okumak için tıklayın
Transkript
okumak için tıklayın
İÇİNDEKİLER 5 İki Cihan Güneşi Efendimizin Dünyaya Teşrifleri 9 Ayın Sohbeti “Cennet Bahçesi Zikrullah” / Mehmet Emin Uzunosmanoğlu 13 Girdim Kadiri Dergâhına / Ömer Faruk Erdoğan 15 Zikrullah’ın Nuru / Tuğba Uzunosmanoğlu 17 Çocuk Yetiştirme Sanatı / Esra Erdoğan 19 Zikrullah’a Başlama Usulü Ve Yapılması Gerekenler / Mehmet Akyüz 21 Mü’minin Mizacı: Sabır Ve Şükür / Hanife Kadiroğlu 23 Zikrullah Ve Huzur / Ülkü Akmeşe 25 Mürşide Mürid Olmak – 2 / Elçin Demir 27 Her şey Allah Diyor / Cüneyt Yusufoğlu 30 Bunları Biliyor Muydunuz? / Nekdav Gençlik Kolları 32 Fıkıh (İslam’da Hukuk İlmi) / Havvanur Şenduran 35 Geçmişimizde Bu Üç Ay / Pınar Cantekin 38 Sağlık-Bilim 41 Ayın İlahisi Grafik Tasarım Esra AKBURAK Kapak Fotoğrafı Ersin AKBURAK Editör: Ömer Faruk ERDOĞAN Gsm: 0546 691 53 25 Mail: [email protected] Baskı Seçil Ofset 100. Yıl Mah. Matbaacılar Sitesi 4. Cad. No: 77 Bağcılar-İSTANBUL Tel: 0212 629 06 15 www. secilofset.com NİYAZİYE EĞİTİM KÜLTÜR VE DAYANIŞMA VAKFI Dr. Mediha Eldem Sokak 58/1 Can Apt. 06420 Kızılay / ANKARA Tel: 0312 433 02 69 - Gsm: 0533 685 64 65 - Faks: 0312 433 02 70 Mail: [email protected] Web: www.niyaziyevakfi.org.tr Editörden Bismillâhirrahmânirrahîm “Allah’ın (cc) adı zikredilmeden başlanılan her önemli işin sonu bereketsiz olur.” (Hadis-i Şerîf) Selamun Aleyküm Sevgili Okurlarımız, D ergimizi beşinci sayısına ulaştıran Rabb’imize hamdolsun. Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa’ya (sav) salât ve selam olsun. Pirler Piri Abdulkâdir Geylânî’nin ve Büyüklerimizin himmetleri üzerinize olsun… Büyük bir sevinçle yeni bir sayıyla karşınızdayız. Bu sayımızda da dolgun içerikli konulara yer verdik. Dergimizi üç ayda bir çıkarmanın, bazı okurlarımızı sabırsızlaştırdığına dair duyumlar alıyoruz. Onlar, Dergimizin en kısa zamanda çıkmasını arzu ediyorlar. Bu haberler bizleri oldukça mutlu etmekte ve yaptığımız bu işte bizleri daha fazla motive etmektedir. Fakat bilinmelidir ki Dergimizin üç ayda çıkmasının temel sebeplerinden biri ekonomiktir diğeri ise kalitenin korunmasıdır. Sizlerden Dergimize sahip çıkmanızı ve yaptığınız maddi manevi desteklerinizi esirgememenizi diliyorum. Ayın konusunu “Zikrullah” olarak belirledik. Zevkle okuyup istifade edeceğinizi umuyoruz. Dergimizin ana bölümünde iki cihan güneşi, ismi gökte Ahmed yerde Muhammed olan Güllerin Efendisini, “sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım” sözüne mazhar olan Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (sav) dünyaya teşrifini ve doğumu esnasında dünyada olan olağanüstü hadiseleri heyecanla ve merakla okuyacaksınız. Dergimizin başyazısı olan Saygıdeğer Mehmet Emin Hocamızın “Zikrullah” ile alâkalı enfes sohbetini kesinlikle okuyunuz. Dergimizin son kısımlarındaki “Ayın İlahisi“ bölümünü Vakfımızın web sitesinden Hocamızın sesinden dinleyebilirsiniz. Bu kardeşinizin sizlerden bir ricası var. Dergimizin tüm muhtevasını okumanızı, okutmanızı ve tavsiye etmenizi istirham ediyorum. Amacımız gönüllerde hoş bir seda bırakmak ve bu yolda kalemimiz döndüğü sürece hizmet etmek. Bu yüzden üstümüze düşen sorumluluğun farkındayız. Her sayımızda yeni bilgiler bulup yayınlamaya çalışıyoruz. Sizlerin desteğiyle daha da büyüyeceğimize inancımız tamdır. Bizlere göstermiş olduğunuz ilgiye, hayır dualarınıza ve desteklerinize tüm ekibim adına teşekkür ederim. Allah’a emanet olunuz. Yeni sayımızda buluşmak ümidi ile sağlıcakla kalınız… Sizleri dopdolu bir “İnciden Damlalar” ile baş başa bırakıyoruz… Ömer Faruk ERDOĞAN İKİ CİHAN GÜNEŞİ’NİN DÜNYAYA TEŞRİFLERİ Y Salavât-ı şerîfe Hat: Mustafa Râkım - KEŞKÜL eryüzünün gelmiş geçmiş en şerefli, en müstesna ve en mümtaz varlığı hiç şüphesiz Resul-i Ekrem Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’dır. Enbiyalık makamının son halkası fakat en değerlisi ve en kıymetlisi. O (sav), kendinden önceki tüm peygamberlere ve kendinden sonra gelen tüm Allah dostlarına ilham kaynağı, muallim ve reis idi. O (sav) gelmeden önce yeryüzünün her köşesini keder, hüzün ve şirk sarmıştı. İnsanoğlu Allah’a şirk koşmada adeta yarış halinde idi. Kavimler son derece vahşi ve cahil idi. Kendi yavrusunu gözünü kırpmadan canlı canlı toprağa gömen o vahşi kavimlerde merhametin zerreleri dahi yoktu. Yeryüzünü güneş ışınları aydınlatmasına rağmen insanlık karanlıktaydı. O taşlaşmış kalplere tesir etmiyordu. Merhametin yanı sıra pek çok erdem ve değer kaybolmaya yüz tutmuştu. Yeryüzünün en şerefli kenti Mekke’de durum içler acısı idi. Hz. İbrahim’in dinine inanan yok denecek kadar azdı. Yeryüzünün en kutsal yapıtı ağzına kadar putlarla doldurulmuştu. Artık zamanı gelmişti. Yeryüzü ve tüm beşer Efendisini beklemekteydi. Kâinat nefesini tutmuş, kutlu doğum haberini almak üzere hazırda bekliyor idi. 5 Tarih: Miladi 571, Nisan ayının yirmisi. Günlerden Pazartesi. Vakit, seher vakti… Fil Vak’asından elli veya elli beş gün sonra. Kameri aylardan Rebiyülevvel ayının on ikinci gecesi. Yer, Mekke’nin en şerefli ve kısmetli evi. Bu mübarek beldede insanlık âleminin en üstünü, en şereflisi o mübarek gözlerini dünyaya açtı. Yeryüzü adeta sevinç çığlığı atıyordu. Yeryüzünü kaplayan üzüntü, keder yerini sevinç ve mutluluğa bıraktı. Kâinat eşi benzeri görülmeyen bir Nur’a gark oldu. Karanlıklar aydınlığa dönüştü. Hz. Âmine validemiz, o mübarek dakikaları şöyle anlatıyor: “Hamileliğimin altıncı ayında bir gece rüyamda karşıma bir zat çıkıp dedi ki: Ya Âmine! Bil ki sen âlemlerin hayrına hamilesin. Doğurunca ismini Muhammed koy ve halini kimseye açma! Derken doğum zamanı gelmişti. Kayınbabam Abdulmuttalib, Kâbe’yi tavafa gitmişti. Evdeydim, birden kulağıma müthiş bir ses 6 geldi ve kanadıyla arkamı sıvadı. O andan itibaren bende korku kaygı adına hiçbir şey kalmadı. Yanıma bir göz attım, bana bir ak kâse içinde şerbet sunuyorlar. Kâseyi dikip içer içmez beni bir nur (deniz) sardı. Ve Muhammed dünyaya geldi.” 1 Ve Validemiz şöyle devam ediyor: “ Gördüm ki doğuda bir bayrak, batıda bir bayrak ve Kâbe’nin üstünde bir bayrak. Doğum tamamlanmıştı. Yavruya baktım secdede. Parmağını da göğe kaldırmış. Hemen bir ak bulut inip yavruyu kundakladı ve kapladı. Bir ses işittim. Doğuları ve batıları dolaştırın, deryaları gezdirin; ta ki mahlûklar Muhammed’i ismiyle, sıfatıyla, suretiyle tanısınlar! Biraz sonra bulut gözden kaybolup gitti.”2 Aynı gece Hz. Âmine validemiz bir nur görmüş ve Şam’ın saray ve köşklerini seyretmiştir.3 1 Kastalani, Mevahibü’l-Ledünniye, c.1, s.21 2 Kastalani, a.g.e., c.1, s. 21. 3 İbn Hişam, Sire, c.1, s. 166; İbn Sa’d, Tabakat, c.1, s. 102; Taberi, Tarih, c. 2, s. 125. Efendimiz dünyaya teşrif ettiklerinde onun ebelik vazifesini gören Abdurrahman b. Avf’ın annesi Şifa Hatun ile Osman b. Ebi’l-Âs’ın annesi Fatıma Hatun da vardı. Bir de onlardan dinleyelim o mübarek ânı. “ Allah’ın Resulü doğdukları zaman ben oradaydım. Hemen yetiştim. Kulağıma bir ses geldi. Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun. Maşrık ile mağrıb arası nurla doldu. Hatta Rum diyarlarının bazı saraylarını gördüm! Sonra Allah Resulünü kucağıma alıp emzirmeye başladım. Üzerime öyle bir hâl geldi ki vücudum titremeye başladı ve gözlerim karardı. Yavrucağızı gözden kaybettim. Bir ses “Nereye gitti?” diye sordu. “Doğuya götürdüler.” diye cevap verildi. Bu sözler hiç zihnimden çıkmadı. O zamana kadar ki; Allah Resulü Peygamberliğini ilan eder etmez hemen koştum ve ilk Müslümanlarla beraber iman dairesine girdim.”4 kemiği arasında, tam kalbin hizasında Nebilik Mührü “Hâtem-i Nübüvvet” bulunuyordu. Bu mühür keklik yumurtası büyüklüğündeydi. Beklenen son peygamberin bir alâmeti idi. Ashab’dan Sâid b. Yezid Resul-i Ekrem Efendimizin Nübüvvet Mührü ile ilgili olarak şöyle der: “Çocukluğumda teyzem beni Nebiyy-i Ekrem’in (asm) yanına götürüp, Yâ Resulullah, şu yeğenimin ayağında ızdırap var, dedi. Resulullah eliyle başımı sıvazlayıp bana bereket dua etti. Sonra abdest aldı. Abdest suyundan içtim. Sonra arkasında durdum iki omuzu arasında gerdek çadırının koca düğmeleri (yahut keklik yumurtası) gibi olan Hâtem-i Nübüvvet’i gördüm.”7 6 Rivayetlere göre, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem sünnetli olarak dünyaya gelmiştir. Yine kaynaklar, peygamberlerden Şit, İdris, Nuh, Musa, Yusuf, Süleyman, Şuayb, Yahya ve Hud (as) hazretlerinin de dünyaya sünnetli geldiklerini kaydederler. L Bu kutlu hâdiseyi sevinçle karşılayan pamuk dedemiz Hz. Abdulmuttalib Mekke’nin her mahallesinde deve“S Ü ler ve davarlar kestirK all Ş all Fatıma Hatun ise KE di. Hz. Abdullah’ın emaah t ua o mesut gecede doğuma rgu leyh Du netini diğer oğlu Ebu Tâlib’e i ve n a h r sellem” sahne olan evin nurla dolduFotoğraf © O teslim ederek; “Bu çocuk sana ğunu ve gökteki yıldızların adeta emanetimdir. Bu oğlumun şânı, şerefi üzerlerine salkım salkım dökülecekmiş gibi yüce olacaktır.” diye konuştu. sarktıklarını anlatmıştır.5 Mekke halkı nur topu Sultanımıza ne ad Peygamber Efendimizin diğer bir özellikoyulduğunu sordu. Hz. Abdulmuttalib şu ceği ise, sünnetli ve dünyaya göbeği kesilmiş vabı verdi: “Muhammed” olarak gelmiş olmasıydı.6 Sırtında, iki kürek “Neden atalarının birisinin ismini vermedin de bu ismi verdin?” dediler. Hz. Abdul4 Kastalani, a.g.e., c.1, s. 22 muttalib şu cevabı verdi: “Allah’ın ve insanla5 Kadı İyaz, eş-Şifa, c. 1, s. 267. rın onu övmelerini istediğim için!” Efendimizin dünyaya teşrifleri sırasında 7 Buhari, Sahih., c. 1, s. 48; Müslim, Sahih. C. 7, s. 86. 