okumak için tıklayın

Transkript

okumak için tıklayın
İÇİNDEKİLER
5
İki Cihan Güneşi Efendimizin Dünyaya Teşrifleri
9
Ayın Sohbeti “Cennet Bahçesi Zikrullah” /
Mehmet Emin Uzunosmanoğlu
13
Girdim Kadiri Dergâhına / Ömer Faruk Erdoğan
15
Zikrullah’ın Nuru / Tuğba Uzunosmanoğlu
17
Çocuk Yetiştirme Sanatı / Esra Erdoğan
19
Zikrullah’a Başlama Usulü Ve Yapılması Gerekenler /
Mehmet Akyüz
21
Mü’minin Mizacı: Sabır Ve Şükür / Hanife Kadiroğlu
23
Zikrullah Ve Huzur / Ülkü Akmeşe
25
Mürşide Mürid Olmak – 2 / Elçin Demir
27
Her şey Allah Diyor / Cüneyt Yusufoğlu
30
Bunları Biliyor Muydunuz? / Nekdav Gençlik Kolları
32
Fıkıh (İslam’da Hukuk İlmi) / Havvanur Şenduran
35
Geçmişimizde Bu Üç Ay / Pınar Cantekin
38
Sağlık-Bilim
41
Ayın İlahisi
Grafik Tasarım
Esra AKBURAK
Kapak Fotoğrafı
Ersin AKBURAK
Editör: Ömer Faruk ERDOĞAN
Gsm: 0546 691 53 25
Mail: [email protected]
Baskı
Seçil Ofset
100. Yıl Mah. Matbaacılar Sitesi 4. Cad. No: 77
Bağcılar-İSTANBUL
Tel: 0212 629 06 15
www. secilofset.com
NİYAZİYE EĞİTİM KÜLTÜR VE DAYANIŞMA VAKFI
Dr. Mediha Eldem Sokak 58/1 Can Apt. 06420 Kızılay / ANKARA
Tel: 0312 433 02 69 - Gsm: 0533 685 64 65 - Faks: 0312 433 02 70
Mail: [email protected]
Web: www.niyaziyevakfi.org.tr
Editörden
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Allah’ın (cc) adı zikredilmeden başlanılan her önemli işin sonu bereketsiz olur.”
(Hadis-i Şerîf)
Selamun Aleyküm Sevgili Okurlarımız,
D
ergimizi beşinci sayısına ulaştıran Rabb’imize hamdolsun. Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa’ya (sav) salât ve selam olsun. Pirler Piri
Abdulkâdir Geylânî’nin ve Büyüklerimizin himmetleri üzerinize olsun…
Büyük bir sevinçle yeni bir sayıyla karşınızdayız. Bu sayımızda da dolgun içerikli
konulara yer verdik. Dergimizi üç ayda bir çıkarmanın, bazı okurlarımızı sabırsızlaştırdığına dair duyumlar alıyoruz. Onlar, Dergimizin en kısa zamanda çıkmasını arzu
ediyorlar. Bu haberler bizleri oldukça mutlu etmekte ve yaptığımız bu işte bizleri daha
fazla motive etmektedir. Fakat bilinmelidir ki Dergimizin üç ayda çıkmasının temel
sebeplerinden biri ekonomiktir diğeri ise kalitenin korunmasıdır. Sizlerden Dergimize
sahip çıkmanızı ve yaptığınız maddi manevi desteklerinizi esirgememenizi diliyorum.
Ayın konusunu “Zikrullah” olarak belirledik. Zevkle okuyup istifade edeceğinizi
umuyoruz. Dergimizin ana bölümünde iki cihan güneşi, ismi gökte Ahmed yerde
Muhammed olan Güllerin Efendisini, “sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım” sözüne mazhar olan Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (sav) dünyaya
teşrifini ve doğumu esnasında dünyada olan olağanüstü hadiseleri heyecanla ve merakla okuyacaksınız. Dergimizin başyazısı olan Saygıdeğer Mehmet Emin Hocamızın
“Zikrullah” ile alâkalı enfes sohbetini kesinlikle okuyunuz. Dergimizin son kısımlarındaki “Ayın İlahisi“ bölümünü Vakfımızın web sitesinden Hocamızın sesinden
dinleyebilirsiniz.
Bu kardeşinizin sizlerden bir ricası var. Dergimizin tüm muhtevasını okumanızı,
okutmanızı ve tavsiye etmenizi istirham ediyorum. Amacımız gönüllerde hoş bir seda
bırakmak ve bu yolda kalemimiz döndüğü sürece hizmet etmek. Bu yüzden üstümüze
düşen sorumluluğun farkındayız. Her sayımızda yeni bilgiler bulup yayınlamaya çalışıyoruz. Sizlerin desteğiyle daha da büyüyeceğimize inancımız tamdır. Bizlere göstermiş olduğunuz ilgiye, hayır dualarınıza ve desteklerinize tüm ekibim adına teşekkür
ederim. Allah’a emanet olunuz. Yeni sayımızda buluşmak ümidi ile sağlıcakla kalınız…
Sizleri dopdolu bir “İnciden Damlalar” ile baş başa bırakıyoruz…
Ömer Faruk ERDOĞAN
İKİ CİHAN GÜNEŞİ’NİN
DÜNYAYA TEŞRİFLERİ
Y
Salavât-ı şerîfe Hat: Mustafa Râkım - KEŞKÜL
eryüzünün gelmiş geçmiş en şerefli,
en müstesna ve en mümtaz varlığı
hiç şüphesiz Resul-i Ekrem Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’dır. Enbiyalık
makamının son halkası fakat en değerlisi ve
en kıymetlisi. O (sav), kendinden önceki tüm
peygamberlere ve kendinden sonra gelen
tüm Allah dostlarına ilham kaynağı, muallim
ve reis idi.
O (sav) gelmeden önce yeryüzünün her
köşesini keder, hüzün ve şirk sarmıştı. İnsanoğlu Allah’a şirk koşmada adeta yarış halinde idi. Kavimler son derece vahşi ve cahil
idi. Kendi yavrusunu gözünü kırpmadan canlı
canlı toprağa gömen o vahşi kavimlerde merhametin zerreleri dahi yoktu. Yeryüzünü güneş ışınları aydınlatmasına rağmen insanlık
karanlıktaydı. O taşlaşmış kalplere tesir etmiyordu. Merhametin yanı sıra pek çok erdem
ve değer kaybolmaya yüz tutmuştu. Yeryüzünün en şerefli kenti Mekke’de durum içler
acısı idi. Hz. İbrahim’in dinine inanan yok denecek kadar azdı. Yeryüzünün en kutsal yapıtı
ağzına kadar putlarla doldurulmuştu.
Artık zamanı gelmişti. Yeryüzü ve tüm beşer Efendisini beklemekteydi. Kâinat nefesini
tutmuş, kutlu doğum haberini almak üzere
hazırda bekliyor idi.
5
Tarih: Miladi 571, Nisan ayının yirmisi.
Günlerden Pazartesi. Vakit, seher vakti… Fil
Vak’asından elli veya elli beş gün sonra. Kameri aylardan Rebiyülevvel ayının on ikinci
gecesi. Yer, Mekke’nin en şerefli ve kısmetli
evi. Bu mübarek beldede insanlık âleminin en
üstünü, en şereflisi o mübarek gözlerini dünyaya açtı. Yeryüzü adeta sevinç çığlığı atıyordu. Yeryüzünü kaplayan üzüntü, keder yerini
sevinç ve mutluluğa bıraktı. Kâinat eşi benzeri
görülmeyen bir Nur’a gark oldu. Karanlıklar
aydınlığa dönüştü.
Hz. Âmine validemiz, o mübarek dakikaları şöyle anlatıyor:
“Hamileliğimin altıncı ayında bir gece rüyamda karşıma bir zat çıkıp dedi ki:
Ya Âmine! Bil ki sen âlemlerin hayrına
hamilesin. Doğurunca ismini Muhammed koy
ve halini kimseye açma!
Derken doğum zamanı gelmişti. Kayınbabam Abdulmuttalib, Kâbe’yi tavafa gitmişti. Evdeydim, birden kulağıma müthiş bir ses
6
geldi ve kanadıyla arkamı sıvadı. O andan
itibaren bende korku kaygı adına hiçbir şey
kalmadı. Yanıma bir göz attım, bana bir ak
kâse içinde şerbet sunuyorlar. Kâseyi dikip
içer içmez beni bir nur (deniz) sardı. Ve Muhammed dünyaya geldi.” 1
Ve Validemiz şöyle devam ediyor: “ Gördüm ki doğuda bir bayrak, batıda bir bayrak ve Kâbe’nin üstünde bir bayrak. Doğum
tamamlanmıştı. Yavruya baktım secdede.
Parmağını da göğe kaldırmış. Hemen bir ak
bulut inip yavruyu kundakladı ve kapladı. Bir
ses işittim. Doğuları ve batıları dolaştırın, deryaları gezdirin; ta ki mahlûklar Muhammed’i
ismiyle, sıfatıyla, suretiyle tanısınlar!
Biraz sonra bulut gözden kaybolup gitti.”2
Aynı gece Hz. Âmine validemiz bir nur görmüş ve Şam’ın saray ve köşklerini seyretmiştir.3
1 Kastalani, Mevahibü’l-Ledünniye, c.1, s.21
2 Kastalani, a.g.e., c.1, s. 21.
3 İbn Hişam, Sire, c.1, s. 166; İbn Sa’d, Tabakat, c.1, s. 102;
Taberi, Tarih, c. 2, s. 125.
Efendimiz dünyaya teşrif ettiklerinde onun
ebelik vazifesini gören Abdurrahman b. Avf’ın
annesi Şifa Hatun ile Osman b. Ebi’l-Âs’ın annesi Fatıma Hatun da vardı. Bir de onlardan
dinleyelim o mübarek ânı. “ Allah’ın Resulü
doğdukları zaman ben oradaydım. Hemen
yetiştim. Kulağıma bir ses geldi. Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun. Maşrık ile mağrıb
arası nurla doldu. Hatta Rum diyarlarının bazı
saraylarını gördüm! Sonra Allah Resulünü
kucağıma alıp emzirmeye başladım. Üzerime öyle bir hâl geldi ki vücudum titremeye başladı ve gözlerim karardı.
Yavrucağızı gözden kaybettim. Bir ses “Nereye gitti?” diye sordu. “Doğuya götürdüler.”
diye cevap verildi.
Bu
sözler
hiç zihnimden
çıkmadı. O
zamana kadar ki; Allah
Resulü Peygamberliğini ilan eder
etmez hemen
koştum ve ilk
Müslümanlarla beraber iman
dairesine girdim.”4
kemiği arasında, tam kalbin hizasında Nebilik Mührü “Hâtem-i Nübüvvet” bulunuyordu.
Bu mühür keklik yumurtası büyüklüğündeydi.
Beklenen son peygamberin bir alâmeti idi.
Ashab’dan Sâid b. Yezid Resul-i Ekrem
Efendimizin Nübüvvet Mührü ile ilgili olarak
şöyle der:
“Çocukluğumda teyzem beni Nebiyy-i
Ekrem’in (asm) yanına götürüp, Yâ Resulullah, şu yeğenimin ayağında ızdırap var, dedi.
Resulullah eliyle başımı sıvazlayıp bana bereket dua etti. Sonra abdest aldı.
Abdest suyundan içtim. Sonra arkasında durdum
iki omuzu arasında
gerdek
çadırının
koca
düğmeleri (yahut keklik
yumurtası) gibi
olan Hâtem-i
Nübüvvet’i
gördüm.”7
6 Rivayetlere göre, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem
sünnetli olarak dünyaya gelmiştir. Yine kaynaklar, peygamberlerden Şit, İdris, Nuh, Musa, Yusuf, Süleyman, Şuayb,
Yahya ve Hud (as) hazretlerinin de dünyaya sünnetli geldiklerini kaydederler.
L
Bu kutlu
hâdiseyi sevinçle karşılayan pamuk
dedemiz
Hz.
Abdulmuttalib
Mekke’nin
her
mahallesinde deve“S
Ü ler ve davarlar kestirK
all
Ş
all
Fatıma Hatun ise
KE di. Hz. Abdullah’ın emaah
t
ua
o mesut gecede doğuma
rgu
leyh
Du
netini diğer oğlu Ebu Tâlib’e
i ve
n
a
h
r
sellem”
sahne olan evin nurla dolduFotoğraf © O
teslim ederek; “Bu çocuk sana
ğunu ve gökteki yıldızların adeta
emanetimdir. Bu oğlumun şânı, şerefi
üzerlerine salkım salkım dökülecekmiş gibi
yüce olacaktır.” diye konuştu.
sarktıklarını anlatmıştır.5
Mekke halkı nur topu Sultanımıza ne ad
Peygamber Efendimizin diğer bir özellikoyulduğunu sordu. Hz. Abdulmuttalib şu ceği ise, sünnetli ve dünyaya göbeği kesilmiş
vabı verdi: “Muhammed”
olarak gelmiş olmasıydı.6 Sırtında, iki kürek
“Neden atalarının birisinin ismini vermedin de bu ismi verdin?” dediler. Hz. Abdul4 Kastalani, a.g.e., c.1, s. 22
muttalib şu cevabı verdi: “Allah’ın ve insanla5 Kadı İyaz, eş-Şifa, c. 1, s. 267.
rın onu övmelerini istediğim için!”
Efendimizin dünyaya teşrifleri sırasında
7 Buhari, Sahih., c. 1, s. 48; Müslim, Sahih. C. 7, s. 86.
7
pek çok olağanüstü hadise meydana gelmiştir. Çünkü O (sav), sen olmasaydın âlemleri
yaramazdım sözüne mazhar olmuş dünya
üzerinde tek varlıktır. Yüce Yaradan (cc) O’nun
(sav) gelişini takdir etmemiş olsaydı bizler de
kâinatta olmayacaktık.
