iş yaşamında çatışma yöntemi
Transkript
iş yaşamında çatışma yöntemi
KÜLTÜREL MĠRAS KAÇAKÇILIĞI VE KORUNMASI Prof. Dr. Özgen Acar’ın 22.11.2011 tarihinde gerçekleştirdiği konferans metnidir. Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu: Kültürel miras sadece güzel sanatları ilgilendiren bir konu değil bütün vatandaşları ilgilendiren bir konu diye düşünüyorum ben. Anadolu medeniyetlerin beşiği deniliyor dolayısıyla burada onlarca medeniyet gelmiş geçmiş bu medeniyetlerin izleri tarihsel, kültürel tabii dinsel boyutu da var. Bu miraslar hep Anadolumuzun topraklarında yer alıyor. Ama maalesef biz bu kültürel, tarihsel mirasımıza pek sahip çıkamamışız. Bu hem Osmanlı döneminde böyle olmuş hem de Cumhuriyet döneminde olmuş hala da bu sahip çıkamama devam ediyor. Zaman zaman bu konu gündeme geliyor en son gelişi de Yorgun Herkül konusuydu. Bu konu yine Özgen Acar’ın gayretleriyle ve çabalarıyla sonuçlanmış bir geri geliş, Yorgun Herkül’ün gerçek topraklarına gelmesi o bakımdan bu konu çok önemli aslında. Bu kültürel, tarihsel ve dinsel mirasımıza hepimizin sahip çıkması gerekiyor. Define arayıcıları var bunlar yeni yeni birtakım yeni sistemler geliştiriyorlar. Dolayısıyla hepimizin bu kültürel mirasın korunması konusunda farkındalığa sahip olmamız gerekiyor ki bunları dünyanın öbür ucuna gittikten sonra geri getirmeye uğraşmayalım. Prof. Dr. Özgen Acar: Önce ben size soru sorarak başlayayım. Sorum şu: dünyanın neresinde bir insan ya da bir turist evinin penceresinden dışarıya baktığında veya otelin balkonundan dışarı baktığında bulunduğu kıtadan başka kıtayı görür? Bir kıtada oturuyorsunuz pencereden bakıyorsunuz aynı anda öteki kıtayı görüyorsunuz. Cevap: İstanbul, Çanakkale. Ġkinci soru: Dünyanın hangi kenti birden fazla iki ayrı imparatorluğa başkentlik yapmıştır? Cevap: İstanbul. Peki, İstanbul hangi imparatorluklara ev sahipliği yaptı? Cevap: Roma, Bizans, Latin ve Osmanlı. Dört ayrı imparatorluğa başkentlik yapmış dünyada bir benzeri yok. Dünyada hangi ülke birden fazla imparatorluklara ev sahipliği yapmıştır? Cevap: Hitit İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Latin İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu, Selçuklular ve ayrıca Persler Yunanistan’ı işgal edebilmek için Anadolu’ya ihtiyaçları vardı imparatorluklarını kursunlar. Onları püskürten Büyük İskender’in de Afganistan’a kadar gidip imparatorluğunu kurabilmesi için Anadolu’ya ihtiyacı vardı. Dolayısıyla Büyük İskender İmparatorluğu da Anadolu’da ev sahipliği yapmış bir başka imparatorluktur. Böylesine bir ülke üzerinde yaşıyoruz. Bugün Anadolu’da üç bin tane antik kent var ve Yunanistan’dan fazla Yunan, İtalya’dan fazla Roma antik kenti artı Anadolu’ya özgü kentler. Dünya’nın hiçbir yerinde böyle bir zenginlik yok. Deniliyor ki batı uygarlığının kökeni Yunan ve Roma uygarlığıdır. Düşünebiliyor musunuz Yunanistan’dan fazla Yunan kenti burada, İtalya’dan fazla Roma kenti burada o halde uygarlıkların bulundukları yer Yunanistan mı, İtalya mı, yoksa Anadolu mu? Bunları bilmemiz lazım ki kendimizi dünyaya daha iyi tanıtabilelim. Türkiye’de yirmi bin tane höyük var. İnsanlar gelmiş, yerleşmiş yangınlar, istilalar, depremlerle yıkılmış üstlerine yeni bir tabaka oluşmuş, tabakalarla höyükler oluşmuş. Bu yirmi bin höyükten en ünlüsü Troya. Troya aslında yirmi bin höyüğün en küçüğü niye bu kadar ünlü çünkü günümüzün deyimiyle Homeros gibi kentin bir hakla ilişkiler uzmanı vardı. İlyada, Odessa destanlarını yazmasaydı Troya bu kadar ünlü olacak mıydı? Bir de şöyle düşünün bu yirmi bin höyüğün her birinin bir Homeros’u olsaydı Anadolu’nun kültürünün zenginliğini kim bilir bugün ciltler dolusu kitaplara dönüşmesi içten bile değildi. Yirmi beş bin tane Tümülüs var Anadolu’da anıtsal mezar ben onlara Anadolu’nun piramitleri diyorum. İslamiyet öncesinden yirmi beş bin tane anıt var topladığınız zaman bunları 70–75 bin tane Anadolu’da tarihsel, kültürel, dinsel miras noktası var. Türkiye’de 50–55 bin kadar köy olduğuna göre bir anlamda ortalama her köye bir buçuk tarihsel, kültürel, dinsel miras noktası düşüyor demektir. 1 Dünya’nın hiçbir yerinde böylesine bir yerleşim düzeni yok. Bildiğiniz gibi yazı günümüzden beş bin üç yüz yıl önce Sümerler tarafından bulunmuştu ve ondan önceki dönemdeki yerleşmelerin, uygarlıkların adlarını bilmiyoruz ama Anadolu’da adı bilinen İslamiyet öncesinden gelmiş geçmiş 42 uygarlık var. Anadolu’da 42 uygarlık yaşamış. Hiçbir ülkede böylesine zengin bir durum yok. Türkiye için dedik ki doğu ile batı arasında bir köprüdür. Hayır doğu ile batı arasında bir köprü değildir, Türkiye bir kavşaktır. Karadeniz’i ile Akdeniz’i ile Türkiye bir dört yol ağzıdır bir kavşaktır. Eskiden bir deyim vardı her köyün bir delisi var diye. Günümüzde bu değişti her köyün bir delisi iki definecisi var. Anadolu’da bugün 50–55 bin kadar köy olduğuna göre yüz bin kadar defineci iş yapıyor. Maalesef tarihi yağmalıyorlar, tahrip ediyorlar. Artık metal detektörler gündemden düştü artık maden arama ruhsatları alıp teknolojide en son