23.02.2015

Transkript

23.02.2015
1
SÖYLEŞİ
Bextiyar Elî:
Edebiyat insanlığı
koruma
savaşıdır
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:42
23 Şubat - 1 Mart 2015
S08
basnews.com
- 09
Erbil - Bağdat:
Diyalog mu,
savaş mı?
Çözüm Süreci bir
varmış, bir yokmuş
S06
Amed’in
renkler divanı:
Kültürler Sokağı
Kürdler, yasaklı
dillerinin gününü
kutluyor
- 07
S15
S13
Kürd mutfağı:
Güney Kürdistan’da Peşmerge, IŞİD’e karşı yoğun bir savaş yürütürken, Erbil ile Bağdat arasında geçtiğimiz aylarda, merkezi bütçeden KBY’ye aktarılması gereken pay ve
Kürdistan petrolünün satışı üzerinde varılan anlaşmanın bozulmasına yol açabilecek
gelişmeler yaşanıyor.
S02 - 03
Makbul vatandaşlığın terörü
FERHAT KENTEL
s05
Süreç 6-8 Ekim’in etkisinde
HAKAN TAHMAZ
s07
S14
İktidar güvenliğini alırken
SENNUR BAYBUĞA
s11
Kürd güçleri Fırad kıyısında
Kobanê’nin kent merkezinin
IŞİD işgalinden kurtarılmasın ardından ilerleyişini sürdüren Kürd
güçleri, bir yandan Til Ebyad’a
yaklaşırken diğer yandan da ittifak
içerisinde olduğu Suriyeli muhaliflerle birlikte Rakka’yı kuşatıyor.
Kobanê’nin güneyinde ilerleyen
Kürd güçleri ise Fırad kıyılarına
kadar ilerledi.
Afrin’de Şam Cephesi ile geçtiği-
Kürd evlerindeki
lezzet hazinesi
miz imzalanan anlaşmanın ardından, Rojava’nın diğer bölgelerinde
de Suriye muhalefeti ile yeni ittifak
imkanları aranıyor. Kent merkezi
ardından köylerin kurtarılması
operasyonlarının devam ettiği
Kobanê’de yeniden inşa çalışmaları eşliğinde Kürd güçleri Kobanê
ile Serêkaniyê arasındaki IŞİD
karargahı olan Til Ebyad’a doğru
ilerliyor.
S04 - 05
Heykeltraş Yakut:
Roboski anıtı nirvanam
S16
oldu
Kadın kırımı!
Türkiye’de toplumsal
şizofreni!
S12
02
MANŞET
BasHaber
23SÖYLEŞİ
Şubat - 01 Mart 22015
MANŞET
BasHaber
23 Şubat - 01 Mart 2015
3
SÖYLEŞİ
Mahmur Cephesi Sorumlusu Sirwan
Barzani IŞİD’in bu saldırıda çok sayıda
kayıp verdiğini, 6 IŞİD mensubunun cesetlerinin Peşmerge’nin elinde olduğunu
ve bu saldırıda Peşmerge’nin hiçbir kayıp
vermediğini bildirdi.
Diyalog mu, savaş mı?
Erbil - Bağdat:
G
üney Kürdistan’da Peşmerge,
IŞİD’e karşı yoğun bir savaş yürütürken, Erbil ile Bağdat arasında
geçtiğimiz aylarda, merkezi bütçeden
KBY’ye aktarılması gereken pay ve Kürdistan petrolünün satışı üzerinde varılan
anlaşmanın bozulmasına yol açabilecek
gelişmeler yaşanıyor.
Kerkük’te savaş cephelerini ziyaret
edip cephelerdeki Peşmerge komutanlarıyla toplantılar gerçekleştiren KBY
Başkanı Mesud Barzani, Erbil-Bağdat
arasında ortaya çıkan sorunların diyalogla çözülmesi gerekliliğine vurgu yaparak,
“Herkes, daha önce varılan anlaşmanın
gereklerine yerine getirmelidir. Kürdistan Hükümeti, bu sorunun aşılması için
elinden gelen bütün gayreti göstermelidir” dedi. Kürdistan’da yaşanan savaş
nedeniyle çok zor günler geçirdiklerini,
buna rağmen Kürdistan halkının göstermiş olduğu tahammül ve sabırdan dolayı
teşekkür eden Barzani, bu zor dönemin
aşılmasında Kürdistan’daki tüm siyasi
kurum ve tarafların birlik içerisinde
hareket etmesinin çok önemli olduğunu
belirtti.
Bağdat yönetiminin, KBY’nin merkezi
bütçeden alması gereken yüzde 17’lik
bütçe payının bu anlaşmaya rağmen
yarım yamalak ödenmesi ve son birkaç
ay içerisinde hiç ödenmemesi, ardından
Merkezi Yönetimin içine girdiği ekonomik krizden dolayı KBY’ye ödemesi gereken bu bütçe payının ödeyemeyeceğini
açıklaması, anlaşmanın bozulma noktasına geldiği yorumlarının sıkça yapılmasına sebep oldu. KBY Başbakanı Neçirvan
Barzani’nin Bağdat ziyaretinden eli boş
dönmesi bu yorumların doğruluğunu
teyid eder mahiyetteydi.
‘Sorun aşılmasa bağımsızlık
seçeneği devreye girebilir’
Kürdistan Parlamentosu Maliye
Komisyonu Başkanı İzet Sabir Merkezi Irak Hükümetin KBY’nin bütçedeki
yüzde 17’lik payını aktarmamasının KYB
nezdinde büyük ekonomik sıkıntılara
yol açtığını ve savaşın başlamasıyla
bu sıkıntıların had safhaya ulaştığını
söyledi. 6 aylık zaman diliminde IŞİD’le
savaştan kaynaklanan KBY’nin, borç
ve yatırım zararının bir milyarı doları
aştığını, Peşmerge’nin savaş giderlerinin
de 100 milyon dolar olduğunu açıkladı.
Konu hakkında BasNews’e açıklamalarda
bulunan Petrol ve Gaz Komisyonu Üyesi
ve Geçmiş Dönem Irak Parlamentosu
Milletvekili Bayezid Hasan da, Kürdistan
Bölgesi’nin acil para ve bütçeye ihtiyacı
olduğunu ve Irak’ın bu ihtiyacı karşılamaması halinde Irak anayasasında
belirtildiği gibi Kürdlerin farklı çözüm
yollarına başvurma hakkının bulunduğuna dikkat çekiyor ve ekliyor: ”Irak’ın
hazinede para yok gerekçesi inandırıcı
bir gerekçe değildir. Merkezi yönetim
Şii milislere, IŞİD’in kontrolü altındaki
alanlarda çalışan memurlara verecek
parayı bulabiliyor da, neden Kürdistan
Peşmergesine ve memurlarına bulamasın?” Bayezid Hasan’a göre tüm bu zayıf
gerekçelere rağmen Bağdat, bağımsız
Kürdistan’ın önünü almak için sonuna
kadar taviz vermeyi deneyecek.”
Irak Parlamentosu Başkan Yardımcısı
Şeyh Muhammed ise, Erbil ile Bağdat
arasında sağlanan anlaşma uyarınca
Bağdat’ın KBY’ye düşen yüzde 17’lik bütçe payını ödemesi öngörülüyordu. Ancak
bütçenin bir kısmı ödendikten sonra
tekrar bir aksama yaşandı ve bu durumu
aşmak için KBY Başbakanı Neçirvan
Barzani Bağdat’a giderek Irak Başbakanı Haydar İbadi ile görüştü. Haydar
İbadi’den Irak Petrol Şirketi SOMO’nun
ihraç ettiği petrolden sağlanan paradan
Kürdistan Bölgesi’nin payına düşen yüzde 17’lik payı göndermesini istediklerini
ancak İbadi’nin, ”Ne zaman ki anlaşmada
belirlenen miktar ihraç edilirse o zaman
Kürdistan’ın payına düşen bütçe ödenir”
dediğini dile getirdi.
Mesud Barzani Kerkük’ten
seslendi
Savaş cephelerinin son durumu yakından incelemek üzere Kerkük’e giden
KBY Başkanı Mesud Barzani, Kerkük’te
Peşmerge Güçleri Kerkük Cephe Komutanları ile bir araya gelerek Kerkük
Cephesi’deki son durumu görüştü.
Toplantıda, güvenlik tedbirlerine ilişkin
Kerkük Cephesi komutanları, Kürdistan
Bölge Başkanı’na bilgi aktardı. Toplantıya Kürdistan Bölge Başkanı Yardımcısı
Kusret Resul, Kürdistan Genel Güvenlik
Müsteşarı Mesrur Barzani, Peşmerge
Bakanı Mustafa Seyid Qadir, Kürdistan
Başkanlık Divanı Başkanı Fuad Hüseyin
ve Kerkük Valisi Necmeddin Kerim katıldı. KBY Başkanı Barzani, Kerkük’teki
IŞİD terörüne karşı Perşerge’nin göstermiş olduğu başarıları överek, ” Hiçbir
terörist Kerkük’e el uzatmaya cesaret
etmemelidir.” dedi. Kerkük’te bir süredir
halka karşı uygulamalarıyla gündeme
gelen Şii milislerin varlığına ilişkin ise
Mesud Barzani şunları söyledi: ” IŞİD
terörüne karşı Peşmerge ile beraber
direnen tüm gruplara teşekkür ediyorum.
Ancak Şii milislerin Kürdistan Bölgesi’ne
gelmesini biz istemedik. Kendileri de
talep etmedi. Bundan böyle Kürdistan
Bölge Yönetimi’nin izni ve onayı dışında
hiçbir farklı gücün bu topraklara girmesini istemiyoruz.”
Erbil-Bağdat arasında yaşanan bütçe
krizine de değinen Barzani, ”Her iki taraf
arasındaki sorunlar diyalog ile çözülmelidir. Herkes varılan anlaşmanın gerek-
lerine uymalı ve Kürdistan Hükümeti
de sorunun aşılması için elinden geleni
yapmalıdır.” dedi. Kürdistan’da yaşanan
savaş nedeniyle çok zor günler geçirdiklerini, buna rağmen Kürdistan halkının
göstermiş olduğu tahammül ve sabırdan
dolayı teşekkür eden Barzani, bu zor
dönemin aşılmasında Kürdistan’daki
tüm siyasi kurum ve tarafların birlik
temelinde hareket etmelerinin önemli
olduğunun altını çizdi.
Barzani esir Peşmergelerin
ailelerini ziyaret etti
KBY Başkanı Mesud Barzani Peşmerge
Komutanları ve beraberindeki yetkililerle
gerçekleştirdiği toplantının ardından,
IŞİD’e karşı mücadelede yaşamını yitiren
ve esir düşen Peşmergelerin aileleri ile
bir araya geldi. Barzani, teröristlere karşı
direnen Peşmergeler sayesinde bugüne
geldiklerini belirterek, ailelere sabırlar
diledi ve esir düşen Peşmergelerin kurtarılması için ellerinden geleni yapacaklarını söyledi. Barzani, Münih’teki Güvenlik
Zirvesi’nde de Peşmerge’nin rolünün
takdir edildiğini ve ülkelerin daha fazla
yardım için olumlu görüş belirttiğini dile
getirerek “Şimdiye kadar 1050 şehit verdik. Ancak bundan sonra bunun bedeli
düşman için ağır olacaktır. IŞİD’in son
saldırılarının ardından KBY Başkanı Mesud Barzani’nin bu kente yaptığı ziyaret
dikkatleri Kerkük’e çekti.
Musul’a operasyonun ayak sesleri
“Musul’un IŞİD’den geri alınması için
‘Irak ordu birlikleri ve kürd Peşmergelerinden oluşan yaklaşık 25 bin kişilik bir
askeri gücün, eğitilmesi ve donatılması
için hazırlıklara başlandı” Bu iddianın
sahibi ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı CENTCOM’da görevli üst düzey bir
yetkili. İsminin açıklanmasını istemeyen
CENTCOM yetkilisi bununla birlikte,
Musul’un geri alınmasına yönelik operasyonun da Nisan veya Mayıs ayında
düzenleneceğini ifade etti. Irak’ın ikinci
büyük kenti Musul’un sayıları 1000 ile
2000 arasında değişen IŞİD militanlarının kontrolünde olduğunu belirten
yetkili, hava desteğinin sağlanması
için bölgede küçük bir Amerikalı askeri danışman grubunun bulundurulup
bulundurulmayacağı kararının henüz
alınmadığını söyledi. 25 bin kişilik askeri
gücün ABD tarafından eğitiminden geçirileceğini kaydeden yetkili, operasyonun
Mayıs ayında başlaması gerektiğini, aksi
takdirde yaz aylarındaki hava sıcaklığının
operasyon için olumsuz olabileceğini belirtti. BBC’nin aktardığı bu bilgilere göre,
CENTCOM yetkilisinin, Irak güçlerinin
hazır olmaması durumunda ise operasyonun ertelenebileceğini ifade ettiği
belirtiliyor.
Konuyla ilgili BBC Washington muhabiri Gary O’Donoghue, saldırı zamanının
paylaşılmasının olağandışı bir durum
olduğu, fakat ABD’nin de IŞİD militanlarının geri çekilmekte olduğuna inandığını söyledi. O’Donoghue, Washington’ın,
Irak askeri gücünü oluşturma çabalarının
meyvesini verdiğini görmek istediğini ve
hava saldırılarının da işlevini etkin bir
şekilde yerine getirmelerinden dolayı
böyle bir yola başvurulduğunu bildirdi.
Hatırlanacağı üzere geçen hafta Irak
Başbakanı Haydar El-Abadi de, askerli
birliklerinin Musul’a yönelik bir askeri
saldırı planladıklarını ve Musul’un birkaç ay içerisinde IŞİD’den kurtarılacağını ifade etmişti.
Peşmerge IŞİD saldırılarını
anında püsKürdüyor
Kürdistan Bölgesinden elimize ulaşan
bilgilere göre IŞİD’in Kürd Peşmerge
güçlerine saldırılarının yer yer devam
ettiğini ama bu saldırıların Peşmerge’nin
sert karşılığı ile anında geri püsKürdüldüğü bildiriliyor. Geçen günlerde, savunma amaçlı Mahmur Cephesindeki Carula
ve Telrim köylerinde konuşlu Peşmerge
Güçlerine yönelik IŞİD saldırılarına
Peşmerge’nin anında karşılık vermesi
sonucu çıkan çatışmadan sonra IŞİD’in
ondan fazla kayıp vermesi sonucu, geri
çekilmek zorunda kaldığı bildirildi.
Koalisyon güçlerine ait savaş uçaklarının
da birkaç kez IŞİD mevzilerine havadan
saldırı düzenlediğini belirten Giwer,
İtalyan helikopterleri
Peşmerge’ye ulaştı
Geçtiğimiz haftalarda İtalya Genelkurmay Başkanı Luigi Binelli Mantelli,
Kürdistan ziyaretinde İtalya’nın IŞİD’e
karşı mücadele çerçevesinde Peşmerge’ye
helikopter göndereceği sözünü vermesinin ardından 4 adet İtalyan Chinook
tipi savaş helikopterinin Peşmerge’ye
ulaştığı bildirildi. Helikopterlerin savaşta
aktif bir şekilde kullanımı amacıyla
İtalyan ve kürd uzmanlardan oluşan bir
ekibin oluşturulduğunu ve bu ekibin
Peşmerge’yi eğitmeye başladığı gelen
bilgiler arasında. BasNews’in ulaştığı
bilgilere göre helikopterlere uygun yeni
bir uçuş pisti yapılana kadar, helikopterlerin eski Erbil Havaalanı’nda tutulacağı
bildiriliyor. 11 Şubatta Erbil’e gelen
İtalya Genelkurmay Başkanı Luigi Binelli
Mantelli, IŞİD’e karşı savaşta ülkesinin
Kürdistan Bölgesi’ne desteklerinin devam edeceğini ve Peşmerge’ye yardımlar
kapsamında 4 adet Chinook helikopterini
vereceklerini açıklamıştı. Mantelli, ayrıca
Peşmerge’ye eğitim vermek amacıyla
300 İtalyan askeri uzmanın Kürdistan
Bölgesi’ne gönderileceğini, daha önce
gönderilen 100 adet 12.7 ml NATO doçkasına ek olarak İtalyan tanksavar füzelerini de göndereceklerini belirtmişti.
Kerkük’te Haşdi Eş Şabi
Milisleri yok
Askeri ve diplomatik alandaki gelişmelerin yanı sıra Güney Kürdistan’da
Peşmerge’nin IŞİD’e karşı yürüttüğü
savaş yoğun bir şekilde devam ediyor.
Batı Kerkük’ten Sorumlu Peşmerge
Komutanı Kemal Kerkuki, Peşmerge
güçleri ile IŞİD’ mensuplarının yakın
mesafede çatıştığını, IŞİD’in havan
topları ve doçkalarla saldırılarını devam
ettirdiğini, buna karşılık Peşmerge’nin de
ağır silahlarla bu saldırılara karşı şiddetli
Peşmerge ile birlikte Kürd toplumu değişiyor
Cephelerdeki son gelişmeleri gazetemizle
paylaşan Hüseyin Kaytan ise, IŞİD saldırılarının Gwêr cephesi, Dicle kıyısındaki
Eski Musul ve Wanke kasabası ve Kerkük
hattında yoğunlaştığını, buna karşılık,
Kerkük dışında kalan Batı hattındaki IŞİD
saldırılarının, genelde intihar saldırıları biçiminde gerçekleştiğini bildirdi. Bu cephelerde IŞİD’in yalnızca patlayıcı yüklü araç
ve intihar saldırılarıyla saldırı yapabildiğini bildiren Kaytan, IŞİD, üyelerinin cennet
ve huri beklentisiyle, geri dönmemek üzere
sızmaya çalıştıklarını ve gerçekten de
geri dönemeden öldürüldüklerini söyledi.
Peşmerge’nin Gwer ve Dicle cephelerindeki tutumu ve 6 Şubat’taki Wanke zaferinden sonra şimdiye kadar, mevcut hattı
savunmak biçiminde geliştiğini dile getiren
Kaytan, bu saldırılarda başarılı olmanın
yanı sıra, Peşmerge komutasının, güçlerini
bu savaşta tecrübe kazandırma ve pratik
cephede eğitme ve geliştirme yoluna git-
tiğini sözlerine ekledi. IŞİD saldırılarının
başladığı günlerde görülen kısmi dağınıklığın tamamen giderilmiş olduğuna vurgu
yapan Hüseyin Kaytan, “Peşmerge’nin
tuttuğu hat, Suriye sınırındaki Şengal dağı
hizasından başlayarak, Dicle’nin Doğusunda ve Musul’a 10-15 km uzağındaki
mevzilere kadar, Batı-Doğu doğrultusunda
düz bir çizgi halinde uzanıyor”
Savaşın yol açtığı ekonomik ve toplumsal olumsuzluklara da değinen Hüseyin
Kaytan, Savaşın hem toplumsal yapıyı hem
de ekonomiyi olumsuz etkilediğini, memur
maaşlarının iki üç ay gecikmeyle verilebildiğini, ancak toplumda, bunun savaşın bir
sonucu olduğu ve katlanılması gereken bir
badire olduğu bilincinin hakim olduğunu
aktardı. Özellikle Behdinan bölgesinin, bu
konuda son derece bilinçli hareket ettiğini,
Erbil ve Süleymaniye’de ise maaşlarını
alamayan memurların barışçıl tepkiler
gösterdiklerini belirten Kaytan, bunlar
dışında, toplumsal dayanışmanın had safhada olduğunu söyledi. Neredeyse bütün
Güney Kürdistan kentlerinin nüfuslarının,
mültecilerin akınıyla neredeyse iki katına
çıktığını aktaran Kaytan, bunun üstüne
Erbil-Bağdat arasında cereyan eden bütçe
aktarımı krizi de eklenince, toplumsal yapının ciddi anlamda zorlandığını sözlerine
ekledi. Kaytan şöyle devam etti: “Ancak
bağımsızlık veya daha yaygın deyimle
“devlet olma” perspektifi, toplumda bu
zorluklara dayanma konusunda bir bilinç
geliştirmiş durumda. Çevrelerinde mülteci
olan hemen bütün aileler, bütün varlıklarını onlarla paylaşma yoluna gidiyor” Onur,
ülke, ulus, namus gibi değerlerin toplumun
koruma duygusuyla sahiplendiği değerler haline geldiğini de sözlerine ekleyen
Hüseyin Kaytan, Peşmerge’de yaşanan
değişimi de şöyle özetledi: “Peşmerge’deki
en önemli yenilik, eskiden temel diyalog
malzemesi olan ‘geçim derdi’ tartışma-
larının artık nerdeyse son bulmuş. Ülke
savunması ve sağlam bir gelecek kurma
duygusu, her zorluğun üstesinden gelinmesi gereken bir zorluk olduğu duygusunu
hâkim kılmış. Peşmerge, toplumdan kopuk
değil. Bu durum, zafer kazanma isteğini
toplumun genel bir isteği haline getirmiş
durumda ve bunun için, can vermek dâhil,
bütün bedelleri ödemeye hazır.”
03
misillemelerde bulunduğunu ve IŞİD’in
hamle yapmasına izin vermediğini bildirdi. BasHaber’in konuyla ilgili sorularını
yanıtlayan Kerkuki, geçen Çarşamba
günü, koalisyonun hava saldırılarıyla eş
zamanlı olarak gerçekleştirilen saldırılar
neticesinde çok sayıda IŞİD mensubunun
öldürüldüğünü, 3 Hummer tipi askeri
araç ile çok sayıda askeri teçhizatının
kullanılamaz hale getirildiğini bildirdi.
Irak Merkezi Yönetiminin Kürdistan Bölgesinin bütçe payını göndermemesinin
maaşlarını alamayan Peşmerge üzerinde
olumsuz bir etkiye yol açıp açmadığı yönündeki sorumuza karşılık, “Irak Merkezi Yönetimi, para bir yana Peşmerge’nin
savaşta kullanması için en ufak bir silah
desteğinde de bulunmadı. Peşmerge’nin
parasını alamaması elbette sıkıntılara yol
açıyor ama bu olumsuzluk cepheye hiç
yansımıyor ve Peşmergelerimiz IŞİD’e
karşı mücadelede, bütün olumsuzluklara
rağmen var gücüyle savaşıyor ve sadece
kazanmaya odaklanmıştır” cevabını verdi. Kerkuki, Irak Merkezi Yönetiminin,
IŞİD’in işgali altındaki Musul’daki devlet
görevlilerinin bile maaşlarını yolluyorken
Peşmerge’nin maaşlarını göndermemesinin manidar olduğunu ama buna rağmen
kürd halkı ve Peşmerge’sinin kendi
imkânlarıyla bu savaşı kazanmaya kararlı
olduğunu ve kazanacağını söyledi. Şii
Haşdi Eş Şadi milislerinin Kerkük’te yol
açtıkları olumsuzluklar hakkında da Peşmerge Komutanı Kerkuki, “Bölge Başkanlığı ve Peşmerge Bakanlığı bu konuda
‘Kürdistan’da bizim dışımızda kimsenin
bölgemize müdahale etmesini istemiyoruz. Kürdistan’ın nasıl savunulacağına
biz karar veririz. Başka güçlerin başına
buyruk davranıp Kürdistan Bölgesine
müdahil olmasını kabul etmeyiz’ dediler.
Zaten bu milisler Kerkük’te bulunmamaktadır.” dedi.
Geçen hafta Kerkük’e gelen KBY
Başkanı Mesud Barzani’nin burada sarf
ettiği, “Burada Peşmerge dışında bir güç
istemiyorum” yönünde bir açıklamada
bulunduğunu belirten Hikmet, “KBY
Başkanı Barzani’nin söylediği her söz
bizim için bir talimattır ve Peşmerge bu
talimatı yerine getirecektir” dedi.
04
ROJAVA
‘TEV-DEM ve ENKS
ortaklığından
umutluyuz’
Rojava’daki Kürdler arasında yapılan
anlaşma sonucu oluşan siyasi konseyden umutlu olduklarını aktaran Beşar,
“Tüm Rojava için ama özelde Kobanê
için olumlu çalışmalar yürüteceklerine
inanıyorum” dedi. Kürdler arasındaki ittifakın şartlar ne olursa olsun
sürdürülmesi gerektiğine işaret eden
Beşar şunları dile getirdi: “Biz Kobanê
