Asım Dergisi 3.Sayı
Transkript
Asım Dergisi 3.Sayı
Âsım Beklenen Nesil Sensin Nizam Karasu Anadolu İmam Hatip Lisesi Yayın Organıdır Sayı:3 Mayıs 2016 5 Suriye’de Donan İnsanlığımızdır! 72 Müdürümüzden 6 Ayşe’nin Günlüğü 76 Eğitim Şart 9 Bilim Avcılarımız Sahneye Çıktı 80 Eğitimde Kalite Çalıştayına Katıldık 18 Kıpırtı 86 İmam Hatiplere Çok Talep Var 20 Okul Öğrenci Meclisimiz Çalışıyor 88 Eğitimde Duayen Bir İsim; Fikret Çelik 23 Öğrencimiz Resimde Türkiye Birincisi 90 Editörden Ortaçağ, Batı Ve İslam Dünyasında; Bilim 27 İzlenesi Filmler 102 Kitap Okuma Etkinliği 36 Kitap, Mücahit Çiğdem 104 Mayıs 2016 Etkinliklerimiz 108 İznikli Sultan 42 Toplumsal Cinnet Yuvalarımızı Vuruyor 120 Rabbim Çağırdı Babacığım 46 Gezilerimiz 122 Medeniyet, Şehir Ve İnsan İlişkisi Üzerine 50 Öğrencilerimizi Ödüllendiriyoruz 126 Kalp ve İnsan Üzerine… 56 Sporcularımızın Büyük Başarısı 132 Öğrencimiz Türkiye Birincisi 60 Ziyaretler 138 Öyle Bir Geçer Zaman Ki 62 İşte Geleceğin En Gözde Meslekleri 142 Okulumuza Beyaz Bayrak 65 Biz Büyük Bir Aileyiz 146 Kutlu Doğum Mektup Yarışması68 En Büyük Hayalim Savaşın Sona Ermesi ve Âsım 94 Osmanlı Son Döneminden Cumhuriyete Muallimlerimiz 32 7Edi Güzel Adam Sanat & Edebiyat Topluluğu 40 2 Okul&Yazar Buluşmalarımız Devam Ediyor Memleketimize Geri Dönmektir 70 EDİTÖRDEN “OKU” Âsım Kültür-Sanat-Edebiyat Dergisi Mayıs 2016 Yıl:3 Sayı: 3 Nizam Karasu Anadolu İmam Hatip Lisesi Yayın Organıdır Nizam Karasu Anadolu İmam Hatip Lisesi Adına Sahibi ve Sorumlusu Yunus Emre Altuntaş Okul Müdürü Genel Yayın Yönetmeni Oya Karasu Mayıs 2016 Yayına Hazırlayan Kadir Karip İbrahim Nadi Arıkan Âsım 4 Yayın Kurulu Aslı Kandır Ayşe Pekgöz Hakkı Karatekeli Eyüp Sevinç Zehra Palacı Hülya Aydın Okan Gökhan Fatime Şahin Cahide Özgür Yönetim Merkezi Nizam Karasu Anadolu İmam Hatip Lisesi Altınova Mah. 11 Eylül Caddesi No:3/1 Osmangazi-BURSA Tel: 0224.2113919 Fax: 0224.2113987 [email protected] www.nkarasu.meb.k12.tr Okulumuzun faaliyetlerinin ve öğrencilerimizin/öğretmenlerimizin çalışmalarının yer aldığı bir yayındır. Çıkan yazıların sorumluluğu yazarına aittir. Dergide yazının yayınlanması, yazarın görüşünün paylaşıldığı anlamına gelmez. Gönderilen yazılar yayınlansın veya yayınlanmasın iade edilmez. Yayın Türü: Süreli Yayın(Yılda Bir Kez Yayınlanır) GrafikTasarım Dreamer Baskı Furkan Ofset www.furkanofset.com.tr ÜCRETSİZDİR Oya Karasu Yüce yaratandan gelen ilk mesajın okumamız yönünde olduğunu düşündüğümüzde aslında ne kadar az okuduğumuzu fark ediyoruz. Günlük hayatta karşılaştığımız pek çok sorunun temelinde cehalet yatıyor. Âlimin mürekkebinin kıymetine paha biçemeyen bir öğretinin bugün çok uzağında yaşayan fertleriyiz. Yunus Emre’nin ’’ İlim ilim bilmektir/ İlim kendin bilmektir/Sen kendin bilmezsen/Ya nice okumaktır.’’ sözleri de şüphesiz sadece okumak değil neyi okumamız gerektiği konusuna da vurgu yapıyor. Bir öğrenci, öğretmen, anne-baba, eş, evlat, kul kısacası insan olarak ne okuyacağız nasıl okuyacağız konusu üzerinde ciddi bir muhasebe yapmalıyız. Bu minvalde okulumuzda nerdeyse bir okuma seferberliği var desek abartmış olmayız. Kitapla bağ kurmayan tek bir öğrencimiz kalmasın istiyoruz. Her ay çok okuyan öğrencilerimizi ödüllendirerek öğrencilerimizi okumaya teşvik eden bir kurum olmaya özen gösteriyoruz. Her hafta ’’ Yedi Güzel Adam’’ adı altında yaptığımız etkinlikle öğrencilerimizle okumak üzerine düşünüp konuştuk; konuştukça eksikliklerimizi görüp daha çok okuduk. Okulumuzda gelenek halini alan okur-yazar buluşmaları bu sene de devam etti. Şair-Yazar Zeynep Arkan, Fatma Şengil Süzer, Vural Kaya, Ekrem Şama, Bülent Ata konuğumuz oldular. Necip Fazıl’ın değerli talebesi Mustafa Yazgan Hocamız da öğrencilerimize hitap etti. Daha pek çok değerli kalemi okulumuzda ağırladık. Ayrıca kitap okuma projeleri düzenleyip hadis yarışmaları, şiir okuma yarışmaları yaptık. Tabiki şehrimizdeki kitap fuarından kitap kurdu haline gelen öğrencilerimizi mahrum bırakmadık. İl içi ve dışı geziler düzenleyerek bilgimize bilgi kattık. Okulumuzda yapılan daha nice güzel etkinliklerden bunlar sadece birkaçı, örnek olması hasebiyle bahsettik. Bu sayımızda pek çok eğitimci ve uzmanla röportajlar yaptık. Daha da genişletilmiş haliyle bir okuma ve film listesi hazırladık. Âsım bu defa da eğitim konusu ile karşınızda ve bizleri bir kez daha eğitim üzerine düşünmeye, kendimizi sorgulamaya davet ediyor. Dergimizin bu üçüncü sayısıyla da gönüllere değmesi umuduyla diğer sayıda buluşmak üzere Allah’a emanet olunuz. MÜDÜRÜMÜZDEN Okullarımız Birer İrfan Mektebi Haline Gelmelidir Yunus Emre Altuntaş Mayıs 2016 H Âsım 6 emen herkesin bildiği bir Çin atasözü vardır; “Bir kişiye iyilik yapmak istiyorsan ona balık verme, balık tutmayı öğret”. Anadolu’da bunun “bir altın bileziğin var mı?” şeklinde bir karşılığı vardır. Yani bir donanımın, bir sanatın, bir yeteneğin var mı? Varsa şayet bu hayatta rahat edersin. Araştırma yapıldığı zaman ancak bilgi artırılabilir; bilgi artırıldığında ancak istek samimi olabilir; istek samimi olduğunda ancak akıl ıslah edilebilir; akıl ıslah edildiğinde ancak özel yaşam iyileştirilebilir; özel yaşam iyileştirildiğinde ancak aile yapısı düzeltilebilir. Aile yapısı düzeltildiğinde ancak devlet düzen içinde yönetilebilir. Zincirleme bir etkiden söz ediyoruz. Bir nüve misali tohumların büyümesini ve serpilmesini seyretmek gibisi yoktur. Hele ki suyunu iyi verdiysek. Bu sebeple asıl bilgi, asıl gıda insanın cehaletini tanımasında yatar. Yunus Emre bunu “kendini bilmek” olarak tarif eder. Bana anlat unuturum, bana göster hatırlarım, beni dâhil et, anlarım. Kendini bilmek kısaca budur. Bildiğini bilenin arkasından gidiniz, bildiğini bilmeyeni uyarınız, bilmediğini bilene öğretiniz, bilmediğini bilmeyenden kaçınız. Emri bil maruf nehyi anil münker bunun İslam literatüründeki adıdır. Bilgi insanı şüpheden, iyilik acı çekmekten, kararlı olmak korkudan kurtarır. Düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek tehlikelidir. Bu sebepledir ki eğitimli insanlar öncelikle adalete değer verir. Eğitimli insanlar adalet olmadan cesaret sahibi olunca asi olurlar. Küçük insanlar adalet olmadan cesaret sahibi olunca haydut olurlar. İsteyenler bilgilerini genişletmelidirler. Bilgilerini genişletmek isteyenler önce araştırmalıdırlar. Bu bir tercih meselesidir. Fakat günümüz şartlarını düşündüğümüzde hiç kimsenin öğrenmeme, bilmeme gibi bir lüksü yoktur. Çünkü küçük insanlar ot gibidir, büyükler ise rüzgâr: Rüzgâr ne yöne eserse, otlar o yöne eğilir. Bu anlamda öğrenme ilkesi insanın temiz karakterini ortaya çıkarmak, insanlara yeni yaşam vermek ve nihai iyiye ve doğruya ulaştırmak demektir. Öğrenmeyi sevmeksizin cömertliği sevmek vardır ki aptalca bir saflığa götürür. Öğrenmeyi sevmeksizin bilmeyi sevmek vardır ki zihnin gereksizce dağılmasına götürür. Öğrenmeyi sevmeksizin içten olmayı sevmek vardır ki onur kırıcı bir aldırmazlığa götürür. Öğrenmeyi sevmeksizin dobra dobra olmayı sevmek vardır ki kabalığa götürür. Öğrenmeyi sevmeksizin açık görüşlü olmayı sevmek vardır ki umarsız bir asiliğe götürür. Öğrenmeyi sevmeksizin prensip sahibi olmayı sevmek vardır ki mantıksız bir zorlamaya götürür. Sana bir şeyi nasıl bilebileceğini anlatayım mı? Bildiğin zaman bildiğini anla, bilmediğin zaman ise bilmediğini anla. Çünkü sözcüklerin gücünü anlamadan insanların gücünü anlayamazsınız. Çevrene bir bak, tüm âlem tek bir kelime üzerinde gezinmiyor mu? İşte bu kelimeyi anlayabilirsen pusulanı da bulmuşsun demektir. İrade ve azim olmadan hiç bir şey başarılamaz. Zorluk ve sıkıntı çekilmeden amaca ulaşılamaz. Hızlı yükselen bireyin düşüşü de hızlı olur. Bu sebepledir ki adımlarını sağlam atan, istikrarlı bir şekilde zamanını değerlendirenler tıpkı yerin metrelerce altına köklerini salan çınar ağacı gibi göğe uzanır, asırlara ulaşırlar. Sabır ve irade… Öğretimde bu iki sihirli kelimeyi anlayan her birey mutlaka zahmetlerinin karşılığını alacaktır. Bu sebeple tüm öğrencilerimize sık sık tekrar ettiğimiz bir cümlemiz var; sizler sınıftaki derslerin ötesinde ne kadar çok gayret ediyorsanız, ne kadar çok araştırıyor ve okuyorsanız yanınıza kalacak olan da odur. Çünkü zorunlu sebeplerle katıldığınız dersler değil, kendi iradenizle yaptığınız okumalardır sizi bir yerlere ulaştıracak olan. Verilen bir ödev tüm öğrenciler tarafından yapılacaktır. Fakat o gün kendi iradenizle okuduğunuz elli sayfadır asıl size kalacak olan. Diğer insanlardan sizi ayıracak olan ve dahi sizi daha yükseklere çıkaracak olan da odur. Bilim tarihine veya edebiyat tarihine baktığımızda büyük dâhilerin hayat hikâyeleri bu konuda bizler için pek çok örnekle doludur. Albert Einstein dâhi bir kuantum fizikçisi ola- rak bilinir. Lakin aynı Einstein’in okumayı zor söktüğünü, küçüklüğünde sorunlu bir öğrenci olarak kabul edildiğini söylersek ne demeye çalıştığımız daha iyi anlaşılır. Çünkü Einstein küçüklüğünden itibaren kendi öğrenme durumunu ölçebilen ve sürekli yeni şeylere merak salan, okulu sıkıcı bulan, sürekli okuyan bir çocuk olduğu içindir ki deha seviyesine ulaşmıştır. Herman Melville, Jack London, Balzac, Dostoyevski, Bronte Kardeşler, Cervantes bunun batıdaki benzer örneklerindendir. Bizim tarihimizden örnek verecek olursak İbni Sina, Farabi, Uluğ Bey, İmam Gazali, Ahmet Cevdet Paşa, Kâtip Çelebi ve daha niceleri örgün bir eğitimin çok ötesinde kişisel merakları ve okuma sevdaları sebebiyle asırlardır unutulmayan eserlere imza atmışlardır. Elektriğin olmadığı, internetin ve dahi kitapların basılmadığı o dönemlerde bu insanların mum ışığında sabahlara kadar okuduğu, hayatta gözlem yaparak yazdıkları eserlerle biz bugünlere ulaşabildik. Bir Nikola Tesla olmasaydı şimdiki santrallerin, barajların, şehir elektrik hatlarının varlığını düşünebilir miyiz? Balkanlar’da fakir bir ailede doğup Amerika’ya giden bu deha, ömrü boyunca merakının ve öğrenme azminin peşinde olmuştur. İyi ki de böyle olmuştur. Günümüzde dahi aklımıza bir şey takıldığında bizler dönüp bin yıl önce yazılmış İmam Gazali’nin eserlerine danışıyorsak, onun görüşlerine teslim oluyorsak bunu iyi bir öğrenim, kendine güven ve ilmi seviye ile açıklayabiliriz. Peki, neden bizler de böyle olmayalım? Hem de bunca imkân varken neden hayatı daha da kolaylaştırmak ve insanlığa hizmet etmek için Allah’ın bahşettiği aklımızı eğitip kullanmayalım? Okulumuzu sürekli olarak etkinliklerle, kitap okuma gruplarımızla, 7edi Güzel Adam Topluluğumuzla, Okul-Yazar Buluşmalarımızla, Yazarlar Sokağımızla, Robot Sınıfımızla, Mangala ve satranç kurslarımızla, sabahtan akşama kadar açık olan 8000 kitaplık kütüphanemizle destekle- memizin amacı da budur işte. Erken yaşlarda bilgi ve donanımınızı artırmak, kelimeye hâkim olmanızı sağlamak, bilimsel araştırmalara yönlendirmektir. Fakat bu konuda sizler istekli olmadıktan sonra, gayret etmedikten sonra bu yapılanların hiçbir anlamı kalmayacaktır. Sizler bu yönde bir arzu duyun diyedir ki her bakımdan sizlere yol göstermeye, rehberlik etmeye devam ediyoruz. Bunu belki şu an anlamakta zorlananlar olabilir lakin ileride yaptıklarımızın, sizleri kanalize ettiğimiz bu yolun sizlere neler kattığını çok daha iyi anlayacaksınız inşallah. Gösteriş ve etiket çağı olan şu zamanlarda kitaba yönelen, istikrarlı şekilde her gün kitap okuyan öğrenciler yarın için başarıları göğüsleyeceklerdir. Başarıdan kastımız sadece sınavlarda alınan puanlar değil insan olarak özgüvenini sağlamış, kendini bilen, yarınına değer katan birey haline gelmektir. Çünkü donanımı olmayan, sözü olmayan bireyin toplum içinde farkındalık oluşturması mümkün değildir! Bilim, sanat, kültür, edebiyat, tarih, felsefe, dini ilimler ve estetik alanında tüm öğrencilerimizin asgari düzeyde donanım sahibi olmaları bir zorunluluktur. Her öğrencimizin en az bir sanat dalında ürün vermeleri, sportif aktivitelerde bulunmaları, yazmaları ve anlatmaları, iyi bir hatip olmaları bizim gönlümüzde yatan idealimizdir. İşte bunu sağlarsak o bireyden başlayarak aileyi ve sonuçta ülkemizi kalkındırırız. Güçlü olmanın, medeniyet sahasında varolmanın başka da bir yolu yoktur. Bu sayımızda “Eğitim Şart!” mottosuyla yayınladığımız dosyayı amacımıza uygun bir eylem olarak değerlendirmenizi istirham ederiz. Niyetlerimiz hayr inşallah, akıbetimiz de hayr olsun. Nice sayılarda buluşmak üzere… Kitap ve dostluk üzere kalın! Allah’a emanet olun. Deneme Eğitim Şart Hasan Kamil Silahtaroğlu S “ “ Mayıs 2016 Gençler! Düşünerek girilen kapı yalnız sınıf kapısıdır. Şuna inanınız ki dünyada hiçbir fetih -kaderin sırrına vâkıf olanlar için- sınıf kapısını açmak kadar şerefli değildir. NURETTİN TOPÇU (1909-1975) Türk yazar, akademisyen, fikir ve dava adamı. Âsım 8 Rahmetle Anıyoruz osyolojik olduğu kadar felsefi bir kavram olan eğitim, bilgi aşılayan ve