2012 Mart-Nisan-Mayıs-Haziran-Temmuz

Transkript

2012 Mart-Nisan-Mayıs-Haziran-Temmuz
SAYI: 2012 - 1
MART-TEMMUZ 2012
1
İÇİNDEKİLER
Mülkiyeliler Birliği 43. Olağan Genel Kurulu Yapıldı.............................................................................3 Genel Kuruldan Görüntüler..................................................................................................................... 4
Anıtkabir Ziyareti...................................................................................................................................... 5
Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı........................................................................................................... 6
Açıklamalar............................................................................................................................................... 22
Etkinliklerden............................................................................................................................................ 58
Anma Etkinlikleri...................................................................................................................................... 85
Mülkiye Kitaplığı....................................................................................................................................... 92
Müzik Kitaplığı.......................................................................................................................................... 93
Haberler..................................................................................................................................................... 102
E-Bülten Mülkiyeliler Birliğinin Yayın Organıdır. Mehmet Özer tarafından hazırlanmaktır.
Mülkiyeliler Birliği 43. Olağan Genel Kurulu Yapıldı.
Demokratik bir ortamda geçen Genel Kurulu
“Gelenekten Geleceğe Mülkiye” Grubu Kazandı
Yönetim Kurulu Asil
Vakıf Yönetim Kurulu Yedek
Sevilay ÇELENK ÖZEN
Orhan YÜKSEL
Fuat ŞEN
Pınar ECEVİTOĞLU
Özgür KABAYEL
Azmi EKMEN
Özgür TÜFEKÇİ
Nazif EKZEN
Onur Kurulu Asil
Taner TİMUR
Ömür SEZGİN
Erel TELLAL
Aksu BORA
Bilge SÖNMEZ
Yönetim Kurulu Yedek
Dinçer DEMİRKENT
Ferhun ATEŞ
Kübra CEVİZ
Ali Raif FALCIOĞLU
Mustafa BELEN
Özhan DEĞİRMENCİOĞLU
Melike DEĞER
Onur Kurulu Yedek
Denetim Kurulu Asil
Yüksek Danışma Kurulu
Mustafa AYAZ
Tutku YURDAKUL ERGİN
Onur BİÇER
Muharrem KILIÇ
Gülen AYDINOĞLU
Nuri Erkin BAŞER
Onur İSLİM
Atilla Kağan DURAKLIOĞLU
İsmail Hakkı GÜRSES
Ercüment ÖZKAYA
Faruk ALKAYA
Ali Şahin AKBULUT
Pınar BEDİRHANOĞLU
Cevahir KAYAM
Hasan GENÇTÜRK
Sevgi YILMAZ
Mehmet IŞIK
Remzi Öner ÖZKAN
Kadir EROZAN
Celal ASLAN
Cahit YILMAZ
Zafer ÇALIŞKAN
Ömer KÜRÜM
Denetim Kurulu Yedek
Metin KARABAT
Haluk İL
Çağatay USLUOĞLU
Vakıf Yönetim Kurulu Asil
Süleyman COŞGUN
3
Genel Kuruldan Görüntüler
4
ANITKABİR ZİYARETİ
Mülkiyeliler Birliğinin 43. Olağan
Genel Kurulunda seçilen yetkili
kurullarımız ve üyelerimiz, 17 Nisan 2012 Cumartesi günü, Aslanlı
Yol’da toplanarak Anıtkabir’i ziyaret
ettiler. Atamızın huzurunda saygı
duruşunda bulunan Mülkiyeliler adına, Mülkiyeliler Birliği Genel
Başkanı Sevilay Çelenk mozoleye
çelenk koydu. Çelenk, Anıtkabir
defterine yazdıklarında; Mülkiyelilerin
inançlarını ve duygularını şöyle ifade
etti;
“Mülkiyeliler Birliği yöneticileri ve
üyeleri olarak, ilke ve devrimlerinin,
hukuk devleti idealinin, Cumhuriyetin
devrimci ve demokratik değerlerinin
ve kazanımlarının savunucusu olmaya, ülkemize ve insanlarımıza bu
anlayış doğrultusunda hizmet etmeye devam edeceğiz.
Aziz hatıran önünde saygıyla
eğiliyoruz.”
Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı
Sevilay Çelenk
Mülkiyeliler Birliği Yönetimi ve Üyelerinin Anıtkabir Ziyareti 17.Nisan.2012
5
Sevilay Çelenk
Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı
Değerli Mülkiyeliler,
verdiği bir iyimserlik ve aidiyeti paylaştık.
Genel kurul birçoğumuza, bir örgütümüzün,
bir araya gelerek şeylerin olduğu gibi olmak
zorunda olmadığını görebileceğimiz, birlikte
mücadele edebileceğimiz, sesimize güç
katabileceğimiz bir örgütümüzün olduğu duygusunu ve iyimserliğini yaşattı.
Dilerim bu iyimserliği bir his olmanın ötesine
taşıyabilir ve sevgili arkadaşımız Mahmut
Üstün’ün genel kurul sonrasında “Ceride-i
Mülkiye”ye yazdığı, “Mülkiye Seçimi Üzerine”
başlıklı yazısında dile getirdiği umudun karşılığı
olabiliriz. Mahmut Üstün, yazısında, her bir
katını “emek eksenli ve enternasyonalist içerikli
bir özgürlük ve demokrasi rüzgârı”nın esişiyle
hatırladığı Mülkiyeliler Birliğinin, Siyasal’ın bir
parçası olmaktan koptuğunu; Mülkiye’nin o
Siyasallı olma, o genç bir öğrenci olma ruh halini adeta tutsak” ettiğini yazmıştı. Arkadaşımız
yazısını, “Mülkiye’nin yeniden Siyasal’la
bütünleşmesine yönelik yıllanmış ve adeta
pas tutmaya başlamış özlemimin gerçeğe
dönüşeceğine olan inancım arttı” sözleriyle
bitiriyordu. Mahmut Üstün’ün yazısı, genel
kurulumuzu değerlendiren önemli bir yazıydı
bana kalırsa. Sadece biz yönetimde olanların
değil, Mülkiyeliler Birliğinin yaşatılması,
önünün açılması ve toplum hayatında
yeniden nitelikli bir varlık ortaya koyabilmesi
gerektiğine inanan herkesin akılda tutması ge-
Derneğimizin genel kurulunun üzerinden üç
ayı aşkın bir süre geçti. Son yıllarda gerçekleşen
kurullara oranla katılımın yüksek olduğu bir
genel kuruldu. Yine de genel kurulumuzda
asıl dikkat çeken şey katılımın yüksekliği
değil; 25 Mart 2012 tarihinde her birimizin
acı tatlı birçok anısının olduğu Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin bahçesine, koridorlarına ve
Aziz Köklü salonuna hâkim heyecan, umut
ve iyimserlik karışımı olumlu atmosferdi. Bu
atmosferin oluşmasında sanırım birçok faktör var. Heyecan yaratan faktörlerden birisi,
beş ayrı grubun seçime katılmasıydı. Beş
ayrı grubun yalnızca varlığ bile, Mülkiyeliler
Birliğinin köklü ve önemli bir örgüt olduğunu,
gündeliğin hırçınlığına, hesapçılığına ve hamasetine terk edilmemesi gereken bir mevzi
olduğunu hatırlamamızı sağladı. Bu atmosferin
oluşmasındaki diğer faktör de aslında paradoksal olarak hayatımızda giderek keskinleşen
bir kutuplaşma ve dozu yükselen gerilim
karşısında birçoğumuzun hissettiği öfke,
kırgınlık, yabancılaşma, yalnızlaşma psikolojisi
ve bu psikolojiyi derinleştiren örgütsüzleşme
gerçeği idi. Genel kurulumuzun yapıldığı 25
Mart 2012 tarihinde birçoğumuz biraz da
yıllar var ki görmediğimiz dostlarla da bir araya
gelmenin, neredeyse on, on beş, yirmi yıl önce
bıraktığımız yerden konuşmaya devam edebilmenin, üstelik hâlâ aynı dili konuşabilmenin
6
reken bir yazı. Kendi adıma bu yönde bir çaba
ortaya koyma gayretinde olacağım.
toplulukları ile Mülkiyeliler Birliğinde bir araya
gelerek sorunlarını tartıştık, yapabileceklerimiz
üzerinde görüş alışverişinde bulunduk. Ayrıca
Genel kurulun sonrasını nasıl geçirdiğimize
“Bahçede Şenlik Var” duyurusu ile mezunlar ve
gelince; genel kurul doğal olarak rutinlerin
öğrencileri buluşturan bir etkinlik yaptık. Bu
kısmen ertelendiği, kısmen de yeni döneme
buluşmada öğrenciler filmlerini, müziklerini,
bırakıldığı bir kesintiye yol açmıştı. İlk günler
fotoğraflarını bizlerle paylaşma imkânı buldu,
öncelikli olarak bekleyen işleri yoluna koymakla onların dergilerini ve fanzinlerini görme,
ve yönetim değişikliğiyle ilişkili bildirim ya da
okuma şansını yakaladık. Öğrencilerimiz için
diğer türden gereklilikleri yerine getirmekle
final döneminde Mülkiyeliler Birliğinin birinci
geçti. İlk günlerde üyelerimizden, sivil toplum
katını okuma salonuna dönüştürdük. Ayrıca,
kuruluşlarından ve diğer bazı kurumlardan
fakültemizin öğrencilerinin sınav döneminde
tebrik ziyaretleri oldu. Şubelerimizden tebrik
Mülkiyeliler Birliğinde indirimli öğle yemeği
telefonları, mektupları aldık. Sağolsunlar…
yiyebilmeleri için karar aldık.
Nisan ayında Kazan A.Ş Genel Kurulunu
gerçekleştirdik, hisse devirlerini yaptık. Vakfı
temsilen Kazan A.Ş. Yönetim Kuruluna seçilen
Süleyman Coşgun hocamızın başkanlığında,
Kazan A.Ş’nin yeni yönetim kurulunu
oluşturduk. Süleyman Hoca, gerek vakfın ikinci
başkanı, gerekse Kazan A.Ş Yönetim Kurulu
Başkanı olarak her gün Mülkiyeliler Birliğinde
bulunma fedâkarlığını gösterdi ve Kazan A.Ş’de
işleyişi sorunsuzca sürdürmek konusunda
büyük katkısı oldu. Ona ve şirket yönetim kurulu üyeleri Sami Oğuz’a, Serter Şeker’e buradan
bir kez daha teşekkür etmek isterim. Devir
teslim sürecinde deneyimlerini paylaşarak bize
her aşamada yardımcı olan Musa Ceylan’a da
çok teşekkürler.
İnek Bayramına katıldık. SBF Tiyatro
Topluluğunun “Sokağa Çıkma Yasağı” adlı
oyunu duyurduk, Eskişehir, İstanbul, Bursa
ve İzmir şubelerimizden topluluğumuzu
şehirlerindeki gösterilerde yalnız
bırakmamalarını istedik ve duyduğumuz
kadarıyla Bursa Şubesi başkanımız sevgili Naci
Damar ve Mülkiyeli arkadaşlarımız bu çağrıya
gönülden destek vermiş; öğrencilerimizin
oyununu seyretmekle kalmayarak sonrasında
hep birlikte hoşça vakit geçirmişler. Tiyatro
topluluğumuza küçük bir maddi desteğimiz
de oldu bu yıl. Elbette öğrencilerle yaptığımız
her şeyde öğrencilerle faaliyeti koordine eden
sevgili Yalçın Doğan yardımcı oldu, öneriler
ondan geldi ve tüm etkinliklerin başarıyla
tamamlanması için büyük çaba gösterdi.
KESK ve Eğitim Sen’le birlikte, “4+4+4 kademeli eğitim” ve sendikal alana yönelik yasa
tasarılarını protesto amacıyla, 28- 29 Mart 2012
tarihinde yapılan grevde biz de alanlardaydık
ve tepkimizi duyurduk. Nisan ayındaki ilk günlerimizde bir yandan da Mülkiyeliler Birliğini
yeniden diğer demokratik kitle örgütleriyle
ilişkiye geçirmek ve kent muhalefetinin parçası
kılmak konusunda çaba gösterdik; toplantılara
katıldık sivil toplum alanının ürettiği muhalefetin ve etkinliklerin ev sahipliğini yapma
geleneğimizi sürdürdük. Önceki yönetimin
hazırlıklarını yaptığı ve programını belirlediği
“Tarih Boyunca Çağdaşlaşma Mücadelemiz”
konulu çalıştayı da başarıyla tamamladık.
1 Mayıs’a pankartımızın altında katıldık. Elli,
altmış kişilik fazlaca kalabalık olmayan bir
grupla yürümüş olsak da, alanda öğrenciler ve
fakültemizin öğretim elemanlarıyla buluştuk,
coşkulu bir katılım gerçekleştirdik.
Anneler Günü için Mülkiyelileri ve annelerini
birliğimizin bahçesine kahvaltıya davet ettik.
Katılımcıları mutlu eden güzel bir kutlama oldu.
Anneler Günü hatıra fotoğrafları ve karanfiller
de sevgili Mehmet Özer’in fikriydi. Özer, bütün
afişlerimiz gibi Anneler Günü afişini de özenerek hazırladı. Sevgili Mehmet Özer’e teşekkür
ediyorum.
Genel kuruldan kısa süre sonra öğrenci
Adalet Bakanlığına başvurarak KESK’li tutuklu
7
kadın arkadaşlarımızı Sincan Cezaevinde ziyaret etmek için izin aldık. Ziyaret öncesinde
birliğimizin önünde bir basın açıklaması yaptık.
Sadece sendika üyesi ve yöneticisi olmakla
ilişkili faaliyetleri yerine getirdikleri ve örgütlenme hakkına sahip çıktıkları için tutuklanan
kadınlarla “Mülkiyeli Kadınlar”ın dayanışması
tutuklu arkadaşlarımıza güç verdiği gibi,
bu konuda kamuoyu desteği oluşturmak
bakımından da anlamlı bir dayanışma çabası
oldu.
Bülten için, geride bıraktığımız üç ayımızı
değerlendiren kısa bir yazı yazayım derken
lafı epeyce uzattım. Son olarak söylemek
istediğim bir şey var; birliğimiz sıkıntılı bir
dönemden geçti. Bu dönemi geride bırakmak
zorundayız. Bu konuda kimi zaman ekibimin ve arkadaşlarımın tepkisini çekecek
ölçüde geçmişin kırgınlıklarını ve yanlışlarını
arkada bırakmak, unutmak ve benzer türden
hataları yapmamak yönünde bir tavrı sahiplenmemiz gerektiğini savundum, çünkü
hatırlamak ve unutmak politik birer tercihtir.
Mülkiyeliler Birliğinde geçmiş tartışmaların
muhasebesini ancak barışçı bir gelecek için
yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Ülkemiz
gerilime, kutuplaşmaya ve şiddete sürüklenirken, AKP Hükümeti bu kutuplaşmayı
keskinleştiren demeçleri, tartışmaları, yasama faaliyetini ve icraatları akıl almaz bir
kararlılıkla sürdürürken, muhalefet neredeyse
tümden tutsak ediliyorken, Mülkiyeliler
Birliğinde geçmişin öfkesini yaşatmak, iç
kavgaları hatırlamak politik bir tavır olamaz.
Mezunlarımıza, öğrencilerimize, toplumsal
hayata karşı sorumluluklarımız var. Hayatların
özgürleşmesine, hakların eşitlenmesine ve
toplumun demokratikleşmesine yönelik enerjimizi bölecek bir zaaf içinde olamayız.
Mülkiye Dergisinin Genel Yayın Yönetmeni
Sarp Balcı ve Yönetim Kurulu Üyemiz Yrd.
Doç. Dr. Pınar Ecevitoğlu ile birlikte dergimizin
yeni yayın ve danışma kurullarını oluşturduk.
Yayın Kurulunun ilk toplantısını 18 Mayıs 2012
tarihinde yaptık. Prof. Dr. Metin Özuğurlu’nun
editörlüğünü üstlendiği 274. sayıyı baskıya
hazırladık ve yayımladık. Şimdi de 275. sayının
hazırlıklarını Genel Yayın Yönetmenimiz Sarp
Balcı, koordinatörümüz Hatice Ayrancı ile
birlikte sürdürüyor.
Mülkiye Spor’a maddi sorunlarının çözümü
ve güçlenmesine katkı için düzenli bir ödeme
yapılması konusunu karara bağladık. Bu konuda daha kalıcı ve rahatlatıcı bir çözüm arayışını
da sürdürüyoruz. Türk Halk Müziği koromuz
yılsonu konserini başarıyla gerçekleştirdi. Bu
konuda bugüne kadar yapılagelen her türlü
desteği biz de sağladık.
6 Haziran’da, “leylak ve tomurcuk” kokulu Haziranlarda yitirdiğimiz ozanlarımızı andık: Nazım
Hikmet, Orhan Kemal ve Ahmed Arif’i… 1957
tarihli az bilinen bir şiirinde şöyle der Nâzım
Usta:
“Şiirler yazarım/Basılmaz/Basılacaklar ama/Bir
mektup beklerim/Belki de öldüğüm gün gelir /
Mutlaka gelir ama /Ne devlet ne para/İnsanın
emrinde dünya /Belki yüz yıl sonra /Mutlaka bu
böyle olacak ama/”
Dernek Yönetim Kurulu üyelerimiz Azmi Ekmen, Fuat Şen, Orhan Yüksel, Özgür Kabayel,
Özgür Tüfekçi, Pınar Ecevitoğlu farklı alanlardaki deneyim ve birikimleriyle bütün bu etkinlikler yanında, diğer birçok faaliyet ve işleyişe
dair rutinlerde özveriyle, uyum içinde çalışan
bir ekip oluşturuyor. Böyle bir yönetim kurulu
ile çalıştığım için kendimi çok şanslı sayıyorum. Mutlaka böyle olması için saygı ve sevgiyle …
Birliğimizin ve vakfımızın profesyonel çalışanları
ve Kazan A.Ş bünyesindeki elemanlarımız da
bu uyum ortamının oluşmasında üzerlerine
düşeni fazlasıyla yapıyor. Elbette “Gelenekten
Geleceğe Mülkiye” Grubunun diğer üyeleri de
öneri, katkı ve eleştirileriyle hep yanımızda. Her
birine teşekkür ederim.
8
AÇIKLAMALAR
9
... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar....
“4+4+4” ve “Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu Düzenlemeleri”
KESK ve Eğitim-Sen’in öncülüğünde, 28-29 Mart 2012 tarihlerinde “4+4+4” kademeli eğitim düzenlenmesine ve Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda yapılacak
değişikliklere karşı çıkan eylemler düzenlendi. Mülkiyeliler Birliği, bu eylemlere
destek veren açıklaması ve kararlığıyla alanlardaydı.
Değerli Mülkiyeliler,
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu
(KESK), 4+4+4 kademeli eğitim düzenlemesini
ve Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda
yapılacak değişiklikleri içeren 4688 sayılı Yasa
tasarılarının geri çekilmesi için bir eylem planı
açıklamış ve bu çerçevede 28-29 Mart 2012 tarihlerinde, iki gün süreyle Ankara meydanlarında
olma kararı almıştır. KESK’e bağlı diğer sendikalarla birlikte bu eylem planını destekleyen Eğitim
Sen de, 4+4+4 kademeli eğitim düzenlemesine
karşı aynı tarihlerde greve gitme kararı almıştır.
4+4+4 kademeli eğitim düzenlemesi, AKP
Hükümetinin, eğitime ve genç kuşakların
yetiştirilmesinde gözetilecek hedeflere ilişkin
kaygı verici açıklamaları eşliğinde gündemimize
taşınan, yukarıdan biçimlendirilmiş ve toplumun
ilgili kesimleriyle müzakere edilmemiş antidemokratik bir düzenlemedir. Eğitim sistemimizin
10
halen çözülememiş birçok problemini daha da
derinleştirecek bu düzenleme ile ülkemizde
“kadın eğitimi” alanında süregelen eşitsiz ve
ayrımcı uygulamalarda yeni bir dönem açılacak,
çocukların işçileştirilerek sömürülmesine
resmi onay verilecektir. Özgürlükçü, eşitlikçi ve
çağdaş bir düzenlemeye işaret etmeyen 4+4+4
düzenlemesinin ve kamu emekçileri sendikal
hareketinin kazanımlarını tehdit eden 4688
sayılı yasada yapılması istenen değişikliklerin
derhal geri çekilmesi talebi, emek ve demokrasi
güçlerinin kararlılıkla dile getirdiği bir taleptir.
Mülkiyeliler Birliği olarak bu kararı destekliyoruz.
28-29 Mart 2012 tarihlerinde biz de Eğitim-Sen
ve diğer sendikaların yanında alanlarda olacağız.
Mülkiyeliler Birliği Yönetimi
... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar....
Türkiye’de İlk Kez Darbe ve Darbeciler Yargılanıyor!
Hayatlarımızı, adalete olan inancımızı,
vicdanlarımızı ve demokratik bir gelecek umudumuzu paramparça eden 12 Eylül darbesi
ve darbeciler yarın yargı önüne çıkıyor. 650
bin kişiyi gözaltına alarak, 21 bin 764 kişiyi
mahkûm ederek, 700 kişinin idamını isteyerek
ve 50 idamı gerçekleştirerek, yargısız infazlarda yüzlerce insanı yok ederek, yüzbinlerce
yurttaşı fişleyerek, gözaltında kaybederek
vicdanlarımızda onulmaz yaralar açan darbecilerin 32 yıl sonra dahi olsa yargı
önüne çıkarılmasını “Bir Daha Asla” diyebilmek,
hakikatlerin üzerindeki perdeyi aralamak ve
geçmişle hesaplaşmak adına çok önemli buluyoruz. 12 Eylül’ün yargılanması, sırtımıza
yüklenen bunca kötülüğün ağırlığını hafifletmek yolunda tarihi bir adımdır. Mülkiyeliler
Birliği olarak, 4 Nisan 2012 tarihinde Ankara
Adliyesi’nde başlayacak olan dava sürecinin
takipçisi olacağız!
Mülkiyeliler Birliği Yönetimi
11
... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar....
“Kayıplar Bulunsun!”
17-31 Mayıs tarihlerinde “Uluslararası Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası” etkinlikleri düzenlendi. Mülkiyeliler Birliği’nin de desteklediği bu etkinliklerle ilgili olarak ,
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyonu’nun bildirisini
yayınlıyoruz.
Yüreğinde Mezar Taşıyan
Umut Anneleri
“Hüseyin'in kemiklerini bulsam, gömmeyeceğim.
Bir torbaya koyup sırtımda gezdireceğim. Kokusunu özledim.”
Yukarıdaki sözün sahibi, Fatma Morsümbül. 18 yaşındaki oğlu, lise öğrencisi Hüseyin Morsümbül, Albay Durmuş Coşkun
Kıvrak komutasındaki askerler tarafından
18 Eylül 1980’de “ifadesini alıp 5 dakika
sonra bırakacağız” denilerek Bingöl’deki evinden gözaltına alındı. Bingöl Askeri Alay
Komutanlığı’na götürüldü. İlk haber 4 yıl sonra
bir telefonla geldi. Evlerine telefon eden bir kişi
‘Hüseyin’in işkencede öldürüldüğünü ve bat-
taniyeye sarılarak karakoldan çıkarıldığını, Murat
nehrine atıldığını” söyledi.
Hüseyin Morsümbül’den bir daha haber
alınamadı, 31 yıl oldu…
Albay Durmuş Kıvrak, daha sonra Jitem komutanı
olarak görev yaptığı Bingöl, Muş, Siverek, Dersim,
Mardin’de failli meçhul cinayetlerle, gözaltında
kayıplarla anıldı. Yakın arkadaşları Cem Ersever ve Abdullah Çatlı’nın ve gazeteci Uğur
Mumcu’nun katledilmesinde adı geçti.
Ailenin 31 yıldır vermiş olduğu dilekçeler işleme
konulmayıp, suç duyuruları savcılığın tozlu
raflarına terk edildiğinden, aile ve avukatları dün
Çağlayan Adliyesi önünde yeniden “adalet” talep
ettiler…
***
“Fehmi bana bakarak “Beni kaybedecekler" diye
bağırdı.34 UD 597 araca zorla bindirdiler. Koştum
koştum, yakalayamadım!” (Eşi Hanım Tosun)
Fehmi Tosun 19 Ekim 1995 günü telsizli iki sivil
tarafından 34 UD 597 plakalı araçla evinin önüne
getirildi. Salt eşine, çocuklarına, korku salmak,
işkence olsun diye göz göre göre kaçırıldı. Fehmi
Tosun’dan bir daha haber alınamadı.
