Köy-Koop Haber Gazetesi 16. Sayı

Transkript

Köy-Koop Haber Gazetesi 16. Sayı
Türkiye’nin Tek Tarım Gazetesi
MART 2013
Yıl:2 Sayı:16
TÜRKİYE KÖY KALKINMA VE DİĞER TARIMSAL AMAÇLI KOOPERATİF BİRLİKLERİ MERKEZ BİRLİĞİ GAZETESİ
Köy-Koop “2013 Yılı Çalıştayı”
Kemer’de Gerçekleşti
2013 Yılı
Birleşmiş Milletler 19. Uluslararası
Kooperatifler Günü'nün teması:
"Kooperatif kurumsal kriz
döneminde güçlü kalır"
VTV, Kanal 15 ve ortak birim kooperatif
personeli, görsel ve yazılı medya temsilcileri ile firmalar katılım sağladı.
Sunuculuğunu Umut Özdil’in yaptığı
“2013 Yılı Çalıştayı”ında açılış konuşmasını yapan, Köy-Koop Genel Başkan Vekili Mehmet Varol, “Köy-Koop Merkez Birliği olarak düzenlediğimiz bu tip eğitim
çalışmalarını sürekli olarak yapıyoruz. Bu
2013 Yılı Tarımsal Kredilerinin
Şartları Belli Oldu
“E-Tohum Takas”
»»İnternetten “Yerel Ve Doğal Tohum Takas
Ağı” açılış toplantısı, 20 Şubat 2013’de
İzmir’in Bornova ilçesinde yapıldı.
»»Kredi üst limiti damızlık süt sığırı
yetiştiriciliğinde 20 milyon lira olurken, diğer
konularda 15 milyon lirayı aşamayacak.
Üreticilerin finansman ihtiyaçlarının uygun koşullarda karşılanması amacıyla T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve Tarım Kredi Kooperatiflerince Tarımsal Üretime Dair Düşük Faizli Yatırım ve
İşletme Kredisi Kullandırılmasına İlişkin 2013/4271 Bakanlar
Kurulu Kararları 16 Şubat 2013 Tarihli ve 28561 Sayılı Resmî
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
1 Ocak-31 Aralık 2013 tarihleri arasında (bu tarihler dahil) bankaca uygulanmakta olan tarımsal kredi cari faiz oranlarından
kredi konuları itibariyle belirtilen oranlarda indirim yapılmak
ve kredi üst limitleri aşılmamak üzere tarımsal kredi kullandırılabilecek. » Syf 8’de
Büyükşehir Yasası Ne Getiriyor?
Kırsala Ne Oluyor?
Büyükşehir Yasası’nın tarım sektörünü,
Türkiye’nin bugünü ve yarınını
nasıl etkileyeceğini,
A. Ü. Ziraat Fakültesi
Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Bülent GÜLÇUBUK
ile konuştuk.
Röportaj
» Syf 10’da
sene farklı bir eğitim programının
yapılmasını düşündük. Bu çalıştayımızda kooperatifçilerimizin eksiği
olarak gördüğümüz “Kurulların Yetki ve Sorumlulukları”, “Girişimcilik”
ve “Lider Yöneticilik” konularında üç
gün sürecek olan eğitimler vereceğiz.
Eğitimlere katkılarından dolayı; Alman Kooperatifleri Konfederasyonu Türkiye Temsilciliği (DGRV)’ye,
katılımlarından dolayı Gıda Tarım
ve Hayvancılık Bakanlığımızın temsilcilerine, birlik başkanlarımıza,
tüm kooperatif ortaklarımıza, yazılı ve görsel medya temsilcilerine ve
çalıştaya katkı sunan banka ve firmalara
“2013 Yılı Çalıştayı”mızın başarılı geçmesi temennisiyle herkese teşekkür ederim.” diye konuştu.
Çalıştay açılış konuşmalarında söz alan
Köy-Koop İl Birlik Başkanları, Yapılacak
olan yeni Anayasa’da Kooperatiflere pozitif ayrımcılık yapılması gerekliliğinin
altını çizdiler. » Syf 3’de
Dünya Emekçi Kadınlar Günü
“2013 Yılı Çalıştayı”na, Köy-Koop
Merkez Birliği’ne bağlı birlik
başkanları, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Tarım Reformu Genel Müdürlüğü’nü temsilen Genel Müdür Yardımcısı
Mehmet Özgün, Teşkilatlanma
Daire Başakanı Fersan Dursun,
Şube Müdürü Ziya Okumuşoğlu, Ziraat Yüksek Mühendisi Z.
Birsen Çapanoğlu, Alman Kooperatifleri
Konfederasyonu
Türkiye Temsilciliği (DGRV)
Tarımsal Eğitim ve Danışmanlık
Ekip Lideri Prof. Dr. Salahattin
Kumlu, Eğitmen Arzu Akalın, Eğitmen
Ufuk Peker, Denizli Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdür Yrd. Ergün Çolakoğlu,
Kırsal Kalkınma ve Örgütlenme Şube
Müdürü Ferruh Bacanlı, Denizbank Tarım Bankacılığı Pazarlama Grup Müdürü
Dr. Levent Öztürk, Enerji Federasyonu
Genel Başkan Yrd. Hakan Öztekin, Basından; Köy-TV, Pamukkale TV, Antalya
mart
»»Köy-Koop Merkez Birliği, 10-13 Şubat 2013 tarihleri arasında Antalya Kemer’de “2013 Yılı
Çalıştayı” düzenledi.
Tüm Emekçi Kadınlarımızın,
‘Dünya Emekçi Kadınlar Günü’
Kutlu Olsun
“Geleceğin Köylerinde
Kooperatifçilik ve Yeni
Belediye Yasası”
»»“Geleceğin Köylerinde Kooperatifçilik
ve Yeni Belediye Yasası” konulu panel 18
Şubat 2013 tarihinde İzmir’in Bergama
ilçesinde gerçekleştirildi.
Modaretörlüğünü gazeteci Tuncer Beybağ’ın yaptığı panelde;
Tarım alanında izlenen politikaların ve tarımsal alanlarda
yaşanan değişimlerin masaya yatırıldığı panelde kooperatifleşmenin faydaları ele alındı. Türkiye’nin tarımda ithalatçı
bir ülke haline geldiğinin ifade edildiği panelde, ülkenin gıda
egemenliğinin hızla yitirildiği ve tarımda dışarıya muhtaç
hale gelindiğinin altı çizildi. Tarım politikalarının çiftçileri
fakirleştirdiğinin ve üretimin gerilediğinin vurgulandığı panelde, çiftçilerin hızla kooperatifleşmeye sevk edilerek, kooperatiflerin desteklenmesi gerektiği ifade edildi. » Syf 7’de
2006 yılında çıkartılan Tohumculuk Kanunu ile yerel
ve doğal köylü tohumlarının satışı yasaklandı. Yerel
tohumların yaşatılması ve
korunması için ülkemizde
Ege Üniversitesinden Prof.
Dr. Tayfun Özkaya, Zir.Yük.
Müh. Zerrin Çelik, Karaot
Tohum Derneği Başkanı Feray Karapınar, Prof. Dr. Mustafa
Kaymakçı, Torbalı Belediyesi, Karaot Köyü Tohum Derneği, ÇiftçiPlat desteğinde 2010 yılında ilk kez Torbalı Tohum
Takas Şenliği düzenlendi ve o günden bu yana bu etkinlikler
dalga dalga yayılmaya devam ediyor. » Syf 9’da
IPARD’dan 236 Milyon
Euro’luk Hibe
»»IPARD programı kapsamında çıkılan 9.
başvuru dönemi başladı.
IPARD programı kapsamında
kırsal kalkınmada 2013 yılında
kullanılması gereken asgari AB
katkısı ise 131 milyar Euro. Kırsal
kalkınmaya hibe olarak verilecek
bu desteklerin yüzde 75’i AB destekli, yüzde 25’i milli bütçeden
karşılanıyor. » Syf 20’de
Hadi İLBAŞ
Prof.Dr. T.Ayhan ÇIKIN
Dr. Umut TOPRAK
Dünden Bugüne
Kooperatifçilik -16» Syf 2’de
Tarımın Sorunları ve
Kooperatifler
» Syf 14’de
Ülkemiz Ziraat
Fakültelerinden Nobel
Ödülü Çıkar mı? » Syf 11’de
Prof.Dr. MUSTAFA KAYMAKÇI
Esengül ERDEM
Geleceğin Köyleri Hareketi
Başladı
Dr. Erhan EKMEN
» Syf 4’de
Mısır: Herşeyin
İçindeyim -IV» Syf 15’de
Erol AKAR
Dr. Neşe Nuray TOPRAK
Ünal ÖRNEK
Sarı Kızın Samanı Yurt
Dışından Geldi?
» Syf 9’da
Kooperatifler
Yeni İşler Yaratır
» Syf 18’de
Sivil Toplum Kuruluşları
» Syf 6’da
Kafdağı’ndaki Kaynak
» Syf 8’de
KOOPERATİFÇİLİK
Bu yılın çalışmalarını şöylece sıralayabiliriz: Kooperatif 1971 yılında ekonomik bir güç olduğunu topluma kabul
ettirmiştir. Bu olgu bir takım ekonomik çalışmaların sonucudur. 1968 de
kooperatif kurulduğunda balıkçının ne
ekmek parası ne de üretim aracı vardı.
1971 de artık tüketici durumuna gelen
balıkçının da bir alım gücü ve dolayısıyla kredisi vardı çevresinde.
Emek ve Ekmek Motorları
• Prof.Dr. Lütfü ÇAKMAKÇI
• Dr. Umut TOPRAK
• Dr. Hilal TUNCA
• Dr. Tuba ŞANLI
• Dr. Caner KOÇ
• Dr. Bediha DEMİRÖZÜ
• Dr. Güray AKDOĞAN
• Dr. Levent DOĞANKAYA
• Dr. Yener ATASEVEN
• Dr. Özdal KÖKSAL
• Dr. Neşe N. TOPRAK
• Dr. Selen AKAN
• Dr. Selen Deviren SAYGIN
M
Gazetemizin Yayın Kurulu Üyeleri Fahri Olarak Görev Yapmaktadırlar.
SA
M
LA
AÇLI KOO
PE
R
RK
1971 yılı kooperatif için
her konuda bir ilerleme yılı
olmuştur.
Üretim araçlarının artışı balık üretimini
eskiye göre önemli ölçüde artırır. Bu ise,
etkin bir pazarlama sorununu ortaya
çıkarır kooperatifin karşısına,. Pazarlama konusunda yapılması gereken ilk iş
depolama sorununun çözümlenmesidir.
Üreticiyi günlük fiyat dalgalarından korumanın vazgeçilmez koşulu da depolama olanaklarının bulunmasıdır. Bu olanak üye balıkçıların kooperatife güven
duymaları konusunda da çok önemlidir.
Bu konuda Taşucu balıkçılarından Ahmet Gençler’e kulak verelim: “Eskiden
çok balık tuttuğumuz zamanlar tefeci
çok düşük fiyat verirdi. Çünkü elimizde kalacağını ve bozulacağını biliyordu. Mecbur kalır 250 kuruşa, 3 liraya
balık satardık. Şimdi ise, her birimiz
1000 kilo balık bile getirsek kooperatif
alır elimizden.”
Bu konunun önemini kavrayan Kooperatif Yönetim Kurulu 15.500 liraya 1,5
tonluk bir deep-freeze buzdolabı satın
almıştır. Kooperatifin kurulması için
gerekli olan 3000 lirayı 1968 de 30
kurucu ortak ancak 6 ayda biriktirebilmişken 1971 de kooperatifin 15.500 lira
değerindeki bu dolabı kolaylıkla alabilmesi çok anlamlıdır. – sürecek -
YAYIN KURULU
LİKLERİ M
E
1970 yılında kooperatif Silifke ve Hacı
İshaklı köylerinde birer balık satış mağazası daha açar. Yöre pazarlaması dışında etkin bir dışa dönük pazarlama
sistemi de 1970 yılında kurulur. Mersin,
Adana, İskenderun iç pazarlama ağını
oluşturur. Yurt dışına dönük bir pazarlamaya da bu yıl geçilmiştir. Kıbrıs’a
Balık satmaktadır.
Kooperatif sınırlı bir şekilde
de olsa malzemelerini
ortaklarına dış piyasaya göre
en az %15 ucuza ve kredi ile
sağlayabilmiştir.
RI
1970 yılı önemli bir mücadele ile başlar. Kooperatif kurulmadan önce
Taşucu’nda çalışan iki trol motorunun
ve çevreden gelip trolle balık avlayanların kooperatif sularından uzaklaştırılması sorunu vardı. Trolcülerle silahlı
denebilecek bir mücadeleye girişilir.
Sonunda ürküp kaçar trolcüler.
V E D İ Ğ E R TA
Trolcülerin Yenilgisi
MA
3. Dalyanın kiralanması.
1971 yılından bu yana faaliyet gösteren Türkiye Köy
Kalkınma ve Diğer Tarımsal Amaçlı Kooperatif Birlikleri, 1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu’nun geçiçi 2.
maddesi gereği, intibak dışı kalarak tüzel kişiliklerini
korumuş ve Merkez Birliği düzeyinde KÖY-KOOP adı
altında üst örgütlenmelerini tamamlamışlardır.
Köy-Koop Merkez Birliği; Tarıma ait farklı çalışma alanlarında (Hayvancılık-Süt üretimi ve işlenmesi, seracılık,
halı–kilim üretimi, zeytin ve zeytinyağı işlenmesi, bal,
çeltik üretimi ve işlenmesi, çiçekçilik, fidan, salça, reçel,
konserve üretimi v.b.) etkinlik gösterir.
IN
2. Kredi olanağının yaratılması.
KÖY-KOOP MERKEZ BİRLİĞİ
K
1. Balık pazarlanması sorununun
Taşucu’nda somut olarak çözümlenmesi.
Bu tarihten sonra yapılacak tasdiklerde cezai müeyyideler
uygulanacaktır. Gerekli önlemleri bir an evvel alıp mali müşavirlerinizle bu konuda işbirliği içinde çalışmanız gerekir.
Değerli okuyucular konu hakkında daha detaylı bilgi almak
isterseniz merkez birliğimize ulaşabilir ya da Merkez Birliğimize e-mail yoluyla sorularınızı göndererek sizlere yardımcı olmamızı sağlayabilirsiniz.
[email protected]
[email protected]
Tel: 0312 419 63 95 -96
L
1969 yılında yeni kuruluşunun birinci
yılında kooperatifin ekonomik başarılarını şöyle özetlemekte yarar vardır
Kooperatifin üretim araçları bakımından bir başka başarısı da motorlu tekne
sayısını artırmak olmuştur. Kooperatifin kuruluşunda ortaklıklarda ikisi motorlu, üçü motorsuz beş tekne varken
1971 yılına gelindiğinde motorlu tekne
sayısı 40’ ı bulmuştur. Bu gelişme kuşkusuz kooperatifleşmenin üye balıkçıların gelir düzeyinde gerçekleştirdiği yükselme ile sağlanmıştır. Ancak üretimi
artırmak için motorlu tekne sayısındaki
artış yetmez. Bunun yanında balıkçının çok değişik türden ağlara ihtiyacı
vardır. Örneğin, barbun için özel bir
ağ gereklidir. Aslında bol balık yakalamak için “Barakadı” denilen 300, 500,
1000 0ltalık takımlar, “gırgır” denilen
ağlar gereklidir. Ancak bunlar kooperatifleşmiş balıkçıların bile alım gücünü
aşan ve önemli ölçüde krediyi zorunlu
kılan üretim araçlarıdır.
Şimdi ise kapanış tasdikleri ile ilgili olarak son
gün olan 31.03.2013 tarihin de defterlerimizin
kapanış tasdiklerini yaptırmamız gerekir.
KA
Ankara’da kişisel ilişkiler yoluyla dalyanı kooperatife maletmenin yollarını
ararlar. Bu dönemdeki Maliye Bakanı
Cihat Bilgehan bu olayda önemli bir
rol oynar ve konuyu Bakanlar Kuruluna götürür. Devrin Bakanlar Kurulu
da ihalenin kooperatife verilmesini benimser. Ancak bu olayın Silifke’de çözümlenmesi gereken düğümü epey güçlükle çözülür. Çünkü, yasal olarak ihale
Adana’lı tüccarın üzerindedir. Bakanlar
Kurulunda alınan kararın yürürlüğe girebilmesi için 44.000 liralık bir teminat
mektubu gerekmektedir. Bu paranın bir
ay içerisinde bunması şartı var. Bulunmazsa ihale tüccarın üzerine kalacaktır.
Yine kişisel ilişkilerin yardımı ile Ziraat
Bankası’ndan 50.000 liralık bir kredi
bulunur ve düğüm çözümlenir.
Motorların Taşucu’na geleceği
gün Silifke Kaymakamının
ve öbür bakanlıklar ilçe
örgütleri müdürlerinin
katıldığı bir tören düzenlenir.
Motorlar kıyıya yaklaşırken
kaymakamın “motorların
adını koydunuz mu?” diye
sorması üzerine, kooperatif
başkanı o anda “birinin adı
Emek, öbürününki Ekmek
olacak” deyiverir.
Ğİ • KÖY
Sadık Kutlu dalyanın
kooperatife kiralanmasını
ister, fakat ihale kapalı
zarf usulüyle yapıldığından
dalyan Adanalı bir balık
tüccarında kalır. Sadık Bey de
kooperatif yöneticileri de bunu
hazmedemezler.
RLİ
Sadık Kutlu dalyanı devletten 20 yıllığına kiralamıştır. Ancak karlı bir işletmeye geçemeyince dalyan başka kişilerin
eline geçmiştir.
Bİ
tırlı durumunu kooperatifin hizmetine
sunan önderlerden biridir Sadık Bey...
BİR
1969 yılının önemli bir olayı ise, Taşucu
yakınındaki bir dalyanın kooperatife kiralanmasıdır. Dalyanı 1950 yılında beri
aslen Silifkeli olan Sadık Kutlu adında
bir kişi işletmektedir. Sadık Kutlu 1944
yılına değin hem Atatürk’ün hem de
İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı makamı
şoförlüğünü yapmış, bu vesile ile pek
çok yönetici ve politikacı ile tanışmış
bir kişi. 1944 te emekli olduktan sonra
birkaç yıl müteahhitlik yaptıktan sonra
1948 de bütün bu işlerden el çekip kendi dalyana, 1968 den beri de kooperatife
vermiştir. Bütün devlet katlarındaki ha-
Köy-Koop Eski Genel Başkanı
Değerli Kooperatif yöneticileri ve Kooperatif Üyeleri,
Mart ayı içerisinde muhasebe ve resmi
kamu kurum ve kuruluşları ile ilgili yapılacak işleri bu ayki yazımda yer veriyorum. Önemli hatırlatmaları aşağıda
maddeler halinde belirttim.
Pratik Bilgiler
Murat AKBABA
Muhasebeci
1- 25.03.2013 Ocak 2013 Dönemine Ait Aylık Gelir/Kurumlar Vergisi Stopajının Beyanı
(Ödeme 26.03.2013 tarihi)
2- 25.03.2013 Ocak 2013 Dönemine Ait Aylık Prim
ve Hizmet Belgesinin Verilmesi (Ödeme 31.03.2013
tarihi)
3- 25.02.2013 Ocak 2013 Dönemine Ait Katma Değer Vergisinin Beyanı (Ödeme 26.02.2013 tarihi)
4- 31.03.2013 Ocak 2013 Dönemine İlişkin Ba, Bs
Formlarının Verilmesi
5- 31.03.2013 Kapanış tasdiklerinin yapılması için
son gün.
Daha önceki yazılarımız da ivedilikle dönem sonu işlemlerimizi yaparak defter kapanışlarımızı tamamlamamız hakkın
da bilgiler ve tavsiyeler de bulunmuştuk.
F
Kooperatifin İlk Üretim Aracı:
Dalyan
Mehmet Hadi İLBAŞ
1971’ in en önemli olayı kooperatife
750.000 liralık iki trol motorunun satın alınmasıdır. Bu motorlar dalyandan
sonra üyeler için ikinci bir üretim aracı
ve gelir kaynağı olmuştur. 250.000 lirası peşin verilmiş, 500.000 lirası aylık
taksitlere bağlanmıştır. Kooperatif Başkanı Eyce, kendi kişisel ticari imzasını
atmak suretiyle aylık bonoları satıcıya
kabul ettirmiştir. Balıkçılığı daha da
geliştirmek için açık deniz balıkçılığına
yönelmek gerekmektedir. Trol motorunu önemi de buradadır. Kooperatif
daha önce trolle balık avcılığını yasak
etmişti. Ama yılın belirli aylarında derin ve açık denizlerde bilgili olarak yapılan bir trolcülüğün de balıkçılıkta yeri
ve hatta yararı vardır. 15 Eylülden 15
Nisana kadar üç mil açıkta yapılan trolcülük balık neslini tüketmeyeceği gibi
üretimi de artırır..
İ
AT
T.C. Ziraat Bankasından Kredi Nasıl
Alındı?
Kooperatifin 3 – 5 tekneye dayalı üretimi ile sermayesi yavaş yavaş artarken ihtiyaçlarını karşılamak için Ziraat
Bankasından kredi isteğinde bulunur.
İlk önce Ziraat Bankası krediyi vermek
istemez. Ödeme gücünüz yoktur derler.
Sonunda Eyce’nin Ziraat Bankasıyla
kişisel ilişkileri yardımı ile kredi temin
edilir.
Kooperatif 100.000 liralık kredi istemini Ziraat Bankası Genel Müdürlüğüne
gönderir. Ancak yürürlükteki yasalar
uygun olmadığı için banka kooperatife
kredi vermez. . Bu arada Aslan Eyce bu
işi izlemek için Ankara’dadır..Kredi düğümünü çözmek amacıyla Ziraat Bankası Genel Müdürü ile görüşme yapar.
Bu ilginç gelişmeyi kendi ağzından dinleyelim:
“Zirai Kredilerdeki müdür bana “mevzuat müsait olmadığı için size kredi
veremiyoruz.”. Ben de siz kredi vermezseniz biz de dönüşte gidip Ziraat Bankasını işgal edeceğiz. Hiç değilse balıkçı
kredi alamamış ve bankayı işgal etmiş
dedirtmek yoluyla baskı unsuru yapacağız.” Dedim. Zirai Krediler Müdürü
bana şöyle bir baktı, ve “sen iyi bir çocuğa benziyorsun; ama Türkiye’de Kanunlar var” dedi. “İyi ama aç yaşayan
insanlar da var. Bir yerde bize yardım
edeceksiniz” dedim. Bunun üzerine
Zirai Kredilere telefon açarak Et Balık
Kurumuna uygulanan yolla bize de kredi verilmesi olanağını yarattı.
Ancak oyunun ikinci perdesi Silifke
Ziraat Bankası şubesinde açılır. Burada yine Eyce’ye bırakalım sözü:
“Ankara’da onaylattığımız 100.000
liralık krediyi Silifke’de almamız bir
olay haline geldi. Ziraat Bankası Müdürü “ödeme gücümüz yok” diye gerekli işlemi bitirmiyor. Ertesi gün 20-25
balıkçı Ziraat Bankasının karşısındaki
kahveye oturduk, ben banka müdürünün yanına gittim. “Bakın Karşıdakiler balıkçı” dedim. Eğer parayı vermezseniz biz biraz sonra bankayı işgal
edeceğiz”. Bunu üzerine müdür krediyi
imzaladı. Ancak muhasebeci “konuyu
etüt etmeden ben buna imza atmam”
diye tutturdu. Yanında da Silifke’nin
en büyük tefecisi A.B. var. -Siz üreticinin çekine imza atmıyorsunuz da
tefecinin çeklerini mi imzalıyorsunuzdeyince muhasebeci bir olay çıkmasından korktu. Ve o gün bize 15.500 lira
verdiler.” O akşam Taşucu’nda önemli
bir bayram havası vardı Balıkçılar bir
kooperatifin kredi almasını büyük bir
sevinçle kutladılar.
Bu arada bir balıkçının fırtınaya tutularak ölmesi kooperatif için kötü bir
rastlantı olmuştur. Bu olayı kooperatife
karşı olan çevreler kullanmak istediler.
“Kooperatif balıkçıya uğursuzluk getirdi.” diye karşı bir kampanyaya giriştiler.
Ancak kooperatif yönetim kurulunun
ölen balıkçının ailesine (1969 yılında)
300 liralık aylık bağlaması kooperatife
karşı bir havanın doğmasını engellemiştir.
Z
DÜNDEN BUGÜNE KOOPERATİFÇİLİK -16-
MUHASEBEDE BU AY
E
2
̇
̇
Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği
İmtiyaz Sahibi ve Yayınlayan:
S.S. Köy Kalkınma ve Diğer Tarımsal Amaçlı
Kooperatifler Birliği KÖY-KOOP Adına
Yakup YILDIZ
Sorumlu Yazıişleri Müdürü:
Mehmet VAROL
Genel Yayın Yönetmeni: Emel TUĞRUL
Haber Müdürü: Turgay SOLMAZ
Haber Koordinatörü: Ayhan ELMALIPINAR
Reklam Müdürü: Yasemin ACAR
Merkez Adres: Paris Cad. 24/7 Kavaklıdere-Ankara
Tel: 0312.419 63 95-96 Faks: 0312. 419 63 95-96
Web: www.koy-koop.org • E-posta: [email protected]
Yayın Türü: Yaygın Süreli Yayın
Mart 2013 ANKARA
Baskı:
Atalay Matbaacılık Ltd. Şti.
Elif Sk. Sütçü Kemal İşhanı No:7/236-237 İskitler - ANKARA
Tel: 0312. 384 41 82
Yazıların Sorumluluğu yazarlara, ilanların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir.
̇
̇ Mart 2013
Köy-Koop Merkez Birliği
BİRLİKLERDEN HABER
Köy-Koop “2013 Yılı Çalıştayı Kemer’de Gerçekleşti
»»Köy-Koop Merkez Birliği 10-13 Şubat 2013 tarihleri arasında
Antalya Kemer’de “2013 Yılı Çalıştayı” düzenledi.
Çalıştay açılış konuşmalarında söz alan KöyKoop İl Birlik Başkanları, yapılacak olan yeni
Anayasa’da Kooperatiflere pozitif ayrımcılık
yapılması gerekliliğinin altını çizdiler. Konuşmalarda, Tarım şurasının toplanması,
Kooperatiflere sahip çıkılması, örgütlenmede
yaşanan sorunlar, Süt şifrelerinin köylerde
kooperatiflere verilmesi talebi, ÇKS kayıtlarının kooperatiflerin tutması konuları yer aldı.
Türk tarımının ve Türk çiftçisinin yanında
olduklarını vurgulayan, Denizbank Tarım
Bankacılığı Pazarlama Grup Müdürü Dr.
Levent Öztürk, “Ziraat Bankası’ndan sonra
Türk tarımına en büyük desteği veren, tek
başına kamu bankaları hariç yüzde 20’lik
pazar payına sahip, tarımı misyon edinmiş
olan bankamız, bundan sonraki çalışmalarınızda, tarımsal faaliyetlerinizde yanınızda
olduğumuzu belirtmek istiyorum” dedi.
(DGRV) Tarımsal Eğitim ve Danışmanlık Ekip Lideri Prof. Dr. Salahattin Kumlu,
“Son dönemde kooperatifçiliğin çok anılıyor
olması bizleri mutlu ediyor. 2012 Uluslararası Kooperatifçilik Yılı tüm dünyada kutlandı. Bizdeki kutlamalar sönük geçti. Keşke
daha çok kooperatifçiliği ülkenin dört bir
yanına anlatabilseydik. Geçen yıl ülkemizde
bir ilk yaşandı ve tüm örgütlerin katılımıyla
“Kooperatifçilik Strateji Belgesi” hazırlandı. Köy-Koop önümüzdeki süreçte ‘Strateji
Belgesi’nin gereklerini yerine getirilmesi
konusunda üzerine düşenden çok daha fazlasını yaparak, aktif olacaktır diye umut ediyorum. DGRV olarak Köy-Koop birlikleriyle
ortak çalışmalar yapıyoruz. Bu çalıştayda
gerçekleştirecek olacağımız eğitimlerin başarılı geçmesini temenni ediyor, herkese teşekkür ediyorum” diye konuştu.
Okul Sütü Programı’nı
desteklediklerini, yeni
Anayasada kooperatifleri koruyan, geliştiren
maddelerin yer alması
gerekliliğini vurgulayan Köy-Koop Genel
Başkanı Yakup Yıldız,
“Daha iyisini, daha güzelini nasıl başarabiliriz? Dostluğu, kardeşliği, paylaşımı nasıl
artırabiliriz. Tabiki üreterek, çok üreterek
yapabiliriz. Köy-Koop olarak çok amaçlı kooperatifleriz. Köylerde biz varız. Tarımda biz
varız, üretimde de biz varız. Bugün olduğu
gibi, yarınlarda da var olmaya devam edeceğiz.” diye konuştu.
Okul Sütü Programının süte olan talebin
artmasını sağlaması, sütün kalite ve miktarının çoğalmasının üreticiler ve süt endüstrisinin gelişmesi açısından da katkı sağlayacağını belirten Yıldız, “ Çocukların yeterli ve
dengeli beslenmelerinin, sağlıklı büyüme ve
gelişmeleri yanında başarılı olmalarında da
rol oynadığını göstermektedir. Çocuklarımızın kötü beslenme alışkanlıklarının önüne
geçilmesi, bunun devamında obezite, kardiyovasküler hastalıklar, diyabet v.b hastalıklardan uzaklaşması için okul süt programının desteklenmesi gerekmektedir. Süt ile
başlayan bu çalışmanın diğer yiyeceklerde
de devam etmesini diliyoruz. ” dedi.
Yıldız, “Bize bugüne kadar eğitimlerde ve
kırsaldaki çalışmalarımızda desteğini esirgemeyen Alman Kooperatifleri Konfederasyonu Türkiye Temsilciliği’ne, Bakanlığı-
mıza, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü ve
temsilcilerine, Türkiye’nin dört bir yanından buraya gelen kooperatif başkanlarımıza
ve ortaklarımıza teşekkür ediyor, bu çalıştayın başarılı geçmesi dileğiyle saygı ve sevgilerimi sunuyorum” diye sözlerine son verdi.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın
son 1,5 yılda yeniden
yapılanmasına,
bu
yapılanma içerisinde
eski Genel Müdürlüklerin
fonksiyonunu
da taşıyan yeni Genel
Müdürlüklere geçiş
sürecinden bahseden,
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Tarım
Reformu Genel Müdür Yardımcısı Mehmet
Özgün, “Bakanlık olarak dünyadaki teknolojik gelişmeleri takip ediyoruz. Coğrafi Bilgi
Sistemleri Daire Başkanlığımız var. Uzaya
yolladığımız ‘Göktürk-2’ uydumuzu; tarımsal ürün analizleri, rekolte tahminleri, zirai
mücadele, çevre kirliliği, doğal afetlerin neden olduğu hasarların değerlendirilmesi gibi
iş ve işlemlede kullanacağımız bir çalışma
içerisindeyiz” diye konuştu.
Bakanlık ve hükümet olarak kooperatifçiliği son derece önemsediklerini vurgulayan
Özgün, “Başbakanımızın kooperatifçilerle
bir araya gelerek “Kooperatifçilik Strateji
Belgesi”ni açıklaması, ülkemiz kooperatifçiliği için çok önemli bir gelişme, çok büyük
bir hadisedir” dedi.
Bu tür eğitim toplantılarının, kooperatifçilerimizin eğitimi ve gelişimi açısından çok
önemli fırsatlar olduğunu dile getiren Özgün, “Kooperatifçilerimiz çağın gerektiği
yeniliklere, konumlara ayak uydurmaları
gerekiyor. Bilgi sürekli bir ihtiyaç, gelişen
dünyada yeni yeni bilgi alma gereklililiği hasıl oluyor. İşte bizim de DGRV ile ortak çalışmalarımız bu temele dayanıyor. Siz ne kadar
güçlü olursanız, biz o kadar güçlü oluruz. İş
ve işlemlerinizde, sahada karşılaştığınız her
hangi bir sorununuz için bizlere ulaşabilirsiniz. Bu eğitim programının yararlar getirmesini temenni ediyorum” diyerek sözlerini
tamamladı.
3
Denizli Köy-Koop Birliği “9. Ege Tarım,
Sera ve Hayvancılık Fuarı”ndaydı
»»Denizli'de, bu yıl 9'uncusu düzenlenen "Ege Tarım, Sera ve
Hayvancılık Fuarı" (AEGEANAGRİ 2013) 5 gün süreyle ziyarete açık
kaldı.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürü
Kutlu, düzenlenen fuarın, ziyaretçilerin yeni teknolojilerle tanışması, yeni
bilgiler edinmesini sağlayarak tarımın
gelişmesine katkı sunduğunu ifade etti.
EGS Park Fuar alanında düzenlenen
fuarın açılış töreninde konuşan Denizli Valisi Abdülkadir Demir, Denizli'nin
tarım alanında da oldukça güçlü bir
şehir konumunda olduğunu belirtti. Bölgenin
genelde turizm ve sanayisiyle tanındığını, tarım, hayvancılık ve gıda üretiminde de önemli
paya sahip olduğunu ifade eden Demir, fuarın
tarım ve hayvancılık sektörlerini biraraya getirdiğini söyledi.
Belediye Başkanı Osman Zolan, oda başkanları
ve sektör temsilcilerinin de katıldığı tören sonrası fuarın açılış kurdelesi kesildi.
Köy-Koop Standı Büyük İlgi Gördü
Bu sene 9.’su dezenlenen “Ege Tarım, Sera ve
Hayvancılık Fuarı” 21 bin metre karelik alanda, 347 firmanın katıldığı, 67 firmanın talebinin yer darlığından karşılanmadığı, 5 gün açık
kalana fuara 15 ilden 500 otobüsle ziyaretçi
taşındı.
Geçen sene 119.457 ziyaretçinin katıldığı fuara
bu sene 131.407 kişi ziyarette bulundu.
Fuarda Yarışmalarda Yapıldı
Fuar çiftçilerle ilgili yarışmalara da ev sahipliği
yaptı, 2013 yılı “Kadın Çiftçiler Yarışıyor” adlı
bilgi ve proje yarışmasının bu yıl 9. Ege Tarım,
Sera ve Hayvancılık Fuarı bünyesinde gerçekleştirildi. Yarışmaya katılan tüm kadın çiftçilere Denizli Köy-Koop Birliği tarafından birer
adet kalem takımı, ayrıca dereceye giren kadın
çiftçilere birer altın hediye edildi. Fuar kapsamında "Bileğine Kuvvet Çiftçim" sloganıyla
Bilek Güreşi Turnuvası düzenlendi. Yarışmada
birinci olan çiftçilere çeşitli ödüller verildi.
Denizli Köy-Koop Birlik Başkanı Mehmet Varol, biz fuarları çok önemsiyoruz. Fuarlar bizim için çok önemli. Fuarlarda üreticilerimiz
yeni teknolojiyle tanışıyor. Ayrıca yeni teknolojiye uygun yapılan makina ekipmanı tanıyarak satın alma şansını buluyor. İlimizde 9.’su
düzenlenen “Ege Tarım, Sera ve Hayvancılık
Fuarı”na düzenli olarak katılıyoruz. Denizli’deki kooperatif ortaklarımız ve ailelerini standımızda misafir edip ağırlıyoruz. Ziyartiçelirimiz
standımıza göstermiş oldukları ilgi bizleri çok
memnun etti.
Köy-Koop Manisa Kadın Kooperatifleri de
Denizli Fuarındaydı
»»Bu yıl beşinci kez 9. Ege Tarım Sera ve Hayvancılık Fuarına KöyKoop Manisa Birliği Kadın Kooperatifi ürünleriyle katılım sağladı.
Çalıştayda, katılımcı kooperatifçilere, üç
ayrı salonda 3 gün süren eğitimlerde; DGRV
Tarımsal Eğitim ve Danışmanlık Ekip Lideri
Prof. Dr. Salahattin Kumlu “Kurulların Yetki
ve Sorumlulukları”, “Girişimcilik” konusunda Arzu Akalın, “Lider Yöneticilik” konusunda ise Ufuk Peker eğitim verdi. Çalıştayda gündemdeki soru ve sorunlar hakkında
bilgi alışverişinde bulunuldu.
Çalıştayın son günü, katılımcılara plaket ve
katılım belgeleri bir törenle verildi.
Fuara katılan Köy-Koop Manisa Kadın Koopeatifi
Başkanı Nilgün Beşirik, “2008 de Manisa'nın
İlk Kadın Kooperatifini kurduk. Köy-Koop
Manisa Birlik Başkanı Nurettin Dingaz'ın destekleri ile Kooperatifçiliğe gönül verdik. 12
yıldır kooperatifçilik ve kadınlar ile ilgili çalışmalar yapmaktayız. Kooperatifçiliğe gönül
vermek zor ve zahmetli bir yoldan geçmek diye
düşünüyorum.”diye konuştu.
Fuarcılık'a Kooperatifimize ve Kadınlara olan
duyarlılıklarından ötürü de ayrıca teşekkür
etmek istiyorum. Kadın Kooperatifimize ve
çalışmalarımıza verdikleri desteklerden dolayı
kurumlarımıza ve dostlarımıza teşekkürü borç
biliriz.” diye konuştu.
Fuarı değerlendiren Beşirik, “Manisa hediyelik eşyası olarak ürettiğimiz el sanatları ürünlerimizi bir kez daha sergileme ve tanıtma
imkanı bulduğumuz için mutluyuz. Özellikler
Manisa'yı tanıtmak için dokunan el dokuması
şallar, Kula Keçesi kullanarak oluşturduğumuz
ve duvar süsü olarak tasarladığımız kolleksiyonumuz, bez bebeklerimiz, hediyelik eşyalarımız ile Manisa'mızı ve Kadın Kooperatifi
ortaklarımızın ürettikleri ürünlerini tanıttık.
Denizli Fuarında özellikle 5 yıldır maddi manevi desteklerini bizden esirgemeyen Orion
4
̇
̇
Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği
TARIM
“Geleceğin Köyleri Hareketi” Başladı!
»»İzmir’de Yeni Büyükşehir Yasası’yla birlikte 16 Bin köy
kapatılmasına karşı, Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer,
Geleceğin Köyleri Hareketi’ni başlattı.
Hareketle birlikte başta İzmir olmak üzere
Türkiye’nin dört bir yanından, köy muhtarları ve köylülerden imza toplanmaya
başlandı ve kampanya devam ediyor. Daha
sonra Anayasa Mahkemesi’ne başvurulacak. Köylerle ilgili hazırlanan manifestoya
“Geleceğin Köyleri Hareketi” adı verildi.
Manifestoda, özetle; “ …Son elli yılda
köylerimizin büyük kısmının boşaltıldığı, köylülerin şehre göç etmek
zorunda bırakıldığı, köylere en son
ve belki de en büyük darbeyi yeni kabul edilen Büyükşehir Yasası vurduğu ve Büyükşehirlerdeki 16 bin köyün
tüzel kişiliğinin tek bir cümleyle kapatıldığı” belirtiliyor ve “Biz, geleceğin
köyleri, köy olma hakkımızı anayasal
düzeyde savunmak için bir araya geldik. Daha da önemlisi, yasaların hiç
düşünmediği bir görevi sürdürmek,
geçmişle gelecek arasında köprü kurmak için bir araya geldik. Bereketli
ve sağlıklı bir toplum için geleceğin
köylerini yeşertmeye niyet ettik.” deniliyor.
Köyler Neden Bitirilmek
İsteniyor?
Köylülüğün tasfiyesine yönelik hareketlerin arkasında, küçük ve orta ölçekli işletmeler şeklinde yapılmakta
olan köylü tarımcılığını bitirme amacı vardır. Konuyu bu şekilde irdelemek gerekiyor. Şimdiye değin uygulanan
tarım politikaları ve Yeni Büyük Şehir Yasası ile ardından getirilmekte olan Toprak ve
Su Yasası Tasarısı’nın bu amaca yöneliktir.
Bu nedenle iki sorunun cevabı aranmalıdır.
Birincisi Şu;
Köylü tarımcılığında egemen olan küçük ve orta ölçekli işletmeler yerine,
kurulması özendirilen dev işletmeler
ve sözleşmeli tarım modeli ile üretim
ve verimi artırmak olası mıdır?
Bu olası değil. Nedenlerini sıralayalım;
• Türkiye gibi ülkelerde, tarımsal üretimde
dev tarımsal işletmeler, küçük ve orta ölçekli işletmeler göre çok daha yüksek düzeyde
sürekli teknoloji ithal etmek zorundadırlar.
Dolayısıyla tarımsal girdiler bakımından da
sürekli bağımlı kalacaklardır.
• Dev tarımsal işletmeler, oluşturulan tarımsal üretim modelleri ile üretim girdi
ve çıktılarının değerlendirilmesini merkez
ülkelerine göre şekillendirmek zorundadırlar. Bir başka deyişle tarımsal üretim deseni, büyük ölçüde yurt içi gereksinimlere
göre değil, merkez ülkelerinin tarım ve gıda
şirketlerine göre şekillenecektir.