yeraltı araştırma aletleri de kullanarak define arıyorlar, adı maden arama. Anadolu böyle bir yağmanın içinde. Anadolu’nun bu çok tanrılı dinlerinden başka tek tanrılı dinlerine göz atacak olursak Hz. İbrahim Urfalı hemşerimiz ve tek tanrılı dinin çıkışındaki önemli kişilerden biri. Yahudiliğin ilk tapınağı Sinagog Kudüs yakınlarındaki Sion tepesindeydi ama bugün yerinde yeller esiyor. Bugün Anadolu’da arkeologlar 13 tane antik sinagog buldular. Ve Sion dediğimiz zaman İbranice telaffuzu ile zionizm bu tepeden geliyor. Hristiyan sözcüğü ilk kez Anadolu’da Antakya’da kullanıldı, Hristos. İlk kilise Anadolu’da Antakya’da yapıldı. İncili dünyada ilk kez dört kişi yazdı. Bunlardan iki tanesi Anadolu’da biri Antakya’da biri Fırat nehri üzerindeki Rum kalede. Dolayısıyla İncil bile Anadolu topraklarında yazıldı. Meryem ana bildiğiniz gibi Efes’te yaşadı ve ayrıca aziz Pharos da Tarsuslu hemşerimizdir. Hristiyanlığı yaymak için Roma’ya dört kez gidip geldi. Kendisi bir Yahudi’ydi. Hristiyan’lığın yayılmasında İsa’dan daha çok etkili olmuştur. Tarsuslu hemşerimiz yani Urfalı hemşerimiz Abraham Roma’da öldürüldü. Aziz Yohannes, dünyada 7 tane kutsal kilisesi var yedisi de Anadolu’da. Noel baba Patara’lı hemşerimiz. Hemşerilerimiz saymakla bitmiyor. İslamiyete geçtiğimiz zaman dünyanın en görkemli islami yapıları Sivas, Divriği, Bursa’daki camiler, İstanbul’daki camiler, Edirne’deki camiler dünyanın en görkemli camileri islami yapıları Anadolu’da mimarlık açısından da dünyaya önemli açılımlar sağlamış yerlerden biri. Böyle topraklarda yaşıyoruz. Yıl 1921 Yunan ordusu Polatlı’ya kadar gelmiş, Polatlı’da Yunan ordusunun top sesleri Ankara’dan duyuluyor ve TBMM karar almış Ankara Kayseri’ye kağnılarla taşınıyor, boşaltılıyor. Köşkte Atatürk Milli Eğitim Bakanlığı’na bir talimat gönderiyor, diyor ki Hars Müdürlüğü yani Kültür Müdürlüğü kurun. O zaman bakanlığın 17 memuru var, 17 memurdan 4’ü ayrılıyor ve Kültür Müdürlüğü’nü kuruyorlar. Ne yapıyorlar bu dört kişi, Ankara içi ve çevresinde eski eser toplayıp müze kurmaya başlıyorlar. Düşünebiliyor musunuz çelişkiyi bir yandan Ankara başkent boşaltılıyor ama bir yandan da Atatürk Ankara’da 1921’de o top sesleri altında müze kuruyor. Ve bugün Anadolu Medeniyetler Müzesi’ne giderseniz bu gördüğünüz logo 1921 tarihi onun simgesidir. Çünkü Atatürk’e göre bir ülkenin topraklarına sahip olabilirsiniz, sınırlarına sahip olabilirsiniz, egemenliğine sahip olabilirsiniz ama o ülkenin tarihsel, kültürel, dinsel geçmişine sahip olmazsanız o ülke sizin değildir. Atatürk’ün bu sözünü pekiştiren pek çok olay var. Ondan sonra ne yapıyor? İki tane devlet bankası kuruyor Eti Bank Hititlerin bankası, Sümer Bank Sümerlerin bankası gibi bankalara bu isimleri veriyor. Şimdiki gibi birtakım yabancı isimler değil. Ayrıca Ankara’da Ahlatlıbel’de Orta Doğu arazisi içinde arkeolojik kazılar başlatıyor ve Çorum’da Alaca Höyük kazılarını başlatıyor. 1938’de hasta yatağında Dolmabahçe Sarayı’nda yaverlerine diyor ki treni hazırlayın Çorum’a kazıyı görmeye gideceğim. Yaverler doktorlarına söylüyorlar izin vermiyorlar. Söylemek istediğim olay bir ülkeye sahip olmanın her şeyi onun tarihine ve kültürüne de sahip çıkmakla mümkün. Ve aradan yıllar geçiyor Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Türk Tarih Kurumu gibi kurumları da kuruyor. Yıl 1952 artık Türkiye NATO üyesi Amerikan yardımlarıyla tarımda teknik donanım zenginliği başlıyor. Traktörler köylüye dağıtılıyor, kara yollarının yapımına başlanıyor, dozerler devreye giriyor dolayısıyla toprak daha çok derinlere inmeye başlıyor kazılarak. Kazıldıkça tarih fışkırıyor biraz önce söylediğimiz o zenginlik gün ışığına çıkmaya başlıyor ve sonra köylüler bulduklarını kasabalardaki kuyumculara, çerçilere, saat tamircilerine satıyorlar onlar da bölgelerdeki kuyumculara oradan İstanbul’daki Kapalıçarşıya ve Kapalıçarşı’da eski eser mafyası zamanla ortaya çıkıyor. 2 Size Burdur’un Hacılar köyünden Şevket Çetinkaya’yı tanıtmak istiyorum. Şevket Çetinkaya 1957 yılında tarlasında her zamanki gibi çalışıyor her zamanki gibi tarlada tarla fareleri, köstebekler çıkıyor bir gün bir şeye dikkat ediyor. Bir köstebek çıkıyor ama köstebeğin boynunda bir kolye ve Şevket hemen köstebeğin arkasından koşturuyor telaştan köstebek çukurun içine atlıyor kolye dışarıda kalıyor. Kolye dediğimiz zaman altın filan değil deniz kabuklarından yapılmış yumak haline gelmiş bir nesne. Elleriyle kazıyor Şevket gördüğünüz gibi ana tanrıçalar çıkıyor. Ve bunları alıp köyün öğretmenine götürüyor. Bunlar nedir hocam diyor, eski ama ne olduğunu bilmiyorum diyor ve 100-150 km ötede kazan İngiliz arkeolog James Mellaart’a götürüyorlar. James Mellaart komaya giriyor. Çünkü o ana kadar Anadolu’da neolitik dönem yani cilalı taş devri döneminin varlığı bilinmiyor. Ve bu gördüğümüz eserler günümüzden 8000 yıl öncesinin cilalı taş çağından ana tanrıça heykelcikleri. Mellaart Türkiye’den kazı izni alıyor ve dört yıl Burdur’da kazı yapıyor. Ve yaptığı açıklama dünyada bomba tesiri yapıyor. Anadolu’da neolitik