Nisan 2015 - Sayı 10 - Akdeniz Koruma Derneği

Transkript

Nisan 2015 - Sayı 10 - Akdeniz Koruma Derneği
AKDENIZ KORUMA
Nisan 2015
Sayı: 10
Derneği Aylık Bülteni
Haya
tın Ge
rçekle
ri
Otizm
Gebekum
Dosyası
Gelecek
ya da
Cinayet
EDİTÖR’DEN
KÜNYE
Akdeniz Koruma Derneği
Aylık Bülten, Sayı:10/2015
Adres: İsmet Paşa Mahallesi 370. Sokak No:
13 Eski Foça/ İzmir
Telefon (Merkez): (+90) 232 812 6459
Telefon (Mobil): (+90) 530 115 3405
Web Site: http://www.akdenizkoruma.org.tr/
E-mail: [email protected]
Sevgili okurlar,
Bültenimizin Nisan sayısına güzel bir haberle başlamak
istiyorum. Derneğimizin yönetim kurulu üyelerinden
Mert Ardar’ın yürütücülüğünü üstlendiği , Ezgi Saydam,
Sait Aytar, Gökhan Yasavur ve benim de araştırmacı
olarak katkıda bulunacağımız “Conservation of Sandbar
Shark, Breeding Habitat in Boncuk Cove,Turkey”
başlıklı CLP (Conservation Leadership Programme)
proje başvurumuz kabul edildi. Bu proje ile birlikte
özellikle yaz aylarında Boncuk Koyu’nda sıklıkla
gözlemlenen kum köpek balıkları bir yıl boyunca
araştırılacak. Heyecan dolu bu projenin bir parçası
olmanın mutlu gururu içerisinde ekip arkadaşlarıma
şimdiden başarılar diliyorum.
Bültenimizin bu sayısında Otizm Hastalığına dikkat
çekmeye çalıştık. Beğeneceğinizi umuyoruz. İyi
okumalar.
Umut Uyan
Yönetim Kurulu
Zafer Kızılkaya (Başkan)
İnci Tüney
Sinan Şekerci
Elizabeth Grace Tunka Eronat
Mert Ardar
Editör
Umut Uyan
Kapak Tasarımı
Sait Aytar
Yazarlar
Hüseyin Tüzün, Aysun Eryılmaz Pekşen, Zeynep Mufti,
Z. Derya Yıldırım, Tuba Küçük Doğaroğlu, Özlem Uyan,
Ayşenur Yılmaz, Gamze Sakal, Özlem Katısöz, Alev Haliki
Uztan
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
1
İÇİNDEKİLER
Ve Mavi Yaşama Dokundu…
Gebekum Dosyası
Gebekum Kumulu ilk kez, araştırma yapmak için 1988
yılında bir keşif gezisi kapsamında Datça Yarımadası’nda
bulunan Prof. Dr. Doğan Kantarcı’nın dikkatini çekmişti.
Devamı için…
Güney Afrika’da Köpek Balığı Dalışı
Her biyoloğun hayalidir Afrika Kıtası’na ayak basmak ve
her dalış yapanın hayalidir Büyük Beyazı kanlı canlı
görmek! Devamı için…
Kanser Riski Azaltılabilir mi?
Prof. Dr. Erkan Topuz ile Röportaj
7 Nisan Dünya Sağlık Günü nedeniyle bu ay ki köşemizi
sağlık konusuna ayırmak istedik. Büyük bir hızla kirletip,
tükettiğimiz dünyada her yıl daha çok insan sağlık
sorunları ile karşılaşıyor. Devamı için…
Hayatın Gerçekleri – Otizm
Uğur Armutçu ile Röportaj
Uğur Armutçu 1978 yılında Almanya’da dünyaya
gözlerini açar. Üniversite hayatına Turizm ve Otelcilik
bölümünde başlasa da lisans ve yüksek lisansını Zihinsel
Engelliler Sınıf Öğretmenliği üzerine tamamlamış. Aktif
olarak mesleğine devam ediyor. Bize deniz aşığı
olduğunu ve her fırsatta balık tutmak için denizin
yolunu tuttuğunu söyledi. Biz de Otizm Farkındalık Ayı
vesilesiyle kendisine merak ettiğimiz soruları sorduk.
Devamı için…
Mavi Bir Nisan, Mavi Bir Bahar…
ABD’de Autism Speaks tarafından başlatılan Mavi Işık
Yak (Light It Up Blue) kampanyası 2 Nisan Otizm
Farkındalık Günü’nde hem Türkiye’de hem diğer
ülkelerde önemli bir ilgi gördü. Tohum Otizm Vakfı
aracılığı ile çeşitli alanlar ve binalar mavi ışıklarla
aydınlatıldı, insanlar mavi renkte giysiler giydi, bazı
öğretmenler okullarda mavi rengin hâkim olduğu bir
çevre düzenlemesi ile çocukların otizme karşı
farkındalık düzeylerini arttırmaya çalıştı. Devamı için…
… Şimdi 30 yaşındayım. Sabahtan akşama kadar süren
yarışlar dışında su üzerinde hiç uzun süreli kalmadım.
Hala denize dönmek hayallerim arasında var, neden
olmasın ki? 40’ından sonra yelkenle tanışan ve 70’inde
tek başına dünyayı dolaşarak bir rekora imza atan
Jeanne Socrates, hiçbir zaman hiçbir şey için geç
olmadığının bence en güzel kanıtı. Devamı için…
O-Bizim
Otizmi; ‘üç yaşından önce başlayan ve ömür boyu
süren, sosyal etkileşime ve iletişime zarar veren, sınırlı
ve tekrarlanan davranışlara yol açan beynin gelişimini
engelleyen bir rahatsızlıktır’ diye tanımlar wikipedia...
Devamı için…
Gelecek ya da Cinayet
Laboratuvar hayvanları için günümüzde çok farklı
görüşler olmakla birlikte sadece iki gruba ayırmak
özetlemek adına doğru bir adım olur muhtemelen...
İnsanlığın ve dünyanın geleceği için bu işkencelere ve
ölümlere fedakârlık ve zorunluluk olarak bakanlara karşı
bu duruma “cinayet” başlığı atanlar. Devamı için…
Ofis Masanızdan Derin Denizlere Dalın!
Hem de Islanmadan
Bugün kendinizi pek de verimli hissetmiyor musunuz?
Bilirsiniz, psikologlar yaratıcılık ve motivasyon için bir
mola alıp doğaya çıkmayı öneriyor. Gün ortası molası
için kendinizi bir parka atmaya niyetiniz ya da
Türkiye'deki gibi olanağınız yoksa şimdi çok daha iyi bir
alternatifiniz var: Scuba diving. Devamı için…
16 Nisan Biyologlar Günü
Bugün toplumun her kesiminde politikada, sporda ve
benzeri birçok alanda aidiyet duygusunu pekiştirmek
için bilerek veya bilmeyerek ama sıklıkla kullanılan
“genlerinde …özelliğini taşımak” kavramındaki gen ve
genetik bilimleri başta olmak üzere canlıları her yönüyle
inceleyen Biyoloji bilimi gerçekte çok önemli bir temel
bilim dalıdır. Devamı için…
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
2
GEBEKUM DOSYASI
Yazan: Hüseyin Tüzün
DAÇEV (Datça Çevre Derneği) Yönetim Kurulu
Üyesi
“…Gökova Körfezi, Datça Yarımadası ve Hisarönü
Körfezi, tek bir parça halinde sular altında iken,
milyonlarca günden birinde Datça Yarımadası,
Akdeniz’in sularında yıkanmaktan vazgeçerek su yüzüne
çıkmış ve bu günkü haline yaklaşmıştı. Bu su yüzeyine
çıkış, yarımadanın kuzey ve güneyinde bulunan iki fayın
hareket etmesi sonucu olmuştu. Söz konusu kara
parçası giderek yükselirken, bir tahterevallide olduğu
gibi kuzey ve güneydeki kayalar ise çökmeye başlamış
ve sonunda günümüzde görülen topoğrafya ortaya
çıkmaya başlamıştır,”* diye anlatıyor Jeolog Cengiz
Karaköse Datça Yarımadası’nın oluşumunu.
Her önüne gelenin arabalarla, traktörlerle girdikleri, yer
yer her türlü eski eşyanın, çöpün, inşaat molozları ve
atıklarının bırakıldığı bir çöplüğe dönüştü. En kötüsü ise
inşaatlarda kullanılmak üzere buradan traktörlerle,
kamyonlarla kum alınmasıydı. Gebekum 1. derece doğal
sit olmasına rağmen bunların önüne yıllarca geçilemedi.
Fotoğraf: Fulya Bayık- Çitlerle çevrili korunan alan
Anadolu’nun güney-batı köşesinde Ege Denizi’yle
Akdeniz arasında sınır oluşturan Datça Yarımadası
arkeolojik zenginliklerinin yanı sıra coğrafi konumu,
iklimi, jeolojik yapısı, bitki örtüsü, barındırdığı çeşitli
hayvan türleriyle de Türkiye’nin, belki de dünyanın en
özel köşelerinden biri. Ayrıca, günümüzden 6 milyon yıl
geriye uzanan oluşumları sinesinde barındıran
Gebekum gibi bir doğa mirasının sahibi.
Fotoğraf: Fulya Bayık- 1. Derece Sit Alanı Gebekum
Gebekum’un bilimsel keşfi
Fotoğraf: Riyat Gül- Gebekum’dan Manzara
Gebekum’un çitle çevrilerek koruma altına alınması
kimi çevrelerce farklı tepkilerle karşılandı. Bu
tepkilerden bazılarını anlayışla karşılamak mümkün.
Özellikle Kızlan Köyü halkının piknik yeriydi Gebekum.
Ama ne yazık ki yalnız piknik yeri olarak kullanılmadı.
Gebekum Kumulu ilk kez, araştırma yapmak için 1988
yılında bir keşif gezisi kapsamında Datça Yarımadası’nda
bulunan Prof. Dr. Doğan Kantarcı’nın dikkatini çekmişti.
Araştırmalara katılan Prof. Dr. Oğuz Erol 1989’da
kumulun yapısını inceleyerek Gebekum’un bir fosil
kumulu olduğunu saptamış, Prof. Dr. Hüseyin Aksoy ile
çalışma arkadaşı Doç. Dr. Gülen Özalp kumulun bitki
türlerini, Asaf Ertan kumuldaki kuş türlerini, Dr. Yusuf
Öztürk de kumulun ana materyal ve topraklaşmış
durumda olan yerlerinin özelliklerini belirlemişlerdir.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
3
Hazırladığı projeler ve yerinde yaptığı arazi
çalışmalarıyla Gebekum’un kurtarılması, yaşatılması için
çok emeği geçen Prof. Dr. Doğan Kantarcı’dan
edindiğimiz bilgilere dayanarak Gebekum Kumulu’nun
önemini şöyle özetleyebiliriz:
Konumu ve oluşumu
Gebekum, eni 170 - 400 m arasında değişen, Datça ilçe
merkezinden yaklaşık 10 km uzaklıkta, yarımadanın
Akdeniz kıyısında doğu-batı yönünde uzanan 6 km’lik
bir kumul şerididir. Marmaris-Datça yolu kumulun
kuzey sınırını oluşturmaktadır.
Gebekum 3. zamanda (Pliosen) ve 4. zamanda
(Kuarterner) Akdeniz’in farklı yüksekliklerine bağlı
olarak tortullaşmış materyallerden oluşmuş fosil bir
kumuldur. 10 metreye kadar yükselen kum
tepeciklerinin tabanında Pliosen dönemindeki çakıllı
akarsu tortulları bulunmaktadır. Kumulun yüzeyinde ise
rüzgârın deniz kıyısından eleyip getirdiği deniz kumu yer
almaktadır.
Gebekum
Kumulu
göstermektedir:
yedi
farklı
yüzey
şekli
tarafından denize çekilmesini önlemektedir. Deniz
düzeyinin alçaklığı nedeniyle uzun süre kuru kalan yalı
taşlarının oluşumu çok eskidir.
Gebekum Kumulu’ndaki tepelerden birindeki tepe
düzlüğünde, pırnal meşelerinin altında 0,5 - 2,0 cm
çaplarında
süngertaşı
çakılları
bulunmaktadır.
Süngertaşı çakılları Nisiros Adası volkanının attığı
taşlardan oluşmuştur. Bu çakıllar uçamayacaklarına
göre sözü edilen tepecik Akdeniz’in eski yüzeyini işaret
etmektedir.
Bitkiler
Gebekum’daki bu temel oluşum üzerinde binlerce yıl
boyunca kendine özgü farklı tür bileşiminde bitki
toplulukları
gelişmiştir.
Yapılan
araştırmalarda
belirlenen bitki taksonu (tür) sayısı 90’a ulaşmaktadır.
Kumulun barındırdığı bitki çeşitliliği çok zengindir. Bu
bitkilerin bir bölümü Kızılçam ile çalılaşmış Keçiboynuzu
ve Pırnal Meşesi türleridir. Bir bölüm bitkiler ise oradaki
hayvanlar için besin kaynağıdır. Ancak bitkilerin çoğu
tıbbi önemi olan taksonlardır. Böylesine çeşitli bir bitki
örtüsünün Gebekum Kumulu’nun dar şeridinde
bulunması kumulun önemini göstermektedir.
1) Kıyıdaki yalı taşları (konglamera tabakaları),
Hayvanlar
2) Kıyıdaki genç kumullar (deniz etkisi altında),
Gebekum Kumulu’nda 7 sürüngen ve kemirgen ile 19
kuş türü belirlenmiş, Gebekum’a özgü bir kuş
topluluğunun burada bulunduğu anlaşılmıştır. Büyük
Atmaca, Kerkenez, Cüce baykuş gibi avcı kuşlar
Gebekum’da gözlenmiştir. Çünkü bunlar kumulda
yuvalanan fare ve benzeri kemirgenleri avlamaktadırlar.
Emecik Dağı’ndaki kayalıklarda barınan “Küçük
Kartallar”ın zaman zaman Gebekum’a seğirttikleri de
gözlenmiştir. Kumulda toprak içinde yaşayan böcekler,
kuşlar için av oluşturmaktadır.
3) Tabandaki 5 milyon yıl öncesine dayanan pliosen
tortul materyali (ofiolit çakıllı),
4) Genç kumul yüzeyleri,
5) Eski kumuldan artakalmış tepecikler (5 - 10 m
yüksekliğinde),
6) Pliosen tortul materyalleri bazı yerlerde kum ile
örtülü, bazı yerlerde Kızılçam ormanı ile kaplı,
7) Karayolu boyundaki fosil bir Kaliş yarması (kireçli fosil
toprak).
Kıyı boyunca uzanan yalı taşlarının Akdeniz’in daha
alçak bir düzeyde olduğu devrede (sıcak ve kuru
dönem) kumsaldaki kumları yalayan kalsiyum
bikarbonat Ca(HCO3)2 yoğunluğu yüksek olan deniz
suyunun etkisiyle oluştuğu kabul edilmektedir. Bu yalı
taşları kumulun denizle ilişkisini engellemekte, bir çeşit
koruma duvarı işlevini görerek kumulun dalgalar
Koruma zorunluğunun gerekçeleri
Yukarıda değinilen jeolojik, biyolojik, ekolojik
özellikleriyle Gebekum, doğanın yalnız Datça
Yarımadası veya Türkiye’ye değil, tüm dünyaya bıraktığı
ve mutlaka korunması gereken 6 milyon yıllık eşsiz bir
mirastır.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
4
Fotoğraf: Fulya Bayık- Crithmum maritimum
Bu kumul Akdeniz’in tektonik-jeolojik belleğidir.
Kumuldaki jeo-ekolojik kalıntılar hiç bir şekilde yok
edilmemelidir.
- Bitki örtüsünün dağılışı ve bitki türleri Gebekum
Kumulu’nda zengin bir bitki çeşitliliğinin bulunduğunu
göstermektedir.
- Gebekum Kumulu’nda görülen kuş türleri burasının
kendine özgü bir ekolojik sistem olduğunun diğer bir
kanıtıdır.
Fotoğraf: Fulya Bayık- Asterolinon linum-stellatum
- Gebekum Kumulu kendine özgü jeolojik bir doğal
oluşumdur; tekrarlanması, yenilenmesi mümkün
değildir.
- Kumulun eski yüzeyinden arta kalmış olan tepecikler,
tabandaki pliosen materyali, tahrip olmuş kumul yüzeyi
ve kıyıdaki kumsal çok yıllık (uzun ömürlü) bitki türleri
ile kaplıdır. Her birimde farklı bitkiler vardır. Kumuldaki
her birim kendine özgü bir ekolojik sistem halindedir.
