slamdabilim I.Blm

Transkript

slamdabilim I.Blm
BİLİM TARİHİ
VI. BÖLÜM:
İSLAM DÜNYASINDA BİLİM
Yrd. Doç. Dr. Ayfer KÜÇÜK
1
W
W
İslamiyet'ten önce Arabistan uzun yüzyıllar gezgin
kabile veya aşiretlerin yaşadığı bir bölgeydi.
Musevilik ve Hıristiyanlıktan önce bölgede
çoktanrılı ilkel bir din, yer yer putperestlik
egemendi.
M.S.570'te dünyaya gelen Hz. Muhammed, kırk
yaşında kendisine vahiy edilen mesajını ("Allah
tektir; Muhammed, O'nun peygamberidir") ilkin
yalnız karısına ve çok yakınlarına açabildi. Bu
mesaj daha geniş çevrelere duyurulunca Mekke'den
Medine'ye göçmek zorunda kaldı (M.S.622). Burada
da yakın ilgi ve anlayış gördü. Müslümanlık çok
kısa zamanda benimsenme olanağı buldu.
2
W
Yeni inancın verdiği güçle
Araplar askeri fetihlere
girişmekte gecikmediler.
W
M.S.622-650 arasında
Filistin, Irak, Suriye ve
Mısır'ı ele geçirirler. Daha
sonra doğuda İran ve
Türkistan'a, batıda Kuzey
Afrika'dan İspanya'ya kadar
genişlediler.
W
Baş döndürücü bir hızla
dünyanın en büyük
imparatorluklarından birini
kurdular.
3
W
İslam dininin ortaya çıkışıyla tarihin parlak
dönemlerinden biri başlamıştır.
W
Arapların
başlangıçta
komşu
ülkelerin
fetihleriyle başlayan yayılmaları çok geçmeden
bilim ve felsefede önemli gelişmelere sebep
oldu.
W
M.S.8. ve 12. yüzyıllar arasında geçen 400
yıllık dönemde bilim ve düşüncenin meşalesi,
Atlas Okyanusu kıyılarından Kuzey Hindistan
ve Orta Asya'ya kadar uzanan İslâm
dünyasında yanmıştır.
4
İslam Dünyasında Bilimin Gelişmesine
Ortam Hazırlayan Faktörler:
W
İslam uygarlığının çıkış noktası, esin ve
otorite kaynağı, kutsal kitabı KURAN'dır.
Sırf bu yüzden bile İslam biliminin ilk
kaynağının Kuran olduğunu söyleyebiliriz.
5
W
Kuran sayesinde önce Araplar, sonra İslam'ı
benimseyen diğer toplumlar,
bir kimlik
kazanmış,
ve
kendine
güven
duygusu
kavimcilikten kurtulup evrensel bir bakış
acısı oluşturmuş ve
bu sayede Müslümanların geleneksel olmayan
düşüncelere
korkusuzca
yaklaşabilmesi
mümkün olmuştur.
6
W
Bunun yanısıra,
Kuran'da bilgi (ilim) sahibi olmaya büyük önem
verilmesi,
doğada Allah'ın varlığına
varolduğunun belirtilmesi
ait
işaretlerinin
bu dönemde özel olarak bilimin gelişmesine
itici güç sağlamıştır.
7
KURAN-I KERİM’DEN
‫ﻋﱠﻠ َﻤ ُﻪ ﻣِﻤﱠﺎ َﻳﺸَﺎ ُء َو َﻟ ْﻮﻟَﺎ َد ْﻓ ُﻊ‬
َ ‫ﺤ ْﻜ َﻤ َﺔ َو‬
ِ ‫ﻚ وَا ْﻟ‬
َ ‫ت وَاﺗﻴ ُﻪ اﻟﻠّ ُﻪ ا ْﻟ ُﻤ ْﻠ‬
َ ‫ن اﻟّﻠ ِﻪ َو َﻗ َﺘ َﻞ دَا ُو ُد ﺟَﺎﻟُﻮ‬
ِ ‫َﻓ َﻬ َﺰﻣُﻮ ُه ْﻢ ِﺑ ِﺎ ْذ‬
‫ﻀ ٍﻞ َﻋﻠَﻰ ا ْﻟﻌَﺎﻟَﻤﻴ َﻦ اﻟّﻠ ِﻪ‬
ْ ‫ﻦ اﻟّﻠ َﻪ ذُو َﻓ‬
‫ض وَﻟ ِﻜ ﱠ‬
ُ ‫ت ا ْﻟ َﺎ ْر‬
ِ ‫ﺴ َﺪ‬
َ ‫ﺾ َﻟ َﻔ‬
ٍ ‫ﻀ ُﻬ ْﻢ ِﺑ َﺒ ْﻌ‬
َ ‫س َﺑ ْﻌ‬
َ ‫اﻟﻨﱠﺎ‬
BAKARA/251. Sonunda Allah'ın izniyle onları yendiler. Davud da
Câlût'u öldürdü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi,
dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah'ın insanlardan bir kısmının
kötülüğünü diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü altüst
olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir.
‫ﻦ ﻓﻰ ُﻗﻠُﻮ ِﺑ ِﻬ ْﻢ‬
َ ‫ت ﻓَﺎَﻣﱠﺎ اﻟﱠﺬﻳ‬
ٌ ‫ﺧ ُﺮ ُﻣ َﺘﺸَﺎ ِﺑﻬَﺎ‬
َ ‫ب َوُا‬
ِ ‫ت ُهﻦﱠ ُامﱡ ا ْﻟ ِﻜﺘَﺎ‬
ٌ ‫ﺤﻜَﻤَﺎ‬
ْ ‫ت ُﻣ‬
ٌ ‫ب ِﻣ ْﻨ ُﻪ اﻳَﺎ‬
َ ‫ﻚ ا ْﻟ ِﻜﺘَﺎ‬
َ ‫ﻋ َﻠ ْﻴ‬
َ ‫ُه َﻮ اﻟﱠﺬى َا ْﻧ َﺰ َل‬
‫ن ﻓِﻰ ا ْﻟ ِﻌ ْﻠ ِﻢ‬
َ ‫ﺳﺨُﻮ‬
ِ ‫زَ ْﻳ ٌﻎ ﻓَﻴَ ﱠﺘﺒِﻌُﻮنَ ﻣَﺎ َﺗﺸَﺎ َﺑ َﻪ ِﻣ ْﻨ ُﻪ ا ْﺑ ِﺘﻐَﺎ َء ا ْﻟ ِﻔ ْﺘ َﻨ ِﺔ وَا ْﺑ ِﺘﻐَﺎ َء َﺗﺎْوﻳﻠِﻪ َوﻣَﺎ َﻳ ْﻌ َﻠ ُﻢ َﺗﺎْوﻳ َﻠ ُﻪ اِﻟﱠﺎ اﻟﻠّ ُﻪ وَاﻟﺮﱠا‬
‫ب‬
ِ ‫ﻋ ْﻨ ِﺪ َرﺑﱢﻨ َﺎ وَﻣَﺎ َﻳ ﱠﺬ ﱠآ ُﺮِاﻟﱠﺎ اُوﻟُﻮا ا ْﻟ َﺎ ْﻟﺒَﺎ‬
ِ ‫ﻦ‬
ْ ‫ن ا َﻣﻨﱠﺎ ﺑِﻪ ُآ ﱞﻞ ِﻣ‬
َ ‫َﻳﻘُﻮﻟُﻮ‬
AL-İ İMRAN/7. Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kuran'ın) bazı
âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de
müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil
etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun
tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona
inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak
aklıselim sahipleri düşünüp anlar.
8
‫ﻚ‬
َ ‫ﻦ َﻗ ْﺒ ِﻠ‬
ْ ‫ﻚ وَﻣَﺎ ُا ْﻧ ِﺰ َل ِﻣ‬
َ ‫ن ﺑِﻤَﺎ ُا ْﻧ ِﺰ َل ِا َﻟ ْﻴ‬
َ ‫ن ُﻳ ْﺆ ِﻣﻨُﻮ‬
َ ‫ن ﻓِﻰ ا ْﻟ ِﻌ ْﻠ ِﻢ ِﻣ ْﻨ ُﻬ ْﻢ وَا ْﻟ ُﻤ ْﺆ ِﻣﻨُﻮ‬
َ ‫ﺳﺨُﻮ‬
ِ ‫ﻦ اﻟﺮﱠا‬
ِ ‫ﻟ ِﻜ‬
‫ﺟﺮًا‬
ْ ‫ﺳ ُﻨﺆْﺗﻴ ِﻬ ْﻢ َا‬
َ ‫ﻚ‬
َ ‫ﺧ ِﺮ اُوﻟ ِﺌ‬
ِ ‫ن ﺑِﺎﻟّﻠ ِﻪ وَا ْﻟ َﻴ ْﻮ ِم اﻟْﺎ‬
َ ‫ن اﻟﺰﱠآﻮ َة وَا ْﻟ ُﻤ ْﺆ ِﻣﻨُﻮ‬
َ ‫ﻦ اﻟﺼﱠﻠﻮ َة وَا ْﻟ ُﻤ ْﺆﺗُﻮ‬
َ ‫وَا ْﻟﻤُﻘﻴﻤﻴ‬
‫ﻋَﻈﻴﻤًﺎ‬
NİSA/162. Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve
müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman
edenler, namazı kılanlar, zekâtı verenler; Allah'a ve ahiret
gününe inananlar var ya; işte onlara pek yakında büyük
mükâfat vereceğiz.