Eşi Hanım Tosun’un “Fehmi nerede?” sorusu
16 yıldır cevapsız bırakıldı. Fehmi’nin akıbeti
16 yıldır hukuksuzluğun hukukuna terk edildi.
AİHM, Türkiye’yi Fehmi Tosun davasında
oybirliğiyle mahkûm etti.
Dünyaca ünlü U2 adlı müzik grubu 1997’deki
“POP” isimli albümünün kapağına “Fehmi
Tosun’u hatırlayın” diye yazdı.
Hanım Tosun’un sesini bütün dünya duydu, Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticileri hâlâ duymuyorlar…
***
“Davut’u çırılçıplak, gözleri bağlı bir şekilde
duvara asmışlardı. Baygın bir vaziyetteydi. “Ana
su, ana su” diye inliyordu. Ona su vermeleri için
12
... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar....
yalvardım, vermediler. Beni bıraktılar Davut
kaldı. O günden beri artık ben de su içmiyorum…”
(Annesi Hayat Altunkaynak)
12 yaşındaki Davut Altunkaynak, “Şanlı Cumhuriyetimizin” ilanının 72. yılında 29 Ekim
1995’de gece yarısı gözaltına alındı. O gece Mardin
Dargeçit’te gözaltına alınan yalnız o değildi. 58
yaşındaki Süleyman Seyhan, 20 Yaşındaki Abdurrahman Çoşkun, 20 yaşındaki Mehmet Emin
Aslan, 18 yaşındaki Abdullah Olcay, 13 yaşındaki
Nedim Akyol, 13 yaşındaki Seyhan Doğan da
gözaltına alınarak Dargeçit Tabur Komutanlığı’na
götürüldüler.
Ertesi gün 13 yaşındaki Seyhan’ın 11 yaşındaki
kardeşi Hazni de gözaltına alındı. Hazni, Seyhan
ve onunla birlikte gözaltına alınanlara yapılan
işkencelere tanıklık etti. Kendisi de ağır işkence
gördü. Yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Bizi tuvaletin köşesinde çırılçıplak oturtmuşlardı.
Gelen giden hem sözlü hem de elle taciz ediyordu.
Üzerimize işiyorlardı. Sürekli dövülüyorduk.
Seyhan’ın gözleri bağlı, onu çırılçıplak Filistin
askısına asmışlardı. Onu en son Filistin askısından
hemen indirildikten sonra koridorda elbiselerini
giyerken gördüm. Gece gözaltına alındığında
annemin zor bela giydirdiği gömlek abimin
üzerinde paramparça olmuştu. Koltukaltları
yırtılmış gibiydi. Aramızda askerler olduğu için
konuşamadık, sadece birbirimize baktık. Daha
sonra beni taburun kapısına bıraktılar…”
…
5 ay sonra Süleyman Seyhan’ın yakılmış bedeni bir
kuyuda bulundu. Altın olan dişleri sökülmüştü.
Diğer 6 kişiden bir daha haber alınamadı. Her
zamanki gibi hukuk işletilmedi, tüm başvurular
sonuçsuz kaldı.
Dargeçit kayıplarını 05 Şubat 2011
tarihli görüşmede Başbakan’a lise öğrencisi
Abdurrahman’ın 74 yaşındaki annesi Hediye
Çoşkun anlattı.
“Şanlı Cumhuriyetimiz’in” ilanının 88. yılında
“Dargeçit Kayıpları”ndan hâlâ haber yok…
***
Hikaye çok, yer dar…
“Cemil'i askerler götürdüğünde "anne" dedi.
Ben de "yavrum" dedim.31 yıl oldu. O sesini çok
özledim.” diyen ve oğlu gelir diye gece kapısını
açık tutan Berfo Nene var misal… Başbakan’ın
dinlediği ve “oğlunu bulacağız” dediği Berfo Nene.
Başbakan’a “Cemil’ini bulacağım dedin, hani
nerede” diye soruyor…
…
Yukarıda adı geçen geçmeyen binlerce insanın
akıbeti “devlet sırrı”nda gizli… Aşağıdaki iki itiraf
da buna işaret ediyor;
“Gözaltında aldıklarımızı askeryenin kalorifer kazanlarında yakıyorduk, kaybediyorduk.”
(Genelkurmalın Kadrolu Tercümanı Yıldırım
Beğler)
"Faili meçhul cinayetler, gözaltında kayıplar bir
devlet politikasıydı" (Emekli Koramiral Attila
Kıyat)
…
Onları “Cumartesi Anneleri” olarak tanıyoruz,
tam 346 haftadır her cumartesi, karanfil bırakacak
bir mezarları olmadığından, Galatasaray
Meydanı’na bırakıyorlar karanfillerini…
Ne mi istiyorlar? En azından kemiklerini…
Cumartesi Anneleri, sınırlama olmaksızın “gizli”
belgelere ulaşmasının yolunun açılmasını, bunun
için Meclis İç tüzüğü’nün105. maddesindeki “Devlet Sırrı Hukuku”na son verilmesini istiyorlar.
Birleşmiş Milletler “Zorla Kaybedilmelerin Önlemesi Sözleşmesi” nin zaman geçirilmeksizin
imzalanmasını da!
…
“Cumartesi Anneleri”, kayıplarının mezarını
yüreklerinde taşıyorlar, o mezarlarda evlatlarının,
kardeşlerinin (kemiklerinin dahi olsa) bulunma
umudu gömülü…
“Kayıplarımız bulunsun, sorumlular yargılansın”
çağrısını 347. kez yinelemek için elinde kırmızı bir
karanfille herkesi Galatasaray Meydanına bekliyorlar…
(Kaynak: İnsan Hakları Derneği, Gözaltında
Kayıplara Karşı Komisyonu)
13
... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar....
Afet Yasası Geleceğimizi Çalıyor
Kamoyunda “Afet Yasası” adıyla bilinen “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında
Kanun”un içerdiği büyük sorunları paylaşan ve Mülkiyeliler Birliği’nin de imzacı kurum ve
kuruluşların arasında yer aldığı duyuru, Mayıs ayında yayınlandı
Basına ve Kamuoyuna,
Yasa Çıktı Afet Başladı! Evlerimizi, Kentlerimizi,
Ormanlarımızı Yağmalatmayacağız!
Bilindiği gibi, “Afet Riski Altındaki Alanların
Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” 16 Mayıs 2012
tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir. Bu yasa ile
yıllardır yerel yönetimler eliyle yürütülen, son derece anti demokratik, insan haklarına aykırı, ranta
dayalı “kentsel dönüşüm” projeleri, “afet ve deprem
riski” adı altında meşrulaştırılarak, ülke çapında
yaygınlaştırılmak istenmektedir.
Anayasa ve uluslararası sözleşmelere açıkça aykırı
olan bu yasa, bilimsel ve hukuki temelden yoksun
dur. Bahse konu yasa, iktidar tarafından kamuoyuna yansıtıldığı gibi, “ülkemizin gerçek ihtiyacı olan,
kentlerin afetlere karşı duyarlı, sakınım içerikli
planlanmasını, denetimsiz ve mühendislik hizmeti
almamış yapılaşmanın engellenmesini sağlayacak
bir düzenleme” olmaktan da uzaktır. Nitekim bu
kadar hayati bir konuda, toplumun ilgili kesim
lerinin görüşü ve onayı dahi alınmamış, bugüne
kadar konu ile ilgili yapılmış çalışmalar, alınan
kararlar gözardı edilmiştir. Maalesef konu ile ilgili
toplumsal meşruiyet görsel medya ve radyolarda
“depreme karşı seferberlik” şeklinde yayınlanan
tanıtım kampanyalarıyla sağlanmaya çalışılmakta,
toplumsal adalet ve kamu vicdanı ise gözardı
edilmekte, insanlar özellikle deprem gerçeği ile
korkutulmaktadır.
Karşımızdaki yasa artık bir yol ayrımıdır. Ülkemizde
kentleşme konusunda izlenen "ikiyüzlü" politikanın
sürdürülmesi, bir yandan “riskli yapı” ilan edilen yapıların yıkıldığı, diğer yandan yeni “riskli
yapıların” üretiminin sürdüğü, afet riski gerekçe
gösterilerek tüm kentlerimizin bir rant aktarım alanı
haline dönüştürüldüğü, "hukuk devleti" ilkesinin
14
... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar....
yerle bir edildiği gerçekliğe doğru yol almak
demektir. Görünen odur ki, bugüne kadar afet
ve kentsel dönüşüm konusunda yapılmış olan
bütün bilimsel çalışmalar, depremle ilgili alınması
gereken gerçek tedbirler ve yaşayanların hakları,
gayrimenkul ve inşaat şirketlerinin talepleri
doğrultusunda rant hırsı ve açgözlülükle göz ardı
edilmiştir. Yasa ile birlikte, kamunun elinde kalan
son araziler, orman, tarım, mera, kıyı ve koruma
alanlarının dahi elden çıkarılması söz konusudur.
Çıkarılan yasada şehirlerimizin son derece önemli
bir sorunu olan “afet”e yönelik neredeyse hiçbir
şey yer almaz iken; keyfi uygulamaların önünü
açan, insanların hak arama yönündeki hukuki
kanallarını tamamen ortadan kaldıran hükümler
getirilmiştir.
Bugüne kadar “kentsel dönüşüm” adı altında
yapılan tüm uygulamalar; Dikmen’de, Sulukule’de
Ayazma’da, Tarlabaşı’nda ve daha birçok yerde,
yaşayanların yıllardır oturdukları yerlerden gönderilmesine, sosyal ve ekonomik ilişkilerinin
bozulmasına, insanların borçlandırılmasına yol
açmıştır. Boşaltılan tüm bu yerlerin rantı, lüks
konut ve alışveriş merkezleri yapılarak; inşaat
şirketleri, yerel ve merkezi idareler tarafından
paylaşılmıştır. Diğer taraftan, bugün “afet riski”
adına seferberlik ilan ettikleri yasayı çıkarmadan
önce deprem adı altında yıllarca toplanan vergilerin duble yollara harcandığı görülmüştür.
İşin özüne gelinirse bu güne kadar yürürlüğe
konan “kentsel dönüşüm” projelerinin toplumun çok küçük bir kısmının aşırı derecede
zenginleşmesine yol açarken, toplumun büyük
çoğunluğunun yoksullaşmasına, evsizleşmesine,
kent çeperlerine sürgün edilmesine neden
olduğu gözlemlenmektedir. Ancak bu yasa ile
artık hiç kimse kendi konutunun sahibi değildir.
Devlet eliyle yaşanacak afet, risk grubunda
olmayan birçok kişinin evsizleşmesine ve
yoksullaşmasına neden olacaktır.
15
“Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi
Hakkında Kanun” ile birlikte, devletin üzerinde
şekillenmesi gereken “toplumsal adalet ve eşitlik
zemini” afete maruz kalmıştır. Anayasa`nın 56.
maddesinde yer verilen "Konut Hakkı" nı gözardı
eden yasa, yerinde dönüşüm, kiracıların durumu,
geçici barınma sorunu, kaynak temini, toplumsal adalet ve eşitliğe uygun finansman modelleri ve tüm paydaşların dâhil olduğu uygulama
ortaklıklarının kurulmasına yönelik ülkemizin
gerçek ihtiyacı olan yasal boşluğu doldurmaktan,
bu anlamda kentlerin afetlere dirençli hale getirilmesi hedefinden oldukça uzaktır.
“Afet riskinin” azaltılması gerekçesiyle yürürlüğe
konan yasa, yaşamın gerçek sigortası olan
ormanların, meraların, sulak alanların, kıyıların,
tarım alanlarının talanına olanak sağlayarak,
yeni afetlerin oluşmasına, kamusal fakirleşmeye
neden olacaktır.
Bütün bu nedenlerle bizler, “insanca, güvenilir,
sağlıklı, kimlikli alanlarda barınma hakkını” sonuna kadar savunmaya devam edeceğimizi
kamuoyu ile paylaşıyor, bu mücadelede rant
hırsına karşı “yaşamdan, adaletten, dayanışmadan
ve eşitlikten” yana olan herkesi 3 Haziran 2012’de
Ankara’da gerçekleştireceğimiz mitingte bir arada
durmaya çağırıyoruz.
Saygılarımızla
Barınma Hakkı Meclisi
DESTEKLEYEN KURUMLAR
KESK Ankara Şubeler Platformu
TMMOB Ankara İKK
Mülkiyeliler Birliği
ODTÜ Mezunlar Derneği
Çankaya Kent Konseyi
Halkevleri
YAYED
... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar....
“Mülkiyeli Kadınlardan Çağrı:
KESK’li Tutuklu Kadınlar Yalnız Değildir.”
Yönetim kurullarında yeralan bir grup Mülkiyeli kadın13 Şubat 2012 tarihinde gözaltına alınan,
ardından tutuklanan KESK Kadın Sekreteri Canan Çalağan, Eğitim Sen 1 Nolu Şube üyesi Hatice Beydilli, SES Ankara Şube Kadın Sekreteri Nurşat Yeşil, Eski KESK yöneticisi Belkıs Yurtsever, Tüm Bel-Sen
Kadın Sekreteri Güler Elveren, SES Kadın Sekreteri Bedriye Yorgun, Eğitim Sen 1 Nolu Şube üyesi Evrim
Oğraş, SES Ankara Şube Yöneticisi Hülya Mendilligil, Eğitim Sen 2 Nolu Şube Kadın Sekreteri Güldane
Erdoğan ile dayanışma amacıyla, 16 Mayıs 2012 tarihinde, Mülkiyeliler Birliğinin çağrısıyla, Sincan
Kadın Cezaevi’ne bir ziyaret gerçekleştirdi.
Aşağıda bu ziyaret dolayısıyla yapılan basın açıklamasını okuyabilirsiniz
16
... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar....
“KESK’li Tutuklu Kadınlar Yalnız Değildir”
Siyasi iktidarın eğitim, medya, sanat ve siyaset
başta olmak üzere toplumsal yaşamın her alanında
sürdürdüğü susturma, bastırma ve bezdirme
politikalarının öncelikli muhataplarından biri her
zaman kadınlar olmuştur. Zira, toplumsal muhalefetin her biçimini kendisine “tehdit” olarak gören
siyasi iktidarın muhafazakar ve erkek niteliği, bu
politikaların kadınlar açısından daha ağır sonuçlar
doğurmasına, kadın mücadelesinin kazanımlarının
sürekli tahrip edilmesine ve kadınlar üzerindeki
baskı ve şiddetin her geçen gün artmasına neden
olmaktadır.
haksızlıklara karşı sesini yükseltmeyi toplumsal bir
sorumluluk kabul eden aydınlar ve sanatçılar gibi
hâlâ neyle suçlandıklarını bilmiyorlar. “Herkesin,
hakkında hüküm kesinleşinceye kadar masum
olduğunu” öngören temel masumiyet karinesi tüm
muhalif kesimler gibi KESK’li kadın arkadaşlarımız
açısından da tamamen baş aşağı edilmiş durumda.
Zira, insanlık onurunu zedeleyen ve kendilerini
açıkça hedef gösteren operasyonlar, tutuklama
süreçleri ile yargılanmadan suçlu ilan edildiler.
Özgürlüklerinden mahrum ve yakınlarından uzak
bırakıldılar.
Türkiye, 13 Şubat 2012 tarihinde bu siyasi tarzın
en bilinçli ve sert saldırılarından birine tanık oldu.
Çünkü bu tarihte 9 ilde yapılan operasyonlarda,
sivil toplum ve siyaset alanının güçlenmesine
yönelik mücadele eden 140’ın üzerinde insanımız
gözaltına alındı; asıl hedefte ise KESK’e bağlı
sendikaların üye ve yöneticileri olan çok sayıda
kadın bulunmaktaydı. Bu saldırı, Türkiye’de
siyaset alanında kadınların varlığını ve örgütlü
toplum hedefine yönelik kadın mücadelesinin
kazanımlarını büyük bir tehdit olarak algılayan
ve kadınlara varlık mekanı olarak evi işaret eden
muhafazakar eril öfkenin açık bir göstergesiydi.
Bu öfkenin 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü
yaklaşırken açığa çıkması ise elbette bir tesadüf
değildi.
Ama asıl amaç, emekçi kadınların söz söyleme ve
direnme haklarını ellerinden almaktı. Zira, tutuklanan KESK yöneticileri ve üyeleri, siyasi iktidarın
tüm yıldırma politikalarına rağmen, düşünce, ifade
ve örgütlenme haklarını kullanmakta, Türkiye’de
kadına yönelik sistematik şiddete karşı çıkmakta
ve siyaset alanını erkeklere bırakmamakta inat
ediyorlardı. Tutuklanmaları, buna tahammül edemeyen eril,muhafazakâr ve emek düşmanı çaresiz
öfkenin kaba bir ifadesidir.
“Mülkiyeli Kadınlar” olarak bizler bu mücadelelerinde KESK’li kadın arkadaşlarımızı yalnız
bırakmamakta kararlıyız. Susmayacağımızın ve
dayanışmayı sürdüreceğimizin ifadesi olarak,
bugün KESK ve KESK’e bağlı sendikaların tutuklu
yöneticileri ve üyelerini Sincan Cezaevi’nde ziyaret
edeceğiz. Bu ziyarette dayanışma duygularımızı ifade edecek, keyfi gözaltı ve tutuklamalara son verilmesi için kamuoyu oluşturmaya devam edeceğiz.
Gözaltına alınanlardan KESK Kadın Sekreteri Canan
Çalağan, Eğitim Sen 1 Nolu Şube üyesi Hatice Beydilli, SES Ankara Şube Kadın Sekreteri Nurşat Yeşil,
Eski KESK yöneticisi Belkıs Yurtsever, Tüm Bel-Sen
Kadın Sekreteri Güler Elveren, SES Kadın Sekreteri
Bedriye Yorgun, Eğitim Sen 1 Nolu Şube üyesi Evrim
Oğraş, SES Ankara Şube Yöneticisi Hülya Mendilligil,
Eğitim Sen 2 Nolu Şube Kadın Sekreteri Güldane
Erdoğan tutuklandı.
Kadınların ve emekçilerin mücadelesini dört duvar
arasına kapatarak susturmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Düşünce, ifade ve örgütlenme hakkının
önündeki tüm engellerin kaldırılmasını ve onurlu,
eşit, adil ve özgür bir yaşam için mücadele veren
kadın arkadaşlarımızın derhal serbest bırakılmasını
istiyoruz.
Üç ayı aşkın bir süredir cezaevinde bulunan
arkadaşlarımız, tıpkı HES'lere karşı yaşam
alanlarına ve doğal güzelliklere sahip çıkan
Mülkiyeli Kadınlar
insanlarımız gibi; tıpkı parasız eğitim isteyen
öğrencilerimiz gibi; tıpkı grev hakkını kullanan
sendikacılar gibi; tıpkı 17
... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar....
Ortaöğretim Başarı Puanı’nda Yapılan Değişiklik ve Tavrımız
Lisans Yerleştirme Sınavlarına yaklaşık iki hafta kala Ortaöğretim Başarı Puanı’nın (OBP) hesaplanma yönteminde yapılan değişikliğin derhal geri alınmasını talep ettik.
Basına ve Kamuoyuna
Her yeni güne “…tarih oluyor!” ya da “…tarihe
karışıyor!” manşetli haberlerle başlamaya alışmak
üzereyiz… Bu manşetlere eklenenler de öyle
sıradan konular değil. Bir şeyleri “tarihe karıştırmak”
üzere el atılan alanlar arasında, eğitim var; kültür
ve sanat var; sağlığımız ve bedenlerimiz var… En
önemlisi, çocuklarımızın geleceği var!
Sekiz yıllık kesintisiz eğitimi alelacele “tarihe
karıştırmak”la, çocuklarımızın geleceği üzerinden
açıkça ve ilanen rövanş almakla yetinilmedi; şimdi
de“Ortaöğretim Başarı Puanının (OBP)” mevcut
hesaplama yöntemi ”tarihe karıştırıldı”.
ÖSYM, eğitim sistemini “4+4+4” formülüyle düzenleyen 6287 sayılı yasada yer alan
ve yükseköğretime yerleştirme puanlarının
hesaplanmasına değişiklik getiren yapılanmayı
dayanak alan yeni bir kılavuz yayımladı. Yeni hesaplama sistemi bu yıl Yükseköğretime Geçiş Sınavı’na
(YGS) giren ve önümüzdeki ay Lisans Yerleştirme
Sınavı’na (LYS) katılacak öğrencileri çok etkileyecek.
Uzmanlar söz konusu uygulamanın özellikle sınav
başarıları yüksek okullarda okuyan “ortalama”
başarı düzeyindeki öğrencileri etkileyeceğini
söylüyor.
başarı değerlendirme sistemine yansıtılması
eğilimi artacak. Bundan da öte, özel okullardaki
eğitim süreci ideolojik istismara daha açık hale
gelecek.
Yetkili makamların böylesine köklü bir değişikliği,
“öğretmenlerimize güveniyoruz” sözleriyle
meşrulaştırmaya çalışmaları, açıkça ciddiyetsizliktir. Mesele, öğretmenlere “güven ya da güvensizlik” meselesi değildir. Asıl mesele, siyasi iktidarın
“rövanşist toplum mühendisliği” girişimleri
karşısında duyduğumuz kaygı ve güvensizliktir!
Lise eğitimlerini ve üniversite yerleştirmelerine
hazırlanma süreçlerini bütünüyle farklı bir OBP
hesaplanma yöntemi çerçevesinde sürdürmüş
olan çocuklarımıza büyük bir haksızlık yapılmış;
öğrencilerimiz, çocuklarımız LYS’lere iki hafta kala
adeta “tuzağa düşürülmüştür”.
Üniversiteye hazırlanırken gençliklerini unutmaya
zorlanmış öğrencilerin uğradıkları bu “son dakika”
haksızlığı karşısında kaygılıyız!
Yeni düzenlemenin, eğitim kurumları arasında
“başarı değerlendirme” ölçütü bakımından
eşitsizlikler sürdükçe, adil olamayacağını; hesaplama
yönteminin bu yılki sınavda uygulanmasının
LYS’lere yaklaşık iki hafta kala OBP hesaplanma
ise vicdansızlık olduğunu düşünüyoruz…
yönteminde yapılan büyük değişiklik, başta Anadolu ve fen liseleri olmak üzere, devlet liselerinde Lisans Yerleştirme Sınavlarına yaklaşık iki hafta
kala Ortaöğretim Başarı Puanı’nın (OBP) hesapokuyan öğrenciler bakımından son derece eşitsiz
bir duruma yol açıyor. Eğitimlerini, devlet liselerinin lanma yönteminde yapılan değişikliğin derhal geri
özel okulların birçoğuna kıyasla- yüksek başarı krit- alınmasını talep ediyoruz!
erleri çerçevesinde sürdüren öğrencileri, LYS’ye çok
kısa süre kala gafil avlayan yeni hesaplama yönMülkiyeliler Birliği Yönetimi
temi, “kişisel başarı notu”nu, yani diploma notunu
esas alıyor. Lise eğitimindeki devasa eşitsizlikleri
gidermek bir yana, nitelikli eğitimden hızla kaçışa
yol açabilecek bu uygulama ile ticari kaygıların
18
... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar....
Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmalarının Çağrısı
Basına ve Kamuoyuna
Bizler, Başbakan Erdoğan’ın AKP Kadın Kolları
Kongresi’ndeki konuşmasında, kürtaj ve sezaryen
gibi üreme pratikleri üzerine yaptığı açıklamaları
kınıyoruz. Bu açıklamaları, kadınların bedenleri
üzerindeki denetimi devletin ana meselelerinden
biri olarak gören genel siyasal yaklaşımın parçası
sayıyoruz. Söz konusu otoriter ve muhafazakâr yönelimin, bu alandaki kamu politikası ve
yasal çerçeveyi nasıl biçimlendireceği konusunda
kaygılanıyoruz. Başbakan’ın konuyu Uludere'deki
can kayıplarıyla ilişkilendirmesini ayrı bir siyasi
skandal olarak değerlendiriyoruz.
