TARİH - KÜLTÜR - İNANÇ KENTİ DİYARBAKIR

Transkript

TARİH - KÜLTÜR - İNANÇ KENTİ DİYARBAKIR
TARİH - KÜLTÜR - İNANÇ KENTİ DİYARBAKIR
T.C. DİCLE ÜNİVERSİTESİ
TARİH - KÜLTÜR - İNANÇ KENTİ
DİYARBAKIR
Prof. Dr. Yusuf Kenan HASPOLAT
Koordinatör
TARİH - KÜLTÜR - İNANÇ
KENTİ DİYARBAKIR
Prof. Dr. Yusuf Kenan HASPOLAT
(Koordinatör)
Editörler
Prof. Dr. Yusuf Kenan Haspolat
Öğr. Grv. Aysel Alyamaç Yılmaz
İSBN: 000-000-000-000-0
ŞUBAT 2013
Baskı
UZMAN MATBAACILIK VE CİLTLEME Kadir TÜRKMEN
Davutpaşa Cad. Güven Sanaii sitesi B / Blok No: 315 Topkapı - İSTANBUL
Tel: (O212) 565 23 00 Gsm: 0555 616 17 21
Grafik & Tasarım
Eda Esra ÇELİK ve Seda ÇELİK
Yayınların Bilimsel ve Hukuki sorumluluğu Yazarlara aittir.
Katkılarından dolayı Hani Kaymakamı İsmail ŞANLI’ya teşekkür ederiz.
Kaynak gösterilerek kısa alıntı yapılabilir.
Kısmen ya da tamamen çoğaltılamaz.
İÇİNDEKİLER
11. DİYARBAKIR ULU CAMİ VE ÇEVRESİNDEKİ YAPILARIN
TURİZM AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ VE ÖNERİLER
Yrd. Doç. Dr Emine DAĞTEKİN, Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Semra
HİLLEZ, Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğü
YORGUN DÜŞLERİMDE SEN (Diyarbekir İçin Yazılmış Şiir) Aysel
Alyamaç Yılmaz
12. DİYARBAKIR MİNARELERİ
Pınar GÜRHAN, Sanat Tarihçi(Diyarbakır Valiliği
1 . TA R İ H İ S O K A K L A R I V E E V L E R İ Y L E M E K A N S A L
ÖRÜNTÜNÜN YARATTIĞI DÜŞLERİN TAŞLARA YAZILDIĞI KENT:
DİYARBAKIR
Ayşegül Ümran ABAKAY / Arkeolog
Öğr. Gör. *Aysel YILMAZ, Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, **Mine BARAN,
Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
Yrd. Doç. Dr Resul ÇATALBAŞ, Dicle Üniversitesi, Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi
2. KIRSAL TURİZM-KIRSAL KALKINMA İLİŞKİSİ ve DÜNYADA
KIRSAL TURİZM ÖRNEKLERİ
Prof. Dr. Emrullah GÜNEY, Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi
Arş. Gör. H.Yusuf GÜNGÖR, Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
İşletme Bölümü,Arş. Gör. Ayhan KARAKAŞ, Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Turizm İşletmeciliği Bölümü,Okt. Ömer FINDIKDALI, Dicle
Üniversitesi Diyarbakır Meslek Yüksekokulu Ağırlama Hizmetleri Programı
3. SÜRYANİLERİN DİYARBAKIR'DAKİ TARİHİ MEKANLARI,
Mehmet ŞİMŞEK, Araştırmacı- Yazar
4. DİYARBAKIR KALESİ BURÇLAR -SURLAR,
Mehmet Ali ABAKAY , Araştırmacı-Yazar
5. DİNİ MOTİFLERİYLE DİYARBAKIR
Yrd. Doç. Dr. Hayreddin KIZIL, Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi
6. DİYARBAKIR MERKEZ TÜRBELERİ,
Prof. Dr. Kenan HASPOLAT, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi
7. DİYARBAKIR MESİRE MEKANLAR
Vedat GÜNDOĞAN, Araştırmacı-Yazar
8.TARİHİ YÖNDEN DİYARBAKIR HAMAMLARI,
Vedat GÜLDOĞAN-Araştırmacı-Yazar
9. HZ. SÜLEYMAN CAMİ VE HAZİRESİ
Yrd. Doç Alaattin DİKMEN, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi FDB Bölümü
10. DİYARBAKIR KÖŞKLERİ,
Yrd. Doç. Dr Mine BARAN, Aysel YILMAZ, Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
13. DİYARBAKIR KÖPRÜLERİ
14. DİYARBAKIR VE İNANÇ TURİZMİ,
15. DİYARBAKIR'IN TURİZM COĞRAFYASI ÖZELLİKLERİ,
16. TARİHİ AÇIDAN DİYARBAKIR KÖŞKLERİ,
Vedat GÜNDOĞAN, Araştırmacı –Yazar
17. DİYARBAKIR HANLARI VE ÖZELLİKLERİ,
Prof. Dr. Kenan HASPOLAT Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi
19. DİYARBAKIR KİLİSELERİ
Yrd. Doç F. Demet AYKAL, Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
20. DİYARBAKIR MAĞARALARI
Prof. Dr. Kenan HASPOLAT, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi
21. DİYARBAKIR MERKEZ CAMİ VE MESCİDLERİ
Aygül DORU Araştırmacı –Yazar
22. DİYARBAKIR 'IN SU KAYNAKLARI VE ÇEŞMELERİ
Prof. Dr. Kenan Haspolat. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültes
YORGUN DÜŞLERİMDE SEN
Adını yazdım surlarına
Taşının karanlığına, bahtının aydınlığına
Döndüm baktım geçmişin anılarına
Anılarımda hep seni aradım Diyarbekirim.
Bir türkü oldun dilimde
Hece hece okudum şiirlerimde
Gecemde gündüzümde
Hep seni aradım Diyarbekirim.
Mehtabı seyrederken eyvanında
Yıldızları saydım tek tek damında tahtında
Düşler kurdum çocukluk anılarımda
Yine seni aradım Diyarbekirim.
Örtmelerin gizledi sırlarımı
Küçelerin söyledi umut şarkılarımı
Fısıldadı çeşmelerin sevdamı, aşkımı
Geçmişimde seni aradım Diyarbekirim.
Anılarım bir bir uzandı çocukluğuma
Dicle gibi tarifsiz bir coşkuyla
Nazlı gelin misali bir edayla
Uyandım yine seni aradım Diyarbekirim.
Taşlara çizdiler seni desen desen
Kadim tarihini, geçmişini, sevgini
Güller, sevdalar, inançlar şehri
Kokun gül. Peygamber teri misali
Koklayıp durdum seni Diyarbekirim.
Adım adım gezerken küçelerini
Her bir yerinde aradım atamı dedemi
Heyhat bulamadım hiçbir izimi
Yorgun düşlerimde kaldın sen Diyarbekirim.
AYSEL ALYAMAÇ YILMAZ
5
TARİHİ SOKAKLARI VE EVLERİYLE MEKANSAL ÖRÜNTÜNÜN
YARATTIĞI
DÜŞLERİN TAŞLARA YAZILDIĞI KENT: DİYARBAKIR
Akıp giderken zaman
Direnmekteyim ben her an
Taşın ölümsüzleştirdiği mekanlarım inan
Aysel Yılmaz*
Mine Baran**
Giriş
Karacadağ’dan Dicle’ye uzanan geniş bazalt platosunun doğu kenarında,
Dicle Vadisinden 100 metre yüksekte yer alan Diyarbakır kenti, surlarının şekliyle
arazinin doğal yapısına uyum sağlamıştır. Yapım tarihi bilinmeyen kalenin
kuzeydoğusunda bulunan İçkale kesiminin, yerleşim yerinin çekirdeğini oluşturduğu
ve küçük çapta bir kalenin İ.Ö. 3000 yıllarında, yani Hurriler zamanında inşa
edildiği sanılmaktadır. Büyük kültürler büyük sularla doğar sözünü doğrularcasına,
Mezopotamya’yı kucaklayan iki nehirden biri olan Dicle’nin beslediği verimli
topraklar üzerinde yükselen dünyaca ünlü surları Diyarbakır’ın barındırdığı tüm
kültür mirasının bir abidesidir. Dolayısıyla, zengin kültürel ve tarihi mirasıyla bir
“dünya kenti” olmayı hak eden Diyarbakır, kimliğini belirleyen birçok değerleriyle
surları, camileri kiliseleri, mescitleri, hanları, hamamları, çeşmeleri, evleri ve
köşkleriyle canlı bir kentsel yaşama sahip olmuştur. 1940’lı yıllara kadar geleneksel
özelliklerini büyük ölçüde korumuş olan kent, maalesef 1950’li yıllardan itibaren sur
dışına doğru genişlemeye başlamıştır .Özellikle 1980 li yıllardan itibaren bölgede
yaşanan yoğun göçün etkisiyle sur içi yavaş yavaş yapısal bozulmalarla günümüze
kadar gelmiştir. Geçen yıllara direnen Diyarbakır sur içi birçok bozulmalara karşın
hala ben buradayım, geçmişin derin izleriyle savaşıyorum dercesine mimari birçok
eseriyle yaşayan bir kent. Anadolu’nun diğer kişilikli kentleri gibi sur içi dokusuyla
korunmayı, tanınmayı, anlaşılmayı ve gelecek kuşaklara aktarılmayı çokça hak eden
bir kent.
Tarihi sur içi dokusu; konut, yönetim ve ticaret bölgelerinden oluşmaktadır.
Tarihi Yerleşke genelden özele doğru giden bir düzen içersindedir. Bu dokudaki konut
alanları örüntüsü meydanlar, sokaklar (küçeler) ve konut alanlarından oluşmaktadır.
Konutlar da kendi dokusu içersinde farklı verilere göre bir örüntü kurgusu içinde
avlu etrafında konumlandırılmışlardır.
*(Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi)[email protected]
**(Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi)[email protected]
6
Şekil 1. Sur içi’nin 1939 yılı hava fotoğrafı (Diyarbakır Büyükşehir Bld Arşivi)
Diyarbakır sur içi örüntüsünün oluşmasında yerleşimin surlarla çevrili
olmasının ve alanı sınırlamasının büyük ölçüde etkisi vardır.Dokunun surlarla çevrili
olması güvenlik nedenlerine bağlantılı olduğu düşünülebilir.. Ayrıca Diyarbakır ‘ın
sıcak-kuru iklime sahip olması evlerin bitişik, avlulu bir düzen içersinde gelişi güzel
bir sokak dokusuyla organik bir biçimde gelişmesine olanak tanımıştır.
Diyarbakır kale içindeki parseller düzenli olmayan geometriye sahip olduğu
için sokaklarda ortaçağ kentlerinin genel özelliğine benzer şekilde organik dokuda
ve düzensiz gelişmiştir. Roma döneminde yeniden düzenlenerek yapıldığı bilinen
kanalizasyon ağının ana yolların altından geçtiği düşünülünce yapılaşmanın da
düzensiz sokaklara uygun doğrultuda devam ettiği anlaşılmaktadır.
Şekil 2. Diyarbakır kent planı. (Kaynak: Gabriel, 1940)
7
Diyarbakır zaman zaman, bölge içindeki konumu nedeniyle çevredeki
yerleşimlerde bulunan kültürlerden farklı şekilde etkilenmiştir. Eski Diyarbakır ve
Mezopotamya evleri kitlesel biçimleri ile birbirine benzemektedir.
Bu benzerlik, Mezopotamya ile adeta kaynaşan yerleşimlerde olduğu
gibi yapı kültürü etkisi ile birleşerek geleneksel sur içi dokusunu oluşturmuştur.
En az beşbin yıllık bir geçmişe sa-hip olan Diyarbakır Evleri de binlerce yılın
verdiği deneyimler sonucu gelişerek, şehrin tarihi kimliğine ve iklim şartlarına
en uygun bir konuma gelmiş ve malzemenin etkisiyle kendisine özgü bir mimari
form oluşturmuştur. Diyarbakır ili volkanik bir arazi üzerinde kurulu olduğundan
çevresinde bol miktarda bazalt taş bulunmaktadır bu yüzden yapılarda yöresel
malzeme olarak bazalt taş kullanılmıştır.
Geçmişteki Sur İçi Dokusu
1950 öncesinde genellikle bir bodrum katı üzerine kurulmuş tek katlı
yapılar çoğunlukta iken sonraları iki katlı evler çoğalmaya başlamıştır. Türk İslam
mimarisinin özelliklerini taşıyan Diyarbakır Evleri, son 20–30 yılda sur içinin hızlı
göç alması sonucu düzensiz yapılaşmayla birlikte yok olmaya başlamıştır. Ancak
son yıllarda koruma bilincinin artmasıyla, bazı evler yaşatılmaktadır. Aslında hala
geçmişin izleri duruyorsa bilinki siyah taşının ölümsüzlüğündendir.
Şu an yıl 2012 ve ben geçmişin izlerini ararken bu sokaklarda (küçelerde)
aklım geçmişte kaldı. Geçmişin sokaklarını, evlerini arar oldum bir anda. Tarihini,
geçmişini surlarına taşlarına yazan bu şehir böyle mi olmalıydı? Kesintisiz, sürekli
ve görkemli olmalıydı eviyle, sokağıyla.
1914–1964 lü yıllardaki Diyarbakır sokaklarına, evlerine ait fotoğraflara
baktığımızda nelerin yok olup gittiğini görüyoruz. Yitip giden sokaklar, evler ve de
nice yaşanmış hayatlar.
Fotoğraf 1. Diyarbakır 1914 yılından önce doğu yönünden Yeni Kapı
civarından çekilmiş
fotoğraf. (Orlando Carlo calumeno Koleksiyonu) (Osman Köker sergisi)
8
Geçmişte ezan, çan sesinin birlikte nice hazan mevsimlerinde duyulduğu
o günler hoşgörünün göstergesiydi. Dini, dili, ırkı ne olursa olsun beraber
yaşanabildiğinin bilindiği bir şehirdi Diyarbakır.
Fotoğraf 2. Istepan Manugyan ile Lusya Tütüncüyan ın 1908 de Surp Gragos
Kilisesinde yapılan Düğünü
(Bedros Istepanyan aile albümü) ) (Osman Köker sergisi)
Fotoğraf 3. Esma Ocak Evinde Bir Nikâh Töreni
9
Bu sokaklar, bu evler dile gelse neler anlatırlar kim bilir geçmişe dair..
Sevinçlerin, acıların sevdaların paylaşıldığı ayrı-gayrının olmadığı nicesi yıllardı
onlar. Türkü, kürdü, ermenisi, süryanisi ve daha nicesi yıllar boyu bu sokakta
(küçede) az mı yaşamışlardı hep. Birlikte. aynı havayı soluyup, aynı güzellikleri,
acıları, sevinçleri az mı paylaşmışlardı. Bir güne bir gün aralarında hiçbir tatsızlık
yaşanmamıştı. Herkes birbirine saygılıydı, sevgiliydi. Hatta kız alıp verenler de
olmuştu. Böylece kan kana, can cana karışmış, ayrılık, gayrılık tümden yok olmuştu.
Sonra o pek hatırlamak istemediğimiz savaş yıllarında ne olmuşsa olmuş, onca
komşu bir bir veda edip ayrılmıştı aralarından. Komşu gitse de yaşanmış onca
hatıralar unutulmazdı elbette. İşte hatırlandığında yaşanmışlıklar mazide kalmış ama
iz bırakmış derin hatıralardır şimdilerde.
Fotoğraf 4. Eski Diyarbakır Genel Görüntüsü – 1965 (M. Ş. Küçükdoğu)
Bazalt Taşın ve İklimin Şekillendirdiği Eski Diyarbakır Sokakları
Kentin mimari oluşumunu etkileyen bu gelişimlerin yanı sıra, bölgenin
fiziksel yapısı, topoğrafik ve jeolojik yapısı, iklim durumu ile kentin sosyo-ekonomik
yapısı da yerleşimini etkileyerek bazı bölgesel özellikleri beraberinde getirmiştir.
Bu bölgesel özellikler, neredeyse kentin tamamının yapımında kullanılan bazalt
ve kalker birlikteliğinin doğmasına yol açmıştır. Diyarbakır’daki taş işçiliği çeşitli
dönemlerde kent halkının ulaştığı estetik düzeyle birleşmesinin yanı sıra, sosyoekonomik yapının da bir göstergesi olmuştur.
Kentteki taş işlemeciliği, şehir sokaklarına cephe veren yapıların işlevine
göre siluet kazanmasında önemli bir yere sahiptir. Üzerlerindeki süsleme, bezeme
veya kabartmalar yapının işlevine göre değişmesinin yanı sıra, hâkimiyetinde bulunan
devletlerin özelliklerini de yansıtır nitelikte olmuştur. Taş işçiliğindeki ustalık ile
bu ustaların taşa yükledikleri anlamlar, birkaç bin yıllık kent tarihini ortaya koyar
niteliktedir. Sokağa cephe veren yapılardaki taş işçiliğinin insan boyutunda sokağa
etkileri,
10
taşın, işçiliğinden doğan özelliklerinin sokak üzerindeki ifadeleri de son derece
anlamlı olmuştur.
Rengi siyah olan bu taşlar evlere, sokaklara ve kent dokusuna gizemli olduğu
kadar, gerçekle düş arasında bir dünya sunmuştur. Bu iki dünyayı paylaşacak, ortaklık
kuracak biz dostları ise hep konuk etmiştir evler ve sokaklar. Renginin siyahlığı
düşlerimizin beyazlığıyla birleşmiş ve muhteşem bir görselliği bizlere sunmuştur.
Fotoğraf 5. Dokusuyla-İnsanıyla Yaşayan 1965 yıllarına Ait Eski Diyarbakır
Sokakları (M.Ş. Küçükdoğu )
Fotoğraf 6. Eski Diyarbakır Sokak Dokusunun Bütün Zenginliğiyle Bizlere
Sunduğu Muhteşem Görsellik -1965 ( M. Ş. Küçükdoğu )
11
Diyarbakır sokak dokusunun biçimlenmesinde iklimsel koşulların da
büyük etken olduğunu söyleyebiliriz.,sokak genişliklerinin yer yer 2 - 3 m. ye kadar düşmesinde; yazın yüksek sıcaklardan korunma amacı bulunmaktadır. Sokakları
çevreleyen evlerin avlu duvarları bitişik ve yüksek tutulmuştur. Birbirinin üzerine yaslanmış, bu yüksek duvarlarla sınırlanan sokaklar sıcağa karşı korunmuş ve
böylelikle günün her saatinde küçelerin (sokakların) gölge olması sağlanmıştır. Bu
sokaklarda bir başka gölge alanları ise örtmelerdir (Kabaltı). Düz ahşap kirişli olan
örtmeler sokak genişliğince ve derinlemesine oluşturulmuş, zengin ailelerin bir oda
daha kazanma ihtiyacından doğmuş ancak iklimsel verilerle birleşince bu tasarım,
sokak dokusuna çeşitlilik, müthiş zenginlik bir o kadarda iklimsel konfor sağlamıştır.
Böylece günün her saatinde gölgelik alanlar oluşturulmuştur. Sıcaklığın 45 dereceleri
bulduğu saatlerde bedenimizde hissettiğimiz sıcaklık ve terleme sokağa girdiğimizde
aniden müthiş bir serinlik hissine bırakmaktadır. Örtmeler; soluklanmak serinlemek
için konforlu alanlar yaratmıştır.
Fotoğraf 7. Işık ve Gölgenin Sokak Dokusundaki Dansı-1965
(M.Ş. Küçükdoğu )
12
Diyarbakır ve çevresi bazalt yatakları bakımından zengin bir bölgedir.
Bu zenginlik sur içi dokusunun taş malzeme kullanılarak taş mimarinin en güzel
örneğini sunmuştur bizlere. Diyarbakır’daki taş işçiliği çeşitli dönemlerde kent
halkının ulaştığı estetik düzeyle birleşmesinin yanı sıra, aynı zamanda ailelerin
sosyo-ekonomik yapısına göre daha gösterişli evlerin oluşmasını sağlamıştır.
Kentteki taş işlemeciliği, şehir sokaklarına cephe veren yapıların işlevine
göre bir siluet kazandırmıştır. Sokak ve evlerdeki süsleme ve bezemeler taş
ustalarının maharetli ellerinde hayat bulmuş tıpkı bir dantel gibi işlenmiştir. Bazen
kendi hayatlarını, zevklerini, bazen de ev sahibinin zevkini yansıtmışlardır. Sert ve
işlenmesi zor bir malzeme olan bazalt taş;şimdilerde yok olmuş taş ustalarının taşa
yükledikleri anlamlarla hayat bulmuştur.
Fotoğraf 8. Alipaşa Sokak (1927)
Diyarbakır sur içi dokusunda evlerin büyük kısmı avluya bakmaktadır.
Evler mahremiyet, iklimsel verilerden dolayı yüksek duvarlarla çevrilidir. Sokağa
yönelmiş mekan sayısı çok fazla değildir. Sokağa yönelmiş mekânlar sokağın üzerine
kurulan odalar ve şahnişinlerdir. Sokağın üzerine kurulan bu odaların alt geçitlerine
örtme veya kabaltı denmektedir. Evlerin yüksek duvarları ve örtmeler sokak dokusu
içersinde serin ve gölgelik alanlar oluşturur.
13
Fotoğraf 9. Henüz yok olmamış kabaltı örnekleri
14
Fotoğraf 10. Bazen sessiz bazen canlı kabaltılarımız
15
Diyarbakır’da sert bir kara iklimi egemendir. Yazları çok sıcak geçer. Yılın
hemen hemen 7 -8 ayı yaz mevsimini yaşayan Diyarbakır’da Sokak dokusunun
şekillenmesinde iklimsel veriler etkili olmuştur. Sokak genişliklerinin yer yer
2 – 3 m. ye kadar düşmesinde; yazın yüksek sıcaklardan korunma amacı etkili
olmuştur. Sokakları çevreleyen evlerin avlu duvarları bitişik ve yüksek tutularak
adeta birbirinin üzerine yaslanmış gibi duran bir konum almıştır., Böylelikle bu
yüksek duvarlarla sınırlanan sokaklar sıcağa karşı korunmuş ve günün her saatinde
küçelerin (sokakların) gölge olması sağlanmıştır. Bu sokaklarda bir başka gölge
alanları ise örtmelerdir (Kabaltı). Düz ahşap kirişli olan örtmeler sokak genişliğince
ve derinlemesine oluşturulmuş, zengin ailelerin bir oda daha kazanma ihtiyacından
doğmuş ancak iklimsel verilerle birleşince bu tasarım, sokak dokusuna çeşitlilik,
müthiş zenginlik bir o kadarda ekolojik verimlilik kazandırmıştır. Sıcaklığın 45
derecelere çıktığı saatlerde örtmelerin altında soluklanmak, serinlemek bizim için
doğal klima etkisi yaratmaktadır.
Fotoğraf 11. Çocukların oyun oynayabileceği alanlar olmaktadır bazen sokaklar.
16
Fotograf 12. Bazen biraz soluklanıp sohbet noktasıdır sokaklarımız
Fotoğraf 13.
17
Şimdilerde yarısı yitik ve yoksun hayal-meyal
Fotoğraf 14. İşte bazende ekmek kapısıdır. Elmalı şekerimi
satabilecek miyim? acaba
Sokak genişliklerinin dar tutulduğu sur içinde sokak dönüşlerini rahatlatmak
için pahlanmış duvar yüzeyleri oluşturulmuştur. Bu atlı, araba ve yayaların rahat
dolaşımını sağlamak için yapılmıştır. Yine çıkmaların altındaki konsol taşları, sokak
dokusuna ayrı bir estetik, üzerlerindeki taş işçiliği ise taş ustasının maharetini,
zevkini ortaya koyar niteliktedir.
Fotoğraf 15. Pahlanmış Köşe Yüzeyleri. ( A.Bekleyen, N. Dalkılıç )
18
Fotoğraf 16. Binği Taşları Örnekleri.
Diyarbakır sur içi sokak dokusuna anlam katan öğelerden biriside kapılardır.
Avlularla çevrelenmiş evlerin sokaklarla buluşma noktasıdır. Kapılar, hem sokakla
buluşma, dışa açılma hem de ev içi hayatı koruma, sakınma işlevini üstlenirler. Kapı
ve kapıların üzerindeki aksamların her biri ayrı bir anlam ve incelik göstermektedir.
Ev halkının sosyal, ekonomik kültürel durumunu da yansıtmaktadır. Örneğin hacca
gitmişse yazılan yazılarla hacca gittiğini demirci ustasıysa özel demir işçiliğini
yansıtır süsleme ve bezemelerle farklılaştırılırdı kapılar.
19
Evlerin kapı tokmaklarının şekli, biçimi, çıkardığı ses her biri ayrı bir anlam
içermektedir. Kapı tokmakları çift halkadan oluşmuştur. Bunlardan, aslan başı motifli
ve büyük olanı kalın, çiçek motifli ve küçük olanı da ince ses çıkartırdı. Eğer eve
bir erkek misafir gelmiş ise, kalın sesli tokmağı tıklatır, içerdeki ev sahibi gelenin
erkek misafir olduğunu anlar, kapıyı evin beyi açar, bey yoksa mahremiyete uygun
olarak kapı açılırdı. İnce sesli tokmağın sesi duyulmuş ise, gelenin bir hanım olduğu
anlaşılır, kapıyı evin hanımı açardı.
Fotoğraf 17. Hala konuklarını beklercesine duran geleneksel kapılarımız.
Fotoğraf 18. Kapılardaki farklı biçimlerde yapılmış tokmaklar.
20
Diyarbakır sur içi sokak dokusunda çok sayıda çeşme bulunmaktadır. Ancak
bunların birçoğunun suyu akmamakta, Özgünlüğünü yitirmiş durumdadır. Oysaki
sessizliği, yalnızlığı yok eder suyun sesi. Çeşmeler insanlar için buluşma noktası
olmuştur eski Diyarbakır da Orda paylaşmış sevincini, nazını, üzüntüsünü. Üstelik
sıcaklığın 40–45 derece sıcaklığa ulaştığı mevsimlerde ferahlatmış, serinletmiştir
insanları. Neşeliydiler onlar. Çocukluğumun belki de en güzel anıları çeşme başında
suyla oynarken geçmiştir. Üstümü, başımı ıslattığım an annemin yeter hasta olacaksın
sesiyle koşuştuğum anlardı. Ama şimdilerde onlar da yıkım ve kıyımın eşiğinde.
Fotoğraf 19. Susuz ve suskun çeşme. Ziya Gökalp Mahallesi Tahtalı Katsal
Sokak (İsmet Paşa İlkokulu Arka Duvarı)
Fotoğraf 20. Sultan Şuca Çeşmesi Hz. Ömer Cami Cami Duvar Bitişiği
21
Geleneksel Diyarbakır Evleri Mekansal Örüntü Kurgusu
Bu özgün mimari formu oluşturan birçok tasarım kriterleri vardır. Bunlar:
- İklimsel veriler
- Sosyo kültürel veriler
- Fiziksel çevre verileridir.
Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk iklim etkisi altındaki Diyarbakır’da
geleneksel konutlar avluludur. Avlu, kuru yaz sıcağı ve soğuk kış rüzgârlarına karşı
en basit korunma şeklidir. Sıcak ve kurak iklimin eski Diyarbakır Evi biçimine
etkisi, avlu çevresindeki kitlelerin dizilişlerinde ve içe doğru yönlenmelerinde açıkça
görülür. Avlu çevresindeki odaların oluşturduğu mekânlar uygun güneş yönüne göre
yerleştirilmişlerdir. Bu yönlenme, yazın kullanılan yazlık, kışın kullanılan kışlık
ve baharda kullanılan mevsimlik odaların ayrı ayrı yerlerde tasarlanmasına neden
olmuştur. Yazlık bölümler güneşten fazla etkilenmemek için kuzeye, kışlık bölümler
ise bol güneş alabilmesi için güneye yönlendirilmişlerdir. Bu yüzden güney cephesi
bol pencerelidir. Baharlık kitle ise dış ve orta avlulu evlerde görülür. Avlunun doğu
veya batısında bulunur.
Tasarım kriterlerinden biri de sosyal ve ekonomik değerlerdir. Her tasarımın
arkasında bir toplumsal değer ve tutumlar kümesi yatar. Fiziksel çevre etmenleri ile
canlı arasındaki dengeyi amaçlayan bir “ara çevre”olan binada bunca çeşitlenmenin
nedenleri vardır elbette Kaplumbağa ve salyangoz aynı dış çevre koşullarında
barınabilirken neden farklı evcikler içinde oluşurlar? Ayrıca bu kabuklar, sadece
canlıların biyolojik süreçlerine, enlerine, boylarına uygun olmakla kalmayıp yaşama
biçimlerine, korunma ve dayanışma davranışlarına da koşutluk gösterirler. Bu
ifadelerin yansımasını Diyarbakır sivil mimarisinde de görmek mümkündür.
Eski Diyarbakır aile yapısı büyük ve ataerkil bir nitelikteydi. Büyük aile;
ana, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek ailelerin birleşimidir. Bu nedenle bu
büyük aile yapısı bir ortak alan olan avlulu bir düzen oluşturmuştur. Aile yapısının
büyüklüğü, evlerin büyüklüğünü, avlu ve çevresindeki kitlelerin sayısını belirlemiştir.
Ayrıca dini inancın etkisindeki bir aile yaşantısı ve bunun sonucunda oluşan evin
gizliliği hem içte, hem de dışta olmak üzere iki şekilde evin kitlesel biçimlenmesini
etkilemiştir. İçteki gizlilik harem ve selamlık bölümleriyle sağlanmıştır. Eski evlerde
bu bölümler iki ayrı ev gibi düşünülmüş, ancak bağlantı bir ara kapıyla sağlanmıştır.
Zengin ailelere ait evlerde bu iki bölüme de rastlanır. Diğerlerinde de avlu evin
haremidir. Dıştaki gizlilik ise, evin yüksek duvarlar arkasında kalması ve dışarıya
kapalı olmasıyla sağlanır. Bu kapalılık sokağa ve yandaki komşu evlere doğru olur.
22
Eski Diyarbakır Evlerinde çatının eğimli değil de çoğunlukla düz bir
dam şeklinde olması günlük hayatın bir sonucudur. Sıcak yaz gecelerinde damda,
tahtta yatılırdı. Bu kullanıcı gereksinimine bağlı etmen, damın yatma eyleminde
kullanılmasına, dolayısıyla düz yapılmasına neden olmuş ve kitlesel biçimlenmeyi
bu yönde etkilemiştir.
Fotoğraf 21. Dam” da “taht”
( http://www.bilinmeyendiyarbekir.com/yirmidort_saat.html).
Fotoğraf 22. Damda Tahtlar. (A.Tekin,1971)
23
Şekil 3.
Zemin Kat Planı
Şekil 4. Birinci Kat Planı
Şekil 5.
24
Şekil 6.
Geleneksel Diyarbakır Evi Plan – Kesitleri.
(M.Ş.Küçükdoğu’dan işlenerek)
Fotoğraf 23. Cahit Sıtkı Tarancı Evinden İklime Göre Tasarlanmış Cepheler.
Fotoğraf 24a. Ahmet Arif Müzesi Olarak Kullanılan Ev
25
Fotoğraf 24b. Ahmet Arif Müzesi Olarak Kullanılan Ev
Fotoğraf 25. Zingilli Sokakta zamana yeterince direnmiş ama yıkımın kıyısında
kurtarılmayı beklercesine duran bu ev kim bilir nelere tanıklık etmiş,
Fotoğraf 26. Bir zamanlar çok görkemliydin cemil paşa konağı. Taş tasarımının
en güzelini anlatır her bir detayın.
26
Fotoğraf 27. Kent müzesi olarak işlevlendirilecek olan cemil paşa konağının
restorsyonu yapılmaktadır. (M. Halifeoğlu)
Diyarbakır mimarisini oluşturan diğer bir önemli etken; evlerinden kiliselerine, camilerine, köprü ve çeşmelerine kadar tüm yapılarında kullanılmış olan malzemedir. Ana malzeme, sönmüş bir yanardağ olan Karaca-dağ’ın Dicle kıyısına kadar
püskürtmüş olduğu lavlardan oluşan bazalttır. Diyarbakır yapılarında gözenekli ve
gözeneksiz olmak üzere iki tür bazalt taşı kullanılmıştır. Gözenekli olan bazalt taş,
işlenme kolaylığının yanı sıra doğal klima işlevi de görmektedir. Avluda ve evin iç
kısmında bu yapı malzemeleriyle oluşturulmaya çalışılan bu mikroklimatik ortam
ile iklimsel konfor sağlanmaktadır. Yazın güneşin çekilmeye başladığı zamanlarda
avluya ve eyvana dökülen su, taşın gözeneklerine dolarak doğal bir serinlik yaratır.
Gözeneklerdeki suyun, sıcaklığın etkisiyle buharlaşması sonucu çevreye serinlik
yayılır. Bu nedenle de özellikle avlu ve eyvan döşemelerinde gözenekli taş kullanılır.
Gözeneksiz taş ise daha çok taşıyıcı sistemde, sütunlarda ve havuz yapımında
kullanılır. Böylelikle bina kabuğunun doğal iklimlendirme aracı olarak kullanımı
sağlanmış olur.
Diyarbakır Evi tasarım kriterlerinde su, gölge ve yarı açık alanlar önemli
yer tutar. Eyvanda bulunan havuz ve su kanalı bodrumda yer alan serdap, sıcak bir
iklimin etkisinde oluşan yapısal, mekâna yansıyan elemanlardır
27
Fotoğraf 28. Evlerdeki farklı planlı havuzlar
Fotoğraf 29. Havuzlarda su kadehleri örnekleri
Fotoğraf 30. Avluda kanallar, tulumbalar
28
Fotoğraf 31. Evlerde bazalt taşın kullanımı ve süslemeleri. (K.Haspolat)
Diyarbakır geleneksel konut mimarisi bir çok yönüyle özgün ve seçkin
tasarıma sahiptir. Sosyal mimarlık - Fiziksel mimarlık sentezinin, iyi sağlandığı bir
mimarlık örneği sunar bizlere.
-Yaşam tarzının mekâna yansıtılması
-Malzemenin ve strüktürün rasyonel yorumlanması
-Bina-çevre ilişkilerinin bir bütünlük içinde yorumlanması açısından
modern çevrelere de ışık tutabilecek birçok tasarım özelliğine sahiptir.
Diyarbakır geleneksel konut mimarisinde mekân zenginliği öylesine güzel
yaratılmış ki;. ne kullanılmayan mekânlara ne de kargaşa hissi veren mekânlara pek
rastlanmamaktadır.
Mekânların oluşumunda, kişiye çevreden gelen mesajların yoğunluğu;
hassas bir dengelenme ile değişik algılamalara olanak sağlayabilecek boyuttadır.
Böylesine özgün sivil mimari değerimiz olan bu sokakları, çeşmeleri, evleri
koruyalım-yaşatalım. Zaman akıp gidiyor.
29
Direndiyse bugüne kadar; taş olmasıydı onu ölümsüz kılan. Direndi taşlı
mekânlar yıkıma, kıyıma karşın. Yaşamak, en iyisiyle tadıyla, heyecanıyla özlenen
güzelliklere ulaşmak ümidiyle yaşamak. Umutların birer birer filizlendiği, her filizlenen dalında sevginin,barışın çiçek açtığı,her çiçekte Diyarbakır’ın kokusunu
duyabileceğimiz bir diyara ihtiyacımız var.
Bizim güneşe ihtiyacımız olduğu kadar inanca, kültüre, suya ve bizi
büyütecek, kalkındıracak değerlerimize sahip çıkmaya çokça ihtiyacımız var.
KAYNAKLAR
AĞARYILMAZ, İsmet (1991), “Diyarbakır Kenti Tarihi Yapısı, Sorunları
ve Korunması İçin Temel Yaklaşımlar”, Diyarbakır’ı Tanıtan Adam Yazar Şevket
Beysanoğlu’na 70. Yaş Armağanı, Ankara.
BARAN Mine, YILMAZ, Aysel “Geleneksel Diyarbakır Evlerinde Avlu Ve
Su Öğesi”, Tarım Doğa ve Çevre Sempozyumu, Dicle Üniversitesi, Diyarbakır, 1-3
Haziran 2010
BARAN Mine “Halk Bilimi Bağlamında Anadolu Türk Konutunda Mekansal Oluşum” Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2000
BAŞAKMAN, Mutlu, Geleneksel Konut Çevrelerinin Korunması
Balgamında Geleneksel Bölgesel Mimarinin Yorumlanması ve Modern Çevrelerin
Yaratılmasına Işık Tutması, Fırat Üniversitesi Yayınları, Elazığ, Ağustos, 1991.
BEKLEYEN. Ayhan, . Neslihan DALKILIÇ, Geçmişin Günümüze
Yansıyan Fiziksel İzleri: Geleneksel Diyarbakır Evleri, Medeniyetler Mirası
Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır–2011
ERGİNBAŞ, Doğan, Diyarbakır Evleri, İstanbul. 1953
GABRIEL, Albert, Voyages Archeologiques dans la Turquie Oriantale,
Paris. 1940
30
KEJANLI Türkan, YILMAZ Aysel, AYKAL F. Demet, “Diyarbakır Suriçi
Sokak Dokusuna Kimlik Kazandıran Yapı Cephelerinde Taş İşçiliğ”, El Sanatları
Sempozyumu, Diyarbakır, 31 Mayıs–01 Haziran 2007.
KORKUSUZ, Şefik, Bir Zamanları Diyarbekir, Zamanlar, Mekânlar,
İnsanlar, İstanbul. 2007
KÜÇÜKDOĞU Mehmet Şener, Geleneksel Mimarinin Öğrettikleri
Diyarbakır Örneği, Diyarbakır Mimarlık Ve Kent Sempozyumu 2011 02-03 Aralık.
TEKİN Adil (1997), Diyarbakır. Anadolu Tarihinin Taşlara Yazıldığı Kent,
Diyarbakır.
TUNCER Orhan Cezmi “Diyarbakır Evleri” Diyarbakır Büyük Şehir Belediyesi Kültür Sanat Yayınları,(1999).
YILMAZ Aysel,. BARAN Mine,”Diyarbakır Küçeleri(Sokakları),1.
Uluslararası Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır” Sempozyumu
25-26 Mayıs, 2009, Diyarbakır.
YILMAZ Aysel,. ,”Diyarbakır Küçelerinde yaşam(Sokakları),1. Uluslararası
Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır” Sempozyumu 25–26 Mayıs,
2009, Diyarbakır.
YILMAZ Aysel,. BARAN Mine, ” Diyarbakır’ın Tarihi Suları Ve
Çeşmeleri” Tarım Doğa ve Çevre Sempozyumu, Dicle Üniversitesi, Diyarbakır, 1–3
Haziran 2010
YILMAZÇELİK, İbrahim 19.yy. İlk Yarısında Diyarbakır (1790–1840),
Ankara,1995
GÜNELİ Zülküf, BEKLEYEN Ayhan, Eski Diyarbakır Evi Kitlesel Biçimini Etkileyen Asal Etmenlerin Belirlenmesi, Yapı Dergisi, Sayı 163, Haziran,1993.
GÜNELİ Zülküf, YILMAZ Aysel, YILDIRIM Mücahit, Diyarbakır
Geleneksel Konut Mimarisi’nde Mekan Örgütlenmesi ve Geleceğe Yansıması, Mozaik Dergisi, sayı 30, Nisan,199
31
http://www.bilinmeyendiyarbekir.com/yirmidort_saat.html
KIRSAL TURİZM-KIRSAL KALKINMA İLİŞKİSİ
ve DÜNYADA KIRSAL TURİZM ÖRNEKLERİ
H.Yusuf GÜNGÖR *
Ayhan KARAKAŞ**
Ömer FINDIKDALI***
Özet
Bu çalışmanın amacı yüksek oranda kırsal nüfusa sahip olan ülkemizin kırsal
alanlarının kırsal turizm potansiyelinin ortaya çıkarılması ve uygulanma yolunun
gösterilmesidir. Çalışma kırsal kalkınma, kırsal turizm ve kırsal turizmin ülkemizde
ve dünyada ki örneklerini kapsamaktadır. Sonuç olarak ülkemiz kırsal turizm
potansiyeli çok yüksek olduğu halde kırsal turizm faaliyetlerinin yeterli olmadığı
görülmektedir.
Anahtar Kelimeler
Kırsal, Kırsal Turizm, Kırsal Kalkınma, Kırsal Turizm Örnekleri
Giriş
Son 15-20 yıl içerisinde “kırsal kalkınma” kavramı sıkça gündeme gelmiş,
kırsal kesimde yasayanların mutlu ve gönenç içinde bir ortamda yasaması amacıyla
kalkınma arayışları hızlanmıştır. Dünyada herhangi bir kırsal alanda yaşanan tarımsal
üretimdeki verim düşüklüğü, yoksulluk, önemli göç hareketleri, toprak kirlenmesi
gibi sorunlar, sadece o sorunu yasayanları ilgilendirmekten çıkmış ve bütün ülkeyi
hatta birçok ülkeyi etkileyen bir duruma gelmiştir. Bu nedenle Birleşmiş Milletler,
Dünya Bankası, Avrupa Birliği gibi kuruluşlar kırsal kalkınma olgusuna daha çok
kaynak, bilgi ve zaman ayırma durumuna gelmişlerdir. (TarımveKöyişleriBakanlığı,
2004).
Tarım sektörünün milli gelirdeki payının azalması, gelir dağılımındaki
dengesizlikler, kırsal ve kentsel alanlar arasındaki sosyo-ekonomik farklılıklar
kırdan kente göçün yaşanmasına neden olmakta, ülkemizin genel sosyo-ekonomik
durumu ve kırsal alanda yaşanan sorunlar ile kırdan kente göçün getirdiği ekonomik, sosyal ve kültürel sorunların boyutu, çeşitli ve bütüncül önlemlerin alınmasını
zorunlu kılmaktadır. (GÜLÇUBUK, 2006).
*Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü (Arş. Gör. )
**Dicle Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Turizm İşletmeciliği Bölümü (Arş.
Gör. )
***Dicle Üniversitesi Diyarbakır Meslek Yüksekokulu Ağırlama Hizmetleri Programı
(Okt. )
32
Kırsal ve Kırsal Kalkınma Kavramı
Kırsal kavramının yabancı dillerdeki karşılıklarına bakıldığında ilk
bakışta “köy” olgusu ile özdeşleştirildiği düşünülse de gerçekte “kent” kelimesinin zıt anlamlısı olarak belirtilmektedir. İngilizce “rural” seklinde belirtilen kırsal
kavramı, genellikle köye ait bir anlam yaratmakta; Türkçede “kent” kelimesine
karşılık, İngilizcede “urban” kelimesinin zıt anlamlısı olarak kullanılmaktadır
(KÜÇÜKALTAN, 2002).
Kırsal alanı, kent diye tanımladığımız yerleşme alanlarının dışında kalan,
ağırlıklı olarak tarımsal etkinliklerin yapıldığı alanları içeren, bucak, köy, mezra,
kom vb. adlarla anılan ve çeşitli ölçütlere göre kent sayılma aşamasına gelmeyen
kasabaları da kapsamı içine alan yerleşimler olarak tanımlayabiliriz. Kısaca kırsal
alanlar, ekonomisi tarıma dayanan, yüz yüze iliksilerin yaygın olduğu, işbölümü
ve uzmanlaşmanın gelişmediği toplumsal ortamlarda yasayan insan topluluklarını
içermektedir. (GÖRÜN, 2004).
Ülkemizde, üretim iliksileri açısından bakıldığında ise “kırsal alanlar”, il ve ilçe merkezleri dışındaki üretime kaynak teşkil eden alanlar olarak
kabul edilmektedir. Fakat kent statüsünde olup ekonominin ağırlıklı olarak tarıma
dayandığı, kırsal yasam biçimlerinin yaygın olduğu, sanayinin düşük gelişme hızında
olduğu il ve ilçe yerleşim yerleri de ülkemizde kırsal alan niteliğini ağırlıklı olarak
sergilemektedir. Bu açıdan bakıldığında ülkemizde, nüfusun neredeyse yarıdan
fazlasının kırsal alanda yaşamını sürdürmekte olduğu söylenebilir (II. Tarım Şurası
Kırsal Kalkınma Politikaları Komisyon Raporu, 2004).
Kırsal kalkınma, içerisinde çok boyutlu etkinlikleri ve kavramları barındıran
bir olgudur. Bu nedenle, üzerinde görüş birliğine varılan net bir tanımı yoktur. İlk
kez Birleşmiş Milletler (BM) Örgütünce tanımı yapılan “toplum kalkınması” tanımı,
“kırsal kalkınma” olarak da kabul edilmektedir. Bu tanımda, toplumun niteliği kırsal
olup olmadığı belirtilmeksizin konuya genel bir açıdan yaklaşıldığı görülmektedir.
Bu tanıma göre kırsal kalkınma; “küçük toplulukların içinde bulundukları ekonomik, toplumsal ve kültürel koşulları iyileştirmek amacıyla giriştikleri çabaların
devletin bu konudaki çabalarıyla birleştirilmesi, bu toplulukların ulusun tümüyle
kaynaştırılması ve ulusal kalkınma çabalarına tam biçimde katkıda bulunmalarının
sağlanması sürecidir” (II. Tarım Şurası Kırsal Kalkınma Politikaları Komisyon
Raporu, 2004).
Çoğu kez “köy kalkınması” ile es anlamlı kullanılan “kırsal gelişme ya da
kalkınma”, kırsal alanlarda yasayan insan topluluklarının toplumsal, ekonomik,
ekinsel açılardan yapısını değiştirecek biçimde üretim, gelir ve gönenç düzeylerinin
geliştirilmesini, insan-toprak ilişkilerindeki dengesizliklerin giderilmesini, kentsel
alanlarda var olan fiziksel ve toplumsal altyapının kırsal alanda da yaratılmasını,
tarımsal ürünlerin daha iyi değerlendirilmesini amaçlayan çok yönlü süreçleri, etkinlikleri ve örgütlenmeleri anlatmaktadır (GERAY, 1999).
33
Kırsal Turizm Kavramı
Kırsal kalkınmanın ana amacı kırsal nüfusun gelir düzeyini arttırarak yasam
standartlarını yükseltmektir. Bu balgamda kırsal alanda islendirmenin arttırılması,
insan kaynaklarının geliştirilmesi, kırsal nüfusun gelirini arttırıcı ekonomik etkinliklerin desteklenmesi, yasam kalitesinin iyileştirilmesi, etkili örgütlenme ve her
düzeyde katılımcılık önem taşımaktadır (AKÇA, 2004).
Kırsal alanların sosyo-kültürel, ekonomik ve çevresel yönden
kalkındırılmasında kırsal turizmin önemli etkilerinin olacağı göz ardı edilemez.
Bunlar arasında kırsal alanlardaki altyapı, sağlık ve eğitim gibi hizmetlerin sayısında
ve kalitesindeki artış, kırsal alanlarda yasayanlara yeni is olanaklarının sağlanması,
turizmin gelişmesi sonucu gelirlerin artması, kırsal alanlardaki kadınların çalımsa
yaşamına etkin olarak katılması ve gelir artısı sonucu yasam standardının yükselmesi gibi birçok etmen sıralanabilir. (AHİPAŞAOĞLU & ÇELTEK, 2006).
Dünya Turizm Örgütü’nün “2020 Turizm Vizyonu” yayınında, kırsal
turizmde turiste sunulan ürünlerin göreceli olarak hala sınırlı olduğu fakat önümüzdeki beş ile on yıl içerisinde önemli derecede artacağı beklendiği belirtilmiştir. Bu
dönemde kırsal turizme kitlesel bir kayma beklenmemekte ise de önümüzdeki
dönemde kırsal turizmde gelişme trendinin yüksek olduğu açıkça ortadadır. (World
Tourism Organisation, 2004).
Doğal güzelliklerini, kıyılarını, denizlerini, tarihsel ve kültürel değerlerini,
hatta kentlerini bile turizmde pazarlayan ülkeler, kırsal coğrafi ortamların ayrılmaz
birer parçası olan kırsal yerleşmelerini de turizmde değerlendirmeye çalışmaktadır.
Ülkelerin bazıları kıyılardaki yoğun baskıyı azaltmak üzere kırsal turizme
yönelirken, bazıları da iç göçü önlemede, bölgelerarası gelişmişlik farklarını
azaltmada bu turizm türüne başvurmaktadır. Bir kısmı ise turizme sunabilecekleri
ortamların sınırlı olması nedeniyle gelir getiren yeni bir kaynak olarak kırsal turizmi
benimsemektedirler. (SOYKAN, 2000).
Günümüzde turistler, kitle turizmine katılmak yerine alternatif turizm
seçeneklerinde yer almayı tercih etmektedirler. _İspanya’da yapılan “Geleceğin
Turisti” anketinin araştırma sonuçlarına göre geleceğin turisti olacak kişilerin kitle
turizmine katılmak yerine alternatif turizmi tercih edecekleri görülmektedir. Bunlar çevreye duyarlı, kültürel ve yerel motiflere önem veren ve gittikleri mekânlarda
doğallık arayan kişiler olacaklardır. Farklı beklentiler ile turizm olayına katılacak
olan bu kişilerin gereksinimlerini karşılayacak olan turistik ürünlerin nitelikleri de
doğal olarak farklı olacaktır. (SOYKAN, 2000).
Kırsal alanlar; doğal ve kültürel yapılarıyla, özellikle kent insanının giderek
artan tatil gereksinimine geçmişten günümüze cevap vermeye çalışmaktadır. Kent
insanları, kırsal alanlara çoğunlukla; tatil amaçlı günübirlik ya da akraba-tanıdık
ziyaretleri için gitmektedir. Özellikle kırsal yasam biçiminin çekiciliği, stres ve
34
baskı yaratacak sınırlamaların ve zorunlulukların olmayışı, buna karsın, kişilerin
kendilerini özgür hissetmesini sağlayacak olanakların varlığı, günümüzde gerek
hafta sonları, gerekse mevsimlik (yıllık) tatillerde bu ortamlara yoğun ziyaretleri
beraberinde getirmiş, böylece “Kırsal Turizm” denilen bir turizm türü doğmuştur.
(SOYKAN, 1999).
Kırsal turizm basit olarak kırsal alanlara yapılan seyahat olarak tanımlanabilir.
Ancak, araştırmalar kırsal turizmin daha karmaşık olduğunu göstermektedir. Kırsal
alanlarda gerçekleştirilen turizmle ilgili, doğaya dayalı etkinlikler, festivaller,
kültürel etkinlikler, tarımsal turizm, el sanatları ürünleri gösterilerini içeren örnekler
Bulunmaktadır. Kırsal turizm bütün tarım turizmi aktivitelerini, eğitici seyahatleri,
sağlık turizmini ve eko turizmi içeren çok yönlü karmaşık bir etkinliktir. (HEATER,
2011).
Dünya turizm literatürü incelendiği zaman uzmanlar tarafından kırsal
turizmin çiftlik turizmi (farm tourism), köy turizmi (village tourism), yayla turizmi
(highland tourism), tarımsal turizm (agro-tourism), ekoturizm (ecotourism) gibi
farklı isimlerle anlatıldığı görülmektedir. Bunun nedeni kırsal turizmin kapsamı
hakkında ortak bir görüşe sahip olunmamasıdır. (ESENGÜN, AKÇA, & SAYILI,
2011).
Kırsal turizm; genellikle bos vakit geçirme, rekreasyon ve çok az is amaçlı,
aynı ülke ya da farklı ülkelerin kentli insanlarının kırsal alanları kullanımını
içermektedir. Bununla birlikte, bu basit tanım çok sayıda ayrı ve karışık önemli
farklılıklara işaret eder. Kırsal turizm, turistin sürekli ikamet ettiği evinden
kilometrelerce uzaktaki bir ülkede uzun bir tatil ya da birkaç dakikalık uzaklıktaki
kırsal alanda öğleden sonra gezisi seklinde olabilir. Bu tatiller kent yakınında
olma ya da tura çıkmış olma, kültür ya da rahatlama, spor etkinliği gibi fiziksel
memnuniyet amaçlı ya da aile ve akrabaları ziyaret gibi duygusal amaçlı olabilir.
Bu farklılıklar kırsal turizmin tanımlanmasını ve genellenmesini zorlaştırmaktadır.
(AHİPAŞAOĞLU & ÇELTEK, 2006).
Kırsal turizm, kişilerin doğal ortamlarda dinlenmek ve değişik kültürlerle bir
arada olmak amacıyla bir kırsal yerleşmeye gidip, orada konaklamaları ve o yöreye
özgü etkinlikleri izlemeleri ya da katılmalarıyla gerçeklesen bir turizm türüdür.
(SOYKAN, 1999).
Türkiye’de Kırsal Turizmin Gelişimi
Türkiye’de kırsal turizm denildiğinde çoğunlukla doğa yürüyüşleri ve doğa
sporlarını içeren açık hava ve rekreasyon etkinlikleri, alışveriş ve günübirlik yeme
içmeyi kapsayan günübirlik köy ziyaretleri anlaşılmaktadır. İstanbul ve İzmir gibi
büyük kentlerin çevresinde, Muğla ve Antalya gibi turistik merkezlerde, Bursa
ve Kastamonu (Safranbolu) gibi tarihi ve kültürel zenginliklere sahip yerleşim
yerlerinin çevresinde, antik kentlerin yakınlarındaki köylerde bu yönlü bir kırsal
turizmin geliştiği görülmektedir. (AKÇA, 2004).
35
Bu konuda ilk örnekler 1980’li yıllarda görülmüştür. İskandinav pazarına egemen olan Tursem Seyahat Acentesi kitle turizminin yanı sıra uzman tur operatörlüğü
etkinliklerine de girişmiş ve Karadeniz Bölgesinde Ordu ılının çeşitli köylerinde
bulunan köylüler ile anlaşarak konukların bir haftadan üç haftaya kadar değişen
süreler içerisinde köy evlerinde ailelerin birer bireyi olarak kalmalarını sağlamıştır.
Bu kapsamda gelecek olan turistlere kendi ülkelerinde kıs ayları boyunca Türkçe
dersleri de verilmiştir. TURSEM’m (1997) iflasından sonra uzun süre bu konuda
çalışan başka bir seyahat acentesi olmamıştır. (AHİPAŞAOĞLU & ÇELTEK, 2006).
Ülkemizde, son yıllarda yerel yönetimler ve sivil toplum örgütleri de kırsal
bölgelerin tarihi, doğal ve kültürel değerlerini yerli ve yabancı turistlerin ilgisine
sunarak kırsal turizmden yararlanma çabaları içerisindedirler. Bunlardan birkaçını
aşağıda özetleyebiliriz:
- Ürgüp Belediyesi Kapadokya yöresinin kırsal yaşamını tanıtmak
amacıyla 50 milyon dolar bütçeli bir projeyi gerçekleştirmeye karar vermiştir. Bu
proje kapsamında yerli ve yabancı turistler köy düğünlerine katılacak, geleneksel
köy yemeklerini pişirecekler, inek ve koyun sağarak kırsal yasamın içerisinde yer
alacaklardır.
- Ortahisar Belediyesi Kızılçukur Vadisinde günesin doğuş ve batısını
turistlere izletmek amacıyla turlar düzenlemektedir. Her yıl bu turlara yaklaşık
30.000 kişi katılmaktadır.
- Kış döneminde Akdeniz, Marmara ve Ege Bölgelerindeki köylerde
geleneksel deve güreşleri düzenlenmektedir.
- Son yıllarda bazı turizm acenteleri ipek Yolu güzergâhında turlar
düzenlemektedir.
- Erzincan ve Muğla’nın kırsal alanlarında profesyonel yamaç paraşütü
yapılmaktadır. (AKÇA, 2006).
Buğday Ekolojik Yasamı Destekleme Derneği tarafından Birleşmiş Milletler
Kalkınma Programı (UNDP) Küresel Çevre Fonu (GEF /Global Environment
Facility) Küçük Destek Programı (SGP/Small Grants Programme) desteğiyle
yürütülen TaTuTa (Ekolojik Çiftliklerde Tarım Turizmi, Gönüllü, Bilgi ve Tecrübe
Takası) Projesi çerçevesinde www.tatuta.org adresinde hizmete giren internet
sayfasında Türkiye’nin farklı bölgelerindeki 32 ayrı noktada yer alan 69 çiftliğin
ayrıntılı bilgileri yer almaktadır. Bu çiftlikler Ekolojik Çiftlik Ziyaretleri dizgesine
dahil edilmişlerdir.
Bu projeyle;
- Ekolojik yasam hareketinin içerisindeki gruplar ve bireyler arasındaki
iletişimi güçlendirmesi,
36
- Ekolojik üretimin öncelikle kırsal nüfus için, doğal döngülerle dost, sürekli
bir yaşamsal kaynak oluşturması yönünde sağlıklı örneklerin oluşturulması,
-Kentte
yasayan
insanların
ekolojik
çiftliklerdeki
yasamı
deneyimleyerek, ekolojik yasam ile ilgili sorumluluklarını içselleştirmesi ve böylece
günlük yaşamında daha fazla uygulamaya sokması,
- Tüketici ve üretici etkinliklerinde ilk elden ekolojik yöntem, deneyim ve
bilgi paylaşımı,
- Doğa dostu üretim ve tüketim modellerinin desteklenmesi yoluyla,
toprak, hava su kalitesinin, biyolojik çeşitliliğin, iklimlerin ve diğer doğal döngülerin
sağlıklı bir biçimde sürdürülmesine katkı amaçlanmıştır (https://www.bugday.org/
tatuta/kilavuz.php, 2011).
