Asım Dergisi 3.Sayı

Transkript

Asım Dergisi 3.Sayı
Âsım
Beklenen Nesil Sensin
Nizam Karasu Anadolu İmam Hatip Lisesi Yayın Organıdır
Sayı:3 Mayıs 2016
5
Suriye’de Donan İnsanlığımızdır! 72
Müdürümüzden 6
Ayşe’nin Günlüğü 76
Eğitim Şart 9
Bilim Avcılarımız Sahneye Çıktı 80
Eğitimde Kalite Çalıştayına Katıldık 18
Kıpırtı 86
İmam Hatiplere Çok Talep Var 20
Okul Öğrenci Meclisimiz Çalışıyor 88
Eğitimde Duayen Bir İsim; Fikret Çelik 23
Öğrencimiz Resimde Türkiye Birincisi 90
Editörden
Ortaçağ, Batı Ve İslam Dünyasında; Bilim 27
İzlenesi Filmler 102
Kitap Okuma Etkinliği 36
Kitap, Mücahit Çiğdem 104
Mayıs 2016
Etkinliklerimiz
108
İznikli Sultan 42
Toplumsal Cinnet Yuvalarımızı Vuruyor 120
Rabbim Çağırdı Babacığım 46
Gezilerimiz 122
Medeniyet, Şehir Ve İnsan İlişkisi Üzerine 50
Öğrencilerimizi Ödüllendiriyoruz 126
Kalp ve İnsan Üzerine… 56
Sporcularımızın Büyük Başarısı
132
Öğrencimiz Türkiye Birincisi 60
Ziyaretler 138
Öyle Bir Geçer Zaman Ki 62
İşte Geleceğin En Gözde Meslekleri 142
Okulumuza Beyaz Bayrak 65
Biz Büyük Bir Aileyiz 146
Kutlu Doğum Mektup Yarışması68
En Büyük Hayalim Savaşın Sona Ermesi ve
Âsım
94
Osmanlı Son Döneminden Cumhuriyete Muallimlerimiz 32
7Edi Güzel Adam Sanat & Edebiyat Topluluğu 40
2
Okul&Yazar Buluşmalarımız Devam Ediyor
Memleketimize Geri Dönmektir 70
EDİTÖRDEN
“OKU”
Âsım
Kültür-Sanat-Edebiyat Dergisi
Mayıs 2016 Yıl:3 Sayı: 3
Nizam Karasu Anadolu İmam Hatip Lisesi
Yayın Organıdır
Nizam Karasu Anadolu İmam Hatip
Lisesi Adına Sahibi ve Sorumlusu
Yunus Emre Altuntaş
Okul Müdürü
Genel Yayın Yönetmeni
Oya Karasu
Mayıs 2016
Yayına Hazırlayan
Kadir Karip
İbrahim Nadi Arıkan
Âsım
4
Yayın Kurulu
Aslı Kandır
Ayşe Pekgöz
Hakkı Karatekeli
Eyüp Sevinç
Zehra Palacı
Hülya Aydın
Okan Gökhan
Fatime Şahin
Cahide Özgür
Yönetim Merkezi
Nizam Karasu Anadolu İmam Hatip Lisesi
Altınova Mah. 11 Eylül Caddesi No:3/1
Osmangazi-BURSA
Tel: 0224.2113919
Fax: 0224.2113987
[email protected]
www.nkarasu.meb.k12.tr
Okulumuzun faaliyetlerinin ve
öğrencilerimizin/öğretmenlerimizin
çalışmalarının yer aldığı bir yayındır. Çıkan
yazıların sorumluluğu yazarına aittir. Dergide
yazının yayınlanması, yazarın görüşünün
paylaşıldığı anlamına gelmez. Gönderilen
yazılar yayınlansın veya yayınlanmasın iade
edilmez.
Yayın Türü: Süreli Yayın(Yılda Bir Kez Yayınlanır)
GrafikTasarım
Dreamer
Baskı
Furkan Ofset
www.furkanofset.com.tr
ÜCRETSİZDİR
Oya Karasu
Yüce yaratandan gelen ilk mesajın okumamız yönünde
olduğunu düşündüğümüzde aslında ne kadar az okuduğumuzu fark ediyoruz. Günlük hayatta karşılaştığımız
pek çok sorunun temelinde cehalet yatıyor. Âlimin
mürekkebinin kıymetine paha biçemeyen bir öğretinin
bugün çok uzağında yaşayan fertleriyiz.
Yunus Emre’nin ’’ İlim ilim bilmektir/ İlim kendin
bilmektir/Sen kendin bilmezsen/Ya nice okumaktır.’’
sözleri de şüphesiz sadece okumak değil neyi okumamız gerektiği konusuna da vurgu yapıyor. Bir öğrenci,
öğretmen, anne-baba, eş, evlat, kul kısacası insan olarak
ne okuyacağız nasıl okuyacağız konusu üzerinde ciddi
bir muhasebe yapmalıyız.
Bu minvalde okulumuzda nerdeyse bir okuma seferberliği var desek abartmış olmayız. Kitapla bağ kurmayan
tek bir öğrencimiz kalmasın istiyoruz. Her ay çok
okuyan öğrencilerimizi ödüllendirerek öğrencilerimizi
okumaya teşvik eden bir kurum olmaya özen gösteriyoruz. Her hafta ’’ Yedi Güzel Adam’’ adı altında
yaptığımız etkinlikle öğrencilerimizle okumak üzerine
düşünüp konuştuk; konuştukça eksikliklerimizi görüp
daha çok okuduk.
Okulumuzda gelenek halini alan okur-yazar buluşmaları bu sene de devam etti. Şair-Yazar Zeynep Arkan,
Fatma Şengil Süzer, Vural Kaya, Ekrem Şama, Bülent
Ata konuğumuz oldular. Necip Fazıl’ın değerli talebesi
Mustafa Yazgan Hocamız da öğrencilerimize hitap etti.
Daha pek çok değerli kalemi okulumuzda ağırladık.
Ayrıca kitap okuma projeleri düzenleyip hadis yarışmaları, şiir okuma yarışmaları yaptık. Tabiki şehrimizdeki
kitap fuarından kitap kurdu haline gelen öğrencilerimizi mahrum bırakmadık. İl içi ve dışı geziler düzenleyerek bilgimize bilgi kattık.
Okulumuzda yapılan daha nice güzel etkinliklerden
bunlar sadece birkaçı, örnek olması hasebiyle bahsettik.
Bu sayımızda pek çok eğitimci ve uzmanla röportajlar
yaptık. Daha da genişletilmiş haliyle bir okuma ve film
listesi hazırladık.
Âsım bu defa da eğitim konusu ile karşınızda ve bizleri
bir kez daha eğitim üzerine düşünmeye, kendimizi sorgulamaya davet ediyor. Dergimizin bu üçüncü sayısıyla
da gönüllere değmesi umuduyla diğer sayıda buluşmak
üzere Allah’a emanet olunuz.
MÜDÜRÜMÜZDEN
Okullarımız Birer İrfan
Mektebi Haline Gelmelidir
Yunus Emre Altuntaş
Mayıs 2016
H
Âsım
6
emen herkesin bildiği bir Çin atasözü vardır; “Bir kişiye iyilik yapmak istiyorsan
ona balık verme, balık tutmayı öğret”.
Anadolu’da bunun “bir altın bileziğin var
mı?” şeklinde bir karşılığı vardır. Yani bir
donanımın, bir sanatın, bir yeteneğin var mı? Varsa şayet
bu hayatta rahat edersin. Araştırma yapıldığı zaman ancak
bilgi artırılabilir; bilgi artırıldığında ancak istek samimi
olabilir; istek samimi olduğunda ancak akıl ıslah edilebilir; akıl ıslah edildiğinde ancak özel yaşam iyileştirilebilir;
özel yaşam iyileştirildiğinde ancak aile yapısı düzeltilebilir.
Aile yapısı düzeltildiğinde ancak devlet düzen içinde yönetilebilir. Zincirleme bir etkiden söz ediyoruz. Bir nüve
misali tohumların büyümesini ve serpilmesini seyretmek
gibisi yoktur. Hele ki suyunu iyi verdiysek. Bu sebeple asıl
bilgi, asıl gıda insanın cehaletini tanımasında yatar. Yunus
Emre bunu “kendini bilmek” olarak tarif eder. Bana anlat
unuturum, bana göster hatırlarım, beni dâhil et, anlarım.
Kendini bilmek kısaca budur. Bildiğini bilenin arkasından
gidiniz, bildiğini bilmeyeni uyarınız, bilmediğini bilene
öğretiniz, bilmediğini bilmeyenden kaçınız. Emri bil maruf nehyi anil münker bunun İslam literatüründeki adıdır.
Bilgi insanı şüpheden, iyilik acı çekmekten, kararlı olmak
korkudan kurtarır. Düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek tehlikelidir. Bu sebepledir ki eğitimli
insanlar öncelikle adalete değer verir. Eğitimli insanlar adalet olmadan cesaret sahibi olunca asi olurlar. Küçük insanlar
adalet olmadan cesaret sahibi olunca haydut olurlar. İsteyenler bilgilerini genişletmelidirler. Bilgilerini genişletmek
isteyenler önce araştırmalıdırlar. Bu bir tercih meselesidir.
Fakat günümüz şartlarını düşündüğümüzde hiç kimsenin
öğrenmeme, bilmeme gibi bir lüksü yoktur. Çünkü küçük
insanlar ot gibidir, büyükler ise rüzgâr: Rüzgâr ne yöne
eserse, otlar o yöne eğilir. Bu anlamda öğrenme ilkesi insanın temiz karakterini ortaya çıkarmak, insanlara yeni yaşam vermek ve nihai iyiye ve doğruya ulaştırmak demektir.
Öğrenmeyi sevmeksizin cömertliği sevmek vardır ki aptalca
bir saflığa götürür. Öğrenmeyi sevmeksizin bilmeyi sevmek
vardır ki zihnin gereksizce dağılmasına götürür. Öğrenmeyi sevmeksizin içten olmayı sevmek vardır ki onur kırıcı bir
aldırmazlığa götürür. Öğrenmeyi sevmeksizin dobra dobra olmayı sevmek vardır ki kabalığa götürür. Öğrenmeyi
sevmeksizin açık görüşlü olmayı sevmek vardır ki umarsız
bir asiliğe götürür. Öğrenmeyi sevmeksizin prensip sahibi
olmayı sevmek vardır ki mantıksız bir zorlamaya götürür.
Sana bir şeyi nasıl bilebileceğini anlatayım mı? Bildiğin zaman bildiğini anla, bilmediğin zaman ise bilmediğini anla.
Çünkü sözcüklerin gücünü anlamadan insanların gücünü
anlayamazsınız. Çevrene bir bak, tüm âlem tek bir kelime
üzerinde gezinmiyor mu? İşte bu kelimeyi anlayabilirsen
pusulanı da bulmuşsun demektir.
İrade ve azim olmadan hiç bir şey başarılamaz. Zorluk ve
sıkıntı çekilmeden amaca ulaşılamaz. Hızlı yükselen bireyin düşüşü de hızlı olur. Bu sebepledir ki adımlarını sağlam
atan, istikrarlı bir şekilde zamanını değerlendirenler tıpkı
yerin metrelerce altına köklerini salan çınar ağacı gibi göğe
uzanır, asırlara ulaşırlar. Sabır ve irade… Öğretimde bu iki
sihirli kelimeyi anlayan her birey mutlaka zahmetlerinin
karşılığını alacaktır. Bu sebeple tüm öğrencilerimize sık
sık tekrar ettiğimiz bir cümlemiz var; sizler sınıftaki derslerin ötesinde ne kadar çok gayret ediyorsanız, ne kadar çok
araştırıyor ve okuyorsanız yanınıza kalacak olan da odur.
Çünkü zorunlu sebeplerle katıldığınız dersler değil, kendi
iradenizle yaptığınız okumalardır sizi bir yerlere ulaştıracak
olan. Verilen bir ödev tüm öğrenciler tarafından yapılacaktır. Fakat o gün kendi iradenizle okuduğunuz elli sayfadır
asıl size kalacak olan. Diğer insanlardan sizi ayıracak olan
ve dahi sizi daha yükseklere çıkaracak olan da odur. Bilim
tarihine veya edebiyat tarihine baktığımızda büyük dâhilerin hayat hikâyeleri bu konuda bizler için pek çok örnekle
doludur. Albert Einstein dâhi bir kuantum fizikçisi ola-
rak bilinir. Lakin aynı Einstein’in okumayı zor söktüğünü,
küçüklüğünde sorunlu bir öğrenci olarak kabul edildiğini
söylersek ne demeye çalıştığımız daha iyi anlaşılır. Çünkü
Einstein küçüklüğünden itibaren kendi öğrenme durumunu ölçebilen ve sürekli yeni şeylere merak salan, okulu sıkıcı
bulan, sürekli okuyan bir çocuk olduğu içindir ki deha seviyesine ulaşmıştır. Herman Melville, Jack London, Balzac,
Dostoyevski, Bronte Kardeşler, Cervantes bunun batıdaki
benzer örneklerindendir. Bizim tarihimizden örnek verecek
olursak İbni Sina, Farabi, Uluğ Bey, İmam Gazali, Ahmet
Cevdet Paşa, Kâtip Çelebi ve daha niceleri örgün bir eğitimin çok ötesinde kişisel merakları ve okuma sevdaları
sebebiyle asırlardır unutulmayan eserlere imza atmışlardır.
Elektriğin olmadığı, internetin ve dahi kitapların basılmadığı o dönemlerde bu insanların mum ışığında sabahlara
kadar okuduğu, hayatta gözlem yaparak yazdıkları eserlerle
biz bugünlere ulaşabildik. Bir Nikola Tesla olmasaydı şimdiki santrallerin, barajların, şehir elektrik hatlarının varlığını düşünebilir miyiz? Balkanlar’da fakir bir ailede doğup
Amerika’ya giden bu deha, ömrü boyunca merakının ve
öğrenme azminin peşinde olmuştur. İyi ki de böyle olmuştur. Günümüzde dahi aklımıza bir şey takıldığında bizler
dönüp bin yıl önce yazılmış İmam Gazali’nin eserlerine danışıyorsak, onun görüşlerine teslim oluyorsak bunu iyi bir
öğrenim, kendine güven ve ilmi seviye ile açıklayabiliriz.
Peki, neden bizler de böyle olmayalım? Hem de bunca imkân varken neden hayatı daha da kolaylaştırmak ve insanlığa hizmet etmek için Allah’ın bahşettiği aklımızı eğitip
kullanmayalım?
Okulumuzu sürekli olarak etkinliklerle, kitap okuma gruplarımızla, 7edi Güzel Adam Topluluğumuzla, Okul-Yazar
Buluşmalarımızla, Yazarlar Sokağımızla, Robot Sınıfımızla, Mangala ve satranç kurslarımızla, sabahtan akşama
kadar açık olan 8000 kitaplık kütüphanemizle destekle-
memizin amacı da budur işte. Erken yaşlarda bilgi ve donanımınızı artırmak, kelimeye hâkim olmanızı sağlamak,
bilimsel araştırmalara yönlendirmektir. Fakat bu konuda
sizler istekli olmadıktan sonra, gayret etmedikten sonra bu yapılanların hiçbir anlamı kalmayacaktır. Sizler bu
yönde bir arzu duyun diyedir ki her bakımdan sizlere yol
göstermeye, rehberlik etmeye devam ediyoruz. Bunu belki
şu an anlamakta zorlananlar olabilir lakin ileride yaptıklarımızın, sizleri kanalize ettiğimiz bu yolun sizlere neler
kattığını çok daha iyi anlayacaksınız inşallah. Gösteriş ve
etiket çağı olan şu zamanlarda kitaba yönelen, istikrarlı şekilde her gün kitap okuyan öğrenciler yarın için başarıları
göğüsleyeceklerdir. Başarıdan kastımız sadece sınavlarda
alınan puanlar değil insan olarak özgüvenini sağlamış,
kendini bilen, yarınına değer katan birey haline gelmektir.
Çünkü donanımı olmayan, sözü olmayan bireyin toplum
içinde farkındalık oluşturması mümkün değildir! Bilim,
sanat, kültür, edebiyat, tarih, felsefe, dini ilimler ve estetik alanında tüm öğrencilerimizin asgari düzeyde donanım
sahibi olmaları bir zorunluluktur. Her öğrencimizin en az
bir sanat dalında ürün vermeleri, sportif aktivitelerde bulunmaları, yazmaları ve anlatmaları, iyi bir hatip olmaları
bizim gönlümüzde yatan idealimizdir. İşte bunu sağlarsak
o bireyden başlayarak aileyi ve sonuçta ülkemizi kalkındırırız. Güçlü olmanın, medeniyet sahasında varolmanın başka
da bir yolu yoktur. Bu sayımızda “Eğitim Şart!” mottosuyla
yayınladığımız dosyayı amacımıza uygun bir eylem olarak
değerlendirmenizi istirham ederiz. Niyetlerimiz hayr inşallah, akıbetimiz de hayr olsun. Nice sayılarda buluşmak
üzere… Kitap ve dostluk üzere kalın! Allah’a emanet olun.
Deneme
Eğitim Şart
Hasan Kamil Silahtaroğlu
S
“
“
Mayıs 2016
Gençler! Düşünerek girilen kapı yalnız sınıf kapısıdır.