Geçmiş zamanda kumul yüzeyinin tahribi ile bozulmuş
olan doğal denge yeniden kurulmuştur. Ancak doğal
dengesini bulmuş olan kumul ekosistemleri, buradan
inşaat için kum alındığından çok ciddi tahribata
uğramıştır.
- Akdeniz’in yüksek ve alçak düzeydeki zamanlarında
gelişmiş oluşumlar Gebekum’da bulunmaktadır. Deniz
düzeyinin milyonlarca yıl boyunca büyük farklılıklar
göstermesi (yükselmesi-alçalması) nedeniyle pek çok
canlı türlerinin artıkları Gebekum’da katmanlaşarak
birikmiştir.
- Gebekum Kumulu’ndan geçmiş yıllarda inşaat için
kepçelerle kum alınmıştır. Kum alınan yerlerdeki
canlılar yok edilmiştir. Ancak asıl önemli olan, kum
alınan yerlerde kumulun rüzgâra karşı oluşmuş ve bitki
örtüsü ile korunmuş olan dengesinin bozulmasıdır.
Kumuldaki dengenin bozulması, kumların yeniden
hareketlenmesine ve önlerindeki ekolojik sistemlerin de
dengelerini olumsuz etkilemelerine veya bozulmalarına
neden olabilecektir. Olay zincirleme bir reaksiyondur.
Kumulun dağılıp yok olmasına yol açacak tahrip
sürecinin başladığı yerler derhal mekanik önlemlerle
düzeltilmeli, iyileştirilmelidir.
- Yalı taşları, kumulu denizin tahribatından
korumaktadır. Yalı taşlarını kaldırmak kumulu yok
etmek demektir.
Koruma amaçlı çitleme
Daha 1990’da tüm Datça Yarımadası Bakanlar Kurulu
kararıyla Özel Koruma Bölgesi ilan edildi; dolayısıyla
aslında 6 km uzunluğundaki Gebekum’dan geriye kalan
1877 m’lik kumulun da birinci derece doğal sit olarak
öncelikle korunması gerektiği saptandı. Ancak,
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
5
korumayla ilgili bu tür kararlar, gerekli koruma
önlemleri alınmaz, denetleme etkinlikle uygulanmaz ve
bunun için gerekli harcamalar sağlanmazsa kâğıt
üstünde kalmaktan öteye geçemez. Datça Çevre ve
Turizm Derneği (DAÇEV) Gebekum’un kâğıt üstünde
değil, fiilen korunması, bu doğa harikasının kurtarılarak
insanlığa kazandırılması zorunluğunu kavradı ve hemen
harekete geçti. Gebekum’un insan tahribatından
korunması, tahrip edilen yerlerin düzeltilerek ekolojik
dengenin yeniden sağlanması ve sonunda Gebekum’un
bilimsel ve eğitsel ziyaretlere, incelemelere açık bir
doğa parkı haline gelebilmesi amacıyla çalışmalar
başlattı ve ilk iş olarak Gebekum’un 2004 yılında
çitlenerek fiilen koruma altına alınmasını sağladı. Şubat
2006’da da 1300 fidenin (Ateş Dikeni ve Mavi Akdeniz
Servisi) dikimiyle çit boyu ağaçlandırma gerçekleştirildi.
gerekçeyle de DAÇEV on yıldır çocuklara yönelik
yürüttüğü Doğa Çantam projesini Gebekum’da
uygulamaktadır.
Gebekum gibi projelerin gerçekleştirilmesinin en büyük
önemi, anlamı, özellikle burada yaşayan genç
kuşaklarda gelecek vizyonunun oluşmasıdır. Bir gün hep
birlikte yok olacağımızı varsaysak bile, şu anda yaşamın
devam ettiği, bugün de bir ağaç dikme coşkusu genç
kuşaklarla paylaşılmalıdır.
Fotoğraf: Fulya Bayık- Doğa Çantam Projesi Eğitimleri
Gebekum’un korunması bir başlangıçtır; yarımadayı,
Türkiye’yi ve dünyayı zenginleştirecektir.
*Datça Ekspres Gazetesi, 6 Nisan 2009
Fotoğraf: Fulya Bayık- Euphorbia paralias
Sonraki aşamalar ve amaç
Gebekum Kumulu’nun çit boyunun ağaç ve çalı türleri
ile desteklenmesi ve mevcut ağaç ve çalı türlerinin
bakımı yapılan çitin korunmasını, gizlenmesini ve
gelecekte kumulun da korunmasını sağlayacaktır. Ayrıca
çit boyunca oluşturulacak gölgelik kumulda yaşayan
hayvanlar için de elverişli bir barınak olacaktır. Amaç,
Gebekum’un kendi doğal ekolojik dengesini bulması ve
bir doğa parkı olarak bilimsel inceleme ve
araştırmalara, eğitici-öğretici gezilere açılmasıdır.
Bu arada yarımadada yaşayanların Gebekum’un
korunmasını benimsemesine, bu kumulun yarımadanın
son derece değerli bir varlığı olduğunu kavramasına
yönelik çalışmalar gerekmektedir. Özellikle öğrencilere
öğretici
geziler
düzenlenerek
genç
kuşağın
bilgilendirilmesi, kumulu tanıması sağlanmalıdır. Bu
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
6
GÜNEY AFRIKA’DA KÖPEK BALIĞI DALIŞI
Yazan: Aysun Eryılmaz Pekşen
Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Mezunu.
Biyoloji öğretmeni.
Beklenen büyük gün geldi, büyük beyazı görmeye
gidiyoruz.
Her biyoloğun hayalidir Afrika Kıtası’na ayak basmak ve
her dalış yapanın hayalidir Büyük Beyazı kanlı canlı
görmek!
Köpek balığı, deniz ekosisteminin olması gereken en
önemli yırtıcısı, bizler bunu biliyoruz ama yine de
bilmek yetmiyor köpek balıklarına karşı yapılan kıyım
maalesef devam ediyor. Zevk için öldürülen bu
canlıların sayıları günden güne azalıyor. Köpek balığı
yüzgecinden yapılan çorbayı içmek için sıraya girenlerin
sayısı azımsanmayacak kadar çok. Bunun yanı sıra batıl
inanışlara kurban olan diğer hayvanlar gibi köpek
balıkları da bundan nasibini almış durumda.
Yenildiğinde ya da hayvanın bir parçasını (boynuz, diş,
kürk) üzerinde taşıdığında uğur getirileceğine inanılan
hayvanlar listesinde köpek balığı da var. Doğal
ortamlarında yaşamak onların hakkıyken bu hakka göz
diken insanoğlu hikâyesini daha öncede çok
duymuştuk! “Biz büyüdük ve kirlendi dünya!” derken
görünen o ki doğru söylüyormuş “Yeni Türkü”.
Milletçe Köpek balığı ilk tanışmamız 1975 ‘te çevrilen
Jaws filmiyle oldu, sonrası da çorap söküğü gibi geldi,
Jaws2, 3,4… Filmlerin versiyonları değişti ama köpek
balığı her zaman kötü adamı canlandırdı. Hem katildi
hem çirkindi! Dişleri arasına alıp bir lokmada yuttuğu
insanları göre göre; onun ne kadar vahşi ne kadar
korkulası ve öldürülesi olduğu beynimize işlendi.
Şimdilerde de kendimizi aklamak için; günah çıkarır gibi,
hangi kanalı açsanız bir köpek balığı belgeseliyle
karşılaşıyorsunuz. Elbette şikâyetçi değilim, bizim
neslimiz ki Jaws filmini hatırlayanları kastediyorum,
köpek balıklarına düşman yetişti, bari bizden sonraki
jenerasyonu kurtaralım diye kollarımızı sıvadık.
Büyük beyaz köpek balıkları, kendi camiası içinde
saldırgan bir tür olarak tanımlanıyor (En saldırganını
merak eden varsa Kaplan Köpek balığı). Boyları 6-7
metreye kadar uzanan bu hayvanların çenesinin ne
kadar güçlü ve dişlerinin ne kadar keskin olduğunu
sanırım söylemeye gerek yok. Büyük beyazlar, köpek
balığı saldırılarının en güçlü şüphelisi konumunda
Avustralya’da insanları denize girmekten soğutsa da
yıllık istatistiksel veriler üzerinden konuşursak, arı
alerjisinden ölenlerinin oranı köpek balığı saldırıları
sonucu hayatını kaybedenlerden kat be kat fazla.
Akdeniz kıyı şeridinde köpek balığı saldırıları nadir
görülmekle birlikte saldırı sonucu gerçekleşen ölümler,
grip virüsünün neden olduğu ölümlerden emin olun çok
daha az.
Çoğu insan için birer ölüm makinesi olarak atfedilen bu
deniz canlısının hikâyesini onu yakından gören ve
onunla akvaryum şartlarında da olsa bir iki kulaç atmış
birinin ağzından dinleyin istedim.
Şimdi hep birlikte Güney Afrika’ya gidelim.
Güney Afrika’ya adımımızı attıktan sonra ilk işimiz
doğasının güzelliğine hayran kalmak hemen sonrasında
ise büyük beyazlarla bir dalış ayarlamak oldu. Shark
Alley büyük beyazlar için kafesli dalış yapabileceğiniz en
popüler merkezlerden biri. Köpek balıkları bu bölgeyi
mesken tutmuşlar ve burası onların adeta küçük
atıştırmalar yaptıkları fastfood restoranları gibi. Shark
Alley’e gitmek için öncelikle Cape Town’un batısında 22,5 saat uzaklıktaki Gansbaai limanına ulaşmanız
gerekiyor. Gansbaai limanı, Hollandalı yerleşimciler
tarafından kurulmuş küçük bir balıkçı kasabasıyken göç
eden balinaların geçiş yolu üzerinde olması ve köpek
balıklarına olan ilginin artmasıyla dalış severlerin uğrak
yeri olmuş.
Maceramız sabahın 04.30’unda başladı. Gün
ağarmadan kalkıp, henüz gözlerimiz açılmadan
kendimizi küçük bir minibüsün içine attık. Virajlı bir
yolda 2 saat süren kara yolculuğundan sonra sıra deniz
yolculuğuna geldi. Tekneyi uzaktan gördüğümüzde
birkaç saat içinde olacaklarla ilgili iliklerinize kadar
heyecanı hissediyorsunuz. Kafesli köpek balığı dalışı
yapmak için tekne kapasitesini kırk kişiyle sınırlamıştı.
Dünyanın dört bir yanından gelen kırk kişi. Tekne ağzına
kadar doluydu.
İki katlı teknenin diğerlerinden tek farkı güvertesinde
çelikten yapılmış bir kafesin duruyor olmasıydı. Tekneye
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
7
adım attığımızda kasalara istiflenmiş balık kafalarını
gördük. Tekne bir turist teknesi gibi değildi, yani
oldukça rahatsızdı. Küçük oturma yerleri, daracık
koridorlar falan… Kesinlikle verdiğimiz paranın konfora
bir katkısı yoktu, para sadece ama sadece köpek
balıkları içindi!
Ocak ayının ilk günlerinde deniz dalgalı ve hava
soğuktu. İki saate yakın sürmesi planlanan yolculuk
başlamadan grubu toplayan “dive master“ ağzındaki
incileri çıkarmaya başladı:
“ Yedişerli grup halinde kafeslere girilecek, maske ve
wetsuit (dalgıç elbisesi) haricinde hiçbir şeye ihtiyaç
yok. En önemlisi; el kol uzatmak kafesten çıkmaya
çalışmak yok… Anlaşıldı mı?”
Sesi bir asker edasıyla çıkıyor, direktifler ise çok netti…
Hava o kadar soğuk ki suyun sıcak olacağını düşünmek
aptallık olur derken, açıklama devam ediyor: “ Su soğuk
değil sadece 13 derece! Ocak ayındayız, yaz
dönemindeyiz, şanslısınız!” dedi ve güldü.
Tekne dalgaları yara yara ilerlerken hava daha da
bozuyor ama kimin umurunda büyük beyazı görmeden
dönmek yok. İki küçük ada (Dyer İsland ve Geyser Rock)
arasında uzanan kanala (Shark Alley) vardığımızda bizim
gibi birkaç teknenin daha olduğunu gördük. Girişte
dikkatimizi çeken kasalar dolusu balık kafasını görevliler
tek tek denize atmaya başladı. Bir yandan da tekne
kendi çevresinde dönüp koca bir daire çiziyordu.
Herkesin gözü denizdeydi, heyecanla denizin içinde
büyük bir karaltı arıyordu ama görünürlerde köpek
balığı falan yok!
Tekne tekrar kendi çevresinde bir tur daha attı ama bu
sefer görevliler teknenin dışına vurup ses çıkartmaya
başladı. Ritimli vuruşlarla büyük beyaz kahvaltıya
çağrıldı. Aradan bir iki dakika geçmeden denizin
üstündeki hareketlilik herkesi heyecanlandırdı.
Fotoğraf: Aysun Eryılmaz Pekşen- Ziyafeti geri çevirmeyen bir misafir
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
8
Fotoğraf:
Aysun Eryılmaz Pekşen- Büyük Beyazı kafeste izlemek bir başka
Bir misafir, teknenin dibine kadar sokulmuş ve teknenin
çevresinde merakla dolanıyordu. Kaptan vakit
geçirmeden kafesi suya indirdi ve ilk şanslı grup kafese
girdi.
Suyun içinde görüntü çok iyi değildi;
plankton
yoğunluğu o kadar fazlaydı ki 2 metreden ötesi
görünmüyordu. Aslına bakacak olursanız güverteden
her şey daha netti, ama kafesin heyecanı başka! Biz
gelen balık büyük mü küçük diye tartışa duralım, kafes
sırası bize geldi. Kafesin açık kapağından kendimi suya
bırakır bırakmaz kanım dondu, bir an nefesim kesildi. Su
çok ama çok soğuktu, çivi gibiydi, dondurucuydu. Bizim
meraklı büyük beyaz hemen kafese doğru yaklaştı. Elini
uzatsan tutarsın o kadar yakındı bize. Açık ağzından
dişleri seçiliyordu. O kadar devasa ve haşmetliydi ki
hayran olmamak elde değil. Jilet keskinliğinde dişlerini
bizlere gösterirken 40 çift göz ona beğeniyle bakıyordu
(İnanılmaz çevik ve güçlü bir vücuda sahip olsa da
kıkırdaklı bir balık olduğu ve kemikli balıklarda bulunan
yüzme kesesine sahip olmadığından dolayı sürekli
hareket etmek zorundalar).
Yarım saat su da kalma hakkımız vardı. Şansımız yaver
giderse belki başka bir tane gelir demeye kalmadı,
güvertede bir çığlık koptu. Kafese doğru 5 metrelik
büyük beyaz bütün ihtişamıyla yaklaştı. Büyüktü,
gerçekten büyüktü! Kendisine atılan yemle bir süre
oynadı hatta yukarı zıplayıp yemi kapmaya çalıştı o da
yetmedi dubayı ısırdı ve başladı sürüklemeye… Flaşlar
patladı, tekneden bir uğultu yükseldi. Beş metrelik balık
azmanımız yemden sıkılmış olacak ki dubayı bıraktı ve
kendine yeni oyuncak bulmak için kafese manevra
yaptı, bizim ağzından bal damlayan “dive master “ımız
da açık kafes kapaklarını ne olur ne olmaz diye
üstümüze kapattı. Bizimki de hızını alamayıp kafese
küçük bir kafa atmakla kaldı.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
9
Fotoğraf: Aysun Eryılmaz Pekşen- Ragged Tooth Shark
Hani saldırgan değildi edebiyatına girmeyelim,
çıkardığımız gürültüyle ve kan kokusuyla onu kendini
göstermesi için biz davet ettik, yani doğal ortamına
biraz müdahale etmiş olduk. Bu tarz teknelerde kural
bu! Görebilmenizin tek yolu; onu kendinize çekmek,
yoksa normal bir teknede olsaydık büyük bir ihtimal
büyük beyazı göremeyebilirdik!
Coşkulu kafes dalışından sonra hızımızı kesmeden
kafessiz dalışın heyecanını yaşamak için de Cape
Town’nun merkezinde “Two Ocean Aquarium” da
soluğu aldık. Dalış yapacağımız, ‘ Predetor and Kelp
Fores’
akvaryumuna baktığımda biraz ürkmedim
desem yalan olur. Kafessiz, koruma olmadan dört
köpek balığının arasında geziniyor olmak; çoğu kişi
bunu rüyasında görse kâbus olarak adlandıracaktır.
Fotoğrafta görülen yakışıklı, Ragged Tooth Shark.