ECEAT (Avrupa Ekolojik ve Tarımsal Turizm Merkezi) üyesi olan Buğday
Ekolojik Yasamı Destekleme Derneği’nin internet sitesinde Türkiye’de bulunan
turizm çiftliklerinin özellikleri ve faaliyet gösterdikleri zaman dilimleri verilmiştir
Dünyada Kırsal Turizm
Kırsal turizm tamamıyla yeni bir kavram değildir. 19. yüzyılda gelişen
ve büyüyen endüstri kentlerinin stresine ve bakımsızlığına tepki olarak kırsal
alanda turizm etkinlikleri gelişmeye başlamıştır. Hatta bazı yazarlar kırsal alanın
romantikliğini eserlerine yansıtmıştır. Bu dönemlerde bazı demiryolu şirketleri
de yatırımlar yaparak bu gelişmekte olan turizm çeşidine hizmet vermiş ve
kentsel alanlarda yasayanların kırsal alana daha rahat ulaşabilmelerini sağlamayı
amaçlamışlardır. Özellikle Alpler ve Amerikan ve Kanada Rockies dağları yapılan
demiryolu yatırımları ile kırsal turizmin ilk öncüleri sayılabilir. (Tourism Strategies
and Rural Development, 1994).
Dünyada birçok ülkenin ulusal turizm yönetimi kırsal turizmin önemli ve
gelişen bir sektör olduğunu kabul etmesine karsın özellikle kırsal turizmle ilgili
istatistikî bilgi toplayan ülkelerin sayısının azlığından dolayı kırsal turizmin rakamsal
boyutları ile ilgili bilgilere ulaşmak oldukça zordur. Bu nedenle sadece bazı kırsal
alanlar için yapılmış olan çalışmalardan birtakım sonuçlar çıkarmak gereklidir.
Örneğin, Amerika’nın Wyoming, Montana ve Idaho eyaletlerinde kırsal
turizmle uğraşan isletmelerin sayısı 1985 yılında 5 iken 1992 yılında 90’a ulaşmıştır.
Avustralya’nın “Outback Queensland” bölgesinde ise düzenlenen yıllık
raporlardan ziyaretçi sayısının yılda %20 oranında arttığı görülmektedir. (Tourism
Strategies and Rural Development, 1994).
1980’lerin ortasında Avrupa Komisyonu’nun, Avrupa’da turizm alışkanlıkları
üzerine yaptığı bir araştırmada kırsal turizme olan eğilimler saptanmaya çalışılmıştır.
37
Bu araştırmaya göre; kırsal turizmin geliştiği ülkelerde genellikle insanların
en az 1/3’ü tatillerini geçirmek amacıyla kırsal alanlara gitmektedir. Hollanda’da
tatile çıkanların %39’u birinci tatil yeri olarak kırsal alanları seçmekte, İngiltere’de
ise nüfusun 3/4’ü yılda en az bir kez kırsal alanları ziyaret etmektedir. Yine aynı
çalışmanın verilerine göre; Avrupalı turistin kırsal kesimde tatili tercih etmesinin
nedenlerinin basında doğal alanların çekiciliği ve bozulmamış ortamlar olmaları,
geçmişten izler taşımaları ve sıcak ilişkilerin kurulabilmesi gelmektedir. İyi eğitim
alınış, kültürlü, yüksek gelir grubunda yer alan kişiler tatillerini birkaç bölüme
ayırmakta, farklı yerlerde ve farklı turizm türlerine katılarak geçirmektedir. Bu
grubun tatillerinde kırsal turizme ayrılan süre her geçen gün artmaktadır. Kırsal
turizm çerçevesinde, Avrupa’da 1987 yılında, konaklamayla ilgili istatistiklere
bakıldığında, turistlerin en fazla; kır pansiyonları ve otellerde (%30), arkadaş evinde
(%21) ve kırsal kampinglerde (%16) konakladığı görülmektedir. (SOYKAN 2000).
Sanayileşmenin artması tarımsal üretimin yeterli kazanç sağlamaması
dolayısı ile kırsal turizm kırsal alanların kalkınması için yeni bir strateji olarak
değerlendirilmektedir.
Örneğin Doğu Avrupa’da geçtiğimiz on yılda yaşanan olaylar, hızlı bir kırsal
issizliği tetiklemiş ve turizm, kırsal alanlarda ekonomik gelişmeyi canlandıracak bir
katalizör, geri kalmış bölgelerin yasayabilmesi için bir araç ve kırsal yerel toplumun
yasam koşullarını geliştirecek bir etkinlik olarak belirlenmiştir. (BRIEDENHANN
& EUGENIA, 2004).
Yukarıda da belirtildiği gibi, Avrupalılar kırsal turizmi, kırsal kalkınma
bazında, hatta bazı yörelerin kalkınmasında yönlendirici bir güç olara düşündükleri
için, çok geniş çaplı bir örgütlenmeyle kırsal turizmi yönetmekte, çeşitli ulusal ve
uluslararası dernekler altında birleşmektedirler. Bunlardan biri olan Uluslararası
Kırsallık-Çevre Kalkınma Derneği (International Rural and Ecological Development
Assocıatıon:R.E.D) bünyesinde tarım-çevre-turizm adına sınırlar ötesi gruplarla
ortaklasa seminerler düzenlenmektedir. (AHİPAŞAOĞLU & ÇELTEK, 2006).
Fransa’da Kırsal Turizm
Fransa’da kırsal turizmin 1950’li yıllardan itibaren bir ekonomik etkinlik
olarak desteklenmeye başlamasıyla, özellikle 1960’lardan sonra kırsal dünya ve tarım
için yeni bir şans kapısı açılmıştır. Son yıllarda kırsal alanların düzenlenmesinde
turizmden sosyal ve ekonomik açıdan en çok yararlanmak üzere, bir dizi izlenceler
devreye sokulmuştur. Ayrıca 1970’li yıllardan itibaren devlet ve yerel yönetimlerin
kırsal düzenleme konusunda uyumlu çalışmaları ve eşgüdüm girişimleri sonucunda;
yeşil Tatil Köyleri kurulmuştur. Yine aynı yıllardaki çalımsalar sonucunda,
ulusal ya da bölgesel parklar (bu parklar, kırsal turizmin tamamlayıcısıdırlar), suyla
ilgili düzenlemeler (kent insanının dinlenme gereksinimi için kısa süreli tatillerinde
gidebileceği, göl ve baraj kıyılarında dinlenme-eğlenme tesislerinin kurulması gibi)
38
ile aile pansiyonları oluşturulmuştur (SOYKAN, 2000).
Fransa’da kırsal turizm, aile boyutunda mikro-isletmelerden başlayarak
ulusal boyuta varan çok iyi bir örgütlenme vardır. Sektör, çok sayıda yerel ve ulusal
federasyondan oluşmuştur. CPTR (Kırsal Turizm Daimi Konferansı) ise, kırsal turizm
federasyonları ile kamu yönetimi arasındaki ilişkileri düzenleyen bir girişimdir. Bu
kırsal halk sektörü, Turizm Bakanlığı (politika), Tarım Bakanlığı (agriturizm ve
kırsal turizm) ve diğer Bakanlıkların (arazi düzenlemesi, projeler, Öncelikli bölgeler,
açık hava bos zaman sporları, sürdürülebilir turizm) himayesindedir. Ülkede, 94500
kırsal otel yatağı, 50 bin kırsal konut, 30 bin misafir evi, 37 bin tatil köyü, 28 bin
turizm evi, 308 bin çadır yeri, kırsal turizme hizmet vermektedir. Ülkede kırsal
turizmi geliştirme politikası 4 eksende toplanmıştır:
- Yerel halkı ve turisti buluşturmak,
- Aktörleri yakınlaştırmak. (federasyon üyeleri ve pazarlama aktörleri),
- Girişimleri etkin kılmak,
- Sorumluları harekete geçirmek (SOYKAN, 2006).
İtalya’da Kırsal Turizm
İtalya’nın gelişmiş kuzey kesimi ile kırsal etkinliklere dayalı güneyi arasında
ikiye bölünmüşlük evvelki yıllarda oldukça güçlü idi. 1980 yılında aktif nüfusun
yalnızca %10’unun tarım kesiminde çalıştığı İtalya’da, 1960-1980 yılları arasında 5
milyon İtalya’nın topraklarını terk ettikleri belirlenmiştir. Bu toprak terki karsısında,
Ulusal Tarım ve Turizm Derneği kurularak, “Agri-tourismo (tarımsal turizm)”
fikri ortaya atılmış, tarımla uğraşanların evlerinin odalarını kiraya vermeleri,
yerel ürünlerini ticarileştirmeleri gibi amaçlar benimsenmiştir. İlerleyen yıllarda
bazı bölgelerden (özellikle Abruzzia) göçün yavaşladığı, çiftçilerin turistik islere
yöneldikleri görülmüştür. Diğer taraftan bazı yerlerde (Tuscany, Umbria, Latium,
Liquria vb.) köy evleri ikinci konut olarak değişime uğramış ya da kırsal alanlara
yeni villalar yapılmıştır (SOYKAN, 2000)
Bugün İtalya’da kırsal turizm, çiftliklerle yakından ilişkili olduğu için daha
çok tarımsal turizm ya da çiftlik turizmi adıyla anılmaktadır. İtalya’daki çiftlik turizmi uygulamalarından bir örnek vermek gerekirse; Latium bölgesinde bir çiftlikte;
ziyaretçilere çiftlik kampinginde konaklama, atla gezi, gölde balık avlama olanakları
sunulmaktadır. Çiftlik, turistlerin pazar günü yürüyüş yaptıkları, çok güzel bir ortamda bulunmaktadır. Çiftlikte baslıca işlevsel binalar; tarihi 15. yüzyıla inen büyük
merkezi bir ev, hala dinsel törenlerin yapıldığı eski bir kilise, çiftlik hayvanlarının
etlerinin satıldığı bir kasap dükkanı ve geleneksel yemekler sunan 50 masalı bir
restorandır. Ailenin böyle bir girişimde bulunma nedeni ise; gelir azlığı, çiftlik ürünlerinin yerinde satılabilir özellikte olması, var olan kasap dükkanlarının turistlerle
39
eskiden beri kurmuş olduğu sıcak ilişkiler ve ağırlamaya uygun bir ortam seklinde
açıklanmaktadır. Kısacası tarımsal turizm, çiftlik ürünlerini en iyi biçimde
değerlendirme aracı olarak görülmüş ve sonuçta başarıya ulaşılmıştır(SOYKAN
2000).
İtalya’da kırsal turizm 1980’lerden sonra pek çok kişi tarafından
keşfedilmiştir. Kırsal turizmi, seçenlerin büyük kısmını yetiksinler oluşturmaktadır.
Onların da % 60’ını aileler meydana getirmektedir. Bu haliyle, İtalya’da
kırsal turizm “aile ile yetişkin turizmi” olarak açıklanabilir. 1986 yılında tarımsal
turizm, 55.000 yatak kapasitesine sahipti ve bu turizm türüyle ilgili 6.000 çiftçiden
2.000’i, ikinci etkinlik olarak turizmi sürdürüyorlardı. Bugün Tatil çiftliklerinin
sayısı 13500, yatak sayısı ise 150 bindir. _İtalya’nın agriturizmde en gelişmiş ve
en ünlü bölgesi Toskana’dır (3204 tatil çiftliği, ülkenin % 30 u). Turistlerin % 25 i
yabancıdır (Toskana’da % 50). Kırsal turizme 2004 yılında merkezi hükümet 441
milyon Euro finansal destek vermiştir. Pazarlamada, e-pazarlamanın payı % 40’dır.
(SOYKAN, 2006).
İspanya’da Kırsal Turizm
İspanyada kırsal alanlardan özellikle Madrid ve Barselona gibi kentsel
alanlara göç sanayileşmiş Avrupa ülkelerindeki göç sürecinden daha sonra, 1950’li
yılların ortalarından 1980’li yıllara kadar görülmüştür. Kırsal turizm 1960’lı yıllarda
ucuz bir tatil çeşidi olarak görülmeye başlanılmış, bu dönemde binaların onarımı
ve konuklara verilen hizmetin kalitesinin arması için bazı yardımlar yapılmıştır.
Ancak İspanya kırsal turizmdeki gelişimin son 20 yıl içerisinde gerçekleştirmiştir.
1994 yılında 1074 olan kırsal turizm isletmesi, her yıl artarak 2003 yılında 6534’e
ulaşmıştır. Bu gelişimin altında yatan nedenler iki baslıkta değerlendirilebilmektedir;
- Kırsal alanda karşılaşılan hızlı nüfus kaybını önlemek ve kırsal alandaki
nüfusu sürdürülebilir bir seviyede tutmak için kırsal turizmin hızlı bir biçimde
kabul edilmesi ve yeni kırsal ekonomi Avrupa’nın diğer kısmında olduğu gibi aile
isletmelerine dayandırılması ve kırsal turizmle birlikte çiftlik etkinliklerinin ve kırsal
ekonominin çeşitlendirilmesinin amaçlanması,
- Kitle turizminin özellikle _İspanya gibi kitle turizmin önemli olduğu bir
ülkede çevre ve doğal kaynaklar üzerinde oluşturduğu olumsuz etkiler hakkında
çevreci bilincin oluşması. (Canoves, Montserrat, Priestley, & Asuncion, 2004)
Özellikle 1990’dan sonra yayınlanan raporlarda da kırsal alandan kentsel
alanlara olan göçün azaldığı, kırsal ekonominin çeşitlendiği ve kırsal turizm
etkinlikleri ile kentte ve kırda yasayan insanlar arasında olumlu yönde kültürel
alışveriş yapıldığı belirtildiğinden _İspanya’da kırsal turizmin amacına ulaştığını
söyleyebiliriz (Canoves, Montserrat, Priestley, & Asuncion, 2004)
40
Özellikle 1990’dan sonra yayınlanan raporlarda da kırsal alandan kentsel
alanlara olan göçün azaldığı, kırsal ekonominin çeşitlendiği ve kırsal turizm
etkinlikleri ile kentte ve kırda yasayan insanlar arasında olumlu yönde kültürel
alışveriş yapıldığı belirtildiğinden _İspanya’da kırsal turizmin amacına ulaştığını
söyleyebiliriz (Canoves, Montserrat, Priestley, & Asuncion, 2004).
Kente göç nedeniyle nüfusu sürekli azalan, hayvancılığın egemen olduğu
Ribagorza ve Sabrarbe kantonlannda, göçü önlemek ve hayvancılığı geliştirmek
amacıyla, bu sorunlardan yola çıkılarak, yöreye ek etkinlikler getirilmesi
kararlaştırılmıştır. Öncelikli olarak da doğal kaynakların değerlendirilmesi
amaçlanmış ve çeşitli projeler üretilmiştir. Bunlardan biri dağ köylülerini turizme
yönelterek yöreye kırsal turizmi sokmaktır. Bu çerçevede, biri teknik (muhasebe,
Fransızca, kentleşme, animasyon, yasalar hakkında) diğeri deneysel (kırsal turizm
uygulama örneklerini tanıtma) olmak üzere iki yönlü kurslar düzenlenmiş, daha sonra,
eylem planlan hazırlanarak uygulamaya konmuştur. Sözgelimi, tanıtım, yönetim,
turistleri eğlendirme etkinliklerim planlama ile hizmet personeline dil, mutfak ve
el sanatları alanında eğitim verme çalışmaları yapılmıştır. Nihayet 1989 yılında 14
ev düzenlenerek, turizme açılmış ve projenin de isletme safhası başlamıştır. 1992
yılında, evler, Noel tatilinde, hafta sonlarında ve ağustos ayında %100 dolmuştur.
(SOYKAN, 2006).
Almanya’da Kırsal Turizm
Almanya, tarım sektörü ile turizm sektörü arasındaki ilişkileri, tarımın
turizme getirdiği olanakları tarım sektörünün beklediği yararlarla en iyi bütünleştiren
ülkelerden biridir. Kırsal turizmin Almanya’da yaklaşık olarak 150 yıllık uzun
bir geçmişi vardır. 1873 yılında hizmetçiler ve 1914 yılında beyaz-yakalı olarak
tabir edilen isçiler için mükafat tatillerinin uygulanması sonucu turizm orta gelirli
vatandaşların yaşamının bir parçası haline gelmiştir. Bu kişiler tatillerini kentlere
yakın tepelik alanlarda kurulmuş köy ve kasabalardaki küçük otellerde ya da
çiftliklerde konaklayarak geçirmişlerdir. Akademisyenlerin kırsal turizme olan
ilgisi ancak 1950’li yıllara dayanmaktadır. Bu konudaki ilk makale dağlık alanlarda
turizm etkinliği ve bunun yöre çiftçisi üzerine etkisi ile ilgilidir. Tarıma az elverişli
alanlarda yasayan bu çiftçiler, birim saat basına düşük gelir elde ettikleri için,
kırsal turizm yoluyla hizmet sektöründe genç nüfusa yeni is olanakları sağlanarak
gelirlerinin arttırılması ve sonuçta yasam standartlarının yükseltilmesi amaçlanmıştır
(ŞANLI, 2004).
Almanya’da 1970’li yılların basında Gıda, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın
özendirmesi sonucu kırsal turizme özellikle çiftlik turizmine olan ilgi giderek artmaya
başlamıştır. Birçok Avrupa ülkesinde kırsal turizm üzerine yapılan çalışmaların
büyük bir kısmı kırsal turizmin diğer biçimlerini dikkate almaksızın daha ziyade
çiftlik turizmi üzerinde yoğunlaşmıştır. Bunun sonucu olarak da 1980 ve 1990’lı
41
yılların basında çiftlikler ve çiftçiler kırsal turizmin odağı
(ESENGÜN, AKÇA, & SAYILI, 2011)
haline gelmiştir.
Almanya’da halen turist kabul eden 23 bin çiftlik olmasına karsın
(bunların 1400’ü kalite belgesi almış durumda) turist ağırlayan çiftçi ailesi sayısının
hızla artmamasının basta gelen nedenleri; ailelerin bu konuda hazırlıklı olmamaları,
yeni yatırım gereksinimlerinin ortaya çıkması, turistlerin daha yukarı düzeyde
konaklama koşulları ve kullanabilecekleri ortak alanlar aramalarıdır. Almanya’da
184 bin yatak kapasitelik bir kırsal turizm konaklama gizilgücü çiftçi ailesine ek
gelir sağlamakta, yılda 100 gün geceleme olanağı sağlayan çiftlikler ekonomik
bakımdan verimli olmaktadır (ŞANLI, 2004)
İngiltere’de Kırsal Turizm
İngiltere’de kişilerin kırsal turizm ve günübirlik kırsal rekreasyonel
etkinliklere katılma oranı çok yüksektir. 1991 yılı rakamlarına göre, her dört İngiliz’den
üçü, kısa ya da uzun tatillerinde (boş zamanlarında) kırsal alanlara gitmiştir. Kırsal
turizmde çiftliklerin kullanılması hayli yaygındır. 1990 yılında bu oran % 20’dir.
Çiftliklerin % 9,5’i tam konaklama hizmeti vermekte, % 5,5’i bos zaman etkinlikleri
sunmakta ve % 4,5’inde ise binicilikle ilgili hizmetler verilmektedir. İngiltere’de
kırsal alanlarda gerçekleştirilen bir diğer turizm türü de akarsu turizmidir. Ayrıca,
İskoçyalılar çok sayıda ulusal ve bölgesel doğa parkını yeşil turizme açarak, hafta
sonu yürüyüşçüleri ya da kısa süreli konaklamaya gelenler için sınırsız olanaklar
sunmaktadır. (SOYKAN, 2006)
İngiltere’de 1993 yılında, Nisan-Ekim aylan arasında kırsal alanlara
590 milyon ziyaret yapıldığı, yıllık rakamın ise 1 milyar ziyareti bulduğu
açıklanmıştır. Yatak + kahvaltı (breakfast) modeliyle yaklaşık 107.000 kırsal yatak
kullanılmaktadır. 1991’de yılda 140 günden fazla açık kalan bu tip evlerin özel bir
vergiyle devlete bağlanması uygun görülmüştür. İngiltere’de bazı görüşler, kırsal
turizmin doğayı tahrip ettiği yönündedir. Zıt görüşte olanlar ise; kırsal turizmin çok
az alan kullandığını, buna karsın çok fazla gelir getirdiğini savunmaktadır. Nitekim
Devon kenti kırsalında 1973 yılında tarımda 2.250 kişi işlendirilmişken daha sonra
kırsal turizm yoluyla islendirme 38.800 kişiye ulaşmıştır. (SOYKAN, 2000)
Yunanistan’da Kırsal Turizm
Yunanistan’ın dağlık ve az gelişmiş yörelerinin sahip olduğu turizm
olanaklarını değerlendirmek ve aynı zamanda buralarda yasayan kişilerin yasam
standartlarını yükseltmek için kırsal turizm desteklenmektedir. 2000 yılı verilerine
göre Yunanistan’da turizmle uğrasan 891 çiftlik bulunmaktadır. Bu tarım isletmelerinin %35,7’si sadece konaklama hizmeti, 46,2’si konaklama ve kahvaltı ve %6,7’si
42
konaklama+kahvaltı+öğle yemeği hizmeti vermektedir. Geriye kalan %11,4’ü
ise gelen ziyaretçilere ortak mutfağı bulunan odalarda hizmet vermektedir(AKÇA,
2004).
2003 yılında Fransa-Yunanistan ortaklığında, kırsal alanlarda ilk kez, küçük
kapasiteli geleneksel konaklama birimlerinden oluşan “GUESTINN” konaklama ağı
yaratılmıştır. Bu ağda, ülkenin toplam 13 bölgesinin 9 unda 42 üyeye sahip, 357
oda ve 1010 yatak yer almaktadır. Konaklama biçimleri çeşitli türdedir: geleneksel
pansiyon, konuk odası, geleneksel stüdyo tipi apart evler, eski geleneksel ev,
geleneksel otel ve çiftlik evi. Guest Inn’in felsefesinde; otantiklik, çevre, kalite ve
sıcak ilişkiler yatmaktadır. Kaliteyi 4 kriter temsil etmektedir: dostça karşılama, basit
ama konforlu ortam, yerel mimariye saygı, otantizm ve sakinlik içeren bir çevre.
(SOYKAN, 2006).
Avrupa birliğine üye ülkelerde kırsal turizmin geliştirilmesi ve kırsal
alanların kalkındırılması amacıyla LEADER izlencesi kapsamında önemli çalımsalar
yapılmaktadır.
Bu kapsamda Yunanistan tarafından hazırlanan kırsal turizm izlencesi ile
- Kırsal nüfusun çalışma ve yasam koşullarının iyileştirilmesi,
- Kırsal nüfusun devamlılığının sağlanması
- Kırsal alanda yeni ekonomik etkinliklerin oluşturulması,
- Kırsal gelirin arttırılması,
- Kırsal kadının sosyal ve ekonomik rolünün desteklenmesi,
- Yöresel el sanatları ve geleneksel tarımın desteklenmesi
- Çevrenin korunması
-Mimari ve kültürel mirasın korunması gibi amaçlara ulaşılması
amaçlanmaktadır. (AKÇA, 2006)
Kırsal Turizmin Diyarbakır İlinde Önemi ve Gerekliliği
Teknolojik ilerlemenin büyük şehirleri gittikçe betona, demire, basitliğe,
tekdüzeliğe ve ruhsal yozlaşmaya sürüklediği ülkemizde turizm anlayışı da yavaş
yavaş kırsal turizmi benimser bir hal almaktadır. İnsanlar tatil zamanlarını doğayla
iç içe, sıcakkanlı ve sağlıklı bir ortamda stresten uzak bir şekilde geçirmeyi tercih
etmeye başlamışlardır. Bu çeşit bir tatil için en iyi seçenek olan kırsal turizm
sayesinde de gittikleri yerlerin kültürleri hakkında bilgi ediniyorlar.
Bu doğrultuda baktığımızda, Türkiye kırsal turizm için fazlasıyla elverişli
bir coğrafik, kültürel ve beşeri bir dokuya sahiptir. Her bölgeye en uygun nitelikte
bir eğitim sistemi uygulanıp her bölgenin kendi coğrafi, beşeri ve tarımsal
43
özelliklerine uygun bir politikayla kırsal turizm anlayışı benimsetilirse; bu
politikanın belirlenmesinde izlenecek yolda turizm sektörü, kamu kurumları, sivil
toplum örgütleri, yerel yöneticiler, yerel halk ve üniversiteler doğru örgütlenip doğru
işbirliği yaparlarsa; bunun reklam ve acente kısımlarındaki görevliler de üzerlerine
düşeni yaparak kırsal turizmi sürdürülebilir hale getirirlerse Diyarbakır ilinin kırsal
turizm sektöründe bir Türkiye markası olması hiç uzak değildir.
Şimdiye kadar tarım denilince akla sadece tarımsal ürün ve bunların
çeşitlendirilmesi gelirken, “kırsal turizm” kavramı, artık çiftçi ve köylüye yeni
ufuklara açılmayı, yaşadığı bölgede turizm potansiyelini öğrenmesini ve yeni gelir
kaynaklarını keşfetmesini sağlayarak tarımın gelişmesini; ekme-biçme, harmanlama,
nadas gibi temel kavramların dışına çıkmasını sağlayıp çiftçinin ve köylünün farklılık
yaratılarak gelişmesine olanak tanımıştır. Bu nedenle tarımın gelişmesinde tarımsal
sulama, yerleşke, enerji gibi faktörlerin yanı sıra, sosyal alanların çoğalması, ulaşım
olanaklarının çeşitlendirilmesiyle yeni açılımlarda rol oynayarak İlimizde turizm
gelirlerinde yeni bir artışa neden olacaktır. Daha da önemlisi potansiyel bir istihdam
yaratacaktır. İşsizliğin olduğu bir dönemde “can simidi” olacaktır. Köyden kente
göçü de önleyecektir.
Kırsal turizmin ve bununla birlikte kırsal ekonomik faaliyetlerin
çeşitlendirilmesi ve geliştirilmesi bölgenin kalkınmasında önemli bir yeri tutacaktır.
Kırsal turizmin desteklenmesinde amacın bölgenin yaşam kalitesini artırması ve
ekonomisini canlandırmayı hedeflemesi gerekir. Mikro girişimciler veya çiftçiler
tarafından kurulacak pansiyon, yataklı ve kahvaltılı olarak konaklama ve restoran
hizmetlerinin gelişimi, çiftlik turizmi tesislerinin kurulması ve gelişmesi ve bunun
yanı sıra turistik faaliyetler olarak sportif aktiviteler, doğa gezileri, tarih gezileri
gibi kurulan tesislerin gelişiminin desteklenmesi amaç edinilmelidir. Yeni kurulacak
işletmeler ve mevcut işletmelerde yapılacak yatırımlar ile ilimizin kırsal alanında,
nüfusu 15 binin altında olan yerleşim birimlerinin de bu desteklerden faydalanması
gerekmektedir. Diğer taraftan, kırsal turizme destekten faydalanmak için kamu
tüzel kişiler hariç, ulusal kanunlarca tanınmış gerçek ve tüzel kişilerin başvuru
yapabilmeleri gerekir. Yapılacak destek oranının ise uygun harcamaların toplamının
yüzde önemli ölçüde cezp edici nitelik taşıyacaktır.
Kırsal yerleşim planlaması, köylerin yenilenmesi ve geliştirilmesi inşaat
sektörünün desteğiyle gerçekleşecektir. İl ve ilçe köylerde aşağıdaki hedefler
doğrultusunda yenileme ve geliştirme yürütülmelidir. Bu doğrultuda yapılması
gerekenler. (DEMİREL, 2005);
-Yaşam ve çalışma koşulları iyileştirilmelidir
-Köyün kendi niteliği korumalı ve köy canlandırılmalıdır
-Yol ve sulama ağını çağdaş koşullara ve gelecekteki beklentilere göre
düzenlenmelidir.
-Taşınmazları ve onun tüzel yapısına ilişkin sorunlar çözülmelidir.
44
-Kadastro güncellemelidir
-Köydeki el sanatları ve küçük sanayi geliştirmenin altyapısını
hazırlanmalıdır.
-Dinlenme ve boş zaman tesisleri oluşturmalıdır.
-Doğal kaynak, flora ve faunanın varlığı korunmalıdır.
-Altyapı iyileştirilmeli ve başka yatırımlara olanak verilmelidir.
-Planlamaya köylünün katılımını sağlamalıdır.
Köy içi trafiğini düzenleme, eski yapıları değerlendirme alt yapı tesislerini
kurma, ortak yararlanılacak ve köyün güzelleşmesine katkıda bulunacak yapıları
gerçekleştirme, köyü yeşillendirme, postane kurulması, banka şubesi açılması, ana
ve çocuk sağlığı istasyonu, doktor ve cankurtaran, itfaiye, çöp deposu, arıtma tesisleri
ve kanalizasyon, içme suyu, tuvalet, eczane, kuaför vb. unsurların iyileştirilmesi
gerekliği hissedilen hususların köye kazandırılması kırsal turizmi önemli ölçüde
canlandıracaktır.
Kültür ve sanat etkinliklerinin çeşitlendirilmesi, tarihi ve mimari değer
taşıyan yerleşimlerin ve binaların restore edilmesi, uygun olanların koruma-kullanma
dengesi içerisinde turizm amaçlı kullanıma açılması, kültür ve turizm amaçlı
bilgilendirme merkezlerinin oluşturulması ve etkinleştirilmesi gibi uygulamalar bu
gün kırsal kalkınmasına önem veren gelişmiş ve gelişmekte olan tüm illerin köy
yenileme unsurları olarak kullandığı araçlardır.
Köy yenileme planı, tarımsal yapının iyileştirilmesi önlemlerini kentsel
yapılaşma niteliğindeki önlemleri ve özel girişimcilerin isteklerini bir bütün içinde
ele alarak en uygun yapının oluşturulmasını sağlar. Köy yenileme kesinlikle
önceden var olanları göz ardı eden onları yıkıp yok eden bir yeniden yapılanma
değildir. Kentsel gelişmeyi olduğu gibi köye aktarma da değildir. Böylesi bir köy
yenileme köydeki yaşam ve yerleşim koşullarının iyileştirmez sadece yozlaştırabilir
(DEMİREL, 2005).
45
KAYNAKÇA
GÖRÜN, M. (2004). Kırsal Kalkınmada İl Özel İdaresinin Rolü ve İlçe Özel
İdaresinin Kurulması Konusunda İl Genel Meclisi Üyeleri Üzerinde Bir Araştırma
(İzmir, Konya ve Ağrı Örneği). Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi , 6 (I).
GÜLÇUBUK, B. (2006). AB ve Türkiye’de Kırsal Yapı ve Kırsal Kalkınma.
08 20, 2006 tarihinde <http://www.wwf.org.tr/tr/docs/sunum_bulentgulcubuk.pdf>:
http://www.wwf.org.tr/tr/docs/sunum_bulentgulcubuk.pdf adresinden alındı
HEATER, M. (2011). Planning for Growth? Re-thinking the Rural Tourism
Oppurtunity. 12 2011,02tarihindehttp://www.extension.usask.ca:http://www.extension.usask.ca/cse/2001_archive/abstracts_papers/heathermair.pdf adresinden alındı
https://www.bugday.org/tatuta/kilavuz.php.(2011).12.02.2011tarihindehttps://www.bugday.org: https://www.bugday.org/tatuta/kilavuz.php adresinden alındı
II. Tarım Şurası Kırsal Kalkınma Politikaları Komisyon Raporu. (2004).
11 02, 2011 tarihindehttp://tarimsurasi.tarim.gov.tr:<http://tarimsurasi.tarim.gov.tr/
PDFLER/VIII.Komisyon.pdf> adresinden alındı
KÜÇÜKALTAN, D. (2002). Tarım Turizmi ve Türkiyede Tarım Turizmi
İşletmeciliği Cilt I. II. Turizm Şurası Bildirileri. Ankara: Turizm Bakanlığı.
SOYKAN, F. (2006). Avrupada Kırsal Turizme Bakış açısı ve Kazanılan
Deneyim. II.Balıkesir Turizm Kongresi, (s. 84-85). Balıkesir.
SOYKAN, F. (1999). Dogal Çevre ve Kırsal Kültürle Bütünlesen Bir Turizm
Türü: Kırsal Turizm. Anatolia Turizm Araştırmaları Dergisi , Mayıs-Haziran.
SOYKAN, F. (2000). Kırsal Turizm ve Avrupa’da Kazanılan Deneyim.
Anatolia:Turizm Arastırmaları Dergisi , Eylül-Aralık.
ŞANLI, H. (2004). Turizm ve Tarımsal Faaliyetlere Bünyelerinde Birlikte Yer
Verenİşletmelerin Ekonomik Analizi: Nevsehir İli Avanos ve Ürgüp İlçeleri Örnegi.
A.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü Basılmamış Yükseklisans Tezi .
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı. (2004). II. Tarım Şurası Kırsal Kalkınma
Politikaları Komisyon Raporu. 11 02, 2011 tarihinde http://tarimsurasi.tarim.gov.tr/
PDFLER/VIII.Komisyon.pdf: http://tarimsurasi.tarim.gov.tr/PDFLER/VIII.Komisyon.pdf adresinden alındı
TEKELİ, H. (2000). Küresel Egilimler Ülkemizin Turizm Pazarlamasını
Olumsuz Etkilemektedir. I.Ulusal Türkiye Turizmi Sempozyumu Teblig Kitapçığı.
İZMİR.
Tourism Strategies and Rural Development. (1994). Paris: OECD. WorldTourismOrganisation. (2004). Rural Tourism in Europe: Experiences, Development
and Perspectives. WTO.
46
SÜRYANİLERİN DİYARBAKIR’DAKİ TARİHİ MEKANLARI
Mehmet Şimşek*
Süryanilerin Diyarbakır’daki yerleşim alanları ile ilgili en sağlıklı bilgileri,
dönemine ait Şeriyye Sicillerinde bulmak mümkündür.1 Şehri oluşturan dini gruplar, bazen ayrı mahallelerde, bazen de karışık olarak bir arada ikamet etmişlerdir.
Sur içinde mevcut bulunan mahalleler; 65 Müslüman, 13 gayrimüslim ve 42 karışık
olmak üzere 120 tanedir. Gayrimüslimlerin ikamet ettikleri mahalleler şunlardır:
1) Hace Maksud
6) Şemsiyan
11) Meryem-i Kebir
2) Mor Habib
7) Rumiyan
12) Yahudiyan
3) Küçük Kinisa
8) Meryem-i Sağir
13) Molla Hennan
4) Meryemun
9) Köprüyan
5) Bekçiyan
10) Sarraf İskender
Bu mahallelere, 1785 tarihinden itibaren rastlanmadığı, bununla birlikte
yukarıdaki mahallelerde oturanların, Hıristiyan (Ortodoks, Katolik, Protestan,
Sür¬yani, Nasturi, Keldani ve Musevi oldukları, aynı zamanda Ermeni, Rum ve Yahudi millet veya cemaatlerine mensup olduklarını belirtilmektedir. 1785-1850 tarihleri arasında, Diyarbakır şehrinde, Müslümanlarla Müslüman olmayanların bir
arada yaşadıkları 42 adet mahalle-de, bu dini grupların kesin sınırlarla birbirinden
ayrılmadıkları, genellikle mahallenin bir bölümünde Müslümanlar, diğer bölümünde
ise başka dini grupların ika¬met ettiği ifade edilmektedir.
Yerleşim Yeri
Mifarkin (Silvan)
“Medinet el-şuheda”
Bıragola
Mir Ali
Küniyet
Başnik
Darsal
Gandika
Bamidan
Hazro Kasabası
Şımşım
Halhal
Hane
Sayısı
Birey
Sayısı
Yerleşim
Yeri
Hane
Sayısı
Birey
Sayısı
17
8
10
13
1
2
2
10
84
16
64
26
52
35
81
5
26
192
40
Bamatmi
Malaha
Fum
Hazan
El kafiya
Hanşe
Talgaz
Safiya
Kabasakal
Kara kilise
Salimiye
10
34
17
1
17
8
7
6
8
6
1
43
79
50
37
16
14
12
16
12
-
Diyarbakır’da yaşayan Süryanilerin, Lale Bey Mahallesi’nde yer alan, Süryani
Meryem Ana Kilisesi çevresinde yoğunlaştıklarını, yukarıda adı geçen mahallelerden
görmekteyiz (Mor Habib.)
*Araştırmacı yazar
1 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. İbrahim Yılmazçelik, 19. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır, T.T.K. yay. Ank. 1995
47
Meryemun, Meryem-i Kebir ve Molla Hennan mahallelerini de isimlerinden
yola çıkarak, Süryanilerin çoğunlukta oldukları yerleşmeler olarak kabul etmek
mümkündür. 1870 tarihinde, 1890–1895 arasında Diyarbakır’da rahiplikten
metropolitliğe yükselen ve 1906’da patrik seçilen Rahip Abdullah Satufsadedi’nin
yapmış olduğu çalışmada, Diyarbakır ve çevresindeki yerleşim alanlarında,
Süryanilerin hane ve birey sayılarını şu şekilde belirtir:2
Süryani patriği Mor Severiyos Afrem Barsaum, 1919 yılında İngiltere
Başbakanı’na yazmış olduğu dilekçede 1914-1918 yılları arasında bölgede yaşayan
Süryani nüfus hakkında bilgi verirken, Diyarbakır yerleşmesinde 30 köy ve 764 aile,
Silvan’da 9 köy ve 174 aile, Lice’de 10 köy ve 658 ailenin varlığından bahseder.
3 Diyarbakır merkeze bağlı Kahbiye, Karabaş, Kıtırbıl, Ayntannur (Alipınar)
ve Çaruki (Çarıklı) köyleri de kayda göre Süryanilerin yoğun bir şekilde ikamet
ettikleri alanlardır.4 umhuriyet döneminden sonra, şehrin sur dışında yeniden
yapılandırılması çalışmaları sonucunda, ekonomik durumu iyi olan birçok Süryani,
yeni şehirde ikamet ederken, ekonomik açıdan yetersiz olan ve kırsaldan kente göç
eden Süryaniler, Meryem Ana Kilisesi içinde ve yakınlarında ikamet etmişlerdir.
Günümüzde, cemaate mensup birkaç aile, kilise duvarları içinde yer alan odacıklarda
yaşamlarına devam etmektedirler.
1950 yılında 500 hanelik bir yoğunluğa sahip olan Süryani nüfusu, 1979’da
150-200 hanedir.5 1990’lı yıllarda Diyarbakır merkezde kalan Süryani aile sayısı
oldukça azalmıştır. Süryani ailelerinin 3’ü Mardin Midyatlı olup, sadece Hıdırşah
ailesi Diyarbakır’ın yerlisidir. Diyarbakır merkezde yaşayan Süryani birey sayısı
20’yi geçmemektedir.
Diyarbakır ve Çevresinde Süryanilere Ait İbadet Yerleri
Süryani mabetlerinin; kilise ve manastır olmak üzere iki yapısal uygulanışı
vardır. Süryani tarihine baktığımızda, geçmiş, adeta manastır ve kiliselerin yakın
çevresinde yaşanmıştır. Manastırlar, genelde toplu yaşam coğrafyasının (il, ilçe,
ka¬saba) dışında, sade, münzevi yaşamın hâkim olduğu bir sığınma yeri, dünyanın
debdebesinden uzak, manevi havanın hâkim olduğu mekânlardır. Acı ve tatlı günlerin
yaşandığı ve gerektiğinde de, mazlumların sığınağı olan merkezler olmuşlardır.
Kilise-manastır yapıları, kavramsal olarak karşılaştırıldığında; manastır, (Latince:
Monasterium, Yunanca: Manasterion) rahip ve rahibelerin dünyadan çekilmiş olarak
yaşadıkları bina, dini kurallara uygun olarak, ortak yaşanılan ev anlamlarına gelir.
İlk manastır örnekleri doğuda görülür. Batıdaki uygulamaları, IV. yüzyıl sonrasıdır.
Manastırlarda; rahiplerin ayin yaptığı bir kilise ve koro yeri, toplantı odası, rahipler
2
3
4
5
Papaz Gabriel Akyüz’den temin edilen el yazması kitap.
I. Afrem Barsavm, Tur Abdin Tarihi, Nsibin yay. 1996, s. 8
Papaz Gabriel Akyüz’den alınan bilgiler.
Rıfkı Aslan, Diyarbakır ve Çevresinde Şehirleşme Hareketi. Ziya Gökalp Dergisi Yay. Ank. 1979, ss. 82-83
48
için hücreler, manastırda kalanların tümü için yemek salonu, kitaplık, dışarıdan
gelenler için kabul salonu, idari bölümler, yatakhane vs. bölümler yer alır.
Kilise kelimesi; Yunanca toplantı anlamına gelen “Eklesia” sözcüğünden
türetilmiştir (Süryanice “ito”, kilise anlamındadır). Ancak, bu toplantı alelade bir
toplantı değil, davet ile bir araya gelinmiş bir toplantıdır. Eklesia kelimesi, İbraniceye,
dini bir toplantıya daveti belirten “fahal” kelimesi ile tercüme edilmiştir. Hz. İsa,
kilise kelimesi yerine “Edfa”, “Kenista”, “Kehala” gibi Aramice kelimeler kullanmıştır.
Hıristiyanlıkta kilise, Hıristiyan cemaatinin adıdır. Kilise, bir mekândan ziyade bir
inananlar cemaatinin adıdır. Kilise; İsa’nın bedeni Kutsal Ruh’un mabedi ve ona
inananların cemaati olarak anlamlandırılır.
İlk kiliseler kaya oyukları, mağara girişleri gibi güvenlik sorunlarına
istinaden yapılmışlardır. Ancak, Bizans İmparatorluğu’nun, Hıristiyanlığı resmi din
olarak kabul etmesinden sonra, yapısal anlamda kiliseler inşa edilmeye başlanır. Hz.
İsa’ya inananların oluşturdukları cemaat, Yahudiler gibi, mabede devam ediyorlardı.
Rivayetlere göre, kendi evlerinde de toplanıp, İsa ile geçirdikleri hatıralarını anıyorlardı.
Havarilerin misyon çalışmaları sırasında, mabedin bulunmadığı yerlerde, basit
binalar, toplantı ve irşat faaliyetleri için kullanılmıştır. Dünyadaki ilk kilise örneği
olan, Antakya’daki St. Piyer / Aziz Petrus kilisesi, bir kaya oyuğundan başka bir şey
değildir. İ.S. IV. yüzyılda, belirlenmiş mekânlarda ibadet etmeye başlanılmıştır. Kilise,
İsa’nın bedenî hatırasıyla bütünleşmeden ziyade, manevi varlığıyla bütünleşmiş ve
İsa’nın varlığının ha¬zır bulunduğu mekânlar olarak kabul edilmiştir.6
Hıristiyanlık tarihinin ilk dönemlerinde, “cemaat” veya “kilise” kelimeleri,
Hz. İsa’ya bağlı olanlar ve getirdiği mesajı kabul edenler anlamında kullanılıyordu.
İlk dönemlerdeki bu iki kavram, günümüzdeki anlamıyla (kurum, organizasyon)
kullanılmıyordu. Hz. İsa ve 12 havarinin misyon faaliyetleri, Filistin ve yakın
çevresinde olmasına rağmen, kilise organizasyonunun ilk temsilcisini, Filistin dışında,
Miladi I. yüzyılın sonlarına doğru An-takya’da görmekteyiz.7 II.yüzyılın sonlarında
İskenderiye’de ve IV. yüzyılın başlarında Bizans İmparatorluğu topraklarında, bu
dine inanan insanların inşa ettikleri mabetlere (kilise, manastır) rastlanmaktadır.
Doğu Hıristiyanlığı açısından, IV. yüzyılda; İskenderiye, Antakya, Kudüs
ve Urfa önemli merkezler durumundaydı. Süryanilerin oluşturduğu Antakya kilisesi,
Bizans’ın mezhepsel baskıları sonucunda, ilk olarak Malatya’ya taşınır. Buradan
Diyarbakır’a, sonra da Mardin’e nakledilmek zorunda bırakılmıştır.
Mabetler, yapısal-mimari özellikleri bakımından değişkenlik gösterebilir.
Geleneksel olarak yapısı tamamlanan kilise binası, kiliselerin kutsanmasına özgü özel
dualarla, dört duvarı kutsal murunla yağlanacak şekilde piskoposlarca kutsanır.....8
6 Abdurrahman Küçük, Günay Tümer, Dinler Tarihi, Ocak Yay. Ank. 1993, s. 292
7 Levent Öztürk, İslam Dünyasında Hıristiyanlar, İz Yay. İst. 1998, s. 59
8 Zeki Demir, Süryani Kilisesi ve Kilisenin Yedi Gizi İst. 2001, s. 21
49
Manastırlar
Süryani manastır geleneği, kültürün korunması ve eğitimin yayılmasında
çok önemli bir role sahiptir. Topluca, disiplin içinde yaşamak esas olmakla birlikte,
münzeviler de tam bir yalnızlık içinde manastırlarda yaşamlarını sürdürmüşlerdir.
Manastır ana binası zorunlu olarak yüksek duvarlarla kale gibi korunaklı bir yapıya
sahiptir. İçlerinde kiliseler, yemekhaneler, kütüphaneler, atölyeler, su kuyuları,
ahırlar, bahçeler ve yaşam mekânları bulunur. İstisnasız her manastır kendine yeterli
bir birimdir.9
Zuknin Manastırı
Diyarbakır yakınlarında ve Dicle Nehri kenarında bulunduğu, zamanının
önemli felsefe, ilim, kilise edebiyatının merkezlerinden birisi olduğu kabul edilir.
Manastırın IV. yüzyılda mevcut olduğu kabul edilir. Bu manastır, İ.S. X. yüzyıla
kadar ayakta kalabilmiştir. Günümüzde herhangi bir kalıntısı bulunmamaktadır.
Bu manastırda eğitim almış olup, yine burada rahiplik yaşamına başlamış olan
Diyarbakırlı Rahip Yeşu Hamudoyo; 494-507 yılları arasınada Mezopotamya da
yaşanan vahim olayları kaleme almıştır.10 Yine, ünlü tarihçi Abulfaraç, eserinde,
“Mar Matta, Diyarbakırlı ve bir ihtimale göre de yakın köylerinden birinde
yaşamıştır. Mar Matta, Bizans İmparatoru Julyan’ın ve Diyokletion’ın baskıları
sonucunda imparatorluğun idaresi altında bulunan yerlerden kaçmak zorunda
kalmıştır. Diyarbakır (Amid) ve dolaylarındaki manastır ve kiliselerde yaşamakta
olan rahip ve zahitlerin çoğu, bu baskıdan ötürü imparatorun iradesine karşı koyarak
Zuknin Manastırı’nda toplanmışlardı.” Bu manastırda, Süryani patriklerinden I.
Iyavennis (İ.S. 755) başta olmak üzere, 14 Episkopos yetişmiştir. Burası, patrikliğin
Malatya’dan sonraki
ikametgahı olmuştur.11 Bu manastırda, önemli eserlerin bulunduğu
belirtilmektedir.12 Bu manastır İvannis Kadmoyo (755) ve on dört Episkoposu
13
kilise hizmetine sunmuştur.
Mar İliya Manastırı
1518-1565 yıllarında Diyarbakır’a ait köy isimleri listesinde Kangırt-Kankırt
olarak geçer ve halk arasında Karakilise olarak bilinir..14 İliya manastırını barındıran
ve Diyarbakır merkeze yakın olan Kankırt köyü hakkında Aziz Günel, “Türk
Süryaniler Tarihi” adlı eserinde, Büyük Mihayel Tarihi’ne dayanarak, manastırın
yerini şöyle ifade eder: “Bu manastır eskidir. Diyarbakır’ın Güneybatısında ve 8 km
mesafede geniş bir tepede kurulmuştur. Kankırt Köyü ile Çanakçı (Çarıklı) Köyü
9
10
11
12
13
14
.
A. Suryal Atiya, Mezopotamya’da İlk Doğu ve Batı Süryani Kiliseleri, Yakubi, Nasturi, Maruni, Nsibin Yay. s. 216
Akyüz, Tüm Yönleriyle Süryaniler, s. 274
Barsavm, Saçılmış İnciler, çev. Zeki Demir, İst. 2005, s. 511
Vikont Filip de Tırazi, Doğu ve Batı Süryanilerinin Altın Çağı, çev. Murat Kara, Nsibin Yay. İsveç, 1994, s. 70
Barsavm, age, 2005, s. 511
1518 ve 1565 yıllarına ait “Defter-i İcmal-i Liva-i Diyarbekir” adlı defterde Tapu Kadastro Genel Müd. Arşivi (Yılmazçelik 19
yy ilk yarısında Diyarbakır) s. 144
50
arasındadır. Kankırt köyü ise, Diyarbakır’dan iki saat uzaklıkta olup, adı geçen
manastır, köye Doğu yönünde yarım saatlik mesafededir”. Köy, tamamen Süryani
olup, burası 1900’lü yıllarında başında yüz haneli bir yerleşim birimidir. “Meçhul
Urfalı Tarihi” adlı eserde, Antakya Süryani Patriği, Diyarbakırlı VII. Athanasiyos
tarafından (İ.S. 1090-1129) bu manastırı II. yüzyılın ikinci yarısında Kankırt’ta inşa
ettiği belirtilmektedir.
Patrik Mihael, m.s. 1172 yılında, Diyarbakır’a gelerek, kendinden önceki
Patrik VII. Athanasiyos’ın inşa ettiği Kankırt Manastırı’nın odalarını itinayla ve
büyük bir gayretle tamir eder. 1484’te, Patrik IV. Yuhanna, Kankırt Manastırı’nın
kilise kısmını tamir etme çalışmalarını başlatmıştır. 1724 yılında, Patrik İgnatius
Şükrullah, manastırın tamir ve inşaatıyla ilgilenmiş ve Batı cephesindeki dağ suyunu
manastıra getirmiştir. XIX. Yüzyılın sonlarına doğru, manastır yakınlarında bir köy
(Karakilise köyü) kurulmuştur.15 1900’lü yılların başında köy dağılınca manastır
sahipsiz kalmıştır. Bahsedilen döneme kadar, cemaat tarafından, her yıl Temmuz
ayının 20’sinde, bu manastıra ziyaretlerin yapıldığı kaydedilmektedir. Günümüzde,
manastıra ait herhangi bir iz kalmamıştır. Manastırla ilgili olarak Patrik Büyük
Mihael’in “Umumi Tarih” adlı eserinde şu bilgiler yer almaktadır: “Patrik IV.
Athanasiyos, Antakya’yı, Bizanslıların tazyiki üzerine terk etmek mecburiyetinde
kalınca Diyarbakır’a gitti. O zaman Diyarbakır patriklik makamına bağlı özel bir
(Abreşiye) mıntıka idi. Patrik hemen Kankırt mıntıkasının Mar İliya Manastırı’na
1124’te yerleşti.” Abulfaraç Tarihi’nde ise “Bu manastırın inşaatı bittikten sonra,
her taraftan rahipler toplanmış, eğitim görmek isteyen öğrenciler, her taraftan ona
sığınmış, yazarlar çoğalmış, her çeşit ve branşın kitapları toplanıp geniş ve nadide bir
kütüphaneye sahip kılınan Kankırt Manastırı, bir yüksek eğitim kaynağı durumuna”
sokulduğu ifade edilmektedir. Kütüphanesinin, XII. yüzyılın ortalarına kadar mevcut
bulunduğu ve 1203 yılında, Diyarbakırlı Metropolit Yuhanna’nın bu kitaplara ilave
yaptığı belirtilmektedir. Günümüzde, Musul Keldani kütüphanesinde bulunan Urfalı
Mar Yakub’un “Yaratılışın Altı Günü” adlı eserinin Diyarbakır kütüphanesinden
16
Musul’a getirtildiği belirtilmektedir.
Deyir El-Rahaviyin (Urfalıların Manastırı): Bu ma¬nastır, şehrin Güneyinde
bulunan surların dışında Gazi Köşkü’nün bulunduğu mevkiinin üç yüz metre
Güneydeki tepenin yamacına kurulmuştur. Bu manastırın, günümüze ulaşan
her¬hangi bir kalıntısı yoktur. Ancak, yukarıda belirtilen mevkii yakınlarında
bulunan kaya üzerinde, Süryanice bir yazıtta şu ifade yer almaktadır: “Filifos bu
manastırı inşa etti. Allah nezdinde anılmak üzere müminleri ebede dek bereketle
ansın”. 17
15 Barsavm, age. 2005, s. 514
16 Gregory Abul Faraç, Abul Faraç Tarihi, çev Ömer Rıza Doğrul, TTK Yay. Ank. 1999, s. 4; Aziz Günel, Türk Süryaniler Tarihi,
Oya Matbaası, Diyarbakır 1970, s. 229; Tırazi, age. s. 70
17 Günel, age. s. 240
51
Mor Yuhanna Durtoye Manastırı
Diyarbakır yakınlarında münzevi Yuhanna tarafından 509’da kurulmuştur.
Efes’li Yuhanna ile beraber üç episkopos yetiştiren manastırla ilgili olarak 600
yılından sonra herhangi bir bilgiye rastlanmaz.18
Mor Kuryakos Manastırı
Diyarbakır’ın Kuzeydoğusunda, Bişeri bölgesinde, Zarcal köyü yakınında
kurulmuştur. On beşinci yüzyıldan yirminci yüzyılın sonlarına kadar yörenin
metropolitlik merkezi olarak kullanılmıştır. 19
Kiliseler
Vaftizci Mar Yuhanna Kilisesi
IV. yüzyılda inşa edilmiştir. Arabistan Episkopos’u Mar Yuhanna, 629’da
ölünce, cenazesi Diyarbakır’a getirilip bu kiliseye gömüldüğünden, onun adına
izafeten Mar Yuhanna Kilisesi adını almıştır. Zamanla yıkılıp harabe haline gelmiş,
daha sonra tümüyle ortadan kalkmıştır. Yeri, şimdiki Deva Hamamı civarında idi.20
Mor İstefanos Kilisesi
Bu kilise, İ.S. IV. yüzyıldan kalma idi. 503 yılında, Diyarbakır’ın Sasan (Pers)
Kralı Kubad tarafından işgali sırasında, bu kilise “ateşgede” (ateşe tapanların mabedi)
haline getirilir. Bu kilisenin ateşgede haline getirilmesi ile ilgili olarak ünlü Süryani
şair Suruçlu Mor Yakub, 12 vezinli ölçüye göre matem içeren şiirler yazmıştır.21 Bu
kilisenin yeri ve yıkılış tarihi belli değildir.
Mor Zhuro Kilisesi
Bu kilise, günümüzde Çift Kapı civarında “Anzeli” olarak bilinen yerdir.
Osmanlı vakfiyelerinde bu kilisenin, “Ayni-i Zeura” veya “Ayn-i Zülal (Balıklı)”
denen kaynak içme suyunun hemen üzerinde kurulduğu belirtilmektedir. V. yüzyılda
yapıldığı, 629 yılında Urfa Metro-politi Mar Şemun ve 649’da, Antakya Patriği Mar
Yuhanna’nın cenazeleri getirilerek bu kiliseye gömülmüştür. Sonraları, bu kilise
yıkılmış ve yeri arsa haline getirilmiştir.22
Mar Kozma Kilisesi
Bu kilise, günümüzde ayakta kalan tek Süryani Meryem Ana Kilise’sinin
18 Barsavm, age. 2005, s. 517
19 Barsavm, age, 2005,, s. 514
20 Şevket Beysanoğlu, Anıt ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi, C.1, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yay. Ank. 1997, s.131;
Akyüz, Diyarbakır Meryem Ana Kilisesi, s.22; 10 Aralık 1046 tarihinde Diyarbakır’a gelen Nasır-ı Hüsrev, Sefername adlı
eserinde bu kilise için şunları yazar: “... Mescidin yakınlarında pek özenilerek taştan yapılmış bir kilise var. Kilisenin zemini
nakışlı mermerlerle döşenmiştir. Bu kilisede, Hıristiyanların ibadet ettikleri kubbeli bir yerde kafesvari bir demir kapı gördüm
ki, eşini hiçbir yerde görmedim.”
21 Dolapönü, “Hıristiyanlığın Diyarbekir’de Yayılışı”, Kara Amid, Yıl:2, S. 4, İst. 1960, s. 23; Beysanoğlu, age. s. 131
22 Dolapönü, agm, s. 349; Beysanoğlu, age, s. 131; Orhan Cezmi Tuncer, Diyarbakır Kiliseleri, Büyükşehir Belediyesi yay. Ank.
2002, s. 45
52
Güneydoğu tarafında yer almaktaydı. Kuruluşu Süryanilere ait olmasına rağmen
daha sonra Süryani-Melkitlerin (Rum) eline geçer. 1930 yılına kadar ayakta kalmasına
rağmen bu tarihten sonra yıkılır. Kilisenin mozaikten ve ahşap üzerine işlenmiş
kakma sedefli bir takım eşyaları Diyarbakır Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmiştir.
Mar Kozma Kilisesi’nden alındığı tahmin edilen Süryanice yazılı bir ilahi kitabı
(Fenkitho), Mardin Kırklar Kilisesi’nde mevcuttur.23 Van Berchem “kilisenin İ.S.
330 yılında yapıldığını belirtir. 1689’da bir onarım geçirdiğini ve 1910’lardan sonra
yıkıldığını anlatır.” Günümüzde bu kiliseye ait olduğu iddia edilen, bazalt taştan
yapılma giriş kapısına ait çerçeve sütunlar bulunmaktadır.
Mar Kozma Kilisesi
Mor Şilo Kilisesi
İ.S 520 yılında Amid (Diyarbakır) Metropoliti Mor Mara tarafından inşa
edilmiştir. Yıkılış tarihi ve yeri belli değildir.
Mar Hananyo Kilisesi
Muallak Camii civarındadır. Süryani Nesturi mezhebine ait olduğu
belirtilmektedir. Yapılış ve yıkılış tarihleri hakkında herhangi bir bilgiye
rastlanmamıştır.
Mor Gevargis (St. Corc) Kilisesi
İ.S. IV. veya V. yüz yıllardan kalma bir kilise olup, İçkale’de, halen Ceza
ve Tutukevi olarak kullanılan bölgededir. Dicle Nehri kıyısında yer alan Fiskayası
mevkiindeki, sur içinde siyah bazalt taştan yapılan ve yüksekliği 15-20 metreyi
bulan, yüksek bir yapıdır.
Alanı 350 m2’dir. İçkale’nin Kuzeydoğu ucunda, Dicle Vadisi’ne bakan
sert uçurumun üstüne, sur duvarlarıyla bir bü¬tün oluşturacak şekilde yapılmıştır.