Kantonu ve Rojava Kürdistanı olarak
sadece bu anlaşmayı değil Kürdistan’ın
dört parçasında böylesi anlaşmaların
yapılmasını istiyoruz. Görüyoruz ki
Kürderin elde ettikleri kazanımlar dört
parçada da tehlikededir. Özelikle Güney
Kürdistan ve Rojava’da elde edilen
kazanımlara yönelik ciddi saldırılar var.
Bu ise siyasi ve ulusal bir gücün ortaya
çıkması ihtiyacını ortaya çıkarıyor. Ortak bir savunma ve siyasi hat oluşturulması Kürdlerin dört parçada kendilerini
savunmaları ciddi bir ihtiyaçtır. Umut
ediyoruz ki TEV-DEM ve ENKS bunun
bir ilk adım olur. Biz nasıl Güney
Kürdistan’da Peşmerge ile birlikte
düşmanlarımıza karşı savaşıyorsak,
Peşmerge’de burada bizimle birlikte
omuz omuza savaşıyor ve Rojava’yı
savunuyor. Bu Kürdler adına çok büyük
bir başarı, mutluluk ve zaferdir. Bu
Kürdistan’ın tüm güçleri ve parçaları
için bir mesajdır. O nedenle ortak bir
gücün oluşturularak ulusal kongrenin
gerçekleştirilmesi gerek.”
Kobanê’nin
inşaası!
Kobanê’de IŞİD’e karşı yürütülen savaşta Afrin Kantonu olarak tüm güçleri
ile destek sunduklarını aktaran Brahim,
“Bu savaşta Kobanê’ye nasıl destek sunduysak kentin yeniden kurulması için
de desteğimizi sonuna kadar sürdüreceğiz” dedi. Yeniden kuruluş çalışmaları
için Rojava Koordinasyonu öncülüğünde, üç kantonun ortak hareket etmesi
gerektiğini dile getiren Brahim, henüz
tartışma düzeyinde olan Kobanê’nin
yeniden inşası mevzusunun bir an önce
karara bağlanmasını ve bu doğrultuda
bir çalışma içerisine girilmesini istedi.
BasHaber
23SÖYLEŞİ
Şubat - 01 Mart 42015
ROJAVA
BasHaber
23 Şubat - 01 Mart 2015
5
SÖYLEŞİ
Kürd güçleri Fırad kıyısında
K
obanê’nin kent merkezinin IŞİD
işgalinden kurtarılmasın ardından
ilerleyişini sürdüren Kürd güçleri,
bir yandan Til Ebyad’a yaklaşırken diğer
yandan da ittifak içerisinde olduğu Suriyeli muhaliflerle birlikte Rakka’yı kuşatıyor. Kobanê’nin güneyinde ilerleyen Kürd
güçleri ise Fırad kıyılarına kadar ilerledi.
Afrin’de Şam Cephesi ile geçtiğimiz imzalanan anlaşmanın ardından, Rojava’nın
diğer bölgelerinde de Suriye muhalefeti
ile yeni ittifak imkanları aranıyor. Kent
merkezi ardından köylerin kurtarılması
operasyonlarının devam ettiği Kobanê’de
yeniden inşa çalışmaları eşliğinde Kürd
güçleri Kobanê ile Serêkaniyê arasındaki
IŞİD karargahı olan Til Ebyad’a doğru
ilerliyor.
Arap nüfusun yaşadığı bölgeleri üs
olarak kullanan IŞİD’e karşı saldırıya geçmeyi planlayan Suriyeli muhalif güçlerin
ittifakı (ÖSO), Kürdlerle birlikte Arap
bölgelerini kurtarma çağrısında bulundu.
Son günlerde Halep’te rejim güçleri ile muhalifler arasında şiddetlenen
çatışmanın ardından ordu birliklerinin
Azaz’a kadar ilerlediği, çıkan çatışmalarda
yüzlerce kişinin öldüğü haberleri geliyor.
Rejim güçlerinin kenti dışarıya bağlayan
ve Halep’te muhaliflerin elinde kalan
kuzeydeki yolu ele geçirerek muhaliflerin
kent ile bağlantısını kesmeyi planlıyor.
Buna karşılık muhalif güçlerinin, rejimin
ele geçirdiği köy ve beldelerdeki kontrolü yeniden ele geçirdiği kaydediliyor.
Cephelerdeki üstünlüğün sürekli değiştiği
bölgede YPG’nin Şam Cephesi ile yaptığı
anlaşma sonrasında Halep’te Kürdlere
yönelik gerçekleşen rejim saldırılarının
durulduğu bildiriliyor. Geçtiğimiz hafta
Şam cephesi ile YPG arasında yapılan anlaşmanın ardından rejim güçleri Halep’in
Kürd mahallesi Şêx Maksut’a ve diğer muhaliflere yönelik saldırılarını arttırmıştı.
‘Herkes bizim için tehdit olabilir’
Rejimin, Şam Cephesi ile yapılan anlaşmanın hemen akabinde Kürd yerleşimlerini top ateşine tuttuğu, ancak şu
anda Halep’te Kürdlere yönelik ciddi bir
saldırı olmadığını söyleyen Afrin Kantonu
Savunma Konseyi Başkanı Evdo Brahim,
rejim ve muhalifler arasındaki artan
çatışmaların Azaz yolu üzerinde yoğunlaştığını belirtti. YPG/YPJ güçlerinin Afrin’i
korumak için hazırlıklı olduğunu aktaran
Brahim, “Bize saldırmayanlara biz de
saldırmıyoruz. Bizim için herkes tehdit
olabilir. Biz her zaman her yerden gelecek
saldırılara yönelik hazırlıklıyız. Sistemimizi tanımayanlar, kabul etmeyenler
bizim için tehdit olabilirler. Alanımıza
alınmadığına işaret eden Beşar, “İlerleyen zamanlarda bölgenin akil insanlarını toplayıp kentin yönetim
kademesi ile birlikte bir görüş ve öneri ortaya çıkarıp
tartışma yürüteceğiz. Önceliğimiz koridorun açılmasıdır.
Ama yeni bir kent mi kuracağız, bu kenti mi onaracağız
bunların hepsi halen tartışma konularıdır” dedi. IŞİD’in
kentten çıkarılmasının ardından 20 ile 30 bin arasında
sivilin Kobanê’ye döndüğünü aktaran Beşar, Kobanê’nin
kurtarılmasıyla birlikte sivillerin yaşayabilmeleri ve gerekli olan acil ihtiyaçların karşılanması için fırınlar ve aş
evlerini kurduklarını ve sivillerin bu şekilde yaşadıklarını
belirtti.
kim girmeye çalışırsa çalışsın karşısında
duracağız. Ne ÖSO bizim alanlarımızı
kullanabilir ne de biz onların alanlarını kullanabiliriz. Biz ne kendimizi ne
topraklarımızı kimseye kullandırtmayız.
Bu nedenle ne muhaliflerin ne de rejimin
Afrin’e yaklaştıklarını söyleyemeyiz. Yine
de tüm olasılıklara karşı hazırlığımızı
yapıyoruz” diye konuştu.
Kürd Güçleri Serêkaniyê’ye ilerliyor
Kobanê kent merkezinin ardından
kurtarılan köy sayısı ile ilgili net bir
bilgiye sahip olmadıklarını ancak kentin
toplam 366 köyünden, en az 300’ünün
kurtarıldığını dile getiren Kobanê Hükümet Sözcüsü Mahmut Beşar, “Artık
Kürd güçlerinin Fırad kıyısına vardığını
söyleyebiliriz. Yakın bir zamanda köylerin
tamamı kurtarılacak” dedi. YPG’nin, Til
Ebyad köylerine doğru ilerlediğini aktaran
Beşar, “Til Ebyad ve Kobanê arasında çok
sayıda büyük köy var. Bu köylerin yüzde
90’ı Kürd köyleridir. Baas sistemine göre
bu köyler Til Ebyad’a bağlı. O nedenle
şunu söyleyebiliriz ki resmi olarak bu
köyler Kobanê’ye değil Til Ebyad’a bağlı
köylerdir. Ve YPG’nin ele geçirdiği Kürd
köyleridir”dedi. Beşar, bu köylerin kurtarılması ardından, harekatın Serêkaniye’ye
doğru ilerlediğini söyledi.
ÖSO ve YPG’den Rakka hazırlığı
Kobanê’de IŞİD’e karşı yürütülen savaşta yer alan ÖSO’ya bağlı Rakka Savaşçıları, Burkan El Fırad ve Şems El Şemal
gruplarının ortak bir açıklama yaptıklarını
aktaran Beşar, “IŞİD işgal ettiği Arap
bölgelerinde, YPG’nin katliam yapacağı
yönünde propaganda yaparak Araplar
arasında korku yayıyor. Bu gruplar ise
buna karşı bir açıklama yaparak rahat
olmalarını, YPG’nin muhaliflerle dayanışma içerisinde olduğunu ve bu bölgelerin
kurtarılması için hazırlıklarını yaptıklarını, yakın zamanda ise müdahalenin
başlayacağını duyurdular” dedi. YPG’nin
Suriye’nin geleceği için ve IŞİD’in ortadan
kaldırılması için ÖSO ile IŞİD’e karşı
savaşacağını dile getiren Beşar, “YPG
olarak tek savaşımız IŞİD iledir. Biz sivil
insanlara karşı savaşmıyoruz. Bize saldırı
olmadığı sürece kimseye saldırmayız.
İlerleyen günlerle ilgili planımız Rakka
Savaşçıları, Burkan el Fırad ve Şems El
Şemal gruplarıyla birlikte Arap kentlerini
kurtarmaktır. IŞİD’den temizlenmiş özgür
bir Suriye için de mücadele edeceğiz”
şeklinde konuştu.
Araplar IŞİD’den kurtarılacak
Rakka’ya yönelik müdahalenin hazırlık-
Hasekê’de sükûnet
Geçtiğimiz haftalarda rejim güçlerinin Rojava’nın
Hasekê kentinde Kürdlere saldırmasının ardından
sükûnetin devam ettiğini belirten PYD Üyesi Hisên Birê,
Kürdlerin kendi içlerindeki dayanışmasının arttığını
ve her an gelişebilecek yeni bir saldırıya karşı tetikte
olduklarını söyledi. Rejimin ve Hasekê’de bulunan İran
güçlerinin Kürdler ve Hasekê’de yaşayan Arap, Hristiyan ve diğer halkları birbirine düşürmeye çalıştığını dile
getiren Birê, “Rejim burada toplum arasında bir hassasiyet yaratmaya çalışıyor. Kentte yaşayanlar bu durumu
görüyor ve buna uymuyor” dedi.
larının sürdüğünü, ÖSO’ya bağlı grupların bir bildiri ile Rakka ve Til Ebyad
halkına çağrıda bulunduklarını ve Kobanê
savaşının ilk günlerinde üç başlık halinde
kararlar aldıklarını belirten Beşar, sözlerini şöyle tamamladı: “Bunlardan birincisi
Kobanê kent merkezinin kurtarılması, ikincisi köylerinin kurtarılması ve
üçüncüsü de Arap halkına çağrı idi. Bu
ise Arapların Kürdlerden korkmaması
gerektiği, YPG’nin katliam yapmayacağı
ve sadece halkı savunan bir güç olduğunu
anlatmaktı. Kobanê’nin köylerinin çoğunun kurtarılmasının ardından üçüncü
maddemizi yerine getirdik. Bildiriler
dağıtıldı. Artık ilerleyen zamanlarda hep
beraber Arapları bu IŞİD belasından
kurtaracağız.”
‘Özgür ve demokratik Suriye vicdani ve ahlaki sorumluluğumuzdur’
YPG’nin öncelikli görevinin
Kürdistan’ın Rojava parçasını savunmak olduğunu vurgulayan Beşar şunları
söyledi: “Amacımız Rojava Kürdistanı’nı,
toprağımızı korumaktır ama mücadelemiz
gelecekte özgür bir Suriye’nin kurulması
içindir de. Bir diğer etken ise IŞİD’e karşı
Rojava’da savaştığımız zaman bu güçler
bizimle ittifak yaptı. Biz de demokratik ve
özgür bir Suriye için bunlarla ittifak halinde olacağız. Rojava’nın kurtarılması ve
Kobanê’nin yeniden kurulması ile birlikte
Suriye’nin özgür geleceği için ortak mücadeleyi göz önünde bulunduracağız. Şunu
çok net görüyoruz ki IŞİD Rojava’nın tamamından daha
çıkarılmadı. Ve çıkarılmazsa ilerleyen zamanlarda hep
bir tehdit olarak kalacak. Ayrıca bu bizim için vicdani ve
ahlaki bir sorumluluktur. Bu nedenle elimizden geldiği
kadar desteğimizi sunacağız. Çünkü ÖSO da Rojava
Kürdistan’da savaştı.”
Kobanê’nin yeniden inşası
Kobanê’nin yeniden inşası ve sivillerin yaşam koşullarının oluşturulması için koridorun şart olduğunu kaydeden Beşar, imkanları doğrultusunda siyasi ve diplomatik
yollarla koridorun açılması için çalışacaklarını belirtti.
Kobanêlilerin yaşamlarını idame ettirebilecekleri şartlara
sahip olmadıklarını ifade eden Beşar, Kobanêli gençlere
çağrıda bulunarak kente dönmelerini istedi. Kobanê’nin
yeniden kurulması için komite oluşturulduğunu hatırlatan Beşar, komitenin ihtiyaçları belirleyerek alınacak
kararlar doğrultusunda çalışmalarına başlayacaklarını
duyurdu. Kobanê’nin inşa süreci ile ilgili henüz bir karar
YPG Fırad kıyısında
YPG’nin Batı Cephesi’nde resmi olarak Kobanê’ye
bağlı olan ancak bir Arap kasabası olan Suhuq’a
kadar ilerlediğine işaret eden Beşar, güneyde bütün
köylerin kurtarıldığını ve Kürd güçlerinin Şehid Qadir Tepesi olarak bilinen, Halep ve Rakka tarafında
bulunan stratejik noktayı ele geçirerek Fırad kıyısına
vardığını söyledi. Doğu ve batı taraflarında işgal
altında az sayıda köy kaldığını ifade eden Beşar, Kürd
güçlerinin kentin doğusunda bulunan Til Ebyad’a
bağlı Kürd köylerini kurtardığını ve Serêkaniyê’ye
yaklaştığını belirtti.
Peşmerge’nin ağır silahları Fırad kıyısında
IŞİD’e karşı YPG ile birlikte Kobanê’de savaşan Peşmerge Güçleri’nin ağır silahları, Kobanê’nin güneyindeki
Halep ve Rakka arasından geçen Fırad Nehri’nin kıyısına
konuşlandırıldı. Kobanê’de bulunan üçüncü grubun
Peşmerge Komutanı Güçleri Muslih Zebari, kentin
güneyi, doğusu ve batısında IŞİD ile şiddetli çatışmaların yaşandığını ve IŞİD’in direnemeyerek kısa süreli
çatışmalarla köylerden çıkarıldığını belirterek sözlerin
şöyle sürdürdü; “Günde en az 15 köy kurtarılıyor. Artık
Kobanê’nin sınır taraflarında savaşıyoruz. Kürd bölgelerinin neredeyse tamamen IŞİD’den temizlendiği ve
çok kısa bir süre içerisinde tamamen IŞİD belasından
kurtulacağımızı söylemeliyim.”
YPG, Til Ebyad’a 5 km’de
Peşmerge’nin silahlarını konuşlandırıldığı Fırad Nehri
kıyısından Cerablus’a doğru havan ve Katuyşa topları ile
çok sayıda atış yaptıklarını aktaran Muslih Zebari, Kürd
güçlerinin kentin kurtarılmasından sonra, hızlı bir ilerleme kaydettiğini Fırad kıyısına kadar girdikleri her yeri
özgürleştirdiklerini söyledi. Kürd güçlerinin Til Ebyad’a
varmasına 5 kilometre kaldığını belirten Zebari, “Bu hat
üzerindeki birçok yeri de IŞİD’den temizledik. Burada
Rokko denilen yolu tamamen kontrol altına aldık” dedi.
Dördüncü Peşmerge Grubu ile değişimin ne zaman olacağını yönündeki soruya ise, “Birkaç gün içinde olması
bekleniyor” şeklinde yanıt verdi.
Danimarka Hükümeti’nden YPG’ye destek
Bu arada Danimarka Dışişleri Bakanı, PYD’e ile PKK’yi
bir görmediklerini ve PYD ile YPG’ye destek verdiklerini söyledi. Information Gazetesi’ne konuşan Dışişleri
Bakanı Martin Lidegaard, Rojava Kürdistanı’nda PYD ile
YPG’ye destek verdiklerini ve bunun süreceğini belirtti.
05
Makbul vatandaşlığın
terörü
FERHAT KENTEL
Bir zamanlar Bozüyük civarında
bir silah dükkanını soyanlar arabalarının üzerine örttükleri Türk bayrağıyla
Eskişehir’e kadar engellenmeden gidebilmişlerdi.
Milliyetçi, dindar ya da Kemalist
yani zorla ya da güzellikle toplumda kabul edilmiş/ettirilmiş en meşru
değerlerin arkasına sürekli saklanan
birileri var. Kentsel dönüşümle birilerini yerinden ederek inşaat dikmeye çalışanlardan, katillere,
hırsızlara, tecavüzcülere kadar herkes bu “meşru” sembollerin
arkasına saklanıyor.
Bolşevik devriminden sonra Rusya’da ve diğer Sovyet ülkelerinde de bol miktarda birileri muhtemelen benzer biçimde
“sosyalizm”in arkasına saklanıyorlardı ki, Sovyetler çöktükten
sonra ortaya çıkan “yeni sınıflar” bu eski “yoldaşlardan” oluştu. Yani “yüce sosyalizm” adına epey network kurmuşlar ve
epey bir malı ceplerine indirmişlerdi.
Hatırlarsanız, Mardin’de onulmaz bir utanç vesilesi olarak
yaşanan N.Ç. olayı vardı. 13 yaşındaki küçücük kıza tecavüz
eden/edebilen adamlar arasında bulunan biri, “Ramazan’da
Müslümanca işler yapılır ve görüntü kurtarılır” ilkesinden hareketle, kıza “Ramazan’da gel de karnını doyurayım” demiş /
diyebilmiş...
Aslına bakılırsa, bugünlerde Özgecan cinayetiyle –sıradan
biçimde- yaşanan kutuplaşmayı aşabilme şansımız vardı ama
anlaşılan gene tren kaçacak. Memleketimizin seküler muhalefeti bu vesileyle AK Parti ve muhafazakar ideolojiyi hedef
haline getirirken, “AK Parti ne yaparsa doğru yapar”cı aparatçikler de bu vesileyle karşı taraftaki düşman inşasına yeni
tuğlaları dizmek için fırsat yakalamış oldu.
Meselenin sadece din, iman meselesi olmadığını farketsek
treni yakalayabilmemiz belki de mümkün olacak... Mesele toplumda egemen olan dillerin, değerler sisteminin –o değerlere derinden ve samimi olarak bağlanan insanlardan bağımsız
olarak- inanılmaz bir iktidar dili inşa etmesinde yatıyor. Yani
o değerleri kullanmak için o değerlere inanmak gerekmiyor.
Ancak devletin tepesinde, hiyerarşinin üst dairelerinde
söz konusu değerlere sahip olduklarını iddia eden insanlar o
değerleri silah haline getiriyorlarsa ve başka değerlere saygı göstermiyorlarsa, kendilerininkinden başka değerleri her
fırsatta aşağılıyorlarsa, bir müddet sonra o değerleri kullanıp
tecavüz edenler ya da cinayet işleyenlerle aradaki mesafe görünmez olur.
Eğer hiyerarşinin tepesindekiler toplumsal tabanda bir
yerlerde, kendi değerlerini “kullananlar”la –her şartta- özdeşleşiyorlarsa, o kullanım da her durumda “meşru” hale gelir.
Mesela adam her türlü pisliği yaptıktan sonra, suçlanınca
“Ne var ulan! Biz PKK’lı mıyız, terörist miyiz?” diye kendinin
ne kadar masum olduğunu ispat ediverir.
Adam her türlü hırsızlığa gözlerini kapar; “Müslümanız
değil mi? Hoca Cuma günü hutbede ne diyor? ‘Akrabanı kolla’ diyor” der..
Adam her türlü pisliği yapar, mahkemeye takım elbisekravatla çıkar... Tecavüz eder; dövmeli bedenini sakal, cüppe
ve sarığın arkasına saklar ve iyi halden indirim alır. Yani olması gerekene, görüntüye uyumlu davranmıştır.
Totaliter durumda mühim olan görüntüye uymaktır. Müslümanmış, gibi sosyalistmiş gibi, dindarmış gibi, erkekmiş,
efendiymiş gibi görünmek...
Türkiye’de alçaklığın en rahat saklanabildiği alanlardır
erkeklik, dindarlık, milliyetçilik gibi ideolojiler. Tabii ki onların en sıradan, en rahat görülen işaretleri.. Namaz kılarsınız,
herkes sizi görür, “abdestinde namazında iyi insan” sıfatını
kazanırsınız. Yeni küresel ve sanal elektronik alemde Cuma
günleri “bakara-makara” ayet attırırsınız; onbinlerce takipçiniz nezdinde Müslümanlığı kurtarırsınız. Dost meclislerinde,
kahve köşelerinde, bir–iki tane “vatan millet Sakarya/vatan
için kanımızı canımızı veririz” repliği attırırsınız... Evdeki
“karı” hakkında ileri geri konuşursanız; erkek takımı içinde
havanız olur...
Çünkü “makbul” olmak budur ve de esas mesele budur...
06
ÇÖZÜM SÜRECİ
Davutoğlu ve
KCK:
Süreç kritik
aşamada
Başbakan Davutoğlu’nun Pakistan ziyareti sırasında yaptığı
açıklamada, “Çözüm süreci kritik
bir aşamada. Herkesin bugün daha
fazla dikkatli olması lazım. Çözüm
süreci samimiyet ister. Cesaret ister.
En önemlisi iyi niyet ister. Her gün
“Çözüm süreci” dememiz yetmez gerekli adımların atılması gerekir. Hükümetimiz çözüm süreci konusunda
tereddütte değildir. 2013 Martı’nda
verilen silahsızlanma sözü beklemek
hepimizin hakkı” sözleriyle KCK’nin
silah bırakması gerektiği yönündeki mesajı da aslında henüz bir
arpa boyu yol alınmadığı şeklinde
yorumlanıyor
Öcalan’ın
10 maddelik
yol haritası
Öte yandan bu tartışmalar
sürerken Öcalan’ın Hükümete ve
Kandil’e sunduğu 10 maddelik yol
haritası ortaya çıktı. Müzakerenin
yol haritasında yer alan maddeler
şunlar: Demokratik siyaset, terörle
mücadele yasasının kaldırılması ve
ceza muhakemelerinde değişiklik,
Kürd statüsünün anayasaya girmesi,
anadilde eğitim, fikir ve düşünce özgürlüğüne iliklin değişiklik,
toplumsal talepler, terör hükümlülerinin serbest bırakılması, Avrupa
Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın
kabul edilmesi ve yerel yönetimlerin
güçlendirilmesi ve PKK’yi ilgilendiren örgütün Türkiye’deki silahlı
eylemlerine son vermesi ve silahsızlanması ve silahsızlanmayla birlikte
dağdan inecekler için ekonomik
ve sosyal güvencelerin sağlanması. Ancak Hükümetin ve Kandil’in
Öcalan’ın yol haritasına nasıl cevap
vereceği nasıl yol alacağı ise henüz
bilinmiyor.
BasHaber
23 Şubat - 01 Mart 2015
BasHaber
Bir varmış, bir yokmuş!
Çözüm Süreci
T
ürkiye’nin gündemine 2009 yılında
resmen giren ve devletin resmi
ağızlarınca açıktan doğrulanan
Kürd Açılımı 2013 Newroz’unda Öcalan’ın
açıklamasıyla artık Çözüm Süreci olarak
baş köşeye oturdu. Habur’dan giriş yapan
