürük sebze ve meyvelerle,
bayat yiyeceklerle dolu oldu¤u, müflterilerin kalan bir iki iyi mal› alabilmek için umutsuzca itiflip kak›flt›¤› bir market görüntüsü hepimize tan›d›k gelebilir ama… Oates, tam bu noktada çok canl› bir benzefltirmeyle
bize o marketin da¤›n›k, periflan, mide buland›r›c› halini gerçeküstü bir
yarat›¤›n sald›r›s›na u¤ram›fl bir mekan biçiminde sunuyor. Belki de
onun için kalabal›¤›n talan etti¤i, geride pis kokulu, bayat, da¤›lm›fl öte
berinin kald›¤› her al›flverifl yeri gözümüzde böyle gerçeküstü bir yarat›¤›n sald›r›s›ndan geçmifl gibi gizemli bir hal alabiliyor… Oates’un o tipik
k›r›lgan, yol göstereni olmayan genç k›z kahramanlar›ndan biri bu öyküdeki k›z. Özel bir gün, herkesin bir araya geldi¤i güzel bir gün ve anne
sevgisi ve ilgisinden yoksun bir genç k›z. Baba da pek tekin say›lmaz, serseri tipli, elinden daha fazlas› gelmeyen kaba bir adamd›r. Buruk bir özel
gün yaflanmaktad›r. ‹nsan›n içine iflleyen, biraz da ürküten, bir al›flverifl
telafl›. Ama mutlu ailelerin fiükran Günü’ne benzemesi mümkün olmayan “alternatif” bir fiükran Günü için….
Tezer Özlü’nün Eski Bahçe Eski Sevgi (1993) adl› kitab›n›n “Bayram Günü” öyküsünün de bayrama z›t hüzünlü bir havas› vard›r. Fondaki bayram günü öykünün bütününde çok sözü edilmeyen ama varl›¤›n›
hissettiren bir konumdad›r. Resmi bir bayram günüdür bu. Her yerde
bayraklar as›l›d›r, askerler dolaflmaktad›r. Bayram günü. Baz› genç k›zlar
özenle giyinmifl, gezmeye gidiyorlar. Taflra k›zlar›n›n dirili¤i var üzerlerinde… – Neden beni sabah aramad›n? – Aramak istedim. Ama her yerde bayraklar as›l›yd›. Bayram günü çal›flt›¤›n› bilmiyordum. Yak›n›nda
olan, istenen bir fleyi bulamadan öylesine dolaflmak da güzel, diyor kad›n
(s.71). Bir bayram günü, biri Türk biri Alman iki kad›n, yolculukta tan›flan iki kader arkadafl›, hastal›k, yaln›zl›k, sevgi açl›¤›, paylafl›m, fonda da
bir bayram ama tam türküdeki gibi “Bayram gelmifl neyime, kan damlar
yüre¤ime…” dedirten bir burukluk yans›r öyküden okura.
20. yüzy›l›n büyük yazar› Virginia Woolf da belki yeni y›l kutlamalar›n› ve bayramlar› de¤il ama toplant›lar›, partileri çok s›k konu eder. O
55
karamsar, yaflam› ve varl›¤› sürekli sorgulayan görüntüsünün tersine buluflmalar›, toplumsal yaflam› sever ve önemser. Akl›n› özel günlere ve parti vermeye takm›fl görünen zengin kad›nlar›n öykülerini bilinç ak›fl› derinli¤iyle anlat›rken bize o kad›nlar›n asl›nda bütün bu kutlamalara parçalanan benliklerini bir arada tutacak bir u¤rafl olarak sar›ld›klar›n› düflündürür. Woolf’un kendisi yaflamdan tam anlam›yla zevk alamazken akl›n› partilere takm›fl kad›nlara imrenir miydi, yoksa onlar› küçük mü görürdü? Söylemek zor. Ama bu kad›nlar da zaten öyle iç seslerini dinlemeye ve mutsuzlu¤a haz›r tiplerdir ki özenecek bir fleyleri kalmaz.
Woolf’un Mrs. Dalloway roman› ve bu roman› haz›rlayan, onu tamamlayan yedi öyküsü “Mrs. Dalloway Bond Soka¤›nda” (“Mrs. Dalloway on Bond Street”),1 “Yeni Elbise” (“The New Dress”), “Birlikte ve Ayr›” (“Together and Apart”), “‹nsanlar› Seven Adam” (“The Man Who Loved His Kind”), “Tan›flma” (“The Introduction”), “Parti” (“An Evening
Party”, ilk ad›yla “A Conversation Party”) ve “Toplant›” (A Summing
Up) öyküleri insanlar› bir araya getiren özel günlerin, partilerin, zenginlerin yaflant›s›na anlam katan balolar›n coflkusuna buruk bir bilinç alt›
gezintinin efllik etti¤i öykülerdir (Mrs. Dalloway’s Party, 1973; The
Complete Shorter Fiction of Virginia Woolf, 1985). Kalabal›¤›n ortas›nda kendisini yaln›z hisseden, içi, kafas› karmakar›fl›kken d›flar›dan güzel
görünmeye çabalayan kad›nlar, hayat› çözmüfl nispeten gams›z erkekler
geçididir bu buluflmalar, insan›n kalabal›k içindeki yaln›zl›¤› ve kafas›n›n içinde yaflatt›¤› dünyadan baflka bir gerçekli¤in olmad›¤›na iflaret
eden bu bilinç ak›fl› öyküleri.
Nazl› Eray’›n “Yeni Y›l’a Do¤ru” (Yoldan Geçen Öyküler, 1987) öyküsü de y›llar öncesinden akl›mda. Her öyküsünde, roman›nda gerçek
üstü bir katman, hatta üzeri gerçek perdesi ile örtülü bir gerçek üstü
dünya vard›r Eray’›n. ‹nsanl›¤›n en do¤al hallerinin, düfllerinin kara güldürüsünü, parodisini kurgular hiç yorulmadan. ‹flte “Yeni Y›l’a Do¤ru”
adl› öyküsünde de hastal›k günlerinde ‹stanbul’da ve Ankara’da, geçmiflle flimdi aras›nda gidip gelen kad›n kahraman›n›n yeni bir y›la girerkenki ruh hali ve an›lar geçidi konu edilir. Bütün geçmifl imgelerin, geçmifl
ve flimdiki sevgili flehirlerin, örne¤in Kafl’taki Noel Baba Pastanesi’nde
oturulan saatlerin, bir bir akl›ndan geçti¤i, ‹zmir’deki tan›d›klara çok para harcamadan ucuz hediyeler al›nan bir hastal›k dönemidir anlat›lan.
Öykü kiflisi Ankara’da hastanede geçirmeye haz›rland›¤› bir yeni y›l› flu
sözlerle anlatarak bitirir öyküyü:
“Sen bu sabah ‹zmir’den döndün.
Ankara’da hava k›fl k›yamet! Otobüsün 9.30’da ulaflm›fl kente.
56
Bu gece nöbetçisin.
‹ki gün sonra yeni bir y›l bafll›yor…
Yar›n gece birlikte olaca¤›z. Çiçek odas›nda oturur, yeni y›l gecesi
için planlar yapar›z.
Renkli mumlar, bir pasta, daha baflka fleyler…
Ne dersin?” (28 Aral›k 1986, Ankara)
Ifl›l Özgentürk’ün Hançer (1981) adl› öykü kitab›ndaki iki öyküden
de söz etmek istiyorum. Birinin zaten ad› “Bir Y›lbafl› Gecesi”, öbürü
“Nefleli Hikâyeler”. “Bir Y›lbafl› Gecesi” buruk bir özel gün öyküsü. Özel
günlerde “mutlu olma, mutlu görünme” en az›ndan dünyay› çocuklara
böyle gösterme zorunlulu¤u” içini burkuyor okuyan›n:
“Bu y›lbafl› gecesi çok usta bir oyuncu olmal›s›n. A¤›r kadife perdelerin usul usul kalkmas›n›, donuk bir ›fl›¤›n yüzünün tüm olanaklar›n› seyirciye sunmas›n› beklemeden, çok s›radan bir ortamda, bir evin y›lbafl›
için haz›rlanm›fl hindili sofras›nda, al›fl›lm›fl› bozmadan, “mutlu bir y›l”
için kadeh kald›rarak bafllamal›s›n oyuna.
Rolün oldukça zor…Alt› yafl›nda bir belle¤in bir gün gidiveren bir
baban›n, bu gidiflini asla unutmayaca¤›n› bildi¤in için, en çok bunu bildi¤in için, nefleli olmal›s›n…
‘Nergis’in ölüsü bulunamad›.
Düfltü¤ü suda flimdi safran rengi
Beyaz bir çiçekti art›k ad›…’
Kov bu m›sralar›, kov karanl›k koridorda sevdiklerinin yüzlerine
dokunmak için ç›rp›nan elin görüntüsünü, bu y›lbafl› gecesinde iflini zorlaflt›racak her fleyi unut!
Sürdür tek kiflilik oyununu. ‘Mutlu bir y›l,’ için hindi budundan irice bir parça kopar, k›z›n için bir flark› söyle…” (s.83-88).
Ifl›l Özgentürk’ten seçti¤im ikinci öykü, “Nefleli Hikâyeler” bütün
iyimserli¤ine, nefleli olma çabas›na karfl›n iç buran bir öyküdür: “Ey okuyucu nefleli hikâyeler anlatmak isterdim sana… Ey okuyucu yan›ma gel.
Yüre¤imin s›rr›n› açmak istiyorum sana. Duyuyor musun? Bir yerlerde
on binlerce havai fiflek patl›yor, bir sevinç yeli bizi güzel insanlara götürüyor…” diye bafllar. Halden anlayan okur. Savruklu¤umu ba¤›flla. Can›m baflka fleyler yazmak istiyor. Ben ne yaz›yorum sen ne okuyorsun.
Yaln›z namuslu fleyler yazmak yetmiyor. Nefleli olsun. Yaln›z namuslu
fleyler yazmak yetmiyor. Nefleli olsun. Kardefl kardefl bir hikâye yaz nefleli olsun.” (s. 75-81) diye biterken dünyan›n bütün yükü ve gam›yla nefle57
li olma iste¤i aras›nda gidip gelen ruh hali aktar›lmaktad›r. Nefleli olmay› istemek kolayd›r, hep güzel günlerde yaflamak herkesin hakk›d›r
ama….
Özel günler, kutlamalar. Bazen gerçekten her fleyin yolunda gitti¤i,
mutlulu¤u hissetti¤imiz güzel günler, bazense kendimizi mutlu olmaya,
en az›ndan öyle görünmeye zorlad›¤›m›z günler olabilir. Yaln›zl›klar›
unutup kendini bayram, y›lbafl› ve kutlama telafl›na b›rakan insanlar›n
topluca bir “bayram” havas›n› soluyup neflelenme çabalar›. Yine de, kalabal›k içindeki yaln›zl›klar, herkese ayn› anda gelmeyen y›lbafl› ve bayramlar. Öykü dünyas›nda “insan›n yaln›zl›¤›” konusu bu aç›dan hep taze
kalaca¤a benziyor.
(1) Bu öykü Woolf’un Mrs. Dalloway roman›ndan önce At Home: Or At Party
ad›yla yazmay› planlad›¤› kitab›n ilk bölümüymüfl asl›nda.
Düzeltme: Geçen say›daki “1920’lere Gülerek Bak›fl” bafll›kl› yaz›m›n ilk sayfas›nda Woody Allen’›n “Yirmilerden Bir An›” adl› öyküsünün yaz›l›fl tarihi
“1990’lar” de¤il “1960’lar” olacakt›r. Allen bu öyküyü ilk olarak Chicago Daily
News’un Panorama ekinde “How I Became a Comedian” ad›yla yay›nlam›fl, daha
sonra 1978 y›l›nda ç›kan Getting Even adl› seçkiye alm›flt›r.
58
Mehmet Yafl›n
KÜÇÜK-ÖPÜCÜK
Her fley fliir olmal›. Ölürsün! Aflk olmal›, oynamazs›n yoksa.
Ve ölüm kadar kuvvetli olmal› hayat. Tek bir fley sanki
fliir ile aflk... Tekleflmelisin her fleyle.
Varoluflun bofllu¤unda sallan›r bir sarkaç,
kâh da¤›n doruklar›, kâh denizin dalgalar›yla çarp›flarak.
Solu¤’nu tutma gücün tükendikçe sudan ç›kmal›s›n oysa
bir nefes al›p yeniden dalmak için ayn› oyuna.
‹yi de hayat-öpücü¤’nü sana vermek zorunda de¤il kimse.
Atefl ile su aras›nda yaflayabilen
rüzgâr kanatl› garip bir oyuncu olmak sadece senin meselen.
Böyle diyorsun ya kendini okuttu¤un görebilsin istiyorsun
yar›lan nârlarla aya¤’na serdi¤in fliiri...
Okuyucular oyalan›r oysa fliir sanat›n›n flu’su, bu’suyla
ve o ayr›nt›lar aflk›na bir de öpücük kondururlar sana, arada.
Küçük-öpücükleri biriktiriyorsun
büyük bir öpüflmeye dönüflece¤’ni umarak. (Ama bir fley ç›kmaz
öpüflmekten.)
59
Foto¤raf: Özge Akay
ÇEK‹P G‹DERKEN
O¤uzhan Akay
Önce klasiklerden yok oldular. Sonra s›ra di¤erlerine geldi... Ne zaman örgütlendiler, harekete geçtiler bilinmiyor? Kütüphanemdeki eski
bir kitab› yeniden okumak için elime ald›¤›mda farkettim tuhafl›¤›. En
az kullan›lan kelimelerden bafllayarak tarama yapt›m. Üç yüzüncü kelimeye geldi¤imde yüzde befl fire vard›. On befl kelime, tarihten, hiç var olmam›flças›na, tüm dillerdeki karfl›l›klar›yla birlikte silinmiflti. Kelimeler
kayboluyordu. Birkaç kifliye söyleyecek oldum, yüzüme tuhaf tuhaf bakt›lar. Zaten onlar o kelimeleri hiç duymam›fllard›. “Neden söz ediyordum
yahu?” ‹flte bak›fllar bu dört kelimeye benziyordu ama yoktu. Hem öyle
bile olsa ne önemi vard› flimdi bunun?
Yenileri bulunurdu. K›saltmalar ve duygu simgeleri sözlü¤ü haz›rl›yorum dedi biri. Seslileri at›yorum. “Fazla harfler zaman› yerler” dedi
bir baflkas›. “Kib” dedi daha samimi olan› ve h›zla uzaklaflt›. “Kendime
iyi bakar›m” dedim, aynada. Derinden güldüm. Sesli ve sessiz harfleri
hovardal›kla kulland›m o arada. Yüzde befllik boflluk henüz farkedilme
ya da panik noktas›na getirmiyordu kimseyi. Getirdi¤inde belki nokta da
kalmayacakt› ortada. Acaba bütün bunlar, kelimelerin organizasyonu ol60
mayabilir miydi? Bir kelime yok edicisi, virüs gibi ortaya sal›nm›fl da olabilirdi öyle ya. A¤z›n› aça aça ilerleyen, kelime yiyen, biçim de¤ifltirerek
girdi¤i cümleye dehflet saçan bir yok edici... Dünya edebiyatç›lar birli¤inin acilen toplan›p konuyu çözümlemesi gerekiyordu. Tabii önce birli¤i
kurma kofluluyla. B›rakal›m, yüzde befl ona, yirmiye yükselsin ki, sorun
sorun olarak kabul edilsin diyen de ç›kard› eminim. Dibe varmadan yukar›ya yükselinmez felsefesi...
Bunlar, elindeki karmafl›k cihazla oynayan ve bir yandan denize bakan bir adam›n içinden geçenler. Menüye yüklenmifl binlerce obje, süje
var makinede. ‹stedi¤iniz kadar›n› iflaretleyip yükle simgesine bas›yorsunuz. Ekranda sanal bir foto¤raf beliriyor. Sonra onun üstünde oynuyorsunuz. Kendinizi ya da baflkalar›n›, internetten indirdi¤iniz her fleyi ekliyorsunuz üstüne. Seçene¤iniz sonsuz. Hayal et ve çek slogan›yla sat›lmaya bafllam›flt›, ben de ald›m.
“Buras› bofl mu, oturabilir miyim bay›m”, diyor biri. Kendimi alt yaz›l› bir filmden gelmifl san›yorum. “Onur”, diyorum, “ad›m Onur.” ‹lginç bir fleye benziyor, diyor adam, makineye e¤ilerek. fiimdi çektim diyorum. Bak›yor. fiaflk›n. “Ama” diyor, “bu resim burdan çekilemez ki?
Bir teknenin içerisinde çekilmifl bu. Dört mandal, deniz ve bir yelkenli...
‹nsan da yok resimde üstelik.”. “‹nsan, yelkenlinin içinde, kelimelerse
çekip gidiyor” diyorum...
Bofl bofl bak›yor bana.
61
Ferruh Tunç
YÖN
1.
Bir alay a¤aç
(ama) orman de¤il
kufllar gökyüzünde
sürü de¤il (yaln›z)
kümelenmifl bulutlar
(henüz) ya¤mura dönüflmemifl
gün devrilmifl (de) karanl›k çökmemifl
sular (hâlâ) sele dönüflmemifl
2.
Ormandan arta kalan a¤açl›kta at sürüyorum
alacakaranl›kta, sa¤r›s›na su s›çratarak at›m›n
sürüsünü arayan kufllarsa üstümden geçiyor
3.
Yetiflmeliyim bulut, ya¤mura; sular, sele;
Alaca, karanl›¤a; kufl, sürüye kavuflmadan!
– Nereye?!
VEDA
(ona) hofl geldi
(bizi) terketmiflli¤i (onun)
(bize) hofl geldi
yüz çevirmiflli¤i (bizden)
(o bize) bu defa hayli güzel geldi
vedalafl›r gibiydi tan›flmam›z (eskiden)
tan›fl›r gibi olsun vedalaflmam›z (flimdi)
62
“MIZRAKLI ‹LM‹HAL”
YA DA MIZRAK ÇUVALA SI⁄MAZ
Ali Püsküllüo¤lu
Dil ile düflünce aras›ndaki iliflki, kaç›n›lmaz. Dilin düflünceyi, düflüncenin de dili de¤ifltirdi¤ini biliyoruz. Dil her zaman de¤iflebiliyor,
çünkü insan ve dolay›s›yla toplum de¤ifliyor. Çünkü dil de, düflünce de
insan›n ürünü. Dil de¤iflirken düflünceyi, düflünce de¤iflirken dili etkiliyor. Bunu flu k›sac›k yaflam›m›zda hepimiz alg›lam›fl›zd›r. Bugünkü biz
elli y›l önceki biz olmad›¤›m›z gibi, kulland›¤›m›z dil de elli y›l önceki dil
de¤il.
“Dil de¤iflmemeli, geçmiflimizden kopuyoruz” diyenler, “de¤iflmeyen tek fleyin de¤iflim” oldu¤unu kabul etmeyenlerdir.
Her fley birdenbire de¤iflmiyor elbette, bir evrilme söz konusu. Üstelik, “de¤iflim” deyince bundan her zaman iyiye, güzele, ileriye do¤ru
bir yönelimi düflünmemeliyiz. Ama usa elbette ilk gelen, ileriye do¤ru de¤iflimdir.
Ye¤ledi¤imiz de¤iflim budur.
Geriye do¤ru bir de¤iflimi isteyenler yok mu? fiu y›llarda çok, hem
de pek çok. Onlar›n tutumuna “gericilik” deniyor ama bence onlar›n dili bu tutumu daha iyi anlat›yor: “‹rtica!”
Evet, “irtica”, eskiyi geri getirme eylemidir. Bunu siyasal, toplumsal
alandan dar bir alana, dil konusuna indirgersek Osmanl›ca özlemi olarak
görebiliriz. Örne¤in sözlü¤e, kullan›mdan düflmüfl Arapça, Farsça sözcükleri yeniden almak da böyle bir eylem say›lmal›d›r.
Bir sözlük düflünün ki, daha önceki bask›lar›nda bulunmayan Osmanl›ca sözcükleri almakla yetinmemifl, buna dinsel alanda kullan›lan
sözcükleri de yo¤un bir biçimde eklemiflse, bu eyleme bir baflka tan›m
bulabilir misiniz?
fiimdiki Türk Dil Kurumu’nun sözlü¤ü yaln›zca Türkçe olmayan
dinsel sözleri almakla kalmam›fl, buna Hac› Bayram yöresinde bulunan
kitapç›larda sat›lan ve s›radan bir kitap ad› olan “m›zrakl› ilmihal”i de
eklemifltir (Türkçe Sözlük, 10. bask›, Ankara 2005.)
Bir kitap ad› olan M›zrakl› ‹lmihal madde bafl› yap›lm›fl.
Peki, “m›zrakl› ilmihal” ne? Bu da üzerinde m›zrak resmi bulunan
bir “ilmihal.” Kitap盤›n üzerindeki “m›zrak” bir tür marka imi, onu öteki “ilmihal”lerden ay›ran im. Tan›m›nda “kapa¤›nda m›zrak resmi bulunan ilmihal kitaplar›ndan biri” oldu¤u belirtilmifl.
63
Elbette bu türe giren baflkalar› da var. Örne¤in, bas›ndan ö¤rendi¤imize göre, kimi belediyeler de görevleriymifl gibi, kendilerine göre “aile
ilmihali” düzenleyip halka da¤›tmaktad›r. Mademki baflka “ilmihal kitaplar›” da var, onlar da sözlü¤e al›nmal›yd›, de¤il mi? Çünkü sözlükçülük
yöntemi, sözlü¤e al›nan bir ö¤enin benzerlerinin de al›nmas›n› gerektirir.
Bir sözlü¤e kitap adlar› al›nacaksa bunun sonu bulunur mu? Örne¤in bu sözlükte M›zrakl› ‹lmihal var da Kuyucakl› Yusuf neden yok? (Bu
son soru flaka elbette, TDK’dekiler “ciddi” san›rlar da yan›tlamaya kalkarlar diye aç›klamak zorunday›m.)
Bir de flu var: “M›zrakl› ilmihal” kitap ad›ysa, özel add›r ve her iki
sözcü¤ünün de bafl harfleri büyük olmal›d›r. TDK’nin Yaz›m K›lavuzu,
kitap adlar›nda kural olarak her sözcü¤ün büyük harfle bafllayaca¤›n›
söylüyor. Bu sözcüklerin yaz›l›fl›nda kendi kurallar›na da uymam›fllar.
“‹lmihal” nedir diye sorarsan›z, TDK sözlü¤ünün tan›m› flöyle: “‹slam dininin kurallar›n› ö¤renmek için yaz›lm›fl kitap.”
“Ö¤renmek” için kitap yaz›l›r m›? “‹slam dininin kurallar›n› ö¤renmek için” mi, yoksa “ö¤retmek için” mi kitap yaz›l›r? “Ö¤retmek için”
denmesi gerekmez miydi? And›¤›m›z sözlükte böyle tan›m pürüzleri say›lamayacak denli çok.
TDK sözlü¤ü, her sözlük gibi, “seccade”yi alm›fl. Onu yeterli bulmam›fl “namaz seccadesi”ne yer vermifl.
“Seccade” üzerinde bir tek kiflinin namaz k›ld›¤› küçük bir yayg›d›r.
Ona halk “namaz seccadesi” dese bile, bu bir “galat”t›r. Onu alan sözlü¤ün, en az›ndan, bunun bir yanl›fl kullan›m oldu¤unu belirtmesi gerekir.
Bu sözlükte kimi atasözlerinde bile, sözün özgünlü¤ü bozularak
dinsel göndermeler yap›lm›fl. Örne¤in “sora sora Ba¤dat bulunur” sözü
“sora sora Kâbe bulunur” biçiminde de sunulmufltur.
Yani atasözünün hem özgün biçimi bozulmufl, hem de söz dinsel k›l›¤a büründürülmüfltür.
TDK sözlü¤ünde deyimlerin de özgünlükleri bozulmufltur. Örne¤in
“nohut oda, bakla sofa” deyimi bu sözlükte “bakla oda, nohut sofa” olmufltur. Özgün olana bir yazar›m›zdan tan›k tümce konmufl, ama özgünlü¤ü bozuk olarak “bakla oda, nohut sofa” biçiminde al›nanda tan›k tümce yok. Nedeni aç›k: Hiçbir yazar›m›z bir deyimin bozuk biçimini kullanmaz.
‹ki biçimde ve abecesel s›ra nedeniyle her iki yerde sözlü¤e al›nan
bu deyim, ayn› sözcüklerle tan›mlanm›fl. Sözlükçülükte, böylesi durumlarda tan›m birinde yap›l›r ve kullan›c› tan›m› yap›lana, daha s›k kullan›lana gönderilir. Bu deyimde o da uygulanmam›fl. Kim bilir, belki de onlar› ayr› deyimler sanm›fllar. Bir sözcü¤ün tan›m›nda “tafl›t”a “tafl›t ara64
c›” (TDK Sözlü¤ü, s. 204) diyen bir sözlükte böylesi pürüzlerin olmas›
do¤ald›r.
Genel dil sözlüklerinde yerel dil sözcüklerine (daha do¤rusu, ölçünlü dil sözcüklerinin bölge a¤›zlar›ndaki bozuk biçimlerine) yer verilir mi?
Bu sözlük vermifltir: “Beneffle”, “b›t›rak”, “bö¤rülce” ve daha niceleri...
Buna bir fley diyen ç›km›yor.
Yaln›z buna m›? “Anchorman”, “au pair”, “billboard”, “blender”,
“bodyguard”, “grossmarket” gibi nice ‹ngilizce, Frans›zca, Almanya sözcüklerin böyle kendi özgün yaz›l›fllar›yla Türkçe Sözlük’e al›nmas›na da
kimse bir fley demiyor. Üstelik böyle bir sözlük bir devlet kuruluflunca
haz›rlan›yor ve devlet eliyle yay›l›yor. Do¤ru mu yanl›fl m› diye, bir göz
atan olmuyor.
Ne diyor atasözü: “M›zrak çuvala s›¤maz!”
Ama art›k öyle bir dönemdeyiz ki her fley çuvala s›¤›yor. Çuval delik
deflik olsa da... s›¤d›r›yorlar ya da s›¤d›rd›klar›n› san›yorlar.
Dil de, düflünce de de¤iflir ama Türkçeyi böylesine bozarak de¤ifltirmeye kimsenin hakk› olmad›¤›n› söylemek zorunday›z.
65
AKLIN ÇEK‹RDE⁄‹ - D‹L
Deniz Günal
Bugün konuflmama sevinçli bir haberle bafllayaca¤›m. Orhan Pamuk 2006 Nobel Edebiyat Ödülünü ald›. Bu ayn› zamanda tüm Türk
Edebiyat›na verilmifl bir ödüldür. Eminim dünyada öteki Türk yazarlar›n›n da önünü açacak bir geliflme.
Konum Edebiyat ve Türkçe olarak belirlendi. Ancak konuflmam›n
özünü, sanatla, dil, insan, yaflam iliflkisini irdelemek, yaflamlar›m›za yans›yacak yeni aç›l›mlara olanak verecek saptamalar yapmak oluflturuyor.
Bugünkü konumuzun bafll›¤›nda Türkçe var. Çünkü bizler Türkçe
konufluyoruz. Sizlerle paylaflaca¤›m düflüncelerse Türkçeyle s›n›rl› de¤il.
‹ngilizce de içinde olmak üzere tüm ana diller için geçerli.
Dilin ne oldu¤u ile bafllamak istiyorum.
Dil, öteki insanlarla anlaflabilmemiz için gerekli bir iletiflim arac›,
tek de¤il en önemli iletiflim arac› ama kendimizi anlamam›z için de gerekli, yaflam› anlamland›rabilmemiz için de. Daha do¤rusu “birisi” yani
“kifli” olabilmemiz için önce bir dilimiz olmas› gerekiyor.
Peki yaflam nedir? Ya da insan? Bu ikisini birlikte soruyorum çünkü ikisi de ayn› anlama geliyor. Çünkü ben oldu¤um için yaflam› sorgulayabiliyorum. Ben yoksam o da yok. Yaflam›n ya da insan›n ne oldu¤u üzerinde düflünmeye bafllad›¤›mda akl›ma ilk gelenler flunlar:
• Bir tans›k
• Ola¤anüstü bir tasar›m
• Bir keyif
• Sonsuz olanaklarla olas›l›klar toplam›
• Rastlant›sal bir cad› kazan›
• Cennetle cehennemin çarp›flma alan›, savafl yeri
• Anlams›z nedensiz rastlant›sal bir flans ya da flans›zl›k
• Henüz do¤ru soruyu sormad›¤›m›z için yan›t›n› bulamad›¤›m›z
bir gizem.
Yaflam› ya da insan› tan›mlamaya çal›flmad›m onu nitelendirdim yaln›zca akl›ma öncelikle gelen sözcüklerle, onu
• tan›mlayabilmek için anlamam gerekiyor
• anlayabilmek için keflfetmem
• keflfedebilmek için elimde yöntemlerim araçlar›m olmal›
• akl›m, dilim, arzum olmal›.
66
Dilin ak›lla iliflkisi çok aç›k ama arzunun, ak›lla, insanla, yaflamla
iliflkisi bambaflka bir tart›flma alan›…
Sanat nedir peki? Niçin var? Sanat› burada özellikle ‘yaz›n’ anlam›nda kullan›yorum. Resim, heykel ya da müzik de¤il. Elbette bunlar›n da
dille birer iletiflim arac› olarak iliflkileri, hatta kendilerinin de¤iflik birer
dil olduklar› üzerine konuflmak olas›. Ama dilin yaflamda oldu¤u gibi yarat›m ortam›n›, arac›n› oluflturdu¤u, yarat›m›n kendisiyle özdeflleflti¤i sanat türü yaz›n.
Öyleyse sorumu yeniden soraca¤›m.
Yaz›n nedir? Ne için var?
Sanat›n, insan›n birey ve tür olarak var oluflunda hiçbir yaflamsal ifllevi yok asl›nda. Öyleyken bireyin, birey olarak ve toplumsal bir canl› olarak var oluflunda vazgeçilemeyen bir katk›s› var.
Yaz›n,
• yaflam› tan›mam›z, anlamam›z, anlamland›rmam›z
• kendimize göre, s›k s›k ya da gereksinim duydukça yeniden anlamland›rmam›z
• oyalanmam›z, e¤lenmemiz, unutmam›z
• an›msamam›z
• gevflememiz, kendimizden geçmemiz, kendimizden ç›kmam›z
• ya da kendimize dönebilmemiz için
• ö¤renmek, de¤iflmek
• paylaflmak, de¤mek, dokunmak için yasalar› olmayan, ama temeli, arac›, yöntemleri olan bir baflkald›rma, direnme, sa¤altma dünyas›.
Biz insanlar›n evrene – ya da o anlamda tanr›ya – inat ya da efl yarat›m alan›.
Ya da t›pk› yaflam›n kendisi gibi bir çarp›flma alan›. Yazar›n, kendiyle kendi bafl›na çarp›flt›¤› kutsal bir savafl alan›.
Yaflamla yaz›n›n tam da burada birbirleriyle benzefltikleri bir öz var.
O da sonsuz olas›l›klar› denemedeki sonsuz özgürlükleri. Yaflam gidebilece¤i her yola girer – asfaltta otlar ç›kar›r, zifti betonu yarar… virüsler,
böcekler, sinekler, bakteriler yarat›r... güller, kelebekler, hiçbiri birbirine benzemeyen insanlar… Ak›ll› güzel güçlü flansl› olan kal›r ötekiler elenir.
Sanat›n da sonsuz olas›l›klar› vard›r. Sanatç› araçlar›n› al›r dener.
E¤er yetenekliyse, ak›ll›, duyarl›, özgün, yarat›c›, içtense yarat›s› bir de¤er bulur yoksa yok olur gider…
Yaflamda, arama deneme sürecinde her fleye izin vard›r ama yaln›zca çok ama çok iyi olan kal›r.
Sanatta da öyle… Ya da öyle olmas› gerekir. Dip not düflersek buraya… San›r›m sermayenin tüm dünyayla olan iliflkisi sanat›n da yozlaflm›fl,
67
ifllevini yitirmifl baflka bir boyuta indirgenmesine yol aç›yor. Öyle bir toz
duman var ki gelece¤e ne kalacak bir fleyler kalacak m› belli de¤il… Ama
tarihe bakarsak, geride hep en güzel, en iyi, en özgün yarat›lar›n kald›¤›n› görüp güven ve umut duyabiliyoruz gelece¤e.
Dilin insanla yaflam ve sanatla olan iliflkisini böyle özetleyebiliriz.
Bütün bunlar›n Avustralya’da yaflayan Türklerle iliflkifli nedir peki?
Sizler bugün buraya niye geldiniz örne¤in?
Ya da tüm söylediklerimden bir kesit alacak olursam: Yaflamdan
beklentiniz nedir, insan olmaktan?
Yaflam hepimiz için torbas›nda güzellikler, flanss›zl›klar tafl›yor. Yaflamdan, insan olmaktan beklentilerimize göre o torbadan pay›m›za bir
fleyler düflecek.
Ama e¤er yaflamdan beklentilerimiz aras›nda, yaflam› keflfetmek
yepyeni düflüncelerle, duygularla, tatlarla tan›flmak, bu tatlarla tan›flabilmek için okumak, tart›flmak yoksa, bu dil konusunda biraz gevfleyelim.
Türkçe mi ‹ngilizce mi konufluyoruz, ar› m› konufluyoruz kirli mi, karman çorman m›, anlafl›l›r m›, çok da önemli de¤il… Konufltu¤unuz dil iflinizi görüyorsa, iliflkide oldu¤unuz dünyayla (efl dost bakkal çakkal) anlaflman›z› sa¤l›yorsa gerisini zorlaman›n ne anlam› var?
Öncelikle rahatlamam›z gereken nokta flu: Dillerin insanlara gereksinimi yok. Onlar insanlar için var. Onlar›n gereksinim duydu¤u kadar
var.