Kilisenin iç bölümlerine geçebilmek için kullanılan kapı üzerinde her¬hangi bir
yazıt bulunmamaktadır. Kilisenin, henüz ziyarete açık olmayan bölümünde, Dicle
23 Dolapönü agm. s. 349; Beysanoğlu, age. s. 131; Tuncer, age. s. 45
53
Nehri’ne kadar uzanan, karanlık dehlizlerin bulunduğu rivayet edilmektedir.
Yaptığımız incelemede, sadece üstü açık yedi sütun üzerine bina edilmiş yapının,
Doğu yönün-de bir kapının bulunduğunu müşahede ettik. Ancak, ikinci bölümünün
aydınlık olmaması inceleme yapmamızı güçleştirdi.
Kilise, tamamen Bizans stilinde inşa edilmiştir. Mardin Metropoliti Hanna
Dolabani “Vesikalar” adlı eserinde, bu kilisenin Katolik mezhebinin Batriye
cemaatine ait olduğunu şu ifadesinde şu ifadelerle belirtir: “Yunani tarih 1525,
İ.S 1214 tarihinde Diyarbakır’da büyük bir arbede ve görülmemiş bir sıkıntı vuku
bulmuştur. Bu olaylarda Araplar tarafından, Katoliklerin büyük kilisesi, Kırklar
tepesindeki Kırk Şehit, Meryem Ana yakınındaki Mar Kozma ve bunlardan önce
de Viranşehir’deki Mar Yuhanna adlı kiliselere Şubat ayı içerisinde hücum ederek
tahrip etmişlerdir. Van Berchem, Amida adlı eserinde bu yapı için “Nesturilere ait
olduğunu ve mahalli tasarımlara da yer verilerek, IV. yüzyılda yapılmış ve İ.S.
518 yılında Anastasyan tarafından onarılmıştır. XIV. ya da XV. yüzyılda camiye
dönüştürüldüğünü” iddia eder. Ancak, Orhan Cezmi Tuncer, bu yapının camiye
dönüştürülmüş olduğu iddiasını kabul etmez.24
Kırk Şehit (Kırklar) Kilisesi
Bu kilise, bazı kaynaklarda manastır olarak ta geçmektedir- İ.S. 484
yılında Diyarbakır Metropoliti Kartminli Mar Yuhanna Saharo ve Yuhanna El Efesi
tarafından şehrin güneyinde Kırklar Dağı olarak bilinen mevkide inşa edilmiştir.
Van Berchem, eserinde “463-464 yıllarına ait bir kaynakta en eski katedral olarak,
büyük kiliseden bahsetmekte, ancak hangi yapı olduğu belirtilmemektedir. Yuhanna
adında bir piskopos Kırk Şehit Kilisesi’ni yaptırıyor. 502 veya 503 yıllarında bu
kilise Perslerin eline geçer. Bir başka ifadede 488-489 yıllarında Urfalı Yuhanna’nın
adıyla anılan bir manastır vardır. 566-567 yıllarında Efesli Yuhanna’nın yazdığı
Azizlerin Biyografisi’nde adı geçer. Bu kilise büyük ihtimalle surların yakınında
bulunuyordu”25 Kiliseye geliş gidişlerin kolay olması ve Silvan güzergâhında
seyredeceklerin, nehri rahat bir şekilde geçebilmeleri için “On Gözlü Köprü”yü
inşa etmişlerdir. Ancak, Van Berchem ile Albert Gabriel, köprünün antik çağ
eseri olduğunu belirtir. Köprünün Güney tarafında birinci ayağın tabanında, aslan
figürünün altındaki taşlardan birinin üzerinde, Süryanice bu yazıt bulunur. Bu
yazıt, 1949 yılında Mardin Metropoliti Hanna Dolapönü’ye okutturulur. Bu yazıda,
“Buhru halefi Mano zamanında (İ.Ö. 90) Diyarbakır köprüsü onartılmıştır.” ifadesi
yer aldığını belirtmiştir.
Cevdet Çulpan, “Türk Taş Köprücüleri” adlı eserinde, “Dicle (On Gözlü)
Köprüsü birkaç defa yıkılmış ve onarılmıştır. Bu gibi onarımlarda civardaki
eski malzemelerden de yararlanılmış olduğu, çeşitli eserler üzerinde rastlanan
kalıntılardan anlaşılmaktadır. Bu köprünün milattan önce var olduğu hususunda
24 Tuncer, age. s. 141
25 Tuncer, age. s. 145; Asnu-Bilban Yalçın, “6. Yüzyılda Roma İmparatorluğu’nun Doğu Sınırları ve Amida
(Diyarbakır) Kenti,” s. 229, 1. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu, Diyarbakır 2004
54
kesin bir bilgi mevcut değildir. Şehrin güneyindeki Kırklar Dağı üzerinde bulunan
Kırklar Manastırı, Amid Metropoliti Mar Yuhanna tarafından V. yüzyıl sonlarında
yaptırılmıştır.1746 yılında burada yirmiden fazla din adamının yaşadığı belirtilir.26
Çok zengin bir iç donanıma sahip olan bu kilisenin altın ve gümüş eşyaları talan
edilmiştir. Bu yapının başına gelenler, Diyarbakır Süryanileri için büyük bir kayıp
olarak değerlendirilir. Bu manastırdan bugün pek az bir kalıntı bulunmaktadır.
Köprünün muhtelif onarımları sırasında faydalanılan malzemeler arasında Kırklar
Dağı’ndan ve şehir çevresinde harap olmuş başka bir eser kalıntılarından da taşlar
getirilmiş olması, “Mano günlerinde” diye okunan yazının da köprüye değil, başka
bir esere ait bulunması muhtemeldir.” Şeklindeki ifadesiyle, köprünün kimler
tarafından yapıldığına dair farklı bir yorum getirmektedir.
Süryani Katolik Kilisesi
Dabanoğlu mahallesi, Kadı Cami sokakta yer alır. Yıkıntısı üzerine Yavuz
Selim İlköğretim Okulu yapılmıştır. Berchem, bu yapıyı VII. yüzyılla tarihlendirir.
Yapı genişliği 450 m2’dir.27
Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi
Kilisenin kuruluş tarihi hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte, İ.S.
325 yılında, Bizans İmparatoru Konstantin tarafından organize edilen, tarihi
İznik Konsili’ne katılanlar arasında Şemun’un (Amid-Diyarbakır Metropoliti)
adının geçmesi, bu tarihte metropolitlik merkezi durumunda olan Diyarbakır’da,
metropolitlik makamına uygun bir yapının (kilise-manastır) bulunmuş olma
ihtimalini akla getirmektedir.
Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi (1909)
26 Murad Fuad Çıkkı, Naum Faik ve Süryani Rönesans’ı, Haz. Mehmet Şimşek, Belge yay. İst. 2004. s. 45
27 Tuncer, age. ss. 124 -126
55
Patrik İgnatios, I.Afrem Barsaum’un “Lülü Menthür” adlı eserinde, “İ.S.
309 yılında İznik Konsili’nden 16 yıl önce- Diyarbakır’da toplanan episkoposların
önemli bir kongresi neticesinde, oy birliğiyle Nusaybin Episkoposluğu’na Mar Yakup
atanmıştır.” ifadesi, bize bu kilisenin kuruluş tarihi hakkında ipuçları vermektedir.
III. yüzyılın ilk yarısında bölgede Hıristiyanlığın yayılmasının, İ.S. I.
yüzyıl ile IV. yüzyıl arasındaki zamanda gerçekleştiği hatırlandığında Meryem Ana
Kilisesi’nin, III. yüzyılın hemen başlarında inşa edildiği kabul edilebilir. Ancak, bu
kilisenin inşasını Bizans Kralı Heraklius döneminde 610-640 yılları arasında inşa
edildiğine dayandıranlarda vardır.28
Tapu kayıtlarında Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi Cemaati Vakfı adına
kayıtlıdır. Kilise, Lalebey Camisi’nin 400 metre Güneybatısında, 311 nolu adanın
8. parselindedir. Kuzey ve Batısını Puşucular sokak, Doğusunu Hambeli sokak ve
Güneyini Ana sokak çevirir.
Kilise; 848, 1297, 1533, 1687, 1689, 1693, 1719, 1844, 1881, 1914 ve
1965 yıllarında birçok sebeplerden dolayı (yıkım, deprem, yangın, işgal), tamirat ve
onarım geçirerek günümüze kadar gelebilmiştir.
Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi iç görünüşü
Kilisenin bulunduğu yer konusunda, belgelerde, “şehrin Batısında ve Rum
(Urfa) kapısı yakınlarındadır. Meryem Ana Manastırı olarak bilinen bu kilisenin
diğer adı ise, Mar Yakup Kilisesi idi”. XIX. yüzyılın ilk yarısına ait belgelerden, bu
kiliseye Süryanilerin bir kısım mallarını vakfettiklerini ve bu kilisede Süryanilerin
ibadetlerini herhangi bir kısıtlamadan uzak olarak, rahat bir şekilde sürdürdüklerini
öğrenmekteyiz.29 Kilise, iki ayrı bölümden oluşur; Meryem Ana Kilisesi ve Mar
Yakup Kilisesi... Günümüzde, her iki kiliseye ortak bir kapıdan girilir. Avluda
sekizgen ve bazalt taştan yapılmış bir havuz bulunur. Mar Yakup Kilisesi olarak
adlandırılan bölüm, Kuzey-Güney doğrultusunda uzanır. 4 tonozlu bir a landan
28 Çıkkı, age. s. 45
29 Yılmazçelik, age. s. 80; bkz. Diyarbakır Şer.Sic. No:590, s. 30, D. Şer. Sic. No: 351, s. 48, No: 631, s. 6; Beysanoğlu,
age. ss. 130 - 131; Günel, age. s. 108 vd.; Akyüz, age. ss. 48 - 85; Beysanoğlu, 1967 İl Yıllığı, s. 330; Tuncer, age. ss.
24 - 40
56
oluşur. Yaklaşık olarak 20-25 metre uzunluğunda ve 5 metre genişliğe sahip olup,
yan yana dizili üç bölme ve vaftiz yerinden oluşur. Tarihi değere sahip, üç adet ahşap
mihrap ve resimler göze çarpar. Meryem Ana Kilisesi olarak adlandırılan bölümde,
beş adet “kduşkudşin” (kutsal sofra) bulunur.
Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi bugünkü durumu
Sağ, orta ve solda olmak üzere üç bölümden oluşan mihraplarda, birçok
ayin malzemesi yer alır. Orta mihrap, bazalt taştan işlenmiş, dört adet sütun üzerine
oturtulmuş olan bu kubbeli yapı, tam bir sanat eseridir. Pazar ayinleri sırasında, daha
pratik olmasından dolayı kullanılan perdenin gerisinde bulunan, mihrabı bütünüyle
kaplayan tahta işlemeli devasa kapılar görülmeye değerdir. Ortadaki büyük
mihrabın sağ tarafında, tahta işlemeli mihrap ve adak yeri bulunur. Kilisenin iç alanı
323 m2’dir. Sekiz sütun üzerine oturtulan kubbenin dış tarafından Batı yönünde
yükselen duvar, kilisenin daha önceki boyutları hakkında ipucu vermesi açısından
önemlidir. Döneminin Diyarbakır Metropoliti olan III. Mar Mari, önemli kitap ve
makalelerden oluşan çok zengin bir kütüphane oluşturmuştur. Metropolitin İ.S. 529
yılında vefatından sonra, tüm eserleri, Diyarbakır şehir merkezine getirtilir. Kilise
kütüphanesi, değişik alanlarda çeşitli kitaplar ve yazılı eselerle zenginleştirilmiştir.
Bu kütüphanenin gelişmesinde, en çok çabayı gösteren Yakup Saliba’dır. (11671171).30
Diyarbakır’da ayakta kalan, tek Süryani kilisesi olan, Meryem Ana Kilisesi
dahilindeki kütüphane hakkında en detaylı bilgileri, Aziz Günel’in “Türk Süryaniler
Tarihi” adlı eserinde bulmaktayız. 1967 yılında, Metropolit Hanna Dolapönü ile
bir¬likte yapmış olduğu tetkik ve tasnif neticesinde, kilise kütüphanesinde 341 cilt
kitap bulunduğunu belirtir. Bu kitapları, 12 bölümde tasnif ederek şu bilgileri verir:
1- Kitab-ı Mukaddes (Tevrat ve İncil)
Kitab-ı Mukaddes, İnciller ve bölümlerini içine alan bu grupta, 41 cilt kitap
bulunmaktadır. Bu kitaplar, IV. yüzyıl ile XIII. yüzyıldan kalma olup, Süryanice yazı
tiplerine ait yazma metinleri içermektedir.
30 Tırazi, age. s. 66
57
2- İlahiyat: Muhtelif tarihlere ait, 23 cilt eseri içermektedir.
3- Edebiyat: Edebi konuları içeren 45 cilt kitap.
kitap.
4- Hıssay (Münacaat): XII. ve XIII. yüzyıllardan kalma eserler olup, 18 cilt
5- Dua: Vaftiz, evlenme ve ölülerin defnine ait olmak üzere, 22 cilt kitap.
kitap.
6- Tarih: XVII. ve XIX. yüzyıllardan kalma, tarih konularını içeren 15 cilt
7- Ayin İcra Kitapları: XIV. ve XIX. yüzyıllara ait, 26 cilt kitap.
8- Sözlükler: XVII. ve XVIII. yüzyıllara ait lügatleri içeren, 12 cilt kitap.
9- Musiki: XVII. ve XVIII. yüzyıllara ait, 12 cilt kitap.
10- Tıp ve Dua: XIII. ve XIX. yüzyıllara ait, 18 cilt kitap.
11- Rum (Mar Kozma) kilisesinden, Meryem Ana Kilisesi’ne devredilen 23
cilt kitap.
12- Çeşitli konuları içeren, yazma olmayan (matbu) 34 cilt kitap.
Bugün, bu kitapları tümünü kilisede görmek mümkün değildir. Daha güvenli
manastır ve kilise kütüphanelerine devredildiği belirtilmektedir. Kilise kütüphanesi,
2005 yılında yapılan yenileme çalışmalar sırasında, mevcut kitaplar tekrar gözden
geçirilerek, kilise bahçesinde bulunan divanhanede sergilenmeye başlanmıştır.
Diyarbakır kent merkezinde sadece Süryanilere ait olmak üzere 10 adet
kilisenin varlığı yazılı kaynaklarda geçmesine rağmen, bugün ayakta kalabilen tek
Süryani kilisesi olan Meryem Ana Kilisesi, şehrimizin en önemli dinsel yapılarından
biri olma özelliğini taşımaktadır. Kilise, 2005 yılında, yurt içinde ve dışında yaşayan
Diyarbakırlı Süryanilerin ortak girişimiyle, Can Şakarer ve Zeki Kasapoğlu’un
yoğun çaba ve gözetimlerinde, kapsamlı restorasyondan geçirilerek, tarihi kimliğini
tümüyle yansıtan görünümüne kavuşturulmuştur.
58
DİYARBAKIR KALESİ BURÇLAR SURLAR
Mehmet Ali ABAKAY*
GİRİŞ
Diyarbakır’da en çok ilgilendiğimiz konulardan biri de Diyarbakır Kalesi
ve Burçlarla Surları olmuştur. Bir zaman Diyarbakır Kalesi hakkında müstakil
bir kitap bulunmadığını müşahade edince, gelen teklif üzerine “Diyarbakır
Kalesi Burçlar ve Surlar” ismiyle bir kitap çalışmasında bulunmuş, konunun
uzmanı olmayanların telkiniyle bu kitabın basımı yaptırılmamıştı.” İyi ki bu kitap
yayınlanmadı “ düşüncesine ben de katıldım. Bugüne kadar yapılmayan bir çalışmayı
gerçekleştirirken, mimar değildim, mühendislikle alakamız yoktu ve sanat tarihçisi
ya da arkeolog sıfatımız yoktu. Şimdi bu kitabın içinden bir bölüme yer verirken,
yapılan araştırmanın, harcanan emeğin bir zaman sonra ilerisi için fayda getirmeye
devam edeceğine kendimi ikna ettim. On yıllardır Diyarbakır Kalesi’nin, burçlarının,
surlarının onarımının yapılacağına dair açıklamalar, çalışmalar yürütülmekte
olmasına rağmen alınan yol, hiç de insanı tatminkâr kılacak durumda değildir.
Diyarbakır Kalesi’ne dair yaptığımız araştırmada yüz yıl önce çekilen fotoğraf
kareleri ile günümüzdeki kareleri yan yana getirerek, görsellikten yola çıkıp, yapıların
bölüm bölüm incelenmesine zemin hazırlamak istedik. Konunun uzmanlarının
kaleminden çıkan eserlerin teminine gidildi. Yerli-yabancı uzmanların eserleri
temin edilirken, kimi eserlerin kısmen çevirisi sağlandı. Yerel ve Ulusal Basında
çıkan haberlerin, köşe yazılarının taraması yapılarak bir gazete arşivi oluşturuldu.
Dergilerde kalan yazılar bir araya getirildi. Yaklaşık on bin civarında fotoğraf kale
içinden ve dışından çekildi. Adım adım gezilen surlarda rastlanan motifler, kitabeler
bir araya getirilerek, kitabelerin tercümesi sağlandı. Bu yetmedi, minarelerden ve
yüksek yapılardan fotoğraflanan surlar, helikopterle genel görünümlerde çekildi. Bu
konuda en ideal eserler denilen “Amida” ile “ Voyage archeolojik dans la Turquie
Oriental” kitaplarının aslı temin edilerek, kitaplardaki fotoğraflar alındı, şehre dair
açıklamaların ilgili bölümleri tercümeye girişildi. Mevcut kimi tercümelerin eksikliği
tamamlandı. Sonuçta ortaya çıkan çalışmanın yanında arşivlik fotoğraflar, röleveler
restitüsyonlar incelendi. Karşılaştırmalı biçimde görüşler, yan yana sıralanarak,
yapılan değerlendirmelerden sağlıklı sonuçlar çıkarılmaya çalışıldı. Elbette Diyarbakır
Kalesi, sıradan bir kale değildir ve kendi yapısıyla dünyada ayakta duran tek kaledir.
Bu kalenin en azından Çin Seddi ile karşılaştırılması yanlışlığına son verecek eseri
yayınlama kısmetimizde olmadı. Bu çalışmanın özetinin özeti olan sunumumuzda,
vereceğimiz bilgilerin ve bildiri haline gelecek kitapta ekli belgelerin konuya yabancı
olmayanlara faydalı olacağını umuyorum.
*Araştırmacı-Yazar
e-mail: [email protected]
59
Surlarda yapılan araştırmada tespitine çalışılan motiflerle kabartmalar,
sınıflandırılmıştır. Farkında olunmayan motiflerle kabartmalar olabilir. 6700 metre
civarında olan İç Kale ve Dış Kale Burçları’nda, Surlarında yapılacak bir ekip
araştırması ile farkında olmadığımız, gözden kaçan, bazen ters konulmuş ya da bazaltın
renginden dolayı fark edilmeyen figürler olabilir. Geniş, oldukça büyük bir alanı içine
alan surlarda, burçlarda saptanan motifler ve kabartmalar sınıflandırılmıştır.
Diyarbakır Kalesi’nin çekirdek yapısı İç Kale’dir. İç Kale için aygın olan görüş,
bu ana merkezin Subarulardan kaldığıdır. Subaru Devleti’nin “Hurrî” ve “Mitannî”
şeklinde iki ye ayrılmasıyla İç Kale, Mittanni topraklarında kalmış ve zaman içinde
değişik dönemlerde beylik, devlet ve imparatorluk olmak üzere 58 egemenliğin
toprakları arasında stratejik bir merkez konumuna girmiştir.
Diyarbakır Kalesi, daha sonra genişlemelerle Milat Sonrası Roma
Dönemi’nde günümüzdeki biçimini almıştır. Sürekli kuşatmalara maruz kalan
şehrin, surlarının muhkem hale getirilmesinden sonra Meryem-i Dara zamanında
ikiye ayrılan şehir, hükümran olan iki kardeşin Meryem-i Dara’nın ince siyaseti
ile bütünleştirilmiştir. Yapılan yer altı çarşı kazısında bu ara surun Dağ Kapı’dan
Mardin Kapı’ya kadar uzandığı görülmüştür.
Yer altı çarşısı kazıları, Ulu Camiî eski yapısının, hükümetin merkezî
olduğuna dair emareleri kuvvetlendirmiştir. Mesudiye Medresesi’nin Mar-Toma
Kilisesi olduğuna dair yaptığımız tespitler, aynı zamanda buranın Dakyanos’un
o dönemde sarayı olduğu, önceki dönemlerde değişik inançların hüküm sürdüğü
kentte hem tapınak hem de yönetim alanı olarak kullanıldığını gösterir.
Ulu Camii için verdiğimiz bilgiler, halen de görüldüğü biçimde saray
çevresinin şekillenmesini göstermektedir. Yönetim merkezi ve dinî yapılar etrafında
şekillenen ekonomik anlayışın sosyolojik verileri, Ulu Camii Yapı Topluluğu için
geçerlidir.
Şehrin ikiye surla ayrılması, Ulu Camii’nin önündeki cadde ortasından
geçmesi söz konusudur. O halde İç Kale de diğer hükümran kardeşin hükümet
merkezidir. Konu hakkında rivayete dayalı anlatımlar, çeşitli kaynaklarda yer
almaktadır. Diyarbakır’ın Müslümanlarca fethinden önce değişik burçlarda
kitabelerin yer aldığını bilmekteyiz. Bu Roma Dönemi kitabelerin, burçların yeniden
yapılması, genişletilmesi esansında yerlerinin değiştiği, kimi kitabelerin de geçmişe
saygı kabilinden yerinde bırakıldığını görmekteyiz.
Dağ Kapı Burcu’nda birçok kitabe ve figür, bu saygının ifadesi olarak bugün
de bulunmaktadır. Bizim diyebileceğimiz medeniyetin dışına taşan ahvâle dair
anlayışlara da hoş görme ile yaklaşan her dönemde âlimler olmuştur. Bu kabartmalarla
figürlerin Artuklu Döneminin Sultanı zamanında artması ve Sultanın felsefe ile iç içe
olması, kendisinin eleştirilmesine yol açmış, böylelikle artan eleştiriler sonrasında
Sultan, Devegeçidi (Artuklu) Köprüsünü yaparken Bakara Sûresi’nden âyetleri
60
köprüye kitabe olarak koymuş, Mesudiye Medresesi’ni inşâ etmiştir. Ulu Camiî
girişinde bulunan figürlere karışılmamış, camiî dışında olduğu için bu iki figür
korunmuştur. Ulu Camii içinde yazı kabartmalarında değişik bitki süs motifleri
görülür. Zinciriye’ye giden kapının dış kısmındaki tek parça taş blokta zengin biçimde
bitki ve meyve süslemelerine rastlamaktayız. Her ne kadar yapı yıkıldıktan sonra
tekrar yapılmış ise de devşirilen taş malzemede figürlere, kabartmalara ve kitabe
parçalarına karışılmamış, o döneme ulaşan estetik-kültürel zenginlik muhafaza
edilmiş, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında bir kaynaşma amaçlanmıştır.
Her dört yöne açılan kapıların yapısında yer alan kabartmalarla figürler,
daha çok dışa egemenliğin ihtişamının bir sembolü olarak yer alır. İslamî Dönem
içinde olmasına rağmen Diyarbakır’da egemenlik süren beylikler, devletler daima
bu figürlerle meramlarını ifade etme yolunu seçmiştir.
Çift başlı kartal remzi, diğer şehirlerde de görülür. Konya, Erzincan şehri buna
örnektir. Bu şehrin üniversitelerinde kartal remzi olduğu gibi Dicle Üniversitesi’nin
de sembolü kartaldır. Kartal, aynı zamanda Selçukî-Artukî arması iken Almanya’da,
Suriye’de devlet sembolüdür.
Diyarbakır Kalesi’nin sağlamlık açısından bugün ayakta kalan kısımları,
şehrin daima kuşatılan bölümlerine itina gösterildiğine tanıklı eder. Düz alanlarda
savunmalar şiddetli savaşlara sebep olduğu için, surlarla burçlar oldukça
güçlendirilmiştir. Mardin Kapı’dan Urfa Kapı’ya, Urfa Kapı’dan Dağ Kapı ve Fis
Kayası’na kadar olan bölümler, düzdür ve kuşatmaya elverişlidir. Fis Kayası’ndan
Keçi Burcu’na kadar olan kısımlar, yer yer uçurumların oluşu, dik yükseklik,
kuşatmaya elverişli olmayışı, burçlarla surların daha hafif olması, sağlamlık
açısından diğer alanlara karşılaştırılmasının önüne geçmektedir. Kısacası Dicle’ye
bakan surlar, diğer bölümlere göre daha sağlam inşâ edilmemiştir. Bunun sebebi de
askerin kuşatmasına elverişli olmamasıdır.
Diyarbakır’da surların Osmanlı’nın son dönemine kadar askerî alan içinde
oluşu, zahire deposu olarak kullanımı, İç Kale Burçları’nın askeri mühimmat için
kullanımı söz konusudur. Bu husus, İç Kale’nin boşaltılmasıyla son bulmuştur.
Bir sempozyum bildirisinin sınırlarını zorlamadan, Diyarbakır Kalesi’nin hakkında
kimi bilgileri sunmaya çalışalım.
KABARTMALAR ve MOTİFLER
Akrep
Sonradan açılan Tek Kapı yanındaki Eyyubî Burcu’nda akrebi elinde tutan
bağdaş kurmuş insan kabartması akrebe ilişkin tek örnektir. Bu akrep motifinin Asurî
kaynaklı olduğunu ifade edenler, bunu tılsım olarak görür. Akrebi eliyle tutan ve
bağdaş kuran adamın figürü, yerinden çıkartılmak istenmişse de, bu
61
gerçekleştirilememiştir.
Arslan
Burçlarda oldukça rastlanan arslan kabartması, insan başlı, kanatlı, ejder
kuyruklu olmak üzere farklı biçimlerde yer almaktadır. Ulu Beden, Yedi Kardeş,
Nur Burcu, Melikşah Burcu, İç Kale Saray Girişi, Eyyubi Burcu (Akrep Burcu yanı),
Dağ Kapı, Mardin Kapı, Urfa Kapı değişik kabartmaların bulunduğu burçlardır. Nur
Burcu ve Melikşah Burcu’ndaki arslan kabartmaları, kompozisyon olarak farklılık
arz eder. Arslanlar, gülen simaya sahiptir. Ulu Beden’deki iki arslan kabartması insan
başlıdır. Kanatlı, insan başlı arslan figürü de Dağ Kapı Urfa Kapı Sur Dizisi’nde
yer alan Eyyubî Burcu’ndadır. Bu figür, burç yıkıldıktan sonra yapılan onarımda
ters biçimde burçta değerlendirilmiştir. Akrep Burcu’na gidildiğinde yer alan burcun
aşağı kısmında yer alır.
Boğa-Öküz
Burç dışındaki yapılarda sıklıkla rastlanan kabartmalar, genelde arslanın avı
biçimlidir. Ulu Camii ana kapısında karşılıklı yer alan arslan-boğa mücadelesine,
kiliselerde de rastlanır. İç Kale Saray Girişi’nde aynı kabartmalar görülür. Buradaki
kabartmalar, malta taşında yer aldığı için zamanla dış etkenlerden yıpranmıştır. Dağ
Kapı ve Mardin Kapı kabartmaları genel kabartmalardan estetik olarak farklıdır. Bu
kabartmalar, ilk dönem figürleri biçiminde kabul edilmelidir. “Kaplan kabartması”
şeklinde düşünülebilen biçimler, kimi araştırmacılarca’’Dicle Kaplanı’’ismiyle
adlandırılmıştır.
Yırtıcı Kuşlar
Urfa Kapı, Melikşah Burcu, Nur Burcu, Ulu Beden, Yedi Kardeş, Dağ Kapı
yırtıcı kuşların bulunduğu burçlardır. Çift başlı kartal, Urfa Kapı, Ulu Beden ve Yedi
Kardeş’te egemen kabartmadır. Kartal beraberinde Şahin’i anımsatan yırtıcı kuş
kabartması yanında güvercin kabartması görülür. Melikşah ve Nur Burcu’ndaki Kuş
tasvirlerinde kuyruk ve kanatlar açıktır. Bu, güç gösterisini andırmaktadır. Daha çok
Türklerin Orta Asya kaynaklı kültüründen gelen bir figürdür.
Hayvan Figürleri
Mardin kapı ve Dağ Kapı’da Abbasilere ait kabul edilen boynuzlu hayvan
(Keçi, öküz) figürleri bulunmaktadır. Selçuklu (Melikşah) Burcu’nda mücadele eden
iki keçi kabartması, burcun kitabesinin birinci satırının altında orantılı yer almıştır.
Nur Burcu’nun kitabesinin son satırının üstünde iki dağ keçisi kabartması, Melikşah
Burcu’ndaki kabartmalardan daha ustalıklı işlenmiştir.
Kadın Figürü
Giyinik olmayan iki kadın figürü, Yedi Kardeş ile Evli Beden Burcu arasındaki
Selçuklu (Nur) Burcu’nun Kitabesinin son satırının sağında ve solunda yer alır. Bu
iki figür, surlarda ve burçlarda görülen aslan gövdeli, insan başlı figürlerden farklı
tek kadın figürlerdir. Diyarbakır Burçları’nda ve surlarında bu figürlerden başka
figüre rastlanmaz. Kimi araştırmacılar, dönemin felsefî manalandırmalarına girerek,
bunu Kibele ile eşlendirir.
62
El Figürü
Dağ Kapı burcunda el figürü işlenmiştir. Bu figür, el içinden oluşmuştur.
Parmaklar aşağıya bakmaktadır. Daha çok Şia Kültürü’nde bu motife rastlanır.
At Figürü
Nur Burcu’nda eğerli fakat binicisiz iki at hareketli biçimde yer alır. At
figürü sadece Nur Burcu’nda görülür.
Konsollar
Ulu Beden Burcu’ndaki konsollar, tarzıyla Yedi Kardeş’teki konsollardan
ayrılır. Ulu Beden konsolları görülmeye değer biçimiyle yer yer orijinalliğini
korumaktadır.
Nişler-Çıkmalar
Dağ Kapı’da ana kapı yanlarında işlenmiş, mini sütunlu iki niş bulunur. Bu
nişlere diğer kapılarda da rastlanır.. Sadece Yedi Kardeş Burcu’nun alt kısmında
küçük bir niş bulunmaktadır. Mardin Kapı’daki burçlarda da nişler görülür..
Geometrik Şekiller
Dağ Kapı’da, Mardin Kapı’da bu tarz şekillere rastlanır. Dağ Kapı’da Davut
Arması, Güneş Kursu, net seçilemeyen kimi geometrik şekiller, Mardin Kapı’da
daha yoğundur… Mesudiye Medresesi’nde Davut Arması, yerinde görülebilir.
Kalenin ilk yapılışına ait düşünülebilen bu çizimlerle şekillerin daha çok inançla
ilgili olabilme ihtimali yüksektir: Gamalı haçlar, güneş kursları, çok köşeli yıldızlar
ve diğer çizimler. Mardin Kapı surlarında bu tarz geometrik şekiller yaygındır.
Okunamayan Kitabeler
Dağ Kapı’daki Roma ve Mardin Kapı Kitabeleri tümüyle okunmuş kitabeler
değildir. Dağ Kapı’daki bir kitabenin yazı karakterinin hangi dile ait olduğu
bilinmemektedir. Ergani-Hilar Kitabeleri’ndeki yazıların çözümlenmeyişi gibi
okunması gereken kitabelerden bazıları da Küfi yazılardır. Bu tarz yazıların beyaz
taşa (Malta taşı) yazılanları, zaman içinde bozulmuştur.
Bitki Figürü
Dağ Kapı’da, Mardin Kapı’da yer almaktadır. Değişik yapılarda hayat ağacına
da rastlanan Diyarbakır’da bitki figürlerinin en canlı görüldüğü alan Ulu Camii Yapı
Topluluğu’dur. Hayat Ağacı, bereketi sembolize eder ki Türk Geleneği’nde yaygın
bir motiftir.
SURLARDA KİTABELERİ BULUNAN DEVLETLER BEYLİKLER
Surlarda kitabeleri incelerken Diyarbakır’da egemenlik kuran devletleri,
beylikleri hükümranlık yıllarına göre belirtmek lazımdır. Şehre hakim olan birçok
beylik, kitabe bırakmazken bazı devletlerin de kitabelerine rastlama söz konusu
değildir.Yengi-yenilgi durumlarında mevcut kitabelerin ortadan kaldırılması, tahribe
uğrayan burçlarda kitabelerin kaybolması mümkündür. Birçok kitabe onarım
sürecinde yapı malzemesi olarak kullanılmıştır. Burçlarda kitabelerin, figürlerin
çeşitliliği bunu gösterir. Dağ Kapı onarım bu husustaki varsayım güçlenmektedir.
63
DİYARBAKIRA EGEMEN OLAN DEVLETLER VE BEYLİKLER
Sümer, Akad, Babil, Eti, Mittanî, Komuk, Asur, Tiglat Plasar ve Mildiş,
Kurhî, Urartu, Med, İskit, Kımrî, Medya, Elam, Lidya, Pers, İskender Dönemi,
Selösit, Part, Trajan Dönemi, Sasani, Roma Dönemi, Doğu Roma, İran-Doğu Roma
Ara Dönemi, Dört Halife Dönemi, Emevi-Abbasi Dönemi, Şeyhanî, Hamdanî,
Büveyhî, Mervanî, Selçukî, Yınalî, Nisanî, Artukî, Cengiz Ara Dönemi, Eyyubî,
Anadolu Selçukî, İlhanî, Timur Ara Dönemi, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Safevî,
Osmanlı Saltanatı.
SURLARDA KİTABELERİ GÜNÜMÜZE ULAŞAN EGEMENLİKLER
Çözülemeyen kitabeler (kabartmalar-şekiller), Roma, Doğu Roma, Abbasî,
Mervanî, Büyük Selçuklu, Suriye Selçukî, Yınalî-İnaloğulları, Nisanî, Artukî,
Eyyübî, Akkoyunlu, Osmanlı Egemenliği.
SURLAR HAKKINDA ÇÖZÜME İLİŞKİN GÖRÜŞLER
Osmanlı’ya kadar bu kitabelerin ortadan kaldırılması, kitabelerin yer
değişimi olmuştur. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kadar kitabelerle ilgili değişikliklerin
yapıldığına dair kayıtlarda bilgi mevcut değildir.
Kanuni’nin Saray Kapı, Arbedaş Kitabesi dışında Osmanlı Kitabelerine
rastlanmamıştır. Diğer yapılarda bulunan kitabeler de Ulu Camii ile sınırlıdır.
Valilerin adlarına yaptırdıkları yapılar, konumuz dışıdır.
Diyarbakır’ın sur içindeki yapılaşmanın önüne geçmek, sur dışındaki
yapılaşmayı teşvik eden Vali Karslı Hatunoğlu İsmail Hakkı Paşa’dır. Paşa’nın
girişimleri sonucu şehirdeki yeni yapılaşma için hükümet konağı olmak üzere resmi
daireler şehir dışına çıkartılmıştır. İlk şehir dışı camii de Paşa’nın kardeşi “Meded
Beg” adına yaptırdığı camiidir. Paşa’dan sonra gelen Vali’ye ulaşımın zorluğu ve
havaların sıcak oluşuna dair itirazlar, bu olumlu gelişmeyi durdurtmuştur. 1930’dan
sonrası yerleşim planı yapılmamış, tarihi doku bu yüzden zarar görmüştür. Özellikle
Harput ve Mardin Kapı Surlarının yıkımı, yerel yönetimin bilgisi dahilinde olmuştur.
Vali İsmail Hakkı Paşa’nın başlattığı girişim devam ettirilmiş olsaydı, Diyarbakır
Kalesi Surlarıyla bu denli tahribata, yıkıma maruz kalmaz, bırakılmazdı.
Cumhuriyet Dönemi’nde surlarla ilgili kitabeler söz konusu değildir. Dağ
Kapı, Mardin Kapı bölümlerinin yıktırılmasını dönemin belediye başkanı Nazım
Önen tarafından gerçekleştirildiği bilinmektedir.
Bazı kaynaklarda da bu yıkımın valilerce yapıldığı yer alır. Bu dönem valileri
olarak Nizamettin ve Faiz Ergün gösterilir. Cumhuriyet Dönemi’nde meydana gelen
yıkıma karşı tepkiler, yıkımı durdurtur ve Cumhurbaşkanı, aynı zamanda bu şehrin
fahri hemşehrisi Mustafa Kemal Paşa, tarihi surların korunmasına yönelik tedbirlerin
alınmasını ister. Albert Louıs GABRIEL’in bu aşamada çabası takdirle karşılanır.
1960’lı yıllara kadar şehir dışı yapılaşma görülmez. 1970’lerden sonra İç
Kale Surlarının yapılan evler sebebiyle birer taş kaynağına dönüşmesi söz konusudur.
Çarpık yapılaşmayı teşvik eden anlayış, imara açık tutulmayan alanlarda çalışmalar
64
başlatmayınca ilçelerden, köylerden şehre göç eden ailelerin gecekondulaşmaya
gitmesine zemin hazırlamıştır.
İç Kale’den Keçi Burcu’na kadar iç kısımlarda tamamıyla oluşan
gecekondulaşma, zamanla Mardin Kapı’nın üç-dört burç üstünden Melikşah
Burcu’na oradan da Urfa Kapı civarına ulaşmıştır. İç Kale’nin Dicle’ye bakan
yönündeki gecekondulaşma,
Yeni Kapı’ya kadar olan bölümde küme evlerini oluşturmuştur.
Gecekondulaşmayla yapılan evlerin büyük bir bölümünde sur taşlarının kullanımı,
tahribatı artırmıştır. Oy kaygısı, nazım planından yoksun şehrin gerek yerel gerek diğer
idarecilerin çarpık kentleşmeye göz yummasını sağlamış, surların bir bölümünün
aslîyetini kaybetmesine yol açmıştır. GABRIEL’in 1932’deki gözleminde Ulu Beden
için taş ocağı saptaması, tarihi eserlere duyarsızlığın işaretidir.
1980 sonrası artan göçler, gecekondulaşmayı artırmış, dolayısıyla surlarda
olumsuzluklar artmıştır. Sadece Turistik Cadde ve kısmen Keçi Burcu iç bölümü,
yerleşime açılmamıştır. 1990 sonrası surların onarımının gündeme gelişiyle yeni
yapılaşmaların önüne kısmen geçilerek, onarımların yer yer yapılmasına başlanmıştır.
Onarımlar daha çok merkezi alanlarda başlatılmıştır. Yapılan onarımların tarihi
dokuya ne kadar uygun olduğu tartışılmamıştır. Dağ Kapı‘daki burcun onarımı
yıllarca sürmüştür. Ortaya çıkan sonuç, yerel ve ulusal basında bir ucube olarak
eleştirilmiştir.
2000’li yıllarda yapılan onarımlarda ise asıl yapıya uymayan, plan dışına
çıkan, onarımdan çok ihale şartlarını yerine getirme amaçlı görünen üslûp ile
davranış görülmektedir. Kullanılan ana malzeme olan Bazalt’ın fabrikasyon imalat
ile üretimi, surlardaki orijinal biçime uyum sağlamaktan uzaktır. İnşaatvarî anlayış,
onarımlar sonrası’’Keşke eski-yıkık hali devam etseydi de’’eleştirisine dayalı sonuca
götürmüş, birçok insanı, konuya duyarlı olanları.
Surların onarımının durdurulmasına yönelik kararın alınmasıyla birlikte
çalışmalar durmuştur. Birer tarihi zenginlik olan burçların İç Kale’yle bir arada
onarımının yapılması, beklenen en önemli husustur. Bu çalışmanın devamı ile birçok
çalışacak olana iş kapısını açacaktır. Bunun yanında turizme kazandırılacak burçlar,
aynı zamanda ekonomiye sürekli bir canlılık getirecektir.Diyarbakır burçlarından
sadece Dağ Kapı ile Tek Beden kültürel açıdan kullanılmaktadır. Bu iki burcun, diğer
burçlardaki onarımların tamamlanmasıyla özel kuruluşlara kiralanması gerekir.İç
Kale Kültür Merkezi bir kaç yıl içinde faaliyete geçtiği zaman, özellikle merkezi
alanda bulunan bu iki burç, ticari amaçları ön planda bulunmayan, kültürel çalışmalara
yönelik faaliyet gösteren vakıf ve derneklere tahsis edilebilir.Cafe-Restaurant gibi
istihdam sağlayacak işletmelere tahsis edilecek burçlar, el sanatlarının, küçük çaplı
işletmelerin de yer alacağı Urfa Kapı’dan Tek Kapı’ya ve Mardin Kapı’dan -Yedi
Kardeş ile Ulu Beden Burcu hariç- Urfa Kapı’ya kadar burçlar gereken şartlar
hazırlanarak, turizme kazandırılmalıdır. Kitabe taşıyan burçların kullanımına dair
özel şartlar konulmalıdır; Fındık, Eyyûbi ve Mervanî Burcu gibi. Bu tarz burçların
daha çok görselliğinin ön plana çıkartılması gerekir.
Burçların kullanımına dair çalışmalar yapılırken, projelerin istihdama
65
yönelik oluşuna önem verilmelidir. Bu tarz çalışmalarda kullanım alanı büyük olan
burçlar, birden çok küçük iş yerlerine dönüştürülmelidir. Kitapçılara, zücaciyecilere,
hediyelik eşya satıcılarına yönelik burçların da sınıflandırılması gerekir. Zamanla
her iş kolunun yer aldığı alanlar belirginleşir. Surların Dünyaca kültür mirası kabul
edilmesi, bu alandaki çalışmalar ancak düzenli ve programlı çalışmayla mümkündür.
Bu sebeple çok katılımlı komisyonlar oluşturulmalıdır. Sadece mimari alanlardaki
oluşumlarla yetinilmemeli, konuyla ilgili çalışmaları bulunan araştırmacılar da
komisyonlarda görev almalıdır. Bu güne kadar surlarla ilgili kitaplar, makaleler,
eski fotoğraflar bir araya getirilmeli, kitabeler yayınlardan araştırılarak tercüme
yapabilecek kurul oluşturulmalıdır. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ülke tanıtımında
surlara da yer verilmelidir.
Öncelikle yapılan çalışmalar ve devam eden hazırlıklar olumludur. Her ne
kadar halkta tarihi eserleri koruma bilinci söz konusu ise de bu bilinç, yerel basında
ve yerel televizyon ile radyolarda yapılacak çalışmalarla pekiştirilmelidir. Lakin
görebildiğimiz kadarıyla hazırlıklar, istenilen düzeyde değildir, kimi onarımlar
önce desteklenmiş, sonradan durdurulmuştur. Hazırlanan raporlarda, aldığımız
bilgi oranında onarımların burçları, surları özelliklerin dışına çıkardığıdır. Son
yıllarda sur taş dizilerinin arasındaki derzlerin, göz estetiğini ne denli bozduğunu
belirtmeye gerek var mı? Surlarda çevre düzenlenmesi yapılmış ise de iç mekânların
temizliği sağlanmamıştır. Bu temizliğin yapılarak, halka özellikle surlara yakın olan
mahallelerdeki sakinlerle görüşülmelidir.
Kitabelerin ve sur alanlarının tarihi eser kaçakçılarına karşı korunması,
tedbirlerin alınması, var olan tedbirlerin gözden geçirilmesi şarttır. Birçok kitabenin
tahrip edildiği, bazılarının olmadığı, onarımlar esnasında kayıpların olduğu
söylenenler arasındadır. Yapılacak bir çalışma ile mevcut bütün kitabeler, figürler
envanter çalışması ile tespit edilmeli, önceki yayınlardan bu konuyla ilgili bilgiler
bütünleştirilmelidir.
Bir zamanlar önerdiğimiz, gazetelerde yer alan Diyarbakır Araştırmaları
Merkezi kurulmuş olsaydı, Diyarbakır Kalesi, her yönüyle ele alınır ve gereken
onarımlarda bilimsel katkılar sunulabilirdi. Bu merkez Diyarbakır’ı tarihi, kültürü,
edebiyatı, sanatı kısacası şehri her yönüyle ele alan bir enstitüdür. Lakin Dicle
Üniversitesi’nin oluşu bile yılardır böylesi bir merkezin oluşumunu sağlamaktan uzak
kaldı. İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile ortak bir çalışmaya yönelerek okullarda tarihi
eserlerin önemi vurgulanmalı, konferanslar verilmeli, surların okul gezi planlarında
yer alması sağlanmalıdır. Bu amaç doğrultusunda şehrin diğer tarihi eserlerini,
şairlerini, yazarlarını tanıtmayı içine alan özellikle ilköğretim-lise öğrencilerine,
halka yönelik kitap, broşür yayınlarında bulunulmalıdır. Sivil toplum kuruluşlarının
bu çalışmalar esnasında fikirleri raporlar şeklinde alınmasına, yerel yönetimlerle
konu uzmanları arasında iş birliği kurulmasına dair toplantılar yapılmasına rağmen
ödenek olmadığı için çalışmaların devamlılığının sağlanmadığı söylenmektedir.
66
Bizce yapılan çalışmaların verimli olmayışı, onarımlara düşen güvensizlik
gölgesi bu alanda yapılması düşünülen, yapılacak çalışmaları etkilememelidir.
Surların bir gün şehrin dünyaya tanıtımını diğer eserlerle bütünlük içinde yapacağını
anlamanın şevkiyle hareket edebilir, çalışır, emek sarf edersek...
Objektif anlatımdan ayrılmadığımızı gösterdiğimiz olumsuz tablolarla
yansıttık. Unutulmamalıdır ki, Diyarbakır Kalesi, burçlarıyla eşsiz yapıdadır. Bu
güne kadar yapılan onarımlar yine koruma amaçlıdır, öyle düşünülebilir. Bundan
sonraki çalışmalarla hakkı olan konuma gelerek, yıllardır onarımsız kaldığı halde
bulunduğu şehrin ekonomik-sosyal canlanmasında katkı sağlayacağını umduğumuz
Diyarbakır Kalesi ve Surları, şehrin dünyaya açılan penceresi olduğu zaman, dünden
bugüne miras gelen Kale’yle Surların yarına miras kalacağından kimsenin şüphesi
olmasın. Tüm mesele budur, dünden bu güne uzayıp çözülemeyen bilmece.
SURLARLA İLGİLİ KİMİ YAYINLAR
Yaptığımız incelemede surlarla ilgili oldukça önemli gördüğümüz,
araştırmamızın bu bölümünde surları sekiz başlık altında toplayarak yapılmış
olanları, yapılması gerekli olanları ve acil yapılması gereken çalışmaları yetkililerin
dikkatine sunmak istiyoruz. (‘’Diyarbakır Kalesi ve Surlarının Günümüzdeki
Durumu‘’ bölümünde konu ele alınmıştır.) Surlarla ilgili günümüze kadar konu
bütünlüğüne sahip bir araştırma ve inceleme çalışması yapılmadığı için anlatılanlar
daima makalelerde kalmış, hazırlanan raporlar yayınlanmamış, yapılan onarımlarla
ilgili bilgiler paylaşılmamıştır.
Sadece basında yer alan kimi açıklamalar, haberler dışında gerektiği gibi
konuya açıklık getirilmediğinden yapılanların ne olduğuna dair kamuoyu yeteri
oranda bilgilendirilmemiştir. Surlara ilişkin medyatik hale getirilen Keçi Burcu,
yapılan sergiler, daima basında ve televizyonlarda gösterilen surların orijinal kalmış
burçlarıdır.
Bazı kitap ve katalog ile broşürlerde Yedi Kardeş, Ulu Beden gibi sağlamlığı
dış görünümüyle sınırlı burçlarla Urfa Kapı, Dağ Kapı yer almıştır. Aysberg gibi
sadece gösterilen bu görüntü, surların sağlam olduğunu ve onarımların yapılmasıyla,
birkaç gecekondunun yıkımıyla işlerin bitirilerek surların kurtarılacağı, ’’Dünya
Kültür Mirası’’olarak, dünyanın sekizinci harikası seçileceği belirtilse de çalışmalar
yapılmadıkça sonuca ulaşılamaz..
Duyulanla görünenin, okunanla bilinenin oldukça farklı olduğunu
açıklamaya gerek var mı? Basında yer alan kupürlere bakıldığında birkaçı hariç
diğerleri surlardaki yıpranmanın çok boyutlu olduğunu göstermemektedir.Yapılan
açıklamalar, basın boyutuyla tatmin olunmaktan uzaktır. Çünkü surlardaki ve
burçlardaki son yirmi yılda artan tahribat oldukça fazladır. Basındaki haberler, tarafsız
gözle ele alındığında muhabirlerin bir kısmının surlar hakkında bilgi sahibi olmadığı
görülür. Yeteri kadar araştırma yapılmadığı, var olan makalelere ulaşılmadaki zorluk
67
ve sınırlı sayıdaki eserlere müracaat, yapılanın yetersizliğine işarettir.
Daha çok başvurulan BEYSANOĞLU’nun eserleri de konuyu geniş biçimde
ele almaktan uzaktır. O halde yapılanların çoğu, çalışmaların yansıtılmasıyla surlarla
ilgilenenlerin demeçleri içerir. Bu, yerel basının yaptırım gücünün sınırlı olmaktan
öte yeteri kadar bilgi sahibi olmayan çalışanlarının önemli bölümünün haber
sıkıntısını surlarla gidermesi şeklinde düşünülmelidir.
Diyarbakır ile ilgili derneklerin, vakıfların sayıca az oluşu, var olanlarının
çoğunun Anadolu’da ve İstanbul’da bulunanların hemşerilik bağını kuvvetlendirme
amaçlı kurulması, surlarla ilgili çalışmalarda Ankara merkezli şubesi Diyarbakır’da
bulunan Diyarbakır Tanıtma Kültür ve Yardımlaşma Vakfı’nın etkinlikleriyle sınırlı
kalmıştır. Vakıf, bu alanda üçü Prof. Dr. Halil DEĞERTEKİN imzalı biri çeviri
olmak üzere dört kitap yayınlamıştır:
DEĞERTEKİN’in Diyarbakır Kitabeleri, surlardaki yazıtlarla figürlerin
bir bölümünü içine alan fotoğrafik çalışmadır. Diğer eserleri surlara ilişkin kitapçık
ebatında önemli bilgiler içeren çalışmalardır. Araştırmamızda GABRIEL’in surlarla
ilgili görüşleri, ÖZSEZGİN’in çevirisinden alınmıştır.
Vakfın surlarla ilgili fotoğraf arşivi de bulunmaktadır. Bir kısım makalelerde
surlarla ilgili atıflar yapılmış ise de alıntılar genelde aynı kaynaklardandır. Kısır bir
döngü içerisinde surları anlatan yazılarda sebep-sonuç ilişkisi irdelenmeden, surların
korunması gerektiği üzerinde durulmuştur. Dicle Üniversitesi’nin bu hususta ne gibi
çalışmalar yürüttüğü surları ana konu alan yayınlar olmadığı için bilinmemektedir.
Prof. Dr. Zülküf GÜNELİ’nin araştırmalarının bir bölümünde surlar ele
alınmıştır. Ayrıca Prof. Dr. Orhan Cezmi TUNCER’in kimi eserlerinde surlar ele
alınmış ise de müstakil manada bir kitap çalışması yayınlanmamıştır
Ulusal yayında bulunan gezi-seyahat dergileri hakkında düşüncelerimiz
sınırlı biçimde yapıcı bir eleştiriyle ayrı bölümde ele alındığı için Surlar Hakkında
Yayınlara alınmamıştır.
DİYARBAKIR KALESİ VE SURLARI İLE İLGİLİ GÖRSEL MALZEME
’Diyarbakır Kalesi ve Surları ile İlgili Görsel Malzeme’’başlığı altında
konuyla ilgili fotoğraf çeken isimler ele alınmıştır. Bu çalışmalarda bulunarak ‘’Kale
ve Surlar’’hakkında önemli etkiler bırakan isimler az olmasına rağmen çalışmaları
bu gün de yer yer kitaplarda değerlendirilmektedir.
DİYARBAKIR KALESİ İLE İLGİLİ ÇALIŞMALARI BULUAN İSİMLERLE
ONLARIN ÇALIŞMALARI
1- Amida
Fransız Generali BEYLIYE’nin çektiği, çektirdiği, Diyarbakırlı fotoğraf
çekenlerden temin ettiği fotoğraflar, ilk kez bu kitapta bir araya getirilmiştir. Kitapta
yer alan bazı fotoğrafların orijinalinin de arşivimizde bulunduğu tüm fotoğraflar,
68
şehre ilişkin önemli birer belgedir. Amida’dan bir bölüm fotoğraf, araştırmamızda
yer almaktadır.
2- Voyage archeolojik dans la Turquie Oriental
GABRIEL’in bu eserinin ikinci cildini oluşturan fotoğrafların bir bölümü
Diyarbakır’la ilgili tarihi eserler oluşturmaktadır. Bu fotoğraflardan araştırmamıza
örnekler alınmıştır.
3- Süleyman Sezgin
Ziya Gökalp Lisesi Resim Öğretmeni SEZGİN’in Prof. Dr. Selahattin
YAZICIOĞLU’na
verdiği
fotoğraflar,
’’Dünden
Bugüne
Diyarbakır
Fotoğrafları’’ismiyle 1995’te yayınladığımız ‘’Diyarbakır Folklorundan Kesitler,
’’Kitabımızda ilk kez yer almıştı. Bu fotoğrafların surlarla ilgili olanları, araştırmamız
içinde değerlendirilmiştir.
4- Adil Tekin
Yerel alanda Diyarbakır ile ilgili Kale ve Sur konulu fotoğraflarıyla sergiler
açan, fotoğrafları albümleştiren TEKİN’in surların tanıtımında önemli etkisi vardır.
Fotoğraflarından yaptığı son kitap albümü ‘’Tarihin Taşlara Yazıldığı Kent’’ adıyla
vefatından önce yayınlanmıştır.
5- Abdulkadir Çetin
Çalışmaları kitaplaşmamış olsa da son dönemde çektiği kareler önemlidir.
6- Bir Zamanlar Diyarbakır
Kent bank’ın yayınladığı fotoğraf albümünde arşivlerde kalan önemli
fotoğraflar yer almaktadır.
7- Bir Zamanlar Diyarbekir
Şefik KORKUSUZ’un yayınladığı karma fotoğraflar arasında Sezgin’in
daha önce yayınladığımız fotoğrafları da bulunmaktadır.
8- Müze Şehir Diyarbakır
YKY’nin yayınladığı şehri farklı açılardan ele alan akademik eserde arşiv
fotoğrafları kullanılmıştır.
9- Atatürk Diyarbakır’da
K.Kadri KOP’un yayınladığı eser, Atatürk’ün 1937’de Diyarbakır’ı ziyaret
konu almaktadır. Bu eserde Mehmet Danyal TUNCER’in, Adil TEKİN’in Atatürk
ve dolayısıyla surlarla ilgili fotoğraflar bulunmaktadır.
10- Karacadağ
Diyarbakır Halkevi’nin yayın organı olan Karacadağ’da yer alan fotoğraflar,
baskı kalitesi düşük olmasına rağmen önemlidir.
69
11- Anadolu Türk İslam Mimarisinde Sanatçılar
Zeki SÖNMEZ’in önemli araştırmasında Kale ve Surlarla ilgili fotoğrafları
yer almaktadır. Bu eser, TTK Yayınları arasında yer almıştır. Diyarbakır Kalesi’ni,
burç burç, adım adım genel çerçevesi içinde ele alan bir başeserdir.
12- Anadolu Artuklu Devri Türk Mimarisinin Gelişmesi
Ara ALTUN’un Diyarbakır’ı da içine alan araştırmasında İç Kale, Ulu
Beden ve Yedi Kardeş Burcu fotoğrafları, konumuz açısından açıklamalarıyla önem
kazanmaktadır.
13- Gerthurde BELL
İngiliz Görevli. 1900’lü yıllarda İngiltere adına sık sık bölgeye gelip
fotoğraflar çekmiştir. Arşivimizde kendisine ait oldukça zengin kareler bulunmaktadır.
14- 16. Yüzyıl Ortalarında Diyarbekir Beylerbeyliğinde Vakıflar
Alpay BİZBİRLİK’in oldukça önemli olan bu çalışması, TTK yayını. Bu
eserde Diyabakır Kalesi’ne değinilmemiş bile olsa ele alınan yapıların Diyarbakır
Kalesi ile ilişkileri söz konusudur.
17-XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır
TTK Yayınlarının arasında Diyarbakır’ı konu ele alan önemli ikinci çalışma,
Yrd. Doç Dr. İbrahim YILMAZÇELİK’in imzasını aşıyor. Bu eser ile dönemin
Diyarbekir’ini oldukça güzel biçimde takip edilebilir. Diyarbakır Kalesi ile iç içe
olan yapılar hakkında bilgi bulabilir, kaleye dair bilgileriniz sağlıklı kaynaklardan
alabilirsiniz.
18- Diyarbakır’da Türk Mimarisi
Prof. Dr. Metin SÖZEN’in gençlik dönemine dair önemli bir araştırması. Bu
eser, her araştırmacının kitaplığında bulunması gereken bir başucu kitabıdır.
19- Şevket BEYSANOĞLU’nun Çalışmaları
Merhum BEYSANOĞLU’nun çalışmaları, kaynakları ilk elden verdiği için,
ulaşılması güç kimi eserlerden faydalanma için oldukça önemlidir. İyi bir derlemeci
olan BEYSANOĞLU’nun imzasını taşıyan birçok eserinde Diyarbakır Kalesi ve
burçlarını bulmak mümkündür.
20- Diyarbekir Kitabeleri, Diyarbekir Tarihi, Diyarbekir Yıllığı
Basri KONYAR’ın yayına hazırladığı bu üç eser, gerek bilgi gerekse
fotoğraflar açısından oldukça önemlidir.
21- Diyarbekir Tarihi
Bedri GÜNKUT’un kaleme aldığı bu eser, muhteva olarak zayıf olmasına
rağmen, kimi fotoğraflar açısından önemlidir.