• Dev işletmeler modeli, tarımda işçileştirmeyi ve yabancılaşmayı da yaratır. Bu
durum ise söylenenin tam aksine, tarımda
toplam etmen verimliliğini düşürür. Uzmanlar, işletmelerinin verimlilik açısından
değerlendirilmesinde, tarımda toplam etmen verimliliğinin dikkate alınması gerekliliğini dile getiriyorlar. Küçük ve orta
ölçekli işletmelerde emek daha ucuz,
dolayısıyla fırsat maliyetinin daha
düşük olmasına ek olarak toprak ve
sermaye de daha az maliyetlidir. Bu
nedenle bu işletmeler, dev işletmelere göre daha yüksek bir toplam verimliliğe sahiptirler.
• Dev tarımsal işletmeler, kullandıkları tarımsal girdiler ve çıktıları ile çevreyi geri
dönülmez bir şekilde kirletmektedirler.
Diğer yandan önerilen sözleşmeli tarım
modeli de tek yanlı bir bağımlılık yaratmakta ve işletmeleri tarım ve gıda şirketlerinin sömürüsüne bırakmaktadır.
İkincisi ise şu;
Köylülüğün Tasfiyesi İle Açıkta Kalacak İnsana, Kentlerde İş Var Mı?
Türkiye’de tarım politikaları ile uygulan-
Prof.Dr. Mustafa KAYMAKÇI
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi
[email protected]
makta olan model, dünyada da sahneye
konulan oyunun bir parçasıdır. Ancak bu
modelin dünya halkalarına da hayırlı olamayacağını, Samir Amin adlı bir bilimci bu
soruya şöyle dile getiriyor; “…Elli yıllık bir
zaman dilimi içinde dünyada, yılda yüzde
7’lik sürekli bir büyüme hızı gibi hayalci bir
hipotez gerçekleşse bile, kentler kırdan gelecek üç milyar insanın üçte birini bile emmeyi beceremez. Dev işletmeler modeli, bir
başka deyişle kapitalizmin doğası gereği,
köylü sorununu çözemez. Ortaya koyduğu
tek seçenek, gecekondulaşmış bir dünya ve
yoksullaşmış beş milyar fazla insandır.”
Bu şekilde köylerin boşaltılmasıyla kentlere
gelecek, ancak iş ve aş bulamayacak yoksul
köylülerin denetimi daha kolay olacak. Sadaka ekonomisi ve sadaka kültürü ortaya
çıkacak. Aslında bunu şimdiden gözlemlemiyor muyuz?
Türkiye’den örnek vererek konuyu biraz
daha somutlaştıralım.
Türkiye’de 2012 yılı itibariyle Tarım
Sektörü’nde yaptığımız bir bilançonun ortaya çıkardığı sonuçlar şunlar oldu;
1-Tarımsal istihdam gerilemiştir. Bu olumsuzlukların sonucu olarak çiftçi tarımdan
kopmaktadır. 2012 sonunda 2 milyonu aşkın çiftçi tarımdan kopmuştur.
2-Tarımda yoksulluk artmıştır.
3-Tarımda büyüme hızı düşük kalmıştır.
Bu dönemde ekonominin genelinde yıllık
ortalama büyüme oranı yüzde 4,6 olarak
gerçekleşmesine karşılık, tarımdaki büyüme hızı yüzde 2,2’de kalmıştır.
4-Türkiye tarımda net ithalatçı konumdadır.2012 yılında tarım ürünleri dış ticaret
açığı ise ilk 9 alık dönemde 2 milyar doları
geçmiştir. Türkiye gıda egemenliğini yitirmiştir.
5-İşlenen arazi azalıyor: 2000’li yıllarda
çiftçiler 3,3 milyon hektar araziyi işlemekten vazgeçmişlerdir.
Özetle, köylü tarımcılığın tasfiyesi ile yerine
ikame edilecek dev tarımsal işletmelerle yapılmakta olan endüstriyel tarım, insanlığı
doyurmaya ve istihdamı sağlamaya yetmiyor, yetmeyecek. Bunların sonuçları şimdiden Türkiye’de ortaya çıkmış durumda.
Türkiye’de kırın ve kentlerin yaşamakta
olduğu yoksullaşması ve gelir dağılımının
aşırı bozulmasının ardındaki neden, buradan kaynaklanıyor.
Geleceğin Köyleri Hareketi’ne
Sahip Çıkalım.
Tunç Soyer’in örgütlediği bu hareket çok
önemli. Yazık ki bu toprağın insanı, köklerini kaybetme noktasına geldi, Anadolu ve
Trakya köylerinden yayılıp dünyaya ilham
veren kadim kültürün sırtını döndü. Geçmişini geleceğinden ayırdı. Bu nedenle,
başta köylüler olmak üzere, köy muhtarları,
tarımın bütün örgütleri ve sağlıklı gıda tüketmek isteyen kentliler bu harekete sahip
çıkmalı, milyonları geçecek imza vermeli ve
eylem yapmalı. Ancak harekete, öncelikle
köylü tarımcılığını savunan Köy-Koop’lar
sahip çıkmalı.
Geleceğin Köyleri Hareketi’ne katkı
vermek isteyenler, “www.geleceginkoyleri.net” ile bağlantıya geçebilirler.
Süt Fiyatlarındaki Düşüş Üreticiyi Zor
Durumda Bıraktı
»»Türkiye Köy Kalkınma ve Diğer Tarımsal Amaçlı Kooperatifler Merkez
Birliği (Köy-Koop ) Genel Başkan Vekili Mehmet Varol, "Sanayici, Ulusal
Süt Konseyinde belirlenen referans fiyata uymayarak bazı bölgelerde
fiyatları geriye çekti" dedi.
Varol, yaptığı açıklamada, “26 Eylül 2012 tarihinde Gıda Tarım
ve Hayvancılık Bakanlığı’nın katılımı ile, Ulusal Süt Konseyinde
yapılan protokolde, 31 Ekim 2012
ile 31 Mart 2013 tarihleri arasında çiğ süt litre fiyatının 90 kuruş olması yönünde karar altına
alınmıştı. Ancak 1 Ocak 2013 tarihi itibariyle soğutulmuş, rampa
teslimi çiğ süt fiyatı serbest bölge
olarak adlandırılan bazı bölgelerde, 70-80 kuruşa çekildi.
Ülkemizdeki girdi maliyeretleri yüksekliğinin altını çizen Varol, “Biz Türk çiftçisi olarak, Avrupa
çiftçisinden daha pahalıya süt satıyoruz, et satıyoruz ama her gün süt üreticimiz zarar ediyor,
tükenme noktasına geliyor. Şunu çok iyi gözlemliyorum ki, üretici zarar ediyor, sanayici zarar
ediyor, tüketici çok daha pahalıya tüketiyor. Bu
durumda üretiminin içinde olmayan iki sektör,
yani aracı ve tefeci grupu büyük karlar ediyor.
Aracı sektörü olarak adlandırılan söktör AVM’ler,
tefeci söktörü ise bankalardır” diye konuştu.
Okul Sütü Programını Destekliyoruz
Köy-Koop Merkez Birliği olarak, Gıda Tarım
ve Hayvancılık Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve
Milli Eğitim Bakanlığı’nın ortaklaşa hazırladığı
“Okul Sütü Programı”nı desteklediklerini belirten Varol, “Yem ve saman fiyatlarının artması
sebebiyle süt üreticisi çok zor durumda kaldı.
Yem sanayicisi yüksek kârlar peşinde. 90 kuru-
şa sattığımız çiğ sütün fiyatı son
bir yılda yüzde 11 artarken, yem
sanayicinin sattığı süt ve besi
yemi yüzde 40 oranında arttı"
diye konuştu.
Tarım Kredi Kooperatifleri tarafından ithal edilip üreticiye
satılan samanların bozuk ve
çürük çıkmasına da değinen
Varol, “2012 yılında yaşanılan
olumsuz hava koşulları nedeniyle daralan saman rekoltesi, ithalatı zorunlu
hale getirmişti. İthalat için yapılan çalışmaların
olumsuz sonuçlanması ile bakanlığımız acil tedbir alıp, ithal edilen samanların yüzde 25 bedellini bakanlık tarafından ödeneceğini ve ithalat
ile ilgili Tarım Kredi Kooperatiflerini görevlendirmişti.Ancak ithal edilen samanların büyük
bir kısmının bozuk ve çürük çıkması üreticimiz
için sıkıntı üzerine sıkıntı getirdi” diye konuştu.
Bu arada, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
İzmir İl Müdürü Ahmet Güldal da sanayicilere referans fiyata uymaları konusunda çağrıda
bulundu. Süt tozu kotası bulunan sanayicinin
referans fiyatın altında alım yapamayacağını
belirten Güldal, referans fiyatın altında alım
yapan sanayicinin kotasının iptal edileceğini
vurgulayarak, "Son günlerde çiğ süt fiyatlarının
düştüğünü görüyoruz. Fiyatları kimin düşürdüğünü yakından izliyoruz. Sanayicilere okul sütü
projesi ve yeni süt tozu kotası devreye girinceye
kadar beklemelerini tavsiye ediyoruz" dedi.
Mersinli Süt Üreticileri Süt Alım Fiyatını
Yola Süt Dökerek Protesto Ettiler
»»Mersin’in Erdemli İlçesi’nde, Süt Üreticileri Birliği üyeleri, mandıra
sahiplerinin süt alım fiyatının litresini 90 kuruştan 70 kuruşa
indirilmesini yola süt dökerek protesto etti. Mersin’in Erdemli İlçesi’nde, Süt Üreticileri Birliği üyeleri, mandıra sahiplerinin süt alım fiyatının litresini 90 kuruştan 70 kuruşa indirilmesini yola süt dökerek protesto etti.
220 üyesi bulunan Erdemli Süt Üreticileri Birliği
Başkanı Murat Ergen, yem ve sanat fiyatlarının
aşırı artışı nedeniyle hayvancılığın bitme noktasına geldiğini, mandıra sahiplerinin de Ulusal
Süt Konseyi’ni hiçe sayarak 90 kuruş olan süt
alım fiyatını 70 kuruşa indirdiklerini iddia etti.
Birlik üyeleri ile beraber basın açıklaması yapan
Ergen, “Saman ve yemdeki aşırı artış hem hay-
HAL VE GİDİŞ
vancılığı hem de süt üreticiliğini olumsuz yönde
etkilemiştir. Buna rağmen, çiftçimiz geçimini
sağlamak için her türlü sıkıntıya katlanmaktadır. Tüm bu olumsuzluklar ortada iken bir
de Ulusal Süt Konseyi’nin verdiği 90 kuruşluk
süt alım fiyatını bölgedeki mandıra sahipleri
70 kuruşa indirmeleri üreticiyi daha büyük sıkıntıya sokmuştur. Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı’nın duruma müdahale etmesini bekliyoruz” dedi. Ergen, Ulusal Süt Konseyi’nin belirlediği süt fiyatının altında fiyat veren firmalara süt satışı yapmayacaklarını da ifade etti.
Sait MUNZUR
̇
̇ Mart 2013
Köy-Koop Merkez Birliği
GÜNDEM
ÇOMÜ’nün Büyük Hayali Gerçekleşti
»»Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Deney Hayvanları Yetiştirme Uygulama ve
Araştırma Merkezi Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’dan Deney Hayvanı Üretici Kullanıcı
ve Tedarikçi Kuruluşlara Mahsus Çalışma İzin belgesini aldı.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
(ÇOMÜ) Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner, Türkiye’nin En Büyük Deney Hayvanları Yetiştirme Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Metehan
Uzun’u ziyaret ederek merkez binasında
incelemelerde bulundu.
Rektör Laçiner, deney hayvanları merkezinin açılmasıyla ÇOMÜ için büyük bir
hayalin gerçekleşmiş olduğuna vurgu yaparak: “Arkadaşlarımız önceki gün bizlere müjdeli bir haber getirdiler. Deney
Hayvanı Üretici Kullanıcı ve Tedarikçi
Kuruluşlara Mahsus Çalışma İzin belgesinin alınmasıyla ÇOMÜ’nün Deney
Hayvanları Araştırma Merkezi faaliyetlerine resmi olarak başlamış oldu. Pek
çok hayvanın üzerinde çalışma yapmaya imkân sağlayacak bir belge bu. Ziraat
Fakültesi’nden, Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi’nin araştırmalarına
kadar birçok araştırma bu merkezde bu
çalışma izni sayesinde yapılmış olacak”
diye konuştu.
Merkez Türkiye İçin Bir İlk
Deney Hayvanları Yetiştirme Uygulama
ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr.
Metehan Uzun da konuşmasında merkezin Türkiye için bir ilk olduğunu belirterek, “31 Ocak itibari ile ruhsat aldık ve şu
anda devam eden 11 tane araştırma var.
İşin doğrusu; merkezi faaliyete geçirirken diğer merkezlerde, diğer üniversitelerde; yılda kaç tane çalışma var? Ne
kadar talep var? Bunların araştırmasını
yaparak malzemelerimizin siparişini ona
göre verdik. Ama görünen o ki bir yıllık
hedefimizi bir ayda tutturmuş olacağız.
Çünkü henüz resmi müracaatını yapmamış ama bize fikir soran, çalışma planladığını söyleyen birçok arkadaşımız var.
30 çalışmanın üzerine rahatlıkla çıkabileceğimizi düşünüyoruz. ” dedi.
Prof. Dr. Metehan Uzun, Etik Kurul’un
onaylamadığı hiçbir çalışmaya izin vermeyeceklerinin de altını çizerek, “Merkezimiz Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ruhsatlı bir merkez olduğu için zaten
hayvan refahını ön planda tutmak zorundayız. Tüm odalarımız 21 – 22 derecelik
sabit ısıda ve 24 saat havalandırma söz
konusu. Hayvanların yemleri ve suları
sürekli olarak önlerinde bulunduruluyor.
Bunlar belirli saatler aralığında sürekli
olarak kontrol ediliyor. Dolayısıyla hayvan refahı açısından herhangi bir problemimiz söz konusu değil. Zaten yasalar
da bunu bize zorunlu kılıyor. Yasalara
azami dikkat ediyoruz.” dedi.
Merkezde toplantı ve konferans salonu,
simülasyon, fizyoloji, mikrobiyoloji, farmakoloji, hücre kültürü ve nöroanotomi
laboratuvarlarının da bulunduğunu kaydeden Uzun, “Aynı şekilde herkese açık
bir hazırlık laboratuvarımız var. Dışarıdan merkezimize gelen bir araştırmacı
kendi projesinde kullanacağı kimyasalla-
Toz ilaçların yasaklanmasıyla kovan başı
rı getirdikten sonra, burada biz ona her
türlü imkanı sunacağız. Online talepte
bulunacaklar, web sayfamızdaki formumuzu dolduracaklar biz onlara hangi gün
gelebileceklerini bildireceğiz. Her türlü
hazırlığı rahatlıkla yapabilecekler, tabii
randevu sistemine göre. Araştırmacı geldiği anda buraya dilediği yaşta, kiloda,
sayıda hayvanı hazır bir şekilde bulmuş
olacak” dedi.
bal üretiminin artacağına inandığını söyleyen Yılmaz,''Son 2 yıldır başta ayçiçeği,
fındık ve pamuk olmak üzere tüm ürünlerimizde bu toz ilaçların kullanılması
yasaklandı. Zaten bu ilaçlar Avrupada
da yasaklamıştı. Biz neden Avrupa'nın
yasakladığı bu ilaçları kullanalım. Bize
yazık değil mi? Bu anlamda ciddi sıkıntılarımız vardı. Artık bu konuda önemli
adımlar atıldı. Şu anda tarımda toz ilaç
kullanımından sulu ilaç kullanılmasına geçilmesiyle Türkiye'de arı ölümleri
neredeyse bitti. Toz ilaç arıların baş belasıydı, bundan kurtulduğumuz için çok
mutluyuz. Bu yasak kovan başı bal üretimimizin artmasına da neden olacak. Şu
unutulmamalı ki tarım da, arı da, doğa
da bizimdir. Biz hepsini birden koruyacağız. Yıllardır bunun mücadelesini veriyoruz. Şu anda biz arıyı da kurtardık doğayı da. Hep birlikte bunun mutluluğunu
yaşıyoruz.'' dedi.
İtalyan Peynirlerine İthalat Yasağı
Denizli'de Kekik Paneli düzenlendi
»» Türkiye’nin pastörize edilmemiş süt
ürünlerinin ithalatına kısıtlama getirmesi,
İtalya ile krize yol açtı.
»»Ege Ağaç Mamulleri ve Orman Ürünleri
İhracatçıları Birliği, Kekik Paneli düzenledi.
İtalyan Süt ve Peynir Derneği (Assolatte), Türkiye’deki İtalyan
Büyükelçiliği aracılığıyla kendilerine iletilen kısıtlama kararına
tepki gösterdi. Assolatte Başkanı Giuseppe Ambrosi, derneğin
internet sitesinden yaptığı açıklamada, Türk hükümetinin çiğ
sütten yapılan ürünlerin ithalatını 1 Şubat’tan itibaren yasaklaması yüzünden Parmiggiano Reggiano, Grana Padano, Provolone Valpadana gibi İtalya’nın sembolü haline gelmiş peynirlerin
Türkiye’ye ithalinin durdurulduğunu belirtti.
Assolatte Direktörü Massimo Forino da yasağın kendilerini hem
üzdüğünü hem de kızdırdığını söyledi. Forino, “Sağlık koşulları
gerekçesiyle gıda ürünlerinin ticaretine kurallar konması, uygulanması anlaşılabilir. Ancak bizim ürünlerimiz pastörize sütten
yapılmasa da aylarca olgunlaştırma işlemine tabi tutuluyor ve
bu yolla bakteriler ortadan kalkıyor. Peynirlerimizi tüm dünyada satıyoruz.” dedi.
Forino, Türk hükümetine yasağın kaldırılması için başvurduklarını, yasağın geri çekilmemesi halinde Avrupa Komisyonu’na
da başvuracaklarını ifade etti.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca hazırlanan Çiftçi Kayıt Sistemi'ne Dahil olan Çiftçilere Mazot, Gübre ve Toprak
Analizi Destekleme Ödemesi Yapılmasına dair Tebliğ'de
(2012/40) Değişiklik Yapılmasına dair Tebliğ (2013/6),
Resmi Gazete'nin 21 Şubat 2013 tarihli sayısında yayımlanarak 31 Aralık 2012 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yürürlüğe girdi.
Düzenlemeyle, Mazot, gübre ve toprak analizi desteğinden
faydalanmak isteyen çiftçilerin, 29 Mart 2013 mesai saati
bitimine kadar ilçe müdürlüklerine, merkez ilçede ise il müdürlüklerine başvuru yapmaları gerekecek.
Kadastro görmemiş köylere ilişkin tahkim komisyonlarınca
yapılan çalışma planına göre her köy için son müracaat tarihi, 31 Aralık 2012 tarihinden önce olmak kaydıyla belirlenecek ve bu tarih ilgili muhtara tebliğ edilecek.
»»Peşpeşe gelen açıklamalarla ‘at eti’
Avrupa’nın birinci gündem maddesi oldu.
»»Türkiye Arı Yetiştiricileri Merkez Birliği Başkanı Bahri Yılmaz, ''Tarımda toz ilaç
kullanımından sulu ilaç kullanılmasına geçilmesiyle Türkiye'de arı ölümleri neredeyse bitti'' dedi.
yılları arasında çok arı kayıplarımız
oldu. Bu ölümlerin nedenini araştırdık.
İlk olarak ölen arılarımızdan numuneler
aldık. Aldığımız numunelerin hepsinde Avrupa'da yasaklamış bazı ilaçların
maddelerine rastladık. Bunun ardından
hemen ilgili bakanlık yetkilileri ve bu ilaç
firmalarının temsilcileri ile bir araya gelerek bu ilaçların yasaklanmasını sağlandık. Bunun için de büyük uğraşlar verdik.
Mahkemelerde hakkımızı aradık. Sonunda gülen taraf bizler olduk.'' diye konuştu.
Mazot, Gübre ve Toprak
Analiz Tarihi Belirlendi
Avrupa’da ‘at eti’
Aramaları Hız Kazandı
Sulu İlaç Kullanımı Arı Ölümlerini Düşürdü
Türkiye Arı Yetiştiricileri Merkez Birliği
Başkanı Bahri Yılmaz, bazı üreticiler tarafından geçmiş yıllarda başka ülkelerin
yasakladığı tarım ilaçlarının kullandığını, bu nedenle bu ilaçlar nedeniyle çok
sık görüldüğünü belirterek, ''Bu konuda yıllarca mücadele verdik, hakkımızı
mahkemelerde aradık, sonunda toz ilaç
kullanımını yasaklattırdık, bu nedenle de
mutluyuz'' diye konuştu.
Yılmaz, ''Arıcılığın ve doğanın en büyük
düşmanı maalesef tarım ilaçlarıdır. Bu
ilaçlardan en çok zararlı olanı ise toz
ilaçtı. Bizler arıcılar olarak yıllardır bu
toz ilacın yasaklanması konusunda mücadele verdik. Çünkü arılarımız bilinçsizce kullanılan bu toz ilaçları nedeniyle
ölüyordu. Toz ilaç tarımda kullanıldıktan
kısa bir süre sonra uçuyor ve bu uçan tozlar her tarafı kirletiyordu. Doğal ortamda
toz ilaçla temas eden arılarımız bu nedenle ölüyordu. Özellikle 2006 ile 2008
5
Denizli’de düzenlenen 'Kekik Paneli'nde üreticilere, “Ürününüze sahip çıkın, doğru zamanda doğru dozda ilaç kullanın,
sulama ve gübrelemeye dikkat edin.” mesajı verildi.
Denizli’nin önemli kekik üretim bölgelerinden 700 civarında üretici katıldı. Üreticinin daha fazla kazanç elde etmek
amacı ile yaptığı girişimlere değinen Birlik Yönetim Kurulu
Başkanı Nurettin Tarakçıoğlu, Bu güzel ürünün üç beş kuruş fazla kazanç uğruna feda olması riskini arttıran, ot ilacı
kullanılmasındaki yanlış uygulamalar, kekiği bir gıda ürünü
olarak insanların tükettiğini unutarak kirli ortamlarda işlemek ile çöpünden arındırılmasında gerekli özen gösterilmeden işletmelere yine temiz olmayan ambalajlarda ulaştırmak çözüm geliştirmemiz gereken ana konular. Maalesef
bu yıl geçen yıllara oranla işletmeler daha fazla oranda çöp
temizlemek için çaba sarf etti ve ne yazık ki çok defalarda
bunda başarılı olamadı.” diye konuştu.
Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdür Yardımcısı Necdet Demir ise Denizli’de krize giren tütün üreticilerinine 2000’li
yılların başında kekik üretiminin alternatif olduğunu belirtti.
İngiltere’de satılan lazanyalarda yüzde 60 ile yüzde 100 oranında at eti kullanıldığının tespit edilmesinin ardından
Romanya’dan yayılan ‘at eti’ Avrupa’yı sardı.
Fransa Tarım Bakanlığı, Romanya’da kesilen ‘atların’ Hollanda ve Kıbrıs’tan aracılar vasıtasıyla getirildiğini açıklarken, Romanya Tarım Bakanlığı at eti ile dana etini ithalatçıların ayıramamasının mümkün olmadığını söyledi. En son
dalga ise Almanya’da döner etinden çıkan ‘at eti’ ile ortaya
çıktı. Dönercilerden alınan numunelerde at ve domuz etine
rastlandı. İngiliz parlamentosunun beslenmeden sorumlu
komisyonu da konu aydınlatılana kadar AB ülkelerinden et
ithal edilmesinin yasaklanmasını talep etti.
At Eti Nereden Geldi?
Romanya’da kesilen
atlar, İsveçli Findus
tarafından
lazanya üretilmek üzere
Fransız
Comigel’e
devredildi.
Findus
için hazırlanan lazanyalar Lüksemburg’da
üretildi. Üretilen lazanyalar Fransa ve
İsveç’te satışa çıkarıldı. Etlerin Spangero adlı firma tarafından satın alındığı açıklanırken, şirket
başkanı olayın takipçisiyiz mesajı verdi. Bu olayların arkasından İrlanda’da köftelerde de at eti olduğu ortaya çıktı.
İrlandalı yetkililer ‘at eti’nin Polonya’dan alındığını açıkladı. Skandal son olarak İtalya ve İspanya’da kendini gösterdi.
Raviolide (İtalyan mantısı) ortaya çıkan at DNA’sı üzerine
üretici şirket ürünlerini piyasadan çekti. Etlerin tedarikçisi
ise bu kez Almanya’dan çıktı.
Zeytincilikte Örnek Proje
»»Zeytin karasuyu oluşturulan sistem
sayesinde sorun olmaktan çıkıyor.
Dünya’da zeytin yağı üretimi yapılan tüm ülkelerin ortak sorunu olan,
zeytin yağı fabrikalarından doğaya zehir olarak
salınan zeytin karasuyu,
Balıkesir’in Edremit ilçesindeki dünyaca ünlü
kaşif ve iş adamı Faruk
Durukan’ın oluşturduğu sistem sayesinde sorun olmaktan çıktı.
Zeytin karasuyu sorunu ile ilgili yıllardır Balıkesir
Üniversitesi’yle ortak bilimsel çalışmalar yapan Faruk Durukan, Prof. Dr. Gülendam Tümen’in akademik destekleriyle elde ettiği sistemi tüm zeytinyağı fabrikalarında uygulanabilir hale getirdi.
Geliştirilen sistem sayesinde, fabrikada sıkılan zeytinlerin
çekirdekleri ayrıştırılıyor ve zeytin posaları da kullanılabilir
halde elde ediliyor. Zeytin çekirdekleri, doğal yakıt maddesi
olarak alıcı bulurken, ayrıştırılmış halde elde edilen zeytin
posaları da zeytin ezmesi olarak gıda firmalarınca satın alınabiliyor. Yani zeytinyağı fabrikaları, kara su problemini
aşmakla birlikte, atık olarak kabul edilen zeytin muhteviyatlarından da ayrıca para kazanabilecek.
6
̇
̇
Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği
TARIM
Sivil Toplum Kuruluşları
»»Sivil Toplum Kuruluşları, resmi kurumlar dışında ve bunlardan
bağımsız olarak çalışan, politik, sosyal, kültürel, hukuki ve çevresel
amaçları doğrultusunda lobi çalışmaları, ikna ve eylemlerle çalışan
kuruluşlardır.
Meslek örgütleri ise hukuki bir çerçevesi ve ekonomik yapısı olan kar amaçsız örgütler olup
yarattığı katma değeri tekrar mesleğin ve meslektaşlarının gelişimine harcayan ve bu anlamda sosyal fayda yaratan kurumlardır.
Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşları, sivillikle resmiyet arasında ki meslek
kuruluşlarıdır. Ancak gerçek sivil toplum kuruluşu oldukları tartışmalıdır. Çünkü bu tip
kuruluşların örgütlenme yapısında üyelik gönüllülük esasına dayanmamaktadır.
Diğer taraftan Anayasa ve yasalardan alınan
güçle kamu otoritesi adına kendi meslek mensuplarına yaptırım uygulayabilmektedirler.
Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulunca yayınlanan bir araştırma ve inceleme raporunda kooperatiflerde sivil toplum kuruluşu
olarak nitelendirilmiştir.
Kooperatiflerin, 1163 Sayılı
Kooperatifler Kanununun genel
ilkeleri çerçevesinde bakıldığında
ve dünyaca kabul görmüş ilkeleri
irdelendiğinde sivil toplum
kuruluşu olarak nitelendirilebilecek
örgüt yapısına sahip oldukları
görülecektir.
Yakın geçmişte Devletin etkisini ve müdahalesini artıracak yasal düzenlemelerle yapısal
özelliklerinin bir kısmı dejenerasyona uğratılmış olsa da, sivil toplum kuruluşlarında aranan,
demokratik işleyiş, gönüllülük, kar amaçlı bir
kuruluş olmaması ve gelir fazlasının risturn olarak ortaklarına geri dönmesi gibi özellikleri ile
kooperatifler hala farklılıklarını korumaktadır.
Kooperatiflere alternatif üretici örgütleri ikame edilmeye çalışılsa da, tüm gelişmiş Ülkelerde olduğu gibi Ülkemizde de toplumsal
kalkınmada hala vazgeçilmezliği tartışmasız
kuruluşlardır.
Demokrasiyi özümsemiş ülkelerde, sivil toplum
kuruluşlarının toplumsal yaşamdaki önemine
paralel olarak, Ülkemizde de giderek sivil toplum kuruluşlarının önemi giderek artmaktadır.
Ulasal iradenin oluşmasını, sadece siyasi partilerin sağlayamadığı sivil toplum kuruluşlarının
bu oluşumda etkin rolü olduğu bir gerçektir.
Ancak sivil toplum kuruluşlarının demokratik işleyişinde ve toplumsal anlayışta henüz
olgunlaşmadığı hatta bazı sivil toplum kuruluşlarının giderek zafiyet içerisine girdiği de
görülmektedir.
Erol AKAR
Köy-Koop Kastamonu Birlik Başkanı
Kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerinin bir kısmının, yasalardan aldığı güçle devasa kuruluşlar haline gelmiş olmasına rağmen,
bu gücü kendi meslek mensupları için yeterince ve doğru bir şekilde kullandığı artık kamuoyunda ciddi bir şekilde tartışılmaktadır.
Sivil toplum kuruluşlarınca yapılan faaliyetler
değerlendirildiğinde, bazı istisnalarına rağmen genel olarak yöneticilerinin siyasetin etkisine girerek örgütlerini siyasi ikbal aracı olarak
görmektedirler.
Bu yüzden temsil ettikleri kesimin sorunlarını
dile getirmekten kaçınmakta, haksız veya yasal
olmayan uygulamalara direnç gösterememektedirler.
Yerelden tutunda merkez düzeyinde dahi bu
tavır en açık bir şekilde görülmekte, hatta her
dönemde siyasi iktidara yakın olduğunu göstermek çabası içerisinde olabilmektedirler.
Bazen tam tersi olmakta, ne pahasına olursa
olsun muhalefet yapmayı bir meziyet sayarak,
her türlü icraata karşı çıkılmakta, yine kendilerine, bu yolla siyasi zemin hazırlamaya çalışmaktadırlar.
Diğer taraftan;
İktidarlar, yöneticilerinin siyasi görüşlerine
göre örgütlere yakınlık duymakta veya kendi siyasi görüşüne uymayan yöneticileri yıpratmak uğruna, bu örgütü oluşturan kesimin
mağduriyetine neden olabilmekte, hatta alternatif örgüt oluşturulması çabasına dahi girebilmektedir.
Görülüyor ki; sivil toplum kuruluşlarının bir
kısmı yasalardan aldıkları ayrıcalıklı güçle toplumun sırtında bir yük oluştururken, iktidarlar
bu gücü kendilerinin arka bahçesi olarak görmeye devam etmektedir.
Umarım, sivil toplum kuruluşları, demokrasiyi
gerçek anlamda özümsediğimiz zaman hak ettiği yerde olacaktır.
Bakan Eker: Şanlıurfa Tarıma Dayalı
Sanayinin ve Gıda Sanayinin Markası Olacak
»»Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ile Şanlıurfa’da, Türkiye’nin en
büyük Organize Besi Sanayi Bölgesi’nin temel atma törenine katıldı.
Bakan Eker törende, bölgede tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi gerektiğini belirterek,
Besi Organize Sanayi Bölgesi’nin 855 hektar
arazi üzerine kurulduğunu ve ilk etabının
temelini attıklarını söyledi. Söz konusu tesis
sayesinde Şanlıurfa’nın, Türkiye’nin en büyük, en modern besi bölgesine kavuştuğunu
aktaran Eker, buranın kent için iki açıdan
önemli olduğunu belirterek, şöyle devam
etti: “Burada yapılacak hayvancılıkla gıda
sanayisinin önü açılacak. Markalar olacak,
Şanlıurfa tarıma dayalı sanayinin de gıda sanayinin de ihracatında inşallah markası haline gelecek. Yüz binlerce büyük baş hayvan
burada yetiştirilecek. Birincisi bu. İkincisi de
en az onun kadar önemli. Şu anda yüzlerce
mağarada vatandaşlarımız besicilik yapıyor.
Bu mağaraları ahır olarak kullanıyor. Bunlar
Urfa’nın tarihi ve turistlik değerleri. En az
Haleplibahçe’deki mozaikler kadar önemli.
Ama bugün onlar ahır olarak kullanılıyor.
İşte biz bu bütün mağaralardaki 70 binin
üzerindeki hayvanı oradan çekip buraya getirdiğimiz de orada uygulayacağımız projeyle Şanlıurfa’nın turizmine, tarihi ve kültür
değerlerine yeni bir hazine katmış olacağız.
Şanlıurfa bunun üzerinden de ayrıca bir cazibe merkezi haline gelecek.”
Temeli atılan Besi OSB’nin 1. etabında 2 bin
660 dekar kapalı alan ve 532 işletme olacağını belirten Eker, “532 besihane olacak, onun
için Türkiye’nin en büyüğü, en önemlisi. Biz
burada bunu büyük bir yatırım olarak düşünüyoruz. Türkiye’de halihazırda devam eden
Kars, Amasya, Ankara, Diyarbakır, Eskişehir, Yalova’ya ilaveten 2012 yılında biz bir
tek yer programa aldık o da Şanlıurfa” şeklinde konuştu. Şanlıurfa’da 2. aşama olarak
Organize Sera Bölgesi kuracaklarını aktaran
Eker, bunun da Karaali köyü yakınlarında
gerçekleştirileceğini dile getirdi.
Törende konuşan Çalışma ve Sosyal Gü-
venlik Bakanı Faruk Çelik de Şanlıurfa’nın,
Türkiye’nin önemli tarım merkezlerinden
biri olduğuna işaret ederek, 2012 itibarıyla
kentin tarımsal değerinin 5.1 milyar TL’ye
ulaştığını söyledi. Temeli atılan tesisin kısa
sürede bitirilmesi için takibini yapacaklarını
aktaran Çelik, şunları kaydetti: “Besi Organize Sanayi Bölgesi’nin temeli atılıyor, özellikleri geneli itibarıyla şunu söyleyebiliriz.
Türkiye’nin en büyüğünün temeli atılıyor.
Şanlıurfa’ya da bu yakışır. Bin 700 kişi istihdam edilecek ama dolaylı olarak 5 bin kişi istihdam edileceği projenin temelini atıyoruz.
Bu projeyle sağlıksız hayvan üretimine son
veriyoruz. Artık sağlıklı bir şekilde modern
ortamlarda hayvan üretimini gerçekleştirmiş olacağız.” Daha önce verdikleri sözleri
gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşadıklarını ifade eden Çelik, kentin bütün projelerini
hayata tek tek gerçekleştireceklerini anlattı.
Konuşmaların ardından Bakan Eker, yüklenici firma yetkilisiyle pazarlık yaparak projenin 2 yıl yerine 1 yılda tamamlanması için
söz aldı. Daha sonra tesisin temeli, Bakanlar
Eker ve Çelik ile Vali Celalettin Güvenç, Şanlıurfa Milletvekili Seyit Eyyüpoğlu, Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Eşref Fakıbaba
tarafından atıldı.
Birikim ve deneyimden doğan
büyük güç.
Pamuk küspesi üretiminde lider kuruluş.
Saygılarımla.
Bakanlık Sudan'da Arazi Kiraladı
»»Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Sudan’da 5 milyon dönüm
araziyi 99 yıllığına kiraladı.
Türkiye'den gidecek özel sektör firmaları
Sudan'ın 5 ayrı bölgesinde örnek çiftlikler kuracak. Türkiye'de kota sınırlaması yüzünden
üretilemeyen ürünler Sudan arazilerinde üretilecek. Bu arazilerde sebze ve meyve başta olmak üzere çeşitli tarım ürünleri yetiştirilecek.
Araziler özel sektöre de açılacak.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile
Sudan’ın ilgili bakanlığı arasında 3 Mayıs
2012’de imzalanan mutabakat zaptı sonrası,
Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM),
Sudan’daki en verimli arazilerden toprak numuneleri alıp Türkiye’de analiz etti.
Ziraat mühendisleri, Türkiye'nin ithal etmek
zorunda kaldığı bütün ürünlerin Sudan'ın 5
ayrı bölgesindeki arazilerde yetiştirileceği raporu verdi. Bunun üzerine Omdurman, Rahat,
Medani ve Abugota'da iki tane olmak üzere 5
milyon dönüm arazi, 99 yıllığına TİGEM'in
kullanımına sunuldu. Türkiye'den gidecek
özel sektör firmaları buralarda örnek çiftlikler
kuracak. Kiralanan arazilerde susam, pamuk,
yağlık tohumlar, tropikal meyveler ve sebze tohumları bu arazilerde üretilecek.
Projenin gerekçesi de bu ürünlerin Türkiye' de
yetiştirilememesi ve ithal edilmek zorunda kalınması. Ancak bahsi geçen tarım ürünlerinin
ithal edilmek zorunda kalınmasının en büyük
sebebiyse tarım ürünlerine getirilen kota uygulaması. Projenin diğer gerekçelerinden biri de
Sudan'da kiralanan arazilerde işçilik ve sulama
maliyetlerinin çok düşük olması. Bu uygulamanın faturası da yine köylüye ve çiftçiye kesilecek.
322 4591212
www.serinler.com
̇
̇ Mart 2013
Köy-Koop Merkez Birliği
GÜNDEM
7
"Geleceğin Köylerinde Kooperatifçilik ve
Yeni Belediye Yasası"
»»"Geleceğin Köylerinde Kooperatifçilik ve Yeni Belediye Yasası" konulu panel 18 Şubat 2013 tarihinde İzmir'in Bergama ilçesinde gerçekleştirildi.
Modaretörlüğünü gazeteci Tuncer
Beybağ'ın yaptığı panele; Bergama
Ziraat Odası Yönetim Kurulu Başkan Vekili Ayhan Yetim, Bergama
Kaymakamı Ahmet Ertan Yücel KöyKoop İzmir Birliği Başkanı Muhittin
Akbulut, İzmir İli Çiftçi Örgütleri
Güçbirliği Platformu Sözcüsü Prof.
Dr. Mustafa Kaymakçı, Seferihisar
Belediye Başkanı, M. Tunç Soyer,
S.S Bademler Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Başkanı Mehmet
Sever, S.S Karahıdırlı Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Başkanı Mustafa
Küçük, oda başkanları, kooperatif
başkanları, siyasi parti temsilcileri,
köy muhtarları ve çok sayıda vatandaş katıldı.
Tarım alanında izlenen politikaların
ve tarımsal alanlarda yaşanan değişimlerin masaya yatırıldığı panelde kooperatifleşmenin faydaları ele
alındı. Türkiye'nin tarımda ithalatçı
bir ülke haline geldiğinin ifade edildiği panelde, ülkenin gıda egemenliğinin hızla yitirildiği ve tarımda
dışarıya muhtaç hale gelindiğinin
altı çizildi. Tarım politikalarının çiftçileri fakirleştirdiğinin ve üretimin
gerilediğinin vurgulandığı panelde,
çiftçilerin hızla kooperatifleşmeye
sevk edilerek, kooperatiflerin desteklenmesi gerektiği ifade edildi.
Ülke çıkarlarına uygun yeni tarım
politikaları üretilmesinin önemli
olduğunun dile getirildiği panelde
konuşan Bergama Belediye Başkanı
Mehmet Gönenç, "Yeni çıkan Büyükşehir Yasası şüphesiz ki büyük
sıkıntıları da beraberinde getirecektir. Tüzel kişiliği ortadan kalkacak
köylerin geleceği için neler yapabiliriz, olumsuzlukları nasıl aşabiliriz
konularını hep birlikte tartışıp, birlikte hareket etmemiz gerekiyor
Gönenç, "Umuyorum ki panelde konuşulanlar, kırsal kalkınmanın en
büyük lokomotifi olan köylerimizde
ortaklaşa çalışmalar yapmamızın
önünü açar, başlangıç olur. Bizler,
elimizden geldiği kadar her zaman
olduğu gibi köylerin toplumumuzun
dev ölçekli işletmelerce ikame edilerek bitirilmek istendiğini söyledi.
Panelde, Büyükşehir Yasası’nın
İzmir’i çok yakından ilgilendirdiğini
vurgulayan Köy-Koop İzmir Birlik
Başkanı Muhittin Akbulut ise, “6360
Sayılı Yasa kimseye sorulmadan bir
gecede çıkartıldı. Bu yasaya şiddetle tepki veriyoruz. Bu yasayla ortak
değerlerimiz yok edilecek. Köylerde
ürettiğimiz ürünler, gelenek, örf,
adet ve türkülerimiz olmayacak.
Yasa bize daha çok işsizlik, daha çok
vergi olarak geri dönecektir” diye
konuştu.
temel direği olmaya devam etmesi
için çaba göstereceğiz" diye konuştu.
Hem geçmişimiz hem de geleceğimiz
olan köyler için ‘Geleceğin Köyleri
Hareketi’ni başlatan Başkan Tunç
Soyer’e ve tüm panelistlere teşekkür
ediyorum” dedi.