‫ن اﻟّﻠ َﻪ َﻟﻬَﺎ ِد‬
‫ﺖ َﻟ ُﻪ ُﻗﻠُﻮ ُﺑ ُﻬ ْﻢ َوِا ﱠ‬
َ ‫ﺨ ِﺒ‬
ْ ‫ﻚ َﻓ ُﻴ ْﺆ ِﻣﻨُﻮا ﺑِﻪ َﻓ ُﺘ‬
َ ‫ﻦ َر ﱢﺑ‬
ْ ‫ﻖ ِﻣ‬
‫ﺤ ﱡ‬
َ ‫ﻦ اُوﺗُﻮا ا ْﻟ ِﻌ ْﻠ َﻢ َاﻧﱠ ُﻪ ا ْﻟ‬
َ ‫َو ِﻟ َﻴ ْﻌ َﻠ َﻢ اﻟﱠﺬﻳ‬
‫ﺴﺘَﻘﻴ ٍﻢ‬
ْ ‫ط ُﻣ‬
ٍ ‫ﺻﺮَا‬
ِ ‫ﻦ ا َﻣﻨُﻮا اِﻟﻰ‬
َ ‫اﻟﱠﺬﻳ‬
HACC/54. Bir de, kendilerine ilim verilenler, onun (Kuran'ın)
hakikaten Rabbin tarafından gelmiş bir gerçek olduğunu
bilsinler de ona inansınlar, bu sayede kalpleri huzur ve tatmine
kavuşsun. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri, kesinlikle
dosdoğru bir yola yöneltir.
9
HADİSLER
V
"Alimin âbide üstünlüğü, benim, sizden en
basitinize olan üstünlüğüm gibidir"
V
"Allahu Tela Hazretleri, melekleri, semâvat
ehli, deliğindeki karıncaya, denizindeki
balıklara varıncaya kadar arz ehli, halka
hayrı öğretene mağfiret duasında bulunur.
V
"Tek bir fakih (bilgili), şeytana bin âbidden
daha yamandır."
V
"Dinde fakih olan kimse ne iyi kimsedir!
Kendisine muhtaç olununca faydalı olur.
Kendisine ihtiyaç olmayınca ilmini artırır."
10
V
"Kim bir ilim öğrenmek için bir yola sulûk ederse Allah
onu cennete giden yollardan birine dahil etmiş
demektir. Melekler, ilim talibinden memnun olarak
kanatlarını (üzerlerine) koyarlar. Semavat ve yerde
olanlar ve hatta denizdeki balıklar âlim için istiğfar
ederler. Âlimin âbid üzerindeki üstünlüğü dolunaylı
gecede kamerin diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir.
Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne
dinar ne dirhem miras bırakırlar, ama ilim miras
bırakırlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir nasip elde
etmiştir."
11
V
"İlim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar
Allah yolundadır."
V
"Kim ilim talep ederse,
günahlarına kefaret olur."
V
"Kim, bir ilimden sorulur, o da bunu ketmedip
söylemezse (Kıyamet günü) ateşten bir gem ile
gemlenir."
V
"Kim bir ilim öğretirse ona bu ilimle amel edenlerin
sevabı vardır. Bu amel edenin ücretini eksiltmez."
bu
işi,
geçmişteki
12
W
Müslümanların kendinden önceki kültürlerin
bilimsel ve entelektüel birikimlerini kolayca
benimsemelerinin sebeplerinden biri de gene
Kuran'a dayanan, her kültürde ilahi vahyin
bozulmuş da olsa izlerinin olduğu görüşüydü.
W
İslam uygarlığına dışarıdan gelen en büyük etki
olan Yunan kültürünün benimsenmesi hem bu
sayede hem de (mesela ayni kültürle İlkçağ
sonunda karşılaşan Hıristiyanlığın durumunun
tersine) bu kültürün sahiplerinin siyasi rakip
konumunda olmamaları sayesinde mümkün
olabilmişti.
13
W
Doğrudan
Kuran'dan
kaynaklanan
etkilerin
yanında İslam biliminin zamanın genel düşünce
ortamından kaynaklanan bazı özellikleri de vardı.
Kuran'da da ısrarla vurgulanan tevhid yani
yaratıcı ve yönetici gücün birliğine dair inanç,
evrenin bir bütün olarak görülmesi,
her şeyin birbirine bağımlılığı,
fiziksel ve ruhani alemin iç içeliği ve beraberce
anlaşılması gerektiği
zamanın bütün
ediliyordu.
bilim
geleneklerince
kabul
14
W
Diğer bir ortak özellik de, bilginin birikerek
doğrusal bir şekilde ilerlediği yönündeki modern
görüşün aksine, döngüsel bir gelişme-bozulmaya
dayanan bir tarih anlayışının benimsenmesi ve
eski uygarlıkların bilimde en üst noktaya çıkmış
olabileceklerinin kabul edilmesiydi.
W
Bu yüzden mesela 12. yüzyılda yasayan
Rüşd'e göre bile Aristoteles kendisine
verilmiş bir bilgeydi ve bilim alanında
yapamaz ve asılamaz bir konuma sahipti.
İbn
ilim
hata
15
W
Son olarak, Ortaçağ'daki bilimin genel olarak
teknolojiye ve ekonomiye katkısı yoktu.
Bilimsel faaliyet sadece belli bir zümreye has,
halka inmeyen bir uğraştı. Bu yüzden bilimsel
motivasyon kaynakları entelektüeldi.
W
Fakat bunda saf entelektüel merak kadar
doğadaki ilahi işaretleri görmek, Tanrı'nın
bilgeliğinin farkına vararak bundan ruhani
dersler çıkarmak amacı da vardı.
16
Antik Cağın Mirasının Aktarılması
W
İslam dünyasında bilimsel faaliyeti başlatan asıl
itici gücün, diğer kültürlerin ve özellikle de Eski
Yunan'ın bilimsel birikiminin Arapça'ya
aktarılması olduğunu söylemek gerekir.
17
W
Fetihler kendilerinden önceki medeniyetlerin
yarattığı eserlerden yararlanmak gerektiğini
anlayan
Müslümanlar,
özellikle
Abbasîler
döneminde yoğun bir çeviri faaliyetine girişerek,
bilim ve felsefe alanlarında atağa kalkmışlar ve
önce varolan birikimi anlamaya ve daha sonra da
geliştirmeye çalışmışlardır.
18
W
Başlangıçta Arap Yarımadası'nda yoğun bir bilimsel
faaliyetle
karşılaşılmamaktadır.
Ancak
komşu
ülkelerde,
Doğu'da
Hindistan'da,
Batı'da
İskenderiye, Bizans ve Suriye'de bir hayli gelişmiş
bir bilimsel faaliyet vardı.
W
İslâm Dünyası ilkin Hint kültüründen etkilenmiş ve
yararlanmıştır. İlk çevirilerden biri hayvan masallarını
konu alan KELİLE VE DİMNE adlı eserdir. Yine ilk
yapılan çevrilerden biri, Hindistan'da yaşamış meşhur
astronomlardan, Brahmagupta'nın SİDDHANTA adlı
eseridir.
19
W
İlk tercümeler Abbasi hanedanının başlangıç
dönemlerinde, özellikle de Harun Reşid, Memun ve
Mutasim zamanında yapılmıştı ve gayet pratik
sebeplere dayanıyordu.
Arapların tıp alanındaki yetersizliği tıbbi eserlerin,
fethedilen topraklarda yaşayan ve Eski Yunan'ın
mirasına sahip Hıristiyanlarla entelektüel düzeyde
mücadele edebilmek isteği de mantık ve felsefe
alanındaki eserlerin tercüme edilmesine yol açmıştı.
W
İlk tercümanlar arasında Hıristiyan Huneyn bin İshak,
Harranlı Sabit bin Kurra ve Zerdüştçülükten İslam'a
gecen İbn Mukaffa vardı.
20
W
Çevrilen eserler arasında felsefe alanında Platon ve
Aristoteles'in birçok eserinin yanı sıra bunların
düşüncelerinin Yeni-Platoncu yorumları vardı.
W
Bilim alanında ise;
Hippokrates ve Galenos'un tıpla,
Batlamyus'un astronomi ve optikle,
Euklides'in matematikle,
Archimedes'in mekanikle ve
Aristoteles'in genel olarak fizik ve biyolojiyle
ilgili birçok eseri çevrilmişti.
21
W
Bunlar arasında özellikle Aristocu dünya görüşü
(mantığın
bilgi
edinmedeki
merkezi
rolü,
sistematik metafizik, bilimlerin sınıflandırılması,
vb.) Müslüman felsefeci ve bilim adamlarının
düşünce sistemini köklü bir değişime uğratmıştır.
Çeşitli yönlerden zaman zaman eleştiriye uğrasa da
İslam bilimi yüzyıllar boyunca temelde Aristocu
kimliğini sürdürmüştür.
22
DOĞU İSLÂM DÜNYASI
BİLİMSEL KURUMLAR
W
İslâm Dünyası'ndaki bilimsel
etkinliklerin gelişmesini sağlayan üç
önemli kurumun bulunduğu
bilinmektedir.
