Köy-Koop Haber Gazetesi 16. Sayı
Transkript
Köy-Koop Haber Gazetesi 16. Sayı
Türkiye’nin Tek Tarım Gazetesi MART 2013 Yıl:2 Sayı:16 TÜRKİYE KÖY KALKINMA VE DİĞER TARIMSAL AMAÇLI KOOPERATİF BİRLİKLERİ MERKEZ BİRLİĞİ GAZETESİ Köy-Koop “2013 Yılı Çalıştayı” Kemer’de Gerçekleşti 2013 Yılı Birleşmiş Milletler 19. Uluslararası Kooperatifler Günü'nün teması: "Kooperatif kurumsal kriz döneminde güçlü kalır" VTV, Kanal 15 ve ortak birim kooperatif personeli, görsel ve yazılı medya temsilcileri ile firmalar katılım sağladı. Sunuculuğunu Umut Özdil’in yaptığı “2013 Yılı Çalıştayı”ında açılış konuşmasını yapan, Köy-Koop Genel Başkan Vekili Mehmet Varol, “Köy-Koop Merkez Birliği olarak düzenlediğimiz bu tip eğitim çalışmalarını sürekli olarak yapıyoruz. Bu 2013 Yılı Tarımsal Kredilerinin Şartları Belli Oldu “E-Tohum Takas” »»İnternetten “Yerel Ve Doğal Tohum Takas Ağı” açılış toplantısı, 20 Şubat 2013’de İzmir’in Bornova ilçesinde yapıldı. »»Kredi üst limiti damızlık süt sığırı yetiştiriciliğinde 20 milyon lira olurken, diğer konularda 15 milyon lirayı aşamayacak. Üreticilerin finansman ihtiyaçlarının uygun koşullarda karşılanması amacıyla T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve Tarım Kredi Kooperatiflerince Tarımsal Üretime Dair Düşük Faizli Yatırım ve İşletme Kredisi Kullandırılmasına İlişkin 2013/4271 Bakanlar Kurulu Kararları 16 Şubat 2013 Tarihli ve 28561 Sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. 1 Ocak-31 Aralık 2013 tarihleri arasında (bu tarihler dahil) bankaca uygulanmakta olan tarımsal kredi cari faiz oranlarından kredi konuları itibariyle belirtilen oranlarda indirim yapılmak ve kredi üst limitleri aşılmamak üzere tarımsal kredi kullandırılabilecek. » Syf 8’de Büyükşehir Yasası Ne Getiriyor? Kırsala Ne Oluyor? Büyükşehir Yasası’nın tarım sektörünü, Türkiye’nin bugünü ve yarınını nasıl etkileyeceğini, A. Ü. Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Bülent GÜLÇUBUK ile konuştuk. Röportaj » Syf 10’da sene farklı bir eğitim programının yapılmasını düşündük. Bu çalıştayımızda kooperatifçilerimizin eksiği olarak gördüğümüz “Kurulların Yetki ve Sorumlulukları”, “Girişimcilik” ve “Lider Yöneticilik” konularında üç gün sürecek olan eğitimler vereceğiz. Eğitimlere katkılarından dolayı; Alman Kooperatifleri Konfederasyonu Türkiye Temsilciliği (DGRV)’ye, katılımlarından dolayı Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımızın temsilcilerine, birlik başkanlarımıza, tüm kooperatif ortaklarımıza, yazılı ve görsel medya temsilcilerine ve çalıştaya katkı sunan banka ve firmalara “2013 Yılı Çalıştayı”mızın başarılı geçmesi temennisiyle herkese teşekkür ederim.” diye konuştu. Çalıştay açılış konuşmalarında söz alan Köy-Koop İl Birlik Başkanları, Yapılacak olan yeni Anayasa’da Kooperatiflere pozitif ayrımcılık yapılması gerekliliğinin altını çizdiler. » Syf 3’de Dünya Emekçi Kadınlar Günü “2013 Yılı Çalıştayı”na, Köy-Koop Merkez Birliği’ne bağlı birlik başkanları, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Tarım Reformu Genel Müdürlüğü’nü temsilen Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Özgün, Teşkilatlanma Daire Başakanı Fersan Dursun, Şube Müdürü Ziya Okumuşoğlu, Ziraat Yüksek Mühendisi Z. Birsen Çapanoğlu, Alman Kooperatifleri Konfederasyonu Türkiye Temsilciliği (DGRV) Tarımsal Eğitim ve Danışmanlık Ekip Lideri Prof. Dr. Salahattin Kumlu, Eğitmen Arzu Akalın, Eğitmen Ufuk Peker, Denizli Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdür Yrd. Ergün Çolakoğlu, Kırsal Kalkınma ve Örgütlenme Şube Müdürü Ferruh Bacanlı, Denizbank Tarım Bankacılığı Pazarlama Grup Müdürü Dr. Levent Öztürk, Enerji Federasyonu Genel Başkan Yrd. Hakan Öztekin, Basından; Köy-TV, Pamukkale TV, Antalya mart »»Köy-Koop Merkez Birliği, 10-13 Şubat 2013 tarihleri arasında Antalya Kemer’de “2013 Yılı Çalıştayı” düzenledi. Tüm Emekçi Kadınlarımızın, ‘Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ Kutlu Olsun “Geleceğin Köylerinde Kooperatifçilik ve Yeni Belediye Yasası” »»“Geleceğin Köylerinde Kooperatifçilik ve Yeni Belediye Yasası” konulu panel 18 Şubat 2013 tarihinde İzmir’in Bergama ilçesinde gerçekleştirildi. Modaretörlüğünü gazeteci Tuncer Beybağ’ın yaptığı panelde; Tarım alanında izlenen politikaların ve tarımsal alanlarda yaşanan değişimlerin masaya yatırıldığı panelde kooperatifleşmenin faydaları ele alındı. Türkiye’nin tarımda ithalatçı bir ülke haline geldiğinin ifade edildiği panelde, ülkenin gıda egemenliğinin hızla yitirildiği ve tarımda dışarıya muhtaç hale gelindiğinin altı çizildi. Tarım politikalarının çiftçileri fakirleştirdiğinin ve üretimin gerilediğinin vurgulandığı panelde, çiftçilerin hızla kooperatifleşmeye sevk edilerek, kooperatiflerin desteklenmesi gerektiği ifade edildi. » Syf 7’de 2006 yılında çıkartılan Tohumculuk Kanunu ile yerel ve doğal köylü tohumlarının satışı yasaklandı. Yerel tohumların yaşatılması ve korunması için ülkemizde Ege Üniversitesinden Prof. Dr. Tayfun Özkaya, Zir.Yük. Müh. Zerrin Çelik, Karaot Tohum Derneği Başkanı Feray Karapınar, Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı, Torbalı Belediyesi, Karaot Köyü Tohum Derneği, ÇiftçiPlat desteğinde 2010 yılında ilk kez Torbalı Tohum Takas Şenliği düzenlendi ve o günden bu yana bu etkinlikler dalga dalga yayılmaya devam ediyor. » Syf 9’da IPARD’dan 236 Milyon Euro’luk Hibe »»IPARD programı kapsamında çıkılan 9. başvuru dönemi başladı. IPARD programı kapsamında kırsal kalkınmada 2013 yılında kullanılması gereken asgari AB katkısı ise 131 milyar Euro. Kırsal kalkınmaya hibe olarak verilecek bu desteklerin yüzde 75’i AB destekli, yüzde 25’i milli bütçeden karşılanıyor. » Syf 20’de Hadi İLBAŞ Prof.Dr. T.Ayhan ÇIKIN Dr. Umut TOPRAK Dünden Bugüne Kooperatifçilik -16» Syf 2’de Tarımın Sorunları ve Kooperatifler » Syf 14’de Ülkemiz Ziraat Fakültelerinden Nobel Ödülü Çıkar mı? » Syf 11’de Prof.Dr. MUSTAFA KAYMAKÇI Esengül ERDEM Geleceğin Köyleri Hareketi Başladı Dr. Erhan EKMEN » Syf 4’de Mısır: Herşeyin İçindeyim -IV» Syf 15’de Erol AKAR Dr. Neşe Nuray TOPRAK Ünal ÖRNEK Sarı Kızın Samanı Yurt Dışından Geldi? » Syf 9’da Kooperatifler Yeni İşler Yaratır » Syf 18’de Sivil Toplum Kuruluşları » Syf 6’da Kafdağı’ndaki Kaynak » Syf 8’de KOOPERATİFÇİLİK Bu yılın çalışmalarını şöylece sıralayabiliriz: Kooperatif 1971 yılında ekonomik bir güç olduğunu topluma kabul ettirmiştir. Bu olgu bir takım ekonomik çalışmaların sonucudur. 1968 de kooperatif kurulduğunda balıkçının ne ekmek parası ne de üretim aracı vardı. 1971 de artık tüketici durumuna gelen balıkçının da bir alım gücü ve dolayısıyla kredisi vardı çevresinde. Emek ve Ekmek Motorları • Prof.Dr. Lütfü ÇAKMAKÇI • Dr. Umut TOPRAK • Dr. Hilal TUNCA • Dr. Tuba ŞANLI • Dr. Caner KOÇ • Dr. Bediha DEMİRÖZÜ • Dr. Güray AKDOĞAN • Dr. Levent DOĞANKAYA • Dr. Yener ATASEVEN • Dr. Özdal KÖKSAL • Dr. Neşe N. TOPRAK • Dr. Selen AKAN • Dr. Selen Deviren SAYGIN M Gazetemizin Yayın Kurulu Üyeleri Fahri Olarak Görev Yapmaktadırlar. SA M LA AÇLI KOO PE R RK 1971 yılı kooperatif için her konuda bir ilerleme yılı olmuştur. Üretim araçlarının artışı balık üretimini eskiye göre önemli ölçüde artırır. Bu ise, etkin bir pazarlama sorununu ortaya çıkarır kooperatifin karşısına,. Pazarlama konusunda yapılması gereken ilk iş depolama sorununun çözümlenmesidir. Üreticiyi günlük fiyat dalgalarından korumanın vazgeçilmez koşulu da depolama olanaklarının bulunmasıdır. Bu olanak üye balıkçıların kooperatife güven duymaları konusunda da çok önemlidir. Bu konuda Taşucu balıkçılarından Ahmet Gençler’e kulak verelim: “Eskiden çok balık tuttuğumuz zamanlar tefeci çok düşük fiyat verirdi. Çünkü elimizde kalacağını ve bozulacağını biliyordu. Mecbur kalır 250 kuruşa, 3 liraya balık satardık. Şimdi ise, her birimiz 1000 kilo balık bile getirsek kooperatif alır elimizden.” Bu konunun önemini kavrayan Kooperatif Yönetim Kurulu 15.500 liraya 1,5 tonluk bir deep-freeze buzdolabı satın almıştır. Kooperatifin kurulması için gerekli olan 3000 lirayı 1968 de 30 kurucu ortak ancak 6 ayda biriktirebilmişken 1971 de kooperatifin 15.500 lira değerindeki bu dolabı kolaylıkla alabilmesi çok anlamlıdır. – sürecek - YAYIN KURULU LİKLERİ M E 1970 yılında kooperatif Silifke ve Hacı İshaklı köylerinde birer balık satış mağazası daha açar. Yöre pazarlaması dışında etkin bir dışa dönük pazarlama sistemi de 1970 yılında kurulur. Mersin, Adana, İskenderun iç pazarlama ağını oluşturur. Yurt dışına dönük bir pazarlamaya da bu yıl geçilmiştir. Kıbrıs’a Balık satmaktadır. Kooperatif sınırlı bir şekilde de olsa malzemelerini ortaklarına dış piyasaya göre en az %15 ucuza ve kredi ile sağlayabilmiştir. RI 1970 yılı önemli bir mücadele ile başlar. Kooperatif kurulmadan önce Taşucu’nda çalışan iki trol motorunun ve çevreden gelip trolle balık avlayanların kooperatif sularından uzaklaştırılması sorunu vardı. Trolcülerle silahlı denebilecek bir mücadeleye girişilir. Sonunda ürküp kaçar trolcüler. V E D İ Ğ E R TA Trolcülerin Yenilgisi MA 3. Dalyanın kiralanması. 1971 yılından bu yana faaliyet gösteren Türkiye Köy Kalkınma ve Diğer Tarımsal Amaçlı Kooperatif Birlikleri, 1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu’nun geçiçi 2. maddesi gereği, intibak dışı kalarak tüzel kişiliklerini korumuş ve Merkez Birliği düzeyinde KÖY-KOOP adı altında üst örgütlenmelerini tamamlamışlardır. Köy-Koop Merkez Birliği; Tarıma ait farklı çalışma alanlarında (Hayvancılık-Süt üretimi ve işlenmesi, seracılık, halı–kilim üretimi, zeytin ve zeytinyağı işlenmesi, bal, çeltik üretimi ve işlenmesi, çiçekçilik, fidan, salça, reçel, konserve üretimi v.b.) etkinlik gösterir. IN 2. Kredi olanağının yaratılması. KÖY-KOOP MERKEZ BİRLİĞİ K 1. Balık pazarlanması sorununun Taşucu’nda somut olarak çözümlenmesi. Bu tarihten sonra yapılacak tasdiklerde cezai müeyyideler uygulanacaktır. Gerekli önlemleri bir an evvel alıp mali müşavirlerinizle bu konuda işbirliği içinde çalışmanız gerekir. Değerli okuyucular konu hakkında daha detaylı bilgi almak isterseniz merkez birliğimize ulaşabilir ya da Merkez Birliğimize e-mail yoluyla sorularınızı göndererek sizlere yardımcı olmamızı sağlayabilirsiniz. [email protected] [email protected] Tel: 0312 419 63 95 -96 L 1969 yılında yeni kuruluşunun birinci yılında kooperatifin ekonomik başarılarını şöyle özetlemekte yarar vardır Kooperatifin üretim araçları bakımından bir başka başarısı da motorlu tekne sayısını artırmak olmuştur. Kooperatifin kuruluşunda ortaklıklarda ikisi motorlu, üçü motorsuz beş tekne varken 1971 yılına gelindiğinde motorlu tekne sayısı 40’ ı bulmuştur. Bu gelişme kuşkusuz kooperatifleşmenin üye balıkçıların gelir düzeyinde gerçekleştirdiği yükselme ile sağlanmıştır. Ancak üretimi artırmak için motorlu tekne sayısındaki artış yetmez. Bunun yanında balıkçının çok değişik türden ağlara ihtiyacı vardır. Örneğin, barbun için özel bir ağ gereklidir. Aslında bol balık yakalamak için “Barakadı” denilen 300, 500, 1000 0ltalık takımlar, “gırgır” denilen ağlar gereklidir. Ancak bunlar kooperatifleşmiş balıkçıların bile alım gücünü aşan ve önemli ölçüde krediyi zorunlu kılan üretim araçlarıdır. Şimdi ise kapanış tasdikleri ile ilgili olarak son gün olan 31.03.2013 tarihin de defterlerimizin kapanış tasdiklerini yaptırmamız gerekir. KA Ankara’da kişisel ilişkiler yoluyla dalyanı kooperatife maletmenin yollarını ararlar. Bu dönemdeki Maliye Bakanı Cihat Bilgehan bu olayda önemli bir rol oynar ve konuyu Bakanlar Kuruluna götürür. Devrin Bakanlar Kurulu da ihalenin kooperatife verilmesini benimser. Ancak bu olayın Silifke’de çözümlenmesi gereken düğümü epey güçlükle çözülür. Çünkü, yasal olarak ihale Adana’lı tüccarın üzerindedir. Bakanlar Kurulunda alınan kararın yürürlüğe girebilmesi için 44.000 liralık bir teminat mektubu gerekmektedir. Bu paranın bir ay içerisinde bunması şartı var. Bulunmazsa ihale tüccarın üzerine kalacaktır. Yine kişisel ilişkilerin yardımı ile Ziraat Bankası’ndan 50.000 liralık bir kredi bulunur ve düğüm çözümlenir. Motorların Taşucu’na geleceği gün Silifke Kaymakamının ve öbür bakanlıklar ilçe örgütleri müdürlerinin katıldığı bir tören düzenlenir. Motorlar kıyıya yaklaşırken kaymakamın “motorların adını koydunuz mu?” diye sorması üzerine, kooperatif başkanı o anda “birinin adı Emek, öbürününki Ekmek olacak” deyiverir. Ğİ • KÖY Sadık Kutlu dalyanın kooperatife kiralanmasını ister, fakat ihale kapalı zarf usulüyle yapıldığından dalyan Adanalı bir balık tüccarında kalır. Sadık Bey de kooperatif yöneticileri de bunu hazmedemezler. RLİ Sadık Kutlu dalyanı devletten 20 yıllığına kiralamıştır. Ancak karlı bir işletmeye geçemeyince dalyan başka kişilerin eline geçmiştir. Bİ tırlı durumunu kooperatifin hizmetine sunan önderlerden biridir Sadık Bey... BİR 1969 yılının önemli bir olayı ise, Taşucu yakınındaki bir dalyanın kooperatife kiralanmasıdır. Dalyanı 1950 yılında beri aslen Silifkeli olan Sadık Kutlu adında bir kişi işletmektedir. Sadık Kutlu 1944 yılına değin hem Atatürk’ün hem de İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı makamı şoförlüğünü yapmış, bu vesile ile pek çok yönetici ve politikacı ile tanışmış bir kişi. 1944 te emekli olduktan sonra birkaç yıl müteahhitlik yaptıktan sonra 1948 de bütün bu işlerden el çekip kendi dalyana, 1968 den beri de kooperatife vermiştir. Bütün devlet katlarındaki ha- Köy-Koop Eski Genel Başkanı Değerli Kooperatif yöneticileri ve Kooperatif Üyeleri, Mart ayı içerisinde muhasebe ve resmi kamu kurum ve kuruluşları ile ilgili yapılacak işleri bu ayki yazımda yer veriyorum. Önemli hatırlatmaları aşağıda maddeler halinde belirttim. Pratik Bilgiler Murat AKBABA Muhasebeci 1- 25.03.2013 Ocak 2013 Dönemine Ait Aylık Gelir/Kurumlar Vergisi Stopajının Beyanı (Ödeme 26.03.2013 tarihi) 2- 25.03.2013 Ocak 2013 Dönemine Ait Aylık Prim ve Hizmet Belgesinin Verilmesi (Ödeme 31.03.2013 tarihi) 3- 25.02.2013 Ocak 2013 Dönemine Ait Katma Değer Vergisinin Beyanı (Ödeme 26.02.2013 tarihi) 4- 31.03.2013 Ocak 2013 Dönemine İlişkin Ba, Bs Formlarının Verilmesi 5- 31.03.2013 Kapanış tasdiklerinin yapılması için son gün. Daha önceki yazılarımız da ivedilikle dönem sonu işlemlerimizi yaparak defter kapanışlarımızı tamamlamamız hakkın da bilgiler ve tavsiyeler de bulunmuştuk. F Kooperatifin İlk Üretim Aracı: Dalyan Mehmet Hadi İLBAŞ 1971’ in en önemli olayı kooperatife 750.000 liralık iki trol motorunun satın alınmasıdır. Bu motorlar dalyandan sonra üyeler için ikinci bir üretim aracı ve gelir kaynağı olmuştur. 250.000 lirası peşin verilmiş, 500.000 lirası aylık taksitlere bağlanmıştır. Kooperatif Başkanı Eyce, kendi kişisel ticari imzasını atmak suretiyle aylık bonoları satıcıya kabul ettirmiştir. Balıkçılığı daha da geliştirmek için açık deniz balıkçılığına yönelmek gerekmektedir. Trol motorunu önemi de buradadır. Kooperatif daha önce trolle balık avcılığını yasak etmişti. Ama yılın belirli aylarında derin ve açık denizlerde bilgili olarak yapılan bir trolcülüğün de balıkçılıkta yeri ve hatta yararı vardır. 15 Eylülden 15 Nisana kadar üç mil açıkta yapılan trolcülük balık neslini tüketmeyeceği gibi üretimi de artırır.. İ AT T.C. Ziraat Bankasından Kredi Nasıl Alındı? Kooperatifin 3 – 5 tekneye dayalı üretimi ile sermayesi yavaş yavaş artarken ihtiyaçlarını karşılamak için Ziraat Bankasından kredi isteğinde bulunur. İlk önce Ziraat Bankası krediyi vermek istemez. Ödeme gücünüz yoktur derler. Sonunda Eyce’nin Ziraat Bankasıyla kişisel ilişkileri yardımı ile kredi temin edilir. Kooperatif 100.000 liralık kredi istemini Ziraat Bankası Genel Müdürlüğüne gönderir. Ancak yürürlükteki yasalar uygun olmadığı için banka kooperatife kredi vermez. . Bu arada Aslan Eyce bu işi izlemek için Ankara’dadır..Kredi düğümünü çözmek amacıyla Ziraat Bankası Genel Müdürü ile görüşme yapar. Bu ilginç gelişmeyi kendi ağzından dinleyelim: “Zirai Kredilerdeki müdür bana “mevzuat müsait olmadığı için size kredi veremiyoruz.”. Ben de siz kredi vermezseniz biz de dönüşte gidip Ziraat Bankasını işgal edeceğiz. Hiç değilse balıkçı kredi alamamış ve bankayı işgal etmiş dedirtmek yoluyla baskı unsuru yapacağız.” Dedim. Zirai Krediler Müdürü bana şöyle bir baktı, ve “sen iyi bir çocuğa benziyorsun; ama Türkiye’de Kanunlar var” dedi. “İyi ama aç yaşayan insanlar da var. Bir yerde bize yardım edeceksiniz” dedim. Bunun üzerine Zirai Kredilere telefon açarak Et Balık Kurumuna uygulanan yolla bize de kredi verilmesi olanağını yarattı. Ancak oyunun ikinci perdesi Silifke Ziraat Bankası şubesinde açılır. Burada yine Eyce’ye bırakalım sözü: “Ankara’da onaylattığımız 100.000 liralık krediyi Silifke’de almamız bir olay haline geldi. Ziraat Bankası Müdürü “ödeme gücümüz yok” diye gerekli işlemi bitirmiyor. Ertesi gün 20-25 balıkçı Ziraat Bankasının karşısındaki kahveye oturduk, ben banka müdürünün yanına gittim. “Bakın Karşıdakiler balıkçı” dedim. Eğer parayı vermezseniz biz biraz sonra bankayı işgal edeceğiz”. Bunu üzerine müdür krediyi imzaladı. Ancak muhasebeci “konuyu etüt etmeden ben buna imza atmam” diye tutturdu. Yanında da Silifke’nin en büyük tefecisi A.B. var. -Siz üreticinin çekine imza atmıyorsunuz da tefecinin çeklerini mi imzalıyorsunuzdeyince muhasebeci bir olay çıkmasından korktu. Ve o gün bize 15.500 lira verdiler.” O akşam Taşucu’nda önemli bir bayram havası vardı Balıkçılar bir kooperatifin kredi almasını büyük bir sevinçle kutladılar. Bu arada bir balıkçının fırtınaya tutularak ölmesi kooperatif için kötü bir rastlantı olmuştur. Bu olayı kooperatife karşı olan çevreler kullanmak istediler. “Kooperatif balıkçıya uğursuzluk getirdi.” diye karşı bir kampanyaya giriştiler. Ancak kooperatif yönetim kurulunun ölen balıkçının ailesine (1969 yılında) 300 liralık aylık bağlaması kooperatife karşı bir havanın doğmasını engellemiştir. Z DÜNDEN BUGÜNE KOOPERATİFÇİLİK -16- MUHASEBEDE BU AY E 2 ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği İmtiyaz Sahibi ve Yayınlayan: S.S. Köy Kalkınma ve Diğer Tarımsal Amaçlı Kooperatifler Birliği KÖY-KOOP Adına Yakup YILDIZ Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Mehmet VAROL Genel Yayın Yönetmeni: Emel TUĞRUL Haber Müdürü: Turgay SOLMAZ Haber Koordinatörü: Ayhan ELMALIPINAR Reklam Müdürü: Yasemin ACAR Merkez Adres: Paris Cad. 24/7 Kavaklıdere-Ankara Tel: 0312.419 63 95-96 Faks: 0312. 419 63 95-96 Web: www.koy-koop.org • E-posta: [email protected] Yayın Türü: Yaygın Süreli Yayın Mart 2013 ANKARA Baskı: Atalay Matbaacılık Ltd. Şti. Elif Sk. Sütçü Kemal İşhanı No:7/236-237 İskitler - ANKARA Tel: 0312. 384 41 82 Yazıların Sorumluluğu yazarlara, ilanların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir. ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği BİRLİKLERDEN HABER Köy-Koop “2013 Yılı Çalıştayı Kemer’de Gerçekleşti »»Köy-Koop Merkez Birliği 10-13 Şubat 2013 tarihleri arasında Antalya Kemer’de “2013 Yılı Çalıştayı” düzenledi. Çalıştay açılış konuşmalarında söz alan KöyKoop İl Birlik Başkanları, yapılacak olan yeni Anayasa’da Kooperatiflere pozitif ayrımcılık yapılması gerekliliğinin altını çizdiler. Konuşmalarda, Tarım şurasının toplanması, Kooperatiflere sahip çıkılması, örgütlenmede yaşanan sorunlar, Süt şifrelerinin köylerde kooperatiflere verilmesi talebi, ÇKS kayıtlarının kooperatiflerin tutması konuları yer aldı. Türk tarımının ve Türk çiftçisinin yanında olduklarını vurgulayan, Denizbank Tarım Bankacılığı Pazarlama Grup Müdürü Dr. Levent Öztürk, “Ziraat Bankası’ndan sonra Türk tarımına en büyük desteği veren, tek başına kamu bankaları hariç yüzde 20’lik pazar payına sahip, tarımı misyon edinmiş olan bankamız, bundan sonraki çalışmalarınızda, tarımsal faaliyetlerinizde yanınızda olduğumuzu belirtmek istiyorum” dedi. (DGRV) Tarımsal Eğitim ve Danışmanlık Ekip Lideri Prof. Dr. Salahattin Kumlu, “Son dönemde kooperatifçiliğin çok anılıyor olması bizleri mutlu ediyor. 2012 Uluslararası Kooperatifçilik Yılı tüm dünyada kutlandı. Bizdeki kutlamalar sönük geçti. Keşke daha çok kooperatifçiliği ülkenin dört bir yanına anlatabilseydik. Geçen yıl ülkemizde bir ilk yaşandı ve tüm örgütlerin katılımıyla “Kooperatifçilik Strateji Belgesi” hazırlandı. Köy-Koop önümüzdeki süreçte ‘Strateji Belgesi’nin gereklerini yerine getirilmesi konusunda üzerine düşenden çok daha fazlasını yaparak, aktif olacaktır diye umut ediyorum. DGRV olarak Köy-Koop birlikleriyle ortak çalışmalar yapıyoruz. Bu çalıştayda gerçekleştirecek olacağımız eğitimlerin başarılı geçmesini temenni ediyor, herkese teşekkür ediyorum” diye konuştu. Okul Sütü Programı’nı desteklediklerini, yeni Anayasada kooperatifleri koruyan, geliştiren maddelerin yer alması gerekliliğini vurgulayan Köy-Koop Genel Başkanı Yakup Yıldız, “Daha iyisini, daha güzelini nasıl başarabiliriz? Dostluğu, kardeşliği, paylaşımı nasıl artırabiliriz. Tabiki üreterek, çok üreterek yapabiliriz. Köy-Koop olarak çok amaçlı kooperatifleriz. Köylerde biz varız. Tarımda biz varız, üretimde de biz varız. Bugün olduğu gibi, yarınlarda da var olmaya devam edeceğiz.” diye konuştu. Okul Sütü Programının süte olan talebin artmasını sağlaması, sütün kalite ve miktarının çoğalmasının üreticiler ve süt endüstrisinin gelişmesi açısından da katkı sağlayacağını belirten Yıldız, “ Çocukların yeterli ve dengeli beslenmelerinin, sağlıklı büyüme ve gelişmeleri yanında başarılı olmalarında da rol oynadığını göstermektedir. Çocuklarımızın kötü beslenme alışkanlıklarının önüne geçilmesi, bunun devamında obezite, kardiyovasküler hastalıklar, diyabet v.b hastalıklardan uzaklaşması için okul süt programının desteklenmesi gerekmektedir. Süt ile başlayan bu çalışmanın diğer yiyeceklerde de devam etmesini diliyoruz. ” dedi. Yıldız, “Bize bugüne kadar eğitimlerde ve kırsaldaki çalışmalarımızda desteğini esirgemeyen Alman Kooperatifleri Konfederasyonu Türkiye Temsilciliği’ne, Bakanlığı- mıza, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü ve temsilcilerine, Türkiye’nin dört bir yanından buraya gelen kooperatif başkanlarımıza ve ortaklarımıza teşekkür ediyor, bu çalıştayın başarılı geçmesi dileğiyle saygı ve sevgilerimi sunuyorum” diye sözlerine son verdi. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın son 1,5 yılda yeniden yapılanmasına, bu yapılanma içerisinde eski Genel Müdürlüklerin fonksiyonunu da taşıyan yeni Genel Müdürlüklere geçiş sürecinden bahseden, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Tarım Reformu Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Özgün, “Bakanlık olarak dünyadaki teknolojik gelişmeleri takip ediyoruz. Coğrafi Bilgi Sistemleri Daire Başkanlığımız var. Uzaya yolladığımız ‘Göktürk-2’ uydumuzu; tarımsal ürün analizleri, rekolte tahminleri, zirai mücadele, çevre kirliliği, doğal afetlerin neden olduğu hasarların değerlendirilmesi gibi iş ve işlemlede kullanacağımız bir çalışma içerisindeyiz” diye konuştu. Bakanlık ve hükümet olarak kooperatifçiliği son derece önemsediklerini vurgulayan Özgün, “Başbakanımızın kooperatifçilerle bir araya gelerek “Kooperatifçilik Strateji Belgesi”ni açıklaması, ülkemiz kooperatifçiliği için çok önemli bir gelişme, çok büyük bir hadisedir” dedi. Bu tür eğitim toplantılarının, kooperatifçilerimizin eğitimi ve gelişimi açısından çok önemli fırsatlar olduğunu dile getiren Özgün, “Kooperatifçilerimiz çağın gerektiği yeniliklere, konumlara ayak uydurmaları gerekiyor. Bilgi sürekli bir ihtiyaç, gelişen dünyada yeni yeni bilgi alma gereklililiği hasıl oluyor. İşte bizim de DGRV ile ortak çalışmalarımız bu temele dayanıyor. Siz ne kadar güçlü olursanız, biz o kadar güçlü oluruz. İş ve işlemlerinizde, sahada karşılaştığınız her hangi bir sorununuz için bizlere ulaşabilirsiniz. Bu eğitim programının yararlar getirmesini temenni ediyorum” diyerek sözlerini tamamladı. 3 Denizli Köy-Koop Birliği “9. Ege Tarım, Sera ve Hayvancılık Fuarı”ndaydı »»Denizli'de, bu yıl 9'uncusu düzenlenen "Ege Tarım, Sera ve Hayvancılık Fuarı" (AEGEANAGRİ 2013) 5 gün süreyle ziyarete açık kaldı. Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürü Kutlu, düzenlenen fuarın, ziyaretçilerin yeni teknolojilerle tanışması, yeni bilgiler edinmesini sağlayarak tarımın gelişmesine katkı sunduğunu ifade etti. EGS Park Fuar alanında düzenlenen fuarın açılış töreninde konuşan Denizli Valisi Abdülkadir Demir, Denizli'nin tarım alanında da oldukça güçlü bir şehir konumunda olduğunu belirtti. Bölgenin genelde turizm ve sanayisiyle tanındığını, tarım, hayvancılık ve gıda üretiminde de önemli paya sahip olduğunu ifade eden Demir, fuarın tarım ve hayvancılık sektörlerini biraraya getirdiğini söyledi. Belediye Başkanı Osman Zolan, oda başkanları ve sektör temsilcilerinin de katıldığı tören sonrası fuarın açılış kurdelesi kesildi. Köy-Koop Standı Büyük İlgi Gördü Bu sene 9.’su dezenlenen “Ege Tarım, Sera ve Hayvancılık Fuarı” 21 bin metre karelik alanda, 347 firmanın katıldığı, 67 firmanın talebinin yer darlığından karşılanmadığı, 5 gün açık kalana fuara 15 ilden 500 otobüsle ziyaretçi taşındı. Geçen sene 119.457 ziyaretçinin katıldığı fuara bu sene 131.407 kişi ziyarette bulundu. Fuarda Yarışmalarda Yapıldı Fuar çiftçilerle ilgili yarışmalara da ev sahipliği yaptı, 2013 yılı “Kadın Çiftçiler Yarışıyor” adlı bilgi ve proje yarışmasının bu yıl 9. Ege Tarım, Sera ve Hayvancılık Fuarı bünyesinde gerçekleştirildi. Yarışmaya katılan tüm kadın çiftçilere Denizli Köy-Koop Birliği tarafından birer adet kalem takımı, ayrıca dereceye giren kadın çiftçilere birer altın hediye edildi. Fuar kapsamında "Bileğine Kuvvet Çiftçim" sloganıyla Bilek Güreşi Turnuvası düzenlendi. Yarışmada birinci olan çiftçilere çeşitli ödüller verildi. Denizli Köy-Koop Birlik Başkanı Mehmet Varol, biz fuarları çok önemsiyoruz. Fuarlar bizim için çok önemli. Fuarlarda üreticilerimiz yeni teknolojiyle tanışıyor. Ayrıca yeni teknolojiye uygun yapılan makina ekipmanı tanıyarak satın alma şansını buluyor. İlimizde 9.’su düzenlenen “Ege Tarım, Sera ve Hayvancılık Fuarı”na düzenli olarak katılıyoruz. Denizli’deki kooperatif ortaklarımız ve ailelerini standımızda misafir edip ağırlıyoruz. Ziyartiçelirimiz standımıza göstermiş oldukları ilgi bizleri çok memnun etti. Köy-Koop Manisa Kadın Kooperatifleri de Denizli Fuarındaydı »»Bu yıl beşinci kez 9. Ege Tarım Sera ve Hayvancılık Fuarına KöyKoop Manisa Birliği Kadın Kooperatifi ürünleriyle katılım sağladı. Çalıştayda, katılımcı kooperatifçilere, üç ayrı salonda 3 gün süren eğitimlerde; DGRV Tarımsal Eğitim ve Danışmanlık Ekip Lideri Prof. Dr. Salahattin Kumlu “Kurulların Yetki ve Sorumlulukları”, “Girişimcilik” konusunda Arzu Akalın, “Lider Yöneticilik” konusunda ise Ufuk Peker eğitim verdi. Çalıştayda gündemdeki soru ve sorunlar hakkında bilgi alışverişinde bulunuldu. Çalıştayın son günü, katılımcılara plaket ve katılım belgeleri bir törenle verildi. Fuara katılan Köy-Koop Manisa Kadın Koopeatifi Başkanı Nilgün Beşirik, “2008 de Manisa'nın İlk Kadın Kooperatifini kurduk. Köy-Koop Manisa Birlik Başkanı Nurettin Dingaz'ın destekleri ile Kooperatifçiliğe gönül verdik. 12 yıldır kooperatifçilik ve kadınlar ile ilgili çalışmalar yapmaktayız. Kooperatifçiliğe gönül vermek zor ve zahmetli bir yoldan geçmek diye düşünüyorum.”diye konuştu. Fuarcılık'a Kooperatifimize ve Kadınlara olan duyarlılıklarından ötürü de ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Kadın Kooperatifimize ve çalışmalarımıza verdikleri desteklerden dolayı kurumlarımıza ve dostlarımıza teşekkürü borç biliriz.” diye konuştu. Fuarı değerlendiren Beşirik, “Manisa hediyelik eşyası olarak ürettiğimiz el sanatları ürünlerimizi bir kez daha sergileme ve tanıtma imkanı bulduğumuz için mutluyuz. Özellikler Manisa'yı tanıtmak için dokunan el dokuması şallar, Kula Keçesi kullanarak oluşturduğumuz ve duvar süsü olarak tasarladığımız kolleksiyonumuz, bez bebeklerimiz, hediyelik eşyalarımız ile Manisa'mızı ve Kadın Kooperatifi ortaklarımızın ürettikleri ürünlerini tanıttık. Denizli Fuarında özellikle 5 yıldır maddi manevi desteklerini bizden esirgemeyen Orion 4 ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği TARIM “Geleceğin Köyleri Hareketi” Başladı! »»İzmir’de Yeni Büyükşehir Yasası’yla birlikte 16 Bin köy kapatılmasına karşı, Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer, Geleceğin Köyleri Hareketi’ni başlattı. Hareketle birlikte başta İzmir olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanından, köy muhtarları ve köylülerden imza toplanmaya başlandı ve kampanya devam ediyor. Daha sonra Anayasa Mahkemesi’ne başvurulacak. Köylerle ilgili hazırlanan manifestoya “Geleceğin Köyleri Hareketi” adı verildi. Manifestoda, özetle; “ …Son elli yılda köylerimizin büyük kısmının boşaltıldığı, köylülerin şehre göç etmek zorunda bırakıldığı, köylere en son ve belki de en büyük darbeyi yeni kabul edilen Büyükşehir Yasası vurduğu ve Büyükşehirlerdeki 16 bin köyün tüzel kişiliğinin tek bir cümleyle kapatıldığı” belirtiliyor ve “Biz, geleceğin köyleri, köy olma hakkımızı anayasal düzeyde savunmak için bir araya geldik. Daha da önemlisi, yasaların hiç düşünmediği bir görevi sürdürmek, geçmişle gelecek arasında köprü kurmak için bir araya geldik. Bereketli ve sağlıklı bir toplum için geleceğin köylerini yeşertmeye niyet ettik.” deniliyor. Köyler Neden Bitirilmek İsteniyor? Köylülüğün tasfiyesine yönelik hareketlerin arkasında, küçük ve orta ölçekli işletmeler şeklinde yapılmakta olan köylü tarımcılığını bitirme amacı vardır. Konuyu bu şekilde irdelemek gerekiyor. Şimdiye değin uygulanan tarım politikaları ve Yeni Büyük Şehir Yasası ile ardından getirilmekte olan Toprak ve Su Yasası Tasarısı’nın bu amaca yöneliktir. Bu nedenle iki sorunun cevabı aranmalıdır. Birincisi Şu; Köylü tarımcılığında egemen olan küçük ve orta ölçekli işletmeler yerine, kurulması özendirilen dev işletmeler ve sözleşmeli tarım modeli ile üretim ve verimi artırmak olası mıdır? Bu olası değil. Nedenlerini sıralayalım; • Türkiye gibi ülkelerde, tarımsal üretimde dev tarımsal işletmeler, küçük ve orta ölçekli işletmeler göre çok daha yüksek düzeyde sürekli teknoloji ithal etmek zorundadırlar. Dolayısıyla tarımsal girdiler bakımından da sürekli bağımlı kalacaklardır. • Dev tarımsal işletmeler, oluşturulan tarımsal üretim modelleri ile üretim girdi ve çıktılarının değerlendirilmesini merkez ülkelerine göre şekillendirmek zorundadırlar. Bir başka deyişle tarımsal üretim deseni, büyük ölçüde yurt içi gereksinimlere göre değil, merkez ülkelerinin tarım ve gıda şirketlerine göre şekillenecektir. • Dev işletmeler modeli, tarımda işçileştirmeyi ve yabancılaşmayı da yaratır. Bu durum ise söylenenin tam aksine, tarımda toplam etmen verimliliğini düşürür. Uzmanlar, işletmelerinin verimlilik açısından değerlendirilmesinde, tarımda toplam etmen verimliliğinin dikkate alınması gerekliliğini dile getiriyorlar. Küçük ve orta ölçekli işletmelerde emek daha ucuz, dolayısıyla fırsat maliyetinin daha düşük olmasına ek olarak toprak ve sermaye de daha az maliyetlidir. Bu nedenle bu işletmeler, dev işletmelere göre daha yüksek bir toplam verimliliğe sahiptirler. • Dev tarımsal işletmeler, kullandıkları tarımsal girdiler ve çıktıları ile çevreyi geri dönülmez bir şekilde kirletmektedirler. Diğer yandan önerilen sözleşmeli tarım modeli de tek yanlı bir bağımlılık yaratmakta ve işletmeleri tarım ve gıda şirketlerinin sömürüsüne bırakmaktadır. İkincisi ise şu; Köylülüğün Tasfiyesi İle Açıkta Kalacak İnsana, Kentlerde İş Var Mı? Türkiye’de tarım politikaları ile uygulan- Prof.Dr. Mustafa KAYMAKÇI Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi [email protected] makta olan model, dünyada da sahneye konulan oyunun bir parçasıdır. Ancak bu modelin dünya halkalarına da hayırlı olamayacağını, Samir Amin adlı bir bilimci bu soruya şöyle dile getiriyor; “…Elli yıllık bir zaman dilimi içinde dünyada, yılda yüzde 7’lik sürekli bir büyüme hızı gibi hayalci bir hipotez gerçekleşse bile, kentler kırdan gelecek üç milyar insanın üçte birini bile emmeyi beceremez. Dev işletmeler modeli, bir başka deyişle kapitalizmin doğası gereği, köylü sorununu çözemez. Ortaya koyduğu tek seçenek, gecekondulaşmış bir dünya ve yoksullaşmış beş milyar fazla insandır.” Bu şekilde köylerin boşaltılmasıyla kentlere gelecek, ancak iş ve aş bulamayacak yoksul köylülerin denetimi daha kolay olacak. Sadaka ekonomisi ve sadaka kültürü ortaya çıkacak. Aslında bunu şimdiden gözlemlemiyor muyuz? Türkiye’den örnek vererek konuyu biraz daha somutlaştıralım. Türkiye’de 2012 yılı itibariyle Tarım Sektörü’nde yaptığımız bir bilançonun ortaya çıkardığı sonuçlar şunlar oldu; 1-Tarımsal istihdam gerilemiştir. Bu olumsuzlukların sonucu olarak çiftçi tarımdan kopmaktadır. 