Ama e¤er yaflamdan beklentilerimiz aras›nda düflünceden, yeni kavramlarla, duyufllarla tan›flmaktan, yaflam karfl›s›nda hep flafl›r›p kalmaktan keyif, haz duymak, hep de¤iflmek; baflka, yeni, güzel ya da yaln›zca
bambaflka boyutlara aç›lmak varsa… Her birimiz yeni birer Leonardo
olup renklerin dünyas›nda f›rçalarla harikalar yaratamayaca¤›m›za göre,
ya da birer nükleer fizikçi olup atomlar›n dünyas›nda deneyler, gözlemler yap›p de¤erlendirme olana¤›m›z olmayaca¤›na göre... Elimizde öncelikle dil var. Bizi yeni düflüncelere, yeni görüfllere, yeni dünyalara tafl›yacak dil.
Tam burada iflte, ne dili konufluyoruz, nas›l konufluyoruz, dili nas›l
ö¤reniyoruz çok önemli oluyor. Ve yine tam da orada… Türkçenin yaflad›¤› kirlilik neden bizi de tehdit ediyor anlafl›l›r oluyor.
Çünkü k›saca söylemek gerekirse, ana dilimiz bizim ö¤renme yetimizi oluflturuyor.
Ana dilimiz neden bizim ö¤renme yetimizi oluflturuyor? Benim
özellikle vurgulamak istedi¤im nokta flu: ana dilimizi ö¤rendi¤imiz çocukluk sürecinde, kültürümüz, ailemiz, çevremiz edindi¤imiz deneyimler üzerinde belirleyici. Bir kavram› bir sözcükle tan›m›yor onu bütün
duyular›m›z›n de¤iflik katk›lar› ile tan›yor, anl›yor, ö¤reniyor sonra bir
68
sözcükle etiketliyor beynimiz. Böyle ö¤rendi¤imizde beynimizde çok
güçlü ba¤lant›lar kuruluyor. Ve biz yeni bir dili de, ana dilimizin ›fl›¤›nda, onu ne kadar güçlü ö¤rendiysek o kadar güçlü ö¤reniyoruz.
Ne yaz›k ki,
• ana dilinde ö¤renemeyen düflünemeyen bir insan›n, baflka bir
dilde ö¤renme düflünme flans› yok
• ana dilini iyi konuflamayan bir insan›n yeni bir dili iyi konuflma
flans› da yok
Evet ben Türkçenin âfl›¤›y›m, onu Türk oldu¤um için de¤il, t›n›s›n›
yap›s›n› olanaklar›n› sevdi¤im için de çok seviyorum. Ama onu sevdi¤im
için de¤il kirleniflinden duydu¤um üzüntü.
Çünkü Türkçe kirletilerek, yozlaflt›r›larak ana dili Türkçe olan insanlar›n, yani Türkiye halk›n›n aptallaflt›r›lmas›, güvensiz, gurursuz insanlara dönüfltürülmesi hedefleniyor. Böylece yine kullardan, hizmetçilerden, uflaklardan oluflan cahil, belleksiz, geleceksiz bir halk ortaya ç›kacak. Bir sömürge halk› yani.
Çünkü insan
• sözcüklere dökebildi¤i sürece anlamland›rabilir
• anlamland›rabildi¤i sürece anlar sorgulayabilir
• sorgulayabildi¤i sürece de¤ifltirebilir
De¤ifltirebilen insanlar›n dünyas›n›n güzelleflme flans›, olana¤› olur.
Düflünen sorgulayan insanlar› kolay kullanamaz, kölelefltiremezsiniz.
Avustralya da yaflayan Türkler olarak,
• E¤er ana dilimizi b›rak›p ‹ngilizceye yo¤unlafl›yorsak kendimize
yaz›k ediyoruz. Çünkü ana dilimiz her zaman bizim ö¤renme yetimizin
belkemi¤ini oluflturacak.
• ‹ngilizceye bofl verip yaln›zca kendi dilimize yo¤unlafl›yorsak yine kendimize haks›zl›k ediyoruz. Çünkü her dil kendi co¤rafyas›n›n, ikliminin, tarihinin özellikleriyle gelifliyor. Nas›l her kültürün mutfa¤› yeni tatlar sunuyorsa dili de yeni kavramlar, yeni söyleyifllerle yeni keyifler
sunuyor.
Söz konusu Türkçe oldu¤unda büyük tart›flma konular›ndan biri nas›l bir Türkçe konuflman›n do¤ru oldu¤u. Ar› Türkçe mi, yaflayan Türkçe mi, yoksa yeni ad› küreselleflme olan küresel sömürünün ana dili ‹ngilizce ile kirletilmifl bir ‹ngilizce Türkçe mi?
Dillerin baflka dillerle etkileflimi ile zenginleflece¤ine inan›yorum.
Ama bu etkileflimin çok temel bir düzeyde do¤rudan halklar, kültürler,
bireyler aras›nda olmas›, dile bu temel düzeyden yans›mas› gerekti¤ine
de inan›yorum. Bir örnek vermem gerekirse… Diyelim Rum komflunuzdan bilmedi¤iniz, onun mutfa¤›na ait bir yemek ö¤reniyorsunuz. Bu yeme¤i komflunuzun verdi¤i adla mutfa¤›n›za sokabilirsiniz. Do¤al bir bi69
çimde bu yeni sözcü¤ün ses yap›s›n› kendi dilinizin ses yap›s›na uyduracaks›n›z. Belki de o yeme¤in ad›na diliniz hiç dönmeyecek ona kendi dilinizde baflka bir ad vereceksiniz. Her iki koflulda da diliniz dilinizle birlikte kültürünüz de zenginleflecektir.
Ama ne yaz›k ki flu anda Türkiye’de ve dünyan›n baflka pek çok ülkesinde yaflanan bu de¤il. Türkçeye yabanc› sözcükler özendirme, imrendirme, dayatma yoluyla giriyor ve kültürel yozlaflmayla baflat gidiyor.
Peki Türkçemizi nas›l gelifltirebilir, onu nas›l do¤ru ve güzel konuflabiliriz?
• Okuyarak, tart›flarak, dilimizle gurur ondan haz duyarak
• Kültürel Yap›lanma Grubunun etkinliklerine kat›larak.
Peki ama neler okuyaca¤›z? Türkçemizi gelifltirebilece¤imiz temiz,
düzgün, güzel Türkçe yazan kitaplar› nas›l bulaca¤›z?
Kesin bir yöntemi yok ne yaz›k ki, gittikçe de zorlafl›yor, epey bir ev
ödevi yapman›z gerekiyor. Ama Türk yaz›n›n›n devleri, da¤lar› belli, onlarla bafllayabiliriz. Do¤ru bafllad›¤›m›zda gerisi de mutlaka do¤ru gelecektir.
Dilden haz duymaktan söz ettim hep. Ama bir dilden nas›l haz duyabiliriz, o keyif vermek de¤il anlaflmak içindir?
Ama anlaflmak büyük bir haz kayna¤›d›r
Yaratmak da büyük bir haz kayna¤›d›r
Sevmek de – Türkçeyi sevelim çok sevelim öyle çok sevelim ki a¤z›n›zdan ç›karken ezgisini yüre¤imizde de duyal›m.
Melbourne, 15 Ekim 2006
Kültürel Yap›lan Grubu (http://www.cfg.org.au) taraf›ndan Melbourne’da düzenlenen ‘Türkçe’ konulu seminerde sunulan çal›flma.
70
Ali Asker Barut
CLICHY-SOUS-BOIS A⁄IDI
Clichy Sous Bois’da
27 Ekim’de akflam
Resmi elbiseliydi nefret
Kovaland› nefes nefese
Kovaland› üç esmer çocuk
Zyed, Traore, Muhittin adlar›
Say ki üç k›nal› kuzu
Say ki üflümüfl üç hisli
Yaz çiçe¤i yaz›da
Arkalar›nda polis ve jandarma
Arkalar›nda polis ve jandarma
Kova kova indirdiler
Kova kova elektrik trafosuna
Daha 17-15 yafl›nda
Telden tele atlad›
Kofltu direklerde elektrik
Simsiyah, y›ld›zs›z bir gö¤ün alt›nda
Ars›zca güldü uzakta Paris
Clichy Sous Bois’da
27 Ekim’de akflam
Uzand›¤› yerde Zyed
Uzand›¤› yerde Traore
Açm›fllar gibi çok uzak
Çok mesut bir rüyaya gözlerini
Yummufllard› s›ms›k›
Ah Muhittin ah annesinin
Ayazda üflümüfl hisli yaz çiçe¤i
Kalbine kurulmufl karanl›k a¤›n ortas›nda a¤la
Yans›n an›lmas›n ad› bir daha
Bir ud sesi kadar hazin gelen Paris’in
71
Onur Sakarya
HAYATIN SABUNU:
Zaman senin ellerinde büyüdüm
Y›kand›m durdum
Yavafl yavafl eriten asidinde
Silgiyle bile silinebilecek gölgemi
Sen çak›yla yeryüzünden kaz›d›n
Ah, hayat›n sabunu ellerimden kayd›
DÜNYANIN EN UZUN SAÇLI SEVABI
Dünyan›n en uzun saçl› sevab›
Kendine bira söyle
bana atom bombas›
karanl›¤›n hacmi yok
sadece tabutun hacmi var
bir de mücevher kutular›n›n
ve içorganlar›n›n
buralara bir yerlere koymufltum…
neyi? Onu iflte
bitkilerimi, kepeklerimi, dans›m›
A. N. Aksoy’a
d›flar›da güneflin parlad›¤›n› söylüyorlar
otlar›n yeflerdi¤ini
dünyan›n bofllukta salland›¤›n›
iplerimi tekrar ba¤lay›n
yeryüzüne çivileyin ayaklar›m›
beynimdeki uçan balonlar› patlat›n
iflte o zaman size inanabilirim
belki sizi daha çok sevebilirim
dünyan›n en uzun saçl› günah›
kendine tekila söyle
bana kedi yuma¤›
72
Ataman Avdan
KIZAK KÖPE⁄‹
Renkten ve biçimden kaç›yor; onu bilemezsin, duymad›n
öncesiz-sonras›z bir yolculuk, sesin içinde yank›.
hâlâ sürüyor. Bir titreme
hissedilmeyinceye kadar k⤛da vuruyor, rüzgâra, ›fl›na.
Eve döndü¤ümde, o karda aç›lm›fl çukura k›zak
köpekleri gibi sar›nd›¤›mda, çekiyorum ikizimi güçlü kollardan
flehrin caddeleri ve (-) sonsuz merdivenlerinden.
Bir titreme hep ayn› sesle duvarlara vuruyor.
Akl›m›n s›n›rlar›yla huzurluyum, haf›zayla flaflk›n
çok ince su atefle de¤meden söylemeli
o suret mi kendi mi aynadaki mi – bir titreme gibi
çap› bilinmeyen bir dairede oturdum, dinliyorum.
73
Bülent fiamc›
OLACAK
Bunlar da olacak, kaç›n›lmaz
bir h›z›n gövdesinden etti¤i
evler gibi küçüle küçüle, kaybolan
an›lar, iyilikler ki kokular›yla uzakta
kalan, her durakla biraz daha
olacak olmaz›n› kan›rtarak dostluklar›n
akan caddelerde yetiflimsiz merhaba…
Renkleri de soluyor solu¤umuzun, uçuk
kokular›yla ard›ç a¤açlar›
kitaplarda kald›. Aflklar
ten tutmas› kadar k›sa
bir vapur karfl›ya geçer ve biter
çarpmak kal›yor birbirine da¤›ld›kça.
Hangisine bassan bir unutkanl›k
neye hakimiyet, kime kumanda…
ayn›lafl›yor yaln›zl›klar bile
ço¤ald›kça kal›n perdelerin ard›nda
ayn› koltuk, ayn› salon, ayn› oda…
Bir yapra¤›n yeflil koyulu¤u belki
belki masada simit kokusu…
kaç fley kald› ki flunun fluras›nda
durup ince belli barda¤a bakan
kaç dalg›nl›k iyilikle al›flkanl›k aras›.
Gider uçurumda açar, en güzel
çiçekler. Ve insanlar kanatlanmaz
uçurum olmay›nca…
her ak›nt›n›n o dip ak›nt›s›, dönmez
kayalara çarpmazsa dalgalar.
74
Sine Ergun
SONRA
Görüyor gözlerim
Görmüyor de¤il
Ac› sal›yorum etrafa
Bile bile
Biraz daha
Biraz daha
Derken
Geçti
Kendim
Kendimden
Ötemden aflk geçiyor
Ölüm geçiyor
Ne korkum var
Ne de can›m çekiyor
Sak›nmalar kaç›nmalar
Ne atefl yakar
Ne so¤uk ifller tafltan derime
Kay›p ac›tmaz
Birlik güldürmez
Belki bir sigara daha
Sonra –
75
MEKTUP ARKADAfiIM ARJUN RAU
Saba Öymen
Üç yan›nda üç cam kap›s›yla göz al›c› büyük beyaz yap›ya girdim.
Resimlere bakmakt› niyetim, resim sergisine; Hintlileri gördüm. Genç
k›zla genç adam›. Güzelliklerini... Duraklad›m. Yanl›fl kap›... Resim sergisi öbür yanda olmal›. Birkaç ad›m att›m. Gene duraklad›m...
Bu ne güzellik? K›z›n esmer yüzünde k›vr›lm›fl al dudaklar... Sar› flifonlar içinde ince bir beden... Sim ifllemeli dar bluzun alt›nda gö¤üsler
küçük kabarm›fl. Ifl›lt›l› siyah saçlar bluzun yar› örttü¤ü pürüzsüz omuzlarla içli d›fll› olmufl.
Beni farketmediler. ‹yi....
Genç adam k›z›n yan›nda diz çökmüfl, iki elini avucuna alm›fl. Bacaklar›n› darac›k siyah saten pantolon sar›yor. Ç›plak ayaklar›na gidiyor
gözlerim. Uzun ince parmakl›, t›rnaklar› düzgün kesilmifl esmer ayaklar›na. ‹lkelli¤i mi simgeliyor ç›plak ayaklar, do¤ayla birleflmifl erkekli¤i
mi? Bedeninin esmerli¤ini vurgulayan beyaz fl›k tüni¤i ayk›r›ysa da bu ilkellik oyununa, hiç önemli de¤il. Bu k›zla bu genç adam birbirleri için
mi yarat›lm›fllar? Birbirleri için yarat›lmak diye bir fley var m›?
Sanjay anlat›yor:
Sri Lanka’dan Hindistan’a yeni gelmifl. Yeni Delhi’nin en kalabal›k,
en çarfl› caddesinde yürüyor. Karishma’y› görüyor bir dükkândan taflan
fleytan maskelerinin aras›nda. Karishma’n›n babas› maskeler sat›yor.
Gözleriyle gülen on alt› yafl›nda bir k›z Karishma. Akl›n› bafl›ndan al›yor
yirmi alt› yafl›ndaki Sanjay’›n. Maskeler türlü türlü... Nefleli ak bir yüzün
yan›nda, kafllar› kulaklar›na, diflleri çenesine de¤en, gözbebekleri bofl bir
kötü ruh, sen de kimsin der gibi bak›yor Sanjay’a. ‹rkiliyor Sanjay, bir
yandan da biliyor ki, maske bu... Gözü mü var sanki... Göz möz de¤il delik iflte... Parma¤›n› uzat›yor kötü ruhun göz bofllu¤una flöyle bir sokup
çekiyor. Maskeyse de... Hofl de¤il... Elini cebine at›yor.
Sar› flifonlarla sarmafl dolafl olmufl ›fl›lt›l› saçl› genç k›zla yak›fl›kl› erke¤in foto¤raflar› çekiliyor. Belki bir niflan töreni bu. Belki Sydney’li
Hintliler Tiyatro Grubunun gelecek oyunlar›n›n reklam afiflini haz›rl›yorlar. Bilmiyorum. Merak da etsem sormaya niyetim yok. Çok iflleri var
ve de çok güzeller.
76
Sanjay, kötü ruhun görmese de bakan göz boflluklar›n› unutmufl, ne
iflim var on alt› yafl›ndaki k›z›n (o zaman on alt› yafl›nda oldu¤unu bilmiyormufl – ama gene de tahmin edebilirmifl) peflinde dememifl, dalm›fl Karishma’n›n ard›ndan dükkâna. Bir an gözleri kararm›fl gölgelerin yaflam
buldu¤u dükkâna girince. Annesinin dikifl odas› gibiymifl dükkân. Günü
sona erdiriyormufl. Bunu düflününce annesini an›msam›fl. Uzakl›¤›n ad›
denli, uzakl›¤›n anlam› denli uzakm›fl flimdi, gitme o¤lum buran›n nesi
eksik, karn›n m› doymuyor, s›rt›nda ceketin mi yok diyen anas›. ‹lle de
gidece¤im demifl Sanjay, annesinin koyu yüzünde daha bir koyu halkalarla çevrili gözlerini, k›rlar serpili topuz olmufl uzun saçlar›n› görmeyi
can› istememifl. Akl› Avustralya’daym›fl ya, yolunu Hindistan’dan geçirmek flartm›fl.
Y›llar önce... Tozun yere ulaflamad›¤› s›cak, rüzgârl› bir yaz ö¤leden
sonras›nda kitab›ma gömülmüflüm. Annem balkonda çamafl›r as›yor.
Postac› geldi dedi¤i anda yerimden f›rl›yorum. Amerika’dan, ‹ngiltere’den gelen mektuplar yata¤›m›n baflucunda, çekmecede. Aylard›r mektuplafl›yorum Patsy’yle, Lorna’yla. Öyle iyi tan›yorum ki onlar›. fiimdi bir
baflka mektubu, Yeni Delhi’den gelecek bir mektubu bekliyorum. Posta
kutusunun anahtar›n› kap›p, basamaklar› atlayarak iniyorum dört kat
afla¤›ya, kilidi çeviriyorum. Orada.. Bu an, ne güzel bir an. Haylaz o¤luna seslenen Hayriye Han›mteyze’nin sesi havalanan toza topra¤a kar›fl›yor sokakta. Dört yan› mavi k›rm›z› çapraz çizgilerle çevrili bir zarf. Anneannemden, teyzemden gelen mektuplar düz beyaz zarfta olur. Heyecanla al›yorum zarf›. Üzerindeki ‘air mail’ damgas›n› çok seviyorum.
Uzaklarda çok uzaklarda bir baflka yaflam› anlat›yor bu iki yabanc› sözcük. Gönderen yerine kay›yor bak›fllar›m:
Arjun Rao. Vusant Kunj, 400 Yeni Delhi, ‹ndia.
Çarfl› içindeki dükkâna girince garip bir tezat hissediliyordu, diyor
Sanjay.
Renkler ve seslerle doluymufl dükkân. Bir kenarda kocaman beyaz
kafeste bir tuhaf kuflcuk bir tuhaf ötüyormufl. Sanjay, karanl›kla yaln›zl›¤›n kuflun bafl›na vurdu¤unu, sesine vurdu¤unu düflünmüfl. Öbür yanda
y›pranm›fl sar› tahtadan tezgah›n arkas›ndaki teypten alçal›p yükselen incecik bir kad›n sesi geliyormufl Hint flark›lar› söyleyen. Bütün bunlar bir
film çekimi için haz›rlanm›fl da aktörler bekleniyormufl gibi de durgunmufl her fley. Tezgah›n vitrine yak›n kenar›nda bir iskemlede oturup d›flar›y› seyreden yafll› adam da bu sahnenin parças›ym›fl sanki.
Sanjay gözleriyle k›z› arayarak bak›nm›fl ama k›z birdenbire yitmifl
77
gölgelerin aras›nda. Yafll› adam› ayr›msay›nca sayg›yla selam vermifl. Bafl›yla selam›na karfl›l›k gönderen ihtiyar seslenmifl içeriye do¤ru:
Karishma… Nerdesin k›z? Gel de müflteriye bak.
‹flte o anda ö¤renmifl Sanjay k›z›n ad›n›n Karishma oldu¤unu. Sonra bir önemli fley daha ö¤renmifl.
K›z Karishma, b›rak çifte baflparma¤›n› süslemeyi de gel müflteriye
bak.
Karishma gölgelerin aras›ndan süzülüp flekil olmufl, can olmufl.
Çifte baflparma¤›m› süsledi¤im yok baba, demifl somurtuk al dudaklarla. Geldim iflte.
Sanjay k›z›n ellerine bakm›fl çabucak. Sa¤ eldeki çifte baflparma¤›,
kahverengimsi k›rm›z› cilalanm›fl biri daha iri, biri minicik iki t›rna¤›
görmüfl. Annesini, yafll› ve solgun, incecik kollu, incecik bacakl› ama dolgun bedenli k›r topuzlu annesini an›msam›fl gene ve de kasabalar›ndaki
çifte baflparmakl› k›z›. “Büyücü,” dedi¤ini annesinin, “kara büyüler yap›yor o k›z” dedi¤ini. “Kaç kiflinin can› yand› bu k›zdan. Çifte baflparma¤›ndan belli ne oldu¤u,” dedi¤ini.
An›msam›fl ve unutmufl. Öyle güzelmifl Karishma. Ben bu k›z› alaca¤›m, diye geçirmifl akl›ndan Sanjay. Alaca¤›m da, Avustralya’ya bile götürece¤im.
Güzel genç k›zla genç adam›n foto¤raflar›n›n çekimi sürüyor. Bu
kez çevresine yapma çiçekler dolanm›fl bir sütunun yan›ndalar. K›z çiçekleri okfluyor erke¤i k›flk›rt›rcas›na, erkek sütunun öbür yan›nda kollar›n› uzatm›fl. Reklam çekimi olmal› bu diyorum, gene de kim bilebilir...
Belki de gelecekte yaflayacaklar› s›cac›k akflamlarda, sayfalar›n› çevirip
y›llar öncesini an›msayacaklar› kal›n bir foto¤raf albümleri olsun istiyorlar.
Sanjay k›z yan›na gelince bütün kurallar›, kendisinin Sri Lanka’l› k›z›n Hintli oldu¤unu boflvermifl, k›z›n belki de niflanl› olabile¤i (öyle ya,
k›zlar› on dört on befllerine gelince aileleri niflanlay›verirlermifl) düflüncesini itivermifl kafas›ndan. Avustralya yolculu¤unu da ertelemifl. F›s›ldam›fl k›za.
Benimle buluflur musun?
Evet, demifl Karishma. Eh, o y›llarda gençmifl çekiciymifl Sanjay.
Elimdeki zarf› Arjun Rau’nun da tuttu¤unu, Yeni Delhi’deki bir k›rtasiyeciden al›nm›fl bir tükenmez kalemle, gözümün önüne getiremedi¤im bir odada, belki masan›n üzerinde, belki bir yata¤a oturup mektubu
yazd›¤›n›, sonra Vusant Kunj ad›nda bir semtin sokaklar›nda yürüyüp
78
postaya verdi¤ini düflünüyorum. Vusant Kunj… Sokaklar nas›ld›r orada?
Ya evler? A¤açlar büyük müdür, sonbaharda yapraklar›n› döküyor mudur? Tozlu yaz günlerinde dükkân sahipleri önlerindeki kald›r›m› suluyor mudur? Dondurmac›lar geçiyor mudur evlerin önünden, kaymak
dondurma diye ama Hintçe ba¤›ran?
Baflharfleri abart›l› bir biçimde kocaman ve süslü, öbürleri kargac›k
burgac›k, okunmas› güç bir mektup ve siyah beyaz bir foto¤raf ç›kt› ‘air
mail’ damgal› mektuptan. Merdivenleri koflarak t›rman›p eve ç›kt›m.
Odamda keyfini ç›kararak okumak istiyordum.
Babas› ö¤le saatlerinde kap›ya ‘kapal›’ levhas›n› asm›fl, dükkân›n arkas›ndaki odaya duaya gitmifl, Karishma da soka¤a f›rlam›fl, Sanjay’› saatlerdir bekledi¤i köflede bulmufl. ‹flte daha o ilk buluflmada anlam›fl Sanjay, Karishma’yla birbirleri için yarat›ld›klar›n›.
‹yi ama, diyorum. Sana çok üzüntü verdi ve flimdi birbirinizden ayr›s›n›z.
Önemli de¤il, diye cevap veriyor Sanjay. Biz birbirimiz için yarat›lm›flt›k ve bunlar›n yaflanmas› gerekiyordu.
Tam sekiz ay kalm›fl Sanjay Yeni Delhi’de. Karishma’y› babas›ndan
istemifl. Olmayacak fley olmufl, evlenmifller. Nerde görülmüfl bir Hintli k›z›n böyle kimsesiz gibi, böyle yoksul gibi, çaresiz gibi evlenivermesi durup dururken? Aileler tan›flmadan, gelinmeden gidilmeden, anneler birbirini önce süzüp sonra canci¤er olmadan, birlikte mutluluk dualar› okumadan... Olmufl iflte. Çeyizler gözlere sunulup övgüler alçakgönüllüce kabul edilmeden, y›llarca an›msanacak dü¤ünler yap›lmadan, babas›n› da,
annesini de dinlemeden evlenmifl Karishma Sanjay’la.
Sanjay’›n o¤ul özlemiyle yanan annesi, bu k›z sana büyü yapm›fl olmal›, demifl telefonda, bana getirip göstermezsen k›z› annen sayma beni.
Sanjay’›n içinden Karishma’n›n çifte baflparma¤›ndan sözetmek gelmemifl. Belki de gerçekten kara büyü yapm›fl Karishma, yoksa nerde görülmüfl Hintli ana baban›n böyle sus pus olup oturmalar›... Dü¤ünden sonra k›z› al›p anas›n› görmeye gitti¤inde Sanjay, iflte o zaman, yafll› kad›n›n
hâlâ parlak, hâlâ keskin gözleri Karishma’n›n çifte baflparma¤›na tak›lm›fl. Ah, demifl, ah, ben biliyordum bu k›z›n sana büyü yapt›¤›n›. Anne,
demifl Sanjay, kimi insan›n boyu uzun olur, kiminin k›sa, kiminin kula¤› kocaman, kiminin burnu, Karishma’ya da çifte baflparmak vermifl Tanr›. Demiflse de dinletememifl.
Odama girince siyah beyaz foto¤raf› inceliyorum. Arjun Rao ve üç
k›zkardefli. Nefleli, esmer dört genç insan yar›s› görünen bir evin önünde. Evin bütününü görmek, nerde nas›l yafl›yorlar bilmek için içim gidi79
yor. Her köflesini araflt›r›yorum resmin. K›yafetlerine bak›yorum. Geleneksel Hintli elbiseleri giymiyorlar ama öyle farkl› ki üzerlerindeki. Resimdeki k›zlar›n benimle hem ayn› hem de çok farkl› k›yafetlerini yad›rg›yorum. Arjun Rau nas›l bir okula gidiyor? Okullar›n›n kantininde neler sat›l›yor? Okul ç›k›fl› eve yürüyor mu? Haftasonlar› neler yap›yor? K›z
arkadafl› var m›? O ve k›zkardeflleri yaflamdan neler umuyorlar?
Asla karfl›laflmayaca¤›m bu insanlar› hayal edebilmek, onlara bir yaflam yaratabilmek, düfllerimde, yaflad›klar› bu çok uzak yerlere gidebilmek için öyle dikkatli bak›yorum ki resme, gözlerimin a¤r›d›¤›n› hissediyorum.
Dü¤ünden sonra Sydney’e gelmifl Sanjay. ‹fl aram›fl, dolaflm›fl durmufl tan›mad›k bilmedik caddelerde, ne de az insan yaflar bu ülkede demifl bak›p bak›p tenhaya. Her sapt›¤› sokakta Karishma’y› aram›fl. Her
sapt›¤› soka¤›, do¤du¤u ülkenin o dolu dizgin akan sokaklar›yla karfl›laflt›rm›fl. Al›flm›fl yavafl yavafl kokusuz tats›z sessizli¤e. ‹fl bulur bulmaz biletini göndermifl Karishma’ya. Mutlu olmufllar.
Çocuklar›m› benden uzaklaflt›rd›, diyor Sanjay. K›z›m yüzümü görmek istemiyor. Bir tanem k›z›m.
Ans›z›n bir fley olmufl Karishma’ya. Gözlerindeki sevgi yok olmufl.
Seni istemiyorum art›k, demifl bir gün Sanjay’a.
Sanjay’›n gözleri Karishma’n›n çifte baflparma¤›na tak›lm›fl. Bir süredir sanki daha bir süslüymüfl çifte t›rna¤›. ‹ri t›rnakta k›rm›z› cilan›n
üzerinde mor bir çiçek, minik t›rnakta beyaz cilan›n üzerinde k›rm›z› minik bir yürek varm›fl. ‹flte o zaman anlam›fl Sanjay, Karishma’n›n yüre¤i
art›k kendisinin de¤il bir baflkas›n›nm›fl.
Foto¤raflar›n çekimi bitti. Yan taraftaki salondan bir grup fl›k Hintli kad›n ve erkek ç›k›yor, ellerinde içkiler. Güzel genç k›zla erke¤e do¤ru yürüyorlar. K›zla o¤lan onlara ve birbirlerine bak›p gülümsüyorlar.
Ve hâlâ birbiriniz için yarat›ld›¤›n›z› düflünüyorsun, diyorum Sanjay’a.
Evet, diyor, elbette birbirimiz için yarat›ld›k. Bütün bunlar›n yaflanmas› için.
Nas›l böyle düflündü¤ünü anlayam›yorum, diyorum. Çocuklar›n› ald› senden.
O¤lum gerçekleri görmeye bafllad›, diyor. Birlikte bisiklete biniyoruz haftasonlar›. Okullar tatil oldu¤unda Sri Lanka’ya götürece¤im onu
annemi görmeye.
K›z›n?
80
K›z›m› da götürece¤im bir gün. Onun da zaman› gelecek.
Soruyorum. Kar›na k›zg›n de¤il misin?
Hay›r, diyor. Mutlu olduk birlikte.
Sar› flifon ete¤ini tutarak ince ince yürüyor genç k›z Hintli gruba
do¤ru, genç adam ç›plak ayaklar›yla peflinde. Bir baflka k›z, üzeri Hint ifli
desenlerle süslü iki cam barda¤a içki koyuyor ve genç k›zla genç adama
uzat›yor.
Resim sergisini an›ms›yorum, biraz ilerdeki flu salonda olmal›.
Bir yaz boyu süren mektuplar›n kahraman› Yeni Delhi’li Arjun Rao.
fiimdi neredesin acaba?
81
NOBEL ÖDÜLÜ ÜSTÜNE KONUfiMA
Adalet A¤ao¤lu
Gündüzleri televizyon bafl›na hemen hiç geçmedi¤im halde, oturmufl Frans›z parlamentosunda Ermeni soyk›r›m›n› reddetmenin suç say›lmas› yasas›n›n kabulü haberini izlemekteyim. ‹çimden, “buyrun bakal›m flu Voltaire’lerin, Lamartine’lerin, ama as›l ‘Bat› uygarl›¤›n›n açmazl›¤›na e¤ilmifl Montesquieu’lerin, topluca demokrasinin befli¤i Fransa’s›na!” diye geçmekte. 1953’te 22 yafllar›mda Paris’e ilk ayak bast›¤›m zaman, kendimi bir yandan ‘özgürleflmifl’ san›rken, bir yandan da ‘ötekilik’
duygusunun yakama yap›flmas›yla içine yuvarland›¤›m büyük korkuyu,
korkmaktan kaç›fl›m›n telafl›n› sanki yeniden yaflamaktay›m... Oralarda
kendime ‘müslüman’ demekten utan›fl›m, ‘uygar Bat›’n›n ‘müslüman/Türk’ü küçümsemesine raz›ym›fl›m gibi oluflum... Kendimi tan›d›¤›m günlerden buyana yakama yap›fl›p duran kriz anlar›ndan biri, belki
de en fliddetlisi... Tutunacak dal aray›fl›m... Derken telefon! Bas›ndan
aran›yorum. “Adalet han›m, nas›ls›n›z, flu anda ne yap›yorsunuz?” “‹flte
can›m, haberleri izliyordum. Ne olacak?” Me¤er bu y›l›n Nobel Edebiyat
Ödülü Orhan Pamuk’a verilmifl! Soruluyor: “Düflünceniz?” “Fransa meclisinin karar›yla bu karar›n ayn› zamana rastlamas› tuhaf ve önemli bir
fley. Bu tarihi bir an do¤rusu...” “fiimdi flu anda bunu benden ö¤renince,
bir edebiyatç› olarak, ne hissetmektesiniz?” “Roman yaz›yor gibiyim. Orhan Pamuk’un roman›m›z›n de¤iflimine büyük katk›lar› olmufltur; roman›m›z›n k›l›¤›n› k›yafetini de¤ifltirme aray›fllar›na, (can›m yani iflte aray›fllar›MA) sa¤lam halkalar eklemifltir. Hakk›d›r. Kendisini içtenlikle kutlar›m.”
‹ster inan›ls›n, ister inan›lmas›n, böyle bir de¤er kabulü bana yap›lm›fl gibi hissetmekteyim kendimi. Son on y›ld›r yurtiçinde, özellikle de
yurtd›fl›nda ça¤r›l› oldu¤um konferanslarda ›srarla ve inatla anlatmaya
çal›flt›¤›m bir fley var: Türkiye ‘Cumhuriyet’ Edebiyat›n›n fliir, özellikle
de düzyaz›da roman birikimi önemlidir bu bir. Önemlidir çünkü, (dünya
dememek için Bat› diyece¤im) Bat›’n›n Osmanl›’dan kalma imparatorluk, yay›lmac›l›k ba¤lar› gere¤i hem korku-hem hayranl›k kar›fl›m› ‘esrarengiz’li¤ine flarkiyatç› (önyarg›l›) bak›fl›, ‘Bat›c›’ laik devlete geçifl giriflimleriyle ortaya ç›kmakta olan toplumu, o toplum insanlar›n› anlamas›na yetmemekte. Zaten Bat›’n›n sanayi devrimi, insan› anlamaya ait ilgiyi
‘makinay›’ anlamaya, dinamiti, ateflli silahlar› kullanmaya odakland›rd›kça böyle bir ihtiyaç da duyulmamakta.
83
(Türkiye Cumhuriyeti’nin iki kültür aras›nda s›k›fl›p kalm›fl, darald›kça daralm›fl toplumunun dünyada bir efli daha yok. Dominyonluktan
gelme toplumlar›n ‘kendinden baflkas› olmaya zaten al›flkanl›¤›’ bize yabanc›. Toplum, hemen hemen ‘ans›z›n’ gelen dönüflümü yaflamaya talim
ederken hem çok kültürlü, hem hiç. Hem her yerli, hem hiçbir yerli.
