İş Kazaları

Transkript

İş Kazaları
DİZİN
Sayı 15 - MAYIS / HAZİRAN
bu sayımızdaki
bazı başlıklar
şehir, turizm ve
doğa dengesi
06
TÜYİB DER İKTİSADİ İŞLETMESİ
Tüm Yiyecek İçecek Bölümleri Temizlik ve Malzeme Teminatçıları
Derneği İktisadi işletmesi adına imtiyaz sahibi Taner RENDA
Baskı:
Doğa Matbaa
0212 612 61 70
Baskı Tarihi: 01.06.2012
Yerel Süreli / 2 Aylık
GENEL KOORDİNATÖR
Taner RENDA
0530 923 14 23
[email protected]
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Erol AYDIN
0542 427 72 92
GÖRSEL YÖNETMEN
Mehmet İLHAN
0532 588 79 44
Dergide yer alan makalelerdeki
fikirler yazarlarına aittir.
Yayınlanan ilanların sorumluluğu
ilan sahiplerine aittir.
Yazılar,
kaynak gösterilerek yayınlanabilir.
TÜYİB-DER
PERPA - B Blok 13. Kat NO: 2336
iş kazaları
engellenemez değildir
08
yeniden
yıkamak
10
döküm (gril)
ızgaraların temizliği
12
şef
gibi düşünmek
14
24
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Steward
2
30
müjde!
120 yıl yaşayabilirsiniz
34
şıracının şahidi
bozacı
42
hekimoğlu
türküsü
46
kültürümüzde
keçe var
A.Ünv.
Gıda Mühendisliği
Mustafa EMİRLİ
H. Taner GÜREL
Ecolab
Sosyolog
Agaoğlu My City Hotel
Memet KAYA
Homatex
Mete KOÇAK
Ceylan
Intercontinental
Ahmet SEYMEN
Turkish DO & CO
CVK
Turizm Bölüm Bşk.
22
itibar
dediğin
Prof. Dr. Ertan ANLI
Sarper SUNER
kim bu
sokaktaki çocuklar
The Marmara Otel
Doç. Dr. Nezih MÜFTÜGİL
18
masa üstü ekipmanlarında
sadeliğe doğru eğilim
Nedim AKBAYRAK
Rafet İNCE
gastro
fest
DANIŞMA
KURULU
54
REKLAM DİZİNİ
S&G OTEL EKİPMANLARI ......................................... Ön kapak iç
HİT MUTFAK ................................................................................. 1
GÜREN METAL............................................................................. 3
ORMEL .......................................................................................... 5
OTTOMAN..................................................................................... 13
HOMATEX ..................................................................................... 16
MİLE............................................................................................... 21
WİNTERHALTER .......................................................................... 29
YAKAMOZ ..................................................................................... 31
MITTERTEICH ......................................................................... 32-33
DİKEY ............................................................................................ 39
BEŞYILDIZLAR ............................................................................. 41
GALERİ KRİSTAL.......................................................................... 45
ERSOY .......................................................................................... 49
MEDICATE .................................................................................... 57
V PLEKSİ ...................................................................................... 59
MAVİLİ BİOENERJİ ....................................................................... 61
CAMBRO .................................................................... Arka kapak iç
DIVERSEY..................................................................... Arka kapak
İki yeni üyemiz var:
Vedat Başaran ve Mustafa Emirli
We welcome two new members:
Vedat Başaran and Mustafa Emirli
urizm açısından pek keyifli olmayan günler yaşa-
T
W
yarınları emanet edebileceğimiz duyarlılıkta ve zekâda
mising in terms of improvement of our democracy. Young
olduklarını ispatladılar. Ancak, alınacak dersler varsa; alı-
people of our country have proved that they have eno-
nıp, ileriye bakabilmenin yollarını aramak günleri duruyor
ugh sensitivity and capacity to take over responsibility for
önümüzde.
the country which gives us hope for the future. However,
dık geçtiğimiz aybaşında. Ancak, demokrasimiz
açısından ise parlak günler gördük. Gençliğimiz,
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Yirmi günlük kaos ortamında, Taksim’de olan otellerin
Steward
4
e experienced not very pleasant situation in
terms of tourism over the past month due to demonstrations in Istanbul. However, it was pro-
we need to take our lesson and to look forward.
pek çoğunda, pek çok arkadaşımız zorunlu ücretli / üc-
The demonstrations in Taksim area where many hotels
retsiz izne çıkmak zorunda kaldılar. Ve evler zorlandı
and touristic facilities are located, had a negative impact
kendini döndürmede. Bir kez dahası ise; düşünülmesi
on many of our colleagues working in these hotels. They
bile rahatsızlığın boyutlarını kestirmekte zorlandık.
had to take days off, paid or unpaid. And they faced fi-
Bizim gündemimizde ise, çok daha farklı konular vardı
nancial difficulties due to this situation. We even cannot
bu zaman diliminden önce. İkincisini yaptığımız çalışta-
imagine how bad would be to experience those days
yımızı, bir sonraki sene nasıl daha yararlı ve verimli yap-
again.
manın yollarını arıyorduk. Bunun için : sektörün büyükleri
We had a different agenda before demonstrations star-
diyebileceğimiz 10 firmanın en tepe yöneticileri ile Nar
ted. We were working on the improvement of our works-
Lokantası’nda toplanıp, bir yemek yedik. Konular konu-
hop-event the 2nd of which was organized recently this
ları açtı, çözümler çözümleri kovaladı.
year. We organized a dinner with the participation of the
Bizi bu yola iten aslında, sevgili Vedat Başaran’ın çalış-
high level representatives from 10 top companies in the
tayımızda yaptığı konuşmanın bir cümlesiydi : “Teda-
sector and we have discussed openly what and how we
rikçilerin, iyi bir TÜYİB-DER üyesi olabilmesi lazım”.
can do in order to reinforce our presence.
Ecolab’dan Mustafa Emirli hemen orada bize üyelik için
During our dinner, Vedat Basaran, one of our new mem-
başvuruda bulundu. Öncesinde ise zaten Vedat Başaran
bers, very rightly indicated that suppliers should definitely
üyelik gereklerini yerine getirmişti. Bu iki güzel başlangıç,
be a member of our association. And Mustafa Emirli from
bizleri çok umutlandırdı gelecek için. Artık daha güçlü ol-
the company Ecolab immediately applied for the mem-
duğumuzu hissediyor ve sektörle kucaklaşmanın sevin-
bership. This was very encouraging for us. We feel stron-
cini yaşamaya başlıyoruz. Biliyoruz ki: birlikte daha da
ger with each new member and we know that we will be
güçlüyüz.
serving to the sector better.
Sevgi ile kalın
Sincerely yours,
Erol AYDIN
Erol AYDIN
Başkan
President
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Şehir, Turizm ve
Doğa Dengesi
Steward
6
urizm kırılgan bir meslek koludur. Hele hele şehir otelciliği ise, sejur turizminden
bile daha meşakkatli bir yapıdadır. Öncelikle uçuşlarınızın sıklığı ve kalitesi ile
göz doldurmalısınız, havaalanı şehir merkezi bağlantısı kopuk olmamalı, şehir
merkezinde hem tarihsel yapılar olmalı, hem de modern eğlence ve turistik alışveriş
yerleri ile ülkenize gelenlere farklı bir hizmet sunmalısınız. Şehir merkezleri üstelik sıkıcı yerlerdir, binalar, binalara bakar biçimde yapılmıştır çoğu kez. Hava alacağınız, Taner RENDA
gri renkli yapılardan zaman zaman kurtulabileceğiniz yeşil doğa parçalarına / oksijene Genel Yayın Yönetmeni
T
Böylesine önem arz eden bir bölgede, yapılması planlanan her ne ise; mutlaka öncelikle o bölgeyi var eden
meslek gruplarının temsilcilerinin görüşleri alınmalı
En önemli etmeni bilerek sona bıraktım: şehirde yaşayan ve Taksim ve çevresini kullanan insanlar. Bu insanları dikkate almadan yapılacak planların sonu
hüsran ile bitmesi kaçınılmazdır. Kimse yenilenmeye,
iyileştirmeye, daha güzel yapılara, meydanlara, parklara, kısacası yaşam alanlarının yapılmasına karşı değildir. Ama siz planınızın içine insanı katmazsanız,
harcına demokrasiyi koymazsanız; şehre diktiğiniz çiçeklerin sayısı sizi kurtarmaz.
İstanbul’umuz son yirmi yılda devasa büyüklükte ormanlık alanlarını yitirmiş, şehir içindeki dereler yok
edilip, yerine konut/işyeri yapılmış, böylece yağmurlar
giderek şehrimizin nedense belli bölgelerinde her seferinde korkunç trajedilere yol açar hale gelmiştir. Yapılacak üçüncü köprü ve havaalanı sonrası şehrimiz
elbette modernleşecek ama bu modernleşmenin doğada yarattığı tahribatın faturasını, sanırım çocuklarımızın ödemesine kalmadan, bizler de ödeyebiliriz.■
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Gezi Parkı da, İstanbul şehrimizin yeşil vahalarından
biri. Neredeyse dört bir tarafı 5 yıldızlı uluslararası zincir otelleri ile çevrilmiştir. İstiklal Caddesi ve ona açılan
irili ufaklı sokakları, dünyanın dört bir yanından gelen
turistlere alışveriş, eğlence ve tarihi binaları ile farklı
olanaklar sunar. Kongre Vadisi diye adlandırdığımız
bölgenin şöhreti, iç turizmden çok uluslararası alanda
almış başını gitmektedir. Buralarda yapılan uluslararası kongrelerin nicelik ve niteliksel olarak diğer benzer metropollerden aşağı kalır yanı yoktur. Nişantaşı
– Elmadağ arasındaki restaurantların kalitesi de, İstanbul’u uluslararası lig’de çok üst sıralara tırmandıran
etkenlerin başında gelmeye başlamıştır. Kısacası Taksim diye adlandırdığımız tüm bu yerler, gerek yerli, gerekse de yabancı turistlerin asla uğramadan
şehrimizden ayrılamayacağı yerlerin en başında gelmektedir.
(Otelciler, restaurant ve eğlence mekânları, alışveriş
merkezleri ile o bölgenin esnaflarının da önerileri hassas bir biçimde değerlendirilmelidir.), doğa ve çevre
dengeleri gözetilmeden: asla ve asla herhangi bir yaptım oldu anlayışı ile hareket edilmemelidir.
7
Steward
ihtiyaç duyulur. Ve her büyük metropolde böylesine
yeşil vahalar, rantlar tepilme pahasına şehre bağışlanmıştır.
İŞ YAŞAMI
İş Kazaları
Engellenemez Değildir!
epimiz yaşamımızı devam ettirebilmek ve ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek için değişik iş kollarında çalışmaktayız. Üretim ve hizmet sektöründe çalışanlar; iş yeri ergonomisinin uygun olmaması, kullandıkları makinalar,
elektrik vb. enerji kaynakları, fiziksel, kimyasal ve biyolojik etmenlerle iş yerlerinde karşı karşıya kalmaktadır.
Bu etmenler sonucunda ya da çalışanların iş yerinde uygun olmayan hareketlerde bulunması durumunda; iş kazaları
meydana gelebilmektedir.
İş kazalarının oluşmasında; kullanılan teknoloji, çevreden gelen etmenler, kullanılan araçlar ve makinelerin yanında
sosyolojik etkenlerde rol oynamaktadır.
ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü)’nun tanımına göre iş kazaları; zarara ya da yaralanmaya neden olan, önceden
planlanmamış ve aniden gelişen olaylardır. WHO (Dünya Sağlık Örgütü)’ya göre ise; beklenmeyen, genellikle yaralanmalara sebep olan, iş yerindeki makine ve teçhizatı zarara uğratan belirsiz bir süre üretimi ve çalışmayı aksatan
olaylar olarak tanımlanmaktadır. Her iki tanımda da ortak nokta olarak görüyoruz ki kazalar; beklenmedik anlarda
yaşanarak, yaralanmalara, maddi kayıplara ve can kayıplarına sebep olmaktadır.
Kazalar; insan, makine, ortam, çevre şartları ve yönetimsel hatalardan kaynaklı olarak
meydana gelmektedir.
H
Mayıs //Şubat
Ocak
Haziran
- 2013
- 2013
- Sayı:13
- Sayı:15
İnsan Kaynaklı Faktörler
Steward
8
• Alışkanlıklar
• Alkol kullanımı
• Yorgunluk
• Uykusuzluk
• Unutkanlık
• İstem dışı davranışlar
• Uygun olmayan hatalı davranışlar
• İletişim kuramama
• Ben kavramının öne geçmesi
• İnsan ilişkilerindeki yetersizlik
Gaye UYSAL
Çevre-Ortam Kaynaklı Faktörler
Gıda Mühendisi
• Uygun olmayan düzensiz çalışma yeri
C Sınıfı İş Güvenliği Uzmanı
• Çalışma yönteminin uygun ve yeterli olmaması
• Ergonomik olmayan çalışma koşulları
Makine Kaynaklı Faktörler
• Kontrol ve bakımı yapılmamış ekipmanlar
• Hatalı makine ve ekipman kullanımı
• Makine ve ekipmanların ergonomiye uygun yerleştirilmemiş olması
• Makine koruyucularının uygun olmaması
Yönetimsel Kaynaklı Faktörler
• Yeterli ve uygun personel çalıştırmamak
• Talimat ve kuralların yeterli ve anlaşılır olmaması
• Etkin olmayan yönetim
• Çalışanlar arasında rol belirsizliğinin olması
• Çalışanlara yeterli eğitim verilmemesi
Yaşanılan iş kazaları neticesinde maddi ve manevi kayıplar yaşanılmakta olup, iş kazası nedeniyle meydana gelen
kayıplar ve yaralanmalar sonucu oluşan maliyetleri görünür ve görünmez maliyetler olarak incelediğimizde;
İş Kazası Nedenli Maddi Ve Manevi Kayıplar
• İşi dışında şeylerle ilgilenme
1.Direkt (Görünür) Maliyetler;
• Tedavi masrafları
• Kazaya uğrayana ödenen tazminatlar
• Kaza geçiren kişinin yakınlarına ödenen tazminatlar
(maddi-manevi tazminatlar)
• İş görmezlik ve ölüm ödemeleri
2.İndirekt (Görünmez) Maliyetler;
• Mahkeme masrafları
• Kaza sonucunda oluşan zaman ve maliyet kayıpları
• Üretimi yapılan ürünlerin zarara uğraması
• İşletmede kullanılan teçhizatın zarara uğraması ya da
kullanılmaz hale gelmesi
• İş gücü ve maliyet kayıpları
• Kaza sebebi ile yapılamayan işi zamanında teslim
edebilmek için harcanan fazla mesai maliyetleri
• Sürekli iş görmezlik veya ölümle sonuçlanan kazalarda, kazaya uğrayan kişi yerine alınacak işçinin işe
uyum sürecinde harcanan zaman ve işçiye verilecek eğitim maliyetleri
olduğunu görmekteyiz.
• Makine koruyucuları hakkında bilgi sahibi olmamak
• Kişisel koruyucu ekipmanları ve makine koruyucularını
yanlış kullanmak
• Emniyeti olmayan makineler kullanmak.
• Gereğinden hızlı çalışmak
Tehlikeli durumların sebepleri;
• Kişisel koruyucu ekipmanlar ve makine koruyucuların
uygun olmaması
• Düzensiz çalışma ortamı
• Depolama, istifleme ve düzenlemenin uygun şekilde
yapılmaması
• Ergonomik olmayan çalışma ortamı
• Kinetik enerjinin potansiyel enerjiye dönüştüğü durumlar
• Kullanılan makinelerin güvenlik kurallarına uygun olarak imal edilmemesi
• Bakımı ve kontrolleri yapılmamış ekipman-makine kullanılması
• Tehlikeli ve kötü çevre koşulları
• Gürültü, sıcak-soğuk, radyasyon, vibrasyon ve elektrik
akımı
Kazaların %98’i tehlikeli hareket ve tehlikeli durumlardan
meydana geldiği, %2’lik kısmı ise doğadan gelen ve engelleyemediğimiz kazalar oluşturmaktadır. Kazaların
meydana gelmesini engelleyebilmek için; çalışanlar kurallar ve yapılması gerekenlere uymak ve uygulamakla
sorumludur. İşverenler tehlikeli durumların oluşmasını
engellemek için; iş yerinde iş güvenliği tedbirlerini almak
ve uygulatmakla yükümlü olup, tehlikeli hareketler ile
gelen kazaları engelleyebilmek için ise çalışanlara belirli
periyotlarda eğitim organize etmeli, denetimler yapmalı,
uyarı yazıları ve talimatlar ile çalışanların bilinçlendirilmesi sağlanmalıdır.