bilgiyi yönlendiren sistemler, müfredat programları ve pedagojik teknikler ile kişiliklerin ve kültürlerin toplumsal bakımdan yeniden üretilmesini kapsar. Yani eğitimin girdisi de çıktısı da insandır. İnsanın içinde bulunduğu toplumun beklentileri doğrultusunda bilgilendirilmesi/yönlendirilmesi/motive edilmesi/ ahlaki olarak donatılması bu sürecin en tabi aşamalarıdır. Eğitimin doğasını belirleyen en önemli unsur yukarıda da bahsettiğimiz gibi o toplumun yapısıdır. Toplumun geçmişten getirdiği kültürel miras ile günün gerekliliklerini harmanlayan, evrensel ilkeleri de içine alarak insanlarını geleceğe sağlıklı bir şekilde ulaştıran eğitim o toplum için görevini hakkıyla yapıyor demektir. Buradaki asıl mesele bu eğitimin ne şekilde ve kim tarafından yapılacağıdır. Teorik ya da teknik bilgi, değer, sosyal rol veya davranış kalıplarının, devlet eliyle okullarda yapıldığı gibi formel (yaygın-örgün eğitim); yahut gazete, dergi, aile vb. kurumların yapıldığı gibi informel(toplumsal eğitim) yöntemlerle insanlara aktarılması günümüz eğitim anlayışının izlediği yollardandır. İnsanı diğer canlılardan ayıran en temel vasfı düşünebiliyor olması, kendini geliştirebiliyor olması, irade sahibi olması ve birikimlerini gelecek nesillere aktaracak kültürü inşa edebiliyor olmasıdır. Eğer ki diğer herhangi bir canlı bunları başarabilseydi insan diye bir varlık bu âlemde belki varolamayacaktı . Çünkü canlılar arasında en savunmasız ve donanımsız olarak dünyaya gelen canlı insandır. Eğitimle küçük yaşlardan itibaren( kimi tezlere göre anne karnından itibaren) kendisini inşa eden insanoğlu hem psikolojik hem de sosyolojik olarak çevresine uyumlu şekilde büyür ve gelişir. Tabi ki her insanın gelişimi ve eğitim ile ulaştığı sınırlar zihinsel kapasitesi veya imkânları ölçüsünde gerçekleşecektir. Doğuştan gelen zihinsel yapı değiştirilemiyor olsa da genel kabul şudur ki her insan yeterli eğitim ve- rildiği takdirde başarılı olacaktır. Buradaki asıl belirleyici unsur insana verilen eğitimin içeriği, zamanlaması, niteliği ve planlamanın insan yapısına ne derece uygun olduğudur. İşte bu noktada özellikle ülkemiz için geçerli bir sorun ortaya çıkar; günümüzde eğitim ne derece verimli kullanılabilmektedir? Beşikten Mezara Eğitim Atasözlerimiz bizim eğitim anlamında edinilmiş en değerli hazinelerimizdir. “Ağaç yaşken eğilir”, “Demir ne kadar sert olsa da ateş onu yumuşatır”, ”Edebi, edepsizden öğren” ,”Üzüm, üzüme baka baka kararır”, “Her şeyi bilen bir şey bilmez”, ”Bir adama kırk gün deli dersen deli olur”, “Çok söyleme arsız edersin, aç bırakma hırsız edersin”, “Et-tekraru ahsen, velev kane yüz seksen (Tekrar güzeldir, yüz seksen defa olsa da)” bu atasözlerinden bazılarıdır. Her biri bir milletin uzun yıllara dayanan tecrübelerini kelimelerle yansıtan birer ışık gibi önümüzü aydınlatıyor. Bizdeki bu zenginlik zannediyo- Demir ne kadar sert olsa da ateş onu yumuşatır Mayıs 2016 m adamlarının Sayıları her geçen gün artan bu ili lerinden daha sayısının artması bireysel gayret ine bağlandığı çok sistemli bir eğitimin netices kendiliğinden gün topyekün bir kalkınmanın da gerçekleştiğini görebileceğiz. Âsım 10 rum her millete nasip olmaz. Yine Hz.Peygamber’in(sav) bizlere yönelik beşikten mezara kadar ilim öğrenmemiz yönündeki tavsiyesi bu sözlerin her birini toparlayan eşsiz ifadelerden biridir. Buradan da anlıyoruz ki eğitim herhangi bir zaman dilimine sıkıştırılamayacak kadar önemli ve asla bitmeyecek bir hayat yolculuğunun diğer adıdır. Şimdilerde müctehid seviyesinde ilim adamlarımızın olmayışını dert edinen söylemlere cevap olarak yukarıdaki atasözleri yeterli olmalı aslında. Her biri sadece belli bir alanda uzmanlaşabilen ve o alanda dahi yeni bir şey söylemekten uzak, kendine güveni olmayan, edindiği titri ile yetinen, geçmişteki yazılanları şerh eden araştırmacılar yetiştirebiliyoruz. Acı hakikat bizim için böyle olsa da diğer milletlerin aynı yanlışa düştüklerini söyleyemeyiz. Zaten son üç yüzyılda geri kalmamızın ve çektiğimiz sıkıntıların temel sebebi de budur; eğitimde çağa uygun gelişmeleri takip edememek ve ilmin gereği olan zahmetlere girmemek. Şükür ki istisna da olsa bu milletin semasında yıldız gibi parlayan ilim adamlarımız da yok değil. Sayıları her geçen gün artan bu ilim adamlarının sayısının artması bireysel gayretlerinden daha çok sistemli bir eğitimin neticesine bağlandığı gün topyekün bir kalkınmanın da kendiliğinden gerçekleştiğini görebileceğiz. Şu durumda eğitim bir milletin varoluşunun en önemli unsurlarından biridir. Bunu bir tarafa not edip yazımıza devam edelim. Müfredatın Çizdiği Yoldan Yürümek Eğitim öğretim alanında özellikle son beş yıldır büyük atılım projeleri uygulanıyor. Yirmibeş milyonluk bir öğrenci kitlesini organize etmek elbette kolay iş değil. Bakanlığın mevcut kadrosu son yirmi yılın en etkin ekibini oluşturuyor. Ne yaptığını bilen, kararlı, donanımlı isimler var kadroda. Hükümetin de hem derslik hem de teknoloji açısından yönünü tamamen eğitime döndüğünü gözlemliyoruz. Bunlar önemli kazanımlardır. Eğitimdeki yeni yaklaşım öğrenciyi kendi kendine öğrenmeyi, sorgulamayı ve keşfetmeyi teşvik eden bir yapıya sahip. Bir nevi balık tutmayı öğrenmeleri salık veriliyor öğrencilere. Bu iyi niyetli yaklaşım işi çok iyi bilen öğretmenler ve elbette ki iyi bir alt yapı eğitimi verilmesiyle mümkün. Dünyanın en zor işlerinden biri olan soru sormayı öğrenmek, doğru soruyu doğru zamanda sorabilmek maalesef ki hem eğitimciler hem de öğrenciler tarafından ideal anlamıyla gerçekleşemiyor. Sokrates tarafından kullanılan bu yöntem hiç de basit olmayan ve belirli bir felsefi, ahlaki, kültürel eğitimi tamamlamış akademi öğrencilerinin eğitimi için kullanılıyordu. Lakin ideal olan bu yöntemin henüz işin a,be, ce, sini öğrenen öğrenciler üzerinde temel eğitim yöntemi olarak kullanılması ne derece doğrudur? Kaldı ki sorgulamayı öğ- kika, her saat ve harcanan onca yıl ise bu ülkenin telafi edilemez kayıplarıdır. Bu sebeple bizler eğitimde verimliliği konuşacaksak eğer, en başta zamanı en verimli şekilde kullanan ve çocuklarımıza asgari zaman diliminde ma k simum kazanımları sağlayacak bir eğitim sistemini idealize etmek durumundayız. Bunun için de zaman kaybetmeden projelerin dönütlerini alarak eksiklerimizi gidermek durumundayız. ILLICH’E GÖRE SADECE EĞİTİM DEĞİL, AYNI ZAMANDA SOSYAL GERÇEKLİĞİN BİZATİHİ KENDİSİ DE OKULLAŞTIRILMIŞ DURUMDADIR. retmek istediğimiz, cevapları yorumlamalarını beklediğimiz öğrencilere işin sonunda hiç de yoruma açık kapı bırakmayan dört şıktan birini seçeceği bir sınav sistemi uygulamak ne derece uygundur? Bakanlık bunu dikkate almış olmalı ki son yıllarda ucu açık soruları da pilot uygulama olarak bazı illerde deniyor. Dikkat ederseniz buradaki sorun uygulanan eğitimin yöntemi değil, zamanlamasıdır. Yöntemi sindirmiş ve hizmet eğitimini tamamlamış eğitimci kadrosu ile içeriği zenginleştirilmiş kitaplar sonraki meseledir. Eğer ki bu konuda olumlu netice alınması bekleniyorsa işin en başında öğretmen yetiştiren yüksek öğrenimin yeni bir sisteme kavuşturulması ve ardından da öğrencilere uygulanacak eğitimin ortak bir anlayışla, işbirliğiyle kararlaştırılarak uygulanması gerekmektedir. YÖK’in öğretmenlik alanlarında kota sınırlamasına gideceği haberi bu açıdan önemli bir adımdır. Bu anlamda günümüzde eğitim alanında öğrencilerin ve dolayısıyla da milletimizin en büyük kaybı, boşa geçen zaman ve yitip giden nesillerdir. Çünkü taşları bir türlü yerine oturmamış bir eğitim anlayışında olaya konu olanlar geleceğin yetişkinleri olan çocuklarımızdır. Geçen her da- “Okulsuz Toplum” Ivan Illıch “Okulsuz Toplum” isimli kitabında Hz.Peygamber’in(sav) beşikten mezara kadar ilim tavsiyesini yorumlarcasına eğitimin okullarda belirli bir zaman diliminde değil bir ömür hayatın her alanında yaygınlaşması gereken bir hak olduğunu vurgular. “Yaptığımız çalışmalarda insanların çoğunun öğrenme hakkının okula devam mecburiyetiyle kısıtlandığını fark ettik” diyen Illıch kendisinin bu te spit i n i n 1400 yıl önce Hz. Pe yg a mber(sav) tarafından tavsiye olarak tüm insanlığa v e r i ld i ğ i ni biliyor muydu acaba? Illıch’e göre sadece eğitim değil, aynı zamanda sosyal gerçekliğin bizatihi kendisi de okullaştırılmış durumdadır. “Şu kesin bir şekilde açıkça ortaya konulmalıdır; bir çocuk, eşit nitelikte okul eğitimine sahip olmakla zengin bir çocuğun konumunu nadiren elde edebilir. Aynı okula, aynı yaşta başlasalar bile fakir çocuklar, orta sınıf çocuklar için pekâlâ mümkün olan eğitim olanaklarının çoğundan mahrumdurlar. Zorunlu eğitim, kaçınılmaz bir şekilde toplumu kutuplaştırdığı gibi uluslararası kast sistemine göre dünya milletleri arasında bir sınıflamanın oluşmasına da yol açmaktadır. Eğitim, öğrenmeyi kolaylaştıran koşulların seçimidir. Adayın, bir mertebe elde etmek için yerine getirmek zorunda olduğu şartların bir müfredat oluşturmak suretiyle roller belirlenmektedir. Okul, bu roller için gereken eğitimi sağlamaktadır, öğretimi değil. Bu ne mantıklıdır ne de özgürleştiricidir. Okulda pratik değeri olan niteliklerle bağlantı kurulmadığından dolayı mevcut okullu eğitim sistemi mantıklı değildir. Fakat daha ziyade, bir süreç yoluyla böylesi niteliklerin elde edilebileceği varsayılmaktadır. Bu özgürleştirici ya da eğitimsel değildir; çünkü öğrenmedeki her adımı, toplumsal kontrolün onayladığı daha önceki tedbirlere uygun olan kişi için öğretimi saklı tutmaktadır. Pekçok insan sahip oldukları bilgile- Mayıs 2016 Âsım 12 rin çoğunu okul dışında edinmektedir. Kısacası okulsuz toplum, öğrenme ediminin iki yönlü doğasını vurgulamaktadır. Tek başına tekrara dayalı öğretimde gösterilecek ısrar bir felakete neden olabilir; öğrenmenin diğer çeşitlerine de eşit derecede özen gösterilmelidir. Okul kısmen bunlar arasında bir ayrım gözetemediğinden dolayı her iki görevi de doğru düzgün yerine getirememektedir. Özellikle, müfredat konusuyla ilintili olduğundan dolayı pek çok okul, yetenek öğretiminde yetersiz kalmaktadır.” Günümüz Türkiye’sinde sporcu eğitimi bunun en güzel örneğidir. Olimpiyatlarda esamesi bile okunmayan bir ülke olarak küçük yaşlarda spor yeteneği olan çocukları tespit eden ve bu çocukları kabiliyetleri ölçüsünde eğiten bir yaklaşım bulunmadığı için nice yetenek ziyan olmakta, bu çocuklar akademik eğitimi temel alan müfredatın içerisine hapsedilmektedir. Onbeş yaşına ulaşan bu çocuklar sayıları çok az olan spor liselerine yönlendirilse dahi aradan geçen sekiz yıl o yetenek için bir zaman kaybı olarak hanesine sayılma kta ve bu yaştan sonra verilen eğitim de yeterli motivasyonu sağl ay a m a m a k t a d ı r. Aynı durum güzel sanatlar ve din eğitimi veren kurumlar için de geçerlidir. Benzer şekilde son yıllarda müfredata dâhil edilen “Düşünme Eğitimi, Halk Kültürü, Medya Okuryazarlığı, İnsan Hakları Yurttaşlık ve Demokrasi, Trafik Güvenliği” gibi dersler içleri doldurulamadığı ve yeterli donanıma sahip öğretmenler tarafından verilmediği için öğrencilerin zamanlarını öldürdüğü eğlence derslerine dönüşmektedir. Hiç şüphesiz günümüzde en kıymetli şey zamandır. Eğitimde verimliliği esas alan bir değerlendirme zamanı faydalı bir şekilde kullanmayı geçerli ölçek olarak almalıdır. Illıch’in “Okulsuz Toplum” ideali her ne kadar ütopik bulunsa da zamanı değerlendirmek ve ömür boyu eğitimi planlamak adına çok önemli tespitlerde bulunduğu da bir gerçektir. Kurumlar nüfusu kalabalık olan ülkeler için eğitimin olmazsa olmazı olarak görülse de bu kurumlardaki müfredat eğitiminin Illıch’in endişeleri doğrultusunda planlanması ve zamanı maksimum düzeyde değerlendirmesi sorunların çoğunu aşmamıza yardımcı olacaktır. Bu sayede eğitimde verimliliği daha sağlıklı değerlendirebileceğimiz kanaatindeyim. Nihayetinde eğitim iktisadi kaygılarla ele alınamaz. Eğitim iki kere ikinin dört ettiği bir problem veya sonuç değildir. Çünkü girdisi de çıktısı da insan olan bu kurum sofistike bir yapıya sahip olup sosyolojik, psikolojik ve tarihsel geri planı iyi irdelenmiş bir eğitim yaklaşımıyla üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirebilir. Her Daim Okuyan Nesiller Ömür boyu eğitimi sağlamak adına çocuklarımıza okuma alışkanlığını kazandırmak mevcut sistemin yapması gereken en önemli adım olacaktır. Sistemli bir okuma alışkanlığını kazanan çocuklarımız bu sayede kitaplarla ilişkisini bir ömür devam ettirecek ve ihtiyacı olan bilgiye kendisi ulaşmayı deneyecektir. Zaten Illıch’in de vurguladığı bu özgür seçim hakkıdır. Liseden mezun olan bir gencin Yahya Kemal’i, Mehmed Akif’i, Necip Fazıl’ı bilmemesi kabul edilemez bir durumdur. Müfredata zaman öldüren pek çok dersin yerine “İz Bırakan Şahsiyetler”, “Milli Kahramanlarımız”, “Yunus Emre ve Mevlana”, “Karşılaştırmalı Medeniyet Tarihi”, “Sanatımız”, “Dinimizi Tanıyalım”, “İslam İlim Tarihi” vb. dersler konulsa çok faydalı olacaktır. İngiliz eğitim sisteminde ortaokuldan itibaren Shakespeare’in tüm eserlerinin karşılaştırmalı olarak okunduğu derslerin bulunması, yine ABD’de Amerikan Edebiyatının önemli isimlerinin ders olarak okutulması eğitim anlamında aradaki mesafeyi açıklayacaktır. Binlerce yıllık bir medeniyete sahip olan milletimizin öz değerlerinin ders kitaplarının kıyısında köşesinde birer spot cümle ile yer alıyor oluşu bir ironi değildir de nedir? Akıllı tahtalar, tablet bilgisayarlar, donanımlı sınıflar sadece yardımcı unsurlardır. Eğitimin bizatihi kendisi insanla ilintilidir. Organik bir iletişim olmadan eğitimden duygusal bir dönüt almak mümkün değildir. Prototip öğretmenler ile iyi örneklikler sağlanırsa ve çocuklarımıza müsamerenin ötesinde bir okuma alışkanlığı kazandırılırsa bir ömre yayılacak eğitimin de inşası sağlanacaktır. İşte o vakit eğitimde verimliliğin göstergeleri olan birikimli arif nesiller yetişecektir. 