LOBİCİLİK

Transkript

LOBİCİLİK
Frank J. FARNEL
LOBİCİLİK
Müdahale Stratejileri ve Teknikleri
Aileme
Yeni kitaplarımızdan düzenli olarak haberdar edilmeniz için
ad ve adresinizi aşağıdaki “okuyucu hizmetleri” adresine göndermeniz yeterli
olacaktır:
LES EDITIONS D’ORGANISATION
Service Lecteurs
1, rue Thénard – 75240 Paris Cedex 05
Böylece yeni yayınlarımızı tanıtıcı bilgileri ücretsiz olarak düzenli biçimde
alabilirsiniz.
LOBİCİLİK
Müdahale Stratejileri ve
Teknikleri
DİKKAT
Yasadışı fotokopi
yapmak yasaktır
1 Temmuz 1992 tarihli telif yasası telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın kolektif
kullanım amaçlı fotokopi yapılmasını açıkça yasaklamaktadır. Gerçekten de bu tür
fotokopi işlemleri özellikle eğitim kurumlarında genelleşerek kitap alımlarını hızlı
çok önemli ölçüde düşürmüştür. Öyle ki, yazarların yeni yapıtlar üretme ve bunları
doğru dürüst yayımlatma olanakları bugün tehdit altındadır.
11 Mart 1957 tarihli yasa gereği, mevcut kitabı, hangi yolla olursa olsun,
yayıncının, editörün veya “Fransa Kopyalama Hakkı Kullanım Merkezi”nin
(Centre Français d’exploitation du droit de Copie, 3, rue Hautefeuille, 75006 Paris)
izni alınmaksızın, bütünüyle veya kısmen çoğaltmak yasaktır.
© Les Editions d’Organisation (The Publishing Organisation) , 1994
Frank J. FARNEL
LOBİCİLİK
Müdahale Stratejileri ve
Teknikleri
ISBN: 2-7081-1639-8
İçindekiler
Sayfa
Önsöz .....................................................................................................................11
Giriş .......................................................................................................................13
Birinci Bölüm
LOBİCİLİK: GERÇEKLERİ
Bahis 1: LOBİCİLİK NEDİR? ..............................................................................19
Bahis 2: LOBİCİ KİMDİR? ...................................................................................23
Bahis 3: LOBİCİLİK VE ETİK..............................................................................39
Bahis 4: LOBİCİYE KİM İHTİYAÇ DUYAR? ...................................................43
Bahis 5: LOBİCİLİK VE AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) ..........................47
A - Brüksel .........................................................................................................50
B - Strasburg ......................................................................................................50
1 – Anayasa bilgisi ........................................................................................50
2 – İzlenecek temel kurullar ..........................................................................51
Bahis 6: AVRUPA ÇAPINDA ÖNEMLİ ÇIKAR GRUPLARI ........................53
A – ATO (Avrupa Tüketici Organizasyonu)’nun idari örgütlenmesi ................54
B – Avrupa Tüketici Organizasyonu’nun taktikleri ............................................55
Bahis 7: HUKUKSAL LOBİCİLİK VE AET .......................................................57
Bahis 8: FRANSA’DA LOBİCİLİK ......................................................................59
Bahis 9: ULUSLARARASI LOBİCİLİĞİN KARŞILAŞTIRMALI
İNCELEMESİ ..........................................................................................63
A – Büyük Britanya ............................................................................................63
B - Hollanda .......................................................................................................65
C – Doğu Avrupa: Macaristan örneği ...............................................................66
D – Lobicilik ve Amerika Birleşik Devletleri .....................................................68
E – Japonlar ve Lobicilik ...................................................................................73
İkinci Bölüm
LOBİCİLİK TEKNİKLERİ
Bahis 1: LOBİCİLİK: STRATEJİK BİR ARAÇ ..................................................79
1 - Stratejik temel olarak lobicilik .....................................................................80
2 - Lobicilik unsurlarının analizi ......................................................................83
A - Amaçların belirlenmesi ...........................................................................87
B - Bir lobi faaliyetine ilişkin sorunların seçimi ...........................................88
C - Hedeflerin ve uygun zamanın seçimi .......................................................88
D - Uygulama taktikleri ................................................................................90
E - Kontrol ve değerlendirme ........................................................................92
Bahis 2: AMAÇLAR VE LOBİCİLİK ..................................................................93
1 - Gerçek, sadece gerçek .................................................................................93
2 - Olmayacak şeyleri asla vaat etmemek ..........................................................94
3 - Anlamak için dinlemek .................................................................................94
4 - Sadece seçilmişlerle çalışıp da parlamento danışmanlarını unutmamak ....96
5 - Sürprizlere dikkat .........................................................................................97
Bahis 3: EN ÖNCELİKLİ YÖNTEMLER .............................................................99
1 - Her şeyden önce, ne istediğini bilmek ..........................................................99
2 - Kilit aktörler ................................................................................................100
3 - Kamuoyunu tanımak .....................................................................................101
Bahis 4: MEDYA İLE İLİŞKİ KURMAYI BİLMEK ...........................................103
1 - Görüşmeye hazırlık .......................................................................................103
a - Dosyanıza tam anlamıyla hakim olunuz ..................................................103
b - Rakam kullanınız ......................................................................................103
c - Gazeteciler tarafından aynen zikredilebilecek kadar açık bir
dil kullanınız .............................................................................................104
d - Kendinizi makalesini yazacak olan gazetecinin yerine koyunuz .............104
e - Hitap ettiğiniz topluluğu tanıyınız ............................................................105
f - Kilit noktaları belirleyiniz .......................................................................105
g - Önceden davranma yetisine sahip olunuz ...............................................106
2 - Bir alandan diğerine geçebilmenin önemi ...................................................106
3 - Görüşme/Mülakat .........................................................................................107
a - Kontrolü elinizde tutunuz .........................................................................108
b - Olumsuzu olumluya dönüştürünüz ...........................................................108
c - Yalnız profesyonelin bildiği teknik terimlerden kaçınınız ........................109
d - “Off” türü tartışmalara dikkat ................................................................109
e - Dürüstçe yanıt veriniz, gereğinde yanıtlamamayı biliniz ........................109
4 - Görüşme türüne göre dikkate alınması gereken ek unsurlar .......................109
a - Sıradan basın ve konunun uzmanı basın ................................................109
b - Televizyon ................................................................................................110
c - Radyo .......................................................................................................112
d - Yazılı basın ...............................................................................................112
5 - Değişik görüşme tipleri ................................................................................112
a - Bilgi araştırması ......................................................................................112
b - Telefonda görüşme ...................................................................................113
6 - Değişik mülakatçı ve soru tipleri ..................................................................113
Üçüncü Bölüm
TUZAKLAR VE EYLEM PLANLARI
Bahis 1: KAÇINILACAK TUZAKLAR ................................................................117
1 - Yasama sürecini durdurmak, yasa oylanıp kabul edildikten sonra yeni bir
metin önermekten daha kolaydır………………………………………….. 117
2 - Alışılmış yöntem: karar sürecini kontrolünde tutmak ..................................118
3 - Hiyerarşiyi gözetmeyi biliniz .......................................................................119
4 - Hiç kimseyi bir kenara atmayınız, ileride oylarına ihtiyaç duyabilirsiniz ....121
5 - Oyla desteklenmedikleri takdirde en iyi fikirler bile işe yaramaz ................121
6 - Hiçbir şey talep etmezseniz hiçbir şey elde etmezsiniz ................................122
7 - Lobicilik ve kriz yönetimi ...........................................................................123
a - Krizin tanımları ........................................................................................124
b - Kriz türlerinin farklılığı ...........................................................................125
c - Kriz ve iletişim: iletişim için yeni boyutlar .............................................126
Bahis 2: EYLEM PLANLARININ OLUŞTURULMASI......................................133
1 - Çevrenin analizi ............................................................................................135
2 - Bir durum analizi nasıl geliştirilir? ...............................................................137
a - Referans çerçevesi ....................................................................................137
b - İş dünyasının durumu ..............................................................................138
c - Rekabet .....................................................................................................138
d - Tüketiciler ve hedef kesimler ..................................................................138
e - Mali durum ...............................................................................................139
f - Kıyaslamalı görev sorunları ....................................................................139
g - Kazanç sorunları ......................................................................................139
h - Yönetim bilgisi ve personelin becerisi ....................................................139
3 - Kıyaslamalı/çapraz analiz..............................................................................140
4 - Özet ...............................................................................................................141
5 - Amaç ya da amaçların tanımlanması ............................................................141
6 - Stratejinin belirlenmesi .................................................................................142
a - “Geniş” olarak nitelenen yaklaşımlar .....................................................142
b - Yenilikçi yaklaşımlar................................................................................142
c - Seçenekler ................................................................................................142
7 - Eylem planlarının geliştirilmesi ..................................................................142
a - İşlevsellik ve kıyaslamalı görev sorunları ................................................143
b - Kim, ne, nasıl ve kaç? ..............................................................................143
c - Olumlu noktalar, olumsuz noktalar ve acil durum planları .....................143
d - Bütçeler ve maliyetler ..............................................................................143
8 - Gerçekleştirme ..............................................................................................143
9 - Gözetim ........................................................................................................143
Dördüncü Bölüm
ÖRNEKLER, LOBİ ÖYKÜLERİ
Bahis 1: LOBİCİLİK VE ÇEVRE .........................................................................147
Bahis 2: ABD’DE YAHUDİ VE ARAP LOBİLERİ ............................................151
1 - Yahudi lobisi .....................................................................................................152
2 - Arap lobisi .........................................................................................................153
Bahis 3: GÜNEY AFRİKA’YA YAPTIRIM KONUSU ..................................155
Bahis 4: BİR AMERİKAN YÖNTEMİNİN AVRUPA TARAFINDAN
UYGULANMASI: AVRUPALI MISIR ÜRETİCİLERİNİN
BİRLEŞİK DEVLETLER’E KARŞI LOBİ FAALİYETİ ..................159
Sonuç ......................................................................................................................161
Ekler........................................................................................................................165
AVRUPA KURUMLARI ......................................................................................165
A - Avrupa Komisyonu ......................................................................................165
• Komisyon’un bileşimi .................................................................................166
• Karar süreci ................................................................................................166
B - Bakanlar Konseyi .........................................................................................166
• Bakanlar Konseyi’nin bileşimi ...................................................................166
• Karar alma prosedürü ................................................................................166
C - Avrupa Adalet Divanı ..................................................................................167
• Bileşim ........................................................................................................167
• Prosedür .....................................................................................................168
Sözlük......................................................................................................................169
Kaynakça................................................................................................................171
Önsöz
Lobicilik sözcüğü Fransa’da ve dünyada çoktandır kullanılmakla birlikte, lobi faaliyeti
yapmak ülkemizde henüz bir meslek olarak kabul edilmemektedir. Bu, Amerika Birleşik
Devletleri’nde ve dünyanın ekonomik güç sahibi diğer ülkelerinde de böyledir. Lobicilik
kavramı, çevresinde bulunduğu sanılan gizlilik ortamı yüzünden bir dizi olumsuz çağrışımla
donanmıştır. Oysa bu faaliyetin, sadece çıkar grupları ile hükümetler arası ilişkileri değil, aynı
zamanda ülkenin sosyoekonomik yaşamına ve onun tüm katılımcılarına ilişkin sorunları da konu
edindiğini bilmek önemlidir.
Lobicilik, kamu gücünün tüm karar ve müdahalelerini dolaylı ya da dolaysız etkilemeye
yönelik faaliyettir. Söz konusu faaliyet Fransa’da henüz kurallara bağlanmamış olup yasa
koyucunun bu dosyaya eğilmesi uygun olacaktır. Lobicilik gerçekten de, iyi kullanıldığı ve
profesyonelce uygulandığı takdirde, Fransız ve Avrupa şirketlerine hem ulusal hem de
uluslararası piyasalarda rekabet avantajları sağlayabilecek çok ciddi bir silahtır.
Bu pratik ve kolay okunabilir kitabın konusu, lobiciliği yeni bir yaklaşımla takdim
etmektir. Kitap, örneğin şirketlerin pazarlama ve mali işler sorumluları gibi, lobiciliğin de
profesyonel uzmanlarca yapılması gereken bir meslek olduğunu göstermeyi amaçlamaktadır.
Lobiciliğin bazı tekniklerini günlük yaşamında kullanmayan yoktur. Bu meslek, çok
sayıda uzmanlığı bütünleştirme yetisi ve bunu saydamlık ve hoşgörü içinde yapma zorunluluğu
gerektirir. Lobi faaliyeti demokrasinin bir tür ölçütü gibi kabul edildiğinde, gerçek lobiciler
insana ve mevcut kurumlara saygıya dayalı bir dizi değeri paylaşmak durumundadırlar. Lobici,
ancak bu sayede, dengeli bir demokratik yapıya katkı sağlayarak, temsil ettiği değerler
çerçevesinde kabul ve saygı görecektir.
Giriş
“Gelecek (…) düzenlenmesi gereken şimdiki zamandan başka bir şey değildir.(…)
onu tahmin etmeye çalışma; yolunu aç”.
Antoine de Saint-Exupéry
Lobiciliğin iletişim dünyasında yer alması, bugün Fransa’da normal görülüyor. Bu
gelişme sayesinde, lobicilik faaliyeti, birçok dalla ilişkili çok yönlü bir etkinliğe dönüşmüştür.
Lobicilik, 1978’de Amerika Birleşik Devletleri’nde kabul edilmiş etik ve seçilmişlere
ilişkin yasayı1 değiştiren 30 Kasım 1989 etik reformu yasasının2 getirdiği strateji ve tekniklerin
neticesidir.
Giderek artan çevre sorunları ve ekonomik koşullar da, şirketlerde daireleri ve
danışmanlık ofislerini harekete geçiren bu örgütlenme biçiminin bir parçasıdır.
Lobici, pek çok Avrupa ülkesinde farklı düzeylerde etkisizleşmiş yönetici kavramının
yeni bir profilini sunmaktadır. 1993 Avrupa’sı onu yasal bir çerçeveye yerleştirmeye
çalışmaktadır.
Jacques Delors’a bakılırsa, on yıl içinde, ekonomik mevzuatın %80’i Topluluk ile
bağlantılı olacaktır.3 Avrupa, iş dünyası koşullarının tamamen değişmiş olacağı 2000 yılını
beklemeden, kendini bugünden inşa ediyor. Bazıları bunu gayet iyi anlıyor ve sürece katılıyorlar.
Hiçbir şey yapmayan diğer bir kesim ise, bu andaki hareketsizliğinin olumsuz sonuçlarını yarın
göğüsleme riskiyle karşılaşacak.
Kuşkusuz ki, inşa sürecinin hemen hemen tüm önemli siyasal kararları şimdiden
alınmıştır. Ancak esas ilgi alanımıza ilişkin oluşumlar, ticaret koşullarımızı her gün farklılaştırıp
ilerleten teknik ve pratik tartışmalarla gerçekleşmektedir.
Böylece, örneğin Avrupa Komisyonu’nun hayvanlar üzerinde deneyi yasaklama kararı,
bu düzenleme karşısında pasif kalmış olan şirketler bünyesinde birçok uyum sorunları
yaratacaktır.
Oluşmakta olan Avrupa’da, karar alma sürecini iyi bilmek gerçekten önemlidir. Bu yolla
ticari çevre ve koşulları belirleyen politikalar ve önlemler üzerinde etki sahibi olunabilir.
Şirketlerin Avrupa stratejilerinin başarısı da buna bağlıdır. Bu bağlamda, Brüksel’in ve
Strasburg’un rolü son yıllarda güçlenmiştir.
Fransa, Avrupa Topluluğu’nun diğer ülkelerini korkutmuştu. Büyük Britanyalılar,
Hollandalılar, Almanlar ve diğerleri, Fransa Hükümeti’nin Tek Pazar konusuna gösterdiği ilgi
karşısında çekinmişlerdi. Fransa’nın kendilerini geride bırakmasından ürkmüşlerdi.
Ancak durum değişmiştir. Tek Pazar’ın oluşturulmasına dönük program hususunda çok
az fikir sahibi olduğu izlenimi uyandıran Britanyalılar, 1988’de, kapsamlı bir duyarlılaştırma ve
reklam kampanyası yürüttüler.
Britanyalılar’ın Brüksel’deki varlığı ve Anglosakson lobi ofislerinin Avrupa başkentinde
gittikçe artan sayısı, onların Avrupa kurumlarına dönük derin ilgilerinin kanıtıdır.
Amerikan Ticaret Odası’nın Brüksel’deki AT Komitesi’nde, 1988 sonunda, üye olarak 60
şirket bulunuyordu. Avrupa kurumlarıyla ilişkilerinde lobicilerle işbirliği yapan bu şirketlerin
sayısı, bugün 120’yi bulmuştur. Japonlar da 30 kadar büro tarafından temsil edilmektedir.
Fransızlar, ya Paris’teler ya da bulundukları diğer Fransa kentlerinden kımıldamıyorlar.
Brüksel’de, bugün için, bir düzine kadar Fransız şirketinin temsilcisi vardır. Ancak bundan daha
yüksek bir sayıda şirketin temsilcisi de Fransa ile Brüksel arasında gidip gelerek faaliyet
göstermektedir.
1
Ethics In Government Act, 1978
Ethics Reform Act, 30 Kasım 1989
3
3-6 Temmuz 1988 tarihli söylev
2
Bu gösteriyor ki, pek çok Fransız şirketi, sırf her şeyin olup bittiği yerde bulunmadıkları
ve Avrupa ile ilişkilerini Fransa Hükümeti ile ara sıra, üstelik de profesyonel bir sendika
aracılığıyla yaptıkları görüşmelerle sınırladıkları için, Avrupa mevzuatını ve Topluluk
politikalarını yönlendirme fırsatlarını kaçırmaktadır.
Lobi faaliyeti Avrupa şirketlerinin stratejik bir aracı olmak durumundadır. Çünkü Tek
Pazar’ı yaratan değişimler, pazarın yeni gereklerine uyabilmek için zihniyetlerin de değişmesini
zorunlu kılmaktadır.
Gerçi lobiciliğin kaynağı Anglosakson geleneğinde bulunur. Ancak artık lobi faaliyeti,
çağdaş Avrupa Topluluğu’nun gelişim sürecinin ayrılmaz bir parçası olma yolundadır.
1. Bölüm
LOBİCİLİK:
GERÇEKLERİ
BAHİS 1
LOBİCİLİK NEDİR?
“Gereksiz yasalar gerekli olanları da zayıflatır”
Montesquieu
Lobicilik ne gizli bir toplumdur, hele ne de reklam peşindeki “teknokratların” ürettikleri
bir anlayıştır. Bu, 21. yüzyılın şafağında, içinde yaşadığımız ekonomi dünyasında, Fransa’ya ve
geniş anlamda da Avrupa’ya başrol oynama olanağı sağlayacak stratejik bir güçtür.
“Lobi” teriminin kökeni, 19.yüzyıl sonunda Birleşik Devletler başkanı olan General
Grant’ın bir deyimindedir. Başkan, ilk Beyaz Saray’ın uğradığı yangında harap olmasından sonra
bir otelde ikamet etmeye başlamıştı. Başkan, otelin giriş katında (lobide) kendisiyle görüşmek
üzere bekleyenlerin bulunmasından yakınıyordu. Lobi sözcüğü böylece literatüre girdi ve kaldı.
Amerikan demokrasisinin temel taşlarından olan lobicilik, antik çağa ve Yunan
uygarlığının geleneklerine dayanan çok eski bir kavramdır. Yine de, olguyu iyi kavramak için
Amerika’nın inşa sürecine göz atmak gerekir.
Lobicilik, devletin doğuşundan bu yana Amerikan ruhuyla bütünleşmiştir. Bu, lobi
faaliyetinin bir hak olduğunu yasaya bağlayan 1789 Anayasası’ndan daha da öncedir. Anayasaya
göre, “Kongre, ifade özgürlüğünü ya da basını; veya halkın bir haksızlığı düzeltmek amacıyla bir
araya gelme ve hükümete barış içinde bir başvuru sunma hakkını sınırlayan (…) bir yasa kabul
edemez”.
Birleşik Devletler hükümeti, çıkarların temsil edilmesi ilkesi ve yasama, yürütme, yargı
erklerinin dengesi üzerine, ama aynı zamanda yasama faaliyetinde sivil çıkarların da dikkate
alınma hakkı üzerine kuruludur. Demek oluyor ki, “lobiciliğin” Birleşik Devletler’in
kuruluşunda var olduğu kabul edilebilir.
Lobicilik, tüm ön yargıların tersine, kuşkulu bir faaliyet alanı değildir. O, ne bir rüşvet,
orijinal hediye, bedava seyahat konusu, ne de ahlaksızlık veya nüfuz ticaretidir. Lobicilik,
gelişimine ayak uydurduğu çağdaş toplumun stratejisinde çok etkili bir araç konumundadır.
Eski tarz lobicilik, çeşitli kişisel ilişkileri bulunan ve bu ilişkileri sayesinde karar
vericilerle karşı karşıya gelme olanağına sahip kişilerce gerçekleştirilen bir faaliyetti. Bugün,
artık o eski tarz lobicilik tarihte kalmıştır. Gittikçe karmaşıklaşan uluslararası işler ve ilişkiler
farklı bir yaklaşım gerektirmektedir. Bu gelişme, farklı dallarda bilgi ve doğru teknikleri bir
araya getiren ve şirketler bünyesinde de farklı bir kültürü besleyen çağdaş bir lobicilik anlayışına
yol açmıştır.
Aslında bizimki gibi bir siyasal sistemde, halkın ve onu oluşturan farklı çıkar gruplarının
talep ve isteklerinin taşıyıcısı olmak ve onları kamu erki nezdinde dile getirmek siyasal partilere
düşer.
Ancak siyasal partiler, değişik etkenlerin baskısı yüzünden, bu ihtiyaçları yerine
getirmekte çok çabuk yetersiz kalmışlardır. Çıkar grupları gittikçe gelişmiş ve iktidar nezdindeki
lobi faaliyetlerini bizzat gerçekleştirmek üzere örgütlenmişlerdir. Böylece bunlar, siyasal
partilerin yanı sıra, siyasal iletişim alanının başlıca aktörleri konumuna gelmişlerdir.
Diğer kuruluş ve örgütler gibi, şirketler de, kamu erki nezdinde girişim yapmaktadır. Bu
çerçevede, koşullara ve amaçlarına bağlı olarak, bazen parçası olduğu baskı gruplarından, bazen
kendi olanaklarından veya uzman büroların hizmetinden, bazen de her ikisinden birden
yararlanırlar. Özel girişimlerin lobicilik strateji ve taktikleri nadiren bir defalık belirlenmiş ve hiç
değişmez olurlar. Bu strateji ve taktikler, çok sayıda parametreye ve bunların gelişim şemasına
bağlıdır. Girişime, yönetim stiline ve faaliyet alanına özgü karakteristikler; sosyo-politik
ortamın, genel olarak şirketlere ve özel olarak söz konusu başvurusunu gerektiren soruna ilişkin
zihniyeti ve algılaması; sorunun kamu yönetimi içindeki durumu; bununla bağlantılı olarak,
yetkinin farklı bileşenlere göre dağılımı (ulusal veya Avrupa, yasama veya düzenleme); tüm bu
faktörler kritik değişkenlerdir. Şirketler bunları, stratejik seçimlerini saptamada, ulaşılacak
hedefleri belirlemede ve kamu erkinin kararını etkilemek için izleyeceği taktiği seçmede dikkate
almak durumundadır.
Gözlemcilerin çoğunluğu gibi, biz de, lobiciliği, yasanın, normun, düzenlemenin ve
genel olarak müdahalenin ve kararın oluşturulma, uygulanma veya yorumlanma
süreçlerinde kamu erkini dolaylı ya da dolaysız olarak etkilemeye yönelik girişimleri içeren
bir faaliyet olarak tanımlıyoruz.
Konumuzdan sapmayalım; ancak belirtmeliyiz ki, özel girişimlerin kamu yönetimi ile
ilişkilerinin yalnızca lobi faaliyetine indirgenmesi doğru değildir. Lobicilik, ilişkiler bütününün
sadece bir yönüdür. Baskı grubu kavramı, bu ilişkilerin çoğu zaman çelişkili olduğu ve karşılıklı
güç ve etki temelinde oluştuğu yolunda bir algı edinilmesine katkıda bulunmuştur. Gerçekte bu
faaliyet, her iki tarafın da nesnel bilgiye ulaşma zorunluluğuna dayalı bir işbirliği şekline
dönüşmektedir. Aslında, özel girişimin ilgili kamu kurumu gözündeki inanılırlığı, büyük ölçüde
bu işbirliğinin kalitesine ve sürekliliğine bağlıdır. Esasen şu ya da bu koşullarda edinilmiş
inanılırlığın ölçüsü, ileride bu kez kendi çıkarlarına dönük bir girişim bağlamında öne sürülecek
görüşlerin kabul edilebilirlik derecesini belirleyecektir. Bir başka deyişle, şirketin lobicilik
faaliyeti, kamu kurumlarıyla spesifik çıkarlar gerektirdikçe ara sıra yapılan temasların ötesine
taşan sürekli bir ilişki çerçevesinde gerçekleştiği takdirde ve ancak o ölçülerde etkili olabilir.
Lobicilik, şirketlere ve dolayısıyla ülkeye, devletle özel girişim arası ilişkileri
uyumlulaştırarak, programları net biçimde tanımlayarak ve özellikle de saydamlığı geçerli
kılarak daha üstün bir rekabet kabiliyeti getirir. Daha iyi öngörmek için daha iyi bilmek ve daha
iyi yönetmek; işte lobiciliğin temel taşlarından biri de budur.
Şu anda üç ana ekonomik eksen çevresinde yaşamaktayız: Birleşik Devletler / AET
(Fransa) / Japonya. Dünya ekonomik düzeninde birinci planda rol oynamak için bu üç ekonomik
modelim zorunlu olarak özümsenmiş olması gerekmektedir. Oysa uygulamalar bir eksenden
ötekine önemli oranda farklılaşmaktadır. Birkaç yıldır pek tutulan bir ekonomik ilgi ve yatırım
alanına dönüşmüş bulunan AET, rakibe kendi evinden uzakta, rakibin evinde “darbe” vurmakta
tereddüt etmeyen Amerikan ve Japon yatırımcıların oluşturduğu tehlikeyi göğüslemek
durumundadır. Bu iki büyük ülke her şeyi beklemekte, ama Avrupalı şirketlerin hele hele Fransız
şirketlerinin kendilerine Amerika’da veya Japonya’da meydan okumalarını ve kazanmalarını hiç
mi hiç beklememektedir. Oysa bilgisini, becerisini ve rekabet gücünü “rakibin” sahasına taşıma
iradesi AET’nin önceliklerinden biri olmalıdır. Bu, şirketlerin ve çıkar gruplarının yaklaşılmaz
denilen bu ülkelerde sistematik biçimde resmi yerleşim yaratmaları zorunluluğu getirir.
Amoco-Cadiz olayı düşündürücüdür.Ç.N.*1 Yargı mercii Fransa’da bulunduğu sürece,
hiçbir şey yapılamadı. Çünkü Amerikalılar durumu minimize etmek için ellerinden geleni
esirgemiyorlardı.
İyi yönetilen bir lobi faaliyeti ve Bretagne yerel örgütlerinin çabaları sayesinde dava
Birleşik Devletler’e taşındı. Orada, hiç beklenmedik şekilde, Amerika’da geçerli mekanizmaların
iyi anlaşılması, tazminat taleplerinin kısa sürede yerine getirilmesine yol açtı.
Lobicilik eylemlerinin ve yabancı ülkelerde iki ülkenin kültürüne de egemen, profesyonel
ve ilgili ülkenin hukuk ve ekonomi “mekanizmalarını” kavrayabilme yetisindeki Fransızlarca
yönlendirilen büroların önemli getirisi de buradadır.
Bu aşama, ancak stratejik bir araç olan lobicilik Fransız çıkar grupları tarafından
bünyelerine entegre edilip geliştirildikten sonra geçilecektir. Söz konusu gruplar, başarılı
olabilmek için Vaşington ve Tokyo gibi başkentlerde yerleşik olma zorunluluğunu da o zaman
keşfedeceklerdir.
BAHİS 2
LOBİCİ KİMDİR?
Lobicilik, günümüzde en iyi Amerikan üniversitelerinde (başta Vaşington’daki
Georgetown Üniversitesi’nde)4 öğretilen ve devletlerle özel girişimler arasındaki ilişkiyi doktora
düzeyinde ele alan gerçek bir meslek eğitimidir.5 Bu eğitim, dünya çapında tanınmış John Kline
ve Théodore Moran gibi üstatlarca verilmektedir.
Girişimin genel müdürlüğüne bağlı olup şirket bünyesinde “Corporate Affairs” olarak
anılan lobicilik, şirketin imajını da yaymakla görevlidir. Bazı durumlarda, (özel ve ayrıcalıklı
danışmanı olduğu) yönetim kurulu başkanının ve genel müdürün yerine geçebilir.
Avrupa Topluluğu’nun birçok ülkesi bu mesleği bünyelerine almış, işleyişleriyle
bütünleştirmişlerdir. Fransa’da lobicilik mesleğinin geliştirilmesi, bugün artık zorunlu bir öncelik
durumuna gelmiştir. Stratejik sorunun bilincindeki pek çok girişim yeni bir tip bölüm
oluşturmaktadır. Bu bölüm, ticari sonuçların özellikleriyle uzaktan yakından ilgili olabilecek tüm
gelişmeleri ele almakla yükümlüdür. Böylece, halkla ilişkiler, lobicinin, faaliyetleri
çerçevesinde, çalışma süresinin üçte birine tekabül ediyor.
Lobici, her şeyden önce, ciddi bir etik anlayışıyla donanmış olmalıdır. Bu meslek,
Atlantik ötesinde gerçekten ciddi düzenlemelere tabidir. Ancak Avrupa’ya gerçek bir meslek
kodu benimsetmek için katedilecek epey yol vardır. Böyle bir metin bulunmadığına göre, Fransız
lobicisi, yasal düzlemde Amerikalı lobicileri örnek alarak, düzenleyici bir yasa varmış gibi
davranmalıdır.
Bu bağlamda, Fransız lobicisi, milletvekillerinin ve diğer iktidar merkezlerinin tabi
oldukları yasama zorunluluklarını mükemmelen bilmeli; bunları mutlaka özümsemeli ve kendisi
için de uygulamalıdır. Bu türden etik davranışlar, bu konudaki Fransız yasama faaliyetine,
Birleşik Devletler’de geçerli bulunan etik kurallara benzer biçimde düzenlenme olanağı
verecektir. Gerçekten de, bu ülkede 1991 yasasıyla revize edilmiş bulunan etik kurallar
etkinliklerini kanıtlamışlardır. Bunun somut anlamı şudur: Fransız lobicisi, çıkar grupları adına
müdahale ederken milletvekillerinin tabi oldukları kuralları göz önünde bulunduracaktır.
Örneğin, aracı olarak işlev gördüğünde, avukatlık mesleği ahlak kurallarına göre
davranmalıdır.
Bu küçük bir örnektir, ancak bu mesleğin, Fransa’da ve Avrupa’da, kodlarla
düzenlenmesi gereğini göstermektedir. Fransa’da, henüz iş yaşamıyla bütünleşmemiş yeni
iletişim meslekleri bağlamında terim geliştirmek adettendir. Örneğin “halkla ilişkiler” mesleği,
müdahale alanının genişlemesi sonucunda, birkaç yıl içinde “iletişim müdürü” mesleğine
dönüştü. Bu terim, Fransa’da l’Expression d’Entreprise dergisi tarafından yerleştirildi. İletişim
dünyasındaki gelişmeler dikkate alındığında, lobicinin yakın gelecekte bir tür süper ”iletişim
müdürü” gibi bir konuma geleceği düşünülebilir.
Aynı görüş doğrultusunda, iletişimcinin rolünün gelişmesi konusu ele alınabilir.
Bu ilerleme, somut ifadesini Avrupa’da gittikçe sık kullanılan yeni terimlerin
oluşmasında bulmaktadır: 6
- Corporate Affairs: Public Affairs politikaları ile şirketlerin bu alandaki programlarını
bütünleştirir.
- Public Affairs:
4
Fransa’daki Ecole Nationale d’Administration’un eşdeğeridir.)
“Master of Science in Foreign Service” adı verilen ve Dışişleri Okulu (School of Foreign Service) bünyesinde
gerçekleştirilen eğitim programına her yıl en çok 60 seçkin öğrenci kabul edilmektedir).
6
Bu terimlerin kesin tanımları için kitabın sonunda bulunan sözlük bölümüne bakınız)
5


halka ve paydaşlara yönelik programların oluşturulma politikası.
şirket açısından, siyasal ve sosyal gelişmelerin bir şirketin programı üzerindeki etkisi ve
bu şirketin kanaat önderleri ile temasları.

“Hükümet ile ilişkiler” (Government relations) ve “Hükümet işleri” (Government
Affairs).
“Halkla ilişkiler” ise, halkla bir şirket arasında karşılıklı bir anlaşma amacıyla bir diyalog
oluşturmak için harcanan planlı ve sürekli çabalardır. Bu ilişkiler medyaya düzenli olarak şirkete
ilişkin bilgiler vermelidir.
Genel bir terim olan “reklam”, bir ürün ya da bir hizmetin pazarlanmasına ilişkin tüm
tanıtım ve benimsetme faaliyetlerini kapsar.
Şirket iletişiminin amacı, tüketici ile arasında bir anlayış, bir “iyi niyet” yaratmak ve ürün
ve hizmetlere ilişkin bilgi vermektir. Bu, tek yönlü bir propaganda ile karıştırılmamalıdır.
Savaş sonrası dönemde, profesyonel lobiciliği gerekli kılan üç faktör vardır.
Bunların başında ekonomi ve sosyal alanların karşılıklı bağımlılığı gelir. Tarih, bu
karşılıklı bağımlılığın anılarımızda kazılı kalan çok belirgin örnekleriyle doludur: Ren nehrinin
kimyasallarla kirletilmesi sınırdaş ülkeleri de etkilemiştir, asit yağmuru tüm Avrupa’yı perişan
etmiştir, vb. Bugün artık bu karşılıklı bağımlılık herkesçe kabul ediliyor.
İkinci faktör, bilginin saydamlığıdır; çünkü bilgi iktidardır. Toplumlarımız daima daha
çok ifade özgürlüğü, daha çok bilgi ve iletişim arayışındadır. Bu öğeler, esasen, uluslararası
örgütler tarafından ülkelerin demokratlık ölçüsü gibi görülmektedir.
Şu anda, bilgi ya da enformasyon konusunda ülkeden ülkeye değişen ve sürekli
gelişmekte olan yasalar mevcuttur. Şirket iletişimi alanında, mali duruma ve gelişme planlarına
erişim esastır. Enformasyona ilişkin yasalar, mali raporlarda, şirketin basın açıklamalarında,
şirket reklamlarında ve hatta lobicilikte kullanılan dil ve deyimleri belirlemelidir.
Üçüncü faktör ise, bilanço anlayışıdır. On yıl öncesine değin, önemli olan “her ne
pahasına olursa olsun kara geçmek” idi. Bugünkü düşünce tarzı ise, “tüm paydaşların farklı
çıkarlarını gözetip dengelemektir.”
O halde profesyonel lobici, bütün bu yeni verileri, temsil ettiği çıkar grubunun hizmetine
sunmak üzere, bütünleştirecek yetiye sahip olacaktır.
Bernard Le Grelle kitabında lobiciliğin beş altın kuralını açıklar: “%20 hukuk, %20
politika, %20 ekonomi, %20 diplomasi, %20 iletişim”.7 Dozajı iyi ayarlanmış bu kokteyl gerçi
lobicilik eylemlerinin başarısının garantisi değildir; ancak lobiciliğin çok yönlü olup çok sayıda
farklı alanla ilgili olduğunun altını çizer. Demek oluyor ki lobici, yapmakta olduğu işlerle ilgili
değişik bilim alanlarını tanımakla kalmayacak, dilediği sonuca ulaşmak için bunları
kaynaştırarak uygulama yetisine de sahip olacaktır. Böylece, iletişimcinin rolü de, yeni bir boyut
edinerek tamamen değişmektedir. Bu durumda Avrupa’nın tek pazar halinde yaratılma çabasının
bu kökten değişmeyi çabuklaştırdığı da düşünülebilir.
Avrupa’da “tek pazar” oluşturma süreci, lobiciliğin kabuk değiştirmesi yolunda kuşkusuz
ki çok etkili bir faktördür. Bu, hiç değilse Fransız girişimlerinin çoğunluğundaki lobicilik
faaliyetlerinin algılama ve örgütlenmeleri açısından böyledir.
Ancak değişimin esas kaynağı Avrupa olgusu değildir. Bu bağlamda en temel faktörü
Avrupa’nın inşası oluşturmuyor. İletişimcilik mesleğinin kökenindeki değişimlerin kökeninde,
esas olarak, şirketlerin gelişmiş ekonomiler bünyesindeki sosyo-ekonomik ve sosyo-politik
koşullarını etkileyen eğilimler yatmaktadır. Ulusal girişimlerin tek pazarla bütünleşmesi, hiç
şüphesiz, önemsiz bir olgu değildir; ancak sonuçta bu olsa olsa gidişi hızlandırıcı bir etken
olmuştur.
Çevrecilik hareketi aslında, Avrupa’da değil, yirmi yılı aşkın bir süre önce Greenpeace’in
doğuşuyla Kanada’da örgütlenmeye başlamıştır. Şirketlerin 1970’lerde yeniden yapılanma,
1980’lerde de lobiciliğe yönelme süreçleri de yine Avrupa’da değil Birleşik Devletler’de
başlamıştır. Yerel toplulukların, toprakları üzerinde yerleşen girişimlerin kendilerine getireceği
7
Bernard Le Grelle, Profession Lobbyman, Hachette Paris, 1987)
riskler konusunda bilgilendirilmeleriyle ilgili hakları da yine Birleşik Devletler’de hukuka
dönüştürülmüştür.
Mali piyasaların küreselleşmesi, Wall Street ve City’nin önderliğinin Tokyo tarafından
gölgelenir olması, şirketlerin finansman sağlamada gittikçe artan rekabetle karşılaşması yine
Avrupa’nın inşasına özgü olgular değildir. Aynı saptama, ahlaki endişelere ilişkin gelişmeler ve
bunların şirketler üzerine yüklediği etik zorunluluklar konusunda da geçerlidir.
Avrupa’ya özgü olmayan bu ilerlemeler şirketlerin iletişim fonksiyonlarını etkilemekte ve
bunların iletişime ilişkin belli başlı sonuçları da etkilerini iletişimcilik mesleği üzerinde (ki bu da
lobicinin bu ortama neden geniş ölçüde girdiğini açıklamaktadır) üç ayrı düzeyde
göstermektedir: içeriği ve özü düzeyinde, müdahale alanı düzeyinde, ve nihayet, gittikçe daha
stratejik olan rolü düzeyinde.
Girişimlerin içinde bulundukları ortamın gittikçe daha karmaşık ve çaba gerektirici
olduğunu artık herkes biliyor. Yine de, iletişim konusunda getirdiği bazı sonuçları sergilemek
için bu bilinen gerçekten yola çıkılmalıdır. Girişimlerin içinde bulundukları ortam çok sayıda
transformasyona uğramıştır. Yeni toplumsal taleplerinin temelinde de bunların bulunduğu
saptanmaktadır. Esasen, tam da bu talepler, girişimleri, yönetim süreçlerini iki yönden
değiştirmeye zorlamaktadır.
Öncelikle girişimler, birçok motivasyon öğesine sahip sosyal bir varlığın tüm
bileşenlerinden kaynaklanan baskı ve taleplerin muhatabıdır. Bu motivasyonlar ticari veya
ideolojik, kültürel veya etnik, ahlaki veya politik, teknik veya ekolojik kökenli olabilir. Ancak
gerçek odur ki, bunların hepsi de girişimin faaliyet ve yönetimini etkileyen sosyopolitik
gruplardan kaynaklanan baskıların doğuşu ve gelişmesiyle vücut bulur. Bu yüzden, girişimler,
kurulurken ve örgütlenirken yerine getirmeleri öngörülen işlevleri aşan sayıda ve tipte rol ve
sorumluluk üstlenmek durumunda kalırlar. Aslında özel girişimlerin esas işi, piyasanın talebi
doğrultusundaki mal ve hizmetleri üretmek için üretim araçlarını daima etkili biçimde seferber
etmektir. Ancak, toplum onların misyonunun sadece bu parametreleri yönetmekle sınırlı
olmadığını düşünmektedir.
Girişim, artık toplumsal değişimin nesnesi olmuştur. Tüm diğer örgütler gibi, şirketler de
kamu erki nezdinde müdahalede bulunur. Girişim, koşullara bağlı olarak ve izlediği amaca göre,
kendisine yönelik ve salt ekonomik amaçlı olmayan konuları da yönetim anlayışına katma
yolundaki baskıları dikkate alır. Bu noktada, çok sayıda örgütlü ve karmaşık grubun taleplerini
belirleme yollarını bulmak ve bu grupların davranışlarından kaynaklanabilecek engel ve fırsatları
anında saptamak yöneticilere düşmektedir. Şirketlerinin performansı, hatta yaşama şansı buna
bağlıdır. Girişimler, bunu başarabilmek için kendilerini, teknolojide ve değişik risklerin
yönetiminde de yapıldığı gibi, bir sosyopolitik teyakkuz veya durum değerlendirme mekanizması
(“issues management”) ile donatırlar.
Girişimlerin her birinin kendi çevrelerinden gelen talepleri karşılama mecburiyeti,
toplumları etkileyen değişimlerin getirdiği tek zorunluluk değildir. Girişimlerin sosyoekonomik
ve sosyopolitik çevrelerinin bileşenleriyle sürdürdükleri ilişkiler sadece pasif ve reaktif nitelikte
değildir. Girişimler, daha geniş bir yorumla, çevrelerini bizzat biçimlendirir, transforme ederler.
Bir başka deyişle onlar, sadece sosyal değişimin nesnesi değil aynı zamanda o değişimi oluşturan
başlıca etkenlerdendir. Yöneticilerinin kararları, genellikle sosyal, ahlaki ve siyasal sonuçlar
içerir. Bu gerçeği iyi kavrayabilmek için bazı üretim ve tüketim süreçlerinin çevre üzerindeki ya
da insanların sağlığı ve güvenliği üzerindeki etkilerini düşünmek yeterlidir.
Teknolojik değişimler için de aynı gözlemler yapılabilir. Bunların yönetim biçimleri
üzerindeki etkileri bir yana; çok önemli yenilikler, toplumsal örgütlenmede, çalışanların davranış
ve eğitimlerinde değişimlere yol açarlar. Ekonomik rasyonelleştirme işlemleri, ilgili
toplulukların istihdam durumuna ve refah düzeyine etki yaparken, bazı mali ve ticari
uygulamalar da zaman zaman ahlaki ve etik sorunlara yol açmaktadırlar. Girişimler, bu tür
sorunlara karşı gittikçe duyarlı olan toplumların gözünde meşruiyetlerini tümüyle ya da kısmen
yitirmemek için karar, yöneliş veya uygulamalarının uyandırabileceği tepkileri önceden görmek
durumundadırlar. Dolayısıyla, bu boyutları yönetim sistemine entegre etmekten ve karar
süreçlerine haklı ya da haksız katılmak, bu sürece paydaş olmak isteyen grupları da söz konusu
süreçlere katmaktan başka çareleri yoktur.
Girişimler, toplum tarafından reddedilmemek ve kınanmamak için, sosyal sorumluluk
taşıdıklarını göstermeli, iyi birer yurttaşlar grubu gibi davranmalıdırlar.
