Kontrast

Transkript

Kontrast
Afsad’ın ücretsiz yayınıdır.
Kontrast
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği SAYI 2 / YIL 2
2 Foto-Haber • 5 İMece İlker Maga • 6 İnce Elek Altan Bal • 7 Söyleşi Ozan Sağdıç • 12 Belgesel Fotoğraf • 13 Bu
Fotoğraf Nasıl Çekildi Özer Kanburoğlu • 14 Fotoğrafçı ol(ama)mak • 21 Konuk Yazar Murat Şen • 22 Yorum Şule Tüzül
• 22 Kitaplık Yasemin Şenyurt • 23 Söyleşi Şevket Şahintaş • 26 Yol Notları Ceyda Taşdelen • 28 Gelişmeler ve Teknik
Bilgiler • 28 Yurt Dışı Haberler
ana sponsorluğunda yayımlanmaktadır.
Kontrast
Başlarken..
Değerli fotoğraf dostları,
AFSAD, kurulduğu 1977 yılından
bu güne, ülkemiz fotoğraf sanatının
eksiklik hissettiği alanlarda,
üretkenliğini kullanarak Türkiye
fotoğrafına katkılar sunmayı
amaç edinmiştir. Fotoğrafçıların
örgütlenmesi ve bu alanda
dayanışmayı sağlamak için mekân
olmanın yanı sıra, kuramsal,
bilimsel çalışmaların ilgilileriyle
buluşması ve üretilen fotoğrafın
günün belgesi sanatsal yaklaşımıyla
geniş kitlelerle paylaşılması ve
gelecek dönemlere aktarılmasını
misyon edinmiştir. Sempozyumların
kitaplaşması, yıl sergileri, atölye
sergileri ve ulusal yarışmalı
sergilerini kataloglaştırarak
sabitlenmesi de yine Türkiye
fotoğrafına katkı olarak ele alınmış
ve bu alanda birçok yayın fotoğraf
camiasına sunulmuştur.
Yayıncılık alanındaki en önemli
üretim ise dergicilik olarak açığa
çıkmıştır. 1977 yılında, günün
kısıtlı koşullarında hazırlanan, sarı
kâğıda basım Fotoğraf Dergisi,
sanat başlığındaki fotoğrafa, bugün
bile güncelliğini koruyan, katkı
sağlayacak bir içeriğe sahiptir.
Türkiye’nin en uzun soluklu
Fotoğraf Dergisi olan yayınımız,
amatör ruh ve profesyonel
disiplinle ele alınarak, gerek
günün koşulları içerisinde dünya
fotoğrafında oluşan tarzlar, üretilen
fotoğrafların Türkiyeli fotoğrafçılara
tanıtılması, gerekse Türkiye
fotoğrafının paylaşmaya değer
çalışmalarının diğer fotoğrafçılar ve
ilgilileriyle buluşması bakımından
önemli bir misyonu yerine
getirerek, hissedilen boşluğu
doldurmuştur. Bugün ise, ülkemizin
yakın tarihindeki fotoğrafın yeni
kuşaklarca tanınması ve Türkiye
fotoğrafının gelişimini takip etmek
için önemli bir kaynaktır.
Zaman zaman ekonomik sıkıntıların
sonucu olarak yayını aksayan
dergimizi Görüntü Duvar Gazetesi
olarak sürdürmek ve arşivlemek,
Gren başlığında bülteni daha
içerikli hâle getirme çabası, sayfa
sayısı azaltılarak ve Gazete Kontrast
olarak yine geniş kitlelere ulaşma
çabası ve genişletilmiş bülten
olarak Kontrast’ı yayımlayıp,
özellikle dernek içi aktivitelerin
geniş tanıtımını sağlayacak
bir mecra oluşturmak; aslında
derneğimizin dergi yayıncılığı
konusunda ne derece motive
olduğunun ve ısrarcılığının
göstergesidir. Derneğimizin
tüm yönetim kadroları, dergi
yayıncılığını bırakmamak ve alt
yapısını canlı tutmak için çabalarını
sürdürmüşlerdir.
Elinizde bulunan Kontrast
Dergisi, tüm bu sürecin ve alt
yapının ürünü olarak; teknolojik
değişim ve gelişim sürecinde,
geçmiş dönemlere göre çok daha
fazla konuşulan, yaygınlaşan
fotoğrafın sanat dilini, bu değişim
sürecinde yerini bulmaya çalışan
yeni fotoğrafçılara ulaştırmak;
deneyim ve üretkenliğiyle,
Türkiye fotoğrafında sabitlenmiş
ustaların yeni nesil fotoğrafçılara
rehber olabilmesini sağlamak;
fotoğrafın gelişen düşünsel yanını
güncellemek, okunurluğunu,
tartışılmasını sağlamak; yeni ürün
ve tarzları irdelemek, eleştirmek,
alkışlamak; günceli yakalamak;
fotoğrafı okumak, fotoğrafı
okunabilir kılmak için yeniden
yayın hayatına başlamıştır.
Amatör ruh ve profesyonel
disiplinle, dergi yayımcılığında
uzmanlaşmış bir kadro ile iki aylık
periyotlarla yayımlanacak olan
Kontrast Dergi, daha geniş kitlelerle
buluşmak üzere yıl boyu ücretsiz
olarak ilgilisine ulaştırılacaktır.
Dergimizin ana sponsorluğunu
üstlenerek, Türkiye fotoğrafı
ve sanatına önemli katkı sunan
Garanti Emeklilik’e ve reklamlarıyla
destekleyen değerli firmalarımıza
teşekkür ediyoruz.
Günceli değerlendirmek, üretimi
desteklemek, değerlendirmek,
gelişmek ve geliştirmek üzere;
tüm usta fotoğrafçı, yeni
fotoğrafçı, fotoğrafçı adayı, yazar,
akademisyen, fotoğrafın düşünsel
yanına katkı sunan, sunmak
isteyen fotoğraf dostlarını, dernek,
kulüp yetkililerini, üyelerini, dergi
iletişim adreslerinden görüş ve
isteklerini derginin yayın kuruluna
ulaştırmasını ve katkı sunmalarını
beklemekteyiz.
AFSAD
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği
Adına Sahibi
Gökhan BULUT
Yayın Yönetmeni (Sorumlu Müdür)
Ceyda TAŞDELEN
Yayın Yönetmeni Yardımcısı
Şule TÜZÜL
Görsel Yönetmen
Levent ÇAĞIN
Editörler
Şirin AYDIN
Kamuran FEYZİOĞLU
Editör Yardımcıları
Nergis AKINCI
Elçin POLAT
Atakan BAYKOÇAK
Reklam ve Abone Sorumlusu
Ufuk DURUMAN
Yayın Kurulu
Ceyda Taşdelen, Şule Tüzül, Şirin Aydın
Kamuran Feyzioğlu, Atakan Baykoçak,
Ufuk Duruman
Yönetim Yeri (Dergi İletişim)
AFSAD – Büklüm Sok. No: 22/11
Kavaklıdere – Ankara
Tel: 0312 4172115
Faks: 0312 4172116
GSM: 0533 7388208
www.kontrastdergi.com
www.afsad.org.tr
[email protected]
Baskı: Mattek Matbaacılık Basım Yayın
Tanıtım San. Tic. Ltd. Sti.
Adres: GMK Bulvarı Akyol İshanı
No: 83-23 Maltepe - Ankara
Tel: 0312 2291502
Basım Tarihi: 01.01.2010
Yayın Türü: Bölgesel
ISSN: 1304-1134
Kapak Fotoğrafı: Ozan Sağdıç
“Teknik anlamda bütün dijital kurgularım, heyecan ve güçlü fikir duygularına dayanan rüyasal yapıtlara benzeme
iddiası taşırlar. Başından beri bütün kurgularım, unutamadığımız rüya parçacıkları gibi, anlamak veya çözümlenmek
için değil, izleyicinin kendini fotoğrafta kaybetmesi için tasarlanmıştır.”
ALİ ALIŞIR1978 yılında, İstanbul’da doğdu. Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde
Dost selamlarımla...
Gökhan Bulut
AFSAD Yönetim Kurulu Başkanı
Her hakkı saklıdır. Bu dergide yer alan; yazı,
makale, fotoğraf, karikatür, illüstürasyon,
vb.’nin, elektronik ortamlar da dahil olmak
üzere, kullanım hakları AFSAD (Ankara Fotoğraf
Sanatçıları Derneği)’a ve/veya eser sahiplerine
aittir. İzin almaksızın, hangi dilde ve hangi
ortamda olursa olsun, materyalin tamamının
ya da bir bölümünün kullanılması yasaktır.
grafik eğitimi aldıktan sonra, İtalya’ya taşındı ve freelance moda fotoğrafçılığı yapmaya başladı. 2005 yılında
Floransa’da Accademia Italiana’da moda fotoğrafçılığı üzerine master yaptı. Eğitimini, “Fotoğrafta Dijital Kurgu”
üzerine tamamlayıp, grafik ve illüstrasyon çalışmalarında bulundu. Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nde eğitim vermekte ve çalışmalarına, İtalya ve Türkiye’de profesyonel moda fotoğrafçısı ve
dijital fotoğraf sanatçısı olarak devam etmektedir.
3
Kontrast
Foto-Haber
İÇİMİZDEKİ ZAMAN
İstanbul Modern
26 Ocak – 16 Mayıs
İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi,
“İçimizdeki Zaman” isimli uluslararası
sergiyle Ocak ayında sanatseverlere
kapılarını bir defa daha açacak. İstanbul
Foto-Haber
Modern’den Engin Özendes, Moskova
Fotoğrafevi Müzesi’nden Olga Sviblova
ve Selanik Fotoğraf Müzesi’nden Vangelis
Ioakimidis’in seçimiyle her ülkeden beşer
sanatçının katılacağı sergide toplam 15
fotoğrafçının yapıtlarına yer verilecek.
Seçilen fotoğrafçıların 153 fotoğrafının
yer alacağı söylenen sergi, üç ülkenin
sanatçılarının yapıtlarını her üç ülkede de
sergilemesine fırsat tanıyor. Bu doğrultuda,
26 Ocak-16 Mayıs 2010 tarihleri arasında
İstanbul Modern’de izlenecek olan sergi,
Mart 2010’da Moskova Uluslararası
Fotoğraf Bienali’nde ve Nisan 2010’da da
Selanik Uluslararası Fotoğraf Bienali’nde
sanatseverlerle buluşacak.
“İçten Dışa” Fotoğraf Sergisi
Çağdaş Sanatlar Merkezi
28 Aralık 2009- 03 Ocak 2010
oluşturduğu ifadenin, yani biçimin yeni bir
varlık olarak dışa vurumudur.” diyor.
Fotoğrafçı Kadriye Karataş’ın soyut
fotoğraflarından oluşan ve izlenime sunulan
“İçten Dışa” adlı fotoğraf sergisi, geçtiğimiz
ayın sonlarında izleyiciyle buluştu. Büyük
ilgi gören sergisiyşe ilgili olarak sanatçı,
“Günlük yaşamımda çoğunlukla vaktimi
geçirdiğim özel bir mekânın ‘iç’ dünyamda
ARA GÜLER’İN HAYATI “FOTO
MUHABİRİ” İSİMLİ KİTAPLA
RAFLARDA YERİNİ ALDI
Nezih Tavlas tarafından kaleme alınan “Foto
Muhabiri Ara Güler” isimli kitap, Fotoğrafevi
tarafından yayımlandı. Türk fotoğraf
dünyasının tartışmasız en çok tanınan ismi
Ara Güler’in 80 yıllık heyecan ve fotoğraf
dolu yaşamı, Nezih Tavlas’ın kalemiyle
İSTANBUL HATIRASI FOTOĞRAF
MERKEZİ AÇILDI
24 Ekim 2009 tarihinde, İstanbul’un
Anadolu yakasında yeni bir fotoğraf
merkezi kuruldu: İstanbul Hatırası Fotoğraf
Merkezi. Açılışını Haluk Çobanoğlu’nun
“Arabesk” isimli sergisi ile yapan İstanbul
Hatırası, fotoğraf eğitim ve seminerleri,
atölye çalışmaları, sergi ve gösterilerin
4
FOTOĞRAF GEÇİDİ: İSTANBUL
2010
etkinliklerine damgasını vurmaya hazır.
Eylül 2009 itibariyle başlayan proje;
fotoğraf sergileri, katalog, bülten yayınları,
gösteriler, seminerler, atölye çalışmaları ve
çocuk fotoğraf eğitimleri gibi birbirinden
ilginç çalışmalarla Eylül 2010’a kadar devam
edecek. İstanbul 2010 projesinin amacı,
binlerce yıldır önemli bir kültür, sanat,
yaşam merkezi olan İstanbul’un, çağımızın
en önemli sanatlarından biri olan fotoğraf
ile belgelenmesi ve gelecek kuşaklara
kalıcı eserler bırakılmasının sağlanması
olarak açıklanırken; bu amaç çerçevesinde,
Türk ve yabancı fotoğrafçılardan oluşan 12
sergiye ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.
Ayrıntılı bilgi ve etkinlik tarihleri için www.
fotografgecidi.com adresini kullanabilirsiniz.
farklı semtlerinde çekim yaptılar. Katılımcılar
arasındaki diyalog ve fikir alışverişini
güçlendirme amacıyla yola çıktıklarını
açıklayan Istockphoto’nun Operasyondan
Sorumlu Müdürü Kelly Thompson, İstanbul’u
seçme nedeni olarak da İstanbul’un stock
fotoğraftan çok editoryal fotoğraf için
uygun bir mekân olmasını ve bu çalışmanın
amacının da editoryal fotoğraf olduğunu
söyledi. Sanatçılar, verdikleri seminer
sonrasında, work shop niteliğindeki
çekimleri sırasında çektikleri fotoğrafları da
sonraki gün gerçekleştirdikleri seminerlerde
değerlendirdiler.
1930’lu yıllarda Ankara’ya gelen yabancı
mimarlar, kentin mimari çehresini önemli
ölçüde belirlemişlerdir. Pembe Köşk,
T.B.M.M., Sümer Bank, Merkez Bankası, Opera
Binası gibi birçok okul, elçilik ve üniversite binalarının yer aldığı yaklaşık 50 yapı,
Ankara’nın kültür mirasını oluşturmaktadır.
Bu sergide, Çetin Ergand’ın, panoramik
olarak görüntülediği fotoğrafları bulunacak.
Çetin Engard, 1968 İstanbul doğumludur.
Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi Fotoğraf Bölümü’nden 1994
yılında mezun olan sanatçı; panoramik
görüntüleme, Küresel Sanal Gerçeklik (Virtual Realty -VR) ve peripheral (çepeçevre)
panorama ile ilgilenmektedir.
Fotoğrafçı ve Yazar Murat Yaykın’ın üçüncü
kitabı “Fotoğraf İdeolojisi” çıktı. Murat
Yaykın’ın Gökçeada’da kalan Rumları
anlattığı fotoğraf projesinin kitabı “Imbros
– ‘Burada Yalnız Ölüm Var’” ve “Aze’nin
İzi” isimli bir romanı var. Bir kısa film
çalışmasına da imza atan Yaykın, yeni
kitabında “algıda gerçeğin bozulumu”nu
anlatıyor. Görüntü ve fotoğrafın dili,
“Avrupa Kültür Başkenti 2010: İstanbul”
kapsamında Fototrek tarafından
yürütülen “Fotoğraf Geçidi 2010” projesi,
Fotoğraf Sanatçısı Gültekin Çizgen’in
sanat yönetmenliği ve Cenk Gençdiş’in
organizasyonuyla, 2010 yılı fotoğraf
İstanbul, 4-8 Kasım tarihleri arasında,
Istockphoto’nun en başarılı 30 sanatçısını
ağırladı. Sanatçılar, kaldıkları süre içerisinde
hem seminer verdiler hem de İstanbul’un
“Bir Başkentin Oluşumu: Alman, Avusturya ve İsviçreli
Mimarların İzleri”
Yrd. Doç. Çetin Ergand Fotoğraf
Sergisi
22.01 – 20.02 2010 / GoetheInstitut Ankara
yanı sıra, yalnızca fotoğraf değil, yaratıcı
ve görsel olan her türlü paylaşıma açık
bir mekân olmayı hedefliyor. Altan Bal ve
Murat Pulat tarafından kurulan merkezde,
fotoğrafseverlerin yararlanabileceği zengin
bir fotoğraf kitaplığı ve kafe de bulunuyor.
Merkezle ilgili detaylı bilgiye
www.istanbulhatirasi.org adresinden
ulaşılabilir.
Filistinli fotoğrafçı Nayef Hashlamoun,
Aralık ayında AFSAD’ın konuğuydu.
Hashlamoun AFSAD’da savaş fotoğrafçılığı
ile ilgili bir workshop gerçekleştirdikten
sonra, yine savaş ve çatışmalarda çektiği
fotoğraflardan oluşan bir gösteri ve söyleşi
yaptı. Yoğun katılım ve ilgi gören gösterinin
ardından yapılan söyleşide fotoğrafseverler,
sanatçının fotoğraf geçmişine ve bakış
açısına ilişkin merak edilenleri sorma ve
cevaplarını alma fırsatını buldular.
Fotoğrafçılığın yanı sıra, gazetecilik,
eğitmenlik ve yazarlık yapan Hashlamoun,
soyutlama, nesnellik ve öznellik, algı ve
bellek, toplumsal bellek, gerçek ve kurgu,
estetik, etik ve belgesel fotoğraf nedir;
sorularına yanıtlar veriyor. Yaykın, kitabında,
sistemin bireyi nasıl edilgenleştirdiğini,
iktidarın kendi düşüncelerini empoze
etmek ve kendi isteklerini uygulatmak için
fotoğrafı ve görsel iletişim araçlarını nasıl
kullandığını, “algıda gerçeğin bozulumu”nu
nasıl sağladığını anlatmaya çalışıyor.
İSTANBUL’DAN ISTOCKPHOTO
SANATÇILARI GEÇTİ
okurla buluşurken, ülkemizin ve dünyanın
yakın tarihi de kitabın satır aralarında yer
alıyor. Savaşlar, darbeler, facialar, dünyanın
kaderini değiştiren insanlar peşinde koşan
Ara Güler’in yaşamına ışık tutan kitap,
inanılması güç yaşam öyküsünü gözler
önüne seriyor. Tüm olayların kronolojik
sırayla yer aldığı kitapta, Ara Güler’le
yapılan bir söyleşi ve aile albümünden
fotoğraflar da bulunuyor.
FİLİSTİNLİ FOTOĞRAFÇI NAYEF
HASHLAMOUN AFSAD’DAYDI
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği OCAK 2010
Daha önce soyutlama çalışmalarından
oluşan “Damla” isimli sergisiyle
fotoğrafseverlerin karşısına çıkan Kadriye
Karataş’ın soyut fotoğraflarından oluşn
“İçten Dışa” isimli yeni sergisini Çağdaş
Sanatlar Merkezi’nde, .... Tarihine kadar
izleyebilirsiniz.