Boğan Putların Pek Çoğu Baş Aşağı Yıkıldı: Efendimizin teşrifi sırasında pek çok put
kırılmıştır. Sıra insanlığın kalbindeki taşlaşmış putlardaydı.
İstahrabat`ta Bin Seneden Beri Yanmakta Olan Mecûsîlerin Kocaman Ateş Yığınları Bir Anda Sönüverdi: Mecûsiler bu
ateş yığınını kendilerine ilâh kabul etmişlerdi. Efendimizin dünyaya teşrifleri
ile birlikte bu kocaman ateş bir anda
sönüverdi.
Nebiyy-i Ekrem Efendimizin dünyaya
teşrifleri sırasında şu hadiseler meydana gelmiştir:
Teşrif Ettikleri Gece Bir Yıldız Doğdu: Yahudiler arasında birçok
âlim vardı. Bunlar, kitaplarında Allah
Resulünün geleceğini görüp, öğrenmişlerdi. Yıldızlardan hüküm çıkarmada
da usta sayılırlardı. Efendimizin doğumu gecesinde bir yıldız parlamış ve
Yahudi âlimler bu yıldızdan Ahir
zaman Peygamberinin dünyaya
teşrif ettiklerini anlamışlardı.
Resûl-i Zişan’ın meşhur şâiri
Hassan bin Sâbit (ra) bu hususu şöyle anlatmıştır:
Diğer hadiseler ise şöyledi:
- Takdis Edilen Meşhur Sâve (Taberiyye)
Gölü Bir Anda Kuruyuverdi.
- Dünyaya Teşrifleri Ânında, Şark Ve
Garbı Küçük Bir Oda Gibi Aydınlatan
Bir Nur Görüldü.
- Semâve Vadisi Taşan Seller
Altında Kalıp, Suya Gark Oldu.
- Gök Kubbeden Salkım Salkım Yıldızlar Döküldü.9
“Ben sekiz yaşlarında var
yoktum. Biliyorum, bir sabah
vakti, Yahudi’nin biri “Hey Yahudiler!” diye çığlık atarak koşuyordu. Yahudiler, “Ne var, ne yırtınıyorsun?” diyerek adamın başına
üşüştüler. Yahudi şöyle haykırıyordu:
“Haberiniz olsun, Ahmed’in yıldızı bu
gece doğdu. Ahmed bu gece dünyaya
geldi.”8
Bu hadiselerin tamamı tesadüf olamazdı. Kâinat adeta
insanoğlunun en üstününü ve en
şereflisini dünyaya teşrifini haber
veriyordu.
”Şu gördüğün büyük âleme büyük
bir kitap nazarıyla bakılırsa, Nur-u Muhammedi, o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebir, bir şecere (ağaç)
tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedi hem
çekirdeği, hem semeresi (meyvesi) olur.
Eğer dünya, mücessem (cisimlenmiş) bir
zihayat (canlı) farz edilirse, o nur onun
ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur
edilirse, o nur onun aklı olur.”10
Medâyin`deki Kisrâ Sarayından On Dört Burç Çatırdayarak
Yıkıldı: Kâinatın Efendisinin doğduğu geceydi... Saatler, doğum anlarını gösteriyordu. Derin bir uykuya
dalan Medâyin şehri korkunç bir çatırdı
ve gürültü sesiyle uyandı. Hükümdarla
birlikte halk da heyecan içinde yataklarından fırladı. Manzara korkunçtu ve telaş verici idi. Hükümdar Sarayının o sapa sağlam
burçlarından on dördü çatırdayarak yıkılıvermişti.
Kâbe’nin İçini Karanlık Ve Kirlere
9
8 Kastalanî, Mevâbibü`l-Ledünniye: 1/122
8
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubât, s.163
10 Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 106.
CENNET BAHÇESİ ZİKRULLAH
(AYIN SOHBETİ)
EûzübillâhimineşşeytânirracîmBismillâhirrahmânirrahîm,
E
lhamdulillahirabbilalemin. Vesselatü
vesselamu alâ resûlina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim.
Değerli kardeşlerim, Allah’ın selâmı, nazarı,
rahmeti, merhameti, feyzi ve bereketi üzerinize, üzerimize olsun. Zikrullah deyince kardeşler akla ne geliyor? Zikrullah demek, Allah’ı
anmak, Allah’ı övmek, Allah’ı sevmek, Allah’ı
yüceltmek demektir.
Bazı kardeşler zikir dendi mi ürküyor, kaçıyor. Niye ürküyorsun, neden kaçıyorsun?
Halbuki Cenab-ı Zülcelal Hz. Taha Suresi
124. Ayetinde: “Ve her kim benim zikrimden yüz çevirirse, ona dar bir mai-
şet vardır. Onu kıyamet günü kör olarak
haşredeceğiz’’ diyor. Ey benim canlarım,
maişet darlığı derken bundan ne anlıyorsunuz? Vücutlarına, gönüllerine darlık, sıkıntı
veririm. Dünya taşkaralıklarını ona musallat
ederim. Onların rızıklarını kısar, paralarındaki bereketi kaldırır, aileye geçim sıkıntısı ve
huzursuzluk veririm. Bu çileleri onlara verdiğim gibi bir de ahirette kör olarak haşrederim diyor. Cenab-ı Hakk niye yapıyor bunları? Zikrullah’a ehemmiyet vermediğin için,
Allah’ı zikretmediğin için veya az zikrettiğin
için. İşte size bir ayetini söyledim. Ama hala
bunu görmezden gelenler var. Kur’an rehberimiz, Resûlüm Muhammed (sav) örneğimiz,
önderimiz. Açalım bakalım Kur’an’a, bakalım Resûlüm Muhammed’in hadislerine. Biz
Allah’ımızın sözünü baş tacı, göz nuru ede9
Hat: © Hüseyin Kutlu Tezhib: Mâmûre Öz - KEŞKÜL
mezsek, nefsimizin üzerine varıp bu nimetlerden faydalanamazsak, bu kişinin Allah aşkı,
Resulullah muhabbeti ne kadardır varsın bir
kendini sorgulasın.
Zikrullah deyip öyle hafife almayın değerli kardeşlerim. Cenab-ı Zülcelal Hz. yine
Kur’an’ında, Ankebut Suresi 45. Ayetinde “…
Ve le zikrullâhi ekber, vallâhu ya’lemu
mâ tasneûn’’ yani “...Allah’ı zikretmek
elbette en büyük ibadettir. Allah her ne
yaparsanız onu bilir’’ diyor. Eskiden cumaları hutbeden sonra söylenirdi, artık çoğu
yerde denmiyor. Ama onlar söylemiyor diye
Kur’an’dan da kalkmadı ya. Yine aynı duru10
yor yerinde. Mevlâ böyle derken, bizim zikrullahtan uzak kalmamız, gafletten olsa gerek.
Değerli kardeşlerim, nerelerde zikir halkamız
var oralara koşun inşallah. Böyle mübarek
yerlere, zikir halkalarına gelenlere her attıkları adım kadar Allah, onların on günahını siler,
on sevap yazar ve on dereceni yükseltir. Ne
olur birbirimize ibadet taatte, Allah yolunda,
İslam yolunda, cennet yolunda destek olalım,
birbirimizi teşvik edelim. Niye? Çünkü peygamberimiz Muhammed (sav) “bir saat zikrullah meclisinde bulunmak bin sene nafile ibadetten üstündür’’ buyuruyor. Bu hadisi kutsidir.
Hadisi kutsi, Allah’ın, Resulüm Muhammed’e,
aradan Cebrail’i çıkararak, kalbine gönlüne
ilham yoluyla verdiği emanettir. Bununla beraber şimdi söyleyeceğimiz ise hadisi şeriftir,
yine bir hadisi şerifte “Bir saat zikrullah meclisinde bulunmak bin hastayı ziyaretten, bin cenaze namazından, bin rekât nafile namazdan
efdal, üstündür’’ buyuruyor. Görüyor musunuz fazileti, halbuki nereden gideceksin bin
tane hastaya bir tanesine zor gidiyoruz. Çoğu
zaman Hacı Bayram’da, Kocatepe’de cenazeler kalkıyor, cenaze namazları kılınıyor, kaç
tanesine gidebiliyoruz. Onun için bunlar bize
birer fırsat. Eğer, nerede yazıyormuş bu deyip
merak eden olursa, Allah’ı Niçin Anıyoruz
kitabına bakıversin. Kitaplarla küs olmayalım,
bir kitap yerine göre yüz arkadaştan, bin arkadaştan daha efdaldir. Hatta orada ayet ve
hadislerle, Zikrullah’ın nice faziletlerini göreceksiniz. Okudukça ağzınız tatlanacak, tatlandıkça okuyacaksınız.
Elhamdulillah hepimizin nüfus cüzdanında
İslam yazıyor. Ama sadece İslam yazmakla
cennete girilmez ki. Orada İslam yazması yetmiyor, onun rükûnlarını da yerine getireceksin. Birinci rüknü nedir? Allah’ı zikredeceksin.
Allah’ı zikretmek farzdır. Hatta İslam’ın birinci şartı da zikirdir. İslam’ın şartı neler idi? Birincisi Kelime-i Şahadet daha sonra namaz,
oruç, zekât ve hac geliyor. Kelime-i şahadet,
kelime-i tevhid yani Allah’ın zikri namazdan,
oruçtan, zekâttan ve hacdan evvel birinci sırada o geliyor. Daha hâlâ, böyle yazdığı
halde, böyle söylediğimiz halde kabullenmekte zorlananlar var. Evet diğerleri de birer
zikirdir, ama, Muhammed Suresi 19. Ayette
Cenab-ı Hakk “Efdalu zikir fağlem ennehû
lâ ilâhe illâllah...(aynı zamanda hadisi
şeriftir-Tirmizi), yani en efdal, en üstün, en
faziletli zikir “Lâ ilâhe illâllah” demektir”
buyuruyor. Lâ ilâhe illâllah, kalbin anahtarıydı, cennetin anahtarıydı, semavâtü zeminin
anahtarıydı. İslâm’ın ruhu, Kur’an’ın da ruhu
ve özü yine Lâ ilâhe illlah’tır. Yine bir hadisi şerifte Resûlüm Muhammed (sav) efendim
Hz. “yedi kat yer ve gök içindekileri ile dağ-
ları, taşları, denizleri, ormanları ile bir kefeye
konsa, “diğer kefeye de aşk ile söylenmiş “Lâ
ilâhe illâllah Muhammed Resûlullah” konsa, ağır gelir “Lâ ilâhe illâllah Muhammed
Resûlullah’’ buyuruyor. Başka bir hadisinde
Resûlullah bu zikrin, Kelime-i Tevhidin, faziletini şöyle tasvir ediyor “Ağaçlar kalem olsa,
denizler mürekkep, bütün melekler, insanlar
kâtip olsa, bir kere aşk ile söylenmiş, Lâ İlâhe
İllâllah Muhammedun Resûlullah’ın sevabını
yazmakla bitiremezler” diyor.
Elli dört farza bir bakınız. Baktığınızda
göreceksiniz ki, elli dört farzın birincisi yine
Allah’ı zikretmek, ikincisi helalinden temiz giyinmek, üçüncüsü abdest almak, dördüncüsü
namaz kılmak... Duyduk mu? Yok... Biz elli
dört farza şöyle bir merak edip bakmadık ki.
En azından diyorum, şöyle alıp üç-beş sefer
olsun okuyalım. Okuyalım da, belki kulaktan
giren beyne kâr eder. Onun içindir ki, insan
bilmediğinin cahili değil, talibi olmalı.
Yine devamlı mevlitte okuyoruz, okutuyoruz
ne diyor? Bir kez Allah dese aşk ile lisan,
dökülür cümle günah misli hazan, ismi
pâkin pâk olur zikreyleyen, her murâda
erişir Allah diyen. Pak demek, temizlenmek
demek, bir insan aşk ile Allah derse, o, bütün günahlarından arınır diyor. Tabi aşkla ve
yana yana kuvvetli bir şekilde diyeceğiz. Faraza söylüyorum, savaş meydanında, karşında
düşman, kılıcı çekti, senin canına kastedecek.
Öyle bir durumda, ondan önce davranarak,
nasıl Allah’a sığınıp tüm gücünle, kuvvetlice
11
kılıcı vuracaksan, Zikrullah’ı da öyle kuvvetli
yap. Bizler de nefse, şeytana kuvvetli bir Tevhid kılıcı ile karşılık verelim inşallah. Gayret
olmadan, rahmet olmaz, zahmet olmadan
sefa olmaz. Resulullah’ın yaptığı gibi tazarruren, yalvararak, ağlayarak, ta içten bir parça
atarcasına zikir yapalım ve böyle dua edelim.
Bazen çıkıyor iki kişi vay efendim sen sesli zikir ediyorsun, Mevla duymuyor mu? Fakat bizim doğruluğumuz Kuran’a dayanıyor.