Hem Cumhuriyet sahibi, hem yarg›s›na kadar ba¤›ml›. Hem ‘hür’, hem
tutsak. Bir yazar olarak kendi ad›ma ben, kendi dilimin yurttafl› iken ‘yabanc›’ terazisiyle ölçülüp biçildikçe, günün birinde: “Ben ne zaman kendim olaca¤›m!” isyan› göstermek zorunda kalm›fl›md›r.) Biz kendimize
bu kadar yabanc›yken, nas›l olacak da zaten kendisi de gitgide ufkunu
kaybetmeye bafllam›fl elin adamlar›yla elele kolkola gelece¤iz?
Türkiye Cumhuriyeti toplumunun insan›n› derinli¤ine tan›tabilmek, anlatabilmek için ille edebiyat›n›n, ille de roman›n›n bilinmesi gerekmekte. Çünkü ‘insan’› insan yapan de¤erler, roman yazar›n›n kendisini anlamaya çal›fl›rken, ‘onu o yapan’ toplumlar›n, d›fl koflullar›n arkeolojik kaz›s›yla sahiden ayd›nlanabilmekte. Toplum gerçekleriyle, d›fl koflullarla hesaplaflmadan ‘insani’ de¤erler, giderek Kifli’nin Kifli olma yollar› bilinemez. Bunlar bilinmeden onun yar›n› da bilinemez.
Avrupa Birli¤i’ne girmemiz iyi olacakt›r, derken toplumumuz, insan›m›z, öteki üyelerce bilinip anlafl›lmad›kça, bu kap›dan girifl çabalar› bofluna olacakt›r.
“Edebiyat›m›z da edebiyat›m›z, roman›m›z da roman›m›z” deyip
durmaktay›m, fakat baflkalar›na ulaflmak için ortaya ç›kan çeviriye muhtaç ‘dil engeli’ karfl›m›za koca bir duvar gibi ç›kmakta. Sa¤olsun Orhan
Pamuk, varolsun. Bu duvarlar› ad›m ad›m aflt›. ‘Çaresizlik’ duygusuna yenilmedi; de¤erli Osman Ulagay’›n köfle yaz›s›nda isabetle de¤indi¤i gibi
(gerekli) oyunu kural›na göre oynad›. Yazar›m›z›n de¤erli romanlar› da
böyle bir zekân›n ürünü de¤il mi zaten?
Öfke, h›rs, sab›r kadar düflünce kanallar›n›n da içini dolduran karnavalesk zekâ. Her fley gerekti¤i gibi olmufltur vee çok güzel olmufltur.
‹sveç Akademisi’nde Nobel Ödül sahibi s›fat›yla yapt›¤› konuflma,
hattâ kiflisellikle yüklü anlam›yla çok güzeldi. Baz› gazeteci yazar›m›z›n
oradan bildirdiklerine göre bu konuflmadan gerçekten etkilenmifller, gururlan›p duygulanm›fllar. Naklen yay›n› izlerken bu bir saatlik söylem bana da dokundu; bitmemesini dilerken bo¤az›m t›kan›r gibi oldu, gözlerim suland›. Türkçe okudu¤u bu konuflma, yazarl›¤›, özellikle roman yazarl›¤›n› hayat›n›n merkezine oturtmufl yazar›m›z›n içinde sa¤lad›¤› olgunlu¤un, kibarca dokundurmalar›n›n, eserleriyle örtüflen muzipçe ciddi kiflili¤inin bence yads›namayacak bir belgesi...
Kitaplar›mdan birinde, bir psikiyatr yazar›m›z›n ‘yarat›c›l›k’ ba¤lam›nda oldukça s›k de¤indi¤i gibi: Hayat›n dilinden hoflnut olsayd›k yaza84
rak yeni bir dil kurmaya kalk›flmazd›k, diye yazd›¤›m için, yazarl›k dilini
dünya âleme duyurmufl bulunan Orhan’a büsbütün çok fley borçluyum.
Nobel ödülü aç›klan›r aç›klanmaz ayd›n yazar›m›z Çetin Altan’›n de¤inisini burda anmadan geçemem: “Dünyan›n en en en yüksek dire¤inin
ucuna kocaman bir Türk bayra¤› assan da, memleketi dünyan›n gözüne
Orhan Pamuk’un sa¤lad›¤› kadar sokamazs›n.” Öyle. ‹flte ortada: Tam
böyle. Pamuk, Türkiye Cumhuriyeti yazarlar›n›n dem çekti¤i ne varsa
bunu ve yazarl›k eyleminin anlam›n› – siyasete ‘sözde’ hiç bulaflmaks›z›n
– Babam›n Bavulu diyerekten dünya âleme duyurmufltur. Bat›’n›n üstten bak›fl›na, A.B.’nin kendi içindeki sallant›s›na karfl›: ‘Ben benim, biz
biziz. Kaybetti¤imiz dünya merkezi, içinde yaflad›¤›m›z zaman ve mekânlarda, fluram›zdaki ‘insan’da bulunmaktad›r,” ünlemi buna dahil. Yap›l›p
çat›lm›fl bir kendine ba¤l›l›k, iflte bu ‘kendini’ aflk›nl›k... Önden verili
zihniyetin keyifle y›k›l›fl›... Milletçe sevinip gurur duyulmas› gereken as›l
fley bu iflte.
Bir futbol tak›m›m›z›n ‘yabanc›’, ‘ecnebi’, ‘öteki’ bir futbol tak›m›n›
yenmesi, çarfl›da pazarda, her yerde havai fifleklerle, oynay›p z›plamalarla kutlanmakta. ‘Bir Türk K›z›’n›n ‘dünya güzellik kraliçeli¤ine’ lay›k görülmesi, toplumun büyük bölümünün övünç kayna¤›. Yazar›n sab›rla,
emekle ve asla ve kat’a gelsin para, gelsin flan-flöhret demeden yaratt›¤›
ayd›nl›k, ‹sveç’in Stockholm atmosferinde par›ldamakta. Nobel edebiyat
ödülüne vesile olmufl verimlerin üretildi¤i memlekette ise baz› kitapç›
vitrinlerinin ‘çok satanlar’ tezgâhlar›n› flenlendirmifl bulunmakta. Fakat
benim genç roman yazar› ‘meslektafl›m’ benim gibi yafll› bir yazar›n dedi¤i gibi: ‘i¤neyle kuyu kazman›n’ yazar olmak demeye geldi¤ini biliyor nas›l olsa. Bizde baflar›n›n küfre, sald›r›ya u¤rat›lmas›n› da yaflayarak ö¤rendi nas›l olsa.
Onu salt sevgiyle, gururla de¤il, flefkatle de kutlamak istiyorum.
Evet, flefkatle. Çünkü ödüller, öne ç›kmalar çok pahal›d›r. Ödedikçe ödenir. Nobel gibi a¤›r bir fley benim üstüme konmad›¤› için ayr›ca sevinçliyim. Yazarl›k baflar›s›n›n hem içerde, hem d›flardaki borcunu bir arada
ödemek Orhan Pamuk’a düfltü. Ne iyi bir fley bu! ‹yinin iyisi.
85
SERTEL GAZETEC‹L‹K VAKFI ÖDÜLÜ
SERVER TAN‹LL‹’YE...
Sol muhalefeti sürdüren Tan gazetesinin sa¤c› gençlerce bas›l›p yerle bir edildi¤i 4 Aral›k 1945, tarihimize bir “utanç günü” olarak geçmifltir: Gazetenin yay›nc›lar› Sabiha ve Zekeriya Sertel, bu olaydan bir süre
sonra yurdu terk etmek zorunda kal›rlar.
Bu ac›lar›n üstüne kurulmufl Sertel Gazetecilik Vakf›, her y›l bir ayd›n›, “kamuoyunu ayd›nlatmak ve bilinçlendirmek yönünde yapt›¤› hizmet” nedeniyle ödüllendirmektedir.
Afla¤›da, Sertel Gazetecilik Vakf› Baflkan› Y›ld›z Sertel’in Server Tanilli’ye ödül karar›n› bildiren mektubu ile, Server Tanilli’nin ödül töreninde yapt›¤› konuflmay› bulacaks›n›z.
Say›n Prof. Dr. Server Tanilli,
Vakf›m›z Yönetim Kurulu’nun, 2006 y›l› Sertel Ödülü’nü size lây›k
gördü¤ünü bildirmekten gurur duyuyoruz. Y›llardan beri, kitaplar›n›z,
yaz›lar›n›z ve konferanslar›n›zla Türk kamuoyunu ayd›nlatmak ve bilinçlendirmek yönünde yapt›¤›n›z hizmet büyüktür. Sizi, vakf›m›z›n da benimsedi¤i, Atatürk ilkelerinin bir güçlü savunucusu olarak kutluyoruz.
Kitaplar›n›zda ayd›nlanma, laik e¤itim, kad›n haklar› gibi konulara aç›kl›k getirmeniz çok önemlidir. Türkiye’yi tehdit eden tehlikelere karfl› verdi¤iniz verimli savafl› takdir ediyoruz.
4 Aral›k 2006 tarihinde, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Türkoca¤› cad. No. 1 adresli lokalinde saat 17.30’da yap›lacak olan ödül töreninin program›n› iliflikte gönderiyoruz.
En derin sayg›lar›m›zla.
*
Sevgili dinleyiciler, Bayanlar ve Baylar
2006 y›l› Sertel Ödülü’ne lây›k görülmekten gurur duyuyorum. Ça¤dafl Türkiye’nin büyük ayd›nlar› aras›nda say›lan Sabiha ve Zekeriya Sertel’in mücadelelerine her zaman hayranl›k ve sayg› duydum. Özellikle Sabiha Sertel’e iki borcumu da söylemeliyim: Genç y›llar›mda okudu¤um,
onun ‹leri ve Geri Kavgas›nda Tevfik Fikret adl› eseri, Fikret’e nas›l bakman›n yan› s›ra, edebi gerçekli¤e yaklaflman›n özelli¤ini de ö¤retmifltir
86
bana. ‹kinci olarak, onun ünlü çevirisi, Auguste Bebel’in Kad›n ve Sosyalizm’ini – yine gençken – okudu¤umda, “kad›n sorunu”nu fark ettim
ve çözümünü de ö¤rendim. fiimdi yay›mlad›¤›m kitap, Ne Olursa Olsun
Savafl›yorlar, Sabiha Sertel’e bir borcu ödemede arac›l›k da ediyor
Sevgili dinleyiciler,
Sertel’ler, Cumhuriyet’e, 1923 Devrimi’nin laik ve demokratik ilkelerine – samimi olarak – inanm›fl yurtsever ayd›nlard›. (Konuflmam›n sonunda onlar›n ne kratta ayd›nlar oldu¤unu belirten bir yaz› dinleyeceksiniz. Zekeriya Sertel’in an›lar›nda geçen bir parçada, Sertel, Atatürk’ün
‹stanbul’daki cenaze törenine bak›p duyduklar›n› ve düflüncelerini dile
getirmektedir) Ne var ki, mücadelelerini “sol cenah”ta veriyorlard›.
Cumhuriyet’e ba¤l›l›k ödevse, sol olmalar› da haklar›yd›. Türkiye’nin, 2.
Dünya Savafl›’n›n ard›ndan çok partili demokrasiye geçmekte oldu¤u bir
s›rada iktidar, “solsuz demokrasi olmaz” ilkesini bilmeliydi.
Ancak daha baflta feci bir fley oldu ve hiç unutulmad›: 4 Aral›k
1945’te Zekeriya Sertel’in baflyazar› oldu¤u Tan gazetesinin bas›ld›¤›
matbaa, sa¤c› güçlerce yerle bir edildi.
Ve gazete susturuldu.
Bu olay, devletin polisinin gözü önünde oldu.
Niçin oldu?
Öteden beri yorumum flöyledir: Sovyetler Birli¤i’nin varl›¤›n›n ötesinde, Türkiye’de o s›rada iktidara egemen anlay›fl, çok olaya oldu¤u gibi bu olaya da damgas›n› bast›; yani demokrasi olacaksa egemen s›n›f›n
kanatlar› alt›nda olmal›yd›. Her fley buna göre ayarland›: Kurulan sol partiler kapat›ld› ve Demokrat Parti’nin iktidar›na yollar aç›ld›...
Sertel’ler ne oldu?
Tan Olay›’n›n ard›ndan ko¤uflturmalar, hapislerle u¤raflt›lar. Yetmedi, can derdine düfltüler; çareyi yurt d›fl›na ç›kmakta buldular ve yadellere savruldular ve oralarda öldüler; mezarlar› bile yurt d›fl›ndad›r.
Bu hengâmeden kalan bir de flu gerçektir: Yurtlar›na, onun kültürüne ve politikas›na onca katk›ya karfl›n, Sertellere, toplumca ödenmesi gereken bir borç kalm›flt›r geriye.
Ne yapmal›y›z?
Örne¤in say›s› elliyi aflm›fl üniversitelerimizde y›¤›nla enstitülerden
birine, Serteller’in ad›n› vermek anlaml› olur. ‹çimizdeki s›z›y› da bir ölçüde dindirebilir. Ne var ki Sertel’lere borçlar›m›z› ödemekte as›l yapaca¤›m›z, ülkemizi içine düflürüldü¤ü durumdan kurtarmak ve bir an önce kurtarmakt›r.
Gerçekten yurdumuz d›flar›dan ve içeriden kuflat›lm›flt›r.
Nas›l bozmal› bu oyunu? Sorun budur.
87
Zekeriya Sertel ile Sabiha Sertel’in an›lar›n›n önünde derin sayg›larla e¤iliyorum.
Sizlere de teflekür ediyorum.
*
Afla¤›da Zekeriya Sertel’in an›lar›ndan bir bölüm sunuyorum:
“Eflimle ben cenaze alay›n› daha iyi görebilmek için ‘Yeni Cami’ minarelerinden birinin birinci flerefesine ç›km›flt›k. Karaköy’e kadar her
yer insanla doluydu. Hava güzel ve güneflliydi.
Nihayet Köprü’nün Karaköy ucundan cenaze alay› göründü. En önde elinde siyah flapkas›yla bafl› aç›k yürüyen Celâl Bayar, arkas›ndan top
arabas›nda Atatürk’ün tabutu. Arkas›ndan tekbir sesleri, matem havas›
çalan askeri muzika. Ve sonra gençler, ö¤renciler ve bir karabulut halinde halk y›¤›nlar›... Afla¤›dan ilahi sesleri ve h›çk›r›klar yükseliyordu. Bütün millet a¤l›yordu.
Bu güzel, fakat hazin manzaray› seyrederken Atatürk’ün son 15 y›ll›k hayat› bir sinema filmi gibi gözlerimin önünden geçti. O vakit, vicdan›mla bir hesaplaflma yapmak gere¤ini duydum. Sa¤l›¤›nda biz bu adama
karfl› hürriyet ve demokrasi savafl› yapm›flt›k. Onu demokrasi ve hürriyet
getirmedi¤i için âdeta suçlu say›yorduk. Onun hareketlerini diktatörce
buluyorduk. Çünkü o vakit orman›n içindeydik. A¤açlar› görüyorduk,
ama orman› bütün büyüklü¤üyle göremiyorduk. fiimdi, geçenleri daha
ayd›n görebiliyordum. Atatürk memleketin sosyal, siyasal ve ekonomik
hayat›nda büyük devrimler yapm›flt›. Halifeli¤i ve padiflahl›¤› y›km›fl, yerine bir cumhuriyet rejimi getirmiflti. Halk›n sosyal hayat›nda ve geleneklerinde birçok esasl› de¤ifliklikler yapm›flt›. Birbiri ard›ndan gerçeklefltirdi¤i devrimler o zaman birçok hoflnutsuzluklar yaratm›flt›. Halife ve padiflahtan yana olanlar ona cephe alm›fllard›. ‹ttihatç›lar ona karfl› suikast
tertiplemifllerdi. fiapka ve yaz› devrimleri, tekkelerin ortadan kald›r›lmas›, birçok kötü geleneklerin y›k›lmas› baz› kimseleri tedirgin etmiflti. Emperyalistler de memleket içinde isyanlar ç›karm›fllard›. ‹stanbul’da bütün
halifeci, padiflahc› ve gerici bas›n, Atatürk’e karfl› yayl›m atefli açm›flt›.
Bütün bu koflullar içinde hürriyet ve demokrasi geliflebilir miydi?
Tersine, devrim düflmanlar›na karfl› az çok sert davranmak gerekir.
Atatürk de iç ve d›fl düflmanlara karfl› ihtiyatl› ve tedbirli bulunmak ihtiyac›ndayd›. Böyle olmakla beraber Hitler ve Mussolini biçiminde bir diktatörlü¤e gitmedi. Kifli yönetiminden çok meclis egemenli¤ine, yani halk
egemenli¤ine önem verdi. Bütün koflullar onun do¤ulu bir diktatör olmas›na elveriflliydi. Fakat, asker olmas›na ra¤men “Benevolent diktators88
hip” diye adland›rd›klar› biçimde yumuflak, sevimli ve ak›ll› bir otorite
kurdu. Bu otorite diktatörlükte oldu¤u gibi korkuya de¤il, sevgiye dayan›yordu. Ona bu kuvveti veren fley halk›n kendisine sevgiyle ba¤l› olmas›yd›.
Onun için, bizim istedi¤imiz kadar de¤ilse de, yine de günün koflullar›n›n elverdi¤i ölçüde hür bir rejim kurdu. Biz elefltirilerimizi özgürce
yapabildik. Nâz›m Hikmet en devrimci fliirlerini onun döneminde yazd›.
Nâz›m’›n en son ve en uzun mahkûmiyeti de Atatürk’ün hastal›k y›llar›na rastlar.
Zaten büyük adamlar ancak ölümlerinden sonra anlafl›l›r. Atatürk
de bütün ölçüleriyle flimdi anlafl›lmaya bafllam›flt›r. Bugün memlekette
ilerici kuvvetler Atatürk ilkelerine dayanarak savaflabiliyorlar.
Onun için Atatürk dün de büyüktü, bugün de büyüktür, yar›n da büyük kalacakt›r. Biz, u¤runda savaflt›¤›m›z özgürlük ve demokrasiye ancak onun açt›¤› yoldan ulaflabiliriz.
Özgürlük ve demokrasi savafl›na as›l onun ölümünden sonra h›z verece¤iz.”
89
FELSEF‹ ‹ZLEN‹MLER
Demir Özlü
Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi profesörlerinden Taner Timur’un
geçti¤imiz sonbaharda yay›nlanm›fl olan Felsefi ‹zlenimler adl› elefltirel
yap›t›, tart›flt›¤› konularla düflünce yaflam›m›z aç›s›ndan önemli bir kitapt›. Önemli oldu¤u ölçüde de “entelektüel dünyam›z”da ele al›nmad›; tart›flmalara yol açmad›. Bu da, bence, “entelektüel dünyam›z”›n ne denli
birbirinde kopuk, dikkatsiz ve çal›flmaktan uzak oldu¤unun göstergelerinden biri.
Taner Timur daha önceki y›llarda Osmanl› toplumsal düzeni, Türkiye siyasi tarihi, Osmanl›-Türk roman›nda tarih, toplum, kimlik konular›nda genifl çal›flmalar›n› yay›nlam›flt›.
Felsefi ‹zlenimler, ad›n›n alçakgönüllülü¤ü ötesinde, 1950 sonras›
Frans›z filozoflar›n› dinamik bir içten bak›flla ele alm›fl olmas›yla, bu filozoflar›n düflünsel serüvenleri üzerinde çok iyi bir Frans›zca bilgisiyle
Türkçe – gerçekten çeviri kokusu olmayan bir Türkçe – düflünmesiyle,
elefltirel düflünmeyi hiç elden b›rakmamas›yla seçkinleflen bir çal›flma.
Bizde bat› felsefeleri üzerine yap›lan çal›flmalar›n pek ço¤unun, Türkçe’den çok çeviri-dili nitelikleri tafl›d›¤›, gene pek ço¤unun Türk dilinde
anlafl›lmaz oldu¤u düflünülürse yap›t›n de¤eri daha iyi anlafl›l›r. Ayn› bofllu¤u gene bat›l› filozoflardan yap›lan iyi çevirilerin tart›flmalara yol açmamas› üzerine de öne sürebiliriz. (Örne¤in Mehmet Ali K›l›çbay’›n Foucault’nun bütün temel yap›tlar›n› çevirmifl olmas› karfl›s›ndaki sessizlikle
de ölçebiliriz.)
Düflünce yaflam›m›z ölgündür, sessizliklerle doludur.
Marksizm elefltirel düflüncedir, diyenler hakl›d›rlar. Taner Timur’un
da Sartre, Althusser, Foucault ve Derida’n›n felsefi serüvenlerinin aflamalar› ile sonuçlar›n› sergiledi¤i ve elefltirdi¤i yap›t›nda, arka planda baflvurdu¤u ölçek flemalaflt›r›lmam›fl bu elefltirel düflüncedir. Kitab›n olumlu niteliklerinden biri de filozoflar›n bireysel e¤ilimleri yan›nda, düflüncelerinin oluflturdu¤u toplumsal ve uluslararas› siyasi ortam› hep gözönünde
tutmas›d›r. Öte yandan, kitap felsefede filozofun kiflilik yap›s›na ba¤l› olan› da ortaya ç›kar›yor, daha do¤rusu gözden uzak tutmuyor.
Bat› propagandas›n›n hep unutturmaya çal›flt›¤› birfleyi Timur, Althusser’in düflüncesini gözden geçirirken yeniden not ediyor:
“1930’larda Bat› Avrupa burjuvazisi, yükselen Nazizm’e SSCB’ye oldu¤undan daha s›cak bakm›fl, Sovyetler’in ›srarl› ortak cephe ça¤r›lar›na
90
kulak asmam›flt›. ‹spanya’da ilk büyük iflçi hareketi, Sovyetler’in büyük
askeri yard›mlar›na ra¤men Bat›’n›n duyars›zl›¤› yüzünden ezilmifl;
Frans›z burjuvazisinin slogan› da, ‘Hitler, halk cephesinden iyidir’ olmufltu. Sonra da Fransa ve ‹ngiltere, aç›k siyasal ve askeri angajmanlar›n› yerine getirmeye cesaret edemeyerek Çekoslovakya’y› Hitler’e teslim
etmifllerdi. Yaklaflan savafl› zaten ‘emperyalistler aras› bir savafl’ olarak
de¤erlendiren Sovyet yönetimi de, çaresiz bir biçimde Hitler’le taktik bir
anlaflma yapmakta sak›nca görmemiflti.” (Timur, s:125)
Timur ayr›ca Katolik romanc›, fakat sonuna kadar dürüst insan
François Mauriac’›n unutulmaz sözünü de yeniden not ediyor. Mauriac
savafltan sonra: “kirlenen vatana, s›n›f olarak, sadece iflçi s›n›f› sad›k kald›” demiflti.
II. Dünya Savafl›’ndan sonra da Bat›’n›n tutumu ayn›d›r. So¤uk Savafl’›n bafl›n› çeken art›k Bat›’n›n liderli¤ine giriflen ABD yönetimidir.
fiimdi ‹ngiltere onun yard›mc›s› ve ideolo¤udur.
Timur, Foucault ile ilgili bölümde düflünürün temel yap›tlar›n› gözden geçiriyor. Sartre salt felsefe ile düflünceye dayanan edebiyat alan›nda kald›. Felsefede de onu varoluflun sorunlar›, insan›n dünyada bulunuflu, ba¤›tlanma ve eylem felsefesi (dolay›s›yla ahlak sorunlar›) ve do¤rudan do¤ruya eylem ilgilendirdi. Afl›lmam›fl bir felsefe olarak gördü¤ü
marksizm içine de bireyin varl›¤›, davran›flsal ahlak› çevresinde dönenen
öznel bir alan yerlefltirdi.
Sartre’›n felsefesinin kaynaklar› bellidir, anlat›m› aç›k ve her çeflit
fantaziden uzakt›r. Fakat Sartre’dan sonra gelen Frans›z felsefesinde –
özellikle Timur’un kitab›nda ele ald›¤› yaflad›¤›m›z dönemde çok ünlü say›lm›fl filozoflar› ele al›rsak – art›k felsefenin fantazilerle de, düflünürün
bireysel kiflilik yap›s›n›n e¤ilimleriyle de, belirli düflünceleri ifade edebilen halihaz›rda kavramlar varken, durmadan yeni kavramlar yaratma e¤ilimiyle (aç›kça afl›r› özgünlük özentisiyle) dolmaya bafllad›¤›n› görürüz.
Foucault, Althusser, Derida ele al›nd›¤›nda da, – bu ünlü filozoflar içinde – en çok delili¤in tarihini, gözetleme ile cezaland›rmay›, cinselli¤in tarihini arflivlerde de, çeflitli bilgi alanlar›nda da incelemifl olan Foucault’nun çal›flmalar›n›n insan bilgisinin kazan›mlar› aras›nda yer ald›¤›n›
san›yorum. Fantazileri, kavram yaratma tutkusu, hatta kaprisleri bir yana. Çünkü bu özgünlük merak› art›k “Althusser’in marksizmi”nde,
marksizmle de¤inti noktas› kalmayan bir “kurgu-marksizme” ulaflmaktad›r. (Öne sürüldü¤ünde büyük bir düflünce san›lan “marksizm antihümanizmdir” temas›n›n fantazi gücünü düflünün.)
Taner Timur, Foucault’yu incelerken bat› propagandalar›n›n bizim
ayd›nlar›m›zla yar›-ayd›nlar›m›zda yaratm›fl oldu¤u derin küçüklük duy91
gusunun yersizli¤ini, bu düflünürün çal›flmalar›na dayanarak yads›yor.
Baflka bir deyiflle, “üstün-Bat›” kültürel mitosuna pabuç b›rakm›yor. Foucault’nun, “…yapt›¤› analizler ve betimledi¤i zulüm ve iflkence mekanizmalar›, Bat›’da özelefltiriyi k›s›tlayan, Do¤u’nun daima despotik ve
keyfi yönetimlerini ön plana ç›karan sömürgeci ve emperyalist söylemiyle adeta alay eder gibi duruyor. Bu bak›mdan Foucault’ya çok fley borçluyuz” (Timur, s: 77) diyor.
Timur, yaflam›nda ve yaflam›n›n son bölümünde çok özel dönemler
oldu¤u, kiflilik yap›s›n›n da dalgal›l›¤› dolay›s›yla san›r›m Althusser’in hayat› ile psikolojik e¤ilimleri üzerinde oldukça uzun durmaktad›r. Filozofun hayat›n›n son y›llar›n› geçirdi¤i klinikte kaleme ald›¤› Gelecek Uzun
Sürer adl› kitab›n duygusal a¤›rl›¤› da inceleme yapan› bu alana çeken
ö¤elerden biridir.
Timur, Althusser’i çok iyi izlemifl, Felsefi ‹zlenimler’de onun düflünce yaflam› üzerine zengin bir belgeleme yapm›flt›r. O dönemin düflünce dünyas› ile felsefecilerin birbirleriyle ilgisi konular› da çok ayd›nl›kt›r.
Bu ba¤lamda Lefebvre’in, Althusser’in bir çeflit “bilim fetiflizmi”ne kap›ld›¤› elefltirisini de denemesi içine yerlefltirmesi ayr›ca önemlidir. Hümanizmden ve tarihselcilikten kaç›l›nca, arda kalan marksizmin tan›namaz bir marksizm olaca¤› elbette çok aç›kt›r. Bütün o düflünce döneminde Althusser’in ö¤rencisi olan ama ona, marksizme uygun düflen en radikal elefltirilerinden birini getiren J. Rancière’in görüfllerinin en geçerli
görüfller oldu¤unu ben de burada yeniden belirtmek isterim. Bir de flunlar› eklemekten kaç›nmamak istiyorum: Timur’un 107. sayfadaki dip notuna ald›¤› gibi, Lukacs, Althusser’den yirmi y›l önce… “her felsefenin,
içeri¤i ve yöntemi bak›m›ndan, zaman›n s›n›f kavgalar› taraf›ndan belirlendi¤ini” yazmam›fl m›yd›? Ayr›ca dönemin çok ilgiyle karfl›lanm›fl olan,
gene Althusser’in “devletin ideolojik ayg›tlar›” konusundaki tezlerinin
arka-plan›nda Gramsci yok mudur?
Timur’un anlafl›lmas› çok güç olan düflünür Derida üzerine de birçok ayd›nlat›c› yaklafl›mlar getirmifl oldu¤unu söyleyece¤im. Bu arada
“différence ile différance” kavramlar› aras›ndaki zor anlafl›l›r derin ayr›l›k, Derida’n›n elden b›rakmad›¤› “gizem kültürü”, yap›-söküm yönteminin anlam›, gramatoloji gibi temalar üzerine Türkçe’de anlafl›labilir yorumlar sunuyor. Fakat gene kitapta belirtildi¤i gibi (s:157) “bafl döndürücü bir dil virtüozlu¤u ve kavramsal üreticilik”le yazan bu filozof üzerine benim kristalize olmufl düflüncelerim yok. Baflka filozoflar›n da belirtti¤i gibi “söz dizimini çi¤neyerek, Frans›zca’y› hor kullanarak, pek çok
yeni sözcük üreterek, özellikle karanl›k ifadeler seçerek (belki de) kimi
temalar› söz kalabal›¤›na getirerek…” (s:142’deki Michel Onfray’›n düflünceleri… Herkes de böyle düflünebilece¤i için bu elefltirileri serbestlefl92
tirdim. D.Ö.) yazan Derida’n›n felsefe dünyas›n›n oldukça fantazi oldu¤unu san›yorum.
Gene Timur, Derida’n›n son kitaplar›nda biri olan Marx’›n Hayaletleri üzerinde de uzunca duruyor. Asl›nda Derida’n›n yaflam›n›n son y›llar›nda Marx’›n düflüncesi üzerine söyledikleri, bütün dürüst insanlar›n
söyleyebilece¤i fleylerdir. Kendisi de marksizmin incelenmesine giriflmifl
de¤ildi. Ama gene Timur’un kitab›nda Derida’dan hareketle Heidegger
(ve onun Nazizmle iliflkisi) konusunda çok de¤erli parçalar var (s:182
v.d.). Öte yandan gene Derida’n›n Hayaletler denemesine ald›¤› Maurice
Blanchot’un – bu çok önemli düflünürün – marksizm üzerine görüflleri –
bu görüfllerin Derida-Blanchot-Timur üçgeninde tart›fl›ld›¤› parçalar (bu
arada T. Eagleton, T. Lewis, A. Ahmad, F. Jameson’un Derida’n›n bak›fl
aç›s›na getirdi¤i elefltiriler çok önemli parçalard›r.)
Maurice Blanchot’dan söz aç›lm›flken flunu da söyleyeyim: Blanchot’un çok do¤ru ve derin olan düflünceleri paralelindeki düflünceleri,
Fransa’daki gibi bu konularda köklü bir e¤itim ortam›ndan geçmedi¤imiz
halde, çok gençlik y›llar›m›zda biz de farketmifltik. Daha önceki bir yaz›mda belirtti¤im gibi Türk Yenileflme Hareketi’nden sonra oluflmaya bafllayan
laik Türk logosu, gerçek olan› kavramaya çok haz›r bir logostu. Uzun yüzy›llar›n H›ristiyan düflünce a¤›rl›¤› ile kilise skolasti¤inin bask›s› yoktu üzerinde. Bunu Derida da farketmifltir. (Bkz: s:149’daki 11 no.lu dipnotu).
Felsefi ‹zlenimler’in elefltirece¤im yan›, Timur’un kitab›nda ilk ele
alm›fl oldu¤u filozof olan Sartre üzerinde biraz k›sa durmufl olmas›. Gerçi yaflarken de Sartre’›n karfl›tlar› pek çoktu. Frans›z düflünce dünyas› ayn› temalar›n, ayn› terimlerin uzun süre tekrarlanmas›ndan kolayca s›k›lan bir yap›dad›r. Bu yüzden, düflünceleri temelden incelenmeksizin, s›k
s›k yeni filozoflar moda yap›l›r. Yeni ünlenen filozoflar›n pek çok – ço¤unlukla da gereksiz – terimler üretmeleri de bu olgunun baflka bir görüntüsüdür. Diyece¤im Paris’te moda, sadece Rive droite’›n moda salonlar›nda ve boutique’lerinde de¤il, düflünce yaflam›nda da vard›r.
Sartre’›n karfl›tlar›n›n – onu unutulan, modas› geçmifl bir filozof gibi göstermek isteyenlerin – ço¤almas›n›n nedenlerinden biri de bu ülkedeki geleneksel anti-komünizmdir. Sartre, etkisi büyük bir düflünür olarak varoluflçulu¤unun gücünü, 1960’da ç›kan Diyalektik Akl›n Elefltirisi
kitab› ile (yeniden) marksizme ba¤lay›nca çeflitli sa¤ ve kapitalist taraflardan karfl›tlar› ço¤ald›. 1970’lere do¤ru da Fransa, Türkiye’de 1980’le birlikte olan gibi, aç›kça da, alttan alta da yeni-liberalizm ve özellefltirmelere haz›rlan›yordu. Sartre’›n eflitlikçi fikirleri, çeflitli temel alanlarda devletçi ekonomik politikalara da izin verir.
Sartre’›n 2005 y›l›nda kutlanan 100. do¤um y›l› etkinliklerinde de
daha çok yak›n çevresi vard›. Bunun nedenini araflt›rmak isteyenler, II.
93
Dünya Savafl› sonras› Front populaire’li, Komünist Partili, Sartre’l›, Lefebvre’li v.d. Fransa ile bugünkü Fransa aras›ndaki fark› araflt›rabilirler.