MURAT YAYKIN’IN YENİ KİTABI
FOTOĞRAF İDEOLOJİSİ ÇIKTI
pek çok sivil toplum kuruluşunda üye olarak
ve yönetim kademelerinde bulundu. Ürdün
ve Dubai’de “The Best Photojournalist
2009” ödülünü aldı. Çalışmaları sırasında
yedi kez yaralanarak ölümden dönen
sanatçı, 1996 yılından beri Reuters muhabiri
olarak çalışmaktadır. Ürdün, Almanya, Amerika ve Romanya’da çeşitli eğitimler almış,
yaşamış ve çalışmış; Ortadoğu, Afrika ve
çeşitli Avrupa ülkelerine, işi gereği sıklıkla
seyahat etmiştir. Sivil Eğitim, Çatışma
Çözümü ve Şiddetsizlik Bilgi Medyası ismi
ile çalışmalar yapan Sivil Toplum Örgütü ALWATAN Center’ın kurucusu ve yöneticisidir.
5
Kontrast
İlker Maga
“TÜMEVARIM” FOTOĞRAF SERGİSİ
Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi
– 26-31 Ocak 2010
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği’nin (AFSAD)
fotoğraf eğitimi ve üretimi amacıyla oluşturduğu
atölyelerden biri olan Cengiz Engin Atölyesi’nin
2009 çalışma dönemi ürünü: “TümeVarım”
Fotoğraf Sergisi.
Fotoğrafın geleneksel kalıplarını zorlamayı,
farklı yaklaşım ve yeni anlatım olanakları
keşfetmeyi hedefleyen atölyede katılımcılar
son iki dönemdir Kompozit Fotoğraf Teknikleri
üzerine çalışmalar yapıyor; ağırlıklı olarak,
David Hockney’in öncülüğünü yaptığı Kübik
Kolaj ile Duane Michals’ın öncülüğünü yaptığı
Seri Anlatımlı Fotoğraf yaklaşımlarında ürünler
veriyorlar.
Sergide yer alacak olan çalışmalar, yapıları ve
ölçekleri itibariyle, fotoğrafa bakan izleyicileri
kendisine daha yakından ve daha uzun süre
bakmaya davet edecek; ayrıntılardan bütüne
(fotoğrafçının yorum bütününe) ulaştırmayı
hedefleyecek.
Sergi, 26-31Ocak 2010 tarihinde Ankara Çağdaş
Sanatlar Merkezinde, 12 Mart – 1 Nisan 2010
tarihinde Salzburg, Bashimi Art House’da fotoğraf
severlerle buluşacak.
İMece
Foto-Haber
FOTOĞRAF
çıkmasını zorlaştırdı.
Tolstoy’un yazarken hangi araçları kullandığını, ancak sınırlı
sayıda insan merak eder; araçlarına değil ne yazdığına
bakılır. El yazısından daktilo ve bilgisayara geçiş sırasında
yazının geçirdiği değişim ile fotoğrafın son otuz yılda
yaşadıkları, kuşkusuz karşılaştırılamaz ve tabii ki fotoğraf,
teknikle çok ilgili bir alan. Ama öyle ya da böyle, teknik, türü
ne olursa olsun anlatılmak istenen için araçtan başka bir şey
değildir, olamamıştır.
Ve hâlâ nasıl değil, ne üretildiği kilit rolü oynuyor. Bu da
hiçbir disiplinde kolay değil. Fotoğrafın üretim sürecinin
kolay görünmesine bakıp bunun tuzağına düşenlerin
sayısı hiç de az değil; çevremize bakmak ve hafızalarımızı
biraz zorlamak yeterli. İnsanın kendine hangi sıfatları
yakıştırdığına değil, ürünlerine bakılmalı. Sağlam ürünler,
en kaba ifadeyle sağlam bir genel kültür ve yine sağlam
bir görsel kültür gerektiriyor. Birkaç yıllık çekim ve karanlık
oda tecrübesi edinmekten insanları kurtaran dijital teknik,
ne yazık ki çağımızın aceleci insanına bu konuda yardımcı
olamıyor. Tesadüf, fotoğrafta çok büyük rol oynar ve
tesadüfle birkaç kare “yakalamak” mümkün; ama tesadüfle
usta olunamıyor ve bir büyük proje, sadece tesadüfün
kaderine terk edilerek hayat bulamıyor.
Dijitalleşme çağının, fotoğrafı derinden etkilediği doğru.
Önlenemez bu teknik gelişmeye bakıp üzülmenin anlamı
yok. Dijitalleşmeye geçiş süreci neredeyse tamamlandığına
göre, gelişmeye ilk zamanlar tepkiyle yaklaşanların bu
şoku atlattıklarından ve birer dijital makine alıp durumu
sindirdiklerinden yola çıkılabilir.
Dijitalleşmenin, fotoğrafı yaygınlaştırdığı ve üretim
alanlarını genişlettiği oranda bayağılaştırdığı da açık...
Sanıldığının tersine, fotoğraf yeni altın çağını yaşıyor. Dünya
fotoğraf tarihi boyunca fotoğraf, hiçbir zaman bu oranda
üretilmedi. Şimdiye kadar hiç olmadığı kadar çok fotoğraf
müzesi, fotoğraf galerisi ve benzer fotoğraf yapılanmalarıyla
karşı karşıyayız.
Fotoğraf, tıkanan, hatta uzun zamandır yeni bir akım
çıkaramayan ve Batı’da bittiği bile öne sürülebilecek
“sanat”ın yardımına koşuyor; ona yeni yaratı alanları açıyor.
Hemen her alan ve disiplin, öyle ya da böyle fotoğrafla ilgili
olduğu için fotoğrafın disiplinlerüstü bir özelliğe kavuştuğu
öne sürülebilir.
Buna karşılık fotoğraf, belki en güçlü etkisini, sosyal tesirini
kaybetti. Fotoğraf, günlük gazetenin önemli ve vazgeçilmez
bir parçasıyken günlük siyasete müdahil olabiliyor,
böylelikle sosyal tesiri geniş bir alana yayılabiliyordu.
Bugün böyle bir tesirden söz edilemez. Yazılı basındaki
etkisini yitiren fotoğraf, galeri ve müzelere kayıyor. “Sanat
Pazarı”na artık yerleşen ve yerini her geçen gün büyüten
fotoğrafta, pazarın sürekli yeni ürün ihtiyacına paralel çok
daha düzeysiz, hızlı ve sıradan denemelere sıklıkla tanık
olacağız.
Avrupa’da, 1970’lerde, her evde en az bir fotoğraf makinesi
olduğundan yola çıkılıyordu. Bugün ise her evde, mobil
telefonlara eklenenleri de düşünürsek birden çok fotoğraf
makinesi var. Bugün herkes, kendine fotoğrafçı diyebilir.
Şarkı söylemek, kâğıt üzerine bir şeyler çiziktirmek
gibi hemen herkesin üzerinde uzun uzun düşünmeden
gösterdiği bir refleks fotoğraf çekmek. Her mırıldanana
şarkıcı, her çiziktirene çizer, her yazı yazana yazar, her
yemek yapana aşçı denmediğini unutmamalı. Bir de
şu: Dijitalleşme, fotoğraf üretimini kolaylaştırdığı ve
hızlandırdığı oranda, kalıcı ve tesir eden işlerin ortaya
6
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği OCAK 2010
Her şeye rağmen, hangi teknikle üretilirse üretilsin fotoğrafı
fotoğraf yapan ve sıradan insan karşısında güçlü kılan,
“an”ı yakalaması ve “siyah-beyaz” olması, olmaya devam
ediyor. Her disiplinin asıl güç aldığı noktalar var ve fotoğraf,
gücünü “an”ı görüntüleyebiliyor olmasından alıyor. Neden
mi? Yaşı ve sosyal düzeyi ne olursa olsun her insan yaşadığı
bir olayı, tıpkı fotoğrafta olduğu gibi kare kare hafızasına
kaydeder ve bu görüntüler hafızaya siyah-beyaz olarak
iz düşerler. Bu nedenle, aslında her insan gizli bir siyahbeyaz an fotoğrafçısıdır. İnsan hafızası ise siyah-beyaz an
fotoğraflarından oluşan bir fotoğraf albümüdür.
Deneysel fotoğrafın tarihi ve ürünleri, “an” fotoğrafı
da demek olan fotojurnalizmden çok daha eskilere
dayanmasına rağmen; fotoğraf tarihinde iz bırakmış, birer
klasik olmuş görüntülerin sokaktan koparılmış görüntüler
olması tesadüf değildir.
Bu özellikleriyle fotoğraf, her insanla gizli bir bağ kurmayı
başarır. İnsanlar, sosyal konumlarına ve tercihlerine bağlı
olarak, kimi disiplinlerden anlamadığını ya da sevmediğini
söyleyebilir. Ancak insanın hafızasına iz düşürme eylemi
fotoğraf makinesinin işleyişine benzediğinden, her
insan hafızasında bir fotoğraf albümü taşır ve her insan,
potansiyel bir fotoğrafseverdir. Bu nedenle izleyicisi en
geniş yelpazeye sahip disiplin fotoğraftır ve insan karşısında
en güçlü görsel disiplin de fotoğraftır. Bunu, an fotoğrafı
ustalarının sergilerinde görmek ve yeniden keşfetmek
mümkündür. Aslında kolay rastlanmaz bu buluşma noktası,
genelde ve özellikle an fotoğrafının pek hoş karşılanmadığı
akademilerde atlanmaktadır.
Zaman geçer, hem de acımasızca hızla geçer ve geriye
sadece anı, yani siyah-beyaz an fotoğraflarından oluşan
bir albüm kalır ve bunlar, insanla ilgili anılardır. İnsanlığın
hafızasında yer edinmeyi başararak klasikleşmiş
görüntülerin neredeyse tamamının insan ve an görüntüleri
olması bu nedenle olmasın sakın?
7
Kontrast
İNCE ELEK
Altan BAL
Merhaba,
Daha çok tiyatro sanatı için kabul gören bir
benzetmedir biliyorum ama ben fotoğrafı da
illüzyona benzetiyorum; doğal sonucu olarak,
fotoğrafçıyı da illüzyoniste. Yok yok, belgesel fotoğrafçılığı da bu benzetmenin dışında
tutmuyor, hatta tam göbeğinde olduğunu
düşünüyorum.
İllüzyonist de, fotoğrafçı da insanların, dış dünyayı
algılamaktaki en çok güvendikleri duyu organlarına, yani
“göz”e yönelik bir eylem gerçekleştirmekte. Bir illüzyonistin
aslında ne kadar iddialı olduğunu bir düşünsenize:
“Hey sen, şu an gözlerini dikmiş bana bakıyorsun, büyü
yapmadığımı da biliyorsun. Her şey senin gözünün önünde
olup bitecek. Zaten gördüğüne inanmayacaksın da neye
inanacaksın değil mi? Ama birazdan, çok da sıradan
hareketler yaptığım hâlde, gözlerinin önünde fiziki
kanunların dışında bir şeyler olacak. Gözünün içine baka
baka ben seni kandıracağım. İstersen gözünü bir saniye
bile benden ayırma. Sen ne kadar gözüne güvenirsen, ben
seni o kadar kandıracağım.”
Aynı fotoğrafçı gibi:
“Sana birazdan bir fotoğraf göstereceğim... Saniyenin
binde birinde çekilmiş olacak. Öncesini ve sonrasını
kesinlikle bilemeyeceksin; illa merak etsen de ne dersem
ona inanmak zorundasın. İki boyutlu, kadrajlı ve tabii ki
hareketsiz olacak. Buna rağmen sen, benim gayet subjektif
seçimlerimden oluşan bir fotoğrafa baktığını unutacaksın.
Fotoğrafın içinde gösterileni “gerçekten” görmüş
sayacaksın kendini... Zaten gördüğüne inanmayacaksın da
neye inanacaksın, değil mi?”
Fotoğrafçının, fotoğraf aracılığıyla yaydığı illüzyonlardan en aldatıcısı kesinlikle, fotoğrafçılığın bir “an”
sanatı ve fotoğrafçının da “an”ları yakalayan bir avcı
olduğu söylemidir. Eğer boş bulunursanız inandırırlar da:
8
RÖPORTAJ: ŞULE TÜZÜL
FOTOĞRAFLAR: OZAN SAĞDIÇ
Söyleşi
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği OCAK 2010
“Elimizde fotoğraf makineleriyle gezerken öyle bir anla
karşılaşacağız ki fotoğraf makinesini kaldırıp deklanşöre
basmamız yeterli olacak. Zaten o an, o kadar çarpıcı bir
an olacak ki siz saniyenin iki yüz ellide biri kadar kısa bir
zamanda kadrajı da, biçimi de fark etmeden doğru yapmış
olacaksınız.” Bu tarife göre bizleri etkileyen fotoğrafların
ortaya çıkması, fotoğrafçıların o çok fotografik “an”lara rastlayacak kadar şanslı ve bir fotoğraf makinesine sahip olacak
kadar paralı olmalarına bağlı. Yine bu tariften çıkan sonuca
göre fotoğraf tarihinin iyi fotoğrafçılarının tek özellikleri,
şanslı ve makine sahibi olmaları.
Fotoğrafa Adanan
Yarım Asır: Ozan Sağdıç
Birkaç yıldır aklımdaydı. Her şeyin bir
zamanı vardır ya, Ozan Sağdıç ile bir söyleşi
yapma zamanım da Kontrast’ın yeni sayısını
bekliyormuş. 1934 yılında Balıkesir’de
doğan Ozan Sağdıç, ilk defa 1953 yılında
fotoğraf makinesi ile tanışmış. Bugün Türkiye
fotoğrafından söz etmeye çalışıyorsak, o ve
onun kuşağının çok az sayıdaki fotoğrafçıları
sayesinde. Beni, en az kendisi kadar güler yüzlü
eşi Olcay Hanım ile birlikte evlerine konuk ettiler. Taşıdığı birçok unvana ve sıfata ek olarak,
AFSAD Onur Üyesi de olan Ozan Bey ile söyleşi
yapmak kolay değil; birkaç kez daha kendisini
ziyaret ettim. Bolca sohbet ve o muhteşem
arşivinde zaman elverdiğince gezdiğim
eşsiz anlar... Benim için tadına doyulmaz
bir paylaşım oldu. İşte o paylaşımlardan
yansıyanlar...
Fotoğrafın fiziki ortaya çıkış zamanı çok çok kısa olsa
da (Saliselerle ölçülen bir zaman diliminde deklanşöre
basarsınız; obtüratör perdesi, saniyenin belki de üç binde
biri kadar açık kalır ve fotoğraf, film veya sensör üzerinde
oluşur.) fotoğrafçının herhangi bir fotoğrafı çekmesini
sağlayan tüm kararlar, bir sürecin sonucudur. Dış dünyayı,
hiçbir zaman durmayan, sürekli birbirine eklenen duyular
toplamı şeklinde algılayan
insanın her yaptığı hareket,
zaten farkında olduğu
veya olmadığı bir sürecin sonucudur; tıpkı her
fotoğrafın olduğu gibi.
Bir fotoğrafın pozlanmasıyla
ilgili fiziksel özellikleri
göz ardı edersek, akılda
kalmasını sağlayan,
fotoğrafçının yaptığı
seçimlerdir; zaten fiziksel
özelliklerinden dolayı
akılda kalan çok az
fotoğraf vardır. İlk seçim
konudur. Fotoğrafçının ne
çekeceğine karar vermesi, fotoğrafçının tüm
hayatının bir sonucudur.
Benim gerçekleştirdiğim
iki projenin (Bekâr Odaları
ve Kamyoncular), babamın
hayatının belirli dönemleri
olması, buna örnek olarak
verilebilir. İkinci seçim
konusu ise malzemedir. Hangi makinenin kullanılacağından
çalışmanın renkli mi, siyah-beyaz mı olacağına kadar her
malzemeye, bir sürecin sonunda karar verilir. Çekimin
yapılacağı yere yolculuktan sonra, o çok anılan çekim
ânında da fotoğrafçı birtakım önemli seçimler yapar.
Önce açısını belirler, sonra kadrajını. Fotoğrafın içinde
ne olacağına ve nasıl olacağına karar vermesi gerekir. Bu
seçimleri yaptıktan sonra deklanşöre basar ve saniyenin
bilmem kaçta birinde fotoğraf oluşur. Gördüğünüz gibi,
bir anda olup biten, yalnızca deklanşöre basıldıktan sonra
olanlardır. Bu andan önceki tüm seçimler ki bu seçimler
fotoğrafımızın etkileyiciliğini belirler, süreçlerin sonucudur.
Hayatında ilk defa evsiz görmüş birinin çektiği “evsiz bir
insan” fotoğrafıyla, hayatının bir kısmını evsiz olarak geçiren
birisinin ya da uzun zamandır evsizler hakkında romanlar
okuyan bir kişinin çekeceği aynı evsiz fotoğrafı kesinlikle
benzer olamaz.
Siz bakmayın yüz metreyi dokuz küsur saniyede
koştuklarına... Onlar o dokuz saniyeyi koşabilmek için bir
ömür boyu hazırlanıyorlar...
Fotoğraf: Ali Öz
“SANATTA ŞÖYLE BİR OLGU VARDIR:
SANAT YAPAN İNSANIN YÖNTEMLERİ
ÖNEMLİ DEĞİLDİR, SONUÇ
ÖNEMLİDİR; SONUÇTA ORTAYA NE
ÇIKARMIŞ, İYİ YA DA KÖTÜ, ONA GÖRE
DEĞERLENDİRMEK GEREKİR.”
Fotoğraf yolculuğunuzda 56 yılı geride
bıraktınız. Bu yarım asır içinde fotoğrafçı
olmasaydı kim olurdu Ozan Sağdıç?
Ortaokul, lise yıllarında kafamda bir düşünce
vardı, “Acaba mimar olabilir miyim?”
diye. Bunu çok arzu ediyordum. Çünkü
küçüklüğümden beri malzeme ile uğraşmayı
ve görsel olan her şeyle meşgul olmayı
severdim. Kendi oyuncaklarımı kendim
yapardım. Daha ilkokuldan itibaren resme
karşı da ilgim fazlaydı. Ortaokulu İzmir Buca
Ortaokulu’nda okudum. Çok değerli bir
resim öğretmenimiz vardı, Âbidin Erderoğlu.
Daha sonra kayınpederim oldu. Onun
bana büyük etkisi olmuştur; çünkü benim
görebildiğim kadarı ile çok değerli bir resim
öğretmeni idi. Görsel sanatlara olan ilgim
her zaman devam etti. Liseyi bitirdikten
sonra, niyetim ya Akademiye gitmekti ya da
mimar olmak üzere Mimarlık Fakültesi’ne.
Lise son sınıfta, liseleri birdenbire dört sene
yaptılar; bir yıl fazladan okuduk. O bir sene,
ben haylazlığa vurdum; iki dersten kaldım.