Yüce Mevla Bakara suresi 200. Ayetinde “...
atalarınızı andığınızdan daha ziyade,
daha şiddetli, daha kuvvetli Rabbinizi
zikredin...’’ buyuruyor. Tabi aşırıya gitmemek kaydıyla. Türkçe mealli Kur’an’ı olan
açsın, baksın. Onun için değerli kardeşlerim
sesli zikirde bütün vücut zikreder, sessiz zikirde yalnızca kalp zikreder. Onun için, açık zikir
güzeldir değerli kardeşlerim. En büyük zikirlerden birisi, yine ezanı Muhammediyedir, o
da açıktan okunur. Yine beş vakit namazın
üçü açıktan kıldırılır. Bununla beraber Cuma
ve bayram namazları açıktandır, ya açıktan
okunan Kur’an, buraları da ölçü alacak olursak durum böyle. Onun için canlılıkta yarar
var; ama yerine göre Rabbini sessiz de zikredeceksin. Mesela böyle dışarıda gidiyorsun dilin zikirde, kalbin şükürde olacak. Eğer
öyle olursa, yürüyenlerin adedince Allah sana
sevap verir. Arabada gidiyorsan, arabanın
içindekiler kadar sana sevap verir. Hatta kim
böyle dili zikirde, kalbi şükürde olursa, Allah
onu nefsin ve şeytanın şerrinden, cin, peri
ve huddemin şerrinden, yaramaz insanların
şerrinden korur. Ancak böyle durumlarda
(dışarıda, çarşıda, pazarda...) sesli zikir
edersen sana ne derler? Deli derler. Elin deli
yaftasından kurtulmak için, orada gizli yapacaksın zikrini. Onun için zaman ve zemine dikkat edeceğiz, bu işin yolu yordamı da
böyle.
Değerli kardeşlerim, bu zikrullah meclislerine gelmenin anlamı ne? İnanın ki söylüyorum, Resûlümün hadisinde buyurduğu cennet
bahçeleri buralar. Suyu Cenab-ı Hakk’tan geliyor, çeşmesi Resulullahtır. İslam dini Tevhid
12
dini, İslam dini tefekkür dini. Yeter ki bu işin
böyle olduğunu bil, bu işi böyle anımsa, tefekkür et ki gönül testimizi doldurabilelim, boş
gelip dolu gidenlerden olalım. Yine bu zikrullah meclislerine Resulullah geliyor, Allah’ın
melekleri geliyor, evliyalar ve şehitler geliyor.
Onlara ölü demeyin ha. Cenab-ı Zülcelâl Hz.
Bakara suresinde ne diyor: “Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyiniz, onlar
ölü değildir, lakin siz fark edemezsiniz”
Demiyor mu? Senin görmediğine ne bakıyorsun, sen daha yanındaki melekleri göremiyorsunki. Resulullah’ın, Sahâbe-i Kirâm’ın,
Evliya’nın, Şehitlerin olduğu yerde ben de
varım deyip, biz de talip olalım. Sen onları
göremesen de, onlar seni görüyor inşallah.
Hani bir kaside de diyor ya, cennet bahçesi zikrullah, bunu böyle diyor Allah,
hem vallahi hem billahi, melekler dahi
geliyor, ol Muhammedim de geliyor, Pir
Geylânim, Hayri babam, can Niyazim
de geliyor, sen görmezsen onlar seni
görüyor, Zikrullah’ın kıymetini sen bilmezsen onlar biliyor... diye devam ediyor.
Yine bu dediklerimiz nerede yazıyor, merak
eden kardeşlerimiz, İlahi Nizamın 363. Sayfasına zikrullah bahsine bakıversinler.
Onun için canım kardeşlerim, âşıklar
ne demişler: “Bu dünyaya gelen canlar,
Hani o yüce sultanlar, Toprak oldu bütün onlar, Gelin zikredelim yâ hû! Bu
dünya bir imtihanhane, Olanları, ölenleri düşünsene, Gönül verme bu külhane, Gelin zikredelim yâ hû!” İnşallah-u
Teâlâ, Rabbim bize bu güzelliği nasip etmiş,
sebep olanlardan Allah razı olsun. Onların
hepsini Peygamberim Muhammed aleyhisselatü vesselama, ashabına, Ehl-i beytine,
Piri Geylânim, Hayri Babam, Niyazi Babam’a
komşu etsin. Onlara hürmeten de bizi de
onlardan ayırmasın. Bu meclislerde beraber
olduğumuz gibi, Allah orada da beraber olmayı nasip etsin.
MEHMET EMİN UZUNOSMANOĞLU
GİRDİM KADİRİ DERGÂHINA
“Birtakım evlerde ve camilerde sabah ve
akşam onu tesbih ederler, öyle rical ki, ne
alım ne satım ne de ticaret onları Allah’ı zikirden, namaz kılmaktan ve zekât vermekten
alıkoyamaz.”1
“Girdim Kadiri Meclisi’ne
Kıbleye Doğru Çöktüm Dizlerimin Üstüne
Allah (cc) De Kalbim Dilden Kalbe
Medet Şeyhim Efendim, Medet Himmet”
Kadirilik ya da Kadiriyye, Gavsu’l Âzam
Bazullah, Sultânu’l Evliya, Âyetullah, batmayan güneş Pir Abdulkâdir Geylânî Hazretleri
tarafından 12. Yüzyılın başlarında kurulan
Sünni inancını benimsemiş tasavvufî yoldur.2
Pir Geylâni’m (ks) şöyle söylemiştir:
“Ceddim Rasulullah’tır
Ta-Ha Muhammed
Ben Abdulkâdirim
Her tarikatın Şeyhi”
Kadiri
Meclisi’ne
girdiğiniz
zaman
mâneviyat sizi tüm benliğinizle sarar. Orada
dünyalık düşünemez olursunuz. Ne mal ne de
mülk sizlere cazip gelecektir. Çünkü o cennet
bahçelerinde sizlerin göremediği gaybi ricallere (gözle görülemeyenler) nasipdar olabilirsiniz. Allah izin verirse; o gözler Resulullah’ın,
Geylânî Hazretleri’nin, Hayri Babam’ın, Niyazi Babam’ın ve Emin Babam’ın gözleri olabilir.
1 Nur suresi 36-37
2 wikipedia
13
O mübarek mecliste yapılan ilk iş tevbedir.
Allah’a dönüş yapmaya tevbe denir. Tevbe,
insanoğlunun hatalarından pişmanlık duyup
yaşam tarzını değiştirmesini simgeler. Akabinde mürid, edeple zikir halkasında boş
olan bir yere, namaz kılarken nasıl oturuyorsa öyle oturur. Maneviyat Büyükleri orada hazır bulundukları için dünyalık kesinlikle
konuşulmaz. Zikir esnasında gözler yumulur.
Zira gözler yumulduğu zaman kalpler konuşmaya başlar. Öyle
bir konuşur ki, bu lisan
daha önce karşılaşmadığınız türden. Her bir
mürid ahenk içerisinde
aynı ses tonuyla Allah’ı
zikretmeye başlar.
O meclislerde yeşil takkeli sağa
ve sola dönen
başları görürsünüz, rüzgârdan
feyz alan ekinler
misali. Mürid bir
Hû çeker, dilden
kalbe yol olur gider.
Daha önce hiç karşılaşmadığınız
b i r
mutluluk çalar kapınızı. Mürid her defasında
o kapıyı açmak için can atacaktır. Zaman su
gibi akıp gidecektir Zikrullah Meclisinde.
Güllerin Efendisi’ne bağışlanan salâtlar,
selâmlar… Müridin o billur sesiyle okuduğu
kasideler, ilahiler… Bunların hepsi tüylerinizi diken diken etmeye yetecektir. Hocalarımız
duaları bağışlamaya başladığında ihvanların
cânı gönülden “Âmin” dediklerini görürsünüz
ve diğer yandan da Zikrullah’ın sona ermekte
oluşunun verdiği hüznü hissedersiniz. “Allah
tekrar nasip etsin” cümlelerini duyarsınız he-
14
nüz saniyeler geçmiş olmasına rağmen… İşte
böyle bir sevgidir bu sevgi, pek az yerde bu
hissiyatlara kapılabilirsiniz. Bu sevgiyi dışarılarda aramak da beyhude olsa gerek.
İbadet bittiğinde, Allah için ter dökmüş
olan mürid ve mürideleri terlerini silerken
ve semaverde kaynatılmış demli çaylarını
yudumlarken göreceksiniz. Oradaki mürid
ve müridelerin tek gayesi Allah’ın rızasını kazanabilmek, Resulullah’ın
şefaatine nail olabilmek,
Büyüklerimize ve Mürşidimize layık birer evlat
olabilmektir. Öyle içten,
öyle samimi manzaralara şahit olacaksınız
ki paha biçilemez.
Şair ne de güzel
söylemiş:
“Ben bu meclislerde hayretler
gördüm,
Uyudum uyandım hep ayan gördüm.”
Allah herkese bu mübarek meclise girebilmeyi, gelinliğimizle/damatlığımızla girip kefenimizle ak pâk bir şekilde çıkabilmeyi nasip
eylesin.
Hacı Ömer Hüdâi Babamız’ın söylediği
gibi;
GELİN ZİKREDELİM YÂ HÛ!
Sevgi ve saygılarımla
Ömer Faruk Erdoğan
ZİKRULLAH’IN NURU
Ebu Derda’dan (ra) rivayet edildiğine
göre Resulullah (sav) sahabilere: “Ben size
amellerinizin en hayırlısını, Allah katında
en çok beğenilen, cennetteki derecenizi
en çok yükselten, altın ve gümüşü Allah
yoluna vermekten size daha sevaplı olan
ve düşmanınıza rastlayıp da vurmanız ile
sizin düşman tarafından şehit edilmenizden daha üstün faziletli işi haber vereyim
mi?” buyurdu. Sahabeler: “Yâ Resulallah,
bu amel nedir?” diye sordular.
Resul-ü Ekrem, “Zikrullahtır
(Allah’ı anmaktır).” buyurdu.1 Bütün amellerin
zirvesinde
olan Zikrullah’ın
faziletini anlayabilmek için
önce
onun
manasını
bilmek, anlamak
gerekir.
Zikir;
unutmamak,
hatırlamak,
tekrarlamak,
devamlı söylemek, zihinde tutmak, yâd etmek,
anmak demektir. Zikrullah ise Allah’ı anmak…
Yüce Yaradan için en kıymetli
amelin “O’nun zatını anmak” olması akıl
sahibi herkes için şek ve şüphe götürmeyecek şekilde anlaşılır bir durumdur. Yine
de hakikate kör kalpler için Zikrullah’ın
gerekliliğine dair birçok deliller vardır.
Öncelikle İslam’ın 5 şartının ilki olan
Kelime-i Şahadet’de, Allah’ın birliğine
ve Resulün O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederiz. Yani Müslümanın ilk
ve en önemli vazifesi Allah’ın birliğini zikretmektir. İslam olmanın yani Müslüman
olmanın ilk şartının Allah’ı zikretmek olmasının tesadüfî olmadığı gayet açıktır.
İkinci olarak Müslümanların nasıl olması
gerektiğini şekillendiren 54 Farz’a baktığımızda da birinci sırada “Allah’ı daima
zikretmek”i buluruz. Sıra Kur’an-ı
Kerim’e bakmaya gelirse,
Kur’an’da zikir kelimesi
müştaklarıyla beraber
256 yerde geçmektedir.2 Diğer ibadet
ve
amellerden
daha fazla dile
getirilmesinde
mutlak bir sebep vardır ki o
da zikrullahın
faziletine vurgu yapmak ve
teşvik etmektir.
Kur’an’daki birkaç örneğe bakarsak: “Ey iman
edenler! Allah’ı çokça
zikredin.”
(Ahzab/41),
“Allah’ı zikredin. O, size nasıl hidayet etti ise, siz de O’nu öylece
anın.” (Bakara/198), “Rabbini, sabah ve
akşam, içinden yalvararak ve korkarak
zikret, gafillerden olma.” (Araf/205) Yüce
Allah’ın kelamında da istediği gibi zikir
yani Allah’ı anmak bir mü’min olarak şiarımız olmalı. Sahabelerden günümüze
1 Kuşeyri Risalesi, Abdulkerim Kuşeyri, Yasin Yayınevi,
s.304.
2 Tasavvuf ve Tarikatlar, H. Kamil Yılmaz, Ensar Neşriyat,
s.162.
15
ulaşan hadislerde ve Kur’an ve hadisler
ışığında amel etmiş âlim zâtların ve evliyaullahın sözlerinde de zikrullah için aynı
önemin vurgulandığını görürüz. Bunların örneklerine de ara ara yer vereceğiz.
Saydığımız bunca delillerden sonra iyice
anlaşılmaktadır ki zikrullah her mü’minin
yapması gereken ve yaptığında en fazla
fazilete erdiren ameldir. Çünkü Allah’ı
anmak, O’na en hoş gelendir. Nasıl ki
seven sevdiğini ne kadar çok hatırlayıp,
onu sözleriyle ne kadar çok taltif ederse
sevilenin de sevene muhabbeti o ölçüde
artıyorsa, kul olarak Allah’ı ne kadar çok
anarsak ve översek O’na olan sevgimizi
o ölçüde göstermiş oluruz. “Toprak nasıl
ki yağmurla bol mahsül verebilirse, bizdeki gönül de zikir ile Allah’a karşı sevgi ve muhabbetini artırabilir.”3 Ebu Bekir eş-Şibli demiş ki: “Allah Teâlâ, ‘Ben,
beni zikredenin dostuyum’ demiyor mu?
O halde Hak Teâlâ ile dost olmak için ne
bekliyorsunuz?”4 Dost olabilmek için dosta layık davranmalı. Yaradan’a yaklaşmak için O’nu her daim anmalı. Çünkü
zikir diğer ibadet ve taatler gibi özel bir
mekân, zaman, hal ve durum gözetmeksizin her koşulda yapılması uygun görülen
bir ameldir. Misal olarak namaz ibadetlerin en şereflisi olduğu halde bazı vakitlerde kılınması caiz değildir. Ancak kalp
ile zikir bütün hallerde devam eder. Yüce
Yaradan’a kesintisiz niyazdır zikir. Allah’u
Teâlâ zikrin bu hususuna binaen şöyle buyurmuştur: “Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit)
Allah’ı anarlar” (Al-i İmran 191). Zaten
kalbi her daim Allah ile olan kişiye zaman,
mekân mani olabilir mi? Kalp sevgilisiyle
buluşmuş bir kere, hiç ayrı kalabilir mi?