barış grubunun görkemli karşılanmasını problemli bir durum olarak gören
hükümet ile KCK-İmralı arasında süren
görüşmelerde, bu mesele yol kazası olarak
tanımlandı. Hasılı kelam 5 yıldır gündemin en çok ısıtılıp soğutulan, toplumsal
tabanda en hararetli tartışmalara neden
olan, telvizyon programlarının en uzun
süreyi ayırdığı ve toplumun deyim yerindeyse artık beklemekten ‘kabız’ olduğu
Çözüm Süreci, şu sıralar elde kalmış bir
mirar (yarı ölü) gibi duruyor. KCK, HDP
ve hükümet yetkililerinin son günlerdeki
açıklamalarında karşılıklı yeni bir restleşmenin yansımaları gözlemlenirken,
hükümet Kürd tarafını ‘Öcalan’ı boşa
çıkarmak’la itham ederken, Kürd taraf ise
hükümeti ‘oyalama’ ile itham ediyor. Daha
önceki benzer evrelerinde de gözlendiği
üzere, vanayı elinde tutan asıl muhattap, yani Öcalan ise bir nevi sessizlik ve
bekleyiş içinde. Ya da iki taraf Öcalan’ın
söylediklerini kamuoyuyla paylaşmıyor.
Her ne kadar çözüm ve müzakere süreci
olarak adlandırılsa da yıllardır sorunun
ilgili tüm taraflarını kendi mevzilerinde
adeta beklemeye alan sürecin henüz müzakereye evirilmediği, KCK’nin son açıklamalarından ve Öcalan’ın en son kamuoyuna açıklanan beyanlarından anlaşılıyor.
6-7 Ekim Kobanê protestoları ile topun
ağzına giren süreç, Öcalan’ın devreye
girmesiyle tekrardan rayına oturtulmuştu
ya da öyle gösterilmişti. Ancak son günlerdeki durağanlık ve karşılıklı ithamlar,
sürecin başladığı günden beri yapılan
diğer seçimlerin öncesinde yaşanan atmosferi akıllara getiriyor. Geride kalan seçim
dönemlerindeki tecrübe, Çözüm Süreci’nin
yeniden aynı girdabın pençesine düştüğünü düşündürüyor.
Toplumun hemen tüm kesimlerince
destek bulan, kamuoyunda büyük beklenti
yaratan ancak yıllara yayılmasına rağmen
kamuoyunu doyuracak hiçbir açıklama,
içeriği ve kapsamıyla ilgili herhangi bir
paylaşımda bulunulmaması bir yana,
tarafların en başından beri birbirlerine
güvenmedikleri ve süreç denen mefhumun
aslında bir güvensizlik tahteravallisi üzerine bindirildiği, muhattapların yaptıkları
hemen tüm açıklamalarda hissedildi ve
hissedilmeye devam ediyor. Öcalan’ın
sessizliği ise yine tanıdık bir tekerrürü hatırlatıyor. Zira her iki tarafı ya da bir tarafı
idare etme konusunda sürekli eli güçlen-
dirilmeye çalışılan Öcalan’ın konumu ilkin
sürecin başlayacağı günlerin arifesindeki
açlık grevlerinde güçlendirildi. O günden
sonra karşılıklı restleşmelerin kilitlenmeye
vardığı tüm ara durumlarda Öcalan son
anda devreye girerek durumu toparlayıp,
konumunu daha da güçlendirdi. En son
Kobanê protestolarında tekrarlanan da
bu oldu. Ancak burada bir nüans farkı söz
konusu ki, Öcalan’ın sessizliğinin ya da
devreye sokulmasının seçimler sonrasına
kadar sürebileceği seçeneği ortada. Zira
HDP’nin parti olarak seçime girme kararı,
hükümetin yeniden tek başına iktidar ve
anayasal değişiklik gücüne ulaşma hırsı,
sonuçlarını kimsenin üstlenmeyeceği bir
hassas dönemin başladığına işaret ediyor.
Bir diğer nokta ise hem Kürd siyasetinin
hem de AKP’nin tüm seçimlerde, kampanyalarını karşılıklı birbirlerini suçlayıcı
argümanlar üzerine kurmuş olması ve bu
seçimde de görünenin o olması, Çözüm
Süreci’ne bir molanın verileceğini gösteriyor.
Kandil ile Ankara’nın karşılıklı yaptığı
“Kritik” açıklamasına rağmen İmralı’dan
müzakereye ilişkin şartlı açıklamanın yapılması ama bunun kamuoyu ile paylaşılmaması ve Öcalan’ın 15 Şubat’ta yapacağı silahsızlanma çağrısını yapmaması,
KCK’nin “Türkiye’den istediğimiz kantondur” ve “Çekilen güçlerimiz Türkiye’ye
geri döndü” açıklamaları genel tabloda
ciddi bir tıkanıklığın yeniden yaşandığına
işaret ediyor. Ayrıca mecliste İç Güvenlik
Paketi tartışmalarının sürmesi ve süreçte
yaşanan durguluğun bir diğer sebebi de
gerekli adımların 7 Haziran’da yapılacak
olan genel seçim sonrasına bırakılması
olarak değerlendiriliyor. Sürecin şifrelerinin saklı kaldığı bir diğer ‘kuyu’ ise
Kobanê ve Rojava’daki gelişmeler oldu.
Sürecin kaderinin bir anlamda hükümetçe
Kobanê’nin düşüşüne bağlandığı, Kürd
hareketinin de karşıt bir durum üzerine
yaklaşımını inşa ettiği düşünüldüğünde,
Kobanê’nin düşmediği ancak geriye de
birşeyin kalmadığı gerçeği, her iki tarfın
da beklentilerinin gerçekleşmediğine denk
geliyor. Bu da molanın vücut bulacağının
bir diğer önemli teferruatı.
Bir süre önce sürece ilişkin açıklamaların ortak yapılacağı deklere edilmesine
rağmen henüz ortak bir açıklamanın yapılmamış olması, Öcalan’ın son 10 maddelik
önerilerinin her iki tarafça da kamuoyuna
açıklanmaması ise kimi analistlerce, her
iki tarafın da Öcalan’ı yalnız bıraktığı
şeklinde yorumlanıyor. Her seferinde tüm
yetkilerin Öcalan’da olduğunu belirten
Kandil ve HDP’nin son günlerdeki ‘süreç
bitiyor’ yönlü açıklamaları ise, bazı kesim-
lerin ‘Öcalan boşa çıkarılıyor’ tespitleri konusunda kuşkuya mahal oluyor. Daha önce
Öcalan’ın görüntülü çekilme açıklaması
yapacağı yönünde kamuoyunda yaratılan
beklentinin bir benzerinin, 15 Şubat’ta
çekilme açıklaması yapacağı yönünde yeniden yaratılması ancak bunun da gerçekleşmemesi, Öcalan’ın da daha önce yaptığı
‘ne haliniz varsa görün’ konumuna geçmiş
olabileceğini düşündürüyor.
Çekilen birliklerimiz geri döndü
Öcalan’ın yeniden çekilme çağırısı yapacağının beklentisi varken garipsenecek bir
açıklama KCK’den geldi. 8 Mayıs 2013’te
başlayan ancak daha sonra hükümetin
gerekli adımı atmadığı gerekçesiyle durdurulan geri çekilmeye ilişkin açıklama
yaparak çekilen birliklerin Türkiye’ye
yeniden döndüğünü ve örgütün en güçlü
dönemlerininden birini yaşadığını açıklayan KCK yetkilileri, Çözüm Süreci’de
her iki tarafın masaya oturmadan önce
HDP’nin ve Abdullah Öcalan’ın “Statü
istemiyoruz” sözünü verdiği geçtiğimiz
günlerde ortaya çıkarken yaptığı yeni bir
açıklamada süreç için Türkiye’den istediklerinin özerk yönetim olduğunu ifade
etti. Bu açıklamanın hemen ardından PKK
Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan da,
“PKK silah bırakmaz. Bu bir öz savunmadır ve Kürdlerin varlığı ve özgürlüğü bu öz
savunmaya bağlıdır” sözleriyle beklenen
çağrıya rağmen silah bırakmayacaklarınının mesajını verdi.
“Ortadoğu’nun geleceği Türklerin ve
Kürdlerin ittifakına bağlı”
Bu tablo çerçevesinde süreçte yaşanan tıkanıklık ve kritik döneme ilişkin
başvurduğumuz yazar, gazeteci ve her
iki tarfatan siyasetçilerin söyledikleri de
yukarıda özetlenen karmaşanın doğruluğuna ve herkesin kendi ajandası dahilinde
hareket ettiğini, çözüm konusunda ortak
bir ajandanın hala olmadığına delalet
ÇÖZÜM SÜRECİ
23 Şubat - 01 Mart 2015
ediyor. AKP Diyarbakır Milletvekili
Galip Ensarioğlu süreçte tıkanıklık
yaşandığını doğrulasa da sürecin
devam edeceğini, anlaşmazlıkların ve
görüş ayrılıklarının olmasının normal
olduğunu ifade ederek, “Bu öyle kolay
bir süreç değil tabiki anlaşmazlıklar
olacaktır. Önemli olan kalıcı bir barış
için her iki tarafın ortaya koyduğu
iradedir. Ve Türkiye’nin barıştan başka şansı yok. Ortadoğu coğrafyasının
geleceği de Türklerin ve Kürdlerin
doğru temelde ittifakına bağlıdır.
Ayrıca yoğun seçim süreci dolayısıyla bir yavaşlama olması normaldir.
Bu sürecin bittiği anlamına gelmez”
belirlemesinde bulundu.
PKK’nin silah bırakması ve
Türkiye’deki silahlı mücadelesine
son vermesi gerektiğini kaydeden
Ensarioğlu, “Tarafların birbirine
karşılıklı güven tesisi için bu şarttır.
Kanton tarzı özerklik, kanton yoksa
biz de yokuz düşüncesi çözümü istememktir. Öcalan daha önce yaptığı
açıklamalarda demokratik özerkliğin
vazgeçilmez olmadığını söylemişti.
Türkiye bütün halkların ülkesidir ve
önemli olan demokratik cumhuriyet
temelinde eşit yurttaşlıktır.”
Parti ve çözüm sürecinden korkan
diğer partileri seçimlere kadar Çözüm Sürecini tartışmaya zorlamak
HDP’nin stratejisi olmalıdır.”
AKP’den seçime kadar adım yok
Gazeteci Yazar Tarhan Erdem de
AKP’nin seçimlere kadar çözüm süreci konusunda adım atmak istemediğini ancak HDP’nin AKP’yi ve çözümü
konuşmak istemeyen diğer partileri
süreç için konuşmaya zorlaması gerektiği yorumunda bulundu. Çözümde yaşanan tıkanıklığın önümüzdeki
günlerde salonlarda ve meydanlarda
açık bir şekilde ortaya çıkacağını
ifade eden Erdem, “Hükümet Çözüm
Sürecinde seçimlere kadar herhangi
bir adım atmak istemediğini kelimelerle ifade etmeyecek ama konuşmalarıyla, yaptıklarıyla bunu gösterecektir. Kaba milliyetçilerin oyundan
mahrum kalmak istemeyen iktidar,
muhalefeti giderek daha da sertleşerek suçlayacak, muhalefet de çözüm
süreci tarafında açık yer almayacaktır. Ancak HDP, iktidardan ne beklediğini, tehdit ve itham etmeden, açık
biçimde şu sorunun cevabını ortaya
çıkarmaya çalışmalıdır” dedi.
HDP’nin süreç için mecliste olması
gerektiğini, bu nedenle parti olarak
girmesinin doğal olduğunu belirten
Erdem: “AK Parti ve diğer partiler,
evrensel insan hakları ve eşitlik
ilkelerine, yerinden yönetim ilkelerine inanmakta mıdırlar? Bazı temel
konular, seçim barajı, yargı güvenliği,
yerleşim yerlerinde yaşayanların o
yer yönetimi hakkında tartışılmaz
hakları konusunda açık önermeler
ileri sürülerek, iktidarın ve diğer
partilerin mutabakatları istenmelidir.
HDP bu cevaplarla konuları somutlaştırarak tekrar ortaya koymalıdır.
Ayrıca bütün halkın sorunlarına
çözüm getirecek Çözüm Sürecinin
sahibi olan HDP’ye oy verilemesini
bütün Türkiye’den istemelidir. AK
“Demokratikleşme şart”
Gazeteci Mehmet Altan da AKP’nin
süreci seçim hesaplarına göre şekillendirdiğini söyleyerek, “AKP’nin
seçim ve başkanlık sistemi hesapları
sorunun kalıcı bir şekilde çözülmesini engelliyor” dedi. Kalıcı barışın
sağlanması için demokratiklemenin
gerekli olduğunu vurgulayan Altan,
“Cumhuriyetin demokratikleşmesiyle
kalıcı barış sağlanabilir. Ancak demokratikleşme olmadığı gibi hukuk
dışı düzenlemeler yapılıyor bu da
süreçte sınıra gelindiğini gösteriyor.
Böyle bir tabloda çözüm olamaz” diye
konuştu.
“Öcalan, Kandil’e gönderilmeli”
Türk usulü başkanlık sistemi çalışmaları dışında hiçbir şeyin önemsenmemesinin barışı engellediğini
söyleyen Altan, “İdeal bir müzakere
isteniyorsa Abdullah Öcalan’ın kandile gönderilmesi gerekiyor. Gerçekten
ne söylediğini görmemiz için bu şart.
Başkanlık dışında hiçbir şeyi ciddiye
almayan bir zihniyetin Türkiye’yi
kaotik noktalara taşıma ihtimali
yüksektir. Çünkü bölgede barış konusundaki umutlar o kadar yükseltti ki
umutsuzluk ağır bir fatura çıkartır”
dedi.
Türkiye’de yaşayan halkların kalıcı
çözüm ve barış için HDP’nin parti olarak seçime girmesine destek
vermesi gerektiğini belirten Mehmet
Altan, “Kürd siyasetinin doğru ve
rasyonel bir şekilde bu kararı aldığını
düşünüyorum. Çözüm için HDP parti
olarak seçime girmeli ve Türkiye bu
meselenin çözülmesinin istiyorsa
yüzde onu aşacak oyu HDP’ye vermelidir” ifadelerinş kullandı.
Barış, seçimden daha değerli
HDP Muş Milletvekili Demir
Çelik ise sürece rağmen İç Güvenlik
Paketinin yasalaştırılmaya çalışılmasının iyi niyetli bir adım olmadığını söyledi. Çözüm Süreci için
beklenen adımların genel seçimler sonrasına bırakılacağına dair
tartışmalara ilişkin ise Çelik, “Barış
seçime kurban edilemeyecek kadar
değerlidir. Çözüm için hepimiz
elimizden geleni sunmaya çalıştık. Kürd Siyasal Hareketi gerekli
adımları attı. Üstüne düşeni yapmayanı hükümettir. Ortadoğu’da
Kürd statüsüzlüğünden kaynaklı
nasıl sorunlar yaşandığı ortada,
İktidar üzerine düşeni doğru okumalarla irade kıran bir tavırla değil
toplumun çoklu kimliğine uygun
demokratik adımlar atılmalıdır”
dedi. Kürd Siyasal Hareketinin
bağımsızlıktan vazgeçtiğini ve birlikte yaşamak adına irade gösterdiğini söyleyen Çelik, “Türkiye’nin
demokratik evrime yönelmesi
gerekiyor. Ancak Türkiye bu evrime
ve birlikte eşit bir şekilde yaşamaya
razı olmadığı için süreç tarihsel
gelişmelere rağmen bir ileri iki geri
ileriyor” diye konuştu.
“Sekreterya kurulmadığı için
Öcalan çağrıda bulunmadı”
Öcalan’ın 15 Şubat’ta beklenen
silahsızlanma çağrısının yapılmamasının nedenini ise Çelik,
sekreteryanın kurulmamasına
bağlayarak şunları söyledi;“Başka
tutsakların getirilerek sekreteryanın kurulmaması ve izleme komisyonlarının devreye girmemesi yani
devletin üzerine düşeni yapmamasından dolayı sayın Öcalan 15
Şubat’ta beklenen açıklamayı yapmadı. Devletin keyfi davranışından
dolayı bir adım atılamadı.”
07
Hükümet 6-8 Ekim’in
ekisi altında
HAKAN TAHMAZ
AK Parti Hükümeti ile Kürd
Siyasal Hareketi arasındaki Kürd
Sorunu’nun çözümü konusundaki derin görüş farklılığını gidermeyi başaramamak yeni sorunlara ve sıkıntılara yol
açmaya devam ediyor.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın,
29 Kasım 2014 tarihinde HDP İmralı
Heyeti’ne ilettiği “Tarihi Müzakere
Manifestosu” adını verdiği önerilerin
kamuoyuna yansıması üzerine taraflar arasında yoğunlaşan
görüşme ve tartışmanın sonuçlandırılması oldukça gecikti.
Geçen hafta Kandil’in verdiği mesaj ve HDP Heyeti’nin
yaptığı açıklama sorunun ciddiyetinin boyutunu gösteriyor.
Her iki tarafın açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla
mevcut çatışmasızlığın nitelikli hale dönüşmesi ve mutlak
kamu düzenini sağlamaya dönük tedbir ve düzenlemeler sürecin kilit konuları haline gelmiş durumda. Bu nedenle daha
önce gündeme gelen hasta tutsakların durumu, izleme grubu
ve Öcalan’ın koşullarının müzakereye elverişli hale getirilmesi buzdolabında bekletiliyor.
Bu kilidi açmak için dünyada benzer süreçler yaşamış ülkelere dönüp bakmak bir çıkış yolu olabilir.
İstisnasız bütün devletler müzakere masasına silahlı örgütlerin önce silah bırakmasını sürmüşlerdir. Ancak bu ön
koşul hiçbir ülkede kabul görmemiştir. Aksine bütün dünyada müzakere süreçleri, 2013 yılında Çözüm Süreci’nin başında açıklandığı gibi karşılıklı adımlarla ilerletilmiş ve sonuçlandırıldı.
Bizim medyanın merdiven usulü adını verdiği bu yöntemin neden işletilemediği ve çok sık yeni sorunlara yol açtığı
tespit edilmeli.
İlk akla gelen, tarafların birbirine karşı güvensizliğini gidermeye dönük adımların atılmamasıdır.
Negatif barış sürecinden pozitif barış sürecine geçilmesi ancak güven artırıcı önlemlerin alınmasıyla ve tarafların
müzakerenin yöntem, kural ve kurumları noktasında asgari
ortaklaşmayı sağlamalarıyla mümkün olmuştur.
Çözüm Süreci’nin ikinci yılını geride bırakmak üzere olduğumuz bugünlerde ne yazık ki bu konuda alınması gereken
veya alabilecek yol alınmadı, atılması gerek adımlar atılmadı.
Sadece 17 Temmuz 2014 tarihinde çıkarılan, adına “Çözüm
Yasası” dediğimiz “Terörün Sona Erdirilmesi Ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun” doğrultusunda 30 Eylül 2014 tarihinde, kurulacak komisyonlarla
ilgili Bakanlar Kurulu kararnamesi çıkarıldı. Bir de HDP
Heyeti’nin üye sayısı talep doğrultusunda 3 kIŞİDen 5 kişiye
çıkardı.
Hükümeti, Kobanê’de ve Şengal’de IŞİD’e karşı Kürd
güçlerin, beklenmedik direnişi ve provokasyon diye tanımladığı 6-8 Ekim olayları esir aldı. Ya da bunları bahane olarak
kullanıyor. Müzakere masasını kurmadan ve koşullarını oluşturmadan, müzakerenin sınırlarını belirginleştirmek istiyor.
Bunu kamu düzeni sağlama bahanesiyle yapmak istemesinin
sonucu olarak gündeme getirdiği İç Güvenlik Yasası Taslağı
doğal olarak her kesimde tepkiye yol açtı. Bunu bir tür Çözüm Süreci’ni baltalayan girişim olarak tanımlamak mümkün.
Çözüm Süreci’nin ruhuna aykırı bir biçimde polisin yetkisi artırılıyor, yeni suçlar üretiliyor, yargıçların bazı yetkileri
kaymakamlara ve emniyet amirlerine devrediliyor, yargısız
cezalandırma güçlendiriliyor, keyfi uygulamalar meşrulaştırılıyor. Türkiye’ yi demokratikleşmeden uzaklaştıran güvenlikçi anlayışla hazırlanmış bir taslak. Haklı olarak demokratikleşmekten uzaklaşılıyor kaygısı güçleniyor.
Türkiye’nin seçim sürecine girdiği bugünkü ortamda bu
yasanın çıkarılması konusunda gösterilen çabanın güvensizliği gidermeye dönük harcanması, Çözüm Süreci’ni bugünkü
dar boğazdan çıkaracağı gibi taraflar arasındaki görüş farklılığının giderilmesine de önemli katkı olacaktır. Sürecin başka
türlü ilerlemesi oldukça zor görünüyor. Hükümetin beklendiği gibi ve bugüne kadar da olduğu gibi Öcalan’ın “hayat
öpücüğüyle” ilerlemenin sınırına yaklaşıldı.
08
SÖYLEŞİ
BasHaber
23SÖYLEŞİ
Şubat - 01 Mart 82015
SÖYLEŞİ
BasHaber
23 Şubat - 01 Mart 2015
9
SÖYLEŞİ
Bextiyar Elî:
Edebiyat uğraşım insanlığı korumaya dönük bir savaştır
Kürdistan yazın dünyası ve okurunun giderek yerinden
kalkıp ayakta alkışlamaya başladığı, eserleri şu sıralar
dünyanın değişik dillerinde çeviri aşamasında olan ve
Kürdistan’ın tıkanık toplumsal kan dolaşımını en iyi yansıtan yazarlarından biri olarak gösterilen Bextiyar Elî, yani
‘bir Kürdistan’ın başkenti Hewlêr’den çıkmış bir kalemle,
‘bir başka Kürdistan’ın başkenti’ Diyarbakır’da, Kürd edebiyatı ve bazı güncel durumları konuştuk.
Onun için söylenmiş en dikkat çekici söz, ‘En büyük
Rawîn Stêrk
Öncelikle hayatınızın nasıl geçtiğinizi sormak istiyorum. Bextiyar
Elî şu sıralar ne yapıyor? Nerde
yaşıyor?
16 yıl Almanya’nın Köln şehrinde
yaşadım. 3 yıldan fazla da Frankfurt’a
yaşıyorum. Bazen Güney Kürdistanı ve
Kürdistan’ın diğer parçalarını ziyaret ediyorum. Birkaç yılın sonunda birkaç roman
yazdım. Onun dışında düşünsel disiplinler
üzerine de çalışmalarım devam ediyor.
Örneğin bu sene birkaç romandan sonra
denemelerden oluşan ‘Keştîy Ferîştekan’
adlı kitabım yayınlanacak. Faşizme eleştirilerden oluşan Ortadoğu’daki siyasi sosyal
durumu anlatan bir kitapla meşgulüm.
Kürdistan ve Kürdlerin siyasal
olarak geldikleri nokta size nasıl
etki ediyor? Hayat ve geleceğe
dair umutvar mısınız yoksa karamsar mısınız?
Edebiyatım da bunlardan oluşmaktadır.
Yani deyim yerindeyse edebiyatımın bu
tarihin ürünü olduğunu söyleyebilirim.
Aralarında büyük bir ilişki mevcuttur.
İşimin ve edebiyatımın bir gerçekliği var
aslında. Karakterlerim bu tarihi olaylarda
yaşamış yer almış kişilerden oluşmaktadır.
Özelliklede Güney Kürdistan’daki tarihi
olay ve şahsiyetlerin benim edebiyatıma
büyük etkisi olmuştur. Gerçekten çok zor