Bu arada, ders yılı arasında ilk defa, oyuncak
seviyesinde, bir güneş, bir de gölge ayarı
olan bir fotoğraf makinesine sahip oldum
ve böylece fotoğrafa başladım. O makine
elime geçmemiş olsaydı, belki başka yönlere
kayardım; ama bunlar gene de sanatla ilgili
şeyler olabilirdi sanırım.
Peki, fotoğrafa başlamanızdan sonra sizi bu
yolda tutan şey ne oldu?
Bana fotoğraf makinesini satan, baba
dostu olan kişi, İstanbul’dan gelen yedek
subaylara, “Bakın Ozan’ın fotoğrafları ileride
Avrupa mecmualarında yayımlanacak.” dedi,
daha ilk fotoğrafımı görür görmez. Bu bana
hem bir cesaret verdi, hem yön göstermiş
oldu; fotoğrafa iyice sarıldım. Fotoğraf aşkı,
bana her şeyden önce İstanbul gibi büyük bir
yerde yaşama arzusu verdi. Bu da bana bir
kapı açtı. Hayat mecmuası çıkar çıkmaz, beni
foto muhabiri olarak kadroya aldılar. O dergi
hem benim vitrinimim oldu, fotoğraflarımı
orada gösterme şansına sahip oldum, hem
de ben iş başında eğitim almış oldum.
Hayat mecmuası başladığı zaman on tane
Alman uzman vardı her seksiyonun başında.
Almanlar kurmuştu tifturuk matbaasını, yeni
elemanlar yetiştiriyorlardı. Çok yönlü merak
sahibi olduğum için boş zamanlarımda
her seksiyonu dolaştım. Sırf öğrenmek
için kolları sıvayıp çalıştım, matbaanın her
köşesinde. Örneğin mizanpaj, sayfa düzeni
nasıl yapılır, bunları öğrendim. Görsel
deneyimim çoğaldı. Bu arada dış basında
çıkan pek çok fotoğrafı izledim. Fotoğraf
yıllıkları çıkardı; “Photography Year Book”lar,
“Photography Annual”lar falan... Onları
hep alırdım. Amerikan ve Alman fotoğraf
dergilerini satın alır, biriktirirdim. Onlara
bakardım hiç durmadan. Başka fotoğrafçıların
çektiği fotoğraflardaki güzellik ve başarı
sırlarını çözmeye çalışırdım. Niçin bu fotoğraf
iyi, değerli, anlamaya çalışırdım. Kendi
fotoğraflarımı da kritik ederdim. Böyle böyle
kendi kendimi yaratmış, geliştirmiş oldum.
Pek çok başarılı fotoğrafçı gibi siz de çok
yönlü bir insansınız; aslında fotoğraf sizin
ilgi alanlarınıza, yaşamdaki duruşunuza ve
tercihlerinize çok uydu diyebiliriz sanırım?
Evet, doğru. O yıllarda, yazı yazmaya ve
şiire de ilgim vardı. Sonra karikatürler
de çizdim. Bunlar Akbaba mizah
dergisinde yayımlanmıştı. Yani birçok dala
yönelebilirdim. Hayat mecmuasına ilk
girdiğim sene, İstanbul’a tayin edilmiş, Köy
Enstitüsü çıkışlı iki öğretmen, eşlerinden
uzakta bir sene geçirmek zorundaydılar.
Birlikte bir oda tutmuşlardı. Ben de öğrenci
yurtlarında falan kalıyordum. Benim de böyle
bir şeye ihtiyacım vardı. Onların odasına
üçüncü kişi olarak ortak oldum. Bunlardan
biri Ressam Selahattin Taran, bir tanesi de
Edremit’te uzun yıllar gezici başöğretmenlik
yapmış olan Şair Mehmet Başaran’dı. Bir
9
Kontrast
Söyleşi
“Bir fotoğraf, hem dış estetiği
bakımından hem iç estetiği
bakımından bir bütünlük
arz etmelidir. O bütünlük
içinde de bir bitmişlik, ‘artık
bunun üzerine bir fırça daha
atılamaz’, duygusu uyandıran
sanat eseri saygındır,
değerlidir.”
sene boyunca, üçümüz bir odayı paylaştık.
Ben o ara Hayat mecmuasında çalışırken
askere gittim. Askerliğimin acemilik
dönemini Burdur’da yapıyordum. Eşe dosta
acemi askerliğimi hicveden mektuplar
yazıyordum. Eski oda arkadaşım Mehmet
Başaran’dan bir yanıt geldi: “Ozan kardeşim,
sen her şeye yetenekli bir insansın. Ama
böyle her yöne çaba harcarsan kendini
dağıtırsın. Bir tek uğraşıyı kendine hedef seç,
diğerlerini kısmen unut.” diyen bir mektup.
Bu beni düşündürdü. Ben en iyisi fotoğrafta
karar kılayım, dedim. Hatta askerden döner
dönmez, zamanla birikmiş bir yığın şiir
kitabım vardı; onları topladım ve eski bir
kitapçıya bıraktım. 40 yaşıma kadar elime
şiir kitabı almadım desem yeridir. Babam
şairdi. Hatta büyük şairler yetiştirmiş bir şiir
öğretmeniydi. Ama eğer benim içimde bir
şair ruhu, şiirsel bir dürtü varsa, bu benim
fotoğraflarıma yansısın dedim.
Fotoğrafı, yaşamın fotoğrafçının sözcükleri
ile dile gelişi olarak tanımlarsak, fotoğrafın
da resim, şiir ya da beste gibi bir yaratım
olduğunu söyleyebilir miyiz?
Yaratı sözüne pek katılamayacağım. Benim
fotoğraf dünyama bakacak olursak, iki
türlü çalışma var. Bunlardan bir bölümü
soyutlamalardır. Biçim üzerine bugüne kadar
ortaya çıkarmadığım fotoğraflardır. Bunlarda
bir sanat yapma endişesi vardır. Bunları
bir akademik eğitim gibi görsel bakımdan
kendimi yetiştirmek için kullandım. Daha
amatörce bir ruhla uğraştım. Sunduğum
fotoğraflar ise, daha çok fotojurnalizm
esprisinde insanı içeren, insanın insanla,
insanın doğayla, insanın çevresi ile
ilişkilerini konu alan, biraz iyimser mutlu
bir hava içinde ironi taşıyan fotoğraflardır.
Yani insan ilişkileri ve insan manzaraları,
10
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği OCAK 2010
insanın psikolojisini dışa vuran ve hafifçe
bıyık altından gülen fotoğraflardır ortaya
çıkardıklarım.
Ama bu fotoğrafları Ozan Sağdıç’tan
başkası böyle çekemez, öyleyse bunlar da
yaratı olmuyor mu?
Ben bir öykü kurmuyorum, öykü
anlatmıyorum; bir durum tespiti yapıyorum.
Benim fotoğrafıma bakan her insan, kendi
öyküsünü kendisi yazsın isterim. O fotoğraf
ne demek istiyor, o fotoğrafların arkasında
neler var; yani izleyen kendisini bir takım
yerlere götürsün o fotoğrafla. Her bakanın
yorumu farklı olabilir. Ama genelde insana
yakışır bir biçimde, hümanist bir görüş
açısı altında izleyici ile iletişim kurduğumu
düşünüyorum. Bir de şu var: Neşe ve
hüzün, sanatın tuzu biberidir, hayatın da
tuzu biberidir. Bunlar paranın iki yüzü gibi
aynı insanın ayrılmaz iki zıt parçasıdır.
Ben, fotoğraflarıma bir dakika bakan kişi
gülümsesin ama beş dakika dikkatle
bakarsa, içini bir hüzün kaplasın isterim.
Hangi mevkide olursa olsun, her insanın
kendine göre bir dramı vardır, öyküsü vardır.
Fotoğraftaki ve fotoğrafı izleyen iki insan
arasında, o iletişimden doğan bir şey, yani
insani duygular var. Fotoğraflarımı üretirken,
bu düşünceleri taşırım ve gerisini izleyene
bırakırım. Özetle, benim fotoğraflarım yaratı
sayılmaz, durum tespitidir. Elbette sanatsal
kaygı, estetik görüş, işlevsellik, kişisel üslup
ve etik duruşu göz ardı etmeden.
Her fotoğrafın, yaşamın bir parçasının
kadrajlanması ve dolayısıyla fotoğrafçının
tercihleri sonucu ortaya çıkmasından
ötürü, fotoğrafçının düşüncelerinin bir
yansıması olduğu ve objektif olamayacağı
düşüncesine katılıyor musunuz? Fotoğraf
taraf mıdır, tarafsız mıdır?
Fotoğraf, benim görüşüme göre bir
tanıklık olayıdır. Yani bir olayı, bir durumu
saptıyorsunuz ama bunu yaparken, kendi
ruhunuzdan ve bakış açınızdan bir şeyler
ister istemez katılıyor. Tanıklık da böyle bir
şeydir. Bir insana çok sempati duyarsınız; o
bir suç işlemişse bile onu hafif göstermeye
çalışırsınız. Ya da bir insana gareziniz vardır;
çok iyi bir iş yapmıştır herkese göre ama
siz onda bir kasıt arar, ona göre tanıklık
yaparsınız. Yani kendi dünya görüşünüz, ister
istemez fotoğrafınıza aksediyor. Fotoğrafın
taraf olup olmaması, insanın içsel yapısına
bağlı bir şey... Bunu kasıtlı olarak insanın
gözüne soka soka yapan da olabilir ama çok
masumane bir şekilde ortaya koyup, “hâl
durum böyle” diyen de. Her türlüsü olabilir.
Her türlü düşünce ve görüşe fırsat tanıyor
ve saygı duyuyorsunuz; bazı insanlar
kendinden farklı olanı reddeder, siz de tam
aksine...
Sanatta şöyle bir olgu vardır: Sanat yapan
insanın yöntemleri önemli değildir, sonuç
önemlidir; sonuçta ortaya ne çıkarmış, iyi ya
da kötü, ona göre değerlendirmek gerekir.
Fotoğraf ve siyaset ilişkisi sizin için nasıl,
fotoğraf siyasetten bağımsız mı olmalıdır?
Fotoğraf bir iletişim olayı olduğu için, gizli
kapaklı veya açık olarak bir siyaset vardır;
ama siyasetten ne anladığımıza bağlı. Ben
şahsen, insani değerlerin ortaya çıkması
için çaba gösteren bir uğraş adamıyım. Ama
ne yaptığımı tam tespit etmek çok zordur.
Örneğin, seneler önce, o 12 Mart, 12 Eylül
dönemlerinden önce bir sergi açmıştım. Bir
de defter koydum. O zaman sağcılığı ile ünlü
“Sanat tarihi, ustayı
taklitle yazılmamıştır.
Ustayı reddetmekle,
yeni bir şey ortaya
koymakla yazılmıştır.
Sanat tarihi, kaideleri
yıkan insanların
tarihidir.”
bir milletvekili vardı, onun adına bir yazı
yazılmış. “Siz” diyor, “sanatınızı aşırı güçlerin
hizmetine vermişsiniz”. Başka birisi, siyasal
bilgilerden bir öğrenci imzası ile “Arkadaş,
bu fotoğrafların hiçbir sosyal ağırlığı
yok; ancak Hayat mecmuasının sosyete
sayfalarına yakışır.” diyor. Yani, hiçbirine
yaranamadım. Hâlbuki ortada bir insanım, bir
durum tespiti yapıyorum. Yalnız o günlerde
sanatı sloganlaştırmak merakı çok yaygındı.
Belgesel fotoğrafta fotoğraf belgedir,
propaganda aracıdır; böyle bir anlayış vardı.
Ben ne oradayım ne buradayım.
şanssız insanlar var. Ortam da çok önemli.
Batıda sanırım bu işler daha organize;
sanatı yapanla onu değerlendiren, satan
kişiler farklı insanlar. Sanatı üreten kişiler
eğer biraz farfara değilse, işini satmasını
bilmiyorsa, onun değeri iyi anlaşılamıyor
veya yok sayılıyor. Sanatı yapanla sanatı
satan insanların ayrı bir organizasyon içinde
olmaları gerekiyor.
Türkiye maalesef sanata, dolayısıyla
fotoğrafa hak ettiği değeri veren bir ülke
değil. Fotoğrafçılar da bundan payını
alıyor. Bu konudaki beklentileriniz ve varsa
kırgınlıklarınız nelerdir?
Ben fotoğrafta 50. yılıma yaklaşırken,
Gültekin Çizgen ile konuşmuştuk.
Arkadaşımız beceriklidir. Dedim ki “Benim
50. senem geliyor, ne yapsam?” Çizgen,
“Bunu sen yapmayacaksın arkadaş!” dedi.
“E peki kim yapacak?” “Sanat eğitimi veren
üniversiteler var. Dernekler var.” Tabii ki
kimseden ses yok. Bekliyorsun, çevrenden
hiçbir hareket yok. Sen bir şey yapıyorsun,
“Aman işte 50 senesini doldurmuş;
doldurmuş da n’olmuş yani” diyorlar.
Türkiye’de insanlarımızın genel tutumu
bakımından, sanat insanlarına ve üreten
kişilere karşı pek duyarlı olmaması, başlıca
sorunumuz. İnsanların kıymetini pek
bilemiyoruz, takdir edemiyoruz. İnsan sadece
yiyip içip, sosyal davranan bir yaratık değil.
Şu dünyadan gelip geçerken, ortaya bir
şeyler koyması gereken; aklı, becerisi olan
üstün bir yaratık. Bunu cömertçe ortaya
koyan insanlara, lâyık oldukları saygıyı
göstermek ve onları yüceltmek gerekir. Bizse,
yaşadıkları sürece, bu kabil insanlardan
gerekli ilgiyi esirgiyoruz ne yazık ki. Hatta
görmezden geliyoruz, yok sayıyoruz.
Cenazesi kalkarken biraz ah vah ederiz,
kıymeti anlaşılır gibi olur ama çok çabuk da
unutulur. Bir de propagandası iyi yapılmış
magazinsel kişileri yüceltiriz, ama ondan
çok daha değerli insanlarımızı görmezden
geliriz. Medyatik olmak başka, değerli sanat
adamı olmak çok başka bir şey. Dahası
tabii ortamı bakımından şanslı insanlar var,
Türkiye’de fotoğrafçı sanatını satmak
da dâhil her işini kendi yapmak zorunda
kalıyor değil mi?
55. yıl serginizi de siz kendi olanaklarınızla
mı yaptınız?
Nurol Galeri’nin yöneticisi benden bir-iki
yıldır sergi bekliyordu. “Biz hiç fotoğraf
sergisi açmadık; bir de fotoğraf sergisi
açalım.” diyordu. Ben de “55. yıl için
değerlendirelim” dedim. Tabii, kendi çabamla
oldu. Galeri de sağ olsun teşhir bakımından
sahiplendi, kataloğumu bastı.
sınırlıyız. Ben de, şimdikinden çok daha
yetenekli bir insan olmayı arzu ederdim. Ne
kadar eğitim alırsak alalım, bu eğitimle insan
gelişebiliyor; ama temelde, dipte bir yetenek
kırıntısı olması gerek. Örneğin müziği ele
alalım. Müzik yeteneği olmayan bir insana
ne kadar nota öğretirseniz öğretin, ona
bırakın beste falan yaptırmayı, doğru dürüst
bir şarkı bile söyletemezsiniz. Bunun gibi
fotoğrafçı olmak isteyen birinde de temelde
gözünde canlandırdığı, baktığı dünyada bir
takım armoniler, uyumlar falan keşfetmesi,
bir çerçeveleme yeteneğinin olması gerek.
Yeteneksiz bir insana bir şey öğretmek
mümkün değil. Az buçuk yetenekle ve çok
çalışmayla bir yere kadar gelebilir insan.
Fotoğrafçı fotoğrafa ne katar?
Kişiliğini katması lâzım. Şimdi profesör
olmuş eski öğrencilerimden biri aradı
2-3 gün önce, “Hocam, siz Türk insanını
Türk gibi fotoğraflıyorsunuz; bu ülkenin
insanısınız, bu ülkenin fotoğrafçısınız.” dedi.
Doğru bir tespit; çünkü ben oryantalist
değilim. Elbette, insan bir fotoğrafı meydana
getirirken, kendi içinden soyutlanıp, biraz
yabancılaşması, uzaktan gözlem yapması
lâzım; ama bu bir Batılı gibi, onun görmek
istediği, onun beğeneceği gibi fotoğraflamak
değildir. Ben bu ülkenin insanını, bu ülkenin
insanı olarak fotoğraflıyorum. Becerebildiğim
kadar...
Herkes fotoğrafçı olabilir mi?
Bir fotoğrafa iyi ya da kötü demenin herkes
tarafından genel kabul görmüş kriterleri
olduğunu düşünüyor musunuz? Sizin için iyi
fotoğraf ve kötü fotoğraf nedir?
Bir dereceye kadar olur da, şuna karar
vermek gerek ki çok zor! Biz, hayatımızı bu
işe vakfetmiş olanlar bile yeteneklerimizle
Sanatı iyi icra eden ya da edemeyen kişiler
arasındaki fark, bu şekilde ortaya çıkıyor.
İyi fotoğrafın ortaya çıkması nasıl olabilir?
11
Kontrast
Söyleşi
duygusu uyandıran sanat eseri saygındır,
değerlidir.
“Fotoğraftan anlamak” diye bir kavram
var. Fotoğraftan anlamak için teknik ve
kuramsal fotoğraf eğitimi almak bu işin
olmazsa olmazı mıdır; herhangi bir fotoğraf
izleyicisi fotoğraftan anlayabilir diyebilir
miyiz?
Eşyaya ve çevreye karşı, insanlara karşı
her insanın duyarlılıkları çok farklıdır;
değerlendirmeleri de çok farklı. Bu sadece
fotoğrafa bakış ile ilgili değil; dünyaya,
çevreye bakış ile ilgili. Yani hiçbir şeye
ilgi duymayan bir insan, fotoğrafa da ilgi
duymayabilir. İlgiler de farklıdır; bir konuya
çok ilgi duyan insan başka bir konuya kördür,
görmez; onu da mazur görmek gerek. Elbette
her insanın duyarlılık derecesi farklıdır. Ben
buna “fotoğrafı koklamak” diyorum; onun
kokusunu alabilmek. Fotoğrafın mesela
seçicileri, editörleri, fotoğrafı koklayan
insandır. Fotoğrafı koklamak, her insana
nasip olmuyor. Deneyim çok önemli.
Binlerce fotoğraf görmüş bir insan ama
bunları değerlendirerek, yani bunlardaki
estetik unsurları tahlil ederek beynine
yerleştirmiş bir insanın deneyimi ile iki üç
tane fotoğraf görmüş bir insanın deneyimi
bir olmaz gayet tabii.