2012 sonunda 2 milyonu aşkın çiftçi tarımdan kopmuştur. 2-Tarımda yoksulluk artmıştır. 3-Tarımda büyüme hızı düşük kalmıştır. Bu dönemde ekonominin genelinde yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 4,6 olarak gerçekleşmesine karşılık, tarımdaki büyüme hızı yüzde 2,2’de kalmıştır. 4-Türkiye tarımda net ithalatçı konumdadır.2012 yılında tarım ürünleri dış ticaret açığı ise ilk 9 alık dönemde 2 milyar doları geçmiştir. Türkiye gıda egemenliğini yitirmiştir. 5-İşlenen arazi azalıyor: 2000’li yıllarda çiftçiler 3,3 milyon hektar araziyi işlemekten vazgeçmişlerdir. Özetle, köylü tarımcılığın tasfiyesi ile yerine ikame edilecek dev tarımsal işletmelerle yapılmakta olan endüstriyel tarım, insanlığı doyurmaya ve istihdamı sağlamaya yetmiyor, yetmeyecek. Bunların sonuçları şimdiden Türkiye’de ortaya çıkmış durumda. Türkiye’de kırın ve kentlerin yaşamakta olduğu yoksullaşması ve gelir dağılımının aşırı bozulmasının ardındaki neden, buradan kaynaklanıyor. Geleceğin Köyleri Hareketi’ne Sahip Çıkalım. Tunç Soyer’in örgütlediği bu hareket çok önemli. Yazık ki bu toprağın insanı, köklerini kaybetme noktasına geldi, Anadolu ve Trakya köylerinden yayılıp dünyaya ilham veren kadim kültürün sırtını döndü. Geçmişini geleceğinden ayırdı. Bu nedenle, başta köylüler olmak üzere, köy muhtarları, tarımın bütün örgütleri ve sağlıklı gıda tüketmek isteyen kentliler bu harekete sahip çıkmalı, milyonları geçecek imza vermeli ve eylem yapmalı. Ancak harekete, öncelikle köylü tarımcılığını savunan Köy-Koop’lar sahip çıkmalı. Geleceğin Köyleri Hareketi’ne katkı vermek isteyenler, “www.geleceginkoyleri.net” ile bağlantıya geçebilirler. Süt Fiyatlarındaki Düşüş Üreticiyi Zor Durumda Bıraktı »»Türkiye Köy Kalkınma ve Diğer Tarımsal Amaçlı Kooperatifler Merkez Birliği (Köy-Koop ) Genel Başkan Vekili Mehmet Varol, "Sanayici, Ulusal Süt Konseyinde belirlenen referans fiyata uymayarak bazı bölgelerde fiyatları geriye çekti" dedi. Varol, yaptığı açıklamada, “26 Eylül 2012 tarihinde Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın katılımı ile, Ulusal Süt Konseyinde yapılan protokolde, 31 Ekim 2012 ile 31 Mart 2013 tarihleri arasında çiğ süt litre fiyatının 90 kuruş olması yönünde karar altına alınmıştı. Ancak 1 Ocak 2013 tarihi itibariyle soğutulmuş, rampa teslimi çiğ süt fiyatı serbest bölge olarak adlandırılan bazı bölgelerde, 70-80 kuruşa çekildi. Ülkemizdeki girdi maliyeretleri yüksekliğinin altını çizen Varol, “Biz Türk çiftçisi olarak, Avrupa çiftçisinden daha pahalıya süt satıyoruz, et satıyoruz ama her gün süt üreticimiz zarar ediyor, tükenme noktasına geliyor. Şunu çok iyi gözlemliyorum ki, üretici zarar ediyor, sanayici zarar ediyor, tüketici çok daha pahalıya tüketiyor. Bu durumda üretiminin içinde olmayan iki sektör, yani aracı ve tefeci grupu büyük karlar ediyor. Aracı sektörü olarak adlandırılan söktör AVM’ler, tefeci söktörü ise bankalardır” diye konuştu. Okul Sütü Programını Destekliyoruz Köy-Koop Merkez Birliği olarak, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın ortaklaşa hazırladığı “Okul Sütü Programı”nı desteklediklerini belirten Varol, “Yem ve saman fiyatlarının artması sebebiyle süt üreticisi çok zor durumda kaldı. Yem sanayicisi yüksek kârlar peşinde. 90 kuru- şa sattığımız çiğ sütün fiyatı son bir yılda yüzde 11 artarken, yem sanayicinin sattığı süt ve besi yemi yüzde 40 oranında arttı" diye konuştu. Tarım Kredi Kooperatifleri tarafından ithal edilip üreticiye satılan samanların bozuk ve çürük çıkmasına da değinen Varol, “2012 yılında yaşanılan olumsuz hava koşulları nedeniyle daralan saman rekoltesi, ithalatı zorunlu hale getirmişti. İthalat için yapılan çalışmaların olumsuz sonuçlanması ile bakanlığımız acil tedbir alıp, ithal edilen samanların yüzde 25 bedellini bakanlık tarafından ödeneceğini ve ithalat ile ilgili Tarım Kredi Kooperatiflerini görevlendirmişti.Ancak ithal edilen samanların büyük bir kısmının bozuk ve çürük çıkması üreticimiz için sıkıntı üzerine sıkıntı getirdi” diye konuştu. Bu arada, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı İzmir İl Müdürü Ahmet Güldal da sanayicilere referans fiyata uymaları konusunda çağrıda bulundu. Süt tozu kotası bulunan sanayicinin referans fiyatın altında alım yapamayacağını belirten Güldal, referans fiyatın altında alım yapan sanayicinin kotasının iptal edileceğini vurgulayarak, "Son günlerde çiğ süt fiyatlarının düştüğünü görüyoruz. Fiyatları kimin düşürdüğünü yakından izliyoruz. Sanayicilere okul sütü projesi ve yeni süt tozu kotası devreye girinceye kadar beklemelerini tavsiye ediyoruz" dedi. Mersinli Süt Üreticileri Süt Alım Fiyatını Yola Süt Dökerek Protesto Ettiler »»Mersin’in Erdemli İlçesi’nde, Süt Üreticileri Birliği üyeleri, mandıra sahiplerinin süt alım fiyatının litresini 90 kuruştan 70 kuruşa indirilmesini yola süt dökerek protesto etti. Mersin’in Erdemli İlçesi’nde, Süt Üreticileri Birliği üyeleri, mandıra sahiplerinin süt alım fiyatının litresini 90 kuruştan 70 kuruşa indirilmesini yola süt dökerek protesto etti. 220 üyesi bulunan Erdemli Süt Üreticileri Birliği Başkanı Murat Ergen, yem ve sanat fiyatlarının aşırı artışı nedeniyle hayvancılığın bitme noktasına geldiğini, mandıra sahiplerinin de Ulusal Süt Konseyi’ni hiçe sayarak 90 kuruş olan süt alım fiyatını 70 kuruşa indirdiklerini iddia etti. Birlik üyeleri ile beraber basın açıklaması yapan Ergen, “Saman ve yemdeki aşırı artış hem hay- HAL VE GİDİŞ vancılığı hem de süt üreticiliğini olumsuz yönde etkilemiştir. Buna rağmen, çiftçimiz geçimini sağlamak için her türlü sıkıntıya katlanmaktadır. Tüm bu olumsuzluklar ortada iken bir de Ulusal Süt Konseyi’nin verdiği 90 kuruşluk süt alım fiyatını bölgedeki mandıra sahipleri 70 kuruşa indirmeleri üreticiyi daha büyük sıkıntıya sokmuştur. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın duruma müdahale etmesini bekliyoruz” dedi. Ergen, Ulusal Süt Konseyi’nin belirlediği süt fiyatının altında fiyat veren firmalara süt satışı yapmayacaklarını da ifade etti. Sait MUNZUR ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği GÜNDEM ÇOMÜ’nün Büyük Hayali Gerçekleşti »»Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Deney Hayvanları Yetiştirme Uygulama ve Araştırma Merkezi Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’dan Deney Hayvanı Üretici Kullanıcı ve Tedarikçi Kuruluşlara Mahsus Çalışma İzin belgesini aldı. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner, Türkiye’nin En Büyük Deney Hayvanları Yetiştirme Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Metehan Uzun’u ziyaret ederek merkez binasında incelemelerde bulundu. Rektör Laçiner, deney hayvanları merkezinin açılmasıyla ÇOMÜ için büyük bir hayalin gerçekleşmiş olduğuna vurgu yaparak: “Arkadaşlarımız önceki gün bizlere müjdeli bir haber getirdiler. Deney Hayvanı Üretici Kullanıcı ve Tedarikçi Kuruluşlara Mahsus Çalışma İzin belgesinin alınmasıyla ÇOMÜ’nün Deney Hayvanları Araştırma Merkezi faaliyetlerine resmi olarak başlamış oldu. Pek çok hayvanın üzerinde çalışma yapmaya imkân sağlayacak bir belge bu. Ziraat Fakültesi’nden, Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi’nin araştırmalarına kadar birçok araştırma bu merkezde bu çalışma izni sayesinde yapılmış olacak” diye konuştu. Merkez Türkiye İçin Bir İlk Deney Hayvanları Yetiştirme Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Metehan Uzun da konuşmasında merkezin Türkiye için bir ilk olduğunu belirterek, “31 Ocak itibari ile ruhsat aldık ve şu anda devam eden 11 tane araştırma var. İşin doğrusu; merkezi faaliyete geçirirken diğer merkezlerde, diğer üniversitelerde; yılda kaç tane çalışma var? Ne kadar talep var? Bunların araştırmasını yaparak malzemelerimizin siparişini ona göre verdik. Ama görünen o ki bir yıllık hedefimizi bir ayda tutturmuş olacağız. Çünkü henüz resmi müracaatını yapmamış ama bize fikir soran, çalışma planladığını söyleyen birçok arkadaşımız var. 30 çalışmanın üzerine rahatlıkla çıkabileceğimizi düşünüyoruz. ” dedi. Prof. Dr. Metehan Uzun, Etik Kurul’un onaylamadığı hiçbir çalışmaya izin vermeyeceklerinin de altını çizerek, “Merkezimiz Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ruhsatlı bir merkez olduğu için zaten hayvan refahını ön planda tutmak zorundayız. Tüm odalarımız 21 – 22 derecelik sabit ısıda ve 24 saat havalandırma söz konusu. Hayvanların yemleri ve suları sürekli olarak önlerinde bulunduruluyor. Bunlar belirli saatler aralığında sürekli olarak kontrol ediliyor. Dolayısıyla hayvan refahı açısından herhangi bir problemimiz söz konusu değil. Zaten yasalar da bunu bize zorunlu kılıyor. Yasalara azami dikkat ediyoruz.” dedi. Merkezde toplantı ve konferans salonu, simülasyon, fizyoloji, mikrobiyoloji, farmakoloji, hücre kültürü ve nöroanotomi laboratuvarlarının da bulunduğunu kaydeden Uzun, “Aynı şekilde herkese açık bir hazırlık laboratuvarımız var. Dışarıdan merkezimize gelen bir araştırmacı kendi projesinde kullanacağı kimyasalla- Toz ilaçların yasaklanmasıyla kovan başı rı getirdikten sonra, burada biz ona her türlü imkanı sunacağız. Online talepte bulunacaklar, web sayfamızdaki formumuzu dolduracaklar biz onlara hangi gün gelebileceklerini bildireceğiz. Her türlü hazırlığı rahatlıkla yapabilecekler, tabii randevu sistemine göre. Araştırmacı geldiği anda buraya dilediği yaşta, kiloda, sayıda hayvanı hazır bir şekilde bulmuş olacak” dedi. bal üretiminin artacağına inandığını söyleyen Yılmaz,''Son 2 yıldır başta ayçiçeği, fındık ve pamuk olmak üzere tüm ürünlerimizde bu toz ilaçların kullanılması yasaklandı. Zaten bu ilaçlar Avrupada da yasaklamıştı. Biz neden Avrupa'nın yasakladığı bu ilaçları kullanalım. Bize yazık değil mi? Bu anlamda ciddi sıkıntılarımız vardı. Artık bu konuda önemli adımlar atıldı. Şu anda tarımda toz ilaç kullanımından sulu ilaç kullanılmasına geçilmesiyle Türkiye'de arı ölümleri neredeyse bitti. Toz ilaç arıların baş belasıydı, bundan kurtulduğumuz için çok mutluyuz. Bu yasak kovan başı bal üretimimizin artmasına da neden olacak. Şu unutulmamalı ki tarım da, arı da, doğa da bizimdir. Biz hepsini birden koruyacağız. Yıllardır bunun mücadelesini veriyoruz. Şu anda biz arıyı da kurtardık doğayı da. Hep birlikte bunun mutluluğunu yaşıyoruz.'' dedi. İtalyan Peynirlerine İthalat Yasağı Denizli'de Kekik Paneli düzenlendi »» Türkiye’nin pastörize edilmemiş süt ürünlerinin ithalatına kısıtlama getirmesi, İtalya ile krize yol açtı. »»Ege Ağaç Mamulleri ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği, Kekik Paneli düzenledi. İtalyan Süt ve Peynir Derneği (Assolatte), Türkiye’deki İtalyan Büyükelçiliği aracılığıyla kendilerine iletilen kısıtlama kararına tepki gösterdi. Assolatte Başkanı Giuseppe Ambrosi, derneğin internet sitesinden yaptığı açıklamada, Türk hükümetinin çiğ sütten yapılan ürünlerin ithalatını 1 Şubat’tan itibaren yasaklaması yüzünden Parmiggiano Reggiano, Grana Padano, Provolone Valpadana gibi İtalya’nın sembolü haline gelmiş peynirlerin Türkiye’ye ithalinin durdurulduğunu belirtti. Assolatte Direktörü Massimo Forino da yasağın kendilerini hem üzdüğünü hem de kızdırdığını söyledi. Forino, “Sağlık koşulları gerekçesiyle gıda ürünlerinin ticaretine kurallar konması, uygulanması anlaşılabilir. Ancak bizim ürünlerimiz pastörize sütten yapılmasa da aylarca olgunlaştırma işlemine tabi tutuluyor ve bu yolla bakteriler ortadan kalkıyor. Peynirlerimizi tüm dünyada satıyoruz.” dedi. Forino, Türk hükümetine yasağın kaldırılması için başvurduklarını, yasağın geri çekilmemesi halinde Avrupa Komisyonu’na da başvuracaklarını ifade etti. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca hazırlanan Çiftçi Kayıt Sistemi'ne Dahil olan Çiftçilere Mazot, Gübre ve Toprak Analizi Destekleme Ödemesi Yapılmasına dair Tebliğ'de (2012/40) Değişiklik Yapılmasına dair Tebliğ (2013/6), Resmi Gazete'nin 21 Şubat 2013 tarihli sayısında yayımlanarak 31 Aralık 2012 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yürürlüğe girdi. Düzenlemeyle, Mazot, gübre ve toprak analizi desteğinden faydalanmak isteyen çiftçilerin, 29 Mart 2013 mesai saati bitimine kadar ilçe müdürlüklerine, merkez ilçede ise il müdürlüklerine başvuru yapmaları gerekecek. Kadastro görmemiş köylere ilişkin tahkim komisyonlarınca yapılan çalışma planına göre her köy için son müracaat tarihi, 31 Aralık 2012 tarihinden önce olmak kaydıyla belirlenecek ve bu tarih ilgili muhtara tebliğ edilecek. »»Peşpeşe gelen açıklamalarla ‘at eti’ Avrupa’nın birinci gündem maddesi oldu. »»Türkiye Arı Yetiştiricileri Merkez Birliği Başkanı Bahri Yılmaz, ''Tarımda toz ilaç kullanımından sulu ilaç kullanılmasına geçilmesiyle Türkiye'de arı ölümleri neredeyse bitti'' dedi. yılları arasında çok arı kayıplarımız oldu. Bu ölümlerin nedenini araştırdık. İlk olarak ölen arılarımızdan numuneler aldık. Aldığımız numunelerin hepsinde Avrupa'da yasaklamış bazı ilaçların maddelerine rastladık. Bunun ardından hemen ilgili bakanlık yetkilileri ve bu ilaç firmalarının temsilcileri ile bir araya gelerek bu ilaçların yasaklanmasını sağlandık. Bunun için de büyük uğraşlar verdik. Mahkemelerde hakkımızı aradık. Sonunda gülen taraf bizler olduk.'' diye konuştu. Mazot, Gübre ve Toprak Analiz Tarihi Belirlendi Avrupa’da ‘at eti’ Aramaları Hız Kazandı Sulu İlaç Kullanımı Arı Ölümlerini Düşürdü Türkiye Arı Yetiştiricileri Merkez Birliği Başkanı Bahri Yılmaz, bazı üreticiler tarafından geçmiş yıllarda başka ülkelerin yasakladığı tarım ilaçlarının kullandığını, bu nedenle bu ilaçlar nedeniyle çok sık görüldüğünü belirterek, ''Bu konuda yıllarca mücadele verdik, hakkımızı mahkemelerde aradık, sonunda toz ilaç kullanımını yasaklattırdık, bu nedenle de mutluyuz'' diye konuştu. Yılmaz, ''Arıcılığın ve doğanın en büyük düşmanı maalesef tarım ilaçlarıdır. Bu ilaçlardan en çok zararlı olanı ise toz ilaçtı. Bizler arıcılar olarak yıllardır bu toz ilacın yasaklanması konusunda mücadele verdik. Çünkü arılarımız bilinçsizce kullanılan bu toz ilaçları nedeniyle ölüyordu. Toz ilaç tarımda kullanıldıktan kısa bir süre sonra uçuyor ve bu uçan tozlar her tarafı kirletiyordu. Doğal ortamda toz ilaçla temas eden arılarımız bu nedenle ölüyordu. Özellikle 2006 ile 2008 5 Denizli’de düzenlenen 'Kekik Paneli'nde üreticilere, “Ürününüze sahip çıkın, doğru zamanda doğru dozda ilaç kullanın, sulama ve gübrelemeye dikkat edin.” mesajı verildi. Denizli’nin önemli kekik üretim bölgelerinden 700 civarında üretici katıldı. Üreticinin daha fazla kazanç elde etmek amacı ile yaptığı girişimlere değinen Birlik Yönetim Kurulu Başkanı Nurettin Tarakçıoğlu, Bu güzel ürünün üç beş kuruş fazla kazanç uğruna feda olması riskini arttıran, ot ilacı kullanılmasındaki yanlış uygulamalar, kekiği bir gıda ürünü olarak insanların tükettiğini unutarak kirli ortamlarda işlemek ile çöpünden arındırılmasında gerekli özen gösterilmeden işletmelere yine temiz olmayan ambalajlarda ulaştırmak çözüm geliştirmemiz gereken ana konular. Maalesef bu yıl geçen yıllara oranla işletmeler daha fazla oranda çöp temizlemek için çaba sarf etti ve ne yazık ki çok defalarda bunda başarılı olamadı.” diye konuştu. Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdür Yardımcısı Necdet Demir ise Denizli’de krize giren tütün üreticilerinine 2000’li yılların başında kekik üretiminin alternatif olduğunu belirtti. İngiltere’de satılan lazanyalarda yüzde 60 ile yüzde 100 oranında at eti kullanıldığının tespit edilmesinin ardından Romanya’dan yayılan ‘at eti’ Avrupa’yı sardı. Fransa Tarım Bakanlığı, Romanya’da kesilen ‘atların’ Hollanda ve Kıbrıs’tan aracılar vasıtasıyla getirildiğini açıklarken, Romanya Tarım Bakanlığı at eti ile dana etini ithalatçıların ayıramamasının mümkün olmadığını söyledi. En son dalga ise Almanya’da döner etinden çıkan ‘at eti’ ile ortaya çıktı. Dönercilerden alınan numunelerde at ve domuz etine rastlandı. İngiliz parlamentosunun beslenmeden sorumlu komisyonu da konu aydınlatılana kadar AB ülkelerinden et ithal edilmesinin yasaklanmasını talep etti. At Eti Nereden Geldi? Romanya’da kesilen atlar, İsveçli Findus tarafından lazanya üretilmek üzere Fransız Comigel’e devredildi. Findus için hazırlanan lazanyalar Lüksemburg’da üretildi. Üretilen lazanyalar Fransa ve İsveç’te satışa çıkarıldı. Etlerin Spangero adlı firma tarafından satın alındığı açıklanırken, şirket başkanı olayın takipçisiyiz mesajı verdi. Bu olayların arkasından İrlanda’da köftelerde de at eti olduğu ortaya çıktı. İrlandalı yetkililer ‘at eti’nin Polonya’dan alındığını açıkladı. Skandal son olarak İtalya ve İspanya’da kendini gösterdi. Raviolide (İtalyan mantısı) ortaya çıkan at DNA’sı üzerine üretici şirket ürünlerini piyasadan çekti. Etlerin tedarikçisi ise bu kez Almanya’dan çıktı. Zeytincilikte Örnek Proje »»Zeytin karasuyu oluşturulan sistem sayesinde sorun olmaktan çıkıyor. Dünya’da zeytin yağı üretimi yapılan tüm ülkelerin ortak sorunu olan, zeytin yağı fabrikalarından doğaya zehir olarak salınan zeytin karasuyu, Balıkesir’in Edremit ilçesindeki dünyaca ünlü kaşif ve iş adamı Faruk Durukan’ın oluşturduğu sistem sayesinde sorun olmaktan çıktı. Zeytin karasuyu sorunu ile ilgili yıllardır Balıkesir Üniversitesi’yle ortak bilimsel çalışmalar yapan Faruk Durukan, Prof. Dr. Gülendam Tümen’in akademik destekleriyle elde ettiği sistemi tüm zeytinyağı fabrikalarında uygulanabilir hale getirdi. Geliştirilen sistem sayesinde, fabrikada sıkılan zeytinlerin çekirdekleri ayrıştırılıyor ve zeytin posaları da kullanılabilir halde elde ediliyor. Zeytin çekirdekleri, doğal yakıt maddesi olarak alıcı bulurken, ayrıştırılmış halde elde edilen zeytin posaları da zeytin ezmesi olarak gıda firmalarınca satın alınabiliyor. Yani zeytinyağı fabrikaları, kara su problemini aşmakla birlikte, atık olarak kabul edilen zeytin muhteviyatlarından da ayrıca para kazanabilecek. 6 ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği TARIM Sivil Toplum Kuruluşları »»Sivil Toplum Kuruluşları, resmi kurumlar dışında ve bunlardan bağımsız olarak çalışan, politik, sosyal, kültürel, hukuki ve çevresel amaçları doğrultusunda lobi çalışmaları, ikna ve eylemlerle çalışan kuruluşlardır. Meslek örgütleri ise hukuki bir çerçevesi ve ekonomik yapısı olan kar amaçsız örgütler olup yarattığı katma değeri tekrar mesleğin ve meslektaşlarının gelişimine harcayan ve bu anlamda sosyal fayda yaratan kurumlardır. Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşları, sivillikle resmiyet arasında ki meslek kuruluşlarıdır. Ancak gerçek sivil toplum kuruluşu oldukları tartışmalıdır. Çünkü bu tip kuruluşların örgütlenme yapısında üyelik gönüllülük esasına dayanmamaktadır. Diğer taraftan Anayasa ve yasalardan alınan güçle kamu otoritesi adına kendi meslek mensuplarına yaptırım uygulayabilmektedirler. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulunca yayınlanan bir araştırma ve inceleme raporunda kooperatiflerde sivil toplum kuruluşu olarak nitelendirilmiştir. Kooperatiflerin, 1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun genel ilkeleri çerçevesinde bakıldığında ve dünyaca kabul görmüş ilkeleri irdelendiğinde sivil toplum kuruluşu olarak nitelendirilebilecek örgüt yapısına sahip oldukları görülecektir. Yakın geçmişte Devletin etkisini ve müdahalesini artıracak yasal düzenlemelerle yapısal özelliklerinin bir kısmı dejenerasyona uğratılmış olsa da, sivil toplum kuruluşlarında aranan, demokratik işleyiş, gönüllülük, kar amaçlı bir kuruluş olmaması ve gelir fazlasının risturn olarak ortaklarına geri dönmesi gibi özellikleri ile kooperatifler hala farklılıklarını korumaktadır. Kooperatiflere alternatif üretici örgütleri ikame edilmeye çalışılsa da, tüm gelişmiş Ülkelerde olduğu gibi Ülkemizde de toplumsal kalkınmada hala vazgeçilmezliği tartışmasız kuruluşlardır. Demokrasiyi özümsemiş ülkelerde, sivil toplum kuruluşlarının toplumsal yaşamdaki önemine paralel olarak, Ülkemizde de giderek sivil toplum kuruluşlarının önemi giderek artmaktadır. Ulasal iradenin oluşmasını, sadece siyasi partilerin sağlayamadığı sivil toplum kuruluşlarının bu oluşumda etkin rolü olduğu bir gerçektir. Ancak sivil toplum kuruluşlarının demokratik işleyişinde ve toplumsal anlayışta henüz olgunlaşmadığı hatta bazı sivil toplum kuruluşlarının giderek zafiyet içerisine girdiği de görülmektedir. Erol AKAR Köy-Koop Kastamonu Birlik Başkanı Kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütlerinin bir kısmının, yasalardan aldığı güçle devasa kuruluşlar haline gelmiş olmasına rağmen, bu gücü kendi meslek mensupları için yeterince ve doğru bir şekilde kullandığı artık kamuoyunda ciddi bir şekilde tartışılmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarınca yapılan faaliyetler değerlendirildiğinde, bazı istisnalarına rağmen genel olarak yöneticilerinin siyasetin etkisine girerek örgütlerini siyasi ikbal aracı olarak görmektedirler. Bu yüzden temsil ettikleri kesimin sorunlarını dile getirmekten kaçınmakta, haksız veya yasal olmayan uygulamalara direnç gösterememektedirler. Yerelden tutunda merkez düzeyinde dahi bu tavır en açık bir şekilde görülmekte, hatta her dönemde siyasi iktidara yakın olduğunu göstermek çabası içerisinde olabilmektedirler. Bazen tam tersi olmakta, ne pahasına olursa olsun muhalefet yapmayı bir meziyet sayarak, her türlü icraata karşı çıkılmakta, yine kendilerine, bu yolla siyasi zemin hazırlamaya çalışmaktadırlar. Diğer taraftan; İktidarlar, yöneticilerinin siyasi görüşlerine göre örgütlere yakınlık duymakta veya kendi siyasi görüşüne uymayan yöneticileri yıpratmak uğruna, bu örgütü oluşturan kesimin mağduriyetine neden olabilmekte, hatta alternatif örgüt oluşturulması çabasına dahi girebilmektedir. Görülüyor ki; sivil toplum kuruluşlarının bir kısmı yasalardan aldıkları ayrıcalıklı güçle toplumun sırtında bir yük oluştururken, iktidarlar bu gücü kendilerinin arka bahçesi olarak görmeye devam etmektedir. Umarım, sivil toplum kuruluşları, demokrasiyi gerçek anlamda özümsediğimiz zaman hak ettiği yerde olacaktır. Bakan Eker: Şanlıurfa Tarıma Dayalı Sanayinin ve Gıda Sanayinin Markası Olacak »»Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ile Şanlıurfa’da, Türkiye’nin en büyük Organize Besi Sanayi Bölgesi’nin temel atma törenine katıldı. Bakan Eker törende, bölgede tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi gerektiğini belirterek, Besi Organize Sanayi Bölgesi’nin 855 hektar arazi üzerine kurulduğunu ve ilk etabının temelini attıklarını söyledi. Söz konusu tesis sayesinde Şanlıurfa’nın, Türkiye’nin en büyük, en modern besi bölgesine kavuştuğunu aktaran Eker, buranın kent için iki açıdan önemli olduğunu belirterek, şöyle devam etti: “Burada yapılacak hayvancılıkla gıda sanayisinin önü açılacak. Markalar olacak, Şanlıurfa tarıma dayalı sanayinin de gıda sanayinin de ihracatında inşallah markası haline gelecek. Yüz binlerce büyük baş hayvan burada yetiştirilecek. Birincisi bu. İkincisi de en az onun kadar önemli. Şu anda yüzlerce mağarada vatandaşlarımız besicilik yapıyor. Bu mağaraları ahır olarak kullanıyor. Bunlar Urfa’nın tarihi ve turistlik değerleri. En az Haleplibahçe’deki mozaikler kadar önemli. Ama bugün onlar ahır olarak kullanılıyor. İşte biz bu bütün mağaralardaki 70 binin üzerindeki hayvanı oradan çekip buraya getirdiğimiz de orada uygulayacağımız projeyle Şanlıurfa’nın turizmine, tarihi ve kültür değerlerine yeni bir hazine katmış olacağız. Şanlıurfa bunun üzerinden de ayrıca bir cazibe merkezi haline gelecek.” Temeli atılan Besi OSB’nin 1. etabında 2 bin 660 dekar kapalı alan ve 532 işletme olacağını belirten Eker, “532 besihane olacak, onun için Türkiye’nin en büyüğü, en önemlisi. Biz burada bunu büyük bir yatırım olarak düşünüyoruz. Türkiye’de halihazırda devam eden Kars, Amasya, Ankara, Diyarbakır, Eskişehir, Yalova’ya ilaveten 2012 yılında biz bir tek yer programa aldık o da Şanlıurfa” şeklinde konuştu. Şanlıurfa’da 2. aşama olarak Organize Sera Bölgesi kuracaklarını aktaran Eker, bunun da Karaali köyü yakınlarında gerçekleştirileceğini dile getirdi. Törende konuşan Çalışma ve Sosyal Gü- venlik Bakanı Faruk Çelik de Şanlıurfa’nın, Türkiye’nin önemli tarım merkezlerinden biri olduğuna işaret ederek, 2012 itibarıyla kentin tarımsal değerinin 5.1 milyar TL’ye ulaştığını söyledi. Temeli atılan tesisin kısa sürede bitirilmesi için takibini yapacaklarını aktaran Çelik, şunları kaydetti: “Besi Organize Sanayi Bölgesi’nin temeli atılıyor, özellikleri geneli itibarıyla şunu söyleyebiliriz. Türkiye’nin en büyüğünün temeli atılıyor. Şanlıurfa’ya da bu yakışır. Bin 700 kişi istihdam edilecek ama dolaylı olarak 5 bin kişi istihdam edileceği projenin temelini atıyoruz. Bu projeyle sağlıksız hayvan üretimine son veriyoruz. Artık sağlıklı bir şekilde modern ortamlarda hayvan üretimini gerçekleştirmiş olacağız.” Daha önce verdikleri sözleri gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşadıklarını ifade eden Çelik, kentin bütün projelerini hayata tek tek gerçekleştireceklerini anlattı. Konuşmaların ardından Bakan Eker, yüklenici firma yetkilisiyle pazarlık yaparak projenin 2 yıl yerine 1 yılda tamamlanması için söz aldı. Daha sonra tesisin temeli, Bakanlar Eker ve Çelik ile Vali Celalettin Güvenç, Şanlıurfa Milletvekili Seyit Eyyüpoğlu, Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Eşref Fakıbaba tarafından atıldı. Birikim ve deneyimden doğan büyük güç. Pamuk küspesi üretiminde lider kuruluş. Saygılarımla. Bakanlık Sudan'da Arazi Kiraladı »»Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Sudan’da 5 milyon dönüm araziyi 99 yıllığına kiraladı. Türkiye'den gidecek özel sektör firmaları Sudan'ın 5 ayrı bölgesinde örnek çiftlikler kuracak. Türkiye'de kota sınırlaması yüzünden üretilemeyen ürünler Sudan arazilerinde üretilecek. Bu arazilerde sebze ve meyve başta olmak üzere çeşitli tarım ürünleri yetiştirilecek. Araziler özel sektöre de açılacak. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Sudan’ın ilgili bakanlığı arasında 3 Mayıs 2012’de imzalanan mutabakat zaptı sonrası, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM), Sudan’daki en verimli arazilerden toprak numuneleri alıp Türkiye’de analiz etti. Ziraat mühendisleri, Türkiye'nin ithal etmek zorunda kaldığı bütün ürünlerin Sudan'ın 5 ayrı bölgesindeki arazilerde yetiştirileceği raporu verdi. Bunun üzerine Omdurman, Rahat, Medani ve Abugota'da iki tane olmak üzere 5 milyon dönüm arazi, 99 yıllığına TİGEM'in kullanımına sunuldu. Türkiye'den gidecek özel sektör firmaları buralarda örnek çiftlikler kuracak. Kiralanan arazilerde susam, pamuk, yağlık tohumlar, tropikal meyveler ve sebze tohumları bu arazilerde üretilecek. Projenin gerekçesi de bu ürünlerin Türkiye' de yetiştirilememesi ve ithal edilmek zorunda kalınması. Ancak bahsi geçen tarım ürünlerinin ithal edilmek zorunda kalınmasının en büyük sebebiyse tarım ürünlerine getirilen kota uygulaması. Projenin diğer gerekçelerinden biri de Sudan'da kiralanan arazilerde işçilik ve sulama maliyetlerinin çok düşük olması. Bu uygulamanın faturası da yine köylüye ve çiftçiye kesilecek. 322 4591212 www.serinler.com ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği GÜNDEM 7 "Geleceğin Köylerinde Kooperatifçilik ve Yeni Belediye Yasası" »»"Geleceğin Köylerinde Kooperatifçilik ve Yeni Belediye Yasası" konulu panel 18 Şubat 2013 tarihinde İzmir'in Bergama ilçesinde gerçekleştirildi. Modaretörlüğünü gazeteci Tuncer Beybağ'ın yaptığı panele; Bergama Ziraat Odası Yönetim Kurulu Başkan Vekili Ayhan Yetim, Bergama Kaymakamı Ahmet Ertan Yücel KöyKoop İzmir Birliği Başkanı Muhittin Akbulut, İzmir İli Çiftçi Örgütleri Güçbirliği Platformu Sözcüsü Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı, Seferihisar Belediye Başkanı, M. Tunç Soyer, S.S Bademler Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Başkanı Mehmet Sever, S.S Karahıdırlı Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Başkanı Mustafa Küçük, oda başkanları, kooperatif başkanları, siyasi parti temsilcileri, köy muhtarları ve çok sayıda vatandaş katıldı. Tarım alanında izlenen politikaların ve tarımsal alanlarda yaşanan değişimlerin masaya yatırıldığı panelde kooperatifleşmenin faydaları ele alındı. Türkiye'nin tarımda ithalatçı bir ülke haline geldiğinin ifade edildiği panelde, ülkenin gıda egemenliğinin hızla yitirildiği ve tarımda dışarıya muhtaç hale gelindiğinin altı çizildi. Tarım politikalarının çiftçileri fakirleştirdiğinin ve üretimin gerilediğinin vurgulandığı panelde, çiftçilerin hızla kooperatifleşmeye sevk edilerek, kooperatiflerin desteklenmesi gerektiği ifade edildi. Ülke çıkarlarına uygun yeni tarım politikaları üretilmesinin önemli olduğunun dile getirildiği panelde konuşan Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç, "Yeni çıkan Büyükşehir Yasası şüphesiz ki büyük sıkıntıları da beraberinde getirecektir. Tüzel kişiliği ortadan kalkacak köylerin geleceği için neler yapabiliriz, olumsuzlukları nasıl aşabiliriz konularını hep birlikte tartışıp, birlikte hareket etmemiz gerekiyor Gönenç, "Umuyorum ki panelde konuşulanlar, kırsal kalkınmanın en büyük lokomotifi olan köylerimizde ortaklaşa çalışmalar yapmamızın önünü açar, başlangıç olur. Bizler, elimizden geldiği kadar her zaman olduğu gibi köylerin toplumumuzun dev ölçekli işletmelerce ikame edilerek bitirilmek istendiğini söyledi. Panelde, Büyükşehir Yasası’nın İzmir’i çok yakından ilgilendirdiğini vurgulayan Köy-Koop İzmir Birlik Başkanı Muhittin Akbulut ise, “6360 Sayılı Yasa kimseye sorulmadan bir gecede çıkartıldı. Bu yasaya şiddetle tepki veriyoruz. Bu yasayla ortak değerlerimiz yok edilecek. Köylerde ürettiğimiz ürünler, gelenek, örf, adet ve türkülerimiz olmayacak. Yasa bize daha çok işsizlik, daha çok vergi olarak geri dönecektir” diye konuştu. temel direği olmaya devam etmesi için çaba göstereceğiz" diye konuştu. Hem geçmişimiz hem de geleceğimiz olan köyler için ‘Geleceğin Köyleri Hareketi’ni başlatan Başkan Tunç Soyer’e ve tüm panelistlere teşekkür ediyorum” dedi. "Bütünşehir Yasası Tarımsal Çöküşü Körükler" Panelde Bütünşehir Yasası'nın etkilerine değinen Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer, Seferihisar'dan başlayan Geleceğin Köyleri Hareketi'nin tüm İzmir'e ve Türkiye'ye yayılmasını istediklerini belirtti. Soyer, "Yeni Bütünşehir Yasası'yla köyler mahalle durumuna gelecek, çiftçilerimiz de bu durumdan olumsuz etkilenecek. Yaklaşık 16 bin köyün tüzel kişiliğinin kaldırılarak mahalleye dönüştürülmesi buralarda yaşayan insanlarımız için bir takım sıkıntıların başlangıcı anlamına geliyor. Üreten, ürettiği ürününü zor şartlarda satarak kıt kanaat geçinen köylümüzü önümüzdeki yıllarda daha zor günler beklemektedir" dedi. İmza kampanyasıyla köylerin kapanmaması için büyük bir mücadele başlattıklarını sözlerine ekleyen Soyer, herkesi bu mücadeleye davet etti. Köy Yoksa Geleceğimiz Yok Büyükşehir Yasası dünyada meydana gelen değişimlerin bir parçası olduğunu vurgulayan Prof.Dr. Mustafa Kaymakçı, “Dünyada tarım iki yönde değişiklik gösteriyor. Birincisi, küçük orta ölçekli işletmelerde yapılan yani köylü tarımcılığını ortadan kaldırarak, bunun yerine büyük dev tarımsal işletmeler kurup endüstriyel tarımı hakim kılmak. İkinci seçenek ise, kooperatif örgütlenme temelli küçük ve orta ölçekli köylü işletmeleri ile sürdürülebilir tarım yapmak” diye konuştu. Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı ise, "Ne yazık ki bu toprağın insanı, köklerini kaybetme noktasına geldi. Bu nedenle, başta köylüler olmak üzere, köy muhtarları, tarımın bütün örgütleri ve sağlıklı gıda tüketmek isteyen kentliler bu harekete sahip çıkmalı, imza vermeli" diyerek, dünyada da, küçük ve orta ölçekli tarım işletmeleriyle yapılan köylülüğün, endüstriyel Akbulut, “Bugün 16.082 köy, yani köylerin yüzde 47’si, nüfusu 2.000’in altında yaklaşık olarak da 1.500 belde de kapanacak. 56 milyon kişiyi ilgilendiren bu yasa hazırlanırken ve yasa çıktıktan sonra kimseye sorulmuyor. Köy-Koop olarak, Seferihisar’da köylülerin başlattığı “Geleceğin Köyleri Hareketi”ne destek veriyoruz. Köylere ait arsa, tarla, mera, çay, gölet gibi herşey belediyelere verilecek. İzmir’de Kooperatiflerin bünyesinde bulunan süt toplama tesislerimiz var. Bu yasayla bunların durumları ne olacak belli değil” dedi. “Büyükşehir ve İlçe Belediyeleri köylerde geleneksel kültüre, mimari özelliklere uygun tip konut projesi yapar veya yaptırır” yasa maddesinin açık ve net olmadığını, bizim bölge bölge belirlediğimiz bir tip mimarimiz mi var? sorusunu yönelten Akbulut, “Yasa çıkmadan önce; Kül- tür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası değişti. Milli Parklar Kanunu kalktı ve Şehircilik Bakanlığı kuruldu. Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu oluşturuldu. Kentsel Dönüşüm Yasası dediğimiz, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Yasası var. Şimdi bu değişiklikleri neden söylüyorum. Biz bu yasanın altında, özellikle Akdeniz Bölgesi, Marmara Bölgesi, Ege Bölgesi kıyılarında ve diğer turizme yönelik yerlerde rant seziyoruz. Bunun örneklerini yakın zamanda, İstanbul Tarlabaşı’ndaki Kentsel Dönüşüm adı altında yapılan çalışmaların sonucunda hep birlikte gördük. Yasayla önce köyler şehirli haline getirilecek, şehirler arsa olacak, arsa da imara açılacak. Yani yeni rant alanları açılmış olacak diye düşünüyoruz” diye konuştu. Bir yasayla köylü nüfusunu şehirli yapılamayacağını, kırsalın nüfusu azaltılmak isteniyorsa; şehirlere gelen insanlar nasıl istihdam edileceğini vurgulayan Akbulut, “Yıllardır tarım ürünlerinde artı veren ülkemiz, şimdi eksi veriyor. Artık ürettiğimiz ürünün bir çoğunu ithal ediyoruz. Bu döngüyü tersine çevirmemiz gerekiyor.” dedi. Akbulut, “Avrupa Birliğine girmek için kırk yıldır uğraşıyoruz. Türkiye’nin de altına imza attığı, Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın 5. maddesi diyor ki, eğer insanları bir yerden bir yere götürüyorsanız, mümkünse referandum yapın, onlara danışın diyor. Biz bu konuda Anayasa Mahkemesi’nden bir netice alamazsak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmeye kararlıyız” diyerek konuşmasına son verdi. Bursa’da 2013 ‘İpek Yılı’ İlan Edildi Okul Sütü Programı Başladı »»Bursa’da ipek böcekçiliğini canlandırmak için Bursa Valiliği harekete geçti. »»Okul Sütü Projesi düzenlenen törenle yeniden uygulanmaya başladı. Çarşamba Valilik binasında yapılan toplantıda; son yıllarda Bursa’nın değerlerini yükseltmek ve yaşatmak için büyük bir gayret içinde olduklarını belirten Bursa Valisi Şahabettin Harput, her sene Bursa’nın inciri, armudu ve kestanesi gibi değişik ürünlerini ele alarak yaşatmaya çalıştıklarını anlattı. 2013’de ise tarımın bir ayağı olan ipek böceğini ele alarak bu yılı “2013 İpek Yılı” olarak ilan ettiklerini anlatan Harput, “Kirazla beraber ipek böceğini ihya etmek için topyekun bir hareket başlatalım istedik. Bu manada bugün ipek ve ipek böceğini masaya yatırdık. Aslında iki yıldan bu yana bu konuda çalışmalar yapmaktayız” şeklinde konuştu. Harput, "Bir şey sahipsiz kalırsa yok olmaya mahkumdur. İşte onlardan bir tanesi de bizim ipeğimizdir. Maalesef uzun bir süredir ipeğimize sahip çıkamadık. Meşhur Bursa ipeği yok olmaya yüz tuttu" diye konuştu. Eskiden Bursa denince akla ipeğin geldiğini, göreve geldikleri günden beri Bursa'nın çeşitli değerlerini yaşatmaya çalıştıklarını vurgulayan Vali Harput, "Geldiğimiz günden beri bu şehrin değerlerine sahip çıkmaya çalıştık. Bu değerleri yaşatmak ve onlarla beraber yaşamak zorundayız. Şüphesiz sanayileşme Bursa'yı ekonomi ve refah manasında yükseltti Ama bu bizim diğer değerlerimizi ihmal etme ve onları ikinci plana atmamızı gerektirmez" şeklinde konuştu. Bursa Vali Yardımcısı Hüseyin Demirciler başkanlığında Kozabirlik, Uludağ Üniversitesi, Bursa Tarım İl Müdürlüğü, İl Milli Eğitim Müdürlüğü, odalar ve özel kuruluşlar işbirliği ile ipek böcekçiliği raporu hazırlandı. Ardından Vali Yardımcısı Hüseyin Eren tarafından süreçle ilgili görsel verilerle destekli bilgilendirmede bulundu. Vali Yardımcısı Eren, çalışmalar kapsamında 2012 yılında fidan, tohum-larva ve fiyat desteklemeleri ile birlikte HAGEL'in çelik konteyner besi evi destekleri verdiğini belirtti. 2013'de ise başta koza üretiminin artırılmasının hedeflendiğini bildiren Eren, tarım meslek lisesinde ipek böcekçiliği bölümü açılması ve Bursa'ya özgü ipek ürünlerinin geliştirilmesini hedeflediklerini bildirdi. Dut yaprağından kozaya sadece 27 gün gerektiğini, bu önemli gelir kapısı ile ortalama 500 bin kişiye istihdam sağlanabileceğini, kamuoyu ve genç kuşağın ipek böcekçiliğine yoğunlaştırılmasını hedeflediklerini kaydeden Hüseyin Eren, "Fidan, tohum, fiyat desteği ve alım garantisi olan bir üründür. 2 ayda 3 kutu tohumla ortalama 100-125 kilogram üretilerek 2 bin 500 ila 4 bin TL kazandırıyor. Yine 2 aylık bir emekle, 12 kutu, yani 400 kilo koza üretebilen bir üretici ortalama 10 bin veya 12 bin TL kazanabilir. Bu gelir ise asgari ücretin 1 yıllık toplamından daha fazla." diye konuştu. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, projeyle birlikte bu dönem sonuna kadar 60 milyon litre süt dağıtılmış olacağını söyledi. 2011/2012 üretim yılında ilk defa uygulanan “Okul Sütü Programı” edinilen tecrübeler ışığında, bu yıl bir dizi yeni tedbirle birlikte uygulanmaya konuldu. İlk defa özel okulların da okul sütü dağıtım programı kapsamına alındığı uygulama öncesinde; • Okul Sütü Programı Uygulama Rehberi hazırlanarak tüm okullara gönderildi. • Her öğrenci için “Veli İzin Formu” hazırlanarak öğrencilerin laktoz intoleransına (süt hassasiyeti) karşı duyarlılıkları belirlenerek, buna göre süt dağıtım programı yapıldı. • Okul sütü ile ilgili kamu spotları hazırlanarak yayınlanmak üzere 250 televizyon kuruluşuna gönderildi. 11 Şubat 2013 tarihinde 18 ildeki 2,7 milyon öğrenci ile başlatılan Okul Sütü dağıtım programına, 13 Şubat 2013 tarihinde 23 ildeki 3,2 milyon öğrenci de dahil edildi. 15 Şubat Cuma günü eklenen illerle birlikte 81 ilde 6,3 milyon öğrenci, Okul Sütü Programı’na dahil edilmiş oldu. 8 ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği AB - KOOPERATİFÇİLİK KOOPERATİF Kafdağı’ndaki Kaynak Sevgili Kooperatifçi Dostlar, Sizlere bu sayıda rahatlıkla kullanabileceğiniz bir kaynaktan bahsetmek istiyorum. Avrupa Birliği, ülkemiz gibi aday ve potansiyel aday ülkelere, üyelik öncesi uyum çalışmalarına destek vermektedir. Bu amaçla Katılım Öncesi Yardım Aracı (Instrument for PreAccession Assistance- IPA) adı altında bir destek oluşturmuştur. IPA desteğinin beş bileşeni bulunmaktadır. IPA’nın beşinci bileşeni Kırsal Kalkınma alanındadır. Katılım Öncesi Yardım Aracı Kırsal Kalkınma (IPA Rural Development- IPARD) olarak adlandırılmıştır. IPARD bileşeni, Avrupa Birliği’nin Ortak Tarım Politikası, Ortak Balıkçılık Politikası, Kırsal Kalkınma Politikası ve ilgili politikalarının uygulanması ve yönetimi için uyum hazırlıklarını ve bu kapsamda politika geliştirilmesi amacıyla verilecek desteklemeleri içermektedir. 874 Milyon Euro tutarındaki bu destekler, IPARD Programı adı verilen bir program çerçevesinde 2007 yılından bu yana uygulanmaya çalışılmaktadır. Programın 4 ana hedefi var. Bunlar Tarım sektörünün sürdürülebilir modernizasyonuna katkı sağlamak, Gıda güvenliği, hayvan sağlığı, bitki sağlığı ve çevre ile ilgili AB standartlarına uyumu teşvik etmek, Kırsal alanların sürdürülebilir kalkınmasına katkıda bulunmak ve Tarım-çevre tedbiri ve yerel kırsal kalkınma stratejilerinin uygulanması (LEADER) ile ilgili hazırlık yapmak şeklinde sıralanabilir. Bu hedeflere yönelik sizlerin başvuruda bulunabileceği 10 ana Proje konusu var. Bunlar başlıklar halinde şunlardır : 1- Süt Üreten Tarımsal İşletmelere Yatırım 2- Et Üreten Tarımsal İşletmelere Yatırım 3- Süt ve Süt Ürünlerinin İşlenmesi ve Pazarlanması 4- Et ve Et Ürünlerinin İşlenmesi ve Pazarlanması 5- Meyve ve Sebzelerin İşlenmesi ve Pazarlanması 6- Su Ürünlerinin İşlenmesi ve Pazarlanması 7- Çiftlik Faaliyetlerinin Çeşitlendirilmesi ve Geliştirilmesi 8- Yerel Ürünler ve Mikro İşletmelerin Geliştirilmesi 9- Kırsal Turizm 10- Kültür Balıkçılığının Geliştirilmesi IPARD Programı AB’nin ve Türkiye’nin bu konuda çıkardığı özel yasalar çerçevesinde uygulanmaktadır. AB’nin 1085/2006 sayılı IPA Konsey Tüzüğü ve 718/2007 sayılı IPA tüzüğün uygulanması esaslarını içeren Uygulama Tüzüğü ile ülkemizin 2008/14450 sayılı Uluslararası Anlaşması esas alınarak uygulanan Program, 2007-2013 için birinci süreç ve 2014-2020 yılları için ikinci süreçten oluşmaktadır. Birinci sürecin sonlarına geldiğimiz şu günlerde, IPARD Desteklerine başvuruların daha da arttırılmasına gerek duyulmaktadır. Bu nedenle IPARD Yönetim Otoritesi tarafından IPARD Desteklemelerinin yaygınlaştırılması ve topluma tanıtımı amacıyla çeşitli faaliyetler sürdürülmektedir. Tanıtım amacıyla en son AB’den destek alınarak özellikle Üretici Örgütlerine yönelik 6 adet çalıştay gerçekleştirilmiştir. Avrupa Komisyonu Genişleme Genel Müdürlüğü Teknik Destek ve Bilgi Değişim Ofisi (TAIEX) tarafından finanse edilen bu çalıştaylara yukarıda bahsedilen proje konularına yönelik ülkemizde faaliyet gösteren bütün üretici örgütlerinin merkez ve bölge birlikleri ile tarım yazarları davet edilmiştir. Bu büyük organizasyonun hedef kitlesi olarak üretici örgütlerinin seçilmesi oldukça anlamlıdır. Yapılan toplantılarda üreticilerin gözünde bu des- Dr. Erhan EKMEN Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Tarım Reformu Genel Müdürlüğü Teşkilatlanma Daire Başkanlığı Projeler ve Dış İlişkiler Çalışma Grubu Sorumlusu tekler Kaf Dağı’nın ötesi kadar uzak görüldüğü ortaya çıkmıştır. Başvuru koşullarının ağırlığı, bürokrasinin fazlalığı ve maddi yükün büyüklüğü nedeniyle ortaya çıkan zorlukları aşabilecek bir güce ihtiyaç duyulmaktadır. İşte bu güç, kooperatiflerimizin sahip olduğu birlikte dayanışma ve çalışma ilkesi içinde mevcuttur. Kooperatiflerin, aranılan gücün temini konusunda kullanılabilecek bir altın anahtar olduğu artık herkes tarafından kabul edilmektedir. Peki kooperatifler, IPARD Programı’ nın Tanıtımında ne yapabilirler ve nasıl faydalı olabilirler? 1- Öncelikle tanıtım bir yayım faaliyetidir. Kooperatifler aracılığı ile problem çözme yaklaşımına sahip Çoğulcu ve Katılımcı bir Tarımsal Yayım yapılabilecektir. Bu yöntem Tarım ve Kırsal Kalkınma Kurumu ve Bakanlık tarafından sürdürülen tanıtım çalışmalarından daha etkin bir yaklaşımdır. Yerinde ziyaretler ile Kooperatifler etkin bir Bilgilendirme yapabilirler. Ayrıca ortaklarını mevcut kaynaklar arasından IPARD Desteklerine yönlendireceklerdir. Sadece bu etkinlik bile IPARD Desteklerine olan ilgiyi arttıracaktır. 2- Kooperatifler, IPARD Programının etkinliği arttırabilecek tespitlerde bulunabilirler. Bunun için sektörün taleplerinin doğru tespiti ve bu tespitlerin doğru bir şekilde öneriler şeklinde karar vericilere aktarılması gereklidir. Kooperatifler uygulama sırasında karşılaşılan genel sorunları ve güçlükleri doğru olarak tespit ederek, sektörün önceliklerini ve ihtiyaçlarını belirleyebilirler. Bu tespitler, Programın modifikasyonu ve ikinci sürecin yeniden belirlenmesi sırasında, sektörün programdan daha fazla faydalanmak amacıyla talep edeceği önerilerin gerekçelerinin savunulabilir ve uygulanabilir olmasını sağlayacaktır. Böylelikle kooperatif ortakları açısından IPARD Projeleri daha fazla faydalanabilir bir hale gelecektir. 3- Kooperatif, ortaklarını üretim faaliyetine göre Programdaki Tedbirler içinden en uygun olan projeye yönlendirebilir. Böylece aynı bölgede aynı konuda birden fazla ortak yatırım yapmayacak ve ortaklar birbirlerine rakip olmayacaklardır. Hatta kooperatifin faaliyet sahasında Yatırım/Hizmet Planlaması yapılabilmesi imkânı sağlanacaktır. Projelerin bilinçli kullanımı bölge ekonomisine dolayısıyla ortaklarımıza olumlu katkılar sağlayacaktır. Bu durum aynı zamanda IPARD Tedbirlerinin sahada etkinliğini de arttıracaktır. 4- Kooperatif Merkez veya Bölge birlikleri bünyesinde bir Proje Ofisi açılması sorunların çözümünde etkili olacaktır. Bu ofislerde istihdam edilecek teknik personel, projelerin hazırlanmasını ve uygulanmasını sağlayacaktır. Projenin hazırlanması aşamasında gerekli evrakların temini, projenin teknik şartlarının hazırlanması, şartname kriterlerinin sağlanması, bürokrasinin takibi gibi konularda hizmet verilebilir. Projenin uygulanması sırasında ise; izleme ve değerlendirmenin yapılması, raporlamaların yapılması, hak edişlerin hazırlanılması ve sunulması, ihtiyaç duyulabilecek düzenleme ve düzeltmeler gibi işler yapılabilir. Bunlar projelere başvurular ile ilgili engellerin aşılması açısından büyük önem teşkil etmektedir. Bunlara ilaveten böyle bir Ofis, Tedbirlerin tanıtımı, yönlendirme ve aksaklıkların tespiti gibi daha önce sayılan çalışmaların daha kolay ve etkin yapılmasını da sağlayacaktır. 5- Kooperatifler aracılığı ile ortak finansman ve kefalet sistemi ile mali sorunlara uzun vadeli, düşük faizli çözüm imkânları sağlanabilir. Böylece projelere başvurular karşısında bir başka önemli sorun daha çözüme yaklaşmış olacaktır. Yalnız bunun için Kredi Garanti Fonu kapsamında kooperatiflere özel bir yaklaşıma ihtiyaç duyulacaktır. Burada kooperatif yöneticileri açısından unutulmaması gereken hassas bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Kooperatifler ana sözleşmelerinde ortaklarına karşı teknik ve mali konularda hizmet vermek ve refah artışı sağlamak ile ilgili maddeler vardır. Yani seçimle gelen başkanlarımızın ortaklarına karşı sorumlulukları bulunmaktadır. Gücümüzün farkında olmadığımız için Kaf Dağı’nın ardında olduğunu sandığımız 874 milyon Euroluk bir kaynak kullanmak üzere bizim harekete geçmemizi bekliyor. 2013 Yılı Düşük Faizli Yatırım ve İşletme Kredilerinin Şartları Belli Oldu »»Kredi üst limiti damızlık süt sığırı yetiştiriciliğinde 20 milyon lira olurken, diğer konularda 15 milyon lirayı aşamayacak. Üreticilerin finansman ihtiyaçlarının uygun koşullarda karşılanması amacıyla T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve Tarım Kredi Kooperatiflerince Tarımsal Üretime Dair Düşük Faizli Yatırım ve İşletme Kredisi Kullandırılmasına İlişkin 2013/4271 Bakanlar Kurulu Kararları 16 Şubat 2013 Tarihli ve 28561 Sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak 1 Ocak 2013 tarihinden geçerli olmak üzere yürürlüğe girdi. 1 Ocak-31 Aralık 2013 tarihleri arasında (bu tarihler dahil) bankaca uygulanmakta olan tarımsal kredi cari faiz oranlarından kredi konuları itibariyle belirtilen oranlarda indirim yapılmak ve kredi üst limitleri aşılmamak üzere tarımsal kredi kullandırılabilecek. Buna göre, ''damızlık süt sığırı yetiştiriciliği, yaygın hayvansal üretim, damızlık etçi sığır yetiştiriciliği, damızlık düve yetiştiriciliği, büyükbaş hayvan yetiştiriciliği, büyükbaş hayvan besiciliği, küçükbaş hayvan yetiştiriciliği, küçükbaş hayvan besiciliği, arıcılık, kanatlı sektörü, kanatlı sektörü damızlık yetiştiriciliği , su ürünleri yetiştiriciliği, su ürünleri avcılığı''nın yer aldığı ''Hayvansal Üretim'' konuları, ''Kontrollü örtüaltı tarımı, yaygın bitkisel üretim, çok yıllık yem bitkisi üretimi, yurtiçi sertifikalı tohum, fide, fidan üretimi, yurtiçi sertifikalı tohum, fide kullanımı, yurtiçi sertifikalı fidan kullanımı, iyi tarım/organik tarım uygulamaları''nın bulunduğu ''Bitkisel Üretim'' konuları ve ''tarımsal mekanizasyon, modern basınçlı sulama, arazi alımı ve diğer üretim konuları'' olarak düzenlenen ''muhtelif'' konularda yatırım ve işletme dönemlerine göre kredi faiz indirimine gidilecek. Kredi üst limiti damızlık süt sığırı yetiştiriciliğinde 20 milyon lira olurken, diğer konularda 15 milyon lirayı aşmayacak. Küçükbaşa % 100 faiz indirimi Geçen yıl damızlık süt sığırcılığı yatırımlarında 250 bin liraya kadar olan yatırım kredilerine sıfır faizli kredi verilirken bu sene 750 bin liraya kadar olan yatırım kredilerinde yüzde 100 indirim uygulanacak. İşletme kredilerinde ise 750 bin liraya kadar olan kredilerde yüzde 50 faiz indirimi uygulanacak. Geçen yıl 250 bin lira ile 3 milyon lira arasındaki kredi diliminde yatırım kredilerinde yüzde 75, işletme kredilerinde yüzde 50 faiz indirimi uygulanırken bu sene 750 bin lira ile 5 milyon lira arasındaki kredi dilimine bu faiz indirimi uygulanacak. Yine geçen yıl 3 milyon lira ile 20 milyon lira arasındaki kredi dilimine yatırım kredilerinde yüzde 50, işletme kredilerinde yüzde 25 faiz indirimi uygulanırken bu sene 5 milyon lira ile 20 milyon lira arasın- daki kredi dilimine yüzde 50 ve yüzde 25 faiz indirimi uygulanacak. Kanatlı sektörüne yönelik 1.5 milyon lira olan kredi üst limiti 3 milyon liraya çıkarılacak. Yatırım kredilerinde yüzde 50, işletme kredilerinde yüzde 25 indirim uygulanacak. Kanatlı sektörü damızlık yetiştiriciliğinde 7.5 milyon lira üst limitli kredi verilecek ve faizi de sıfır olacak. Su ürünleri yetiştiriciliğine destek Su ürünleri yetiştiriciliğinde yatırım kredilerinde yüzde 100 faiz indirimi uygulanacak. Kredi üst limiti de 3 milyon liradan 5 milyon liraya çıkarılacak. Su ürünleri yetiştiriciliğinde işletme kredisinde ise yüzde 50 faiz indirimi uygulanacak. Su ürünleri avcılığında ise, kredi üst limiti 3 milyon liradan 1.5 milyon liraya düşürülürken yatırım kredilerinde yüzde 50, işletme kredilerinde ise yüzde 25 faiz indirimi uygulanacak. Yem bitkisi, tohum, fidan üretimine sıfır faiz Yem bitkileri üretimini artırmak, ot ve saman ithalatını önlemek amacıyla ilk kez çok yıllık yem bitkisi üretiminde sıfır faizli kredi verilecek. Çok yıllık yem bitkisi üretenlere 1.5 milyon lira- ya kadar verilecek yatırım kredisinden faiz alınmayacak. İşletme kredisi ise yüzde 75 indirimli olacak. Yurt içi sertifikalı tohum, fide ve fidan üretiminde kredi üst limiti 10 milyon liraya çıkarılacak. Hem yatırım hem de işletme kredisinin faizi ise sıfır olacak. Yurt içi sertifikalı tohum, fide ve fidan kullanımında da farklı bir uygulama olacak. Sertifikalı tohum ve fide kullanımında kredi limiti 1 milyon liraya düşürüldü. Fidan kullanımı kredi limiti ise 5 milyon liraya çıkarıldı. Faiz indirimi geçen yıl olduğu gibi yüzde 50 olarak belirlendi. Tarımsal mekanizasyon kredi üst limiti 1.5 milyon liraya çıkarıldı. Tarımsal mekanizasyon yatırım ve işletme kredilerinde yüzde 50 faiz indirimi uygulanacak. Kredi kullanımındaki teknik kıstaslar (hayvanların cinsi, sertifikasyona ilişkin tanımlar gibi) Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca Hazine Müsteşarlığının uygun görüşü alınarak hazırlanacak Resmi Gazete'de yayımlanacak tebliğle belirlenecek. ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği GÜNDEM “E-Tohum Takas” »»İnternetten “Yerel Ve Doğal Tohum Takas Ağı” açılış toplantısı, 20 Şubat 2013’de İzmir’in Bornova ilçesinde yapıldı. 2006 yılında çıkartılan Tohumculuk Kanunu ile yerel ve doğal köylü tohumlarının satışı yasaklandı. Yerel tohumların yaşatılması ve korunması için ülkemizde Ege Üniversitesinden Prof. Dr. Tayfun Özkaya, Zir. Yük.Müh. Zerrin Çelik, Karaot Tohum Derneği Başkanı Feray Karapınar, Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı, Torbalı Belediyesi, Karaot Köyü Tohum Derneği, ÇiftçiPlat desteğinde 2010 yılında ilk kez Torbalı Tohum Takas Şenliği düzenlendi ve o günden bu yana bu etkinlikler dalga dalga yayılmaya devam ediyor. Bu şenliklerde köylüler ve hobistler bir araya gelerek yerel tohum takası yapıyorlar. Bu çabaların yanında 2011 yılında bazı tarımsal forum sitelerinde internet üzerinden tohum takası yapıldı. Sadece forum üyeleri içerisinde yapılan bu çalışmalar, daha fazla katılım sağlanması için internet üzerinden facebook sayfasına taşındı. Bu etkinlik ilk kez facebook sayfasında “Ulusal Tohum Takas Merkezi” adı altında yapılıyor. Grup yönetiminde halen dört amatör yerel/doğal tohum sever, bir de ziraat mühendisi bulunmakta. Grup adına konuşan Ali Özırmak “Grubumuz; yerel tohum takas şenliklerini düzenleyen ve yerel tohumların yaşatılması, üretilmesi, korun- ması ve yayılması için çeşitli dernek, kuruluş, oluşum ve kişiler olarak çalışanları takdirle karşılamaktadır. Bizler bu çabalara internet aracılığı ile bir katkı koymak istiyoruz. Artık, ülkemizin her yöresindeki üyelerimiz, kendi üretimi olan yerel ve doğal tohumları grubumuza göndererek karşılığında gelen tohumlardan istedikleri tür ve çeşitleri edinme hakkına sahip olacaklardır. Sadece tohum almak isteyenler de daha kısıtlı düzeyde yararlanabileceklerdir. Bu kapsamda küçük çiftçi üyelerimize tarımsal üretimlerini desteklemek için daha fazla tohum gönderiyoruz.” dedi. Sistem nasıl işliyor? Grup üyelerinden Teoman Açıkbaş; “Tohum paylaşımcısı üyeler kendi üretimi olan sebze, tıbbi bitki, çiçek, hayvan yemi ve meyve ağacı tohumları grup yönetimine gönderiyor. Grup yönetimi gelen tüm tohumları paketleyerek “Tohum Envanteri” olarak internette yayınlıyor. TAKAS HAKKI nedeniyle önce tohum gönderen üyelerin tohum istekleri karşılanıyor. Kalan tohumlar da sadece tohum isteyen üyelere 20 çeşitle sınırlı olarak dağıtılıyor. Tüm tohum istekçileri internet grup sayfası üzerinden işlemleri yürütüp aldığı tohumlar karşılığında, sadece kendi kargo ücretlerini ödemekte olup, yasa gereği hiçbir ücret ödemiyorlar. Etkinliğimiz hiçbir ticari düşünce taşımamaktadır. Yerel tohumların yaşaması ve yayılması için tohumlar küçük miktarlarda paketlenmektedir.” dedi. Bir başka üye A. Mete Tiren ise; “internet üzerinden yaptığımız tohum takasında, üyeler birbiriyle karşılaşmıyorlar, her türlü bilgi internet üzerinden temin ediliyor. Yerel ve doğal tohumların yaşatılması için yaptığımız bu etkinlikte kesinlikle firma tohumlarını ayırıyoruz ve etkinlik kapsamından çıkarıyoruz.” dedi. Etkinlikte konuşan Ege Üniversitesinden Prof. Dr. Tayfun Özkaya; “Yerel tohumlarımızın korunması ve üretimde kullanılması çok önemli. Yerel tohumların ve bunlardan üretilen fidelerin köylülerce satışına getirilen yasak kaybolma sürecini hızlandırıyor. İnterneti kullanarak yapılan bu takas çabasının önemli bir yarar getireceğini tahmin ediyorum. Ayrıca çeşitli sebze tohumlarıyla birlikte bitki hastalık ve zararlılarında kullanılan bir takım çiçeklerin dağıtılmasını da çok yararlı olarak değerlendiriyorum.” dedi. Etkinliğe Ulusal Tohum Takas Merkezi grubu tarafından getirilen siyah-beyaz, pembe, krem-kahverenkli ve değişik renklerdeki fasülye tohumlarını dikkatle inceleyen Bornova Belediye Başkanı Prof.Dr.Kamil Okyay Sındır; “Yerel Tohum Takas Şenliklerinin bir başka şekli olan internet üzerinden yapılan e-tohum takas etkinliği çok güzel düşünülmüş. Bildiğiniz üzere biz de geçen sene Bornova Tohum Takas Şenliği yaptık, bu yıl da yine katkı koyarak yapmayı planladık. Ülkemizin geleceği için yerel çeşitlerin, değişik bölgelerde ekilmesinde tohumların fazla bir değişiklik göstermeyeceğini değerlendiriyorum.” dedi. 20 Şubat 2013 günü Bornova Belediyesi Uğur Mumcu Kültür ve Sanat Merkezinde yapılan toplantı sonrası yurdun değişik yörelerinden gelen tohumlardan bir miktarı tohum isteklisi üyelere ücretsiz olarak dağıtıldı. Bodrum'da "Tohum Takası Şenliği" Düzenlendi »»Gümüşlük beldesinde kaybolan yerli tohumlara dikkat çekmek amacıyla Ekolojik Üreticiler Derneği, Dereköy Doğasevenler Derneği ve Dereköy Muhtarlığı tarafından düzenlenen Bodrum Tohum Takas Şenliği yapıldı. Yerel tohumları üretmeye teşvik etmek amacıyla gerçekleşen Tohum Takası Şenliği'ne İstanbul, İzmir ve çevre illerden gelen üreticiler ellerindeki fazla tohumları başka tohumlarla takas etti. Yerel tohumları yaşatmak ve üretimini sürdürmek amacıyla Ekolojik Üreticiler Derneği, Dereköy Doğasevenler Derneği ve Dereköy Muhtarlığı tarafından, Bodrum Belediyesi, Maviyol Girişimi Platformu, Bizim Bostan ve Çatalada Derneği destekleriyle düzenlenen Bodrum Tohum Takas Şenliği kapsamında; Dereköy meydanında, 'Tohumunu getir, paylaş. Yüreğini getir, yaşat. Bilincini getir, çoğal' sloganı ile düzenlenen şenlikte yerel tohumların yok olmaması amacıyla halkın bilinçlenmesi sağlandı. Şenlikte tohum takasının yanı sıra çocuklar için yüz boyama etkinlikleri, dans ve folklor gösterileri, tiyatro gösterileri, aşı, sepet, ebru, resim ve seramik atölyelerinde etkinlikler, kısa film gösterimleri ve bilgilendirme toplantıları yapıldı. Dereköy Doğasevenler Derneği üyesi İrem Verdön, yerel tohumları takas yöntemi ile paylaşıma açtıklarını söyledi. Verdön, "Tescillenmemiş tohumların satışını yasaklayan ve yerel tohumların tarımsal üretim dışı kalmasına neden olan 2006 tarihli Tohumculuk Kanunu’nun ardından, yerel tohumların yok olmaması için, 2009 yılında ilk kez böyle bir şenlik düzenledik. Çeşitli il ve ilçelerde bugüne kadar 10’a yakın etkinlik yaptık. Bodrum'da da ilk kez tohum takası yapmak için şenlikte bir araya geldik. Katılımcılar, çiçek, sebze, bakliyat, her türlü yerel tohumu takas ettiler. Tohumlar şenlik başlangıcında tohum takas masasına teslim edilerek, burada kayıt altına alındı. Tohumları zarflayarak takasa hazırladık. Takas ise kişiler arasında herhangi bir satış olmaksızın yapıldı. Takasa tohumsuz gelenler, tohum alabilmek için kitap getirdi. Getirilen kitaplar, Dereköy İlkokulu ve Kumköy kütüphanesine bağışlandı" dedi. TEMA Vakfı Bodrum Sorumlusu Haluk Ortaçgil ise Türkiye'de giderek yerli tohumların tüketildiğini belirterek, "Yerli tohumun neslinin devam etmesi, gelecek kuşaklara aktarılması için şenlik yapılıyor. Yerli tohumlara sahip çıkmalıyız. Anadolu topraklarında tohum inanılmaz zengin. Fakat bunların orijinali giderek azalıyor" dedi. 9 Sarı Kızın Samanı Yurt Dışından Geldi! Veee Ocak ayının sonunda ilk ithal samanlar geldi. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın 9 Ağustos 2012 tarihinde ülkemize sap, saman, ot ve yaprak ithalatına verdiği izinle yurt dışından saman alımı gerçekleştirildi. “Kuraklık, üretim azlığı, hayvan sayısının artması veya stoklama” sebebi her ne olursa olsun 2012 yılının ortasında samana muhtaç kaldık. Uzun yıllar kalitesiz olması sebebiyle altlık olarak değerlendirilen saman, geçtiğimiz yıl bazı bölgelerde % 400’leri bulan fiyat artışı ile rekor kırdı. Kaba yem olmadan büyükbaş ve küçükbaş hayvan besleme yapılamaz mı? Bu sorunun cevabı kesinlikle hayır! Kaba yemler, geviş getiren hayvanların beslenmesinde mekanik tokluk hissi vermesinin yanı sıra, hayvanların yaşamaları için (et, süt ve döl verimi hariç) gerekli enerjiyi sağlamaları, beslenmeye bağlı hastalıklara (asidozis gibi) yakalanma riskini azaltmaları ve rumende (işkembe) bulunan yararlı mikroorganizmaların yaşaması için uygun ortamın yaratılmasına yardımcı olmaları gibi nedenlerle büyük önem taşırlar. Bu sebeplerle, verim yönü ne olursa olsun geviş getiren hayvanların rasyonlarında kaba yemler oldukça önemli bir yere sahiptirler. Kaba yem olarak değerlendirilen yemler; 1. Her tür yeşil yemler (doğal ve yapay çayır ve mera yeşil yemleri ile emek ve para sarfı ile tekli ya da çoklu olarak üretimi yapılan yeşil yemler) 2. Her tür kuru otlar (hayvan yemi amaçlı biçilip güneşte veya suni olarak kurutulan otlar) 3. Her tür harman kalıntıları (sap, samanlar, kabuk, kavuzlar, kes) 4. Kök ve yumru yemler (pancar, patates, havuç, tapioka vb) 5. Her tür endüstri yan ürünleri (istisnaları vardır) 6. Her tür meyve ve sebzeler (istisnaları vardır) 7. Silo yemleridir (ekşitilmiş yemler - silaj). Türkiye’de, küçükbaş ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde yapılan en büyük hatalardan biri, meralara gereken özenin gösterilmemesinden kaynaklanmıştır. Aşırı otlatma ve yanlış kullanım nedeniyle uzun yıllar önce büyük oranda kaybettiğimiz meralar, kaba yem açığının temelini oluşturmaktadır. Meraların ardından yem bitkileri üretiminin yetersizliği ve uygulanan yanlış politikalar sebebiyle, uzun yıllardır süren sıkıntı bugün bizleri saman ithalatı yapmaya zorlar olmuştur. Geleneksel uygulamalardan vazgeçmek her ne kadar zor olsa da, geviş getiren hayvanların beslenmesinde kaba yem kaynağı olarak saman kullanmak yerine, hayvanların yaşama payı ihtiyaçlarının karşılanmasında, kuru yonca otu, silaj gibi kaliteli kaba yemler tercih edilmeli ve yetiştiriciler bu konuda bilgilendirilmelidirler. Yetiştiricilerin samanı tercih etmelerinin bir diğer nedeni, kaliteli kaba yemlere göre birim fiyatının daha ucuz olmasıdır. Ancak, kaliteli kaba yemlerle beslemede besin maddelerinin bir kısmının hayvanın süt verimine de aktarıldığı dolayısıyla süt üretimi için verilecek kesif yem miktarının azaltılabileceği ve daha ekonomik bir üretim yapılabileceği unutulmamalıdır. Bu bağlamda, ülkemizde saman yerine kaliteli kaba yem üretimi ve tüketimi teşvik edilmelidir. Peki, kaliteli kaba yem üretimi için neler yapabiliriz? • 1998 yılında çıkarılan mera kanunu ile çayır ve meraların ıslahı konusunda her ne Dr. Neşe Nuray TOPRAK Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü kadar ilerleme kaydedilse de henüz yeterli boyutta olmadığı aşikârdır, üstelik son yıllarda büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayısında görülen artış yem bitkilerine olan ihtiyacı da büyük ölçüde artırmaktadır. Bu sebeple çayır ve meraların ıslahına ilişkin çalışmalar hızlandırılmalıdır. • Yem bitkisi üretim alanlarının artırılması: bu süreç biraz zaman alabilir ancak geçen zaman içinde yetiştirilmekte olan mevcut yem bitkilerinden daha fazla verim elde etmeye yönelik uygulamalar yapılabilir. • Kaliteli kaba yem üretimi ve tüketimi teşvik edilmeli, talep artırılmalıdır. • Yem bitkisi üretiminde sertifikalı tohum kullanımı teşvik edilmelidir. • Yem bitkilerinin yan ürün (ikinci ürün) olarak yetiştirilmesi yanı sıra başlı başına ana ürün olarak yetiştirilebilecekleri üretim planlarının yapılması bu sayede tahıllar ve endüstri bitkileri ile rekabet güçlerinin artırılması gerekmektedir. • Yem bitkisi üretim planlaması yapılmalı ve üretim çeşitlendirilmelidir. • Silajlık yem bitkisi yetiştirme ve silaj yapımı konusunda bilgilendirme ve teşvikler artırılmalıdır. • Ucuz ve alternatif (şeker pancarı baş ve yaprakları vb.) diğer kaba yem kaynakları hayvansal üretime kazandırılmalıdır. • Hayvan yetiştiricileri kendi yemlerini yetiştirmeye teşvik edilmelidirler. Bunun için, her şeyden önce hayvancılığın karlı bir hale getirilmesi gerekir ki yetiştirici hayvanının yemini yetiştirmeye istekli olsun. • Üretim faaliyetlerinin ekonomik olması için işletme büyüklükleri yeterli düzeye gelmelidir. • Kooperatifçilik ve birlikler desteklenmelidir. • Yem bitkisi yetiştiriciliğinde kullanılan alet ve makinaların iyileştirilmesi gereklidir. • Hayvan yetiştiricileri, hayvan beslemede kullanılan yem bitkileri, silajlık yemler, silaj yapımı ve yemlerin depolanması - saklanması gibi konularda eğitilmelidir. • Yapılan desteklemelerin takibi yapılmalı gerekli kayıt kontrol sistemleri yaygınlaştırılmalıdır. Hayvansal ve bitkisel üretimde karşılaşılan sorun ve yetersizliklerin sadece ithalat yoluyla ortadan kaldırılması mümkün değildir. Geçici bir çözüm olan bu yöntem, hem ekonomik nedenler hem de taşıdığı riskler (hastalık bulaştırma vb.) sebebiyle sorunların büyümesine neden olabilmektedir. Geçmiş yıllarda olduğu gibi kendi kendini besleyebilen bir ülke olabilmek – bitkisel / hayvansal üretim seviyesini ve kalitesini artırmak için bilinçli, akılcı ve kararlı adımlar atmak zorundayız. Bu süreç biraz uzun sürebilir ancak gelecek nesillerin yeterli ve dengeli beslenebilmeleri ancak bu şekilde mümkün olabilecektir. *Makalenin hazırlanmasında kullanılan kaynaklar yazardan temin edilebilir. 