dönem cilalı taş devri varmış diye herkes heyecanlanıyor. Kazısı dört yıl sürüyor ama bu arada yazları Mellaart kışları Şevket kazıyor. Ve bir müddet sonra Louvre Müzesi, British Müzesi, Newyork Metropolitan Müzesi’nde hacılar eserleri sergilenmeye başlanıyor. Bizde de var hacılar eserleri diye çünkü Şevket sevkiyata devam ediyor. Bu 4 yılın sonunda artık Mellaart’ın kazısı bitiyor ve Şevket ile konuştuğumda şöyle dedi; artık bir şey çıkmaz oldu ama dışarıdan kaçakçılar sürekli geliyorlar sonra düşündüm bu adamlar 8000 yıl önce bu kirli toprağı kullanmadılar mı, boyayı buradaki kök boyalardan elde etmediler mi onlar yaptıysa bende yaparım dedim ve başladım üretime diyor. Bir müddet sonra karısı buna diyor ki sen bu ana tanrıçaları iyi beceremiyorsun bırak çamuru ben yoğurayım. Ve Şevket’in eşi hamur yerine çamurdan ana tanrıçalar yapmaya başlıyor, Şevket bunları fırınlıyor ve sevkiyat devam ediyor. Bir gün bir İngiliz antikacı Şevket’e geliyor Şevket’ten mal alıyor malları İzmir Efes oteline götürüyor sıcak küvetin içine dolduruyor ama o gün dağılıyor heykelcikler. Anlıyor ki sahte çünkü iyice pişmişse yıllarca toprak altında olduğuna göre çözülmesine dağılmasına imkan yok. Onun üzerine gidiyor İngiltere’de bir açıklama yapıyor dikkat edin sahte hacılar var diyor. Ve ondan sonra o görkemli müzelerin vitrinlerinden eserler aşağıya indiriliyor. Hangisi 8000 yıl önce hangisi Şevketin ürünü? Ve sonra vitrinlerde 3’e 5’e düşüyor 30–40 heykelcik. Bir gün 1989 yılında New York’ta bir galeride bulunan Diyarbakırlı Ermeni vatandaşımızın açtığı bir galeri var. Orada idoller sergisi vardı gittim oradaki ana tanrıça heykelinin satış fiyatı iki yüz yetmiş beş bin dolardır. Galeri sahibine dedim ki bu sahte. Nasıl olur dedi iki tane Amerikalı profesör bunun hakiki olduğuna dair rapor verdi dedi. Yok, bu sahte dedim sen bunu bir laboratuvara incelet. Peki dedi gönderdi bir hafta sonra rapor geldi evet toprak hacılar toprağı, hacılar kök boyası ama bunun içinde petrol kimya artıkları var. Günümüzden 8000 yıl önce petrol kimya var mıydı? Yoktu çünkü Şevket her zaman odun yerine o gün aygazla fırınlamış içine sinmiş ve sonra galeri sahibi sen nasıl anladın dedi. Normalde apış arası orjinalinde dize kadar birleşiktir. Şevket bunun bacaklarını ayırmış. Dolayısıyla bu ayrıntı diğer Amerikalı arkeologların dikkatinden kaçmış ama ben pek çok hacılar eseri gördüğüm için görür görmez Şevket’in ürünü olduğunu anladım. Yine Burdur’da Bucak’ta Kremna antik kentinde köylüler kaçak kazı yapıyorlar. Hükümet kaçak kazıları önlemek için Jale İnan’ı oraya gönderiyor ve arkeolojik kazıya başlıyor. Jale Hanım bir yeri kazarken hocam orayı kazmayın biz burayı parselledik bir taş üzerinde bir taş onun üzerinde de bir taş varsa biz orayı kazmışızdır hiç uğraşmayın. Bu gördüğünüz atkuyruklu esin perisi Kremna müzesinde 6–7 tane var. Şimdi görüşmeler başlandı bunların geri getirilmesi gündemde. Yine Bucak’ın Gölhisar İbecik köyünde Bubon antik kenti var. 3 Bir gün iki köylü yağmur sonrası akşamüzeri evlerine dönerken güneş yatay ışığını vuruyor bunlar patikadan inerken yerde boz bir şey parlıyor. Ve ayaklarıyla vurduğu zaman insan başından daha büyük tunçtan Roma imparatoru Caracalla çıkıyor. Ve Caracalla’yı İzmir’de bu iki kişiden birisi kaçakçıya o zaman ki para ile 35 000 liraya satıyor. O zaman bu paraya bir kilo külçe altın alınıyor. Bu köylü köye acentadan motorsiklet ile dönüyor, köyde bisiklet yok ama köyde arkadaşın motorbisikleti var. Artık köyün genç kızları köy meydanına inip ona daha çok kendisini beğendirmeye çalışıyorlar ve bu arkadaşın adı artist Mustafa’ya çıkıyor. Öbür delikanlılar bozuluyor bu işe bu bir şey sattı köşeyi döndü diyorlar. Hadi yürüyün Bubon antik kentini kazalım. Gördüğünüz gibi antik kentinde şu alanda 2 metre 20 santim yüksekliğinde tunçtan heykeller buluyorlar ve bunları satıyorlar. Hatta bir gün bir cuma günü Cuma Namazına gitmeleri lazım 100–150 kişi kazıyorlar. Şimdi bir kısmı gidecek bir kısmı kalacak ya kalanlar bir şey bulursa ne olacak bir de bakıyorlar köyün imamı da aralarındaymış. İmam kıbleyi buluyor ve geçiyor ve Cuma Namazını kılıyorlar kıldıktan sonra kazıya başlıyorlar. Gördügünüz 2 metre 20 santimlik heykellerden bir tanesine jandarma el koyuyor ve bugün Burdur Müzesi’nde. Yine Antalya Kumluca’ya doğru inersek Kumluca’nın bir köyünde Gönül diye bir teyze var köyün keçilerini o otlatıyor. Bir gece rüya görüyor diyor ki rüyasında 12–13 yaşlarında bir kız ‘Gönül Teyze seni zengin edeceğim ama hiç kimseye anlatmayacaksın’ diyor. Ertesi günü keçilerle antik kentine çıkıyor. Keçilerden bir tanesinin ayağına bir şey takılıyor. Keçinin ayağını çektiği zaman gördüğünüzü gümüşten kilise çıkıyor. Gönül Teyze heyecanlanıyor ve aşağıda portakal bahçelerinde çalışanlara sesleniyor çağırıyor. Köylünün biriyle ile konuştum, ‘ben gitmedim çünkü Kaymakam okul inşaatına angarya yaptırıyordu, antik tiyatronun taşlarının söktürüp okul inşaatında kullandırıyordu bize o yüzden yine angarya var diye düşündüm gitmedim’ dedi. Peki