7 pek çok olağanüstü hadise meydana gelmiştir. Çünkü O (sav), sen olmasaydın âlemleri yaramazdım sözüne mazhar olmuş dünya üzerinde tek varlıktır. Yüce Yaradan (cc) O’nun (sav) gelişini takdir etmemiş olsaydı bizler de kâinatta olmayacaktık. Boğan Putların Pek Çoğu Baş Aşağı Yıkıldı: Efendimizin teşrifi sırasında pek çok put kırılmıştır. Sıra insanlığın kalbindeki taşlaşmış putlardaydı. İstahrabat`ta Bin Seneden Beri Yanmakta Olan Mecûsîlerin Kocaman Ateş Yığınları Bir Anda Sönüverdi: Mecûsiler bu ateş yığınını kendilerine ilâh kabul etmişlerdi. Efendimizin dünyaya teşrifleri ile birlikte bu kocaman ateş bir anda sönüverdi. Nebiyy-i Ekrem Efendimizin dünyaya teşrifleri sırasında şu hadiseler meydana gelmiştir: Teşrif Ettikleri Gece Bir Yıldız Doğdu: Yahudiler arasında birçok âlim vardı. Bunlar, kitaplarında Allah Resulünün geleceğini görüp, öğrenmişlerdi. Yıldızlardan hüküm çıkarmada da usta sayılırlardı. Efendimizin doğumu gecesinde bir yıldız parlamış ve Yahudi âlimler bu yıldızdan Ahir zaman Peygamberinin dünyaya teşrif ettiklerini anlamışlardı. Resûl-i Zişan’ın meşhur şâiri Hassan bin Sâbit (ra) bu hususu şöyle anlatmıştır: Diğer hadiseler ise şöyledi: - Takdis Edilen Meşhur Sâve (Taberiyye) Gölü Bir Anda Kuruyuverdi. - Dünyaya Teşrifleri Ânında, Şark Ve Garbı Küçük Bir Oda Gibi Aydınlatan Bir Nur Görüldü. - Semâve Vadisi Taşan Seller Altında Kalıp, Suya Gark Oldu. - Gök Kubbeden Salkım Salkım Yıldızlar Döküldü.9 “Ben sekiz yaşlarında var yoktum. Biliyorum, bir sabah vakti, Yahudi’nin biri “Hey Yahudiler!” diye çığlık atarak koşuyordu. Yahudiler, “Ne var, ne yırtınıyorsun?” diyerek adamın başına üşüştüler. Yahudi şöyle haykırıyordu: “Haberiniz olsun, Ahmed’in yıldızı bu gece doğdu. Ahmed bu gece dünyaya geldi.”8 Bu hadiselerin tamamı tesadüf olamazdı. Kâinat adeta insanoğlunun en üstününü ve en şereflisini dünyaya teşrifini haber veriyordu. ”Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, Nur-u Muhammedi, o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebir, bir şecere (ağaç) tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedi hem çekirdeği, hem semeresi (meyvesi) olur. Eğer dünya, mücessem (cisimlenmiş) bir zihayat (canlı) farz edilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur.”10 Medâyin`deki Kisrâ Sarayından On Dört Burç Çatırdayarak Yıkıldı: Kâinatın Efendisinin doğduğu geceydi... Saatler, doğum anlarını gösteriyordu. Derin bir uykuya dalan Medâyin şehri korkunç bir çatırdı ve gürültü sesiyle uyandı. Hükümdarla birlikte halk da heyecan içinde yataklarından fırladı. Manzara korkunçtu ve telaş verici idi. Hükümdar Sarayının o sapa sağlam burçlarından on dördü çatırdayarak yıkılıvermişti. Kâbe’nin İçini Karanlık Ve Kirlere 9 8 Kastalanî, Mevâbibü`l-Ledünniye: 1/122 8 Bediüzzaman Said Nursî, Mektubât, s.163 10 Bediüzzaman Said Nursi, Mesnevi-i Nuriye, s. 106. CENNET BAHÇESİ ZİKRULLAH (AYIN SOHBETİ) EûzübillâhimineşşeytânirracîmBismillâhirrahmânirrahîm, E lhamdulillahirabbilalemin. Vesselatü vesselamu alâ resûlina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ve sellim. Değerli kardeşlerim, Allah’ın selâmı, nazarı, rahmeti, merhameti, feyzi ve bereketi üzerinize, üzerimize olsun. Zikrullah deyince kardeşler akla ne geliyor? Zikrullah demek, Allah’ı anmak, Allah’ı övmek, Allah’ı sevmek, Allah’ı yüceltmek demektir. Bazı kardeşler zikir dendi mi ürküyor, kaçıyor. Niye ürküyorsun, neden kaçıyorsun? Halbuki Cenab-ı Zülcelal Hz. Taha Suresi 124. Ayetinde: “Ve her kim benim zikrimden yüz çevirirse, ona dar bir mai- şet vardır. Onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz’’ diyor. Ey benim canlarım, maişet darlığı derken bundan ne anlıyorsunuz? Vücutlarına, gönüllerine darlık, sıkıntı veririm. Dünya taşkaralıklarını ona musallat ederim. Onların rızıklarını kısar, paralarındaki bereketi kaldırır, aileye geçim sıkıntısı ve huzursuzluk veririm. Bu çileleri onlara verdiğim gibi bir de ahirette kör olarak haşrederim diyor. Cenab-ı Hakk niye yapıyor bunları? Zikrullah’a ehemmiyet vermediğin için, Allah’ı zikretmediğin için veya az zikrettiğin için. İşte size bir ayetini söyledim. Ama hala bunu görmezden gelenler var. Kur’an rehberimiz, Resûlüm Muhammed (sav) örneğimiz, önderimiz. Açalım bakalım Kur’an’a, bakalım Resûlüm Muhammed’in hadislerine. Biz Allah’ımızın sözünü baş tacı, göz nuru ede9 Hat: © Hüseyin Kutlu Tezhib: Mâmûre Öz - KEŞKÜL mezsek, nefsimizin üzerine varıp bu nimetlerden faydalanamazsak, bu kişinin Allah aşkı, Resulullah muhabbeti ne kadardır varsın bir kendini sorgulasın. Zikrullah deyip öyle hafife almayın değerli kardeşlerim. Cenab-ı Zülcelal Hz. yine Kur’an’ında, Ankebut Suresi 45. Ayetinde “… Ve le zikrullâhi ekber, vallâhu ya’lemu mâ tasneûn’’ yani “...Allah’ı zikretmek elbette en büyük ibadettir. Allah her ne yaparsanız onu bilir’’ diyor. Eskiden cumaları hutbeden sonra söylenirdi, artık çoğu yerde denmiyor. Ama onlar söylemiyor diye Kur’an’dan da kalkmadı ya. Yine aynı duru10 yor yerinde. Mevlâ böyle derken, bizim zikrullahtan uzak kalmamız, gafletten olsa gerek. Değerli kardeşlerim, nerelerde zikir halkamız var oralara koşun inşallah. Böyle mübarek yerlere, zikir halkalarına gelenlere her attıkları adım kadar Allah, onların on günahını siler, on sevap yazar ve on dereceni yükseltir. Ne olur birbirimize ibadet taatte, Allah yolunda, İslam yolunda, cennet yolunda destek olalım, birbirimizi teşvik edelim. Niye? Çünkü peygamberimiz Muhammed (sav) “bir saat zikrullah meclisinde bulunmak bin sene nafile ibadetten üstündür’’ buyuruyor. Bu hadisi kutsidir. Hadisi kutsi, Allah’ın, Resulüm Muhammed’e, aradan Cebrail’i çıkararak, kalbine gönlüne ilham yoluyla verdiği emanettir. Bununla beraber şimdi söyleyeceğimiz ise hadisi şeriftir, yine bir hadisi şerifte “Bir saat zikrullah meclisinde bulunmak bin hastayı ziyaretten, bin cenaze namazından, bin rekât nafile namazdan efdal, üstündür’’ buyuruyor. Görüyor musunuz fazileti, halbuki nereden gideceksin bin tane hastaya bir tanesine zor gidiyoruz. Çoğu zaman Hacı Bayram’da, Kocatepe’de cenazeler kalkıyor, cenaze namazları kılınıyor, kaç tanesine gidebiliyoruz. Onun için bunlar bize birer fırsat. Eğer, nerede yazıyormuş bu deyip merak eden olursa, Allah’ı Niçin Anıyoruz kitabına bakıversin. Kitaplarla küs olmayalım, bir kitap yerine göre yüz arkadaştan, bin arkadaştan daha efdaldir. Hatta orada ayet ve hadislerle, Zikrullah’ın nice faziletlerini göreceksiniz. Okudukça ağzınız tatlanacak, tatlandıkça okuyacaksınız. Elhamdulillah hepimizin nüfus cüzdanında İslam yazıyor. Ama sadece İslam yazmakla cennete girilmez ki. Orada İslam yazması yetmiyor, onun rükûnlarını da yerine getireceksin. Birinci rüknü nedir? Allah’ı zikredeceksin. Allah’ı zikretmek farzdır. Hatta İslam’ın birinci şartı da zikirdir. İslam’ın şartı neler idi? Birincisi Kelime-i Şahadet daha sonra namaz, oruç, zekât ve hac geliyor. Kelime-i şahadet, kelime-i tevhid yani Allah’ın zikri namazdan, oruçtan, zekâttan ve hacdan evvel birinci sırada o geliyor. Daha hâlâ, böyle yazdığı halde, böyle söylediğimiz halde kabullenmekte zorlananlar var. Evet diğerleri de birer zikirdir, ama, Muhammed Suresi 19. Ayette Cenab-ı Hakk “Efdalu zikir fağlem ennehû lâ ilâhe illâllah...(aynı zamanda hadisi şeriftir-Tirmizi), yani en efdal, en üstün, en faziletli zikir “Lâ ilâhe illâllah” demektir” buyuruyor. Lâ ilâhe illâllah, kalbin anahtarıydı, cennetin anahtarıydı, semavâtü zeminin anahtarıydı. İslâm’ın ruhu, Kur’an’ın da ruhu ve özü yine Lâ ilâhe illlah’tır. Yine bir hadisi şerifte Resûlüm Muhammed (sav) efendim Hz. “yedi kat yer ve gök içindekileri ile dağ- ları, taşları, denizleri, ormanları ile bir kefeye konsa, “diğer kefeye de aşk ile söylenmiş “Lâ ilâhe illâllah Muhammed Resûlullah” konsa, ağır gelir “Lâ ilâhe illâllah Muhammed Resûlullah’’ buyuruyor. Başka bir hadisinde Resûlullah bu zikrin, Kelime-i Tevhidin, faziletini şöyle tasvir ediyor “Ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep, bütün melekler, insanlar kâtip olsa, bir kere aşk ile söylenmiş, Lâ İlâhe İllâllah Muhammedun Resûlullah’ın sevabını yazmakla bitiremezler” diyor. Elli dört farza bir bakınız. Baktığınızda göreceksiniz ki, elli dört farzın birincisi yine Allah’ı zikretmek, ikincisi helalinden temiz giyinmek, üçüncüsü abdest almak, dördüncüsü namaz kılmak... Duyduk mu? Yok... Biz elli dört farza şöyle bir merak edip bakmadık ki. En azından diyorum, şöyle alıp üç-beş sefer olsun okuyalım. Okuyalım da, belki kulaktan giren beyne kâr eder. Onun içindir ki, insan bilmediğinin cahili değil, talibi olmalı. Yine devamlı mevlitte okuyoruz, okutuyoruz ne diyor? Bir kez Allah dese aşk ile lisan, dökülür cümle günah misli hazan, ismi pâkin pâk olur zikreyleyen, her murâda erişir Allah diyen. Pak demek, temizlenmek demek, bir insan aşk ile Allah derse, o, bütün günahlarından arınır diyor. Tabi aşkla ve yana yana kuvvetli bir şekilde diyeceğiz. Faraza söylüyorum, savaş meydanında, karşında düşman, kılıcı çekti, senin canına kastedecek. Öyle bir durumda, ondan önce davranarak, nasıl Allah’a sığınıp tüm gücünle, kuvvetlice 11 kılıcı vuracaksan, Zikrullah’ı da öyle kuvvetli yap. Bizler de nefse, şeytana kuvvetli bir Tevhid kılıcı ile karşılık verelim inşallah. Gayret olmadan, rahmet olmaz, zahmet olmadan sefa olmaz. Resulullah’ın yaptığı gibi tazarruren, yalvararak, ağlayarak, ta içten bir parça atarcasına zikir yapalım ve böyle dua edelim. Bazen çıkıyor iki kişi vay efendim sen sesli zikir ediyorsun, Mevla duymuyor mu? Fakat bizim doğruluğumuz Kuran’a dayanıyor. Yüce Mevla Bakara suresi 200. Ayetinde “... atalarınızı andığınızdan daha ziyade, daha şiddetli, daha kuvvetli Rabbinizi zikredin...’’ buyuruyor. Tabi aşırıya gitmemek kaydıyla. Türkçe mealli Kur’an’ı olan açsın, baksın. Onun için değerli kardeşlerim sesli zikirde bütün vücut zikreder, sessiz zikirde yalnızca kalp zikreder. Onun için, açık zikir güzeldir değerli kardeşlerim. En büyük zikirlerden birisi, yine ezanı Muhammediyedir, o da açıktan okunur. Yine beş vakit namazın üçü açıktan kıldırılır. Bununla beraber Cuma ve bayram namazları açıktandır, ya açıktan okunan Kur’an, buraları da ölçü alacak olursak durum böyle. Onun için canlılıkta yarar var; ama yerine göre Rabbini sessiz de zikredeceksin. Mesela böyle dışarıda gidiyorsun dilin zikirde, kalbin şükürde olacak. Eğer öyle olursa, yürüyenlerin adedince Allah sana sevap verir. Arabada gidiyorsan, arabanın içindekiler kadar sana sevap verir. Hatta kim böyle dili zikirde, kalbi şükürde olursa, Allah onu nefsin ve şeytanın şerrinden, cin, peri ve huddemin şerrinden, yaramaz insanların şerrinden korur. Ancak böyle durumlarda (dışarıda, çarşıda, pazarda...) sesli zikir edersen sana ne derler? Deli derler. Elin deli yaftasından kurtulmak için, orada gizli yapacaksın zikrini. Onun için zaman ve zemine dikkat edeceğiz, bu işin yolu yordamı da böyle. Değerli kardeşlerim, bu zikrullah meclislerine gelmenin anlamı ne? İnanın ki söylüyorum, Resûlümün hadisinde buyurduğu cennet bahçeleri buralar. Suyu Cenab-ı Hakk’tan geliyor, çeşmesi Resulullahtır. İslam dini Tevhid 12 dini, İslam dini tefekkür dini. Yeter ki bu işin böyle olduğunu bil, bu işi böyle anımsa, tefekkür et ki gönül testimizi doldurabilelim, boş gelip dolu gidenlerden olalım. Yine bu zikrullah meclislerine Resulullah geliyor, Allah’ın melekleri geliyor, evliyalar ve şehitler geliyor. Onlara ölü demeyin ha. Cenab-ı Zülcelâl Hz. Bakara suresinde ne diyor: “Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyiniz, onlar ölü değildir, lakin siz fark edemezsiniz” Demiyor mu? Senin görmediğine ne bakıyorsun, sen daha yanındaki melekleri göremiyorsunki. Resulullah’ın, Sahâbe-i Kirâm’ın, Evliya’nın, Şehitlerin olduğu yerde ben de varım deyip, biz de talip olalım. Sen onları göremesen de, onlar seni görüyor inşallah. Hani bir kaside de diyor ya, cennet bahçesi zikrullah, bunu böyle diyor Allah, hem vallahi hem billahi, melekler dahi geliyor, ol Muhammedim de geliyor, Pir Geylânim, Hayri babam, can Niyazim de geliyor, sen görmezsen onlar seni görüyor, Zikrullah’ın kıymetini sen bilmezsen onlar biliyor... diye devam ediyor. Yine bu dediklerimiz nerede yazıyor, merak eden kardeşlerimiz, İlahi Nizamın 363. Sayfasına zikrullah bahsine bakıversinler. Onun için canım kardeşlerim, âşıklar ne demişler: “Bu dünyaya gelen canlar, Hani o yüce sultanlar, Toprak oldu bütün onlar, Gelin zikredelim yâ hû! Bu dünya bir imtihanhane, Olanları, ölenleri düşünsene, Gönül verme bu külhane, Gelin zikredelim yâ hû!” İnşallah-u Teâlâ, Rabbim bize bu güzelliği nasip etmiş, sebep olanlardan Allah razı olsun. Onların hepsini Peygamberim Muhammed aleyhisselatü vesselama, ashabına, Ehl-i beytine, Piri Geylânim, Hayri Babam, Niyazi Babam’a komşu etsin. Onlara hürmeten de bizi de onlardan ayırmasın. Bu meclislerde beraber olduğumuz gibi, Allah orada da beraber olmayı nasip etsin. MEHMET EMİN UZUNOSMANOĞLU GİRDİM KADİRİ DERGÂHINA “Birtakım evlerde ve camilerde sabah ve akşam onu tesbih ederler, öyle rical ki, ne alım ne satım ne de ticaret onları Allah’ı zikirden, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamaz.”1 “Girdim Kadiri Meclisi’ne Kıbleye Doğru Çöktüm Dizlerimin Üstüne Allah (cc) De Kalbim Dilden Kalbe Medet Şeyhim Efendim, Medet Himmet” Kadirilik ya da Kadiriyye, Gavsu’l Âzam Bazullah, Sultânu’l Evliya, Âyetullah, batmayan güneş Pir Abdulkâdir Geylânî Hazretleri tarafından 12. Yüzyılın başlarında kurulan Sünni inancını benimsemiş tasavvufî yoldur.2 Pir Geylâni’m (ks) şöyle söylemiştir: “Ceddim Rasulullah’tır Ta-Ha Muhammed Ben Abdulkâdirim Her tarikatın Şeyhi” Kadiri Meclisi’ne girdiğiniz zaman mâneviyat sizi tüm benliğinizle sarar. Orada dünyalık düşünemez olursunuz. Ne mal ne de mülk sizlere cazip gelecektir. Çünkü o cennet bahçelerinde sizlerin göremediği gaybi ricallere (gözle görülemeyenler) nasipdar olabilirsiniz. Allah izin verirse; o gözler Resulullah’ın, Geylânî Hazretleri’nin, Hayri Babam’ın, Niyazi Babam’ın ve Emin Babam’ın gözleri olabilir. 1 Nur suresi 36-37 2 wikipedia 13 O mübarek mecliste yapılan ilk iş tevbedir. Allah’a dönüş yapmaya tevbe denir. Tevbe, insanoğlunun hatalarından pişmanlık duyup yaşam tarzını değiştirmesini simgeler. Akabinde mürid, edeple zikir halkasında boş olan bir yere, namaz kılarken nasıl oturuyorsa öyle oturur. Maneviyat Büyükleri orada hazır bulundukları için dünyalık kesinlikle konuşulmaz. Zikir esnasında gözler yumulur. Zira gözler yumulduğu zaman kalpler konuşmaya başlar. Öyle bir konuşur ki, bu lisan daha önce karşılaşmadığınız türden. Her bir mürid ahenk içerisinde aynı ses tonuyla Allah’ı zikretmeye başlar. O meclislerde yeşil takkeli sağa ve sola dönen başları görürsünüz, rüzgârdan feyz alan ekinler misali. Mürid bir Hû çeker, dilden kalbe yol olur gider. Daha önce hiç karşılaşmadığınız b i r mutluluk çalar kapınızı. Mürid her defasında o kapıyı açmak için can atacaktır. Zaman su gibi akıp gidecektir Zikrullah Meclisinde. Güllerin Efendisi’ne bağışlanan salâtlar, selâmlar… Müridin o billur sesiyle okuduğu kasideler, ilahiler… Bunların hepsi tüylerinizi diken diken etmeye yetecektir. Hocalarımız duaları bağışlamaya başladığında ihvanların cânı gönülden “Âmin” dediklerini görürsünüz ve diğer yandan da Zikrullah’ın sona ermekte oluşunun verdiği hüznü hissedersiniz. “Allah tekrar nasip etsin” cümlelerini duyarsınız he- 14 nüz saniyeler geçmiş olmasına rağmen… İşte böyle bir sevgidir bu sevgi, pek az yerde bu hissiyatlara kapılabilirsiniz. Bu sevgiyi dışarılarda aramak da beyhude olsa gerek. İbadet bittiğinde, Allah için ter dökmüş olan mürid ve mürideleri terlerini silerken ve semaverde kaynatılmış demli çaylarını yudumlarken göreceksiniz. Oradaki mürid ve müridelerin tek gayesi Allah’ın rızasını kazanabilmek, Resulullah’ın şefaatine nail olabilmek, Büyüklerimize ve Mürşidimize layık birer evlat olabilmektir. Öyle içten, öyle samimi manzaralara şahit olacaksınız ki paha biçilemez. Şair ne de güzel söylemiş: “Ben bu meclislerde hayretler gördüm, Uyudum uyandım hep ayan gördüm.” Allah herkese bu mübarek meclise girebilmeyi, gelinliğimizle/damatlığımızla girip kefenimizle ak pâk bir şekilde çıkabilmeyi nasip eylesin. Hacı Ömer Hüdâi Babamız’ın söylediği gibi; GELİN ZİKREDELİM Y HÛ! Sevgi ve saygılarımla Ömer Faruk Erdoğan ZİKRULLAH’IN NURU Ebu Derda’dan (ra) rivayet edildiğine göre Resulullah (sav) sahabilere: “Ben size amellerinizin en hayırlısını, Allah katında en çok beğenilen, cennetteki derecenizi en çok yükselten, altın ve gümüşü Allah yoluna vermekten size daha sevaplı olan ve düşmanınıza rastlayıp da vurmanız ile sizin düşman tarafından şehit edilmenizden daha üstün faziletli işi haber vereyim mi?” buyurdu. Sahabeler: “Yâ Resulallah, bu amel nedir?” diye sordular. Resul-ü Ekrem, “Zikrullahtır (Allah’ı anmaktır).” buyurdu.1 Bütün amellerin zirvesinde olan Zikrullah’ın faziletini anlayabilmek için önce onun manasını bilmek, anlamak gerekir. Zikir; unutmamak, hatırlamak, tekrarlamak, devamlı söylemek, zihinde tutmak, yâd etmek, anmak demektir. Zikrullah ise Allah’ı anmak… Yüce Yaradan için en kıymetli amelin “O’nun zatını anmak” olması akıl sahibi herkes için şek ve şüphe götürmeyecek şekilde anlaşılır bir durumdur. Yine de hakikate kör kalpler için Zikrullah’ın gerekliliğine dair birçok deliller vardır. Öncelikle İslam’ın 5 şartının ilki olan Kelime-i Şahadet’de, Allah’ın birliğine ve Resulün O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederiz. Yani Müslümanın ilk ve en önemli vazifesi Allah’ın birliğini zikretmektir. İslam olmanın yani Müslüman olmanın ilk şartının Allah’ı zikretmek olmasının tesadüfî olmadığı gayet açıktır. İkinci olarak Müslümanların nasıl olması gerektiğini şekillendiren 54 Farz’a baktığımızda da birinci sırada “Allah’ı daima zikretmek”i buluruz. Sıra Kur’an-ı Kerim’e bakmaya gelirse, Kur’an’da zikir kelimesi müştaklarıyla beraber 256 yerde geçmektedir.2 Diğer ibadet ve amellerden daha fazla dile getirilmesinde mutlak bir sebep vardır ki o da zikrullahın faziletine vurgu yapmak ve teşvik etmektir. Kur’an’daki birkaç örneğe bakarsak: “Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin.” (Ahzab/41), “Allah’ı zikredin. O, size nasıl hidayet etti ise, siz de O’nu öylece anın.” (Bakara/198), “Rabbini, sabah ve akşam, içinden yalvararak ve korkarak zikret, gafillerden olma.” (Araf/205) Yüce Allah’ın kelamında da istediği gibi zikir yani Allah’ı anmak bir mü’min olarak şiarımız olmalı. Sahabelerden günümüze 1 Kuşeyri Risalesi, Abdulkerim Kuşeyri, Yasin Yayınevi, s.304. 2 Tasavvuf ve Tarikatlar, H. Kamil Yılmaz, Ensar Neşriyat, s.162. 15 ulaşan hadislerde ve Kur’an ve hadisler ışığında amel etmiş âlim zâtların ve evliyaullahın sözlerinde de zikrullah için aynı önemin vurgulandığını görürüz. Bunların örneklerine de ara ara yer vereceğiz. Saydığımız bunca delillerden sonra iyice anlaşılmaktadır ki zikrullah her mü’minin yapması gereken ve yaptığında en fazla fazilete erdiren ameldir. Çünkü Allah’ı anmak, O’na en hoş gelendir. Nasıl ki seven sevdiğini ne kadar çok hatırlayıp, onu sözleriyle ne kadar çok taltif ederse sevilenin de sevene muhabbeti o ölçüde artıyorsa, kul olarak Allah’ı ne kadar çok anarsak ve översek O’na olan sevgimizi o ölçüde göstermiş oluruz. “Toprak nasıl ki yağmurla bol mahsül verebilirse, bizdeki gönül de zikir ile Allah’a karşı sevgi ve muhabbetini artırabilir.”3 Ebu Bekir eş-Şibli demiş ki: “Allah Teâlâ, ‘Ben, beni zikredenin dostuyum’ demiyor mu? O halde Hak Teâlâ ile dost olmak için ne bekliyorsunuz?”4 Dost olabilmek için dosta layık davranmalı. Yaradan’a yaklaşmak için O’nu her daim anmalı. Çünkü zikir diğer ibadet ve taatler gibi özel bir mekân, zaman, hal ve durum gözetmeksizin her koşulda yapılması uygun görülen bir ameldir. Misal olarak namaz ibadetlerin en şereflisi olduğu halde bazı vakitlerde kılınması caiz değildir. Ancak kalp ile zikir bütün hallerde devam eder. Yüce Yaradan’a kesintisiz niyazdır zikir. Allah’u Teâlâ zikrin bu hususuna binaen şöyle buyurmuştur: “Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar” (Al-i İmran 191). Zaten kalbi her daim Allah ile olan kişiye zaman, mekân mani olabilir mi? Kalp sevgilisiyle buluşmuş bir kere, hiç ayrı kalabilir mi? Ümmü Seleme’den rivayetle Peygamber Efendimiz buyurmuş ki: “Allah’ı çok zikret. Zira muhakkak ki Allah’ın huzuruna O’nun zikrinden daha fazla sevdiği bir şey ile gelmeyeceksin”. Zikrullah’ın karşılığını dünyada Allah’a yakınlaşarak aldığımız gibi ahirette de inşallah Cemalullah ile alacağımızı müjdeliyor Resulullah (sav). Zakir yani zikreden kişinin kalbine zikrullah yerleştiği zaman şeytan o kalbe yaklaşamaz. Zakir Zikrullah’ın muhabbetine erdiyse, zaten ondan ayrı kalamaz. Ebu’l Hüseyin en-Nuri demiş ki: “Her şeyin bir cezası vardır, arifin cezası da zikirden kesilmesidir.”5 Abdulkâdir Geylânî (ks) ise demiş ki: “Kalbin en büyük ölümü, onun Allah’ı anmaktan gafil olmasıdır. Kalbinin diri olmasını isteyen, ona daima Hakk’ın zikrini işlesin. O’nun azâmetine çevirsin ve halk üzerine yaptığı tecelliyi ve tasarrufu müşahede etsin”.6 Allah kalbi gafil olan ve gafil kalanlardan eylemesin bizleri. Dilimizi ve kalbimizi zikirden ayırmasın. Zikrullah’ın güzelliğini bize tattırdığı gibi tatmayanlara da tattırsın. Zikrullah’ın faziletine cümlemizi nail eylesin. Peygamber Efendimizin cennet bahçeleri dediği zikir meclislerinde buluştursun bizleri. Zikri daim ile kalın… Tuğba Uzunosmanoğlu 3 İslamda Gerçek Tasavvuf ve Edebleri, Osman Karabulut, s.333. 