1992 BİHMED Bursa İmam-Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği Yeşil Türbe Arkası Tüp Geçit Üstü No: 10 Yıldırım / BURSA Tel: 0224 327 37 09 www.bihmed.org.tr öğrencinin olduğu, toplamda ise 2000’e yakın öğrencinin okuduğu bir okulu şube düzeyinde 30 öğrencisi toplamda ise 300-400 öğrencisi olan bir okulla bir tutmak elbette yanlış olacaktır. Çünkü sayı arttıkça risk de artar ve bu durum eğitim öğretimin tabana yayılması için kurumun istikrarlı ve etkili adımları atması zorunlu hale gelir. Değerlendirme bir yargılamadır. Yargılama iki değerin karşılaştırılmasıdır. Ölçme sonucu elde edilen ölçümlerden bir anlam çıkarmak için söz konusu ölçümlerin bir ölçütle karşılaştırılması gerekir. Eğitimci k lerine çağın gere e d e m ir d n rle a lan bir lçme değe na lizi esas a e v i y kulumuz ö ji yılınlo ilde tek no tedir. 2013 uygun şek yetlerini sürdürmek lçme ve a li uğ umuz Ö rd u k te anlayışla fa k sa hip li amızla bir tek nolojiye test da yeni bin e birimimiz üstün ız ve irm programım e m ir d Değerlend n e erl la şmıştır. zımız, değ iri ha line u mamb n a rd optik ciha la m ğitimleri ta rnek kuru lerimizin e Bursa’da ö n e e il nı kentm ri re le e ğ ö it ve sınavları inde se tüm iş y e destek ün m d n re re e ğ n ö e ını at iç ötesind e program a k la şık 1 sa de zam y ir ı Bunun da d ıd n e ğ â rl e k ğ me de 10.000 ından hem rıca lanara k ölç iyeye ula şmışlardır. dirme açıs n e rl e ır. Ay v ğ e se d r u ğlama ktad tek rar sağlık lı sa dileri ok j m e ta h n a ız v a m , k a zları mize büy ü nu ek sik leri okuyan cih retmenleri urumu, ko ve dağ d ö i zi k n li e a a d d n a in ın y ba şarı ul düze v a man açıs k n o sı e v , a ıf m n rumdayız. a ştır inin sı a sa hip du arası karşıl ın her öğrenc r n le â e k b im şu a r, onuları ve a lm susla ildirimler a gelerek k b y gereken hu k ra lı a n a ir a b d rimizin orkonu mizle la zümrele retmenleri y ha pek çok ğ rı ö a a rl d o n p sı ra liz lamda hem sonra zümre ana ruz. Bu an Her sınav o r, iy o d iy e ir d m n a rlendirerek ğerle e de v ruları değe nıyoruz soruları de şvik etmey so te e d i n m si e e h t etm . Şuna ina enlerimizin ta k hareke etçok büy ük an öğretm ri y le a k rl e zı z e de v a m a m e h soruları rüy üşümü arımızın ü şl y a 00 d e 3 a d a il rk m k a ı şe rta la iren çe, istik rarl r. Şube düzeyinde o gra fik lend ik tt e t re y a ga k gelecekti k i bu yold ılma z olara ın ç a k rı şa a tikçe b ydın / Selime A Mayıs 2016 O Âsım 14 Sürekli olarak söylediğimiz bir hususu tekrar etmek isteriz; eğitim elma ile armudu karşılaştırmak değildir! Özellikle dezavantajlı bölgelerde bulunan okullar için temel amaç ortalama öğrenci seviyesine göre en iyi eğitimi verebilmek, tüm öğrencilerde edinilmiş faydalı alışkanlıkları artırmak- tır. Okulların çoğunlukla kayıt esnasında başarıyı garantilediği bir eğitim ortamında kurumun gerçek eğitim niteliğini ölçmek mümkün görünmüyor. Bu anlamda bir kurumun gerçek kalitesi sıfırdan aldığı öğrenciyi nereye ulaştırdığı ile ölçülmelidir. Bunun da kıstası iyi bir ölçme değerlendirme anlayışını kurumlarımızda oluşturmak ve hatta bunu zorunlu hale getirmektir. Hizmet içi eğitim kapsamında tüm öğretmenlerimizin ölçme değerlendirme optik cihaz kullanımı ve program kullanımı seminerlerine alınması olumlu bir adım olacaktır. Kendimizi kandırmak yerine hakiki anlamda toplamda eğitimin kalitesini artırmak istiyorsak bunu en kısa zamanda gerçekleştirmek durumundayız. Değerlendirme bir yargılamadır. Yargılama iki değerin karşılaştırılmasıdır. Ölçme sonucu elde edilen ölçümlerden bir anlam çıkarmak için söz konusu ölçümlerin bir ölçütle karşılaştırılması gerekir. Değerlendirme ölçme işleminden sonra gelen bir süreçtir ve ölçme sonucunun bir ölçüt ile karşılaştırılıp yorumlanması, anlam çıkarılması, karara ve sonuca varılması işlemidir. Sonuç olarak, ölçümler ve ölçütler olmadan değerlendirme yapmak mümkün değildir. Mayıs 2016 Eğitim bir davranış değiştirme sürecidir. “Bireyin davranışında kendi yaşantısı yoluyla kasıtlı ve istendik davranış değişikliği meydana getirme” olarak tanımlanan bu sürecin önemli bir boyutunu okul öğrenmeleri oluşturmaktadır. Okulda, önceden belirlenmiş kimi davranışların belli dersler aracılığıyla öğrencilere kazandırılması amaçlanır. Bir dersin sonunda öğrenciler o dersin Âsım 16 amaçlarını oluşturan davranış ları yeterli düzeyde kazanmışlarsa ya da ders sona erdiğinde öğrencilerden beklenilen davranış değişiklikleri gerçekleşmiş ise, ders amacına ulaşmış demektir. Gerçekten ders amacına ulaşmışsa, ders sonunda öğrencilerin bu konularla ilişkili davranışları kazandıklarının kanıtı sayılabilecek dav ranışları gösterebilmeleri gerekmektedir. Öğrencilerin bu davranışları gösterip gösteremedikleri de ölçme ve değerlendirmeyle belirlenir ve yeterli düzeyde davranış değişikliği gösterebilen öğrenciler başarılı sayılır. Öte yandan kimi davranışları kazanamamalarının nedenleri belirlenmek KISACASI EĞİTİMDE ÖLÇME DEĞERLENDİRME “HEDEFLERİN GERÇEKLEŞME DÜZEYİ NEDİR?” SORUSUNA CEVAP ARAR. istendiğinde, yine ölçme ve değerlendirmeye başvurulması gerekecektir. Kısacası eğitimde ölçme değerlendirme “Hedeflerin gerçekleşme düzeyi nedir?” sorusuna cevap arar. Baraj puan belirleyerek belirli bir puanın altında öğrenci kabul etmeyen bir özel okul toplamda aldığı 30 öğrenci ile eğitim/ öğretime başlıyorsa yapması gereken şudur; öncelikle okula girişte bu belirli bir puanın üstünde alan öğrencilerin seviyesini ölçmek ve ardından da aylık, altı aylık ve yıllık bazda aynı öğrencinin ulaştığı yeni seviyeyi ölçmek. İşte ölçek ve ölçüt ile yapılan sağlıklı değerlendirme budur. Oysa günümüzde kurumlar ne yapıyor ona bakalım; belirli bir puanın üstünde aldığı 30 öğrenciyi yarışa sokuyor, bu öğrenciyi kendi içinde değerlendirmek yerine il ortalamasına vurarak o andaki başarısını karşılaştırarak kurum başarısını belirliyor. Yani bir nevi kısa yoldan başarı hikâyesi! Bu tür kendini kandırma durumlarından kurtulmanın yolu samimiyetle kurum içi ve bireye dayalı ölçme değerlendirme sistemini kurmaktır. Önce zihinlerimizdeki tabuları yıkalım ardından da işimize bakalım. Tüm bu furyaya rağmen Pisa Değerlendirme Ölçeğinde 28 Avrupa ülkesi arasında halen son sıralarda olduğumuzu söylersek sanırım ne demeye çalıştığımız daha iyi anlaşılır. Haber Eğitimde Kalite Çalıştayına Mayıs 2016 Katıldık Âsım 18 M illi Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü tarafından Yalova/Esenköy’de 3 gün süren Eğitim Yönetimi Kalite Çalıştayına katılarak okulumuzdaki sürdürülebilir projeler hakkında sunum gerçekleştirdik. Çalıştaya İstanbul’daki tüm İmam Hatip Liseleri ile İmam Hatip Ortaokullarının müdürleri katıldı. Üç gün süren çalıştayda pekçok konuşmacı sunum gerçekleştirdi. Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Yusuf Tekin,Din Öğretimi Genel Müdürü Nazif Yılmaz, Daire Başkanları İhsan Erkul,Mehmet Nezir Gül, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Ahmet Taşgetiren, ÖNDER, ENSAR, İLİM YAYMA, TÜGVA Başkanları, İlahiyatçı Akademisyenler ve ülke çapında projeleri ile öne çıkan beş okulun müdürleri de sunumlarını gerçekleştirdi. Bursa Merkezden okulumuz Nizam Karasu Anadolu İmam Hatip Lisesi de sunum için davet edilen bu beş okul arasında yer aldı. Oldukça verimli geçen toplantılarda emeği geçen başta Din Öğretimi Genel Müdürümüz Nazif Yılmaz ve diğer bakanlık bürokratlarına teşekkür ediyoruz. Söyleşi İmam Hatiplere Çok Talep Var Lise yıllarınızdan sizde iz bırakan hocalarınızdan ‘hayat düsturum oldu’ diyebileceğiniz birkaç cümle ya da hatırayla devam edelim mi? Her liseli öğrencinin hayatında onu etkileyen öğretmenler vardır. 80’li yılların sonunda bize ciddi anlamda İslami şuur katan öğretmenlerimiz vardı. Meslek hayatınızda hiç unutamadığım dediğiniz bir anınızı bizimle paylaşmak ister misiniz? 2013 yılı Pakistan’da bir yetimhaneye gitmiştik. Çocuklar yemekte, namazda ya da bahçede usulca yanımıza sokuluyorlardı. Sanki ’’ Başımızı okşayın, benim başımı okşayacak kimse yok.’’ der gibi… Sonra bir görevli ‘’ Bu çocukların kimsesi yok, bu çocukların tek beklentisi Türkiye’den ne zaman amcalar gelip bizlere hediyeler getirecek,tek beklentileri bu..’’demişti. Yine 2014 yılında Kosova’ya gitmiştik. Orada bir görevli ‘’Türkiye bize sahip çıkmak zorunda.’’ dedi. Niye dedim:‘’Kosova güvende ise İstanbul güvendedir. İstanbul güvende ise Mekke güvendedir.’’ dedi. Biz ülke olarak herkese sahip çıkmak durumundayız. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünden önce sınıf öğretmenliği yaptığınızı biliyoruz. Küçücük bir çocukken alıp yetiştirdiğiniz öğrencileriniz, meslek sahibi olup karşınıza çıktığında neler hissediyorsunuz? Bu duygunun tarifi çok zor. Allah(cc) bu duyguyu herkese nasip etsin. Osmangazi İlçe Milli Eğitim verilerine göre İmam Hatip Liselerine olan talepler hakkında bilgi verir misiniz? İmam Hatip Liselerine çok talep var. Aileler çocuklarının İmam Hatiplerde yetişmesini istiyor. O Mayıs 2016 kulumuzun da bulunduğu Osmangazi İlçesi ülkemizin en büyük ilçelerinden biri. Hem nüfusu hem de öğrenci sayısı itibariyle elliyi aşkın ilden daha büyük bir sorumluluk alanı var. Son yıllarda eğitim/öğretim başarısında gözle görülür bir artış gerçekleşiyor. Osmangazi İlçesi de bu anlamda Bursa’nın en büyük İlçesi olarak büyük katkı sunuyor. Âsım Dergisi olarak Osmangazi İlçemizin değerli İlçe Milli Eğitim Müdürü Gürhan Çokgezer ile eğitim/öğretime ve ideallerine dair kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. Yoğun iş temposunda bizlere vakit ayıran Müdürümüze teşekkür ediyor yaptığımız söyleşiyi istifadelerinize sunuyoruz. Âsım 20 Sayın Müdürüm, öncelikle kıymetli vaktinizi Asım Dergisi’ne ayırdığınız için teşekkür ederek başlamak istiyoruz. Özyaşam öykünüzü ana hatlarıyla bizimle paylaşır mısınız? 1970 yılında Çanakkale İli Çan İlçesinde dünyaya geldim. İlköğrenimimi Çan İlçesinde, Ortaöğrenimimi Biga İlçesinde bitirdim. Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesin Sınıf Öğretmenliğinden mezun oldum. Çeşitli il ve ilçelerde idareci ve öğretmen olarak görev yaptım. Öğretmenlikten İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne uzanan başarı hikâyenizi bizimle paylaşır mısınız? Gülhanım Karasu İlköğretim Okulunda müdür olarak görev yaptıktan sonra Yıldırım İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünde Şube Müdürü olarak göreve başladım. 09/12/2014 tarihinden itibaren Osmangazi İlçe Milli Eğitim Müdürü olarak görev yapıyorum. İlçe Milli Eğitim Müdürü olmak hedefleriniz arasında mıydı? Mesleki yaşamınızdaki nihai hedefiniz nedir? İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü hedeflerim arasında yoktu. Nihai hedefimiz her zaman ülkeye faydalı nesiller yetiştirmektedir. Osmangazi İlçesinin gerek LYS ve TEOG sınavlarındaki başarı durumu, gerekse eğitim ve akademik başarı durumu nasıldır? Bu konudaki hedefleriniz nelerdir? LYS ve TEOG başarılarımız gayet iyi, Türkiye ortalamalarının üstünde. Hedefimiz elbette Türkiye birinciliği. Bu yıl dershaneler olmadığı halde başarımız yükseldi. Kurslarımızdan çok başarılı sonuçlar aldık. Osmangazi İlçesinde liseler arasında İmam Hatip Liselerinin başarı durumunu nasıl görüyorsunuz? İmam Hatip Liseleri ilk mezunlarını bu yıl verecek, ancak başarıları gayet iyi durumda. 