sonra ne oldu? Bir müddet sonra köylüler başta Gönül Teyze olmak üzere ellerinde gümüş tepsilerle 15 kadar köylü tepeden aşağıya çeyiz alayı götürür gibi gidiyorlar. Gördüğünüz gibi gümüş tepsiler üzerlerinde altın haçlar. Bunlar daha sonra 1 milyon dolara Washington’da Dumbarton Müzesi’ne satıldı. Hazine kaçırıldığında ikiye bölündü Antalya Müzesi’nde var, 70 kadar parçanın 50 kadarı Dumbarton Müzesi’nde. Bunların geri getirilmesi için çalışılıyor ben yıllar önce bu konuda bir belgesel de yaptım. Bugüne kadar ilgisizlik sürdü inşallah bundan sonra bunlarda Türkiye’ye kazandırılır. Bunlar neydi biliyor musunuz? Üzerindeki yazılardan Bizans’ın en görkemli imparatoru VI. yüzyılda Justinian Kumluca yakınlarındaki Sion tepesindeki bir manastıra hediye olarak göndermiş. O dönemde Antalya çevresi Yahudiler çoğunlukta Sion tepesindeki masnastırın kurucusu Noel Baba, Nicholaos. Çocukları sevindiren bir insan olarak algılar. Halbuki Aziz Nicholaos din adamı, genç hristiyan adamlarının yetiştirip bunları çeşitli yerlere gönderip Yahudileri devşirtme yolunda adam yetiştiriyordu. Sion manastırı ve oradaki başarıdan dolayı bunları İstanbul’dan imparator buraya şükran borcu olarak göndermiş. Üzerinde böyle yazıyor ve bunun adı Noel Baba Hazinesi. Bu gördükleriniz Washington’da müzede sergileniyor. 4 Sözünü ettiğim Sion manastırı, Noel Baba’nın manastırının bugün ki hali bu. Tabanında pek çok çatı elemanı var rahatlıkla restore edilebilir. Bugün Demre’deki Noel Baba kilisesi denilen aslında 17.18. yy’larda yapılmış, bir ülçüde Rusların da katkısıyla düzeltilmiş bir kilise ama bugün turistten geçilmiyor. Noel Baba’ya adanmış ama bakın orjinali ne kadar ilgisiziz. Siz genç mimarlar artık buraya inşallah el atarsınız. Size daha önce yirmi beş bin kadar tümülüsten bahsetmiştim ve Anadolu’nun piramitlerinden söz etmiştim. Kaçak kazılarda tepelerin karnıyarık gibi nasıl deşildiğini görüyorsunuz. Anlatacağım olay Karun hazinesi. 1966 yılının 6. ayının 6. günü saat 6 akşam üzeri on tane kaçakçı mezar odasına giriyorlar. İlk giren İkiztepe’den Gürek köyünden demirci Osman Ünsal, Osman’ı iple sarkıtıyorlar aşağıya ellerinde bir taş bir de el feneri var. Daha sonra kendisiyle konuştuğumda olayı şöyle anlattı; indirdiler beni aşağıya bir taş karyolanın üzerinde uzun saçlı bir kadın yatıyordu, üzerinde beyaz elbise vardı ama bir müddet sonra kadın toz oldu, uçtu ceset dağıldı geride bir tutam saç kaldı ve ben o anda bayılmışım. Bayılmasının iki nedeni var; bir gördüğü manzara korkunç ikincisi içeride ağır radon gazı birikmiş içeriye oksijen girince ceset çürüdüğü için toz oluyor. İkincisi onun bayılmasına radon gazı sebep oluyor. Bir müddet sonra kendisine geliyor ve yukarıdan sesleniyorlar hazineyi buldun mu, ses ver filan şeklinde. Bulduğu kap kacağı tek tek yukarıya veriyor bir taraftan da kaydediyor. Bu arada bir tane aslanlı bir altın yüzüğü de cebine atıyor ve sonra diğer köylüler de iniyor. Bunları çuvallara koyuyorlar ama o gece Karun Hazinesi kimin evinde kalacak konusunda aralarında tartışma çıkıyor. Neticede İkiz Tepe tümülüsünün olduğu yer duvarcı Durmuş Ersoy’a ait o halde onun evinde kalsın diyorlar. Fakat Durmuş o gece hazineyi üçe bölüyor bir bölümünü oğlunun evine, bir bölümünü damadın evine gönderiyor, bir bölümünü de kendisi saklıyor. Fakat köyden bir muhbir jandarmaya haber veriyor baskın yapılıyor eve o anda evde ne varsa ele geçiriliyor jandarma tarafından öbürleri bulunamıyor ve civardaki diğer 3 tümülüsten buluntularla birlikte 66 ve 68 yılları arasında 4 yılda New York Metropolitan Müzesi’ne o gün ki para ile hazine 1.7 milyon dolara satılıyor. Müze bunları deposunda saklıyor alıcılardan başka, yöneticilerden başka kimseye gösterilmiyor. Ben bunu 4 yıl sonra 1970 yılında öğrendim. Araştırmam 16 yıl sürdü, defalarca Uşak, Manisa köylerine gittim. Bir kaç kez New York’a gittim ve 1986’da bulduğum kanıtlarla, o zaman milliyet gazetesinde çalışıyordum milliyet gazetesinde tanık ifadeleri ve kanıtlarla ben bunu açıkladım. Ve Türkiye dava açtı dava sonucunu beklemeden müze bunu geri vermek zorunda kaldı 6 yıl sonra. Hazineden bazı örnekler gösteriyorum. Bu gördüğünüz bir şarap, karaf, gümüş müze bunu o tarihte yüz bin dolara almış bugün müzadeye çıksa beş milyon dolar. Gördüğünüz gibi sapındaki heykelcik gümüşten yapılmış ustalığa bir bakınız. Ve bu altın broş malesef müzeden çalındı. Bu ilginç, gördüğünüz gibi Persepolis’te Pers kralının ayakları altındaki bir tütsü kabı. O gece bunları çuvala doldurup Durmuş’un evine götürürken çuvalın bir tarafı delikmiş oradan bu gördüğünüz tütsü kabı düşüyor. Arkadan gelen birisi bunu buluyor diğerlerine göstermeden bunu ceketinin cebine saklıyor. Sonra o ayrıca satıyor. Ona sordum sen ne buldun sattın dedim ben Karun’un zurnasını buldum dedi. 5 Gördüğünüz gibi mezar odasındaki duvar resimleri bunları da söküp götürdüler fakat köyde bir levhacı var kendisini ressam olarak tanımlayan, o gidiyor madem ben ressamım diyor mezar odasında öbür duvarlara daha önce gördüğü için kendisi resim