İş sağlığı ve güvenliği gerekliliklerini yerine getirmekle
toplumumuzda kazaların kader olmaktan çıkmasının
sağlanabilineceği unutulmamalıdır.■
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
• Tehlikeli hareketler
• Tehlikeli durumlar
• Doğadan gelen engellenemez kazalar
Tehlikeli hareketlerin sebepleri;
• Tecrübesizlik
• Dalgınlık
• Heyecanlı ve aceleci olmak
• Alışkanlıklar
• Sağlık yönünden yetersiz olmak
• Dikkatsizlik
• İlgi eksikliği
• Talimat ve kurallara uymamak
• İşe uygun olmamak
• Eğitim eksikliği
• Aşırı iş yükü
• Disiplinsizlik
9
Steward
İş Kazalarının Oluşmasındaki 3 Temel Faktör
• Kişisel koruyucuların kullanımı ve önemi hakkında bilgi
sahibi olmamak
TEMİZLİK
Birçok otel yöneticisi, nedendir pek bilinmez ama işe ilk olarak
temizlik kimyasallarının tüketiminin azaltılmasından başlar.
Oysaki temizlik kimyasallarının tutarı, temizliği oluşturan diğer
maliyet kalemlerinin toplamı içinde sadece % 5’ini oluşturur.
Yeniden Yıkamak!
aynakların giderek azaldığı dünyamızda tasarruf, verimlilik gibi kelimeleri sıkça
duyar ve konuşur olduk. Bu konuda sadece bireylerin veya kurumların değil, ülkelerin de büyük bir çaba içerisinde olduğunu görüyor ve izliyoruz. Pek çok ülke,
kaynakların israfını önlemek için yasal düzenlemeler yapmakta, önlemler alınmakta ve
hatta bu konuda ciddi destekler ve teşvikler bile vermekte. Bununla da yetinmeyip, bu
konuda başarılı sonuçlar elde edebilmek için medya ve diğer iletişim araçları ile duyurular yapılıp, bireylerin ve kurumların sürece aktif katılımı ve desteği sağlanmaya çalışılmaktadır.
K
Bireylerde bile farkındalığın yaratılmaya çalışıldığı böyle bir ortamda, kaynak israfının
önlenmesi ve verimliliğin arttırılması konusuna otellerin kayıtsız kalacağını, bu konuda
hiç bir şey yapmayacağını düşünmek zaten gerçekçi olmaz. Çünkü giderek artan Mustafa Emirli
rekabet nedeniyle, turizm pastasın- Ülke Satış Müdürü
dan bırakın daha fazla pay almayı, el- Restaurant ve Yemek Firmaları
dekini muhafaza elde edebilmek bile Ecolab
güçleşti. Sürekli artan girdi maliyetleri
nedeniyle hizmet kalitesinden ödün vermeden karlılığı koruyabilmek için tasarruf ve kaynakların verimli kullanımı oteller için
artık bir mecburiyet haline geldi. Aksi taktirde, bazıları için bu
sektörde ayakta kalabilmek pek mümkün olamayacak gibi.
Birçok otel yöneticisi, nedendir pek bilinmez ama işe ilk olarak temizlik kimyasallarının tüketiminin azaltılmasından
başlar. Oysaki temizlik kimyasallarının tutarı, temizliği
oluşturan diğer maliyet kalemlerinin toplamı içinde sadece % 5’ini oluşturur. İşçilik, su, enerji, yıpranma, kırılma gibi indirekt maliyetler geri kalan %95’i maliyeti
oluşturmaktadır. Böyle bir maliyet yapısı içinde, temizlik kimyasallarında %10 tasarruf sağlansa bile elde edilecek maliyet düşüşü % 0,5 olacaktır. Hâlbuki geri kalan maliyet
kalemlerinden %10 tasarruf sağlanabilirse eğer elde edilecek toplam tasarruf oranı %9,5 olacaktır. Bu ise temizlik kimyasallarına
ödenen paranın neredeyse iki katı fazladır. Bu durumda yapılması
gereken en mantıklı şey, temizlik kimyasallarından tasarruf etmek
yerine, temizlikte kullanılan diğer maliyet kalemlerinden tasarrufa
odaklanmaktır. Çünkü temizlik kimyasallarından gereksiz yere yapılacak bir tasarrufun sonucunda otelin hijyen kalitesi olumsuz etki-
Bütün bunların ışığı altında, temizlik kimyasallarından tasarruf etmeden, temizliğin diğer maliyet kalemlerine
odaklanarak, çok daha büyük oranlarda tasarruf nasıl
sağlanabilir? Böyle bir tasarruf çalışması sonucunda deterjana ödenen paradan daha fazla oranda tasarruf elde
edebilmek mümkün mü? Elbette mümkün. Yapılması gereken tek şey otelin tüm birimlerinde “one pass, excellent
result”, yani “tek seferde mükemmel sonuçlar” elde edebilecek sistemi kurabilmektir. Daha açık bir ifade ile yeniden yıkama (rewash) maliyetlerini ortadan kaldıracak
veya bunu en düşük seviye çekebilecek sistemi kurmaktır.
Sonuç olarak, en küçük bir hijyen riski yaratmadan, temizlik operasyonunun verimliliğini arttırmak buna karşılık
maliyetleri aşağıya çekebilmek için otel yöneticilerinin
yapması gereken ilk ve en doğru şey işletmede kullanılan “leke sökücü” ürünlerinin tüketimine bakması olacaktır. Leke sökücü ürünlerin tüketim miktarı, ana yıkama
ürünlerinin tüketim miktarının %10’nundan daha fazla bir
orandaysa eğer, bu durumun irdelenmesi ve nedenlerinin tespit edilmesi gerekir. Çünkü “leke”, yıkama işleminde bir şeylerin yanlış gittiğinin sinyallerini vermektedir
aslında. Bu sinyalleri göz ardı etmemek ve hiç vakit kaybetmeden üzerine gidip, çözümlerini üretmek gerekir.
Muhtemelen uygun olmayan bir temizlik ürününün kullanılması sonucunda bu lekeler oluşuyor olabilir. Ya da
ürün gerekli konsantrasyonda kullanılmamaktadır. Belki
de personel hatalı bir uygulama yaptığı için temizlik sonuçları kötü çıkıyor olabilir. Ya da temizlikte kullanılan cihazların uygun koşullarda çalışmaması nedeniyle bu
lekeler ortaya çıkıyor olabilir. Ya da bütün bunların dışında bir nedenden ötürü yıkama işlemi başarısız olmaktadır. Tek seferde mükemmel sonuçların elde
edilmemesine engel olan leke nedenleri ortadan kaldırılabilirse eğer, işletmenin katlanmak zorunda olduğu yeniden yıkama maliyetleri büyük oranda düşecek ve
sadece temizlik kimyasallarından değil aynı zamanda,
su, enerji ve işçilik maliyetlerinden önemli oranda tasarruf
sağlanacaktır. Elde edilen tasarruf tutarı, temizlik kimyasallarına ödenen tutardan çok daha fazla olacağı asla
unutulmamalıdır.■
Az ya da çok, ama hemen hemen her otelde yeniden yıkama (rewash) işlemi vardır. Ama bunun toplam yıkama
maliyetleri içindeki payı ise çoğunlukla bilinmez. Aslında
tek seferde yıkanarak temiz olması gereken materyal,
çeşitli nedenlerden ötürü iyi temizlenememesinden ötürü
yeniden yıkanmak durumunda kalmaktadır. Bu durumda,
materyali temiz hale getirebilmek için yapılan tüm temizlik faaliyetleri bir kez daha tekrar edilmektir. Yani, tekrar
deterjan tüketimi, tekrar su, tekrar enerji, tekrar işçilik maliyetlerine katlanmak demektir. Üstelik bu nedenle makineler daha fazla çalışarak daha fazla yıpranacak ve daha
sık bakım onarım maliyeti ortaya çıkaracaktır. Hatta iyi
temizlenemeyen materyal için özel ve pahalı leke sökücü
kimyasalların kullanılması bile söz konusu olacaktır. Leke
sökme de ayrıca su, işçilik ve enerji gerektiren maliyetler
olup, yeniden yıkama maliyetine ek olarak işletmenin
katlanmak zorunda kaldığı daha pahalı bir maliyettir.
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Bunun yanı sıra, malzemenin gereksiz yere fazladan sirkülasyon nedeniyle hasar görerek kullanılamaz duruma
gelmesi veya öngörülünden önce ekonomik ömrünü tüketmesi olasılığı da söz konusu olmaktadır.
11
Steward
lenebilir. Buna bağlı olarak, müşteri memnuniyetsizlikleri
ve hatta müşterilerin sağlığı olumsuz etkilenerek daha
çok daha ciddi sıkıntılar ortaya çıkabilir. Dimyata pirince
giderken evdeki bulgurdan olmak da işin sonunda.
STEWARD’IN ELBAŞLIK
KİTABI
Döküm (Grill)
Izgaraların Temizliği
kipmanların temizliği, korunması ve hijyenin oluşması gıda üretim alanlarının en
önemli kurallarından biridir. Her şeyden önce sağlıklı üretim olması için gereklidir.
1. UYGULAMA
1.1. Kullanılan Ekipmanlar
• Yağ sökücü
• Bulaşık deterjanı
• Spatula
• Bulaşık süngeri
• Tel fırça
• Temizlik bezi
Mehmet Ali ÖZTÜRK
• Eldiven (Uzun kol)
Holiday Inn İstanbul Airport
• Ağız maskesi ve gözlük
Steward Şefi
1.2. Temizlik
1.2.1. Düz Döküm Izgara
•Izgara, dokunulacak kadar soğur soğumaz, kolay çıkartılan artıkları spatula ile kazıyarak çöpe at.
•Izgara yüzeyi 40-50 derece sıcaklıkta iken, yağ çözücüyü yüzeye püskürt.
•Kısa bir süre sonra ızgaranın kenarlarını ve köşelerini bulaşık süngeri ile ovarak temizle.
•Gevşeyen yağları spatula ile kazıyarak çıkart.
•Sabunlu su, sünger ve bulaşık teli ile ovarak temizle.
•Bol su ile durula, kuru temizlik bezi ile kurula ve limon suyu ile parlat.
•Izgaranın alt kısmındaki pis su haznesini çıkart, suyunu dök ve temizliğini yaptıktan sonra yerine tak.
1.2.2. Oluklu Izgara
•Izgarayı 50 dereceye kadar ısıt, sonra elektrik termostatını 0 konumuna getir ve kapat.
•Izgaranın yüzeyine yağ çözücüyü püskürt ve kısa bir süre bekle, daha sonra spatula ile kazıyarak ızgaranın
yüzeyindeki atıkları temizle.
•Bulaşık süngeri, bulaşık sabunu ve bulaşık teli ile ovarak temizliği yaptıktan sonra bol su ile iyice durula.
•Temizlik bezi ile kuruladıktan sonra limon suyu ile parlatma işlemi yap.
•Alt taraftaki pis su giderini çıkart, içindeki suyu boşalt temizliğini yap ve tekrar yerine tak.
1.2.3. Kömür Izgarası
•Izgara yanmadan önce dış yüzeyinin temizliğini yap .
•Dış yüzeyine spreyle super foam sıkarak bir süre bekle.
•Daha sonra, sabunlu su ve sünger ile temizliğini yap kuru bez ile kurula.
•Izgara yanmadan önce dış yüzeyinin temizliğini yap.
•Dış yüzeye spreyle yağ sökücü sıkarak bir süre bekle, daha sonra, sabunlu su ve sünger ile temizliğini yap
kuru bez ile kurula.
•Izgara yakıldıktan sonra, ateşin üzerine ızgara demirlerini ört ve demirlerin alevle temizlenmesini sağla.
•Tel ızgara fırçası ile demirleri ateş üzerinde 15-20 saniye fırçala.
•Daha sonra ızgara demirlerinin isini sıvı yağlı bir bez ile silerek kendi haline bırak.■
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
E
Steward
12
Şef Gibi Düşünmek
MUTFAK
Buyurun şef gibi düşünmeye
zbere yemek yapmaktan sıkılan, tariflere bağımlı kalmak istemeyen, "Bu kadar fazla yemek çeşidini nasıl öğrenirim" diye düşünüp o yüzden yemek yapmaktan korkanlarla mutfakta yaratıcı
olmanın ve iyi yemek yapmanın temelleri hakkında sohbet etmek istiyorum.
E
Size, "İyi bir mutfak şefi, kafasında bir yemek tasarlarken ne şekilde düşünür"
konusunu anlatmak istiyorum. Zira siz de iyi bir mutfak şefi gibi düşünebilirseniz, çok daha
başarılı ve yaratıcı tabaklar tasarlayabilirsiniz.
Rafet İNCE
Biz Saatli Maarif Takvimi kuşağıyız. Takvim yapraklarının arka sayfalarındaki “Çorba, etli Agaoğlu My City Hotel
kuru fasulye, pilav, üzüm hoşafı” türü günlük mönülerden ilham alarak mutfak becerilerini Exc Chef
geliştirmiş insanlarız. Her ne kadar yıllar içinde takvim mönüleri yerini gazetelerdeki
"Bugün ne pişirelim" köşelerine bırakmış olsa da, Türkiye'de yemek pişirme konusuna yaklaşım hiç değişmedi. Sonuçta, tarifler üzerine mutfak kültürü ve becerileri geliştiren insanlar haline geldik. Büyük ölçüde o yüzden de mutfağımıza yaratıcılık unsuru neredeyse hiç girmedi, giremedi.
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
İyi şefler hiçbir zaman tariflere dayanarak yemek pişirmez. İyi aşçılığın en önemli ve birinci kuralı, mutfak tekniklerini
çok iyi bilmektir. Fırında rosto etme, sote etme, buharda pişirme, 'blanşe' etme, kızartma, ızgara yapma, suda pişirme
tekniklerini iyi bilirseniz, ancak o zaman tarif bağımlılığından kurtulabilirsiniz. Tarif bağımlılığından kurtulmak ise yaratıcı şefliğin en birinci kuralıdır.
Steward
14
Örneğin kendi mutfağımızı ele alalım. Türkiye'de en yaygın kullanılan pişirme teknikleri şunlar: Etli-sulu pişirme,
zeytinyağlı soğuk yenen yemekleri pişirme, kızartma, börek yapma ve ızgara. Eğer bu beş temel teknik konusunda
beceri geliştirirseniz, onlarca değişik Türk yemeğini pişirebilirsiniz. Zira örneğin bizdeki et yemekleri genelde aynı
yöntemle yapılır: Önce soğanı ardından etleri ekleyip birlikte kavurur, daha sonra domates ve salçayla su ekleyip
kapağını kapatarak pişirmeye bırakırsınız. Bu teknik, soğanlı yahni yapacaksanız karışıma arpacık soğanları, kuru
fasulye yapacaksanız önceden yumuşatılıp haşlanmış kuru fasulye ya da nohutları, türlü yapacaksanız doğranmış
sebzeleri, bamya yapacaksanız ayıklanmış bamyaları eklemek suretiyle çeşitlenir.
Mevsiminde Tüketmek
Yani anlayacağınız, etli sulu yemek yapmanın tek bir ortak yöntemi vardır, geri kalan yemek çeşitleriyse bu teknik
üzerine çeşitlemelerdir. Keza zeytinyağlı yemek pişirmenin de ortak tek bir pişirme tekniği vardır. Bu teknik taze barbunya yemeği için de aynıdır, pırasa, enginar, bakla, bezelye, fasulye pilaki, patlıcan, kabak, yerelması, kereviz, börülce ve taze fasulye için de aynıdır. İyi bir aşçı olmak için asıl öğrenmeniz gereken en önemli şey, zeytinyağlı pişirme
tekniğinin bizatihi kendisidir. Bu inanılmaz kolay tekniği bilince de artık gönlünüz ne isterse zeytinyağlı olarak pişirebilirsiniz: Zeytinyağlı şeftali, zeytinyağlı ayva, zeytinyağlı mango, zeytinyağlı patates gibi. Yani, tarifi olmayan şeyleri
bile, tekniğe vakıf olarak pişirebilirsiniz.
Hangi Malzeme İyi Gider
Peki, diyelim bu hafta pazaryerinde taze bezelye bollaşmaya başladı ve bu malzeme üzerine bir yemek tasarlamaya karar verdiniz. Şimdi şunu sorabilirsiniz:
Sizce neden bezelye yemeğine en çok dereotu yakışır?