Avustralya’da ‘Gri Hemşire Köpek balığı’ olarak
adlandırıldığı gibi Amerika’da ise ‘ Kum Kaplan Köpek
Balığı’ olarak biliniyor. Köpek balıkları arasında
saldırgan olmayan bir tür olarak tanımlanıyor, büyük
beyazdan biraz farklılar. Ama dişleri hiç de öyle
görünmüyor! Sırtımızda tüpümüz akvaryumun içine
bıraktım kendimi, önceleri üzerimde biraz çekingenlik
olsa da insan sonrasında alışıyor duruma. Dört metrelik
köpek balıkları üstümüzden geçerken bizi şöyle bir
süzdü, geçiş üstünlükleri her zaman onların yollarına
çıkmadığınız sürece bir sorun yok. Yarım saat kadar
köpek balıkları ile seviyeli giden ilişkimizi tek parça
halde kolumuz bacağımız sağlam sonlandırırken günün
anısı olarak bana akvaryum dibinde bulduğum köpek
balığı dişi kaldı.
Afrika gezimiz sona erdi ama dalışlar bütün hızıyla
devam ediyor, deniz dünyasını keşfe çıkmak isteyenler
için bir dalış sertifikası edinmeleri önemle rica olunur.
Ufkunuzu açmanın yolu keşfetmekten geçer, her
deneyim sizi canlandırır.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
10
KANSER RİSKİ AZALTİLABİLİR Mİ?
PROF. DR. ERKAN TOPUZ İLE ROPORTAJ
Yazan: Zeynep Mufti
Akdeniz Koruma Derneği (AKD) Kurucu Üyesi
7 Nisan Dünya Sağlık Günü nedeniyle bu ay ki köşemizi
sağlık konusuna ayırmak istedik. Büyük bir hızla kirletip,
tükettiğimiz dünyada her yıl daha çok insan sağlık
sorunları ile karşılaşıyor. İlerleyen tıp ile kardiovasküler
hastalıklar konusunda çok yol alındı, ölümler artık yavaş
yavaş azalıyor. Ama kanserde büyük bir artış var. 2030
yıllarında insanların yaklaşık %45’inin kanser olması
bekleniyor. İki kişiden biri kanser olacaksa bu riski
azaltmak için neler yapmalıyız? Bunun cevabı için Prof.
Dr. Erkan Topuz’un Onkoloji Direktörlüğü'nü
yürütmekte olduğu Şişli Kolan Hastanesi’nde kapısını
çalıyorum. İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü
Müdürlüğü görevini 1994 yılından beri yaklaşık 20 yıl
sürdüren Prof. Erkan Topuz’u 30 sene önce erken teşhis
için şükrettiğimiz bir dönemde tanımıştım. O günden
beri aile dostumuz oldu, yıllarca sabahın çok erken
saatlerinde İstanbul Üniversitesi Hastanesi’nde işinin
başında, mümkün olduğunca çok insana ulaşabilmek
için ne kadar çok çalıştığına, insanların kanserden
korunmak için neler yapması gerektiği konusunda uzun
araştırmalarına tanık oldum. Kanserle savaşa adanan
uzun yıllarda çok tanınan bir figür oldu Prof. Erkan
Topuz. Odasının önünde hastaları gururla yakınlarına
doktorlarını gösteriyorlardı. Başarının en güzel
ödüllerinden biri olsa gerek bu güven ve gurur.
ZM- Dünyada kanser oranı neden bu kadar hızla
artıyor?
ET- Kanser henüz tam olarak sebebini bilmediğimiz bir
hastalık. Bugün dünya için en büyük felaket. Kanseri
özetlersek vücudun normal işleyen düzeninin, hücreler
arasındaki sirkülasyonların, vücuttaki mekanizmalar
arasında bir uyumsuzluk meydana geliyor ve bazı
hücreler hızla çoğalmaya başlıyor. Vücudumuza her gün
yüz binlerce zehir alıyoruz. Bunları vücut kendi
mekanizmalarıyla yok ediyor fakat öyle bir zaman
geliyor ki bu mekanizmalar iflas ediyor ve uyuyan yılan
uyanıyor. 1950 yılında 22 kişiden bir, iki kişi meme
kanseri olurken bugün aşağı yukarı 6-7 kadından biri
meme kanseri oluyor ve eğer genetiğinde de varsa 3
kadından biri meme kanserine yakalanıyor. Kanserli
doku bir buğday tanesi gibi vücutta uyuyor ve sebebini
bilemediğimiz şartlarda çoğalmaya başlıyor. Bu durumu
tetikleyen sebeplerin başında 1950 yılındaki sanayi
devrimi geliyor. Bununla beraber her şey alt üst oluyor.
Kar-zarar hesabı yapılmadan, sadece kar amacı göz
önüne alınarak dünya zehirlenmeye başlıyor. Patateste
1950 yılında C vitamini oranı çok yüksekken, simdi bu
yüzde 0. Brokolide 1950'ye nazaran bazı koruyucu
maddeler %50 azalmış durumda. Büyük oranda
koruyucu maddelerde azalma var.
Fotoğraf: Zeynep Mufti- Prof. Dr. Erkan Topuz
Hava, su, toprak, üçünü de zehirliyoruz. Bu
zehirlenmeyi temizleye kalksak, bugün bütün dünya
İsveç' in uyguladığı çevre politikalarını uygulamaya
başlasa verdiğimiz zararın temizlenmesi için 500 yıl
gerekiyor.
Washington’da nehirdeki bütün balıkların üremeleri
azalıyor, araştırmalarda doğum kontrol haplarındaki
maddelerin idrar yoluyla nehre ulaşması nedeniyle suyu
mahvettiği görülüyor. Zehir inanılmaz bir hızla dünyaya
yayılıyor.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
11
DDT sivrisineği azalttı, sıtmayı kuruttu. Zamanında
dünyanın en büyük buluşu olarak söz ediliyordu, fakat
sonra görüldü ki başta karaciğer kanseri olmak üzere
pek çok kansere yol açıyor, sonunda yasaklandı. Buna
rağmen hala dünyada beş kadından birinin anne
sütünde DDT çıkıyor. Bu zehirleri toprak yok edemiyor.
Önümüzdeki yıllarda iki kişiden biri kanser olacağına
göre kanser şansımızı azaltmalıyız
ZM- Kanserden korunmanın hem bireyler, hem de
ülkeler için önemini sürekli vurguluyorsunuz.
ET- Kanserden korunma konusunda halk, basın ve
doktorlar tarafından bilinçlendirilmeli. Kanserde
tedaviden bin kat daha önemli korunmak. Kanserden
korunmak için en önemli faktörlerden biri fonlar.
Dünyada büyük fonlar yılda aşağı yukarı 300 - 400
milyar dolar kanser ilaçlarına harcarken, kanserden
korunmak için parmaklarını bile kıpırdatmıyor. İşlerine
gelmiyor. Esasında bu bir devlet politikası ve dünya
politikası olmalı. Hiç değilse bu harcanan 300-400
milyar doların yüzde 10'unu korunmaya ayırsak kanser
bu kadar hızla artmayacak. 2020 yıllarında milyonlarca
kişi kansere yakalanacak ve kanserle yaşayacak. Bunlar
yalnız yeni vakalar. Bir de eski vakalar var; kanser
geçirmiş veya kanser tedavisi sürenler. Şimdi 4 kişiden
1'inin kansere yakalandığını düşünürsek, o zaman 3
kişiden 1'i yakalanmış olacak. Dünya felaketi olacak
2020 yıllarında. Buna ne devlet sağlık birimlerinin
bütçesi dayanabilir ne de özel sigortalar. Çünkü bir
kanser tedavisinin maliyeti eskiden 500 dolarken şimdi
aşağı yukarı en azından 25-30 bin dolara çıktı ve bu
fiyatlar sürekli artıyor. Evet, kanserde çok büyük
gelişmeler var tedavide ama hep tedaviye yönelik. Ne
kadar tedavi edersen et arkasından da bir yığın yeni
kanser vakası kat be kat artarak geliyor. Esas bunu
kesmek lazım.
ZM- Kanserden korunmak için neler yapmalıyız?
ET- Bu toksik maddeleri almayarak veya nötralize
ederek kanser oranını düşürmeye çalışmalıyız. Bu oran
20 yaşından sonra çok iyi diyet yapılırsa %20,
çocuklarda ise %50 dir. Çocukları korumak çok önemli.
Çocuklar daha anne karnına düşmeden kanser riskini
alıyor. Anne- baba boya sanayi gibi toksik işlerde
çalışıyorsa, sigara içiyorsa, alkol alıyorsa, hamile
kalınmadan 6 ay önce bunların bırakılması gerekiyor.
Hamilelik sırasında da organik beslenilmesi lazım. (Bu
arada Türkiye'deki organikliğe de inanmadığının altını
çiziyor.). Aldığımız bütün toksinlerin hepsi çocuğu
besleyen kordondan çocuğa geçiyor. Plasentada 70
tane kimyasal bulunmuş, bunların en az %20'si
kanserojen. Amniyon sıvısında 200 kadar kimyasal var,
bunlar da büyük oranda kanserojen. Hepimizde kanser
var, sadece zamanını bekliyor. Stres de çok önemli bir
faktör. Stres immün sistemi çökertiyor ve kansere
kolaylık sağlıyor. Anne sütü çok önemli. 2 sene anne
mutlaka çocuğa süt vermeli. Anne sütünün kanseri
yendiğini gösteren araştırmalar var. 1997 yıllarında
Amerikalı bir profesör kanseri önlediğini kanıtlıyor.
Bebekken anne sütü ile beslenmiş çocuklarda 16 yaşa
kadar lenfama ve lösemiye yakalanma oranının çok
daha az olduğu görülüyor. İsviçre Üniversitesi’nde bir
mikrobiyolog anne sütünün kanser hücrelerini
öldürdüğünü fark ediyor. Mucize, bir grup bunu
araştırmaya başlıyor, beyin tümörlerinin, mesane,
meme
tümörleri,
en
kötü
beyin
tümörü
glioblastomanın anne sütü ile eridiği görülüyor. Mesane
kanserinde tümörlerin döküldüğünü görüyorlar. Bunlar
maalesef kişisel çalışmalar olmaktan ileri gidemiyor,
çünkü bu projeler ne devletten, ne de ilaç firmalarından
fon alamıyorlar. Çünkü bunda gelir yok. Anne sütünü
alınca midede bir reaksiyon oluyor ve vücutta bir
madde oluşuyor, o madde kanseri yeniyor. Bu
maddenin ne olduğunu henüz bilmiyoruz. O maddeyi
araştırıp, bulabilsek harika olur. Biz de anne sütünü
tedaviye yardımcı olarak kullanmaya çalışıyoruz.
Kemoterapi alan son dönem hastalar için uyguluyoruz.
40 kadar vakada uyguladık. Oda sıcaklığında
yemeklerden önce 3 fincan içiriyoruz.
Bazı
hastalarımızın kan değerlerinin yükselmesine yardımı
oldu.
Çocukları organik besleyip, yağdan uzak tutalım. Bu
arada, tereyağın üzerine 10 tane yumurta kırın, üzerine
sucuk doğrayın gibi tavsiyelerde bulunan doktorlara çok
kızıyorum. Katı yağ en büyük düşman. Çünkü hayvanın
aldığı gıdalar yağ tabakasında birikiyor, o yağın içinde
kanserojen maddeler dolu. Hayvan aldığı bütün zehirli
maddeleri yağ tabakasında biriktiriyor. Bu diyet ülkenin
yarısını kalpten, yarısını da kanserden öldürebilir.
Çocukları yağlı gıdalardan korumalı, spor yaptırmalıyız.
Kırmızı et vücutta demir teşekkülünü, kas gelişimini
sağlıyor, çocuklara faydalıdır. Kızartmalardan uzak
durmalı, çocukları taze sebze ve balık yemeye
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
12
alıştırmalıyız. Yumurta yemeliler. Organik diye satılan
yumurtalar mısır ile beslenmiş tavukların yumurtaları,
hareket etmiyor bu tavuklar. Bu tavuklarda Omega 3
artacağına Omega 6 artıyor ve zararlı hale geliyor. Ama
yumurta gelişimi sağlıyor, çok faydalı, sistemi
güçlendiriyor, vücudun protein ihtiyacını karşılıyor.
Bizim için hareket eden, gezinen tavukların yumurtası
makbuldür.
Süt içsinler, sütün büyüklerde kanser oranını
arttırdığına inanılıyor fakat çocukların süte ihtiyacı var.
Süt de meralarda dolaşan hayvanın sütü olmalı.
Anadolu'da zeytinyağı kültürü yoktur. Zeytinyağı çok
önemli. Amerika'da yeni yapılan bir araştırmada, geçen
ay zeytinyağında yeni bir madde bulundu ve bu
maddenin kanseri gerilettiği görüldü. Çocukları
zeytinyağlı Akdeniz diyetine alıştırmalıyız. Ayrıca ev
yoğurdu yedirmek lazım. Uzun yaşayan insanların
diyetinde hep ev yoğurdu vardır, çok faydalı.
Bütün petrol ürünleri kanserojendir. Paraben,
formaldehitler çok zararlıdır. Çocukların vücudunda
kullandığımız şampuanlara çok dikkat etmeliyiz. ABD’de
zenciler çocukların saçlarını boncuklarla süslüyorlar, bir
süre sonra çocukların hormon dengesini bozuyor ve
hem erkek, hem kız çocukların göğüsleri büyümeye
başlıyor,
araştırıldığında
briyantin
kullandıkları
görülüyor, içinde paraben var, çocukların hormon
dengesi bozuluyor. Benim tavsiyem zeytinyağlı sabun
ve defneyaprağı sabunu.
Çocuğa lahana, brokoli, karnabahar, haftada bir kere
vermek lazım. Brokoli bin derde deva, yeter ki
hormonlu olmasın. Brokolinin birçok kanseri gerilettiği
biliniyor. Omega 3 çok önemli, vücudu güçlendiriyor.
Çocuklar kesinlikle şişmanlamamalı. Kilolu çocukların
meme kanserine yakalanma oranları çok daha yüksek.
Adet görme yaşı çocuklarda çok aşağılara inmeye
başladı. Bunun sebebi hormonlu gıdalar almaları. Bütün
her şeyde hormon var. Erken adet görmek ve geç
menopoz kanser nedenidir. Çocuk okula giderken
çantası plastik olmamalı, içine konulan sefertası, plastik
olmamalı, çelik olmalı, alüminyum da kanserojen.
Mutlaka yanına bir meyve konmalı, su plastik şişede
değil, çelik termosta olmalı. Ayakkabıları lastik
olmamalı. İç çamaşırları satın alındıktan sonra evde
kaynatılarak yıkanmalı, kaliteli ve organik pamuktan
olmalı.
Amerika'da her yer yeşilliktir. Yeşillik bol olsun diye her
tarafı ilaçlarlar. Ama görüldü ki bu ilaçlar kanserojen.
Bunun üzerinde oynayan çocuklarda lösemi, kemik ve
yumuşak doku kanseri görülme oranları çok fazla.
Plastik sahalarda spor yapan gençlerde özellikle
kalecilerde lenfama, lösemi çok daha fazla görülüyor.
Yapılan araştırmalarda, insanların bu ortamlarda
dizlerindeki çiziklerden toksinleri aldıkları anlaşıldı.
Büyük hali üreticileri bu araştırmayı yapan kişileri
mahkemeye verdiler fakat davayı kaybettiler.
Çocukların biberonları, emzikleri, oyuncakları plastik
olmamalı.
Giysilerini
kuru
temizlemeye
göndermemeliyiz. Kuru temizlemeye giden giysiler en
az 15-20 gün mutlaka dışarıda havalandırılmalıdır. Kuru
temizleme
sırasında
kullanılan
ilaçlar
kesin
kanserojendir. Türkiye’de henüz organik kuru
temizleme yok. Çamaşır suyu sakin hiçbir yerde
kullanmayın. ABD'de artık çocuklara talk pudrası
kullanılmıyor. Çünkü akciğere büyük zarar veriyor.
ZM- Bunların yanında yetişkinlerin dikkat etmesi
gerekenler nelerdir? Kanserden korunmada mutfağın
büyük önemi var belli ki.
ET- Mutfak ve gıdalar çok önemli. Çizik teflon son
derece kanserojen, 2020 yılında Amerika'da tamamen
kaldırılıyor. Alüminyum, plastik, kalaysız bakır,
çömleklerin içindeki sır kanserojen. Sırlı çömleklerin
içinde yoğurt ve diğer gıdalar 18 saat kalırsa kanserojen
maddeye dönüşüyor. Sırsız toprak güveç kullanmak
lazım. Kalitesiz tabaklar ve bardaklar çok riskli. Tabaklar
beyaz, desensiz, porselen lokanta tabağı gibi olmalı.
Çünkü bütün boyalar kanserojen, Çin'den geliyor.
Bardaklar, boyasız, çiçeksiz cam bardak olmalı.
Mutfakta temizliği kimyasallarla değil, zeytinyağı,
defneyaprağı sabunu, sirke ve karbonat ile yapın.