Timur’un Sartre’› ele al›rken daha çok Sözcükler (Les Mots) kitab›
çevresinde durmas›n› benimsiyemiyorum. Yazar›n belli bir yaflta yaflam›n› (elbette bir yazar olarak yaflam›n›) bir nevroz çevresinde aç›klamas›n›n
nedenleri aras›nda bence 1. alçakgönüllülük; 2. Frans›z edebiyat›ndaki
itiraflar gelene¤i var; 3. öte yandan bu itiraf bir metafor olarak da ele
al›nmal›, al›nabilir de. Ayr›ca hemen hemen bütün yazarlar bir nevrozun
sürüklemesi, etkisi alt›ndad›rlar. Hatta büyük kentte yaflayan insanlar›n
ço¤unlu¤u da. Bir de Timur’un (s:18) deki hümanizm yorumuna kat›lamayaca¤›m. Sartre bir kahraman›na, bir tiyatro oyununda “Cehennem
baflkalar›d›r” dedirtiyor. Çok ünlenmifl olan bu söz bir duruma ve oyunun yap›s›na ba¤l›d›r. Ayr›ca biz de arada bir baflkalar›n›n cehennem oldu¤unu hissetmiyor muyuz? Bana kal›rsa bu duygu bugünkü fliddet dünyas›nda daha çok art›yor. Timur, Sartre’›n Beauvoir’e “siz” diye hitap etmesinde burjuva bireycili¤i ile bir çeflit hümanizme uygun düflmeyen tav›r buluyor. Bence bunun da bir önemi yok. Sartre’daki hümanizm onun
düflüncesindeki seçme, ba¤›tlanma, eylem temalar› çevresinde aranmal›.
Fakat Timur çok önemli olarak, çal›flmas›n› de¤erli ve kiflilikli k›lan,
flu temel gözlemle yaz›yor: “Ünlü filozoflar kolayca ‘guru’laflt›r›l›yor ve
tezleri düflündürücü, telkin edici, fakat ayn› zamanda sorgulanmas› gereken öneriler olarak de¤il de adeta kutsal mesajlar gibi de¤erlendiriliyor.”
Bu yüzden kitab› zengin, düflündürücü, elefltirel de¤erler tafl›yor.
Taner Timur’un Felsefi ‹zlenimler’de ele ald›¤› dönemde, Sartre’›n
edebiyat, felsefe, eylem aras›nda uzanan özel yeri, Foucault’nun geçmifle
dönük araflt›rmalar›nda ortaya ç›kar›p sergiledi¤i delilik, gözetleme, cezaland›rma, kendi parlak deyimiyle “bilginin arkeolojisi”… gibi konulardaki çok özgün bulgular› d›fl›nda insanl›¤›n düflünsel kazan›mlar› aras›nda ben en çok C. Lévi-Strauss’la ekonomi tarihçisi F. Braudel’in çal›flmalar›n›n önemli oldu¤unu düflünüyorum. Elbette Lévi-Strauss’dan sonra
yap›salc›l›¤› moda haline getirip, gene etnolog-düflünürün “kurgu-yap›salc›l›k” dedi¤i e¤ilimleri Strauss’un temel düflüncelerinden ay›rarak.
Her ikisi de düflünceyi (buna ba¤l› olarak bilgiyi) Avrupa merkezcil
olmaktan ç›kard›, bütün yeryüzüne yayd›. Her ikisi de Marx’›n vard›¤› sonuçlara varmad›larsa da, marksist yöntemin kazan›mlar›n› çal›flmalar›nda gözden uzak tutmad›lar. Bu yüzden, insan bilgisine kazand›rd›klar›
kavram yaratma fetiflizminden de, gerçekten uzaklaflan kurgusall›klardan da uzakt›r. Elbette bütün bu düflünürlerin düflünce polemikleri aras›na da girerek onlar› incelemek birfleydir, temel düflüncelerinin bilgi donan›m›m›z içine s›zmas› ve o donan›m içinde içsellefltirilmesi baflka bir
fleydir. Belki birincisi, kendisinden daha önemli olan ikinci aflamaya gö94
türen bir yoldur. Bu bak›mdan Türkçe düflünen Felsefi ‹zlenimler önemli bir kitapt›r.
YUNUS EMRE
Sevgili Erdal Alova, benim Sözcükler’in 3. say›s›nda yay›nlanan yaz›mdaki Yunus Emre’nin “yaflayan halk›n düflünce dünyas›na” ifllemedi¤ini notetmemde gözlem yanl›fll›¤› buluyor. Ben düflüncemde ›srar ederken flunlar›
hesaba kat›yorum: bilgilerim çok s›n›rl› olmas›na karfl›n XIII ve XIV. yüzy›l
Anadolu’su ile bugünkü Türkiye aras›nda çok büyük bir ruhsal fark var. Yunus’un çok say›da mezar› belki o dönemle ilgilidir. XV. yüzy›l›n bafllar›ndan
itibaren fieyh Bedrettin ayaklanmalar›n›n katliamlarla bast›r›lmas›ndan sonra merkezileflmeye bafllayan Osmanl› iktidar›, uzun yüzy›llar boyunca halk›n
ruhunu de¤ifltirmifltir. Bugün Türkiye’de (Ne varl›¤a sevinirim / Ne yoklu¤a
yerinirim / Aflk›n ile avunurum) diye düflünen kesimler oldu¤una inanam›yorum. Özellikle 1980’de, onca coflku yaratan, hâlâ büyüklü¤üne inananlar›n bulundu¤u Özal rejiminden sonra.
Tam Alova’n›n yaz›s›n› okudu¤um s›rada Türkiye’de Elaz›¤ valisinin
bir toplant›da söyledi¤i – bas›nda yeralan – sözleri kestirme yoldan beni do¤rulad› diye düflündüm. Vali, flöyle dedi: “Halk›m›z›n yüzde 99’u müslüman
diyoruz ama yüzde 60’› h›rs›z.”
Uzun y›llard›r protestan ülkeleri gözlemledi¤im için bu düflünceyi edindim. Lüther’in görüflleri tutucu... vb. oldu¤u halde, Max Weber’in de yazd›¤› gibi kapitalizmin oluflmas›n›n temelinde bulunan dürüstlük, sözün senet
olmas›, vâde sadakat... vb. nitelikler bu ülkelerde halk›n ruhuna ifllemifltir.
‹FADE ÖZGÜRLÜ⁄Ü
fiu “‹fade Özgürlü¤ü” sözünü duyunca tüylerim diken diken oluyor.
AB bu ifadeyi Kopenhag Kriterlerine koymufl. Bu ifadenin asl› “Fikir ve Söz
Hürriyeti”dir. Fikir ve Söz Hürriyeti konusunda da bütün demokrasi tarihi
boyunca hukuksal çal›flmalar yap›lm›fl, bu özgürlük anayasalar çerçevesinde
de yer alm›fl, Anayasa Hukukunun ayr›lmaz bir parças› olmufltur.
Fikir ve Söz Hürriyeti’nin daha ‹fade Özgürlü¤ü olarak k›salt›lmas›nda
bile insan bir hile seziyor. fiimdiki halde Danimarkal› gazeteciler bu özgürlü¤ü Muhammed’in çirkinlefltirilmifl karikatürlerini yay›nlamakta kullan›yorlar.
Bugünkü Bat›, “‹fade Özgürlü¤ü”nü hor görmeye çal›flt›¤› ülkelere karfl› bir bask›, bozgun yaratma arac› olarak kullan›yor. Bunu bütün özgürlüklerin önüne geçirerek, 19. yüzy›l›n ortas›ndaki vahfli kapitalizm dönemine
dönüflünü saklamak istiyor. Bat›n›n “lideri” ABD’nin sadece Los Angeles
kentinde 90 bin evsiz insan var. Anne, baba, çocuk, bu evsiz insanlara baz›
kurumlar baz› yerlerde yemek veriyor. Kar›nlar›n› doyuruyor.
D. Ö.
95
FAHR‹ ERD‹NÇ’‹ OKUMAYA BAfiLARKEN
Kemal Özer
Ayn› bafll›kla bir yaz› daha yazm›flt›m 1979’da. O y›l, Fahri Erdinç’in
bütün kitaplar›n› basmak üzere yola ç›k›lm›fl, ilk olarak iki roman› yay›nlanm›flt› çünkü. Arkas› gelecek, öyküleriyle fliirleri, öteki romanlar›yla an›
ve mektuplar› cilt cilt gün ›fl›¤›na ç›kar›lacakt›. Dizinin bafllamas›, bu giriflimin gerçekleflmesine katk› sa¤layanlar aras›nda bulundu¤um için bana da heyecan veriyor, y›llarca o günleri nas›l bekledi¤ine yak›ndan tan›k
oldu¤um Erdinç’in sevincini kendisiyle paylaflmak istiyordum.
Ne yaz›k ki, araya 12 Eylül girdi. De¤iflen koflullar yüzünden sözkonusu yay›n sürdürülemedi, yap›lan haz›rl›klar ellerde kald›. 1986’daki
ölümüne de¤in, kendisi bir baflka giriflimin bafllad›¤›n› göremedi¤i gibi,
özleminin tan›¤› bizler de ölümünden günümüze 20 y›l boyunca, eski eflinin anlay›fls›zl›¤› yüzünden, bir ikisi d›fl›nda kitaplar›n›n yeniden gün ›fl›¤›na ç›kmas›n› sa¤layamad›k.
Yordam Kitap, Erdinç’in ölümünden tam 20 y›l sonra ancak yeni bir
yay›n giriflimini bafllatm›fl oluyor flimdi. Ayn› bafll›k alt›nda yeni bir heyecan› daha dile getirmek istiyorum ben de. Ama kendisi bu giriflimi art›k
göremeyece¤i, arada paylafl›las› bir sevinç ortakl›¤› oluflamayaca¤› için
duydu¤um buruklu¤un kaç›n›lmazl›¤›n› da anarak.
Kuflkusuz aram›zda olmayan, ama bu tür ilgileri hak etmifl her yazar
için kitaplar›n›n topluca bas›lmas›n› sa¤layacak böyle bir giriflim heyecanla karfl›lanmal›d›r, bir de¤erbilirlik olarak alt› çizilip kuflaktan kufla¤a
aktar›lmal›d›r. Ama Fahri Erdinç’in yeniden yay›nlanmaya bafllamas›,
onun yaflam›ndaki ve yazarl›k serüvenindeki özel koflullardan dolay› ayr›
bir anlam ve önem tafl›yor.
Fahri Erdinç, 1949’dan 1986’ya de¤in, yurt d›fl›nda yaflamak zorunda kald›. Buna karfl›l›k yazmay› sürdürürken, içinde bulundu¤u koflullara yenik düflmedi. Yazd›klar› tam 20 y›l, ülkesinde yay›nlanma olana¤›
bulamad›. Ama o, hem dilini gelifltirerek yazmay› sürdürdü, hem de ülkesinin insanlar›n› ve gerçeklerini yazmaktan bir an bile geri durmad›.
Fahri Erdinç’in ülke d›fl›na ç›kt›ktan sonra yazd›klar›, ilk kez bir öykü derlemesi olarak 1969’da Hür Yay›nevi sahibi Yusuf Ziya Bahad›nl›’n›n giriflimiyle yay›nlanma f›rsat› buldu: Diriler Mezarl›¤›. Bu bafllang›c›n ard›ndan, dergilerin ona ilgi göstermeye bafllad›¤› bir dönem geldi.
1970’ten sonra Bulgaristan’a gidifl gelifllerin artmas›, Türkiye’deyken tan›flt›¤› kimi yazar ve ozanlarla (M. Elo¤lu, Ö. F. Toprak, M. Makal vb) ye96
niden buluflmas›na, TYS’nin kurulmas› ve ikili kültür anlaflmalar› imzalamas› sonucu daha gençlerin de onu tan›malar›na yol açt›.
Bu geliflmeler, dergilerin onun ürünlerine ulafl›p yer vermeleriyle
sonuçland›. Türkiye Defteri dergisinin özel say› yaparak bafllatt›¤› ilgi,
1970-80 aras›nda yay›nlanan pek çok dergiyle sürdü: Yeni a Dergisi, Yans›ma, Türkiye Yaz›lar›, Sanat Eme¤i, Do¤rultu, Felsefe Dergisi vb. Yenidendo¤ufl denebilecek bir dönem, dergilerin ötesinde Türkiye Hikâyeleri ile Ac› Lokma roman›n›n (önce Politika gazetesinde, sonra Güney
Film’de) yay›n›yla, ard›ndan Habora Kitabevi’nin baflta sözünü etti¤im
diziyi bafllatmas› ve Kardefl Evi ve Alinin Biri romanlar›n› ard› ard›na ç›karmas›yla doru¤a ulaflt›.
Özellikle 1970’lerin ikinci yar›s›nda Fahri Erdinç ile tan›flma f›rsat›
bulanlar›n bir bölümü (A. Özyalç›ner, D. Ceyhun, O. Kutlar, K. Özer vb)
daha 1950’lerde onun öykülerini okumufl ve etkilenmifllerdi. 1979’daki
yaz›mda bunu flöyle dile getirmifltim: “1950’lerin bafllar›nda, ilk okurluk
y›llar›mda, öykülerini sanatsal bir tat alarak okudu¤um birkaç öykü yazar›ndan biriydi Fahri Erdinç. Seçilmifl Hikâyeler Dergisi’nin özel say› olarak ondan yapt›¤› derlemedeki öyküler, hâlâ unutamad›¤›m, y›llar sonra
yeniden okuyunca da ayn› tad› ald›¤›m yap›tlard›. Çizdi¤i dünyay›, sergiledi¤i kiflileri bugün hâlâ o ilk etkileriyle, hüzünden öfkeye, h›nçtan sevecenli¤e dek de¤iflen duygularla an›ms›yorum. Çözümlemesini yapt›ktan sonra bile hâlâ aç›klanamayan bir fley, bir büyü, bir ‘ad› konmayan’
kal›r ya kimi yap›tlarda; o öykülerde de vard› bu.”
Tan›flt›ktan ve yeni yap›tlar›n› da okuma f›rsat› bulduktan sonra,
bendeki bu okurlu¤a bir baflka tan›kl›¤›n gözlemi kat›lm›fl oldu. Kendisine yazd›¤›m mektuplardan birinde bunun alt›n› flöyle çizmifltim: “..beni
ilgilendiren, uyaran iki fley var senin serüveninde: insan olarak burayla,
ülkenle yaflaman, bir. ‹kincisi, varl›¤›nla dilin aras›ndaki ba¤lant›y› iyi
de¤erlendirmen. Onca y›l gurbette kal ve Türkiye’den baflka bir ülkenin
insanlar› için tek sözcük yazma. Üstelik yazd›klar›n, y›llar y›l›, neredeyse
20 y›l, o insanlara ulaflmas›n. Büyük bir dirençle, yazarl›¤›, körelmeden,
düzeyini düflürmeden sürdür. ‹flte bu çabaya ve baflar›ya, sayg›dan da öte,
hayranl›k duydum. Olmaz bir fley gibi göründü bana. Ve insanlar›n hayran olunacak ifllerinin s›k rastlan›r olmad›¤›n› düflündüm.”
Gurbet yaflam› içinde kendi dilini unutturacak bir ortam, her fleyden önce zaman etkeni, sanat›n da ötesinde ve kimi zaman a¤›r basan
baflka çabalar, bulundu¤u ülkenin insan›na seslenmesini primlendirecek
olanaklar fazlas›yla varken bunlara yenik düflmemesi ve en ufak bir ödün
vermemesi, ne zaman ulaflaca¤›n› bilemeden sürekli ayn› adrese yaz›yor
olmas›, yaln›z beni de¤il, benim gibi bu gözlemi yapan birçok arkadafl› da
etkileyecek, dahas› yaz›lan›n adresine ulaflmas› için hepimizi kutsal bir
ulakl›kla yükümleyecekti.
97
Bu yükümlülükle kimimiz yay›n olanaklar› araflt›rmay›, hatta yaratmay› üstlendik, kimimiz yap›tlar›n (örne¤in fliir, öykü ve mektuplar›n)
derlenmesine kat›ld›k, ç›kan ya da yarat›lan f›rsatlar›n sevincini paylafl›rken, yar›m kalan giriflimlerin üzüntüsüne ortak olmaktan da geri durmad›k. Bir bak›ma, karfl›l›k beklemeden bir fley yapma heyecan›n› duyurageldi bize.
Bugün Yordam Kitap’›n bafllatt›¤› toplu yay›n, bir yandan geçmiflte
yar›m kalan giriflimi bafltan al›p yeniden oluflturmaya yönelik. Bir yandan da, edebiyat›m›z için unutulan, unutturulan kimi de¤erlere sahip
ç›kmay›, yaflamdan kaynaklanan bir edebiyat anlay›fl›na dikkat çekmeyi,
günümüzün koflullar›na bu aç›dan da yan›t vermeyi üstlenmifl oluyor.
Toplu yay›n›n ilk iki kitab›, Ac› Lokma roman›yla Kalk›n Nâz›m’a Gidelim adl› an›lar. Ac› Lokma’da yaflamöyküsel roman türünün içtenlikle yaz›lm›fl, baflar›l› örneklerinden biri ç›k›yor karfl›m›za. Yazar, kendisini yazg›
adam› kimli¤ine tafl›yan bir yaflam›, do¤umundan yurt d›fl›na ç›k›fl›na kadarki 30 y›ll›k ilk dilimi içinde sergiliyor. Ama bunu yaparken, yaln›zca bir
Ege kasabas›n›n yaflam koflullar› özelinde bir aileyi anlatmakla yetinmiyor,
ülkede Kurtulufl Savafl›’ndan cumhuriyetin kurulufl y›llar›na geçerken oluflan siyasal ve toplumsal yap›y› da elefltirel olarak ele al›yor. Böylelikle kullan›lan duyarl› dilin, ayr›nt›lar› canland›rmadaki k›vrak anlat›m›n, çizilen
canl› insan portrelerinin, betimlenen ilginç yaflam görünümlerinin, ak›c›
roman kurgusunun ötesinde, toplumsal ifllevini etkili bir biçimde yerine getiren toplumcu bir sanat anlay›fl›n›n da en iyi örneklerinden birini sunuyor.
Kalk›n Nâz›m’a Gidelim kitab›nda ise, Erdinç’in bir yandan daha çocuk yafllar›nda fliiriyle karfl›laflt›¤›, sonra kendi sanat›nda ard›ndan gitmeyi
seçti¤i bir ustay› yans›t›rken sergiledi¤i sanatsal yaklafl›m› görüyoruz, bir
yandan da onun üzerinden yürütülen toplumsal savafl›m s›ras›nda karfl›lafl›lan sald›r›lara siyasal bir ard›l› olarak gösterdi¤i inançl› ve sorumlu tavra
tan›k oluyoruz. Her iki yönden de, amac› militan ve insan olarak Nâz›m’›
“her türlü ayd›nl›kta” görmek ve göstermek, siyasal kimli¤iyle oldu¤u gibi,
günlük yaflam› içinde de “Nâz›m gerçe¤i”ni ortaya ç›karmaya çal›flmakt›r.
Dizinin ilk iki kitab›yla ayn› zamanda bir baflka kitab›n gündeme
gelmesi, okuruyla buluflan yazar› tan›tmakta önemli bir baflka ad›m. NK
(Nâz›m Kitapl›¤›) yay›nlar› aras›nda yer alan Bulgaristan Mektuplar›,
Fahri Erdinç’in sanat ve siyaset üzerine görüfllerini içermesiyle ilginç oldu¤u kadar, onu gurbet yaflam›nda duygular›, e¤ilimleri, özlem ve direnciyle gösteren bir portre çal›flmas›. Fahri Erdinç’le Kemal Özer’in mektuplar›ndan oluflan kitap, 1976-86 aras›nda iki ülkeyi içine alan ve de¤iflen koflullar yüzünden geçmifli temsil eden bir dönemi gerek yaflananlar›, gerek ça¤r›fl›mlar›yla sergilemek gibi bir ifllevi de yerine getiriyor.
Giriflimin bu kez yar›da kalmamas›n›, buruk da olsa, bir yazar› yazg›s›yla ve yap›tlar›yla okur önüne ç›karman›n duyurdu¤u heyecan›, yeni kitaplar
yay›nland›kça ortak bir heyecana dönüfltürmesini umuyor ve bekliyorum.
SA‹T FA‹K’‹N ÖZGÜNLÜ⁄Ü
Kaim Elban
Edebiyat›m›za de¤iflik renkler ve tatlar getirmifl, taze kan vermifl bir
sanatç›yd› Sait Faik. Öykülerinde kimseyle k›yaslanamayan, kimseye
benzemeyen, yerli yabanc› hiçbir etkileflim sezdirmeyen bir nitelik vard›.
Ancak sanatç›n›n kendinden önceki kuflaklardan etkilenmeyip gelene¤in
d›fl›nda kalarak özgün yap›tlar ortaya koyabilmesi, ola¤an bir durum de¤ildir. Bu yüzden Sait Faik, kendinden önceki kufla¤›n yazarlar›n› bir yana b›rakarak sanat›nda doru¤u yakalayabildi¤i için, edebiyat dünyam›z›n
özgün ve usta bir sanatç›s› olarak an›lmay› hak etmifltir.
Sanatç›da sözünü etti¤imiz bu özgünlü¤ün nereden geldi¤ini, onu
bu baflar›ya ulaflt›ran özelliklerinin neler oldu¤unu, hangi kaynaklardan
etkilenmifl olabilece¤inin izlerini sürmeye, ayr›ca sanat›ndaki geliflim
aflamalar›n› yap›tlar›ndan örneklerle incelemeye çal›flal›m.
Yazarl›¤›n›n ilk y›llar›nda, “Sanat hayat›n›zda ne yapmak istiyorsunuz?” sorusuna verdi¤i yan›t: “Bugün gayem bir roman yazabilmektir.
Buna hikâyeden geçilebilece¤ini sanm›yorum. Fakat istedi¤im fley elbette ki hayatt›r, yaratmakt›r. Bugün ne yapal›m ki bizden evvelkiler kendilerinden bize bir fleyler b›rakmam›fl bulunuyorlar. Onun için evvela okumak istiyorum: Proust'u hazmetmek, Gide’i anlamak, bir Dostoyevski ile
hembezm [bir mecliste oturan, içki arkadafl›] olmak, Thomas Mann kadar doymak istiyorum. Biz, Garb›n büyüklerini okuyarak romana varmaya çal›flaca¤›z.” sözleri olmufltur. Onun sistemli okuyamad›¤›n› biliyoruz.
Ama 1930-1933 y›llar› aras›nda e¤itim için gitti¤i Fransa’da, sözünü etti¤i yazarlardan etkiler ald›¤›n› söylemek yanl›fl olmayacakt›r. Yazar, kimlerden etkilendiniz, sorusuna, “Galiba hepsinden etkilendim.” diyerek
düflüncemizi do¤rularken, Andre Gide ve Lautreamont’u çok sevdi¤ini,
sürekli bu yazarlar› okudu¤unu, ‘Beni kendime al›flt›ran Gide’dir.’ dedi¤ini, dostlar›na Fransa’dan gönderdi¤i mektuplar›ndan ö¤reniyoruz. Bizde, kendinden önceki kuflaktan sevdi¤i sanatç›n›n Osman Cemal Kayg›l›
oldu¤unu da ekleyelim.
Bu durumda sanatç›, ister istemez baflka kaynaklara yönelmek ve
kendi yarat›c›l›¤›na güvenmek zorunda kal›yor. Kendilerinden önceki
kufla¤›n yazarl›k tutumlar›n› hiç be¤enmiyor. Onlar›n dünyam›zdaki de¤iflim ve geliflimin karfl›s›nda, yaflama ve topluma yukardan bakarak toplumumuzu düzeltmek sevdas›nda olufllar›n›, çok yanl›fl buluyor. Eskilerin bu tutumlar›na karfl›l›k, kendi yazarl›k anlay›fl›n› da flu sözlerle aç›k99
l›yor: “Bize gelince, cemiyeti düzeltmek konusunda bir iddiam›z yok. Biz
cemiyette insanlar›m›zla ayni hayat› yaflamak istiyoruz. Ben mahut [s›n›rl›, belirli] bir zümre için de¤il, büyük kütle için yaz›yorum. Fikrimce sanatkar cemiyetin ham insanlar›yla meflgul olmal›d›r. Endiflem onlara hoflça vakit geçirtmek de¤il, büyük kütleye hitap etmek, onlar› olgunlaflt›rmakt›r.”
Sait Faik, büyük kütleyi olgunlaflt›rmak yolunda, yazarl›¤› tek u¤rafl
sayarak ifle koyulur. ‹nsanlar›yla ayn› hayat› yaflarken, halk›n›n s›radan,
namuslu, eme¤inin hakk›n› alamam›fl, sanatkar ruhlu insanlar›n›, daha
yak›ndan gözleyip tan›yabilmek için düfler yollara. Mahalle, sokak, kahvehane, meyhane, Köprüalt›, Suriçi, Surd›fl›, Adalar demeden ‹stanbul’u
gezer durur. Bal›kç›lar, hamallar, iflçiler, iflsizler; bal›k, kufl, yaprak, çiçek, bulut, deniz ne gördüyse, bitmeyen bir hayret ve derin bir merakla
gözlemlerini sürdürür. Bunlarda insan ve do¤a gerçe¤ini ve insandaki yaflama sevincini bulma umudundad›r. Kimileri bu gezintilerini aylakl›k,
avarelik ve serserilik saysalar da yazar, öyküleri için gerekli olan do¤a ve
insan malzemesini toplaman›n ciddi çabas› içerisindedir. Bu gezerek görüp inceleme, onda do¤ufltan gelen, iflah olmaz insan sevgisinin tetikledi¤i bir tutku halidir. Servetini onun sevdi¤i insanlar›n s›rt›ndan ele geçiren insafs›z fabrikatör, muhtekir (karaborsac›) tüccar, insanlar› kand›rmak için ayaküstü bin bir yalan› utanmadan ortaya süren kalpazanlar, ilgi alan›n›n d›fl›ndad›r. Onlar› sevmez. Bir iyili¤i, güzelli¤i ya da haks›zl›¤› vurgularken yararlanmak zorunda kalmad›kça yap›tlar›nda sözünü bile etmez onlar›n. Bu tutumunu öykülerinde ve çeflitli konuflmalar›nda
aç›k aç›k dile getirir.
Sait Faik’in, öykülerini s›radanl›¤›n üstüne ç›karan bir baflka yönü
de ondaki yazarl›k yetene¤idir. O, dünyaya öykü yazmak için gelmifl biri.
Ar›n›n bal yap›lacak çiçe¤i bildi¤i gibi, o da içinde öyküye bir öz tafl›yabilecek yaflamlar›, sanki içgüdüsüyle bulup ç›kar›r.
Kimi yaz›lar›nda unutkanl›ktan ya da dikkatsizli¤inden kaynaklanan yanl›fllar söz konusu olmakta; ama baflkalar›nda kusur say›labilecek
fleyler onda, insan ve do¤adaki güzellikleri derlemeye çal›flan usta bir yazar›, coflkun ve fliir dolu bir dile sahip k›lmaktad›r. Ancak kusursuz olmad›¤›n›n o da fark›nda olmal› ki kendini savunma gere¤ini duydu¤u anlar
olur. ‹lhan Tarus’un Varl›k dergisinde yay›nlanan bir yaz›s›na öfkelenince, yan›t›nda flunlar› dile getirir: “…Yanl›fll›klar›n içinde, kusurlar›n içinde, dil sürçmelerinin içinde, becereksizliklerin içinde par›ldayan fley nedir, bilir misiniz arkadafllar? Bu, sanat par›lt›s›d›r. Bundan hiç nasibi olmayanlar için bu par›lt›y› sezebilmek de bir bahtiyarl›kt›r. Sanat güzel
arar. Ne do¤ruyu, ne de iyiyi. Afl›k Veysel büyük flairdir. ‘Benim yarim
kara toprak’ dedi¤i zaman tüyleremizin ürperdi¤ini duyar›z. ‹lhan Ta100
rus’un dili mükemmel, tahkiyesi [öyküleme, anlat›m] yerinde, fikri sa¤lam hikâyelerinde ürpermiyorsak, acaba sebebi nedir?”
Sait Faik’te dil, kimi zaman iyice yo¤unlafl›r. Bizim dilimiz özellikle
do¤adan beslenen bir dil oldu¤u için, do¤an›n yaratt›¤› bir büyü, renk ve
coflkuya sahiptir. Betimlemelerinde do¤a aktarmalar›n›, inan›lmaz güzelliklerle kullan›r, kiflilefltirmeler ve benzetmelerden yararlan›rken ilginç
bulufllar, yenilikler getirir öykü diline. Ustas›n›n elinde kullan›ld›¤› zaman, dilimizin fliirsel anlat›ma olan yatk›nl›¤›na onun kalemi sayesinde
tan›k olur, öykülerindeki fliirselli¤in tad›na var›r›z. Bu yolla sözcüklere
kazand›rd›¤› yan anlamlar, yaz›nsal anlat›m dilini ve çok anlaml›l›¤› aç›klarken kullan›labilecek hayranl›k verici örneklerdir. Yazar›n o güzelim
bulufllar› ders kitaplar›ndaki yerlerini almay› bekleyedursun, biz burada
birkaç›n› s›ralayal›m: “Bu taze, su kenar›nda yaz s›ca¤› kadar ›l›k çocuk…
(“Babam›n ‹kinci Evi”), “…yeflil üst kabu¤u düflmüfl bir ceviz esmerli¤iyle esmerdi.” “B›rak›nca azad edilmifl bir k›rlang›ç gibi f›rlad›. Ay ›fl›¤›n›
ve m›s›r tarlas›n› keskin bir kanat gibi s›y›rarak kaçt› gitti.” (“‹pekli Mendil”), “…bu¤ulu yemifl gözlü küçük sat›c›lar…” (“Louvre’dan Çald›¤›m
Heykel”), “ Ceviz a¤açlar›n›n gölgesinde uzand›¤›m›z yulaf demeti saçl›
Boflnak çoban…” (“Hanc›n›n Kar›s›”), “…elleri arpa ekme¤i gibi kara ve
çatlak çocuk…” (“Plajdaki Ayna”).
Nurullah Ataç, Sait Faik’in ölümünden sonra yaz›nsal kiflili¤i üzerine, flu de¤erlendirmeyi yapar: “Sait Faik Abas›yan›k, deyiflini, o canl›
kaynaktan f›flk›r›r gibi deyiflini, ancak son y›llarda bulmufltu. Günden güne bir ilerleme, bir ar›lanma seziliyordu. Eserlerinde ilk göze çarpan fley,
yenili¤idir. Zoraki bir yenilik de¤il, zaman›n› anlam›fl, kavram›fl; zaman›n› yaflayan bir adamd› o.” Bu de¤erlendirmeyi, sanatç›n›n yap›tlar›ndan
örneklerle gelifltirerek sürdürmeye çal›flal›m.
‹lk öykülerinde Sait Faik, geçim derdine tutsak olmufl, soka¤›n küçük insanlar›na sayg› duyar ve sever onlar›. “Semaver”deki Ali’nin annesiyle olan yaflam›ndan kesitler, okurun yüre¤ine bir s›cakl›k, bir huzur
b›rak›r. Buradan da yaflama sevincine götürür bizi.
“‹pekli Mendil” öyküsünde, yoksul, yeniyetme delikanl›n›n sevgilisine bir ipekli mendili – fabrikadan çalarak – götürebilmek u¤runa a¤açtan düflüp ölüflünü, bakmaya yüre¤i dayanamad›¤› için bak›fllar›n› baflka
tarafa çevirircesine flöyle anlat›r: “Ölmek üzereydi. S›ms›k› yumru¤unu
kap›c› açt›. Bu avucun içinde bir ipekli mendil su gibi f›flk›rd›. Ya… ‹yi,
halis ipekli mendiller hep böyledir. Avucunun içinde istedi¤in kadar s›kar, buruflturursun; sonra elinden su gibi f›flk›r›r.”
Bir öyküsünde, flehirdeki sabahç› kahvelerini valilik kapatm›flt›r.
Geceleyin s›¤›nacak s›cak bir köflecik bulamad›klar› için, so¤uk k›fl gecelerinde sokaklarda kalan, Anadolu’nun çeflitli yerlerinden flehre ifl arama101
ya gelmifl birtak›m insanlar›n, çaresizlik içinde valiyi aray›fllar› karfl›s›nda yüre¤inden bir tel kopar sanatç›n›n. Öyküsünü flu sözlerle noktalayarak okuruna aktar›r içindeki s›z›y›: “Yata¤›m, tramvay bekledi¤im o anlardaki munis halini kaybetmiflti art›k. Ne fluydu ne buydu. Bir yatakt›.
‹çinde yatabildi¤im için mesut de¤ildim. Sabahç› kahvelerini kapatmadan evvel birkaç tane bar›nma evine fliddetle ihtiyac› olan ‹stanbul flehrinin k›fl›, bazen ne kadar uzun, ne kadar uzun ve bitmez tükenmez bir
afettir. Bilen bilir.” (“Birtak›m ‹nsanlar”)
Toprakla u¤raflarak geçimini al›n›n›n teriyle sa¤layan küçük toprak
üreticisine yürekten vurgundur. Daha güzel bir dünyaya bu yoldan var›laca¤› inanc›ndad›r. Ormandan, kan› ve can› pahas›na açt›¤› üç evleklik tarlac›¤›nda karanfiller, elma ve domatesler yetifltiren Kör Mustafa’n›n toprakla savafl›na tan›k oluflu, sanatç›n›n dünyaya bak›fl›n› de¤ifltirir: “Kitaplar, bir zamanlar bana insanlar› sevmek laz›m geldi¤ini, insanlar› sevince
tabiat›n, tabiat› sevince dünyan›n sevilece¤ini, oradan yaflama sevinci duyulaca¤›n› ö¤retmifltiler. (…) Hay›r, flimdi insanlar› kitaplar›n ö¤retti¤i biçimde sevmiyorum. fiu sabahleyin saat alt› buçukta tabiatla kavga için soka¤a f›rlamayan adam, isterse akflama kadar insanlar› kand›rmak için didinsin. Gözümde, milyonu olsa da kalp parayla metelik etmez. fiimdi art›k kimi sevdi¤imi, kime sayg› duydu¤umu biliyorum. (…) Köyde ona Kör
Mustafa derler. (…) Onu gördüm mü toparlan›yor; hayret, sayg› ve sevgiyle bak›yorum.” Yazar, Mustafa’n›n al›n terini, öyküsünün sonunda flu sözlerle kutsayarak toplumun göz bebe¤i olan kesimine sunar. “Küçük han›mlar! Bugünlerde bir gün niflanl›n›z size koyu al renkli karanfiller gönderecektir. Dikkat edin, belki Mustafa’n›nkilerdir. Küçük beyler! Domatesler göreceksiniz çarfl›da. Elmalar, ferik elmalar› gibi kokulu, flekerli,
tatl›d›r. Keserseniz içinde çekirdekleri alt›n gibi parlar. Belki de lokantada fliflelere doldurulmufl bir domates suyu içersiniz ve tad›n› fevkalade bulursunuz. Yunan tanr›lar›n›n ölmemek için içti¤i nektar lezzetini dama¤›n›zda hissederseniz emin olun ki Mustafa’n›n domateslerinden bir tanesi
içti¤iniz suya kat›lm›flt›r.” (“Karanfiller ve Domates Suyu”).