Çünkü aynı mevsimin ürünleridir de ondan. Bakla ve enginar neden birlikte iyi giderler? Çünkü zamanları ortaktır
da ondan. Neden baklaya dereotu çok yakışır? Aynı sebepten. Neden cacık ve taze nane çok uyumludur? Salatalık ve taze nane aynı sezona aittir de ondan.
Demek ki iyi bir şefin üçüncü temel kuralı budur: Hangi
malzemeler birlikte bol bulunuyorsa, en iyi onlar birlikte
gider. Ayrıca, ulusal kültürünüzde yıllardır birlikte yenilen
şeyler de birlikte çok iyi gider. Kendi kültürünüze danışmak da ulusal özellikli yeni tabaklar tasarlamak için en
etkili yoldur.
Pişirici Değil Yaratıcı
Tüm bunlardan sonra yaratıcı bir mutfak şefinin nasıl düşündüğünü şöyle özetleyebilirim. Şef, üzerinde kot pantolonu ve montu, en sevdiği markete gider ve önce taze
reyonunu baştan aşağıya dolaşır. Diyelim ki bahara girmek üzereyiz ve mevsimin ilk bezelyeleri çıkmış. "Acaba
taze bezelye ile ne yapsam?" diye düşünmeye koyulur.
"Fırında mı pişireyim, zeytinyağlı mı yapayım, buhara mı
tutayım ve yanında ne kullanayım?"
Şefimizin canı o gün güveçte bir yemek çekiyor olsun.
Süt kuzusuyla birlikte bezelye çok iyi gider diye düşünüp,
kasap reyonundan kuzu etini satın alır. Bu yemeğe taze
soğan ve dereotunun da çok iyi yakışacağını düşünece-
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Domates yaz sıcağıyla beraber güzelleşir. Bezelye ve
enginar baharda. Ayva sonbaharda. Şeftali yazın ortasında. İncir ağustos ve eylülde. Eğer mevsiminde yetiştirilmemiş malzemeyi kullanarak yemek yaparsanız,
lezzet tam istediğiniz gibi olamaz. Güney Fransa'nın ünlü
şeflerinden Roger Verge, 1960'larda bunu 'güneşin
mutfağı' deyimiyle çok güzel tanımlamıştı. Verge usta,
"Pazaryerinde o gün bol olan ne varsa, mönümü onun
üzerine inşa ederim" diyordu. Demek ki pazaryeri veya
süpermarketlerin taze sebze-meyve reyonlarını dolaşmak, o hafta en bol ve güzel bulunan tek bir veya birkaç
malzeme üzerine bir tabak inşa etmek yaratıcı şefliğin
çok önemli bir kuralı.
"Bezelyeyle birlikte ne iyi gider?". Tabiat ana bu sorunun
yanıtını da veriyor: Birlikte hangi malzemeler bol bulunuyorsa, en iyi onlar iyi gider.
15
Steward
İşte yaratıcı aşçılık ya da şeflik temelinde budur. İyi bir
şef genelde yaratacağı nihai ürünü düşünerek yola çıkmaz. Düşünme süreci şu şekilde çalışır. Öncelikle kullanmak isteyeceği bir veya iki temel malzemeye karar
verir. Buna karar vermek için ise tabiatın rehberliğine
başvurmak yeterlidir. Zira hangi malzemenin lezzetinin
en iyi olacağına tabiat zaten çoktan karar vermiştir. Mevsiminde ve bol olarak bulduğunuz her sebze ve meyve,
tabiatın en lezzetli kıldığı malzemelerdir. O nedenle, tıpkı
büyükannenizin yaptığı gibi, 'tabiat ana'nın yol göstericiliğine başvurmalısınız. İyi bir şef olmanın en önemli
ikinci kuralı da işte budur: Mevsiminde tüketmek.
ğinden, bu malzemeleri
de taze taze alır. Sonra
eve gelip bunları güveçte pişirme tekniğiyle
fırında hazırlar. Hazırlarken de mutlaka her
şeyin tazesini kullanır.
Örneğin karabiberi kendisi değirmenden çeker
ve zinhar toz karabiber
kullanmaz. Tuzun iri
deniz tuzu olmasına dikkat eder.
İyi bir şef olmak öncelikle ezberci davranmamayı gerektirir. Zira iyi
şefleri farklı kılan ve onları sürüden ayıran en
temel faktör, ne kadar
yaratıcı oldukları ve
kendi öz tasarımlarının
ne denli etkileyici olduğudur. Herkesin bildiği
tarifleri pişirenlere iyi 'pişirici' denir. Yaratıcı şeflik ise iyi pişirmenin çok
ötesinde meziyetler gerektirir. Ayrıca yaratıcı
şef olmak için restoranda çalışmaya da
gerek yok. Bu, yemek
pişirmeye meraklı herkesin ulaşmak istemesi
gereken bir olgunlaşma
düzeyidir.
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Chef de cuisine (Mutfak şefi) Mutfağın patronu, tüm yönetim
işlevini yerine getiren
kişi ('Şef dö küizin' okunur).
Steward
16
Sous-chef de cuisine
(Yardımcı mutfak şefi)
Şeften aldığı direktiflerle
mutfağı yöneten ve
şefin olmadığı zamanlarda şeflik yapan kişi
('Suğ-şef' okunur).
Chef de partie (Kıdemli şef) Belli bir istasyonun
(örneğin
soğuk yemekler) yönetiminden sorumlu kişi. Daha az önemli istasyonlarda çalışanlara demi-chef deniyor. ('Şef dö parti' ve 'dömi-şef'
okunuyorlar).
Cuisinier (Aşçı) Belli istasyonlarda bazı yemekleri hazırlayan kişilere bu isim veriliyor ('Küiziniye' okunur).
Commis (Kıdemsiz aşçı) Belli bir istasyonda, chef de
partie'ye rapor ederek çalışır. ('Komi' okunur).
Plongeur (Bulaşıkçı) Filmde Linguini karakterinin üstlendiği ilk rol. Patates soymak gibi ön hazırlık için de kullanılır ('plonjör' okunur)..■
Gastro Fest
FESTİVAL
İstanbul’un en lezzetli festivali Gastro İstanbul
hızla geldi geçti ama birçok yeni bilgi ve heyecan bıraktı.
-12 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen festival, Turyid
üyesi 45 mekânın festival alanında kurdukları mini restoranlar, Türk Mutfağı Derneği’nin çadırı ve şarap üreticilerine ayrılmış özel bölüm ve yeme içme alanlarıyla eşsiz
organizasyonun ana alanlarını oluşturuyordu. Konserler ve
dj performanslar da eklenince, sabah saatlerinde başlayan
ve geceye uzayan gerçek bir yeme içme ve eğlence festivali
ortaya çıktı.
Türk Mutfağı Derneği’nin Yemeğini Keşfet başlığı ile sunduğu
paneller ve söyleşiler sosyal medya paylaşımları ile tüm dünyaya duyuruldu. 60 Konuk gastronomi yazarının izlediği, Ebru Köktürk Koralı
hatta gözlerime inanamadığım Harold Mc Gee’nin katılımı; Gastronomi İstanbul A.Ş.
Hayal Kahvesi
Türk Mutfağı tanıtımı açısından çok sevindiriciydi.
İlk gün bizim standın telaşından ve aşırı heyecandan panelleri çok izleyemedim ama
2.inci gün İtalyan Mutfağının Başarısını anlatan tüm oturumları izledim. Çok ilginç bilgiler, farklı iletişim
stratejilerini aktardılar. Yerel ve doğal olmanın bazen denizden esen bir rüzgârın gıda üretiminde ne kadar
farklı izler bırakabileceğini ve İtalyanların aslında sadece bunu pazarlamayı başardığını anlattılar. Geleneğin sürdürülmesi, modern tekniklerin de geleneği yansıtabilmesine dikkat çektiler.
İtalyan devleti ve özel sektörün iş birliği ile
kurulan Alma La Scoula Internazionale di
Cucina Italiana’nın koruma ve tanıtıma olan
etkisini aktardılar bu da çok önemli bir konuydu. Bira Efsaneleri, Oğul Türkkan’ın sunumu çok başarılıydı ve özellikle köpük
konusunda çok faydalı bilgiler edindik. Mesela köpük, biranın ısınmasını önlüyor ve
temiz bardağın göstergesi.
Şef sunumlarından Bocuse D’or Türkiye birincisi Gürcan Gülmez,Avusturalya’dan
gelen Türk Şef Somer Sivrioğlu , Vedat Başaran ve Şemsa Denizer’in sunumlarını izledim. Heyecan vericiydi. Şemsa Hanımın
farklı enginar tariflerini hemen denedim.
9
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
rika şaraplar ile kendini gösterdi. Tüm şarap üreticileri son derece konuk sever davrandılar. Konuşmalar, kör tadımlar, sunumlar derken çok keyifli bir
kaç gün hızla geçti.
Sunset’in yuzulu sashimisi, Kırkpınar’ın köftesi, ciğeri, Da Mario’nun risosttsu, 29 Food bar’ın trüf
soslu patatesi, Hayalin hamburgeri, NumNum’ın
acılı kanadı, Frankie’nin limonatası derken ibre
şaştı. Hem çok ekonomik, hem de çok hızlı benzersiz yemekler tattık. Zeytinyağı üreticilerini, döküm
tavacıları tanıdık. Tahsin Öztiryakiler, tüm restoranların mutfağını kusursuz kurdu ve çok büyük bir konunun problemsiz çözülmesini sağladı. Ayrıca,
19
Steward
Aylin Öney Tan’ın Harold Mc Gee ve Kevin Revolinski’nin Yoğurt paneli, MSA’nın hazırladığı sunum
çok güzeldi. Kurut ve Denizli’nin yanık yoğurdu çok
güzeldi.
Bütün bu söyleşiler şeflerimiz ve çalışanlarımızla izlediğimiz çok değerli bilgileri bize kazandırdı. Çalışanlar ilk kez böyle bir platformda bir araya geldiler.
Birbirlerini tanıdılar, rakibinin ne pişirdiğine baktılar.
En önemli etkileşimlerden birinin buydu. Mutfaktan
çıkmayan, müşteri ve meslektaşı ile çok az direk
bağlantı kurabilen sektör çalışanları ilk kez bir araya
geldi.
Türk şarabının rönesansı, muazzam çeşitlilik ve ha-
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
başkanlığını yürüttüğü Türk Mutfağı Derneği,
festivalin entelektüel içeriğini oluşturdu. Burada MSA Sitare Baras, Osman Serim ve
Mehmet Gürs’ü unutmamak gerekir. Gerçekten çok ciddi bir içerik sağladılar ve festivali
uluslararası platforma taşıdılar.
Steward
20
Festivalin son günü hem Reyhanlı acısı, hem
de en yoğun saatte atılan biber gazı bombası
ile planlanandan hızlı oldu. Çarşı grubuna yönelik gelişen olaylardan, ne biberi bu, közlenen amma acıymış dedirten biber gazı,
insanları hızla festival alanından uzaklaştırdı.
Yabancı konuklar çok şaşırdı. Nasıl izah edeceğimizi bilemedik ama genel olarak çok başarılı bir festivali, İstanbul’a armağan ettik.
Bizim derneğimiz Turyid’in öncülüğünde, başkanımız Kaya Demirer ve Festival başkanı
Cem Mirap yönetiminde gerçekleşen bu harika festival çok yaşasın. Gelecek yıl İstanbul
Mutfağını hatırlatan çağrışımlar olsun. Geçmişin izleri, göçle gelenler, etnik mutfaklar
olsun. Tüm medeniyetlerin izlerini taşıyan İstanbul Mutfağı yaşasın ve hiç unutulmasın.■
SÖYLEŞİ
Tahsin ÖZTİRYAKİ:
“Masaüstü Ekipmanlarında
Sadeliğe Doğru
Bir Eğilim Var”
ndüstriyel mutfak sektöründe yarım yüzyılı aşkın süredir faaliyet gösteren, müşterilerinin beklentileri doğrultusunda endüstriyel mutfak teknolojileri konusundaki uzmanlığını 4500’ü aşkın ürün üzerinde yaptığı inovasyonlarla güçlendiren Öztiryakiler, turizm sektörünün en büyük çözüm ortaklarından biri olarak gösteriliyor.
Firmanın Yönetim Kurulu Murahhas Üyesi Sayın Tahsin Öztiryaki ile otel masa üstü ekipmanlarına ve sektöre yönelik
doyurucu bir sohbet gerçekleştirdik.
E
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Otellere masaüstü ekipmanları alanında kaç çeşit ürün veriyorsunuz? Otelciler daha çok hangi ürünleri tercih
ediyor?
Steward
22
Turizm sektörünün mutfak ve servis tarafındaki tüm ihtiyaçlarını karşılayabilecek ürün çeşitliliğine sahibiz. İthal ürünlerle beraber 10.000’i bulan zengin bir ürün gamımız var. Bilindiği üzere turizm en fazla ürün kullanılan hizmet sektörlerinden biridir; birçok birim bir araya geldiği için binlerle ifade edilen ürün kalemleri sıralanabilir. Üstelik günümüz
anlayışına göre oteller, yalnızca geceleme amacına yönelik tesisler değil, içinde yaşanılan ve günlük yaşamın hemen
hemen tüm gereksinimlerinin karşılanabildiği işletmelerdir. Bu sektörde gastronominin öneminin giderek artması ile
beraber hem turistlerin hem işletmelerin beklentileri artmıştır. Turistik işletmeler için anahtar teslim projelerden işletmenin F&B demirbaş ihtiyaçlarına kadar gerek yerli üretim gerekse ithal ettiğimiz ürünlerle binlerce çözüm üretebiliyoruz. Otel işletmelerinin masa üstü ekipman tedariki konusunda farklı beklentileri olabiliyor. Porselen, çatal-bıçak
ve cam grubunda özellikle yerli üretim tercih edenler yanında bir o kadar da tüm dünyada markasını ispatlamış ithal
ürünlerimizi talep eden işletmeler olduğunu görüyoruz.
5 yıldızlı veya 4 yıldızlı bir otelin masaüstü ekipmanlarının ortalama maliyeti nedir? Masaüstü ekipmanlarında maliyetleri düşürmek için farklı çalışmalar yapılıyor mu?
5 ve 4 yıldızlı oteller kapasite olarak beklentinin fazla olduğu turistik işletmelerdir biliyorsunuz. Mekan sayısı, pansiyon
türü gibi birtakım faktörler ekipman sayısını ve fiyatı çok geniş bir yelpazeye yayar. Böylesi esnek bir tabloda rakam
telaffuz etmek ise yanıltıcı olabilir. Turizm yatırımcısının marka ve fiyat algısı yukarıda olmasına rağmen, yarım asrı
aşkın tecrübemiz ve kalitemiz ile müşteri odaklı bir yaklaşım benimseyerek çözüm ortağı olmayı sürdürüyoruz; müşterilerimize gerçek ihtiyacı kadar adet hesaplaması yapıyor ve uzun ömürlü satış hedefliyoruz.
Sektördeki bu trendler neye göre ve kimler tarafından
belirleniyor?
Trendler oluşurken sadece ürünün estetiği değil ürünün
Otellerde masaüstü ekipmanları ne kadar sürede yenileniyor? Otelin diğer ekipmanlarının yenileme süreleriyle
karşılaştırıldığında nasıl bir fark var?
Turistik işletmelerde demirbaş olarak görülen tüm ekipmanlar içerisinde masa üstü ekipmanlar sanırım en fazla
kırılan ve zayi olan eşyalardır. Özellikle porselen ve cam
grubunda hızlı bir tüketim gözlemliyoruz. Otelciler bu durumu elbette daha doğru yorumlayacaklardır; malzemenin kalitesi, onu kullanan personelin ve müşterinin
nitelikleri işletmelerin yenilenme isteği dışındaki faktörlerdir ve bu faktörler değişimi zorunlu hale getirebilirler.
Çelik grubu ürünlerde ise herhangi bir kırılma söz konusu
olmadığı için kullanım ömrü yıllar boyu sürebilir. Otellerde
kullanılan mobilya, tekstil gibi diğer ekipmanlara gelince
bunlar masa üstü gereçleri kadar hızlı tüketilmeyen
ancak kullanımdan ve trendlerden etkilenen malzemelerdir.■
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Profesyonel işletmeler öncelikle kalitelerini yansıtacak
ürünleri tercih ediyorlar. Satış sonrasında sağlanan servis hizmeti, uzun ömürlülük ve fiyat daha sonraki kriterler
denebilir. Ancak fiyatı merkeze alan ve kaliteyi ikinci sıraya taşıyan işletmeler de olacaktır. Serbest piyasanın
koşulu bu. Müşteri nasıl bizim kalite ve fiyat dengemizi
biliyorsa turistler de o işletmelerin kıstas önceliğini görür
ve ona göre tercih yapar.