Romalı komutanlar, senatörler başlarına defneyaprağı
taçlar takarmış, defneyaprağı baş ağrısını aldığı ve beyin
tümörlerini küçülttüğü ispat edildi. Defneyaprağı çayı
baş ağrısına çok iyi gelir. Isırgan yaprağı, defneyaprağı,
tarçın, limon kabuğu karışımlarından yapılan çaylar
meme kanserinden korunmada çok faydalıdır.
Salvesterol bitkilerin içindeki doğal savunma
sistemleridir, böcekleri tabii olarak uzaklaştırır. Biz
böcek ilacını sıkınca o salvesterol harekete geçmiyor.
Elma da tembelleşiyor. Biz nasıl olsa böcekleri
öldürüyoruz. Böylece bir kısır döngü başlıyor, gittikçe
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
13
daha çok kimyasal kullanmamız gerekiyor. Keşke köyde
bir çiftliğimiz olsa deriz. İnadına en çok kanser, lenfama,
lösemi, mide kanseri ve beyin tümörü köylerde
yaşayanlarda görülüyor. Sebep tarlaya, meyve
ağaçlarına sıkılan böcek ilaçları. Bunlar toprakta emilip
sular ile birlikte köylünün önündeki kendi çeşmesine
geliyor, böylece toksinleri ve kanseri alıyor bu insanlar.
Bütün sularda belli oranda arsenik vardır. Yüksek
miktarda arsenik mesane ve mide kanserine sebep olur.
Toprak hareketlerinden dolayı kanserojen olmayan su
kaynağı bile belli bir sure sonra kanserojen olabiliyor.
İçtiğimiz suların markasını 3 ayda bir değiştirelim. Aynı
zehri devamlı olarak almayalım.
Beyaz ve esmer şekerden omur boyu kaçalım. 1950
yılında Alman bir profesör şekerin kanser yaptığını
ispatlayarak Nobel ödülü aldı. Tatlı yok, sütlaç,
muhallebi yok. Beyaz un yok, çavdar, yulaf, arpa veya
tam doymuş buğday ekmeği yiyin. Sucuk, salam, sosiste
ölçüsüz katkı maddesi olduğu için uzak duralım. Nitrit
son derece kanserojen bir madde. Sadece güvendiğimiz
komşu kasabın yaptığı sucuğu yiyebiliriz. Gazoz sakın
içmeyelim. Bir çalışmada haftada 5 tane gazoz içenler
ile haftada 3 tane gazoz içenleri karşılaştırıyorlar ve
prostat kanseri 5 gazoz içenlerde 3 misli fazla çıkıyor.
Buna kolalar dâhil. Çok meşhur bir markanın
gazozlarında karamel var, onun da kanserojen olduğu
ortaya çıktı, ABD 3 ay süre tanındı formüllerini
değiştirmeleri için. Manda yoğurdu çok yağlı, yağ
yemiyoruz. Fakat zeytinyağının koruyucu etkisi var.
Kadınlar arasında yapılan bir araştırmada günde 1
bardak şarap içenlerde meme kanseri oranı hiç
içmeyenlere göre %10 daha fazla. Ama bu oran
Yunanistan'da %8 çünkü zeytinyağı tüketiyorlar. ABD'de
350.000 kişi üzerinde yapılan bir çalışmada günde 3
kadeh şarap tüketen kadınlarda meme kanseri oranı
%30 daha fazla. Alkol ve sigaradan uzak durmalıyız.
Konservelerden kaçıyoruz. Evde mevsim sebzelerinden
kendimiz yapabiliriz. Mevsiminde günde 1 fincan
domates suyu tüketmek çok faydalı. Meme kanserinde
%40
koruyucu
olduğu
görüldü.
Hakiki ev pekmezi ya da hakiki çiçek balı bulabiliyorsak
sabahları 2 tatlı kasığı tüketmek faydalı.
Kanserin büyük düşmanı zerdeçaldır. Hindistan'da
kanser oranı çok düşüktür. Örneğin prostat kanseri
dünyaya oranla % 18, yemek borusu kanseri % 25 daha
düşüktür. Sebebi zerdeçal. Kişi başına her gün bir tatlı
kaşığı zerdeçal tüketiyorlar. Zeytinyağı ile birlikte yemek
gerekiyor çünkü vücutta yağ ile emiliyor. Günde 2 tatlı
kaşığı
tavsiye
ediyorum.
Hakiki zeytinyağı almak lazım ve bol zeytin tüketmek
lazım. He şey mevsimlik yenecek. Meyveleri aşırı
tüketmeyin. Günde 5-6 çeşit meyve yiyin fakat az yiyin,
5-6 çilek, 7 tane karadut, 7 tane kara üzüm gibi.
Çok önemli bir kanser savıcı: Elma, özellikle kabuğu.
Pazardan aldığınız organik, kurtlu elmayı kabuğu ile
tüketin. Fareler ile yapılan deneylerde kanserojen
madde oranını yarı yarıya azalttığı görülmüş. Mango da
çok faydalı. Karaturp, tere, kış soğanı, maydanoz,
dereotu çok faydalı. Kırmızı eti maydanoz ile zencefile
yatırırsak kanserojen etkisini azaltıyor.
Domates suyu tüketmek çok önemli. Günde bir fincan.
Pirinci sofradan kaldırıp, bulgur yemeliyiz. Siyah buğday
yararlı.
Mantar çok yararlı, fakat evde kendimiz temizlemeliyiz
çünkü ilaçlı sularla temizliyorlar.
Bütün sebzeler çok faydalı ama kereviz, maydanoz,
kuşkonmaz,
karahindiba,
brokoli,
karalahana,
karnabahar, pırasa kanser savaşçıları. ABD’de 2 ay önce
yayınlanan bir araştırmanın sonucu, bizim yıllardır
yediğimiz şeker fasulyeyi, küçük kuru fasulye, haftada 2
kere yemenin kanserden koruduğu görüldü. Semizotu,
ısırgan yaprağı, bütün yeşiller, ceviz (kabuklu alin,
çünkü kabuksuzların içine ilaç sıkılıyor). Günde 4-5 tane
ceviz yiyin. Antep fıstığı kemoterapi gören hastalarda
trombositleri yükseltiyor, çok yararlı. Hepsinin kendine
göre bir faydası var.
Hayvanlarda da kanser son yıllarda hızla artıyor.
İngiltere’de Terrier cinsi köpeklerde mesane kanserinde
artış görülüyor. Bu köpeklere 3 günde bir sebze
verildiğinde 6/1 oranında mesane kanserinin önüne
geçiliyor.
Ete gelince, kuzu, oğlak ve keçi eti öneriyorum, yağsız
yemeliyiz. Yetişkinler haftada 450 gr'ı geçmesinler.
Hindi budu yağsızdır, köy tavuğu bulamazsak bir
alternatif olabilir.
Balığı haftada bir iki kere
tüketmeliyiz. Bizim balıklarımız çok temiz değil fakat
yine de zararından çok yararı olduğu için yemeliyiz.
Hamsi, istavrit, çinekop, sarıkanat, palamut yiyin, midye
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
14
ve istiridyeye sakin dokunmayın. Dip balıkları, mezgit,
barbun, kefale dokunmayın. Bunlarda somonun 19 kati
toksisite var. Karadeniz ve Marmara'daki dip balıkları
zehirli. Balığı mevsiminde yiyoruz. Sonra somona
geçiyoruz. Akdeniz ve Ege balıklarını yıl boyunca
yiyebiliriz. Kültür balıklarını tavsiye etmiyoruz çünkü
verilen yemlerde ne olduğunu bilmiyoruz.
Yeşil çayın faydaları ispat edildi. Günde 5 bardak yeşil
çay tüketelim. Bol limonlu fesleğen çayı çok yararlı; cam
bardak ve cam demlik kullanalım.
Kahvenin mucizevi bir yönü ortaya çıktı; içinde kafein
olduğu için sadece büyüklere tavsiye ediyorum. ABD
son derece sağlıksız beslenen bir toplum, fakat kanser
oranları Avrupa'dan daha yüksek değil, yapılan
araştırmalarda her Amerikalının günde ortalama 5 kupa
kahve içtiği görülmüş. Genellikle baş, boyun
tümörlerinde, yemek borusu kanserlerinde, karaciğer,
akciğer, meme kanserlerini önlemede büyük faydası
olduğu bilimsel çalışmalarda da görüldü. ABD'deki
oranların yükselmesini kahvenin önlediğine inanılıyor.
Tabii Türk kahvesi ya da filtre kahveden söz ediyoruz.
Sıcak suda anında çözülen kahveler de zararlı. Kahveyi
fazla bekletmemek lazım. Taze çektirip 5 gün içinde
tüketmek gerekiyor. İçindeki yararlı madde bir haftayı
geçtiğinde yok oluyor. Türkiye’deki hazır paket
kahvelerin içinde nohut dolu, o nedenle de taze
çektirmekte fayda var.
arsenik birleşir ve kanserojen etki yapar. Ilık suyla
yıkanın. Mürekkep, toner kartuşlarına dikkat ediniz.
Bunları geri dönüştürmeyip, imha etmek lazım. Naftalin
kullanmayın, bir numaralı kanserojen. Anneannem ayva
koyardı giysilerin arasına.
Liste o kadar uzun ki… Erken teşhis için ne gibi önlemler
alabiliriz soruma Ooo 3 gün sürer onu anlatmak
cevabını alıyorum. Bu sorununu bir başka yazının başlığı
olması konusunda anlaşıyoruz. Sevgili Erkan Topuz’un
verdiği bilgilerin her biri altın değerinde, fakat onu
dinlerken, zararlı, uzak durun dediği her şeye hemen
hemen her gün maruz kaldığımı görüyorum. Evet,
kanserden korunmak ve kaçmak kolay değil. Çok emek,
zaman ve bütçe ayırmak gerekiyor. Sanayi devriminden
beri insanlar için hayatı kolaylaştırdığımızı zannederken
aslında kendi sonumuzu hazırlamaya başlamışız. Bunu
fark edip, çevreye verilen zararı durdurmaya çalışmanın
ne kadar önemli olduğunu bir kez daha bütün
kanıtlarıyla görüyorum.
Beslenmenin yanında yürüyüş, egzersiz yapılmalı,
stresten uzak durmalı. Fareler üzerinde yapılan
deneylerde strese sokulan fareler hemen kanser olmuş.
Azo boyalarla boyanan giysilerden uzak durun. Organik
pamuktan üretilen giysiler, özellikle iç çamaşırları
kullanılmalı. Sentetik tekstilden uzak durmalı, toksik
maddeler tenimizden emiliyor. Beyazlar tehlikeli çünkü
beyazlatma işlemi için aşırı klor kullanılıyor.
Yatak, yorgan eski usul pamuklu ya da yünlü olmalı.
Yastık kaz tüyü olabilir.
Duvardan duvara halı kullanmayın, duvar boyaları
sentetik olmasın.
Deodorant spreyler, yüze sürülen kremler, rujların
içlerinde katran var, çok zararlı. Çok sıcak suda
yıkanmayın çünkü klor ile bütün sularda bulunan
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
15
HAYATIN GERÇEKLERI – OTİZM
UĞUR ARMUTÇU İLE RÖPORTAJ
Yazan: Z. Derya Yıldırım
Akdeniz Koruma Derneği (AKD) Kurucu Üyesi
Halkla İlişkiler Grup Koordinatörü
Uğur Armutçu 1978 yılında Almanya’da dünyaya
gözlerini açar. Üniversite hayatına Turizm ve Otelcilik
bölümünde başlasa da lisans ve yüksek lisansını Zihinsel
Engelliler Sınıf Öğretmenliği üzerine tamamlamış. Aktif
olarak mesleğine devam ediyor. Bize deniz aşığı
olduğunu ve her fırsatta balık tutmak için denizin
yolunu tuttuğunu söyledi. Biz de Otizm Farkındalık Ayı
vesilesiyle kendisine merak ettiğimiz soruları sorduk.
DY- Kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?
1978 yılında Almanya’nın Augsburg şehrinde İşçi bir
baba, ev hanımı bir annenin 3. çocuğu olarak dünyaya
gelmişim. 1984 yılında Tokat’ın Zile ilçesine yerleşerek
ilk, orta ve lise eğitimimi bu Anadolu şehrinde okudum.
İlk Üniversitemi Trakya Üniversitesi Turizm Otelcilik
bölümünde okudum. Mezun olduktan sonra bir sene
İzmir’de hizmet sektöründe çalıştım. 1999 yılında ikinci
üniversitemi Gazi Üniversitesi Özel Eğitim bölümünde
okudum. Mezuniyet sonrası Özel kurumlarda çeşitli
görevleri yürüttüm. Her engel grubundan her yaşta
öğrenci ile birebir ve ya dolaylı çalışma fırsatım oldu. Bir
müddet Otizmli çocuklar ve dil konuşma becerilerinin
kazandırılması
konusunda
yoğun
çalışmalarda
bulundum. 2010 yılı itibari ile ülkemizde 14 yaş üstü
çocukların mesleki eğitimleri ve istihdamları konusunda
büyük bir eksikliğin olduğunu düşünerek bu alanda
çalışmalara yoğunluk vererek faaliyetlerimi sürdürmeyi
amaçladım. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Okullarda
Öğretmenlik mesleğimi yürütmeye devam ediyorum.
Üniversitede farklı bölümlerde dışarıdan özel eğitim
dersleri okutmaya ve sınıf öğretmenlerine yönelik
açılan kurslarda Eğitim Görevlisi olarak çalışmalar da
sürdürmekteyim. Evliyim, 1 Oğlum ve 1 Kızım var. Boş
kalan vakitlerimde balık tutmak bir tutkumdur.
Deniz aşığı olmama rağmen, Kırmızı Kara renklere
tutkunum, sıkı bir Gençlerbirliği taraftarıyım.
Fotoğraf: Uğur Armutçu
DY- Otizm ile ilgili kısa bilgi (tipleri, belli bir alanda
özel yeteneklere sahip olma durumu vs.)
Otistik bozukluk, yaygın gelişimsel bozukluk yelpazesi
içerisinde yer alan, toplumsal etkileşimde ve iletişimde
yetersizlikler ile davranış, ilgi ve etkinliklerde sınırlı,
basmakalıp ve yineleyici örüntülerle ve toplumsal
etkileşim, toplumsal iletişimde kullanılan dil ya da
sembolik/imgesel oyun becerilerinin en az birinde 3
yaşından önce gecikmelerin ya da olağandışı bir
işlevselliğin olması ile karakterize gelişimsel bir
bozukluktur.
Otizmli birey, sosyal etkileşim, sözel ve sözle olmayan
iletişim, ilgi ve etkinliklerdeki sınırlılığı erken çocukluk
döneminde ortaya çıkan bu özellikleri nedeniyle özel
eğitim ile destek eğitim hizmetine ihtiyacı olan bireydir.
Otizmli bireyler için söylenebilecek fiziksel özellik
denildiğinde, hepsi kızlarda erkeklerde istisnasız güzel
ve yakışıklı olmalarıdır. Onlara dışardan baktığınızda
farklılıklarını hissetmezsiniz ne kadar güzel bir çocuk
dersiniz, ta ki ellerini hızla sallayana, kendi etrafında
hızla defalarca dönene veya eline aldığı bir arabayı
sürmek yerine tersini çevirip hızla dakikalarca çevirene
kadar... Yine en bariz özelliklerinden birisi ise sizinle göz
teması kurmamalarıdır, çok kısa süreli olarak anlık
bakışlarla size bakarlar.
Otizmli bireylerde dil gelişiminde gecikme, dili iletişim
amaçlı kullanamama, etkileşim kurmada güçlük,
iletişimi başlatma ve sürdürmede güçlük görülmektedir.
‘Yağmur Adam’ filmi ile birlikte hem ülkemizde hem de
dünyada otizmli bireylerin üstün yetenekleri olduğuna
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
16
yönelik bir kanı oluşmuştur. Bu film Otizm hakkında
farkındalık oluşturmaya yönelik büyük katkılar
sağlamasına karşın, her otizmli bireyin üstün yeteneği
vardır gibi bir yanlış bilgiyi de yaygınlaştırmıştır.
Ebetteki her çocuk özeldir ve her çocuğun bir yeteneği
vardır. Bu nedenle otizmli bireylerinde yetenekli
olabilecekleri beceriler çıkabilir ve bu beceriler tespit
edilerek o yönde eğitilmeleri normal gelişim gösteren
her bireyde olduğu kadar önemlidir. Fakat her otizmli
çocuğun özel üstün bir yeteneği yoktur. Otizmin içinde
yer alan Asperger Sendromunda bu tip özel ve üst
düzey yeteneğe sahip çocuklarla karşılaşılmaktadır.
DY- Türkiye’de ne kadar otizm sendromlu birey var.