Fotoğraf, her şeyden önce ilk bakışta leke
değerleri ile kabataslak bizi kendisine
çekmeli. Bu bir dış estetiktir. Burada insanın
algılamakta kolayca uyum sağladığı, doğanın
kendi uyum kurallarıdır. Bunları formüle de
etmişler; işte simetri, kompozisyon, form,
çizgi, biçim, doku falan gibi estetik kurallar
hâline getirmişler. Bu estetik kurallarını
matematiksel olarak öğrenir sanatçı; ama
yüzde yüz tatbik eder mi, etmez mi? Artık
12
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği OCAK 2010
içinden geldiği biçimde onu uygular veya
ona karşı da olur. Çünkü sanat tarihi, ustayı
taklitle yazılmamıştır. Ustayı reddetmekle,
yeni bir şey ortaya koymakla yazılmıştır.
Sanat tarihi, kaideleri yıkan insanların
tarihidir. Yoksa ustasıyla aynı işi yapan
insanı sanat tarihine almazlar. Bu filâncanın
taklididir, derler geçerler. Yani yeni bir üslup,
yeni bir görüş, yeni bir anlayış getiren, sanat
bakımından kıymetlidir. Diğerlerinden farklı
olan, kendi üslubunu yaratan insan, sanat
için kıymetlidir. Dış estetik ile fotoğraf bizi
ilk aşamada kendine çeker; sonra benim
iç estetik dediğim ifadeye gelir sıra. Her
fotoğrafın bir ifadesi vardır. İnsandan insana
iletişimi vardır. Benim fotoğrafım sizde ne
kadar titreşim yapıyor? Sanatı uygulayan,
meydana getirenle izleyen arasında bir
iletişim doğuyor. O titreşim ne derece
şiddetli? Size ne derece hitap edebilmişim?
İşte orada benim gücüm meydana geliyor.
Tabii bu insandan insana, görüşten görüşe
farklı olabilir. Yani izleyicinin eğitim seviyesi
de, görüş açısı da, sanat görüşü de, hisleri
de, hatta zaman içinde değişen duyguları
bile işin içine girer; çok yönlü bir şey. Bir
fotoğraf, hem dış estetiği bakımından hem
iç estetiği bakımından bir bütünlük arz
etmelidir. O bütünlük içinde de bir bitmişlik,
“artık bunun üzerine bir fırça daha atılamaz”
Murathan Mungan, “Asıl başarı, bunca
şeyin sahte olduğu bir toplumda sahici
kalmaktır” der. Yarım asrı geride
bıraktıktan sonra biz hâlâ Ozan Sağdıç
diyebiliyoruz; çünkü sahici kalan azınlıktan
birisiniz. Bunca zaman sahici kalmayı nasıl
başardınız?
bunun kaçış yolu yok ki. Bir de içten olmak
gerek, samimi olmak gerek, için ne ise dışın
da o olacak. Bir takım insanlardan ruhunu,
düşüncelerini gizlemek, içten pazarlıklı
olmak, bence çok kötü bir şey. Ben öğrenim
hayatımda olsun, daha sonraki hayatımda
da “doğrucu Davut” olmakla suçlanmışımdır.
“İnsanları kırıyorsun” derler ama böyle
bir niyetim yok. Kibarlık olsun diye de
gerçekleri saklamayı doğru bulmuyorum; her
şeyden önce ahlâki bulmuyorum. Kim olursa
olsun, ister sanatçı olsun ister olmasın,
insanın her şeyden önce ahlâk sahibi olması,
diğer insanlara karşı dürüst davranması
gerek.
Sanırım pek çok fotoğrafçı gibi, sizin için
de fotoğraf, yaşamınızda birincil öncelikli.
Eşinizle fotoğraf arasında kaldığınız
durumlar oldu mu? Kim, nasıl galip geldi?
Fotoğraf çekme aşkı nasıl gerçekleşiyor?
Çok seyahat ederek, dışarılarda kalarak,
yani gece gündüz evden uzak bir uğraş. Bu
nedenle benim evden uzak yaşamışlığım,
eşim Olcay Hanım için şikâyet konusu
olmuştur. Haklı olarak eşimin benden
şikâyeti çok oldu; çünkü doğal olarak eve
katkım az olmuştur. Ben bu hayat tantanası
içinde ne yaptığımın farkında olamıyorum
ki; bir aşkla koşturup duruyorum. Bunu şimdi
şimdi idrak ediyorum; onu da fotoğraflarımı
ortaya döktükçe görüyorum. “Yahu” diyorum
“ben ne çok çaba harcamışım, ne çok
koşturmuşum, ne çok yerde bulunmuşum,
ne işler yapmışım...” diye, şimdi
değerlendiriyorum ancak. Benim fotoğraf
tutkumun çilesini Olcay Hanım benden fazla
çekmiştir; ama işime karşı saygısı pek güçlü
olduğundan, ciddi sorunlarımız olmadı.
Sahici olmaya, buna karar vermekle
başladım tabii. Bence sahtecilikten uzak
durmak gerek. Gayet tabii sahici olacağız;
13
Kontrast
Belgesel Fotoğraf
TARİHİN SEYİR DEFTERİ!
Fotoğraf çekme edimi kimine göre hobi, kimine göre meslek, kimisi
için sanat ya da iletişim aracı, yani bir dil... Kendini fotoğrafçı
olarak tanımlayan/gören birey, bu şıklardan birini tercih etmiştir.
Fotoğrafçı hangi tercihi yaparsa yapsın, fotoğrafını toplumla
buluşturmaya başladığı andan itibaren artık sorumluluk üstlenmiş
demektir. Hobiyi bu sorumluluğun dışında tutuyorum; çünkü hobi
Yazı: Murat Yaykın
Bu Fotoğraf
Nasıl Çekildi?
ÖZER KANBUROĞLU
rol biçilmez, onların kendi rollerini üstlenmesine izin verir. Ama
bunu yaparken kendi gerçeğinin (öznelinin) izini de sürmez demek
istemiyorum. Ancak burada etik sorun devreye girer. Yani belgesel
fotoğrafçının kendi gerçeği, etik değerlerden bağımsız değildir.
Sanat fotoğrafında ya da fotoğrafın sanat için kullanımında
malzeme, fotoğrafçıya göre konumlanır. Belgeselde ise fotoğrafçı
malzemeye göre konumlanır. Sanat fotoğrafında ve belgeseldeki bu
konumlanma, etik ve estetik ilişkilerine de yansır. Sanat fotoğrafında
estetik önce gelirken etiği belirler,
yönlendirir, hatta değiştirebilir de.
Belgeselde ise etik önce gelir ve
estetiği belirler, yönlendirir. Sanat
fotoğrafında, fotoğrafçının gerçeği
öncedir. Belgeselde malzemenin
gerçeği önce gelir.
Belgesel fotoğrafçı, nesnelerin
gerçeği/nesnel gerçeklik için kendini
aracı kılar. Sanat fotoğrafında,
fotoğrafçı kendi fotoğrafını öznel
olarak kurar (öznel öncelikli ve estetik
öncelikli). Belgesel fotoğrafçı ise
“nesnel”dir; fotoğraftan yararlanarak,
nesnelerin dünyasını anlatır (nesnel
öncelikli ve tabii ki etik öncelikli).
sahibi kendine üretim yapmaktadır. Reklam sektöründe mesleğini
yürüten fotoğrafçı ise tüketim ideolojisinin bir faktörü olarak
tercihini kapitalist sistem içinde konumlandırmıştır. Fotoğrafı
meslek olarak seçmiş foto-muhabirlere gelince, ürettikleri haber
fotoğraflarını iletişim alanına sundukları için sorumluluklarının da
bilincinde olmaları gerekir. Belgesel fotoğrafçı için de bu durum
farklı değildir. Sanat fotoğraflarına gelince, toplumla iletişimin
önemli bir parçasıdır. Bu alanda üretim yapan fotoğrafçının, kendine
ya da bireyin değişimine / dönüşümüne verdiği savaşı toplumsalla
buluşturması, eleştirel üsluptan uzaklaşmaması önemlidir.
Fotoğrafçı, fotoğrafın bu farklı üretim biçimlerinden birini seçerken,
aslında kendisini de ifade etme biçimiyle, hayatta bir yolu da seçmiş
olur. O hâlde bu disiplinler hakkında da bilgi sahibi olması gerekir.
Bu yazımda belgesel fotoğrafın ne olduğunu, sayfanın yeterliliği
çerçevesinde aktarmaya çalışacağım. Bunu sanat fotoğrafı ile
karşılaştırarak yaparsam, iki ifade biçimine de değinmiş olurum.
Fotoğraftaki görüntünün gerçeği yansıtıp yansıtmadığı sorusu,
belgesel fotoğrafı daha fazla ilgilendirir. Belgeselcinin çalıştığı
konunun gerçekliği, kendi gerçeğinden daha önce gelir. Sanat
fotoğrafında ise fotoğrafçının gerçeği ön plandadır. Bir fotoğrafçının
üretirken yaratıcılığına en uygun alan kurmaca, deneysel ya da
kavramsal fotoğraftır. Bu alanda fotoğrafçı kendine özgü, kişisel
fotoğrafını yaratabilir. Fotoğrafçı, her türlü malzemeyi bir kurguya
göre şekillendirir, onları kendi fotoğraf öznelinin nesnesi yapabilir.
Bir kavramdan yola çıkarak kendi gerçeğine, oradan da izleyene
ulaşmayı hedefler. Belgeselde durum böyle değildir; ya da böyle
olmamalıdır. Belgeselde, fotoğrafçı ondan bağımsız olarak, kendi
gerçekliği içinde var olan malzemeyle çalışır. Burada her malzeme,
olduğu gibi ele alınmalıdır. İnsanı da olduğu gibi kabul eder.
Görüntü fotoğrafçının isteğine, keyfine, öznelliğine, dünyasına göre
kurgulanmaz; belgesel, malzemesine göre tasarlanır ve malzemeye
14
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği OCAK 2010
Buradan belgeselci için “estetik
gereksizdir” sonucu ortaya çıkmaz.
Nesnelerin dünyasını anlatırken,
amaca ulaşmak için nesnenin
gerçekliğine bağlı kalarak estetik
bir dünya oluşturabilir. Bu da bir
etik duruştur aslında. Belgeselci de
eninde sonunda fotoğrafçıdır ve kendi
gerçeğinin, öznelinin peşindedir.
Ancak fark kişisel olarak peşinde olduğu gerçeğin, gerçekliğin
aranmasında, irdelenmesinde, yansıtılmasında tutulan yol ve
benimsenen yöntemdir. Gerçekliğin görülmesinde, algılanmasında,
onların kendi gerçeklerini, kendi ”rollerini” yansıtmalarında aracı
olur. Burada sorun, belgesel fotoğrafçının öznel yorumuyla, nesnel
dünyanın gerçeğinin çelişmemesi, ters düşmemesidir. Belgesel
fotoğrafta “kurmaca” ölçüsünün, “nesnel” duruşu gölgelememesi,
ona baskın çıkmaması gerekir. Ancak, nesnenin bir sembol değil,
“gerçek” olduğunu unutmamak gerekir.
Ayrıca, etik kavramının her şeyden önce insan hakları alanıyla
bağlantılı olduğu unutulmamalıdır.
Belgesel, önemli bir alandır. İnsanın tarihi süregittikçe belgesel
fotoğrafçı, tarihin seyir defterine hep yazacak bir şeyler bulacaktır.
Belgesel Fotoğrafçının Çantasında Olması
Gerekenler:
Elbette bir fotoğraf makinesi, yedeği ile birlikte; ucuz, pahalı önemi
yok. Tanıklığını gerçekleştirebilecek cep telefonu kamerası ile de
kayıt altına alabilir. Örnek, son Ebu - Graib fotoğraflarının bir kısmı.
Not defteri ve kalem: Çalıştığı konunun bilgisi, ayrıntıları ve
fotoğrafçının belleği için.
Ses kayıt cihazı: Fotografik tanıklığı destekleyici bir unsur olarak,
sözlü kayıtlar kanıt olarak kullanılabilir. Sunum biçimlerini -sergi ya
da gösteri- kuvvetlendirir.
Yedek pil, dijital çekimler için hafıza kartı, yedek çamaşır, kişisel
temizlik malzemeleri, su.
Ters ışık fotoğraflarının temel özelliklerinden biri, kadraj
içerisinde işe yaramayan birçok objeyi detaysız vermesidir.
Böylece kadraj daha da yalınlaşır; verilmek istenen
mesaj daha etkin hâle gelir. Çünkü ters ışık çekimlerinde,
pozlandırma dengesini (-) tarafa doğru sürüklerseniz,
opak yani ışık geçirmeyen objeler daha az pozlanır ve bu
objelerin size bakan tarafları normalden daha karanlık,
detaysız çıkar. Ben de bu çekimde, yukarıda anlattıklarımı
uygulayarak bir çekim yapmak istedim. Ama öncelikle
burada bu sahnenin çok önemli olduğunu anlatmalıyım.
Çünkü böyle bir sahne her fotoğrafçıya nasip olmaz; böyle
bir sahneyi ancak prodüksiyonla gerçekleştirebilirsiniz.
noktada çalışmasını sürdürmeye başlayınca, benim de kadrajım
nerdeyse oluşmuş oldu. Artık yapmam gereken, hızlı bir şekilde
fotoğraf makinesi ayarlarımı yapıp bu görüntüyü çekmekti.
Ortamda güneş ışığı olduğu için fotoğraf makinemin beyaz ayarını
“güneş” ayarına aldım. Ortamdaki ışığın yoğunluğu çok iyi olduğu
için ASA ayarımı 100’de bıraktım. Ardından, daha dramatik ve iyi
bir ters ışık etkisi istediğim için pozlandırma dengesini - 0.7’ye
ayarladım. Kadrajımda hareket olduğu için pozlandırmayı da örtücü
hızı önceliğine aldım. Değeri 1/125’e getirdim. Deklanşöre yarım
bastığımda, fotoğraf makinesi pozometresi bana 20 diyafram değeri
verdi. Bu değerlerle torakçının uygun anlarını fotoğraflayarak çekimi
tamamladım.
Çekimi, torakçıların köyünde yaptım. Alana öğleden sonra geldiğim
için burada mükemmel sayılabilecek bir ters ışık yoktu. O nedenle
ışık istediğim seviyeye ininceye kadar, diğer çekimlerimi yaparak
zaman kazandım. Eğer çekimi gittiğim saatte yapmış olsaydım,
bu görüntüyü elde etme şansım olmazdı. İstemiş olduğum açıya
yaklaşık üç saat sonra gelen ışık, ters ışık çekimi için gerekli bütün
öğeleri bana sunmaktaydı. Hemen etrafıma bakıp, bu duman
içerisinde neler çekebileceğimi araştırdım.
Çekim Yeri
Fotoğraf Makinesi
Objektif Odak Uzaklığı
Örtücü Hızı
Diyafram Değeri
Kullanılan Filtre
Film / Sensör
Beyaz Ayarı
ISO (ASA)
Pozlandırma Dengesi
Ölçüm Modu
Işık Kaynağı ve Yönü
Az ileride, ters ışığın tam önündeki torak ocağı üzerinden dumanlar
çıkmaktaydı. Aynı zamanda bu ocağın dibinde bir torakçı da ocağın
hava alabilmesi için elindeki aletle delikler açmaya çalışmaktaydı.
Sonra bu işlemini merdiven dayayarak ocağın tepesine kadar
sürdürmeye başladı. Bu aşamada, ocağın tepesinde dumanlar
içerisindeki bu torakçı, çok iyi bir leke değeri vermeye başladı.
Özellikle ocağın tam ortasında, merkezi kompozisyona oturduğu
ÇEKİM DEĞERLERİ
: İstanbul
: Nikon D200
: 85 mm.
: 1/125
: 20
: UV
: Sensör
: Güneş
: 100
: - 0,7
: Merkez Ağırlıklı
: Güneş / Ters Işık
15
Kontrast
Hazırlayanlar:
ŞULE TÜZÜL, ELÇİN POLAT, ŞİRİN AYDIN
Eskiden, “sahilde gitar çalan çocuk” klişesi vardı; yaz aşklarının
baş aktörleri idi onlar. Şimdi ise fotoğrafçı çocuklarımız
var... Kimin ne kadar büyük bir fotoğrafçı olduğu, fotoğraf
makinelerinin büyüklüğü ile ölçülür oldu. Şimdiki kızlar
sahildeki gitarcı çocuğun değil, koca koca objektifleri ile
sokakları arşınlayan çocukların hastası. Fotoğrafçı kızlar
daha çekici. Köpeklerini dolaştırır gibi yanlarında fotoğraf
makinelerini dolaştıran onlarca insanla karşılaşıyoruz
sokaklarda. Hepsi mi fotoğrafçı bu insanların? Fotoğraf makinesi
üreticileri, bu durumdan memnun... Ama madem bu kadar
çok fotoğrafçı var, neden bu kadar az fotoğraf sergisi oluyor;
neden bu kadar az fotoğraf dergisi var ve var olanlar da satış
yapamadıklarından kapatmak zorunda kalabiliyorlar; fotoğrafa
dair neden bu kadar az kitap yayımlanıyor ve yayımlananlara bu
kadar az talep oluyor? Sergi yok, okumak yok, yazmak yok... Ne
yapıyor sokaklarda karşılaştığımız o fotoğrafçılar?
Fotoğrafçı olmak ya da olamamak...
Usta-çırak, fotoğraf çeken-izleyen herkesin kendince bir fotoğraf
ve fotoğrafçı tanımı var. Fotoğraf ortaya çıktığından beri de
“Fotoğraf nedir?” ve “Fotoğrafçı kimdir?” sorularına dair pek çok
şey söylendi, söyleniyor; elbette daha da söylenecek. Fotoğrafın
bu kadar yaygınlaşması çok güzel ama fotoğrafa yıllarını
vermiş fotoğrafın emekçileri bu durumdan o kadar da memnun
değiller. Örneğin Çerkez Karadağ, kitaplarında bir parça sitemle,
“Günümüzde deklanşör herkesi sanatçı yapmıştır!”1 diyor.
Sahi, deklanşöre kaçıncı basışımızda fotoğrafçı olunuyor?
Fotoğrafla ilgilenmeye başlayanların büyük çoğunluğu,
fotoğrafçı olmak için yola çıkıyor. Peki, “fotoğrafçı olmak”
ne demek? “Hadi ben fotoğrafçı olayım bari” dendiğinde
olunabiliyor mu; nasıl fotoğrafçı olunuyor; var mı bu işin kaidesi
kuralı? Derneklerdeki fotoğraf eğitimlerini bitirmek ya da
üniversitelerin fotoğraf bölümlerinden mezun olmak, fotoğrafçı
kimliği edinmek için yeterli mi? Fotoğrafçı kim? Hangi kriterlere
ve belki de daha önemlisi, kime göre?