Bugün binlerce kadın, cinsellikleri konusunda
karar alma hakları olmadığından, son çare kürtaj yaptırmaktadır. AKP'nin kadınların kendi
cinsellikleri üzerindeki söz hakkını bu yöntemlerle daha da azaltması yasal kürtajı olmasa da,
yasadışı kürtajı arttırmak gibi vahim sonuçları
beraberinde getirebilir. Kürtajın sosyal arka planı
sorgulanmaksızın, kadınların biyolojik olarak
kürtajın gerekliliğini kanıtlamaya zorlanmalarına
ancak bu koşulla kürtaj olmalarına dair tasarılar
kabul edilemez. Eğer, bu vahim yaklaşım kamu
politikasına egemen olur, kürtaj zorlaştırılır ya
da yasaklanırsa bu, kadınları yasadışı yollardan
ve sağlıksız koşullarda kürtaj olmaya veya düşük
yapmaya yönelteceğinden, kadın ölümlerindeki
artışı hızlandıracaktır. Gerek bu durum, gerekse
kadınların istenmeyen gebelik ve doğumlara
mecbur bırakılmaları esasen ağır bir baskı rejimini
ifade eder. Bedensel bütünlüğümüz temel yasal
haklarımızdan biridir ve bu hak çerçevesinde
mevcut kürtaj hizmetlerinden ve mevcut kürtaj
düzenlemesinden vazgeçilemez.
Başbakan Erdoğan’ın Türkiye siyasetinde bir ilki
19
gerçekleştirerek tartışmaya açtığı kürtaj, bugün
Türkiye’de yasal olarak tanınan ve yüzbinlerce
kadının başvurduğu bir uygulamadır. Hükümetin
tutumu, CEDAW 16/e bendinde belirtilen kadının
çocuk sayısına ve çocukların ne zaman dünyaya
geleceklerine serbestçe ve sorumlulukla karar verme hakkı ve 1995 tarihli Pekin Deklarasyonunda
belirtilen “sağlık hakkı” gereklerine aykırıdır. Ayrıca
8 Mart 2012 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan
Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetle Mücadele ve Bunların Önlenmesine Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi), devlete,
toplumsal cinsiyet eşitsizliğini giderici politikalar
üretmeyi şart koşmaktadır. Bugün karşımıza çıkan
sadece Başbakan’ın değil, Bakanların ve Meclis
İnsan Hakları Komisyonu Başkanı’nın kürtaj karşıtı
açıklamaları ise İstanbul Sözleşmesi’yle devlete
verilen ödeve aykırılık göstermekte, kadına yönelik şiddetin ve eviçi şiddetin desteklenmesine yol
açmaktadır.
Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak üzere,
kürtaj uygulamasıyla birlikte, tüm kadınlar için
güvenli ve kolay erişilir doğum kontrolü, kadının
cinsel özerkliğini vurgulayan bir cinsellik eğitimi,
üreme sağlığını içeren evrensel sağlık hizmetleri,
ücretli doğum, aile izni ve nitelikli çocuk bakımı
hizmetlerini talep ediyoruz.
Biz, aşağıda imzası olanlar, toplumsal cinsiyet
eşitliği ve demokrasiye inanan tüm kesimleri bu
konuda duyarlı olmaya davet ediyor ve erkek
egemenliğini pekiştiren tüm gelişmelere karşı
olacağımızı duyuruyoruz.
... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar....
“BEN ANKARA”
Yeni Afet Yasası ile modernleşen Türkiye’nin, yeni toplum idealinin simgelerini barındıran
Başkent Ankara “ kentsel yenileme” ve “kentsel dönüşüm” adı altında kimliksizleştiriliyor. Tarihsel ve toplumsal kazanımlarından arındırılarak rant mekânı haline dönüştürülüyor. Bu sürece “dur!” demek ve başkentin tüm kentsel birikimini koruyup geliştirmek isteyen “Başkent
Dayanışması” inisiyatifi, Mülkiyeliler Birliğinin de desteğiyle bir bildiri yayınladı…
Basına ve Kamuoyuna
Ankara, mücadelenin kentidir,
Ankara, Cumhuriyet’in başkentidir,
Ankara, devrimin, başkentidir,
Ankara, haksızlığa karşı direnenlerin kentidir,
Ankara, öğrenci kentidir,
Ankara, memur kentidir,
Ankara, aklıselimin kentidir,
Ankara, dayanışmanın kentidir,
Ankara, haksızlığa karşı vicdanın kentidir,
Ankara, direnişin ve umudun başkentidir.
89 yaşında bir başkentte yaşıyoruz… Koca
çınar gibi sığındık dallarının gölgesine… Onun
bedenindeki her bir çizginin ağırlığını taşıyor
yüreklerimiz. Her bir sokağında yaşadığımız
anılarımız, sevinçlerimiz ve öfkelerimiz büyütüyor
bizi. Onun “Cumhuriyet Kenti” kimliğine yönelen
her saldırı, kimliğini değiştirmek için yoğun çaba
harcayan yerel ve merkezi yönetimler son 20 yıldır,
aymazlık içerisindeler. Tüm yaşanmışlıklarımıza
tanıklık etmiş alanlar; Atatürk Orman Çiftliği,
Atatürk Kültür Merkezi, Ulus Tarihi Kent Merkezi,
Atatürk Bulvarı, Güvenpark, Gençlik Parkı, Zafer
Meydanı başta olmak üzere, bir kenti kent yapan
tüm yaşam alanlarımız, tarihsel değerlerinden,
anılarımızdan arındırılarak kent belleği yok edilmek üzere yasalar çıkartılmakta, plan ve projeler
üretilmektedir.
vardır. Ankara’nın kimliğini değiştirecek “kentsel dönüşüm” ve “kentsel yenileme” adı altında
hayata geçirilmeye çalışılan yasal düzenlemelerle, uygulamalarla, bu ülkenin kalbine hançer
saplanmaktadır. Kalbimiz olmasa ne olursa, bir
ülkenin kalbi olmayınca da o olur.
Ankara’nın Cumhuriyet dönemi yapılarına ve
kentsel alanlarına karşı başlatılan yıkım, döneminde geçerli 13. yüzyıl kostümlü bazı mimari
tarzlar ideolojik bir biçimde günümüz için ortaya
atılmaktadır. Bu dönüşüm ve yıkım sürecinde
öncelikle yaşam alanlarımızı zenginleştiren, kültürel yapımızı güçlendiren mekânları ile tarihsel
birikimi ile kolektif bellek mekânlarımız olan Cumhuriyetin simgesi yapılar, meydanlar, bulvarlar,
parklar hedef alınmaktadır. Bu hedef doğrudan
bizim yaşamımızdır. Nefes almamıza, bir kentte
yaşamamıza, çocuklarımıza bırakacağımız
anılarımıza, komşuluklarımıza, sevdiklerimizle
kucaklaşmamıza, ayrılıklarımıza, acılarımıza
yani bir insanı insan yapan en önemli değer olan
belleğimize, albümlerimize, anı defterlerimize, dedelerimizin, ninelerimizin, anne ve babalarımızın
bize bıraktıklarına ve onlarla paylaştıklarımıza
yönelen bir ruh çalma, ruhsuzlaştırma operasyonudur…
Başkent Ankara’ya yeni bir “kimlik” yaratılmak
istenmektedir. Ankara’nın başkent kimliği
“çılgın projeler”le birlikte, “marka kent, hastane
kenti, alışveriş kenti, gökdelen kenti” gibi kamu
kaynaklarını israf eden gösteriş amaçlı projelerle
parçalanmaktadır. Ankara’nın bir kimliği vardır...
Gündeme getirilen “Afet Yasası” ile Ankara’nın
Cumhuriyet değerlerini koruyan bazı kanunlar devre dışı bırakılmak istenmekte, “afet riski
altında” denilerek Birinci Meclis, İkinci Meclis,
Ankara Palas, İş Bankası, Sümerbank gibi
simgesel yapıların ortadan kaldırılmasının yolu
açılmaktadır.
Ankara, bu ülkenin kalbidir, kalbi olan bir ülkenin
toplumuna duyduğu sevgi, adalet duygusu hep
Bu süreçte oluşan rant ise öncelikle yapım sürecinde devreye giren inşaat sermayesine ardından
20
... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar....
da satın alma yoluyla mülk sahibi olan kesimlere
aktarılmaktadır.
TMMOB Mimarlar Odasi Ankara Şubesi
68’liler Dayanışma Derneği
Ankara Caz Derneği
Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği – AFSAD
Ankara Sanat Tiyatrosu - AST
Ankara Üniversitesi Iletişim Fakültesi Mezunlari Vakfi - İLEV
Barınma Hakkı Meclisi
Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası
Cumhuriyet Halk Partisi Ankara İl Başkanlığı
Cumhuriyet Halk Partisi Çankaya İlçe Başkanlığı
Çiğdemim Derneği
Devlet Tiyatrosu Opera Ve Balesi Çalişanlari Vakfi – TOBAV
Devrimci 78’liler Federasyonu
Gazi Üniversitesi Mezunlar Derneği
Halkevleri
Kavaklıderem Derneği
Koruma Ve Restorasyon Uzmanlari Derneği – KORDER
Kültür Turizm Ve Çevre Gazetecileri Derneği
Leo Etkinlik Yönetimi Ve İletişim
Mamak Sanat Tiyatrosu
Mimarlar Derneği 1927
Mülkiyeliler Birliği
ODTÜ Mezunlari Derneği
Özgür Tiyatro
Sanart
Sanat Kurumu Derneği
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Ankara Şubesi
TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi
TMMOB Harita Ve Kadastro Mühendislerı Odasi Ankara
Şubesi
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi
TMMOB Kimya Mühendisleri Odası Ankara Şubesi
TMMOB Makina Mühendisleri Odasi Ankara Şubesi
Yaygara Güncel Sanat İnisiyatifi
89 yıllık bir çınarın gölgesindeyiz… Onun
dallarına vurulan her bir baltanın karşısında,
örülmüş bir duvar gibi durmaya devam edecek
bedenlerimiz… Başkent Dayanışması, Başkent
Ankara’nın kimliğine yönelik yaşam alanlarımızın
daraltılmasına karşı, Ankara’yı direnişin ve umudun başkenti, kültürün ve sanatın başkenti,
dayanışmanın, adaletin başkenti yapmak için
çıktı yola… Bir duvar örmeye başladık, direniş
için dayanışma için Başkent Ankara için. Herkesin
koyacak bir tuğlası var biliyoruz, nerede olursak
olalım, Ankara İçin bir araya gelen, kendi rengiyle
eylem yapan her topluluk başkent dayanışmasının
bir parçasıdır.
Başkent Dayanışması, Cumhuriyet ile özdeşleşmiş
bir kentin kaynağına dönerek geleceğine sahip
çıkmasıdır…
Başkent için rengini seç, eylemini yap,
dayanışmaya katıl...
“BEN ANKARA !”
BAŞKENT DAYANIŞMASI
21
... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar....
“Darbeler ve Mülkiye İlişkisi Üzerine”
4 Temmuz 2012 tarihli Radikal gazetesinde yer alan; TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun Süleyman
Demirel ile yaptığı görüşmenin ayrıntılarını içeren “Suç Amerika'da değil Mülkiye'de'” başlıklı bir haberde,
Sayın Demirel'in 27 Mayıs darbesiyle kurulan kurumların arkasında Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye)
olduğunu öne sürdüğü belirtilmiştir. Radikal Gazetesinde yer alan habere ilişkin Mülkiyeliler Birliği Genel
Başkanı Sevilay Çelenk’in yaptığı açıklamanın tam metnini yayınlıyoruz.
BASINA ve KAMUOYUNA
Radikal gazetesinin bugünkü baskısında (4 Temmuz
2012) yer alan “Suç Amerika’da değil, Mülkiye’de”
başlıklı haber, tarihsel olarak demokratik kurumların
yerleşmesinde önemli role sahip kadroların eğitimini
üstlenmiş, devrimci toplumsal ve politik muhalefete
kaynaklık etmiş bir kurum olan Siyasal Bilgiler
Fakültesi’ni talihsiz bir biçimde hedef göstermektedir. Söz konusu haberin vahameti öncelikle, ABD’nin
karşısında bir eğitim kurumu olarak Siyasal Bilgiler
Fakültesi’ni “darbelerin sorumlusu” olarak manşetten
işaret eden bir denklem kurmasında ortaya çıkmaktadır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Darbeleri Araştırma
Komisyonu’na verilen ifadelerin tutanaklarından
derlenmiş olan haber, eski Cumhurbaşkanlarından Sayın
Süleyman Demirel’in darbe dönemlerinde başbakan
ya da cumhurbaşkanı konumunun kendisine yüklediği
tarihsel sorumluluk hakkında yaptığı açıklamaları
odağa almaktadır. Ancak haber, ifade tutanağında
yer alan ve darbelerde Amerika Birleşik Devletleri’nin
sorumluluğuna ilişkin saptamalarla 27 Mayıs sonrası
sivil kadroların rolü çerçevesinde yapılan açıklamaları,
sansasyonel bir dille bir araya getirmektedir. Burada
Türkiye’de giderek yerleşik hale gelmiş olan her fırsatta
üniversiteleri hedef gösterme eğiliminin yeni bir
tezahürü ile karşı karşıya olduğumuzu belirtmek gerekir.
Vurgulanması gereken önemli bir diğer nokta ise,
Sayın Süleyman Demirel’in eski bir devlet adamı olarak
son derece toptancı bir dille, darbe sonrası yaratılan
tüm kurumların ve yaygınlaşan ideallerin ve fikirlerin
kaynağı olarak Mülkiye’ye işaret etmekte bir sakınca
görmemesidir. Yarım yüzyıl süren devlet adamlığı
deneyiminde, kendisi de çok sayıda Mülkiyeli bakan,
22
milletvekili ve bürokrat ile çalışmayı tercih etmiş bir
politikacının kendi sorumluluğunu kabul etmek yerine,
bir eğitim kurumuna işaret ederek dikkatleri başka yöne
kaydırması problemlidir. “Darbe sonrası kurulan bütün
kurumlarda Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin birikiminin yön
verici olduğu” iddiası, tarihsel bir saptırmadır. Siyasal
Bilgiler Fakültesi’nin 27 Mayıs darbesi sonrasında asıl
rolü, öğretim kadrosunun darbe sonrasında Anayasa
yapım sürecine dâhil ve öncü olmak suretiyle, sivilleşme
ve demokratikleşmenin sağlanmasına yaptığı katkıdır.
1961 Anayasası’nın, bütün tartışmalara rağmen,
Türkiye’de yapılmış en özgürlükçü anayasa olduğu bir
gerçektir. Ayrıca, darbelerin yargılandığı bir dönemde,
herhangi bir sivil kurumun bütünüyle darbe yanlısı
ya da darbe karşıtı olarak değerlendirilmesinin de
imkânsızlığı dikkate alındığında, darbeleri desteklemiş
kimi Mülkiyeli bürokrat ya da politikacıdan hareketle,
Türkiye’nin demokrasi mücadelesinde öğrencisiyle
ve akademisyeniyle gerektiğinde özgürlüğünü,
gerektiğinde hayatını ortaya koyarak yer almaktan
kaçınmamış bir eğitim kurumunu “darbelerin arkasındaki
bilgi ve düşünce birikiminin sahibi” olarak ilan etmek,
tarihsel sorumluluk zemininin kaydırılmasından başka
bir şey değildir.
Her dönemde otoriter rejimlerin baskıcı stratejilerinin
hedefi olmuş Siyasal Bilgiler Fakültesi, darbelerin
sorgulandığı şu günlerde, kendisinden hesap sorulacak
değil, hesap soracak yüksek öğrenim kurumlarının
başında gelmektedir.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
Sevilay Çelenk
Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı
ETKİNLİKLER
23
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ile Mülkiyeliler Birliği, 26 - 27 Nisan 2012 tarihlerinde, AÜ Rektörlük
Binası 100. Yıl Salonunda “Tarih Boyunca Çağdaşlaşma Mücadelemiz’”ulusal çalıştayını gerçekleştirdiler.
Açılışını birlik başkanımız Sevilay Çelenk’in yaptığı çalıştayda, geçmişe uzanan gelişmeler tarihsel köklerine
inilerek ve çeşitli yönleriyle tartışılarak, bağımsızlık ve çağdaşlaşma uğraşlarımız ve bunların önüne dikilen
engeller belirtildi...
AÜ SBF Dekanı Prof. Dr. Yalçın Karatepe
Çalıştayın değerli katılımcıları, Prof. Dr. Halil İnalcık ile birlikte
24
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı Sevilay Çelenk’in yaptığı
açılış konuşmasının tam metnidir.
Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı Doç. Dr. Sevilay Çelenk
Sayın dekanım, saygıdeğer katılımcılar, değerli
meslektaşlarım,
Çağın ihtiyaçlarına yanıt üretme, eğitimin, bilimin,
politikanın ve gündelik hayatın demokratikleşmesi
ve çağcıl gelişmelerle paralel bir gelişme göstermesi
çabalarında Türkiye’nin öncü eğitim kurumlarından
biri olan fakültemizle birlikte düzenlediğimiz “Tarih Boyunca Çağdaşlaşma Mücadelemiz” konulu
çalıştayımıza hoş geldiniz.
Mülkiyeliler Birliği olarak, iki gün sürecek bu
çalıştayda çok değerli konuşmacıları sizlerle
buluşturmanın onurunu yaşıyoruz. Saygıdeğer
konuşmacılarımıza programımızda yer aldıkları için
çok teşekkür ediyorum. Bu çalıştayın hazırlıkları
bizim geçtiğimiz ay Mülkiyeliler Birliği yönetimini
devraldığımız tarihten önce başlamıştı. O tarihe
kadar çalıştayın planlanması ve diğer hazırlıkların
yapılmasında büyük emeği olan Mülkiyeliler
Birliğinin bir önceki Genel Başkanı Sayın İhsan
Feyzibeyoğlu’na ve ekibine huzurlarınızda teşekkür
etmek isterim.
Çağdaşlaşma sorunsalının kendi çağdaşlaşma tecrübemizi merkeze alan bir biçimde kavranması
bugün çok daha büyük bir önem kazanmış
görünüyor. “Çağdaşlık” nosyonu da tıpkı modernlik gibi sıklıkla, eş zamanlılığa vurgu yapmaktan çok, bir gelecek tahayyülü, bir proje olarak
tartışılmıştır. Böyle bakıldığında da bu tecrübenin
“geç kalınmışlıkla” damgalanmış bir tecrübe olarak
anlamlandırılması da kaçınılmaz hale gelir. Batı
tecrübesini modernleşme ve çağdaşlaşmanın merkezi
tecrübesi olarak gören ve kendi modernleşmemiz
dahil dünyanın geri kalanının deneyimini periferik dolayısıyla öykünmeci bir modernleşme olarak
algılayan ve bu nedenle “geç kalınmış” olma kompleksinin gölgesinde sürdürülen bir tartışma ile
devam etmek bugün açıklayıcı olamıyor. Türkiye’nin
modernleşme tecrübesini, gelenekle modern,
maziyle gelecek, erkekle kadın, Doğu ile Batı, seçkinlerle halk, biz ve ötekiler arasındaki bölünmüşlükle
tanımlanan paradokslar çerçevesinde ve dışarıdan
bir bakışla açıklamak çabalarının yerini bu tecrübeyi
içeriden anlama çabasıyla, bölünmüşlükler değil,
biraradalıklar, farklılıklar ve kendine özgülükleriyle
kendi zamanı içinde, eşzamanlılığı içinde kavramak
gerekiyor. Çağdaşlaşmayı böyle kavramış olsaydık
ve bu doğrultuda, çağdaş, modern, uygar ya da
Freud’dan Elias’a birçok bilim insanı ve düşünürün
ifadesiyle “kendini evinde hissetme” mücadelesini kazanmış insanlar yaratabilseydik, belki de
çağdaşlaşma mücadelesinin sadece ilerlemeyi değil
de geriye dönüş anlarını da içerebileceği gerçeğiyle
bu denli sert bir yüzleşme de yaşamıyor olabilirdik.
Bugün eğitim, medya, kültür ve siyaset alanına
yönelmiş, hiçbir alanda boşluk bırakmayan bir
hegemonya savaşı ile karşı karşıyayız. Artık sadece
düşünce ve ifade ya da basın özgürlüğünü değil
bizatihi düşünce yetisini, insanın en temel yönelimi olan haberleşme, iletişime geçme, dünya
olaylarından haberdar olma ve bu sayede kendini
kendi dünyasının öznesi hissetme arzusunu hedef
alan bir baskılama söz konusu. Bütün bunlar, sadece
çağcıllığın güvencesi ve göstergesi olan haklar ve
özgürlükler alanını daraltmakla kalmıyor, bizatihi
eleştirel düşünme ve kanaat geliştirme yeteneğine
zarar veriyor. Bu nedenle, tarih boyunca çağdaşlaşma
mücadelemiz çalıştayının, çağdaşlaşma sorunsalını,
bugün bizlere özellikle çocukların eğitimi alanındaki
projelerle, muhafazakar sanat, kültür yaratma idealiyle dayatılan ve çağcıllıkla bağdaşmayan rövanşist
bir toplum mühendisliğini hak etmek için ne yaptık
meselesi bakımından da ele alan, ufuk açıcı bir
çalıştay olacağını inanıyorum.
Saygılarımla.
25
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
26
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Dünyanın dört bir yanındaki emekçileri
aynı evrensel mesaj etrafında birbirine
kenetleyen, dünyanın her köşesini birbiriyle birleştiren en güzel gündür 1 Mayıs.
Hak arayışının ve özgürlüğün çağrısıdır.
Tahakküm güçlerinin 1 Mayıs korkusu,
baharın sıradan bir gününü bayrama
dönüştürmek isteyenlerden duyulan
sıradan bir korku değildir; baskıya, sömürüye ve yabancılaşmaya karşı emekçilerin ve emekten yana olanların inatla,
inançla ve canları pahasına yükselttiği evrensel çağrıdan duyulan korkudur. Sekiz
saatlik çalışma talep eden taş ve inşaat
işçilerinden, yeşil parklara girebilmeyi
isteyen siyahi emek-çilerden ve 1976
yılının 1 Mayıs’ında, İstanbul’dan Ankara’ya
dönmek üzere otobüs beklerken vurulan
gencecik bir Siyasallı öğrenciden, Ali Fuat
Okan’dan duyulan korkudur 1 Mayıs
korkusu.
Korkuya meydan okuyanlar, umudun,
barışın ve dayanışmanın çiçeklerini
yeryüzüne saçmak için 1 Mayıs’ta meydanlara yürüyecekler.
1 Mayıs’ta Mülkiyeliler Birliği de korkunun
karşısında, emeğin ve emekçinin yanında
olacak.
Bütün üyelerimizi 1 Mayıs Salı günü
saat 12.30’da Konur sokak 1 numaradaki
binamızın önünde buluşarak, Mülkiyeliler Birliği pankartı altında yürümeye davet ediyoruz.
Mülkiyeliler Birliği Yönetimi
27
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
28
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Film Gösterimi ve Söyleşi:
“ Kadının Fendi”
Mülkiyeliler Birliği’nde
Birliğimiz,10 Mayıs 2012 tarihinde Mülkiyeliler Birliğin’de, VII. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali kapsamında
FeministizBiz, Kadın Dayanışma Vakfı, Halkevci Kadınlar ve Mülkiyeli kadınlar ile birlikte bir film gösterimi
düzenledi ve söyleşi gerçekleştirdi.
"Kadının Fendi " filminin gösteriminden sonra söyleşi yapıldı.
29
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Mülkiyeliler Birliği Öğrenci Topluluklarıyla Buluştu...
Mülkiyeliler Birliği, Öğrenci Topluluklarıyla Buluştu…
“Gelenekten Geleceğe” grubunun 43. Olağan Genel Kurul öncesi ana gündem maddelerinden
birisi, Mülkiyeliler Birliği ile Mülkiye’deki öğrenci topluluklarının bağının güçlendirilmesi, sorun,
talep ve önerilerinin dinlenerek çözüme kavuşturulması için çaba harcanmasıydı. Bu hedef
doğrultusunda, yönetim kurulu üyeleri, düzenli aralıklarla öğrenci topluluklarını dinleyecektir.