Turizm sektörü sürekli gelişiyor. Bu anlamda masaüstü
ekipmanlarında da değişiklik oluyordur. Son yıllarda masaüstü ekipmanlarında trend nedir?
Son dönemlerde turistik işletmelerin masa üstü ekipman
tercihlerinde sadeliğe doğru bir yönelim var. Porselen,
çatal-bıçak, kadeh, masa örtüsü, peçete gibi her ekipman birbiri içerisinde kombine olduğunda öncelikli göze
hitap eden sofralar tüketicinin ilgi odağı oluyor. Son yıllarda sade ve yalın hatlar ön planda tutuluyor; süslemeli,
özenli silverware kullanımına ilginin azaldığı bir dönemdeyiz. Fırınlanabilen porselen, yekpare cam kadehler,
modern tasarımlı çatal-bıçaklarda sıklıkla tercih edilen
ürünler arasında göze çarpıyor.
fonksiyonelliği, kalitesi ve müşteriye sunduğu ayrıcalıklar
da dikkate alınıyor. Gelişim ve yeniliğin karşısında doğal
süreç ‘değişim’ olarak ortaya çıkıyor. Bu bağlamda işletmeler sunumlarında son trendleri yakından takip ediyor.
Yabancı girişim veya yabancı ortaklı otel işletmeleri ile
zincir oteller niteliklilik konusunda net çizgilerle kıstaslarını belirliyor. Son trenler yakından izleniyor. Yerli yatırım
otel işletmelerinde ve yerli zincir otellerde ise bu kadar
yoğun bir takip olduğunu görmüyoruz.
23
Steward
Masa üstü ekipmanları tercihlerinde otelcilerin kıstasları nelerdir?
Kim Bu Sokaktaki Çocuklar!
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Steward
24
iz onları “Bilgisayar başından kalkmayan asosyal çocuklar” olarak bilirdik. Ayakkabılarını bile anneleri bağlardı, el bebek gül bebek büyümüşlerdi. Politika ile hiç işleri olmazdı. Onlar doğduğunda Michael
Jackson beyaz, Bülent Ersoy kadındı, Turgut Özal da yaşamıyordu.
B
Küçükken bilmiş bilmiş konuşmalarını “Şimdiki çocukların hepsi harika!”
diye tarif ettiğimiz çocuklar, büyüdükçe içlerine kapanmış, bilgisayarın ba- Beyhan SUNAL
şından kalkmaz olmuşlardı. Son zamanlarda cep telefonlarını ellerinden
düşürmeyen, otobüslerde kulaklıklarını takıp pencereden dışarı bakan, bırakın birine yer vermeyi uzattığınız parayı dolmuş şoförüne uzatacak kadar bile iletişim kuramadığınız çocuklardı onlar.
Anne babalarıyla aralarında, bilgisayar ve cep telefonlarının yarattığı teknoloji kullanımının yarattığı belirgin farklar vardı elbette ama büyükanneleri -büyükbabaları ile aralarında her açıdan bir uçurum oluşmuştu. Topluca çekilen fotoğraflarda sanki farklı ülkelerin hatta farklı dünyaların insanları bir araya gelmiş
gibi görünüyordu.
Haziran ayında yaşadıklarımız, yukarda yazdığımız bütün bu yargıları tersine çevirdi. Hem bu çocuklar için düşündüklerimizi yeniden gözden geçirmek zorunda kaldık hem de kuşaklar arasındaki farkın aslında o kadar da fazla olmadığını gördük.
Bu çocuklar bilgisayardan başlarını kaldırmıyorlardı evet ama bu onların asosyal ya da apolitik oldukları anlamına
gelmiyordu; o küçük cep telefonu ekranından koca bir Gezi direnişini örgütlediler. Önce arkadaşlarını davet ettiler,
sonra taleplerini sıraladılar. Saldırılar olunca güvenli yer bilgisi verdiler, Gezi’ye yerleşince ihtiyaç listeleri yayınladılar.
Bir sosyal hareket alanı olarak interneti her anlamda işlevsel kıldılar. Evi güvenli olan evine çağırdı, geçtiği sokak
güvenli olan anında sosyal çevresi ile paylaştı. İnternet sayesinde birbirini tanımayan ama birbiri ile dayanışan, ihtiyaçları için duyarlılık geliştiren, örgütlenen geniş bir aile oldular.
sadece hükümetin askeri müdahale ile devrilmesi değil,
tüm demokratik kesimlerin haksız gözaltı, uzun süren tutukluluk, hükümlülük koşullarında bile işkence ve kötü
muameleye maruz kalması anlamına gelir. Antidemokratik koşullarda tüm nefes alma alanlarının daralması, herkesin kendi kabuğunda yaşaması demektir darbe. Bu
yüzden de demokrasi mücadelesinden vaz geçmeyen
ama bu yüzden sürekli kötü muameleyle karşılaşma olasılığı olduğu için kaygılı kuşaklar yetişmiştir bu ülkede.
Postmodern darbeler dönemine doğanlar için ise böyle
bir kaygı hafızası yok neyse ki. Gezi parkını ziyaret edenler, bir saat sonra yapılacak basın toplantısına polisin
müdahale etme olasılığı varken çadırlarında uyuyan ya
da bilgisayarında arkadaşı ile yazışan Gezi parkı “sakinlerine” tanık oldular. Onlar bu konuda “fabrika ayarlarında” yaşıyorlar anlaşılan. O yüzden de tehlike beklentisi
ile yaşamak yerine, başlarına gelenle, o anda başa çıkmak bu kuşağın bir özelliği.
Şimdi ve Burada Kuşağı
Çocukken anne babanızdan bir şey istediğinizde duyduğumuz birkaç erteleme cümlesi vardı: ay başında maaş
alınca, paramız olunca, çarşıya çıkınca… Oysa şimdi
öyle değil. Tüketim toplumunun tüm olanakları mevcut;
kredi kartı var, her yer alış veriş merkezi, internetten bile
alışveriş yapılabiliyor. Dolayısıyla taleplerin ertelenmesi
çok kolay değil. İşte bu koşullarda yetişmiş bir kuşağa
ekonomi düzelince, demokrasi gelince gibi erteleme
cümleleri kurmak, devrim olunca o da olur gibi ikna yöntemleri ileri sürmek de kolay olmuyor. Hayat kısa neden
erteleyelim ki diyor karşınızdaki. Mümkünse neden olmasın ki diyor. Neden isteyemem ki, neden yapamıyorum ki? Neden soruları art arda sıralanıp gidiyor.
Kaygılı Hafıza ya da Fabrika Ayarları
“On yılda bir darbe” bu ülkenin toplumsal belleğinin
önemli bir kaygı sebebidir. Darbe/muhtıra aralıklarının
sıklığına bakılırsa daha 30’lu yaşlarına gelmeden ömrüne iki darbe bir muhtıra sıkıştırmış kuşaklar için kaygının da ötesinde bir ruh hali tanımı yapılabilir. Darbeler
Yukarıda yazılanlar Gezi kahramanlarını anlamaya çalışmak için küçük alıştırmalar. Ama bu bir süreç zaten.
Bugün yaptığınız yorum yarın değişebilir, bugün anlamaya çalıştığınız olgu yarın bambaşka şekillerde karşınıza çıkabilir, bugün atfettiğiniz anlam yarın sizi
şaşırtabilir. Tıpkı mizah gibi. Gezi’de kuşaklar arası aktarılabilen tek olgu’nun keskin mizah gücü olduğu aşikâr.
“Kahrolsun bağzı şeyler” diye başlayan ve her gün “yok
artık” dedirten bir mizah fışkırdı insanların yüreğinden,
beyninden. TOMA’lara, gaz fişeklerine tahammülü kolaylaştıran, ne sağcıyız ne solcu çapulcuyuz çapulcu sloganları ile herkesi birbirine yaklaştıran, futbol
taraftarlarının söylemini İslamcı söylem ve devrimci edebiyat ile harmanlayan, tüm bunların içindeki erkek egemen söylemin feministlerce ayıklandığı ve eşcinsellerin
de kendilerini ifade edebildikleri bir mizah gücü çıktı ortaya. Başbakan ile çapulcuyu, futbolcu ile sağcı solcuyu,
İslamcı ile eşcinseli, Kürtlerle feministleri eşitleyen, ortaklaştıran ve isterlerse aynı dayanışma bayrağı altında
toplayan bir mizah gücü.
Bu güç şimdilerde parklardaki forumlarda kendini geliştiriyor. Karşımıza ne olarak çıkacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz.■
25
Steward
Örgütlenen demişken, onların “örgütlenme” anlayışlarını
kimsenin çözemediğini de eklemek gerek. Zira onlar yapılacak işler üzerinden örgütlendiler. O “işler” de eski politik alışkanlıkları olanların anladığı gibi “Afiş asılacak,
toplantı yapılacak, miting, yürüyüş düzenlenecek” türünden işler değildi. Revir düzenlenecek, kitaplık kurulacak,
ihtiyaç listesi yaygınlaştırılacak, maske dağıtılacak… İşte
bu yüzden de “senin ideolojin ne?”, “Nasıl bir Türkiye istiyorsun?” gibi soruları sormadılar yanı başındakilere.
Birbirlerini eylem sırasında sınadılar; Müslümanlar
namaz kılarken solcular şemsiye tuttu, feminist kadınlar,
kadınlara hakaret içeren küfürleri alanlardan ve duvarlardan sildiler, futbol fanatikleri polis barikatlarında başörtülü kadınlara siper oldular. Böylece tüm deneyimlerin
gezi tenceresinde kaynadığı, birbirine lezzet kattığı, birbirini dönüştürdüğü bir eylemlilik yaşandı.
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Kuşaklar Arası Değişmeyen Tek Şey: Mizahın Gücü
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Steward
26
Dostlarımızla bir araya gelmek güzel.
Sektörümüzün temsilcileri ile Nar Lokantası'nda haziran ayı içinde bir araya geldik. Yaptığımız ve yapacağımız işleri paylaştık. Bizden isteklerini dinledik, bizim isteklerimizi anlattık. İçtiğimiz kahve , kırk
yıl hatırın güzel bir örneği olması dilekleri ile güçlendik, birden fazla olduk.
Mutluyuz.
Steward
27
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Steward
28
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
İtibar Dediğin…
YAŞAMA DAİR
ahmetli anneannem yeri gelince o duruma uygun özlü halk deyişlerini dile
getirmekte pek mahirdi. Geçenlerde, kendisinden duyup, hiç unutmadığım
sözlerden birini hatırladım: “Güvenme varlığına bir kivilim yeter, güvenme
sağlığına bir sivilce yeter”. Bu sözü “zorlukla kazanılan şeyler dikkat edilmezse
kolayca kaybedilebilir” diye yorumlamak mümkün.
R
Zor kazanılıp kolay kaybedilebilen şeylerin başında itibar geliyor belki de. Bu bir
kişinin itibari da olabilir, bir kurumun itibari da. İletişim mesleğinin yaygın tanımlarından birinin “itibar yönetimi” olması boşuna değil. Yıllar içeresinde bindir özen
ve güçlükle bina ettiğiniz itibariniz, karsınıza çıkan durumla nasıl baş edeceğinizi
bilmezseniz bir günde yerle bir olabilir. Özellikle de, günümüzün ultra hızda seyretmekte olan haberleşme ve bilgi paylaşımı dünyasında.
Gıda üretimi yapan, bu konuda dünyaca unlu markaları olan firmaların sıklıkla karNihat YILDIZ
şılaştığı durumlardandır. Günün birinde bir internet bloğunda veya basın haberinde
bir ürünleriyle ilgili öyle bir şey çıkar ki, zamanında önlemini alıp, karşı adımları at- [email protected]
madıkları takdirde, daha ne olduğunu anlamadan ürünleri “tu kaka” ediliverir. İsterse yüz yıllık geçmişi olan, dünyanın her yerinde yaygınlıkla kullanılan bir urun olsun, fark etmez. Zira insanlar
gerçeğin ya da geçmişin ne olduğundan ziyade sizin karşılaştığınız o müşkül durumda ne yaptığınızla, son kertede nasıl bir tepki verdiğinizle ilgilenirler, onu hatırlarlar.
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Bu tur durumlarla karşılaşılmasının başlıca nedenlerinden biri de, iletişim mesleğinin diğer bir yaygın tamimi olan “algı
yönetimi” olsa gerektir. Gerçek başka şeydir, algı başka. Irki kişinin ayni duruma ilişkin algıları tamamen farklı olabilir.
Siz karsınızdakinin alisini ve bunun nedenini doğru değerlendirmeyip “gerçek bu değil ki” noktasında takılır iseniz, tepkinizin zamanlaması ve niteliği de doğru olmayacaktır haliyle.
Steward
30
Bu durumu güzel anlatan örneklerden biri kopekten korkan, caddede bir kopek görünce yolunu değiştiren insanlardır.
Kopeğini gezdirmeye cimmiş bir kişi, kopeklerden korkan biriyle karşılaştığında hemen “korkmayın bir şey yapmaz”
der. Oysa karşıdaki kişi öyle ya da böyle köpekten, onun yakınında olmasından korkmaktadır; bunun o köpeğin ne
kadar zararlı ya da zararsız olduğuyla, yani “gerçekle” çok da fazla ilgisi yoktur. Onun algısı ya da köpeğin kendisinde
uyandırdığı his böyledir ve “korkmayın bir şey yapmaz“ diyerek bunu o anda değiştiremezsiniz. Yapmanız gereken,
köpeğinizi o kişiden belirgin bir şekilde uzaklaştırmak ve onun kendisini güvenli hissedecek şekilde geçmesine yardımcı
olmaktır.
Hepimizde kendimizin nasıl bir insan olduğuna dair genel de olsa bir kanaat vardır. Ancak, başkalarının bizim hakkımızdaki kanaati farklı olabiliri. Yani, bizim kendimize dair algımızla, başkalarının bize dair algısı örtüşmeyebilir. İste
kişi ya da kurum olarak itibarimizin aşınmaya başladığı durumlar da genellikle bu algı farklılıklarından kaynaklanır. Hakkımızda öyle ya da böyle olumsuz bir algı ortaya çıkmış ise, bu durum gerçeklikten uzak, tamamen hâksiz bir gerekçeye dayanıyor olsa dahi dikkate alınıp, üzerinde
düşünülmeyi ve uygun şekilde karşılık verilmeyi gerektirir. Ama bu, yukarıdaki kopekten
korkma örneğinde olduğu gibi “aslında öyle değil“ seklinde tepki vererek yapabileceğimiz
bir şey değil, yani karsımızdakine nasıl düşünmesi ya da hissetmesi gerektiğini, “gerçeğin aslında ne olduğunu” söylemek yerine, önce hoşumuza gitmese de o algının varlığını kabul etmek ve sonra da
nasıl oluştuğunu anlamaya çalışmak gerekir. Aksi takdirde hakkımızdaki olumsuz algının katlanarak
yayılacağı ve itibarimizin zedeleneceği aşikârdır..■
Steward
34
Müjde! 120 Yıl yaşayabilirsiniz!
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
GÜNLER GEÇERKEN
Parka dalan dozere karşı parkı korumak isteyen insanlar, polisle karşı karşıya gelmiş. Sonradan yetkililerin dediğine göre polis orantısız güç kullanmış.
Gözü çıkanlar, ölenler, yaralananlar. Haberleri dinledikçe babamla, oğlumun da sabah böyle
bir şey yaşamalarının rastlantılara bağlı olduğu düşüncesi zihnimi teslim alıyor.
gün babam ve oğlumla sözleştik: “Siz traş olduktan sonra sahilden yavaş yavaş yürüyün, öğlene doğru bana uğrayın size
yemek ısmarlayayım.” Aman saat 12’yi geçirmeyin; “Yarım saatte yemek yesek, yarım saatte de sizin istediğiniz kitaplara bakarız.”
dedim. Hayalimde tıkır tıkır işleyeceğini sandığım planım buydu. Hoş,
ne zaman plan yapsam çuvallarım. Ya trafik olur, ya kaza olur, ya yol
büyük bir zevat için kapanır. Gelin görün ki alışmış kudurmuştan beterdir derler. Ben yine modern ülkede yaşayan vatandaşlar gibi plan Taner GÜREL
yapmaya kalkarım. Öyle yaşamaya heveslenirim. Zamanını dakikası Sosyolog
dakikasına, verimli kullanan adam olmak isterim. İsterim de nasıl oluyorsa oluyor, planım daha ilk dakikasında batıyor. Yine aynı şey oldu planım battı, hem de ne batış.
Sanırım Alman şair Goethe’nin uyarısını bundan sonra dikkate alacağım. Şair; “Teori gridir dostum,
yeşil olan yaşamdır.” demiş. Felsefenin derinliğine dalmadan batan o planın trajik öyküsünü anlatacağım sizlere.