Toplumu etkileyen değişimlerin nesnesi de öznesi de olsalar, şirket yöneticileri
çevrelerindeki sosyal bileşenlerin her biriyle daha sık ilişki kurmak zorundadır. İlişkilerinin alan
ve içeriğini, alışkın olduklarından farklı bir mantıkla donanmış muhataplara karşısında da
genişletmeye yönelmelidirler.
Bu tür dönüşümler yeni ihtiyaçlar getirir. Böyle ilişkileri belirlemek, oluşturmak ve
yönetmek, adı üzerinde, iletişimciye ve halkla ilişkiler uzmanına düştüğünden, mesleğin içeriği
dipden doruğa değişme yolundadır. Burson-Marsteller’in kurucusu ve başkanı Harold Burson,
iletişimcilik mesleğinin dönüşüm sürecinde üç büyük aşama görebilmiştir.
İlk aşamada lobicinin görevi, mesajlarını ifade etme ve ulaştırma yolunda yönlendirme
amacıyla şirket yöneticilerine yardımcı olmaktı. Bu, “katıksız iletişim” ya da “nasıl demeli?”
dönemidir.
Bu dönemde yöneticiler görüşme seanslarının kimlerle yapılacağını ve mesajların
içeriğini bizzat saptamakta, uzmanlara ise sadece bunların formüle edilmesi ve yayılması için
başvurmaktadırlar.
İkinci aşamada iletişim uzmanlarına, girişim yönelişinin gerekçelendirileceği ve
açıklanacağı grupların belirlenmesi amacıyla başvurulmuştur. Bu da, “kime, ne demeli?”
dönemidir.
İletişimci, artık bu aşamada sadece iletişim teknikleri konusundaki becerisiyle yetinemez.
Çünkü iletişimci, buna ek olarak ve öncelikle, toplumsal gerçeği de nesnellik çerçevesinde ve
girişimin kendine biçtiği misyon ışığında izlemek ve yorumlamak durumundadır.
Üçüncü ve son aşamada ise, yöneticiler artık iletişimciden ve halkla ilişkiler uzmanından,
girişimin amacına dolaysız katkıda bulunmasını beklemektedirler. Görev, artık sadece iletmek
değil eyleme katılmaktır. Varmış olduğumuz aşama budur. İletişimci, girişim ortamında oluşan
baskılar ışığında, kendi başına ya da başka uzmanların da işbirliğiyle, - pazardaki payı, kar
düzeyini, hisse değerini, çalışanların verimini artırmak, hükümete etki yapmak, “bunalımı”
aşmak, özetle, büyümeyi ve girişimin geleceğini garantiye almak için- “ne yapmalıyım?”
sorusunun yanıtını yöneticilere temin etme görevi yüklenmiştir.
Girişim ihtiyaçlarının bu üç aşamalı açıklama şeması yoluyla algılanan dönüşümü,
küresel iletişimcilik mesleğinde gerçek bir başkalaşım yaratmıştır. Lobiciliğin işlevi
Amerikalıların Public Affairs olarak niteledikleri tanıma benzemektedir. Sadece ilişkileri
yönetmek değil, bir şirketin tüm toplum katmanlarıyla günden güne oluşturup geliştirmek
durumunda bulunduğu “işler” de, bundan böyle lobicilik mesleğinin işlevleri kapsamına dahil
edilmektedir.
İletişimin bu fonksiyonu girişim ortamını etkileyen değişimlerin baskısıyla farklılaşmak
durumundadır.
Özel girişimin ve iletişim fonksiyonunun geçirdiği tüm değişimleri belirleyip gözden
geçirmeye çalışmak, buradaki konumuz çerçevesinde fazla iddialı, en azından gereksiz olur.
Yine de bu değişimlerin üç kategorisi özel bir dikkat konusu olmalıdır. Bunların birincisi
ekonomi alanını ilgilendirir. İkincisi siyaset ve kamu alanına, sonuncusu da üretime bağlı
risklere ilişkindir.
Ekonomik düzlemde üç olgu ilgi çekmektedir.
Birincisi, mübadele piyasasının küreselleşmesi olgusudur. Söz konusu olgu, mali
piyasalar da dahil olmak üzere tüm piyasalarda rekabetin yoğunlaşmasıyla göze çarpmaktadır.
Bu rekabet, şirketlerin yeniden yapılanma operasyonlarına ve mevcut üretim birimlerinden
bazılarının kısmen ya da tamamen yok edilmesine yol açmaktadır.
Üzerinde durulması uygun olan ikinci olgu, bazı pazarların sanayileşmiş ülkelerin
çoğunda nispi bir doygunluğa ulaşmış olmasıdır. Bu ülkelerin ulaşmış bulundukları gelişmişlik
düzeyi, nüfus artışının düşüklüğü ya da nüfusun yaşlanması dikkate alındığında, gittikçe artan
sayıda ürün ve piyasanın buralarda artık olgunlaşma aşamasına gelmiş bulunduğu görülmektedir.
Bu sektörlerdeki şirketlerin büyüme stratejisi artık, olması gerektiği gibi, sürekli talep artışından
geçmemekte, sektör piyasası içindeki alımlarla gerçekleşmektedir.
Üçüncü ve son olarak da, markaya bağlılığın aşınması, dağıtım ağlarının fabrika sahipleri
ya da üreticiler üzerindeki artan egemenliği ve piyasaların parçalanması, pazarlama strateji ve
tekniklerine değişme zorunluluğu getirmektedir.
Bu üç durumda, iletişim fonksiyonunu, gittikçe daha öncelikli bir rol oynamak için,
farklılaştırmaya yönelmektedir.
Mali piyasalarda gelişen rekabet finans camiasının tüm kesimleriyle sistematik iletişim
programları uygulanmasını gerekli kılar. Hedef, hisse senedinin değerini sürekli olarak en üst
noktasına taşıyabilmektir. Zira yüksek bir değer, olası bir yeni hisse senedi emisyonunun yolunu
açar, senet değişimi yoluyla kontrol olanağı sağlar veya istenmeyen kontrollerin önünü keser.
Hisse senedinin değeri çok sayıda parametreye bağlıdır: şirketin önceki performansları ve orta ve
uzun vadede büyüme potansiyeli; ayrıca stratejisi, güçlü yönleri ve zaafları, yönetim kadrolarını
kalitesi. O halde elverişli programların uygulanması, iletişim görevlilerinin finans analizi
yöntemleri ve mali piyasaların işleyişi konularında yeterli bilgi ile donanmış olmalarını
gerektirmektedir. Bu, aynı görevlilerin, şirketin durumu, stratejisi ve yönelimleriyle içli dışlı
oldukları varsayımını içermektedir. Çünkü iletişim görevlisinin çalışmaları, onun girişimin genel
müdürlüğü ile sıkı işbirliği ve yakın temas içinde olduğu varsayımına dayanmaktadır.
Yeniden yapılanma işlemleri ise, doğaları gereği, girişim ile iş ortakları arasındaki
ilişkilerde dengesizleşme riski kaynağıdırlar. Bu, girişimin hükümetler ve Avrupa Topluluğu
mercileriyle sürdürmekte olduğu ilişkiler için de geçerlidir. Çünkü yeniden yapılanma işlemleri,
rekabet ve birleşmeler ile ilgili resmi düzenlemelere tabidir. Aerospatiale’in, Avrupa Topluluğu
ile Kanadalı firma De Haviland’ı satın alma teşebbüsü aşamasında yaşadığı zorluklar bunun bir
örneğidir.
Yeniden yapılanma işlemlerinin, şirket ile personeli arasındaki ilişkilerin dengesini de
bozabilmesi söz konusudur. Çalışanlar, bu işlemleri, iş güvenliğini veya mevcut örgütlenme
kültürünü ve şirketlerinin benimsenmiş değerlerini tehdit edici bir etken olarak
yorumlayabilirler. Yatırımcı ve hissedarlara gelince, onlar da bir birleşme ya da ayrılma işlemini,
pek çok durumda, bir belirsizlik, karışıklık ve bilinmezlik kaynağı olarak değerlendirirler.
Şirketin yeni kimliği, misyonu ve hedefleri, stratejisi ve büyüme perspektifleri hep yeni yanıtlar
bekleyen soru işaretleridir. Aynı durum dağıtıcılar, bayiler ve tüketiciler için de aşağı yukarı
geçerlidir. Onların da ilk tepkisi, yeni “oluşumun” eskisi ölçüsünde güvenilir olup olmayacağını
ve yeniden yapılanmış şirketin potansiyelinin eskisi ayarında olup olmayacağını sorgulamak
yolundadır.
Bir başka anlatımla, firmanın imgesi, konumlanışı ve yöneticilerinin imajı da dahil bir
dizi karakteristik özelliği, yeniden yapılanma hedeflerinin, yöntemlerinin, tarzının -şirketin hem
içinde hem dışında- uygun biçimde açıklanıp açıklanmamış olmasına bağlı olarak olumlu ya da
olumsuz şekilde etkilenecektir.
Her yeniden yapılanmanın mimarı girişimin başındaki kişi olacağına göre, “yeniden
yapılanmış” girişimin yeni konumlanışı bağlamında onun görevi de yeniden tanımlanmalıdır. Bu
işlem de, yine, iletişim sorumlularının üst yönetimle sıkı bir işbirliği içine girmesini gerektirir.
İletişim görevinin sahibi, stratejik kararların alınma ve şirketin yeni vizyonunun
oluşturulma sürecine daha da çok katılma durumunda bulunmalıdır.
Ekonomi konusunda, son olarak, bazı başkalaşımların ürünlerin pazarlanma biçimini de
etkilediği belirtilmelidir. Bunlar, reklama tahsis edilmiş kaynakların promosyon işlemlerine,
komanditlere ve özel düzenlemelere doğru kaydırılması gibi farklılaşmalardır. Amerika’da,
promosyon ve komanditlere ayrılan harcamalar, artık reklama tahsis edilmiş olanların üç katıdır.
Bu değişiklikler, şirketin sosyal bir varlık olarak profil ve imajının öne çıkarılması
anlamındaki şirket pazarlamasında somutlaşır. Böyle bir dönüşüm, özel sektörü bütünüyle daha
çok sanat ve kültür, eğitim ve geliştirme, sağlık ve topluluk etkinlikleri gibi sektörlere girmeye
yöneltmektedir. Girişimin iç bünyesinde ise, pazarlama ve iletişim fonksiyonlarının karşılıklı
bağımlılık ve iç içeliği; ayrıca kurumsal ve şirkete ilişkin mesajlarla marka reklamına dönük
mesajların birbiriyle örtüşür olması olguları ortaya çıkmaktadır.
Değişimler, ayrıca, girişimin sosyopolitik ortamının diğer sektörlerini, özellikle de kamu
politikalarının oluşturulma sürecine ilişkin olanlarını ve bunun dışında çağdaş toplumların
işleyişine bağlı risklerin halk gözündeki algısını ilgilendirmektedir. Örnek olarak ele alınan bu
iki durum, özellikle iletişimcinin işlevini etkilemektedir.
Kuruluşların da, kamu politikalarının oluşturulma ve karar süreçlerinin de, siyasal
düzlemde kabuk değiştirmelerine tanık olunmaktadır. Ulusal erklerin ya da Avrupa
Topluluğu’nun şirketlere empoze ettiği yasakların, yönetmeliklerin ve düzenlemelerin gittikçe
daha önemli bir kesimi yasamanın faaliyetinden değil, idarenin yönetmelik, karar, talimatname
veya yorumlamaları biçiminde yürütmenin tasarrufundan kaynaklanmaktadır. Yargı ve muhtelif
mahkemeler, özellikle Avrupa düzeyinde, kamu politikalarının oluşturulmasına katkıda
bulunmaya artan bir sıklıkla yönlendirilmektedir. Yargı yetkililerince yapılan yorumlar bazı
çevrelerde yargıçlar iktidarı korkusu dahi uyandırmaktadır. Nihayet şu da saptanmaktadır ki,
kamu politikalarının oluşturulma süreci, aynı anda hem daha geniş bir açılıma hem de danışma
yoluyla grupların daha kapsamlı katılımına doğru yol almaktadır.
Böyle süreçler, ilgili taraflara kendi çıkarlarını lobi faaliyeti yoluyla öne çıkarma
olanaklarını bolca sunarlar. Ambalajlar ve kaplar konusunda Antoine Ribaud başkanlığında
yürütülmüş bulunan istişareler bunun bir örneğidir.
Tütün gibi başka bazı sektörlerde ise, bunun tersine karar süreçlerinde Fransa’da hiçbir
istişare yapılmamıştır. Böyle bir durumda şirket, görüşünü geçerli kılmak için doğrudan doğruya
yürütme nezdinde girişimde bulunmalıdır.
Demek oluyor ki şirket de, tıpkı başka örgütler gibi, kamu yönetimi nezdinde müdahalede
bulunur. Koşullara ve izlediği hedeflere göre, bazen içinde bulunduğu baskı gruplarını, bazen
kendi olanaklarını veya uzmanların hizmetlerini, bazen de her ikisini birden kullanarak
çıkarlarını kollayacaktır. Girişimlerin lobicilik strateji ve taktikleri aslında nadiren değişmezdir.
Bunlar gözden geçirilebilir olup çok sayıda parametreye bağlıdırlar.
İletişimci böylece aynı zamanda lobici olmaktadır: Kamuya ve şirket iletişimine ilişkin
sorumlulukları arasında mükemmel bir uyum bulunmalıdır. Lobici, Fransa’da ara sıra öne
sürülebildiği gibi, sadece dolu bir adres defteriyle çalışan biri değildir. 1992 başlarındaki Avrupa
lobiciliği bunu pekala kanıtlıyor. “Enarklar Cumhuriyeti” sona ermekteyken yapıcı bir
dengeleyici güç olarak lobicilik de kamusallaşıyor. Ç.N.*2 Temel girdileri Amerika’nın en iyi
üniversitelerinde edinilen lobicilik komple bir meslektir. Fransa’da da benzer bir etkin eğitim
beklentisi vardır; ancak şimdilik böyle bir eğitim henüz emekleme dönemindedir. Sadece
Sorbonne’da CELSA, IEP ve başka birkaç kurum lobicilik dersleri vermektedir.
Lobicinin bir şirket bünyesindeki sorumlulukları, pazarlama, finans veya başka bir bölüm
müdürününki ile aynıdır. Buradaki değişken, şirketin stratejisini oluştururken dikkate alacağı
etkenlerdir. Şirketin kamu yönetimi ile ilişkileri iyi tanınmalı ve stratejik plana, diğer
fonksiyonları gibi entegre edilmelidir.
Hem yeni müdahalelere yandaş olanlar hem de bunun karşıtları açısından stratejiler ve
seferber edilen olanaklar incelenmelidir. Bu yapıldığında iletişim fonksiyonunun rolü, çok yönlü
ve çok branşa dayalı karakteri ve de çalışmalarının şirketin performansı üzerindeki etkileri ortaya
çıkmaktadır.
Üretim işlemleriyle bağlantılı riskler ele alındığında, 1980’li yıllarda geri planda kalmış
olan ekolojik endişelerin hızla öne çıktığına tanık olunuyor. Artan tehlikelere maruz bir
toplumda doğal çevremizin daha iyi korunması gereği gittikçe önem kazanıyor. Halkın bu
alanda bilinç edindiği olgusu öncelikle Birleşik Devletler’de ortaya çıkmıştır. Birçok eyalette
toplulukların karşı karşıya kalabilecekleri riskleri bilme haklarına ilişkin düzenlemeler bunun
kanıtıdır. Şu sırada Avrupa Topluluğu’nun gündeminde bulunan ekolojik denetim benzer bir
yaklaşım örneğidir.
Bu çerçevede, öncelikle Topluluk üyelerinin şirketlere bakışlarını değerlendirmek ve
buna dayanarak da, ikinci aşamada duruma uygun iletişim programları oluşturmak yine
“kamusal yönü” ile iletişimin görevidir.
Bu değerlendirmelerin ve söz konusu programların temel anlayışı, sosyologların,
psikologların ve benzer alanların uzmanlarının risk algılamasına ilişkin araştırmalarından
türetilmiş yöntemlere dayalıdır. Bu çalışmalar, ortaya, kamuoyunun karşı karşıya bulunduğu
riskleri algılamasına ilişkin iki parametreyi çıkarmaktadır. Halk, kontrolü altında bulunan, başka
bir deyişle üstlenip üstlenmeme kararını bizzat vereceği riski daima azımsayacaktır.
İkinci parametre ise, halkın, riskin sonuçlarının bilincine net biçimde varmak için onu
alışkın olduğu unsurlardan hareketle değerlendirme, ölçme, bir anlamda görünür kılma yetisine
ilişkindir. Örneğin, soğuk algınlığı, bir kişi için geçmişinden bildiği ve yüksek ölçüde alışkın
olduğu bir olaydır. Bu yüzden o, soğuk algınlığına bağlı riskleri azımsama eğiliminde olacaktır.
Ortamla bağlantılı risklerin iletişiminde işin özü, derinlemesine araştırmalar sonucunda
belirlenmiş bu iki parametreye dayalıdır. Bu örnek, girişim ortamındaki değişimlerin,
iletişimcinin kullanma durumunda bulunduğu karmaşık teknikler üzerindeki etkisini sergiler.
Ortamdaki değişimlerin kamu görevi üzerindeki etkileri konusunda neler söylenebilir?
Öncelikle, daha önce de belirttiğimiz üzere, bu değişimler, lobicilerin işlevi ile şirket
bünyesindeki diğer işlerin artan biçimde iç içe geçmesi ile somut olarak ortaya çıkar. Bir şirketin
iletişim bağlamında girişebileceği muhtelif operasyonları ele alalım. Bu işlevleri klasik bir şirket
organizasyon tablosu içinde ilgili oldukları bölümlere dağıttığımız takdirde, şirketin her bir
köşesinin bunlardan nasibini alacağı saptanacaktır. Böyle bir olgu, eşgüdüm örgütlemesinde
sorun yaratmaksızın gelişemez. Hedef kitle ne olursa olsun önceliği girişimin müdahalelerindeki
ve imajındaki türdeşliğe ve tutarlılığa veren tüm uzmanlar, bu noktada, iletişimci-lobici işlevinin
merkezileştirilmesi lehinde argümanlar bulacaktır.
İkinci olarak, iletişim, yöntemlerini değiştirmeye ve şirketin global stratejisinin
hazırlanma ve uygulanma sürecinin bütününe, her zamandan da fazla, girip yayılmaya
yönelmektedir. Amerikalı şirket stratejisi bilgesi Porter, strateji hazırlamada dikkate alınacak
belli başlı faktörleri belirlerken, kamu politikalarında vücut buldukları biçimiyle toplumsal
taleplerin, sosyal değerlerin ve grup davranışlarının dikkate alınacak başlıca dört faktörden birini
oluşturduğunu öne sürer. İletişim planının, daha sonra da plandan kaynaklanan mesaj ve
eylemlerin hazırlanmasında izlenen yol, girişimin misyonuyla, stratejisiyle ve şirket olarak
hedefleriyle sıkı sıkıya bağlantılı olmalıdır.
İletişim, bir yandan girişim ile toplum arasındaki büyüyen etkileşimin bütün boyutlarıyla
ilgilenmesi, diğer yandan da girişim ortamını oluşturan tüm kesimlerin –şirketin kendisine,
ürünlerine ya da tavır alışlarına ilişkin olarak- aynı mesajlara ulaşıp aynı mesajları işitip
anlamalarına dikkat göstermesi dolayısıyla, bizzat stratejik bir fonksiyona dönüşmektedir.
Üçüncü ve son olarak da, iletişim işlevine ait sorumlulukların kullanılması, bunları
üstlenenlerin nihai karar merkezine daha da yakınlaşmasını gerektirir. Böylece bunlar,
Galbraith’in, girişimin “teknostrüktürü” diye adlandırdığı şirket çekirdeğinin ayrılmaz bir parçası
olacaklardır. Bu dönüşüm, söz konusu işlev sahiplerinin, firmanın genel yönelişlerinden haberdar
olma ve işleyiş ve yönetim hakkında ayrıntılı bilgi edinme zorunluluklarını karşılamaktadır.
Girişimin sosyo-politik ve sosyo-ekonomik ortamındaki bazı güncel hareketlerin analizi
lobicinin de çok işlevli olması gereğini ortaya koymaktadır.
Lobicinin çevre koşullarını etkileyen başkalaşımlar, onun gittikçe daha çok iletişime,
reklamcılığa, pazarlamaya, ama bu arada siyaset bilimine, hukuka, maliyeciliğe, iktisada,
sosyolojiye ve psikolojiye de başvurmasını zorunlu kılıyor.
Lobicilik mesleği, diplomasiye yatkınlık, kültür ve değer farklılıklarına geniş bakabilme
yetisi de gerektiriyor.
İşte iletişim meslekleri de bu yönüyle hareketlenmekte ve derinlemesine değişmektedir.
Lobicilik mesleği, yasal düzenlemeler yoluyla titizlikle kuşatılmalı ve örnek bir etik
anlayışla desteklenmelidir.
BAHİS 3
LOBİCİLİK VE ETİK
“Daima yurttaş ve yasa koyucu imiş gibi davran”
Emmanuel Kant
Siyasal partilerin finansmanı uzun süredir tartışma konusudur. İş dünyası göstermiştir ki,
bu sorun halen olduğu gibi durmaktadır. Politikanın finansmanına ilişkin bir deontoloji (ödev
bilgisi) yaratmak ve yoldan çıkılmasından sakınmak için oluşturulmuş yeni kurallar, lobicinin
demokrasinin işleyişi içinde oynayabileceği role bağlıdır. Gerçekten de, siyasal rekabet ancak
özgür, eşit ve samimi ise demokratiktir. 8
Siyasal kampanyaların maliyetlerindeki artış, ölçüsüz harcamalar, parti kasalarının
saydamlıktan uzak kalması, kamu yönetimini finansmanın düzenlenmesi ve saydamlığın
geçerlilik edinmesi için özel bir prosedür oluşturmaya yöneltmişti. Söz konusu olan, siyaset
dünyasının kamuoyu gözündeki inanılırlığı idi. Bu düzenlemeler, dünyada, 1960’lı yıllardan beri
vardır.9 Sık sık elden geçirilip yeniden düzenlenen bu hükümler partileri inanılırlığa kavuşturmuş
ve adaylara da şans eşitliği sağlamış, ayrıca tam anlamıyla bir saydamlık getirmiştir.10
Fransa’da, 1971 ile 1988 arasında, parlamentoya otuza yakın yasa taslağı ve önerisi
sunulmuştu. Ne var ki, Fransız hukukunun gerekli yasal düzenlemelere kavuşması için 11 Mart
1988 (finansal saydamlık), 15 Ocak 1990 (seçim harcamalarının sınırlandırılması) ve 10 Mayıs
1990 (seçim kampanyalarının finansmanı) tarihli yasaları beklemek gerekti.
Milletvekillerinin kovuşturulmasını engelleyen af kamuoyu tarafından çok kötü
karşılandı. 1988 başkanlık seçimlerinde, adaylar aşağıdaki tutarları harcadıklarını beyan ettiler:
François MITTERRAND: 99 842 170 F
Jacques CHIRAC: 95 984 005 F
Raymond BARRE: 64 145 185,29 F
Jean-Marie Le-PEN: 36 506 312,74 F
André LAJOINIE: 33 345 146 F
Antoine WAECHTER: 6 898 709 F
Lobici, kamu yönetimiyle arasındaki etkileşim sayesinde demokratikleşme sürecine, özel
finansman kaynaklarının ve harcama kelemlerinin saydamlaşmasına katılır. Üstelik bugün için
lobiciliğin mesleki ahlak kodları düzenlenmediğinden, lobici mevcut yasa hükümleriyle bağlıdır.
Bir adaya verilen bağışlar, tüzel kişi için 50 000 F ile sınırlı olmak üzere 30 000 Franklık
tutarı hiçbir halde aşamaz. Bu sınırlar, kuşkusuz ki, siyasal partiler için geçerli olmayıp onlar
kendi adaylarını istedikleri gibi finanse edebilirler. 1 000 F tutarını aşan bağışlar çek yoluyla
ödenmelidir. Yabancı bir devletten, yabancı uyruklu tüzel kişilerden, kumarhanelerden bağış
kabul edilmesi kesinlikle yasaktır. Karşı gelme halinde yasa bir dizi denetim ve yaptırım (para,
ceza ve siyasal) öngörmüştür. Her parti açık ve güncellenmiş bir kampanya hesap defteri
8
Jean-Claude MASCLET, Les règles du financement des partis politiques “Problèmes Politiques et Sociaux”, no.
667-668, Kasım 1991, s. 2)
9
İsveç ve Danimarka 1966’da, Federal Almanya 1967’de, Finlandiya 1969’da, İtalya ve Birleşik Devletler 1974’te,
Avusturya 1975’de, Portekiz 1976’da, Quebec 1977’de, Yunanistan 1984’te, İspanya 1985’de, Belçika 1985 ve
1989’da, Fransa 1988 ve 1990’da.)
10
Yves-Marie DOUBLET, Le financement de la vie politique, Paris, Presses Universitaires de France, Collection
Que Sais-je?, no. 2550, s. 3-5)
tutmakla yükümlüdür. Tüm milletvekilleri ve hükümet üyeleri bir malvarlığı bildirimi
vereceklerdir.
Bu bildirimi, parlamenterler seçildikleri günden itibaren on beş gün içinde Parlamentoya
(Millet Meclisi veya Senato) sunacaklardır. Bakanlar ve yürütme fonksiyonu üstlenmiş olan
seçilmişler ise bildirimlerini Commission Nationale des Comptes de Campagne et de
Financement Politique‘na Ç.N.*3 vermekle yükümlüdürler.
Diğer ülkelerin yasal düzenlemeleri de, Fransa’nınkilere benzer biçimde tasarlama, basım
ve postalama masrafları üstlenir. Birleşik Krallık seçim kampanyalarında finansal eşitliği
güvenceye almış olan ilk ülkedir.
Birleşik Devletler’de, 15 Ekim 1974 tarihli federal kampanyalara ilişkin yasa11 yüksek
mahkemenin “Buckley vs Valeo” kararından sonra12 11 Mart 1976 tarihli yasa ile değişikliğe
uğratılmış ve daha sonra yine değiştirilmiştir. Söz konusu yasa iki unsur içerir:
birincisi federal düzeydeki seçim kampanyalarının tümüyle ilgili olup iki fikirde
odaklanır: kaynak ve harcamaların saydamlığı ve finansal katkıların
sınırlanması;
ikincisi başkanlık seçimiyle ilgilidir (harcamaların sınırlanmasıyla birlikte kamu
finansmanı).
Siyasal amaçlı finansman, hiçbir zaman Birleşik Devletler’deki kadar reklam konusu
olmamıştır. PAC’ler (Political Action Committee) Ç.N.*4 bir davayı veya bir partiyi finansal
açıdan desteklemek üzere kurulmuş organizmalardır. Bunlar İkinci Dünya Savaşı sırasında,
Kongre sendikalara kendi kaynaklarını siyasal amaçlar için kullanmalarını yasakladığı zaman
kurulmuşlardı. CIO sendikası13 bu yasağı delmek için, 1943’te, ilk siyasal eylem komitesini
kurmuştu. Fakat bu PAC’ler ancak 1970’li yıllarda gerçekten geliştiler. Birleşik Devletler’de
kişisel bağışlar aday başına 1 000 doları geçemez ve bir yıllık tavan 25 000 dolardır. Kolektif
eylem söz konusu olunca, PAC’ler aday başına 5 000 dolar harcayabilirler; üstelik harcamaların
toplamına bir sınır getirilmemiştir. 1988’de, federal sicilde 4200 PAC kayıtlıydı. 1987-88
seçimlerinde, Temsilciler Meclisi adaylarının seçim harcamalarının %40’ı, senatör adaylarının
harcamalarının da %22’si buradan kaynaklanmıştı. Saptanabileceği üzere PAC, işleyişini iyi
kavramış bir lobicinin elinde çok önemli bir silaha dönüşebilir.
Her çıkar grubunun, hekimlerin, sendikaların, pilotların, büyük şirketlerin kendi PAC’leri
bulunur.
İki tür PAC vardır. Uydu PAC denen ve siyasal eyleme hizmet eden ve özerk kasaya
sahip olan PAC; bağımsız ve halktan para toplama hakkına sahip PAC. Bunlar, dolaysız olarak
(adayların harcamaları) veya münferit harcamalar bağlamında dolaylı olarak girişimde
bulunabilirler.14
Lobici her ülkenin, etik zorunluluklarını ve sınırlamalarını önceden bilmek ve anlamak
durumundadır.15 Lobici, belki bir gün ilgileneceği bir girişimin etik zorunluluk ve sınırlamalarını
da anlamak durumundadır. Çıkar çelişkilerini bu sayede daha iyi kavrayabilecektir.16 Çalışma,
ancak bu şekilde yararlı ve değer artırıcı nitelikte algılanacaktır. Lobicilik ile parayı, kötüleyici
anlamda bir arada düşünmekten vazgeçme zamanı çoktan gelmiştir.
11
Federal Election Campaign Act)
Bu karar, adayların kendi özel fonlarından yaptıkları harcamaları sınırlayan düzenlemenin anayasaya aykırı
olduğuna hükmetmiştir)
13
Congress of Industrial Organizations)
14
1986’da, dolaysız katkılar 139 391 000 dolar (Kongre adayları), dolaylı olanlar da 8 668 000 dolar tutuyordu.)
15
Tom BEAUCHAMP & Norman E. BOWE, Ethical Theory and Business, Prentice Hall, New Jersey, 1983
yapıtını okuyunuz.)
16
Bu bağlamda, eğer varsa şirketlerin davranış kodlarını esas almak uygun olur. Fransız girişimleri, Peugeot
örneğinde olduğu gibi, gittikçe daha sıklıkla bu yola başvurmaktadırlar.)
12
BAHİS 4
LOBİCİYE KİM İHTİYAÇ DUYAR ?
“Güçlükleri yok etmekte usta olan onları
daha baş göstermeden yok eder.
Düşmanlarını yenmekte usta olan onları
henüz tehditleri somutlaşmadan yener.”
Sun Tzu
Lobicilik faaliyetlerini ilk kullananlar, hiç tartışmasız, özel girişimler, baskı grupları,
hükümetlerdir. Bunlardan birinciler ikincilerin oluşmasına yol açmış, onlar da üçüncüleri
etkileme çabasına girmişlerdir. Bu etkileşim halindeki üç unsurdan oluşan denklem, demokratik
dengelerin sürdürülmesi açısından yaşamsaldır. Lobici, profesyonel bir aracı olarak, girişimlerin
parçası olan sorunları kavramalı ve onları, kamu yönetimi nezdinde görevli baskı gruplarını
oluşturmadan önce özümsemelidir. Ancak, lobicinin eylemi, bu şemanın da ötesinde, sosyal ve
profesyonel talepler gibi daha geniş bir alana kadar da uzanabilir. Lobici, girişim bünyesindeki
faaliyetleri çerçevesinde, yaratıcı bir anlayışla hareket etmeli ve girişim lehine yapacağı
müdahaleyi, sorunların henüz belirme aşamasında olduğu alanlara taşımalıdır.
Örneğin, bir tütün şirketini temsil eden lobici, girişimini gerçek bir toplumsal etken veya
aktif bir “tüzel yurttaş” gibi gösterebilecek bir dinamik yaratmak için, tartışmayı kamu sağlığı
alanının dışında oluşturmalıdır.
Girişim için bu tip programlar ancak belirli koşullarda optimal etkinliğe ulaşıp başarılı
olabilirler. Bunun için lobicilik eylemine, aktif bir teknolojik gözlem sürecinin sinyallerine bağlı
olarak yeterince erken başlanmış olmalıdır. Aktif gözlemi gerçekleştiren birim, girişimin
danışmanlarınca geliştirilmiş ve ayrılmaz bir parçası olup lobicilik mesleğinin de vazgeçilmez
bir aracıdır.
Lobicilik ofislerince kazanılmış başarı örnekleri olarak, uluslararası lobicilik ajansı
Market Access Europe S.A.’nın yürüttüğü eylemleri zikretmek gerekir. Bu ajans, büyük bir
İngiliz tüketim malları şirketi lehine yürüttüğü eylem çerçevesinde, Brüksel’de, söz konusu
şirketin ürünlerini tehdit eden bir talimatnamenin içeriğini değiştirtmeyi başarmıştır. Yine aynı
ajans, bu kez Avrupa’nın bankacılığa ilişkin yasası bağlamında, doğrudan Avrupa Komisyonu
üzerinde baskı kurarak, ortak pazarın bankacılık çevrelerinin korunması için gereken
değişiklikleri yaptırtmıştır. Benzerleri çok olan bu iki örnek, ekonomik faaliyet gösteren tüm
sektörlerin günün birinde lobiciye çağrı yapmaya yönelebileceğini gösteriyor. Gerçekten de, tüm
girişimler, örgütler veya baskı grupları mesajlarını politika dünyasına ve sosyoekonomik
çevrelere iletme ya da ilettirme ihtiyacı duyacaktır: lobicilik, bu ihtiyaca etkinlikle cevap vermek
için zorunlu araçtır.
Fransa’da, girişimlerin lobiciliğe karşı kuşkuyla bakmaları üzüntü vericidir. Lobici
Fransa’da, bu kuşkucu yaklaşım yüzünden, önceden hareket etme ve olacakları önleme olanağı
bulamadan ancak kriz durumunda müdahale edebiliyor.
Bu güvensizlik aslında girişimlere de pahalıya patlar. Çünkü lobicinin uzun süreli ve
uzun vadeli çalışması kriz anındaki bir operasyondan daha düşük maliyetlidir ve girişimin
sağlam ve pekiştirilmiş bir şirket imajı oluşturmasına olanak verir.(“Lobicilik ve kriz yönetimi”
bahsine bakınız.)
Girişimin sıklıkla karşılaştığı sorun lobiciyi bünyesine entegre edip etmemesi hususudur.
Gördük ki, böyle bir bütünleşme kaçınılmaz ve stratejik açıdan zorunludur. Buna karşılık, yeni
kurulacak böyle bir bölümün girişim dışındaki lobicilerle karşılıklı ilişki sürdürmesi uygundur.
Çünkü bazı durumlarda girişim, bizzat müdahale yapmak yerine bazı dosyalarla dışarıdan
lobicilerin ilgilenmesini tercih edebilir. Böyle bir mekanizmanın iyi işlemesinin tek koşulu, her
iki tarafın profesyonelce anlayışıdır.
Bugün lobiciliğin girişime entegre edilmesi zorunlu olan sektörlerden biri silah
sanayiidir. Kriz içindeki bu sektör, kurtuluşunu ülkeler arası askeri işbirliği anlaşmalarına
borçludur. Piyasa edinmek gittikçe güçleşmektedir. Birleşik devletler gibi ülkeler, bu alanda çok
iyi korudukları Monroe doktrini uyarınca, sınırlarını her türlü yabancı ürüne kapatmakta tereddüt
etmemektedirler.17 Girişime entegre ve yurt dışında yerleşik bir lobicilik, örneğin Fransız
şirketleri için, stratejik kararların alındığı merkez olan Vaşington’da mevcut bir lobi faaliyeti, bu
tür problemlerin çözümüdür. Lobicilik, örneğin Britanya şirketlerinin 1981 “torpil” rekabetinden
(Torpil Mk24 Tigerfish mod O) galip çıkmasını sağlamıştır. Gerçekten de, Britanya Savunma
Bakanlığı ile Başbakanlık arasındaki görüş ayrılıklarını kullanarak, sonuçları pek de kesin
olmayan pahalı bir askeri programa verdiği destek konusunda Başbakan’a özgüven sağlayan da
lobi kampanyasıdır. 18
Lobiciliğin girişimle doğru bütünleştirilmesi için, hem lobici mesleğinin hem de girişimin
omuzlarındaki yükü ve yapısal zorunlulukları anlamak gerekir.
LOBİCİLİĞİ GİRİŞİMLERE SOKMAK VE YAPILANDIRMAK
Kamu yönetimi ile ilişkiler kavramının, girişimin strateji planı ile bütünleştirilmesi
önceliklidir, esastır. Bununla ilgilenen bölüme, Amerika’da, Corporate Affairs derler. Bu bölüm,
girişimin kriz yönetimini, lobiciliğini ve şirket iletişimini ve mali işlerini bünyesinde toplar.
Bölümün çok yönlü ve çok işlevli yöneticisi, aynı zamanda bir pazarlama müdürü kadar
profesyonel olmalıdır.
Bu bölümü girişimle bütünleştirmek için söz konusu bölümün, ilgilenilmesi gereken her
hangi bir tartışma ve problem çıktığı anda hazır bulunması zorunludur. 19
Problemin analiz süreci aşağıdaki şemadaki gibi görselleştirilebilir:
Eyleme
geçilme
Kodlaştırılma
17
Ortaya çıkma
Tartışılma
Avrupalılar’ın, özgür değişimi etkinlikle korumaya yönelik uluslararası anlaşmalar yapmak yerine, Amerikalılar
ile aynı yöntemlere (Amerikan ticaret yasasının 201. ve 301. maddelerinin Avrupa eşdeğeri) başvurmaları üzüntü
vericidir.)
18
Market Access International Ltd.’in Defence Research Unit birimi tarafından yönetilmiş lobicilik kampanyası. Bu
konuda bakınız: The Politics of British Defence Procurement, Market Access International Ltd, Londra, 1989)
19
Bakınız: Frank J. FARNEL, Le Lobbying: un Management en constante évolution, “Revue de la Recherche
Juridique, Droit Prospectif”, Presses Universitaires d’Aix-Marseille, 1993-1, s. 273-283)
Problem, ortaya çıktıktan sonra aşağıya doğru yönlenerek açıkça tartışılma aşamasına
girer. Daha sonra kodlara dökülerek, daha iyi kavranır ve en son aşamada da yaptırıma bağlı bir
düzenleme ile son bulur. Süreç yeniden kendiliğinden başlar.
Böyle bir şemayı aslına uygun biçimde izlemek için bir girişimin, daha yasama aşaması
taslak halinde iken ve kamuoyu haberdar olmadan harekete geçebilecek bir aktif teknolojik
izleme sistemi (“Active monitoring system”) geliştirmesi lazımdır. Kamuoyu kendini
parlamento, siyasal partiler, bakanlıklar, meslek birlikleri, üniversiteler, araştırma kurumları vb
aracılığıyla ifade eder. Eğer lobici bu etkili bilgi kaynaklarına kulak vermezse, sonuç olumsuz
olacaktır.
Avrupa’da da bulunması gereken şema budur: ürünlere ilişkin teknik talep ve pazarın
parçalanması bağlamında Avrupa piyasası da bölünmüştür.
Şirket, yeniden yapılandıktan sonra, Avrupa piyasasına nüfuz etme potansiyelini optimize
etmek için yeni stratejiler benimsemelidir. Pazarın parçalanmasıyla, girişim birimlerinin
parçalanmasına dönük eski anlayış da unutulmaya terk edilmelidir.
Avrupa’da da bulunması gereken şema budur: ürünlere ilişkin teknik talep ve pazarın
parçalanması bağlamında Avrupa piyasası da bölünmüştür.
Şirket, yeniden yapılandıktan sonra, Avrupa piyasasına nüfuz etme potansiyelini optimize
etmek için yeni stratejiler benimsemelidir. Pazarın parçalanmasıyla, girişim birimlerinin
parçalanmasına dönük eski anlayış da unutulmaya terk edilmelidir. Avrupa piyasasında iddialı
olacak girişim, hükümetler karşısında gerçek bir güce sahip olmak için etkili bir ittifak ağı
oluşturmak durumunda olacaktır.
Avrupa ekonomilerinin ticari yasal düzenleme ve rekabet açısında güçlendirilme süreci
Public Affairs programlarına ait teknolojik gözleme yoluyla izlenmelidir. Sendikaları ve diğer
sosyal partnerleri, birleşmiş bir Avrupa perspektifinde bir araya getirme çabalarına karşın,
teknolojik gözleme programının esas itibariyle özel girişim eliyle yönetildiği gerçeğini kabul
etmek gerekir. Çok önemli bir uluslararası Amerikan şirketine göre20 “politikacılar, Avrupa iç
piyasası programında girişimler tarafından kullanılıp yönlendirilebilecek bir şey yaratmışlardır.
İş çevreleri tek pazar ilkesini kabul ettikleri anda süreç durdurulamaz hale gelmiştir”.
20
The 1993 Company, Corporate Strategies for Europe’s Single Market, Business International.),
BAHİS 5
LOBİCİLİK VE AET: BRÜKSEL VE STRASBOURG
Latin ve Napolyon kültürünün direkt mirasçısı olan Fransız kültürü, merkeziyetçi,
hiyerarşik ve yarı askeri yaklaşımı ile, Brüksel kültürünün yüz seksen derece karşısındadır.
Brüksel’de süreçlerin daha uzlaşmaya dayalı olmasına karşın Fransız girişimleri, Brüksel’deki
lobi faaliyetlerinde, yine ulusal kalıplara göre tutum takınmaya eğilimlidir.
Örneğin Fransa’da, Brüksel’de olanın aksine, yukarıdan yapılan müdahalenin bazı
problemleri yok edeceği ve ilgili bölümler üzerinde otomatikman etki yapacağı düşünülür.
Oysa Brüksel, Kongre’si bulunmayan bir Vaşington’dur. Lobici orada randevularını
kolaylıkla elde edebilir; çünkü bu Avrupalı karar vericiler için olağan bir olaydır; oysa Fransızlar
için bu, son yıllarda biraz ilerleme kaydedilmiş olsa dahi, olağan değildir.
Burada üstesinden gelinmesi gereken bir yaklaşım vardır. Çünkü bu olumsuz tutum
Fransız girişimleri ile Brüksel yöneticileri arasında bir karşılıklı güvensizlik ortamı oluşmasına
yol açmaktadır.
Fransız lobiciliğinin Amerikan lobiciliği karşısındaki otuz beş yıllık gecikmişliği, aslında
Fransız girişimcilerini, hem daha da geride kalmamak hem de Avrupa’da önder rolü oynamak
için, tam tersine daha da ikna edici olmaya yöneltmelidir.
Girişimle bütünleşmiş olsunlar ya da olmasınlar, lobiciler, AET’nin ve diğer ülkelerin
işleyişlerindeki temel ilkeleri gayet iyi bilmek durumundadırlar.
Strasburg ve Brüksel, günümüzde Vaşington’unkine eşdeğer birer çekim gücüne
sahiptir.21 Bu nedenle, her sektöre ilişkin olarak hızla çoğalan yasa ve diğer düzenleme
metinlerine karşı çıkarlarını korumak için buralarda bizzat bulunmak kaçınılmazdır.
Jacques Delors’un 6 Temmuz 1988 tarihli açıklamasından sonra, gerçek bir lobicinin,
girişimlerin ticari ortam ve koşullarını belirleyecek politikaları etkilemek için, Avrupa Topluluğu
süreçlerine mükemmelen hakim olma zorunluluğu vardır.
Yeni AT düzenlemesi farklı yönlere sahiptir. Müzakere süresi kısalmıştır; kararlar daha
kısa sürede alınmaktadır. Avrupa bakanlar Konseyi’nin yetkileri artırılmış olup bir üye ülke
ortak bir önlemi tek başına bloke edememektedir.
Devlet tekelleri artık özelleştirilmekte ve Doğu Bloku’ndaki altüst oluşlar tüm stratejileri
transformasyona uğratmaktadır.
Bu yeni demokratik değişim ortamında lobici, Parlamento ve çalışma komisyonları
nezdinde, önemli bir katalizör rolü oynayabilir. Parlamentere, ilaç fiyatları, tehlikeli atıklar veya
alkollü içki üzerinden alınan vergiler gibi çok değişik alanlarda ulaşamayacağı bilgileri sunabilir.
Entegre çalışsın ya da çalışmasın, lobici, Avrupa Komisyonu veya Avrupa Parlamentosu
nezdinde çıkarlarını temsil ettiği girişimin iletişim stratejisini koordine eder.