5 Kuşeyri Risalesi, s.309. 4 Kuşeyri Risalesi, s.306. 6 Firdevsteki Gülün Adresi Zikir, s.196. 16 ÇOCUK YETİŞTİRME SANATI Ç ocuklarımız bizim için çok değerlidir ve onlar için daima her şeyin en iyisini isteriz. Onların kendine güvenen, kendi ayakları üzerinde durabilen, kimseye muhtaç olmadan yaşayabilen hayırlı evlatlar olmalarını isteriz. Anne babaların çocuklarına dair olan bu güzel istekleri uzun bir liste halinde uzar gider. -Peki, nasıl oluyor da bazen biz anne babalar olarak bu kadar çok sevdiğimiz çocuklarımıza zarar verebiliyoruz, yanlış davranışlarda bulunabiliyoruz? -Biz anne baba olarak neleri yanlış yapıyoruz, neleri eksik bırakıyoruz? -Onları nasıl yetiştiriyoruz ve ne yapmalıyız? duymak; onu tanımak, dinlemek, anlamak ve çocuğu kabul etmek demektir. Bu cümleleri okuyan her ebeveyn biz bunları zaten yapıyoruz diyebilir. Ama inanın, bu kadar basit görünen en temel görevler bile tam olarak yerine getirilememektedir. Mesela çocuğumu tabii ki tanıyorum diyen anne babalarımız; Çocuğunuz nasıl biri? Kalabalıkta nasıl davranır, yalnızken neler yapar? Çocuğunuzun gerçekleştirmek istediği ne gibi hayalleri var? Sizin ondan beklentilerinizin farkında mı? O sizden ne bekliyor ve ne istiyor? Çocuğunuz hayatındaki nelerden memnun? Eğer bu sorulara cevap verebilen şanslı Her anne babanın sevgisi koşulsuzdur ve eksiksizdir. Eksik ya da yanlış olan bizim bilgilerimiz ve davranışlarımız olabilir. Allah’ın izni ile bilgilerimizi tamamlayıp bazı davranışlarımızı düzeltebilirsek; inşallah çocuklarımızı daha sağlıklı bir şekilde yetiştirip, onların kendi kendine yeten, çevresine güzellik katan evlatlar olmalarına katkı sağlayabiliriz. Öncelikle her çocuk hatta her insan kendisine saygı duyulmasını ister. Saygının sadece büyükler için olduğunu düşünmek çok büyük bir yanılgıdır. Yedi aylık bir bebeğin de, 10 yaşındaki bir çocuğun da, 40 yaşındaki bir yetişkinin de saygıya ihtiyacı vardır. Çocuğa saygı 17 anne ve babalardan iseniz sizleri tebrik ediyoruz. Cevap vermekte zorlanıyorsanız lütfen bu yazıyı okuduktan sonra çocuğunuza her zamankinden daha farklı bir gözle bakın onu tanımaya ve onun dünyasını anlamaya çalışın. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) eğitimi Âlemlerin Rabbi Yüce Yaradan (cc) tarafından verilmiştir. O’nun (sav) çocuklara karşı davranışı da Rabbimizin istediği şekildedir. Çocuklara saygı duymak konusunda en güzel örnekleri de yine onun yaşantısı bizlere sunar. Efendimiz çocuklarla karşılaştığında onlara büyükler gibi selam verirdi ve onlarla sır paylaşırdı. Onlara çocuk gibi davranmazdı. Çocuklarla kendi akranıymış gibi konuşurdu. Biz de O’nun (sav) bu davranışlarını kendimize rehber edinmeliyiz.1 Çocuklarımızla iletişimde dikkat çekmek istediğimiz bir diğer unsur da sevgiyi gösterme biçimidir. Bizim ülkemizde kültürel olarak çocuğun eğitimi ile genellikle anne yakından ilgilenir. Baba ise çocuk eğitiminde daha otoriter bir figür olarak karşımıza çıkar ve çocukla daha uzaktan ilgilenir. Baba genellikle maddi olarak evin bakımından sorumlu olmak görevini üstlenmiştir. Okulda veli toplantılarına çoğunlukla anne katılır, babaların sayısı ise bir elin parmaklarını geçmez. Çocuk bir şey anlatmak istediğinde genelde annesiyle veya arkadaşları ile paylaşır, baba ise dertleşilecek kişi olarak daha gerilerde yer alır. Ülkemizde annelerin çocuklarına sarıldığını ve onları öptüğünü görürüz fakat babaların çocuklarını koklayıp öptüğü, “canım evladım” diyerek sarıldığı pek sık rastladığımız bir durum değildir. Hatta ülkemizde göstermeden sevme alışkanlığı vardır. Çocuklar uyuduk1 www.risalehaber.com 18 tan sonra onların odasına gelip üstlerini örten baba figürlerimiz mevcuttur. Bu davranışların sebepleri olarak çocukları şımartmamak, babanın otoriter figürünü sarsmamak vb. görülebilir. Peki, Yüce Allah’ın onun yüzü suyu hürmetine âlemleri yarattığı Hz. Muhammed Mustafa Efendimiz (sav) çocukları nasıl severdi, çocuklarla nasıl ilgilenirdi biliyor muyuz? Bir defasında Akra bin Habis (ra), Peygamberimizi (sav), Hz. Hasan’ı öperken gördü ve şöyle dedi: “Benim on çocuğum var. Şimdiye kadar hiçbirini öpmedim.” Bunun üzerine Peygamberimiz; “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” buyurdu. Değerli babalarımız; Peygamberimiz torunlarına çocuklarına sarılıp onları öperdi, gösterirdi sevgisini. Lütfen siz de çocuklarınıza sarılın, onlarla sohbet edin, oyun oynayın ve onların başını okşayın. Çocuklarınız şımarmak yerine size daha çok bağlanacaktır. Değerli anne ve babalar lütfen çocuğunuzu tanıyın, onlarla konuşun. Onları büyük biri gibi görüp karşınıza alın ve konuşun, bir şey anlattıklarında gerçekten dinleyin. Ancak o zaman kendilerine saygı duyulduğunu hissedeceklerdir. Sevgili anne ve babalar, bizler anne ve baba olarak çok iyi niyetli de olsak, bazen çocuklarımızı yetiştirmede büyük hatalar da yapabiliyoruz. İnşallah doğru yöntemleri öğrendikçe yanlış davranışlarımız azalır ve onların yerini sağlıklı davranışlarımız alır. Anne ve babalık görevlerimizde Allah’ın hepimize kolaylıklar nasip etmesi duasıyla… Psikolojik Danışman Esra Erdoğan ZİKRULLAH’A BAŞLAMA USULÜ VE YAPILMASI GEREKENLER Z ikir; anmak, tekrar etmek, övmek demektir. Zikrullah ise; Hz. Allah’ı övmek ve yüce Allah (cc) ile meşgul olup kalbini, gönlünü ve ruhunu ona teslim etmektir. Zikrullah, kalpten ve gönülden Allah’tan gayrı olan her şeyin muhabbetini çıkarmak yalnızca O’nunla (cc) olmak demektir. Zikrullah hakkında 200’den fazla Ayeti Kerime vardır. Ahzab Suresi 41. Ayette Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Allah’ı dilinizle ve kalbinizle türlü türlü tesbihler yaparak zikrediniz.” Peygamber Efendimiz’in de zikrullah konusunda birçok hadis-i şerifi vardır. Bir hadisi şerifinde; “Her şeyin bir cilalayıcısı vardır. Kalplerin cilalayıcısı da Lâ İlâhe İllallah Muhammedun Rasulullah’dır.” buyurmuştur. ortamdan zikrullah ibadetine giderken şu duygular içerisinde olması gerekir: “Allah’ım sana hamd-ü senalar olsun ki beni bu güzel ibadet zincirinin bir halkası yaptın, bana seni zikretme, anma, yüceltme ve şükretme fırsatı verdin. Ne olur Allah’ım beni bu ibadette sabit kıl.” Zikrullah amacı ile Mürşidinin huzuruna gelen ihvan, mürşidi ile beraber Zikrullah’a başlamadan önce, bugüne kadar yapmış olduğu büyük küçük bütün günahları düşünüp Kişi eğer Allah’ı zikretme ve O’nun yolunda hizmet etme fırsatını kendinde buluyorsa, bunun Yüce Allah’ın kendisine açtığı bir hidayet kapısı olduğunu ve Allah tarafından kendisine verilebilecek en büyük ihsan ve ecir olduğunu bilmelidir. Bu duygu ve düşünceler ile kişi bu fırsatları iyi değerlendirip kendini bu nurlu yolda geliştirmeli, ayrıca, kendisi, ailesi, vatanı ve milleti için pırıl pırıl parlayan bireyler olup elindeki fırsatları hem dünyası için hem de ukba hayatı için en güzel şekilde kullanma yoluna gitmelidir. Zikrullah için diğer ibadetlerden farklı olarak bir zaman tayin edilmemiştir. Fakat diğer ibadetlerde olduğu gibi zikrullah ibadetinde de abdestli olmak gerekir. Kişi şu şekilde niyet ederse zikrullahdan alacağı feyiz, tat ve aşk daha başka olur: “Yâ Rabbi niyet ediyorum zâtını zikretmeye, zâtına şükretmeye.” Evden veya bulunduğu 19 nedamet içerisinde bu günahlara tevbe etmelidir. Yani tevbeyi sadece dil ile değil kalben de yapmalıdır. Zikrullah meclisi kişinin günahlarından arınma, temizlenme, nurlanma, aklanma yeridir. Zikir halkasında oturuş namazdaki gibi olmalıdır. Eller dizler üzerine konmalı, gözler kapatılmalı ve kalp Allah’a yönelmelidir. Kişi Allah’ın (cc), Resulullah Efendimiz’in (sav) ve Mürşidimizin kendisine tebessümle baktığını düşünmelidir. Değerli Büyüğümüz Emin Hocam bir sohbetlerinde Zikrullah için şöyle buyurmuştur: “Zikrullah esmalarından hiçbir şey eksiltilmemeli, yoksa Kur’an-ı Kerim’in yapraklarını yırtmış gibi olur. İlave de etmemeli, şirk olur. Kimse verilenin dışına çıkmamalıdır. Zikrullah esnasında adaplar aynı, sözler aynı, sesler aynı, tonlar aynı olmalıdır. Hafif bir rüzgârla sağa sola doğru eğilen başak misali olmak gerekir. El kol hareketleri, öne arkaya eğilme gibi aşırı hareketler yapılmamalıdır. Kişi daima Resulullah’ın, Pir’inin ve Mürşidi’nin yanında olduğunu hatırlamalı, onların ruhaniyetlerinin her an yanında, yamacında olduğunu unutmamalıdır.” Zikir ederken gözler kapanır. Unutmayalım ki; baş gözü kapanmayınca gönül gözü açılmaz. Zikrullah esnasında gözleri kapatmanın esas gayesi; zikrullah esnasında kişinin dünya hayatından tamamı ile bağlantısını kesip, 20 kalbinin gönlünün ve ruhunun tam manası ile Yüce Yaradan’a çevirmesidir. Allah’ı zikretmek için geldiği ortamın sadece bir ev veya bir odadan ibaret olmadığını, bu ortamın Allah’ı zikretmek maksadı ile gelindiği için camii ve mescid mesabesinde olduğunu bilmelidir. Yani camiye gidildiği zaman nasıl dünya kelamı konuşulmaması gerekiyorsa, zikrullah için gelinen yerde de dünya kelamı konuşulmamalıdır. İhvan Zikrullah’tan hemen sonra dünya kelamı konuşmadan bulunduğu ortamdan ayrılmalıdır. Bunda ince nokta şudur ki; “Allah’ı zikrettin, heybeni ve testini doldurdun. Aldığın manevi rızıkları kırmadan, dökmeden bir an evvel evine yuvana götür ki bu rızıklardan ailen de nasiplensin.” Zikrullah ibadetine giderken değerli büyüğümüz Emin Hoca’mın da söylediği gibi boş gidip dolu gelmek önemlidir. Aksi olursa dolu gönüle hiçbir sevgi giremeyeceğinden bu ibadetten de istifade çok zayıf olur. Büyüklerimizin de söylediği gibi “Lâ İlâhe İllallah” semavatü zeminin anahtarı, kalplerin nuru ve parlatıcısı, Allah’ın kalesi ve köşküdür. Yüce Rabbim bizleri, inananları, aile ve evlatlarımızı bu yüce ibadetten ayırmasın. Bizleri hakkıyla inanıp ibadet edip, hakkıyla hizmet edenlerden eylesin. Mehmet Akyüz MÜ’MİNİN MİZACI: SABIR VE ŞÜKÜR Bismillâhirrahmânirrahim V ar ettiklerinin ruhuna üflediği EsSabur ism-i celilinin en bariz tecellisi: Mübarek vücudundaki onulmaz yaralardan kurtlar dökülürken, kızlarını ve oğullarını, bütün maddi varlığını kaybetmişken, vefalı eşi dışındaki herkes kendisini terk etmiş hatta yakınlarından uzaklaştırmışken bile sabretti Eyüp Aleyhisselam. Sabretti, bekledi, zikretti… Ve sabrın gerçek sahibi lütfetti: Eyüp Peygamber yeni bir hayata, sağlık ve sıhhate, yeni evlatlara, dünyada kalacak olan dünya malına yeniden kavuştu. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de sabrını övdüğü Eyüp Aleyhisselam’ı insanlığa ibret dolu bir örnek olarak yaratmış ve yaşatmıştır. ‘Biz onu (belalara) hakikaten sabırlı bulduk. O ne güzel kuldu. Şüphe yok ki o tamamen Allah’a dönen bir zât idi.’ (Sad,44) ayeti, sabrın sonucundaki kazancın en güzel göstergesidir. Peygamberlerin hayatları incelendiğinde en zorlu sınavlara sabrettiklerini görmek mümkündür. Balığın karnında yıllarını zikrederek geçiren Yunus Aleyhisselam’dan, ibadet esnasında en yakın akrabaları tarafından sırtına pislik bırakılan Efendiler Efendisi’ne kadar örnek alacağımız olayları sık sık okumak, anlamak ve anlatmak gerekir. Günümüz toplumunda küçücük şeyler için birbirini bıçaklayan insanların sabırsızlığını gördükçe maneviyatımızın ne kadar zayıfladığını ve peygamberlerin hayatlarını ne kadar az bilip kendimize ne kadar az örnek aldığımızı görmek mümkündür. Hâlbuki kutsal kitabımızda bulunan: ‘Allah sabredenleri sever’ (Al-i İmran,144) ayeti sabrın mükâfatını müjdeler bize. Sabrın yanında şükür de müminin mizacını tamamlayan ikinci bir kavramdır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) buyuruyor ki: ‘İman iki kısımdan müteşekkil bir bütündür. Onun bir yarısını sabır, diğer yarısını da şükür oluşturur.’ (Şuabu’l İman) Gerçek Müslüman yaşadıklarının Allah’tan geldiğini bilerek bolluk ve berekete şükreder, keder ve darlığa sabreder. Kur’an’da şükrün karşılığı şu ayetle bildirilir: ‘Allah Teâlâ’ya şükrederseniz O da sizden razı olur.’ (Zümer,7) O halde hepimizin esas gayesi olan cennete ulaşabilme yolculuğumuzda adım adım ilerlerken yüreğimizin bir yanını sabır, diğer yanını şükür doldurmalıdır desek yanlış olmaz. Nitekim Efendimiz Muhammed Mustafa (sav) bir sohbet esnasında, mübarek yüzünde tebessümle sahabe-i kirama şöyle buyurmuştur: ‘Müslüman’ın durumu ne kadar şaşırtıcıdır. Zira her işi onun için bir hayırdır. Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder, bu hayırdır. Hoşlanmadığı bir zarar gelse sabreder, bu da onun için hayır olur.’(Kütüb-i Sitte) 21 Çağımız insanlarının sabır ve şükürden ne kadar uzak yaşadığını, çevremizdeki insanlarla biraz sohbet ederek görebiliriz. Sofralarımızda çeşit çeşit yiyecekler, dolaplarımızda kat kat giysiler, evlerimizde ihtiyacımızı rahatça görebileceğimiz her türlü eşyalar olduğu halde, her şeyden önemlisi uzuvlarımız tastamam, sağlığımız yerinde olduğu halde bile şükürden uzak, bulunduğumuz halden ağlayarak yaşarız. Hani ya sünnet ehli olmak, Efendimiz gibi yaşamaya çalışmak nerede? Aişe (radıyullahu anha) validemiz buyuruyor ki: ‘Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ömrü boyunca iki gün üst üste arpa ekmeği ile doymadan ahirete intikal etti.’ (Buhari, İbn-i Mace) Müslüman kardeşlerimizin her sofraya oturduklarında bunu mutlaka hatırlaması ve evlatlarına hatırlatması şükrü öğrenmek için önemlidir. Efendimiz Mescid-i Nebevi’de bulunan hücrelerinde geceleri namaz kılarken, -odanın küçüklüğünden- secdeye vardığında elleri Aişe validemizin ayaklarına değerdi. O büyük insan böylesine küçük bir eve sığabilmiş, gece gündüz durmadan şükretmiş iken cürmümüze bakmadan yaşadığımız evlerin küçüklüğünden yakınırız. En acısı da, giderken götürebileceğimiz en 22 fazla sekiz metre bez parçası, -hem de en süssüz, en renksizinden- olduğu halde kat kat giysiler bize az gelir, şükretmek şöyle dursun elimizdekini beğenmez, modası geçmiş diyerek kenara iteriz. Maddi durumu iyi olmadığı için sürekli yakınan adama sormuş bir Allah dostu: ‘Sana bin altın versem gözlerini bana verir misin?’ ‘Yoo, veremem valla. Ben gözlerim olmadan ne yaparım?’ demiş adam. Allah dostu tekrar sormuş: ‘Peki bin altın versem bana ayaklarını verir misin? Cevap yine aynı olmuş. Kamil kişi elleri, kulakları ve burnu için aynı soruyu sorup yine aynı cevapları alınca şöyle demiş: ‘görüyorum ki binlerce altın değerinde uzuvlara sahipsin. Hâlâ bunları verene gece gündüz şükretmek yerine ömrünü boşa harcayıp yakınacak mısın?’… O halde Allah dostlarına kulak vermek gerek dostlar. Ömrümüzün su gibi akıp gittiğini fark etmek gerek. Büyüklerimizin de yardımıyla başımıza gelen her olayı lehimize çevirmek gerek, inşallah. Ruhumuza üflenen vasıfların farkına varıp eşref-i mahlûkat olmanın hakkını verebilmek duası ile… Elhamdülillah, Eşşükrülillah Hanife Kadiroğlu ZİKRULLAH VE HUZUR A llah-ü Teâlâ insanı kurumuş bir çamurdan yarattı. Sonra meleklere Hz. Âdem’e secde etmelerini emretti. Meleklerin bile secdesine sebep olan Hz. Âdem’deki farklı bir şeydi. Allah(c.c.) hiç bir yarattığına ona vermediğini vermişti. Hz Âdem’i kıymetlendiren Allah-ü Teâlâ’nın ruhundan üflemesi ile çamuru Âdem yapan Allah’ın ona üflediği ruhtu. Hz. Âdem’in bu ayrıcalığı onu yeryüzünün halifesi makamına getirdi. Böylece Hz. Âdem ve oğulları mahlûkatın en şereflisi oldu. Bu Allah-ü Teâlâ’nın Âdemoğullarına ikramıdır. Allah bu izzetle onurlanan Âdemoğluna bir de emanet yükünü yükledi. Dağların ve taşların kaldıramadığı emaneti... O emanet ona kul olmaktı. Nefsine rağmen, şeytana rağmen, dünyasına rağmen! Tercihini Hakk’tan yana kullanan insan meleklerden bile üstün olacaktı. Hakk’tan yana kullanmayanlar ise esfel-i sâfilîn konumunda, hayvanlardan da aşağı düşecekti. Allah-ü Teâlâ Âdemoğullarının izzetlerini korumalarına yardımcı oldu, onları yalnız bırakmadı. Dinini gönderdi, dinini anlatacak, nasıl yaşanıldığını gösterecek bir peygamber gönderdi. Ruhundan üfleme nimetinin üstüne bir de dinine mensup olma, peygamberinin izinden gitme nimetini verdi. Âdemoğlu kıymetlendikçe kıymetlendi. Her ayet her sünnet Âdemoğlunun kıymeti arttırdı. Allah-ü Teâlâ insanı sevdi, meleklerine de sevin dedi, melekleri sevdi, yine O’nun emriyle insanlara O’nun sevdiğini sevdirdi. Fakat bu sevilenler farklıydı. Çünkü insan olma şerefinde olan her Âdemoğlu, sevme sevilme noktasına gelememişti. Çoğu yolda kaldı, rızaya muhabbetullah’a ulaşamadan cehennem zebanilerinin kucaklarına düştü. Bu kadar kıymetin değerini bilememenin bir sonucuydu bu. Hâlbuki Rabbimiz, rahmetinin, gazabını aştığını müjdelemişti. Fakat insanoğlu bilemedi, yanıldı, şaştı, unuttu. Yaradılışını, gayesini, emanetini, ruhlar âleminde verdiği 23 yaşarsa, her zikrullah ile O’na olan muhabbetini tazeler. Dili ile, nefesi ile, kalbiyle, O’na teslim olduğunu dile getirir. İşte Rabbim geldim der, huzurundayım. Maksadım, muradım, sevdiğim, ma’budum Sensin. Mevcut olan Sensin bizler bir hiç. Hay olan Sensin. Bizler Senin tarafından yaratılan. Kalplerimizi dirilt. Gönüllerimizi sana çevir bizi aşkınla süsle. Yüreklerimizi muhabbetinle doldur. Hay isminle imanımızı dirilt. Ey her şeye hayat veren hayat ver şu ölmüş kalplerimize. Ey Kayyum! Her şeyi ayağa kaldıran doğrultan Sensin. Yerlerde sürünen onurlarımızı bize geri lütfet. Sen ikram etmezsen, doğru yolda gidemeyiz. SEN ver bize mecallerimizi, adınla dirilt benliğimizi. İsmi celâlinle bizi şereflendir. sözünü unuttu. Yaradanı, vereni, izzetlendireni, koruyanı, seveni, merhamet edeni, dualara karşılık vereni, muhtaçlığı gidereni, yoluna döndüreni unuttu. Gafilleşti, kulluğundan uzaklaştı. Rabbini unutmuştu. Hâlbuki Allah-ü Teâlâ şereflendirdiği insanoğluna söylemişti. “Siz beni anın ben de sizi anayım. Bana şükredin de bana nankörlük etmeyin.” (Bakara 152) Allah-ü Teâlâ ruhunda üflediği insana beni an demişti. Beni zikret, ismimi söyle, söyle ki senin tarafından unutulmadığımı bileyim. Eğer unuttuysan ben de unuturum. Kul, Allah-ü Teâlâ tarafından unutulursa hali perişan olur. Kulluktan kovulmuş olur. Ümmetlikten ret olunur. Allah korusun sonu cehennem olur. Sonra malın mülkün olmuş, evladın olmuş, makamın olmuş ne fayda! Sen, seni Yaradanı söylemedikten sonra, O’nu anmadıktan sonra kıymetin ne olur! Peygamberimizin (sav) buyurduğu üzere; kalbi, Allah-ü Teâlâ zikriyle cilalamadıktan sonra kalp nasıl temizlenir? Rabbimiz Rad Suresi 28. Ayetinde buyurduğu üzere kalpler nasıl huzura kavuşur. Rabbini anmaktan aciz olan dil, kalp, beden O’nu sevdiğini nasıl söyleyebilir. Dil Allah (cc) demezse kalp nasıl uyanır? Mü’minin zamanla iman coşkusu zayıflar, ilk heyecanını yitirir. İbadetlerinden zevk alamaz hale gelir. En nihayetinde insandır. Fakat bir mü’min iman neşesini Allah’ı (cc) anarak 24 Zikrullah’ın kıymeti adı anılanın büyüklüğündendir. Kul en büyük mutluluğu O’nu anmakta bulur. Zikrullah, kalbi kalbin sahibine açmaktır. Kalp ancak sahibini bilip ona dua ettiğinde huzur bulur. Yoksa küçük sevdaların, basit dünyalıkların muhabbeti kalbe ağır gelir. Nefes beni rabbime