10 ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği RÖPORTAJ Büyükşehir Yasası Ne Getiriyor? Kırsala Ne Oluyor? Röportaj: Emel Tuğrul »»Büyükşehir Yasası’nın tarım sektörünü, toprağı ve su kaynaklarını, doğal varlıkları, çiftçiyi, köylüyü ve tüm halkımızı, dolayısıyla Türkiye’nin bugünü ve yarınını nasıl etkileyeceğini, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Bülent GÜLÇUBUK ile konuştuk. Köy-Koop Haber- Büyükşehir Yasası Ne Zaman Yürürlüğe Girdi? Bülent Gülçubuk- Yasa 06.12.2012 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi. Yasanın tam olarak adı; “13 İlde Büyükşehir Belediyesi Ve Yirmi Altı İlçe Kurulması İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”. K.K.- Hocam, Kanun Neleri İçeriyor? Büyükşehir sınırlarına dahil edilen köylerde yaşayanlar içme suyu, atık su gideri, alt yapı yatırımları ve benzerleri için zamanla ‘bedel, katılım payı’ adı v.b adlarla yeni harcama kalemleri ile karşılaşacaklar. Bu giderler zaman içinde (-ki geçiş olarak 5 yıl sonrası deniliyor) metropol alandaki fiyatlar düzeyine ulaşarak gittikçe daha ağır maliyetli bir yaşama mahkum olacaklar. Yani, kırsalda hizmetler büyükşehir değerleri üzerinden belirlenecek. Zaten yoksulluk kırsalda kronikleşmiş, bu hizmet sunumu yaklaşımı ile daha da yüksek maliyetler çıkacak. Bu durumda yeni bir kırdan kente göç dalgası ile karşılaşabileceğiz. B.G.- Kanun esas olarak şunları içeriyor; nüfusu 750 bini geçen iller Büyükşehir statüsü kazanıyor ve söz konusu il adıyla Büyükşehir Belediyesi kuruluyor. Büyükşehir Belediyesi’nin sınırları ise bütün ili kapsıyor. Bu il sınırlarında belde belediyeleri kaldırılıyor ve bağlı bulunduğu ilçenin bir mahallesine dönüşüyor. Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisinde yer alan köyler de kaldırılarak, mahalleye dönüştürülüyor. Ayrıca, nüfusu 500’ün altına düşmüş köyler ve varsa mahalleler kaldırılırken, nüfusu 500’ün altında olan yerleşim yerlerinde mahalle kurulamaz’ hükmü getiriliyor. Bu durumdaki yerleşim yerleri, en yakın yerleşim birimleriyle birleşerek ortak bir mahalle oluşturuluyor. Yine kanunla, Büyükşehir statüsü olan yerleşim yerlerindeki İl Özel İdareleri ile İl Genel Meclisleri kaldırılıyor. Yasayla, diğer illerde ise nüfusu 2000’nin altına düşen belde belediyeleri kaldırılarak, köye dönüştürülüyor. Bu düzenleme ile birlikte, 1591 belde belediyesi ile 16.082 köy ve 29 ilde il özel idaresi ve İl Genel Meclislerinin tüzel kişiliği ilk mahalli idareler seçiminden sonra kaldırılıyor. K.K. - Kanun ile nüfus yapımız nasıl bir değişiklik gösterdi? B.G.- Öncelikle bir gecede kır nüfusu %50’den fazla azaldı yani bu nüfus şehirleşiverdi. 2011 yılında nüfusun %23,2’si kırsalda yaşıyorken, 2012 yılı sonu itibarıyla Kanun ile birlikte bu oran %9,4’e düştü. Tabi bu azalış sadece idari bir tanımlamadan kaynaklanan azalış, oysa kır nüfusu halen yerinde oturuyor, yaşamına ve üretime devam ediyor. Tabi, bu azalış kır nüfusu için iyi mi oldu, yoksa olumsuz mu? Bunu zaman gösterecek ama görünen köydeki kılavuz bugünden de bazı ipuçları veriyor. K.K. - Hocam burada farklı bir şey sormak istiyorum. Bir Kanun neden çıkarılır? B.G.- Bunun yanıtı oldukça geniştir. Genel açıdan bakılacak olunursa bir Kanun; eski yasalar güncelliğini, toplumsallığını, etkisini yitirdiği için, eskisinden daha yararlı olacağına inanıldığı için, toplumdan gelen taleplere ve uygunluklarına yanıt vermek için, kamuoyunu (?) tatmin etmek için, değişen gereksinimlere yanıt vermek için, siyasileri ve beklentileri memnun etmek için, yeni siyasi tercihleri karşılamak için...Fakat, Büyükşehir Kanunu bunlar dikkate alınarak mı, çıkartıldı derseniz, burada kocaman bir soru işareti ortaya çıkar! Çünkü kanun koyucu yerel halkın, toplumun taleplerinin dikkate alınması noktasında ketum davranmıştır. K.K. - Bu Kanun neden çok önemli görülüyor ve tarım ile uğraşanlar, kırsalda yaşayanlar açısından tedirginlik neden var? B.G.- Çünkü, Kanun ile birden bire 16.000 fazla köy mahalleye dönüştü, yüzlerce kasaba belediyesi kapatıldı. Bundan sonra bu yerleşimlere hizmet nasıl gidecek, ne kadar gidecek, uzaklık kavramı hizmet sunumunda ve hizmete erişimde ne kadar etkili olacak belirli değil… K.K. - Kanunda yer alan maddeleri genel bir değerlendirmeye alsak ve bunlar üzerinden çıkarımda bulunsak nasıl bir durum ortaya çıkmaktadır, özetleyebilir miyiz? B.G.- Bu durumda kırsalı, tarımı ilgilendiren maddeler üzerinden gidelim ve temel çıkarımlarda bulunalım… • Kanuna göre; Büyükşehir belediyelerinin bulunduğu illerde, “Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezi (YİKM)” adıyla bir kurum oluşturuluyor. Bakanlar Kurulu kararı ile bu illere bağlı ilçeler ve diğer illerde de Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezi kurulabilecek. Yatırım İzleme ve Koordinasyon Merkezinin sevk ve idaresi, illerde valilik, ilçelerde ise kaymakamlar tarafından yerine getirilecek. Yani; Kanun ile Belediyeler yatırımda bulunacak, hizmetlerini sunmaya çalışacak ama bunun sevk ve idaresinden Mülki İdare sorumlu olacak. Bu durumda mülki idare amirleri ile yani Valiler ve Kaymakamlar ile belediyeler arasında sorunlar, anlaşmazlıklar yaşanabilecek. Burada vatandaşın aksayan hizmetler- den, yatırımlardan etkilenmesi söz konusu olabilecek. • Kanun ile; Büyükşehir sınırlarına dahil edilen köylerde yaşayanlar içme suyu, atık su gideri, alt yapı yatırımları ve benzerleri için zamanla ‘bedel, katılım payı’ adı v.b adlarla yeni harcama kalemleri ile karşılaşacaklar. Bu giderler zaman içinde (-ki geçiş olarak 5 yıl sonrası deniliyor) metropol alandaki fiyatlar düzeyine ulaşarak gittikçe daha ağır maliyetli bir yaşama mahkum olacaklar. Yani, kırsalda hizmetler büyükşehir değerleri üzerinden belirlenecek. Zaten yoksulluk kırsalda kronikleşmiş, bu hizmet sunumu yaklaşımı ile daha da yüksek maliyetler çıkacak. Bu durumda yeni bir kırdan kente göç dalgası ile karşılaşabileceğiz. • Kanun ile yalnızca büyükşehir belediyesi olan illerde değil, diğer illerde de 559 belediyenin nüfusun 2000`in altına düşmesi nedeniyle kapatılması öngörülmüştür. Yani, yalnızca nüfus kriterini esas alan bir düzenleme söz konusudur. Böyle bir düzenleme, hizmetin yerelden sağlanması ve toplumun kararlara katılması açısından büyük dengesizliklere neden olacaktır. Burada yüzölçüm, merkezi yerleşimlere uzaklık, hizmetlere erişim gibi kriterler ana belirleyici olmalıdır. • Kanunun 3. maddesine göre; ilçe belediyeleri veya ilçe belediyelerinin talep etmeleri hâlinde büyükşehir belediyeleri tüzel kişiliği kaldırılarak mahalleye dönüşen köylerde yapılacak ticari amaç taşımayan yapılar için yürürlükteki imar mevzuatı doğrultusunda yörenin geleneksel, kültürel ve mimari özelliklerine uygun tip mimari projeler yapar veya yaptırır. Peki, burada ölçüt ne olacak, kim yapacak, yerel doku ve kültür nasıl korunacak? Yoksa kıyı bölgelerinde, merkezlere yakın yerleşimlerde yeni bir zengin ve kıra düşkün bir nüfus mu oluşturulacak? • Kanun diyor ki; maden üretim faaliyetleri ile bu faaliyetlere dayalı ruhsat sahasındaki tesisler için işyeri açma ve çalışma ruhsatına ilişkin yetki ve görevler, il özel idarelerinin tüzel kişiliğinin kaldırıldığı illerde valiliklerce yürütülür. Bu durum, tarım toprakları üzerinde yeni bir baskı yaratacak mı, tarım topraklarının amaç dışı kullanımı giderek daha da mı artacak? Bunlar gelecek açısından hatta bugün açısından bile yeni tehditler oluşturacak ve kırsaldaki nüfus açısından yeni çevre kirlilikleri başlayacak. • Kanunun 7. maddesinde aynen şöyle bir ifade geçiyor; “Büyükşehir ve ilçe belediyeleri tarım ve hayvancılığı desteklemek amacıyla her türlü faaliyet ve hizmette bulunabilirler.” Şimdi, burada bu faaliyet ve hizmetin ölçütü nedir? Burada Ziraat, Veteriner, Su Ürünleri vd. fakültelerin ilgi alanlarına girilecek kadar ölçüt genişler mi? Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın çalışma alanı ile belediyelerin çalışma alanları nasıl sınırlanacak, belirli değil! Yani, kanun bu konuda da muğlak. • Kanunun 11. maddesi şöyle diyor; “İmar mevzuatı uyarınca belediyelerin otoparkla ilgili olarak elde ettikleri gelirler tahsil tarihinden itibaren 45 gün içinde büyükşehir belediyesine aktarılır. Büyükşehir belediyeleri bu geliri tasdikli plan ve beş yıllık imar programına göre hazırlanan kamulaştırma projesi karşılığında otopark tesisi için gerekli arsa alımları ile bölge ve genel otoparkların inşasında kullanır. Bu gelirler bu fıkrada belirtilen amaç dışında kullanılamaz.” Burada şu sonuç ortaya çıkıyor; özellikle kıyı bölgelerimizdeki birçok yerleşimde otopark gelirleri temel gereksinimleri karşılama açısından önem taşımaktadır. Buralar ilgili yerleşim dışından birilerinin işletmeciliğine verebilir ve elde edilen gelir ise bu yerleşim için kullanılmayabilir. Bu durumda kendi sahip olduğun taşınmazlara yabancılaşma gibi bir durum ve soysa huzursuzluklar çıkabilecektir. • Madde 16 – 5393 sayılı Kanunun 12 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir; “Mevzuatla orman köyleri ve orman köylüsüne tanınan hak, sorumluluk ve imtiyazlar orman köyü iken mahalleye dönüşen yerler için devam eder. Bir belediyeye katılarak mahalleye dönüşen köy, köy bağlısı ve belediyelerce kullanılan mera, yaylak, kışlak gibi yerlerden bu mahalle sakinleri ve varsa diğer hak sahipleri 25/2/1998 tarihli ve 4342 sayılı Mera Kanunu hükümleri çerçevesinde yararlanmaya devam eder.” Peki, bir köy başka bir köye bağladıysa, birleştiyse, bir ilçeye katıldıysa bu sefer mera, yaylak, kışlak vd.lerden kimler nasıl ve ne kadar yararlanacak? Bu durumda yeni anlaşmazlıklar ortaya çıkmayacak mı? • Kanunda 1. maddeye göre tüzel kişilikleri kaldırılan belediye ve köylerin ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği TARIM personeli, her türlü taşınır ve taşınmaz malları, hak, alacak ve borçları, komisyon kararıyla ilgisine göre bakanlıklara, büyükşehir belediyesi, bağlı kuruluşu veya ilçe belediyesine devredilir. Buradan şu çıkarımda bulunabiliriz; bu durumda belediye ile mahalleye dönüştürülen köyün ilişkileri her an gerilebilir, yerelde yeni anlaşmazlıklar ortaya çıkabilecek ve taşınmazların kullanımında öncelik, hiyerarşik sorunlar ortaya çıkabilecektir. Bu durumda da yine güçlü olan mı kazanacak acaba? • Kanunda şöye bir madde bulunmaktadır; “...bu yerlerde içme ve kullanma suları için alınacak ücret 5 yıl süreyle en düşük tarifenin % 25’ini geçmeyecek şekilde belirlenir. 10.7.2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun geçici 2 nci maddesi ile köy tüzel kişiliği kaldırılarak mahalleye dönüştürülen yerlerde de bu fıkra hükmü uygulanır.” Burada 5’inci yılsonunu beklemeden bile su için büyük ücretler ortaya çıkacaktır. Türkiye’de kullanılan suyun %75’inin tarımda kullanıldığı düşünülürse, su artık kamu için büyük bir gelir kapısı, çiftçi ve kırdaki aile için büyük bir yaşama maliyetini beraberinde getirecektir. 5 yıl sonrasını düşünmek bile insanı ürkütüyor... Bahçedeki, tarladaki, yayladaki, meradaki suya ücret geliyor hem de şehir şebeke fiyatı ile. Buralarda hem de belediyelerin bir yatırımı olmadan havadan bir su geliri ortaya çıkıyor. Herhalde bundan sonra artık sulama sistemleri için suyun kullanımı için kredi mekanizmaları devreye girecek... Ülkemiz Ziraat Fakültelerinden Nobel Ödülü Çıkar mı? »»2006 Ocağında Saskatchewan Üniversitesi’ nin karlarla bezeli “Bowl” diye adlandırılan orta meydanından geçerek Biyokimya Bölümüne giderken çok heyecanlıydım. Ne de olsa doktoramdaki ilk dersime bugün başlayacaktım: “İleri Biyokimya”. Bu heyecana bir de Dr. Warrington gibi alanında meşhur bir biyokimyacının dersini alma ağırlığı da eşlik etmekteydi. Bilinçaltımda ise 10 yılını Amerika’da geçirmiş Türkiye’deki bölüm hocalarımdan Prof. Dr. Aziz Karakaya’nın “Umut, orada dersler ağırdır, iyi çalış” öğütleri altyazı geçiyordu. Amfiye ilk girdiğimde ayaklarını bir öndeki sandalyeye doğru uzatmış bir öğrenci dikkatimi çekti. Uğultulu amfi kalabalıklaşırken önlerden bir yer kaptım ve uğultunun yerini sessizliğe bırakmasıyla Dr. Warrington’un amfiye girdiğini anladım. Dr. Warrington, kürsüye gelerek herkese merhaba dediğinde orta sıralarda ayaklarını uzatan öğrencide bir değişiklik olmamıştı. Hoca, kısaca dersin genel işleniş biçimine değindikten sonra ilk dersin konusuna çoktan başlamıştı bile. Dr. Warrington, heyecanla klonlamayı anlatırken, arkadan bir ses geldi: “Warrington, bir sorum var!” K.K.- Hocam, buraya kadar belirtilenler tarım ve kırsal alan ile ilgili genel konuları içeriyor. Peki, genel bir değerlendirme yapılacak olursanız, bugünü ve geleceği nasıl yorumlarsınız, neler söylersiniz? B.G.- Öncelikle şu konulara dikkat çekmek isterim. Kanun ile; 1. Büyükşehir Belediyesi olgusu, merkezi politikaların en küçük birimlere kadar yayılmasının aracına dönüşmekte, merkezi idarenin gücünü yerel düzeyde etkinleştirmenin mekanizması olarak etkili bir araç konumuna gelmiştir. 2. Kanun yönetimin tek elde toplanmasını sağlayan, yereldeki farklılıkları görmeyen, özgünlüklerini göz ardı eden bir düzenlemeyi getiriyor. 3. Kırsal yaşamın kendine özgü niteliklerini, değerlerini aşındırıyor. 4. Kanun ile köylere yönelik yürütülecek hizmetler kentin öncelikleri içinde geri planda kalacaktır. 5. Kent-kır ayrımını ortadan kaldıran yasa ile genişleyen belediyenin hizmet alanının büyük bir kısmını, yerleşim bölgesi olmayan tarım arazileri, meralar, orman alanları ve ekolojik hassasiyeti bulunan bölgeler oluşturacaktır. 6. Kırın planlanması, temel olarak tarımsal üretimin planlanmasını da beraberinde taşıması gerektiği için imar mevzuatı ve planlama pratiği yetersiz ve belirsiz kalacaktır. 7. Kanun, üretim için kullanılması gereken verimli tarım arazilerinin, kentsel alan kapsamına alınıp arsaya dönüştürülmesinin yolunu açmıştır. 8. Kanun ile tüzel kişiliği sona eren köylerde fırsatçıların gözünü diktiği kıyı alanları ve meralar, tüzel kişilikler tarafından korunamayacağı için “amaç dışı kullanıma” açılacak ve böylece doğal varlıklar ve kır yaşamı, ekosistem dengesi gözetilmeksizin tahribata uğrayacaktır. 9. Kanun ile Türkiye’de yeni bir göç dalgası ile oluşacaktır. Üretim kaynakları sınırlanan, yaşam biçimine müdahale edilen kırsaldaki yurttaş kentlerde daha zor koşullarda yaşamaya, iş bulmaya ve barınmaya zorlanacaktır. K.K.- Hocam, son olarak neler eklemek istersiniz, neler söylemek istersiniz? B.G.- Kanun bu hali kır nüfusunu azaltmakta, tarımsal üretim maliyetini ve kırda yaşama maliyetini yükselmektedir. Köyler idari olarak şehir nüfusuna dönüştürülebilir ama 1000 yıllık yaşam geleneği devam ediyor. Bunu koparmak bu kadar kolay olmamalıdır. Kanun sadece ekonomik boyut ile ön plana çıkmaktadır. Bireyi, kültürü, sosyolojik bakış açısını dikkate almamaktadır. Bu haliyle tarımı, kırsalı meşakkatli günler, yıllar beklemektedir. Yerel halka sorulmadan çıkarılan Kanun, yerelin değerlerini ve sosyo-ekonomik yaşam biçimini etkileyecektir. Katılımcılığı, karar almada yönetişimi göz ardı eden Kanun, bir çok soruna gebe görünmektedir. 11 Arkaya döndüğümde soruyu soranın, orta sıralarda ayaklarını uzatan öğrenciden başkası olmadığını anladım. Şaşırmıştım, çünkü öğrencinin ayağı hala boylu boyuna öndeki sandalyenin sırtlığına uzanıyordu. Hocaya bu şekilde soru sorulmazdı ki! Dr. Warrington, büyük bir sevecenlikle öğrencinin sorusunu yanıtladı. Ve derse devam etti. Dersten çıkıp laboratuvara gittiğimde hocam Dwayne ilk dersin nasıl geçtiğini sordu. Hemen bu olayı anlattığımda Dwayne gülümsedi ve “burada insanlar rahattır” dedi. Sonraki dönemlerde daha pek çok ders aldım ve bir sürü kişi tanıdım ama o ilk dersteki ayak uzatmayı hiç unutmadım. Hatta zamanla işin felsefesini sorguladım. Her ne kadar böyle örneklerin Kanada’da da çok da yaygın karşılanabilir bir durum olmadığını tecrübelensem de bu “sıradan” olayın aslında biraz kültürel ama daha da çok sistemle ilişkili olduğuna kanaat getirdim. Aslında daha yaşadığım pek çok gündelik olayda sistemin insanları geliştirmek ve özgüvenlerini yaratmak üzere kurgulandığını gördüm. İlkokullara böcekleri tanıtmak amacıyla gittiğimiz zamanlarda daha yeni okumayı öğrenmiş çocukların böceklerin 3 çift bacağından antenli oluşlarına, örümceklerin 4 çift bacaklarından kanatsız oluşuna kadar bir sürü bilgiyi bilmesi ise beni hepten şaşırtmıştı. Öyle ki bazı çocuklar ise sivrisineklerin taşıdığı West Nile Virüsünü anlatıyor ve nasıl korunabileceğimize dair bilgiler veriyordu. Yani aslında bu özgüven ve bilinçlendirme daha çocuklara ilkokuldayken verilmeye başlanıyordu. İnsanların özgüveni yüksek olsa da çok yardımsever ve sevecendi. Bir gün sabah e-postalarıma baktığımda Bölüm Sekreterliği ve Üniversite’nin Öğrenci Sağlık Ofisinden gelen acil uyarılı e-postaları gördüm. W.P. Thompson Building’deki doktoramı yaptığım Biyoloji Bölümümüze fare girmişti! E-posta’da şöyle deniliyordu: “Bugün Biyoloji Bölümü bodrum katında bir adet fare görülmüştür. Gerekli bütün tedbirler alınmış olup, bodrum katı geçici olarak kapatılmıştır. Öğrenci Sağlık Ofisi ile temasa geçilmiş ve fareler yoluyla bulaşabilen hastalıklar konusunda bilgi alınmış olup ekte sunulmaktadır. Fare ile direkt ya da dolaylı yoldan temas ettiğini düşünen ve kaygı duyan kişiler önümüzdeki 3 günlük süreçte ekteki hastalık belirtilerini gösterirse acil olarak Sağlık Ofisi ile temasa Dr. Umut TOPRAK Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü [email protected] geçmelidir. Bu durumdan dolayı özür diler, iyi çalışmalar dileriz.” E-postalara baktıktan sonra lisansüstü öğrenci ofisine gittiğimde ise gündemin tek konusu fare olayıydı! Kanada’daki bölümümde bir daha fare olayı yaşanmadı ama ben her defasında farklı bir şey öğrendim. Mesela, laboratuvarda DNA jeli dökerken çalan o alarmla, kendimizi bölüm dışına atışımız! İlkinde acemiydim, en geç ben çıktım ama sonraki yangın tatbikatlarında bizim bölümün buluşma yerinde ilk ben vardım. Yangın tüpünün eğitimini de iyi ki almışım! Yangın tüpü kullanmanın eğitimi mi olurmuş diyebilirsiniz! Saskatoon’daki yangın söndürme tatbikatlarında ise ahşap kökenli yangınlardan kimyasal madde yangınlarına ya da elektrik kontağından çıkanlara kadar her yangını söndürmenin suyla olmayacağını ya da uygun yangın söndürme tüpüyle sadece olabileceğine kadar bir sürü bilgiyi iyi ki edinmişim. Bir de ilkyardım eğitimleri var, onları da söylemeden geçemeyeceğim! Boğulmadan kalp masajına, elektrik çarpmasından sinir krizine kadar bir sürü acil durumlarda da ne yapılması gerektiğini bu eğitimlerde doktoramızı yaparken aldık. Yani bütün bu kursları ve seminerleri doktora yaparken doktora eğitiminin bir parçası olarak aldım! Saskatoon’da kampüste bir gün 49 km/saat hızla giderken yediğim trafik cezasını da! Anlattığım hikayeler belki bir ayak uzatma, belki basit bir fare, ya da yangın söndürme tüpü kullanımından ilk yardıma kadar farklı farklı. Bunların “Ziraat Fakültelerinden Nobel Ödülleri Çıkar mı” konusu ile ne alakası var diyebilirsiniz? Aslında çok alakası var. Yurt dışına araştırma amaçlı giden pek çok bilim insanı deneyleri için ısmarladıkları bir kimyasal maddenin ertesi gün masaları üstünde olmasından duyduğu hayranlığı hep anlatır. Teknisyenlerden bahsedilir, mükemmel öğrencilerden, milyonlarca liralık cihazlardan… Ya da o mükemmel kütüphanelerin gece yarılarına kadar açık oluşu bazen de üniversite kampüslerinin güzelliği, yolların düzgünlüğü anlatılır… Ülkemizde de aslında pek çok konuda büyük ilerlemeler sağlanmadı mı? Projelere ayrılan bütçeler artırıldı, pek çok laboratuvar kuruldu, milyonlarca liralık son sistem teknoloji harikası cihazlar alınmadı mı? Peki, başarıyı getiren sadece bunlar mıdır? Yoksa başarıyı getiren daha ilkokuldayken West Nile Virüsü ve böcekleri dahi öğreten, binanızda çıkan bir fare için sizi koruyan, ilkyardımdan yangın söndürmeye kadar acil durumlarda yapılması gerekenleri size öğreten, 49 km/h hızla giden sürücüleri yayalara tehlike yaratmaması için uyaran, size güvenen ve çalıştığınız sürece sizi destekleyen ve her anlamda başarınızın karşılığını veren sistem midir başarıyı getiren? Sahi yok mudur o önünde ayağı uzatılan hocanın egosu? Yazının başında da belirttiğim üzere toplumların kültür değerleri vardır, biz de büyüğün yanında ayak uzatılmaz. Ayakları bir yana bırakacak olursak(!), ve konumuz üniversite ise, akademide sistem nedir? Akademide sistem, genç ve parlak beyinlerin önünü açmak, akademik performansı uygulamak, rekabetçi, adaletli ve özgürlükçü olmaktır. Ama sistem düşünen aklı olan bir varlık değil ki! Sistem sizsiniz! O cihazları kullanan, o laboratuvarlarda çalışan, ders veren, ders alan, tarlada üretim yapan, üretilen ürünü tüketen, tarlasına ilacını atan, tarlasını işleyen ya da pazardaki domatesi seçen! Haberlerde hep dinleriz “Amerikalı bilim insanları şunu buldu, Avrupalı bilim insanları buna çare oldu”. Aramızdan biri bir gün gider Amerika’ya ve onu da yaptığı buluşla haberlerde gururla izleriz. Sonra da beyin göçü der üzülürüz. Sahi niye göç eder o parlak beyinler? Göç eden beyin aynıdır, burada da orada da! Kullanılan cihazlar da tıpatıp aynıdır. Ne olmuştur? Bir sihirli değnek mi değmiştir o göç eden beyne? O sihirli değnek beyne verilen değer olmasın? Bu değeri işte bazen çalışma masanıza ertesi gün gelen ısmarladığınız araç gereçle, bazen de laboratuvarda çıkan bir fare olayıyla görürsünüz. Ya da ayağınızı uzattığınızda bile sorunuza cevap verilmesiyle… Başa dönecek olursak, bu yazının adını “Ülkemiz Ziraat Fakültelerinden Nobel Ödülü Çıkar mı” diye koydum ama Arşimed’in “eşit olmayan ağırlıkların da dengede kalabildiğini gösteren” prensibinden yola çıkarak suyun yüksekliği her yerde aynı değil mi? Fakültelerin adı değişse de sorunlar aynı değil mi? Bu yazının başlığına benim cevabımı mı merak ediyorsunuz? Cevap veriyim... Kazanmış olduğunuz bir başarıya üstünüzün, “bravo” demediği oldu mu? Aldığınız o büyük projenizi ve o büyük keşfinizi iş arkadaşlarınızla en son geçen ay mı kutladınız? Çalışmanızın karşılığını hiç alamadığınız oldu mu? Sahi en son kaç yıl önce bir haksızlığa uğradınız? Belki de hayatınız boyunca hiç uğramadınız! En son katıldığınız yangın söndürme ya da ilk yardım tatbikatı nasıl geçti? En son kampüste 40 km/h hızı ne zaman geçtiniz? Ya da odanızda, binanızda veya laboratuvarınızda hiç fare çıktı mı? Sağlıcakla kalın… 12 ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği TARIM VE İKLİM Dünya Nüfus Artışı ve Bunun Tarım ve İklim Değişimleri Üzerindeki Etkileri Dünyada Bugüne Kadar Ne Kadar İnsan Yaşadı, Gelecekte Dünya Nüfusu Ne Olacaktır? Yakın geçmişte bir makale için araştırma yaparken dünyada bugüne kadar 90-100 milyar ( www. census.gov.main/www/popcloc. html) ( www.worldometers.info/ world-population/) arasında insanın yaşadığı bilgisi ile karşılaştım. Milattan önce en eski 700.000 yılı en yakın 50.000 yıl önce insanın hayata başladığı ve çoğaldığı öngörüsü ile doğurganlık oranları da dikkate alınarak yapılan hesaplamaya dayanıyordu. Geçmişte 1900’lü yılara kadar belirli bir denge içinde geliştiği tahmin edilen dünya nüfusu 1900’lü yıllardan sonra insan sağlığı konusundaki ilaç ve teknolojilerin yaygınlaşması, artan sağlık önlemleri ve tarım teknolojisindeki gelişmeler sonrası artan üretim ve katma değeri yükseltilmiş besinlerin kullanılması ile nüfus artış hızlanmış ve günümüzde 2012 yılı itibarı ile dünya nüfusu 7 milyarın üzerine geçmiş görülüyor. Dünya Nüfusu 7 Milyar Birleşmiş Milletler (BM) Nüfus fonu verilerine göre, 31 Ekim 2011 tarihinde dünya nüfusu 7 milyar kişiye ulaştı. Türkiye 18. sıradaki en kalabalık nüfusla 75 milyona ulaştı. Dünyanın 2050’lerde 10 milyara yaklaşacağı beklenmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde halen nüfusun çoğunluğu kırsalda yaşamaktadır. Gelişmişlerde ise kenetlerde yoğunlaşan bir nüfus sorunu yaşanmaktadır. Dünya nüfusunun yüzde 50'si günümüzde kentlerde yaşarken, önümüzdeki dönemde iklim değişikliğindeki hızlanma ve kaynakların tükenmesi ile kentlere göç hızlanacak. Bu da beraberinde toprak üzerindeki baskıyı daha da artıracaktır. Gelişmiş ülkelerde kişi başına gelir 35 bin dolar iken az gelişmiş ülkelerde bu durum 3-4 bin dolar arasında gelişmektedir. Bu anlamda kuzey güney arasındaki gelişmişlik farkı 1 e karışlık 8 katına kadar çıkabiliyor. Gelişmiş ülkelerde yaşam uzunluğu 78-80 yıl iken bu az gelişmiş ülkelerde 50-55 yaştır. Gelişmekte olan ülkelerde 55-60 yaşına kadar çıkabilmektedir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin insanlarının yaşam uzunluğu arasında 20 küsur yıllık bir fark bulunmaktadır. Türkiye ortalama 74.6 yaş ile dünyada 75. sırada yer almaktadır (Tarhan Erdem 2013, Radikal gazetesi, 31 Ocak 2013). Türkiye 75 Milyon Nüfusa Ulaştı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemine göre Türkiye Nüfus 75 milyon. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için bu denli yüksek bir nüfusun toplum sağlığı ve kaliteli yaşam kadar gelecekteki dinamik iş gücü için ne anlama geldiğinin sosyal bilimciler tarafından araştırması hayati öneme sahiptir. Türkiye’de beklenenin aksine nüfus artışının binde 12.1 oranı ile azalma eğilimine girmiş olduğu görülüyor. Büyük kentlere olan göç oranının azaldığı ancak nüfusun üçte birinden fazlasının yaklaşık 27 milyonun 5 büyük kentte yaşadığı görülüyor. Alt yapı yetersizliği ve dengesiz gelişen büyük kentlerde yaşanan sosyal sorunlardan çok çevre üzerindeki olumsuz etkiler tarım ve iklim bilimcileri için dikkatle izlenmesi gerekiyor. Nüfus Artışı Beraberinde Gıda Güvenliğini de Tehdit Etmektedir Artan dünya nüfusu beraberinde gıda güvenliği konusunu gündeme getirmektedir. Mevcut hali ile dengesiz dağıtımın yarattığı sorunlardan dolayı günde bir dolar ile geçinmek zorunda olan insanların sayılarının milyarlarla ifade edilmesi gıda güvenliğini daha anlamlı kılmaktadır. Bu anlamda dünya gelirlerinin önemli bir kısmını elinde tutan ülkeler dünya gıda hâkimiyeti ve enerji güvenliği konusunda dünden daha şahin davranarak diğer ülkeler üzerinde egemenliklerini artırmaktadırlar. Dünyada özelliklede Asya ve Afrika’da üretim ile tüketim arasındaki fark hızla azalmakta ve yoksul ülkelerin gıda yönünden dışa bağımlılıkları artmaktadır. Ortadoğu ülkelerinin tamamı (İran hariç) gıda temini yönünden dışa bağımlı durumdadır (Ortaş 2013). Nüfusu hızla büyüyen dünyanın özellikle de gelişmekte olan ülkelerde 2030 yılından itibaren nüfus artışı ve kaynak yetersizliğiyle ilgili farklı konulara çözüm arayışları daha da hızlanacaktır. Nüfus Artışı Gelecekte Gıda Savaşlarının Habercisi Ancak dünya nüfus hızı ve artan gıda talebine karşın artmayan tarım alanları gelecekte insanlığın gıda güvencesi kaygısını en üst düzeyde gündeme getirmektedir. Günümüzde gıda üretim potansiyeli ve nüfus arasındaki ilişkinin tezatlığı sorusu ile gelecekte olası gıda savaşlarının habercisidir (Ortaş 2008). İnsanlığın güç kullanarak gıdayı ve enerjiyi elinde tutuma çabası gelecekte daha da şiddetli yaşanacağını şimdiden söylersek kâhinlik yapmış olmayız. Türkiye yaş ortalaması şimdilik 30 yaş ki dünya için çok kıymetli bir yaş ortalaması. Nüfusumuzdaki azalma eğilimi gelecekte kişi başına mili gelirin artacağı sağlıklı ve kaliteli hizmet kadar insanın temel gıda talebinin azalması sağlanacaktır. Artan dünya nüfusunun yerleşim Prof.Dr. İbrahim ORTAŞ Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü için tarım topraklarının amaç dışı kullanımını tetiklemektedir. Ayrıca yoğun nüfus beraberinde gıda talebini artırmakta bu da beraberinde toprağın aşırı derecede sömürülmesine yol açmaktadır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin geleceği sağlıklı yönetmesinin ilk şartı bence dengeli bir nüfus planlamasına geçmesi gerekir. Bu da ciddi bir ekip çalışması ile yapılacak uzun sureli projeksiyonla sağlanacaktır. Dünya Nüfus Artışı Enerji Talebini Artıracaktır BM'nin verilerine göre, 2050 yılında dünya nüfusu 10 milyar kişi olacak. Bu artışın da gıda güvenliği, su ve diğer doğal kaynakların sürdürülebilirliği açısından büyük tehdit oluşturması öngörülüyor. Bu nüfusun önemli kısmının şehirlerde yaşayacak olması da şehirler üzerinde dolaylı olarak tarım toprakları ve doğa üzerinden büyük bir baskı oluşturacaktır. İklim değişikliğinin sonucunda etkileri daha da artarak hissedilen hızlı ve ani yağışların sellere dönüşmesi, kuraklık, sıcak hava dalgaları ve deniz suyu seviyesindeki yükselmeler, nüfus artışı ile birlikte önümüzdeki yıllarda insanoğlu için daha ciddi barınma ve beslenme sorunlarını beraberinde getirecek. Yaşanabilir, sağlıklı, iklim değişikliğinin etkilerine dayanıklı şehirlerin ve yerleşim yerlerinin kurulması günümüzün en öncelikli konusu olacak. Mevcut tahminlere göre 2050 yılında dünya nüfusunun yüzde 80-85'i yine az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşayacak. Eğer dengeli bir gelir dağılımı hedefi ile düşük karbonlu kalkınma modeline geçiş sağlanmaz ise dünya kaynaklarının hızla artan dünya nüfusunu kaldı- rabilmesi mümkün olmayacak. Bunun en önemli sebebi özellikle Çin ve Hindistan olmak üzere, benzeri ülkelerde yükselen orta sınıf tüketiminin artması, doğal kaynakların beklenenden çok daha hızlı ve erken tüketilmesi olacak. Bu durum özellikle de şehirlerin bir an önce gerekli tedbirleri almasını ve eyleme geçmesini gerektiriyor. Hızla gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye'nin şehirleri de bu değişimin bir parçası olmak ve acilen önlem almak durumunda. Ortadoğu bölgesi bu doğal etkilerden en fazla etkilenecek bölgelerin başında geliyor. Bölge bugün doğal enerji kaynakları nedeniyle tüketimini satın alarak gideriyor ancak eğitim, bilgi ve teknolojik dönüşümden yoksun olduğu her halinden belli oluyor. Çin, Hindistan gibi nüfusu milyarın üzerindeki ülkeler için gelecek çok daha düşündürücü. Türkiye’nin de gelecekte Çölleşmesi ve Fakirleşmesi Görülebilir 1930’lı yıllarda Türkiye 15 milyondu bugün 2012 de 75 milyon. Bu hızla giderse ülkemizin nüfusunun 2050 yılında 110 milyon olacağı beklenirken dünyanı ise 2050 yılında 10 milyar olacağı öngörülüyor. Bütün bu nüfus artışının anlamı, her şeyden önce daha fazla gıda talebi, daha fazla yerleşim yeri daha fazla enerji gereksinimi demektir. Artan talepler beraberinde doğa ve çevre üzerinde ciddi bir etki yapacaktır. Kentlerin büyümesi, tarım alanlarının amaç dışı kullanımı, artan su eksikliği bunu takiben çölleşme ve verimsizlik kaçınılmaz olacaktır. Türkiye’de artacak nüfus artışının ülkemiz için ve tek tek bireyler için olumlu mu olumsuz mu olacağı Türkiye’nin bilimsel gelişmişliği ve üretim kapasitesi belirleyecektir. İnsanımızı iyi eğitirsek olumlu eğitmesek olumsuz ve sorun oluşturabilir. Ancak bir tarım bilimcisi olarak nüfusun tarım ve doğa üzerindeki olumsuz etkisi ve bunun küresel iklim değişimleri üzerindeki etkisi bilimsel bir kaygı ve sorumluluk yüklemesi bakımından önemsemekteyim. İklim Değişimleri Kaçınılmaz Olarak Doğal Kaynakların Tüketimini Tetikleyecektir Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu'nun iklim değişikliği ve dünya nüfusuna ilişkin açıkladığı verilere göre, iklim değişikliği günümüzde tüm dünya nüfusunu ilgilendiren en önemli sorun oluşturmaktadır. İklim değişikliği sadece iklimlerde gözle görülen değişiklikler değil, dünyanın ekolojik sisteminin başta toprak yapısının hızla bozulması, doğal kaynakların tükenmesi, bazı canlı türleri evrimleşirken bazı türlerin tamamen yok olmasına neden olacağı kaçınılmaz duruma gelmektedir. Türkiye iklim değişimleri ve topraklarının erozyona uğrama potansiyeli bakımından en sorunlu coğrafyada bulunmakta olup önlem alınmama- sı durumunda önümüzdeki yıllarda ciddi sorunlar yaşayacağı kaçınılmaz olacaktır. Niteliksiz Çoğunluk Yerine Nitelikli Azınlık Önemsenmelidir Yaşadığımız yer yüzeyinin birkaç bin yıllık birikimli bilgisi ve kültürü göstermiştir ki kalabalık ve eğitimsiz nüfuslar yerine, az, ancak iyi eğitilmiş ve etkili insan gücü daha da önemlidir. Eğitin ülkelerin kalkınmasında en önemli etken. Teorik olarak bir ülkenin eğitim düzeyi bir yıl artınca ülkenin milli geliri 5 bin dolar artmaktadır. Ancak kalabalık nüfusa sahip Çin, Hindistan ve bazı Latin Amerika ve Afrika ülkeleri için eğitimi düzeyini yükseltmek zor. Doğal olarak eğitiminde kaliteli ve etkin olması gerekiyor. Bu anlamda Almanya, İsviçre, İsveç, Norveç, İsrail gibi ülkelerin etkili insan gücü ile aynı nüfus büyüklüğündeki ülkelerin bilim ve teknolojiye katkılarının aynı olmadığı da aşikârdır. Bu bağlamda niteliksiz çoğunluk yerine nitelikli iyi eğitilmiş, çevre ve yaşam bilinci gelişmiş insana sahip olmak önemlidir. Her ne kadar çevre gelişmiş ülkelerin teknolojisi ile kirlendiyse de, her şeye rağmen yine de çevre bilinci olan ve doğanın korunması fikri aynı gelişmiş ülkelerdeki eğitilmiş duyarlı kesimlerden gelmektedir. Özet olarak Dünya ve Türkiye nüfus artış hızı azalma eğilimine girmiş görülüyor. Ancak dünya nüfusu halen çok yüksek ve özellikle Asya ve Afrika’da ciddi yoksulluk ve gıda talebi bulunmaktadır. Ancak artan nüfus ’un doğa üzerindeki olumsuz etkileri günden güne zorlaşmaktadır. Küresel ısınmanın nedeni enerji ihtiyacı için kullanılan yeraltı fosil kaynakların yakılması yanında özellikle tarım ve orman yönetimindeki yanlışların da büyük katkısı bulunmaktadır. Bir bütün olarak insanın enerji ve besin talebi bugün küresel iklim değişimlerini tetikliyor ve bunun yansımaları ağır faturalar ile bizlere aşırı yağış, sel, fırtına ve heyelan olarak dönmektedir. Bunun da nedeni insan nüfusunun yarattığı etkidir. Bu bağlamda nüfus iklim ilişkileri önemli ve sosyal bilimciler ile fen bilimcilerinin birlikte üzerinde çalışması gerekmektedir. Bilimsel olarak bugün üzerinde yoğunlaşmamız gereken en ciddi sorun küresel iklim değişimlerine neden olan olumsuz etkileri çalışmak önemli. Tarım ve toprak biliminde yoğun araştırmalar yapılıyor. Ülkemiz bilim kuruluşlarının bu konuyu öncelikli araştırma konuları arasına alması ve en üst düzeyde destek vermesi gelecek için önemlidir. Umarım sağduyulu ve vizyon sahibi yetkili makamlardaki yöneticiler konuyu öncelikli olarak gündemlerine alırlar. ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği TARIM Burdur Gölü, Aral Gibi Yanlış Tarım ve Su Politikalarının Tehdidi Altında »»Burdur Gölü’nün, son 35 yılda alanının üçte birini kaybettiği ve su seviyesinin 12 metre düştüğü belirtildi. Doğa Derneği, 2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü çerçevesinde, hızla kuruyan Burdur Gölü ile 1960’lı yıllardan itibaren kurutulan Aral Gölü’nün ortak öyküsünü tartışmaya açan bir etkinlik düzenledi. Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’nde düzenlenen etkinliğe, kamu kurumları ile sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, akademisyenler, öğrenciler katıldı. Etkinliğe katılan 'Çölün Mavi Gözü: Aral' belgeselinin yönetmeni Kemal Öner ve Doğa Derneği’nden uzmanlar, bir zamanlar dünyanın dördüncü en büyük gölü olan ve Özbekistan ile Kazakistan sınırında yer alan Aral Gölü’nün yanlış su ve tarım politikaları nedeniyle kuruduğunu, önlem alınmazsa Burdur Gölü’nün de aynı kaderi paylaşacağı uyarısında bulundular. Göl havzasında aşırı su tüketen tarımsal ürünlerin yaygın olması nedeniyle sondaj kuyularından yüksek miktarlarda su çekildiği ve göle akan derelerin üzerine plansız inşa edilen baraj ve göletlerin, gölün beslenmesini engellediği için Burdur Gölü’nün her geçen gün kuruduğuna dikkat çekildi. Kuruma tehlikesi altında olan Burdur Gölü ve diğer sulak alanları korumak için tarımda kullanılan suyun azaltılması ve gölleri besleyen derelerin akışlarının plansız biçimde baraj ve gölet inşa edilerek kesilmemesi gerektiği belirtildi. 37. Antalya Altın Portakal Film Festivali dahil birçok festivalde ödül alan 'Çölün Mavi Gözü: Aral' belgeselinin yönetmeni Kemal Öner, “Aral Gölü, bir zamanlar dünyanın en büyük iç denizlerinden biriyken, bugün hacminin ve kapladığı alanın yarıdan fazlasını kaybetti. İnsanlar, daha çok ürün almak için toprağı ve suyu hor kullandı. Aral’ı besleyen nehirlerin suyu pamuk üretiminde kullanılmak için taşındı. Çok ürün almak için aşırı sulama yapıldı. Sular çekilirken gerisinde zehirli bir çöl bıraktı. Su kuşları, balıklar, kara hayvanları, 100'den fazla bitki türü birer birer yok oldu. İnsanlar akın akın hastanelere koştu, çocuk ölümleri, kan hastalıkları, bulaşıcı hastalıklar arttı.” dedi. Öner, Aral Gölü çevresinde belgesel çekimi sırasında görüştükleri yerel halkın halen, “koskoca deniz nasıl yok oldu” diye birbirlerine sorduklarını ifade ederek, çarpık tarım ve su politikalarının Aral Gölü gibi büyük bir gölü nasıl kuruttuysa aynı şekilde Burdur Gölü’nü de kurutabileceğine dikkat çekti. Önlem Alınmazsa Burdur Gölü De Aral Gibi Kuruyacak Doğa Derneği Alan Savunma Koordinatörü Okan Ürker de konuşmasında, Burdur Gölü havzasında aşırı su tüketen tarımsal ürünlerin yaygın olması nedeniyle sondaj kuyularından yüksek miktarlarda su çekildiği ve göle akan derelerin üzerine plansız biçimde inşa edilen baraj ve göletlerin, gölün beslenmesini engellediği için Burdur Gölü’nün her geçen gün kuruduğuna dikkat çekti. 13 Sudan’da Toprak Kiralama Değil Toprak Gaspı Gazetelerden ve web sayfalarından Türkiye’nin Sudan’da 5 milyon dekar arazi kiraladığını öğreniyoruz. Buna Tarım Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı Tarımİşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) önderlik ediyormuş. 99 yıllığına kiralanan topraklar özel sektöre açılacakmış. Devlet veya şirketler geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde çok uzun süreler için toprak kiralıyorlar veya satın alıyorlar, tarım ürünü veya petrol üretip, ürünlerini de kendi ülkelerine gönderiyorlar. Bunlar arasında Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Kore, Japonya, Çin gibi ülkeler ve batılı şirketler başı çekiyor. Küreselısınma ve petrolün tükeniyor olması artık görünür bir gerçek. Bu durum bazı şirket ve devletleri harekete geçiriyor. Ülkemiz de her iki yönüyle bu olayın dışında değil. Örneğin 21 Mart 2011 tarihinde Bloomberg’de yayınlanan bir habere göre Katar’dan Hassad Food adlı bir fon Türkiye’den ürün yetiştirmek ve hayvancılık yapmak üzere tarım arazisi satın almak istiyor. Hassad’ın Türk Hükümeti ile görüşmeler yaptığıaçıklandı. Hürriyet Gazetesinde 18 Martta yayınlanan aynı haberde Hassad yetkililerinin TİGEM’e (Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü yani eski Devlet Üretme Çiftlikleri Genel Müdürlüğü) yönlendirildiği yazmıştı.Katar’lılara toprak satın almanın olmayacağı ancak 49 yıllığına kiralamanın söz konusu olabileceği de belirtilmiş! Bir gün önceki yayında ise Güney Kore ve Suudi Arabistan’ın Türkiye’den toprak almak konusunda istekleri belirtilmişti. Bu olayın nasıl geliştiğini bilmiyorum. Türkiye’li işadamları da Libya’da benzer işler peşinde koşuyorlardı. Libya’daki değişiklikler sonrası bu olayın nasıl geliştiği konusunda bilgi sahibi değiliz. Sudan’daki olay aslında toprak gaspı (land grabbing) kavramı içinde düşünülmeli. Bu konuda halkımız içinde köksüz beklentiler yaratılmaya başlanmış. Meyveleri ucuza yiyeceğimiz falan zannediliyor. Tropik meyveler zaten dünya’da çok ucuza satılıyor. Bizde pahalı olmasının başka nedenleri var. Yatırımı yapacak olanlar sıradan halk değil iş adamları. Bunların da Türkiye’nin ucuz meyve yemesi gibi bir misyonu yok. Onlar için çok iyi olabilir, ama Türkiye halkı için bir şeylerin değişeceği yok. Yatırımcıların meyve yetiştireceğini de sanmam. Tarım Bakanlığı önce Türkiye tarım topraklarının yok olmasını, erozyonla aşınmasınıönlemeye çalışmalı. Oradan gelecek gıdaya bel bağlamak çok yanlış. Bu toprak kiralamanın müslüman Sudan halkına yardım gibi takdim edilmesi ise epeyce yanlış.Sudan’da 2009 yılındaki bir rapora göre aç olan insan oranı resmi istatistikler olarak %26 (Grain, Land Grabbing and the Global Food Crisis, 2009) Güney Sudan 2011’de bağımsız devlet olarak ayrıldığında Kuzey Sudan iyi topraklarının ve petrol gelirinin önemli bir kısmını kaybetmişti. Aç olanların oranı yükselmiş olmalı. Büyük şirketlerin daha verimli tarım yaptıkları bir aldatmadan ibaret. İstihdamın da çok düşük düzeylerde kalacağıdünya deneylerinden biliniyor. Endüstriyel tarımla bu toprakların kirletileceği ise kesin. Türkiye Sudan’a yardım edecekse toprak reformu yapılmasınısalık vermeli ki bunu hiç beklemiyorum. İkincisi agro-ekolojik yöntemlere dayalı tarım teknikleri yaygınlaştırılmalı. Türkiye’nin bu konuda bir kapasitesi var. Bu konuda yardım edilebilir. Karşılığında da Türkiye’nin kazanacağı şeyler olabilir. Kazan-kazan formülü asıl budur. Yoksa Türkiye’li şirketlerin oraya yerleşmesi de- Prof.Dr. Tayfun ÖZKAYA Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi [email protected] ğil. Arazi gaspı Sudan halkının daha da açlığa gömülmesine yol açacaktır. Türkiye toplumu da yapılan bu toprak gaspının kendisi ile ilgili bir şey olmadığını düşünmeli. İş adamları para kazanacak. O kadar. Arazi gaspı halklar ve yerel toplulukların gıda egemenlikleri için ciddi bir tehdit. Dünya Bankası bu yeni arazi gaspına yardımcı olmak için yedi ilke yayınlamış. Hatta BirleşmişMilletler Gıda Tarım örgütü FAO ile IFAD ve UNCTAD gibi kuruluşlar Dünya Bankasını desteklemişler. Bu ilkeler arasında çevreye zarar vermemek falan da varmış. Bunlar aslında işi meşrulaştırmak için ortaya atılan laflar. Hatırlarsınız özelleştirme furyası da başlarken, sermayenin tabana yayılmasından, kooperatiflerin de işe girmesinden söz etmişlerdi. Bunlara inanan veya inanmış görünen çok insan çıkmıştı. Sonunda ne olduğunu biliyoruz. Gıda fiyatlarında başlayan hızlı artışlar arazi gaspı için iştahları arttırıyor. Bu arazileri ele geçiren şirketler ürünü, toprağı, doğayıkirleten, insanları işsiz bırakan endüstriyel tarım yöntemlerini kullanacaklardır. Bu soygun biran önce durdurulmalıdır. Bu soygundan en çok zarar görecek ülkelerden biri de Sudan’dır. Sudan’da insanlar açlıktan ölürken arazilerini başka ülke ve şirketlere vermeye teşvik edilmektedir. Başta La Via Campesina , FIAN, Land Research Action Network, Grain olmak üzere yüzlerce kuruluş arazi gaspına 22 Nisan 2010’da yayınladıklarıbir bildiri ile karşı çıktılar. İstekleri kısaca şöyle: 1. Araziler yerel toplulukların elinde kalmalı, eşitlik içinde toprak ve doğal kaynaklara ulaşımı için gerçek bir toprak reformu uygulanmalı., 2. Tarımsal-çevresel ilkelere göre çalışan köylü, küçük üretici, balıkçı, çobanları kuvvetle desteklemek gerekir. Katılımcı araştırma ve eğitim programları desteklenerek küçük ölçekli gıda üreticileri herkes için bol, sağlıklı gıda üretmeliler. 3. Tarım ve ticaret politikalarını halkın katılabilmesi ve yararlanabilmesi amacıyla, gıda egemenliğine sahip çıkacak ve yerel, bölgesel pazarları destekleyecek şekilde düzenlemek gerekir. 4. Yerel halkın toprak, su ve biyoçeşitliliği denetlemesini sağlayacak şekilde, topluluk yönetimli gıda ve çiftçilik sistemleri desteklenmelidir. Şirket ve diğer güçlü aktörlerin (devlet veya özel) tarımsal, kıyı ve otlak alanlarını, ormanlar ve sulak alanları ellerine geçirmelerini engelleyecek zorunlu düzenlemeler sağlamlaştırılmalıdır. 14 ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği TARIM Tarımın Sorunları ve Kooperatifler Sosyal Güvenlik ve Tarım »»Çiftçinin büyük sorunları var. En önemli sorunları teknik ve ekonomik alt yapı sorunlarının hep ihmal edilmiş olmasından kaynaklanan sorunlardır. »»Sosyal güvenlik dediğimizde bireylerin çalışma hayatları ve sonrasında geçici veya devamlı olarak uğrayacakları gelir kayıplarına ve yaşam ihtiyaçlarına çözüm sağlayan bir sistemi anlarız. Öncelikle ülkenin ve ekonomibenimsemeleri, Türk tarımını nin beklentilerine uygun bir çıkmaza soktu. En tipik örneği “toprak ve tarım reformu” ile bu olgu, tütün ve pamuk ile gerçekleştirilemedi. Kendibu ürünlere bağlı sanayilerde ne yeterli, optimum üretim yaşandı . desenli işletme büyüklüğü ve “Türkiye’deki kooperamodeli yaratılamadı. Bundan tiflerin rolü nedir” gibi bir dolayı işletmeler çok küçük ve soruya, biraz geçmişe dönerek Prof.Dr. T. Ayhan ÇIKIN şöyle yanıt verilebilir: Cumhuçok parçalı kaldı. İşletmelerin küçük ve parçalı olması, uygun [email protected] riyetin Kuruluş dönemlerinde teknolojilerin tarıma uyarlan“Tarım-sanayi-ticaret” kesimimasında sıkıntılar yarattı. Dolayısıyla bunlar nin bütünleşmesinde özellikle tarım kredi ve ürün maliyetlerinin yüksek düzeyde gerçekleştarım satış kooperatifleri önemli görevler alarak mesine neden oldu. tarımsal üretimin artmasında ve çeşitlenmesinTarım ve kooperatif kesimleri için Türkiye’de de büyük rol oynamıştır. Örneğin, kırsal kesime ekonomik ve hukuki alt yapıda yetersizdir. Her teknik bilgiler “Tarımsal Yayım Servisi” ile ulaşeyden önce günümüz dünya ekonomisinde “lişırken, tarımsal girdilerin ve onu finanse edecek kit sermaye” çok önemli rol oynamaktadır. Likredilerin, o günkü koşullarda bir tarım ve kokit sermayenin iki önemli ana kaynağı vardır: operatifler bankası özelliği taşıyan “T.C. Ziraat tasarruflar ve Merkez Bankası yoluyla piyasaya Bankası”nın eşgüdümünde “Tarım Kredi Kooarz edilen nakit paralar. Her iki durumda da peratifleri (TKK) aracılığı ile ülkenin dört buca“Banka” önemli rol oynar. Çiftçilerin/koopeğındaki binlerce köye ve çiftçiye ulaştırıldı. Böyratifçilerin tasarruflarını toplayıp onlar adına lece tarımsal üretimde nitelik ve nicelik arttı. bu tasarrufları yönetecek ve yönlendirecek “Banka” olgusu çok önemlidir. Ayrıca çiftçiler /kooperatifler adına Merkez Bankası’ndan sıcak para talep edebilecek bir “Çiftçi ve Kooperatifler Bankası” ne yazık ki Türkiye’de hala kurulamamıştır. 1937’de “Tarım ve Kooperatifler Bankası” durumuna getirilen T. C. Ziraat Bankası’nın bu statüsü 1980’li yıllarda kaldırılmıştır. Özetle, bugünkü koşullarda tarım ve kooperatif sektörü için finansal alt yapı hazırlanmamıştır. Ayrıca, kooperatiflerin hukuki alt yapısı da yetersizdir. Küreselleşen bir ekonomide GATT anlaşmasını hayata geçiren Dünya Ticaret Örgütü’nün temel mantığı “bir mal nerede ucuzsa oradan alınır, nerede pahalıysa oraya satılır” şeklinde özetlenebilir. GATT anlaşmasının hayata geçirilmesinde ekonomilerin ülke ve küresel bazda liberalleşmesi ana amaç olarak belirlenmiştir. Bunun için de ülkelerin “Gümrük Duvarları” belirli bir süreç içinde “sıfırlanana kadar” düşürülecektir. Ayrıca bütçelerini denkleştiremeyen birçok ülke gibi Türkiye’de IMF’nin “ekonominin yeniden yapılandırılması” sürecine girdi. Tarımsal destekler büyük ölçüde kaldırıldı. Bir taraftan gümrüklerden mal girişlerinin kolaylaşması, diğer yandan tarımın yapısından kaynaklanan tarımsal ürün maliyetlerinin yükselmesi, tarımsal ürünlerin ihracatını kısarken ithalatında da bir patlama yarattı. Örneğin 2001 yılına göre, Dolar bazında tarımsal ihraç 2011’de 2,6 kat artarken, tarımsal ithalat ayni dönem içinde 6,3 kat artmıştır. Ayrıca ülke ekonomisini yönetenlerin, ülkenin gerçeklerine uygun sağlıklı politikalar üretememesi, IMF’nin “yeniden yapılanma politikalarını” Bu şekilde üretilen başlıca tarım ürünleri, Tarım Satış Kooperatifleri(TSK) aracılığı ile ülkenin çeşitli bölgelerinden toplanıp işlenerek pazarlandı. 1950’lerde pancar üreticileri kooperatifleri ile Türkiye Şeker Şirketi’nin ortaklaşa çalışmasıyla şeker üretimi geliştirilmiş, tarımsal ithalat büyük ölçüde azalmış, buna karşılık tarım ürünleri ihracatı gelişmiştir. 1960’larda bugünkü “Tarımsal Kalkınma Kooperatifleri”nin atası olan “Köy Kalkınma Kooperatifleri” devreye girdi. Türk çiftçisi, bu kooperatiflerle “kooperatifçilik teorisi” ile daha yakından tanıştı. Son çeyrek yüzyıldır izlenen ekonomi politikaları, tarım kesiminde kooperatifçiliği oldukça zayıflatmasına karşın tarım kesimindeki kooperatifler, hala önemli bir potansiyeli harekete geçirecek düzeydedir. Örneğin 2011 yılında sofralık zeytin ihracatında Marmara Birlik birinci, kuru üzüm ihracatında Tariş Üzüm Birliği ikinci sırada yer almışlardır. Türkiye düzeyinde kooperatiflerin başarı potansiyeli yüksektir. Yeter ki, uygulanan ekonomi politikaları içinde gerekli rol kendilerine sunulabilmiş olsun. Kooperatifçi selamlarımla… Hollanda ve ILO Tarım Sektöründe Çocuk İşçiliğinin Sona Erdirilmesi İçin İşbirliği Yapıyor »»Proje Türkiye’de mevsimlik tarım işlerinde çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinin sona erdirilmesine katkıda bulunacak. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Hollanda Dış Ticaret ve Kalkınma İşbirliği Bakanlığı Türkiye’de mevsimlik tarım işlerinde en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinin sona erdirilmesine katkıda bulunmaya yönelik bir proje işbirliği anlaşması imzaladı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve ILO Türkiye Temsilciliği tarafından ortaklaşa yürütülecek ve Ordu ilinde fındık toplama işleri çerçevesindeki mevsimlik tarımda çocuk işçiliğinin önlenmesini hedefleyen projeyi ILO Türkiye Direktörü Ümit Deniz Efendioğlu ve Hollanda Dış Ticaret ve Kalkınma İşbirliği Bakanı Lilianne Ploumen 6 Kasım 2012 tarihinde ILO Türkiye Temsilciliğinde gerçekleştirilen bir törenle imzaladılar. 18 ay süreli proje ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından koordine edilen en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinin sona erdirilmesi için zamana bağlı politika ve program çerçevesi (20052015) hedefleri doğrultusunda çocuk işçiliğine karşı yerel ve ulusal kapasitenin güçlendirilmesine destek verilmesi ile izleme ve duyarlılık artırma bileşenlerini içeren stratejik bir müdahale modeli geliştirilmesi öngörülmektedir. Kamu, sosyal taraflar, sivil toplum ve özel sektörün proje faaliyetlerine etkin katılımının sağlanarak bahse konu modelin sürdürülebilirliğinin sağlanması ve diğer sektörlere yaygınlaştırılması hedeflenmektedir. Bu sistem içinde, tüm yaşantımız boyunca önümüze çıkacak hastalık, analık, sakat kalma, ya da ölüm gibi nedenlerle karşılaşacağımız riskler karşısında bizi ve ailemizi koruyan sosyo ekonomik bir sistemdir. Sosyal güvenlik kavram olarak dünyada sanayi devriminin ardından ortaya çıkan bir tanımlamadır. Daha önceleri gelenekler çerçevesinde aile içi destek, bazı sosyal amaçlı sandık ve dinsel özellikli oluşumlar içinde bir dayanışma modeli şeklinde uygulamada olan sosyal dayanışma tanımı zaman içinde büyük ölçüde yerini sosyal güvenlik uygulamalarına bırakmıştır. Sanayileşme sonucu hızla büyüyen şehirler ve kırsalda da değişen yapı, sosyal güvenlik uygulamalarını bir ihtiyaç haline getirmiştir. Zor ve kötü çalışma koşulları, bozulan aile bağları ve gelenekler, yoğun çalışma saatleri, karşılaşılan sağlık sorunları, sakat kalan çalışanlar ve mağdur olan bireylerin ve ailelerin ihtiyaçları, sosyal güvenlik sistemini mecburi hale getirmiştir. Bu konuda uygulanan sosyal politikalar çerçevesinde devlet düzenleme ve destekleri de uygulamada yerini almıştır. Bugünkü yapıda 19 yüzyılın sonuna doğru ilk olarak Almanya’da başlayan uygulamalar kapsamında hastalık, iş kazası, sakatlık ve yaşlılık sigortaları uygulamaya konmuştur. 1935 yılında ABD’de uygulamaya konan Amerikan Sosyal Güvenlik Kanunu ile “Sosyal Güvenlik” kavram olarak kullanılmıştır. Sonraki yıllarda bu kavram 1941 yılındaki Atlantik Paktı Sözleşmesinde, 1944 yılındaki Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Philadelphia Kongresinde yer almıştır. Sosyal Güvenlik, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 22 ve 25. Maddelerinde temel haklardan biri olarak kabul edilmektedir. 1952 yılında ILO’nun Sosyal Güvenliğin Asgari Normları Hakkındaki 102 sayılı sözleşmesinde de geniş yer bulmuştur. Peki, ülkemizde sosyal güvenlik nasıl başlamıştır. Bugünkü sistem nasıl ortaya çıkmıştır derseniz. Bu soruyu da iki aşamada anlatmak mümkündür. Cumhuriyet öncesi ve sonrası. Cumhuriyet öncesi, Orta Asya’dan başlayan süreçte geleneksel aile bağları ile yürüyen uygulamalar Anadolu Selçukluları döneminde yerleşik modele geçişin hızlanması ile ortaya çıkan şehirler ve de şehirlerin büyümesi ile dayanışma ve yardım vakıfları gelişmeye başlamış, şehirlerde Ahi teşkilatları ve sosyal yardım amaçlı vakıflar ön plana çıkarken kırsaldaki vakıf arazileri önemli gelir kaynağı olarak kullanılmıştır. 13 yüzyıl öncesindeki ahilik daha sonra yerini Gedik-Lonca teşkilatına bırakmış, bu uygulama 18. yüzyıla kadar devam etmiştir. Tabii kırsaldaki uygulamalar yinede gelenekler çerçevesinde devam etmiştir. 18 yüzyıldan sonra Osmanlı döneminde sosyal güvenlik bir ölçüde kurumsallaşmaya ve bu yönde vergi uygulamasına geçilmiştir. Batı ülkelerine göre sanayileşme sürecine geç giren Osmanlıda sosyal güvenlik uygulamaları yıllar sonra geç de olsa uygulanmaya başlanmıştır. Tanzimat sonrasında, 1865 yılında Dilaver paşa Nizamnamesi ile Osmanlı’daki işçi kesiminin sosyal güvenliğine yönelik yasal düzenlemeler yapılmış, 1866 yılında Askeri Tekaüt Sandığı ve 1881 yılında Sivil Memurlar Emekli Sandığı kurulmuştur. Ülkemizin, kanun ile kurulan ve üyeliği mecburi olan ilk sosyal güvenlik kuruluşu, 1921 yılında 151 sayılı Ereğli Maden Amelesinin Hukukuna Müteallik Kanun ile kurulan Amele Birliğidir. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında sosyal sigortalara benzeyen oldukça fazla olan birtakım emeklilik ve yardımlaşma sandıklarının kuruluşunu öngören kanunlar çıkarılmıştır. 1936 yılında 3008 sayılı İş Kanunu ile ülkemizde ilk sosyal sigortaların kuruluşu ve sosyal sigortalara ilişkin temel ilkeler ortaya konulmuştur. Ancak bu sistem II. Dünya Savaşı nedeniyle 1945 yılına kadar uygulamaya geçirilememiştir. 1945 yılında 4772 sayılı İş Kazaları, Meslek Hastalıkları ve Analık Si- Osman AKSOY gortaları Kanunu ile uygulama başlamıştır. Ayni yıl 4792 sayılı İşçi Sigortaları Kurumu Kanunu çıkarılmıştır. Kanunun 1946 tarihinde yürürlüğe girmesiyle İşçi Sigortaları Kurumu kurulmuş ve çok sayıdaki sosyal dayanışma sandığı bu kurum altında birleştirilmiştir. 4772 sayılı İş Kazaları, Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortaları Kanunu bu kapsama alınmıştır. Sonraki yıllarda 1950’de 5417 sayılı İhtiyarlık Sigortası Kanunu, 1951’de 5502 sayılı Hastalık ve Analık Sigortası Kanunu ve 1957’de de 6900 sayılı Maluliyet, İhtiyarlık ve Ölüm Sigortası Kanunu çıkarılmıştır. Tabii bu konuda en büyük değişim Sosyal Güvenlik konusunu ele alan 1961 Anayasası ile olmuştur. Anayasada “sosyal güvenlik” kavramı yer almıştır. 1982 Anayasasının “sosyal güvenlik” başlıklı 60 ıncı maddesinde de konuya yer verilmiştir. Anılan maddede; “Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.” denilerek sosyal güvenlik alanında devlete önemli görevler yüklenmiştir. 1961 Anayasasının yürürlüğe girmesi ile birlikte bu konudaki yasal düzenlemeler 1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununda birleştirilmiştir. 1965 tarihinde İşçi Sigortaları Kurumu, Sosyal Sigortalar Kurumu adını almış, işçi kesimine yeni haklar ile birlikte hizmet vermeye başlamıştır. 1949 tarihinde kabul edilen ve 1950 tarihinde yürürlüğe giren 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu ile mevcut emeklilik sandıkları ortadan kaldırılmış, hizmetlerin tek elden yürütülmesi için de T.C. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü kurulmuştur. 1971 yılında 1479 sayılı kanun ile Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu (Bağ-Kur) kurulmuş, kanun 1972 yılında uygulamaya konulmuştur. 1983 yılında da 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu çıkarılarak tarım kesimine yönelik sosyal güvenlik uygulamaları konusu kapsama alınmıştır. 2006 yılında çıkarılan 5502 sayılı kanun ile de sürdürülebilir bir sosyal güvenlik sistemi oluşturulması amacıyla sosyal güvenlik reformu yapılmıştır. Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı, T.C. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü ve Bağ-Kur Genel Müdürlüğünü aynı çatı altında toplanmıştır. Reform ile aynı zamanda nüfusun tamamına eşit, kolay ulaşılabilir ve kaliteli sağlık hizmeti sunumunu amaçlayan genel sağlık sigortası sisteminin oluşturulması hedeflenmiştir. Bu itibarla, 31.05.2006 tarihinde 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu kabul edilmiştir. 2008 yılında kanun yürürlüğe girmiştir. Bu düzenlemelere göre de tarım ve kırsal kesime yönelik sosyal güvenlik kapsamına girenler hizmet akdiyle ve süresiz çalışanlar olarak iki başlık altında tanımlanmaktadır. Orman işlerinde çalışan orman köylülerinin de yaptığı dönemlik çalışmalarda isteğe bağlı olarak süresiz çalışma kapsamında değerlendirilmektedir. SGK ‘nın bu yeni yapısı içinde 2011 verilerine göre 17.374.631 milyon aktif sigortalıdan 1.246.688 milyonu Tarımda Hizmet Akdi ile çalışan görünmektedir. Görüldüğü üzere tarım kesiminde aktif sigortalı sayısı oldukça düşüktür. Her ne kadar sosyal güvenlik kapsamı tüm kırsalı içine alsa da kırsal kesimdeki gelir düşüklüğü prim ödeme güçlüğüne yol açmaktadır. Bu durum sigortalı sayısının düşüklüğünün başlıca nedeni olarak görülmektedir. ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği TARIM Mısır: Herşeyin İçindeyim -IVZaman hiçbir umudun, düşün yoluna akmıyor. Zaman artamayanı eksiltiyor, eskitiyor. Ama o an her şeyin sonuna varılan o an, bir kelebek gibi hayata çırpınmaya başlıyor insan; güçlü ve taptaze atmaya başlıyor kalbi. Aklı yılların tecrübesiyle kötümser olsa da, aklı doğruları söylese de ona o yeniden hissediyor ki umut kendinde, umut insanda! Geçen yazının bu yazıda anlam kazanacağını umut ederek başlıyoruz bu yazımıza. Diyalektik felsefenin karşıtların birliği ilkesi her şeyde olduğu gibi hala işlevselliğini sürdürüyor ve sanırız ki dünya döndükçe de buna devam edecek. Biyoetanol üretimi ile ilgili en klasik senaryolardan birini artık hepimiz biliyoruz. Şimdi sıra geldi öyle herkesin bilmediği ya da bilmek istemediği, bir şekilde gözden kaçan, sesi kısılan, kapağı kapatılan ikinci senaryoya. Öncelikle biyoyakıtların doğa dostu olduğu hikayesini biraz tartışmaya çalışalım. Doğa dostu olduğu bizlere hangi şekilde anlatılıyor: Biyoetanolün üretiminde ve kullanımında çevreye daha az sera gazı salınıyor. Böylelikle küresel iklim değişikliğinin önüne geçebiliriz. Etanolün karbonu atmosferde sirküle ettiği için iklim değişikliğinin engellenmesi için iyi bir çözüm olarak sunuluyor bizlere fakat atmosferde karbondan başka birçok sera gazı bulunmaktadır. Yakıtlarla karıştırılan etanol sera gazlarını azaltmak şöyle dursun benzinin direkt olarak çevreye verdiği etkili sera gazlarının oluşumlarını artırmaktadır. Amerika’da 1997 yılında yapılan bir çalışmaya göre etanol üretim işlemleri benzinden daha fazla zararlı sera gazı ve daha fazla nitröz oksit üretmektedir. Benzin üretimi yakıt döngüsünde nitröz okside göre görece daha az zararlı bir gaz olan karbondioksit içermektedir. Kaldı ki 2007 yılında Colorado’lu araştırmacılar mısır kökenli etanolden kaynaklı karbondioksit salımının benzin ve dizel yakıttan çok daha zararlı olduğunu belirlemişlerdir. Yine 2008 yılında yapılan bir araştırmaya göre mısır kökenli etanolün son otuz yıl içerisinde sera gazı salımını ikiye katladığı sonucu ortaya çıkmıştır. Etanol ve hava kirliliği arasındaki ilişkiye baktığımızda; Amerika Çevre Koruma Ajansı’nın (EPA) verilerine göre etanol kullanımı ile sera gazları salımı azalmadığı gibi etanol kullanımı hava kirliliğine yol açan maddeler açısından büyük bir problemdir. EPA’ya göre etanol kullanımı ozon üretimine ön ayak olan kimyasalların salımını artırmaktadır. Standford Üniversitesi’nden bazı araştırmacıların yaptığı araştırmaya göre yüzde 15 etanol yüzde 85 benzin karışımı, tam tersine çevrildiğinde ozona bağlı ölümler, astım vakalarında Amerika genelinde önemli oranlarda artışlar yaşanabilir. Üzerinde durulması gereken bir diğer konu da etanol üretimi ve temiz su kaynaklarının durumudur. Birçok insan etanol üretiminde kullanılan temiz su miktarlarını öğrendiğinde dudakları uçuklayabilir. Hepimizin bildiği gibi bütün enerji üretimi aşamala- Esengül ERDEM Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü [email protected] Ali Kürşat ŞAHİN Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü [email protected] rında çok miktarda su tüketilir. Mesela petrolün rafine edilmesi aşamasında bir galon (3.785 litre) petrol için bir ila iki buçuk galon arasında, bir galon mısır etanolünün rafinasyonu için ise ortalama otuz beş galon (132.475 litre) su kullanılmaktadır. İşin daha da trajik kısmı bir galon etanol üretmek için yetiştirilecek mısıra da bunun en az üç katı kadar su kullanılıyor olması. Yani şöyle bir düşündüğümüzde ortalama bir litre etanol üretmek için çok fazla temiz su kullanılıyor ve bu su kullanıldıktan sonra atık su haline geliyor. Amerika Ulusal Bilimler Akademisi mısır üretimi için diğer beslenme veya yakıt bitkilerinden daha fazla miktarda gübre ve pestisit kullanıldığına da dikkat çekmiş. Yani mısır kökenli etanol topraklarımızda ve temiz su kaynaklarımızda daha fazla gübre, daha fazla pestisit ve herbisit anlamına geliyor. Biyoyakıtlar ve enerji konusuna geldiğimizde ise şöyle bir realiteyi daha hatırlamaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. Örnek bitki olarak mısırı göz önüne aldığımızda, mısırın hem yakıta dönüştürülmesi sırasında hem de yetiştirilmesi sırasında çok yoğun bir şekilde enerji girdisine ihtiyaç duyması ve ihtiyaç duyulan bu enerjinin yakıt olarak kullanımından elde edilen enerji miktarından daha fazla olmasıdır. Biyoetanol ve gıda fiyatları konusuna bakacak olursak birçok araştırmanın ortak sonucu yakıt katkısı olarak etanol kullanımının gıda fiyatlarını yükselteceği şeklindedir. Çiftçi-Sen’in yayınladığı bir yazıya göre, bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi neredeyse bütün dünya genelinde uygulanan biyoyakıt üretimine doğrudan ya da dolaylı olarak sağlanan sübvansiyonlardır. Dünya Bankası’nın yayınlamasından sakınılan raporlarına ve The Guardion gazetesince ele geçirilip yayınlan rapora göre dünya genelinde gıda artış oranının %75’inden fazlasından biyoyakıtlar sorumludur ki biyoyakıt üretimi daha da yaygınlaştıkça varın siz hesaplayın gıda fiyatlarının hangi oranlarda yükseleceğini. Yani her gün binlerce insanın ölmesine göz yuman sistem, insanların bir yerden bir yere ulaşmasının kolay yollarını bulmayı bu kadar önemsiyor! Söz konusu rapora göre biyoyakıtların gıda fiyatları üzerindeki olumsuz etkisi üç sebebe dayandırılmıştır. Bunlar: önceden besin maddesi üretmek amacıyla kullanılan arazilerin yakıt üretimine kaydırılması, çiftçilerin bu konuda teşvik edilmesi ve bu gelişmelerin borsalarda tarım ürünleri üzerine spekülasyonlara yol açmasıdır. Yine ÇiftçiSen’in yazısında FAO’nun rakamlarına göre, biyoyakıtların yaygınlaşmaya başladığı 2003 yılından 2011 yılının Mayıs ayına kadar geçen sürede, reel bazda gıdada % 110, hububatta % 130, şekerde % 228 fiyat artışı gerçekleştiği belirtiliyor. Yüksek benzin fiyatları hakkında da küçük bir sorunumuz var. Hepimiz bunun hem kendi bütçemize hem de milli ekonomiye büyük zarar olduğunu düşünüyoruz ve bunun için de etanolü bir çözüm olarak görüyoruz. Fakat etanol bize bitki verimliliğinin birçok koşula bağlı olmasından dolayı enerji güvenliği de getirmeyecek, yani kısa sürede değişen birçok dengeden dolayı evdeki hesap çarşıya uymayabilir. Etanol bize enerji bağımsızlığı da getirmeyecek; çünkü etanol motor yakıtlarının önemli bir bölümünün yerine kullanılamaz. Bir konuyu daha göz ardı etmemek gerekiyor. Avrupa Birliği Ülkelerince tartışılan konulardan bir tanesi de etanol üretiminin teşvik edilmesiyle birlikte yeni tarım arazileri açmak amacıyla ormanların ve meraların yok edilme tehlikesi! Tabi bu bizim ülkemiz için ne kadar önemsenebilir bir realitedir bunu çok iyi biliyoruz hepimiz. Yakacak orman kalmadığından olsa gerek geçtiğimiz aylarda Sudan’dan yüksek miktarda tarım arazisi kiraladık uzunca bir süreliğine ve yetkililerimiz Afrika’nın farklı ülkelerinde de aynı şeyi gerçekleştirmek için turlarına devam ediyorlar. Yüzlerce yıl boyunca emperyalist ülkeler tarafından yeraltı kaynakları sömürülen talihsiz kıtada şimdi sırada topraklarının doğal güzelliklerinin sömürülmesi var! Buradan çıkaracağımız sonuç, etanolün Türkiye çiftçisine halkın diğer kesimlerine de hiçbir getirisinin olmayacağı, aksine insanları biraz daha yoksulluğa ve çaresizliğe, doğayı ise biraz daha hırpalanmışlığa sürükleyeceğidir. Bu sene ihtiyacı karşılayan mısır üretiminin çok farklı dinamikleri var, devletin öncelikli görevi ihtiyacı karşılamaktan sonra üretimde istikrarı sağlamaktır. Bu konuda tartışılacak çok fazla şey var bütün dünya şuanda ikinci nesil biyoyakıtları tartışıyor. Biz henüz bu düzenlemeye yeni geçtik, fakat Amerika, Brezilya ya da Çin kadar doğamızı, topraklarımızı ve halkımızın cebindeki parayı yeterince talan etmeden bu konu üzerine çeşitli çalışmalar yapılacağına ve güzel örnekler oluşacağına inanıyoruz. İkinci senaryo daha kötümser bir senaryo oldu bizim için. Bu düzen bizleri ya cehalete ya da yozlaşmaya yani üç maymunu oynamaya zorunlu kılıyor. Fakat bundan başka bir dünyanın mümkün olduğuna, bu dünyanın hepimize yeteceğine inanan insanlar hiç bitmeyecek ve onlar yaşadığı sürece dünya yaşanabilir bir yer olarak kalacak… Gelecek sayıda ülkemizdeki mısır zararlıları ve bunlarla mücadele yöntemleri üzerine yazmaya başlayacağız. 