Şuna inanınız ki dünyada hiçbir fetih -kaderin sırrına vâkıf
olanlar için- sınıf kapısını açmak kadar şerefli değildir.
NURETTİN TOPÇU
(1909-1975)
Türk yazar, akademisyen, fikir ve dava adamı.
Âsım
8
Rahmetle Anıyoruz
osyolojik olduğu kadar felsefi bir
kavram olan eğitim, bilgi aşılayan
ve bilgiyi yönlendiren sistemler,
müfredat programları ve pedagojik
teknikler ile kişiliklerin ve kültürlerin toplumsal bakımdan yeniden
üretilmesini kapsar. Yani eğitimin girdisi de
çıktısı da insandır. İnsanın içinde bulunduğu
toplumun beklentileri doğrultusunda bilgilendirilmesi/yönlendirilmesi/motive edilmesi/
ahlaki olarak donatılması bu sürecin en tabi
aşamalarıdır. Eğitimin doğasını belirleyen en
önemli unsur yukarıda da bahsettiğimiz gibi o
toplumun yapısıdır. Toplumun geçmişten getirdiği kültürel miras ile günün gerekliliklerini
harmanlayan, evrensel ilkeleri de içine alarak
insanlarını geleceğe sağlıklı bir şekilde ulaştıran
eğitim o toplum için görevini hakkıyla yapıyor
demektir. Buradaki asıl mesele bu eğitimin ne
şekilde ve kim tarafından yapılacağıdır. Teorik
ya da teknik bilgi, değer, sosyal rol veya davranış kalıplarının, devlet eliyle okullarda yapıldığı gibi formel (yaygın-örgün eğitim); yahut
gazete, dergi, aile vb. kurumların yapıldığı gibi
informel(toplumsal eğitim) yöntemlerle insanlara aktarılması günümüz eğitim anlayışının
izlediği yollardandır. İnsanı diğer canlılardan
ayıran en temel vasfı düşünebiliyor olması, kendini geliştirebiliyor olması, irade sahibi olması ve birikimlerini gelecek nesillere aktaracak
kültürü inşa edebiliyor olmasıdır. Eğer ki diğer
herhangi bir canlı bunları başarabilseydi insan
diye bir varlık bu âlemde belki varolamayacaktı
. Çünkü canlılar arasında en savunmasız ve donanımsız olarak dünyaya gelen canlı insandır.
Eğitimle küçük yaşlardan itibaren( kimi tezlere
göre anne karnından itibaren) kendisini inşa
eden insanoğlu hem psikolojik hem de sosyolojik olarak çevresine uyumlu şekilde büyür ve
gelişir. Tabi ki her insanın gelişimi ve eğitim
ile ulaştığı sınırlar zihinsel kapasitesi veya imkânları ölçüsünde gerçekleşecektir. Doğuştan
gelen zihinsel yapı değiştirilemiyor olsa da genel kabul şudur ki her insan yeterli eğitim ve-
rildiği takdirde başarılı olacaktır. Buradaki asıl
belirleyici unsur insana verilen eğitimin içeriği,
zamanlaması, niteliği ve planlamanın insan yapısına ne derece uygun olduğudur. İşte bu noktada özellikle ülkemiz için geçerli bir sorun ortaya çıkar; günümüzde eğitim ne derece verimli
kullanılabilmektedir?
Beşikten Mezara Eğitim
Atasözlerimiz bizim eğitim anlamında edinilmiş en değerli hazinelerimizdir. “Ağaç yaşken
eğilir”, “Demir ne kadar sert olsa da ateş onu
yumuşatır”, ”Edebi, edepsizden öğren” ,”Üzüm,
üzüme baka baka kararır”, “Her şeyi bilen bir
şey bilmez”, ”Bir adama kırk gün deli dersen
deli olur”, “Çok söyleme arsız edersin, aç bırakma hırsız edersin”, “Et-tekraru ahsen, velev kane yüz seksen (Tekrar güzeldir, yüz seksen defa
olsa da)” bu atasözlerinden bazılarıdır. Her biri
bir milletin uzun yıllara dayanan tecrübelerini
kelimelerle yansıtan birer ışık gibi önümüzü
aydınlatıyor. Bizdeki bu zenginlik zannediyo-
Demir
ne kadar
sert olsa da
ateş onu
yumuşatır
Mayıs 2016
m adamlarının
Sayıları her geçen gün artan bu ili
lerinden daha
sayısının artması bireysel gayret
ine bağlandığı
çok sistemli bir eğitimin netices
kendiliğinden
gün topyekün bir kalkınmanın da
gerçekleştiğini görebileceğiz.
Âsım
10
rum her millete nasip olmaz. Yine
Hz.Peygamber’in(sav) bizlere yönelik beşikten mezara kadar ilim
öğrenmemiz yönündeki tavsiyesi
bu sözlerin her birini toparlayan
eşsiz ifadelerden biridir. Buradan
da anlıyoruz ki eğitim herhangi bir
zaman dilimine sıkıştırılamayacak
kadar önemli ve asla bitmeyecek
bir hayat yolculuğunun diğer adıdır. Şimdilerde müctehid seviyesinde ilim adamlarımızın olmayışını dert edinen söylemlere cevap
olarak yukarıdaki atasözleri yeterli
olmalı aslında. Her biri sadece belli bir alanda uzmanlaşabilen ve o
alanda dahi yeni bir şey söylemekten uzak, kendine güveni olmayan,
edindiği titri ile yetinen, geçmişteki yazılanları şerh eden araştırmacılar yetiştirebiliyoruz. Acı hakikat
bizim için böyle olsa da diğer milletlerin aynı yanlışa düştüklerini
söyleyemeyiz. Zaten son üç yüzyılda geri kalmamızın ve çektiğimiz
sıkıntıların temel sebebi de budur;
eğitimde çağa uygun gelişmeleri
takip edememek ve ilmin gereği
olan zahmetlere girmemek. Şükür
ki istisna da olsa bu milletin semasında yıldız gibi parlayan ilim
adamlarımız da yok değil. Sayıları
her geçen gün artan bu ilim adamlarının sayısının artması bireysel
gayretlerinden daha çok sistemli
bir eğitimin neticesine bağlandığı gün topyekün bir kalkınmanın
da kendiliğinden gerçekleştiğini
görebileceğiz. Şu durumda eğitim
bir milletin varoluşunun en önemli unsurlarından biridir. Bunu bir
tarafa not edip yazımıza devam
edelim.
Müfredatın Çizdiği Yoldan Yürümek
Eğitim öğretim alanında özellikle
son beş yıldır büyük atılım projeleri uygulanıyor. Yirmibeş milyonluk bir öğrenci kitlesini organize
etmek elbette kolay iş değil. Bakanlığın mevcut kadrosu son yirmi
yılın en etkin ekibini oluşturuyor.
Ne yaptığını bilen, kararlı, donanımlı isimler var kadroda. Hükümetin de hem derslik hem de teknoloji açısından yönünü tamamen
eğitime döndüğünü gözlemliyoruz. Bunlar önemli kazanımlardır.
Eğitimdeki yeni yaklaşım öğrenciyi kendi kendine öğrenmeyi, sorgulamayı ve keşfetmeyi teşvik eden
bir yapıya sahip. Bir nevi balık tutmayı öğrenmeleri salık veriliyor
öğrencilere. Bu iyi niyetli yaklaşım
işi çok iyi bilen öğretmenler ve elbette ki iyi bir alt yapı eğitimi verilmesiyle mümkün. Dünyanın en
zor işlerinden biri olan soru sormayı öğrenmek, doğru soruyu doğru
zamanda sorabilmek maalesef ki
hem eğitimciler hem de öğrenciler
tarafından ideal anlamıyla gerçekleşemiyor. Sokrates tarafından kullanılan bu yöntem hiç de basit olmayan ve belirli bir felsefi, ahlaki,
kültürel eğitimi tamamlamış akademi öğrencilerinin eğitimi için
kullanılıyordu. Lakin ideal olan bu
yöntemin henüz işin a,be, ce, sini öğrenen öğrenciler üzerinde temel eğitim
yöntemi olarak kullanılması ne derece
doğrudur? Kaldı ki sorgulamayı öğ-
kika, her saat ve harcanan onca yıl ise
bu ülkenin telafi edilemez kayıplarıdır.
Bu sebeple bizler eğitimde verimliliği
konuşacaksak eğer, en başta zamanı en
verimli şekilde kullanan ve
çocuklarımıza
asgari zaman
diliminde
ma k simum
kazanımları
sağlayacak bir
eğitim sistemini idealize
etmek durumundayız.
Bunun için
de
zaman
kaybetmeden
projelerin dönütlerini alarak eksiklerimizi gidermek
durumundayız.
ILLICH’E GÖRE SADECE
EĞİTİM DEĞİL, AYNI
ZAMANDA SOSYAL
GERÇEKLİĞİN BİZATİHİ
KENDİSİ DE OKULLAŞTIRILMIŞ
DURUMDADIR.
retmek istediğimiz, cevapları yorumlamalarını beklediğimiz öğrencilere işin
sonunda hiç de yoruma açık kapı bırakmayan dört şıktan birini seçeceği bir
sınav sistemi uygulamak ne derece uygundur? Bakanlık bunu dikkate almış
olmalı ki son yıllarda ucu açık soruları
da pilot uygulama olarak bazı illerde
deniyor. Dikkat ederseniz buradaki
sorun uygulanan eğitimin yöntemi
değil, zamanlamasıdır. Yöntemi sindirmiş ve hizmet eğitimini tamamlamış
eğitimci kadrosu ile içeriği zenginleştirilmiş kitaplar sonraki meseledir. Eğer
ki bu konuda olumlu netice alınması
bekleniyorsa işin en başında öğretmen
yetiştiren yüksek öğrenimin yeni bir
sisteme kavuşturulması ve ardından
da öğrencilere uygulanacak eğitimin
ortak bir anlayışla, işbirliğiyle kararlaştırılarak uygulanması gerekmektedir.
YÖK’in öğretmenlik alanlarında kota
sınırlamasına gideceği haberi bu açıdan
önemli bir adımdır. Bu anlamda günümüzde eğitim alanında öğrencilerin ve
dolayısıyla da milletimizin en büyük
kaybı, boşa geçen zaman ve yitip giden
nesillerdir. Çünkü taşları bir türlü yerine oturmamış bir eğitim anlayışında
olaya konu olanlar geleceğin yetişkinleri olan çocuklarımızdır. Geçen her da-
“Okulsuz Toplum”
Ivan Illıch “Okulsuz Toplum” isimli
kitabında Hz.Peygamber’in(sav) beşikten mezara kadar ilim tavsiyesini yorumlarcasına eğitimin okullarda belirli
bir zaman diliminde değil bir ömür hayatın her alanında yaygınlaşması gereken bir hak olduğunu vurgular. “Yaptığımız çalışmalarda insanların çoğunun
öğrenme hakkının okula devam mecburiyetiyle kısıtlandığını fark ettik”
diyen Illıch kendisinin
bu
te spit i n i n
1400
yıl
önce Hz.
Pe yg a mber(sav)
tarafından
tavsiye olarak
tüm
insanlığa
v e r i ld i ğ i ni biliyor
muydu acaba? Illıch’e
göre sadece
eğitim değil, aynı zamanda sosyal gerçekliğin bizatihi kendisi de okullaştırılmış durumdadır. “Şu kesin bir şekilde
açıkça ortaya konulmalıdır; bir çocuk,
eşit nitelikte okul eğitimine sahip olmakla zengin bir çocuğun konumunu
nadiren elde edebilir. Aynı okula, aynı
yaşta başlasalar bile fakir çocuklar, orta sınıf çocuklar için pekâlâ mümkün
olan eğitim olanaklarının çoğundan
mahrumdurlar. Zorunlu eğitim, kaçınılmaz bir şekilde toplumu kutuplaştırdığı gibi uluslararası kast sistemine
göre dünya milletleri arasında bir sınıflamanın oluşmasına da yol açmaktadır.
Eğitim, öğrenmeyi kolaylaştıran koşulların seçimidir. Adayın, bir mertebe elde etmek için yerine getirmek zorunda
olduğu şartların bir müfredat oluşturmak suretiyle roller belirlenmektedir.
Okul, bu roller için gereken eğitimi sağlamaktadır, öğretimi değil. Bu ne mantıklıdır ne de özgürleştiricidir. Okulda
pratik değeri olan niteliklerle bağlantı
kurulmadığından dolayı mevcut okullu
eğitim sistemi mantıklı değildir. Fakat
daha ziyade, bir süreç yoluyla böylesi
niteliklerin elde edilebileceği varsayılmaktadır. Bu özgürleştirici ya da eğitimsel değildir; çünkü öğrenmedeki
her adımı, toplumsal kontrolün onayladığı daha önceki tedbirlere uygun olan
kişi için öğretimi saklı tutmaktadır.
Pekçok insan sahip oldukları bilgile-
Mayıs 2016
Âsım
12
rin
çoğunu
okul dışında
edinmektedir. Kısacası
okulsuz toplum, öğrenme
ediminin iki
yönlü doğasını
vurgulamaktadır. Tek başına
tekrara dayalı
öğretimde gösterilecek
ısrar
bir felakete neden
olabilir; öğrenmenin diğer çeşitlerine de
eşit derecede özen gösterilmelidir. Okul kısmen bunlar arasında bir
ayrım gözetemediğinden dolayı her iki
görevi de doğru düzgün yerine getirememektedir. Özellikle, müfredat konusuyla ilintili olduğundan dolayı pek
çok okul, yetenek öğretiminde yetersiz
kalmaktadır.” Günümüz Türkiye’sinde
sporcu eğitimi bunun en güzel örneğidir. Olimpiyatlarda esamesi bile okunmayan bir ülke olarak küçük yaşlarda
spor yeteneği olan çocukları tespit eden
ve bu çocukları kabiliyetleri ölçüsünde
eğiten bir yaklaşım bulunmadığı için
nice yetenek ziyan olmakta, bu çocuklar akademik eğitimi temel alan
müfredatın içerisine hapsedilmektedir.
Onbeş yaşına ulaşan bu
çocuklar sayıları çok
az olan spor liselerine yönlendirilse
dahi aradan geçen sekiz yıl o
yetenek için
bir
zaman
kaybı
olarak hanesine
sayılma kta
ve bu yaştan
sonra verilen
eğitim de yeterli
motivasyonu sağl ay a m a m a k t a d ı r.
Aynı durum güzel sanatlar ve din eğitimi
veren kurumlar için de
geçerlidir. Benzer şekilde son yıllarda müfredata dâhil edilen “Düşünme
Eğitimi, Halk Kültürü, Medya Okuryazarlığı, İnsan Hakları Yurttaşlık ve
Demokrasi, Trafik Güvenliği” gibi
dersler içleri doldurulamadığı ve yeterli donanıma sahip öğretmenler tarafından verilmediği için öğrencilerin
zamanlarını öldürdüğü eğlence derslerine dönüşmektedir. Hiç şüphesiz
günümüzde en kıymetli şey zamandır.
Eğitimde verimliliği esas alan bir değerlendirme zamanı faydalı bir şekilde
kullanmayı geçerli ölçek olarak almalıdır. Illıch’in “Okulsuz Toplum” ideali
her ne kadar ütopik bulunsa da zamanı
değerlendirmek ve ömür boyu eğitimi
planlamak adına çok önemli tespitlerde bulunduğu da bir gerçektir. Kurumlar nüfusu kalabalık olan ülkeler için
eğitimin olmazsa olmazı olarak görülse
de bu kurumlardaki müfredat eğitiminin Illıch’in endişeleri doğrultusunda
planlanması ve zamanı maksimum
düzeyde değerlendirmesi sorunların
çoğunu aşmamıza yardımcı olacaktır.
Bu sayede eğitimde verimliliği daha
sağlıklı değerlendirebileceğimiz kanaatindeyim. Nihayetinde eğitim iktisadi
kaygılarla ele alınamaz. Eğitim iki kere
ikinin dört ettiği bir problem veya sonuç değildir. Çünkü girdisi de çıktısı
da insan olan bu kurum sofistike bir
yapıya sahip olup sosyolojik, psikolojik
ve tarihsel geri planı iyi irdelenmiş bir
eğitim yaklaşımıyla üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirebilir.
Her Daim Okuyan Nesiller
Ömür boyu eğitimi sağlamak adına
çocuklarımıza okuma alışkanlığını
kazandırmak mevcut sistemin yapması gereken en önemli adım olacaktır.
Sistemli bir okuma alışkanlığını kazanan çocuklarımız bu sayede kitaplarla
ilişkisini bir ömür devam ettirecek ve
ihtiyacı olan bilgiye kendisi ulaşmayı
deneyecektir. Zaten Illıch’in de vurguladığı bu özgür seçim hakkıdır.
Liseden mezun olan bir gencin Yahya
Kemal’i, Mehmed Akif’i, Necip Fazıl’ı
bilmemesi kabul edilemez bir durumdur. Müfredata zaman öldüren pek çok
dersin yerine “İz Bırakan Şahsiyetler”,
“Milli Kahramanlarımız”, “Yunus Emre ve Mevlana”, “Karşılaştırmalı Medeniyet Tarihi”, “Sanatımız”, “Dinimizi
Tanıyalım”, “İslam İlim Tarihi” vb.
dersler konulsa çok faydalı olacaktır.