ulaştır diye adeta çırpınır. Azalar şikâyetçidir, beni rabbime döndür der. Basit sevdalarla dolu insan gaflet, delalet içinde şaşkın şaşkın dolaşır. Bunalımlar, isyanlar yakasını bırakmaz. Sinirsel hastalıkların pençesinde kıvranır. Tabip de ilaç da yaralarına merhem olmaz tabiri caiz ise fabrika ayarlarıyla oynamıştır. Yüzü gülmez, hep şikâyettedir. Hiçbir şeyden tatmin olmaz. Ne huzur bulur ne de huzur verir. Her nefesi Hû Hû diye bağırır fakat o duymaz. Ne kendini dinler, ne Rabbini, ne Peygamberini. Hâlbuki tek olana, VAHİT olana dönse kurtulacaktır. O Rabbini zikretse, Rabbi de onu zikredecektir. Rabbimizin zikrettiği kul da Rabbimizin övgüsüne, nimetine, ahirette zikretmesine, yardımına, hidayetine, nimetlerinin arttırılmasına, rahmete, kulluğa erişecektir. Artık bütün bu güzelliklere ulaşan kul gerçek manada huzuru da bulacaktır. Rabbim, ismiyle kalpleri titreyen, gözleri yaşaran ve huzuru bulan kullarından eylesin. Ülkü Akmeşe MÜRŞİDE MÜRİD OLMAK -2 “Biz her gece seher vakti yâri özler gideriz, Bu gidişi kendimizden bile gizler gideriz; Yâr ilinde akıl ve can perde-i müşkil olur, Akl-ü canı terk ederiz, âşkı izler gideriz.” Z aman olur talibin yolu mekânsız yere düşer. O yolda ne akla ne iradeye ne de cana ihtiyaç vardır. O yola ruhla gidilir ve o bilinmez yolda türlü tehlikelerle karşılaşılır. İşte burada bir mürşide ihtiyaç duyulur. Çünkü mürşid o yola Mevla’nın daveti ve kendi mürşidinin yardımıyla defalarca gidip gelmiştir. Bu yol aşk yoludur, aşk yolu mekânsızdır. Talip, mürşid terbiyesi, mürşid telkini ve zikrullah ile beşeriyetini fani ettikten sonra bu yola adım atabilir. Mürşide mürid olmanın da konusu buradan açılır. Mürşide Mürid olan kişinin 5 şartı yerine getirmesi gerekir 1. Mürid, Mürşid edindiği kişiye itikatla bağlanmalıdır. 2. Onun huzurunda, bütün mal ve mülkünden tecerrüt etmelidir (uzaklaşmalıdır). 3. Sıdk (samimi) ve gerçek olmalıdır. 4. Mürid, mürşid edindiği kişiye teslim olmalıdır. 5.Tövbe etmeli ve bütün masiyyetlerden (isyan ve günahlardan) kaçınmalı ve muhabbetini gönlünde sağlamlaştırmalıdır. Mürid, mürşid edindiği kişiye temiz bir itikatla bağlanmalıdır. Şöyle ki yeryüzü mürşid dolu olsa beni mürşidimden başkası Allah’a ulaştıramaz demeli ve bunda samimi olmalıdır. Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz bir hadisi kutside: “Rabbimiz ben bir kulumu seversem onun gören gözü olurum, onun tutan eli olurum, onun yürüyen ayağı olurum, onun konuşan dili olurum, onun işiten kulağı olurum” buyuruyor.1 Mürid, mürşidini gönülden sevmeli ve muhabbet duymalı onun dilinden Rabbim konuşuyor diyerek her emrini eksiksiz yerine getirmelidir. Resul-ashap ilişkisi ne ise, mürşid-mürid ilişkisi de odur. Mürid, mürşidinin elini Resulün eli bilmelidir. Allah-u Teâlâ Fetih Suresi 10. Ayette: “Muhakkak ki, sana biat edenler, gerçekte Allah-u Teâlâ’ya biat etmişlerdir. Allah-u Teâlâ’nın eli, onların ellerinin üstündedir. O halde, kim ahdini ve biatini bozarsa, vebali kendisinedir. Kim, ahdinde ve biatinde vefa eylerse Allah-u Teâlâ ona pek büyük bir ecir verecektir.” buyurmuştur. 1 Tezkiratul Huffaz 1/3, Buhari 1.cilt Sahih-i Buhari Tecrîd-i Sarih, Cild 12, Hadis No: 2042; Ramuzu'l-Ehadis, Hadis No: 4094; Berika, Cild 1, Sayfa: 31(islam –tr.net alıntı) 25 Mürşid Allah-u Teâlâ’nın açılmış bir kapısıdır. Mürid ne zaman dilerse o kapıdan girip Hakk’a gider. Peygamber Efendimiz (sav) yine bir hadis-i kutside: “Ben göklere ve yere sığmam, fakat mü’min kulumun kalbine sığarım” buyuruyor.2 Mürşidlerin gönülleri böyledir. Mürid, ne zaman mürşidine gönülden yakınlık duysa mürşidini düşünse mürşidi de ona yakın olur ve manen mürşidinden yarar görür. Gitti, hamuru yoğurdu, fırını yaktı ve tekrar geldi: Şeyh Süleyman-ı Daranî’nin bir sadık müridi vardı, aynı zamanda ekmekçisi idi. Yaptığı her işi şeyhe danışmadan yapmazdı. Bir gün Şeyhe gelip: Bir müddet sonra, şeyhin aklına geldi. Fırının bulunduğu yere gidip baktı ki, derviş kızgın fırının içinde zikrediyor. Mübarek elini uzattı: Ey derviş, gel dışarı çık. Sıdkın (samimiyetin) seninle beraberdir. Ateş bile sana gülistan olmuş, buyurarak onu dışarı çıkardı, arkasını sıvadı ve himmet etti derviş muradına erdi ve o teslimiyeti yüzünden büyük bir şeyh oldu. - Hamur yoğurayım mı? Diye sordu. Hazret-i şeyh: - Yoğur, buyurdu. Biraz sonra tekrar geldi: -Fırını yakayım mı? diye sordu. Hazret-i Şeyh: -Yak, buyurdu. 2 ”El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 2.165; İmam ı Gazâlî, İhyâ-u Ulûmiddîn, 3.14. Sorularla risale.com sitesinden alıntıdır. 26 -Şeyhim, dedi. Hamur yoğuruldu, fırın yandı, şimdi ne yapayım? Şeyh kendisine kızdı ve: Git, içine gir, buyurdu. Derviş gitti, yanan fırının içine girdi ve bağdaş kurup oturdu. Zikrullah ile meşgul olmaya başladı. Mürşide teslim olmalı ve ne buyurursa onu hemen yerine getirmeli, isteklerine, tavsiyelerine harfiyen uyarak gerçek müridlerden olunmalıdır. Elçin Demir HER ŞEY ALLAH (CC) DİYOR… S eneler öncesinde bir zaat-ı muhterem varmış. “Ağaca baktım Allah’ı (cc) gördüm!’’ deyip ağlıyormuş. Çok geçmeden öldürmüşler muhteremi, Allah’a (cc) şirk koşuyor diye. Hâlbuki öyle derinden ve içten bakıyormuş ki dünyaya, etrafındaki hiç kimse anlayamamış ne demek istediğini. Bizim de onun gözünden bakabilmemiz için ağacın biyolojisini incelememiz gerekir. Ağaca baktığımızda toprağın metrelerce altındaki suyu, metrelerce yukarısındaki yapraklara kadar ileten adezyon ve kohezyon kuvvetinden bahsedebiliriz. Ağaç, yapraklarındaki stoma hücreleriyle güneşten gelen ışınları alarak fotosentez yapar. Böylece insanların ve diğer canlıların ürettiği karbondioksiti alıp oksijene dönüştürür. Bizler ise o oksijeni akciğerlerimize çekerek hayatta kalmaya çalışırız. Sonbahar geldiğinde sanki aklı varmış gibi yapraklarını dökerek toksin (zehirli) maddelerden kurtulan ağacı gözlemleriz. Kurak yerde yaşayan bitkilerin yaprakları sukkulent (etli) yani kalın ve stomaları yaprağın alt taraflarında olur. Böylece görevlerini yerine getirebilmek için gerekli suyu yapraklarında depolayabilir. Bu ve bunun gibi birçok mekanizma ağaçta mevcuttur. Ağaca verilen emir bu yöndedir. Elbette ki ağaca bu kadar özel- lik veren ve bunu yarattığı dünyanın işlevinin devamı için yapan Allah’tan (cc) başkası değildir. Muhterem, Allah’ın (cc) yarattığı bu ve benzeri sistemleri gözlemlemiş, nasıl bir ilahi aşka geldiyse, Allah’ı (cc) gördüm diye ağlayarak bağırmış öylece. Allah (cc), bizleri de Allah (cc) aşkına nail eylesin. Şimdi, Allah’ın (cc) Nahl Suresi’nde defalarca tekrarladığı ‘’Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibret vardır.’’ ayetini hatırlayarak, Allah’ın (cc) mucizelerle dolu yarattığı bu dünyayı bilimsel ve manevi boyuttan birkaç örnekle incelemeye çalışalım. Allah’ın (cc) dünyayı bir sistem içerisinde yarattığını görüyoruz. Hayvanlar aleminden, bitkiler alemine; tek hücreli canlılardan, gelişmiş canlılara, dünya üzerindeki ekolojik döngülerden, fiziksel ve kimyasal yapılara kadar insanoğluna hizmet eden milyarlarca mekanizmadan bahsedebiliriz. Dünyanın, insanların yaşaması için hazırlanan bir yer olduğu kesindir. İnsanların da dünyaya imtihan için geldiğini manevi olarak olduğu kadar bilimsel olarak da anlayabiliriz. Çünkü evrenin işleyişine ve dizaynına baktığımızda her şey bize Allah (cc) demekte, bu dünyaya sebepsiz gelmediğimizi göstermektedir. 27 İnsanların dünyada yaşayabilmeleri için birçok mekanizma gereklidir. Güneşin, ayın ve güneş sistemindeki diğer yıldızların dünyaya uzaklığı ile oluşan manyetik alan, dünyada ayağımızın yere basması için gerekli yer çekimi kuvvetinin miktarı, azot döngüsü, karbon döngüsü gibi ekolojik döngüler, havadaki oksijen ve diğer gazların miktarı, denizde yaşayan mikro ve makro organizmalar gibi milyonlarca mekanizma insanların yaşaması için uygun bir zemin hazırlamaktadır. Bunların her biri görevini ince eleyip sık dokuyarak yapmaktadır. Oluşacak küçük bir hata dünyanın sonunu getirir. Örneğin, yerçekimi kuvveti bir anda ortadan kalksa ne yaparız? Gökyüzündeki yedi tabakadan biri olan Ozon tabakası olmasaydı ne olurdu? Veya Güneş bir cm daha dünyaya yaklaşsa ne yapardık? Ünlü bilim insanı Einstein diyor ki; ‘’Eğer arıların nesli bir anda tükense, 4 yıl içerisinde hayat biterdi.’’ Burada bahsedilen olay elbette arılar bal yapıyor, bal olmazsa yaşayamayız değildir. Arılar bitkilerin çoğalmalarında görev alan dünya üzerindeki en önemli vektör canlılardır. Çiçekli bitkilerde, nesillerinin devamı yani çoğalmaları için gerekli polenler vardır. Polenler, bitkilerin sperm hücreleri gibi düşünülebilir. Polenler öyle yaratılmışlardır ki, vektör canlılarla, rüzgârla, su ile taşınabilir28 ler. Allah (cc) polenleri bu şekilde taşınabilir kılmıştır. Polenler taşındıkları uygun yerlerde yeni bitkiler oluştururlar. Bu döngü sürekli devam eder. Einstein’ın tespiti bu yöndedir. Arılar olmasa meyveler, otlar, çiçekler azalmaya başlayacak ve bitecek, ot ile beslenen canlılar tükenecek, oksijen miktarı azalacak, temiz su bulma sorunu başlayacak, sonuç olarak yavaş yavaş dünyanın sonu gelecektir. Bu örneği vermemizin sebebi, Allah’ın (cc) ne kadar hassas ve ne kadar detaylı bir şekilde dünyayı yarattığını anlamamız içindir. Polenlerin yapısı arılar gibi vektörlerin taşıyacağı şekilde yaratılmasa idi dünyadan bahsetmek mümkün olmayacaktı. Bir başka örnekle devam edelim. Bazı bitkilerin tohumları birbirlerine çok benzerlik gösterir. Örneğin, incir ve menekşe tohumlarının morfolojisi gözle ayırt edilemez. Bazen mikroskobik ortamlarda bile ayırt edilemezken, ancak DNA’sını (genetik materyali) açarak tohumun hangi bitkiden olduğunu anlayabiliriz. Toprağa atılan bu tohumlar ise, toprağın aklı ve beyni varmış gibi, incir tohumundan incir, menekşeden menekşeyi bize sunar. Böylece her ikisinin de insan sağlığı için faydası da farklı olur. Yan yana ekilseler bile her tohum kendi hesabını bilir, böylece tatlar karışmaz. Bu yönden bakıldığında ne kadar enteresandır değil mi? Yüce Allah’ın (cc) kudreti, toprağa ve bitkiye verdiği emir bu yöndedir. Toprak da, bitki de verilen emri hatasız yerine getirmektedir. Bakmak ile görmek çok farklı şeylerdir. Allah’ın (cc) bizlere sunduğu dünyada en ince ayrıntısına kadar uygun koşullar mevcuttur. Gözle görülmeyen bakterilerin bile dünyada insanoğlu için uygun koşullar sağladığını görüyoruz. Ayrıştırıcılar diye adlandırılan çü- rükçül bakterilere de biraz değinelim. Ayrıştırıcılar adı altında çok fazla bakteri türünden bahsedebiliriz. Bunların bazıları azot fiske ederken, bazıları da diğer organik bileşiklerin arasındaki bağları kopararak ölmüş canlıyı tüketmeye (yemeye) başlarlar. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler vs. öldüğünde hemen ceset üzerinde koloni oluşturarak organik maddeyi ortadan kaldırmaya çalışırlar. Yani bir nevi temizlik görevi yaparlar. İnsanların öldükten sonra şişmesi, bitkisel ürünlerin de çürümesi bu sebeptendir. Bu özellikteki canlıları Allah (cc) yaratmasa idi, dünya şu anda yaşanabilecek halde olmazdı. 4,5 milyar yaşında olan bu dünyada yaşamış ve ölmüş canlıları düşünürsek durumun kritiğini yapabiliriz. O zaman her yerde insan, hayvan cesetleri ve atıkları birbirine girmiş olurdu. Toprağı bile göremezdik. Gözle göremediğimiz bakteriler bile Allah’ı (cc) zikrederken, Allah’ın (cc) verdiği emirleri yerine getirirken bizler dakikalarımızı boşa geçirmekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Hâlbuki bakterilerin ahiret hayatı olmamasına rağmen Allah’ı (cc) bu kadar düzgün zikretmeleri kendimizle bizi yüzleştirmelidir. 90 dakikalık bir futbol maçında takımlar birbirlerini yenebilmek için nasıl canla başla sahanın bir orasına bir burasına koşuyor ise bunca apaçık ‘‘Allah (cc) var!’’ diyen mekanizmaları görerek, bizimde imanımız için alnımızın son terine kadar bu davada çaba harcamamız gerekmektedir. Milyarlarca insanın gelip geçtiği bu dünya kimselere kalmamıştır. Bu dünyadaki sorunlar, problemler, maddi hesaplar, insanlar arasındaki anlaşmazlıklar, küslükler, gıybetler… daha önce yaşayan insanlarda da vardı. Şimdi hangisi kaldı peki? diye kendimize sormalıyız. Herkesin kârı Allah’ı (cc) ne kadar düzgün ve hissederek zikrettiği değil midir? O zaman bizler de bir kez daha düşünerek Allah’ı (cc) zikredelim. Cüneyt Yusufoğlu 29 BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ? Bir kilo limonda, bir kilo çilekten daha fazla şeker olduğunu, Timsahların renk körü olduğunu, Sadece erkek kanaryaların öttüğünü, Yarım kilo bal yapabilmek için arıların iki milyondan fazla çiçekten bitki özü toplamak zorunda olduklarını, Tarantulaların iki buçuk yıl hiçbir şey yemeden yaşayabildiklerini Venüs’ün saat yönünde dönen gezegen olduğunu, En fazla asfaltlı yola sahip olan ülkenin Fransa olduğunu, Sihirli sözcük olan ‘‘Abrakadabra’’ nın ilk olarak yüksek ateşli hastaların ateşlerini düşürmek için söylendiğini, Eyfel Kulesi’nin tepesine çıkabilmek için 1.792 basamak çıkmak gerektiğini, İnsanın kendi dirseğini yalamasının imkânsız olduğunu, İnsanların eğer şiddetli hapşırırlarsa kaburgalarını kırabileceklerini Domuzların vücut yapılarından dolayı hiçbir zaman başlarını yukarı kaldırıp gökyüzüne bakamadıklarını, 30 Bir saat boyunca kulaklıkla bir şey dinlemenin kulaktaki bakteri sayısını % 700 arttırdığını, Çakmağın kibritten önce bulunduğunu, Parmak izleri gibi dil izlerinin de insana özel olduğunu, 2.500 metre derinlik ve 300 C’ sıcaklıkta yaşayabilen bakterilerin olduğunu, Kurtların yiyeceklerini 30 km taşıyıp yavrularına götürdüğünü, Dişi mavi balinaların 34 m boyunda olduklarını ve günde 3.000.000 kalori aldıklarını, Edison’un ampule konulacak maddeyi bulabilmek için 3.000 deneme yaptığını, Açık bir gecede 1000’den fazla yıldızı görebilmenin mümkün olduğunu, Sadece dişi sivrisineklerin ısırdığını, Hindistan’daki yıllık doğum sayısının, Avusturya’nın toplam nüfusundan fazla olduğunu, Rusya’nın dörtte birinin ormanlarla kaplı olduğunu, bu alanın Türkiye’nin yüzölçümüne eşit olduğunu, İnsan saçının 3 kg. ağırlık kaldırabilecek esneklikte olduğunu, İnsanları parmak izinden, köpekleri ise burun izinden tanımanın mümkün olduğunu, Gözlerimiz imkânsız olduğunu, açıkken hapşırmanın Dünyada en çok kullanılan ismin Muhammed olduğunu, Vücudumuzdaki en güçlü kasın dilimiz olduğunu, Yunus balıklarının bir gözleri açık uyduklarını, Atların insanlardan 18 tane fazla kemiği olduğunu, Mavi balinaların çıkardığı seslerin 850 km kadar uzaktan duyulabileceğini, Fillerin günde ortalama 2 saat uyduklarını, Kediler için 7. kattan düşmenin, 32. kattan düşmekten daha tehlikeli olduğunu (Çünkü kediler ancak 6. katta terminal hıza ulaşabiliyorlar), Kelebeklerin ayaklarıyla tat aldıklarını, BİLİYOR MUYDUNUZ? Nekdav Gençlik Kolları 31 FIKIH BÖLÜMÜ Celî Sülüs Kelime-i tevhîd - Hat: Sultan II. Mahmud -KEŞKÜL Z ikir, sözlükte; anmak, hatırlamak, gaflet ve unutma halinde olmamak, bir şeyi zihinde hazır etmek, bir şeyi dile getirmek ve hatırlatmak demektir. Kavram olarak ‘zikir; Allah’ı anmak üzere yapılması veya söylenmesi tavsiye edilen, hamd, duâ, ibâdet ve övgü gibi fiiller ve sözlerdir. Istılahta ise, insanı Cenab-ı Hakk’ın kudret ve azametini düşünmeye, düşündürmeye sevk etmek manalarını taşıdığı gibi, birçok yerde Kur’ân, namaz, oruç, hatta peygamberler anlamına da gelir. Hususî mnada zikir en yaygın olarak, tekbir, tehlil, tesbih, salâvat ve vird gibi kelimelerle Hakk’ı anmak anlamına gelmektedir. Zikir kelimesi Kur’an-ı Kerim’de 292 yerde geçmektedir ve 37 farklı anlamda kullanılmaktadır: Zikir kelimesiyle ifade edilen bu anlamlar: Zikretmek, söz söylemek, bahsetmek, konuş- 32 mak, hatırlamak, hatırlatmak, anmak, anlamak, anlatmak, gereğini yapmakla birlikte hatıra getirmek, kadrini bilmek, tefekkürle birlikte hatıra getirmek, düşünmek, iman, itaat etmek, ibâdet etmek, kulluk yapmak, namaz kılmak, tekbir getirmek, telbiye getirmek, duâ etmek, besmele okumak, mükâfatlandırmak, övmek, şükrünü edâ etmek, dâvet etmek, bilmek, görmek, ibret almak, okumak, öğüt, öğüt almak, öğüt vermek, ikaz etmek, uyarmak, sevmek, yol göstermek, Kitab, Kitab indirmek, vahiy, Kur’an, Levh-i Mahfûz, Kur’an dışında ilâhî kitaplar, Tevrat, Peygamber, şân, şeref, şeref verici husus, kıssa, haber, haber vermektir. “Zikir”, aslında kalbin, anılan kimseye dikkat kesilmesi ve ona karşı uyanık olmasıdır. Ebu Said Ebu’l-Hayr (k.s.) zikri şöyle tarif eder: “Zikr, Allahu Teala’yı anıp, hatırlamak, Ondan başkasını unutmaktır.” Tasavvufta da, Allah’ın yüceliğini dile getirmek ve manevi yetkinliğe ulaşmak amacıyla belli bir söz ya da cümleyi yinelemektir. Yüce Allah’ın bilinen güzel isimleri ve tevhid kelimesi (La ilahe illallah) ile yapılır. GÖNÜLLERİN DEVASI OLARAK ZİKRULLAH İnsanın huzur ve sükûna erebilmesi, ancak, vücudun kontrol mekanizması durumunda olan kalbin mutmain olabilmesi ile mümkündür. Takdir-i ilâhinin bir gereği olarak kalpler de ancak Allah’ı zikirle mutmain olur. Bu gerçek hem aklen, hem naklen ve hem de tecrübî müşahede ile sabittir. “...iman edenlerin kalpleri, Allah’ın zikriyle huzur ve sükûna kavuşmuştur. Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur ve sükûn bulur.” Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kurân Dili isimli tefsirinin 4. cildinde 2985. sayfada bu âyetin tefsiriyle ilgili şöyle diyor: “Allah deyince, fikirler gaye-i teharrisine ermiş, mantıklar durmuş, bütün hissiyat, bütün ümitler ve korkular son merciine dayanmış bulunur. Allah’ı zikretmeyen ga- fil veya kâfir kalpler hiçbir zaman ızdıraptan kurtulamaz ve huzur-u kalp veya cemiyet-i dil’ denilen saadet itminanı bulamaz.” Zikir, kalplerin mutmain olmasına vesile olmakla kalmayıp iki cihan saadetinin de temeli olmakla büyük bir şerefe sahiptir. Zikredenler için hesapsız ecir ve fazilet vardır. “Allah’ı çok zikreden erkeklerle kadınlar; Allah onlar için mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır.” Ebedî saadete erecek olan iman ehli kimseler, bir günah işleyip de nefislerine zulmettikleri vakit derhal tövbe ve zikre sarılırlar. “Ve bir günah işledikleri veya nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı anarak (zikrederek) hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler, hem de yaptıkları günahta bile bile ısrar etmemiş olanlar (var ya) ...” Şeytanın vesvese ve tuzaklarına karşı en etkili silah şüphesiz zikrullahtır. Basiret sahibi, muttaki insanlar bu hakikate vakıf olduklarından şeytanın hile ve desiselerini Allah’ın ismini anarak bozarlar. Bu arada şunu da belirtmekte yarar var; 33 çekilen zikirlerin bile kendi aralarında mertebe bakımından dereceleri söz konusudur. Bu yüzden Hz. Aişe’den (r.anh) rivayetle, Hz. Resûlüllah (s.a.v.); “Bazı zikirler diğer zikirlerden 70 kat daha efdaldir” buyurmuşlardır. Bir başka hadislerinde de; “Kanın dolaştığı yerlerde muhakkak şeytan da dolaşır. Onun dolaşmaması için en kuvvetli silah Lâilâheillallâhulfealu” buyurarak şeytana karşı nasıl önlem alacağımız noktasında dikkatimizi çekmiştir. Anlaşıldığı üzere gerek Ayeti Celilelerde beyan olunan hakikatler ve gerekse hadisi şeriflerde beyan edilen sözler, zikri teşvik ediyor ve insanlığın çıkış yolunun zikirden geçebileceği habire vurgulanmakta. İyi ki de üzerinde duruluyor. Zira nasıl ki eşyadan bilgi edinmek güzel bir duyguysa, aynen öyle de eşyanın zikrini insan diline çevirmenin de güzel bir haslet olduğunu idrak etmiş oluyoruz. Ancak burada dikkat etmemiz gereken eşyanın hakikatlerini çözmeye çalışırken Allah’ı unutmamamız icap eder. Böylece eşyanın perde arkasını, yani fizik ötesi âlemin varlığını sezmeyi öğreniyoruz. İnsanlık galiba, gelecekte kendisini esir edip robotlaştırmak isteyen teknolojik cihaz ve donanımlara karşı Allah’ı sıkça anarak kendisini korumaya alacaktır. Zaten insanoğlu bir an evvel eşyanın esaretinden kurtulup Allah’ı hatırladığında, işte o an aydınlığa çıkmış olacaktır. Aksi takdirde eşyaya mahkûmiyet, vahdet arayan insanlığı perişanlığa sürükleyecektir. Bu