"Bütünşehir Yasası Tarımsal
Çöküşü Körükler"
Panelde Bütünşehir Yasası'nın etkilerine değinen Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer, Seferihisar'dan başlayan Geleceğin Köyleri Hareketi'nin
tüm İzmir'e ve Türkiye'ye yayılmasını
istediklerini belirtti. Soyer, "Yeni Bütünşehir Yasası'yla köyler mahalle
durumuna gelecek, çiftçilerimiz de
bu durumdan olumsuz etkilenecek.
Yaklaşık 16 bin köyün tüzel kişiliğinin kaldırılarak mahalleye dönüştürülmesi buralarda yaşayan insanlarımız için bir takım sıkıntıların
başlangıcı anlamına geliyor. Üreten,
ürettiği ürününü zor şartlarda satarak kıt kanaat geçinen köylümüzü
önümüzdeki yıllarda daha zor günler beklemektedir" dedi.
İmza kampanyasıyla köylerin kapanmaması için büyük bir mücadele başlattıklarını sözlerine ekleyen Soyer,
herkesi bu mücadeleye davet etti.
Köy Yoksa Geleceğimiz Yok
Büyükşehir Yasası dünyada meydana gelen değişimlerin bir parçası
olduğunu vurgulayan Prof.Dr. Mustafa Kaymakçı, “Dünyada tarım iki
yönde değişiklik gösteriyor. Birincisi, küçük orta ölçekli işletmelerde yapılan yani köylü tarımcılığını
ortadan kaldırarak, bunun yerine
büyük dev tarımsal işletmeler kurup
endüstriyel tarımı hakim kılmak.
İkinci seçenek ise, kooperatif örgütlenme temelli küçük ve orta ölçekli
köylü işletmeleri ile sürdürülebilir
tarım yapmak” diye konuştu.
Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı ise, "Ne
yazık ki bu toprağın insanı, köklerini
kaybetme noktasına geldi. Bu nedenle, başta köylüler olmak üzere, köy
muhtarları, tarımın bütün örgütleri ve sağlıklı gıda tüketmek isteyen
kentliler bu harekete sahip çıkmalı,
imza vermeli" diyerek, dünyada da,
küçük ve orta ölçekli tarım işletmeleriyle yapılan köylülüğün, endüstriyel
Akbulut, “Bugün 16.082 köy,
yani köylerin yüzde 47’si, nüfusu
2.000’in altında yaklaşık olarak da
1.500 belde de kapanacak. 56 milyon kişiyi ilgilendiren bu yasa hazırlanırken ve yasa çıktıktan sonra
kimseye sorulmuyor. Köy-Koop olarak, Seferihisar’da köylülerin başlattığı “Geleceğin Köyleri Hareketi”ne
destek veriyoruz. Köylere ait arsa,
tarla, mera, çay, gölet gibi herşey
belediyelere verilecek. İzmir’de Kooperatiflerin bünyesinde bulunan süt
toplama tesislerimiz var. Bu yasayla
bunların durumları ne olacak belli
değil” dedi.
“Büyükşehir ve İlçe Belediyeleri
köylerde geleneksel kültüre, mimari
özelliklere uygun tip konut projesi
yapar veya yaptırır” yasa maddesinin açık ve net olmadığını, bizim
bölge bölge belirlediğimiz bir tip mimarimiz mi var? sorusunu yönelten
Akbulut, “Yasa çıkmadan önce; Kül-
tür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Yasası değişti. Milli Parklar Kanunu
kalktı ve Şehircilik Bakanlığı kuruldu. Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu
oluşturuldu. Kentsel Dönüşüm Yasası dediğimiz, Afet Riski Altındaki
Alanların Dönüştürülmesi Yasası
var. Şimdi bu değişiklikleri neden
söylüyorum. Biz bu yasanın altında,
özellikle Akdeniz Bölgesi, Marmara
Bölgesi, Ege Bölgesi kıyılarında ve
diğer turizme yönelik yerlerde rant
seziyoruz. Bunun örneklerini yakın
zamanda, İstanbul Tarlabaşı’ndaki
Kentsel Dönüşüm adı altında yapılan çalışmaların sonucunda hep birlikte gördük. Yasayla önce köyler şehirli haline getirilecek, şehirler arsa
olacak, arsa da imara açılacak. Yani
yeni rant alanları açılmış olacak diye
düşünüyoruz” diye konuştu.
Bir yasayla köylü nüfusunu şehirli
yapılamayacağını, kırsalın nüfusu
azaltılmak isteniyorsa; şehirlere gelen insanlar nasıl istihdam edileceğini vurgulayan Akbulut, “Yıllardır tarım ürünlerinde artı veren ülkemiz,
şimdi eksi veriyor. Artık ürettiğimiz
ürünün bir çoğunu ithal ediyoruz.
Bu döngüyü tersine çevirmemiz gerekiyor.” dedi.
Akbulut, “Avrupa Birliğine girmek için kırk yıldır uğraşıyoruz.
Türkiye’nin de altına imza attığı,
Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler
Özerklik Şartı’nın 5. maddesi diyor ki, eğer insanları bir yerden bir
yere götürüyorsanız, mümkünse
referandum yapın, onlara danışın diyor. Biz bu konuda Anayasa
Mahkemesi’nden bir netice alamazsak, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’ne gitmeye kararlıyız”
diyerek konuşmasına son verdi.
Bursa’da 2013 ‘İpek Yılı’ İlan Edildi
Okul Sütü Programı Başladı
»»Bursa’da ipek böcekçiliğini canlandırmak için Bursa Valiliği harekete geçti.
»»Okul Sütü Projesi düzenlenen törenle
yeniden uygulanmaya başladı.
Çarşamba Valilik binasında yapılan toplantıda; son yıllarda Bursa’nın değerlerini yükseltmek ve yaşatmak için büyük
bir gayret içinde olduklarını belirten
Bursa Valisi Şahabettin Harput, her sene
Bursa’nın inciri, armudu ve kestanesi
gibi değişik ürünlerini ele alarak yaşatmaya çalıştıklarını anlattı. 2013’de ise
tarımın bir ayağı olan ipek böceğini ele
alarak bu yılı “2013 İpek Yılı” olarak ilan
ettiklerini anlatan Harput, “Kirazla beraber ipek böceğini ihya etmek için topyekun bir hareket başlatalım istedik. Bu
manada bugün ipek ve ipek böceğini masaya yatırdık. Aslında iki yıldan bu yana
bu konuda çalışmalar yapmaktayız” şeklinde konuştu.
Harput, "Bir şey sahipsiz kalırsa yok olmaya mahkumdur. İşte onlardan bir tanesi de bizim ipeğimizdir. Maalesef uzun
bir süredir ipeğimize sahip çıkamadık.
Meşhur Bursa ipeği yok olmaya yüz tuttu" diye konuştu.
Eskiden Bursa denince akla ipeğin geldiğini, göreve geldikleri günden beri
Bursa'nın çeşitli değerlerini yaşatmaya
çalıştıklarını vurgulayan Vali Harput,
"Geldiğimiz günden beri bu şehrin değerlerine sahip çıkmaya çalıştık. Bu değerleri yaşatmak ve onlarla beraber yaşamak zorundayız. Şüphesiz sanayileşme
Bursa'yı ekonomi ve refah manasında
yükseltti Ama bu bizim diğer değerlerimizi ihmal etme ve onları ikinci plana atmamızı gerektirmez" şeklinde konuştu.
Bursa Vali Yardımcısı Hüseyin Demirciler başkanlığında Kozabirlik, Uludağ
Üniversitesi, Bursa Tarım İl Müdürlüğü,
İl Milli Eğitim Müdürlüğü, odalar ve özel
kuruluşlar işbirliği ile ipek böcekçiliği raporu hazırlandı.
Ardından Vali Yardımcısı Hüseyin Eren
tarafından süreçle ilgili görsel verilerle
destekli bilgilendirmede bulundu.
Vali Yardımcısı Eren, çalışmalar kapsamında 2012 yılında fidan, tohum-larva ve
fiyat desteklemeleri ile birlikte HAGEL'in
çelik konteyner besi evi destekleri verdiğini belirtti. 2013'de ise başta koza üretiminin artırılmasının hedeflendiğini bildiren Eren, tarım meslek lisesinde ipek
böcekçiliği bölümü açılması ve Bursa'ya
özgü ipek ürünlerinin geliştirilmesini hedeflediklerini bildirdi.
Dut yaprağından kozaya sadece 27 gün
gerektiğini, bu önemli gelir kapısı ile
ortalama 500 bin kişiye istihdam sağlanabileceğini, kamuoyu ve genç kuşağın
ipek böcekçiliğine yoğunlaştırılmasını
hedeflediklerini kaydeden Hüseyin Eren,
"Fidan, tohum, fiyat desteği ve alım garantisi olan bir üründür. 2 ayda 3 kutu
tohumla ortalama 100-125 kilogram üretilerek 2 bin 500 ila 4 bin TL kazandırıyor. Yine 2 aylık bir emekle, 12 kutu, yani
400 kilo koza üretebilen bir üretici ortalama 10 bin veya 12 bin TL kazanabilir.
Bu gelir ise asgari ücretin 1 yıllık toplamından daha fazla." diye konuştu.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi
Eker, projeyle birlikte bu dönem sonuna kadar 60 milyon litre süt dağıtılmış
olacağını söyledi.
2011/2012 üretim yılında ilk defa uygulanan “Okul Sütü Programı” edinilen
tecrübeler ışığında, bu yıl bir dizi yeni
tedbirle birlikte uygulanmaya konuldu.
İlk defa özel okulların da okul sütü dağıtım programı kapsamına alındığı uygulama öncesinde;
• Okul Sütü Programı Uygulama Rehberi hazırlanarak tüm okullara gönderildi.
• Her öğrenci için “Veli İzin Formu” hazırlanarak öğrencilerin laktoz intoleransına (süt hassasiyeti) karşı duyarlılıkları
belirlenerek, buna göre süt dağıtım programı yapıldı.
• Okul sütü ile ilgili kamu spotları hazırlanarak yayınlanmak üzere 250 televizyon kuruluşuna gönderildi.
11 Şubat 2013 tarihinde 18 ildeki 2,7 milyon öğrenci ile başlatılan Okul Sütü dağıtım programına, 13 Şubat 2013 tarihinde 23 ildeki 3,2 milyon öğrenci de dahil edildi. 15 Şubat
Cuma günü eklenen illerle birlikte 81 ilde 6,3 milyon öğrenci, Okul Sütü Programı’na dahil edilmiş oldu.
8
̇
̇
Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği
AB - KOOPERATİFÇİLİK
KOOPERATİF
Kafdağı’ndaki Kaynak
Sevgili Kooperatifçi Dostlar,
Sizlere bu sayıda rahatlıkla kullanabileceğiniz bir kaynaktan bahsetmek
istiyorum.
Avrupa Birliği, ülkemiz gibi aday ve
potansiyel aday ülkelere, üyelik öncesi uyum çalışmalarına destek vermektedir. Bu amaçla Katılım Öncesi
Yardım Aracı (Instrument for PreAccession Assistance- IPA) adı altında bir destek oluşturmuştur. IPA
desteğinin beş bileşeni bulunmaktadır. IPA’nın beşinci bileşeni Kırsal
Kalkınma alanındadır. Katılım Öncesi Yardım Aracı Kırsal Kalkınma
(IPA Rural Development- IPARD)
olarak adlandırılmıştır. IPARD bileşeni, Avrupa Birliği’nin Ortak Tarım
Politikası, Ortak Balıkçılık Politikası, Kırsal Kalkınma Politikası ve
ilgili politikalarının uygulanması ve
yönetimi için uyum hazırlıklarını ve
bu kapsamda politika geliştirilmesi
amacıyla verilecek desteklemeleri içermektedir. 874 Milyon Euro
tutarındaki bu destekler, IPARD
Programı adı verilen bir program
çerçevesinde 2007 yılından bu yana
uygulanmaya çalışılmaktadır. Programın 4 ana hedefi var. Bunlar Tarım
sektörünün sürdürülebilir modernizasyonuna katkı sağlamak, Gıda güvenliği, hayvan sağlığı, bitki sağlığı
ve çevre ile ilgili AB standartlarına
uyumu teşvik etmek, Kırsal alanların
sürdürülebilir kalkınmasına katkıda
bulunmak ve Tarım-çevre tedbiri ve
yerel kırsal kalkınma stratejilerinin
uygulanması (LEADER) ile ilgili hazırlık yapmak şeklinde sıralanabilir.
Bu hedeflere yönelik sizlerin başvuruda bulunabileceği 10 ana Proje
konusu var. Bunlar başlıklar halinde
şunlardır :
1- Süt Üreten Tarımsal İşletmelere
Yatırım
2- Et Üreten Tarımsal İşletmelere
Yatırım
3- Süt ve Süt Ürünlerinin İşlenmesi
ve Pazarlanması
4- Et ve Et Ürünlerinin İşlenmesi ve
Pazarlanması
5- Meyve ve Sebzelerin İşlenmesi ve
Pazarlanması
6- Su Ürünlerinin İşlenmesi ve Pazarlanması
7- Çiftlik Faaliyetlerinin Çeşitlendirilmesi ve Geliştirilmesi
8- Yerel Ürünler ve Mikro İşletmelerin Geliştirilmesi
9- Kırsal Turizm
10- Kültür Balıkçılığının Geliştirilmesi
IPARD
Programı
AB’nin
ve
Türkiye’nin bu konuda çıkardığı özel
yasalar çerçevesinde uygulanmaktadır. AB’nin 1085/2006 sayılı IPA
Konsey Tüzüğü ve 718/2007 sayılı
IPA tüzüğün uygulanması esaslarını
içeren Uygulama Tüzüğü ile ülkemizin 2008/14450 sayılı Uluslararası
Anlaşması esas alınarak uygulanan
Program, 2007-2013 için birinci süreç ve 2014-2020 yılları için ikinci
süreçten oluşmaktadır.
Birinci sürecin sonlarına geldiğimiz
şu günlerde, IPARD Desteklerine
başvuruların daha da arttırılmasına
gerek duyulmaktadır. Bu nedenle
IPARD Yönetim Otoritesi tarafından IPARD Desteklemelerinin yaygınlaştırılması ve topluma tanıtımı
amacıyla çeşitli faaliyetler sürdürülmektedir. Tanıtım amacıyla en
son AB’den destek alınarak özellikle
Üretici Örgütlerine yönelik 6 adet
çalıştay gerçekleştirilmiştir. Avrupa Komisyonu Genişleme Genel
Müdürlüğü Teknik Destek ve Bilgi
Değişim Ofisi (TAIEX) tarafından
finanse edilen bu çalıştaylara yukarıda bahsedilen proje konularına
yönelik ülkemizde faaliyet gösteren
bütün üretici örgütlerinin merkez ve
bölge birlikleri ile tarım yazarları davet edilmiştir.
Bu büyük organizasyonun hedef kitlesi olarak üretici örgütlerinin seçilmesi
oldukça anlamlıdır. Yapılan toplantılarda üreticilerin gözünde bu des-
Dr. Erhan EKMEN
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
Tarım Reformu Genel Müdürlüğü
Teşkilatlanma Daire Başkanlığı
Projeler ve Dış İlişkiler
Çalışma Grubu Sorumlusu
tekler Kaf Dağı’nın ötesi kadar uzak
görüldüğü ortaya çıkmıştır. Başvuru
koşullarının ağırlığı, bürokrasinin
fazlalığı ve maddi yükün büyüklüğü
nedeniyle ortaya çıkan zorlukları aşabilecek bir güce ihtiyaç duyulmaktadır. İşte bu güç, kooperatiflerimizin
sahip olduğu birlikte dayanışma ve
çalışma ilkesi içinde mevcuttur. Kooperatiflerin, aranılan gücün temini
konusunda kullanılabilecek bir altın
anahtar olduğu artık herkes tarafından kabul edilmektedir.
Peki kooperatifler, IPARD
Programı’ nın Tanıtımında
ne yapabilirler ve nasıl
faydalı olabilirler?
1- Öncelikle tanıtım bir yayım faaliyetidir. Kooperatifler aracılığı ile
problem çözme yaklaşımına sahip
Çoğulcu ve Katılımcı bir Tarımsal
Yayım yapılabilecektir. Bu yöntem
Tarım ve Kırsal Kalkınma Kurumu
ve Bakanlık tarafından sürdürülen
tanıtım çalışmalarından daha etkin
bir yaklaşımdır. Yerinde ziyaretler
ile Kooperatifler etkin bir Bilgilendirme yapabilirler. Ayrıca ortaklarını mevcut kaynaklar arasından
IPARD Desteklerine yönlendireceklerdir. Sadece bu etkinlik bile IPARD
Desteklerine olan ilgiyi arttıracaktır.
2- Kooperatifler, IPARD Programının etkinliği arttırabilecek tespitlerde bulunabilirler. Bunun için sektörün taleplerinin doğru tespiti ve bu
tespitlerin doğru bir şekilde öneriler
şeklinde karar vericilere aktarılması
gereklidir. Kooperatifler uygulama
sırasında karşılaşılan genel sorunları ve güçlükleri doğru olarak tespit
ederek, sektörün önceliklerini ve ihtiyaçlarını belirleyebilirler. Bu tespitler, Programın modifikasyonu ve
ikinci sürecin yeniden belirlenmesi
sırasında, sektörün programdan
daha fazla faydalanmak amacıyla talep edeceği önerilerin gerekçelerinin
savunulabilir ve uygulanabilir olmasını sağlayacaktır. Böylelikle kooperatif ortakları açısından IPARD
Projeleri daha fazla faydalanabilir
bir hale gelecektir.
3- Kooperatif, ortaklarını üretim
faaliyetine göre Programdaki Tedbirler içinden en uygun olan projeye
yönlendirebilir. Böylece aynı bölgede aynı konuda birden fazla ortak yatırım yapmayacak ve ortaklar
birbirlerine rakip olmayacaklardır.
Hatta kooperatifin faaliyet sahasında Yatırım/Hizmet Planlaması
yapılabilmesi imkânı sağlanacaktır.
Projelerin bilinçli kullanımı bölge
ekonomisine dolayısıyla ortaklarımıza olumlu katkılar sağlayacaktır.
Bu durum aynı zamanda IPARD
Tedbirlerinin sahada etkinliğini de
arttıracaktır.
4- Kooperatif Merkez veya Bölge
birlikleri bünyesinde bir Proje Ofisi
açılması sorunların çözümünde etkili olacaktır. Bu ofislerde istihdam
edilecek teknik personel, projelerin
hazırlanmasını ve uygulanmasını
sağlayacaktır. Projenin hazırlanması aşamasında gerekli evrakların
temini, projenin teknik şartlarının
hazırlanması, şartname kriterlerinin sağlanması, bürokrasinin takibi
gibi konularda hizmet verilebilir.
Projenin uygulanması sırasında ise;
izleme ve değerlendirmenin yapılması, raporlamaların yapılması, hak
edişlerin hazırlanılması ve sunulması, ihtiyaç duyulabilecek düzenleme
ve düzeltmeler gibi işler yapılabilir.
Bunlar projelere başvurular ile ilgili
engellerin aşılması açısından büyük
önem teşkil etmektedir. Bunlara
ilaveten böyle bir Ofis, Tedbirlerin
tanıtımı, yönlendirme ve aksaklıkların tespiti gibi daha önce sayılan
çalışmaların daha kolay ve etkin yapılmasını da sağlayacaktır.
5- Kooperatifler aracılığı ile ortak finansman ve kefalet sistemi ile mali
sorunlara uzun vadeli, düşük faizli
çözüm imkânları sağlanabilir. Böylece projelere başvurular karşısında
bir başka önemli sorun daha çözüme
yaklaşmış olacaktır. Yalnız bunun
için Kredi Garanti Fonu kapsamında
kooperatiflere özel bir yaklaşıma ihtiyaç duyulacaktır.
Burada kooperatif yöneticileri açısından
unutulmaması
gereken
hassas bir konuya dikkat çekmek
istiyorum. Kooperatifler ana sözleşmelerinde ortaklarına karşı teknik
ve mali konularda hizmet vermek ve
refah artışı sağlamak ile ilgili maddeler vardır. Yani seçimle gelen başkanlarımızın ortaklarına karşı sorumlulukları bulunmaktadır.
Gücümüzün farkında olmadığımız
için Kaf Dağı’nın ardında olduğunu
sandığımız 874 milyon Euroluk bir
kaynak kullanmak üzere bizim harekete geçmemizi bekliyor.
2013 Yılı Düşük Faizli Yatırım ve İşletme Kredilerinin Şartları Belli Oldu
»»Kredi üst limiti damızlık süt sığırı yetiştiriciliğinde 20 milyon lira olurken, diğer konularda 15 milyon lirayı aşamayacak.
Üreticilerin finansman ihtiyaçlarının uygun koşullarda karşılanması
amacıyla T.C. Ziraat Bankası A.Ş.
ve Tarım Kredi Kooperatiflerince
Tarımsal Üretime Dair Düşük Faizli Yatırım ve İşletme Kredisi Kullandırılmasına İlişkin 2013/4271
Bakanlar Kurulu Kararları 16 Şubat
2013 Tarihli ve 28561 Sayılı Resmî
Gazete’de yayımlanarak 1 Ocak 2013
tarihinden geçerli olmak üzere yürürlüğe girdi.
1 Ocak-31 Aralık 2013 tarihleri arasında (bu tarihler dahil) bankaca uygulanmakta olan tarımsal kredi cari
faiz oranlarından kredi konuları itibariyle belirtilen oranlarda indirim
yapılmak ve kredi üst limitleri aşılmamak üzere tarımsal kredi kullandırılabilecek.
Buna göre, ''damızlık süt sığırı yetiştiriciliği, yaygın hayvansal üretim,
damızlık etçi sığır yetiştiriciliği, damızlık düve yetiştiriciliği, büyükbaş hayvan yetiştiriciliği, büyükbaş
hayvan besiciliği, küçükbaş hayvan
yetiştiriciliği, küçükbaş hayvan besiciliği, arıcılık, kanatlı sektörü, kanatlı sektörü damızlık yetiştiriciliği ,
su ürünleri yetiştiriciliği, su ürünleri
avcılığı''nın yer aldığı ''Hayvansal
Üretim'' konuları, ''Kontrollü örtüaltı tarımı, yaygın bitkisel üretim,
çok yıllık yem bitkisi üretimi, yurtiçi sertifikalı tohum, fide, fidan üretimi, yurtiçi sertifikalı tohum, fide
kullanımı, yurtiçi sertifikalı fidan
kullanımı, iyi tarım/organik tarım
uygulamaları''nın bulunduğu ''Bitkisel Üretim'' konuları ve ''tarımsal mekanizasyon, modern basınçlı
sulama, arazi alımı ve diğer üretim
konuları'' olarak düzenlenen ''muhtelif'' konularda yatırım ve işletme
dönemlerine göre kredi faiz indirimine gidilecek.
Kredi üst limiti damızlık süt
sığırı yetiştiriciliğinde 20
milyon lira olurken, diğer
konularda 15 milyon lirayı
aşmayacak.
Küçükbaşa % 100 faiz indirimi
Geçen yıl damızlık süt sığırcılığı yatırımlarında 250 bin liraya kadar olan
yatırım kredilerine sıfır faizli kredi
verilirken bu sene 750 bin liraya kadar olan yatırım kredilerinde yüzde
100 indirim uygulanacak. İşletme
kredilerinde ise 750 bin liraya kadar
olan kredilerde yüzde 50 faiz indirimi uygulanacak. Geçen yıl 250 bin
lira ile 3 milyon lira arasındaki kredi
diliminde yatırım kredilerinde yüzde 75, işletme kredilerinde yüzde 50
faiz indirimi uygulanırken bu sene
750 bin lira ile 5 milyon lira arasındaki kredi dilimine bu faiz indirimi
uygulanacak. Yine geçen yıl 3 milyon
lira ile 20 milyon lira arasındaki kredi dilimine yatırım kredilerinde yüzde 50, işletme kredilerinde yüzde 25
faiz indirimi uygulanırken bu sene 5
milyon lira ile 20 milyon lira arasın-
daki kredi dilimine yüzde 50 ve yüzde 25 faiz indirimi uygulanacak.
Kanatlı sektörüne yönelik 1.5 milyon
lira olan kredi üst limiti 3 milyon
liraya çıkarılacak. Yatırım kredilerinde yüzde 50, işletme kredilerinde
yüzde 25 indirim uygulanacak. Kanatlı sektörü damızlık yetiştiriciliğinde 7.5 milyon lira üst limitli kredi
verilecek ve faizi de sıfır olacak.
Su ürünleri yetiştiriciliğine
destek
Su ürünleri yetiştiriciliğinde yatırım
kredilerinde yüzde 100 faiz indirimi
uygulanacak. Kredi üst limiti de 3
milyon liradan 5 milyon liraya çıkarılacak. Su ürünleri yetiştiriciliğinde
işletme kredisinde ise yüzde 50 faiz
indirimi uygulanacak. Su ürünleri
avcılığında ise, kredi üst limiti 3 milyon liradan 1.5 milyon liraya düşürülürken yatırım kredilerinde yüzde
50, işletme kredilerinde ise yüzde 25
faiz indirimi uygulanacak.
Yem bitkisi, tohum, fidan üretimine sıfır faiz
Yem bitkileri üretimini artırmak, ot
ve saman ithalatını önlemek amacıyla
ilk kez çok yıllık yem bitkisi üretiminde sıfır faizli kredi verilecek. Çok yıllık
yem bitkisi üretenlere 1.5 milyon lira-
ya kadar verilecek yatırım kredisinden faiz alınmayacak. İşletme kredisi
ise yüzde 75 indirimli olacak.
Yurt içi sertifikalı tohum, fide
ve fidan üretiminde kredi
üst limiti 10 milyon liraya
çıkarılacak. Hem yatırım hem
de işletme kredisinin faizi ise
sıfır olacak.
Yurt içi sertifikalı tohum, fide ve fidan kullanımında da farklı bir uygulama olacak. Sertifikalı tohum ve
fide kullanımında kredi limiti 1 milyon liraya düşürüldü. Fidan kullanımı kredi limiti ise 5 milyon liraya
çıkarıldı. Faiz indirimi geçen yıl olduğu gibi yüzde 50 olarak belirlendi.
Tarımsal mekanizasyon kredi üst
limiti 1.5 milyon liraya çıkarıldı.
Tarımsal mekanizasyon yatırım ve
işletme kredilerinde yüzde 50 faiz
indirimi uygulanacak.
Kredi kullanımındaki teknik kıstaslar (hayvanların cinsi, sertifikasyona
ilişkin tanımlar gibi) Gıda, Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığınca Hazine
Müsteşarlığının uygun görüşü alınarak hazırlanacak Resmi Gazete'de
yayımlanacak tebliğle belirlenecek.
̇
̇ Mart 2013
Köy-Koop Merkez Birliği
GÜNDEM
“E-Tohum Takas”
»»İnternetten “Yerel Ve Doğal Tohum Takas Ağı” açılış toplantısı, 20 Şubat
2013’de İzmir’in Bornova ilçesinde yapıldı.
2006 yılında çıkartılan Tohumculuk Kanunu ile yerel ve doğal
köylü tohumlarının satışı yasaklandı. Yerel tohumların yaşatılması ve korunması için ülkemizde Ege Üniversitesinden
Prof. Dr. Tayfun Özkaya, Zir.
Yük.Müh. Zerrin Çelik, Karaot
Tohum Derneği Başkanı Feray
Karapınar, Prof. Dr. Mustafa
Kaymakçı, Torbalı Belediyesi,
Karaot Köyü Tohum Derneği,
ÇiftçiPlat desteğinde 2010 yılında ilk kez Torbalı Tohum Takas
Şenliği düzenlendi ve o günden
bu yana bu etkinlikler dalga dalga yayılmaya devam ediyor. Bu
şenliklerde köylüler ve hobistler
bir araya gelerek yerel tohum
takası yapıyorlar.
Bu çabaların yanında 2011 yılında bazı tarımsal forum sitelerinde internet üzerinden tohum
takası yapıldı. Sadece forum
üyeleri içerisinde yapılan bu çalışmalar, daha fazla katılım sağlanması için internet üzerinden
facebook sayfasına taşındı.
Bu etkinlik ilk kez facebook
sayfasında “Ulusal Tohum Takas Merkezi” adı altında yapılıyor. Grup yönetiminde halen
dört amatör yerel/doğal tohum
sever, bir de ziraat mühendisi
bulunmakta. Grup adına konuşan Ali Özırmak “Grubumuz;
yerel tohum takas şenliklerini
düzenleyen ve yerel tohumların
yaşatılması, üretilmesi, korun-
ması ve yayılması için çeşitli
dernek, kuruluş, oluşum ve kişiler olarak çalışanları takdirle
karşılamaktadır. Bizler bu çabalara internet aracılığı ile bir
katkı koymak istiyoruz. Artık,
ülkemizin her yöresindeki üyelerimiz, kendi üretimi olan yerel
ve doğal tohumları grubumuza
göndererek karşılığında gelen
tohumlardan istedikleri tür ve
çeşitleri edinme hakkına sahip
olacaklardır. Sadece tohum almak isteyenler de daha kısıtlı
düzeyde yararlanabileceklerdir.
Bu kapsamda küçük çiftçi üyelerimize tarımsal üretimlerini
desteklemek için daha fazla tohum gönderiyoruz.” dedi.
Sistem nasıl işliyor?
Grup üyelerinden Teoman
Açıkbaş; “Tohum paylaşımcısı
üyeler kendi üretimi olan sebze,
tıbbi bitki, çiçek, hayvan yemi
ve meyve ağacı tohumları grup
yönetimine gönderiyor. Grup
yönetimi gelen tüm tohumları
paketleyerek “Tohum Envanteri” olarak internette yayınlıyor.
TAKAS HAKKI nedeniyle önce
tohum gönderen üyelerin tohum istekleri karşılanıyor. Kalan tohumlar da sadece tohum
isteyen üyelere 20 çeşitle sınırlı
olarak dağıtılıyor. Tüm tohum
istekçileri internet grup sayfası üzerinden işlemleri yürütüp
aldığı tohumlar karşılığında,
sadece kendi kargo ücretlerini ödemekte olup, yasa gereği
hiçbir ücret ödemiyorlar. Etkinliğimiz hiçbir ticari düşünce
taşımamaktadır. Yerel tohumların yaşaması ve yayılması için
tohumlar küçük miktarlarda
paketlenmektedir.” dedi.
Bir başka üye A. Mete Tiren ise;
“internet üzerinden yaptığımız
tohum takasında, üyeler birbiriyle karşılaşmıyorlar, her türlü
bilgi internet üzerinden temin
ediliyor. Yerel ve doğal tohumların yaşatılması için yaptığımız
bu etkinlikte kesinlikle firma tohumlarını ayırıyoruz ve etkinlik
kapsamından çıkarıyoruz.” dedi.
Etkinlikte konuşan Ege Üniversitesinden Prof. Dr. Tayfun
Özkaya; “Yerel tohumlarımızın
korunması ve üretimde kullanılması çok önemli. Yerel tohumların ve bunlardan üretilen
fidelerin köylülerce satışına getirilen yasak kaybolma sürecini
hızlandırıyor. İnterneti kullanarak yapılan bu takas çabasının
önemli bir yarar getireceğini
tahmin ediyorum. Ayrıca çeşitli
sebze tohumlarıyla birlikte bitki
hastalık ve zararlılarında kullanılan bir takım çiçeklerin dağıtılmasını da çok yararlı olarak
değerlendiriyorum.” dedi.
Etkinliğe Ulusal Tohum Takas Merkezi grubu tarafından
getirilen siyah-beyaz, pembe,
krem-kahverenkli ve değişik
renklerdeki fasülye tohumlarını dikkatle inceleyen Bornova
Belediye Başkanı Prof.Dr.Kamil
Okyay Sındır; “Yerel Tohum Takas Şenliklerinin bir başka şekli
olan internet üzerinden yapılan e-tohum takas etkinliği çok
güzel düşünülmüş. Bildiğiniz
üzere biz de geçen sene Bornova Tohum Takas Şenliği yaptık, bu yıl da yine katkı koyarak
yapmayı planladık. Ülkemizin
geleceği için yerel çeşitlerin,
değişik bölgelerde ekilmesinde
tohumların fazla bir değişiklik
göstermeyeceğini değerlendiriyorum.” dedi.
20 Şubat 2013 günü Bornova
Belediyesi Uğur Mumcu Kültür
ve Sanat Merkezinde yapılan
toplantı sonrası yurdun değişik
yörelerinden gelen tohumlardan bir miktarı tohum isteklisi
üyelere ücretsiz olarak dağıtıldı.
Bodrum'da "Tohum Takası Şenliği" Düzenlendi
»»Gümüşlük beldesinde kaybolan yerli tohumlara dikkat çekmek amacıyla
Ekolojik Üreticiler Derneği, Dereköy Doğasevenler Derneği ve Dereköy
Muhtarlığı tarafından düzenlenen Bodrum Tohum Takas Şenliği yapıldı.
Yerel tohumları üretmeye teşvik etmek amacıyla
gerçekleşen Tohum Takası Şenliği'ne İstanbul, İzmir ve çevre illerden gelen üreticiler ellerindeki
fazla tohumları başka tohumlarla takas etti.
Yerel tohumları yaşatmak ve üretimini sürdürmek amacıyla Ekolojik Üreticiler Derneği, Dereköy Doğasevenler Derneği ve Dereköy Muhtarlığı
tarafından, Bodrum Belediyesi, Maviyol Girişimi
Platformu, Bizim Bostan ve Çatalada Derneği destekleriyle düzenlenen Bodrum Tohum Takas Şenliği kapsamında; Dereköy meydanında, 'Tohumunu
getir, paylaş. Yüreğini getir, yaşat. Bilincini getir,
çoğal' sloganı ile düzenlenen şenlikte yerel tohumların yok olmaması amacıyla halkın bilinçlenmesi
sağlandı. Şenlikte tohum takasının yanı sıra çocuklar için yüz boyama etkinlikleri, dans ve folklor gösterileri, tiyatro gösterileri, aşı, sepet, ebru, resim ve
seramik atölyelerinde etkinlikler, kısa film gösterimleri ve bilgilendirme toplantıları yapıldı.
Dereköy Doğasevenler Derneği üyesi İrem Verdön, yerel tohumları takas yöntemi ile paylaşıma
açtıklarını söyledi. Verdön, "Tescillenmemiş tohumların satışını yasaklayan ve yerel tohumların
tarımsal üretim dışı kalmasına neden olan 2006
tarihli Tohumculuk Kanunu’nun ardından, yerel
tohumların yok olmaması için, 2009 yılında ilk
kez böyle bir şenlik düzenledik. Çeşitli il ve ilçelerde bugüne kadar 10’a yakın etkinlik yaptık.
Bodrum'da da ilk kez tohum takası yapmak için
şenlikte bir araya geldik. Katılımcılar, çiçek, sebze, bakliyat, her türlü yerel tohumu takas ettiler.
Tohumlar şenlik başlangıcında tohum takas masasına teslim edilerek, burada kayıt altına alındı.
Tohumları zarflayarak takasa hazırladık. Takas
ise kişiler arasında herhangi bir satış olmaksızın
yapıldı. Takasa tohumsuz gelenler, tohum alabilmek için kitap getirdi. Getirilen kitaplar, Dereköy
İlkokulu ve Kumköy kütüphanesine bağışlandı"
dedi.
TEMA Vakfı Bodrum Sorumlusu Haluk Ortaçgil
ise Türkiye'de giderek yerli tohumların tüketildiğini belirterek, "Yerli tohumun neslinin devam
etmesi, gelecek kuşaklara aktarılması için şenlik
yapılıyor. Yerli tohumlara sahip çıkmalıyız. Anadolu topraklarında tohum inanılmaz zengin. Fakat bunların orijinali giderek azalıyor" dedi.
9
Sarı Kızın Samanı
Yurt Dışından Geldi!
Veee Ocak ayının sonunda ilk ithal samanlar geldi. Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı’nın 9 Ağustos 2012 tarihinde
ülkemize sap, saman, ot ve yaprak ithalatına verdiği izinle yurt dışından saman
alımı gerçekleştirildi.
“Kuraklık, üretim azlığı, hayvan sayısının
artması veya stoklama” sebebi her ne olursa olsun 2012 yılının ortasında samana
muhtaç kaldık. Uzun yıllar kalitesiz olması sebebiyle altlık olarak değerlendirilen
saman, geçtiğimiz yıl bazı bölgelerde %
400’leri bulan fiyat artışı ile rekor kırdı.
Kaba yem olmadan büyükbaş ve küçükbaş hayvan besleme yapılamaz mı? Bu
sorunun cevabı kesinlikle hayır! Kaba
yemler, geviş getiren hayvanların beslenmesinde mekanik tokluk hissi vermesinin yanı sıra, hayvanların yaşamaları
için (et, süt ve döl verimi hariç) gerekli
enerjiyi sağlamaları, beslenmeye bağlı
hastalıklara (asidozis gibi) yakalanma
riskini azaltmaları ve rumende (işkembe)
bulunan yararlı mikroorganizmaların yaşaması için uygun ortamın yaratılmasına
yardımcı olmaları gibi nedenlerle büyük
önem taşırlar. Bu sebeplerle, verim yönü
ne olursa olsun geviş getiren hayvanların rasyonlarında kaba yemler oldukça
önemli bir yere sahiptirler. Kaba yem
olarak değerlendirilen yemler;
1. Her tür yeşil yemler (doğal ve yapay çayır ve mera yeşil yemleri ile emek ve para
sarfı ile tekli ya da çoklu olarak üretimi
yapılan yeşil yemler)
2. Her tür kuru otlar (hayvan yemi amaçlı
biçilip güneşte veya suni olarak kurutulan otlar)
3. Her tür harman kalıntıları (sap, samanlar, kabuk, kavuzlar, kes)
4. Kök ve yumru yemler (pancar, patates,
havuç, tapioka vb)
5. Her tür endüstri yan ürünleri (istisnaları vardır)
6. Her tür meyve ve sebzeler (istisnaları
vardır)
7. Silo yemleridir (ekşitilmiş yemler - silaj).
Türkiye’de, küçükbaş ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde yapılan en büyük
hatalardan biri, meralara gereken özenin
gösterilmemesinden
kaynaklanmıştır.
Aşırı otlatma ve yanlış kullanım nedeniyle uzun yıllar önce büyük oranda kaybettiğimiz meralar, kaba yem açığının temelini oluşturmaktadır. Meraların ardından
yem bitkileri üretiminin
yetersizliği ve uygulanan yanlış politikalar sebebiyle, uzun
yıllardır süren sıkıntı
bugün bizleri saman
ithalatı yapmaya zorlar olmuştur.
Geleneksel uygulamalardan
vazgeçmek her ne kadar
zor olsa da, geviş getiren
hayvanların beslenmesinde kaba yem kaynağı olarak
saman kullanmak yerine, hayvanların yaşama payı ihtiyaçlarının karşılanmasında, kuru
yonca otu, silaj gibi kaliteli kaba yemler
tercih edilmeli ve yetiştiriciler bu konuda
bilgilendirilmelidirler. Yetiştiricilerin samanı tercih etmelerinin bir diğer nedeni,
kaliteli kaba yemlere göre birim fiyatının
daha ucuz olmasıdır. Ancak, kaliteli kaba
yemlerle beslemede besin maddelerinin
bir kısmının hayvanın süt verimine de
aktarıldığı dolayısıyla süt üretimi için
verilecek kesif yem miktarının azaltılabileceği ve daha ekonomik bir üretim yapılabileceği unutulmamalıdır. Bu bağlamda, ülkemizde saman yerine kaliteli kaba
yem üretimi ve tüketimi teşvik edilmelidir. Peki, kaliteli kaba yem üretimi için
neler yapabiliriz?
• 1998 yılında çıkarılan mera kanunu ile
çayır ve meraların ıslahı konusunda her ne
Dr. Neşe Nuray TOPRAK
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Zootekni Bölümü
kadar ilerleme kaydedilse de henüz yeterli boyutta olmadığı aşikârdır, üstelik son
yıllarda büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayısında görülen artış yem bitkilerine olan
ihtiyacı da büyük ölçüde artırmaktadır. Bu
sebeple çayır ve meraların ıslahına ilişkin
çalışmalar hızlandırılmalıdır.
• Yem bitkisi üretim alanlarının artırılması: bu süreç biraz zaman alabilir ancak
geçen zaman içinde yetiştirilmekte olan
mevcut yem bitkilerinden daha fazla verim elde etmeye yönelik uygulamalar yapılabilir.
• Kaliteli kaba yem üretimi ve tüketimi
teşvik edilmeli, talep artırılmalıdır.
• Yem bitkisi üretiminde sertifikalı tohum kullanımı teşvik edilmelidir.
• Yem bitkilerinin yan ürün (ikinci ürün)
olarak yetiştirilmesi yanı sıra başlı başına ana ürün olarak yetiştirilebilecekleri
üretim planlarının yapılması bu sayede
tahıllar ve endüstri bitkileri ile rekabet
güçlerinin artırılması gerekmektedir.
• Yem bitkisi üretim planlaması yapılmalı
ve üretim çeşitlendirilmelidir.