Bunlar;
BEYTÜ'L-HİKME (Bilgelik Evi),
GÖZLEMEVLERİ ve
HASTAHANELERdir.
23
BİLGELİK EVİ
³
İlk önemli araştırma ve eğitim
kurumu 815 civarında Abbasi
halifelerinden el-Memûn
tarafından Bağdat'ta kurulan
Beyt'ul-Hikme idi. Bu sayede
bilim adamlarının bir araya
gelmesi sağlanmış ve çoğu
tercüme burada yapılmıştı.
24
³
Bağdat'ta kurulmuş olan Bilgelik Evi'nin en önemli
görevi,
dönemin
ünlü
astronomlarını,
matematikçilerini ve hekimlerini bir araya
getirmek ve bilimin çeşitli alanlarındaki belli başlı
yapıtları muhtelif dillerden ve özellikle de
Yunanca'dan Arapça'ya çevirmekti.
³
Zengin bir kütüphanesi bulunan Bilgelik Evi'nin
müdürlüğünü, dönemin önde gelen bilim adamları
yapmışlardı.
Bunlar
arasında
FADL
İBN
NEVBAHT ve HÂRİZMÎ gibi bilginler de
bulunmaktaydı.
25
GÖZLEMEVLERİ
e
İlk gözlemevleri, Ortaçağ İslâm Dünyası'nda
ortaya çıkmıştır. Gerçi İskenderiye'de bir
gözlemevinin bulunduğundan söz edilmektedir.
Ancak bu gözlemevi gözlemler yapmak
maksadıyla örgütlenmiş bir kurum niteliğinde
değildir.
e
İslâm Dünyası'nda pek çok gözlemevi mevcuttu
ve bunlardan büyük bir kısmı, hükümdarlar
tarafından kurulmuştu. Ayrıca özel ve seyyar
gözlemevleri de bulunmaktaydı.
26
e
Bu gözlemevlerinde, düzenli ve devamlı bir surette
günlük gözlemler yapılmıştı. Gözlemevlerinin sabit
bir yeri, özenle ve dikkatle hazırlanmış aletleri,
özel bir kütüphanesi, gözlemcileri, hesapçıları ve
bu gözlem ve hesapları değerlendiren astronomları
bulunuyordu. Ayrıca, araştırmacılara yardımcı
olmak amacı ile idarî elemanları da vardı.
27
e
Gözlemevlerinin kuruluşlarındaki en önemli
neden, hassas gözlemlerin yapılabilmesi için
ölçüm aletlerin boyutlarının büyütülmesiydi.
Yapılan gözlemler sonucunda elde edilen
gözlem verileri, ZÎC olarak adlandırılan
tablolarda toplanmış ve ibadet vakitlerinin
belirlenmesi ve takvimlerin hazırlanması gibi
günlük gereksinimleri ilgilendiren işlemler, bu
tablolar aracılığıyla yapılmıştı.
28
HASTAHÂNELER
K Tedavi
kurumları ilk olarak Batı
Anadolu’da ortaya çıkmıştır ve
bunlar hastalıkların tedavisinde
banyo, uyku, müzik ve istirahat
gibi teknikleri kullanmaktaydılar.
Bu tedavi kurumları daha çok bir
Dinlenme Evi niteliğini taşıyorlardı
ve tedaviden sorumlu olan kişiler
ise rahiplerdi.
29
K Ayrıca bulaşıcı hastalıklar için de, hasta olan
bireyleri hasta olmayan bireylerden ayırmak
ve tedavi etmek maksadıyla bazı kurumlar
oluşturulmuştu.
K Her
ne kadar mikrop fikri için henüz çok
erken ise de, bazı hastalıkların temasla
insandan insana geçtiği bilinmekteydi.
K Meselâ
Câhiliye Dönemi'nde Arabistan
yarımadasında yaşayan Araplar, bulaşıcı
hastalıkların görüldüğü yerlerden kaçarak çöle
sığınıyorlardı.
30
K
K
İslâm
Dünyası'nda
ilk
hastane
Emevîler
Dönemi'nde Şam'da kurulmuştur. Bu hastanede
daha
çok
Hint
tıbbının
etkili
olduğu
düşünülmektedir. İkinci hastanenin Kahire'de,
üçüncü hastanenin ise Abbasî halifesi Mansûr
zamanında
(754-775)
Bağdat'ta
kurulduğu
bilinmektedir.
Üçüncü hastane, birincisi gibi, yoğun Hint etkisi
taşımaktadır. Burada başhekim olarak görev yapan
İbn Dehenî el-Hindî, Hint tıbbının klasik
eserlerinden olan SUSRUTA'yı Arapça'ya tercüme
ederek Hint tıbbının İslâm Dünyası'na girmesini
sağlamıştır.
31
K
K
İslâm Dünyası'nda dördüncü hastane, Harun elReşid
zamanında
(786-809),
Cundişapur
Hastane'sinde hekim olarak görev yapan Cibril
ibn Buhtyişu tarafından Bağdat'ta kurulmuştur.
Dönemin
beşinci
hastanesi
Halife
I.
Mütevekkil'in (847-861) Türk komutanlarından
Feth İbn Hakan tarafından, altıncı hastanesi ise
Tolunoğullarından Ahmed ibn Tolun tarafından
Kâhire'de kurulmuştur.
32
K
Tolunoğlu Hastanesi, bazı yönleriyle daha önceki
hastanelerden
ayrılmaktadır.
Çünkü
bu
hastanenin koğuşları farklı hastalıklara göre
sınıflanmış ve bu arada akıl hastalıkları için de
ayrı bir koğuş oluşturulmuştu. Tedavi ücretsizdi
ve hastalar, hastaneye girmeden önce giysilerini
çıkarıyorlardı,
böylece,
bazı
istenmeyen
maddelerin ve bugünkü anlayışa göre söylersek
mikropların dışarıdan taşınması engellenmiş
oluyordu.
33
K
K
Daha sonra Bağdat'ta kurulan yedinci hastane de
vakıf ilkeleriyle insanlık yararına kurulmuştu. Bu
hastahânede bugünkü ifade ile poliklinik
uygulamasına geçilmiştir.
13., 14. ve 15. yüzyıllarda İtalya ve Fransa'da kurulan
hastahânelerle karşılaştırıldıklarında, aynı zamanda
eğitim de verilen bu hastanelerin daha iyi
örgütlenmiş ve düzenlenmiş oldukları açığa
çıkmaktadır. Hastalıklar için farklı koğuşların
oluşturulması,
temizliğin
sağlanması,
tedavi
hizmetlerinin
toplumun
bütün
kesimlerine
yayılması ve vakıflar yoluyla desteklenmesi bu
kurumları, Avrupa'daki benzerlerinden daha üstün
kılmıştır.
34
BİLİMLER VE BİLİM ADAMLARI
MATEMATİK
ϒ
ϒ
İslâm matematikçilerinin başta aritmetik olmak
üzere, matematiğin geometri, cebir ve trigonometri
gibi dallarına önemli katkıları olmuştur.
Bu dönemde gerçekleşen gelişmelerden en önemlisi,
geleneksel
EBCED
RAKAMLARI‘nın
yerine
Hintlilerden öğrenilen HİNT RAKAMLARI‘nın
kullanılmaya başlanmasıydı. Hint rakamları, 8.
yüzyılda İslâm Dünyası'na girdi ve hesaplama
işlemini kolaylaştırdığı için matematik alanında
büyük bir atılımın gerçekleştirilmesini sağladı.
35
′
≤
Cebir bilimi İslâm Dünyası matematikçilerinin
elinde bir disiplin kimliği kazanmış ve özellikle
HÂRİZMÎ, KERECÎ ve ÖMER EL-HAYYÂM gibi
matematikçilerin yazmış oldukları eserler, Batı'yı
büyük ölçüde etkilemiştir.
İslâm Dünyası'nda büyük ilgi gören astronomi
alanındaki araştırmalara yardımcı olmak üzere
trigonometri alanında da seçkin çalışmalar
yapılmıştır. Bu konudaki en önemli katkı, açı
hesaplarında sinüs ve kosinüs gibi trigonometrik
fonksiyonların kullanılmış olmasıdır.
36
HÂRİZMÎ
⁄
9. yüzyılda Hârizm'de doğduğu için
Hârizmî adıyla tanınan ve büyük bir
olasılıkla Türk olan Muhammed İbn
Musa, Memun'un Bağdat'ta kurduğu
Bilgelik Evi'nde bulunmuş ve bu
kurumun kütüphanesinde
matematik ve astronomi alanlarında
araştırmalar yapmıştır. Aritmetik ve
cebirle ilgili iki yapıtı, matematik
tarihinin gelişimini büyük ölçüde
etkilemiştir.
37
∞
Aritmetik kitabının Arapça aslı kayıptır. Bu
nedenle bu yapıt, DE NUMERO INDORUM
(Hint Rakamları Hakkında) adıyla Adelard
tarafından yapılan Latince tercümesi sayesinde
günümüze kadar ulaşabilmiştir. Hârizmî, bu
yapıtında, on rakamlı Hint rakamlama
sistemini anlatmıştır.