Günlük yaflam›m›z› yaratt›klar› eserleriyle güzellefltiren zanaatkâr
ruhlu insanlar›m›z›n yetene¤ine ve eme¤ine sayg› gösteremedi¤imiz yerde, sevgiyi ve mutlulu¤u yitirdi¤imizi düflünür; insan iliflkilerinde bir
yozlu¤un, bir yavanl›¤›n ve bir karmaflan›n içine düfltü¤ümüzden kayg›land›¤› için yak›n›r Sait Faik: “Can›m Mercan Ustam! Ellerinden hürmetle öperim. Biz de bir zanaat ehliyiz. Yaz› yaz›yoruz a. Ne Mercan Usta’ya, ne kilimleri dokuyan ellere, ne yazmalar› boyayan ellere, ne kal›plar› dökenlere, ne çeflmi bülbülleri üfleyenlere sayg› duyduk. Sayg› duymad›k da ne oldu? Dünyay› birbirine katt›k iflte. Sofralar›m›z›, kap›lar›m›z›, gönüllerimizi kapad›k. Kapad›k da ne ettik? Dünyay› birbirine kat102
t›k.” Mercan Usta, ola¤anüstü güzellikte boyac› sand›¤› yapan Bak›rköy’lü, muhtemelen bir Ermeni Ustad›r. Ama ustad›r! Yazar, Mercan Usta’n›n kiflili¤inde, toplumun böylesi insanlar›na sayg›da edilen kusurun,
de¤er bilmezli¤in günah›n› ç›kar›rcas›na okuruna seslenir: “Mercan Usta’n›n boyac› sand›¤›n› seyrettikten sonra içinizde Mercan Usta ile bir salafl meyhanede iki kadeh içmek ve Mercan Usta’dan ayr›l›rken elini öpmek iste¤i do¤mazsa, ‹stanbul ilini b›rak›p gidin. Nereye giderseniz gidin. Uça¤a binip Newyork’a gidin paral› iseniz. Paras›zsan›z Sarayburnu’ndan at›n kendinizi. Üç dört yüz binlikseniz gidin çirkin apart›man›n›za; sümüklü çocuklar›n›z›, lavanta kokulu pasakl› kar›lar›n›z› kucaklay›n. Ne bok yerseniz yiyin!” (“Gün Ola Harman Ola”).
Yukar›da de¤indi¤imiz son öyküde Sait Faik’in insanlar›n anlay›fls›zl›¤›ndan, bencilli¤inden, sevgisizli¤inden kaynaklan yak›nmas›, giderek insanlardan so¤umas›na, onlara güvenini yitirmesine, dahas› mutsuzlu¤una neden olur. Zamanla ilk yap›tlar›ndaki olumlu ve mutlu insan tiplerinin yerini flehrin bencil, ikiyüzlü, kötü, sayg›s›z insanlar›ndan art›k
nefes alamayan, topluluklardan kaçan, yaln›z, mutsuz kiflilerin bulundu¤u öyküler alacakt›r. Yazar art›k flehirden korkar. Bu bunal›ml› döneminde flehri b›rak›r, Burgazadas›’na s›¤›n›r. Denize, deniz insanlar›na ve do¤aya iliflkin Türk edebiyat›n›n en güzel öykülerinden bir bölümünü yazar burada.
Örneklere bakal›m: Hamala harar›n› tafl›tan bir kad›n, ipini çald›¤›
iddias›yla hamal› yakas›ndan tutup polise götürür. Kad›na ve polise ipi
çalmad›¤›n› bir türlü anlatamayan hamal, ipi almaz umuduyla kad›na
uzat›r. Ötesini yazardan dinleyelim: “Almayaca¤›n› öylesine umuyor bir
hali vard› ki. Ama kad›n ipi ald› gitti. Hamal sapsar›, oraya, parmakl›¤a
dayand›. Sapsar› ufka bakt›. ‘Ne yapaca¤›m flimdi ben?’ dedi. Öyle bir
ümitsizlik, öyle bir ümitsizlik içindeydi ki elinden mal› mülkü, apart›man›, kar›s›, alt›n› al›nm›fl bir zengin de bu kadar üzülürdü. Uzam›fl sakal›
içinden gözleri apak kesildi. ‹flte o anda onun içini flehirden bir nefret,
bir korku, bilinmez bir panik sard›. fiehri b›rak›p gitmeliydi. Da¤larda
yatmal›, su bafllar›nda garipler gibi su içmeli, köylerden ekmek dilenmeli, flehirli görünce yol de¤ifltirip kofla kofla kaçmal›, samanl›klarda yatmal›, da¤lardan üzüm çalmal›yd›.” (“‹p Meselesi”).
Sait Faik’in niçin yaz› yazd›¤›n›, yaflam›n ve insano¤lunun onun gözünde ne anlama geldi¤ini, gö¤sünde nas›l bir yürek tafl›d›¤›n› merak
edenler arad›klar›n›, “Haritada Bir Nokta” adl› öyküsünde bulabilirler.
Dünyada yaflayaca¤›n› yaflam›fl, görece¤ini görüp alaca¤›n› alm›fl, sonunda kendi köflesine çekilmifl, insanlar aras›nda namuslu bir yaflamla ölümü beklemeyi kabullenmifl yazar›n, gördü¤ü bir olay karfl›s›ndaki isyan›d›r bu öykü. Olay flöyle geçer: Adada bal›¤›n bolca ç›kt›¤› zamanlar, yok103
sul tak›m›ndan hiç de¤ilse bir dülger bal›¤› al›p çorbas›n› kaynatmak isteyen zay›f, s›ska, hastal›kl› bir adam da ›r›ba kat›l›r. D›flar›dan ›r›ba kat›lanlar, pay almaz; ama ›r›p tayfas› ve reis gönüllerinden ne koparsa verir kendilerine. O adam da bir dülger bal›¤› alabilmek, bu bal›¤› hak edebilmek için elinden geleni yapar. Ama kay›ktakiler, da¤›t›lacak bal›¤›n
tümünü kendilerine ay›r›rlar. S›ska adama, bal›khanede hiç tutmayan,
fiyat bile verilmeyen bir dülger bal›¤›n› çok görürler. fiimdi yazara kulak
verelim: “Yüzünde tatl› bir gülümseme ve çal›flmaktan do¤abilmifl hafif
bir k›rm›z›l›k vard›. Bu k›rm›z›l›k, pay da¤›tan adam›n elindeki tek bal›k
da tayfaya verilinceye kadar adam›n yana¤›nda durdu. Sonra birdenbire
uçtu. Sand›m ki böyle, bütün ömrünce böyle donuk bir tebessümle kal›verecek adam. Etraf›na bak›nd›. Gülümseme birdenbire yüzünde bir
meyve gibi çürüyüverdi. Gözleri hayretle büyüdü.” Sonra tayfalarla kahvedekiler aras›nda adama da bir bal›k verilmemesi üzerine tats›z tart›flmalar olur. Yazar, bu duruma bir insan olarak dayanamaz. Toplumun
vicdan› gibi patlar: “Söz vermifltim kendi kendime: Yaz› bile yazmayacakt›m. Yaz› yazmak da bir h›rstan baflka ne idi? Burada namuslu insanlar
aras›nda sakin, ölümü bekleyecektim; h›rs hiddet neme gerekti? Yapamad›m. Kofltum tütüncüye, kalem k⤛t ald›m. Oturdum. (…) Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacakt›m.”
‹kinci Dünya Savafl› y›llar›nda, Sait Faik de Medar› Maiflet Motoru
ad›ndaki roman›, “Çelme” ve “Kestaneci Dostum” adl› öyküleri nedeniyle, öteki yazarlarla flairler gibi polis ve yarg›yla yüz yüze gelir. ‹lk yap›t›n›
öven Peyami Safa, sonradan onu da Marksistlerin ard›na tak›lmakla suçlar. “Dülger Bal›¤›n›n Ölümü”, sanatç›n›n kendisini karalayanlara karfl›
yan›t› say›lsa yeridir. Öyküde, toplumdaki bask› ve yasaklar düzeninde,
kendi namus anlay›fl›na göre, özgür bir dünya için yazanlar›, yasaklarla,
kurulu düzenin istedi¤i biçime sokmak karar› vard›r. Kendine sayg›s›n›,
yaz›nsal kiflili¤ini yitirince, yazar›n neye benzeyece¤i, simgesel bir dille
anlat›l›r: Ölümü uzun süren dülger bal›¤›n›n, susuzlu¤a da al›flt›r›labilece¤i düflünülerek, öykü sonland›r›l›r. “Onu atmosferimize (suyumuza) al›flt›rd›¤›m›z gün bayram edece¤iz. Elimize görünüflü dehfletli, korkunç, çirkin; ama küser huylu, pek sakin, pek korkak, pek hassas, iyi yürekli, tatl›
ve korkak bak›fll› bir yarat›k geçirdi¤imizden böbürlenerek onu üzmek
için elimizden geleni yapaca¤›z. fiafl›racak, önce katlanacak. Onu flair, küskün, anlafl›lmayan birisi yapaca¤›z. Bir gün hassasl›¤›n›, ertesi gün sevgisini, üçüncü gün korkakl›¤›n›, sükununu kötüleyecek, can›ndan bezdirece¤iz. ‹çinde ne kadar güzel fley varsa hepsini birer birer söküp ataca¤›z.”
Özgür yaflama, özgür düflünceye çocuklu¤undan beri tutkun Sait Faik, yasaklardan dertlidir. Onda ilk öyküsünden bu yana zaman zaman bulufltu¤u bir aflk vard›r. Belki toplumsal; ama toplumun onaylamad›¤› bir
104
aflk: “Ah bu yasaklar! kendi kendimize, baflkas›n›n bize, bizim baflkalar›na, devletin tebaas›na, tebaan›n devletine, belediyenin hemflerisine,
hemflerinin belediyeye, koydu¤u, koyaca¤› yasaklar! Aflklar yasakt›r. Gün
olur, sular, yemifller bile yasakt›r. ‹nsanlar birbirine yasakt›r.” (Çarfl›ya
‹nemem). Sait Faik, yasaklar karfl›s›nda, milyonlar›n içinde tek bafl›na,
yapayaln›z bir insand›r. Böyle anlarda do¤an›n kuca¤›na atar kendisini.
Do¤ayla kucaklaflmalar›ndan, “Bir Kaya Parças› Gibi”, “Son Kufllar”,
“Sivriada Geceleri”, “Sivriada Sabah›”, “Hiflt! Hiflt!”, “Karanfiller ve Domates Suyu” gibi, do¤an›n insan yaflam›ndaki vazgeçilmezli¤ine, o yaflam› nas›l bütünledi¤ine tan›kl›k eden, edebiyat›m›z›n en güzel öykülerini ç›kar›r. Ancak yasaklar çevirmifltir dört yan›m›z›. Yasalar›n, gelenek
ve görene¤in koyduklar› yan›nda, bir de do¤an›n, yani yafllanm›fll›¤›m›z›n getirdi¤i yasaklar vard›r. Yüre¤iniz isterse on sekiz yafl›ndaki duygular›n›zla dolu olsun. ‹fle yaramaz. Barba Yakamoz’un dedi¤i gibi, bu yürek, bizim yüre¤imiz, bir tahtas› eksiklerin yüre¤idir.” Bu yüre¤i tafl›yan
insan kalabal›klar›n içinde yaln›zd›r. Son Kufllar’›n bir bölümü, Alemda¤da Var Bir Y›lan bafltan sona bu yaln›zl›¤›n ac›s›n› hayk›ran öykülerle doludur. Yaln›zl›¤›n›n zehrini, çeflitli ça¤r›fl›mlar›n tetikledi¤i eflcinsel
e¤ilimlerini, tüm yasaklar› bir yana iterek, çekinmeden döker ortaya.
“K›rlang›ç Yuvas›ndaki Kad›n”la bilinçalt›n›n ve rüyalar›n da gerçe¤e kar›flt›¤›, üstgerçekçi bir anlat›ma yönelir. Yeni içeri¤i, yeni bir dille anlatt›kça öyküleri ve dili özgürleflir. “Öyle Bir Hikâye”, “Yaln›zl›¤›n Yaratt›¤› ‹nsan”, “Alemda¤’da Var Bir Y›lan”, “Y›lan Uykusu”, “Hiflt! Hiflt!”,
“Panco’nun Rüyas›” ve öteki Pancolu öyküleri, Sait Faik’in klasik tarzda
öyküyü çoktan b›rakt›¤›n›, kurallarla ifli olmayan, bambaflka bir öykü türünü yaratmaya çal›flt›¤›n› ya da böyle yazd›¤› için kendini daha iyi anlatm›fl olabilece¤ini düflündürür bize. Yazar›n bu öykülerinde kulland›¤›
dil, insan›n iç dünyas›ndaki gerçekli¤in anlat›ld›¤›, simgesel, soyut ve imge yüklü bir dil olmufltur art›k. Benzer koflullar›n ak›m› olan II. Yeni’nin
fliirindeki diline benzer. Bu da daha ar› bir sanat› ve daha seçkin bir okurun gereklili¤ini getirir akla.
Sait Faik yaflasayd›, yüz yafl›nda olacakt› bu y›l. Yak›n dostu Orhan
Veli gibi onun da erken say›lacak ölümü, sanat›n› diledi¤ince olgunlaflt›ramadan aram›zdan ayr›lmas›na neden oldu. Biliyorum, sanatta as›l de¤iflim uzun yaflayanlardan de¤il, ömürleri ne olursa olsun ça¤›n› do¤ru alg›layabilmifl ve gerçek yetenek olanlardan gelir, diyeceksiniz. Do¤ru;
ama yirmi y›l› bulan yazma u¤rafl›n›n sonunda geride b›rakt›klar›na bak›nca, yetmiflli seksenli y›llara de¤in yaflayabilmifl olsayd›, kim bilir daha
nice yeniliklere imza atacak, ne güzel öyküler, romanlar ve oyunlar b›rakacakt› bize, diye düflünmekten alam›yor insan kendini. Çünkü onda kifliyi iyi bir sanatç› k›lan bu önemli özelliklerin ikisi de vard›.
105
fi‹‹RLER VE fiA‹RLER ÜZER‹NE NOTLAR
Gürhan Tümer
fiiirin Akl›ma Tak›lan ‹ki Tan›m›
fii
fiiir nedir?
Bu sorunun birçok yan›t› var.
Ama ben bunlar›n yaln›zca iki tanesinden söz edece¤im, çünkü onlara tak›ld›m kald›m.
Biriyle, tepeden t›rna¤a flair olan birinin, flu bahts›z Orhan Veli’nin,
ta 1948 y›l›nda, “Seçilmifl Hikâyeler Dergisi” nde yay›nlanm›fl olan, “Bahar›n Ettikleri” bafll›kl› öyküsünde karfl›laflt›m. Orada, bir kad›n, “Benim için fliir, beyaz bir otomobildir” diyordu.
Öyle midir gerçekten de, fliir beyaz bir otomobil midir?
Evet, neden olmas›n? Evet, fliir çok fleydir; bu arada, beyaz bir otomobildir.
Peki o zaman, “Beyaz bir otomobil fliirdir” de diyebilir miyiz?
Bence diyebiliriz; e¤er “fiiir beyaz bir otomobildir” diyebiliyorsak,
“Beyaz bir otomobil fliirdir” de diyebiliriz.
Akl›ma tak›lan ikinci fliir tan›m› ise, Ömer Seyfettin’in “Efruz Bey”
adl› roman›nda flöyle yer al›yor:
“Meselâ baz› gün Bucakl›lar,
‘Efruz Beyefendi fliir nedir? Bize anlat›n›z’ derlerdi.
Efruz Bey hemen,
Gayet basit!... diye bafllard›, size ilmi bir lisanla anlataca¤›m: fiiir görüfltür. Hissetti¤ini, hiç olmazsa bir kifliye olsun, hissettirmek, yahut kendine hissettirebilmektir. ‹flte size psikolojik bir misal: Cigaran›z› yak›n›z,
elinizi dokundurunuz. C›zz… Oh dersiniz. ‹flte bir elem duydunuz. fiimdi bu cigaray› sevgilinizin yana¤›na dokundurabilir misiniz? C›zz. Bu sefer de o oh diyecektir. ‹flte demin duydu¤unuz elemi baflkas›na da hissettirdiniz. Bu da as›l fliirdir”.
Böyle bir fliir, böyle bir “as›l” fliir tan›m› olabilir mi?
Ben ki, ye¤lerim uçuk, fl›k tan›mlar›, kaskat›, ifllevsel tan›mlara, Efruz Bey’in fliir tan›m›na da, as›l fliir tan›m›na da, pek s›cak bakm›yorum,
bakam›yorum.
106
Ama dahas› var: Efruz Bey, az önce bir bölümünü aktard›¤›m konuflmas›n›, “Hay›r, hay›r, art›k cehalet zamanlar› geçti. fiiir ‘mevzun, mukaffa [yak›fl›kl›, kafiyeli] söz’ de¤ildir, dikkat ediniz” diye sürdürür.
Bence, Efruz Bey’in fliirle ilgili bu sözleri yukar›dakilere k›yasla, çok
daha anlaml›d›r.
fiöyle de diyebilirdi: “Mevzun, mukaffa olan ‘her’ söz fliir de¤ildir”
fiair Olunur?
Neden fia
Bu soru, iyi, do¤ru, anlaml› bir soru mudur; yoksa, birçok fley gibi,
o da, abeslikler içinde bir abeslik midir? Bir flair, bilir mi, bilebilir mi neden fliir yazd›¤›n›? Yoksa onun durumu, “Bir bakt›m ki flair olmuflum”
durumu mudur? Dahas› var: Acaba flair olunmaz da flair mi do¤ulur? Acaba flairin fliir yazmas›, bülbülün, bülbül oldu¤u için ötmesinin, o güzelim
flark›lar›, sevinçle, ama ayn› zamanda da hüzünle söylemesinin t›pk›s› m›d›r?
Zordur bu ve benzeri sorular› yan›tlamak. Ama büsbütün olanaks›z
de¤ildir. Örne¤in, Balaban’›n az sonra daha uzunca sözünü edece¤im roman› fiair Baba ve Damdakiler ’de, cezaevi müdürü, “fiiir yazmay› kimden ö¤rendin, çabuk söyle” diye ba¤›r›nca, Recep bu soruyu, “Allah’tan
efendim” diye yan›tlar. Bence bu sözler, fliir yazman›n Allah vergisi oldu¤una, yani fliir yazanlar›n do¤ufltan flair olduklar›na iliflkin inanc› içermektedir.
Necib Faz›l K›sakürek ise, bambaflka bir nedenle flair olmufltur. Bunu flairin flu sözlerinden ö¤reniyoruz:
“fiairli¤im on iki yafl›mda bafllad›.
Bahanesi tuhaft›r:
Annem hastanedeydi. Ziyaretine gitmifltim… Beyaz yatak örtüsünde, siyah kapl›, küçük ve eski bir defter… Bitiflikte yatan veremli genç k›z›n fliirleri varm›fl defterde… Haberi veren annem, bir an gözlerimin içini taray›p: Senin dedi flair olman› ne kadar isterdim! […] Gözlerim hastane odas›n›n penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgâra karfl›, içimden
karar›m› verdim:
– fiair olaca¤›m!
Ve oldum”.
fiiirin Para Etti¤i, Kar›n Doyurdu¤u Yer
fii
“Edebiyat para etmez, kar›n doyurmaz; hele fliirse söz konusu olan,
o, befl para bile etmez, flairin karn› fliirle hiçbir zaman doymaz” derler.
Kim söylerse bunu, büyük ölçüde do¤ru söyler.
107
Evet, dünyam›z›n koflullar›, ne yaz›k ki böyledir. Ama e¤er, uydumuz olan Ay’da yaflamay› göze al›rsan›z, böyle sorunlarla karfl› karfl›ya
kalmazs›n›z, çünkü orada, fliir, do¤rudan para yerine geçmektedir. Baflka bir deyiflle, o ülkedeki bir restoranda yeme¤inizi yiyip, içkinizi içtikten sonra, hesab›, üzerinde, yazd›¤›n›z bir fliirin yer ald›¤› bir k⤛d› garsona vererek ödeyebilirsiniz. Baflka yerlerde, fliir yazanlar aç kalabilirken, burada tam tersine, yazamayanlar açl›k çekebilmektedirler.
Bütün bunlar›, 17. yüzy›lda yaflam›fl olan Savinien de Cyrano adl›
bir yazar›n, Ay’a Seyahat bafll›kl› ütopik yap›t›n› okudu¤umuzda ö¤reniyoruz.
fiiir Sevmeyenler, fia
fiairlere Karfl›
fl› Olanlar
Kur’an’dan Balaban’a, fii
fiiirin sevenleri çok de¤ildir. ‹flin ilginç yan›, fliir sevmeyenler aras›nda flairlerin de bulunabilmesidir. Onlar fliirleri de¤il, yaln›zca kendi fliirlerini severler.
Ama fliiri onlar kadar bile sevmeyenler de vard›r ve bunlar›n bini bir
parad›r.
fiiire, flairlere karfl› olanlar›n en ünlüsünün Platon oldu¤unu söylersek yanl›fl yapm›fl olmay›z. Gerçekten de, bu filozof, Devlet adl› yap›t›nda, Sokrates arac›l›¤›yla, flairleri çeflitli nedenlerle, alabildi¤ine suçlar.
Asl›na bak›l›rsa, bu nedenlerin hemen hiçbiri yeterince güçlü de¤ildir;
hele kimileri, iyiden iyiye tuhaf, bir o kadar da abestir, yani saçmad›r.
Platon’un az önce ad›n› and›¤›m ütopyas›ndan, Devlet’ten yapt›¤›m flu
al›nt›n›n, bu sav›m› do¤rulayacak nitelikte oldu¤una inan›yorum:
“Homeros ve Hesiodos, insanlar› daha iyi yaflatacak kimseler olsayd›, ça¤dafllar› hiç b›rak›r m›yd› bu flairleri kent kent dolafl›p fliir okumaya? Varlar›n› yoklar›n› harcay›p, kendilerine ba¤lamaya, yanlar›nda,
memleketlerinde tutmaya çal›flmazlar m›yd› onlar›? Tutmasalar bile, her
gittikleri yere gitmezler miydi arkalar›ndan, onlardan alabileceklerini
al›ncaya kadar?”
Platon’dan yaklafl›k 1000 y›l sonra yaflam›fl olan Anicius Manlius Severinus Boethius’un, Phlosophiae Consolatio (Felsefenin Tesellisi) adl›
kitab›nda, fiiir Perileri , “tiyatro kahpeleri”, insanlar›n “ac›lar›na hiçbir
flekilde deva olmad›klar› gibi, bir de tatl› zehirleriyle onlar› iyice koyultan […] fl›rf›nt›lar”, “akl›n bol meyve veren ekinini, tutkunun k›s›r dikenleriyle katleder bunlar” gibi sözlerle afla¤›lan›rlar.
Sonra, 40 y›l önce, bize lisede okutulan Frans›zca edebiyat kitab›n›,
nostaljik duygularla kar›flt›r›rken, adlar› pek bilinmeyen iki Frans›z’a,
Houdart de la Motte ve Pons’a rastlad›m. Birincisi, birçok fliir yazm›fl eski bir flairmifl. Bu kifli, ne olmuflsa olmufl, günlerden bir gün, oturmufl,
düzyaz›n›n fliirden üstün oldu¤unu kan›tlamak üzere bir yaz› kaleme alm›fl. ‹kincisi, Pons, bir din adam›ym›fl, bir rahipmifl ve bir gün flöyle demifl: “fiiir sanat› uçar› bir sanatt›r; e¤er bütün insanlar ondan uzak durmak üzere aralar›nda anlaflsalard›, hiçbir fley kaybetmeyece¤imiz gibi,
çok fley kazanabilirdik”.
fiiire, flaire Kur’an’da da pek iyi bir gözle bak›lmaz. Çeflitli sûrelerin
çeflitli âyetlerinde, bu durum aç›kça belirtilmektedir. Örne¤in, ünlü Yâsin Sûresi’nin 69. âyeti flöyledir: “Biz o peygambere fliir ö¤retmedik. fiiir ona yaraflmaz”. ‹flin ilginç yan›, Kur’an’daki sûrelerden birinin, “fiuara”, yani “fiairler” ad›n› tafl›mas› ve bu sûrenin 224. âyetinde, flairlere
ancak sapk›nlar›n uyduklar›n›n söylenmesidir.
Mehmet Âkif’e gelince, o, ‹stiklâl Marfl›m›z’›n söz yazar› oldu¤u için
önemlidir; ama bence flair de¤ildir, manzumecidir. Safahat’da yer alan
“Âs›m”, bu manzumelerden biridir. Âkif, o yap›t›n›n bir yerinde, flairin,
fliirin ifle yaramad›¤›n›, ironik bir biçimde flöyle dile getirir:
“Yafl›n›z kaçt› paflam, elli mi?
– Yoktur elli.
– Aflt›n›z k›rk› ya?
– K›rk alt›y› bulduk.
– A’lâ…
Yüzü bulsan, yine ‘hâlâ m› bu mektub, hâlâ’
Arz› olmazsa hayat›n ne ç›kar tûlünden [uzunlu¤undan]?
Hani k›rk alt› y›l›n eldeki mahsulünden?
Hangi bir fende [bilimde] teali edebildin [yükselebildin] evlât?
Hangi sanatta rüsûhun göze çarpar? Anlat!
Ulemâdan m› [bilgin mi] say›ld›n, fukahadan mi [f›k›h bilgini mi]?
– Hay›r.
– Ya siyasi mi nesin? Kendine bir meslek ay›r!
– fiairim.
– Olmaz olayd›n: O ne yüzler karas›!
Bence dünyadaki iflsizlerin en maskaras›.
– Affedersin onu!
– ‹mkân› yok etmem, ne demek!
fii’re meslek diye, o¤lum, verilir miydi emek?”
Evet, flu ya da bu nedenle, akl›, duygular› o kadar incelmedi¤i, düfl
kurma, düfllerden tat alma yetisi yeterince geliflmedi¤i ya da onlardan
korktuklar› için, fliirleri, flairleri sevmeyenler, sevmemekle yetinmeyip,
onlar› sürgüne göndermek, dahas›, büsbütün yok etmek isteyenler hep
olmufltur; ileride de, büyük bir olas›l›kla olacakt›r. ‹flte somut bir örnek
daha:
109
Balaban’›n resimlerinde de, romanlar›nda da, ustaca bir naiflik bulurum ve onlar›n her ikisini de çok severim. Afla¤›daki al›nt›n›n kayna¤›,
bu sanatç›n›n, bence biraz hakk› yenmifl olan, fiair Baba ve Damdakiler
adl› roman›d›r. Roman›n o bölümünde, ‹mral› Cezaevi’nin müdürü, Göreli Recep ad›ndaki bir mahkûmu, fliirle ilgilendi¤i için, büyük bir öfkeyle sorgulamaktad›r. Balaban, bu trajik olay›, neredeyse komediye çevirir:
“(Müdür, ‹dare Amiri’ne) – Al›n bu sala¤› götürün. Göreli’yi getirin.
Müdür sordu:
– ‹bram Ali’nin baflkanl›¤›nda ne zamandan beri toplant›lara devam
ediyorsun? […] Deniz k›y›s›nda konufltuklar›n›z neydi?
– fiiir efendim.
(Müdür, Recep’in a¤z›ndan yeni bir söz alman›n sevinciyle sordu: )
– ‹bram Ali de fliir mi yaz›yor? Yoksa fiair’in [Nâz›m Hikmet’in] fliirlerini mi okuyordu size?
– Hay›r efendim. Ressam oldu¤undan, yaz›lm›fllar› tenkit ediyor.
– Ulan hayvan, kimin yazd›klar›n›? fiiiri kim okuyordu?
(Recep korkudan, daha önce okuryazarl›¤›m yok dedi¤ini unuttu.)
– Benim yazd›¤›m fliirleri ben okuyordum efendim!
(Müdür ans›z›n kalk›p, bir sa¤ eliyle, bir de sol eliyle iki tokat att›
Recep’e)”
Sonuç Yerine
Mahkûm Göreli Recep’e at›lm›fl olan bu tokatlar›n, asl›nda fliire at›lm›fl tokatlar olduklar›n› düflünüyorum.
110
AB‹D‹N GÜZ‹N’LE SETÜSTÜ’NDE
M. fiehmus Güzel
1950’de Abidin Dino Ankara’dad›r, efli Güzin Dino Dil-Tarih Co¤rafya Fakültesi’nde (DTCF) doçent olarak çal›flt›¤› için. Abidin, Güzin ve
Güzin’in annesi Feride Han›m birlikte oturuyorlar. Ama yaz gelince ver
eline ‹stanbul demek de flart: ‹stanbullu olup ‹stanbul’dan uzun boylu
uzak kalmak yak›fl›r m›? Yak›flmaz. Tekir kedi bile gelir: Nas›lsa duymufl;
‹stanbul’un ci¤erleri Ankara’dakilerden daha lezzetliymifl. Kedi akl› iflte
n’olacak! ‹stanbul’a gelince önce Çiftehavuzlar’da bir ev kiralan›yor.
Ama 1950 yaz sonunda Abidin ve Güzin, Güzin ve Abidin ‹stanbul’da bir
ev almaya karar veriyorlar. Adana’daki “verese”den ele geçen bir miktar
para var, onunla bir ev al›nabilir belki diyerek bafll›yorlar ev “bakmaya”.
Onca koflturmaca içinde ev aramak hem kent tarihiyle sohbettir, hem de
co¤rafyan›zla sarmafl dolafl olmakt›r. Abidin’lere de bu yak›fl›r. Güzin bu
bir dizi ev arama serüvenini Mart 1988 say›s›n› ‹stanbul’a ay›ran Autrement dergisinde yazd›. Bir içim su, yaz› de¤il. Sonra zaman geçti ve bu
maceralar Güzin’in Gel Zaman Git Zaman isimli güzelim kitab›nda (Can
Yay›nlar›, ‹stanbul, 1991) ve bu defa ve elbette Türkçe olarak zuhur ettiler. Eh bu kadar olur.
O günlerde tek u¤rafllar› ev aramak de¤il elbette: Örne¤in Abidin,
Çingeneler isimli bir senaryo haz›rl›yor. Verese’nin ilk sayfalar›n› kaleme
al›yor. ‹lhan Arakon’la Halit Ziya’n›n Aflk-› Memnu’sunu senaryolaflt›rmak için çal›fl›yorlar. Ve daha bir dizi ifl. Ama ev araman›n, ev bakman›n
da keyfi ayr›. Bu keyfi Abidin Güzin’le paylafl›yor. O zamanlar bu ifller
için “tellallar” var. Abidin ve Güzin’in arad›¤› “eski bir ev”. Güzin flöyle
yaz›yor: “(...) ne Bo¤az’dan, ne Marmara’dan, ne de limandan vazgeçebilece¤inden, Üsküdar’dan bafllam›flt›”lar ev aramaya. Umutlar› ise “Salacak’›n üstlerine düflen yörede eski bir ev bulmak...” Üsküdarl› bir tellal
ile epey dolafl›yorlar o yörede. Hatta bir ara tellal onlara, Abidin ve Güzin’e, “köprünün aya¤›n› satmaya” kalk›yor. Gelin bu k›sac›k bölümü
Güzin’den okuyal›m:
Ev Üsküdar’da, Paflakap›s› Cezaevi yak›n›nda. Nâz›m’›n daha birkaç
zaman önce “yatt›¤›” cezaevi.
“Ve galiba, o zaman için pek pahal› olan, üç oda için 35 bin lira istiyor han›m. Tellal da han›mdan taraf oluyor; evin önemini ve istenen paran›n fazla olmad›¤›n› ispat etmek için, han›m kalk›yor, perdeyi aral›yor
ve az ötede, selvili bir meydanc›¤› göstererek, ‘Yap›lacak köprü aya¤›
111
efendim, tam flu önünüze düflecekmifl,’ diyor. Vilayette çal›flan yak›n bir
akrabas› söylemifl, istenirse gidip soruflturulabilirmifl. ‘Köprünün aya¤›
tam önümüze, tam arkam›za, flurac›¤a, hatta tam da sat›lan evin üstüne
düflecek... böylece kârl› ç›k›lacak...’ sözleri destanlaflm›fl zaten. Tellallar
ev satm›yorlar, köprünün aya¤›n› sat›yorlar, daha 1950 senesinde!.. Köprünün aya¤›n› sat›n alacak güçte olmad›klar›n› anlay›nca han›m, çok can› s›k›l›yor.”
Ancak umudunuzu yitirmemek laz›m ev ar›yorsan›z ‹stanbul’da: Nitekim aranan ev bulunuyor: Salacak, ‹hsaniye, fiemsipafla, Paflakap›s›
semtlerini çok istedikleri halde, sonunda karfl› k›y›da, Kabatafl’ta, Setüstü’nde, araba vapuru iskelesine bakan, üç katl›, yar› ahflap, dar, uzun bir
ev buluyorlar. Buras›, Beyo¤lu’nun Bo¤az’a inen etekleri. Evin manzaras› dehflet... Karfl›da Üsküdar, yanar söner camlar›yla. Marmara, Adalar’a
kadar ve de K›z Kulesi. (Bo¤aziçi’ne cinler periler girmesin diye nöbette.
Ne olur ne olmaz. Buras› ‹s-tan-bul çünkü.) Önlerinde ak›p duran Bo¤az’›n git geli... kay›k, mavna, çatana, vapur ve gemiler, takalar›n ‘pat
pat’›, kal›n öten gemi bacalar›, dumanlar›... Solda Kabatafl Camii ve Bo¤az’›n Marmara’ya aç›l›fl›. Setüstü’nde, arnavutkald›r›m› tafl›ndan merdivenlerden ç›k›lan bir yokuflta bu evleri. Sa¤da ahflap, büyük bir konak
bozmas›. Liman›n bir bölümünün manzaras›n› kapat›yor. Önlerinde Çürüksulu’lar›n kâgir kona¤› upuzun serilmifl. Güzin’in büyük dedesi Kemal Pafla’n›n Abdülaziz’in çeflitli naz›rl›klar›n› etti¤i s›ralarda, 43 uflak ve
kâhya koflturdu¤u konak.