Babam, Recep Amca ve berber Nihat Amca, 30 yıldır her ayın son haftasının ilk günü iki elleri kanda
bile olsa Beşiktaş iskelesinde saat 9’da buluşurlar. Ortabahçe caddesinden içeri süzülerek önce
“Şifahane Meyve Suyu” dükkânına uğrarlar, portakal suyu nar suyu karışımı dopinglerini alıp, üç
beş adım atıp Gaziantepli Kafadaroğlu börekçisine girerler. Kıymalı böreklerini sardırıp, berber Nihat
Amca’nın dükkânına yollanırlar. Nihat Amca’nın dükkânında dünyada ne var ne yok masaya yatırıp
üzerine konuşurlar. Nihat Amca traş olma işinin biraz sıkıcı olduğunu bilen, bu nedenle müşteriyi
keyiflendirecek konuşmalar yapmak geleneğini sürdüren berberlerdendir. Ne yapar eder müşterinin
ilgilendiği bir konuyu bulur, ona hoş vakit geçirtir. Müşteriye hoş vakit geçirtmek için de dünyadan,
olan bitenden haberdar olmak gerekir. Bu üç muhterem aylık buluşmalarında aralarına kimseyi sokmazlar. Yalnız bu ay bir ayrıcalık yapıldı ve traş törenine bizim oğlan da çağrıldı. Bizim oğlan, yani
O
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
buluruz” dedi. Dünyadaki birçok bilim insanının ömrü
uzatma peşinde koşup bulamadıkları sırrı, benim iki gün
içinde bulup, kendilerine arz etmemi istedi. Şaka mı yapıyor, gerçek mi kestiremedim. Zamanında bir vesile ile
kulak kabarmıştım; sistem, insanoğlunun bu uzun yaşama isteğini çoktan bir sanayi kolu haline sokmuştu
bile. Vitaminler, besin takviyeleri, güzellik kremleri, estetik ameliyatlar, her an yeni bir şey ortalıkta.
İlkin bu üç muhterem insan her ay berber dükkânında
felsefe yapıyorlar, sonra da konuştuklarına inanıp bunu
gerçek sanıyorlar diye düşündüm. Bir yandan da ilgi mi
çekmedi değil hani. Bir insan 120 yaşına dek nasıl yaşayabilir acaba. Biz de bu bilgi kırıntılarından yararlanıp,
yedim içtim gönlüm hoş faldır foş diyerek idare edebilir
miyiz? Ne yalan söyleyeyim, içime bir kurt da düşmedi
değil. Yaş kırk beş, daha yetmiş beş yıl var. Yine de bir
uyarı yapmam gereği duydum; bakın babacığım öyle
doktor kontrolü olmadan, diyetisyen önerisi almadan
beslenme programı yapılmaz diye itiraz ettim ama dinleyen kim. “Sen araştır o kadar doktor tanıyorsun onlar
bilir bu işin sırrını” dedi. Yüzünde tuhaf bir gülümsemeyle bana baktı. Sanki işin dalgasında ama yahu bir
de bu Kafkas diyeti filan gerçekten 120 yıl adamı yaşatıyorsa, neden olmasın der gibiydi.
Uzun yaşam sırrını araştırmak üzere bir kitapçıya girdim. Ben diyeyim 40, siz deyin 50 tane diyet, zayıflama,
beslenme üzerine kitap yazılmış. Kitapların çoğunu
elden geçirerek, uzman doktorların kitaplarını almaya
35
Steward
Gökhan Nuri’nin saç traşını beğenmeyen babam onu,
Justin Bieber traşını en güzel Nihat Usta yapar diye birlikte gitmeye ikna etti. Babam Gökhan Nuri’ye; arkadaşları ile ilgili küçük bir açıklama yapma gereğini duydu.
“İhtiyarların konuşmalarından inşallah sıkılmazsın, biz
her ay bir konu saptar onu tartışırız. Bir önceki buluşmamızda Nihat Amcan makasını iki kez şaklatıp “Efenim şimdi şöyle oluyor” diye söze başlayıp, insan 120
yıl yaşayabilirmiş diye bizi bilgilendirdi. Biz de dedik ki,
biz yaşadığımız bu ilk 60 yıldan bir şey anlamadık, bari
şu ikinci dönemi güzel yaşayalım. Enflasyondu, terördü,
darbeydi, depremdi, savaştı hep bizim başımız geldi.
Bari son demlerimizi keyfimizce yaşayalım.”
Anlaşılan babamlar o küçücük dükkânda konuştuklarına inanıp, yaşamlarının böyle akacağını sanmaya
başlamışlar. Böyle düşünmek onlara iyi mi geliyor
acaba!!! İçimden geçen soruyu gözümden yakalamasın
diye soruverdim. Peki, nasıl olacak bu ikinci 60 yıl
dedim. Dünyada 7 milyar insan var, bu 7 milyar insandan kaç kişisi 100’lu yaşları görebiliyor, biliyor musunuz? Onların çoğu da Kafkaslarda dağlarda yaşıyor.
Daha sözümü bitirmeden babam, uzun ayrıntıya gerek
yok der gibi söze daldı. “Tamam, işte biz de onlar gibi
yaşayacağız” dedi. “Sen de bize Kafkas beslenme ve
yaşama biçimini araştıracaksın.” Babam bir süre bakışlarını yüzümde dolaştırdıktan sonra, “Ne o gözüne ışık
tutulmuş tavşan gibi bakıyorsun” dedi. Kelin merhemi
olsa diyecek oldum. “Sen merhemi bul, biz sürecek yeri
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Steward
36
karar verdim. Yoksa uzun yaşatan gıdalar gibi, uzun yaşatan diyet kitapları da bir sanayi kolu olmuş. Konuya
ilginiz biraz artınca; daha önce gözünüze çarpmayan,
dikkatinizden kaçmış birçok şeyi şaşırarak izliyorsunuz.
Mankenler, yaşam koçları da boş durmamış diyet önermiş. Gazetelerde mevsimine göre diyet önerileri sayfa
sayfa. TV ekranlarında sabahlara dek süren tartışmalar.
Her kanalda ayrı bir uzman, beslenme gibi temel bir konuda ortalık nasıl bu kadar denetimsiz kalabilmiş anlamak mümkün değil. İşte size onlardan bir örnek; Vişne
suyu diyeti. “Sabah vişne suyunun içine taze sıkılmış
patates suyu eklenecek, yavaş yavaş içilecek.” diye
başlıyor. Kimi bildiğiniz çimen suyu öneriyor, kimi adını
yeni duyduğumuz meyvelerle detoks. Of ki of, madem
herkes bir diyet öneriyor; benim neyim eksik. Madem ilgili bakanlıklar; bir dakika bu konuda yeterliliği olmayan
insanların önerilerini dikkate almayın demiyor, atış serbest.
Başladım yazmaya. “Kaliteli protein yenecek. Önerileriniz emir kipinde yazmalısınız ki; muhatabınız sizi, üs-
tünlüğünüzü kabul ederek başlasın
okumaya. İki; meralarda otlayan
mutlu büyük baş hayvanların, koyunların, kuzuların etleri yenecek. Gezen
tavuk eti ve yumurtası yenecek. Denizde yüzen balık yenecek. Bu büyük
başların sütünden yapılan yağ, peynir, yoğurt tüketilecek. Türklerin milli
içkisi kefir içilecek. Erken ürün, soğuk
sıkım zeytinyağı kullanılacak. Asla
ekmek yemek yok. Biz alıştık ekmeksiz doymayız derseniz; tam buğday
unundan yapılmış ekmek yenecek.
Beyaz undan yapılmış ekmekte 24 civarında katkı maddesi bulunmaktaymış, bir anlamda zehirleniyoruz
demektir, yemeyin. Meyve yerken
suyu bol olan kavun ve karpuz gibi
meyvelerden kaçınacaksınız. Bunlar
karaciğer yağlanmasına neden olurlar yani karaciğere alkolün yaptığı etkiyi yaparlar. İnşallah yakın zamanda
kavun karpuz da yasaklanır. Şu meşrubat, gazoz, bisküvi, gofret, gibi şeylerden uzak duracaksınız, illaki
ağzımız tatlansın diyorsanız; siyah çikolata yenebilir. Günde 20 dakika
kendi temponuzda yürüyüş yapacaksınız. Öyle dakikada 140 adım atacağım diye sürat yapıp, eklemleri
bozmayacaksınız. Günde 2 lt su içeceksiniz. Pirinç yok, makarna yok. Etleri haşlama ya da fırında
pişireceksiniz. Kızartma yok. Yumurta
kayısı kıvamında olacak, yağda yumurta yiyebilirsiniz. İyice yoğrulmuş
çiğ köfte yiyebilirsiniz. Pastırma yiyebilirsiniz. Fındık, fıstık yiyebilirsiniz. Sabah güçlü bir
kahvaltı yapılacak. Kan şekerini aniden yükselten bal,
reçel, şekerli maddelerden kaçınılacak. 20-30 zeytin yiyebilirsiniz. 30 zeytini hazmetmek için vücut 5 km yürümüş kadar enerji harcarmış. Akşam sekizden sonra
buzdolabını çevresine yanaşmayacaksınız. Kafkasya’da öyle 120 yıl yaşayan insan varsa; onlar dağda bayırda gezermiş, siz de dağda bayırda gezeceksiniz.
Koyunlar, kuzular, inekler ot yiyerek yağ bağlarlar,
demek ki neymiş: sebze meyve yerken dikkat edilecek.
“Biz hep sebze yiyoruz neden kilo alıyoruz” diye şikâyet
edilmeyecek. Çünkü meyve ve sebzelerde meyve şekeri dediğimiz bir şeker türü var ve tehlikeli olduğu söyleniyor. Örneğin mısır şurubu ile yapılan meşrubat,
gazoz, kek, pasta, dondurma, şeker türleri, bisküvi,
lokum sucukları gibi şeylerden uzak durulacak. Mısır
çarşısına gidilince, şekerleme dükkânlarına sırt çevrilecek. Ya da meyve kuruları alınıp yenilecek. Uzun çalışmalardan sonra 120 yaş bildirgemi bitirdim. Fakat kritik
bir soru kafamı kurcalamaya başladı; diyelim dişimizi
sıktık nefsimize hâkim olduk, o canım tatlılardan vaz-
geçtik. Peki, ama yememize izin verilenleri nasıl,
hangi para ile temin edebileceğiz. Ben bunları
onlara nasıl anlatırım! “Yahu sizin emekli maaşları ile bu tür beslenmeye imkân yok.” derim. Ortaya çıkan sonuç parası az olanın, sağlıklı denen
beslenme biçimi ile yaşamını sürdürmesi zor.
Babamın bana görev verdiği gün geldi çattı.
Babam o sabah bize uğradı. Gökhan Nuri ile iskeleye doğru yola çıktılar. Arkalarından yetişip,
120 yıl yaşam projesi adını verdiğim listeyi ona
verdim. Okurken kaşını kaldırdı, gözünü kıstı,
vay benim belalı başım dedi. Başını salladı düşünceli düşünceli listeyi katlayıp cebine koydu.
“Unutmayın saat 12’de Yeşilçam sokağının köşesinde buluşacağız” Dedim. Gelin görün ki buluşamadık. Bakın neden!
İlkin babam anlattı, ‘Biz iskelede tam saatinde
buluştuk. Ortabahçe caddesine doğru yürümeye
başladık. Onlar nar portakal karışımını yaptırırken, ben börekçiye gittim. Biraz sonra Justin Nuri
geldi; “Dede Nihat Amcayla Recep Amca, hava
güzel, bugün iskelenin yanındaki parkta oturalım
diyorlar.” diye haber getirdi. Börekleri aldım, birlikte parka doğru yürümeye başladık. İlerdeki kalabalığı görünce; sabahın o saatinde ne maçı var
ki bu çocuklar toplanmış dedik birbirimize. Recep
“Okullar bitiyor ya, eğlenceye filan giderler bunlar.” dedi. Az ötede polisler vardı her zaman ki
gibi. Biz senin verdiğin reçete üzerine gevezelik
ediyorduk. Yavaş yavaşta kalabalığa yaklaşıyorduk. Aralarından geçip sahile inecektik. Kardeşim birden bire bir uğultu, bir patırtı kalabalık
üzerimize doğru koşmaz mı? Duvarın dibine sıkıştık kaldık. Biz dört şaşkaloz, ne yapacağımızı
şaşırdık, elimizdekiler yerlere saçıldı. Birden polisle karşı karşıya kaldık. Yavrum biz vatandaşız
dedim. Yani yolumuza gidiyoruz. Fakat çocuk
gazı bastı üzerimize sinek avlar gibi. Nihat yıkıldı
duvar dibine astımı var, nefes alamıyor, gözleri
büyüdü. Recep tökezledi düştü. Oğlanın eline
yapıştım ama ne çare. Yahu ne yapacağız şimdi
diye kendi kendime konuşurken, elimiz, yüzümüz, gözümüz ateş içinde yanıyordu. Çocuğa
bir şey olacak kaygısı anasına babasına ne
derim endişesinde tansiyonum çıktı, kulağım
zonklamaya başladı. İşe bak dedim kendi kendime, biz 120 yaşın sırrını ararken, az daha
yolun yarısında öte dünyaya göçüyorduk. O
kadar hızlı oldu ki her şey, ne olduğumuzu anlayamadık. Hani o güreşe çıkan ilk saniyede kündeyi yiyip tuş olan güreşçiler var ya, büyük
umutları mindere kalmışlar, onlar gibi kaldık kaldırımın üstünde. Bir genç kız eczaneden geldi
su verdi yüzümüz yıkadık.
Recep Amca anlatıyor.
Yahu biliyorsunuz bir süredir kulağım ağır işitmeye
başladı. Ben Nihat’ı dinlemek için iyice yanına so-
kulmuştum. Ne bu kalabalık dedim. Çarşı dedi, başkanlık
seçimi var ya, onun için destek yürüyüşü yapıyorlar herhalde dedi. Birden ne olduysa oldu baktım, çocuklar üzerimize geliyorlar, bize çarpa çarpa geriye kaçışıyorlar.
Kovboy filmlerinde olur ya, sığırlar arasında kalır ezilirsin.
Öyle bir şey. Ulan bir şey olacak dememe kalmadı, kafamın üzerinde bir cop vızıldadı hemen çömeldim. Bunlar
hareketli şeylerin üstüne koşarlar dedim kendi kendime.
Nihat’ı çekiştirdim çömelsin diye fakat maskeli bir adam
bizim torunun saylonlu dediği bir oyuncağı var onun gibi
bir adam, süne zararlısına ilaç sıkar gibi iş halletti. Mecalsiz kaldım orada. Baban bağırıp duruyordu, “Çocuğum,
biz vatandaşız ne sıkıyorsun üstümüze?”. Gazcı dinlemiyor bile, hareketli gördüğü herkese sıkıyor. Yani bu güne
dek karşılaşmamıştım böyle bir şeyle. Ne oluyor kardeşim
derdiniz ne, bile diyemedim korkumdan.
Nihat Amca anlatıyor,
Nerden aklıma estiyse sahilde bir banka oturur, deniz
seyrederek hem yer, hem konuşuruz dedim. Sana ne kardeşim git berber dükkânına, otur, tıraşını yap. Telef olduk.
Nefes alamadım yerde süründüm. Bu nasıl öfkedir birader. Yahu yoldan geçen adamız. Kırk yılın başında bir
keyif çatacaktık.
Oğlum Gökhan Nuri anlatıyor,
Dedeme, arkadaşların keyifli adamlarmış ha diyordum. O
da bana daha dur asıl keyif tıraş başladığında ortaya çıkacak diyordu. Sonunda dedem bugün beni niye çağırdıklarını söyledi. “Biz dedi internet kullanmayı öğrenmek
istiyoruz. Sen bize beş dakikada öğretirsin dimi?” dedi.
Ne için kullanacaksınız dedim, “Gazete okuyacağız, Nihat
öğrenmek istediği konuları internetten bulacak. Adam gizli
filozof” kolay dedim. Ben caddenin başında kalabalığın
bir anda dağıldığını gördüm, “Dede üzerimize doğru koşuyorlar” dedim fakat dedemler hemen toparlanamadılar.
Gaz sıkan adam önüne gelene foşşş diye sıkıyordu.
Robot gibiydi. Bize de sıktı. Börekler meyve suları yerlere
döküldü. Bizim tıraş yattı. Gözlerimiz yandı, dedem bana
sarılmasa; az daha kafama cop geliyordu.
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Bir de beni dinleyin.