Ümmü Seleme’den rivayetle Peygamber
Efendimiz buyurmuş ki: “Allah’ı çok zikret. Zira muhakkak ki Allah’ın huzuruna
O’nun zikrinden daha fazla sevdiği bir şey
ile gelmeyeceksin”. Zikrullah’ın karşılığını
dünyada Allah’a yakınlaşarak aldığımız
gibi ahirette de inşallah Cemalullah ile
alacağımızı müjdeliyor Resulullah (sav).
Zakir yani zikreden kişinin kalbine zikrullah yerleştiği zaman şeytan o kalbe yaklaşamaz. Zakir Zikrullah’ın muhabbetine
erdiyse, zaten ondan ayrı kalamaz. Ebu’l
Hüseyin en-Nuri demiş ki: “Her şeyin bir
cezası vardır, arifin cezası da zikirden
kesilmesidir.”5 Abdulkâdir Geylânî (ks) ise
demiş ki: “Kalbin en büyük ölümü, onun
Allah’ı anmaktan gafil olmasıdır. Kalbinin
diri olmasını isteyen, ona daima Hakk’ın
zikrini işlesin. O’nun azâmetine çevirsin
ve halk üzerine yaptığı tecelliyi ve tasarrufu müşahede etsin”.6 Allah kalbi gafil
olan ve gafil kalanlardan eylemesin bizleri. Dilimizi ve kalbimizi zikirden ayırmasın.
Zikrullah’ın güzelliğini bize tattırdığı gibi
tatmayanlara da tattırsın. Zikrullah’ın faziletine cümlemizi nail eylesin. Peygamber
Efendimizin cennet bahçeleri dediği zikir
meclislerinde buluştursun bizleri. Zikri
daim ile kalın…
Tuğba Uzunosmanoğlu
3 İslamda Gerçek Tasavvuf ve Edebleri, Osman Karabulut,
s.333.
5 Kuşeyri Risalesi, s.309.
4 Kuşeyri Risalesi, s.306.
6 Firdevsteki Gülün Adresi Zikir, s.196.
16
ÇOCUK YETİŞTİRME SANATI
Ç
ocuklarımız bizim için çok değerlidir ve onlar için daima her şeyin
en iyisini isteriz. Onların kendine
güvenen, kendi ayakları üzerinde durabilen,
kimseye muhtaç olmadan yaşayabilen hayırlı
evlatlar olmalarını isteriz. Anne babaların çocuklarına dair olan bu güzel istekleri uzun bir
liste halinde uzar gider.
-Peki, nasıl oluyor da bazen biz anne babalar olarak bu kadar çok sevdiğimiz çocuklarımıza zarar verebiliyoruz, yanlış davranışlarda
bulunabiliyoruz?
-Biz anne baba olarak neleri yanlış yapıyoruz, neleri eksik bırakıyoruz?
-Onları nasıl yetiştiriyoruz ve ne yapmalıyız?
duymak; onu tanımak, dinlemek, anlamak ve
çocuğu kabul etmek demektir. Bu cümleleri
okuyan her ebeveyn biz bunları zaten yapıyoruz diyebilir. Ama inanın, bu kadar basit
görünen en temel görevler bile tam olarak
yerine getirilememektedir.
Mesela çocuğumu tabii ki tanıyorum diyen
anne babalarımız;
Çocuğunuz nasıl biri? Kalabalıkta nasıl
davranır, yalnızken neler yapar? Çocuğunuzun gerçekleştirmek istediği ne gibi hayalleri var? Sizin ondan beklentilerinizin farkında
mı? O sizden ne bekliyor ve ne istiyor? Çocuğunuz hayatındaki nelerden memnun?
Eğer bu sorulara cevap verebilen şanslı
Her anne babanın sevgisi koşulsuzdur ve eksiksizdir.
Eksik ya da yanlış olan bizim bilgilerimiz ve davranışlarımız olabilir. Allah’ın izni
ile bilgilerimizi tamamlayıp
bazı davranışlarımızı düzeltebilirsek; inşallah çocuklarımızı daha sağlıklı bir şekilde yetiştirip, onların kendi
kendine yeten, çevresine güzellik katan evlatlar olmalarına katkı sağlayabiliriz.
Öncelikle her çocuk hatta her insan kendisine saygı
duyulmasını ister. Saygının
sadece büyükler için olduğunu düşünmek çok büyük
bir yanılgıdır. Yedi aylık bir
bebeğin de, 10 yaşındaki
bir çocuğun da, 40 yaşındaki bir yetişkinin de saygıya
ihtiyacı vardır. Çocuğa saygı
17
anne ve babalardan iseniz sizleri tebrik ediyoruz. Cevap vermekte zorlanıyorsanız lütfen bu yazıyı okuduktan
sonra çocuğunuza her zamankinden
daha farklı bir gözle bakın onu tanımaya ve onun dünyasını anlamaya
çalışın.
Peygamberimiz Hz. Muhammed’in
(sav) eğitimi Âlemlerin Rabbi Yüce
Yaradan (cc) tarafından verilmiştir.
O’nun (sav) çocuklara karşı davranışı
da Rabbimizin istediği şekildedir. Çocuklara saygı duymak konusunda en
güzel örnekleri de yine onun yaşantısı bizlere sunar. Efendimiz çocuklarla
karşılaştığında onlara büyükler gibi
selam verirdi ve onlarla sır paylaşırdı.
Onlara çocuk gibi davranmazdı. Çocuklarla kendi akranıymış gibi konuşurdu. Biz de O’nun (sav) bu davranışlarını kendimize rehber edinmeliyiz.1
Çocuklarımızla iletişimde dikkat
çekmek istediğimiz bir diğer unsur da
sevgiyi gösterme biçimidir. Bizim ülkemizde kültürel olarak çocuğun eğitimi
ile genellikle anne yakından ilgilenir.
Baba ise çocuk eğitiminde daha otoriter bir figür olarak karşımıza çıkar ve
çocukla daha uzaktan ilgilenir. Baba
genellikle maddi olarak evin bakımından sorumlu olmak görevini üstlenmiştir. Okulda veli toplantılarına
çoğunlukla anne katılır, babaların sayısı ise bir elin parmaklarını geçmez.
Çocuk bir şey anlatmak istediğinde
genelde annesiyle veya arkadaşları
ile paylaşır, baba ise dertleşilecek kişi
olarak daha gerilerde yer alır. Ülkemizde annelerin çocuklarına sarıldığını ve onları öptüğünü görürüz fakat
babaların çocuklarını koklayıp öptüğü,
“canım evladım” diyerek sarıldığı pek
sık rastladığımız bir durum değildir.
Hatta ülkemizde göstermeden sevme
alışkanlığı vardır. Çocuklar uyuduk1 www.risalehaber.com
18
tan sonra onların odasına gelip üstlerini örten baba figürlerimiz mevcuttur. Bu
davranışların sebepleri olarak çocukları
şımartmamak, babanın otoriter figürünü
sarsmamak vb. görülebilir.
Peki, Yüce Allah’ın onun yüzü suyu
hürmetine âlemleri yarattığı Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz (sav) çocukları
nasıl severdi, çocuklarla nasıl ilgilenirdi
biliyor muyuz?
Bir defasında Akra bin Habis (ra),
Peygamberimizi (sav), Hz. Hasan’ı öperken gördü ve şöyle dedi: “Benim on çocuğum var. Şimdiye kadar hiçbirini öpmedim.” Bunun üzerine Peygamberimiz;
“Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” buyurdu.
Değerli babalarımız; Peygamberimiz
torunlarına çocuklarına sarılıp onları
öperdi, gösterirdi sevgisini. Lütfen siz
de çocuklarınıza sarılın, onlarla sohbet
edin, oyun oynayın ve onların başını okşayın. Çocuklarınız şımarmak yerine size
daha çok bağlanacaktır.
Değerli anne ve babalar lütfen çocuğunuzu tanıyın, onlarla konuşun. Onları
büyük biri gibi görüp karşınıza alın ve
konuşun, bir şey anlattıklarında gerçekten dinleyin. Ancak o zaman kendilerine
saygı duyulduğunu hissedeceklerdir.
Sevgili anne ve babalar, bizler anne
ve baba olarak çok iyi niyetli de olsak,
bazen çocuklarımızı yetiştirmede büyük
hatalar da yapabiliyoruz. İnşallah doğru
yöntemleri öğrendikçe yanlış davranışlarımız azalır ve onların yerini sağlıklı davranışlarımız alır. Anne ve babalık görevlerimizde Allah’ın hepimize kolaylıklar
nasip etmesi duasıyla…
Psikolojik Danışman
Esra Erdoğan
ZİKRULLAH’A BAŞLAMA USULÜ
VE YAPILMASI GEREKENLER
Z
ikir; anmak, tekrar etmek, övmek
demektir. Zikrullah ise; Hz. Allah’ı
övmek ve yüce Allah (cc) ile meşgul olup kalbini, gönlünü ve ruhunu ona
teslim etmektir. Zikrullah, kalpten ve gönülden Allah’tan gayrı olan her şeyin muhabbetini çıkarmak yalnızca O’nunla (cc) olmak
demektir. Zikrullah hakkında 200’den fazla
Ayeti Kerime vardır. Ahzab Suresi 41. Ayette
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Allah’ı dilinizle ve kalbinizle türlü türlü tesbihler yaparak
zikrediniz.” Peygamber Efendimiz’in de zikrullah konusunda birçok hadis-i şerifi
vardır. Bir hadisi şerifinde; “Her şeyin
bir cilalayıcısı vardır. Kalplerin cilalayıcısı da Lâ İlâhe İllallah Muhammedun
Rasulullah’dır.” buyurmuştur.
ortamdan zikrullah ibadetine giderken şu
duygular içerisinde olması gerekir: “Allah’ım
sana hamd-ü senalar olsun ki beni bu güzel
ibadet zincirinin bir halkası yaptın, bana seni
zikretme, anma, yüceltme ve şükretme fırsatı
verdin. Ne olur Allah’ım beni bu ibadette sabit
kıl.”
Zikrullah amacı ile Mürşidinin huzuruna
gelen ihvan, mürşidi ile beraber Zikrullah’a
başlamadan önce, bugüne kadar yapmış olduğu büyük küçük bütün günahları düşünüp
Kişi eğer Allah’ı zikretme ve O’nun
yolunda hizmet etme fırsatını kendinde
buluyorsa, bunun Yüce Allah’ın kendisine açtığı bir hidayet kapısı olduğunu
ve Allah tarafından kendisine verilebilecek en büyük ihsan ve ecir olduğunu
bilmelidir. Bu duygu ve düşünceler ile
kişi bu fırsatları iyi değerlendirip kendini bu nurlu yolda geliştirmeli, ayrıca,
kendisi, ailesi, vatanı ve milleti için pırıl
pırıl parlayan bireyler olup elindeki fırsatları hem dünyası için hem de ukba
hayatı için en güzel şekilde kullanma
yoluna gitmelidir.
Zikrullah için diğer ibadetlerden
farklı olarak bir zaman tayin edilmemiştir. Fakat diğer ibadetlerde olduğu
gibi zikrullah ibadetinde de abdestli olmak gerekir. Kişi şu şekilde niyet
ederse zikrullahdan alacağı feyiz, tat
ve aşk daha başka olur: “Yâ Rabbi niyet ediyorum zâtını zikretmeye, zâtına
şükretmeye.” Evden veya bulunduğu
19
nedamet içerisinde bu günahlara tevbe etmelidir. Yani tevbeyi sadece dil ile değil kalben
de yapmalıdır.
Zikrullah meclisi kişinin günahlarından
arınma, temizlenme, nurlanma, aklanma yeridir. Zikir halkasında oturuş namazdaki gibi
olmalıdır. Eller dizler üzerine konmalı, gözler
kapatılmalı ve kalp Allah’a yönelmelidir. Kişi
Allah’ın (cc), Resulullah Efendimiz’in (sav) ve
Mürşidimizin kendisine tebessümle baktığını
düşünmelidir.
Değerli Büyüğümüz Emin Hocam bir sohbetlerinde Zikrullah için şöyle buyurmuştur:
“Zikrullah esmalarından hiçbir şey eksiltilmemeli, yoksa Kur’an-ı Kerim’in yapraklarını
yırtmış gibi olur. İlave de etmemeli, şirk olur.
Kimse verilenin dışına çıkmamalıdır. Zikrullah
esnasında adaplar aynı, sözler aynı, sesler
aynı, tonlar aynı olmalıdır. Hafif bir rüzgârla
sağa sola doğru eğilen başak misali olmak
gerekir. El kol hareketleri, öne arkaya eğilme gibi aşırı hareketler yapılmamalıdır. Kişi
daima Resulullah’ın, Pir’inin ve Mürşidi’nin
yanında olduğunu hatırlamalı, onların ruhaniyetlerinin her an yanında, yamacında olduğunu unutmamalıdır.”
Zikir ederken gözler kapanır. Unutmayalım
ki; baş gözü kapanmayınca gönül gözü açılmaz. Zikrullah esnasında gözleri kapatmanın
esas gayesi; zikrullah esnasında kişinin dünya hayatından tamamı ile bağlantısını kesip,
20
kalbinin gönlünün ve ruhunun tam manası ile
Yüce Yaradan’a çevirmesidir.