İngiliz eğitim sisteminde ortaokuldan
itibaren Shakespeare’in tüm eserlerinin
karşılaştırmalı olarak okunduğu derslerin bulunması, yine ABD’de Amerikan
Edebiyatının önemli isimlerinin ders
olarak okutulması eğitim anlamında
aradaki mesafeyi açıklayacaktır. Binlerce yıllık bir medeniyete sahip olan
milletimizin öz değerlerinin ders kitaplarının kıyısında köşesinde birer
spot cümle ile yer alıyor oluşu bir ironi
değildir de nedir? Akıllı tahtalar, tablet
bilgisayarlar, donanımlı sınıflar sadece
yardımcı unsurlardır. Eğitimin bizatihi
kendisi insanla ilintilidir. Organik bir
iletişim olmadan eğitimden duygusal
bir dönüt almak mümkün değildir.
Prototip öğretmenler ile iyi örneklikler
sağlanırsa ve çocuklarımıza müsamerenin ötesinde bir okuma alışkanlığı
kazandırılırsa bir ömre yayılacak eğitimin de inşası sağlanacaktır. İşte o vakit
eğitimde verimliliğin göstergeleri olan
birikimli arif nesiller yetişecektir.
1992
BİHMED
Bursa İmam-Hatip Liseleri Mezunları
ve Mensupları Derneği
Yeşil Türbe Arkası Tüp Geçit Üstü No: 10 Yıldırım / BURSA
Tel: 0224 327 37 09
www.bihmed.org.tr
öğrencinin olduğu, toplamda ise 2000’e yakın öğrencinin
okuduğu bir okulu şube düzeyinde 30 öğrencisi toplamda
ise 300-400 öğrencisi olan bir okulla bir tutmak elbette yanlış olacaktır. Çünkü sayı arttıkça risk de artar ve bu durum
eğitim öğretimin tabana yayılması için kurumun istikrarlı
ve etkili adımları atması zorunlu hale gelir.
Değerlendirme bir
yargılamadır. Yargılama iki
değerin karşılaştırılmasıdır.
Ölçme sonucu elde edilen
ölçümlerden bir anlam
çıkarmak için söz konusu
ölçümlerin bir ölçütle
karşılaştırılması gerekir.
Eğitimci
k lerine
çağın gere
e
d
e
m
ir
d
n
rle
a lan bir
lçme değe
na lizi esas
a
e
v
i
y
kulumuz ö
ji
yılınlo
ilde tek no
tedir. 2013
uygun şek yetlerini sürdürmek
lçme ve
a li
uğ umuz Ö
rd
u
k
te
anlayışla fa
k
sa hip
li
amızla bir
tek nolojiye test
da yeni bin e birimimiz üstün
ız ve
irm
programım
e
m
ir
d
Değerlend
n
e
erl
la şmıştır.
zımız, değ
iri ha line u mamb
n
a
rd
optik ciha
la
m
ğitimleri ta
rnek kuru
lerimizin e
Bursa’da ö
n
e
e
il
nı kentm
ri
re
le
e
ğ
ö
it
ve sınavları inde
se tüm
iş
y
e
destek ün
m
d
n
re
re
e
ğ
n
ö
e
ını
at iç
ötesind
e program
a k la şık 1 sa de zam
y
ir
ı
Bunun da
d
ıd
n
e
ğ
â
rl
e
k
ğ
me de
10.000
ından hem rıca
lanara k ölç iyeye ula şmışlardır.
dirme açıs
n
e
rl
e
ır. Ay
v
ğ
e
se
d
r
u
ğlama ktad tek rar
sağlık lı
sa
dileri ok
j
m
e
ta
h
n
a
ız
v
a
m
,
k
a zları
mize büy ü
nu ek sik leri
okuyan cih
retmenleri
urumu, ko
ve dağ
d
ö
i
zi
k
n
li
e
a
a
d
d
n
a
in
ın
y
ba şarı
ul düze
v
a
man açıs
k
n
o
sı
e
v
,
a
ıf
m
n
rumdayız.
a ştır
inin sı
a sa hip du
arası karşıl
ın
her öğrenc
r
n
le
â
e
k
b
im
şu
a
r,
onuları ve
a lm
susla
ildirimler
a gelerek k
b
y
gereken hu
k
ra
lı
a
n
a
ir
a
b
d
rimizin orkonu
mizle
la zümrele
retmenleri
y
ha pek çok
ğ
rı
ö
a
a
rl
d
o
n
p
sı
ra
liz
lamda hem
sonra
zümre ana
ruz. Bu an
Her sınav
o
r,
iy
o
d
iy
e
ir
d
m
n
a
rlendirerek
ğerle
e de v
ruları değe nıyoruz
soruları de
şvik etmey
so
te
e
d
i
n
m
si
e
e
h
t etm
. Şuna ina
enlerimizin
ta k hareke
etçok büy ük
an öğretm
ri
y
le
a
k
rl
e
zı
z e de v a m
a
m
e
h
soruları
rüy üşümü
arımızın
ü
şl
y
a
00
d
e
3
a
d
a
il
rk
m
k
a
ı şe
rta la
iren
çe, istik rarl r. Şube düzeyinde o
gra fik lend
ik
tt
e
t
re
y
a ga
k gelecekti
k i bu yold
ılma z olara
ın
ç
a
k
rı
şa
a
tikçe b
ydın /
Selime A
Mayıs 2016
O
Âsım
14
Sürekli olarak söylediğimiz bir hususu tekrar etmek isteriz;
eğitim elma ile armudu karşılaştırmak değildir! Özellikle dezavantajlı bölgelerde bulunan okullar için temel amaç
ortalama öğrenci seviyesine göre en iyi eğitimi verebilmek,
tüm öğrencilerde edinilmiş faydalı alışkanlıkları artırmak-
tır. Okulların çoğunlukla kayıt esnasında başarıyı garantilediği bir eğitim ortamında kurumun gerçek eğitim niteliğini
ölçmek mümkün görünmüyor. Bu anlamda bir kurumun
gerçek kalitesi sıfırdan aldığı öğrenciyi nereye ulaştırdığı ile
ölçülmelidir. Bunun da kıstası iyi bir ölçme değerlendirme
anlayışını kurumlarımızda oluşturmak ve hatta bunu zorunlu hale getirmektir. Hizmet içi eğitim kapsamında tüm
öğretmenlerimizin ölçme değerlendirme optik cihaz kullanımı ve program kullanımı seminerlerine alınması olumlu
bir adım olacaktır. Kendimizi kandırmak yerine hakiki anlamda toplamda eğitimin kalitesini artırmak istiyorsak bunu
en kısa zamanda gerçekleştirmek durumundayız. Değerlendirme bir yargılamadır. Yargılama iki değerin karşılaştırılmasıdır. Ölçme sonucu elde edilen ölçümlerden bir anlam
çıkarmak için söz konusu ölçümlerin bir ölçütle karşılaştırılması gerekir. Değerlendirme ölçme işleminden sonra gelen
bir süreçtir ve ölçme sonucunun bir ölçüt ile karşılaştırılıp
yorumlanması, anlam çıkarılması, karara ve sonuca varılması işlemidir. Sonuç olarak, ölçümler ve ölçütler olmadan değerlendirme yapmak mümkün
değildir.
Mayıs 2016
Eğitim bir davranış değiştirme sürecidir. “Bireyin davranışında kendi yaşantısı yoluyla kasıtlı ve istendik davranış
değişikliği meydana getirme” olarak tanımlanan bu sürecin önemli bir boyutunu okul öğrenmeleri oluşturmaktadır. Okulda, önceden belirlenmiş kimi
davranışların belli dersler aracılığıyla
öğrencilere kazandırılması amaçlanır.
Bir dersin sonunda öğrenciler o dersin
Âsım
16
amaçlarını oluşturan davranış­
ları yeterli düzeyde kazanmışlarsa ya da ders
sona erdiğinde öğrencilerden beklenilen davranış değişiklikleri gerçekleşmiş
ise, ders amacına ulaşmış demektir.
Gerçekten ders amacına ulaşmışsa, ders
sonunda öğrencilerin bu konularla ilişkili davranışları kazandıklarının kanıtı
sayılabilecek dav­
ranışları gösterebilmeleri gerekmektedir. Öğrencilerin bu
davranışları gösterip gösteremedikleri
de ölçme ve değerlendirmeyle belirlenir
ve yeterli düzeyde davranış değişikliği
gösterebilen öğrenciler başarılı sayılır.
Öte yandan kimi davranışları kazanamamalarının nedenleri belirlenmek
KISACASI
EĞİTİMDE ÖLÇME
DEĞERLENDİRME
“HEDEFLERİN
GERÇEKLEŞME DÜZEYİ
NEDİR?” SORUSUNA
CEVAP ARAR.
istendiğinde, yine ölçme ve değerlendirmeye başvurulması gerekecektir.
Kısacası eğitimde ölçme değerlendirme
“Hedeflerin gerçekleşme düzeyi nedir?” sorusuna cevap arar. Baraj puan
belirleyerek belirli bir puanın altında
öğrenci kabul etmeyen bir özel okul
toplamda aldığı 30 öğrenci ile eğitim/
öğretime başlıyorsa yapması gereken
şudur; öncelikle okula girişte bu belirli
bir puanın üstünde alan öğrencilerin
seviyesini ölçmek ve ardından da aylık,
altı aylık ve yıllık bazda aynı öğrencinin
ulaştığı yeni seviyeyi ölçmek. İşte ölçek
ve ölçüt ile yapılan sağlıklı değerlendirme budur. Oysa günümüzde kurumlar
ne yapıyor ona bakalım; belirli bir puanın üstünde aldığı 30 öğrenciyi yarışa sokuyor, bu öğrenciyi kendi içinde
değerlendirmek yerine il ortalamasına
vurarak o andaki başarısını karşılaştırarak kurum başarısını belirliyor. Yani
bir nevi kısa yoldan başarı hikâyesi! Bu
tür kendini kandırma durumlarından
kurtulmanın yolu samimiyetle kurum
içi ve bireye dayalı ölçme değerlendirme sistemini kurmaktır. Önce zihinlerimizdeki tabuları yıkalım ardından da
işimize bakalım. Tüm bu furyaya rağmen Pisa Değerlendirme Ölçeğinde 28
Avrupa ülkesi arasında halen son sıralarda olduğumuzu söylersek sanırım ne
demeye çalıştığımız daha iyi anlaşılır.
Haber
Eğitimde
Kalite
Çalıştayına
Mayıs 2016
Katıldık
Âsım
18
M
illi Eğitim Bakanlığı
Din Öğretimi Genel
Müdürlüğü tarafından
Yalova/Esenköy’de
3
gün süren Eğitim Yönetimi Kalite Çalıştayına
katılarak okulumuzdaki sürdürülebilir projeler
hakkında sunum gerçekleştirdik. Çalıştaya İstanbul’daki tüm İmam Hatip Liseleri ile İmam
Hatip Ortaokullarının müdürleri katıldı. Üç
gün süren çalıştayda pekçok konuşmacı sunum
gerçekleştirdi. Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Yusuf Tekin,Din Öğretimi Genel Müdürü
Nazif Yılmaz, Daire Başkanları İhsan Erkul,Mehmet Nezir Gül, Diyanet İşleri Başkanı
Mehmet Görmez, Ahmet Taşgetiren, ÖNDER,
ENSAR, İLİM YAYMA, TÜGVA Başkanları, İlahiyatçı Akademisyenler ve ülke çapında
projeleri ile öne çıkan beş okulun müdürleri de
sunumlarını gerçekleştirdi. Bursa Merkezden
okulumuz Nizam Karasu Anadolu İmam Hatip
Lisesi de sunum için davet edilen bu beş okul
arasında yer aldı. Oldukça verimli geçen toplantılarda emeği geçen başta Din Öğretimi Genel
Müdürümüz Nazif Yılmaz ve diğer bakanlık
bürokratlarına teşekkür ediyoruz.
Söyleşi
İmam Hatiplere
Çok Talep Var
Lise yıllarınızdan sizde iz bırakan hocalarınızdan
‘hayat düsturum oldu’ diyebileceğiniz birkaç
cümle ya da hatırayla devam edelim mi?
Her liseli öğrencinin hayatında onu etkileyen öğretmenler
vardır. 80’li yılların sonunda bize ciddi anlamda İslami şuur
katan öğretmenlerimiz vardı.
Meslek hayatınızda hiç unutamadığım dediğiniz
bir anınızı bizimle paylaşmak ister misiniz?
2013 yılı Pakistan’da bir yetimhaneye gitmiştik. Çocuklar
yemekte, namazda ya da bahçede usulca yanımıza sokuluyorlardı. Sanki ’’ Başımızı okşayın, benim başımı okşayacak
kimse yok.’’ der gibi… Sonra bir görevli ‘’ Bu çocukların
kimsesi yok, bu çocukların tek beklentisi Türkiye’den ne zaman amcalar gelip bizlere hediyeler getirecek,tek beklentileri
bu..’’demişti. Yine 2014 yılında Kosova’ya gitmiştik. Orada
bir görevli ‘’Türkiye bize sahip çıkmak zorunda.’’ dedi. Niye
dedim:‘’Kosova güvende ise İstanbul güvendedir. İstanbul
güvende ise Mekke güvendedir.’’ dedi. Biz ülke olarak herkese sahip çıkmak durumundayız.
İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünden önce sınıf öğretmenliği
yaptığınızı biliyoruz. Küçücük bir çocukken alıp
yetiştirdiğiniz öğrencileriniz, meslek sahibi olup
karşınıza çıktığında neler hissediyorsunuz?
Bu duygunun tarifi çok zor. Allah(cc) bu duyguyu herkese
nasip etsin.
Osmangazi İlçe Milli Eğitim verilerine göre İmam Hatip
Liselerine olan talepler hakkında bilgi verir misiniz?
İmam Hatip Liselerine çok talep var. Aileler çocuklarının
İmam Hatiplerde yetişmesini istiyor.
O
Mayıs 2016
kulumuzun da bulunduğu Osmangazi İlçesi ülkemizin en büyük ilçelerinden biri. Hem nüfusu hem de öğrenci
sayısı itibariyle elliyi aşkın ilden daha büyük bir sorumluluk alanı var. Son yıllarda eğitim/öğretim başarısında
gözle görülür bir artış gerçekleşiyor. Osmangazi İlçesi de bu anlamda Bursa’nın en büyük İlçesi olarak büyük
katkı sunuyor. Âsım Dergisi olarak Osmangazi İlçemizin değerli İlçe Milli Eğitim Müdürü Gürhan Çokgezer
ile eğitim/öğretime ve ideallerine dair kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. Yoğun iş temposunda bizlere vakit
ayıran Müdürümüze teşekkür ediyor yaptığımız söyleşiyi istifadelerinize sunuyoruz.
Âsım
20
Sayın Müdürüm, öncelikle kıymetli vaktinizi Asım Dergisi’ne
ayırdığınız için teşekkür ederek başlamak istiyoruz. Özyaşam
öykünüzü ana hatlarıyla bizimle paylaşır mısınız?
1970 yılında Çanakkale İli Çan İlçesinde dünyaya geldim.
İlköğrenimimi Çan İlçesinde, Ortaöğrenimimi Biga İlçesinde bitirdim. Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesin Sınıf
Öğretmenliğinden mezun oldum. Çeşitli il ve ilçelerde idareci ve öğretmen olarak görev yaptım.
Öğretmenlikten İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne uzanan
başarı hikâyenizi bizimle paylaşır mısınız?
Gülhanım Karasu İlköğretim Okulunda müdür olarak görev
yaptıktan sonra Yıldırım İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünde
Şube Müdürü olarak göreve başladım. 09/12/2014 tarihinden itibaren Osmangazi İlçe Milli Eğitim Müdürü olarak
görev yapıyorum.
İlçe Milli Eğitim Müdürü olmak hedefleriniz arasında
mıydı? Mesleki yaşamınızdaki nihai hedefiniz nedir?
İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü hedeflerim arasında yoktu.
Nihai hedefimiz her zaman ülkeye faydalı nesiller yetiştirmektedir.
Osmangazi İlçesinin gerek LYS ve TEOG sınavlarındaki
başarı durumu, gerekse eğitim ve akademik başarı
durumu nasıldır? Bu konudaki hedefleriniz nelerdir?
LYS ve TEOG başarılarımız gayet iyi, Türkiye ortalamalarının üstünde. Hedefimiz elbette Türkiye birinciliği. Bu yıl
dershaneler olmadığı halde başarımız yükseldi. Kurslarımızdan çok başarılı sonuçlar aldık.
Osmangazi İlçesinde liseler arasında İmam Hatip
Liselerinin başarı durumunu nasıl görüyorsunuz?
İmam Hatip Liseleri ilk mezunlarını bu yıl verecek, ancak
başarıları gayet iyi durumda.
2015-2016 Eğitim Öğretim yılının sonuna
yaklaştığımız şu günlerde sizce Osmangazi İlçesinin
eğitim alanındaki en büyük sorunu nedir?
En büyük sorun ikili eğitimdir. Bunun önüne geçmek için
pek çok yeni okulun inşaatını bitirmeye çalışıyoruz. Kısa zamanda bu sorunun da aşılacağına inanıyoruz.
Günümüz yazar ya da şairlerinden en son
kimleri ve hangi eserleriniokudunuz?