2015-2016 Eğitim Öğretim yılının sonuna yaklaştığımız şu günlerde sizce Osmangazi İlçesinin eğitim alanındaki en büyük sorunu nedir? En büyük sorun ikili eğitimdir. Bunun önüne geçmek için pek çok yeni okulun inşaatını bitirmeye çalışıyoruz. Kısa zamanda bu sorunun da aşılacağına inanıyoruz. Günümüz yazar ya da şairlerinden en son kimleri ve hangi eserleriniokudunuz? Necip Fazıl Kısakürek ‘ O ve Ben ‘ Sinan Yağmur ‘ Aşkın Gözyaşları’ Sayın Müdürüm, son olarak “Asım’ın Nesli” vereceğiniz mesajla yolunu aydınlatmak ister. Bize bu hususta ne söylemek istersiniz? Bütün kitaplar bir kitabı anlamak için yazılırmış. O bir kitabı anlamak için Hak ve Batıl Mücadelesinde karınca misali katkımız olması için çok çalışacağız. “Gavur gibi çalışıyor, otluyor; tavuk gibi erken yatıyor.” deyimlerinden sıyrılarak gavurdan fazla çalışacağız. Tavuk gibi değil, Müslüman gibi erken yatıp erken kalkarak çok çalışacağız. Çünkü dünya, bizim ayağa kalkarak kan ve gözyaşını durdurmamızı bekliyor. Atiyi (geleceği) karanlık görmüyoruz. Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Asıl ben teşekkür ederim. Başarılar dilerim. Röportajı Yapan Öğrenciler: Seda TOKAT (A 10/C) Saide SARCAN (A 10/C) RabiaEdviye RECEP (A 11/D) Sümeyye KÖSEM (11/D) Vefa Eğitimde Duayen Bir İsim; Rahmetle Anıyoruz Fikret Çelik Hasan Basri Yunus Emre Altuntaş K ÇANTAY d. 18 Kasım 1887, Balıkesir ö. 3 Aralık 1964, İstanbul Mayıs 2016 T Âsım 22 BMM 1. Dönem Balıkesir Milletvekili, öğretmen, gazeteci, fikir ve din adamı, Kur’an müfessiridir.Kurtuluş Savaşı yıllarında yazılarıyla milli mücadeleye destek veren, ilk TBMM’de Karesi milletvekili olarak yer alan Hasan Basri Bey, Mehmet Akif’in yakın arkadaşı idi. Onu milli marş yazmaya ikna etmiş olan kişidir. Türkiye’deki ilk Kuran Meali çalışmalarından birisini gerçekleştirmiştir. Hasan Basri Çantay 1887e Balıkesir’de doğdu. Çantayzadeler adıyla anılan eski ve köklü bir ailedendir. İlköğretimini Balıkesir’de İbtida-yi Kebir adı verilen ilkokulda yaptı. Daha sonra Balıkesir idadisine devam etti. Bir süre Nafia(Bayındırlık)dairesinde memur olarak çalıştı. Bu orada Balıkesir Mevlevihane Medresesinde Dini bilgiler ve Arapça öğendi. Edebiyat, Hukuk felsefe ile uğraştı. Meşrutiyetin ilanından sonra Nasihat Balıkesir yıldırım ve Karesi adı verilen gazetelerde makaleler yayınladı. 1. Dünya savaşı sıralarında kimsenin sesini çıkarma- dığı o felaketli günlerde Balıkesir’den bir ses yükseltmeye karar verdi. Bu isimde bir gazete çıkarıp Milletin çiğnenen haklarını savundu. Milli Mücadelede yazıları ve faaliyetleri ile Halka önderlik etti. 1919 yılında Müdafaa-yi Hukuk-i Osmaniye Kongresinde Balıkesir’i temsil eden delegeler arasında yer aldı. Balkan savaşının karanlık günlerinde Balıkesir’de Kurulan Müdafaa-yi Milliye Cemiyetinde etkin rol alıp Kepsut, Dursunbey taraflarına giderek; oralarda halkı toplayarak konuştu. Milli birlik şuuru ile Vatanı savunma azmi uyandırdı. O bir Kuva-yi Milliyeci idi. Gazi Mustafa Kemal, Balıkesir’e geldiğinde Hasan Basri Çantay’ın evinde misafir olurdu. Kurtuluş savaşından sonra Balıkesir Mebusu olarak 1.Büyük Millet Meclisine katıldı. Bu arada Mehmet Akif Ersoy´la samimi dost oldular. Onu adeta zorlayarak İstiklal Marşını yazdırmaya vesile oldu. Meclisten ayrıldıktan sonra Balıkesir Lisesinde asıl Mesleği saydığı edebiyat öğretmenliğine devam etti. Gazetecilik ve yazarlık yanında bilimsel çalışmalar, şiir ve musiki ile de tanındı. 03.12.1964´de İstanbul´da vefat etti. imi zamanlar vardır hayatınızda bahar yelleri eser, dönüşürsünüz, büyürsünüz, bakış açınız genişler. Kimi zamanlar vardır hayatınızda yer edecek, sizi bambaşka ufuklara taşıyacak biri ile tanışırsınız ve bir ömür boyu o kişiye minnettar kalırsınız. Bu tamamen kişinin kaderiyle bağıntılı bir durum aslında. Büyüklerimiz her daim dualarında “Allah seni iyilerle karşılaştırsın” diye dua eder. Aslında bu duanın ehemmiyetini yeterince takdir ettiğimiz kanaatinde değilim. Çünkü insanı yoğuran yine diğer bir insandır çoğunlukla. Atalarımız dahi öyle dememiş mi; “bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim, üzüm üzüme baka baka kararır, dost dostun eyerlenmiş atıdır, aslan postunda gönül dostunda”… Bu durum biraz da insanın içgüdüsel olarak özünde bulunan iyilik mayasını başkasında görmesi ve onun kendisini tanımasına vesile olması olayıdır. Kişi gözünün önündeki olumlu örneği alır, ölçer tartar ve nihayetinde özünü onunla özdeşleştirir, dönüştürür. Bu tıpkı bir mürşidin müridini eğitmesine benzer. Diz boyu sessizlik olsa dahi mürşidin her nefes alışı, her davranışı mürit için başlı başına bir örnektir. Özellikle günümüzde insanlar zor beğeniyor. Dünyanın merkezinde bir mükemmel varlık varsa o da kişinin kendisinden başkası değil şimdilerde. Kusur arayan, sürekli kendisini dünyaya karşı mevzilendiren, kendi içinde hesaplaşmaktan kaçınan, kendini geliştirmekten uzak duran ve bilhassa eleştiriye dayanamayan bir nesil var artık. Eskiden zanaatkârlar usta çırak ilişkisi içinde nice güzel insanlar yetiştirirdi. Her bakımdan ustasının izinden giden, hem ahlaki olarak hem de zanaat olarak ustasının kopyası olan nesillerdi bunlar. Bir nevi ahilik geleneği gibi düşünün bunu. Şimdilerde ilmini başkasından esirgeyen, kendi dünyasında kendince bir şeyler ortaya koymaya çalışan birey temelli bir anlayış belirdi. Özü sözü bir, dobra, imanlı, ahlaklı, vatansever ve candan insanlara ne kadar aç kaldık. Farkında mısınız? 2006 yılında kendi halinde çok genç bir öğretmendim. Öğlene kadar derslerime giriyor öğleden sonra da eşimin dükkânında işlere yardım ediyordum. İşte o günlerde evimin bulunduğu mahallenin okulunda yönetici açığı bulunduğunu, okul müdürünün de benimle tanışmak istediğini öğrendim. Çünkü yöneticilik sınavlarına(biraz da dostlarımın zorlamasıyla) girmiş ve iyi bir puan almıştım. Nihayetinde KPSS sınavlarından ötürü bilgilerimiz tazeydi. Fakat okul yöneticiliği namına hiçbir tecrübem yoktu. Bursa’nın göbeğinde böylesi gözde bir okulda yöneticilik yapmak her bakımdan gözümü korkutmuştu. İlk günlerde biraz erteledim bu daveti fakat kaderin çizgisi bizi illa ki olması gerekene sürüklüyor. Aynen de böyle oldu. Ayaklarım geri gitse de Tophane İlköğretim Okulunun basamaklarını çıkarak okul müdürünün odasına ulaştım. Kapıda müdürün ismi yazıyordu; Fikret Çelik. Nereden bilirdim bu ismin hayatımı bu denli dönüştüreceğini, beni hiç bilmediğim deryalara götüreceğini. Karşımda babacan, nur yüzlü, kısa ve net konuşan biri vardı. Lafı dolandırmıyor, benim mutlaka okula gelmem noktasında milli bir görevim olduğunu anlatıyordu. Kendi kendime “böyle idealistler halen varmış demek ki” dediğimi hatırlıyorum. Mayıs 2016 Âsım 24 Ne yalan söyleyeyim, Fikret Çelik olmasaydı ne eğitim yöneticiliğinde gözüm olurdu ne de eğitim adına bu denli kafa yorardım. Bu biraz da o dönemdeki karamsar tablonun nefsime ağır gelmesinden kaynaklanıyordu sanırım. Yükü sırtlamak, sorumluluğun altına girmektense iş hayatında ilerlemek para kazanmak istiyordu nefsim. Kayseri’li olmanın bir dezavantajı da bu olsa gerek. Bir hafta içerisinde görevlendirmem onaylandı ve ben de ilk yöneticilik görevime başlamış oldum. Fikret Çelik benim için büyük bir fırsattı. İlk müdürüm olması hasebiyle ne öğrendiysem ondan öğrendim. Kendisi öncelikle çok iyi derecede teknolojiyi bilen, zeki, pratik ve çözüm odaklı bir yöneticiydi. Aynı zamanda Kamu Yönetimi mezunu olması dolayısıyla meselelere kurumsal yönetimin verimi açısından da yaklaşabiliyordu. Almanya’da görev yaptığı altı yıl boyunca Almanların iş disiplinini çözümlemiş, onların teknolojik alt yapısını büyük oranda öğrenmişti. İyi bir yazılımcı, iyi bir programcı ve çok iyi derecede uygulayıcıydı. Okulda öğretmenlerin kullanması amacıyla analiz programları, yönetim işleri için de her türlü yeni programı tasarlayabiliyordu. Bu programlar işleri o kadar kolaylaştırıyordu ki hem zamandan tasarruf sağlanıyor hem de işler oldukça sağlam bir temele oturuyordu. Örneğin kendi masasında asla sümen, kalem takımı, bloknotlar veya klasik bir müdür odasında bulunan aparatları bulundurmuyordu. Sadece bir dizüstü bilgisayar olurdu masasında. Tüm işlerini, tüm notları elektronik ortamda hallederdi. Mavi renge karşı büyük bir sempatisi vardı. Bu sebeple odasını baştanbaşa mavi renkle donatmıştı. Mavinin iç huzuru ve dinginlik sağladığını, psikolojik olarak mavinin insanı başarıya odakladığını belirtirdi. 2006 senesinde henüz akıllı/etkileşimli tahtaların sözü bile edilmezken tüm sınıflara bu tahtalardan almamız gerektiğini vurgulardı ve öyle de yapmıştı. Almanya’dan gelen ilk akıllı tahtalar bu sebeple bizim okulumuzda faaliyete geçmişti. Oldukça verimli olan bu tahtalarda aynı anda hem yazı yazılabilmekte, hem video gösterilebilmekte hem de anlık test çözümleri gerçekleştirilebilmekteydi. Bununla da yetinmeyerek ilk ölçme değerlendirme birimini bu okulda kurma bahtiyarlığına erdik. Optik cihazlar, optik programlar optik formlar alarak tüm sınavları merkezi hale getirdik. Fikret Çelik bu konuda o denli meraklıydı ki hiç bilmediği bir programı dahi kısa zamanda kullanabilir seviyeye ulaşmaktaydı. Sabırla bana bu programları öğretti, temel programların püf noktalarını gösterdi, etkili sunum için kullanılabilecek yabancı programları da tanıttı. Bilmediğim o kadar çok şey vardı ki her gün Fikret Çelik Müdürümün yanına gelir onun bana anlattıklarını ajandama kaydederdim. Ajanda kullanmama da karşıydı, bir elektronik tablet almamı ve her şeyi bunun aracılığıyla yapmamı önerirdi. Geleceğin tablette olduğunu hatırlatırdı. Her bireyin iyi bir akıllı telefona sahip olması gerektiğini söylerdi. O yıllarda akıllı telefonlar daha yeni piyasaya çıkıyordu ve oldukça pahalıydı. Her hangi bir teknolojik alet alacağımız zaman Fikret Çelik Müdürümüze sorardık. O da alacağımız cihazın piyasadaki çeşitlerini inceler, performans ve özelliklerini dikkate alarak maksimum verim elde edebileceğimiz markayı belirlerdi. İlk arabamı da O’nun tavsiyesiyle almıştım ve halen de aynı arabayı bugüne kadar hiçbir arıza çıkmadan kullanmaya devam ediyorum. O gün arabayı teslim almaya dahi aynı heyecanı hissederek benimle gelmişti. Etikete ve reklama değil, cihazın performansına bakardı. Tüm toplantılarını istatistik verilerle ve projeksiyon ile kendi hazırladığı sunum üzerinden gerçekleştirirdi. Tabi ki bu duruma alışık olmayan öğretmen arkadaşlar anlatılanları algılamakta ilk başlarda zorlandılar. Programları öğrenmek noktasında zorluk çektiler. Fakat zamanla öğretmenler de programları öğrenmeye ve bunların sağladığı kolaylığa alışmaya başladılar. Öyle bir zaman geldi ki öğretmenler bu programlar olmadan yapamaz hale geldiler. İşte dönüşümün özeti ve gerçeği buydu. Fikret Çelik’in diğer bir yönü de katıldığı il veya ilçe çapındaki toplantılarda sözünü esirgememesi, fikirlerini açık yüreklilikle paylaşması ve işleri olabildiğince pratik bir şekilde halledebilecekleri yöntemler önermesiydi. Bu noktada böylesi fikir ve önerilere alışkın olmayan kurul ve kurum temsilcileri bu sebeple Fikret Çelik’i yadsıyordu. Çünkü Fikret Çelik eski köye yeni adetler getiriyordu. O’nu anlayabilen tek kişi belki de bendim. O’nun her tercihi, her uygulaması benim için ders niteliğindeydi. İzah ediyordu en önemlisi, neyi neden yapmamız gerektiğini tane tane anlatıyordu. O kadar aykırı bir insandı ki standartların çok ötesinde ufuklarda geziniyordu. Uzun yıllar Anadolu’nun en ücra köylerinde, kasabalarında edindiği tecrübe Almanya’da ki tecrübesiyle birleşince ortaya ne yaptığını bilen, ülkesinin eğitimdeki geri kalmışlığını çözen, bunun çözüm yollarını uygulamak için sabırsız bir aşk ve azme sahip bambaşka biri çıkarmıştı. Eğer Fikret Çelik’in değeri takdir edilseydi tez zamanda Milli Eğitim bürokrasisinde eğitim politikalarına yön veren bir komisyonun içerisindeki yerini almalıydı diye düşünüyorum. Lakin artık çok geç… Dizüstü bilgisayarına her namaz vakti girdiğinde haber veren bir program yapmıştı. Öylesine dikkatliydi ki bu konuda, namaz vakti girer girmez hemen abdestini tazeler, nerede olursa olsun seccadesini serip namazını kılardı. Her sabah namazdan sonra eşofmanlarını giyer, Teleferik’te Musa Baba Mahallesinde bulunan evinden yürüyerek Tophaneye gelir, okulda bulunan takım elbisesini giyer ve mesaisine başlardı. Spora düşkün biriydi. Müzmin bir şeker hastasıydı ve bu sebeple yediklerine çok dikkat eder, sporu da sağlığını destekleyici bir unsur olarak yapardı. Uzun süre aikido ile uğraştıktan sonra yeni bir spor denemeye karar vermişti. Ben de o günlerde Wing Tsun’a merak salmıştım ve kendisine de bu sporu önermiştim. Hemen o gün bu spor dalını araştırdığını ve ertesi gün hararetli şekilde bu spor dalının oldukça farklı ve faydalı olduğunu anlattığını anımsıyorum. Wing Tsun’u Bursa’da öğretecek hoca bulamayınca İstanbul’a kadar arama faaliyetlerimizi genişlettik. Nihayetinde biraz da Fikret Çelik’in ön ayak olmasıyla Bursa’da Wing Tsun çalıştıran ilk spor salonunu açtılar. Tabi ki en gedikli öğrencileri Fikret Çelik’ti. Aradan bir süre geçti ki Wing Tsun’un Türkiye Hocası Emin Boztepe ile müsabaka yaparken buluvermiştim kendisini. Elli yaşını aşmasına rağmen heyecanından hiçbir şey kaybetmeyen, gençlerle her konuda yarışmaya hazır bir irade vardı kendisinde. Tembelliği