Konu ile ilgili birçok fotoğrafçıya görüşlerini sorduk. Onlardan
birisi de Vahşi Doğa Fotoğrafçısı Süha Derbent. Derbent, 25
yıldır profesyonel fotoğrafçılık yapıyor. Fotoğraf çekmek için
60 ülkeye gitmiş; yeryüzünde yaşayan yedi büyük kediyi, doğal
ortamlarında fotoğraflamayı başaran dünyanın sayılı vahşi doğa
fotoğrafçılarından biri. Derbent diyor ki:
“Fotoğrafçı olmak, fazla kolay... Her fotoğraf çeken değilse
bile, çoğu olabilir. Zor olan ise fotoğrafçı olarak, yani çektiği
fotoğraflarla hatırlanmaktır. ‘Oldum’ diyen veya demeyip
olduğunu sanan çok olabilir. Bu yanılgıya düşmek için ego
yardımcıdır fazlasıyla. Oysa yaşamda ‘sahip olmak’ hep kolay
olmuş, ‘olmak’ ise genellikle mümkün olmamıştır.”
Fotoğrafla ilgili ilgisiz herkesin “fotoğrafçı” dendiğinde ilk aklına
gelen isim Ara Güler, Nezih Tavlaş’ın son kitabında, “Bir patlama
olduğunda, olay yerine doğru koşan kişi foto muhabiridir, oradan
kaçan ise fotoğrafçı...”2 diyerek, fotoğrafçı değil foto muhabiri
olduğunu bir kez daha ısrarla dile getiriyordu. İyi ama foto
muhabiri de fotoğrafçı değil mi?
Peki ya bu aralar işleri iyice kesatlaşan vesikalıkçılar, reklâm
fotoğrafı çekenler, düğünleri çekenler; fotoğrafçı mı, zanaatçı
mı? Mesleği fotoğrafçılık olan herkes fotoğrafçı mı? Eline
16
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği OCAK 2010
17
Kontrast
edilmez; çünkü grup içinde bir yazar, tarihçi olması ihtimali
daha zayıftır. Fotoğrafın bu ‘basit’ ve ‘çoğulcu’ yanını sevdiğimi
rahatlıkla söyleyebilirim.
Fotoğrafçının / fotoğrafçılığın bizim toplumda çok ciddiye
alınmamasının en önemli nedeni ise fotoğrafçılığın coğrafyamızda
icat edilmemesi, kimyasalların, kâğıtların bizde üretilmemesi,
dijital teknolojinin bizim topraklarda geliştirilmemesi diye
düşünüyorum. Ticaret her toplumda kendiliğinden gelişebilir,
kuralları belirlenebilirken fotoğraf gibi özel alanlar ileri düzey
teknoloji, vizyon
üretebilme yetisi
gerektiriyor. Siz bu
sürece hiçbir aşamada
katkıda bulunmayıp,
sadece gerekli teknolojiyi
ithal yoluyla tüketici
konumuna düşerseniz,
ortaya çıkan ürünü de
olması gerektiği kadar
önemsemeyebilirsiniz...”
Orhan Cem Çetin de
Murat Germen’e
katıldığını belirterek bazı
eklemelerde bulunuyor:
diplomasını ya da sertifikasını alan herkes fotoğrafçı mı?
Fotoğraf çekerek hayatını kazanan profesyonel her fotoğrafçıya
fotoğrafçı diyebilir miyiz?
Geçmişteki eğitim ve birikimleri fotoğrafla ilgili olmadığından,
isimleri fotoğrafçı olsa da fotoğrafçı olmadıklarını ifade
eden fotoğrafçılar da var. Örneğin, dijital yaratıları ile adını
duyuran fotoğrafçılarımızdan Ali Alışır, aslında resim kökenli
bir sanatçımız. O da kendini fotoğrafçı olarak tanımlamaktan
kaçınıyor. Fotoğraf ile bir şeyleri anlatmayı değil, bir şeyleri
anlatmak için fotoğrafı malzeme olarak kullanmayı tercih ettiğini
belirtiyor:
çok kısa bir sürede bizlere karanlık odanın en karmaşık
müdahalelerinden bile daha ileri bir boyutta çalışma imkânı ve
hızı sağladı. Bu noktada kimlerin usta seviyesinde anılacağını ya
da kimlerin bu çark içinde yutulacağını gene zaman gösterecektir.”
Konu ile ilgili görüşlerine başvurduğumuz Orhan Cem Çetin
ve Murat Germen, kendisine “fotoğrafçıyım” diyen herkesin
fotoğrafçı kabul edilmesi görüşündeler. Geçtiğimiz günlerde
İstanbul Modern’de “ana malzemesi fotoğraf olan ancak
fotoğrafçı kimliğini reddeden çağdaş sanatçılar” konulu bir
söyleşi gerçekleştirdiler. Hem söyleşiden biraz söz etmelerini
hem de “Fotoğrafçı kimdir?” sorumuza cevap vermelerini
istediğimizde Murat Germen bizi
‘sahİp olmak’
şöyle cevapladı:
“Bence sanatın hangi dalıyla uğraşıyor
“Yaşamda,
olursanız olun, bu kriterler ve sorular
hep kolay olmuş, ‘olmak’
her zaman olacaktır. Kendimden örnek
“Bu tanımı, olabildiğince geniş
İse genellİkle mümkün
vermek gerekirse, ben hiçbir zaman
tutmakta fayda var sanıyorum; bir
kendimi bir fotoğrafçı olarak görmedim; olmamıştır.” Süha Derbent
fotoğraf makinesi kullanarak fotoğraf
moda sektörünün dışında. Resim kökenli
çeken/üreten herkes, fotoğrafçı olarak
bir geçmişimin olması, beni fotoğrafın
tanımlanabilir. Bu genel tanımın
da bir malzeme olarak kullanılabileceği sonucuna götürdü.
içinde ise birçok alt ayrım yapılabilir: fotoğrafı sadece meslek
Burada kriter ne plastik sanatlarda o güne kadar yapılan
çalışmalar, ne de çekilen fotoğraflardı. Kriter sadece teknoloji
ve bendim. Benim için amaç fotoğraf çekmek değil, çekilen
fotoğraflardan farklı daha başka neler yapılabileceği fikriydi.
Kübist döneminde gazete parçalarını çalışmalarında kullanırken
Picasso’nun amacının gazete yapmak olmadığını bilirsiniz. Amaç
etrafımızı çevreleyen bu malzemeleri yorumlama biçimimizde
saklıdır. Bu yüzden ben de sanatımın zaman içinde hep farklı ve
yaratıcı düşünce kalıpları içinde oluşmasına dikkat ettim.
Bence dijital fotoğrafın gelişmesi (özellikle son beş ile yedi yıl
içinde) fotoğrafın ve fotoğrafçı olmanın tanımını da kökten
değiştirdi. Günümüzde fotoğrafçı artık bir ânı çeken ve belgeleyen
kişi değil, bizzat üreten kişi konumunda olmaya başladı. Bu
18
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği OCAK 2010
olarak yapan kişi (ki bunun içinde moda, belge, mimari, editoryal,
röportaj vb. alt ayrımlar var), fotoğrafı hobi olarak icra eden ve
amatör olarak adlandırılan kişi, fotoğrafı sanatsal ifade aracı
olarak kullanan kişi, fotoğraf çekiyor olmanın ötesinde fotoğraf
yazınına katkıda bulunan kişi, stok fotoğraf ajanslarında fotoğrafı
olan kişi, anı fotoğrafı çeken bir kişi, tatilde manzara fotoğrafı
çeken kişi, vb... Bu tanımı kısıtlamak, darlaştırmak çok fayda
sağlamayacaktır. Amatör olarak fotoğraf üreten kişinin de bir
şekilde fotoğrafçı olarak tanımlanması beni hiç rahatsız etmez;
çünkü ‘ancak bazı insanlar fotoğrafçı olabilir’ gibi dışlayıcı
bir tavır içinde değilim. Bir örnek vermek gerekirse; arkadaşlar
arasında toplu bir fotoğraf çekileceği zaman gönüllü bulmak
için ‘eee fotoğrafçımız nerede?’ diye bir çağrı ortaya atılabilirken,
gene dost meclisinde gelişen herhangi bir tarih, politika, aktüalite
sohbetinde kimse ‘eee yazarımız, tarihçimiz nerede?’ diye davet
“İstanbul Modern
söyleşisinden önce
araştırma yaparken, bu
konunun tüm dünyada birçok forumda, yazışma gruplarında
vs. enine boyuna tartışılmakta olduğunu gördük. Birisi şöyle
bir şey yazmış, özellikle dikkatimi çekti: Eline fotoğraf makinesi
alıp fotoğraf çekmeye başlayan herhangi birisi, ‘teknik olarak’
fotoğrafçı kabul edilebilir, tıpkı sürücü / otomobil ilişkisinde
olduğu gibi.
Fotoğrafla yüzeysel ilişkisi olanların nezdinde ise fotoğrafçı
sözcüğünün ne yazık ki kirli bir sözcük olduğunu, çakmak gazcısı,
işportacı, selpakçı, ayakkabı boyacısı gibi -hadi bilemedin bir gömlek
daha iyi-algılandığını görüyoruz.
Yani birileri yerlere göklere sığdıramıyor, kimileri yerin dibine
sokuyor. Oysa fotoğrafçılık orta yerde duruyor. Yerini belli etmek için
‘fotoğraf sanatçısı’ gibi ucube tamlamalara hele hiç gerek yok. Ben
bir fotoğrafçıyım ve meslekte geldiğim noktada, arkamdaki arşivle,
artık bu sıfatı istesem de,
yani mesleği bıraksam bile
değiştiremem; zaten niyetim
de yok.”
Altan Bal, “Kamyocular”
ve “Bekâr Odaları” gibi
önemli belgesel fotoğraf
projelerine imza attı.
Ayrıca bir grup arkadaşı ile
kurdukları “fotoroportaj.
org” ile birçok belgesel
fotoğraf projesini bizlere
ulaştırarak, fotoğraf
ortamımızın bu alandaki
ihtiyacına bir nebze olsun
cevap vermiş oldular.
Altan Bal da konumuzla
ilgili olarak Orhan Cem
Çetin ve Murat Germen’in
düşüncelerine yakın bakış açısıyla dikkat çekiyor:
“Yıllar önce bir arkadaşımla, yarım bırakacağımız bir projeye
başlamıştık. Fotoğraflarını çektiğimiz insanlara ses kayıt cihazı
uzatıp ‘Bu fotoğrafları izleyenlere ne demek istersiniz?’ diyorduk.
Hemen hemen kimse teklifimizi reddetmedi. Ta ki 22-23 yaşlarında,
üzerinde Supermen tişörtü olan arkadaşa kadar. Bu arkadaşımız bizim
teklifimizi, gözlerinde ‘Ben sizin ne dolaplar çevirdiğinizi biliyorum!’
bakışlarıyla, ‘Olmaz, ben de fotoğrafçıyım’ diye cevaplamıştı...
‘Sanatçı’ sözcüğünün bir mertebe, ulaşılması neredeyse imkânsız bir
vasıfmış gibi algılanması yüzünden bu sıfatı kendine yakıştıranlara
kamuoyu genellikle öfkelenir, ‘Bırak buna başkaları karar versin,
Fotoğraf çeken herkes,
tarih gösterecek’ gibi sözler
fotoğrafçıdır benim için. Tıpkı
söylenir. Oysa sanatçılık
“Sorun fotoğrafçı olmakta değİl, İyİ
film çeken herkesin sinemacı
sadece toplumda bir rol, bir
fotoğrafçı olmakta... Her konuda olduğu olması gibi... Ya da belirli
duruş, bir var oluş stratejisi,
gİbİ fotoğrafta da ‘İyİ’ fotoğrafçı sayısı
sıklıklarla resim yapan herkes
bir davranış biçimidir. Bunu
azdır. Kaç İyİ doktor, kaç İyİ avukat, kaç
ressamdır benim sözlüğümde.
iyi becerenler de var, yüzüne
Biliyorum, son günlerde,
gözüne bulaştıranlar da var.
İyİ marangoz, kaç İyİ ressam bİlİyorsunuz?
‘ben fotoğrafçıyım’ cümlesi
Ama ‘teknik olarak’ hepsi
Fotoğrafçı sayısı da bu dallardan daha
diğerlerinden daha çok geliyor
de sanatçı. Fotoğrafçılık
fazla olmayacaktır.” Merİh Akoğul
kulağımıza. Bu da fotoğrafın
da tıpatıp böyle. Bu sıfatta
ne kadar demokratik bir
sakınılacak bir taraf yok.
iletişim aracı olduğunun
Birisine fotoğrafçı dendiğinde
kanıtı olarak görülmeli.
ne peşinen muazzam birisi
olduğu söylenmiş oluyor ne de uydurma bir iş yapan, iki paralık bir
Ben kendimi nasıl mı adlandırıyorum? Benim fotoğrafçılığımın iki adı
kişi olduğu. Sadece hayatının merkezinde, hatta merkezinde de olması
var galiba: bazen fotoğraflarla belgesel projeler yapıyorum, bazen de
gerekmez, bir yerlerinde bu zanaatın bulunduğu söylenmiş oluyor.
ticari fotoğraflar çekiyorum.”
Fotoğrafçı olmak, bir iltifat ya da asla ulaşılamayacak bir seviye değil.
İnternet ortamındaki fotoğraf paylaşım siteleri, hem çok eleştiriliyor
Bu işi tanımladığınız ölçüler içinde yapıyorsanız, hele meslek olarak
hem de üye sayıları her gün hızla çoğalıyor. Bu ortamların, fotoğrafın
dar sınırlar içinde bile olsa icra edip zanaatınızı insanları memnun
bu kadar sevilmesinde ve yaygınlaşmasındaki rolü büyük. Ayrıca,
ederek paraya tahvil ediyorsanız, siz bir fotoğrafçısınız. Bu ne bir iltifat
bu ortamlar sayesinde fotoğrafa yeni başlayanlar, kafalarındaki
ne de bir küçümseme, basit, gerçekçi bir tanım; duygusal olmaya da
sorulara hemen cevap bulabiliyorlar; teknik ve anlatım açısından,
gerek yok.
19
Kontrast
fotoğraflarına gelen farklı yorumları değerlendirebiliyorlar.
Bu açıdan bakıldığında, fotoğraf paylaşım sitelerinin olumlu
yanları yadsınamaz. Ancak, internette bu ortamlarda şöyle biraz
dolaştığınızda görüyorsunuz ki herkes fotoğrafçı, herkes ahkâm
kesiyor. Aman o ne yorumlar, aman o ne kavga gürültüler; bir yanda
alkışlar, bir yanda yerden yere vuranlar; herkes uzman, herkes her
şeyi biliyor. Günün fotoğrafçısı oldunuz mu tamam, artık sırtınız yere
gelmez. Fotoğrafçı olmak böyle bir şey mi? Bir kaç senede fotoğrafçı
oluverenler, fotoğrafın ustalarına
karşı pek sitemli; yeri geldiğinde
de bayağı afili eleştiriyorlar
onları. “İyi de bu fotoğrafı ben
de çekebilirim” diyenlerin sayısı
hiç de az değil. Ama birçok
fotoğrafçı kabul etmiyor günün
ya da ayın fotoğrafçısı gibi
sıfatları; pek prim vermiyorlar
böyle fotoğraf ortamlarına.
Günün fotoğrafçısı olmak iyi
hoş ama birilerinin gözünde
fotoğrafçı ol(ama)mak da var
işin ucunda...
Merih Akoğul, hem akademik
kimliği, hem de dur durak
bilmez üretkenliği ile fotoğraf
dünyamızın önemli isimlerinden.
Fotoğrafçı kimliğine sanatın tüm
dallarına olan yoğun ilgisi ve
edebiyat yazıları da eşlik ediyor.
Akoğul, fotoğraf söyleşileri ve
fotoğraf yazılarında her zaman
okumanın, araştırmanın, çok
yönlü ilgi alanlarına sahip
olmanın, fotoğraf çekmek kadar
ve hatta daha fazla önemli
olduğunu vurgulamaktadır.
Fotoğrafçı olmak konusunda
diyor ki:
“Bence herkes fotoğrafçı olabilir.
Çünkü kendini fotoğrafçı
hissediyordur. Çevresi de ona
fotoğrafçı gibi davranıyordur.
Zira, hepimizin çevresinde kendisini -olmadığı kadar- iyi hissettiren
insanlar vardır. Bu durumda, kişi fotoğrafçı davranışları göstermek
durumundadır. Üstelik var olan güzel işini de fotoğraf adına ihmal
etmiştir. Bu arada iyi bir dijital makine almış, iki dönem kursa gitmiş,
son günlerde fotoğraf adına önemli adımlar atmıştır. Emekli olunca
bir fotoğraf stüdyosu açmak, nü ve reklâm fotoğrafları çekmek
istiyordur. Fotoğraf makinesi alacak ve hangi fotoğrafının daha iyi
olduğuna karar veremeyen dostları hep ona gelmektedirler. Hatta
geçtiğimiz günlerde ders vermesi için teklifte bile bulunulmuştur. Belki
bir dershane / fotoğraf merkezi bile açabilir. Babadan kalma daireden
kiracıyı çıkartır, dersleri de kendi verir; böylece giderler azalır. Neden
olmasın...
Bence sorun fotoğrafçı olmakta değil, iyi fotoğrafçı olmakta... Her
konuda olduğu gibi fotoğrafta da ‘iyi’ fotoğrafçı sayısı azdır. Kaç iyi
doktor, kaç iyi avukat, kaç iyi marangoz, kaç iyi ressam biliyorsunuz?
Fotoğrafçı sayısı da bu dallardan daha fazla olmayacaktır.
Ah, bir de ben kendimi; halı sahada gol attığımda meşhur bir futbolcu,
bir desen çiziktirdiğimde büyük bir ressam, gitarı tıngırdattığımda
pop star, iki fotoğraf sattığımda da büyük bir işadamı gibi
hissedebilseydim çok daha mutlu olabilirdim.
20
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği OCAK 2010
Eskiden herkes amatördü. Şimdi fotoğraf makinelerinin 3 inch’lik
ekranlarında fotoğraflarını gören kimse ben amatörüm demiyor. Şimdi
herkes büyük usta, herkes erbap, herkes hoca... Ne diyelim ‘Uğurlar
ola!’”
Kimi “tekniği iyi bilmeyen fotoğrafçı olamaz” diyor, kimi “fotoğrafçı
aynı zamanda sanatçıdır” diyor. Birinin “fotoğrafçı” dediğine,
diğeri “hadi oradan” diyor.
Öyle fotoğraf tarihi kitaplarına
falan geçmek de fayda etmiyor.
Robert Capa’yı mezarında rahat
bırakmadık; “Düşen Asker” isimli
fotoğrafı kurgu mu, gerçek mi;
o büyük fotoğrafçı dediğimiz
adam, üçkâğıtçı mı değil mi
diye bir grup tartışırken; bir
başkası “Yahu bırakın bunları;
fotoğrafın ardındaki ideoloji,
hangi amaçla çekildiği, neyi
anlattığı önemli” diyor. Bir grup
fotoğrafçı İstanbul’un Balat’ında,
başka bir grup Ankara’nın
Ulus’unda çocukların peşinde...