15 Su Kuyularına Sayaç Takma Sorunu Meclise Taşındı »»Milletvekili Abdullah Çalışkan, Kırşehir ve ülke genelinde bazı illerde çiftçilerin yaşadığı su kuyularına sayaç takılması sorunu ile ilgili TBMM’ye kanun teklifi verdi. Milletvekili Abdullah Çalışkan, bazı diğer illerde zirai amaçlı olarak yeraltı sularını kullanan çiftçilerin yaşadığı sayaç kurma zorunluluğu getirilmesi sorununu çözmek için kanun teklifi hazırlayarak TBMM Başkanlığı’na sundu. Tarım, Orman ve Köy işleri Komisyonu’nda görüşülen ve kabul edilen kanun teklifi, Genel Kurul’da da kabul edilirse hangi bölgelerde ölçüm sistemleri kurulması gerektiğine Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün (DSİ) teklifi ile Bakanlar Kurulu karar verecek. DSİ bu teklifi yaparken bölgenin yeraltı su potansiyelini, açılan su kuyu sayısını, çiftçi sayısını, çekilen su miktarını, su ihtiyacını ve diğer teknik hususları dikkate alacak. Doğu’ya Hayvancılık İçin Hibe Desteği »»Hükümet, Güneydoğu Anadolu’da 8 ilde Damızlık Süt Sığırcılığı İşletmelerine, Doğu Anadolu’da ise 15 ilde Damızlık Amaçlı Sığır İşletmesi yatırımlarına 3 yıl süreyle hibe desteği verecek. Bakanlar Kurulu’nun "Güneydoğu ve Doğu Anadolu Projesi Kapsamındaki İllerde Kurulacak Damızlık Sığır İşletmesi Yatırımlarının Desteklenmesine İlişkin Karar"ı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Buna göre, Güneydoğu Anadolu Projesi kapsamındaki Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak’ta üreticilerin yapacakları Sütçü Ve Kombine Irklarla Damızlık Süt Sığırcılığı İşletmesi yatırımları desteklenecek. Hükümet bu illerde süt sığırcılığının geliştirilmesi, modern işletmelerin kurulması, hayvansal üretimde verimliliğin ve kalitenin arttırılması ile bölgesel gelişmişlik farklarının azaltılmasını amaçlıyor. Hükümet, Doğu Anadolu Projesi kapsamındaki Ağrı, Ardahan, Bingöl, Bitlis, Erzincan, Elazığ, Erzurum, Hakkari, Kars, Malatya, Muş, Tunceli, Van, Gümüşhane ve Bayburt illerindeki üreticilerin etçi ve kombine ırklarla kuracakları Damızlık Amaçlı Sığır İşletmesi yatırımlarını da hibe uygulamasına koydu. Bu illerde ise büyükbaş hayvancılık işletmelerinin kurulması, et ve süt üretiminde verimlilik ile kalitenin arttırılması ve bölgesel kalkınmayı sağlamayı hedefliyor. Büyükbaş hayvancılığa yönelik hibe uygulamasında üreticilerin bireysel veya bir arada yapacakları öz sermayeye dayalı, en az 50 baş ve üzeri kapasiteye sahip projeli damızlık sığır işletmesi yatırımlarına 2013 ile 2015 yılları arasında hibe desteği verilecek. Güneydoğu ve Doğu Anadolu Projesi Kapsamındaki İllerde Kurulacak Damızlık Sığır İşletmesi Yatırımlarının Desteklenmesinde yeni yatırım inşaat için yüzde 30, damızlık gebe düve alımı için yüzde 40 ve sağım ünitesi veya soğutma tankı için yüzde 40 oranında hibe yardımı uygulanacak. Ekokadınlar İş Başında »»Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği 9-10 Mart tarihleri arasında Galata’daki Şifahane’de EkoKadın programı düzenliyor. Ekokadın programında kadınların geleneksel ve doğa dostu bilginin aktarılmasında ve uygulanmasındaki rolüyle kadının dönüşüm için yapabilecekleri vurgulanacak. Kadınların birbirinden öğrenmesi, paylaşması ve ekolojik dönüşümün içinde yer almaları için Buğday Derneği, kadınları Ekolojik Yaşam Programı’na bekliyor. Programın içeriğinde; “Ekolojik yaşamın temelleri, Kullanım döngüsü ve ihtiyacı yeniden tanımlamak, Tüketici değil türetici olmak... Nasıl? Ekolojik yaşam biçimini seçen kadının bir anne olarak portresi, Alışveriş alışkanlıkları, guvenilir gıda ve beslenme... Beslenme ve hastalık ilişkisi, Sofradaki denklemi nasıl çözebiliriz? Kirletmeden temizlenmek ve güzelleşmek, Çöp torbanızı küçültmenin yolları, Hastalıkları nasıl değerlendirmeliyiz? Kentte dayanışmanın örnekleri, Kadınlar yeniden üretici hale nasıl dönüşebilir? Katılımcı kadın, Formüllerinizi kendiniz yaratın. Sürdürülebilir bir geleceğin anahtarı sizde” konuları yer alacak. 16 ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği HAYVAN SAĞLIĞI SALMONELLOZ (Salmonellose) »»Salmonelloz adı altında Salmonella grubu bakterileri tarafından oluşturulan, septisemi belirtileriyle veya subakut ve kronik mide-bağırsak yangısıyla seyreden hastalıklar anlaşılır. Salmonellosis zoonoz (hayvanlardan insanlara bulaşabilen) hastalıklar sınıfında yer alan, gram (-) bakterilerin oluşturduğu bir hastalıktır. Çeşitli Salmonella spp. tarafından sığırlarda bağırsak kanalı enfeksiyonları ve kimi özel enfeksiyonlarla birlikte, yavru atımı ve rahim yangısı (Metritis) ile karakterize büyük ekonomik kayıplara yol açan bir hastalıktır. Hastalık tüm dünyada ve ülkemizde yaygındır. Dünyada Salmonella'nın bilinen 2541 türü bulunmaktadır. Bu serotiplerin 1400 üzerindekiler hastalığa neden olmaktadır. Enterobacteriaceae familyasında yer alan insan ve hayvanlar için patojenik olan mikroorganizmalardan salmonella’lar doğada çok yaygındır. Salmonella’lar sporsuz, kapsülsüz, gram negatif çomakçıklardır. S.pullorum ve gallinarum hariç hareketlidirler. Genelde laktoz negatiftir. İlk olarak 1888′de August Gartner tarafından tanımlanmıştır. Dana ve sığırlarda en önemli hastalık etkenleri; S. abortus bovis, S.typhimurium, S.dublin, S.enteritis ve S.anatum adlı bakterilerdir. Salmonella etkenleri doğal olarak sığırın barsak kanalında bulunmaktadır. Yorgunluk, açlık, nakliyat, üşütme ve diğer hastalıklar (özellikle şap) gibi stres faktörlerinin etkisiyle bu mikroplar aktif hale geçerek, hastalık yaparlar. Yetişkin sığırlarda akut enfeksiyonda vücut ısısı yükselir. Süt verimi düşer ishal başlar. 24 saat içinde ishal dizanteriye dönüşür ve beden ısısı normalin altına düşer. Hayvanlarda halsizlik solunum güçlüğü ve bazen de eklemlerde yangı görülebilir. 1. Enteritis (İnce bağırsak iltihabı) formu: Hastalığın ortaya çıkış süresi 2-5 gündür. Solunum sayısında artış, durgunluk ve yüksek ateşle seyreder. 2. Septisemik (Kan zehirlenmesi) form: Ergin sığırlarda 42ºC ye varan ateş, durgunluk ve düşkünlükle başlar. İştah yoktur, süt verimi düşmüştür, solunum hızlıdır. Ağır septisemik olaylarda ishal görülmeden hayvan ölür. 3. Akut (Şiddetli) form: İştahsızlık, durgunluk, yüksek ateşle seyreder. Gözlerde kızarıklık, hafif olaylarda pis kokulu ishal görülür. İshal başladıktan 12-24 saat sonra beden ısısı normale veya normalin altına düşer. İshale bağlı sıvı kaybı şekillenir. Hayvan sık sık karnını tekmeleyerek sancılı olduğunu belirtir. Gebeler yavru atarlar. Enfeksiyonda abortus ya da ölü doğum oranı %60 kadardır. Hayvanın tüm eklemleri 1-2 ün içersinde şişer. Tanı Kesin tanı belirtilere bakılarak konulamaz. Tanı için laboratuara atık fetus, dışkı ve kan gönderilir. Tedavi (Sağaltım) Hastalığın sığırlarda özel bir tedavisi yoktur. Daha çok belirtilerin geçirilmesine yönelik tedavi uygulanır. Korunma Hastalık belirtileri (Semptomlar) Hastalık 3 farklı şekilde görülebilir: Salmonella typhi ve Salmonella paratyphi insanlarda tifo (enterik humma) ve paratifo isimli hastalıklara neden olurlar. Önce bağırsağa yerlesen tifo etkeni bakteri hücreleri, epitel dokudan geçerek lenf dokusuna yerlesir ve kan sistemine geçerek (septisemi) vücudun değisik bölgelerine (karaciğer, dalak, safra kesesi, böbrek, kemik iliği, kalp, akciğer ve gastrointestinal sistemdeki lenf dokusu) yerlesir. Vücut sıcaklığı yavas yavas artarak 40 ºC’lere yükselir ve özellikle göğüs ve bedende pembe lekeler olusur ve basağrısı görülür. Gastrointestinal belirtiler hastalığın geç dönemlerinde kabızlık ve bunu takip eden kanlı ishal ile karakterize olur. Kusma ve karın ağrısı da görülebilir. S. paratyphi grubu serotiplerin neden olduğu paratifo hastalığı tifoya benzemekle birlikte daha az tehlikeli olup hastalarda septisemi, ates, basağrısı, karınağrısı görülür. Bu Salmonella tipleri dısındaki serotipler ise yaygın salmonellozis etmeni olan türler olup septisemiye yol açmadan gastroenterite neden olurlar. Tipik gıda enfeksiyonu olan bu tür Salmonella vakalarının klinik belirtileri basağrısı, ates, karın ağrısı, bulantı, kusma ve ishaldir. İshal orta siddetli veya çok sulu sekilde seyredebilir. Tifo ve paratifonun aksine dıskı kanlı değildir. Hastada susuzluk ortaya çıkar. Bulasma kaynakları ve yayılması Bulaşma Hastalığın sığırlar arasında yayılması direkt ve indirekt yollarla olmaktadır. Enfekte hayvanlar semptomların gözlenmediği veya çok hafif seyrettiği olgularda etkeni çevreye bulaştırırlar. Bununla birlikte Salmonella'lar nemli toprak, su, dışkı partikülleri, özellikle kan ve kemik içeren hayvan yemleri ve balık yemlerinde uzun süre canlı kalabilirler. İnsanlara bulaşma, hasta hayvanların ürünlerinin insanlar tarafından kullanılmasıyla olur. Patolojisi Aşı en önemli korunma yoludur. Salmonellozis, tehlikeli bir zoonoz hastalık olduğundan hastalıktan kesilen hayvanların etleri bakteriyolojik muayeneye tutulmadan kullanılmamalıdır. Hasta hayvanların sütleri de ancak iki kez kaynatıldıktan sonra hayvan gıdası olarak değerlendirilir. Çiftlik hayvanlarında Salmonella enfeksiyonları, yedikleri kontamine yemlerden, meralardan, su havzalarından kaynaklanabileceği gibi tasıma sırasında veya hayvan pazarlarında, mezbahalarda hayvandan hayvana veya insandan hayvana temas yoluyla gerçeklesebilmektedir. Salmonella kaynağı hayvanlar içerisinde kümes hayvanları insan gıdası zincirinde en önemli yeri tutarlar. Salmonella kabuklu yumurtada bulunan tek önemli patojendir. Bakteri ovülasyon sırasında yumurta içine girebileceği gibi daha çok diğer bakterilerde olduğu gibi dıskı ile bulasmıs ıslak kabuk yüzeyinden genellikle yumurtanın soğutulması sırasında yumurta içine geçer. Salmonella kabuklu yumurtada olduğu gibi sıvı yumurtada da en önemli patojendir. Salmonella bütün sıvı yumurtada 15.6 ºC altında sıcaklıkta gelisemez, ancak varlığını sürdürür. çiftlikte çevre kontrolü programlarının uygulanması, çiftliğe fare, kuş, sinek gibi zararlıların girmesinin engellenmesi Salmonella enfeksiyonlarının önlenmesi yönünde dikkate alınması gerekenler içerisinde sayılabilir. Salmonella döngüsünün kırılması için yemlemede Salmonella’sız yem ve hammadde kullanımı önemlidir. İNSANLARA BULAŞMASI Belirtiler nelerdir? Salmonella bulaşan kişilerde genel olarak baş ağrısı, ateş, mide krampları, ishal, mide bulantısı ve kusma gibi belirtiler görülür. Hastalığın belirtileri çoğu kez hastalığın bulaşmasından 6-72 saat sonra başlar. Bu belirtiler genellikle 4-7 gün; bazen de daha uzun sürer. Nasıl yayılmaktadır? Salmonella insanlara genel olarak mikrobun bulaştığı hayvanlardan elde edilen yiyeceklerin (yani, et, kümes hayvanları, yumurta ve bunların yan ürünleri) yeterince pişirilmeden yenmesi sonucu bulaşır. ‘Dolaylı bulaşma’, Salmonella mikrobunun yenmeye hazır olan yiyeceklere bulaşması sonucu ortaya çıkar: örneğin, daha fazla pişirilmeyecek olan yiyeceklerin mikrobu taşıyan bir bıçakla kesilmesi ya da hastalığı taşıyan bir kimsenin yiyeceklere dokunması gibi hallerde. Salmonella mikrobu, bu mikrobu taşıyan kişilerin elleri kanalıyla da insandan insana bulaşabilir. Mikrop hayvanlardan da insanlara geçebilir. Kimler risk altındadır? Herkes salmonella hastalığına yakalanabilir. Bebekler, yaşlılar ve bağışıklığı zayıf olan kimselerin hastalığı daha şiddetli geçirmeleri olasıdır. ve yiyecek hazırlamadan önce elleri her zaman iyice yıkamak oldukça önemlidir. Ellerin sabun ve su ile en az 10 saniye süreyle yıkanması, durulanması ve iyice kurulanması gerekir. Tırnak altları ve parmak aralarına özellikle dikkat edilmelidir. Yiyecek hazırlayan hastalıklı kimseler çok sayıda Salmonella mikrobuyayabilirler. Bu gibi kimseler ishal sona erene veya dışkı testleri temiz çıkana kadar yiyecek hazırlamamalı veya servis yapmamalıdır. Sıcaklık kontrolü Yiyeceklerin hatalı saklanmış olması Salmonella’nın çoğalmasına neden olur. Soğutulmuş yiyecekler beş dereceden daha düşük sıcaklıkta saklanmalıdır. Sıcak yiyecekler ise 60 derecenin üzerindeki sıcaklıkta tutulmalıdır. Tekrar ısıtılan yiyecekler, yiyeceğin her tarafı buhar çıkacak derecede ısınana kadar çabucak ısıtılmalıdır. Dondurulmuş yiyeceklerin çözülme işlemi buzdolabı veya mikrodalga fırınında yapılmalıdır. Yiyeceği oda sıcaklığında ne kadar uzun süre bırakırsanız, Salmonella o kadar fazla çoğalabilir. Yiyeceklere mikrop bulaşması Mikrobun yiyeceklere bulaşmasını önlemek için: • Çiğ yiyecekleri (örneğin et), yenmeye hazır yiyeceklerin üstüne sıvıların damlamasını veya sıçramasını önlemek için kapalı kaplar içinde buzdolabının veya dondurucunun alt kısımlarında depolayınız. Mikrop bulaşmasını önlemek için buzdolabı ve soğutucudaki tüm yiyeceklerin üstünü kapatınız Hastalık nasıl önlenir? Kontrolü Çiftliklerde Salmonella taşımayan damızlıkların (et, süt, yumurta) yetistirilmesi, bu hayvanların beslenmesinde Salmonella içermeyen yemlerin kullanılması, içme sularının Salmonella açısından güvenli olması, düzenli veteriner kontrollerinin yapılması ve bu kontroller sonrasında enfekte olmuş hayvanların sağlıklı hayvanlardan ayrılması, hastalıklı hayvanların tedavisi, aşılama programlarının özellikle kümes hayvanlarında aksatılmadan yürütülmesi, hayvan barınaklarının, kümeslerin, ahırların düzenli temizliği ve dezenfeksiyonu, hayvan gübrelerinin dezenfeksiyonu ve usulüne uygun olarak islem görerek barınakların uzaklastırılması, ahır ve kümeslerin çok kalabalık olmaması, Pişirme Yiyeceklerin iyice pişirilmesi Salmonella mikrobunu öldürür. Çiğ veya az pişirilmiş et, kümes hayvanı veya yumurta yemekten kaçınınız. Ortası pembe renkli olan kümes hayvanı ve etlerin – hamburger, sosis, kızarmış dürümler gibi – yenmemesi gerekir. Yiyecek hazırlama Salmonella mikrobu ellerde taşınabileceği için, tuvalete gittikten sonra • Tuvalete gittikten veya çiğ yiyeceklere elledikten hemen sonra ve pişmiş veya hazır yiyeceklere dokunmadan önce ellerinizi yıkayınız • Çiğ ve hazır yiyecek hazırlarken, değişik kesme tahtası, tepsi, kapkacak ve tabaklar kullanınız. Eğer tek bir kesme tahtanız varsa, tekrar kullanmadan önce sıcak sabunlu su ile iyice yıkayınız • Hazırlamadan ve yemeden önce tüm çiğ sebze ve meyvalardaki kirleri iyice yıkayınız. • Tabakları, elleri ve tezgah üstlerini silmek için kullanılan elbezlerinden farklı elbezleri ile kurulayınız; tabak bezlerini düzenli olarak yıkayınız. ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği TOPRAK 17 Çevre Dostu Korumalı Toprak Yönetim Sistemlerinde Tarımsal Üretim »»Doğal bir kaynak olan toprağın, insanoğlunun geleceği için mutlaka sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi gerekmektedir. Toprağın sürdürülebilir kullanımı genellikle küresel bir konu olan ve çeşitli sivil toplum örgütleri, politika yapıcılar ve tarım birliklerinin de özel olarak önem gösterdiği “sürdürülebilir tarım” kavramını kapsamaktadır. “Peki, tarımsal üretimin sürdürülebilir bir şekilde sağlanabileceği bir toprak nasıl olmalıdır?’ın cevabını iyi bir toprağın sahip olduğu özellikleri tanımlayarak verebiliriz. Bunlar; • Yüzey akışa sebep olmayacak şekilde suyu alt katmanlara iyi bir şekilde geçirebilen • Erozyona ve erozyonla besin maddesi kayıplarına karşı dirençli • Yağışlı dönemler sonrasında parmak (kanal) oluşumlarının gözlenmediği • Nemi kurak dönemler için depolayabilen • Bitkinin çıkmasını engelleyen kabuk oluşumunun olmadığı ve ilkbaharda hızlıca ısınabilen • Suyun ve bitki köklerinin rahat bir şekilde alt katmanlara geçebilmesini engelleyen taban taşının bulunmadığı • El ile ezildiğinde ne çok sert ne de çok gevşek olmayan yani kolayca dağılmayan keseklerin bol bulunduğu • Çok sayıda biyolojik aktivitenin bulunduğu • Yüksek verim için çok fazla gübreye ihtiyaç duymayan • Yüksek kalitede ve sağlıklı besinler üretebilen bir toprak iyidir diyebiliriz. Tarımsal üretim süreçlerinde, doğal toprak yapısını bozan ağır mekani- zasyon tekniklerinin kullanılması, bitki gelişimde ihtiyaç duyulandan daha fazla kimyasal gübre ilaç vb. uygulanması, bitkinin ihtiyacından daha fazla suyun yanlış sulama teknikleriyle verilmesi gibi uygulamalar sonucunda, toprak ve su kaynakları niteliklerini yitirerek verimsizleşmektedir. Arazi bozulumunun sebepleri olarak tanımlanan kirlilik, erozyon, tuzluluk ve alkalilik gibi başlıca toprak sorunları bu şekildeki yanlış uygulamaların birer sonucudur. Yüksek üretim potansiyellerine sahip topraklara sahip olmak için alınabilecek tedbirler, izlenecek yollar ve yöntemler çok çeşitli olmakla birlikte temelde amaç toprakların fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerinin korunmasıdır. “Bu doğrultuda neler yapılmalı?”nın cevaplarını aşağıdaki alt başlıklarda bulabiliriz. la değildir. Potansiyel olarak uygun alanların tesbiti ve çifçilerin belirli destekler ile yönlendirilmeleri ile organik tarımın yaygınlaştırılabilmesi sağlanabilecektir. Dr. Selen Deviren SAYGIN Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Anabilim Dalı [email protected] Geleneksel tarım sistemleri yerine doğaya dost organik tarım sistemlerinin yaygınlaştırılması Toprak yapısını bozan işleme teknikleri yerine korumalı toprak işleme tekniklerinin uygulanması Sürdürülebilir tarımın en önemli bileşenlerinden olan korumalı toprak işleme tekniklerindeki başlıca amaç, toprak yapısının bozulmadığı işleme teknikleri kullanarak (toprağın devrilmeden işlenebildiği) belirli bir orandaki bitki örtüsünün (ortalama olarak bitki artıklarının yaklaşık %30’u kadarı) toprak yüzeyinde bırakılması ile toprak yüzeyinin erozyon vasıtalarının olumsuz etkilerinden korunmasıdır. Doğanın dengesini bozan yapay kimyasallar kullanmadan sadece organik kökenli girdiler kullanarak tarımsal üretimin gerçekleştirildi bir tarım şekli olan organik tarım, toprak ve su kaynakları ile havayı kirletmeden çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığını korumayı amaçlamaktadır. Bu sebeple üretim esnasında genetiği değiştirilmiş tohum, kimyasal gübre, ilaç ve horman kullanılmamakta ve ancak sertifika sahibi kuruluşlar tarafından gerçekleştirilmektedir. Üretim süreci ise tarladan sofraya kadar oldukça sıkı denetimler ile izlenmektedir. Ülkemizde ağırlıklı olarak organik tarım teknikleriyle üretimi yapılan ve ihraç edilen ürünlerimiz; fındık, kurutulmuş incir, kurutulmuş kayısı, kurutulmuş üzümdür. Bunların dışında çeşitli dondurulmuş meyav ve sebze, meyve suyu, zeytinyağı ve baklagillerdir. Ülke geneline bakıldığında tarımsal üretimin yoğun olarak yapıldığı bölgeler dışında kimyasal gübre kullanımı ekonomik kısıtlamalardan dolayı çok faz- Hayvansal gübrelerin tarımsal üretim süreçlerine çevreye dost bir şekilde dâhil olması için gübre yönetim planlarının yapılması Hayvansal atıklar, yüksek miktarda azot, fosfor ve organik madde içeriğinden dolayı gübre yönetimi bir çiftlik oldukça önemli bir konudur. Bunların dışında bünyelerinde bitki gelişimi için mutlak gerekli olan, potasyum, kükürt, kalsiyum, magnezyu, bakır, manganez, çinko, bor ve demir elementlerini de içermektedirler. Zengin element içeriklerinden dolayı oldukça değerli bir materyal olan gübre, eğer uygun yönetim planları dâhilinde uygulanmaz ise aynı zamanda çevre için önemli bir kirleticide olabilmektedir. Bitkinin ve toprağın ihtiyaç duyduğunan daha fazla miktarlarda uygulanması sonucunda hem toprağı hem de su kaynaklarını kirletebilmektedir. Buna ilave olarak, tarımsal üretim yapılan alan içerinde yeterli toprak koruma önlemleri alınmadığı takdirde aşınan toprak tanecikleri bünyelerinde taşıdıkları bu bileşikler (fosfor, amonyum azotu, organik madde gibi) ile birlikte yüzey akışlar ile taşınabilmekte ve akışın kesilmesi sonucu depolandıkları alanlarda ciddi düzeyde kirlilik oluşturabilmektedirler. Özellikle nitrat azotu, diğer bileşiklere göre daha hareketli olduğundan gerek yağış ve sulamalar ile alt katmanlara doğru yıkanabilmekte gerekse yüzey akışlarla taşınabilmektedir. Bunlara ilaveten, bünyelerinde çeşitli patojen ve parazitleri de içermeleri sebebiyle su, hava ve toprak kaynaklarında insan ve çevre sağlığı açısından önemli bir kirletici olabilmektedirler. Erozyondan korunmada toprak ve su muhafaza önlemlerinin alınması Arazilerin en önemli bozulma sebebi olan gelen toprak erozyonu, doğrudan tarımsal üretimin temel dayanağı olan toprak varlığını tehdit etmektedir. Aslında toprak oluşumu için gerekli bir süreç olan erozyon, insan etkisiyle birlikte istenmeyen şekillerde gerçekleşmektedir. Erozyonunun alan içerisindeki erken tesbiti alınacak önlemleri etkinliği açısından son derece önemlidir. Örneğin, eğim yönünde yapılan sürümlerden sonra gelen yağışlarla birlikte oluşan ufak kanallar, parmak erozyonunun başladığını işaret etmektedir. Araziler sürüldüğünde gözden kaybolan bu kanallar gerekli önlemler alınmadığı takdirde ilerleyen yağışlı dönemler neticesinde oyuntuların gelişmesine yol açmaktadır. Özellikle ortalama olarak %12’den daha fazla eğim dikliğine sahip alanlarda yoğun toprak işlemeli tarımsal üretimlerin gerçekleştirilmemesi, ya da minumum toprak işleme ve anız örtüsü ile toprak yüzeyinin yağmur damlalarının çarpma etkilerine karşı korunması, alan içerisindeki su yollarının otlandırılması, eğimli alanlarda tarımsal faliyet yürütme zorunluluğu var ise teraslar üzerinde üretimlerin yapılması, ekonomik olarak teras için yeterli güç bulunamıyorsa şeritvari ekim sistemleri ile bantlar oluşturarak taşınan toprakların alan içerisinde depolanmasının sağlanması, çevirme kanalları ile yüzey akışların hızlarının kesilmesi gibi alınabilecek basit tedbirler ile topraklar erozyonun olumsuz etkilerinden korunabilmektedir. Özetle, korumada dikkat edilecek hususlar; toprakların devrilerek ve parçalanarak işlendiği mekanizasyon yöntemleri ile doğal toprak yapısının bozulmasının engellenmesi, toprak yüzeyinde daimi bir koruyucu örtünün varlığının sağlanması ve yüzey akış hızının alan içerisinde azaltılarak kesilmesidir. Burada vurgulanması ve unutulmaması gereken nokta ise, toprak koruma uygulamaları ancak çifçilerin de bu süreçleri desteklemesi ile başarılı olabileceğidir. Yukarıda alt başlıklar halinde özetlenen bu uygulamalarla ilgili detaylı bilgiler ilerleyen dönemler içerinde okuyucular ile paylaşılacaktır. Tarladan Sofraya Yüzde 400 Fiyat Artışı ‘Tarım ve İnsan’ Sergisi Şanlıurfa’da »»Türkiye'de tarım ürünleri tarlalardan sofralara ulaşana kadar 4 kat pahalanıyor. »»Sergi, 5 farklı alanda çekilmiş tarım ve insan konulu sergide dereceye giren 70 fotoğraf sergilendi. Sergi ile bölgede tarım kültürüne dikkat çekiliyor. Nakliye, hal, pazar ve market aşamalarının ardından tüketicilerin sofralarına ulaşan tarım ürünlerinin fiyatı, bu süreçte yüzde 400'e yakın oranda artıyor. Türkiye Ziraat Odaları Birliği'nden yapılan açıklamada, tarladan 1,25 liraya satın alınan domates, marketlere geldiğinde 3,50 liraya, 25 kuruştan satılan patates 1 liraya, 87 kuruştan satılan mandalina 3,41 liraya, 1,85 liraya satılan pirinç 2,90 liraya, 50 kuruştan satılan kuru soğan 1,30 liraya, demeti 15 kuruştan satılan maydonoz ise 84 kuruşa satılıyor. Ucuza Üretiyoruz Ama Ucuz Yediremiyoruz TZOB Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, ürünlerin sofralara gelene kadar fiyatının arttığını söyledi. Bayraktar, fiyat artışının Türk tarımının en büyük sorunu olduğuna işaret ederek, ''Türk çiftçisi olarak ucuza üretiyoruz ama halkımıza ucuz yediremiyoruz. Tarladan sof- raya arada büyük bir fiyat farkı var. Fiyat farkı bazı ürünlerde yüzde 400'e ulaşmış durumda'' diye konuştu. Fiyat artışının hem üreticilere hem de tüketicilere zarar verdiğini vurgulayan Bayraktar, şöyle devam etti: ''Çiftçinin 1 liraya ürettiği malı, 1,5 liraya alırsa vatandaşımız onun da refahına katkı sağlar. Daha fazla besin maddesi tüketir vatandaşımız. Ancak şu anki sistemde bunu yapamıyor. Tarım ürünleri üreticiden, tüketiciye ne kadar çok pahalanırsa evlere giren sağlıklı gıda miktarı o kadar azalır. Tarladan sofraya ne kadar çok ucuzlatırsak bu ürünleri halkımız çok daha iyi beslenir. 1 liradan üretilen ürünü halkımız 4 liradan alıyor. Asıl mesele de bu zaten. Bu bir zincir ve zincir içinde üretici ile tüketiciyi birleştirmemiz lazım. Yani aradaki mesafeyi kısaltmamız gerek. Yani direkt üreticiden halka bir sistem yapılmalı. Hem üretici hem de tüketici kazanmalı.'' Bayraktar, Türkiye'de üreticilerin ve tüketicilerin bulaşacağı bir sistem oluşturulması gerektiğini söyledi. Türkiye'de yapısal bir sorun yaşandığına dikkati çeken Bayraktar, ''Türkiye'de ilk olarak ekonomik örgütleri kurmamız gerekiyor. Üretici birliklerini ekonomik örgütler haline getirmemiz lazım. Bu kurumlar olursa hasat zamanında üreticinin bol miktarda ürettiği ürünü alıp stoklayarak talebe göre piyasaya sunmalıdır. Bu şekilde fiyat istikrarı gelir'' şeklinde konuştu. ''Birçok Avrupa ülkesinde tarım ürünlerinin satışını kooperatifler yapıyor'' diyen Bayraktar, şunları söyledi: ''Ülkemizde de bunu gerçekleştirmemiz gerek. Üretici ve tüketiciyi en rahat şekilde buluşturacak sistemlere ihtiyacımız var. Çiftçimizin mağduriyeti bu şekilde giderilir. Çitçi para kazanacak ki üretim yapsın. Bu bir ekonomik faaliyet ve kazanamadığı zaman üretimden vazgeçer.'' Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı' nca geçen yıl 4'üncüsü düzenlenen yarışmada "Tarım ve İnsan" konulu dereceye giren 70 eserin yer aldığı sergi Şanlıurfa'da açıldı. Belediye Sergi Salonu'nda açılan sergi 4 gün gezilebilecek. İnsan ve tarım temalarının işlendiği fotoğraf sergisinde insana ve tarımın etkileşimi ele alınıyor. Sergilerin tarım kültürünün yaygınlaşmasına vesile olması temennisinde bulunan Şanlıurfa Vali yardımcısı Ramazan Seçilmiş, farklı bölgelerin tarımlar etkileşimine dikkat çekti. Ülkenin coğrafik koşul farklılığına işret eden Seçilmiş, “ülkemizde çok farklı özellikleri barındıran bir coğrafya olması sebebiyle her yöremizden her bölgemizden fotoğraflar bulunuyor. Bu fotoğraflar tarım kültürünün gelişiminde etkili olmasını ümit ediyoruz.” dedi. Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürü Mahmut Ökten ise Şanlıurfa’dan iki fotoğrafın jüri özel ödülüne layık görüldüğünü aktardı. Çiftçi ve fotoğraf sanatçılarının yarışmaya katılabildiğini dile getiren Ökten sergi ile ilgili şu ifadelere yer verdi: “2012 yılında dördüncüsünü düzenlediğimiz tarım ve insan sergimizde 199 eser arasından 70 eseri sergiliyoruz. Yarışmamıza mayıs ve haziran aylarında katılım sağlanıyor. Hem fotoğraf sanatçıları hem de çiftçilerimiz bu yarışmaya katılabiliyor. Şu an sergilenen fotoğraflarımız Türkiye’nin her bölgesinden yapılan tarımsal faaliyetlerle ilgili eserlerimiz bulunmaktadır. Şanlıurfa’dan iki fotoğrafımız jüri özel ödülüne layık görüldü. Fotoğraf yarışmasında, çiftçi, genel ve öğrenci kategorilerinde ödüller verildi. Birinciye 5 bin, ikinciye 4 bin üçüncüye de 3 bin TL para ödülü verildi.” 