hiç sevmezdi, her anını değerli kılmak için çabalardı. Hüznünü her zaman içine atar, derdini de bir tek dua makamında Allah’a arz ederdi. Tam bir muttaki, mümin ve muhlis kişiliği vardı. Tam bir vatanseverdi Fikret Çelik. Erzurum’un bir köyünde doğup büyümesi ve ülkenin dört bir yanında geçirdiği yıllar ülkesine olan sevdasını daha da artırmıştı. Hemen her gün ülkenin yaşadığı sıkıntılardan muzdarip olduğunu ifade eder, bir şeyler yapması gerektiğini dile getirirdi. Sanki tüm sorumluluğu kendi sırtında hissediyormuşçasına çırpınır ilgili makamla- Mayıs 2016 ra mektuplar yazar, mailler atar, görüşlerini paylaşırdı. Tarihî duyarlılığı en üst seviyedeydi. Geçmişini bilmeyen geleceğini belirleyemez der ve bu sebeple de olabildiğince milletimizin tarihini okur, araştırır, bizlerle de paylaşırdı. Topluluğa yönelik konuşmalarında az ve öz konuşurdu. Bu sebeple olsa gerek daha çok kendisini anlayan kişilerle paylaşırdı fikirlerini. Bu anlamda beni bir evladı mesabesinde kabul ederek fikirlerini benimle paylaşırdı. O’nu en iyi ben anlıyordum sanırım. Çünkü içimde hissettiğim neredeyse tüm kaygıların aynısı Fikret Çelik müdürümde de vardı. Fakat O’nun azmi ve korkusuz tavrına erişmek mümkün değildi. Bu sebeple olsa gerek sağdan soldan pek çok kişi O’nun aykırı önerilerine kulak tıkadı ve dahi önüne geçmeye çalıştı. Zaten her millette yenilik ve reform ilk önceleri tepkiyle karşılanır. Aradan geçen on yıl içinde eğitim alanındaki devrimleri, etkileşimli tahtaların devletimiz tarafından okullara gönderildiğini, tabletlerin dağıtıldığını, analiz merkezli bir anlayışa yöneldiğimizi, yeni tip projelerin hayata geçirildiğini, kat sayı engelinin kaldırıldığını, dini ve milli duygularımızın seçmeli dersler yoluyla desteklendiğini gördüğümde keşke Fikret Çelik Müdürüm hayatta olsaydı da şu günleri görseydi derim. Çünkü hemen hepsi uzun yıllar kendisinin dile getirdiği ve dahi yönettiği okullarda uyguladığı modellerdi. Âsım 26 Bu yazıyı kendisine olan bir vefanın gereği olarak kaleme alıyorum. Fikret Çelik Müdürümle çok değil hepi topu 10 ay birlikte çalıştık. Fakat bu 10 aylık tecrübe benim eğitime olan bakış açımı dönüştürdü. Kendisinin özel hayatındaki hususiyetleri, duruşu, inançlarına olan bağlılığı, kul olarak vazifelerine olan bağlılığı, sade ve bir o kadar içten yaşantısı benim için numune teşkil etmiştir. Evine ziyarete gittiğimde gösterişten uzak, oldukça sade, kitaplarla dolu bir odada ağırlardı bizi. Namaz vakti girdiğinde kamet getirir ve hemen arkamda namaza dururdu. Her seferinde siz geçin dediğimde “senin kıraatin benden iyi, Hz.Peygamber(sav) emrediyor, sen geçeceksin imamete” diyerek beni razı ederdi. Tek başına bir ordu gibiydi Fikret Çelik. Kimseye münadası olmaz, kimsenin önünde eğilmez, kimseden ayrıcalık beklemez, menfaatine aykırı bile olsa doğruyu söylemekten kaçınmazdı. Farklı okullarda da uzun yıllar hizmetlerine devam etti ve ben kendisiyle olan irtibatımı son güne kadar kesmedim. Soğuk bir kış akşamında yine cep telefonum çalmıştı ve arayan Fikret Çelik olarak görünüyordu ekranda. Fakat telefonda yankılanan ses O’nun sesi değil oğlu Mehmet’in sesiydi. İçime bir sızı saplandı aniden. Mehmet apansızca acı haberi verdi ve bir süre kendimi toparlayamadım. Fikret Çelik Müdürüm spor salonunda antreman esnasında kalp krizi geçirmiş ve Rahmeti Rahmana kavuşmuştu. Daha önce de açık kalp ameliyatı olduğu için kalbine fazla yüklenmemesi gerekiyordu. Fakat kalbini yoran fiziksel işler değil içine attığı dertleriydi diye düşünüyorum. 1954 yılında dünyaya gelen bu güzel insan 2011 senesinde erken denebilecek bir yaşta hayata gözlerini yummuştu. Her ölüm erkendir elbette lakin Fikret Çelik’in bu ülke için yapacağı hizmetleri düşününce tüm milletimiz adına “hem de çok erkendi” demek geliyor içimden. İyi ki tanımışım Fikret Müdürümü, iyi ki kendisiyle yolum kesişmiş. Toy bir delikanlıyı tüm hırçınlığına rağmen idare etti ve sabırla tüm bildiklerini öğretti. Her konuda O’na olan minnetimi ödeyemem. Kendisinin imanına, vakarına, ihlâsına, aşkına, kulluğuna, samimiyetine, çalışkanlığına, dürüstlüğüne şahidiz. Rabbim ebedi âlemde de komşu kılsın diliyorum. Kendisi Bursa Hamitler Mezarlığında medfundur. Ruhları için El-Fatiha. Ortaçağ, Batı Ve İslam Dünyasında; Bilim Fikret ÇELİK Kimdir? 14 Ocak 1954 Yılında Erzurum’un Olur İlçesi Yukarı Karacasu Köyünde Dünyaya geldi. İlköğrenimini Aşağı Karacasu köyünde bitirdikten sonra, Erzurum Ilıca’da bulunan Yavuz Selim İlköğretmen Okulu’nu kazandı ve 19701971 öğretim yılında daha 17 yaşında iken mezun oldu. İlk olarak Adıyaman ili Kahta ilçesi Belenli köyünde göreve başladı. Üç (3) Yıl burada görev yaptıktan sonra, Erzurum İli Çat İlçesi, Erzurum İli Olur İlçesi Yukarı Çayırlı Köyü ve Aşağı Karacasu köylerinde değişik sürelerde öğretmenlik görevine devam etti. 1981 Yılında Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünü kazanarak Yüksek Öğrenimi süresince Bursa ili Orhaneli İlçesinde görevine devam etti. 1986 yılında Yurtdışı Öğretmenlik sınavını kazandı ve 1986 - 1992 yılları arasında Almanya’nın Ausburg Eyaletin‘de Altı (6) yıl süreyle görev yaptı. 1992 Yılında tekrar Türkiye’ye döndü ve Bursa İl Merkezinde muhtelif İlköğretim okullarında İdareci ve Öğretmen olarak görevine devam etmekte iken 21.01.2011’de meslek hayatının 40. Yılında geçirdiği ani bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Kabri, Bursa Hamitler mezarlığındadır. Evli ve 4 çocuk babasıdır. B ilim ve teknoloji, insanoğlunun ilk yaratılması ve evrene ilk ayak basma süreciyle başlar. Bir hâkim gücü belirleme mücadelesi ile karşılaşırız. Sonsuz uzunluktaki bir zincir gibi günümüze kadar uzar giden bu süre, ilk insan Hz. Âdem’den günümüze kadar devam eden süredir. Yaşadığımız gezegende, aslında Bilim ve Teknoloji sürekli olarak birbirlerini tamamlayıcı iki unsurudur. Bilimin, hiçbir dine, millete ve etnik sınıfa mal etmek, doğru olmaz. Aynı zamanda Bilime katkı anlamında, çeşitli milletlerden, farklı insanların düşünceleri ve katkılarını görmekteyiz. Her türlü bakış açılarını, farklı biçimleri, değişik ihtiyaçların genel sonucu olarak, doğu ve batı insanın beraber geliştirdiği bilinmektedir. Bilime ve özgür düşünce ortamına, değer veren medeniyetlerin, dünyada her zaman söz sahibi oldukları bir gerçektir. Sanki bu kural, sürekli devam eden bir tabii kanun gibidir. Bazen de, tarih boyunca birçok topluluklar, bu gerçeği göz ardı ettiklerinden ötürü, tarih sayfasından çekildiklerine şahit oluruz. Bilim, kendi içinde Fizik’ten Ekonomi’ye, Sosyoloji’den Jeoloji’ye, Kimya’dan Coğrafya’ya kadar, çok geniş bir yelpazede kendine yer bulur. Bu ilim dalları, kendi içlerinde bölümlere ayrılırlar. Buradaki ayırım, araştırma sahaları temel alınarak yapılır. Bilimin gerçek manasını ihtiva eden bakış açısı ise, bizim üzerinde duracağımız esas noktadır. Bilim, eğer insanı maddeden, madde ötesine götürüyorsa, kişiyi fundamentalizm’den özgür düşünceye, yani, hak ve hakikate yönlendiriyorsa, doğru yolda ilerlediği anlamı çıkarabiliriz. Gerçek faydalı bilim, yaratılanların yaratanına, tefekkür etmesini sağlayandır. Kişiyi ötelere seyahat ettirerek hakikatlere yelken açtırandır. İlim, dinimizin de üzerinde çok titizlikle durduğu, adeta bir sihirli anahtardır. Gerçek faydalı ilim, materyalizm, dogmatik düşünce, skolâstik ve determinizmden uzaktır. Kur’an-ı Kerimin ilk ayeti, “oku” emri de, bu hakikatin önemini vurgulamaktadır. Okumak, yani yaratıcının yarattıklarını okumak anlamına gelir. Okumak sayesinde, Hakkı KARATEKELİ Öğretmen Mayıs 2016 İlk İslam filozoflarından Kindi, bilgiyi, eşyanın hakikatleriyle kavranması şeklinde tarif eder. Farabi, bilgiyi; “varlığı ve devamlılığı insanın yapıp etmelerine bağlı olmayan varlıkların mevcudiyetiyle ilgili olarak, akılda kesin hükmün hâsıl olması” şeklinde yorumlar. Âsım 28 tefekküre ulaşılır. Daha sonra bu dünyaya gönderiliş sebebimizi anlamamıza yardımcı olur. Bu konu ile ilgili olarak, Kur’an-ı Kerimde Ali İmran suresi 190. ayetinde “Muhakkak göklerin ve yerin yaratışlarında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde tefekkür eden insanlar için elbette birçok ibretler (ve dersler vardır)” buyurmaktadır. Kâinatın sırlarını ortaya çıkaracak olan bilime, İslam dini önem verir. Kur’an-ı Kerimde Fatır suresi 28.ayette, “Allahın kulları arasında Ondan en çok korkan ancak bilginlerdir,” buyurur. Bilimi elde etmek ve ona ulaşmak için, insanlığa mâlolan bilim adamlarını yeterince tanımaktan geçer. Bu önemli merhaleden sonra onların fikirlerini anlayarak yorumlamak da bizim önemli görevimizdir. Farabi, İbn-i Rüşd, Bi- ye ve bilime, yönlendirir. Bilimin doğruya, iyiye, güzele ve daha mükemmele sevk eden nihai ilke ve hükümlere yönlendirdiği şeklinde anlamak, daha gerçekçi yaklaşımdır. Bilim, başlangıçtan günümüze kadar birçok devreler geçirdiğini Bilim Tarihi bize anlatır. O, insanlığın ortak malı olduğuna göre, onu nerede bulursak almak görevimizdir. Zaten İslam dininin felsefesinde de bu vardır. Yani, ilmi Çin’de bile olsa almak ve aramak. Onun talipleri olarak bizler, bilimin çok iyi takip etmemiz gerekir. Bunun için, Bilim Tarihi ile içli dışlı olup, onu iyi anlayıp, yeni nesillere iyi anlatmamız gerekir. runi, Kindi, İmam-ı Gazali, İbn-i Sina, Harezmî, Cabir b.Hayyan gibi önemli bilim insanları bunlara birkaç örnektir. Einstein’den 1100 yıl evvel rölativite teorisini (ışık hızı), ortaya atan Kindi, Galile’den 600 yıl önce dünyanın döndüğünü söyleyen Biruni, gibi değerlerimizi yeterince tanımak görevimiz olmalıdır. Bilimsel gelişmeyi takip eden Avrupa’da yıllar boyunca Kilise-Bilim adamı çatışmalarının tarih şahididir. Bunun yanı sıra, düşünmeyi, yeniliği teşvik eden İslam dini ise, üretmeyi, akıl ve kalbi birlikte kullanmayı öğütler. Kur’an-ı Kerim ve Hadis’i şeriflerin gösterdiği yol, her zaman bizi ilme teşvik eder. Müslümanların en büyük gayelerinden biri de, Nam-ı Celil’in ismini güneşin doğup battığı her yere ulaştırma vazifesini kendine görev addetmesidir. Eğer toplum olarak biz, devletler muvazenesinde söz sahibi olabilmeyi istiyorsak, ilimden ve teknolojiden hiçbir zaman kopmamamız gerekir. Dünyayı şekillendirmekte olan bu sihirli iki anahtar, yanlış insanların eline geçtiğinde, bize yaşanmaz bir dünya bırakacaklarını unutmamalıyız. İşte, tüm bu ve buna benzer sebeplerden dolayı, İlmi değerleri elde etmek ve onun hakikatlerine daha fazla ilgi göstermekte, aceleci davranmalıyız. Kendi toprağımızda yetişen âlimlerimizi ve ilmi şahsiyetlerimizi tanımak, bizi eski altın çağ’a yeniden kavuşturacaktır. Sahip olduğumuz değerleri hatırlatmak ve bilinçlendirmek yolunda atacağımız küçük bir adım, neslimize yapılan en büyük hizmet olacaktır. Bu alanda yapılan çalışmalar yeni neslin, her zaman ufkunun derinleşmesine neden olur. İlk İslam filozoflarından Kindi, bilgiyi, eşyanın hakikatleriyle kavranması şeklinde tarif eder. Farabi, bilgiyi; “varlığı ve devamlılığı insanın yapıp etmelerine bağlı olmayan varlıkların mevcudiyetiyle ilgili olarak, akılda kesin hükmün hâsıl olması” şeklinde yorumlar. İhvan-ı Safa’nın bilgi tarifi ise; “bilenin zihninde bilinenin formunun oluşması” şeklindedir. Seyyid Şerif el-Cürcani’ye göre bilgi; “Düşüncenin gerçeğe tam uygun olmasıdır.” Kur’an-ı Kerim’de bilgi(ilim), en sık kullanılan anlamıyla ilahi vahiyden kaynaklanan, yani bizzat Allah’ın verdiğidir; “Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.” Bakara Suresi 120 ve 145. ayetlerindeki ilim ile “Ey insanlar! Rabbinizden size bir burhan (kesin delil) gelmiştir. Ve size, apaçık bir nur indirdik, ” Nisa suresi 174. ayetindeki burhan, kesin ve kanıtlanmış bilgiyi ifade eder. Öncelikle vahiy, muhatabı olan insanı düşünme- Mısır’da Nil nehri boyunca bilgi ve tekniklerin geliştiği, M.Ö. 2500 yılında Sümerlerin çarpım tablosunu kullandıkları, bilim tarihine göre önemli gelişmeler olarak kabul edilir. Bu nedenle, bilimin doğuş ve gelişme öyküsünü Bilim Tarihi sınırları içinde, hayatımızın her döneminde, ilim seyahatine çıkmak gerekir. Bu konuda asıl olan, düşüncenin serbestliğe kavuşması, akıl ile batıl inançların çarpışması sonucu insanın doğruyu aramasıdır. Bilimin kökeninde, insan yaşamını güvenilir ve rahat kılma, hedefine doğru hareket etmesini sağlar. O’nun bazı dönemlerde önemli gelişmeler gösterdiğini gözden kaçırmamalıyız. Genel hatlarıyla, bilimsel gelişme süreci, dört aşamada daha belirgin olarak ortaya çıkar. Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları, eski Yunanlılar dönemi, İslam dünyasının parlak başarılarla dolu dönemi, ve Avrupa’da Rönesans olarak bilinen dönemdir. İlmi gelişmeleri bir başka ifade ile ilk çağlardan başlayarak, Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları, eski Yunan, Ortaçağ İslam dünyası, Rönesans ve sonrası dönemlerinden günümüze kadar gelen halinde incelemek de mümkündür. M.