Neredeyse evin tam içinden vapurlar geçiyor, Üsküdar’a araba götürüp getiriyor, evin arkas›nda yükselen küçük minareden sabah akflam
ezan okunuyor.
Berber-muhtar, bekçi ve imamdan baflka, eflraf yok görünürde.
‹stanbul’da Ev-Atölye
1950 yaz› sonunda al›nan bu “üç katl›, yar› ahflap, dar, uzun” evin
oturulabilir hale getirilmesi için bir y›l bekledi Abidin ve Güzin. Parasal
durum belirleyici mutlaka. Nihayet 1951 yaz› bafl›ndan itibaren bak›m
ve onar›m ifline koyulabildiler, evi kendilerine uygun bir biçime sokmak
için. Evet ev ayakta duruyor ama oturulabilir olmas› için, s›k› bir onar›ma ihtiyaç duydu¤unu bilmek için Portekizli duvar ustas› olmaya gerek
yok. Evin bir y›k›nt› olmaktan ç›kar›l›p oturulabilir bir hale sokulmas›
için Abidin ve Güzin, Kapal›çarfl› senin, y›k›c›lar›n pazarlar› benim, ‹stanbul kazan onlar kepçe dolafl›p durdular, 1950’de ve 1951’de. Çünkü
evin onar›m› ifline Adana’daki vereseden para gelmesi gerekiyordu. Abi112
din’in sergi sat›fllar›ndan gelen küçük gelirlere de ihtiyaçlar› vard›. Onar›m ifllerini yak›ndan izleyebilmek için, 1951 yaz›nda, bir y›l önceki gibi
Çiftehavuzlar’da de¤il de, Bebek’te bir ev kiralarlar. Böylelikle Abidin,
k›sa bir sürede Setüstü’ne ulaflabilirdi. Onar›m› bir tafleron yapsa da direktifler Abidin’den. Bofluna m› Len Film Stüdyolar›nda dekoratör olarak çal›flt›. Adana ve Ankara’da bofluna m› fresklerle donatt› banka senin
Cündo¤du Han benim. O can›m freskler.
fiart
Önce Kurban fia
Güzin anlat›yor: “Onar›m› alt› ay kadar sürdü, epey uzunca bir zaman ald›. Çünkü hayat›m›z› art›k bu evde ve Ankara’daki kiral›k evimizde geçirmek arzusunu tafl›yorduk. Ama gel gör ki Abidin maalesef bu evde, onar›m› bittikten, oturulabilir hale geldikten sonra, sadece bir ay yaflayabildi. Ve evimizin ilk ziyaretçileri polisler oldu. ‹nanmayacaks›n›z!”
Bunu birazdan görece¤iz.
Önce tafleronun bir arzusu var: Onu yerine getirmek flart. Evet tafleron iflini bilir, geleneklerini tan›r bir usta: “Esas onar›ma bafllan›ld›¤›
gün, sanki temel at›l›yormufl gibi ve mahalleliyi hoflnut etmek için kurban kesiliyor, konu komfluya da¤›t›l›yor. Ba¤›rsaklar›, “hay›rl› u¤urlu olsun” diye geleneklere uyularak, yeni yap›lacak beton merdivenin dibine
gömülüyor. Bu sihirli önlemler ifle yaram›yor. O evde çok oturamayacaklard›, yerlefltiklerinin ilk haftas›nda polis evde arama yap›yor.
Kabatafl iskelesinin tam karfl›s›nda, biraz yüksekçe sette, o nedenle
ismi Setüstü ya, üç katl› ahflap evde onar›m bafllad› sonra.
Güzin flunlar› anlatt›: “Biraz düzeltim yapt›rd›k. Eski bir evdi. Biz
de onu nas›l kendimize uydurabiliriz diye yeniden düzenledik. En alt kattaki kâgir kat ayr› bir apartman dairesi olarak düzenlendi. Ayr› bir daire
gibi olunca kiraya vermemiz mümkün oldu. Ahflap iki üst kat› ise kendimize göre onard›k ve düzenledik. Üst katlar› alt kattan ay›rmak için d›fltan beton bir merdiven ekliyoruz. Alt kat ile üst katlar aras›ndaki iç merdiven kald›r›l›yor. Ama iki üst kattaki iç merdiven duruyor. Bizim evin
içinde art›k o. Böylece bizim evde bir kattan öbürüne geçmek mümkün.
Bizim evin birinci kat›nda büyük bir girifl yapt›k. Çok büyük bir sofa.
Mutfak ve banyo ve annem için genifl bir oda. Yan›nda büyük bir yemek
odas›, salon gibi bir mekân. En üst kat ise boydan boya atölye ve yatak
odas›. Ortas›nda filizi çini, yüksek bir soba. Balkon var sonra: Balkon genifl, özel seçilmifl, kahverengi, beyaz karmas› döfleme tafllar›yla kaplanm›fl. Bir köflesinde y›k›c›lardan bulunmufl küçük, mermer bir Osmanl›
çeflme. Kurnas›yla, oymal› süslü, kar gibi beyaz. Abidin balkon duvar›n113
daki çimentoya yerlefltirilmifl tafllar› bilhassa seçti. O çeflmeye hortumla
su bile ba¤lad›k. Her fleyi kendi zevkimize göre düzenledik, yerlefltirdik.
Girifl kat›ndan üst kata bir iç merdivenle ç›k›yorduk. Atölye ve yatak
odam›z: Hem Abidin’in atölyesi hem de yat›yoruz, hem de balkon. Hem
de her fley. Bir manzara seriliyor orada gözlerimizin önüne nefesimiz kesiliyor. Veya cofluyoruz: Duruma ve saatine göre; Bo¤az, Adalar, ‹stanbul
liman›n›n bir bölümü, ta karfl›da Üsküdar’›n yanar söner pencereleri /
›fl›klar›. Bir genifllik, bir büyüklük, bir sevda, bir zevk, bir akflam üstü sadece Setüstü’nde.
Evin içini dekore etmek için çok dolaflt›k. Ve çok güzel fleyler bulduk: Haftalarca aran›p bulunmufl eski kap› tokmaklar›, mutfak, banyo
musluklar›, tek tek y›k›c›lardan aran›p bulunmufl oymal›, eski tavan göbekleri, rüzgârlar›n esintisine göre aç›lan kapanan büyük pencere kanatlar›, baba evinden kalm›fl köfle kanepeleri, sade, iddias›z Abdülaziz devrinden kalma koyu yeflil renkleri soluk çiçeklerle bezenmifl üç gözlü demir konsollar, eski fanuslardan lambalar, oraya buraya serpifltirilmifl cam
rengi, aç›k sar› ya da buzlu...”
Güzin’in annesinin, “Hamadan ve Gördes hal›lar›, Abidin’in Kapal›çarfl›’da buldu¤u yelkenli Çanakkale çanaklar›, yeflil, kahverengi sürahiler, ibrikler...”
Her fley ve her fleyi ile ev “eski konaklar›n havas›n› tafl›yan parçalarla dolu.” Rüzgârlarla dolu konaklar›n iç sesleri ve havas›yla.
Onar›m bitti. Yap› paydos. Badana ve boya da. ‹ç dekorasyon da tamam. O zaman buyurunuz: Beton d›fl merdivenden ç›kt›n›z. Tok tok. Kap›y› ya Abidin açar, ya Güzin. Ama bana kal›rsa mutlaka Abidin açar.
Dostlar için. Girifl kap›s› bafll› bafl›na bir eser. Tarihi. “Kap›ya dikkat
edin,” diyor Güzin, “Bunlar› biz yapt›rd›k.” Kap›n›n tokma¤› çok özel.
Çok güzel. Eve girdiniz: Yerde kilimler. Bir tarafta mutfak. Öte yanda
Ferdiye Han›m’›n odas›. Holden girilen yemek odas›-salon var. Orada
Ferdiye Han›m’›n “Dünya Evi”nden getirdi¤i iki koltuk: Güzelçe örtülü.
Biraz yaklafl›n: Fanus lambalar›n› görebiliyor musunuz? Giriflin hemen
sa¤›nda duvara dayal›, köfleleme bir divan var. Bir masa, tam karfl› duvara dayal›. Masa Frans›z usulü, kapal› gibi. Sandalyeler var yan›nda. Üç
ayakl› bir lamba daha: Elektrik lambas› yand› yanacak. Tavana dönük.
Gelin bu salona girelim: Antikac›da bulunup al›nan demirden konsollardan biri de¤il mi flu? Evet o. Bir, iki, üç, dört genifl çekmecesi var. Ve
evet, “koyu yeflil renkleri soluk çiçeklerle bezenmifl.” Konsolun üstünde
kitaplar, Abidin’in bir tablosu, yine kitaplar. Kibarca ayakta duruyor kitaplar. Abidin’in tablosu dedim ama bu bir Abidin “çiçeklemesi” de olabilir. Bir “Uzun yürüyüfl”te. Art›k ne zaman u¤rad›¤›n›za kal›yor bu. Köfledeki yatak güzelce örtülü ve bir divan azametinde kuruluyor. Haydi ç›114
kal›m. Ama bir dakika o demir konsolun üstünde bir foto¤raf görmedik
mi? Bu Leyla Ablan›n foto¤raf› de¤il mi? Acele etmeyin can›m yerdeki
hal›y› da görmemezlikten gelmeyin: Ya Hamadan, ya Gördes. Holden geçerken aynam›z da var: fiöyle kendimize bir çeki düzen versek nas›l olur?
Ah flu saçlar! Ne kadar isyankârlar. Ne olacak iflte ressam saçlar› bunlar
yoldafl. Yahu bu aynan›n çerçevesini nereden buldunuz? O nak›fllar nereden? Hele tam ortadaki o fiyonk! Mest.
Hep kapal› duran o kap›: Açan piflman açmayan piflman kap›s› olmas›n? Tokma¤a bir göz atar m›s›n›z lütfen. Biz o kap›y› açar›z ve oradan,
o iç merdivenden, üst kata ç›kar›z: Kimse de bizi engelleyemez. Evet kap› önünde, cipte polisler olabilir. Ama evin içinde henüz karakol kurulmam›fl. O kap›dan üst kata ç›k›yoruz. Evet o iç merdivenden. fiu geniflli¤e bakar m›s›n›z? Kap› tokma¤› çok hofl ama bu büyüklük, bu ›fl›k dolu
mekân daha hofl. Ifl›k, deniz, gökyüzü cümbür cemaat sizi içlerine al›yor:
Harmanl›yor. Yo¤uruyor. Pestilinizi ç›kar›yor. Ama kendinizi kap›p koyvermeyiniz. Daha balkon var: Balkonda çeflme. Üçüncü Ahmet Çeflmesi
zaten iki ad›m altta, iskele ile asfalt yol aras›nda de¤il mi? ‹flte balkon nihayet: Beyaz çeflme haflmetle kuruluyor. Sa¤ ve solunda birer bitki, gül,
çiçek, a¤açç›k? Ama duvarlarda Abidin’in özenle seçti¤i küçük tafllar yerli yerinde duruyor. Ne kadar çok tafl var. Ve hemen öbür tarafta kareye
giren baflka bir ahflap bina. Pencere kanatlar› yar› aç›k.
1951 yazsonu bu eve, her fley yerli yerini bulunca yerleflen Abidin
ve Güzin çok mutluydular. ‹stedikleri evi en sonunda yaratabilmifllerdi.
Ama o evde çok oturamayacaklard›. Ve tam bir hafta sonra evi polisler
bast›: Bu kadar olur iflte! Yetkililer çok iyi iz sürdüklerini elaleme göstermek için bundan güzel f›rsat m› bulacaklard›? Bir ressam, bir bilim kad›n› ve onun annesinin son derece alçakgönüllü bir mahallede oturdu¤u
evi gece geç saatte basarak.
‹lk Misafirler: Polisler
Eve yerlefltiklerinin ilk haftas›nda evi polisler bas›yor. Güzin bu olay› kitab›nda anlat›yor. Birlikte birkaç kez bu olay› konufltuk. fiöyle anlatt›:
“Bir gece Abidin ve ben d›flarday›z. Beyaz›t taraflar›nda bir yere gittik. Benim tan›mad›¤›m, Abidin’in tan›d›¤› bir kitapç› m›, terzi mi, böyle bir yere gidiyoruz. Birtak›m ciddi meseleler, siyaset falan konufluluyor.
Gece saat 01’de eve dönüyoruz. Annem pür hiddet oturuyor evde. Henüz
uyumam›fl. Hayra alamet de¤il. Bize çok fena halde k›zm›fl. Belli. Olan biteni anlatt›:
115
H›rç›n ve sinirli, ‘‹ki herif geldi. Polismifller. Kartlar›n› gösterdiler.
Ama güvenmedim. Bekçiyi de, muhtar› da al›n öyle gelin’ demifl.
‹ki polis saat sekiz ya da dokuzda eve geliyorlar. Kap›y› çal›yorlar.
Soruyorlar:
– Abidin Dino evde mi? Polisiz biz evi gezece¤iz (sanki ev sat›n almaya gelmifller) diyorlar. Ama annem sokmuyor eve.
– Ben yaln›z›m...
– Biz polisiz diyorlar. Polis kimliklerini ç›kar›p gösteriyorlar. Ama
annem Nuh diyor, peygamber demiyor.
– Olmaz ben yaln›z bir kad›n›m, sokmam sizi içeri.
– Ne yapal›m peki han›mefendi?
– Gidin muhtar›, bekçiyi al›n öyle gelin.
Polisler gidiyorlar. Muhtar›m›z ayn› zamanda berber mahallede.
Onu ve bekçiyi al›p geliyorlar. Bu ifl onbire kadar sürüyor. Yeniden dikiliyorlar evin kap›s›na. Annem o zaman kap›y› aç›yor ve bütün bu tak›m›
içeri buyur ediyor. Polisler iki kifli, iki kat› tepeden t›rna¤a aray›p tar›yorlar. ‹ki kat› iyice “geziyorlar”. Evin her yan›n› k›y› köfle bucak ar›yorlar.
Difle dokunur bir fley bulamay›nca Abidin’in o s›rada yazmakta oldu¤u
Verese piyesinin birinci perdesini al›p götürüyorlar. Ne oldu¤unu anlayamam›fllar, el yaz›s›yla doldurulmufl bir defter. Herhalde ‘ihanet doludur’
diyerek götürmüfller. Abidin Verese’yi daha sonra yeniden yazd›. Ama o
dönemde yay›mlanamad›. (1996’da Kel ile birlikte Adam Yay›nlar›nca
bas›ld›) ‹flte böyle. Dön dolafl polisle yine burun buruna geldik. ‹flte böylesine evinize geliyorlar, yaz›l› piyesinizi al›yorlar ve götürüyorlar.”
Ne olursa olsun, polis gözetimi alt›nda olmak, evde oturanlar›n karfl›da Üsküdar’›n gece gündüz p›r›lt›s›n›, gemi, vapur, taka, çatana gitgelini, koca gemilerin bacalar›ndan sal›nan kara bulutlar› seyretmesine engel de¤il. Adalara do¤ru aç›lan deniz, özgürlük duygusunu koruyor. Kabatafl, Setüstü’nde, arka mahalleli küçük esnaf ve memurlar›n kararm›fl,
küçük ahflap evleri, gündelik, tekdüze gitgeli, sütçü, saka, Silivri yo¤urtçusuyla bileyci ve Çingenenin “Mühliye... Mühliye!” sesiyle güven veren
bir bar›nak...
Bu kadar da de¤il. Bak›n daha neler duyumsar insan o evde:
Güzin’in kaleminden:
“Kabatafl vapur iskelesine bakan Setüstü’ndeki evin penceresinden
Marmara ile Bo¤az›n aras›ndaki gitgeli seyretmek, zaman› al›p götürür
ve böylece gün geçer. Geceler ›fl›kla dolup boflal›r; dertler, üzüntüler, hasretler, korkular, o küçüklü büyüklü vapur, gemi, sandal, mavna, taka ve
çatanalara binip Adalara aç›l›rlar. Dolafl›r dolafl›r, Karadeniz’in a¤z›na
kadar ulafl›r. Dert yok olmaz; hafifler, ezicili¤ini kaybeder, ertesi günü
bekletir insana ve ertesi gün yeniden, Bo¤azla Marmara’n›n kavufltu¤u
116
yerdeki gitgel cümbüflüne dal›n›r. K›z Kulesi hep oradad›r, derdinizin,
kahr›n›z›n bekçisidir, güvenceli, sad›k, hep karfl›n›zda durur. Üsküdar’da, cam ve ayna oyunlar›yla, akflamdan akflama, mehtaptan mehtaba
yan›p tutuflan, sönüp giden par›lt›lar› sergiler. Kimi kez, sönmemifl tek
bir cam kal›r Üsküdar’da; par›lt›s› sürer, uzar gider. Oysa günefl batm›flt›r çoktan, ay ise daha do¤mam›flt›r...
Haymana Ovas›, Hüseyin Gazi Da¤lar›, Orta Anadolu, Erciyesi ve
Toroslar, Çukurova’n›n bu¤ulu yeflili, düzlü¤ü, s›ca¤›, rutubeti, bire bin
veren topra¤›, ›rgat pazarlar›, ‹stanbul’un kibar mahallesinden ç›k›p bu
co¤rafyan›n gerçe¤ini yaflamak, günü gününe ve ertesi günün ne getirece¤ini bilmemek...”
Hani bir gün yolunuz düfler de Abidin ve Güzin’e bir merhaba demeyi ihmal etmeyesiniz diye iflte adres:
Tafll›ç›k›fl 4/3
Setüstü-Kabatafl-‹stanbul
117
ERCÜMEND BEHZAD LAV
D‹L‹NDE ÜÇÜNCÜ DÜNYA:
“Ben Sehpâda Bayrak”
Çi¤dem Y›ld›r›m
BEN SEHPÂDA BAYRAK1
Nairobi, 5 fiubat 1954 (A.A.) - ‘Kenya’da Mau Mau fieflerinden General Waruhyo ‹tote idama mahkûm edildi.’
Ben topra¤›m kan›m
Waruhyo ‹tote
Ben namlu ben göz
Tetikte
Ben taban›m tafl›nmaz
Waruhyo ‹tote
Yürürüm yürürüm
Hürriyete
Dilsizlerin dili ben
Waruhyo ‹tote
Güçsüzlere güç
Zulümlerden öte
Ben lâle boyunduruk
Waruhyo ‹tote
Ben her fleyim her fley
Kolum eme¤imle
Ben kurtulufl kurtulufl
‹tote ‹tote
Ben köle ben köle
Kara cennette
Ben sehpâda bayrak
Waruhyo ‹tote
Ercümend Behzad Lav
118
Dilbilimsel edebiyat elefltirisi, ç›k›fl noktas› olarak edebiyat metninin biçimini ele almaktad›r. Bu biçim fliirde, hem sözcük seçimi ve seçilen bu sözcüklerin oluflturdu¤u a¤› hem de fliirdeki cümle yap›lar›n› ve
tekrarlar› do¤rudan ilgilendirmektedir. Bu özellikleri ölçüt alan dilbilimsel fliir elefltirisinin amac›n›n fliire en “nesnel” yorumu getirmek oldu¤unu söylemek yanl›fl olmaz.2 fiiirde birtak›m sözcük öbekleri, nesneler dizisi ya da olaylar zincirlerinin “nesnel ba¤l›lafl›k” oluflturmas›3 ve bu ba¤lamda yap›lan dilbilimsel elefltirinin öznel yaklafl›m ve deneyimlerle yap›lan çözümlemelerden çok, nesnel yarg›lar› ve anlamlar› ön plana ç›karmas› da dilbilimsel elefltirinin ç›k›fl noktas› olan “biçim”in oluflmas›nda
belirleyicidir. Ercümend Behzad Lav’›n Mau Mau adl› fliir kitab›nda yer
alan “Ben Sehpâda Bayrak” adl› fliiri, içerdi¤i birtak›m yabanc›laflt›rma
ögeleri ile bu kitab›n biçimsel, anlamsal ve dilsel aç›lardan dikkat çeken
fliirleri aras›ndad›r ve bu fliir dilbilimsel elefltiri aç›s›ndan kaydade¤er bir
metindir.
fiiir; biri haber metni, öteki fliir olmak üzere iki ayr› yaz› türüne ait
ürünün art arda kullan›lmas› ile oluflturulmufltur. Gerçeküstücülerin kulland›¤›, kolaj ya da yap›flt›rma tekni¤i denen bu yöntem, fliirde görsel bir
etki yapmakta ve fliiri kaç›n›lmaz olarak iki bölüme ay›rmaktad›r. Oysa
haber metninin dili ile fliirin dilinin, Türkçe olmas› ve haber metninin
nesnesi ile fliirin öznesinin bir Afrikal›, Waruhyo ‹tote, olmas› fliirin yeniden bir bütün olarak al›mlanmas›n› sa¤layan ögelerdir. fiiirin birinci
bölümündeki haberin, kendi içinde tamamlanm›fl dört tane dörtlük ve
yar›da b›rak›lm›fl bir ikilikten oluflan ikinci bölümün yar›m b›rak›lan bu
ikili¤i ile tamamland›¤› söylenebilir. Bu tamamlanma anlama ve dile yöneliktir, dolay›s›yla fliirde biçimsel olarak yarat›lan kopukluk anlamsal ve
dilsel olarak giderilmektedir.
Anlam aç›s›ndan bak›ld›¤›nda bu kopukluk, haber metninde kullan›lan “idama mahkûm edilme” ifadesindeki “idam” sözcü¤ü ve fliirin
ikinci bölümünün son iki dizesi olan “Ben sehpâda bayrak / Waruhyo
‹tote”de geçen “sehpâda bayrak” benzetmesi aras›ndaki iliflki ile giderilmektedir. Dolay›s›yla, birinci bölümde idama mahkûm edilen Waruhyo
‹tote’nin ikinci bölümde kendini “sehpâda bayrak” olarak nitelemesi ile
oluflturulan düz de¤iflmece iki bölümü birbirine uc uca ba¤lamakta ve fliirin iki bölümü aras›ndaki anlamsal ba¤›nt› sa¤lanmaktad›r.
Anlamla sa¤lanan bu bütünlük dilsel aç›dan da do¤rulanmaktad›r.
Bu iki bölüm cümle türleri aç›s›ndan ele al›nd›¤›nda, haber metninde
geçmifl zamana ait ve Waruhyo ‹tote’nin nesne olarak kullan›ld›¤› edilgen bir cümle kurulmufltur. fiiirin ikinci bölümü olan fliir ise, Türkçe dilbilgisine göre etken ya da edilgen diye s›n›fland›r›lamayacak ve Waruhyo
‹tote’nin özne olarak kullan›ld›¤›, genifl zamana ait cümlelerden olufl119
maktad›r. Böylece, haber metninde hakk›nda al›nan idam karar›n›n nesnel bir flekilde duyuldu¤u bir kifli varken fliirde ayn› kifli kendi a¤z›ndan,
öznel bir flekilde haberde gözard› edilen duygular›n›, düflüncelerini ve
yaflama ya da idama mahkûm edilme sebeplerini dile getirmektedir. Bu
durum, haber metninin do¤rulu¤uyla birlikte göz önünde bulunduruldu¤unda, fliirde tarihsel bir gerçekli¤in farkl› bak›fl aç›lar› ve anlat›c›larla ifllendi¤i söylenebilir. Ayr›ca, birinci bölümdeki “O”nun ikinci bölümde
“ben”e dönüflmesi uzaktakinin dil ile sahiplenilmesi olarak alg›lanabilir;
böylece fliirin iki bölümü aras›ndaki uzakl›k ya da kopukluk bu dilsel ba¤›nt› ile de giderilebilir.
fiiirin ikinci bölümünde, – birinci bölümden ba¤›ms›z olarak ele
al›nd›¤›nda – ilgi çeken ilk özellik yine biçime yöneliktir. Yukar›da da
belirtildi¤i gibi, dörtlüklerin hepsi kendi içinde tamamlanm›flken ikili¤in dörtlüklerin yar›s›na eflde¤er oldu¤u, dolay›s›yla yar›m kald›¤› görülmektedir. Bu yar›ml›k biçimin yan›nda sesi de içermektedir. Örne¤in,
ilk dört dörtlükte “‹tote” sözcü¤ünün geçti¤i dizelerden sonra bu dizeyi uyak ve ses aç›s›ndan tamamlayan iki dize daha gelmektedir. Oysa son
iki dizede “‹tote” son sözcüktür ve onu ses aç›s›ndan destekleyecek bir
sürerlik yoktur. Bu durum, fliirin ikinci bölümünün Afrika ritimlerine
uygun bir flekilde kuruldu¤unu gösteriyor. Böylelikle, Afrika yerli müzi¤inin tam vuruflla bafllama ve yar›m vuruflla bitirme biçimi (tam tam,
tam tam, tam tam, tam), ikinci bölümün biçimine yön vermektedir ve fliirin bu bölümüne Afrikal›l›k katmaktad›r. Ayr›ca bu bölümde hiç noktalama iflaretinin kullan›lmamas›, fliirin Afrikal› müzi¤ini özgür k›lm›flt›r.
Afrikal›l›k, fliirin ikinci bölümünde kendini dilsel olarak da gösteriyor. Bu bölümdeki cümleler yap› olarak gelecekçilik fliir anlay›fl›n› yans›tmaktad›r. Gelecekçilik fliir anlay›fl›na göre fliirde zarf, s›fat, fiil ve ba¤laç
gibi sözcük türleri kullan›lmazken, isimler ve isimlerle oluflan fiilimsi ya
da s›fatisim gibi sözcük türleri art arda kullan›lmaktad›r. Ancak, flairin
ikinci bölümde “Yürürüm yürürüm” dizesi hariç bütün sözcükleri isim,
zamir, s›fatisim ya da fiilimsilerden seçmifl olmas›, onun bu bölümü sadece gelecekçili¤e ba¤l› kalarak de¤il ayn› zamanda Afrika dillerinin
cümle kurulufluna da uygun bir flekilde yazd›¤›n› göstermektedir. Afrika
konuflma dillerinde cümleler sözcüklerin birbirinden kopuk olarak, herhangi bir ba¤laç ile ba¤lanmadan art arda dizilmesiyle oluflmaktad›r. Ercümend Behzad Lav’›n, Üç Anadolu adl› fliir kitab›nda Anadolu’nun üç
farkl› dönemini anlatan fliirlerinin, anlatt›klar› dönemin konuflma dili ve
o dilin cümle yap›s› ile yaz›ld›klar› göz önünde bulunduruldu¤unda,
“Ben Sehpâda Bayrak” adl› fliirin de Afrika’n›n sömürgecili¤e direniflinde büyük bir öneme sahip olan Waruhyo ‹tote’yi onun a¤z›ndan anlat›r120
ken, onun dilini de¤il ama Türkçede onun dilinin yap›sal özelliklerini ve
tonunu kullanm›fl olmas› hiç de flafl›rt›c› de¤ildir.
fiiirin ikinci bölümünün belirli bir hece ölçüsü yoktur ama bu bölümde dörtlüklerin “abcb”, ebdb, fbgb, hb›b ve ikili¤in “ib” oldu¤u bir
kafiye flemas› ç›kar›labilir. fiiirde, dördüncü dörtlükteki “eme¤imle” ve
“‹tote” sözcüklerinin ortak olan son harfi “e” ile sa¤lanan yar›m kafiye
d›fl›nda; ilk dörtlükte “‹tote” ve tetikte, ikincide “‹tote” ve “hürriyete”,
üçüncüde “‹tote” ve “öte”, beflincide ise “‹tote” ve “cennette” sözcüklerinin ortak olan son harfleri “te” ile sa¤lanan tam kafiyeler hakimdir. Bu
uyaklar›n oluflturdu¤u ses düzeni ile yarat›lmak istenen yine anlamdan
çok kulakta b›rak›lan dilsel Afrikal›l›kt›r.
fiiirin ses, ritim, cümle türü ve biçim olarak yaratt›¤› bu kimlik, sözcük seçimi ile de desteklenmektedir. fiiirdeki birtak›m sözcük öbekleri
ya da nesneler dizisi ve bunlar›n yaratt›¤› duygu, düflünce, durum ve hareket ça¤r›fl›mlar› bu fikrin kan›tlanmas› aç›s›ndan oldukça önemlidir.
fiiirin ilk dörtlü¤ündeki “toprak”, “kan”, “namlu”, “göz” ve “tetik”
sözcüklerinin oluflturdu¤u somut nesneler dizisi, toprak u¤runa yap›lan
silahl› ve kanl› bir mücadeleyi ça¤r›flt›rmaktad›r. Bu nesneler dizisi, gerek haber metninde verilen bilgi gerekse bu sözcüklerin içinde bulundu¤u dörtlükte geçen Afrikal› isim “Waruhyo ‹tote” göz önünde bulundurularak de¤erlendirildi¤inde, Afrika halk›n›n bu savaflta özne oldu¤unu
göstermektedir. fiiire girifl niteli¤i tafl›yan bu ça¤r›fl›m›n isimlerle sa¤lanm›fl olmas› girifli dura¤an k›lm›flt›r ve fliirin devam›n› etkileyecek duygusal bir haz›rl›k niteli¤i tafl›maktad›r.
fiiirin ikinci dörtlü¤ündeki “taban”, “tafl›nmaz”, “yürürüm” sözcükleri ise, ilk dörtlükte çizilen dura¤anl›¤› harekete geçiren bir sözcük
öbe¤i oluflturmaktad›r. Bu öbek, bir isim, bir ortaç ve bir fiil içermektedir. ‹sim ve onu betimleyen ortaç›n oluflturdu¤u, “Ben taban›m tafl›nmaz” dizesinden ç›kar›labilecek “tafl›nmaz taban” tamlamas› Afrika halk›n›n Afrika’ya ait oldu¤u düflüncesini vurgulamaktad›r. Özellikle “tafl›nmaz” ortaç›n›n edilgen çat›da kurulmufl olmas›, Afrikal›n›n sömürgeci taraf›ndan ait oldu¤u topraktan uzaklaflt›r›lamayaca¤›n›; ancak bunun tam
tersini ifade eden “yürürüm” fiilinin art arda iki kez söylenmesiyle yap›lan pekifltirme, Afrikal›n›n kendi iste¤i ve iradesi ile hareket edece¤ini
göstermektedir. Bu öbe¤in fliire katt›¤› duygusal hareketlilik öbe¤in hemen ard›ndan gelen “hürriyet” sözcü¤ü ile sa¤lanm›flt›r. Dolay›s›yla, birinci dörtlükteki nesneler dizisinin kurdu¤u savafl görüntüsünün sebebi
bu sözcük öbe¤i ile ortaya ç›km›flt›r.
fiiirde “dilsiz”, “güçsüz”, “köle”ve “zulüm” sözcüklerinden oluflan
öbek ise, içerdi¤i somut sözcüklerle Afrikal›n›n ana dili ile de¤il ama sömürgecinin dili ile varolmas› gibi birtak›m somut göndermeler yapman›n
121
yan› s›ra, Afrika halk›n›n sömürgecilik karfl›s›nda düfltü¤ü durumu fikirsellefltirerek bu sözcüklere soyutluk katmaktad›r. Burada soyutlaflan durum mazlumluktur ve “Dilsizlerin dili ben”, “Güçsüzlere güç”, “Zulümlerden öte”ve “Ben köle ben köle” dizelerinde örülen bu öbe¤in duygusal
olarak Waruhyo ‹tote’nin, ezilen bu halk›n özgürlü¤ü ad›na yap›lan savaflta lider konumunda olmas›ndan duydu¤u onuru anlatt›¤› söylenebilir.
fiiirde geçen uzuvlardan oluflturulabilecek, “taban”, “kol”, “göz”,
“dil” sözcüklerini içeren nesneler dizisi ile Afrika halk›n›n hem beden
hem de konuflma dili, dolay›s›yla düflünce olarak var oldu¤u, yok say›lamayaca¤› vurgulanmaktad›r. Bu nesneler dizisi, “Kara cennette” dizesinde Afrika k›tas›n› temsil eden “cennet” ile “Ben lâle boyunduruk” dizesinde Afrika halk›n› temsil eden, Afrika’ya özgü çiçek “lâle” sözcüklerinin oluflturdu¤u, vatan ve o vatana ait kimlik düflüncesini ça¤r›flt›ran nesneler dizisi ile tamamlanmaktad›r. Yani, diziyi oluflturan nesnelerin geçti¤i m›sralarda yap›lan düz de¤iflmeceler diziyle çizilen resmi ve d›fla vurulan duyguyu aitlik olarak belirlemekte ve vatan kavram›n› ça¤r›flt›rmaktad›r. Bu tamamlanma kölelerin boynundaki zincirlere verilen ad
“lâle boyunduruk”un “köle” sözcü¤üyle kurdu¤u, özgür olmamay› ya da
sömürge durumunu ça¤r›flt›ran sözcük öbe¤i ile de aksi yönden pekifltirilmektedir. Yani fiziksel olarak var olma ve ait olma durumlar›, Afrikal›n›n maruz kald›¤› kölelik ile z›tlaflt›r›larak tamamlanm›flt›r.
fiiirin farkl› dörtlüklerinde bulunan “hürriyet”, “kurtulufl”, “bayrak” sözcüklerinden oluflturulabilecek sözcük öbe¤i ile fliirde savaflta olma, mazlum olma, boyunduruk alt›nda yaflamaya karfl› harekete geçme
ve dolay›s›yla idama mahkûm edilme edimlerinin sebebi örülmüfltür. Bu
öbek heyecan ve tutku duygular›n› tafl›makta ve yine fliirin bütününün
bu duygu ile örülmesini sa¤lamaktad›r.
fiiirdeki bütün sözcüklerin darl›k-yuvarlakl›k ya da kal›nl›k-incelik
olarak “Waruhyo” ya da “‹tote” sözcükleri ile uyum içinde oldu¤u söylenebilir. Bu durumda, baz› ünlü ya da ünsüzlerin art arda kullan›lmas› ve
baz› sözcüklerin art arta tekrar edilmesi ile sa¤lanan Afrikal›l›k, fliirde
örülen duygu ve düflüncelerin pekifltirilmesini sa¤lam›flt›r. Örne¤in, fliirdeki her dörtlük ikili¤e dönüfltürüldü¤ünde, son ikilikle birlikte her ikili¤in ince ünlülerden oluflan bir sözcük ile bafllay›p yine ince ünlülerden
oluflan bir sözük ile bitti¤i görülmektedir. Bu durum fliirde, Afrika müzi¤ine göre, bir yar›m vurufl yerine geçen ikili¤in kendini tamamlamas› olarak de¤erlendirilebilir. Baz› ikiliklerde, bu ince ünlülerden oluflmufl sözcükler aras›nda kal›n ünlülerden oluflmufl sözcükler görülmektedir. Kal›n ünlülerden oluflan “boyunduruk”, “bayrak”, “kolum” gibi sözcüklerin “Waruhyo” sözünün söylenifli ile uygunluk içinde oldu¤u dikkat çekmektedir.