yapıyor. Onları kesiyor ve İsviçre üzerinden New York Metropolitan Müzesi’ne tekrar satılıyor. New York Metropol bunlara bakıyor taş aynı taş ama ezgileri İzmirli Durmuş Yaşar ve oğulları yağlı boyası. Ve Karun hazinesi Uşak Müzesi’nde sergileniyor. Bu gördüğünüz Hacılar’a gelen yabancı antikacılar çevre köylere de gidiyorlar. Hacılar’ın yanında Düver diye bir köy var. Oraya gittiklerinde köy kahvesinden bir tanesi diyor ki; bizde de bir şeyler var ama önemli mi diyor gidelim görelim diyor. Adamın ahırına gidiyorlar hayvanlar dışarıya çıkartılıyor hayvanlar üşümesin diye Frig tapınağının kabartmalarını alta sermiş adam ve bugün Türkiye’de yalnız bir tanesi Burdur bir tanesi İstanbul Müzesi’nde olmak üzere gerisi tamamen yurtdışında. Bu Marsyas Heykeli bunu da 1988 yılında New York’ta bir galeride gördüm. Manisa Müzesi müdürü bana bir gün dedi ki; sen bunları buluyorsun bizim de buradan çalınmış bir Marsyas Heykeli var dedi ve yandan çekilmiş çok kötü bir fotokopisini verdi. Bu Marsyas Heykelini de bul. Bunu bir köylü bulmuş, traktör sürerken bu heykel çıkıyor ve zevk sahibi adam heykeli evinde televizyonun yanına biblo diye koyuyor. Konu komşu geliyorlar beğeniyorlar tabii kaçakçılar da geliyor satın almak için ama satmıyor. Fakat bir gece buna bir meyhanede kafayı çektiriyorlar daha sonra elinden yedi bin dolara satın alıyorlar ama alamayan kaçakçılar ihbar ediyor ve adam 3 ay hapis yattı ama heykel kayıp. Müze müdürü bana o kötü fotokopiyi verdi Newyork’ta galeride gördüm bunu ve hemen tanıdım. Yanımda eşim de vardı eşime tarif ettim ileride bir mahkeme konusu olacak olursa eser kaybolmadan önce eşim de ezberlesin heykeli istedim. Sonra düşündüm ki Amerikan mahkemesi der ki senin eşin sen ona öğrettin o da böyle konuşuyor der eşimin tanıklığı kabul edilmeyebilir diye onun üzerine oradaki sergide bulunan Amerikalılar önünden ayrılmıyor yüksek sesle bakın şurasında kırık var şurası çatlak diye adamların dikkatini çekti. Sonra çıkarttım kartımı verdim onlardan da kartını aldım ki ileride tanıklık yapmakta kullanayım diye. Bunun satış fiyatı beş yüz kırk bin dolardı. Daha sonra Türkiye’de ve Amerika’da yayınladım orada mecbur bir Türk vakfına bağışlandı. Türkiye’ye iki yıl sonra getirildi ve Manisa Müzesi’ne teslim edildi. Yağmurlu bir gece sadece o müze soyuldu ve sadece o heykel çalınmıştı. Daha sonra ben bunu Ödemiş yolunda bir tarlada buldurttum ve şimdi yine Manisa Müzesi’nde ama bundan sonra çalınırsa bulabilir miyim onu bilemiyorum. Bir gün New York’ta büromda otururken bir telefon çaldı Brooklyn Müzesi’nden bir arkeolog ‘ben eski eser yağmacılığına karşıyım siz bu işlerle uğraşıyorsunuz, bizim müzede Türkiye’den gelmiş bir mermer lahit var bunun için de gereğini yap’. Brooklyn Müzesi’ne gittim etrafında dolaştım, fotoğraflarını çektim. İşin ilginç tarafı ister Karun Hazinesi ister Noel Baba ister Marsyas olsun Türkiye’den iz sürerek gittim. Dolayısıyla ona ulaştım ama bu nereden geldi Türkiye’de 3.000 tane antik kent var. Bir ipucu arıyorum önünde bir yazı var bunun Amerikalı falanca kişi müzeye ödünç verdi. Kimliğini araştırmaya başladım düşündüm çünkü bunu alacak adam mutlaka zengindi. Araştırdım meğerse Wall Street’de borsadaki önemli bir şirketin patronuymuş ve aynı zamanda dönemin Türkiye’deki başbakan Turgut Özal’ın hükümetinin de New York’taki mali danışmanı. Türkiye’den bunun kaçırılmasının yasak olduğunu bilen bir adam buna bir milyon dolar vermiş satın almış. Adam bunu evinde sergileyemez niye ağırlık 4 ton, bu bir lahit içinde ölü ya da ölüler vardı. 6 Akşamları oturuyor aman ne kadar güzel sanat eseri harika diyor ama bir günden sonra insan üşütmeye başlar. Bunun içindeki ölü kadın mıydı erkek miydi diye kafayı üşütür. Ama bu arkadaş bunu müzeye ödünç veriyor niye, Amerikan vergi yasalarına göre iki yıl sonra bunu ister bir müzadeye çıkartabilir Türkiye’den bir istek olmadığı takdirde ve isterse müzeye bağışlayabilir ve bağışladığı tarihteki değeri üzerinden vergisinden düşürebilir. Ben bunu yayınladım adam panikledi, müze almayı reddetti ve sonra önündeki etiket çıktı Türk Hükümeti’nin ödünç olarak verdiği belirtildi ve iki yıl sonra geldi Antalya’da sergileniyor. Adam vergisinden ne kadar düştü biliyor musunuz, o günkü değeri 12 milyon doları vergisinden düştü dolayısıyla ne oldu öteki Amerikalıların cebinden ödetmiş oldu devlete. Bu gördüğünüz herkül lahiti, biraz önce gösterdiğim çelenkli lahit 4 ton uçakla Türkiye’den İstanbul Yeşilköy’den çocuk kalıbı diye çıkartılmıştı. Bu gördüğünüz çelenkli lahit 10–15 yıl önce kaçakçılık teknolojisi, rüşvet yöntemi bu kadar ilerlemediği için o tarihte diyorlarki bulanlar Süleyman Çoban adı sen bunu dilim dilim kes öyle kaçıralım. Süleyman bunları dilim dilim kesiyor ve bir kısmı İstanbul’da bulunuyor bir kısmını Jale İnan Paul Getty Müzesi’nde buldu, ben üç tanesini Almanya’da buldum sonra Paul Getty Müzesi’nden geldi. Almanya’da bulduğumda yayınladığımda Almanya’daki zengin adam dedi ki; bende böyle bir şey yok dedi aradan 5–10 yıl geçti o adam Türkiye’deki