• Silajlık yem bitkisi yetiştirme ve silaj yapımı konusunda bilgilendirme ve teşvikler artırılmalıdır.
• Ucuz ve alternatif (şeker pancarı baş ve
yaprakları vb.) diğer kaba yem kaynakları hayvansal üretime kazandırılmalıdır.
• Hayvan yetiştiricileri kendi yemlerini
yetiştirmeye teşvik edilmelidirler. Bunun
için, her şeyden önce hayvancılığın karlı
bir hale getirilmesi gerekir ki yetiştirici
hayvanının yemini yetiştirmeye istekli
olsun.
• Üretim faaliyetlerinin ekonomik olması
için işletme büyüklükleri yeterli düzeye
gelmelidir.
• Kooperatifçilik ve birlikler desteklenmelidir.
• Yem bitkisi yetiştiriciliğinde kullanılan
alet ve makinaların iyileştirilmesi gereklidir.
• Hayvan yetiştiricileri,
hayvan beslemede
kullanılan yem
bitkileri, silajlık
yemler, silaj yapımı ve yemlerin depolanması
- saklanması gibi konularda eğitilmelidir.
• Yapılan desteklemelerin
takibi yapılmalı gerekli kayıt
kontrol sistemleri yaygınlaştırılmalıdır.
Hayvansal ve bitkisel üretimde karşılaşılan sorun ve yetersizliklerin sadece ithalat yoluyla ortadan kaldırılması mümkün değildir. Geçici bir çözüm olan bu
yöntem, hem ekonomik nedenler hem de
taşıdığı riskler (hastalık bulaştırma vb.)
sebebiyle sorunların büyümesine neden
olabilmektedir. Geçmiş yıllarda olduğu
gibi kendi kendini besleyebilen bir ülke
olabilmek – bitkisel / hayvansal üretim
seviyesini ve kalitesini artırmak için bilinçli, akılcı ve kararlı adımlar atmak zorundayız. Bu süreç biraz uzun sürebilir
ancak gelecek nesillerin yeterli ve dengeli
beslenebilmeleri ancak bu şekilde mümkün olabilecektir.
*Makalenin hazırlanmasında kullanılan
kaynaklar yazardan temin edilebilir.
10
̇
̇
Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği
RÖPORTAJ
Büyükşehir Yasası Ne Getiriyor?
Kırsala Ne Oluyor?
Röportaj:
Emel Tuğrul
»»Büyükşehir Yasası’nın tarım sektörünü, toprağı ve su kaynaklarını, doğal varlıkları, çiftçiyi, köylüyü ve tüm halkımızı,
dolayısıyla Türkiye’nin bugünü ve yarınını nasıl etkileyeceğini, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi
Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Bülent GÜLÇUBUK ile konuştuk.
Köy-Koop Haber- Büyükşehir Yasası
Ne Zaman Yürürlüğe Girdi?
Bülent Gülçubuk- Yasa 06.12.2012
tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Yasanın tam
olarak adı; “13 İlde Büyükşehir
Belediyesi Ve Yirmi Altı İlçe Kurulması İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun”.
K.K.- Hocam, Kanun Neleri İçeriyor?
Büyükşehir sınırlarına
dahil edilen köylerde
yaşayanlar içme
suyu, atık su gideri,
alt yapı yatırımları
ve benzerleri için
zamanla ‘bedel,
katılım payı’ adı
v.b adlarla yeni
harcama kalemleri
ile karşılaşacaklar.
Bu giderler zaman
içinde (-ki geçiş
olarak 5 yıl sonrası
deniliyor) metropol
alandaki fiyatlar
düzeyine ulaşarak
gittikçe daha ağır
maliyetli bir yaşama
mahkum olacaklar.
Yani, kırsalda hizmetler
büyükşehir değerleri
üzerinden belirlenecek.
Zaten yoksulluk
kırsalda kronikleşmiş,
bu hizmet sunumu
yaklaşımı ile daha
da yüksek maliyetler
çıkacak. Bu durumda
yeni bir kırdan kente
göç dalgası ile
karşılaşabileceğiz.
B.G.- Kanun esas olarak şunları içeriyor; nüfusu 750 bini geçen iller Büyükşehir statüsü kazanıyor ve söz konusu il adıyla Büyükşehir Belediyesi
kuruluyor. Büyükşehir Belediyesi’nin
sınırları ise bütün ili kapsıyor. Bu il
sınırlarında belde belediyeleri kaldırılıyor ve bağlı bulunduğu ilçenin bir
mahallesine dönüşüyor. Büyükşehir
Belediyesi sınırları içerisinde yer alan
köyler de kaldırılarak, mahalleye dönüştürülüyor. Ayrıca, nüfusu 500’ün
altına düşmüş köyler ve varsa mahalleler kaldırılırken, nüfusu 500’ün altında olan yerleşim yerlerinde mahalle kurulamaz’ hükmü getiriliyor. Bu
durumdaki yerleşim yerleri, en yakın
yerleşim birimleriyle birleşerek ortak
bir mahalle oluşturuluyor. Yine kanunla, Büyükşehir statüsü olan yerleşim yerlerindeki İl Özel İdareleri ile İl
Genel Meclisleri kaldırılıyor. Yasayla,
diğer illerde ise nüfusu 2000’nin altına düşen belde belediyeleri kaldırılarak, köye dönüştürülüyor. Bu düzenleme ile birlikte, 1591 belde belediyesi
ile 16.082 köy ve 29 ilde il özel idaresi
ve İl Genel Meclislerinin tüzel kişiliği
ilk mahalli idareler seçiminden sonra
kaldırılıyor.
K.K. - Kanun ile nüfus yapımız
nasıl bir değişiklik gösterdi?
B.G.- Öncelikle bir gecede kır
nüfusu %50’den fazla azaldı
yani bu nüfus şehirleşiverdi.
2011 yılında nüfusun %23,2’si kırsalda yaşıyorken, 2012 yılı sonu itibarıyla Kanun ile birlikte bu oran %9,4’e
düştü. Tabi bu azalış sadece idari bir
tanımlamadan kaynaklanan azalış,
oysa kır nüfusu halen yerinde oturuyor, yaşamına ve üretime devam ediyor. Tabi, bu azalış kır nüfusu için iyi
mi oldu, yoksa olumsuz mu? Bunu zaman gösterecek ama görünen köydeki kılavuz bugünden de bazı
ipuçları veriyor.
K.K. - Hocam burada farklı bir
şey sormak istiyorum. Bir Kanun neden çıkarılır?
B.G.- Bunun yanıtı oldukça geniştir. Genel açıdan bakılacak olunursa
bir Kanun; eski yasalar güncelliğini,
toplumsallığını, etkisini yitirdiği için,
eskisinden daha yararlı olacağına inanıldığı için, toplumdan gelen taleplere
ve uygunluklarına yanıt vermek için,
kamuoyunu (?) tatmin etmek için,
değişen gereksinimlere yanıt vermek
için, siyasileri ve beklentileri memnun
etmek için, yeni siyasi tercihleri karşılamak için...Fakat, Büyükşehir Kanunu bunlar dikkate alınarak mı, çıkartıldı derseniz, burada kocaman bir
soru işareti ortaya çıkar! Çünkü kanun
koyucu yerel halkın, toplumun taleplerinin dikkate alınması noktasında
ketum davranmıştır.
K.K. - Bu Kanun neden çok önemli görülüyor ve tarım ile uğraşanlar, kırsalda yaşayanlar açısından
tedirginlik neden var?
B.G.- Çünkü, Kanun ile birden bire
16.000 fazla köy mahalleye dönüştü,
yüzlerce kasaba belediyesi kapatıldı.
Bundan sonra bu yerleşimlere hizmet
nasıl gidecek, ne kadar gidecek, uzaklık kavramı hizmet sunumunda ve hizmete erişimde ne kadar etkili olacak
belirli değil…
K.K. - Kanunda yer alan maddeleri genel bir değerlendirmeye
alsak ve bunlar üzerinden çıkarımda bulunsak nasıl bir durum
ortaya çıkmaktadır, özetleyebilir miyiz?
B.G.- Bu durumda kırsalı, tarımı ilgilendiren maddeler üzerinden gidelim
ve temel çıkarımlarda bulunalım…
• Kanuna göre; Büyükşehir belediyelerinin bulunduğu illerde, “Yatırım
İzleme ve Koordinasyon Merkezi (YİKM)” adıyla bir kurum oluşturuluyor. Bakanlar Kurulu kararı ile
bu illere bağlı ilçeler ve diğer illerde
de Yatırım İzleme ve Koordinasyon
Merkezi kurulabilecek. Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezinin sevk
ve idaresi, illerde valilik, ilçelerde ise
kaymakamlar tarafından yerine getirilecek. Yani; Kanun ile Belediyeler
yatırımda bulunacak, hizmetlerini sunmaya çalışacak ama bunun sevk ve idaresinden Mülki
İdare sorumlu olacak. Bu durumda mülki idare amirleri ile yani
Valiler ve Kaymakamlar ile belediyeler arasında sorunlar, anlaşmazlıklar yaşanabilecek. Burada
vatandaşın aksayan hizmetler-
den, yatırımlardan etkilenmesi
söz konusu olabilecek.
• Kanun ile; Büyükşehir sınırlarına
dahil edilen köylerde yaşayanlar içme
suyu, atık su gideri, alt yapı yatırımları ve benzerleri için zamanla ‘bedel,
katılım payı’ adı v.b adlarla yeni harcama kalemleri ile karşılaşacaklar.
Bu giderler zaman içinde (-ki geçiş olarak 5 yıl sonrası deniliyor)
metropol alandaki fiyatlar düzeyine ulaşarak gittikçe daha ağır
maliyetli bir yaşama mahkum
olacaklar. Yani, kırsalda hizmetler büyükşehir değerleri üzerinden belirlenecek. Zaten yoksulluk
kırsalda kronikleşmiş, bu hizmet
sunumu yaklaşımı ile daha da
yüksek maliyetler çıkacak. Bu
durumda yeni bir kırdan kente
göç dalgası ile karşılaşabileceğiz.
• Kanun ile yalnızca büyükşehir belediyesi olan illerde değil, diğer illerde
de 559 belediyenin nüfusun 2000`in
altına düşmesi nedeniyle kapatılması öngörülmüştür. Yani, yalnızca
nüfus kriterini esas alan bir düzenleme söz konusudur. Böyle
bir düzenleme, hizmetin yerelden
sağlanması ve toplumun kararlara katılması açısından büyük
dengesizliklere neden olacaktır.
Burada yüzölçüm, merkezi yerleşimlere uzaklık, hizmetlere erişim
gibi kriterler ana belirleyici olmalıdır.
• Kanunun 3. maddesine göre; ilçe
belediyeleri veya ilçe belediyelerinin
talep etmeleri hâlinde büyükşehir belediyeleri tüzel kişiliği kaldırılarak
mahalleye dönüşen köylerde yapılacak ticari amaç taşımayan yapılar için
yürürlükteki imar mevzuatı doğrultusunda yörenin geleneksel, kültürel ve
mimari özelliklerine uygun tip mimari
projeler yapar veya yaptırır. Peki, burada ölçüt ne olacak, kim yapacak, yerel
doku ve kültür nasıl korunacak? Yoksa kıyı bölgelerinde, merkezlere yakın
yerleşimlerde yeni bir zengin ve kıra
düşkün bir nüfus mu oluşturulacak?
• Kanun diyor ki; maden üretim faaliyetleri ile bu faaliyetlere dayalı ruhsat
sahasındaki tesisler için işyeri açma
ve çalışma ruhsatına ilişkin yetki ve
görevler, il özel idarelerinin tüzel kişiliğinin kaldırıldığı illerde valiliklerce
yürütülür. Bu durum, tarım toprakları üzerinde yeni bir baskı
yaratacak mı, tarım topraklarının amaç dışı kullanımı giderek daha da mı artacak? Bunlar
gelecek açısından hatta bugün
açısından bile yeni tehditler
oluşturacak ve kırsaldaki nüfus
açısından yeni çevre kirlilikleri
başlayacak.
• Kanunun 7. maddesinde aynen şöyle
bir ifade geçiyor; “Büyükşehir ve ilçe
belediyeleri tarım ve hayvancılığı desteklemek amacıyla her türlü faaliyet ve
hizmette bulunabilirler.” Şimdi, burada bu faaliyet ve hizmetin ölçütü nedir? Burada Ziraat, Veteriner, Su Ürünleri vd. fakültelerin
ilgi alanlarına girilecek kadar
ölçüt genişler mi? Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı’nın çalışma alanı ile belediyelerin çalışma alanları nasıl sınırlanacak,
belirli değil! Yani, kanun bu konuda da muğlak.
• Kanunun 11. maddesi şöyle diyor;
“İmar mevzuatı uyarınca belediyelerin otoparkla ilgili olarak elde ettikleri
gelirler tahsil tarihinden itibaren 45
gün içinde büyükşehir belediyesine
aktarılır. Büyükşehir belediyeleri bu
geliri tasdikli plan ve beş yıllık imar
programına göre hazırlanan kamulaştırma projesi karşılığında otopark tesisi için gerekli arsa alımları ile bölge
ve genel otoparkların inşasında kullanır. Bu gelirler bu fıkrada belirtilen
amaç dışında kullanılamaz.” Burada
şu sonuç ortaya çıkıyor; özellikle kıyı bölgelerimizdeki birçok
yerleşimde otopark gelirleri temel gereksinimleri karşılama
açısından önem taşımaktadır.
Buralar ilgili yerleşim dışından
birilerinin işletmeciliğine verebilir ve elde edilen gelir ise bu yerleşim için kullanılmayabilir. Bu
durumda kendi sahip olduğun
taşınmazlara yabancılaşma gibi
bir durum ve soysa huzursuzluklar çıkabilecektir.
• Madde 16 – 5393 sayılı Kanunun
12 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir; “Mevzuatla orman köyleri
ve orman köylüsüne tanınan hak, sorumluluk ve imtiyazlar orman köyü
iken mahalleye dönüşen yerler için
devam eder. Bir belediyeye katılarak
mahalleye dönüşen köy, köy bağlısı
ve belediyelerce kullanılan mera, yaylak, kışlak gibi yerlerden bu mahalle
sakinleri ve varsa diğer hak sahipleri
25/2/1998 tarihli ve 4342 sayılı Mera
Kanunu hükümleri çerçevesinde yararlanmaya devam eder.” Peki, bir
köy başka bir köye bağladıysa,
birleştiyse, bir ilçeye katıldıysa bu sefer mera, yaylak, kışlak
vd.lerden kimler nasıl ve ne kadar yararlanacak? Bu durumda
yeni anlaşmazlıklar ortaya çıkmayacak mı?
• Kanunda 1. maddeye göre tüzel kişilikleri kaldırılan belediye ve köylerin
̇
̇ Mart 2013
Köy-Koop Merkez Birliği
TARIM
personeli, her türlü taşınır ve taşınmaz malları, hak, alacak ve
borçları, komisyon kararıyla ilgisine göre bakanlıklara, büyükşehir belediyesi, bağlı kuruluşu veya ilçe belediyesine devredilir. Buradan şu çıkarımda bulunabiliriz; bu durumda
belediye ile mahalleye dönüştürülen köyün ilişkileri
her an gerilebilir, yerelde yeni anlaşmazlıklar ortaya
çıkabilecek ve taşınmazların kullanımında öncelik, hiyerarşik sorunlar ortaya çıkabilecektir. Bu durumda
da yine güçlü olan mı kazanacak acaba?
• Kanunda şöye bir madde bulunmaktadır; “...bu yerlerde içme
ve kullanma suları için alınacak ücret 5 yıl süreyle en düşük tarifenin % 25’ini geçmeyecek şekilde belirlenir. 10.7.2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun geçici 2 nci
maddesi ile köy tüzel kişiliği kaldırılarak mahalleye dönüştürülen yerlerde de bu fıkra hükmü uygulanır.” Burada 5’inci yılsonunu beklemeden bile su için büyük ücretler ortaya çıkacaktır. Türkiye’de kullanılan suyun %75’inin
tarımda kullanıldığı düşünülürse, su artık kamu için
büyük bir gelir kapısı, çiftçi ve kırdaki aile için büyük
bir yaşama maliyetini beraberinde getirecektir. 5 yıl
sonrasını düşünmek bile insanı ürkütüyor... Bahçedeki, tarladaki, yayladaki, meradaki suya ücret geliyor hem de şehir şebeke fiyatı ile. Buralarda hem de
belediyelerin bir yatırımı olmadan havadan bir su
geliri ortaya çıkıyor. Herhalde bundan sonra artık
sulama sistemleri için suyun kullanımı için kredi mekanizmaları devreye girecek...
Ülkemiz Ziraat Fakültelerinden Nobel Ödülü Çıkar mı?
»»2006 Ocağında Saskatchewan Üniversitesi’ nin karlarla bezeli “Bowl” diye adlandırılan
orta meydanından geçerek Biyokimya Bölümüne giderken çok heyecanlıydım. Ne de olsa
doktoramdaki ilk dersime bugün başlayacaktım: “İleri Biyokimya”.
Bu heyecana bir de Dr. Warrington gibi alanında meşhur bir biyokimyacının dersini alma ağırlığı da eşlik etmekteydi.
Bilinçaltımda ise 10 yılını Amerika’da
geçirmiş Türkiye’deki bölüm hocalarımdan Prof. Dr. Aziz Karakaya’nın
“Umut, orada dersler ağırdır, iyi çalış” öğütleri altyazı geçiyordu. Amfiye
ilk girdiğimde ayaklarını bir öndeki
sandalyeye doğru uzatmış bir öğrenci
dikkatimi çekti. Uğultulu amfi kalabalıklaşırken önlerden bir yer kaptım ve
uğultunun yerini sessizliğe bırakmasıyla Dr. Warrington’un amfiye girdiğini
anladım. Dr. Warrington, kürsüye gelerek herkese merhaba dediğinde orta
sıralarda ayaklarını uzatan öğrencide
bir değişiklik olmamıştı. Hoca, kısaca
dersin genel işleniş biçimine değindikten sonra ilk dersin konusuna çoktan
başlamıştı bile. Dr. Warrington, heyecanla klonlamayı anlatırken, arkadan
bir ses geldi:
“Warrington, bir sorum var!”
K.K.- Hocam, buraya kadar belirtilenler tarım ve kırsal
alan ile ilgili genel konuları içeriyor. Peki, genel bir değerlendirme yapılacak olursanız, bugünü ve geleceği nasıl yorumlarsınız, neler söylersiniz?
B.G.- Öncelikle şu konulara dikkat çekmek isterim. Kanun ile;
1. Büyükşehir Belediyesi olgusu, merkezi politikaların en küçük birimlere kadar yayılmasının aracına dönüşmekte, merkezi
idarenin gücünü yerel düzeyde etkinleştirmenin mekanizması
olarak etkili bir araç konumuna gelmiştir.
2. Kanun yönetimin tek elde toplanmasını sağlayan, yereldeki
farklılıkları görmeyen, özgünlüklerini göz ardı eden bir düzenlemeyi getiriyor.
3. Kırsal yaşamın kendine özgü niteliklerini, değerlerini aşındırıyor.
4. Kanun ile köylere yönelik yürütülecek hizmetler kentin öncelikleri içinde geri planda kalacaktır.
5. Kent-kır ayrımını ortadan kaldıran yasa ile genişleyen belediyenin hizmet alanının büyük bir kısmını, yerleşim bölgesi
olmayan tarım arazileri, meralar, orman alanları ve ekolojik
hassasiyeti bulunan bölgeler oluşturacaktır.
6. Kırın planlanması, temel olarak tarımsal üretimin planlanmasını da beraberinde taşıması gerektiği için imar mevzuatı ve
planlama pratiği yetersiz ve belirsiz kalacaktır.
7. Kanun, üretim için kullanılması gereken verimli tarım arazilerinin, kentsel alan kapsamına alınıp arsaya dönüştürülmesinin yolunu açmıştır.
8. Kanun ile tüzel kişiliği sona eren köylerde fırsatçıların gözünü diktiği kıyı alanları ve meralar, tüzel kişilikler tarafından
korunamayacağı için “amaç dışı kullanıma” açılacak ve böylece
doğal varlıklar ve kır yaşamı, ekosistem dengesi gözetilmeksizin
tahribata uğrayacaktır.
9. Kanun ile Türkiye’de yeni bir göç dalgası ile oluşacaktır. Üretim kaynakları sınırlanan, yaşam biçimine müdahale edilen
kırsaldaki yurttaş kentlerde daha zor koşullarda yaşamaya, iş
bulmaya ve barınmaya zorlanacaktır.
K.K.- Hocam, son olarak neler eklemek istersiniz, neler söylemek istersiniz?
B.G.- Kanun bu hali kır nüfusunu azaltmakta, tarımsal üretim
maliyetini ve kırda yaşama maliyetini yükselmektedir. Köyler
idari olarak şehir nüfusuna dönüştürülebilir ama 1000 yıllık yaşam geleneği devam ediyor. Bunu koparmak bu kadar kolay olmamalıdır. Kanun sadece ekonomik boyut ile ön plana
çıkmaktadır. Bireyi, kültürü, sosyolojik bakış açısını
dikkate almamaktadır. Bu haliyle tarımı, kırsalı meşakkatli günler, yıllar beklemektedir. Yerel halka sorulmadan çıkarılan Kanun, yerelin değerlerini ve sosyo-ekonomik
yaşam biçimini etkileyecektir. Katılımcılığı, karar almada yönetişimi göz ardı eden Kanun, bir çok soruna gebe görünmektedir.
11
Arkaya döndüğümde soruyu soranın,
orta sıralarda ayaklarını uzatan öğrenciden başkası olmadığını anladım.
Şaşırmıştım, çünkü öğrencinin ayağı
hala boylu boyuna öndeki sandalyenin
sırtlığına uzanıyordu. Hocaya bu şekilde soru sorulmazdı ki! Dr. Warrington,
büyük bir sevecenlikle öğrencinin sorusunu yanıtladı. Ve derse devam etti.
Dersten çıkıp laboratuvara gittiğimde
hocam Dwayne ilk dersin nasıl geçtiğini sordu. Hemen bu olayı anlattığımda
Dwayne gülümsedi ve “burada insanlar rahattır” dedi. Sonraki dönemlerde
daha pek çok ders aldım ve bir sürü kişi
tanıdım ama o ilk dersteki ayak uzatmayı hiç unutmadım. Hatta zamanla işin felsefesini sorguladım. Her ne
kadar böyle örneklerin Kanada’da da
çok da yaygın karşılanabilir bir durum
olmadığını tecrübelensem de bu “sıradan” olayın aslında biraz kültürel ama
daha da çok sistemle ilişkili olduğuna
kanaat getirdim. Aslında daha yaşadığım pek çok gündelik olayda sistemin
insanları geliştirmek ve özgüvenlerini yaratmak üzere kurgulandığını gördüm. İlkokullara böcekleri
tanıtmak amacıyla gittiğimiz zamanlarda daha yeni okumayı öğrenmiş çocukların böceklerin 3 çift bacağından
antenli oluşlarına, örümceklerin 4 çift
bacaklarından kanatsız oluşuna kadar
bir sürü bilgiyi bilmesi ise beni hepten
şaşırtmıştı. Öyle ki bazı çocuklar ise sivrisineklerin taşıdığı West Nile Virüsünü
anlatıyor ve nasıl korunabileceğimize
dair bilgiler veriyordu. Yani aslında bu
özgüven ve bilinçlendirme daha çocuklara ilkokuldayken verilmeye başlanıyordu. İnsanların özgüveni yüksek olsa
da çok yardımsever ve sevecendi. Bir
gün sabah e-postalarıma baktığımda
Bölüm Sekreterliği ve Üniversite’nin
Öğrenci Sağlık Ofisinden gelen acil uyarılı e-postaları gördüm. W.P. Thompson Building’deki doktoramı yaptığım
Biyoloji Bölümümüze fare girmişti!
E-posta’da şöyle deniliyordu:
“Bugün Biyoloji Bölümü bodrum katında bir adet fare görülmüştür. Gerekli
bütün tedbirler alınmış olup, bodrum
katı geçici olarak kapatılmıştır. Öğrenci
Sağlık Ofisi ile temasa geçilmiş ve fareler yoluyla bulaşabilen hastalıklar konusunda bilgi alınmış olup ekte sunulmaktadır. Fare ile direkt ya da dolaylı
yoldan temas ettiğini düşünen ve kaygı
duyan kişiler önümüzdeki 3 günlük süreçte ekteki hastalık belirtilerini gösterirse acil olarak Sağlık Ofisi ile temasa
Dr. Umut TOPRAK
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Bitki Koruma Bölümü
[email protected]
geçmelidir. Bu durumdan dolayı özür
diler, iyi çalışmalar dileriz.”
E-postalara baktıktan sonra lisansüstü
öğrenci ofisine gittiğimde ise gündemin
tek konusu fare olayıydı! Kanada’daki
bölümümde bir daha fare olayı yaşanmadı ama ben her defasında farklı bir
şey öğrendim. Mesela, laboratuvarda
DNA jeli dökerken çalan o alarmla,
kendimizi bölüm dışına atışımız! İlkinde acemiydim, en geç ben çıktım ama
sonraki yangın tatbikatlarında bizim
bölümün buluşma yerinde ilk ben vardım. Yangın tüpünün eğitimini de iyi
ki almışım! Yangın tüpü kullanmanın
eğitimi mi olurmuş diyebilirsiniz! Saskatoon’daki yangın söndürme tatbikatlarında ise ahşap kökenli yangınlardan
kimyasal madde yangınlarına ya da
elektrik kontağından çıkanlara kadar
her yangını söndürmenin suyla olmayacağını ya da uygun yangın söndürme tüpüyle sadece olabileceğine kadar
bir sürü bilgiyi iyi ki edinmişim. Bir de
ilkyardım eğitimleri var, onları da söylemeden geçemeyeceğim! Boğulmadan
kalp masajına, elektrik çarpmasından
sinir krizine kadar bir sürü acil durumlarda da ne yapılması gerektiğini bu eğitimlerde doktoramızı yaparken aldık.
Yani bütün bu kursları ve seminerleri
doktora yaparken doktora eğitiminin
bir parçası olarak aldım! Saskatoon’da
kampüste bir gün 49 km/saat hızla giderken yediğim trafik cezasını da!
Anlattığım hikayeler belki bir ayak
uzatma, belki basit bir fare, ya da yangın söndürme tüpü kullanımından ilk
yardıma kadar farklı farklı. Bunların
“Ziraat Fakültelerinden Nobel Ödülleri
Çıkar mı” konusu ile ne alakası var diyebilirsiniz? Aslında çok alakası var.
Yurt dışına araştırma
amaçlı giden pek çok
bilim insanı deneyleri için
ısmarladıkları bir kimyasal
maddenin ertesi gün
masaları üstünde olmasından
duyduğu hayranlığı hep
anlatır. Teknisyenlerden
bahsedilir, mükemmel
öğrencilerden, milyonlarca
liralık cihazlardan… Ya da o
mükemmel kütüphanelerin
gece yarılarına kadar açık
oluşu bazen de üniversite
kampüslerinin güzelliği,
yolların düzgünlüğü anlatılır…
Ülkemizde de aslında pek çok konuda
büyük ilerlemeler sağlanmadı mı? Projelere ayrılan bütçeler artırıldı, pek çok
laboratuvar kuruldu, milyonlarca liralık
son sistem teknoloji harikası cihazlar
alınmadı mı? Peki, başarıyı getiren sadece bunlar mıdır? Yoksa başarıyı getiren daha ilkokuldayken West Nile Virüsü ve böcekleri dahi öğreten, binanızda
çıkan bir fare için sizi koruyan, ilkyardımdan yangın söndürmeye kadar acil
durumlarda yapılması gerekenleri size
öğreten, 49 km/h hızla giden sürücüleri yayalara tehlike yaratmaması için
uyaran, size güvenen ve çalıştığınız sürece sizi destekleyen ve her anlamda
başarınızın karşılığını veren sistem midir başarıyı getiren? Sahi yok mudur o
önünde ayağı uzatılan hocanın egosu?
Yazının başında da belirttiğim üzere
toplumların kültür değerleri vardır, biz
de büyüğün yanında ayak uzatılmaz.
Ayakları bir yana bırakacak olursak(!),
ve konumuz üniversite ise, akademide
sistem nedir? Akademide sistem, genç
ve parlak beyinlerin önünü açmak, akademik performansı uygulamak, rekabetçi, adaletli ve özgürlükçü olmaktır.
Ama sistem düşünen aklı olan bir varlık
değil ki! Sistem sizsiniz! O cihazları kullanan, o laboratuvarlarda çalışan, ders
veren, ders alan, tarlada üretim yapan,
üretilen ürünü tüketen, tarlasına ilacını
atan, tarlasını işleyen ya da pazardaki
domatesi seçen!
Haberlerde hep dinleriz
“Amerikalı bilim insanları
şunu buldu, Avrupalı bilim
insanları buna çare oldu”.
Aramızdan biri bir gün gider
Amerika’ya ve onu da yaptığı
buluşla haberlerde gururla
izleriz. Sonra da beyin göçü
der üzülürüz. Sahi niye göç
eder o parlak beyinler? Göç
eden beyin aynıdır, burada
da orada da! Kullanılan
cihazlar da tıpatıp aynıdır. Ne
olmuştur? Bir sihirli değnek
mi değmiştir o göç eden beyne?
O sihirli değnek beyne verilen değer
olmasın? Bu değeri işte bazen çalışma
masanıza ertesi gün gelen ısmarladığınız araç gereçle, bazen de laboratuvarda çıkan bir fare olayıyla görürsünüz.
Ya da ayağınızı uzattığınızda bile sorunuza cevap verilmesiyle… Başa dönecek
olursak, bu yazının adını “Ülkemiz Ziraat Fakültelerinden Nobel Ödülü Çıkar mı” diye koydum ama Arşimed’in
“eşit olmayan ağırlıkların da dengede
kalabildiğini gösteren” prensibinden
yola çıkarak suyun yüksekliği her yerde
aynı değil mi? Fakültelerin adı değişse
de sorunlar aynı değil mi? Bu yazının
başlığına benim cevabımı mı merak
ediyorsunuz? Cevap veriyim... Kazanmış olduğunuz bir başarıya üstünüzün,
“bravo” demediği oldu mu? Aldığınız
o büyük projenizi ve o büyük keşfinizi
iş arkadaşlarınızla en son geçen ay mı
kutladınız? Çalışmanızın karşılığını hiç
alamadığınız oldu mu? Sahi en son kaç
yıl önce bir haksızlığa uğradınız? Belki
de hayatınız boyunca hiç uğramadınız!
En son katıldığınız yangın söndürme ya
da ilk yardım tatbikatı nasıl geçti? En
son kampüste 40 km/h hızı ne zaman
geçtiniz? Ya da odanızda, binanızda
veya laboratuvarınızda hiç fare çıktı mı?
Sağlıcakla kalın…
12
̇
̇
Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği
TARIM VE İKLİM
Dünya Nüfus Artışı ve Bunun Tarım ve İklim
Değişimleri Üzerindeki Etkileri
Dünyada Bugüne Kadar Ne Kadar
İnsan Yaşadı, Gelecekte Dünya
Nüfusu Ne Olacaktır?
Yakın geçmişte bir makale için
araştırma yaparken dünyada bugüne kadar 90-100 milyar ( www.
census.gov.main/www/popcloc.
html) ( www.worldometers.info/
world-population/) arasında insanın yaşadığı bilgisi ile karşılaştım.
Milattan önce en eski 700.000 yılı
en yakın 50.000 yıl önce insanın hayata başladığı ve çoğaldığı öngörüsü
ile doğurganlık oranları da dikkate
alınarak yapılan hesaplamaya dayanıyordu. Geçmişte 1900’lü yılara
kadar belirli bir denge içinde geliştiği tahmin edilen dünya nüfusu
1900’lü yıllardan sonra insan sağlığı
konusundaki ilaç ve teknolojilerin
yaygınlaşması, artan sağlık önlemleri ve tarım teknolojisindeki gelişmeler sonrası artan üretim ve katma
değeri yükseltilmiş besinlerin kullanılması ile nüfus artış hızlanmış ve
günümüzde 2012 yılı itibarı ile dünya nüfusu 7 milyarın üzerine geçmiş
görülüyor.
Dünya Nüfusu 7 Milyar
Birleşmiş Milletler (BM) Nüfus fonu
verilerine göre, 31 Ekim 2011 tarihinde dünya nüfusu 7 milyar kişiye
ulaştı. Türkiye 18. sıradaki en kalabalık nüfusla 75 milyona ulaştı.
Dünyanın 2050’lerde 10 milyara
yaklaşacağı beklenmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde halen nüfusun
çoğunluğu kırsalda yaşamaktadır.
Gelişmişlerde ise kenetlerde yoğunlaşan bir nüfus sorunu yaşanmaktadır. Dünya nüfusunun yüzde 50'si
günümüzde kentlerde yaşarken,
önümüzdeki dönemde iklim değişikliğindeki hızlanma ve kaynakların
tükenmesi ile kentlere göç hızlanacak. Bu da beraberinde toprak üzerindeki baskıyı daha da artıracaktır.
Gelişmiş ülkelerde kişi başına gelir
35 bin dolar iken az gelişmiş ülkelerde bu durum 3-4 bin dolar arasında
gelişmektedir. Bu anlamda kuzey
güney arasındaki gelişmişlik farkı 1
e karışlık 8 katına kadar çıkabiliyor.
Gelişmiş ülkelerde yaşam uzunluğu
78-80 yıl iken bu az gelişmiş ülkelerde 50-55 yaştır. Gelişmekte olan
ülkelerde 55-60 yaşına kadar çıkabilmektedir. Gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkelerin insanlarının yaşam
uzunluğu arasında 20 küsur yıllık
bir fark bulunmaktadır. Türkiye
ortalama 74.6 yaş ile dünyada 75.
sırada yer almaktadır (Tarhan Erdem 2013, Radikal gazetesi, 31 Ocak
2013).
Türkiye 75 Milyon Nüfusa
Ulaştı
Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemine göre Türkiye Nüfus 75 milyon.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler
için bu denli yüksek bir nüfusun toplum sağlığı ve kaliteli yaşam kadar
gelecekteki dinamik iş gücü için ne
anlama geldiğinin sosyal bilimciler
tarafından araştırması hayati öneme
sahiptir.
Türkiye’de beklenenin aksine nüfus
artışının binde 12.1 oranı ile azalma
eğilimine girmiş olduğu görülüyor.
Büyük kentlere olan göç oranının
azaldığı ancak nüfusun üçte birinden fazlasının yaklaşık 27 milyonun
5 büyük kentte yaşadığı görülüyor.
Alt yapı yetersizliği ve dengesiz gelişen büyük kentlerde yaşanan sosyal
sorunlardan çok çevre üzerindeki
olumsuz etkiler tarım ve iklim bilimcileri için dikkatle izlenmesi gerekiyor.
Nüfus Artışı Beraberinde
Gıda Güvenliğini de Tehdit
Etmektedir
Artan dünya nüfusu beraberinde
gıda güvenliği konusunu gündeme getirmektedir. Mevcut hali ile
dengesiz dağıtımın yarattığı sorunlardan dolayı günde bir dolar ile
geçinmek zorunda olan insanların
sayılarının milyarlarla ifade edilmesi gıda güvenliğini daha anlamlı
kılmaktadır. Bu anlamda dünya gelirlerinin önemli bir kısmını elinde
tutan ülkeler dünya gıda hâkimiyeti
ve enerji güvenliği konusunda dünden daha şahin davranarak diğer
ülkeler üzerinde egemenliklerini artırmaktadırlar. Dünyada özelliklede
Asya ve Afrika’da üretim ile tüketim
arasındaki fark hızla azalmakta ve
yoksul ülkelerin gıda yönünden dışa
bağımlılıkları artmaktadır. Ortadoğu ülkelerinin tamamı (İran hariç)
gıda temini yönünden dışa bağımlı
durumdadır (Ortaş 2013).
Nüfusu hızla büyüyen dünyanın
özellikle de gelişmekte olan ülkelerde 2030 yılından itibaren nüfus artışı ve kaynak yetersizliğiyle ilgili farklı konulara çözüm arayışları daha da
hızlanacaktır.
Nüfus Artışı Gelecekte Gıda
Savaşlarının Habercisi
Ancak dünya nüfus hızı ve artan
gıda talebine karşın artmayan tarım
alanları gelecekte insanlığın gıda
güvencesi kaygısını en üst düzeyde
gündeme getirmektedir. Günümüzde gıda üretim potansiyeli ve nüfus
arasındaki ilişkinin tezatlığı sorusu
ile gelecekte olası gıda savaşlarının
habercisidir (Ortaş 2008). İnsanlığın güç kullanarak gıdayı ve enerjiyi
elinde tutuma çabası gelecekte daha
da şiddetli yaşanacağını şimdiden
söylersek kâhinlik yapmış olmayız.
Türkiye yaş ortalaması şimdilik 30
yaş ki dünya için çok kıymetli bir
yaş ortalaması. Nüfusumuzdaki
azalma eğilimi gelecekte kişi başına
mili gelirin artacağı sağlıklı ve kaliteli hizmet kadar insanın temel gıda
talebinin azalması sağlanacaktır.
Artan dünya nüfusunun yerleşim
Prof.Dr. İbrahim ORTAŞ
Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Toprak Bölümü
için tarım topraklarının amaç dışı
kullanımını tetiklemektedir. Ayrıca
yoğun nüfus beraberinde gıda talebini artırmakta bu da beraberinde
toprağın aşırı derecede sömürülmesine yol açmaktadır. Türkiye gibi
gelişmekte olan ülkelerin geleceği
sağlıklı yönetmesinin ilk şartı bence dengeli bir nüfus planlamasına
geçmesi gerekir. Bu da ciddi bir ekip
çalışması ile yapılacak uzun sureli
projeksiyonla sağlanacaktır.
Dünya Nüfus Artışı Enerji
Talebini Artıracaktır
BM'nin verilerine göre, 2050 yılında dünya nüfusu 10 milyar kişi
olacak. Bu artışın da gıda güvenliği, su ve diğer doğal kaynakların
sürdürülebilirliği açısından büyük
tehdit oluşturması öngörülüyor. Bu
nüfusun önemli kısmının şehirlerde
yaşayacak olması da şehirler üzerinde dolaylı olarak tarım toprakları
ve doğa üzerinden büyük bir baskı
oluşturacaktır. İklim değişikliğinin
sonucunda etkileri daha da artarak
hissedilen hızlı ve ani yağışların sellere dönüşmesi, kuraklık, sıcak hava
dalgaları ve deniz suyu seviyesindeki
yükselmeler, nüfus artışı ile birlikte
önümüzdeki yıllarda insanoğlu için
daha ciddi barınma ve beslenme sorunlarını beraberinde getirecek. Yaşanabilir, sağlıklı, iklim değişikliğinin etkilerine dayanıklı şehirlerin ve
yerleşim yerlerinin kurulması günümüzün en öncelikli konusu olacak.
Mevcut tahminlere göre 2050 yılında dünya nüfusunun yüzde 80-85'i
yine az gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerde yaşayacak. Eğer dengeli bir gelir dağılımı hedefi ile düşük
karbonlu kalkınma modeline geçiş
sağlanmaz ise dünya kaynaklarının
hızla artan dünya nüfusunu kaldı-
rabilmesi mümkün olmayacak. Bunun en önemli sebebi özellikle Çin
ve Hindistan olmak üzere, benzeri
ülkelerde yükselen orta sınıf tüketiminin artması, doğal kaynakların
beklenenden çok daha hızlı ve erken
tüketilmesi olacak. Bu durum özellikle de şehirlerin bir an önce gerekli
tedbirleri almasını ve eyleme geçmesini gerektiriyor. Hızla gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye'nin
şehirleri de bu değişimin bir parçası
olmak ve acilen önlem almak durumunda.
Ortadoğu bölgesi bu doğal etkilerden en fazla etkilenecek bölgelerin
başında geliyor. Bölge bugün doğal
enerji kaynakları nedeniyle tüketimini satın alarak gideriyor ancak
eğitim, bilgi ve teknolojik dönüşümden yoksun olduğu her halinden belli oluyor. Çin, Hindistan gibi nüfusu
milyarın üzerindeki ülkeler için gelecek çok daha düşündürücü.
Türkiye’nin de gelecekte
Çölleşmesi ve Fakirleşmesi
Görülebilir
1930’lı yıllarda Türkiye 15 milyondu
bugün 2012 de 75 milyon. Bu hızla
giderse ülkemizin nüfusunun 2050
yılında 110 milyon olacağı beklenirken dünyanı ise 2050 yılında 10
milyar olacağı öngörülüyor. Bütün
bu nüfus artışının anlamı, her şeyden önce daha fazla gıda talebi, daha
fazla yerleşim yeri daha fazla enerji
gereksinimi demektir.
Artan talepler beraberinde doğa ve çevre
üzerinde ciddi bir etki
yapacaktır.