18 ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği KOOPERATİFÇİLİK Kooperatifler Yeni İşler Yaratır »»Çağımızın en büyük sorunlarından biri işsizliktir. İşsizlik, toplumsal yoksulluğu ve zaman içinde açlığı da beraberinde getiren en tehlikeli süreçtir. Birleşmiş Milletlerin en önemli gündem konularının başında da dünyadaki açlık ve yoksulluk sorunları gelmektedir. BM ve FAO gibi uluslararası kuruluşların çözüm aradıkları sorunlar arasında uzun dönemden beri yer almaktadır. Başlangıçta açlık ve yoksulluk kara Afrika’nın kara talihi gibi görünse de son yıllarda dünyada ortaya çıkan global kriz sonrası tüm ülkelerin kara kara düşünmeye başladığı sorun halini almıştır. O kadar büyük ümitler beslenen çok uluslu şirketler ve yabancı yatırımcılar sağlanan onca kolaylıklara rağmen beklenen düzeyde ve özelliklerde yatırımlar yapamamışlardır. En acısı en ufak ticari krizde ve karşılaşılan sorunda bu şirketler diğer ülkelere kaymaya ve avantajlar elde ettikleri bölgelere gitmeye başlamışlardır. Ümit verdikleri ülkeleri kaderlerine terk etmekte hiç sakınca görmemişlerdir. Sonuçta işsizlik, yoksulluk ve açlık tehlikesi uluslararası kuruluşların plan ve programlarını aşan şekilde çığ gibi büyümeye başlamıştır. Küresel ısınma ve çevre felaketleri de sorunları ağırlaştırmıştır. Ülkelerin ekonomi politikaları yanında sosyal güvenlik politikaları da birer birer adeta iflas eder duruma gelmiştir. Bu durumdan en çokta kırsal kesim etkilenmiştir. Kırsalı kalkındırmadan kalkınma hayali kuran ülkeler ekonomik ve sosyal olarak büyük zarar görmüşlerdir. Ülkelerin gıda üretiminin sigortası olan kırsal kesimi ve tarımı ihmal ederek kendi gıda üretimlerini ve güvenliklerini Ünal ÖRNEK Ziraat Yüksek Mühendisi [email protected] bile tehlikeye sokmuşlardır. İhracatçı ülke konumundan ithalatçı ülke konumuna düşmüşlerdir. Dünyada globalleşme çerçevesindeki ticaretin serbestleştirilmesi, iç ve dış ticarette acımasız rekabetin teşvik edilmesinin bedelini en çok geri kalmış ve gelişmekte olan ülkeler ve kırsal kesim ödemiştir. Bu süreç içinde ekonomilerinde kooperatiflerin de etkin olduğu ülkeler böylesi bir tuzağa düşmek bir tarafa kooperatifleşmeyi geliştirmeyi ve kooperatif yatırımlarını desteklemeyi çıkış olarak dikkate almışlardır. Kooperatifleri kamunun etkin bir gücü olarak her zaman özel bir yerde tutmuşlar. Konuyu kooperatifler serbest rekabeti önlüyor gibi kolaycı ve yanlış bir anlayış gibi görmek yerine, kooperatifleri sosyal alanda da etkin bir ekonomik örgütlenme olarak değerlendirmişlerdir. Geri kalmış yörelerde kooperatifler sınırlı sermayeleri ile bir araya getiren mucizeler yaratan sosyo ekonomik girişimler olarak dikkate alınmışlardır. Kooperatiflerin elde ettikleri başarıların etkisi ile de Birleşmiş Milletler Açlık ve yoksulluk karşısında kooperatifleri bir model olarak dikkate almış ve dünyada kooperatifçilik konusunda farkındalığı artırmak için 2012 yılını Uluslararası Kooperatif Yılı olarak kabul etmiş ve yıl boyunca her ülke kutlanmış, çeşitli etkinlikler ve toplantılar gerçekleştirmiştir. Yazımın başlığındaki kooperatifler yeni işler yaratır ifadesi belki ilk bakışta dar bir kavram olarak algılanabilir. Ama kooperatiflerin iş yaratmada iki faydalı yönü vardır. Birincisi kooperatiflerin üretime, pazarlamaya yönelik olarak ortaklarına iş yaratan ve onları en küçük yatırımları da olsa ayakta tutan, ekonomiye katılımı sağlayan yönü, ikincisi kooperatiflerin kurduğu tesisler ve işletmeler ile istihdam yaratan yönüdür. Belki kooperatiflerin etkileri büyük şehirlerde çok net olarak görülmeyebilir. Ama küçük bir köy ve kasabada, ya da küçük şehirde etkileri çok açık gözlemlenebilir. Bu yerleri gezdiğinizde çevrenize baktığınızda çok azında özel sektörce çok ciddi yatırımlar ve ticaret ve sanayiyi geliştirme çabası görülmektedir. O da birkaç fedakâr ve bölgesini seven yatırımcıdır. Çoğu yatırımcı haklı olarak yatırımcılar işin en karlı ve rahat alanları tercih etmektedirler. Durum sadece ülkemizde değil tüm dünyada yaşanan bir gerçektir. Peki yatırımcıların böylesi serbest ve menfaatlerini uygun alanları tercih ederek dolaşımı karşısında küçük yerleşim birimlerimizdeki insanlar ne yapacaklardır? Eğer her geçen gün artan nüfusa iş yaratamazlarsa bu nüfus yerinde nasıl tutulacaktır? Göç her ne kadar olağan bir süreç olarak kabul edilse de kırsal alanlardan aşırı göç karşısında sorunlar nasıl çözülecektir? Boş kalan tarım alanları ve her geçen gün riske giren gıda üretimi ve güvenliği nasıl sağlanacaktır? Yörenin potansiyel üretim kaynakları yeni işler yaratmak üzere ekonomiye kazandırılacaktır? Şehirlerde bile gerekli iş yaratmayan ticaret ve sanayi sektörü kırsala ve küçük yerleşim bölgelerine hangi şartlarda ve hangi bedelle yatırım yapacaktır? Yörede ne kadar ve hangi şartlarda yeni iş alanları yaratılabilecektir? Bugüne karşılaştığımız sorunlar ve gözlemlerimiz ile bu soruları sormak ve sorgulamak en doğal hakkımızdır. Çünkü bugüne kadar yaşadıklarımız bizlerin yatırım açısından kaygılarını artırmaktadır. Ancak hepimizin şu gerçeğin altını çizmesi gerekmektedir. Herkes kendini düşünür. Yöreleri de gerçek anlamda düşünen ve geleceğini hesap eden öncelikli olarak yörenin kendi insanıdır. Bu nedenle tarımsal üretimin ve kültürel zenginliklerin ekonomi içindeki ağırlıklı olduğu yörelerde kalkınma ve yeni iş yaratmanın en önemli gücü yerel üretim gücünün harekete geçirilmesi, güçlerin birleştirilmesi, üretimin değerlendirilmesi ve pazarlanmasıdır. Sanayinin ve ticaretin gelişmediği bu bölgelerde ekonominin en önemli oyuncuları yoğun olarak küçük çiftçiler, küçük esnaf ve sanatkârlar, küçük ölçekli sanayi ve ticaret işlet- 2 Şubat Dünya Sulak Alanlar Günü Doğru Su Yönetimi, Doğru Su Yasası ile Gerçekleşir! »»2013 yılı Dünya Sulak Alanlar Günü’nün ana konusu “Sulak Alanlar ve Su Yönetimi”, sloganı “Sulak Alanlar Suyu Korur” olarak belirlendi. TEMA Vakfı, Dünya Sulak Alanlar Günü’nde, suya erişimin temel bir insan hakkı olduğuna ve suyu kaynak değil varlık olarak kabul eden bir Su Yasası’nın gerekliliğine dikkat çekti. TEMA’nın 1998 yılında Mera Yasası’nın çıkarılmasına, 2005 yılında da Toprak Yasası’nın yazımına ve çıkarılmasına destek verdiğini hatırlatan Vakıf, hazırladığı Su Yasa Tasarısı Taslağı’nın ekolojik yaşam haklarımızı korumak adına hükümetle ve ilgili kurumlarla paylaşıldığını, doğru su yönetiminin doğru yasası ile gerçekleşeceğini belirtti. Herkesin Suya Ulaşımını Güvence Altına Almayan Bir Gelecek Kabul Edilemez Sulak alanların sağlıklı bir şekilde varlıklarını sürdürebilmeleri için yer aldıkları havza sistemleri ile birlikte Entegre Havza Yönetimi gibi bütüncül bir yaklaşımla ele alınmalı ve suyun akışa geçtiği en üst noktadan deniz ve göle ulaştığı noktaya kadar geçtiği tüm ekosistemler birlikte yönetilmedir. Bunun için; öncelikle, doğru bir su politikasına sahip olmak gerekir. TEMA Vakfı, doğru bir su politikasının suya ulaşmanın temel bir insan hakkı olduğu ve suyun tüm canlıların yaşamı için vazgeçilmez olduğunun tanınması ile sağlanabileceğini savunmaktadır. meler, hatta çoğu ülkede çalışanlardır. Tabii bu oyuncularında yeni iş yaratma güçleri oldukça düşüktür. İşte sorunda burada başlamaktadır. Günümüzde bırakın köyleri küçük şehirler bile hızla nüfus kaybettiği, birçok şehrimizin ve beldemizin kamu hizmetlerinin bazılarını kaybetmeye ve belediyelerin de kapanmaya başladığını düşünürseniz. Gelecek için her şeyi devletten beklemek yerine bizlerinde bir şeyler yapmamız gerektiğini bilmeliyiz. Kooperatiflerin her zaman ortaklarının ve devletin denetimi altında olan demokratik yönetimler olduğu, kayıtlı ekonominin en önemli ve örnek kuruluşları olduğu gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. Dünyanın kooperatifler ile ne gibi işler başardığını, yenidünyalar kurduğunu ve de istihdam imkânları yarattığını görmeliyiz. Ülkemizdeki başarılı kooperatiflerin neler başardıklarını ve küçük yörelerimizin küçük birikimlerinin büyük yatırım ve ticarete dönüşmesinin yolunun kooperatifler olduğunu bilmeliyiz. “Sulak Alanlar Suyu Korur” • Derinlikleri en fazla 6 metreye kadar olan sığ göl, lâgün, deltalar, korunaklı kıyılar, su dolaşımına sınırlı olan bölgeler sulak alan olarak nitelendirilir. • Dünya’daki toplam suyun yüzde 97’sini okyanuslar oluşturur. Geri kalan %3’lük (ve büyük miktarı katı halde bulunan) suyun binde dörtlük bölümünü ise sulak alanlar oluşturur. Yeryüzündeki yaşam, varlığını bu binde dörtlük bölüme borçludur. • Bugün yeryüzünde 186.963.216 hektar sulak alan Ramsar Alanı ilan edilerek, korunuyor, içinde yaşayan tüm canlılara, insanlara ve bilime ev sahipliği yapıyor. • Dünya’daki doğal sulak alanların neredeyse % 50’sinin tarım ya da diğer amaçlar için kurutulduğu tahmin edilmektedir. Herkesin suya ulaşımını güvence altına almayan bir gelecek kabul edilemez. Bu sebeple, bütün düzenlemeler ve politikaları bu ilkenin ışığında hazırlanmalıdır. Sürdürülebilirlik ilkesini temel alan bu yaklaşım, suyun; • En yüksek önem düzeyinde korunmasını, • Bütüncül planlama yöntemleri ile geliştirilmesini, • İyi yönetişim ilkeleriyle ve özellikle suyu yöneten ve kullanan tüm paydaşların aktif katılımıyla yönetimini zorunlu kılar. Ramsar Sözleşmesi olarak bilinen "Sulak Alanların Korunması Sözleşmesi", 1971 yılı Şubat ayında İran’ın Ramsar kentinde imzalanmıştır. • Nesli tükenmek üzere olan türlerin %45’i sulak alanlarda yaşar. Sulak alanlar, sulak alan ekosisteminde yaşayan canlılar için ideal üreme ve yaşam ortamı aynı zamanda göçmen türler için birer dinlenme alanıdır. Bu sözleşme, taraf olan ülkelerin her birini, sulak alanları korumakla ve bunların akılcı yönetimini sağlamakla yükümlü kılmaktadır. Sözleşmenin imzalandığı 2 Şubat tarihi, sulak alanların korunmasının önemine kamuoyunun dikkatini çekmek üzere 1997 yılından bu yana “Dünya Sulak Alanlar Günü” olarak kutlanmaktadır. Türkiye, Ramsar Sözleşmesi’ne 17 Mayıs 1994’ten itibaren resmen taraf olmuş bugüne kadar kendi ulusal sınırları içerisinde 179,898 hektar sulak alanın korunmasını taahhüt altına almıştır. • Günlük yaşantımızda pek farkında olamasak da sulak alanlar hayatta kalmak için korumamız ve yaşatmamız gereken çok önemli ekosistemlerdir. • Dünyanın dört bir yanındaki sulak alanlar hiçbir karşılık beklemeden ekosistem hizmetleri sunar. Sağlıklı bir sulak alanın, iklimsel düzenleme, zehirli maddelerin tutulması, taşkın kontrolü, erozyonun azaltılması, genetik ve biyoçeşitlilik kontrolü, birçok tür için üreme ve yaşam alanı olma; yer altı suyunu dengeleme, başta kentsel alanlar ve tarım alanları olmak üzere suyun arıtılmasını sağlama gibi birçok fonksiyonu vardır. • Bir sulak alanın yok olması sadece o alandaki su kütlesini kaybetmekten öte, tüm ekolojik ve sosyal yaşamın da yok olması anlamına gelir. ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği HAYVANCILIK 19 Hayvancılıkta Nerede Yanlış Yapılıyor? -II»»Hayvan besleme konusunda asıl odaklanılması gereken nokta, hiçbir besin değeri olmayan saman üzerine değil, kaliteli kaba yemin oluşturan yem bitkileri oluşturmalıdır. Başta yem maliyetleri olmak üzere üreticinin son derece zor günler yaşadığı ve hayvanlarını kesime gönderdiği bir dönemde, yem bitkileri destekleri artırılmak yerine yarı yarıya düşürüldü (Çizelge 5). Çizelge 5: Yem Bitkileri Desteği (milyon TL) 2007 2008 2009 2010 2011 2012 392 509 504 265 236 280 Kaynak: Muhasebat Genel Müdürlüğü Türkiye, 2012 yılında ithal ettiği, hiçbir besin değeri olmayan yaklaşık 1.569 ton samana yaklaşık 550 bin TL ödeme yaptı. (Çizelge 6) Çizelge 6: Saman İthalatı (2012) Ağustos Eylül Ekim Miktar (kg) 24.690 244.070 48.120 Değer (TL) 3.980 40.154 15.175 Kaynak: TÜİK Yem bitkileri desteklerindeki azalmaya paralel olarak hayvan beslenmesinde son derece önemli yer tutan kimi bitkilerin kuru ot üretiminde de belirgin düşüşler yaşandı. Kuru ot olarak yonca üretimi 2011 yılında üç yıl öncesine göre yaklaşık %38, korunga üretimi %48, fiğ üretimi %51, burçak üretimi %65 ve üçgül üretimi %96 azalış gösterdi. Toplamda ise azalış ortalaması %43 olarak gerçekleşti. Tarım Bakanı Eker, hayvancılıkta tüm göstergelerin negatife doğru gittiği bir dönemde TBMM’de yaptığı 2011 yılı Tarımsal Destekleme Bütçesi ile ilgili konuşmasında, hayvancılık desteklerini 2011 yılında bütçeye hiçbir yük getirmeden 450 milyon TL artıracaklarını, desteğin kaynağını canlı hayvan ve et ithalatından elde edecekleri vergilerle karşılayacaklarını ifade ediyordu. Bu talihsiz konuşmadan da anlaşılacağı üzere ithalat devam edecekti. Sonuçta 2012 yılı kasım ayına kadar 4,8 milyar TL’lik canlı hayvan ve kırmızı et ithalatı gerçekleşirken, bu üç yıllık süreçte bütçede hayvancılığa ayrılan destek miktarı 4.4 milyar TL oldu. (Çizelge 7-8) Kaynak yok diye hayvancılığımızı kalkındırmak için verilmeyen paralardan çok daha fazlası yapılan ithalatlarla diğer ulusların refahına sunuldu. Çizelge:7 Canlı Hayvan ve Et İthalatı (milyon TL) 2010 2011 2012 Toplam 811 2.472 1.565 4.848 Kaynak: TÜİK Çizelge:8 Hayvancılık (milyon TL) Destekleri 2010 2011 2012 Toplam 1.252 1.267 1.883 4.402 Kaynak: Muhasebat Genel Müdürlüğü Fiyatların artmasıyla başlayan ithalat serüveni, fiyatları bir miktar aşağı çekse de politikasızlığın bir sonucu olarak fiyatlar tekrar yükselmeye başladı. 2010 yılı ortalarında kıymanın kasaptaki fiyatı 18,50 TL iken Eylül ayının sonlarına doğru 28 TL’ye kada yükseldi. Ekim ayında kasaplık canlı hayvan ve et ithalatının başlamasının etkisiyle 2011 yılı başlarında 20 TL’ye kadar gerileyen fiyatlar, yıl sonuna doğru tekrar 25 TL’ye yükseldi. Günümüzde ise kıymanın kasaptaki fiyatı 24 TL civarında seyretmektedir. Yapılan onca ithalata karşın fiyat eski yerine hayvansal ürünlerin üretilmesi ve pazarlanmasında YEMSAN, EBK ve SEK çok önemli bir rol oynadı. Günümüzde ise canlı hayvanların pazarlanması belediye hayvan pazarları, panayırlar, yöresel hayvan pazarları ve hayvan borsalarında olmaktadır. Süt ve süt ürünleri ile et Ahmet ATALIK ve et ürünlerinin üreticiden tüketiciZMO İstanbul Şube Başkanı ye ulaşım sürecinde ise çok sayıda ve karmaşık aracılar bulunmaktadır. 2003 yılında birden %26’lık bir artış AB’de özellikle süt ve süt ürünleri ile gösterdi. Bu ciddi artışın yaşandığı et ve et ürünlerinin pazarlanmasınyılın ertesinde yani 2004 yılında ise da kooperatifler, canlı hayvanların bu sefer sağılan hayvan sayısı %21 pazarlanmasında ise yetiştirici biroranında azaltıldı. likleri rol oynamaktadır. Kasaplık Çizelge:10 Çiğ Süt Fiyatı hayvan ve et pazarlamasında tüketicinin ödediği fiyatın Fransa’da Dönemler - 2012 Fiyat (Litre/Kuruş) %57’si, Almanya’da %64 ‘ü, İtalya’da (%66’sı, Hollanda’da Ocak-Şubat-Mart-Nisan 80 %75’i üreticinin eline geçerken, Mayıs-Haziran ülkemizde ise %40’ı üreticinin Temmuz-Ağustos-Eylül 80 eline geçmekte, %60’ı aracıda kalmaktadır. Ekim-Kasım-Aralık 90 Süt ve süt ürünlerinin pazarlanDönemler - 2013 Fiyat (Litre/TL) masında kooperatifler İrlanda’da %97, Finlandiya’da %96, İsOcak-Şubat-Mart 90 veç ve Danimarka’da %95, Avusturya’da %94, Hollanda ve Kaynak: Ulusal Süt Konseyi Portekiz’de %82 ve Almanya’da %70 Hayvan sayısında yaşanan bu dereoranında pazar payına sahiptir. Etin ce önemli azalışın nedeni tam olarak pazarlanmasında ise kooperatifler anlaşılamadı. Yani, süt üretiminin İrlanda’da %70, Danimarka’da %62, bir yılda katsayı değişikliği ile artışı, Finlandiya’da %69, Hollanda ve izleyen yılda hayvan sayısının azalİngiltere’de %35, Fransa’da %34 ve tılması ile dengelendi. Dolayısıyla, Almanya’da ise %30 oranında pazar Türkiye’nin süt üretimi bir ölçüme payına sahiptir. Ülkemizde ise bu dayanmamakta, bir katsayı vasıtaoranlar %5’i dahi bulmamaktadır. sıyla tahmine dayalı hesaplanmakÜlkemizde kooperatif örgütlenmetadır. AB İlerleme Raporlarında da leri bulunmakla birlikte güçlü bir TÜİK’in hesaplama yöntemleri sükooperatif yapı oluşturulmasına şidrekli eleştiri konusu olmaktadır. detle ihtiyaç bulunmaktadır. AKP iktidarı süresince uygulanan AB 1960’ların başında Ortak Tahayvancılık politikaları “Hayvancırım Politikasını (OTP) uygulamaya lık Stratejisi 2005-2013” belgesinde koydu. Bununla tarım sektöründe belirtilen hedefleri sağlamaktan son verimliliğin artırılmasını, tarımda derece uzaktır. AKP iktidarı süresinçalışanların gelirlerini yükseltilmece 50 baş ve yukarısı hayvana sahip sini, tarım piyasalarının dengeye tarım işletmegetirilmesini, tarım ürünleri arzmın Büyük Baş Küçük Baş si sayısı 4.300 Süt Et garanti edilmesini, tarım ürünleriYIL Hayvan Hayvan iken günümüzde (bin ton) (bin ton) nin tüketiciye uygun fiyatlarla ulaş(bin baş) (bin baş) 24 bine yükseltırılmasını hedefledi. OTP’nin temel di. Buna karşın 1991 12.339 51.196 9.617 507 ilkelerinden Tek Pazar İlkesi; malçiftçi aleyhine ların üye devletler arasında serbest 1995 12.044 42.142 10.602 415 gelişen tarım dolaşımının sağlanmasını, ortak politikalarının fiyat ve rekabet kurallarını kapsı2000 10.907 35.693 9.794 491 sonucu olarak yordu. Diğer bir ilke olan Topluluk tarımdan ko2001 10.686 33.994 9.496 436 Tercihi İlkesi çerçevesinde topluluk pan nüfus nekendi üretimine öncelik verecek, iç 2002 9.925 31.954 8.409 421 deniyle hayvan pazar düşük fiyatlı ithalata karşı ve sayısında bir dünya piyasalarındaki dalgalanma2003 9.902 32.203 10.611 367 türlü artış sağlalara karşı korunacaktı. Mali Dayanamadı. Mevcut 2004 10.173 31.811 10.679 447 nışma İlkesi ile de tarım alanında hayvancılık poortak bir politika belirlenmesi ve bu 2005 10.631 31.821 11.108 409 litikalarına 2012 amaçla gerekli harcamaları karşılayılında artık dayabilecek bir finansman kaynağının 2006 10.972 32.260 11.952 439 yanamayan en oluşturulması hedeflendi. Bu hedefe büyük hayvan2007 11.122 31.748 12.329 576 yönelik olarak da Avrupa Tarımsal cılık işletmeleri Yönlendirme ve Garanti Fonu ku2008 10.947 29.568 12.243 482 dahi kapanmaya ruldu. İlk zamanlarda bütçesinin başladı. Orta ve %70’ini tarımsal desteklere ayıran 2009 10.811 26.878 12.542 413 küçük ölçekli işAB halen bütçesinin %45-55’ini taletmelerin ise ne 2010 11.455 29.383 13.544 781 rımsal desteklere ayırmaktadır. Üldurumda oldukemizde ise bu oran %2-2,5 arasında 2011 12.484 32.310 15.056 777 ğu bilinmemekdeğişmektedir. tedir. AB’de tarımsal üretimin ve çiftçi Kaynak: TÜİK Ülkemiz hayvancılığının yaşadığı gelirinin istenilen seviyede tutulaTÜİK süt üretimini; “sağılan hayvan kargaşaların en önemli nedenlebilmesi, desteklenmesi, dış ticaret sayısının süt verimleri ile değerlenrinden biri üretimi yönlendirecek politikalarının belirlenmesi amadirilmesinden (Süt Üretimi = Sağıve destekleyecek bir müdahale kucıyla OTP’nin üç temel ilkesi çerçelan Hayvan Sayısı x Ortalama Süt rumunun bulunmayışıdır. Kendi vesinde her üretim sektörü için ayrı Verimi) elde etmekte ve buna göre çiftçimiz yararına olacağı zaman olmak üzere “Ortak Piyasa Düzenleyayımlamaktadır. Hesaplamalarda kaynağı sorgulanan desteklerin çok ri” (OPD) oluşturuldu. OPD kapsa1984 yılı süt verimleri kullanılırdaha fazlası ithalata aktarılmakta ve mında yer alan 23 tarım ürününden ken, 2003 yılından itibaren 2001 yılı kaynak hesabı yapılmamaktadır. Bir biri olan hayvansal ürün grupları Genel Tarım Sayımı sonuçlarından zamanların en önemli KİT’lerinden içerisinde süt ve süt ürünleri, sığırelde edilen süt verimleri kullanıldı. EBK, günümüzde üretim ve kalite dana eti, koyun-keçi etleri, kümes Bu katsayı değişikliği sonucunda süt için değil, ithalat için görevlendirihayvanları etleri, yumurta, domuz üretimi, 2003 yılı öncesinde düşüş len bir kurum haline gelmiştir. eti, kurutulmuş hayvan yemleri ve ya da çok az artışlı bir seyir izlerken, ipekböceği vardır. Her bir OPD için 1980’lere kadar canlı hayvan ve çekilemedi. Üretim iç dinamiklere dayanmadığı için de fiyatlar kontrol altında tutulamamaktadır. Ülkemizde kişi başına 6-6,5 kg civarında olan kırmızı et üretimi son yıllarda yapılan ithalatlarla 10 kg düzeyine çıkarılabildi (Çizelge 9). Bu miktar AB’de 75 kg civarındadır. Süt tüketimimiz ise kişi başına 25 lt civarında olup AB’de 110 lt’dir. Hayvan varlığımız ve hayvansal ürünler üretimimiz artan nüfusurnuza paralel sağlıklı bir gelişim gösterememektedir. Ülkemizde kırmızı et üretimi süt hayvancılığıyla yakından bağlantılıdır. Önce hayvanın sütünden yararlanılır. Doğurduğu erkek hayvanlar ve ekonomik Kasım Toplam süt üretimi biten dişi hay1.252.240 1.569.120 vanlar kesime 490.992 550.301 gönderilerek de et üretimi sağlanır. Bu nedenle çiğ süt fiyatları, yani üreticinin eline geçen fiyat önem arz etmektedir. Ulusal Süt Konseyi’nin hazırladığı hesaplama tablosuna göre 1 lt çiğ sütün maliyeti 1,15 TL iken, üretici 2012 yılı boyunca sütünü en iyi şartlarda 80-90 kuruşa satabildi (Çizelge 10). Buna karşın yılın ortasında saman fiyatları %300, yonca %100, buğday kepeği %55, mısır silajı %45, son bir yıllık süreçte de soya küspesi %45 artış gösterdi. Çiğ süt fiyatları ise 2 yıl öncesi ile hala aynı seviyededir. Üretici 1 lt süt ile 1 kg yem dahi alamamaktadır. Oysa süt üreticisinin üretimini devam ettirebilmesi için 1 lt çiğ süt ile en az 1,5 kg yem alabilmesi gerekir. Bu nedenledir ki, süt hayvanları yeniden kesime gönderilmeye başlandı. Hayvancılığımızı 1,5-2 yıl sonra yine zor günler beklemektedir. Çizelge:9 Hayvan Varlığı ve Üretimde Değişim de bir müdahale kurumu bulunmaktadır. Bugün Türkiye’nin en büyük sorunları et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri ile yem bitkileri konusunda piyasaya müdahalede bulunabilecek bir kurumunun var olmamasıdır. Ulusal Süt Konseyi kurulurken bu amaç göz ardı edilmiş, etkisiz bir kurum olarak ortaya çıkmıştır. EBK da bugünkü durumu itibarıyla müdahale kurumu yapısından ziyade ithalatla görevlendirilmiş bir kurum hüviyetindedir. Et, süt ve yem üretimini sağlıklı bir zemine oturtacak bir müdahale kurumu derhal oluşturulmalıdır. Diğer önemli bir nokta ise üreticinin örgütleri olan kooperatiflerin ve yetiştirici birliklerinin AB’deki gibi güçlü bir yapıya kavuşturulması olmalı; üretici ile tüketici doğrudan buluşturulmalıdır. İthalat yolu çok zorda kalınmadığı sürece düşünülmemeli, ithalata kaynak aktarmak yerine üretime ayrılan kaynaklar yükseltilmeli, çiftçiye hak ettiği değer verilmelidir. Bunun yanında gerek besicilikte gerekse süt hayvancılığında en büyük masrafı oluşturan yem girdilerinin ucuza mal edilmesi sağlanmalıdır. Buna paralel olarak doğu ve güneydoğudaki yasaklı meralar hayvanlarımızın hizmetine açılmalıdır. Sektöre sağlanan kredilerin takibi yapılmalı, amacı doğrultusunda kullanılması ve üretime sağlıklı bir şekilde yönlendirilmesi için Tarım Bakanlığı tarafından ücretsiz teknik destek sağlanmalıdır. Damızlık materyal üreten TİGEM’e bağlı işletmeler, turizm planları çerçevesinde yapı kooperatiflerine sunulmaya çalışılmak yerine amacı doğrultusunda daha verimli bir şekilde kullanılmalıdır. Sağlıklı bir nesil yetiştirilmesi ve süt arzının sağlıklı bir düzleme oturabilmesi için Okul Sütü Programı daha düzenli ve kesintisiz uygulanmalı, kapsam asker sütü programı ile genişletilmelidir. Uzun vadeli hayvancılık stratejileri belirlenmeli, bu strateji günübirlik politikalarla değiştirilmemeli, üretici uzun vadede önünü görebilmelidir. Kaynakça Akman, N. ve ark. 11-15 Ocak 2010. Türkiye Sığırcılık işletmelerinin Yapısı ve Geleceğin Sığırcılık işletmeleri. Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yayını. Anonim. 2008. Türkiye Kırmızı Et Sektör Değerlendirmesi 2008 Yılı ve Sonrası Beklentiler, Türkiye Ziraat Odaları Birliği Yayını. Anonim. 2008. Süt Sektörünün Değerlendirilmesi 2008 Yılı ve Sonrası Beklentiler. Türkiye Ziraat Odaları Birliği Yayını. Anonim. Özelleştirme Suç Dosyası. Petrol-iş Sendikası Yayını. Boratav, K. 2003. Türkiye iktisat Tarihi 1908-2003. İmge Kitabevi. Ertuğrul, M. ve ark. 11-15 Ocak 2010. Türkiye Küçükbaş Hayvancılığının iyileştirilmesi, Ziraat Milhendisli‘ği VII. Teknik Kongresi. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yayını. Günaydın, 0.2010. Tarım ve Kırsallıkta Dönüşüm. Tan Yayınları. Günaydın, G. 2003. Küreselleşen Piyasa Yoksullaşan Köylü, Liberal Reformlar ve Devlet, KİGEM Yayını. Oral, N. 2006. Türkiye Tarımında Kapitalizın ve Sınıflar, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yayını. Saçlı, Y. 2007. AB’ye Uyum Sürecinde Hayvancılık Sektörünün Dönüşüm ihtiyacı. Iktisadi Sektörler ve Koordinasyon Genel Müdürlüğü, DPT Uzmanlık Tezi, Yayın No: DPT:2707. www.etflyat.com vıww.faostat.fao.org www.muhasebat.gov.tr www.resmigazete.gov.tr www.tarimdunyasi.net www.tuik.gov.tr www.tusedad.org www.ulusalsutkonseyı.org.tr 20 ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği KIRSAL KALKINMA Kooperatiflerde Yönetim Kurulunun Yetkileri ve Görevleri -II»»Sevgili Kooperatifciler, kooperatifler Genel Kurul toplantı döneminin başlamasından dolayı, geçen ay Yönetim Kurulunun yetkilerinden bahsetmiştim. Bu ayki yazımda ise kooperatif Yönetim Kurulunun görev ve sorumluluklarının neler olduğunu sizlere hatırlatmış olacağım. Yönetim Kurulunun Görevleri • Genel kurul tarafından verilen kararları yerine getirmek ve kooperatif işlerini ortakların yararına uygun şekilde yürütmek, • Defter, hesap ve kayıtları kanun ve anasözleşmeye uygun olarak tutmak. • Kooperatifin nakit varlığı ile menkul ve gayri menkullerini gereği gibi kullanmak, işletmek ve korumak. • İmkânlarla orantılı olarak şubeler, alım ve satım merkezleri açılmasını genel kurula teklif etmek, • Kooperatifin varlığından, ortakların üretim kapasitelerini arttırmak için durumlarına göre bilanço yılı içinde tahsil edilmek üzere avans vermek, • Genel kurulu olağan ve olağanüstü toplantıya çağırmak, • Genel kuruldan alınan yetki ile işlerin görülmesi için gerektiğinde ortakları görevlendirmek, müdür, memur müstahdem ve işçi çalıştırmak • Kanunlara aykırı olarak alınan genel kurul kararları aleyhine iptal davası açmak, • Genel kurul toplantısından otuz beş gün önce çalışma raporu, bilanço, gelir-gider cetvelini ve bütçe teklifini hazırlayıp denetçilere vermek ve genel kurul toplantısından on beş gün önce ortakların incelenmesine sunmak, • Kooperatifin aczi veya mali durumunun bozulması halinde genel kurulu toplantıya davet etmek, • Gerektiğinde tasfiye işlerini yürütmek, • Kooperatifi temsile yetkili şahısları tescil ve ilan ettirmek, • Eski yönetim kurulu üyeleri ile kooperatif memurlarının sonradan tespit edilen yolsuzluklarını ilgili mercilere bildirmek, • Kooperatifin amacına uygun gayrimenkul alımlarında, tapu devri veya tapuya şerh verdirilerek bir satış vaadi sözleşmesi yapmak • Kanun ve anasözleşmedeki ortaklık hak ve ödevlerinin yerine getirmeyen ortaklar hakkında karar alarak durumu genel kurulun onayına sunmak, • Denetçilerin seçim ve görevden alınmalarını Ticaret Siciline tescil ve ilan ettirmek, • Tanıtma ve ortak kaydetmek amacıyla yapılacak ilan, reklam ve açıklamaları eksik ve gerçeğe aykırı olmayacak şekilde yapmak, bunların yanıltıcı bilgi ve unsurlar taşımamasını sağlamak, • Kooperatife ait mal, para ve para hükmündeki kağıtları ve gizlide olsa bunlarla ilgili defter ve belgeleri istenildiğinde müfettişlere, kooperatif kontrolörlerine ve kredi kuruluşlarının denetim görevlilerine göstermek, saymasına ve incelenmesine yardımda bulunmak, istenilen bilgileri gerçeğe uygun ve eksiksiz olarak vermek ve doğru beyanda bulunmak, • Ortaklar ile ortak olmak için müracaat edenlerin anasözleşmede gösterilen ortaklık şartlarını taşıyıp taşımadıklarını araştırmak, uygun olanları ortak olarak kaydetmek. • Mal beyanında bulunmak, • Denetim amacıyla denetçilerin 92. madde doğrultusunda talebi halinde kooperatife ait her türlü defter ve belgeleri vermek, • Bakanlıkça yaptırılacak denetim neticesi verilecek talimatlara uymaktır. • Görevi son bulan yönetim kurulu, yeni yönetim kuruluna seçim gününden başlayarak bir hafta içinde bütün hesapları bilgi ve belgeleri devretmek zorundadır. • Yönetim kurulunun kararları, sahifeleri noterce tasdik edilmiş, “karar defteri’ ne sıra numarası ve tarihiyle yazılır ve toplantıda hazır bulunan üyeler tarafından toplantıda alınan kararlar imzalanır. Turgay SOLMAZ Köy-Koop Genel Müdürü • Verilen karara karşı görüşlü veya çekimser kalanlar, muhalefet veya çekinme sebeplerini kararın altına yazarak imzalamak zorundadırlar. • Bunu yapanlar kararın uygulanması sırasında doğacak zararlardan dolayı diğer üyelerle birlikte sorumlu olmazlar. Böyle hareket etmeyenler sorumluluğa katılırlar. • Kararların geçerliliği yazılıp imza edilmiş olmasına bağlıdır. Yönetim Kurulunun Sorumlulukları • Yönetim kurulu; • genel kurul tutanaklarının, • gerekli defterlerin, • ortak listelerinin düzenli tutulup saklanmasından, • işletme hesabıyla yıllık bilançonun kanuni hükümlere uygun olarak hazırlanmasından, • incelenmek üzere denetleme kuruluna verilmesinden, kooperatife, ortaklara ve kooperatif alacaklılarına karşı ortaklaşa sorumludurlar. • Yönetim kurulu üyeleri ortaklık işlemleri dışında kooperatif ile ticari işlemlerde bulunamazlar. • Yönetim kurulu üyelerinden her biri, genel kurulun kararı kişisel sorumluluklarını gerektirdiği durumlarda karar aleyhine iptal davası açabilir. • Yönetim kurulu üyeleri ve kooperatif memurları kasıtları bulunsun veya bulunmasın kendi kusurlarından doğan zararlardan sorumludurlar. • Bunların suç sayılan fiil ve hareketlerinden ve özellikle kooperatifin para ve malları bilanço, tutanak, rapor ve başka evrak, defter ve belgeler üzerinde işledikleri suçlarından dolayı devlet memurları gibi ceza görürler. • Yönetim kurulu tescile bağlı konuları sicil memurlarının isteği üzerine yerine getirmemesi, tescil ve kayıtta kötü niyetle gerçeğe ters beyanda bulunulması, hallerinde cezai sorumluluk taşır. • Kuruluş sırasında kurucu ortaklar tarafından resmi makamlara verilen kooperatif anasözleşmesi, nakdi sermayenin tescil ve ilandan sonra kooperatif hesaplarına aktarılmak üzere kurucu ortaklarca geçici yönetim kurulu üyelerinden birisine ödendiğine dair dilekçe; ayn nevinden sermaye ve kooperatifçe devralınan işletmeye ait değer biçme raporu gibi vesikaların gerçeğe uygun olmayan şekilde düzenlenmesinden kooperatifin kurucu ortakları sorumludurlar. • Yönetim kurulu veya temsile yetkili şahısların kooperatife ait görevlerini yürütmeleri anında şahsi kusurları olmaksızın meydana getirdikleri haksız fiillerden doğan zararlardan kooperatif sorumludur. Tescil • Kooperatifi temsile yetkili kılınacak kimseleri yönetim kurulu tayin eder. • Yönetim kurulu, bu kimselerin, isimlerini imzalarını ve bu yetkiye dayanan karar suretini notere tasdik ettirdikten sonra ticaret siciline verir. Tevfik Fikret CENGİZ Köy-Koop Merkez Birliği Proje Koordinatörü [email protected] Sanayi Çocukları Anadolu’nun çeşitli illerinde verdiğim girişimcilik eğitimleri ülkenin ekonomik ve sosyal gelişmişliği, gençlerimizin ekonomik olaylara nasıl baktığı, kırsal ve bölgesel gelişmeyi nasıl algıladığı gibi birçok konuda fikir edinmeyi sağlıyor. Bölgesel olarak bakış açıları değişse bile temel konularda girişimci gençlerin benzer bakış açılarına sahip olduklarını söyleyebiliriz. Benim en çok dikkatimi çeken konu sosyal gelişmenin ülkenin her yöresinde benzer bir yapı gösterdiğidir. Her bölgede yöresel müziğin yanında pop veya klasik müzik dinleyen gençler olabilmektedir. Şüphesiz iletişim araçlarını rahatça kullanan ve yaşamlarına aktarabilen bu gençlerin bu durumdan etkilenmemeleri düşünülemez. Diğer taraftan bireysel iş yapma arzusunu hızla arttığını gözlemlemek girişimciliğin gelecek dönemlerde hızla gelişeceğini göstermektedir. Eskiden devlet kapısında bir iş bulup durumu kurtarmak yeterli iken şimdi Anadolu’daki genç girişimci işini kurup genişletmeyi ve ihracat yapmayı veya asıl pazar gördüğü İstanbul’a açılmayı düşünmektedir. Iğdır’da gece yarısı tarlayı sulamaya gidip sabah derse geldiğinde alnından ter akan üniversite son sınıf öğrencisinin hedeflerine ancak saygı duyulur. İş fikirleri yönüyle batlığınızda ise farklılıklar ortaya çıkmaktadır. İlin ekonomik- ticari yapısı iş fikirlerini de belirlemektedir. Ankara’nın doğusuna doğru gittiğinizde iş fikri yaratmada alan daralmakta, batıya doğru ise yaratılan iş fikirleri çeşitlenmektedir. En doğuda hizmet sektöründe birkaç konu öne çıkarken (restoran, kafe, kuaför gibi) örneğin İnegöl’de 25 gencin 25 farklı iş fikri olduğu gözlenmiştir. Üstelik bunların çoğu mevcut imalat sanayinin yan kolları şeklindedir. Daha da ilginci endüstriyel tasarım konusu ciddi olarak iş konusu olarak tercih edilmekte çünkü burada önemli bir katma değer olduğunun farkındalar. Ben onlara sanayi çocukları demiştim şimdi bu yazının başlığı da öyle oldu. Tabi yaşadıkları ve gördükleri, belki dönem dönem çalıştıkları işler yani ortam onların iş yapma konusunda ufuklarını geliştirmiş. KOSGEB girişimcilik eğitimlerini belli sektörlere yönelik destekliyor. Kuruluş yasası gereği imalat ve son yıllarda hizmet sektörünü içine alan büyük çaplı bir organizasyon. Bu eğitimlere katılmak için mutlaka iş fikri olması gerekmiyor. Eğer iş fikri yoksa kendi başına iş yapabileceği fikri de oluşuyor. Daha önceki yazılarımızda tarım ve tarıma dayalı sanayide girişimcilik eğitimlerinin verilmesi gerektiğinin üzerinde durmuştuk. Bu sektöre zaten belli destekler sağlanmakta ancak girişimcilik eğitimin temeli sadece parasal destek vermek değil. Üretim, pazarlama, finans, planlama, iş kurma vs. gibi konularda temel bilginin verilmesi, kişiye güven kazandırılmasıdır. Özellikle kooperatiflerin ve üyelerinin bu eğitimleri almaları gereklidir kanısındayım. Sağlıcakla kalın. IPARD’dan 236 Milyon Euro’luk Hibe »»Kırsal kalkınmaya destek vermek için oluşturulan AB destekli Kırsal Kalkınma Programı (IPARD) aracılığı ile girişimcilere 236 milyon Euro'luk hibe desteği sağlanacak. 