122
fiiirin temel sözcüklerinden olan “ben” ve bu sözcü¤ün sürekli tekrar edilmesi fliirde estetik ve semantik olarak kaydade¤erdir. Bu zamir,
fliirde Waruhyo ‹tote’nin yerine geçmekle birlikte ‹tote’nin temsil etti¤i
Afrika halk›n›n da yerine geçmektedir. Dolay›s›yla, fliir birinci bölüm
olan haber metninden ba¤›ms›z okundu¤unda fliirde özne aç›s›ndan bir
karmafla do¤maktad›r. Yine de, bu özneye anlat›lmak istenen duygu ve
düflünce ba¤lam›nda yaklafl›l›rsa öznenin de¤il anlat›lmak istenenlerin
önemi ortaya ç›kmaktad›r.
fiiirin biçimsel ve ses olarak sergiledi¤i düzen, fliirdeki sözcük öbekleri ve nesneler dizileriyle somut ya da soyut olarak sa¤lanan ça¤r›fl›mlarla bir arada düflünüldü¤ünde; fliirde düzen ve karmaflan›n iç içe geçti¤i
söylenebilir. Bu karmafla hem kendisi de bir fliir olan ikinci bölümün
kendi içinde hem de birinci bölüm olan haber metni ve ikinci bölüm aras›nda sa¤lanm›flt›r. fiiirin içeri¤inin fliirdeki müzik ile somutlaflt›r›lmas›n›n, bu düzen ve karmaflay› dengeleyen bir unsur oldu¤ununu söylemek
yanl›fl olmaz.
Görüldü¤ü gibi fliir – “yürürüm” fiili hariç – isim ve isimlerden oluflan sözcük türleri ve bunlar›n birço¤unun yinelenmesi ile oluflturulmufltur. fiiirde sözcük yinelemesi ile sa¤lanan pekifltirme ve vurgu birtak›m
sesli ve sessiz harflerin tekrarlanmas› ile desteklenmifltir. Bu özellikler,
fliirin az sözcük ve sabit bir ses ile oluflturulmufl dar ya da eksik bir yap›
oldu¤unu düflündürebilir. Oysa, bu yap› içinde kullan›lan malzemenin
yani sözcük ve sesin fliirin biçimi ile oluflturtu¤u koflutluk, bu yap› içindeki duygunun ve düflüncenin, yani fliirin yaz›lma sebebinin etkisini art›rmaktad›r. Özellikle sözcük öbekleri ve nesneler dizileri ile fliir içinde
oluflturulan a¤, ba¤laçs›z kurulan cümleleri birbirine ba¤lamakta ve eksiklikleri hem anlam hem de duygu aç›s›ndan gidermektedir.
Sonuç olarak, Ercümend Behzad Lav’›n “Ben Sehpâda Bayrak” adl› fliiri biçimsel, dilsel ve anlamsal olarak kopuk kopuk sunulmaktad›r.
Bu yüzden, okurda hem yabanc›laflt›rma etkisi yapan hem de bu kopukluklarla ça¤r›fl›mlar yaratan fliirin anlamsal, dilsel ve biçimsel olarak okur
taraf›ndan tamamlanmaya aç›k oldu¤u söylenebilir.
(1) ‹lhami Soysal. “Ben Sehpâda Bayrak” 20. Yüzy›l Türk fiiiri Antolojisi. Ankara: Bilgi Yay›nevi, 1996. 122-3.
(2) Bkz. Süheylâ Bayrav. “Dilbilimsel Edebiyat Elefltirisi”. Dilbilim I (1976):
45-71.
(3) Bkz. J.A. Cuddon, “Objective Correlative”. Dictionary of Literary Terms
and Literary Theory, Penguin Books, New York , 1991. 647-8.
123
GENELL‹KLE ‹ÇT‹⁄‹ SON KADEH
ALTINBAfi RAKIYDI...
Besim Dalgݍ
Nuri Bilge Ceylan’›n ‹klimler filmini seyredebildim sonunda. Koza,
Kasaba, May›s S›k›nt›s› ve Uzak filmleriyle izleyicide heyecan uyand›ran,
bütçesi k›s›tl›, genellikle amatör oyuncu kullanan bir yönetmen Nuri Bilge Ceylan. Son filmi ‹klimler de bu tür bir yap›m. Bir farkla Ceylan bu
filmin ana karakterlerinden birini oynuyor. Bilinen deyimle “esas çocuk”. Sinema tarihinde oyuncular›n yönetmen olarak çekti¤i filmlerin
varl›¤› bilinir. Alfred Hitchcock’un, yönetti¤i filmlerde bir an görünmesini saymazsak, Stanley Kubrick’in çekimlerini yar›da b›rakmas› sonucunda, Marlon Brando’nun yönetmenli¤ini de üstlendi¤i One Eyed Jacks
(Tek Gözlü Jak), Türkân fioray’›n Y›lan› Öldürseler ve Y›lmaz Güney’in
Umut filmleri ilk akla gelenler. Orson Welles ve Laurence Olivier’in yönetmenlikleri ve oyunculuklar› tart›fl›lmaz. Elbet oyuncu olmayan yönetmenlerde, yönettikleri filmlerde k›sa rol alm›fllar zaman zaman. Sinemam›zda, fierif Gören ve Memduh Ün’ün kendi filmlerinde küçük roller ald›klar›n› hat›rl›yorum. Dünyada da Godard ve Fellini gibi baflka örnekler
de var.
Umut filminde, Y›lmaz Güney’in ola¤anüstü bir oyunculu¤u vard›.
Ayr›ca yönetmenli¤i de yads›namayacak biçimde baflar›l›yd›. Marlon
Brando’nun ad› geçen filmdeki oyunculu¤u için olumsuz bir fley söylenemez. Ama yönetmenli¤i vasatt›. Ayn› fley Y›lan› Öldürseler için de geçerli. Zaten her iki oyuncu da bir daha yönetmenlik yapmad›.
Nuri Bilge Ceylan’›n oyunculuk deneyimi var m›? Bilmiyorum. ‹klimler’deki oyunculu¤u, daha önce ustaca yönetti¤i amatör oyuncularda
yakalad›¤› baflar›ya ulaflam›yor. Yönetmen olarak kendini yönetmekte zay›f kal›yor. Daha önceki filmlerinde ele ald›¤› konular kadar ilginç bir konuya de¤inmesine karfl›n bu filmde seyirciyi etkilemekte zorlan›yor. Kiflisel tercihim Nuri Bilge Ceylan’›n yönetmen olarak kalmas›. Onun kameran›n arkas›nda oldu¤unu hissetmek istiyorum. Oyunculuk deneyimin yoksa, kendini yönetmek büyük bir ustal›k gerektiriyor san›r›m.
Baz› yönetmenlerimiz; filmlerini çekerek izleyicisine ulaflabilmifl,
hak etti¤i bir çok ödül kazanm›fl, hakk›nda pek çok fley konuflulmufl, yaz›lm›fl sinemam›z›n ayk›r› yönetmeni Nuri Bilge Ceylan kadar flansl› olamam›fllar ne yaz›k ki.
70’li y›llar›n ortalar›nda Londra’da sinema ö¤rencisi olan bir arkadafl›m okul dergileri için ünlü Yunan yönetmen Theo Angelopoulos ile
124
söylefli yapmay› baflarm›flt›. Söylefli s›ras›nda arkadafl›m›n Türkiyeli oldu¤unu ö¤renen Angelopoulos; Paris’de ünlü sinema okulu IDHEC’de
(L’Institut des hautes études cinématographiques - Sinematografi E¤itimleri Yüksek Enstitüsü) kendisi ile birlikte okuyan okul arkadafl› Alp Zeki
Heper’i merak ederek, “O benden daha iyi idi, flimdi ne yap›yor?” diye
sormufl.
Arkadafl›m e¤itimini tamamlay›p Türkiye’ye dönüp, bu konudan
bana söz etti¤inde ne o, ne de ben Alp Zeki Heper hakk›nda hiçbir fley
duymam›flt›k. Daha sonra küçük bir araflt›rma yapt›¤›m›zda, IDHEC’de
okurken yapt›¤› Bir Kad›n / Le parfum de la Dame En Noir (1962) ve fiafak /L’Aube (1963) adl› filmlerinin birincilik ödülleri ald›¤›n›, 1968 y›l›nda çekti¤i Soluk Gecenin Aflk Hikâyeleri filminin sansüre tak›lm›fl oldu¤unu ö¤rendik. Sansür nedeni olarak, o dönem için bu filmin çok erotik bulunmufl oldu¤unu yaz›yor çeflitli kaynaklar. Yapt›¤› baflka filmler de
çeflitli nedenlerle ticari bir baflar› gösterememifl. 1975 y›l›nda sansür ve
içine girdi¤i umars›zl›kla yapt›¤› filmleri kap›s›n›n önünde yakm›fl. Alp
Zeki Heper, sinema ve kendi dünyas›nda iniflli ç›k›fll› bir yaflam sürdürmüfl. Sinema ile u¤raflmad›¤› dönemlerde resimler yapm›fl, onlar› satarak
hayat›n› sürdürmüfl. Y›llar sonra, 1984’de intihar etmifl oldu¤unu duydum . Ümit Bayazo¤lu’nun 2004 y›l›nda YKY’den ç›kan Uzun, ‹nce Yolcular adl› kitab›nda Alp Zeki Heper hakk›nda en taze bilgilere ulafl›labiliyor. Ama sonuçta sinemas›yla, varl›¤›yla çok kimsenin pek bilmedi¤i,
unuttu¤u, Angelopoulos’un de¤er verdi¤i bu yönetmenin, gölgesinden
baflka pek fazla izi yok. Onu tan›yanlar da net bir fley söyleyemiyorlar.
Filmlerini de izleme flans› yok ne yaz›k ki.
*
Selahattin Hilav’›n yak›n arkadafl› IDHEC’den mezun ikinci Türk
Attila Tokatl›’y› yan›nda, yöresinde olmama karfl›n, 80’li y›llar›n bafl›nda
tan›yabildim. Divanyolu’nda bir Ç›nar lokantas› vard›. O dönemin; edebiyatç›s›, gazetecisi, yay›nc›s›, hukukçusu, ressam› vb. bir çok kifli gelirdi Ç›nar’a. Ö¤le rak›lar› içilir, sohbetler edilirdi. Çak›r keyif tekrar ifl yerlerine dönülürdü. Ç›nar’›n zarif garsonu Hayri Bey gelenlerin ne yedi¤ini, ne içti¤ini ezbere bilir, hiç aksatmadan hizmet ederdi. Ahmet Hamdi
Tanp›nar’›n Huzur roman›ndaki kahramanlardan Tevfik Bey’in “Barbunya dünyan›n en güzel bal›¤›d›r, fakat mevsiminde olmazsa, hatta Ada
aç›klar›nda, yahut Bo¤az›n afla¤› a¤›z›nda tutulmazsa de¤iflir. Çanakkale’den ötede barbunya bal›¤› hiçbir tasnife s›¤mayan bir deniz hayvan›d›r” der. Marmara ve Bo¤azlar’dan Ege’ye inen barbunyan›n bal›k de¤il
baflka bir mahlûkat oldu¤una iflaret eden Tevfik Bey’den esinlenerek; Ç›125
nar’›n yerinde hâlâ bir lokanta olmas›na karfl›n, o art›k baflka bir fley benim için. Çünkü ne o eski insanlar kald›, ne Hayri bey, ne de Bab-› Ali.
Güneflli, insan›n içini ›s›tan bir bahar günüydü. Selahattin Ba¤datl›’yla ö¤le üstü Ç›nar lokantas›na gittik. Attila Tokatl› cam kenar›nda dip
masalardan birinde oturmufl, rak›s›yla birlikte yeme¤ini yiyordu. Rak›
onun önceli¤iydi hep. San›r›m çevirisini yapaca¤› yeni bir kitab› kar›flt›r›yordu. Ondan baflka kimse yoktu. Beni tan›mamas›na karfl›n Ba¤datl›
ile selamlaflt›lar. O da bizi masas›na davet etti. ‹lk kez karfl›laflt›¤› kiflilere
ölçülüydü. Tan›mak, anlamak için zamana gereksinimi vard›. Ama bu
süre uzun de¤ildi. Açt›¤› konular üzerinde görüfl al›fl verifli içinde hükmünü verebilecek kadar zekiydi. Bana güvenmiflti. Daha sonraki y›llarda
Selahattin Hilav’›n da bulundu¤u geceler boyu süren sohbetlerde onunla birlikte olabildim böylece.
Meyhaneler bu gecelerin mekânlar›yd›. Refik, Yakup, salafl meyhanelerin bulundu¤u Küçük Parmakkap›... Tan›d›klar, dostlar, zarif flakalar, sohbetler... Yaflam›n k›sa, ama hofl anlar›yd› aç›kças›.
Attila Tokatl›’n›n Selahattin Hilav ile büyük dostlu¤u vard›. Kardefl
gibiydiler. Hilav 1954’de Sorbonne’da doktora yapmak istiyordu. O s›rada döviz izni alabilmek için doktora s›navlar›n› kazanmas› gerekiyordu.
S›navlar› kazand›, ancak politik nedenlerden dolay› dövizi kesildi. Ama
Hilav her fleye ra¤men Paris’de kalmaya kararl›yd›. Hilav’›n Attila Tokatl› ile Paris’teki birlikteli¤ini Kas›m 2006’da Chiviyaz›lar› yay›nevinden
ç›kan, Selahattin Ba¤datl›’n›n haz›rlad›¤› Felsefeden Edebiyata Selahattin Hilav isimli kitapta Selahattin Hilav anlat›yor: “Attila, benim gidiflimden 1.5 sene sonra falan geldi. Galip Üstün de orada. Tabii Attila benim
çok yak›n arkadafl›m. Çok zeki ve gayet iyi frans›zca biliyor. Çok merakl›. Edebiyata, felsefeye merakl›. Zaten felsefede 1-2 y›l okumufl. Onunla
dostlu¤umuz çok hofltu”. Paris’de bulunduklar›nda Avni Arbafl, Mubin
Orhon, Abidin Dino, Selim Turan ile arkadafll›klar› olmufltu. Marksizm
en çok ilgilendikleri konuydu. Bu konuda bir çok çal›flmalar›n›n oldu¤u
bilinir. Sinema da ilgi konular›ndand›. Attila Tokatl› ‹stanbul’a daha önce gelmiflti. S. Hilav, babas›n›n ölümü üzerine 1958’de döndü. R›ht›mda
karfl›layan Attila Tokatl›’yd›. O gün birlikte do¤rudan Park Otel’e Yahya
Kemal’in masas›na gittiklerini söylüyor S. Hilav. Daha sonra ayn› kitapta, S. Hilav Yahya Kemal ile karfl›laflmas›n› flöyle anlat›yor: “Ooo! dedi,
Paris’den geliyorsunuz belli. Paris kokuyorsunuz”. “Daha sonra fliir falan konufltuk. O Verlaine diyor, ben de Rimbaud deyince bir öksürme
tuttu. Anlayamad›m. Üstad cevap vermek istemedi¤i fleyler duyunca öyle
yaparm›fl me¤er”.
Paris dostluklar›n›n pekiflti¤i yerdi. Birlikte ortak çeviriler yapt›lar.
70’li y›llarda Türkiye’de ayd›n çevresinin gündeminde yer alan, Kemal
126
Tahir’in de ilgilendi¤i ATÜT (Asya Tipi Üretim Tarz›) çal›flmalar›n›n
içindeydiler. 1966’da Fethi Naci’nin Gerçek Yay›nevi’nden ç›kan
Marx’›n ATÜT düflüncelerinin de yer ald›¤› Türkiye Üzerine kitab›n› birlikte çevirdiler. Bu arada Kemal Tahir ile yak›nl›klar› oldu.
Genellikle herkes, felsefe ve edebiyat alan›nda yapt›¤› yüzü aflk›n;
çeviri, inceleme ve sözlük çal›flmalar›yla tan›r Attila Tokatl›’y›. Ayr›ca
1987 y›l›nda ç›kan Devrimcinin Ölümü: Karfl› Roman isimli roman›,
1981’de ç›kan Ça¤dafl Diyalekti¤in Kayna¤›: Hegel isimli bir felsefe kitab›, 1968’de Selahattin Hilav ile birlikte Dünya Yazarlar ve Eserleri Ansiklopedisi isimli çal›flma, 1973’de Ansiklopedik Felsefe Sözlü¤ü, 197880 aras›nda ç›kan Sosyalist Kültür Ansiklopedisi onun telif çal›flmalar›d›r. Sosyalizm Nedir? (1961), Sovyet fiairleri Antolojisi (1968), Gizli Örgütler (1971) ve Tarih Boyunca Politika (1980) adl› derleme kitaplar› da
vard›r. K. Marx, V. ‹. Lenin, A. Gramsci, L. N. Tolstoy, ‹. Ehrenburg, N.
Ostrovski, M. Gorki, L. Aragon, S. Freud, V. Mayakovski, D. Sotiriyu ve
daha saymakla bitiremeyece¤imiz bir çok yazar›n dünyaca da ünlü edebiyat, felsefe ve siyasal alandaki kitaplar›n› dilimize kazand›rd›. Attila Tokatl›’n›n çevirilerindeki özenli türkçesi ad› geçen yazarlar›n kitaplar›n›
anlafl›labilir k›lm›flt›r. Çevirisi yap›lan bir kitab›n yazar› kadar çevirmeni
de önemlidir. Yazar›n sorumlulu¤u kendine ait olmas›na karfl›n; çevirmen, hem yazara hem de okura karfl› sorumludur. Yazar›n duygu ve birikimini en yak›n bir flekilde okura aktarman›n köprüsüdür çeviri. ‹. Ehrenburg’un Paris Düflerken, D. Sotiriyu’nun Benden Selam Söyle Anadoluya, N. Ostrovski’nin Ve Çeli¤e Su Verildi, L. Aragon’un Anicent, L. N.
Tolstoy’un Savafl ve Bar›fl’› ilk akla gelen çevirileridir. Özgün dillerindeki etkiyi dilimize aktarmada baflar›l› oldu¤u kabul edilen bir çevirmendi
Attila Tokatl›.
Çeviri, sorumlulu¤u fazla olan bir ifl. Bu ifli günümüzde büyük bir
ciddiyet ile yürüten çevirmenlerimiz var elbet. Örne¤in Ahmet Cemal,
YKY’den ç›kan R. Musil’in baflyap›t› Niteliksiz Adam roman›n›n birinci
cildini türkçeye kazand›rm›flt›r. Almancadan yapt›¤› bu çeviriyi zevkle
okudum. Selahattin Hilav bu roman›n girifli hakk›nda “Müthifl bir sinematografisi” var demifl ve uzun uzun R. Musil hakk›nda konuflmufltu.
Öteki iki cildin çevirisini bir çok kifli gibi ben de merakla bekliyorum. Bu
günlerde dünya klasik romanlar›n›n yeni çevirileri tart›fl›lan bir konu.
Genellikle 300-400 sayfal›k kitaplar›n çevirileri çok k›sa zamanda “bir
çok dile vak›f!” çevirmenler taraf›ndan yap›l›yor, k›sa zamanda yay›na
haz›rlan›yor olmas› soru iflaretleri b›rak›yor.
*
Aral›k ay›nda hikâye alan›nda önemli bir eksikli¤i tamamlayan yeni
127
bir dergi yay›nland›. Ad› “Notos Öykü”. Notos; “Güney Rüzgar›” veya
“Lodos” anlam›na geliyor Yunancada. Mitolojide de yeri var. Semih Gümüfl “Notos Öykü” dergisini özenle haz›rlam›fl. Dilerim rüzgâr› hiç kesilmesin, uzun yol als›n. Derginin “Günün Konusu” bölümünde, “Bu kitaplar› kim çevirdi?” bafll›¤› alt›nda, çevirmenleri belli olmayan, ancak
haz›rlayanlar›n adlar›n› belirten dünya klasik roman çevirilerinin çok k›sa sürede nas›l yap›labildikleri hakk›ndaki görüfller ilgi çekecek düflücesindeyim. Bir zamanlar zevkle okudu¤um Attila Tokatl›’n›n çevirdi¤i
Savafl ve Bar›fl roman›n›n yeni çevirmeninin ad› belli olmamas›na karfl›n,
haz›rlayan›n M. Ali ‹plikçio¤lu oldu¤unu ö¤reniyoruz “Notos Öykü”dergisinden. Bu yeni çeviride bir “intihal” (afl›rma) sorunu yoktur umar›m.
*
Attila Tokatl›’n›n 50’li y›llarda sinema e¤itimini IDHEC’te yapm›fl
oldu¤unu, Türkiye’ye dönünce, Denize ‹nen Sokak (1960), Gel Bar›flal›m (1964) adlar›nda iki filmin yönetmenli¤ini yapt›¤› az bilinir. Denize
‹nen Sokak filmiyle Locarno Film fienli¤i’nde “Onur Ödülü” alm›flt›r.
Ayr›ca Venedik Film Festivaline gönderilen ilk Türk filmi olan Denize
‹nen Sokak, 1960 y›l›nda Venedik’te özel bir bölümde gösterilmifltir.
Daha sonra, Denize ‹nen Sokak 1. ‹zmir Festivali’nde “En Baflarılı
Senaryo” ve ‘En Baflarılı Oyuncu’ ödüllerini alm›fl olmas›na karfl›n filmin
kopyas› hiçbir yerde yok. Alp Zeki Heper bu anlamda daha flansl›. En
az›ndan Soluk Gecenin Aflk Hikâyeleri filminin bir kopyas›n›n MSÜ Sinema Televizyon Bölümü arflivinde bulundu¤unu yaz›yor Ümit Bayazo¤lu Uzun, ‹nce Yolcular adl› kitab›nda.
Attila Tokatl› sinema yönetmenli¤i yapmaktan vazgeçmek zorunda
kal›yor türlü nedenlerden dolay›. Ama hiçbir zaman sinemadan kopmuyor. At›f Y›lmaz dahil, bir çok film projesine senaryo çal›flmalar›yla katk›da bulunur. Fakat yapt›¤› iki filmden de iz yok. Onun sinemas› hakk›nda hemen hemen hiçbir fley bilmiyoruz. De¤erlendirme yapam›yoruz.
Onun sinema anlay›fl› da t›pk› Alp Zeki Heper gibi bir s›r bizler için. Türkiye’nin IDHEC’i bitirmifl iki sinema adam›n›n kaderi birbirine benziyor. IDHEC sinemam›za fazla gelmifl san›r›m. ‹kisinin de günümüzün en
önemli iletiflim araçlar›ndan biri olan bilgisayar teknolojisinin sundu¤u
internette arama motorlar›na isimlerini yaz›nca yapt›klar› filmlerin, okuduklar› okullar›n, çevirilerinin bilgileri k›saca var. Bir çok kifli için abart›l› bir flekilde her türlü ayr›nt›n›n olmas›na karfl›n onlardan bu esirgenmifl sanki. Hiç yaflamam›fllar gibi bir tek foto¤raflar›na bile ulaflamad›m.
Alp Zeki Heper’in filmleri gibi yüzü hakk›nda da hiçbir fikrim yok. Attila Tokatl›’y› tan›d›¤›m için yüzü haf›zamda.
Attila Tokatl›’n›n ölümünden üç-dört y›l önce “Entelektüel” diye bir
128
dergi ç›karma düflüncesi vard›. Bunun için çaba gösteriyordu. Heyecanl›yd›. San›r›m iki say› ç›karabildi. ‹lk say›s›nda çingene fliirleri bölümü
vard›. Bana fliirlerin çevirilerini vermifl, desenler istiyordu. Ben de befl alt› adet çizdim. Kulland› m›, kullanmad› m›? Bilmiyorum. Bu dergileri hiç
görmedim. O s›ra rahats›zlan›p, hastaneye yat›r›lm›flt›. Bunlarla u¤raflacak zaman› yoktu. Sonra tedavi oldu. Hastaneden ç›kt›. Ama çok sevdi¤i
rak›y› içmekte engeller koymufltu doktorlar›. Gene de bu engellere fazla
uymad› Eskisi kadar s›k görüflemiyorduk.
Selahattin Hilav daha çok Beyo¤lu insan›yd›. Bal›k Pazar›’nda günlük nevalesini alm›fl, evine giderken görürdüm. Ayak üstü sohbet ederdik, bir fleyler içerdik. 50’li y›llarda gitti¤i; Cahit Irgat, Metin Elo¤lu, Orhan Veli, Mücap Ofluo¤lu gibi bir çok dostuyla bulufltu¤u ünlü Lambo
meyhanesinin izlerini tafl›d›¤›n› hissederdim ço¤u zaman. Buna karfl›n
Attila Tokatl›’n›n ise Ca¤alo¤lu insan› oldu¤u izlenimi bende daha çok
yer etmifltir. Bazen bir yay›nevinde, bazen bir dergide görebilirdiniz. Sirkeci Gar Lokantas› onunla özdeflleflmiflti. Ö¤le rak›s›n› orada içerdi s›k
s›k. Hat›rlad›¤›m bir baflka fley, sadece Yeni ve Kulüp rak›lar›n›n oldu¤u
günlerde Attila Tokatl› yeteri kadar içti¤i kan›s›na var›nca, törensi bir havada, son kadehi Alt›nbafl rak›s› isterdi. Alt›nbafl, öbür rak›lara göre hem
daha iyi, hem daha pahal›yd›. Günümüzde ortaya ç›kan rak› çeflitlerini
görmesini çok isterdim. Geceleri ise Beyo¤lu’ndayd›.
Attila Tokatl›, yemek borusu y›rt›lmas› tan›s›yla bir kere daha hastaneye yat›r›ld›. Yak›n dostu Fethi Naci’nin 1999’da YKY’dan ç›kan Dönüp
Bakt›¤›mda adl› kitab›ndan Attila Tokatl›’y› hastanede ziyareti hakk›ndaki yaz›s›ndan bir paragraf› ödünç alaca¤›m. Onun son anlar›n› anlatan
en duyarl› yaz› benim için. Fethi Naci flöyle yaz›yor: “Son gidiflimi çok iyi
an›ms›yorum. Yeni y›l›n ilk günüydü. Hangi y›l 86’m›, 87’mi? Hastanede
yatt›¤› blok de¤ifltirilmifl. Daha genifl bir oda. Genifl, ayd›nl›k, havadar.
Çok alçak sesle konuflabiliyordu. Söyleyecek bir fley bulam›yordum. Bir
ara yata¤›n›n bafl ucunun de¤il, ayak ucunun pencereye dönük oldu¤unu
gördüm. Söyleyecek bir fley bulamam›flt›m. ‘Yata¤›n› böyle yerlefltirmeleri iyi olmufl. fiu çam a¤açlar›n›n güzelli¤ine bak! Yatt›¤›n yerden seyredebilirsin’. Attila gülümsemiflti. Ama ne gülümseme! Daha o anda içinde
‘ölüm boyu’ bir uzakl›¤› tafl›yan bir gülümseme... Yüzüyle ‘Yaklafl’ der gibi iflaret etti, kula¤›m› a¤z›na yaklaflt›rd›m; bir fley söyledi anlayamad›m,
anlayamad›¤›m› anlad›, bütün gücünü toplayarak, duyabilece¤im bir sesle konufltu:
– Rahat ölebileyim diye...”
*
Attila Tokatl› 22 fiubat 1988’de öldü. Ahmet Cemal, 2006 Kas›m
129
ay›n›n son iki haftas›nda Cumhuriyet Gazetesinde yazd›¤› köfle yaz›lar›nda, yak›flt›rman›n Selahattin Hilav’a ait oldu¤unu söyledi¤i “A¤›r Ayd›n!”lar hakk›nda yazd›. Sözü edilen yaz›larda bu tip ayd›nlar›n kelime
oyunlar›yla anlafl›lmamay› çok önemsedikleri yaz›yor özetle. Attila Tokatl› “A¤›r Ayd›n!”lardan de¤ildi. Yazd›klar›n›n okunup anlafl›labilmesine
özen gösterirdi her zaman. Zaten onun kufla¤›n›n derdi de buydu. Selahattin Hilav, Memet Fuat, Melih Cevdet Anday’›n yaz›lar›nda ne kadar
anlafl›labilir bir dil kulland›klar› ortada.
Türkiye’nin iki IDHEC mezunu Alp Zeki Heper 41 yafl›nda, Attila
Tokatl› 54 yafl›nda çok erken bu dünyadan göçtüler. Yapt›klar›n›n izleri
var sadece. Onlar› tan›yanlar var olduklar› sürece onlar da var olabilecekler mi? Bu konuda Semih Poroy, Cumhuriyet Kitap’›n 19 Ekim 2006 tarihli ekinde, Aziz Nesin hakk›nda yazm›fl: “Aziz Nesin’in s›kl›kla sözünü
etti¤i bir ‘ölüm biçimi’de fluydu: ‘Bir insan fiziksel olarak ölür, ama onu,
yine onu fiziksel tan›yanlarda yaflar. Öleni en son tan›yanlar öldü¤ü zaman, iflte o zaman kifli gerçekten ölmüfl olur’. Semih Poroy devam ederek; “Onu en son tan›yanlar bile öldüklerinde, umuyorum ki de¤erli eller bu dosyalar› Aziz Nesin’e yak›fl›r biçimde yay›nlayabilir, yay›nlar›n›
sürdürebileceklerdir” dile¤inde bulunuyor. Bu Aziz Nesin için kadar Attila Tokatl›, Selahattin Hilav, Memet Fuat, Nâz›m Hikmet ve bu anlamda bize de¤er katan bir çok kifli için de geçerli, ortak bir dilek olmal›...
130
EGE’N‹N ‹K‹ YAKASINDAN
AKDEN‹Z’E YELKEN AÇMAK
Ziya Gürel
Karya’ya Thesalial›lar’›n egemen olmas› s›ras›nda, Do¤u-Bat› ayr›mc›l›¤›n›n ilk örne¤i de tarihe geçmifl oldu. Bu öykü, Atina Prytaneion’unundan gelmifl, kendilerini yar›madadan Anadolu’ya ayak basm›fl
en soylu kavim sayan ‹onlar›n, gösterdikleri ac›mas›zl›kla bafllayan bir serüvendir. Attikos’tan efllerini bu yeni kolonilere getirmeyen askerler,
ana-babalar›n›, erkeklerini öldürdükleri Karya’l› kad›nlarla birlikte yaflamaya bafllam›fllard›. Tarihin Babas› Herodot, yürekleri da¤layan bu olay›, “Can›na k›y›lan yak›nlar›n›n ac›s›yla Karya’l› kad›nlar kendi aralar›nda berkittikleri yeminle bir yasa koymufllar, bu yasay› anadan k›za sürdürmüfllerdi. Bu yasa erkeklerle birlikte yeme¤e oturmamak, yeni kocalar›n›n ad›n› anmamakt›r; böyle yapmakla babalar›n›n, ilk kocalar›n›n ve
çocuklar›n›n ölümünü ödetmek istemifllerdir, bu cinayetleri iflledikten
sonra kendileriyle beraber yaflamaya kalk›flanlara. Bu olay›n geçti¤i yer
Miletos’tur.” diye anlat›r.
M.Ö. 1000’de kuzeyden gelerek Peleponez’e, Halikarnasos’a yerleflen; Ege k›y›lar›nda birçok Satrapl›k ve Tiranl›k oluflturan Dorlar’a da;
M.Ö. 700-549 y›llar›nda sald›r›lar›yla karfl›laflt›klar› do¤ulu Med’lere ve
M.Ö. 525’te, hem Yunan yar›madas›nda, hem de ‹onya’da tam bir egemenlik kuran Perslere de ortak bir ad verilmiflti: “Barbarlar.” Akhalar,
diye an›lan Ege’nin bat› k›y›lar›n›n ‘su insanlar›’, böylelikle kendilerinin
Karya’l›lara, Troya’l›lara uygulad›klar› kan dökücülü¤ün üstüne kal›n bir
perde çekerek gizlemek istemifllerdir. Bugünün emperyalistleri, baflvurduklar› çifte de¤erlendirmeli yöntemleri, büyük olas›l›kla geçmiflin bu
karanl›k köflesinden al›nt›lam›fl olmal›lar.
Böylesine yo¤unlaflan göçler, sald›r›lar sonucunda, Tanr›lar›n say›s›
da ikiye katlanm›fl, onlar da birbirleriyle geçinemez olmufllard›. Herodot
(MÖ. 492-426), bu durumu flöyle dile getirir.:
“Peki nereden geliyordu bu tanr›lar? Ta bafltan beri mi vard›? Biçimleri nas›ld›? Daha düne kadar bir fley bilinmiyordu. Zira Homeros ve
Hesiodos benden herhalde dört yüz y›ldan eski de¤illerdir. Yunanl›lar
için tanr›lar›n soy zincirini tertipleyen, tanr›lar›n s›fatlar›n›, görevlerini,
kendilerine özgü niteliklerini belirten, görüfllerini anlatanlar onlard›r.
Onlardan önce geldiklerini söyleyen flairler, bence onlardan sonrad›r….”1
131
Bizansl› Stephanos, sözlü¤ünün Thurium’u aç›klayan bölümüne tarihçinin gömüt tafl› için yaz›lm›fl bir yaz›t› alm›flt›r: “Bu topraklar, Lykes
o¤lu Herodotos’un kemiklerini örtmektedir; eski ‹on tarihçilerinin prensi Dor topraklar›nda do¤mufltu. Yurttafllar›n›n sald›r›lar›na dayanamayarak kaçm›fl ve Atinal›lar›n kurmakta oldu¤u Thurium’u ikinci yurdu yapm›flt›r.”