Steward
38
Büronun salonundan çığlıklar yükseldi. Koşturdum. Gazete almaya gönderdiğim ofis boyun gözleri kızarmış,
nefes alamıyor, koşmaktan boynundaki damarının zonkladığını görüyorduk. Ne oldu dedim. Gösteri var dedi.
Yahu her gün gösteri var burada, sana ne oldu. Koşan
herkese gaz sıkıyorlar dedi. Nerde oluyor bunlar dedim.
Parkta, bir şey yıkılıyormuş, onun için dedi. İçime bir acı
çöktü saat 11.30. Eyvah ben onlara Maçka üzerinden
gelin, vadiden geçip, gezi parkına dalın, daha kestirme
dedim. Nabzımın hızlandığı hissettim. El kadar çocukla,
yaşlı başlı adamı gösterinin ortasına düşürmüştüm. Dışarıdan gelenler ne olduğunu kavramış değil. Haber kanallarını açın dedim. TV’nin başına çöktük. Birinde
penguenlerin yaşamı vardı. İçime su serpildi. Herhangi
bir şey olsa gösterirlerdi. Telefonla aramaya çalışıyorum.
Meşgul çıkıyor. Siren sesleri ortalığı inletiyor. Çıkıp arasam mı diyorum. O anda telefonum çalıyor. Arayan
hanım, açsam bir dert açmasam bir dert. Çaresiz açıyo-
rum telefonu. Endişeli doğrudan soruyor; “Geldiler mi?”
Telaşlanma daha gelmelerine vakit var diyorum yutkunarak. Ama hanım devam ediyor, “ sizin oralarda karışıklık
varmış, haberlerde bir şeyler var” diyor. Ben sektirmeden
“duymadık diyorum” bir yandan da saatime bakıyorum.
Saat 12.00 gelen giden yok. Bin bir düşünce geçiyor kafamdan. Saat 13.00 hala ses yok bizimkilerden. Titrediğimi hissediyorum; başlarına bir şey geldi mutlaka
diyorum. Zaman geçmiyor. Saat 14.00’de babam arıyor,
“Yahu sizin oralarda olay varmış” diye söze başlıyor. Lafın
sonunu dinlemeden, tamam tamam siz hemen eve
dönün, buraları biraz karışık diyorum. “Bizde öyle yapıyoruz zaten, başka zaman artık” diyor. Sesinin tonundan,
120 yıl yaşamaktan vaz caymış bir tını vardı sanki.
Fırsatını bulup iş yerinden ayrılıp eve doğru gitmek istiyorum. Eve gitmem tam bir macera. Anadolu yakasına
gitmek için önce Eminönü’ne gitmek gerekiyor. Havada
tuhaf bir gerginlik var. İyi ki işten erken çıkmışım diyorum.
Biraz daha geç kalsam, eve dönemezmişim. İstanbul trafiği klasiğini bir daha yaşayarak, üç vasıta ile eve dönebiliyorum.
Kapı açılınca bir dehşetle karşı karşıyayım. Eşimin ağlamaktan gözleri şişmiş. Babam suçlu bir çocuk gibi köşeye
büzüşmüş, bakışlarında çocuğu tehlikeye attım korkusu
var. Oğlumun gözleri kan çanağı kırpıştıra kırpıştıra bakıyor. Ağzımı açıp bir şey söylemek istiyorum, sözcükler
ağzımdan çıkmıyorum. Ne olduğunu TV’den öğreniyoruz.
Parka dalan dozere karşı parkı korumak isteyen insanlar,
polisle karşı karşıya gelmiş. Sonradan yetkililerin dediğine
göre polis orantısız güç kullanılmış. Gözü çıkanlar, ölenler, yaralananlar. Haberleri dinledikçe babamla, oğlumun
da sabah böyle bir şey yaşamalarının rastlantılara bağlı
olduğu düşüncesi zihnimi teslim alıyor. İlkin oğlum ve babama bir şey olmaması biraz rahatlatıyor beni. Sonra
kendimi bencil buluyorum. Çocuklarını yitirmiş, çocukları
yaralanmış anne babalarının çaresizliği içimi buruyor. Sabaha dek uyuyamıyorum. İki de bir ya oğlum, ya da babama sabah bir şey olsaydı, evimize ateş düşseydi
kaygısını yaşıyorum. Uyku tutmuyor. Yataktan kalkıp
TV’nin karşısına geçiyorum. TV kanalları maç anlatır gibi
anlatıyorlar olayları. Bir ara bir kanalda genç bir adamın
konuşmasına takılıyorum. Öfkeli, tehditkâr, bağırıyor; biz
biliyoruz ki: bu olayların arkasına bize karşı olan Alman
ve İngiliz var diyor. Bizim büyük devlet olmamızı istemiyorlar. Sakal bıraktığından dolayı tanıyamadığım adamın
Yiğit Bulut olduğunu anlıyorum. Yahu biliyordun da efkârı
umumiye niye söylemedin, diye mırıldanıyorum. Sonraki
günler dikkatimi çekiyor, eyvah ABD Dışişleri ilişkiler tarihinde, ilk kez böyle bir mesaj trafiği yaşanmış. Adamlar
mesajı otomatiğe almış, sürekli mesaj çekmekteler. Vay
başımıza gelene bakın, biz 120 yıl yaşamaya çalışırken,
hayatımıza göz dikmişler haberimiz yokmuş. Eyvah ki
eyvah, yine bize esmer günler düşecek. Goethe’yi şimdi
iyice anlıyorum. İstediğiniz kadar ayrıntılı bir tasarı yapın,
yaşam bildiğini okuyor. Sizin tasarınızdaki aktörler, sizin
istediğiniz gibi düşünüyor. Hiçbir şeye itirazları yok. Fakat
yaşamdaki aktörlerin, sizden bağımsız istekleri var. Hadi
hayırlısı.■
Dernek Başkanımız, Moda Deniz
Kulübü’nü Ziyaret Etti
aylaştıkça çoğalan tek hazine bilgidir... Ben bu ziyaretinizi Tüyib-Der'in bir başarısı olduğuna inanıyorum. İşletmeler arası bir köprü kuruluyor, insanlar bilgi alış verişinde bulunuyor... Bir yazımda Tüyib-Der'in sektörümüze kazandırdığı değerler açık bir şekilde ortada demiştim ve dernek yöneticilerimizi tebrik etmiştim... Bir
kez daha sizleri yürekten kutlar, Tüyib-Der'in bir üyesi olmaktan gurur duyduğumu bir kez daha söylemek isterim...■
P
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Saygılarımla...
Steward
40
Ercüment Tuncer / Moda Deniz Kulübü
Şıracının Şahidi Bozacı...
İÇECEK KÜLTÜRÜ
rtık ramazan ayına
giriyoruz...
Osmanlı mutfak kültürünün iki önemli içeceği
“boza” ve “şıra”. Bu iki
içecek mevsimine göre
ramazan sofralarında da
daima yer bulmuş.... Aslında bu kültürünün Osmanlı’dan çok daha
eskilere uzandığını da biliyoruz. Ancak, Osmanlı
Saray mutfağında kuşkusuz rafine olup, lezzet kazanmışlar...
A
Prof. Dr. R. Ertan ANLI
Bozanın ilk ortaya çıkışı
bundan 8-9 bin yıl öncesi,
Mezopotamya’ya kadar
uzanıyor. Mısırlılar, bugünkü bozanın ve biranın
atası olarak kabul edebileceğimiz
“Boozah”
adında tahıl kökenli bir
içecek üretiyorlar... Sonrasında Akdenizli tüccarlar bozayı doğuya Asya
içlerine, Çin, Volga, Hazer
kıyıları, İran ve Afganistan’a taşıyorlar. Anadolu’daki “boza”ya ilişkin
kaynaklara baktığımızda
Yunanlı tarihçi Ksenephon İ.Ö. 401 yılında Doğu
Anadolu’da darı, arpa ve
buğday gibi hububatlar ile
boza yapıldığını belirtiyor.
Sonrasında Trakya ve civarında da yayılıyor. Selçuklular bozaya “bekni”
adını veriyorlar ve darı,
mısır, arpa, buğday ve pirinç gibi farklı hububatlarla
hazırlayıp
kil
testilerde saklıyorlar...
Şıra ise; tipik bir Türk içeceği... Dünyanın en zengin
meyve ağacı çeşitliliğine sahip Anadolu’nun halis ürünü...
Şıra, aslında işlem görmemiş, erken hasat üzüm suyu...
Burada, iki önemli nokta var : Birincisi şıra üretiminde kullanılan üzümlerin yeşilken, yani asitliği yüksekken toplanması... Aksi takdirde, yüksek şeker nedeniyle içinizi
bayar... İkincisi ise, hiçbir işlem görmeden, sadece doğal
olarak çöken tortunun alınmasından sonra sunulması...
Şıra aslında şarap gibi Hitit kültüründe yer alan bir içecek. İ.Ö. 1900’lerde Anadolu’ya gelip, Anadolu’nun o dönemki hâkimleri Hattileri kendi potalarında eriterek büyük
bir uygarlık yaratan Hititlerin, sofralarında şarap ve bira
gibi içkiler dışında farklı meyvelerin şıralarını da bulundurduklarını biliyoruz. Ancak, büyük olasılıkla Hititler, şırayı Anadolu’ya geldiklerinde Hattilerden öğrendiler...
Osmanlı’dan günümüze uzanan bir deyim var :”şıracının
şahidi bozacı”... Anlamı ise; “ne bu adama, ne de şahidine güvenilir”... “Bu adamın, şahitliği şu adama ilişkin
şahitliği olumlu bile olsa muteber değildir”... Bu söz nereden çıktı diye araştırdığınızda karşımıza ilginç bir
sonuç çıkıyor... Osmanlı bu sözü söylerken her iki meslek grubunun da “hileye”, ya da “şer” katmaya müsait olduğunu vurguluyor. Bu da şuradan geliyor: Biliyorsunuz,
şıra şarabın atası... Şırayı biraz sıcaklıkta bekletirseniz,
fermante olarak şaraba dönüşebilir. Bu durum boza için
de geçerli. Boza’da sıcakta fermente olarak, bira benzeri
bir hububat içkisi olabilir... İşte bu nedenle, Müslüman
halka yasak olan bu iki içki, yasak olmayan iki içkiden,
kısmen de olsa üretilebilir... Bu nedenle, Osmanlı sofrasından eksik etmediği bu iki içeceğin satıcısına temkinli
yaklaşmış... Doğrusu haksızda sayılmaz... İnsanoğlu gü-
düsel olarak, yasakları delmeye meraklı...
Osmanlı mutfağında boza ve şıra...
Osmanlı saray mutfağında boza daima yer bulmuştur...
Ancak, imparatorluğun güçlü olduğu 16. Yy’da bozaya
ilişkin mutfak kaynaklarının arttığı görülüyor... O dönem,
Tatar bozası adı altında, yukarıda da belirtildiği gibi yüksek alkollü bir içki üretiliyor... Hatta içine afyon katıldığı
bile söyleniyor. Bu durum, dönemin Padişahı, Kanuni’nin
oğlu II. Selim’e kadar götürülüyor... Kendisi de şarapsever bir Padişah olan II.Selim,, bu içkiyi yasaklıyor. Ancak,
bozaya hiçbir şekilde yasak gelmiyor. Sonrasında, bir
dönem IV. Murat döneminde alkolle birlikte bozaya da
yasak geliyor. Ancak, uzun sürmüyor. Çünkü, boza Saray
mutfağının vazgeçilmezi...
Evliya Çelebi’nin seyahatnamesine göre 17. Yy’da İstanbul’da 300 kadar boza evi var. Bursa’da ise 100 kadar...
Bu rakamlar bile verilen önemi anlatmaya yetiyor... Boza
günümüzde, keyifle leblebi ve tarçınla birlikte aldığımız
bir kış içeceği... Şıra ise; bir başka keyif... Osmanlı’da
şıra da boza gibi sokak satıcıları tarafından mahalle aralarında satılıyor. Ayrıca, Osmanlı’da Müslüman halka
şarap yasak olduğundan, sofrada farklı şıra tipleri zenginlemiş... O dönem şıraya, tarçın ve farklı baharatlar katılabiliyor. Hatta farklı meyve şıralarının karışımları da
hazırlanıyor. Karışık meyve kokteyli yeni bir buluş değil...
Bu işin tarihi Hitlilere kadar uzanıyor...
Sözün özü; ramazan sofralarınızda hala şıra bulma şansınız var... Ancak, aman kiloya dikkat. Ölçüyü de kaçırmamalı...
TANITIM
Ecolab’dan
Göze de Hitap Eden Yenilik:
Xense Çubuklu Oda Kokuları
rtamda kalıcı ve güzel kokular sağlayan,
konsantre parfüm içeren ürünleriyle
Xense markası çubuklu oda kokusu
portföyüyle ortamlara farklı bir kokulandırma seçeneği daha sunar.
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
O
Steward
44
Xense çubuklu oda kokuları kullanıldığı ortamın havasını tazeler ve temizlik algısını destekler. Odalarda, tuvaletlerde, ofislerde, genel alanlarda,
lobilerde vb. yerlerde kullanılabilen Xense çubuklu kokular renkli ve özel tasarım şişeleriyle göze de hitap
eder. 3 farklı koku seçeneği bulunan çubuklu oda kokuları doğal yağlar içermekte ve bu doğal yağlar aynı
zamanda iyileştirici ve rahatlatıcı etki de göstermektedir.
Şişenin içine yerleştirilen çubuklar özenle seçilmiş parfüm karışımını emerek kokunun ortama yayılmasını sağlar. Ortamın büyüklüğüne veya ortamda arzu edilen
koku yoğunluğuna bağlı olarak koku seviyesini şişedeki çubuk sayısını azaltarak veya arttırarak belirleyebilirsiniz.
• Xense Fresh – Portakal, misket limonu, greyfurt ve limon kabuğunun taze kokularıyla kendinizi
turunç bahçesinde hissetmenizi sağlar.
• Xense Aqua – Açılıştaki marin notların, gül ve
menekşenin narin çiçeksi akorları ile sarmalanan
orta notlarla buluştuğu koku, dip notlarda sizi karşılayan beyaz miskler ile bu mavi tonlardaki yolculuğu tamamlar.
• Xense Blue – Bergamot ile ışıltı katılmış, ferahlığı
marin notlar ile harmanlanıp Akdenizin eşsiz maviliği
üzerinde dans eden güneş ışıklarının pırıltılarını sunar.
TÜRKÜLER ve HİKÂYELERİ
Hekimoğlu
Türküsü
rdu dolaylarında yaşayan Hekimoğlu, yoksul bir ailenin çocuğudur. Üstelik yoksul bir anneden başka hiç kimsesi yok. Çevresinde dürüstlüğü, akıllılığı ve yiğitliğiyle tanınan bir gençtir.
O
Yörede egemenlik kurmuş bir Gürcü Beyi vardır. Bu Gürcü Beyi, Ayşa adında güzel Yılmaz Kutlu SEMİZ
ve narin bir kızla sözlüdür. Ne ki, bu kız Gürcü Beyini sevmemekte, Hekimoğlu’na Müzik Öğretmeni,
bağlanmıştır. Bu, dostlukla, arkadaşlıkla karışık bir sevgidir. Üstelik Hekimoğlu’yla gö- Besteci, Şair, Oyuncu
rüşmeye başlamıştır. İşte bey, iki gencin ilişkisinin bu noktaya vardığını duyar duymaz
Hekimoğlu’na düşman olur ve ona savaş açar. Hekimoğlu’yla teke tek görüşüp, hesaplaşmayı önerir; bir de yer belirtir. Hekimoğlu, gözü pek, mert bir gençtir. Aynalı mavzerini kuşanıp, tek başına
buluşma yerine gider. Gitmeye gider ama bey sözünde durmamış, adamlarıyla gelmiştir. Üstelik adamlarından
biri, buluşma yerine varır varmaz, sabırsızlanıp Hekimoğlu’nu yaylım ateşine tutar. Ötekiler de çevresini sararlar.
Hekimoğlu’yla beyin adamları arasında yaman bir çatışma olur. Hekimoğlu, çatışma sonunda çemberi yararak
kurtulur. Olaydan hemen sonra, Bolu da tek başına yaşayan anasının yanına gider. Anasına durumu anlatır ve
artık şehir yerin de duramayacağını bildirir. Anasıyla helalleşip, yanına Mehmet adlı iki amcaoğlunu alarak dağa
çıkar. Çıkış bu çıkış ve ölünceye kadar Hekimoğlu artık dağdadır.