70
22-Diyarbakır Folklorundan Kesitler-Celâl Güzelses
1995 Yılında yayınladığımız bu eserin ” Dünden Bugüne Fotoğraflarla
Diyarbakır” isimli son bölümünde şehrin birçok eski fotoğrafı ilk kez yayınlanmıştı.
Bu arşiv fotoğraflarımız zaman içinde zenginleşmiş, çektiğimiz fotoğraf kareleri,
şehrin ulaşılması göç köy ve ilçelerini şehir merkezi ile içine almaktadır.
Görsel yönden mevcut bulunan arşiv fotoğrafları, sürekli kullanıldığı için
araştırmamızda gerekmedikçe arşive dayalı çalışmalara yer verilmemiştir. Belirtilen
eserlerle, fotoğraf sanatçıları, konu hakkında araştırma yapacak olanlar için ön bilgi
olmak üzere ele alınmıştır.
DİYARBAKIR KALESİ VE SURLARININ GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU
Diyarbakır Kalesi ve Surlar, bu bölümde aşağıdaki çerçevede ele alınmıştır:
1- Urfa Kapı-Ulu Beden Sur dizisi
2- Ulu Beden-Yedi Kardeş Sur Dizisi
3- Yedi Kardeş-Mardin Kapı Sur Dizisi
4- Keçi Burcu-Leblebikıran Burcu Sur Dizisi
5- Fındık Burcu-Yeni Kapı Sur Dizisi
6- Yeni Kapı-İç Kale Sur Dizisi
7- İç Kale-Dağ Kapı Sur Dizisi
8- Dağ Kapı-Urfa Kapı Sur Dizisi
Adlandırdığımız bölümler, yapılan incelemenin, belirtilenlerin okuyucu
ve araştırmacı tarafından sağlıklı biçimde değerlendirilmesi amaçlıdır. Amida’da,
GABRIEL’de, SAVCI’da, SÖNMEZ’de verilen burç numaralandırılma sistemi
ile burçlar ancak yakından bilen, konu uzmanı olanların anlayabileceği sistematik
tarzda ele alınmıştır.
URFA KAPI - ULU BEDEN SUR DİZİSİ
Urfa Kapı’da yapılan iş yerleri ve barakalar kaldırıldıktan sonra çevre
düzenlemesine gidilmiştir. Düzenleme, gecekondulaşmanın başladığı alana kadar
devam etmektedir. Yapılaşmanın başladığı alandan Ulu Beden’e kadar olan dizide
surlardaki onarımlar dış cephede Ulu Beden ile Selçuklu Burcu hariç, kısmentamamen yapılmış durumdadır. Urfa Kapı arasında yer alan sur duvarı ile dizi
boyunca devam eden onarımlarda duvarlar üzerindeki “dendam” olarak adlandırılan,
kale savunmasında önemli olan orijinal şekil yerine düz biçimde taş döşeme
yapılmıştır. Dendamlar, sadece bazı burçlarda yapılmış, surların diğer bölümlerinde
de bu uygulanmamıştır.
71
Dizide yapılan onarımlarda kullanılan taşlarla orijinal taşlar arasında uyum
sağlanmadığı gibi simetrik uyum da gözetilmemiştir. Diğer onarım alanlarında
da bazı çıkmalar beraberindeestetik şekli bozan görünümler mevcuttur. Surlar
arasındaki payandalar ile burçların altındaki payandaların onarımına yeteri oranda
önem gösterilmemiştir. Bazı onarımlarda kaldırım taşlarının bile kullanıldığı
fotoğraflanmıştır.
Dizinin içe dönük onarımı, Turistik Cadde’den başlatılmamış, bir ara fidanlık
olarak kullanılan bölümden başlatılarak Ulu Beden’e kadar olan kesimde çalışılmıştır.
Ulu Beden’in röleve ve restitüsyon projesi, kabul edilmemesine rağmen içe bakan
yüzü aynı biçimde yapılmıştır. Burcun dayanıklılığını artırma amaçlı, sadece Ulu
Beden’de görülen temelden iki metreyi aşan eğik düzenlemenin üst taşları ve dolgu
kısmı tamamıyla alınmıştır. Öncelikle burcun mukavemetini sağlayan destek alanın
yapılması gerekmektedir. Tahribata uğrayan alanda yer alan kitabenin kalan kısmının
korunması şarttır. Burcun içinin dolaşılmayacak kadar harap olması, temizlenmesinin
önünde engel değildir. Burçta yer alan iç kısım kitabelerin tahribi, bir bölümünün
sökülmek istenmesi ve kaçak kazıların yapılması koruma tedbirlerinin sağlanmasını
gerekli kılmaktadır. Burcun üst katında yapılmış bulunan kaçak kazılardan alt katın
tavanı diğer burçlarda olduğu gibi zarar görmüştür.
Gecekondulaşmanın 1930’lu yıllarda yıkımın başlamasıyla özellikle -Urfa
Kapı hariç- bu dizide oldukça tahribatlar yapılmıştır. GABRIEL, Ulu Beden’i taş
çıkartılan ocak biçiminde yansıtır, araştırmasına.
Urfa Kapı’dan sonra gelen dizi başlangıcının içe dönük kısmı onarılmadığı
için her an çökme tehlikesiyle baş başadır. Bu kısım onarılmadığı için çevre
düzenlemesi de gerçekleştirilmemiştir. Oldukça sağlıksız, bakımsız görüntü arz
eden dizinin başlangıç noktasında Sarı Sadık Mescidi (Gülşeni Tekkesi) karşısında
yer alan bir ticari bir kuruluş kaldırılmıştır. Ulu Beden’e varılan noktaya kadar
birçok gecekonduda ve ara yollarda kullanılmış sur taşlarının ana malzeme olarak
kullanıldığı görülür.
ULU BEDEN-YEDİ KARDEŞ SUR DİZİSİ
Ulu Beden’den Yedi Kardeş’e uzayan alanda gecekonduların arka duvarlarını
surlar ve burçlar oluşturur. Ulu Beden’den dizi sonuna kadar gidebilmek mümkün
değildir. Nur Burcu ile Yedi Kardeş Burcu’nun fotoğraf çekimleri, gecekonduların
burçlara bitişik oluşu sebebiyle genel olarak alınamamıştır. Gecekondularda
kalanların açıklamalarına göre, kaldıkları evler en az (40) yıllık yapılardır.
Gecekonduların ikinci ve diğer sıraları 70’li, 80’li ve 90’lı yıllarda yapılmıştır. Kimi
yapıların iki katlı oldukları görülür.
Titizlikle yaptığımız çekimlerde bu burçların görünümlerini alamadığımız
için, arşiv fotoğraflarını kullanma zorunluluğunda kaldık. Kitabelerle figürleri
72
kullanırken burçların aşağı kısmında yer alan bölümlerdeki küçük bir mihrap ile
diğer işaretleri incelememiz mümkün olmadı. Birinci dizide de belirttiğimiz gibi
onarımlar, sur duvarlarının üstü ile içe bakan yüzde yaygındır. Ulu Beden’in doğuda
kalan duvarla belirgin biçimde ayrıldığı gözlemlenmiştir. Bu duvarda geçişi sağlamak
için açılan kapı, burç için tehlike ar ettiği gibi, burçtan düşebilecek konsol ve taşlar
yayalar için de tehlikelidir. Gecekondu alanında 1970’lerde ve birinci dizide ilçe
minibüs durağı olarak kullanılmış alanda surlardan düşen taşların birçok vatandaşın
hayatını kaybettiği unutulmamalıdır.
Bu dizide düzenlemeler, Mardin Kapı’da bulunan Ömer Şeddad Camii
noktasına kadar yapılmıştır. Görülen birçok burçtaki taş basamak düzeneği, kalbi
çağrıştıran oval biçimde onarım sonrası şekillenme kazanmıştır. Bazı basamak
düzenekleri de birinci dizide görülmektedir. Bir kısmı tamamlanmayan düzenekler,
estetizmi bozmaktadır. Dış kısımda hendek duvarlarının temelleri ve bir kısım duvar
yükseltileri korumasız biçimdedir ki asıl onarımlar dururken bu duvar kalıntıları ile
temeller ikinci planda kalsalar bile önem arz etmektedir.
Yedi Kardeş Burcu’nda farklı zamanlarda yaptığımız incelemelerde ikinci
katta var olan kitabelerin tahrip edildiği, bazı kitabelerin yerinden söküldüğü
fotoğraflanmıştır. Mevcut olan durum yazdığım bir yazı ile bir bölge gazetesinde
haber konusu olmuştur. Ulu Beden gibi Yedi Kardeş Burcu da Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu Bölge Müdürlüğü’nün projeyi kabul etmemesi sebebiyle
onarım dışı tutulmuştur. (Dikkat çeken bir husus, Ulu Beden ile Yedi Kardeş için
verilmeyen iznin, diğer sur bölümleri için hangi ölçüler uygulanarak verildiğidir.
Elbette, araştırmacılar teknik-mimari alanda uzmanların uyguladıkları kriterlerin
ne olduğunu, nelerin olması gerektiğini bilmeleri oldukça zordur. Fakat daha önce
onarımı yapılan Dağ Kapı’da PTT karşısındaki burcun onarımı yıllar sürmüş, ihaleyi
alan firma yasaklı listesine alınmıştı. Mardin Kapı’nın onarımı da yasaklı olan
firmanın sahibi tarafından Ankara merkezli bir firma vasıtasıyla gerçekleştirilmiş
olduğu bilinmektedir. İhalelerde belirtilen sözleşme maddelerinin dışına çıkma
durumlarında ne gibi bir işlem yapıldığı konusunda bilgi sahibi değiliz.) Dizide
ambar-depo olarak kullanılan bazı burçların önünde demir aksamların olduğu görülür.
Kimi demir parmaklıkların da burçları koruma amaçlı yapıldığı bilinmektedir.
YEDİ KARDEŞ-MARDİN KAPI SUR DİZİSİ
Bu dizinin dışa bakan bölümü gecekondulaşmaya uğramamış ise de alınan
taşlar sebebiyle tahribata uğramıştır. Belediyelerin araç parkı ile diğer işler için hala
kullanılmaya devam edilen alana yakın oluşu, gecekondulaşmayı önlemiştir.
Alanın Mardin Kapı Asri Mezarlığı’nın yolu önünde oluşu, taşların mezar
yapımında kullanılmasına sebep olmuştur. Bu hususu açıklayan dönemin Sur
içi Belediye Başkanı, bunu medyaya açıklamış, haber kupürlerini de başkanlık
sonrasında yazdığı kitabına almıştır.
73
Yedi Kardeş’ten geçtikten sonra Mardin Kapı’ya yakın, sur üstü galerisi
dikkat çekicidir. Kuşatmaların sık sık eksik olmadığı alanlardan biri olan bu sur
dizisinde askerin zayiat vermemesi için yapılan galeri, diğer bölümlerde bulunmakta
mıydı? Bunu bilmiyoruz. Ancak, Keçi Burcu’nun batı bölümünde daha itinalı
görünen ikinci bir galeri mevcudiyeti, surlarda galerilerin varlığı hakkında kanıt
sayılabilir. İleri sürdüğümüz bu görüşün yaptığımız araştırmalarda yer almadığını
da belirtelim. Denilebilir ki zamanında kuşatmalarda zayiat vermemek için, surların
üst kısımları, tümüyle galeriyle, üstü kapalı geçitle kapalıydı. Sonradan yapılan
değişiklikler, surların zamanla tahribata açık hale gelemsine sebep olmuştur. Mardin
Kapı ile Yedi Kardeş Burcu’na az kala biten surun üstünün kapalı şekli, bu alandaki
yıkılmaları, tahribatı önlemiştir.
Galerilerin yıkıldığı alanlarda surlar zamanla kar-yağmur basıncı ile üstten
temele doğru su sızmalarıyla zayıflamış, mevsim şartları ve insan tahribatıyla dış
kaplamalarını kaybetmiştir. Yer yer meydana gelen çökmelerin önüne böylelikle
geçilememiştir. Zayıf görünen Dicle’ye bakan surların galeri bölümünün yıktırılması,
taşlarının alınıp başka işlemlerde kullanılması da yıkılmanın sebepleri arasında
gösterilebilir.
Burçlarda bile okçuların güvenliğinin sağlandığı kalede, surlardaki askerlerin
dendanlarla korunması düşünülemez. Bu galeriler ayrıca askerin gündelik hayatını
geçirdiği alandır. Her burç da o askeri birliğin erzakını, ihtiyaçlarını karşılayan
mekândır. Günümüze kadar ele alınmayan bu hususun artık tartışılması gereklidir.
Bugüne kadar araştırma eserlerinde bu tarz bir yaklaşımla surlar ele alınmamıştır.
Bizim araştırmalarımızda beki de yanıldığımız husus, galerinin sadece
bu bölge ile sınırlı olduğudur. Fakat araştırmalarımız, en yoğunluklu savaşların
yaşandığı, kuşatmaların sürdüğü bu düz alanlarda kale-sur içi askerlerinin sınırlı
sayısını koruma ve kuşatmayı yapanlara karşı askeri savunma amaçlı galeriler
yapması fazla zor bir iş ve uğraş değildir. Kuşatmayı zorlaştıran şu andaki mevcut
surun önündeki ikinci sur kalıntıları da ne yazık ki korunmamış, sadece Dağ Kapı
Fis Kayası, Yeni Kapı-Fındık Burcu ve Mardin kapı-Yedi Kardeş Sur Dizisi’nde
seçilebilmektedir.
Şehrin alınışını güçleştirmek ve mevcut asker sayısını korumak, zayiat
vermemek için düşünen zamanın hükümdarları, kuşatmalarda bazen iki seneye yakın
dayanabilmiştir. Bir yılı aşkın kuşatmaların çoklukla görüldüğü surlarda, kaleye giriş
çoğunlukla mancınıklarla açılan gedikler sayesinde olmuştur.
Merdiven dayatmalarda surun üstüne çıkma hareketleri hiçbir zaman
başarılı olamamıştır. Galeri sistemi düşünüldüğü zaman, ancak bu yolla kuşatma ve
huruc hareketlerine karşı konulması mümkündür. Elbette galerilerden kalan kısımlar
ortadadır. Yapılan onarımlarla düzleştirilen burçlar yaya yoluna dönüştürülmüş,
burçlarda dendanlar düşünülmüş, galeri sistemi de hiç kimse tarafından ele
alınmamıştır, düşünülmemiştir. Galeri sistemine geçildiği zaman, kar ve yağmur
74
kaynaklı sızmaların, kar ve yağmur basıncının önüne geçilecek, daha önce
düşündüğümüz biçimde surların daha uzun ömürlü olması sağlanacaktır. Gerek
yağmur gerek kar suyundaki tuz oranından da muhafazaya alınacak bazalt ile harcı,
daha dayanıklı olacaktır.
Galerilerle surların üzerini kaplama, şimdiki durumda nasıl kabul edilecektir?
Bunu bilmekten ne kadar uzak isek de yapılacak bu tarz bir korunma yolu ile surların
ömrü uzatılacak ve turizme kazandırma yolunda da büyük mesafe kaydedilecektir.
Kale-Sur içi asker sayısının sınırlılığı, bizi surların burçlar hariç, üstünün
galerilerle kaplı olduğu sonucuna götürür. Mevcut galeride bazı bozulmalar olmuşsa
da yapısını korumaktadır. İki kişinin rahat şekilde geçebileceği geçiş yolunun
yüksekliği dikkat çekicidir.
Keçi Burcu’ndaki galerinin yüksekliği, Mardin Kapı’da son bulan galeriden
düşüktür. Galerinin Mervanî’den ya da şehrin imarına önem veren Eyyûbî’den
kaldığını söylemek mümkündür. Mardin Kapı’nın onarımı yapılmış olsa da doğu
kesimindeki tek burcun iç yüzdeki onarımsızlığı, dikkat çekmektedir.
Turistlerin yoğun şekilde odaklandığı Keçi Burcu hizasında ki burcun
onarımda öncelikli burçlar arasında olması gerekir. Burcun önündeki basamaklardan
oluşan burçtan ayrı olan kısmın burca çıkmak amacıyla mı yoksa kuşatma ve
tehlikeli zamanlarda komutanların askerlere hitap etmek üzere yapılmış yükselti
olduğu hakkında bir bilgiye ulaşılamamıştır.
KEÇİ BURCU-LEBLEBİKIRAN SUR DİZİSİ
Keçi Burcu’na varmadan sıralanan burçların dış biçimi tahribe maruz
kalmamıştır. Bunun sebebi, gecekondulaşmanın olmayışı ile akarsuların toplanma
noktası oluşudur. Değirmenlerin kümelendiği, Keçi Burcu’nun kuzeydoğusunda da
değirmenlerin varlığı, bizi tahribatın neden az olduğuna dair sonuca götürmektedir.
Keçi Burcu’na kadar olan burçlar, 1900’lü yıllara kadar değirmenlere
yakınlığı sebebiyle zahire ambarı olarak kullanılmıştır. Yakın zamana kadar da depo
olarak kullanılmıştı. Bu burçlarda kitabelere onarımlara ihtiyaç duyulmadığı için
kendi tespitimiz- rastlanılmamaktadır.
Daha çok kuşatmaların eksik olmadığı, savaşların sonrası tahribatların
oluştuğu düzlük alanlarda kitabe yoğunluğu artar; Dağ Kapı, Urfa Kapı, Yedi Kardeş
ve Esfel’e bakan burç dizisi. Dicle’ye bakan cephe, yüksek olduğu için surların
mukavemetinin fazlaca önemsenmediği, hendek duvar kalıntılarının çok olmadığı
görülmektedir.
Keçi Burcu’nun kitabesi hakkında ileriki karşılaştırmalı bölümde bilgi
verilmiştir. Burcun onarımı üzerinde çok durulmuş, sanat aktivitelerine uygun
genişliği ile üst kısmının şehre ve Dicle’ye, Esfel Bahçelerine hâkimiyeti ’’Surlar ‘’
75
denince Keçi Burcu’nu çağrıştırır hale getirmiştir.
Burcun üstünün onarımında kullanılan malzemenin ağırlığını kaldırması
için iç kısımlarda kullanılan çelik konstrüksiyonlar, olabilecek çökmeler için
düşünülmüştür. İç kısmın nemden dolayı olabilecek olumsuzlukları için tedbir
alınmadığı, yağışlarda artan rutubetin yapıda onarım sonrası ne gibi değişiklikler
oluşturacağı hususunda cevap bekleyen sorular bulunmaktadır. Onarım sonrası
yapının Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca teslim alınmadığı bilinmektedir.
Sur dizisindeki Keçi Burcu’ndan sonra gelen ilk burçta kitabe bulunmaktadır.
Burcun kitabe üstünde küçük bir mihrap yer alırken iki satırlık kitabe sonunda iki
mihrabın simetrik olarak sıralandığı, burcun ön kısmının alt köşe ilk temel taş dizi
başlarında birer işlemeli taşın yerleştirildiği görülür. İkinci burçta da bazalt taş
üzerinde iki satırlık kitabe mevcuttur. Üçüncü burcun dışındaki taşların söküldüğü,
taşların gecekondu yapımında kullanıldığı çevre sakinlerince belirtilmiş, yapılardan
burca yakın olanlarda taşların kullanılmış olduğu görülmüştür.
Dördüncü burç üzerinde kitabe bulunmamaktadır. Burç, diş yapısıyla
sağlam iken, içe dönük kısmının taşları çoğunlukla alınmıştır. Beşinci burcun
ortasında iki satırdan oluşan beyaz taş dizisinde kitabe yer alırken altıncı burçta
kitabe bulunmamaktadır.
Altıncı burç ile yedinci burç arasında temel taş dizgisinden yaklaşık bir metre
yükseklikte satır başları düşmüş ya da sökülen taşlarla birlikte alınmış üç satırlık,
satır sonları toprak yığını altında kalmış Mervani kitabesi yer alır. İnceleme ve
araştırmalarımızda yer mesafesine en yakın yerleştirilmiş kitabenin bu sur duvarında
olduğunu görmekteyiz.
Dizide son burç, ’’Leblebikıran ‘’olarak adlandırılan burçtur. İsim kaynağını
araştırmış olmamıza rağmen kesinlik arz eden bilgilere ulaşılmamıştır. Burçta kitabe
yer almaktadır. Fakat iç kısmının yarısından çoğu yıkık durumda bulunmaktadır.
Leblebikıran’a kadar olan burç ve sur dizisinde onarımların yeteri oranda yapılmamış
olduğu yerinde gözlemlenmiştir.
FINDIK BURCU - YENİ KAPI SUR DİZİSİ
Fındık Burcu, Sultan Melikşah tarafından yapılmıştır. İsmini yapının
yuvarlaklığıyla az yer kaplamasından aldığı söylenen, küçük oluşu sebebiyle’’Fındık
‘’olarak adlandırılan burç, kitabelidir. Leblebikıran ile arasındaki on metreye yaklaşan
açıklığın sebebi depreme, surların dayanıksızlığına bağlanmaktadır. 1900’lü yıllara
kadar sur duvarının mevcut olduğu, daha sonra yıktırıldığı söylenmektedir. Fındık’ı
takip eden üç burçta da kitabe yer almamaktadır. Üçüncü burç içinde ve iç kısımda
sur duvarında tandırların olduğu saptanmıştır. Bu dizide yer alan gecekondulaşma,
İç Kale’ye kadar devam eder. Halkın çoğu, Dicle, Hani, Bingöl civarındandır.
76
Üçüncü burçtan sonra iki sur payandası yer alır. Payandalardan sonrası
yıkıklar başlar. Burçlar evlerin ya duvarları ya da gecekonduların üzerinde
sıralandığı temeller konumundadır. Görmezlikten gelinen, burçlarla surların
esamesinin okunmadığı, gecekonduların sıra şeklinde yer aldığı bu dizide onarım
söz konusu değildir. İnceleme ve araştırmalarımızda gecekondulardan içeri girilerek
bazı fotoğraflar çekilebilmiştir. Surların onarımını bekleyen sakinlerin tedirginliği,
kendilerine konut alanlarının verilip verilmeyeceği hususunda sorularla karşı karşıya
kalınmıştır. Daha çok iki gözden oluşan, küçük avlunun mutfağa, tuvalete ayrıldığı
gecekondularda bazen aynı avluyu iki ailenin paylaştığı söz konusudur.
YENİ KAPI-İÇ KALE SUR DİZİSİ
Yeni Kapı’da surları incelemek, iç kısımda tümüyle imkânsız gibidir. Yeni
Kapı yanı Direkhane Sokak’ta gecekondular arasında taşlarının çoğu alınmış, dolgu
kısmı kalmış sur kalıntısı bulunmaktadır. Yeni Kapı’nın onarımı sonrası halkta
surların taşlarını kullanmanın cezai müeyyidelerinin olduğuna dair çekingenlik
görünmektedir. Tapusu bulunmamasına rağmen elektrik ve su abonmanlığının alıcı
adına çevrilerek 1990’lı yıllara kadar yapılmış gecekondu satışları, günümüzde her
an yıktırılabilir endişesiyle durmuştur.
Kral Kızı Burcu’nun iç kısmı kaçak kazılarla harabeye dönüştürülmüştür.
Dış kısmın Yeni Kapı’ya bakan yüzünde kitabe yer alır. Ayrıca burcun ön yüzü
Dicle’ye bakan- tarafında ikinci kitabe bulunmaktadır.
Yeni Kapı dizisinin ikinci burcunda kitabe bulunmamaktadır. Bu burcun
yanındaki sur duvarı yerleşim alanına dönüştürülmüş, surkondudur. Sur duvarının
ortasında açılan pencere ile düzenlenen odaya aydınlatma sağlanmıştır. Surkondunun
sokak dışında bir kapısı da sonradan payanda- burç arası özelliğe dönüşen duvarın
sağında açılmış olduğu görülür.
Üçüncü burcun kitabesiz olduğu dizide gecekondulaşma başlar. Surları Dicle
tarafından takip etme imkânı kalmadığı, patikanın son bulduğu alanda bir
gecekondunun arka kapısından Direkhane Sokağı’na çıkma zorunluluğu sebebiyle
çoğu yıkılmış, temelleri bile kalmamış burçlar, ancak aynı sokağın 1. Çıkmaz’ında
bulunan toprak damlı gecekonduya merdivenle çıkılarak görüntüleme sağlanmıştır.
Elçi Sokak’ta gecekondulaşma devam ederken, ara geçide dönüştürülmüş sur
duvarının iki yanda kalan bölümünden basamakla inilen Özdemir Küme Evleri’nde
dikkatimizi kitabesi alınarak, kalan boşluğun ustalıkla eski taşlarla örüldüğü burç
çekti veya bu görünüm, bize geçmişte kitabesi çıkarılmış burç sayısının oldukça çok
olduğu izlenimini verdi. Küme Evler’den Hz. Süleyman (Meşhed) Camii alanına
ulaşan cadde, yaya gidildiği zaman yapılaşmanın surların önüne geçerek veya sur
temelleri ile surlar üzerine kurularak tarihi dokuyu ortadan kaldırdığı oldukça net
biçimde görülür.
77
İÇ KALE-DAĞ KAPI SUR DİZİSİ
Dicle’ye açılan Yeni Kapı-İç Kale arası sur duvarının yaklaşık 30 metreyi
bulduğunu söylemek mümkündür. İç Kale ve Yeni Kapı Sur Dizisi hakkında
konuştuğumuz İç Kale altında kırk yılı aşkın değirmen işleten bir mahalle sakini,
’’Bu bölüm sağlamdı. Geçit dar olduğu için kelekle odun ve kum taşımacılığı
yapanlarla kerpiç evlerde oturanlar zamanla temel taşlarını sökerek, kalan bölümün
yıkılmasını sağlamıştı. Şehrin alınışında kullanılan gizli suyolu da Fis Kayası’nda
değil Hz. Süleyman’ın hemen altında komşumuzun evinin arkasındadır. Bu gizli
geçit, Vali İhsan Dede zamanında bulunup kapatıldı. ’’açıklamasında bulununca,
geçidin bulunduğu alanın Fis Kayası’nda olmadığı sonucuna varmış olduk. İç
Kale’de yaptığımız incelemede sur içinde kitabelere rastlanmadı. Diğer yapılardaki
kitabeler fotoğraflanmasına rağmen surlar hakkında bir ilgi kurulamadı. Dicle’ye
bakan cephede mermere hakkedilmiş kitabe beraberinde bir satırlık üç bölümden
oluşan kitabe tespit edildi. Daha önce yer alan bir kitabenin sur duvarının yıkılmasıyla
kaybolduğunu belirten mahalle sakinleri Kilise olduğu kaynaklarda tartışmalı
olan yapıdaki kitabenin de bir bölümünün dökülmesi üzerine yerinin örüldüğünü
söyleyince, mevcut kitabe yerinde görülüp fotoğraflandırılmıştır.
Kilise olmadığını düşündüğümüz ve İç Kale Sarayı’nın bir bölümü olarak
kabul ettiğimiz, Süleyman SAVCI’nın hakkında iki kez makale yazdığı önce
Nasturîyan, sonradan Nasturî Mezhebinin Diyarbakır’da tutunan bir ekol olmadığının
farkında olanların Saint George Kilisesi ismini verdikleri yapının dışa bakan
bölümdeki kitabeler, bugüne kadar gereği gibi ele alınmamıştır. Konu hakkında kimi
makalelerde saray olduğu söylenilen yapıların, 2000’den sonra başlayan kazılarında
Fis Kayası’na yönelen alanda bağlantılı bölümler ortaya çıkarılmıştır. Daha önce
birkaç makalemizde öne sürdüğümüz hususlar, doğruluk kazanmaya başlamış ise de
önceki kaynaklardaki bilgilerin tartışılabileceği bir ortam oluşmamıştır. Ayrıca “Yarı
Açık Cezaevi” olarak kullanılan yapıda yer alan kitabe, özelliğini korumaktadır.
Ayrıca Fetih Kapısı kitabesi, orijinalliğini yitirmemiştir.
Dağ Kapı’ya kadar uzayan dizinin devamında bazı şekillerle kitabe taşlarının
gelişigüzel burçlarda yerleştirilmesi herhangi bir açıklama yapmamıza, yorumda
bulunmamızı güçleştirmektedir.
İş yerlerinin yıkımı ve düzenleme sonrası dizide yapılan onarımlar
durdurulmuştur. Diyarbakır Surları’nda iç alanda kitabeler sadece İç Kale’de
görülür. Kanuni, Arbedaş, Hastanelere açılan yoldaki eski un fabrikası alanında
yer alan kitabe ve parçaları ile Dağ Kapı’ya varan dizinin küçük kapıda içe dönük
alandaki birkaç kitabe, ’’Sadece surların dışında kitabeler bulunur. ’’iddiasını asılsız
kılmaktadır.
78
DAĞ KAPI-URFA KAPI SUR DİZİSİ
Bir dönem İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün bulunduğu, şimdi Ticaret ve
Sanayi Odası’nın yer aldığı noktada; Fis Kayası’ndan Dağ Kapı’ya uzanan sur
dizisinde burçların bir bölümünün onarımı zamanında tamamlanmadığı için yarım
kalmıştır. Bu alan uzun zaman lokanta, kahvehane, büfe amaçlı kullanılmıştır.
Büyükşehir Belediyesi’nin Hastaneler Caddesi’nde modern üslupla iş
yerlerine getirdiği yapı değişikliği benimsenmiş, iş yerleri şekil olarak değişime
uğramıştır. 1, derecede sit alanı olan iş yerlerinin yıkım kararı alınınca bu bölümde
çevre düzenlemeleri yapılmış, günümüzdeki şeklini almıştır. Dizinin Dağ Kapı’ya
kadar olan kısmında 2000’de başlayan onarımlar kapsamında küçük çaplı çalışmalar
yapılmıştır.
Bu çalışmaların iç cephede yapılmadığı görülür. Saray Kapı’nın diziyle
birleşen bölümünde çevre düzenlemesi yapılmış ise de sıra boyunca onarımı
yapılmamış burç girişleri dikkat çeker.
Dağ Kapı’nın 1930’lu yıllarda yapılan yıkımdan zarar görmesine rağmen
ana kapının yıktırılmamış olması sevindiricidir. Dağ Kapı’ya varmadan önce, uzanan
dizinin son burcunun dış ve iç onarımı yapılmıştır.
Dağ Kapı’nın 1980’li yıllara kadar atıl vaziyette durması sonrasında işlev
kazanması, sergilere mekân oluşu, şehrin merkezi alanında kültürel çalışmaların
yansıtılması açısından bir farklılık oluşturmuştur. Dağ Kapı’nın daha önce itfaiye
hizmetlerine mekân oluşu, bazı tahribata sebebiyet vermiştir. Şehir içi minibüs durağı
olarak kullanılan alt kısmı, durağın kaldırılması ile yeşil alan ve yaya geçişi şeklinde
düzenlenmiştir.
Dağ Kapı Burcu’nun üst katında bulunan Mervanî Mescidi, Mervanî
hükümdarı Ebû Nasır Muhammed bin Muhammed bin Cehir tarafından Kitabesine
göre hicri 447 yılında yapılmıştır. Ne yazık ki bu konu hakkında “Diyarbakır
Kalesi’nde Bir Mescit Var” başlığı ile yazdığımız makalemize cevap veren kimse
olmamıştır.
Yapının iç giriş yolu değiştirilmiş, giriş yandan verilmiştir. Kapının iç
cephesinde fark edilemeyen kastalı (çeşme) faal değildir. Kastal yanında bulunan
kabirler, eski özelliğini korumaktadır. Dağ Kapı’nın üç yanının koruma amaçlı
demir parmaklıklarla çevrilmiş olması, ilk etapta gerekli zannedilse de yapının rahat
biçimde gezilmesini engellemekte, estetik görünümünü bozmaktadır.
Üst kata çıkılan taş basamaklar, asıl biçimi korumak endişesiyle
onarılmamıştır. Girişte sağda kalan basamaklarda düzenlemeye gidilirken soldaki
basamaklardan çıkış oldukça zordur. Bu ikilemin ortadan kaldırılması gerekir.
Tek Beden, Dağ Kapı ile Urfa Kapı sur dizisi arasındaki boşlukta yer alır. Bu
burç ta resmi amaçlı kullanılmaktadır. Daha önce Kültür Bakanlığı-DÖSİM
79
yayınlarının üst katta satışa sunulduğu burcun alt katı atıl durumda kalmış, daha
sonra Microkredi amaçlı el sanatlarıyla dokumacılığa dayalı projeye tahsis edilmiştir.
İç Kale Kültür Merkezi Projesi, uygulamaya geçtiği zaman bu burçların kültürel
amaçlı kullanım hakkı, kültürel çalışmaları bulunan kuruluşlara verilmelidir. (Bu
konu, Surlar Hakkında Çözüme İlişkin Görüşler’de irdelenmiştir.)
Tek Beden’den Hindli Baba Kapısı’na kadar olan kısmın çevre düzenlemesi
yapılmış ise de onarımın yapılmayışı, merkezi alanda olması sebebiyle dikkat
çekmektedir. Çift Kapı’ya uzanan ara mesafeden Urfa Kapı dizisine kadar olan
kısımda yeşil alan uygulaması yer alır. Dağ Kapı-Urfa Kapı sur dizisinde kitabeler,
farklı dönemleri gösterir. Bu çeşitlilik, şehrin tarihi zenginliğinin ölçüsüdür. Yalnız,
Fis’ten Dağ Kapı’ya gelen dizide gerek surlarda gerek ön yüzü sağlam burçlarda
tek yazılı taşlar dışında kitabelere rastlanmamıştır. Bunun sebebi de kuşatmaların,
savaşların düz olan bu alanda yoğunlaşmasıdır.
Sık sık onarımların yapılması, kitabelerin kalıcılığını ortadan kaldırmıştır.
Tek Kapı (Hindli Baba ) ile başlayan kitabeler, Urfa Kapı’ya kadar aralıklı yer alır.
Şehir ulaşımını oldukça rahatlatan Tek ve Çift Kapı, sadece otomobil geçişine açık
tutulmalıdır. Şehir içi minibüs ve otobüs geçişleri de Ali Emirî Caddesi-Dağ Kapı
güzergâhında olmalıdır.
TURİZME YÖNELİK YAYIN-TANITIM YOLLARI
Diyarbakır Kalesi ile Surları’nın tanıtım levhaları bulunmamaktadır. Surları,
burçları gezen, dolaşan yabancı-yerli turistlerin bulundukları alanı tanımaları,
dolaştıkları, gezdikleri burçların hangi döneme ait olduklarını, hangi hükümdar
döneminde yapıldıklarını bilmeleri, bilgi yanlışlıklarına düşmemeleri için bulunan
noktayı tanıtan bilgi levhalarının konmasında yarar vardır.Şehir içinde önemli
burçları gösteren yön işaretlerinin bulunması zorunluluk haline gelmiştir. Camii,
han, hamam ve kiliseler için de uygulanmalıdır.
Camii, kilise, özelliğini kaybeden, ettirilen hamamlar için tabelalar çok
sonradan dikilmesine rağmen, kimi camii hazirelerinde açıklamalar bulunmasına
rağmen, Burçlar için gereken tanıtım levhalarının, bu bildirinin kaleme alındığı
tarihe kadar yapılmadığını belirtelim. Diyarbakır ile ilgili tanıtım broşürlerinin
turistik yatırım yapan kuruluşlarca yeteri kadar hazırlanması dağıtımının sağlanması
gerekir. Şehri tanıtan yayınlarda ve broşürlerde bilgi kirlilikleri mevcuttur. Birkaç
kitap ve broşürde Melikşah’ın ismini taşıdığı burcu, 1286 senesinde yaptırdığı yer
almaktadır. Ashab-ı Kehf, Lice’de iken Kulp’ta gösterilmiştir. Diyarbakır Kalesi’nin
burç sayısı 82 olarak belirtilirken yıkık burçlar düşülmemiş ve İç Kale burçları, bu
sayıya dahil edilmemiştir.
Yapılacak çalışmalarda yanlış bilgilendirmelerin önüne geçilmesi zorunludur. Resmî
kurumların ve yerel yönetimlerin kitap çalışmalarında aynı yanlışları işaret
80
etmemize rağmen, düzeltmeler yapılsa bile yanlışlıkların önünü almak, epey zaman
alır. Diyarbakır hakkında bilgi edinmek için gelen kimi kalemlerin, gazetecilerin,
yazarların rehberliklerini gönüllü olarak yapan yazarlar-aydınlar- araştırmacılar, en
olmadık bilgi hataları ile şehrin tanıtılmasını esas alan misafirlerini yazılar, kitaplar
kaleme alındıktan sonra mahcup etmektedir.
Toplu taşımacılığın olduğu alanlarda firma sahiplerinin hem kendi
kuruluşlarının hem de şehrin tanıtımını broşür ve kitapçıklarla yapmaları şarttır.
Gönüllü kuruluşların bunu yaygınlaştırması gerekmektedir.
Kültür-Turizm Müdürlüğünün ve ilgili birimlerinin tanıtım amaçlı çalışmaları
yaygınlaşmalı, il çapında gezilerin düzenlenmesi sağlanarak, tarihi ve kültürel
değerlerin korunması, tanıtılmasına yönelik kompozisyon, şiir, makale, fotoğraf
yarışmaları düzenlenmelidir.
Okullar arası bilgi yarışmaları düzenlenerek, tarihi ve kültürel zenginliklerin
öğrencilerce küçük yaşta bilinmesi hedeflenmelidir.
Sayıları gittikçe artan AVM ile marketlerde tüketiciye satın aldıkları ürünler
verilirken, ambalajlarda şehri tanıtan açıklamalarla şehrin kalesi, burçları ve diğer
tarihî eser fotoğrafları ve bilgileri yer almalıdır.
Yerel Televizyonlarda her gün aynı saatte şehri tanıtan kısa programlar
yayınlanmalıdır. Yerel televizyon kanallarını seyredenler, böylelikle bilgilendirilebilir,
yaşadıkları şehir hakkında kalıcı bilgilere sahip kılınabilirler..
Sponsor Kuruluşların desteği ile bu çalışmalar yaygınlaştırılmalı, fuar ve
festivaller tanıtım açısından iyi bir şekilde değerlendirilmelidir.
SONUÇ
Yukarıda belirttiğimiz açıklamaların önemli bölümü, Sur içindeki
gecekondular yıkılmadan çok önce kaleme alınmış görüşlerdir, saptamalardır.
2010’da hız kazanan gecekonduların yıkılıp tekrar yeni bir düzenlemeye gitme
ile mevcut SİT Alanı’nın düzenleme çalışmaları, halen tamamlanmamıştır. Konu
hakkında 2005’te yazdığımız bir makalede gecekondularla işgal edilen, İç Kale’den
Yeni Kapı’ya, Yeni Kapı’dan Fındık Burcu’na, Yedi Kardeş’ten Evli Beden’e kadar
uzayan gecekonduların istimlâk edilerek, bedellerinin yapılması zarurî olan Toplu
Konutlar için peşinata sayılıp, çok cüzî taksitlerle dar gelirli ailelerin konut sahibi
yapılmasını ifade etmiştik. 2009 sonrası bu alanda “Toplu Konut Düşüncesi”,
ağır basmış, yıllar önce dillendirmek istediğimiz husus gerçekleşmesine rağmen,
istenilene ulaşılmamıştır.
Günümüzde Diyarbakır Kalesi hakkında bilgilerin yer aldığı birçok kaynakta yer
alan bilgi yanlışlıkları, zamanla şehrin hakkında araştırma yapanları sıkıntıya
bırakmakta, emek harcanan bilimsel çalışmaları sekteye uğratmaktadır.
81
Bildirimizde amacımızın yaptığımız çalışmanın küçük bir bölümünü özet
olarak sunmak olduğunu ifade ettik. Hakikatten bu şehir yeniden imara ve Diyarbakır
Kalesi esaslı bir onarımdan geçirilirse, insan gücüne dayanan çalışmalarla en
az on sene içinde şehrin ekonomisi canlanacak, işsiz sayısında oldukça bir düşüş
gerçekleşecektir. Bu esaslı çalışma gerçekleştiğinde taş ustalığı gelişecektir. Taşların
getirileceği Karacadağ Bölgesi’nde de tarıma birçok alan kazandırılacaktır.
“Diyarbakır Kalesi ve Burçlar” hakkında klasik bilgilerden istisna sunduğumuz
bu bildirinin faydalı olması başlıca dileğimizdir. 2004 Yılında hazırladığımız
“Diyarbakır Kalesi Burçlar Surlar” başlığını taşıyan kitap çalışmamızdan alınan
bölümlerde belirttiğimiz hususlar, zaman içinde değişmemiştir. İç Kale’de, Yeni
Kapı’da, Keçi Burcu civarında ve Mardin Kapı’dan Urfa Kapı’ya doğru dış cephede
yıktırılan gecekondular, ayrı bir bildiri konusudur.
Not: Diyarbakır Kalesi Burçlar Surlar Bildirisi’nde kaynak eserler,
bildiri içinde yer almıştır. Bildirimizde kendi tespitlerimiz yer almaktadır. İleride
tespitlerimiz kitaplaştığında, bu bildiri yeniden düzenlenerek, çalışmada yer alacaktır.
82
DİNİ MOTİFLERİYLE DİYARBAKIR
Hayreddin Kızıl*
İnsanoğlunun en çok yanlış anladığı şeyler, bazen çok değer verdiği şeylerdir.
Dindar bir topluluk için de aynı durum geçerlidir olabilmektedir. Eğer bu topluluk dinin
sahih kaynaklarına vakıf değilse, dini duygularının ağır basması nedeniyle herhangi
bir konu, dinle, dini önderlerle ilişkilendirilerek aktarıldığında, anlatılanı kolay kolay
eleştirememektedir. Halk dindarlığında bu durum daha çok görülmektedir. Bu yazıda
da Diyarbakır’da mevcut olan dini motifler ve bu motiflerin Diyarbakırlıların dini ve
sosyal yaşamındaki etki anlatılacaktır.
Kuruluşundan günümüze kadar farklı din ve medeniyetlere ev sahipliği
yapmış olan Diyarbakır’da gezebileceğimiz her yerde dini bir anlatıya veya bir
efsaneye rastlamak mümkündür. Bunların hangisinin gerçek olduğu hangisinin gerçek
olmadığı bu yazıda tartışılmayacaktır. Yazıda bu anlatılar hatırlatılacak ve ardından
bunların Diyarbakırlılar üzerindeki olumlu etkilerine işaret edilecektir.
Diyarbakır merkez ve ilçelerinde hemen her yerde dini bir anlatıya ve bu
anlatının konusu olan bir yapıya rastlamak mümkündür. Bunların şehirde yaşayanlar
üzerinde etkileri anlatıların dini özelliğine ve kişinin inandığı değerlere göre
değişebilmektedir. Bu anlatıların konusu genelde Kur’an’da veya hadislerde ismi geçen
peygamberler, sahabeler, şeyhler ve veliler gibi dini hüviyeti ve İslamî bir kimliği olan
şahıslardır.
Dini efsanelerde anlatılan kişilerin bu yönü halkın bu efsanelere tarihi gerçekleri
olup olmamasına bakmaksızın yönelmesine ve bu efsaneyi değerlendirmeden kabul
etmesine neden olmaktadır. Diyarbakır il sınırları içerisinde, kent merkezinden ilçelere
kadar ilçeler de dâhil olmak üzere birçok yerde bu şahıslarla ilgili bir efsaneye,1 bir
inanca rastlamak mümkündür.
Şehre farklı dönemlerde verilmiş olan “Amid”2 ve “Diyarbekir” isimleri,
bazı ilçelerin ismi, Diyarbakır merkeze ve ilçelerine bağlı bazı köylere ait isimler
incelendiğinde bu isimlerin kökeninde, dini kimliği olan birine rastlanır.3 Şehrin
hemen altında akıp giden Dicle Nehri, Lice ilçesindeki Bırkleyn Çayı, merkez ve
* Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi [email protected]
Efsaneler gerçekten tamamen uzak değildir. Tarihi bir gerçeğin sözlü aktarım sonucu aslından uzaklaşıp farklı
bir şekle dönüşmesidir. Bu dönüşüm gerçek olayın tamamen kaybolmadan abartılarla veya yöresel motiflerle
süslenmesi şeklinde olabilmektedir.
2 Amid, isminin Hz İbrahim neslinden geldiğine söylenen Amid b. Bülendî adlı birine dayandığına inanılır.
3 Diyarbakır merkez ve ilçelerine ait köylerin isimlerine göz atıldığında “Şeyh”, “Pir” gibi dini sıfatlarla başlayan
köy adları dikkat çekmektedir. Tüm köy adlarının isimleri için bkz. Zeynelabidin Çiçek, Diyarbakır’ın Fethi,
1
Tarihi ve Kültürü, Diyarbakır Söz Matbaası, Diyarbakır 2007, ss.254–270.
83
ilçelerindeki bazı su kaynakları, dağlar, kaleler, camiler, kiliseler vb hemen her yer
hakkında bir rivayet mevcuttur.
Bunlar, halk arasında anlatılmakla birlikte Diyarbakır hakkında hazırlanmış
olan kitaplarda da derlenmiştir.4 Bunlar incelendiğinde aralarında Diyarbakır il
sınırları içerisinde yaşadığına inanılan peygamberler ve Diyarbakır’ın fethinde
bulunmuş sahabeler ile ilgili olanların da bulunduğu görülür.
Diyarbakır il sınırları içerisinde dokuz (9) peygamber mezarı ve üç (3)
peygamber makamı olduğuna inanılır.5 “Makam” peygamberin bir süre kaldığı
yer anlamında kullanılmaktadır. Diyarbakır merkezde Fiskayasındaki mağara, Hz.
Yunus’un makamı; Diyarbakır Hasırlı Mahallesindeki eski Sinagog, Hz. İlyas’ın
makamı;6 Ergani Zülküf Dağı, Hz. Zülkifl’in makamı olarak kabul edilir.
Diyarbakır’la ilgili olarak bahsedilen peygamberler arasında Hz Muhammed
(asm) de vardır. Hz Muhammed’in (asm) Diyarbakır için dua ettiğine inanılır. Hz
Peygamber’in yapmış olduğu söylenen dua mermere yazılmış olarak İç Kale’de
Küpeli Soğuk Hava Tesisleri Kapısı’na bakan kapı üzerinde asılıdır (Resim 1).
Mermer kitabede şunlar yazılıdır:
“Resuller Resulu Muhammed Miraç’ta hepimize “Allah şehrinizi Mübarek
etsin” buyurmuştur”
Resim 1. İçkaleye giren kapılardan birinin üzerinde Hz Peygamber’in yapmış
olduğuna inanılan duanın yazılmış olduğu levha. (Hayreddin Kızıl, 2010 )
Başka bir rivayet de şu şekildedir:
“Peygamberimiz Miraca çıktığı zaman Diyarbakır’ı gördüğünde Cebrail’e
4 Muhsine Helimoğlu Yavuz, Diyarbakır Efsaneleri –Derleme, Araştırma, İnceleme-, Doruk Yayınları, 2.Bsk,
Ankara, Ocak 1993; Yahya Erikli, Peygamberler Sahabeler Diyarı Diyarbakır ve Bölgedeki Ziyaretler, Diyarbakır
Söz, Diyarbakır 2006; Adem Mahfuz, Tarihi Değerleriyle Diyarbakır ve Bediüzzaman, Baskı Yeri ve Tarihi yok.
5 Mahfuz, s.15.
6 Hz İlyas’ın peygamberliğini Diyarbakır’da bulunan bir Sinagog’da ilan ettiğine inanılır. Fakat bu yer makam olarak
ziyaret edilmemektedir. Eski adresi Şeyh Arap Mah. Yahudi Sok. No:21 Yeni Adresi: Hasırlı Mah. Küçükbahçecik
Sok. No:21’dir.
84
burası neresi demiş, Cebrail: Haza Amid (Burası Diyarbakır) demiştir. Efendimiz
(s): Allahümme Barik fiha (Allahım burayı bereketlendir!) buyurmuştur.7
Peygamberler arasında, Diyarbakır’la ilgili hakkında en fazla rivayet olan
Hz Yunus’un da Diyarbakır’a dua ettiği söylenir. Hz Yunus’un duası Evliya Çelebi
Seyahatnamesi’nde şu şekilde geçmektedir: “İliniz mamur ve abadan -bayındır ve
bakımlı-, halkınız devamlı sevinçli ve neşeli, bütün çoluk çocuğunuz uzun ömürlü,
soylu ve doğru yolda olsun.”8
Diyarbakır’da halk arasında anlatılan ve “Diyarbakır” isminin kökenini
ve surlarının yapılışını Hz Yunus ile o dönemde yaşadığına inanılan bir melikeye
dayandıran bir rivayet mevcuttur.9 Bunların yanında Hz Yunus’un Ulu camide
üç (3) ay namaz kıldığı, Fiskayasındaki mağarada yedi (7) yıl kaldığı rivayet
edilmektedir.10 Hz Yunus’un kaldığı söylenen Fiskayasındaki mağara İç kalenin
altında bulunmaktadır. (Resim 2 ve Resim 3).
Resim 2. Hz Yunus’un yedi yıl kaldığına inanılan mağara
(Burhan Çelik, 2010)
Resim 3. Hz Yunus’un yedi yıl kaldığına inanılan mağara
(Hayreddin Kızıl, 2010)
7 Mahfuz, s.19.
8 “Eliniz vilayetiniz ma’mur u abadan ve halkınız daima mesrur-ı şadan olup cümle evlad ve iyalleriniz mu’amer u
mu’ammere olup necib ü reşid olalar.” Bkz. Evliya Çelebi b. Derviş Muhammed Zılli, Evliya Çelebi Seyahatnamesi
IV. Kitap Topkapı Sarayı Bağdat 305 Yazmasının Trankripsiyonu, Hazırlayanlar: Yücel Dağlı-Seyit Ali Kahraman,
Yapı Kredi Yayınları, 1.Bsk, İstanbul 2001, s.21; Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbekir, s.23.
9 Bu kızın adının Amida olduğu söylenir. Bkz. Altunboğa, s.104.
10 Mahfuz, ss.18–20.
85
Hz Yunus ile ilgili başka bir rivayette de Sur içinde bulunan Zincirkıran
adlı türbede yatan kişinin Hz Yunus’un oğlu olduğu söylenmektedir. Halk arasında
Zincirkıran’ın zincirlerle bağlandığı, namaz kılmak istediğinde tüm engellemelere
rağmen zincirlerini kırarak namaz kıldığı için bu ismi aldığı inancı vardır.
Diyarbakır’ın Ergani ilçesinin de Hz Yunus tarafından kurulduğuna inanılır.
Fakat ne Diyarbakır merkezde (yedi yıl kaldığı söylenen mağara dâhil) ne de,
Ergani ilçesinde Hz Yunus ile ilgili halkın ziyaret ettiği bir makam vardır. Sadece
Diyarbakır’ın Eğil ilçesinde Nebi Zünnun12 adlı peygamber olduğu söylenen bir
kişiye ait kabir vardır. Bu kabir, halk tarafından ziyaret edilmektedir.
11
Hz Yunus ve Hz Musa’nın 13 içerisinde namaz kıldığına inanılan,
Anadolu’nun en eski camisi olan Ulu Camii, Diyarbakır’ın dini yaşantısında çok
önemli bir yere sahiptir. Diyarbakır halkı Mekke, Medine, Kudüs ve Şam’dan sonra
Ulu Camii’nin geldiğine inanır ve Ulu Camii’nin beşinci Harem-i Şerif olduğunu
kabul eder.
Ulu Camii içerisinde kapının üst tarafında demirden bir yılan şekli
mevcuttur. Bu demir yılan ile ilgili efsaneler mevcuttur. Bir efsaneye göre camiden
içeriye giren büyük bir şeyh yılan tarafından sokulmak istenir fakat bu büyük şeyhin
yılana bakması üzerine yılan hemen demire dönüşür. Bu olaydan sonra Diyarbakır’ın
yılanları, şeyh tarafından lanetlendiği ve etkisiz hale getirildiği için, Diyarbakır’da
yaşayanlara yılanlar zarar vermemektedir (Resim 4).14 Ulu Camii ile ilgili başka
bir efsane akreplerle ilgilidir. Buna göre veli bir kişi akreplerin Diyarbakır’da
yaşayanlara zarar vermemesi için demirden bir akrep tılsımı yapmış ve tılsımı Ulu
Cami’nin ana kapısının üstüne asmıştır.15
Resim 4. Çocuklar demir yılana bakarken. (Özgür Anlı, 2009)
Abdulaziz Yatkın, Açık Hava Müzesi Diyarbakır, 2007, Bsk yeri yok, s.20.
Bilindiği gibi Hz Yunus, Kur’an-ı Kerim’de “Zunnun” şeklinde de geçmektedir. Bkz. Enbiya, 21/87.
Mahfuz, s.41.
Yavuz, ss.129–130. Halk arasında anlatılan başka bir rivayete göre yılan, kendisine yakın bir pencereden
dışarıya bakan Hz Halid b. Velid’i sokmak isterken demire dönüşmüştür.
15 Yavuz, ss.251–252.
11
12
13
14
86
Yılan ve akrepten korunmuş olan Diyarbakır’ın şeytandan da korunduğuna
inanılır. Diyarbakırlılara göre her insanın bir şeytanı olduğu gibi, her şehrin de bir
şeytanı vardır fakat Diyarbakır’ın şeytanı bağlanmıştır. Bunun nedeni yine bir efsanede
anlatılmaktadır. Buna göre vaktiyle şeytan, Diyarbakır şehrinin altını üs¬tüne
getirmek, halkın rahat ve huzurunu bozmak için ortalığı karıştırmaya başlamış, bunun
sonucunda şehirde yaşayanlar iki büyük ailenin etrafında toplanarak birbirlerine
girmiş¬ler. Şehrin bu perişan haline acıyan evliyadan biri bu şeytanı yakalamış, bir
demir parçası haline sokarak İçkale Kapısı’nın sol üst tara¬fına zincirlemiş. Böylece
şehir, yeniden huzura kavuşmuş ve Diyarbakır, şeytansız tek şehir olmuş. Şeytanı
sembolize eden bu demir parçası, İçkale Kapısı’nın sol üst yanında zincirle duvara
tutturulmuş. Bundan 30–35 sene öncesine kadar İçkale’ye giren herkes bu heykelciğe
tükürür ve “Şeytana lanet olsun” diyerek kapıdan içeri girermiş.16
Hz Süleyman Camii’ine yakın olan bir yerle ilgili olan bu inanç, Peygamber
olan Hz Süleyman’ın şeytanları zincirlemesi17 ve Eğil’de Hz Süleyman’ın veziri
olduğuna inanılan Nebi Harun’un mezarının bulunması ile birleşince halk bu
camiinin peygamber olan Hz Süleyman’a ait olduğuna inanmaktadır. Bu inanca
Hz Süleyman’ın Hz Halid b. Velid’in oğlu Süleyman daha çok bilinmesi de destek
vermektedir. Diyarbakır merkezde bulunan ve önemli bir dini mekân olan Hz
Süleyman Camii şehrin fethi sırasında şehit düşen sahabelerin medfun olduğu yeri
de barındırmaktadır. Bu camiinin bir kaç ismi olmakla beraber, halk Hz Süleyman
Camii demektedir. (Resim 5).18
Resim 5. Hz Süleyman Camii (Özgür Anlı,, 2006)
16
17
18
Altunboğa, s.104; Nimet Kardaş, Diyarbakır Halk Kültüründe Bazı Gelenek ve İnanmalar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999,
ss.459–460. Söz konusu zincir şu an yerinde bulunmamaktadır.
Bkz. Sâd Suresi, 38/38, Elmalılı Hamdi Yazır, ayette geçen “aherîne” tabirinin ins ve cin şeytanlarını da kapsadığını belirtir. Hak
Dini Kur’an Dili, Yenda Yenidoğan Yayın Dağıtım, İstanbul 1996, c.VI, s.480.
Caminin isimleri için bkz. Ali Melek-Abdullah Demir, Dini değerleri ile Diyarbakır, s.82.
87
Cami ismini Halid b. Velid’in oğlu Süleyman’dan almıştır. Ancak halkın bir
kısmı buraya “Hz Süleyman Camii” derken Kur’an’da ismi geçen bir peygamber
olan Hz Süleyman’ı kastetmektedir. 1155–1169 yılları arasında inşa edilen camii
şehit sahabelerin meşhedlerinin bulunması nedeniyle her devirde ziyaret yeri
olmuştur (Resim 6 ve Resim 7).19 Hz Süleyman Camii ile ilgili olarak anlatılan
değişik efsaneler ve şiirler mevcuttur.20
Resim 6. Hz Süleyman Camiinin kapısının önü Perşembe günü
(Hayreddin Kızıl, 2010)
Resim 7. Hz Süleyman Camii Sahabe kabirlerinin bulunduğu bölüm
Perşembe günü (Hayreddin Kızıl,, 2010)
Şehirde şehit sahabelerin medfun olduğu Hz Süleyman Camii dışında
sahabelerle ilişkilendirilen başka yerler de vardır. Dağkapısı’nın hemen yanında
19
20
88
Sahabelerin ismi için bkz. Çiçek, s.104.
Efsaneler için bkz. Yavuz, Diyarbakır Efsaneleri, s.85; Erikli, ss.32–33.
bulunan üzerinde Sahad b. Vakkas yazılı türbe, Suriçi Hasırlı Mahallesi’nde
bulunan Mir Seyyaf Türbesi, Şeyh Matar Cami (Dört Ayaklı Minare) avlusundaki
türbe ve Hançer-i Güzel Camii’nde bulunan türbelerin de sahabelere ait olduklarına
inanılır. Şeyh Matar camisindeki türbede yatan kişinin ismi Mirisyap, Hançer-i
Güzel camisindeki türbede yatan kişinin ismi Ebu’l-Muhsin olarak bilinir.21
Bunların dışında Diyarbakır merkez köylerde ve ilçelerinde sahabelerle ve
sahabe torunlarıyla ilgili olduğuna inanılan yerler mevcuttur. Diyarbakır merkeze
bağlı Batıkarakoç Köyü’nün İmamakil Mezra’sında, Hz Ali’nin soyundan İmam
Akil22 adlı birine ait olduğu söylenen bir türbe vardır. Batıkarakoç Köyü’nde
bulunan başka br türbenin ise İmam Akil’in kız kardeşine ait olduğu anlatılır.23
Diyarbakır’ın Hani ilçesinde de Hz Ali’nin kardeşi Hz Cafer’e ait olduğuna inanılan
bir türbe vardır.24 Çermik ilçesinde Kere Tepesi’nde bulunan bir kayanın Peygamber
soyundan geldiğine inanılan Hasan Hüseyin’in devesine ait olduğu söylenir.25
Diyarbakır’ın güneyinde nehrin karşı kıyısında bulunan ve halk arasında
“Kırklar Dağı” olarak bilinen üstü düz bir tepelik de Diyarbakırlılar için önemlidir.