Ö 3000 yıllarında, Sümer uygarlığı olarak tanımlanan dönemde, ortaya çıkan gelişmelerin bazıları şöyleydi; Ateş ile bazı minerallerden bakır’ı, bakır’dan bronz’u elde edilmesi idi. Mısır’da Nil nehri boyunca bilgi ve tekniklerin geliştiği, M.Ö. 2500 yılında Sümerlerin çarpım tablosunu kullandıkları, bilim tarihine göre önemli gelişmeler olarak kabul edilir. Medeniyetin gelişmesi sürecinde, Sümerler, Babil’ler ve Hamurabi hanedanlığı peş peşe devam ettirirler. Bu dönemde Geometrik kavramlar, Karekök, küp kök ve üçüncü dereceden denklemlerin hesaplanır. Yine Babiller, dairenin 360 derece, bir saatin 60 dakika ve 1 dakikanın 60 saniye olduğunu tespit ederler. Toprağı işleme, hasat, takvim ve ay ve güneş tutulması gibi konular da önemli gelişmeler olur. Gök cisimlerin dünyadan daima aynı uzaklıkta hareket etmeleri, parlaklığın değişmesi, gezegenlerin dünyaya bazen yaklaşması, bazen de uzaklaştığı bilgileri tartışıldığı bu gelişmeler, M.Ö. 400 yıllarında olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekir. Antik Yunan filozofu ve Yunan Felsefesinin kurucularından Sokrates öncesi, ilk filozoflardan ve felsefenin öncüsü olarak adlandırılan Miletli Thales, yedi Bilge’den biri kabul edilir. O, materyalist felsefeyi başlatır. Dünyanın suda yüzen bir tahta gibi olduğunu ve evrenin sudan oluştuğunu ortaya atar. Yerkürenin hareketsiz olup evrenin doğal merkezi olduğu düşüncesine ulaşır. Thales’in yanı sıra, Anaximander ve Aneximenes gibi düşünürler, Matematiğe büyük önem atfedip, evrenin yapı taşı “sayı” olduğunu iddia ederler. Her şeyin fiziksel olarak bölünmeyen atomlardan meydana geldiği, sonradan yaratılmış olmadıkları, ezelden beri var olduğu, yok edilemeyeceği söylemleri, ateist ve materyalist bir düşünce akımının ortaya çıkmasına neden olur. Bu dönemde Atina, pek çok matematikçi ve bilge kişilerin uğrak yeridir. Müdavimlerinden biri de Sokrates’tir. O kendinden önce gelen düşünürlerin aksine, insanı ilgilendiren, doğruluk, iyilik, adalet ve erdem gibi konuların önemi üzerinde durur. Bu esnada sahneye Sokrates’in öğrencisi Platon ortaya çıkararak dikkatleri üzerine çeker. Öğrenci ve öğretmen arasında görüş ayrılığı yeni fikirlere sahne olur. Öğretmen Sokrates, 71 yaşında idam cezası aldığında öğrenci Platon, 30 yaşlarındadır. O da, bir müddet sonra Atina’yı terk eder. Daha sonra tekrar Atina’ya döndüğünde kendi bilimler akademisini kurar. Bu akademinin kapısına ‘Buraya Matematik Bilmeyen Giremez’ tabelasını asar. İslam dünyasında Eflatun adı ile bilinen bir başkası, antik klasik Yunan filozofu, matematikçi ve batı dünyasındaki ilk yüksek öğretim ku- Mayıs 2016 Âsım 30 rumu olan “Atina Akademisi”nin kurucusu Platon’dur. Onun Cumhuriyet isimli kitabındaki fikirlerine göre; idealar dünyası ve olgular dünyası vardır. İdealar, fikirlerin formların barındığı dünyadır. Olgular dünyasında her şey geçici, kusurlu ve aldatıcıdır. Duyularımıza gerçek gibi görünen olgular aslında birer illüzyon olduğunu iddia etmesi ile düşünce müdahilleri arasına girer. Doğa Felsefesi, Mantık, Ahlak, Politika ve Edebiyat gibi alanların kurucusu unvanına sahip Aristoteles (Aristo), kendi döneminin söz sahibidir. Hocasından aldığı ilimleri geliştirerek ortaya yepyeni teoriler sunar. Sabit yıldızları taşıyan en dıştaki kürenin hareket kaynağı olduğu ve tüm evreni çevreleyen ve yöneten ‘Hareketsiz hareket ettirici bir güç var’ dır, sözü ile bilinendir. O, dünyanın merkezinde toprak, onun dışında Su ve Hava, en dışında ateşin yer aldığını savunur. Dünyanın toprak, su, ateş ve hava ile dört elementten oluştuğu tezi ile dikkatleri üzerine çeker. Bu dönemde, Aristo, biyolojik alanındaki çalışmaları sonucu 540 hayvan türünden söz ettiği bilinir. Yaklaşık 50 farklı tür hayvanın Anatomik yapılarını in- celeyerek bilimin hizmetine sunar. Bir başka yerde büyük İskender’in fetihleri ile Yunan kültürü, Atina dışında Mısır’da İskenderiye’de gelişim gösterir. Bilimsel yaklaşımlarda köklü değişimler ivme kazanır. Gözlemlemeye dayalı inceleme yapılır. Bu geçişin adına, ‘Helenistik çağ’ adı verilir. Bu gelişmenin ömrü, Büyük İskender’in ölümüne kadar sürer. Sağlık alanında Bergamalı Galen, tıp doktoru, bilim insanı ve filozof sıfatı ile önemli tespitlerini sunar. Antik Roma’nın en önemli hekimi, deneysel fizyolojinin kurucusu ve dünyanın ilk spor hekimi olarak tanınır. Hatta Galen için, “hekimlerin İmparatoru” unvanı ismi uygun görülür. Hayvan derisinden imal edilen Parşömen kâğıdı ona atfedilir. Yunanlı Galen, M.S.129’larda Bergama’da, kalbin çalışmasını, omuriliğin yapı ve görevini anlamaya çalışmakla meşguldür. Galen’in ortaya attığı önemli düşüncesi, ‘İnsan vücudunun belli bir amaç için Tanrı tarafından düzenlendiği’ ifadesi ile yaratılışı izah etmesidir. Tıbbın babası olarak anılan hekim ise Hipokrat’dır. Anadolu’nun kuzey illerini gezdikten sonra İstanköy adasına dönerek hekimliğini sürdüren Hipokrat, dünyanın çapı ve büyüklüğünün hesaplanması konusunda da bilgiler verir. Bir başka bilim aktörü, MÖ 330-275 yılları arasında yaşayan Öklid’ir. İskenderiyeli Matematikçi Öklid, gelmiş geçmiş matematikçilerin içinde adı geometri ile en çok özdeşleştirilen kişi olarak bilinir. Güneş ışınlarının birer doğru çizgi biçiminde yayıldığını söyleyerek yansıma yasalarından söz eder. İskenderiye okulunun son dönemin en ünlü bilginlerinden biri Batlamyus (MS.85), dünyayı küçük gösteren hatalı ölçmeyi düzeltir. Gezegenlerin hareketlerine ilişkin Matematik yöntemlere ayrılması konularını Almagest isimli kitabında toplar. Bilimsel incelemeler ve gözlemlerini de, Astronomi ansiklopedisi kitabında anlatır. Artık bundan böyle O, tarihe antikçağın en seçkin coğrafyacısı olarak geçer. Antik uygarlığın sonunda İtalyan Rönesans’ı yaklaşık bin yıllık dönem (MS.4-13 yy.), Avrupa için karanlık bir dönemdir. Bundan böyle Ortaçağda, Bilim ve felsefe’de öncülük Müslümanlara geçer. MS.800-1100 yılları arası İslam dünyasının bilimsel çalışmaları nedeniyle Müslümanların altın çağı olur. Sekizinci yüzyıl sonralarında Harun Reşid, Aristoteles’in, Hipokrat’ın ve Galen gibi kişilerin kitaplarını tercüme ettirir. Halife Me’mun, Bizans’a ve Hindistan’a elçi gönderir. Önemli eserler tercüme edilir. Matematik, Tıp ve Kimya alanlarında hızlı ilerlemeler kaydedilir. Dönemin sonlarına doğru Kimya’nın babası unvanını alan İbn-i Hayyan’ı bilim çevreleri kısa zamanda tanır. Halife Me’mun’un kütüphanecisi el-Harezmî, Cebir üzerine yazdığı kitapları Latince’ye çevrilerek ders kitabı olarak okutulmaya başlanır. El-Kindi, optik üzerine, ışığın kırılması konularında, İbn-i Sina, Kanun isimli eseri ile tüm bilim dallarında, İbn Rüşd ve Gazali de İslam düşünce alanlarında yaptıkları çalışmalar ile ün kazanırlar. Son yüzyıla geldiğimizde, İngiltere’nin buharlı makineleri kullanması ile “Endüstri Devrimi” adını alan dönem başlar. Bu dönemde insan ve hayvan gücü yerine, buhar ve elektrik gücüyle çalışan fabrikaların kurulması ile inanılmaz derecede endüstri hızla gelişir. 19.yüzyıldan itibaren de bu endüstrileşmeyi malum bazı batılı devletler üstlenir… Uzun bir zaman, hep önde olan Müslüman bilim adamları, karanlık olduğu iddia edilen ortaçağda, insanlığa hizmetleri ile batıyı etkilemişlerdir. Princeton Üniversitesi kilisesinin pencerelerinin birinde, Müslüman bilim adamı Razi’yi temsil eden bir resim bulunması ve Paris Üniversitesi tıp fakültesinde İbn-i Sina’nın büstü buna birkaç örnektir. Yukarıda sözü edilen ilmi gelişmeler, milattan önce, bir başka ifade ile karanlık çağ olarak bilinen ortaçağda gerçekleşiyordu… Acaba ortaçağ karanlık bir çağ mıydı? Çaresizlik Hasadı Rümeysa YILDIZ 11/E Duymuyor musunuz Boşlukta birkaç çakıltaşı tıkırtısı Dünyaya ait ve öyle olduğundan uyumsuz Bu yüzden yankılanıyor boşlukta Durmadan, süresiz ve sonsuz Susturuyor kanunları evren tarafından konulmuş Çiğniyor kuralları düzene alışamamış Siyahi bir adam gibi Yahut kendi söylemiyle; alışmak istemeyen ‘’Bütün topraklarımı alın, insanlarımı bağışlayın Bana onları verin çünkü onlar çoğaltır toprakları Bereketlendirir’’ diyen Yağmurun vardığı yere konulmuş paslı bir kova Bir uçtan bir uca serilmiş kırmızı branda Ben ki köşesinden kavramaktan uyuşmuş parmaklarımla Çocuklarımın saçlarını bir bir okşadım - doğmuşlardı bir yağmur üzerineLimon ağacı yetiştirip onlar için Ağacı sabırla beklemeyi öğrettim, sonra büyütmeyi Onlar da çocuklar doğurup Bir bir okşasınlar diye öğrettim Yorgunum belki bu yüzden yoruldum Belki bu yüzden tutmuyor kollarım Kucaklayamam artık hiçbir boşluğu Ben eskiden cesurdum Serçenin karşısında duran karınca kadar Bir gençlik dönemiydi hatırımda kalan Kanın zamandan hızlı aktığı o günler İnsanlardan gitmedim Ben insanlardan gitmedim, göçe zorlandım Üstelik yorgun da değildim Dediler: umut uzaktır, güneş de uzak Çelimsiz kanatlarımı gökyüzü kadar açarak İnanın, ben gitmedim göçe zorlandım Sürünmemek için bir omurga aradım Yaşamadım Öğrenemediğim şey belki buydu Bir kağıdı en fazla kaç defa katlayabilirsiniz İşte o kadar bile yaşamadım Katlanamadığımdan Defalarca, defalarca Ama defalarca katlanamadığımdan Bir serinlik aradım hep kendime Bu kez yüzüme tokat gibi çarpan rüzgarı değil Yüksek dağların batısındaki serinliği aradım O dağlar ki, nice Ferhatlar görmüştür Bir beni göremediler bir beni Yürüdüm, süründüm, süzüldüm, Kanatlarımı dağlar kadar açtım da göremediler Çünkü kanatlarımda binlerce kurşun izi Işık geçiriyordu binlerce küçük güneş gibi Her birinin ayrı hikayesi. Beni anlamadılar, ben de anlatmadım Şimdi vaktidir diyorum konuşmanın Bir başlasam, susmayacağım Korkuyorum susmayacağımdan Ağzımı kocaman elleriyle kapatacaklar Tuz tadı kalacak dilimde Ben asla susmayacağım Yaralar açacaklar, kesikler atacaklar Sonra alay edecekler Hele bir dilim dönsün de Susmayacağım Ama ürküyorum Aynadan yansıyan bir yüz, korkunç Yansımadan kaçarken sendeleyip Düşüyorum ayna kırıklarından yapılma bir zemine Bir zemine doğru O boşlukta başlıyor her şey Bitmesi gereken yerde bir anka kuşu Külleri uçuşuyor Küllerinden anlıyorum Yeniden doğuşu. Osmanlı Son Döneminden Cumhuriyete Muallimlerimiz Enes M. Çiğdem O Mayıs 2016 smanlı Devleti pek çok bilinmeyen yönüyle araştırmacıların ilgisini celbetmeye devam ediyor. Altı yüzyılı bulan bu uzun süre dünyadaki pek çok değişimin meydana geldiği; devrimlerin, rönans ve reformların, uluslaşmanın, keşiflerin, icatların, sanayinin, ideolojik ayrışmaların, devasa savaşların yaşandığı bir döneme tekabül ediyor. Özellikle Osmanlı son dönemi yani Tanzimat ile başlayan ve Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar devam eden süreç adeta hızlanmış bir zaman dilimini anımsatır. Klasik tarihimiz Osmanlı’yı üç dönem halinde inceler; Kuruluş-Yükseliş-Duraklama ve Çöküş. Bu klasik betimlemeye göre bahsettiğimiz son 150 yıllık dönem duraklama ve çöküşe tekabül ediyor olsa da işin içine girildiğinde bizleri şaşkınlığa uğratacak şekilde bir değişim ve ilerleme ile karşılaşırız. Klasik algılama daha çok askeri ve siyasi kazanımlar üzerinden şekillendiği için olsa gerek Osmanlı’nın bu son dönemindeki büyük dönüşüm gözlerden kaçabilmektedir. Âsım 32 Osmanlı’da Muallimlik Muallim köken olarak ilim kelimesinden gelen ve “ilmi öğreten kişi” anlamında kullanılan bir kelimedir. Osmanlı son dönemine ve Cumhuriyet’e damga vuran muallimler neslini ayrıntılı şekilde irdelemek ve bu neslin nasıl ortaya çıktığını en başından itibaren incelemeye ihtiyaç vardır. Şimdilerde “Öğretmen” olarak adlandırdığımız mesleğin ilk nüvesi Osmanlı’da atılmıştır. İslâm eğitim geleneğinde tahsil ve tedris faaliyetleri, başlangıçtan Bu dönüşümü ve ilerlemeyi sağlayan temel unsur hiç şüphesiz eğitim alanında atılan adımlardır. 1800’lü yılların başından itibaren atılan bu adımlar meyvelerini yüzyılın sonuna doğru ortaya çıkan yeni bir neslin varlığıyla kanıtlamıştır; muallimler nesli. Her biri kendi alanında olduğu kadar yan branşlarda da yetiştirmiş Osmanlı’nın bu son nesli aynı zamanda Cumhuriyet’in temelini oluşturacak fikri alt yapının oluşmasını sağlayacaktır. Yine aynı şekilde İstiklal Mücadelesini vererek Cumhuriyet’i kuran kadroların da Osmanlı’nın son döneminde kurulan okullarda bu muallim kadrosunun eğitiminden geçtiğini hatırlatmakta fayda vardır. Muallim olarak görev yapan bazı isimlerin daha sonraları “Paşa” olarak da Osmanlı İdaresinde önemli görevler üstlendiğini görüyoruz. Sadece idari olarak değil aynı zamanda Osmanlı’nın ihtiyacı olan reformların çerçevesini çizen, sorunları ele alarak çözüm önerilerini yazan, yeni nesillere fikir babalığı yapan, yayınladıkları eserlerle bugün dahi takip edilen isimleri içinde barındıran bir nesildir bahsettiğimiz. itibaren müesseseler etrafında değil, muallimler etrafında şekillenmiştir. Osmanlı dönemi okulları açısından da durum aynıdır. Bu da tabiîdir; çünkü Osmanlılardan önce oluşan söz konusu ilim anlayışı ve ilmi mekanizma, 16. yüzyıla kadar diğer İslâm beldelerinden Osmanlı ülkesine taşınmıştır. Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki, Osmanlı eğitim sistemi, öğretmen merkezli bir sistemdir ve bir kurumun niteliği önemli ölçüde öğretmenin niteliği kadardır ve bu kuruma yönelen talep, o kurumda görev yapan öğretmenin itibar ve şöhretiyle doğru orantılıdır. Osmanlı döneminde eğitimciler, öğrencilerin öğrenme ortamında homojen bir topluluk olarak bulunmadıklarının farkındadırlar. Bu yüzden adab ve nasihat kitaplarında, öğrenci psikolojisinin öneminin kavrandığına delâlet eden çok sayıda ifadeler bulmak mümkündür. Örneğin eğitime başlamadan önce öğretmenden, ilk planda her bir çocuğun yaratılışını, yani huyunu suyunu tespit etmesi talep edilmiştir (Şeker ty, 87).Verilen öğütlerde her bir öğrencinin değişik sosyo-ekonomik statüye sahip olabileceği; bu nedenle öğretmenlerin buna dikkat etmeleri istenmiştir. Bu anlamda toplumun mağdur kesimlerinden gelen çocuklara daha fazla ilgi gösterilmesi ve onlara daha yakın davranılması tavsiye edilmiştir (Tâşköprîzâde 1313, I,70) Henüz Fatih Sultan Mehmet zamanında dahi ilk muallim medreselerinde uygulanan müfredatta yer alan “Âdab-Mubâhase ve Usûl-i Tedris” dersleri konuya verilen ehemmiyetin ilk önemli örnekleridir. Nitekim burada verilen derslerden ilki Âdab-Mubâhase; tartışma kuralları anlamına gelmektedir. İkincisi ise Usûl-i Tedris ismiyle öğretim yöntemleri olarak anlamlandırılabilecek bir derstir. Bunu derinlemesine inceleyecek eğitim tarihçileri bahsettiğimiz hususun devrim niteliğinde bir uygulama olduğunu fark edeceklerdir.(Öcal; 173) Bunun yanı sıra muallim olarak görevlendirilecek kişilerde belirli hasletlerin bulunması şart koşulurdu. Bu bağlamda hem İslam eğitim geleneğinde hem de Osmanlı toplumunda bir muallim için şart koşulan kişisel niteliklerin en önemlilerini özetlemek gerekirse; iyi niyet, meslek sevgisi, ilme ve ilim adamına saygı, adalet, objektiflik, sabır, hoşgörü, affedicilik, ağırbaşlılık, alçak gönüllülük, şefkat, merhamet, espri anlayışı, esneklik, tutarlılık, iyimserlik, koruyuculuk, bilgi inanç ve davranış bütünlüğü şeklinde ifade etmek mümkündür (Tâşköprîzâde, 1313). Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Osmanlı tarihinde eğitimdeki büyük atılım, İstanbul’un alınışından sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından başlatıldığı görülür. Onun yaptırdığı yapısal özelliklerini bugün bile anlayabileceğimiz, adını taşıyan cami çevresindeki medreseler Fatih’in eğitime verdiği önemi göste- yaslanabilecek bir okullaşma düzeyine rir. Fatih’in yaptığı bu atılım, Kanuni yeniden ancak 1950’li yıllarda ulaşadevrinde de devam etmiştir. Kanuni- bilmiştir. Mesela 1895’te Cumhuriyet nin 1559’da yaptırdığı Süleymaniye sınırlarına tekabül eden bölgede bine cami ve medreseleri ile Osmanlı örgün yakın (835) ortaokul ve lise bulunueğitiminin doruğuna ulaştırdığı bi- yorken 1923’te bu sayı 95’e düşmüştür. linmektedir. Batılı anlamda en büyük 1895’teki yüz bine yakın öğrenci sayıdevrimler ise II. Abdulhamit zamanın- sı (97.837), 1950-51 sezonunda aşağı da gerçekleşmiştir. II. yukarı aynı seviyeAbdülhamit’in otuz üç de seyretmektedir yıl kaldığı padişahlık Şimdilerde (90.356). Öncesiyle döneminde bayındırkıyasladığımızda Ab“Öğretmen” olarak dülhamit döneminlık yanında eğitimin adlandırdığımız deki eğitim patlaması yayılmasını sağlayacak bazı tedbirlere de başmesleğin ilk nüvesi daha görünür hale vurulmuştur. II. Abgelir. Tahta geçtiği yıl Osmanlı’da atılmıştır. dülhamit döneminde250 olan Rüştiye saİslâm eğitim yısı 1909’da 900’e, 6 ki eğitim ve öğretim, merkeziyetçi ve eğitim geleneğinde tahsil olan idadi sayısı 109’a müesseseleri arasınve tedris faaliyetleri, çıkmıştır. 1877’de İsda dengeye dayanan tanbul’da sadece 200 başlangıçtan tane modern ilkokul bir siyaset izlenmiştir. Modern eğitim, bu döitibaren müesseseler varken 1905’te 9 bine nemde yerleştiğinden etrafında değil, çıkmıştı. Her yıl ortadevlet, eğitimdeki gölama 400 ilkokul açılmuallimler etrafında mıştır ki, bu, Cumrevinin bilincine varşekillenmiştir. huriyet döneminde mıştır. Yeni okullara devletçe mali yardım bile kırılamamış bir sağlanması ve yeniden rekordur. Ayrıca eğiDarülfünun eğitim hayatına geçiril- timin, Türklerin çoğunlukta olduğu mek istenmesi eğitim konusunda yapıl- yerlere, özellikle Anadolu’ya yönelik mak istenen atılımlardan bir kaçıdır. olması eğitimdeki şuurlaşmanın temel İlk kız okulları da II. Abdülhamit za- belirtileridir. Bunda ise halkı bilinçlenmanında açılmıştır. Nitekim bilgili bir dirmek amacının yanı sıra devletin en kişi olan Abdüllatif Suphi Paşa’nın ilk uzak köşelerine kadar merkezi otoritedefa bir kız sanat okulu açma teşebbü- nin uzantılarını götürmek, bir anlamsünde tereddüt geçirmesi ve titizlenme- da bürokrasiyi ve resmi kurumlaşmayı si üzerine Abdülhamit, “Sen mektebi yaygınlaştırmak düşüncesi de vardır. aç, ben arkandayım” diyerek açıktan Öte yandan azınlık ve yabancı okuldestek vermiş ve çevresini, daima kız- lar az çok kontrol altına alınmış, bu ların okuması için ilk adımları atmaya okullara Türk öğretmenler ilk olarak teşvik etmiştir. Osmanlı tarihinin en bu dönemde tayin edilmiştir. Başta bücanlı eğitim hamlesi, Abdülhamit dö- yük şehirler olmak üzere Anadolu’nun nemine rastlar. Varılan tespitlere göre dört bir yanında açılan İbtidai MekTürkiye, Abdülhamit dönemiyle kı- tepler(İlkokul), Sultani Mektepleri(li- seler), askeri okullar ile teknik okullar Osmanlı’nın hem ömrünü uzatmış hem de yeni kurulacak Cumhuriyetin nüvesini oluşturacak donanımlı neslin yetiştirilmesine vesile olmuştur. Sultan Abdülhamit tarafından yaptırılan bu okulların pek çoğu bugün dahi eğitim kurumları olarak kullanılmakta ve bulundukları şehirlerin en gözde eğitim kurumları olma özelliğini sürdürmektedir. Mayıs 2016 Sultan Abdülhamit’in özellikle Muallim yetiştirilen okullara büyük önem verdiğini görüyoruz.Bu okullarda uygulanan müfredata göz attığımızda verilen eğitimin niteliğini ve niceliğini daha iyi anlayabiliriz. Türkçe Kitabet ve İnşa, Kuran-ı Kerim ve Tecvid, Sarf ve Nahiv, Arapça, Farsça, Tarih-i Umumi, Hendese, Cebir, İlm-i Mevalid(tabiat tarihi), Hikmet-i Tabiiyye, Hayvanat, Nebatat, Tabakat, Fizyoloji, Tarih-i İslam, İmla ve Gramer, Kimya, Resim, Şiir ve inşa, Fransızca, Mantık, Hukuk-ı Milel, Meani, Ahlak, Coğrafya, Musiki, Tedbir-i Menzil(ev idaresi bilgisi), Belagat, Kozmografya, Hüsn-i Hat, Hıfzıssıhha, Lisan-ı Ecnebi, Ge- Âsım 34 ometri, Trigonometri, Ulum-i Diniyye bu okullarda okutulan belli başlı derslerdir. Görüleceği üzere oldukça ağır bir müfredata sahip bu okullardan yetişen muallim nesli her bakımdan donanımlı, çok yönlü ve özgüveni yüksek; hem batıyı hem de doğuyu sindirmiş bireyler olarak toplumun arasına karışıyordu. Okullaşma oranının %97’lere ulaştığı günümüzden bakıldığında tüm bu çabalar ve ortaya çıkan netice yetersiz görülebilir. Fakat o dönemde türlü zorluklar, savaşlar, toprak kayıpları ve her yönden Osmanlı topraklarına yapılan saldırıların arasında gerçek- leşen bu devrimler daha çok toplumu dönüştürecek dehaların tespiti ve yetiştirilmesi üzerine yoğunlaşmıştı. Aşağıda vereceğimiz örnekler bu çabanın ne derece hedefine hizmet ettiğini daha iyi ortaya koyacaktır. Meşhur Muallimler Muallim kelimesini günümüzde öğretmen olarak ele almakta bazı zorluklar bulunuyor. Çünkü günümüzün modern eğitim teknikleri daha çok ihtisaslaşmaya yönelik alan eğitiminden geçer. Dolayısıyla her öğretmen aslında belirli bir alanın eğitimiyle ikame edilmiştir. Muallimler ise her alanda bilgi ve tecrübesi ile birer yetenek avcısı misali öğrencilerini yetiştiren kişileri temsil eder. Ahmet Cevdet Paşa bu neslin ilk örneklerindendir. İlk mesleği Kadılık ve müderrislik olan Ahmet Cevdet Paşa pek çok alanda verdiği eserlerle, Osmanlı Modernleşmesine koyduğu katkılarla, ilme olan vukufiyetiyle ve yetiştirdiği nesil ile halen üzerine pek çok akademik çalışma yapılan isimlerdendir. Memuriyetteki(muallimlik) başarısından ötürü devletin önemli kademelerinde görev yaptı. 1848’de Mustafa Reşid Paşa’nın verdiği bir görevle Bükreş’e gidip bir ay kaldıktan sonra geri döndü. 1849’da tedavi için bulunduğu Bursa kaplıcalarında “Kavâid-i Osmâniyye” (Osmanlıca dil bilgisi) adlı kitabı ve ilk Türk anonim şirketi olan Şirket-i Hayriye’nin kuruluş nizamnamesini yazdı. Yakın dostu Keçecizade Fuad Paşa ile birlikte yazdıkları Kavaid-i Osmaniyye, Türk dilinin Türkçe yazılmış ilk gramer kitabı kabul edilir ve 50 yıl boyunca okullarda ders kitabı olarak okutulmuş, Almanca’ya(1855) Arapça’ya( 1866) Bulgarca’ya ve Hırvatça’ya tercüme edilmiş bir eserdir. 13 Ağustos 1850’de Meclis-i Maarif azalığı ile birlikte Dar-ül-Muallimin (Öğretmen okulu) müdürlüğüne getirildi. Bu mektebi kısa zamanda ıslah ederek, mektebe giriş ve imtihan usullerini yönetmeliklerle belirledi. Rüştiyelerde din derslerinde okutulmak üzere “Ma’lûmât-ı Nâfia” (Fâideli Bilgiler) adlı kitabı kaleme aldı. Her türlü bilimsel konunun Türkçe ile yazılabileceğine inanıyor, herkesin okuryazar olması için lisanın sadeleştirilmesi ve yazıların Türkçe kaleme alınması gerektiğine inanıyordu. Yazılarında bu sadeliğin örneklerini verdi. Ahmet Cevdet, bilimin ülkeye yayılması ve genel kültür düzeyinin yükseltilmesi için çalışacak Fransız Bilimler Akademisi benzeri bir akademinin kurulması fikrini desteklemekteydi; bunun faydalarını anlatan bir mazbata hazırlayarak Sultan Abdülmecit’e sundu. Padişahın uygun bulmasıyla 1851’de kurulan Encümen-i Daniş’e (Osmanlı Akademisi) asli üye seçildi. Yazdığı eserler ise bugün dahi geçerliliğini koruyan çapta bir ilmi derinlik içerir. Ahmet Cevdet Paşa’nın ilmi derinliğine, ortaya koyduğu eserlerin etkisine, pratik çözümler üretmedeki kabiliyetine bugün dahi ulaşan bir isim bulmak zordur. Eserleri; Tarih-i Cevdet (12 cilttir. Osmanlı Devleti’nin 1774-1825 seneleri arasındaki tarihini anlatır),Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa(12 kısımdır. Cevdet Paşa’nın en tanınmış eseridir. Âdem’den itibaren birçok peygamberin, İslam halifelerinin, İkinci Murad’a kadar Osmanlı padişahlarının tarihinden bahseder),Tezakir-i Cevdet(Devrinin siyasi, içtimai, ahlaki cephesini anlatmıştır),Ma’ruzat (Sultan İkinci Abdülhamid’e 18391876 yılları arasındaki tarihi ve siyasi hadiseleri takdim etmek için hazırlanmıştır), Mecelle(Mecelle, Tanzimat Fermanı ile açılan dönemin en önemli kanunu ve Osmanlı modernleşmesinin en önemli anıtlarından biridir. Ahmed Cevdet Paşa başkanlığında bir heyet tarafından hazırlanmıştır), Divançe-i Cevdet (Gençliğinde yazdığı şiirleri, Sultan II. Abdülhamid’in emriyle bu kitapta toplamıştır), Kavaid-i Osmaniye(Keçecizade Fuad Paşa’yla birlikte yazdığı dil bilgisi kitabıdır. Türk dilinin Türkçe yazılmış ilk gramer kitabı kabul edilir). Ayrıca Belagat-ı Osmaniye - Kavaid-i Türkiye, Takvim-ül Edvar-Miyar-ı Sedad, Adab-ı Sedat fi-İlmil-Adab, Hülasatül Beyan fi-Te’lifi’l -Kur’an, Asar-ı Ahd-i Hamidi, Hilye-i Seadet, Ma’lumat-ı Nafia adlı eserleri çeşitli mevzulardan bahsetmektedir. Bu dönemin diğer bir önemli ismi ise Hoca Tahsin Efendi’dir. Osmanlı Devleti’nde batılı anlamda ilk üniversite olarak kurulacak Darülfünun’da görev almak için bursla Paris’e gönderilen iki kişiden biridir (diğeri Selim Sabit Efendi). Özellikle Modern astronominin tanınmasında büyük emek sarf etti ve bu alanda halkın da anlayacağı türde çeşitli eserler kaleme aldı. 1870’de kurulan Darülfünun’un ilk “rektörü” oldu. Bu dönemin muallim neslini incelediğimizde temel bazı özellikler göze çarpar. Öncelikle bu nesil batı fikriyatını ve ilmini anlamış, doğunun ve özelde İslam’ın değerlerini sindirmiş, devletin selameti için gayret gösteren, çözüm üreten, yol gösteren, gece gündüz bu uğurda çaba sarf eden, sorumluluk alan, birkaç yabancı dil bilen, devletin en ücra köşelerine kadar gidip gören, batıyı gezen, düşüncelerini ve önerilerini kaleme alan, zevk ve kalem erbabı kişilerden oluşmaktadır. Bu nesil hem bedii(estetik) hem de ilmî bakış açıları haiz bir nesildir. Bu bakımdan da Osmanlı’da pek çok yeniliğin ve dönüşüm gerçekleşmesinde itici güç olmuşlardır. Osmanlı’nın son dönemi ile Cumhuriyet döneminde etkisi oldukça geniş çevrelere uzanan diğer bir isim ise Mehmed Fuad Köprülü’dür. Cumhuriyet dönemi ilmi araştırma yöntemlerini oluşturan, Tarih metodolojisini kuran, ilk akademik çalışma yöntemlerini ortaya koyan, Selçuklu-Osmanlı ve İlk Türk Kavimlerine ilişkin bilimsel çalışmaları yapan, Tasavvuf Tarihini ve İlk Mutasavvıfları ilmi eserleriyle ortaya koyan Köprülü aynı zamanda yetiştirdiği ilim adamlarıyla da Cumhuriyet Tarihine mührünü vurmuştur. Cumhuriyet dönemi tarihçiliğinin son kırk yılının önemli isim ve eserlerine bakıldığında en önlerde, çalışmalarını Köprülü’nün taslağının çeşitli alanlarında yapan Köprülü’nün asistan ve öğrencileriyle karşılaşırız Şamanizm’in tarihçisi Abdülkadir İnan, Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar her aşamada Türk göçebe kabile yaşantısını izleyen Faruk Sümer, Ortaçağ mezhep ve tarikatlarımızı en iyi bilenlerden Abdülkadır Gölpınarlı, dünya çapındaki halkbilimcimiz Pertev Naili Boratav, Selçuklu uzmanı Osman Turan, özgün araştırmalarında daha çok 16. yüzyıl sonu buhranı üzerinde duran, fakat Selçuklu-Osmanlı sosyo-ekonomik tarihine ilişkin sentetik denemeler de kaleme alan Mustafa Akdağ ve günümüzün en önemli Ottomanist’i sayılan Halil İnalcık bunlardan bir kaçıdır. Dünya çapında birçok bilim kuruluşunun üyesi olan Köprülü, Türk dini, hukuku, sosyal hayatı, sanatı, edebiyatı vd. hususlarda yazdığı eserlerinde, sosyolojiden arkeolojiye, antropolojiden psikolojiye, birçok bilimlerden yararlanmak suretiyle umumi Türk tarihinin problemlerine çözümler sunmuş ve elde ettiği sonuçlarla bilhassa Batılı âlimleri etkilemeyi ve ikna etmeyi başarmıştır. Köprülü, 1500’ün üzerinde kitap ve makale yazmıştır. Bu anlamda da bugün de Üniversitelerimizde ve enstitülerimizde eserleriyle muallimlik yapan ender isimlerden biridir. Bir Bilim Adamının Romanı Oğuz Atay’ın kaleme aldığı “Bir Bilim Adamının Romanı; Mustafa İnan” isimli biyografik romanı Osmanlı’nın son döneminde yetişmiş Cumhuriyet’in kuruluşunda ve gelişmesinde büyük gayretleri olan bir başka muallimin hayatını anlatır. Prof.Dr. Mustafa İnan Uygulamalı ve teorik mekanik dalında zamanının önde gelen bilim insanlarındandır. Yaşamını Türkiye’de bilimin gelişmesine adamıştır. 