bir şey umutsuz bir şekilde konuşmak.
Birçok şeyden ümidim yok aynı zamanda
birçok şeyden de umutluyum. Halkımın
başarılı ve mücadeleci ruhunu görünce o
umudum daha da çoğalıyor. Aslında böyle
durumlarda iyimser de olmak lazım Bu
güçlü ve mücadeleci bir iradenin göstergesidir. Bana göre Kürdler’in geleceğinden
umutlu olmak lazım. Geçmişe baktığımız
zaman yasaklı bir dil vardı. 40- 50 yıl
öncesine kadar dilimiz yasaklıydı. İlçelerde
bile konuşulması yasaklanmıştı. Bugün
romanlar, şiirler yazılıyor büyük şair ve
roman yazarları var. Bunlar iyimser olmamızı gerektiren şeylerdir. Yaşanan siyasi
gelişmeler, saldırılar ümitsizliğe kapılmamıza sebep verse de her zaman ümitsiziz ya
da her zaman iyimser düşünüyoruz diye bir
şey söyleyemeyiz.
şansızlığı Kürd olması’ şeklinde. Bextiyar Elî kalemiyle
Kürdistan’dan dünyaya derin bir ‘mürekkep kesiği’ atıyor denebilir. Kürdlerin, kendisini yazarlığının olgunluk
çağında tanımaya başladığı Elî’nin edebiyat, coğrafyanın
dili ya da dilsizliği ve bölünmüşlüğün yaratılacak kahraman
üzerindeki etkisi konusunda söyleyecekleri kuşkusuz paha
biçilemez değerde. Nitekim öyle de oldu. Elî, yazarlığı, eserleri ve eserlerinin Kürdistan algısı, bağımsızlığa giderken ki
hisleri kısaca da güncel konulara dair sorularımızı yanıtladı.
Kürdistan evvelden beri bir nevi
polisiye olaylara sahne oluyor.
Siz de yazarlığınızı polisiyeye artı
yer vererek sürdürüyorsunuz. Bir
tercih miydi yoksa Kürdistan’ın
total atmosferinin bir tür zorlaması mıydı?
Ben toplumun kötü bir durumda olmasının yazar için iyi olduğunu düşünmüyorum. Böyle bir düşünce var. Çatışma ve
çalkantılı toplumlarda iyi yazarların çıktığı
düşüncesine inanmıyorum. Bir yasa yok
tabi. Siyasi çalkantılar yaşayan toplumların
ya da yaşamayan toplumların iyi yazarlar
çıkardıklarını demek doğru olmaz. Bana
göre yazar ile toplum arasındaki ilişki
hassas bir ilişkidir. İlişkiyi yazar seçiyor.
Bu yazarın elinde olan bir şeydir. Yazar
kendi toplumuna hangi bakış açısıyla
bakıyorsa onu öyle görüyor. Yazarın kitaplarını okunmuş olunabilir onun felsefesi
hakkında bilgi sahibi olunmuş olunabilir.
Siyasetin ve toplumun zor zamanlarında
benim filozof ve aydınlarımın yaşamadığını düşünüyorum. Bizim yaşamımıza
benzeyen bir yaşam alanının olmadığı
kanısına varıyorum. Aslında her şeyden
önce insanın içinde olan bir şey bu ve bu
şeyler yazarı var ediyor. İlk başta toplum
ile çok çatışıyordum. Bu çatışma siyasi bir
çatışma değildi tabi. Bazen kendi toplumun ile de çatışabiliyorsun. Toplumdaki
baskılar... ahlak... köhne fikirler... Çünkü
anlam veremediğin kalıplaşmış düşünceler
bazen kedi toplumunda da olabiliyor. Aynı
zamanda kendini işgalciler ile de çatışıyor
pozisyonunda bulabiliyorsun. Bu yüzden
benim edebiyatım böyle gelişti. Savaş
edebiyatı oldu. Belli bir güç ve diktatör ile
yapılan bir savaş değildi tabi ki. İnsanın
insanlığını korumaya dönük olan bir savaştı. Şartsız ve koşulsuz her yerde insanlığın
savunmasıydı. Bizden önceki edebiyat da
savaşçı ve mücadeleciler kutsal kişiler haline getiriliyordu. Benim edebiyatımda bu
yok. Savaşçılar da insandır ve zayıf yanları
olabilir. Suçlayıcı bir yönü olabilir. Kötü
işler yapabilir.
‘Koşkîy Balîndekanî Xemgîn’ adlı
eserinizdeki kahramanlar ‘zorunda kalınmış bir suç’ işleme durumu üzerinden kahramanlaşıyor.
Kürdistan’daki kahramanlar da
hayatın bu dayatmasından mı
kahraman olmak durumunda
kalıyor acaba?
Evet... evet... aynen böyle Mensûrê Baba
Gewre mesela, bu kişiler çok sade kişilerdir. Toplumsal ve gerçek kahramanların
olmaması onların kahraman olmalarına sebebiyet vermektedir. Zorla kahraman oluveriyorlar. Biliyor musun? Bizim toplumumuzdaki kahramanların çoğu kahraman
değiller aslında. Varsayılan kahramanlar
hayal ettiklerimizdir aslında.
Modern Kürd edebiyatında Kürd
kimliğinden bahsetmek mümkün
mü? Bu edebiyat Kürdlüğü işliyor
mu ya da Kürdlüğe reddiye mi?
Kürd kimliği ve teorik okumalar üzerine
de baya çalıştım. Bu konuda birkaç makale
de yazdım. Tabi romanlarda böyle bir
sorun var. Özelikle ‘Keştîy Ferîştekan’
adlı romanda böyle bir sıkıntı var. ‘Keştîy
Ferîştekan’ adlı roman 3 ciltten oluşuyor.
Şu ana kadar 2 cildi yayımlandı. Bu sene
diğer cildi de yayımlanacak. Kürdlük
üzerine, Kürd milleti üzerine yazılmış bir
romandır. Kürdlük sadece siyaset değildir.
Dildir, birazda psikolojidir. Benim çalıştığım ve üzerine kafa yorduğum şey Kürd
psikolojisidir aslında. Korkuları, hayalleri,
önemsedikleri şeyler neler, bu insanlar
neyi önemsiyor. Siyasal ve toplumsallığından da öte Kürdler’in hayallerinin korkularının isteklerinin anlaşılması gerektiğine
inanmaktayım. Umudun olması lazım.
Savaş olduğu sürece umudun da olması
gerekir.
‘Mam im Cemşîd Xan’ adlı kitabınızda Cemşid Xan herşeyi unutuyor sadece Kürdlüğünü unutmuyor. Kürdlüğü unutmamak nasıl
birşeydir? Acaba biz Kürdlüğü
sadece bir hayal olarak mı yaşıyoruz da bir müptezel gibi bağrımızda taşıyoruz?
Doğrudur. Cemşid Xan’ın Kürdlüğü değişimin ürünüdür. Cemşid Xan kendi gerçeğini bulamıyor. Cemşid Xan’ın kendi karakteri yok aslında. Bu Cemşid Xan’ın bir
sıfatı hatta temel sıfatıdır. Kürdlerin son
50 yıllık tarihlerinin bir ürünüdür. Deği-
şimlerin ürünüdür. Kürdlerin genel tarihlerine yayılmış bir durumdur. Baktığımız
zaman Kürdler ilk olarak Marksist oldular.
Sonra milliyetçi bir çizgiye kaydılar. Sonra
liberalizm ve şimdi de İslamcılar. Bunları
bir fotoğrafta görebilmek mümkündür.
Bu krizleri bence hala Kürdistan’daki tüm
parçalarda görebilmek mümkündür. Ama
Güney Kürdistan da bu daha yoğundu.
Çünkü Güney Kürdistan’da farklı siyasi
süreçler yaşandı. Örneğin egemenlik süreci
düşünsel farklılık ve farklı kişilikler çıkarabiliyor. Kuzey’de siz çatışma ve mücadele
sürecini yaşıyorsunuz.
‘Dowwomîn Henarî Donya’da
birakujî var. Bugün Kürd güçleri
cephelerde beraber savaşıyorlar. Ama siyaseten birbirlerinden uzaklar. Kürdistan gene bir
birakujî olayını yaşayabilir mi?
Bence Kürdler arasında bırakujînin
yaşanma zemini var. Bunun için madem
biz bir toplumuz ve ideolojik ve düşünsel anlamda güçlüyüz ve birbirinden
farklı güçler yaratıyoruz. Bunun Kürdler arasında her zaman birakuji zemini
devam ediyor. Bizim siyasetimiz savaş
mantalitesini bırakmış değil. Beraber
yaşama birbirine tahammül etme, birbirini
dinleme mantalitesi oluşmuş değil. Bunun
için birakujiyi Kürd tarihinin geleceğinden de atabilmek mümkün görünmüyor.
Buna sebebiyet verebilecek bir sürü neden
var. Bizim siyasetimiz daha olgunlaşan ve
sorunlara müdahil olabilecek bir siyaset
değil. Kürdistan’ın dört parçasında ortak
bir siyasi iradenin olmaması küçücük bir
şey bile iç çatışmaya sebebiyet verebilecektir. Güney Kürdistan’da yaşanan iç çatışma
çok manasız bir çatışmaydı. Birkaç yılın
ardından ancak son buldu. Mantıksızlığın
ürünüydü. Bizim siyasetimiz hala bile
mantıklı hareket edemiyor.
‘Êwarîy Perwaney’ romanınızda
da radikal İslamcıların egemenlikleri var. Kürdistan’ın şimdiki durumunu ve geçmişi göz
önünde bulundurduğumuzda,
‘kötü kaderin’ bir müsebbibi de
islamdır diyebilir miyiz?
Evet doğrudur. Toplumumuz hiçbir zaman dinden uzak olmadı. Bizim
toplumdaki oluşumların çoğu da dini bir
söyleme sahipler, dinden uzak değiller. Bizimkiler kutsal şeyler yaratmaya
devam ediyorlar. Yıkıcı tahrip edici bir
mukaddestir bu. Savaşçı ruhlu bir kutsiyettir. Bu kutsiyet kendisini İslam’da
buluyor. Bazen de kendisini İslami bir
siyaset olarak da dayatıyor. Bazen de bu
kutsiyet ideolojik bir şey olmayabiliyor
dini ve ayini bir şey de olmayabiliyor.
Bence İslamiyet kutsiyetlerin ortaya
çıkmasının ve kutsiyetlerin dayatılmasının ilk ürünüdür. Bizim toplumda da
kutsiyetler savaşçı ruhlu kutsiyetlerdir.
Kürdistan’ın dört devletçe
bölüşülmesi her açıdan problem, lakin bu beraberinde çok
dilli olma avantajını, Güney
ve Rojava’da Arap kültürünü,
Doğu’da Fars kültürünü ve
Kuzey’de Türk kültürünü de
bilmeyi anlamayı getirmiştir.
Bir gün yekpare bir Kürd
coğrafyası söz konusu olursa bu dolaylı avantajın etkisi
ne olur sizce?
Çok kültürlülüğe inanıyorum. Bir
dönem İran’da yaşadım, orda Farsça
öğrendim. Arapça ve Farsça biliyor
olmam aydın bir altyapı oluşturmamda çok etkili oldu. Yazmamı
da büyük oranda etkiledi. Sonrasında Almanya’ya gittim Almanca
öğrenmem ve oradaki tecrübelerde
çok etkili oldu. Dört ulus arasında
yaşamamız başımıza şansızlık ve felaketler getirdi. Ama çoğu zaman 4
dili biliyoruz. 4 farklı dildeki müziği
dinleyebiliyoruz. O dillerin edebiyatlarından faydalanabiliyoruz. 4 farklı
şeyi hissedebiliyoruz. Bu çok büyük
bir zenginliktir. Bu bütün kültürlere sahip çıkma ve yaşatma zemini
yaratabiliyor. Kürdler bu konuda
tahammül sahibi insanlardır. Arap
Fars ve Türkler de bunun olduğunu
söyleyebilmek zordur. Aynılık teklik
her zaman beraberinde tehlikeleri
getirmektedir. Bu Kürd kültürünün
geleceği için büyük bir zenginliktir.
Şimdi de öyledir.
Genel anlama Kürd romancılığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Nasıl bir seyir
izlemekte? Kürd romancılığı
Kürdistan trajedisini yansıtabilmiş midir?
Zordur. Açıkçası Kürd romanı
yenidir. Kürd romanının genel
tarihi 20-25 yılı geçmiyor. Kısa bir
geçmişe sahipti. Bu 25 yılda büyük
coğrafyada büyük sıkıntıların ve
olayların yaşandığı yerde romanın
hepsini yansıtabilmesi çok zordur.
Ama bana göre büyük bir gelişme
yaşanmıştır. Doğu’dan bahsedecek
olursak Eta Nehayî adlı romancımız
var. Çok başarılı bir yazar. Güney’de
Eta Mihemed Karwan Kakasûr adlı
yazarımız var. Batı’da da Jan Dost
var. Bunlar Kürd romanın yapı
taşlarıdır diyebiliriz. Eskiden övünebilmek için de olsa bir metinimiz
yoktu. Bugün bir sürü metinimiz
var. Gelecek için sağlam bir romancılığımızın olacağını ve Kürdleri
aktarabileceğini düşünüyorum.
Kürd aydınları, entelektüel
Kürdler, neden Kürd egemenlerine Kürd partilerine
değişim konusunda etkide
bulunamıyor?
Aydınlar partileri kurmuşlardır. Örneğin Güney de bu böyle
olmuştur. İlk Kürd partilerini
aydınlar oluşturmuşlardır. 1990’an
da Güney’de aydınlar egemenlere
büyük eleştiriler yaptılar. Kürd partilerine eleştiriler ise daha yenidir.
Kürd partileri kendilerini aydınların
üstü bir konumda görmektedir.
Kendi sistemlerini oluşturmuşlardır. Aydınların görüşlerine ihtiyaç
duymuyorlar. Genel anlamda
Ortadoğu’da toplum ile aydın arasında bir köprü oluşmamıştır. Aydın
denildiği zaman elitizm algılanıyor.
‘Yani halktan uzaklar farklı bir dil
kullanıyorlar.’ Bu aydınların suçu
değil aydınları suçlamamak lazım.
Bölünmüşlükten dolayı
aydınlarımız kendi parçası
dışındaki Kürdistan’dan
habersiz genelde. Bu berberinde yarattığı karekterin de eksik kalmasına
neden oluyor mu. Örneğin
Mensûrê Baba Gewre’nin
Diyarbakır’ı, Adıyaman’ı,
Van’ı gezememiş olması neyi
eksik bırakıyor?
Şüphesiz etkiliyor. Bu en büyük
felaketlerden biridir bence. Güney,
Kuzey’in edebiyatından haberdar
değil. Uzmanlığımız da yok. Kuzey
karakterlerini de bilmiyoruz. Aynı
şey Kuzey için de geçerli. Güney
insanını tanımıyorlar. Her bir
parçadan bir karakterin olabileceği
karakterleri bir romana yerleştirmeye cüret edemiyorum. Bunu tecrübe
etmek çok önemli bir şeydir. Bir milleti anlayabilmek için çok önemli.
09
1916-1926: Kürdistan var,
Kürdistan yok
MESUT YEĞEN
Arzın kalabalık milletlerinden biri
olarak Kürdlerin bir milletler ve milli-devletler düzeni olarak tecelli eden yirminci
yüzyılı millet statüsünden ve milli-devletten mahrum geçirebilmiş olmasını mümkün kılan büyük olay, malum, 1918’de
tamamlanan Dünya Savaşı oldu. 1958’de
olan biten müstesna, Osmanlı Kürdlerini
2003’e kadar arz üzerinde egemenlikten
mahrum bırakan düzen ya da durum,
Dünya Savaşı’nın ardından oluşan siyasi tabloda kararlaştırıldı.
Kürdler ve Kürdistan, savaşın son iki senesini de içine alan on seneye
sığan 1916 Sykes-Picot Anlaşması, 1920 San Remo Konferansı, 1923
Lozan Anlaşması ve 1926 Ankara Anlaşmasıyla Kürd olmayanların
egemenliğine bırakıldı.
Dünya Savaşı, üç kadim hanedanlığı, üç büyük imparatorluğu,
Avusturya-Macaristan, Rusya ve Osmanlıyı darmadağın edip, onlarca kavmi egemen milletlerden kılarken, Kürdler nasıl oldu da bu
genel eğilimin dışında kalabildi? Kürd siyaset erbabını neredeyse yüz
senedir meşgul eden bu sorunun iyi ama zor bir tarih sorusu olduğuna şüphe yok. ‘Faillerin hataları, kurnazlıkları ya da alçaklıklarıyla’
açıklanamayacak kadar iyi ve zor bir tarih sorusu. 1916-1926 arası
on senede olup bitenler Kürdleri 2003’e kadar geçecek seksen sene
boyunca egemenlikten mahrum edebildi çünkü evvela Kürdlerin
1916’dan önce ‘Kürdistan’daki egemenlikleri zaten zayıf, parçalı ve
süreksiz bir egemenlikti. Bu zayıf, parçalı ve süreksiz egemenliğin o
günlerdeki taşıyıcıları Kürdistan’da egemen olmak için kendilerince
ellerinden geleni yaptılar yapmasına ama kudretleri yetmedi, bu açık.
En büyük ve en yakın zamandaki Kürd mirliğinin varisleri olarak
Bedirhaniler, Abdülhamit döneminde türlü ayrıcalığa sahip olmuşken İttihatçıların hışmına uğramış Milliler, Ermeni soykırımına iştirak etmemiş ve İngiltere’nin doğrudan askeri kontrolündeki Güney
Kürdleri ve fırsatçı Şerif Paşa gibileri İngiltere’nin kontrolünde bir
Kürdistan Krallığı, başını Seyyid Abdülkadir’in çektiği, Osmanlı elitiyle bütünleşmiş ve daha ziyade İstanbul’da meskun Kürd eliti ise
Osmanlı içinde özerk bir Kürdistan yoluyla Kürdleri egemen kılmanın peşine düştüler. Kürdleri Kürdistan’da egemen kılma fikrinin taşıyıcıları Kürd kalabalıklarını da iyi kötü bu fikre ikna ettiler aslında.
Berzenci ayaklanmasında bağımsız Kürdistan fikrinde karar kılanlar,
Koçgiri ve Şeyh Sait ayaklanmasında özerk Kürdistan kararını alanlar
Kürd kalabalıklarınca desteklendi. Ne var ki, ne Kürd kalabalıklarının ne de Kürd elitlerin kudretleri Kürdleri, Kürdistan’da egemen
kılmaya yetti. Kürdleri Kürdistan’da egemen olmaktan alıkoyan ikinci ve daha büyük sebep ise Kürdleri egemen olma kudretiyle donatabilecek büyük oyun kurucu olarak İngiltere için Kürdlerin akıbetinin
ancak kendi ali çıkarlarının akıbetiyle ilgili olarak önemli olmasıydı. 1916-1926 İngiltere’si için esas mevzu Hindistan ve Mısır’daki
çıkarlarını korumak ve Bolşevik tehlikesini durdurmak olduğundan
bağımsız ya da özerk bir Kürdistan’dansa Musul petrollerinden vazgeçmiş bir Türkiye’yle, Basra petrolünü kontrol eden ve kendi himayesindeki bir Bağdat ve Fransız mandasına terkedilmiş Suriye arasında paylaşılmış bir Kürdistan daha cazip oldu.
1916-1926 arasındaki on yılın Kürdistan’ın Türkiye, Irak ve Suriye arasında bölünmesiyle neticelenmesine yol veren bu sosyal ve
siyasi tablo oldu. Kürd kalabalıkları ve elitleri bu tablonun ürettiği
durumu değiştirmek için 1926’dan bugüne çok uğraştı, lakin tabi oldukları siyasi ve askeri makinayı devirmeye, dönüştürmeye kudretleri
yetmedi, ta ki 1990’lara kadar.
Kürdistan’ı çerçeveleyen sosyal ve siyasi tablonun 1990’larla birlikte hızla değişmesiyle beraber Kürdleri egemen olmaktan alıkoyan
siyasi ve askeri makinanın Irak aksamı malum 2003’te çökertildi ve
Irak Kürdleri uluslararası bir müdahale vesilesiyle Kürdistan’da egemen oldular. Aynı makinanın Suriye aksamı ise bir iç savaş vasıtasıyla
etkisizleşti ve Suriye Kürdleri de henüz uluslararası hukuk tarafından
onaylanmamış da olsa Kürdistan’da bir biçimde egemen olma yoluna girmiş bulunuyor. Kürdleri egemenlikten mahrum kılan siyasi ve
askeri makinanın Türkiye aksamı ise malum yerli yerinde duruyor ve
fakat Irak ve Suriye’den farklı olarak Türkiye’de Kürdlerin egemenliği iyi kötü üzerine konuşulabilen bir mevzu bugün. Hem Türkiye’ye
özgü bu hal ama hem de Kürdleri Irak ve Suriye Kürdistanı’nda egemen kılan sürecin sebep olduğu yıkım Kürdlere ve Türklere tek bir
şeyi gösteriyor olsa gerek: 1916-1926 tablosunun Türkiye kısmı sulh
içinde değiştirilmeli, sulh içinde değiştirilebilir.
10
HABER
BasHaber
‘Paket’in kanı mecliste
döküldü!
E
Rabia Çetin
kim ayından bu yana Türkiye’nin
gündeminde olan ve büyük tartışmalara neden olan İç Güvenlik Paketi görüşmeleri iki ertelemenin
ardından başladı. Muhalefet partilerinin,
hukukçuların ve insan hakları savunucularının büyük tepki gösterdiği İç
Güvenlik Paketi görüşmeleri geçtiğimiz
hafta Salı günü başladı. Ara ara kapalı
oturumlar halinde devam eden görüşmelere damgasını vursan ise İktidar ve
muhalfet arasında şiddetin önlenmesine
karşı yine şiddet dolu görüşmelerin yapılması oldu. Görüşmelerin ilk gününde
mecliste çıkan olaylarda HDP’li vekiller
3. gününde çıkan olaylarda ise CHP’li
vekiller yaralandı. Türkiye’de özellikle
toplumsal olaylarda ve eylemlerde öne
çıkan şiddete karşın böyle bir paketin
gerekli olduğunu savunan İktidar, paketin meclisten geçmesi için elinden geleni
yaparken muhalfet partileri ve toplumun
çoğu kesimi de şiddetin azalmayacağı
aksine polisin yetkilerini arttıran paket
ile gözaltı, tutuklama ve polis şiddetinin
artacağını savunuyor.
Aylardır Türkiye gündeminde olan
polisin ve idari kurumların yetkisini
genişleten yargıyı ise neredeyse etkisiz
hale getirecek olan İç Güvenlik Paketi
görüşmeleri mecliste kanlı bir şekilde
başladı. İki defa ertelenen görüşmeler
geçtiğimiz hafta başlarken yasalaşmadan
paket mecliste kan döktü. Pakete ilişkin
gerçekleşen görüşmelerde çıkan tartışmalarda muhalefet partilerinden vekiller
yaralanırken iktidar partisi ülkedeki
şiddetin azalması ve huzurun sağlanması
açısından paketin gerekli olduğu konusunda ısrarcı. Hükümet, İnsan hakları
savunucuları, kurumlar, sivil toplum kuruluşları ve muhalfet partilerinin “sivil
darbe” diye nitelendirdiği paketin AB’ye
uyumlu yasalar şeklinde yapıldığını ileri
sürüyor. Pakete ilişkin önceki günlerde
Türkiye’nin birçok kentinde hukukçular eylem yapıp paketin geri çekilmesini isterken birçok kesim de yapılan
değişikliklerle Türkiye’nin polis devleti
haline dönüştürüleceği, OHAL’i yeniden
getireceği kanısında. Ancak iktidar tüm
bu eleştirilere rağmen 2013’ün Mayıs
ayında başlayan Gezi eylemleri ve ardından 2014 yılının Ekim ayında Kobanê