Allah’ı zikretmek için geldiği ortamın sadece bir ev veya bir odadan ibaret olmadığını, bu ortamın Allah’ı zikretmek maksadı ile
gelindiği için camii ve mescid mesabesinde
olduğunu bilmelidir. Yani camiye gidildiği
zaman nasıl dünya kelamı konuşulmaması gerekiyorsa, zikrullah için gelinen yerde
de dünya kelamı konuşulmamalıdır. İhvan
Zikrullah’tan hemen sonra dünya kelamı konuşmadan bulunduğu ortamdan ayrılmalıdır.
Bunda ince nokta şudur ki; “Allah’ı zikrettin,
heybeni ve testini doldurdun. Aldığın manevi rızıkları kırmadan, dökmeden bir an evvel
evine yuvana götür ki bu rızıklardan ailen de
nasiplensin.”
Zikrullah ibadetine giderken değerli büyüğümüz Emin Hoca’mın da söylediği gibi
boş gidip dolu gelmek önemlidir. Aksi olursa
dolu gönüle hiçbir sevgi giremeyeceğinden
bu ibadetten de istifade çok zayıf olur. Büyüklerimizin de söylediği gibi “Lâ İlâhe İllallah”
semavatü zeminin anahtarı, kalplerin nuru ve
parlatıcısı, Allah’ın kalesi ve köşküdür.
Yüce Rabbim bizleri, inananları, aile ve evlatlarımızı bu yüce ibadetten ayırmasın. Bizleri
hakkıyla inanıp ibadet edip, hakkıyla hizmet
edenlerden eylesin.
Mehmet Akyüz
MÜ’MİNİN MİZACI:
SABIR VE ŞÜKÜR
Bismillâhirrahmânirrahim
V
ar ettiklerinin ruhuna üflediği EsSabur ism-i celilinin en bariz tecellisi: Mübarek vücudundaki onulmaz
yaralardan kurtlar dökülürken, kızlarını ve
oğullarını, bütün maddi varlığını kaybetmişken, vefalı eşi dışındaki herkes kendisini terk
etmiş hatta yakınlarından uzaklaştırmışken
bile sabretti Eyüp Aleyhisselam. Sabretti, bekledi, zikretti… Ve sabrın gerçek sahibi lütfetti:
Eyüp Peygamber yeni bir hayata, sağlık ve
sıhhate, yeni evlatlara, dünyada kalacak olan dünya malına yeniden kavuştu.
Yüce Allah Kur’an-ı
Kerim’de
sabrını
övdüğü
Eyüp
Aleyhisselam’ı insanlığa ibret dolu bir
örnek olarak yaratmış ve yaşatmıştır.
‘Biz onu (belalara)
hakikaten sabırlı bulduk. O ne güzel kuldu.
Şüphe yok ki o tamamen
Allah’a dönen bir zât idi.’
(Sad,44) ayeti, sabrın sonucundaki kazancın en güzel göstergesidir.
Peygamberlerin hayatları incelendiğinde en zorlu sınavlara sabrettiklerini görmek
mümkündür. Balığın karnında yıllarını zikrederek geçiren Yunus Aleyhisselam’dan, ibadet esnasında en yakın akrabaları tarafından
sırtına pislik bırakılan Efendiler Efendisi’ne
kadar örnek alacağımız olayları sık sık okumak, anlamak ve anlatmak gerekir.
Günümüz toplumunda küçücük şeyler için
birbirini bıçaklayan insanların sabırsızlığını
gördükçe maneviyatımızın ne kadar zayıfladığını ve peygamberlerin hayatlarını ne kadar
az bilip kendimize ne kadar az örnek aldığımızı görmek mümkündür. Hâlbuki kutsal
kitabımızda bulunan: ‘Allah sabredenleri sever’ (Al-i İmran,144) ayeti sabrın mükâfatını
müjdeler bize.
Sabrın yanında şükür de müminin mizacını
tamamlayan ikinci bir kavramdır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) buyuruyor ki:
‘İman iki kısımdan müteşekkil bir
bütündür. Onun bir yarısını
sabır, diğer yarısını da şükür oluşturur.’ (Şuabu’l
İman) Gerçek Müslüman
yaşadıklarının
Allah’tan geldiğini bilerek bolluk ve berekete şükreder, keder
ve darlığa sabreder.
Kur’an’da
şükrün
karşılığı şu ayetle bildirilir: ‘Allah Teâlâ’ya
şükrederseniz O da
sizden razı olur.’ (Zümer,7) O halde hepimizin
esas gayesi olan cennete ulaşabilme yolculuğumuzda adım adım
ilerlerken yüreğimizin bir yanını sabır, diğer
yanını şükür doldurmalıdır desek yanlış olmaz. Nitekim Efendimiz Muhammed Mustafa
(sav) bir sohbet esnasında, mübarek yüzünde
tebessümle sahabe-i kirama şöyle buyurmuştur: ‘Müslüman’ın durumu ne kadar şaşırtıcıdır. Zira her işi onun için bir hayırdır. Ona
memnun olacağı bir şey gelse şükreder, bu
hayırdır. Hoşlanmadığı bir zarar gelse sabreder, bu da onun için hayır olur.’(Kütüb-i Sitte)
21
Çağımız insanlarının sabır ve şükürden
ne kadar uzak yaşadığını, çevremizdeki
insanlarla biraz sohbet ederek görebiliriz.
Sofralarımızda çeşit
çeşit yiyecekler, dolaplarımızda kat kat
giysiler,
evlerimizde
ihtiyacımızı
rahatça
görebileceğimiz her
türlü eşyalar olduğu halde, her şeyden
önemlisi uzuvlarımız
tastamam,
sağlığımız yerinde olduğu
halde bile şükürden
uzak, bulunduğumuz
halden ağlayarak yaşarız. Hani ya sünnet
ehli olmak, Efendimiz
gibi yaşamaya çalışmak nerede?
Aişe (radıyullahu
anha) validemiz buyuruyor ki: ‘Hz. Peygamber
(sallallahu
aleyhi ve sellem) ömrü
boyunca iki gün üst
üste arpa ekmeği ile
doymadan ahirete intikal etti.’ (Buhari, İbn-i
Mace) Müslüman kardeşlerimizin her sofraya
oturduklarında bunu mutlaka hatırlaması ve
evlatlarına hatırlatması şükrü öğrenmek için
önemlidir.
Efendimiz Mescid-i Nebevi’de bulunan
hücrelerinde geceleri namaz kılarken, -odanın küçüklüğünden- secdeye vardığında elleri
Aişe validemizin ayaklarına değerdi. O büyük insan böylesine küçük bir eve sığabilmiş,
gece gündüz durmadan şükretmiş iken cürmümüze bakmadan yaşadığımız evlerin küçüklüğünden yakınırız.
En acısı da, giderken götürebileceğimiz en
22
fazla sekiz metre bez parçası, -hem de en süssüz,
en renksizinden- olduğu
halde kat kat giysiler bize
az gelir, şükretmek şöyle
dursun elimizdekini beğenmez, modası geçmiş
diyerek kenara iteriz.
Maddi durumu iyi olmadığı için sürekli yakınan adama sormuş bir
Allah dostu: ‘Sana bin altın versem gözlerini bana
verir misin?’ ‘Yoo, veremem valla. Ben gözlerim
olmadan ne yaparım?’
demiş adam. Allah dostu tekrar sormuş: ‘Peki
bin altın versem bana
ayaklarını verir misin?
Cevap yine aynı olmuş.
Kamil kişi elleri, kulakları
ve burnu için aynı soruyu
sorup yine aynı cevapları alınca şöyle demiş:
‘görüyorum ki binlerce
altın değerinde uzuvlara
sahipsin. Hâlâ bunları
verene gece gündüz şükretmek yerine ömrünü
boşa harcayıp yakınacak
mısın?’…
O halde Allah dostlarına kulak vermek gerek dostlar. Ömrümüzün su gibi akıp gittiğini
fark etmek gerek. Büyüklerimizin de yardımıyla başımıza gelen her olayı lehimize çevirmek
gerek, inşallah.
Ruhumuza üflenen vasıfların farkına varıp
eşref-i mahlûkat olmanın hakkını verebilmek
duası ile…
Elhamdülillah, Eşşükrülillah
Hanife Kadiroğlu
ZİKRULLAH VE HUZUR
A
llah-ü Teâlâ insanı kurumuş bir
çamurdan yarattı. Sonra meleklere Hz. Âdem’e secde etmelerini
emretti. Meleklerin bile secdesine sebep olan
Hz. Âdem’deki farklı bir şeydi. Allah(c.c.) hiç
bir yarattığına ona vermediğini vermişti. Hz
Âdem’i kıymetlendiren Allah-ü Teâlâ’nın ruhundan üflemesi ile çamuru Âdem yapan
Allah’ın ona üflediği ruhtu. Hz. Âdem’in bu
ayrıcalığı onu yeryüzünün halifesi makamına getirdi. Böylece Hz. Âdem ve oğulları mahlûkatın en şereflisi oldu. Bu Allah-ü
Teâlâ’nın Âdemoğullarına ikramıdır.
Allah bu izzetle onurlanan Âdemoğluna bir
de emanet yükünü yükledi. Dağların ve taşların kaldıramadığı emaneti... O emanet ona
kul olmaktı. Nefsine rağmen, şeytana rağmen, dünyasına rağmen! Tercihini Hakk’tan
yana kullanan insan meleklerden bile üstün
olacaktı. Hakk’tan yana kullanmayanlar ise
esfel-i sâfilîn konumunda, hayvanlardan da
aşağı düşecekti.
Allah-ü Teâlâ Âdemoğullarının izzetlerini korumalarına yardımcı oldu, onları yalnız
bırakmadı. Dinini gönderdi, dinini anlatacak,
nasıl yaşanıldığını gösterecek bir peygamber
gönderdi. Ruhundan üfleme nimetinin üstüne
bir de dinine mensup olma, peygamberinin
izinden gitme nimetini verdi. Âdemoğlu kıymetlendikçe kıymetlendi. Her ayet her sünnet
Âdemoğlunun kıymeti arttırdı. Allah-ü Teâlâ
insanı sevdi, meleklerine de sevin dedi, melekleri sevdi, yine O’nun emriyle insanlara
O’nun sevdiğini sevdirdi.
Fakat bu sevilenler farklıydı. Çünkü insan
olma şerefinde olan her Âdemoğlu, sevme
sevilme noktasına gelememişti. Çoğu yolda
kaldı, rızaya muhabbetullah’a ulaşamadan
cehennem zebanilerinin kucaklarına düştü.
Bu kadar kıymetin değerini bilememenin bir
sonucuydu bu. Hâlbuki Rabbimiz, rahmetinin,
gazabını aştığını müjdelemişti. Fakat insanoğlu bilemedi, yanıldı, şaştı, unuttu. Yaradılışını,
gayesini, emanetini, ruhlar âleminde verdiği
23
yaşarsa, her zikrullah ile O’na olan muhabbetini tazeler. Dili ile, nefesi ile, kalbiyle, O’na
teslim olduğunu dile getirir. İşte Rabbim geldim der, huzurundayım. Maksadım, muradım, sevdiğim, ma’budum Sensin. Mevcut
olan Sensin bizler bir hiç. Hay olan Sensin.
Bizler Senin tarafından yaratılan. Kalplerimizi
dirilt. Gönüllerimizi sana çevir bizi aşkınla süsle. Yüreklerimizi muhabbetinle doldur. Hay isminle imanımızı dirilt. Ey her şeye hayat veren
hayat ver şu ölmüş kalplerimize. Ey Kayyum!
Her şeyi ayağa kaldıran doğrultan Sensin.
Yerlerde sürünen onurlarımızı bize geri lütfet.
Sen ikram etmezsen, doğru yolda gidemeyiz.
SEN ver bize mecallerimizi, adınla dirilt benliğimizi. İsmi celâlinle bizi şereflendir.
sözünü unuttu. Yaradanı, vereni, izzetlendireni, koruyanı, seveni, merhamet edeni, dualara karşılık vereni, muhtaçlığı gidereni, yoluna döndüreni unuttu. Gafilleşti, kulluğundan
uzaklaştı. Rabbini unutmuştu. Hâlbuki Allah-ü
Teâlâ şereflendirdiği insanoğluna söylemişti.
“Siz beni anın ben de sizi anayım. Bana şükredin de bana nankörlük etmeyin.” (Bakara
152) Allah-ü Teâlâ ruhunda üflediği insana
beni an demişti. Beni zikret, ismimi söyle,
söyle ki senin tarafından unutulmadığımı bileyim. Eğer unuttuysan ben de unuturum. Kul,
Allah-ü Teâlâ tarafından unutulursa hali perişan olur. Kulluktan kovulmuş olur. Ümmetlikten ret olunur. Allah korusun sonu cehennem olur. Sonra malın mülkün olmuş, evladın
olmuş, makamın olmuş ne fayda! Sen, seni
Yaradanı söylemedikten sonra, O’nu anmadıktan sonra kıymetin ne olur! Peygamberimizin (sav) buyurduğu üzere; kalbi, Allah-ü
Teâlâ zikriyle cilalamadıktan sonra kalp nasıl
temizlenir? Rabbimiz Rad Suresi 28. Ayetinde
buyurduğu üzere kalpler nasıl huzura kavuşur. Rabbini anmaktan aciz olan dil, kalp, beden O’nu sevdiğini nasıl söyleyebilir. Dil Allah
(cc) demezse kalp nasıl uyanır?