Necip Fazıl Kısakürek ‘ O ve Ben ‘
Sinan Yağmur ‘ Aşkın Gözyaşları’
Sayın Müdürüm, son olarak “Asım’ın Nesli” vereceğiniz mesajla
yolunu aydınlatmak ister. Bize bu hususta ne söylemek istersiniz?
Bütün kitaplar bir kitabı anlamak için yazılırmış. O bir kitabı anlamak için Hak ve Batıl Mücadelesinde karınca misali
katkımız olması için çok çalışacağız. “Gavur gibi çalışıyor,
otluyor; tavuk gibi erken yatıyor.” deyimlerinden sıyrılarak
gavurdan fazla çalışacağız. Tavuk gibi değil, Müslüman gibi
erken yatıp erken kalkarak çok çalışacağız. Çünkü dünya,
bizim ayağa kalkarak kan ve gözyaşını durdurmamızı bekliyor. Atiyi (geleceği) karanlık görmüyoruz.
Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
Asıl ben teşekkür ederim. Başarılar dilerim.
Röportajı Yapan Öğrenciler:
Seda TOKAT (A 10/C)
Saide SARCAN (A 10/C) RabiaEdviye RECEP (A 11/D)
Sümeyye KÖSEM (11/D)
Vefa
Eğitimde Duayen Bir İsim;
Rahmetle Anıyoruz
Fikret Çelik
Hasan Basri
Yunus Emre Altuntaş
K
ÇANTAY
d. 18 Kasım 1887, Balıkesir
ö. 3 Aralık 1964, İstanbul
Mayıs 2016
T
Âsım
22
BMM 1. Dönem Balıkesir Milletvekili, öğretmen,
gazeteci, fikir ve din adamı,
Kur’an müfessiridir.Kurtuluş
Savaşı yıllarında yazılarıyla
milli mücadeleye destek
veren, ilk TBMM’de Karesi
milletvekili olarak yer alan Hasan Basri Bey,
Mehmet Akif’in yakın arkadaşı idi. Onu
milli marş yazmaya ikna etmiş olan kişidir.
Türkiye’deki ilk Kuran Meali çalışmalarından
birisini gerçekleştirmiştir.
Hasan Basri Çantay 1887e Balıkesir’de
doğdu. Çantayzadeler adıyla anılan eski
ve köklü bir ailedendir. İlköğretimini Balıkesir’de İbtida-yi Kebir adı verilen ilkokulda
yaptı. Daha sonra Balıkesir idadisine devam
etti. Bir süre Nafia(Bayındırlık)dairesinde
memur olarak çalıştı. Bu orada Balıkesir
Mevlevihane Medresesinde Dini bilgiler ve
Arapça öğendi. Edebiyat, Hukuk felsefe ile
uğraştı.
Meşrutiyetin ilanından sonra Nasihat Balıkesir yıldırım ve Karesi adı verilen
gazetelerde makaleler yayınladı. 1. Dünya
savaşı sıralarında kimsenin sesini çıkarma-
dığı o felaketli günlerde Balıkesir’den bir
ses yükseltmeye karar verdi. Bu isimde bir
gazete çıkarıp Milletin çiğnenen haklarını
savundu. Milli Mücadelede yazıları ve faaliyetleri ile Halka önderlik etti.
1919 yılında Müdafaa-yi Hukuk-i Osmaniye Kongresinde Balıkesir’i temsil eden
delegeler arasında yer aldı. Balkan savaşının karanlık günlerinde Balıkesir’de Kurulan
Müdafaa-yi Milliye Cemiyetinde etkin rol
alıp Kepsut, Dursunbey taraflarına giderek;
oralarda halkı toplayarak konuştu. Milli birlik şuuru ile Vatanı savunma azmi uyandırdı. O bir Kuva-yi Milliyeci idi. Gazi Mustafa
Kemal, Balıkesir’e geldiğinde Hasan Basri
Çantay’ın evinde misafir olurdu. Kurtuluş
savaşından sonra Balıkesir Mebusu olarak
1.Büyük Millet Meclisine katıldı. Bu arada
Mehmet Akif Ersoy´la samimi dost oldular. Onu adeta zorlayarak İstiklal Marşını
yazdırmaya vesile oldu. Meclisten ayrıldıktan sonra Balıkesir Lisesinde asıl Mesleği
saydığı edebiyat öğretmenliğine devam
etti. Gazetecilik ve yazarlık yanında bilimsel çalışmalar, şiir ve musiki ile de tanındı.
03.12.1964´de İstanbul´da vefat etti.
imi zamanlar vardır hayatınızda bahar yelleri eser,
dönüşürsünüz, büyürsünüz,
bakış açınız genişler. Kimi
zamanlar vardır hayatınızda
yer edecek, sizi bambaşka
ufuklara taşıyacak biri ile tanışırsınız ve bir
ömür boyu o kişiye minnettar kalırsınız. Bu
tamamen kişinin kaderiyle bağıntılı bir durum
aslında. Büyüklerimiz her daim dualarında “Allah seni iyilerle karşılaştırsın” diye dua eder. Aslında bu duanın ehemmiyetini yeterince takdir
ettiğimiz kanaatinde değilim. Çünkü insanı yoğuran yine diğer bir insandır çoğunlukla. Atalarımız dahi öyle dememiş mi; “bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim, üzüm
üzüme baka baka kararır, dost dostun eyerlenmiş atıdır, aslan postunda gönül dostunda”…
Bu durum biraz da insanın içgüdüsel
olarak özünde
bulunan iyilik
mayasını başkasında görmesi ve onun
kendisini tanımasına vesile
olması olayıdır. Kişi gözünün önündeki
olumlu örneği
alır, ölçer tartar ve nihayetinde özünü onunla özdeşleştirir,
dönüştürür. Bu tıpkı bir mürşidin müridini
eğitmesine benzer. Diz boyu sessizlik olsa dahi
mürşidin her nefes alışı, her davranışı mürit için
başlı başına bir örnektir. Özellikle günümüzde insanlar zor beğeniyor.
Dünyanın merkezinde bir mükemmel varlık varsa o da kişinin kendisinden başkası değil şimdilerde. Kusur arayan, sürekli kendisini dünyaya
karşı mevzilendiren, kendi içinde hesaplaşmaktan kaçınan, kendini geliştirmekten uzak duran ve bilhassa eleştiriye dayanamayan bir nesil var
artık. Eskiden zanaatkârlar usta çırak ilişkisi içinde nice güzel insanlar
yetiştirirdi. Her bakımdan ustasının izinden giden, hem ahlaki olarak
hem de zanaat olarak ustasının kopyası olan nesillerdi bunlar. Bir nevi
ahilik geleneği gibi düşünün bunu. Şimdilerde ilmini başkasından esirgeyen, kendi dünyasında kendince bir şeyler ortaya koymaya çalışan birey
temelli bir anlayış belirdi. Özü sözü bir, dobra, imanlı, ahlaklı, vatansever
ve candan insanlara ne kadar aç kaldık. Farkında mısınız?
2006 yılında kendi halinde çok genç bir öğretmendim. Öğlene kadar
derslerime giriyor öğleden sonra da eşimin dükkânında işlere yardım
ediyordum. İşte o günlerde evimin bulunduğu mahallenin okulunda
yönetici açığı bulunduğunu, okul müdürünün de benimle tanışmak istediğini öğrendim. Çünkü yöneticilik sınavlarına(biraz da dostlarımın
zorlamasıyla) girmiş ve iyi bir puan almıştım. Nihayetinde KPSS sınavlarından
ötürü bilgilerimiz tazeydi. Fakat okul
yöneticiliği namına hiçbir tecrübem yoktu. Bursa’nın göbeğinde böylesi gözde bir
okulda yöneticilik yapmak her bakımdan
gözümü korkutmuştu. İlk günlerde biraz
erteledim bu daveti fakat kaderin çizgisi
bizi illa ki olması gerekene sürüklüyor.
Aynen de böyle oldu. Ayaklarım geri gitse
de Tophane İlköğretim Okulunun basamaklarını çıkarak okul müdürünün odasına ulaştım. Kapıda müdürün ismi yazıyordu; Fikret Çelik. Nereden bilirdim bu
ismin hayatımı bu denli dönüştüreceğini,
beni hiç bilmediğim deryalara götüreceğini. Karşımda babacan, nur yüzlü, kısa ve net konuşan biri vardı. Lafı dolandırmıyor, benim mutlaka
okula gelmem noktasında milli bir görevim olduğunu anlatıyordu. Kendi
kendime “böyle idealistler halen varmış demek ki” dediğimi hatırlıyorum.
Mayıs 2016
Âsım
24
Ne yalan söyleyeyim, Fikret Çelik olmasaydı ne
eğitim yöneticiliğinde gözüm olurdu ne de eğitim adına bu denli kafa yorardım. Bu biraz da
o dönemdeki karamsar tablonun nefsime ağır
gelmesinden kaynaklanıyordu sanırım. Yükü
sırtlamak, sorumluluğun altına girmektense iş
hayatında ilerlemek para kazanmak istiyordu
nefsim. Kayseri’li olmanın bir dezavantajı da bu
olsa gerek. Bir hafta içerisinde görevlendirmem
onaylandı ve ben de ilk yöneticilik görevime
başlamış oldum.
Fikret Çelik benim için büyük bir fırsattı. İlk
müdürüm olması hasebiyle ne öğrendiysem
ondan öğrendim. Kendisi öncelikle çok iyi derecede teknolojiyi bilen, zeki, pratik ve çözüm
odaklı bir yöneticiydi. Aynı zamanda Kamu
Yönetimi mezunu olması dolayısıyla meselelere
kurumsal yönetimin verimi açısından da yaklaşabiliyordu. Almanya’da görev yaptığı altı yıl
boyunca Almanların iş disiplinini çözümlemiş,
onların teknolojik alt yapısını büyük oranda
öğrenmişti. İyi bir yazılımcı, iyi bir programcı
ve çok iyi derecede uygulayıcıydı. Okulda öğretmenlerin kullanması amacıyla analiz programları, yönetim işleri için de her türlü yeni
programı tasarlayabiliyordu. Bu programlar işleri o kadar kolaylaştırıyordu ki hem zamandan
tasarruf sağlanıyor hem de işler oldukça sağlam
bir temele oturuyordu. Örneğin kendi masasında asla sümen, kalem takımı, bloknotlar veya
klasik bir müdür odasında bulunan aparatları
bulundurmuyordu. Sadece bir dizüstü bilgisayar olurdu masasında. Tüm işlerini, tüm notları
elektronik ortamda hallederdi. Mavi renge karşı
büyük bir sempatisi vardı. Bu sebeple odasını
baştanbaşa mavi renkle donatmıştı. Mavinin iç
huzuru ve dinginlik sağladığını, psikolojik olarak mavinin insanı başarıya odakladığını belirtirdi. 2006 senesinde henüz akıllı/etkileşimli
tahtaların sözü bile edilmezken tüm sınıflara
bu tahtalardan almamız gerektiğini vurgulardı ve öyle de yapmıştı. Almanya’dan gelen ilk
akıllı tahtalar bu sebeple bizim okulumuzda faaliyete geçmişti. Oldukça verimli olan bu tahtalarda aynı anda hem yazı yazılabilmekte, hem
video gösterilebilmekte hem de anlık test çözümleri gerçekleştirilebilmekteydi. Bununla da
yetinmeyerek ilk ölçme değerlendirme birimini
bu okulda kurma bahtiyarlığına erdik. Optik
cihazlar, optik programlar optik formlar alarak
tüm sınavları merkezi hale getirdik. Fikret Çelik
bu konuda o denli meraklıydı ki hiç bilmediği
bir programı dahi kısa zamanda kullanabilir
seviyeye ulaşmaktaydı. Sabırla bana bu programları öğretti, temel programların püf noktalarını gösterdi, etkili sunum için kullanılabilecek
yabancı programları da tanıttı. Bilmediğim o
kadar çok şey vardı ki her gün Fikret Çelik Müdürümün yanına gelir onun bana anlattıklarını
ajandama kaydederdim. Ajanda kullanmama da
karşıydı, bir elektronik tablet almamı ve her şeyi
bunun aracılığıyla yapmamı önerirdi. Geleceğin
tablette olduğunu hatırlatırdı. Her bireyin iyi bir akıllı telefona sahip olması
gerektiğini söylerdi. O yıllarda akıllı
telefonlar daha yeni piyasaya çıkıyordu ve oldukça pahalıydı. Her hangi bir
teknolojik alet alacağımız zaman Fikret Çelik Müdürümüze sorardık. O da
alacağımız cihazın piyasadaki çeşitlerini inceler, performans ve özelliklerini
dikkate alarak maksimum verim elde
edebileceğimiz markayı belirlerdi. İlk
arabamı da O’nun tavsiyesiyle almıştım
ve halen de aynı arabayı bugüne kadar
hiçbir arıza çıkmadan kullanmaya devam ediyorum. O gün arabayı teslim
almaya dahi aynı heyecanı hissederek
benimle gelmişti. Etikete ve reklama
değil, cihazın performansına bakardı.
Tüm toplantılarını istatistik verilerle
ve projeksiyon ile kendi hazırladığı sunum üzerinden gerçekleştirirdi. Tabi ki
bu duruma alışık olmayan öğretmen
arkadaşlar anlatılanları algılamakta ilk
başlarda zorlandılar. Programları öğrenmek noktasında zorluk çektiler. Fakat zamanla öğretmenler de programları öğrenmeye ve bunların sağladığı
kolaylığa alışmaya başladılar. Öyle bir
zaman geldi ki öğretmenler bu programlar olmadan yapamaz hale geldiler.
İşte dönüşümün özeti ve gerçeği buydu.
Fikret Çelik’in diğer bir yönü de katıldığı il veya ilçe çapındaki toplantılarda sözünü esirgememesi, fikirlerini
açık yüreklilikle paylaşması ve işleri
olabildiğince pratik bir şekilde halledebilecekleri yöntemler önermesiydi.
Bu noktada böylesi fikir ve önerilere
alışkın olmayan kurul ve kurum temsilcileri bu sebeple Fikret Çelik’i yadsıyordu. Çünkü Fikret Çelik eski köye
yeni adetler getiriyordu. O’nu anlayabilen tek kişi belki de bendim. O’nun her
tercihi, her uygulaması benim için ders
niteliğindeydi. İzah ediyordu en önemlisi, neyi neden yapmamız gerektiğini
tane tane anlatıyordu. O kadar aykırı
bir insandı ki standartların çok ötesinde ufuklarda geziniyordu. Uzun yıllar
Anadolu’nun en ücra köylerinde, kasabalarında edindiği tecrübe Almanya’da
ki tecrübesiyle birleşince ortaya ne yaptığını bilen, ülkesinin eğitimdeki geri
kalmışlığını çözen, bunun çözüm yollarını uygulamak için sabırsız bir aşk ve
azme sahip bambaşka biri çıkarmıştı.
Eğer Fikret Çelik’in değeri takdir edilseydi tez zamanda Milli Eğitim bürokrasisinde eğitim politikalarına yön veren bir komisyonun içerisindeki yerini
almalıydı diye düşünüyorum. Lakin
artık çok geç…
Dizüstü bilgisayarına her namaz vakti girdiğinde haber veren bir program
yapmıştı. Öylesine dikkatliydi ki bu
konuda, namaz vakti girer girmez hemen abdestini tazeler, nerede olursa olsun seccadesini serip namazını kılardı.
Her sabah namazdan sonra eşofmanlarını giyer, Teleferik’te Musa Baba Mahallesinde bulunan evinden yürüyerek
Tophaneye gelir, okulda bulunan takım elbisesini giyer ve mesaisine başlardı. Spora düşkün biriydi. Müzmin bir
şeker hastasıydı ve bu sebeple yediklerine çok dikkat eder, sporu da sağlığını
destekleyici bir unsur olarak yapardı.
Uzun süre aikido ile uğraştıktan sonra
yeni bir spor denemeye karar vermişti.
Ben de o günlerde Wing Tsun’a merak
salmıştım ve kendisine de bu sporu
önermiştim. Hemen o gün bu spor dalını araştırdığını ve ertesi gün hararetli
şekilde bu spor dalının oldukça farklı
ve faydalı olduğunu anlattığını anımsıyorum. Wing Tsun’u Bursa’da öğretecek hoca bulamayınca İstanbul’a kadar arama faaliyetlerimizi genişlettik.
Nihayetinde biraz da Fikret Çelik’in
ön ayak olmasıyla Bursa’da Wing Tsun
çalıştıran ilk spor salonunu açtılar. Tabi ki en gedikli öğrencileri Fikret Çelik’ti. Aradan bir süre geçti ki Wing
Tsun’un Türkiye Hocası Emin Boztepe
ile müsabaka yaparken buluvermiştim
kendisini. Elli yaşını aşmasına rağmen
heyecanından hiçbir şey kaybetmeyen,
gençlerle her konuda yarışmaya hazır
bir irade vardı kendisinde. Tembelliği
hiç sevmezdi, her anını değerli kılmak
için çabalardı. Hüznünü her zaman içine atar, derdini de bir tek dua makamında Allah’a arz ederdi. Tam bir muttaki, mümin ve muhlis kişiliği vardı.
Tam bir vatanseverdi Fikret Çelik.