Bu yerle ilgili farklı efsaneler anlatılmaktadır. Bu efsanelerin tümü Kırklar Dağı’nın
Diyarbakır’a bakan yamacında, Bağıvar (Ka’bi) yolunun alt tarafında bulunan ve
ziyaret olarak kabul edilen mağara ile ilgilidir.26 Bu ziyaret ile ilgili olarak anlatılan
bir efsanede farklı dinlere mensup kişilerin burayı ziyaret ettikleri anlatılmaktadır.
Adil adlı Müslüman bir genç ile Suzan (Suzi) adlı Süryani bir kızın aşkının anlatıldığı
bu efsane ile ilgili bir türkü de yörede söylenmektedir (Resim 8 ve Resim 9).27
Resim 8. Keçi Burcu’dan Kırklar Dağı ve Ongözlü Köprünün görünüşü
(Özgür Anlı, 2006)
21
22
23
24
25
26
27
Diyarbakır’da şehid olan sahabe sayısı 40, eceliyle ölen sahabe sayısının ise 501 olduğu iddia edilmektedir. Bkz.
Çiçek, ss.103–104.
“İmam Ukayl” da denmektedir. Bkz. Çiçek, s.114; Melek-Demir, s.202.
İmam Akil ve kız kardeşi hakkında anlatılan efsane için bkz. Yavuz, s.275.
Yavuz, s.68.
Yavuz, s.282.
Efsaneler için bkz. Erikli, s.56; Yavuz, ss.66, 374.
Yavuz, s.209; Muhsine Helimoğlu Yavuz’un Esma Ocak’tan aldığı efsane ile Şeyhmus Diken’in Abdussettar
Hayati Avşar’dan aldığı efsane birbirinden farklıdır. Fakat her iki efsanede söylenen türkü bir bölümü dışında
aynıdır. Bkz. Yavuz, s.209 Diken, Diyarbekir Diyarım, ss.300–301. Şeyhmus Diken’in Kırklar Dağı ile ilgili
olarak kaydettiği başka bir efsane için kz Diken, Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, ss.80–82.
89
Resim 9. Keçi Burcu’dan Kırklar Dağı ve Ongözlü Köprünün görünüşü
(Özgür Anlı, 2006)
Şehirde bu yerler dışında eski su kaynakları hakkında da rivayetler
mevcuttur. Diyarbakır merkezde Anzele Suyu, Kırklar Ziyareti suyu, Hamravat suyu
gibi kaynaklar bunlar arasındadır. Anzele su kaynağının yeri Suriçi’nde Çift Kapı
ile Urfa Kapısı arasında surların hemen önündedir.28 Günümüzde Anzele, Şakku’lAcuz ve Dicle ile ilgili inançlar azalmakla beraber yerlerini yenileri almıştır. Hz
Süleyman Camii’nde çeşmeden akan sular, ziyaret yerlerindeki sular, bu suların
yerini alanlardan bazılarıdır. Halk arasındaki bir inanca göre Hz Süleyman Camii’ine
giden kişi yedi çeşmeden su içmelidir.
Su kaynakları bakımından zengin olan Diyarbakır’ın su üzerine kurulduğu,
şehrin altında bir göl olduğu ve kıyamet gerçekleşeceği vakit Diyarbakır’ın su altında
kalacağı ve su ile yok olacağı inancı vardır.29 Şehrin zemininin su bakımından
zengin olması, Eski Diyarbakır evlerinde hemen her evde bir kuyu bulunması,
Diyarbakır’ın su ile yok olacağı inancına delil olarak gösterilmektedir. Diyarbakırlı
yazar Şeyhmus Diken bir kitabında konu ile ilgili olarak şunları söylemektedir.
“Yıllar önce, daha çocukken dilden dile yayılan Diyarbakır’la ilgili bir
söylence duyardık. Denirdi ki; Diyarbakır su ile yok olacak. Gerekçesini de bu
şehrin zemininin tümüyle su ile kaplı olmasına dayandırırlardı. Ciddi ciddi inanırdık,
bu söylenceye. Çünkü kentimizin hemen yanı başından, kutsal kitaplarda adı geçen
kadim nehir Dicle akıp giderdi. Durup durup çarpılırcasına, gece, gündüz Dicle’ye
bakardık. Ayrıca Suriçi’nin her sokağının başında sürekli gürül gürül akan kastallar
(çeşmeler) vardı. Ve bu kastallar bulunduğu sokağa isim de verirdi: Tahtalı Kastal
Sokağı, Çıkrık Kastalı gibi.
28
Anzele Suyu’nun bir havuza aktığı bu havuzda bulunan balıkların kutsal sayıldığı anlatılmaktadır. Bkz.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi IV. Kitap, s.25; Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbekir, s.30. 1867 yılında
Diyarbakır’a gelen R.J. Garden de bu havuzdan ve kutsal balıklardan bahsetmektedir. Bkz. R.J. Garden,
“Diyarbakır”, Çev: Hamdi Can Tuncer, Müze Şehir Diyarbakır, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999, s.141.
29
Konu hakkında anlatılan bir efsane için bkz. Yavuz, s.52. Halk arasında Diyarbakır’ın etrafını çeviren surların
yıkılmasının da Kıyamet alameti olduğuna inanılır. Konu hakkında anlatılan efsane için bkz. Yavuz, s.146.
90
Ve yine Suriçi’nde, hemen her eski Diyarbekir evinde, belediye şehir şebeke
suyunun yanında bir de kuyu ve kuyudan tulumbayla ya da ipin ucuna bağlanmış
kovayla çekilen su vardı.30
Diyarbakır’da dini kimliği olan kişiler dışında az da olsa IV. Murat31 ve
Kanuni Sultan Süleyman gibi padişahlar ile ilgili olan anlatımlara da rastlanmaktadır.
Halk arasında Kanuni Sultan Süleyman’ın Bağdat Seferi’ne giderken yolda
hastalandığı ve Diyarbakır’da konakladığı anlatılır. Karacadağ’da, konakla¬mak
zorunda kalan Kanuni Sultan Süleyman’a Karacadağ’ın havası ve suyu çok iyi
gelmiş. İyileşip, sağlığına kavuşan Padişah, sağlığın önemini belirten,
“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”
dizelerini, Diyarbakır’da söylemiştir. İyileştikten sonra, bir süre daha Diyarbakır’da
kalan Ka-nuni Sultan Süleyman, şehrin ileri gelenlerini toplayıp, isteklerini sormuş.
Onlar da Karacadağ’daki “Hamravat” suyunun, Diyarbakır’a getirilmesini istemişler.
Padişah hemen emir vermiş, kırk gözlü bir bent yapılmış ve istenen su dağdan şehre
indirilmiş.32 “Hamravat” ismi, suyun üzerinde akıtılarak şehre taşındığı bentlerin
yıkılmasına, kalıntılarının dahi kalmamasına rağmen hâlâ unutulmamıştır.33 Şu an
Karacadağ eteklerine yakın bir yerde, Merkez Bağlar ilçesine bağlı Hamravat Evleri
adlı bir yerleşim yeri kurulmuştur.
Yukarıda verilen örneklerden de anlaşıldığı gibi Diyarbakır merkezde hemen
her yer hakkında nakledilen bir rivayet mevcuttur.34 Şehir merkezinde görülen bu
duruma Diyarbakır’ın, tarihi çok eskilere dayanan ilçelerinde de rastlanmaktadır.
Diyarbakır il sınırları içerisinde mevcut olduğuna inanılan 9 peygamber mezarının
8’i Eğil ilçesindedir. Bunlar: Hz Elyesa,35 Hz Zülkifl 36 ve peygamber olduklarına
inanıldıkları için “Nebi” lakabı eklenerek söylenen; Nebi Zunnun, Nebi Mallak
(Nebi Melik ve Nebi Hallak olarak da bilinir), Nebi Harun (Nebi Harun-u Asefi de
denir), Nebi Ömer Ibn-i Perican (Aslen Hindistanlı olduğu söylenir.), Nebi Hürmüz
ve Nebi Harut adlı kişilerdir.37 Bunların dışında peygamber olduklarına inanılan
başka şahısların da mezarları Eğil’de bulunmaktadır. Eğil ilçesindeki bu mezarlar
halk tarafından ziyaret edilmektedir.
30
31
32
33
34
35
36
37
Şeyhmus Diken, Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, s.137.
IV. Murat ve o dönemde Diyarbakır’da yaşayan tanınmış bir Şeyh olan Aziz Mahmut Urmevi ile ilgili rivayet
için bkz. Evliya Çelebi Seyahatnamesi IV. Kitap, s.31; Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbekir, ss.39–40; Yavuz,
s.74. Şu an Diyarbakır’da bu şeyhin ismi bir caddeye (Merkez Yenişehir ilçesi Ofis semtinde Aziz Mahmut
Oğulları Caddesi) verilmiştir.
Yavuz, s.201.
1867 yılında Diyarbakır’a gelen R.J. Garden, su bendinin özelliklerini anlatmıştır. Bkz. Garden, a.e., s.141.
Şehrin batısında bulunan Karacadağ, şehri Kırklar Dağı’na bağlayan Ongözlü Köprü vb yerler ile ilgili
efsaneler için bkz. Muhsine Helimoğlu Yavuz, Diyarbakır Efsaneleri, ss.114,115, 209.
Kur’an-ı Kerim’de kendisinden iki defa bahsedilmektedir. Bkz. Sad, 48; En’am 86.
Enbiya, 85–86; Sad, 48.
Çiçek, ss.97–98.
91
Nebi Harun’un, Hz Süleyman’ın kâtibi olduğuna ve Kur’an’da anlatılan, Hz
Süleyman’a tahtı getiren kişi38 olduğuna inanılır.39 Bu isim Hz Musa’nın kardeşi
Hz Harun’u da hatırlatmaktadır. Fakat Hz Musa’nın kardeşi ile ilgili bir inanca
Diyarbakır’da rastlanmamıştır.
Nebi Harun’un türbesi, Eğil ilçesi ve Eğil Kalesi’nin çok rahatlıkla izlendiği
yüksek bir tepenin üzerindedir. Eğil’e ulaşmadan sağa ayrılan bir yolla buraya gidilir.
Ağaçlarla kaplı bir tepedir. Halk arasında Nebi Harun ile ilgili efsaneler anlatılır.40
Bunlardan birisinde Eğil ilçesinin ismi Nebi Harun’un kendisine dayandırılmaktadır...
Danyal Peygamber de, Eğil ilçesi ile ilişkilendirilmektedir.41 Danyal
peygamberin Dicle Nehri’nin sınırlarını belirlediği anlatılır. Rivayete göre,
Diyarbakırlılar için kutsal sayılan Dicle Nehri’nin Basra Körfezi’ne kadar olan
güzergâhı Danyal Peygamber tarafından çizilmiştir.42
Diyarbakır merkezde her yıl baharın başlangıcında (Hıdırellez-Hızırilyas)
5–6 Mayıs tarihlerinde dilek dilemek, dua etmek için Dicle kıyısına gidilmektedir.
Bu gelenek çok azalmakla beraber hâlâ devam etmektedir. Bu inancın güçlü
olduğu kişiler, 5 Mayıs günü ikindi namazından sonra dileklerini yazdıkları küçük
kâ¬ğıtları bez bir torbanın içine bırakıp bir taşa bağladıktan sonra On Gözlü Köprü
üzerinden, Cennet’ten çıkıp yine Cennet’e aktığına inanılan Dicle Nehri’ne atmakta
ve dileklerinin bu şekilde gerçekleşeceğine inanmaktadır.43 Bu inançta Hızır İlyas
ile Danyal Peygamber’in etkisi beraber görülmektedir.44
Kur’an-ı Kerim’de iki yerde kendisinden bahsedilen Zülkifl Peygamberin
halk söyleyişiyle Zülküf- mezarının da Eğil’de olduğuna inanılır. Ergani’de bulunan
ve adını kendisinden alan Zülküf Dağı’nda ise makamı olduğu söylenir. Zülkifl
Peygamber’in bir süre kaldığına inanılan Zülküf Dağı’na, Makam Dağı da denir.
Halk arasında, Zülkifl Peygamberin mezarının Zülküf Dağı’nda olduğuna inananlar
da bulunmaktadır.45 Zülkifl Peygamberle ilgili anlaltılan rivayetlerde, asıl adının
Beşir veya Beşer olduğu, bir mitosta kefalet diğerinde vekâlet nedeniyle bu ismi
aldığı anlatılmaktadır.46
38 Neml, 40.
39 Elmalılı M.Hamdi Yazır, tefsirinde, tahtı getiren şahsın, Süleyman Aleyhisselam’ın veziri Asaf ibn Berhiya
olduğunu söylemekte ve İbn Abbas’tan rivayet getirmektedir. Bkz. Hak Dini Kur’an Dili, Yenda Yenidoğan Yayın
Dağıtım, İstanbul 1996, c.VI, s.164.
40 Yavuz, s.57.
41 Mahfuz, s.18; Çiçek, s.98.
42
Çiçek, s.142; Hakan Aytekin-Hasan Özgen, Taşlar ve Düşler Diyarbakır, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi
Başkanlığı Kültür ve Sanat Yayınları, İstanbul 2004, ss.15–18.
43
Diyarbakır Efsaneleri adlı kitapta kurban bayramı akşamları, Kırklar Dağı eteğindeki, Ongözlü Köprü’den
kadınların, genç kızların, Dicle’ye yazılı dilekçeler attıkları kaydedilmiştir. Bu dilekçelerle çocuğu olmayanlar
çocuk, hastalar şifa, sevenler de sevdiklerini isterler. Böylece dileklerinin kabul olacağına inanırlar. Bkz. Yavuz,
s.199.
44 Diyarbakır’da Hz Hızır’a Hoca Hızır veya Hızır İlyas da denilir. Başka bir rivayete göre Diyarbakır merkeze bağlı
Hızır İlyas köyü ve oraya yakın bir çeşme (Kani Hıdır-Hızır Çeşmesi) ismini Hoca Hızır’dan alır. Bkz. Esma Dicle
Uygur, “Diyarbakır Halk Kültüründe Cigaret, Nevruz, Hızır İlyas ve Murat Gelenek ve Şenlikleri”, Müze Şehir
Diyarbakır, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999, ss.464–465.
45 Mahfuz, ss.18–19.
46 Yavuz, s.69.
92
Ergani’nin hemen arkasında bulunan Makam Dağı’na giden yol, Ergani
ilçesinin merkezinden geçmektedir. Makam, dağın zirvesine yakın düz bir alanda
bulunmaktadır. Türbede asılı bulunan bir yazıya göre türbe, 1936’da Birinci Umum
Müfettişliğinin emriyle yıktırılmış, türbeye ait altın, gümüş, Uzun Hasan’ın hediye
ettiği şamdan vb. eşyaların bazıları Diyarbakır Vakıflar Müdürlüğü vasıtasıyla
İstanbul’a götürülmüş bazıları da kaybolmuştur. Türbenin 1958’den itibaren çeşitli
dönemlerde tekrar onarıldığı yazıda belirtilmektedir.
14 Mayıs 2008’de Zülküf Dağı’nda kendisiyle görüşülen ve adının Hamit
Yılmaz olduğunu söyleyen bir görevli47 Eğil, Irak ve Ergani olmak üzere Hz
Zü1kifl’e ait olduğu söylenen üç yer bulunduğunu, burada bulunan kişinin adının
Beşir olduğunu söyledi. Görevlinin belirttiğine göre kabirde yatan kim olursa olsun
halk mübarek bir zatın kabri olduğuna inanır. Türbenin bu kadar yüksekte olmasının
nedeni olarak da makamın olduğu yerin aşağısında dağın eteklerinde eski bir şehrin
(Osmaniye- Ergani ilçesinin kurulduğu eski yer) mevcut olması gösterilmektedir.
Türbeye kışın ulaşım zor olduğundan kış mevsimleri dışında her zaman
ziyaret edilmektedir. Türbeye çocuğunun olması için gelenler, çocukları olduğunda
çocuğa erkek ise Zülküf, kız ise Zülfüye ismini verirler. Bu nedenle Ergani ilçesinde
Zülküf ve Zülfüye isimleri çok yaygındır.
Yine Ergani’de, Peygamber olduğuna inanılan, hakkındaki değişik
rivayetlerde Hz Âdem’in torunu, Hz Şit’in veya Hz Zülkifl’in oğlu olduğu anlatılan
“Enûş” adlı bir kişinin kabri bulunmaktadır.48 Bu şahsın kabri ziyaret edilmektedir.
Ziyaretçi sayısı yılda ortalama üç bin olarak verilmiştir.49
Ergani’de Hz İdris ile ilgili inançlara da rastlanmaktadır. Hz İdris’in Ergani’ye
bağlı Otluca köyünde yaşadığı, ilkyazının onun tarafından burada yazıldığı, dedesi
Enuş peygamberin cenaze namazını kıldığı ve ilk defa demiri burada erittiği iddia
edilir. 50
Diyarbakır’da, Kur’an’da kendisinden bahsedilen Zülkarneyn51 ile ilgili
inançlar da vardır. Halk arasında İskender ve Zülkarneyn’in aynı kişi olduklarına
inanılır ve iki isim birleştirilerek İskender-i Zülkarneyn veya İskender-i Zokırneyn
denilir. Diyarbakır’a bağlı Lice ilçesinin Çeper Köyü yakınlarında bulunan bir
kaleye Çeper veya Şeter kalesi denmektedir. İskender-i Zülkarneyn’in buradan
geçtiği ve kalede misafir edildiği söylenir. Kalenin yakınında bulunan mağaralara
Bırkleyn Mağaraları adı verilir. Bu mağaralardan birinden Dicle nehrinin bir kolu
olan ve suyunun şifalı olduğuna inanılan Bırkleyn Çayı doğmaktadır. Bırkleyn
Çayı’nın doğduğu mağarada Hz Hızır’ın, Zülkarneyn ile buluştuğuna inanılır. Bu
nedenle buradaki kale Zülkarneyn Kalesi, mağaralar, Zülkarneyn Mağaraları olarak
adlandırılmakta, mağara ve kalenin bulunduğu bölgenin tümüne “Zülkarneyn”
denmektedir.52
47
48
49
50
51
52
Zülkifl Peygamber’e ait olduğuna inanılan bu yer, yöre halkı tarafından yoğun bir şekilde ziyaret edildiğinden
(Yıllık ziyaretçi sayısı 50 bin olarak tahmin edilmektedir.) türbe/makamın bakımı, muhafazası ve gelen
ziyaretçilerin bilgilendirilmesi için Ergani İlçe Müftülüğünce kadrolu bir görevli, haftada üç gün (Perşembe,
Cumartesi ve Pazar) geçici olarak görevlendirilmiştir. Bkz. Melek-Demir, s.45.
Çiçek, s.94.
Melek-Demir, s.33.
Mahfuz, s.18–20; Yatkın, s.11.
Kehf Suresi, 13/83–88.
Zülkarneyn hakkındaki efsaneler için bkz. Mahfuz, ss.34–35; Yavuz, ss.41–43, 187–188; Uygur, ss.464–465.
93
Lice ilçesinde Ashab-ı Kehf’in kaldığına inanılan bir mağara da vardır.
Ashab-ı Kehf’in Lice’nin yaklaşık 15 km güneybatısında bulunan (Derkam)
Duru Köyü’nün kuzeyindeki Eshabıkeyf/Derkam Dağı’nda bulunan bir mağarada
kaldıklarına inanılmaktadır.53 Ashab-ı Kehf’in kaldığına inanılan bu mağarayı
yöre halkı, çevre il ve ilçelerden insanlar, Bahar aylarında ziyaret etmekte, halk
buraya yoğun bir ilgi göstermektedir. Ashab-ı Kehf (Mağara Arkadaşları) ile ilgili
olarak Diyarbakır’da anlatılan efsaneler mevcuttur. Bunun yanında54 çocuklara
Yemliha, Mekselina gibi mağarada kalan kişilere ait olduğuna inanılan isimler de
verilmektedir. Halk arasında kullanılan bazı deyimlerde Dekyanus ve Kakanus
isimleri geçmektedir. “Dekyanus’tan daha zalim” ve ukalalık yapanlar için kullanılan
“Kakanusluk yapma” deyimleri örnek olarak verilebilir.
Türkiye’de Diyarbakır’ın Lice ilçesi dışında, Tarsus, Elbistan, Afşin,
Es¬kişehir ve Selçuk yakınlarında da Ashab-ı Kehf’e ait olduğuna inanılan yerler
bulunmaktadır. Her bölge Ashab-ı Kehf’in kendi bölgelerinde olduğuna dair deliller
öne sürmektedir.55
Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde de, ilçe ile ilgili dini efsanelere rastlamak
mümkündür.56 İlçenin halk arasında kullanılan “Meyyâ Farikin” isminin, Hz
İsmail’in neslinden bir kralın “Maya” adlı kızının isminden geldiğine ve ilçenin Hz
İbrahim’in torunları tarafından kurulduğuna inanılır.57 Evliya Çelebi’ye göre Silvan
Kalesi’ni ilk inşa eden, Hz Cercis’in ümmetinden Handik adında bir hükümdardır.
Bu hükümdarın, kaleyi Hz Cercis’in öğretmesiyle yaptığı söylenir.58 Cercis’in
peygamber olduğuna inanılır.
Silvan ilçesi de Diyarbakır gibi sahabeler tarafından fethedilmiştir. Tıpkı
Diyarbakır’da olduğu gibi Silvan ilçesinde de sahabelerle ilgili anlatılan efsaneler
vardır. Silvan’ın 30 km kadar kuzeydoğusunda bulunan Murat Ovası’nın isminin
bir sahabe ile ilgili olduğuna inanılır. Bu inanca göre, yeni nişanlanmış Muaz
b.Cebel, muradına eremeden İslam ordusuyla, buralara kadar cihat etmek için gelmiş
ve burada şehit düşmüştür. Bu nedenle bu ova Murat Ovası ismini almıştır.59
Her yıl bu olayın anısına Murat Ovası’nda, Murat Haftası düzenlenmektedir.
Murat Haftası, Rumi takvime göre 10 Martta (Miladi 23–24 Mart) başlamakta 17
Martta (Miladi 30–31 Mart) bitmektedir. Murat Haftası özellikle son gece kalabalık
olduğundan bu kutlamaya yerel dilde Huvde (Onyedi anlamına gelir) denmektedir.
53
54
55
56
57
58
59
94
Melek-Demir, s.188. Aynı yerde dipnotta şu bilgiler de verilmiş: 1977 yılına kadar resmi kayıtlarda Eshabıkeyf
Dağı olarak geçen dağın adı, bu tarihte Harita Genel Müdürlüğünce yanındaki dağlarla birlikte değiştirilmiş ve
İnceburun Dağları adı verilmiştir.
Bkz. Yavuz, ss.189–190, 192.
Diğer bölgelerde olduğu gibi Diyarbakırlılar da Ashab-ı Kehf ’in Lice’de olduğuna dair deliller olduğuna
inanmaktadır. Deliller için bkz. Çiçek, s.118.
İlçenin fethedilmesi ile ilgili efsaneler için bkz. Yavuz, ss.136–137.
Çiçek, s.12.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi IV. Kitap, s.55; Çiçek, s.171; Yatkın, s.20; Yavuz, s.147; Cercis hakkında Urfa’da
anlatılan efsaneler için bkz. Mehmet Kurtoğlu, Urfa Efsaneleri, Kent Yay, 2.Bsk, İstanbul 2005, s.72.
Uygur, ss.466–467. Bir rivayete göre oğlunun gitmesini istemeyen annesi, bir gece rüyasında Peygamberimizi
görür, Peygamberimiz ona oğlunun geri geleceğini söyler, söz verir. Oğlu savaşı kazanır fakat geri dönmez,
pusuya düşürülür. Murat Ovası’nda şehit edilir. Peygamberimiz, Allah’a dua eder. Muaz dirilir ve annesinin
yanına gider. Sağ salim annesinin yanına gittikten sonra tekrar Murat Ovası’na döner. Peygamberimiz bu
şekilde sözünü tutmuş olur.
Bu dönemde Diyarbakır ile çevre il ve ilçelerden binlerce kişi ovaya gelir. Gelenler
arasında, son gece Muaz’ın kabrine nur indiğini gördüklerini söyleyenler vardır.
Bu hafta içerisinde Murat Ovası’nda bulunan Muaz –halk söyleyişiyle
Maaz-’ın türbesi ve ovada bulunan diğer türbeler ziyaret edilmekte, eğlenceler
düzenlenmektedir. Günlerce süren bu şenliklerde Murat Ovası, çadırlardan oluşan
bir kent görünümünü alır. Murat Haftası aynı zamanda evlenecek eşi seçmenin
de yapıldığı bir yerdir. Gelenler muradı¬na ermek için dua etmektedir. Tür¬benin
yanındaki “Murat Ağacı’na dilekte bulunanlar halka atarlar. Halka, atılan dala
takıldığı takdirde dileğin gerçekleşeceğine inanılır.60
Sahabeler ile ilgili bir rivayete Hani ilçesinde de rastlanmaktadır.
Hani merkezde bulunan Cafer-i Tayyar Camii, Hz Ali’nin kardeşi Hz Cafer ile
ilişkilendirilmektedir.
Buraya kadar kaydedilenlere bakıldığı takdirde şehrin merkezinde, ilçelerinde
ve köylerinde peygamberler, peygamber olduklarına inanılanlar, sahabeler, şeyhler
vb dini kimliğe sahip kişiler ile ilgili birçok yer bulunduğu görülmektedir. Kur’an-ı
Kerim’de ismi geçen bazı peygamberlere de bu efsaneler arasında rastlanmaktadır.
Sahabelere ait olduğu söylenen bazı kabirler tarihi olarak ispatlanabilirken,
peygamberlere ait olduğu söylenen kabirler ve makamlar ispatlanamamaktadır. Bu
tür yerlerin bir peygambere ait olması kesin olarak bilinmese de halk arasında bazen
o yerin Allah’ın Salih bir kuluna ait olabileceğine inananlara rastlanabilmektedir.
Peygamber ve sahabelerin dışında şeyhler, din adamları ve sofiler üzerine
söylenmiş efsaneler ve bunlara ait türbeler vardır. Bu türbelere de peygamber ve
sahabelere ait olduğuna inanılan türbeler gibi saygı gösterilmektedir. Rivayetlerin
peygamber, sahabe, şeyh veya velilerle ilgili olması anlatılan her konuyu dini olmasa
bile dini hale getirmektedir. Bu nedenle rivayetler ve onlarla ilgili inançlar halkın
dini duygularını canlı tutmanın yanında dini ve sosyal yaşantıyı da etkilemektedir.
Dini kimliğe sahip bu kişilerin tümü, inancın yanında çocuklara isim
vermede de etkili olmaktadır. Bu nedenle her ilçede, hatta her köyde oraya yakın
bulunan bir türbede yatan kişinin isminin çocuklara verildiği görülmektedir. Ergani
ve civarında Zülküf ve Enûş isimlerinin, Ashab-ı Kehf mağarasına yakın Lice, Hani
ve Kocaköy ilçelerinde mağarada kaldıkları söylenen kişilere ait olduklarına inanılan
isimlerin, Karacadağ civarında Sinan isminin, Mardin yolu üzerinde bulunan bir
türbe nedeniyle Şeyhmus isminin yaygın olması örnek olarak verilebilir.
Bu rivayetlerin herhangi bir yerle, şehir, ilçe, bir nehir, türbe vb ilgili
motifler taşıması, halkın nazarında o yerle ilgili dini anlamlar yüklenmeye neden
olabilmektedir. Diyarbakır ve ilçelerinde adım başı türbeye rastlanması, bunların
arasında şehit sahabelerin, tarikat şeyhlerinin türbelerinin de bulunmuş olması,
şehrin halkın yanındaki değerini arttırmakta, şehre olan sevgiye dini anlamlar
60
Uygur, ss.466- 467.
95
yüklenmesine neden olmaktadır. Bu da aidiyet duygusunu ve sahip çıkma arzusunu
güçlendirmektedir. Sahip çıkma ve aidiyet duygusunun etkili olduğu kişilerde
olumsuz davranışları azaltmaya da yardım edeceği bilinmektedir.
Bunların yanında bu efsaneler, asil bir köken aramaya da neden olabilmektedir.
Asil bir köken arama, kökenini ya bir Peygamber soyuna veya bir sahabe soyuna ya
da bir şeyh soyuna dayandırma şeklinde görülmektedir.
Diyarbakır’ın çok eski bir şehir olması, tarih boyunca her dönem değerini
koruması, sahabeler tarafından şehrin fethedilişinden günümüze kadar gayri
müslimlerin eline geçmemiş olmasını Diyarbakırlılar bir iftihar vesilesi olarak
kabul etmektedirler. On dört asır boyunca ezanın Ulu Camii’den eksilmemesi, Ulu
Camiinin Anadolu’nun ilk camilerinden olup, Diyarbakır’ın fethinden bugüne kadar
bu camide namazın kesintiye uğramaması övünç kaynağı olarak kabul edilmektedir.
Bu efsaneler kişinin edebi ihtiyacını da karşılamaktadır. Rivayetler ve
masallar yönünden zengin olan Diyarbakır’da efsaneler ve sözlü olarak anlatılan
diğer edebi ürünlerin, bağlı olduğu türe göre dini duyguları canlı tutmanın yanında
dinleyenlerin edebi yönünü güçlendirdikleri, hayal dünyasını zenginleştirdikleri de
bilinmektedir. Diyarbakır’ın bu yönünün güçlü şair ve ediplerin ortaya çıkmasında
etkili olup olmadığı da ayrıca incelenmelidir. Günümüzde de görüldüğü gibi seküler
bir yaşam dahi yeni efsaneler üretmiştir. Dünya’nın her yerinde yaşanan durum
Diyarbakır’da da görülmektedir. Yerel zenginliklerine yabancılaşan yeni nesil eski
efsaneleri/inançları unutmaya başladığı an bu ihtiyacını (kahraman, örnek şahıs vb.)
sinema karakterlerinden, müzik yıldızlarından ve futbolculardan karşılamaktadır.
Yani Kırklar Dağı ziyaretini, Suzan ve Adil’in öyküsünü bilmeyen, hatta Kırklar
Dağı’nın yerini bilmeyen yeni nesil film ve sinema yıldızlarının hayatlarını çok iyi
bilebilmektedir. Eski efsanelerde görülen dildeki edebi güzelliğin yerini ise görsel ve
işitsel özellikler –efektler- içeren filmler almıştır.
KAYNAKÇA
Hayrettin Karaman, Ali Özek, İbrahim Kafi Dönmez, Mustafa Çağrıcı,
Sadettin Gümüş, Ali Turgut, Kur’an-ı Kerim Meali, TDV Yayınları, Ankara 2007
ALTUNBOĞA, A.Bilal, Diyarbakır Folklorundan Kesitler, Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul 1999
AYTEKİN, Hakan- ÖZGEN, Hasan; Taşlar ve Düşler Diyarbakır, Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı Kültür ve Sanat Yayınları, İstanbul 2004
ÇİÇEK, Zeynel Abidin, Diyarbakır’ın Fethi Tarihi ve Kültürü, Diyarbakır
Söz Matbaası, Diyarbakır 2007
96
DİKEN, Şeyhmus, Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir, İletişim Yayınları,
5.Baskı, İstanbul 2004
…………………., Diyarbekir Diyarım Yitirmişem Yanarım, İletişim
Yayınları, 2.Baskı, İstanbul 2004
ERİKLİ, Yahya, Peygamberler Sahabeler Diyarı Diyarbakır ve Bölgedeki
Ziyaretler, Diyarbakır Söz Matbaası, Diyarbakır 2006
EVLİYA ÇELEBİ b. Derviş Muhammed Zılli, Evliya Çelebi Seyahatnamesi
IV. Kitap Topkapı Sarayı Bağdat 305 Yazmasının Trankripsiyonu, Hazırlayanlar:
Yücel Dağlı-Seyit Ali Kahraman, Yapı Kredi Yayınları, 1.Baskı, İstanbul 2001
GARDEN, R.J. “Diyarbakır”, Müze Şehir Diyarbakır, Çev: Hamdi Can
Tuncer, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999
GÜNALTAY, M. Şemseddin, Dinler Tarihi Yeryüzündeki İlkel Dinler,
Sadeleştiren: Sevdiye Yıldız, Kesit Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2006
KARDAŞ, Nimet, “Diyarbakır Halk Kültüründe Bazı Gelenek ve İnanmalar”,
Müze Şehir Diyarbakır, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999
KORKUSUZ, M. Şefik, Seyahatnamelerde Diyarbekir, Kent Yay, 1.Bs,
İstanbul 2003
2005
KURTOĞLU, Mehmet, Urfa Efsaneleri, Kent Yayınları, 2.Baskı, İstanbul
MAHFUZ, Adem, Tarihi Değerleriyle Diyarbakır ve Bediüzzaman, Baskı
Yeri ve Tarihi yok
MELEK, Ali-Abdullah DEMİR, Dini Değerleri İle Diyarbakır, Diyarbakır
İl Müftülüğü Yayınları, Ankara 2009
YATKIN, Abdulaziz, Açık Hava Müzesi Diyarbakır, 2007, Basım yeri yok
YAVUZ, Muhsine Helimoğlu, Diyarbakır Efsaneleri –Derleme, Araştırma,
İnceleme-, Doruk Yayınları, 2.Baskı, Ankara 1993
YAZIR, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Yenda Yayın-Dağıtım,
İstanbul 1996
UYGUR, Esma Dicle, “Diyarbakır Halk Kültüründe Cigaret, Nevruz, Hızır
İlyas ve Murat Gelenek ve Şenlikleri”, Müze Şehir Diyarbakır, Yapı Kredi Yayınları,
1999
www.bilinmeyendiyarbekir.com
97
DİYARBAKIR MERKEZ TÜRBELERİ
Kenan Haspolat*
Giriş
Birçok şehirde olduğu gibi Diyarbakır’da da evliya türbeleri bulunmaktadır.
Bu türbeler inanç turizmi açısından önem taşırlar. Birçok tarihi kaynağa göz
atarak türbeleri ele alacağız, Diyarbakır salnamelerine göre Diyarbakır türbelerini
inceleyeceğiz
Salname Osmanlı Devleti’nde bir yıllık olayları göstermek amacıyla
hazırlanan eser demektir Osmanlı tarihi, teşkilatı, biyografileri, coğrafyasıyla
ilgili ilk salname 1263 (1847) yılında Ahmed Vefik Efendi tarafından, Hayrullah
ve Ahmed Cevdet efendilerin yardımları ve sadrazam Büyük Reşid Paşa’nın emri
ile yayınlanmıştır Salnameler, gittikçe gerek sahife sayısı, gerek boy bakımından,
büyümüşler; küçük punto harflerle yazılan bin sayfalık eserler haline gelmişlerdir
Osmanlı Devleti’nin bütün memurları, rütbe ve nişanları ile bu eserlerde gösterilmiştir
1297 (1880) yılına ait 35 cild, litografya tekniğiyle basılan son Salname’dir
Sonrakiler matbaa harfleriyle basılmıştır 1888’den itibaren Sicill-i Ahval-i Memurin
dairesince, bütün devlet ünitelerinde resmi bilgiler bir araya getirilerek tanzim
edilmeye başlamıştır (2).
Biz burada 19.yüzyılda Diyarbakır’a ait salnamelerden Diyarbakır’a
ait sahabe ve evliyalarla ilgili bilgileri derledik 19.yüzyılda Diyarbakır’a ait
salnamelerden Diyarbakır merkeze ait türbelerle ilgili bilgileri derledik,başka
kaynaklarla konuya destek olduk
*Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi
98
[email protected]
19.yüzyıl Diyarbakır salnamelerine göre sahabe türbeleri: (1)
Esami şerifeleri
Türbe ve merakıdı
şerifeleri mevkii
Malumat-ı saire ve
mülahazat
Diyarbakır’da. içkalede
Nasıriyye Camii
şerifinde medfundur
İsimleri zirdeki ebyatda
muharrer yirmi yedi
nefer diğer sahabe-i
kiram ile beraber el an
mescid oldukları halde
medfundurlar.
-Muhammed iki
Abdullah üçdür
-Hasan nam iki biri
Kab-ı zi-şan
-Fudayl ve Malik ve
kahr ve
Ebu’l Hamd
-Ebu Nasr ve Mugire
eyle iz’an
Diyarbakır’da medfun
sahabeler
Sahabe-i Kiramdan
Süleyman ibni Halid
radyallahu anh efendimiz
hazretleri
-Reis-i cümledir Sultan
Süleyman
Medfun sahabe isimleri
manzum halde verilmiştir -Rıda’an kardeşi Mesud
Aycan
-Beşir ve Hamza ömer
ve
Şu’be Sabit
-İki Zeyd, iki Halid biri
Numan
Sahab-i kiramdan Sultan
Sa’sa’a radyallahu anh
efendimiz hazretleri
Diyarbekir’de Sultan
Sa’sa’a camii şerifi
derununda medfundur
İmam Akil radyallahu anh Diyarbekir’in Garb
nahiyesinde İmam Akil
efendimiz hazretleri
karyesinde medfundur
Sahabe-i kiramdan Mir
Seyyaf hazretleri
Diyarbekir’de Karadeniz
nam mevkide mdfundur
Bir güne vakfı yoktur,
türbesi ma’murdur
Defterdar camii şerifi
Sahab-i kiramdan Malik-i civarında medfundur
Diyarbekir’de Hazret-i
Ejder hazretleri
Bir güne vakfı yoktur,
türbesi ma’murdur
Ömer cami-i şerifi
Sahabe-i kiramdan Sultan civarında medfundur
Şecaaddin hazretleri
Türbe-i şerifesi
ma’murdur, iki
değirmen mevkufur
99
HZ SÜLEYMAN TÜRBESİ
Hz.Süleyman, Hz.Rıdvan, Hz Mesut, Hz.Beşir, Hz.Hamza, Hz.Amr, Hz.Sabe,
Hz.Sabit, Hz.Zeyd 2, Hz.Halid 2, Hz.Numan, Hz.Muhammed 2, Hz.Abdullah 3,
Hz.Hasan 2, Hz.Ka’b-Zişan, Hz.Fudayl, Hz.Malik, Hz.Fahr, Hz.Ebul Hamd, Hz.Ebu
Nasr, Hz.Muğire (Radiyallahu Anhum
Sahabe Dışında Camide Bulunan Diğer Türbeler
Hz. Süleyman Camisinde şehit düşen sahabeler dışında farklı türbeler
olduğunu caminin duvarındaki manzum kitabelerden ve bunun yanında mevcut bazı
kaynaklardan anlıyoruz. Bu türbelerden ilki Silahtar Murtaza Paşa’ya aittir. Silahtar
Murtaza Paşa yukarıda da değindiğimiz gibi 1631-1633 yılları arasında Diyarbakır
valiliğini yapmış, Hz. Süleyman Camisini ve türbeyi esaslı bir onarımdan geçirmiştir.
Türbesinin burada olduğunu caminin duvarındaki manzum kitabeden anlıyoruz.
100
Yine Silahtar Murtaza Paşa’nın kız kardeşi Hatice Hanım’ın türbesinin
burada olduğunu oradaki yerli insanlardan öğreniyoruz.Osmanlı Devletinin
Diyarbakır valiliğini yapan Esat Paşa’nın ve eşi Rukiye Hanım’ın türbesinin burada
olduğunu söylediler.
Yine kaynaklarda Osmanlı Devletinin Diyarbakır valiliğini yapan Ahmet
Tevfik Paşa’nın türbesinin burada olduğunu öğreniyoruz”. (3)
Hz. Süleyman camii haziresindeki kabirler.
Silahtar Murtaza paşa:1658’de Diyarbakır valisi oldu.3 evladının fevt olduğu harem
kapısına karşı olan türbedeki mezar taşına yazılan kitabeden anlıyoruz. Maktul zade
Ali paşanın Lebabe adlı kızı merkadinde medfundur.
1819’da vali olan Deli Behram paşanın kızı Rukiye de cami ittisalindeki
kabristanda gömülüdür.
Sadrıesbak Mehmet Reşit paşa Kasım 1836’da vefat edererk Kale içinin
yanındaki kabristanda medfundur.
Esad Muhlis paşa 1850’de Diyarbakır’da vefat etmiş,kale cami kurbündeki
mezarlığa defnedildi
1856’da vali olan Besim paşa’nın oğlu Osman Nesim de burada gömülüdür.(4)
Mahmud paşa 12 Aralık 1859’da vefat etti,mezarı kale camii kurbündedir.Mardin
kapısı haricinde Şeyh Mehmed Amidi Türbesi civarındaki sahada istiska namazı için
bir namazgah yaptırmıştır.(4)
101
Camideki süslemeler bazalt ve kalker üzerine oyma ve grafitto tekniğinde;
ahşap üzerine ise boyama tekniğiyle oluşturulmuştur.Metin Sözen, Diyarbakır`da
Türk Mimarisi isimli eserinde cami hakkında şu bilgileri vermektedir: “Yapının
neredeyse tamamı taştan yapılmıştır. Yapıda ilgi çekici önemli süsleme özelliklerine
rastlanmamaktadır. Yapı topluluğuna iki yerden giriş vardır. Bunlardan biri batıda,
diğeri güneydedir. İki taraftan da girilince güneyde mihrabı, kuzeyde üç sütuna
dayanan dört kubbeli abdest alma musluklarının bulunduğu alana varılır. Burası yaz
aylarında açık namaz kılınacak yer durumundadır. Açık alanın doğusunda yer alan
caminin önündeki türbe daha geç bir devirde yapılmış, yapılırken tam olarak camiye
uydurulamamıştır. Caminin bitişiğinde bulunan bu türbe bölümünün içi İznik Çinileri
ile süslüdür. Caminin batı duvarına bitişik olarak eklenen türbeye camiden geçitler
sağlanmış, fakat yer yer örtü şekillerinde beliren kesilmelerden bu eklenen kısmın da
zaman zaman değişiklik gördüğü anlaşılmaktadır.
Minaresi, Diyarbakır ve çevresinde örneklerine rastladığımız gibi karedir,
enine yer yer silmeler atılarak dikey görüntüsü zayıflatılmaya çalışılmıştır. Üzerindeki
yazıtın varlığı minareyi 555/1160 yılına götürmektedir.
Cami kısmına, burca bitişik basık kemerli bir kapıdan girilmektedir. Bu
giriş bölümünün üstünde ikinci bir kat bulunmaktadır. Kuzey tarafta ise kubbeli
kısım ve şadırvan yer almaktadır. Olanakların el verdiği kadar eğimli arazi
kullanılmaya çalışılmış, surla bağlantısı bulunduğundan boşluklar gerektiği şekilde
doldurulmuştur. Buradan, ortada kapı, iki yanda bu kısma birer penceresi bulunan
camiye girilmektedir. Bu kısmın üstü beşik tonozla örtülüdür ve üstte iki sütuna
dayanan bir mahfili bulunmaktadır. Bu mahfile, minareye, doğu kısmından dışarı
taşan beşik tonozlu odaya, soldaki merdivenle geçit sağlanmıştır.
Caminin iç kısmı, mahfilli kısımla beraber, enine üç bölüme ayrılmıştır. İlk
iki bölüm hemen hemen birbirine eşit olduğu halde, girişteki mahfilli kısım onların
yarısı kadar düşünülmüş, hepsi de enine beşik tonozlarla örtülmüşlerdir. Bölümler ikisi
duvarda, ikisi bağımsız olmak üzere dört ayağa dayanan kemerlerle ayrılmışlardır.
Yalnız birinci bölümdeki dar ayakların kuzey tarafa bakan yüzleri, belirli bir
yükseklikten sonra niş şeklinde biçimlendirilmiş diğerleri yalın bırakılmıştır.(13)
Sultan Sasa
Sahabe-i kiramdan ve Diyarbakır’ın ilk İslam valisi olan Sultan Sa’sa
Hazretleri, Diyarbakır’ın fethi esnasındaki çarpışmalarda aldığı yaralardan dolayı
bir süre sonra vefat etmiştir Naşı, Hasan paşa hanının batısında ve eski belediye
binasının doğu bitişiğinde türbesinin inşa edildiği yere defnedilmiştir. Sultan Sa’sa
adına bir türbenin yanı sıra, aynı kompleks içinde bir cami ve bir de medrese inşa
edilmiştir. Cami-i şerifin inşa tarihi tam olarak bilinmemektedir. XIX. yüzyılda
Diyarbakır’ın önemli camileri arasındadır. Diyarbakır’da Kur’an okunacak camilerle
ilgili 1794.1818.1824 ve 1826 tarihli belgelerde, bu caminin varlığını görüyoruz.
102
Diyarbakır’daki camiler içerisinde önemli bir yere sahip olduğu
anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, Kasım 1788 ve 1792 tarihli belgelerden bu
tarihlerdeki cami görevlilerini de tespit etmek mümkündür.
H.1316 (1898-1899) yılında, Diyarbakır Valisi Halid Bey tarafından caminin
tabanı tamamen tahta döşeme ile kaplatılmıştır.Şehrin Müslüman ahalisi ve önde gelen
devlet adamları sadece bu türbe, cami ve medreseden oluşan külliyeyi inşa etmekle
kalmamış, aynı zamanda buraya önemli gelir kaynakları da vakfetmişlerdir.....(5)
Sultan sasa’nın 1925’den önceki durumu (sol köşe)
1926 yılında Belediye başkanı Nazım Önen ilk sahabe Diyarbakır
valisi Sultan Sasa’nın türbesini yıktırmış.’Daha sonra türbesini oradan taşımak
üzere,mezarını açtıkları zaman,cesedinin çürümediğini görmüşler.Yalnızca sol
bacağının dizden aşağısı çürümüş’(6) (7)
Sultan Sasa’ya izafeten burada bir cami vardı
Şeyh Seyyid Sa’saa camii:Hasan Paşa hanının batısında ve eski belediye
binasının binasının doğu bitişiğindeydi Yapım tarihi ve yaptıranın belli değilse
de,İlk Arap valisi Sultan Sa’sa’ya izafe edilmiştir.1926 yılında belediyece
yıktırılmıştır.A.Bulduk Elceizre isimli eserinde (s.212-214) bu caminin adı Sultan
Sa’saa olarak kayddilmişti.Ancak belgelerde Seyyid sa’sa olarak geçer(BA.,Cevdte
Evkaf,No.12308,Ali Emiri,III.Selim Tasnifi,No.3508).XIX.yüzyılda Diyarbakır’ın
önemli camileri arasındaydı.1794-1818-1824 ve 1826 tarihli Diyarbakır’da Kur’an
okunacak camilerle ilgili belgelerde,bu camiin Diyarbakır’daki camiler içerisinde
önemli bir yere sahip olduğu anlaşılmaktadır.(Diyarbakır Şer.Sic.No.355,s.2; No.5
90,s.35;No.351,s.40,No.631,s.26).Bunun yanı sıra Kasım 1738 (BA.Cevdet Evkaf.
No.12308) ve 1792 tarihli belgelerden (BA.Ali Emiri,III.Selim Tasnifi.No.3503) bu
tarihlerdeki cami görevlilerini de tespit etmek mümkündür. (8)
103
İmam Ukayl radyallahu anh efendimiz hazretleri
İmam Ukayl türbesi:Salnameye göre sahabedir.Zira isminin yanında
sahabeye ithaf olunan (RA) ibaresi vardır.Salnamede Diyarbakırda fabrika köyünün
üst kısmında İmam Ukayl türbesi bulunmaktadır.Halk bu türbenin Hz.Alinin abisi
olduğuna inanılır.Salnamede kendisi için (RA) ifadesi kullanılır.
Salname
Diyarbakır salnamelerinde (IV/208) Fabrika köyünde İmam Akil köyünde
İmam Akil (Ukayl) (RA) yattığı ifade edilir (1).Salnamede ;
İmam Ukayl, Dn vakıfi Diyarbakır’da çok önemsenmiş,kendine ithafen
vakıf ve mescidler yapılmıştır. Diyarbakırda İmam Ukayl Mescidi vardır. Kasap
Hacı Hüseyin Vakfı, İmam Ukayl Mescidinin yemek masrafları için kurulmuş bir
vakıftır. (9). Ukayl Mescidi Pamuçular Çarşısı yakınlarında idi. 1915’te yanmıştır.19.
yüzyılda işlekti (8).
104
Aşağıdaki belgelerde Peygamberimizin amcaoğlu Hz.Ukayl ve Diyarbakır
ilişkisi anlatılıyor.Tarihçi Erpolat hocamızın verdiği belgelere göz atalım:
Belge 1:Kısa belgenin ilk cümlesi şöyledir: “Marûz-i çâker-i kimesneleridir
ki İbn ‘Am cenâb-ı Resûl-i Kibriya Hz. Ukayl (RA) taala Efendimizin Diyarbekir
Vilayeti dahilinde Amid nahiyesinde vaki Mescid-i Şerifleriyle Türbe-i saadetlerine
merbut Tilvelik ? ve Dumlan? karyeleri hasılatının... (Başbakanlık Osmanlı Arşivi,
İrade-Evkaf katalogu, vesika no:6 iki adet belge)
Belge 1
Belge-2: Belgede Hz. Ukayl’ın imam olduğu bilgisi de var. “İbn ‘Am Cenab-ı
resul-i Kibriya İmam Ukayl (RA) hazretlerinin Diyarbekir vilayeti dahilinde...”
mescit ve türbesinin vakfının gelirinden bahsederken Hz. Ukayl’in imamlığına da
vurgu yapılıyor.
Belge 2
Diyarbakır’da İmam Ukayl’a ait(Peygamberimizin amca oğlu) mescid ve
türbesiyle ilgili yeni belgeler ortaya çıktı.Bilindiği üzere Diyarbakır Çarıklı beldesi
İmam Akil köyünde Hz.alinin ağabeyi İmam Ukalyl’ın mezarı olduğuna dair
daha önce basında haberler yer aldı.Diyarbakır Valiliği ile Dicle Üniversitesinin
birlikte hazırladığı Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır kitabı Hz. Ali’nin
ağabeyi,peygamberimizin amcaoğlu İmam Ukayl’ın türbesinin Diyarbakır’da
olduğunu teyid edici belgelere ulaşıldı
105
Kitap:Kenan Yakuboğlu,M.Salih Erpolat,Mustafa
Belgelerinde.Diyarbakır valiliği.Dicle Üniversitesi.2011 (10).
Belgeler ektedir
1.Belge BOA,İ.EV.446/6 a.22.10.1906
Sarıbıyık.Osmanlı
Hz Peygamber(SAV)’in amcasının oğlu Akil(RA)’ın Diyarbekir vilayetinin
Amid nahiyesinde bulunan mescidi ile türbesinin bağlı bulunduğu vakfın diğer
vakıflar gibi müdahaleden istisna tutulması konusunda Maliye Nezareti tarafından
Sadaretten izin talebini içeren belge
Birinci belge
İkinci belge:BOA,İ.EV.44/6 b.24.06.1907
Hz. Peygamber (SAV)’in amcasının oğlu Ukayl(Akil) (RA)’in Diyarbekir
vilayetinin Amid nahiyesinde bulunan mescidi ile türbesinin bağlı bulunduğu
vakfın gelirleri arasında Tilvelik ve Dolman köylerinin öşür hasılatından daha
önceki senelerden bakiye kalan 1197 kuruşun ödenmesi konusunda Diyarbakır
Defterdarlığının gönderdiği yazı üzerine konunun sadrazam tarafından padişaha
arz edildiği ve padişahın irade-i seniyyesini belirten başkitabet dairesinin notu yer
almaktadır
ikinci belge
106
Sahabe-i kiramdan Mir Seyyaf Hazretleri
Salnameye göre:Diyarbekir’de Karadeniz nam mevkide medfundur Bir
güne vakfı yoktur,türbesi ma’murdur (1).
Mir Seyyaf
Bu sahabe tebliğci değil,şehit sahabe kategorisindedir.
Mir Seyyaf (Radiyallahu Anh) Hasırlı Mah. Karadeniz 2 Sk Mir Seyyaf
Diyarbekir’in fethi esnasında şehid düşen sahabedir .(11) Türbe kesme ve moloz
taştan yapılmış, yakın tarihlerde onarılmıştır. Kare planlı olup, üzeri beşik tonozla
örtülmüştür. Girişin yanında içerisini aydınlatan bir penceresi bulunmaktadır.(12)
Sahab-i kiramdan Malik-i Ejder hazretleri
Defterdar camii şerifi civarında medfundur Bir güne vakfı yoktur, türbesi
ma’murdur (1).
Malik-i eşter’in burada sadece parmağının olduğu veya Mısır’da kabrinin
olduğu da ifade edilmektedir. Bu karışıklığı şu kaynak çözer, sanırım. Ebubekir
Feyzi,Hülasa-i Ahval-i Buldan fi memalik-i Devlet-i Ali Osman adlı eserinde burada
medfun sahabenin ismini Malik Azur olarak vermektedir.Mâlik -i Ecder Türbesi’ni
Nakip Efendi`nin yaptırdığı bilinmektedir. Türbe 3x3 m. ebadında küp şeklinde olup
siyah taştan yapılmıştır (13).
107
Malik-i eJter türbesi
Sahabe-i kiramdan Sultan Şecaaddin hazretleri
Diyarbekir’de Hazret-i Ömer cami-i şerifi civarında medfundur.Türbe-i
şerifesi ma’murdur, iki değirmen mevkutfur (1).
Sultan Şecaaddin hazretleri
Diyarbakır Mardin Kapısı içerisindeki Deliller hanı’nın karşısındadır.
Türbenin kitabesi bulunmadığından ne zaman yapıldığı konusunda kesin bir bilgi
bulunmamaktadır. Ancak, türbenin önündeki Sultan Şuca’ya ait çeşmenin üzerinde
1208-1209 tarihli bir kitabe bulunmaktadır. Ayrıca Vilayet Salnamelerinde de Sultan
Şuca’nın Mardin kapısı yakınında medrese, türbe ve çeşme yaptırdığı belirtilmiştir.
Buna dayanılarak türbenin de XIII. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır.
Türbenin mimarı belli değildir. Türbe kesme ve moloz taşlardan yapılmıştır. Kare planlı olup, üzeri piramidal
bir çatı ile örtülmüştür. Türbe içeriden kubbe ile örtülüdür. Kubbeye geçiş mukarnaslı
tromplarla sağlanmıştır. Türbenin dış yüzünde değişik zamanlarda yapılan onarım
izleri görülmektedir (12).
108
Sahabe Abdurrahman
Örfizade Vakfının 11 Şevval 942 (1536) Tarihli Tescilli Vakfiyesinin
Türkçe’ye Çevrilmiş Son Sayfası
Örfizade vakfının yaklaşık Yavuz Sultan Selim zamanına uyan 11 Şevval 942 tarihli
Seyyid Ömer mühürlü mahkeme tescilli vakfiyenin son sayfasında “adı geçen
mahallede eski medrese ve Şeyh Said’in Cündiye ve Kadiriye tekkesi de denilen
evde malum makam ve eski bir ziyaret ve sahabi Abdurrahman (RA)nın yatmakta
olduğu ev ise, şu anda biz içinde oturuyoruz, bizden sonra zürriyetim ve akrabalarım
oturacaktır. Fakirlerde yedi gün misafir edilirler. Bu ev saygındır, ihmal etmeyin,boş
sanmayın, ruhaniyetle doludur, sakın ona karşı saygısızlık etmeyin” denmektedir.
Kabir İsmet paşa ilkokulunun karşısında EHİDER okuma salonunun bahçesindedir.
İbavender=Sultan Saad
Dağkapı bitişiğindeki sahabe mezarı için Ebubekir Feyzi, İbavender de
denilen Sultan Saad’a ait olduğunu ifade eder (13).
Dağkapıda bir sahabe mezarı bulunmaktadır. Sultan Abdülmecid’e sunulan
Feyzullah efendinin raporunda buradaki sahabenin ismi
İbavender olarak geçer.Burada Ebu Muhsin Sahad bin
Ebi Vakkas ismi geçmektedir.Belirtilen sahabenin Saad
bin Ebi Vakkas’la ilgisi yoktur.Bu sahabe Diyarbakır’a
hiç gelmemiştir.Irak orduları baş komutanıdır.Buradaki
mezarlardan biri İbavender’dir.Diğeri ise Güney
kafkasyadan gelen arakçın Mezandaridir.Bu evliyanın
soyu müftüler ailesi,Uluğ’lar olarak geçer.
Diyarbakır Müftülüğünün yorumu: Merkez
Sur İlçesi’nde, Ulu Beden Burcu’nun arkasında,
çevresi demir parmaklıkla çevrilmiş iki kabir
bulunmaktadır. Mezar taşlarından birinde sonradan
Sultan Sahad
yazıldığı anlaşılan Türkçe “Sahat b. Vakkas Ebu’l-Muhsin”
yazısı bulunmaktadır.
Diğer kabirde ise Arakçîn Baba diye de bilinen Şeyh Mehmed-i Berzencanî
medfûndur ( Arakçîn Baba Türbesi). “Sahat b. Vakkas Ebu’l-Muhsin” şeklinde
belirlenen kabirde Diyarbakır’ın fethine katılan bir sahâbenin medfûn olduğuna
109
inanılmaktadır. Bu “sahâbe”nin ise ünlü sahâbe Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) olmadığı
bilinmektedir. Çünkü Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.)’ın Diyarbakır’ın fethine katıldığına
dair bilgi bulunmadığı gibi künyesi de Ebu’l-Muhsin değil, Ebû İshak’tır. Ayrıca
Hz. Sa’d (r.a.)’ın kabrinin Medine’de Bakî Mezarlığı’nda bulunmaktadır. 1316/1898
tarihli Salnâme-i Diyarbekir’de, Diyarbakır’da kabri bulunan Peygamber, sahâbe ve
evliyâya ait türbelerin anlatıldığı kısımda Diyarbakır’da “Sahat veya Sa’d” isimli bir
sahabinin medfûn olduğuna dair de bilgi bulunmamaktadır.