Şu anda yirmi kadar Fransız girişimi Avrupa kurumları nezdinde düzenli lobicilik
faaliyetinden yararlanmaktadır (karşılaştırma yaparsak, aynı durumdaki Alman girişimlerinin
sayısı bunun iki katıdır). Amerikan tarzı lobiciliğin, Avrupa’da, ancak 1980’li yılların sonunda
etkinlikle uygulanmaya başladığı bir gerçektir. Bu çok aktif Fransız girişimlerinin genel olarak
Brüksel’de bir temsilcilikleri vardır. Diğer bir kesimi ise Paris’te kalıp Brüksel’e gidip gelmekle
yetinmektedir. Lobicilikte uzmanlaşmış kadrolar çoğunlukla “uluslararası” görevlerden
gelmektedir. Ancak hepsi de iletişim sektörüne bağlanmış değildir. Bu ise söz konusu girişim
için gerçek bir handikaptır. Çünkü lobiciler siyasal ve yönetsel karar vericilere en kolay biçimde
ancak “lobicilik” yoluyla ulaşabilir ve onları girişimin sorunları ve çıkarları konusunda
21
bakınız Neil NUGENT, The Government and Politics of the European Community, Duke University Pres,
Durham, 1989.)
bilinçlendirebilir. Bu taktik seçimi yapmamış olan girişimler, uzun vadeli stratejilerinin
başarısını da riske sokmaktadırlar. Girişime uygun bir yasa tasarısı düşünelim. Tasarının bu
haliyle ya da az bir değişiklikle yasalaşmasını güvenceye almak lazımdır.
Girişim, iletişim sektörü içindeki lobicisinin söz konusu metni en kısa zamanda
belirlemesi sayesinde başarı şansını ölçüp değerlendirecek ve müdahale kararını doğru zamanda
alabilecektir. Üstelik Fransız meslek birlikleri de yıllardır Brüksel’de yerleşiktirler. Örneğin
CNPF Ç.N.*5 Brüksel’de bir daimi temsilcilik açmıştır ve Fransız iş dünyasının Topluluk
tartışmalarının içindeki yerini güçlendiren bir bülten yayımlamaktadır. Bu tablo içerisinde bazı
Fransız bölgelerinin Brüksel’deki sürekli mevcudiyetini de unutmamalıdır. Onlar da hoş bir
“vitrin” oluşturarak yabancı yatırımcıları çekmeyi amaçlamaktadırlar. Ayrıca, PME-PMI Ç.N.*6
adına bir tür enformasyon merkezi rolü oynayarak bölge girişimcilerine etkili bir yardım
sağlamaktadırlar.
Fransızlar lobiciliğe az mı yatkındırlar?22 Kuşkusuz ki değil. Fransız girişimleri açıklarını
kapatıyorlar. Hatta bazıları bu alanda Avrupa’nın en önde gelenleri arasındalar. Ne var ki
çoğunluk, Brüksel mevzuatının karmaşık yollarında işini kolaylaştırabilecek bu çok etkili aletle
donanma konusunda hala daha tereddüt gösteriyor.
Girişimlerin vermek istedikleri mesajlar, yönelecekleri merciye göre, yani ulusal
bürokratlara ya da Brüksel’dekilere veya ulusal parlamentoya ya da Avrupa Parlamentosu’na
göre farklı olacaktır. Bu mesajlar arasında eşgüdüm, dağılma riskini azaltma bakımından, bir tek
yetkiliye emanet edilmelidir. Brüksel şu anda yarının teknik düzenlemelerini yapmaktayken bu
kentte sadece iki yüz elli girişimin temsilcileri bulunmaktadır. Brüksel’de temsilci bulundurmak,
yarının Avrupa ekonomisinde söz sahibi olmak isteyen Fransız girişimleri için mutlak bir öncelik
olmalıdır. Ön saftaki bir girişim için çalışan bir lobici de AET’nin yapılanma ve yasama
örgütlenmesindeki işleyişi eksiksiz biçimde özümsemiş bulunmalıdır.
Avrupa’da kararlar dört temel kurum tarafından alınır: Komisyon, Konsey, Adalet Divanı
ve Parlamento. Bu yapıyı diğer iki kurum pekiştirir: Konsey ve Komisyon nezdinde danışman
rolü oynayan Ekonomik ve Sosyal Komite ve Konsey adına değişik önerileri inceleyen
COREPER (Daimi Temsilciler Komitesi).
A - BRÜKSEL
Şu anda Brüksel’de on altı bin avrokrat Ç.N.*7 çalışmaktadır. Görevlilerin toplam sayısı
aşağı yukarı seksen bindir.23 Bunlar, yirmi genel müdürlük ve on uzman bölüm ile Topluluğun
esas motoru olan on yedi Avrupa Komiserliği arasında dağılmışlardır. Danışmanlık büroları,
profesyonel kurumlar, avukat kabineleri arasında dağılmış bulunan lobicilerin sayısı ise üç binin
biraz üzerindedir.
Ne yazık ki, bu düzeyde açık bir profesyonellik eksikliği göze çarpmaktadır. Mevcut dört
yüz Avrupa federasyonundan yalnızca ellisi gerçekten tanınmakta olup bunlardan on kadarı
yeterli bir bütçeyle çalışmaktadır. Bunlara örnek olarak Şeker (SUCRE EUROPE) veya Fransız
patronları (UNICE) gösterilebilir.
22
23
“01 Informatique”, Nisan 1992’de çıkan bir makalenin başlığı.)
Bernard BRIGOULEIX, CEE, Voyage en Eurocratie, Editions Alain Moreau, 1986)
B - STRASBURG
Girişimlerin çoğunluğu ve pek çok lobici Strasburg’daki Avrupa Parlamentosu’na pek
önem vermezler.24 Oysa bu çok temel bir hatadır. Çünkü Parlamento tarafından ilk incelemede
önerilen değişikliklerin %60’ı Komisyon, %25’i de Konsey tarafından yeniden ele alınıyor. Bu
oranlar, ikinci incelemede Komisyon için %50’si, Konsey için %25’ten fazlası oluyor. Bu
gösteriyor ki lobici Parlamento düzeyinde harekete geçmeli ve onun işleyişini de iyi bilmelidir.
1 – Anayasa Bilgisi
Strasburg Parlamentosu, Konsey’in kararları ile ilgili olarak şimdilik hiçbir yasama
faaliyetine girişmiş olmamakla birlikte, teorik olarak AET’nin yasama organıdır.
Lobici, birlikte çalışacağı bu kurumların toplantıları, düzeni ve yönetilişi ile ilgili
işleyişine vakıf olmalıdır.
2 – İzlenecek temel kurallar
Lobici, ilgili olduğu dosyaya hakim olabilmek için kuralları titizlikle izlemelidir. Her
türlü siyasal çağrışımdan kaçınmalı, ortak bir Avrupa cephesi sunmalı (koalisyon ortaklığı
kurallarını uygulamalı), kısa ve anlaşılır metinler oluşturmalı, ortak Avrupa pozisyonları
benimsemeli, yasa metinlerinin yazımında uygun öneriler getirmeli, yöneticilerle sürekli bir
diyalog içinde olmalı ve uzun vadeli çalışmalıdır.
24
Şu yapıtlara bakınız: Daniel GUEGUEN & Dominique LUND, Clés pour le parlement européen, Editions
Apogées, 1992; ve Daniel GUEGUEN, Guide Pratique dı Labyrinthe Communautaire, Editions Apogées, 1992.)
BAHİS 6
AVRUPA ÇAPINDA ÖNEMLİ ÇIKAR GRUPLARI
Ulusal çıkar grupları genellikle bir Avrupa federasyonu çatısı altında bir araya gelirler.
(Amerikalılar bu koalisyonları NMA, yani National Manufacturers Associations adı altında
toplarlar). Brüksel’de en çok önem kazanan yaklaşımlar da bu yapılanmadan kaynaklananlardır.
Lobicinin, koalisyon oluşturma operasyonları çerçevesinde görüşünü kabul ettirmesi için bazı
Avrupa federasyonlarının çok gerekli olduğu ortaya çıkmıştır. Lobici tarafından dikkate alınması
gereken Avrupa çapında önemli örgütler arasında tüketici dernekleri ya da birlikleri vardır.
Bunların başında Avrupa Tüketici Organizasyonu (ATO) gelir.
Avrupalı tüketici dernekleri, Avrupa Tüketici Organizasyonu adı altında bir çıkar grubu
kurmuşlardır.
ATO günümüzde, örneğin Topluluk temsilcilerinden bazılarını tayin etme gibi büyük
yetkilerle donanmıştır. Tüketici örgütleri yetkileri genişlemekte olan bu organizasyona gittikçe
daha çok yönelirler.
Bu kurumun ayrıcalıklı eylemleri nelerdir?
a- Reklam: televizyon reklamlarının titiz kontrolü.
b- Tüketicilerin korunması: piyasada satılan ürünlerin güvenilirliği, dengesiz ticari kontratlara
karşı yaptırım, tüketiciler adına dava açma yetkisi.
c- Tehlikeli maddeler: ihracatta sıkı kuralların oluşturulması.
d- Bioteknolojiye açılım ve tüketim maddelerinde uygulaması.
e- Gıda: çocuklara yönelik ürünler için çok ciddi düzenleme; radyasyon kontrolü; tüketim
maddelerinin denetlenmesine ilişkin düzenleme.
f- Eczacılık ürünleri: ülkeden ülkeye fiyat saptamaya ve ürünlerin reklamına bağlı sorunlarda
Komisyon adına titiz kontrol talebi, Avrupa Tıp Ajansı’na tüketim danışmanı olmak için eylem.
g- ATO tütün şirketlerinin reklamının ve desteklenmesinin yasaklanmasını talep eden
federasyonlar koalisyonunun içindedir.
h- İş dünyasında uygulama: otomotiv endüstrisinde ciddi etkinlik. ATO tıbbi malzeme
piyasasında rekabetin durdurulması için AET’nin müdahalesini talep etti.
i-Ticaret: ATO ve IOCU25 Uruguay Round ve GATT müzakerelerine müdahil olmuşlardır.
Tüketici temsilcilerinin, AET’nin ticaret politikası karar süreçlerinde oynadıkları rol artmaktadır.
25
International Organization of the Consumer Unions / Tüketici Birlikleri Uluslar arası Organizasyonu),
А – ATO’nun idari örgütlenmesi
ATO 1962’de kurulmuştur. Merkezi Brüksel’dedir. Bütçesi, 1990’da, yaklaşık 1,06
milyon dolardı. Sekretaryası James Murray adlı bir İrlandalı’nın yönetimindeki on iki kişiden
ibarettir. Kendi ülkelerinde kabul edilmiş yirmi iki ulusal örgütten oluşur. 1990’dan bu yana,
AET üyesi olmayan ülkelere de açıktır.
Kurumun en üst noktasında, yılda iki kez toplanan genel kurul bulunur. O, ana hatlarıyla
izlenecek siyaseti ve oluşturulacak programları kararlaştırma yetkisine sahip olan konseyi tayin
eder.
Daha sonra, yılda altı kez toplanan bir yürütme konseyi gelir. Bu konsey, tamamlanacak
spesifik programları kesinleştirir. En sonunda da icraatla yükümlü sekretarya gelir. ATO’nun
parasal gücü sınırlıdır. Bu nedenle, ucuz araştırmalara yönelmek ve akademisyenlerin ve
uzmanların dışarıdan gönüllü yardımlarını kabul etmek durumundadır.
ATO, CCC (Tüketiciler Danışma Komitesi)’nin üyesi sıfatıyla, CCC’nin, ETUC (Avrupa
Sendikalar Konfederasyonu), COFACE ve EUROCOOP (Avrupa Tüketici Kooperatifler
Topluluğu) ile de sıkı işbirliği halinde çalışır.
ATO çevreye ilişkin kampanyalarını EEB26 ile yürütür, gıda sorunlarını Londra
Komisyonu, BUKO’nun HAI27 üyeleri, CRIOC, WEMOS ile birlikte yönetir ve eczacılık
ürünleri konusunda sosyal denetim yapar. CADE adıyla bilinen tehlikeli maddelerin ihracatına
karşı koalisyon bünyesinde IOCU, EEB, HAI, IBPAN 28 IBFAN2929, SAN ve ICDA30 ile
birliktedir.
B – ATO’nun taktikleri
ATO, her yıl, bir ürünün tüketici üzerindeki etkilerini açıklayan ve/veya dramatize eden
bir kampanya düzenler. Bu kampanyanın amacı Avrupa kurumlarını uyarmaktır. (kimyasalların
ihracatı, benzinin içindeki kurşun, hormonlu hayvanlar, vb.)
ATO, kamuoyuna baskı yapmak için üye örgütler tarafından sağlanan veriler temelinde
Avrupa fiyatlarının karşılaştırmalı araştırmasını yürütür. Bu tür araştırma ve incelemeler
eczacılık ürünleri, elektronik eşya, otomobil, bilgisayar, hava ulaşımı, benzin fiyatları, banka
kredi kartları ve döviz bozdurma komisyonları hususunda çok etkili olmuşlardır.
ATO’nun yeni bir taktiği, Komisyon’un da yardımıyla, belirli bir sorun hakkında ilgili
sanayi temsilcileriyle karşı karşıya gelip dolaysız diyaloga girmektir. 1990’da bu şekilde,
hastaların bilgilendirilmesi hususunda EFPIA31 ile yapılan müzakerelere tüketici örgütlerini
temsilen katılmıştır.
Gerçek lobicilikte çok aktif olan ATO, AET politikalarını birçok danışma kurumu
bünyesinde, özellikle de CCC içinde, etkiler.
Esasen Komisyon da ATO’nun hakkını teslim ederek, Avrupa’nın gelecekteki
standartlarını tespit eden CEN32 ve CENELEC33 gibi kurumlarda tüketicileri temsil etmek üzere
onu tayin etmiştir.
ATO aynı şeyi, 1990’dan beri, Avrupa Tıp Planlaması Ajansı bünyesinde de yapmayı
denemektedir; ama burada zorlukla karşılaşmıştır.
Öte yandan ATO, AET’nin yasama sürecini, hem Avrupa Parlamentosu hem de
Ekonomik ve Sosyal Komite nezdindeki dolaysız lobicilik eylemleriyle etkilemektedir. Böyle bir
26
European Environmental Bureau / Avrupa Çevre Bürosu)
Health Action International / Sağlık için Uluslararası Eylem)
28
Pesticide Action Network / Böcek ilaçlarını kontrol amacı…),
29
International Baby Food Action Network / Bebek mamalarını izleme amacı…)
30
International Coalition for Development Action / Gelişme için uluslar arası koalisyon…)
31
European Federation of Pharmaceutical Industry Associations / Eczacılık Sanayi Birlikler Avrupa Federasyonu)
32
European Committee for Standardization / Avrupa Standartlar Komitesi)
33
European Committee for Electrotechnical Standardization / Avrupa Elektronik Standartlar Komitesi)
27
işleyişi kolaylaştırmak amacıyla, bazı Avrupalı parlamenterlerin katılımıyla bir “tüketici işleri
karma grubu” oluşturulmuştur. Bu karma grubun sekretaryasını ATO ve COFACE
yürütmektedir.
IOCU tarafından sıkça başvurulan Interpol, sadece AET ülkelerini değil Kuzey ülkelerini
de kapsamaktadır.
BAHİS 7
HUKUK LOBİCİLİĞİ VE AET
Son dönemlerde hukuk mesleklerinin gelişimine tanık olunuyor. Daha doğrusu,
hukukçular faaliyet alanlarını gittikçe çeşitlendirme ve lobicilik mesleğine katılma eğilimindeler.
Lobicilik, gerçekten de, muhatapları ve temsil ettiği çıkar grupları gözünde tam bir güvenilirliğe
kavuşmak için hukukun güvencesine ihtiyaç duyuyor. Esasen Brüksel kurumlarına karşı yeni stil
bir lobiciliğin gelişmesi de buradan kaynaklanıyor: hukuk lobiciliği.
Hukuk lobiciliği şöyle tanımlanabilir:
Yürürlükteki hukuki durumu reforme edebilmek veya mevcut hukuk yapısının temel ilkelerine
uygun yeni bir hukukun oluşmasına yol açmak için bir veya birçok hukukçu tarafından harcanan
çaba.
Burada yapılan, hukukun toplumsal gelişmelere, mevcut meşru yapının ilkelerinden
kopmaksızın ayak uydurmasını sağlamaktır. Başkalaşım içindeki her toplumun ihtiyaçları bazı
belirli örneklerde somutlaşır:
- gittikçe daha fazla talep eden, bilinçli ve örgütlü olan bir tüketici kitlesinin belirmesi;
- ulaşım ve iletişim yollarının sürekli gelişmesiyle kolaylaşan küresel rekabet;
- her türlü üretimi akamete uğratabilecek ölçüde yüklü yatırımlar;
- yaşam kalitesinin ve toplumsal refahın iyileştirilmesine yönelik düzenlemelerin fazlalığı.
Aşırı ölçüde fazla düzenleme kaynağı olan Avrupa Topluluğu, ekonomik aktörlerle yasa koyucu
arasındaki etkileşimin en geçerli alanıdır.
Avrupa hukukunda uzmanlaşmış iyi bir hukuk lobicisi, yürürlükteki metinlerin tümü hakkında
fikir sahibi olacaktır. Bu hukuk lobicisi, hazırlanmakta olan metinleri, içtihadı bilmelidir. Bu
arada yasa koyucuyu yönlendiren Avrupa hukuku ilkelerini göz önünde tutacak ve
müşterisine/müvekkiline bu yasaların faaliyeti üzerindeki gerçek etkisini açıklayacaktır.
Avukat çok sıkı bir deontolojiye yani meslek ahlakı koduna tabidir. Bu, onu kuralları
çiğnemekten alıkoyar. Aksi takdirde Baro tarafından ağır biçimde cezalandırılır. Disiplin hukuku
bazen sivil hukuktan veya ceza hukukundan daha da sıkı kurallar içerir. Avukatlık mesleği, son
yirmi yılda, iş dünyasına gittikçe daha fazla açılarak çok önemli dönüşümler geçirmiştir.
BAHİS 8
FRANSA’DA LOBİCİLİK
“Devletin kasasına her yıl 120 milyonun girmesini
sağlayacak bir tek sevap gösterdiğiniz gün ben bu
korkunç günahı yasaklamak için elimden gelen her şeyi yapacağım”
Talleyrand
Lobiciliğin bir Fransız geleneği olmadığı açıktır. Daha 1791 Haziran’ında Le Chapelier,
baskı gruplarının faaliyetini, Anayasa için çok tehlikeli olduğu gerekçesiyle yasaklamıştı. Bu
gruplar, 1884 sendikal özgürlükler yasasıyla sendika biçiminde yeniden örgütlendiler ve
politikacının bir numaralı muhatabı oldular. Ancak bu resmi sendikalar lobi değillerdir. Onlar
sadece üyelerinin kolektif çıkarlarını temsil ederler. Dolayısıyla, belirli bir sektör (şeker, tütün,
balık, vb) adına karar alan ve talep eden mesleki örgütler de (Fransa’da 1500’den fazla)
oluşmaya başladılar.
Lobicilik, Fransa’da az tanınan, az gelişmiş ve henüz iyi gözle bakılmayan bir meslek
konumundadır. Lobicilik yerine “baskı grubu” veya “etki ağları”ndan bahsetmek tercih ediliyor.
Nedenleri? Lobiciliğin, saydamlıktan yoksunluk yüzünden, para ve iktidar kavramlarıyla
özdeşleştirilmesi ki, halk ve girişimciler bunlara pek de iyi gözle bakmazlar. Öte yandan,
lobicilik de, olanaklarını başkentin ötesine taşımayı yararlı görmeyerek, kendini idari
merkeziyetçilikle sınırlamıştır. Fransa’da sorunları çözümlemek için bir iş yemeğinin ya da bir
telefonun yeterli olacağı sanılır. Bu artık bugün geçerli değildir. Üst düzey bürokratlar eski
yetkilerine sahip değildirler. Bunların çoğu, Brüksel, Vaşington veya başka bir yerde
çözümlenen ekonomik ya da sosyal konularda ancak kısmi bir bakışa sahiptir.
Yirmi üç yıllık Gaullist hükümetlerden sonra, 1981’de iktidara gelen sol, lobilerin
yararları konusunda bilinçlenme sürecine katkı yapmıştır. Devlet ile sanayi dünyası arasında yeni
ilişkiler oluşturmak gerekmiştir. Yetkilerin Paris’te merkezi iktidar, Brüksel’de Avrupa iktidarı
ve de yerinden yönetim gereğince bölgesel ve yerel yetkililer arasında dağılması, lobicilerin
gittikçe daha öncelikli ve gerekli bir konum edinmelerine yol açmıştır. Ayrıca, iş dünyasının da
gittikçe medyatikleşmesiyle, çıkar ve kar ile özdeşleşmiş olma sıkıntısının da bir ölçüde ortadan
kalktığı saptanmaktadır.
Amerikan hayranlığı yapmaksızın, Amerikan örneğinin kendini kanıtladığını belirtmek
yerinde olur. Dolayısıyla, bu örneği ülkemize adapte etmek mümkündür. Atlantik ötesindeki
dostlarımızın ortaya koydukları ilk önkoşul şudur: profesyonel olmak ve seçilmiş, net bilgiler
vermek. Bir bilgi kaliteli, nesnel ve mümkünse ön alıcı olmalıdır. Lobicilik, genellikle sanıldığı
gibi, yetkiye ulaşmak değil, salt yurttaşın refahı için parlamenter kurumların işleyişini
iyileştirmek ve bu yetkinin saydamlığını denetlemektir.
Fransız lobiciliği, politika dünyasını ve özellikle milletvekillerini muhatap almaya
eğilimlidir. Bir Fransız milletvekilinin yaşamı çok yoğun ve streslidir. Zamanı kısıtlıdır; o halde
lobici ona zaman kaybettirmemelidir. Bir lobici ile görüşmeyi kabul eden Fransız parlamenteri,
lobicinin kendisine faaliyetleri çerçevesinde ihtiyaç duyduğu öğeleri temin edeceğinden emin
olmalıdır.
Bir Fransız milletvekilinin ilgisini çekmek için lobiciliğin değişik araçları kullanılabilir:
bir girişimin reklamı, basında çıkmış makaleler, yıllık raporlar, broşürler ve de direkt lobicilik.
Milletvekili, ayrıca, lobicinin tezine karşı duyarlılığı sağlanmış başka milletvekillerinin görüş ve
kanaatlarından da etkilenir.
Girişimlerin ve baskı gruplarının Fransa’da esas sorunu, parlamenter üzerinde en çok
hangi iletişim yönteminin etkili olacağı hususudur. Bu konunun çok önemli mali sonuçları
olabilir. Pek çok girişimci, broşür ve reklamlara, parlamentoda kararları etkileyebileceklerini
düşünerek, çok yüklü miktarlar harcamaktadırlar. Oysa gerçek bambaşkadır.
Market Access grubuna mensup Access Opinion Limited’in 100 Britanya milletvekili ile
yaptığı bir araştırmaya göre, en etkili bilgiler posta aracılığıyla gelenler değildir. Bu olgu,
parlamenterlerin çalışma biçimlerinden kaynaklanmaktadır. Kendilerine gönderilmiş belgelerin
hepsini okuduğunu belirten milletvekillerinin oranı sadece %4’tür. Bu tür eylemi, yine de, kesin
belirlenmiş bir hedefe dönük “grassroot” denen “alan lobiciliği” ile karıştırmamalıdır.
Bu incelemeler gösteriyor ki, milletvekilleri, korunmayı talep eden çıkarların bizzat
temsilcileri ile karşı karşıya gelmeyi ve esas olarak da lobiciye muhatap olmayı tercih
etmektedirler.
Fransız milletvekillerinin Fransız lobicilerine yönelttikleri eleştiriler, genellikle, bunların
Anglosakson meslektaşlarının çoğunluğu kadar profesyonelce davranmadıkları konusunda
odaklaşır. Özellikle, dolaysız bir temas amaçlayan lobici, üzerinde çalıştığı dosyayla ilgili olarak
hangi karar vericilerin kilit rol sahibi olduğu hususunda araştırma yapmış olmalıdır. Örneğin
yukarıda zikredilen incelemeye göre, milletvekillerinin %69’u, aracı olarak profesyonel bir
lobicinin bulunmasının önemli olduğunu belirtiyor. Ancak bunlardan %49’u, lobicinin,
dosyasına hakim olmadığı gibi söz konusu dosyanın milletvekili için siyasal anlamda ne ölçüde
önem taşıyabileceğini de açıklıkla kavramamış olduğunu düşünüyor.

Parlamenterlerle birlikte araştırma grupları oluşturma
Fransa’da yasa yapma, yürürlükten kaldırma, yenisini yapma, mevzuata duyarlı kılma
gibi konularda en geçerli yol, bir parlamento araştırma grubu oluşturmaktan geçer. Fransız
parlamenterlerinin sayısı da sınırlı olduğuna göre, yasamaya dönük olarak en etkili yöntemlerden
biri budur.
Araştırma grupları, parlamenter çoğunluğa mensup bir üye tarafından harekete geçirilip
yönetilmelidir. Çalışma, somut olarak, ortak görüşleri içeren bir raporun açıklanması ile
sonuçlanır. Parlamento dışından uzmanlar da bu sürece katılır; bu, parlamento dışından
mükemmel bir temsil fırsatı yaratır.
Böyle bir durumda lobiciye düşen, “anlayışlı” bir milletvekilini ve araştırma grubuna
uygun üyeleri, ayrıca uzmanlar listesini belirlemektir.
Fransa’da bu tür işlemlerin yapılmadığı pek çok durumda, eğer yapılmış olsalar,
girişimler ve çıkar grupları için önemli olan dosyalarda araştırma gruplarından ikna edici tepkiler
alınmış olurdu. Yine de, eşgüdümle gerçekleştirilmeyen ön alıcı girişimler olumludan ziyade
olumsuz sonuçlar verirler. Aslında, daha önce de vurguladığımız üzere, lobici çabasına
yaratıcılık katmalı ve ele alınan dosyayı savunmanın da ötesine yönelebilecek bir grubun
oluşturulmasına katkıda bulunmalıdır. Bu, ürünleri “riskli” kabul edilen girişimler için özellikle
geçerlidir. Bu tip bir ürünle ilgili olarak halkın özgürlükleri konusunu açmak, tartışmaya kapsam
kazandırmak ve taslak metnin çelişkilerini sergilemek için yeterli olmaktadır.
Bu araştırma gruplarının vurgusu ve işlediği tema her koşulda inanılır olmak zorundadır.
Bunu saptayacak olan da bizzat o araştırma grubudur.
Gerçi Fransa’da bazı işler gerçekten de bu yoldan çözüme kavuşmuştur; ancak mesleğin
siyaset dünyası ile iş çevreleri arasında başlıca denge unsuru olarak tam anlamıyla kabul
edilmesi için daha epey yol katetmek gerekmektedir.
BAHİS 9
ULUSLARARASI LOBİCİLİĞİN KARŞILAŞTIRMALI İNCELEMESİ
Lobicilik Birleşik Devletler’de yasal bir faaliyettir; ancak durum Avrupa’da çok farklıdır.
Gerçi lobicilik fikri burada da gelişmektedir, ama bu faaliyet halen marjinaldir. Lobiciliğin yol
almasının göstergesi, Fransa Dışişleri Bakanlığı’nca yayımlanan “Avrupa Kurumları” el
kitabında zikredilmiş olması ve Avrupa Parlamentosu’nun lobiciliğin kurumsallaştırılmasını
gündeme almasıdır.
Gerçi Fransa daha hala lobicilik faaliyeti gerçeğine tereddütle yaklaşmakta; ancak
Avrupa ülkelerinin çoğu, özellikle İngiltere, Hollanda ve Almanya, ona önemli bir yer ve yasal
bir statü vermekteler. Aynı gelişme Doğu ülkelerinde de görülüyor.
А – Büyük Britanya
İki kamaralı sisteme sahip Büyük Britanya’da lobicilik önemlidir; zira İngiliz yargıcına
göre, hem Avam Kamarası’nın, hem Lordlar Kamarası’nın ve de Kraliçe’nin bir yasa taslağının
hazırlık çalışmalarını yakında bilmelerine imkan bulunmamaktadır. Oysa bu, bir metnin yasaya
dönüşmesi için temel koşuldur. Böylece İngiliz yargıcı bir yasa taslağının hazırlık çalışmalarına
bakmaz. Yasa koyucunun “niyetini” buna bakarak kavraması olanaksız olduğundan bu
çalışmalarla ilgilenmez. Oysa yasanın hazırlık çalışmaları, ona “karar yönünü” bulma olanağı
verebilir.
İngiltere’de lobici, adli sistemin daha iyi işlemesini sağlayan kilit unsurdur. Bu, söz
konusu ülkede çalışan çok sayıda lobicinin varlığını açıklar.
Şu anda Londra’da, eski milletvekilleri veya gazeteciler tarafından yönetilen kırk kadar
küçük lobicilik şirketi vardır. Bunlardan beşi Brüksel’de yerleşiktir, diğer beş tanesinin de
Vaşington’da gözlemci büroları ve temsilcilikleri bulunur.
Parlamento üyeleri ekonomik gruplar tarafından maaşa bağlanmış olabildiklerinden, bu durum
lobicilere çok büyük imkanlar açar: Britanya yasalarına göre, milletvekilinin sadece “yıllık kar
bildiriminde” görünen bir saydamlık yükümlülüğü vardır: halk tarafından seçilmiş milletvekili
özel çıkarları temsil edebilmeli ve zamanının bir kısmını buna ayırabilmelidir. Britanyalı
bakanlar ise bu tür bir ayrıcalıktan yararlanamaz; çünkü bakanlık görevinin sınırlı süresi bu
çıkarların temsiline olanak vermez.
Access Opinion Limited’in34 bir incelemesi, ortaya, İngiliz milletvekillerinin lobicilerle
veya seçmenleriyle görüşmek için tercih ettikleri mekanlar konusunda çok ilginç sonuçlar
koymuştur.
Örneğin, Muhafazakar Parti milletvekillerinin çoğunluğu Westminster’de Ç.N.*8 bir
öğle yemeği tercih eder. (1 en olumlu, 5 en olumsuz not olduğuna göre, ortalama 2,57 ile.) Avam
Kamarası’nda görüşme (2,79 ile); lobicinin temsil ettiği girişimin bürosunda görüşme (2,96);
Westminster’in bir restoranında bir akşam yemeği (3,45); Londra dışında –ülke içinde– bir
fabrika veya büroları ziyaret (3,98); ve nihayet kişisel kabul (4,16) sırasıyla tercih edilen
görüşme mekan ve biçimleridir.
Buna karşılık İşçi Partililer, sırasıyla, Avam Kamarasında bir görüşmeyi (2,29); Londra
dışında fabrika veya büroları ziyareti (3,00); Westminster’in bir restoranında bir öğle yemeğini
(3,72); Westminster’in bir restoranında bir akşam yemeğini (3,94); ve en sonunda da kişisel
kabulü (4,00) tercih ederler.
Bu incelemenin ortaya koyduğu gibi, lobici ile milletvekili arasındaki diyalogun içeriği
çok önemlidir. Gerçekten de, İngiliz milletvekillerinin nerdeyse yarısı (%48) sanayi dünyasını
ilgilendiren değişimlerden düzenli olarak haberdar edilmeyi istediklerini belirtmişlerdir
34
Kaynak: Market Access Ltd.)
(Muhafazakarların %36’sı, İşçi Partililerin %63’ü). Ancak, %17 kadar milletvekili, sadece kendi
müdahale alanlarıyla örtüşen ürünleri imal eden girişimlerle ilgilenmekteler.
Ayrıca, milletvekillerinin %54’ü ilgi alanlarını doğrudan siyasal çıkarlarıyla örtüşen alanlarda
çalışan girişimlere yayma görüşündeler.
Kimin doğrudan müdahalede bulunması hususuna gelince, yine aynı inceleme, her
partiden İngiliz milletvekillerinin (%4), Vaşington’un aksine, yalnızca lobicilerle karşılaşmakla
yetinmek istemediklerini göstermiştir. Böylece, İngiltere’de girişim, mesajlarının geçerliliğini
lobici danışmanların da yardımıyla güvenceye almakla birlikte kendi kendinin avukatı olmalıdır.
Bu da, girişime entegre lobiciliğin önemini sergiler.
B – Hollanda
Hollanda’da, siyaset adamları, kamu kurumu temsilcileri ve parlamenterler müzakereye
açık bir anlayış içindedirler. Son birkaç on yıldır, bu ülkede, toplumun önemli ölçüde
politizasyonuna tanık olunmuştur. Bu olgu, demokratikleşme sürecinden ve Avrupa
entegrasyonundan kaynaklanmıştır. Bu politizasyon, on yıldan bu yana, işbirliklerinin ekonomik
kalkınmayı kolaylaştıracağı bilincine varan siyaset ve sanayi dünyasının gözle görülür biçimde
yakınlaşmasına yol açmıştır. Dolayısıyla, ortaya çıkar grupları ve lobiciler çıkmıştır. Bu ülkede,
Tweede Kamer (millet meclisi) lobicilik faaliyetine çok açıktır. Lobiciler de bu meclisle yakın
temastan sakınmazlar. Aynı durum Eerste Kamer (senato) için geçerli değildir. Senato üyelerinin
de, meclisin önerdiği yasa taslaklarının geçmesinde söz sahibi olmalarına karşın, lobiciler
senatoya yakın davranır görünmemektedirler.
Kolektif çıkarlar, Hollanda’da, çok sayıda etkili sendikal organizasyon tarafından
yönetilmektedir. Bunların her biri, etkili bir lobi teşkilatı için, birer giriş kapısıdır. Girişimcilerin
“Produktschappen” veya “Bedrijfschappen” adı verilen tamamen yasal organizasyonları hem
patronlar hem de işçi sendikaları tarafından temsil edilirler. Bunlarla kolay ve düzenliliğe
bağlanmış temaslar, lobicinin ulusal ve yerel kararlara dolaysız katkı yapmasına olanak sağlar.
C - Doğu Avrupa: Macaristan örneği
Bu ülke, Doğu Avrupa lobiciliğinin mükemmel bir örneğini oluşturur. Zira Macaristan,
Çekoslovakya ya da Polonya gibi eski Doğu Bloku ülkelerine göre bir hayli öndedir.
Macaristan serbest piyasaya ilk kez 1968’de açılmıştır. İş dünyasından değişik danışman
ve uzmanlar, dönemin hükümetinin çağrısı üzerine, Macarları piyasa ekonomisinin karmaşık
mekanizmaları konusunda bilgilendirmeye gelmişlerdi. Bunların hepsi de, iletişimin önemini ve
halkla ilişkilerin rolünün belirleyiciliğini vurgulamışlardı.
Ne yazık ki bu ilk deneyim kısa sürmüştü. Piyasa, ilk petrol krizini takiben 1970’lerin
sonunda tamamen kapanmıştı. Bu işbirliğinin yeniden başlaması için 1983 yılını beklemek
gerekmişti. Bu tarihte Avusturya, Macar turizm endüstrisini geliştirmek amacıyla talep edilen
300 milyon dolarlık bir kredi vermeyi kabul etmişti. Bu vesileyle oluşturulan otel zinciri,
personeli arasına halkla ilişkiler görevlisini de katan ilk Macar girişim zinciri olmuştu.
Lobicilik ise, Macaristan’da hiçbir resmi varlığa sahip olmayıp yasal olarak kaydedilmiş
meslekler listesinde de bulunmaz (esasen halkla ilişkiler de bu listede daha yeni yeni yer
bulmaktadır). Lobiciliğe kötü gözle bakılır; çünkü arada rüşvetle bağlantı kurulur.
Lobiciliği Macaristan’da etkin biçimde yerleştirebilmek için Macar kurumlarının
işleyişini iyi anlamak lazımdır. Bu ülkede kamu işleri üç düzeyde yürütülür. Bunlardan birincisi,
şu anda daha ziyade muhafazakar üç partinin koalisyonunda oluşan merkezi hükümettir. Daha
sonra her biri kendi yönetimine sahip 19 bölge vardır. Ayrıca bunlar, Budapeşte hariç, 120 kenti
denetlerler. Budapeşte’nin kendi belediye meclisi olup burada, bölgelerin çoğunda da olduğu
gibi, muhalefet çoğunluktadır.
Lobicilik, daha ziyade, parlamento (375 milletvekili), parlamento grupları, danışmanlar,
başbakan ve başbakanlık ve de 18 bakanlık aracılığıyla Devlet üzerinde odaklanmalıdır.
Bakanlıklar lobicilerin öncelikli hedefleri olmalıdır.
Macaristan’ın üç yıldır geçirdiği sarsıntılardan sonra, bu ülke pazarına ilgi duyan
herhangi biri mutlaka lobiciliğe başvurmalıdır. Ekonomik ihtiyaçlar sınırsızdır. Örneğin yeni
Macar mevzuatına göre, ülkede gerçekleştirilecek yeni otoyol ağı şirketlere yap-işlet-devret
modeline göre verilecektir. Ulusal ya da yabancı özel girişimler gerekli yatırımları üstlenecekler
ve bunun karşılığında da geçiş ücretlerini 30 ila 35 yıl boyunca alacaklardır. Bu ortamda
lobicilik, hem yatırım bankaları hem de özelleştirme işlemlerinde uzmanlaşmış girişimciler
açısından kaçınılmaz olacaktır.
Macar yasalarının, sanayi ve finans girişimlerine ülke topraklarında doğrudan lobicilik
eylemlerine girişmelerini yasakladığı da bu arada belirtilmelidir. Söz konusu girişimler, bu
durumda, genellikle halkla ilişkiler ajansları olan uzman şirketlere başvurmalıdırlar.
Halkla ilişkiler ajansları, maliyetleri Macar piyasası için yüksek olmakla birlikte (iyi bir
ajans için günde 1.000 dolar), bugün için en güvenilir aracılar gibi görülmektedir.
Fransızlar da, sanılabileceğin aksine, yabancı girişimlerle yapılan işlemlerin %20’si ile
önemli bir varlık göstermektedirler. Üstelik bunlar önemli işlerdir. Örneğin, Macaristan’daki en
önemli yatırımcı olan SANOFI, bir numaralı Macar ilaç firmasıyla ortaklık yapmaktadır.
Macaristan’daki Fransız girişimlerinin belirleyici rolü maalesef genellikle görmezden gelinmekte
ve eylemleri azımsanmaktadır. Onların davalarına yalnızca Başbakan eğilmektedir. Bu
yatırımcıların imajını, parlamenterler ve ekonomik karar vericiler nezdinde iyileştirmek için çaba
harcanmalıdır. Diğer bir sorun da, bizim girişimlerimizin rakiplerinden daha az dinamizme sahip
olmalarıdır. Pek çok belirsizliğine karşın geleceği temsil eden Doğu piyasasında, “bekle gör”
yöntemi bugün artık geçerli olmamalıdır.
Bir lobicilik eylem planı, aşağıdaki hedefler gözetildiği takdirde olumlu sonuçlar
verebilir:
- Macaristan’ın şu anda sadece kültürel zenginlikleriyle tanıdığı Fransa’yı, gerçek bir sanayi
gücü olarak tanıtmak.
- Sadece markalarına değil şirketlerin kendilerine dayalı bir iletişim kampanyası düzenlemek.
- Macar KOBİ’leri ile dolaysız temaslara öncelik tanımak.
-Yerel ekonomik karar vericilerin öncelikli muhatapları olan yerel otoriteler ve belediye
meclisleri ile düzenli ilişkiler yürütmek.
Macar Başbakanı’nın Avrupalılar’a daha çok eğilim göstermesine karşın muhalefet açık
biçimde Amerikan şirketlerini tercih etmektedir. Fransız girişimleri gecikmişliklerini bir an önce
gidermek için gerekli yöntemlere başvurmalıdırlar. Bunlardan biri de lobiciliktir.
D - Lobicilik ve Birleşik Devletler
Amerikan lobiciliği dünyanın ilk lobiciliğidir. Bu konudaki ilk düzenleme 1876 yılına
dayanır. 1936’da Foreign Registration Act, 1946’da da Federal Registration of Lobbying Act
yapılmıştır.
Amerikan Anayasası, lobicilik hakkını yasalarıyla çoktandır bütünleştirmiştir. Mevzuatın
artık ayrılmaz parçalarından olan özel çıkarlar, lobiciliğin resmileştirilmesinden gerçekten
yararlanmışlardır. Esasen Amerikan profesyonellerine göre, “lobicilik demokrasinin bir numaralı
göstergesidir”.
Ancak kendimizi kandırmayalım. Realite bazen farklıdır. Amerikalılar’ın “kutsal” girişim
özgürlüklerinin ardında, aslında siyasal güçlerle ekonomik güçler arasındaki akıl almaz savaş
vardır.35 Siyasetçilerin, ekonomi sektörünün artan gücünü dizginlemek için olağanüstü tutarlar
35
Böyle bir somut durumun incelemesi için bakınız: Bruno JULIEN: Les groupes de pression américains: le lobby
agro-alimentaire à l’assaut du pouvoir, Skippers, Paris, 1988)
harcamalarına karşı, bu sektör de geride kalmaz ve siyasetçileri etki altına almak için
milyonlarca dolar harcar. Bu durum zaman zaman sorunlar da yaratmaktadır. İşte bu zor ilişkiler
ortamında, çok sayıda Amerikalı ve yabancı girişim, resmi makamlarla bağlantılarla ilgilenip
onları yönlendirmek üzere tam gün çalışacak lobicilere başvurur. Bu girişimler açısından,
Amerika’da bir süredir bollaşan düzenleme ve yasalarla ilgili olarak yapılması gereken şeyler
vardır. Çünkü mevzuatın kolları eyaletlere, kentlere ve hatta bölgelere uzanmaktadır. Dolayısıyla
her girişim, oluştuğu andan itibaren yaşamını düzenleyen mevzuat yığınıyla karşı karşıyadır.
Kamu ise, bu düzenleme bolluğunu, ülkenin günlük yaşamını yönetmede sağladığı
etkililikle açıklar. Başlıca azınlıkların istihdam konusunda ve işveren karşısında eşitliği sorunu
ve emekçinin ve tüketicinin korunma problemi hep bu yolla çözüm bulur. Gıda sektöründe
çalışan bir girişim yöneticisini alalım. Örneğin ürettiği “hamburger” 200 yasa, 40.000 düzenleme
ve 115.000 içtihat kararına tabidir. Bu yönetici, sözgelimi, domates salçasının 30 saniyede 9
santimetreden daha düşük bir hızla akıyor olmasını ve bunun 69 derece Fahrenheit’ta olmasını
güvenceye almalıdır. Böyle bir mevzuat şemsiyesi çok maliyetlidir; bir dolu hukukçu, müfettiş
ve kontrolörün varlığını gerektirir. Salt Vaşington’da 40’tan çok resmi merci, düzenleme
dizisinin uygulanmasına nezaret etmektedir. Bu resmi ajanslar yılda 7 milyar dolardan fazla
harcama yapmaktadır. Bu tutara, girişimlerin, resmi düzenlemelere uyma yolunda harcamak
durumunda kaldıkları 185 milyar dolar eklenmelidir. Düzenleyici resmi ajanslar arasında I.R.S.36
vergi ve harçları toplar, S.E.C.37 girişimlerin muhasebesini ve mali yapısını denetler, Federal
Trade Commission antitrust mevzuata uygunluğu kontrol eder, OSHA3838 işyerindeki güvenlik
kurallarının uygulanmasıyla ilgilenir. Diğerleri, çevre, tüketicinin güvenliği, sosyal güvenlik,
iletişim, uluslararası ticaret, havacılık, enerji, vb ile görevlidir. Farklı güç odakları arasındaki
ilişkilere dönük yapılanma “yasama, yürütme ve yönetimin” başkenti olan Vaşington’da
yoğunlaşmıştır.