∞
Batılı matematikçiler, Hint rakam ve hesap
sistemini
kullanmayı
bu
yapıttan
öğrenmişlerdir. Bu hesaplama sistemine, daha
sonraları ALGORİSM denecektir.
38
ƒ
Hârizmî'nin cebir konusundaki yapıtı ise, ELKİTÂBÜ'L-MUHTASARFÎ HİSÂBİ'L-CEBR VE'LMUKÂBELE (Cebir ve Mukabele Hesabının Özeti)
adını taşır ve bu konuda yazılmış ilk müstakil
kitaptır. Buradaki cebir sözcüğü, aslında, bir
denklemdeki negatif terimin eşitliğin öbür tarafına
alınarak pozitif yapılması işlemini, mukabele
sözcüğü ise denklemde bulunan aynı cins terimlerin
sadeleştirilmesi işlemini ifade etmektedir.
♣
Hârizmî bu eserinde, birinci ve ikinci dereceden
denklemlerin çözümleri, binom çarpımları, çeşitli
cebir problemleri ve miras hesabı gibi konuları
incelemiştir.
39
♦
Gerek Abdülhamid İbn Türk ve gerekse Hârizmî
cebire ilişkin çalışmalarında, özellikle ikinci
dereceden denklemler üzerinde durmuşlar ve birinci
dereceden denklemlerin çözümünde "Yanlış Yolu İle
Çözme Yöntemi"ni kullanırken, bugün ax2 + bx + c = 0
biçiminde gösterdiğimiz ve çözümünü x = - b ± √b2 4ac / 2a eşitliği ile bulduğumuz ikinci dereceden
denklemlerin çözümünü ise "Kareye Tamamlama
İşlemi"ne dayanan ayrı bir çözüm yöntemi
önermişlerdir.
40
♥
Bu denklem ile çözüm yöntemi şöyledir:
x2 + bx = c, x = √(b/2)2 + c - b/2
Bu denklemin çözümü için, ilkin bir
kenarı x olan bir kare çizilir.
Bu karenin üst sağ köşesinden her iki
yöne de b/2 kadar bir uzunluk eklenir
ve bu uzunlukların ucundan şekil
kareye tamamlanır.
b/2
b/2
x2
x
x
41
⎮
⎮
Şimdi ortaya çıkan ikinci karede, bir kenarı x
büyüklüğünde olan bir kare (x2), bir kenarı x ve
diğer kenarı b/2 uzunluğunda olan iki dikdörtgen
(x.b/2) ve bir de bir kenarı b/2 uzunluğunda olan bir
kare (b/2)2 mevcuttur.
Yani, [x + (b/2)]2 = x2 + 2 (b/2 x) + (b/2)2 olur.
[x + (b/2)]2 = x2 + bx + (b/2)2, x2 + bx = c
[x + (b/2)]2 = c + (b/2)2
b/2
√[x + (b/2)]2 = √c + (b/2)2
x + b/2 =√ c + (b/2)2
b/2
x2
x = √(b/2)2 + c – b/2
x
x
42
⎮
Hârizmî, Batlamyus'un COĞRAFYA adlı yapıtını
KİTÂBU
SURETİ'L-ARD
(Yer'in
Biçimi
Hakkında) adıyla Arapça'ya tercüme etmiş ve
böylece Yunanlıların matematiksel coğrafyaya
ilişkin bilgilerinin İslâm Dünyası'na girişinde
önemli bir rol oynamıştır.
43
ABDÜLHAMİD İBN TÜRK
≤
Hayatı hakkında bilinenler çok azdır.
Tarihte Türk lakabını taşıyan nadir Türk
bilim
adamlarındandır.
Hârezmi'nin
çağdaşıdır. Cebir konusunda yazdığı ve
bugün sadece bir kısmı mevcut olan eserde
özel tipler halinde gruplandırılmış ikinci
derece
denklemlerinin
çözümleri,
Hârizmî'ninkilerden daha ayrıntılı olarak
verilmiştir.
44
SABİT İBN KURRÂ
∞
Harran'da doğan ve yetişen Sabit
İbn Kurrâ (826-901) dönemin önde
gelen matematikçilerinden ve
astronomlarından biridir. Apollonios,
Archimedes, Eukleides ve Batlamyus
gibi Yunan bilginlerinin en önemli
yapıtlarından bazılarının Arapça'ya
tercüme etmiştir.
45
∞
∞
Batlamyus'un Almagest‘i için yapmış olduğu
yorumda, sinüs teoreminin tanımını vermiş
ve bu teoremi astronomiye uygulamıştır.
Dost sayılar, üzerine yapmış olduğu
incelemeler, Pythagorasçıların sayılar teorisi
ile ilgili çalışmalarına âşinâ olduğunu
göstermektedir. Cebiri geometriye başarıyla
uygulamıştır.
46
∞
Platon'un Menon adlı diyalogunda, Sokrates,
bilginin doğuştan getirildiğini kanıtlamak
maksadıyla, bir köleye, dik kenarları
birbirine eşit olan bir dik üçgende, dik
kenarların
karelerinin
toplamının
hipotenüsün
karesine
eşit
olduğunu
buldurmuştur.
47
∞
Buna göre, bir ABCD karesinde birbirine eşit dört tane dik
üçgen bulunur ve bu karenin uçlarından geçmek koşuluyla
bir EFGH karesi çizildiğinde, ikinci kare, birinci karenin
iki katı olacağından,
A
E
F
ABCD = 4 Diküçgen
EFGH = 8 Diküçgen ve buradan,
2 (ABCD) = (EFGH) olur.
∞
D
H
B
C
G
Öyleyse, ABD dik üçgeninde iki dik kenarın (AB ve AD)
karelerinin toplamı, hipotenüsün (BD) karesine eşittir. Bu
yöntem geometri tarihinde oldukça eskidir ve Bölme ve
Ekleme Yöntemi olarak adlandırılır.
48
∞
∞
Sabit İbn Kurrâ, bu özel durumdan yararlanarak daha genel
durumlara ulaşmış ve Pythagoras Teoremi'nin dik kenarları
birbirine eşit olmayan dik üçgenler için de geçerli olduğunu
göstermiştir.
Bunun için dik kenarları birbirine eşit olmayan bir ABC dik
üçgeni çizilir ve bu dik üçgenin dik kenarlarından birisi (CB),
diğer dik kenarın (AB) büyüklüğü kadar uzatılır; sonra
büyüklüğü, CB doğru çizgisinin büyüklüğü kadar olan başka bir
doğru çizgi (ED), DC doğru çizgisine dik olarak indirilir ve E ucu
C noktasına birleştirilir; böylece birbirine eşit iki dik üçgen elde
edilmiş olur. Daha sonra, ED, AB ve AC doğru parçaları bir
kareye tamamlanır. Bu durumda,
L
ACEL = Hipotenüsün Karesi
EFHD = Uzun kenarın Karesi
ABHG = Kısa kenarın Karesi ve
ACEL = EFHD + ABHG olacaktır.
E
F
G
D
C H
A
B
49
KERECÎ
⎩
⎩
10. yüzyıl sonları ile 11. yüzyıl başlarında
Bağdad'da yaşamış, meşhur matematikçilerden
birisi de Kerecî'dir. Cebir ve aritmetiğin yanında
teknik konularda da eserler yazmıştır.
Kerecî, belirli ve belirsiz denklemleri, cebirsel
üsleri incelemiş, aritmetik işlemlerini cebirsel
terimlere ve ifadelere uygulamış ve cebirsel
polinomlara ulaşmıştır. Onun incelediği ve
çözümünü verdiği bir belirsiz denklem örneği
şöyledir.
50
⎩
x3 + y3 = z2 ve m ve n pozitif ve rasyonel sayılar olmak
kaydıyla,
y = mx ve z = nx olsun. Bu durumda,
x3 + m3 x3 = n2 x2
x3(l + m3) = n2x2
x = n2 / (l + m3 ) olur.
Kerecî bu denklemin özel bir çözümü olarak x = l, y
= 2, z=3 değerlerini bulmuştur. Onun bu konuda
Diophantos'dan etkilendiği bilinmektedir.
51
ASTRONOMİ
œ Bu
bilim dalı da çeviriler yoluyla
Yunanlılardan alınmıştır. İslâm Dünyası'nda
astronomlar birbirleriyle bağlantılı olan iki
tür etkinlik üzerinde yoğunlaşmışlardı. Hem
gözlem aletleriyle gökyüzünü gözlemliyorlar
ve hem de gözlem verilerini hareketli
geometrik
düzeneklerle
açıklamaya
çalışıyorlardı.
52
œ
œ
œ
Bunlardan ilki pratik astronominin sahasına
giriyordu ve bu konuda İslâm astronomları, belki
de gözleme daha yatkın olan bilim anlayışlarının
bir sonucu olarak Yunanlılardan daha derin izler
bıraktılar.
İlk gözlemevleri onlar tarafından kuruldu.
Gözlemlerin dakikliğini arttırmak için yeni
gözlem araçları ve gözlem teknikleri geliştirdiler.
Hatta bu maksatla, açıların ölçümünde yeni
bulunan trigonometrik fonksiyonları kullanmaya
başladılar.
53
œ
œ
œ
Ancak kuramsal astronominin sahasına giren
ikinci etkinlikte aynı ölçüde başarılı olduklarını
söylemek mümkün değildir.