eylemleriyle devam eden toplumsal
olaylarda yaşanan şiddet ve ölüme çare
ve toplumsal huzurun sağlanması için
paketin yasalaşmasını savunuyor. Paketin meclisten geçip geçmeyeceği ya da
bazı maddelerinde değişikliklerin yapılıp
yapılmayacağı merak konusu iken gazetemize değerlendirmelerde bulunan Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin
Feyzioğlu, yapılan bu yasa ile Türkiye’nin
yönetilemeyecek durumu geleceğini ileri
sürdü. Gazeteci –Yazar Avni Özgürel
ise yaşanan olaylar sonrasında böyle
bir yasanın gerekli olduğunu savundu.
Gündem Çocuk Derneği ve Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) ise tüm
eleştirilerin yerinde olduğunu söyleyerek
yasa ile birlikte hem çocuk haklarında
ihlallerin artacağını hem de gazetecilerin
polis karşısında silinecek duruma geleceğini ve özellikle Kürd gazetecilerin bu
paketten dolayı fazlasıyla mağdur olacağı
değerlendirmesinde bulundu.
“Bu paket rejim değişikliğinin ilk
adımıdır”
İç Güvenlik Paketinin en çok tartışalan maddelerinden biri polise ve valilere verilen geniş yetkiler olurken TBB
Başkanı Metin Feyzioğlu, bunu rejim
değişikliği adımı olarak değerlendirdi.
Paket ile iktidarın Türkiye’yi yönetilemez
hale getirdiğini savunan Feyzioğlu, “Bu
bir sıkıyönetim ilandır. Aynı zamanda
sarayın güvenliğini korumak ve rejim
değişikliği yapmak için böyle bir pakete
ihtiyaç duydular. Ancak paket meclisten geçerse herkes bilmelidir ki Türkiye
yönetilemez hale gelir” dedi. Pakette yer
alan ve molotofu silah kapsamına alan
maddenin ise kandırmaca olduğunu
söyleyen Feyzioğlu, “Molotof zaten silahtır. Hiç kimse silahın olduğu gösterileri
savunmaz. Üstelik polisin bugün de bu
tür olayları engelleme yetkisi var. Bunun
için yeni bir pakete ve yasaya ihtiyaç yok
ki. Toplantı ve yürüyüş yapmak neredeyse imkansız hale getirilecek. Kimse
daha ağzını açmadan gözaltına alınacak,
tutuklanacak. Bu iktidarın toplumu
sindirme politikasıdır. Kendi elleriyle
yarattıkları bu tabloyu yönetemez hale
getirmeye çalışıyorlar. Polise verdikleri
yetkiyle de yürütme organının yargı
üzerinde güç sahibi olmasını sağlayacaklar” diye konuştu. Barolar ve hukukçular olarak paketin yasalaşmaması için
ellerinden geleni yaptıklarını belirten
Feyzioğlu, sözlerini şöyle tamamladı:
“İktidar parmak hesabıyla illa da bu
paketi çıkartacağım diyorsa bu toplumun her kesiminden gelen eleştirileri ve
toplumu yok saymaktır.”
“İç Güvenlik Paketi çok isabetli bir
karar”
Gazeteci Avni Özgürel ise sorunların
yasayla tamamen ortadan kalkmasının
mümkün olmadığını ancak Türkiye’de
son dönemlere yaşanan olaylara bakılınca böyle bir paketin gerekli olduğunu
savundu. Yaşanan olayların yasaların
yetersizliğinden kaynaklandığını söylemenin yanlış olacağını belirten Özgürel,
“ Mevcut yasaya göre zaten terör ya da
adam öldürmek serbest değil ki. Ancak
Türkiye öyle kötü günler yaşadı ki bazı
tedbirlerin alınması kaçınılmaz hale geldiği için bu paketi çıkartmak isabet oldu.
Ayrıca İç Güvenlik Paketindeki yasalar
Fransa yasalarıyla neredeyse aynı” diye
konuştu.
Tüm bu yaşananlara karşı çıkartılan
bu pakete yönelik endişelerin olmasının
gayet normal olduğunu ifade eden Avni
Özgürel, endişelere ve eleştirelere rağmen paketin gerekliliğine dair şu değerlendirmede bulundu: “Kar topu attığı için
adam öldürülen bir ülkede genel bir sağ
duyu sorunumuz var. Bu paketin getirilmesi tam da bütün bunlar için gereklidir.
Endişelerin olması gayet normal çünkü
polisin sicili ortada. Polise yetki verildi
mi nasıl uygulayacağı konusunda kimse
garanti veremez. Bu nedenle meclisteki
gibi bir şiddet tablosunun yaşanmaması
için yetki makul birine verildi mi kimseye
zarar vermeden suçlar engellenebilir.”
23 Şubat - 01 Mart 2015
Kürd
medyasına
keyfi tutumlar
artacak
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü
(RSF) Türkiye Temsilci Erol Önderoğlu
da paketin basın ve gazeteciler açısından
getirileri konusunda değerlendirmelerde
bulunarak gazetecilerin hak ihlallerinin
artacağını söyledi. Özellikle Kürd medyası
açısından sıkıntılı bir paket olacağını
ifade eden Önderoğlu, “Gezi eylemlerinde
ve Kobanê olaylarında 150’yi aşkın medya
temsilcisine saldırı oldu. Bu paketin daha
önceki saldırılara cezasızlık getireceği
gibi Kürd medyasında çalışan gazeteciler
başta olmak üzere sorgulayan gazetecilere
yönelik polisin keyfi uygulamaları artacak. Tüm toplum açısından olduğu gibi
basın ve gazeteciler açısından da paketin
yasalaşmasıyla birlikte güvenin kötüye
kullanılacağı bir döneme gireceğiz” değerlendirmesinde bulundu.
En önemli
muhatap
çocuklar
Çocuk hakları konusunda çalışmalar
yürüten Gündem Çocuk Derneği ise
paketi çocuk hakları konusunda değerlendirdi. Paket ile birlikte var olan çok
hakları ihlalinin artacağını vurgulayan
Gündem Çocuk Derneği’nden Ezgi Koman, “Bu yasanın en önemli muhattabı
çocuklardır. Bu tasarı yasalaşırsa Gezi
direnişinde, Kobanê eylemlerinde ve
Cizre olaylarında olduğu gibi çocuklar
polis şiddetine daha fazla maruz kalacaktır” yorumunda bulundu. Çocukların cezaevlerine kapatılamalarına
karşı çalışmalar yürüttüklerini belirten
Koman, “Bu paket ile birlikte gözaltına alınan ve tutuklanan çocuk sayısı
artacaktır. Çocuklar, polis şiddetine ve
işkenceye daha fazla maruz kalmaya
başlayacaklar” dedi. Pozantı, Şakran ve
Sincan cezaevlerinde tutuklu bulunan
çocukların maruz kaldığı tecavüz ve
şiddeti hatırlatan Koman, “Eğer paket
yasalaşırsa yeni Pozantılar yaşanabilir. Oralarda neler olduğunu hepimiz
gördük. Bu paket ile birlikte çocuk
hakları çok ağır ihlalere maruz kalacak.
Çocukların ifade özgürlüğü ve barış
içerisinde yaşama ve toplanma hakları
ihlal edilebileceği gibi yaşam hakları
da ellerinden alınabilir. Bu nedenle bu
yasa bizi fazlasıyla endişelendiriyor ve
derhal geri çekilmesini istiyoruz” diye
konuştu.
BasHaber
HABER
23 Şubat - 01 Mart 2015
Kürd partileri ittifak arayışında
7
Zeray Nergis
Haziran seçimlerine 4 aydan az bir süre kalmışken, seçime parti olarak girme kararı alan HDP ile
diğer Kürd partileri arasında ittifak arayışları da
hız kazandı. Bu ittifak arayışının sadece seçim endeksli
olmadığının altını çizen Kürd siyasi partileri bölgede
ihtiyaçlar doğrultusunda stratejik bir ittifak çalışması
olduğunu vurguluyor.
Kuzey Kürdistan’da siyaset yapan Kürd partileri, özelde seçimler için ama genel olarak da Kürd halkının ihtiyaçları ve talepleri doğrultusunda ittifak yapma arayışı
içinde. Bu arayışlar sonucunda Azadi Hareketi, Katılımcı
Demokrasi Partisi (KADEP), Özgürlük ve Sosyalizm Partisi (ÖSP), Partiya Azadiya Kurdistan (PAK), Öze Dönüş,
Nubihar ve birkaç Kürd dergi çevresi ile görüşen HDP, bu
tür görüşmelerine devam ediyor. Buna sadece bir seçim
ittifakı olarak bakmayan Kürd partileri, aynı zamanda
bu ittifakın Kürd Ulusal Birliği çalışmaları çerçevesinde
seçim sonrasında da sürdürülmesini ve çalışmalarının
devam edeceğinin sinyallerini veriyor.
HDP’nin seçimlere parti olarak girmesi ve seçimlere
girmeyen diğer Kürd partileri arasındaki ittifak arayışları
çerçevesinde seçim öncesinde ve sonrasında çalışmalarına ağırlık verecek.
“Genel perspektif Kürdler arası ittifaktır”
HDP ve Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), KADEP,
ÖSP, PAK, Azadi Hareketi, Öze Dönüş, Nubihar ve çeşitli
Kürd çevreleriyle ittifak arayışları çerçevesinde görüşmeler gerçekleştirdiklerini dile getiren DBP Eşgenel Başkanı
Kamuran Yüksek, “Bizim ortak perspektifimiz, görüşmelerimiz ve tartışmalarımız genel olarak Kürdler arası
ittifak arayışıdır. Bütün Kürd partileri, siyasal eğilimleri,
düşünceleri ve ideolojileri arasında bu kısa vadede seçim
sürecinde uzun vadede ise ortak bir ittifak oluşturabilmek amacını taşıyor” dedi. Yüksek, yapılan tüm görüşmelerin bu anlamda olumlu geçtiğini söyledi.
“İttifaka stratejik yaklaşıyoruz”
Ulusal birlik çalışmaları çerçevesinde Kürd siyasetinin
bugüne kadar bu konuda birçok çalışma yürüttüğünü
vurgulayan Yüksek, ittifak arayışlarının da bu çalışmaların devamı olduğunu kaydederek, “Bunu seçimlere de
taşımak istiyoruz” dedi. Kürd partileri arasında çeşitli
nedenlerle diyalog kopuklukları olduğuna işaret eden
Yüksek, “Elbette ki stratejik yaklaşıyoruz. Daha uzun vadeli bir birlik arayışı içindeyiz. Ama bu aşamada seçimler
var. Ve biz seçim sürecine de bunu yansıtmak istiyoruz. Önümüzdeki günlerde yapacağımız çalışmalardan
sonra hangi yapı ya da partilerle birlikte seçim sürecine
gireceğimizi netleştirerek kamuoyuyla paylaşacağız” diye
konuştu.
“Kürdistan halkını savunan
ortak platform talebi”
Mustafa Özçelik
Adem Geveri
Bu ittifak arayışlarının dışında, bir süredir üç Kürd
siyasi partisi ile ortak bir platform oluşturma çabası
içinde olduklarını kaydeden Hak ve Özgürlükler Partisi
(HAK-PAR) Genel Başkanı Fehmi Demir de “Ortak bir
seçim platformunda uzlaşabilirsek, birlikte yürütmeye
çalışacağız. Bizim için platforma üzerine uzlaşmaya varılan ilkeler önemlidir. İttifakların ne üzerine olduğu en az
ittifaklar kadar önemlidir. Kürdistan halklarını savunan
bir ortak platform oluşturulabilir. Bizim açımızdan HDP
ile görüşme tek başına bir seçim ittifakı görüşmesi olmayacak. Eğer bizimle bu şartlarda görüşmek isterlerse biz
de onları görüşürüz” dedi.
‘İttifakın seçimlerle gündeme gelmesi eksikliktir’
Yeni kurulan PAK, Mart ayının başlarında yapacakları
toplantı sonrasında seçim siyaseti ve ittifaklar ile ilgili
kararlarını netleştireceklerini açıklamıştı. PAK Genel
Başkanı Mustafa Özçelik, “Şu anda bütün Kürd partileri
ile görüşüyoruz. Tüm bu değerlendirmelerin ışığında bizi
karara götürecek olan esas etken Kürd Sorunu’nun çözümünde Kürdistani bir duruşun sergilenmesi ve ortak bir
siyasal tutumun seçim politikasında egemen olmasıdır”
dedi. Kürdistani çizgi konusunda kürdlerin anlaşması
halinde durumu değerlendireceklerini aktaran Özçelik
şunları söyledi: “Kürdler arası ittifakları savunuyoruz.
Ama seçimlerle birlikte gündeme gelmesi bir eksikliktir. Kürdler sadece seçimlerle değil ülke olarak Kürd ve
Kürdistani bir teoremle bir araya gelmeliler. Samimi bir
diyalog ve ortak bir konsensusun oluşturulması gerekiyor” diye konuştu.
İttifak arayışları sonucu HDP’nin ilk görüştüğü çevre
olan Azadi Hareketi ise ittifakı doğrudan destekleyeceğini açıkladı. Azadi Hareketi Genel Sekreteri Adem Geveri,
ittifak arayışlarında hala elde tutulacak bir şey olmadığına işaret ederek, “Bütün Kürdlerin özlem duyduğu
fotoğraf, ulusal anlamda hepimizin bir arada olmasıdır”
dedi. T-KDP Genel Başkanı Mehmet Emin Kardaş ise,
HDP’nin Kürd partileri arası ittifak arayışlarının olumlu
ancak geç kalınmış bir adım olduğunu belirterek, “Seçim
ittifağı, koalisyon şeklinde yapılabilir. Sonrasında mümkünse aynı çatı altında kalınabilir. Kürdlerin bir statü
kazanabilesi için siyasi partilerinin de onları mecliste
temsil etmesi gerekir. Seçimden sonra da bu çalışmalarımızı sürdürmeye devam edeceğiz.” şeklinde konuştu.
Kürd Demokratlar Platformu Başkanı Sertaç Bucak
ise seçim ittifakı ile ilgili henüz kendileri ile görüşen
kimsenin olmadığını belirterek, “Biz Kürd eğilimli Kürd
partileri arasında veyahutta demokratik güçleri arasında
her zaman görüşmeler olabilir. Fakat HDP’nin bu ziyaret
amacını çok taktikseldir. Kendilerinin ihtiyacı olduğu
zaman gelecekler ve sonrasında da sormazlar. O açıdan
da biz buna pek değer vermiyoruz. HDP diyor ki ben
Türkiye partisiyim. İddiası da odur. O açıdan bizim onlarla bir ortaklığımızın olması zor görünüyor. Ama yine
de tartışma süreci bunu belirleyecek olsa da olacağını
düşünmüyorum.” dedi.
Sertaç Bucak
Emin Kardaş
11
İktidar kendi güvenliğini
alırken
SENNUR BAYBUĞA
Oniki yıldır iktidarda olan AKP,
seçimlerde kazandığı çoğunluğu, sürekli, tarihimizden gelen çelişkileri
ustalıkla kullanarak elinde tutmaya
çalışıyor. Bu cingöz ve kirli siyaset
tarzının; yukarıdan aşağıya doğru
gitgide ülkenin her tarafında artan
şiddetin, yerleşen şiddet dilinin ve
yaşanan cinnetin büyük oranda bu iktidarı koruma ve sonsuza dek devam
ettirme hayali ile mutlaka ilgisi var. Yarattığı gerilimi artık 12
Eylül mahsulü gerici yasalar ile bile denetleyemeyen hükümet
kendine yeni iktidarı koruma kanalları açma derdine düşmüş
görünüyor. Yargının, iktidarın temin ve tesisi için siyasi bir
silah haline getirildiği bu dönem de ufak tefek çatlamalar ve
dirençler de iktidarı artık memnun etmiyor olmalı ki; güvenlik
politikalarını artık geçmeyi hayal ettiği başkanlık sistemine uydurmaya gayret ediyor, hukuku kadükleştirerek.
İki gün önce mecliste bir yasa tasarısı görüşülmeye başlandı, evvelce türlü gerekçelerle görüşülmesi ertelenen iç güvenlik
reformu paketi. Meclisin basına kapalı oturumunda yapılan görüşmeler anlaşılan çok gergin gidiyor. İktidar partisi, ülkenin
kontrolünü elinde tutabilmenin bu tasarının meclisten geçmesi
ile mümkün olacağına iyiden ikna olmuş olmalı ki işi iki kadın
vekili darp edecek kadar ileri götürdü. İç güvenlik paketinin
başta Polis Vazife Salahiyetleri Kanunu, Jandarma Teşkilat,
Görev ve Yetkileri Kanunu, Toplantı Yürüyüşleri Kanunu
olmak üzere Terörle Mücadele Kanunu, Türk Ceza Kanunu,
Ceza Muhakemesi Kanunu diğer birçok kanunda değişikliğe
gittiğini söyleyelim. Bahsi geçen tüm yasaların direk etki ettiği
alanlar, kişi hak ve özgürlüklerini düzenleyen temel alanlar,
gösteri hakkı, ifade özgürlüğü alanları. Valinin veya kaymakamın görev vereceği kolluk görevlileri tarafından, temel hak
ve özgürlüklere ve evvelce hakim kararı ile verilecek bir kısım
soruşturmaya ilişkin yetkilerine el konuluyor. Hukukunun denetim alanı ya da sonradan denetimi ile bir tür yeni olağanüstü
hal rejiminin memlekete hakim kılınmak istendiği söylenebilir.
Kolluk yani polis; diyelim ki bir güvenlik aramasında insanların
üzerlerindeki tüm giysileri çıkarabilme yetkisine hakim kararı
olmadan sahip olacak artık. Yargı zamanlama olarak baypas
edilerek aslında kişi güvenliği ve vücut bütünlüğü ile ilgili tüm
kararları verme yetkisi nerede ise bir kaymakama veriliyor, en
basiti ile söylersek. Yine tasarıya göre hakim kararı olmadan 48
saat boyunca telefon dinleme yetkisi kolluğa veriliyor.
Kolluğun yetki ve yetki aldığı makamlar hükümete bağlanıp, polisi evinizin içine kadar sokup ifadenizi orada almasına
kadar izin veriyor tasarı. Kolluk ifadenizi almak sizi aramak,
taramak, soymak için mesela gecenin bir vakti evinize gelebilecek artık, bunun için hakim kararı gerekmediği gibi karakolda
canı sıkılan bir polisi her an gece evinizde misafir etmek zorunda bırakılabilirsiniz. Polisin toplumsal olaylarda silah kullanma yetkisine yasallık ve meşruiyet getiriliyor, molotof atmaya
‘kalkışan’ birini vurma hakkı polise veriliyor. Bez parçası, bilye,
havai fişek gibi insan dışında ne materyal olursa olsun yanınızda yaptığınız gösteri yasadışı ilan ediliyor ve kolluğa her türlü
tedbir hakkı veriliyor neredeyse. Yasanın çıkarılmasında arzu
edilen gayenin her türlü toplumsal gösteri, protesto hakkını zaten iyice siyasallaştırılmış yargının bile denetiminden bir süre
çıkararak hükümetin denetimi altında tutmak olduğu anlaşılıyor.
Ülkede halihazırda muhalefet odakları nerelerde kümelenmiş görünüyor; Gezi olayları ile başlayan ve ülkenin batısından itibaren gitgide artarak gelişen sokak hareketleri, ani
gelişen refleksif gösteriler. Kent hareketleri, çevre hareketleri,
köylerden başlayarak kentlere kadar etkisini artıran yaşama
alanlarına saldırıya karşı oluşturulan direnç. Kürd hareketi
merkezli gelişen ve daha fazla demokrasi, özgürlük ve barış talep eden siyasi hareketler, aleviler ve ülkede yaşayan tüm azınlık halkların öz taleplerini içeren destek de bulan muhalefet ve
gösteri alanları.
Tasarı bir nevi hepinize evinize girin hatta orada da uslu
durun diyor. Artık hükümet kendi güvenliğini almış durumda,
geçmiş olsun.
12
KADIN
BasHaber
Kadın kırımı!
Türkiye’nin toplumsal şizofrenisi!
T
Berfîn Mijdar
ürkiye günlerdir ayakta, hemen
her kentte kadınların öncülüğünde kadın cinayetlerine karşı
yürüyüşler, eylemler ve basın açıklamaları gerçekleşiyor. Nedeni ise geçtiğimiz
hafta Mersin’de kaybolduktan 3 gün
sonra cesedi bulunan 20 yaşındaki
üniversite öğrencisi Özgecan Arslan.
Özgecan Arslan, bindiği minibüste
şoför tarafından önce tecavüze uğramış
ardından iki kişinin daha yardımıyla yakılarak katledilmişti. Özgecan
Arslan’ın başına gelenlerin duyulmasının ardından Türkiye ayağa kalkarken
2014 yılında 291 kadın eşleri, sevgilileri
yakınları tarafından öldürüldü. Arslan
cinayetinin ardından Türkiye’de yeniden ortaya çıkan acı tabloda kadınlar,
tecavüz edilerek, intihara sürüklenerek
ve katledilerek cins kıyımına uğruyor.
Özgecan Arslan’ın başına gelenler
toplumu yeniden düşünmeye ve ayağa
kalkmaya iterken Türkiye’de kadınlara
yönelik gerçekleştirilen soykırım ise
tüm tepkilere rağmen devam ediyor.
Özgecan Arslan için eylemlerin sürdüğü sırada İstanbul Üsküdar’da ve
Antalya’da iki genç kadın öldürülürken
bir kadın da çocuklarının gözü önünde
bıçaklandı. 12 yaşındaki bir kız çocuğu da tecavüzden son anda kurtarıldı.
Meclisteki İç Güvenlik Paketi görüşmelerinde de çıkan olaylarda da iki kadın
vekil şiddete maruz kaldı. Ayrıca yapılan açıklamalarda tecavüz olaylarında
yüzde 125 arttığı ifade edilirken 2013’te
237, 2014 yılında ise 291 kadın katledildi. Kadın cinsine yönelik bu soykırım
tablosu gözler önündeyken en büyük
tepki yine yasalara oldu. Eylemlerde
kadınlar, yeteri kadar koruyucu, kadın
haklarını gözeten yasaların olmamasına, kadından sorumlu bakanlığın Aile
ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak
değiştirilmesine, tecavüz davalarında
mağdurdan değil sanıktan yana kararların verilmesine tepki gösterdi. Ayrıca
tecavüz ve kadın cinayetleri haberlerinde medyanın olayı tüm ayrıntılarıyla vermesi, okunurluğunu arttırmak
amacıyla kadın bedeni üzerinden
haberi pazarlaması da kadınların tepki
gösterdiği konular arasında yer alıyor.