bir kimya şirketi ile bir ortaklık kurdu ve Türkleri ne kadar çok sevdiğini anlatmak için bunları Türkiye’ye bağışladı. Bugün bunlar birleştirildi Antalya Müzesi’nde sergileniyor. Yorgun Herkül, ilginç olan tarafı şu 1990 Eylül’ünde New York Metropolitan Müzesi’nde Shelby White-Leon Levy adlı bir çiftin özel koleksiyonu sergileniyor. Bir gideyim göreyim dedim ve gittim Türkiye’den bir takım ufak tefek eserler var ama bunun altında Yorgun Herkül yazıyor başka bilgi yok. Birden bire dedim ki Özgen sen bu heykeli biliyorsun ama ilk defa orada görüyorum. Başladım heykelin etrafında dolaşıyorum bir müddet sonra farkettim ki müze bekçisi benden huylanmış o da benim etrafımda dolaşıyor. Heykel Güneş ben Dünya müze bekçisi Ay böyle yörüngede dolaşıp duruyoruz. O anda farkettim müzedeki diğer ziyaretçiler durmuş bizi seyrediyorlar. Sonra bozuntuya vermedim katoloğu aldım fotokopisini çektim. Türkiye’de doksan beş kadar müze var ve bu doksan beş müzeden Antalya Müzesi’ne Kayhan Dörtlük’e resmi faksladım. Kayhan’dan bir yanıt geldi bizim kapıda duran alt tarafı olup üstü olmayan Yorgun Heykel varya onun üstü bu dedi. Ondan sonra araştırmalarım bir iki ay daha sürdü gerek Amerika’da gerek Türkiye’de bunu yayınladım. Amerika’daki yayınlamam üzerine New York Times Gazetesi bu heykeli Boston Müzesi müdürü Cornelius Vermuele ile Shelby White ortaklaşa satın almışlar. Shelby White-Leon Levy özel koleksiyoncu dediğim Newyork’ta bir gayrimenkulcü yani emlak simsarı ama daire alıp satmıyorlar gökdelen alıp satıyorlar. Yani öylesine zengin bir yahudi aile ve ortaklaşa almışlar. Cornelius Vermuele’ye soruyor New York’ta gazeteci ne diyorsunuz? Nasıl olur bir heykelde iki göbek diyor. Bu kırıntıyı göbek sanıyor. Fakat biraz üzüldüm tabii adam heykel uzmanı ben bir gazeteciyim. Sonra bu resimleri Prof. Jale İnan’a gönderdim. Telefon etti bunun orjinali Yunan heykel traşı tunçtur, bu Yorgun Herkül heykelinden 50 tane Roma kopyası vardır dedi. Bunlar düştüklerinde genel olarak böyle kırılırlar ve dolayısla onun parçası olması söz konusu olmayabilir dedi. İki tane uzman bunu söylüyor ben şaşırdım geldim Türkiye’ye elimdeki fotografları Jale İnan’a verdim, haklısın dedi. Ve hükümete bakanlığa başvurdu beni gönderin onu orada kanıtlayacağım dedi. Ve Jale Hanım’ı gönderdiler ancak söylediğim gibi alttaki kısım çıkmadığı için Jale Hanım’ın götürdüğü heykelin üst kısmının kalıplarıyla uyuşum sağlanamadı. Ama Jale Hanım döndü geldi Türkiye’ye %100 o ve bir daha gideceğim dedi. Ve Alman uzmanları bunun tamamının kalıplarını çıkarttı öyle gitti bu sefer. Fakat Türk hükümeti inanmadı bunun böyle olacağına ve Jale İnan kendi cebinden ödeyerek bir daha 7 gitti Amerika’ya ve benden de rica etti ben oradaki avukatlarla temasa geçtim ve alttaki o kaide kısmı çıkartıldı resmen uyuşum sağlandı. Ve Cornelius Vermuele Jale Hanım’ın elini öptü. Jale Hanım Türkiye’ye döndüğünde Özgen gerçekte Cornelius benim değil senin elini öptü dedi ve o an işte benim için her şey yeterdi. Ve Süleyman Çoban dilim dilim sattığı herkül lahitinden aldığı parayla her yere ailesiyle pazara gidiyor. Dediğim gibi 1990 yılında oldu bu olay biz 2011’de getirdik bu aradaki 20 yıl boyunca Bakanlık ve Genel Müdürlük ilgisiz kaldılar ben yazmaya devam ettim ve sonuçta geçen ay geldi ve Antalya’da yerine konuldu. Ve o gün oraya herkes davetliydi bir ben davetli değildim. Aynı olay Karun Hazinesi geldiğinde de Anadolu Medeniyetler Müzesi’nde sandıklar açılıyor dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de gelmiş ve Süleyman Demirel dedi ki; ben başbakanlığım zamanında bu Karun Hazinesi için önüme ödenek tahsisleri gelirdi Amerika’daki mahkeme masrafları için ya bu gelmez boşuna gidiyor bu para derdim ama mademki başlanmış imzalayayım derdim. Getirenlere çok çok teşekkür ederim dedi o gün de orada davetli değildim bütün dünya bütün basın mensupları oradaydı. Bu da Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Hattuşaş’ta Boğazköyde Türk ve Alman arkeologlar Hitit devlet arşivini bulmuşlardı. On binden fazla Hitit tableti dokunmak ve onarılmak üzere iki sfenks ile birlikte Berlin’e gönderilmişti. Daha sonra bunlardan üç bin tanesi geri getirildi ve bir sfenks geri getirildi İstanbul’da kaldı ancak yıllarca sonra diğerleri geri getirilmedi Almanya bölündü bunlar Doğu Almanya tarafında kaldı ve bizim hükümet ilgisizlik gösterdi. 1986 yılında konuyu yine gündeme taşıdım o günden sonra devamlı olarak yazdım karşılıklı görüşmelere başlandı. Doğu Almanya ve Batı Almanya birleşti ve en sonunda geçenlerde geldi ikiziyle birlikte önümüzdeki günlerde Çorum Boğazköy’de birleştirilecek. Bu daha önce gelen bir kadın sfenks bu da yeni gelen sfenks heykeli ve şu anda söz konusu tarihte bunun açılış törenine böyle bir davetiye aldım. Bu da Afrodisias’dan, 1904’te Fransız arkeolog Paul Gaudin Afrodisias’ı kazıyor ve bugün gördüğünüz ihtiyar balıkçı heykelinin üst kısmını Berlin Müzesi’ne satıyor yıllarca sonra Kenan Erim bunları buldu ve Türk Hükümeti’ne rica etti bunların birleştirilmesi konusunda. Türk Hükümeti Doğu Berlin’deki büyük elçimize bu konuda ilgilenmesini istedi. O tarihteki oradaki büyük elçimizden gelen yanıt aynen şöyle: ben böyle süfli işlerle uğraşmam. Bunun üzerine Kenan Erim benden rica etti, tesadüf o tarihte bizim Karun Hazinesi’nin avukatlarından bir tanesi Doğu Berlin’e gidiyordu. Ondan rica ettim bir alçı kopyasını verdiler. Newyork’a getirildi, Kenan Erim New York’ta ona teslim edilecek. Bu konuda Almanya ile görüşmelere yeniden başlandı. İnşallah bu heykel de bu şekilde Afrodisias ile birleşir. Bu M.