Kentlerin büyümesi, tarım
alanlarının amaç dışı
kullanımı, artan su
eksikliği bunu takiben çölleşme ve verimsizlik kaçınılmaz
olacaktır. Türkiye’de
artacak nüfus artışının ülkemiz için ve tek
tek bireyler için olumlu mu olumsuz
mu olacağı Türkiye’nin bilimsel gelişmişliği ve üretim kapasitesi belirleyecektir. İnsanımızı iyi eğitirsek
olumlu eğitmesek olumsuz ve sorun
oluşturabilir. Ancak bir tarım bilimcisi olarak nüfusun tarım ve doğa
üzerindeki olumsuz etkisi ve bunun
küresel iklim değişimleri üzerindeki
etkisi bilimsel bir kaygı ve sorumluluk yüklemesi bakımından önemsemekteyim.
İklim Değişimleri
Kaçınılmaz Olarak Doğal
Kaynakların Tüketimini
Tetikleyecektir
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu'nun
iklim değişikliği ve dünya nüfusuna
ilişkin açıkladığı verilere göre, iklim
değişikliği günümüzde tüm dünya
nüfusunu ilgilendiren en önemli sorun oluşturmaktadır. İklim değişikliği sadece iklimlerde gözle görülen
değişiklikler değil, dünyanın ekolojik sisteminin başta toprak yapısının
hızla bozulması, doğal kaynakların
tükenmesi, bazı canlı türleri evrimleşirken bazı türlerin tamamen yok
olmasına neden olacağı kaçınılmaz
duruma gelmektedir.
Türkiye iklim değişimleri ve topraklarının erozyona uğrama potansiyeli
bakımından en sorunlu coğrafyada
bulunmakta olup önlem alınmama-
sı durumunda önümüzdeki yıllarda
ciddi sorunlar yaşayacağı kaçınılmaz olacaktır.
Niteliksiz Çoğunluk
Yerine Nitelikli Azınlık
Önemsenmelidir
Yaşadığımız yer yüzeyinin birkaç
bin yıllık birikimli bilgisi ve kültürü göstermiştir ki kalabalık ve eğitimsiz nüfuslar yerine, az, ancak iyi
eğitilmiş ve etkili insan gücü daha
da önemlidir. Eğitin ülkelerin kalkınmasında en önemli etken. Teorik
olarak bir ülkenin eğitim düzeyi bir
yıl artınca ülkenin milli geliri 5 bin
dolar artmaktadır. Ancak kalabalık
nüfusa sahip Çin, Hindistan ve bazı
Latin Amerika ve Afrika ülkeleri için
eğitimi düzeyini yükseltmek zor.
Doğal olarak eğitiminde kaliteli ve
etkin olması gerekiyor. Bu anlamda
Almanya, İsviçre, İsveç, Norveç, İsrail gibi ülkelerin etkili insan gücü
ile aynı nüfus büyüklüğündeki ülkelerin bilim ve teknolojiye katkılarının aynı olmadığı da aşikârdır. Bu
bağlamda niteliksiz çoğunluk yerine
nitelikli iyi eğitilmiş, çevre ve yaşam
bilinci gelişmiş insana sahip olmak
önemlidir. Her ne kadar çevre gelişmiş ülkelerin teknolojisi ile kirlendiyse de, her şeye rağmen yine de
çevre bilinci olan ve doğanın korunması fikri aynı gelişmiş ülkelerdeki
eğitilmiş duyarlı kesimlerden gelmektedir.
Özet olarak Dünya ve Türkiye nüfus
artış hızı azalma eğilimine girmiş
görülüyor. Ancak dünya nüfusu halen çok yüksek ve özellikle Asya ve
Afrika’da ciddi yoksulluk ve gıda talebi bulunmaktadır. Ancak artan nüfus ’un doğa üzerindeki olumsuz etkileri günden güne zorlaşmaktadır.
Küresel ısınmanın nedeni enerji ihtiyacı için kullanılan yeraltı fosil kaynakların yakılması yanında özellikle
tarım ve orman yönetimindeki yanlışların da büyük katkısı bulunmaktadır. Bir bütün olarak insanın enerji ve besin talebi bugün küresel iklim
değişimlerini tetikliyor ve bunun
yansımaları ağır faturalar ile bizlere
aşırı yağış, sel, fırtına ve heyelan olarak dönmektedir. Bunun da nedeni
insan nüfusunun yarattığı etkidir.
Bu bağlamda nüfus iklim ilişkileri
önemli ve sosyal bilimciler ile fen
bilimcilerinin birlikte üzerinde çalışması gerekmektedir. Bilimsel olarak bugün üzerinde yoğunlaşmamız
gereken en ciddi sorun küresel iklim
değişimlerine neden olan olumsuz
etkileri çalışmak önemli. Tarım ve
toprak biliminde yoğun araştırmalar
yapılıyor. Ülkemiz bilim kuruluşlarının bu konuyu öncelikli araştırma
konuları arasına alması ve en üst
düzeyde destek vermesi gelecek için
önemlidir. Umarım sağduyulu ve
vizyon sahibi yetkili makamlardaki
yöneticiler konuyu öncelikli olarak
gündemlerine alırlar.
̇
̇ Mart 2013
Köy-Koop Merkez Birliği
TARIM
Burdur Gölü, Aral Gibi Yanlış Tarım ve Su
Politikalarının Tehdidi Altında
»»Burdur Gölü’nün, son 35 yılda alanının üçte birini kaybettiği ve su
seviyesinin 12 metre düştüğü belirtildi.
Doğa Derneği, 2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü çerçevesinde,
hızla kuruyan Burdur Gölü ile
1960’lı yıllardan itibaren kurutulan Aral Gölü’nün ortak öyküsünü tartışmaya açan bir etkinlik düzenledi. Burdur Mehmet
Akif Ersoy Üniversitesi’nde
düzenlenen etkinliğe, kamu kurumları ile sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, akademisyenler, öğrenciler katıldı.
Etkinliğe katılan 'Çölün Mavi
Gözü: Aral' belgeselinin yönetmeni Kemal Öner ve Doğa
Derneği’nden uzmanlar, bir zamanlar dünyanın dördüncü en
büyük gölü olan ve Özbekistan
ile Kazakistan sınırında yer alan
Aral Gölü’nün yanlış su ve tarım
politikaları nedeniyle kuruduğunu, önlem alınmazsa Burdur
Gölü’nün de aynı kaderi paylaşacağı uyarısında bulundular.
Göl havzasında aşırı su tüketen
tarımsal ürünlerin yaygın olması
nedeniyle sondaj kuyularından
yüksek miktarlarda su çekildiği ve
göle akan derelerin üzerine plansız inşa edilen baraj ve göletlerin,
gölün beslenmesini engellediği
için Burdur Gölü’nün her geçen
gün kuruduğuna dikkat çekildi.
Kuruma tehlikesi altında olan
Burdur Gölü ve diğer sulak
alanları korumak için tarımda
kullanılan suyun azaltılması ve
gölleri besleyen derelerin akışlarının plansız biçimde baraj ve
gölet inşa edilerek kesilmemesi
gerektiği belirtildi.
37. Antalya Altın Portakal Film
Festivali dahil birçok festivalde ödül alan 'Çölün Mavi Gözü:
Aral' belgeselinin yönetmeni
Kemal Öner, “Aral Gölü, bir zamanlar dünyanın en büyük iç
denizlerinden biriyken, bugün
hacminin ve kapladığı alanın
yarıdan fazlasını kaybetti. İnsanlar, daha çok ürün almak için
toprağı ve suyu hor kullandı.
Aral’ı besleyen nehirlerin suyu
pamuk üretiminde kullanılmak
için taşındı. Çok ürün almak için
aşırı sulama yapıldı. Sular çekilirken gerisinde zehirli bir çöl
bıraktı. Su kuşları, balıklar, kara
hayvanları, 100'den fazla bitki
türü birer birer yok oldu. İnsanlar akın akın hastanelere koştu,
çocuk ölümleri, kan hastalıkları,
bulaşıcı hastalıklar arttı.” dedi.
Öner, Aral Gölü çevresinde belgesel çekimi sırasında görüştükleri yerel halkın halen, “koskoca deniz nasıl yok oldu” diye
birbirlerine sorduklarını ifade
ederek, çarpık tarım ve su politikalarının Aral Gölü gibi büyük
bir gölü nasıl kuruttuysa aynı
şekilde Burdur Gölü’nü de kurutabileceğine dikkat çekti.
Önlem Alınmazsa Burdur Gölü
De Aral Gibi Kuruyacak
Doğa Derneği Alan Savunma
Koordinatörü Okan Ürker de
konuşmasında, Burdur Gölü
havzasında aşırı su tüketen tarımsal ürünlerin yaygın olması
nedeniyle sondaj kuyularından
yüksek miktarlarda su çekildiği
ve göle akan derelerin üzerine
plansız biçimde inşa edilen baraj ve göletlerin, gölün beslenmesini engellediği için Burdur
Gölü’nün her geçen gün kuruduğuna dikkat çekti.
13
Sudan’da Toprak Kiralama
Değil Toprak Gaspı
Gazetelerden ve web sayfalarından
Türkiye’nin Sudan’da 5 milyon dekar
arazi kiraladığını öğreniyoruz. Buna Tarım Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı Tarımİşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM)
önderlik ediyormuş. 99 yıllığına kiralanan topraklar özel sektöre açılacakmış.
Devlet veya şirketler geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde çok uzun süreler
için toprak kiralıyorlar veya satın alıyorlar, tarım ürünü veya petrol üretip, ürünlerini de kendi ülkelerine gönderiyorlar.
Bunlar arasında Arap Emirlikleri, Suudi
Arabistan, Kore, Japonya, Çin gibi ülkeler ve batılı şirketler başı çekiyor. Küreselısınma ve petrolün tükeniyor olması
artık görünür bir gerçek. Bu durum bazı
şirket ve devletleri harekete geçiriyor.
Ülkemiz de her iki yönüyle bu olayın dışında değil. Örneğin 21 Mart 2011 tarihinde Bloomberg’de yayınlanan bir habere göre Katar’dan Hassad Food adlı bir
fon Türkiye’den ürün yetiştirmek ve hayvancılık yapmak üzere tarım arazisi satın
almak istiyor. Hassad’ın Türk Hükümeti
ile görüşmeler yaptığıaçıklandı. Hürriyet
Gazetesinde 18 Martta yayınlanan aynı
haberde Hassad yetkililerinin TİGEM’e
(Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü
yani eski Devlet Üretme Çiftlikleri Genel
Müdürlüğü) yönlendirildiği yazmıştı.Katar’lılara toprak satın almanın olmayacağı ancak 49 yıllığına kiralamanın söz konusu olabileceği de belirtilmiş! Bir gün
önceki yayında ise Güney Kore ve Suudi
Arabistan’ın Türkiye’den toprak almak
konusunda istekleri belirtilmişti. Bu olayın nasıl geliştiğini bilmiyorum.
Türkiye’li işadamları da Libya’da benzer
işler peşinde koşuyorlardı. Libya’daki
değişiklikler sonrası bu olayın nasıl geliştiği konusunda bilgi sahibi değiliz.
Sudan’daki olay aslında toprak gaspı
(land grabbing) kavramı içinde düşünülmeli. Bu konuda halkımız içinde köksüz
beklentiler yaratılmaya başlanmış. Meyveleri ucuza yiyeceğimiz falan zannediliyor. Tropik meyveler zaten dünya’da çok
ucuza satılıyor. Bizde pahalı olmasının
başka nedenleri var. Yatırımı yapacak
olanlar sıradan halk değil iş adamları. Bunların da Türkiye’nin ucuz meyve
yemesi gibi bir misyonu yok. Onlar için
çok iyi olabilir, ama Türkiye halkı için
bir şeylerin değişeceği yok. Yatırımcıların meyve yetiştireceğini de sanmam.
Tarım Bakanlığı önce Türkiye tarım
topraklarının yok olmasını, erozyonla
aşınmasınıönlemeye çalışmalı. Oradan
gelecek gıdaya bel bağlamak çok yanlış.
Bu toprak kiralamanın müslüman Sudan
halkına yardım gibi takdim edilmesi ise
epeyce yanlış.Sudan’da 2009 yılındaki
bir rapora göre aç olan insan oranı resmi istatistikler olarak %26 (Grain, Land
Grabbing and the Global Food Crisis,
2009) Güney Sudan 2011’de bağımsız
devlet olarak ayrıldığında Kuzey Sudan iyi topraklarının ve petrol gelirinin
önemli bir kısmını kaybetmişti. Aç olanların oranı yükselmiş olmalı. Büyük şirketlerin daha verimli tarım yaptıkları bir
aldatmadan ibaret. İstihdamın da çok
düşük düzeylerde kalacağıdünya deneylerinden biliniyor. Endüstriyel tarımla
bu toprakların kirletileceği ise kesin.
Türkiye Sudan’a yardım
edecekse toprak reformu
yapılmasınısalık vermeli
ki bunu hiç beklemiyorum. İkincisi agro-ekolojik yöntemlere dayalı
tarım teknikleri yaygınlaştırılmalı. Türkiye’nin
bu konuda bir kapasitesi
var. Bu konuda yardım
edilebilir. Karşılığında da
Türkiye’nin kazanacağı
şeyler olabilir. Kazan-kazan formülü asıl budur.
Yoksa Türkiye’li şirketlerin oraya yerleşmesi de-
Prof.Dr. Tayfun ÖZKAYA
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi
[email protected]
ğil. Arazi gaspı Sudan halkının daha da
açlığa gömülmesine yol açacaktır. Türkiye toplumu da yapılan bu toprak gaspının kendisi ile ilgili bir şey olmadığını
düşünmeli. İş adamları para kazanacak.
O kadar.
Arazi gaspı halklar ve yerel toplulukların
gıda egemenlikleri için ciddi bir tehdit.
Dünya Bankası bu yeni arazi gaspına
yardımcı olmak için yedi ilke yayınlamış.
Hatta BirleşmişMilletler Gıda Tarım
örgütü FAO ile IFAD ve UNCTAD gibi
kuruluşlar Dünya Bankasını desteklemişler. Bu ilkeler arasında çevreye zarar
vermemek falan da varmış. Bunlar aslında işi meşrulaştırmak için ortaya atılan
laflar. Hatırlarsınız özelleştirme furyası
da başlarken, sermayenin tabana yayılmasından, kooperatiflerin de işe girmesinden söz etmişlerdi. Bunlara inanan
veya inanmış görünen çok insan çıkmıştı. Sonunda ne olduğunu biliyoruz.
Gıda fiyatlarında başlayan hızlı artışlar arazi gaspı için iştahları arttırıyor.
Bu arazileri ele geçiren şirketler ürünü,
toprağı, doğayıkirleten, insanları işsiz
bırakan endüstriyel tarım yöntemlerini kullanacaklardır. Bu soygun biran
önce durdurulmalıdır. Bu soygundan
en çok zarar görecek ülkelerden biri de
Sudan’dır. Sudan’da insanlar açlıktan
ölürken arazilerini başka ülke ve şirketlere vermeye teşvik edilmektedir. Başta
La Via Campesina , FIAN, Land Research Action Network, Grain olmak üzere
yüzlerce kuruluş arazi gaspına 22 Nisan
2010’da yayınladıklarıbir bildiri ile karşı
çıktılar. İstekleri kısaca şöyle:
1. Araziler yerel toplulukların elinde
kalmalı, eşitlik içinde toprak ve doğal
kaynaklara ulaşımı için gerçek bir toprak
reformu uygulanmalı.,
2. Tarımsal-çevresel ilkelere göre çalışan köylü, küçük üretici, balıkçı, çobanları kuvvetle desteklemek gerekir. Katılımcı araştırma ve eğitim programları
desteklenerek küçük ölçekli gıda üreticileri herkes için bol, sağlıklı gıda üretmeliler.
3. Tarım ve ticaret politikalarını halkın
katılabilmesi ve yararlanabilmesi amacıyla, gıda egemenliğine sahip çıkacak
ve yerel, bölgesel pazarları destekleyecek
şekilde düzenlemek gerekir.
4. Yerel halkın toprak, su ve biyoçeşitliliği denetlemesini sağlayacak şekilde,
topluluk yönetimli gıda ve çiftçilik sistemleri desteklenmelidir. Şirket ve diğer
güçlü aktörlerin (devlet veya özel) tarımsal, kıyı ve otlak alanlarını, ormanlar
ve sulak alanları ellerine geçirmelerini
engelleyecek zorunlu düzenlemeler sağlamlaştırılmalıdır.
14
̇
̇
Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği
TARIM
Tarımın Sorunları ve Kooperatifler
Sosyal Güvenlik ve Tarım
»»Çiftçinin büyük sorunları var. En önemli sorunları teknik ve ekonomik
alt yapı sorunlarının hep ihmal edilmiş olmasından kaynaklanan
sorunlardır.
»»Sosyal güvenlik dediğimizde bireylerin çalışma hayatları ve
sonrasında geçici veya devamlı olarak uğrayacakları gelir kayıplarına
ve yaşam ihtiyaçlarına çözüm sağlayan bir sistemi anlarız.
Öncelikle ülkenin ve ekonomibenimsemeleri, Türk tarımını
nin beklentilerine uygun bir
çıkmaza soktu. En tipik örneği
“toprak ve tarım reformu”
ile bu olgu, tütün ve pamuk ile
gerçekleştirilemedi.
Kendibu ürünlere bağlı sanayilerde
ne yeterli, optimum üretim
yaşandı .
desenli işletme büyüklüğü ve
“Türkiye’deki
kooperamodeli yaratılamadı. Bundan
tiflerin rolü nedir” gibi bir
dolayı işletmeler çok küçük ve
soruya, biraz geçmişe dönerek
Prof.Dr. T. Ayhan ÇIKIN şöyle yanıt verilebilir: Cumhuçok parçalı kaldı. İşletmelerin
küçük ve parçalı olması, uygun
[email protected]
riyetin Kuruluş dönemlerinde
teknolojilerin tarıma uyarlan“Tarım-sanayi-ticaret” kesimimasında sıkıntılar yarattı. Dolayısıyla bunlar
nin bütünleşmesinde özellikle tarım kredi ve
ürün maliyetlerinin yüksek düzeyde gerçekleştarım satış kooperatifleri önemli görevler alarak
mesine neden oldu.
tarımsal üretimin artmasında ve çeşitlenmesinTarım ve kooperatif kesimleri için Türkiye’de
de büyük rol oynamıştır. Örneğin, kırsal kesime
ekonomik ve hukuki alt yapıda yetersizdir. Her
teknik bilgiler “Tarımsal Yayım Servisi” ile ulaşeyden önce günümüz dünya ekonomisinde “lişırken, tarımsal girdilerin ve onu finanse edecek
kit sermaye” çok önemli rol oynamaktadır. Likredilerin, o günkü koşullarda bir tarım ve kokit sermayenin iki önemli ana kaynağı vardır:
operatifler bankası özelliği taşıyan “T.C. Ziraat
tasarruflar ve Merkez Bankası yoluyla piyasaya
Bankası”nın eşgüdümünde “Tarım Kredi Kooarz edilen nakit paralar. Her iki durumda da
peratifleri (TKK) aracılığı ile ülkenin dört buca“Banka” önemli rol oynar. Çiftçilerin/koopeğındaki binlerce köye ve çiftçiye ulaştırıldı. Böyratifçilerin tasarruflarını toplayıp onlar adına
lece tarımsal üretimde nitelik ve nicelik arttı.
bu tasarrufları yönetecek ve yönlendirecek
“Banka” olgusu çok önemlidir. Ayrıca çiftçiler /kooperatifler adına Merkez Bankası’ndan
sıcak para talep edebilecek bir “Çiftçi ve Kooperatifler Bankası” ne yazık ki Türkiye’de hala
kurulamamıştır. 1937’de “Tarım ve Kooperatifler Bankası” durumuna getirilen T. C. Ziraat
Bankası’nın bu statüsü 1980’li yıllarda kaldırılmıştır. Özetle, bugünkü koşullarda tarım ve
kooperatif sektörü için finansal alt yapı hazırlanmamıştır. Ayrıca, kooperatiflerin hukuki alt
yapısı da yetersizdir.
Küreselleşen bir ekonomide GATT
anlaşmasını hayata geçiren Dünya
Ticaret Örgütü’nün temel mantığı
“bir mal nerede ucuzsa oradan
alınır, nerede pahalıysa oraya
satılır” şeklinde özetlenebilir.
GATT anlaşmasının hayata geçirilmesinde
ekonomilerin ülke ve küresel bazda liberalleşmesi ana amaç olarak belirlenmiştir. Bunun
için de ülkelerin “Gümrük Duvarları” belirli
bir süreç içinde “sıfırlanana kadar” düşürülecektir. Ayrıca bütçelerini denkleştiremeyen
birçok ülke gibi Türkiye’de IMF’nin “ekonominin yeniden yapılandırılması” sürecine girdi.
Tarımsal destekler büyük ölçüde kaldırıldı. Bir
taraftan gümrüklerden mal girişlerinin kolaylaşması, diğer yandan tarımın yapısından kaynaklanan tarımsal ürün maliyetlerinin yükselmesi, tarımsal ürünlerin ihracatını kısarken
ithalatında da bir patlama yarattı. Örneğin
2001 yılına göre, Dolar bazında tarımsal ihraç
2011’de 2,6 kat artarken, tarımsal ithalat ayni
dönem içinde 6,3 kat artmıştır. Ayrıca ülke
ekonomisini yönetenlerin, ülkenin gerçeklerine uygun sağlıklı politikalar üretememesi,
IMF’nin “yeniden yapılanma politikalarını”
Bu şekilde üretilen başlıca tarım ürünleri,
Tarım Satış Kooperatifleri(TSK) aracılığı ile
ülkenin çeşitli bölgelerinden toplanıp işlenerek pazarlandı. 1950’lerde pancar üreticileri kooperatifleri ile Türkiye Şeker Şirketi’nin
ortaklaşa çalışmasıyla şeker üretimi geliştirilmiş, tarımsal ithalat büyük ölçüde azalmış,
buna karşılık tarım ürünleri ihracatı gelişmiştir. 1960’larda bugünkü “Tarımsal Kalkınma
Kooperatifleri”nin atası olan “Köy Kalkınma
Kooperatifleri” devreye girdi. Türk çiftçisi,
bu kooperatiflerle “kooperatifçilik teorisi” ile
daha yakından tanıştı. Son çeyrek yüzyıldır
izlenen ekonomi politikaları, tarım kesiminde
kooperatifçiliği oldukça zayıflatmasına karşın
tarım kesimindeki kooperatifler, hala önemli
bir potansiyeli harekete geçirecek düzeydedir.
Örneğin 2011 yılında sofralık zeytin ihracatında Marmara Birlik birinci, kuru üzüm ihracatında Tariş Üzüm Birliği ikinci sırada yer
almışlardır. Türkiye düzeyinde kooperatiflerin
başarı potansiyeli yüksektir. Yeter ki, uygulanan ekonomi politikaları içinde gerekli rol
kendilerine sunulabilmiş olsun.
Kooperatifçi selamlarımla…
Hollanda ve ILO Tarım Sektöründe Çocuk
İşçiliğinin Sona Erdirilmesi İçin İşbirliği Yapıyor
»»Proje Türkiye’de mevsimlik tarım işlerinde çocuk işçiliğinin en kötü
biçimlerinin sona erdirilmesine katkıda bulunacak.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Hollanda Dış Ticaret ve Kalkınma İşbirliği Bakanlığı
Türkiye’de mevsimlik tarım işlerinde en kötü
biçimlerdeki çocuk işçiliğinin sona erdirilmesine katkıda bulunmaya yönelik bir proje işbirliği anlaşması imzaladı.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve ILO
Türkiye Temsilciliği tarafından ortaklaşa yürütülecek ve Ordu ilinde fındık toplama işleri
çerçevesindeki mevsimlik tarımda çocuk işçiliğinin önlenmesini hedefleyen projeyi ILO Türkiye Direktörü Ümit Deniz Efendioğlu ve Hollanda Dış Ticaret ve Kalkınma İşbirliği Bakanı
Lilianne Ploumen 6 Kasım 2012 tarihinde ILO
Türkiye Temsilciliğinde gerçekleştirilen bir törenle imzaladılar.
18 ay süreli proje ile Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından koordine edilen en kötü
biçimlerdeki çocuk işçiliğinin
sona erdirilmesi için zamana
bağlı politika ve program çerçevesi (20052015) hedefleri doğrultusunda çocuk işçiliğine
karşı yerel ve ulusal kapasitenin güçlendirilmesine destek verilmesi ile izleme ve duyarlılık artırma bileşenlerini içeren stratejik bir
müdahale modeli geliştirilmesi öngörülmektedir. Kamu, sosyal taraflar, sivil toplum ve özel
sektörün proje faaliyetlerine etkin katılımının
sağlanarak bahse konu modelin sürdürülebilirliğinin sağlanması ve diğer sektörlere yaygınlaştırılması hedeflenmektedir.
Bu sistem içinde, tüm yaşantımız boyunca önümüze çıkacak hastalık, analık, sakat kalma,
ya da ölüm gibi nedenlerle karşılaşacağımız
riskler karşısında bizi ve ailemizi koruyan
sosyo ekonomik bir sistemdir.
Sosyal güvenlik kavram olarak dünyada sanayi devriminin ardından ortaya çıkan bir
tanımlamadır. Daha önceleri gelenekler çerçevesinde aile içi destek, bazı sosyal amaçlı
sandık ve dinsel özellikli oluşumlar içinde
bir dayanışma modeli şeklinde uygulamada
olan sosyal dayanışma tanımı zaman içinde
büyük ölçüde yerini sosyal güvenlik uygulamalarına bırakmıştır.
Sanayileşme sonucu hızla büyüyen şehirler
ve kırsalda da değişen yapı, sosyal güvenlik
uygulamalarını bir ihtiyaç haline getirmiştir.
Zor ve kötü çalışma koşulları, bozulan aile
bağları ve gelenekler, yoğun çalışma saatleri, karşılaşılan sağlık sorunları, sakat kalan
çalışanlar ve mağdur olan bireylerin ve ailelerin ihtiyaçları, sosyal güvenlik sistemini
mecburi hale getirmiştir. Bu konuda uygulanan sosyal politikalar çerçevesinde devlet
düzenleme ve destekleri de uygulamada yerini almıştır.
Bugünkü yapıda 19 yüzyılın sonuna doğru
ilk olarak Almanya’da başlayan uygulamalar kapsamında hastalık, iş kazası, sakatlık
ve yaşlılık sigortaları uygulamaya konmuştur. 1935 yılında ABD’de uygulamaya konan
Amerikan Sosyal Güvenlik Kanunu ile “Sosyal Güvenlik” kavram olarak kullanılmıştır.
Sonraki yıllarda bu kavram 1941 yılındaki
Atlantik Paktı Sözleşmesinde, 1944 yılındaki Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Philadelphia Kongresinde yer almıştır. Sosyal
Güvenlik, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 22 ve 25. Maddelerinde temel haklardan biri olarak kabul edilmektedir. 1952
yılında ILO’nun Sosyal Güvenliğin Asgari
Normları Hakkındaki 102 sayılı sözleşmesinde de geniş yer bulmuştur.
Peki, ülkemizde sosyal güvenlik nasıl başlamıştır. Bugünkü sistem nasıl ortaya çıkmıştır derseniz. Bu soruyu da iki aşamada anlatmak mümkündür. Cumhuriyet öncesi ve
sonrası. Cumhuriyet öncesi, Orta Asya’dan
başlayan süreçte geleneksel aile bağları ile
yürüyen uygulamalar Anadolu Selçukluları
döneminde yerleşik modele geçişin hızlanması ile ortaya çıkan şehirler ve de şehirlerin
büyümesi ile dayanışma ve yardım vakıfları
gelişmeye başlamış, şehirlerde Ahi teşkilatları ve sosyal yardım amaçlı vakıflar ön plana
çıkarken kırsaldaki vakıf arazileri önemli gelir kaynağı olarak kullanılmıştır.
13 yüzyıl öncesindeki ahilik daha sonra yerini Gedik-Lonca teşkilatına bırakmış, bu uygulama 18. yüzyıla kadar devam etmiştir. Tabii kırsaldaki uygulamalar yinede gelenekler
çerçevesinde devam etmiştir. 18 yüzyıldan
sonra Osmanlı döneminde sosyal güvenlik
bir ölçüde kurumsallaşmaya ve bu yönde
vergi uygulamasına geçilmiştir. Batı ülkelerine göre sanayileşme sürecine geç giren Osmanlıda sosyal güvenlik uygulamaları yıllar
sonra geç de olsa uygulanmaya başlanmıştır.
Tanzimat sonrasında, 1865 yılında Dilaver paşa Nizamnamesi ile Osmanlı’daki işçi
kesiminin sosyal güvenliğine yönelik yasal
düzenlemeler yapılmış, 1866 yılında Askeri
Tekaüt Sandığı ve 1881 yılında Sivil Memurlar Emekli Sandığı kurulmuştur. Ülkemizin,
kanun ile kurulan ve üyeliği mecburi olan ilk
sosyal güvenlik kuruluşu, 1921 yılında 151 sayılı Ereğli Maden Amelesinin Hukukuna Müteallik Kanun ile kurulan Amele Birliğidir.
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında sosyal
sigortalara benzeyen oldukça fazla olan birtakım emeklilik ve yardımlaşma sandıklarının kuruluşunu öngören kanunlar çıkarılmıştır. 1936 yılında 3008 sayılı İş Kanunu ile
ülkemizde ilk sosyal sigortaların kuruluşu ve
sosyal sigortalara ilişkin temel ilkeler ortaya
konulmuştur. Ancak bu sistem II. Dünya Savaşı nedeniyle 1945 yılına kadar uygulamaya
geçirilememiştir. 1945 yılında 4772 sayılı İş
Kazaları, Meslek Hastalıkları ve Analık Si-
Osman AKSOY
gortaları Kanunu ile uygulama başlamıştır.
Ayni yıl 4792 sayılı İşçi Sigortaları Kurumu
Kanunu çıkarılmıştır. Kanunun 1946 tarihinde yürürlüğe girmesiyle İşçi Sigortaları
Kurumu kurulmuş ve çok sayıdaki sosyal
dayanışma sandığı bu kurum altında birleştirilmiştir. 4772 sayılı İş Kazaları, Meslek
Hastalıkları ve Analık Sigortaları Kanunu bu
kapsama alınmıştır.
Sonraki yıllarda 1950’de 5417 sayılı İhtiyarlık
Sigortası Kanunu, 1951’de 5502 sayılı Hastalık ve Analık Sigortası Kanunu ve 1957’de
de 6900 sayılı Maluliyet, İhtiyarlık ve Ölüm
Sigortası Kanunu çıkarılmıştır. Tabii bu konuda en büyük değişim Sosyal Güvenlik konusunu ele alan 1961 Anayasası ile olmuştur.
Anayasada “sosyal güvenlik” kavramı yer almıştır. 1982 Anayasasının “sosyal güvenlik”
başlıklı 60 ıncı maddesinde de konuya yer
verilmiştir. Anılan maddede; “Herkes sosyal
güvenlik hakkına sahiptir. Devlet bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.” denilerek sosyal güvenlik alanında devlete önemli görevler yüklenmiştir.
1961 Anayasasının yürürlüğe girmesi ile birlikte bu konudaki yasal düzenlemeler 1964
tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununda birleştirilmiştir. 1965 tarihinde İşçi
Sigortaları Kurumu, Sosyal Sigortalar Kurumu adını almış, işçi kesimine yeni haklar
ile birlikte hizmet vermeye başlamıştır. 1949
tarihinde kabul edilen ve 1950 tarihinde yürürlüğe giren 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı
Kanunu ile mevcut emeklilik sandıkları ortadan kaldırılmış, hizmetlerin tek elden yürütülmesi için de T.C. Emekli Sandığı Genel
Müdürlüğü kurulmuştur.
1971 yılında 1479 sayılı kanun ile Esnaf ve
Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar
Sosyal Sigortalar Kurumu (Bağ-Kur) kurulmuş, kanun 1972 yılında uygulamaya konulmuştur. 1983 yılında da 2925 sayılı Tarım
İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu ve 2926
sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu çıkarılarak
tarım kesimine yönelik sosyal güvenlik uygulamaları konusu kapsama alınmıştır.
2006 yılında çıkarılan 5502 sayılı kanun ile
de sürdürülebilir bir sosyal güvenlik sistemi
oluşturulması amacıyla sosyal güvenlik reformu yapılmıştır. Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı, T.C. Emekli Sandığı Genel
Müdürlüğü ve Bağ-Kur Genel Müdürlüğünü aynı çatı altında toplanmıştır. Reform
ile aynı zamanda nüfusun tamamına eşit,
kolay ulaşılabilir ve kaliteli sağlık hizmeti
sunumunu amaçlayan genel sağlık sigortası sisteminin oluşturulması hedeflenmiştir.
Bu itibarla, 31.05.2006 tarihinde 5510 sayılı
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu kabul edilmiştir. 2008 yılında kanun yürürlüğe girmiştir. Bu düzenlemelere
göre de tarım ve kırsal kesime yönelik sosyal
güvenlik kapsamına girenler hizmet akdiyle
ve süresiz çalışanlar olarak iki başlık altında tanımlanmaktadır. Orman işlerinde çalışan orman köylülerinin de yaptığı dönemlik çalışmalarda isteğe bağlı olarak süresiz
çalışma kapsamında değerlendirilmektedir.
SGK ‘nın bu yeni yapısı içinde 2011 verilerine göre 17.374.631 milyon aktif sigortalıdan
1.246.688 milyonu Tarımda Hizmet Akdi ile
çalışan görünmektedir.
Görüldüğü üzere tarım kesiminde aktif sigortalı sayısı oldukça düşüktür. Her ne kadar sosyal güvenlik kapsamı tüm kırsalı içine alsa da kırsal kesimdeki gelir düşüklüğü
prim ödeme güçlüğüne yol açmaktadır. Bu
durum sigortalı sayısının düşüklüğünün
başlıca nedeni olarak görülmektedir.
̇
̇ Mart 2013
Köy-Koop Merkez Birliği
TARIM
Mısır: Herşeyin İçindeyim -IVZaman hiçbir umudun, düşün yoluna akmıyor. Zaman artamayanı eksiltiyor, eskitiyor. Ama o an her şeyin sonuna varılan
o an, bir kelebek gibi hayata çırpınmaya
başlıyor insan; güçlü ve taptaze atmaya
başlıyor kalbi. Aklı yılların tecrübesiyle
kötümser olsa da, aklı doğruları söylese
de ona o yeniden hissediyor ki umut kendinde, umut insanda! Geçen yazının bu
yazıda anlam kazanacağını umut ederek
başlıyoruz bu yazımıza. Diyalektik felsefenin karşıtların birliği ilkesi her şeyde
olduğu gibi hala işlevselliğini sürdürüyor
ve sanırız ki dünya döndükçe de buna devam edecek.
Biyoetanol üretimi ile ilgili en klasik senaryolardan birini artık hepimiz biliyoruz. Şimdi sıra geldi öyle herkesin bilmediği ya da bilmek istemediği, bir şekilde
gözden kaçan, sesi kısılan, kapağı kapatılan ikinci senaryoya.
Öncelikle biyoyakıtların
doğa dostu olduğu hikayesini
biraz tartışmaya çalışalım.
Doğa dostu olduğu bizlere
hangi şekilde anlatılıyor:
Biyoetanolün üretiminde ve
kullanımında çevreye daha az
sera gazı salınıyor. Böylelikle
küresel iklim değişikliğinin
önüne geçebiliriz.
Etanolün karbonu atmosferde sirküle ettiği için iklim değişikliğinin engellenmesi
için iyi bir çözüm olarak sunuluyor bizlere fakat atmosferde karbondan başka
birçok sera gazı bulunmaktadır. Yakıtlarla karıştırılan etanol sera gazlarını azaltmak şöyle dursun benzinin direkt olarak
çevreye verdiği etkili sera gazlarının oluşumlarını artırmaktadır.
Amerika’da 1997 yılında yapılan
bir çalışmaya göre etanol
üretim işlemleri benzinden
daha fazla zararlı sera gazı
ve daha fazla nitröz oksit
üretmektedir. Benzin üretimi
yakıt döngüsünde nitröz okside
göre görece daha az zararlı
bir gaz olan karbondioksit
içermektedir.
Kaldı ki 2007 yılında Colorado’lu araştırmacılar mısır kökenli etanolden kaynaklı
karbondioksit salımının benzin ve dizel
yakıttan çok daha zararlı olduğunu belirlemişlerdir. Yine 2008 yılında yapılan bir
araştırmaya göre mısır kökenli etanolün
son otuz yıl içerisinde sera gazı salımını
ikiye katladığı sonucu ortaya çıkmıştır.
Etanol ve hava kirliliği arasındaki ilişkiye baktığımızda; Amerika Çevre Koruma
Ajansı’nın (EPA) verilerine göre etanol
kullanımı ile sera gazları salımı azalmadığı gibi etanol kullanımı hava kirliliğine yol açan maddeler açısından büyük bir problemdir. EPA’ya göre etanol
kullanımı ozon üretimine ön ayak olan
kimyasalların salımını artırmaktadır.
Standford Üniversitesi’nden bazı araştırmacıların yaptığı araştırmaya göre yüzde
15 etanol yüzde 85 benzin karışımı, tam
tersine çevrildiğinde ozona bağlı ölümler, astım vakalarında Amerika genelinde
önemli oranlarda artışlar yaşanabilir.
Üzerinde durulması gereken bir
diğer konu da etanol üretimi ve temiz su kaynaklarının durumudur.
Birçok insan etanol üretiminde kullanılan temiz su miktarlarını öğrendiğinde
dudakları uçuklayabilir. Hepimizin bildiği gibi bütün enerji üretimi aşamala-
Esengül ERDEM
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
[email protected]
Ali Kürşat ŞAHİN
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
[email protected]
rında çok miktarda su tüketilir. Mesela
petrolün rafine edilmesi aşamasında bir galon (3.785
litre) petrol için bir ila iki
buçuk galon arasında,
bir galon mısır etanolünün rafinasyonu için ise
ortalama otuz beş galon
(132.475 litre) su kullanılmaktadır. İşin daha da
trajik kısmı bir galon etanol
üretmek için yetiştirilecek
mısıra da bunun en az üç katı kadar
su kullanılıyor olması. Yani şöyle bir
düşündüğümüzde ortalama bir litre
etanol üretmek için çok fazla temiz su
kullanılıyor ve bu su kullanıldıktan sonra
atık su haline geliyor. Amerika Ulusal Bilimler Akademisi mısır üretimi için diğer
beslenme veya yakıt bitkilerinden daha
fazla miktarda gübre ve pestisit kullanıldığına da dikkat çekmiş. Yani mısır kökenli etanol topraklarımızda ve temiz su
kaynaklarımızda daha fazla gübre, daha
fazla pestisit ve herbisit anlamına geliyor.
Biyoyakıtlar ve enerji konusuna geldiğimizde ise şöyle bir realiteyi daha hatırlamaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz.
Örnek bitki olarak mısırı göz önüne aldığımızda, mısırın hem yakıta dönüştürülmesi sırasında hem de yetiştirilmesi sırasında
çok yoğun bir şekilde enerji girdisine ihtiyaç duyması ve ihtiyaç duyulan bu enerjinin yakıt olarak kullanımından elde edilen
enerji miktarından daha fazla olmasıdır.
Biyoetanol ve gıda fiyatları konusuna
bakacak olursak birçok araştırmanın
ortak sonucu yakıt katkısı olarak etanol
kullanımının gıda fiyatlarını yükselteceği
şeklindedir. Çiftçi-Sen’in yayınladığı bir
yazıya göre, bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi neredeyse bütün dünya
genelinde uygulanan biyoyakıt üretimine
doğrudan ya da dolaylı olarak sağlanan
sübvansiyonlardır.
Dünya Bankası’nın
yayınlamasından sakınılan
raporlarına ve The Guardion
gazetesince ele geçirilip
yayınlan rapora göre dünya
genelinde gıda artış oranının
%75’inden fazlasından
biyoyakıtlar sorumludur
ki biyoyakıt üretimi daha
da yaygınlaştıkça varın siz
hesaplayın gıda fiyatlarının
hangi oranlarda yükseleceğini.
Yani her gün binlerce insanın ölmesine
göz yuman sistem, insanların bir yerden
bir yere ulaşmasının kolay yollarını bulmayı bu kadar önemsiyor! Söz konusu
rapora göre biyoyakıtların gıda fiyatları
üzerindeki olumsuz etkisi üç sebebe dayandırılmıştır. Bunlar: önceden besin
maddesi üretmek amacıyla kullanılan
arazilerin yakıt üretimine kaydırılması,
çiftçilerin bu konuda teşvik edilmesi ve
bu gelişmelerin borsalarda tarım
ürünleri üzerine spekülasyonlara yol açmasıdır. Yine ÇiftçiSen’in yazısında FAO’nun
rakamlarına
göre,
biyoyakıtların yaygınlaşmaya başladığı 2003 yılından
2011 yılının Mayıs
ayına kadar geçen
sürede, reel bazda
gıdada % 110, hububatta %
130, şekerde % 228 fiyat artışı
gerçekleştiği belirtiliyor.