26 Nisan 2012 Perşembe günü öğrenci toplulukları ile ilk buluşmamızı gerçekleştirdik. Sorunları
ve talepleri dinledik, çözüm için birlikte çalışmaya karar verdik.
30
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Emre Sarıkaya:
Kendi açımdan toplantının Mülkiyeliler Birliği
ve öğrenci ilişkileri açısından umut verici
olduğunu ve olumlu bir havada geçtiğini
düşünüyorum. Bunun birinci nedeni, öğrenci
talep ve görüşlerinin samimiyetle dinlenmesi,
yardımcı olunmak istendiğinin hissettirilmesi ve
dile getirilen sorunların üzerine eğilinmesiydi.
Tabii ki bunda Sevilay Hocanın açıkgörüşlülüğü
ve yapıcı tavrı da etkiliydi. Topluluk faaliyetlerini
dikkatle dinledi ve bir ortak çatı altında neler
yapılabileceğini, kendi görüş ve tavsiyelerini de
katarak dile getirdi.
Arda Hatipoğlu:
SBF Ekonomi Topluluğu olarak toplantıdan ve
taleplerimizin dinlenmesinden çok memnun
kaldım.Faydalı bir toplantı oldu. Emeği geçen
herkese teşekkürler
31
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Anneler Günü’nü Birlikte Kutladık…
Yaşamımız boyunca gücümüze güç, umudumuza umut katan annelerimizle 13 Mayıs’ta, Mülkiyeliler
Birliği’nin bahçesinde buluştuk, bir sabah da biz annelerimizi “kahvaltıya çağırdık”…
32
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Sabriye Karayel, Efe Kaya Ercan
Hatice Ayrancı, Zeynep Ayrancı
İbrahim Ercan, Efe Kaya Ercan, Latife Ercan
33
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Tülin Sabiha Coşgun, Fatma Coşgun
Füsun Demiray
İsmail Hakkı Gürses, Nehir Gürses, Fadime Gürses
Arzu Şen, Kızı Nazo
34
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Sabiha Hoşçakır
Arzu Şen, Fuat Şen
Okay Bensoy
35
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Birsen Keleş’in anne ve babası
Pınar Bedirhanoğlu
Fadime Gürses, Fatma Coşgun
Füsun Demiray
Aysun Yılmaz, Asya yılmaz
36
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Mülkiyeliler Birliği Binasında Çalışma Salonu Açıldı...
Mülkiyeliler Birliği
Çalışma ve Okuma Dersliği
Mülkiye öğrencileri, sınav dönemlerinde fakülte kütüphanesinin açık olduğu saatlerin sınırlı olması ve yer
darlığı nedeniyle mağduriyetlerini ifade etmişlerdi. Fakülte yönetimi sınav dönemlerinde kütüphaneyi 24
saat açık tutma kararı aldı, öğrencilere ücretsiz çorba servisine başaldı. Mülkiyeliler Birliği Yönetimi ise, aldığı
kararla, birlik binasının bir katını çalışma salonuna dönüştürdü. Öğrencilere indirimli yemek olanağı sundu.
37
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
“ Bahçede Şenlik Var” Etkinliğinde
Mezunlar İle Öğrenciler Buluştu...
38
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Mezunlar ile öğrenciler 17 Mayıs 2012’de Mülkiyeliler Birliği’nin bahçesinde buluştu. Buluşma bir şenliğe
dönüştü. Dinleti, fotoğraf sergisi ve film gösteriminin yapıldığı buluşmada anılar paylaşıldı. Öğrencilerin kendi
üretimlerinin sergilenebilir olması mutluluğumuzu pekiştirdi...
39
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Mülkiye Fotoğrafçılık Topluluğu Fotoğraf Sergisi Açtı...
Fakültemizin öğrencilerinin hazırladığı “Mülkiye Fotoğrafçılık Topluluğu Fotoğraf Sergisi”, 17 Mayıs 2012 tarihinde Mülkiyeliler Birliği’nde açıldı. Yoğun ilgiyle karşılanan sergide fakülteden fotoğraflara da yer verildi
Öğrencilerimize ve fotoğraf sanatçısı, şair Mehmet Özer’e emeklerinden dolayı teşekkür ediyoruz..
40
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Fotoğraf: Buket Bozduman ©
Fotoğraf: Buket Bozduman ©
Sergiden Kareler...
41
Fotoğraf: Emre Sarıkaya ©
Fotoğraf: Emre Sarıkaya ©
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
42
Fotoğraf: Melis NurkanSarıkaya ©
Fotoğraf: Melis NurkanSarıkaya ©
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
43
Fotoğraf:Mehmet Özer ©
Fotoğraf:Mehmet Özer ©
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
44
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Mülkiye Türk Halk Müziği Topluluğu Konseri
Mülkiye Türk Halk Müziği Topluluğu, 2005 yılı sonbaharında kuruldu. Bir süre sonra, halk müziği çalışmaları
içerisinde özel bir yeri olan “temalı konserler” hazırlamaya yöneldi ve bu kapsamda
2009 yılında “Mapushane”, 2010 yılında da
“İstanbul” temalarını işleyen konserler verdi.
2011 konserinde ise temanın yanı sıra
çalışmalarımıza serbest türkü söyleme
geleneğini kattık ve o yılın “Meyhane”
temasına “HerTelden” bölümünü ekledik.
Böylece hem gönlümüzden geçen türküleri
çalıp söylemenin hem de tema çalışmalarıyla
halk müziğine katkıda bulunmanın hazzını
yaşadık...
Bu yıl yine “her telden” türküler söyledik; ikinci
bölümde ise temamız “kahve bahane” idi; mani söyleme geleneğinin geniş bir yer bulduğu Türk Halk Müziği
içerisinde, kahveden dem vurup da sözü bambaşka yerlere getiren türkülere yer verdik... Hani derler ya; gönül
ne kahve ister ne kahvehane, gönül sohbet ister kahve bahane…
MÜLKİYE TÜRK HALK MÜZİĞİ TOPLULUĞU
45
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Kazan Çalışanlarıyla Yemekli Buluşma
buluşma.
Mülkiyeliler Birliği Yönetimi, Kazan A.Ş.
çalışanları ve aileleriyle buluştu. Yemekte,
değerli emekçilerimizin yorgunluğunu bir akşam
da olsa paylaşarak, sorunlarını dinlemek ve
ortak çözüm yollarını konuşmak istedik.
Yemekte ayrıca, üyelerimize ve konuklarımıza
nasıl daha kaliteli bir hizmet sunabileceğimize
dair görüşmelerimiz oldu.
Satı Yılmaz, Ozan Yılmaz
İbrahim Otlu, Neslihanotlu, Bilge Otlu
Kemale Ceylan, Sevilay Çelenk, Gökçe Otlu
Akın Demiryürek , Nuriye Demiryürek
Saniye Güngör
46
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Yücel Pilavcı, Hatice Pilavcı
Yüksel Akbaş, Dilek Akbaş
Salim Dağtaş, Songül Dağtaş
Zöhre Gülez, Ümit Gülez
Muharrem Göksu, Şemsi Göksu
Hasan Çelik, Aysel Korkmaz Çelik, Işık Gökpınar
Cihangir Çam, Ayşe Çam, Arda Çam
Salman Keçeci, Durdene Keçeci
47
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Musa Ceylan, Kemale Ceylan
Hasan Göksü, Gülsüm Göksu
Muharrem Ecet, Sıla Ecet, Nebahat Ecet
Murat Uslu
Ali Eren, Bahadır Gümüş
Yüksel Pilavcı, Savaş Kocaoğlu, Hatice Pilavcı
Hüsyin Yalçın, Hazal Yalçın, Fadime Yalçın
Mustafa Güven, Makbule Güven
48
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
İnek Bayramı şenlikleri SBF öğrencilerinin her eğitim-öğretim yılı sonunda, yorgunluk atma,bir geleneği
sürdürme, özgür ve yapıcı eleştiri hakkını kullanma ve eğlenme amacıyla düzenledikleri etkinliklerdir. Benzersiz mizahın sergilendiği, itiraz ve onayların ortaya koyulduğu “hesaplaşma günüdür”.
Fotoğraflar: Aslıhan GÜNDÜZ ©
SBF Dekanı Prof. Dr. Yalçın Karatepe
49
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
50
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
2011 - 2012 Dönemi Mezuniyet Töreni Yapıldı...
vardır. İşte onlar geliyor; Siyasallı öğrenciler
geliyor!” diye anons ettiler. 1 Mayıs kürsüsünden böyle anons edilmek önemlidir. Ancak bu
övgüyle karşılanmak kadar buna layık olmak
da önemlidir. Hayat her yeni gün yeni seçimler
dayatır. Bazılarımız her defasında kendimizi, kendi
iyiliğimizi seçeriz. Bazılarımız da “iyi” olmayı, yani
“ötekinin yararını gözetmeyi” seçer. Bu ülkenin
onuru olmayı biz Siyasallılara miras bırakanlar bunu
yapmıştı. Sizlerin de seçiminizin bu yönde olacağını
ve bu yüzden de hayatınızın kolay olmayacağını
biliyorum.
Mülkiyeliler Birliği bu seçiminizde yanınızda olmak
için var. Birliğinize üye olun. Sahip çıkın. Sadece
burada değil, İstanbul’da, İzmir’de, Bursa’da,
Eskişehir’de, Kayseri’de, Adana’da, Mersin’de,
Datça’da Samsun’da Kıbrıs’ta şubelerimizin
olduğunu, hayatın güçlükleri sizleri yapayalnız
bulmasın diye, seçiminizi dayanışmadan ve onurdan yana yapabilesiniz diye bir araya gelen
Siyasallılar olduğunu unutmayın.
Sayın Rektörüm, Değerli Dekanlar, Meslektaşlarım,
Saygıdeğer Aileler, Sevgili Öğrenciler,
Mülkiyeliler Birliği adına sizleri selamlamaktan
onur duyuyorum. Sevgili öğrenciler sizleri her
şeyden önce az olanla idare etmeyi başardığınız
için kutluyorum. Çünkü öğrencilik “az olanla idare
etme sanatıdır”. Öğrencinin parası azdır. Yemek
molaları, teneffüs saatleri azdır. Çoğu zaman çok
kalabalık olan dersliklerde konuşma şansları da
azdır. Sınavlarda dakikalar az gelir. Sınav sonuçları
açıklandığında puanlar az gelir. Fakat sizler de
biliyorsunuz ki, sınavlardan aldığınız puanları bir
tarafa bırakırsak, az olan her şey çok kıymetlidir. 10
dakikalık ders araları çok değerli, bir günde kaç fincana paranızın yeteceğini hesaplayarak içtiğiniz çay
ya da kahve çok güzeldir. Az olanla idare ettiğiniz
dört yıl, beş yıl ya da biraz daha fazlası için her
birinizi yürekten kutluyorum.
Üniversiteden mezun olmak birçoğumuzun
hayatındaki en zor veda anlarından biri olmuştur.
Üniversite yıllarını geride bırakmak, ortaokulu,
liseyi geride bırakmaktan farklıdır. Birdenbire
hayatın sizlerden başka bir şey beklediği bir evreye geçersiniz. Yol ayrımındasınızdır. Hayat bütün
ağırlığıyla omuzlarınıza çöküverir. Siyasal Bilgiler
Fakültesi, aksi yöndeki bazı görüşlere rağmen,
geçmişte olduğu gibi bugün de hayatın ağırlığını
karşılamada size güç verecek kültürel, politik,
entel-ektüel ve mesleki birikimi sağlayan en önemli
eğitim kurumlarından biridir. Bizler bunun farkında
oldukça bu birikime sahip çıktıkça ve katkıda bulundukça böyle ol maya da devam edecektir.
Hepinizi sevgiyle kucaklıyor, sizlere emeği geçen
değerli hocalarınızı, dostlarınızı ve ailelerinizi bir
kez daha saygıyla selamlıyorum. Yolunuz açık olsun.
(Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı Sevilay Çelenk’in
2011-2012 eğitim öğretim dönemi mezuniyet
töreninde yaptığı konuşmanın tam metnidir)
Bu yıl 1 Mayıs’ta Siyasallı öğrenciler alana girerken
kürsüden, “her ülkenin onuru olan okullar, her ülkenin gururu olan öğrenciler
51
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
sal menfaati göz önüne alarak yapacaklardır. Mülkiyelilerde “ben” yoktur. Hep “biz” vardır. Onlar bundan
sonra da size çok büyük mutluluklar yaşatacaklardır.
Bu sadece bir başlangıç.
Sevgili Mezunlarımız,
Buradan ayrılırken sahip olduğunuz umutlarınız hiç
azalmasın; Ne kendiniz için ne de Türkiye için.
Sizler birer Mülkiyeli olarak, tıpkı sizden önce buradan mezun olanlar gibi, bu ülkenin insanlarına
hizmet etmeye devam edeceksiniz.
Mülkiye’nin tarihi ve misyonu sizlere önemli görevler yüklemektedir. Sahip olduğunuz vatan sevgisi
her daim yaşamınızın bir amacı olacaktır. Bu sevgiyle, hiç karamsarlığa kapılmadan çalışacak ve ülkemizi ulu önder Mustafa Kemal’in işaret ettiği muasır
medeniyet seviyesine çıkarmak için çalışacaksınız.
Sizlerden beklentimiz budur.
SBF Dekanı
Prof. Dr. Yalçın Karatepe
Sayın Rektör, Sayın Dekanlar, Değerli öğretim üyeleri, bugün mezun olan öğrencilerimizin aileleri ve
Sevgili 2012 Mezunlarımız.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Mezuniyet töreni konuşmasını hazırlamaya
çalışırken biraz araştırdım. Gördüm ki hiçbir mezun,
töreninde yapılan konuşmayı hatırlamıyor. Her şey
bir an önce bitse de ailesine, arkadaşına sarılsa diye
beklediğinizi tahmin ediyorum.
Okula ilişkin pek çok şeyi hatırlayacaksınız;
sınavlar, arka bahçe, akvaryum, belki kütüphanede
geçirdiğiniz zamanlar, küçük amfi, konferans salonu,
sütunlu salon, inek bayramları vs. Ama benim şimdi
yaptığım konuşmayı hiçbiriniz hatırlamayacaksınız.
Peki ben bütün bunlara rağmen niye konuşuyorum:
çünkü dekanım ve programı ben yaptım ve doğal
olarak kendime bu fırsatı verdim. İnanın bana
aranızdan birisi, ileride bu fakültenin dekanı
olduğunda o da kimsenin hatırlamayacağı bir
konuşma yapacak. Yanlış anlamayın, bunları sizi
dekan olma hevesinden vazgeçirip, yerimi sağlama
almak için söylemiyorum. Bu bir gerçek.
Bu nedenle ben de, sizin hatırlamayacağınız bir
konuşma yapmak yerine, hazır buraya çıkmışken,
belki aileleriniz hatırlarlar umuduyla, onlara bir
konuşma yapmak istiyorum.
Sevgili Mezunlarımız,
Bugün Fakültemizi terk ediyorsunuz. Sizleri
özleyeceğiz. Her birinizin gönlümüzdeki yeri ayrı.
Ama sanmayın ki yeriniz dolmaz! Siz mezun oluyorsunuz ve hayat devam ediyor. Fakültemiz de devam
ediyor. Bu durumda yerinizi doldurmak için elimizden geleni yapıyoruz. Sadece bu sene için değil.
Hedefimiz çok büyük. Biz gelecek kuşaklarımızı da
garanti altına almak istiyoruz.
Bu bağlamda, bana iki hafta önce gelen bir mesajı
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sevgili Fakülte Dekanı ben Egemen Bulut. 9
yaşındayım. İlk okul 3'ü bu senede yine 5 pekiyi derece
ile geçtim, okulumu bitirip sonrasında hangi okula
giderek Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazanmam
için izlemem gereken yolu bana anlatınız. Sizler beni
9 yaşımda olduğum için ciddiye almazsanız sizlerle
ilgili düşündüğüm bütün güzel hayallerimi yıkarsınız
sonra ben de sizi ciddiye almam, bana gerek ev telefonumdan gerekse babamın telefonundan acil bilgi
vermenizi istiyorum.
Gereğinin yapılmasını arz ederim
Sevgili veliler,
Bugün sizin için gururlanma günüdür. Yıllarca
sevgi ile büyüttüğünüz, belki pek çok sıkıntılara
katlanarak okuttuğunuz ve bize güvenerek teslim
ettiğiniz evlatlarınız, hayata hazır bir şekilde mezun
oluyorlar. Biz onlara pek çok şey öğrettik. Kendi
alanlarıyla ilgili en derin bilgileri aktardık. Merak
etmeyi, sorgulamayı öğrettik, ve bunu yaparken
onlardan pek çok şey bekledik; dik durmalarını,
karamsarlığa kapılmamalarını, her zorluğun sonunda aydınlık bir gelecek olduğuna inanmalarını
öğrettik, fakat bütün bunların üstünde onlara Vatan
sevgisini öğrettik. Her Mülkiyeli, her nerede görev
yaparsa yapsın biliniz ki yaptıkları her şeyi, toplum-
Babam Ufuk Bulut (siz beni isteyin)
Ve şimdi bu mesajın sahibi, yani sizin yerinizi 10 yıl
sonra alacak olan Egemen Bulut’u sahneye davet
ediyorum...
Gördünüz, Egemen bizim geleceğimizin de parlak
olacağının işaretidir.
Hepinizin yolu açık olsun.
52
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Mülkiye adayı Egemen Bulut Mülkiye Dekanı Prof. Dr. Yalçın Karatepe İle birlikte...
53
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
Ankara Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Cemal Taluğ’un 2011-2012 Mezuniyet
Töreni Konuşmasının Tam Metnidir.
Değerli Aileler,
arkadaşlarımın büyük payı vardır. Onlar sizin
çocuklarınızı kendi evlatlarından ayırmadılar. Onlar, çocuklarınızın bu fakültedeki öğrencilik yıllarını
verimli, mutlu ve huzurlu geçirmeleri için büyük
emek verdiler. Görevlerini büyük bir sorumluluk
ve özveriyle yerine getirmeye çalıştılar. Bilgilerini ve birikimlerini onlarla paylaştılar. Bu güzel
ülkeye değerli Mülkiyeliler kazandırdıkları için,
öğretim üyelerimiz, bugün en az sizler kadar, en
az mezunlarımız kadar mutlular. Onları kutluyor,
üniversitem adına şükranlarımı sunuyorum.
Bugün sizlerin çocuklarınıza verdiğiniz sınırsız
sevginin ve emeğin, onları yetiştirmek için
sağladığınız sonsuz desteğin, yaptığınız tüm
fedakârlıkların taçlandığı bir gündür. Bugün
hayallerinizin gerçekleştiği gündür. Bugün sizin
gününüzdür, sevinin, gurur duyun!
Hepinizi gönülden kutluyorum, Ne mutlu sizlere,
gözünüz aydın. Bu genç insanların hep güzel
günlerini görün. Bugün yaşadığınız mutluluğun
daima sürmesini, onların daha nice güzel günlerini
görmenizi diliyorum. Bugünün tekrarı yok, hiç
unutmayacağınız bir gün yaşıyorsunuz. Doyasıya
keyfini çıkarın.
Benim de çocuklarım var. Bu gençlerden çok
daha büyükler. Küçüğü bile on yıl önce üniversite
mezunu oldu. Ben onları hala birer çocuk olarak
görüyorum. Biliyorum, karşınızdaki bu genç insanlar, sevgili yavrularınız da size öyle geliyordur.
Ama ben ve onları bugünlere getiren hocalar şu
anda arkamızda ne kadar yetkin, ne kadar seçkin,
kendine güvenen, yere sağlam basan insanların
durduğunun bilincindeyiz.
Mülkiyenin sevgili idari personelini de hep beraber
alkışlayalım.
Bugün mezunlarımız için, aileleri için ve bizler için
emeklerin semerelerinin elde edildiği bir bayram
günüdür, bir hasat bayramıdır. Bayramınız kutlu
olsun.
Sevgili Mezunlarımız, Genç Mülkiyeliler,
Öncelikle size teşekkür ediyorum. Ülkemizin bu
anıtsal yükseköğretim kurumunu, Mülkiye’yi
enerjiyle ve sevgiyle doldurduğunuz, hem AÜ
Cebeci Yerleşkesi’ni hem umutlarımızı daima canlı
tuttuğunuz için teşekkür ediyorum.
Eğitim sürecinde bize öğretici, düşündürücü sorular sorarak, yorumlar yaparak, bilgilerimizi yeniden
değerlendirme, yeni öğrenmeler edinme fırsatları
sağladığınız için teşekkür ediyorum.
Üniversitenizi ve Fakültenizi sahiplenmedeki
cömertliğiniz ve içtenliğiniz için teşekkür ediyorum.
Mesleğinize verdiğiniz değer ve gösterdiğiniz
saygı için teşekkür ediyorum.
Üniversitemizin ve onun anıtsal kurumu
Mülkiye’nin değerlerini yaşatma ve yükseltme
konusunda bize verdiğiniz sarsılmaz güven için
teşekkür ediyorum.
Onlar Ankara Üniversitesi SBF mezunu olmanın
sağladığı yüksek donanım, eşsiz değerler ve büyük
bir özgüvenle önlerinde açılan aydınlık ve umut
dolu yola çıkıyorlar. Yolları açık olsun.
Sevgili Mezunlarımız, Genç Mülkiyeliler,
Mülkiye’de öğrenciliği başarıyla tamamladınız.
Sizleri yürekten kutluyorum. Biliyorsunuz ki, bu
tören bir veda değil, Mülkiye’den ayrılmıyorsunuz,
bugün gerçek birer Mülkiyeli oluyorsunuz.
Bir eğitim kurumunun büyüklüğünün en önemli
Değerli Aileler,
Bu yaşanan güzel ve anlamlı tabloda değerli
öğretim üyelerimizin, benim sevgili çalışma
54
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
göstergesi, mezunların toplumdaki saygınlığı ve
topluma kazandırdıklarıdır.
Mülkiye, ilk mezunu Çeşme doğumlu Mehmet
Sırrı Efendi’den bu yana çok mezunlar verdi. Mülkiye mezunları bu güzel ülkenin her köşesine ışık
götürdüler. Yurt içinde ve dışında Cumhuriyetimizi
onurla temsil ettiler. Mesleki başarılarıyla, erdemli
yaşamlarıyla, yurtseverlikleriyle, doğru ve gerçekten yana duruşlarıyla Mülkiye değerlerini çok güzel
taşıdılar ve bu değerleri yükselttiler.
Türkiye, Mülkiye’nin, kamu yararının, topluma
karşı sorumluluğun, insan haklarının ve demokrasinin öğretildiği bir okul olduğunu mezunlarını
tanıdıkça öğrenmiştir. Mülkiye’nin özgür ve eleştirel
düşüncenin anavatanı olduğunu, Mülkiyeli’nin
sadece bilen değil, bilgisi kendisine yakışan
olduğunu Türkiye’ye gösteren mezunlarımız
olmuştur.
ten inanıyorum. Sizlere güveniyorum. Kendinize
güvendiğinizi biliyorum.
Mülkiye’nin hiçbir zaman koşulların dümen suyunda
giden renksiz, silik ve kimliksiz bir kurum olmadığını,
Mülkiyeli olmanın, ilkeli, dik ve onurlu duruşa sahip olmak demek olduğunu sizden önceki Mülkiye
mezunlarını tanıyanlar bilirler.
Sevgili Mezunlarımız, Genç Mülkiyeliler,
Şimdi sıra sizde. Sizler önünüzde açılan aydınlık yolda
yürürken, bilginizle, duruşunuzla, duyarlılıklarınızla
ve davranışlarınızla Mülkiye ruhunu ve kimliğini
yaşatacaksınız.