Elinde fotoğraf makinesi, Doğu
ve Güneydoğu Anadolu’ya giden
herkes 3-5 ayda proje üretirken,
o koca objektifleri sokaktaki
tanımadıkları insanların üstüne
sorgusuz sualsiz doğrulturken,
bir başka grup, etik, sorumluluk,
ideoloji, insana saygı gibi birçok
kavramı arkasına almayan
fotoğrafın, fotoğraf olamayacağını
savunuyor.
Fotoğraf amaç mı, araç
mı?
Fotoğraf pek çok kişi için amaç
iken, kimileri için sadece bir araç.
Farkında mısınız, bizi kendisine
on saniyeden fazla baktıran,
hatta dinlenip dinlenip tekrar
baktığımız, hafızamızın derinlerinde demlendikçe anlamı derinleşen
fotoğrafların ardındaki fotoğrafçılar, fotoğrafa gelene kadar zaten
söyleyecek sözü olan kişiler. Fotoğraf, onların söylemek istediklerini
söylemek için seçtikleri yöntemlerden sadece birisi. İlker Maga’nın
deyişiyle “Sadece fotoğraftan anladığını ya da sadece fotoğrafla
ilgilendiğini söyleyen insan, aslında hiçbir şeyden anlamıyor
demektir.”3
“Neden fotoğraf çekiyorsunuz?” sorusuna verdiğiniz cevaplar sizi
tatmin ediyor mu gerçekten? Çevremizde birbirinin aynı olan ne
çok fotoğrafla karşılaşıyoruz, değil mi? Belgesel fotoğraf alanındaki
çalışmalarının yanı sıra, “Belgesel Fotoğraf ve Fotoröportaj” isimli
kitabı ile belgesel fotoğrafın ne olduğu tartışmalarını sağlam
bir zemine oturtan Özcan Yurdalan’a göre, fotoğraf anlatmaktan
çok anlama aracı; fotoğrafçının da anlatmak için önce anlaması
gerekiyor.4
Fotoğrafçının anlatacak bir şeyleri olması da yetmiyor, anlatabilmesi
de önemli. Çünkü anlatmak istediklerimizi anlatamadığımızda
“aynı” oluyor fotoğraf. Üstelik birkaç fotoğrafla anlatmak da
yetmiyor. Fotoğraf, var oluşumuzun, dile getirmek istediklerimizin,
hayatı anlamlandırma ve daha güzel bir dünya düşümüzün
araçlarından biri olabilir; ama tek başına tüm bunları başarmasını da
bekleyemeyiz ondan.
Özcan Yurdalan, fotoğrafçıların sorumlulukları konusunda,
“Ele alınmasını istediğimiz konularda yaşanacak değişimin, iki
fotoğraf ile üç fotoğrafçının işi olmadığını keşke hepimiz bilsek.
Kamusal alanda sorumluluk almadan, siyasal faaliyetten uzak durarak,
toplumsal eylemlere katılmadan, örgütlü mücadele vermeden, fotoğraf
makinesiyle mucizeler yaratma, ne problem varsa hepsini bir çırpıda
çözüverme hevesine kapılmasak keşke; fotoğrafı da şişirmesek.” diyor.
Teknoloji, fotoğrafın da doğasını değiştirdi; ezber bozan bazı
gelişmeler, fotoğrafçı tanımını tekrar tekrar masaya yatırmamıza
neden oldu. Neredeyse
çekilmeden, aydınlık
odada yeniden
yaratılıyor fotoğraflar.
Hani hep derler ya
“Müthiş fotoğrafçı; çünkü
iyi göz var adamda.”
diye; ama şimdilerde
körler, Evgen Bavcar gibi
hiç görmeyen insanlar,
fotoğrafçı olabiliyor.
“Fotoğraf sanat mı, değil
mi?”, “Filmli makine mi,
dijital mi?” tartışmaları
önemini yitirdi.
Bugün, “Fotoğrafla ne
yapabiliriz?”, “Fotoğrafla
nasıl sanat yapılır?”,
“Fotoğrafın işlevi”,
“Fotoğrafla neyi, nasıl
anlatabiliriz?” konularını tartışıyoruz. Fotoğrafçının kim olduğu,
kimliği bugün çok daha önemli bir hâle geldi.
Murat Pulat, 1992 yılından beri fotoğraf ile ilgileniyor. Bu süreçte
farklı mesleklerde hayatını sürdürürken, yakın zamanda meslek
yaşamını da fotoğrafa odakladı. Genç fotoğrafçılarımızdan Altan Bal
ile fotoğraf eğitimi ve atölye çalışmalarının yer alacağı bir ortaklık
kurdular. “Nefes” ve “Dikkat İnşaat Var” belgesel projeleri ile ismini
duyuran Pulat, değişen fotoğraf ve fotoğrafçı tanımlarını şöyle
değerlendirdi:
“Olumlu tarafından bakarsak; fotoğraf makinesinin bulunuşuyla
resim nasıl özgürleştiyse, dijital çağla da fotoğrafın özgürleştiğini
söyleyebiliriz. Fotoğraf (neredeyse Tanrı’ya eş tutulan ve Tanrı’nın
yarattığını birebir kopyaladığı düşünülerek çarmıha gerilen) gerçeğin
birebir kopyası olarak tartışılmaz güvenilirliği olan bir araçtan (ki
hâlâ hâkim ideoloji insanların zihnindeki görüntünün gerçekliği
yanılsamasını kullanmakta), bugün kitleler için inandırıcı itibarını
kaybetmiş başka bir araca dönüştü. Ama sırtındaki gerçeklik yükünü
de yere bıraktı ve özgürleşti. Bu aslında fotoğrafçı olarak algımızı
zorlayabilir (bugüne kadar çok inandırıcı olan bizlere olan güvenin
kaybolması adına), kötü olan nasıl iyi olabilir ki diyebiliriz; bunun
yanıtı da bir hayli eleştirdiğimiz teknoloji sayesinde. Ne kitle iletişim
araçları üzerindeki kontrol ve baskı, ne de ‘embedded’laştırılan imgeler,
özgür üretimi durduramıyor. Hâlâ bir yerlerde, suçlunun gözden ırak
işlediğini düşündüğü suçunu ifşa eden fotoğraflar kendilerine yer
bulabiliyorlar; en uç noktada fotoğraftan sayılmayan dijital çağın
nimeti cep telefonu görüntüleri bile bize görünen / gösterilenden daha
fazlası olduğuna işaret ediyor. Bundan bir adım daha ötesinde ise
ansal hiçbir gerçekliği olmayan, bence ileride eleştiri mekanizmasında
önemli bir yere oturacak, oluşturanın zihninin bir yansıması ve bize
yine dijital dünyanın hediyesi Fine-Art fotoğraf var. Tüm bunlar
bize ‘fotoğrafın’ gerçekliği, dijital olup olmaması, hangi ekipmanla
çekildiğinden çok fotoğrafın ya da daha önemlisi onu sunanın bakış
açısı, fotoğrafçının kimin tarafında olduğunun önem kazandığını
söylüyor.
Fotoğraf, biz istesek de istemesek de dönüşüyor, değişmeyen tek şey
sesini duyuramayanların sesini duyurma ihtiyaçları. Peki, çalışma
yöntemi ne olursa olsun fotoğrafçı bu ihtiyaca cevap verebiliyor
mu? Gerçekte esas soru bu değil mi?”
Fotoğrafçının
kimliği ve
sorumluluğu
Kitapları ve yarım
asırlık fotoğraf
geçmişi ile bugünün
Türkiye fotoğrafında
önemli yere sahip
olan Gültekin Çizgen,
tüm kitaplarında,
fotoğrafçının kimliğinin
önemini vurgularken
sık sık şu ifadeye yer
verir: “Fotoğraf, adeta
tek başına kimliksizdir.
Ona kimlik kazandıran
fotoğrafçının duruşudur,
birikimidir.”5
Evet, belki dünyada
fotoğrafı çekilebilecek her şeyin fotoğrafı çekildi, belki Ara
Güler’in İstanbul’u bittiği için o artık fotoğraf makinesi ile
dolaşmak istemiyor olabilir; ama şimdiki fotoğrafçılar için
yeni bir İstanbul, yeni bir dünya, yeni yaşamlar var. Kentler
ve insanlar dönüşürken, söylenecek şeyler de dönüşüyor. Bu
dönüşümün olumlu olduğu kadar toplumları körleştiren, onları
bir örnekliğe dönüştüren olumsuz yanları da olabilir. Nazif
Topçuoğlu “Fotoğraf Gösterir Ama...” isimli kitabında bu konuya
değinirken, Martha Rösler’in şu sözüne yer verir: “Görüntülerin
manipülasyonundan değil, kitlelerin manipülasyonundan
korkun”.6
Dünyanın toplumları uyutacak değil, uyandıracak, farkına
vardıracak, hatırlatacak fotoğraflara; dolayısıyla bunları
söyleyebilecek fotoğrafçılara ihtiyacı var. Bu anlamda
fotoğrafçının kimliği de bu dönüşümlerden payını alıyor.
Fotoğrafı, fotoğrafçının kimliğini arkasına alan bir yaratım olarak
düşündüğümüzde, fotoğrafçıların farklı bir konumda görülmeleri
kaçınılmaz. Bu mânâda fotoğrafçılara bir yandan sorumluluk
yüklüyoruz, bir yandan da onları belki de hiç istemedikleri
yüksek makamlara oturtmaya çalışıyoruz. Bu, aynı zamanda
pek çok fotoğrafçının egolarını da besleyen bir durum. Ego,
fotoğrafçı olmak konusunda önemli bir yere sahip, azı da çoğu
da zarar. Çünkü yarın, egoları ile yaptıkları savaşın galibi olan
fotoğrafçılar fotoğrafları ile hatırlanacaklar, egolarına yenilenler
ise egoları ile...
21
Kontrast
Fotoğrafçılardan, çoğu zaman toplumun birkaç adım önünde
olmalarını, topluma yol göstermelerini, dünyayı değiştirme
yönünde adımlar atmalarını bekliyoruz. Omuzlarına sorumluluk
yüklerken, anlatabilmek için her şeyi yapabilecekleri
özgürlüğünü de veriyoruz onlara. Hele ki söz konusu sanatsa,
adı “sanatçı” olan fotoğrafçı
ne isterse yapar, diyoruz.
Öyle mi geçekten?
Fotoğrafçı, anlatabilmek için
her şeyi yapabilir mi? İyi
ama nereye kadar?
Milan Kundera’nın “Var
Olmanın Dayanılmaz
Hafifliği” isimli romanında,
roman kahramanı Tereza,
Rusların Çekoslavakya’yı
işgali sırasında, kendini
bir foto muhabiri olarak
buluverir ve işgalin çarpıcı
fotoğraflarını dünya
basınına gönderirken,
Ruslara karşı yapılan
direnişe katkıda
bulunmanın, bunu dünyaya
duyuruyor olmanın
gururunu yaşar. Ancak,
bir zaman sonra, gün gelir
devran döner ve Ruslar, bu
fotoğraflardan faydalanarak
direnişçileri tek tek
yakalarlar; mahkemede
suçlarının kanıtı olarak
bu fotoğrafları kullanırlar.
Tereza bir daha eline
fotoğraf makinesi almak
istemez.7
Çerkes Karadağ, “Fotoğrafçı ile Diyaloglar” isimli kitabında,
fotoğrafçının ve fotoğrafın durduğu yeri şu cümleleri ile ifade
eder; “Fotoğrafçı, kesinlikle yalnızların, temsil edilmeyenlerin,
sömürülenlerin veya kendini ifade etmekten yoksun olanların
saflarında yer almalıdır! Her fotoğrafçı, genellikle bu hedefi
göz ardı etmeden yola
çıksa da kötü amaçlı
kullanımlar, onun taraflı ve
haklı bu çabasında zaman
zaman başarılı olmasını
engellemiştir. Uğruna
savaştığımız birçok şeyin
sözcüsü olmayı üstlenen
fotoğrafı, sınırsız bir
paylaşıma taşıyan da işte bu
evrensel duruşudur.”9
Fotoğraf çekerken amacımız
ne kadar iyi niyetli olsa
da, iyi niyet yetmeyebilir.
Fotoğrafçının sorumluluğuna
dair Süha Derbent de
bir söyleşisinde şunları
söylüyor; “Aslında her
fotoğraf, içinde bir taciz
içeriyor. Fotoğrafa konu olan
kişi, fotoğrafının çekilmesine
izin versin ya da vermesin,
fotoğrafta gösterildiği şekilde
olmaktan memnun olsun
olmasın, bu değişmez. Ben
gördüğümü çekiyorum,
izleyen de görmek istediği
şekilde görüyor ya da anlıyor
o fotoğrafı. Ben ne kadar
duyarlılık göstersem de
fotoğrafını çektiğim canlılar,
örneğin bir kaplan, bakalım
öyle görünmek istiyor mu?
Bunu illa ki olumsuz anlamda
algılama. Ama bunun tanımı
tacizdir; çünkü bu eylemde
fotoğrafçı hükmedendir,
onun gördüğü ve göstermek
istediği olur, fotoğraftakinin buna müdahale etme şansı yoktur.”10
Richard Avedon, Saigon’da
yedi hafta geçirir; Amerikan
bombaları tarafından
zarar gören Vietnamlıları
fotoğraflar. Çekimlerin
sonunda, kaldığı otel
odasında, çektiği fotoğrafları
gözden geçirirken, hiç ummadığı duyguların içinde bulur
kendini: Evet, Saigon’a savaşın çirkinliğini göstermeye, orada
Fotoğraf deklanşöre basmakla çekilmiyor
zarar gören insanların sesini duyurmaya gelmiştir. Hedeflediği
fotoğrafları çekmiştir, fotoğraflar çok iyidir; ama bir o kadar
Çok soru sorduk, bir kısmını kendimiz cevapladık, bir kısmını
da acı vericidir, görüntüler korkunçtur. O fotoğrafları çekerken
fotoğrafın ustalarına
yaşadıklarını, hissettiklerini
Fotoğraf, var oluşumuzun, dİle
cevaplandırdık; ama asıl
fotoğraflara bakarken tekrar
getİrmek İstedİklerİmİzİn, hayatı
cevaplar her fotoğrafçının
yaşar. Dünyaya bu fotoğrafları
anlamlandırma ve daha güzel bİr
kendisinde. Çünkü anladığımız
vermekle vermemek arasında
çelişkiye düşer. Orada
dünya düşümüzün araçlarından bİrİ kadarı ile fotoğrafçı olmak
öyle öğretilebilir bir şey değil,
bizzat bulunmadığı sürece
olabİlİr; ama tek başına tüm bunları
yaşayarak öğrenilebilecek
hiç kimse, ne o dehşeti ve
başarmasını da bekleyemeyİz ondan.
bir şey. Üstelik bir ömür
o insanları, ne de Richard
veriliyor da yine de fotoğrafçı
Avedon’ı, fotoğraflara bakarak
olunmuyor, olunamıyor. “Olma” yolunda bir ömür harcanıyor;
anlayamayacaktır ki! Fotoğraflar, dünya basınına malzeme
sonucun değil sürecin önemli olduğu bir deneyim... Fotoğrafçı
olmaktan öteye geçebilecek midir? Arkadaşı Susan Sontag’ı
tanımı da sınırları net çizilebilen bir tanım değil. Deklanşöre
arar ve ona danışır; “Ben bunlarla ne yapacağım?” der. Sontag
basmakla fotoğraf çekilmiyor demek ki? Soru sorduğumuz
ona, onunla aynı çelişkileri yaşadığını, cevabın kendisinde de
olmadığını söyler ve ekler: “İşte fotoğrafın gerçek ahlaki ve estetik herkesin hemfikir olduğu nokta, çok çalışmak gerektiği; ama
yanı budur, yani bu sorulardır; cevabı yoktur, görecelidir.”8 Fotoğraf daha da önemlisi, fotoğrafçı dediğimiz kişinin öncelikle bir
kimliğe sahip olmasının gerekliliği. Bu kimlik de fotoğraf
tarihi, fotoğrafçıların bu türde hikâyeleri ile doludur.
22
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği OCAK 2010
makinesi sahibi olmakla değil, sanat ve bilimin farklı dallarında
yıllarca kazanılan birikim ve deneyimle ediniliyor.
Fotoğrafçı, en başta “kendi olmak” zorunda; çünkü fotoğraf
ancak fotoğrafçısı kadar gerçek olabiliyor. Arto Tunç Boyacıyan’ın
dediği gibi, “Kendinize karşı dürüstseniz, fotoğrafınız gerçek
olur.”11
Fotoğrafçı, farklı bir şeyler söyleyebilmek için zaten farklı
olmak zorunda; içinde yaşadığı dünya ve topluma yeni bir
şeyler söyleyebilmeli. Öyle sorumluluk sahibi olmalı ki
fotoğraflarına konu olan insanların, nesnelerin ve olayların bir
gün bu fotoğraflardan umulmadık biçimde zarar görebileceğini
asla unutmamalı. Tüm bunlara sahip olan fotoğrafçıyı şıp diye
gözünden tanımamız da mümkün değil. Çünkü onlar zaten pek
ortalıkta görünmüyorlar; “buradayım” diye bağırmıyorlar; işlerini
yapıp kenara çekiliyorlar ve takdiri izleyiciye bırakıyorlar.
Konuk Yazar
İlker Maga’nın dediği gibi;
“Klasikler bağırmazlar.
Klasikler insanı ısırmazlar.
Ustalar insana yavaş yavaş nüfuz ederler..”12
Dipnotlar
1
Çerkes Karadağ, Görme Kültürü, sf. 18
2
Nezih Tavlaş, Foto Muhabiri Ara Güler, sf. II
3
Fotoğrafçıya Fısıltılar, İlker Maga, sf. 9
5
Gültekin Çizgen, 101 Kompozisyon 101 Yorum, sf.16
6
Nazif Topçuoğlu, Fotoğraf Gösterir Ama..., sf.43
9
Çerkes Karadağ, Fotoğrafçı ile Diyaloglar, sf.19
10
www.fotoritim.com/yazi/sule-tuzul--fotografin-sessiz-ve-tavizsiz-kedisi-suha-derbent-ilesoylesi
11
Özcan Yurdalan, Belgesel Fotoğraf ve Fotoröportaj, sf. 43
12
Henri Cartier Bresson, Karar Anı, Hazırlayan: İlker Maga, sf.138
Kaynakça:
4
Özcan Yurdalan, Belgesel Fotoğraf ve Fotoröportaj
7
Milan Kundera, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği
8
Liz Wells, The Photography Reader
Murat ŞEN
Geçmiş zaman olur ki...
Okula başladığımdaydı ilk resmi tokadı yemem. Sınavlar,
ödevler, vazifeler, otorite, belgeler, belgeler, belgeler... Kafa
kâğıdımı kaybetmiştim bir sınav öncesi; yenisine sahip olmak,
ne büyük bir çaba gerektirmişti. Sonra ehliyet. Sağlığım,
sabıkam, bilgim, yeteneklerim... Hepsi itina ile kontrol edildi.
İktisat okumuştum; gönlüm gazetecilikten yanaydı. Birkaç
toplumsal olay, mekân fotoğrafı çekeyim dedim. Basın kartım
olmadığından gözaltına alındım. Makinemi de kendimi de zor
kurtardım.