Yüksek benzin fiyatları
hakkında da küçük bir sorunumuz var. Hepimiz bunun hem kendi bütçemize hem
de milli ekonomiye büyük zarar olduğunu düşünüyoruz ve bunun için de
etanolü bir çözüm olarak görüyoruz. Fakat etanol bize bitki verimliliğinin birçok
koşula bağlı olmasından dolayı enerji güvenliği de getirmeyecek, yani kısa sürede
değişen birçok dengeden dolayı evdeki
hesap çarşıya uymayabilir.
Etanol bize enerji bağımsızlığı da
getirmeyecek; çünkü etanol motor
yakıtlarının önemli bir bölümünün
yerine kullanılamaz.
Bir konuyu daha göz ardı etmemek gerekiyor. Avrupa Birliği Ülkelerince tartışılan konulardan bir tanesi de etanol
üretiminin teşvik edilmesiyle birlikte
yeni tarım arazileri açmak amacıyla ormanların ve meraların yok edilme tehlikesi! Tabi bu bizim ülkemiz için ne kadar
önemsenebilir bir realitedir bunu çok
iyi biliyoruz hepimiz. Yakacak orman
kalmadığından olsa gerek geçtiğimiz aylarda Sudan’dan yüksek miktarda tarım
arazisi kiraladık uzunca bir süreliğine
ve yetkililerimiz Afrika’nın farklı ülkelerinde de aynı şeyi gerçekleştirmek için
turlarına devam ediyorlar. Yüzlerce yıl
boyunca emperyalist ülkeler tarafından
yeraltı kaynakları sömürülen talihsiz kıtada şimdi sırada topraklarının doğal güzelliklerinin sömürülmesi var!
Buradan çıkaracağımız sonuç,
etanolün Türkiye çiftçisine
halkın diğer kesimlerine
de hiçbir getirisinin
olmayacağı, aksine insanları
biraz daha yoksulluğa
ve çaresizliğe, doğayı ise
biraz daha hırpalanmışlığa
sürükleyeceğidir.
Bu sene ihtiyacı karşılayan mısır üretiminin çok farklı dinamikleri var, devletin öncelikli görevi ihtiyacı karşılamaktan sonra üretimde istikrarı sağlamaktır.
Bu konuda tartışılacak çok fazla şey var
bütün dünya şuanda ikinci nesil biyoyakıtları tartışıyor. Biz henüz bu düzenlemeye yeni geçtik, fakat Amerika, Brezilya
ya da Çin kadar doğamızı, topraklarımızı
ve halkımızın cebindeki parayı yeterince
talan etmeden bu konu üzerine çeşitli çalışmalar yapılacağına ve güzel örnekler
oluşacağına inanıyoruz.
İkinci senaryo daha kötümser bir senaryo oldu bizim için. Bu düzen bizleri ya
cehalete ya da yozlaşmaya yani üç maymunu oynamaya zorunlu kılıyor. Fakat
bundan başka bir dünyanın mümkün
olduğuna, bu dünyanın hepimize yeteceğine inanan insanlar hiç bitmeyecek ve
onlar yaşadığı sürece dünya yaşanabilir
bir yer olarak kalacak…
Gelecek sayıda ülkemizdeki mısır zararlıları ve bunlarla mücadele yöntemleri
üzerine yazmaya başlayacağız.
15
Su Kuyularına Sayaç Takma
Sorunu Meclise Taşındı
»»Milletvekili Abdullah Çalışkan, Kırşehir
ve ülke genelinde bazı illerde çiftçilerin
yaşadığı su kuyularına sayaç takılması
sorunu ile ilgili TBMM’ye kanun teklifi verdi.
Milletvekili Abdullah Çalışkan, bazı diğer illerde zirai amaçlı olarak yeraltı sularını kullanan çiftçilerin yaşadığı sayaç
kurma zorunluluğu getirilmesi sorununu çözmek için kanun teklifi hazırlayarak TBMM Başkanlığı’na sundu.
Tarım, Orman ve Köy işleri Komisyonu’nda görüşülen ve
kabul edilen kanun teklifi, Genel Kurul’da da kabul edilirse hangi bölgelerde ölçüm sistemleri kurulması gerektiğine
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün (DSİ) teklifi ile Bakanlar Kurulu karar verecek. DSİ bu teklifi yaparken bölgenin yeraltı su potansiyelini, açılan su kuyu sayısını, çiftçi
sayısını, çekilen su miktarını, su ihtiyacını ve diğer teknik
hususları dikkate alacak.
Doğu’ya Hayvancılık İçin
Hibe Desteği
»»Hükümet, Güneydoğu Anadolu’da 8 ilde
Damızlık Süt Sığırcılığı İşletmelerine, Doğu
Anadolu’da ise 15 ilde Damızlık Amaçlı
Sığır İşletmesi yatırımlarına 3 yıl süreyle
hibe desteği verecek.
Bakanlar Kurulu’nun "Güneydoğu ve Doğu Anadolu Projesi
Kapsamındaki İllerde Kurulacak Damızlık Sığır İşletmesi Yatırımlarının Desteklenmesine İlişkin Karar"ı Resmi
Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Buna göre, Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamındaki Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak’ta üreticilerin yapacakları Sütçü Ve Kombine
Irklarla Damızlık Süt Sığırcılığı İşletmesi yatırımları desteklenecek. Hükümet bu illerde süt sığırcılığının geliştirilmesi, modern işletmelerin kurulması, hayvansal üretimde
verimliliğin ve kalitenin arttırılması ile bölgesel gelişmişlik
farklarının azaltılmasını amaçlıyor.
Hükümet, Doğu Anadolu Projesi kapsamındaki Ağrı, Ardahan, Bingöl, Bitlis, Erzincan, Elazığ, Erzurum, Hakkari,
Kars, Malatya, Muş, Tunceli, Van, Gümüşhane ve Bayburt
illerindeki üreticilerin etçi ve kombine ırklarla kuracakları
Damızlık Amaçlı Sığır İşletmesi yatırımlarını da hibe uygulamasına koydu. Bu illerde ise büyükbaş hayvancılık işletmelerinin kurulması, et ve süt üretiminde verimlilik ile
kalitenin arttırılması ve bölgesel kalkınmayı sağlamayı hedefliyor.
Büyükbaş hayvancılığa yönelik hibe uygulamasında üreticilerin bireysel veya bir arada yapacakları öz sermayeye dayalı, en az 50 baş ve üzeri kapasiteye sahip projeli damızlık
sığır işletmesi yatırımlarına 2013 ile 2015 yılları arasında
hibe desteği verilecek.
Güneydoğu ve Doğu Anadolu Projesi Kapsamındaki İllerde
Kurulacak Damızlık Sığır İşletmesi Yatırımlarının Desteklenmesinde yeni yatırım inşaat için yüzde 30, damızlık gebe
düve alımı için yüzde 40 ve sağım ünitesi veya soğutma tankı için yüzde 40 oranında hibe yardımı uygulanacak.
Ekokadınlar İş Başında
»»Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme
Derneği 9-10 Mart tarihleri arasında
Galata’daki Şifahane’de EkoKadın
programı düzenliyor.
Ekokadın programında kadınların geleneksel ve doğa dostu
bilginin aktarılmasında ve uygulanmasındaki rolüyle kadının dönüşüm için yapabilecekleri vurgulanacak.
Kadınların birbirinden öğrenmesi, paylaşması ve ekolojik
dönüşümün içinde yer almaları için Buğday Derneği, kadınları Ekolojik Yaşam Programı’na bekliyor. Programın
içeriğinde; “Ekolojik yaşamın temelleri, Kullanım döngüsü ve ihtiyacı yeniden tanımlamak, Tüketici değil türetici
olmak... Nasıl? Ekolojik yaşam biçimini seçen kadının bir
anne olarak portresi, Alışveriş alışkanlıkları, guvenilir gıda
ve beslenme... Beslenme ve hastalık ilişkisi, Sofradaki denklemi nasıl çözebiliriz? Kirletmeden temizlenmek ve güzelleşmek, Çöp torbanızı küçültmenin yolları, Hastalıkları
nasıl değerlendirmeliyiz? Kentte dayanışmanın örnekleri,
Kadınlar yeniden üretici hale nasıl dönüşebilir? Katılımcı
kadın, Formüllerinizi kendiniz yaratın. Sürdürülebilir bir
geleceğin anahtarı sizde” konuları yer alacak.
16
̇
̇
Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği
HAYVAN SAĞLIĞI
SALMONELLOZ (Salmonellose)
»»Salmonelloz adı altında Salmonella grubu bakterileri tarafından oluşturulan, septisemi belirtileriyle veya subakut ve kronik mide-bağırsak
yangısıyla seyreden hastalıklar anlaşılır.
Salmonellosis zoonoz (hayvanlardan
insanlara bulaşabilen) hastalıklar
sınıfında yer alan, gram (-) bakterilerin oluşturduğu bir hastalıktır. Çeşitli Salmonella spp. tarafından sığırlarda bağırsak kanalı enfeksiyonları
ve kimi özel enfeksiyonlarla birlikte,
yavru atımı ve rahim yangısı (Metritis) ile karakterize büyük ekonomik
kayıplara yol açan bir hastalıktır.
Hastalık tüm dünyada ve ülkemizde
yaygındır. Dünyada Salmonella'nın
bilinen 2541 türü bulunmaktadır.
Bu serotiplerin 1400 üzerindekiler
hastalığa neden olmaktadır.
Enterobacteriaceae familyasında yer
alan insan ve hayvanlar için patojenik olan mikroorganizmalardan
salmonella’lar doğada çok yaygındır. Salmonella’lar sporsuz, kapsülsüz, gram negatif çomakçıklardır.
S.pullorum ve gallinarum hariç hareketlidirler. Genelde laktoz negatiftir. İlk olarak 1888′de August Gartner tarafından tanımlanmıştır.
Dana ve sığırlarda en önemli hastalık etkenleri; S. abortus bovis,
S.typhimurium, S.dublin, S.enteritis
ve S.anatum adlı bakterilerdir.
Salmonella etkenleri doğal olarak sığırın barsak kanalında bulunmaktadır. Yorgunluk, açlık, nakliyat, üşütme ve diğer hastalıklar (özellikle
şap) gibi stres faktörlerinin etkisiyle
bu mikroplar aktif hale geçerek, hastalık yaparlar.
Yetişkin sığırlarda akut enfeksiyonda vücut ısısı yükselir. Süt verimi düşer ishal başlar. 24 saat içinde ishal
dizanteriye dönüşür ve beden ısısı
normalin altına düşer. Hayvanlarda
halsizlik solunum güçlüğü ve bazen
de eklemlerde yangı görülebilir.
1. Enteritis (İnce bağırsak iltihabı)
formu: Hastalığın ortaya çıkış süresi
2-5 gündür. Solunum sayısında artış,
durgunluk ve yüksek ateşle seyreder.
2. Septisemik (Kan zehirlenmesi)
form: Ergin sığırlarda 42ºC ye varan ateş, durgunluk ve düşkünlükle
başlar. İştah yoktur, süt verimi düşmüştür, solunum hızlıdır. Ağır septisemik olaylarda ishal görülmeden
hayvan ölür.
3. Akut (Şiddetli) form: İştahsızlık,
durgunluk, yüksek ateşle seyreder.
Gözlerde kızarıklık, hafif olaylarda
pis kokulu ishal görülür. İshal başladıktan 12-24 saat sonra beden ısısı
normale veya normalin altına düşer. İshale bağlı sıvı kaybı şekillenir.
Hayvan sık sık karnını tekmeleyerek
sancılı olduğunu belirtir. Gebeler
yavru atarlar. Enfeksiyonda abortus
ya da ölü doğum oranı %60 kadardır. Hayvanın tüm eklemleri 1-2 ün
içersinde şişer.
Tanı
Kesin tanı belirtilere bakılarak konulamaz. Tanı için laboratuara atık
fetus, dışkı ve kan gönderilir.
Tedavi (Sağaltım)
Hastalığın sığırlarda özel bir tedavisi yoktur. Daha çok belirtilerin geçirilmesine yönelik tedavi uygulanır.
Korunma
Hastalık belirtileri
(Semptomlar)
Hastalık 3 farklı şekilde görülebilir:
Salmonella typhi ve Salmonella
paratyphi insanlarda tifo (enterik
humma) ve paratifo isimli hastalıklara neden olurlar. Önce bağırsağa
yerlesen tifo etkeni bakteri hücreleri,
epitel dokudan geçerek lenf dokusuna yerlesir ve kan sistemine geçerek
(septisemi) vücudun değisik bölgelerine (karaciğer, dalak, safra kesesi,
böbrek, kemik iliği, kalp, akciğer ve
gastrointestinal sistemdeki lenf dokusu) yerlesir. Vücut sıcaklığı yavas
yavas artarak 40 ºC’lere yükselir ve
özellikle göğüs ve bedende pembe
lekeler olusur ve basağrısı görülür.
Gastrointestinal belirtiler hastalığın
geç dönemlerinde kabızlık ve bunu
takip eden kanlı ishal ile karakterize
olur. Kusma ve karın ağrısı da görülebilir.
S. paratyphi grubu serotiplerin neden olduğu paratifo hastalığı tifoya
benzemekle birlikte daha az tehlikeli
olup hastalarda septisemi, ates, basağrısı, karınağrısı görülür. Bu Salmonella tipleri dısındaki serotipler
ise yaygın salmonellozis etmeni olan
türler olup septisemiye yol açmadan
gastroenterite neden olurlar. Tipik
gıda enfeksiyonu olan bu tür Salmonella vakalarının klinik belirtileri
basağrısı, ates, karın ağrısı, bulantı,
kusma ve ishaldir. İshal orta siddetli veya çok sulu sekilde seyredebilir.
Tifo ve paratifonun aksine dıskı kanlı değildir. Hastada susuzluk ortaya
çıkar.
Bulasma kaynakları ve
yayılması
Bulaşma
Hastalığın sığırlar arasında yayılması direkt ve indirekt yollarla olmaktadır. Enfekte hayvanlar
semptomların gözlenmediği veya
çok hafif seyrettiği olgularda etkeni
çevreye bulaştırırlar. Bununla birlikte Salmonella'lar nemli toprak,
su, dışkı partikülleri, özellikle kan
ve kemik içeren hayvan yemleri ve
balık yemlerinde uzun süre canlı kalabilirler.
İnsanlara bulaşma, hasta hayvanların ürünlerinin insanlar tarafından
kullanılmasıyla olur.
Patolojisi
Aşı en önemli korunma yoludur.
Salmonellozis, tehlikeli bir zoonoz
hastalık olduğundan hastalıktan kesilen hayvanların etleri bakteriyolojik
muayeneye tutulmadan kullanılmamalıdır. Hasta hayvanların sütleri
de ancak iki kez kaynatıldıktan sonra
hayvan gıdası olarak değerlendirilir.
Çiftlik hayvanlarında Salmonella
enfeksiyonları, yedikleri kontamine yemlerden, meralardan, su havzalarından kaynaklanabileceği gibi
tasıma sırasında veya hayvan pazarlarında, mezbahalarda hayvandan
hayvana veya insandan hayvana temas yoluyla gerçeklesebilmektedir.
Salmonella kaynağı hayvanlar içerisinde kümes hayvanları insan gıdası
zincirinde en önemli yeri tutarlar.
Salmonella kabuklu yumurtada bulunan tek önemli patojendir. Bakteri ovülasyon sırasında yumurta
içine girebileceği gibi daha çok diğer bakterilerde olduğu gibi dıskı
ile bulasmıs ıslak kabuk yüzeyinden
genellikle yumurtanın soğutulması
sırasında yumurta içine geçer. Salmonella kabuklu yumurtada olduğu
gibi sıvı yumurtada da en önemli
patojendir. Salmonella bütün sıvı
yumurtada 15.6 ºC altında sıcaklıkta
gelisemez, ancak varlığını sürdürür.
çiftlikte çevre kontrolü programlarının uygulanması, çiftliğe fare, kuş,
sinek gibi zararlıların girmesinin
engellenmesi Salmonella enfeksiyonlarının önlenmesi yönünde dikkate alınması gerekenler içerisinde
sayılabilir.
Salmonella döngüsünün kırılması
için yemlemede Salmonella’sız yem
ve hammadde kullanımı önemlidir.
İNSANLARA BULAŞMASI
Belirtiler nelerdir?
Salmonella bulaşan kişilerde genel
olarak baş ağrısı, ateş, mide krampları, ishal, mide bulantısı ve kusma
gibi belirtiler görülür. Hastalığın
belirtileri çoğu kez hastalığın bulaşmasından 6-72 saat sonra başlar. Bu
belirtiler genellikle 4-7 gün; bazen
de daha uzun sürer.
Nasıl yayılmaktadır?
Salmonella insanlara genel olarak
mikrobun bulaştığı hayvanlardan
elde edilen yiyeceklerin (yani, et,
kümes hayvanları, yumurta ve bunların yan ürünleri) yeterince pişirilmeden yenmesi sonucu bulaşır.
‘Dolaylı bulaşma’, Salmonella mikrobunun yenmeye hazır olan yiyeceklere bulaşması sonucu ortaya çıkar:
örneğin, daha fazla pişirilmeyecek
olan yiyeceklerin mikrobu taşıyan
bir bıçakla kesilmesi ya da hastalığı
taşıyan bir kimsenin yiyeceklere dokunması gibi hallerde. Salmonella
mikrobu, bu mikrobu taşıyan kişilerin elleri kanalıyla da insandan insana bulaşabilir. Mikrop hayvanlardan
da insanlara geçebilir.
Kimler risk altındadır?
Herkes salmonella hastalığına yakalanabilir. Bebekler, yaşlılar ve bağışıklığı zayıf olan kimselerin hastalığı
daha şiddetli geçirmeleri olasıdır.
ve yiyecek hazırlamadan önce elleri
her zaman iyice yıkamak oldukça
önemlidir. Ellerin sabun ve su ile en
az 10 saniye süreyle yıkanması, durulanması ve iyice kurulanması gerekir. Tırnak altları ve parmak aralarına özellikle dikkat edilmelidir.
Yiyecek hazırlayan hastalıklı kimseler çok sayıda Salmonella mikrobuyayabilirler. Bu gibi kimseler ishal
sona erene veya dışkı testleri temiz
çıkana kadar yiyecek hazırlamamalı
veya servis yapmamalıdır.
Sıcaklık kontrolü
Yiyeceklerin hatalı saklanmış olması
Salmonella’nın çoğalmasına neden
olur.
Soğutulmuş yiyecekler
beş dereceden daha düşük
sıcaklıkta saklanmalıdır.
Sıcak yiyecekler ise 60
derecenin üzerindeki
sıcaklıkta tutulmalıdır.
Tekrar ısıtılan yiyecekler,
yiyeceğin her tarafı buhar
çıkacak derecede ısınana
kadar çabucak ısıtılmalıdır.
Dondurulmuş yiyeceklerin çözülme
işlemi buzdolabı veya mikrodalga
fırınında yapılmalıdır. Yiyeceği oda
sıcaklığında ne kadar uzun süre bırakırsanız, Salmonella o kadar fazla
çoğalabilir.
Yiyeceklere mikrop bulaşması
Mikrobun yiyeceklere bulaşmasını
önlemek için:
• Çiğ yiyecekleri (örneğin et), yenmeye hazır yiyeceklerin üstüne sıvıların damlamasını veya sıçramasını
önlemek için kapalı kaplar içinde
buzdolabının veya dondurucunun
alt kısımlarında depolayınız. Mikrop
bulaşmasını önlemek için buzdolabı
ve soğutucudaki tüm yiyeceklerin
üstünü kapatınız
Hastalık nasıl önlenir?
Kontrolü
Çiftliklerde Salmonella taşımayan
damızlıkların (et, süt, yumurta)
yetistirilmesi, bu hayvanların beslenmesinde Salmonella içermeyen
yemlerin kullanılması, içme sularının Salmonella açısından güvenli
olması, düzenli veteriner kontrollerinin yapılması ve bu kontroller
sonrasında enfekte olmuş hayvanların sağlıklı hayvanlardan ayrılması, hastalıklı hayvanların tedavisi,
aşılama programlarının özellikle
kümes hayvanlarında aksatılmadan
yürütülmesi, hayvan barınaklarının, kümeslerin, ahırların düzenli
temizliği ve dezenfeksiyonu, hayvan
gübrelerinin dezenfeksiyonu ve usulüne uygun olarak islem görerek barınakların uzaklastırılması, ahır ve
kümeslerin çok kalabalık olmaması,
Pişirme
Yiyeceklerin iyice pişirilmesi Salmonella mikrobunu öldürür. Çiğ veya
az pişirilmiş et, kümes hayvanı veya
yumurta yemekten kaçınınız. Ortası
pembe renkli olan kümes hayvanı ve
etlerin – hamburger, sosis, kızarmış
dürümler gibi – yenmemesi gerekir.
Yiyecek hazırlama
Salmonella mikrobu ellerde taşınabileceği için, tuvalete gittikten sonra
• Tuvalete gittikten veya çiğ yiyeceklere elledikten hemen sonra ve pişmiş veya hazır yiyeceklere dokunmadan önce ellerinizi yıkayınız
• Çiğ ve hazır yiyecek hazırlarken,
değişik kesme tahtası, tepsi, kapkacak ve tabaklar kullanınız. Eğer
tek bir kesme tahtanız varsa, tekrar
kullanmadan önce sıcak sabunlu su
ile iyice yıkayınız
• Hazırlamadan ve yemeden önce
tüm çiğ sebze ve meyvalardaki kirleri iyice yıkayınız.
• Tabakları, elleri ve tezgah üstlerini
silmek için kullanılan elbezlerinden
farklı elbezleri ile kurulayınız; tabak
bezlerini düzenli olarak yıkayınız.
̇
̇ Mart 2013
Köy-Koop Merkez Birliği
TOPRAK
17
Çevre Dostu Korumalı Toprak Yönetim Sistemlerinde Tarımsal Üretim
»»Doğal bir kaynak olan toprağın, insanoğlunun geleceği için mutlaka sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi gerekmektedir.
Toprağın sürdürülebilir kullanımı genellikle küresel bir konu olan ve çeşitli sivil toplum örgütleri, politika
yapıcılar ve tarım birliklerinin de
özel olarak önem gösterdiği “sürdürülebilir tarım” kavramını kapsamaktadır.
“Peki, tarımsal üretimin sürdürülebilir bir şekilde sağlanabileceği bir
toprak nasıl olmalıdır?’ın cevabını
iyi bir toprağın sahip olduğu özellikleri tanımlayarak verebiliriz. Bunlar;
• Yüzey akışa sebep olmayacak şekilde suyu alt katmanlara iyi bir şekilde
geçirebilen
• Erozyona ve erozyonla besin maddesi kayıplarına karşı dirençli
• Yağışlı dönemler sonrasında parmak (kanal) oluşumlarının gözlenmediği
• Nemi kurak dönemler için depolayabilen
• Bitkinin çıkmasını engelleyen kabuk oluşumunun olmadığı ve ilkbaharda hızlıca ısınabilen
• Suyun ve bitki köklerinin rahat bir
şekilde alt katmanlara geçebilmesini
engelleyen taban taşının bulunmadığı
• El ile ezildiğinde ne çok sert ne de
çok gevşek olmayan yani kolayca dağılmayan keseklerin bol bulunduğu
• Çok sayıda biyolojik aktivitenin bulunduğu
• Yüksek verim için çok fazla gübreye ihtiyaç duymayan
• Yüksek kalitede ve sağlıklı besinler
üretebilen bir toprak iyidir diyebiliriz.
Tarımsal üretim süreçlerinde, doğal
toprak yapısını bozan ağır mekani-
zasyon tekniklerinin kullanılması,
bitki gelişimde ihtiyaç duyulandan
daha fazla kimyasal gübre ilaç vb.
uygulanması, bitkinin ihtiyacından
daha fazla suyun yanlış sulama teknikleriyle verilmesi gibi uygulamalar
sonucunda, toprak ve su kaynakları
niteliklerini yitirerek verimsizleşmektedir. Arazi bozulumunun sebepleri olarak tanımlanan kirlilik, erozyon, tuzluluk ve alkalilik gibi başlıca
toprak sorunları bu şekildeki yanlış
uygulamaların birer sonucudur.
Yüksek üretim potansiyellerine sahip topraklara sahip olmak için alınabilecek tedbirler, izlenecek yollar
ve yöntemler çok çeşitli olmakla
birlikte temelde amaç toprakların fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerinin korunmasıdır. “Bu doğrultuda neler yapılmalı?”nın cevaplarını
aşağıdaki alt başlıklarda bulabiliriz.
la değildir. Potansiyel olarak uygun
alanların tesbiti ve çifçilerin belirli
destekler ile yönlendirilmeleri ile organik tarımın yaygınlaştırılabilmesi
sağlanabilecektir.
Dr. Selen Deviren SAYGIN
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Toprak Bilimi ve Bitki Besleme
Anabilim Dalı
[email protected]
Geleneksel tarım sistemleri
yerine doğaya dost organik
tarım sistemlerinin
yaygınlaştırılması
Toprak yapısını bozan
işleme teknikleri yerine
korumalı toprak işleme
tekniklerinin uygulanması
Sürdürülebilir tarımın en önemli bileşenlerinden olan korumalı toprak
işleme tekniklerindeki başlıca amaç,
toprak yapısının bozulmadığı işleme teknikleri kullanarak (toprağın
devrilmeden işlenebildiği) belirli bir
orandaki bitki örtüsünün (ortalama olarak bitki artıklarının yaklaşık
%30’u kadarı) toprak yüzeyinde bırakılması ile toprak yüzeyinin erozyon vasıtalarının olumsuz etkilerinden korunmasıdır.
Doğanın dengesini bozan yapay
kimyasallar kullanmadan sadece
organik kökenli girdiler kullanarak
tarımsal üretimin gerçekleştirildi
bir tarım şekli olan organik tarım,
toprak ve su kaynakları ile havayı
kirletmeden çevre, bitki, hayvan ve
insan sağlığını korumayı amaçlamaktadır. Bu sebeple üretim esnasında genetiği değiştirilmiş tohum,
kimyasal gübre, ilaç ve horman
kullanılmamakta ve ancak sertifika
sahibi kuruluşlar tarafından gerçekleştirilmektedir. Üretim süreci
ise tarladan sofraya kadar oldukça
sıkı denetimler ile izlenmektedir.
Ülkemizde ağırlıklı olarak organik
tarım teknikleriyle üretimi yapılan
ve ihraç edilen ürünlerimiz; fındık,
kurutulmuş incir, kurutulmuş kayısı, kurutulmuş üzümdür. Bunların
dışında çeşitli dondurulmuş meyav
ve sebze, meyve suyu, zeytinyağı ve
baklagillerdir. Ülke geneline bakıldığında tarımsal üretimin yoğun
olarak yapıldığı bölgeler dışında
kimyasal gübre kullanımı ekonomik kısıtlamalardan dolayı çok faz-
Hayvansal gübrelerin
tarımsal üretim süreçlerine
çevreye dost bir şekilde
dâhil olması için gübre
yönetim planlarının
yapılması
Hayvansal atıklar, yüksek miktarda
azot, fosfor ve organik madde içeriğinden dolayı gübre yönetimi bir
çiftlik oldukça önemli bir konudur.
Bunların dışında bünyelerinde bitki gelişimi için mutlak gerekli olan,
potasyum, kükürt, kalsiyum, magnezyu, bakır, manganez, çinko, bor
ve demir elementlerini de içermektedirler. Zengin element içeriklerinden dolayı oldukça değerli bir materyal olan gübre, eğer uygun yönetim
planları dâhilinde uygulanmaz ise
aynı zamanda çevre için önemli bir
kirleticide olabilmektedir. Bitkinin
ve toprağın ihtiyaç duyduğunan
daha fazla miktarlarda uygulanması sonucunda hem toprağı hem de
su kaynaklarını kirletebilmektedir.
Buna ilave olarak, tarımsal üretim
yapılan alan içerinde yeterli toprak koruma önlemleri alınmadığı
takdirde aşınan toprak tanecikleri
bünyelerinde taşıdıkları bu bileşikler (fosfor, amonyum azotu, organik
madde gibi) ile birlikte yüzey akışlar
ile taşınabilmekte ve akışın kesilmesi sonucu depolandıkları alanlarda
ciddi düzeyde kirlilik oluşturabilmektedirler. Özellikle nitrat azotu,
diğer bileşiklere göre daha hareketli
olduğundan gerek yağış ve sulamalar ile alt katmanlara doğru yıkanabilmekte gerekse yüzey akışlarla
taşınabilmektedir. Bunlara ilaveten,
bünyelerinde çeşitli patojen ve parazitleri de içermeleri sebebiyle su,
hava ve toprak kaynaklarında insan
ve çevre sağlığı açısından önemli bir
kirletici olabilmektedirler.
Erozyondan korunmada
toprak ve su muhafaza
önlemlerinin alınması
Arazilerin en önemli bozulma sebebi olan gelen toprak erozyonu,
doğrudan tarımsal üretimin temel
dayanağı olan toprak varlığını tehdit
etmektedir. Aslında toprak oluşumu
için gerekli bir süreç olan erozyon,
insan etkisiyle birlikte istenmeyen
şekillerde gerçekleşmektedir. Erozyonunun alan içerisindeki erken
tesbiti alınacak önlemleri etkinliği
açısından son derece önemlidir. Örneğin, eğim yönünde yapılan sürümlerden sonra gelen yağışlarla birlikte
oluşan ufak kanallar, parmak erozyonunun başladığını işaret etmektedir. Araziler sürüldüğünde gözden
kaybolan bu kanallar gerekli önlemler alınmadığı takdirde ilerleyen
yağışlı dönemler neticesinde oyuntuların gelişmesine yol açmaktadır.
Özellikle ortalama olarak %12’den
daha fazla eğim dikliğine sahip alanlarda yoğun toprak işlemeli tarımsal
üretimlerin
gerçekleştirilmemesi,
ya da minumum toprak işleme ve
anız örtüsü ile toprak yüzeyinin yağmur damlalarının çarpma etkilerine
karşı korunması, alan içerisindeki
su yollarının otlandırılması, eğimli
alanlarda tarımsal faliyet yürütme
zorunluluğu var ise teraslar üzerinde üretimlerin yapılması, ekonomik
olarak teras için yeterli güç bulunamıyorsa şeritvari ekim sistemleri ile
bantlar oluşturarak taşınan toprakların alan içerisinde depolanmasının sağlanması, çevirme kanalları ile
yüzey akışların hızlarının kesilmesi
gibi alınabilecek basit tedbirler ile
topraklar erozyonun olumsuz etkilerinden korunabilmektedir. Özetle,
korumada dikkat edilecek hususlar;
toprakların devrilerek ve parçalanarak işlendiği mekanizasyon yöntemleri ile doğal toprak yapısının
bozulmasının engellenmesi, toprak
yüzeyinde daimi bir koruyucu örtünün varlığının sağlanması ve yüzey
akış hızının alan içerisinde azaltılarak kesilmesidir. Burada vurgulanması ve unutulmaması gereken nokta ise, toprak koruma uygulamaları
ancak çifçilerin de bu süreçleri desteklemesi ile başarılı olabileceğidir.
Yukarıda alt başlıklar halinde özetlenen bu uygulamalarla ilgili detaylı
bilgiler ilerleyen dönemler içerinde
okuyucular ile paylaşılacaktır.
Tarladan Sofraya Yüzde 400 Fiyat Artışı
‘Tarım ve İnsan’ Sergisi Şanlıurfa’da
»»Türkiye'de tarım ürünleri tarlalardan sofralara ulaşana kadar 4 kat pahalanıyor.
»»Sergi, 5 farklı alanda çekilmiş tarım ve insan konulu
sergide dereceye giren 70 fotoğraf sergilendi. Sergi ile
bölgede tarım kültürüne dikkat çekiliyor.
Nakliye, hal, pazar ve market aşamalarının ardından tüketicilerin sofralarına ulaşan tarım ürünlerinin
fiyatı, bu süreçte yüzde 400'e yakın
oranda artıyor.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği'nden
yapılan açıklamada, tarladan 1,25
liraya satın alınan domates, marketlere geldiğinde 3,50 liraya, 25 kuruştan satılan patates 1 liraya, 87 kuruştan satılan mandalina 3,41 liraya,
1,85 liraya satılan pirinç 2,90 liraya,
50 kuruştan satılan kuru soğan 1,30
liraya, demeti 15 kuruştan satılan
maydonoz ise 84 kuruşa satılıyor.
Ucuza Üretiyoruz Ama Ucuz
Yediremiyoruz
TZOB Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, ürünlerin sofralara gelene kadar fiyatının arttığını söyledi.
Bayraktar, fiyat artışının Türk tarımının en büyük sorunu olduğuna
işaret ederek, ''Türk çiftçisi olarak
ucuza üretiyoruz ama halkımıza
ucuz yediremiyoruz. Tarladan sof-
raya arada büyük bir fiyat farkı var.
Fiyat farkı bazı ürünlerde yüzde
400'e ulaşmış durumda'' diye konuştu.
Fiyat artışının hem üreticilere hem
de tüketicilere zarar verdiğini vurgulayan Bayraktar, şöyle devam
etti:
''Çiftçinin 1 liraya ürettiği malı, 1,5
liraya alırsa vatandaşımız onun da
refahına katkı sağlar. Daha fazla besin maddesi tüketir vatandaşımız.
Ancak şu anki sistemde bunu yapamıyor. Tarım ürünleri üreticiden,
tüketiciye ne kadar çok pahalanırsa
evlere giren sağlıklı gıda miktarı o
kadar azalır. Tarladan sofraya ne
kadar çok ucuzlatırsak bu ürünleri
halkımız çok daha iyi beslenir.
1 liradan üretilen ürünü halkımız
4 liradan alıyor. Asıl mesele de bu
zaten. Bu bir zincir ve zincir içinde
üretici ile tüketiciyi birleştirmemiz
lazım. Yani aradaki mesafeyi kısaltmamız gerek. Yani direkt üreticiden
halka bir sistem yapılmalı. Hem üretici hem de tüketici kazanmalı.''
Bayraktar, Türkiye'de üreticilerin
ve tüketicilerin bulaşacağı bir sistem oluşturulması gerektiğini söyledi.
Türkiye'de yapısal bir sorun yaşandığına dikkati çeken Bayraktar,
''Türkiye'de ilk olarak ekonomik örgütleri kurmamız gerekiyor. Üretici
birliklerini ekonomik örgütler haline getirmemiz lazım. Bu kurumlar
olursa hasat zamanında üreticinin
bol miktarda ürettiği ürünü alıp
stoklayarak talebe göre piyasaya
sunmalıdır. Bu şekilde fiyat istikrarı
gelir'' şeklinde konuştu.
''Birçok Avrupa ülkesinde tarım
ürünlerinin satışını kooperatifler
yapıyor'' diyen Bayraktar, şunları
söyledi:
''Ülkemizde de bunu gerçekleştirmemiz gerek. Üretici ve tüketiciyi en
rahat şekilde buluşturacak sistemlere
ihtiyacımız var. Çiftçimizin mağduriyeti bu şekilde giderilir. Çitçi para
kazanacak ki üretim yapsın. Bu bir
ekonomik faaliyet ve kazanamadığı
zaman üretimden vazgeçer.''
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'
nca geçen yıl 4'üncüsü düzenlenen
yarışmada "Tarım ve İnsan" konulu
dereceye giren 70 eserin yer aldığı
sergi Şanlıurfa'da açıldı. Belediye
Sergi Salonu'nda açılan sergi 4 gün
gezilebilecek. İnsan ve tarım temalarının işlendiği fotoğraf sergisinde
insana ve tarımın etkileşimi ele alınıyor.
Sergilerin tarım kültürünün yaygınlaşmasına vesile olması temennisinde bulunan Şanlıurfa Vali yardımcısı Ramazan Seçilmiş, farklı
bölgelerin tarımlar etkileşimine
dikkat çekti. Ülkenin coğrafik koşul
farklılığına işret eden Seçilmiş, “ülkemizde çok farklı özellikleri barındıran bir coğrafya olması sebebiyle
her yöremizden her bölgemizden
fotoğraflar bulunuyor. Bu fotoğraflar tarım kültürünün gelişiminde
etkili olmasını ümit ediyoruz.” dedi.
Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürü Mahmut Ökten ise Şanlıurfa’dan
iki fotoğrafın jüri özel ödülüne layık
görüldüğünü aktardı. Çiftçi ve fotoğraf sanatçılarının yarışmaya katılabildiğini dile getiren Ökten sergi
ile ilgili şu ifadelere yer verdi: “2012
yılında dördüncüsünü düzenlediğimiz tarım ve insan sergimizde 199
eser arasından 70 eseri sergiliyoruz. Yarışmamıza mayıs ve haziran
aylarında katılım sağlanıyor. Hem
fotoğraf sanatçıları hem de çiftçilerimiz bu yarışmaya katılabiliyor.
Şu an sergilenen fotoğraflarımız
Türkiye’nin her bölgesinden yapılan
tarımsal faaliyetlerle ilgili eserlerimiz bulunmaktadır. Şanlıurfa’dan
iki fotoğrafımız jüri özel ödülüne
layık görüldü. Fotoğraf yarışmasında, çiftçi, genel ve öğrenci kategorilerinde ödüller verildi. Birinciye
5 bin, ikinciye 4 bin üçüncüye de 3
bin TL para ödülü verildi.”
18
̇
̇
Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği
KOOPERATİFÇİLİK
Kooperatifler Yeni İşler Yaratır
»»Çağımızın en büyük sorunlarından biri işsizliktir. İşsizlik, toplumsal yoksulluğu ve zaman içinde açlığı da beraberinde getiren en tehlikeli süreçtir.
Birleşmiş Milletlerin en önemli gündem konularının başında da dünyadaki açlık ve yoksulluk sorunları
gelmektedir. BM ve FAO gibi uluslararası kuruluşların çözüm aradıkları
sorunlar arasında uzun dönemden
beri yer almaktadır. Başlangıçta açlık
ve yoksulluk kara Afrika’nın kara talihi gibi görünse de son yıllarda dünyada ortaya çıkan global kriz sonrası
tüm ülkelerin kara kara düşünmeye
başladığı sorun halini almıştır.
O kadar büyük ümitler
beslenen çok uluslu şirketler
ve yabancı yatırımcılar
sağlanan onca kolaylıklara
rağmen beklenen düzeyde
ve özelliklerde yatırımlar
yapamamışlardır. En acısı
en ufak ticari krizde ve
karşılaşılan sorunda bu
şirketler diğer ülkelere
kaymaya ve avantajlar
elde ettikleri bölgelere
gitmeye başlamışlardır.
Ümit verdikleri ülkeleri
kaderlerine terk etmekte hiç
sakınca görmemişlerdir.
Sonuçta işsizlik, yoksulluk ve açlık
tehlikesi uluslararası kuruluşların
plan ve programlarını aşan şekilde
çığ gibi büyümeye başlamıştır. Küresel ısınma ve çevre felaketleri de
sorunları ağırlaştırmıştır. Ülkelerin
ekonomi politikaları yanında sosyal
güvenlik politikaları da birer birer
adeta iflas eder duruma gelmiştir.
Bu durumdan en çokta kırsal kesim
etkilenmiştir. Kırsalı kalkındırmadan kalkınma hayali kuran ülkeler
ekonomik ve sosyal olarak büyük
zarar görmüşlerdir. Ülkelerin gıda
üretiminin sigortası olan kırsal kesimi ve tarımı ihmal ederek kendi
gıda üretimlerini ve güvenliklerini
Ünal ÖRNEK
Ziraat Yüksek Mühendisi
[email protected]
bile tehlikeye sokmuşlardır. İhracatçı ülke konumundan ithalatçı ülke
konumuna düşmüşlerdir. Dünyada
globalleşme çerçevesindeki ticaretin
serbestleştirilmesi, iç ve dış ticarette
acımasız rekabetin teşvik edilmesinin bedelini en çok geri kalmış ve
gelişmekte olan ülkeler ve kırsal kesim ödemiştir.
Bu süreç içinde ekonomilerinde kooperatiflerin de etkin olduğu ülkeler
böylesi bir tuzağa düşmek bir tarafa kooperatifleşmeyi geliştirmeyi ve
kooperatif yatırımlarını desteklemeyi çıkış olarak dikkate almışlardır.
Kooperatifleri kamunun etkin bir
gücü olarak her zaman özel bir yerde tutmuşlar. Konuyu kooperatifler
serbest rekabeti önlüyor gibi kolaycı ve yanlış bir anlayış gibi görmek
yerine, kooperatifleri sosyal alanda
da etkin bir ekonomik örgütlenme
olarak değerlendirmişlerdir. Geri
kalmış yörelerde kooperatifler sınırlı
sermayeleri ile bir araya getiren mucizeler yaratan sosyo ekonomik girişimler olarak dikkate alınmışlardır.
Kooperatiflerin elde ettikleri başarıların etkisi ile de Birleşmiş Milletler
Açlık ve yoksulluk karşısında kooperatifleri bir model olarak dikkate
almış ve dünyada kooperatifçilik konusunda farkındalığı artırmak için
2012 yılını Uluslararası Kooperatif
Yılı olarak kabul etmiş ve yıl boyunca
her ülke kutlanmış, çeşitli etkinlikler
ve toplantılar gerçekleştirmiştir.