Hazırlık çalışmaları, hukuk söz konusu olduğunda, çok önemlidir. Bir Amerikalı
yargıcın, bu çalışmalardan başka, bir düzenlemenin geçmişine de atıf yaptığı sıkça
görülmektedir. Bu alışkanlık, 1902’de Bay Holmes’un yüksek mahkemeye gelmesinden bu yana
sürmektedir. Bu dönemde, “United States Reports” hazırlık çalışmalarına yapılmış çok az atıf
içermekteydi.
Benzer bir eğilim, komisyon çalışmalarının hatırı sayılır öneme sahip bulunduğu
Fransa’da da egemendir.
Birleşik Devletler, lobiciye baskısını durmaksızın uygulama olanağı verecek bir hukuksal
donatıya sahiptir: komisyon raporları; kayıtlar; komisyon veya dinleme komiteleri önünde
verilmiş ifadeler; parlamentoda tartışmalar; araştırma veya gözden geçirme komiteleri;
“Commissioners on Uniform State Law”; veya hatta bizzat idare.
Burada altı çizilmesi gereken husus, Birleşik Devletler’de kamuoyunun lobicinin sözüne
gittikçe daha çok kulak vermesidir. Bu mesleğin Amerikan sisteminin çarklarıyla bütünleşmiş
olduğunun kanıtı, mahkemelerin, bir yasanın yorumunu, oluşturulmasına katkıda bulunmuş grup
ve kişilerin görüşünü dikkate alarak yapma eğilimidir.39
Yargıcın, kararını kaleme alırken, yasa koyucunun bir cümlesine lobicinin getirdiği
yorumu kullandığı durumlar dahi görülmüştür.
Toplumun veya bir ekonomik sektörün hedeflerinin iktidar tarafından dikkate alınmasını
sağlamak, ülkenin bu iki birbirini tamamlayıcı ve yaşamsal odağı arasında bağ oluşturmak, işte
bu, lobicinin çok heyecan verici ama zor görevidir.40
36
Internal Revenue Service)
Securities and Exchange Commission)
38
Occupational Safety and Health Administration)
39
Bu konuda lobiciler tarafından düzenlenmiş şu rapora bakınız: “Non Legislative Intent as an Aid to Statutory
Interpretation”, note 49, Col. L. R. (1949), 676-685.)
40
Birleşik Devletler’de en önemliler arasında ilklerden olan “Common Cause” adlı lobinin tarihi ve gelişimi için şu
esere bakınız: Andrew s. McFarland, Common Cause: Lobbying in the Public Interest, Clatham House Publishers,
Inc., Chatham, 1984)
37
Lobicilik, Birleşik Devletler’de, siyaset alanının ayrılmaz bir parçasıdır. Kamu kurumları
da, tıpkı özel girişimler gibi, örneğin ancak kısmen kavrayabildikleri sanayi sektörünün
canlılığını ölçmek için bu araçtan yararlanırlar. Lobici, onlar için, becerileri ve özellikle de görev
alanındaki faaliyetler üzerindeki kapsayıcı bakışı dolayısıyla seçilmiş öncelikli bir partnerdir.
Lobicinin işi Vaşington’da basittir: bir yasa taslağı tartışma konusuyken ya da kaleme
alınmaktayken, kamu görevlilerine ve milletvekillerine, müşterisinin etkinlik ve çıkarlarının
değerini ortaya çıkaracak rakamsal veri ve argümanları temin edecektir. Bugün Vaşington’da
şirket bünyesinde çalışan 13.000 lobici ve yüzlerce uzman lobi ajansı bulunmaktadır. Sektör
gelişme ve büyüme halindedir. Bu mesleği icra etmek için resmi otoriteler nezdinde kaydedilmek
gerekmektedir. Bu suretle resmen o ölçüde kabul edilmiş olunur ki, lobicilerin adlarının ve
uzmanlık dallarının listelendiği rehberler vardır. 41
Girişimler, lobicilere yardımcı olmak için birçok ayrıcalıklı muhataba güvenirler. Bunlar,
Vaşington’da çalışan şirket içi lobici dışında ilgili sektörü temsil eden sendika ve meslek
birlikleri, Amerikan Ticaret Odası gibi “şemsiye” örgütler ve nihayet, ekonomik çıkar
gruplaşmalarını savunma amacıyla kurulmuş spesifik ve geçici işbirliği koalisyonlarıdır.
Eğer bir dava bir tek girişim için kaldırılması güç harcamalar gerektiriyorsa, sıkça meslek
örgütlerine başvurulur. Üyelerinin aidatlarıyla beslenen bu örgütlerin kendi mekanları ve sürekli
çalışan ekipleri vardır.
Her sendikal örgüt, üyelerini, ülkenin yasama ve yönetimi etkinlikleriyle ilgili olarak
kendi bilişim ağı sayesinde bilgilendirir. Meslek dalının sözcüsü olan bu sendika ve birlikler
bazen çok güçlüdürler. 809.000 üyesi bulunan “National Association of Realtors” 5 milyon
doları aşan bir bütçeye sahiptir ve 600 ücretli istihdam etmektedir. Bunların hepsi, kuşkusuz ki,
aynı güçte değildir. Örneğin “National Agricultural Plastics Association” ancak 400 üyeyi temsil
eder, bütçesi 25.000 dolar olup sadece bir tek ücretli çalıştırır.
“Şemsiye” diye nitelenen birlikler ancak ekonominin bütününü etkileyen bir sorun ortaya
çıktığında müdahale ederler. Vaşington’un en güçlü “lobisi” olan Amerikan Ticaret Odası, ki
onlarca milyon dolarlık bir bütçeye sahiptir, acil durumlarda, vatandaşları en çok dinlenen ve
okunan medya (televizyon veya dergiler) aracılığıyla doğrudan bilgilendirebilir. Söylemi,
girişimler adına olumlu bir ortam yaratmaya ve böylece yasa koyucunun işini kolaylaştırmaya
yöneliktir. Ayrıca, başkentin siyasetçilerini etkilemek amacıyla Washington dışıyla da iletişim
kurabilir. Bu faaliyete “alan lobiciliği” ya da İngilizce deyimiyle “grassroot lobbying” denir.
Vaktiyle yalnızca taşrada yapılan eylemler için kullanılan bu terim, artık New York’ta bile
gerçekleştirilse tüm Vaşington dışı faaliyet için kullanılmaktadır.
Bu tür bir alan lobiciliğinde lobici, seçmenleri, ilgili girişimin çıkarlarını milletvekillerine
mektup yazarak desteklemeye ikna etmeye çalışacaktır.
Alan lobicileri PAC42 yani Siyasal Eylem Komitesi kavramını icat etmişlerdir. Son
Amerikan seçim kampanyaları, bu müthiş silah sayesinde, fazladan 150 milyon dolarlık bir girdi
sağlamışlardır. Federal yasa uyarınca, her bir PAC’nin bir adaya finansal katkısı 5.000 doları
aşamaz. Bu nedenledir ki, bu tekniğin etkililiği kendini finansman değerinden ziyade ilişki
düzleminde gösterir.
Lobicilerin çok sık uyguladığı bir diğer yöntem koalisyon yöntemidir. Bu teknik, küçük
girişimlere, ortak bir faaliyet sektörü çevresinde birleşerek yönetim ve resmi kurumlar nezdinde
etkin biçimde müdahalede bulunma olanağı sağlar. Çünkü yönetim ve resmi kurumlar, bazen
farklı çıkarlara kulak vermektense aynı ekonomik ağ bünyesinde temsil edilen gruplaşmaları
dinlemeye daha eğilimlidirler.
Ne var ki, Vaşington, karar gücünü elinde bulunduran tek merkez değildir. Birleşik
Devletler’in 50 eyaletinde, 2.500 yönetim birimi yerel ölçekte ve her türden sektöre ilişkin olarak
yasa hazırlamakta ve yayımlamaktadır. Örneğin Massachusetts gibi bazı eyaletler, kendi
41
Örnek olarak bakınız: Beacham’s Guide to Key Lobbyists: an Analysis of their Issues and Impact, Beacham
Publishing Inc., 1989)
42
Political Action Committee, “finansman ve etik” bahsine bakınız.)
topraklarında bulunan şirketlere ek vergi ödeme yükümlülüğü getirme hakkıyla
donanmaktadırlar. Lobici, bu durum göz önüne alındığında, sürekli güncellenen bir dosyaya
sahip olmalı ve genelde sadece kamu elinde bulunan belge ve listelerden yararlanmalıdır. 43
Bütün bu lobicilik stratejisi, Birleşik Devletler’e yerleşme ve orada çalışma dileğindeki
yabancı girişimler tarafından bilinmeli ve benimsenmelidir. Etkili olmaları ve piyasayı iyi
tanımaları buna bağlıdır. Lobici bu girişimlere değerli bir zaman kazandırabilecek ve onları,
Amerikan şirketlerinin tabi bulundukları sert mevzuatın getireceği sıkıntılara uğramaktan
koruyabilecektir.
Birleşik Devletler, Başkan Clinton’un dilediği üzere, kamu harcamalarını kısıtlama
durumunda olabilir. Ancak Başkan, yine de, mevzuat baskısının artmasını engelleyememektedir.
Nitekim Clinton, vatandaşlara onların çıkarları için çalıştığını göstermek için sağlık, güvenlik ve
çevre konularında yeni yasalar getirmek zorundadır. Bu yasalar, yerli olsun yabancı olsun, tüm
girişimler için geçerlidir. Bu da yabancıların, bu arada özellikle de, Avrupalı ve Asyalı
rakiplerine oranla daha az temsil edilmekte bulunan Fransız girişimlerinin çok dikkatli olmalarını
gerektiren bir husustur.
Bu arada maliyet problemi de vardır. Fransız şirketlerinin, çıkarlarını savunmak için,
“lobi” silahıyla donanmalarına yetecek mali olanakları var mıdır? Aslında bu maliyetler çok
değişkendir: nitelikli bir izleme ve raporlama faaliyeti için yılda 60.000 dolardan, girişim kendi
bürosunu kurmak istediği takdirde, birkaç milyon dolara kadar. Harcamaların ölçüsü, doğal
olarak, girişimin Amerika’daki ihtiyaçlarının kapsamına bağlı olacaktır.
E - Japonlar ve lobicilik44
Japonlar, Amerika’da, otuz yıldan beri, karmaşık ve incelikli bir lobicilik sistemi
geliştirmeyi başarmışlardır. Bu, ülkenin kamu kurumları nezdinde pahalı ama çok etkili bir
stratejidir. Söz konusu etki, ekonomik sektöre dönük olup dolayısıyla da halkın ilgisini pek
çekmeyen konulara ilişkindir. Toyota firmasının örneğini alalım. Bu Japon şirketi, Kentucky’de
bir serbest ticaret bölgesi aradığında Amerikan yönetimi buna şiddetle karşı çıktı. Firmanın
isteğine ulaşması için, o dönemde Cumhuriyetçi Parti Başkanı olup Toyota’nın da avukatlığını
yapan Frank Fahrenkopf’un müdahalesi ve Ticaret Bakanı Malcolm Baldridge ile görüşmesi
gerekmişti.
Japonlar kendilerine karşı yapılan eleştirileri yumuşakça geçiştirip etkisizleştirmekte çok
ustadırlar.45 Yöntem hep aynıdır. Muhalif bir Amerikalı politikacıya Japonya’ya gidip o ülkenin
gerçekleriyle tanışma olanağı sunulur. Bu ilk alıştırma adımını, seansı, orta etkinlikte biri için
5.000 dolarlık, etkili bir kişilik için 40.000 doları aşan ödemelerle verdirilen konferans dizisi
izler. Dönüşte ilgilinin muhalefeti yumuşama eğilimine girmiştir. Eski başkanlardan Reagan,
Japonya’da 1989 yılı sonlarında verdiği konferanslardan böylece 2 milyon dolar kazanmıştır.
Vaşington’da “fikir laboratuarları”ndan (Thinktanks) geçilmez. Bunlar, araştırma
dünyasının, üniversitenin, politikanın, lobiciliğin ve gazeteciliğin “krem tabakasını”, ekonomikstratejik temaları tartışmak üzere bir araya getiren çok güçlü kuruluşlardır. Devamlı bir sponsor
arayışındaki bu etkili gruplar, daima kendilerine yardım eden bir Japon grubu bulurlar.
Eylemlerinde, söylemlerinde ve zaman zaman eleştirel olan düşüncelerinde tamamen özgür olan
bu düşünen kişiler, partnerlik ilişlerini yenilerken bazen kendilerini iki kere düşünme zorunda
hissederler.
Bu yavaş işleyen strateji, paranın da önemli bir rolü olmasına karşın, esas olarak ilişki ve
etki savaşına dayalıdır. Söz konusu strateji, hükümet hararlarını yabancı ülkeler ve özellikle
43
“Fondation Heritage” tarafından yayımlanıp her yıl güncellenen “Congressional Directory” bunun somut
örneğidir.)
44
Bu konuda UCANSS Başkanı Hubert MAIGRAT’nın yazılarına da bakınız.)
45
Pat CHOATE, Agents of Influence: How Japan’s Lobbyists in the United States Manipulate America’s Political
and Economic System, Knopf, New York, 1990)
Japonya lehine değiştirtmekle görevli bir lobici sınıfı yaratmıştır. Bedeli ödendiği ve üslup
gözetildiğinde siyasal etki mümkündür. Japonlar için diğer bir önemli sektör bankacılıktır.
Gerçekten de, Amerikalı bankacılar, kredilerin düşük verimi nedeniyle, yerel yerleşimlerde
gittikçe daha az yatırıma yönelmişlerdir. Japon bankacılar, etkili ve sessizce hareket ederek bu
piyasaya da girmişlerdir. Reklam konusunda da aynı kurnazlık gösterilmiştir.
Genelde başkaları gibi karşılaştırmalı reklam uygulayan Japon markaları, Amerikan
markalarını katiyen kötülememişler, Alman veya İsveç markalarını hedef almışlardır.
İşte bu güç ve bu özel diplomasi sayesinde Japonlar, Amerikan Hazinesi’ne en çok borç
veren ülke, ABD’nin Asya’daki başlıca müttefiki ve Birleşik Devletler’in bir numaralı sanayi
yatırımcısı olmuşlardır.
Japonlar, oluşmakta bulunan görkemli Avrupa pazarına da gittikçe artan bir ilgi
göstermekteler. Birleşik Devletler’de uyguladıkları yöntemleri burada da, bulundukları alana
göre en iyi biçimde uyarlayarak, kullanıyorlar ve kullanacaklar. Böylece, Vaşington’dan sonra,
Brüksel de onların öncelikli hedefi konumuna geliyor. Örneği Avrupa otomotiv sektöründen
verelim. Japonlar, kendi markalarına karşı yükseltilmiş koruma duvarını delmek ve amaçlarına
ulaşmak için Amerika’da çok işlerine yaramış olan yöntemleri burada da uygulamaya koyma
kararındadırlar: kısıtlamaların fiyatları yukarı çektiğini kanıtlamak üzere tüketici birliklerine
incelemeler yaptırmak; yatırımlara ilişkin olarak Avrupa ülkelerini birbiriyle rekabete sokmak;
muhalif ülkeleri yalnızlaştırmak için tereddütlü ülkeleri etkilemek; davalarını savunan örgütleri
doğrudan, muhalif olanları da dolaylı biçimde finanse ederek serbest piyasa yanlılarının gönlünü
kazanmak. Onların güçlerini daha iyi kavramak ve zaaflarını daha iyi saptamak için tutumlarını
ve davranış biçimlerini inceleme zamanı çoktan gelmiştir. Unutmayalım ki bu alanda ustalarla
karşı karşıyayız.
2. Bölüm
LOBİCİLİK TEKNİKLERİ
BAHİS 1
LOBİCİLİK: STRATEJİK BİR ARAÇ
Özel girişimin, kamu politikasının hazırlanmasına katkıda bulunması, stratejik içerikli bir
ihtiyaca tekabül eder. Böyle bir katılımın gerekçesi, toplumun bütünü tarafından meşru görülüp
görülmemesine bağlı olarak sorgulanabilir. Bazı belli unsurlar, girişimin devlete karşı
davranışlarını, bir lobicilik stratejisinin tasarlanabilme koşullarını ve değişik seçenekleri belirler.
Üzerinde durulan seçenek ve izlenen hedef ne olursa olsun, girişimin, bir lobicilik stratejisinin
kesinleştirilme ve uygulamaya konmasının beş evresini gerçekleştirmeye başlamadan önce bir
dizi önkoşulu yerine getirmiş olması zorunludur.
Kamu kurumları nezdinde müdahalede bulunmak için bir girişimin elinde bulunan lobi
strateji ve taktikleri çok sayıda olup pragmatik ve evrimseldir. Girişim, kısa ya da uzun vadeli
ihtiyaçlara göre, sektöründeki baskı alanlarını kullanmayı tercih edebilir. Aynı şekilde kendi
örgütlediği servisi harekete geçirebilir ya da bu tür bir aracılıkta uzmanlaşmış bir ajansa
başvurabilir. Birçok durumda da, bu eylemler bir arada bulunabilir.
Bu alanda tüm olası parametreler işin içine girer: yönetim üslubu ve girişime özgü
anlayış; üretim sektörü; siyasal, sosyal ve kültürel ortam. Unutulmaması gereken başka faktörler
de vardır: söz konusu müdahalenin başvurulan yönetimin algılamasına göre içerdiği özellik;
yönetimin bu müdahaleye, kendi değerleri ve öncelikleri çerçevesinde verdiği önem; ulusal veya
uluslararası, yasa veya düzenleme olup olmadığına göre karşı karşıya bulunulan yetki düzlemi.
Bütün bu faktörler, olumlu bir sonucun elde edilmesine yani kamu erkinin bir kararını
etkilemeye yarayacak bir lobi stratejisinin oluşturulması, taktiklerin seçimi ve hedeflerin
belirlenmesi üzerinde etki yapacaktır.
Lobicilik, kuşkusuz ki, girişim ile devlet arasındaki tek ilişki düzlemi değildir. Lobicilik,
her iki taraf arasındaki iletişimin sadece bir yüzünü temsil eder. Gerçi, “baskı grubu” terimi,
uzun süre, karşılıklı etkileme gücüne ve buna bağlı çekişmelere dayalı bir güç ilişkisi
çağrıştırmıştır. Ancak fikirleri netleştirmek için vurgulanmalıdır ki, lobicilik, pek çok durumda,
ilgili tarafların diyaloga gerekli nesnel bilgileri birbirlerine sundukları karşılıklı bir işbirliğinin
sakin ve huzurlu sınırları içinde kalmaktadır.
Bilindiği üzere, en yapıcı diyaloglar kalıcı olanlardır. Lobicilik de, bu kesin kuralın
dışında değildir. En iyi sonuçlar, kamu kurumlarıyla, basit bir talebi aşan sürekli bir işbirliği
çerçevesinde edinilmiş inanılırlık sayesinde elde edilmektedir.
Bir lobicilik stratejisinin hazırlanması üç evrede gerçekleşir.
Önce lobi faaliyetinin temelini oluşturmak, kamu politikaları bağlamında gerekliliğini,
gerekçesini, aynı zamanda toplum bütünü ve kamuoyu önünde meşruiyetini ortaya çıkarmak söz
konusudur.
İkinci bir evrede, girişim ile devlet arasındaki ilişkileri tanımlayan karmaşık veriler
üzerinde düşünmek lazımdır. Burada, bir lobicilik stratejisinin uygulanması konusu ve bu
stratejinin farklı seçenekleri üzerinde durulmalıdır.
En sonunda da şirket, beş evreli bir lobicilik eylemine girişmeden önce, kendi kendini
belirli normlarla ilgili olarak sorgulamalıdır.
1 - Stratejik temel olarak lobicilik
İktisatçı M.E.Porter “Competitive Strategy” adlı kitabında, her türlü stratejinin, girişimin
de bir parçası olduğu toplumun özlemlerini dikkate alması gerektiğini ısrarla belirtir.
İşte bu nedenle ve bu görüşle bağlantılı olarak, bir şirketin stratejisi, lobi faaliyetini
planına dahil etmeli; ama ona üretimine, pazarlamasına, bütçesine ve diğer tüm işlevlerine
verdiği kadar önem vermelidir. Bunu, lobicilik, o girişimin de içinde bulunduğu ve hissedarların
oluşturduğu bir ortamın ayrılmaz bir parçası olduğu için yapmalıdır.
İlke olarak, kamu politikaları bir milletin tüm toplumsal özlemlerinin hem sonucu hem de
katalizörüdür. Dolayısıyla bir girişim için her türden stratejik bilgi kaynağı oluştururlar. Çünkü
bu politikalar, sosyal çelişkiler ortaya çıktığında, ahlaki zorunluluklardan ve ekonomik
farklılaşmalardan esinlenirler ki, bu, yasa koyucu gözünde, ortak iradenin bulmaya çalışılan
çözüme yansımasıdır.
Girişim, yasa ve prosedürleri gözlemlediği takdirde, bundan bir dizi sonuç çıkarabilir.
Yeni fırsatlar, yön değiştirmeler, daha önce kurulmuş şirketlere ilişkin olgular; bütün bunlar, onu
kolektif gidiş konusunda bilgilendirir ve kendi işleyiş ve finans politikasını ayarlamasını sağlar.
Günümüzde siyasal “iklimin”, girişimin genel yönetim politikasının bir parçası olduğu kabul
edilmektedir. Siyasal durum, şirketin gerçeklere daha yakından adapte olmasını; mevzuatın gidiş
yönünü önceden sezmesini ve yeni olanakların kendi verimine olası katkılarını saptamasını
sağlar.
Yine de bunlar, lobiciliğin daima gerekli olduğunu göstermez. Önceden düşünülüp
irdelenmeden girişilmiş hoyratça bir eylem bazen beklenenin tam tersine bir sonuç doğurur. Bu,
hem devletin temsilcileri hem de sivil toplumun aynası olan kamuoyu, lobiciliğin meşruiyetini
tartıştıkları takdirde özellikle söz konusudur. Böyle bir durumda, her türden adım ve eylem
planından önce derinlemesine bir sosyopolitik inceleme yapmak için bir neden daha var
demektir.
Lobiciliğin kamuoyunca algılanan imajı, demokrasi anlayışı ve toplumların ahlaki
değerleri ile sıkı sıkıya ilintilidir. Bu, ayrıca, bu etkinliğin kaynağı olan iş çevrelerinin imajına da
bağlıdır. İşte bu nedenlerledir ki, lobicilik, bazı durumlarda, özel çıkarların korunması amacıyla
devlet kararları üzerinde etki yapmaya yönelik ve meşruiyeti tartışmalı girişimlerle
özdeşleştirilebilmiştir.
Bir ideoloji de, devletin özel girişimin her türlü çıkar düşüncesinin üzerinde kalması
fikrini, örtük olarak, uzun süre, yaymıştır.
Aslında muhtemelen bu sonuncusu, zihinlere en çok işlemiş bulunan unsur olup
lobiciliğin etik planda tam bir inanılırlığa kavuşmasını engellemiştir.
Yine de son dönemde, eğilimlerin tersyüz oluşuna tanık olunuyor. Bu, kamu kurumları ve
özel girişimler gibi birbirini tamamlayan iki odak arasındaki karşılıklı bilgi akışını
kolaylaştırıyor. Artık devletin rolü tartışılıyor ve bazı kararlarının isabetliliği sorgulanıyor.
Avrupa başkalaşım sürecindedir. Ekonomik üretim küresel bir kavram olmaktadır. Bu bütünün
içinde, rekabet gücü ve verimlilik hususundaki meydan okumaları göğüsleme yolunda iç içe
çalışan devletler ve özel girişimler vardır. Özel girişim artık eski konumuna ve değerine
kavuşmuştur. Dünya halkları artık ona işleri bozan bir unsur gözüyle bakmamakta, ona hak ettiği
önemi vermekte ve varlığını kabul etmektedir.
Devlet örgütü de kendi içinde bir dönüşüm geçirmektedir. Bürokratik yapıların yükleri
azaltılmaktadır. Sorumluların görevleri konusunda uzmanlaştırılmaları devlete hareketlilik ve
teknik konularda etkinlik getirmektedir.
İktisatçılar bu yeni durumu yakından izliyorlar. Bu durum, aşağıdaki şemada açıklanan üç
unsur ışığında bazı ana hatların ortaya çıkarılmasını mümkün kılıyor.46 Ox.Oy düzleminin taralı
alanı, bir yandan iş çevreleri ile diğer yandan kamu yönetimi tarafından övülen ve savunulan
değerler arasındaki uygunluk ve çelişkileri, güç dağılımını ve her iki tarafın diğerini etkileme
kapasitesini temsil etmektedir. Oy.Oz düzleminin taralı alanı ise bu ilişkilerin toplumun bütünü
üzerindeki etkisini göstermektedir ve nötr olarak ele alınmaktadır. Demek ki, bir lobicilik
stratejisinin başarısı bu üç parametreye ve son tahlilde de, bunların bağdaşımlarının sonucuna
bağlıdır. Bu da üç boyutlu Ox.Oy.Oz kübik uzamı ile gösterilmektedir. 47
46
V.V.Murray’ın Theory of Business-Government Relations, Trans-Canada Pres, Toronto, 1985’deki şemasına
bakınız.)
47
Le Lobbying: stratégies et techniques d’intervention, Frank J. FARNEL & Patrick C. ROBERT, “Humanisme &
Entreprises”, 1993.)
HÜKÜMETLE İLİŞKİLER VE MEŞRUİYET FAKTÖRLERİNİN BELİRLEYİCİLERİ
Kamu
kurumları
ile iş
çevreleri
arasındaki
ilişkilerin
algılanması
Negatif
Nötr
Pozitif
Yüksek
Orta
Düşük
Devlet
Denge
İş çevreleri
Değerlerin
İş
uygunluk
derecesi
Resmi karar alma sürecinde dominant konum
Lobiciliğin uyumlulaştırılması yolunda pek çok unsur rol oynar: öncelikle kamu sektörü
ile özel sektör arasındaki iletişimin kalitesi, bu iki sektör arasında görüş birliği, tamamlayıcı olup
olmamaları veya bunların tam tersine görüş ayrılıkları.
İletişim, diyalogu yürüten değişik aktörlerin ellerine emanettir. Bu iletişimin kalitesi ise,
bunların yetkinliklerine ve donatılmış bulundukları yetkilerin kapsamına bağlıdır. Kararlarının
kalitesini, akışkanlığını ve etkilerini belirleyecek olan budur.
2 – LOBİCİLİK UNSURLARININ ANALİZİ
Lobicilik, girişim ile devlet arasındaki ilişki politikası çerçevesine girer. Bu nedenle, bu
ilişkilerin dolaysız sonucu, bir tür uzantısıdır.
Temel analiz, bir lobicilik stratejisinin ana hatlarını bu veriden çıkarak belirleme olanağı
verse de, işin esası gözden kaçırılmamalıdır: kamu hizmetinin, hem kararları hem de uyguladığı
prosedürler açısından pratik incelemesi.
Bir lobicilik süreci oluşturma aşamasındaki yöneticiler davranışlarını işte bu pratik
bilgiler ışığında ayarlamalıdırlar.
Bir kamu idaresini tanımak, tecrübeyle sabittir ki, genellikle ampirizmin (deneycilik)
egemenliğini kabul etmektir. Kamu idareleri, işleyiş, hiyerarşi ve karar odakları açısından
birbirlerine nadiren benzerler. Bunların, hele Avrupa’da, dönüştükçe artan karmaşıklığı, karar
odaklarının çoğalmasıyla daha da belirginleşmektedir. Ulusal odaklara Brüksel ve Strasburg
eklenmektedir.
Bir lobicilik stratejisi, öncelikle yöneticilerinin ikna kabiliyetine dayalıdır. Kendi
görüşleri konusunda ikna edici olmak onların işidir.
Bu aşamada, daha baştan argümantasyona kamu yararı penceresinden bakarak girişmek
ve siyasal gerçekçiliği temel almak gibi olumlu yöntem ve süreçler tanımlanabilir.
Siyasal gerçekçilik, temsil edilen girişimin tam da talep ettiği yöne dönük olmasa bile
davranışın siyasal meşruiyetini öncelikle tanıma kavramını içerir. Burada yapılan, ikiyüzlü bir
diplomasi uygulaması değildir. Bu, inanılırlığını kabul ettirmek ve samimi bir tartışmanın
temellerini atmak için mevcut durumun tüm parametrelerini belirlemek ve ortaya koymaktır.
Bunun tersine bir davranış, yani değiştirilemez diye deklare edilmiş pozisyonları
dondurmak ve o konumdan asla şaşmamak, kamu sektöründeki muhatabın kararlılığını on kez
arttırır.
Bu tür ilişkilerde dürüstlük yaşamsaldır: tartışma platformuna getirilen bilgiler ne kadar
kesin, açık ve dürüst olursa uzlaşma şansı da o ölçüde artacaktır.
Örneğin kamu kurumunun bilgisine, tasarlanan bir yasanın girişim üzerindeki etkisi ile
ilgili bir inceleme sunulabilir. Bu, söz konusu girişimin muhataplara takdimini ve tanıtılmasını
kolaylaştırır.
İşbirliği; ortak çalışma; birlikte düzenleme, iyileştirme ve çözüm arayışları. İşte bunlar,
politika alanının ön analizinin kilit kavramlarıdır. Böyle bakıldığında, kamu sektörü muhatabı
karşıdaki kişiye hasım olarak değil bir sorunun çözümünün birlikte arandığı bir partner gibi
görünecektir.
Belirttiğimiz üzere, lobiciliğin başarısı girişim yönetimiyle kamu kurumu arasındaki
ilişkilerin niteliğine doğrudan doğruya bağlıdır. Girişimin ekonomik önemi, devletin temsilcileri
nezdindeki etkisiyle doğru orantılı olabilir. Böyle olsa da, kamu alanının -sosyopolitik süreçleri,
sabiteleri ve hele değişkenlikleri ile- deneyiminin ve iyi bilinmesinin getirisini hiç de
azımsamamak gerekir.
Tüm bu parametreleri irdeledikten sonra, ortaya, girişimin kamu kurumları karşısındaki
tutumuna ilişkin üç olasılık konabilir:
Girişimin, karar sürecini gözlemlemekle yetindiği, tepkisini resmi kararların belirlendiği
ana saklayan pasif tutum.
Girişimin, kamusal süreçleri, belirlenmiş bir program uyarınca, kendi çıkarı lehine
değiştirme çabasına girdiği aktif tutum.
Girişimin, sakıncalarını minimize etme ve avantajlarını maksimize etme yetisine sahip
olma amacıyla siyasal kararları iyice anlamakla birlikte, hazırlık süreçlerini etkilemeye
çalışmadıkları ön alıcı tutum.
Uzmanlar, 1940’lı yılların sonundan beri, özel sektörle kamu kurumları arasındaki
ilişkiler üzerine eğilmişler; bunlarda değişmez kalan unsurları saptamaya çalışmışlardır.
Buradan, sürece ilişkin dört esas saptama çıkmıştır.
İlişki olasılıklarının ilkine, Amerikalı ve Kanadalı gözlemciler tarafından Mutual
accommodation adı verilir.
Bu işbirliği, iki taraf yani girişim ve siyasal yöneticiler arasında görev ve sorumluluk
dağılımı önererek “toplum sözleşmesi” gerçekleştirmeyi amaçlar. Bu yardımlaşmacı anlayışın
amaçladığı son nokta, daha büyük bir sosyal uyum içinde üretimin ve ekonomik kalkınmanın
maksimize edilmesidir.
Bu durumda rollerin paylaşılmasına tanık olunur. Kamu erki toplumsal projeyi
tanımlamakla, özel sektör de global stratejileri gerçekleştirmekle yükümlüdür.
Çok bellidir ki, toplum sözleşmesinin başarısı her iki muhatap arasındaki mutabakata
bağlıdır. En geniş anlaşma ve her iki partnerin birbiri hakkında derin bilgisi bu mutabakatın
önkoşuludur. Ne var ki bu, her zaman, özellikle de devlet müdahalesinin girişimler tarafından
sorgulandığı durumlarda gerçekleşebilir değildir.
İkinci seçenek parça başı diye nitelenebilir. Burada girişim, yasa, prosedür, karar gibi
belirli bir konu ekseninde devletle görüşmeye karar verir. Bu müdahale, şirketin kamu yararına
ilişkin analizi yasa koyucununki ile çeliştiğinde yapılır.
Ad hoc da denen “parça başı” yaklaşım, sosyopolitik bağlamın mükemmel biçimde
incelenmiş olmasını gerektirir. Ancak bu sayede yeterli bir inandırıcılık güvenceye
alınabilecektir.
Bu seçenek, gerçekten de, analizde önceden sezme yetisine ve çabuk tepkiye dayalıdır.
Verili bir durumun içerdiği tüm parametreleri yakalama ve bu arada muhatap alınacak gerçek
sorumluları isabetle belirleme ve onlara sunulacak argümanları saptama kabiliyeti bir tür reflekse
dönüşmüş olmalıdır.
Lobici deyimiyle bu tür “ad hoc” müdahaleler, genellikle ilgili sektörün, soruna ilişkin
verileri toplu bir vizyon içinde kavrayabilme kabiliyetindeki meslek birlikleri tarafından
yürütülür.
Esasen birliklerin görevleri, tam da devletle sürekli temas içinde olmaktır. Bu, onlara,
hükümetin niyet ve projeleri hususunda bilgi sahibi olma olanağı verir.
Üçüncü sırada dolaysız siyasal eylem gelir. Kuzey Amerika’da Avrupa ülkelerinden daha
popüler olan bu seçenek karşılıklı görüşme ve etkileşime dayanır.
Madem ki özel sektör devlete, girişimlerin işleyişine piyasa yasaları aracılığıyla
müdahale etme hakkı tanıyor; o halde özel sektör yöneticileri de siyasal kararlara aktif olarak
katılma hakkına sahip olmalıdır.
Bu yöntem çoğunlukla, Atlantik ötesinde, bazı yöneticilerin siyasal sisteme ve
hükümetlere kişi olarak girmesi ve orada iş çevrelerinin sesini duyurması biçiminde sonuçlanır.
Lobicilik müdahalelerinin dördüncüsü olan dolaylı siyasal eylem ise, sahnede baskı
gruplarının belirmesi ve halkın sesinin duyulması ile gerçekleşir.
Bu “kitle” stratejisi, herhangi bir önlemin reddi, yasaklanması ile ilgili özel girişimlerin
koalisyonu ekseninde örgütlenir. Bu yöntem, kamuoyunu duyarlılaştırma yolunda sondaj
kurumlarının, halkla ilişkiler şirketlerinin, medyanın vb.nin katılımlarıyla düzenlenecek
kampanyalar eşliğinde gerçekleştirilir.
Dolaysız siyasal eylemin ihtiyaç duyduğu olanaklar ancak büyük şirketlerde
bulunabilecek bir yapısal güç gerektirir. Öte yandan, bu girişimler, halk gözünde popüler olmalı
ve kamuoyu çoğunluğunun desteğine sahip bulunmalıdır.
Bir lobicilik eylemini, daha önce de vurguladığımız gibi, aşağıda özetlenen beş ana evre
oluşturur:
1. Girişimin amaçlarının tanımlanması.
2. Gözlem, analiz ve müdahale konularının seçimi.
3. Girişimin etkilemeyi düşündüğü hedeflerin ve uygun müdahale zamanının belirlenmesi:
- hükümet aygıtının içinde,
- hükümet aygıtının dışında;
4. Uygulanacak lobicilik tekniklerinin seçimi:
- dolaysız lobicilik,
- dolaylı lobicilik.
5. Uygulama, izleme, değerlendirme.
A - Amaçların belirlenmesi
Amaçlar, besbellidir ki, lobicilik stratejisine başvuran girişimin kimliğine, yani üretimine,
büyüklüğüne vb göre belirlenmelidir.
Şu tür amaçlar saptanabilir:
A)Girişim, kenarından dolaşılamaz bir yasanın yüklediği maliyeti düşürme çabasındadır
(örnek: çevreye ilişkin genel anlamda bir müdahale) 48
B)Girişim, bir hükümet kararının avantajlarından yararlanma ya da sakıncalarını
minimize etme çabasındadır (örnek: ihracat kotaları, gümrük tarifeleri, sübvansiyonlar,
finansmanın yeniden düzenlenmesi, vb)
C)Girişim, kendisine elverişsiz bir önlemi (örnek: düzenleme veya vergi) devletin ya
yürürlükten kaldırması ya da uygulamaması için müdahale etme çabasındadır.
D)Girişim, resmi veya sektörel ya da genel işlem ve eylemlerin hazırlanmasına katılımını
planlar.
48
Le lobbying: outil stratégique de la communication environnementale, Frank J. FARNEL,”L’industrie au vert”,
Editions l’Approche, 1992
B - Bir lobi faaliyetine ilişkin sorunların seçimi
Bu aşama, sosyal ve siyasal çevrenin dikkatli bir analizinden oluşur. Bu, girişimin
teknolojik gelişmeleri izlemesine benzer.
Bu gözlem, iç işleyişte bir rol oynayabilecek bir dizi ekonomik, kamusal, siyasal çıkar
sorunlarını ortaya çıkarma ve bunların incelenmesi sonucunda öncelik sıralaması yapma olanağı
sağlar.
C - Hedeflerin ve uygun zamanın seçimi
Bir lobicilik eyleminin etkililiği, her şeyden önce, kamu idaresi bünyesinde kararları
gerçekten kimlerin aldıklarının doğru belirlenmesine bağlıdır. O itibarla bu evre çok önemlidir.
Hedeflerin sayısı çok olabilir: bazen politik ve bürokratik sistemin içindedir; ama
seçilmiş lobi yöntemi eğer kamuoyunu, uzmanları, vb işin içine katıyorsa da sistemin dışındadır,
Hedeflerin hepsi mutlaka resmen sürece katılan unsurlar olmayabilir. Bunlar, psikolojik
ya da maddi anlamda gerçek yetkiyi kullananlardır.
Verili duruma göre hedeflerin profili de farklılık gösterir. Esasen önceden bir takım
değişmez sınıflandırmaların yapılamaması da bu olgudan kaynaklanır.
Ayrıca, resmi karar süreçlerinin de ülkeden ülkeye değiştiği olgusunun da altını çizelim.
Birleşik Devletler’de yasama erki özel sektöre el atar ve onu büyük ölçüde denetler. Fransa gibi
başka ülkelerde, bakanlar kurulu yürütme erkinin neredeyse bütününe sahiptir. Yürürlükteki
anayasal durum ve üst düzey bürokratların çoğunluğunun da aynı bakanlar kurulu tarafından
atanıyor olması, bu yetki odaklaşmasını daha da güçlendirir. Böyle bir durumda, devlet
bürokrasiyi yasa ve kararları uygulamakla görevlendirir. Bu suretle hedef sayısı çoğalmış olur.
Bu düzeyde, daha çok yüksek bürokratlar ve orta kademeden devlet memurları lobicilerin
hedefindedir.
Topluluk kurumları daha da karmaşık bir yapı arz ederler. Avrupa Parlamentosu
ekseninde oluşmuş bu kurumlar teknik uzmanları, siyasal komiserleri ve tüm üye ülkelerin
temsilcileri ile lobiciye üç ayrı basamakta faaliyet gösterme olanağı tanır: Avrupa Parlamentosu
– Üye ülkeler - Bakanlar Konseyi.
Lobicilik eylemleri bu durumda başarı kaydedebilmek için, muhataplarına göre farklı
örgütlenmeli, zamanlama açısından birbiriyle üstüste gelmemeli ve ayrı ayrı sözcü ve ayrı ayrı
argümanlar bulmalıdır.
Geçmiş deneyimlerin ışığında belirtilebilir ki, özel sektörün, yeni yönelimler ve geleceğin
yasaları resmen onaylanma aşamasına gelmekteyken yaptığı girişimler, genel olarak, geç kalmış
girişimlerdir. Bu konuda bütün profesyoneller görüş birliğindedirler: lobicilik en yüksek başarı
şansına, yasal önlemlerin hazırlanmasının başlangıç aşamasında sahiptir. Çünkü o aşamada söz
konusu olan, baskıdan çok partnerler arasındaki bilgi alışverişine dayalıdır.
Siyasal anlamda mutabakata varılarak onaylanmadan önce üzerinde uzun uzadıya
düşünülmüş bir metnin hazırlık aşamasının sonunda müdahale etmek hiçbir zaman yararlı
değildir. O aşamada siyasetçi tam da bittiğini düşündüğü bir işin yeniden tartışma konusu
yapılmasından hoşlanmayacaktır.
“Erken” lobicilik bir tür gizlilik ortamı içinde yapılmamalı, siyasal yaratı süreciyle
bütünleşmeyi sağlayacak bir öngörü anlayışıyla yürütülmelidir. Yeni bir yönelimi, üstelik de
medya aracılığıyla kamuoyuna açıklamış bulunan bir hükümet, kuşkusuz ki, kamuoyu gözündeki
inanılırlığının göreceği zararı düşünecek ve geri adım atmaya pek eğilimli olmayacaktır.
Dolayısıyla, bu durumda lobici müzakeresini, onsuz kararlaştırılmış bir siyasal çizgiye olsa olsa
bazı değişiklikler getirmekle sınırlayacaktır.
Hedefler, siyasal hiyerarşi bünyesinde, ara yönetimlerde, yüksek bürokraside ve bakanlar
nezdinde yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya gözden geçirilerek saptanmalıdır.
Hedeflerin ve müdahale zamanının seçimi, aynı zamanda uygulanacak lobi taktiğini de,
yani eylemin dolaysız mı yoksa dolaylı mı olacağını da belirleyecektir.
D – Uygulama taktikleri
Farklı lobicilik taktiklerini özetleyen aşağıdaki tabloya ilişkin yorumlar şunlardır. 49
Dolaysız lobicilik taktikleri, girişimin, daha önce projelerine en iyi hizmet edebileceğini
düşünerek belirlediği hedef-muhataplarla aleni veya özel temasları bağlamındadır.
Dolaylı lobicilik taktikleri her türlü “kitle” eylemini, aynı zamanda yasal başvuruları
içerir.
Finansal lobicilik taktiklerinin ve “şüpheli yöntemler”in ne oldukları zaten
kendiliklerinden anlaşılır. Bunlar, Birleşik Devletler’de de yapıldığı gibi, bu mesleğin etrafını,
kamu kurumları, temsil edilen çıkarlar ve bizzat lobiciler açısından koruyucu bir yasal halkayla
çevirmenin gereğini ortaya koyarlar.
Koalisyon yöntemine gelince; bu koalisyonlar ilgili sektörlerin meslek birliklerini, benzer
firmaları, baskı gruplarını, vb bir araya getirirler.
TAKTİKLER VE LOBİCİLİK50
DOLAYSIZ LOBİCİLİK
 Kişisel iletişimler, sunumlar, temaslar
- resmi (formel) ve gayrıresmi (informel) toplantılar
- resmi sunumlar, brifing
- mektuplar
- telefon konuşmaları
DOLAYLI LOBİCİLİK
 Mektup kampanyası
- kişisel girişimler
- dışarıdan (üçüncü taraflardan) girişimler (baskı grupları)
 Halkla ilişkiler kampanyaları
- söylevler, makaleler, medyada haberler, basın kampanyası
- kanaat önderleri tarafından amaçlara ilişkin açıklamalar
- protesto yürüyüşleri, açık hava toplantıları, halk hareketleri
- yandaş reklamcılık
 Yasal ve adli prosedür
- söz konusu yasa veya düzenlemenin anayasaya aykırılığı
- hükümet ve idare kararının iptali için adli makamlara başvuru
“FİNANSAL” LOBİCİLİK
 Siyasal kampanyalara (parti, adaylar) katkılar
- mali katkılar
- ayni katkılar (destek hizmeti)
 Hileli katkılar
- rüşvet
- iş temini, aşırı ücret, armağan, vb.