Özellikle Özgecan olayında ana akım
medyanın okunurluğunu arttırmak için
1 hafta boyunca konuya ilişkin her dakika haberi vermesi ve sunuş şekline de
kadın kurumları tepki gösteriyor. Özgecan olayında medya duyarlı davrandığını göstermeye çalışarak başlatılan
siyah giyinme eylemine ekran karartarak destek verse de daha önce yaşanan
kadın cinayetlerinde haberi pazarla-
ma şekli cinayetlerde ve tecavüzlerde
medyanın teşvik edici dilinin ne kadar
etkin olduğunu gösteriyor. Özgecan
cinayetinde iktidar da duruma tepki
gösterip bunun için gerekenin yapılması gerektiği vurgusunda bulunsa da çok
geçmeden iktidarın kadına yönelik kullandığı dil yine yok sayıcıydı. Başbakan
Ahmet Davutoğlu’nun, kadın vekillerin
mecliste saldırıya uğramasında, “kadınlıklarını provokasyon unsuru olarak
kullanıyorlar”, iktidar partisinden bir
vekilin; “Diziler yapacaksınız. Oralarda yenge dayı ilişkilerinde hiçbir sınır
gözetmeyeceksiniz. Hiçbir sınırlama
tanımayacaksınız. Sonra tecavüzler artıyor diyeceksiniz. E ne bekliyorsunuz?
Rüzgar eken fırtına biçer. Bunda hiç
kuşkunuz olmasın” diye değerlendirmede bulunması, toplumun bu cinayete
tepki göstermesine bir kadın köşe yazarının da Amerika’daki tecavüz vakalarını hatırlatarak, “Amerika’da her gün
böyle vakalar yaşanıyor. Şimdi kapatın
çenenizi” demesi kadının mağduriyetine rağmen nasıl yok sayıldığını gösteriyor. Bu cinayetin ardından bir kadın
akademisyen tarafından sosyal medyada başlatılan “Sende anlat” etiketiyle
kadınların yaşadıkları olayları anlatması sırasında göze çarpan en büyük
ayrıntı ise kadınların çoğunluğunun
sadece taciz vakalarını dile getirmesi
oldu. Oysa Türkiye’de günde ortalama 3 kadın tecavüze uğrarken kimse
bunu açık açık dile getiremiyor. Kadın
kurumlarının yaptıkları çalışmada bu
önergeyi kanıtlar nitelikte. Muş Kadın
Çatısı Derneği’nin yaptığı çalışmaya
göre evlilik içi tecavüz olayları başta
olmak üzere kadınların yüzde 40’ı bu
durumu anlatamıyor.
“Özgecan, bardağı taşıran son
damla oldu”
Kadın cinayetlerini, tecavüz, kadına
yönelik işlenen suçları ve Özgecan Arslan cinayeti sonrasında Türkiye’de birçok kesimin ayağa kalkması konusunda
gazetemize değerlendirmede bulunan
Muş Kadın Çatısı Derneği Başkanı Nurcan Çetinbaş, 1 yıl içerisinde 291 kadın
katledilse de Özgecan cinayetinde toplumun bu kadar büyük bir öfke kusmasının sebebini, “Özgecan’ın katlediliş
şekli bardağı taşıran son damla oldu.
Artık kimse sessiz kalmak istemiyor”
diye yorumladı.
Özgecan Arslan cinayetinin toplumda
hem öfke patlamasına hem de bir korku
travmasına sebep olduğunu söyleyen
Çetinbaş, “Kadınlar ayağa kalkarak
artık yaşananlara dur demek adına
hemen her kentte eylem yaptı. Bu öfke
ve duyarlılık gerçekten anlamlı ama
keşke toplum daha önce yaşanan kadın
cinayetlerinde de bu kadar duyarlı
davransaydı. Bu duyarlılık ve öfke patlamasının yanında yaşananlar kadınlar
üzerinde bir korku mekanizmasını da
doğurdu. Ve birçok erkek bu durumu
bir fırsat olarak değerlendirip kadınlara karşı kullanamaya başladı. En
basit örneğiyle kadınlar artık akşamları
7’den sonra dışarıya çıkmak istemiyor.
Bu da toplumda nasıl bir korku travmasının oluştuğunu gösteriyor”dedi.
“Kadınların yüzde 40’ı tecavüzü
anlatamıyor”
Türkiye’de son yıllarda tecavüz
vakalarında yaşanan artışa da dikkat çeken Çetinbaş en büyük sorunu
artıştan ziyade kadınların bu olayı
açıklayamaması olarak yorumladı.
Kadınların yüzde 40’nın yaşadıkları
tecavüzü dile getiremediklerini belirten
Nurcan Çetinbaş, “Kadınların yüzde 40
yaşadığı tecavüzü anlatmıyor. Veriler
çok yüksek olsa da kadınlar sonucunun cezasızlık olduğunu bildikleri için
durumu açıklayamıyor. Hakimlerin bu
tür davalarda verdiği kararlarda mağdurdan ziyade zanlıya hak payı veren
kararlar alması da bunda etkili” diye
konuştu. Özgecanla birlikte yeniden
gündeme gelen kadın cinayeleri ve
kadına yönelik şiddetin azaltılması için
gerekli yasaların güçlendirilmesi gerektiğini vurgulayan Çetinbaş, “Kadınların
karar mekanizmalarında yer alması
gerekiyor. Bugün mecliste bile kadınların oranı yüzde 14. Kadınlar karar
mekanizmalarında yer almadığı, kadın
bakanlığı olmadığı sürece ve gerekli
yasalar yapılmadıkça kadına yönelik
şiddetin önüne geçilemez. Unutulmamalıdır ki kadınlar koruma altında bile
öldürülebiliyor. Son yıllarda 271 kadın
koruma altındayken öldürüldü. Tüm
bunların önüne geçilmesi için artık
somutların atılması gerekiyor” ifadelerini
kullandı.
23SÖYLEŞİ
Şubat - 01 Mart12
2015
“Kadını teşhir ve
rencide edici dil
kullanılıyor”
VAKAD (Van Kadın Derneği ) aktivisti
Zozan Özgökçe ise kadın cinayetlerinde
medyanın dili konusunda değerlendirmede bulunarak, bu tür haberlerde teşvik
edici bir dil kullandığı kanaatinde. Özellikle tecavüz ve cinayet haberlerinde kadını rencide edici ve “kadın hak etmişti”
dili kullandığını söyleyen Özgökçe, “Tecavüzü teşvik eden dilin yanında erkeği
değil kadını teşhir edici dil kullanılıyor.
‘Gece yarısı sokakta yürüyen kadın ya da
gözleri görmeyen kadın tecavüze uğradı’
gibi ifadeler kullanılarak haberlerde kadın bir özne olarak teşhir ediliyor” dedi.
Evli kadınların ya da seks işçilerinin
uğradığı tecavüzlerin ise haber olarak görülmediğine işaret eden Zozan Özgökçe,
“Kadınların tecavüz haberleri ve toplumun duruma tepki göstermesi bile demagojik bir şekilde sosyo ekonomik duruma
göre veriliyor. Özgecan ve Münevver
Karbulut cinayeti haberleri ve toplumun
gösterdiği tepki bu durumu özetliyor. Bu
da hem toplumun hem de medyanın iki
yüzlü davrandığını, eyleme katılanlar da
kendini aklamaya çalıştığını gösteriyor”
diye konuştu.
“İdam, iktidarın gücüne güç
katmak için tartışılıyor”
Öte yandan Özgecan cinayetiyle
birlikte Türkiye gündemine tecavüzler için “İdam geri gelsin” tartışmaları
girdi. Birçok kesim bu durumu desteklese de idamın tecavüzde caydırıcı bir
cezalandırma sistemi olmadığı İran gibi
ülkelerde görülüyor. Özgökçe de idam
tartışmalarında kadının düşünülmediğini belirterek, sözlerini şöyle tamamladı: “İdam söylemlerinde amaç kadına
yönelik şiddete karşı ve tecavüzcülerin
yargılanması için değil iktidarın gücüne
güç katmak için gündeme geldi. Bu samimiyetsizliktir çünkü amaç eril iktidarın
gücünü
arttırmaktır.”
ANADİLİ
BasHaber
23 Şubat - 01 Mart 2015
13
SÖYLEŞİ
Anadili yasak halk, dil gününü
kutlamaya hazırlanıyor!
K
Gulê Bertav
ürdlerin yaşadığı topraklarda egemen devletler
Kürd dili üzerinde her türlü yasal ve anayasal
asimilasyon politikaları uygulamaya devam
etmekte ve baskılar halen artmakta. 21 yüzyılda nüfusu
bu kadar çok olup, dili yasaklı olan başka bir halk bulunmuyor. Kürdçe eğitimin önü hala açılmış değil, hala
resmi kurumlarda Kürdçe bilen resmi çalışan yok. Kürd
Alfabesi ve Kürdçe isimler önündeki yasaklar devam
etmekte. Kültürel asimilasyonun bir parçası olarak
okullar, hastaneler gibi devletin resmi kurumlarında
hala Kürdçe konuşmak yasak, böyle bir süreçte Dünya
Anadil Günü başta Kürdistan olmak üzere tüm dünyada
etkinliklerle kutlanıyor.
“Dinler ve kültürler bir arada yaşamalı”
Konu ile ilgili görüştüğümüz, DTK Dil ve Eğitim
Komisyonu Başkanı İrfan Babaoğlu, Kürd nüfusunun
milyonlarla ifade edilen bir halk olduğunu ve bu halkın
ulus olmaktan kaynaklanan haklarının 21. yüzyılın başlarından o dönemin konjektürel yapısı içerisinde insani,
kültürel, dil hakları dört parçada Türkler, Araplar ve
Farslar tarafından asimile edilerek tüm haklarının gasp
edildiğini dile getirdi. Babaoğlu: ‘’21 yüzyıldaki sorunlar
ulus devletin çatışmalarıyla yoğunlaşan bir yüzyıldır. 21.
Yüzyılda artık o kalıplar parçalanmıştır. 21. Yüzyıl dinlerin ve kültürlerin daha fazla bir arada yaşamalarını ve
birlikte yaşamalarını öngören bir yüzyıldır. Aksi halde
ulusların boğazlanması gündeme geliyor ki bu insana
ve doğasına aykırı bir şeydir. Kürdlerin yaşamış olduğu
devletlerde özellikle çoğunun yaşadığı Türkiye’de
anayasal hakkının elde edilmesi için çok büyük mücadele ve bedeller veriliyor ve bu mücadele devam ediyor.
Kürd halkının varlığının, dilinin ve kültürünün anayasal
güvencede tanınması için bütün halkın ve kurumların
bu uğurda mücadele etmesi gerekir hem siyasal yollarla
hem de demokratik yollarla mücadelesine devam etmesini gerekli görüyoruz” dedi.
Babaoğlu, Anadilde eğitim, anadil talebin özellikle
12-13 yıl önce öne çıkan durum olduğunu Önceki yıllarda yani 2000 yılından önce siyasi ve askeri mücadele
olduğunu dolayısıyla dilin öne çıkmadığını vurgulayarak
sözlerini şöyle tamamladı: ‘’Savaş ve kargaşa ortamında kültür öne çıkmıyordu ama son on yıldır bu çok
öne çıkıyor özellikle 2002 yılında
öğrencilerin üniversitelere Kürdçenin seçmeli ders olarak konulmasını istemişti. Devlet
buna şiddetle karşı çıktı
fakat izleyen aşamalarda
devletin kendisi televizyon
açmak zorunda kaldı yine
üniversitelerde bazı kürsüler kurmaya başladı fakat
bu halkın ihtiyacına cevap
vermiyordu. Daha sonra
Yayın Yönetmeni: Faysal Dağlı
Editörler: İsmail Yıldız, Yeter Polat
Haber Merkezi: Özcan Şahin, Çimen Gümüş,
Berfîn Mijdar / Dimilkî: Roşan Lezgîn /
Diyarbakır: Mustafa Turan /Ankara: Salih
Batırhan
dil konusunda Kürd halkının kendi kendisinin bir şeyler
yapma ihtiyacı ortaya çıktı ve Kürd halkında bir bilinç
gerçekleşti. Devletten bir şey beklememeye başladı.
Devletin attığı adımlar halkın talep ettiği adımlar ihtiyacının karşılamasından çok çok gerisindeydi. Böylece
Kürd halkı kurslar açmaya, okullar açmaya başladı.”
“Diline dönmek halkına dönmektir”
Kürd sorununun çözümünün Türkiye’nin demokratikleşmesinin dil sorunuyla anadille yakından bağlantılı
olduğunu ifade eden Babaoğlu ‘’Eğer bir halkın dilini
tanımayacaksan, onun üzerinde sürekli asimilasyon
politikaları yürüteceksen, anadilde eğitimi yasal ve anayasal güvenceye alamayacaksan o zaman neyin demokratikleşmesinden ve neyin müzakeresinden bahsediyorlar. Dolayısıyla anadilde eğitim siyasal ve demokratik
sorunun çözülmesinde anahtardır” diye konuştu.
“Kürdlerin Dünya Anadil Günü’ne
gösterdiği ilgiyi hiçbir halk göstermiyor”
Kürd’lerin Dünya Anadil Gününe gösterdiği ilgiyi
hiçbir halkın göstermediğini vurgulayan Babaoğlu, “21
Şubat Dünya Anadil Günü’nünde Kürd halkı meydanlara çıkıp basın açıklamaları yapacaklar, paneller
düzenleyecekler, dilin üzerindeki asimilasyon politikasını teşhir edecekler. Ana dilin yasaklı olduğunu dile
getirecekler böylesi bir programımız söz konusu. Bu
programda sadece Diyarbakır’da değil Kürdistan’ın her
tarafında eş zamanlı olarak eylemler yapılacaklarını ve
bütün şehirlerde yaklaşık 77 yerde ilçeler dahil olmak
üzere paneller olacak” dedi.
“Sadece bir gün dile getirmek bir sonuç vermez”
Kurdi-Der Eş Başkanı Ali Erdemirci de ; ’’Bir dili
sadece bir gün ile dile getirmek bir sonuç elde etmek
mümkün değil, ikincisi Kürd coğrafyasında Türkiye’de
kaybolmakla yüz yüze olan yaklaşık 18 dil var. Kimisi
kaybolmuş, kimisi kaybolmayla yüz yüze. Kürdçe de bu
dillerden biridir ama Kürdçenin farklı bir özelliği var
Kürdçe milyonlar tarafından konuşulmakta. Egemen
ulus dili yok etmek için elinden geleni yapmıştır. Bir dil
eğer günlük yaşamda kullanılmıyorsa, eğitim dili olarak
kullanılmıyorsa, ticaret dili olarak kullanılmıyorsa bu
dili geçerli olan birçok nedeni ortadan kalkacak ve aileler evlerde çocuklarıyla egemenin diliyle
konuşacak amaç onu günlük
yaşamda kendisini var etme
ortamı yaratmaktır. Şuan
da 3 tane okulumuz var.
Bu okullar sistem dışında
kendi imkanlarıyla eğitim
yapıyorlar. Bu okullarda
Kürdçe eğitimin dışında
yerelde kullanılan diğer
dillerin eğitimi de veriliyor” diye konuştu.
İmtiyaz Sahibi: Botan Tahsin
Hukuk Danışmanı: Av. Hamiyet Çelebi
İdare Müdürü: Esin Alp
Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç,
Hüseyin Ünal
Tel: +90 212 243 27 60
Fax: +90 212 243 27 79
E-mail: [email protected]
www.basnews.com
Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST Baskı:
İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
13
Dünya Anadil Günü:
21 Şubat
BİLAL SAMBUR
İnsan, dildir. Dil, insandır. Tanrı,
insanı meleklerden bile üstün kılan bir
yetenekle yaratmıştır. Tanrı, Adem’e
eşyayı isimlendirme yeteneği vermiştir.
Eşyayı isimlendirme yeteneği dildir.
Başka bir ifade ile insan, dil sayesinde
kendisini varlıklarla ilişkilendirmektedir.
Tanrı, insana sadece tek bir dille
eşyayı isimlendirme yeteneği vermemiştir. Tanrı, insanın farklı dillerle kendisini ifade etme ve
varlıkla ilişki kurmanın imkanını ve yeteneğini bahşetmiştir.
İnsanlığın zenginliği, dilinin zenginliğidir. Sayısız dille kendini ifade etme, insana ait bir ayrıcalıktır. Kur’an, insanlığın
farklı dillere sahip oluşunu yani linguistik plüralizmi Allah’ın
bir ayeti olarak ifade etmektedir.
Allah’ın kendisi için ayet olarak gördüğü dilsel çoğulculuk, bazı insanlar tarafından sorun olarak görülmüştür. Dilsel
çoğulculuğun sorun olduğunu gören otoriter ve totaliter güçler, bazı dillerin ortadan kaldırılmasını, bazılarının ise herkese
dayatılmasını gerekli görmüşlerdir. Başka bir ifade ile bazı
insanlar, kendi dillerine ayrıcalıklı üstün dil statüsü verirken,
kendilerinin dışındaki dillere mahkum statüsünde yok edilmesi gereken diller olarak bakmışlardır.
1952 Yılında Pakistan, Urduca’yı resmi dil olarak ilan
etmiştir. Bangladeş, o tarihlerde Pakistan’ın bir parçasıydı. Bengal entelektüeller ve öğrenciler, bütün Pakistan’da
Urduca’nın resmi dil olmasını kabul etmediler. Bengal bölgesinde Bengalcenin resmi dil olması gerektiğini savundular.
Bengalli öğrencilerin ve entelektüellerin protesto gösterileri,
Pakistan ordusu tarafından silahla ve şiddetle bastırılmıştır.
Pakistan’ın Urduca’yı tek resmi dil olarak dayatma politikası
ve bu politikayı ortak dini kimliğe dayandırma çabası, Bengallileri ikna etmemiştir. Bengalliler, Pakistan’dan ayrıldılar ve
Bangladeş olarak adlandırılan devleti kurdular.
Bengallilerin ana dillerini korumak ve devam ettirmek için
yapmış oldukları mücadele unutulmadı. Birleşmiş Milletler’in
kültür ve eğitim kuruluşu olan UNESCO, 21 Şubat’ı Dünya
Ana dil Günü olarak ilan etmiştir.
21 Şubat Dünya Anadil Günü’nde anadilin, insanlıkla,
kültürlerle ve medeniyetlerle ilişki kurmada olmazsa olmaz
bir kaynak olduğu konusunda bir farkındalık yaratmak, insanların ana dilleriyle birbiriyle ilişki kurmanın, iletişim ve etkileşim içine girmenin önemini insanların içselleştirmesine katkı
sunan faaliyetleri gerçekleştirmek hedeflenmektedir. Dünya
Anadil Günü, farklı ana dilleri konuşan tek insanlık bilincini
oluşturmayı amaçlamaktadır.
Bugün dünyada yedi bin civarı dilin konuşulduğu tahmin
edilmektedir. Ancak Allah’ın ayeti olarak değerlendirilen dillerin büyük bölümü, bugün yok olma tehlikesi içindedir. Bugün dünya bir diller mezarlığına dönüşmüş durumdadır. Kaybolan bir dilin, tekrar geri kazanımı mümkün değildir.
Kürdler, Ortadoğu’nun dördüncü büyük halkı durumundadırlar ve dünyada en büyük devletsiz halk olarak tanımlanmaktadırlar. Kürdler, genelde en büyük devletsiz halk olarak
tanınsalar da, Kürdleri en büyük dilsiz halk olarak tanımlamak da mümkündür. Kürd topluluklarının konuştuğu Soranice, Kurmanci, ve Zazaki başta olmak üzere Kürdçe bir bütün
olarak büyük bir tehlike altındadır. Uzun yıllar süren baskı ve
asimilasyon politikaları, Kürdçe’nin içini boşalttığı gibi, onun
edebiyat, sanat, felsefe, bilim ve dini alanlarda gelişmesine ket
vurmuştur.
Dillerin yaşama mücadelesi, aslında hakim olan dillerle
savaş içinde olma mücadelesidir. Hangi dilin avantajlı olup
olmadığı, hangi dilin kullanılıp kullanılmayacağı, aslında o dili
kullanan grubun sahip olduğu hegemonya pozisyonuyla yakından ilgilidir. Arapça ve Farsça gibi diller hegemonik gücün
egemen dili olarak var olmaktadırlar. Diğer taraftan Kürdçe
başta olmak üzere Ortadoğu coğrafyasının diğer dilleri yok
oluşa terk edilmektedir. Dünya Anadil gününde Kürdler, dünyanın en büyük dilsiz halkı olma durumundan kurtulma gibi
büyük bir meydan okumayla karşı karşıyadırlar.
14
YAŞAM
BasHaber
23SÖYLEŞİ
Şubat - 01 Mart14
2015
Diyarbakır’ın renkler divanı: Kültürler Sokağı
Kürd mutfağı:
Kürd evlerindeki
lezzet hazinesi
K
Laser Mario
ürdlerin gündeminin her dönem
sadece politik ve hayatın olağan
akışını kurgulamaya odaklı olan
meselelerden oluşması, yaşamın kültürel,
geleneksel, tarihsel, sosyolojik, çevresel ve
diğer ‘soft’ kısımlarının gizli kalmasına,
bilinmemesine ve hayatın olağan akışına rengini verebilecek zeminden uzakta
kalmak durumunda bırakıyor şüphesiz. Bu
durum o kadar belirleyici bir hal almış ki,
Kürdün önemsediği durumların başında
gelen ağız tadı ve mutfak kültürü bile,
olanca çeşitliliği, lezzeti ve zenginliğiyle
sadece evlerin içine hapsolmuş durumda. Televizyonların hemen tümünde bir
yemek programının olduğu, obezite haline
rağmen mutfak mefhumunun popüler bir
sıçrama yaşadığı günümüz ortamı, minik
de olsa Kürd mutfağına da etki etmeye
başladı. Zira Kürd mutfağına ilişkin az
da olsa kitap, bir takım organizasyonlar
ve hatta Kürdçe yayın yapan bir kanalın kültürel formatlı programında Kürd
mutfağı kendisine yer bulmaya başladı.
Lezzet haritasının son derece geniş olduğu,
damak tadının neredeyse kan davasına
dönecek kadar önemsendiği Kürdistanlılar
arasında, Kürd mutfağı, bu zenginliği sayesinde yakın dönemde layık olduğu ilgiyi ve
tanıtımı görecektir kuşkusuz.
Babaxanuç, mehîr, keledoş, cilbir, şilikî,
tirşik ve daha yüzlerce yemeğinin piştiği,
politik olmasa da hepsinin lezzetleri itibariyle adeta yarıştığı Kürd mutfağı; ki kuşkusuz kendisi de evin salonu kadar politik
tartışmalara, siyasi söylevlere, eleştiri ve
özeleştiri platformlarına, ama özelde siyasi
kulislere sahne olmak durumundadır, tanıtıma ihtiyacı var mıdır orası da tartışmalı
ama en azından her türden asimilasyona
tabi kılınmış ve Kürdistan dışına savrulmuş Kürd evlerine girecek kadar bilinmeyi
hak etmiş olsa gerek. Ancak sürecin her
dönem ‘kritik’ olmasından bir türlü normalize olamayan günlük yaşam, mutfağın