Bütün bu bilgiler dikkate alındığında Sa’d b. Ebi Vakkas’a ait zannedilen bu
mezarın, “Sa’d-Saad” veya mezar taşında yazıldığı şekliyle “Sahat” adında başka bir
sahabîye ait olduğu düşünülebilir.Buna karşın Ebubekir Feyzi, Sultan Abdülmecid’e
ithaf ettiği Hülasa-i Ahvali’l-Buldan fi memâlik-i Devlet-i Al-i Osman adlı eserinde,
çarşı içerisinde bulunan bu kabrin “İbavender” de denilen Sultan Saad’a ait olduğunu
ifade etmektedir (13).
Diyarbakır türbelerini ifade eden 19.yüzyıl Diyarbakır salnamelerine göre evliya
türbeleri (1).
Esami şerifeleri
Türbe ve merakıdı
şerifeleri mevkii
Diyarbakır merkez
Şüheda-i kiramdan Bab-ı
Kal Hazretleri
Türbeleri
Diyarbakır’da Hindibaba
civarında medfundur.
Eizze-i Kiramdan Sarı
Saltah-ı Gülşeni Haretleri
Diyarbekir’de Rumkapı
civarında zaviye-i
Şerifelerinde medfundur
Eizze-i kiramdan Şeyh
Halil-i Gülşeni hazretleri
Diyarbekir’de Camiussafa
derununda medfundur
Eizze-i kiramdan Şeyh
Ahmedi Gülşeni haretleri
Eizze-i kiramdan Muslihiddin Lari Hazretleri
Diyarbekir kabristanında
medfundur
Eizze-i kiramdan Şeyh
Muhammed Amidi Hazretleri
Diyarbekir Mardin
kapısı haricinde türbe-i
Şerifelerinde medfundur
110
Malumat-ı saire ve
mülahazat
Esami şerifeleri
Türbe ve merakıdı
şerifeleri mevkii
Eizze-i kiramdan Şeyh
Muhammed Amidi Hazretleri
Diyarbekir Rumkapı
haricindeki merkad-ı
Şerifelerinde medfundur
Eizze-i kiramdan Şeyh
Aziz Mahmud-ı Ermevi
Hazretleri,
Diyarbekir Dağ kapısı
ittisalinde medfundur
Eizze-i kiramdan Şeyh
Bilal Hazretleri
Eizze-i kiramdan Şeyh
Mutahhar Hazretleri
Eizze-i kiramdan Şeyh
Tahir-i Halveti Hazretleri
Diyarbekir Rum kapısı
haricinde medfundur
Diyarbekir’in Şeyhmatar
camiinde medfundur
Diyarbekir içkalede
medfundur
Eizze-i Kiramdan Çifte
Evliya Hazretleri
Diyarbekir hükümet
konağı pişgahında
medfundur
Eizze-i kiramdan Hindi
Baba Hazretleri
Diyarbekir’in Aynüzülal
nam mevkide medfundur
Eizze-i kiramdan Şeyh
Hançer Güzar Haretleri
Diyarbekir’in
Hüsameddin
mahallesinde medfundur
Eizze-i kiramdan Şeyh
Saadeddin-i Cibavi
ahfadından Şeyh
Abdurrahman Hazretleri
Diyarbekir’in
Saadeddin Cibavi
zaviyesinde medfundur
Eizze-i kiramdan Şeyh
Mahmud-ı Nakşi
Hazretleri
Rum kapısı haricinde
medfundur
Malumat-ı saire ve
mülahazat
Müsakkafat-ı vakfiye
icarıdır
Müşairün-ileyhimanın
isimleri gayri ma’ruf
olup ala-rivayetin
havariyundan oldukları
meşhurdur.
Eizze-i kiramdan
Dağ kapısı haricinde
Kurmaşlı Şeyh Mehmed medfundur
Efendi
111
Bavekal
Şüheda-i kiramdan Bab-ı Kal hazretleri Diyarbakır’da Hindibaba civarında
medfundur. (1) (14). Bavekal: Bab-ı Kal farsça pir anlamına gelir. Bu semtte Merkez
bankasının yanında Bab-ı kal(ihtiyar) baba yatmaktadır. Asıl simi seyid Hüseyin’dir.4
asırdır burada yatmaktadır. Ailenin bir kolu Suriye’de,bir kolu da Kızıltepe’dedir.
Her yıl Ağustos ayında Kızıltepe’de mevlüdü vardır.Suriyeden ve bölgeden torunları
buraya gelir.Ziyarete Suudi Arabistan’dan torunları da gelmektedir.
Bavekal hazretleri
Şeyh Muhammed Gülşeni ve Gülşeniler (Mardinkapı) Türbesi
Şeyh Muhammed Gülşeni türbesi Halveti tarikatının bir kolu sayılan Gülşeni
tarikatının kurucusu İbrahim Gülşeni’nin babasıdır. Tamamen kesme taştan yapılmış
olan türbe, kare gövde üzerine, içten pandanifli kubbe, dıştan piramidal çatıyla
örtülü bir yapıdır. Etrafı duvarla çevrilidir. Türbenin güneyinde aynı ismiyle taşıyan
bir namazgâh kalıntısı var Namazgah. M.1859’da Vali Mahmud paşa tarafından
yaptırılmıştır. M. 1434 tarihinde vefat etmesi muhtemeldir. (M.Değer, Beysanoğlu:Ş.
Diyarbakır’ folklorunda halk hekimliği San matb. Ank..1992.s.70)
Şeyh Muhammed Gülşeni ve Gülşeniler (Mardinkapı)
112
Sarı Saltuk
Türbe halk arasında sarı sadık deniliyorsa da,o türbede gülşeni hacı ali halife
yatmaktadır
Salnameye göre Eizzei kiramdan Şeyh Halil-i Gülşeni hazretleri Eizze-i
kiramdan Şeyh Ahmedi Gülşeni hazretleri Diyarbekir’de Camiussafa derununda
medfundur (1). Diyarbakır Urfa Kapısı’nın iç kısmındadır. Yanında Gülşeniler
Tekkesi bulunmaktadır. Türbenin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı ve
türbede kimin yattığı da bilinmemektedir. Halk arasında Sarı Saltuk Türbesi
olarak tanınmaktadır. Geç dönemlerde yapılan onarımlar türbenin orijinalliğini
değiştirmiştir. Bununla beraber kesme taştan sekizgen planlı ilginç bir yapı olup,
içeriden kubbe, dıştan da piramidal çatı ile örtülüdür. Türbenin dış cephesine hareket
kazandırmak için siyah beyaz taşlardan yer yer kûfi yazı frizlerine yer verilmiştir.
(12) Süslemeler siyah bazalt ve beyaz kalker üzerine oyma ve kakma tekniğiyle
oluşturulmuştur. Dış mimaride süsleme cephelerde kullanılmıştır Çokgen gövdenin
üst kesiminde bir kitabe kusağı yer almaktadır. Beyaz kalker üzerine celi sülüs
hatla yazılan kitabe süsleme unsuru taşımamaktadır. Bu kitabenin üstünde iki sıralı
mukarnas konsol dizisine yer verilmiştir. Mukarnasların alt sırası topaçlı üç dilimli
yelpazelerin belirli aralıklarda dizilmesiyle oluşmaktadır. İkinci sıra yuvarlak
kemer formlu yuvacıklardan meydana gelmektedir. Yuvacıkların yüzeyi bademlerle
dolgulanmıştır.Kuzey taraftaki iki kenarın üst kesimine kare panolar yerleştirilmiştir.
Panoların yüzeyine makıli hatlı yazılar islenmiştir. Yazılar beyaz kalker zemin
üzerine siyah bazalttan harflerin kakılmasıyla oluşturulmuştur.Dış mimaride kapı ve
pencere düzenlemelerinde kemerler siyah-beyaz iki renkli taslarla oluşturulmuştur.
Batıdaki pencerenin yer aldığı sivri kemerli nişin köseliklerine birer sütunçe
yerlestirilmiştir. Kemerin oturduğu sütunçelerin silindirik gövdeleri burmalı yivlerle
hareketlendirilmiştir. Gövdeden burmalı bileziklerle ayrılan sütunçe baslıkları
aşağıda silindirik olarak başlamaktadır. Yukarıya doğru genişleyerek dörtgen
prizmal formda sonlanan baslıkların yüzeyi girift rumi-palmet kompozisyonları ile
dolgulanmıştır. Prizmal bölümün görünen yüzeylerine yarım sekiz köseli yıldızların
yan yana diziminden oluşan düzenleme işlenmiştir.
Güneyde türbeye girişin sağlandığı kapının yanında dikdörtgen bir niş
bulunmaktadır. Nişin kenarlarına birer sütunçe yerleştirilmistir. Sütunçeler üst
köseleri yuvarlatılmış küp altlıklar üzerine oturmaktadır. Sütunçelerin tüm yüzeyi
süslenmiş durumdadır. Soldaki sütunçenin altlığında iki farklı süsleme uygulanmıştır.
Altta zikzak hatlı iki şeritli örülmektedir. Böylece zeminde eşkenar dörtgenler
meydana gelmektedir. Altlığın üst kesimine yarım altı kollu yıldız motifi işlenmiştir.
Sağ sütunçenin altlığında bütün yüzey altıgenlerden meydana gelen geometrik
kompozisyonla süslenmiştir. Sütunçelerin gövdesi aynı geometrik kompozisyon ile
kaplanmıştır. Kompozisyonda yatay ve dikey eksenlerde kesişen ikili zencerekler
dört kollu yıldız motifleri ile aralarda sekiz köseli yıldızlar meydana getirmektedir.
Zemindeki yıldızların içleri birer gülbezekle dolgulanmıstır. (27)
113
Sarı saltuk-Gülşeni Türbesi
Sarı Saltuk Türbesinde İki Mezar
114
Anadolu ve balkanlarda sarı saltuk
(Diyarbakır’da Sarı Saltuk efsanesi) ( Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın
Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi )
Türk tarihinin ve Türk kültürünün önde gelen simaları yüzyıllar geçse bile
milletimizin gönül dünyasında yaşamağa devam ederler. Dede Korkut’tan Nasrettin
Hoca’ya, Hoca Ahmet Yesevî’den Yunus Emre’ye, Oğuz Kağan’dan Fatih Sultan
Mehmet’e, Kanuni Sultan Süleyman’dan Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’e kadar
adları ciltlere sığamayacak kadar çok olan devlet ve kültür adamlarımız sadece
yaşadıkları coğrafya parçasında değil, bütün Türk dünyasının gönlünde yaşamakta
ve saygıyla anılmaktadır.
Bu şahsiyetlerden biri de Sarı Saltuk’tur. Ölümünün üzerinden yüzyıllar
geçmesine rağmen Sarı Saltuk hâlâ Anadolu, Rumeli ve Balkan Türklerinin günlünde
ve hafızasında yaşamaktadır. En doğuda Diyarbakır ve Tunceli’den başlayıp Bor,
İznik, İstanbul’dan Romanya, Bulgaristan, Arnavutluk, Makedonya, Bosna Hersek’e
kadar uzanan çizgide bulunan Sarı Saltuk’a ait türbe ve makamların büyük bir
saygıyla ziyaret edilmesi, menkıbelerin anlatılması Sarı Saltuk’un hatırasının canlı
bir şekilde yaşamakta olduğunun birer delilidir. Sadece Müslüman Türkler arasında
değil Ortodoks mezhebine bağlı Hıristiyan dinindeki Gagauz Türklerinin de Sarı
Saltuk’u millî hafızalarında yaşatmaları, ondan saygıyla söz etmeleri ve onu bir Türk
azizi kabul etmeleri dikkat çekicidir.
Peki kimdir Sarı Saltuk ? Ne zaman yaşamış, neler yapmıştır?
Sarı Saltuk, Anadolu ve Rumeli’nin fethi esnasında gazalara katılan,
kahramanlığı ve velayeti ile daha yaşarken efsanevî bir şahsiyet haline gelen bir
Türk kahramanıdır. Hayatı etrafında oluşan menkıbelere diğer gazi ve velilerin
menkıbeleri de karışmıştır. Bu sebeple Sarı Saltuk’un gerçek hayatı ile ilgili bilgileri
elde etmek son derece güçleşmiştir. Tarihî kaynaklarda yer alan Sarı Saltuk ile ilgili
bilgiler Sarı Saltuk’un gerçek hayatını ortaya koyacak nitelikte değildir. Gerçek
hayat ile menkıbevî hayat birbirine karışmıştır. Üstelik tarihî kaynakların Sarı Saltuk
hakkında verdikleri bu bilgilerin bazan birbiriyle çeliştiği de görülmektedir.Sarı
Saltuk’un destanî şahsiyeti ile ilgili bilgileri çeşitli menakıb-nâmelerde [2] ve velayet
nâmelerde bulabilirsek de hiç şüphesiz bu konuda en önemli kaynak, doğrudan
doğruya Sarı Saltuk’un hayatını konu alan Saltuk-nâme adlı eserdir. Ebül¬hayr-ı
Rûmî adındaki bir yazar Cem Sultan’ın emri üzerine Anadolu ve Rumeli’yi adım
adım dolaşarak Sarı Saltuk’a ait menkıbeleri toplamış ve üç ciltlik bir eser haline
getirmiştir. Eser tahminen 1480 yılında tamamlanmıştır.
Saltuk-nâme’ye göre Sarı Saltuk’un asıl adı Şerif Hızır’dır. Babasının adı
Seyyid Hasan’dır. Şerif Hızır, üç yaşındayken babasız kalır. Şerif’in yetiştirilmesi
işini Seravil adındaki bir lala üstlenir. Kısa sürede ata binmeyi, ok atmayı, kılıç
115
kullanmayı öğrenen Şerif Hızır, Türk destanlarındaki alp tipinin önemli bir örneğini
teşkil eder.
Şerif Hızır’ın Saltuk adını alışı ise bir geleneğe dayanmaktadır. Bu gelenek,
kişinin gösterdiği kahramanlık sonucu ad almasıdır. Dede Korkut Kitabı’nda
örneklerini gördüğümüz ad alma-ad verme olaylarının [7] benzerleri Saltuknâme’de de yer almaktadır. Kahramanımıza Saltuk adını, savaşta yendiği Alyon
adlı bir düşmanı vermiştir. Müslüman olan Alyon’a da Saltuk, İlyas adını verir. [8].
Bu ad verme olayı dışında eserde geçen diğer ad verme olayları Saltuk’a yenilerek
Müslüman olan kişilere Saltuk tarafından bir Türk adı verilmesi ile ilgilidi
Sarı Saltuk, bir destan kahramanında bulunması gereken bütün özelliklere
sahiptir. Son derece güçlüdür, yüreğinde korkunun zerresi bile yoktur. Tek başına
düşman içine yanar od gibi girmekte, düşman kalelerini fethetmektedir. Aman
dileyen düşmanına karşı ise merhametlidir. Saltuk-nâme’de, yiğitte bulunması
gereken özellikler ok atmak, yazı yazmak, suda yüzmek ve yigitçe gezmek olarak
sıralanırken, Sarı Saltuk’un bu dört hünerde mahir olduğu özellikle belirtilir.
Bu özellikler dışında Sarı Saltuk’un olağan üstü güçleri de olduğu
Saltuk-nâme’de mübalağalı bir şekilde anlatılmaktadır. Çok uzaklarda aleyhinde
söylenenleri işitebilmekte, oturduğu yerden bir kılıç darbesiyle bir başka diyardaki
düşmanını öldürebilmekte, göz açıp kapayıncaya kadar bir diyardan bir başka diyara
gidebilmektedir. Düşmanları bir türlü Saltuk’u öldürememektedir; ok atarlar batmaz,
kılıç vururlar kesmez, büyü yaparlar tesir etmez, suya atarlar boğulmaz, ateşe atarlar
yanmaz. Bütün cinler ve melekler Sarı Saltuk’un yardımcısıdır. Hatta bu cinlerden
birisi ile ahiret kardeşi bile olmuştur. Düşmanları ise kâfirler, zâlimler, cadılar, devler,
canavarlar ve kötü cinlerdir. Bütün bu özellikler göz önünde bulundurulduğunda,
Sarı Saltuk’un alp-eren kişiliğinin yanı sıra, bazı menkıbelerde bir masal kahramanı
kimliğiyle karşımıza çıktığı da görülmektedir.
Saltuk-nâme’ye göre Sarı Saltuk 99 yıl yaşamış, sonunda düşmanları
tarafından zehirlendikten sonra hançerlenerek şehit edilmiştir. Ancak, son nefesini
vermeden önce de kendisini zehirleyen ve hançerleyen düşmanını öldürmüştür.
Sarı Saltuk’un türbe ve makamları üzerine yapılmış bazı çalışmalar
bulunmaktadır. F.W. Hasluck Kaliakra (Varna/Bulgaristan), Babaeski, (Türkiye),
Babadağ (Romanya), Ohri (Makedonya), Kruya’daki türbe ve makamları araştırmış;
Ragıp Önen Bor’daki türbeyi tanıtmış; Nazmi Sevgen, Sarı Saltuk ile Aiyos Spiridon
arasındaki ilgiyi ele aldığı yazı dizisinde Babadağ (Romanya), Tunceli, Diyarbakır,
Babaeski, Bor, Rumelifeneri’nde bulunan türbe ve makamları tanıtmış Machiel Kiel
Babadağ’daki türbeyi ve bu türbenin tarihini incelemiş; Grace M. Smith Babaeski,
İznik, Bor, Diyarbakır, Babadağ (Romanya), Blagay (Bosna-Hersek)’da bulunan
türbe ve makamlar hakkında genel bilgiler vermişNimetullah Hafız İpek’teki, Tacida
Hafız Blagay’daki türbeler hakkında bilgiler veren bildiriler sunmuşlardır. .
116
Diyarbakır şehir merkezindeki Urfa Kapısı yakınlarında Gülşeniler Tekkesi olarak
adlandırılan tarihî yapılar arasında Sarı Saltuk’un bir türbesi de bulunmaktadır. Kesme
taştan yapılan sekiz köşeli bir yapı olan türbe, içeriden bir kubbe, dışarıdan da yüksek
bir kasnak üstünde piramit biçimi çatıyla örtülüdür. Türbe, dört bir yanı duvarla çevrili
külliyenin içindedir. Külliyede halen ibadete açık bir mescit bulunmaktadır. Türbe,
girişin hemen sağındadır. Türbenin eskiden iki pencereli olduğu anlaşılıyor. Sonradan
bu pencerelerden biri örülerek iptal edilmiştir. Mescidin yanında ayrıca iki de mezar
bulunmaktadır. Halk, türbede yatan kişiyi Sarı Saltuk, Sarı Sadık, Seyyar Saltuk
gibi adlarla anmaktadır. Sarı Sadık Camii imamı Sadık Özbağlar’ın anlattığına göre
türbede gömülü olan kişi alplar döneminde yaşamış bir alp-eren olan Sarı Saltuk’tur.
Ölümü yaklaştığında adamlarına şöyle bir vasiyette bulunmuştur: «Ben öldüğüm
zaman yedi tabut hazırlayacaksınız. Bu tabutlardan birinde ben olacağım, altısı ise
boş olacak. Boş olanları küffar diyarlarına gömeceksiniz. Tabutumun bulunduğu
ülkeleri Türkler küffardan alacak.». Halk arasında yaşayan başka rivayetler de
vardır. Bu rivayetlerden birine göre Sarı Saltuk gezgin bir evliyadır. Gazalara da
katılmıştır. İnanışa göre Diyarbakır’da yaptığı bir savaş sırasında şehit düşmüş ve
türbenin olduğu yere gömülmüştür. Türbenin halk inanışlarında önemli bir yeri
vardır. Cuma akşamları (perşembeyi cumaya bağlayan akşam) türbeyi yalın ayakla
ziyaret eden kadınlar can u gönülden bir dilekte bulunurlarsa bu dileklerinin yerine
geleceğine inanmaktadırlar. Sıkıntıya düşen bir kimse Sarı Saltuk’un adını üç defa
anarak yardım isterse, hemen imdada yetişeceğine inanılır. Birinden kötülük gören
kişinin türbeye gelerek kendisine kötülük yapana kılıç çalması için duada bulunduğu
da oluyormuş. Hastası olan, kocası işsiz olan, evlenmemiş kızı bulunan kadınlar
türbeye gelip dertlerine deva bulmağa çalışırlar, türbeye mum dikerler. Sarı Sadık
Camii imamı, kadınların türbeye mum dikmesinin dinimizce uygun bir iş olmadığını
söylüyor, ancak buna mani olamadıklarını belirtiyor. Sarı Saltuk’u rüyasında
görenler gelip adakta bulunurlarmış. Dilekleri gerçekleştiği takdirde türbede horoz,
koyun, keçi gibi hayvanları adak olarak keserlermiş. Çevredeki cami ve binaların
duvarlarını sarmaşıkların sarmasına, hatta tamamen kaplamasına rağmen Sarı Saltuk
türbesini yıllardır hiçbir sarmaşığın sarmaması da Sarı Saltuk’un manevî gücüne
bağlanmaktadır.
Eizze-i kiramdan Muslihiddin Lari hazretleri
İranda Laristan’da doğdu. Hindistan, Halepte bulundu. İstanbulda Ebussud
efendiyle beraber oldu. Sonra Diyarbakıra geldi. İskender paşa çocuklarına onu
hoca tayin etti.Hüsrev paşa medrese müderrisliğini verdi.1591’de vefat etti. (1)
(14). Palu (Parlı) Camii ismi de verilen yapı batısında büyük Hekim Muslihiddin-i
Lari’nin mezarı vardır. 29 eseri vardır. Hadis, tefsir,f ıkıh, kelam, dil ,tarih, mantık
eserlerinin yanı sıra 2 astronomi eseri vardır. Bu eserler Kandilli ve Süleymaniye
kütüphanesindedir.
117
Muslihidin larinin mezarı-ilk mezar-Safa camii
Aziz mahmud Urmevi
Aziz Mahmut Urmevinin mezarı yıkılmıştır.TRT’nin arkasında apartmanlar
arasında yapılan parkta mezartaşı vardır. Bir ağacın altında medfundur.Şu an kabri
yapılmıştır
Seyyid Mahmud Efendi, Tebriz yakınlarında Urmiye isimli bir beldedendir.
Babası Nakşibendî meşâyihından, “Koç Baba” diye anılan Seyyid Ahmed Efendi’dir.
Babasından zâhirî ve bâtınî ilimleri tahsil ederek irşâd izni almıştır. Bir müddet sonra
babası vefat edince kendisi Diyarbakır’a gelip buraya yerleşmiştir. Ahâlî arasında
da “Urmiye Şeyhi” diye meşhur olmuştur. Mahmud Efendi, Diyarbakır’da bir tekke
yaptırarak burada insanları irşâd etmeye başlamıştır. Metin Sözen’in Diyarbakır’da
Türk Mimarisi isimli eserinde, Azizoğlu Tekkesi diye isimlendirdiği bu yapı, yine
aynı müellifin verdiği bilgiye göre 1630-1637 yılları arasında yaptırılmıştır (15).
118
Eizze-i kiramdan Şeyh Tahir-i Halveti hazretleri:
Diyarbekir içkalede medfundur (1).
Şeyh Tahir-i Halveti hazretleri
Eizze-i Kiramdan Hindi Baba Hazretleri
Diyarbekir’in Aynüzülal nam mevkide medfundur (1).
Hindi baba hazretleri kabri
Hindi baba Süleyman Nazif’in dedelerindendir. Akkoyunlu devleti, Hindi
aşiretindendir. Diyarbakır’da Tıgrel soyadlı kişiler bu sülaledendir.16. yüzyılda
yaşamış sevilen, saygı gören bir ulu kişiydi. (16) (17). Süleyman Nazif’in annesi
Ayşe hanım Akkoyunluların Hindi adıyla anılan bir Türk aşiretine dayanır (18).
119
Eizze-i kiramdan Şeyh Hançer Güzel hazretleri
Diyarbekir’in Hüsameddin mahallesinde medfundur (1). Hançer-i Güzel,
Meryemana kilisesi yakınındadır.
Hançer-i Güzel=Ahsenül Hançer Ebul Muhsin (RA)
Çok güzel bir hançere sahip olduğundan bu lakabı aldığı ifade edilir.(19).Rivayete
göre Ebul Muhsin(RA),Hz. Ali’nin katıldığı bir savaşta Hz.Ali ile savaşırken, Hz.Ali
bu kişinin çok güzel kılıç kullanıp iyi bir savaşçı olduğunu anlayınca uzun bir
mübareze sonucu esir alır. Onu Müslüman yaptıktan sonra bu kahramanlığını Allah
yolunda kullanmaya başlar.(20)
.
Hançeri Güzel Camii İmam-Hatibi. Mehmet Selim Yıldırım bu mekanı şu
şekilde anlatır.Sahabe kenti olarak anılmaya başlanan Diyarbakır,638 yılında İslam
ordusu tarafından fethedildiği vakit,Iyaz bin Ganem komutasındaki bu orduda 8 bin
asker ve bu askerlerin içinde bin kadar sahabe bulunmaktaydı.Fetih sırasında Hz
Halid b. Velid’in oğlu Hz Süleyman ve beraberindeki sahabeler şehit düşmüş ve
bugünkü adıyla Hz Süleyman Camii’nde defnedilmişlerdir.Bu şehit sahabelerden
başka şehrin değişik yerlerinde şehit oldukları değişik kaynaklarca belirlenen 13
şehit sahabe türbesi daha bulunmaktadır.
Her şehit sahabe türbesinin kaynaklarda ve halk arasında rivayet edilegelen
bir hikayesi bulunmakla beraber işin aslını ve hakikatini ancak Allahu Zülcelalin kesin
bildiği kanaati hasıl olmalı düşüncesiyle hareket edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu
türbelerden biri de, Sur içinde Lalebey Mahallesinde Hançeri Güzel Camii isimli
cami içerisinde medfun bulunan, en makul,akla yatkın rivayet ve kaynaklara göre
asıl lakabı Ahsenül Hançer olup,hakkındaki iki rivayetten birine göre ismi Ebül
Muhsin diğerine göre Ebül Mucin olan şehit sahabe bulunmaktadır.Halk arasında
bu zat hakında değişik rivayet ve hikayeler anlatılmaktadır.Ama yıllardır bu çevrede
uzun süre yaşamış,bazıları halen bu semtte bazıları uzak semtlere veya başka
şehirlere taşınmış büyüklerle yaptığımız fikir alışverişinde bu şehit zat hakkında
ortak bir noktada buluştuk.
120
Anlatılan en kuvvetli rivayete göre Ahsenül Hançer lakablı Ebul Muhsin
yada Ebul Mucin hazretleri, yeri kesin bilinmemekle beraber kendi yöresinde
kullandığı hançeriyle meşhur ve kılıç kullanma ustalığıyla nam salan biri iken, Hicaz
bölgesinde Hz Ali(ra)’ın kılıç kullanmadaki maharetini duyar ve onunla yine(halkın
tabiriyle) cenk etmeye karar verir.Bu sırada Hayber Kalesini kuşatan İslam ordusuna
ulaşır ve Hz Ali(ra) ile ceng etmeye geldiğini, yenilipte yaşaması halinde şehadet
getirip müslüman olacağını beyan eder.Hz Ali(ra) bu teklifi kabul eder ve kılıçla
çarpışırlar.Her ikiside kılıç kullanmada usta oldukları için birbirlerini yenemezler.
Ancak bizde oluşan kuvvetli kanaate göre Hz Ali(ra) bu şahıstaki yüreği ve cevheri
görüp bilerek vurmadığıdır.Kılıçla yenişemeyen ikiliye güreşme önerisi yapılır ve bu
öneri kabul edilir.Güreşte Hz Ali(ra) galip gelir ve bu zat şehadet getirip müslüman
olur.Hz Ali(ra) cesur yürekli bu şahsı himayesine alır ve manevi evladı ilan eder.
638 Yılında İslam ordusuyla Diyarbakırın fethi sırasında çıkan çarpışmalarda
şehit olduğu rivayet edilmektedir. Medfun olduğu Hançeri Güzel Camii’nde görev
yapan din görevlileri ve mahalle sakinleri tarafından çok defa değişik vaziyetlerde
görüldüğü anlatılmaktadır. Özellikle sabah namazları vaktinde görüldüğüne dair çok
söylenti vardır. Camide uyumak isterken bir sesle uyarıldığını, camide görültü ve
nahoş kelimeler kullandıkları sırada bir kapının üzerlerine düştüğünü, uzak illerden
“bizim rüyamıza gelip bizi buraya çağırdı” diyenlerle görüştüğümüz oldu. Dokuz
yıldır bu camide görev yapan biri olarak cami tamiri ya da bir eksiği gidermek için
ne düşündüysem, planladıysam “Hançer baba halleder” diyenlerin dediği olmuş
ve yapmak istediklerim en kısa zamanda Allahın izniyle hallolmuştur. Halen bu
camide görev yapmakta, zor anlarımda yada faydalı bir şeyler yapmak istediğimde
Ahsenül Hançer Ebül Muhsin Hazretlerinin manevi varlığını yanımda, arkamda
hissetmekteyim.
Kaleme aldığım bu yazının gerçeğe aykırılığından Allah’a sığınıyor,
sahabe kenti Diyarbakır’ımızda bu zatların varlığına,çokluğuna ve bizleri bela ve
musibetlerden Allah’ın izni ile koruduklarına içten inanan biri olarak “Yüce Rabbim
cümlemizi bu şehit zatların yardımına,sevaplarına nail, hesap gününde bizlere
şefaatçi eylesin inşallah” diyorum…
Eizze-i kiramdan Arakçın-ı Mazenderani hazretleri Diyarbekir Dağ kapısı
ittisalinde medfundur. (1) (14).
Arakçın-ı Mazenderani hazretleri
121
Kafkasya’daki gence kasabası Berzenc bucağındandır. 13. yüzyılda şehrimize
yerleşen bir din adamıdır. Soyundan birçok müftü yetiştiğinden Müftüzadeler adıyla
anılırdı. Uluğ soyadını taşıyan kişiler bu soydandır. Dağkapı’da Sahabe Sahad bin
Ebi Vakkas’ın yanında medfundur
Arakçin ter çeken başlık demektir. Başına örttüğü arakçin nedeniyle bu ismi
almıştır. Mezarın yakınında bugün olmayan Rifaiye tekkesi vardı (13).
Şeyh Baha Uluğ efendi müftüzadelerden Fazıl Efendi’nin oğludur. Aile
450 yıl Diyarbakır’da yerleşik bir ailedir. Bu aileden 7 kişi müftülük yaptığından
Müftüzadeler diye lakaplandırılmıştır. Diyarbakır’a ilk gelen dedeleri Dağkapının
şehir içi tarafından sağ yanında bulunan iki mezardan biri olan Şeyh Muhammed
Mazendari’dir. Mazenderan İran’ın bir bölge adıdır (14).
Eizze-i kiramdan Şeyh Mutahhar Hazretleri
Diyarbekir’in Şeyhmatar camiinde medfundur. Müsakkafat-ı vakfiye icarıdır
(1).Yol çalışması esnasında kabir yıktırılmıştır. Cesed yan bahçededir
Dört ayaklı minare camii (Şeyh Mutahhar camii)
Fatihpaşa’da ziyaret Seyyid Ali Baba türbesi
Diyarbakır fethi esnasında şehit düşen sahabe olması muhtemeldir (13).
Seyyid Ali Baba türbesi
122
Şeyh Güzel
Diyarbakır dedin mi akla ilk gelenlerden biriydi Şeyh Güzel.
Şeyh Güzel.
Şeyh Güzel’in Seyfülmülük’te kabri
Bu zatı tanımak için Diyarbakır’ ın yerlilerine sormak gerekir. Torunu
İbrahim Kardaş anlatıyor. Ama ben gördüklerimi anlatmak istiyorum. Şeyh güzel
efendi eski kasaplar çarşısında iki tane dükkânı olan ve geçimini manavcı olarak
idame ettiren bir zattı. Bir dükkânı manav olarak kullanırken diğer dükkânını ise
yüzlerce yılanı beslemek için kullanırdı. Dükkânda torbaların içerisi yüzlerce yılanla
doluydu. Yılanlı, Akrepli şehir olarak bilinen Diyarbakır evlerinin çoğu ahşap
evlerden kuruluydu ve evler yılan, akreplerle doluydu. Kim evinde yılan, akrep
görse soluğu Şeyh Güzel efendinin yanında alırdı. Şeyh baba gider yılanları çağırır,
yakalar, dükkâna getirir ve yılanları dükkânında beslerdi. Şeyh baba kime apsun
verse yılan ve akrep bunları ısırmazdı.
Kasaplar çarşısına girdiğinizde yüzlerce insanın şifa bulmak için
Şeyh Güzel’ in dükkânı önünde sırada olduklarını görürdünüz. Şeyh Güzel de
bunlara şifa dağıtırdı.Doktora gitmesi gerekenleri de doktora gönderirdi.
123
Diyarbakır’ da yaygın olarak bilinen kan davalarına Şeyh Baba gitti mi iki
tarafı da barıştırırdı. Husumeti ortadan kaldırırdı.1981 yılında rahmete gitti. Vasiyeti
üzerine Çınar yolu üzerinde bulunan Seyfülmülük’te defin edildi.Şeyh Güzel
Efendi’nin türbesi halkımız tarafından ziyaret edilmektedir
Şeyh Abdülcelil
Safa camii bahçesindedir.
Diyarbakır’da Şeyh Sefa Camisi’nin avlusu içerisinde bulunan bu türbenin
ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Mimari yapısından XV.
yüzyılın ortalarında veya XVI. yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Ayrıca
Şeyh Sefa Camisi ile bağlantısı da bilinmemektedir.
Şeyh Abdülcelil’in gömülü olduğu türbe kesme taştan yapılmış olup, sekizgen
planlıdır. İçten kubbeli, dıştan da kiremit kaplı piramidal bir çatı ile örtülüdür. Gövde
kısmından piramidal örtüye geçerken arasına bir silme yerleştirilmiştir. Türbeye
kuzey yönündeki basık kemerli bir kapıdan girilmektedir. Doğu ve batı cephesine
açılan pencerelerle içerisi aydınlatılmıştır. Güney duvarında bir mihrap, onun sağ ve
solunda da birer niş bulunmaktadır (12).
Şeyh Ahmedi Mürşidi türbesi: (Alipınar)
M.1689’da Diyarbakır’da doğdu,tahsilini tamamladıktan sonra Birecikli
Şeyh Ebubekir’in tarikatına girdi.M.1761’de vefat etti. 1748 senesinde yazdığı
Ahmediyye meşhurdur. Eser 1887’de İstanbul sahaf İbrahim efendi matbaasında
basılmıştır. Ayrıca Yusuf ve Züleyha, Mevlüd-i nebi, viladeti Hümayun rislaetpenahi
eserleri de vardır (21).
124
Şeyh Ahmedi Mürşidi türbesi
Seyda Baba türbesi (Alipınar mezarlığı)
Molla İbrahim Terkanlı Ali Pınar imamı İbrahim bin Delo H.1290 yılında
doğdu. Seyda Diyarbakır’a bağlı Terkan’da ikamet ederdi.Sonraları Heftselm
köyüne ve bilahare Alipınar köyüne gelir.Büyük alim ve zühd sahibiydi1952 yılında
vefat etti (20).
125
Zincirkıran türbesi
İçinde kimin yattığı kesin değildir. Üzerinde Hz. Yunus’un oğlu Nebi Ogeda
ve onun oğlu yatar şeklinde yazı vardır.
Diyarbakır Nasuh Paşa Camisi’nin yanında, İçkale’nin de dışındadır. Bu
türbenin de kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı
bilinmemektedir. Zincirkıran isminin de nereden geldiği konusunda bilgi
bulunmamaktadır. Zincirkıran Ali paşa 1599’da Diyarbakır’da beş ay valilik
yapmıştır. Bu türbe ile bağlantısı nedir o da bilinmemektedir.
Türbe kesme taştan yapılmış, özellikle dış cephesinde siyah beyaz taşlar
kullanılmıştır. Sekizgen gövdeli bir türbe olup, gövdenin her cephesine bir pencere
açılmıştır. Dıştan piramidal çatı, içten de kubbe ile örtülüdür. Türbe içerisinde
sandukalar bulunuyorsa da bunların kime ait oldukları bilinmemektedir (12).
Zincirkıran türbesi yanında Şeyh Hadin
Abdal dede ziyareti (kamışlı ziyareti).
Abdal dede, evini temiz tutanların bahçelerinde görünür ve orada abdest
alırmış. Pis evlerde görünmezmiş
Bu ziyaretin etrafında bulunan kamışlar, yaz, kış yeşil kalırlar ve hiç kurumazlar.
126
Kamışlı türbesi
Özdemiroğlu Osman Türbesi
Önce Diyarbakır valisi olmuş, sonra sadrazamlığa yükselmiştir. Tebriz
seferi esnasında eceli gelince muhtemelen sahabe ve peygamberler komşu olmak
için Diyarbakır’a gömülmeyi vasiyet etmiştir.
Diyarbakır’da Fatih Camisi’nin batısında bulunan bu türbeyi, kitabesinden
öğrenildiğine göre, Diyarbakır’da 1571–1575 yılları arasında Valilik yapan
Özdemiroğlu Osman Paşa adına 1585’te yaptırılmıştır. Bu türbe Mimar Sinan’ın
eserlerinin listesini veren Tuhfet’ül Mi’marin’de Mimar Sinan’ın eserleri arasında
gösterilmiştir.
Türbe alışılagelmiş türbelerden farklı bir plan düzenine sahiptir. Sekiz köşeli
bir planı olup, önüne kare mekanlı bir bölüm eklenmiştir. Bu kare mekandan sonra
asıl türbe bölümüne geçilmektedir. İçerisinde sandukaların da bulunduğu sekizgen
bölümde duvarlar içten kemerlerle hareketlendirilmiştir. Duvarların ortalarına birer
pencere açılmıştır. Böylece içerisinin bol ışık alması sağlanmıştır. Yapımında renkli
taşlar kullanılmış, içerisinde fazla bezemeye yer verilmemiştir. Ana mekanın ve
önündeki kare mekanın üzeri kubbe ile örtülüdür (12).
127
Özdemiroğlu Osman
• III. Murat saltanatı döneminde 1584-1585 yıllarında sadrazamlık yapmış
bir Osmanlı devlet adamıdır.
• Osmanlı sadrazamları - Duraklama Dönemi (1579-1683) kara savaşlarında
Osmanlının yetiştirdiği fatih, yavuz, yıldırım ve kanuniden sonraki en büyük savaşçı
ve devlet adamıdır. Tebrizin 2.fatihidir. Mezarı Diyarbakır’dadır. Onu bu kadar
özel yapan şey ise birbirine hiç benzemeyen her türlü iklimde bulunmuş ve girdiği
mücadelenin hiç birini kaybetmemiştir. Aklı cesareti savaş yeteneği ve bileğinin
hakkıyla sadrazam olmayı hak eden ender devlet adamlarından biridir. Aynı zamanda
mert ve adildi. (Vikipedi)
• Yemen isyânından sonra İstanbul’a gelen Osman Paşa, önce Anadolu’da
bir sancağa sonra da Niğde Sancakbeyliğine getirildi. 1573’te Diyarbakır Beylerbeyi
oldu.
• Özdemiroğlu Osman Paşa, 1527’de Kahire’de doğdu. Annesi Mısır
Abbasi Halifeleri soyundan, babası ise Mısır Çerkez Memlüklerindendir. Mısır’da
sancakbeyliği ve Mısır emirihaclığı yapan Özdemiroğlu Osman Paşa, Yemen, Habeş
ve Diyarbakır Beylerbeyi oldu. Lala Mustafa Paşa’nın maiyetinde Osmanlı-İran
savaşlarına katıldı ve Şirvan Beylerbeyi oldu. Kırım Hanı Mehmed Giray’ın yardımı
ile Karabağ, Mugan ve Kızılağaç’a kadar bütün kuzey Azerbaycan’ı yağma ve tahrip
etti. Kırım Hanı Mehmed Giray’a daha ileri gitmeyi teklif ettiyse de Mehmed Giray,
bunu kabul etmeyerek Kırım’a döndü. Şirvan, İranlıların eline geçti. Kefe Beylerbeyi
Cafer Paşa kumandasında yardımcı kuvvetler gelince İmam Kuli Han’ı Meşale
Savaşı’nda yendi. Bu savaştan sonra Şirvan kesin olarak Osmanlı egemenliği altına
geçti. İstanbul’a dönünce ikinci vezir olarak Divana girdi ve 1582 yılında sadrazam
oldu. 1585 yılında Ferhad Paşa’nın yerine İran cephesi serdarlığına getirildi. Alivar’da
yapılan savaşta, İran veliahtı Hamza Mirza’yı yendi. Tebriz Osmanlı kuvvetlerinin
eline geçti. Daha sonra İran’la yapılan bir savaşta İran kuvvetleri başarı gösterdi. Bu
savaş sırasında hastalanan Osman Paşa, Tebriz yakınındaki Şenbi Gazan’da 1585
yılında öldü. Vasiyeti üzerine Diyarbakır’da defnedildi.
Bıyıklı Mehmet paşa
Safevi Osmanlı arasında sürüp giden rekabet sonrasında Yavuz Sultan Selim
ile 1515 yılında Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Bölgenin Osmanlı hakimiyetine
girmesinde önemli rol oynayan kişi İdris-i Bitlisi’dir. Bu yardım Şah İsmail’in 23
Ağustos 1514’de Çaldıran’da yenilmesinden sonra Yavuz Sultan Selim’in Doğu
ve Güneydoğu Anadolu’nun Osmanlı Devletine bağlanması politikasıyla ilgilidir.
Bu politikada önemli bir role sahip olan İdris-i Bitlisi, Diyarbekir bölgesinde
oldukça nüfuzlu bir aileye mensup ve müritleri çok olan bir şeyhin oğluydu. Onun
propagandaları ile Diyarbekir bölgesinden uzaklaştırılan Kürt beyleri ve halkın
yardımlarıyla Diyarbekir ele geçirildi. Osmanlı ordularının başında Bıyıklı Mehmet
Paşa ile muhasara edilen şehir teslim oldu ve Bıyıklı Mehmet Paşa’da ilk vali oldu.
Bu tarihten itibaren Osmanlı idaresi başlamış oldu (22).
128
Bıyıklı Mehmet Paşa kabri
Şeyh Yusuf Raif efendi
İskenderpaşanın torunlarındandır. Şeceresi: Yusuf Raif>Reşit>ebulhayr>
Mehmetpaşa>Emin paşa>Süleyman paşa>Ahmed paşa>İskenderpaşaH.1285’te
temyiz vilayet azası oldu.Divan edebiyatının son dönem şairlerindendir.Tasavvufi
hizmete Seyyid Turabeddin Şeyh Resulün yanında başladı.Mürşidi Rufai
tarikatındandı.H.1276 hilafet icazetnamesi aldı.
Dedesinin yaptırdığı İskenderpaşa camii müştemilatında gömülüdür (14).
Şeyh Yusuf Raif Efendi (İskenderpaşa camii ve yanında türbe)
Diyarbakır, İskender Paşa Camisi’nin yakınında bahçe içerisinde bulunan
İskender Paşa Türbesinin kitabesi bulunmamaktadır Bu bakımdan yapım tarihi
kesinlik kazanamamıştır Ancak İskender paşa’nın yaptırdığı caminin vakfiyesi
göz önüne alınacak olursa, türbenin 1565 yılından önce yapıldığı düşünülmektedir
Bu arada türbenin İskender Paşa’nın mı, yoksa çocuklarının mı yaptırdığı da
kesinlik kazanamamıştır Türbe üzerinde kitabe yerinin olması ve kitabenin
yazılmayışı türbenin İskender Paşa hayatta iken kendisi tarafından yapıldığını da
düşündürmektedir Türbenin mimarı belli değildir Diyarbakır’da günümüze gelmiş
türbeler arasında İskender Paşa Türbesi’nin ayrı bir özelliği vardır Planı oldukça
alışılagelenin dışında değişiktir Yapı iki kısımdan meydana gelmiştir Kuzeyinde
oldukça gösterişli mihrabı ve kemerli pencereleri bulunan tek kubbeli bir mescit,
onun güneyinde de İskender Paşa’nın türbesi bulunmaktadır.
129
Türbe ve mescidin tümü siyah beyaz taştan yapılmıştır Türbenin üst örtüsü
de ilginç bir Görünümdedir Tek kubbeli mescidin güneyinde bulunan türbe kubbesi
önce kare sonra da onaltıgene dönüşen bir kasnak üzerine oturtulmuştur Bu kubbenin
doğu ve batısı yarım kubbelerle desteklenmiştir Osmanlı mimarisinde ortada bir
kubbe, iki yanda da yarım kubbelerle desteklenen bir türbeye rastlanmamaktadır Bu
da gösteriyor ki İskender Paşa Türbesi kendine özgü bir yapıdır.
Türbeye güneydoğudaki bir kapıdan girilmektedir Sivri kemerli olan
bu kapının iki yanında ve türbenin pencerelerinde de görülen köşe sütunları
bulunmaktadır Bunun üzerinde de bir silme devam etmektedir Türbenin güneyinde
bulunan mescitte olduğu gibi burada da bir mihrapbulunmaktadır.
Prof. Dr. Metin Sözen’in bu konuda ilginç bir görüşü vardır: “Bu mescit ve
türbe kısmında dikkati çeken bir nokta vardır; o da İskender Paşa Camisi bitişiğinde
böyle büyük mescitli kısmın hangi amaçla yapılmış olabileceğidir Gerçekten
anıtsal caminin hemen her yanında tekrar böyle bir mescit yapmak, düşünülecek
bir noktadır Türbede alışılmışın, uygulanan plan şemalarının dışına çıkılmaktadır
Devir farkı gözetmeyen, birlikte yapıldığı anlaşılan bu iki mekan birbirlerine iki
pencere ile bağlantılıdır Belki de ilk yapıldığı yılda ikisi de türbe olarak düşünüldü,
sonra biri kullanıldı ve ikincisindeki mezar taşları zamanla bozuldu” (26).
Dabanoğlu Türbesi
Türbe, Dabanoğlu mahallesinde M.1696 tarihinde şehrimizde vali olarak
görev yapan Dabanzade Mustafa paşa tarafından yaptırılan Dabanoğlu mescidi
yakınındadır.Türbenin kime ait olduğu bilinmiyor. (16) Türbe taş ve tuğladan
yapılmıştır. Yapının gövde kısmında genellikle kesme taş kullanılmasına rağmen yer
yer tuğla kısımlara da rastlanmaktadır. Örtülerde ise bütünüyle tuğla kullanılmıştır.
Yapının ana mekanı tromplu bir kubbeyle örtülüdür (24).
130
Zübeyde ve Leyla hanım türbesi (Nebi Camii mezarları).
Nebi caminin güney duvarına bitişik bir türbe vardır.1718’de yapılmıştır.17171719’da Diyarbakır’da 2 yıl 6 ay valilik yapan Abdullah paşanın karısı Zübeyde ile
kızı Leyla hanımlar burada yatar. (16) Diyarbakır’daki açık türbelerin bir örneği olup,
kare planlıdır. Kesme taştan yapılmış olan türbenin dört ayağı birbirlerine kemerlerle
bağlanmıştır. Üst kısmı açıktır. (12) Süslemelerde tas ve maden kullanılmıştır. Siyah
bazalt ve sarı kalkerin kullanıldığı taş süslemeler oyma tekniği ile oluşturulmuştur.
Türbenin üzerini kapatan kubbe demirden parmaklık tarzında şebekeli düzenlenmiştir
Yapının dış mimarisi kubbe dışında sade bir kesme tas işçiliği sergilemektedir. Kubbe
demirden otuz iki dilimli olarak düzenlenmiştir.. Parmaklık tarzında düzenlenen
kubbede yukarıya doğru daralan yarım silindirik dilimlerde geometrik ve bitkisel
bir kompozisyon uygulanmıştır. Kompozisyonda oval yuvarlak şekiller birer çiçek
motifi ile yatay ve dikey eksenlerde birbirine bağlanarak devam etmektedir. Dilimler
içte demir kenetlerle birbirine tutturulmuştur İç mekânda süsleme mezar tasları
dışında kuzey duvar ile kubbeye geçiş sistemi ve kasnak bölümünde kullanılmıştır.
Kuzey duvarın bütün yüzeyine sülüs hatlı bir kitabe işlenmiştir. Kısa satırlar halinde
düzenlenen kitabede satırlar arasına altı dilimli güller işlenmiştir. Yazılar ve çiçekler
son dönemlerde yeşile boyanmış durumdadır. İç mekânda kubbeye geçişi sağlayan
pandantifler ile kubbe kasnağı zengin bitkisel kompozisyonlarla bezenmiştir.
Köselerdeki 1.75 m yükseklikteki pandantiflerin yüzeyi beyaz kalker üzerine
islenen küçük farklılıklarla birbirinden ayrılan bitkisel düzenlemelerle kaplanmıştır.
Kompozisyon dikey doğrultuda ikili simetrik anlayışına sahiptir.Yüzeye dağınık
şekilde yerleştirilen palmetler, pençberkler, hatai ve narçiçekleri, akant yaprakları,
stilize rumiler, kıvrık dallarla birbirine bağlanmaktadır.
Böylece yüzeyde girift bir bitkisel kompozisyon ortaya çıkmaktadır.
Kasnak bölümü ikili bir düzenleme göstermektedir. Alt kesimdeki bitkisel süsleme
kuşağında stilize yapraklarla zenginleştirilmiş kıvrık dal belirli aralıklarda aynı
hareketleri yaparak zemini dolgulamaktadır. Üst kesim ise bir silme grubu ile
hareketlendirilmiştir. Altta burmalı yivli bir kaval silme bitkisel süsleme kuşağını
üstten sınırlandırmaktadır. Bunun üstünde oluk ve kademeli düz silmeler yer
almaktadır (27).
131
Arap ve İnci baba türbeleri
Arap ve İnci baba türbeleri
Bu türbeler Hz. Süleyman camiinin üst kısmında eski adliye binasının
doğusunda bulunmaktadır. Arap erkek, İnci ise kızdır. Bir rivayete göre Arap ile
İnci birbirlerine aşıkmış, ancak bu aşklarına engel olanlar tarafından kavuşmaları
engellenmiştir. İkisi de dinlarine bağlı Salih insanlar olduğundan şöyle bir karara
varmışlar: Bizde bu aşkımızı ölüme dek İlahi rıza çerçevesinde devam ettireceğiz,
ahiret yurdunda ebedi beraberlik içerisinde yaşarız demişler ve o şekilde her ikisi
de ölünce yan yana gömülmüştür. Cizre’deki Mem ile Zin aşkı gibi. Onların sevgi
ve aşklına engel olmak isteyen Bekir tarafından kavuşmaları engellendi. Her ikisi
de öldüğünde yan yana gömülmüştür(20). Başka bir söylem olarak bu türbelerin
Mervanoğlu hükümdarı Nasrüddevle ve eşi Sittünas’a ait olduğu ifade edilir (13)
(29).
Şeyh Arap türbesi
132
Diyarbakır Arap Şeyh Camisi’nin kuzeyinde bulunan bu türbenin
kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kime ait olduğu konusunda kesin bir bilgi
bulunmamaktadır. Bununla beraber, Arap Şeyh Camisi’nin Diyarbakır’da 1644–
1650 yıllarında Valilik yapan Kara Mustafa Paşa tarafından yapıldığı dikkate
alınacak olursa ve her ikisi arasındaki mimari üslup da düşünülürse türbenin XVII.
yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.
Türbenin Arap Şeyh isimli bir kişiye ait olduğu da söylenmektedir. Mimarı
belli değildir. Türbe Arap Şeyh Camisi’nin şadırvanı olarak kullanılmaktadır.
Sekizgen planlı olan türbe açık türbe plan düzenindedir. Türbenin kenarları sivri
kemerlerle dışarıya açıktır. Üzeri içeriden tuğla kubbe, dışarıdan da taştan piramidal
bir külahla örtülmüştür ( 12).
Şeyh Yusuf hamedani türbesi
Diyarbakır’da Şeyh Yusuf Hemedani Cami avlusunun kuzeybatı köşesindedir.
Türbede ve içerisindeki sandukada herhangi bir kitabeye rastlanmamaktadır.
Bu bakımdan türbenin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Ayrıca ismini aldığı
Bağdat’ta Müderrislik yapmış olan Şeyh Yusuf Hemedani Horasan’da gömülüdür.
Türbenin mimari yapısı XV.-XVI. yüzyıllara işaret etmektedir. Bütünüyle
siyah kesme taştan yapılmış olan türbe, kare gövde üzerine içten pandantifli, dıştan
da piramidal bir çatı ile örtülüdür. Bu türbede dikkati çeken bir özellik piramidal
çatının türbe gövdesinden daha yüksek yapılmış olmasıdır. Türbenin kapısı önüne,
caminin abdest alma muslukları eklendiğinden türbe girişinin yeri değiştirilmiştir.
Türbe içerisinde batı duvarında iki niş, güney duvarında bir mihrap ve onun iki
yanında da birer niş ile kuzey duvarında sokağa açılan bir penceresi bulunmaktadır
(12).
Bu aileden gelen Mehmet Esen Camii imamı seyyid Mahmut Baran şunları
nakleder. Anzele yakınındaki Şeyh Yusuf hemedani türbesi torun Şeyh Yusuf
hemedani’ye aittir.Kendisi seyyiddir.Ölüm h.610’dur.Dede Şeyh Yusuf hemedani ise
H.535’de vefat etmiş mezarı Mervdedir.
133
SEYFÜLMÜLÜK
Seyfülmülük
Diyarbakır merkez Seyfülmülük köyünde medfundur. Seyfülmülük
Cembelinin oğlu o da Residiroğlu amcası Harun’i Reşid Bağdata bütün İslamın
halifeliğini yapmış ve devamen Hz. Abbas’a dayanmaktadır (19).
Tilalo=tellalo (Ali tepesi) Karaçalı köyü ziyareti
Bu köy Silvan ‘a giden yol üzerinde Diyarbakır’a 10 km ötededir. Menkıbe
şu şekildedir
‘Ali bir ağanın yanında çalışan yoksul, bekar ve son derece temiz kalpli bir
gençmiş.Bir gün ağası hacca gitmiş,o zamanlar hacca kervanla gidilirdi,altı ay süren
bir yolculukmuş. Ali, ağasının geride kalan her şeyine çok iyi sahip çıkmış. Ağasının
iki öküzü varmış. Ali bunların ahırlarını tertemiz tutar, yemlerini tam zamanında
verirmiş. Bir gün ağasının hanımı pekmez helvası ve sıcak tandır ekmeği pişirmiş.
Sonra ‘Ah keşke ağanda burada olsaydı da o da yeseydi. Ali bunu duyunca kadına
‘Bir kaba koy da götüreyim demiş.’’ Kadın inanmamış.’Galiba Ali’nin canı bir tabak
daha helva yemek istiyor ama, bunu söylemiyor. ’’ Diye düşünmüş. Kadın bir kaba
helva doldurmuş ve Ali’ye vermiş, sonra da akşam namazına durmuş. Ali, kadın
akşam namazı kılana kadar ortadan kaybolup, yine geri dönmüş. Bu süre içinde
helvayı, hacdaki ağasına götürmüş. Zamanı gelip, ağa hacdan dönünce, köylüler
elini öpmek için onu karşılamaya giderler. En arkada Ali duruyormuş. Ağa,elini
öpmek isteyen köylülere Ali’yi göstererek ‘Siz gidin onun elini öpün’ demiş.
Ali’nin bir akşam namazı süresi içinde, nasıl hacca gelip, kendisine helva getirip
geri döndüğünü anlatmış. Ağanın bu sözleri üzerine herkes geri dönüp Ali’nin
elini öpmek istemişler, fakat Ali köye doğru kaçmaya başlamış. Bir taraftan da
sırrı ortaya çıktığı için ‘Allahım,yer yarılsa da içine girsem diye dua etmiş. Birden
bire bulunduğu tepe yarılmış ve köylülerin şaşkın bakışları arasında Ali içine girip
kaybolmuş.Geride asası kalmış ve üzerine bir türbe yaparak asasını da başucuna
koymuşlar.Bu tepeye Tilalo (Ali tepesi) adını vermişler (20) 1920 yılında Tilalo
köyünün bir dut ormanı içinde olduğu, höyüğün çevresinin kalın bir orman örtüsüyle
kuşatıldığı ileri sürülmektedir. (23)
134
Tilalo türbesi
Hamza baba türbesi
Ünlü seyyah Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde evliya türbelerinin ismini
sayarken Diyarbakır’daki Hamza Baba Türbesi’nden de bahsediyor. Türbede
Horasan’dan gelmiş gazi erenlerinden olduğuna inanılan Hamza Baba metfundur.
Hamza Babanın Cüneyd-î Bağdadî’nin muasırı Eba Hamza el-Horasanî olduğu da
tahmin edilmektedir. Aslen Nişaburludur.Hicri 309 yılında vefat etmiştir Valilik
tarafından 2012 yılında Siverek yolu üzerinde bulunan tarihi Hamza Baba Türbesi
ve Mezarlığı için çevre duvarı örüldü (7)(25).
İnşasında kesme bazalt taş malzeme kullanılan yapı,içten ve dıştan kare
planlı olup içten kubbe,dıştan piramidal külahla örtülüdür.İç mekan 3.20x3.20
m.ölçülerinde kare planlı olup tromp geçişli bir kubbe ile örtülüdür.(29)
Lala Bey Türbesi (Merkez)
Diyarbakır’da Lala Bey Camisi’nin kuzeydoğu köşesinde olan türbenin
yapım tarihi ile ilgili bir kitabesi bulunmamaktadır Bununla beraber Lala Bey
Camisi ile birlikte yapıldığı sanılmaktadır Buna göre, XV yüzyılın ortası ile XVI
yüzyılın ilk yarısına aittir Büyük olasılıkla bu türbeyi de Eğil Beylerinden Lala
Kasım Bey cami ile birlikte yaptırmıştır.