Mülkiyenin bu toplumun güvencesi, göz bebeği
bir aydınlanma kurumu olduğunun kanıtları
sizler olacaksınız. Bunu başaracağınıza yürek-
55
Sevgili Mezunlarımız, Genç Mülkiyeliler,
Eğitim kurumlarının gücünün bir başka göstergesi
ise mezunların okullarıyla ve birbirleriyle kurdukları
bağın kalitesidir. Mülkiyeliler bu ülkenin ilk mezunlar örgütünü kurdular. Okullarına ve birbirlerine
sarılarak, sevgi ve saygı ile bağlanarak benzersiz,
örnek bir dayanışma geliştirdiler. Bu dayanışma
Mülkiyeli ruhunun, Mülkiye kimliğinin, en önemli
öğelerinden biridir. Mezunlar Mülkiye’nin ayrılmaz bir
parçası olmuşlar ve ondan kopmamışlardır. Bugünün
Mülkiyeliler Birliği ise Mülkiye dayanışmasının simgesidir. Mülkiye kimliğini sahiplenmek ancak Siyasal
Bilgiler Fakültesini ve Mülkiyeliler Birliğini birlikte
sahiplenmek ile mümkündür. Mülkiyeliler Birliği
yanında olmazsa Siyasal Bilgiler Fakültesi eksik demektir. Lütfen Birliğinizi ihmal etmeyin.
Değerli Konuklar,
Mülkiye, bu güzel ülkenin en saygın, en belirleyici
yükseköğretim kurumlarının başında gelir. Ülkenin
siyasal, toplumsal, ekonomik yaşamında derin etkileri
olmuştur. Unutulmaz bilim adamları, devlet adamları
yetiştirdi, unutulmaz diplomatlar, kamu yöneticileri
yetiştirdi.
Aydınlar ve erdemli insanlar yetiştirdi.
Gözün aydın Türkiye, en yeni Mülkiyeliler geliyor.
Onları çok seviyorum, onlara çok güveniyorum ve
yolları açık olsun diyorum.
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
56
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
57
... etkinliklerden...etkinliklerden... etkinliklerden... etkinliklerden...
“Sınırın Ekonomi Politiği” Söyleşisinden, 27 Haziran 2012
58
ANMA
ETKİNLİKLERİ
59
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
30 Mart Kızıldere Anması
Kızıldere direnişinin 40.yılında devrimci mücadelenin önderleri Ankara'da yapılan etkinliklerle
anıldı. Devrimci mücadeleye emek veren birçok kişi
ve kurum "direnişin ve dayanışmanın tarihi onurumuzdur" diyerek bir araya geldi.
Türkiye devrim ve demokrasi mücadelesinde
halkların kurtuluşu ve ülkenin bağımsızlığı için
Kızıldere'de katledilen devrimci önderleri; Mahir
Çayan, Cihan Alptekin, Hüdayi Arıkan, Saffet Alp,
Ertan Saruhan, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy, Sinan
Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt ve Ömer Ayna
unutulmadı.
Birlik Başkanımız Sevilay Çelenk, Genel Sekreter
Özgür Tüfekçi’nin de katıldığı anma etkinliği, Mahir
Çayan ve Hüseyin Cevahir gibi birçok devrimci
önderi yetiştiren Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi 'nde (SBF) yapıldı. SBF önünde
yapılan anma, Mehmet Özer’in okuduğu “Umutsuzluk Yasak” adlı şiirden sonra saygı duruşu ile
başladı. SBF-DER adına Hasan Hüseyin Özkan bir
konuşma yaptı. SBF'nin Türkiye'deki devrimci
mücadelede önemli bir yeri olduğunun altını
çizen Özkan, "Şimdi bu okuldan mezun olanları,
Kızıldere'de direnenleri katletseler de, unutturmaya çalışsalar da biz tarihimize sahip çıkıyoruz"
dedi. Hasan Hüseyin Özkan'ın ardından Halkevleri
Genel Başkan Yardımcısı Samut Karabulut da bir
konuşma yaptı. Karabulut "Türkiye'deki sosyal
uyanışı durdurmak için birçok katliam yapıldı.
Kızıldere Katliamı en önemlilerinden biridir" dedi.
Sosyal uyanışı durdurma hamlelerinin bugünkü
iktidar ile devam ettiğini ifade eden Karabulut, 29
Mart’ta Kızılay'da yaşanan polis saldırısını hatırlattı.
Karabulut devrimci önderleri anma etkinliklerinin
AKP tarafından suç ilan edildiğine değinerek, anmalara katılan birçok kişinin yargılandığını belirtti.
Karabulut konuşmasını "AKP'nin anmaları yasadışı
ilan etme çabaları boşunadır. Kızıldere'de direnenler devlet tarafından öldürülse de, halkın nezdinde
ölümsüzleştiler. Onları unutmayanları yargılamak
için tüm halkı yargılamaları gerekir" diyerek
sonlandırdı. SBF’deki anma etkinliğine katılan kurumlar adına ortak bir açıklama okunarak buradaki
etkinlik sonlandırıldı.
60
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
Sadun Aren Hocamız, Merhaba!
61
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
Sadun Aren’nin 4. ölüm yıldönümünde, her yıl geleneksel olarak dostları ve alesinin hocamızı anmak için
düzenlediği etkinlikte “ülkemizde gelir dağılımı” konusu işlendi. Oturumu Prof. Dr. Tuncer Bulutay yönetti.
Sadun Aren Hocamızın öğrencileri; Prof. Dr. Ege Cansen’in ve Prof. Dr. Güngör Uras’ın konuşmacı olduğu
söyleşiden sonra, hocanın dostları birlikte yemek yediler.
Prof. Dr. Ege Cansen
Prof. Dr. Tuncer Bulutay
Prof. Dr. Güngör Uras
Sadun Aren’in ailesi ve Mülkiye hocaları, değerli mezunlarımızla birlikte...
62
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
63
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
AŞKLA SANA
alnını
dağ ateşiyle ısıtan
yüzünü
kanla yıkayan dostum
senin
uyurken dudağında gülümseyen bordo gül
benim kalbimi harmanlayan isyan olsun
şimdi dingin gövdende
uğultuyla büyüyen sessizlik
birgün benim elimde
patlamaya sabırsız mavzer olsun
başını omzuma yasla
göğsümde taşıyayım seni
gövdem gövdene can olsun
beni umutsuz koma
tarihle avutma beni
çünki aşkla sınanmışım sana
sana yangınla, suyla, ateşle
ölümle, yaprakla, şiirle sınanmışım
ey yaşarken kanayan acı
şimşekli gök, tufan, kan fırtınası
uçurum kıyısında hızla büyüyen ot
yapraksız bir ölümün anısı için
körpecik kuzuların derisi için
beni tarihle avutma
umutsuz koma beni
söyle bana ey
ölümün açıklayıcı pervanesi
hangi yavru tek başına yiğittir
hangi yangın bir başına söndürülür
ah herkes susuyor
hiçkimse bilmiyor içimin yangınını
ah herkes mi susuyor
kalbimi kalbine bağladığım dostum
ah herkes mi susuyor
kalbi kalbimize benzeyen dostlar
bir çarmıh gibi bırakıyorken kendini dünyaya
hayatın ateş renkli kelebekleri
bir bir tutuluyorken korkunç koleksiyonlar için
ah herkes mi susuyor
akıtsam deliren sevdamı
köpürürmü hayatı besleyen su
ey benim
yedi başlı kartalım
her başını
bir dağ başlangıcında koyanım
senin
böyle diri bir akarsu gibi kıvrılan gövdendir
bizim aşkımızı solduranların korkusu
çünkü elbette bir su
kendi akacağı toprağın sertliğini bilir
ve suyun gövdesiyle yırtılınca toprak
artık ırmak mı ne denir
işte devrim
ona benzer bir akışın hızına denir
yarın ne olur bilirim ben
bahar gelir, otlar büyür
ölüm de yapraklanır
bir dağ bulur uzun uzun bakarım
bir çam ağacı gölgesi
güzel kokular veren
bir damla güneş görünce
sana da gülümseyeceğim yarın
bağırsam içimdeki dehşeti
hırsım deler mi toprağı
beni
acısıyla onduran
dostumu
aşkla vurduran hayat
sana
yaşananla harlanan bağrımın sevdasını akıttım
dünyanın yeni baharına
çatlarken kadim güneş
bağrım delinirken fidanların kanıyla
anamın doğurgan karnıdır diye
sevgilimin sütlenecek göğsüdür diye
dostumun üretken gülüdür diye
sana bağlandım
sana sarıldım
şimdi senin uzanıp yattığın otlarda
yarın yeni bir yeşillik büyüyecek
Arkadaş Zekai Özger
64
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
Hakan Yurdakuler’i Anıyoruz
65
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
8 Nisan 2012 Pazar günü Hakan Yurdakuler’i anmak için Karşıyaka Mezarlığı’nda buluşan arkadaşları, Hakan
için getirilen karanfileri üzerine örterek saygı duruşunda bulundu. 8 Nisan 1976 tarihinde faşistler tarafından
SBF önünde vurularak öldürülen Hakan aramızdan ayrılalı tam 36 yıl olmuş ama anılar hala dün gibi sımsıcak.
O an gibi sıcak...
Hakan Yurdakuler’in Okul Arkadaşı Yunus Işın
Anlatıyor:
Hakan, Beşir ve Fatma vurulmuştu…
O gün, polis okulun etrafını sarmış, içeri giren herkesi
tepeden tırnağa aramıştı. Daha sonra polis ortadan
kaybolmuş, okuldan dışarıya çıkan arkadaşlarımız
faşistler tarafından taranmıştı. Hakan, Beşir ve Fatma
vurulmuştu. Hacettepe Hastanesi’ne götürülürken
Hakan’ı kaybetmiştik. Katilleri hala dolaşıyor.
Aynı gün bu olayı protesto için Kurtuluş ’a doğru
yürüyüşe geçtik. Hacettepe Köprüsü altına
mevzilenmiş polisler
kitlenin üzerine yaylım ateşi açtılar. İnsanlar kendilerini yere attılar. Kurtuluş Lisesi’nin önünde insanlar
üst üste yığılıp kaldı. Hani tarlaları sel basar, ekinler
üst üste eğilir, aynı o şekilde ölmeyi bekliyorduk.
Burhan Barın ve Eşari Oran ölmüşlerdi. En az, 50 kişi
yaralanmıştı.
Daha sonra çok yaygınlaşacak olan katliamların
provasıydı Kurtuluş saldırısı.”
66
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
Hakan Yurdakuler’e
dediler ki şuraya iki satır yaz
paylaş
geçirdiğiniz dünü
bugünü
sen yanındaydın dediler
onu
en iyi sen anlatırsın dediler
yapamadım
yazamadım
ölümüne kalem tutamadım...
(Mustafa Şenocak, 2010)
Dostlar; aslında Hakan için yazılacak, anlatılacak
çok şey var. Hakan’ın kısa devrimci yaşamı ve mücadelesinde ve devrimci kişiliğinin oluşumunda bazı
önemli etkenler var. Bunlardan biri, Hakan’ın ilerici
bir aileden gelmesi ve kentli (Ankara) bir devrimci
olması; ikincisi devrimcilerin harman olduğu bir yer
olan SBF’de öğrenci olması ve üçüncüsü de 1974–76
gibi devrimci gençlik mücadelesinin yükseldiği bir
dönemde yaşamasıdır.
Kentli bir devrimciydi, aydınlanmacı, ilerici bir
aileden geliyordu. Babası 27 Mayıs ihtilalcilerinden
Kurmay Albay, tabii senatör Muzaffer Yurdakuler
ve Annesi eğitimli bir aileden gelen Nürinnisa
Yurdakuler, yani bizim Nuni Teyzemiz idi. Hem
anne hem de baba, özellikle Hakan’ın ölümünden
sonra, yaşamlarının sonuna kadar devrimcileri
korudular, kolladılar, evlerinde barındırdılar ve
devrimci mücadelenin her zaman yanında oldular.
Hakan’ın dedesi de Konya Delibaş İsyanı sırasında
komünist olduğu gerekçesiyle gericiler tarafından
öldürülmüştü.
Hakan, 1973 yılında Siyasal’ a girmişti. Okulumuzun
parlak bir öğrencisi olan Hakan’ın hayatı SBF’ye
girdikten sonra değişmeye başlamıştı. O dönemde
SBF’deki devrimcilerin azımsanamayacak bir kısmı
kentli ve belirli bir burjuva kültürü alan gençlerden
oluşuyordu. Kendisi de TED-Ankara Koleji’nden
gelmekteydi, ama çok kısa bir süre içinde okuldaki
kendi deyimiyle, “sev –gençli” gruptan kopup, gerçek
devrimcilerin, halk çocuklarının yanında yer almıştı.
Ekonomik sıkıntıları olmayan bir aileden geliyordu. Ancak gerek giyim ve kuşamı, gerekse de
davranışlarıyla bunu hiçbir biçimde yansıtmıyordu.
Harçlığı dâhil, elindeki, üzerindeki her şeyi, ihtiyacı
olan arkadaşlarıyla, yoldaşlarıyla paylaşıyordu. İşin
gerçeği o dönemin Siyasal’ında böyle bir dayanışma
ve paylaşma kültürü başat bir kültürdü. Hakan da
bundan nasibini aldı ve SBF’ de yetişen bir devrimci
oldu.
Hakan, “devrimci teori ile devrimci pratiğin uyumu” ilkesini herkesten daha çok benimseyen bir
arkadaşımızdı. Sürekli Marksist klasikleri okuyarak
kendisini geliştiriyordu. Ancak sadece bir devrimci
gibi düşünmekle yetinmiyor, aynı zamanda bir
devrimci gibi yaşamaya da çalışıyordu. Bu nedenle
sözü ve eylemi daima uyum içinde olmuştu ve özel
yaşamında bunun gereklerine uymaya çalışmıştı.
Örneğin, okuldaki her anti-faşist, anti-emperyalist
eylemde hep ön sıralardaydı. Siyasal tarihinin en
önemli direnişlerinden birisi olan uzun süreli boykotumuzda bazı günler neredeyse -20 dereceye varan
boykot nöbetlerinde hep sabah ilk nöbeti alacak
kadar da fedakârdı. Boykot ve polisle çatışmalar
sonrasında Ankara Emniyetine götürüldüğünde
babasının gücüyle kendisine, “serbest
bırakılabileceği” söylendiğinde “ arkadaşlarımın
hepsi bırakılmadan buradan çıkmayacağım”
dedi ve arkadaşlarıyla beraber içerde kaldı, açlık
grevine başladı. Sonrasında dönemin sıkıyönetim
komutanlığının emriyle Ankara dışına sürgüne
gönderildi. Bu sürgün Hakan için dönüm noktasıydı.
Döndüğünde Hakan daha da bilenmiş ve devrimci
mücadeleye olan inancı daha da artmıştı. Mücadeleyi okul dışına taşımak, yoksul mahallelerde,
fabrikalarda işçilerle, emekçilerle yan yana olmak ve
onları örgütlemek istediğini söylüyordu. Artık onu
sıklıkla mahallelerde, işyerlerinin önünde devrimci
bildiriler dağıtırken görüyorduk.
Yani Hakan, o dönemin tüm devrimcilerinin inandığı
gibi halkla, sınıfla, ideoloji ve siyasetle iç içe olmak
gerektiğine inanıyordu. Çünkü bizim dönemimizin
devrimcileri, tıpkı 68 Kuşağının Mahirleri, Denizleri ve İboları gibi kitlelerle organik bağ içindeydiler ve onlardan derin bir şekilde etkilenmişlerdi.
Halkın hep masum olduğuna inanıyorlar ve onun
değerlerine saygılı davranıyorlardı. Dayanışmacı
ve paylaşımcıydılar; ama aynı zamanda toplumu
ve düzeni devrimci bir tarzda değiştirmeye çalışan
çok yönlü devrimcilerdi. Ütopyalarına sıkı sıkıya
bağlıydılar, devrim ve sosyalizm vazgeçilemez idealleriydi.
67
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
Hakan’ı ortak ütopyamızdan, ideallerimizden 8 Nisan 1976 tarihinde okulumuza
yapılan faşist bir saldırı ayırdı. Polis kontrolü ve koruması altında okulu basan
faşistler okulun tam önünde, bu saldırıya
karşı taşlarla cevap vermeye çalışan
Hakan’ı başından vurarak öldürdüler.
Öldürüldüğünde sadece 23 yaşındaydı.
Babasının ilk tepkisi, “ben babamı gericilere
kurban verdim, oğlum Hakan’ı da devrimci
mücadelede şehit verdim” biçiminde oldu,
Hakan’ın kendisine ait olan ve bugün onun
mezar taşında yazan “ Bu ülke ve bu güzel
insanlar için neler verilmez ki ...” sözünü
tekrarlamak oldu.
68
Naaşını on binler taşıdı. Ardından düzenlenen gösterilere yapılan polis saldırısında
Eşari Oran ve Burhan Barın adlı iki yiğit
devrimciyi daha şehit verdik. Ama ne
onları ne de Hakan’ı hiç unutmadık,
unutmayacağız.
Anısı bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm
mücadelemize ışık tutuyor…
Doç. Dr. Mustafa Durmuş
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
O Acı Nasıl Yaşandı?
Aslında nasıl yaşadığını bilir gibiyim.
1977 sekiz Nisan’ında, çalmıştık kapılarını.
Küçükesat, Bade Sokakta hiç unutmuyorum. (Dalokay döneminde sokağın ismi Hakan Yurdakuler
Sokağı olmuştu. Faşist cunta yönetime geldiğinde ilk
işlerinden birisi sokak başındaki Hakan Yurdakuler
tabelasını sökmek olmuştu)
Muzaffer amca hemen hiç konuşmuyor, Nurinnisa
teyze çok yorgun görünüyordu.
bu dünyada değildi sanki ve de durmadan
anlatıyordu.
dinledikçe, bir annenin bedeni artık yok olan ve
de gitmiş olan çocuğu ile ietişimini şaşkınlık ve
hayranlıkla izliyordum. Önce Hakan’ın odasına
götürdü beni. İnanılmazdı, ama odası aynen
korunmuştu. Sanki Hakan sabahleyin o odadan
çıkmış ve okula gitmiş gibiydi. Odanın girişinde hemen sağ taraftaki kütüphanenin rafından bir cam
kavanoz aldı.içinde sarı renkli bir sıvı ve ne olduğunu
anlamadığım bir şeyler vardı.
Nurinnisa teyze,
- Hakan’ın bademcikleri… dedi.
Nurinnisa teyze,o kavanozu bana uzatmıştı ama ben
elimi değemedim. sonra biz koltuklarda otururken, o
iliştiği sandalyede anlatmaya başladı.
-Dün akşam yine geldi hakan dedi.ama mutfak
penceresinden .sabaha kadar konuştuk oğlumla, gün
doğarken yine gitti dedi. O evde yaşadığım, toplam
birbuçuk saati 34 yıldır asla unutmadım.
Davut Haskırışı da unutmadım. Teyze çocuğu Mustafa Haskırışı’da. Mustafa Haskırış, Komiser Kemal’in
sadık uşaklarından birisi, bir “dal” mensubu. Dikmen
karakolunda faşist çetelere ciddi yardımları var. Şimdi
soyadını anımsayamadığım Veysel isimli çok genç bir
öğretmeni işkencede öldürdüğünü biliyorum. (daha
sonra bu davadan hüküm giymişti) Teyze oğlu Davut
da 8 nisan günü siyasalın kapısında tetiği çekenlerdendi. Sonra yakalandı, yargılama sırasında devlet
destekli faşistler tarafından yatmakta olduğu Konya
cezaevi basılarak kaçırıldı. Kimlerle dans ediyorduk.
Hakanın öldürüldüğü günün ertesinde Türkeş , ülkücüler devletin güvenlik güçlerine yardım ediyorlar
diye buyurdu.
14 mart 2009 günü sabah gazetesinde Savaş Ay
“gadanı alayım başkanım” başlığı ile
Kayseri’nin AKP’li büyükşehir belediye başkanı
Mehmet Haseki ile yaptığı bir söyleşiyi yayınladı
Savaş Ay: üniversite yıllarında sıkı bir ülkücü
reismişsiniz.
- Kızılay sorumlusuydum.
- silah taşıdınız mı? - Çoook taşıdım. yurt
başkanıydım. sorumluluk büyüktü.
- sıktınız mı o silahı?
- Havaya sıktığım oldu. Yanımda silahsız 15-20
arkadaşım var. büyük bir kalabalık bize doğru silahlarla geliyor. havaya sıkarak onları korkuttuğum
oldu. Birine doğrultup ateş etmedim hiç. ama ben
vuruldum. Hacettepe’de okulun servis otobüsünden
inerken ateşe tutulduk. Yanımdaki arkadaş vuruldu düştü. tam siper yere kapandık. Mermi-lerden
biri ayağıma saplandı. uzun süre alçıda kaldı.(bu
olayın böyle olmadığını,aslında şöförü gaspederek
okula katliam için geldiklerini ancak devrimcilerin
uyanıklığı sayesinde araçtan inemeden püskürtüldüklerini, bu olaya bir forum nedeniyle o anda orada
olan üç arkadaşımın daha tanık olduğunu biliyorum)
sonunda anladık ki bizi bu duruma itenler varmış.
Bazı ağabeylerimizin her tarafla irtibatlı olduğunu
gördük. olayların iç yüzünde nasıl tahrik edip, bir yere
götürüp anlattıkları ortamları gördük.
- Hakan Yurdakuler cinayetini anlatmıştınız dün.
- Milli Birlik Komitesi üyesi ve senatör Muzaffer
Yurdakuler’in oğluydu. sol görüşlüydü. güpegündüz
öldürüldü. vuran belliydi. yakalandı ama cezaevinden
kaçırıldı.
- Nasıl kaçırıldı?
- Bazı resmi görevliler geldi, pazarlıklar yapıldı. onlara
verilecek bazı istihbaratlar karşılığında tezgâhlayıp
kaçırdılar katili cezaevinden. kendimi ve idealist dava
arkadaşlarımı koca bir planın figüranı yaptıkları
gerçeğiyle yüzleşince bıraktım. hacettepe’den de
uzaklaştırılmıştım. o sene tekrar sınava girip İstanbul
hukuk’u kazandım.
O zamanın reisi, şimdiki cemaat mensubu ve de kayseri büyükşehir belediye başkanı ne de güzel anlatmış
olayı.
“bazı ağabeylerimizin her tarafla irtibatlı olduğunu
gördük.
Bazı resmi görevliler gelmişti ve pazarlıklar
yapılmıştı.”
pazarlık ve devletin rezilliği ortadaydı.
son nokta:
Hakan yok tam otuzdört yıldır.
Eşari yok.
Burhan yok.
En son bir döviz bürosunu gaspetmeye çalışırken
69
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
yakalanan faşist polis Mustafa Haskırış burada.
Davut Haskırış burada.
Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezseniz diyen
Demirel Cumhurbaşkanı bile oldu.
Ama biz de buradayız.
Belki yaşlandık, ellileri çoktan devirip altmışlara merdiven dayadık.
Ama buradayız.
Sevgili Hakan seni hiç unutmadık.
Sana tetik çekenleri de.
Hele Demirel’leri, Yazıcıoğulları’nı,onları n uşakları
Haskırış’ları asla unutmadık.
Unutmayacağız.
Ben kendi adıma biliyorum ki insan unutulduğu zaman ölür.
O nedenle unutmadım.
Seni öldürmeye kıyamam Hakan.
Bir dip not:
Hakan, Eşari ve Burhan’ın öldürüldüğünün ertesi
günü, Ankara’daki demokratik kitle örgütleri bir basın
toplantısı düzenlemişlerdi. katılanlar ve öfkeleri salona sığmıyordu. (ben de oradaydım).
Basın toplantısını düzenleyenlerin ortak açıklaması
ve katılan örgütlerin isimleri aşağıda.
Dün hakim sınıflar iktidarı üç yurtsever gencî daha
katletti. Dün SBF ve A DMMA’da faşistlerin saldırısıyla;
Hacettepe Üniversitesi ve Kurtuluş Meydanında
makineli tüfekli, panzerli polislerin saldırmasıyla üç
öğrenci öldürüldü. üç öğrenci ağır olmak üzere onyedi
kişi yaralandı. yüzlerce öğrenci de göz altına alındı.
Hakan Yurdakuler, Eşari Oran, Burhan Barın isimli
öğrenciler, sömürü düzenine, zulme ve talana karşı
olduğu için katledildi. Ve bu cinayetler ne ilk ne de sonuncu olacaktır. Bugün üniversitelerin büyük bir kısmı
“okuma özgürlüğünü sağlama” adına faşistlere işgal
ettirilmiştir. İlerici, devrimci öğrenciler okullara girememekte, giren öğrencilerin üzerine faşistler tabanca,
zincir ve sopalarla saldırmaktadır.