Siz? Öğrencilerinize ya da aileleri size nasıl ulaşıyor?
Türkiye’de hastanede doğum oranlarının artması, yine
rutin kontrollerin artması ile birlikte her tür yetersizlik
grubundan çocuklar erken yaşta tespit edilip tanı
almaktadırlar. İlk olarak aileler çocuklarındaki gelişim
farklılıklarının
farkına
varıyorlar
ve
hekime
başvuruyorlar. Hekimler ise tanıyı koyduktan sonra
Türkiye’nin her yerinde bulunan Rehberlik Araştırma
Merkezlerine yönlendirmektedirler. Burada ise
uzmanların eğitsel değerlendirmesi sonucu çocuklar
okullara,
rehabilitasyon
merkezlerine
yönlendirilmektedir. İşte bizim yolumuz buradan
itibaren Otizmli çocuklarla kesişiyor.
DY- Çocuklarının otizm sendromuna sahip olduğunu
kabullenmeyen veya kırsalda farkında olmadan
hayatlarına devam eden aileler muhtemelen vardır.
Böyle durumlar ile karşılaştığınızda nasıl bir yol
izliyorsunuz?
Eskisine nazaran memleketin sosyo-ekonomik, eğitim
seviyesinin daha da yükselmesi nedeni ile aileler daha
bilinçli ve daha fazla çocuğunun gelişimini gözleyen
izleyen takip eden anne-babalar mevcut. Anne-babalar
çocuklarında akranlarına göre farklılıklar, gelişimsel
anlamda gerilikleri fark ederek hekime başvuruyorlar.
Anne babaların gözleyemediği yerlerde ise sağlık
taramalarının yapılması ile bu çocuklarımız tespit
ediliyor. Yine bu bölgelerde görev yapan duyarlı
öğretmenler çocuklardaki gelişimsel bozuklukları fark
ederek yönlendirmeler yapmaktadırlar.
İnsanlar böyle çocuklarla karşılaştıklarında ilk yapmaları
gereken şey bir hekime başvurmalarını sağlamaktır.
Hekim bir tanı koyduktan sonra en yakın RAM’a
başvurularını yaptıkları takdirde bu çocuklarımız için en
uygun eğitim ve rehabilitasyon ortamına yönlendirerek
yerleşmelerini sağlayacaklardır.
DY- Farklı alanlarda iş imkânına sahip sosyalleşebilen
down sendromlu kişiler var. Hatta kendilerine özel
açılmış çalışanlarının down sendromlu olduğu bir kafe
örneği mevcut. Otizm sendromlu kişilerde de benzer
bir sosyal hayata kazandırma ve iş imkânı yaratma söz
konusu mu? Özellikle artık internet ve bilişim
sistemlerinin ilerlemesi ile insanlar ile beraber
iletişime geçmeden çalışabilecekleri iş imkânları
yaratılamaz mı?
Evet, Down sendromlu çocuklar için hizmet veren
birçok dernek vakıf ve okul bu çocukların mesleki
eğitimlerine yönelik birçok proje geliştirip istihdam
edilmelerini sağlıyorlar. Bu güzel gelişmelere benzer
durumlar otizmli çocuklar için de mevcut. Otizmli
bireyler için kurulan dernek vakıf ve okullar bu yönde
çalışmalar yürütmekte. Yeterli midir diye bakıldığında
tabii yeterli olmadığı sayının çok az olduğu
görülmektedir. Fakat otizmli bireylerin sosyal ve iletişim
becerilerinde yetersizliklerinin olması onların sosyal
insan ilişkilerine dayalı hizmet sektörlerinde
çalışmalarının önüne geçmektedir. Otizmli bireyler için
daha çok mesleki eğitim ve istihdama yönelik çalışmalar
daha çok göz önünde olmayan mekânlarda
gerçekleşiyor. Ülkenin birçok yerinde otizmli bireyler el
becerilerine dayalı geri hizmetlerde, paketleme, montaj
vb. alanlarda değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Otizmli
bireylerde kimilerince takıntı gibi görünen rutin etkinlik
sürdürme alışkanlıkları aslında pozitif yönde
kullanılabilir.
Yani daha açık ifade etmek gerekirse otizmli bireyler
günlük yaptıkları işleri hiç bıkmadan usanmadan
yürütebilirler. Örneğin bir elektronik eşya üretimi
yapılan atölyede otizmli bireylere montaj işleri verildiği
takdirde bu bireyler normal gelişim gösteren
insanlardan daha verimli daha fazla sayıda montaj
yapabilirler veya poşetli gıda üretimi yapılan bir
fabrikada (makarna, erişte gibi) otizmli bireylere bu
paketlerin sınıflarına göre kutulanması işi verilse normal
performansın üstünde bir başarı gösterebilirler. Bu
bireyler, kurallara sahip olduğunda bu kurallara sıkı
sıkıya uyma eğiliminde olmaları nedeni ile tekrarlı rutin
işlerde istihdam edilmeleri hem bu bireyleri çok mutlu
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
17
edecek hem de ülke üretim ve ekonomisine pozitif
yönde katkı sağlayacaktır.
Fotoğraf: Uğur Armutçu Arşivi- Eğitim Çalışmalarından
Otizmli bireylere yönelik mesleki eğitim kurumlarının
artırılması, işverenlerin eğitimden geçirilmesi ve bu iş
yerlerine istihdam edilmelerine yönelik projelerin
artırılarak yürütülmesi gerekmektedir. Hatta MEB’in
bunu bir eğitim politikası olarak görüp bu yöndeki
çalışmaları İŞKUR, MYK gibi kurumlar, otizmle ilgili
dernek vakıf gibi STK’lar ile işbirliği içinde geliştirerek
yürütülmesini sağlaması gerekmektedir.
Bu söyleyeceğim konuyu birçok Otizmli bireye sahip
ailelerde bilmemektedir ki; o da Otizmli bireyler
ülkemiz de ÖMSS’ye girerek devlet kurum ve
kuruluşlarında istihdam edilebilmektedirler. Bu yüzden
ailelerin bu sınavları takip ederek otizmli çocuklarının
sınava girmelerini sağlayıp istihdamlarına yönelik
önemli bir adım atmaları mümkündür.
DY- Ailesinde veya çevresinde otizmli bireyler olan
kişiler için bu bireylere yaklaşımları ve iletişim
yöntemleri ile ilgili önerileriniz neler?
Her şeyden önce toplumda sadece otizmli bireye sahip
ailelere değil toplumun tüm fertlerinin otizmle ilgili
farkındalık oluşturulması, eğitimden geçirilmeleri
gerekmektedir. Son yıllarda bazı STK’ların yürütmüş
oldukları projeler farkındalığın oluşmasında büyük
katkılar sağlamıştır. Ebetteki bu projelerin çeşitlenerek
sürdürülmesi otizmle ilgili farkındalık oluşturulması için
önemlidir. Ancak bir tarafı biraz daha geri planda
bırakılarak eksiklik yaşanmasına neden olmaktadır. O
da Eğitim! Otizmin şu güne kadar en iyi tedavi yolu
eğitimdir gerçeği artık herkes tarafından bilinmektedir.
Bu eğitim otizmli bireylerin aldığı eğitim olduğu kadar,
otizmli bireylerle etkileşime girebilecek olası tüm
insanların eğitimini de kapsamaktadır. Bu nedenle
otizmli bireylerle birlikte yaşamayı öğrenmeye, onlarla
nasıl iletişime girilebileceğini öğretmeye, onların
nelerden rahatsız olduğu, nelerle rahat edebileceklerini
öğrenmeye yönelik memleketin dört bir tarafında
seminerler, sempozyumlar, kurslar yetkin kişiler
tarafından yürütülmelidir.
Buradan otizmli bireylere sahip ailelere, otizmli
bireylerle etkileşime girecek kişilere birkaç öneride
bulunabilirim. Öncelikle otizmli bireylerin gerçekten bir
birey olduklarını asla unutmamalıyız. Evet, bizden biraz
daha farklılar fakat bu bireylerin farklılıkları temelli bir
bakış açısı otizmli bireylere fayda değil zarar
getirecektir. Şöyle düşünün bir insan ne kadar farklı
olursa o kadar yalnız kalıp mutsuz olacaktır. Bu yüzden
bizler otizmli bireylerin farklılıkları temelli değil
aynılıkları, benzerlikleri temelli iletişime girmeliyiz.
Otizmli bireylerde dil gelişiminde gecikme, dili iletişim
amaçlı kullanamama, etkileşim kurmada güçlük,
iletişimi başlatma ve sürdürmede güçlük yaşamaları çok
yaygın olarak bulunmaktadır. Bu nedenle otizmli
bireylerle iletişime girmek isteyen insanların bu
özelliklerini göz önünde bulundurmaları gerekmektedir.
Onları iletişime zorlamak onların bir takım problem
davranışları ortaya çıkarmalarına neden olacaktır. Bu
davranışların ortaya çıkmasını önlemek için onları
konuşmaya, iletişime girmeye zorlamak yerine onların
da ilgisini çekecek sizin ve onların ortak ilginizi
oluşturacak doneleri kullanmayı yeğlemek daha doğru
olacaktır. Yine otizmli bireylerde kendilerine
dokunulması durumundan hoşlanmama özellikleri
bulunmaktadır. Dokunmakta ısrarcı olmak onları
rahatsız
edecek
ve
istenmeyen
davranışları
sergilemelerine neden olacaktır. Bu nedenle dokunsal
temasta ısrarcı olunmaması da onların daha mutlu
olmalarını sağlayacağı gibi, sizinle de uygun davranış
biçimleriyle iletişime girmelerinin önü açılacaktır.
Ebetteki
tüm
otizmli
bireyler
kendisine
dokunulmasından asla hoşlanmazlar demek de doğru
olmaz, bundan hoşlanan bireyler için bunun
yapılmasına gerek yoktur.
DY- Öğrencilerinizle yaşadığınız ve sizi etkileyip belki
de hayata bakış açınızı değiştiren bir anınız var mı?
Elbette ki meslek yaşantım boyunca birçok otizmli
bireyle çalıştığım için beni etkileyen birçok anım
bulunmakta. Ama bunlardan birisi hem hayat felsefemi
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
18
hem mesleki felsefemi hem de gerçek manada
hayatımın değişmesini sağladı. Mesleğimin ilk yıllarında
öğretmenlik mesleğinin çocuklara bir şeyler öğretmek,
onları hayata hazırlamak, hatta bu özel çocukların
hayatlarını kurtarmak olarak tanımlardım. Ta ki otizmli
öğrencim Emir benim hayatımı kurtarana kadar. Emir,
otizm tanısı almış bir öğrencimdi. 4 yaşında benim
öğrencim olduğunda göz kontağı yoktu ve
konuşamıyordu. Sadece ritimli bir biçimde anlamsız
sesler çıkarıyordu. Emirle bir senelik bir çalışmanın
sonunda 1-2 kelimelik cümleler ile konuşur hale
gelmişti. Hatta hiç unutmam bir gün Emir’in annesi
ağlayarak yanıma gelmiş elimi öpmeye kalkışmıştı,
şaşırarak bunu neden yaptığını sorduğumda ‘Hocam
Emir bugün gözlerimin içine bakarak Anne dedi, hayatta
en çok istediğim şeydi. Sizin sayenizde oldu’ dediğinde
yaptığım işin biraz daha hayatları değiştirmek
olduğundan emin olmuştum. Emir ile bir dersten çıkmış
veli bekleme salonuna doğru ilerliyordum. Uzunca bir
koridordan yürüyorduk. Koridorun ortasına yaklaşırken
veli bekleme salonundan gelen seslerin artması
gerekirken sesler azalmaya başlamıştı. Bir kaç adım
sonra sesler tamamıyla gitmiş gözlerimde hafifçe
kararmaya başlamıştı. Bir şey olacağını anlayarak
Emir’in elini bırakarak koridorda yer alan top
havuzunun kenarına oturmak için yöneldiğimi
hatırlıyorum. Ardından gerisi karanlıktı, hastanede
açtığımda gözlerimi tansiyonumun tehlikeli bir düzeyde
yükseldiğini söylediler. Mesai arkadaşlarıma peki nasıl
bayıldığımı anladınız buldunuz beni dediğimde, ‘Emir
annesinin yanına giderek ‘Uuu öödü’ dediği ve
annesinin benim gelmemem üzerine şüphelenerek
bana bakmaya geldiği ve top havuzu içinde bilinçsizce
yattığımı görüp haber verdiğini’ söylediler. Aslında ben
o güne kadar hep Emir’in hayatını değiştirip, onun
hayatını kurtarmak için çalıştığımı düşünüyordum.
Oysaki Emir’e konuşmayı öğretmeye çalışarak sadece
onun hayatını değil kendi hayatımı da kurtarmak için
çaba sarf etmiş olduğumu hatta her eğitim emeğinin bir
bireyi değil tüm topluma yönelik bir hizmet olduğunu
fark ettim.
İşte o günden sonra öğretmenlik mesleğinin, öğrenci ile
birlikte öğrenmek ve eğitim verdiğin öğrencilerle
birlikte tüm toplum hayatını değiştirmeye çaba
harcamak olduğunu fark ettim. Bu hem hayata hem
mesleğe bakış açımı değiştirdi, artık sadece öğretmek
için sınıfa girmiyorum, her ders öğrenmek için de sınıfa
giriyorum.
DYRehabilitasyon
sürecinde
kullandığınız
yöntemleriniz ile ilgili bilgi verebilir misiniz?
Otizmli
çocuklar
eğitimde
fırsat
eşitliğinden
faydalanabilmeleri
için
özel
eğitim
almaları
gerekmektedir. Gerek gruba dayalı eğitimler, gerekse
birebir eğitimlerle, özel yetiştirilmiş personelin
(öğretmenin) yürüttüğü özel eğitim yöntem ve
teknikleri kullanılarak eğitimden faydalanmaları
sağlanmalıdır. Burada otizmli çocukların eğitimleri ile
ilgili vurgulanması gereken önemli noktalardan birisi,
bu konuda iyi eğitim almış üniversitelerin özel eğitim
lisan programlarından mezun olmuş uzmanlar
tarafından yürütülmesi gerekliliğinin altı çizilmelidir.
Fotoğraf: Uğur Armutçu Arşivi- Öğretmenimiz ve öğrencileri
Bu lisans programlarından mezun olmuş özel eğitim
öğretmenleri, özel eğitim yöntem ve tekniklerini
kullanmaya yönelik yeterliliklere sahiptirler. Yani
buradan otizmli çocuğa sahip ailelere önerim
çocuklarına eğitim veren kişilerin özel eğitim öğretmeni
olup olmadığını öğrenmeleri ve çocuklarının eğitiminde
özel eğitim öğretmenlerini tercih ettiklerinde daha
etkin ve kısa sürede başarıya ulaşacaklarını fark
etmelerini istemek gerekir.
Otizmli çocukların eğitiminde daha çok Uygulamalı
davranış Analizine Dayalı yöntem teknik ve stratejiler
kullanılmaktadır.
DY- Çocukların dil gelişimi sırasında aile veya bakıcı
kaynaklı sorunlar yaşandığı biliniyor. Bu durumun
yanlışlıkla otizm sendromu tanısı konmasına sebep
olduğunu da duyduk. Bu durum ile karşılaşılmaması
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
19
için ailelere yapmaları ve yapmamaları gereken
konularda ne gibi önerilerde bulunursunuz?
Sanırım bahsettiğiniz durum bizim ‘Gecikmiş Konuşma’
diye tabir ettiğimiz dil gelişiminde yaşının özelliklerini
göstermeyen çocukların otizm tanısı alması durumu.
Gecikmiş konuşmanın nedenlerine baktığımızda
çevresel faktörlerin önemli olduğu görülmektedir. Bu
yaştaki, yani konuşmanın başladığı küçük yaştaki
çocukların
çevresini
ağırlıklı
olarak
aileler
oluşturmaktadır. Bu nedenle ailelerin çocuklarının
konuşmasına fırsat tanımadan istek ve dileklerini
anında yerine getirmeleri çocuklarda dilin geç ortaya
çıkmasına neden olacaktır. Yine bazı ailelerde evde iki
farklı dilin birlikte konuşulması durumu da çocukta
konuşma gecikmesine yol açması söz konusudur.
Gecikmiş konuşmanın çok daha farklı fazla sayıda
nedenleri olabilir ama en çok rastlanan nedenler bunlar
olarak karşımıza çıkmaktadır diyebilmemiz olasıdır.