49
(CORRADO F. , Media for manager, Prentice Hall, Englewoods Cliffs, N.J., 1984, s.92 ve bu konuda ayrıca
bakınız: Conflict PR’ in the Formation of Public Opinion, “Public Relation Quarterly”, 1983, Vol. 1983, Spring,
s.28-31.)
50
(CORRADO’dan uyarlama)
ŞÜPHELİ UYGULAMALAR
 Gerçekleri tahrif, yalanlar
- gizleme, engelleme
- bilgiyi saklama, olguları gizleme
- yıldırma yöntemleri
- kişisel saldırılar, muhalifleri karalama
 Oyalayıcı yöntemler, engelleme teknikleri
- mesnetsiz adli başvurular (sürecin geciktirilmesi)
- analiz sürecini çok sayıda gereksiz belge sunarak geciktirme
 Ayartma
- karşı tarafın yandaşlarını, iş temini ve benzeri avantajlar yoluyla yansızlaştırma
- karşı tarafın davasına hizmet edebilecek uzmanları çok yüksek ücretlerle istihdam etme
KOALİSYON ÖRGÜTLEME



Lobi faaliyetinin diğer baskı grupları ile eşgüdüm halinde yürütülmesi
Siyasal pazarlık (karşılıklı “dostça davranış” yöntemi)
Girişimin imajına dönük kampanyalar (“Good Corporate Citizen Programs”)
E - Kontrol ve değerlendirme
Bir lobicilik eyleminin yürütülmesini denetlerken hedeflerin, müdahale zamanının ve eylem
taktiklerinin belirlenmesi konusunun ötesine de bakmak lazımdır. Lobi faaliyeti, bir yandan
sürerken gerekebilecek her türlü yeni düzenlemeye açık olmalıdır.
Hem kullanılan yöntemler ve müdahale üslubu, hem de aracıların ve uzmanların sürekli
gözlem altında tutulması bu kontrolün kapsamı içinde bulunmalıdır. Ayrıca, kamuoyunda eldeki
konuya ilişkin olası gelişmeler, yeni baskı gruplarının ortaya çıkışı dikkate alınmalıdır.
Demek oluyor ki, lobicilik stratejisi hiçbir zaman bütünüyle önceden saptanamaz.
Strateji, sürekli dönüşüm halindeki bir sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel ortamın hareket ve
nefes alışlarına göre esneyip değişerek devam edebilmelidir. Esasen lobinin kaynaklandığı ve
hizmet etmeye aday olduğu ortam budur.
BAHİS 2
Amaçlar ve lobicilik
Taslak metinlerinin yasalaşması anında mümkün olan en çok oyu elde etmek isteyen
lobici beş temel kurala riayet etmelidir.
1 - GERÇEK, SADECE GERÇEK
“Size bazen denir ki
-bu bir olgudurolgular önünde boyun eğiniz.
Yani, “güveniniz”.
Güveniniz, çünkü burada insan müdahalesi yoktur.”
Paul Valéry
Uygun sözcükleri kullanan lobici takdir edilir. Kullandığı sözcükler yasa metnine
dönüşebilir. Nüans, belirsizlik ve öznellikten oluşan dil politikada çok önemlidir. Lobici, işte bu
dili hem savunduğu çıkarların temsili aşamasında hem de içinde bulunduğu siyasal ortam
bağlamında dürüstlükle kullanmalıdır.
Öte yandan, lobici, siyasal durumun gerçeğe uygun biçimde anlaşılması için, bazı
olguların gözden kaçmasına neden olabilecek unutmalardan ve atlamalardan kaçınmalıdır.
Lobici gerçeği unuttuğu takdirde, yasa koyucu engelleri fark etmeksizin bir metnin yazımına
girişme riskiyle karşı karşıya kalır. O vakit, hem kişisel hem de siyasal açıdan en kötü sonuçlarla
karşılaşılabilir. Bu durumda milletvekili, kuşkusuz ki, hata yapmasına neden olan lobiciye rücu
edecektir. Böylece, bilgisizlikten, akılsızlıktan ya da bilinçli olarak atlama yapmış olan kabahatli
lobicinin geleceği kararacaktır. Eğer lobici taktik gereği çok bilgi sunmak istemezse, o zaman da
yasa koyucu daha işin başında yazıma önemli bir handikapla başlayacaktır. Unutmamalı ki, bilgi
iktidardır. Gerçek bir enformasyon daima daha çok güç sağlar.
2 - OLMAYACAK ŞEYLERİ ASLA VADETMEMEK
Olmadık vaatlerde bulunmak kolaydır. Örneğin alkol ve tütün ürünlerinin reklamını
yasaklayan EVIN yasası, aynı zamanda bu ürünlere sponsor olunmasını men etmiştir. Lobicinin,
bir alkollü içki üreticisine, bu yasakların parlamentoda (DMOS) adı verilen basit bir yasama
eylemiyle kaldırılabileceğini ve bunun, konuya kanaat önderleri ve kamuoyu dolaysız ya da
dolaylı lobicilik eylemleriyle duyarlılaştırılmaksızın yapılabileceğini (gerçekten de lobici, bir
kamu sağlığı önlemine istisna getiren bir metnin yasalaşması için, yasa koyucunun çevresinde
olumlu bir toplumsal atmosfer yaratabilmelidir) vadetmesi hatadır. Yine bir yasa koyucuya
oyların, kesin olmadığı halde, “cepte” olduğunu söylemek anlamsızdır. Eğer bir lobici, yasa
koyucuya bir veya çok sayıda koalisyonun kendisine yardımcı olacağı güvencesini veriyorsa, bu
vaadinin yerine gelmesini mutlaka sağlamalıdır. Bir girişimin başkanına bağlı sendikaların ve
çalışanlarının rızasını vadeden lobici, bunun somut ve kesin kanıtını anında sunmalıdır. Eğer
lobicinin temsil ettiği şirketin başkanı bir milletvekili veya bir senatörün yardımını kişisel olarak
talep etmeyi kafasına koymuşsa, bunun gerçekleşmesi herkes için en iyisidir.
Başarı, lobicinin, önceden saptanmış amaca ulaşmak için seferber edilmiş kaynak ve
olanaklar çerçevesinde hareket etme yolunda göstereceği hassasiyete bağlıdır. Lobicinin, bir
metnin yasaya dönüşmesini sağlayacak oyların sayısı konusundaki kapasitesine gerçeğinden az
değer biçmesi daha uygun olur. Eğer eylem planı iyi işlemişse, onun adına zaten sonuçlar
kendiliğinden konuşacaktır.
3 – ANLAMAK İÇİN DİNLEMEK
Fransız dili, bir cümleye doğrudan anlaşılandan farklı bir anlam yüklenmesini sağlayan
ideal metaforlarla (eğretileme/istiare) doludur. Bu, gezegenimizde konuşulan bütün diller için
geçerlidir. Siyaset, diplomasi, müzakere ve iş dünyası dillere olağanüstü gelişme olanakları
sunar. Lobici, müşterileri tarafından kullanılan formüllerin arasından süzdüğü talepleri siyasetçi
sözcüklerinin dünyasına ve hukukçuların daha kapalı, idarenin daha düzenli, meclis
oturumlarının daha heyecanlı dilinin ortamına uyacak biçime dönüştürebilecek yetide olmalıdır.
Süreler ve kurallar iyi bilinmeli ve özümsenmiş olmalı; yine de dikkat uzun bir süre boyunca hep
yoğun kalmalıdır.
Lobici, böyle karmaşık bir dil ve yol labirentinde kaybolmamak için bazı kurallara riayet
etmek durumundadır. Bunlardan birincisi ve en öncelikli olanı “dinlemektir”. Bu kural her
düzeydeki kamu yetkilisi (milletvekili, senatör, ilgili görevli, parlamento danışmanı, özel kalem
müdürü, bakan, vb.) ile yapılacak görüşmede geçerlidir..).
Öte yandan, lobici çok dikkatli olmalı ve aşağıdaki ifadelerin tam olarak ne demek
istediklerini anlamalıdır:
…“Bu noktada sizinle tamamen hemfikirim…”
…“Bir şeyler yapabileceğimizi düşünüyorum…”
…“Elinizde iyi bir dosya bulunduğunu sanıyorum…”
…“Size yardım etmek isterim…”
…“Talebinizi kabul edebilirdim…”
…“Ben sizden yanayım…ama durum Başkan açısından da böyle mi?...”
Lobiciye sözlü vaatte bulunan milletvekillerinin, son anda bazı durum değişikliklerini
bahane ederek, oylamada vaatlerinin tam tersi yönde davrandıkları da görülmüştür. Gerçi bu tür
olaylar, hele lobici tezini doğru biçimde tanıtmış ise, nadiren ortaya çıkmakla birlikte, yine de
yasa koyucu böyle davranabilir. Bir aksiliğin vaat ettiği biçimde oy vermesini engellediği
milletvekili veya senatörün daima bir çıkış kapısı, bir bahanesi olacaktır. Örneğin muhalefet
kanadından güçlü ve kararlı baskılar gelebilir; ya da lobicinin savunduğu çıkarların aksi yönde,
ama kapsamı o çıkarların boyutunu aşan bir yasa metni oylanmaktadır. Bu tür tersyüz oluşlar
lobici tarafından önceden hesaba katılmalı ve bu olasılıklar eylem planına dahil edilmiş
bulunmalıdır.
Bütün zorlu seçimlerin oy niyetleri ile seçim sonuçları arasında bir fark oluşur. EPSY
gibi bazı kurumlar bu tip analizlerde uzmanlaşmışlardır. Onların, önemli seçimler öncesinde
verdikleri öğütler büyük şirketler için sıkça çok yararlı olmuşlardır. Batı Virginia eyaletinin eski
demokrat Senatörü bu olguyu basına şu deyişle açıklamıştı: “Bir insandan işittiğimden aslında ne
anlamam gerektiğini onun gözlerinden anlarım. Eğer bir senatör bana açıklıkla oyunu benim için
kullanacağını söylememişse, “sorun yok” veya “bu konuda endişelenmenize hiç gerek yok”
türünden bir şeyler dese bile, onun oylama günü karşımda olacağını hissederim”.51
Eğer dinlemeyi bilmek, savunulan metni yasalaştıracak oyları sayabilmek için temel ve
birincil önemde anahtar ise, saymayı bilmek mecliste zafer kazanmanın esas anahtarıdır.
Lobicinin gücü, yasayı oylayacak kişinin inanılırlığı konusunda hükme varma yetisinde
yatar. Öncelikle bu parlamenteri ve onun alt kadrosunu tanımak, onları iş üzerinde gözlemlemek,
söylemlerinin oylama sonuçları karşısında gücünü tartmak lazımdır. Ancak bütün bu unsurları
51
(New York Times, Washington Talks, 21 Eylül, 1988)
özümsedikten sonradır ki, lobici, bir milletvekili ona “sizinleyim!” dediğinde bunun ne ölçüde
gerçeğe uyacağı hususunu değerlendirebilecektir.
4 - SADECE SEÇİLMİŞLERLE ÇALIŞIP DA PARLAMENTO
ÇALIŞANLARINI UNUTMAMAK
Bir vekil ile karşılıklı güven tesis etmek için önce onun alt kadrosu ile tanışmak gerekir.
Bu, milletvekilleri için danışmanları, meclis ve senato grupları için de parlamento görevlileridir.
Lobiciler, çoğu zaman milletvekilleri ve senatörlerle sürdürdükleri kişisel ilişkilere büyük önem
verirler. Ancak onların özellikle karar alma süreçlerinde daima arkalarında olan ekibi asla
unutmamaları gerekir. Ulusal, yerel ve başka düzlemlerdeki sorumlulukları altında ezilen bir
parlamenterden üzerinde karar vermesi gereken tüm dosyaların içeriğine tam anlamıyla vakıf
olması beklenemez. İşte bu kadro ona kanaat oluşturmada yardım edecek, onu yönlendirecektir.
Dolayısıyla, söz konusu kadro, parlamentere ulaşmada aşılması gereken ilk savunma hattı
gibidir.
Kadro, birlikte çalıştığı milletvekilinin veya senatörün davranış kalıplarını hızla
benimseyip özümseme eğilimindedir. Bu, onun siyasal arenada tanımlanmış bir konuma sahip
bir kişiyle çalışma iradesinden olduğu kadar, o seçilmiş kişi ile karşılıklı bir güven ilişkisi
kurmak istemesinden de kaynaklanır. O halde vekilin güveni kazanılmak isteniyorsa, öncelikle
kadronun güvenini kazanmak çok önemlidir. Ayrıca, bu ilişkiler kurulduktan sonra onları
sürdürmeyi bilmek de gerekir.
Bu alt yönetim birimleri de sahip oldukları yetkilere, örneğin bir milletvekilinin ya da bir
parlamenter grubunun kadrosu olduklarına göre farklılaşırlar. Her birinin üslubu farklı da olsa,
sorumlulukların katmanlaşması belirgindir.
Parlamenterlerin kadrolarını oluşturan kişiler pek çok problemle, siyasal partilerle ve
değişik komitelerle ilgili önemli bilgiler edinmişlerdir. Dolayısıyla bunlar, doğaları gereği,
parlamenterler için olduğu kadar lobiciler için de değerli bir kaynak niteliğindedir. Bu insanları
umursamayan lobici ağır bir değerlendirme hatası yapıyor demektir. Çünkü böylece onlarda
kendine karşı güvensizlik uyandırmış olacak ve en iyi önerilerine karşı bile muhalefet etmelerine
yol açacaktır.
Bu kadroları karşısına alan lobicinin ödemek zorunda kalacağı bedel çok yüksek olabilir.
Kuşkusuz ki bir milletvekili veya bir senatör ile farklı nedenlerle kişisel ilişkiler bulunuyor ve
bunlar parlamento danışmanlarından geçmeye gerek bulunmaksızın sürdürülüyor olabilir.
Ancak, bu kadrolarla oluşturulacak iyi ilişkiler parlamenter ile mevcut bağa daha da ağırlık
sağlayacak; üstelik de milletvekili ya da senatör, iş arkadaşlarına dostça davranan lobiciye daima
daha da müteşekkir olacaktır.
5 – SÜRPRİZLERE DİKKAT
Politikacılar sürprizlerden nefret ederler. Bir parlamenter kendini bir lobici tarafından
kıskaca alınmış gibi hissetmemelidir. Dolayısıyla, bir lobi stratejisi bağlamında sürpriz
unsurlarını iyi irdelemek esastır.
Parlamenter ve kadrosu, lobicinin savunma ya da oluşturma çabasında olduğu bir yasa
tasarısının oylama sırasında karşılaşacağı destek veya muhalefet ölçüsü hususunda önceden
bilgilendirilmiş olmalıdır. Parlamenter, herhangi bir şekilde angaje olmadan önce, mantıken söz
konusu önerinin hangi çıkar grupları, sendikalar, iş dünyası, vb. tarafından desteklendiğini
bilmek isteyecektir. Bütün bu bilgilere, ön sezgilere dayalı da olsa, lobici tarafından işaret
edilmiş olmalıdır. Bu, parlamenterin mevcut unsurları önce lobicinin ağzından duymasını ve ona
göre bir ilk savunma planı hazırlamasını sağlayacaktır. Lobici, mesajını önemli parlamenterlere
ve onların alt yönetim birimlerine (özellikle savunulan çıkarlar karşısındaki gelişme
olasılıklarına işaret ederek) önceden vererek o milletvekillerine olabilecek en olumlu ortamı
temin ettiği takdirde her türlü sürpriz etkisi ve muhalefetin eylem alanı daha baştan yok edilmiş
bulunacaktır.
Milletvekilleri ve senatörlerin, özellikle de yerel ekonomik koşullarla ilgili olarak,
seçmenlerinin durumunu bilmeye ihtiyaçları vardır. Büyük girişimler ve onların çalışanları, yerel
topluluklar bünyesinde en önemli ekonomik, politik ve sosyal aktörlerdir. Bunların kendilerini
“iyi” hissetmeleri parlamenter için önemlidir. Lobici, bu alanda parlamenterin ihtiyaç duyduğu
tüm bilgilere sahip olmasını güvenceye almalıdır. Gerçi iyi haberler zamanında paylaşılmalıdır
(fabrikanın büyütülmesi, sendikalarla anlaşma, hükümet sübvansiyonu, vb.) ; ama aynı şekilde
kötü haberler de daha ortaya düşmeden paylaşılmalıdır. Girişimler bunu kolay kolay yapamazlar.
Ne var ki, bir işletmenin kapanması, istenmeyen şirket devirleri, işten atılmalar, ihtilaflı
konularda adalete başvurma veya resmi bir kurumun kararlarına karşı girişilen eylem, hep hızlı
bir analiz ve müdahale gerektiren hususlardır. İyi bir lobici alandaki insiyatif kapasitesinden belli
olur.
Şirket temsilcileri kendilerini seçenleri (çalışanlar, yönetim kadroları, hissedarlar ve
medya) gereğinden çok dikkate alır, eylemlerinin siyasal boyutlarını gözden kaçırırlar. Bu tür
dikkatsizlikler doğrudan doğruya muhalefetin işine yarar; girişimin ve lobicisinin inanılırlığını
ve siyasal etkisini azaltır. Dolayısıyla, ortamın uygun olup olmadığı hususunda son derece
dikkatli davranmalı ve sürekli teyakkuz halinde bulunulmalıdır. Burada söz konusu olan,
lobicinin inanılırlığı ve güvenilirliğidir. Lobici, sürpriz unsurunu yok edip olayları önceden
sezerek önceden davranmak suretiyle, daha sonra faaliyeti süresince kaçınılmaz olarak
karşılaşacağı muhalefeti daha baştan nötralize edebilecektir.
BAHİS 3
EN ÖNCELİKLİ YÖNTEMLER
1 – HERŞEYDEN ÖNCE, NE İSTEDİĞİNİ BİLMEK
Zaten bilinen bir gerçeği ifade etmek pahasına belirtelim ki, her lobicilik uygulaması,
başından başlayıp her defasında bir adım atarak ilerler. Her ziyaret sırasında lobici kendine şu
soruyu sormalıdır: bu teması hangi amaçla yapıyorum? Bilgi vermek ya da almak için mi? Oy
kazanmak için mi? Gelişmekte olan bir olaya karşı muhalefeti körüklemek için mi? Alınacak
pozisyonla ilgili bir noktaya dikkat çekmek ve görüşümü aktarmak için mi?
Ziyaretin amacını sınırlı bir süre içinde iyi tanımlamak yaşamsaldır. Çünkü sürekli
medyanın gözlemi altındaki yasa koyucuların hem zamanları kısıtlıdır, hem de uzun vadeli
strateji gerektiren dosyalarla günü gününe ilgilenemezler. Bu tür randevuların yararlı olmaları
için, bunların ya parlamenter için çok önemli bir olayla ilintili olması ya da yakın gelecekteki
önemli bir gelişme bağlamına oturması lazımdır. Parlamenterler, önceden temin edilen her tür
habere ve bilgiye karşı dikkatlidirler. Bunlara sahip olanlar da onların gözünde ayrıcalıklı bir
konuma gelirler.
Parlamenter ve ekibi, önceliği, ivedilikle ele alınması gereken sorunlara verirler. Yasama
organındaki ve bakanlıklardaki faaliyet döngüsü, parlamenterlerin ve çıkar temsilcilerinin niye
aynı anda bir problem üzerinde telaş içinde ve baskı altında yoğunlaştıklarını açıklar. Bu telaş ve
baskı, örneğin, bir bakanlar kurulu toplantısı, mali yasaların oylanması veya bir yasama
maratonuna neden olacak sosyal önlemlerin ele alınması gibi -yüzlerce bileşenin bir noktaya
odaklandığı- durumlarda kaçınılmazdır. Önemli unsurlar, doğru biçimde belirlenip
çerçevelendirildikleri takdirde dikkatle dinlenirler. Aynı şekilde, dosya henüz ilgili
komisyonların incelemesindeyken, parlamenterin veya yardımcılarının vaktini ilerideki
parlamento görüşmelerinde benimsenecek strateji konusunu tartışmak için gereksiz yere almak
verimsiz bir girişim örneğidir. Parlamenterlerin, meclis komisyonuna çok ileri bir tarihte gelecek
bir dosya için desteğini talep etmek de, yine beceriksizce bir girişimdir. Lobici girişimlerini
zamana göre öngörerek hazırlanmak durumundadır.
Örgütler, sendikalar, şirketler ve de çıkar grupları ve birlikler uzun süre önceden
hesaplanmış ihtiyaçlara sahiptirler ve uzun vadeli planlar hazırlarlar. Parlamentonun ve
senatonun gündemi de, bir dosya üzerinde konuşulmasına elverecek boşluklar içerebilir (bir
parlamenter, bütçe görüşmeleri ve oylamaları döneminde ulaşılabilir durumda olmaz). Uygun anı
bulmak için meclis ve senatonun yaşam ritmini ve siyasal takvimi iyi özümsemiş olmak gerekir.
Lobiciğilin amaçları başlangıçta doğru analiz edilmiş taktikler uygulanarak elde
edilebilir. Bu taktikler önceden kurgulanmış bir eylem planı ile uyum halinde geliştirilmelidir.
2 - KİLİT AKTÖRLER
Bir lobicilik eyleminin başarılı olması, zaman içinde oluşturulmuş kişisel ilişkilere
bağlıdır: politikacılar kimdir? Nereden gelirler? Motivasyonları nelerdir? Niye politikacı olmayı
seçmişlerdir?
Bir lobici bilgilerini etkin biçimde kullanmayı bilmelidir; çünkü bilgi ve onun
uygulamalarının algılanışı temel unsurlardır.
İnceleme, analiz, düşünme, direkt yatırım ve yasama sürecine katılım zorunlu öğelerdir.
Çünkü politikacılar tanınan kişilerdir; yaptıkları herkesin gözü önündedir. Ancak onları
tanımanın en iyi yolu, mecliste ya da senatodaki görüşmeler esnasında doğrudan izlemekten
geçer. Siyasal karakter çizgileri işte orada en iyi şekilde belirebilir. Oy verebilme biçimlerini
irdeleyerek, düşünme biçimlerini kestirmek ve uygun stratejiler hazırlamak mümkündür. Lobici,
ayrıca, bir politikacının sahip bulunduğu saygınlık ölçüsü hususunda da sonuçlar çıkarabilir.
Onun, çıkarlarını parlamento görüşmeleri sırasında temsil edip edemeyeceğini anlar. Her
politikacı tekil bir durumdur. Onunla temasa geçilip dosya önerilmeden önce, onun yetkinlikleri
gibi kusurları da hesaba katılmalıdır.
Her politikacının kişiliği, ideolojisi, dünyaya bakışı, ilgi alanları ve motivasyonları
lobicinin stratejik ve taktik yaklaşımını belirleyecek unsurlardır. Ayrıca her sorun da farklıdır;
yeni koalisyonlar oluşturma veya eskileri yeniden canlandırma potansiyeli taşır. Merkezde oy
kullanan bir sosyalist, bir ara, kendi partisinden meslektaşlarıyla veya bir komisyon başkanıyla
ilişkilerini tazelemeye karar verebilir. Savunma veya dış politika alanında çok katı davranan bir
milletvekili ya da senatör sosyal haklar konusunda daha liberal bir tutum takınabilir. Bazı
durumlarda, uç soldan ve uç sağdan bazı karar vericileri bir ittifak perspektifinde birleştirmek
mümkündür.
3 - KAMUOYUNU TANIMAK
Her bir öneri veya her bir taslak, yasalaşabilmek için kamu yararı açısından
açıklanabilmek zorundadır. Bu, yasa koyucu tarafından da asla başka türlü yapılamaz. Aksi
takdirde, onun ve parlamentonun dürüstlük imgesi tehlikeye girer. Lobicinin de, bir öneri veya
bir proje getirir ve herhangi bir milletvekilinin desteğini talep ederken gerekçesinin kamu yararı
mantığıyla sınırlı kalması hususunu aklına yerleştirmesi önemlidir. Bu zorunluluğa uymayan
lobicinin çabaları boşa gitmeye mahkumdur.
Sinema endüstrisine karşı kablolu televizyon, bankalar, tekeller, vb. halk gözünde ve
hatta mecliste özel çıkarlar arasındaki ölüm kalım savaşları gibi anlaşılmaktadır. Ancak her iki
tarafça da öne sürülen gerekçeler hep kamu yararına ve tüketicilerin çıkarına (örneğin rekabet,
farklılık, hizmete kolay erişim veya maliyet) dayalıdır. Söz alan milletvekilleri daha zenginin ve
daha güçlünün yanında yer aldıklarını asla söylemezler; daha ziyade kamu çıkarından ve onun
gereklerinden bahsederler. Lobiciler, bu kurallara uymalı ve toplumsal akımlarla
ilgilenmelidirler. Dosyalarının yolunu açabilecek fırsatları böylece daha iyi irdeleyecek ve
yakalayacaklardır.
Tarih boyunca çevrimsel ideolojik dönemlerden geçiliyor. Anın gerçekleri değişen
temaları yansıtıyor. Birleşik Devletler’de, 1960’lı ve 1970’li yılların medeni haklar
programlarını, tüketiciyi koruma, çevre ve insan hakları koruma örgütlerini 1980’lerdeki Reagan
döneminde hane halkı harcamalarının kısıtlanması, askeri harcamaların artması, deregülasyon ve
mali reformlar izledi. Bu dönemde lobicilik, hükümetin müdahaleciliğine karşı çıkan devasa
silah sanayi sayesinde çok düşük maliyetle yapılabiliyordu. Bütün bu sürede, bu ideolojiye koşut
düşmeyen talepler zorlukla kabul görüyordu.
Birbiriyle çelişen mevcut siyasal ideolojiler dikkate alındığında, kamu çıkarı daha
ihtiyatlı biçimde gerekçelendirilmelidir. Milletvekilleri de, hükümetlerce öne çıkarılan siyasal
programlara duyarlı olmak durumundadırlar. Onaylanmış bir yasa, geniş tabanlı bir uzlaşmadan
kaynaklanan bir başarının ürünüdür.
İdeolojileri aşan bir etkileme eyleminin pragmatik yöntemi, halka referandum yoluyla
doğrudan başvurmaktan veya “Grassroot” operasyonundan geçer. Bu tip operasyonların başarısı
siyasal baskıların gücüne ve onların nereden gelebildiğine bağlıdır. Bir milletvekili, eğer geldiği
kentin veya kasabanın çıkarları gerektiriyorsa, partisinden farklı yönde oy kullanabilecektir. İki
yerleşim biriminin karşı karşıya geldiği durumlarda ise sürecin tıkandığı olmuştur; yeşillerin
kömür şirketlerinin çıkarlarıyla karşı karşıya geldiği durum gibi. Lobici, örneğin bu sanayi
dalının kaybının topluluğun bütünü açısından önemini ileri sürmek suretiyle, bu problemin
çözümünü bulabilmelidir.
Lobicinin argümanlarının gücü, siyasal süreçleri iyi bilmesiyle ilintilidir. Ayrıca bu
gücün kaynağı, siyasal ve/veya özel çıkarlar adına yapılan müdahaleye gerekçe olarak sunulan
toplum veya kamu çıkarıdır.
BAHİS 4
MEDYAYLA İLİŞKİ KURMAYI BİLMEK
Lobici, taktik silahlarının önemli bir unsuru olan medya ile iletişim kurmayı bilmelidir.
Burada yapılacak olan, gazetecinin temsil ettiği süzgeçten geçirilen önceden saptanmış mesajı
hedef kitlenin dikkatine sunabilmektir.
Lobicinin, faaliyetleri çerçevesinde gazeteciye işi düşecektir. Bu nedenledir ki,
görüşmeler ve yazılı/sözlü açıklamalar konusunda geçerli kuralları iyi bilmelidir. Bu kurallara
hakimiyet, başka meslekler için de gerekli olmakla birlikte lobicilik için büsbütün zorunludur.
Lobici iyice anlamalıdır ki, görüşme sırasında söylemiş olacaklarından kendisi
sorumludur. Gazeteci devamlı yönlendirilmeli ve ona, savunulan davayı gazetesinde müşterinin
görmek isteyeceği biçimde yansıtmasına elverecek kadar bilgi verilmelidir. Bu amaca ulaşmak
için lobici, aşağıda sergilenen bir dizi kurala katlanmalıdır.
1 - GÖRÜŞMEYE HAZIRLIK
a - Dosyanıza tam anlamıyla hakim olunuz
Bir görüşmeyi istendiği gibi yönlendirmenin anahtarı yazılması istenen konuya tam
anlamıyla hakimiyettir. Lobici medyada neyi görmek istediğini bilmelidir.
Bu birkaç husus gazeteciyle yapılacak görüşmenin özünü oluşturmalıdır.
b - Rakam kullanınız
Gazeteciler makalelerini renklendirmek için daima sayısal veri ararlar. Verilecek
rakamlar lobicinin anlattığı hikayenin gerçekliğini tam anlamıyla gözler önüne sermelidir.
Burada bir engel, bazı gizli kalması gereken verilerin gazeteciye asla verilemeyeceği yolundadır.
Aslında gazeteciye herkesin bildiği geneli kapsayan veri ve istatistikleri vermek daima
mümkündür.
Lobici, gazeteciye, uzmanlık gerektiren –pazarlama bütçesine ilişkin bilgiler gibi- bazı
soruları başka kişi ya da örgütlere (örneğin SECODIP) sormasını önerebilir.
Eğer lobici gerçekten rakam açıklayamıyorsa, talep edilen bilgi ve haberlerin müşterisi
tarafından gizli tutulmak istendiğini belirtmesi akılcı olur. Ancak gazetecide kuşku
uyandırmamak bakımından soruların, yine de, en azından genel biçimde, yanıtsız bırakılmaması
uygun olur.
Lobici, bu şekilde davranarak, kendini koruyacak, ama gazeteciyle arasındaki iletişimi de
sürdürecektir.
c - Gazeteciler tarafından aynen zikredilebilecek kadar açık bir dil kullanınız
Gazeteciler sürekli “ilginç söz”lerin peşindedir. (CB NEWS COMMUNICATION
dergisinin köşe yazılarından birisinin adı da “haftanın ilginç sözleri”dir.) Bir söz ya da cümle
mutlaka kısa ama şaşırtıcı olmalıdır. Kullanılan dil direkt olmalı, bir sorunu veya duruşu bir
metafor veya benzetme aracılığıyla özetlemelidir.
Lobici, görüşme sırasında, gazeteci tarafından kaçınılmaz olarak yazılacak bazı savunma
yollu ya da olumsuz terimler kullanmamalıdır. Örnek: “Artık bunu yapmıyoruz…” veya “Bu bir
başarısızlık değildi, o ürünü şimdi düzelttik…” ya da “Bunu rövanşçı bir zihniyette olduğum için
doğruladığımı sanmayın…”
d - Kendinizi makalesini yazacak olan gazetecinin yerine koyun
Lobici, kendini, makalesini kaleme almaya hazırlanan gazetecinin yerine koymalıdır. Bu
makale hep söylenmiş olan şeylerin ötesinde bir şeyler içermelidir. Dolayısıyla, gazeteci aynı
sektördeki başka şirketlerden bazı kişilerle de görüşüp soruşturma yapacaktır (örneğin
Fransa’nın bütün tütün şirketleri, kamu alanlarında sigara içmeyi yasaklayan DURIEUX52
kararnamesi hakkında sorulara muhatap olmuşlardı).
O halde lobici, gazeteciye araştırmasında yardımcı olabilmeli; bu amaçla ona
enformasyon unsurlarını tamamen anlaşılabilir bir dille vermelidir ki, kendi görüş açısı gazeteye
dilediği gibi yansıyabilsin.
e - Hitap ettiğiniz topluluğu tanıyınız
Lobici, gazeteci aracılığıyla aslında doğrudan doğruya hedef kitlesine hitap ettiğinin
bilincinde olmalıdır.
Gazeteciler birbirlerinden çok farklıdır. Bu, hafife alınmaması gereken bir husustur.
Gazeteciler lobicinin karşısına, sunulan dosyayla ilgili olarak, olumlu ya da olumsuz bir
önyargıyla geliyor olabilirler. Başlıca amacı gazetecinin okurlarına erişmek olan lobici, bir tür
“mülakat alan-mülakat veren” ilişkisinde esası gözden kaçırmaktan sakınmalı ve bir mülakatın
bir entelektüel tartışma, bir münazara veya bir çekişme vesilesi olmadığını akılda tutmalıdır.
Davranışları ve soruları “rahatsız edici” olsa dahi, gazeteciye nezaketle ve profesyonellik
çerçevesinde muamele gösterilmelidir.
Öte yandan gazeteci de, zaten bildiği ve şirketin yıllık raporunun içerdiği şeyleri
tekrarlamakla yetinmeyen, konusuna hakim bir kişiyle görüşmeyi tercih edecektir.
f - Kilit noktaları belirleyiniz
Söylenecekleri birkaç cümlede anlatma yeteneğine sahip olunmalıdır. Genelde iletişim
uygulamacıları üç kilit noktanın göz önüne alınmasını öğütlerler. Bir kere “3” rakamı, bu
alanlarda çok kullanılan bir kavram olarak bilinir ve bu tip bir çalışmada da lobici tarafından
“sembolik” bir referans gibi düşünülmelidir. Ayrıca üç kilit nokta sizi dinleyen insanlar
tarafından daha kolay akılda tutulabilir. Aslında kullandığımız dil bile, bilinçaltımızda, üç
noktada yapısallaşmıştır.
Bunun dışında, üç kilit nokta, bakış açısını kararlılıkla sergilemek ve zamanlamayı
kontrol altında tutmak açısından da yeterlidir. Tabii ki, sorulan sorulara yanıt verilmelidir.
Ancak, konudan konuya geçerken söylemin bütünlüğüne zarar vermemeye dikkat edilmelidir.
Öte yandan, sistematik olarak daha kişisel mesajlar verilmelidir. Her birimiz işimizi ve
sorumluluklarımızı gerektiği gibi tanımlama yeteneğine sahibiz. Bu bağlamda akla gelen ilk şey
gazetecinin soracağı şu sorudur: “İşinizin neleri kapsadığını açıklar mısınız? Lobicilik nedir?”.
Demek ki lobici, karşısındakine muhatap olabileceği en iyi kişinin niçin kendisi olduğunu
açıklayabilmelidir. Bu, bu konuda kişisel görüşünü vermeye dönük bir konuşmadan ibaret
değildir. Hem lobicinin hem de dosyasının ve temsil ettiği çıkarların inanılırlığını güçlendirmek
için bir fırsattır.
52
(Dönemin Sağlık Bakanı Bruna Durieux’nün adına atfen)
g - Önceden davranma yetisine sahip olunuz
İyi bir iletişimci soruları (özellikle de hassas soruları) daha sorulmadan sezer. O halde bu
sorulara verilecek yanıt kalıpları önceden hazırlanmış olmalıdır. Bunlar, duruma göre sapma ve
geçişlere olanak verecek şekilde tasarlanmış bulunmalıdır. Bu türden bir görüşmeye
hazırlanmanın en iyi yöntemi, konuya yabancı birine gazeteci rolü oynatarak ona soru
sordurtmaktır. Bu konudaki danışmanlar gerçek uzmanlar olmalıdır. Örneğin Burson-Marsteller
Ajansı bu alandaki bilgi ve becerisiyle tanınmıştır.
Mülakattan önce, gazetecinin makaleleri, duruşu, dünya görüşü, ilgi alanları, stili ile ilgili
bulunabilecek en çok bilgi biriktirilmiş olmalıdır. Ayrıca, görüşme anında araştırmalarının hangi
aşamasında bulunduğu da bilinmelidir. Bazen gazeteci ile daha önce aynı konuda görüşmüş
kişilerle temas ederek mülakat süresini ve gazetecinin bu görüşmeyi tam olarak nasıl
kullanabileceğini (iki sayfalık bir makale mi, yoksa üç satırlık bir not mu; televizyonda komple
bir program mı, yoksa on saniyelik bir görüntü mü?) öğrenmek yerinde olur. Nihayet gazetecinin
makalesini hangi tarihte bitirip teslim etmesi gerektiği de öğrenilmelidir.
Eğer lobici en zor sorulara dahi vereceği yanıtları hazırlamışsa ve üç kilit noktayı nasıl
düzgün biçimde yerleştireceğini biliyorsa, gazetecilerle konuşurken gayet rahat olacaktır.
2 – BİR ALANDAN DİĞERİNE GEÇEBİLMENİN ÖNEMİ
Bütün dikkat “geçiş” üzerinde yoğunlaşmalıdır. En sık kullanılan geçişler şunlardır:
…İlginç bir gözlem, ancak size anımsatmama izin veriniz ki…
…Yayın bitmeden önce televizyonda bizi izleyenlere anımsatmak isterim ki…
…Anımsamak önemlidir ki…
…Aslında söylemek istediğim şu…
…Daha önemlisi de…
…Ve unutmayınız ki…
…Bu konuyu kapatmadan önce şunu eklememe izin veriniz…
…Bu benim uzmanlık alanım değildir, ancak size söyleyebilirim ki…
…Bu bakış açısı doğrudur, ancak televizyon izleyicilerinin şu bilgiyle de ilgileneceklerini
düşünüyorum…
…Bugün buraya gelişimin nedeni…
…Ekleyebilir miyim?…
…Bu bana şunu anımsatıyor…
…Size şöyle söyleyerek yanıt vermeme müsaade eder misiniz?...
…Size birkaç bilgi sunmama izin veriniz…
…Buna biraz daha yakından bakalım…
…Bu önemli bir noktadır çünkü…
…Demek istediğim şu ki…
…Anımsanacak diğer bir nokta…
…Madem …den bahsettiniz, o halde…ye geçelim…
…Kuşkusuz ki kendi kendinize nedenini soruyorsunuz… doğrudur…
…Bu nokta muhakkak ki çok önemli olmakla birlikte, unutmayınız ki…
…Dediğim gibi…
3 - GÖRÜŞME/MÜLAKAT
“Doğrulatabileceğiniz hiçbir şeyi
önceden doğru gibi kabul etmeyiniz”
Rudyard Kipling
Lobici konsantrasyonunu hiç kaybetmemeli ve tartışmanın ve sözlerinin kontrolünü
daima elinde tutmalıdır.
Benimsenecek tavrı önceden kararlaştırmış olmak ve bu tavrı sonuna kadar sürdürmek
öncelikli bir zorunluluktur. Bir soru sorulmuşsa ve yanıtını bilmiyorsanız bunu açıkça
söylemekte tereddüt etmeyiniz. Gerekirse oraya daha sonra dönersiniz. Soru çok hassas bir
noktaya değiniyor ve yanıtlanamıyorsa, bunun nedenini açıklamak lazımdır. Örneğin, “bu konu
şu anda adalete intikal etmiştir, o nedenle bir şey söylemem doğru olmaz”, “X şirketi bu konuda
henüz bir şey söylememiştir”, “size cevap verirsem rakiplerimize de bilgi sunmuş olurum”
denebilir.
Bir mülakat esnasında daima ihtiyatla ama tereddütsüz davranmak gerekir. İşte bu
konuda birkaç ek tavsiye.
a - Kontrolü elinizde tutunuz
Lobici, kendini bir mesaj iletmekle görevli addetmeli ve görüşmenin kontrolünü eline
almalıdır. İyice anlaşılması, kabul edilmesi, en azından işitilmesi gereken kilit noktaları
vurgulayarak açıklama yapmakta tereddüt göstermemelidir. Kullanılan örnekler olabildiğince
açık ve çarpıcı olmalıdır. Eğer görüşme soru ve yanıtlarla iletilecek mesajdan uzaklaşıyorsa,
“geçiş” tekniği lobicinin kontrolü yeniden ele geçirmesine yardımcı olabilir. Burada gazeteciyi
görevini yapmaktan alıkoymak söz konusu değildir. Söz konusu olan, ilgi ve heyecanı canlı
tutarak kilit cümleleri konuşmanın içine daha iyi yerleştirmektir.
Gazeteci yanlış bir bilgi vererek bir hata yaptığında onu nazikçe düzeltmek gerekir.
Mülakat, lobiciyi profesyonel yaşamı boyunca takip edecek bir iştir. Özellikle ABD’de çok
alışılmış bir yöntem olarak, zaman zaman bazı makaleler onlarca yıl sonra ortaya çıkartılır.
Dolayısıyla, sunulan bilgiler ve haberler kuşkuya yer bırakmayacak ölçüde doğru olmalıdır.
b - Olumsuzu olumluya dönüştürünüz
Sorulan olumsuz soruları olumluya çevirmek gerekir. “Ürününüz piyasayı olumsuz
etkilemedi mi?” türünden bir sorunun yanıtı “Asla; biz tüketicilerimize, sorunlarının çözümüne
memnuniyet verici katkılar sağlayan etkili bir hizmet vermeye daima gayret ettik” olabilir.
Dolayısıyla, kesinlikle olumsuz kurulmuş bir cümleyle yanıt verilmemelidir. Ayrıca, bu
alanda çok iyi bir araç olan geçiş tekniğini kullanmakta da tereddüt edilmemelidir.
c - Yalnız uzmanların bildiği teknik terimlerden kaçınınız
Her özel girişimin, sokaktaki insanın anlayamayacağı, kendine özgü bir dili vardır. O
halde herkesin anlayabileceği bir dil kullanılmalıdır.
d – “Off” türü tartışmalara dikkat
Mülakat verenler sıkça tuzağa düşerler. “Off” yani “kayıt dışı” dendiğinde dahi, asla
taraflı yorumlar veya incitici mizah yapılmamalıdır. “Off” durumundaki görüşmeye hazırlık
aşamasında bir kaza da olabilir. Ronald Reagan’ın Amerikan halkına verdiği mesaj sırasında
söylediği şu sözler hala herkesin hatırındadır: “Sevgili vatandaşlarım…, Sovyetler Birliği’ni beş
dakika içinde bombardıman etmeye başlayacağız!” Başkan, mikrofonların açık olduğunu
bilmeden, güya alıştırma yaparak konuşmasına ısınıyordu.
Lobicinin hem ses tonu, duruşu, oturuşu ve yorumları hem de söyleminin içeriği
görüşmeden önce, sonra ve görüşme esnasında hiç değişmemelidir.
e - Dürüstçe yanıt veriniz: gereğinde yanıt vermemeyi biliniz
Bir gazeteci genellikle mülakat alanında uzmandır. O halde lobici, ortaya süreceği
enformasyonun doğruluğuna mutlaka güvenmelidir. Aksi takdirde, gazeteciye “kesin olmayan
bilgiler vermek istemediğim için sorunuzu yanıtsız bırakıyorum, ancak size ve sizi izleyenlere
kesin yanıtları ulaştırmak için elimden geleni yapacağım” demek hiç de utanç verici değildir.
Lobicinin, aynı nedenlerle, yalan söylemekten daima kaçınması gereği de açıkça
ortadadır.
4 - GÖRÜŞME TÜRÜNE GÖRE DİKKATE ALINMASI GEREKEN
EK UNSURLAR
a - Sıradan basın ve konunun uzmanı basın
Sıradan basın ve profesyonel basın, basın dünyasının -birisi çok geniş bir okuyucu
kitlesine diğeri de uzmanlaşmış bir okur kesimine sahip- iki kutbudur. Bu iki tip medya arasında
farklı ara türler vardır.
Uzmanlaşmış basın rekabet gücü peşindedir: böylece, gazeteci, lobicinin temsil ettiği özel
girişime ilişkin çok olumlu bir yaklaşım sergilemeyebilir.
Öte yandan, lobicinin temsil ettiği girişim hakkındaki bilgi daima değer arttırıcı bir etken
olmayabilecektir. Demek ki, söylenecekler, gayet açık bir dille ve bu gazeteciler için anlaşılabilir
biçimde açıklanmalıdır. İş dünyasının basınına hitap ederken unutulmaması gereken iki kilit
unsur “açıklama” ve “bağlam”dır.
b - Televizyon
Televizyon görüşmesi, lobici açısından bazı ek sorunlar içerir.