En iyi becerdiğim şey, fotoğraf çekmekti; askere, polise
bulaşmayıp, bazı yerlerden uzak durunca kimse karışmıyor,
ehliyet sormuyordu. Birkaç para getirecek iş yapmıştım; tabii
sonuç pek iyi değildi ama hızlı öğreniyordum. Işıklar, makineler,
yeni müşteriler... Artık fotoğrafçı olmuştum. Şahane bir şeydi bu;
hemen daha büyük ve yeni işler yapmalı, büyümeli, büyümeli,
büyümeliydim.
Kendisi için fotoğraf çekmeyi çok istediğim bir kurum benden
portfolyomu isteyinceye kadar, o sabun köpüğünün içinde
mutlu günler, haftalar geçirdim. İşte o zaman anladım diploma,
karne, ehliyet sahibi olmanın, rüştünü ispatın en kolay yolu
olduğunu. Önümdeki sistem, tüm denetim makamlarından daha
acımasızdı. “Hani nerede portfolyo?” diyordu. Elbette durum
ümitsiz değildi; her konuda olduğu gibi çalışma, imkânlar, zaman
ve şans ile bu sorun da çözülebilirdi.
Satranca çok benzettiğim hayatı da sondan başa doğru
öğreniyordum. Virtüözite ve portfolyo zamanla olgunlaşırken,
bir şeylerin eksik olduğunu anladım. Fotoğrafa dair neredeyse
hiçbir şey bilmiyordum ve hatta neden fotoğraf çektiğimi...
Neden fotoğrafın da bir felsefesi olmasındı? Vardı da... Daha iyi
bir fotoğrafçı olmak için sadece makine ve filmler ile boğuşmak,
bir köpeğin kuyruğunu deli gibi kovalamasından farksızdı.
Okumalı, yeni bakış açıları kazanmalı, üretmeli, üretmeliydi.
Gün geldi fotoğrafçılığımı sorgulamaktan vazgeçtim. Bakıyor,
görüyor, istediğim gibi kaydedip, hayatımı bu işten kazandığım
para ile idame ettirebiliyordum. Kısacası, artık ehliyet
sahibiydim.
İnsan, aydınlandığını zannettiğinde başkalarını irşat etmeye de
heves ediyor; ben de ettim tabii. Herkesin bir doktora, avukata
ve fotoğrafçıya soracak sorusu vardır bu ülkede. Bana da herkes
fotoğraf, fotoğrafçılık ve malzemeler ile ilgili soru soruyordu.
Çevremdeki pek çok insan, kısa zamanda makine sahibi olup
kendini sokaklara vurdu. Şehrin tüm sümüklü bebelerini,
sarman, tekir, benekli, boz kedilerini belgelediler. İçlerinden
bir teki bile fotoğrafa dair bir şeyler okumadı ama kedileri ve
bebeleri çekmeye devam ettiler. Hiç bıkmadan, usanmadan... En
uzun ve geniş objektifleri aldılar. Zaman zaman kıskanmadım
değil. En hafif tripodları, en pahalı çantaları aldılar; fotoğraf
kitabı almadılar ama. Kediler çok sıkılmıştı ve içlerinden bazıları
bu kameralı insanları tırmalamak istiyordu. Çocuklar büyüyordu
ama arkadan yenileri geliyordu.
Tarih tekerrür ediyordu. İcat edildiği tarihte, bir bakıma selefi
resim zanaatının seri üretimi olan fotoğraf ürünü, önce film
ve makine enflasyonu, daha sonra dijital evrim ile seri ötesi
bir hızda üretiliyordu artık. Bir firmanın 19. yüzyıldaki “Siz
düğmeye basın, gerisinibiz hallederiz” sloganı gerçek olmuş;
her şeyi halleden, sahibinden hızlı ve yetenekli makineler ile
kuşatılmıştık.
Ben hâlâ, başka başka insanların aynı kedileri ve çocukları
çektiğini görüp hiç şaşıramıyordum. Beni şaşırtsınlar diye
kitaplar önerip, o kitapları okumadıklarını görüp şaşırıyordum.
Maymunların 1-0 gerisindeydik. Teorik olarak çok sayıda
maymunu, bir o kadar daktilonun başına oturtup, rastgele
tuşlara basmalarını beklersek, bir gün elimizde Nobel Ödüllü
bir romanın kopyası olması işten bile değildi. Oysa bir şehrin
yarısı, her hafta sonu, eski ustaların en iyi fotoğraflarını çektiği
mekânlarda, oldukça uzun bir zamanı, fotoğraf makinelerinin
deklanşörüne basarak geçiriyorlardı.
Bazıları kedilerden ve sümüklü bebelerden sıkıldı. Kediler
onlardan sıkılalı çok olmuş, çocuklar ise büyümüştü. O kadar
zaman boş yere kurslara, toplantılara gitmiş olmamak için
kendilerine sevgililer, eşler buldular; belki de aradıkları hep
buydu.
Önemli bir müzik adamı, müzik endüstrisinden bahsederken,
“İçerik, tarihin hiç bir döneminde tekniğin bu kadar gerisinde
kalmadı.” demişti. Aynı şeyin bugün fotoğraf için de gerçek
olduğunu görmek çok üzücü.
Ben bu kadar ehliyetsiz fotoğrafçının arasında şimdilik, trafiğe
çıkmadan yoluma devam ediyorum.
23
Kontrast
Yorum
Röportaj: Yasemİn Şenyurt
Fotoğraflar: Şevket Şahİntaş
Söyleşi
Şule Tüzül
UZAK
FOTOĞRAFLA
DUYARLILIĞI
ANLATAN BİR İSİM:
“Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz,
her gazetede üzerine bir şeyler
yazılabilecek olan terörle de başlamaz.
Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde
başlar,
iki insan arasındaki ilişkide başlar...”
Ingeborg Bachmann
ŞEVKET
ŞAHİNTAŞ
Bir fotoğrafta bir kedi ne anlatabilir ki
insana? Üstelik vahşi ve umarsız...
Evet güzel ama orada kalırsınız, ilerisi yok...
Sabah evden çıktığınız anda başlıyor...
Trafikte şu, elini kornasından çekmeyen
adam, otobüslerin mutsuz kalabalıkları,
işyerlerinde günaydın demeye mecali
olmayan yüzler... Eksik “merhaba”larla dolu
günler... Hırslar, birinin üstüne basmadan
yukarı ulaşamayan kişilikler, içindeki
nefreti karşısındaki ile çözümlemeye
kalkan kimlikler... Hani aşka taparsınız ya,
biricik inancınızdır, her sevgilide biraz
daha eksilmiştir. Akşam eve vardığınızda
neden yorgunsunuz ki? Sahi bugün kaç
saat bilgisayar başındaydınız? Parasızlık mı,
sevgisizlik mi, seviyesizlik mi en katlanılmaz
olan? Yaşam değil, insan kendi kendini
yoruyor. Hiç farketmediniz mi?
Sonra klişe manşetler... Savaşlar ve ardında
büyük adam sandığımız politikacılar... Kim,
neyi, neden paylaşamıyor? Sonra işkenceler,
katliamlar, tutsaklıklar... Gülümseyen
Kitaplık
“Benim merak ettiğim şey,
hayatlar ama asıl amaç
onları göstererek, hayatlarını
düzeltecek bir şeyler
yaptırabilmek.”
yüzlerde kocaman yalanlar... Birileri hâlâ
annelerinin margarinini kullanırken, hâlâ
açlıktan ölen çocuklar var. Çocuklardan
yaratılan katiller var. Felaketlerin değil,
cahilliğin can aldığı coğrafyalar... Hangi
kaçışın bedeli televizyon dizilerine tutsak
milyonlar...
Sonra bir an, hani fotoğrafların o biricik
“an”ları gibi bir an, bir fotoğrafta bir kedi
çıkar karşınıza. Siz o âna kadar onu sadece
vahşi ve güzel sanırdınız. Ama işte o anda
ona vahşi demeye utanırsınız. Öylece bakar,
Felsefe eğitimi gören Susan Sontag; deneme
ve roman yazarı, kuramcı, eleştirmen,
insan hakları savunucusu ve aktivisttir.
Fotoğraf üzerindeki görüntülerin, gerçeklik
minyatürleri olarak tanımlanabileceğini
söyleyen Sontag’ın “Fotoğraf Üzerine” adlı
kitabı, fotoğrafla ilgilenmeye başlayanların
24
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği OCAK 2010
Oysa o, sadece fotoğrafta bir kedi... Vahşi,
umarsız ve güzel...
Yasemİn Şenyurt
FARKINDALIK
İÇİN BİR KİTAP
ÖNERİSİ
Neden fotoğraf çekme eylemi ile ilgiliyiz?
Bu eylemi diğer eylemlere tercih etmemizin
sebebi nedir? Kendi içimize dönüp, bu
soruların cevaplarını arayabiliriz. Bu sorulara cevap ararken de bizi aydınlatmasını
istediğimiz bir kitap aramaya başlarız.
Bu arayış aslında kendimizle, hayatla ve
fotoğrafla ilişkimizi değiştirecek, önemli
adımlardan biridir. Fotoğraf çekme eylemi
üzerine bizden önce düşünmüş, araştırmış
ve sorgulamış bir insanın sözcüklerinin
rehberliğine ihtiyaç duyarız.
umarsızdır; ama sanki sözcükleri olmayan
içinizdeki her şeyi önceden biliyordur;
sizi anlıyordur. Sanki sırf bu yüzden o an,
oradadır. O an; acılar, yalanlar, hüzünler,
pişmanlıklar, ağır gelen her şey, hepsi
geride, çok uzaklarda... Ama o an ta derinde
bir sızı, bir farkına varış; insan ne kadar uzak
kalabiliyor kendine, tüm mesafelerden daha
uzak...
Fotoğrafın sanat olup olmadığını tartışmanın
yanıltıcı olduğunu söyleyen yazar, fotoğrafın
aslında bir dil olduğunu ve aynı zamanda
tüm konuları sanat eserine dönüştürme
gibi bir kapasitesi olduğunu da belirtir.
Fotoğrafın en kalıcı zaferinin ise anlamsız
ve yıpranmış olandaki güzelliği keşfetme
yetisi olduğunu söyleyen Sontag, güzelin standardının dünya değil fotoğraflar
olduğunu da söyler. Fotoğraf tarihinin,
güzelleştirme ve doğruyu söyleme
arasındaki mücadeleden meydana geldiği
üzerinde düşünmemizi sağlayan kitap,
fotoğraf ve ölüm ilişkisini de irdeliyor.
yanlarından ayırmamaları gereken bir kitap.
Kitabı yazma fikri, aslında tek bir denemeyle
başlamış. Bu denemede estetik ve ahlaki
sorunlara değinmeyi düşünen Sontag,
fotoğrafların ne olduklarını düşünmeye
başlayınca, denemelerin de birbirini
kovaladığını belirtir.
Bizi yoğun bir düşünme ve okuma
etkinliğine çağıran ”Fotoğraf Üzerine”,
görünüş ve gerçeklik sorununu vurgulayan,
sarsıcı bir kitap... Sontag’ın kitabını okurken,
kendinize sorduğunuz soruları da çoğaltarak
fotoğraf çekme eyleminizi farkındalıkla
donatabilirsiniz.
“ÇOK GÜZEL KALEME ALINMIŞ BİR
ROMANIN ANLATTIĞI YÜZLERCE
SAYFALIK SAVAŞI, YİNE O SAVAŞTA
ÇEKİLMİŞ TEK KARE FOTOĞRAFLA
ANLATABİLİRSİNİZ. YÜZLERCE SAYFA
AKILDA KALMAZ AMA O KARE KALIR.”
“Başka insanların hayatını ve yaşamı
değiştirebilmek, güzelleştirebilmek ve
anlamlandırabilmek bizim elimizde”
dersek, havada kalan bir cümle kurmuş
oluruz. Şevket Şahintaş’ın hayatını
kendi cümlelerinden dinleyip, aslında
başkalarının hayatını olumlu anlamda
nasıl değiştirdiğini anlarsak ve bunu
avuç içi kadar makinesiyle yaptığını
bilirsek, belki bizler de yaşamın
seyrini değiştirebileceğimize inanır
ve mücadele ederiz. Şevket Şahintaş,
İstanbul’da yaşıyor ve taksi şoförü
olarak çalışıyor.
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz? Sizin için yaşam
ne zaman başladı? Doğum tarihinizi ve doğum
yerinizi de öğrenmek isteriz ama daha da
önemli olan yaşamın sizin için başladığı an...
O anda neler oldu?
1966 İstanbul doğumluyum. 18 yaşında bir
oğlum ve 14 yaşında bir kızım var. Plakası
kendimize ait taksimizde, 23 yıldır aralıklarla
çalışıyorum. Aralıklarla diyorum; çünkü
bazen başka işler yapmaya da kalktım ama
yürümedi, tekrar taksiye çıktım. Yaşamın
benim için başladığı an olarak, beni bu
fotoğraflara iten andan bahsediyorsanız,
sekiz yaşlarındayken ağabeyimin annem ve
babam hakkında konuşurken, babamın daha
anlayışlı olduğunu, kendini bizim yerimize
koyarak bize yaklaştığından bahsettiği an
diyebilirim. Hayatımda duyduğum ilk felsefi
sözlerdi, kendini başkasının yerine koymak...
Sizin fotoğraflarınızda, meraktan öte;
yaşamları anlama, yakalama ve onları
insanlarla yüzleştirme isteği seziliyor. Bunu
yaparken amacınız onların yaşamına dikkat
çekmek mi, ufak da olsa onların yaşamlarını
düzeltebilecek bir şey yapabilme ihtiyacı mı?
Kısacası, sizi bu fotoğrafları çekmeye iten
güdü nedir?
Aslında ikisi de var. Benim merak ettiğim
şey, hayatlar ama asıl amaç onları
göstererek, hayatlarını düzeltecek bir
şeyler yaptırabilmek. Özellikle kışın soğuk
havalarda, sıcak bir ortamda toplanmalarını,
bakılmalarını sağlamak istiyorum.
Televizyonlarda görüyoruz ama yeterli
olmadığını biliyorum; sadece kar yağarken
görüyoruz onları televizyonlarda. Ancak ayaz
kış günlerinde ve şiddetli yağmurlarda da
dışarıdalar. Günlerce süren yağmurlar oluyor
ve hepsi ıslanıyor. Kışın elbiseleri ıslak bir
insanın yerine kendinizi koyun, çok zor bir
durum değil mi?
Sizce, “Gecenin Öteki Yüzünü” tanımayan
bizler bu derin uykumuzdan ne zaman
uyanacağız? Ne zaman gecenin öteki
yüzündeki yaşamların değerini fark edeceğiz?
İnanın ben de bilmiyorum. Fotoğraflarla
elimden geleni yaptım. Duyuru olarak
ülkemin en çok satan gazetelerinde,
dergilerinde defalarca çoğu tam sayfa
röportajlar verdim. Fotoğraflarımla
birlikte Der Spiegel’de oldukça geniş
bir röportajım yayımlandı. CNN Türk’te
bu konuyla ilgili belgeselim yayımlandı.
Başka kanallarda canlı yayınlara katıldım.
Fotoğraf sergimi açtım. Bu günlerde sinema
belgeselim çekiliyor. Bu yaşamları insanlara
anlatabilmek için başka ne yapılabilir ki?
Belki de uzun zamandır iç içe olduğunuz
insanların ya da uzaktan da olsa yakalamaya
başladığınız bu hayatların fotoğraflarını
çekmeye karar vermenizin bir öyküsü var mı?
Tabii ki var. Çok soğuk kış şartlarında
uyumaya çalışan insanlar gördüm. Daha
sonra makine aldım ve fotoğraflamaya
başladım. Fotoğraf çekmek için yanlarına
gittiğimde, soğuktan inleyerek uyumaya
çalışan insanlar olduğunu duydum. Evet,
gözleri kapalı, hem titriyor hem inliyorlardı.
Siz gecenin öteki yüzündeki insanların
fotoğraflarını çekerken, onlar kendilerini nasıl
hissettiler? Karşı çıkanlar oldu mu?
Ben, makine cebimde giderim yanlarına.
25
Kontrast
özel anımız bu oluyor sanırım.
Yaşamı olumlu anlamda değiştirmek isteyen
insanlara ne önerirsiniz?
Sadece istememelerini, mücadele
etmelerini önerebilirim.
Fotoğrafla ilgilenmek isteyenlere ya da
ilgilenenlere söylemek istedikleriniz var mı?
Sadece fotoğraf değil, sanatın herhangi bir
dalıyla, hatta bir kaçıyla iç içe olmalı, izleyici
olarak değil etkin olarak uğraşmalı insanlar.
Dünyadaki gelişmiş bütün ülkelerin sanatla
paralel geliştiği biliniyor. Ülkemizde ise
“Hangi makineyle çekiyorsunuz
dendiğinde, avuç içi kadar
makineyi cebimden çıkarınca,
oldukça şaşıran insanlar oluyor.”
Önce bir sigara ikram eder, oradan buradan
konuşur ve “Haydi bir de fotoğrafını
çekeyim”e getiririm konuyu. Bu yüzden
kendilerini hiçbir zaman kötü hissetmiyorlar.
Gene de istemeyenler olabiliyor ama
makineyi doğrudan yüzlerine dayamadığım
için sadece kibarca reddediyorlar.
Bu fotoğrafları çekerken böylesine bir beğeni
ve ilgi yakalayacağınızı düşünüyor muydunuz?
Bu kadarını hayal etmek zor... Yurt dışından
da takip ediliyor artık. Yine yurt dışından
önemli televizyon kanalları görüşmek
istiyor. Gerçekten gördüğüm ilgiyi hayal bile
edemezdim ama umarım bu ilgi, amacıma
ulaşmamı sağlayan güçlü bir unsur olur.
26
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği OCAK 2010
Gelecekteki projeleriniz ya da hayallerinizden
bahseder misiniz?
Şu an bir kitap projem var; en kısa
zamanda başlayacağım. Fotoğraflarını
çektiğim insanlara nasıl yaklaştığım, neler
gördüğüm, neler hissettiğim gibi konular
olacak. Buna benzer fotoğraflar çekmeyi
düşünen genç belgesel fotoğrafçıların işine
çok yarayacağını düşünüyorum. Aklımda
bazı projeler var; ama zamanım olacak mı
bilmiyorum. Fotoğraf gerçekten zaman
gerektiren bir uğraş. Bizim gibi günlük para
kazanması gereken insanlar için de oldukça
lüks.
Fotoğraf çekerken nasıl bir ruh hâli içinde
oluyorsunuz?
Fotoğrafa ilk başladığım yıllarda gelseydi
bu soru, açıkça depresyona girdiğimi ve
gözlerimin dolduğunu söylerdim. Zamanla
yaralar kabuk bağlıyor. Herhalde mutlu
insanların fotoğraflarını çekmediğim için
de mutlu olmuyorum. Yıllarca fotoğraf
heykellere tahammül edemeyen belediye
başkanları var...