Mü’minin zamanla iman coşkusu zayıflar,
ilk heyecanını yitirir. İbadetlerinden zevk alamaz hale gelir. En nihayetinde insandır. Fakat
bir mü’min iman neşesini Allah’ı (cc) anarak
24
Zikrullah’ın kıymeti adı anılanın büyüklüğündendir. Kul en büyük mutluluğu O’nu anmakta bulur. Zikrullah, kalbi kalbin sahibine
açmaktır. Kalp ancak sahibini bilip ona dua
ettiğinde huzur bulur. Yoksa küçük sevdaların, basit dünyalıkların muhabbeti kalbe ağır
gelir. Nefes beni rabbime ulaştır diye adeta çırpınır. Azalar şikâyetçidir, beni rabbime
döndür der. Basit sevdalarla dolu insan gaflet, delalet içinde şaşkın şaşkın dolaşır. Bunalımlar, isyanlar yakasını bırakmaz. Sinirsel
hastalıkların pençesinde kıvranır. Tabip de
ilaç da yaralarına merhem olmaz tabiri caiz
ise fabrika ayarlarıyla oynamıştır. Yüzü gülmez, hep şikâyettedir. Hiçbir şeyden tatmin
olmaz. Ne huzur bulur ne de huzur verir. Her
nefesi Hû Hû diye bağırır fakat o duymaz. Ne
kendini dinler, ne Rabbini, ne Peygamberini.
Hâlbuki tek olana, VAHİT olana dönse kurtulacaktır. O Rabbini zikretse, Rabbi de onu
zikredecektir.
Rabbimizin zikrettiği kul da Rabbimizin
övgüsüne, nimetine, ahirette zikretmesine,
yardımına, hidayetine, nimetlerinin arttırılmasına, rahmete, kulluğa erişecektir. Artık bütün
bu güzelliklere ulaşan kul gerçek manada huzuru da bulacaktır.
Rabbim, ismiyle kalpleri titreyen, gözleri
yaşaran ve huzuru bulan kullarından eylesin.
Ülkü Akmeşe
MÜRŞİDE MÜRİD OLMAK -2
“Biz her gece seher vakti yâri özler gideriz,
Bu gidişi kendimizden bile gizler gideriz;
Yâr ilinde akıl ve can perde-i müşkil olur,
Akl-ü canı terk ederiz, âşkı izler gideriz.”
Z
aman olur talibin yolu mekânsız
yere düşer. O yolda ne akla ne iradeye ne de cana ihtiyaç vardır. O
yola ruhla gidilir ve o bilinmez yolda türlü tehlikelerle karşılaşılır. İşte burada bir
mürşide ihtiyaç duyulur. Çünkü mürşid
o yola Mevla’nın daveti ve kendi mürşidinin yardımıyla defalarca gidip
gelmiştir. Bu yol aşk yoludur, aşk
yolu mekânsızdır. Talip, mürşid
terbiyesi, mürşid telkini ve zikrullah ile beşeriyetini fani ettikten sonra bu yola adım atabilir. Mürşide mürid olmanın
da konusu buradan açılır.
Mürşide Mürid olan kişinin 5 şartı yerine getirmesi gerekir
1. Mürid, Mürşid
edindiği kişiye itikatla
bağlanmalıdır.
2. Onun huzurunda, bütün mal ve mülkünden tecerrüt etmelidir (uzaklaşmalıdır).
3. Sıdk (samimi) ve
gerçek olmalıdır.
4. Mürid, mürşid
edindiği kişiye teslim
olmalıdır.
5.Tövbe etmeli ve bütün masiyyetlerden
(isyan ve günahlardan) kaçınmalı ve muhabbetini gönlünde sağlamlaştırmalıdır.
Mürid, mürşid edindiği kişiye temiz bir itikatla bağlanmalıdır. Şöyle ki yeryüzü mürşid
dolu olsa beni mürşidimden başkası Allah’a
ulaştıramaz demeli ve bunda samimi olmalıdır. Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz bir hadisi kutside: “Rabbimiz ben
bir kulumu seversem onun gören gözü
olurum, onun tutan eli olurum, onun yürüyen ayağı olurum, onun konuşan dili
olurum, onun işiten kulağı olurum”
buyuruyor.1 Mürid, mürşidini gönülden sevmeli ve muhabbet duymalı
onun dilinden Rabbim konuşuyor
diyerek her emrini eksiksiz yerine getirmelidir. Resul-ashap
ilişkisi ne ise, mürşid-mürid ilişkisi de odur.
Mürid, mürşidinin
elini Resulün eli bilmelidir. Allah-u Teâlâ Fetih Suresi 10. Ayette:
“Muhakkak ki, sana
biat edenler, gerçekte
Allah-u Teâlâ’ya biat
etmişlerdir.
Allah-u
Teâlâ’nın eli, onların
ellerinin üstündedir. O
halde, kim ahdini ve
biatini bozarsa, vebali
kendisinedir. Kim, ahdinde ve biatinde vefa
eylerse Allah-u Teâlâ
ona pek büyük bir ecir
verecektir.”
buyurmuştur.
1 Tezkiratul Huffaz 1/3, Buhari 1.cilt Sahih-i Buhari Tecrîd-i
Sarih, Cild 12, Hadis No: 2042; Ramuzu'l-Ehadis, Hadis No:
4094; Berika, Cild 1, Sayfa: 31(islam –tr.net alıntı)
25
Mürşid Allah-u Teâlâ’nın açılmış bir kapısıdır. Mürid ne zaman dilerse o kapıdan girip Hakk’a gider. Peygamber Efendimiz (sav)
yine bir hadis-i kutside: “Ben göklere ve yere
sığmam, fakat mü’min kulumun kalbine sığarım” buyuruyor.2 Mürşidlerin gönülleri böyledir. Mürid, ne zaman mürşidine gönülden
yakınlık duysa mürşidini düşünse mürşidi de
ona yakın olur ve manen mürşidinden yarar
görür.
Gitti, hamuru yoğurdu, fırını yaktı ve tekrar
geldi:
Şeyh Süleyman-ı Daranî’nin bir sadık müridi vardı, aynı zamanda ekmekçisi idi. Yaptığı her işi şeyhe danışmadan yapmazdı. Bir
gün Şeyhe gelip:
Bir müddet sonra, şeyhin aklına geldi.
Fırının bulunduğu yere gidip baktı ki, derviş
kızgın fırının içinde zikrediyor. Mübarek elini uzattı: Ey derviş, gel dışarı çık. Sıdkın (samimiyetin) seninle beraberdir. Ateş bile sana
gülistan olmuş, buyurarak onu dışarı çıkardı,
arkasını sıvadı ve himmet etti derviş muradına
erdi ve o teslimiyeti yüzünden büyük bir şeyh
oldu.
- Hamur yoğurayım mı? Diye sordu.
Hazret-i şeyh:
- Yoğur, buyurdu.
Biraz sonra tekrar geldi:
-Fırını yakayım mı? diye sordu. Hazret-i
Şeyh:
-Yak, buyurdu.
2 ”El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 2.165; İmam ı Gazâlî, İhyâ-u
Ulûmiddîn, 3.14. Sorularla risale.com sitesinden alıntıdır.
26
-Şeyhim, dedi. Hamur yoğuruldu, fırın
yandı, şimdi ne yapayım?
Şeyh kendisine kızdı ve: Git, içine gir, buyurdu.
Derviş gitti, yanan fırının içine girdi ve
bağdaş kurup oturdu. Zikrullah ile meşgul olmaya başladı.
Mürşide teslim olmalı ve ne buyurursa
onu hemen yerine getirmeli, isteklerine, tavsiyelerine harfiyen uyarak gerçek müridlerden
olunmalıdır.
Elçin Demir
HER ŞEY ALLAH (CC) DİYOR…
S
eneler öncesinde bir zaat-ı muhterem varmış. “Ağaca baktım Allah’ı
(cc) gördüm!’’ deyip ağlıyormuş. Çok
geçmeden öldürmüşler muhteremi, Allah’a
(cc) şirk koşuyor diye. Hâlbuki öyle derinden
ve içten bakıyormuş ki dünyaya, etrafındaki
hiç kimse anlayamamış ne demek istediğini.
Bizim de onun gözünden bakabilmemiz için
ağacın biyolojisini incelememiz gerekir. Ağaca baktığımızda toprağın metrelerce altındaki
suyu, metrelerce yukarısındaki yapraklara kadar ileten adezyon ve kohezyon kuvvetinden
bahsedebiliriz. Ağaç, yapraklarındaki stoma
hücreleriyle güneşten gelen ışınları alarak fotosentez yapar. Böylece insanların ve diğer
canlıların ürettiği karbondioksiti alıp oksijene dönüştürür. Bizler ise o oksijeni akciğerlerimize çekerek hayatta kalmaya çalışırız.
Sonbahar geldiğinde sanki aklı varmış gibi
yapraklarını dökerek toksin (zehirli) maddelerden kurtulan ağacı gözlemleriz. Kurak
yerde yaşayan bitkilerin yaprakları sukkulent
(etli) yani kalın ve stomaları yaprağın alt taraflarında olur. Böylece görevlerini yerine
getirebilmek için gerekli suyu yapraklarında
depolayabilir. Bu ve bunun gibi birçok mekanizma ağaçta mevcuttur. Ağaca verilen emir
bu yöndedir. Elbette ki ağaca bu kadar özel-
lik veren ve bunu yarattığı dünyanın işlevinin
devamı için yapan Allah’tan (cc) başkası değildir. Muhterem, Allah’ın (cc) yarattığı bu ve
benzeri sistemleri gözlemlemiş, nasıl bir ilahi
aşka geldiyse, Allah’ı (cc) gördüm diye ağlayarak bağırmış öylece. Allah (cc), bizleri de
Allah (cc) aşkına nail eylesin. Şimdi, Allah’ın
(cc) Nahl Suresi’nde defalarca tekrarladığı
‘’Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibret vardır.’’ ayetini hatırlayarak, Allah’ın (cc)
mucizelerle dolu yarattığı bu dünyayı bilimsel
ve manevi boyuttan birkaç örnekle incelemeye çalışalım.
Allah’ın (cc) dünyayı bir sistem içerisinde
yarattığını görüyoruz. Hayvanlar aleminden,
bitkiler alemine; tek hücreli canlılardan, gelişmiş canlılara, dünya üzerindeki ekolojik
döngülerden, fiziksel ve kimyasal yapılara
kadar insanoğluna hizmet eden milyarlarca
mekanizmadan bahsedebiliriz. Dünyanın, insanların yaşaması için hazırlanan bir yer olduğu kesindir. İnsanların da dünyaya imtihan
için geldiğini manevi olarak olduğu kadar bilimsel olarak da anlayabiliriz. Çünkü evrenin
işleyişine ve dizaynına baktığımızda her şey
bize Allah (cc) demekte, bu dünyaya sebepsiz
gelmediğimizi göstermektedir.
27
İnsanların dünyada yaşayabilmeleri için
birçok mekanizma gereklidir. Güneşin, ayın
ve güneş sistemindeki diğer yıldızların dünyaya uzaklığı ile oluşan manyetik alan, dünyada ayağımızın yere basması için gerekli yer
çekimi kuvvetinin miktarı, azot döngüsü, karbon döngüsü gibi ekolojik döngüler, havadaki oksijen ve diğer gazların miktarı, denizde
yaşayan mikro ve makro organizmalar gibi
milyonlarca mekanizma insanların yaşaması
için uygun bir zemin hazırlamaktadır. Bunların her biri görevini ince eleyip sık dokuyarak yapmaktadır. Oluşacak küçük bir hata
dünyanın sonunu getirir. Örneğin, yerçekimi
kuvveti bir anda ortadan kalksa ne yaparız?
Gökyüzündeki yedi tabakadan biri olan Ozon
tabakası olmasaydı ne olurdu? Veya Güneş
bir cm daha dünyaya yaklaşsa ne yapardık?
Ünlü bilim insanı Einstein diyor ki; ‘’Eğer arıların nesli bir anda tükense, 4 yıl içerisinde
hayat biterdi.’’ Burada bahsedilen olay elbette arılar bal yapıyor, bal olmazsa yaşayamayız değildir. Arılar bitkilerin çoğalmalarında
görev alan dünya üzerindeki en önemli vektör canlılardır. Çiçekli bitkilerde, nesillerinin
devamı yani çoğalmaları için gerekli polenler
vardır. Polenler, bitkilerin sperm hücreleri gibi
düşünülebilir. Polenler öyle yaratılmışlardır ki,
vektör canlılarla, rüzgârla, su ile taşınabilir28
ler. Allah (cc) polenleri bu şekilde taşınabilir
kılmıştır. Polenler taşındıkları uygun yerlerde
yeni bitkiler oluştururlar. Bu döngü sürekli devam eder. Einstein’ın tespiti bu yöndedir. Arılar olmasa meyveler, otlar, çiçekler azalmaya
başlayacak ve bitecek, ot ile beslenen canlılar
tükenecek, oksijen miktarı azalacak, temiz su
bulma sorunu başlayacak, sonuç olarak yavaş yavaş dünyanın sonu gelecektir. Bu örneği vermemizin sebebi, Allah’ın (cc) ne kadar
hassas ve ne kadar detaylı bir şekilde dünyayı
yarattığını anlamamız içindir. Polenlerin yapısı arılar gibi vektörlerin taşıyacağı şekilde yaratılmasa idi dünyadan bahsetmek mümkün
olmayacaktı.