Bir televizyon stüdyosunun ortamı: ışıklar, kameralar, spot lambalarının sıcaklığı hep
dikkati dağıtan öğelerdir. Ayrıca, katılacağı programın milyonlarca insan tarafından izleneceği
fikri de insanda gerginlik yaratır.
Lobicinin, bu özel ortama çabucak adapte olmak için biraz çaba göstermesi önemlidir. Bu
yüzden, çekim yapılacak stüdyoya zamanından biraz önce gitmek ve platoya ve gelip geçen
teknik elemanlara alışmak için etrafa bakınmak lazımdır. Çünkü bütün bu alışılmadık ortam
konsantrasyonu bozabilir.
Televizyonda, olduğunuz gibi olmayı sürdürmeniz önemlidir. Televizyonda her şeyin
abartılı olarak göründüğü malumdur. O halde lobici, kimliğini değiştirmemek kaydıyla, fiziksel
ve dilsel tiklerinden arınmalı ve rahat ve kendinden emin görünmelidir. Çünkü değişik açılardan
alınan görüntüler rahat olmayan kişiye sıkıntı verir.
Görüşülen kişiye bakmayı unutmayınız. Zira görüşme sizinle onun arasında
yapılmaktadır ve izleyiciler tartışmayı bu biçimde algılamaktadırlar. Çok dikkatle dinleyiniz,
kendinize güvenerek konuşunuz ve karşınızdaki kişinin gözlerine bakınız. Görüşmeye
gösterdiğiniz ilgiyi bu yolla belli etmiş olursunuz. Tavana ya da başka bir yere bakmak,
rahatsızlığın ve suçluluk duygusunun en şaşmaz işaretidir.
Birleşik Devletler’de, gazeteciye adıyla hitap edilir. Bu Amerikan anlayışı, o anda
televizyona bakanların da birbirlerini adlarıyla çağırdıkları fikrine dayalıdır. Fransa’da da bir
platoda aynı şeyi yapmak sizi onlara yakın gösterebilir.
Çok resmi giyinmemekle birlikte, muhafazakar bir giyim tarzı benimseyiniz. Elbiseniz
içinde kendinizi rahat hissetmeniz lazımdır. Giysiniz ne siyah (o vakit başınız siyah bir kütle
üzerinde duruyor gibi görünür), ne de çok beyaz olmalı (o vakit de yüzünüze çok parlaklık
vurur). Ekrana yansıyan emprime tipi kumaştan da kaçınınız.
Kadınlar kendilerine yakışan bir stil ve renk seçmeli ve eteklerinin çok kısa olmamasına
dikkat etmelidirler. Ayrıca çorabın kaçma olasılığına karşı yanlarında bir çift yedek çorap
bulundurmaları mantıklı olur.
Erkeklere ise koyu gri veya mavi bir takım elbise giymeleri tavsiye olunur. Ayrı ayrı
ceket ve pantalondan kaçınılmalıdır. Gömlekler açık mavi veya başka bir pastel renk, ama
desensiz olmalıdır. Şimdi teknoloji, beyaz gömlek giyilebilmesine de elveriyor. Kırmızı renkli
kravat genellikle televizyonda iyi gitmektedir. Çoraplar düşük olmamalıdır. Otururken de ceketin
düğmelerini çözmeyi unutmayınız.
Gözlüklerin ışıkta parladığı malumdur. Ayrıca ceplerinizde bulunan parlak ve ağır eşyayı
görüşmeden önce bir yere boşaltınız. Katiyen pahalı ve parlak mücevher takmayınız.
Kaçınılmaz olan makyaj işlemi, profesyonel bir makyajcı tarafından gerçekleştirilmelidir.
Sürülecek bir miktar pudra yüzünüzün çok parlamamasını sağlayacaktır. Ayrıca bu pudra,
erkeklerin yüzündeki gün sonu yorgunluk çizgilerini de kapatacaktır.
Görüşme süresince, oturduğunuz yere rahatça yerleşmiş olmalı, öne doğru hafifçe
eğilmelisiniz. Ancak, öne doğru yıkılırcasına eğilmemeli, ama yapay biçimde de
gerilmemelisiniz. Bu duruş, açıkladığınız bir noktanın altını çizmek veya coşkunuzu belli etmek
istediğiniz zaman söyleminizi jestlerinizle destekleme avantajı sağlar. Görüşme biter bitmez
ayağa kalkmayınız. Kameralar görüntüyü kesmiş olmayabilir ve sizin televizyon seyircilerine
daha önce otururken izlediklerinden farklı bir görüntüyü sunmaktan kaçınmanız daha doğru olur.
Konuşurken doğal davranınız. Söyleminizi el hareketleriyle destekleyiniz. Bunu
yaparken sinirlilik veya huzursuzluk belirtileri göstermeyiniz. Unutmayınız ki, kameralar
hareketlerinizi seyirciye abartarak sunmaktadır. Ellerinizi birbirine kavuşturma, bacak bacak
üstüne atma gibi hareketleri sık tekrarlamayınız. Özetle, dikkatleri, vermek istediğiniz mesajdan
başka yere yöneltebilecek her şeyden sakınınız.
Anımsayınız ki, mesajları bir tek sözcük telaffuz etmeden vermenin pek çok yolu vardır.
İş arkadaşlarınıza ve uzman ajanslara danışmaktan çekinmeyiniz.
Her an ilginç ve yararlı bir şeyler söyleyebilmek için mesajlarınızı iyi hazırlayınız.
Unutmayınız ki, günlük konuşmalarımızda sıkça kullandığımız “ııı”lar ve “eee”ler bir televizyon
platosunda kötü kaçar. Bunların yerine susarak duraklayınız. Bu kısa duraklamalar düşüncenizi
ve mesajınızı toparlamanıza yardımcı olur. Net ve anlaşılır biçimde konuşunuz; kararlı ve ikna
edici bir kişi izlenimi bırakmak bakımından sesinizin muhtelif tınılarını gerektiği biçimde
kullanınız.
c - Radyo
Radyoda esas olan, kullanacağınız sözcüklerdir. Sizi dinleyenlerin hayalini siz
sözlerinizle yaratacaksınız. Sözleriniz ve sesinizin tınısı dinleyicinin sizin hakkınızda kafasında
oluşturacağı imgeyi yaratmanıza yardım edecektir. Bu yüzden sunuşunuz çok açık ve duru
olmalıdır. Duraklamalarınız üç saniyeyi asla aşmamalıdır.
d - Yazılı basın
Yukarıdaki açıklamaların hepsi yazılı basın için de geçerlidir. Sizin tutumunuza ilişkin
bir yargıya varacak olan gazeteci üzerinde bir izlenim bırakacaksınız. Eğer görüşme sizin
büronuzda gerçekleşecekse, gazetecinin görebileceği ne varsa gözden geçiriniz. Örneğin masanın
üzerinde göreceği aile fotoğrafı, duvara asılmış madalya veya diplomalar ile ilgili sorular
sorabilecek ve bunları makalesinde, daha canlı bir ortam betimlemek amacıyla zikredebilecektir.
Gazeteciler genellikle konuşmaları kayda almak için izninizi talep ederler. Bazı sorunlu
durumlarda, söylediklerinizi başkalaştırılması olasılığını bertaraf etmek bakımından, görüşmeyi
sizin de ses bandına kaydetmeniz yararlı olabilir. Aslında bir televizyon görüşmesi çerçevesinde
(bu, özellikle Amerikan televizyonları için söz konusudur) sizin de bir televizyoncu ekibinizin
platoda hazır bulunması ve tüm sahneyi canlı olarak kayda alması uygun olabilir. Ayrıca,
unutmayınız ki görüşme, kaset bittiğinde sona ermiş sayılmaz. Sizin görüşmenin bittiğini
düşünerek söyleyeceklerinizi gazeteci sonradan yazısına ekleyebilecektir. Bu konuda çok
dikkatli olmalısınız.
5 - DEĞİŞİK GÖRÜŞME TİPLERİ
a - Bilgi araştırması
Gazeteciler, bir makaleyi yazmadan önce, ele alacakları konu ile yakınlık oluşturmak için
genellikle bir araştırmaya girişirler. Bu çalışma, lobici için bir fırsattır. Gazetecinin araştırmasını,
ona vermek istediği mesaj doğrultusunda yönlendirebilir. Bununla birlikte, vereceğiniz
enformasyonun yüzde yüz doğru olduğundan emin bulunmalısınız. Esasen gazeteci, ona
söylediklerinizi mutlaka doğrulatma yoluna gidecektir. Gazeteciye vermiş olduğunuz bilgiler,
eğer o arada değişikliğe uğramışsa, kendisiyle temas kurarak onu bu değişikliklerden haberdar
etmelisiniz. Bu, muhatabınızın güvenini kazanmanın bir yoludur.
b - Telefon görüşmesi
Gazeteciler, vakitten kazanmak için, size telefon edebilirler. Bu, çok hassas bir görüşme
şeklidir; zira gazeteciyle yüz yüze gelmemektesinizdir. Eğer gazeteci sizi habersizce aramışsa,
sorularına hazırlıklı değilseniz derhal cevap vermeyin. Sizi daha sonra aramasını veya o anda
erteleyemeyeceğiniz bir işle meşgul bulunduğunuzu ve kendisini daha sonra bizzat arayacağınızı
söyleyin. Size telefon eden gazeteciye ilişkin bilgi edinin (sorununuza yaklaşımının nasıl
bilindiğini, düzeyini) ve görüşmenizde vermek isteyeceğiniz kilit noktaları hazırlayın.
6 - DEĞİŞİK MÜLAKATÇI VE SORU TİPLERİ
Lobicinin yolu boyunca karşılaşacağı ve içli dışlı olma zorunda bulunacağı dört gazeteci
tipi vardır.
“Mitralyöz” tipli olanı, sizi çapraz sorularda bombardımana tutacak; size, yanıt verme
zamanı bile bırakmayacaktır. Bu tarz, genellikle dengenizi bozarak görüş açınızı deforme etmeye
yöneliktir. Sakin olun ve sorulan soruları iyi dinleyin. Bunlardan birisini, mümkünse birincisini
seçip o çerçevede kilit noktalarınızı sunun. Ayrıca, isterseniz, daha önce işitmiş olduğunuz
olumsuz sorulara da yanıt getirebilirsiniz.
Başka bir tip gazeteci, konuşmanızı sistematik olarak keser. Basına karşı da haklarınız
bulunduğunu unutmayın ve o hakları geçerli kılın. Eğer gazetecinin, sözünüzü, anlattıklarınızla
çok ilgilendiği için kestiğini düşünüyorsanız, görüş açınızı ayrıntılı açıklayarak merakını
giderirsiniz. Ancak unutmamanız gereken, önemli olanın vermek istediğiniz mesaj olduğudur.
Bazen gazetecinin sözlerinizi özetlediği ya da yorumladığı olur. Gazetecinin sizin yerine
konuşmasına izin vermeyin. Bazı cümleler sizi bu konuda dikkatli davranmaya yöneltmelidir.
Örneğin: “O halde dediğiniz şu…”; “Başka bir deyişle…”; “Özetle…”; “Bana söylediklerinize
göre, öyle görünüyor ki…”.
Bu yorum cümlelerini dikkatle dinleyin, konsantrasyonunuzu bozmayın. Hatta siz de
gazetecinin söylediklerini yorumlamaktan kaçınmayın.
Sonuncu gazeteci tipi ise, avukat olsa tarafların kavgalı oldukları dava dosyalarına
bakacak cinstendir. Söyleminizin bütün olumsuz noktalarını alır ve görüş açınızı ufak ufak tahrip
eder. Bu saldırılara katiyen negatif cevap yoluyla karşılık vermeyin. Doğal kalın ve nezaketinizi
ve dostça tavrınızı bozmayın.
Özellikle, gazetecinin olumsuz söylemini asla tekrar etmeyin. Onun söylediğini
olumsuzlamak için dahi tekrar etmeniz, gazetecinin kendiliğinden söyleyeceklerinin
sorumluluğunu size yıkabilir. Mesela gazeteci şu soruyu sorabilir: “Temsil ettiğiniz şirket
gerçekten bu kaçakçılık işinin arkasında değil midir?” Yanıtınız “Temsil ettiğim şirketin
gerçekten bu kaçakçılık işinin arkasında olduğunu söylemezdim” ise, yayımlanacak makalenin
başlığının şöyle olacağından emin olabilirsiniz: “Temsilcileri, şirketin gerçekten kaçakçılık işinin
arkasında olmadığını belirtiyorlar”.
3. Bölüm
TUZAKLAR VE EYLEM PLANLARI
BAHİS 1
KAÇINILACAK TUZAKLAR
I – YASAMA SÜRECİNİ DURDURMAK, YASA OYLANIP KABUL
EDİLDİKTEN SONRA YENİ BİR METİN ÖNERMEKTEN DAHA
KOLAYDIR
Demokratik rejimlerin parlamentolarına bir göz atıldığında ortaya bir paradoks çıkar: bu
parlamentolar çok reaktif, daha doğrusu pasiftirler. Bunun örneği Birleşik Devletler’de
uyuşturucuya karşı savaş, evsizlere ilişkin program veya Carter döneminde insan hakları
konusundaki yasa değişikliklerinde görülmüştür.
Bu tür yasama girişimleri, Fransa’da olduğu gibi, iktidardaki çoğunluk tarafından
desteklenir. Hükümetin de desteğiyle, anayasanın 49-3 maddesi uyarınca görüşmeler başlar.
Alışılmış süreç işler: yasama mekanizması harekete geçer.
Bunun tersine, halkın farkında olmadığı yüzlerce öneri veya yasa taslağı hususunda
savunmaya geçmek öne çıkmaktan daha kolaydır. Çevreye ilişkin koşulların düzeltilmesi
hakkındaki en önemli yasalar veya siyasal partilerin finansmanıyla ilgili projeler parlamentoda
yıllarca oyalanır. Başka bir “zaman kaybı” kaynağı da, mevcut iktidarın en azından bir kısmını
tutmak zorunda olduğu seçim vaatleridir.
Bu tür işler mutabakat gerektirir. Günümüzde ise, yapılacak yasama faaliyetine muhalif
baskı gruplarının muhalefetiyle karşılaşmamak çok nadir görülen durumlardandır. Bir yasa
tasarısına muhalefet edecek bir milletvekili daima bulunabilir. Meclis’te meslektaşları gözünde
saygın ve etkili bir sosyalist temsilci (1993 genel seçimlerine değin) meclis başkanına baskı
yaparak onu bir taslağı oylamaya koyma hususunda tereddüde sevk edebilir. Senatoda da,
senatörler bir yasayı son anda bloke edebilirler. Bu durumda böyle engellerden kurtulmaya
çalışmak, lobici için, koalisyonlar oluşturmaktan daha kolaydır.
Komisyon seansları veya parlamento oturumları çoğunlukla gerilim ve heyecan doludur.
Eldeki dosyayla ilgili olarak farklı kaynaklardan çağrılan tanıklar, çok sınırlı bir süre için de olsa
görüş belirtme imkanına kavuşurlar. Hükümete bağlı kurumlar (Planlama Teşkilatı gibi) sıkça bu
tür müdahaleleri talep ederler. Bu esasen hiçbir vaat içermez. Milletvekilleri komisyonlara
katılabilir, şu ya da bu projeye muhalefetlerini bildirebilir, önceden belirlenmiş hedeflere
sinyaller gönderebilir ve konuyla “ilgilendiklerini” ve “görüşlerini açıkladıklarını” haklı olarak
ileri sürebilirler.
Yasa koyucular, birbiriyle çelişen çıkarlar arasında seçim yapma zorunda kalmaktan
daima kaçınmaya çalışırlar. Esasen siyasal sorunlar mevcut dosyalara ilişkin ek baskıları zaten
getirirler. Unutulmamalıdır ki, bu farklı çıkarlar oy demektir. İnsanları ortak bir pozisyonda bir
araya getirmek, farklılıklarını gidermeye çalışmak, kuşkusuz, bir çözüm gibi düşünülebilir. Ne
var ki, günümüzde baskı grupları gittikçe karmaşıklaşmış olduğundan bu süreç tutukluk
yapabilir. Önerileri kabul edilemez buldukları takdirde, çıkar grupları süreci bloke eder ve
doğrudan doğruya parlamento başkanına veya başbakana başvurmaktan kaçınmazlar. Burada
riskler büyüktür. Tanınmış bir baskı grubunun muhalefeti yasa koyucunun çalışmasını bloke eder
veya çalışma ritmini kırar.
Lobiciler bu tuzaklardan kaçınabilmeli, uzlaşma dinamiklerini iyi kavramalıdırlar.
Öncelikli amaç, yasama sürecine henüz yasa çıkmadan dahil olmaktır.
2 – ALIŞILMIŞ YÖNTEM: KARAR SÜRECİNİ KONTROLDE
TUTMAK
Mevcut yasama süreci eskiden oluşturulmuştur. Meclis’te ve Senato’da geçerli kural ve
prosedürler, farklı Fransız anayasalarından ve siyasal anlayışların zaman içindeki gelişiminden
kaynaklanır. Birleşik Devletler’de bu kuralların kaynağı, geçmiş yüzyılların uygulamalarında ve
Jefferson’un yazılarında bulunur. Demokratik rejimlerde azınlıklar, kendilerini lobiciler
sayesinde ifade edebilirler. Yasaların parlamentolarda oylanma yöntemi, çağımızın yasama
manevralarına ciddi bir meşruiyet sağlamaktadır. Bu bağlamda, Roma Hukuku geleneğinden
ziyade Common Law’ın geçerli olduğu ülkeler daha esnektirler. Esasen bu durum, lobicilik
mesleğinin neden bu ülkelerde daha çabuk kurumlaştığını açıklar.
Yasanın gücünü görmezden gelmek bir lobiciye son derece pahalıya patlayabilir. Eğer
lobici yasada değişiklik veya farklı bir yasa metni talep ediyorsa, bunun kabulünün bu önerilerin
medya tarafından nasıl görüleceğine bağlı olduğunu da bilmelidir. Bütün bu düşünceler,
kuralların geçmişte hukuk bilimi tarafından nasıl oluşturulduğunun ne kadar önemli olduğunu
gösterir. Burada, kaçınılmaz bir sorumluluk ve gerekçe problemi bulunduğu da açıktır. Meclis
üyelerinin her davranışı mercek altına alınarak incelenmelidir. Buradan, taktik fırsatlar ve hukuk
geleneklerinin mevcudiyetini ortaya koyma veya yeni bir hukuk anlayışı yaratma imkanı verecek
açılımlar çıkarılmalıdır.
3 - HİYERARŞİYİ GÖZETMEYİ BİLİNİZ
Lobici, sonuçta, toplantılarda olsun, komisyonda veya meclis görüşmelerinde olsun
çıkarlarını temsil eden milletvekiline güvenmeli; onun anlayış ve yetkinliğine inanmalıdır. Karar
anında seçim onun, sadece onundur.
Gerçek bir lobici, bir öneri geliştirmek, yasamaya ilişkin bir araştırma yapmak,
argümanları tanımlayıp kağıda dökmek, tüm gerekli belgeleri yazmak; özetle savaşa hazırlanmak
için saatler geçirecektir. Lobici için temel taktik karar, müşterisinin çıkarlarını en iyi temsil
edebilecek lideri belirlemek ve onu bunu yapmaya ikna etmektir.
Çok sayıda çapraz doğrulama bu kararın alınmasında etken olacaktır. Ulusal veya
uluslararası düzlemde olsun, hatta spesifik bir kesime ilişkin olsun her problem, bir veya birden
fazla komisyonun hukuki yetki alanındadır. Bu komisyonlar, konu üzerinde görüş beyan edecek
ilgili milletvekillerine ilk bakışta bir fikir sahibi olma olanağı sağlayacaklardır. O halde lideri bu
komisyonlarda aramak gerekmektedir. Bu arayışta dikkate alınacak iki belirleyici husus; temsil
edebileceği oy sayısı ve probleme gösterdiği ilgidir. Lobicinin müşterisi olan firmanın bağlı
bulunduğu bakanlığı ya da idareyi temsil eden bir milletvekili liderliğin öncelikli bir adayıdır.
Lobici tabii ki seçeceği liderin siyasal aidiyetini dikkate alacaktır. Amacı bir devlet
dairesine baskı yapmak ise ve de mecliste başkanlık azınlık partisinin kontrolünde ise, o halde
söz konusu daireye etkide bulunmak isteyenlerin muhalefet partisinden olmaları daha uygundur.
Lobici vekillerin stillerine de dikkat etmelidir. Bunlardan bazıları, daha ziyade kendi
siyasal öncelikleri doğrultusunda olmak üzere, söz almayı, yasa veya yasa değişikliği teklifi
vermeyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Bazıları da barutlarını baştan harcamazlar, kararın
kesinleşeceği son aşamada ortaya çıkarlar. Genellikle acil bir durum bir milletvekilini eyleme
sevk eder.
Lobici, davasını temsil ettirmeyi düşündüğü lidere yaklaşırken onun güçlü ve zayıf
yönlerini öğrenmelidir. Bir milletvekilinin mizacı ve duygu dünyası temel noktalardır. Lobici,
parlamento üyeleri arasındaki kişisel ve siyasal ilişkileri, ancak parlamento uygulamalarını iyice
tanıdıktan sonra tam anlamıyla kavrayabilecektir.
Bazen lobici kendini köşeye sıkışmış hisseder. Ya lider yenidir ve hiç tanınmamış biridir,
ya da lobicinin müşterisini temsil eden milletvekili pek sağlam bir ilişkiler ağına sahip değildir.
Bu durumda lobici kendi pabuçlarını giyip en tanınmış milletvekillerinin kapılarını bizzat
çalacaktır. Temsil ettiği müşteriler önemliyse, ona kulak verenler bulunacaktır.
Lobici, olaylar dizisinin gelişimini tasarlamak için de saatler geçirecektir. Değişik
senaryolar üretecektir. Özellikle Birleşik Devletler’de, konferansların düzenlendiği ve
metinlerin, görevli kadrolara ve yöneticilere satıldığı bile olmuştur. Bu kadrolar iyi
yapılandırılmış eylem planlarından hoşlanırlar.
Bütün bu ön çalışmalardan sonra sahneye lider çıkar. O kendi stratejisini bizzat
tanımlayacaktır ve son karar ona aittir. O karara uymak durumunda olunacaktır.
4 - HİÇ KİMSEYİ BİR KENARA
OYLARINA İHTİYAÇ DUYABİLİRSİNİZ
ATMAYINIZ;
İLERİDE
Siyasal bağlar asla tamamen sona ermez. Günü gelir yine eski küllerinden doğuverirler.
Çünkü hiçbir dosya nihai biçimde kapatılmaz. Esasen kamu politikalarını da kuramsal olarak
incelerken döngüsellikten söz etmek olasıdır. Sosyal güvenlik açıkları gibi sorunlar her dönemde
günceldir. Bu tür dosyalar, iktidar değişse ya da sorumlular emekli olsalar da daima
gündemdedir. Aslında bir savaş asla bitmez, asla kaybedilmiş sayılmaz. Hiçbir sorun bir daha
gündeme gelmemek üzere çözümlenmez. Bir dosyadan galip çıkan lobici, kazanımını yenik
çıkanlara karşı korumak zorundadır. Bunun tersine eğer kaybetmişse de, o dosyanın yeniden
gündeme getirilmesi için elinden geleni yapmalıdır.
Sabır ve dayanıklılık lobicinin iki ana ilkesidir. Bunlara, “diplomasi” ve “sahibini yakma”
riski taşıyan “yalandan nefret” de eklenebilir. Bu alanda farklılıklar, kişisel düzeyde değil ancak
profesyonel düzeyde hissedilebilir olmalıdır. Eğer bir yasa koyucu bir lobiciye şiddetle karşı
çıkıyorsa, lobici her türlü temastan kaçınacaktır: telefon etmemeli, mektup göndermemelidir, vb.
Buna karşılık, siyasal gözetim (teknolojik teyakkuz veya aktif izleme) aralıksız sürdürülmelidir.
Lobici, muhalefetini yalnızlaştırmak ve onun inanılırlığını sarsmak için müttefiklerinden
yararlanmalıdır.
Bir milletvekiline karşı duyulan antipatinin seçilmiş bulunan lider tarafından da mutlaka
paylaşılması umulmamalıdır. Mecliste hiçbir şey gizli kalmaz. Sonuçta herkes birbirinin
görüşlerini bilir. Ağızdan kaçırılmış sözler bir gün lobicinin başına dert olur. Aynı şeyler
dosyalar, milletvekilleri ve oylamalar için de geçerlidir.
5 - OYLA DESTEKLENMEDİKLERİ TAKDİRDE EN İYİ FİKİRLER
BİLE İŞE YARAMAZ
Taslak ve öneriler yasalaşmadan önce oya sunulurlar. Metnin anayasaya uygunluğu
doğrulanır. Bu arada lobicinin, enerji krizi ya da devletin bütçe açıkları veya üçüncü dünyanın
borçları gibi sorunlara çözüm önerileri getiriyor olması kimsenin umurunda değildir. Tüm bu
parlak fikirlerin, demokratik ülkelerin meclislerinde geçerlilik kazanmaları, ancak oylarla
desteklenmelerine bağlıdır. Politikacılar, bilim insanları, akademisyenler, çıkar grupları, özel
girişimler gündemdeki konulara her gün yenileştirici fikirler ve kışkırtıcı analizler katmaktalar.
Gazeteleri okuyan yasa koyucu, meclis görüşmelerine kafasında yasa değişiklikleri için
yeni fikirlerle geliyor. Ne var ki bu fikirler, çevrelerinde oylar birikip mecliste yapılacak
oylamada çoğunluğun oyunu toplayıncaya kadar, “yasa” değil, sadece “fikir” olarak kalırlar.
Yönetime ve kararlı baskı gruplarına karşı ve müşterinin çıkarlarına muhalif olanların
aşırılıklarını sakinleştirmek için meclis çoğunluğunun oylarıyla kabul edilmiş bir yasa metni
gerekir.
Parlamento çoğunluğunun ve bu amaçla da arkadaşlarını iyi tanıyan deneyimli
parlamenterlerin desteğini elde etmeye çalışmak genellikle tercih edilir. Meclisteki azınlığa
mensup parlamenterlerle ilgili çalışma ise, bu bağlamda, potansiyel muhalefetin rızasını almaya
yarayacaktır. Bu, lobiciyi, parlamentoda çoğunluk-muhalefet arası bir siyasal kavga ortamına
sıkışmaktan korur. Bu arada oylamaların siyasal niteliğini hep akılda tutmak lazımdır.
Milletvekilleri bu durumu gayet iyi bilirler ve bazı metinler, hükümeti -anayasanın 49-3
maddesi gereğince- sorumluluk altına sokma zorunluluğu getirebilirler. Bu durum, Fransa’da,
son yıllarda sık vaki olmuştur.
Lobici meclis çoğunluğuna koalisyonlar yoluyla veya birkaç parti arasında anlaşma
sağlayarak ulaşabilir. Belli bir konuda anlaşmak daima mümkündür. Bu teknik, taviz tanımaz bir
grubu veya komisyon başkanını sıkıntıya sokmak için de kullanılabilir. Bu durumda, o kişi, yeni
bir koalisyona katılmak ile daha iyi bir anlaşma yolunda müzakere etmek gibi zor bir seçimle
karşı karşıya kalacaktır.
Oy avı hiçbir zaman kazanılmış değildir. Kaldı ki, metin geçse bile karşı tarafın onu
değiştirtmek için elinden geleni ardına koymayacağı akılda tutulmalıdır.
6 - HİÇBİR ŞEY TALEP ETMEZSENİZ HİÇBİR ŞEY ELDE
ETMEZSİNİZ
Politikacılar kendilerine soru ve talep yöneltilmesinden hoşlanırlar. Çünkü politikacının
işi sorulara ve taleplere yanıt vermektir. Parlamenterler bunu, hem üzerlerine aldıkları işi
hakkıyla yerine getirmek için hem de gazetelerin baş sayfasında görünme zevki için yaparlar.
Onlar, vardıkları noktaya ideolojileri, dünya görüşleri, kişisel ve profesyonel özlemler,
vatandaşlarının ve ülkelerinin iyiliği için bir şeyler yapma niyetleriyle ulaşmışlardır. Bunlara,
tabii, olağanüstü bir hırs da eklemelidir.
Lobici, nelerin mümkün olduğunu milletvekiline sorularını sormadan önce asla
bilemeyecektir. Milletvekilinin, lobici kendisine sorularını ve argümanlarını sunmadan,
kendiliğinden beyanda bulunacağı umulmamalıdır.
Parlamenterle ilişkilerin doğası ne olursa olsun, süreç hep aynıdır. Lobici, ona, kendisine
ihtiyacı olduğu için yanaşacaktır. Bunu o da bilmektedir. Parlamenter ayrıca bir başka şey daha
bilmektedir. İleride, geçirilecek sıkıntılı bir yasa tasarısı için veya seçim kampanyası
çerçevesinde o da lobicinin yardımına ihtiyaç duyabilecektir.
Lobici soru ve taleplerini, kişiliğine ve niyetlerine ilişkin olası şüpheleri bertaraf
edebilecek şekilde sunmalıdır. Hukuk ve ağır ceza mahkemeleriyle ilintili yasal önlemlere dair
girişimlerden kaçınılmalıdır.
Seçilmiş olmayanlar, kendileriyle aynı dosya üzerinde çalışan bir lobiciyle görüşmeyi
asla reddetmezler. Parlamenterin takvimi ise daha doludur. Alt kadrosundan yeterli yanıt
alamayan lobici, parlamenterle görüşmelidir. Ancak bundan kadroyu haberdar etmelidir. Böylece
bir küskünlük yaratmamış olur.
Siyaset güven ilişkileri, bireylerle kişisel bağlar, bu kişiler arasındaki görüş alışverişinin
dürüstlüğü ve inanılırlığı üzerine kuruludur. Bütün bunlar zamanla oluşurlar. Bunlar, uzun
deneyimlerin ürünüdür; bir günde oluşturulamaz, aceleye getirilemez.
7 - LOBİCİLİK VE KRİZ YÖNETİMİ
Lobici özünde kriz yöneticisidir. Ona, en iyi durumda, önceden belirlenmiş eylem
planlarını uygulaması için başvurulur. Girişimler, böyle birisine aslında şirket yapısının içinde
yer vermiş olmaları gerektiğini ne yazık ki iş işten geçtikten sonra fark ediyorlar. Böylece,
özellikle de Fransız özel sektöründe lobici, kriz ortaya çıktıktan sonra yardıma çağırılıyor. Lobici
de, şirketin veya ürünlerinin imajını daha sonra düzeltmek üzere, öncelikle itfaiyeci gibi yangını
söndürmeye çalışıyor.
Kriz yönetiminde uygulanan kurallar sadece lobici için geçerli değildir. Ancak, müdahale
alanları gereği, lobici bütün bu verilere hakim olmalıdır.
Böylece, profesyonel gözetim yöntemlerini uygulayamayan lobiciyi doğrudan doğruya
tehdit eden büyük tehlike kucağında yönetilecek bir kriz bulmaktır. Böyle bir durumda da çözüm
yolları vardır. Ancak bunlar, hem çok ciddi bir yetkinlik hem de şirket ve onun ortamı
konusunda derin bilgi gerektirir.
Krize bağlı sorun bütünü, günümüzde iletişimin, özel girişimlerin çoğunluğunca çok
ciddiye alınan önemli bir dalıdır. Lobici bu olgunun bilincinde olmalıdır. Aslında kriz yönetimi
yalnızca lobicinin işi değildir. Lobici kriz yönetimi olgusunun kilit unsurudur; ama bu olguyu
bütünlüğü içinde ele almak lazımdır.
Birleşik Devletler’deki Tylenol olayı, lobiciliğin kriz iletişimi çerçevesindeki temel
rolünü ortaya koymuştur. O dönemde Johnson& Johnson şirketi, Tylenol adlı ürününü piyasadan
toplattırıyor ve bu jestini tüketiciye karşı gösterdiği sorumluluk duygusunun bir kanıtı gibi
sunuyordu. Oysa ilaçlarda bir sorun vardı. Bu olay, çok ağır bir krizde duruma nasıl hakim
olunabileceğini gösteren klasik bir örnek olmuştur. Johnson&Johnson, birkaç hafta sonra,
Tylenol’u yine komprime olarak ama farklı bir paketle piyasaya sürdü. Ürün çok kısa sürede eski
pazar payına yine ulaştı.
Girişimler, farklı nedenlerden kaynaklanan krizlerle her gün karşılaşırlar. Bazen çok
önemli olaylar krize neden olmadıkları gibi çok sıradan oluşumların ağır bir krizi tetikleyen
unsurlara dönüştüğü saptanmıştır.
a - Krizin tanımları
Kriz bir ortam ile bir olayın bir araya gelmesiyle doğar. İşlerin alışılmış işleyiş
şemasındaki kırılma olarak da tanımlanabilir. Girişimin sorumlularını birdenbire belirsiz bir
konuma sokar ve bu suretle direkt bir istikrarsızlık faktörüdür.
Patrick Lagadec’e göre53 kriz, sıradan bir acil durumu bir üst dereceye getirir. Böylece,
acil duruma, girişim yönetiminin istikrarsızlaşmasını ve yöneticilerinin altüst oluşunu ekler.
Boston Üniversitesi’nden Otto Lerbinger krizi şirketin “adını ve dengesini tehlikeye sokan
beklenmedik olay” olarak niteler.
Özetlemek gerekirse, kriz üç olgunun dramatik biçimde bir araya gelmesiyle oluşur:
- işleyiş biçiminin düzensizleşmesi; mekanizmalar işlemez olur, işe yaramaz, hatta ters işler,
- hem dışarıdan hem de örgütün içinden gelen bilgi taleplerinin birden akın etmesiyle iletişim
kapasitesi hemen doyum noktasına ulaşır,
- şirketin ürünleri, hizmetleri, çalışanları, adı, hatta varlığı tartışma konusu edilir.
Kriz durumu aynı anda birçok cephede mücadele etmeyi ve kesin kararlar almayı
gerektirir. (Kriz, “karar” anlamına gelen Yunanca “krisis” sözcüğünden türer).
İşin önemi, durumun ne yönde gelişeceğine ilişkin belirsizlikler, şirketin karşı karşıya
bulunduğu tehditler, durumun ilgi alanına giren aktörlerin birdenbire çoğalması, zaman baskısı,
karar alırken yaşanan stres ve karşılaşılan saptırıcı etkiler ve de diğer yandan dışarıdan özellikle
de medyadan gelen baskı; bütün bunlar girişimin sorumlularınca göğüslenmesi gereken
olağandışı sorunlardır. Durumu “her şey birbiriyle iç içe geçer, kesişir, çelişir, bitişir” diye
betimleyen Edgar Morin şunun altını çizer: “Krizin gelişme yönü ve varacağı nokta tesadüfidir.
Bu, sadece düzensizliğin artması yüzünden değil, tüm bu çok karmaşık güçler, süreçler, olaylar
birbirlerini tam bir düzensizlik içinde etkiledikleri, yok ettikleri için böyledir”.
b - Kriz türlerinin farklılığı
Bütün bu unsurlar bir kriz durumunun belli başlı niteliklerini göstermektedir; ancak bir
girişimin başına gelebilecek krizler çok değişik türlerden olabilir. Kimileri ortak özelliktedir,
diğerleri de bazı faaliyet sektörlerine ve şirketlere özgüdür.
Bu dökümde birçok sınıflandırma öngörülebilir: bunlardan birincisi, türleri vuku bulma
ihtimaline göre kategorize etmektir; yani doğal afetlerden kaynaklanan krizler, üretime bağlı
krizler, çevreyi etkileyen krizler –yerel topluluklara karşı sorumluluk, çalışanların sağlık ve
güvenliği, müşterilerle ilişkiler- yönetimle ilintili krizler, mali ortaklarla ilişkilerde krizler,
çalışanların hataları dolayısıyla veya kamu kurumlarıyla ilişkilerin bozulması sonucunda girilen
krizler.
53
(Patrick LAGADEC, La gestion des crises: outil de réflexion à l’usage des décideurs, McGraw-Hill, 1991;
Apprendre à gérer les crises: sociétés vulnérables, acteurs responsables, Les Editions d’Organisation, 1993.)
Daha basit bir sınıflandırma, krizleri, “yapısal, ekonomik veya sektörel, sosyal,
söylentilerden kaynaklananlar, rastlantısal, teknik ve ürüne bağlı ve de borsaya bağlı ve finansal”
olarak ayırmaktan ibarettir.
Bazıları ise, krizleri, nedenleri iç ya da dış etkenlere bağlı olmalarına göre ayrıma tabi
tutarlar. Başka bir yöntem, krizleri teknolojiye, örgütlenmeye ve insana bağlı risklere göre
sınıflandırır. Aslında tüm bu olası sınıflandırmalardan çıkarak hepsini dikkate alan matrisler
düzenlenebilir. Böylece, teknolojik, beşeri ve örgütsel riskler krizin iç ve dış faktörleri ile
kesiştirilebilir. Kriz durumunun ağırlığı veya hafifliği ile girişimin durumu kontrol etme
ölçüsünü kesiştirmek üzere başka matrisler de düşünülebilir. Yine krizin ağırlık dereceleri ile
krizin belirli bir girişim için vuku bulma ihtimali çaprazlanarak incelenebilir.
Kriz türlerinin sayısı neredeyse sonsuzdur. Kriz kavramı uçsuz bucaksızdır; ama krizin
dinamiği tektir. O, dizginlenmesi çok zor bir istikrarsızlaşma sürecidir; özellikle de örgütler bu
tür bir çalkantıyı göğüslemeye psikolojik olarak hazır değillerse ve önceden sezme pratiğine
sahip değillerse. Bu yüzden, böyle doğası itibariyle istisnai bir durum karşısında iletişim özel bir
rol oynayacak ve muhakkak ki kendine özgü bir takım tekniklere başvuracaktır.
c - Kriz ve iletişim: iletişim için yeni boyutlar
Kriz konusunda çok yazılıp çizilmiştir. Bhopal felaketinden Perrier olayına, 1986 SNCF
grevinden SEVESO kazasına kadar en çarpıcı örnekler ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Yine de
sonuçta, “kriz iletişimi” konulu kitaplar incelendiğinde dahi, bu tip iletişimin özelliklerinin
sergilenmediği ve kriz anında iletişimin rolünün tam olarak ne olduğu, onun nerede başlayıp
nerede bittiği ve gerçek boyutlarının neler olduğu hususlarının gerçek anlamda ele alınmadığı
saptanacaktır.
Kriz iletişimi, ortaya çıkmış problemlerin göğüslenmesine katkıda bulunan iletişim
tekniklerinin uygulamaya konmasıdır.
Kriz zamanı iletişimin amaçları, bu amaçlara ulaşmak için uygulamaya konan strateji ve
taktikler kadar çeşitlidir.54 İletişim her şeyden önce bir algılama işi olduğundan, aynı tip krizlerin
üstüne birbirinden farklı iletişim yöntemleriyle gidilmesi kolayca anlaşılabilir. Bunların
gerçekten çok çeşitleri vardır.
İletişimin rolü ilgili kesimlerin bilgilendirilme ihtiyaçlarına yanıt getirmektir; medyayla
ilişkileri optimal biçimde düzenlemek ve yönetmek için farklı kesimlerin girişimle ilgili
algılamasını tanımaktır.

Araştırmanın çok önemli bir rolü vardır
Kriz iletişiminde araştırma ve incelemenin rolü gittikçe daha yaşamsal bir önem
kazanmaktadır. Farklı kesimlerin algılama tarzlarını ve bu algılamaları dönüşümünü kavramak
her kriz iletişiminin zorunlu önkoşuludur.
Stokların bir kısmının zararlı bir madde içeriyor olmasıyla patlak veren Perrier olayı
sırasında, bütün kriz süresince Fransa’da, Büyük Britanya’da, Birleşik Devletler’de ve
Kanada’da Perrier, tüketicileri nezdinde düzenli aralıklarla anketler yaptırıldı. Bu çalışma, olaya
mesafe alarak soğukkanlılıkla bakılmasını, sorunun önem ve kapsamının nesnel biçimde
değerlendirilmesine olanak verdi. Bu yolla Perrier, kazanın algılanması, şirketin inanılırlığı,
krizden yenilmeden çıkma yetisi ve ürünün ileriye dönük satın alınma niyetleri hususunda
güvenilir veriler edindi. Medya –özellikle yabancı medya- tarafından dile getirilen soru işaretleri
ve kuşkular, hem ürünün hem de şirketin güvenilirliğini sorgulanır kılmıştı. Sondajlardan elde
edilen göstergeler bu güvenilirliği iade etti. Gerçekten de tüketiciler, nasıl olduğunu
anlamadıkları bu olay karşısında şaşkınlıklarını ifade ediyorlar, şirket tarafından benimsenen
sorumlu davranışı memnuniyetle karşılıyor ve Perrier’nin piyasaya kaliteli bir ürünle geri dönme
yeteneğine olan güvenlerini beyan ediyorlardı.
54
(Bakınız: la communication de crise sous la direction de Maud TIXIER, McGraw-Hill, 1991)
Kriz zamanı yürütülen bütün bu incelemeler, girişim için yol gösterici olup tek güvenilir
göstergelerdir. Söz konusu araştırmalar medyaya sunulabilecek bilgiler için değerli bir istihbarat
temeli teşkil ederler. Medya ile ilişkiler, kriz dönemi iletişiminin araştırmadan sonraki ikinci
önemli yönüdür.

Medya ile ilişkileri yönetmek özellikle incelikli iştir 55
Kriz zamanında, medya/şirket ilişkileri yönetmesi daha da karmaşık ve incelikli bir iş
durumuna gelir. Bu, özellikle “sıcak” medya, yani radyo ve televizyon gibi bilgiyi anında habere
dönüştürüp iletme kapasitesi bulunan medya için böyledir. Medya, çağımız krizlerinde
belirleyici aktör konumundadır. Ona olağanüstü bir güç veren her şey mevcuttur: işlevi, sosyal
konumu, kültürü, alışkanlıkları, olanakları, her hane içindeki yeri. Haber sağlayan kişi olarak
gazeteci stratejik bir mevki işgal etmektedir. Joseph Scanlon’ın vurguladığı gibi, “acil bir durum,
aynı zamanda bir haber krizidir”. Gazeteci, aciliyet olgusuna, sürece katılanların hepsinden daha
hakimdir. İstisnai durumlar, onun günlük mesaisinin zaten bir parçasıdır. Seferberlik, medyanın
doğasında vardır.
Her gün evimizin konuğu olan televizyon sunucusu, başka hiçbir insanın kavuşmayı
umamayacağı bir inanılırlığa sahiptir. Medya, üstelik bu performansı ulusal ve küresel boyutta
da gerçekleştirmektedir.
İletişim mantığı, özellikle sesli ve görsel medyanın, mesajları basitleştirici ve indirgeyici
mantığı ile yüzleşme durumundadır. Medyada geçilen bir haberi düzeltmek son derece zordur.
Hatta düzeltme çabası durumu bazen daha da kötüleştirir.
Yazılı basın ise bunun tersine sakıncalar içerir. Burada verilen haber fazlası okurlarda
gerginlik yaratma ve onu en yüksek seviyede tutma etkisine sahiptir. Aşırı enformasyon, kişiler
ve kurumlar arasındaki karşıtlıkları kızıştırma ve çelişkileri açığa çıkarma potansiyeli taşır.
Bunun dışında basın, bir dolu kavranılamaz ve kabul edilemez şeyi yığın halinde ortalığa döker.
İnce ayarlarla dengelenmiş hassas konuları yeniden tartışmaya açar. Özetle, basın sıkça kışkırtır,
patlayıcı sonuçlara yol açar. Nitekim SEVESO olayında pek çok gazete kutuların radyoaktif
olduğunu yazdı. Aynı olay dolayısıyla, şoke edici fotoğraflar basan bir haftalık dergi (21 Nisan
1983 tarihli sayısında) makalesini korkunç fotoğrafların ( İkinci Dünya Savaşı, Vietnam, napalm
bombası saldırısı…) oluşturduğu bir sayfa düzeninin ortasına yerleştirmişti.