Hekimoğlu’nun dağa çıkış nedenini ve biçimini bilen, duyan yöre köylüleri kendisine kucak açarlar. Onun mertliği,
yiğitliği ve doğru sözlülüğü köylüleri daha da etkiler ve her açıdan kendisine yardım ederler. Özellikle yoksul köylülerle dostluk kurar, zenginlerden aldıklarıyla onlara yardım eder.
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Hekimoğlu, artık Gürcü Beyinin korkulu düşü olmuştur. Bu yüzden bey,
Steward
46
kendisini sürekli jandarmaya şikâyet eder ve kesintisiz izletir. Hekimoğlu’nu ihbar etmeleri için çeşitli yörelerde
adamlar tutar. Fakat halk koruduğu için, Hekimoğlu’nu bir türlü ele geçiremezler. Hatta bir defasında, beyin adamlarından birinin ihbarı üzerine Hekimoğlu’nun kaldığı evi jandarmalar basıyorlar. Bütün çevre kuşatılmıştır. Evin
altında bir fırın vardır. Hekimoğlu fırıncının yardımıyla fırının ekmek pişirilen yerini arkadan delip kaçmayı başarır.
Hekimoğlu, kaçmaya kaçıyor ama beyin, iki amcaoğlunu öldürttüğünü haber alıyor ve doğru Çiftlice köyüne
iniyor. Gittiği ev muhtarın evidir. Bu Muhtar, Hekimoğlu’ndan yana görünüyor, oysa gerçekte beyin adamıdır ve
onunla işbirliği içindedir. Nitekim adamlarından biri aracılığıyla ihbarda bulunur ve Hekimoğlu jandarmalarca sarılır. Hekimoğlu, Muhtarın ‘puştluğu’ yüzünden kıstırılmıştır. Büyük bir çatışma çıkar taraflar arasında. Adeta namlular kurşun kusmaktadır. Özetle yaman cenk olur orada.
Olayın sonucuna ilişkin iki söylenti var halk arasında :
1-Hekimoğlu, çatışma sırasında. Çemberi yarıyorsa da, aldığı yaralar yüzünden fazla uzaklaşamadan ölüyor.
2 -Atına atlıyor, elini karın bölgesinden aldığı yaralara
basarak Ordu’ya
kadar geliyor ve burada ölüyor.
Hekimoğlu, tipik bir ‘erdemli başkaldırıcı’ örneğidir.
Haklı bir nedenle dağa çıkıyor. Mertliği, yiğitliği ve iyilikseverliğiyle halk arasında büyük ün yapıyor. Yoksulların dostu, onları ezen varsılların düşmanıdır.
Hekimoğlu
Hekimoğlu derler benim de aslıma
Aynalı martin yaptırdım narinim kendi nefsime
Konaklar yaptırdım döşetemedim.
Ünye de Fatsa bir oldu narinim baş edemedim
Konaklar yaptırdım mermer direkli
Hekimoğlu sorarsan narinim demir yürekli
Bahçe armut dibinde kaymak yedin mi
Hekimoğlu'nu görünce narinim budur dedin mi
Çiftlice Muhtarı puşttur, pezevenk
Hekimoğlu geliyor narinim uçkur çözerek
Hekimoğlu derler bir ufak uşak
Bir omzundan bir omzuna narinim yüz arma fişek
Bir başka hikâye ise şu şekildedir;
Hekimoğlu türküsü de aşkla başlayıp, kanla biten bir
türkünün öyküsüdür.
Hekimoğlu Fatsa’nın Yassıtaş Köyündendir. Dağa
çıktığında genelde Fatsa, Ünye, Ordu, Niksar, Reşadiye yörelerinde barınırmış. Bu nedenle bu yöre halkları Hekimoğlu öyküsüne ve türküsüne yabancı
değildirler.
Gelelim hikâyeye,
Hekimoğlu’nun asıl adı İbrahim’dir, yörede değirmencilik yapan bir ailedendir yıllarda seferberlik (I. Dünya
Savaşı) yılları öncesidir. Ülkede açlık ve yokluk vardır.
Osmanlı Rus Savaşı (1876-1877) nedeni ile Batum
yöresinden özellikle Orta Karadeniz sahillerine göçler
gelmiştir. Bunların büyük çoğunluğu Gürcü’dür.
Yöre halkı göçlere ‘Muhacir’ demektedir. Genelde
Gürcüler arasında Hıristiyan olduğu gibi, Müslümanlar da vardı. Batum’a gelen muhacirler arasında çok
varlıklı olanlar da bulunur. Hekimoğlu İbrahim, bun-
Hekimoğlu Samsun, Ünye, Fatsa,
Ordu
yörelerinde
TRT Müzik
Dairesi
Yayınlarından
uzun yıllar hüküm sürdürür. Mertliği, yardımseverliği
ve nişancılığı ile ün yapar, ‘aynalı martin’ denilen silahı ile attığını vuran kişi olarak tanınır. Bu olay bölgedeki Türk ve Gürcü köyleri arasında huzursuzluk
ve taraflaşmaya yol açar. Hekimoğlu bölgedeki Türk
köyleri tarafından korunur ve bu köyler Hekimoğlu’ na
yardımda bulunurlar. Hekimoğlu’ nu devlet güçleri de
takibe alır, ardına asker salarlar. Yapılan ‘Teslim ol’
çağrılarına Hekimoğlu olumlu bakmaz. Özellikle Gürcülere olan baskını artırır. Daha sonra 1913 yılında
kendi köyünde pusuya düşürülerek öldürülür. Naaş
Fatsa’ ya getirilerek halka gösterilir.
(O günlerden sonraki yıllara Gürcüler ile Türkler arasındaki sıkıntılar hızını pek kesmez. Hekimoğlu olayından bir süre sonra Ordu’nun Perşembe (Vona)
ilçesinden Soytarıoğlu da Gürcülerle olan bir anlaşmazlık sonucunda dağa çıkar ve çete kurar. Anlatıldığına göre Gürcüler Soytarıoğlu’nun karısını kaçırır.
Soytarı oğlu da bu nedenle çete kurar. Bu çete yöre
halkı üzerinde baskılı bir tutum izler, soygunlar ve talanlar yapar. İki kez de Reşadiye Kuyucak Köyüne
baskın düzenler. Ancak köy halkı tarafından püskürtülmüştür. Soytarıoğlu genelde Gürcü öldürmüş. Kişinin Gürcü olup olmadığını anlamak için eline fındık
alır o kişiye sorarmış: ‘Bu ne?’ diye, karşısındaki ‘Pinduk’ derse; hiç düşünmeden vururmuş. (Gürcüler fındığa ‘pinduk’ dermiş.)
Gördüğünüz gibi hikâyeler birden çok. Ancak her biri
başka güzeller. Hekimoğlu Türküsünün güzelliği de
ayrı tabii ki.
Sevgilerimle…■
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Bu yüzden Hekimoğlu’nun, adı ‘aynalı martin’ le özdeşleşmiştir.’
lardan bir Gürcü ağasının kapısına hizmetkâr olur.
Aradan geçen zaman içerisinde Gürcü ağasının kızı
‘Narin ile İbrahim’ arasında bir yakınlık kurulur ve bu
aşka dönüşür. İbrahim ile Narin arasındaki yaklaşma
duyulur. Gürcü ağası İbrahim’i ortadan kaldırma hazırlığına girişir. Onu bu konu ile ilgili bir toplantıya çağırır. İbrahim’ i öldürtme kararındadır. Bir şeylerin
olacağını hisseden İbrahim hazırlıklı gider, kendine
kurulan pusudan ağanın yakınlarından birini vurarak
kaçar ve dağa çıkar. İbrahim’in yakalanması için bölgedeki Gürcü beyleri büyük çaba gösterir. Hekimoğlu’nun köyüne baskılar yaparlar. Hekimoğlu’nun
yakınlarına işkencede bulunurlar. Buna tepki olarak
Hekimoğlu’nun yakınlarından bir grup daha Hekimoğlu’ na katılır ve çete böyle kurulur.
47
Steward
Hekimoğlu denince, hemen akla gelen bir özelliği de
‘aynalı martini’dir. Hekimoğlu Türküsünde geçen ve
kendisinin adıyla özdeşleşen ‘aynalı martin’in özelliği
şudur. Hekimoğlu, özel olarak yaptırdığı mavzerinin
üstüne bir ayna taktırıyor. Çatışmaya girdiğinde, bu
aynayı: düşmanının gözüne tutarak, gözünün kamaşmasına, dolayısıyla hedefini şaşırmasına yol açıyor.
ÇOCUK GÖZÜYLE
İlk Oyuncağım
en daha küçük bir çocukken ilk oyuncağımı almaya gittim.
Orada gözüme oyuncak bir at ilişti ve o atı almaya karar verdim. Atın başını aşağıya indirdiğimde kişneme sesi çıkartıyordu. Ayrıca; tarağı, elbisesi, su kabı, elması, eyeri ve örtüsü
vardı. Oyuncak atım, hayatım boyunca en çok sevdiğim oyuncağım oldu.
B
Daha sonra ben dört yaşlarındayken dedemin Adana'daki çiftliğinde bir tay dünyaya geldi. O tayı dedem bana hediye etti. O gün
ne kadar çok mutlu olduğumu hatırlıyorum. Sanki oyuncak atım
canlanmış ve benim en yakın dostum olmuştu. Dedem atın ismini
benim koymamı istemişti. Ben de ilk ve en çok sevdiğim çizgi film
kahramanı 'Spirit' in adını yeni tayıma vermeye karar vermiştim.
Spirit, vahşi masteng atı ve Kızılderili arkadaşının özgürlük hikâyesini anlatıyordu.
O günden sonra her gün çiftliğe gitmek için can atıyordum. Spiriti
çok özlüyor, her anımı onunla geçirmek istiyordum. Artık onun tüm
bakımıyla ben ilgileniyor ve her geçen gün ona daha çok bağlanıyorum.
Bir gün Spirit ile çiftliğin hemen dışındaki kırlarda dolaşmaya çıkmıştık. Ben yanıma büyük bir hevesle yeni kullanmaya başladığım
okumu da almıştım. Spirit ile kırlarda dolaşırken birden huzursuz
olduğunu ve şaha kalktığını gördüm. Yanına gittiğimde karşısında bir yılan olduğunu fark ettim. Biraz korkmuş biraz
da sevinmiştim. Nihayet okumu ilk defa kullanabilecektim. Okumu yılana doğru doğrulttum hedef aldım ve fırlattım,
yılan o esnada çoktan kaçmıştı. Spirit'i okşadım sakinleştirdim ve çiftliğe geri döndük. Başımıza gelen bu olayı dedeme anlattım. Dedem benimle gurur duyduğunu ve çok cesur bir çocuk olduğumu söyledi.
Bu olaydan bir kaç ay sonra dedemi kaybettik. Ancak ben onunla yaşadığım bu olayı hiç bir zaman unutmadım.
Şimdi Spirit' de bende kocaman olduk. Hala birbirimizi gördüğümüz an çok mutlu oluyoruz. Hayvanların özellikle atların çok derin duyguları olduğuna inanıyorum.
Mutluluk yaşadığımız o kısacık ve sevgi dolu anlarda saklıdır.■
Mehmet Ömer Akyol.
Tükenmişlik Üzerine Bir Yazı
SAYGILAR HÜRMETLER
MUTFAK
Yine o sıkıntılı sabahlardan birine uyanmıştı.
erkesin enerjisinden etkilendiği o adam gitmiş yerine yataktan dahi kalkamayan ve sürekli uyumak isteyen kendinin dahi tanıyamadığı bezgin
bir adam gelmişti.
H
Zeynep GÜR
Nasıl bir tükenmişlikti bu? Neler oluyordu bedenine ve ruhuna?
Enerjisi niçin kaybolmuş; bıkkın, umutsuz ve umursamaz bir hale dönüşmüştü?
Bu soruları uzatmak mümkün elbette. Ancak biz lafı daha fazla dolaştırmadan konumuza geçelim.
İş hayatındaki birçok insanı tutsak eden bu durum artık daha fazla dillendirilip söze gelmeye başladı. Bunda da
televizyon ve görsel medyanın etkisi gerçekten de çok fazla.
Biliyorsunuz, adına “Tükenmişlik Sendromu” denilen tartışmalar; izlenme rekorları kıran ve üzerindeki tartışmalar
hiç azalmayan Muhteşem Yüzyıl Dizisi’nin başrol oyuncularından Meryem Uzerli’nin “Tükendim artık, bu çalışma
şartları ile çekimlere devam edemeyeceğim.” mealindeki açıklamaları ve dizi çekimlerini bırakıp Almanya’ya gitmesi sonrasında canlandı.
Tükenmişlik sendromu insanın, hayata, geleceğine, beklentilerine, umutlarına karşı hem
ruhsal hem de fiziksel açısından zayıflamaya
başlaması ve enerjisinin kalmaması olarak tanımlanıyor.
Bu konuda bilimsel çalışmalarda bulunan
Psikolog Dr. Christina Maslach tükenmişliği
“duygusal ve fiziksel bitkinlik, kişisel başarının azalması ve duyarsızlaşma” olarak üç boyutta tanımlıyor.
Dr. Maslach’a göre “tükenmişlik yaşayan kişi” fiziksel ve
ruhsal çöküntü yanında işe dair istek ve hevesini tüketir, işe
ve kendine karşı olumsuz, alaycı ve şüpheci bir tavır içine
girer.
Sıkıntı tam da böyle bir ruh hali içine girildiğinde kendini
göstermeye başlar.
Bu konu her ne kadar uzmanların ilgi alanına girse de, çalışma hayatının bireyleri olarak kendimizi böylesi bir “metal
yorgunluğundan” arındırmamız; geleceğimizi sağlıklı bir
yaşam ile karşılayabilmek için son derece elzemdir. Hayatın her alanında olduğu gibi yaşadığımız tüm iş ve özel
yaşam sorunlarında da, bu duruma neden olan etmenleri
tanımlamak ve mücadele etmek çözümün de ilacı olacaktır kuşkusuz. Zira mücadele, geleceğe dair iyimser beklentileri sürekli canlı tutmak ve iş hayatındaki olumsuz
koşuları hayatın ana eksenine koymamak çözüm doğru
adım atılmasını kolaylaştıracaktır. Kuşkusuz ki insanın baş
edemediği ve mutlaka profesyonel destek alması gereken
durumlar da olacaktır. İşte böyle zamanlarda mutlaka konunun uzmanına başvurmak ve uzman bir psikologdan destek almak ayrıca önem kazanmaktadır.
Uyanık kaldığımız sürenin yarıdan fazlasını iş hayatı içerisinde
geçiriyoruz. Gerek bu zaman diliminin, gerekse iş sonrası kendimize ayırdığımız zamanların enerji dolu olması sadece ruh sağlığımıza değil, çevremizle olan sağlıklı iletişime de temel etkiyi
yapmaktadır. Pozitif enerji, olumlu iş ve özel hayat ilişkileri, sağlıklı
bir ruh hali bedensel sağlığın da hem teminatı hem de asıl belirleyenidir.
Bu nedenledir k, sizi tükenme noktasına taşıyan “şeyleri” sakin bir kafa ile
yeniden değerlendirdiğinizde çoğunun üstesinden rahatlıkla gelebileceğinizi
göreceksiniz. Hayatını daha güzel bir noktaya taşımak isteyen her bireye, sorunlara değil çözüme ve olumlu noktalara odaklanması önerilmektedir. Unutmamak
gerekir ki, dünyadaki en kolay şey olumsuz şeylerin bulunup meydana çıkartılmasıdır. Böyle bir kolaycılığa kaçmak yerine, “mücadeleye devam” diyerek hiçbir olumsuz şartın sizi tutsak etmesine izin vermemek gerekir. Aksi halde,
sağlığınız kaybolup, tükenmişliğin sınırlarına geldiğinizde çok geç olabilir.
Siz siz olun, asla tükenmeyin. Tükenmişliğiniz sadece Sezen Aksu’nun o
güzel şarkısındaki sözlerinde kalsın.
Bir an gelip de küllenince
Yüreklerimiz dinlenince
Başka sevgilerde teselli bulunca
İşte biz o gün düşüneceğiz
Etrafımızı sarıverecek
Bir boşluk ki asla bitmeyecek
Her şey bir anda anlamsız gelecek
İşte biz o gün tükeneceğiz
Bu konuda daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyen dostlarımıza Hürriyet Gazetesi yazarlarından Dr. Başak Demiriz’in 1 Haziran 2013 tarihli yazısını okumalarını öneriyoruz.■
Fotoğraflar : Bülent Yüksel
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Kültürümüzde
Steward
52
Keçe Var
Baytekin Kara
[email protected]
Mayıs - 1 Haziran tarihleri arasında Fotoğrafevi'nde sergilenen Bülent Yüksel'in "Kültürümüzde
Keçe Var" konulu fotoğrafları, yaklaşım ve çalışma alanı belirlemeye ilişkin önemli ipuçları taşımaktaydı.