Müslüman astronomlar, Aristoteles'in yolundan
giderek, Yer'in hareket etmeksizin evrenin
merkezinde durduğuna ve Güneş de dahil olmak
üzere diğer bütün gök cisimlerinin onun
çevresinde dairesel yörüngeler üzerinde sabit
hızlarla dolandığına inandılar.
Bu konuda, Batlamyus tarafından önerilen dış
merkezli
ve
taşıyıcı
düzenekler
önemli
değişiklikler yapılmadan alınmıştır.
54
œ
œ
O
dönemlerde,
gözlemevlerinde
yapılan
gözlem
sonuçlarının tablolar halinde gösterildiği katologlara zic
denilmekteydi.
Zicler, bu tabloların yanı sıra;
trigonometriye,
küresel astronomiye,
takvim çeşitlerine ve yapımına,
izdüşüm yöntemlerine,
gözlem aletlerinin yapılışı ve kullanımına,
astrolojiye ve
ibadet vakitlerinin belirlenmesine
ilişkin bilgileri de kapsamaktaydılar.
55
FERGÂNÎ

Fergânî 9. yüzyılda yaşamış olan ünlü bir
astronomi bilginidir. Türkistan'ın Fergânâ
bölgesinde doğup büyümüş ancak daha
sonra zamanın bilim ve kültür merkezi olan
Bağdat'a yerleşmiştir.

Astronomi konusunda yazdığı
ASTRONOMİNİN VE GÖĞÜN
HAREKETLERİNİN ESASLARI (Cevâmî
İlm en-Nücûm ve'l-Harekât esSemâviye) adlı eseri birkaç kez Latinceye
tercüme edilmiştir.
56
BATTÂNÎ
“
Battânî
(858-929),
devrinin
en
önemli
astronomlarından
ve
matematikçilerindendir.
Rakka'da özel bir gözlemevi kurmuş ve burada 887918 tarihleri arasında son derece önemli gözlemler
yapmıştır.
“
Ay
ve
gezegenlerin
hareketlerini
Güneş,
gözlemlemiş, yörüngelerini doğru bir biçimde
belirlemeye çalışmıştır. Güneş ve Ay Tutulmaları ile
ilgilenmiş, mevsimlerin süresini büyük bir
doğrulukla hesaplamıştır. Ayrıca, ekliptiğin eğimini
de dakika olarak belirlemeyi başarmıştır.
57
“
Aynı zamanda matematikçi de olan Battânî, bu
alanda da son derece önemli çalışmalar
yapmıştır. Sinüs, kosinüs, tanjant, kotanjant,
sekant ve kosekantı gerçek anlamda ilk defa
kullanan bilim adamının Battânî olduğu
söylenmektedir. Battânî, çalışmaları sırasında
bazı temel trigonometrik bağıntılara ulaşmış ve
bunları
astronomik
hesaplamalarda
kullanmıştır.
58
EBU'L VEFA EL-BUZCÂNÎ
Ö
Yazmış olduğu eserlerle astronomiye büyük
hizmetlerde bulunan Ebu‘l Vefâ elBuzcânî (940-998), küresel astronomide
karşılaşılan sorunların çözülebilmesi için,
yeni trigonometrik bağıntıların
keşfedilmesi gerektiğini anlamış ve
araştırmalarını daha ziyade bu alana
yöneltmiştir. Tanjant ve sekant
fonksiyonlarını tanımlamış ve
trigonometrik fonksiyonların yayların
büyüklüğüne göre değişen değerlerini 15
dakikalık aralıklarla hesaplayarak tablolar
halinde sunmuştur.
59
Ö
Ebu'1-Vefâ el-Buzcânî, küresel üçgenlerin
çözümünde kullanılan çeşitli bağlantıları
bulmak suretiyle bu konunun gelişmesine de
büyük hizmetlerde bulunmuştur.
Ö
Müslüman matematikçiler tarafından Şeklü'lKatta,
yani
Kesenler
Teoremi
diye
adlandırılan Menelaus Teoremi'ni kullanarak
bir dik açılı küresel üçgene sinüs teoremini
uygulamıştır.
60
Ö
Ö
Bağdat'ta yaptığı gözlemlerle ekliptiğin eğimini
ölçmüş, mevsim farklarını bulmak için ekinoksları
gözlemlemiş,
ayrıca
Bağdat'ın
enlemini
ölçmüştür.
Astronomide ilk müşterek çalışma örneğini
vermiştir. Ebu‘l Vefa Bağdat'ta, Beyrûnî ise
Harezm'de
997
yılındaki
Ay
tutulmasını
gözlemlemişler ve her iki kentteki tutulma farkını
bir saat olarak bulmuşlardır. Buradan iki kent
arasındaki boylam farkını doğru olarak saptama
olanağını elde etmişlerdir. Ayrıca her iki bilim
adamı da tutulma düzlemini 23 derece 37 dakika
olarak belirlemişlerdir.
61
FİZİK
a
a
a
İslâm Dünyası'ndaki fizik çalışmaları, hareket ve
boşluk gibi, Aristoteles'in belirlediği konular
çerçevesinde kalmıştı ve onun görüşlerine
dayanmaktaydı.
Olan ve bozulan her şey, Aristoteles metafiziğinin
temelini
oluşturan
dört
nedensel
ilke
doğrultusunda açıklanmaya çalışılmıştı.
Hareket, belirli bir cismin, belirli bir biçimde
gerçekleşen yer değişiminden oluşmuştu ve bu
yer değişimin hem bir yapıcısı ve hem de bir
amacı vardı.
62
a
a
Yine bu dönem fiziğinin diğer bir özelliği,
bugün fiziğin bir dalı olan, ışık ve ses gibi belli
başlı konuların, o dönem için fiziksel bilimlerin
değil de, matematiksel bilimlerin bir dalı olarak
kabul edilmesidir.
Nitekim optik konusunda çok değerli çalışmalar
yapan İbnü'l-Heysem, uzun süre Doğu'da ve
Batı'da bir fizikçiden ziyade bir matematikçi
olarak algılanmış ve tanınmıştır.
63
FÂRÂBÎ
a
Felsefenin Müslümanlar arasında tanınmasında
ve benimsenmesinde büyük görevler yapmış olan
Türk filozof ve siyaset bilimcilerinden Fârâbî'nin
(874-950), fizik konusunda dikkatleri çeken en
önemli çalışması, BOŞLUK ÜZERİNE adını
verdiği makalesidir. Fârâbî'nin bu yapıtı
incelendiğinde, diğer Aristotelesçiler gibi,
boşluğu kabul etmediği anlaşılmaktadır.
64
a
Fârâbî'ye göre, eğer bir tas, içi su dolu olan bir kaba,
ağzı aşağıya gelecek biçimde batırılacak olursa,
tasın içine hiç su girmediği görülür; çünkü “hava
bir cisimdir ve kabın tamamını doldurduğundan
suyun içeri girmesini engellemektedir”.
a
Buna karşılık eğer, bir şişe ağzından bir miktar hava
emildikten sonra suya batırılacak olursa, suyun
şişenin içinde yükseldiği görülür. Öyleyse “doğada
boşluk yoktur”.
65
a
Ancak, Fârâbî'ye göre ikinci deneyde, suyun şişe
içerisinde
yukarıya
doğru
yükselmesini
Aristoteles fiziği ile açıklamak mümkün değildir.
Çünkü Aristoteles suyun hareketinin doğal
yerine doğru, yani aşağıya doğru olması
gerektiğini söylemiştir. Boşluk da olanaksız
olduğuna göre, bu olgu nasıl açıklanacaktır?
66
a
a
Bu durumda Aristoteles fiziğinin yetersizliğine
dikkat çeken Fârâbî, hem boşluğun varlığını kabul
etmeyen ve hem de bu olguyu açıklayabilen yeni
bir varsayım oluşturmaya çalışmıştır.
Fârâbî, suyun şişenin içinde yükselmesinin,
boşluğu doldurmak istemesi nedeniyle değil, kap
içindeki
havanın
doğal
hacmine
dönmesi
sırasında, hava ile su arasındaki komşuluk ilişkisi
yüzünden, suyu da beraberinde götürmesi
nedeniyle oluştuğunu bildirmektedir.
67
a
Yapmış olduğu bu açıklama ile Fârâbî, Aristoteles
fiziğini düzeltmeye çalışmıştır. Ancak açıklama
yetersizdir. Çünkü havanın neden doğal hacmine
döndüğü konusunda suskun kalmıştır. Bununla
birlikte, Fârâbî'nin bu açıklaması, sonradan Batı'da
Roger Bacon tarafından doğadaki bütün nesneler
birbirinin devamıdır ve doğa boşluktan sakınır
biçimine dönüştürülerek genelleştirilecektir.
68
İBNÜ'L-HEYSEM
a
a
İbnü'l-Heysem (965 - 1039) optik konusunda
çalışmış ve çok başarılı olmuş bilim adamlarından
birisidir. Optiğin görme, yansıma, kırılma,
gökkuşağı ve renk gibi hemen bütün konularında
incelemelerde ve araştırmalarda bulunmuştur.
Asıl büyük başarısı, çok eski dönemlerden beri
görmenin gözden çıkan ışınlarla gerçekleştiğini
savunan Göz Işın Kuramını deneysel olarak
reddetmiş olmasıdır.