Kriz halinin ve büyük ölçekte iletişim zorunluluğunun içerdiği bu türden güçlükler,
iletişim sorumlularını yine de medyaya karşı düşmanca bir tavır benimsemeye yöneltmemelidir.
İletişim, kriz halinde, girişimin çıkarlarıyla basınınkiler arasındaki temel çelişki
yüzünden, kriz yönetiminin eklemleneceği stratejik düğüm noktasıdır.
Böyle bir durumda iletişimi elinde tutan ve bilgiye erişimi olan mevzi harekatın merkezi
olur. Joseph Scanlon sözlerine şunu da ekler: “Kriz durumunda iletişim o kadar önemlidir ki,
haber merkezleri pekala harekatın kontrol merkezine dönüşebilirler”.
Kriz, örgütü enlemesine katederek onun tüm kesimlerini etkiler. Dolayısıyla iletişim,
girişimi bütünüyle kavramalı, onun beşeri, bilimsel, teknik ve ticari tüm bileşenlerini ele
almalıdır. Bu tür bir durumda en ön hatta bulunan şirket yetkililerinin temel görevi krizi
yönetmek, yani iletişim yapmaktır. Kriz ortamında yönetim ve iletişim örtüşürler. İletişimin
ilkeleri, dar anlamdaki iletişim alanının ötesine geçerek şirket yönetimini de kapsar.

İletişim ve kriz yönetimi: izlenecek ilkeler
Her kriz türünde uygulanabilecek bir mucize reçete, bir eylem modeli yoktur. Ancak yine
de kargaşa ortamlarında akılda bulundurulacak ve aynı zamanda iletişim kuralları olan birtakım
yararlı ilkeleri ortaya koymak uygun olur. Bu ilkeler, özel bir yapılanmanın oluşturulması ve
alışılmış süreçlerden farklı süreçlerin devreye sokulmasıdır.
55
(Bakınız: Frank J. FARNEL, crises et communication, “Médias Pouvoirs”, Ekim 1993.)
- Birinci kural: Haberlerin giriş ve çıkışını bir merkeze bağlamak. Bir krizi yönetmek için
bir kontrol merkezi oluşturmak lazımdır. Burada sadece şirketin dışarıya haber sunmaya ve
dışarıdan gelen talepleri yanıtlamaya yetkili sözcüleri bulunur. Özel kriz masası kurulması ve
kriz yönetecek ekibin belirlenmesi, bu ilkeden kaynaklanan sonuçtur. Bu ekip kararları hızla ve
etkili biçimde alacaktır. Harekata, hukuka, pazarlamaya, mali duruma ilişkin perspektiflerin
bütününe ait genel bakışa yalnızca bu ekip sahiptir. Tylenol olayında, yanına birkaç yardımcısını
alan Başkan, iletişim ve kriz yönetim merkezinin sorumluluğunu bizzat üstlenmiş; şirketin
yönetilmesi işini müdürlerine bırakmıştı. Johnson&Johnson, krizi, tüketicileri, çalışanları,
müşterileri ve finans topluluğu karşısında bu suretle atlatabilmişti.
- İkinci ilke: kimseye denemeden güvenmemek. Kriz, çıkarlarının böyle bir durumda
zedelenebileceğinden kuşkulanan kişi veya zümrelerce üretilen söylenti ve görüşlerin ortaya
çıkmasına vesile olur. Dışarıdan danışmanların yardımı alınmalıdır. Bu, olaylara ve çözümlere
ilişkin nesnel bir bakış katma imkanı sağlaması bakımından kaçınılmazdır.
- Üçüncü ilke: şirketin amaçlarını tanımlamak. Yetkililer, araştırmalar ışığında sorunun
gerçek boyutlarını ve net olarak belirlenen bir stratejiyi saptama aşamasına ulaşabileceklerdir.
Perrier ve Tylenol olaylarında, gerekli stratejinin saptanmasında başlıca rolü araştırma ve
incelemeler oynamıştır.
- Haber, özellikle medyaya, artık bu aşamada verilebilecektir. Kuşkusuz ki, ilk anlardan
itibaren medyayı yanıtlamak gerekecektir. Bu da işin bir yüzüdür.
Sözcü, medyayla ilişkileri çerçevesinde, esas olarak üç tip soruya muhatap olmaya hazır
bulunmalıdır: ne oldu, niçin ve ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Bunun da ötesinde, sözcü bildirisinin içeriğini tam olarak bilmelidir. Sözcüler,
benimsenecek söylemin bütünü dikkate alınarak meşruiyet ve inanılırlığa sahip kişiler arasından
seçilecektir. Olası çelişkilerden kaçınmak ve tutarlılığı güvenceye almak bakımından medyaya
hep aynı kişilerin muhatap olmaları zorunludur. Öte yandan, sözcü sayısı kısıtlı olmalı, aslında
iki ile sınırlanmalıdır.
- Şirketin ilişkide olduğu diğer tüm toplum kesimleriyle doğrudan iletişim kurmayı ihmal
etmeyerek medyanın yegane haber kaynağı olmasını önlemek çok önemlidir. Kriz halinde,
iletişimin tek taşıyıcısı medya olmamalıdır. Yalnızca medyayla ilişkilere odaklanarak şirket içi,
sendikalar, ulusal veya yerel resmi makamlar, müşteriler, finans dünyası veya şirketin kendi
ortamı gibi çok önemli kesimleri gözden kaçırmak en tehlikeli tuzaklardan biridir. Bütün bu
topluluklarla, sadece medya aracılığıyla değil, doğrudan temas kurulmalıdır.
Tylenol olayında müşterilere çok büyük bir özen gösterilmiştir. Johnson&Johnson, kriz
süresince, müşterilerle iletişim için özel bir strateji oluşturmuştu. Bhopal felaketi sırasında, tüm
dünyadaki Union Carbide çalışanlarına düzenli raporlar iletilmişti. Bunların, söz konusu raporlar
aracılığıyla gidişat ve şirketin aldığı kararlar hakkında bilgi sahibi olmaları sağlanmıştı.

Bir kriz sırasında iletişim olağanüstü boyutlar edinerek şirketin başlıca ifade biçimine
dönüşür.
Yaşadığımız “medya uygarlığı” ve medyanın mutlak egemenliği şaşırtıcı bir duruma yol
açıyor: kriz iletişimi krizin kendisinin önüne geçiyor.
Yirminci yüzyıl sonu, kriz kavramını keşfetmiş ve onu kuramsallaştırmışa benziyor. Kriz,
faaliyetlerimizi yönlendiren diyalektiğin görülebilir bir bileşenidir. Günümüzde, gittikçe daha
çok sayıda kriz beliriyor ve listelere geçiyor. Oysa eskiden böyle durumlar ne bir bildiri konusu
olurlardı ne de ilgili toplum kesimlerinin bu hususta bilgilendirilme zorunluluğu vardı.
Günümüzün medya toplumu, krizi bütün boyutlarıyla haber yapıyor. Bu normal ve doğal
bir olgudur. Şu anda bir kazanın, bir çatışmanın önemi kendi ağırlığından çok medyada aldığı
yer ile ölçülüyor.
Ayrıca toplulukların gittikçe olgunlaşmaları ve sürekli artan haber ihtiyacı, krizler
esnasında daha büyük bir saydamlığın oluşmasına yol açmıştır.
Kriz, problemlerin kaçınılmaz olarak medyatikleşmesini ve ilgili toplum kesimleriyle
iletişime geçme zorunluluğunu sergileyen somut bir olgudur. Bu, çağımızın ve toplumsal
dönüşümümüzün belirleyici gerçeklerindendir. Kriz durumları, eylem alanını küreselleştirip en
ön planda rol verdiği iletişimin günümüzde edindiği önemi de gözler önüne serer. Bunun daha da
ötesinde, kriz olgusu iletişimin, iletişim tekniklerinin ve iletişimin şirket bünyesindeki rolünün
gelişim ve dönüşümünde bir aşama oluşturur.
BAHİS 2
EYLEM PLANLARININ OLUŞTURULMASI
“Planlar önemli değildir; önemli olan planlamadır”
Eisenhower
Sık sık kriz yönetme zorunda kalmamak için lobici, şirket bünyesinde, net amaçlar
üretebilecek eylem planları oluşturmalıdır. Her lobici eylemine, zaman içinde daima
geliştirilebilir plan taslağı eşlik etmelidir. Şu ya da bu karar verici ile alınmış bir randevu
sonucunda öyle zamansız zafer çığlıkları atmak gibi maceracı yaklaşımlara pek güvenmemelidir.
Bunun tam karşıtı ise, lobiciyi veya ortağını, demokratik sistemlerimizin mahkum ettiği “nüfuz
ticareti”ne itme riski taşıyan “adres defteri” yöntemidir. Aslında bu randevuların biri zafere,
eğer kanaat önderi ile lobicinin karşılaşması gerçekten somut sonuçlar vermişse, ulaşmış sayılır.
Public Affairs” metodolojisi aşağıdaki diyagram aracılığıyla açıklanabilir.56
KURUMSAL İLİŞKİLER
STRATEJİSİ
İŞ
PLANLAMA
KAMU İŞLERİ
STRATEJİSİ
KAMU İŞLERİ
PLAN VE TAKTİKLERİ
HALKLA İLİŞKİLER
İLİŞKİSİ
Corporate tipi amaçlar kısa vadede katıksız business eylem planları ortaya çıkarır.
Durumu çok özenle irdeledikten sonra bir public affairs stratejisi tanımlanabilir. Ancak bu
aşamada, hem public affairs hem de halkla ve/veya basınla ilişkiler planı da kapsayan bir
Corporate Affairs eylem planı oluşturulabilir.
56
(Charles Baker Consulting Group Başkanı Tim TRAVERSE-HEALY O.B.E.’nin konferansı, 1978.)
Eğilimler ve problemler
KURUMSAL
AMAÇLAR VE İŞ
“İyi haberler”
OLASI
SENARYO
PLANI
Algılamalar
“Kötü haberler”
KAMU İŞLERİ VE
HALKLA
İLİŞKİLER STRATEJİLERİ
PLAN
STRATEJİLER VE
TAKTİKLER
DEĞERLENDİRME
Analizin bu aşamalarından geçmeyen planları kapışan girişimlere ve sözde uzman
lobicilere rastlamak çok sıradan bir şeydir. İyi kurgulanmış ve irdelenmiş bir eylem planının
tasarlanıp hazırlanmamış olması Corporate Affairs operasyonunun yüzde doksan sonuçsuz
kalmasına yol açar.
Eylem planlarının değişik oluşturulma yöntemleri vardır. Problemin karmaşıklık
derecesine ve duruma göre, ek analiz ölçütleri de katılabilir. Aslında bir eylem planının
oluşturulması, eldeki soruna göre, çok az zaman da alabilir (örneğin 10 dakika), ama gereğinde
aylarca da sürebilir. Profesyonel lobicinin işinde “sürpriz” denen şeye yer yoktur. Onun dilinde
“…bunu hiç beklemiyordum…”, “…gerçekten yapılacak bir şey yoktu…” gibi özürler
bulunmamalıdır.
Aşağıda gösterilen yöntem birbirini mantıken takip eden başlıca altı kısma bölünür:
1- Ortamın analizi
2- Amaç ya da amaçların tanımlanması
3- Stratejilerin tanımlanması
4- Faaliyetlerin ve eylem planının ayrıntıları
5- Bu planın uygulanma önerisi
6- Önerilmiş eylem planının sonuçlarının analizi
1 - ORTAMIN ANALİZİ
“Ova adamı, niye dağa çıkıyorsun?
Ovayı daha iyi görebilmek için…”
Çin atasözü
Analiz nesnel bir planın başarısının anahtarıdır. Bunun için problemin tüm olaylarını ve
çevre ve ortam unsurlarını birleştirmelidir.
Yukarıdaki şemada sergilenen yapı, belirli bir anda, Corporate ve Business’in, doğrudan
şirket yönetimi tarafından planlama döngüsü içerisinde yönetildiğini gösteriyor. Ne var ki
amaçlara, ancak siyasal ve sosyal hareketler ışığında analiz edilmiş oldukları takdirde
ulaşılabilecektir. Kamuoyu da ayrıca hesaba katılmalıdır, çünkü bir girişimin karşılaşabileceği
olumlu tepki ve desteğin düzeyini ancak algılar aracılığıyla önceden tahmin edebilmek
mümkündür.
Farklı senaryolar ancak bu devir tamamlandıktan sonra tasarlanabilir.
Belki haklı olarak şu soru da sorulabilir: algılamaları, sosyopolitik duyguları ve ortama
bağlı sorunları dikkate almak niye önemlidir?
Bir şirket, “corporate” amaçlarını saptamak için, sorunlarını ve planlarını daha iyi
kavrama yolunda gelecekteki programlarına ve planlarına yönelik çeşitli lojistik desteğe ihtiyaç
duyacaktır.
İlgili kişiler kimlerdir? Onlara “stakeholder” deniyor. Bir şirket bünyesinde bunlar,
şirketin sahipleri, hissedarları, ürünlerinin tüketicileri, çalışanlarıdır. Demek ki söz konusu olan,
rakipleri, toplumsal kesimleri, devleti ve önemli ölçüde de genel veya ilgili kamuoyunu içeren
çok önemli bir çıkar grubudur.
Bunlar görüşlerini muhtelif kurumlar aracılığıyla ifade ederler: parlamento, siyasal
partiler, bakanlıklar, sendika ve birlikler, siyasal inceleme grupları (thinktank), vb. “Stakeholder”
diye anılan bu grubun olurunu almak için şirketin amaçlarını mutlaka anlamak ve anlatmak
lazımdır.
Algı üç temel nokta üzerine oturur: bunun en önemlisi kişilerin bu konudaki deneyimidir.
Algı insanların yorumlarına dayanır (ilgili kesimden kişiler, dostlar, iş arkadaşları…). Gerçekte,
bir insana yakın olmakla onu kayırmak arasında kanıtlanmış bir ilişki vardır. Demek oluyor ki,
normal koşullarda, sizi en yakından bilenler (normal koşullarda) size en dostça davrananlar
olacaklardır. O halde mantıken ilk yapılacak şey, kendini daha iyi tanıtmak olmalıdır; çünkü
yakınlık, dolayısıyla da dostluk algıdan kaynaklanacaktır; ve de, tanıyıp yakınlaşmayı kısmen
sağlayan da zaten algılardır.
Grupların ve toplumun algılamaları ölçülebilir, analiz edilebilir ve sürekli izlenebilir
unsurlardır.
Algılamalar gerçekten de vardır. Bunlar doğru ya da yanlış olabilirler, ama var oldukları
sürece dikkate alınmalıdırlar. Doğru bir algılamanın sürmesi için çaba gösterilmelidir. Algılama
yanlış olduğu takdirde, onun değişmesini sağlamak iletişimin görevidir.
Pek çok sosyopolitik etken bir şirketin yolunda giden işlerini kuşkusuz ki etkileyebilir, bozabilir.
Lobici bütün bunların belirli ölçülerde farkında olmalıdır. Ancak o, girişimin kar durumunu kısa,
orta ya da uzun vadede etkileyebilecek her türlü problemden yönetimi haberdar etmekle
doğrudan doğruya yükümlüdür. Bu problemler, siyasal ya da sosyal nitelikli olabilirler. Bunun
bir kriz niteliğinde bir problem olup olmadığı önemlidir. Örneğin bir Fransız şirketinin, yerleşik
bulunduğu ülkenin hükümeti tarafından kamulaştırılması riski gibi siyasal bir sorun söz konusu
olabilir. Bir şirkete saldırı yapılması gibi, ticari nitelikte bir kriz de olabilir.
Bu durumda ilk iş şudur: gerçekten irdelenmesi gereken durumun kapsamı nedir? O halde
ele alınacak sorunu tanımlamak ve betimlemek gerekir.
Örneğin bina inşa edecek bir şirket için sorun, ürünü teslim etme sürecini zorlaştıracak
bir yasa tasarısından kaynaklanabilir. Dosyayla ilgilenen lobici, temsil ettiği girişimin söz
konusu yasaya ilişkin kaygılarını ve bunun olası olumsuz sonuçlarını dile getirmelidir (şantiye
faaliyetinin durması, işçilerin işten çıkarılması, gelir kaybı,…). Lobici bu durumdan, söz konusu
yasa teklifinin şirket bilançosu üzerindeki net yansımalarını saptamak suretiyle de yarar sağlamış
olabilir. Lobici, esas olarak, problemin tümünü sadece kendi bakış açısından değil, görev
alanıyla ve/veya teklif edilen yasa ile ilgili çıkarları bulunan diğer özel ve tüzel kişiler açısından
da kavramalıdır.
2 - BİR DURUM ANALİZİ NASIL GERÇEKLEŞTİRİLİR?
Durum analizini tanımlamak için birçok alanı hesaba katmak gerekir:
a-Referans çerçevesi
b-İş dünyasının durumu
c-Rekabet
d-Tüketiciler ve hedef kesimler
e-Mali durum
f-Kıyaslamalı görev konuları
g-Kazanç konuları
h-Yönetim bilgisi ve personelin becerisi
a - Referans çerçevesi
Burada esas olan, referans çerçevesinin ele alınan duruma uyması için nelerin hesaba
katılması gerektiğini bilmektir.
Standart bir referans çerçevesi yoktur. Dikkate alınan bütünün bir parçasını göstermesi
yeterlidir. Örneğin GATT’ın yeni görüşmeleri ele alındığında, referans çerçevesi GATT
görüşmelerinin Fransa tarımı ve Avrupa topluluğu Ortak Tarım Politikası üzerindeki etkisi
olabilecektir. Referans çerçevelerinin her biri, kendi içinde farklı amaç, strateji ve planları
içeren başka bir analiz tipi gerektirecektir.
Referans çerçevesi, bir kez belirlendikten sonra, artık yapılacak analizin geri kalan
kısmıyla bütünleşmelidir. Referans çerçevesi net değilse, sürecin bütününün ayakta kalmama
olasılığı yüksektir.
Burada şunu bilmek önemlidir: girişimin bu iş için ne kadar parası vardır; benzer bir
problem için daha önce tahsis edilmiş miktar nedir; yasanın oylanmasından önce ne kadar
zamanınız vardır; vb? Bu sorulara yanıt bulabiliyorsanız parametreler çok daha gerçekçi olurlar.
Referans çerçevesi ne kadar geniş ve parasal olanaklar ne kadar dar olursa, durumu
başarıyla analize etmek ve somut çözümler önermek de o kadar zorlaşır.
b - İş dünyasının durumu
Bir girişimin çıkarlarını temsil eden lobici, eldeki işin mali sonuçlarını, söz konusu
girişimin istihdam ettiği iş gücünün gerektirdiği kalifikasyonu ve o iş gücünün bulunabilirliğini
dikkate almalıdır. Böyle bir analiz demografik yapıdaki değişimlerin ve borsadaki eğilimlerin
incelenmesi konularını içerebilir. Lobici, elindeki işe etki edebilecek tüm dışsal unsurları hesaba
katmalıdır.
c - Rekabet
Lobicinin temsil ettiği çıkarlarla aynı eksenin yörüngesinde dönmekte olan kilit aktörler
tanınmalı, onların ekonomik ağırlığı ve gücü bilinmelidir.
d - Tüketiciler ve hedef kesimler
Tüketiciler ve hedef kesimler kimlerdir? Sunulan ürün ve hizmetleri kim kullanmakta,
talep etmekte ve gereksinmektedir? Tüketiciler ve hedef kesim, örgütlenme kapsamının içinde
mi yoksa dışında mıdır? Ne kadar çok bilgi sahibi olunursa duruma çözüm üretme şansı o kadar
yüksektir. Bir politika değişimi ya da yeni bir ürünün lansmanı ancak hedef kesimlerin ve
tüketicilerin taleplerine karşılık getiriyorsa etkili olabilir.
e - Mali durum
Dosya bağlamında hesaba katılacak mali olanaklar ve bütçe realitesi nelerdir? Yeni bir
ürün geliştirmek istendiğinde kendi kendine şu sorular sorulmalıdır: ürünün maliyeti ne
olacaktır? Eğer üretim sürecinde hammadde fiyatları artıverirse ne yapılacaktır? İş gücünün
maliyeti ne olacaktır? Olağandışı maliyetler öngörülmeli midir? Yatırımlar kendilerini ne kadar
sürede amorti edeceklerdir? Üretim masrafları yükselirse ne olacaktır?
f - Kıyaslamalı görev konuları
Bu noktada şu sorular belirir: başka hangi görev alanları dikkate alınmalıdır? Araştırma
ve geliştirme? Satışlar? Mevcut bağlantılar nelerdir? Maliyetler? Personel?
g – Kazanç konuları
Kazanç konusu sistematik olarak her kilit alanda yeniden ortaya getirilir. Bu da bir
rastlantı değildir; çünkü eylem planının uygulamaya konabilmesi için somut miktarların da
ortaya konmuş olması gerekir. Maliyet ve karlılık çok önemli konulardır. Referans çerçevesi: iş
dünyasının durumu, rekabet, tüketiciler, mali durum ve kıyaslamalı görev konuları. Başka bir
deyişle, sorulan soru şudur: ürünün maliyeti, üretimi ekonomik ve kar getirici kılabilecek
düzeyde midir?
h - Yönetim bilgisi ve personelin becerisi.
Bu noktada, ele alınacak süreçte işlev görmeleri gerekli kişilerin gerçekten hazır bulunup
bulunmadığı sorusu sorulacaktır. Sorun, karar ve çözüm görev kıyaslama yoluyla ele alınacaksa
diğer yönetim birimlerinin gerekli personeli olacak mıdır? Sorunun veya durumun, sürece katılan
kişilerle bağlantısı nasıl oluşturulacaktır? Bir özel eğitim programı gerekli olacak mıdır? Öyle ise
bunu kim üstlenecektir?
Tüm unsurlar bir araya getirilip örgütlendikten sonra bütün referans çerçevesi yeniden ele
alınmalıdır. Bu durum analizinin amacı, sorunu olabildiğince açık biçimde tanımlamak ve
önceden belirlenmiş olan spesifik hedefe yönelecek kilit unsurları ortaya çıkarmaktır. Gerçek bir
durum analizi aslında daha ileri giderek verileri bilgiye dönüştürür.
3 – KIYASLAMALI / ÇAPRAZ ANALİZ
Ele alınan problem ister makropolitik ister mikropolitik olsun, analizin bir temel noktası
vardır: kıyaslamalı ya da çapraz analiz. Bu, irdelenecek sorunun çevresinde dönen güçlü
tarafları, zaafları, fırsatları ve tehditleri ortaya çıkaracaktır.
Her girişim kuvvetli ve zayıf yönlere sahiptir. Fırsatlar, hedeflere varma hatta onları aşma
şansı veren dış koşullar, olaylar veya durumlardır. Fırsatların tersi olan tehditler ise, sorun
yaratma, girişime zarar verme ve/veya hedeflerine ulaşma kapasitesini sınırlama potansiyeli
taşıyan dış güçler, etkenler veya durumlardır.
İyi bir kıyaslamalı analiz, karar vericilere karar sürecinde yardımcı olacak iyi
düzenlenmiş bir bilgi dizisi sağlayabilir. Doğru biçimde derlenip sunulmuş bilgiler ışığında
alınan kararlar, lobicinin müşterisi olan şirkete hem ilerideki fırsatları değerlendirme hem de
aynı zamanda tehditler ve problemlerle mücadele etme, önceden belirlenmiş faktörlere dayalı
doğru ve uygun stratejileri kullanarak hareket edebilme olanağı sağlar.
Kıyaslamalı analiz aşaması, verilerin ikinci bir defa gözden geçirilmesinden ibaret
olmayıp verileri yeni bir organizasyon çerçevesinde listeleme, özetleme ve irdelemeye dayalı bir
yöntemdir.
Bu analiz, rekabeti inceleme ihtiyacı doğduğunda çok yararlı olur. Eğer konu belirli bir
rekabet ise, kıyaslamalı analize başvurulabilir. Sonra bu, çözülmesi gereken spesifik problem
için yapılmış analizle karşılaştırılır.
Bu aşamadan sonra, tüm veriler hesaba katılana kadar tüm kilit soruları tekrar sormak
yararlı olur. Bu arada, izlenen mantığın açık ve tutarlı olduğu tekrar doğrulanmalıdır. Eğer
durum böyle değilse, demek ki tüm veriler bir araya getirilmemiştir ya da yeterli somut ve
rakamsal veri yoktur.
4 - ÖZET
Bu özet üç kısma ayrılabilir: (1) “business” açısından sonuçlar; (2) kilit noktalar; (3)
kesin rekabet avantajları.
(1) Business açısından bakılacak sonuçlar, genellikle tehdit ve zaaflardan kaynaklanır. Bu
faktörler o kadar önemlidir ki, strateji ve planların hazırlanma süreciyle bütünleştirilmelidir. Bu
sonuçlar, ayrıca amaç ya da amaçları etkileyecektir. Örneğin bir pazar çok parçalanmış ve
rekabete çok açık ise, bu pazarda daha önemli paylar edinme çabası daha fazla zaman
alabilecektir. O halde business açısından sonuçlar, hedefe ulaşılması yolunda hesaba katılması
gereken sınırlamalardır.
(2) Kilit noktalar güçlü taraflardan ve fırsatlardan kaynaklanır. Bunlar oluşturulabilecek,
geliştirilebilecek ya da kapsamı genişletilebilecek ve bir iş oluşturmak için ortaya çıkan fırsatları
değerlendirebilecek faktörlerdir.
Bu kilit noktaları tanıyor olmak, benimsenecek stratejiyi belirlemek için belli ölçüleri
koyma olanağı sağlar.
(3) Rekabet avantajlarını saptamak kolay değildir. Bunu yapmak için tüm durum analizini
gözden geçirmek ve şirket açısından gerçekten açıklayıcı olabilecek şu noktaları bulup ortaya
çıkarmak lazımdır: benzeri kolaylıkla ve hızla edinilemez bir avantaj. Bu unsur, girişimlere
genellikle kar paylarını gösterir. Eğer analiz çerçevesinde böyle bir türden avantaj bulmak
mümkün olmamışsa, o vakit şu soruyu sormak gerekir: “Bu girişim bunu niye yapıyor?”
5 - AMAÇ YA DA AMAÇLARIN TANIMLANMASI
Durum analizi bitirildiğinde hedef artık kesin olmalıdır. Yoksa geriye dönmek ve durum
analizi üzerinde, özellikle de hedeflere erişmedeki kilit noktaların somut rakamsal verilerle
donatılması aşamasında biraz daha vakit harcamak gereklidir.
Bu hedefler, durum analizini stratejiye bağlayan bir köprü gibi de mütalaa edilebilir.
İyi tanımlanmış bir hedef (1) spesifik; (2) anlaşılabilir; (3) ölçülebilir; (4)
gerçekleştirilebilir; (5) zaman içinde sınırlı olmalı ve (6) karlılık ve/veya sonuç konularına yanıt
getirmelidir. Ayrıca, (7) durum analizi ile bağlantılı olmalıdır.
6 - STRATEJİLERİN BELİRLENMESİ
Strateji nedir? Le Littré’ye Ç.N.*9 göre bu, bir kampanya planı hazırlama, bir orduyu
belirleyici anlarda yönetme ve savaşta galibiyeti güvenceye almak için en büyük güçleri hangi
noktaya yığmak gerektiğini bilme sanatıdır. Strateji, karşı karşıya gelen orduların birbirlerini
gördükten sonra o anda benimsedikleri operasyon demek olan taktikten çok farklıdır.
Kapalı iş dünyasında strateji, problemleri çözmek için -olabilecek en yaratıcı araçları
kullanarak- ortaya konan yaklaşım olarak tanımlanır.
Bir strateji farklı yaklaşımlara konu olabilir.
а) Geniş diye nitelenen yaklaşımlar
Sorunu bir bütün olarak kavramak ve başka bir strateji konusu olacak ayrıntıya
girmemek.
b) Yenilikçi yaklaşımlar
Durumlara, genellikle yapılagelenden farklı, orijinal yaklaşımlarla yanıt getirmek.
Belirlenmiş hedefler çerçevesinde kalınmak kaydıyla, rutinin dışına çıkmak yadsınamaz bir artı
getirebilir. Bu gibi durumlarda beyin fırtınası yöntemi çok yararlıdır; çünkü böylece, seçenekler
arasında benimsenen strateji, hem yönetilecek duruma en iyi uyan hem de en çok yaratıcılık
içeren strateji olacaktır.
c) Seçenekler
Durumda sıkça değişiklik ortaya çıkabildiğinden, ilk anda uygun görünmeyen stratejiler
de yine el altında tutulmalıdır. O andaki duruma niye uymadıklarını da anlamak lazımdır.
7 – EYLEM PLANLARININ GELİŞTİRİLMESİ
Hedefler belirlenip strateji de oluşturulduktan sonra eylem planlarının tanımlanma
aşaması gelir. Eylem planları dört temel nokta içerirler:
a - İşlevsellik ve kıyaslamalı görev konuları
Stratejiyi daha verimli kılmak için işin içine hangi grupları sokmak lazımdır?
b - Kim, ne, nasıl ve kaça?
Sorumlular atanmalı; fiyat ve giderler hem bütçe hem de gerekli kaynaklar itibariyle
ortaya konulmalı; süre tahmin edilmelidir.
c - Olumlu noktalar, olumsuz noktalar ve acil durum planları
Her şeyin planlandığı gibi işleyip işlemediğini denetlemek için en elverişli zaman ve
olaylar nelerdir? İşlemiyorsa geri çekilme planları yapılmalı ve maliyeti tahmin edilmelidir.
d - Bütçeler ve maliyetler
Bütçe demek plan demek değildir, ama bütçe planın sonucudur. Kesin bütçeler, planların
uygulanan stratejiyle bağlantı kurmasına yardımcı olabilir.
8 - UYGULAMA
“Rüzgara bakan tohum ekmez;
Bulutlara bakan ekin biçmez”
Tevrat’tan
Bu aşama, planların, tasarlanmış stratejiye harfiyen uyarak uygulamaya konmasından
ibarettir. Yeni ürünlerin test edilmesine, bir pazarlama stratejisi kurgulanmasına, yeni koşullar
oluşturulmasına yarayabilir. Uygulama, planların dış koşullardaki değişimlere ayarlanmasını
tayin etmesi bakımından temel bir aşamadır.
9 - GÖZETİM
Tüm stratejinin son evresi olan gözetim, ancak planlar uygulamaya konduktan sonra
devreye girebilir. Planın kendisi de, ayrıca, pek çok durumda gözetim unsurları içermelidir (kilit
tarihler, fiyatlar ve bütçeler, sorumluluklar).
Gözetim mekanizması oluşturulduktan sonra gerekli kanıtları sağlayacak kaynakların
neler olacağına karar verilmelidir. Uygun göstergeler bulunmalı, bunları gözlemleyecek
sorumlular saptanmalı ve en sonunda da hangi kaynağın güvenilir hangisinin güvenilmez olduğu
belirlenmelidir (pazar payları, medya, istatistikler, sondajlar, vb.).
Demek oluyor ki gözetim, uygulamanın gerçekten hedefe yönelik olup olmadığını net
olarak göstermesi bakımından çok önemlidir.
İncelenen tüm süreç mucizevi bir reçete gibi görülmemelidir. Bu süreç, dosyayla görevli
lobici tarafından ancak bütünlüğü içinde özümsenmiş bulunduğu takdirde bir anlam ifade eder.
Bu düşünme ve analiz yöntemi zorunlu olarak bir koşullu reflekse dönüşmelidir. Bu, lobici
statüsünün inanılırlığının ve eyleminin saydamlığının önkoşuludur. Asla unutmamalıyız ki,
lobicilik demokrasinin barometresidir.
4. Bölüm
ÖRNEKLER, LOBİ ÖYKÜLERİ
BAHİS 1
LOBİCİLİK VE ÇEVRE
Çevrenin yönetimi, kamu müdahalesinden ayrı düşünülemez. Böyle bir eylemin
toplumsal açıdan etkili olabilmesi için devletin ve ilgili özel sektör girişimlerinin karşılıklı
zorunluluk ve amaçlarının bilincinde olmaları lazımdır. Çevrenin yönetimi, girişimin donanmış
olduğu iletişim fonksiyonunu zenginleştirmeye ve lobicilik eylemlerinin değer kazanmasına
katkıda bulunur.
Çevre, lobicilik uygulamasının mükemmel bir örneğidir.57 Topluma ait olmaları
nedeniyle kişisel mülkiyet hakkına konu olmayan hava ve su örneğini alalım. Bedava ve
herkesin erişebileceği bu iki şey yaşamımız için zorunlu unsurlardır. Şu anda bunlar hesapsızca
kullanılıp harcanıyor; o kadar ki, artık varlıkları tehlikeye girmiştir. Bir yandan özel girişimin
meşru çıkarlarını ve toplumun huzurunu kollarken diğer yandan da doğal dengelerin
korunmasına gerekli yönlendiriciliği yapmak, ortak varlıklarımızın kefili olan devlete
düşmektedir. Doğal çevrenin yönetimiyle doğrudan ilgili özel girişimlerin yöneticilerinin de,
çevre sorunlarıyla sürekli karşı karşıya bulunmaları dolayısıyla bu konuda sorumlulukları vardır.
Öte yandan, devlet ekolojik alanda her an hazır ve nazır olmakla birlikte, özel girişimin
temel işlevi olan ekonomik gerçeklik ekolojik baskıları kolay kaldırmaz. İktisatçılar iki tür
üretim maliyeti arasında ayrım yaparlar. Özel maliyetler (yatırım harcamaları, iç gücü ücretleri
ve üretici tarafından üstlenilen işletme giderleri) ve kamusal maliyet (işletmenin çalışmalarına
bağlı olarak çevrenin uğradığı bozulmanın bedeli). Özel girişimin, kendi maliyetlerine
yansımadığı sürece, kamusal maliyeti azaltma veya yok etmede hiçbir çıkarı yoktur. Rekabet
ortamı ve bu kaynakların bedava olması, tam tersine, onu mümkün olan en çok sayıda özel
maliyet unsurunu kamu maliyetine dönüştürmeye yöneltir. Bu durumda toplum, gittikçe
aşırılaşan maliyetleri yüklenmek ya da müdahale etmek durumundadır. Müdahale iki şekilde
yapılabilir:
-uyulmaması halinde ağır yaptırımlara bağlanan normlar koymak;
-vergi koymak, yani kullanılmalarının veya bozulmaya uğratılmalarının üreticinin özel
maliyetine yansıması için az çok gelişigüzel bir fiyat saptamak.
Bu türden müdahalelerin, etkili olabilmeleri için, girişime çok fazla yük bindirmekten
kaçınacak biçimde kurgulanmaları gerekir. Aksi takdirde girişim, toplumun bütününe zarar
verecek davranışlara yönelecektir. Lobicinin rolü, bazen yönetilmesi zor durumları netliğe
kavuşturmak için kamu temsilcileriyle sürekli bir diyalog tesis etmektir.
Böyle bir prosedür, girişimin, kamu kurumlarını harekete geçirme ihtimali taşıyan
durumları önceden sezerek ona göre davranmasını gerektirir. Somut olarak girişim, teknolojik
teyakkuz durumuna benzer bir sosyopolitik teyakkuz yoluyla çevresini gözetim altında
tutacaktır. Bu, şirket için, kendi üretim faaliyetine bağlı her ekolojik zararı, her toplum baskısını,
kendisini etkileyebilecek her resmi girişimi önceden anlayıp koruyucu önlemleri almak demektir.
Bretagne bölgesinin gıda sektörü sanayicileri selametlerinin Avrupa’dan geçtiğini
anlayarak “Breiz Europe” adlı bir dernek çatısı altında toplandılar ve onları her gelişmeden
haberdar etmesi için eski bir Avrupa Komisyonu görevlisini tuttular. AET’de onlarla ilgili ne
olup bitiyorsa şimdi hepsinden haberleri oluyor.
Girişim, başvurması uygun olacak hedef kurumlar arasında seçim yapmak zorundadır.
Çoğu zaman müdahale etmekte çok gecikilmiştir. İletişim ve lobicilik çabaları, kamu kurumları
karara giden sürecin henüz başlangıcındayken gösterilmelidir. Bu takdirde daha etkili olma
57
(Bakınız Jean-Paul MARECHAL, Le prix du risque: l’économie au service de l’environnement, Presses du
CNRS, Paris, 1991.)
şansına sahiptirler. Arzu edilen, bir şirketin, Avrupa Komisyonu nezdinde çalışan teknik
komitelerde temsil edilmesidir.
Erken bir müdahale, hiç şüphe yok ki, pek çok avantaj getirir. Bir kere, kamu kurumunun
işini kolaylaştırır. Güvenilir bir bilgi sağlar; pratik gerçekliği yansıtır. İletişime dayalı bir
lobicilik stratejisi, şirketin müdahalesini ve adımlarını daha inanılır ve daha etkili kılar.
Yine de bazen direkt iletişim, istenen amaçlara ulaşılmasına yetmez. O durumda dolaylı
lobiciliğe başvurmak lazımdır.
Lobicilik teknikleri, ya kamuoyunun katılımını kazanmak için şirketin savunduğu
pozisyonun haklılığını öne çıkarmaktan, ya da o konuda her türlü tartışmayı önlemek için
pozisyonun kalibresini düşük göstermekten ibarettir. Böyle bir strateji, kamuoyunun desteği elde
edildiği takdirde başarısızlığa uğramanın mümkün olmadığı gerçeğine dayanır. Dolaylı lobicilik,
ittifak şebekeleri, hatta şirkete elverişli koalisyonlar oluşturulmasına öncelikli bir yer verir.
Böylece şirket, aleyhine çıkabilecek olumsuz kararı gözden geçirtecek ölçüde önemli bir siyasal
güce sahip üçüncü tarafların baskısını kullanacak; bu suretle kamu erkinin kararını etkileme
yoluna gidecektir.
İyi bir iletişimi temel alan çevre lobiciliği siyasal erki gerçekten etkileyebilir. Bunun için,
sonradan değiştirilmesi zor olacağından gayet iyi hazırlanmış bir öneri kamu kararı
kesinleşmeden önce sunulmalıdır. Aynı şey, lobi planının özünü ve temel anlayışını
farklılaştırmayan çok sayıda ufak değişiklik önerisi aracılığıyla da yapılabilir.
BAHİS 2
ABD’DE YAHUDİ VE ARAP LOBİLERİ
Yahudi ve Arap lobilerinden bahsedilmesi, daima aslında temeli bulunmayan bir olumsuz
çağrışıma yol açar. ABD’de lobi denince, bu terimi neredeyse mafya ile özdeşleştirme eğilimi
vardır. Oysa ne mutlu ki, gerçekler tamamen farklıdır.
Kırk yıldan fazladır Yahudiler ve Araplar birbirleriyle çatışma halindeler. Sonuçları salt
Ortadoğu ile sınırlı kalmayan beş savaş yaptılar. Vaşington her iki lobinin de öncelikli hedefi
konumundadır. İki taraf da başkentte, dosyalarını hükümet makamları nezdinde savunacak en iyi
lobiciler aracılığıyla temsil ediliyorlar. Bu lobiciler silah ve petrol fiyatları üzerinde
tartışabilecek, son model savaş uçaklarının performansını ve uluslararası ekonominin
gerçeklerini bilecek gerçek beyinlerdir.
Yahudi lobisini, Vaşington’un en güçlü örgütlerinden olan AIPAC58 yönetir. AIPAC son
yıllarda İsrail ile Birleşik Devletler arasındaki ilişkileri iyileştirmek gibi ağır bir görevi üstlenmiş
ve bunu da başarmıştır.
Arap lobisinin niyetleri farklıdır. Bunlar, Birleşik Devletler ile Batı ülkelerine en yakın
Arap ülkeleri arasındaki diyalogu geliştirmekle yetinirler. Bu arada Birleşik Devletler ile İsrail
arasındaki anlaşma ortamını bozmaya çalışırlar. Ancak bu çabalar, bugüne kadar hep başarısız
kalmıştır.
Her iki lobinin de iki ayrıcalıklı hedefi vardır: Amerikan karar vericileri ve bizzat
Amerikan vatandaşları.
1 - YAHUDİ LOBİSİ
Bu organizasyon tüm gücünü mensuplarının davaya bağlılıklarından ve etkinliklerinden
alır. 1954’te kurulmuş olan AIPAC, devamlı gelişerek 1,3 milyon dolarlık bir bütçe ve 30 kişilik
bir kadrodan 1985’te 5,7 milyon dolarlık bir bütçe ile 75 kişilik bir kadroya ulaşmıştır. Bu para
genellikle Amerikalı bağışçılardan gelir. AIPAC’ın, ayrıca, tüm ülkeye dağılmış çok sayıda
şubesi ve önemli bir üniversite şebekesi bulunur.
Örgüt, çift aidiyete sahip gibi görünmemek için İbrani Devleti ile arasına belirli bir
mesafe koyar; ancak onunla sürekli temas halindedir. Açıkladığı tek amaç, İsrail’in Birleşik
Devletler’deki imajını iyileştirmektir. Birleşik Devletler’de yerleşik varlıklı Yahudi örgütlerinin
hepsinin AIPAC’ın yürütme kurulunda bir sandalyeleri vardır. Bu, AIPAC’a daha da ciddi bir
güç vererek, ulusal bir kampanyaya girişmesi halinde 50000 mensubu aşan bir eylemci grubuna
dayanmasını sağlar.
AIPAC Kongre’ye resmen bir aday göndermemekle birlikte, seçim kampanyalarında
yaptığı yardımlar aracılığıyla Kongre üyelerine İsrail’i desteklemekte çıkarları bulunduğunu belli
eder.
Nitekim AIPAC tarafından uyarılmış 76 senatör, Ford’un görevlendirilmesi sırasında,
İsrail Devleti’ne 1975’te yardım verilmesi için acele bir niyet mektubu imzalamışlardır. Daha
yenilerde 96 senatör, Ortadoğu’da barış yolunda kesin bir adım atılmadan Ürdün’e silah satışını
engellemişlerdir. Birleşik Devletler’in İsrail’e yaptığı yardımın 1986’da 3 milyar dolara yakın
olduğu düşünülürse Yahudi örgütünün bu amaca ulaşmada sergilediği dinamizm daha iyi
anlaşılacaktır.
AIPAC’ın üyesi olan Yahudi örgütlerinin çoğu aynı zamanda çok güçlü ve saygın
“Başkanlar Konferansı”nın da katılımcısıdır. Başkanlar Konferansı, tam Süveyş krizi öncesinde,
1955’te kurulmuş olup merkezi New York’tadır. Bu eşgüdüm biriminin esas rolü daha çok
58
(American Israel Public Affairs Committee)
diyasporanın zorlu sorunlarıyla ilgilenmektir. Artık bugün biliniyor ki, bu organ Sovyetler Birliği
Yahudileri konusunda vaktiyle çok aktif olmuştur.
Başkanlar Konferansı, Yahudi dernekleri arasında çıkabilecek anlaşmazlıklar hususunda
bilge bir aracı gibi işlev görür. Bu, 1980’li yıllarda Lübnan savaşı süresince ve de özellikle
1982’de Sabra ve Şatila kamplarında mültecilerin katledilmesi olayında görüldü.
Başkanlar Konferansı, bunun yanısıra, İsrail Devleti ile Amerikan kamu kurumları
arasında ayrıcalıklı bir aracı olarak da görev yapar. Üye örgütlerin çoğunun Vaşington’da
temsilcileri bulunur.59
Yahudi lobisi çok sayıda PAC’nin kurulmasına da neden olmuştur. Örneğin 1984’te,
bunlardan 70 tanesi İsrail taraflısı adaylara 3,6 milyon dolar dağıtmış; ya adayı seçtirmek ya da
Arap taraflısı ve İsrail’e muhalif adayın yolunu kesmek suretiyle başarı sağlamıştır.