Erzurum’un bir köyünde doğup büyümesi ve ülkenin dört bir yanında
geçirdiği yıllar ülkesine olan sevdasını
daha da artırmıştı. Hemen her gün ülkenin yaşadığı sıkıntılardan muzdarip
olduğunu ifade eder, bir şeyler yapması gerektiğini dile getirirdi. Sanki tüm
sorumluluğu kendi sırtında hissediyormuşçasına çırpınır ilgili makamla-
Mayıs 2016
ra mektuplar yazar, mailler atar, görüşlerini paylaşırdı. Tarihî duyarlılığı
en üst seviyedeydi. Geçmişini bilmeyen geleceğini belirleyemez der ve bu
sebeple de olabildiğince milletimizin tarihini okur, araştırır, bizlerle de
paylaşırdı. Topluluğa yönelik konuşmalarında az ve öz konuşurdu. Bu sebeple olsa gerek daha çok kendisini anlayan kişilerle paylaşırdı fikirlerini.
Bu anlamda beni bir evladı mesabesinde kabul ederek fikirlerini benimle
paylaşırdı. O’nu en iyi ben anlıyordum sanırım. Çünkü içimde hissettiğim
neredeyse tüm kaygıların aynısı Fikret Çelik müdürümde de vardı. Fakat
O’nun azmi ve korkusuz tavrına erişmek mümkün değildi. Bu sebeple olsa
gerek sağdan soldan pek çok kişi O’nun aykırı önerilerine kulak tıkadı ve
dahi önüne geçmeye çalıştı. Zaten her millette yenilik ve reform ilk önceleri tepkiyle karşılanır. Aradan geçen on yıl içinde eğitim alanındaki devrimleri, etkileşimli tahtaların devletimiz tarafından okullara gönderildiğini,
tabletlerin dağıtıldığını, analiz merkezli bir anlayışa yöneldiğimizi, yeni
tip projelerin hayata geçirildiğini, kat sayı engelinin kaldırıldığını, dini ve
milli duygularımızın seçmeli dersler yoluyla desteklendiğini gördüğümde
keşke Fikret Çelik Müdürüm hayatta olsaydı da şu günleri görseydi derim.
Çünkü hemen hepsi uzun yıllar kendisinin dile getirdiği ve dahi yönettiği
okullarda uyguladığı modellerdi.
Âsım
26
Bu yazıyı kendisine olan bir vefanın gereği olarak kaleme alıyorum. Fikret
Çelik Müdürümle çok değil hepi topu 10 ay birlikte çalıştık. Fakat bu 10
aylık tecrübe benim eğitime olan bakış açımı dönüştürdü. Kendisinin özel
hayatındaki hususiyetleri, duruşu, inançlarına olan bağlılığı, kul olarak
vazifelerine olan bağlılığı, sade ve bir o kadar içten yaşantısı benim için
numune teşkil etmiştir. Evine ziyarete gittiğimde gösterişten uzak, oldukça sade, kitaplarla dolu bir odada ağırlardı bizi. Namaz vakti girdiğinde
kamet getirir ve hemen arkamda namaza dururdu. Her seferinde siz geçin
dediğimde “senin kıraatin benden iyi, Hz.Peygamber(sav) emrediyor, sen
geçeceksin imamete” diyerek beni razı ederdi. Tek başına bir ordu gibiydi
Fikret Çelik. Kimseye münadası olmaz, kimsenin önünde eğilmez, kimseden ayrıcalık beklemez, menfaatine aykırı bile olsa doğruyu söylemekten
kaçınmazdı. Farklı okullarda da uzun yıllar hizmetlerine devam etti ve
ben kendisiyle olan irtibatımı son güne kadar kesmedim. Soğuk bir kış
akşamında yine cep telefonum çalmıştı ve arayan Fikret Çelik olarak görünüyordu ekranda. Fakat telefonda yankılanan ses O’nun sesi değil oğlu
Mehmet’in sesiydi. İçime bir sızı saplandı aniden. Mehmet apansızca acı
haberi verdi ve bir süre kendimi toparlayamadım. Fikret Çelik Müdürüm
spor salonunda antreman esnasında kalp krizi geçirmiş ve Rahmeti Rahmana kavuşmuştu. Daha önce de açık kalp ameliyatı olduğu için kalbine
fazla yüklenmemesi gerekiyordu. Fakat kalbini yoran fiziksel işler değil
içine attığı dertleriydi diye düşünüyorum. 1954 yılında dünyaya gelen bu
güzel insan 2011 senesinde erken denebilecek bir yaşta hayata gözlerini
yummuştu. Her ölüm erkendir elbette lakin Fikret Çelik’in bu ülke için
yapacağı hizmetleri düşününce tüm milletimiz adına “hem de çok erkendi”
demek geliyor içimden. İyi ki tanımışım Fikret Müdürümü, iyi ki kendisiyle yolum kesişmiş. Toy bir delikanlıyı tüm hırçınlığına rağmen idare
etti ve sabırla tüm bildiklerini öğretti. Her konuda O’na olan minnetimi
ödeyemem. Kendisinin imanına, vakarına, ihlâsına, aşkına, kulluğuna, samimiyetine, çalışkanlığına, dürüstlüğüne şahidiz. Rabbim ebedi âlemde
de komşu kılsın diliyorum. Kendisi Bursa Hamitler Mezarlığında medfundur. Ruhları için El-Fatiha.
Ortaçağ, Batı Ve
İslam Dünyasında;
Bilim
Fikret ÇELİK Kimdir?
14 Ocak 1954 Yılında Erzurum’un Olur İlçesi Yukarı Karacasu Köyünde Dünyaya geldi.
İlköğrenimini Aşağı Karacasu köyünde bitirdikten sonra, Erzurum Ilıca’da bulunan Yavuz
Selim İlköğretmen Okulu’nu kazandı ve 19701971 öğretim yılında daha 17 yaşında iken
mezun oldu. İlk olarak Adıyaman ili Kahta ilçesi Belenli köyünde göreve başladı. Üç (3) Yıl
burada görev yaptıktan sonra, Erzurum İli Çat
İlçesi, Erzurum İli Olur İlçesi Yukarı Çayırlı Köyü ve Aşağı Karacasu köylerinde değişik sürelerde öğretmenlik görevine devam etti. 1981
Yılında Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünü
kazanarak Yüksek Öğrenimi süresince Bursa
ili Orhaneli İlçesinde görevine devam etti.
1986 yılında Yurtdışı Öğretmenlik sınavını kazandı ve 1986 - 1992 yılları arasında Almanya’nın Ausburg Eyaletin‘de Altı (6) yıl süreyle
görev yaptı. 1992 Yılında tekrar Türkiye’ye
döndü ve Bursa İl Merkezinde muhtelif İlköğretim okullarında İdareci ve Öğretmen olarak
görevine devam etmekte iken 21.01.2011’de
meslek hayatının 40. Yılında geçirdiği ani
bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Kabri,
Bursa Hamitler mezarlığındadır. Evli ve 4 çocuk babasıdır.
B
ilim ve teknoloji, insanoğlunun ilk yaratılması ve evrene ilk ayak basma süreciyle başlar. Bir
hâkim gücü belirleme
mücadelesi ile karşılaşırız. Sonsuz uzunluktaki bir zincir gibi
günümüze kadar uzar giden bu süre,
ilk insan Hz. Âdem’den günümüze kadar devam eden süredir. Yaşadığımız
gezegende, aslında Bilim ve Teknoloji
sürekli olarak birbirlerini tamamlayıcı
iki unsurudur. Bilimin, hiçbir dine,
millete ve etnik sınıfa mal etmek, doğru olmaz. Aynı zamanda Bilime katkı
anlamında, çeşitli milletlerden, farklı
insanların düşünceleri ve katkılarını
görmekteyiz. Her türlü bakış açılarını,
farklı biçimleri, değişik ihtiyaçların genel sonucu olarak, doğu ve batı insanın
beraber geliştirdiği bilinmektedir.
Bilime ve özgür düşünce ortamına,
değer veren medeniyetlerin, dünyada
her zaman söz sahibi oldukları bir gerçektir. Sanki bu kural, sürekli devam
eden bir tabii kanun gibidir. Bazen de,
tarih boyunca birçok topluluklar, bu
gerçeği göz ardı ettiklerinden ötürü,
tarih sayfasından çekildiklerine şahit
oluruz. Bilim, kendi içinde Fizik’ten
Ekonomi’ye, Sosyoloji’den Jeoloji’ye,
Kimya’dan Coğrafya’ya kadar, çok geniş bir yelpazede kendine yer bulur. Bu
ilim dalları, kendi içlerinde bölümlere
ayrılırlar. Buradaki ayırım, araştırma
sahaları temel alınarak yapılır. Bilimin
gerçek manasını ihtiva eden bakış açısı
ise, bizim üzerinde duracağımız esas
noktadır. Bilim, eğer insanı maddeden, madde ötesine götürüyorsa, kişiyi
fundamentalizm’den özgür düşünceye,
yani, hak ve hakikate yönlendiriyorsa,
doğru yolda ilerlediği anlamı çıkarabiliriz. Gerçek faydalı bilim, yaratılanların yaratanına, tefekkür etmesini
sağlayandır. Kişiyi ötelere seyahat ettirerek hakikatlere yelken açtırandır.
İlim, dinimizin de üzerinde çok titizlikle durduğu, adeta bir sihirli anahtardır. Gerçek faydalı ilim, materyalizm,
dogmatik düşünce, skolâstik ve determinizmden uzaktır. Kur’an-ı Kerimin
ilk ayeti, “oku” emri de, bu hakikatin
önemini vurgulamaktadır. Okumak,
yani yaratıcının yarattıklarını okumak
anlamına gelir. Okumak sayesinde,
Hakkı KARATEKELİ
Öğretmen
Mayıs 2016
İlk İslam filozoflarından Kindi,
bilgiyi, eşyanın
hakikatleriyle kavranması şeklinde
tarif eder. Farabi,
bilgiyi; “varlığı ve
devamlılığı insanın
yapıp etmelerine
bağlı olmayan varlıkların mevcudiyetiyle ilgili olarak,
akılda kesin hükmün hâsıl olması”
şeklinde yorumlar.
Âsım
28
tefekküre ulaşılır. Daha sonra bu dünyaya gönderiliş sebebimizi anlamamıza
yardımcı olur. Bu konu ile ilgili olarak,
Kur’an-ı Kerimde Ali İmran suresi 190.
ayetinde “Muhakkak göklerin ve yerin
yaratışlarında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde tefekkür eden
insanlar için elbette birçok ibretler (ve
dersler vardır)” buyurmaktadır. Kâinatın sırlarını ortaya çıkaracak olan
bilime, İslam dini önem verir. Kur’an-ı
Kerimde Fatır suresi 28.ayette, “Allahın kulları arasında Ondan en çok
korkan ancak bilginlerdir,” buyurur.
Bilimi elde etmek ve ona ulaşmak için,
insanlığa mâlolan bilim adamlarını yeterince tanımaktan geçer. Bu önemli
merhaleden sonra onların fikirlerini
anlayarak yorumlamak da bizim önemli görevimizdir. Farabi, İbn-i Rüşd, Bi-
ye ve bilime, yönlendirir. Bilimin doğruya, iyiye, güzele ve daha mükemmele
sevk eden nihai ilke ve hükümlere yönlendirdiği şeklinde anlamak, daha gerçekçi yaklaşımdır. Bilim, başlangıçtan
günümüze kadar birçok devreler geçirdiğini Bilim Tarihi bize anlatır. O,
insanlığın ortak malı olduğuna göre,
onu nerede bulursak almak görevimizdir. Zaten İslam dininin felsefesinde de
bu vardır. Yani, ilmi Çin’de bile olsa
almak ve aramak. Onun talipleri olarak bizler, bilimin çok iyi takip etmemiz gerekir. Bunun için, Bilim Tarihi
ile içli dışlı olup, onu iyi anlayıp, yeni
nesillere iyi anlatmamız gerekir.
runi, Kindi, İmam-ı Gazali, İbn-i Sina,
Harezmî, Cabir b.Hayyan gibi önemli
bilim insanları bunlara birkaç örnektir.
Einstein’den 1100 yıl evvel rölativite
teorisini (ışık hızı), ortaya atan Kindi,
Galile’den 600 yıl önce dünyanın
döndüğünü söyleyen Biruni, gibi değerlerimizi yeterince tanımak görevimiz olmalıdır.
Bilimsel gelişmeyi takip eden Avrupa’da yıllar boyunca Kilise-Bilim
adamı çatışmalarının tarih şahididir.
Bunun yanı sıra, düşünmeyi, yeniliği
teşvik eden İslam dini ise, üretmeyi,
akıl ve kalbi birlikte kullanmayı öğütler. Kur’an-ı Kerim ve Hadis’i şeriflerin gösterdiği yol, her zaman bizi ilme
teşvik eder. Müslümanların en büyük
gayelerinden biri de, Nam-ı Celil’in
ismini güneşin doğup battığı her yere ulaştırma vazifesini kendine görev
addetmesidir. Eğer toplum olarak biz,
devletler muvazenesinde söz sahibi
olabilmeyi istiyorsak, ilimden ve teknolojiden hiçbir zaman kopmamamız
gerekir. Dünyayı şekillendirmekte olan
bu sihirli iki anahtar, yanlış insanların eline geçtiğinde, bize yaşanmaz bir
dünya bırakacaklarını unutmamalıyız.
İşte, tüm bu ve buna benzer sebeplerden dolayı, İlmi değerleri elde etmek ve
onun hakikatlerine daha fazla ilgi göstermekte, aceleci davranmalıyız. Kendi
toprağımızda yetişen âlimlerimizi ve
ilmi şahsiyetlerimizi tanımak, bizi eski altın çağ’a yeniden kavuşturacaktır.
Sahip olduğumuz değerleri hatırlatmak
ve bilinçlendirmek yolunda atacağımız
küçük bir adım, neslimize yapılan en
büyük hizmet olacaktır. Bu alanda yapılan çalışmalar yeni neslin, her zaman
ufkunun derinleşmesine neden olur.
İlk İslam filozoflarından Kindi, bilgiyi, eşyanın hakikatleriyle kavranması şeklinde tarif eder. Farabi, bilgiyi;
“varlığı ve devamlılığı insanın yapıp
etmelerine bağlı olmayan varlıkların
mevcudiyetiyle ilgili olarak, akılda kesin hükmün hâsıl olması” şeklinde yorumlar. İhvan-ı Safa’nın bilgi tarifi ise;
“bilenin zihninde bilinenin formunun
oluşması” şeklindedir. Seyyid Şerif
el-Cürcani’ye göre bilgi; “Düşüncenin
gerçeğe tam uygun olmasıdır.” Kur’an-ı
Kerim’de bilgi(ilim), en sık kullanılan
anlamıyla ilahi vahiyden kaynaklanan,
yani bizzat Allah’ın verdiğidir; “Sana
gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.”
Bakara Suresi 120 ve 145. ayetlerindeki
ilim ile “Ey insanlar! Rabbinizden size
bir burhan (kesin delil) gelmiştir. Ve size, apaçık bir nur indirdik, ” Nisa suresi 174. ayetindeki burhan, kesin ve kanıtlanmış bilgiyi ifade eder. Öncelikle
vahiy, muhatabı olan insanı düşünme-
Mısır’da Nil nehri
boyunca bilgi
ve tekniklerin
geliştiği, M.Ö. 2500
yılında Sümerlerin
çarpım tablosunu
kullandıkları,
bilim tarihine göre
önemli gelişmeler
olarak kabul edilir.
Bu nedenle, bilimin doğuş ve gelişme
öyküsünü Bilim Tarihi sınırları içinde,
hayatımızın her döneminde, ilim seyahatine çıkmak gerekir. Bu konuda asıl
olan, düşüncenin serbestliğe kavuşması, akıl ile batıl inançların çarpışması
sonucu insanın doğruyu aramasıdır.
Bilimin kökeninde, insan yaşamını güvenilir ve rahat kılma, hedefine doğru
hareket etmesini sağlar. O’nun bazı dönemlerde önemli gelişmeler gösterdiğini gözden kaçırmamalıyız.
Genel hatlarıyla, bilimsel gelişme süreci, dört aşamada daha belirgin olarak
ortaya çıkar. Mısır ve Mezopotamya
uygarlıkları, eski Yunanlılar dönemi,
İslam dünyasının parlak başarılarla
dolu dönemi, ve Avrupa’da Rönesans
olarak bilinen dönemdir. İlmi gelişmeleri bir başka ifade ile ilk çağlardan
başlayarak, Mısır ve Mezopotamya uygarlıkları, eski Yunan, Ortaçağ İslam
dünyası, Rönesans ve sonrası dönemlerinden günümüze kadar gelen halinde
incelemek de mümkündür. M.Ö 3000
yıllarında, Sümer uygarlığı olarak tanımlanan dönemde, ortaya çıkan gelişmelerin bazıları şöyleydi; Ateş ile
bazı minerallerden bakır’ı, bakır’dan
bronz’u elde edilmesi idi. Mısır’da Nil
nehri boyunca bilgi ve tekniklerin geliştiği, M.Ö. 2500 yılında Sümerlerin
çarpım tablosunu kullandıkları, bilim
tarihine göre önemli gelişmeler olarak
kabul edilir. Medeniyetin gelişmesi sürecinde, Sümerler, Babil’ler ve Hamurabi hanedanlığı peş peşe devam ettirirler. Bu dönemde Geometrik kavramlar,
Karekök, küp kök ve üçüncü dereceden
denklemlerin hesaplanır. Yine Babiller, dairenin 360 derece, bir saatin 60
dakika ve 1 dakikanın 60 saniye olduğunu tespit ederler. Toprağı işleme,
hasat, takvim ve ay ve güneş tutulması
gibi konular da önemli gelişmeler olur.