135
Bu türbenin Diyarbakır türbeleri arasında ayrıcalığı mumyalık kısmının
bulunuşudur Türbe kesme ve moloz taştan yapılmıştır Günümüzde türbeye caminin
son cemaat yerinden girilmektedir. Kare gövde üzerine kubbeli olup, doğu ve kuzey
duvarlarına birer pencere açılmıştır. Türbe içerisindeki bir merdiven aşağıdaki
mumyalık kısmına inmektedir. Mumyalık beşik tonozla örtülüdür. (26)
Çaldıran’da Osmanlıların yanında savaşan Kürt ileri gelenleri bölgedeki
etkinliklerini yeniden tesis ettikten sonra Diyarbakırı Sefevilerin kuşatmasından
kurtarmak için harekete geçtiler. Bilhassa Atak kalesi ile Eğil ve yöresinin hakimi
Lala Kasım Beg Diyarbakırın kurtarılmasında çok büyük yararlıklar gösterdiler. (28)
Lala kasım bey camii
Şeyh Ömer Efendi:
Örfizâde tekkesi Önceleri Örfi zade Şeyh Yunus Efendi’nin şeyhlik
yapmasından dolayı, önceleri ismi Yunus baba tekkesi olarak anılan, daha sonra
Şeyh Yunus Efendi’nin oğlu, Örfî zade Şeyh Ömer Efendi’nin burada postnişin olup
sonraki devirlerde evlatlarına da geçince, tekkenin ismi; Örfi zade Tekke olarak
anıla gelmiştir. Günümüze gelindiğinde ne acıdır ki tekkenin yalnızca çeşmesi
kalabilmiştir (31).
1900’lerin başında Örfizade tekkesi
136
Çeşme bugün İsmet İnönü ilkokulunun önündedir. Şeyh Ömer efendinin ise
bu çeşmenin altında gömülü olduğu ifade edilir. Diyarbakır Örfizade Tekkesi önünde
bulunan bu çeşme yaslandığı duvardan biraz dışarı taşkındır. Üzerinde taş konsollar
bulunan çeşmenin ayna taşı muslukları ve yalak kısmı sivri bir kemer içerisine
alınmıştır. Kemerin köşelerine süs amaçlı küçük sütunlar yerleştirilmiştir. (30)
Buradan geçen vatandaşlar çeşme önünde dua okur,bazı vatandaşlar mum
diker. İsmet paşa ilkokulu önünde çeşme. (Altında şeyh Ömer efendi yatıyor)
Sancı ziyareti
Sancı Ziyareti
Hüsrevpaşa camiinin 500 metre ötesindedir. Kimin yattığı, kimin
tarafından yapıldığı bilinmemektedir.
137
Rızvanağa türbesi
Dağkapı dışındaydı
Rızvanağa türbesi
Rızvanağa türbesi
(1910 yılı)
(1932 yılı) (32).
Rızvanağa türbesi:Şehrin dağ kapısı dışındaki mezarlıkta idi.Türbesi
M.1599 yılında beşay şehrimizde valilik yapan Zincirkıran AliPaşa tarafından
yaptırıldığı sanılmaktadır.Halk buna,Rıdvan ağa kubbesi diyordu.Rıdva ağa XVII
.yüzyılda yaşamış ünlü bir hekimdi.Kardeşi Vahap ağa(hamam yaptıran)ise ticaretle
uğraşıyordu.Burada ve Urfa kapısındaki mezarlıkta bir çok ünlü kişilerin,devlet
adamlarının mezarları,kümbetli türbeleri vardı.1930’dan sonra bu mezarlar,kümbetler
tamamıyla yıktırıldı.Bugün bu sahalarda modern binalar yükselmiş,yeni bir şehir
kurulmuştur.Sökülen mezar taşlarının yazılı olanları,başlangıçta etrafı dikenli
bir alanda korunmaya alınmıştı.Açık hava müzesi halinde değerlendirilmesi
düşünülüyordu.Sonradan mezar taşları,Kamil Tayşi’nin belediye başkanlığı sırasında
yapılmakta olan Yenişehir kanalizasyonunda kullanıldı.Bir tarih katledildi.Böylece
Diyarbakır’ın tarih,kültür ve sanat hayatını inceleyecekler için önemli bir belge
niteliğinde olan bir kaynak daha kurutulmuş oldu (15).
138
KAYNAKLAR
1-Tellioğlu Ö (ed):Diyarbakır salnameleri.Diyarbakır Büyükşehir Belediye
yay.Yıl.:1869-1905. cilt:4/208. 2/110 ,5/93.İstanbul.Acar matb.1999
2- www.forumacil.com
3- Çoban R. D.Ünv. İlahiyat Fak. Diyarbakır / 2004 Hz. Süleyman
Camii(Lisans Tezi)
4- Abdülgani Fahri Bulduk:Diyarbakır valileri.yayına hazırlayanlar:Eyyüp
Tanriverdi.Ahmet Taşğın.Medrese yay Ank.2007.s..56,66,153,160,167,173
5- Yrd. Doç. Dr. Hatip Yıldız. Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır Ve
Sahabe.1.Nebiler Sahabiler Azizler Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumu.2008
6- Adil Tekin.
Efsaneleri.1993.s:40
Diyarbakır)(Muhsine
Helimoğlu Yavuz:Diyarbakır
7-Z.Abidin Çiçek.Diyarbakır’ın Fethi,Tarihi ve Kültürü.Diyarbaklır söz
yay.2007.s 21,.53
8- Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik :XIX.Yüzyılın ilk yarısında
Diyarbakır.TTK1995.s.62,72
9- Yrd. Doç. Dr. Alpay Bizbirlik.16.Yüzyıl Ortalarında Diyarbekri
Beylerbeyliğinde Vakıflar TTK.Ank.2002.s.338
10- Yrd. Doç. Dr. Kenan Yakuboğlu, M.Salih Erpolat, Mustafa Sarıbıyık.
Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır.Diyarbakır valiliği.Dicle Üniversitesi.2011
11- Mustafa Akif Tütenk.Kara-amid dergisi.Yıl2.Sayı.4.1960
12- http://www.kenthaber.com
13- Melek A, Demir A. Dini değerleri ile Diyarbakır. Diyarbakır il
müftülüğü yay. Diyanet vakfı matb. Ankara.2009.s.169,172
14- Korkusuz. M Ş Tezkire-i Meşayih-i Amid.İst.2004.s.98.212.23
15-Yılmaz N. Z. XVII. Yüzyılda Diyarbakır’da Nakşibendiyye Osmanlı
Araştırmaları Vakfı.
16-Beysanaoğlu Ş : Diyarbakır’da gömülü meşhur adamlar. Neyir matb.
Ankara.1985.s.9,10,95,101
17- Beysanoğlu Ş..Diyarbakırlı Fikir ve sanat adamları.San matb.
Ankara.1967.2/s.190
139
18- Parlatır İ..Süleyman Nazif.Müze Şehir.YKY yay.İst.1999.s.313
19- Erikli. Y Diyarbakırın Sahebe Fatihleri.Diy.2004.s.20,59
20- Çiçek, Z A. Diyarbakır’ın Fethi,Tarihi ve Kültürü. Diyarbakır
sözyay.2007.s.112,131,114,111
21- Diyarbakır İl yıllığı-1967.s.273
22- Ahmet Taşğın Tez Danışmanı Prof. Dr. Münir Koştaş Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Ve Din Bilimleri (Din Sosyolojisi)
Anabilim Dalı Diyarbakır Ve Çevresindeki Türkmen Alevilerinde Dini Hayat
Doktora Tezi Ankara-2003
23- Dr. Emrullah Güney.Diyarbakır ve yöresinde Doğa-Kültür Turizmi.
Diyarbakır.1991.s..45
24- Metin Sözen.Diyarbakır’da Türk Mimarisi.İst.1971.s.187
25- http://www.kamudanhaber.com/guncel/hamza-baba-turbesinin-cevresiguzellesecek-h37940.html
26-:http://www.forumalev.net/guneydogu-anadolu-bolgesi/263304diyarbakir-turbeleri.html
27- Gülsen Bas,Doç.Dr. Kadir Pektas. Diyarbakır’daki İslam Dönemi
Mimarisinde SüslemeVan- Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Sanat Tarihi Anabilim Dalı 2006
28-Nusret Aydın: Diyarbakır-Eğil Hükümdarları Tarihi.S:88,89
29- Yrd. Doç. Dr. Kenan Haspolat Diyarbakır türbeleri.Diyarbakır
Mimarisi. Diyarbakır Valiliği.2012..s.319
30-http://sudemle3.blogcu.com/3499347
31- Dr. Murat Özaydın. Diyarbakır Tasavvuf Tarihinde Tarikatlar
Abdurrahman Aktepe.Cihan yay.İst.2009.s.52
140
32- Şefik Korkusuz. Bir zamanlar. Diyarbakır. Kent yay.İst.1999
DİYARBAKIR MESİRE MEKANLARI
Vedat Gündoğan*
Günübirlik Gidilen Mesire Yerleri
Günübirlik gidilen mesire yerleri şehrin dışında ve yakınında olan yerlerdir. Bu
yerlere verilen isimler Diyarbakır’a özgü mahalli isimler olup şunlardır:
Karacadağ, Menekşelikler, Karaağaç, Şemsiler, Eşek Sekisi, Dinğilhava, Esfel
Bahçeleri, Cinobaşı, Ali Keşkül (Esfel bahçelerindeki bir mesire yeri), Göksü Güzel
(Diyarbakır’ın Urfa Kapısı’nda bir mesire yeri), Sırıncaktaş, Fiskaya, Fabrika, Şakulaziz,
Merhali ve Leylekli Bahçeleri, Kavs Bağı ve Köşkü, Seman Köşkü (Gazi Köşkü), Ben-u
Sen, Seyrantepe ve Dicle kenarındaki bostanlardır. Ali Emiri yaşadığı dönemde gittikleri
mesire yerlerini şöyle anlatmaktadır:
Nevbahar olsa da ersem yine zevk-i emele
Severim gitmeyi Nevruz’da Göksü güzel’e
Sayf-ı Nevruz ediyor anda olan âb u havâ
Bulunur mu Karaağaç gibi bir cây-ı sefâ
Müberrâdır kasırdan gerçi kim Ali Keşkül
Fakat cây-ı sefadır havzı vasidir yeri makbul
Esfel Bahçeleri Ve Menekşelikler
Esfel bahçeleri tamamen kadastrosu yapılmış olup 5055 dönümdür. Zamanla
Dicle nehrinin yatak değiştirmesi sonucu arazi fazlalaşmıştır ve şu anda takriben 6550
dönüm civarındadır. Esfel bahçelerinin tamamı parsellenmiş olup bu parsellere çeşitli
isimler verilmiştir. Esfel bahçelerindeki parsel isimleri ile ilgili tespit ettiklerim şunlardır:
1. Sulu Menekşelik
10. İkinci Ketenciler
2. Tahir Ağa
11. Numan Bey
3. Biber Efendi
12. Topal Tümo
4. Ketenciler
13. Vahap Ağa
5. Medine Yeri
14. Şehnaz (Şahmaz)
6. Soğuk Pınar (Savoğ Par)
15. Kadir Ağa
7. Mayıs Bahçesi
16. Hazine Odası
8. Çerkezoğlu
17. Ali Bali
9. Beğ Bağı
18. Küçük Minas
(*Araştırmacı-Yazar)
141
19. Büyük Minas
20. Cinali
21. Kiremitlığ
22. Acem Gölü (Acem Gölü)
23. Helvacı Bağı
24. Şettahlar
25. Osman Ağa
26. Küçük Çerkez
27. Gez Bülbülü
28. Küçük Ketenciler
29. Büyük Ketenciler
30. Keşiş Tarlası
31. Büyük Kabakulak
32. Küçük Kabakulak
33. Büyük İspahi
34. Deyaz Encümen
35. Derin Encümen
36. Uçurum
37. İlhan Hanım
37. Divan Efendi
39. Zambur
40. Şeyhmusoğlu
41. Halepli Bahçesi
42. Çukur Bahçe
43. Veli Begler
44. Eşek Meydanı
44. Eşek Meydanı
45. Mifrak
46. Boklu Bahçe
47. Bezirler
48. Yoncalar
49. Hacı Recep
50. Leylak Bahçesi
51. Vişnelik
52. Şeftalilik
53. İnce Diller
54. Kaniya (Goze)
55. Güller
56. Şarbot
142
57. Hacı Ömer
58. Kaniya Keçe
59. Gam Götürmez
60. Ali Keşkül
61. Hamre
62 Yağlı Dere
63 Kara Ağaç
64 Küçük Bahçe
65. Medikan
66. Çobanlar
67. Seküler
68. Yamaçlar
69. Savacak
70. Kömürcüoğlu
71. Salolar
72. Çifthavuzlar
73. Çuhadaroğlu
74. Hüseyin Paşa Kundura
75. Hacı Haydar
76. Kayadibi
77. Künceli
78. Kuşdili
79. Palo Beğ
80. Hacı Kambur
81. Davut Ağa
82. İmam Yeri
83. Altun Bahçesi
84. İsmail Ağa
85. Göksü Güzel
86. Pehlivan
87. Kızlar Pınarı
88. Şerteneler
89. Belhan
90. Kaniya Kundura
91. Bilal Efendi
92. Orta Encümen
93. Kaniya Mahkum
94. Melhan
95. Hilal Hanım
96. Zincir Kıran
97. Kaniya Kera (Eşek Çeşmesi)
Esfel bahçelerinde çeşitli meyve ağaçları bulunurdu. Özellikle şeftali
(kummalı), elma, dut ağaçları ve bu ağaçların altında güzel kokulu menekşeler
yetiştirilirdi. Ve buralara menekşelik denirdi. Menekşenin çok güzel çayı yapılırdı. Bu
çayın yapılışı bildiğimiz çayın yapılışı gibidir. Hoş kokulu ve yeşil renkte olan menekşe
çayı, kanı temizler ve nefes yollarını açar, hatta menekşe çayının gırtlak kanserine iyi
geldiği söylenir. Menekşeler toplama zamanı geldiğinde toplanır, şehir merkezinde ve
sokaklarda satılırdı. Menekşeler toplanıp kurutulur ve bu kurutulan menekşeler soğuk kış
günlerinde çay yapılarak içilirdi. Ziya Gökalp, Diyarbakır menekşeleri ile ilgili şu güzel
beyti söylemiştir:
“Etmez bizim bahara delalet menekşeler,
Yüz-pare top ile açılır nevbaharımız!”
Bu bahçelere gelenler beraberlerinde getirdikleri yiyecekleri buradaki ağaçların
serin gölgesinde yerler. Burada çalgılar çalınır, türküler ve şarkılar söylenir, halaylar
oynanır ve akşama doğru buralarda eğlenenler şehrin yolunu tutarlardı. Sokaklarda tava
içerisinde destelenmiş olarak satılan menekşelerden ayrıca çok güzel likör yapılırdı.
Dr. Lamec Saad 1890 tarihinde Diyarbakır gezisi sırasında yaptığı tespitlerinde
bahçelerle ilgili şu bilgileri veriyor;
“Özellikle meyveler çok lezzetli kayısı ve üzüm bu meyvelerin en ünlüleridir.
Bu verimli alan ilkbaharın gelmesiyle gül ve menekşe bahçesine dönüşmektedir. Halkın
eğlence yeri olarak da Dicle kenarında Rum Kapı ile Dağ Kapı arasında kalan bahçeler
çok ünlüdür. Özellikle sonbahar aylarında kadınlı erkekli gruplar buraya gelerek bir kadeh
rakı eşliğinde eğlenmektedirler... Burada çeşitli çalgılar eşliğinde şarkılar söylenip rakılar
içiliyor. Üzümden yapılan ve kırmızı olan Diyarbakır rakısı çok ünlüdür. Trabzon’a
gitmek üzere şehirden ayrılırken bir dostum bana dört şişe vermişti.”
Ben u Sen
Ben u Sen Burcu’nun bulunduğu mevkide günübirlik gidilen mesire yerlerinden
olup burası ile ilgili Arif Paşa “Seyahatname”sinde şu bilgileri vermektedir:
“İş bu iki burcun önünde ve kıbleye mârûz bir mevki’de meşhûr (Ben u Sen)
mesîresi vardır. Ve mesirenin önü ağaçlar ve köşkler ve değirmenler ile müzeyyen bir
vadî-i nîktir. Ben u Sen mevki’i, Kal’anın şaranbolu pişgâhında bir sath-ı mâ’ilden
ibarettir. Çemenzârdır... Bir iki menba’ ve üç adet havuz vadır. Rutubeti galib olduğundan
şiddet-i harâret zamanında nehâren istifâde olunsa bile leylen barınmak imkânı yoğimiş”
Diyarbakır valilerinden Erzincâni İzzet Paşa bu mesire yeri ile ilgili şu
manzume’yi yazmıştır:
143
Mânzume-i Ben u Sen
Bir’aceb cây ki seyr ü temâşa Ben u Sen
Çemenistân sefâ gülşen-i ra’na Ben u Sen
Görse ger Sa’di Gülistân’a yazardı vasfın
Çün virir revknâk-ı gülgeşt-i musallâ Ben u Sen
Mevki’inde varanın feyz-ı meserretden eser
Gerçi bir vâdi-i pür şehrâ ve sâha Ben u Sen
Gösteririm sana sînemde olan yâreleri
Olmaya kimse bu gülzârda illâ Ben u Sen
Gerçi ki her tarafı Âmid’in adn-âsâdır
Nice mümkin idelim vasfına âyâ Ben u Sen
Seyrantepe
Eskiden şehir merkezinin girişi olan, bugün ise şehrin içerisinde kalan bu
semt de mesire yeri olmanın yanı sıra çok güzel gül bahçeleri ile dolu imiş. Rüzgâr
estiğinde buradaki güllerin kokusu şehir merkezine yayılırmış.
Güleser, güleser
Rüzgar vurur gül eser
Serme toprak üstüne
Yar yatağın güle ser
Dördüncü Murad Diyarbakır’a geldiğinde kalması için Seyrantepe
mevkiinde bir köşk yaptırılmış. Padişahın zaman, zaman dinlenmek için gittiği bu
köşk, bakımsızlıktan ve ilgisizlikten 1930 yılında tamamıyla harap olmuş, bugün izi
bile kalmamıştır.
Ali Emirî bu gezinti yeri için şunu söyler:
“Nev-bahâr eyyâmı ‘azm itme civânân köşkine
Andadur hep dilberân ‘azm eyle Seyrân Köşk’ine”
“Biner paytona gider seyrana” türküsü de buranın gezinti yeri olduğunu
belirten en güzel örneklerden biridir.
144
Resim 1: 1638 yılında Sultan IV. Murad için Seyrantepe’de yaptırılan
köşkün kalıntıları önünde 1910 yılında Darü’l Muallimin öğretmen ve öğrencileri
toplu halde Yatılı Gidilen Mesire Yerleri
Diyarbakır’ın en eski sayfiye yeri Karacadağ’dır. Bu güzel ve ormanlık alan
çoktan beri bu vasfını yitirmiştir. Yakın zamana kadar yatılı olarak gidilen mesire yerleri
şunlardır:
Dicle kenarındaki bostanlar ve bu bostanlara kurulan çardaklar “hülleler”,
Dicle nehri boyunca yapılmış olan köşkler ve bağlar semtindeki bağ evleri idi.Buralara
misafirliğe gelenler yanlarında kalacakları yerin sahiplerine hediye olarak lebzunye
(badem ezmesi), ipekli kumaşlar, poşular, şallar bir bohça içerisine koyarak götürür ve
ev sahiplerine dağıtırlardı.
Bostanlar ve Hülleler
Dicle nehri kenarında bulunan bostanlar Diyarbakırlıların sadece kavun karpuz
yetiştirdiği ve ihtiyaçları kadar ektikleri sebze tarlaları olmayıp, aynı zamanda bu
bostanlar birer mesire yeriydi. Yaz sıcağından bunalanların gidip serinledikleri yerler
olan Dicle kenarındaki bu bostanların ayrı bir özelliği de akşamları burada yapılan bostan
eğlenceleridir.
Bostan sahiplerinin barınmaları için yaptıkları çardaklara “hülle” denir. Hülleler
kamıştan yapılır. Genellikle serin olsun diye Dicle’nin kıyısında ve çoğunlukla da
Dicle’nin üzerinde kurulur. Hüllelerin etrafı çoğunlukla çiçeklerle kaplı olur. Bostan
sahiplerinin yakınları ve dostları da akşam olunca bu bostanlara giderler ve burada
gündüzün yorgunluğunu üzerlerinden atmaya çalışırlar.
145
Bostan ve Hülle Eğlenceleri
Diyarbakır Kalesi’nin eteklerinden On Gözlü Köprü’ye kadar sıralanan bu
bostanlarda akşamları çeşitli eğlenceler tertip edilirdi. Bu eğlencelerin en güzelleri
genellikle bostan sahiplerinden Şahin Kardaş, Hallo Baran ve Küpeli Tahir’in bostan
ve hüllelerinde yapılırdı. Çalgılar çalınır, türküler söylenir, halaylar çekilirdi. Bu
eğlencelere Diyarbakır musikisini icra edenler de katılırdı ve sabaha kadar eğlence
devam ederdi. Hülleler arasında gidiş gelişler olur ve her hüllede genellikle bu
eğlenceler yapılırdı. Bu bostan eğlencelerini Evliya Çelebi Seyahatname’sinde şöyle
anlatmaktadır;
“Gezinti yerlerinin en ünlüleri, Anadolu’da Konya Merâmı, Antalya’da
İstanaz Bağı, Mısır’da Feyûm Bağı, Şam’da Mencik Bağı, Darende’de Darende
Bağı, Malatya’da Aspuzan Bağı tarafımızdan görülüp özellikleri yazılmıştır. Fakat
Diyarbekir’in Şattu’l-Arab kıyısında olan Reyhan Bağının ve düzenli bostanının
Anadolu’da, Arap ve Acem diyarlarında benzeri yoktur. İlkbahar mevsiminde
Şattu’l-Arab’ın taşması geçip tatlı suyu durularak akmaya başladığında, Diyarbekir
halkının zengin ve fakiri çoluk çocuğuyla birlikte Şat kıyısına göçer. Nehir
kıyısında atalarından ve babalarından verasetle intikal etmiş sınırlar içinde çadır
kurup bostanlarına kavun, karpuz ve çeşit çeşit sebzeler ve çiçekler ekip çalışırlar.
Burada özel bir tür reyhan herkesin sınırına dikilir ve bir ayda sanki orman olur.
Mızrak boyuna kadar olunca o reyhandan içeriyi görmek ihtimali yoktur. Şattu’lArab kıyısındaki bütün kulübelerin duvarları, kapıları ve yüzeyleri tamamen reyhan
kaplıdır. Reyhanların hepsinin kökü toprakta olduğundan bütün yaprakları yeşil
olmakta ve yerden sürekli nem alarak da büyümektedirler. Bir evin reyhan duvarından
görünme olasılığı yoktur. Bunlar o derece sık reyhanlı, reyhandan kulübeler olup
gece gündüz içinde oturan erkek ve kadınların gelinlerine reyhanların ve gül, sümbül
ve erguvan gibi diğer çiçeklerin kokuları dolar. Her bağın kadınlara ait bölümleri
de böyle reyhandan yapılmış görülmeye değer kulübelerdir. Her kulübedeki havuz
ve şadırvanların suyu Şat nehrindendir. Her bağ ve bostan arasında açılan kanal ve
su yolları, Şat suyunu bostanlara akıtmıştır. Tam yedi ay boyunca Şat kıyısında,
herkes dost, arkadaş ve ahbaplarıyla gece gündüz bir hây hûy, saz, sözle yiyip içerek
Hüseyin Baykara sarayına mahsus zevkleri yaşardı. Yine bütün sanat erbabı bostan
mevsiminde kazanç işlerine meşgul olup her tür yiyecek ve içecek bulunur. Binlerce
adam sabahleyin şehre gidip türlü türlü işler yapıp yine ikindiden sonra bölük bölük
Şat kenarındaki bağlarına gelerek zevk ve sefalarına dalarlar.
Bu bostanlarda yetişen sulu kavun başka bir bölgede olmaz, belki Van’da
Bohtan kavunu bu kavuna benzeyebilir. Fakat Diyarbekir kavunu iri, çok sulu ve
yemesi hoştur. Misk ve saf ambere benzeyen bir tür güzel kokusu vardır ki, bir kere
yiyenin genzinden bir haftaya dek kavun kokusunun gitme ihtimali olmaz.
Hatta Kürdistan âlimleri ve Soran’ın bilge kişilerinin: ‘Hazret-i Ebubekir
kavun gibi kokardı,’ sözüne karşılık, Diyarbekir âlimleri: ‘Bizim Şat kavunu
146
kokusu gibi kokar,’ demişler. O kadar güçlü bir tür kokusu vardı ki, yiyenin yahut
koklayanın genzine amber kokusu dolar. Kimi Diyarbekir kavunu kırkar ellişer
vakiye ağırlığında olup hepsi yeşildir. İnsanlar, tazeliğini koruyabileceği yere kadar
onu hediye götürürler. Birçok kimse tarçın, karanfil ve pirinç ile Muaviye’nin
buluşu zerde yemeği yaparlar. Anadolu’da Atina balından, bu derece kokulu kavun
zerdesi yapma ihtimali yoktur. Fakat karpuzu övgüye layık değildir. Diğer yandan,
reyhanı da öyle iri ağaç olur ki, yedi-sekiz ayda çadırlara direk ve kazık haline gelir.
Ateşte yakıldıklarında Hıtayi sümbülü gibi kokarlar. Kısacası Diyarbekir halkının bu
Şattu’l-Arab kıyısındaki yedi sekiz aylık zevk ve eğlencelerini cihan halkı kıskanır.
Çünkü onların geceleri Kadir, gündüzleri Kurban Bayramı olup Hüseyin Baykara
eğlenceleri yaparak ‘Fâni cihandan biraz kâm aldık’ zannederler.
Her gece Şat kıyısı kandil, fener ve mumlarla donatılır. İnsanlar bin bir
şekilde süsledikleri yağ lambalarını ve balmumlarını tahtların üzerine bırakır. Şatt’ın
üstünde bir taraftan diğer tarafa akan çerağlar, karanlık geceleri sanki aydınlık gün
yaparlar. Her kulübede, çalgıcılar, hanendeler, taklitçiler, meddahlar, ayrıca udi,
çârtayi, şeştari, berbuti, kanuni, çengi, rebâbi, mûsikari, tanbûri, santuri, nefiri,
belebani, ney ve denenk, denene çalanlar bulunur. Sözün kısası, çalgıcıların hepsi
Şafii vaktine dek Baykara eğlencesi yaptıktan sonra müezzinler yanık sesleriyle
övgüler ve hamdler okuyup bütün tarikat ehli, sâdık âşıklar Fisagoras-i Tevhidi
ederler. Çünkü Diyarbekir halkı tamamen Hâceğân (Nakşibendi) ve Gülşenî
tariklerinden olmakla tevhid zevk ve şevkinden de geri durmazlardı. Sözün özü, bu
İrem bağında gûy-gûy ve hûm-gûm sohbetleri olup padişahın devletinin devamına
dua ederler. Huda derecelerini yüksek ede”
Bu bostan eğlencelerine Diyarbakır’ın musiki folkloruna büyük katkıları
olan ve bugün hiçbiri hayatta olmayan, Hayık Aşçı, Garabet Menekşe (Bube), Naci
Balıkçı, Gazi Gurbet, Berber Enver Balçık, (Diyarbakır mayalarını bil hakken okur
idi) ve çok güzel halk oyunu oynayan Kömürcü Ziya, Hamamcı Yaşar (Vahap Ağa
hamamının sahibi), Terzi Hanna katılırlardı.
Celal Güzelses, Tarık Çıkıntaş, Celal Sevimli, Berber Hasan Tuncay (Güzel
maya okurdu) ve Hüsnü İpekçi ise bu bostan eğlencelerine sıkça davet edilirlerdi.
Bostanlara gelen misafirlere sabahları paça ikram edilirdi. Her hüllede genellikle
sabahları paça içilir. Akşamdan hazırlanan paça büyük bir kazana konur ve sabaha
kadar ateş üzerinde kaynatılır. Bostan sahipleri birbirlerinin paça kazanlarını kaçırmayı
bir eğlence haline getirmişlerdi. Bilhassa misafiri bulunan bostan sahiplerinin paça
kazanlarını kaçırmak adet halini almış idi. Bundaki amaç bostan sahibini kendisine
gelen misafirlerine karşı mahçup etmekti. Misafiri olan her bostan sahibi, kaynayan
paça kazanının yanına bir nöbetçi bırakırdı ki bir başkası gelip kazanı kaçırmasın. Bu
paça kazanlarının kaçırılmasından kimse kırgınlık ve küskünlük içerisinde olmazdı.
Misafirlere ayrıca Dicle’de yakalanan balıklar ikram edilirdi. Çok lezzetli olan Dicle
balıklarına verilen mahalli isimler şunlardır:
147
1. Siring
2. Berat
3. Faran
4. Şebbot
5. Çar
6. Enver
7. Bini (Kaya Balığı)
8. Dip
9. Marmasu (Yılan Balığı)
10. Herver (Bıyıklı Balık)
11. Karagöz
Bostan eğlencelerinin en görkemli ânı da karpuzların içi oyularak gazla
yoğrulmuş kül doldurulup yakılarak Dicle’ye bırakılmasıydı. Sanki Dicle nehrinde
meşaleler yanıyor gibi çok güzel bir manzara meydana gelirdi.
Elazığ’da da bir varyasyonu olan “Çayda Çıra” türküsünün sözleri, işte bu
oyulan karpuzların Dicle’deki görüntüsüdür ve çayda çıra türküsü söylenir, çayda
çıra oyunu oynanırdı. Dicle Nehri üzerinde “salapurya” denilen kayıklarla bu güzel
görünüm arasında dolaşmak ise ayrı bir zevk idi.Bu eğlencelerin yapılışını yaşları
bir hayli ilerleyen büyüklerimiz halen gözleri dolarak bir özlem içerisinde anlatırlar.
Ziya Gökalp’in Babası M. Teyfik Efendi 1302 Salnamesinde yazmış olduğu bir
yazısında bostan eğlencelerini ve mesire yerlerini şöyle anlatmaktadır:
“Haric-i Sur’da bahçeler ve bostanlar kesret üzre bulunup, her nev’i sebze
ve müsmir ve gayri müsmir eşcâr yetişdirilür. Bağçelerde benefşe ve güllükler vardır
ki, ilkbaharın bidâyetinde benefşe ve nihayetinde gülistan seyirleri olur. Ve andelib
devri yetişür kavun ve karpuzları pek lezizdir. Kırk elli kıyye ağırlığında karpuz
ve yirmi kıyye vezninde kavun hâsıl olarak, her mahalde şöhreti vardır. Dicle’nin
her iki tarafında bu kavun ve karpuzları huslüle getirmek için bostanlar yetiştir ki,
manzarası fevkalâde latif ve mehtâbiyyeleri sezây-i ta’rifdir.
Bu bostanlarda güz mevsiminde çadırlar rekzolunur. Ve kamışdan âdetâ
konak gibi odalara ve sofalara münkasim harem ve selamlık dâireleri yapılır.
Ahâlimizin bir kısmı bir iki mâh kadar orada teneffüs ederler. Şatt’ın (Dicle’nin)
cânib-i garbisini muhit olarak Fiskayası’nın sâyesi gündüzün (ezâni) sâat ondan sonra
Dicle’ye düşerek, Dağkapusu semtinde Çiftkastal nam mahalden, Mardinkapusu’nda
Acemgölü ta’bir olunan mevki’a kadar Dicle ile cânibeynini şemisden muhâfaza
eylediğinden, tarâvet-i mevki’yye bir kat daha artar. Mehtap’ın vuku’u gecelerde
Dicle âbı âyenesi kesilüp, her tarafı pırıl, pırıl parlamakda. Ve Mehtâb olmayan
geceler, yukarudan yıldızların aksinden ve aşağıda mahsûsen ashâb-i zevkin işâl ede
geldikleri gaz fenerleri ile kanâdilin şu’lelerinden Dicle, yaldızlanmış gümüş
148
deryâsına döner. O mevsimde Şatt’ın mülâyimâne sûretde çağlayarak cûşisi, fikirleri
ihtiyarsızlık ve gaşyi haletleri içün tahliyye ederek bu suretle sabâha sürer.
Sabahlayın şafakın infilâkı ve sonra şemsin tulû’a meyli zamânında
keyfiyyet-i sebânenin iftirâkı üzerine, sabâ ve ziyâ âlemleri gelüp yetişür. Hateb
(odun) keleklerinün yukarıdan gelüp aşağıya akışı; ve bir yandan göğercin-hanelerden
ve civar bağçelerden suya yetişen tuyûr-i mütenevvi’anın ihtirâz ve envâ-i âvâzları
şâyan-i intizâr olunur.
Bu bostanlardan başka, Diyarbekir’in tenezzüh mahalleri ve seyrân-gâhları
daha vardır. İlkbahar ve sonbahar mevsimlerinde Fiskayası’nın bâlâsı (şimdiki
hastaneler semti ile eski lisenin bulunduğu yerler), dâmeni gibi safâ-âver mevaâki’den
olup, manzarası, (kuzeydoğudaki) Dicle Boğazı ve sevimli sahâri ve vâdilerdir.
Dicle akup çağlayarak teşkil ettiği adalar ve nehirden ayrılup yeşillikler içinde taraf
taraf akan sulara, Fiskayası’nın dâmenindeki bağcelerin eşcâr-i mütenevvi’asını
bezetmekte olan çiçekler seyrolunur. Bu kayadan mahal-be mahal çıkup birleşe,
birleşe aşağı dökülen soğuk ve berrâk sular, mevki’in letâfetini bir kat daha tezyin
etmekdedir.
Fiskayası’nın sağ tarafında ve Yenikapu semtinde vâki olan silsilesi dahi
yine bu manzarada olarak, oradaki Dingilhava ve civarındaki mevâki’i ferah-fezâ
ile, cenûb cihetinde vâki silsilenin Kumarhâne üstü ve etrâfı, hep tenezzüh-gâh
mevâki’dendir.
Şu mevkiler, o tarafda bulunan vâsi arâzinin câmi olduğu (Esfel denilen)
bağçelere ve Kavs denilen lâtif bir sahrâya nezâret etmektedir ki; Dicle, bu
mütenevvi bahçelerle ol lâtif safariyi tefrik ederken akup gitmekte; ve buralarda
dahi nefis bostânlar husûle getürülmekdedir.Kavs dahi, tenezzüh içün ahâlinin
gidip eğlendikleri seyrân-gâhlardandır.Yine Mardinkapusu’nda Kibâr-i Evliyâ’dan
Şeyh-Muhammed Hazretleri’nin medfûn olduğu mahallin cenûb ciheti ve Şemsiler
nâm mahallin alt ve üst taraflarında vâki olan (Köşkler semtindeki) bağçe ve Dicle
nezâreti, az sevimli değildir.
Rum (Urfa) kapusu’nda vâki Benüsen seyrângâhı, bir çemeniştândır ki
senenin dokuz mâhı içinde letâfet ve nümayişi zâil olmaz. Benüsen’in üst tarafındaki
kayalıkda mahal-be mahal tenebbü eden sâfi ve berrak sular mahsûsen yapılmış olan
havuzlarda çağlayanlar teşkil etmişdir. Mevki’i pek dil-nişin ve havâsı fevkalâde
lâtifdir
Rumkapusu ile Dağkapusu (şimdiki Çiftkapı/Hindibaba Kapısı ile
Mühendis evleri) miyânında vâki olan Kantaralar (Kanuni’nin 27 gözlü su
kemerleri) arazisi suların kesretile ilk ve sonbahar mevsinlerinde çemenlerle zinet
görür. Dağkapusu’ndaki (Kışlaların kuzeyinde bulunan) Seyrantepesi dahi nezâret
ve letâfete mendûh mevâki’den bulunmuşdur.”
Diyarbakırlı şairlerden Hamdi, Dicle nehrini ve etrafındaki bostanları
yazmış olduğu aşağıdaki şiiri ile çok güzel anlatmıştır.
149
Adı bûstan bir güzel dilberdür el-hak sebz-gûn
Cûy-i Şatt olmuş meyânında anun zerrin kemer
Bir iki şems-i felek, anun hezârân şemsi var
Seyr-i bûstan eylesen ibretle ey sâhib-nazar
Olalı şem’-i şebistan anda bir bûstan-fürüz
Şeb-çerağ-ı mâhı istemez geceyle tâ seher
Bû bağışlar her şemâme anber-i eşheb gibi
Yemyeşil bûstan yatur bir Bahr-i Ahder’dür meğer
Nehr-i Şat’dur kehkeşân bûstana dönmüştür felek
Anda yıldızlar keleklerdür ki kudretten biter
Gûş eden pendüm kamer-ruh bir güzelsüz gitmesün
Seyri bûstânun olur mehtâb olunca mu’teber
Her kavun bir kûzedür şerbetle pür bûstânda
Sâha-i AMİD olur bir şekkeristân serteser
Bir güzeldür bûstân kim hatt-i-nev reyhânlığı
Nâmına HAMDİ kavun karpuz deyü şekker satar
Ali Emİrî, halkın Dicle Nehri kenarında kamıştan yapmış oldukları hülleler
ile ilgili şöyle söylemektedir:“...Temmûzun harâretli zamânı olmakla Dicle Nehri
kenârına gittik. Hayâl-hâne-i tabî‘atte (ruh) öyle bir galeyân zuhûra gelmiş idi ki,
gûyâ nazargâhımda bütün menâzır-ı eşyâ (eşya manzaraları) mazmûn ve ma‘nâ
olmuş idi. Her ne semte baksam hâtıra bir mazmûn hücûm ederek anı kisve-i nazma
sokmak içün nazar-ı kuvâ (göz) oraya saplanıp kalıyordu. Dicle Nehri’nin o mevâc-ı
cereyân-ı safâ-efzâsı (ruhu dinlendiren dalgalar) tabî‘at-ı müheyyiceniñ bâ‘is-i
ta‘dîli (heyecanlı ruhun sakinleşmesi) oldu.”
Ali Emîrî, bir beytinde halkın yaz sıcağında Dicle Nehri kenarındaki kamıştan
yapmış oldukları hüllerele ilgili şunu söyler:
“Halk-ı Âmid encümengâhı kenâr-ı Dicle’dür
Her kamışdan hâne gûyâ bir müzeyyen hacledür”
Resim 2. 1936 yılında Dicle nehri kenarında kurulan hülleler
150
Resim. 3. 1970 yılında kurulan bir hülle
Resim 4. Esfel bahçelerinden görünüm
Resim 5. Çinali bahçesinde dut silkmesi
151
TARİHİ YÖNDEN DİYARBAKIR HAMAMLARI
Vedat Güldoğan*
Diyarbakır hamamları özelliklerinden ve sayılarının fazla oluşundan dolayı
Diyarbakır’ı ziyaret eden seyyahlar tarafından tanıtıcı bilgilerle anlatılmıştır.
1654-1655 tarihlerinde Diyarbakır’ı ziyaret eden Evliya Çelebi 12 hamam
hakkında bilgiler vermektedir. “Bu hamamların cümlesi şehrin zibiliyle ıssı olunur.
Amma gayet sıcak olurlar. Rum da odun ile bu mertebe hamâmı kızdırmak kabil
değildir. Hamâmda zibil yakmanın bir fâ’idesi daha var ki şehir içinde zerre kadar
hâr û hâşak süprüntü bırakmayıb zenbil zenbil hamâma taşırlar. Cümlesi yanar,
mahvolur. Şehir aralarında ve hâricinde müzahrefâttan eser kalmayub gerek derûn-ı
belde gerekse hâric-i nezâfet üzre bulunur. Bu da yalnız Diyarbekir’e mahsûs
olmayub Arabistan hamâmlarının hepsi bu yolda zibil ile ısıtılır...” 1
Buckingam (1815) Diyarbakır’da 20’den fazla hamam olduğunu belirterek
bunlardan Vahap Ağa, Paşa, Çarşı, Kale, Deva ve As hamamlarının adını vermektedir.
2
William Heude (1817) ise hamamların genellikle siyah mermerlerden yapıldığını
ve gösterişli olduğu kadar, aynı zamanda kullanılışlı olduğunu söylemektedir.3
Ali Emiri Efendi’nin verdiği bilgilere göre, Diyarbakır hamamları umûmen
sabahtan öğle vaktine kadar erkeklere ve öğleden sonra kadınlara mahsustu. Sadece
Çarşı Hamamı (Yeni Hamam) her gün akşama kadar erkeklere mahsus olarak
açıktı.4 ..
Osmanlı döneminde Diyarbakır’da her mahallede bir hamam bulunurdu.
Bilhassa Diyarbakır’a gelen yabancıların muhakkak surette hamamda iyice
yıkandıktan sonra şehir merkezine girmelerine izin verilirdi. Bunun için de şehre
girişi sağlayan dört kapının bulunduğu yerlere yakın hamamlar vardı. Bugün
bu hamamların bir çoğu gerek yol genişletme sebebiyle gerekse ilgisizlik ve
bakımsızlıktan yıkılmıştır. Bunlardan XV. yüzyılda Akkoyunlular zamanında
yapılmış olan Mirza Bey Hamamı ile muallâk Mahallesi’ndeki Domat Hamamı I.
Dünya Savaşı sırasında yıkılmıştır. İpekoğlu, Dilaver Paşa , Bekir Paşa, Hüseyin
Efendi Hamamları bugün tarihe karışmış hamamlardandır.
Ali Paşa Hamamı
Ali Paşa Cami yakınlarında olan hamam bugün harap haldedir. Hadım Ali
Paşa tarafından Diyarbakır Beylerbeyi olduğu sırada inşa edilmiştir.
*Araştırmacı-Yazar
1
2
3
4
152
Evliya Çelebi, age, c.4, s.40-41
J.S. Buckingam, age, s.214
W.Heude, Voyağe la Cote de Malabor’a Constantinople, s.85, Nakleden: İbrahim Yılmazçelik, age. S,84
Ali Emiri Efendi, Osmanlı Vilâyât-ı Şarkiyesi, İstanbul, 1337, s. 32
Domat Hamamı I. Dünya Savaşı sırasında yıkılmıştır. İpekoğlu, Dilaver Paşa,5
Bekir Paşa, Hüseyin Efendi Hamamları bugün tarihe karışmış hamamlardandır.
Ali Paşa Hamamı
Ali Paşa Cami yakınlarında olan hamam bugün harap haldedir. Hadım Ali
Paşa tarafından Diyarbakır Beylerbeyi olduğu sırada inşa edilmiştir.
Behram Paşa Hamamı
Behram Paşa’nın bu hamamı camii, mescid ve medrese ile birlikte inşa
ettirdiği anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi’nin hayranlıkla bahsettiği bu hamam XIX.
yüzyılda Diyarbakır’ın işlek hamamlarından biri olmuştur.
Cadde Hamamı
Mardin Kapısı’nda Deliller Hanı karşısında idi.6
Çardaklı Hamamı
İbrahim Beğ Mahallesi’nde idi.7 Evliya Çelebi’nin temiz ve aydınlık bir
hamam şeklinde bahsettiği hamamın yapıldığı tarih belli değildir.
Çardaklı Hamamı bugün ayaktadır. Bu hamamı ve Bazargân Hanı’nı
yaptıran Hüsrev Paşa’dır. Şevet Beysanoğlu Çardaklı Hamamı Hakkında şu bilgileri
vermektedir:
“Dış duvarları bazalt moloz taşlardan yapılmış olup dış dekorasyona önem
verilmemiştir. Şehirdeki diğer hamamlardan bazı önemli farklılıklar gösteren yapının
5
1024 [1615]’te üç sene 1028 [1618]’de iki sene, 1030 [1620]’de sekiz ay ki tekerrür eden üç defa valiliğinde
cem’an beş sene sekiz ay icrâ-yı hükûmet etmiştir. Aslen Çerkestir. Kâmûsülü’l-a’lâm, Atâ Tarihi, “Hırvatîdir”
diyor ki Naîmâ’ya muhaliftirler.
Harem-i hümâyûnda terbiye olup çeşnigirlikle taşraya çıkmış, badehu Kıbrıs, Bağdat eyaletine naspedilmiştir.
Naîmâ’ya göre 1029 [1619]’da Kamûsü’l-a’lâm’a ve Salname’ye nazaran 1030 [1620]’de Diyarbekir valiliğiyle ve
Diyarbekir askeriyle Sultan Osman-ı sânî ile Hotin seferinde bulunmuştur.
Sadrazam ve Serdâr-ı ekrem Hüseyin Paşa’nın mağlubiyeti ve azli üzerine, mühr-i sadâret kendisine tevdi
olunarak bu genş padişahın zamanında bir sene dört ay mesned-i sadârette kalmış ve pâdişâh-i mşârünileyhin
hal’i ve şehadeti vak’a-yı hâilesinde eşkıya, hunhar asker tarafından gadren şehit edilmiştir. İstanbul’da Miskinler’de
medfundur. Akıl tedbiri orta halde, halîm, selîm bir zat idi. Kendinin bir içoğlanı düşman tarafına kaçıp mürted
olmuştur.
Diyarbekir’in Mardin Kapısı haricinde ve iki saat mesafede yolcular için bir han yaptırmıştır. Şimdi harabedir.
Urfa Kapısı’na gidilirken sağda vaktiyle Mürdar Su Kahvesi ve şimdi [...] olan mahalle karşı köşede dahi bir mescit
bina etmiştir. Küçük Hamam ve şimdi Gazi Mektebi olan yeri dahi maristan olarak yaptırmıştır. 1310 [1892]’den
sonraya kadar enkazı mevcut idi. (Abdulgani Fahri Bulduk, Diyarbakır Valileri, Medrese Yayınları, İstanbul 2007,
s. 46-47,. Yayına Hazırlayanlar: Eyyüp Tanrıverdi-Ahmet Taşğın)
6
Abdulgani Fahri Bulduk, age, s.251
7
Abdulgani Fahri Bulduk, age, s.251
153
köşe bölümüne, kuzey ve batı yönlerinde yerleştirilen iki portalle sahanlık kısmına
girilir. Soyunma yerinin simetrik iki eyvanı vardır. Bunlardan, batıdaki eyvan,
sahanlıktan soyunma yerine geçişi sağlar Doğu-batı istikametlerinde bu eyvanlar
iki katlıdır. Soyunma yerinin üst örtüsü kubbedir. Kubbeye geçiş pandantiflerdir.
Bu pandantifler ikinci kat eyvanlarına kadar inmektedir. Birinci kat eyvanlar düz
kemerlidir. Alt kat eyvanlarının sağ ve soluna yerleştirilmiş yuvarlak kemerli nişlerle,
soyunma yerinin karşılıklı iki bölümünün hareketlendirilmesi amaçlanmıştır.
Kemerler düz, sivri, yuvarlak şekillidir. Ayrıca sağır boşaltma kemerleri içine alan
ve küçük soyunma yeri olarak kullanılan nişlerle bu kısmın bir uyum içinde olması
düşünülmüştür. Sivri sağır kemer içine oturtulmuş bir kapı ile ılıklık bölümüne
girilir. Ilıklık üç bölümden oluşmaktadır. Bunlardan ikisinin üst örtüsü beşik tonoz,
diğerinin kubbedir. 6. eyvan, 6 hücre yani yıldızvari sıcaklık şemalı bu bölümün
kubbesine geçiş pandantiflerledir. Eyvanların üst örtüsü beşik tonoz, hücrelerininki
kubbedir. Eyvanlar ve hücrelerde kurnalardan bir metre yükseklikte küçük nişler
açılmıştır. Yapılan kaba onarımlar, hamamın iç güvenliğini ve süslerini bozmuş
durumdadır”8
Deva Hamamı
Evliya Çelebi’nin “...Mu’allak minare kurbundaki hamam ferşinde ruhâmları
ve kubâblarında billûr camları müsennâdır” şeklinde bahsettiği Deva Hamamı
Mardin Kapı yakınında Gazi Caddesi üzerinde, Abdal Dede Mahallesi’ndedir.
1540 yılında Hamam-ı Kebir (Büyük Hamam) adını taşımış ve sonradan
Deva Hamamı adını almıştır. Halk buna Deve Hamamı demektedir. Diyarbakır’ın
en büyük hamamıdır. 1711 tarihinde büyük bir onarım geçirdiğini Diyarbakırlı şair
Hami (1679-1747) şu manzum tarih ile anlatmaktadır:
“Hüsn-i ta’mirin görüp HAMİ hami dedim tarihini
Sıhhati kasteyleyen gelsün Devâ Hamamına”
Bu manzum tarih aslında 16 beyittir. Şairin Millet Kütüphanesi’ndeki yazma
divanındadır. Hamam, 1930 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nce satın alınmıştır.
İçkale Hamamı
İçkale’de sura bitişik inşa edilen hamam, 1863 tarihine kadar işlek
9
idi. .
8
9
154
Şevket Beysanoğlu, age, c.2, s.552
Abdulgani Fahri Bulduk, age, s.253
Kadı Hamamı
Evliya Çelebi’nin İpariyye Hamamı şeklinde bahsettiği ve
Diyarbakır’ın en iyi hamamı olduğunu belirttiği hamam, KadıHamamı’dır.10
... Kadı adını ne zaman aldığı bilinmemektedir.
Evliya Çelebi esas adının Eşbek iken halkın buna Eşek Hamamı
dediğini ifade eder. Bu hamam Safa Camii yakınındadır.
Kadı Hamamı
Küçük Hamam
Melek Ahmet Paşa Camii’nin doğusundaki bu hamamdan Evliya
Çelebi Hamam-ı Atik olarak bahsetmektedir.11 Dilaver Paşa evkafına ait
olan hamam XIX. yüzyılda Diyarbakır’ın en işlek hamamları arasındadır. Bu
hamama “Şen Su Hamamı” da denir. Bazı kaynaklarda küçük Kadı Hamamı
olarak geçer.
Küçük Hamam
10
11
Evliya çelebi, age, s.40
Evliya Çelebi, age, s.40
155
Melek Ahmet Paşa Hamamı
Melek Ahmet Paşa Caddesi üzerinde olan bu hamam bugün içinde işlevini
yürütmektedir. Melek Ahmet Paşa tarafından 1564-1567 yılları arasında inşa
ettirilmiştir. XIX. yüzyılda “Hamam-ı Kebir” adını taşıyan hamamdır.Hamamın
yapılışına Diyarbakırlı şairler manzum tarih olarak şunu düşmüşlerdir.
“Görüp hâtif dedi tarihin anın
Yeni pâkize, abı hûb hamamının”
Şair Şuhûdi (975)
“Dedi tarih ana hâtif semada
Bıhışt ayinli hamam’a oldu peyda”
Şair Biati (975)
Melek Ahmet Paşa Hamamı
Paşa Hamamı
Şeyh Matar Cami civarında, Hançepek Mahallesi’ne giden yolun solunda
bulunmaktadır. Eski adı “Behram Paşa12 Hamamı’dır.
972 [1564]’te vali olmuştur. Müddeti üç senedir. Nâdirü’l-emsâl gayet kıymetli, sanatlı, zarif, latif,
12 kâşîli [vitraylı] minareli bir camii vardır. Namına izafeten yad olunur. Kanuni Sultan Süleyman Han’ın oğlu
Sultan Selim-i sanî zamanında 980 [1572] tarihinde ikmal edilmiştir. Burada bir çok evkafı olduğu gibi, Urfa’da
da vardır. Diyarbekir’deki Paşa Hamamı eşher-i evkafındandır. Mamurdur. 988 [1580]’de Halep’te vali iken
Diyarbekir’deki cami gibi bir cami yaptırmıştır; o dahi mamurdur.
Müşarünileyhin Şam’da da valiliği vardır. 994 [1585]’te Halep’e vali olan Rıdvan Paşa, bunun
biraderidir.
Buradaki camiinin harem kapısı üzerindeki kitabe budur:
“Enşe’e hâze’l-câmi’a’ş-şerîfe el-abdu’d-da’îfu Behram Paşa, yesserallâhu llehu mâ yeşâu ve
buve abdun mine’l-merbûm es Sultan Suleymân, fî eyyâmi’d-devleti’s-Sultâni’l-a’zam Selîm Hân, senete 980
[1572]”
Merhûm-ı müşârünileyh bu vakfı, evvelâ nefsine sonra kölesi ve matuku Kasım bin Abdulhayy’e
badehu bunun erşed [evlâd ve] evlâsd-ı evlâdına şayet tevliyet munkarız olursa, aslahu fe’l-aslahu min sâiri
utekaihi [min] utekai’l-vâkifi ve ebnâihim ve ebnâi ebnâihim, bilâhre sultân-ı zamânın veya hâki-i vaktin lâyık
ve ahrâ gördüğü kimsenin mütevelli tayin edilmesini şart etmiştir.
156
Evliya Çelebi, bu hamamdan şöyle bahseder: “Bu paşa-yı zişânun Gazzevi
olmağla Arabistan’da gördüğü gibi bir hamamı musanna bina etmek içün Gazze ve
Kudüs’ten üstâd-ı kâmil bennâlar ve ruhamkârlar getirtip ve yüz deve yükü gûnagûn
somakî ve mermer ve yerekâbî ve zebûrî seng-i ebrûlar getirdüp bu hamama döşemiş.
Hakka bir hamam-ı ibretnümâ ettirmiş kim misli meğer Şam’da Defterdar Hamamı
ola yahut diyar-ı Mısır’da Menfelût şehrinde Osman Bey Hamamı ola”
Rüstem Paşa Hamamı
Yeni Kapı’nın kuzeyindedir Bu hamama ayrıca Rüstem Paşa Hamamı
da denilmektedir. 1882 de harap olan hamam işlek olduğu zamanlarda suyunu
İçkale’den almaktaydı.13
Su Akar Hamamı
Dağ Kapısı yakınlarında, Nebi Camii’nin karşısında idi.14 İbrahim Beğ
Tekkesi evkafından olan bu hamama XIX. yüzyılda Su Akar adından başka Sadaka,
Suvakiyye ve İbrahim Beg Hamamı adlarının verildiği görülmektedir.15 Evliya
Çelebi bu hamamdan Zibilci Hamamı olarak bahsetmektedir.
Vahap Ağa Hamamı
Gazi Caddesi’nden Dağ Kapı’ya giden yolun sonundadır. Bugün ayakta
olup hangi tarihte yapıldığı bilinmemektedir. Hamamın esas adı Abdulvahap Ağa
Hamamı’dır.
Vahap Ağa Hamamı
13 Abdulgani Fahri Bulduk, age, s.255
14 Abdulgani Fahri Bulduk, age, s.251
15 İbrahim Yılmazçelik, age, s.87
157
Yeni Hamam
22 Ekim 1565 tarihli İskender Paşa vakfiyesinden bu hamamın Kayseriye
Han civarında, Kavukçular Çarşısı’nda olduğu ve İskender Paşa tarafından inşa
ettirildiği anlaşılmaktadır.16 Söz konusu hamam “...bilcümle hudûd ve sâir hukûk ve
rüsûm ve âmme-i merâfik ve ana nisbet ve müteallik bulunan soyunmağa mahsûs
mahal ve külhan ve ambarı ile...” İskender Paşa Câmii için vakfedilmiştir.17
Bu hamamdan Evliya Çelebi İskender Paşa Hamamı olarak bahsetmekte ve
şehrin en güzel hamamıdır demektedir.18 Daha sonra Çarşı Hamamı adını alır. 1913
yılında bir yangınla tahrip olmuş ve kısa bir süre sonra yıkılmıştır.
22 Ekim 1565 tarihli İskender Paşa vakfiyesinden bu hamamın Kayseriye
Han civarında, Kavukçular Çarşısı’nda olduğu ve İskender Paşa tarafından inşa
ettirildiği anlaşılmaktadır. Söz konusu hamam “...bilcümle hudûd ve sâir hukûk ve
rüsûm ve âmme-i merâfik ve ana nisbet ve müteallik bulunan soyunmağa mahsûs
mahal ve külhan ve ambarı ile...” İskender Paşa Câmii için vakfedilmiştir.
Bu hamamdan Evliya Çelebi İskender Paşa Hamamı olarak bahsetmekte ve
şehrin en güzel hamamıdır demektedir. Daha sonra Çarşı Hamamı adını alır. 1913
yılında bir yangınla tahrip olmuş ve kısa bir süre sonra yıkılmıştır.
Yeni Hamam
22 Ekim 1565 tarihli İskender Paşa vakfiyesinden bu hamamın Kayseriye
Han civarında, Kavukçular Çarşısı’nda olduğu ve İskender Paşa tarafından inşa
ettirildiği anlaşılmaktadır. Söz konusu hamam “...bilcümle hudûd ve sâir hukûk ve
rüsûm ve âmme-i merâfik ve ana nisbet ve müteallik bulunan soyunmağa mahsûs
mahal ve külhan ve ambarı ile...” İskender Paşa Câmii için vakfedilmiştir.
Bu hamamdan Evliya Çelebi İskender Paşa Hamamı olarak bahsetmekte ve
şehrin en güzel hamamıdır demektedir. Daha sonra Çarşı Hamamı adını alır. 1913
yılında bir yangınla tahrip olmuş ve kısa bir süre sonra yıkılmıştır.