kaçınılmazdır. Vahdet’e giden yol, Allah’ı anmaktan geçer. Madem zikreden insanın kalbi dakikada ortalama 124 kez atıyor, hem madem dili damağa yapıştırıp işaret parmağı ile kalbin üzerinde zikir çekmekle dakika da 124 kez Allah denilebiliyor, o halde Allah adını zikretmek bu gün değilse ne zaman? Siz siz olun; daha vakit kaybına uğramadan kalbi Allah, 34 Allah dedirttirmeye bakın. İşte kalbin Allah diye çalıştığı noktada zikrin ehemmiyeti ortaya çıkıyor. Her vuruşta bir kez Allah demek bile yaşadığımız tüm ömre bedel bir kıymettir. Zaten bu fani dünyada zikirden daha güzel ne kıymet olabilir ki? Sözün özü, kalbin atışına paralel olarak insan da Allah adını anmakla ebedi hayata kelebek misali uçup sonsuzluğa kanatlanacaktır. Çünkü bu konuda Yüce Yaratıcının; “Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle huzura erer” buyruğu var. (Ra’d suresi: 28. Ayet-i kerime) Hâsıl-ı kelam netice-i meram zikir en güzel sermayedir. Havvanur Şenduran GEÇMİŞTE BU ÜÇ AYLAR: ARALIK, OCAK, ŞUBAT 16 ARALIK ALİ KUŞÇU (1403-1474) Türk İslam dünyasının büyük astronomi ve kelam âlimi olan Ali Kuşçu, 15.yüzyılda Semerkant’ta doğdu. Semerkant ve Kirman’da eğitimini tamamladıktan sonra Uluğ Bey’in yardımcısı ve onun rasathanesine müdür oldu. 1449’da hacca gitmek istedi. Tebriz’de Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan kendisine büyük saygı gösterdi ve Fatih’le barış görüşmelerinde yardımını istedi. Fatih’in davetiyle İstanbul’a geldi. Osmanlı-Akkoyunlu sınırında 2.Mehmet’in emriyle büyük bir törenle karşılanan Ali Kuşçu, Ayasofya Medresesine müderris oldu. 16 aralık1474 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Ali Kuşçu’dan sonra Osmanlı Türkçesi dil olarak tüm İslam dünyası için bilim dili olmuştur. Farsça ve Arapça önemini bu dönemden sonra yitirmiştir. Ali Kuşçu’nun, Osmanlı Medreselerinde matematik ve diğer fen bilimleri derslerinin okutulmasında önemli rolü olmuştur. lık senin olsun, deriden yapılmış bir gömlek seveni sevilenden ayırır. Onun ışık ile birleşmesini istemiyor musun?” deyip ölümü özlediğini belirten bir şiir okudu. Günden güne hastalığı ilerleyen Mevlana 1273 yılı 16-17 Aralık ayı gecesinde gözlerini dünyaya kapadı. Konya halkının hepsi, büyük devlet ricali, Hıristiyanlar ve Yahudiler onun cenaze merasimine katıldılar. Mevlana’nın öldüğü gece, her yıl “Şeb-i Arûs”, “düğün gecesi” olarak merasimlerle anılır. Yeryüzünün dört köşe- 17 ARALIK MEVLANA HAZRETLERİNİN VEFATI (1273) Mesnevi yazılıp bitmişti. Lakin Mevlana son derece tükenmişti. Yaşlanmıştı ve özellikle karaciğerinden rahatsızdı. Dönemin doktorları onun hastalığına tam bir teşhis koyamamışlardı. Mevlana devamlı yüksek ateşten şikâyet ediyordu. Şeyh Sadreddin onu ziyaret edip sağlık dileklerini belirtince Mevlana ona “Sağ35 sinden Konya’ya akın eden insanların bir tek amacı vardır: Onun felsefesinde, insanlığa olan sevgisinde ve iyimserliğinde birleşmek. 1 OCAK MEKKE’ NİN FETHİ (630) Müslümanlarla Mekkeli Kureyşliler arasında Hudeybiye Antlaşması yapılmıştı. Mekkeli Kureyşlilerin müttefiki olan Beni Bekir kabilesi bu antlaşmaya aykırı biçimde, Müslümanların himayesindeki Huzaa kabilesine saldırdı. Hz. Muhammed (sav) Mekke’ye haber göndererek, öldürülenlerin kan bedellerinin ödenmesini veya Beni Bekir kabilesiyle olan ittifakın sonlandırılmasını, aksi halde Hudeybiye Antlaşması’nın bozulmuş sayılacağını ve savaşa mecbur kalacaklarını bildirdi. Mekkeliler, teklifleri reddettiler ve harbe hazırlanacaklarını bildirdiler. Mekkeliler daha sonra fikir değiştirip Ebu Süfyan’ı Müslümanları barışa ikna etmesi için Medine’ye gönderdiler. 36 Ancak görüşmelerden hiçbir netice alınamadı. 1 Ocak 630 sabahı İslam Ordusu savaş pozisyonu aldı. İslam Peygamberi Hz. Muhammed (sav) ordusunu 4 kola ayırdı ve ordusuna şu emri verdi: “Size karşı konulmadıkça, size saldırılmadıkça, hiç kimseyle çarpışmaya girmeyeceksiniz Hz. Muhammed (sav) Mekke’ye girer girmez genel af ilan edildiğini bildirdi ve Ebu Süfyan’a bildirdiği şekilde, kimseye dokunulmayacağını ilan etti. Ardından içerisinde 360 put bulunan Kâbe’ye yöneldi. İsra Suresi’nin 81. ayetini okuyarak putları birer birer devirdi. Daha sonra da beraberindeki Müslümanlarla Kâbe’yi tavaf etti. Fetih sonrasında Hz. Muhammed (sav) Kâbe’de ilk hutbesini verdi. Mekkelilerin şüphelerini de gidermek adına hutbesinde şu sözlere de yer verdi: “Benim halimle sizin haliniz, Yusuf’un kar- deşlerine dediğinin tıpkısı olacaktır. Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi ben de diyorum: Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok. Allah, sizi bağışlasın. O (cc), merhamet edenlerin en merhametlisidir. [Yusuf Suresi 92]. Gidiniz; sizler serbestsiniz.” 24 OCAK HENDEK SAVAŞI (627) Mekkeli Müşriklerle Müslümanlar arasındaki üçüncü ve son muharebedir. Bu muharebe adını, Müslümanların savunma için kazdıkları hendekten almaktadır. Bu muharebede Müslümanların 3.000 askeri, müşriklerin ise 10.000 askeri ve 600 atlısı vardı. Sonuçta kazanan Müslümanlar oldu. Bu savaştan sonra İslam ordusu savunma konumundan taarruz konumuna geçmiştir. 15 ŞUBAT RİDANİYE MUHAREBESİ (1517) Mercidabık Muharebesi’nden sonra Memlük Sultanlığı’nın başına geçen Tomanbay, Osmanlı hâkimiyetini kabul etmediği gibi barış teklifi için gelen Osmanlı elçisini de öldürtmüştü. I. Selim, ordusuyla birlikte Sina Çölü’nü 13 gün içinde (3 Ocak-16 Ocak) ge- çerek Ridaniye’de Memlük Ordusu ile karşılaştı. Ridaniye’de yeni Memlük Sultanı Tomanbay, Venediklilerden top ve silah alarak kuvvetli bir savunma hattı kurmuştu. Memlûk Ordusu’na, El-Mukaddam Dağı’nın etrafını dolaşarak güneyden saldıran I. Selim, bu manevra sayesinde Memlûk Ordusu’nun yönleri sabit olan toplarını etkisiz hale getirdi. Memlûk Sultanı Tomanbay, çok büyük çabalarla yaptığı savaş hazırlıklarına rağmen, 22 Ocak günü Ridaniye Muharebesi’ni kaybetmekte olduğunu anlayınca en cesur askerleri ile bir birlik kurup Osmanlı komuta merkezine baskın düzenledi. Sultan Selim’in otağı sandığı veziriazamın çadırına girdi ve Veziriazam Sinan Paşa öldürüldü. Bu suikast baskınının da istenen hedefi bulmaması sonucu, Tomanbay savaş alanından çekildi ve yakalanılarak idam edildi. Böylece Ridaniye savaşı kazanıldı. Mısır’da bulunan tüm kutsal emanetler İstanbul’a getirildi. Bu zaferden sonra Halifelik makamı Osmanlılara geçti. I. Selim ilk Osmanlı Halifesidir. Bu tarihten sonra I. Selim Yavuz Sultan Selim ismiyle anılmıştır. Pınar Cantekin 37 ŞİFA KAYNAĞI “C VİTAMİNİ” K ışın kendini iyice hissettirdiği bu günlerde grip, nezle vb. soğuk algınlığına bağlı hastalıklar oldukça artıyor. Kendimizi korumak için giyimimize, yeme ve içmemize dikkat etmeliyiz. Vücut direncimizi artıran vitaminleri bolca almalıyız, özellikle de C vitaminini. C vitamininin diğer adı da Askorbik asittir. Kemik gelişimi, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi gibi birçok alanda görevlidir. C vitamininin diğer yararlarına gelirsek şöyle sıralayabiliriz: Kanı zehirlerden temizler. Kandaki şeker miktarını azaltır. Yükselmiş olan tansiyonu düşürücü rol oynar. Vücudu bakterilere ve enfeksiyonlara karşı korur. 38 Grip, nezle ve soğuk algınlığı hastalıklarında vücut direncini artırır. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Kalp krizini önleyici özelliğe sahiptir. Kolesterolü dengeler. Damarlarda kan pıhtılaşmasını önler ve damarları güçlendirir. Kansere ve kalp hastalıklarına karşı koruyucudur. Kemik, diş, cilt ve eklemlerin gelişmesini ve güçlenmesini sağlar. Yaraları ve yanıkları iyileştirir, dokuları yeniler. Anemi (kansızlık) tedavisinde yardımcı rol oynar. Enerji üretimi ve strese karşı hormonların yapımında görevlidir. Kurşun, civa, arsenik gibi metallerin ve aspirin, insülin, kortizon gibi ilaçların olumsuz etkilerini azaltır. Gördüğümüz gibi C vitamininin birbirinden farklı alanda birçok yararı vardır. Bunlardan faydalanabilmek için günlük vücudumuza almamız gereken C vitamini miktarı 60 mg- 100 mg arasıdır. Hastalıklara yakalandığımız dönemlerde bu miktarı artırmamız gerekir. Ama aşırı fazla almanın da yarar değil zarar getireceğini unutmamalıyız. Katarakt oluşumunu önler. Çocuklar için büyüme ve gelişmeye yardımcı olur. 39 C vitamini eksikliği ve fazlalığı: C vitamini içeren meyve ve sebzeler tüketsek de, yukarıda saydığımız etkenlerden dolayı gerekli değerde vitamin alamamış olabiliriz. Bu eksiklik vücudumuzda bazı belirtiler şeklinde ortaya çıkar. Bağışıklık sisteminin zayıflayıp sık hasta olma bunlardan biridir. Enerjide azalma meydana gelir, kişi kendini halsiz hisseder. Skorbit denen kanama hastalığı görülür, özellikle de diş eti, iç organlar ve kemik zarında. Kılcal damarların geçirgenliği bozulduğu için en ufak darbeler bile kanama ile sonuçlanabilir. Burun kanaması da sık görülen bir etkidir. C vitamini fazlalığı ise mide bulantısı, kusma, ishal ve böbrek taşı oluşumuna neden olabilir. C vitaminini içeren meyve ve sebzeler şunlardır: C vitamini en fazla olarak portakal, greyfurt, limon ve mandalina gibi turunçgillerde bulunur. Çilek, kivi, Frenk üzümü ve kuşburnu da C vitamini alabileceğimiz meyveler arasındadır. Sebzelere gelirsek domates, kabak, karnabahar, lahana, maydanoz, ıspanak, kıvırcık salata, yeşil biber, turp ve patates de C vitamini alabileceğimiz sebzelerdir. Bu yiyecekleri tüketirken dikkat etmemiz gereken şey şudur ki; C vitaminini oluşturan askorbik asit sıcak, hava, su, pişirme, ışık ve sigara ile kolayca imha olur. Isıya ve ışığa karşı dayanıksız olan C vitaminini içeren meyve ve sebzelerden iyi bir şekilde istifade edebilmek için bu etkenlerden korumalı, pişirme ile vitamin kaybına yol açmamalıyız. 40 Görüldüğü gibi hem azı hem fazlası zarar olan bu vitamini gerekli miktarda almalı ve faydalarından istifade etmeliyiz. C vitaminsiz kalmayın… Kaynaklar: http://tr.mydearbody.com/vitaminler/ c-vitamini.html h t t p : / / r e h b e r. u z m a n t v. c o m / c vitamininin-faydalari-nelerdir http://www.cvitamini.gen.tr/