Gök cisimlerin dünyadan daima aynı
uzaklıkta hareket etmeleri, parlaklığın
değişmesi, gezegenlerin dünyaya bazen
yaklaşması, bazen de uzaklaştığı bilgileri tartışıldığı bu gelişmeler, M.Ö. 400
yıllarında olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekir.
Antik Yunan filozofu ve Yunan Felsefesinin kurucularından Sokrates öncesi,
ilk filozoflardan ve felsefenin öncüsü
olarak adlandırılan Miletli Thales, yedi Bilge’den biri kabul edilir. O, materyalist felsefeyi başlatır. Dünyanın
suda yüzen bir tahta gibi olduğunu ve
evrenin sudan oluştuğunu ortaya atar.
Yerkürenin hareketsiz olup evrenin doğal merkezi olduğu düşüncesine ulaşır.
Thales’in yanı sıra, Anaximander ve
Aneximenes gibi düşünürler, Matematiğe büyük önem atfedip, evrenin yapı
taşı “sayı” olduğunu iddia ederler. Her
şeyin fiziksel olarak bölünmeyen atomlardan meydana geldiği, sonradan yaratılmış olmadıkları, ezelden beri var
olduğu, yok edilemeyeceği söylemleri,
ateist ve materyalist bir düşünce akımının ortaya çıkmasına neden olur.
Bu dönemde Atina, pek çok matematikçi ve bilge kişilerin uğrak yeridir.
Müdavimlerinden biri de Sokrates’tir.
O kendinden önce gelen düşünürlerin
aksine, insanı ilgilendiren, doğruluk,
iyilik, adalet ve erdem gibi konuların
önemi üzerinde durur. Bu esnada sahneye Sokrates’in öğrencisi Platon ortaya
çıkararak dikkatleri üzerine çeker. Öğrenci ve öğretmen arasında görüş ayrılığı yeni fikirlere sahne olur. Öğretmen
Sokrates, 71 yaşında idam cezası aldığında öğrenci Platon, 30 yaşlarındadır.
O da, bir müddet sonra Atina’yı terk
eder. Daha sonra tekrar Atina’ya döndüğünde kendi bilimler akademisini
kurar. Bu akademinin kapısına ‘Buraya
Matematik Bilmeyen Giremez’ tabelasını asar. İslam dünyasında Eflatun
adı ile bilinen bir başkası, antik klasik
Yunan filozofu, matematikçi ve batı
dünyasındaki ilk yüksek öğretim ku-
Mayıs 2016
Âsım
30
rumu olan “Atina Akademisi”nin kurucusu Platon’dur. Onun Cumhuriyet
isimli kitabındaki fikirlerine göre; idealar dünyası ve olgular dünyası vardır.
İdealar, fikirlerin formların barındığı
dünyadır. Olgular dünyasında her şey
geçici, kusurlu ve aldatıcıdır. Duyularımıza gerçek gibi görünen olgular aslında birer illüzyon olduğunu iddia etmesi
ile düşünce müdahilleri arasına girer.
Doğa Felsefesi, Mantık, Ahlak, Politika ve Edebiyat gibi alanların kurucusu unvanına sahip Aristoteles (Aristo),
kendi döneminin söz sahibidir. Hocasından aldığı ilimleri geliştirerek ortaya
yepyeni teoriler sunar. Sabit yıldızları
taşıyan en dıştaki kürenin hareket kaynağı olduğu ve tüm evreni çevreleyen
ve yöneten ‘Hareketsiz hareket ettirici
bir güç var’ dır, sözü ile bilinendir. O,
dünyanın merkezinde toprak, onun dışında Su ve Hava, en dışında ateşin yer
aldığını savunur. Dünyanın toprak, su,
ateş ve hava ile dört elementten oluştuğu tezi ile dikkatleri üzerine çeker. Bu
dönemde, Aristo, biyolojik alanındaki
çalışmaları sonucu 540 hayvan türünden söz ettiği bilinir. Yaklaşık 50 farklı
tür hayvanın Anatomik yapılarını in-
celeyerek bilimin hizmetine sunar.
Bir başka yerde büyük İskender’in fetihleri ile Yunan kültürü, Atina dışında Mısır’da İskenderiye’de gelişim
gösterir. Bilimsel yaklaşımlarda köklü
değişimler ivme kazanır. Gözlemlemeye dayalı inceleme yapılır. Bu geçişin
adına, ‘Helenistik çağ’ adı verilir. Bu
gelişmenin ömrü, Büyük İskender’in
ölümüne kadar sürer. Sağlık alanında
Bergamalı Galen, tıp doktoru, bilim
insanı ve filozof sıfatı ile önemli tespitlerini sunar. Antik Roma’nın en
önemli hekimi, deneysel fizyolojinin
kurucusu ve dünyanın ilk spor hekimi
olarak tanınır. Hatta Galen için, “hekimlerin İmparatoru” unvanı ismi uygun görülür. Hayvan derisinden imal
edilen Parşömen kâğıdı ona atfedilir.
Yunanlı Galen, M.S.129’larda Bergama’da, kalbin çalışmasını, omuriliğin
yapı ve görevini anlamaya çalışmakla meşguldür. Galen’in ortaya attığı
önemli düşüncesi, ‘İnsan vücudunun
belli bir amaç için Tanrı tarafından
düzenlendiği’ ifadesi ile yaratılışı izah
etmesidir. Tıbbın babası olarak anılan
hekim ise Hipokrat’dır. Anadolu’nun
kuzey illerini gezdikten sonra İstanköy
adasına dönerek hekimliğini sürdüren
Hipokrat, dünyanın çapı ve büyüklüğünün hesaplanması konusunda da
bilgiler verir. Bir başka bilim aktörü,
MÖ 330-275 yılları arasında yaşayan
Öklid’ir. İskenderiyeli Matematikçi
Öklid, gelmiş geçmiş matematikçilerin içinde adı geometri ile en çok özdeşleştirilen kişi olarak bilinir. Güneş
ışınlarının birer doğru çizgi biçiminde
yayıldığını söyleyerek yansıma yasalarından söz eder.
İskenderiye okulunun son dönemin
en ünlü bilginlerinden biri Batlamyus (MS.85), dünyayı küçük gösteren
hatalı ölçmeyi düzeltir. Gezegenlerin
hareketlerine ilişkin Matematik yöntemlere ayrılması konularını Almagest
isimli kitabında toplar. Bilimsel incelemeler ve gözlemlerini de, Astronomi
ansiklopedisi kitabında anlatır. Artık
bundan böyle O, tarihe antikçağın en
seçkin coğrafyacısı olarak geçer. Antik
uygarlığın sonunda İtalyan Rönesans’ı
yaklaşık bin yıllık dönem (MS.4-13
yy.), Avrupa için karanlık bir dönemdir. Bundan böyle Ortaçağda, Bilim
ve felsefe’de öncülük Müslümanlara
geçer. MS.800-1100 yılları arası İslam
dünyasının bilimsel çalışmaları nedeniyle Müslümanların altın çağı olur.
Sekizinci yüzyıl sonralarında Harun
Reşid, Aristoteles’in, Hipokrat’ın ve
Galen gibi kişilerin kitaplarını tercüme ettirir. Halife Me’mun, Bizans’a
ve Hindistan’a elçi gönderir. Önemli
eserler tercüme edilir. Matematik, Tıp
ve Kimya alanlarında hızlı ilerlemeler
kaydedilir. Dönemin sonlarına doğru
Kimya’nın babası unvanını alan İbn-i
Hayyan’ı bilim çevreleri kısa zamanda
tanır. Halife Me’mun’un kütüphanecisi
el-Harezmî, Cebir üzerine yazdığı kitapları Latince’ye çevrilerek ders kitabı
olarak okutulmaya başlanır. El-Kindi,
optik üzerine, ışığın kırılması konularında, İbn-i Sina, Kanun isimli eseri
ile tüm bilim dallarında, İbn Rüşd ve
Gazali de İslam düşünce alanlarında
yaptıkları çalışmalar ile ün kazanırlar.
Son yüzyıla geldiğimizde, İngiltere’nin
buharlı makineleri kullanması ile “Endüstri Devrimi” adını alan dönem
başlar. Bu dönemde insan ve hayvan
gücü yerine, buhar ve elektrik gücüyle
çalışan fabrikaların kurulması ile inanılmaz derecede endüstri hızla gelişir.
19.yüzyıldan itibaren de bu endüstrileşmeyi malum bazı batılı devletler üstlenir… Uzun bir zaman, hep önde olan
Müslüman bilim adamları, karanlık
olduğu iddia edilen ortaçağda, insanlığa hizmetleri ile batıyı etkilemişlerdir.
Princeton Üniversitesi kilisesinin pencerelerinin birinde, Müslüman bilim
adamı Razi’yi temsil eden bir resim
bulunması ve Paris Üniversitesi tıp fakültesinde İbn-i Sina’nın büstü buna
birkaç örnektir. Yukarıda sözü edilen
ilmi gelişmeler, milattan önce, bir başka ifade ile karanlık çağ olarak bilinen
ortaçağda gerçekleşiyordu… Acaba ortaçağ karanlık bir çağ mıydı?
Çaresizlik Hasadı
Rümeysa YILDIZ
11/E
Duymuyor musunuz
Boşlukta birkaç çakıltaşı tıkırtısı
Dünyaya ait ve öyle olduğundan uyumsuz
Bu yüzden yankılanıyor boşlukta
Durmadan, süresiz ve sonsuz
Susturuyor kanunları evren tarafından konulmuş
Çiğniyor kuralları düzene alışamamış
Siyahi bir adam gibi
Yahut kendi söylemiyle; alışmak istemeyen
‘’Bütün topraklarımı alın, insanlarımı bağışlayın
Bana onları verin çünkü onlar çoğaltır toprakları
Bereketlendirir’’ diyen
Yağmurun vardığı yere konulmuş paslı bir kova
Bir uçtan bir uca serilmiş kırmızı branda
Ben ki köşesinden kavramaktan uyuşmuş parmaklarımla
Çocuklarımın saçlarını bir bir okşadım
- doğmuşlardı bir yağmur üzerineLimon ağacı yetiştirip onlar için
Ağacı sabırla beklemeyi öğrettim, sonra büyütmeyi
Onlar da çocuklar doğurup
Bir bir okşasınlar diye öğrettim
Yorgunum belki bu yüzden yoruldum
Belki bu yüzden tutmuyor kollarım
Kucaklayamam artık hiçbir boşluğu
Ben eskiden cesurdum
Serçenin karşısında duran karınca kadar
Bir gençlik dönemiydi hatırımda kalan
Kanın zamandan hızlı aktığı o günler
İnsanlardan gitmedim
Ben insanlardan gitmedim, göçe zorlandım
Üstelik yorgun da değildim
Dediler: umut uzaktır, güneş de uzak
Çelimsiz kanatlarımı gökyüzü kadar açarak
İnanın, ben gitmedim göçe zorlandım
Sürünmemek için bir omurga aradım
Yaşamadım
Öğrenemediğim şey belki buydu
Bir kağıdı en fazla kaç defa katlayabilirsiniz
İşte o kadar bile yaşamadım
Katlanamadığımdan
Defalarca, defalarca
Ama defalarca katlanamadığımdan
Bir serinlik aradım hep kendime
Bu kez yüzüme tokat gibi çarpan rüzgarı değil
Yüksek dağların batısındaki serinliği aradım
O dağlar ki, nice Ferhatlar görmüştür
Bir beni göremediler bir beni
Yürüdüm, süründüm, süzüldüm,
Kanatlarımı dağlar kadar açtım da göremediler
Çünkü kanatlarımda binlerce kurşun izi
Işık geçiriyordu binlerce küçük güneş gibi
Her birinin ayrı hikayesi.
Beni anlamadılar, ben de anlatmadım
Şimdi vaktidir diyorum konuşmanın
Bir başlasam, susmayacağım
Korkuyorum susmayacağımdan
Ağzımı kocaman elleriyle kapatacaklar
Tuz tadı kalacak dilimde
Ben asla susmayacağım
Yaralar açacaklar, kesikler atacaklar
Sonra alay edecekler
Hele bir dilim dönsün de
Susmayacağım
Ama ürküyorum
Aynadan yansıyan bir yüz, korkunç
Yansımadan kaçarken sendeleyip
Düşüyorum ayna kırıklarından yapılma bir zemine
Bir zemine doğru
O boşlukta başlıyor her şey
Bitmesi gereken yerde bir anka kuşu
Külleri uçuşuyor
Küllerinden anlıyorum
Yeniden doğuşu.
Osmanlı Son Döneminden
Cumhuriyete Muallimlerimiz
Enes M. Çiğdem
O
Mayıs 2016
smanlı Devleti pek çok bilinmeyen yönüyle
araştırmacıların ilgisini celbetmeye devam
ediyor. Altı yüzyılı bulan bu uzun süre dünyadaki
pek çok değişimin meydana geldiği; devrimlerin,
rönans ve reformların, uluslaşmanın, keşiflerin,
icatların, sanayinin, ideolojik ayrışmaların,
devasa savaşların yaşandığı bir döneme tekabül ediyor.
Özellikle Osmanlı son dönemi yani Tanzimat ile başlayan ve
Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar devam eden süreç adeta
hızlanmış bir zaman dilimini anımsatır. Klasik tarihimiz Osmanlı’yı
üç dönem halinde inceler; Kuruluş-Yükseliş-Duraklama ve
Çöküş. Bu klasik betimlemeye göre bahsettiğimiz son 150 yıllık
dönem duraklama ve çöküşe tekabül ediyor olsa da işin içine
girildiğinde bizleri şaşkınlığa uğratacak şekilde bir değişim ve
ilerleme ile karşılaşırız. Klasik algılama daha çok askeri ve siyasi
kazanımlar üzerinden şekillendiği için olsa gerek Osmanlı’nın bu
son dönemindeki büyük dönüşüm gözlerden kaçabilmektedir.
Âsım
32
Osmanlı’da Muallimlik
Muallim köken olarak ilim kelimesinden gelen ve “ilmi öğreten kişi” anlamında kullanılan bir kelimedir. Osmanlı son dönemine ve Cumhuriyet’e
damga vuran muallimler neslini ayrıntılı şekilde irdelemek ve bu neslin nasıl
ortaya çıktığını en başından itibaren
incelemeye ihtiyaç vardır. Şimdilerde
“Öğretmen” olarak adlandırdığımız
mesleğin ilk nüvesi Osmanlı’da atılmıştır. İslâm eğitim geleneğinde tahsil ve tedris faaliyetleri, başlangıçtan
Bu dönüşümü ve ilerlemeyi sağlayan temel unsur hiç şüphesiz
eğitim alanında atılan adımlardır. 1800’lü yılların başından
itibaren atılan bu adımlar meyvelerini yüzyılın sonuna doğru
ortaya çıkan yeni bir neslin varlığıyla kanıtlamıştır; muallimler
nesli. Her biri kendi alanında olduğu kadar yan branşlarda da
yetiştirmiş Osmanlı’nın bu son nesli aynı zamanda Cumhuriyet’in
temelini oluşturacak fikri alt yapının oluşmasını sağlayacaktır.
Yine aynı şekilde İstiklal Mücadelesini vererek Cumhuriyet’i kuran
kadroların da Osmanlı’nın son döneminde kurulan okullarda
bu muallim kadrosunun eğitiminden geçtiğini hatırlatmakta
fayda vardır. Muallim olarak görev yapan bazı isimlerin daha
sonraları “Paşa” olarak da Osmanlı İdaresinde önemli görevler
üstlendiğini görüyoruz. Sadece idari olarak değil aynı zamanda
Osmanlı’nın ihtiyacı olan reformların çerçevesini çizen,
sorunları ele alarak çözüm önerilerini yazan, yeni nesillere
fikir babalığı yapan, yayınladıkları eserlerle bugün dahi takip
edilen isimleri içinde barındıran bir nesildir bahsettiğimiz.
itibaren müesseseler etrafında değil,
muallimler etrafında şekillenmiştir.
Osmanlı dönemi okulları açısından da
durum aynıdır. Bu da tabiîdir; çünkü
Osmanlılardan önce oluşan söz konusu
ilim anlayışı ve ilmi mekanizma, 16.
yüzyıla kadar diğer İslâm beldelerinden Osmanlı ülkesine taşınmıştır. Her
şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki,
Osmanlı eğitim sistemi, öğretmen merkezli bir sistemdir ve bir kurumun niteliği önemli ölçüde öğretmenin niteliği
kadardır ve bu kuruma yönelen talep,
o kurumda görev yapan öğretmenin
itibar ve şöhretiyle doğru orantılıdır.