Ö. 6. yy Bandırma’da bir çay kahvesinin bahçesinde öyle atılmış yerde duruyordu kaçakçılar bunu aldılar, kaçırdılar ve yıllarca sonra ben bunu müzayede de bir katalogunda gördüm yayınladım daha önce yayınlanmış bir fotoğraf vardı onun üzerine müzayede durduruldu bu eserde geldi şu anda Dumbarton Müzesi’nde sergileniyor. 8 Gelelim Elmalı definesine. Elmalı olayı 1984 yılında 3 vatandaşımız bir televizyon tamircisinin yaptığı yerli metal dedektörle Elmalı’da 1900 sikkeden oluşan bu yüzyılın definesini buldular. Yüzyılın definesi denmesinin sebebi içinde on drahmiler var. Bu on drahmiler Yunanlıların Persler’i yenmesinin anısına çıkartılmış olan paralar. Dünya’da 13 tane vardı bir tanesi 275 bin dolara satılmıştı bunun içinde 14 tane var. Bunlardan bir tanesi çarkıfelek yapımcısına altı yüz bin dolara satıldı. Hazinenin tamamı 3.5 milyon dolara bir Amerikan zenginine satıldı. Bunu da izledim dört yıl sonra yayınladım ve dokuz yıllık bir mahkeme aşamasından sonra geldi ve Antalya Müzesi’nde sergileniyor. Ayrıca bu hazinenin önemi içinde o dönemde Pers’lere karşı Attika-Delos Birliği vardı yani o dönemin NATO’su. NATO’nun bütün paraları var onun içinde bırakın bu günü o gün için bile çok önemli bir koleksiyon ve böylesine görkemli bir define. Bu define bulunduktan sonra Elmalı Korkuteli Vadisi kaçakçıların hücumuna uğruyor. Hatta bir gün bir köylü ‘sen hep gündüzleri geliyorsun gece gel araziyi çık gör ateşböceklerinden geçilmiyor’ dedi. Nedir ateş böcekleri, define arayanlar, sigara içenler yani ortalığı ateş böcekleri sarmış. Orada bir Frig prensesinin mezarını tespit ediyorlar, köy bekçisi müzeye haber veriyor müze kurtarma kazısı yapıyor. Ve Frig ana tanrıçası fildişinden çeşitli heykeller var bir Frig rahibi gümüşten ve çeşitli elektrondan mücevherler. Frig rahipleri hadım ederlerdi kendilerini, kibeleye tapıldıkları törenlerde bu gallos toplulukları vardı. Bu yüzyılın lahdi olayına geçiyorum. Bu yüzyılın lahdi olayı Milas’ta uzun yuva diye bir yer var yıllardır leyleklerin yuva yaptığı bir yer var, Hisarönü. Kaçak kazılar yapılmak isteniliyor ev sahibi buna karşı çıkıyor ve adam öldürülüyor. Başka defineciler öldürülüyor ve sonuçta 2007 yılında mezar odasına giriyorlar gördüğünüz gibi görkemli bir lahit dünyanın yedi harikasından biri olan Mausolos Bodrum’da biliyorsunuz tapınak, bu onun babasının lahdi Milas’tan Bodruma taşınmadan önce yapılmış ortada Mausolos’un babası duruyor. Bir aile fotoğrafı bu. Gördüğünüz gibi elinde bir şarap kasesi Mausolos’un babası Herosrtatus’un ve Mausolos bir avda, kızları ve duvarda görkemli resimler var. Bu resimler nasıl korunacak belli değil, mezara giriş yeri. Gördügünüz gibi adam öldükten sonra karısı buna direniyor fakat kızı bir kaçakçıyla evli ve karısını kandırmak için Denizli de bir şirket kuruyorlar. Şirketin adı Egem Doğalgaz, dogalgazcılar ne kullanır, delgeç kullanırlar. Delgeçlerle delip mezar odasına mermerden iki metre bazı yerlerde 50 cm. olmak üzere bunları delerek mezar odasına girmişler. Bir müddet sonra bu öğreniliyor ancak iş işten geçmiş içeride bir şey bulunamıyor. Bir takım yolsuzluklar çeşitli olaylar yaşandı. Neticede jandarma devreye girdi, iz sürdü ve bu doğalgaz şirketinin sahibinin kardeşinin Denizli’de eski eserleri sattığını saptadı ve bunlar müzeye kaldırılmış o zaman el konulmuş müzeden alındı bu gördüğünüz laktin köşeleri yanlarındaki yerlerde var. Onun yerine istisnai olarak bu heykeller var 40 cm yüksekliğinde Herostratus, Mausolos heykelleri ailenin heykelleri var. Gördüğünüz gibi Denizli’de satılan bu 9 eserlerden bazıları müzeden alındı Milas’a getirildi. Gördüğünüz bir Apollon heykeli altın, Herostratus tunçtan bir dizliği ve bu gördüğünüz Bodrum’a gidenler Su Altı Müzesi’nde Prenses Ada’nın mezarına gitmişlerdir. Ada Herostratus’un kızı, bu gördüğünüz taç Herostratus taçı kısa bir süre önce İskoçya’da Edinburgh’da havaalanında iskoç polisi üç Türk’te yakaladı şimdi Türkiye ile görüşmeler sürüyor. Ama iskoç polisi bunun Türkiye’den geldiğini ikna olmamış gibi düşünüyor ve bu altın taçı kaçakçılara vermeye hazırlanıyor inşallah böyle bir hata yapmazlar. Hükümet adamlarımızın dediği bir şey var ne olacak Yunan eserini verin Yunanlılara, Roma eserini verin İtalyanlara gibi laflar etmişlerdi. Topraktan çıkan eser Bizans eseri değildir tarihsel, kültürel, dinsel miras dediğimiz zaman topyekün bir miras olayıdır. Günümüzde en yaygın olanı camilerden yapılan soygunlardır. Bu gördüğünüz minber kapısı nefis bir ahşap