Herodot, Helen ›rk›ndan gelenlerin yaz›y› ve ticareti Fenikelilerden
ö¤rendiklerini bulgular›yla aç›klar. Kendisi de, ‹oncas›n› Samos’ta ilerletmifl, yine bu adadan bafllad›¤› uzun yolculu¤u s›ras›nda, Karadeniz
çevresini, Fenike ülkesini, Perslerin sa¤lad›¤› olanaklarla bu büyük imparatorlu¤u ta ‹skenderiye’ye kadar gezmifltir. En görkemli dönemini yaflayan Atina’da da bulunmufl, burada Sophokles’le dostluk kurmufl.
‹ranl› anlat›c›lara dayanarak Herodot da ilk kavgan›n Fenikelilerce
bafllat›ld›¤›n› yazar. Eritre denizi denilen K›z›ldeniz’den Hint Okyanusu’na uzanan denizlerden kalk›p, geldikleri o günkü ülkeleri Do¤u Akdeniz k›y›lar›yd›.. Fenikeliler, M›s›r’dan, Asurya’dan toplad›klar› mallar›
her bölgede, ama en çok Argos denilen bugünkü Yunanistan’da satt›lar.
Yine bir gün Argos k›y›lar›nda ba¤lad›klar› teknelerindeki mallar› görmeye gelen befl-alt› k›z› ambarlar›nda tutsak al›p yelken açt›lar. Bu k›zlar
aras›nda kral ‹nakhos’un k›z› ‹o da vard›. ‹flte güzeller güzeli ‹o, M›s›r’a
böyle getirilmifl; savafllar böyle bafllam›flt›.
‹kinci sald›r› Grekler’den gelmiflti. Ama belki de bu denizciler Giritli idiler. Tekneleriyle Fenike’deki Tyra’ya yanafl›p, kral k›z› Europe’yi kaç›rm›fllard›. ‹ki taraf da ödeflmifl oldular, derken, bu kez Yunanl›lar Kolkhis’teki Aia kentine kürekle gelerek, kral k›z› Medeia’y› kald›rm›fllar. Bütün bunlar›n üstünden iki kuflak sonra, bütün bu kaç›rmalar yüzünden
pek de ceza gören olmad›¤›n› gören Priamos’un o¤lu Yunanistan’dan bir
kad›n kaç›rmak istemifl ve güzel Helen’i Troya’ya getirmiflti.
O güne dek olan biten fley yaln›zca basit bir karfl›l›kl› k›z kaç›rma
olay› iken, Akhalar büyük bir ordu oluflturarak Anadolu üstüne yürümüfllerdi. Oysa Persler bile, her ne kadar kad›n kaç›rmay› hiç hofl görmeseler
de, bütün bu kald›r›lan kad›nlar›n kendileri istekli olmasalard› kaç›r›lmalar›n›n olanaks›zl›¤›n› aç›klamak zorunda kalm›fllard›. Herodot da, bu
güzel k›zlar› hepsinin, “Hem a¤lar›m, hem de giderim” havas›nda olduklar›n› do¤rulamaktad›r.
Ne var ki, iflte o günlerde, Anadolu’nun bereketli do¤as› antik ça¤›n
yazarlar›na esin vermeye; geliflen deniz tacirlerinin ifltah›n› kabartmaya
bafllam›flt›. Herodot da, mitolojiye pek kulak asmayarak, Europe’i, Zeus’un falan filan niyetlerle kaç›rmad›¤›n›, böylesine as›ls›z komplo kuramlar›na inanmam›z›n çok büyük aptall›k olaca¤›n› geçmiflin derinliklerinden bize f›s›ldar.
132
Roma dönemi ile bunu izleyen Bizans’ta, bu tutkuya dönüflen ele
geçirme ve sonsuzca vars›llaflma iste¤inin yepyeni yöntemler gelifltirdi¤ini izleriz. Art›k tek tanr›l› dinin göstergelere, ikonalara dönüfltürülmüfl
buyruklar› izlenmektedir.
Göstergeler dizgesi olarak resim, tüm Bizans dünyas›n› bir arada tutan görsel dili yaratm›flt›r. Baflka diller konuflan milyonlarca insan, resim
dilinin anlat›s› çerçevesinde ortak bir oylumda bir araya gelmifllerdir. Bizans dünyas› kendinden önceki uygarl›klardan ayr›larak gelifltirdi¤i dini
düzen biçimiyle (vaaz+ikon) ortak yaflam, ruhsal birlik ve kutsall›k düflüncelerini tek bir uzamda toplam›flt›r. Bunun sonucunda da Bizans kültürü olarak ortaya ç›kan yap›y› yaratm›fllard›r. Bu yönüyle oluflturulan
sistem, Bizans dünyas›n›n kurmak istedi¤i Kozmopolis’in en önemli tamamlay›c›s›d›r. Evrenselcilik, yeni bir yeryüzü kurgulamas›d›r; bugünün
ve öteki dünyan›n egemeni olan devlet, tüm insanlar›n sevgi içinde yaflayacaklar›, evrensel ahlak›n öngördü¤ü yüce düzendir. Bizans’›n kurmak
istedi¤i düzen olan dünya düzenidir. Anlafl›l›yor ki, bugünün küreselleflmecilerinin öngördü¤ü al›nt›c›l›¤›n, kolajc›l›¤›n belki de ilk uygulamas›n› Bizansl›lar kendilerinden öncekilerin kuram› olan Pax Romana’y› ‹ncil öyküleriyle harmanlayarak yapm›fllar. Bizans, yapayl›kla ve siyaseten
ortaya at›lm›fl flu Bat› ile Do¤u karfl›tl›¤›n›n baflar›yla buluflturulduklar›
belki de son tarihsel durakt›r.2
Osmanl› döneminde de, ayn› birlikte yaflama, üretme gelene¤i sürmüfltü. Art›k tanr›lar›n kalabal›¤› aras›nda savafl›lm›yor, s›n›rlar içinde
çok baflka dinlere inanan cemaatlerin yepyeni bir seküler anlay›flla Padiflah›n kullar› olmalar› sa¤lan›yordu. Her imparatorlukta oldu¤u gibi d›flardaki küffara (bizden olmayanlara) sefer eylenip, yeni topraklar elde
ediliyordu.
18. yüzy›ldaki bu Osmanl› tablosunu, Evangelinos Mihailidis, Seyreyle Dünyay› adl› yap›t›nda, geçmifle de dönüfller yaparak, o büyülü anlat›m›yla gözler önüne sermifltir.3 Meflkte, fliirde, hat’ta, minyatürde; tüm
sanatsal biçimlendirmelerde, bugün dinledi¤imiz Rembetikolar›n hüznünden s›yr›lm›fl c›v›l c›v›l bir kaynaflma; karfl›l›kl› etkileflimin coflkusunu izleriz. Ne var ki Müslüman olmayanlar, hor görülür olmufltu.
‹lk Büyük Savaflta antik ça¤lardan gelen co¤rafi, ›rksal ayr›mc›l›k,
din ayr›l›klar›yla da körüklenerek bir cehennem kazan› haz›rland›,
Ege’nin, Ortado¤u’nun ortas›na yerlefltirildi. Bugün de alt›ndaki atefl zaman zaman harlat›larak fokurdayan ayn› lanetli kazand›r. Do¤duklar›
topraklardan ayr›lmak zorunda kalanlar›n insanc›l özlemleri, hüzünleri,
Maria Yordanidu (1897-1989)4, Dido Satiriyu’nun, Sait Faik’in, Ayla Kutlu’nun anlat›mlar›yla; Rembetiko’nun ezgileriyle bugün de duyumsan›r..
Nikos Kazancakis evrensel bir solukla, Ege’nin iki yakas›ndan Akdeniz’e
133
yelken açar. Vassili Vasilikos, Erdal Öz , bizim denizin iki yakas›nda da
ortak bir yazg› imiflcesine yaflanan faflist darbelerin, iflkencelerin unutulmamas› için; bir kez daha yaflanmamas› için kalemlerini gelece¤e siper
eden yazarlard›r.
Ak›p giden zaman› yakalamak olas› m›? Ama Sardes’li, yani Anadolulu ozan Alkman, yafll›l›k hallerini ça¤r›flt›rarak bunu flu dizelerde baflarm›fl:
YAfiLILIK
Bal sesinin ahengi içi g›c›klayan
Genç flark›c› k›zlar,
Derman›m kalmad› gayr› dizlerimde;
Ah ne olur, ne olur bir kutsal kufl olsam!
O, dalgalar›n beyaz çiçekleri üzerinde
Diflileriyle birlikte uçan,
Denizin erguvan renginden renk alan,
Gözüpek, büyülü bir kufl olsam.5
Alkman, M.Ö. 7. yüzy›lda yaflam›fl. Herodot’dan üç yüz y›l önce neredeyse ayn› yolu izleyerek Sardes’ten, Mora k›y›lar›ndaki Sparta’ya gitmifl. Yaflay›p tüketti¤imiz yüzy›l›n ozan› Yannis Ritsos, Alkman’a kat›larak bir “ay›fl›¤› sonat›nda” geçmifle seslenmektedir:
B›rak ben de geleyim seninle. Ne kadar da güzel ay
Bu akflam! ‹yidir ay iyidir. – kimse görmeyecek
Nas›l da a¤arm›fl oldu¤unu saçlar›m›n. Ay
Alt›n rengine dönüfltürecek gene. Sen de anlayamayacaks›n.
B›rak ben de geleyim seninle.6
Yannis Ritsos, (1909-1990), fliir ve devrim için yaflam›n› adayan bir
flair. Alman iflgalini, ‹ngiliz egemenli¤ini, Yunan iç savafl›n›, Albaylar
Cuntas›n› gördü, yaflad›.. O da sürüldü, tutukland›. Bunca kabagüçle karfl›laflmalar›na karfl›n, onun sesi de sevecen, aç›k yürekli ve insanc›ld›r. Bizim bu k›y›lardan yükselen Nâz›m Hikmet’in, Sabahattin Ali’nin, Orhan
Kemal’in, Ahmed Arif’in, Da¤larca’n›n sesleniflleri gibi yumuflac›k ve
kardeflçedir. ‹flte bu Herodot’un “Mare Nostrum” dedi¤i, Bizim Denizimiz Ege’nin tutkusudur; sevdal› bar›fl özlemidir. Halikarnasos’lu Cevat
fiakir’in türküsüdür.7
[email protected]
134
(1) Herodotos, Tarih, Çev.: Müntekim Ökmen, T. ‹fl B. K.Y.
(2) Eren Gürel, “Resim Dilinde Zaman Aç›l›m›n›n ‹rdelenmesine Bir Örnek:
Bizans Resminde Mekân›n Toplumsal Boyutu”, Ege Ün. Ed. F. Sanat Tarihi B. Lisansüstü tezi. 2001.
(3) Evangelinos Mihailidis, Seyreyle Dünyay› - Temafla-i Dünya ve Cefakar-u
Cefakefl, Sunanlar: Robert Anghegger-Vedat Günyol, Cem Yay›nevi
(4) Maria Yordanidu, Loksandra-‹stanbul Düflü, Çev: Osman Bleda, Belge Yay›nlar› Mare Nostrum Dizisi, 3.bask›, 1995.
(5) Orhan Veli, Çeviri fiiirler, Haz›rlayan: As›m Bezirci, Can Y. 1984
(6) Yannis Ritsos, fiiirler, Türkçesi: Özdemir ‹nce, Herkül Milas, ‹onna Kuçuradi, Varl›k fiiir, 3. Bask›-2000
(7) Halikarnas Bal›kç›s›, Anadolu’nun Sesi, Yeditepe Yay›nlar›, 1971, “Anadolulu düflünürler maddenin en küçük parças›na, daha çok bölünmez anlam›na gelen
‘atom’ dediler. Onun için onlara ‘atomcu’ denildi. Tüm atomcular Kolofonlu’dur (‹zmir ile Efes aras›ndaki bölge). Thales, Aneksimandros, Anaksimenes, Leucippe ve
Hekateos; hepsi Miletosludur. Heraklitos Efeslidir. Demokritos ise,Trakya’da Abdera kentindendir ama buray› da ‹onyal›lar kurmufltur. Demokritos Atina’dan uzak
durmak isterdi. Anaksagoras Urla’n›n yak›n›ndaki Kilizman’dand›r. Epiküros Sisaml›d›r. Bunlar›n aras›nda Ksenofes ile Sisaml› Pitagoras’tan birlikte söz etmek
do¤ru olur. ‹kisi de ‹onyal›d›r, birbirlerine z›tl›klar› insano¤lu uygarl›¤›n› önemle etkileyen olay olduktan baflka, Anadolu Helenistan ayr›nt›s›n› ayd›nlat›r. (...) Büyü,
Din, Ak›l aflamalar›ndan söz etmifltik. Bu üç devrim, do¤udan bat›ya esen bir rüzgâr›n tafl›d›¤› bulutlar gibi, Anadolu üstünden Helenistana yol alm›flt›r,” (sayfa 58) diye anlat›r Cevat fiakir Kabaa¤açl›. Kitab›n›n bir yerinde Sokrates’le bafllayan, Platon
ve Aristo Akademileriyle süren Helen mistisizmine de¤inirken, Anadolu’da do¤abilimcilerin (Fizyogratlar); Helenistanda ise, ruhbilimcilerin (Feylesofoslar) yaflad›¤›n›
belirtirken, akl›na geliveren bir güdürmeceyi sat›r aralar›na ilifltirmeden yapamaz:
“‹nsan bedeninin topraktan yarat›lan bir koruyucu k›l›f oldu¤una; bunun içine ruhun hapsedildi¤ine inanan Feylosofoslar, ruhlar› yanl›fl bir yerden ç›kmas›n diye kuru fasulye yemezlerdi. Bu nedenle Atina’da kuru fasulye tüketimi yok denecek kadar
azd›.”
135
GÜNCE’DEN
Mehmet Y›ld›r›m
Arif Day› Ölmüfl
7 Kas›m 1976, K›z›ltoprak
Arif Day› ölmüfl, öleli on befl gün olmufl. Akflam Mukadder’den duydum, sars›ld›m.
Ölüm bu “Nerede kaç yafl›nda” diyor ozan.
Arif Day› köylümüzdü. Altm›fla yak›nd› yafl›. Ama geçkin gösteriyordu.
Arif Day›, “Topraktan ö¤renip kitaps›z bilen” bir Türk köylüsüydü.
Ozand›, ama tek bir dizesi kalmad› kendinden sonra. Ona köyde
“Deli Arif” derlerdi. Anadolu’da ya yi¤itlere ya da çok fley bilenlere “deli” denir. Arif Day› bu topra¤›n sesini Karacao¤lan’dan Yunus’dan Pir
Sultan’dan Veysel’den devralan bir mirasç›yd›. Bir çok Anadolu halk flairinin dizeleri ezberindeydi. Sohbetlerinde fliirlerle süslerdi konuflmas›n›.
Köy dü¤ünlerinin aran›lan kiflisiydi. Türküleri, taklitçili¤i, flakalar›
beklenirdi. 1940-1945 y›llar› aras›n› ‹stanbul’da geçirmiflti. Baflka köylüler gibi ‹stanbul’un küçük kabu¤una s›k›fl›p kalmam›fl, k›sa zamanda
uyum sa¤layarak, sinemalar›na gitmifl, berdufllu¤unu yapm›fl, k›yakç›larla ayn› masada oturmufl, ‹smail Dümbüllü ile bir y›l çal›flm›fl, yemeklerini, tatl›lar›n›, k›zlar›n› tatm›flt›. Ama koyun ve keçi sevgisi bütün bunlardan bask›n ç›k›nca memleket topra¤›na dönmüfltü. Arif Day›’n›n Emrah’›n “fleytan bunun neresinde” fliirini tek kiflilik bir oyuna dönüfltürmesi çocuk gözlerimde ve beynimde o kadar derin bir iz b›rakt› ki bu gün
bana hiçbir tiyatro ya da gösteri Arif Day›’n›n çocuklu¤umda yaflatt›¤› o
güzellikleri veremiyor.
Arif Day› koyunlar› çok severdi; ömrünün ço¤u çobanl›kla geçmiflti.
Onun çobanl›¤› Sivas topra¤›nda ünlüydü. Koyunlar onun önünde koyun de¤il de sanki birer insand›. Sormufltum;
– Arif Day› neden koyunlar› çok seviyorsun?
– ‹nsanlarda sevilecek hal kalmad› ye¤en, demiflti.
Çocuklu¤umun o dipdiri an›lar› Arif Day›’da simgeleflmiflti.
Geçen y›l Ekim ay›nda kardeflim Mukadder’in dü¤ünü için köye giderken ozan Nihat Behram ve foto¤raf sanatç›s› ‹sa Çelik dostlar›m› da
birlikte götürmüfltüm.
136
‹kisi de Arif Day›’ya hayran kalm›fllard›. ‹sa Çelik türlü türlü foto¤raflar›n› çekmifl sonra onlar› Spor Sergi Saray›ndaki etkinliklerde ‹stanbul halk›na izletmiflti.
Bizim dü¤ün hakk›ndaki görüfllerini sordu¤umda, dü¤ünlerin eti,
kemi¤i, bal›, flekeri Arif Day› derin bir iç çekip, “Bakma dedi son senelerinin en iyi dü¤ününü yapt›n›z. fiimdi millet her fleyin modas›nda.”
Gözlerini köyün do¤usundaki Çingey Tepesine dikti, sanki dokunsan a¤layacakt›, bir çocuk gelip, “Arif Day› Seymenler gelmifl seni istiyorlar,” demesiydi.
Sivas’tayd› ben ‹stanbul’a gelirken, son görüflmemiz oldu. Bir kahveye girip sohbet ettik. Çok fleyler söyledi. Niyetim bu sene köye gitti¤imde uzun uzun konuflup not almakt›. Ö¤renece¤im çok fley vard›. Nasip olmad›. Koyun ve keçilerin içinde öldü Arif Day›. Hiçbir zaman karn› doymad›, köyün yoksulu idi. fiimdi burada para topluyorlarm›fl geç evlendi¤i ve çocuklar› küçük oldu¤u için.
fien olas›n Arif Day›.
Koyunlar, keçiler, ustan›z, âfl›¤›n›z öldü, bafl›n›z sa¤ olsun.
8 Kas›m 1976, K›z›ltoprak
Arif Day›’n›n etkisinden kurtulamad›m. Vatan gazetesine gidip Nihat Behram’a söyledim üzüldü.
“Bilirsin dedim Arif Day›n›n bilge ve ozan kiflili¤i vard› onun için ya
sen ya ben bir yaz› yazsak nas›l olur?’’
“O,” dedi, “içimizde buruk tatl› bir an› olarak yaflas›n. Tan›nm›fl bir
kiflili¤i olmad›¤› için yaz› yazmay› gönlümüz istese de yazamay›z.”
Hakl› buldum. Evet kim diyecektik, ne diyecektik ve nas›l anlatacakt›k Arif Day›y›?
Küçümencik ayd›nlar, devrimci tosuncuklar, her gün boy boy çarflaf
çarflaf ç›k›yordu gazetelerde. Onlardan s›ra gelmiyor ki Arif Day›lara.
137
TAR‹HTE B‹R GÜN 5
Aliflan Çapan
Bara yanaflt›¤›mda k›sa süreli bir flaflk›nl›k geçiriyorum, “Extra Cold
Guiness de var burada Wendy, hangisinden istersin?” diye avluya do¤ru
sesleniyorum. “Bildi¤inden flaflma sen, bugünlerde her fleyin ekstras›n›
ç›kartmaya bafllad›lar, bir boka da benzemiyor zaten, insan›n midesine
oturuyor” diyerek omuz silkiyor. Woodlands’day›z, küçük bir taflra pub›nda. Yüz metre ilerde bir at kestanesi var. Alt›nda ‹ngiltere’nin denizden en uzak noktas› yaz›yor. Biralar› dökmemeye dikkat ederek masaya
yöneldi¤imde buraya ilk geliflimi düflünüyorum. ‹çerde oturmufltuk o zaman. Pencerenin dibinde, müzik kutusunun yan›nda. Wendy, sonra bir
aralar koridorlar›n› cilalayaca¤›m belediye binas›n›n köflesindeki otobüs
dura¤›ndan alm›flt› beni arabas›yla. Eflyalar› eve b›rakt›k. Bana flöyle bir
bak›p, “Bir tek atmaya ç›kmak ister misin?” dedi. “‹sterim” dedim. Belli belirsiz gülümsedi, “Haydi o zaman, flu arkada köflede bir pub var oraya gidelim.” Bulutlu gri bir ö¤leden sonras›yd›, ‹kinci Dünya Savafl›’n›n
sona erme y›ldönümüydü, kim bilir nereden akl›mda kalm›fl.
Ben masaya iliflirken, o da montunun cebinden sigaras›n› ç›kar›yor.
“Aynen devam m›?” diye soruyorum, mor-beyaz paketi iflaret ederek.
“Yok” diyor, “azaltt›m baya¤›, yine de vazgeçemiyorum. Biliyorsun Alan
tamamen b›rakt›, neredeyse üç y›ld›r a¤z›na sürmüyor. “‹yi olmufl” diyorum “kuru kuru öksürüyordu zaten uzun zamandan beri.” Biralar›m›z›
tokuflturuyoruz, biran›n yo¤un, aç›k kahverengi köpü¤ü usul usul barda¤›n kenar›ndan masaya do¤ru ilerlerken, “Ne iyi ettin de geldin,” diyor,
Wendy. “Özlemiflim seni”. Arkadafl›m›n düflük göz kapaklar›ndan güçlükle seçilebilen gözlerindeki sevince ortak oluyorum. Görüflmeyeli neredeyse yedi y›l olmufl, arada ne bir mektup ne de bir telefon. fiimdi karfl›l›kl› oturup havadan sudan konuflurken arada görüflmeden, konuflmadan
geçirdi¤imiz y›llar›n bizi tuhaf bir flekilde yak›nlaflt›rd›¤›n› farkedip irkiliyorum. Benimle ilgili bir fley olsa gerek bu, e¤er aradan geçen zamanla
ilgili de¤ilse.
Wendy’yle tan›flt›¤›m›zda her sabah alt›da kalk›p, arabaya atlay›p iki
saat uzaktaki Black Country’ye gidiyordu, Birmingham’a. Befl binden
fazla ö¤rencisi olan bir meslek yüksek okulunda ö¤rencilere dan›flmanl›k
hizmeti veren büroyu yönetiyordu. Çocuklar›n büyük bir ço¤unlu¤u,
yoksul, hayattan beklentileri örselenmifl, isyankâr zenci gençlerdi.
Wendy her gün on saatten fazla çocuklar›n envai çeflit sorunlar›na kofltu138
rur, akflam olunca yine arabas›na atlay›p iki saat direksiyon sallad›ktan
sonra eve gelir, yemek haz›rlar, yemekten sonra da evin köpe¤i H›çk›r›k’› dolaflt›rmaya ç›kard›. Bazen ona bakt›kça insan olman›n ne kadar
ciddi ve zor oldu¤unu, onun katland›¤› fedakârl›klar›n onda birini tafl›yamayaca¤›m› düflünür, kendimle ilgili ümitsizli¤e kap›l›rd›m. Zamanla bu
konular›n düflünmekle hiçbir alakas› olmad›¤›n› ö¤rendim. Yeryüzünde
Wendy gibiler olmasayd› belki de hiçbir zaman ö¤renemeyecektim.
On alt› yafl›ndayken bir y›l boyunca Wendy’nin evinde kald›m. O¤lu
Rhys, k›z› Katie ve kardefli Alan ile birlikte. Wendy hayatta eme¤inden
ve dürüstlü¤ünden baflka hiçbir kuvvet tan›mayan külyutmaz bir iflçi çocu¤uydu. Görmüfl geçirmiflti. “Stratford’da otururken konu komflu çocuklar› rahats›z ediyordu, biliyor musun? Kate daha okula bile gitmiyordu. Komünist piçleri diyorlarm›fl çocuklara, oysa biz marksisttik. Zaten
mesele komünist ya da marksist olmak de¤il, istedi¤ini olabilmekti. Pezevenkleri düflünebiliyor musun? Pabuç b›rakmad›k tabi onlara, ama
böyle fleyler insanda boktan bir tortu b›rak›yor.”
“Eeee, nas›ls›n bakal›m?” diyor kafllar›n› hafifçe yukar› kald›rarak.
Asl›nda pek bir fley söylemeyece¤imi de biliyor. “‹yidir valla Wendy” diyorum, “zaman ak›p gidiyor iflte.” Biramdan büyükçe bir yudum, sigaramdan derin bir nefes al›p, biraz ilerdeki masan›n üstündeki k›r›nt›lar›
t›rt›klayarak dolanan serçeye dal›p gidiyorum. “Asl›na bakarsan pek de
emin de¤ilim,” diyorum k›sa bir sessizlikten sonra. Böyle bir söz ederken
sesimin bu kadar gür ç›kmas›na flafl›r›yorum. Wendy, hayatta aray›fl ad›n› takt›¤›m›z cehenneme samimiyetle inanan nadir insanlardan, “Fazla
h›rpalama kendini” diyor, istifini bozmadan. “her fley olaca¤›na var›r.”
Gözlerimi serçeden masaya çevirirken akl›ma Auguste Renoir’›n o¤luna
söyledi¤i bir söz geliyor, “Hayatta baz› anlar vard›r evlat, bütün dünya,
bütün insanlar sana karfl›ym›fl gibi hissedersin, hakl› oldu¤una olan inanc›n bir zehir gibi birikir içinde. ‹flte öyle anlarda bir derenin üzerinde
ak›p giden bir yaprak oldu¤umu düflünürüm, sen sen ol bunu unutma.”
Wendy’nin kardefli Alan eski bir hippi art›¤›. Yetmifllerin sonundan
seksenlerin bafl›na kadar yedi sekiz y›l, sokaklarda, iflgal evlerinde yaflam›fl. “Arada telefon ederdi,” diyor Wendy. “Nerede oldu¤unun bile fark›nda de¤ildi, ama sadece sesini duymak, hayatta oldu¤unu bilmek bile
beni rahatlat›yordu.” “Çaresizlik ne kadar da çaresiz bir durum di mi?”
diye ifli flakaya dökmeye yelteniyorum. “Çaresizlik insan›n kendi yaratt›¤› bir durumdur,” diye kestirip at›yor Wendy, belli ki böyle lak›rd›lara
karn› tok. Galli bir madenci ailesinin k›z› Wendy. Dedesi de babas› da
maden iflçisi. Odas›nda oldukça büyük bir madenci foto¤raf› var. Sanki
madenden yeni ç›km›fl bir iflçi. Üstü bafl› kir pas içinde, foto¤raf belki de
bir patlamadan ya da göçükten hemen sonra çekilmifl. Ama bütün o kire,
139
pasa umutsuzlu¤a ra¤men foto¤raftaki yüzde en ufak bir öfke k›r›nt›s›
yok. Kararl›, belki isyankâr ama asla öfkeli de¤il. Belki de bu yüzden çok
sars›c› bir foto¤raf. Hayat›n bütün çetrefilli¤i ile basitli¤i ayn› anda nas›l
bir adam›n yüzünde belirebilir diye düflünüyorum. Y›llar sonra, yaflad›klar› bir tart›flmadan sonra G.’nin kendisine vurdu¤unu, parmaklar›n›n
k›r›ld›¤›n› anlat›rken, Wendy’nin yüzünde de ayn› ifade var. Bense bu hikâyeyi dinlerken, hiç flafl›rmamama flafl›rmakla meflgulüm. Dostluk böyle
bir fley olsa gerek. Konuflmad›¤›n›z anlar›n yaratt›¤› yak›nl›k, konuflarak
katetti¤iniz mesafeden daha önemli olabiliyor kimi zaman. Biz yine de o
y›l boyunca bol bol konufluyoruz. Dünyan›n çivisinin hepten ç›kaca¤›n›n
habercisi günler, Berlin duvar› y›k›l›yor, daha onun tozu duman› da¤›lmadan Mandela serbest b›rak›l›yor. Biz arada Wendy’yle dünya meseleleri üzerine ahkam keserken mutfaktan, saç› bafl› da¤›lm›fl bir flekilde Alan
geliyor. “Size bir fley söyleyeyim mi Çin çok fena geliyor,” diyor. “Bekleyin görün, yak›nda çok büyük sürpriz yapacaklar.” “Alan sen de çok fazla BBC dinliyorsun, bu saçmal›klar o yüzden giriyor kafana,” diye tak›l›yoruz. Alan, “Veggie-burger’im yan›yor” diye mutfa¤a se¤irtiyor. fiimdi
ne zaman Çin’le ilgili yeni bir baflar› hikâyesi duysam, akl›ma Alan geliyor, gülümsüyorum. Televizyon karfl›s›nda Guiness içip gevezelik etmekten s›k›ld›¤›m›zda, köfledeki puba geçip Stella Artois içmeye devam ediyoruz, bar›n arkas›ndaki ekranda Jimmy White yine dünya snooker flampiyonlu¤unu kaç›r›yor. ‹skoç arkadafl›m›z Norman, bu ‹rlandal›dan cac›k
olmaz manas›na gelecek bir fleyler m›r›ldan›p, bir küfür savuruyor. Her
zaman oldu¤u gibi söylediklerinin yar›s›ndan fazlas›n› anlam›yorum.
Ama konuflurken gözlerinin içi gülüyor, muhabbeti takip etmeme yard›mc› olmaya çal›fl›yor.
Düflüncelerimden s›yr›l›p “Norman ne alemde yahu?” diye sessizli¤i bozuyorum. “Sorma” diyor Wendy, “geçen y›l kanser oldu, g›rtlak kanseri. Alt› ay içinde de toparland› gitti. Zavall› Betty mahvoldu, yeni yeni
kendine geliyor.” Sessizlik geri geliyor.
Norman’› ilk gördü¤üm günü hat›rlamaya çal›fl›yorum. Woodlands’dan içeri girdi¤imde sa¤daki kalabal›k masadan Wendy bana sesleniyor. “Aliflan, gel gel sana tan›flt›rmak istedi¤im bir dostum var.” K›sa
boylu, bembeyaz saçl›, k›rm›z› suratl› güleç bir adam. Lacivert bir kaza¤›
var. Altm›fllar›nda olmal›. Samimiyetle el s›k›fl›yoruz. Türk oldu¤umu duyunca, “Ben de ‹skoçum, ‹ngiliz olmad›¤›n sürece bir sorun yok” diyor.
Bir ‹skoç, bir Galli ve bir Türk ‹ngiltere’nin tam orta noktas›nda makaralar› koyveriyoruz. Norman t›r flöförü. Neredeyse her zaman yollarda.
Ayda bir defa soluklanmak için iki üç günlü¤üne kasabaya döndü¤ünde,
solu¤u pubda al›yor. Norman’›n yoldan döndü¤ü günler, masa daha flenlikli olurdu. Yol hikâyeleri bittikten sonra, Norman Betty’ye ald›¤› hedi140
yeleri pub sakinlerinin onay›na sunar, alkol duvar›n› çoktan aflm›fl kitle
hep bir a¤›zdan, “Çok iyi düflünmüflsün Norman, Betty çok sevinecek,”
diye görüfl bildirirdi. Böyle anlarda Wendy kendini tutamaz, “Zaten hediyenin ne oldu¤u önemli de¤il Norman, niyet önemli,” der, Norman da
“hassiktir ordan” diye karfl›l›k verir, herkes kahkahalara bo¤ulurdu. O
gecelerde saat on bir oldu mu kap›y› içerden kilitler, geç saatlere kadar
içmeye devam ederdik. Gecenin sonunda Wendy’yle birbirimize yaslanarak güç bela vard›¤›m›z evin kap›s›ndan içeriye kendimizi zor atard›k.
“Demek Norman da çekti gitti,” diyorum, s›radanlaflmay› göze alarak. “Evet ama çok çekmedi hiç olmazsa,” diyor Wendy. Bu aralar annesinin hastal›¤›na can› s›k›l›yor. Bu konuyu konuflmad›k ama biliyorum.
Bir gün önce Stratford’a annesini ziyarete gitti¤imizde anl›yorum durumun ciddiyetini. Yine de bir bira içmek için gitti¤imiz Dirty Duck’ta havay› da¤›tmak için, “Bugünlerde de Stratford’da Teksas’takinden çok
Amerikal› var,” diye söyleniyor. Gülerek itiraz ediyorum, “‘Amerikal›lar› toptan harcama Aliflan’ diyen sen de¤il miydin Wendy?” diyorum.
“Olabilir, flimdi sözümü geri al›yorum,” diyor. Ben yine de Amerikal›lara karfl› mesafeli bir hoflgörü k›r›nt›s›n› korumaya devam ediyorum. ‹nsan›n ayn› zamanda hem hoflgörülü hem de kararl› olabilece¤ini
Wendy’den ö¤rendim, flimdi ona ra¤men ona ihanet etmek istemiyorum.
Üç günlük k›sa keyfimizden sonra araya yine zamanlar giriyor. Her
zaman oldu¤u gibi ne bir telefon ne de bir mektup. Ama y›llar boyunca
okudu¤um her sat›rda, gördü¤üm her filmde, sokakta yürürken kafama
tak›lan her anda flafl›rt›c› bir flekilde Wendy de yan›mda. fiimdi bir zamanlar birlikte gölgesinde çene çald›¤›m›z çarda¤›n alt›nda oturmufl,
tam karfl›mda sisler içinde bütün görkemiyle uzanan Sappho’nun adas›na bak›yorum. ‹kinci Dünya Savafl›’ndan biraz daha uzak, Üçüncü Dünya Savafl›’na biraz daha yak›n bir gün. Elimde ortak bir dostumuzun kitab›, iflaretledi¤im sayfaya bak›yorum, Krakow yaz›yor. fiu hikâyeye bafllamadan önce bir bira açay›m diyerek buzdolab›na yöneliyorum. Kim bilir flimdi Galler’in hangi uzak köflesinde, hangi yal›yar›n k›y›s›nda durmufl, hangi bitmek bilmez yang›nlar› söndürmeye çal›fl›yordur, arkadafl›m Wendy Morgan.
141

Benzer belgeler