bu hakkını ihlal etmeye devam ediyor.
Reel durum bu olsa da ‘devrimin öncelikleri, öznel durumlar ve mevcut ekolojik
toplum gereklilikleri’ politika dışındaki
herhangi bir alanla profesyonel ya da hobi
düzeyinde ilgilenenleri, ilgi duyanları
‘tırşıkçî’ ya da ‘qeşmer’ olarak kategorize
etmeye sebepse de, lezzetin etkisi politik
esaretin fendini yeneceğe benziyor. İnternette Kürd mutfağına ilişkin açılan siteler,
sosyal medyada faaliyet gösteren sayfalar,
yayınlanan kitaplar ve Türk televizyonlarının Oktay Ustası gibi ikonları kıskandıracak mutfak ustalarının Kürd kanallarında
popülerleşmeye başlaması buna işaret
ediyor.
Kürd mutfağı uluslararası alanda, hatta
ulusal alanda kendini henüz tanıtamamış
ve ne yazık ki evlerde gizli kalan bir hazine
olarak kalmış. Özellikle birçok ulusun,
mutfağını, kendi kültürünü pazarlama
aracı olarak kullandığı bir zamanda Kürd
mutfak kültürünün evlerle veya il isimleri
ile sınırlı kalması kültürel açıdan bir eksiklik olarak görülüyor. Bu kültür üzerine
birçok kitap yazılmış ve araştırma yapılmış
olmasına rağmen henüz ‘Kürd mutfağı’
ismiyle anılmamaktadır. Yazılan kitapların
başlıcaları ise geçen yıl Mayıs ayında çıkan,
Vanlı aşçı Ali Geyik’in “Geleneksel Kürd
Mutfağı”, 2010 yılında Ayşe Kudat tarafından yazılmış olan “Kürd Mutfağı’nda Ne
Pişiyor” ve 2003 yılında Kürd avukat ve
araştırmacı yazar Cemşid Bender tarafından yazılmış olan “Kürd Mutfak Kültürü ve
Kürd Yemekleri” gibi kitaplardır.
İnsanlar tanıtma konusunda hiç
çaba harcamıyor
Ali Geyik, Kürd mutfağının yeterince
tanınmamasına ve bu dalda yeterince
çalışma olmadığına vurgu yaparak, ”Gönül
isterdi ki daha iyi çalışmalar ve araştırmalar olsun ama kimse bu dalda çalışmalar
yapmıyor. Yöremizin insanı kendi kültürünü tanıtma alışkınlığına sahip değil.
Çalışma sırasında gördüm ki insanlar
kendi kültürünü tanıtma konusunda hiç
çaba harcamıyor” diyor. Mesleği de profesyonel aşçılık olan Geyik, Kürd mutfağının
çok zengin bir mutfak olduğunu ve birçok
yerde Türk mutfağı olarak tanımlandığını bunun da Kürd mutfağına yeterince
sahip çıkılmamasından kaynaklandığını
dile getiriyor. “Kürd mutfağı yeterince
tanınmıyor. İnsanların kendi evlerinde
yaptığı yemekler dışında dışarıda ekstra
bir tanıtım yapmıyor. Kitabı yazarken çok
tepki aldım, birçok kişi böyle bir mutfak
olmadığını söyledi. Ama böyle bir mutfağın
varlığı gözümüzün önünde ve biz bizzat bu
mutfaktan besleniyoruz” dedi.
“Benim kitabım yüz yıllık bir tarihin
kitabıdır”
“Kürd Mutfağı’nda Ne Pişiyor” yemek
kitabının kitabının yazarı Ayşe Kudat ise
aynı zamanda Harvard Üniversitesi’nde
eğitim görmüş ve BM HABİTAT kuruluşunda görev almış başarılı bir akademisyen. Kitabı ve Kürd mutfağı hakkında
görüşlerini aldığımız yazar, “Aslında benim kitabım yüz yıllık bir tarihin kitabıdır.
Kürdler o kadar çok sürgün ve katliama
maruz kaldılar ki yemek kültürlerini bile
sadece kendi evlerinde ve elindeki imkanları ile yaratmak zorunda kaldılar. Yani yemek kültürleri bile saldırıya uğramış. Öyle
ki binlerce yıldır yaşadıkları coğrafyada bir
Kürd lokantası bile yoktur. Kitaptaki tarifleri yazarken de birçok ili gezip insanlarla
birebir konuşarak yazdım” Kürd mutfağının kültürel bir araç olarak kullanılmamasının nedenini geçmişteki politikalar
olduğunu ama artık önünün açıldığını
KÜLTÜR
BasHaber
23 Şubat - 01 Mart 2015
15
SÖYLEŞİ
G
Çimen Gümüş
eçmişte Ermeni, Keldani, Yahudi,
Kürd, Alevi, Ezdi tüm bu farklılıkların
bir arada yaşadığı Diyarbakır, binlerce
yıldır birçok inanca ev sahipliği yapmış, bir
arada kardeşçe ve karşılıklı hoşgörünün yaşandığı en önemli merkezlerden biri. Devletin tahammül göstermemesi üzerine kaçmak
ya da göçmek durumunda kalan farklılıklar,
şimdi bir sokakta ‘kalanları’ ile hayat bulması
ve farklı inanç ve kültürlerin tekrar dirilmesi
için Diyarbakır’daki Kültürler Sokağı projesi
hayata geçirildi. Dünyada ilk ve tek olan
Kültürler Sokağı özellikle farklı inançlara
sahip oldukları için katledilmelerine bir tepki
olarak, farklı dil, kültür ve inançların bir arada barış ve hoşgörü içinde yaşanabileceğini
göstermek açısından bir örnek teşkil ediyor.
ve bunun yapılabileceğini belirten yazar,
“İnsanlar göçe zorlandı ve sürgün edildi.
Bu sürgün kendisiyle birlikte yaşadığı
coğrafyadan var ettiği mutfaktan uzaklaşması ve bu kültürü yaşatamamasına neden
olmuştur” diyerek bunun için çalışmalar
yapılması gerektiğinin altını çizdi.
“Yerel yönetimler ve kurumlar
destek olmalı”
Mutfak kültürleri üzerine araştırmalar
yapan ve profesyonel aşçılık eğitimleri
veren Burhan Can ise, Kürd Mutfağı’nın
coğrafya ile özdeşleştiğini ve Kürdistan’ın
dört parçada farklı mutfak kültürleri ile
etkileşim içinde olduğunu söylüyor. Kürd
Mutfağı’nın ismiyle anılmasını istediğini
söyleyen Can, “Örneğin Diyarbakır’da
Doğu Anadolu mutfağı adı altında sunulan
yemekler var ben kesinlikle buna karşıyım.
Kürdlerin kendi mutfak kültürlerini başka
bir isimle pazarlamasını doğru bulmuyorum” diyor. Kürd mutfağının pazarlanabilme açısından çok zengin olduğunu yalnız
birçok yemeğin henüz evlerden dışarı
çıkamadığının altını çizen Can, “Bireylerin
çalışmaları ve çabaları tek başına yeterli
kalmıyor. Sadece Diyabakır’da 130 köyde
570 yemek kayıt altına alınabilmiştir. Bir
de bunun bütün coğrafyada yapıldığını
düşünürsek karşımıza inanılmaz zengin bir
mutfak çıkıyor. Bizim tek sıkıntımız profesyonel anlamda bunu lokalden çıkarıp
Kürd mutfağı adıyla açığa çıkarma çabalarının olmamasıdır. Pazar oluşturma noktasında bölgenin şu an böyle bir potansiyele
sahip olmamasından dolayı bu biraz daha
yerel yönetimler ve kuruluşların çalışması
ve katkıları ile olabilir. Ciddi manada artık
lokal bazlı değil ama Kürd mutfağı adı altında ürünlerimizi tanıtma veya bilinçli bir
şekilde anlatabilme çabasına girer sek bir
süre sonra Kürd mutfağını açığa çıkartıp
bunun pazarını oluşturabiliriz” diyor.
‘Kaybettiğimiz yerden başladık’
Projenin fikir babası Eski Sur Belediye
Başkanı Abdullah Demirbaş, kentin bir kimliği olduğunu ve bunu kaybetmesi halinde
kendi iç dinamiklerini de kaybedeceğine
dikkat çekerek, “Bizim de bütün uğraşımız
kimliklerimizi kazanmaktır. Kürdistan’da
yaşayan bütün
inançları, kimlikleri, kültürleri ve
dileri korumak,
geliştirmek ve
güçlendirmek temel görevimizdir.
Kürdistani bakışın gerekleri
bunlar-
dır. Sistem yıllarca farklı olan inançları
böl-parçala-yönet politikası ile halkları ve
inançları birbirine düşürmek için çabaladı.
Bizim de bunu barışı tesis ederek tersine
çevirmemiz gerekiyordu. Bize kaybettirilen
noktadan başlamamız gerekiyordu” dedi.
‘Hedefimiz sokağı değil zihinleri
restore etmekti’
Diyarbakır’da yaşayan tüm farklı inançların bir arada dayanışma ve hoşgörü içerisinde yaşamasını hedeflediklerini dile getiren
Demirbaş, tüm kutsal bayramların bir arada
kardeşçe kutlamayı ve kutsal mekanlarını
oluşturmayı istediklerini söyledi. Demirbaş,
“Diyarbakır’ın tarihinde Ermeni, Süryani,
Keldani, Türkmen ve Kürd Aleviler yine
Sunni Müslümanların birlikte yaşamışlar.
Yaşadıkları bölge ise Dört Ayaklı Minare’den
başlayan bir sokak ve burada tüm farklı inanç
ve mezhepler birlikte yaşamışlar. Biz de buna
dayanarak Keldani Katolik Kilisesi, Ermeni
Gregoriyan Kilisesi ve bir de havranın olduğu
sokağı yeniden canlı hale getirip, herkesin
kendi inançlarını barış içinde ve özgürce
yaşayabileceği koşulları yaratmak istedik.
Aynı sokakta bize kaybettirilmeye çalışılanı
yeniden kazanalım dedik. Bunun için hedefimiz sadece sokağı restore etmek değildi.
Aynı zamanda zihinleri restore etmekti” diye
konuştu.
dahil etmesi gerekiyor. Çünkü bize göre insanları bir şeyin yapımına katmazsanız, yıkımına katmış olursunuz. Dolayısıyla bu kentte
iki Ermeni varsa onların da temsil edilmesi
gerekiyor. Farklılıklarımızla birlikte kolektif
olarak kenti yönetebiliriz. Amacımız kentin
kendisiyle yüzleşmesi, özeleştirisel yaklaşması ve geleceği doğru yaratmasıdır. İnsanların
kendi kimlikleri, inançları ve mezhepleri ile
bir arada yaşayabileceği bir barış iklimini
oluşturmak. Ve bu projemiz gelecekte Ortadoğu için önemli bir barış projesi olacak.”
“Eskiden iki kişi Ermeni’yim diyordu
şimdi yüzlerce kişi”
Kültürler Sokağı ile birlikte Diyarbakır’da
yaşayan farklı inançlara sahip insanların
artık görünür olmaya başladığına işaret eden
Demirbaş, “Bunun yararı şu oldu. Biz göreve
geldiğimizde iki kişi Ermeni’yim diyordu.
Şimdi ise 200-300 kIŞİDen daha fazlası
ben Ermeni’yim diyor. Süryani sayısı arttı.
Bu çalışmalardan sonra gelişti. Bizim bu
çalışmalarımız insanların kendi kimlikleri ile
buluşmasını sağladı. Kültürler Sokağımız şu
anda aktif ve hareketli. Herkes gidip orada
kendi ibadetlerini yerine getiriyor” diyerek
farklılıklara karşı ön
yargılarında kırılmaya başladığını
söyledi.
“Kırklar Meclisi ile temsilde adalet
sağlanıyor”
Kültürler Sokağı çalışmalarının ardından
Diyarbakır’daki sayısı gittikçe azalan azınlıkların temsiliyetini sağlamak amacıyla
40 kIŞİDen oluşan Kırklar Meclisinin
oluşturulduğunu ifade eden Demirbaş, şöyle konuştu: “Bu meclis ile
kentte sayıları az olan ancak
temsil edilemeyenlerini
temsili ile temsilde adaleti
sağlamaya çalıştık. Bu
farklılıkların kendilerini kentin karar
alma süreçlerine
15
Diyarbakır
Süryanileri
memnun
Kültürler Sokağı Projesinde yer alan Süryani
Papazı Yusuf Akbulut,
da bu projenin kendileri ve diğerleri için
çok olumlu bir adım
olduğunu vurguladı.
Akbulut, “Bunun çok
önceden olması gerekiyordu. Ama mevcut
durumdan kaynaklı
olmadı. Kültürler Sokağı çok önemlidir. Biz
Diyarbakır’da kalan 40
civarında Süryani bunu
önemsiyoruz. Din dil
ayırmadan hepimiz bu
meclisin içindeki yerlerimizi alıyoruz. Biz eski
Diyarbakır’ı nasıl kazanabiliriz diye çalışmalar
yürüttük. Buradaki
Süryaniler kendi adlarına ve kendileri gibi
hakların adına
bu çalışmadan
çok memnunlar” diye
konuştu.
Geçmişi bugünkü kuşaklara aktarmak için
Sokağın sahibinin kentteki tüm dinsel inançlar olduğunu ifade eden Ermeni Gaffur Oğanyan, yüz yıl önce
Sur’da ağırlıkta Ermeniler olmak üzere, Süryaniler,
Yahudiler ve diğer bütün halkların güçlü bir diyalog ile
birlikte yaşadıklarını ve karşılıklı saygı ve güven içinde
bir yaşam sürdüklerine söyledi. “Minyatür de olsa eski
dayanışmayı sembolize etmek ve onu hatırlatarak bu-
günkü kuşaklara aktarmak için olumlu bir çalışmadır”
diyen Oğanyan, “Bu toplum, bu halkları kendi elleriyle
boğmuş bir toplum. Bugün o toplum yok. Bugünün
toplumunun ise bunun etkilerinden uzaklaşması gerekiyor. Öyle oldu diyebiliriz de. İnsanlarda yumuşama
ve farkına varma durumu gelişti. Pozitif yönlü bir değişiklik olduğunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz” dedi.
16
HEYKEL
BasHaber
23SÖYLEŞİ
Şubat - 01 Mart16
2015
Heykeltraş Yakut:
Roboski Anıtı nirvanam oldu
Başta Atatürk olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘hizmetkaraları’ ki bunlar genelde Kürdlere zulmedenler olarak bilinir,
dışında heykel veya Kürdistan kentlerinde heykel kültüründen ya
da algısından bahsetmek neredeyse olanaksız. Her şehrin meydanında bir Atatürk heykeli veya yine devlet erkanının ‘önemli’ isimleri arasında yer alan ‘vatan-bayrak-devlet’ üçgeninde ‘önemli’ hizmetler vermiş kimselerin heykelleri boy gösterirken, bu şehirlerde
yaşayan halkın ya da halkların tarihlerine veya kültürel dokularına
dair bir anıt, heykel bulmak zor. Devletin bir nevi ‘Ben buradayım’
demesinin tezahürü olan bu heykellere yavaş yavaş coğrafyanın
özünü anlatan heykel ve anıtlar da eklenmeye başlıyor. Kürdlerin
yönetimini devraldıkları il ve ilçe merkezlerinde Kürdistani unsurları barındıran ya da Kürdistan’da yaşanan bir trajediyi anlatan
anıt ya da heykeller meydanları süslemeye başladı. Bu anıtların
en önemlilerinden biri kuşkusuz Roboski Anıtı’dır. Kürdistan’da
doğan bu yeni durumun az sayıdaki emektarlarından
Heykeltraş Suat Yakut’un yaptığı, Roboski Anıtı,
Diyarbakır’da bir kara lekenin simgesi olarak diklidi. Yakut şimdi de Şêş Seîd’in anıtını yapmakla
meşgul. Lakin arada bir mahkeme durumu var.
Özcan Şahin
“Roboski Anıtı’nın açılışından
sonra Roboskili anneleri uğurlarken
bir anne gelip bana sarıldı ve ağladı.
‘Benim oğlumun ismi senin sayende ölümsüzleşti’ dedi, işte bu benim
nirvanamdı. Sanatın böyle bir etkisi
vardır. Bu bir anne veya babanın
çocuğuna yaklaşım ve kendini çocukta
araması ile aynı şeydir. Kendini her
şeyiyle onda görüyorsun’’ diyen heykel
sanatçısı ile Kürdistan’da heykel sanatının durumu ve yaptığı çalışmaları
konuştuk.
Heykel sanatına ilginiz nasıl
başladı?
Heykelle tanıştım ve çok büyük bir
haz aldığımı fark ettim. Birçok kez
çalışırken güneşin altında yandığım da
olmuştur. Hayatta en zevk aldığım şeyi
yapıyorum. Elbette bunun ekonomik
boyutları da var. Heykel yaparken büyük
sıkıntılar çekiyorum ekonomik ve fiziksel anlamda ama bittikten sonra benim
çocuğum gibi oluyor. O haz benim için
her şeye bedeldir.
Eserlerinizin toplumdaki etkileri sizin için önemli midir?
Biri heykelime dokunduğu zaman içim
acıyor. Ama yaptığım eserin toplumdaki etkileri de var ve bu da benim için
önemlidir. Roboski Anıtı’nı yaptım.
Anmadan sonra gittiğimiz yemekte bir
anne gelip bana sarıldı ve ağladı. ‘Benim
oğlumun ismi senin sayende ölümsüzleşti’ dedi, işte bu benim nirvanamdı.
Sanki o sırada orada değildim. İkimizde birbirimize sarılıp hüngür hüngür
ağladık. Sanatın böyle bir etkisi vardır. Emek verdiğin bir şeyin bir başka
boyutu karşında canlanır. Bu bir anne
babanın çocuğuna yaklaşımı ve kendini
çocukta araması ile aynı şeydir. Kendini
her şeyiyle onda görüyorsun. Bu işin
bütün sihri o hazda saklıdır.
Eserlerinizi sunmakta zorluk
çekiyor musunuz?
Bazen heykel konusunda adeta brifing
veriyorum. Heykelin, anıtın gerekliliğini sosyolojik, görsel ve felsefi anlamını
anlatıyorum. Daha sonra benim de böyle
bir projem var deyip tasarımımı sunuyorum. Çoğu zaman böyle durumlar
yaşadığım oluyor. Ama Roboski’de bunu
yaşamadım. Sadece öneride bulundum
ve hemen kabul edildi. Bu konuda her
ne kadar geçmiş az olsa da sanatsal açıdan algılar açık ve yeni nesil gerçekten
sanatsal alanda üretime açık ve istekli.
Kürdistan’ın heykel sanatında
ne aşamada olduğunu ve bu
bağlamda Atatürk heykellerinin
fetişist bir tarza neredeyse her
meydana dikmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Avrupa ve dünyanın birçok yerine
baktığımız zaman, bunun bir süreç
olduğunu görebiliriz. Bu sürecin içerisinde toplumun her alanı bir faktördür. Dini inanç, toplumsal olaylar gibi
şeyler bunda çok etkilidir. Özellikle
Ortadoğu’da İslamiyet hakim olduğundan uzun bir süre zaten heykel anılmadı
bile. Osmanlı da bile minyatürle başladı
bu sanat ve buna da süsleme sanatı
öncü oldu.
Kürdlere bakıyorsunuz, heykele dair
hiçbir geçmişimiz yok. Bana bazen hangi tarz çalıştığım soruluyor. Kendi sanat
eserlerimde pop art çalışmak daha yakın geliyor. Çünkü diğerleri zaten dünya
çoktan bunu aşmış ve bitirmiş artık.
Toplumsal olayları anlattığım eserlerde
elbette pop art dışına çıkıyorum. Bunun
dışında Atatürk heykellerine gelince,
onların mantığı estetik kaygıdan yoksun. Bunun adı ben buradayım demektir. Adam 1,60 boyunda ama heykeli
dört metre yapılıyor. Olabilecek her
yere Atatürk heykeli yaptılar. Bu bilinçli
yapılan ve yapan kişinin düşüncesinden
kaynaklanıyor. Yere bakmayan, boynu
bükülmemiş, yerle teması olmayan
heykeller yaparak, fetişist bir yaklaşım
içine girilmiş.
Roboski Anıtı’nı yaptınız.
Bununla anlatmak istediğiniz
neydi? Tepkiler nasıl oldu?
Yapılan eleştiriler vardı. Ama bunlar eleştiriden çok rahatsızlık belirten
ifadelerdi. Benim o konuda bir kaygım
yok, vicdanım rahat. ‘Niye daha güzel
bir şey yapmadın’ diyenler var. Ben niye
güzel bir şey yapayım. Bir kere ortada
güzel bir şey yok. Ben zaten her bakan
rahatsız olsun istiyorum. Heykelin montajını yaptıktan birkaç saat sonra bütün
sosyal medyada gündem oldu. Bu da
sanatın gücünü gösterdi. Bu heykelle insanlarda bir algı kırılması da yaşatmak
istedim. Heykelin kaidesini kısa yaptım.
Çünkü insanlar üstüne bassın istedim,
bu kutsal değil. İnsanlar heykelin üstüne çıkıp baksınlar, kadına dokunsunlar
istedim. Oradaki abartılı bombalar güç
dengesizliğini simgeliyor. Katledilenler
çocuktu ve kaçma fırsatı tanınmadı. O
bombalarla kadının etrafına bir kafes
yaptım çünkü hepsi bir anneye
muhtaç, birer çocuktu. Bu yüzden
de anne figürü kullandım. Çocuk
ve katır figürü kullanmak istemedim. Bunu yapsaydım karikatürize
olan bir tepki ve sahneleme olurdu.
Bu konu hakkında hiç bilgisi olmayan biride sorgulasın istedim.
Bu yüzden otuz yıl sonrasını da düşünmek zorundayım.
Şex Sait
Anıtı
Şex Sait adına bir anıt çalışmanız var. Bu fikir nasıl
oluştu ve şu an ne aşamadasınız?
İki üç yıl boyunca aklımda olan
bir çalışmaydı. Yerelde hiç dini bir
çalışma yapılmıyor. Bunun bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Şex
Sait’i Şex Sait yapan da dini kimliğidir. Bu çerçevede arkadaşlarla
fikir birliğine gittik. Şex Sait adına
dini motifli bir çalışma olmalı ve bu
Hınıs’ta olmalı dedik. Hem Şex Sait
ailesi hem resmi kurumlarla birçok
görüşme yaptık. Şimdilik üçte ikilik
bir kısmı bitti. Kaymakamlık suç
duyurusunda bulundu, mahkeme
sürecinin bitmesi ile birlikte bu da
kesinleşecektir.
Nasıl bir anıt olacak?
Dört köşeli bir sütun üzerine oturtulmuş açık bir kitap var. Kitabın
içine bir şey yazılmadı yoruma açık
bırakıldı. Altında ise dört parçalık
bir platform oluşturdum ve bu dört
parça Kürdistan’ı temsil ediyor.
Çünkü Şex Sait sadece Diyarbakır’da
değil, dört parçada saygı duyulan bir
insandır. Platformum üzerinde ise
47 tane mezar taşı bıraktım. Bunların hepsi isimsiz bunun nedeni de
kapsayıcı olması çünkü başka şehirlerde idam
edilenler oldu. En
alttaki platform
ile kitap arasındaki
sütunun dört köşesine
de idama götürülürken
söylediği son sözleri Türkçe,
Kürdçe, Zazaca, Arapça
yazacağım. Anıtın dört
tarafına da hayrat niyetine dört
çeşme yapmayı
düşünüyorum.