Osmanlı döneminde eğitimciler, öğrencilerin öğrenme ortamında homojen
bir topluluk olarak bulunmadıklarının
farkındadırlar. Bu yüzden adab ve nasihat kitaplarında, öğrenci psikolojisinin
öneminin kavrandığına delâlet eden
çok sayıda ifadeler bulmak mümkündür. Örneğin eğitime başlamadan önce
öğretmenden, ilk planda her bir çocuğun yaratılışını, yani huyunu suyunu
tespit etmesi talep edilmiştir (Şeker ty,
87).Verilen öğütlerde her bir öğrencinin değişik sosyo-ekonomik statüye
sahip olabileceği; bu nedenle öğretmenlerin buna dikkat etmeleri istenmiştir. Bu anlamda toplumun mağdur
kesimlerinden gelen çocuklara daha
fazla ilgi gösterilmesi ve onlara daha
yakın davranılması tavsiye edilmiştir
(Tâşköprîzâde 1313, I,70) Henüz Fatih Sultan Mehmet zamanında dahi
ilk muallim medreselerinde uygulanan
müfredatta yer alan “Âdab-Mubâhase
ve Usûl-i Tedris” dersleri konuya verilen ehemmiyetin ilk önemli örnekleridir. Nitekim burada verilen derslerden
ilki Âdab-Mubâhase; tartışma kuralları anlamına gelmektedir. İkincisi ise
Usûl-i Tedris ismiyle öğretim yöntemleri olarak anlamlandırılabilecek bir
derstir. Bunu derinlemesine inceleyecek eğitim tarihçileri bahsettiğimiz hususun devrim niteliğinde bir uygulama
olduğunu fark edeceklerdir.(Öcal; 173)
Bunun yanı sıra muallim olarak görevlendirilecek kişilerde belirli hasletlerin
bulunması şart koşulurdu. Bu bağlamda hem İslam eğitim geleneğinde hem
de Osmanlı toplumunda bir muallim
için şart koşulan kişisel niteliklerin en
önemlilerini özetlemek gerekirse; iyi
niyet, meslek sevgisi, ilme ve ilim adamına saygı, adalet, objektiflik, sabır,
hoşgörü, affedicilik, ağırbaşlılık, alçak
gönüllülük, şefkat, merhamet, espri
anlayışı, esneklik, tutarlılık, iyimserlik,
koruyuculuk, bilgi inanç ve davranış
bütünlüğü şeklinde ifade etmek mümkündür (Tâşköprîzâde, 1313). Yukarıda
da bahsettiğimiz gibi Osmanlı tarihinde eğitimdeki büyük atılım, İstanbul’un alınışından sonra Fatih Sultan
Mehmet tarafından başlatıldığı görülür. Onun yaptırdığı yapısal özelliklerini bugün bile anlayabileceğimiz, adını
taşıyan cami çevresindeki medreseler
Fatih’in eğitime verdiği önemi göste- yaslanabilecek bir okullaşma düzeyine
rir. Fatih’in yaptığı bu atılım, Kanuni yeniden ancak 1950’li yıllarda ulaşadevrinde de devam etmiştir. Kanuni- bilmiştir. Mesela 1895’te Cumhuriyet
nin 1559’da yaptırdığı Süleymaniye sınırlarına tekabül eden bölgede bine
cami ve medreseleri ile Osmanlı örgün yakın (835) ortaokul ve lise bulunueğitiminin doruğuna ulaştırdığı bi- yorken 1923’te bu sayı 95’e düşmüştür.
linmektedir. Batılı anlamda en büyük 1895’teki yüz bine yakın öğrenci sayıdevrimler ise II. Abdulhamit zamanın- sı (97.837), 1950-51 sezonunda aşağı
da gerçekleşmiştir. II.
yukarı aynı seviyeAbdülhamit’in otuz üç
de
seyretmektedir
yıl kaldığı padişahlık
Şimdilerde (90.356). Öncesiyle
döneminde bayındırkıyasladığımızda Ab“Öğretmen” olarak dülhamit döneminlık yanında eğitimin
adlandırdığımız deki eğitim patlaması
yayılmasını sağlayacak
bazı tedbirlere de başmesleğin ilk nüvesi daha görünür hale
vurulmuştur. II. Abgelir. Tahta geçtiği yıl
Osmanlı’da atılmıştır.
dülhamit döneminde250 olan Rüştiye saİslâm eğitim yısı 1909’da 900’e, 6
ki eğitim ve öğretim,
merkeziyetçi ve eğitim
geleneğinde tahsil olan idadi sayısı 109’a
müesseseleri
arasınve tedris faaliyetleri, çıkmıştır. 1877’de İsda dengeye dayanan
tanbul’da sadece 200
başlangıçtan tane modern ilkokul
bir siyaset izlenmiştir.
Modern eğitim, bu döitibaren müesseseler varken 1905’te 9 bine
nemde yerleştiğinden
etrafında değil, çıkmıştı. Her yıl ortadevlet, eğitimdeki gölama 400 ilkokul açılmuallimler etrafında mıştır ki, bu, Cumrevinin bilincine varşekillenmiştir. huriyet döneminde
mıştır. Yeni okullara
devletçe mali yardım
bile kırılamamış bir
sağlanması ve yeniden
rekordur. Ayrıca eğiDarülfünun eğitim hayatına geçiril- timin, Türklerin çoğunlukta olduğu
mek istenmesi eğitim konusunda yapıl- yerlere, özellikle Anadolu’ya yönelik
mak istenen atılımlardan bir kaçıdır. olması eğitimdeki şuurlaşmanın temel
İlk kız okulları da II. Abdülhamit za- belirtileridir. Bunda ise halkı bilinçlenmanında açılmıştır. Nitekim bilgili bir dirmek amacının yanı sıra devletin en
kişi olan Abdüllatif Suphi Paşa’nın ilk uzak köşelerine kadar merkezi otoritedefa bir kız sanat okulu açma teşebbü- nin uzantılarını götürmek, bir anlamsünde tereddüt geçirmesi ve titizlenme- da bürokrasiyi ve resmi kurumlaşmayı
si üzerine Abdülhamit, “Sen mektebi yaygınlaştırmak düşüncesi de vardır.
aç, ben arkandayım” diyerek açıktan Öte yandan azınlık ve yabancı okuldestek vermiş ve çevresini, daima kız- lar az çok kontrol altına alınmış, bu
ların okuması için ilk adımları atmaya okullara Türk öğretmenler ilk olarak
teşvik etmiştir. Osmanlı tarihinin en bu dönemde tayin edilmiştir. Başta bücanlı eğitim hamlesi, Abdülhamit dö- yük şehirler olmak üzere Anadolu’nun
nemine rastlar. Varılan tespitlere göre dört bir yanında açılan İbtidai MekTürkiye, Abdülhamit dönemiyle kı- tepler(İlkokul), Sultani Mektepleri(li-
seler), askeri okullar ile teknik okullar
Osmanlı’nın hem ömrünü uzatmış
hem de yeni kurulacak Cumhuriyetin
nüvesini oluşturacak donanımlı neslin
yetiştirilmesine vesile olmuştur. Sultan
Abdülhamit tarafından yaptırılan bu
okulların pek çoğu bugün dahi eğitim
kurumları olarak kullanılmakta ve bulundukları şehirlerin en gözde eğitim
kurumları olma özelliğini sürdürmektedir.
Mayıs 2016
Sultan Abdülhamit’in özellikle Muallim yetiştirilen okullara büyük önem
verdiğini görüyoruz.Bu okullarda uygulanan müfredata göz attığımızda
verilen eğitimin niteliğini ve niceliğini
daha iyi anlayabiliriz. Türkçe Kitabet ve İnşa, Kuran-ı Kerim ve Tecvid,
Sarf ve Nahiv, Arapça, Farsça, Tarih-i
Umumi, Hendese, Cebir, İlm-i Mevalid(tabiat tarihi), Hikmet-i Tabiiyye,
Hayvanat, Nebatat, Tabakat, Fizyoloji,
Tarih-i İslam, İmla ve Gramer, Kimya,
Resim, Şiir ve inşa, Fransızca, Mantık,
Hukuk-ı Milel, Meani, Ahlak, Coğrafya, Musiki, Tedbir-i Menzil(ev idaresi
bilgisi), Belagat, Kozmografya, Hüsn-i
Hat, Hıfzıssıhha, Lisan-ı Ecnebi, Ge-
Âsım
34
ometri, Trigonometri, Ulum-i Diniyye
bu okullarda okutulan belli başlı derslerdir. Görüleceği üzere oldukça ağır
bir müfredata sahip bu okullardan yetişen muallim nesli her bakımdan donanımlı, çok yönlü ve özgüveni yüksek;
hem batıyı hem de doğuyu sindirmiş
bireyler olarak toplumun arasına karışıyordu. Okullaşma oranının %97’lere ulaştığı günümüzden bakıldığında
tüm bu çabalar ve ortaya çıkan netice
yetersiz görülebilir. Fakat o dönemde
türlü zorluklar, savaşlar, toprak kayıpları ve her yönden Osmanlı topraklarına yapılan saldırıların arasında gerçek-
leşen bu devrimler daha çok toplumu
dönüştürecek dehaların tespiti ve yetiştirilmesi üzerine yoğunlaşmıştı. Aşağıda vereceğimiz örnekler bu çabanın ne
derece hedefine hizmet ettiğini daha
iyi ortaya koyacaktır.
Meşhur Muallimler
Muallim kelimesini günümüzde öğretmen olarak ele almakta bazı zorluklar
bulunuyor. Çünkü günümüzün modern eğitim teknikleri daha çok ihtisaslaşmaya yönelik alan eğitiminden
geçer. Dolayısıyla her öğretmen aslında
belirli bir alanın eğitimiyle ikame edilmiştir. Muallimler ise her alanda bilgi
ve tecrübesi ile birer yetenek avcısı misali öğrencilerini yetiştiren kişileri temsil eder. Ahmet Cevdet Paşa bu neslin
ilk örneklerindendir. İlk mesleği Kadılık ve müderrislik olan Ahmet Cevdet
Paşa pek çok alanda verdiği eserlerle,
Osmanlı Modernleşmesine koyduğu
katkılarla, ilme olan vukufiyetiyle ve
yetiştirdiği nesil ile halen üzerine pek
çok akademik çalışma yapılan isimlerdendir. Memuriyetteki(muallimlik)
başarısından ötürü devletin
önemli kademelerinde görev yaptı. 1848’de Mustafa
Reşid Paşa’nın verdiği bir
görevle Bükreş’e gidip bir ay
kaldıktan sonra geri döndü.
1849’da tedavi için bulunduğu Bursa kaplıcalarında
“Kavâid-i Osmâniyye” (Osmanlıca dil bilgisi) adlı kitabı ve ilk
Türk anonim şirketi olan Şirket-i Hayriye’nin kuruluş nizamnamesini yazdı.
Yakın dostu Keçecizade Fuad Paşa ile
birlikte yazdıkları Kavaid-i Osmaniyye, Türk dilinin Türkçe yazılmış ilk
gramer kitabı kabul edilir ve 50 yıl
boyunca okullarda ders kitabı olarak
okutulmuş, Almanca’ya(1855) Arapça’ya( 1866) Bulgarca’ya ve Hırvatça’ya
tercüme edilmiş bir eserdir. 13 Ağustos 1850’de Meclis-i Maarif azalığı ile
birlikte Dar-ül-Muallimin (Öğretmen
okulu) müdürlüğüne getirildi. Bu
mektebi kısa zamanda ıslah ederek,
mektebe giriş ve imtihan usullerini
yönetmeliklerle belirledi. Rüştiyelerde din derslerinde okutulmak üzere
“Ma’lûmât-ı Nâfia” (Fâideli Bilgiler)
adlı kitabı kaleme aldı. Her türlü bilimsel konunun Türkçe ile yazılabileceğine
inanıyor, herkesin okuryazar olması
için lisanın sadeleştirilmesi ve yazıların
Türkçe kaleme alınması gerektiğine
inanıyordu. Yazılarında bu sadeliğin
örneklerini verdi. Ahmet Cevdet, bilimin ülkeye yayılması ve genel kültür
düzeyinin yükseltilmesi için çalışacak
Fransız Bilimler Akademisi benzeri
bir akademinin kurulması fikrini desteklemekteydi; bunun faydalarını anlatan bir mazbata hazırlayarak Sultan
Abdülmecit’e sundu. Padişahın uygun
bulmasıyla 1851’de kurulan Encümen-i
Daniş’e (Osmanlı Akademisi) asli üye
seçildi. Yazdığı eserler ise bugün dahi geçerliliğini koruyan çapta bir ilmi
derinlik içerir. Ahmet Cevdet Paşa’nın
ilmi derinliğine, ortaya koyduğu eserlerin etkisine, pratik çözümler üretmedeki kabiliyetine bugün dahi ulaşan bir
isim bulmak zordur. Eserleri; Tarih-i
Cevdet (12 cilttir. Osmanlı Devleti’nin
1774-1825 seneleri arasındaki tarihini anlatır),Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i
Hulefa(12 kısımdır. Cevdet Paşa’nın en
tanınmış eseridir. Âdem’den itibaren
birçok peygamberin, İslam halifelerinin, İkinci Murad’a kadar Osmanlı padişahlarının tarihinden bahseder),Tezakir-i Cevdet(Devrinin siyasi, içtimai,
ahlaki cephesini anlatmıştır),Ma’ruzat
(Sultan İkinci Abdülhamid’e 18391876 yılları arasındaki tarihi ve siyasi
hadiseleri takdim etmek için hazırlanmıştır), Mecelle(Mecelle, Tanzimat
Fermanı ile açılan dönemin en önemli
kanunu ve Osmanlı modernleşmesinin
en önemli anıtlarından biridir. Ahmed
Cevdet Paşa başkanlığında bir heyet
tarafından hazırlanmıştır), Divançe-i
Cevdet (Gençliğinde yazdığı şiirleri,
Sultan II. Abdülhamid’in emriyle bu
kitapta toplamıştır), Kavaid-i Osmaniye(Keçecizade Fuad Paşa’yla birlikte
yazdığı dil bilgisi kitabıdır. Türk dilinin Türkçe yazılmış ilk gramer kitabı
kabul edilir). Ayrıca Belagat-ı Osmaniye - Kavaid-i Türkiye, Takvim-ül Edvar-Miyar-ı Sedad, Adab-ı Sedat fi-İlmil-Adab, Hülasatül Beyan fi-Te’lifi’l
-Kur’an, Asar-ı Ahd-i Hamidi, Hilye-i
Seadet, Ma’lumat-ı Nafia adlı eserleri
çeşitli mevzulardan bahsetmektedir.
Bu dönemin diğer bir önemli ismi ise
Hoca Tahsin Efendi’dir. Osmanlı Devleti’nde batılı anlamda ilk üniversite
olarak kurulacak Darülfünun’da görev
almak için bursla Paris’e gönderilen
iki kişiden biridir (diğeri Selim Sabit
Efendi). Özellikle Modern astronominin tanınmasında büyük emek sarf etti
ve bu alanda halkın da anlayacağı türde çeşitli eserler kaleme aldı. 1870’de
kurulan Darülfünun’un ilk “rektörü”
oldu.
Bu dönemin muallim neslini incelediğimizde temel bazı özellikler göze çarpar. Öncelikle bu nesil batı fikriyatını
ve ilmini anlamış, doğunun ve özelde
İslam’ın değerlerini sindirmiş, devletin
selameti için gayret gösteren, çözüm
üreten, yol gösteren, gece gündüz bu
uğurda çaba sarf eden, sorumluluk
alan, birkaç yabancı dil bilen, devletin
en ücra köşelerine kadar gidip gören,
batıyı gezen, düşüncelerini ve önerilerini kaleme alan, zevk ve kalem erbabı
kişilerden oluşmaktadır. Bu nesil hem
bedii(estetik) hem de ilmî bakış açıları haiz bir nesildir. Bu bakımdan da
Osmanlı’da pek çok yeniliğin ve dönüşüm gerçekleşmesinde itici güç olmuşlardır. Osmanlı’nın son dönemi ile
Cumhuriyet döneminde etkisi oldukça
geniş çevrelere uzanan diğer bir isim ise
Mehmed Fuad Köprülü’dür. Cumhuriyet dönemi ilmi araştırma yöntemlerini oluşturan, Tarih metodolojisini
kuran, ilk akademik çalışma yöntemlerini ortaya koyan, Selçuklu-Osmanlı ve
İlk Türk Kavimlerine ilişkin bilimsel
çalışmaları yapan, Tasavvuf Tarihini
ve İlk Mutasavvıfları ilmi eserleriyle
ortaya koyan Köprülü aynı zamanda
yetiştirdiği ilim adamlarıyla da Cumhuriyet Tarihine mührünü vurmuştur.
Cumhuriyet dönemi tarihçiliğinin son
kırk yılının önemli isim ve eserlerine
bakıldığında en önlerde, çalışmalarını
Köprülü’nün taslağının çeşitli alanlarında yapan Köprülü’nün asistan ve
öğrencileriyle karşılaşırız Şamanizm’in
tarihçisi Abdülkadir İnan, Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar her aşamada
Türk göçebe kabile yaşantısını izleyen
Faruk Sümer, Ortaçağ mezhep ve tarikatlarımızı en iyi bilenlerden Abdülkadır Gölpınarlı, dünya çapındaki
halkbilimcimiz Pertev Naili Boratav,
Selçuklu uzmanı Osman Turan, özgün
araştırmalarında daha çok 16. yüzyıl
sonu buhranı üzerinde duran, fakat
Selçuklu-Osmanlı
sosyo-ekonomik
tarihine ilişkin sentetik denemeler de
kaleme alan Mustafa Akdağ ve günümüzün en önemli Ottomanist’i sayılan
Halil İnalcık bunlardan bir kaçıdır.