Bugün halkımızın en dinamik kesimlerinden biri olan
öğrenci gençliğe karşı yoğunlaşan bu faşist terör, aynı
şiddetle işçiler, yoksul köylüler ve öğretmenler üzerinde de sürdürülmektedir.
Bu faşist terör ve cinayetler, 12 mart döneminden
daha örgütlü olarak uygulanmaktadır. Artık ülkemiz CAN güvenliğinin kalmadığı faşist terörün kol
gezdiği bir ülke haline gelmiştir. Bugün artık, devrimci
Öğrencinin, öğretmenin, isçinin öldürülmesi olağan
hale getirilmiştir. Bu faşist baskıların ve cinayetlerin
amacı bellidir... Hergün yeni bir yolsuzluk ortaya
çıkmakta, rüşvet olayları bir birini izlemektedir. ülkemiz silah ambargosunun sözde kalması karşılığında
ABD emperyalizmine açıkça peşkeş çekilmeye devam
edilmektedir. Bu olgular karşısında hakim sınıfların
gerçek yüzü ortaya çıkmakta ve halkın muhalefeti
güçlenmektedir. Artık bugünkü göstermelik demokrasi bile, sömürünün ve talanın sürmesi için
yeterli olmamaktadır. Bunun için hakim sınıflar
kendi yarattığı olaylarla kamuoyunu sıkıyönetimin
zorunluluğuna inandırmaya ve açık faşizmi tezgahlamaya çalışmaktadır. Şurası açıktır ki, sermayenin
en barbar ve en azgın yönetimi olan faşizm, aslında
bağımsızlıktan ve özgürlükten yana olan işçinin,
yoksul köylünün, memurun yani tüm emekçilerin aynı
derece düşmanıdır.
Bunu bilerek faşizme karşı mücadele etmeyenler,
sessiz kalanlar, “nemelazımcılar” tarihin önünde
sorumlu oldukları gibi faşizimin teröründen de
kurtulamayacaklardır. Bu sürüp giden cinayetlere,
yolsuzluklara, vatan satıcılığına karşı çıkmayanlar
egemen güçlerin suç ortağıdırlar.
Biz demokratik örgütler olarak ilericileri,
demokratları, yurtseverleri, devrimcileri cinayetlere
ve katliamlara karşı en aktif olarak anti-faşist mücadelede yerlerini almaya çağırıyoruz.
TMMOB, TÖB - DER, TÜMAS (Tüm Asistanlar Derneği),
ANKARA TABİP ODASI,
TÜS –DER (Tüm Sağlık personeli derneği), TÜTED (tüm
teknik elemanlar derneği),
TÜMÖD (tüm öğretim üyeleri derneği), TİB (Tüm
İktisatçılar Birliği), TÜM – DER (Tüm Memurlar
Dayanışma Derneği) ve ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR
DERNEĞİ (bu metin Jeoloji Mühendisleri Odası web
sayfasından alınmış olup, belki unutmuşuzdur diye
derneklerin açık isimleri ayraç içinde yazılmıştır)
Bir konuya dikkat çekmek istiyorum,
Saldırılan okul siyasal bilgiler fakültesidir. Hakan Yurdakuler, Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisidir.
Ama ne yazık ki bu basın açıklamasını yapan örgütler
içinde Mülkiyeliler Birliği yoktur.
Sevgili Hakan seni unutmadık. Yalnızca biraz
yaşlandık.
Ama seni seviyoruz,
Sekiz Nisan’da görüşmek üzere,
Sevgiyle.
Ümit ÇAĞLAR
70
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
Hakan Şenyuva’yı Anıyoruz
71
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
SBF-DER başkanlarından Hakan Şenyuva, 33
yıl önce ayrıldı aramızdan. Biz SBF-DER’liler
ne yapıyoruz biliyor musunuz? Katilleri unutmuyoruz. Hakan’ı ve düşlerini unutmuyoruz.
Biliyoruz, biz ne zaman unutursak gerçekte
işte o zaman ölmüş olacak. Bir sonsuzluk
şarkısı gibi söyleyeceğiz Hakan’ın düşlerini.
Zaman, Hakan’a olan özlemimizi giderek
dayanılmaz kılsa da...
72
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
Mülkiyeli Şair
Ahmed Haşim’i Anıyoruz
73
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
Gelmeden Evvel, Geldin, Birlikte
Kalbim
Benim bir ormandı,
İsimsiz, asude,
Bir büyük orman;
Ve gölgelerinde revan
Olan hafi suların aks-i şevk-i müttaridi
Dağıtırken sükutu bihude,
Düşünürdüm ki, hangi gün, ne zaman,
Ne zaman
Girecektin o kalb-i mes'ude?
Etmeden zehr-bad-ı fasl-ı elem
Reng-i eşcar ü abı fersude,
Dolacak mıydı seslerin, bilmem
O tehi saye zar-ı mesdude?
Sanki hicrana bir teselliydi
Şeceristan-ı kalb içinde revan
Olan hafi suların musiki-i nevmidi.
GELDİN
Bir gün
Akşamın ölgün
Duran o namütenahi ziya denizlerine
Gark olan eşcar,
Gark olan ovalar
Oluyorken sükut ü hüzne makar
Geldin alam-ı kalbi teskine
Ey şebabın hayal-ı cavidi,
O melul akşamın havası kadar
Gelişin bir sükun-ı saridi...
BİRLİKTE
Bütün bizim çündür
Nukuş-ı encüm-i vahdetle işlenen bir tül
Gibi üstünde titreyen bu sema;
Gecenin dallarında şimdi açan
Bu kamer,
Bu altın gül...
Bütün bizim çündür
Ne varsa aşk ile bidar-ı ra'şe, ya naim,
Ne varsa aid olan leyl-i hande-me'nusa,
Sana aid lebimdeki buse,
Lebinin surh-ı bizevali benim.
74
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
Ozanlarımızı Anıyoruz
Haziran’da kaybettiğimiz Nâzım Hikmet, Ahmed Arif, Orhan Kemal’i anmak üzere, 6 Haziran 2012 tarihinde Mülkiyeliler
Birliği’nde bir etkinlik düzenledik. Şair Ahmet Telli, Aydın Afacan, Mehmet Özer’in konuşma ve şiirleriyle katıldığı etkinlik
sinevizyon gösterisi ve müzik dinletisiyle sürdü.
75
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı Sevilay Çelenk’in etkinlikteki konuşmasını ilginize sunuyoruz...
Ozanlarımızı Anıyoruz…
1963’ün, 1970’in ve 1991 yılının Haziran aylarının
ilk haftasında kaybettiğimiz Nâzım Hikmet,
Orhan Kemal ve Ahmed Arif’i anmak üzere
gerçekleştirdiğimiz etkinliğimize hoş geldiniz.
Halkımızla dil ustalığı, söz ustalığı üzerinden
kurdukları derin ve sarsılmaz ilişkiye vurguyla
“ozanlarımız” demeyi seçtiğimiz bu üç usta, gerçekten de şiirimizin ve edebiyatımızın vicdanı
olmuştur.
hışırtısını duyar gibi olurum. Bu romanı üzerine
konuşurken; “...memleketimin insanları içindeki
en kötülerin bile suçsuzluğuna inanmaktan kendimi alamıyorum. Bu, yalnız kendi memleketimin
insanları için değil, bütün bozuk düzenli memleketlerin insanları için böyle... Orhan Kemal'in
insan sevgisi bir bütündür. Sevmek için sevmekten
değil, en kötü, en suçluda bile, asıl sebebin, asıl
suçluluğun 'toplum düzensizliği'nden geldiğini
gördüğü için 'insan'ı suçlayamamasındandır...” der
Orhan Kemal Usta… İnsan sevgisinin bu anlayış
çerçevesinde betimlenmesi bile bir başına çok
değerlidir.
Çağdaş Türk şiirinin önemli bir ismi olan ve
dünyada 20. yüzyılın en önemli şairleri arasında
olduğu tartışmasız kabul gören Nâzım Hikmet,
yaşadığı dönemde, şiirleri ve kitapları yasaklanmış,
defalarca yargılanmış, yıllarca hapis yatmış ve
memleket hasreti ile hayata veda etmiş olmasına
rağmen, memleketinin insanıyla bağı hiçbir zaman koparılamamış bir şair ve yazardır. Nâzım
Hikmet’in şiiri, şiirin bütün akımlarını, bütün dönemeçlerini kat etmiş ve ölümünün üzerinden yarım
yüzyıl geçmesine rağmen, yaşadığı dönemde
olduğu gibi sonrasında da Türkiye toplumunun
her kuşağı ile buluşabilmiş, hayatlarımıza ve mücadelelerimize anlam katmıştır.
6 Haziran 1991’de yitirdiğimiz, hayın
karanlıklarında gecenin sevdanın yüzüne sığınan
şiirimizin büyük ustası Ahmed Arif için ise sanırım
Rıfat Ilgaz en güzel sözleri söylemiştir: "Bir ömrü,
halkımızın ve insanlığın mutluluğu için bile bile
kahrolarak" verdin! Alnın ak, yüreğin pırıl pırıl...
Benim eşsiz, değerli kardeşim, içli, özgün şairim!
Hoşçakal, solmaz tükenmez yeşillikler içinde!
Unutmadık, unutmayacağız seni, halkımızın
yaşadığı sürece. Yapıtların, anıların belleklerimizden silinmeyecek!”
Romanlarıyla edebiyatımıza insanlık hallerini,
hayat mücadelesini çok canlı karakter tasvirleriyle
armağan eden Orhan Kemal de sayısız öykü ve
romanıyla edebiyatımıza başyapıtlar armağan
etti. Benim en sevdiğim romanlarından biri olan
Bir Filiz Vardı adlı romanı 1965 yılında yayımlandı.
Bu romanında vücut verdiği Filiz karakteri öyle
ustalıkla betimlendi ki romanı düşündüğümde
adeta İstanbul sokaklarından rüzgar gibi, bahar gibi geçen bu genç kadının jarse etekliğinin
Onlar gerçekten de, demir kapılar, kör pencereler ardında şiire ve edebiyata bedel ödeyen
ozanlarımızdı. Eserleri belleklerimizden silinmeyecek. Kıymetli hatıraları önünde saygıyla
eğiliyor, sevgiyle ve minnetle anıyoruz…
76
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
Şevki Kobal
İçimizden Biriydi,
Arkadaşımızdı...
77
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
Şevki Tevfik KOBAL
21.04.1957’de Rize’nin Hemşin kazasında beş
çocuklu bir ailenin üçüncü ve tek erkek çocuğu
olarak dünyaya geldi. Hemşin kazasının ilk
belediye başkanı Mustafa Kobal’ın oğlu olan
Şevki, ilk öğrenimini Hemşin’ de tamamladı. İlk
öğrenim yıllarından itibaren konuşma yeteneği ve
başarılarıyla dikkati çekti. Hayatı algılama ve anlamaya yönelik bitmeyen merakı ve çalışkanlığı,
onu yaşıtlarından farklı kılıyordu. Çalışkanlığı,
ağırbaşlılığı, yakışıklılığı ve yetenekleri girdiği
ilişkilerde ve topluluklarda ilgi odağı olmasına
yetiyordu. İkna kabiliyetinde başarılı olması,
getirdiği yorumun yanında, onu başkalarından
farklı kılan bu özellikleri taşımasıyla da
açıklanabilirdi.
Bahçelievler, Emek mahallelerinde anti-faşist
mücadelenin en önündeydi. Örgütleme yeteneği
ile kısa zamanda geçilmez bir direniş hattı
oluşturdu. Hukuk komitesindeki başarıları onun
aldığı görevleri yerine getirmede ne kadar kararlı
olduğunun göstergesiydi.
Erzurum Deneme Lisesi’ni yatılı olarak okuyup
bitirdi.
1974 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kaydını
yaptırdı. Fakülte binasının arkasındaki Cumhuriyet yurdunda kalmaya başladı. Derslerinin
yanında ülke sorunlarına duyarlılık gösterdi.
Okumadan, öğrenmeden bir konu hakkında
konuşmazdı. Karşısındakini büyük bir olgunluk içinde dinler, bilincinde olgunlaşmış bilgiler
ahenkli ses tonuyla ağzından birer, birer dökülürdü. Bu özelliği kısa zamanda onu sevilir yaptı.
Öğrenci yurdunun temsilciliği görevini büyük
bir coşkuyla yerine getiriyordu. Yurt yönetimi ve
öğrenciler diyalogu onun temsilciliği döneminde
kesintisiz sürdü.
Yaz tatillerinde ailesini ziyarete gittiğinin ertesi günü onu kahvelerde, derneklerde etrafına
toplanan insanlar ile günün politik gelişmelerini
konuşurken bulabilirdiniz. Yirmi bir yaşında
olmasına rağmen yaşlı insanlar, gençler büyük
bir saygıyla bu genç adamın ağzından tane, tane
dökülen sade kelimeler ile dünyayı algılamaya
çalışırlardı. Kazandığı güven ve saygı onu bir çay
fabrikasında işçi alımında kura hilesi yapıldığı
savıyla çıkan isyanda liderliğe taşıdı. Kura hilesini
protesto eden halkın fabrikayı basmasını önlemek için Rize’den gelen askeri birliğin komutanı
ile görüşmeleri sürdürme görevi ona verildi. Bu
genç adam kuranın katılanların gözü önünde
yapılmasını kabul ettirdi.
1980 yılının 16 Haziranında onu aramızdan alıp
götürenler, insanlık adına bir büyük değeri katlettiklerinin bilincinde değildiler.
Hasan Hüseyin Özkan
78
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
Kazım Koyuncu, Şarkılarla Geçti Aramızdan
Ankara’da Şiirler, Şarkılar Sokağa Çıktı
79
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
Ankara’da Kazım Koyuncu için her yıl düzenlenen “Sokağa şarkı söylüyoruz” etkinliğinin
7.’si Yüksel Caddesi’nde gerçekleşti. Mülkiyeliler
Birliği, Halkevleri, Derelerin Kardeşliği Platformu,
Karadeniz İsyandadır Platformu, Nükleer Karşıtı
Platform, Artvinliler Derneği ve Denizin Çocukları
Belgesel Fotoğrafçılar Atölyesi tarafından düzenlenen etkinliğe ilgi oldukça fazlaydı.
Ahmet Telli ve Mehmet Özer’in şiirleri,
Temel Demirer’in konuşmaları, Duygu Cinemre,
Grup Cefuka, Grup Günyüzü, Grup Sislirüya, Tanju
Topal ve Yusuf Aydın’ın da şarkılarıyla katıldığı
etkinlikte tulum ve akordeonlar eşliğinde horona duruldu. Direnişleri ile dayanışma amacıyla
Yüksel Caddesi’nde bir stant kuran Togo İşçileri de
kürsüden söz aldı.
80
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
“Sivas Şehitlerini Anıyoruz”
Zaman, Utancı ve Acıyı Aşamıyor...
Sivas’ta, Madımak Oteli’nde 35 insanımızın kameraların tanıklığında saatler süren bir kuşatmanın
ardından yakılarak katledilmesinin üzerinden 19 yıl geçti. Katliamdan payımıza düşen utanç ve acının,
hafiflemek şöyle dursun giderek katmerlendiği 19 yıl... Katliamın idari ve siyasi sorumluluğunun inkârıyla
geçen, kamuoyuna meçhul oldukları söylenen ancak isimlerini ezberlediğimiz faillerin üniversiteye
kayıt yaptırıp askere alındığı ve kamu makamlarında istihdam edildiği, onların avukatlığını üstlenenlerin
bakanlık, milletvekilliği ve kamu görevinde terfilerle ödüllendirildiği 19 yıl...
Başta demokratik Alevi hareketinin bileşenleri olmak üzere hukukun üstünlüğüne, demokrasiye ve
insan haklarına inananların sürdürdüğü hukuk mücadelesinin bu büyük insanlık suçunu zamanaşımına
uğratmak suretiyle baltalandığı acı dolu uzun bir süreç... 19 yıl boyunca katliamın sorumlularının
yargılanıp cezalandırılmasını talep etmekten vazgeçmeyen ve bizi Sivas’ta işlenen insanlık suçunun
utancıyla yüzleşmeye acıyı paylaşmaya çağıran ses, hiç kuşkusuz 2 Temmuz 2012’de de başta Madımak
olmak üzere birçok yerde yükselecek.
(Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulunun Sivas Katliamının 19. Yılında Yaptığı Açıklamadır)
81
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya, Yrd. Doç. Dr. Pınar Ecevitoğlu, Ercüment Özkaya (soldan sağa).
82
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
Sahaf Şairi Özcan Yalım
“Özcan Yalım bir sahaf şairidir. Onun şiiri birikim
ve derinliklerden süzülerek oluşmuştur.” Böyle
söylemişti Yılmaz Karakoyunlu Mülkiyeli Sanatçılar
ve Edebiyatçılar buluşmasında*.
Karakoyunlu’nun sahaf şairi dediği Özcan Yalım
1931 yılında Giresun’da doğdu. Kastamonu Lisesini
bitirdikten sonra Mülkiye’ye girdi. Okulda oldukça
sosyal bir öğrenciydi, futbolun yanı sıra atletizm
ve güreşle de uğraşıyordu. Yirmi dört yaşında
sakatlanınca aktif spor yaşamı da bitmiş oldu. Öte
yandan başta şiir olmak üzere edebiyatla yoğun
şekilde ilgilenmekteydi. Özcan Yalım’ın arkadaşları
olan Ece Ayhan, Cemal Süreya, Sezai Karakoç,
Ergin Günçe, Tevfik Akdağ Türk şiirinde iz bırakmış
Mülkiyelilerdi. Mülkiyeli arkadaşlarından Yılmaz
Karakoyunlu, Nihat Etiz, Mustafa Yuluğ, Ülkü Başsoy
hala üretkenliklerini sürdürmekteler.
Yalım, şiirini çok önemseyerek sevdiği arkadaşı
Cemal Süreya için aşağıdaki dizeleri
yazacaktı:
Dersim’den
Bir kadının yüzüne sürgün giden
Adı güzel ince abdal
Güvercin kanını kanadıyla
Alnına sürüp
Üvercinka’ya çeviren
İğnesiz arı
Kovanına sığmayan bal
Uzun mu uzun bir şiiri
Doludizgin yaşayıp
Son dizeyi Tanrı’ya bahşiş veren
Boyuna çiçek açan
Kırık dal
83
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
1958’de SBF’den mezun olduktan sonra, Muğla’da
Maiyet Memuru, ardından Kumluca’da Kaymakam
olarak görev yaptı. Kendi isteği ile kaymakamlıktan
ayrılarak sahaflığa başladı. Kızkardeşi Filiz Hanım’a
anlatımına göre, sahaflığı zamanında her yeni
kitapta büyük bir coşku ve heyecan duyuyordu.
Artık Özcan Yalım’ın şiirleri, bir çok edebiyat
dergisinde yayınlanmaktaydı. Bu arada Ali
Püsküllüoğlu ile birlikte döneme damgasını vuran
ve birçok şair için de bir okul olan Yusufçuk’u
çıkardı. Yusufçuk şiir dergisinin editörlüğünü de
kendisi üstlendi.
bir çok etkinliğe katılıp orada yaşayan yazar-şair
arkadaşlarıyla nitel paylaşımını sürdürmekteydi.
Yalım’ın önem verdiği şairlerden Ahmet Günbaş,
Özcan Yalım için yazdığı şiirinde
Aynı zamanda çevirmelik de yapmaktaydı.
Ünlü Don Camilio serisini çevirdi. Sahaflıktan
sonra İngilizce dersleri verdi. Dil üzerine iki ders
kitabı yazdı. Bir dönem ABD’ye gidip orada da
öğretmenlik yaptı.Dil ve sözlük, özel ilgi alanıydı.
Şiir kitaplarının yanı sıra, Brezinta Öyküleri, Fıkralar
ve Nükteler Antolojisi kitapları yayınlanmıştı.
Seneler süren uğraş vererek hazırladığı Yakın
ve Karşıt Anlamlılar Sözlüğü, Türkiye’de bir ilkti.
Önemli bir boşluğu doldurmuştu. Sadece şair ve
yazarlar için değil, gelecek nesiller için Türkçe’ye
çalışmıştı. Bu sözlük sayesinde, bir sözcüğün bazen
yüzden fazla yakın anlamlı karşılığını bulmak
mümkündü artık. Ankara’da geniş bir dost/yazar
çevresi oluşmuş, Adalet Ağaoğlu, Aziz Nesin, Cahit
Külebi dostları arasında yeralmıştı.
Madımak yangınında kaybettiğimiz Behçet Aysan
içinse şu dizeleri yazacaktı;
derken, yine Özcan Yalım’ın değer verdiği,
yaşamının son anına kadar
hep arkadaşı, yoldaşı olan şair Hülya Deniz Ünal da
bu şiiri devam ettirmişti.
Şiirin kalın sesli abisi
Büyümeyen çocuğu sokakların
Yoksa
Yine saklambaç mı oynuyor
“DEVRİM!” desem çıkıp gelir mi
Kucağında şiirler şiirler
Yüreğinde utangaç gülümsemesi
Özcan Yalım, 1995 yılında İzmir’e yerleşti, bir süre
sonra da Foça’ya taşındı. Onunla 2000’li yıllarda
tanıştım. O Foça’da, ben de İzmir’de yaşamamıza
karşın, çok yoğun olmasa da iletişimimiz istikrarlı
bir şekilde sürdü. Hep hayalini kurduğu bir sahil
kasabasında yaşama düşü gerçekleşmişti. Foça’da
bir yandan edebi çalışmalarını sürdürürken, bir
yandan da İzmir’le bağını koparmamıştı. Çağrıldığı
...
Ben hep giderdim Özcan Abi
Menzilim çınlamazdı epeydir
Aşk hükmünü duyurmazdı kuytuma
Hırlardı yaramda paslı çivi
Sanal bir yolcu say üstünde durma
Hayat yine aldandığımız kadar mavi
...
Hüzün karşılardı Özcan Abi, yine giderdim
Ürkütmekten çekinirdim şiir kuşlarını
Bir sözcüğün kanadına iliştirip dünyayı
Yaşamanın ortasına giderdim, imgeler boyu
Şairlerle çevrili şiirin tarlasına
Özcan Yalım’la İzmir’de düzenlenen Mülkiye
etkinliklerinde de beraber olmuştuk. 10 Aralık
2007’de Mülkiyeliler Lokalinde kendisi için
55.Sanat Yılı kutlaması düzenlenmişti. Bu arada
Foça’daki evinde can yoldaşı olan yazı makinesi
ile çalışmalarını yoğun bir şekilde sürdürüyordu.
Bunlardan biri de, elli beş yıllık şiirlerinden
derlediği Issızlıkta adlı çalışmasıydı. Bu kitap
dosyasının Mülkiyeliler tarafından basılmasını
önerdiğimizde biraz da kaygılı bir şekilde kabul
etti. Zira kitap, Ankara’da basılacaktı. İsteği üzerine
kitabın editörlüğünü Ankara’dan arkadaşı M.
Mahzun Doğan yaptı. Sonuçta titizliği ile bilinen
Özcan Yalım, kitapta hiçbir hata
bulmadığını söylerken oldukça keyifliydi.16 Ekim
2008’de yine Mülkiyeliler tarafından Alsancak
Kültür Merkezi’nde düzenlenen yakın dostu Dinçer
Sezgin’in de konuşma yaptığı Issızlıkta’nın tanıtım
etkinliğinde, elbette kitaba adını veren şiir de
okunacaktı.
84
... anmalar....anmalar...anmalar...anmalar....anmalar...anmalar...anmalar...
“Yaprağımdan bile çok severim
Kuşlarımı”
Dedi güz çınarı
“Dallarım kaldırmıyor yalnızlığımı”
Özcan Yalım, edebi çalışmalarını sürdürmekteyken,
Foça’da mide kanaması geçirdi. İzmir’e getirildi.
Ona Karabağlar’da bir vakfa bağlı olarak çalışan
Dr. Kemal Tarım Dinlenme Evi’nde oldukça geniş
bir oda ayarlandı. Foça’dan Ece Ayhan’ın hediye
ettiği çalışma masası, sandalyesi, kitapları,
çalışmaları ve ille de yazı makinesi de ardından
getirildi. Bir çok eski ve yeni arkadaşı onu yalnız
bırakmamaya, destek olmaya çalıştı. Ama ne yazık
ki İzmir süreci, sağlığına kavuşmasına yetmedi.