2 - ARAP LOBİSİ
Bu lobinin ortaya çıkışı, enerji krizi ve Ortadoğu’da Sovyetler Birliği etkisinin
belirginleşmesi karşısında Amerikalıların duyduğu endişe ile ilintilidir. Ayrıca bu lobi, birçok
Arap önderinin karizmasından destek almıştır. Bunların en aktifi, hiç kuşku yok ki, Mısır
Cumhurbaşkanı Enver Sedat’tır.
Arap lobisi, Amerika’daki varlığı tartışma götürmemekle birlikte, Yahudi lobisi
ölçüsünce yapılanmış değildir. Arap ülkeleriyle Birleşik Devletler arasında aracılık işlevi gören
resmi örgüt, 1972’de kurulmuş olan Amerikalı Araplar Ulusal Birliği’dir.60
Bu örgüt iki tür önceliğe sahiptir: bir Filistin Devleti’nin kurulması ve Arap ülkeleriyle
Birleşik Devletler arasındaki ekonomik ve askeri bağların güçlendirilmesi. Örgüt, bu amaçla,
kamuoyunu ve Amerikalı karar vericileri kendi özlemleri doğrultusunda konum almaları için
ikna etmeye çabalar. Ancak pek başarılı olamamıştır.
30 kişilik bir kadroya sahip olan bu örgütün yaklaşık 13000 üyesi bulunur. Bu sayı
NAAA’yı bağımsız kılmak için yeterli değildir. Gelirlerin çoğu örneğin “Middle East Business
Survey” gibi dergilere verilen reklamlardan kaynaklanır. Adı geçen dergide bir sayfalık reklamın
tutarı 5000 dolar olup başlıca müşteriler Arap hükümetleri, Filistin Kurtuluş Örgütü ve
Amerika’da bulunan Arap şirketleridir. Bu türden para yardımları yüzünden, karşıtları NAAA’yı
yabancıların dolaysız biçimde el koymuş olduğu bir örgüt gibi görürler.
Diğer bir eşgüdüm sorunu da, belli başlı Arap hükümetleri arasında göze çarpan birlik
yoksunluğu ve anlaşmazlıktır. Nitekim Lübnan savaşı, Lübnan’dan yana olanlarla (Amerikalı
Arapların %80’i) Filistin ve Suriye yanlılarını karşı karşıya getirmiştir.
NAAA tarafından düzenlenen eylemlerin çoğunluğu başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Tek
başarı, James Zogby’nin demokrat aday Jesse Jackson tarafından kampanyasının başkan
yardımcısı olarak atanması olmuştur. Zogby, “ayrımcılığa karşı Amerikan-Arap komitesi”nin
başında bulunuyordu.
Bir başka örgüt, Arap Amerikan Enstitüsü, Arap Amerikalıları kilit görevlere seçtirmeye
uğraşır. Yöneticileri, James Zogby ve Reagan’ın kampanyasını yürütmüş olan George Salem’dir.
Yine bu örgütün de çabaları sıkça başarısız kalır.
Yine de, Arap lobisinin elinde hiçbir koz bulunmadığı sanılmamalıdır. Petrol hiç de
azımsanmayacak bir açılımın anahtarıdır. Nitekim Amerikan şirketleri, yalnızca Suudi
Arabistan’a 5,6 milyar dolarlık mal satmaktadır. Bu ülke Birleşik Devletler’in başlıca petrol
tedarikçisidir. Lobi, bu kaldıraç sayesinde ilginç başarılar elde edebilmiştir. Nitekim Suudi
Arabistan karar vericileri ve Amerikan girişimlerinden oluşan Riyad Amerikan İşadamları Grubu
bu Arap ülkesine AWACS uçaklarının satılması hususunda aracılık etmiştir.
59
(Amerikan Yahudi Komitesi (American Jewish Committee), Amerikan Yahudi Longresi (American Jewish
Congress), B’nai B’rith ve Amerikalı İbrani Hahamlar Birliği (Union of American Hebrew Congregations).)
60
(NAAA: National Association of Arab Americans.)
BAHİS 3
GÜNEY AFRİKA’YA YAPTIRIM KONUSU
Ronald Reagan, başkanlık dönemi boyunca, dünyanın “apartheid” (ırk ayrımcılığı
politikası) ile boğuşan bir bölgesinde Amerika’nın varlığını daha iyi yerleştirme fırsatlarını heba
etmiştir. Reagan, Güney Afrika’nın önemini ancak 1984’te, o da Pretoria’daki ırkçı rejime karşı
yaptırım talep eden lobilerin baskıları sonucunda kavramıştır. Amerika Başkanı’nın bu ani ilgisi,
Vaşington’daki Güney Afrika Büyükelçiliği önünde 20 Kongre temsilcisinin de katılımıyla
büyük bir gösterinin yapıldığı Thanksgiving gününe (Şükran Günü) denk gelmiştir.
1985’ten itibaren ırkçılık karşıtı gruplar daha sık gösteri düzenlediler. Bu arada medya
her gün bu Afrika ülkesiyle ilgili haberler veriyordu. Bu baskı karşısında Reagan Güney
Afrika’ya ilişkin tutumunu sertleştirmek zorunda kaldı. Aynı yılın Haziran ayında Temsilciler
Meclisi ilk yaptırımları öngören bir yasa oyladı. Yasa Temmuz’da Senato’dan da geçti. Eylül’de
ise, başkan daha sert yaptırımlar getirdi.
Daha sonra Pretoria rejimi Botswana, Zambiya ve Zimbabwe’deki gerilla kamplarına
karşı askeri harekata giriştiğinde, Temsilciler Meclisi ve Senato daha da katı yaptırım öngören
yasalar geçirdiler. Bunlar arasında, Amerikan şirketlerine Güney Afrika sınırları dahilinde
yatırım yapma yasağı da vardı. İlk aşamada Reagan, önemli bir lobinin de desteğiyle, bu yasağa
kesinlikle karşı çıktı ve uygulamayı engellemeyi başardı. Ancak tüm bu çabalara karşın Meclis
komisyonu, öneriyi bir oy farkla kabul ettirdi: metin, Güney Afrika topraklarında bulunan tüm
Amerikan özel girişimlerinin bu toprakları, yasa metninin kabul tarihinden itibaren altı ay içinde
terk etmelerini hükme bağlıyordu. Bu tarihte söz konusu girişimler 2 milyar dolarlık yatırım
yapıyorlardı. Buna ayrıca 6,4 milyar dolarlık doğrudan yatırımı da eklemek gerekir.
Bu kadar sert müeyyidelerin karşısında olan Cumhuriyetçiler Başkan’ın vetosuna
sığındılar. Reagan, 22 Temmuz’da Pretoria’nın ırkçı rejimini şiddetle kınayan bir konuşma
yaparak “apartheid”ın belirli bir süre içinde sona erdirilmesini, Nelson Mandela’nın
salıverilmesini, siyahların siyasal hareketlerinin legalleştirilmesini talep etti. Ancak konuşmanın
“ekonomi” bölümünde Güney Afrika’nın ekonomik ve stratejik önemini anımsatmakla yetindi.
Yaptırımların tersine bir yön işaret eden bu konuşma, bir kısım Cumhuriyetçileri kızdırdığı gibi
Demokratların küplere binmelerine neden oldu, Nobel Barış Ödülü’nü yeni almış bulunan Güney
Afrikalı Desmond Tutu’yu da rahatsız etti.
Senato’nun uluslararası ilişkiler komisyonu bunun üzerine daha esnek bir metin
benimseyerek, Güney Afrika Hükümeti’ni, “apartheid” politikasına bir yıl içinde son vermediği
takdirde ağır yaptırımlara başvurmakla tehdit etti. Komisyon böylece, başkanın vetosunun
karşısındaki tek kalkan olan Senato’nun çoğunluğunu tatmin etmiş olacağını düşünüyordu.
Ancak Güney Afrika Başkanı Botha, 29 Temmuz’da, kendisine Mandela’yı hapisten
çıkarmasını ve ANC Ç.N.*10 ile müzakereye girişmesini ihtar eden Avrupa Topluluğu’nun
önerilerini reddetti. Bu uzlaşmaz tutum, Amerika’daki yaptırıma başvurma sürecine ivme
kazandırdı. Senato, Reagan’ın çekingen politikasını desteklemedi ve yasa tasarısını 84’e karşı 14
oyla kabul etti.
Reagan böylelikle bir oldubitti karşısında kaldı. Yaptırımların kaldırılması için şu beş
noktaya riayet edileceği yolunda güvence vermek durumundaydı:
 Mandela’nın ve tüm siyasal mahkumların salıverilmeleri;
 Botha tarafından ilan edilmiş “olağanüstü hal”in kaldırılması;
 tüm siyasal partilerin ve siyahların da siyasal yaşama katılımlarının legalleştirilmesi;
 siyahların ikamet yerlerini sınırlayan yasanın iptali;
 siyahi liderlerle müzakerelere başlanması.
Son metni kabul ettirmek üzere senatörler tarafından görevlendirilmiş lobiciler, yaz
sonunda, son engelin aşılması gereken 3 Ekim günü henüz gelmeden son bir kez eyleme geçtiler.
Yasa bu şekliyle yürürlüğe geçirilmediği takdirde her şeyi olduğu gibi yüzüstü bırakma tehdidine
yönelen siyah lobisinin (Black Caucus) direncini kırmak için Jesse Helms (Güney Karolina’dan
cumhuriyetçi) ve Clairborne Pell (Rhode Island’dan demokrat)’in yeteneklerine başvurdular.
Metin, 12 Eylül’de, çoğunluk tarafından (308’e 88) kabul edildi ve aslında imzalamaktan başka
bir seçeneği kalmamış bulunan Reagan’ın onayına sunulmak üzere Beyaz Saray’a gönderildi.
Lobiciler, her şeye karşın yine de başka bir düzlemde çarpıştılar: Güney Afrika’ya
bankalarca verilmesi karara bağlanmış son kredi anlaşmalarının ve bu ülkeye yapılmış en son
yatırımların durumları. Ayrıca Senato yasa taslağı Temsilciler Meclisi tarafından eleştirilen
birtakım önlemler içermekteydi. İşte lobiciler, bu istisnai önlemlerin kapsamının
sınırlandırılması yolunda da etkili çalışmalar yaptılar.
26 Eylül’de yine ani bir değişiklik ortaya çıktı. Reagan, Senato’nu bu tip bir vetoyu kabul
etmesi halinde, kendi yaptırımlarını uygulattırmayı taahhüt ediyordu. Başkan’ın bu bükülmez
tavrı Senato’nun hoşuna gitmedi. 2 Ekim 1986 günü, Başkan’ın önerisi Senato tarafından 78’e
karşı 21 oyla reddedildi.
Bu alanda başkanlık lobisi ciddi bir yenilgiye uğramıştır. Üstelik Reagan’ın tutumu
kamuoyunun yaklaşımından hep farklı olmuştur. Bu olgu, Reagan’ı dış politikasını kendi bildiği
gibi düzenlemekten, kuşkusuz ki, alıkoyamazdı. Ancak bu davada olup bitenler göstermiştir ki,
Amerikan çoğunluğunun güçlü lobiciler tarafından düzenlenip dile getirilen özlem ve kanaatleri
başkanı da önemli ölçüde bağlamaktadır.
Bu yaptırım davası bağlamında Güney Afrika’nın çıkarlarını temsil eden lobicilerin
giriştikleri eylemleri de hafife almamak gerekir. Birkaç defa başkan Botha, senatör ve
temsilcileri uyarmış; onları, yaptırımlara Amerikan mallarına uygulayacağı bir dizi ambargo ile
karşılık vermekle tehdit etmişti. Buna karşılık Botha, aynı muhataplara, veto geçerlilik kazandığı
takdirde Amerikan çiftçilerinden daha yüksek miktarlarda tohum alabileceğini duyurmuştu.
Vetonun başarısız kalmasından sonra, başkanlık lobisi, cumhuriyetçi senatör Dole’un
ağzından şunları bildirdi: “Sonuçta bu eylem (Botha’nın lobi faaliyeti) nihai kararda pek etkili
olmadı (…ve…), bu da önemli bir sorun değil”.
BAHİS 4
BİR AMERİKAN YÖNTEMİNİN AVRUPA TARAFINDAN
UYGULANMASI: AVRUPALI MISIR ÜRETİCİLERİNİN BİRLEŞİK
DEVLETLER’E KARŞI LOBİ FAALİYETİ
CPEM, Avrupa mısırının %95’ini üreten üreticileri bünyesinde toplayan, Fransa’da
yerleşik bir birliktir. Bu birlik, Avrupa Komisyonu nezdinde, Amerika Birleşik Devletleri’ne
karşı GATT çerçevesinde bir şikayette bulundu. Buna göre Amerika, Avrupa’ya gümrüksüz
ihraç ettiği Corn Gluten Feed adlı bir yan ürünü sübvansiyonla geniş ölçüde destekliyordu.
Mısırı nişasta ve etanola dönüştüren sanayinin bir yan ürünü olup hayvan yemi olarak kullanılan
bu mısır türevi, Avrupa mısırıyla haksız rekabet içindeydi.
Bu anlaşmazlık esasen yeni bir şey değildi. Zira Birleşik Devletler ile Avrupa arasındaki
ticari ilişkilerde 1980’den bu yana sorunlar yaşanıyordu.
■ Niye lobicilere başvuruldu?
Şikayet, Avrupa Komisyonu’nun idari prosedürleri yoluyla, ama aslında siyasal
nedenlerle bloke edildi. Bu durumda CPEM, dosyanın önünü açabilmek için, Avrupa’yı da iyi
tanıyan bir lobici olarak Bayan Judith Symonds’un bu konudaki yeteneğine müracaat etmeye
karar verdi.
1989’da Avrupa Topluluğu’nun on iki üye ülkesinde birden yürütülecek bir iletişim
programı oluşturuldu. İlk aşamada Avrupa Komisyonu’na şikayetle ilgili bir soruşturma
açtırılması amaçlanıyordu. Daha sonra sorunun, GATT bünyesindeki Uruguay Round
müzakereleri çerçevesinde hakça bir çözüme bağlanacağı umuluyordu.
■ Kampanyanın değişik evreleri
Davayı savunmak için bir strateji oluşturuldu. Her lobicilik işinde olması gerektiği gibi,
burada da strateji yeterince esnek biçimde tasarlandı. Strateji üzerinde, Amerikalı ve Avrupalı
ilgililerin gösterebilecekleri tepkilere göre, kampanya esnasında da değişiklikler yapılabilecekti.
Bu arada CPEM’e soruna ilişkin tartışma platformunu genişletmesi öğüdü verildi. Konu,
ABD/Avrupa ticari ilişkileri genel bağlamında Fransa düzeyiyle sınırlanmamalı, Avrupa
düzeyine yükseltilerek ele alınmalıydı. Böylece kampanyanın ilk adımı, ağırlıklı bir argüman
dosyası hazırlamak ve soruna Avrupa boyutu kazandırmak oldu. “Tahıl ticaretinde hakkaniyet”
kampanyanın ana teması olarak seçildi ve deliller dosyası beş Avrupa dilinde hazırlandı.
Belgeler çantalara konup sorunla en çok ilgili ülkelerin başkentlerine ziyaret gezileri
düzenlendi. Bu ziyaretler sırasında hükümet temsilcileri, sanayi dünyası ve medya mensupları ile
görüşüldü.
Buna paralel olarak Avrupa’da birçok eyleme de girişildi:
 Sorunun ilgilendirdiği tüm kişilere (kamuoyu, medya, siyaset,…) kampanya hakkında
bir haber bülteni gönderildi.
 Basın, üye ülkelerin siyasal eylemleri, Avrupa Komisyonu izlendi; bunlarla ve
politika çevreleriyle temas sürdürüldü.
 Avrupa medyasıyla ilişki kampanyası (brifing, basın açıklaması, görüşme, basın
konferansı) sayesinde dokuz Avrupa Topluluğu ülkesinde elli kadar makalenin
yayımlanması sağlandı.
 Topluluk bünyesindeki siyasal destekler önemli ölçüde seferber edildi ve Brüksel’de
ve başkentlerde seri görüşmeler düzenlendi.

CPEM temsilcilerinin, bir aydan kısa bir sürede on bir Avrupa başkentini ziyaret
ederek, oralarda o ülke ilgililerini harekete geçirmek amacıyla, uzmanlar ile görüşme
yapmaları temin edildi.

■ Kampanya sonuçları
Birçok olumlu sonuç kampanyanın başlatılmasından hemen sonra göze çarptı. İlk etapta,
bir soruşturmanın açılması yolundaki talep Avrupa Komisyonu tarafından dikkate alındı. Avrupa
tarımının çıkarlarını temsil etmek üzere bir koalisyon kuruldu ve CPEM’in davasını GATT
müzakerelerinde savunmayı üstlendi.
CPEM’in kampanyası bugün, Anglosakson lobicilik yöntem ve araçlarının Avrupa’da
uygulandığı bir model olarak düşünülebilir. Üstelik bu kampanya bu tür problemlere pek aşina
olmayan ve lobicilik ve halkla ilişkiler konularına tereddütle yaklaşan bir ortamda
gerçekleştirildi.
SONUÇ
Lobicilik, meslek olarak örgütlenmesine ve inanılırlığını arttırmasına olanak sağlayacak
bir hukuksal çerçeve ile donatılmalı mıdır?
Yaşamın tüm alanlarını düzenleyen yasama süreçleri sürekli yeni bileşenler
üretmekteyken, ne çelişkidir ki, Fransa’da bu alan hukuk biliminin ilgisine konu olmamıştır. La
Boétie Enstitüsü’nün61 saptadığı üzere, yine de, lobicilik faaliyeti ile dolaylı biçimde bağlantılı
olabilecek bazı metinler vardır. Öte yandan, ceza hukuku hükümleri bu çerçevede bazı sınırların
ötesini suç olarak nitelendirir:
-- bir kamu görevlisinin denetlemekle yükümlü olduğu bir özel sektör girişiminden çıkar
sağlaması (madde 175);
-- pasif yolsuzluğu tanımlayan madde 177-1 “ ikram veya vaat isteyen veya kabul eden,
bağış veya hediye talep eden ve alanı” cezalandırır;
-- madde 179, aktif yolsuzluk bağlamında, “ şiddet yoluna veya tehdide, vaade, ikrama,
bağış veya hediyeye başvuran ya da ilk adımı kendi atmasa da ısrarlı teklif karşısında
direnmeyen” için ceza öngörür. Bu madde özel veya ticari ilişkiler alanını kapsamaz;
-- ceza yasasının 178. ve 179. maddeleri nüfuz ticareti suçunu kapsar. Yönetimden uygun
bir sonuç elde etmek için denenebilecek bazı yollar 179. madde kapsamına girer
3 Ocak 1991 tarihli (saydamlığa ilişkin) yasa, 7. maddesiyle, iltiması suç kabul etmiştir:
seçme yetkisi bulunan bir görevli bir ihale veya anlaşmada taraflardan birine haksız bir avantaj
sağladığı takdirde, altı ay ile iki yıl arası hapis ve 5000 ile 20000 Frank arası para cezasına
çarptırılır.
Fransız lobicileri de, aslında Büyük Britanya’da yapıldığı gibi, kendi mesleklerinde
geçerli olacak ilkeleri ve etik çerçeveyi bizzat belirleyerek, bir tür iç düzenleme yoluna
gitmelidirler. Böylece, örneğin bir meslek kartı veya bir lisans ihdas edilebilir. Ne var ki böyle
bir kartın olması için önce bir yetki belgesi lazımdır. Oysa böyle bir yetkilendirici örgüt yoktur.
En azından şimdilik.
Gerçekte en iyi çözüm, lobicilik etkinliklerini, açıklayıcı ve net bir yasa taslağına metin
oluşturacak şekilde sıralayıp kaydettirmek olabilir.
Mesleğin icrası, yabancı çıkarlarını temsil eden lobiciler için, Adalet Bakanlığı nezdinde
kayıt zorunluluğuna bağlanabilir. Ancak lobicilerin uyrukları konusunda şart getirilmemelidir.
Bununla birlikte, lobicilikte de, avukatlık mesleği için geçerli bir yeterlik belgesi
zorunluluğu getirilmesi uygun olabilir. Bu, hiç değilse, lobicinin toplum yaşamında fiilen elinde
bulundurduğu sorumluluklar yüzünden yapılmalıdır.
Gerçekten de, riayet edilecek bazı zorunlulukları ve yasakları belirleyen bir meslek
koduna, bir deontolojiye ihtiyaç vardır.
Mesleğe giriş hakkı aşağıdaki yasaklar ışığında sınırlanmalıdır:
-devletin itibar ve kredisine zarar verme;
-yalancı şahitlik;
-hırsızlık, suça yataklık;
-sahtecilik, sahte belge kullanma;
-karşılıksız çek, tefecilik;
-iltimas, kayırmacılık;
-suç ortaklığı;
-ülkenin ekonomik çıkarlarına zarar;
-nüfuz ticareti;
-kamu görevlilerini yolsuzluğa teşvik;
-sahte imza.
61
(Institut La Boétie, Quel cadre juridique pour le lobbying en France?, 1992.)
Zorunluluklar da temsil edilen müşteriye sadakat, meslek gizliliğine saygı, yasa ve
kurumlara saygı gibi hususları içerebilir.
Lobicilik talepleri hem meclis hem de senato bürolarına kaydedilmeli ve parlamento ile
ilişkilerle görevli bakana bildirilmelidir. Bu kayıt yoluyla akreditasyon edinecek lobici artık
parlamentoya serbestçe girip çıkabilecektir.
Her bilgi resmi gazetede yayımlanmalıdır.
Her lobi faaliyeti, meslek kodu uyarınca, başladığı andan itibaren on gün içinde
açıklanmalıdır.
Meclis ve senato tam bir saydamlık talep edebilir (lobicinin, müşterinin, şirketin adı,
faaliyetin gerekçeleri, vb.). Meslek koduna uyulmaması halinde lobicinin adı listeden
silinecektir. Öte yandan meslek kuralları ışığında kabahat ve ağır kusur işleyenler hakkında
savcılığa suç duyurusunda bulunulabilecektir.
Lobicilik, günümüzde, demokratik ülke kurumlarının düzgün işlemesi için gerekli bir
meslek olarak kabul edilmektedir. Ayrıcalıklı bir aracı gibi işlev gören lobici, kamu kurumlarıyla
özel çıkarlar arasındaki dengenin oluşmasına yardımcı olur. Ne var ki, lobici etkinliğinin ucu
daha da uzaklara erişir; bazen yurttaşların günlük yaşamlarını etkiler.
Şu anda hem dünyada hem de Avrupa ülkeleri arasında acımasız bir rekabet ortamı
hüküm sürmektedir. Eğer uluslararası arenada rekabet gücüne sahip olmak istiyorsa, Fransa’nın
da “lobicilik” denen bu stratejik ve önemli silahla donanması ve ona nihayet gerçekten var olma
ve huzur içinde çalışma olanağı vermesi gerekmektedir.
________________ EK ________________
AVRUPA KURUMLARI
A - AVRUPA KOMİSYONU
Komisyon, yönlendirme, yönetme ve koruma sorumluluklarına sahiptir.
-AET düzeyinde tek yasa teklif etme yetkilisidir.
-AET adına ve Atom Enerjisi Avrupa Komisyonu ve Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu
adına yürütme yetkisi. Yani: (1) topluluğun tüm siyasal kararlarını yerine getirmek, (2)
yönetimindeki idari sekretaryayı amaca uygun çalıştırmak, (3) topluluk adına anlaşmalar
yapmak.
-Topluluk tarafından imzalanmış anlaşmaların tüm imzacı taraflarca gereğinin
yapılmasını güvenceye almak. Bu durumda Komisyon, üye ülkeleri anlaşmalara uygun
davranmaya zorlayabilir, uymayan özel girişimlere ceza verebilir.
Komisyonun bileşimi
17 komiser dört yıllık bir dönem için atanır. Komisyonda en önemli ülkelerin (Fransa,
Almanya, İtalya, İspanya ve Birleşik Krallık) her birinin ikişer diğer yedi üyenin yalnız birer
üyesi vardır.
Komiserler kendi ülkelerini değil Avrupa’yı temsil ederler ve icraatlarından sadece
Avrupa Parlamentosu’na karşı sorumludurlar. Ancak pratikte bu daima böyle olmamaktadır.
Her komiser bir veya birkaç faaliyet alanında yetkilidir. 1985’te atanmış bulunan Başkan
Jacques Delors, mali sorunlardan, genel sekreterlikten, hukuk işlerinden, resmi iletişimden ve
güvenlik işlerinden sorumludur. İngiliz Leon Brittan da 1989’da atanmış olup rekabet
politikalarından ve mali kurumlardan sorumludur.
Komiserlere, ilgili alanlarda uzmanlaşmış genel müdürlükler ve EURATOM Ajansı veya
“yaşam ve iş koşullarının iyileştirilmesi için Avrupa vakfı” gibi bağımsız kurumlar yardımcı
olurlar. Komiserler, ayrıca yeni kurulmuş dört yarı bağımsız kurumdan da destek alırlar: Avrupa
çevre ajansı, Avrupa patent bürosu, Avrupa tıp ajansı, Avrupa sağlık ve güvenlik ajansı. Tüm bu
örgütler 15500 sürekli, 1150 geçici görevli istihdam ederler.
Karar süreci
Komisyon kararları salt çoğunlukla alınır. Bir bütün olarak çalışan Komisyon her bir
icraatından sorumludur.
B - BAKANLAR KONSEYİ
Topluluk yasaları nihai olarak burada kabul edilir. Konsey, ayrıca üye ülkeler arasındaki
ekonomik eşgüdümden ve ortak bir dış politika oluşturulmasından sorumludur.
Bakanlar Konseyi’nin bileşimi
Esas üyeleri, Topluluk üyesi ülkelerin dışişleri bakanlarıdır. Ancak zamana ve duruma
göre özel bir ortak konu varsa Konsey’e ilgili bakanlar gönderilir (tarım bakanı, ticaret bakanı,
maliye bakanı, vb.).
Konseye başkanlık eden üye altı ayda bir değişir. Bu dönüşüm üye ülke adlarının
alfabetik sırasına göre yapılır.
Karar alma prosedürü
Konsey, Konsey başkanının veya Komisyon’un talebi üzerine toplanabilir. Toplantı
seanslarının hazırlığı COREPER tarafından üstlenilir. Konsey’in her kararı ancak Komisyon’un
bir önerisi doğrultusunda ve Avrupa Parlamentosu’na danışıldıktan sonra alınır. Üye ülkelerin oy
ağırlıkları şöyle oluşur:
FRANSA, ALMANYA, İTALYA, BÜYÜK BRİTANYA
İSPANYA
BELÇİKA, YUNANİSTAN, HOLLANDA, PORTEKİZ
DANİMARKA, İRLANDA
LÜKSEMBURG
herbiri 10 oy
8 oy
herbiri 5 oy
herbiri 3 oy
2 oy
______________
Toplam 76 oy
Bir projenin, Konsey tarafından Topluluk yasası olarak benimsenmesi için en az 8
ülkeden 54 oy lazımdır.
C - AVRUPA ADALET DİVANI
Görevi, Topluluğun yasa ve yönetmeliklerini gözden geçirmektir. Üye ülkelerden birinin
uluslararası anlaşmalara uymaması durumuyla ilgilenir. Konsey’in, Komisyon’un veya herhangi
bir üye ülkenin icraatlarının anlaşmalara uymaması halinde iptallerine karar verir. Bunu da, bir
Avrupa kurumunun, bir üye ülkenin veya söz konusu uygunsuz icraattan etkilenen herhangi bir
kişinin talebi üzerine yapabilir. Ulusal bir adalet mercii sorduğu takdirde Avrupa yasalarına,
özüne uygun anlaşılmaları bakımından yorum getirir. Topluluğun üye olmayan ülkelerle yaptığı
anlaşmaları yorumlar.
Bileşim
Divan 13 üyeden oluşur. Bunlardan on ikisi AET üyesi ülkelerin her biri tarafından altı
yıl için atanır. On üçüncüsünü ise en büyük beş ülke iki yıl için tayin eder. Bu on üçüncü üyelik,
her davada mutlaka bir çoğunluğun ortaya çıkabilmesi için ihdas edilmiştir.
Bünyesinde takriben 750 kişinin istihdam edildiği bu divanda ayrıca altı savcı da bulunur.
Bunlar toplumsal çıkarı temsil eden profesyonel hukukçulardır.
Ayrıca mevcut divanın yükünü hafifletmek için sonradan bir de acil işlere bakan bir
ikinci mahkeme oluşturulmuştur.
Prosedür
Divan, ilk soruşturmayla görevli ve ilk yargıyı veren altı mahkemeye ayrılmıştır. Önemli
konularda yargı kararı, genel kurul toplantısında oluşur. Karar almada çoğunluk kuralı geçerlidir.
SÖZLÜK
Coalition Building
Koalisyon yaratma tekniği bir lobici için kesinlikle zorunlu bir silahtır. Küçük ölçekli
şirket veya çıkar grupları, bu yolla, ortak bir faaliyet sektörü ekseninde birleşirler. Bu suretle, bir
ekonomik şebekeyi temsil eden grupları dikkate almaya daha eğilimli olacak kamu kurumları
nezdinde yapılacak girişimler daha etkili olabilir.
Corporate Affairs
Public Affairs ve iletişim politikalarını ve de şirketin programlarını aynı zamanda içeren
faaliyet bütünüdür.
Corporate Communication
Lobicinin, firmasının veya hesabına çalıştığı teşkilatın avukatı olarak yaptığı müdahaleler
çerçevesinde gerçekleşen içe ya da dışa dönük tüm iletişim faaliyeti. Bu iletişim faaliyetinin
amacı, ilgili özel girişimin veya çıkar temsilcilerinin imajını düzeltmek ve korumaktır.
Bu, “Corporate Affairs” faaliyetlerinin bir bölümüdür.
Corporate Marketing
Corporate marketing işi, marka imajından ayrı şirket imajını savunmayı hedefler. Şirket
imajı, “bir şirketin, bir kişi veya bir kişiler grubunun zihninde yarattığı rasyonel ve duygusal
çağrışımların bütünüdür”.
Bu tanım tüm baskı grupları için de geçerlidir. Burada yapılan, aslında şirketin sosyal
varlık olarak profil ve imajının yüceltilmesi demek olan şirketin “marketing”idir.
Good Corporate Citizen
Özel girişimin imajının iyileştirilmesine yönelik kampanyalar. Bunların amacı, şirkete
bulunduğu ülkenin aktif bir yurttaşı gibi davranmasını sağlayarak, hem onun iletişimini
iyileştirmek hem de lobicinin işini kolaylaştırmaktır.
Government Relations
“Public Affairs” diye de anılan bu faaliyet, lobicinin “Corporate Affairs” çerçevesindeki
işlerinin “siyasal” bileşenini temsil eder. Bu, hangi türden olursa olsun bir iktidar odağı ile
oluşturulan tüm ilişkilerdir: hükümet, milletvekilleri, belediye başkanları, özel girişimler,
birlikler, baskı grupları, vb.
Grassroot lobbying
Merkezden yapılmayan lobicilik; alan lobiciliği. Burada esas olan, dolaysız marketing
faaliyetleri aracılığıyla üçüncü şahıslarda duyarlılık yaratmaktır. Lobicinin, baskı uygulama
çabası bağlamında ihtiyaç duyduğu baskı grupları arası koalisyonların oluşmasına da olanak
sağlar. Kullanılan yöntemler çok çeşitlidir. Lobiciler çoğunlukla kitlesel başvuruları kullanırlar.
Lobici kitleyi, temsil edilen davayı destekleme yolunda, önceden belirlenmiş bir hedefe (örneğin
bir milletvekili, bir siyasal parti, bir gazete, vb.) mektup göndermesi için ikna etmeye uğraşır.
Public Affairs
Corporate Affairs faaliyetinin “siyasal” bölümüdür. Halka ve “stakeholder” denen
şirketle ilgili tüm kesimlere yönelik programların formüle edilip tanıtılma politikasıdır. Özel
girişimin dışa dönük faaliyeti ve girişimin kanaat önderleri ile temasları çerçevesinde siyasal ve
sosyal gelişmeler dikkate alınır. Public Affair ayrıca tüm hükümet ile ilişkileri yönetir. Bunu
yaparken de, bir şirketin farklı kesimlerle gittikçe daha çok sürdürüp geliştirme durumunda
olduğu “işlerle” de ilgilenir.
Public Relations
Halkla ilişkilerin62 konusu, kalıcı bir iletişim politikası tanımlayıp onu uygulamaktır. Bu
politika, ilgili gruba, varlığını ve gelişimini şartlandırıp etkileyen iç ve dış halk kesimleriyle
dürüst ve namuslu ilişkiler oluşturma olanağı sağlamaya yöneliktir.
Halkla ilişkiler grubun yönetimi ile bütünleşmiş bir işlev oluşturmalıdır.
Stakeholders
Bir şirketin hissedarları, sahipleri, tüketicileri ve çalışanları o şirketin “stakeholder”leri
sayılır.
Bu çıkar grubu çok etkilidir. Çünkü aynı zamanda rekabetin denetimini, toplumsal
kesimleri, devleti ve büyük ölçüde halkı işin içine katar.
“Stakeholder”lerin görüşlerini duyurmak için en çok başvurdukları yol, mesajlarını
“thinktank”ler aracılığıyla iletmektir.
Thinktank
Araştırmacıların ekonomik/stratejik temalar üzerinde tartışmak üzere buluştukları fikir
laboratuvarları. Bu beyin fırtınalarından çıkan sonuçlar değişik kilit hedeflere gönderilir:
siyasetçiler, hükümet, kamuoyu, basın, vb.
62
(Halkla İlişkiler Meslek Kodu (AFREP)
ÇEVİRMEN NOTLARI (Ç.N.)
*1
Amoco Cadiz 1978’de Kuzey Fransa’ya 5 mil mesafede batıp, taşıdığı petrol yükünü
denize ve Bretagne sahillerine yayarak çok büyük bir çevre felaketine neden olan Liberya
bandıralı tankerin adıdır.
*2
Türkiye’de bir dönemin Mülkiyelileri’nin eşdeğeri Fransa’da Enarklar’dır.
*3
Kampanya Hesapları ve Siyaset Finansmanı Ulusal Komisyonu
*4
Siyasal Eylem Komitesi
*5
Fransız İşveren Örgütü
*6
Fransız KOBİ’leri
*7
Avrupa bürokratına verilen ad
*8
Parlamento’nun da içinde bulunduğu merkezde
*9
Çok kullanılan ve muteber bir Fransızca sözlüğün müellifi
*10
African National Congress, o dönemin ırk ayrımcılığı karşıtı Güney Afrika partisi
KAYNAKÇA
Francis BALLE, Media and Companies, Montchrestien, Domat, 1990. Richard J. BARNET &
Ronald MULLER, Global Reach, Simon and Simon, New York, 1974.
Jacques-A. BASSO, Pressure Groups, Presses Universitaires de France, Que sais-je?, May 1983.
Beacham's Guide to Key Lobbyists: an Analysis of Their Issues and Impact, Beacham
Publishing Inc., 1989.
Tom L. BEAUCHAMP & Norman E. BOWE, Ethical Theory and Business, Printice-Hall, New
Jersey, 1983.
Jean-Pierre BOURCIER, The New Gurus, Ramsay, 1991.
Bob BROWNING, The network: a Guide to Anti-Business Pressure Groups, Canonbury Press,
Australia, 1990.
Fabrice CARLIER, Democracy and opinion surveys, "Social and Political Problems ", No. 666,
1 November 1991, La Documentation Française.
Frances CAIRNCROSS, Costing the Earth: the Challenge for Governments, the Opportunities
for Business, Havard Business School Press, Boston, 1991.
Patrick CHAMPAGNE, Make the opinion: the new political game, Les Editions de Minuit,
1990.
Pat CHOATE, Agents of Influence, Knopf, New York, 1990.
Allan J. CIGLER Burdett & A. LooMIs, Interest Group Politics,
Congressional Quarterly Press, Washington, DC, 1991. Congressional Quarterly Inc., The
Washington Lobby, The Library of Congress, Washington, D.C., 1987.
J.C. DUCATTE, Effort assessment performed by enterprises in the field of risk communication
and prevention, Abstract EPSY, February-March 1990.
Olivier DUHAMEL & Jerome JAFFRE, The State of the Opinion: 1991, Seuil, Paris, 1991.
172 LOBBYING
Alain ETCHEGOYEN, The Valse of Ethics, François Boulin, 1991.
Andrew McFARLAND, Common Cause: Lobbying in the Public Interest, Chatham Publishers
Inc.., Chatham, 1984.
Frank J. FARNEL, Lobbying: a constantly changing management, in Journal of Legal Research,
Prospective Law, Presses Universitaires d'Aix-Marseille, 1993-1, pp. 273-283.
Daniel GUEGUEN Dominica & LUND, Keys to the European Parliament, Apogee Publishing,
1992.
Daniel GEGUEN, Practical Guide for the Community Labyrinth, Apogee Publishing, 1992.
Octave GELINIER, Business Ethics, Seuil, Paris, 1991. Jean-Dominique GUILLIANI, Influence
Vendors: Lobbies in France, Seuil, 1991.
The HERITAGE FOUNDATION, Congressional Directory: (99th; & 100th Congress),
Washington, DC
Shintaro ISHIHARA, The Japan that Can Say No, Simon & Schuster, New York, 1989.
Jerald A. JACOBS, Federal Lobbying, The Bureau of National Affairs, Washington, DC, 1989.
Daniel JOUVE, 10 Tips for your personal public relations, Publi Union, 1992.
Bruno JULIEN, The American Pressure Groups: the agro – food lobby fights to take the power,
Skippers, Paris, 1988. Î
John M. KLINE, International Codes and Multinational Business, Quorum Books, Westport,
1985.
Patrick LAGADEC, States of Emergency - Technological Failures and Social Destabilization,
Seuil, Paris, 1988.
Bernard LE GRELLE, The Lobbyman Profession: the power behind the scenes, Hachette, Paris,
1987.
Thierry LEFEBURE, Lobby or not to Be, Edition Plume, Calmann-Levy, 1991.
Michel LE NET, Lobbies and Power, "Social and Political Problems", No. 662, September 6,
1991, La Documentation Française.
Jean-Pierre MARECHAL, The Price of Risk: economy challenges the environment, Presses du
CNRS, Paris, 1991.
Jean-Claude MASCLET, The Financing Rules of Political Life,
" Social and Political Problems ", No. 667-668, 15-29
November 1991, La Documentation Française.
173 BIBLIOGRAPHY
Edgar Morin, For a Study on Crises, "Communication", No. 25, Paris, 1976.
Richard E. NEUSTADT Ernest & R. MAY, Thinking in Time: the uses of history for decision
makers, The Free Press, New York, 1986.
Jacqueline NONON & Michel CLAMEN, Europe and its corridors: lobbying and lobbyists,
Dunod, 1991.
Michael NOVAK, Democracy and the common good, Cerf, Institut La Boétie, Paris, 1989.
Neil NUGENT, The Government and Politics of the European Community, Duke University
Press, Durham, 1989.
Sylvia OSTRY, Governments and Corporations in a Shrinking World, Council on Foreign
Relations Press, New York, 1989.
"Powers" Journal, Parliament, No. 64, Presses Universitaires de France, 1993.
John ROBINSON, Multinationals and Political Control, Gower House, England, 1983.
Michèle RUFFAT, The consumer counter-power in the USA, Presses Universitaires de France,
Paris, 1987.
Joseph SCANLON, Crisis Communications in Canada, Communications in Canadian society,
Toronto, 1975.
John B. SHOVEN, Government Policy towards Industry in the United States and Japan,
Cambridge University Press, New York, 1988. Joseph C. SPEAR, Presidents and the
Press: the Nixon Legacy, MIT Press, Cambridge, 1984. Laurent COHEN-TANUGI, The
Law without the State: on democracy in France and America, Presses Universitaires de
France, Paris, 1985.
Peter Taylor, The Smoke Ring, Sphere Books Ltd., London, 1984.
Maud TIXIER, Crisis communication, Mc Graw Hill, Paris, 1991.
MARKET ACCESS EUROPE, The EC Single Market: the Achievements so Far and the Next
Steps, Brussels, Belgium, May 1993.
MARKET ACCESS EUROPE, The New European Commission, Brussels, Belgium, January
1993.
MARKET ACCESS GROUP, A Strategic Approach Towards Merger Control Processes,
London, 1993.
MARKET ACCESS GROUP, Access Europe, Monthly report, Brussels, Belgium, 1993.
MARKET ACCESS GROUP, Effective lobbying: a Survey of MPs' Attitudes to Lobbying,
Westminster, London, 1992.
174 LOBBYING
INTERNATIONAL MARKET ACCESS, The Politics of British Defence Procurement, London,
1989.
Edward TIVNAN, The Lobby: Jewish Political Power and American Foreign Policy Touchstone Press, New York, 1987.
Gabriel TOVERON, Political communication today, Academic Publishing, Paris, 1990.
Larry C. WHITE, Merchants of Death: the American Tobacco Industry, Beech Tree Books, New
York, 1988.
Bruce C. WOLPE, Lobbying Congress: how the System Works, Inc. Congressional Quarterly.,
Washington, DC, 1989.
Düzenleme ve mizanpaj: Clic-Info - Chartres (28)
Basım işleri: JOUVE: Paris
Basım No: 214477F
Editör No: 1446
Tarih: Ocak 1994
Fransa’da basılmıştır
Lobicilik
müdahale stratejileri ve teknikleri
Lobicilik, özel girişimlere ulusal ve uluslararası düzlemde çok önemli bir rekabet avantajı getiren
bir araçtır. Bu avantaj, Avrupa’nın inşasına bağlı olarak piyasaların yeniden tanımlandığı bu
dönemde özellikle önemlidir.
Lobicilik; yasaların, normların, düzenlemelerin ve geniş anlamıyla kamu kurumlarının tüm
müdahale ve kararlarının hazırlık, uygulama, yorumlama süreçlerini dolaylı ya da dolaysız
etkileme amacı taşır.
Yazar, lobiciliğin Fransa ve Avrupa Birliği’ndeki güncel uygulamalarını tanımladıktan sonra
lobiciliğin teknik, yöntem ve araçlarını tanıtan gerçek bir kılavuz sunuyor. Kusursuz bir hukuk
dosyası oluşturmak, tüm gerekli ekonomik bilgileri bir araya getirmek, hedeflerini seçmeyi
bilmek, doğru zamanı saptamak ve bir iletişim uzmanı gibi davranmak; işte lobicinin yeteneği
budur.
Yazar, uygulama sırasında karşılaşılacak tuzaklardan kaçınılması, medyaya etkili biçimde hitap
edilmesi ve eylem planının somut biçimde oluşturulması yolunda tavsiyelerde de bulunuyor.
Bu kitap lobicilik operasyonlarının tüm paydaşlarına hitap etmektedir: siyaset bilimciler, kamu
erkini kullananlar ve yöneticiler, seçilmişler, genel müdürler ve iletişim, pazarlama ve insan
kaynakları yetkilileri. Öğrencilere gelince, onlar da bu kitapta bilişim ve iletişim alanlarında
kariyer yapmaya hazırlanmalarına yarayacak pek çok bilgi bulacaklardır.
Yazar
Frank J. FARNEL, Paris, Georgetown (Washington D.C.) ve Oxford (Büyük Britanya)
üniversitelerinden mezun olmuştur. Ulusal ve uluslararası profesyonel lobicidir. Corporate
Affairs Manager olarak, özellikle Philip Morris Grubu’nun lobicilik faaliyetlerini üstlenmiştir.
Şu anda, en önemli uluslararası Public Affairs girişimi olan Market Access France’ın genel
müdürüdür. CELSA (Paris-Sorbonne)’da lobicilik ve pazarlama dersleri vermektedir.
Strateji ve organizasyon
ISBN: 2-7081-1639-8

Benzer belgeler