Gecikmiş konuşma da ve ya otizm de konuşmayı geç
öğrenme konusunda bu iki neden üzerinden şu
önerilerde bulunabilirim. Öncelikle konuşma çağındaki
çocuklar ilk olarak işaret ederek dertlerini anlatma
eğiliminde olurlar. Bu belli bir süre doğal olarak kabul
edilir ancak çocuk sadece ebeveynlerden işaret ederek
her istediğini elde etmeye devam ediyorsa bu çocuk
konuşmayı tercih etmeyecektir. Bu durumda aile
bireyleri çocuğun sadece işaretler ile isteklerini ifade
etmesini kabul etmeyip sözel olacakta istemelerini
beklemelidirler. Bunu çocuktan isterken de çocuğa bol
bol model olarak nasıl söylemesi gerektiğini
göstermeleri önemlidir. Yine iki farklı dilin konuşulduğu
evlerdeki çocuklar için önerim ise çocuk konuşmayı
öğreninceye kadar ev içerisinde sadece anadil
konuşulursa çocuğun kafası karıştırılmadan bir dil
modelinin oluşturulmasıdır. Elbette çocuk konuşmayı
öğrendikten sonra iki dilin kullanılmasında hiçbir
sakınca olmayacak tam tersine çocuğun eğitimi
açısından artılar bile sağlayacaktır.
Değerlendirilen Otizm belki olabilir denilen pek çok
küçük çocuk gözlem sürecine dâhil edilmekte aileye
öneriler verilmekte ve belirlenen sürenin sonunda
tekrar değerlendirilerek tanılamanın en doğru şekilde
yapılmaya çalışılması sağlanmaktadır. Bu gözlem
sürecinde de bahsettiğiniz gecikmiş konuşması olan
çocuklarla otizmli çocuklar ayrılabilmektedir.
Çocuklarında bunun gibi gelişimsel bozukluk fark eden
ailelere en önemli önerim; çocuklarını bu konuda en iyi
biçimde değerlendirecek uzman kurum kuruluş ve
kişilere götürmelerini tavsiye etmek olacaktır.
DY- Biz farkındalık yaratmak ve eğitime katkı vermek
adına neler yapabiliriz?
Ebetteki sizler de bizler de bu konuda biraz daha fazla
çaba sarf etmeliyiz. Artık Otizmli bireyler ile ilgili daha
fazla yazılı görsel yayınlar yapılmalı. Yine sadece otizm
farkındalık günü, otizm farkındalık ayında etkinlikler
yayınlar yapılmak yerine bu faaliyetleri yılın her
evresine yayarak farkındalıklar oluşturulmalı. Otizm ile
ilgili daha fazla sayıda belgesel, film ve kitap
oluşturulmalı. Televizyon çağı gerçekliğini görerek
otizm ile ilgili farkındalık yaratacak daha fazla sayıda
kamu spotları oluşturulmalı. Biz eğitimcilere düşen
görevler ise hayatın her parçasında çevremizdeki
insanlara otizm ile ilgili daha fazlaca bilgi verici
faaliyetler oluşturmak ve yürütmektir.
Ebetteki
hepimizin otizmli bireyler için sağlayacağı en önemli
katkı; onların farklılıklarına odaklanıp bizlerden
soyutlanmış biçimde yaşamaları değil, onları farklılıkları
ile kabul edip bize benzer yanlarını daha çok görmeye
çalışarak hep birlikte uyumla yaşamamızı sağlamak
olacaktır. Otizmli bireyler bizim bir parçamız, onları
içimize almadığımızda, yani onlarsız bir yaşam, bir
tarafımız hep eksik kalmasına neden olacağını
unutmamalıyız.
Sizin bahsettiğiniz durum gecikmiş konuşma ile otizm
tanısının karıştırılması durumu. Fakat bu durum
ülkemizde otizm tanısı koyabilmek için geliştirilen ölçü
araçlarının alanında yetkin kişilerin etkin kullanılmasıyla
artık pek sıklıkla karşılaştığımız bir durum değildir. Tanı
koyma yetkisi olan kişi ve kurumlar alanında sahip
olması gereken yeterliliklere sahipseler otizmi
tanılamaya yönelik kriterleri tam olarak ölçümlemeden
bir
etiketleme
yapmaktan
çekinmektedirler.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
20
MAVİ BİR NİSAN, MAVİ BİR BAHAR…
Yazan: Tuba Küçük Doğaroğlu
İzmir Üniversitesi, MYO, Çocuk Gelişimi Programı
ABD’de Autism Speaks tarafından başlatılan Mavi Işık
Yak (Light It Up Blue) kampanyası 2 Nisan Otizm
Farkındalık Günü’nde hem Türkiye’de hem diğer
ülkelerde önemli bir ilgi gördü. Tohum Otizm Vakfı
aracılığı ile çeşitli alanlar ve binalar mavi ışıklarla
aydınlatıldı, insanlar mavi renkte giysiler giydi, bazı
öğretmenler okullarda mavi rengin hâkim olduğu bir
çevre düzenlemesi ile çocukların otizme karşı
farkındalık düzeylerini arttırmaya çalıştı.
duyduğu bir kelimeyi veya sözceyi o an ya da daha
sonra tekrar etme davranışı gösterebilir. Bazıları sözel
iletişimi hiç kullanmayabilir. Bu ve benzer diğer
özellikler çocuğun sosyal etkileşim ve iletişim
becerilerini olumsuz olarak etkileyerek hem sosyal hem
de akademik performansını ciddi derece düşüren bir
tabloya neden olabilir. Kimi zaman zihinsel yetersizlik
ya da öğrenme güçlüğü ya da dikkat eksikliği ve
hiperaktiviteyle beraber devam ederken, kimi zaman
bunların hiç birinden etkilenilmeyebilir. Hatta bazen
güçlü bir bellek, özel bir yetenek ile karşımıza çıkabilir
otizm. O meşhur Yağmur Adam desem, hepimiz
hatırlarız sanırım.
Neden?
Genetik faktörlere ilişkin çeşitli araştırmalar
bulunmakta. Ancak net olarak belirlenen bir genden
henüz bahsedilmemektedir.
Nisan ayı boyunca otizme yönelik farkındalık çalışmaları
farklı alanlardan kurum ve kişilerin gündeminde olmaya
devam edecek. Çünkü son çalışmalara göre her 68
çocuktan 1’inin otizm riski ile doğduğu söyleniyor. Yani
her 68 çocuktan 1’i; yaşamının ilk üç yılında ortaya
çıkan nörogelişimsel bir yetersizlik nedeni ile dil
gelişiminin ilk emarelerinden biri olan gülümseme
davranışını
sergilemeyebilir,
çevresindekilerin
hareketlerini takip etmeyebilir, tüm çocukların çok
severek oynadıkları ve oynadıkça geliştikleri, dünyayı
keşfettikleri oyunlara ilgisiz kalabilir ya da oyunlar
içerisinde yetersizlik yaşayabilir, bazı takıntılı
davranışlara sahip olabilir. Bazılarının dil gelişimlerinde
problemler ile karşılaşılabilir, bazıları ekolali adı verilen
Nedenleri tam olarak bilinmese de otizmi olan
çocukların erken dönemde fark edilmeleri, tanı
sürecinin başlaması ve hemen arkasından eğitsel
müdahale programının oluşturulmasıyla girilen yol
başarı
ile
sonuçlanmaktadır.
Önemli
olan
yoğunlaştırılmış bir programın çocuğun özelliklerine
göre planlanmış olması, çevresindeki kişilerin
bilgilendirilmesi ve bununla birlikte normal gelişim
gösteren akranlarla birlikte olmadır. Normal gelişim
gösteren akranlarla birlikte eğitim alma konusu özünde
bir insan hakları meselesidir. Kim bir başkasının bir
ortamda bulmasına engel olabilir? Böylesi bir hükmü
nasıl kendinde görür? Dahası hem “Topluma uyum
sağlamalılar.” diye buyuran dil, hem de “Toplumla iç içe
olmasınlar.” derken hangi akıldan beslenir?
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
21
Her birimiz başka başkayız. Doğanın bir parçası yani
kendisiyiz. Tek tip olmak küçük bir hayalin büyük bir
hayal kırıklığı olsa gerek. Doğa ne kimsenin, ne de
sahipsiz. Ötekiler yaratıp dışlamak, kendinle kavga
etme, kendini sevmeme halinden başka bir şey değil.
Bir tür ruhsal bozulma.
Ve dört otizm efsanesi…
*Otizmi olanların çok fazla saldırgan davranışları
varmış.
Efsaneler içinde en efsanesi. Bir çocuk bir sokak
kedisine süt verebilir, onu kucaklayabilir, bu
yakınlaşmayı daha da ilerletip öpebilir. Bütün bunlar
O’nda iyi duygular yaratabilir, kediye olan yaklaşımı
diğer hayvanlara olan yaklaşımını da beraberinde
getirebilir. Bunlar çocuğun çevresindeki canlılara daha
özenli davranması, sorumluluk duygusunun gelişmesi,
doğayı koruması gerektiği gibi olumlu davranış ve
düşüncelere ulaşmasını da sağlayabilir. Sonuç olarak bu
yaklaşım hem çevreye hem çocuğun kendisine katkı
sağlar.
Ne otizm ne de diğer özel gereksinimle bir başka tanı
grubu için böylesi bir iddia yersiz. Saldırgan, bozucu –
yıkıcı davranışlar kendi başına bir özellik. Gün geçmiyor
ki işlenen cinayetlere bir yenisi eklenmesin, gün
geçmiyor ki okullarda akran zorbalığına ilişkin yeni bir
vaka yaşanmasın. Oysa ne otizmleri ne de zihinsel
yetersizlikleri var neredeyse hepsinin.
Otizm ve yıkıcı davranış bir arada... Elbette mümkün.
Ancak
yapılan
davranış
yerine
nedenlere
odaklanıldığında kimi zaman karşımıza “Bana bak.”
demesini bilmeyen otizmli bir çocuğun arkadaşının
saçını çekerek kendine bakacağını keşfetmesinde yatan
zihinsel bir beceri ile karşılaşmak mümkün. Arkadaşının
kendini korumak adına verdiği karşı tepkiyeyse, anlam
veremediği bir bocalama ve yeni bir saç çekme
denemesi belki. Tam da burada empati becerisi ile
donatılmış bir öğretmendir kurtarıcı.
*Sosyoekonomik
düzeyi
yüksek
ailelerin
çocuklarında daha fazla otizm görülürmüş.
Bu savı kanıtlayan bilimsel bir bilgi bulunmamakta.
Otizmin ailenin yaşam koşulları, bulunduğu çevre,
eğitim seviyesi, ait olduğu ırk ya da ekonomik
düzeyi ile ilgili olduğunu kanıtlayan bir bilgi yok.
*Otizmi olan çocuklar konuşamıyormuş.
Yani dili edinemiyorlarmış. Oysa edinirler. Genel
grup içinde sözel iletişim kuramayan bir grup birey
bulunmaktadır. Ancak katıldıkları özel eğitim
programları ile sözel olmasa da çevrelerindeki
insanlarla iletişime girmektedirler.
*Otizm yunus balıklarıyla tedavi ediliyormuş!
Peki, yunus boynunda bir çocuk ve hemen yanlarında ki
çalışan… Çocuk bu işten ne yarar sağlar, sevgili yunusun
sağladığı yarar nedir? Bu işi gerçekleştiren firma çalışanı
ne haldedir? Ya firma? Ya o kurum? Ve çocuklarını çok
seven o aileler…
Otizm keşke öyle yunuslarla yüzerek geçebilen bir şey
olsaydı ya da iyi ki de öyle değil.
Yunus der ki: Beni açık denizlerden alıkoydunuz.
Ailemden ayırdınız. Çok kötü koşullarda taşıyıp, çok
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
22
kötü bir havuzda kendinize işçi ettiniz. Yevmiye olarak
ölü balık verdiniz. Kusuyorum, kusuyorum. Açlık zor,
sonraları istemeye istemeye yiyorum. Hastalanıyorum.
Bu arada havuzunuzun motor sesi ve dinlediğiniz müzik
fena. Siz daha da fena… Kendini size beğendiremeyen
arkadaşlarımı denize atıp geliyorsunuz. Dönüp ne
haldeler bakıyor musunuz? Bakmayın yüzümüzdeki
gülümsemeye, anatomimiz böyle.
Firma sahibi der ki: Bugün ki ciro ne ki. Bu yunuslarda
doymak bilmiyor. Ama çok güzel hayvan. Kansere de iyi
gelmez mi ki, baksana şu bakışlara, insanın bütün
derdini alır bunlar.…
Sosyal etkileşimi, iletişim becerilerini etkileyen sosyal
bir problemdir otizm. Böylesi bir problemin çözümü de
bol etkileşimin olduğu sosyal beceri, iletişim ve dil
becerilerin desteklenmesi gibi eğitimlerde.
Balıklar, kediler, köpekler, ağaçlar, bahçeler, sular,
denizler… Durmaksızın devam eden bir döngü ile
devam ediyor yaşam. İyileştirme adına yapılan
müdahaleler dışındakiler zarar veriyor. Otizmi olan
çocuğu genel eğitime kabul etmeyen elle, bir balığı
yaşadığı sulardan eden el aynı bedende. Doğaya,
insana, hayvana uzanan o zararlı el.
Bir el uzatmak lazım. Bir elle çoğalmak, bir elle
iyileşmek, bir elle korunmak. Mavi bir nisan… Başka bir
eli fark etmek, fark ettirmek…
Çocuk der ki: Otizmim varmış. Zekâmı ölçtüler, kulağımı
ölçtüler, hakkımda olmadık kararlar aldılar. Şimdi de hiç
tanımadığım biri ve bir balıkla havuzdayım.
Değişiklikten hoşlanmam ben. Bu balık buraya nasıl
gelmiş, neyse ki ilgi alanım. Türü ne ki? Delphinus
delphis mi, yoksa Tursiops truncatus mu? Şu adam hala
yanımda. Ben anneme bu kadar sarılmazken, iyice
yapıştık birbirimize. Bir vakıf varmış ve bazı güzel
okullar… Orada ki arkadaşlar ne yapıyorlar ki?
Çalışan der ki: Bir otistik ve bir yunusla beraberim. Of,
sırada bir de şu birbirlerine benzeyen downlular.
Gülümsemeliyim, aile ile güzel konuşmalıyım. Bu
yunuslar etçil değil mi? Öfkelenip saldırır mı ki? Çocuk
da ağır bir vaka sanırım. Saldırgan da oluyorlarmış,
kafama dikkat edeyim en iyisi.
Aile der ki: Son parayı da buraya yatırdık. Bu defa her
şey daha güzel olacak. Çok seviyorum seni canım oğlum
/ canım kızım.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
23
VE MAVİ YAŞAMA DOKUNDU…
Yazan: Özlem Uyan
1999 Optimist Türkiye Şampiyonu
Küçük bir çocukken denizle tanıştım. 20’li yaşlarımda
üniversite için Ankara’ya gidene kadar da bir ayağım
hep suda oldu. Şimdi yine denizi olan bir memlekette
yaşıyor olmama rağmen, artık pek suya değdiğim
söylenemez. Anlayacağınız ıslanmıyorum, rüzgârı
yüzümde hissetmiyorum, iliklerime kadar üşümüyorum,
dalgalar pat diye üzerime sıçramıyor. Yelken sporuna
gönül verip de denizden ayrı kalanlar çok iyi bilir bu
hisleri. İstanbul’a geldiğim ilk yıl, büyük heveslerle
yeniden denize koşmuştum ama yoğun iş temposu ve
her yeri, her yere uzak olan şehr-i İstanbul buna pek
imkân tanımadı. O sebeple, şimdi özlemle andığım
anılarım ve bir gün yeniden denize ulaşmak hayalimden
başka elimde pek bir şey yok.
Küçükken kulübün iskelesine yanaşan teknelere büyük
bir merakla bakardık. Marinası olmayan, liman içinde
küçük bir iskelesi olan kulübümüzü çok da fazla ziyaret
eden olmazdı. Hiç unutmam bir keresinde Fransız bir
çift, bir süre için bizim spor yaptığımız kulübe
demirlemişti. Küçücük tekneleri ile o kadar uzun süre
denizde kalmaları, aklımızın alamayacağı mesafeleri
aşarak, yanımıza kadar gelmeleri rüya gibiydi. Biz de
hep bir gün onlar gibi olacağımızı, belki de dünyayı
dolaşacağımızı hayal ederdik. Benzer hikâyeleri dinler,
dergilerde çıkan yazıları iştahla okur, direği okyanusun
ortasında kırılan teknelerin yaşadıkları ile ürperir, yine
de su üzerinde uzun mesafeler aşmak düşüncesinden
kendimizi alamazdık.
Şimdi 30 yaşındayım. Sabahtan akşama kadar süren
yarışlar dışında su üzerinde hiç uzun süreli kalmadım.
Hala denize dönmek hayallerim arasında var, neden
olmasın ki? 40’ından sonra yelkenle tanışan ve 70’inde
tek başına dünyayı dolaşarak bir rekora imza atan
Jeanne Socrates, hiçbir zaman hiçbir şey için geç
olmadığının bence en güzel kanıtı.