2010’da başlayan program kapsamında 2013 sonuna kadar bu tutar 1 milyar Euro'yu bulacak. IPARD programı kapsamında çıkılan 9. başvuru dönemini olan 2013’de ise 236 milyon Euro’luk destek sağlanacak. IPARD programı kapsamında kırsal kalkınmada 2013 yılında kullanılması gereken asgari AB katkısı ise 131 milyar Euro. Kırsal kalkınmaya hibe olarak verilecek bu desteklerin yüzde 75’i AB destekli, yüzde 25’i milli bütçeden karşılanıyor. IPARD programının ikinci etabı olan 2010 ve 2013 yılları için sağlanan desteklerin Bursa’da proje karşılığı üretici ve yatırımcılara tanıtıldı. IPARD tanıtım toplantısı Bursa Çarşamba Valilik binasında düzenlendi. ‘Uyum dayanışma ve yönlendirme kurul toplantısında konuşan Bursa Valisi Şahabettin Harput, Bursalılardan bu programdan yararlanmalarını isterken, "IPARD projesi Türkiye’de yeni bir dönemi başlattı. Bu konu üzerinde ciddiyetle durmasını istiyorum. Bu imkandan, 100 milyonlarca lira tutarında ki bu büyük paydan Bursa’nın en büyük parçayı alacağına inanıyorum. Çünkü Bursa vizyonu, tecrübesi, cesareti ve potansiyeli olana bir kent." dedi. Bursa’nın yıllar önce tarımın başkenti olarak bilindiğini ifade eden Harput, şimdi ise sanayinin başkenti olarak bilindiğini hatırlattı. Vali Şahabettin Harput, bu tür programların değerlendirilerek tarımın yeniden sanayi ve turizmle yarışır hale getirilmesi gerektiğini sözlerine ekledi. Bursa’da 2012 Nisan ayında faaliyetine başlayan TKDK Bursa İl Koordinatörü Temel Naci Karslı da yaptığı sunum ile bilgilendirmede bulundu. Temel Naci Karslı, daha önce TKDK tarafından 20 ilde uygulanan IPARD programının 23 Ocak 2013’den itibaren aralarında Bursa’nın da bulunduğu 42 ilde uygulanacağını söyledi. IPARD programından faydalanmak isteyenlerin projelerini 15 Şubat 2013 ile 15 Mart 2013 tarihleri arasında il koordinatörlüğüne teslim edebileceklerini belirten Karslı, bu dönemde 42 ilde kullanılması planlanan toplam hibe tutarının ise 236 milyon Euro olduğunu bilirdi. Avrupa Birliği tarafından tarım sektörü ve kırsal alanda Türkiye’ye sağlanacak desteklerin çerçevesini çizen Kırsal Kalkınma Programı (IPARD) Avrupa Birliği Komisyonu tarafından 2008 yılında onaylanarak uygulamaya başlandı. Kırsal Kalkınma Programı, kırsal alanda sadece tarım ve hayvancılık değil, çevre, turizm ve sanayi gibi oldukça geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Proje kapsamında sağlanan destekler ise Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu (TKDK) tarafından yönetiliyor. ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği SAĞLIK 21 Nar Adeta Bir “İlaç” Dt. Coşkan ARAS [email protected] Sağlıklı Dişler, Mutlu Gülüşler... Merhaba değerli okurlar, Geçen sayıdaki ilk bilgi paylaşımlarıma gelen olumlu tepkilerden güç alarak bu 2. sohbette, süt dişlerini korumaya yönelik yapılabileceklerden bahsedeceğim; Şöyle bir yanlış inanış vardır; “Süt dişinin yerine nasıl olsa daimi diş gelecek, çürümüşse çekilse de olur.” Her dişin gelme zamanı aynı değildir, örneğin çekildikten 4-5 sene sonra gelecek dişin yerine diğer dişler kayar, alttan gelen diş de yanak, dudak veya damak tarafından çıkar. Bunu önlemek için süt dişlerine dolgu, hatta yapılabilirse kanal tedavisi veya amputasyon (yarım kanal tedavisi) yapılmalıdır. Geç kalınmış, süt dişi erkenden çekilmişse, oraya alttan gelecek dişin yeri, dişhekimi tarafından yapılan ‘YER TUTUCU’ aygıtıyla korunmalıdır. Bu, maalesef çok ihmal edilen bir konu olup ileride düzeltilmesi çok zor çapraşıklık ve çene bozuklukları meydana getirir ki bu durum çocukta ruhi bozukluklara dahi yol açabilir. Süt dişleri çürüdüklerinde eğer çok gecikilirse tüm vücuda iltihap kaynağı olurlar. Ayrıca alttan gelen daimi dişlerin mine tabakasının gelişimini bozarak ‘Turner hipoplazik dişleri’ dediğimiz şekilsizliklere yol açabilirler. 6 yaş dişi, diğer süt dişleri değişmeye başladığı sıralarda en arkadan çıkan büyük daimi diştir. Bazı anne babalar bu büyük dişi de süt dişi zannetmekte, yerine yenisi gelecek nasıl olsa diyerek, çürük varsa da önemsememektedirler. Bu diş çekildiğinde yerine bir daha yenisi gelmez. Bu unutulmamalıdır. Çocuk diş fırçalamaya 2-3 yaşlarında miniminicik diş macunu sürerek başlayabilir. Alışkanlık küçük yaşlarda başlasın ve devam etsin. Şeker, Çikolata ve Kolalı içecekleri nasıl olsa ileride tanıyacaktır. Vermeyiniz. Ben çocuklarıma çikolata verirken uyuşturucuya alıştırıyormuş gibi hissediyorum kendimi. Az da olsa bunları aldıysa dişleri 10-15 dakika içinde fırçalatınız. Flor vernikleme: Bölgesel (topikal) olarak flor uygulamasıdır. Flor, vernik gibi dişlerin üzerine dişhekimince sürülür ve dişleri 8-10 ay korur. Fissursealantlar: Dişhekimlerince süt dişlerine uygulanır, dişlerin çiğneme yüzeylerini dolgu gibi kapatarak ve flor salgılayarak dişlerin çürümesini engellerler, senede bir kontrol edilmeli, düşmüşse yenilenmelidirler. Süt proteinleri ve süt kalsiyumlarından oluşan preparatlar: Son zamanlarda yaygınlaşan bir uygulamayla çocuklara, ortodonti hastalarına, çürümeye eğilimi olanlara tavsiye edilmektedir. Flor tabletleri: 20-25 sene önce hamilelikte ve çocuklarda vücuttaki flor oranını artırmak gayesiyle çok yaygın olarak kullanılmaya başlanmış, faydası kongrelerde çok tartışılmıştı. Giderek kullanımı azaldı, zira ülkemizde çoğu illerde sulardaki Flor yeterlidir. Yetersiz yerlerde dişhekimine danışarak kullanılmalıdır. Şekerli süt kesinlikle verilmemelidir, verilmişse de hemen ağız çalkalanmalıdır. Bir parça beyaz peynir, çürüğü tamir eder ve asit dengesini sağlar. Alt ön daimi dişlerin sürmesi sırasında bir korku yaşanır; Bu dişler, dil tarafından yani içten ve büyükçe gelebilirler, zamanla öndeki yerlerini dil basıncıyla alacaklardır; Yine de uzun süre geride kalmışsa bir dişhekimine gitmekte fayda vardır. Bir diğer korku da süt dişlerinin renklenmesinde yaşanır. Demir ilacı, dişler üzerinde geçici leke yapabilir. Diş sağlığı için daima belirteceğim bir konu var: “Dişim ağrırsa dişhekimine gider doldurturum” yanlıştır. Diş kendiliğinden ağrımıyorsa doldurulur. Kendiliğinden ağrı varsa ya kanal tedavisiyle kurtarılmaya çalışılır ya da çekilir. Dişhekimine, şikayet olmadan 6 ayda bir, en geç yılda bir gidiniz. Unutmayalım, ‘Can boğazdan gelir’ ama dişlerin de arasından geçer! Bundan sonraki yazımda, travmaya uğrayan dişler, diş sıkma/gıcırdatma, tellerle diş düzeltme’den (ortodonti) bahsedeceğim. İleti adresime çekinmeden olumlu-olumsuz eleştirilerinizi ve sorularınızı yazınız. (Ad soyadınızın yayınlanmasını isteyip istemediğinizi de belirtiniz.) NOT: Çocuklara bazı sloganlarım var, diş fırçalama ve beslenme için; Yatmadan önce: diş - çiş - yatış. Kahvaltı sonrası: diş - çiş - giyiniş. Eğer yersen çok şeker, şeker dişini çeker. Eğer yersen çok şeker, dişler gider teker teker. Sonraki sayılarda buluşmak üzere; Sağlıklı dişler, mutlu gülüşler… »»Nar, sağlık açısından özellikle bu aylarda bol bol tüketilmesi gereken bir meyvedir. Narın toplam ağırlığının %52’sini yenilebilir kısım meydana getirir. Bunun da %78’ini nar suyu oluşturur. Yenilebilir kısmında; sitrik (%0,33-0,56), malik, fumarik ve laktik asit bulunur. Taze sıkılmış nar suyunda şeker nispeti yaklaşık %16’dır. Nar suyu ve çekirdeğinde 19 element tespit edilmiştir. Bunlar arasında demir, kobalt, molibden, potasyum, kalsiyum, selenyum, sodyum ve çinko vardır. C, B1 ve B2 vitaminleri ve potasyum bakımından çok zengindir. Kanserin her türüne karşı faydalı Nar bağışıklık sistemini güçlendirerek, bizleri başta kanser olmak üzere pek çok hastalıktan da korumaktadır. İçerdiği flovanoidler, vitaminler, polifenol- ler, antosiyaninler, taninler vasıtasıyla kolesterol ve şekeri de dengeleyen özellikle hicaz narı, kalp ve damar sağlığımızı koruduğu gibi, kanser hücrelerinin de gelişmesini çok önemli oranda engellemektedir. 100 gram narın içersinde, 259 miligram potasyum, 63 kalori, 8 miligram C, binde 3 de B2 vitamini bulunmaktadır. 1 su bardağı nar suyu, günlük C vitamini ihtiyacının yüzde 25′ini karşılar. Gün içinde tüketilen bu meyve, yorgunluğumuzun giderilmesinde de büyük rol oynamaktadır. Narın ağırlığının %12- 20’sini çekirdekler oluşturur. Yaş çekirdeklerde %1,2-2,7 nispetinde yağ bulunur. nar çekirdeği yağı, çok değerli Sağlık Hizmetlerine Yüzde 57 Zam »»“Sağlıkta Dönüşüm” zamma dönüştü. Sağlık hizmetlerine sadece bu yılbaşında geçen yıla oranla ortalama yüzde 57 oranında zam yapılırken, diş tedavisi, ameliyat, tahlil ve doğum gibi sağlık uygulamalarının ücreti arttı. Türkiye Kamu-Sen’e bağlı Türk Sağlık-Sen, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerini kullanarak sağlık fiyatlarında Aralık 2012 ile Ocak 2013 dönemi arasında uygulanmaya başlanan zam fiyatlarını derledi. Bu dönemde diş tedavisi, ameliyat, tahlil ve doğum ücretleri yükselirken, düşen sadece muayene ücreti oldu. Laboratuar Tahlil Ücreti Yüzde 209 Arttı TÜİK verilerine göre geçen yıl sonunda 4.7 TL olan tahlil ücretleri bu yıl başında 14.7 TL’ye çıktı. Yüzde 129 artışla ultrason ücretleri oransal değerlendirmede ikinci en fazla artan sağlık madde fiyatı oldu. Diş Tedavi Ücretleri İki Katına Çıktı Diş çekme ücreti ise 2012 yılı Aralık ayında 24.98 TL iken bu rakam 2013 yılı Ocak ayında 47.83 TL’ye yükselerek yüzde 91 arttı. Diş dolgu ücreti 2012 yılı Aralık ayında 35.62 TL iken bu rakam 2013 yılı Ocak ayında 77.90 TL’ye yükselerek yüzde 118 arttı. Doğum Ücretleri 732 TL Oldu Normal doğum ücreti 2012 yılı Aralık ayında 393.51 TL iken bu rakam 2013 yılı Ocak ayında 732.99 TL’ye yükselerek yüzde 86 arttı. Sezaryen doğum ücreti 2012 yılı Aralık ayında 710.05 TL iken bu ücret 2013 yılı Ocak ayında 921.43 TL’ye yükselerek yüzde 29.7 arttı. Uzman Doktor Muayene Ücreti Düştü Uzman doktor muayene ücreti 2012 yılı Aralık ayında 31.27 TL iken bu rakam 2013 yılı Ocak ayında 12.10 TL’ye geriledi. punicic acid içermektedir. Nar çekirdeği yağı özellikle cildimizde kırışıklıkları ve yaşlanmayı gidermekte, saçlarımızda canlılık ve saç çıkarıcı etkileri nedeniyle ilaç endüstrisi tarafından önemli miktarda kullanılmaktadır. Laktoz İntoleransından Düzenli Süt İçerek Korunun »»Laktoz intoleransı, sütte bulunan laktoz şekerinin vücutta parçalanamaması sonucunda oluşuyor. Süt ve süt ürünleri tüketiminden sonra karın ağrısı, ishal, gaz, mide ekşimesi, kusma, midede şişkinlik ve kramp ile ortaya çıkıyor; ancak, düzenli süt tüketimi ile giderilebiliyor. Laktoz intoleransı vakalarının en büyük sebebinin düzenli süt tüketilmemesi olduğunu kaydeden Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Neriman İnanç, “Çocukluk döneminde süt tüketiminin düzenli olmaması halinde vücudun ürettiği laktaz enzimi azalır. Ayrıca, uzun süre süt tüketmemiş kişilerde sütün içerdiği laktozun sindirimini sağlayan enzimler salgılanma yeteneğini kaybetmeye başlamaktadır. Tekrar süt tüketimine başlandığında kişiler süt sindirimini kolaylaştıran enzimlerin eksikliği nedeniyle laktoz intoleransı bulgularıyla karşılaşabilmektedir.” Prof. Dr. İnanç, “Süt şekerinin vücutta emilememesi nedeniyle oluşan laktoz intoleransı ile süt proteini alerjisi sıklıkla birbirine karıştırılmaktadır. Süt alerjisiyle ağırlıklı olarak bebeklik çağında karşılaşılıyoruz. Süt alerjisi genellikle 0 - 1 yaş aralığındaki bebeklerde karşımıza çıkıyor ve bu dönemden sonra rahatsızlık kendiliğinden geçiyor. Laktoz intoleransı rastlanan çocuklarda süt tüketimi kesinlikle bırakılmamalı aksine her gün düzenli olarak artan oranlarda tüketilmelidir.” dedi. Göz Tansiyonuna Dikkat AŞK PAYLAŞIMDIR Hamburgerci’nin kapısından içeri yaşlı bir amcayla teyze girmişler, bir masaya oturmuşlar. Derken amca, kasaya gidip 1 hamburger, 1 büyük boy patates ve 1 büyük cola almış. Elinde tepsiyle masaya dönmüş, hamburgeri ikiye bölerek yarısını teyzenin önüne koymuş, sonra bütün patatesleri tek tek sayarak onlarında yarısını teyzeye vermiş, sonra cola kutusunu da ortaya koymuş, önce bir yudum kendisi içiyor sonra da teyze bir yudum alıyormuş. Herkes ne tatlılar, iki tonton buraya gelmişler, bir kişilik yemeği ikisi yiyorlar zavallıcıklar diye onları izliyormuş. Derken bir de bakmışlar ki teyzenin önünde hamburgerle patatesler olduğu gibi duruyor, kocasının afiyetle yemek yiyişini seyrediyor arada birde coladan bir yudum alıyormuş. Sonunda orada çalışanlardan biri dayanamamış, yanlarına gitmiş: - Afedersiniz, ben sizi izlemekten kendimi alamadım, lütfen izin verin size bir menü kendim ısmarlayayım. Yaşlı amca cevap vermiş: - Teşekkür ederiz ama biz halimizden memnunuz. 60 yıldır evliyiz ve herşeyimizi işte böyle paylaşırız. Bunun üzerine genç adam teyzeye dönmüş: - Peki ama teyzeciğim, siz neden hamburgerinizi patateslerinizi yemiyorsunuz? Yaşlı teyze cevap vermiş : - Protez dişleri bekliyorum...!!! »»Glokom, göz tansiyonu da denilen göz içi basıncının artmasına bağlı görme sinirinin hasarıyla sonuçlanan en önemli körlük nedeni olan bir hastalıktır. Göz küresi içinde göz içi merceği ile kornea (gözün dış yüze bakan şeffaf kısmı) arasında kalan bölgede dolaşan göz içi sıvısının görme siniri (optik sinir) üzerinde oluşturduğu normalden yüksek basınca glokom ya da göz tansiyonu denir. Yetişkinlerde daha çok iki tip glokom izlenir. Açık açılı glokom; en yaygın olan glokom çeşididir. Glokom şikayetlerinin %85 – 90’ı bu türdendir. Her ne kadar kornea ve iris tarafından oluşturulan boşaltım açısı açık olsa da, bu açıda bulunan trabeküler ağın süzme yeteneği azaldığından göz içi sıvısı boşalır. Bu da sıvının geride birikmesine ve gözün içinde yavaş biçimde basınç artışına neden olur. Tipik olarak başlangıç evresinde belirti göstermez. Göz içi basıncı yavaş yükseldiği için de belirtiler yavaş başlar. Görme kaybı yavaş geliştiğinden geç fark edilir ve görme kaybı geç fark edildiği için kalıcı hasarın çoktan ortaya çıkması muhtemeldir. Dar açılı glokom; diğer adıyla açı kapanması glokomudur ve hastaların %5 – 10 arasını oluşturan glokom tipidir. Bu tür glokomu olan kişilerin ön kamara açıları doğumdan gelen anormalliğe veya başka bir sebebe bağlı olarak daha dardır. Açı darlığı olan bu tür kişilerin gözlerinde göz sıvısının süzüldüğü yer olan trabeküler ağın önünde iris kökü toplanacağından göz sıvısının dışarı çıkması engellenecektir. Dar açılı glokomda göz tansiyonu çok hızlı yükselir. Hastalar bulanık görme, şiddetli göz ağrısı, baş ağrısı, ışığın etrafında gökkuşağı hareleri, mide bulantısı ve kusmalar tarif eder. Şikayetlerin hızlı ve şiddetli olarak ortaya çıktığı bu tablo göz sağlığı açısından acil bir durumdur. Glokom Türkiye’de 1 milyon kişiyi tehdit ediyor. 22 ̇ ̇ Şubat 2013 Köy-Koop Merkez Birliği ETKİNLİKLER MART 2013 TARIM FUARLARI TAKVİMİ 07 Mart - 10 Mart 2013 FOTEG İstanbul 2013 11.Gıda İşleme Teknolojileri Uluslararası İhtisas Fuarı Gıda İşleme Teknolojileri Ve Ekipmanları, Katkı Maddeleri, Ambalajlama ve Lojistik, Teknolojileri, Unlu Mamul Teknolojileri, Gıda Güvenliği ve Hijyen MART AYI TARIM TAKVİMİ TARLA ZİRAATI a) Her türlü tarla ziraati için toprak işlemesine devam edilir. İşleme ile birlikte gübreleme yapılır. Kaymak bağlamış tarlalar tırmık ve kazayağı ile kırılır. Böylece hububatta kardeşlenme de sağlanmış olur. Güzlük ekim yapılan yerlerde ikinci azot uygulaması yapılır. b) Yazlık hububat ekimi devam eder. Bu arada çayır-mera ve yem bitkilerinin de ekimi, iklimi uygun yerlerde tütün fidelikleri tesisi ve pamuk ekimine başlanır. c) Sulanabilir sahalarda cansuyu verilirken, tarlalardaki fazla su boşaltılır. d) Güzlük ekilmiş hububatta mücadeleye önem verilmelidir. MEYVECİLİK a) Toplu meyvecilik kurulacak sahalar ile eski tesisler sürülür ve gübrelenir. b) Fidan dikimine birçok bölgelerde devam edilir HKF Fuarcılık SEBZECİLİK a) Seralarda turfanda domates, hıyar, kabak gibi sebzelerin hasadına devam edilir. b) Sıcak ve ılık yastıklara ekilen sebzelerin birinci şaşırtması yapılır. c) Sebze bahçesi topraklarının işlenmesine devam edilir ve gübrelenerek ekime hazır hale getirilir. d) Domates, biber, patlıcan yavaş yavaş tavalara alınır. e) Şaşırtılan ve tavaya alınan fidelere cansuyu verilir. Şaşırtılma yapılmamışsa çapalama yapılmalıdır. Özellikle bakla ve bezelyelerde çapalama başlar. f) Bahçede, serada, sıcak ve ılık yastıklardaki zararlı ve hastalıklarla mücadele edilir. BAĞCILIK a) Bağ kurulacak yerlerde ve eski tesislerde toprak işlemesi ve gübrelemeye devam edilir. b) Köklü ve köksüz bağ çubuğu dikimine devam edilir. c) Don tehlikesi olmayan yerlerde bu ay içinde bağ budamasına son verilir. Tehlikesi olan yerlerde donların geçmesi beklenmelidir. Nispeten mutedil iklimli yerlerde ve ılıman bölgelerde aşılama işlemlerine de başlanır. 13 Mart - 17 Mart 2013 Konya Hayvancılık 2013 Hayvancılık Ekipmanları ve Süt Endüstrisi Fuarı Hayvancılık Ekipmanları ve Süt Endüstrisi d) Hastalık ve zararlılarla mücadele edilmeli, soğuk bölgelerde omcalar gözler patlamadan bordo bulamacı ile yıkanmalıdır. Tüyap Konya HAYVANCILIK 13 Mart - 17 Mart 2013 Konya Tarım 2013 11. Uluslararası Tarım, Tarımsal Mekanizasyon ve Tarla Teknolojileri Fuarı Tarım, Tarımsal Mekanizasyon Teknolojileri Fuarı ve Tarla Tüyap Konya 14 Mart - 17 Mart 2013 c) Meyvelerde budama ile birlikte aşılama işleri de devam eder. Ilık bölgelerde sert çekirdekli meyveler çiçek açabileceğinden donlara karşı dikkatli olunmalıdır. Yeni kurulan meyve bahçelerine cansuyu verilmelidir. d) Çeşitli zararlı ve hastalıklara karşı mücadeleye devam edilmelidir. Özellikle armut göz kurdu, püseron ve zeytin güvesine karşı önlem alınmalıdır. e) Turunçgillerin hasadına ve ambalajlanarak piyasaya arz edilmesine devam edilir. a) Bazı bölgelerde hayvanlar meraya çıktıklarından ahır işleri yavaşlar. Ancak Doğu Anadolu Bölgelerinde ahır temizliği, havalandırma, dezenfeksiyon işler devam eder. b) Meraya çıkarılmış hayvanlara da ek yemler verilir. Diğer ahırda bulunan hayvanların yemlenmesi ve bakım işleri yapılır. c) Devam eden doğum işleri ile ilgili gerekli tedbirler alınmalıdır. d) Bazı bölgelerde meralarda otlatma başladığından meraların ıslah çalışmaları yapılır. Özellikle nöbetleşe otlatma yapmakla mera- ları korunduğu gibi daha uzun süre faydalanılabilir. e) İlkbahar mevsimi ile birlikte oluşabilecek salgın hastalıklar ile diğer zararlılara karşı koruyucu aşı ve mücadele yapılır. TAVUKÇULUK a) Kümeslerde bakım, temizlik, dezenfeksiyon işleri devam eder. Kümes pencereleri kedi, köpek, tilki, sansar gibi hayvanların ve kuşların girmelerine engel olacak şekilde kafes teli ile kaplanmalıdır. b) Kuluçka mevsimi olması nedeniyle bu amaçla yapılan işlere önem verilir. Damızlığa uygun yumurtalar seçilerek üretim yapılır. c) Beslenmede özellikle yeni çıkan civcivlere önem verilerek,büyümelerini sağlayan yemçeşitleri seçilir. d) Tavuk hastalıklarına karşı koruyucu aşılar ve önleyici ilaçların uygulanmasına devam edilir. Özellikle civcivlerde bu durum özel bir önem taşımaktadır. ARICILIK a) Arılar bazı bölgelerde dışarıya çıkacaklarından kovan bakım işleri buna uygun olarak devam eder.Kovan çerçeveleri tamir edilir. Küflü ve kırık çerçeveler değiştirilir. b) Arılar bal toplama faaliyetine başladıklarından bakım işleri artacağından arıcılık malzemeleri daima çalışır halde bulundurulmalıdır. c) Kovanlarda hastalık yapmaması için ilkbahar temizliği yapılır ve gerekli ilaçlar kullanılır. İBATECH Ankara 2013 6.Uluslararası Ekmek, Pasta Makineleri, Dondurma, Çikolata ve Teknolojileri Fuarı Mevzuat Ekmek, Pasta Makineleri, Dondurma, Çikolata ve Teknolojileri Messe Stuttgart Ares Fuarcılık 27 Mart - 31 Mart 2013 Bursa Karacabey Tarım ve Hayvancılık 2. Bursa Karacabey Tarım ve Hayvancılık Fuarı Tarım, Hayvancılık, Tohum, Meyvecilik, Sulama ve Seracılık Teknolojiler,Traktör ve Ekipmanları Gıda Güvenliği ve Beslenme İçin Ormanlar üzerine Uluslararası Konferans KİTAP Prof.Dr. Tayfun ÖZKAYA Yayın Evi: Yeni İnsan Renkli Fuarcılık Bu kitapta Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu, Boğaziçi Üniversitesi Tüketim Kooperatifi, Başka Bir Gıda Mümkün Girişimi, Kibele Ekolojik Yaşam Kooperatifi, Marmariç Ekolojik Yaşam Derneği deneyimlerini paylaştı, nasıl sorusunun yanıtlarını aradı. 28 Mart - 31 Mart 2013 Avrasya Tarım 2013 Uluslararası Tarım ve Tarımsal Mekanizasyon Fuarı Tarım, Hayvancılık, Seracılık ile İlgili Tüm Makine ve Ekipmanları, Aksesuarları, Sistemleri, Konstrüksiyonları, Tarım İlaçları Pozitif Fuarcılık Prof.Dr. Erhan REHBER 28 Mart - 31 Mart 2013 • Kooperatifçiliğin Tarihçesi • Kooperatif Tanımı, Sınıflandırılması • Kooperatifçilik Değer ve İlkeleri • Kooperatif Teorisi • Dünya ve Türkiye'de Kooperatifçilik • Kooperatiflerin Geleceği www.ekinyayinevi.com KAYTARIM 2013 Kayseri Tarım ve Hayvancılık Fuarı Tarım, Tarım Teknolojileri, Seracılık, Hayvancılık, Tohumculuk, Tavukçuluk, Süt Endüstrisi, Fidancılık Atlas Fuarcılık Türkiye’de 24 saat esasıyla hizmet veren tek Merkez olan Ulusal Zehir Danışma Merkezi, zehirlenmeler hakkında size bilgi verir... Nasıl Bir Organik Tarım? www.marking.com.tr teknolojidegisimyenilikbilgiçözümfaydastratejigelecekeglenceodaktasarımdeger ▶▶30 Ocak 2013 Tarihli ve 28544 Sayılı Resmî Gazete, 2013/4245 Fındık Üreticilerine Alan Bazlı Gelir Desteği ve Alternatif Ürüne Geçen Üreticilere Telafi Edici Ödeme Yapılmasına Dair Bakanlar Kurulu Kararı ▶▶2 Şubat 2013 Tarihli ve 28547 Sayılı Resmî Gazete, Gıda ile Temas Eden Madde ve Malzeme Üreten İşletmelerin Kayıt İşlemleri ile İyi Üretim Uygulamalarına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ▶▶4 Şubat 2013 Tarihli ve 28549 Sayılı Resmî Gazete, Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 6412 ▶▶7 Şubat 2013 Tarihli ve 28552 Sayılı Resmî Gazete, Filistin Ulusal Yönetimi Menşeli Bazı Tarım Ürünleri İthalatında Tarife Kontenjanı Uygulanmasına Dair Tebliğ ▶▶9 Şubat 2013 Tarihli ve 28554 Sayılı Resmî Gazete, Safkan Damızlık Koyun ve Keçi Yetiştiriciliği Hakkında Tebliğ (No: 2013/2) ▶▶12 Şubat 2013 Tarihli ve 28557 Sayılı Resmî Gazete, Fındık Üreticilerine Alan Bazlı Gelir Desteği ve Alternatif Ürüne Geçen Üreticilere Telafi Edici Ödeme Yapılmasına Dair Kararın Uygulanmasına İlişkin Tebliğ (No: 2013/4) ▶▶16 Şubat 2013 Tarihli ve 28561 Sayılı Resmî Gazete, 2013/4271 T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve Tarım Kredi Kooperatiflerince Tarımsal Üretime Dair Düşük Faizli Yatırım ve İşletme Kredisi Kullandırılmasına İlişkin Bakanlar Kurulu Kararı ▶▶5 Şubat 2013 Tarihli ve 28550 Sayılı Resmî Gazete, Bazı Tarım Ürünlerinin İhracatında ve İthalatında Ticari Kalite Denetimi Tebliği (Ürün Güvenliği ve Denetimi: 2013/21)’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Ürün Güvenliği ve Denetimi: 2013/25) ▶▶16 Şubat 2013 Tarihli ve 28561 Sayılı Resmî Gazete, 2013/4278 Güneydoğu ve Doğu Anadolu Projesi Kapsamındaki İllerde Kurulacak Damızlık Sığır İşletmesi Yatırımlarının Desteklenmesine İlişkin Bakanlar Kurulu Kararı ▶▶5 Şubat 2013 Tarihli ve 28550 Sayılı Resmî Gazete, Çay Tarım Alanlarında Çay Tarımı Yapan Üreticilerin Ruhsatlarının Yenilenmesi, Ruhsatname Almadan Çay Bahçesi Kuranlara Ruhsatname Verilmesine Dair Tebliğ (No: 2013/3) ▶▶21 Şubat 2013 Tarihli ve 28566 Sayılı Resmî Gazete, Çiftçi Kayıt Sistemine Dâhil Olan Çiftçilere Mazot, Gübre ve Toprak Analizi Destekleme Ödemesi Yapılmasına Dair Tebliğ’de Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (No: 2013/6) ̇ ̇ Mart 2013 Köy-Koop Merkez Birliği SPOR - TARIM BULMACA 23 Uyuyun da... Büyüyün! Kaç yaşınızda olursanız olun ya da nerede yaşarsanız yaşayın, hayatınızın bir yerinde mutlaka ama mutlaka duymuşsunuzdur…”…Uyusun da büyüsün, tıpış tıpış yürüsün…” Yaşantımızın üçte biri uykuda geçtiği halde çoğumuz uyku hakkında yeterince bilgi sahibi değiliz. Ancak uyku kavramı, yemek, içmek, nefes almak gibi yaşamsal bir zorunluluktur. Spor yapanlar da ise uykunun önemi daha da artmaktadır. Uyku nedir? Uyku, bir dinlenme biçimidir. Uyku, bir yaşam fonksiyonudur. Uyku, canlılar için bir zorunluluktur. Ve uyku için bir sürü şey söylenebilir. Ancak uykunun bir zorunluluk olması ve yaşantımızın neredeyse üçte birini kapsaması bazen şu soruyu ister istemez akla getiriyor:Uyumadan da yaşanabilir mi? Görsel ve yazılı basında arada sırada bu durumda olan insanların olduğu dile getirilse de bu sorunun cevabı kesinlikle “hayır” dır. Bilim adamlarının yaptıkları deneylerde uzun süreli uykusuz bırakılan deneklerde ortalama 3 gün gibi bir sürenin sonunda gerginlik, sinirlilik, zaman ve mekân algılama sorunları, konuşma güçlükleri gibi sendromlar ortaya çıktığı görülmüştür. Bilinen en uzun süreli uykusuzluk deneyi 11 gün ile Amerikalı bir üniversite öğrencisinde gerçekleştiril- Adnan YAHŞİ Atletizm Yıldız Milli Takım Antrenörü [email protected] miştir. Ülkemizde yapılan araştırma sonuçları nüfusumuzun %75’lik gibi bir çoğunluğunun günde 7-8 saat süreyle uyuma alışkanlığı olduğunu göstermiştir. 8 saatten daha uzun süre uyuyanların oranı %15 kadar ve geri kalan %10’luk oran da 8 saatin hatta 6 saatin altında uyuyanların oranıdır. yku süresi yaşa, cinsiyete ve yaU şantıya göre farklılıklar göstermektedir. Bilinen en kaba uyku ihtiyacı ölçüsü, uyanık kalınan her 2 saat için 1 saatlik uyku gereksinimidir. Yaş ilerledikçe bu oran 2 saat için 45 dakika ve daha az süreye de inmektedir. Bebeklerde ve çocuklardaki uyku düzeni ise bambaşka bir konudur. aşamsal zorunluluk olan uyku, Y spor yapanlar için daha da önemlidir. Çünkü hangi spor dalı yapılırsa TARIM BULMACA 1 2 3 4 5 6 7 Y. İzzettin BAŞER 8 9 10 11 12 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 Soldan Sağa 1- Türkiye’nin tahıl ambarı 2- Orta Asya’da bir dağ sırası... Halk dilinde kova, bakraç... 3- Güneş tanrısı... Fide yetiştirmek için düzenlenen yüksekçe yer... Notada duraklama işareti 4- Çevresinde olup bitenlerin farkına varmayan, sezmeyen, edepsiz... Yayla atılır... Sürüye uymayan davar 5- Genişlik... Küçük su kaynağı... Rusya’da bir göl 6- Sunma... Türkiye’nin plaka kodu... Açık, belli 7- Tahıl demetlerinin üzerinden düven geçirilerek tanelerin başaklarından ayrılması işi... Bir kuvvet komutanlığımızın kısaltılmışı 8- Fakat, lakin... Elem 9- Sodyumun simgesi... Sessiz... K harfinin kalın okunuşu 10- Beş yaşını geçmiş davar... Çöl bitkisi 11- Yüz yıl... Telefon sözü... 12- Bomba yapımında kullanılan bir madde... Utanma duygusu... Sivas’ın bir ilçesi. Yukarıdan Aşağıya 1- Karadenize özgü bir sebze... 2- Vaka... Oruç ayı 3- Biriçte sanzatü... Kırsalda birkaç evden oluşan en küçük yerleşim birimi... 4- Yürüyerek... Düz, ince, yassı taş... 5- Kuru soğuk... Nalın 6- Misal, emsal... 7- Dikenli, zehirli bir balık... Venedik altını 8- Halk ozanı... Metal olmayan 9Seyrek olmayan... Dünyanın uydusu... Kabuklu meyve, ceviz 10- Şarkı, türkü... Ekin biçme aleti... 11- Kökü tatlı ve yemeklerde kullanılan hoş kokulu bir bitki... 12- Olağanüstü kişiler ve olaylarla geliştirilen öykü... Üzüm veren bitki. yapılsın performans ile doğrudan ilişkilidir. Yaptığınız spor dalına göre, antrenmanın günün hangi saatinde olduğu, yüklenme şiddeti gibi konular, uyku düzeninizin de planlanmasını gerektirmektedir. Bu konuda bilinen çalışmalardan birinde, bir basketbol takımı oyuncularından altı hafta boyunca günde 10 saat uyumaları istenmiştir. Sürenin sonunda basketbol oyuncularının atışlarındaki isabet oranının %9 oranında yükseldiği görülmüş. Bu sonuç, araştırmayı yapanların uykunun fiziksel performansa katkısını göstermelerine yardımcı olmuştur. Eğer ertesi gün bizi patlayıcı kuvvet ve anaerobik (oksijen borçlanması) performansa dayalı bir çalışma bekliyorsa, bu çalışmadan en az 4 saat önce uyanmış olmamız gerekmektedir. Bu tarz antrenmanlar sadece kas ve iskelet sistemin değil, sinir sisteminin de en üst düzeyde çalışmasını gerekmektedir. Ve sinir sistemi en aktif hale uyandıktan 4 saat sonra gelebilmektedir. Uykunuzu yeterince alamadığınızda spor çalışmalarında istediğiniz sonucu alamazsanız. Kadınlarımız ranlık olmalıdır. • Sessiz bir ortamda uyumalısınız. • Ortamınız iyi havalandırılmış olmalıdır. • Asla dolu mideyle yatağa girmemelisiniz. • Uyku saatleriniz hafta sonları da dâhil hep aynı olmalı. Çünkü uykusuzluk, spor çalışmalarınız sonucunda elde edeceğiniz tüm kazancı geciktiriyor. Bu konuda yurtdışı kaynaklı bir çalışmada bilim adamları,24 saat süreyle uyanık tuttukları erkekleri spor salonuna göndermiş ve çalışmaları sonucunda kaslarındaki büyüme incelenmiştir. İncelenen erkeklerde kasların büyümesini sağlayacak testosteron artışı gözlenmemiştir. onuçta sağlıklı S gelişim ve tam performans koyabileceğiniz spor için, beslenme, doğru ve bilimsel antrenman, dinlenme en çok dikkat edilmesi gereken konularınız olmalıdır. Dinlenme için ise uyku atlamamanız gereken kavramdır. Kaliteli bir uyku için ise dikkat etmeniz gerekenler: • Uyuduğunuz yatak kaliteli ve boyunuzdan da 10-15 santim uzun olmalıdır. • Uyuduğunuz ortam kesinlikle ka- Toprak öyle bitip tükenmez, dağlar öyle uzakta, sanki gidenler hiçbir zaman hiçbir menzile erişemeyecekti. Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle Ve onlar ayın altında dönen ilk tekerlekti. Ayın altında öküzler başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi ufacık kısacıktılar ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında ve ayakları altından akan toprak, toprak, ve topraktı. Gece aydınlık ve sıcak ve kağnılarda tahta yataklarında koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı. Ve kadınlar birbirlerinden gizleyerek bakıyorlardı ayın altında geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine. Ve kadınlar bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve kara sabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız şimdi ayın altında kağnıların ve hartuçların peşinde harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi aynı yürek ferahlığı, aynı yorgun alışkanlık içindeydiler. Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde ince boyunlu çocuklar uyuyordu. Ve ayın altında kağnılar yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru. Nazım Hikmet Ran • Yatmadan önce alacağınız kafein içerikli içecekler uykuyu kaçırır. • Unutmayın alkol derin uyku devresine geçmeyi zorlaştırır. • Ve aşırı kilo da uyku sorununu ortaya çıkarabilir. elişen teknoloji ve G bilim birçok şeyi ortaya çıkarmış olsa da uyku ile ilgili hala bilinmeyenler mevcuttur. Ancak bilinenlerin ışığında, uyku sırasında bedenin onarımı, çeşitli madde ve hormonların sentezi, hafızanın yapılandırılması ve psikolojik dinlenme gibi bir çok olayın gerçekleştiği ispatlanmıştır. O zaman başlıkta yazdığımız bir gerçekten ibarettir. “…Uyuyun da… büyüyün!” Spor dolu günler sizinle olsun. Dünya Emekçi Kadınları Günü Kutlu Olsun 8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başlar. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verir. İşçilerin cenaze törenine 10.000'i aşkın kişi katılır. 26-27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka'nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisini getirir ve öneri oybirliğiyle kabul edilir. “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” adı, 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda belirlenir. Türkiye’de tarım iş gücünün yaklaşık yüzde 75’ini kadınların oluşturduğunu, kayıt dışı çalışan, sosyal haklardan yoksun, Clara Zetkin 1857-1933 bağda-bahçede insan onuruna yakışmayacak koşullarda çalışıp, yaşayan, ev işi yapan emekçi kadınlarımızın bu durumlarını görüp, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü, bir ‘anma günü’ olarak mı geçireceğiz? Yoksa; emekçi, üretken, paylaşan, örgütlü, yardımlaşarak, dayanışarak hareket etmeyi bekleyen kadınlarımızla, haklarımızın kazanılması için hep beraber; bağda, bahçede, tarlada, güneşin alnında mı kutlayacağız? Herkesin, açlık, yoksulluk çekmeyeceği, eşit, mutlu yaşayacağı bir gelecek umuduyla tüm emekçi kadınlarımızın, ‘Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyoruz. KÖY-KOOP MERKEZ BİRLİĞİ "Bir millet herhangi bir şeye özgürlükten daha fazla değer veriyorsa, özgürlüğünü kaybedecektir. Kaderin cilvesine bakın ki değer verdiği şey, rahatlık ya da para ise onları da kaybedecektir." Somerset Maugham