69
a
İbnü'l-Heysem'in bu konuda ileri sürmüş olduğu
kanıtlar şunlardır:
• Karanlıkta
göremeyiz. Eğer
karanlıkta görmemiz gerekirdi.
ışınlar
gözden
çıksaydı,
• Kuvvetli
bir ışığa baktığımızda gözlerimiz kamaşmaktadır.
Eğer ışınlar gözden çıksaydı, gözlerimizin kamaşmaması
gerekirdi.
• Eğer karanlık bir odanın tavanına bir delik açarsak, sadece
o noktayı ve gelen ışığı görürüz. Halbuki ışınlar gözümüzden
çıksaydı, her tarafı görmemiz gerekirdi.
• Yine, ne zaman yıldızlara baksak onları anında görürüz. Eğer
ışınlar gözden çıkmış olsaydı, yıldızları görmemiz için belirli
bir zamanın geçmesi gerekirdi. Böyle olmadığına göre demek
ki ışınlar gözden çıkmaz.
70
a İbnü'l-Heysem'in yansıma konusuna katkısı ise,
gelen ışın ile yansıyan ışının neden eşit açılar
oluşturduğunu fiziksel ve geometrik yoldan
göstermiş olmasıdır.
a İbnü'l-Heysem'in kanıtlamasında dikkati çeken
en önemli nokta, gelen ve yansıyan ışınların biri
dik diğeri ise yüzeye paralel olan iki kuvvetin
etkisinde kaldığını ve hareketin yönünü de bu
kuvvetlerin bileşkesinin belirlediğini belirtmiş
olmasıdır.
71
a
İbnü'l-Heysem yansımadan sonra kırılmayı da
incelemiştir. Yansıma olgusu gibi, kırılma
olgusunu da fiziksel ve geometrik yoldan
inceleyen İbnü'l-Heysem, konuya gözlemsel ve
deneysel bilgi açısından önemli katkılarda
bulunmuştur. Fakat diğer optikçiler gibi, İbnü'lHeysem de Kırılma Kanuna ulaşamamıştır.
Kırılma Kanunu, çok sonraları Snell (1591 - 1626)
tarafından bulunacak ve bundan dolayı Snell
Kanunu olarak da tanınacaktır.
72
KİMYA
7
7
İslâm Dünyası'ndaki kimya çalışmaları, daha önce
Hellenistik Çağ'da İskenderiye'de yapılmış olan
simya çalışmalarından yoğun bir biçimde
etkilenmiştir.
Bu
sırasında
yavaş
yavaş
çalışmalar
belirginleşmeye
başlayan
Yapısal
Dönüşüm
Kuramı'na göre, doğadaki bütün metaller, aslında
bir kükürt-civa bileşimidir. Ancak bunların iç ve
dış niteliklerinde farklılıklar bulunduğu için,
kükürt ve civa kullanmak suretiyle istenilen
metali elde etmek mümkündür.
73
7
Müslüman simyagerilerin maksatlarından
birisi de bu dönüşümü gerçekleştirecek ELİKSİRi (filozof taşı), yani mükemmel
maddeyi bulmaktır. Mükemmele en yakın
metal altın olduğu için, genellikle bu
çalışmalarda
altının
kullanıldığı
görülmektedir. İksir, aynı zamanda sonsuz
yaşamın kapısını aralayacak bir anahtar
olarak da düşünülmüştür.
74
7
Ortaçağ
İslâm
Dünyası'nda,
simyayı
benimseyenlerle
benimsemeyenler
arasında
süregelen tartışmaların, kimyanın gelişimi
üzerinde
çok
olumlu
etkiler
yaptığı
görülmektedir. Çünkü bu tartışmalar sırasında,
taraflar, görüşlerinin doğruluğunu kanıtlamak
için, çok sayıda deney yapmış ve bu yolla
deneysel bilginin artmasında önemli bir rol
oynamışlardır.
75
CÂBİR İBN HAYYÂN
7
7
Yapmış olduğu kuramsal ve deneysel araştırmalarla
kimyanın gelişimini büyük ölçüde etkilemiş olan
Câbir İbn Hayyân'ın hayatı hakkında pek fazla bir
bilgiye sahip değiliz. Batıda GEBER adıyla anılır.
Câbir de, Aristoteles'i izleyerek maddeyi dört unsur
(toprak, su, hava ve ateş) kuramıyla açıklamaya
çalışmış ve bu unsurların nitelikleri (kuru-yaş ve
soğuk-sıcak) farklı olduğu için bunların
birleşmesinden oluşan maddelerin de farklı
özelliklere sahip olduğunu belirtmiştir.
76
7
Hellenistik Dönem simyagerlerinden de
etkilenmiş
olan
Câbir
İbn
Hayyân,
yeryüzü'ndeki bütün maddeleri 3 ana grupta
toplamıştır:
Alkol gibi uçucu maddeler.
Altın, gümüş, bakır ve kurşun gibi metaller.
Bazı boya maddeleri gibi, uçucu ve metalik
olmayan ara maddeler.
77
7
Cabir’e göre, hiçbir madde doğada saf olarak bulunmaz
ama damıtma işlemiyle onları saflaştırmak mümkündür.
Ayrıca sadece cansızları oluşturan maddeler değil, canlıları
oluşturan maddeler de damıtılabilir. Organik kökenli
maddeleri damıtmak suretiyle, Câbir'in çeşitli boyaları,
yağları ve tuzları elde ettiği bilinmektedir.
Cabir’in Damıtma Düzeneği
78
7
7
Metallerin oluşumunu açıklamak maksadıyla
ortaya atılmış olan kükürt-civa kuramına göre;
altın, gümüş ve bakır gibi metallerin birbirlerinden
farklı olmasının sebebi, bu metallerin temelini
teşkil eden kükürdün farklılığı ve oluşmaları
sırasındaki ısı farkları ve Güneş ışığıdır.
Yeni bir metal meydana getirmek üzere birleşen
kükürt ve civa daha önceki özelliklerini terk ederek
yeni bir birim oluştururlar. Câbir'in bildiği
metaller altın, gümüş, bakır, demir, kurşun ve
kalaydan ibarettir.
79
7
Câbir İbn Hayyân'ın yapmış olduğu araştırmalar
sonucunda, kimya bilimine yapmış olduğu
katkıları
üç
madde
altında
toparlamak
mümkündür:
i.
Element görüşünün
olmuştur.
oluşmasına
yardımcı
ii.
Deneylerinde, ölçü ve tartı işlemleri
üzerinde hassasiyetle durduğu için, nicellik
anlayışının güçlenmesini sağlamıştır.
iii. Çalışmaları sırasında geliştirmiş olduğu
yeni
aletlerle
kimya
teknolojisinin
ilerlemesine aracı olmuştur.
80
KİNDÎ
7
9. yüzyılda Bağdad'da yaşayan Kindî
(yaklaşık 796-870) Ortaçağ İslâm
Dünyası'nın büyük filozoflarından
birisidir. Arapça'ya çeviriler yapmış,
matematik, astronomi, fizik ve kimya
gibi bilimlerle de ilgilenmiştir. Optiğe
ilişkin çalışmaları, Eukleides'in
araştırmalarına dayanmaktadır.
81
7
Kindî, Câbir İbn Hayyân'ın aksine, “doğada
bulunan metaller bileşik değil basittirler ve
her birinin kendisine özgü nitelikleri vardır.
Birinin
diğerine
dönüşmesi
veya
dönüştürülmesi olanaklı değildir. Dolayısıyla
simyevî işlemler aracılığıyla, bakır veya
kurşun gibi değersiz metallerden altın ve
gümüş gibi değerli metaller üretilemez.”
şeklinde düşünmektedir.
82
7
Kindî, Eukleides'in Göz Işın Kuramı'nı benimsemiş
ve ışınların gözden çıktığını kanıtlamak için iki
gözlemden yararlanmıştır:
i.
Ona göre bir duyu organının yapısı, onun işlevini
belirler. Nitekim kulak sesi toplamak için oyuk ve
hareketsiz, göz ise küresel ve hareketli olarak
yaratılmıştır. Yapısı gereği etkin olduğuna, yani
karanlıkta görmeyi sağladığına göre, ışınların
gözden çıktığını kabul etmek daha doğrudur.
ii.
Eğer görme, algılanan nesnelerin biçiminin göze
gelmesiyle
oluşuyor
olsaydı,
göz
önüne
yanlamasına konulan bir dairenin, bir doğru
parçası şeklinde değil, tam bir daire şeklinde
algılanması gerekirdi. Böyle olmadığına göre
ışınlar gözden çıkmaktadır.
83
7
Kindi, ışık ışınlarının yayılım biçimiyle de
ilgilenmiş ve gözden çıkan ışınların bir koni
oluşturduğunu belirtmiştir. Ancak Eukleides'den
farklı olarak, bu koninin kesikli olmadığını, tıpkı
Batlamyus'ta olduğu gibi, kesiksiz olduğunu
söylemiştir.
7
Çünkü ona göre, koninin kesikli olduğunu kabul
etmenin temelinde ışınların tek boyutlu olduğu
inancı yatmaktadır.
7
Halbuki ışın karanlığa etki ettiğine ve etki
etmek, ancak üç boyutlu cisimlere özgü olduğuna
göre, ışınlar da üç boyutlu olmalıdır.