Jeanne Socrates, Birleşik Krallık’ta bir matematik
öğretmeni olarak hayatını sürdürmekte iken, 40’lı
yaşlarında, eşi ile birlikte bir tekne alırlar ve anlaşılan o
ki bu büyük sevdaya birlikte tutulurlar. Jeanne’nin bu
macerada yalnız kalması ise eşini, 2003 yılında,
kanserden kaybetmesi ile başlar. 2007 yılında,
“Nereida” isimli teknesi ile planlı durak noktaları olan,
ilk dünya turunu gerçekleştirmek için yola çıkar, turu
tamamlamak üzereyken Kuzey Akapulko kıyılarında
batar ve 60 mil farkla turu tamamlayamaz. Yine de
yılmaz, bu engelin de üstesinden gelmektir niyeti. Yeni
bir tekne alır, ismini “Nereida II” koyar ve yeniden
dener dünyayı baştanbaşa geçmeyi. 2009 yılında,
Kanarya Adaları’ndan yeniden, bu sefer turu
durmaksızın tamamlamak için yola çıkar ama bu sefer
de mühendislik hataları sebebi ile Cape Town’da
durmak zorunda kalır. Sanmayın ki pes eder. 2010
yılında yeniden, yola çıkar. Hedefi yine durmaksızın turu
tamamlamaktır. Yine şansızlık peşini bırakmaz. Cape
Horn yakınlarında teknenin bazı parçaları yerinden
oynar ve tamir için en yakın karaya yanaşıp durmak
zorunda kalır. Turu tamamlar, bir zorunlu duraksama
ile... En sonunda, geçen yıl tam 259 gün süren zorlu
yolculuğun ardından, hiç durmadan dünya turunu
tamamlamayı başarır. Üstelik son aylarda yaşadığı
sıkıntılar sebebi ile tüm iletişim ağlarını kaybetmiştir; ne
e-mail, ne hava raporu, ne de radyo yayınları yanına
ulaşabilmiştir. Tüm bu çabanın sonunda Jeanne, hiç
durmadan, tek başına dünyayı dolaşan en yaşlı kadın
olarak Guinnes Rekorlar Kitabı’na girer. Amerika Yelken
camiasının prestijli ödüllerinden “Mavi Su Madalyası”
(Blue Water Medal)’nı almaya hak kazanır. Engeller
karşısında yılmayan, cesareti kaybetmeyen, istediğini
elde edinceye kadar bıkmadan usanmadan çabalayan
bu güzel kadın, mavi denizden aldığı gücü yaşama
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
24
aktarmayı seçer. Eşini kanserden kaybeden Jeanne,
Marie Curie Kanser Vakfı (Marie Curie Cancer Care) için
fon toplamaya başlar. Vakıf, ağır kanser hastalarının
son zamanlarını evlerinde geçirebilmeleri için ücretsiz
hasta bakım hizmeti sunmaktadır; aynı Jeanne’nin eşine
de yaptıkları gibi…
Gücünü denizden alan bir başka kadın hikâyesi ise yine
İngiltere’den gelir. Ellen MacArthur, 2005 yılında, dünya
turunu, tek başına, en hızlı şekilde tamamlayan kadın
olarak bir rekora imza atar. Küçük yaşlarda denize ve
yelkene sevdalanan Ellen, ilk yelken deneyimini
teyzesine ait olan küçük bir teknede yaşar. Sonrasında,
okul için verilen akşam yemeği paralarını 3 yıl boyunca
biriktirir ve kendine ufak bir tekne almayı başarır.
Ellen’in bütün hayatı suda geçer. 1998 yılında “Biritish
Telecom/Royal Yatching Association” tarafından
İngiltere’de “Yılın Yatçısı” ve Fransa’da “Yelkenin Genç
Umudu” seçilir. 2000 yılında, İngiltere’nin “Polymouth”
kıyısından Amerika’da bulunan “Rhode Island”a, 14
gün, 23 saat ve 11 dakikada ulaşarak, tüm tekne sınıfları
içerisinde bu rekoru, tek başına kıran ilk kadın olur.
2003 yılında, Ellen, lösemi gibi ciddi rahatsızlıkları olan,
8-24 yaş aralığındaki çocuk ve gençlerin tedavilerinde,
yeni bir nefes olabilmek adına bir kanser vakfı kurar
(Ellen
MacArthur
Cancer
Trust).
Vakıf,
çocukların/gençlerin
tedavi
sürecinde
yaşama
bağlanmalarını sağlamaya çalışır. Yelken yapmak, mavi
denizlere açılmak, denizi koklamak kim bilir ne kadar
faydalı oluyordur. İşte denizin, insan yaşamına
dokunduğu bir örnek daha… Ellen şu an 39 yaşında,
suya dokunmaya devam ediyor.
Dediğim gibi denizle küçük yaşta tanışma fırsatı bulan
şanslı azınlıklardanım. 11 yaşındaydım kendimi ilk kez
küçük bir teknenin içinde bulduğumda. Bir diğer şansım
sağlıklı bir çocuk olmaktı. Yanımda, benimle aynı sevinci
yaşayan kardeşim de vardı. El ele antrenmanlara,
yarışlara gidip geldik yıllarca. Şimdi düşünüyorum da o
zaman bu şansın farkına varmamız imkânsızdı. Her
çocuk bizim gibi sanıyorduk belki de. Bize engel
olmayan engellerin, başka çocuklar için var olduğunu
nereden bilelim? Ama sonra büyüdük. Dünyaya değişik
değişik pençelerden baktık. Doğaya, denize, güneşe
olan hayranlığımız değişmedi ama pek çok konuda
farkındalığımız arttı. Başka hayatların, başka engellerin
olduğunu; engellerin ise aşılmak için olduğunu
anlayama başladık. Şimdi bahar geliyor yavaş yavaş.
Doğada her renk biraz daha belirginleşiyor. Denizin
mavisi ise hep bizimle…
Bu Nisan ayı başka bir maviyi hayatımıza soktu. 2
Nisan’da mavi ışıklar Otizmliler için yandı. Aslında tüm
Nisan ayı, Birleşmiş Milletler tarafından “Otizm
Farkındalık Ayı” olarak belirlenmiş. Otizm (bir diğer
deyişle “Otizm Spektrum Bozukluğu”) doğuştan gelen
ya da yaşamın ilk yıllarında ortaya çıkan, karmaşık bir
nöro-gelişimsel bozukluk. Günümüzde, zihinsel
yetersizlikten sonra en sık rastlanan nörogelişimsel
yetersizlik olarak ifade ediliyor. Yeni doğan her 88
çocuktan birinde otizm görülebileceği gibi erkek
çocuklarda görülme olasılığı, kız çocuklarına göre 4 kat
daha fazla. Tüm bu verilerden şunu anlıyoruz, Otizm
oldukça sık görülen bir rahatsızlık ama konu hakkında
toplumda yeterli bir farkındalık bulunmadığı için
çocuklar ve aileler kendilerini, sorunları ile baş başa
bulabiliyorlar. Otizm tanısı alan çocukların çoğunda
değişik derecelerde öğrenme güçlüğü ve zekâ geriliği de
görülebileceği gibi pek azında (yaklaşık %10), çok güçlü
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
25
bellek, müzik yeteneği vb. üstün özelliklere
rastlanabileceği belirtilmiş. Bu sebeple, çocukların
erken tanıdan da faydalanarak, onlara has eğitim
teknikleri ile hayata aşılanmaları gerekiyor. “Tohum
Otizm Vakfı” bu konuda oldukça etkin çalışmaları olan
bir vakıf… 2003 yılında kurulan bu vakıf; yürüttüğü
kampanyalar ile toplumda, konu ile ilgili farkındalığı
arttırmayı, Otizmli çocukların ve ailelerinin sağlıktan
eğitime, meslek ediniminden istihdama ve en önemlisi
bağımsız yaşamaya olan gereksinimlerini karşılamayı
amaçlıyor.
Türkiye’nin deniz sevdalılarından Mustafa Yurtbulmuş
ise, kendi dünya turu hedefini, Otizimli çocukların
eğitim hedefi ile birleştirmiş. “Balıkçıl” isimli teknesi ile
3 yıl sürecek olan bu yolculuğa, Eylül/2014’te çıkmış.
“Eğitime Yelken Aç” isimli bu kampanya ile 3 okyanus,
30 ülke, 38 liman ve yüzlerce adayı geride bırakmayı
hedefleyen Mustafa Yurtbulmuş ortalama 30,000 deniz
mili seyir yapmayı hedefliyor. Deniz tutkusunu böyle bir
kampanyaya ortak eden Mustafa Yurtbulmuş’un
teknesi “Balıkçıl”, şu an itibariyle Karayipler’deki
Martinique Adası açıklarında bulunuyor. Peki,
kampanya nasıl işliyor? Mustafa Yurtbulmuş’un kat
ettiği her mil için, 1 SMS atılarak toplamda 35.000 SMS
gönderilmesi ve otizmli çocuklar için 350.000 TL’lik bir
burs fonu oluşturulması hedefleniyor. Destek vermek
isteyenler “BURS” yazıp 5290’a mesaj atarak bu anlamlı
kampanyaya katılabilecekler. Her SMS’den sağlanan 10
TL’lik katkı ise otizmli çocukların burs fonuna
aktarılacak. Böylece mavi deniz, yine yaşama
dokunacak. Şimdi 47 yaşında olan Mustafa Yurtbulmuş.
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik
Bölümü’nden mezun. Kendi kurduğu şirkette 20 yıl
yöneticilik yapmış sonra anlaşılan o ki deniz özlemine
yenik düşüp kendisini tamamen denize ve yelkene
adamış.
Şimdi günde en az 3 saatimi trafikte geçirdiğim bir
hayat yaşıyorum. Pencereleri bile açılamayan bir
plazada çalışıyorum. Bulunduğum her ortam fazlası ile
kalabalık ve gürültülü. Oysa çocukken denizin
ortasındaki o sessizlikten ne de büyük bir tat alırdım.
Şimdi etrafımda oksijen az, yeşil az… Deniz ise hep
gönlümde… İşte bu sebeple, mavinin benim hayatıma
yeniden dokunacağı günü bekliyorum, özlemle…
Yazıyı hazırlarken faydalandığım linkler aşağıdadır:
http://www.yachtingworld.com/blogs/elainebunting/jeanne-socrates-awarded-blue-water-medal344
http://en.wikipedia.org/wiki/Ellen_MacArthur
http://www.noonsite.com/Countries/Canada/nonstop-circumnavigation-jeanne-socrates-near-to-victoryin-victoria
http://www.saga.co.uk/sagamagazine/2013/june/solo-sailor-jeanne-socrates.aspx
http://www.tohumotizm.org.tr/2-nisan-otizmfarkindalik-gununde-mavi-isik-yakacagiz
http://www.tohumotizm.org.tr/otizm-spektrumbozuklugu-nedir
http://www.tohumotizm.org.tr/haber/tohum-otizmvakfi-cnr-avrasya-boatshowda-egitime-yelken-acdiyecek
http://www.balikcil.org/mustafa-yurtbulmus/
http://share.findmespot.com/shared/faces/viewspots.j
sp?glId=00Id0jDHZhJHFqjDL6qa8gFIqbNSvnocg
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
26
O-BİZİM
Araş. Gör. Ayşenur Yılmaz
Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Fakültesi
Orman Endüstrisi Mühendisliği Orman Biyolojisi ve Odun
Koruma Anabilim
Dalı/Trabzon
Otizmi; ‘üç yaşından önce başlayan ve ömür boyu
süren, sosyal etkileşime ve iletişime zarar veren, sınırlı
ve tekrarlanan davranışlara yol açan beynin gelişimini
engelleyen bir rahatsızlıktır’ diye tanımlar wikipedia...
Mücadelesi oysa kulağa oldukça mekanik gelen bu
tanımlamadan çok daha fazlasını gerektirir; emek gibi,
sevgi gibi...
Hastalık da sağlık da insanoğlu için demiş atalarımız;
maalesef hemen hemen hepimizin ailesinde ya da
çevresinde vardır otizimli bir birey. Hastalığın adı her ne
kadar “otizm” olsa da bizdeki yansıması “o-bizim”dir.
O-bizim, Toplum Gönüllüleri Vakfı Karadeniz Teknik
Üniversitesi Örgütlenmesinde gönüllü olarak projeler
yürüten biz üniversite öğrencilerinin başarıyla
tamamladığı projemize verdiğimiz isimdi. Projemizin
paydaşları bir rehabilitasyon merkezinde eğitim gören
hepsi birbirinden özel otizmli bireylerdi. Bu sefer
“otizm” bizim için “O-BİZİM’di, esasında her zaman
olması gerekendi verilen isim; çünkü bu dünya bizimdi,
bu insanlar bizimdi, otizmli bireylerin hepsi bizimdi.
Fotoğraf: TOG-O Bizim Proje Arşivi-Rehabilitasyon merkezinin rehber
öğretmeni ile yapılan bir toplantıdan kareler
Önce sorunlar paylaşıldı, sorumlular belirlendi, kaynak
toplandı, boyalar alındı, resimler belirlendi. Sayıca 15’i
aşan üniversite öğrencileri, pazartesi okullarına gelecek
olan otizmli bireylere sürpriz yapmak için cumartesi
sabah erkenden kolları sıvadılar. Resimleri duvarlara
çizdiler ve daha sonra çizilen resimleri rengârenk
boyadılar üstelik bu işi büyük bir mutluluk, huzur ve
enerjiyle yaptılar. Gerek müziklerle, gerekse şarkılarla
ve eğlencelerle çalışma grubunun iş ritmi hep yüksek
tutuldu.
Proje ilk olarak, rehabilitasyon merkezine yapılan
düzenli ziyaretler ile başladı ve devam etti. En önemlisi
otizmli bireyler ile vakit geçirildi, oyunlar oynandı,
resimler çizildi, öğretmenleri ile toplantılar yapıldı ve
farkındalık yaratılmaya çalışıldı. Öğretmenler ile yapılan
toplantılar sırasında ‘peki biz daha fazla nasıl yardımcı
olabiliriz size?’ sorusuna cevap arandı ve bazı kararlar
alındı. Rehabilitasyon merkezinin oyun salonları sade iki
renkle boyanmıştı, hem daha renkli bir oyun salonu
hazırlamak hem de burada eğitim gören bireylerin renk
farkındalığını oluşturmak için oyun salonları başta
olmak üzere okul daha renkli hale getirilecekti.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
27
arkadaşlarının kalplerini kırmamaları için eğitim vermek
düşerken, en büyük pay otizmli bireylerin
ebeveynlerine ve kardeşlerine düşüyor. Yorulmadan,
bıkmadan sevgi ve emek isteyen bir gönül meselesi bu;
Belki de tüm ömrünü sadece ses çıkarmak için
uğraşacak, yine de çok yol kat edemeyecek bir masum
çabaya yarenlik bu .
Fotoğraflar: TOG-O Bizim Proje Arşivi
Cumartesi ve pazar gününün en az 10 saatini bu
rehabilitasyon merkezinde iyileştirmeler yapmak için
harcayan toplum gönüllüleri, yaptıklarına şöyle bir
uzaktan bakınca tüm yorgunluklarını unuttular.
Pazartesi okullarına gelecek otizmli bireyler renkleriyle
ve gülüşmeleriyle onları bekleyen yeni oyun salonlarına
ve bahçelerine kavuşacaklardı. Buna vesile olmak,
harika bir duyguydu, tariflere sığmayan.
Bu yazıda anlatılan küçük, mütevazı dokunuş yapılması
gerekenlerden sadece bir tanesi. Onlarla vakit geçirmek
bile karşılıklı o kadar büyük bir mutluluk ki gerçekten
yaşanmaya değer. Toplumdaki her bireye iş düşüyor bu
noktada. Sağlıklı, genç bireylerin ilgisi, sevgisi,
kaynaştırma sınıfı öğretmenlerinin duyarlılığı çok çok
önemli hale geliyor. Anne-babaların payına otizmli
Fotoğraflar: TOG-O Bizim Proje Arşivi
Toplum olarak hepimizin payına bir şeyler düşse de
esasında en ağır yük otizmli bireylere düşüyor, sağlıklı
insanlardan daha fazla efor sarf etmek, daha çok
yorulmak zorundalar.