19571959 yılları arasında İTÜ’de rektörlük yapmıştır. TÜBİTAK’ın kurucularından birisidir. Oğuz Atay’ın da Hocası olan bu ismin hayatını okuduğumuzda Osmanlı’dan tebarüz eden ve Cumhuriyet’e taşınan gayretlerin içeriğini daha iyi anlayabiliriz. Hayatlarının tamamını çile, özveri, gayret ve zamanı en iyi şekilde değerlendirerek iz bırakmak üzerine kuran bu isimler, güzellik adına yaşadığımız pek çok ilerlemenin de kaynağıdırlar. Yahya Kemal, Peyami Safa, Muallim Naci, Ahmet Haşim, Cenab Şahabettin, Recaizade Mahmud Ekrem, Mahir İz, Mahmud Celaleddin Ökten, Hilmi Ziya Ülken, Ali Fuad Başgil, Cemil Meriç, Zeki Velidi Togan, Yusuf Akçura, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nihat Sami Banarlı, Nurettin Topçu bu isimlerden bazılarıdır. Her birini daha çok eserleriyle tanıdığımız tüm isimler muallimler neslinden gelen ve bu ülkenin kuruluşunda çok büyük emekleri bulunan muallimlerden bazılarıdır. Günümüz eğitimcilerine yol işareti olarak tayin edebileceğimiz bu isimlerin her birinin her şeyden önce birer muallim olarak hayat yolculuğuna başladıklarını ve yaşamları boyunca bu uğurda çaba gösterdiklerini anımsamamız gerekiyor. Kaynakça Karpat,Kemal, Osmanlı’dan Bugüne Elitler ve Din, Timaş Yay. İstanbul,2008 Öcal,Mustafa, Osmanlı Devleti Eğitim Sistemi, Bursa, 2013 Şeker, M. (ty.). Tariku’l-Edeb’de Eğitim. Türkiye 1. Din Eğitimi Semineri (23-25 Nisan 1981), Ankara: İlahiyat Vakfı Yay. ss. 81 Tâşköprîzâde Ahmed Efendi (1313). Mevzu‘âtü’l-‘ulûm (2 Cilt). (K. M. Efendi çev.). İstanbul: Dersaadet İkdam Matbaası. Tâşköprîzâde Ahmed Efendi (1985). eş-Şekâ’iku’n-nu‘mânîye, (A. S. Furatnşr.). İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi. ratan Rabbinin adıyla oku! ” ilk nazil olan ayettir. Neden ilk inen ayet de rabbimiz bize ilim, irfan sahibi olmamızı emretti? Diye soruyorum kendi kendime. Mü’min bir insan ancak öğrenmeyle kendini geliştirebilir. Bu bütün insanlık için de böyledir. Bu nedenle çok okuyacağız. Okumak derken elbette, bize bir şeyler katacak hayatınızın rengini değiştirebilecek kitaplardan bahsediyorum. “Dost Kitaplar-Dost Öğrenciler” Kitap Okuma Etkinliği “Oku! Yaratan Rabbinin adıyla oku! ” ilk nazil olan ayettir. Hakkı Karatekeli Meslek Dersleri Öğretmeni N Bu projeye başlarken öncü, okunulması istenilen kitapları öğrencilerin talepleri dikkate alınarak tespit edildi. Kitaplar Mayıs 2016 36 Din öğretimi Genel Müdürlüğünün hedef gösterdiği proje bu etkinlikte esas alınan temel nokta oldu. Okulumuz öğrencileri bu etkinlikteki amacı, okuyan, düşünen, yorumlayan, eleştiren, medeniyetimizin kültürel mirasını değerlendiren, kültürümüzün söz ve yazı varlığını geliştiren, okumayı bir yaşam biçimi haline getirmektir. Ayrıca öğrencilerin arkadaşlarıyla kültürel zeminde yeni bağlar kuran bireyler olarak yetişmelerini sağlamak ve onların bilimsel, sosyal, kültürel, sanatsal, edebi ve meslekî gelişimlerine çok yönlü katkıda bulunmak amaçlanmaktadır. Âsım gerçekleştiriyor. izam Karasu Anadolu İmam Hatip Lisesi Onur Kurulu öncülüğünde, okul öğrencilerimiz tarafından, okuma kültürü oluşturmak amacıyla, “Dost Kitaplar-Dost Öğrenciler” sloganı ile kitap okuma etkinliği Millî Eğitim Bakanlığı’nın özel ve genel amaçlarına aykırılık içermeyen ve öğrencilerin seviyesine uygun, edebiyat, tarih, medeniyet, kültür, sanat, bilimsel veya dini konuları içermesi esas alındı. Sonra kendilerine okuyan yediler olarak tanıtan öğrenciler, yedi kişi olunca bir takım oldular. Aralarında bir öğrenciyi gönüllü takım lideri olarak belirlediler. Sonra etkinliği kendi sınıfından veya kendi sınıf seviyesindeki diğer şube öğrencilerinden oluşan yedi kişilik takımlar meydana geldi. Takım lideri belirli aralıklarla yürüttüğü iş ve işlemlerle ilgili Onur Kurulu öğretmeni ile işbirliği yaptılar. Belirlenen yedi kitapların düzenli olarak tüm takım okuması sağlandı. Daha sonra özet çıkarılması, sunum yapılması planlandı. Yapılan işlemlerden de sorumlu takım lideri oldu. Bu konuda Okulumuz 11.Sınıf öğrencilerinden Bahar Aktaş, arkadaşları adına duygularını bizimle yaptıkları etkinlikleri hakkında şu şekilde paylaştı: “Cemil Meriç’in güzel bir sözü ile başlamak istiyorum. ”Kitap bir limandı benim için, kitaplarda yaşadım ve kitaplardaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim” ifadesi beni çok etkilemiştir. “Oku! Ya- Kitaplar aslında bizim en iyi dostlarımızdır. Çünkü insan kitap okurken hayal yolculuğuna çıkar bir nevi, belki de tek sığınağı olan barınağıdır. Her kitap kendi hayal dünyamızda bir bilet almak gibidir. İpliği kopmuş tespih taneleri gibi her bir tarafa dağılıveren düşüncelerimiz, beynimizi kemiren sorularımız olabilir. Bu soruların cevabını bulmak için beraber okumaya karar verdik. Nizam Karasu İmam Hatip Lisesi Onur Kurulu öncülüğünde “Okuyan 7’ler” adı altında gruplar oluşturduk. Her haftanın bir günü kütüphanede toplanıp kitap okuyor, ufkumuzu genişletiyor ve fikir alışverişinde bulunuyoruz. Bu da bize iyi geliyor. Çünkü biliyoruz ki, bir insanı en iyi şekilde anlamanın yolu kitap okumaktan geçer. Unut- mayalım ki, denize atılan bir şişe, her kitap bir yerlerde keşfedilmeyi bekler” diye ifade etti. Bahar Aktaş, son olarak arkadaşlarına hitaben; “Genç arkadaşım! Biliyorum sen de bir yerlerde kitaplar gibi keşfedilmeyi bekliyorsun, eğer sen kitabı keşfedersen kendini keşfetmiş olacaksın. Haydi, sende bize katıl dava arkadaşı olup aynı yolda beraber yürüyelim. Okuyalım, anlayalım, dert edinelim, yazalım ve paylaşalım. Biliyorsun ki birlikten kuvvet doğar. Geri gelmeyecek olan bu zamanlarımızı boşa har- camayalım. Bilesin ki, zamanı bereketli kılmak insanın elinde. Mehmet Akif’in Asım’ın Neslini, Necip Fazıl Kısakürek’in “Büyük Doğu Neslini” ve Sezai Karakoç’un “Diriliş Neslinin” adını birlikte duyuralım” diyerek arkadaşlarına tavsiyelerde bulundu. Eğitim öğretim yılının sonuna doğru etkinlikle ilgili ayrıntılı-müstakil bir bülten kitap özeti, öğrenci sunumları ve komisyonun diğer çalışmalarına yer verilmesi düşünülmektedir. Bu projede belli bir seviyenin üzerindeki kitap özetlerinden oluşan en iyi ve Mayıs 2016 seçkin çalışmaların, okul web sitesinde yayımlanması ve imkânlar dâhilinde kitap olarak basılması hedefleniyor. Okul Onur Kurulu tarafından sürdürülen “Dost Kitaplar-Dost Öğrenciler” Kitap Okuma Etkinliği, okul değerlendirme raporunun Din Öğretimi Genel Müdürlüğüne gönderilmesiyle son bulacaktır. Tavsiye edilen kitaplar ve bu projeye katılan öğrencilerin bazılarının isimleri aşağıdadır. Âsım 38 KİTABIN ADI MEB 100 Temel Eserleri Saatleri Ayarlama Enstitüsü Bülbülü Öldürmek Bu Ülke Türkiye’nin Maarif Davası Doğunun Bilgisi Batının Bilimi Dünya Okulu Cahil Hoca Başarısızlığın Olmadığı Okul Beyaz Zambaklar Ülkesinde Çocuklar Neden Başarısız Olur? Duygusal Zekâ Eğitim Üzerine Emile Ezilenlerin Pedagojisi Halkın Bilim Tarihi İçimizdeki Çocuk İnsan Ne İle Yaşar? İnsan Ve İnsanlar Küçük Ağaç’ın Eğitimi Küçük Prens Öğretmen Sofie’nin Dünyası Şeker Portakalı Eğitim - Gençlik - Üniversite Bir Bilim Adamının Romanı Üniversite (Bir Dekan Anlatıyor) Öğretmen Medeniyet Köprüsü: Beş şehirli Okulsuz Toplum Bir eğitim tasavvuru olarak mahall Meraklı Zihinler Kafa Karıştıran kelimeler Modern Dünyanın Bunalımı Hızırla Kırk Saat Bürokratlar YAZARI A.Hamdi Tanpınar Harper Lee Cemil Meriç Nurettin Topçu Joseph Needham Salman KHAN YAYINEVİ Dergah Sel İletişim Dergah MAB (Yeni Baskısı Yok) YKY Metis Wiiliam Galsser Beyaz Yayınları Grigory Petrov Hayat Yayınlar John Holt Beyaz Yayınları Daniel Goleman Varlık Bilim Immanuel Kant İz Yayınları J. J. Rousseau, YKY Paulo Freire Ayrıntı Clifford D. Conner Tübitak Doğan Cüceloğlu Remzi Lev Nikolayeviç Tolstoy Akvaryum Çiğdem Kağıtçıbaşı Evrim Forrest Carter Say Antoine De Saint Exupéry Hece Frank Mccourt Altın Kitaplar JosteinGaarder Pan JoseMauro De Vasconcelos Can Peyami Safa Ötüken Oğuz Atay İletişim Henry Rosovsky Tübitak Frank Mccourt Altın Kitaplar Kültür ve Turizm bakanlığı Ivanllich Şule İsmail Kara / Ali birinci Dergah Jhon Brochman Tübitak Rasim özderen İz Rene Guenon hece Sezai Karakoç Diriliş Erhan Bener Adam OKUYAN 7’LER ERKEK GRUBU •10 - B Sınıfı – Yusuf Ekdemir -Takım lideri •10 - B Sınıfı – Abdülkerim yüksel •10 – B Sınıfı - Fatih Karaca •10 - D sınıfı – Muhammed Osmanoğlu •10 – F Sınıfı – Umut Delice •10 – F Sınıfı – Ahmet Faruk Aydın •11 – C Sınıfı – Emre Toprak Anı Koleksiyoncusu Aslı Kandır OKUYAN 7’LER. KIZ GRUBLARI 1.Kız grubu •Bahar Aktaş - Takım Lideri •Seda Tokat •Sevgi Kermen •Sümeyye Bayraktar •Zeynep Sevinç •Sebahatnur Cengiz •Adile Hasar 2. Kız grubu •İrem Güler – Takım Lideri •Eda Bayraktar •Esmanur Şimşek •Hatice Yiğit •Kübra Yılmaz •Ebru Karaca •Hande Kabaçalı 3. Kız grubu •Elif Rana Öztürk - Takım Lideri •Sevde Dindar •Zehranur Dinç •Berra Akoğlu •Ülkü Taştan •Özlem Alptekin •Melike Albayrak 4.Kız grubu •Şevval Aydın – Takım lideri •Rümeysa Kabakçı •Rümeysa Yıldız •Elsem Koşucu •Hatice Rana Şanda •İrem Hafızoğlu •Semanur Seyhan Kelimelerim ekmek sırasına girdi birbiriyle yarışıyor... Öyle kalabalıklar ki cümlenin sonunu üç noktadan aşağısı kurtarmıyor. Gözünü sevdiğim üç noktam! Ne laf kalabalığına izin verirsin, ne duygularını âşikar edersin. Bir akşam sohbete gelsen beni hem ihya ederdin, hem sade kahveyle iyi giderdin... Onca yıldır kim bilir ne hikâyeler gizlendi o zifiri karanlık noktalarında. Kimler hangi fikirlerini ve hislerini gömdü koca sayfanın önemsiz gibi görünen ayrıntısına. Diyorum ya seni bir dinlemek lazım ve cümlelerinin sonunu sırf şanın yürüsün diye bol bol noktalandırmalı üçer üçer. Daha dolu, daha dişe gelir, daha göz kamaştırıcı, zihin bulandırıcı etkinlikler arıyor kendine modern zaman insanı. Ard arda, durup kendini dinlemeye zaman ayırmamacasına... Çünkü düşünce ne kadar soyut, ne kadar az havalı... Bir kere düşüncenin nesi sergilemeye layık? Facebook ya da instagrama bile atamıyorsun fotoğrafını! Derdi olan adamın fikri fayda sağlamıyor çünkü asil insanımıza. Konu hakkında öz bilgi edindikten sonra tüm merakınız sönüveriyor hızlıca. Hasılı Âleme ayan edilemeyenin değeri kalmadı diyorum ve düşüncemi de üç noktamı da alıp gidiyorum. Tabiatımda ne varsa onu hissedip yaşamaya...Düşüncelerim hep isyanda, kelimelerimin sonu üç noktalı... Selametle... Biliyorum, eli kalem tutanlar seni de ihmal ediyorlar. Zannediyorum ki imla kuralları icat edildikten bu yana insanların o kadar da çok düşünmemeleri buna sebep. Yazı da artık yaşam tarzımıza uydu. Koyu reçel kıvamında... Yoğun ve sıkışık hayatlar, konsantre paragraflar! Düşünce ve hazmetmek olmaksızın bilgiyi edinmek, ardından hızlıca yaymak en büyük maharetimiz. Çok şükür bir çoğumuz okuyoruz fakat hiç düşünmüyoruz. Zihnimiz büyürken gönlümüz güdük kalıyor bunu farkedemiyoruz. Hepimiz açız ve midemiz çöp öğütmekle meşgul fakat ne yazık ki teşhisi koyacak ve bizi iyi edecek doktorumuzun peşinden koşmuyoruz. Modern zamanın en havalı sorusu nedir desem herkes aynı cevabı verir değil mi? -”Boş zamanlarınızda en çok ne yapmaktan hoşlanırsınız?” -”Düşünmek.” -”Dıııtt. Yanlış cevap.”