84
7
Kindî'nin koninin kaynağıyla ilgili görüşleri de,
Eukleides'in görüşlerinden farklıdır. Ona göre,
görsel ışınlar, göz merkezinden değil, dışbükey
kısmının
her
noktasından,
yani
bugünkü
anlamında
korneanın
her
noktasından
yayılmaktadırlar. Bu durumda tek bir görsel koni
değil, gözlemcinin gözünün yüzeyindeki her
noktadan çıkan pek çok koni olacaktır.
GÖZ
85
RÂZÎ
7
7
Yerleşik inançları sorgulayan felsefî düşünceleriyle
tanınmış olan Râzî (öl. 925), bilimle de ilgilenmiş
ve kimya ve tıp gibi alanlarda yapmış olduğu
çalışmalarla bilim tarihinde seçkin bir yer
edinmiştir.
Kimya biliminde Câbir'in açmış olduğu yoldan
giderek yapısal dönüşüm kuramını benimsemiştir.
Ancak Câbir gibi Aristotelesçi değildir. Maddenin
oluşumunu dört unsurun birleşmesiyle değil,
atomların birleşmesiyle açıklama eğilimindedir.
86
7
7
Câbir gibi, bir dizi deney yaparak saf elementi
elde etmeye çalışmış ve bu işlemin, maddenin
erimesi, çözülmesi, parçalanması, ortaya çıkan
parçaların farklı parçalarla birleşmesi ve oluşan
ürünün çökelmesi gibi ayrı süreçten geçtiğini
belirtmiştir.
Çalışmaları sırasında yeni kimyevî maddeler, yeni
yöntemler ve yeni aletler geliştiren Râzî demir gibi
zor eriyen metallerin ergitme işlemleri ile ilgili
araştırmalar yapmıştır.
87
7
Râzî'nin kimya alanındaki çalışmalarının yanı sıra, tıp
alanındaki çalışmaları da çok önemlidir. Rey'deki bir
hastanede doktor olarak görev yapmıştır. Kendisine daha
çok Hippokrates'i örnek alan Râzî, Hippokrates gibi,
hastalarını tedavi süresince dikkatle gözlemiş ve teşhis
ve tedavisini bu gözlemler sırasında elde etmiş olduğu
bilgiler ışığında yönlendirmiştir. Teşhis sırasında özellikle
nabız, idrar, yüz rengi ve terleme gibi göstergeleri göz
önünde bulundurmuştur.
88
7
7
Râzî ilk defa Ortadoğu ülkelerinin çoğunda yaygın
olarak görülen çocuk hastalıklarından çiçek ve
kızamığın tanılarını vermiş ve bunlar arasındaki
farkları belirlemiştir.
Râzî hastalıkların tedavisinde, ilaçla tedavi
yöntemini tercih etmiştir. Böbrek taşlarının ve
mesane taşlarının çıkarılması gibi, genellikle
cerrahî müdâhalenin beklendiği durumlarda bile,
ilaçla tedaviyi yeğlediği görülmektedir.
89
BİYOLOJİ
Erken
tarihli
biyoloji
yapıtları
genellikle
ansiklopedik bir nitelik taşır. Bunlarda, bitkilerle ve
hayvanlarla ilgili yüzeysel gözlemlerin yanı sıra,
hikayelere ve hadislere de yer verilmiştir. İncelenen
bitkiler daha çok tıbbî bitkilerdir. Hayvanlara
ilişkin açıklamaların ise, özellikle at, deve ve koyun
gibi
gündelik
yaşantıyı
doğrudan
doğruya
etkileyen
canlılar
üzerinde
yoğunlaştığı
görülmektedir.
Bitkibilimle ilgilenenler genellikle doktorlardır.
Çünkü tedavi sırasında daha çok bitkilerden
yapılan ilaçlar kullanılmaktadır.
90
CÂHİZ
Dönemin önde gelen düşünürlerinden olan Câhiz, yazmış
olduğu yedi ciltlik Kitâbü'l-Hayavân (Hayvanlar Kitabı)
eserinde, çok sayıda hayvanı tanıtmış ancak bilimsel olan
değerlendirmelerin
yanında,
bilimsel
olmayan
değerlendirmelere de yer verilmiştir. Yazılış maksadı, daha
çok yaratıklardan örnekler getirmek yoluyla Yaratan'ın
varlığını kanıtlamak ve Allah'ın yararsız bir hayvan
yaratmamış olmasındaki İlâhî Hikmeti övmekti.
Câhiz, canlılar dünyasını, hayvanlar ve bitkiler olmak
üzere iki bölüme ayırdıktan sonra, hayvanları hareket
biçimlerine göre; Yürüyenler, Uçanlar, Yüzenler ve
Sürünenler olmak üzere dört grupta toplamıştır.
91
COĞRAFYA
Þ
Ortaçağ İslâm Dünyası'nda, coğrafyacılar, Dünya'nın
çapının veya çevresinin hesaplanması, haritaların
düzgün bir şekilde çizilebilmesi için uygun izdüşüm
yöntemlerinin geliştirilmesi, Yeryüzü'ndeki önemli
noktaların enlem ve boylamlarının belirlenmesi
gibi matematiksel işlemlere dayanan matematiksel
coğrafya ile bilinen Dünya'nın beşerî ve fizikî
özelliklerini kapsayan tasvirî coğrafyanın gelişimi
yolunda önemli girişimlerde bulunmuşlardır.
Bilhassa, tasvirî coğrafya alanına değerli katkılarda
bulunmuşlardır.
92
Þ
Matematiksel coğrafya konusundaki çalışmalar, Abbasî
halifesi Memûn döneminde (813-833) Arapça'ya çevrilmiş
olan Batlamyus'un Coğrafya'sına dayanmakta ve
Yunanlılarda olduğu gibi, astronominin bir dalı olarak
kabul edilmekteydi.
Þ
Memûn, belki de tarihte ilk defa olarak, dönemin meşhur
astronom ve coğrafyacılarından teşkil edilmiş bir bilim
kuruluna
Yer'in
çevresini
ölçerek
büyüklüğünü
belirleme görevini vermişti. İki ayrı yerde yapılan
ölçümlerde, bir meridyen dairesinin bir derecelik yayına
karşılık gelen uzunluk, astronomik yöntemlerle ölçülerek
bulunan değer 360 ile çarpılmış ve Dünya'nın çevresinin
uzunluğu bulunmuştur.
93
Þ
Coğrafyanın bütün alanlarında önemli eserler
vermiş olan Biruni de yerölçümü ile ilgilenmiştir.
Bu alanda kullanmış olduğu yöntemlerden
birincisi, yukarda verilen yöntemin aynısıdır ve
söylediğine göre, elde ettiği sonuç Memûn
dönemindeki ölçümleri doğrular niteliktedir. İkinci
yöntem ise, Biruni'ye aittir. Hindistan'a yapmış
olduğu bir seyahat sırasında, geniş bir ovaya hakim
olan yüksek bir dağa çıkmış ve orada ölçtüğü ufuk
alçalma açısından yararlanarak Yer'in çevresinin
büyüklüğünü hesap etmiştir.
94
a
C
a = ufkun alçalma açısı
h
r = Yer'in yarıçapı
h = dağın yüksekliği
A
olduğuna göre, AMC üçgeninde;
r
a
r
cos a = AM / MC = r / r + h
ve buradan r'yi çekersek,
M
r = (r + h). cos a
r = r . cos a + h. cos a
r - (r .cos a) = h . cosa
r. (l - cos a) = h . cos a
r = h . cos a /1 – cos a ve l - cos a = 2 sin2 a
olduğundan,
r = h . cos a / 2 sin2 a olur.
a ve h ölçülebildiğine göre, bu formülle Yer'in yarıçapı ve
sonra da 2πr'den çevresi bulunabilir.
95
MESCÛDÎ
Þ
"Müslümanların Herodotos'u" lakabıyla tanınan Mescûdî
(öl.957), tarihî olayları oluş anlarına göre birbiri ardı sıra
dizmeyi amaçlayan tarih anlayışı yerine, yeni bir anlayış
geliştirmiş ve olayları hanedanlara ve uluslara göre
sınıflama yoluna gitmiştir.
Þ
Mescûdî, diğer birçok Müslüman coğrafyacı ve tarihçi gibi,
bilgi edinmek için uzun gezilere çıkmış ve hayatının son on
yılını otuz ciltlik MURÛCU'Z-ZEHEB VE MA'ÂDİNU'LCEVHER (Altın Çayırlar ve Gümüş Madenler) adlı yapıtını
hazırlamak maksadıyla Suriye ve Mısır'da tüketmiştir.
Yapıtta, İslâmiyet'in doğuşundan Mescûdî'nin dönemine
değin geçen olaylar ayrıntılı bir biçimde anlatıldıktan sonra,
Müslümanların temas halinde oldukları uluslar, tarihî bir
çerçeve içerisinde bütün yönleriyle tanıtılmıştır.
96
TIP
K
Yunan hekimleri tarafından yazılmış olan
bilimsel yapıtlar Arapça'ya çevrilmeden önce,
Ortaçağ İslâm Dünyası'ndaki tıp bilgisi,
geleneksel anlayış ve uygulamalar ile Hazret-i
Muhammed'in
beden
ve
ruh
sağlığının
korunmasına ilişkin önerilerinden oluşuyordu.