Dünya çapında birçok bilim kuruluşunun üyesi olan Köprülü, Türk dini,
hukuku, sosyal hayatı, sanatı, edebiyatı
vd. hususlarda yazdığı eserlerinde, sosyolojiden arkeolojiye, antropolojiden
psikolojiye, birçok bilimlerden yararlanmak suretiyle umumi Türk tarihinin problemlerine çözümler sunmuş
ve elde ettiği sonuçlarla bilhassa Batılı
âlimleri etkilemeyi ve ikna etmeyi başarmıştır. Köprülü, 1500’ün üzerinde
kitap ve makale yazmıştır. Bu anlamda da bugün de Üniversitelerimizde ve
enstitülerimizde eserleriyle muallimlik
yapan ender isimlerden biridir.
Bir Bilim Adamının Romanı
Oğuz Atay’ın kaleme aldığı “Bir Bilim
Adamının Romanı; Mustafa İnan”
isimli biyografik romanı Osmanlı’nın
son döneminde yetişmiş Cumhuriyet’in kuruluşunda ve gelişmesinde
büyük gayretleri olan bir başka muallimin hayatını anlatır. Prof.Dr. Mustafa
İnan Uygulamalı ve teorik mekanik
dalında zamanının önde gelen bilim
insanlarındandır. Yaşamını Türkiye’de
bilimin gelişmesine adamıştır. 19571959 yılları arasında İTÜ’de rektörlük
yapmıştır. TÜBİTAK’ın kurucularından birisidir. Oğuz Atay’ın da Hocası
olan bu ismin hayatını okuduğumuzda
Osmanlı’dan tebarüz eden ve Cumhuriyet’e taşınan gayretlerin içeriğini
daha iyi anlayabiliriz. Hayatlarının tamamını çile, özveri, gayret ve zamanı
en iyi şekilde değerlendirerek iz bırakmak üzerine kuran bu isimler, güzellik
adına yaşadığımız pek çok ilerlemenin
de kaynağıdırlar. Yahya Kemal, Peyami
Safa, Muallim Naci, Ahmet Haşim,
Cenab Şahabettin, Recaizade Mahmud Ekrem, Mahir İz, Mahmud Celaleddin Ökten, Hilmi Ziya Ülken, Ali
Fuad Başgil, Cemil Meriç, Zeki Velidi
Togan, Yusuf Akçura, Ahmet Hamdi
Tanpınar, Nihat Sami Banarlı, Nurettin Topçu bu isimlerden bazılarıdır.
Her birini daha çok eserleriyle tanıdığımız tüm isimler muallimler neslinden
gelen ve bu ülkenin kuruluşunda çok
büyük emekleri bulunan muallimlerden bazılarıdır. Günümüz eğitimcilerine yol işareti olarak tayin edebileceğimiz bu isimlerin her birinin her şeyden
önce birer muallim olarak hayat yolculuğuna başladıklarını ve yaşamları boyunca bu uğurda çaba gösterdiklerini
anımsamamız gerekiyor.
Kaynakça
Karpat,Kemal, Osmanlı’dan Bugüne Elitler ve Din, Timaş Yay.
İstanbul,2008
Öcal,Mustafa, Osmanlı Devleti Eğitim Sistemi, Bursa, 2013
Şeker, M. (ty.). Tariku’l-Edeb’de Eğitim. Türkiye 1. Din Eğitimi
Semineri (23-25 Nisan 1981), Ankara: İlahiyat Vakfı Yay. ss. 81
Tâşköprîzâde Ahmed Efendi (1313). Mevzu‘âtü’l-‘ulûm (2 Cilt).
(K. M. Efendi çev.). İstanbul: Dersaadet İkdam Matbaası.
Tâşköprîzâde Ahmed Efendi (1985). eş-Şekâ’iku’n-nu‘mânîye, (A.
S. Furatnşr.). İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi.
ratan Rabbinin adıyla oku! ” ilk nazil
olan ayettir. Neden ilk inen ayet de
rabbimiz bize ilim, irfan sahibi olmamızı emretti? Diye soruyorum kendi
kendime. Mü’min bir insan ancak
öğrenmeyle kendini geliştirebilir. Bu
bütün insanlık için de böyledir. Bu nedenle çok okuyacağız. Okumak derken
elbette, bize bir şeyler katacak hayatınızın rengini değiştirebilecek kitaplardan
bahsediyorum.
“Dost Kitaplar-Dost Öğrenciler”
Kitap
Okuma
Etkinliği
“Oku! Yaratan
Rabbinin adıyla
oku! ” ilk nazil
olan ayettir.
Hakkı Karatekeli
Meslek Dersleri Öğretmeni
N
Bu projeye başlarken öncü, okunulması istenilen kitapları
öğrencilerin talepleri dikkate alınarak tespit edildi. Kitaplar
Mayıs 2016
36
Din öğretimi Genel Müdürlüğünün hedef gösterdiği proje
bu etkinlikte esas alınan temel nokta oldu. Okulumuz öğrencileri bu etkinlikteki amacı, okuyan, düşünen, yorumlayan,
eleştiren, medeniyetimizin kültürel mirasını değerlendiren,
kültürümüzün söz ve yazı varlığını geliştiren, okumayı bir
yaşam biçimi haline getirmektir. Ayrıca öğrencilerin arkadaşlarıyla kültürel zeminde yeni bağlar kuran bireyler olarak
yetişmelerini sağlamak ve onların bilimsel, sosyal, kültürel,
sanatsal, edebi ve meslekî gelişimlerine çok yönlü katkıda
bulunmak amaçlanmaktadır.
Âsım
gerçekleştiriyor.
izam Karasu Anadolu İmam Hatip Lisesi
Onur Kurulu öncülüğünde, okul öğrencilerimiz tarafından, okuma kültürü oluşturmak amacıyla, “Dost Kitaplar-Dost Öğrenciler” sloganı ile kitap okuma etkinliği
Millî Eğitim Bakanlığı’nın özel ve genel amaçlarına aykırılık
içermeyen ve öğrencilerin seviyesine uygun, edebiyat, tarih,
medeniyet, kültür, sanat, bilimsel veya dini konuları içermesi esas alındı. Sonra kendilerine okuyan yediler olarak tanıtan öğrenciler, yedi kişi olunca bir takım oldular. Aralarında
bir öğrenciyi gönüllü takım lideri olarak belirlediler. Sonra
etkinliği kendi sınıfından veya kendi sınıf seviyesindeki diğer şube öğrencilerinden oluşan yedi kişilik takımlar meydana geldi. Takım lideri belirli aralıklarla yürüttüğü iş ve
işlemlerle ilgili Onur Kurulu öğretmeni ile işbirliği yaptılar.
Belirlenen yedi kitapların düzenli olarak tüm takım okuması sağlandı. Daha sonra özet çıkarılması, sunum yapılması
planlandı. Yapılan işlemlerden de sorumlu takım lideri oldu.
Bu konuda Okulumuz 11.Sınıf öğrencilerinden Bahar Aktaş,
arkadaşları adına duygularını bizimle yaptıkları etkinlikleri
hakkında şu şekilde paylaştı: “Cemil Meriç’in güzel bir sözü
ile başlamak istiyorum. ”Kitap bir limandı benim için, kitaplarda yaşadım ve kitaplardaki insanları sokaktakilerden
daha çok sevdim” ifadesi beni çok etkilemiştir. “Oku! Ya-
Kitaplar aslında bizim en iyi dostlarımızdır. Çünkü insan kitap okurken hayal yolculuğuna çıkar bir nevi, belki de
tek sığınağı olan barınağıdır. Her kitap
kendi hayal dünyamızda bir bilet almak
gibidir. İpliği kopmuş tespih taneleri
gibi her bir tarafa dağılıveren düşüncelerimiz, beynimizi kemiren sorularımız
olabilir. Bu soruların cevabını bulmak
için beraber okumaya karar verdik. Nizam Karasu İmam Hatip Lisesi Onur
Kurulu öncülüğünde “Okuyan 7’ler”
adı altında gruplar oluşturduk. Her
haftanın bir günü kütüphanede toplanıp kitap okuyor, ufkumuzu genişletiyor ve fikir alışverişinde bulunuyoruz.
Bu da bize iyi geliyor. Çünkü biliyoruz
ki, bir insanı en iyi şekilde anlamanın
yolu kitap okumaktan geçer. Unut-
mayalım ki, denize atılan bir şişe, her
kitap bir yerlerde keşfedilmeyi bekler”
diye ifade etti.
Bahar Aktaş, son olarak arkadaşlarına
hitaben; “Genç arkadaşım! Biliyorum
sen de bir yerlerde kitaplar gibi keşfedilmeyi bekliyorsun, eğer sen kitabı
keşfedersen kendini keşfetmiş olacaksın. Haydi, sende bize katıl dava arkadaşı olup aynı yolda beraber yürüyelim.
Okuyalım, anlayalım, dert edinelim,
yazalım ve paylaşalım. Biliyorsun ki
birlikten kuvvet doğar. Geri gelmeyecek olan bu zamanlarımızı boşa har-
camayalım. Bilesin ki, zamanı bereketli kılmak insanın elinde. Mehmet
Akif’in Asım’ın Neslini, Necip Fazıl
Kısakürek’in “Büyük Doğu Neslini”
ve Sezai Karakoç’un “Diriliş Neslinin”
adını birlikte duyuralım” diyerek arkadaşlarına tavsiyelerde bulundu.
Eğitim öğretim yılının sonuna doğru
etkinlikle ilgili ayrıntılı-müstakil bir
bülten kitap özeti, öğrenci sunumları ve komisyonun diğer çalışmalarına
yer verilmesi düşünülmektedir. Bu
projede belli bir seviyenin üzerindeki kitap özetlerinden oluşan en iyi ve
Mayıs 2016
seçkin çalışmaların, okul web sitesinde yayımlanması
ve imkânlar dâhilinde kitap olarak basılması hedefleniyor. Okul Onur Kurulu tarafından sürdürülen “Dost
Kitaplar-Dost Öğrenciler” Kitap Okuma Etkinliği, okul
değerlendirme raporunun Din Öğretimi Genel Müdürlüğüne gönderilmesiyle son bulacaktır. Tavsiye edilen
kitaplar ve bu projeye katılan öğrencilerin bazılarının
isimleri aşağıdadır.
Âsım
38
KİTABIN ADI
MEB 100 Temel Eserleri
Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Bülbülü Öldürmek
Bu Ülke
Türkiye’nin Maarif Davası
Doğunun Bilgisi Batının Bilimi
Dünya Okulu
Cahil Hoca
Başarısızlığın Olmadığı Okul
Beyaz Zambaklar Ülkesinde
Çocuklar Neden Başarısız Olur?
Duygusal Zekâ
Eğitim Üzerine
Emile
Ezilenlerin Pedagojisi
Halkın Bilim Tarihi
İçimizdeki Çocuk
İnsan Ne İle Yaşar?
İnsan Ve İnsanlar
Küçük Ağaç’ın Eğitimi
Küçük Prens
Öğretmen
Sofie’nin Dünyası
Şeker Portakalı
Eğitim - Gençlik - Üniversite
Bir Bilim Adamının Romanı
Üniversite (Bir Dekan Anlatıyor)
Öğretmen
Medeniyet Köprüsü: Beş şehirli
Okulsuz Toplum
Bir eğitim tasavvuru olarak mahall
Meraklı Zihinler
Kafa Karıştıran kelimeler
Modern Dünyanın Bunalımı
Hızırla Kırk Saat
Bürokratlar
YAZARI
A.Hamdi Tanpınar
Harper Lee
Cemil Meriç
Nurettin Topçu
Joseph Needham
Salman KHAN
YAYINEVİ
Dergah
Sel
İletişim
Dergah
MAB (Yeni Baskısı Yok)
YKY
Metis
Wiiliam Galsser
Beyaz Yayınları
Grigory Petrov
Hayat Yayınlar
John Holt
Beyaz Yayınları
Daniel Goleman
Varlık Bilim
Immanuel Kant
İz Yayınları
J. J. Rousseau,
YKY
Paulo Freire
Ayrıntı
Clifford D. Conner
Tübitak
Doğan Cüceloğlu
Remzi
Lev Nikolayeviç Tolstoy
Akvaryum
Çiğdem Kağıtçıbaşı
Evrim
Forrest Carter
Say
Antoine De Saint Exupéry
Hece
Frank Mccourt
Altın Kitaplar
JosteinGaarder
Pan
JoseMauro De Vasconcelos
Can
Peyami Safa
Ötüken
Oğuz Atay
İletişim
Henry Rosovsky
Tübitak
Frank Mccourt
Altın Kitaplar
Kültür ve Turizm bakanlığı
Ivanllich
Şule
İsmail Kara / Ali birinci
Dergah
Jhon Brochman
Tübitak
Rasim özderen
İz
Rene Guenon
hece
Sezai Karakoç
Diriliş
Erhan Bener
Adam
OKUYAN 7’LER ERKEK GRUBU
•10 - B Sınıfı – Yusuf Ekdemir -Takım lideri
•10 - B Sınıfı – Abdülkerim yüksel
•10 – B Sınıfı - Fatih Karaca
•10 - D sınıfı – Muhammed Osmanoğlu
•10 – F Sınıfı – Umut Delice
•10 – F Sınıfı – Ahmet Faruk Aydın
•11 – C Sınıfı – Emre Toprak
Anı Koleksiyoncusu
Aslı Kandır
OKUYAN 7’LER. KIZ GRUBLARI
1.Kız grubu
•Bahar Aktaş - Takım Lideri
•Seda Tokat
•Sevgi Kermen
•Sümeyye Bayraktar
•Zeynep Sevinç
•Sebahatnur Cengiz
•Adile Hasar
2. Kız grubu
•İrem Güler – Takım Lideri
•Eda Bayraktar
•Esmanur Şimşek
•Hatice Yiğit
•Kübra Yılmaz
•Ebru Karaca
•Hande Kabaçalı
3. Kız grubu
•Elif Rana Öztürk - Takım Lideri
•Sevde Dindar
•Zehranur Dinç
•Berra Akoğlu
•Ülkü Taştan
•Özlem Alptekin
•Melike Albayrak
4.Kız grubu
•Şevval Aydın – Takım lideri
•Rümeysa Kabakçı
•Rümeysa Yıldız
•Elsem Koşucu
•Hatice Rana Şanda
•İrem Hafızoğlu
•Semanur Seyhan
Kelimelerim ekmek sırasına girdi birbiriyle yarışıyor...
Öyle kalabalıklar ki cümlenin sonunu üç noktadan
aşağısı kurtarmıyor. Gözünü sevdiğim üç noktam! Ne laf
kalabalığına izin verirsin, ne duygularını âşikar edersin.
Bir akşam sohbete gelsen beni hem ihya ederdin, hem
sade kahveyle iyi giderdin... Onca yıldır kim bilir ne
hikâyeler gizlendi o zifiri karanlık noktalarında. Kimler
hangi fikirlerini ve hislerini gömdü koca sayfanın
önemsiz gibi görünen ayrıntısına. Diyorum ya seni bir
dinlemek lazım ve cümlelerinin sonunu sırf şanın yürüsün
diye bol bol noktalandırmalı üçer üçer.
Daha dolu, daha dişe gelir, daha göz kamaştırıcı, zihin
bulandırıcı etkinlikler arıyor kendine modern zaman
insanı. Ard arda, durup kendini dinlemeye zaman
ayırmamacasına... Çünkü düşünce ne kadar soyut, ne
kadar az havalı... Bir kere düşüncenin nesi sergilemeye
layık? Facebook ya da instagrama bile atamıyorsun
fotoğrafını! Derdi olan adamın fikri fayda sağlamıyor
çünkü asil insanımıza. Konu hakkında öz bilgi edindikten
sonra tüm merakınız sönüveriyor hızlıca. Hasılı Âleme
ayan edilemeyenin değeri kalmadı diyorum ve düşüncemi
de üç noktamı da alıp gidiyorum. Tabiatımda ne varsa
onu hissedip yaşamaya...Düşüncelerim hep isyanda,
kelimelerimin sonu üç noktalı...
Selametle...
Biliyorum, eli kalem tutanlar seni de ihmal ediyorlar.
Zannediyorum ki imla kuralları icat edildikten bu
yana insanların o kadar da çok düşünmemeleri buna
sebep. Yazı da artık yaşam tarzımıza uydu. Koyu reçel
kıvamında... Yoğun ve sıkışık hayatlar, konsantre
paragraflar! Düşünce ve hazmetmek olmaksızın
bilgiyi edinmek, ardından hızlıca yaymak en büyük
maharetimiz. Çok şükür bir çoğumuz okuyoruz fakat
hiç düşünmüyoruz. Zihnimiz büyürken gönlümüz güdük
kalıyor bunu farkedemiyoruz. Hepimiz açız ve midemiz
çöp öğütmekle meşgul fakat ne yazık ki teşhisi koyacak
ve bizi iyi edecek doktorumuzun peşinden koşmuyoruz.
Modern zamanın en havalı sorusu nedir desem herkes
aynı cevabı verir değil mi?
-”Boş zamanlarınızda en çok ne yapmaktan
hoşlanırsınız?”
-”Düşünmek.”
-”Dıııtt. Yanlış cevap.”