Fotoğrafın yitip gidene yönelik belgeleme işlevi, tavır olarak bu çalışmanın temelini oluşturuyor; kültürel
mirasımızın geçmiş, gelecek iletişimine katkı sağlıyor.
Sergiyi bu gözle değerlendirince çalışmanın bir kitabının olmaması bir eksiklik olarak ortaya çıkıyor.
Bülent Yüksel'in bu eksikliği tamamlayacak girişimler içinde olduğunu da biliyorum. Umuyorum ve diliyorum ki bu çalışma en kısa zamanda kitaplaşır.
Bülent Yüksel'den çalışmasını kendisinin anlatmasını rica ettik. Bizi kırmadı.
11
Pazırık Kurganları’nda buluntu MÖ 4. yy.
St. Petersburg State Hermitage Museum
- 1948’de teknik öğretmen bir anne ve babanın evladı olarak dünyaya geldim.
İlk ve orta eğitimimi Adana, İstanbul ve Ankara’da;
İşletme ve finans lisans ve master eğitimimi Ankara’da tamamladım. Evliyim, iki çocuğumuz var.
Halen iş yaşamımı sürdürmekteyim.
Fotoğrafa ilgim lisans eğitimi yıllarında başlar
(1970). Önceleri gezi ve doğa fotoğraflarına yoğunlaşmıştım. Çalışma hayatımın yoğunluğu nedeniyle
fotoğrafa uzak kaldığım dönemler olduysa da son
yıllarda fotoğraf için daha aktif, daha üretken, daha
katılımcıyım. Azımsanmayacak sayıda diadan olu-
Zaman içinde çeşitli dia gösterileri yaptım, sergi ve
yarışmalara katıldım. Bazı gazete ve dergilerde fotoğraflarım, yazılarım kullanıldı. Son yıllarda bireysel ve grup olarak uzun soluklu belgesel proje
çalışmalarına yoğunlaştım.
- Keçenin tarihteki önemi nedir, biraz anlatabilir misiniz?
- Tarihteki en eski keçe örnekleri Orta Asya’da Pazırık Kurganları’nda bulunmuştur (MÖ. 3.- 4. Yy.).
Asırlar boyu Şaman Kültürünün ve göçer yaşamının
çok önemli malzemesi olan keçe, Asya’dan Anadolu’ya ve Kırım üzerinden Avrupa’ya geçmiş.
Türk boylarının, beyliklerinin, devletlerinin Anadolu
öncesinde ve Anadolu’daki yaşamlarında keçe hep
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
- Sizi tanıyabilir miyiz?
şan bir arşive sahibim.
53
Steward
Fotoğraf ve kültürel birikimimize katkılarından ötürü
kendisine teşekkür ediyoruz.
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
üretilen ve kullanılan önemli bir
malzeme olmuş. Keçenin temel
özelliği soğuk ve sıcak iklim koşulları için çok iyi yalıtkan (koruyucu) malzeme olmasıdır. Elektrik
yalıtım özelliğine de sahiptir. Bir
diğer özelliği keçe ürünlerde hiçbir haşeratın barınamamasıdır.
Taşıdığı bu özellikler nedeniyle
Anadolu’da kırsal ve kentsel yaşamda yıllardır keçe ürünler kullanılagelmektedir.
Steward
54
- Keçe Osmanlı döneminde asker
kıyafetlerinde de kullanılırmış. Günümüzde keçenin Ülkemizde yaygın
olarak kullanılmamasını neye bağlayabiliriz?
- Osmanlı ordularında savaş
giysilerinde keçe kullanılmasının
temel nedeni, belirttiğimiz özellikleri yanı sıra, keçenin kılıç darbeleriyle kolay kesilememesi,
delinememesidir.
Bu yönüyle önemli bir savunma
malzemesi olmuştur. Günümüzün
savaş teknolojileri daha koruyucu ve yalıtkan
özellikler taşıyan, daha hafif ve kaliteli öylesine çok sayıda malzeme sunmaktadır ki;
keçe ürünler artık bu amaçla tercih edilemez.
- Bugün Türkiye'de takriben kaç keçe ustası
kaldı?
- Halen Ülkemizde geleneksel keçe üretimini
sürdüren yaklaşık yirmi usta kalmış.
Bu geleneksel el sanatımız, Tanrı hepsine
uzun ömür versin ama ustalarımızın yaşamlarıyla sınırlı kalacak, bitecek gibi görülüyor.
Zira ustalarımızın evlatları, kardeşleri veya el
verebileceği kişiler günümüzün ekonomik ko-
55
Steward
- Fotoğraf arayışlarıyla Anadolu’da çok yolculuklar yaptım. Yaklaşık iki yıl önçe şunu fark
ettim; zaman içinde nerede bir keçe ürünle
veya keçe ustasıyla karşılaşsam hep ilgimi
çekmiş ve fotoğraflamışım. O zaman bu konuyu bir proje disiplininde belgesel olarak çalışmaya karar verdim ve işe koyuldum.
“Kültürümüzde Keçe Var” Sergim bu çalışmanın sonunda oluştu.
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
- Bir keçe sergisi oluşturma fikri nasıl gelişti
anlatabilir misiniz?
şullarında bu mesleği sürdürmek istemiyorlar. Bu konunun en hüzünlü yanı; beni sarmalına almasının
temel nedeni de belki bu.
- Serginizle amacınıza ulaştınız mı?
- Bu sergimle, Ülkemizde keçeciliğe ve keçe ürünlerin yine daha çok talep edilmesine katkıda bulunabilirsem amacıma ulaşmış olacağım.■
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Bere ve Fular
Rabia Girgiç / İkonium Atölye / Konya
Steward
56
Pano / Gustav Klimt “Expectation”
Mehmet Girgiç / İkonium Studio / İstanbul
Doğa ve Biz
DOĞA
aşam; ormanı oluşturan ağaçların koyu yeşilliğinde, kuş cıvıltılarının insan
ruhuna yaptığı iyileştirici etkidir.Yaşam, akan bir derenin çağlayan bir su
sesinin yankılarıyla mutlu olmak, huzur bulabilmektir.
Gece bir ateş böceğinin saçtığı ışık,
Martı kanadında bir çığlık, dağ yamacından sabahın doğuşu,
Bir deniz kıyısında güneşin batarken hissettirdikleri,
Yağan yağmurdan sonra toprağın kokusudur.
Yaşam; ineğin sütü, arının balı, çiçeğin kokusu, sebzelerin vitamini, meyvelerin
lezzetidir.
Yaşamın tarifine nerden bakarsanız bakın hep doğa vardır… Doğa, bizim nefes
alışımızla, tebessümlerimizle, gözyaşlarımızla kısaca yaşamımızla bütünleşmiştir.
Bu kadar yaşamsal önemi olan, yaşamımızın her parçasına girmiş doğa ile gerçekten barışık yaşıyor muyuz? Doğamızın bize verdiği nimetlerin ne kadar farkındayız? Ve belki de en önemli soru: biz doğa için ne yapıyoruz? Her bireyin Nihal CİĞERİM
kesinlikle üstünde durarak düşünmesi, proje üretmesi, çocuklarımıza çevre ve Ziraat Yüksek Mühendisi
doğa bilinci verilmesi için gayret sarf etmesi gereken çok hassas zamanlar yaşıyoruz. Her geçen gün temiz, doğal, doğa ile iç içe yerlerde yaşama isteği artıyor çünkü doğamız hızla kirleniyor, yavaş yavaş ölüyor.
Öyle bir duruma gelinmiştir ki 19.YY'a kadar insanoğlunu ve çevresini doğal etkenlere karşı korumayı gerektiren
çalışmaların yerini, doğayı insana karşı koruma düşüncesi almıştır. Doğa kanunları, insan kanunlarından güçlüdür. Doğa kanununda su, toprak, hava temiz tutulur. Bu doğal zenginliklerde israf yoktur. Bu değerleri yok ederseniz; yaşamı da yok edersiniz. Doğa kanunlarında tüm yaşayanlara saygı duyulur. Her canlının yaşam hakkı
vardır. İnsanoğlu bu bütünün bir parçasıdır. Efendisi değildir. İnsanın doğa kanunlarının uygulanmasında sorumluluğu vardır, gücü değil. Oysa kapitalist güçler, doğal güzelliklerimize, yaşam kalitemize, sağlığımız ve dinginliğimize zarar verecek şekilde doğanın karşısında yer almaya başlamışlardır. Gökyüzünün aydınlığını, yeryüzünün
sıcaklığını, rüzgârın uğultusunu, toprağın bereketini, yıldızların parlaklığını, kuşun kanadını satın alabileceklerini
düşünüyorlar. Oysa paralarının değeri doğayı satın almaya yetmez. Eğer, doğa ve çevre ile ilgili sorunlara sahip
çıkmazsak, doğamızın katledilişine, üstünde oynanan oyunlara seyirci kalırsak, çevre bilincini küçük yaşlardan
geliştirip pekiştirecek eğitim projeleri geliştirmezsek, çevre konusunda bilinçli, gerçek anlamda çevresini temiz
tutan, yeşilini koruyan, doğal güzelliklerine sahip çıkan, ağaç diken bireyler yaratmazsak, her türlü katı atığı değerlendirerek, geri dönüşüm olgusuna katkı koyan, enerji tasarrufu yapmanın önemini anlayan, ihtiyacından fazlasını tüketmemeyi alışkanlık haline getiren bireyler haline gelemezsek, merhameti olmadan güce, ahlakı
olmadan kudrete, kavrayışı olmadan kuvvete sahip olanlara boyun eğersek; pek çok canlının olduğu gibi çocuklarımızın, torunlarımızın yaşam hakkını ellerinden almış olacağız. Atalarımızın bize bıraktığı mirası hoyratça kullanan hayırsız evlatlar olacağız.
Gölgeler içinde buruk bir şekilde kutladığımız Dünya Çevre gününün hakkıyla kutlanması için,
doğayı koruyan, doğa kanunlarını tanıyan, her canlının yaşam hakkı olduğuna inanan yasalar istiyoruz ve cezai
yaptırımlarla doğa ve çevreye sahip çıkılmasını istiyoruz. Çevre mühendisliği olgusunun telaffuz edilmesini ve
tüm eğitim kurumlarının, derneklerin bu konuda proje üretmesini istiyoruz. Bilinçli, gerçek anlamda doğasına
sahip çıkan çevreci insanların yetişmesi için ilkokuldan başlayarak, çevre bilincini gerçekleştirecek dersler istiyoruz. Alternatif enerji kaynakları üreten projelere ket vurulmamasını, hayata geçirilmesi için her türlü kolaylığın
gösterilmesini, teşvik edici kararlar alınmasını istiyoruz. Geri dönüşümde bilinçlenmeyen kimse kalmamasını ve
çok büyük bir ivme kazanıp enerji tasarrufu yapılmasını, doğanın korunmasını istiyoruz. Hukuksal anlamda mücadelelerde çevre olaylarına ilgi duyan, gerçek çevreci hukukçuların sayısının artmasını ve çevre derneklerine
destek olarak güçlenmelerine katkıda bulunmalarını istiyoruz...
Doğamız ayakta dimdik durduğu zaman sağlıklı bireyler olabiliriz. Tüm isteklerimiz doğadan yana olsun. Hoşça
kalın ve doğanın güzellikleriyle kalın.■
Y
Steward
60
of the content in this issue
A SHORT ENGLISH SUMMARY
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
ENGLISH SUMMARY
Taner Renda looks closer at the new perspective brought
about by the district of hotels, Taksim Gezi Park and underscores the fragile aspects of hotel management.
Gaye Uysal shares her views on the causes of occupational
accidents and the general safety rules to prevent them, thanks
to the certificate she has received recently.
Ayşecan RENDA
Mustafa Emirli of Ecolab is back with us and he shares his
views on how to cut the substantial costs of rewashing that have not previously been
taken into account.
Our author and chef steward Mehmet Ali Öztürk, in his article series on training, deals
with the issue of the washing of smelt grills.
Ebru Köktürk, a member of Turyid, shares her observations and thoughts on the Gastro
Festival that took place at the beginning of May this year.
Our talk with Tahsin Öztiryaki was a pleasure. It must be a privilege to give an ear to
the doyen of the sector.
Our new author Beyhan Sunal focuses on the Gezi Youth, in accordance with her area
of expertise. She probes into the questions of who they are, where they come from,
what they think and what they are against.
Professor Ertan Anlı is back with us after a few issues. In the face of Ramadan, he
tells us the historical roots of boza and şıra and their reflections on the Ottoman culture.
Taner Gürel points out to what should and should not be done for a possible 120 years
of life span.
Nihat Yıldız focuses on the concepts of personal, social and corporate reputation, elucidating how they might be gained and lost.
In the stories of our folk songs, Yılmaz Kutlu narrates the touching story of Hekimoğlu
with a few variations.
We have a youngster addition to our squad of authors. Ömer Akyol is only 11 years old
but you’d better keep this name in your mind, considering 10 years ahead.
Zeynep Gürel handles the issue of burnout syndrome which has come to the fore with
Hürrem Sultan.
Keçe constitutes a big part of the Antolian culture. Baytekin Kara has an interview with Bülent Yüksel
who has held an exhibition titled “Keçe in our culture”.■
Mart / Nisan - 2013 - Sayı:14
İçimizden biri
Steward
62
Ahmet KILINÇ
07.04.1966 Yılında Sivas Yıldızeli Topulyurt köyünde doğdu.
1980 Tarihinde Sivas Danişment Gazi Orta Okulundan mezun oldu. 28.12.1994 Yılında Renaıssance POLAT İstanbul Hotel'de Steward olarak Turizm işine başladı.01.07.2002 Yılında Nıghet
Supervisor. 01.01.2008 Yılında Asst. Chıef Steward 01.01.2010 Yılında Chıef Steward olarak
terfi etmiştir ve halen bu görevine devam etmektedir.
Hobileri: Spor yapmak, kitap okumak Tarihi belgeselleri izlemek.
Evli ve İki Çocuk Babası
Steward Şeflerimiz
* Soyisimlere göre alfabetik olarak sıralanmıştır.
Alaattin AKKAYA
Titanic Bayrampaşa
Kenan AKSOY
Titanic İstanbul Taksim
Fahri AKYÜREK
WOW İstanbul
Kemal ATAKUL
Swissotel The Bosphorus
Hasan ATEŞ
Crowne Plaza
Erol AYDIN
Çırağan Kempinski
İsmail AYDIN
Sirince Hotel
Cemal BATUMLİ
Divan Elmadağ
Hakan BOZKIR
Hilton Garden İNN
Ali BULUT
Büyük Kulüp
Kenan DERDİYOK
The Ritz Carlton
Hamit DÜLGAR
Titanic Asya
Talih DÜLGAR
Limak Asya
Halis DOĞAN
Mayıs / Haziran - 2013 - Sayı:15
Crowne Plaza Asia
Hikmet EFİR
Tunay ERGÜL
Recep FİLİZ
Sebahattin GÜVEN
Celal GÜL
Radissons Blu
Pera Hotel
BTA Catering
Atatürk havalanı
Ağaoğlu My City Hotel
Lares Park İstanbul
Divan Elmadağ
Steward
63
Murat İLANLI
The Marmara
Şahin Hançer
Divan City
Tamer HOPAL
Sheraton Ataköy
Sabri KALKAN
Marmara Pera
Ahmet KILINÇ
Polat Otel
İlkay KURT
Ramada Plaza Tekstil Kent
Rahmi ÖREN
Mehmet Ali ÖZTÜRK
Holiday İnn
Arif TAŞTAN
Muammer TEKKEŞ
INN Pera Hotel
H. Ercüment TUNÇER
Moda Deniz Kulübü
Hamza UYSAL
Ceylan İntercontinental
Zikri YAKAR
The Plaza Hotel
Müslüm YETİŞOĞLU
Hilton İstanbul
Gürsel YILDIRIM
İDO Deniz Yolları
Wyndham İstanbul Kalamış
Mart / Nisan - 2013 - Sayı:14
CVK Hotels Resort Park
Bosphorus
Abdurrahman KALAY
Divan Asya
Steward
64
Seyfettin AFACAN
Hyatt Regency
Bahattin AYDIN
Shangri Hotel
Ahmet AYTEKİN
Sheraton Maslak
Mustafa HAN
Conrad İstanbul
Rıza SARI
Green Park Hotel

Benzer belgeler

“Türk usulü” çözümler - III

“Türk usulü” çözümler - III • Doğadan gelen engellenemez kazalar

Detaylı