Yazımın başlığındaki kooperatifler
yeni işler yaratır ifadesi belki ilk bakışta dar bir kavram olarak algılanabilir. Ama kooperatiflerin iş yaratmada iki faydalı yönü vardır. Birincisi
kooperatiflerin üretime, pazarlamaya yönelik olarak ortaklarına iş yaratan ve onları en küçük yatırımları da
olsa ayakta tutan, ekonomiye katılımı
sağlayan yönü, ikincisi kooperatiflerin kurduğu tesisler ve işletmeler ile
istihdam yaratan yönüdür.
Belki kooperatiflerin etkileri büyük
şehirlerde çok net olarak görülmeyebilir. Ama küçük bir köy ve kasabada, ya da küçük şehirde etkileri
çok açık gözlemlenebilir. Bu yerleri
gezdiğinizde çevrenize baktığınızda
çok azında özel sektörce çok ciddi
yatırımlar ve ticaret ve sanayiyi geliştirme çabası görülmektedir. O da
birkaç fedakâr ve bölgesini seven
yatırımcıdır. Çoğu yatırımcı haklı
olarak yatırımcılar işin en karlı ve
rahat alanları tercih etmektedirler.
Durum sadece ülkemizde değil tüm
dünyada yaşanan bir gerçektir.
Peki yatırımcıların böylesi
serbest ve menfaatlerini
uygun alanları tercih ederek
dolaşımı karşısında küçük
yerleşim birimlerimizdeki
insanlar ne yapacaklardır?
Eğer her geçen gün artan nüfusa iş
yaratamazlarsa bu nüfus yerinde
nasıl tutulacaktır? Göç her ne kadar
olağan bir süreç olarak kabul edilse
de kırsal alanlardan aşırı göç karşısında sorunlar nasıl çözülecektir?
Boş kalan tarım alanları ve her geçen
gün riske giren gıda üretimi ve güvenliği nasıl sağlanacaktır? Yörenin
potansiyel üretim kaynakları yeni
işler yaratmak üzere ekonomiye kazandırılacaktır? Şehirlerde bile gerekli iş yaratmayan ticaret ve sanayi
sektörü kırsala ve küçük yerleşim
bölgelerine hangi şartlarda ve hangi
bedelle yatırım yapacaktır? Yörede
ne kadar ve hangi şartlarda yeni iş
alanları yaratılabilecektir? Bugüne
karşılaştığımız sorunlar ve gözlemlerimiz ile bu soruları sormak ve
sorgulamak en doğal hakkımızdır.
Çünkü bugüne kadar yaşadıklarımız
bizlerin yatırım açısından kaygılarını artırmaktadır.
Ancak hepimizin şu gerçeğin altını çizmesi gerekmektedir. Herkes
kendini düşünür. Yöreleri de gerçek anlamda düşünen ve geleceğini
hesap eden öncelikli olarak yörenin
kendi insanıdır. Bu nedenle tarımsal
üretimin ve kültürel zenginliklerin
ekonomi içindeki ağırlıklı olduğu
yörelerde kalkınma ve yeni iş yaratmanın en önemli gücü yerel üretim
gücünün harekete geçirilmesi, güçlerin birleştirilmesi, üretimin değerlendirilmesi ve pazarlanmasıdır.
Sanayinin ve ticaretin gelişmediği
bu bölgelerde ekonominin en önemli oyuncuları yoğun olarak küçük
çiftçiler, küçük esnaf ve sanatkârlar,
küçük ölçekli sanayi ve ticaret işlet-
2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü
Doğru Su Yönetimi, Doğru Su Yasası ile Gerçekleşir!
»»2013 yılı Dünya Sulak Alanlar Günü’nün ana konusu “Sulak Alanlar ve Su Yönetimi”, sloganı
“Sulak Alanlar Suyu Korur” olarak belirlendi. TEMA Vakfı, Dünya Sulak Alanlar Günü’nde, suya
erişimin temel bir insan hakkı olduğuna ve suyu kaynak değil varlık olarak kabul eden bir Su
Yasası’nın gerekliliğine dikkat çekti.
TEMA’nın 1998 yılında Mera Yasası’nın
çıkarılmasına, 2005 yılında da Toprak
Yasası’nın yazımına ve çıkarılmasına destek verdiğini hatırlatan Vakıf, hazırladığı
Su Yasa Tasarısı Taslağı’nın ekolojik yaşam haklarımızı korumak adına hükümetle ve ilgili kurumlarla paylaşıldığını, doğru
su yönetiminin doğru yasası ile gerçekleşeceğini belirtti.
Herkesin Suya Ulaşımını
Güvence Altına Almayan Bir
Gelecek Kabul Edilemez
Sulak alanların sağlıklı bir şekilde varlıklarını sürdürebilmeleri için yer aldıkları havza
sistemleri ile birlikte Entegre Havza Yönetimi gibi bütüncül bir yaklaşımla ele alınmalı
ve suyun akışa geçtiği en üst noktadan deniz
ve göle ulaştığı noktaya kadar geçtiği tüm
ekosistemler birlikte yönetilmedir.
Bunun için; öncelikle, doğru bir su politikasına sahip olmak gerekir. TEMA Vakfı,
doğru bir su politikasının suya ulaşmanın
temel bir insan hakkı olduğu ve suyun
tüm canlıların yaşamı için vazgeçilmez olduğunun tanınması ile sağlanabileceğini
savunmaktadır.
meler, hatta çoğu ülkede çalışanlardır. Tabii bu oyuncularında yeni iş
yaratma güçleri oldukça düşüktür.
İşte sorunda burada başlamaktadır.
Günümüzde bırakın köyleri küçük
şehirler bile hızla nüfus kaybettiği, birçok şehrimizin ve beldemizin kamu hizmetlerinin bazılarını
kaybetmeye ve belediyelerin de kapanmaya başladığını düşünürseniz.
Gelecek için her şeyi devletten beklemek yerine bizlerinde bir şeyler
yapmamız gerektiğini bilmeliyiz.
Kooperatiflerin her zaman ortaklarının ve devletin denetimi altında
olan demokratik yönetimler olduğu,
kayıtlı ekonominin en önemli ve örnek kuruluşları olduğu gerçeğini göz
ardı etmemeliyiz.
Dünyanın kooperatifler ile ne gibi
işler başardığını, yenidünyalar kurduğunu ve de istihdam imkânları
yarattığını görmeliyiz. Ülkemizdeki
başarılı kooperatiflerin neler başardıklarını ve küçük yörelerimizin küçük birikimlerinin büyük yatırım ve
ticarete dönüşmesinin yolunun kooperatifler olduğunu bilmeliyiz.
“Sulak Alanlar Suyu
Korur”
• Derinlikleri en fazla 6 metreye kadar olan sığ göl, lâgün,
deltalar, korunaklı kıyılar, su dolaşımına sınırlı olan bölgeler sulak alan olarak nitelendirilir.
• Dünya’daki toplam suyun yüzde 97’sini okyanuslar
oluşturur. Geri kalan %3’lük (ve büyük miktarı katı halde bulunan) suyun binde dörtlük bölümünü ise sulak
alanlar oluşturur. Yeryüzündeki yaşam, varlığını bu binde dörtlük bölüme borçludur.
• Bugün yeryüzünde 186.963.216 hektar sulak alan Ramsar Alanı ilan edilerek, korunuyor, içinde yaşayan tüm
canlılara, insanlara ve bilime ev sahipliği yapıyor.
• Dünya’daki doğal sulak alanların neredeyse % 50’sinin
tarım ya da diğer amaçlar için kurutulduğu tahmin edilmektedir.
Herkesin suya ulaşımını güvence altına
almayan bir gelecek kabul edilemez. Bu
sebeple, bütün düzenlemeler ve politikaları bu ilkenin ışığında hazırlanmalıdır.
Sürdürülebilirlik ilkesini temel alan bu
yaklaşım, suyun;
• En yüksek önem düzeyinde korunmasını,
• Bütüncül planlama yöntemleri ile geliştirilmesini,
• İyi yönetişim ilkeleriyle ve özellikle suyu
yöneten ve kullanan tüm paydaşların aktif
katılımıyla yönetimini zorunlu kılar.
Ramsar Sözleşmesi olarak
bilinen "Sulak Alanların
Korunması Sözleşmesi", 1971
yılı Şubat ayında İran’ın Ramsar
kentinde imzalanmıştır.
• Nesli tükenmek üzere olan türlerin %45’i sulak alanlarda yaşar. Sulak alanlar, sulak alan ekosisteminde yaşayan canlılar için ideal üreme ve yaşam ortamı aynı zamanda göçmen türler için birer dinlenme alanıdır.
Bu sözleşme, taraf olan ülkelerin her birini, sulak alanları korumakla ve bunların
akılcı yönetimini sağlamakla yükümlü kılmaktadır. Sözleşmenin imzalandığı 2 Şubat tarihi, sulak alanların korunmasının
önemine kamuoyunun dikkatini çekmek
üzere 1997 yılından bu yana “Dünya Sulak Alanlar Günü” olarak kutlanmaktadır.
Türkiye, Ramsar Sözleşmesi’ne 17 Mayıs
1994’ten itibaren resmen taraf olmuş bugüne kadar kendi ulusal sınırları içerisinde 179,898 hektar sulak alanın korunmasını taahhüt altına almıştır.
• Günlük yaşantımızda pek farkında olamasak da sulak
alanlar hayatta kalmak için korumamız ve yaşatmamız
gereken çok önemli ekosistemlerdir.
• Dünyanın dört bir yanındaki sulak alanlar hiçbir karşılık beklemeden ekosistem hizmetleri sunar. Sağlıklı bir
sulak alanın, iklimsel düzenleme, zehirli maddelerin tutulması, taşkın kontrolü, erozyonun azaltılması, genetik
ve biyoçeşitlilik kontrolü, birçok tür için üreme ve yaşam
alanı olma; yer altı suyunu dengeleme, başta kentsel
alanlar ve tarım alanları olmak üzere suyun arıtılmasını
sağlama gibi birçok fonksiyonu vardır.
• Bir sulak alanın yok olması sadece o alandaki su kütlesini kaybetmekten öte, tüm ekolojik ve sosyal yaşamın da
yok olması anlamına gelir.
̇
̇ Mart 2013
Köy-Koop Merkez Birliği
HAYVANCILIK
19
Hayvancılıkta Nerede Yanlış Yapılıyor? -II»»Hayvan besleme konusunda asıl odaklanılması gereken nokta, hiçbir besin değeri olmayan saman üzerine değil, kaliteli kaba yemin oluşturan
yem bitkileri oluşturmalıdır.
Başta yem maliyetleri olmak üzere üreticinin son derece zor günler yaşadığı ve hayvanlarını kesime gönderdiği
bir dönemde, yem bitkileri destekleri artırılmak yerine yarı yarıya düşürüldü (Çizelge 5).
Çizelge 5: Yem Bitkileri Desteği
(milyon TL)
2007 2008 2009 2010 2011 2012
392
509
504
265
236
280
Kaynak: Muhasebat Genel Müdürlüğü
Türkiye, 2012 yılında ithal ettiği,
hiçbir besin değeri olmayan yaklaşık
1.569 ton samana yaklaşık 550 bin
TL ödeme yaptı. (Çizelge 6)
Çizelge 6: Saman İthalatı (2012)
Ağustos
Eylül
Ekim
Miktar (kg)
24.690
244.070
48.120
Değer (TL)
3.980
40.154
15.175
Kaynak: TÜİK
Yem bitkileri desteklerindeki azalmaya paralel olarak hayvan beslenmesinde son derece önemli yer tutan
kimi bitkilerin kuru ot üretiminde de
belirgin düşüşler yaşandı. Kuru ot
olarak yonca üretimi 2011 yılında üç
yıl öncesine göre yaklaşık %38, korunga üretimi %48, fiğ üretimi %51,
burçak üretimi %65 ve üçgül üretimi
%96 azalış gösterdi. Toplamda ise
azalış ortalaması %43 olarak gerçekleşti.
Tarım Bakanı Eker, hayvancılıkta
tüm göstergelerin negatife doğru
gittiği bir dönemde TBMM’de yaptığı 2011 yılı Tarımsal Destekleme
Bütçesi ile ilgili konuşmasında, hayvancılık desteklerini 2011 yılında
bütçeye hiçbir yük getirmeden 450
milyon TL artıracaklarını, desteğin
kaynağını canlı hayvan ve et ithalatından elde edecekleri vergilerle
karşılayacaklarını ifade ediyordu.
Bu talihsiz konuşmadan da anlaşılacağı üzere ithalat devam edecekti.
Sonuçta 2012 yılı kasım ayına kadar
4,8 milyar TL’lik canlı hayvan ve kırmızı et ithalatı gerçekleşirken, bu üç
yıllık süreçte bütçede hayvancılığa
ayrılan destek miktarı 4.4 milyar TL
oldu. (Çizelge 7-8) Kaynak yok diye
hayvancılığımızı kalkındırmak için
verilmeyen paralardan çok daha fazlası yapılan ithalatlarla diğer ulusların refahına sunuldu.
Çizelge:7 Canlı Hayvan ve Et İthalatı
(milyon TL)
2010
2011
2012
Toplam
811
2.472
1.565
4.848
Kaynak: TÜİK
Çizelge:8 Hayvancılık
(milyon TL)
Destekleri
2010
2011
2012
Toplam
1.252
1.267
1.883
4.402
Kaynak: Muhasebat Genel Müdürlüğü
Fiyatların artmasıyla başlayan ithalat serüveni, fiyatları bir miktar
aşağı çekse de politikasızlığın bir
sonucu olarak fiyatlar tekrar yükselmeye başladı. 2010 yılı ortalarında
kıymanın kasaptaki fiyatı 18,50 TL
iken Eylül ayının sonlarına doğru
28 TL’ye kada yükseldi. Ekim ayında kasaplık canlı hayvan ve et ithalatının başlamasının etkisiyle 2011
yılı başlarında 20 TL’ye kadar gerileyen fiyatlar, yıl sonuna doğru tekrar 25 TL’ye yükseldi. Günümüzde
ise kıymanın kasaptaki fiyatı 24 TL
civarında seyretmektedir. Yapılan
onca ithalata karşın fiyat eski yerine
hayvansal ürünlerin üretilmesi ve
pazarlanmasında YEMSAN, EBK
ve SEK çok önemli bir rol oynadı.
Günümüzde ise canlı hayvanların
pazarlanması belediye hayvan pazarları, panayırlar, yöresel hayvan
pazarları ve hayvan borsalarında
olmaktadır. Süt ve süt ürünleri ile et
Ahmet ATALIK
ve et ürünlerinin üreticiden tüketiciZMO İstanbul Şube Başkanı
ye ulaşım sürecinde ise çok sayıda ve
karmaşık aracılar bulunmaktadır.
2003 yılında birden %26’lık bir artış
AB’de özellikle süt ve süt ürünleri ile
gösterdi. Bu ciddi artışın yaşandığı
et ve et ürünlerinin pazarlanmasınyılın ertesinde yani 2004 yılında ise
da kooperatifler, canlı hayvanların
bu sefer sağılan hayvan sayısı %21
pazarlanmasında ise yetiştirici biroranında azaltıldı.
likleri rol oynamaktadır. Kasaplık
Çizelge:10 Çiğ Süt Fiyatı
hayvan ve et pazarlamasında tüketicinin ödediği fiyatın Fransa’da
Dönemler - 2012
Fiyat (Litre/Kuruş) %57’si, Almanya’da %64 ‘ü,
İtalya’da (%66’sı, Hollanda’da
Ocak-Şubat-Mart-Nisan
80
%75’i üreticinin eline geçerken,
Mayıs-Haziran
ülkemizde ise %40’ı üreticinin
Temmuz-Ağustos-Eylül
80
eline geçmekte, %60’ı aracıda
kalmaktadır.
Ekim-Kasım-Aralık
90
Süt ve süt ürünlerinin pazarlanDönemler - 2013
Fiyat (Litre/TL)
masında kooperatifler İrlanda’da
%97, Finlandiya’da %96, İsOcak-Şubat-Mart
90
veç ve Danimarka’da %95,
Avusturya’da %94, Hollanda ve
Kaynak: Ulusal Süt Konseyi
Portekiz’de %82 ve Almanya’da %70
Hayvan sayısında yaşanan bu dereoranında pazar payına sahiptir. Etin
ce önemli azalışın nedeni tam olarak
pazarlanmasında ise kooperatifler
anlaşılamadı. Yani, süt üretiminin
İrlanda’da %70, Danimarka’da %62,
bir yılda katsayı değişikliği ile artışı,
Finlandiya’da %69, Hollanda ve
izleyen yılda hayvan sayısının azalİngiltere’de %35, Fransa’da %34 ve
tılması ile dengelendi. Dolayısıyla,
Almanya’da ise %30 oranında pazar
Türkiye’nin süt üretimi bir ölçüme
payına sahiptir. Ülkemizde ise bu
dayanmamakta, bir katsayı vasıtaoranlar %5’i dahi bulmamaktadır.
sıyla tahmine dayalı hesaplanmakÜlkemizde kooperatif örgütlenmetadır. AB İlerleme Raporlarında da
leri bulunmakla birlikte güçlü bir
TÜİK’in hesaplama yöntemleri sükooperatif yapı oluşturulmasına şidrekli eleştiri konusu olmaktadır.
detle ihtiyaç bulunmaktadır.
AKP iktidarı süresince uygulanan
AB 1960’ların başında Ortak Tahayvancılık politikaları “Hayvancırım Politikasını (OTP) uygulamaya
lık Stratejisi 2005-2013” belgesinde
koydu. Bununla tarım sektöründe
belirtilen hedefleri sağlamaktan son
verimliliğin artırılmasını, tarımda
derece uzaktır. AKP iktidarı süresinçalışanların gelirlerini yükseltilmece 50 baş ve yukarısı hayvana sahip
sini, tarım piyasalarının dengeye
tarım işletmegetirilmesini, tarım ürünleri arzmın
Büyük Baş Küçük Baş
si sayısı 4.300
Süt
Et
garanti edilmesini, tarım ürünleriYIL
Hayvan
Hayvan
iken günümüzde
(bin ton)
(bin ton)
nin tüketiciye uygun fiyatlarla ulaş(bin baş)
(bin baş)
24 bine yükseltırılmasını hedefledi. OTP’nin temel
di. Buna karşın
1991
12.339
51.196
9.617
507
ilkelerinden Tek Pazar İlkesi; malçiftçi aleyhine
ların üye devletler arasında serbest
1995
12.044
42.142
10.602
415
gelişen
tarım
dolaşımının sağlanmasını, ortak
politikalarının
fiyat ve rekabet kurallarını kapsı2000
10.907
35.693
9.794
491
sonucu olarak
yordu. Diğer bir ilke olan Topluluk
tarımdan
ko2001
10.686
33.994
9.496
436
Tercihi İlkesi çerçevesinde topluluk
pan nüfus nekendi üretimine öncelik verecek, iç
2002
9.925
31.954
8.409
421
deniyle hayvan
pazar düşük fiyatlı ithalata karşı ve
sayısında
bir
dünya piyasalarındaki dalgalanma2003
9.902
32.203
10.611
367
türlü artış sağlalara karşı korunacaktı. Mali Dayanamadı. Mevcut
2004
10.173
31.811
10.679
447
nışma İlkesi ile de tarım alanında
hayvancılık poortak bir politika belirlenmesi ve bu
2005
10.631
31.821
11.108
409
litikalarına 2012
amaçla gerekli harcamaları karşılayılında artık dayabilecek bir finansman kaynağının
2006
10.972
32.260
11.952
439
yanamayan en
oluşturulması hedeflendi. Bu hedefe
büyük hayvan2007
11.122
31.748
12.329
576
yönelik olarak da Avrupa Tarımsal
cılık işletmeleri
Yönlendirme ve Garanti Fonu ku2008
10.947
29.568
12.243
482
dahi kapanmaya
ruldu. İlk zamanlarda bütçesinin
başladı.
Orta
ve
%70’ini tarımsal desteklere ayıran
2009
10.811
26.878
12.542
413
küçük ölçekli işAB halen bütçesinin %45-55’ini taletmelerin ise ne
2010
11.455
29.383
13.544
781
rımsal desteklere ayırmaktadır. Üldurumda oldukemizde ise bu oran %2-2,5 arasında
2011
12.484
32.310
15.056
777
ğu bilinmemekdeğişmektedir.
tedir.
AB’de tarımsal üretimin ve çiftçi
Kaynak: TÜİK
Ülkemiz hayvancılığının yaşadığı
gelirinin istenilen seviyede tutulaTÜİK süt üretimini; “sağılan hayvan
kargaşaların en önemli nedenlebilmesi, desteklenmesi, dış ticaret
sayısının süt verimleri ile değerlenrinden biri üretimi yönlendirecek
politikalarının belirlenmesi amadirilmesinden (Süt Üretimi = Sağıve destekleyecek bir müdahale kucıyla OTP’nin üç temel ilkesi çerçelan Hayvan Sayısı x Ortalama Süt
rumunun bulunmayışıdır. Kendi
vesinde her üretim sektörü için ayrı
Verimi) elde etmekte ve buna göre
çiftçimiz yararına olacağı zaman
olmak üzere “Ortak Piyasa Düzenleyayımlamaktadır. Hesaplamalarda
kaynağı sorgulanan desteklerin çok
ri” (OPD) oluşturuldu. OPD kapsa1984 yılı süt verimleri kullanılırdaha fazlası ithalata aktarılmakta ve
mında yer alan 23 tarım ürününden
ken, 2003 yılından itibaren 2001 yılı
kaynak hesabı yapılmamaktadır. Bir
biri olan hayvansal ürün grupları
Genel Tarım Sayımı sonuçlarından
zamanların en önemli KİT’lerinden
içerisinde süt ve süt ürünleri, sığırelde edilen süt verimleri kullanıldı.
EBK, günümüzde üretim ve kalite
dana eti, koyun-keçi etleri, kümes
Bu katsayı değişikliği sonucunda süt
için değil, ithalat için görevlendirihayvanları etleri, yumurta, domuz
üretimi, 2003 yılı öncesinde düşüş
len bir kurum haline gelmiştir.
eti, kurutulmuş hayvan yemleri ve
ya da çok az artışlı bir seyir izlerken,
ipekböceği vardır. Her bir OPD için
1980’lere kadar canlı hayvan ve
çekilemedi. Üretim iç dinamiklere
dayanmadığı için de fiyatlar kontrol
altında tutulamamaktadır.
Ülkemizde kişi başına 6-6,5 kg civarında olan kırmızı et üretimi son
yıllarda yapılan ithalatlarla 10 kg
düzeyine çıkarılabildi (Çizelge 9).
Bu miktar AB’de 75 kg civarındadır.
Süt tüketimimiz ise kişi başına 25 lt
civarında olup AB’de 110 lt’dir. Hayvan varlığımız ve hayvansal ürünler
üretimimiz artan nüfusurnuza paralel sağlıklı bir gelişim gösterememektedir.
Ülkemizde kırmızı et üretimi süt
hayvancılığıyla yakından bağlantılıdır. Önce hayvanın sütünden yararlanılır. Doğurduğu erkek hayvanlar
ve ekonomik
Kasım
Toplam
süt
üretimi
biten
dişi
hay1.252.240 1.569.120
vanlar kesime
490.992
550.301
gönderilerek
de et üretimi
sağlanır. Bu nedenle çiğ süt fiyatları, yani üreticinin eline geçen fiyat
önem arz etmektedir. Ulusal Süt
Konseyi’nin hazırladığı hesaplama
tablosuna göre 1 lt çiğ sütün maliyeti 1,15 TL iken, üretici 2012 yılı boyunca sütünü en iyi şartlarda 80-90
kuruşa satabildi (Çizelge 10). Buna
karşın yılın ortasında saman fiyatları %300, yonca %100, buğday kepeği
%55, mısır silajı %45, son bir yıllık
süreçte de soya küspesi %45 artış
gösterdi. Çiğ süt fiyatları ise 2 yıl öncesi ile hala aynı seviyededir. Üretici
1 lt süt ile 1 kg yem dahi alamamaktadır. Oysa süt üreticisinin üretimini
devam ettirebilmesi için 1 lt çiğ süt
ile en az 1,5 kg yem alabilmesi gerekir. Bu nedenledir ki, süt hayvanları
yeniden kesime gönderilmeye başlandı. Hayvancılığımızı 1,5-2 yıl sonra yine zor günler beklemektedir.
Çizelge:9 Hayvan Varlığı ve Üretimde Değişim
de bir müdahale kurumu bulunmaktadır.
Bugün Türkiye’nin en büyük sorunları et ve et ürünleri, süt ve süt
ürünleri ile yem bitkileri konusunda
piyasaya müdahalede bulunabilecek bir kurumunun var olmamasıdır. Ulusal Süt Konseyi kurulurken
bu amaç göz ardı edilmiş, etkisiz
bir kurum olarak ortaya çıkmıştır.
EBK da bugünkü durumu itibarıyla
müdahale kurumu yapısından ziyade ithalatla görevlendirilmiş bir kurum hüviyetindedir. Et, süt ve yem
üretimini sağlıklı bir zemine oturtacak bir müdahale kurumu derhal
oluşturulmalıdır. Diğer önemli bir
nokta ise üreticinin örgütleri olan
kooperatiflerin ve yetiştirici birliklerinin AB’deki gibi güçlü bir yapıya
kavuşturulması olmalı; üretici ile tüketici doğrudan buluşturulmalıdır.
İthalat yolu çok zorda kalınmadığı
sürece düşünülmemeli, ithalata kaynak aktarmak yerine üretime ayrılan
kaynaklar yükseltilmeli, çiftçiye hak
ettiği değer verilmelidir. Bunun yanında gerek besicilikte gerekse süt
hayvancılığında en büyük masrafı
oluşturan yem girdilerinin ucuza
mal edilmesi sağlanmalıdır. Buna
paralel olarak doğu ve güneydoğudaki yasaklı meralar hayvanlarımızın hizmetine açılmalıdır. Sektöre
sağlanan kredilerin takibi yapılmalı,
amacı doğrultusunda kullanılması
ve üretime sağlıklı bir şekilde yönlendirilmesi için Tarım Bakanlığı
tarafından ücretsiz teknik destek
sağlanmalıdır. Damızlık materyal
üreten TİGEM’e bağlı işletmeler, turizm planları çerçevesinde yapı kooperatiflerine sunulmaya çalışılmak
yerine amacı doğrultusunda daha
verimli bir şekilde kullanılmalıdır.
Sağlıklı bir nesil yetiştirilmesi ve süt
arzının sağlıklı bir düzleme oturabilmesi için Okul Sütü Programı daha
düzenli ve kesintisiz uygulanmalı, kapsam asker sütü programı ile
genişletilmelidir. Uzun vadeli hayvancılık stratejileri belirlenmeli, bu
strateji günübirlik politikalarla değiştirilmemeli, üretici uzun vadede
önünü görebilmelidir.
Kaynakça
Akman, N. ve ark. 11-15 Ocak 2010. Türkiye
Sığırcılık işletmelerinin Yapısı ve Geleceğin
Sığırcılık işletmeleri. Ziraat Mühendisliği VII.
Teknik Kongresi. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yayını.
Anonim. 2008. Türkiye Kırmızı Et Sektör Değerlendirmesi 2008 Yılı ve Sonrası Beklentiler, Türkiye Ziraat Odaları Birliği Yayını.
Anonim. 2008. Süt Sektörünün Değerlendirilmesi 2008 Yılı ve Sonrası Beklentiler. Türkiye Ziraat Odaları Birliği Yayını.
Anonim. Özelleştirme Suç Dosyası. Petrol-iş
Sendikası Yayını. Boratav, K. 2003. Türkiye
iktisat Tarihi 1908-2003. İmge Kitabevi.
Ertuğrul, M. ve ark. 11-15 Ocak 2010. Türkiye Küçükbaş Hayvancılığının iyileştirilmesi,
Ziraat Milhendisli‘ği VII. Teknik Kongresi.
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yayını.
Günaydın, 0.2010. Tarım ve Kırsallıkta Dönüşüm. Tan Yayınları.
Günaydın, G. 2003. Küreselleşen Piyasa Yoksullaşan Köylü, Liberal Reformlar ve Devlet,
KİGEM Yayını.
Oral, N. 2006. Türkiye Tarımında Kapitalizın ve Sınıflar, TMMOB Ziraat Mühendisleri
Odası Yayını.
Saçlı, Y. 2007. AB’ye Uyum Sürecinde Hayvancılık Sektörünün Dönüşüm ihtiyacı.
Iktisadi Sektörler ve Koordinasyon Genel
Müdürlüğü, DPT Uzmanlık Tezi, Yayın No:
DPT:2707.
www.etflyat.com
vıww.faostat.fao.org
www.muhasebat.gov.tr
www.resmigazete.gov.tr
www.tarimdunyasi.net
www.tuik.gov.tr
www.tusedad.org
www.ulusalsutkonseyı.org.tr
20
̇
̇
Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği
KIRSAL KALKINMA
Kooperatiflerde Yönetim Kurulunun
Yetkileri ve Görevleri -II»»Sevgili Kooperatifciler, kooperatifler Genel Kurul toplantı
döneminin başlamasından dolayı, geçen ay Yönetim Kurulunun
yetkilerinden bahsetmiştim. Bu ayki yazımda ise kooperatif Yönetim
Kurulunun görev ve sorumluluklarının neler olduğunu sizlere
hatırlatmış olacağım.
Yönetim Kurulunun Görevleri
• Genel kurul tarafından verilen kararları yerine getirmek ve kooperatif işlerini ortakların yararına uygun şekilde yürütmek,
• Defter, hesap ve kayıtları kanun ve anasözleşmeye uygun olarak tutmak.
• Kooperatifin nakit varlığı ile menkul ve
gayri menkullerini gereği gibi kullanmak, işletmek ve korumak.
• İmkânlarla orantılı olarak şubeler, alım
ve satım merkezleri açılmasını genel kurula
teklif etmek,
• Kooperatifin varlığından, ortakların üretim
kapasitelerini arttırmak için durumlarına
göre bilanço yılı içinde tahsil edilmek üzere
avans vermek,
• Genel kurulu olağan ve olağanüstü toplantıya çağırmak,
• Genel kuruldan alınan yetki ile işlerin görülmesi için gerektiğinde ortakları görevlendirmek, müdür, memur müstahdem ve işçi
çalıştırmak
• Kanunlara aykırı olarak alınan genel kurul
kararları aleyhine iptal davası açmak,
• Genel kurul toplantısından otuz beş gün
önce çalışma raporu, bilanço, gelir-gider cetvelini ve bütçe teklifini hazırlayıp denetçilere
vermek ve genel kurul toplantısından on beş
gün önce ortakların incelenmesine sunmak,
• Kooperatifin aczi veya mali durumunun
bozulması halinde genel kurulu toplantıya
davet etmek,
• Gerektiğinde tasfiye işlerini yürütmek,
• Kooperatifi temsile yetkili şahısları tescil ve
ilan ettirmek,
• Eski yönetim kurulu üyeleri ile kooperatif
memurlarının sonradan tespit edilen yolsuzluklarını ilgili mercilere bildirmek,
• Kooperatifin amacına uygun gayrimenkul
alımlarında, tapu devri veya tapuya şerh verdirilerek bir satış vaadi sözleşmesi yapmak
• Kanun ve anasözleşmedeki ortaklık hak ve
ödevlerinin yerine getirmeyen ortaklar hakkında karar alarak durumu genel kurulun
onayına sunmak,
• Denetçilerin seçim ve görevden alınmalarını Ticaret Siciline tescil ve ilan ettirmek,
• Tanıtma ve ortak kaydetmek amacıyla yapılacak ilan, reklam ve açıklamaları eksik ve
gerçeğe aykırı olmayacak şekilde yapmak,
bunların yanıltıcı bilgi ve unsurlar taşımamasını sağlamak,
• Kooperatife ait mal, para ve para hükmündeki kağıtları ve gizlide olsa bunlarla ilgili
defter ve belgeleri istenildiğinde müfettişlere, kooperatif kontrolörlerine ve kredi kuruluşlarının denetim görevlilerine göstermek,
saymasına ve incelenmesine yardımda bulunmak, istenilen bilgileri gerçeğe uygun ve
eksiksiz olarak vermek ve doğru beyanda
bulunmak,
• Ortaklar ile ortak olmak için müracaat
edenlerin anasözleşmede gösterilen ortaklık
şartlarını taşıyıp taşımadıklarını araştırmak,
uygun olanları ortak olarak kaydetmek.
• Mal beyanında bulunmak,
• Denetim amacıyla denetçilerin 92. madde
doğrultusunda talebi halinde kooperatife ait
her türlü defter ve belgeleri vermek,
• Bakanlıkça yaptırılacak denetim neticesi
verilecek talimatlara uymaktır.
• Görevi son bulan yönetim kurulu, yeni yönetim kuruluna seçim gününden başlayarak
bir hafta içinde bütün hesapları bilgi ve belgeleri devretmek zorundadır.
• Yönetim kurulunun kararları, sahifeleri
noterce tasdik edilmiş, “karar defteri’ ne sıra
numarası ve tarihiyle yazılır ve toplantıda
hazır bulunan üyeler tarafından toplantıda
alınan kararlar imzalanır.
Turgay SOLMAZ
Köy-Koop Genel Müdürü
• Verilen karara karşı görüşlü veya çekimser
kalanlar, muhalefet veya çekinme sebeplerini kararın altına yazarak imzalamak zorundadırlar.
• Bunu yapanlar kararın uygulanması sırasında doğacak zararlardan dolayı diğer üyelerle birlikte sorumlu olmazlar. Böyle hareket etmeyenler sorumluluğa katılırlar.
• Kararların geçerliliği yazılıp imza edilmiş
olmasına bağlıdır.
Yönetim Kurulunun
Sorumlulukları
• Yönetim kurulu;
• genel kurul tutanaklarının,
• gerekli defterlerin,
• ortak listelerinin düzenli tutulup saklanmasından,
• işletme hesabıyla yıllık bilançonun kanuni
hükümlere uygun olarak hazırlanmasından,
• incelenmek üzere denetleme kuruluna verilmesinden,
kooperatife, ortaklara ve kooperatif alacaklılarına karşı ortaklaşa sorumludurlar.
• Yönetim kurulu üyeleri ortaklık işlemleri
dışında kooperatif ile ticari işlemlerde bulunamazlar.
• Yönetim kurulu üyelerinden her biri, genel
kurulun kararı kişisel sorumluluklarını gerektirdiği durumlarda karar aleyhine iptal
davası açabilir.
• Yönetim kurulu üyeleri ve kooperatif memurları kasıtları bulunsun veya bulunmasın
kendi kusurlarından doğan zararlardan sorumludurlar.
• Bunların suç sayılan fiil ve hareketlerinden
ve özellikle kooperatifin para ve malları bilanço, tutanak, rapor ve başka evrak, defter
ve belgeler üzerinde işledikleri suçlarından
dolayı devlet memurları gibi ceza görürler.
• Yönetim kurulu tescile bağlı konuları sicil
memurlarının isteği üzerine yerine getirmemesi, tescil ve kayıtta kötü niyetle gerçeğe
ters beyanda bulunulması, hallerinde cezai
sorumluluk taşır.
• Kuruluş sırasında kurucu ortaklar tarafından resmi makamlara verilen kooperatif
anasözleşmesi, nakdi sermayenin tescil ve
ilandan sonra kooperatif hesaplarına aktarılmak üzere kurucu ortaklarca geçici yönetim
kurulu üyelerinden birisine ödendiğine dair
dilekçe; ayn nevinden sermaye ve kooperatifçe devralınan işletmeye ait değer biçme
raporu gibi vesikaların gerçeğe uygun olmayan şekilde düzenlenmesinden kooperatifin
kurucu ortakları sorumludurlar.
• Yönetim kurulu veya temsile yetkili şahısların kooperatife ait görevlerini yürütmeleri
anında şahsi kusurları olmaksızın meydana
getirdikleri haksız fiillerden doğan zararlardan kooperatif sorumludur.
Tescil
• Kooperatifi temsile yetkili kılınacak kimseleri yönetim kurulu tayin eder.
• Yönetim kurulu, bu kimselerin, isimlerini
imzalarını ve bu yetkiye dayanan karar suretini notere tasdik ettirdikten sonra ticaret
siciline verir.
Tevfik Fikret CENGİZ
Köy-Koop Merkez Birliği Proje Koordinatörü
[email protected]
Sanayi Çocukları
Anadolu’nun çeşitli illerinde verdiğim girişimcilik eğitimleri ülkenin ekonomik ve sosyal gelişmişliği, gençlerimizin ekonomik olaylara nasıl
baktığı, kırsal ve bölgesel gelişmeyi nasıl algıladığı gibi birçok konuda fikir edinmeyi sağlıyor. Bölgesel olarak bakış açıları değişse bile
temel konularda girişimci gençlerin benzer
bakış açılarına sahip olduklarını söyleyebiliriz.
Benim en çok dikkatimi çeken konu sosyal gelişmenin ülkenin her yöresinde benzer bir yapı
gösterdiğidir. Her bölgede yöresel müziğin yanında pop veya klasik müzik dinleyen gençler
olabilmektedir. Şüphesiz iletişim araçlarını
rahatça kullanan ve yaşamlarına aktarabilen
bu gençlerin bu durumdan etkilenmemeleri
düşünülemez.
Diğer taraftan bireysel iş
yapma arzusunu hızla arttığını
gözlemlemek girişimciliğin gelecek
dönemlerde hızla gelişeceğini
göstermektedir. Eskiden devlet
kapısında bir iş bulup durumu
kurtarmak yeterli iken şimdi
Anadolu’daki genç girişimci işini
kurup genişletmeyi ve ihracat
yapmayı veya asıl pazar gördüğü
İstanbul’a açılmayı düşünmektedir.
Iğdır’da gece yarısı tarlayı sulamaya
gidip sabah derse geldiğinde
alnından ter akan üniversite son
sınıf öğrencisinin hedeflerine ancak
saygı duyulur.
İş fikirleri yönüyle batlığınızda ise farklılıklar
ortaya çıkmaktadır. İlin ekonomik- ticari yapısı iş fikirlerini de belirlemektedir. Ankara’nın
doğusuna doğru gittiğinizde iş fikri yaratmada
alan daralmakta, batıya doğru ise yaratılan iş
fikirleri çeşitlenmektedir. En doğuda hizmet
sektöründe birkaç konu öne çıkarken (restoran, kafe, kuaför gibi) örneğin İnegöl’de 25
gencin 25 farklı iş fikri olduğu gözlenmiştir.
Üstelik bunların çoğu mevcut imalat sanayinin
yan kolları şeklindedir. Daha da ilginci endüstriyel tasarım konusu ciddi olarak iş konusu
olarak tercih edilmekte çünkü burada önemli
bir katma değer olduğunun farkındalar. Ben
onlara sanayi çocukları demiştim şimdi bu
yazının başlığı da öyle oldu. Tabi yaşadıkları
ve gördükleri, belki dönem dönem çalıştıkları
işler yani ortam onların iş yapma konusunda
ufuklarını geliştirmiş.
KOSGEB girişimcilik eğitimlerini
belli sektörlere yönelik destekliyor.
Kuruluş yasası gereği imalat ve son
yıllarda hizmet sektörünü içine alan
büyük çaplı bir organizasyon. Bu
eğitimlere katılmak için mutlaka iş
fikri olması gerekmiyor. Eğer iş fikri
yoksa kendi başına iş yapabileceği
fikri de oluşuyor.
Daha önceki yazılarımızda tarım ve tarıma
dayalı sanayide girişimcilik eğitimlerinin verilmesi gerektiğinin üzerinde durmuştuk. Bu
sektöre zaten belli destekler sağlanmakta ancak girişimcilik eğitimin temeli sadece parasal
destek vermek değil. Üretim, pazarlama, finans, planlama, iş kurma vs. gibi konularda temel bilginin verilmesi, kişiye güven kazandırılmasıdır. Özellikle kooperatiflerin ve üyelerinin
bu eğitimleri almaları gereklidir kanısındayım.
Sağlıcakla kalın.
IPARD’dan 236 Milyon Euro’luk Hibe
»»Kırsal kalkınmaya destek vermek için oluşturulan AB destekli
Kırsal Kalkınma Programı (IPARD) aracılığı ile girişimcilere 236
milyon Euro'luk hibe desteği sağlanacak. 2010’da başlayan program
kapsamında 2013 sonuna kadar bu tutar 1 milyar Euro'yu bulacak.
IPARD programı kapsamında çıkılan 9. başvuru dönemini olan 2013’de ise
236 milyon Euro’luk destek sağlanacak. IPARD
programı
kapsamında
kırsal kalkınmada 2013
yılında kullanılması gereken asgari AB katkısı ise
131 milyar Euro. Kırsal
kalkınmaya hibe olarak
verilecek bu desteklerin
yüzde 75’i AB destekli, yüzde 25’i milli bütçeden karşılanıyor.
IPARD programının ikinci etabı olan 2010 ve
2013 yılları için sağlanan desteklerin Bursa’da
proje karşılığı üretici ve yatırımcılara tanıtıldı.