22 Aralık 2011’de bizden ebediyen ayrılmasından
kısa bir süre önce sevenleriyle beraber kendisinin
de katıldığı saygı gecesi düzenlendi. O gecede bir
çok dostu konuşma yapmış, şiirlerinden örnekler
sunmuştu. Bugün Özcan Yalım’ın tamamlanmış
ama basılamamış önemli bir çalışması bulunmakta.
Cumhuriyet dönemi şairlerinin kitaplarını
dilsel açıdan incelediği istatistiksel çalışması
“Sayılarla Türk Şiiri” yayımlanmayı beklemekte.
Dilerim en kısa sürede basılarak yazın yaşamına
önemli bir katkı sağlamış olur. Özcan Yalım için
düzenlediğimiz son saygı gecesi yemeğinde,
“benim şiirlerimi benden sonra en iyi okuyan kişi”
dediği okul arkadaşı Mustafa Yuluğ’un etkili sesiyle
okuduğu o güzel şiirini paylaşarak, ışıklara
uğurladığımız gönül üstadını saygıyla anıyorum.
Hiçbir yerin yerlisi değilim
Benden yollarda söz edilsin
Kara trenlerde geçsin adım
Uykulu yaylılarda düşüm görülsün
Çünkü bir yanım sana gelirken dostum
Bir yanım hep bir yerlere gider
Hiçbir yerin yerlisi değilim
Belki bulutlarla soydaşım
Uçuyorum - yağmurumu
Acılara yağdırmaya koşuyorum
Yakılan şiirlere - bir de sana dostum
Yağmurumu yağdırmaya koşuyorum
...
Hiçbir yerin yerlisi değilim
Her ozanla bir yerlerden yurttaşım
Boncuk boncuk bakarım Ahmet Telli’yle
Ahmet Erhan’la Akdeniz türküleri söylerim
Giritten göçtüm Behçet Aysan’la
Azer’le Salih’le Akif’le Hüseyin’le
Ve seninle dostum ve seninle
Hep bir yerlerden yurttaşım
...
Hiçbir yerin yerlisi değilim
Çünkü her yerde azınlıktayım
Her yerde dışardan bir türküyüm
Yalnız dostların dinlediği
Az duyulur bir türküyüm - göçerim
Mete Hüsünbeyi
* 05 Haziran 2012 Kedi Sanat Merkezi İzmir
85
86
...mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye...
“Onu ilk kez 1978 yılında Elazığ valiliği sırasında, Alevileri katletmeye hazırlanan gerici güruha karşı, yasalardan aldığı yetkileri zorlayarak, planlanan katliamı önlemesiyle tanıdık. Fakat öncesi de vardı... Güngör
Aydın, genç bir kaymakam olarak görev yaptığı her yerde halkın sevgisini ve saygısını kazanmış, Vali
olmasından çok önce halkın gönlünde efsaneleşmişti, ilerici, demokratik yönetim anlayışını, görev yaptığı
her yerde bilinçli ve kararlı bir tutumla, çok sevdiği halkıyla bütünleşerek, siyasal iktidarların engelleme
çabalarına rağmen uygulamaktan çekinmedi. "Efsane Vali" resen emekli edildikten sonra da boş durmadı.
12 Eylül rejimine karşı "Aydınlar Dilekçesi'nde, İnsan Haklan Derneğinin kuruluşunda, demokrasi için verilen bütün mücadelelerde onun emeği, bilgisi ve deneyimi vardı. 12 Eylül askeri diktatörlük döneminde
başkanlığını yaptığı Mülkiyeliler Birliği, bütün demokratların, ilericilerin ve sos-yalistlerin sığınağı oldu.
Bu kitapta, Güngör Aydının mücadeleyle süren yaşam öyküsünü; kamu yönetimine, Kürt sorununa ve
Anayasa yapımına ilişkin kuramsal görüşlerini bulacaksınız.
Güngör Aydın, "Bütün bunları yazmak zorundaydım, demokrasiyi savunmak ve yerleştirmek için sürekli
savaşım vermiş bir insan olarak, bunu yapmak zorundaydım," diyor.
Vali: Düşündüklerim ve Yaşadıklarım
Güngör Aydın
İmge Kitabevi
2012
87
...mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye...
Gazeteci-yazar Hüseyin Aykol, sol örgütlerle ilgili
yıllar süren araştırmaları sırasında can sıkıcı bir
gerçekle karşılaştı. Neredeyse bütün sosyalist örgüt
liderleri erkekti. Yazar, konuyu biraz daha derinden
araştırınca, Türkiye’de verilen toplumsal mücadele
tarihinin aslında kadınlarla dolu olduğunu, fakat
erkek tarihin onları ya görmezden geldiğini ya
da öykülerini kısaltıp önemsizleştirdiğini fark etti.
Yoksa solun yaşadığı başarısızlıkların temel nedeni
kadınların hep geri planda kalmaları mıydı? Bu sorudan hareket eden Hüseyin Aykol, bir kez daha ismi
tarih kitaplarında geçen kadınların peşine düştü.
Lider olarak öne çıkan kadınların yanı sıra, eşini
yaratan, ama onun gölgesinde kalan kadınların da
mücadele ve katkılarıyla anlatıldığı Aykırı Kadınlar,
bütün bu düşünce ve çabaların ürünü olarak ortaya
çıktı.
Hüseyin Aykol
Aykırı Kadınlar:
Osmanlı'dan Günümüze
Devrimci Kadın Portreleri
İmge Kitabevi Yayınları
Haziran 2012
Babama Anlattığım Bankacılık ve Bürokrasi Hikâyeleri,
aslında üst düzey bir bürokratın zorluklarla geçen hayatını
anlattığı için bir anı kitabı olarak okunabilir. Fakat bu anı
kitabını, 1950'li yıllardan bu yana Türkiye'nin bankacılık ve
finans tarihi olarak okumak da mümkün.
Bu uzun zaman dilimi içinde, ithal ikameci dönemden serbest piyasa ekonomisine kadar bütün evreler, bütün ekonomi ve maliye politikaları, hatta çıkarılan yasalar, yapılan
uygulamalar, yolsuzluklar, 24 Ocak Kararları, serbest faiz,
mali sistemde deprem ve "Banker faciası", 1994 Krizi ve
izleyen yıllarda bankacılığımızın hali, Kasım 2000 ve Şubat
2001 krizleri, Kemal Derviş olayı, bankalar reformu, kısacası
ekonominin dünyaya açılma süreci içinde yaşanan bütün
bocalamalar; titiz, ayrıntıcı, Cumhuriyet ilkelerine bağlı ve
"Mülkiye terbiyesi"yle yetişmiş bir üst düzey bürokratın kaleminden keskin ve eleştirel bir bakış açısıyla çözümleniyor.
Bu aynı zamanda bir edebiyat kitabı. Osman Bey hoşsohbet
bir insan; kitabında pek çok fıkra, anekdot, sohbet, gerçek
bir insanın hayata ve ülkeye dair bütün kaygıları, umutları ve
sevinçleri yer alıyor.
Osman Tunaboylu
Babama Anlattığım
Bürokrasi ve Bankacılık Hikâyeleri
İmge Kitabevi Yayınları
Haziran 2012
Peki Osman Tunaboylu bütün bunları kime anlatıyor?
Babasına...Evet, yıllar önce hayata veda eden babasıyla
konuşuyor, meslek hayatını ona anlatıyor; babasının
sorularını yanıtlıyor, onunla dertleşiyor, bazen ondan azar
işitiyor...
Babama Anlattığım Bankacılık ve Bürokrasi Hikâyeleri, hem
tarih, hem edebiyat hem de geçmişe bakarak geleceğe
ışık tutan bir kitap. En önemlisi, bu kitapta anlatılan, bizim
hikâyemiz.
88
...mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye...
Dipnot Yayınları’ndan…
89
...mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye...
Phoenix Kitap, Prof. Dr. Fethi Açıkel’in de yer aldığı bir editör kadrosuyla,
sosyal demokrasi yazınının önemli eserlerini Türkçeye kazandırdı…
90
...mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye...
Burası Ankara
Kurthan Fişek
Phoenix
Mart 2012
“Burası Ankara” kitabı, Prof. Dr. Kurthan Fişek’in “Hürriyet-Ankara” ekindeki köşe yazılarından derlendi. İlk
baskısı 2003 yılında yapılan eserin gözden geçirilmiş yeni baskısına Ankaralı gazeteci-yazar Can Dündar,
bir “sunuş” yazısıyla katkı koydu. Ankara’nın tarihini ve bugününü, Ankara’yı Ankara’da yaşayan bir gazeteci, akademisyenden, Mülkiye’nin Kurthan Hoca’sından öğrenmek isterseniz,
“Burası Ankara” tam size göre…
Kurthan Fişek’ten tüm okurlarına…
91
...mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye...
(Can Dündar’ın “Burası Ankara” kitabına yazdığı
“Sunuş”tan...
Kurthan Hoca’nın “Gözünü sevdiği Ankara”sı…
“Ankara’nın en iyi tarafı İstanbul’dan dönmesidir”
diyor Kurthan Hoca…
Yahya Kemal’i ters köşeye yatırıyor.
İstanbullular için yanlış kurulmuş bir cümle;
Ankaralılar için manifesto…
Kurthan Fişek, Mülkiye’den hocam…
Ama daha çok Gelişim Yayınları’ndan kalemine,
zekâsına, espri yeteneğine hayranlık duyduğum mesai “arkadaşım”…
Bu kitapla bambaşka özelliklerini keşfettim:
Aynı ilkokulun, Mimar Kemal’in merdivenlerinden yetişmişiz.
Hem Mülkiye’de hem ODTÜ’de ders almış, ders
vermişiz.
Gazeteciliği Rüzgârlı’nın mürekkebini koklayarak sevmişiz.
Biyografisine dair çok daha zengin ipuçları
var, Ankara yazılarının satır aralarında…
Mahalle takımında Hasan Cemal ve Güneri
Civaoğlu ile birlikte top koşturmuş Hoca…
Mehmet Eymür’le Ankara Kolej’inde, Mehmet
Ağar ve Hiram Abas’la Mülkiye’de tanışmış.
ODTÜ’de Erdal İnönü’den “Fizik”,
Süleyman Demirel’den “hidrolik”,
Necmettin Erbakan’dan “mekanik”,
Turgut Özal’dan “matematik” dersi almış.
Hatıralarını yazsa Türkiye tarihi diye okutulurdu.
555-K eyleminde Kızılay’da eylemciymiş.
Talat Aydemir asılırken darağacının yanında
gazeteci…
12 Mart’ta Mamak’ta “Birleşik Cephe”
davasında sanık…
Ama bu kitapta bir özelliği, hepsinin üzerine
çıkıyor:
O, 70 yıllık, doğma büyüme Ankaralı…
“Gözünü, siluetini sevdiğim Ankara” diyecek kadar,
her semtin, her kavşağın hikâyesini anılarıyla süsleyecek kadar Ankaralı…
Ne mutlu Kurthan Hoca’ya ki Ankara’nın her
karış toprağında bir izi, bir hatırası var.
Ne mutlu Ankara’ya ki Kurthan Hoca gibi her
karış toprağının tarihini yazan bir evladı var.
92
...mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye...
Mülkiye Dergi Çıktı
Merhaba,
“Rakkas sağa salındı, salındı; uç noktaya geldi.
Şimdi sola salınım dönemi başlıyor”. Profesör
Korkut Boratav, Türk Sosyal Bilimler Derneği’nin
düzenlediği 12. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresinin
kapanış oturumunda 2010’lu yılları bu sözlerle
selamlamıştı. Bu tespiti alıp dergimizin bahar
sayısına taşımak hiç de zor olmadı. Zorluğu, siyaset
rakkasında sıklet merkezinin sola meyledişini konu
alan katkılara ulaşmakta yaşadığımı belirtmeliyim.
Ülkemizdeki hâkim siyasi iklim, ihtimal ki, aksi
yöndeki algıyı besleyen kanıtlar sunmaya devam
ediyor. Yine de “solun yükselişi” temasına giriş mahiyetinde bir sayı hazırladığımızı söyleyebilirim.
Bahar sayımızın tematik yazıları, temanın fikir
babası Profesör Korkut Boratav’la başlıyor. Son
30 yıldır sağa salınan rakkasın dayandığı uç
noktayı kriz analizi ile somutlaştıran Boratav, Kriz,
Direnişler ve Gelecek başlıklı çalışmasında gelecek
öngörüsünün merkezine solun birliği sorunsalını
yerleştiriyor. Sonay Bayramoğlu ise eylemleri,
örgütleri ve ille de önderleri ile tanıdığımız Latin
Amerika Solunu, pek fazla tanımadığımız yönleri
ile, “hükümet etme pratikleri” ile ele alıyor. Öyle
ya, Latin Amerika’da kayda değer sayıdaki ülke,
azımsanmayacak bir süreden beri sol-sosyalist
hükümetlerin yönetimi altında. Bayramoğlu’nun
sistematik ve bilgilendirici çalışmasını ilgi ile
okunacağınızı umarım. Sola meyleden pandülün teorideki tezahürünü bu sayıda Ali Murat
Özdemir’in çalışması temsil ediyor. Bu çalışmasında
Özdemir, Marksist bakış açısının post-yapısalcılık
karşısında nihayet kazandığı özgüven ve eleştirel
kapasitenin etkileyici bir örneğini veriyor.
Mülkiye Dergisi müdavimlerinin dikkatinden kaçmadığını sanıyorum; Kıta Avrupa’sında
son birkaç aydır tam anlamıyla siyasi bir deprem
yaşanıyor; yirmi kadar ülkede peş peşe iktidarlar
devrilip, iktidarlar kuruluyor. Profesör Hans-Bernd
Schäer ilk kez dergimizde yayımlanan çalışmasında
derinleşerek süreceği anlaşılan siyasal depremin
ekonomi politiğini gözler önüne seriyor. İlgiyle
okuyacağınızı düşündüğüm bu çalışmayı dilimize
Hüseyin Can Aksoy kazandırdı.
“Doğal” afetlerin yıkıcı etkisini her yıl
deneyimlerken “afet yönetimi ve afet sosyolojisi”
alanlarındaki çalışmalara duyduğumuz gereksinim
çok daha artmaktadır. Elinizdeki sayıda iki değerli
katkıya yer verdik. Dergimizin sayfaları bu alanda
yapılacak katkılara açıktır.
Sosyal politika ve eğitim sistemini konu alan
iki özgün çalışmayla tamamlanan Bahar sayımızda
sizlere yine hayli dolgun bir Mülkiye dergisi
sunduğumuzu düşünüyorum. Tabi ki takdir okuyucunun.
En derin saygılarımla,
Prof. Dr. Metin Özuğurlu, Sayı Editörü
93
...mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye...
12 Eylül 1980 darbesi
sonrasında Türkiye, tarihinin
en otoriter, devletçi, temel hak
ve özgürlüklerin karşısında
konumlanmış anayasasıyla
tanışmıştır. Bugün bu anayasadan
kurtulma yolunda yeni,
demokratik bir anayasa yapım
süreci içindeyiz. Türkiye’nin
önde gelen hukukçularının ve
iki siyaset bilimcinin uzmanlık
konularındaki makaleleriyle
katkıda bulundukları bu kitap
anayasayla ilgili tartışma
sürecine katılma ihtiyacından
doğmuştur. Ancak mevcut
anayasa taslaklarına bir yenisini
eklemek değil, demokratik bir
anayasanın temel sorunlarını ele
alarak derinlemesine bir analiz
yapmak ve öneriler geliştirmek
amaçlanmıştır.
Demokratik Anayasa, hukuk bilimi
ile siyaset bilimi arasındaki bir
konumdan söz alarak, anayasa
yapım sürecinin sürdürülmesinin
koşullarını, anayasa yapma
yetkisini, anayasanın başlangıç
bölümünü, federalizm ve bölgesel
özerklik sorununu, temel hak ve
özgürlüklerin özünü ve amacını,
laiklik ve inanç özgürlüğünü,
parti yasaklamalarını, hükümet
sistemini, Avrupa İnsan Haklan
Sözleşmesi ile anayasanın
uyum sorununu, anayasanın
uluslararası hukuk ile ilişkisini,
yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını,
anayasa yargısının meşruluğunu,
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel
başvuru hakkının (anayasa
şikâyetinin) kapsamını ve
uygulanma alanlarını, ve
doğrudan demokrasi araçlarının
temsili hükümet sistemine
yapabileceği demokratik katkıları
tartışmaktadır.
Yazarlar aynı dünya görüşünden
değildir, ait olduktan hukuk
ekolleri, yöntemsel yaklaşımları,
hukuki meseleleri ele alma
biçimleri ve önerileri farklılık
göstermektedir. Buna rağmen
dikkatli okurlarımız, anayasanın
demokratik yeterliliklerinin
geliştirilmesi yönünde bütün
yazarların paylaştığı temel
bir hassasiyet ve mutabakat
olduğunu göreceklerdir.
Demokratik Anayasa
Ece Göztepe ve Aykut Çelebi
2012
Bu kitap Ankara
hakkında bir çok hikaye
anlatıyor. “Orta zamanlardan bugüne, taşra
kasabasından başkente.
Taşhan Meydanından
Kızılay’a uzanan hikayeler. Bu şehrin evleri,
sokakları, kurumları
ve insanları bu hikayenin kahramanları.
Sinemalar, pastaneler,
Cumhuriyetin Ütopyası: Ankara
Funda Şenol Cantek
Ankara Üniversitesi Yayınevi
94
gazete binaları, türbeler, bakanlıklar,
ticarethaneler, parklar,
apartmanlar, Şehri tarihi
dönemlerde ve biçimlerde inşa eden ve onun
tarafından inşa edilen
her şeyi ve herkes. Bu
kitap yaşadığımız ve
sevdiğimiz şehre bir
gönül borcudur…
...mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye...
TEŞEKKÜRLER KALBİM
İlk fotoğrafın çekildiği 1826 tarihinden bu yana
fotoğraf konusunda çok şey söylendi ve daha
da söylenecek. Çünkü; tanık olduğumuz, tarafı
olduğumuz hayatlar devam ediyor. Çünkü; parçası
olduğumuz yeryüzünü yaşanacak bir dünya haline
getirme şansımız hala var.
Fotoğrafçı, fotoğrafın hangi alanı ile ilgileniyorsa
ilgilensin, fotoğraflarında parmak izleri
vardır. Dünyamızı algıma biçimimiz, hayat
karşısındaki duruşumuz bizim fotoğraf tarzımıza,
fotoğraflarımıza da yansır. Ama temel ve ortak bir
duygu vardır ki o da objektifimizi neye çeviriyorsak
ondan sorumlu olduğumuzdur. Bu sorumluluk
duygusu deklanşöre bastığımız anda başlayacak ve
soludukça sürecektir.
Fotoğrafçıların tutumları, onların bir görünümü
görüntüye dönüştürme sürecini ve bunu paylaşma
yöntemlerini de belirleyecektir. Neden fotoğraf
çektiğimizden başlayarak, nasıl paylaşacağımıza
kadar olan süreçte fotoğrafçıların tarzını da
belirleyecektir. Soruların yanıtları için öncelikle
bizden önce iz kıranların izini sürmek, onlardan
öğrenmek gerekiyordu. Bu tarihsel yolculukta her
fotoğrafın süreceği bir iz vardır ve elbette ki
biz de kendi öykümüzü yazarken, Paul Strand,
Jacob Riis, Lewis Hine’ın, madenlerde çalıştırılan
çocuk işçilerin, Amerika sahillerine yeni bir dünya
umuduyla karaya çıkan göçmenlerin yenidünyayı,
yoksul omuzlarında amansız bir sömürüye
maruz kalarak nasıl yarattıklarını unutmayacağız.
Fotoğrafa sosyal bir amaç yükleyen İskoç fotoğrafçı
William Carrick’in, foto muhabirliğinin temellerini
atan Alman fotoğrafçı Karl Bull’nın, 1891-1892
yıllarında Volga boylarındaki açlığın, sefaletin
fotoğraflarını çeken, belgesel fotoğrafçılığın
ilk isimlerinden Maxim Dimitriyev’in bilgi ve
fotoğrafları tarihsel bilincimizin önemli kilometre
taşları olacaktır. Fotoğrafın sınıflar mücadelesindeki
önemli işlevini Ekim Devrimi fotoğrafçıları,
Alexandre Dorn, Petr Nowichiy, Alex Saweljiev’den
öğrenmeyi sürdürecek, birikimlerini tarihsel
bir miras olarak bilgi hanemize kaydedeceğiz.
Magnum fotoğrafçıları, Robert Capa, Henri Cartier
Bresson, Tına Modetti, Mary Ellen Mark,Sebastian
Salgodo, James Nachtwey, başta olmak yüzere
yüzlerce cesur fotoğrafçı dünyamızın kaydını
tutarak bize geçmişimize bakmamızın olanaklarını
sunuyor ve bizlere gelecek düşü kurduruyor.
Göz Görmez Bilinç Görür
Mehmet Özer
Notabene Yayınevi
2012
95
... müzik kitaplığı... müzik kitaplığı... müzik kitaplığı... müzik kitaplığı...
Sevgili Müzikseverler,
Uzunca bir zamandır Türk Halk Müziği çalışmalarıyla içiçe yaşayan birisi olarak, bir albüm yapma
düşüncesi zihnimde hep var olmuştur; ancak halk müziğinin eşsiz eser-lerini icra etmenin verdiği keyfin
yanısıra, farklı tarzlarda yeni eserler üretmenin; kısacası "üretici" olmanın, her alanda olduğu gibi müzikte
de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bunu yapabilmek için müziğin mutfağına girmek gerekiyordu...
Bu albümü yaparken; beste yapmayı, kayıt yapmayı, mix ve mastering süreçlerini öğrenmeye çalıştım;
kendim çaldım kendim söyledim... Hızımı alamayıp bir de yapım şirketi kurdum ve bu ilk albümümü
çıkarttım; umarım beğenilen eserler vardır bu kolleksiyonda...
Kapak çalışmasında yardımını esirgemeyen sevgili abim, fotoğraf sanatçısı Mehmet ÖZER büyük bir
teşekkürü haketmiştir.
Albümde yer alan eserlerden beşinin söz yazarı olan sevgili abim, edebiyat öğretmeni ve şair Nuh KENİŞ,
bestelerin ortaya çıkmasında ilham kaynağı olan yegane isimdir; kendisine sonsuz teşekkürler...
En büyük teşekkürü ise yaptığım her işte arkamda olan sevgili aileme borçluyum...
Daha güzel yapımlara imza atmak dileğiyle...
İsmail Atalay YOLCU
96
HABERLER
97
...haberler... haberler... haberler... haberler... haberler... haberler...
DTK Daimi Meclis Üyesi Akın Birdal ise, “Evlatlarımızı
ararken bir yandan da adaleti, özgür bir ülkeyi de
aradık. Arayışlarımız sürecek. Er veya geç bunları
yapanların yakasına yapışacağız.” dedi.
politika
OZGUR HABER
6 Mayıs 2012 Pazar
İHD Diyarbakır Şubesi ‘nin organizasyonu ile kayıp
yakınlarının ‘Kayıplar bulunsun failler yargılansın’
eylemi 169 haftayı geride bıraktı. Koşuyolu Parkı
Yaşam Hakkı Anıtı önünde gerçekleştirilen 169’uncu
eyleme İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, İHD
Diyarbakır Şube Sekreteri Raci Bilici, DTK Daimi
Meclis Üyesi Akın Birdal, Ankara Siyasal Bilgiler
Fakültesi Derneği (SBF-DER) üyeleri, ESP, MEYADER,
TUHAD-DER temsilcileri ile ellerinde kayıplara ait
fotoğraflar ile kayıp yakınları katıldı.
Eyleme katılarak destek veren SBF-DER’liler,
kayıpların fotoğraflarının üzerine karanfiller bıraktı.
Eylemde konuşan İHD Genel Başkanı Öztürk
Türkdoğan, tüm kayıpların akıbetini buluncaya kadar
mücadelelerine devam edeceklerini söyledi. Bunun
bir insanlık, vicdan mücadelesi olduğunu belirten
Türkdoğan, “Yıllardır yakınlarının akıbetini arayan bu
insanlar için niye suç duyurusunda bulunulmuyor?