Bir başka örnekle devam edelim. Bazı
bitkilerin tohumları birbirlerine çok benzerlik
gösterir. Örneğin, incir ve menekşe tohumlarının morfolojisi gözle ayırt edilemez. Bazen mikroskobik ortamlarda bile ayırt edilemezken, ancak DNA’sını (genetik materyali)
açarak tohumun hangi bitkiden olduğunu
anlayabiliriz. Toprağa atılan bu tohumlar ise,
toprağın aklı ve beyni varmış gibi, incir tohumundan incir, menekşeden menekşeyi bize
sunar. Böylece her ikisinin de insan sağlığı
için faydası da farklı olur. Yan yana ekilseler
bile her tohum kendi hesabını bilir, böylece
tatlar karışmaz. Bu yönden bakıldığında ne
kadar enteresandır değil mi? Yüce Allah’ın
(cc) kudreti, toprağa ve bitkiye verdiği emir bu
yöndedir. Toprak da, bitki de verilen emri hatasız yerine getirmektedir.
Bakmak ile görmek çok farklı şeylerdir.
Allah’ın (cc) bizlere sunduğu dünyada en ince
ayrıntısına kadar uygun koşullar mevcuttur.
Gözle görülmeyen bakterilerin bile dünyada insanoğlu için uygun koşullar sağladığını
görüyoruz. Ayrıştırıcılar diye adlandırılan çü-
rükçül bakterilere de biraz değinelim. Ayrıştırıcılar adı altında çok fazla bakteri türünden
bahsedebiliriz. Bunların bazıları azot fiske
ederken, bazıları da diğer organik bileşiklerin
arasındaki bağları kopararak ölmüş canlıyı
tüketmeye (yemeye) başlarlar. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler vs. öldüğünde hemen ceset
üzerinde koloni oluşturarak organik maddeyi
ortadan kaldırmaya çalışırlar. Yani bir nevi
temizlik görevi yaparlar. İnsanların öldükten
sonra şişmesi, bitkisel ürünlerin de çürümesi
bu sebeptendir. Bu özellikteki canlıları Allah
(cc) yaratmasa idi, dünya şu anda yaşanabilecek halde olmazdı. 4,5 milyar yaşında olan
bu dünyada yaşamış ve ölmüş canlıları düşünürsek durumun kritiğini yapabiliriz. O zaman
her yerde insan, hayvan cesetleri ve atıkları
birbirine girmiş olurdu. Toprağı bile göremezdik. Gözle göremediğimiz bakteriler bile
Allah’ı (cc) zikrederken, Allah’ın (cc) verdiği
emirleri yerine getirirken bizler dakikalarımızı
boşa geçirmekten kendimizi alıkoyamıyoruz.
Hâlbuki bakterilerin ahiret hayatı olmamasına rağmen Allah’ı (cc) bu kadar düzgün zikretmeleri kendimizle bizi yüzleştirmelidir. 90
dakikalık bir futbol maçında takımlar birbirlerini yenebilmek için nasıl canla başla sahanın
bir orasına bir burasına koşuyor ise bunca
apaçık ‘‘Allah (cc) var!’’ diyen mekanizmaları
görerek, bizimde imanımız için alnımızın son
terine kadar bu davada çaba harcamamız
gerekmektedir. Milyarlarca insanın gelip geçtiği bu dünya kimselere kalmamıştır. Bu dünyadaki sorunlar, problemler, maddi hesaplar,
insanlar arasındaki anlaşmazlıklar, küslükler,
gıybetler… daha önce yaşayan insanlarda da
vardı. Şimdi hangisi kaldı peki? diye kendimize sormalıyız. Herkesin kârı Allah’ı (cc) ne
kadar düzgün ve hissederek zikrettiği değil
midir? O zaman bizler de bir kez daha düşünerek Allah’ı (cc) zikredelim.
Cüneyt Yusufoğlu
29
BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?
Bir kilo limonda,
bir kilo çilekten daha fazla şeker olduğunu,
Timsahların renk
körü olduğunu,
Sadece erkek kanaryaların öttüğünü,
Yarım kilo bal yapabilmek için arıların iki
milyondan fazla çiçekten
bitki özü toplamak zorunda olduklarını,
Tarantulaların iki buçuk yıl hiçbir şey
yemeden yaşayabildiklerini
Venüs’ün saat yönünde dönen gezegen
olduğunu,
En fazla asfaltlı yola sahip olan ülkenin Fransa olduğunu,
Sihirli sözcük olan ‘‘Abrakadabra’’ nın ilk olarak yüksek ateşli hastaların
ateşlerini düşürmek için söylendiğini,
Eyfel Kulesi’nin tepesine çıkabilmek için 1.792 basamak çıkmak gerektiğini,
İnsanın kendi dirseğini yalamasının imkânsız olduğunu,
İnsanların eğer şiddetli hapşırırlarsa kaburgalarını kırabileceklerini
Domuzların vücut yapılarından dolayı hiçbir zaman başlarını yukarı kaldırıp gökyüzüne bakamadıklarını,
30
Bir saat boyunca kulaklıkla bir şey dinlemenin kulaktaki bakteri sayısını % 700 arttırdığını,
Çakmağın kibritten önce
bulunduğunu,
Parmak izleri gibi dil izlerinin de insana özel olduğunu,
2.500 metre derinlik ve
300 C’ sıcaklıkta yaşayabilen bakterilerin olduğunu,
Kurtların yiyeceklerini 30 km taşıyıp
yavrularına götürdüğünü,
Dişi mavi balinaların 34 m boyunda
olduklarını ve günde 3.000.000 kalori aldıklarını,
Edison’un ampule
konulacak maddeyi bulabilmek için 3.000 deneme
yaptığını,
Açık bir gecede
1000’den fazla yıldızı görebilmenin mümkün olduğunu,
Sadece dişi sivrisineklerin ısırdığını,
Hindistan’daki yıllık doğum sayısının, Avusturya’nın toplam nüfusundan fazla olduğunu,
Rusya’nın dörtte birinin ormanlarla kaplı olduğunu, bu alanın Türkiye’nin yüzölçümüne
eşit olduğunu,
İnsan saçının 3
kg. ağırlık kaldırabilecek esneklikte olduğunu,
İnsanları parmak izinden, köpekleri ise burun izinden tanımanın mümkün olduğunu,
Gözlerimiz
imkânsız olduğunu,
açıkken
hapşırmanın
Dünyada en çok kullanılan ismin Muhammed olduğunu,
Vücudumuzdaki en güçlü kasın dilimiz
olduğunu,
Yunus balıklarının bir gözleri açık uyduklarını,
Atların insanlardan 18 tane fazla kemiği olduğunu,
Mavi balinaların çıkardığı seslerin 850
km kadar uzaktan duyulabileceğini,
Fillerin günde ortalama 2 saat uyduklarını,
Kediler için 7. kattan düşmenin, 32.
kattan düşmekten daha tehlikeli olduğunu
(Çünkü kediler ancak 6. katta terminal hıza ulaşabiliyorlar),
Kelebeklerin ayaklarıyla tat
aldıklarını,
BİLİYOR MUYDUNUZ?
Nekdav Gençlik Kolları
31
FIKIH BÖLÜMÜ
Celî Sülüs Kelime-i tevhîd - Hat: Sultan II. Mahmud -KEŞKÜL
Z
ikir, sözlükte; anmak, hatırlamak,
gaflet ve unutma halinde olmamak, bir şeyi zihinde hazır etmek,
bir şeyi dile getirmek ve hatırlatmak demektir.
Kavram olarak ‘zikir; Allah’ı anmak üzere yapılması veya söylenmesi tavsiye edilen, hamd,
duâ, ibâdet ve övgü gibi fiiller ve sözlerdir.
Istılahta ise, insanı Cenab-ı Hakk’ın kudret
ve azametini düşünmeye, düşündürmeye sevk
etmek manalarını taşıdığı gibi, birçok yerde
Kur’ân, namaz, oruç, hatta peygamberler
anlamına da gelir. Hususî mnada zikir en
yaygın olarak, tekbir, tehlil, tesbih, salâvat ve
vird gibi kelimelerle Hakk’ı anmak anlamına
gelmektedir.
Zikir kelimesi Kur’an-ı Kerim’de 292 yerde
geçmektedir ve 37 farklı anlamda kullanılmaktadır:
Zikir kelimesiyle ifade edilen bu anlamlar:
Zikretmek, söz söylemek, bahsetmek, konuş-
32
mak, hatırlamak, hatırlatmak, anmak, anlamak, anlatmak, gereğini yapmakla birlikte
hatıra getirmek, kadrini bilmek, tefekkürle birlikte hatıra getirmek, düşünmek, iman, itaat
etmek, ibâdet etmek, kulluk yapmak, namaz
kılmak, tekbir getirmek, telbiye getirmek, duâ
etmek, besmele okumak, mükâfatlandırmak,
övmek, şükrünü edâ etmek, dâvet etmek, bilmek, görmek, ibret almak, okumak, öğüt,
öğüt almak, öğüt vermek, ikaz etmek, uyarmak, sevmek, yol göstermek, Kitab, Kitab indirmek, vahiy, Kur’an, Levh-i Mahfûz, Kur’an
dışında ilâhî kitaplar, Tevrat, Peygamber,
şân, şeref, şeref verici husus, kıssa, haber,
haber vermektir.
“Zikir”, aslında kalbin, anılan kimseye dikkat kesilmesi ve ona karşı uyanık olmasıdır.
Ebu Said Ebu’l-Hayr (k.s.) zikri şöyle tarif
eder: “Zikr, Allahu Teala’yı anıp, hatırlamak,
Ondan başkasını unutmaktır.”
Tasavvufta da, Allah’ın yüceliğini dile getirmek ve manevi yetkinliğe ulaşmak amacıyla belli bir söz ya da cümleyi yinelemektir.
Yüce Allah’ın bilinen güzel isimleri ve tevhid
kelimesi (La ilahe illallah) ile yapılır.
GÖNÜLLERİN
DEVASI OLARAK
ZİKRULLAH
İnsanın huzur ve
sükûna erebilmesi, ancak, vücudun
kontrol mekanizması durumunda
olan kalbin mutmain
olabilmesi
ile
mümkündür.
Takdir-i ilâhinin bir
gereği olarak kalpler de ancak Allah’ı
zikirle
mutmain
olur. Bu gerçek hem
aklen, hem naklen
ve hem de tecrübî
müşahede ile sabittir. “...iman edenlerin kalpleri, Allah’ın
zikriyle huzur ve
sükûna kavuşmuştur. Haberiniz olsun
ki, kalpler ancak
Allah’ın zikriyle huzur ve sükûn bulur.” Elmalılı Hamdi
Yazır, Hak Dini Kurân Dili isimli tefsirinin 4.
cildinde 2985. sayfada bu âyetin tefsiriyle ilgili şöyle diyor: “Allah deyince, fikirler gaye-i
teharrisine ermiş, mantıklar durmuş, bütün
hissiyat, bütün ümitler ve korkular son merciine dayanmış bulunur. Allah’ı zikretmeyen ga-
fil veya kâfir kalpler hiçbir zaman ızdıraptan
kurtulamaz ve huzur-u kalp veya cemiyet-i dil’
denilen saadet itminanı bulamaz.”
Zikir, kalplerin mutmain olmasına vesile
olmakla kalmayıp iki cihan saadetinin de temeli olmakla büyük
bir şerefe sahiptir.
Zikredenler için hesapsız ecir ve fazilet
vardır. “Allah’ı çok
zikreden erkeklerle
kadınlar; Allah onlar için mağfiret ve
büyük ecir hazırlamıştır.”
Ebedî
saadete
erecek olan iman
ehli kimseler, bir
günah işleyip de
nefislerine zulmettikleri vakit derhal
tövbe ve zikre sarılırlar. “Ve bir günah
işledikleri veya nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı
anarak (zikrederek)
hemen günahlarının bağışlanmasını
isteyenler, hem de
yaptıkları günahta
bile bile ısrar etmemiş olanlar (var ya)
...”
Şeytanın vesvese ve tuzaklarına karşı en
etkili silah şüphesiz zikrullahtır. Basiret sahibi,
muttaki insanlar bu hakikate vakıf olduklarından şeytanın hile ve desiselerini Allah’ın ismini anarak bozarlar.
Bu arada şunu da belirtmekte yarar var;
33
çekilen zikirlerin bile kendi aralarında mertebe bakımından dereceleri söz konusudur.
Bu yüzden Hz. Aişe’den (r.anh) rivayetle, Hz.
Resûlüllah (s.a.v.); “Bazı zikirler diğer zikirlerden 70 kat daha efdaldir” buyurmuşlardır. Bir
başka hadislerinde de; “Kanın dolaştığı yerlerde muhakkak şeytan da dolaşır. Onun dolaşmaması için en kuvvetli silah Lâilâheillallâhulfealu” buyurarak şeytana karşı nasıl önlem
alacağımız noktasında dikkatimizi çekmiştir.
Anlaşıldığı üzere gerek Ayeti Celilelerde
beyan olunan hakikatler ve gerekse hadisi şeriflerde beyan edilen sözler, zikri teşvik ediyor
ve insanlığın çıkış yolunun zikirden geçebileceği habire vurgulanmakta. İyi ki de üzerinde
duruluyor. Zira nasıl ki eşyadan bilgi edinmek
güzel bir duyguysa, aynen öyle de eşyanın zikrini insan diline çevirmenin de güzel bir haslet
olduğunu idrak etmiş oluyoruz. Ancak burada
dikkat etmemiz gereken eşyanın hakikatlerini
çözmeye çalışırken Allah’ı unutmamamız icap
eder. Böylece eşyanın perde arkasını, yani fizik ötesi âlemin varlığını sezmeyi öğreniyoruz.