Benzer belgeler

16.02.2015

16.02.2015 bir araya geldi. Barzani, teröristlere karşı direnen Peşmergeler sayesinde bugüne geldiklerini belirterek, ailelere sabırlar diledi ve esir düşen Peşmergelerin kurtarılması için ellerinden geleni y...

Detaylı

13.09.2014

13.09.2014 bir araya geldi. Barzani, teröristlere karşı direnen Peşmergeler sayesinde bugüne geldiklerini belirterek, ailelere sabırlar diledi ve esir düşen Peşmergelerin kurtarılması için ellerinden geleni y...

Detaylı

26.01.2015

26.01.2015 olduğu, fakat ABD’nin de IŞİD militanlarının geri çekilmekte olduğuna inandığını söyledi. O’Donoghue, Washington’ın, Irak askeri gücünü oluşturma çabalarının

Detaylı

25.04.2016

25.04.2016 bir aşamaya geldiği ve tersi açıklamalar yapılmasına rağmen bu konuda girişimlerin hızlandığı konuşulmakta. ABD’li yetkililerin Ankara’ya diyalog ve PKK’ye silahsızlanma yolundaki çağrıları ve AB’n...

Detaylı

10.08.2015

10.08.2015 Afrin’de Şam Cephesi ile geçtiğimiz imzalanan anlaşmanın ardından, Rojava’nın diğer bölgelerinde de Suriye muhalefeti ile yeni ittifak imkanları aranıyor. Kent merkezi ardından köylerin kurtarılmas...

Detaylı