Yaşadığım bir olaydan örnek vermek istiyorum, Eren bu
rehabilitasyon merkezindeki onlarca çocuktan biriydi,
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
28
henüz beş yaşında ‘saf güzellik’ kelimesinin somut
haliydi. Dış dünya ile ilişkisi yok denecek kadar azdı,
kendi iç dünyası vardı ve bu ona yetiyor olmalıydı ki
tepki vermiyordu hiçbir şeye. Sabit bir noktaya bakıyor
ve duyarsız kalıyordu etrafındaki hareketlere. Onu
sevmek için yüzüne eğildiğimde aynı sabit noktaya
bakmaya devam etti, gülümsedim, adını söyledim,
dikkatini çekmeye çalıştım, beni izleyen öğretmeni
tepki vermez Eren dış dünyaya dedi. Eren bir an
eğildiğim zaman ona yaklaşan saçımı tuttu ve
öğretmeninin tepkisi hemen sevinçten koşa koşa
giderek sarıldığı telefona haber vermek oldu: ‘Eren
bugün tepki verdi’... Bir anne için ne kadar sevindirici
aynı zamanda da ne kadar buruk bir haberdi bu.
Otizm, bir farklılık değil ayrıcalıktır. Onlar daha duyarlı,
daha hassas, daha keskin duyulara sahipler aslında.
Bunu fark etmek ve ortaya çıkarmak ise bizim emek ve
çabalarımızla mümkün. Hep birlikte, refah seviyesi daha
yüksek bir toplum istiyorsak önce kendi değerlerimize
sahip çıkmalıyız, kendi insanlarımıza, çünkü onlar bizim,
O-BİZİM.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
29
GELECEK YA DA CİNAYET
Yazan: Gamze Sakal
Sokak Hayvanları Gönüllüsü
Gelişmek için öldürmek mi kurtuluş için bir basamak
mı?
Laboratuvar hayvanları için günümüzde çok farklı
görüşler olmakla birlikte sadece iki gruba ayırmak
özetlemek adına doğru bir adım olur muhtemelen...
İnsanlığın ve dünyanın geleceği için bu işkencelere ve
ölümlere fedakârlık ve zorunluluk olarak bakanlara karşı
bu duruma “cinayet” başlığı atanlar.
Günümüzde laboratuvar hayvanlarını kullanmayı “şart”
koşan sektörlerin sayısı bile bu çalışmalara konu olan
hayvan sayısını düşündürmek ve rakamın büyüklüğü
karşısında huzursuz olmak için yeterlidir sanırım.
Biyomedikal, genetik, davranış bilimleri, kozmetik
araştırmaları ve uyuşturucu testleri.. Araştırma başlığı
altında hayvanları kullanan alanlardan sadece birkaçı ve
bu alanların büyüklüğü, yapılan araştırmaların
büyüklüğünü göz önüne serebilir.
Araştırmalarda kullanılan hayvan sayısının yıllık 100
milyon kadar bir rakama çıktığı düşünülmektedir. 2001
yılında sadece Birleşik Devletler’de laboratuvarlarda
kullanılan fare sayısının 80 milyon olduğu tahmin
edilmektedir. Kullanılan çoğu hayvan deney bitiminde
ötenaziye kurban gitmekte, daha “sevimli hale
getirilmiş” bir dille ise uyutulmaktadır. Çoğu
laboratuvarlarda üretilmekle birlikte vahşi yaşamdan
para karşılığı yakalanıp satılanlar ise araştırma uğruna
oluşan bu trajik sektörün birçokları tarafından
sorgulanmasına neden olmaktadır.
Yine rakamlarla anlatmak gerekirse; Sadece 2013
yılında ve yine sadece Birleşik Devlet’lerde yüksek
oranda anestezi kullanılmaksızın nörolojik deneylere
konu olan 24.221 kedi, biyomedikal araştırmaların
öznesi olan 67,772 köpek ve AIDS, Hepatit gibi hastalık
araştırmalarının baş kahramanları 70.000’den fazla
maymun. Şimdi bu adetleri istediğimiz kadar yıl ve
istediğimiz kadar hayvan çeşidi ile çarpalım mı? Sonuç
nasıl? Kim Bilir! Kaçımızın bu hesabı yapmaya eli ve
yüreği izin verebilir?
Peki, yine yukarıda hesapla (yama) dığımız hayvanlara
araştırma bittiğinde ne olduğuna gelecek olursak,
kimisi bir gaz odasında karbon monoksit gazına, kimi
yüksek dozlu anesteziklere, kimi boyun kırılmasına, bir
günlük civciv ise öğütülmeye, bazı kemirgenlerse
mikrodalga ışınlarına maruz kaldı. “bilinçsiz” hale
getirildikten sonra tabii ki..
20.yüzyılda en sofistike bilgisayarların bile hücreler,
dokular, organlar, organizmalar arasındaki etkileşimleri
modellemeyi başaramaması nedeniyle medikal alanda
hedeflenen tüm gelişmelerin laboratuvar hayvanlarının
kullanılmasının zorunlu olduğunu savunanlara karşı
hayvanlar üzerinde yapılan geliştirmelerin insanlar
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
30
üzerinde olumlu etkisi olmayacağını ve bunun yanında
hayvanların doğuştan ölümcül deneylere konu olmama
haklarına sahip olduklarını, bu deneylerin birer işkence
ve cinayet olduğunu savunanlar. Ki bu uygulamalara
karşı çıkanlar 1860’lardan beri büyük mücadelelerle
örgütler kurmuş ve her defasında büyük medikal
örgütler tarafından müdahale ile mağlup olmuşlardır.
Fakat yine bu örgütlerin mücadeleleri sonucu
laboratuvar hayvanlarının etik kullanımları üzerine
prensipler geliştirilmiş olması, kozmetik gibi alanlarda
bazı ülkelerin hayvanların deneylerde kullanımının
yasaklanması gibi aksiyonlar bu konuda atılan iyi yönlü
adımlardır. 1959 yılında ortaya atılan;
Diyabet, şizofreni, kanser, lösemi, AIDS ve benzerleri…
Güncel hayatımızın hem gerçekleri, hem yaşanmışlıkları
hem de en büyük korkuları. Fareler, köpekler,
kurbağalar, balıklar ve benzerleri… En büyük
korkularımızın kahramanları ve umutları. Onlarla
kurtuldu belki nice insanoğlu; kurtulacak belki de daha
niceleri. Bir 24 Nisan’da daha ümitle bilimsel
çalışmalarda hayvanlara ihtiyaç duyulmaması dileğiyle..
- Aynı bilimsel amaçla hayvan kullanılmadan
kullanılacak bir yöntem var ise kesinlikle bu yöntemin
tercih edilmesi,
- Kullanılan bir hayvandan maksimum veriyi elde
edebilmek için metotlar geliştirilmesi ve böylece
kullanılacak hayvan sayısının düşürülmesi,
- Hayvanların kullanımında acıyı ve yıpranmayı
minimize edecek metotlar geliştirmesi ve kullanılması
maddelerini içeren “3Rs (The Three Rs) prensipleri
birçok ülkede hayvanların kullanımlarına dair
mevzuatların temelini oluşturmaktadır.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
31
OFİS MASANIZDAN DERİN DENİZLERE
DALIN! HEM DE ISLANMADAN
Yazan: Özlem Katısöz
Akdeniz Koruma Derneği (AKD) Gönüllüsü
Bugün kendinizi pek de verimli hissetmiyor musunuz?
Bilirsiniz, psikologlar yaratıcılık ve motivasyon için bir
mola alıp doğaya çıkmayı öneriyor. Gün ortası molası
için kendinizi bir parka atmaya niyetiniz ya da
Türkiye'deki gibi olanağınız yoksa şimdi çok daha iyi bir
alternatifiniz var: Scuba diving
Bir yere gideceğimizi sanmayın, NOAA (ABD Deniz ve
Atmosfer İdaresi) deniz dünyasını ayağınıza getiriyor.
Okeanos Explorer'ın 30 Nisan'a kadar yapacağı derin
deniz ekspedisyonları canlı olarak NOAA'nın websayfası
üzerinden yayınlanacak. Yüksek teknoloji ürünü araç
Porto Riko ve Virgin Adaları'nda deniz tabanından veri
iletecek (çalışma alanının Haritasına buradan
ulaşabilirsiniz). Bilim insanları bu çalışmayla yeni türler
bulmayı umuyor. NOAA yetkilileri, "Alan, denizaltı
kanyonları, dağları, vadileri gibi deniz tabanı özellikleri
açısından çok fazla çeşitliliğe sahip. Dolayısıyla değerli
ve hassas okyanus türlerini de barındırıyor olma olasılığı
çok yüksek, ancak haklarında çok az şey biliyoruz. Derin
deniz mercanları gibi birçok deniz tabanı türünü
gözlemleme fırsatımız olacağına inanıyoruz." derken
canlı yayının amacını da şu şekilde açıklıyor:
"Araştırmalarımızı yakından izleyen sıkı bir takipçi
kitlemiz var, bu gruba her yeni keşifte deniz dibinde
neler gördüğümüzle etkilenen yeni takipçiler ekleniyor.
Bu tür çalışmalar, yeni takipçilerin hem bilim
okuryazarlığını geliştiriyor hem de gençler arasında
temel bilimlere ilgiyi arttırıyor hatta belki de gelecek
kuşakların deniz kaşiflerine öncülük ediyor.
NOAA'nın derin
izleyebilirsiniz.
deniz
canlı
yayınını
buradan
http://grist.org/science/go-on-a-deep-sea-missionfrom-the-comfort-of-your-desk
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
32
16 NİSAN BİYOLOGLAR GÜNÜ
Doç. Dr. Alev Haliki UZTAN
Türkiye Biyologlar Derneği Eski Genel Başkanı
Ülkemizde her yıl 16.Nisan Biyologlar Günü olarak
kutlanmaktadır.
Bugün toplumun her kesiminde politikada, sporda ve
benzeri birçok alanda aidiyet duygusunu pekiştirmek
için bilerek veya bilmeyerek ama sıklıkla kullanılan
“genlerinde …özelliğini taşımak” kavramındaki gen ve
genetik bilimleri başta olmak üzere canlıları her yönüyle
inceleyen Biyoloji bilimi gerçekte çok önemli bir temel
bilim dalıdır.
Ülkemizde temel bilimlerde eğitim-öğretim sorunları
olağanüstü büyük boyutlara ulaşmasına ve özünde
biyologların özellikle istihdam sorunları her geçen gün
çığ gibi artmasına rağmen; inanılmaz bir hızla değişen
ülkemiz gündem içinde ne yazık ki hak ettiği yeri ve
itibarı bulamamaktadır.
Kamuda meslek ünvanını 1933 yılında almış bir meslek
grubu olup Biyolog: Üniversitelerin lisans eğitimi veren
Fen/Fen-Edebiyat Fakültelerinin biyoloji, moleküler
biyoloji ve genetik ile biyoteknoloji bölümlerinden
mezun olan; tüm canlıların, birbirleri ve çevreleri ile
olan etkileşimlerini, bilimsel yöntemlerle inceleyen, bu
yöntemler sonucunda elde ettiği verileri eğitim, tarım,
orman, sağlık, çevre, gıda, endüstri, biyoteknoloji,
nanoteknoloji, doğal kaynakların yönetimi alanlarında
araştıran, inceleyen, analiz eden, üreten ve kontrol
eden, denetleyen, uygulayan ve uygulatan, bu sonuçları
rapor haline getiren meslek mensubudur.
Çağımızda giderek daha fazla önem kazanan
Biyoteknoloji, Nanobiyoteknoloji, Biyogüvenlik, Çevre
ve Biyoçeşitliliğin Korunması, Vektörel hastalıklarla
mücadele, Biyogaz - Biyodizel- Biyorafineriler, Genom
Projeleri, Biyoinformatik ve Biyoturizm gibi yeni alanlar
da temelde BİYOLOJİ bilimine dayanmaktadır. Bu
alanlarda ar-ge çalışmaları ilgili mesleklerle birlikte
biyologlar tarafından sürdürülmektedir.
Dünyada başta ABD, Japonya ve AB ülkeleri olmak
üzere gelişmiş ülkelerde BİYOLOGLARIN çok çeşitli
alanlarda
yaptıkları
çalışmalarla
toplumların
sosyoekonomik ve ekonomik kalkınmasına temel katkı
sağlanmaktadır. Bu ülkeler gelişimini temel fen
bilimlerine (Biyoloji, Fizik, Kimya) verdiği önemle
taçlandırmış ülkelerdir. Genelde gıda endüstrisi, sağlık
hizmetleri, farmasötik endüstrisi ile devlet ve yerel
yönetimlere bağlı kurum ve kuruluşlarda; Su ve su
ürünleri endüstrisinde görev alan Biyologlar daha da
genişletilmiş ve özelleşmiş pek çok alanda
çalışmaktadırlar.
Gıda ve maya endüstrisinde; Hayvan biyokimyası ve
fizyolojisi, hayvan patolojisi, hayvan ve bitki yetiştirme,
et ve süt ürünleri, gıda mikrobiyolojisi, fermentasyon
teknolojisi, seracılık, bitki ve tahıl biyolojisi, toprak
bilimleri,
biyobozunma
ve
biyoindirgeme,
agrokimyasalların üretimi- deneme- analiz- toksikolojisi,
petrol ürünleri, pestisidler ve pest kontrolu, balıkçılık
araştırmaları, kalite ve kontrol, viroloji, bakteriyoloji,
mikoloji, parazitoloji, entomoloji gibi alanlarda satış ve
pazarlama ile yönetim ve uygulamada görev alırlar.
Sağlık hizmetlerinde tüm moleküler biyolojik
uygulamalar ve immunoloji ile, enzimoloji, violoji,
sitoloji, bakteriyoloji, mikoloji, parazitoloji, hematoloji,
tıbbi genetik, diyetetik, nörokimya, nörofarmakoloji,
üreme fizyolojisi, epidemiyoloji, radyobiyoloji, kanser
merkezleri, spor bilimleri, halk sağlığı, biyomedikal,
klinik biyokimya ve mikrobiyoloji alanları ile çevre
sağlığı ve epidemiyolojisi alanlarında diğer ilgili meslek
gruplarıyla birlikte çalışırlar.
Farmasötik endüstrisinde klinik ve biyokimyasal
farmakoloji, ilaç metabolizması, ilaç üretimi ve
toksikolojisi ile tahlil, kalite kontrol, satış ve pazarlama
sektöründe yer alırlar.
Bunların dışında yerel ve kamuya ait alanlarda kara ve
su ekolojisi, ormancılık, tarım, hidroloji, hidrobiyoloji,
alanların korunması, kirlilik ve çevre izleme, kentsel ve
kırsal planlama, atık su arıtımı, konfor ve rekreasyon
biyolojisi, enformasyon bilimleri, müze idareciliği ve
sürdürülebilir müze sistemleri, hayvanat bahçeleri,
topluma yönelik akvaryumlar, biyoçeşitliliğin ve gen
kaynaklarının
korunmasına
yönelik
merkezler,
gümrükler olmak üzere çok geniş bir çalışma alanına
yönelik bir meslektir.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
33
Tüm bu alanlara ek olarak tüm kamu ve özel sektöre ait
üretim merkezlerinde iş güvenliği ve sağlığı alanında en
önemli mesleklerden biri olarak yer almaktadır.
Yukarıda saydığımız bütün alanlar biyologların çalıştığı
ve ne denli önemli bir meslek olduğunun bilindiği
gelişmiş ülkelerden örneklerdir.
Biyoloji bilimi yaşamın her alanıyla ilişkilidir, dünyadaki
bilimsel gelişmelerin büyük bir kısmı biyolojiye dayalıdır
ve, gelecekte giderek daha da ön plana çıkacaktır.
İnsanlığı olumlu yönde etkileyen tüm yeni oluşumlar
incelendiğinde, biyoloji temelli araştırma ve gelişmeler
ilk sırada yer almaktadır.
Ülkemizde de tüm temel bilim dalları gibi Biyoloji
biliminin ve biyologların da yasa ve yönetmeliklerle
güvence altına alınmış olarak mesleklerini doğru
alanlarda istekle ve şevkle sürdürebildikleri günlerin de
geleceği inancımızı koruyarak bu onurlu mesleğe emek
veren tüm meslektaşlarımızı kutluyorum. Bu onurlu
mesleğin birer neferi olarak gelecekte de Biyologların
ülkemize ve doğal kaynaklarına sahip çıkacaklarından,
bilimsel
düşünceden
uzaklaşmadan
hizmet
edeceklerinden eminiz, kararlıyız, gururluyuz.
Biz biyologlar bilimsel özgürlük bilinci ve bilimin
önderliğinde, bilgilerimizi dünyanın ve insanlığın
yararına kullanmak üzere ve bilime saygı duyarak;
bilimsel gelişmelere açık, meslektaşları ile dayanışma ve
paylaşım içinde insanlığa hizmet etmeye devam
edeceğiz. Ebediyete intikal eden tüm meslektaşlarımızı
da sevgi ve saygıyla anarak "Biyologlar Günümüz" kutlu
olsun.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 10
34

Benzer belgeler