İnsanlık galiba, gelecekte kendisini esir edip
robotlaştırmak isteyen teknolojik cihaz ve donanımlara karşı Allah’ı sıkça anarak kendisini
korumaya alacaktır. Zaten insanoğlu bir an
evvel eşyanın esaretinden kurtulup Allah’ı hatırladığında, işte o an aydınlığa çıkmış olacaktır. Aksi takdirde eşyaya mahkûmiyet, vahdet
arayan insanlığı perişanlığa sürükleyecektir.
Bu kaçınılmazdır.
Vahdet’e giden yol, Allah’ı anmaktan geçer. Madem zikreden insanın kalbi dakikada
ortalama 124 kez atıyor, hem madem dili
damağa yapıştırıp işaret parmağı ile kalbin
üzerinde zikir çekmekle dakika da 124 kez
Allah denilebiliyor, o halde Allah adını zikretmek bu gün değilse ne zaman? Siz siz olun;
daha vakit kaybına uğramadan kalbi Allah,
34
Allah dedirttirmeye bakın. İşte kalbin Allah
diye çalıştığı noktada zikrin ehemmiyeti ortaya çıkıyor. Her vuruşta bir kez Allah demek
bile yaşadığımız tüm ömre bedel bir kıymettir.
Zaten bu fani dünyada zikirden daha güzel
ne kıymet olabilir ki?
Sözün özü, kalbin atışına paralel olarak
insan da Allah adını anmakla ebedi hayata
kelebek misali uçup sonsuzluğa kanatlanacaktır. Çünkü bu konuda Yüce Yaratıcının;
“Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle huzura
erer” buyruğu var. (Ra’d suresi: 28. Ayet-i kerime)
Hâsıl-ı kelam netice-i meram zikir en güzel
sermayedir.
Havvanur Şenduran
GEÇMİŞTE BU ÜÇ AYLAR:
ARALIK, OCAK, ŞUBAT
16 ARALIK
ALİ KUŞÇU
(1403-1474)
Türk İslam dünyasının büyük astronomi
ve kelam âlimi olan
Ali Kuşçu, 15.yüzyılda
Semerkant’ta
doğdu.
Semerkant
ve Kirman’da eğitimini tamamladıktan sonra
Uluğ Bey’in yardımcısı ve onun rasathanesine müdür oldu. 1449’da hacca gitmek istedi.
Tebriz’de Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan
kendisine büyük saygı gösterdi ve Fatih’le barış görüşmelerinde yardımını istedi. Fatih’in
davetiyle İstanbul’a geldi. Osmanlı-Akkoyunlu sınırında 2.Mehmet’in emriyle büyük
bir törenle karşılanan Ali Kuşçu, Ayasofya
Medresesine müderris oldu. 16 aralık1474
tarihinde İstanbul’da vefat etti. Ali Kuşçu’dan
sonra Osmanlı Türkçesi dil olarak tüm İslam
dünyası için bilim dili olmuştur. Farsça ve
Arapça önemini bu dönemden sonra yitirmiştir. Ali Kuşçu’nun, Osmanlı Medreselerinde
matematik ve diğer fen bilimleri derslerinin
okutulmasında önemli rolü olmuştur.
lık senin olsun, deriden yapılmış bir gömlek
seveni sevilenden ayırır. Onun ışık ile birleşmesini istemiyor musun?” deyip ölümü özlediğini belirten bir şiir okudu. Günden güne
hastalığı ilerleyen Mevlana 1273 yılı 16-17
Aralık ayı gecesinde gözlerini dünyaya kapadı. Konya halkının hepsi, büyük devlet ricali,
Hıristiyanlar ve Yahudiler onun cenaze merasimine katıldılar. Mevlana’nın öldüğü gece,
her yıl “Şeb-i Arûs”, “düğün gecesi” olarak
merasimlerle anılır. Yeryüzünün dört köşe-
17 ARALIK
MEVLANA HAZRETLERİNİN VEFATI
(1273)
Mesnevi yazılıp bitmişti. Lakin Mevlana son
derece tükenmişti. Yaşlanmıştı ve özellikle karaciğerinden rahatsızdı. Dönemin doktorları
onun hastalığına tam bir teşhis koyamamışlardı. Mevlana devamlı yüksek ateşten şikâyet
ediyordu. Şeyh Sadreddin onu ziyaret edip
sağlık dileklerini belirtince Mevlana ona “Sağ35
sinden Konya’ya akın eden insanların bir tek
amacı vardır: Onun felsefesinde, insanlığa
olan sevgisinde ve iyimserliğinde birleşmek.
1 OCAK
MEKKE’ NİN FETHİ (630)
Müslümanlarla Mekkeli Kureyşliler arasında Hudeybiye Antlaşması yapılmıştı. Mekkeli
Kureyşlilerin müttefiki olan Beni Bekir kabilesi
bu antlaşmaya aykırı biçimde, Müslümanların himayesindeki Huzaa kabilesine saldırdı. Hz. Muhammed (sav) Mekke’ye haber
göndererek, öldürülenlerin kan bedellerinin
ödenmesini veya Beni Bekir kabilesiyle olan
ittifakın sonlandırılmasını, aksi halde Hudeybiye Antlaşması’nın bozulmuş sayılacağını ve
savaşa mecbur kalacaklarını bildirdi. Mekkeliler, teklifleri reddettiler ve harbe hazırlanacaklarını bildirdiler. Mekkeliler daha sonra
fikir değiştirip Ebu Süfyan’ı Müslümanları barışa ikna etmesi için Medine’ye gönderdiler.
36
Ancak görüşmelerden hiçbir netice alınamadı.
1 Ocak 630 sabahı İslam Ordusu savaş
pozisyonu aldı. İslam Peygamberi Hz. Muhammed (sav) ordusunu 4 kola ayırdı ve
ordusuna şu emri verdi: “Size karşı konulmadıkça, size saldırılmadıkça, hiç kimseyle
çarpışmaya girmeyeceksiniz Hz. Muhammed
(sav) Mekke’ye girer girmez genel af ilan edildiğini bildirdi ve Ebu Süfyan’a bildirdiği şekilde, kimseye dokunulmayacağını ilan etti.
Ardından içerisinde 360 put bulunan Kâbe’ye
yöneldi. İsra Suresi’nin 81. ayetini okuyarak
putları birer birer devirdi. Daha sonra da
beraberindeki Müslümanlarla Kâbe’yi tavaf
etti. Fetih sonrasında Hz. Muhammed (sav)
Kâbe’de ilk hutbesini verdi. Mekkelilerin şüphelerini de gidermek adına hutbesinde şu
sözlere de yer verdi:
“Benim halimle sizin haliniz, Yusuf’un kar-
deşlerine dediğinin tıpkısı olacaktır. Yusuf’un
kardeşlerine dediği gibi ben de diyorum: Size
bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok.
Allah, sizi bağışlasın. O (cc), merhamet edenlerin en merhametlisidir. [Yusuf Suresi 92].
Gidiniz; sizler serbestsiniz.”
24 OCAK
HENDEK SAVAŞI (627)
Mekkeli Müşriklerle Müslümanlar arasındaki üçüncü ve son muharebedir. Bu muharebe adını, Müslümanların savunma için kazdıkları hendekten almaktadır. Bu muharebede
Müslümanların 3.000 askeri, müşriklerin ise
10.000 askeri ve 600 atlısı vardı. Sonuçta kazanan Müslümanlar oldu. Bu savaştan sonra
İslam ordusu savunma konumundan taarruz
konumuna geçmiştir.
15 ŞUBAT
RİDANİYE MUHAREBESİ (1517)
Mercidabık Muharebesi’nden sonra
Memlük Sultanlığı’nın başına geçen Tomanbay, Osmanlı hâkimiyetini kabul etmediği
gibi barış teklifi için gelen Osmanlı elçisini de
öldürtmüştü. I. Selim, ordusuyla birlikte Sina
Çölü’nü 13 gün içinde (3 Ocak-16 Ocak) ge-
çerek Ridaniye’de Memlük Ordusu ile karşılaştı.
Ridaniye’de yeni Memlük Sultanı Tomanbay, Venediklilerden top ve silah alarak kuvvetli bir savunma hattı kurmuştu. Memlûk
Ordusu’na, El-Mukaddam Dağı’nın etrafını
dolaşarak güneyden saldıran I. Selim, bu manevra sayesinde Memlûk Ordusu’nun yönleri
sabit olan toplarını etkisiz hale getirdi.
Memlûk Sultanı Tomanbay, çok büyük çabalarla yaptığı savaş hazırlıklarına rağmen,
22 Ocak günü Ridaniye Muharebesi’ni kaybetmekte olduğunu anlayınca en cesur askerleri ile bir birlik kurup Osmanlı komuta merkezine baskın düzenledi. Sultan Selim’in otağı
sandığı veziriazamın çadırına girdi ve Veziriazam Sinan Paşa öldürüldü. Bu suikast baskınının da istenen hedefi bulmaması sonucu,
Tomanbay savaş alanından çekildi ve yakalanılarak idam edildi. Böylece Ridaniye savaşı
kazanıldı. Mısır’da bulunan tüm kutsal emanetler İstanbul’a getirildi. Bu zaferden sonra
Halifelik makamı Osmanlılara geçti. I. Selim
ilk Osmanlı Halifesidir. Bu tarihten sonra I.
Selim Yavuz Sultan Selim ismiyle anılmıştır.
Pınar Cantekin
37
ŞİFA KAYNAĞI
“C VİTAMİNİ”
K
ışın kendini iyice hissettirdiği bu
günlerde grip, nezle vb. soğuk algınlığına bağlı hastalıklar oldukça
artıyor. Kendimizi korumak için giyimimize,
yeme ve içmemize dikkat etmeliyiz. Vücut direncimizi artıran vitaminleri bolca almalıyız,
özellikle de C vitaminini. C vitamininin diğer
adı da Askorbik asittir. Kemik gelişimi, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi gibi birçok
alanda görevlidir.
C vitamininin diğer yararlarına
gelirsek şöyle sıralayabiliriz:
Kanı zehirlerden temizler. Kandaki
şeker miktarını azaltır.
Yükselmiş olan tansiyonu düşürücü
rol oynar.
Vücudu bakterilere ve enfeksiyonlara karşı korur.
38
Grip, nezle ve soğuk algınlığı hastalıklarında vücut direncini artırır.
Bağışıklık sistemini güçlendirir.
Kalp krizini önleyici özelliğe sahiptir.
Kolesterolü dengeler.
Damarlarda kan pıhtılaşmasını önler
ve damarları güçlendirir.
Kansere ve kalp hastalıklarına karşı
koruyucudur.
Kemik, diş, cilt ve eklemlerin gelişmesini ve güçlenmesini sağlar.
Yaraları ve yanıkları iyileştirir, dokuları yeniler.
Anemi (kansızlık) tedavisinde yardımcı
rol oynar.
Enerji üretimi ve strese karşı hormonların yapımında görevlidir.
Kurşun, civa, arsenik gibi metallerin ve aspirin, insülin, kortizon gibi ilaçların
olumsuz etkilerini azaltır.
Gördüğümüz gibi C vitamininin birbirinden farklı alanda birçok yararı vardır. Bunlardan faydalanabilmek için günlük vücudumuza almamız gereken C vitamini miktarı 60
mg- 100 mg arasıdır. Hastalıklara yakalandığımız dönemlerde bu miktarı artırmamız gerekir. Ama aşırı fazla almanın da yarar değil
zarar getireceğini unutmamalıyız.
Katarakt oluşumunu önler.
Çocuklar için büyüme ve gelişmeye
yardımcı olur.
39
C vitamini eksikliği ve fazlalığı:
C vitamini içeren meyve ve sebzeler tüketsek de, yukarıda saydığımız etkenlerden dolayı gerekli değerde vitamin alamamış olabiliriz. Bu eksiklik vücudumuzda bazı belirtiler
şeklinde ortaya çıkar. Bağışıklık sisteminin
zayıflayıp sık hasta olma bunlardan biridir.
Enerjide azalma meydana gelir, kişi kendini
halsiz hisseder. Skorbit denen kanama hastalığı görülür, özellikle de diş eti, iç organlar ve
kemik zarında. Kılcal damarların geçirgenliği
bozulduğu için en ufak darbeler bile kanama
ile sonuçlanabilir. Burun kanaması da sık görülen bir etkidir. C vitamini fazlalığı ise mide
bulantısı, kusma, ishal ve böbrek taşı oluşumuna neden olabilir.
C vitaminini içeren meyve ve sebzeler
şunlardır:
C vitamini en fazla olarak portakal, greyfurt, limon ve mandalina gibi turunçgillerde
bulunur. Çilek, kivi, Frenk üzümü ve kuşburnu
da C vitamini alabileceğimiz meyveler arasındadır. Sebzelere gelirsek domates, kabak,
karnabahar, lahana, maydanoz, ıspanak, kıvırcık salata, yeşil biber, turp ve patates de C
vitamini alabileceğimiz sebzelerdir.
Bu yiyecekleri tüketirken dikkat etmemiz
gereken şey şudur ki; C vitaminini oluşturan
askorbik asit sıcak, hava, su, pişirme, ışık ve
sigara ile kolayca imha olur. Isıya ve ışığa
karşı dayanıksız olan C vitaminini içeren meyve ve sebzelerden iyi bir şekilde istifade edebilmek için bu etkenlerden korumalı, pişirme
ile vitamin kaybına yol açmamalıyız.
40
Görüldüğü gibi hem azı hem fazlası zarar
olan bu vitamini gerekli miktarda almalı ve
faydalarından istifade etmeliyiz. C vitaminsiz
kalmayın…
Kaynaklar:
http://tr.mydearbody.com/vitaminler/
c-vitamini.html
h t t p : / / r e h b e r. u z m a n t v. c o m / c vitamininin-faydalari-nelerdir
http://www.cvitamini.gen.tr/