Peygamber Tıbbı olarak adlandırılan bu birikim,
Müslümanlar arasında yaygın bir biçimde
benimsenmiş ve kullanılmıştır.
97
K
Çevirilerden sonra, Müslüman hekimler arasında
özellikle Galenos'un görüşlerinin yaygınlaştığı
görülmektedir. Ancak Müslüman hekimler Yunan
birikimini yeterli bulmamışlar ve yaptıkları
araştırmalar sırasında edinmiş oldukları kişisel
gözlemleri
ve
deneyimleri
bu
birikimle
kaynaştırarak tıp biliminin gelişimine önemli
katkılarda bulunmuşlardır. Râzî, Ali İbn Abbâs,
İbn Sînâ, Zehrâvî ve İbn Nefis gibi isimler, bu
dönemin
önde
gelen
hekimleri
arasında
bulunmaktadır.
98
ALİ İBN ABBÂS
K
10. yüzyılda yaşayan Ali ibn Abbâs Ortaçağ'ın önde gelen
hekimlerinden biridir. KİTÂBÜ'S-SINAAT (Tıp Sanatı)
adlı kitabı tıpla ilgili bütün konuları içermektedir. Ali İbn
Abbâs bu yapıtında baştan ayağa doğru, bütün beden
hastalıklarını sırasıyla konu edinmiş ve bunların
belirtileri ile teşhis ve tedavileri hakkında ayrıntılı
bilgiler vermiştir. Yaralar, tümörler ve taşlar gibi cerrahî
müdahale gerektiren durumlarla karşılaşıldığında,
cerrahların şu koşulları göz önünde bulundurmaları
gerektiğini savunmuştur:
i.
Cerrahın anatomi bilgisi yeterli olmalıdır.
ii.
Ameliyat öncesinde, aletler temizlenmelidir.
iii.
Ameliyat sonrasında, hastanın bakımına önem
verilmelidir.
99
İSLAM FELSEFESİ
™
İslam biliminin kaynaklarından biri de bunun
düşünsel temelini oluşturan İslam felsefesiydi.
Bu yüzden düşünceleri bilim alanında özellikle
etkili
olmuştu.
Filozof-bilim
adamları
geleneğinin üç önemli temsilcisi Kindi, Farabi
ve İbn Sina'nın varlık ve bilgi teorisi
konularındaki görüşlerini kısaca incelemek
yararlı olacaktır.
100
KİNDİ
™
Kindi (800-870) İslam felsefesinde Aristocu geleneği
izleyen Messai okulunun ilk temsilcisiydi ve kendinden
sonra gelen felsefeciler gibi ana amacı felsefi ve
dinsel bilgiyi tek bir sistem içinde birleştirmekti.
Kindi, felsefe ve din arasında görünürdeki çelişkilerin
giderilebileceğine inanıyordu. Buna rağmen Kindi'nin
bu tür sorunlara orijinal çözümler getirdiği söylenemez.
Evrenin
ortaya
çıkışı
konusunda
ise
Kindi
Aristoteles'in ezeli evren anlayışından ayrılıp İslami
yoktan yaratılış görüsünü benimsemişti.
101
™
Kindi'ye göre varlıklar,
duyularla algılanabilenler (tikeller),
akılla algılanabilenler (tümeller) ve
vahiy yolu dışında hakkında bilgi edinilemeyenler
(ilahi varlıklar)
olarak sınıflanıyordu. Bilgi teorisi konusunda fazla bir
şey yazmasa da diğer İslam felsefecileri gibi genelde
Aristoteles'in 'RUH ÜZERİNE' ('Peri Psuche') adlı
eserindeki Akıl (Nous) anlayışını benimsemişti.
102
™
Bilimleri sınıflandırışı da Aristocu nitelikteydi ve
varlık teorisini takip ediyordu.
Değişime tabi varlıkların incelendiği fiziksel
bilimler (fizik, biyoloji, coğrafya, vb.);
Değişmez formların konu edildiği mantıksal
bilimler (matematik, mantık, müzik, metafizik,
astronomi);
Maddeden tamamen bağımsız varlıkların konu
edildiği dinsel bilimler.
Bunlar aynı zamanda önemsizden önemliye doğru
sıralanıyordu.
103
FARABİ
™
Farabi'ye (870-950) geldiğimizde ortada çok
daha tutarlı ve özgün bir felsefi sistem olduğunu
görüyoruz. Farabi Kindi'den farklı olarak
Aristocu felsefenin kendisinden ziyade bunun
özellikle kozmolojisi itibariyle İslam'la daha
uzlaşabilir gibi görünen Yeni-Platoncu yorumunu
benimsemişti.
104
™
Ona göre doğrudan gerçeğe ulaşmanın yolu
felsefeydi; din ise bu gerçeğin halkın
anlayabileceği şekle sokulmuş haliydi. Dinle
felsefe arasındaki görünüşteki çelişkiler dinin
sembolik anlatımından kaynaklanıyordu ve bu
gibi durumlarda akıl yoluyla varılacak sonuçlar
esas alınmalı, dinsel hükümler buna göre
yorumlanmalıydı.
105
™
Farabi temelde evrenin yaratılışındaki teorisi;
göksel ve dünyevi varlıklar ilk varlık olan Allah'tan
türemişlerdi.
Allah'tan ilk olarak ilk akıl çıkmış, bu da hem en dıştaki
gök katına hem de İkinci Akıl'a sebebiyet vermişti.
Böylece sırayla on Akıl ve bunların her birine ait olan
dokuz gök katı (ki son yedisi o zaman bilinen yedi
gezegene karşılık gelir) ortaya çıkmıştı.
Onuncu Akıl sayesinde evrenin merkezindeki dünya
yaratılmıştı.
Değişime tabi varlıkların yer aldığı bu Ay-Altı alemde en
aşağı seviyede ezeli madde vardı.
106
™
™
Bundan dört temel eleman (su, toprak, ateş, hava),
onlardan da sırasıyla mineraller, bitkiler, hayvanlar ve
son olarak insan ortaya çıkmıştı. Farabi burada, varlık
ve bilgi teorilerini bir araya getirecek şekilde, insanın en
üst düzeydeki varlığını da akıl olarak görür.
Farabi İslami düşünceyle Yunan düşüncesini içine alan
büyük bir sistem kurmuş, fakat bu sistemin İslami yönü
oldukça zayıf kalmıştı. Felsefeyi Müslümanların
gözünde daha cazip hale getiren ve İslam tarihindeki en
etkili sentezi gerçekleştiren Farabi'nin takipçisi İbn Sina
olacaktı.
107
İBN SİNA
™
İbn Sina (980-1037) Aristocu ezeli evren
görüsüyle İslami yoktan yaratılış görüşünü
uzlaştıracak bir formül buldu. Bunun için
Aristoteles'in
metafiziğinde
önemli
bir
değişiklik yaparak varoluş (vucud) ve öz
(mahiyet) kavramlarını birbirinden ayırdı.
Çünkü, bir şeyin özünü bilmek o şeyin varolup
olmadığını bilmekten bağımsızdı.
108
™
Varlıklar zorunlu ve mümkün olmak üzere iki çeşitti.
Varolmadıklarını varsaymanın bir çelişki yaratmadığı
varlıklar mümkün varlıklardı ve bunlar varoluşlarını
kendi dışlarında bir varlığa borçluydular. Bu açıdan
bakıldığında dünyada gördüğümüz bütün nesneler gibi
evrenin kendisi de mümkün bir varlıktı.
Mümkün varlıklar zincirinde sonsuza kadar geriye
gidemeyeceğimize göre varlığı kendi dışında bir şeye
bağlı olmayan ve diğer her şeyin varlığını borçlu olduğu
bir zorunlu varlığı kabul etmemiz gerekiyordu. Bu varlık
da ALLAH'tı. Sadece Allah'ta varoluş ve öz aynı
şeydi. Diğer bir değişle Allah'ın özü varolmaktı.
109
™
Yaratmanın anlamı da Allah tarafından özlere (veya
formlara) varlık verilmesiydi. Fakat bu, zaman içinde
gerçekleşen bir olay değildi.
Yani evrenin varolmadığı bir zaman yoktu ve bu açıdan
evren ezeliydi.
Allah'ın evrene önceliği
mantıksal açıdandı.
zaman
bakımından
değil
Zira İbn Sina'ya göre yaratılışı zaman içinde gerçekleşen
fiziksel bir olay olarak görmek içinden çıkılmaz çelişkiler
yaratıyordu.
110
™
Ayrıca İbn Sina'nın sisteminde yaratılış,
Farabi'nin ki gibi bir süreç olmaktan çıkıp
Allah'ın iradesine bağlı kılınıyor ve böylece
İslam'ın ruhuyla da daha uyumlu hale
geliyordu.
111

Benzer belgeler

slamdabilim II.Blm

slamdabilim II.Blm elinde bir disiplin kimliği kazanmış ve özellikle HÂRİZMÎ, KERECÎ ve ÖMER EL-HAYYÂM gibi matematikçilerin yazmış oldukları eserler, Batı'yı büyük ölçüde etkilemiştir. İslâm Dünyası'nda büyük ilgi g...

Detaylı