işçiliği olan bunun da kapısını çaldılar ve ben onu Londra’da buldum. Ve imam bir gün soruyor bu nasıl geldi diye, bir İngiliz gazeteci kadın bulmuş getirmiş, dedi. Türkiye’nin en önemli camilerinden Sivas Divrigi Camii bunu Amerika’daki bir sergide gördüm. Bir ingiliz galeri sahibi Oliver Hoare kimdir, Leydi Diana’nın sevgilisi. Ve aynı anda Ayşegül Nadir Tecimer’ in sevgilisi. Ben bunu buldum Amerikan FBI devreye girdi el koydu uzantıları Londra’daki galerisinden de alındı bunlar da geri geldi. Bu ahşaplar aslında İstanbul’daki Yenikapı’da Mevlevihane’ydi. Yangın sonucu bunlar kayıptı bunları çalmışlar ve sonra anlamasınlar diye yangın çıkartmışlar ve bunları da bulduk Türkiye’ye getirdik. New York’taki töreni görüyorsunuz dönemin Diyanet İşleri bakanı, dönemin Kültür Bakanı, FBI ajanları bunları Türkiye’ye geri veriyorlar. Bu Sinan Paşa İstanbul Camii’den kaçırılan mozaik bunlarda geri geldi. Sonuca doğru gidecek olursak Türkiye bir köprü değil doğu ile batı arasına bir kavşaktır demiştik. Amerikalı Prof. George Bass deniz altı arkeolojisinin kurucusu diyor ki tekne yapımı günümüzden 5.000 yıl öncesine gider diyor, şöyle düşünün her yıl bir tekne batmış olsa Karadeniz, Marmara, Akdeniz’de en az 5.000 batık vardır diyor. Sonuçta bu Uluburnu batığı Kaş açıklarında yine kendileri kazıp buldular Bodrum Müzesi’nde sergileniyor. Bulunan altın kaseler, şu gördüğünüz Mısır kraliçesi Fravun Nefertiti’nin altından mührü. O topraklar arasında arkeologlar bunları bulup çıkartıyorlar ve bugün Bodrum Müzesi’ne kazandırdılar. Gördüğünüz gibi bu teknede Habeşiştan’dan deve kuşu yumurtaları var, Kıbrıs’tan bakırlar var, Romanya’dan balta var, Yunanistan’dan seramik kaplar var, Anadolu’dan başka nesneler var. Burası deniz altı müzesi gibi seyyar müze gibi düşünelim bu geminin sahibi kim, Mısırlılar mı içindeki Nefertiti üründen dolayı, bakırlardan dolayı Kıbrıslılar mı, baltadan dolayı Romanya mı, semikten dolayı Yunanistan mı ama bu Türkiye’nin karasularında olduğu için ortak olarak hepsinin birden korunması ve Türkiye’den dolayı Türkiye’nin tarihsel, kültürel, dinsel mirasının parçalarıdır. Benim her zaman söylediğim bir şey var tarih yerinde güzel onun için tarihi yerinde korumak lazım. Prof. George Bass ne demişti 5.000 yıl öncesi İstanbul Marmara kazılarında 35 tane 10 batık bulundu. İşin ilginç tarafı İstanbul Marmara ring projesinin Japonlar 1 milyon dolara finanse ediyorlar. Anlaşma yaparken şöyle bir madde koydular kazılar yapılacak UNESCO’nun gözetiminde önce arkeologlar gidecek onların geçtiği yerden biz geçeceğiz. Sayın Başbakanımız çıkıyor çanak çömlek bu işi uzattı diyor. Japon benim tarihimi düşünüyor ben düşünmüyorum. Batı Tiflis Ceyhan boru hattı Almanlar diyor ki ben güzargahın planını vereceğim benden önce toplum bilimciler köyleri kontrol edecek eğer güzergaha bir köy çıkıyorsa taşınması gerekiyorsa taşıyalım taşınmıyorsa biz yönümüzü değiştirelim. Bir arkeolojik alan çıkıyorsa önce arkeologlar kazsınlar eğer çok büyük alansa ben yönümü değiştiririm böyle bir madde koydular ama bakıyoruz Hasankeyf olayında ne olacağı belli değil. Biz kendi topraklarımızı korumuyoruz yabancılar bizi bizden daha çok düşünüyorlar ve çanak çömlek denilen Marmara’dan gördüğünüz gibi kürekler çıktı 8.400 yıllık yani tekne yapımı birden bire 5.000 yıl öncesinden 8.400 yıl öncesine gitti dolayısıyla her yıl birer tane tekne batma mantığını düşüncek olursak 8.400 tane batık var demektir Türkiye kıyılarında. Bu gördüğünüz resim Afrodisias’da müze yoktu bir depoda duruyordu yağmurlu bir gece hırsızlar girdiler 11 tane heykel başını çaldılar. Prof. Kenan Erim Amerika’dan geldiğinde çalındığını saptadı dünya arkeolojisinde uyarı yaptı bu eserler çalınmıştır bunları önleyin diye. Bu sakallı erkek başı New York’taki Türk başkonsolosluğumuza bilinmeyen bir kişi tarafından kargoyla gönderildi. Fakat bunu gönderen, talimatı veren ve paket yapan aynı kişi olmadığı için bir hata yapmış daha önce gelmiş olan bir ambalajlı kağıdı ters düz etmiş, açıldığı zaman içinden çıkıyor adres Paul Getty Müzesi ve Paul Getty Müzesi bunu geri vermiş. Aradan bir kaç yıl geçti Prof. Erim Afrodisias’da geri kalan kısmını buldu gördüğünüz gibi oturuyor ve işin ilginç tarafı bunun önünde Pitagoras yazılı işte Pitagoras karşımızda. Pitagoras’ın bu zamana kadar elimizde heykeli yok resmi yok ve artık sakallı erkek başı değil bu bir Pitegaros. Eger olmasaydı bu Paul Getty Müzesi’nde nasıl sergilenecekti sakallı bir erkek başı. Son olarak şunu söylüyorum National Geographic Vakfı 1989’da vakfın kuruluşunun 100. yıl törenini yaptı Washington’da 15 bilim insanına ödül verdi kristal küre ödülü niye, dünyanın kırılabilirliğini anlatmak üzere dünyayı korumamız gerektiğini doğasıyla, madeniyle, heykeliyle, arkeolojisiyle korumak için. O 15 kişiden iki tanesi Anadolu arkeolojisiyle bağlantılıydı biri George Bass ikincisi Prof. Kenan Erim. Kenan Erim kürsiye çıktı ödülünü aldıktan sonra şunu söyledi; geçmişimizi gelecekle yaratamayız onun için geçmişimize bugün sahip çıkalım. 11