IPARD tanıtım toplantısı Bursa Çarşamba Valilik binasında düzenlendi. ‘Uyum dayanışma
ve yönlendirme kurul toplantısında konuşan
Bursa Valisi Şahabettin Harput, Bursalılardan
bu programdan yararlanmalarını isterken,
"IPARD projesi Türkiye’de yeni bir dönemi
başlattı. Bu konu üzerinde ciddiyetle durmasını istiyorum. Bu imkandan, 100 milyonlarca
lira tutarında ki bu büyük paydan Bursa’nın en
büyük parçayı alacağına inanıyorum. Çünkü
Bursa vizyonu, tecrübesi, cesareti ve potansiyeli olana bir kent." dedi.
Bursa’nın yıllar önce tarımın başkenti olarak
bilindiğini ifade eden Harput, şimdi ise sanayinin başkenti olarak bilindiğini hatırlattı.
Vali Şahabettin Harput, bu tür
programların değerlendirilerek
tarımın yeniden sanayi ve turizmle yarışır hale getirilmesi
gerektiğini sözlerine ekledi.
Bursa’da 2012 Nisan ayında faaliyetine başlayan TKDK Bursa İl Koordinatörü Temel Naci
Karslı da yaptığı sunum ile bilgilendirmede bulundu. Temel
Naci Karslı, daha önce TKDK
tarafından 20 ilde uygulanan
IPARD programının 23 Ocak 2013’den itibaren aralarında Bursa’nın da bulunduğu 42 ilde
uygulanacağını söyledi. IPARD programından
faydalanmak isteyenlerin projelerini 15 Şubat
2013 ile 15 Mart 2013 tarihleri arasında il koordinatörlüğüne teslim edebileceklerini belirten Karslı, bu dönemde 42 ilde kullanılması
planlanan toplam hibe tutarının ise 236 milyon Euro olduğunu bilirdi.
Avrupa Birliği tarafından tarım sektörü ve kırsal
alanda Türkiye’ye sağlanacak desteklerin çerçevesini çizen Kırsal Kalkınma Programı (IPARD)
Avrupa Birliği Komisyonu tarafından 2008 yılında onaylanarak uygulamaya başlandı.
Kırsal Kalkınma Programı, kırsal alanda sadece tarım ve hayvancılık değil, çevre, turizm ve
sanayi gibi oldukça geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Proje kapsamında sağlanan destekler ise
Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu (TKDK) tarafından yönetiliyor.
̇
̇ Mart 2013
Köy-Koop Merkez Birliği
SAĞLIK
21
Nar Adeta Bir “İlaç”
Dt. Coşkan ARAS
[email protected]
Sağlıklı Dişler, Mutlu Gülüşler...
Merhaba değerli okurlar,
Geçen sayıdaki ilk bilgi paylaşımlarıma gelen olumlu tepkilerden güç alarak bu 2. sohbette, süt dişlerini korumaya yönelik yapılabileceklerden bahsedeceğim;
Şöyle bir yanlış inanış vardır; “Süt dişinin yerine nasıl olsa daimi diş gelecek, çürümüşse çekilse de olur.”
Her dişin gelme zamanı aynı değildir, örneğin çekildikten 4-5
sene sonra gelecek dişin yerine diğer dişler kayar, alttan gelen
diş de yanak, dudak veya damak tarafından çıkar. Bunu önlemek
için süt dişlerine dolgu, hatta yapılabilirse kanal tedavisi veya amputasyon (yarım kanal tedavisi) yapılmalıdır.
Geç kalınmış, süt dişi erkenden çekilmişse, oraya alttan gelecek dişin yeri, dişhekimi tarafından yapılan ‘YER TUTUCU’
aygıtıyla korunmalıdır. Bu, maalesef çok ihmal edilen bir konu
olup ileride düzeltilmesi çok zor çapraşıklık ve çene bozuklukları meydana getirir ki bu durum çocukta ruhi bozukluklara dahi
yol açabilir.
Süt dişleri çürüdüklerinde eğer çok gecikilirse tüm vücuda
iltihap kaynağı olurlar. Ayrıca alttan gelen daimi dişlerin
mine tabakasının gelişimini bozarak ‘Turner hipoplazik dişleri’
dediğimiz şekilsizliklere yol açabilirler.
6 yaş dişi, diğer süt dişleri değişmeye başladığı sıralarda en arkadan çıkan büyük daimi diştir. Bazı anne babalar bu büyük dişi
de süt dişi zannetmekte, yerine yenisi gelecek nasıl olsa diyerek,
çürük varsa da önemsememektedirler. Bu diş çekildiğinde
yerine bir daha yenisi gelmez. Bu unutulmamalıdır.
Çocuk diş fırçalamaya 2-3 yaşlarında miniminicik diş macunu sürerek başlayabilir. Alışkanlık küçük yaşlarda başlasın ve
devam etsin.
Şeker, Çikolata ve Kolalı içecekleri nasıl olsa ileride tanıyacaktır. Vermeyiniz. Ben çocuklarıma çikolata verirken
uyuşturucuya alıştırıyormuş gibi hissediyorum kendimi. Az da
olsa bunları aldıysa dişleri 10-15 dakika içinde fırçalatınız.
Flor vernikleme: Bölgesel (topikal) olarak flor uygulamasıdır. Flor, vernik gibi dişlerin üzerine dişhekimince sürülür ve
dişleri 8-10 ay korur.
Fissursealantlar: Dişhekimlerince süt dişlerine uygulanır,
dişlerin çiğneme yüzeylerini dolgu gibi kapatarak ve flor salgılayarak dişlerin çürümesini engellerler, senede bir kontrol edilmeli, düşmüşse yenilenmelidirler.
Süt proteinleri ve süt kalsiyumlarından oluşan preparatlar: Son zamanlarda yaygınlaşan bir uygulamayla çocuklara, ortodonti hastalarına, çürümeye eğilimi olanlara tavsiye
edilmektedir.
Flor tabletleri: 20-25 sene önce hamilelikte ve çocuklarda vücuttaki flor oranını artırmak gayesiyle çok yaygın olarak
kullanılmaya başlanmış, faydası kongrelerde çok tartışılmıştı.
Giderek kullanımı azaldı, zira ülkemizde çoğu illerde sulardaki
Flor yeterlidir. Yetersiz yerlerde dişhekimine danışarak kullanılmalıdır.
Şekerli süt kesinlikle verilmemelidir, verilmişse de hemen ağız
çalkalanmalıdır.
Bir parça beyaz peynir, çürüğü tamir eder ve asit dengesini sağlar.
Alt ön daimi dişlerin sürmesi sırasında bir korku yaşanır; Bu
dişler, dil tarafından yani içten ve büyükçe gelebilirler, zamanla
öndeki yerlerini dil basıncıyla alacaklardır; Yine de uzun süre
geride kalmışsa bir dişhekimine gitmekte fayda vardır.
Bir diğer korku da süt dişlerinin renklenmesinde yaşanır. Demir ilacı, dişler üzerinde geçici leke yapabilir.
Diş sağlığı için daima belirteceğim bir konu var: “Dişim ağrırsa
dişhekimine gider doldurturum”
yanlıştır. Diş kendiliğinden ağrımıyorsa doldurulur. Kendiliğinden ağrı varsa ya kanal tedavisiyle kurtarılmaya çalışılır ya da
çekilir. Dişhekimine, şikayet
olmadan 6 ayda bir, en geç
yılda bir gidiniz.
Unutmayalım, ‘Can boğazdan
gelir’ ama dişlerin de arasından geçer!
Bundan sonraki yazımda, travmaya uğrayan dişler, diş
sıkma/gıcırdatma, tellerle diş düzeltme’den (ortodonti) bahsedeceğim.
İleti adresime çekinmeden olumlu-olumsuz eleştirilerinizi ve
sorularınızı yazınız. (Ad soyadınızın yayınlanmasını isteyip istemediğinizi de belirtiniz.)
NOT: Çocuklara bazı sloganlarım var, diş fırçalama ve beslenme için;
Yatmadan önce: diş - çiş - yatış.
Kahvaltı sonrası: diş - çiş - giyiniş.
Eğer yersen çok şeker, şeker dişini çeker.
Eğer yersen çok şeker, dişler gider teker teker.
Sonraki sayılarda buluşmak üzere;
Sağlıklı dişler, mutlu gülüşler…
»»Nar, sağlık açısından özellikle bu aylarda bol bol tüketilmesi gereken bir meyvedir.
Narın toplam ağırlığının %52’sini yenilebilir kısım meydana getirir. Bunun da
%78’ini nar suyu oluşturur. Yenilebilir
kısmında; sitrik (%0,33-0,56), malik,
fumarik ve laktik asit bulunur. Taze
sıkılmış nar suyunda şeker nispeti yaklaşık %16’dır. Nar suyu ve çekirdeğinde
19 element tespit edilmiştir. Bunlar arasında demir, kobalt, molibden, potasyum, kalsiyum, selenyum, sodyum ve
çinko vardır. C, B1 ve B2 vitaminleri ve
potasyum bakımından çok zengindir.
Kanserin her türüne karşı faydalı
Nar bağışıklık sistemini güçlendirerek,
bizleri başta kanser olmak üzere pek
çok hastalıktan da korumaktadır. İçerdiği flovanoidler, vitaminler, polifenol-
ler, antosiyaninler, taninler vasıtasıyla
kolesterol ve şekeri de dengeleyen özellikle hicaz narı, kalp ve damar sağlığımızı koruduğu gibi, kanser hücrelerinin
de gelişmesini çok önemli oranda engellemektedir.
100 gram narın içersinde, 259 miligram potasyum, 63 kalori, 8 miligram C,
binde 3 de B2 vitamini bulunmaktadır.
1 su bardağı nar suyu, günlük C vitamini ihtiyacının yüzde 25′ini karşılar.
Gün içinde tüketilen bu meyve, yorgunluğumuzun giderilmesinde de büyük rol oynamaktadır. Narın ağırlığının
%12- 20’sini çekirdekler oluşturur. Yaş
çekirdeklerde %1,2-2,7 nispetinde yağ
bulunur. nar çekirdeği yağı, çok değerli
Sağlık Hizmetlerine Yüzde 57 Zam
»»“Sağlıkta Dönüşüm” zamma dönüştü.
Sağlık hizmetlerine sadece bu yılbaşında geçen yıla oranla
ortalama yüzde 57 oranında zam yapılırken, diş tedavisi,
ameliyat, tahlil ve doğum gibi sağlık uygulamalarının ücreti arttı. Türkiye Kamu-Sen’e bağlı Türk Sağlık-Sen, Türkiye
İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerini kullanarak sağlık
fiyatlarında Aralık 2012 ile Ocak 2013 dönemi arasında uygulanmaya başlanan zam fiyatlarını derledi. Bu dönemde
diş tedavisi, ameliyat, tahlil ve doğum ücretleri yükselirken,
düşen sadece muayene ücreti oldu.
Laboratuar Tahlil Ücreti Yüzde 209 Arttı
TÜİK verilerine göre geçen yıl sonunda 4.7 TL olan tahlil
ücretleri bu yıl başında 14.7 TL’ye çıktı. Yüzde 129 artışla
ultrason ücretleri oransal değerlendirmede ikinci en fazla
artan sağlık madde fiyatı oldu.
Diş Tedavi Ücretleri İki Katına Çıktı
Diş çekme ücreti ise 2012 yılı Aralık ayında 24.98 TL iken
bu rakam 2013 yılı Ocak ayında 47.83 TL’ye yükselerek yüzde 91 arttı. Diş dolgu ücreti 2012 yılı Aralık ayında 35.62 TL
iken bu rakam 2013 yılı Ocak ayında 77.90 TL’ye yükselerek
yüzde 118 arttı.
Doğum Ücretleri 732 TL Oldu
Normal doğum ücreti 2012 yılı Aralık ayında 393.51 TL
iken bu rakam 2013 yılı Ocak ayında 732.99 TL’ye yükselerek yüzde 86 arttı. Sezaryen doğum ücreti 2012 yılı Aralık
ayında 710.05 TL iken bu ücret 2013 yılı Ocak ayında 921.43
TL’ye yükselerek yüzde 29.7 arttı.
Uzman Doktor Muayene Ücreti Düştü
Uzman doktor muayene ücreti 2012 yılı Aralık ayında 31.27
TL iken bu rakam 2013 yılı Ocak ayında 12.10 TL’ye geriledi.
punicic acid içermektedir. Nar çekirdeği yağı özellikle cildimizde kırışıklıkları
ve yaşlanmayı gidermekte, saçlarımızda
canlılık ve saç çıkarıcı etkileri nedeniyle
ilaç endüstrisi tarafından önemli miktarda kullanılmaktadır.
Laktoz İntoleransından
Düzenli Süt İçerek Korunun
»»Laktoz intoleransı, sütte bulunan laktoz
şekerinin vücutta parçalanamaması
sonucunda oluşuyor.
Süt ve süt ürünleri tüketiminden
sonra karın ağrısı, ishal, gaz,
mide ekşimesi, kusma, midede
şişkinlik ve kramp ile ortaya çıkıyor; ancak, düzenli süt tüketimi
ile giderilebiliyor.
Laktoz intoleransı vakalarının en büyük sebebinin düzenli
süt tüketilmemesi olduğunu kaydeden Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm
Başkanı Prof. Dr. Neriman İnanç, “Çocukluk döneminde süt
tüketiminin düzenli olmaması halinde vücudun ürettiği laktaz enzimi azalır. Ayrıca, uzun süre süt tüketmemiş kişilerde
sütün içerdiği laktozun sindirimini sağlayan enzimler salgılanma yeteneğini kaybetmeye başlamaktadır. Tekrar süt tüketimine başlandığında kişiler süt sindirimini kolaylaştıran
enzimlerin eksikliği nedeniyle laktoz intoleransı bulgularıyla karşılaşabilmektedir.”
Prof. Dr. İnanç, “Süt şekerinin vücutta emilememesi nedeniyle oluşan laktoz intoleransı ile süt proteini alerjisi sıklıkla birbirine karıştırılmaktadır. Süt alerjisiyle ağırlıklı olarak bebeklik
çağında karşılaşılıyoruz. Süt alerjisi genellikle 0 - 1 yaş aralığındaki bebeklerde karşımıza çıkıyor ve bu dönemden sonra
rahatsızlık kendiliğinden geçiyor. Laktoz intoleransı rastlanan
çocuklarda süt tüketimi kesinlikle bırakılmamalı aksine her
gün düzenli olarak artan oranlarda tüketilmelidir.” dedi.
Göz Tansiyonuna Dikkat
AŞK PAYLAŞIMDIR
Hamburgerci’nin kapısından içeri yaşlı bir amcayla teyze girmişler, bir masaya
oturmuşlar. Derken amca, kasaya gidip 1
hamburger, 1 büyük boy patates ve 1 büyük
cola almış. Elinde tepsiyle masaya dönmüş,
hamburgeri ikiye bölerek yarısını teyzenin
önüne koymuş, sonra bütün patatesleri
tek tek sayarak onlarında yarısını teyzeye
vermiş, sonra cola kutusunu da ortaya koymuş, önce bir yudum kendisi içiyor sonra
da teyze bir yudum alıyormuş. Herkes ne
tatlılar, iki tonton buraya gelmişler, bir kişilik yemeği ikisi yiyorlar zavallıcıklar diye
onları izliyormuş. Derken bir de bakmışlar
ki teyzenin önünde hamburgerle patatesler olduğu gibi duruyor, kocasının afiyetle
yemek yiyişini seyrediyor arada birde coladan bir yudum alıyormuş. Sonunda orada
çalışanlardan biri dayanamamış, yanlarına
gitmiş:
- Afedersiniz, ben sizi izlemekten kendimi
alamadım, lütfen izin verin size bir menü
kendim ısmarlayayım.
Yaşlı amca cevap vermiş:
- Teşekkür ederiz ama biz halimizden memnunuz. 60 yıldır evliyiz ve herşeyimizi işte
böyle paylaşırız.
Bunun üzerine genç adam teyzeye dönmüş:
- Peki ama teyzeciğim, siz neden hamburgerinizi patateslerinizi yemiyorsunuz?
Yaşlı teyze cevap vermiş :
- Protez dişleri bekliyorum...!!!
»»Glokom, göz tansiyonu da denilen göz içi basıncının
artmasına bağlı görme sinirinin hasarıyla sonuçlanan
en önemli körlük nedeni olan bir hastalıktır.
Göz küresi içinde göz içi merceği ile kornea (gözün dış yüze bakan şeffaf kısmı) arasında kalan bölgede dolaşan
göz içi sıvısının görme siniri (optik
sinir) üzerinde oluşturduğu normalden yüksek basınca glokom ya da göz
tansiyonu denir. Yetişkinlerde daha
çok iki tip glokom izlenir.
Açık açılı glokom; en yaygın olan
glokom çeşididir. Glokom şikayetlerinin %85 – 90’ı bu türdendir. Her
ne kadar kornea ve iris tarafından
oluşturulan boşaltım açısı açık olsa
da, bu açıda bulunan trabeküler ağın
süzme yeteneği azaldığından göz içi
sıvısı boşalır. Bu da sıvının geride birikmesine ve gözün içinde yavaş biçimde basınç artışına neden olur. Tipik olarak başlangıç evresinde belirti
göstermez. Göz içi basıncı yavaş yükseldiği için de belirtiler yavaş başlar.
Görme kaybı yavaş geliştiğinden geç
fark edilir ve görme kaybı geç fark
edildiği için kalıcı hasarın çoktan ortaya çıkması muhtemeldir.
Dar açılı glokom; diğer adıyla açı kapanması glokomudur ve hastaların
%5 – 10 arasını oluşturan glokom
tipidir. Bu tür glokomu olan kişilerin
ön kamara açıları doğumdan gelen
anormalliğe veya başka bir sebebe
bağlı olarak daha dardır. Açı darlığı
olan bu tür kişilerin gözlerinde göz
sıvısının süzüldüğü yer olan trabeküler ağın önünde iris kökü toplanacağından göz sıvısının dışarı çıkması
engellenecektir. Dar açılı glokomda
göz tansiyonu çok hızlı yükselir. Hastalar bulanık görme, şiddetli göz
ağrısı, baş ağrısı, ışığın etrafında
gökkuşağı hareleri, mide bulantısı
ve kusmalar tarif eder. Şikayetlerin
hızlı ve şiddetli olarak ortaya çıktığı
bu tablo göz sağlığı açısından acil bir
durumdur. Glokom Türkiye’de 1 milyon kişiyi tehdit ediyor.
22
̇
̇
Şubat 2013 Köy-Koop Merkez Birliği
ETKİNLİKLER
MART 2013
TARIM FUARLARI TAKVİMİ
07 Mart - 10 Mart 2013
FOTEG İstanbul 2013
11.Gıda İşleme Teknolojileri Uluslararası
İhtisas Fuarı
Gıda İşleme Teknolojileri Ve Ekipmanları, Katkı
Maddeleri, Ambalajlama ve Lojistik, Teknolojileri, Unlu Mamul Teknolojileri, Gıda Güvenliği
ve Hijyen
MART AYI TARIM TAKVİMİ
TARLA ZİRAATI
a) Her türlü tarla ziraati için toprak işlemesine devam edilir. İşleme ile birlikte gübreleme yapılır.
Kaymak bağlamış tarlalar tırmık ve kazayağı
ile kırılır. Böylece hububatta kardeşlenme de
sağlanmış olur. Güzlük ekim yapılan yerlerde ikinci azot uygulaması yapılır.
b) Yazlık hububat ekimi devam eder. Bu arada çayır-mera ve yem bitkilerinin de ekimi,
iklimi uygun yerlerde tütün fidelikleri tesisi
ve pamuk ekimine başlanır.
c) Sulanabilir sahalarda cansuyu verilirken,
tarlalardaki fazla su boşaltılır.
d) Güzlük ekilmiş hububatta mücadeleye
önem verilmelidir.
MEYVECİLİK
a) Toplu meyvecilik kurulacak sahalar ile
eski tesisler sürülür ve gübrelenir.
b) Fidan dikimine birçok bölgelerde devam
edilir
HKF Fuarcılık
SEBZECİLİK
a) Seralarda turfanda domates, hıyar, kabak
gibi sebzelerin hasadına devam edilir.
b) Sıcak ve ılık yastıklara ekilen sebzelerin
birinci şaşırtması yapılır.
c) Sebze bahçesi topraklarının işlenmesine
devam edilir ve gübrelenerek ekime hazır
hale getirilir.
d) Domates, biber, patlıcan yavaş yavaş tavalara alınır.
e) Şaşırtılan ve tavaya alınan fidelere cansuyu verilir. Şaşırtılma yapılmamışsa çapalama
yapılmalıdır. Özellikle bakla ve bezelyelerde
çapalama başlar.
f) Bahçede, serada, sıcak ve ılık yastıklardaki
zararlı ve hastalıklarla mücadele edilir.
BAĞCILIK
a) Bağ kurulacak yerlerde ve eski tesislerde
toprak işlemesi ve gübrelemeye devam edilir.
b) Köklü ve köksüz bağ çubuğu dikimine devam edilir.
c) Don tehlikesi olmayan yerlerde bu ay içinde bağ budamasına son verilir. Tehlikesi olan
yerlerde donların geçmesi beklenmelidir.
Nispeten mutedil iklimli yerlerde ve ılıman
bölgelerde aşılama işlemlerine de başlanır.
13 Mart - 17 Mart 2013
Konya Hayvancılık 2013
Hayvancılık Ekipmanları ve Süt Endüstrisi
Fuarı
Hayvancılık Ekipmanları ve Süt Endüstrisi
d) Hastalık ve zararlılarla mücadele edilmeli,
soğuk bölgelerde omcalar gözler patlamadan
bordo bulamacı ile yıkanmalıdır.
Tüyap Konya
HAYVANCILIK
13 Mart - 17 Mart 2013
Konya Tarım 2013
11. Uluslararası Tarım, Tarımsal Mekanizasyon ve Tarla Teknolojileri Fuarı
Tarım, Tarımsal Mekanizasyon
Teknolojileri Fuarı
ve
Tarla
Tüyap Konya
14 Mart - 17 Mart 2013
c) Meyvelerde budama ile birlikte aşılama
işleri de devam eder. Ilık bölgelerde sert çekirdekli meyveler çiçek açabileceğinden donlara karşı dikkatli olunmalıdır. Yeni kurulan
meyve bahçelerine cansuyu verilmelidir.
d) Çeşitli zararlı ve hastalıklara karşı mücadeleye devam edilmelidir. Özellikle armut
göz kurdu, püseron ve zeytin güvesine karşı
önlem alınmalıdır.
e) Turunçgillerin hasadına ve ambalajlanarak piyasaya arz edilmesine devam edilir.
a) Bazı bölgelerde hayvanlar meraya çıktıklarından ahır işleri yavaşlar. Ancak Doğu
Anadolu Bölgelerinde ahır temizliği, havalandırma, dezenfeksiyon işler devam eder.
b) Meraya çıkarılmış hayvanlara da ek yemler verilir. Diğer ahırda bulunan hayvanların
yemlenmesi ve bakım işleri yapılır.
c) Devam eden doğum işleri ile ilgili gerekli
tedbirler alınmalıdır.
d) Bazı bölgelerde meralarda otlatma başladığından meraların ıslah çalışmaları yapılır.
Özellikle nöbetleşe otlatma yapmakla mera-
ları korunduğu gibi daha uzun süre faydalanılabilir.
e) İlkbahar mevsimi ile birlikte oluşabilecek
salgın hastalıklar ile diğer zararlılara karşı
koruyucu aşı ve mücadele yapılır.
TAVUKÇULUK
a) Kümeslerde bakım, temizlik, dezenfeksiyon işleri devam eder. Kümes pencereleri
kedi, köpek, tilki, sansar gibi hayvanların ve
kuşların girmelerine engel olacak şekilde kafes teli ile kaplanmalıdır.
b) Kuluçka mevsimi olması nedeniyle bu
amaçla yapılan işlere önem verilir. Damızlığa
uygun yumurtalar seçilerek üretim yapılır.
c) Beslenmede özellikle yeni çıkan civcivlere
önem verilerek,büyümelerini sağlayan yemçeşitleri seçilir.
d) Tavuk hastalıklarına karşı koruyucu aşılar
ve önleyici ilaçların uygulanmasına devam
edilir. Özellikle civcivlerde bu durum özel bir
önem taşımaktadır.
ARICILIK
a) Arılar bazı bölgelerde dışarıya çıkacaklarından kovan bakım işleri buna uygun olarak
devam eder.Kovan çerçeveleri tamir edilir.
Küflü ve kırık çerçeveler değiştirilir.
b) Arılar bal toplama faaliyetine başladıklarından bakım işleri artacağından arıcılık malzemeleri daima çalışır halde bulundurulmalıdır.
c) Kovanlarda hastalık yapmaması için ilkbahar temizliği yapılır ve gerekli ilaçlar kullanılır.
İBATECH Ankara 2013
6.Uluslararası Ekmek, Pasta Makineleri, Dondurma, Çikolata ve Teknolojileri
Fuarı
Mevzuat
Ekmek, Pasta Makineleri, Dondurma, Çikolata
ve Teknolojileri
Messe Stuttgart Ares Fuarcılık
27 Mart - 31 Mart 2013
Bursa Karacabey Tarım ve Hayvancılık
2. Bursa Karacabey Tarım ve Hayvancılık
Fuarı
Tarım, Hayvancılık, Tohum, Meyvecilik,
Sulama ve Seracılık Teknolojiler,Traktör ve
Ekipmanları
Gıda Güvenliği ve Beslenme İçin Ormanlar üzerine
Uluslararası Konferans
KİTAP
Prof.Dr. Tayfun ÖZKAYA
Yayın Evi: Yeni İnsan
Renkli Fuarcılık
Bu kitapta Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu, Boğaziçi
Üniversitesi Tüketim Kooperatifi, Başka Bir Gıda Mümkün Girişimi, Kibele Ekolojik
Yaşam Kooperatifi, Marmariç
Ekolojik Yaşam Derneği deneyimlerini paylaştı, nasıl sorusunun yanıtlarını aradı.
28 Mart - 31 Mart 2013
Avrasya Tarım 2013
Uluslararası Tarım ve Tarımsal
Mekanizasyon Fuarı
Tarım, Hayvancılık, Seracılık ile İlgili Tüm Makine ve Ekipmanları, Aksesuarları, Sistemleri,
Konstrüksiyonları, Tarım İlaçları
Pozitif Fuarcılık
Prof.Dr. Erhan REHBER
28 Mart - 31 Mart 2013
• Kooperatifçiliğin Tarihçesi
• Kooperatif Tanımı,
Sınıflandırılması
• Kooperatifçilik Değer ve İlkeleri
• Kooperatif Teorisi
• Dünya ve Türkiye'de
Kooperatifçilik
• Kooperatiflerin Geleceği
www.ekinyayinevi.com
KAYTARIM 2013
Kayseri Tarım ve Hayvancılık Fuarı
Tarım, Tarım Teknolojileri, Seracılık, Hayvancılık, Tohumculuk, Tavukçuluk, Süt Endüstrisi,
Fidancılık
Atlas Fuarcılık
Türkiye’de 24 saat
esasıyla hizmet veren
tek Merkez olan Ulusal
Zehir Danışma Merkezi,
zehirlenmeler hakkında
size bilgi verir...
Nasıl Bir Organik Tarım?
www.marking.com.tr
teknolojidegisimyenilikbilgiçözümfaydastratejigelecekeglenceodaktasarımdeger
▶▶30 Ocak 2013 Tarihli ve 28544
Sayılı Resmî Gazete, 2013/4245
Fındık Üreticilerine Alan Bazlı Gelir
Desteği ve Alternatif Ürüne Geçen
Üreticilere Telafi Edici Ödeme
Yapılmasına Dair Bakanlar Kurulu
Kararı
▶▶2 Şubat 2013 Tarihli ve 28547
Sayılı Resmî Gazete, Gıda ile Temas
Eden Madde ve Malzeme Üreten
İşletmelerin Kayıt İşlemleri ile İyi
Üretim Uygulamalarına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair
Yönetmelik
▶▶4 Şubat 2013 Tarihli ve 28549
Sayılı Resmî Gazete, Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman
Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin
Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait
Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun 6412
▶▶7 Şubat 2013 Tarihli ve 28552
Sayılı Resmî Gazete, Filistin Ulusal
Yönetimi Menşeli Bazı Tarım Ürünleri İthalatında Tarife Kontenjanı
Uygulanmasına Dair Tebliğ
▶▶9 Şubat 2013 Tarihli ve 28554
Sayılı Resmî Gazete, Safkan Damızlık Koyun ve Keçi Yetiştiriciliği
Hakkında Tebliğ (No: 2013/2)
▶▶12 Şubat 2013 Tarihli ve 28557
Sayılı Resmî Gazete, Fındık Üreticilerine Alan Bazlı Gelir Desteği ve
Alternatif Ürüne Geçen Üreticilere
Telafi Edici Ödeme Yapılmasına
Dair Kararın Uygulanmasına İlişkin
Tebliğ (No: 2013/4)
▶▶16 Şubat 2013 Tarihli ve 28561
Sayılı Resmî Gazete, 2013/4271
T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve Tarım
Kredi Kooperatiflerince Tarımsal
Üretime Dair Düşük Faizli Yatırım
ve İşletme Kredisi Kullandırılmasına İlişkin Bakanlar Kurulu Kararı
▶▶5 Şubat 2013 Tarihli ve 28550
Sayılı Resmî Gazete, Bazı Tarım
Ürünlerinin İhracatında ve İthalatında Ticari Kalite Denetimi Tebliği (Ürün Güvenliği ve Denetimi:
2013/21)’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Ürün Güvenliği ve
Denetimi: 2013/25)
▶▶16 Şubat 2013 Tarihli ve 28561
Sayılı Resmî Gazete, 2013/4278
Güneydoğu ve Doğu Anadolu Projesi Kapsamındaki İllerde Kurulacak
Damızlık Sığır İşletmesi Yatırımlarının Desteklenmesine İlişkin
Bakanlar Kurulu Kararı
▶▶5 Şubat 2013 Tarihli ve 28550
Sayılı Resmî Gazete, Çay Tarım
Alanlarında Çay Tarımı Yapan Üreticilerin Ruhsatlarının Yenilenmesi,
Ruhsatname Almadan Çay Bahçesi
Kuranlara Ruhsatname Verilmesine Dair Tebliğ (No: 2013/3)
▶▶21 Şubat 2013 Tarihli ve 28566
Sayılı Resmî Gazete, Çiftçi Kayıt
Sistemine Dâhil Olan Çiftçilere
Mazot, Gübre ve Toprak Analizi
Destekleme Ödemesi Yapılmasına
Dair Tebliğ’de Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (No: 2013/6)
̇
̇ Mart 2013
Köy-Koop Merkez Birliği
SPOR - TARIM BULMACA
23
Uyuyun da... Büyüyün!
Kaç yaşınızda olursanız olun ya da nerede yaşarsanız yaşayın, hayatınızın
bir yerinde mutlaka ama mutlaka
duymuşsunuzdur…”…Uyusun
da
büyüsün, tıpış tıpış yürüsün…”
Yaşantımızın üçte biri uykuda geçtiği halde çoğumuz uyku hakkında
yeterince bilgi sahibi değiliz. Ancak
uyku kavramı, yemek, içmek, nefes
almak gibi yaşamsal bir zorunluluktur. Spor yapanlar da ise uykunun
önemi daha da artmaktadır.
Uyku nedir?
Uyku, bir dinlenme biçimidir.
Uyku, bir yaşam fonksiyonudur.
Uyku, canlılar için bir zorunluluktur.
Ve uyku için bir sürü şey söylenebilir.
Ancak uykunun bir zorunluluk olması ve yaşantımızın neredeyse üçte birini kapsaması bazen şu soruyu ister
istemez akla getiriyor:Uyumadan da
yaşanabilir mi? Görsel ve yazılı basında arada sırada bu durumda olan
insanların olduğu dile getirilse de bu
sorunun cevabı kesinlikle “hayır” dır.
Bilim adamlarının
yaptıkları deneylerde uzun
süreli uykusuz bırakılan
deneklerde ortalama 3 gün
gibi bir sürenin sonunda
gerginlik, sinirlilik,
zaman ve mekân algılama
sorunları, konuşma
güçlükleri gibi sendromlar
ortaya çıktığı görülmüştür.
Bilinen en uzun süreli uykusuzluk
deneyi 11 gün ile Amerikalı bir üniversite öğrencisinde gerçekleştiril-
Adnan YAHŞİ
Atletizm Yıldız Milli Takım Antrenörü
[email protected]
miştir.
Ülkemizde yapılan araştırma sonuçları nüfusumuzun %75’lik gibi bir
çoğunluğunun günde 7-8 saat süreyle uyuma alışkanlığı olduğunu göstermiştir. 8 saatten daha uzun süre
uyuyanların oranı %15 kadar ve geri
kalan %10’luk oran da 8 saatin hatta
6 saatin altında uyuyanların oranıdır.
yku süresi yaşa, cinsiyete ve yaU
şantıya göre farklılıklar göstermektedir. Bilinen en kaba uyku ihtiyacı ölçüsü, uyanık kalınan her 2 saat için
1 saatlik uyku gereksinimidir. Yaş
ilerledikçe bu oran 2 saat için 45 dakika ve daha az süreye de inmektedir.
Bebeklerde ve çocuklardaki uyku düzeni ise bambaşka bir konudur.
aşamsal zorunluluk olan uyku,
Y
spor yapanlar için daha da önemlidir. Çünkü hangi spor dalı yapılırsa
TARIM BULMACA
1
2
3
4
5
6
7
Y. İzzettin BAŞER
8
9
10
11
12
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
Soldan Sağa
1- Türkiye’nin tahıl ambarı 2- Orta Asya’da bir dağ sırası... Halk
dilinde kova, bakraç... 3- Güneş tanrısı... Fide yetiştirmek için
düzenlenen yüksekçe yer... Notada duraklama işareti 4- Çevresinde
olup bitenlerin farkına varmayan, sezmeyen, edepsiz... Yayla atılır...
Sürüye uymayan davar 5- Genişlik... Küçük su kaynağı... Rusya’da
bir göl 6- Sunma... Türkiye’nin plaka kodu... Açık, belli 7- Tahıl
demetlerinin üzerinden düven geçirilerek tanelerin başaklarından
ayrılması işi... Bir kuvvet komutanlığımızın kısaltılmışı 8- Fakat,
lakin... Elem 9- Sodyumun simgesi... Sessiz... K harfinin kalın
okunuşu 10- Beş yaşını geçmiş davar... Çöl bitkisi 11- Yüz yıl... Telefon sözü... 12- Bomba yapımında kullanılan bir madde... Utanma
duygusu... Sivas’ın bir ilçesi.
Yukarıdan Aşağıya
1- Karadenize özgü bir sebze... 2- Vaka... Oruç ayı 3- Biriçte sanzatü...
Kırsalda birkaç evden oluşan en küçük yerleşim birimi... 4- Yürüyerek...
Düz, ince, yassı taş... 5- Kuru soğuk... Nalın 6- Misal, emsal... 7- Dikenli, zehirli bir balık... Venedik altını 8- Halk ozanı... Metal olmayan 9Seyrek olmayan... Dünyanın uydusu... Kabuklu meyve, ceviz 10- Şarkı,
türkü... Ekin biçme aleti... 11- Kökü tatlı ve yemeklerde kullanılan hoş
kokulu bir bitki... 12- Olağanüstü kişiler ve olaylarla geliştirilen öykü...
Üzüm veren bitki.
yapılsın performans ile doğrudan
ilişkilidir. Yaptığınız spor dalına
göre, antrenmanın günün hangi
saatinde olduğu, yüklenme şiddeti
gibi konular, uyku düzeninizin de
planlanmasını gerektirmektedir. Bu
konuda bilinen çalışmalardan birinde, bir basketbol takımı oyuncularından altı hafta boyunca günde 10
saat uyumaları istenmiştir. Sürenin
sonunda basketbol oyuncularının
atışlarındaki isabet oranının %9
oranında yükseldiği görülmüş. Bu
sonuç, araştırmayı yapanların uykunun fiziksel performansa katkısını
göstermelerine yardımcı olmuştur.
Eğer ertesi gün bizi patlayıcı kuvvet
ve anaerobik (oksijen borçlanması)
performansa dayalı bir çalışma bekliyorsa, bu çalışmadan en az 4 saat
önce uyanmış olmamız gerekmektedir. Bu tarz antrenmanlar sadece kas
ve iskelet sistemin değil, sinir sisteminin de en üst düzeyde çalışmasını
gerekmektedir. Ve sinir sistemi en
aktif hale uyandıktan 4 saat sonra
gelebilmektedir. Uykunuzu yeterince alamadığınızda spor çalışmalarında istediğiniz sonucu alamazsanız.
Kadınlarımız
ranlık olmalıdır.
• Sessiz bir ortamda uyumalısınız.
• Ortamınız iyi havalandırılmış olmalıdır.
• Asla dolu mideyle yatağa girmemelisiniz.
• Uyku saatleriniz hafta sonları da
dâhil hep aynı olmalı.
Çünkü uykusuzluk, spor çalışmalarınız sonucunda elde edeceğiniz
tüm kazancı geciktiriyor. Bu konuda
yurtdışı kaynaklı bir çalışmada bilim adamları,24 saat süreyle uyanık
tuttukları erkekleri spor salonuna
göndermiş ve çalışmaları sonucunda
kaslarındaki büyüme incelenmiştir.
İncelenen erkeklerde kasların büyümesini sağlayacak testosteron artışı
gözlenmemiştir.
onuçta sağlıklı
S
gelişim ve tam performans
koyabileceğiniz spor için,
beslenme, doğru ve bilimsel
antrenman, dinlenme en
çok dikkat edilmesi gereken
konularınız olmalıdır.
Dinlenme için ise uyku
atlamamanız gereken
kavramdır.
Kaliteli bir uyku için ise dikkat etmeniz gerekenler:
• Uyuduğunuz yatak kaliteli ve boyunuzdan da 10-15 santim uzun olmalıdır.
• Uyuduğunuz ortam kesinlikle ka-
Toprak öyle bitip tükenmez, dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişemeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle
Ve onlar
ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak,
toprak,
ve topraktı.
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
Ve ayın altında kağnılar
yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.
Nazım Hikmet Ran
• Yatmadan önce alacağınız kafein
içerikli içecekler uykuyu kaçırır.
• Unutmayın alkol derin uyku devresine geçmeyi zorlaştırır.
• Ve aşırı kilo da uyku sorununu ortaya çıkarabilir.
elişen teknoloji ve
G
bilim birçok şeyi ortaya
çıkarmış olsa da uyku ile
ilgili hala bilinmeyenler
mevcuttur.
Ancak bilinenlerin ışığında, uyku sırasında bedenin onarımı, çeşitli madde ve hormonların sentezi, hafızanın
yapılandırılması ve psikolojik dinlenme gibi bir çok olayın gerçekleştiği
ispatlanmıştır. O zaman başlıkta yazdığımız bir gerçekten ibarettir.
“…Uyuyun da… büyüyün!”
Spor dolu günler sizinle olsun.
Dünya Emekçi Kadınları Günü
Kutlu Olsun
8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin
New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma
koşulları istemiyle bir tekstil
fabrikasında greve başlar. Ancak polisin işçilere saldırması ve
işçilerin fabrikaya kilitlenmesi,
arkasından da çıkan yangında
işçilerin fabrika önünde kurulan
barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can
verir. İşçilerin cenaze törenine
10.000'i aşkın kişi katılır.
26-27 Ağustos 1910 tarihinde
Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı
kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara
Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki
tekstil fabrikası yangınında ölen
kadın işçiler anısına 8 Mart'ın
"Internationaler
Frauentag"
(International Women's Day Dünya Kadınlar Günü) olarak
anılması önerisini getirir ve
öneri oybirliğiyle kabul edilir.
“Dünya Emekçi Kadınlar Günü”
adı, 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda belirlenir.
Türkiye’de tarım iş gücünün
yaklaşık yüzde 75’ini kadınların
oluşturduğunu, kayıt dışı çalışan, sosyal haklardan yoksun,
Clara Zetkin 1857-1933
bağda-bahçede insan onuruna
yakışmayacak koşullarda çalışıp,
yaşayan, ev işi yapan emekçi kadınlarımızın bu durumlarını görüp, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü, bir ‘anma günü’
olarak mı geçireceğiz?
Yoksa; emekçi, üretken, paylaşan, örgütlü, yardımlaşarak, dayanışarak hareket etmeyi bekleyen kadınlarımızla, haklarımızın
kazanılması için hep beraber;
bağda, bahçede, tarlada, güneşin
alnında mı kutlayacağız?
Herkesin, açlık, yoksulluk çekmeyeceği, eşit, mutlu yaşayacağı bir gelecek umuduyla tüm
emekçi kadınlarımızın, ‘Dünya
Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyoruz.
KÖY-KOOP MERKEZ BİRLİĞİ
"Bir millet herhangi bir şeye özgürlükten daha fazla değer veriyorsa,
özgürlüğünü kaybedecektir. Kaderin cilvesine bakın ki değer verdiği
şey, rahatlık ya da para ise onları da kaybedecektir."
Somerset Maugham

Benzer belgeler