Adalet Bakanlığı niye bu manzarayı görüp,
analarımızın çığlıkların duymuyor?” diye sordu.
Birdal, arayışımız sürecek
Siyasal Bilgiler Fakültesinin 1980 öncesi
öğrencilerinin içinde bulunduğu SBF-DER heyeti de
destek için eylem alanındaydı. Diyarbakır’da 1976
yılında polis işkencesinde yaşamını yitiren SBF-DER
üyesi İsmail Gökhan Edge’nin fotoğrafı ile eyleme
katılan SBF-DER adına konuşan Ümit Çağlar da,
yüreklerinin kayıp yakınlarının yanında olduğunu
söyleyerek, “Dayanışma için buraya geldik” dedi.
Recep Diker’in hikayesi anlatıldı
Eylemde her hafta olduğu gibi bir kaybın hikâyesi
anlatıldı. Bu hafta hikayesi anlatılan Recep Diker’in
oğlu Mahsum Diker, psikolojik baskılara uğradığı için
kemik erimesi hastalığına yakalandığını söyledi.
Başbakan Erdoğan’a seslenen oğul Diker, “Bu
kemikleri ortaya çıkarmadığın sürece sen de aynı
suçu işlemiş oluyorsun” dedi. Konuşmaların ardından
grup, her hafta olduğu gibi 5 dakikalık oturma
eylemi yaptı.
98
...haberler... haberler... haberler... haberler... haberler... haberler...
Dostların Arasında Güneşin Sofrasında
SBF-DER’liler
Ankara’da Buluştu
Bir inadın adı: SBF-DER
Bir inatçı mezun: Hasan Hüseyin
1980 öncesinde Ankara üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesinde okuyanların çoğu öğrenci
derneğini hatırlar. Bu derneğin kısaltılmış adı
”SBF-DER” dir. Küçük dernek odasının kapısında
bir zamanlar bu isim yazar mıydı hatırlamıyorum.
Ama 1977 yaz sonunda İstanbul’dan gelip
Cebeci’deki merdivenleri nasıl tırmandığımı, iyi
bir “siyasallı” olmayı nasıl derinden arzuladığını
çok iyi hatırlıyorum. İyi ki de bu bahçeye girmiş o
merdivenleri çıkmışım.
Biz bir grup SBF-DER’li yaklaşık on yıldır Haziran
ayında Ankara’da okulumuzda buluşuyoruz. 1978
yazında kaybettiğimiz Öğrenci Derneği başkanımız,
arkadaşımız Hakan Şenyuva’yı, Ankara’ da yattığı
Cebeci Mezarlığında anıyor, Hakan’ın babası Hakkı
amca ve ailesi ile beraber oluyoruz. Hakkı Şenyuva
her yıl verdiği ilanlarla katillerin bilindiği halde
yakalanmadığını belirterek bunun nedenlerini
ısrarla hatırlatmış ve oğlunun anısını inatla
soldurmayarak gerçeklerin peşinde koşmuştur.
Oğlu Hakan onu tanıyan herkeste güzel bir iz
bırakmıştı; eşsiz bir gülümsemesi olan, mücadeleci
ve zarif bir devrimci gencin portresi erkenden gidip
arkasında ne iz bırakırsa onu… İşte o gülümseme
Haziran buluşmalarında bize yol gösterir. Bize
kaybettiğimiz tüm arkadaşlarımızı hatırlama
gücü verir ve kendi hayatımızda kaybetmekten
korktuğumuz değerlerimizi tazeler.
Bu sene de öyle oldu. Beni en çok hayrete düşüren
her sene yapılan üç aşağı beş yukarı aynısıymış
gibi gerçekleşen bu törensel buluşmamızın aslında
bir öncekinden farklı olması ve her sene bize, en
azından bana yeni düşünceler ilham etmesidir.
Elbette bunda mesela benim Hakan’ la aramdaki
yaş farkının on yıl önce yirmi ise bu yıl otuza
çıkmasının rolü vardır. Hakan’ ın öldüğü bizim onu
ve onun yaşındaki kendi halimizi hatırladığımız
yaş artık çocuklarımızınkinden bile daha küçük.
Ama tek faktör bu anlamı ile geçen zaman değil.
Biz ilk buluştuğumuzda ben ve belki de çoğumuz
Cebeci semtine uzun, karışık ve karanlık bir
aradan sonra ilk defa uğruyorduk. Aslına bakılırsa
kuşağımızın devrimcileri doksanlardan itibaren
birbirlerini özmekânlarında görebilir hale geldiler.
Şunu demek istiyorum, pek çoğumuz birbirini
emniyette, hücrede, cezaevinde gördü bir zaman.
Sonra belki, sürgünde bir karakola imza atmaya
giderken, istemediği halde döndüğü baba şehrinde
ya da, mülteci olarak gittiği yaşadığı yerlerde
gördü bir zaman görebildi ise. Okullarına devam
edenlerimiz edemeyenleri şu ya da bu sebeple hiç
aklından çıkarmadı. Ama eskiden görüştüğümüz,
yaşadığımız yerlerde, hayatta kalanlar olarak, hep
beraber görüşmek bizler için doksanlardan sonra
mümkün hale geldi.
Öğrencilik ve okul hayatın en geçici duraklarıdır.
Bu durakta yaşadıklarını insan genç aklıyla
abartabilir. Ama bizler kendi devrimci gayretlerimiz
dışındaki sebeplerle de özel bir öneme sahip
bir öğrencilik hayatı yaşadık. Çünkü bizler kendi
tarihimiz kadar okulumuzun geçmişinin rengini
de üstümüzde hissettik hep, şu veya bu şekilde.
Anılarımızı dinlemekten başkaları daralmış olabilir
ama ben her defasında bir veya diğer arkadaşımın
anlattığı büyük, ilginç, trajik veya tarihi bir şeyi ilk
defa duyuyor oluyorum, Ya da bir defasında şöyle
anlatılan bir hadise başka bir defasında başka
99
...haberler... haberler... haberler... haberler... haberler... haberler...
biri tarafından böyle tasvir ediliyor. Anılarımız
durgun şeyler değiller. Türkiye’de acı tatlı değişen
hayat, siyasal baskılar, kişisel özelliklerimiz
mücadele tecrübelerimizin karşılaştırmalı olarak
hatırlanmasını ve aktarılışını etkiliyor. On yıldır
buluşmalarımıza katılan çeşitli hocalarımızın
anekdotlarını ayrı tutuyorum. Onlar başlı başına bir
değer. Ama “buluşmalar” kendi kendimize iken de
benim için Türkiye siyasal tarihi babından, siyasal
bilgilerimin artmasına yarıyor. Aynı zamanda
buluşmalar bazen aynıanda çok değişik aynalar
tutulan kritik bir savaş anının içine bir şimşek
çakımı süresince girip çıkmama imkân veriyor.
Diyeceğim o ki, buluşmaların hangi konuda ilham
vereceği hiç belli olmuyor.
SBF-DER buluşmaları sabah başlar ve her sene
sabah okulda kahvaltı yaparken birisi ilk defa
oraya gelmiş olur. O ilk defa gelen sanki biraz
dalgın biraz gergindir. Bu topluluk birbirine iş
kariyeri, ders notları ve benzeri şeylerden çok
fırtına günlerini hatırlattığı için, o yeni gelen
arkadaşlarımın yüzlerinde, bakışlarında büyük
soğuk bir hafıza buzunun ince ince çatladığını
bazen görüyorum, sanırım. Ama sonra kendi
kendime büyük bir aldanış yaşadığımı anlarım.
O hatıraları şimdi çözülüyor sandığım arkadaşım
bana hayatımın unuttuğum bir virajını açık sarih
anlatır. Ve ben onun anlattığı bir şeyi kim bilir
hangi psikolojik tedbirle unutup gitmiş olduğumu
anlarım. Çözülen benim anılarımdır. Bazen bu sene
olduğu gibi birisi bir diğerine okula ilk geldiği gün
nasıl göründüğünü ne yaptığını anlatır. Bazen
anlatıcılar, -bu sene olduğu gibi- Lütfü abi gibi
ustadır, dinleticidir, tiyatrocudur bambaşka bir
ağbidir. Bazen belli ederek herkesi aldatır, ama öyle
güzeldir ki hikâyesi oyun açık olduğu halde kimse
inanmayan olmak istemez.
Her buluştuğumuzda kahvaltı sonrası
kaybettiğimiz arkadaşlarımızın adına yapılan
sınıfta(218) çay içer, sohbet eder ve geçen yılımızı
değerlendiririz. Bize çaylar öğrenci yıllarımızda
da çay içtiğimiz ocaktan adeta aynı demlikten
gelir. Ne manevi lüks değil mi? İşte her sene biz
bu çayları içerek öğrencilere burs vermek için fon,
haberleşmek için grup, başkalarını bu arkadaş
topluluğundan haberdar etmek için yapılan yayın
gibi konularımızı gözden geçiririz. Ta Ulanbatur’dan
selam yollayanlarımız, Bulgaristan’dan gelenlerimiz,
Ankara’dan gelmeyenlerimiz olur. İşin fena tarafı –
siyaset şehri başkent de genellikle olur bu --bazen
arası bozulanlarımız olur. Bazen tamir olurlar bazen
olmazlar. Bazı şeyleri konuşuruz ama bazılarını
konuşmayız 218’in kapısının dışında tutmak isteriz.
Çünkü bir arada olmayınca konuşmak olmaz. Ama
her ne sebeple olursa olsun gelmeyen-gelemeyen
SBF-DER liler için gelenler meraklanır ve keşke
gelse idi görüşseydik diye heves eder, niye böyle
oldu diye üzülür, iyi mi acaba diye içi içini yer. En
azından benim için böyle olur.
SBF-DER buluşmalarında sonra Hakan Şenyuva’ya
gidilir. Dedim ya onu hatırlamak başkalarını ve
her şeyi hatırlamak içindir. Çünkü nasıl ki birimiz
hepimiz için idiysek, her bir öldürülenimiz bir diğeri
için ölmüştür aslında. O kadar çok katledilenimiz,
öldürülenimiz vardır ki bazen biz kendimizi kalanlar
gibi görürüz. Her buluşmada biraz unuttuğumuz
az tanıdığımız bir devrimci arkadaşımızın
belirsiz varlığı içimizi burkar, dağılırız. Ya
hatırladıklarımız dışında kaybettiğimiz arkadaşlar
varsa? İşte Gökhan Edge ‘nin mezarını aramasak
bulamayacaktık. Ya aramasaydık? İşte mesela Ömür
Karamollaoğlu’nu anmakta gecikmedik mi? Ya
kim bilir neleri hatırlamak istemiyor hatırlamaya
dayanamıyorsak? İşte bu sorular bizler için büyük
bir keder sebebidir. İşte biz okulda bir sınıfta Hakan’a gitmeden çay üstüne çay içerek aklımızı
başımıza toplamasak o keder bizi kim bilir ne
eder? Ankara da yaşayanlar ve dışarıdan gelenler
için Hakan’ın başucuna giden yol uzun, eğitici bir
yoldur.
Her bir SBF-DER’li en nihayetinde bir okul
arkadaşıdır. Üniversite kantininde tanıdığın,
birlikte maceralara atıldığın birisi görüşmesen
bile ömür boyu çok yakının olarak kalır ya…
İşte bu yakınlar olarak buluştuğumuz için önce
100
...haberler... haberler... haberler... haberler... haberler... haberler...
olmuştu bile. Hakkı Amca’nın ona doğru bakarken
gözleri parlıyordu. Ahu bize kartını verdi. Neşe
içinde aldık. İki arkadaş yüzündeki gülümsemeyi
Hakan ‘a benzetip ölecekmiş gibi olduğumuzu gece
geç saatte kahve içerken birbirimize itiraf edebildik.
Kim bilir başka arkadaşlarımız neye içlenmişlerdi?
İşte bizler her birimiz her buluşmada muhakkak
bir şeye çok içlenip ayrılırız birbirimizden. Hele
mesela Hayal’imiz gibi bir arkadaşımızın hasta olma
ihtimali bizi delirtir. Çünkü ciğer de denilen yerimiz
biraz dağlanmıştır zamanında, bu da bizim ortak
özelliklerimizden biridir.
birbirimizi yakınlarımızla, arkadaşlarımızla,
Buluşmalarımızın geçmişi on yılı bulduğu için
eşlerimizle, sevgililerimizle, çocuklarımızla,
bir tarihe sahip artık. Bu tarihin ilk döneminde
tanıştırır sonra Hakan’ı da onlarla tanıştırırız.
Birbirimize hastalıklarımızı anlattığımız kadar hayal okulun hali hazırdaki öğrencilerinden kimseyi
kırıklıklarımızı, siyasi düşüncelerimizi duygularımızı, tanımıyorduk. Sonra tanıştık. Onlar bu dönemin
öğrenci derneği SBF-DER’liler olarak bize
aşk acılarımızı açarız. Ama biz tedbirliyizdir,
kendilerini, nasıl yeni şeyler düşündüklerini,
karışığızdır, katıyızdır. Tüketim toplumu bireyi
neler yaptıklarını filan anlattılar. Sonra aramızdan
değilizdir. Hiçbir şeyi çok hızlı yapamayız, böylece
üç kişi öğrenci affı ile okula döndü ve derslere
her sene birimiz bir diğerimizle ilgili hiç bilmediği
girmeye başladı. Böylece zaman treninde en
bir şeyi öğrenir. Ona yeni ve başka bir gözle bakar.
ilginç istasyonları yaşamaya başladık, SBFBöylece her sene yine, yeni, yeniden tanışıp
DER’lilerin bazısı artık okulun talebesi idi. Sonra
duruyor oluruz. Üstelik bazen bizimle beraber
bir buluşmada Hakan ‘ın başucuna başka birkaç
olan değerli hocalarımız da kendi odalarından
SBF öğrencisi geldi. O sene İstanbul’da 1 Mayıs
gördüklerini bizle paylaşırlar ve iyice şaşar kalırız
kutlamak isteyenlere pek çok biber gazı atılmıştı.
neleri bilmiyoruz diye. Bundan sonrasında da
Ona rağmen meydana çıkanlarımız olmuştu. İşte
hep böyle kendimizi yeniden tanımak ve yeniden
Hakan’ın başucuna gelen bu öğrenci arkadaşlar
tanışmak üzere buluşuyor olmayı umuyorum.
bize dediler ki “hani 1 Mayıs’ta meydanda içinde
Bizler çok zor zamanlar görmüş devrimcilerizdir
Hakan Yurdakuler, Mahir Çayan ve başka SBF
ve güçlüyüzdür. Mesela aramızda bir sürü konuda
lilerin de resmi olan bir pankart vardı ya onu biz
anlaşamayız ama büyüdüğümüz bahçe yüzünden
astık”. İşte buluşmalarda bazen böyle acayip
iyi ve kötü yanlarımızla birbirimize benzeriz. Kim
önemli ve yeni şeyler yaşar konuşuruz. Bakmayın
ne derse desin imalat yılımız, fabrika çıkışlarımız,
geçmisimizin kuvvetine bugunle bağımız da çok
modellerimiz itibari ile dayanıklıyızdır. Geleceği
kuvvetlidir.
kurulabilir bir şey olarak görürüz, irademize
İşte bu on yıllık buluşmalar tarihinde 2012’ye
yüklenmekten korkmayız. Öyle olmayla da
geldiğimizde daha da önemli bir şey oldu, okula
gurur duyarız. Akılsızlıklarımızla zor yüzleşiriz.
dönenlerimizden ilk mezunu verdik. Hasan
Kahramanlığa meyilliyizdir. Sanıldığının aksine
Hüseyin Özkan arkadaşımız ki - sondan iki önceki
üzüntülü şarkılara her Türkiyeli’den fazla meraklı
dernek başkanımızdır (Sonuncusu sevgili Mustafa
değilizdir. Karlı Kayın Ormanı tribinden çıkılıp yeni
Özdemir) 1974 yılında başladığı eğitim hayatına
şarkılara açılmaya açığızdır. Açılmışızdır da! Bizi biz
1980 de ara vermek zorunda kaldı. Politik mülteci
yapan değerlerimiz ve tarihimizdir. Aslında bana
olarak çeyrek yüzyıl ülkesinden uzakta yaşadı.
kalırsa şarkıya-türküye fazla ihtiyacımız yoktur.
Sonra semtine şehrine döndü. 2009 sonbaharında
Zaten her an bir şeyler için üzülüp coşabiliriz.
gelen aftan yararlanarak okuluna yeniden kayıt
İçli şeyler her zaman bizim hep etrafımızdadır.
yaptırdı. 2012 Şubatında okulunu başarı ile
Buluşmalarda akşamları beraber yemek yeriz.
bitirerek hepimiz için çok önemli olan diplomasını
Her sene her masada başka karşılaşmalar yaşarız.
Mesela bu sene Hakan’ın sevgili kız kardeşi Cana ve aldı. İşte bu sene ona arkadaşları olarak bir plaket
verdik. Plaket de yazan sözlerdi esasen ona
kızı Nükhet Ahu ile ilk defa aynı masada oturduk.
Ahu çok gençti ve ama işte başarılı bir akademisyen söylemek onunla paylaşmak istediğimiz. “Biz inadın
adı Hasan Hüseyin olanını daha çok seviyoruz”.
101
...haberler... haberler... haberler... haberler... haberler... haberler...
Hasan’ a plaketini verirken Reyhan “geçen yüzyılda
başladı, bu yüzyılda bitirdi ”dedi. İşte bu diploma
2012 buluşmasının tacı idi. Bu diploma haklarımızı
yedirmemek, yeni haklar elde etmek, haksızlıkların
olmadığı bir düzen kurmak için geçire durduğumuz
hayatımızda sanki hep beraber aldığımız bir ödül
oldu. Hasan Hüseyin ders notlarını kendisi gibi
okula afla dönen Yalçın’a devretti. Bir de Dursun’a.
İşte bu üç talebenin ortak yanı okul hayatlarının
bir önceki yüzyılda başlayıp 21. Yüzyıla devretmiş
olması olacak. Bu kadar uzun bir ara vermek
zorunda kalmalarının bir sebebi var. O da bu Siyasal
talebelerinin eşitlikçi ve paylaşımcı önerilerinden
bu düzenin egemenlerinin korkmuş olması. Onlar
okuldan atıldılar, sürüldüler, kovalandılar. Ama işte
yine haklarını kovalıyorlar ve adaletin peşindeler.
İki yüzyıl meselesi sadece matematiksel bir
şaka değil bizim için. Malum yönetenlerin ve
yönetilenlerinin tarihi her Siyasal talebesinin ilgi
konusudur. Bizler dünyada ve ülkemizde 1960’larda
güçlenen eşitlikçiliğin 1990 larda egemenlerin
karşı darbeleri ile nasıl güçsüzleştiğini izledik.
Bizler sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyada yaşamak
istemenin bedelinin ne olduğunu biliyoruz. Ama
ikibinler bizlere düzenin bu isteği durdurmak için
ne kadar büyük illüzyonlar yaratabileceğini de
gösterdi. Diyeceğim şu ki ben şahsen altmışları
ve yetmişleri insanlığın bir önceki güzel yüzyılı
sayıyorum. Millenyum kutlamalarında iyi bir zaman
başlıyor diye sevinenlerden olamamıştım. Ve ama
adalet peşinde koşanlar için “yeni” bir yüzyılın
ancak , ufak ufak başladığını düşünüyorum. Nedeni
başka bir yazının konusu.
İşte okulumuz koridorlarının, sınıflarının ve 2012
buluşmasının verdiği ilhamla…
Yeni fikirlerle başlasın yeni bir yüzyıl! Yaşasın ve
çoğalsın inadımız! Diyorum.
102
HANDAN KOÇ
...haberler... haberler... haberler... haberler... haberler... haberler...
‘86 Mezunları Geleneksel Toplantısı
Mülkiye’nin 1986 dönem mezunları olarak, 11. geleneksel buluşmamızı, her yıl olduğu gibi bu yıl da
Haziran ayında yaptık.
Mezuniyetten sonra özellikle Kamu Yönetimi ve
Uluslararası İlişkiler bölümleri olarak birbirimizden hiç kopmadık ama hep hayal ettiğimiz büyük
buluşmayı yapabilmek için de epey vakit kaybettik. Nedeni de, ne zaman ve nerede toplanalım
sorularını herkese sormamızdı. Aşırı demokrasiden doğan kargaşa, bizim fikir birliğine varıp
buluşmamızı engelliyordu. Bunu fark ettiğim zaman Özlem dedim, şu gün ve şurada toplanıyoruz
diyelim, gelen gelsin. İşte böyle başladı. Vilayetler
Evin’deki o ilk buluşma inanılmazdı. Sanki her birimiz evden okula geldik de kantinde toplanıyorduk.
Sanki dün bir aradaydık da hiç o kadar yıllar
geçmemişti. Okul arkadaşlığı böyle bir şey işte. Saf
ve içten; aile bireyliği gibi, açık ve masum, sevgi ve
özlem dolu ve kaldığı yerden devam edebilen. O
gün orada görevlerimiz, ünvanlarımız ve rollerimizden sıyrılıp kendimiz olduk; tekrar çocuk olduk,
genç olduk.. “aaa hiç yaşlanmamışsın”, “ya ama sen
hiç değişmemişsin”, “ay ne kadar değişmiş değil
miii” sözlerinin havada uçuştuğu, okul, öğrenci evi
ve yurt anılarının peşpeşe anlatılıp gözlerden yaş
gelene kadar kahkahaların atıldığı enfes bir ortam!
Bu yıl biz bunu 11. defa yaptık. Evet tabii ki yıl
içinde arada küçük başka buluşmalarımız da var.
Hele biz kızlar bu konuda müthiş performans
sergiliyoruz. Kamu Yönetimi bölümü 82’de en fazla
kız öğrenciyi almış, bir de sonradan yatay geçişle
aramıza katılan kızlarla sayımız tüm zamanların
rekoru olmuştu sanırım. Kızlar varsa kaynaşma da
var! Tamam, erkek arkadaşların hakkını da yemiyoruz.
Çocuklarımız da kendi aralarında 2. kuşak olarak
kaynaştılar bu arada. Buluşmalarımızda onlara
da gençler masası adını verdiğimiz ayrı bir masa
hazırlıyoruz. 25. yıl balomuzda yine çocuklarımızın
kocaman bir masası vardı. Birbirleriyle ve bizimle
olmayı seviyorlar, ne güzel.
Hem iyi günümüzde hem de zor zamanlarımızda
birbirimizin yanındayız. Mülkiye’nin ‘86 Mezunları
Ailesiyiz biz. Yıllar geçtikçe köşelerimiz de yontuldu üstelik. Tadımıza doyum olmuyor bir araya
gelince. Yaşımız –dilim varmıyor ama; -kırkların
sonuna geldi (elli diyemiyorum!). Hepimiz nerede
olursak olalım kısa bir soluklanma arasında bile
o buluşmaya koşarak gelip katılıyor ve o havayı
soluyup işimize gücümüze taze bir enerjiyle dönüyoruz.
Sevgili dönem arkadaşlarımla hep birlikte daha
nice nice sağlıklı, güzel yıllar diliyorum, sevgi ve
dostlukla!
Semra ERBAY
103
...haberler... haberler... haberler... haberler... haberler... haberler...
86 Mezunları 11. Geleneksel Buluşması
104
...haberler... haberler... haberler... haberler... haberler... haberler...
Sine-i Mektep Yeniden Yayın Hayatına Başlıyor...
Mülkiyeliler Birliği, Yalçın
Doğan’ın önerisi üzerine Sine-i
Mektep’in eski ve yeni okurlarını
buluşurdu.
Herkes Sine-i Mektep Okuyor
105

Benzer belgeler

2009 Mart - Mülkiyeliler Birliği

2009 Mart - Mülkiyeliler Birliği tarihli az bilinen bir şiirinde şöyle der Nâzım Usta: “Şiirler yazarım/Basılmaz/Basılacaklar ama/Bir mektup beklerim/Belki de öldüğüm gün gelir / Mutlaka gelir ama /Ne devlet ne para/İnsanın emrind...

Detaylı