Kendinizi fotoğrafla ifade etmeyi seçtiğinize
göre, sizin için fotoğrafı önemli kılan bir
şeyler olsa gerek. Sizce fotoğrafın başardığı
fakat diğer görsel sanatların başaramadığı
şey nedir?
Fotoğraf tamamen gerçeği yansıtıyor. Diğer
sanat dallarından onu ayıran en büyük
özelliği bu. Çok güzel kaleme alınmış bir
romanın anlattığı yüzlerce sayfalık savaşı,
yine o savaşta çekilmiş tek kare fotoğrafla
anlatabilirsiniz. Yüzlerce sayfa akılda
kalmaz ama o kare kalır. Çocuğun ölümünü
bekleyen akbaba fotoğrafı, Afrika’daki
yoksulluğu en iyi anlatan belge olmuştur
çekildiği günden beri.
Nasıl bir dünyada yaşamak isterdiniz?
Aslında dünyadaki kime sorsanız
cevaplarının birbirinin benzeri olacak tek
soru bu sanırım. Problem o dünyayı nasıl
elde edeceğimizde?
çekiyorsunuz, evinizin duvarına asacak
güzel bir fotoğrafınız yok. Konuyu en iyi
anlatan fotoğraf, hâliyle en iyi fotoğrafınız
oluyor; en iyi fotoğrafınızsa, perişan bir insan
oluyor. Siz de ona, benim iyi fotoğrafım,
diyemiyorsunuz hâliyle. Yani çektiğiniz iyi
fotoğraf sizi mutlu etmiyor.
Yaşamda karşılaştığınız en büyük zorluktan
bahseder misiniz ve onu nasıl aştınız?
İnsan hayatında birbirinin benzeri o kadar
çok zorlukla karşılaşıyor ki... Hangisini ön
sıraya koyacağını bile düşünemiyor. Ben
hiçbirini aşamadım aslında ama hayat devam
ediyor.
Fotoğraf makinenizle yaşadığınız en özel
anlardan birini anlatır mısınız?
Gittiğim gösterimlerde hayli ilgi görüyor
fotoğraflar. Söyleşi bölümünde, hangi
makineyle çekiyorsunuz dendiğinde, avuç içi
kadar makineyi cebimden çıkarınca, oldukça
şaşıran insanlar oluyor. Makinemle benim en
27
Yol Notları
Kontrast
Yazı ve Fotoğraflar
Ceyda Taşdelen
Çekim Önerisi:
YOLDA OLMAK
Doğumla başlar insanın yolculuğu. Her yaşam bir yolculuk,
her yolculuk da bir keşiftir. Özünde olanı yaşar gezgin;
genlerine, oluşumunda işlenmiş olanı keşfe çıkar. Ana
rahmindeki güvenli alanı terk ettiği andan itibaren başlar
gezginin meraklı serüveni. O nedenledir ki yolculuk, insanın
özüne, varlığına, kendine doğru yaptığı içsel seyahatler
olduğu kadar; var olana, dışında gelişene, merak edilene
doğru yapılandır aynı zamanda.
Gezgin her yolculuğunda, hem kendisine hem de merak
ettiklerine doğru bir keşfe çıkar. Hiç bitmeyen bu merak
dolu serüvene katılmış olanın, çemberin dışında olmaktan
başka şansı yoktur artık. Uzun süre aynı yerde kalmak,
kapalı ofislerde güvenli bir yaşam sürdürmek, bildiktanıdık, “bizden” olanlarla yaşayıp gitmek ona göre değildir
asla. “Ötekine”, “bilinmeyene”, “merak uyandırana”,
“keşfedilmemişe” ve zaman zaman da “tehlikeli”ye doğru,
bir yolda olma hâlidir artık onun hayatı. Keşfetmekle
güdülenmiş, gördükleriyle kendi olmayı, “kendini bilmeyi”
öğrenmiş, kendini büyütebilmek için başka yollara,
insanlara, kültürlere ihtiyaç duyar olmuştur. “Öteki” ile “biz”
olmayı, önyargısızca kültürleri anlamayı, içinde soluk alıp
verdiği, üzerinde yürüdüğü, “memleketim” dediği toprakları
ve dünyayı tanımayı, doğanın sunduğu bin bir çeşit
güzelliğin değerini anlamayı öğrenmiştir bir kere; artık iflah
olmaz, bitmek tükenmek bilmez bir keşfin tam ortasındadır
o...
Anadolu’da atılan her adım bir keşif; gidilen
her yol, kişinin içsel yolculuğunda bir
ilerlemedir.
Karlı Fotoğraflar: Karın ışık yansıtıcılığının yüksek
olması, kar fotoğraflarının doğru pozlama ile çekilmesini
engelleyen bir faktördür. Bu nedenle, fotoğraf makineniz
ne kadar üst seviye olursa olsun, karlı fotoğraflar
çekeceğiniz zaman doğru pozlama değerleri için insan
teni ya da hiç kimse yoksa kendi avuç içinizin değerini
kullanmayı tercih edebilirsiniz. Karlı fotoğraflar söz
konusu olunca, farklı tarzlarda çekimler yapabileceğinizi
de unutmayın. Sade, detay, hareket, makro ya da genel
manzara çekimleri için son derece uygundur karlı
havalar. Çekim yaptığınız alanda kar yağmaya devam
ediyorsa flaşlı çekim yaparak taneleri belirginleştirmeyi
deneyebilir; gölgede karlı fotoğraf çekiyorsanız
makinenizin beyaz ayarını değiştirerek gölgeli çekim
moduna geçirebilirseniz, soğan kabuğu renginde filtre
kullanımında olduğu gibi mavi tonlar almak yerine beyaz
rengi yakalayabilirsiniz.
Anadolu... Övgü dolu onlarca sözcükle kafalarımıza kazınmış
olan memleketimizi hangimiz tanıdık yeterince? Kaçımız
kültürlerin beşiği olan ülkemizde geçmişten bugüne
kimlerin yaşadığını, bugünlere hangi kültürel değerlerin
miras kaldığını biliyoruz; şimdi bu mozaik denilen
coğrafyada, bu kırılgan cam parçalarının nasıl yaşadığını
kaçımız biliyoruz? Kaçımız doğumla miras kalan gezginlik
genlerimizi bastırmak yerine yaşama fırsatı bulduk?
İçsel yolculuğumuzu yapabilmek, “öteki”ni olduğu kadar
“kendimizi” keşfetmek için de yolda
olmak gerektiğini kaçımız fark ettik?
Bir düşler coğrafyasıdır Anadolu;
gezgin yazara açar kapılarını, davet
eder, duymayı bilen kulaklara seslenir
ve anlatır kendini, yaşadıklarını,
gerçekleri. Gezgin fotoğrafçının
objektifine göz kırpar usulca; her
buluşmasında bambaşka kadrajlarla
karşılar onu, keşfedilmeyi beklediğini
haykırır. Duymayı bilen kulakların,
görmeyi bilen gözlerin ve gezgin
ruhların keşfini bekler Anadolu.
Yolda olacağız sizlerle... Anadolu’nun
sesini, sözünü, objektiflerimize
yansıyan güzelliklerini aktaracağız bu
satırlarda. Yazdığımız, gösterdiğimiz
yerlerde kendi keşfinizin peşinden
koşabilmenizi dileyerek çıkacağız her
sayıda yeni yolculuklarımıza...
28
Dolayısıyla Ocak-Şubat ayları dendi mi karlı, sisli, bulutlu
fotoğrafların bizleri beklediğini söyleyebiliriz. Karlı, sisli ya
da bulutlu fotoğraflar çekeceksek de bazı noktalara dikkat
etmenin, bazı püf noktalarını bilmenin faydası olabilir diye
düşünüyorum.
***
Anadolu’da atılan her adım bir
keşif; gidilen her yol, kişinin içsel
yolculuğunda bir ilerlemedir. Anadolu,
beklenmeyeni sunar her daim.
Tüm yazılanlardan, rehberlerden,
programlardan başka bir dünya çıkar
karşısına Anadolu’yu keşfetmeye
çıkanın. Her şeyi altüst eder bir anda;
ne kadar bilgisiz, ne kadar eksik, ne
kadar çok şeyi öğrenmek zorunda
olduğunu hissettirir insana. Günlerce
yapılan tüm planları, programları
bir anda yıkar geçer Anadolu ve
kendiliğinden düzenlenmiş bir
programın içinde bulur gezgin kendini
bu topraklarda. Artık tek bir rehberi
vardır gezginin, Anadolu’nun ta
kendisi.
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği OCAK 2010
Ocak ayı gibi, kış döneminin en zorlu aylarından birisine
girince, genellikle zorunlu olmadığı sürece evden çıkmamayı
tercih eder insanlar. Ancak fotoğrafçıysanız, gezginseniz veya
olmaya niyetliyseniz, sizin için yollara düşmenin ve sürprizlere
kucak açmanın zamanı gelmiş demektir. Bugüne kadar
gezdiğiniz sokaklar, ağaçlar, göller, dağ-tepe ve diğer şehirler
sizlere verdiklerinden çok farklı pozlar vermeye, bambaşka bir
güzelliğe bürünmeye başlamıştır artık. Dağlar yolunu tutmuş,
bembeyaz giysisini kuşanmış, sokaklar her farklı gün farklı bir
ışıkla sizleri karşılar olmuştur.
Sisli Fotoğraflar: Işık yansıtıcılığı kar kadar olmasa da
yine yüksek olan sisli hava şartlarında fotoğraf çekmek
için de fotoğrafçı makinesine ne kadar ve ne zaman
müdahale etmesi gerektiğini bilmek zorundadır. Yine
avuç içi ışık ölçüm yöntemi ile ya da 1 stopluk poz artışı
ile çekimimizi yapabiliriz. Bulut ve sis hareketlerini en iyi
gözlemleyebileceğiniz ve çekebileceğiniz yerler elbette
ki dağlardır. Çekim amaçlı geldiğiniz bir dağlık alanda
uykunuzdan da fedakârlık yapabilir ve erken kalkabilirseniz en güzel sis hareketlerine tanıklık edebilirsiniz.
Unutmayın ki alçak dağlık alanlarda sis günün en erken
saatlerinde izlenebilmektedir.
Bulutlu (Kapalı) Havalar: İçinde bulunduğumuz aylarda
çoğunlukla kapalı-bulutlu havalara maruz kalacağımız
düşünülürse, bu tip havalar için kimi önerilerde
bulunmamız, özellikle fotoğrafa yeni başlayanlar için
faydalı olabilir diye düşünmekteyim. Bu tip havalarda
genellikle fotoğraflarımızda soğuk renkler hâkim
olduğundan, renk doygunluğunun ve objelerde form
olmamasından yakınırız. Fotoğrafımızdaki renklerin
soğuk olmasının ve renk doygunluğunun olmamasının
başlıca nedeni ışığın Kelvin derecesindeki yüksekliktir.
Analog makinelerimizde bu sıkıntıyı ancak amber rengi
(soğan kabuğu) filtreler yardımı ile aşabilirken, günümüz
teknolojisi dijital makinelerde beyaz ayarımızı bulutlu
çekim moduna getirmemiz yeterli olacaktır. Kapalı
havalarda ışığın homojen yapısı objelerin boyutlarını
yitirmemize neden olduğu için genel çekimlerden
kaçınarak, özellikle yakın portre çekimleri yapmayı ya da
yapay ışık desteği almayı denemeliyiz.
29
Kontrast
Gelişmeler ve
Teknik Bilgiler
Atakan Baykoçak
• FOTOĞRAFLARLA “İKLİM
DEĞİŞİKLİĞİ”
Teknoloji, fotoğraf dünyamızı da
her gün ödüllendiriyor. Yetişmesi
neredeyse imkânsıza yaklaşan
teknolojik gelişmeleri paylaşırken,
fotoğrafın değişmeyen gerçeklerini
içeren küçük önerileri de burada
bulacaksınız.
New York’ta Kasım 2009- Mart 2010
tarihleri arasında görülebilecek olan
“Dünyamızdaki İklim Değişikliği” isimli
sergi, Ansel Adams Ödülü de bulunan
Çevreci Fotojurnalist Gary Braasch’ın
fotoğraflarından oluşuyor.
* daha iyi fotoğraf için öneri:
Makineniz, görüntüyü belli bir açıdan görür.
Bu yüzden, gözünüzün gördüğünü değil,
objektiften görünen görüntüyü dikkate
alın.
* teknik:
Sensör, yüzeyine çarpan ışığa tepki verir ve
makineden geçen elektrik akımını etkiler.
Makinenin devreleri, elektrik gücündeki
değişkenleri belirleyerek onları çip
üzerinde belli noktalara haritalar. Bu veriler
fotoğrafa dönüştürülür. Fotoğraf kalitesi,
yalnızca sensöre bağlı değildir. Objektif
kalitesi ve nasıl işlediği de kaliteyi etkiler.
Sensör parazitlenmesi, çipin çeşitli
nedenlerle dışarı attığı rastgele verilerdir
ve fotoğrafta gren olarak görünür. Verinin
işlenmesi ile belli oranlarda giderilmesi
mümkündür.
Yurt Dışı
Haberler
başka avantaj olduğunu söyleyebiliriz.
A850, 24.6 efektif mp’li full-frame Exmor
CMOS sensörü, çift BIONZ görüntü işleme
motoru ile ISO 6400’e kadar çıkabilen
yüksek hassasiyetli, detaylı ve düşük
grenli fotoğrafları kullanıcıları için keyifli
bir hâle getiriyor. A850, dokuz noktaya AF
otomatik netleme sistemi ve 10 yardımcı
netlik noktası desteğinde mükemmel bir
odaklama performansı getiriyor.
Canon PowerShot G11
G11, genişletilmiş dinamik alanı, yeni
çift noise azaltma sistemi, 10 mp görüntü
sensörü ve DIGIC 4 görüntü işlemcisi ile
dikkatleri üzerine çekiyor. G10 modeline
kıyasla kullanıcılara fazladan 2 stop
Bazı makineler, yüksek ışık duyarlılığında
(ISO ayarında) çekilmiş fotoğraflarda
maksimum çözünürlük sağlamayabilir. ISO
ayarını her değiştirdiğinizde makinenizin
çözünürlüğünü kontrol edin.
Sorularınız için: [email protected]
* yeni:
Son 10 yıllık iklim değişikliğini
fotoğraflarla belgelemek amacıyla yola
çıkan serginin bulunduğu mekânda,
çocuklar ve öğrenci grupları için de
bir etkinlik yer alacak. Bu etkinlikte
çocuklara konuyla ilgili video
enstalasyonları izletilecek.
Birlikte yürütülen bu iki çalışma,
iklim değişikliği konusunda tüm yaş
gruplarına bilim ve sanatı birlikte
kullanarak bir duyarlılık kazandırmayı
hedefliyor. Detaylı bilgi için www.
earthunderfire.com/pages/exhibit
adresini kullanabilirsiniz.
• FOTOĞRAF MAKİNENİZ DE
UÇABİLİR!
Fotoğraf dünyası, geçtiğimiz aylarda
yeni bir ürünle tanıştı. Fotoğrafçılara,
yüksek mesafelerden de görüntü
yakalamayı sağlayacak bu yeni ürünün
adı “skyshutter”. Bu küçük helikoptere
fotoğraf makinenizi yerleştirerek, 360
derece pan-tilt ve dönüş hareketi
yaparak görüntüler elde etmek mümkün.
Onu, havadan görüntü almayı sağlayan
diğer araçlardan farklı kılan, güvenli
ve hafif oluşunun yanı sıra, kısa bir
hazırlık sürecine olanak sağlaması.
13kg. ağırlığı bulunan skyshutter, 7kg.
taşıma kapasitesine sahip. Ayrıntılı
bilgi için www.skyshutter.com adresini
kullanabilirsiniz.
• TV’DE FOTOĞRAF YAYINI
Nikon D300S: Saniyede yedi kare seri
çekim, 51 noktaya AF otomatik netleme,
D-Movie fonksiyonu, stereo ses kaydı için
harici mikrofon kullanımı, video kayıt ve
Live View; makinenin başlıca özellikleri.
Kullanıcıların, kameranın aynası hareket
ettiğinde ortaya çıkan sesi kapatmalarına
imkân tanıyan “Q” (Quiet Shutter-release)
sessiz deklanşör ile çekim modu ise ilgi
çekici.
Sony A850: Sony bu üründe yalnızca
kullanım kolaylığı, pratik seçenekleri
ve görüntüleme kalitesi ile değil, cazip
fiyatıyla da ilgi çekeceğe benziyor. Ayrıca,
kullanıcılara, full-frame dünyasının
kapılarını sonuna kadar açmasının da bir
30
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği OCAK 2010
avantajı tanıyan G11 fotoğraf makinesinde
ayrıca zayıf ışıklı ortamlardaki çekimlerde
ışık patlamalarını ve gölgeli alanlarda detay
kayıplarını engelleyen i-Contrast teknolojisi
bulunuyor. 2.8” PureColor II VA hareketli
LCD ekranı ile daha hızlı ve hassas menü
kullanımı için ergonomik olarak geliştirilen
G11, analog yapıdaki ISO ve pozlama telafi
ayarları ile fotoğrafseverlerin genel çekim
ayarlarına ve özelliklerine direkt olarak
müdahale etmelerine imkân tanıyor. Loş
ışık modu, ISO 12.800 hassasiyetinde, 2.5
mp. çözünürlükte ve saniyede 2.4 kare hız
ile flaş kullanmaya gerek kalmadan çekim
yapabilmelerine olanak veriyor. Ayrıca
kameranın entegre ND filtresi ışığı 3 stop
düşürerek parlak ışık altında yaratıcı çekim
kontrolü sağlıyor.
Sanat, kültür ve kişisel yaratıcılık
konularında programlar yayımlayarak
izleyicinin içindeki sanatçıyı ortaya
çıkarmayı hedefleyen Amerikan
televizyon kanalı Ovation TV; 2324 Kasım 2009 tarihleri arasındaki
yayınlarını yalnızca fotoğraf konusuna
ayırdı.
Yayın Kuruluşu, iki gün boyunca; David
LaChapelle, Edward Weston, Sally Mann,
Shelby Lee Adams, William Claxton
gibi tanınmış Amerikan fotoğrafçılarını
tanıtan programların yanı sıra fotoğraf
ve fotoğrafçılık üzerine belgeseller
yayımlarken, farklı konularda yarışmalar
da düzenledi.
Sahne sanatları, müzik, sinema, fotoğraf,
edebiyat, mimarlık gibi farklı dallara yer
veren Ovation TV, kablolu yayın, uydu
ve internet sitesi üzerinden yaklaşık 30
milyon izleyiciye ulaşmaktadır. Ayrıntılı
bilgi ve fotoğrafla ilgili yayınlarının bir
kısmına ulaşmak için:
www.ovationtv.com
31
Kontrast
32
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği OCAK 2010

Benzer belgeler