16 İbrahim Yılmazçelik, age, s.85
17 İbrahim Yılmazçelik, age, s.85
18 Evliya Çelebi, age, s.40
158
Vahap ağa hamamı yandan görünüm
Melik Ahmet hamamı
Vahap ağa hamamı önden görünüm
Kadı Hamamı
Yiğit Ahmet sokak’ta Cemşid ağa hamamı
Çardaklı hamamı
Deva hamamı
Fotoğraflar: Kenan Haspolat
159
Şehr-i Âmid Kahramanlarının Meşhedi
HZ. SÜLEYMAN CAMİ VE HAZİRESİ
Alaattin Dikmen*
Giriş
Diyarbakır Hz. Süleyman cami haziresi insanlar tarafından sıkça
ziyaret edilen kutsal mekânların en başında gelenidir. İstanbul’da Eyüp
Sultan, Bursa’da Emir Sultan, Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli insanlar
tarafından nasıl teveccühe mazhar bir mekân ise Diyarbakır ilinde de bu
işlevi Hz. Süleyman cami ve türbesi üstlenmektedir. Ayrıca burada oldukça
yoğun dini ritüeller uygulanmaktadır. Söz konusu mekânla ilgili bu zamana
kadar birçok çalışma yapılmış ve bu çalışmalarda konu değişik boyutlarıyla
ele alınmıştır. Bu çalışmada; Sahabe Diyarbakır ilişkisi kısa bir tarihçe ile
verilecek, Süleyman cami ve haziresinin tarihi sürecine ve halk hafızasındaki
karşılığına atıfta bulunulacaktır. Son bölümde ise bu mekâna neden gelindiği,
gelenlerin beklentileri, eğitim durumları, gelir düzeyleri ve gelme sıklıkları
gibi hususlar verilecektir. Araştırma, yetmiş (70) kişi ile birebir yapılan
mülakat (görüşme) neticesinde ortaya çıkan sonuçları içermektedir.
Sahabeler ve Diyarbakır
Diyarbakır vilayet salnamesi dahil birçok temel kaynakta bölgede metfun
bulunan peygamber, sahabe ve halk tarafından da büyük zatlardan olduğu kabul
edilen zevatın isim ve kabirlerinden bahsedilmekte, Diyarbakır ve çevresinde 80 den
başlayarak 500 kadar sahabenin varlığından söz edilmektedir.1
Diğer taraftan Diyarbakır (Âmid) fethinde birçok sahabenin bulunması ve
bunlardan bir kısmının muharebeler sırasında şehit düşmesi, şehir alındıktan sonra
sahabelerin bir kısmının kendi topraklarına dönmesi ve birçoğunun da daha sonra
ailelerini de getirerek bu bölgeye yerleşmiş olmaları salname ve diğer kaynaklarda
belirtilen hususları doğrular niteliktedir. Fetih esnasında bazı kaynaklara göre 25-27
bazılarına göre 40 şehit sahabenin yanı sıra, fetihten sonra buraya yerleşen ve daha
sonra eceliyle ölen 500 sahabe kabri bulunmaktadır.
*Dicle Ünv. İlahiyat Fakültesi FDB Bölümü
1
Bkz., Hatip Yıldız, Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır ve Sahabe, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti
Diyarbakır (25-27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum Bildirileri), Ömer Tellioğlu, Diyarbakır Salnameleri
(1869-1905), C.I, İstanbul, 1999, s. 208-209
160
Örneğin İyaz’ın ailesinin 641’de Diyarbakır’a göç ettiği dile getirilmiştir.
Diyarbakır’daki Eyyubi (Eba Eyyup) ailesinin bu sülaleden geldiği bilinmektedir.2
Kaynaklar fetih sırasında bazı sahabelerin şehit olduğunu doğrulamaktadır.
Fakat kaç kişinin şehit olduğu ve bunların kabirlerinin nerede olduğu, en azından
Hz. Süleyman camisi haziresinde bulunan kabirlerin isimlerine atıfta bulunarak
onlara ait kabirler olduğu söylenen sahabe kabri olup olmadığı hususu tartışmalıdır
Hazirede bulunan türbelerin fetih yıllarından çok sonraları yapılmış olması ve
adı geçen sahabelerden bir kısmının burada veya bir başka yerde kabirlerinin
olduğuna dair net bilgilerin olmayışı konuyu biraz muallâkta bırakmaktadır. Yoksa
Diyarbakır’da birçok sahabenin yaşadığı ve burada vefat ettiği bir gerçektir.
Diyarbakır’ın Müslümanlarca Fethi
Müslümanlar, Hz. Muhammed hayattayken Arap Yarımadasının tamamına
hâkim olmuşlardı. Hz. Peygamberin vefatından kısa bir süre sonra da Suriye, Mısır,
Irak ve İran, Anadolu Adana ilinden başlayarak doğu kısmına doğru Türkistan
illerine kadar, Hz. Ebubekir’in halifeliğinden (m.632-634) başlayarak Hz. Ömer’in
halifeliği (634-644) boyunca fetihler gerçekleştirilmiştir. Diyarbakır’ın (Âmid)3
fethi de bu dönemde gerçekleşmiştir.
Eski adı Âmid olan Diyarbakır şehri, Arap coğrafyacılarının Cezîre
dedikleri bölgenin Diyâr-ı Bekr kısmı içerisinde yer almaktadır. Diyâr-ı Bekir
bölgesi, Âmid (Diyarbakır), Meyyâfarikin (Silvan), Hısn Keyfa (Hasankeyf), Erzen,
İs’ird (Siirt), Mardin ve Düneysir (Kızıltepe) gibi önemli şehirleri ve çok sayıda
müstahkem kaleyi kapsamakta idi.4
Diyarbakır’ın da içinde bulunduğu Cezîre bölgesinin Diyârbekir kısmı,
milâdî III-VI. asırlarda, Bizans ile Sâsâniler arasındaki mücadelelerin bir gösteri
alanına dönmüştür. İslamiyet ortaya çıktığı yıllarda Bizans hâkimiyetinde iken Hz.
Ömer döneminde fethedildiğinde ise Sâsâni hâkimiyet alanında idi.5
Bizans’a karşı Yermûk Savaşı6 (m.636-h.15) kazanılmış ve arkasından
Suriye’nin fethine girişilmişti. Suriye’de kısa sürede fethedilmiş ve kuzeyden
gelebilecek saldırı hareketlerine karşı güvenlik tam da sağlanmış değildi. Hz. Ömer
Câbiye denilen yerde kumandanları ile Suriye’nin güvenliğinin sağlanması için
Cezîre bölgesinin de fethine karar vermişlerse de (638) bu kararı devletin başkenti
Medine’ye döndükten bir müddet sonra (639) Suriye valisi Ebu Ubeyde’ye bir
2
3
4
5
6
Çeşitli görüşler için bkz., Yıldız, a.g.m., Celal Çayır, “Manevi Bir Değer Olarak Hz. Süleyman
ve Haziresi”, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25-27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum
Bildirileri). Ömer Tellioğlu, Diyarbakır Salnameleri, (1869-1905), C.I, İstanbul, 1999, s. 208-209. Şevket
Beysanoğlu, Diyarbakır Tarihi, C. I, 2003, s.162. Mehmet Azimli, “İlk İslam Fetihleri Bağlamında Diyarbakır’ın
Fethine Katılan Sahabelerle İlgili Bazı Mülahazalar”, I. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır
Sempozyumu (20-22 Mayıs 2004 Diyarbakır) Bildiriler, Diyarbakır, 2004, s.823.
Âmid Osmanlılar döneminde, sancağın merkezi olan Diyarbekir Vilayeti’nin ve şehrin adı olmuştur.
Nejat Göyünç, “Diyarbakır”, İA, IX, s. 465. Ayrıca Diyarbakır tarihi hakkında bkz.: Şevket Beysanoğlu,
Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır, I-III, Diyarbakır, 1997.
Abdurrahman Acar, “Diyarbakır’ın Fethi Hakkında Bazı Notlar”, “Diyarbakır’da Sahabe İzleri”, Nebiler,
Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25-27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum Bildirileri)
Ramazan Şeşen, “Cezîre”, DİA; VII, 509.
Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, çev: Fikret Işıltan, Ankara 1991, s.103.
161
mektup yazarak resmileştirmiştir. Vali, İyâz b. Ğanm komutasında, aralarında bine
yakın sahâbenin de bulunduğu sekiz bin7 ya da 5-6 bin kişilik bir orduyu Rakka
denilen yerden bölgenin fethine başlatmıştır.8
İyâz b. Ğanm, 7 Cumâdi’l-Ula H.17 (27 Mayıs 638) tarihinde, İslâm
ordusunun başında Âmid önlerine gelmiştir. O sırada şehir, Bizans’a bağlılığı ile
bilinen ve Meryem adında kadın bir vali tarafından idare edilmekte idi.9
Müslümanlar diplomatik girişimlerde bulunmuşlar ve şehrin sulh ile
kendilerine teslim edilmesini istemişler ama netice alınamamışlardır.
Şehrin Bizans valisi, kilisede halkından ve bürokrasiden ileri gelenlerle bir
toplantı yaptığı ve onlara şu meyanda bir konuşma yaptığı belirtilmektedir:
“Araplar yurdunuza girdiler, şehrinizin önünde karargâh kurdular, bunlar
şehrimizi almaya tamah etmişler. Siz iyi biliyorsunuz ki bu şehir Diyâr-ı Bekr
bölgesinin kilididir. Onu ele geçiren, bütün bölgeyi almış olur ve İsa Mesih’in
hâkimiyeti son bulur.” şeklinde başlayan ve “Sizgeçmişten biliyorsunuz ki bunlar
burada yüz sene de kalsalar şehrinizi alamazlar. Dininiz uğruna bunlarla savaşınız.
Burada ihtiyaç duyduğunuz her şey var. Diyâr-ı Bekr çevresindeki kral ve prensler
mektup göndererek, ‘şehri teslim etme’ dediler. Askerleriyle yardıma geleceklerini
ve bizi Araplardan kurtaracaklarını söylediler.” 10
Diğer taraftan İslâm ordusunun başkumandanı İyâz b. Ğanm’in de Âmid
ilgili olarak, “Biliniz ki bu şehir çok iyi bir korumaya sahiptir. Burası Diyar-ı
Bekr’in gözüdür. Allah buranın fethini bize nasip ettiğinde Müslümanlar bütün
bölgeye hâkim olacaklardır.”11 Şeklindeki ifadeleri dikkate alındığında Âmid’in
o dönemlerde kritik bir merkez konumunda olduğu ve bunu bütün tarafların tescil
ettiği anlaşılmaktadır.
Ayrıca yine İslam ordusunda üst düzey bir yetkisi olduğu anlaşılan Hâlid b.
Velid’in tespitleri İslam ordusunun kemiyet ve keyfiyet açısından nasıl olduğunu ve
ordunun hangi dinamiklerle fetihlere çıktığı konusunda bir bakış açısının varlığını
haber verir niteliktedir; “Şunu biliniz ki biz maddî güç ve sayımızın çokluğuyla
değil, belki Allah’ın yardımı ve Hz. Peygamberin bereketi sayesinde bir yere hâkim
oluyoruz. Nitekim peygamberimizin bize bu konuda vaadi vardır. Allah’ın dediği
olur. Eğer bunlar şehrin dışında bir yerde savaşmak isterlerse bu bizim işimizi
kolaylaştırır. Fakat biraz sabredelim. Sabrın sonu zaferdir. Belki beklenmedik bir
gelişme olur. Bu kadına bir mektup yaz. Onu önce korkut, sonra da güzel vaatlerde
bulun, umut ver. Umarız ki Allah yardım eder ve onu imana getirtir”.12
7
Murat Akgündüz, “Diyarbakır’da Sahabe İzleri”, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (2527 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum Bildirileri), ss: 71-74
Bkz., Şeşen, age, 509.
8
Vakıdi, Târihu Fütûhi’l-Cezîre, 164. Âmid’in fethini en geniş şekliyle anlatan eserin bu olduğu söylenmekte9
dir. Bkz., Acar, agm.
A.g.e, 166. Acar, a.g.m.
10
Vakıdi, a.g.e, 167.
11
A.g.e, 167.
12
162
Bizans valisi Müslümanların teslim olma teklifini reddetmiş ve şehir kuşatma
altına alınmıştır. Müslümanların kuşatması beş ay kadar sürmüş ama şehrin muhkem
kalesi sayesinde netice alınamamıştır. İslam ordusu sabırla kuşatmasını sürdürürken
Hâlid her gün askerleriyle şehri çevreleyen surların etrafını dolaşarak bir yol
bulmaya çalışmış ve nihayetinde içkaleye çıkan bir tünel keşfedilmişti.13 “Ben bu
tünelden şehre gireceğim. Sizden canlarını Allah’a ve Rasûlüne feda etmeye hazır,
yüz adam istiyorum” dediği ve askerlerinin arasından yüz kişi seçerek kale içine
girmeyi denediği kaydedilmektedir.14 Diğer Müslüman askerlerin yanı sıra otuz
kadar sahabenin de şehrin içkalesine girerek kale kapılarını açmayı başardıklarından
bahsedilir. Çarpışmalar esnasında yirmi dört sahabe ile birlikte Halid b. Velid’in
oğlu Süleyman da şehit düşmüştür. Diyarbakır’ın kutlu misafirleri olan bu sahabeler,
bugün Hz. Süleyman Camii avlusundaki şehitlikte yatmaktadırlar.15 Müslüman
askerler ve Bizans kuvvetleri arasında küçük çaplı çatışmalar yaşandıysa da, İyâz,
Âmid’i sulh yoluyla ve daha önce yürürlüğe girmiş olan Ruha (Urfa) Barış Anlaşması
hükümlerine göre fethetmiş16 ve böylece şehir Müslümanların eline geçmiştir.
Kaynaklarda şehre giren komutan İyâz’ın, halka “Sizden kim ki Müslüman
olursa malını, mülkünü ona bırakırız. Allah affedicidir, bağışlamayı sever, biz de
sizi affettik “ mealinde bir konuşma yaptıktan sonra, gayr-i Müslimlerin, verilen
güvenceden yola çıkarak kısa sürede çoğunun Müslüman olduğundan bahsedilir.
Müslüman olmayanlara da herhangi bir baskı uygulanmamış, sadece ertesi yıldan
başlamak üzere cizye uygulaması başlatılacağı bildirilmiştir. İyâz, şehirde on iki
gün kaldıktan sonra Sa’sa b. Savhan el-Abdî’yi şehre vali tayin ederek yanına beş
yüz savaşçı bırakmış ve fetihlerine devam ederek Erminiye topraklarına girmiş kısa
sürede Ahlât’a kadar ilerlemiştir.17
Hz. Süleyman Camii ve Haziresi
Günümüzde Diyarbakır surları içinde ve içkale denilen kısımda bir
mescit, türbe ve müştemilatında kabirlerin yer aldığı bir mekânlar bütünü vardır.
Burasının önceleri Nasıriyye, Nasıri ve Murteza Paşa diye de bilinmektedir.18 Yapı,
önceleri sahabe mezarları üzerine örülen ve mezarların alt katta kaldığı bir türbe
iken Müslüman geleneğinde olduğu üzere, yanına sonradan mescidi yapmışlardır.
19 Evliya Çelebi’den nakille caminin, kaleyi fetheden komutanlardan Halid’in
yaptırmış olduğu söylense de, cami minaresi üzerindeki kitabeye göre “cami, H.555
(M.1160) yılında Nisanoğullarından Ebu’l Kasım Ali tarafından yaptırılmıştır.
Mimarı muhtemelen Hibetullah El Gurgani’dir.” 20
13
14
15
16
17
18
19
20
Vakıdi, Târihu Fütûhi’l-Cezîre, 181.
A.g.e, 182.
Akgündüz, a.g.m.
Acar, a.g.m,
A.g.m.
Alpay Bizbirlik, 16.Yüzyıl Ortalarında Diyarbekir Beylerbeyliği’nde Vakıflar, Ankara, 2002, s. 26
Yıldız, a.g.m.
A.g.m., Beysanoğlu, a.g.e., Cilt.1, s. 270
163
Hz. Süleyman Camisi Saray Kapı’da bulunmaktadır. Camiyi özellikli ve
önemli kılan Diyarbakır fethinin buradan başlamasıdır ve bilinen yirmi yedi şahit
sahabenin kabrinin burada bulunmasıdır.21 Hz. Süleyman camii ve haziresinde en
dikkat çekici isim kuşkusuz Hz. Peygamberi görmüş birisi olması hasebiyle sahabe
olan Süleyman İbn-i Halid’dir. Süleyman, sahabenin ileri gelenlerinden ve aynı
zamanda büyük bir İslam kahramanı ve Müslüman komutan olan, Diyarbakır’ın
fethinde de bulunan Halid b. Velid’in oğludur. Camii ve türbe hem adını hem de
bilinirliğini yani ününü bu isimden almaktadır. Müslüman toplumlarda sahabe kabri
olarak bilinen bütün mekânlara, hatta makamlar, derin bir saygı gösterildiği ve
oralara ciddi bir kutsiyet atfedildiği bilinen bir gerçektir.
Türbede meftun bulunan
isimlerle ilgili ilk bilgiler,
1631’lu
yıllarda
Diyarbakır
valisi iken türbelerin onarımını
yaptıran
Silahtar
Murtaza
22
Paşa’nın astırdığı manzum bir
beyitte ortaya çıkmaktadır. Bu
beyitte sahabelerin ismi şöyle
verilmektedir:
“Reis-i cümledir Sultan Süleyman
Rıdvan, kardeşi Mesud ey can
Beşir ü Hamza, Amr u Şa’be, Sabit
İki Zeyd, iki Halid biri Numan
Muhammed iki, Abdullah üçtür.
Hasan nam iki bir Ka’b-i Zişan
Fudayl u Malik ü Fahr u Ebu’l Hamd
Ebu-Nasr u Mağir’e eyle iz’an” 23
1801-1802 yıllarına ait Diyarbakır salnamelerine (4/208) göre ise Hz.
Süleyman Camii haziresinde yatan sahabelerin isimleri söyle sıralanmaktadır:
21
22
23
164
A.Bilal Altunboğa, , Diyarbakır Folklorundan Kesitler, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yay.1999, s:211
Abdülgani Fahri Bulduk, Diyarbakır Valileri, Yay. Haz: Eyyüp Tanrıverdi-Ahmet Taşğın, İstanbul, 2007, s. 56
Azimli, Diyarbakır ve Çevresinin Müslümanlaşma Süreci, Çizgi Kitapevi, Konya, 2010, s.45
Hz. Halid b. Velid’in oğlu Hz Süleyman, Hz. Rıdvan, Hz. Mesut, Hz. Beşir,
Hz. Hamza, Hz. Amr, Hz. Sabit, Hz. Zeyd, Hz. Halid, Hz. Numan, Hz. Muhammed,
Hz. Abdullah, Hz. Hasan, Hz. Ka’b Zişan, Hz. Fudayl, Hz. Malik, Hz. Fahr, Hz. Ebul
Hamd, Hz. Ebu Nasr, Hz. Mugire.24
Görüleceği üzere, manzum beyitte geçen isimlerle bu isimler çok az bir
farkla aynıdır. Bu fark ise sahabelerin isimleri verilirken ön isim veya künyelerinin
verilmesinden kaynaklanmaktadır.
Hz. Süleyman camii haziresindeki taş mezarlar süslemeleri ve işçilikteki
ustalıkla dikkat çekici özelliktedir.25
Hz. Süleyman Camii haziresindeki taş süslemeler
24
25
Bkz., Azimli, age , s 45 ve agm., Çayır, agm., Yıldız, agm
Fotoğraflar Kenan Haspolat arşivinden alınmıştır.
165
Hz. Süleyman Camii haziresindeki taş süslemeler
Tarihimizin her döneminde olduğu gibi günümüz yazar ve şairleri de bu
mekânda yatan sahabeler için insanların rağbetinin haklılığını tescillercesine şiirler
yazmışlar.
Hz.Süleyman Camisindeki Medfun Sahabe-i Kiram
Müze şehir, Diyarbekir içinde
Yüce makam sahibi, çok insan yatar
Surların dâhili ve haricinde,
Evliya, sahabi şehidan yatar
Yirmi yedi ashab, şu tek kubbede
Peygamber dostları, hepsi sahabe
Fetihle gelinmiş, şehir kasaba,
‘Rıdvan’ile kardeşi ‘Mes’ud’can yatar
166
Din ve Kur’an için, yapmışlar cihad
Halife Ömer’e etmişler biat
Dökülen kanlara, şahit kâinat,
‘Beşir’,’Hamza’ gibi çift aslan yatar
‘Amr’,’Şa’be’,’Sabit’dahi burada,
Cömert davranmışlar canı fedada,
Saadet onların iki dünyada,
İkişer ‘Zeyd’,’Halid’ bir ‘Numan’ yatar.
Üç ‘Abdullah’ şehid, iki ‘Muhammed’,
İ’layı din için kılmışlar niyet,
Şehadet şerbeti doyumsuz lezzet,
‘’Ka’bi Zişan’gibi pehlivan yatar
Ellerde kılıç var, sinede iman,
Amidde vurulmuş bir avuç insan
‘Fudayl’da isimsiz, yüce kahraman
‘Hasan’deyü iki nevcaivan yatar
‘Malik’de şehiddir, muharebede,
‘Fahr’ ve ‘Ebul Hamd’de bizim beldede,
Yeryüzü mekânı kutlu kubbede,
‘Ebu Nasr’ ‘Mugire’gibi can yatar
Hepsi de sahabe, hepsi kahraman,
Her biri cihana bedeldir inan
‘Halid’in oğlunda emir ve ferman,
Sultan oğlu Sultan Süleyman yatar
(M.Mergen)
Hz. Süleyman Camisi yapılışından bu yana birçok defa yıpranmış, eskimiş,
zaman zaman yıkılmış ve bir o kadar da onarım geçirmiştir. Yani cami ve hazire
çeşitli değişiklikler ve ilavelerle günümüze gelebilmiştir. Bu onarım ve ilavelerin
tarihi açık değildir. Sadece Osmanlı döneminde yapılan onarımlar resmi kayıtlara
geçirilmiştir.26
Mesela, Vali Silahtar Murtaza Paşa tarafından hem cami hem de türbenin
esaslı bir onarımdan geçtiğini, caminin duvarındaki manzum kitabeden ve resmi
kayıtlardan anlaşılmaktadır. Caminin yazlık kısmının döşemesi, çeşmeleri,
müştemilatta yer alan küçük mescid ile Süleyman türbesinin giriş kapısı bu paşa
tarafından yaptırmıştır. “İçkale Mescidi” olarak kayıtlara geçen bu mescidin, 29
26
Yıldız, agm.
167
Temmuz 1799 tarihinde de faal olduğu kaynaklarda tespit edilmiştir.27
Sözü edilen cami ve sahabe türbeleri, Osmanlı’nın her döneminde bütün yöneticilerin
dikkatle ve hassasiyetle koruduğu mekânların en başta geleni olmuştur. En son
yirminci yüzyılın başlarında Vali Halid Bey’in himayesinde hem Kale Cami-i Şerifi
ve hem de cami vakfına ait olan kale değirmeni esaslı bir tamir geçirmiştir.28
Günümüzde yeniden ve çok kapsamlı bir bakım, onarım ve yenilenme yapılan
müştemilatta çalışmalar sürdürülmektedir. Yılda yaklaşık yüz bin kişinin ziyaret
ettiği29 Diyarbakır’ın en çok rağbet gören bu mekânı, başta Türkiye kamuoyu ve
ilgili taraflarınca yeterince bilinmemektedir. İyi bir tanıtımla özellikle inanç gezileri
ve turizmi açısından önemi gittikçe anlaşılacak bir hususiyettedir.
Hz. Süleyman Cami ve Türbesine Neden Geliyorlar
Yatır, türbe, kümbet, dini kimliği olup büyük şahsiyet olarak kabuki görmüş
kişilere ait mekanlar, içinde kabri bulunan şahıslara göre önem kazanmaktadır.
Orada yatan şahsın hayatı, geçmişte sahip olduğu değerler, başına gelen/geldiğine
inanılan değişik hadiseler türbe ziyaretçilerinin türbeye olan alakalarınının keyfiyet
ve kemmiyetini belirlemektedir.
Aslında çoğu zaman ziyaretçiler taleplerini doğrudan yatırdan veya orada
yatan zattan istemezler. Orada yatan şahıs genel itibariyle türbe ziyaretçisi ve Allah
arasında aracı olarak düşünülmektedir. Böylelikle yapılan duaların daha çabuk
kabul olunacağına inanılmaktadır. Ayrıca Hz. Süleyman camii ve türbesine ziyaret
Perşembe günü artmaktadır.
Ziyaretçileri tek kategori altında toplamak, yapılan ziyaretleri bir kaç nedene
bağlamak mümkün görünmemektedir. Bu nedenle çalışmada bütün veriler ayrı ayrı
değerlendirilmiştir.
Türbe ziyaretçilerinin türbeye gelme nedenleri söyle siralanabilir:
-Genel olarak herhangi bir problemi olmayıp sadece dua etmeye gelenler (5 kişi).
-KPSS, SBS, LYS gibi sınavlarda başarılı olmak için dua etmeye gelenler (Sınav
tarihlerine yakın neredeyse bütün ziyaretçiler).
-Hayırlı bir evlilik yapabilmek yani kısmet için gelenler (4 kişi).
-Çocuğu olmadığı için gelenler (her ziyaretimde 2 çift).
-Rüyasında türbeyi gördüğü için ziyarete gelenler (1 kişi).
27
28
29
Agm., Bulduk, a.g.e, s. 56
Tellioğlu,a.g.e, C. V, s. 214, Yıldız, agm.
Yaşar Kalafat, “Diyarbakır’da Ulu Kabirler: Diyanet İşleri Başkanlığı Arşiv Kayıtlarına Göre”, I. Uluslararası
Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu (20-22 Mayıs 2004 Diyarbakır) Bildiriler, Diyarbakır, 2004, s.
814
168
-Herhangi bir sıkıntısı olmadığı halde sadece huzur bulmak için gelenler (4).
-Kendisi veya bir yakını hasta olduğu için gelenler. (Çoğunluk 33 kişi)
-Misafirlerini gezdirmek amacıyla gelenler (özelikle hafta sonları kalabalık
gruplar halinde)
-Mübarek gün ve gecelerde dua etmek için gelenler
-Maddi beklenti ve istekleri için gelenler (ev, araba, iş kurma)
-Çocuğu kaybolan ve bulunması için dua maksadıyla
-Sevdiğine kavuşmak isteyenler
-Konuşma özürlü olanlar
-Başkaları geldiği için onlara uyup gelenler
-Cezaevinde yakını olanlardan onların beraat etmesi için
-Yakın tarihte mahkemesi olanlar
-Evladı ya da yakını ideolojik sebeplerle dağa çıkanlar (6).
Evladı veya yakını ideolojik nedenlerle dağa çıkanlar yakınlarının pişman
olup tekrar geri dönmesi için türbeye gelip dua etmektedir. Bu kişiler, yakınlarıyla
irtibat kuramadıkları için dua etmekten başka çareleri olmadığını söylemektedir.
Gelenlerin Türbe Hakkındaki Bilgileri
Hz. Süleyman haziresine gelenlerden çok az kısmı türbede kimin/kimlerin
kabirlerinin olduğunu dahi bilmemektedir (70 kişiden 2). Ziyaretçilerin geneli kimin
türbesi olduğunu ismen bilseler de hakkında çok az malumata sahiptir (70 kişiden 43).
Gelenlerden önemli sayılacak bir grup ise mezarlarda yatanların kimlikleri ve tarihi
geçmişleri hakkında yeterince bilgiye sahip oldukları görülmüştür (70 kişiden 17). 30
Hz. Süleyman haziresine gelen kişiler için en genel yorum, türbe ile alakalı
olarak anlattıkları, bildikleri malumatın birçok efsanevi ve hayal ürünü öğelerle
örülü olmasıdır.
Ziyaretçilerin Türbeye Gelme Sıklıkları
Ziyaretçilerinin türbeye gelme sıklıkları değişkenlik göstermektedir. Haftada
3-4 kez (daha çok evi yakın olanlar) türbeye uğrayan olduğu gibi, haftada bir, iki
haftada bir kez uğrayanlar da vardır. İlk defa gelen olmakla beraber mübarek gün
ve gecelerde türbeye gelerek dua etmeyi bir gelenek haline getiren ziyaretçiler de
bulunmaktadır ve bunlar çoğunluktadır (70 kişiden 32’si).
30
Hz. Süleyman haziresine gelenlerle ilgili yapılan çalışma Süreyya Bilici tarafından yürütülmüş ve bitirme
ödevi olarak D.Ü. İ. Fakültesi kütüphanesine teslim edilmiştir. Mülakatlar ve sonuçlandırma süreçleri Süreyya
Bilici’ye aittir.
169
Ziyaretçilerin Ekonomik Durumları
Türbelere gelen ziyaretçilerin ekonomik durumları geneli itibariyle düşük
gelirli gruptaki kişilerden oluşmaktadır. Bunun en önemli istisnası geniş bir kitle,
gelir seviyesi üst düzey olduğu halde, grup gezileri ya da ashab kabirlerini ziyaret
maksadıyla gelmekte ve bu tür kişiler önemli bir yekun tutmaktadır. Bu gruplar istisna
edilirse araştırmada kendileriyle mülakat yapılan yetmiş ziyaretçiden yaklaşık 50
kişinin maddi durumu itibariyle alt kategorilerde bulunduğu tesbit edilmiştir.
Ziyaretçilerin Cinsiyet ve Yaş Durumları
Ziyaretçilerin geneli bayanlardan oluşmaktadır (70 ziyaretçiden 60’ı).
Erkekler genel itibariyle kısa süreli ziyarette bulunmakta, kısa bir dua okuduktan
sonra ayrılmaktadır. Kadınlar ise türbe ve müştemilat içinde çok vakit geçirmekte
hatta saatlerce kalmaktadırlar. Bazı bayanlar sabahın erken saatinde gelmekte ve
öğleye kadar orda kalmaktadırlar. Türbelere sabahın erken saatinde hatta sabah
namazıyla beraber gelmenin daha hayırlı olduğuna inanıldığı için bu saatlerde orada
birçok bayan görmek mümkündür.
Türbeye gelenlerin yaş durumu şöyledir:
0-18 yaş aralığı: %12 (8 KİŞİ)
19-30 yaş aralığı: %35 (25 KİŞİ)
31-60 yaş aralığı: %53 (37 KİŞİ)
Bu duruma göre kanaatimizce insanların yaşlandıkça bu gibi fenomenlere
bağlılıklarının arttığını göstermektedir.
Hz. Süleyman Camisi ve türbesine gelenlerin eğitim durumları ise; çok az
üniversite mezunudur (70 kişide 2 kişi). Bu kişilerden birisi olan makine mühendisi.
Bu mekânda huzur bulduğu için geldiğini söylemektedir. Lise mezunu olanlar
daha çok sınavlarda başarılı olma umuduyla gelmekte ve özellikle sınavlara yakın
dönemlerde yoğun olarak bu mekâna gelmektedirler. Bunun dışında türbe ziyareti
yapanların çoğunluğu eğitim seviyesi düşük kişilerdir.
Sonuç
Hz. Süleyman meşhedi, asırlardır her dönemde Müslüman Diyarbakır
halkı için beldedeki ve bölgedeki en saygı duyulan mekânların ilki olmuştur.
İnsanlar buraya dua etmek, çeşitli dileklerini bir de burada dillendirmek, saygılarını
ve bağlılıklarını onlara defalarca ifade etmek için gelmişler ve gelmeye devam
etmektedirler. Dünyanın her tarafında olduğu gibi sahabeye ait her türlü hatıra
Müslümanlar tarafından bir yad-ı cemil olarak derin bir saygı görmüştür. Çünkü
Müslümanlar nezdinde sahabe-i kiram Hz. Peygamberin aziz birer hatırasıdır.
170
Mesela, Hz. Süleyman Camii’nin şehitliğe bakan penceresin bulunduğu
duvarda Mustafa Asım’a aitn şu hisli ve duygulu manzume asılmıştır ki bu aynı
zamanda burada metfun bulunan zevata insanların gösterdiği içten teveccühün de
derinliğini göstermektedir:
Ey şahidanın Süleyman-ı muazzam mefhari
Hazret-i Seyf-i Huda’nın necl-i a’zam serveri
Kahraman fatihi sensin bu şehr-i Amid’in
Ceyş-i paki evliyanın müntehab seraskeri
Böyle bir sur-i metin içre yapılmış beldeyi
Zabt u teshir eyledin bir günde ey din rehberi
Hazret-i Haydar misali kal’a Hayber gibi
Bir cihad ettim ki dilşad eyledin Peygamberi
Bahtiyardır belde halkı minnetinle serteser
Mazhar-ı gufran-ı Rahman oldu kabrin makberi
Zairine bahşeder envar-ı misk u anberi
Ya İlahi gazi-i Sultan Süleyman aşkına
Bahşkıl müştakına uhrada ab-ı kevseri
Her gelen züvare minnet eylerim adab ile
Fatiha ihlası takdim eylesinler her biri
Bu mukaddes mescid içre farzını ifa eden
Abidine müjdeler olsun cinandır yerleri
Ey! sipehdar-ı gaza senden tazarru eylerim 31
Kıl şefaat Asım-ı şeydaya ruz-i mahşeri.
KAYNAKLAR
1-Abdurrahman Acar, “Diyarbakır’ın Fethi Hakkında Bazı Notlar”,
“Diyarbakır’da Sahabe İzleri”, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti
Diyarbakır (25- 27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum Bildirileri)
2-Alpay Bizbirlik, 16.Yüzyıl Ortalarında Diyarbekir Beylerbeyliği’nde
Vakıflar, Ankara, 2002
31
Resul Çoban, Hz. Süleyman Cami, (L.Bitirme Ödevi), Dicle Ü. İlahiyat Fak., Diyarbakır, 2004
171
3-Abdülgani Fahri Bulduk, Diyarbakır Valileri, Yay. Haz: Eyyüp
Tanrıverdi-Ahmet Taşğın, İstanbul, 2007
4-A.Bilal Altunboğa, , Diyarbakır Folklorundan Kesitler,
Büyükşehir Belediyesi Yay.1999, s:211
Diyarbakır
5-Celal Çayır, “MANEVİ BİR DEĞER OLARAK HZ. SÜLEYMAN VE
HAZİRESİ”, Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25-27 Mayıs
2009 tarihli Sempozyum Bildirileri).
1991
6-Georg Ostrogorsky Bizans Devleti Tarihi, çev: Fikret Işıltan, Ankara
7-Hatip Yıldız, Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır ve Sahabe, Nebiler,
Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25-27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum
Bildirileri)
8-Mehmet Azimli, “İlk İslam Fetihleri Bağlamında Diyarbakır’ın Fethine
Katılan Sahabelerle İlgili Bazı Mülahazalar”, I. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya
Diyarbakır Sempozyumu (20-22 Mayıs 2004 Diyarbakır) Bildiriler, Diyarbakır,
2004
9-Mehmet Azimli, Diyarbakır ve Çevresinin Müslümanlaşma Süreci, Çizgi
Kitapevi, Konya, 2010
10-Murat Akgündüz, “Diyarbakır’da Sahabe İzleri”, Nebiler, Sahabiler,
Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır (25-27 Mayıs 2009 tarihli Sempozyum
Bildirileri)
11-Nejat Göyünç, “Diyarbakır”, İA, IX,
1999
12-Ömer Tellioğlu, Diyarbakır Salnameleri (1869-1905), C.I, İstanbul,
13-Ramazan Şeşen, “Cezîre”, DİA; VII,
14-Resul Çoban, Hz. Süleyman Cami, (L.Bitirme Ödevi), Dicle Ü. İlahiyat
Fak., Diyarbakır, 2004
15-Şevket Beysanoğlu, Diyarbakır Tarihi, C. I, 2003
16-Şevket Beysanoğlu, Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır, I-III,
Diyarbakır, 1997.
17-Vakıdi, Târihu Fütûhi’l-Cezîre,
18-Yaşar Kalafat, “Diyarbakır’da Ulu Kabirler: Diyanet İşleri Başkanlığı
Arşiv Kayıtlarına Göre”, I. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır
Sempozyumu (20-22 Mayıs 2004 Diyarbakır) Bildiriler, Diyarbakır, 2004
172
DİYARBAKIR KÖŞKLERİ
Mine Baran*
Aysel Yılmaz **
Giriş
Etrafı surlarla çevrili tarihi Diyarbakır şehri, sur içi ve sur dışı olmak üzere 2
bölüme ayrılır. Sıcak ve kurak bir iklime sahip olan şehirde, sur içinde yer alan evler,
surların sınırlılığı ikliminde yönlendirici etkisiyle dar sokaklar içinde içe dönük avlulu
bir planlama oluşturmuştur. Sur dışı, buna karşılık bu sınırlılığı yansıtmayan doğaya
açık bir yerleşim gösterir. Köşkler, genellikle sur dışında yer alan ve Diyarbakır’ın
sivil mimari örneklerini oluşturan yapılardır. Birçoğu yıkılmasına rağmen geri kalanı
günümüze kadar varlığını sürdürmüş olan köşkler, Diyarbakır’da köklü bir mimari
geleneği ve gelişimini yansıtmaktadırlar.
1.Köşklerin Genel Tasarım Özellikleri
Diyarbakır köşkleri kullanım amacına göre bağ köşkleri ve yazlık köşkler
olmak üzere ikiye ayrılır.
1.1. Bağ Köşkleri
1.2. Yazlık Köşkler
1.1. Bağ Köşkleri
Diyarbakır’ın sur dışında yer alan ve geçmişte şehri çevreleyen üzüm bağları
içinde (şimdiki bağlar ilçesinde) konumlanmış yapılardır. Bağ köşkleri Diyarbakır
insanının göçtüğü yapılardan biridir. Yaz aylarını, geniş bir bağın ya da bahçenin
ortasına kurulu olan bu evlerde geçirirlerdi. Kış yaklaştığında bütün eşyalarını hatta
kentteki evlerinden getirmiş oldukları mobilyaları bile toplar, şehirdeki evlerine
dönerlerdi. Bağ bozumunda daha çok bağ sahiplerinin kullandıkları bu köşkler,
genellikle iki katlı, bazalt taş örgülü, bol pencereli olarak inşa edilmiştir. Yapı
teknikleri ve kullanılan malzemeler yöreseldir. Bodrum kat olmadığından gerekli
depolar veya ahır eve bitişik ya da bahçede yer alırdı. Genellikle bağ köşklerinde
süslemeden kaçınılır, bu yapılar temel form ve kompozisyonlardan oluşan basit ve
belirgin bir geometriye sahiptir. İnşa edilen her nesne veya parçanın bir amacı vardır
ve bu yapıların tasarımı son derece işlevseldir.
*[email protected]
**[email protected] Dicle Üniv. Mim. Fak. Mim. Böl.
173
Gün boyunca bağ ve bahçelerde çalışıldığından kapalı mekânlara gereksinim
azalmıştır. Bağ köşkleri özellikle yazın kullanıldığından serin rüzgârları alabilmesi
için yönlendirmede genellikle kuzey yönü tercih edilmiştir. Diyarbakır insanı
bağlarda sadece meyve, sebze yetiştirmekle kalmayıp doğayla iç içe yaşamış, bu da
mevsim değişikliklerini izlemelerini ve doğal bir ortamda kendilerini yenilemelerini
sağlamıştır. 1950 yıllarından sonra yerleşimin sur dışına çıkmaya başlamasıyla önce
üzüm bağları yok edilmiş daha sonra sırasıyla bağ köşkleri yıkılmaya başlamıştır.
1991 yılında bağlar semtinde 5 tane bağ köşkü bulunurken günümüze sadece 2
‘si ulaşabilmiştir. Onlardan biri taşları sökülerek Dicle Üniversitesi arazisine bazı
değişikliklerle inşa edilmiştir.
1-2 No’lu Bağ Köşkü
Yapılar Bağlar Kuruçeşme briket fabrikası yanında bulunmaktaydı.
Yapılardan biri sökülerek Dicle Üniversitesi Alanına inşa edilmiştir. Diğer yapı
geçirdiği tahribatlara rağmen yeniden onarılmış ve şu anda bir benzin istasyonu
bünyesinde bir cafe olarak hizmet vermeyi beklemektedir. Aynı planlamanın
uygulandığı bu benzer yapılar iki kattan oluşmaktaydı. Zemin kat, kiler mutfak ve
helâ gibi servis alanlarına ayrılırken üst katlar asıl yaşam alanı olarak düzenlenmiştir.
Yığma taşıyıcı sistemin uygulandığı bu yapılarda ana yapı malzemesi bazalt taşıdır.
Pencere açıklıkları kuzeye yönlendirilmiş böylece serin rüzgârların yapı içinde ısısal
konforu sağlaması amaçlanmıştır. Oda içi nişlerle zenginleştirilmiş olup sade bir
planlama dikkati çeker. Çatı örtüsü olarak düz dam kullanılmıştır.
Şekil 1. 1-2 No’lu Yapının planı (1991yılı)
174
Resim 1-2. 1-2 No’lu Yapının eski durumu (1991yılı) - ön ve yan cephe
Resim 3. 1 No’luYapının günümüzdeki durumu
Resim 4. 2 No’lu bağ köşkü
yan cephe (1991)
Resim: 5 Üniversite arazisine
taşınan bağ köşkü
*3 No’lu Bağ Köşkü
1995 yıllarına kadar Bağlar Gürsel Caddesinde konumlanan yapı şu anda
mevcut değildir. Yapılış tarihi bilinmemektedir. İki kattan oluşan yapının zemin
katı depolamaya ayrılırken üst kat yaşam alanıdır. Servis alanları bahçede yapının
dışında çözülmüştür. Yapının yapıldığı döneme ait bir çeşmesi de yol cephesinde yer
almaktaydı. Dikdörtgen planlı olan yapı, bazalt taştan yapılmış olup düz çatılıydı.
175
Şekil 2. 3 No’lu bağ köşkü planı (1991 yılına ait)
Resim 6-7. 3 No’lu bağ köşkü (1991 yılına ait)
Resim 8. 3 No’lu bağ köşkünün yeri (Günümüzdeki durumu)
176
*4 No’lu Bağ Köşkü
Bu bağ köşkü Bağlar Sento Caddesinde yapılmıştı. Bağ köşkleri içinde
zengin bir bezemeye sahip olan bu köşkün ne zaman yapıldığı belli değildir. 1992
yılına kadar ancak korunabilen bu yapı şu anda mevcut değildir. İki kattan oluşan
bu köşkün zemin katı servis alanlarından oluşmuştur. Üst kat odalarla çevrilmiştir.
Dikdörtgen planlı yapının kuzeye dönük cephesinde açıklıkların sayısının arttırılmış
olduğu dikkati çeker. Bazalt taş yığma tekniğinde yapılmış olan bu yapı düz toprak
damlıdır.
Şekil 3. 4 No’lu Bağ Köşkü (1991 yılı)
Resim 9-10. 4 No’lu bağ köşkü (1991 yılına ait)
177
Resim 11. 4 No’lu bağ köşkü (Anonim)
Resim 12. 4 No’lu bağ köşkünün
yeri (2009)
*5 No’lu Bağ Köşkü
Yapı, Bağlar Hat boyu Caddesi üzerinde bulunmaktaydı. Bazalt taştan
yapılan bu yapı tek katlıydı. 1991 yılında yapılan araştırmada içine girilemediğinden
planı çizilememiştir. Yapı bakımsızlıktan yıkıldığı için günümüze ulaşamamıştır.
Resim 13-14. 5 No’lu bağ köşkü (1991 yılına ait)
Resim 15. Yapının daha önce bulunduğu yerleşimin günümüzdeki durumu
178
1.2.Yazlık Köşkler
Günümüze kadar ulaşabilmiş yazlık köşkler Diyarbakır’da köklü bir mimari
geleneği oluşturmaktadır. Planlamayı etkileyen en önemli öğeler iklim ve sosyoekonomik yapıdır.
Diyarbakır’da yaz mevsiminin çok sıcak ve uzun geçmesi nedeniyle kentin
genellikle varlıklı aileleri sur dışında yazlık evler inşa etmişlerdir. Köşkler genellikle
hava akımından ve manzaradan faydalanmak için yüksek bir alana kurulmuştur.
Şehrin güney kapısı olan Mardin Kapı’dan sonra başlayan köşkler, Dicle Nehri ve
Hevsel Bahçeleri’ne bakan yamaçta yer alır.
Resim 1. Köşklerin konumu
Sur içindeki kapalı görünüme karşın, sur dışındaki yapılarda doğaya açılma
dikkati çeker. Yazlık amaçlı kullanılan bu yapılar, aynı zamanda kültür, sanat ve
çeşitli eğlencelerin yoğun yaşandığı mekânlar haline gelmiştir.
Eğimli bir arazi üzerinde dağınık bir yerleşme özelliği gösteren köşkler, bir
veya iki katlı olarak planlanmıştır( bazı yapılarda bodrum katıda da düşünülmüştür).
Sıcak iklimin gerektirdiği mekânlardan biri olan eyvan, bu yapıların en önemli
öğesidir. Odalar karşılıklı olarak bu eyvanlara açılır. Eyvanların önü kare veya
dikdörtgen havuzlara yöneliktir. Bazı eyvanlar “selsebil” adı verilen ve eyvanın
bir duvarında akan akarsu sistemiyle çevrilidir. Selsebilden akan su önündeki bir
kanalla havuza dökülür. Böylece yaşanılan mekân serin ve konforlu bir çevreye
dönüşür. Köşklerde kullanılan ana yapım malzemesi bazalt taştır. Bazalt taş, gerek
kalınlık(50-60cm) gerekse ısı yalıtımı özelliğinden dolayı en çok tercih edilen
yöresel malzeme olmuştur. Köşklerin çoğunun, mimari özellikleri ve üzerlerindeki
kitabelerden yararlanılarak 19. yüzyıl sonu, 20.yüzyıl başında yapıldığı ve OsmanlıAkkoyunlu eserleri olduğu tahmin edilmektedir. (1)
179
Bu çalışmada araştırılan köşk sayısı 9 dur. Ancak bunların bir bölümünde
yapının çoğu yıkılmış ve bozulmuştur.
1. Hacı Ağa Köşkü
Hevsel bahçeleri içinde yer alan bu köşk, dikdörtgen bir formda inşa
edilmiştir. Günümüzde bir eyvan ve iki oda olarak kullanılan bu köşk, eyvan içindeki
bir selsebil düzenine ve havuz öğesine sahiptir. Yöresel yapım malzemesi olarak
bazalt taşın kullanıldığı bu yapının günümüzde bazı bölümleri yıkık durumdadır.
Şekil 1. Hacı Ağa Köşkü Planı
Resim 2-3. Hacı Ağa Köşkü
180
2. Bekir Paşa Köşkü
Dicle nehrinin batısında yer alan bu köşk, bahçelerle çevrilidir. Bodrum
üzerinde yer alan ve zemin kattan oluşan bu yapı, bazalt taştan inşa edilmiştir. Birçok
yeri bozulmuş ve yıkılmış olan köşkün önünde bir havuz yer alır.
Şekil 2. Bekir Paşa Köşkü planı
Resim 4-5. Bekir Paşa Köşkü
181
3. Pamuk Köşkü
Bu yapı, Hevsel bahçeleri içinde yüksek bir tepede yer almaktadır. Tek katlı
olan bu köşkün günümüze, önünde iki kemerli eyvanı ve havuzu ulaşabilmiştir.
Eyvan içinde selsebili bulunan bu yapı, Gazi köşküne yakınlığı ile dikkati çeker.
Sade bir planlamanın hâkim olduğu bu köşkün eyvanı “niş”lerle çevrilidir.
Şekil 3. Pamuk Köşkü planı
Resim 6-7. Pamuk Köşkü
182
4. Gazi Köşkü (Seman Köşkü)
Atatürk’ün Diyarbakır’da iken, 1.Dünya Savaşı sırasında karargâh
olarak kullandığı köşk, Diyarbakır Belediyesi tarafından satın alınarak yeniden
düzenlenmiştir (2).
Dicle Nehrine ve Hevsel bahçelerine hâkim bir tepede konumlanmış olan bu
köşk, dikdörtgen planlı olup iki kattan oluşmaktadır. Önünde bir eyvan ve yanlarında
odaların yer aldığı bu yapı içinde, Atatürk’e ait eşyalar sergilenmektedir. Kuzeyde
eyvanın önünde yer alan havuz, görsel ve iklimsel bir konfor sağlar. Günümüzde
çevresiyle bir gezi ve piknik alanı olarak, gelenlerin ziyaretine açık tutulmaktadır.
Şekil 4. Gazi Köşkü planı
Resim 8. Gazi Köşkü
183
5. Kuşdili Köşkü
Köşk, Dicle nehrine hâkim bir tepede yer alır. Yapı ‘L’ plan tipinde iki katlı
olarak inşa edilmiştir. Yapı üzerindeki bir kitabe, köşkün 1904 yılında yaptırılmış
olduğunu düşündürmektedir. Köşkün batı cephesi bir eyvan ve odalara ayrılmıştır.
Eyvan içinde selsebil ve önünde dikdörtgen planlı bir havuz bulunur. Bazalt taştan
yapılan bu yapı, cephe süslemeleriyle dikkati çeker.
Şekil 5. Kuşdili Köşkü planı
Resim 9-10. Kuşdili Köşkü (1991)
184
6. Hami Köşkü
Hevsel bahçelerine ve Dicle nehrine hâkim bir tepe üzerinde yer alan
köşk, iki katlı ve dikdörtgen planlı olarak bazalt taştan inşa edilmiştir. Geçmişte
içinde bir hamamın planlandığı bu yapı, şu anda üstü yıkılmış bir teras ve eyvandan
oluşmaktadır. Alt katında bir bodrumu da bulunan bu yapının önünde bir havuz,
eyvan içinde selsebil gibi su ögelerini içeren bir düzeni mevcuttur. Yapı özel bir
şirketin mülkiyetindedir.
Günümüzde birçok bölümü yıkılmış olan bu köşk, şu anda özel zamanlarda
eğlence alanı olarak kullanılmaktadır.
Şekil 6. Hami Köşkü planı
Resim 11-12. Hami Köşkü
185
7.Erdebil Köşkü
Köşk, Dicle Köprüsü’nün batısında yüksek bir tepe üzerinde yer alır. Plan ve
mimari özellikler bakımından Gazi köşkü ile benzerlikler gösteren bu yapı, bodrum
üzerinde, iki katlı ve dikdörtgen formda havuzlu olarak yapılmıştır. İçinde selsebili
bulunmayan eyvanı ve yanlarında mutfak ve odadan oluşan düzeniyle etrafı geniş
bahçelerle çevrilidir. Yığma yapım sisteminin uygulandığı bu yapı, bazal taş ile
yöresel özellikler gösterir. Yapının üst katı oda ve terasa ayrılmıştır. Köşk, günümüzde
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün sahipliğinde bir cafe olarak hizmet vermektedir.
Şekil 7. Erdebil Köşkü planı
Şekil 13 -14 . Erdebil Köşkü planı
186
8. Ağuludere Köşkü
Köşk, Mardin Kapısı’ndan 3 km. güneyde geniş bahçeler yapılmıştır.
İki katlı düzenlenen bu yapı, bazalt taştan yapılmış olup, havuzlu ve eyvanlı
planlanmıştır. Günümüzde çoğu bölümü yıkılmış ve zarar görmüş olan bu köşk şu
anda kullanılmamaktadır.
Şekil 8. Ağuludere Köşkü planı
Resim15. Ağuludere Köşkü
187
9.Kavs (Cihannüma) Köşkü
Dicle Nehri’nin karşı kıyısında, eski bir mesire yeri olan köşk, Kırklardağı’nın
eteklerinde yer almaktaydı. Güneydoğuya bakan eyvanı, camisi, hamamı ve
odalarıyla büyük bir yapı grubu oluşturan bu köşk, ne yazık ki bakımsızlıktan dolayı
tamamen yıkılmıştır. Yapım yılı XVI. yy. sonu XVII. Başlarına tarihlenmektedir.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde köşkü şöyle anlatır.”meşhur bir irem bağıdır
hatta Bağdat Fatihi IV.Murat,Bağdat fethinden sonra bu bağa gelip adalet icra ve
iş-ü işret etmiştir. Bu gezinti Bu gezinti yeri cennet bahçesinden bir köşedir ki tarifi
imkânsızdır (3,4).
Şekil 9. Cihannüma Köşkü Planı
(D.Erginbaş,1953)
Resim 16. Cihannüma Köşk’ü eski hali
(Kaynak belli değil)
KAYNAKÇA
(1) SÖZEN, METİN, Diyarbakır’da Türk Mimarisi, İstanbul, 1971.
1981.
(2) ÇETİNOR, BÜLENT, “Diyarbakır Evleri”, İlgi Dergisi, 32, İstanbul,
(3) ERGİNBAŞ, DOĞAN, “Diyarbakır Evleri”, (İstanbul Teknik
Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Yayınlanmamış Doçentlik Tezi). İstanbul, 1953
(4)
BEYSANOĞLU, ŞEVKET, Anıtları ve Kitabeleri İle Diyarbakır
Tarihi. (Akkoyunlular’dan Cumhuriyet’e Kadar) II, Ankara.1996.
188
DİYARBAKIR ULU CAMİ VE ÇEVRESİNDEKİ YAPILARIN TURİZM
AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ VE ÖNERİLER
Emine DAĞTEKİN*
Semra HİLLEZ**
ÖZET
Diyarbakır, yüksek turizm potansiyeline sahip olmasına rağmen tanıtımını
yapamamış, turizm potansiyelini kullanamamış ve turizmin ekonomiye katkısından
yararlanamamıştır. Binlerce yıllık geçmişi ve onlarca tarihi ve kültürel değere
sahip olan kentin tarihi merkezi bugün bir çöküntü alanına dönüşmüş durumdadır.
Günümüzde tarihi kent merkezlerinin tahribatının engellenebilmesi için en önemli
yatırım aracı turizm olarak görülmektedir.
Diyarbakır çevresi surlarla çevrili tarihi Suriçi merkezinde, Müslümanlarca
5. Harem-i Şerif olarak kabul edilen Diyarbakır Ulu Cami ve çevresinin turizme
yönelik çalışmalarda değerlendirilmesi amacıyla bu çalışma hazırlanmıştır. Yapılacak
çalışma ile kentin inanç turizmi ve kültür turizminde yer almasıyla kentsel gelişmesi
ve ekonomik canlanmasının sağlanması hedeflenirken, çalışma alanın nitelikli
dokusunu bütüncül yaklaşımlarla koruyarak fikirler üretilmesi amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler
Diyarbakır, Ulu Cami, Mesudiye Medresesi, Zinciriye Medresesi, Sultan
Sasaa Türbesi, Hasan Paşa Hanı, Kuyumcular Çarşısı, Turizm, İnanç Turizmi.
1.GİRİŞ
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan Diyarbakır’ın bilinen en eski adı
olan “Amida” ya Asurlulardan kalma milattan önce 13. yy’a dayanan belgelerde
rastlanmaktadır (Kuruyazıcı,1997:461). Bölgenin adını taşıyan “Diyârbekir,
Diyarbakır” ve merkezi teşkil eden “Amid”, adlarının menşei konusunda çeşitli
fikirler ileri sürülse de ilk çağlarda “Amida” adını taşıyan merkez adının, “Amid”
seklinde değiştiği konusunda fikir birliği oluşmuştur. Bölge adı olarak kullanılan
“Diyârbekir” ise tarihi dönemler içerisinde “Cezire” yöresinin kuzey kısmını ifade
*Dicle Üniversitesi Mimarlık Fakültesi e-mail- [email protected]
**Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürlüğü/Mimar e-mail- [email protected]
189
etmiştir. Diyarbakır, adının manası üzerinde de çeşitli fikirler ileri sürülmektedir.
Osmanlı hakimiyeti sırasında ise, “Diyârbekir” adının eyaletin tamamına, “Amid”
adının ise sadece bugünkü Diyarbakır merkezine tekabül ettiği görülmektedir
(Yılmazçelik,1996:217).
Diyarbakır bölgesi eski çağlardan beri, Akdeniz’i Basra körfezine,
Karadeniz’ i Mezopotamya’ya bağlayan, ayrıca Bitlis ve Van Gölü havzası üzerinden
Azerbaycan ve İran’a ulaşan önemli yolların düğüm noktası üzerinde bulunduğundan
her devirde önemini koruyan bir merkez olmuştur (Yılmazçelik,1996:217).
Günümüzden 10000-8.000 önceki yıllar arasındaki dönem Yakındoğu
insanının yaşamında köklü değişikliklerin olduğu yeni toplumsal ve ekonomik
düzenin oluştuğu, uygarlık tarihinin önemli aşamalarından biridir (Özdoğan,1999:11).
Diyarbakır yöresindeki en eski toplu yerleşmenin milattan önce 8. binyılın sonlarına
değin indiği saptanmıştır (Kuruyazıcı,1997:461).
Milattan önceki 3. binde, bölgenin ilk uygar ahalisi Subarulardan sayılan
Hurrilerdir. M.Ö. 2. bin yıl ortalarında biri Hurri diğeri Mitanni adında iki
konfederasyona ayrılan boylardan Mitanniler, Hurrileri ortadan kaldırarak egemenlik
alanlarını genişletmişlerdir. Mitannilerden sonra bölgeye Asurlular ve Urartular
egemen oldu. Milattan önce 1116-1090 dan sonra bit-zamaniler,sonra sırasıyla
İskitler, Medler, Persler, Büyük İskender, Selevkoslar, Partlar, Büyük Tigran, ve
M.Ö. 69’da da Romalılar hakimiyet kurdu (Beysanoğlu,1999:41).
Bölgenin Hıristiyanlığın ilk gelişmesi sırasında önemli rol oynadığı pek çok
kaynakta zikredilir. Özellikle 4. yüzyıldan sonra Hıristiyanlığın yayılması sırasında
bölgede pek çok çatışmaya tanık olunmuştur. 303 yılında Nusaybin’de kendilerine
karşı yapılan saldırıdan kaçan bir grup Hıristiyan Amid’e sığındı. 309 yılında burada
Başpiskoposlar Kongresi yapıldığına göre Amid’in Hıristiyanlar için güvenli bir
sehir olduğu akla gelebilir. Nitekim 311 yılında Hıristiyanlık Roma’nın resmi dini
olarak kabul edildiğinde Amid’in önemi daha da arttı. 4. yüzyılın ortalarına doğru
Romalılar Amid’i Mezopotamya bölgesinin baskenti haline getirdiler. Diyarbakır’da
bu dönemde üç ayrı dine mensup ahali bulunmaktaydı. Bunlar Güneşe tapan Şemsiler,
Yahudiler ve beş mezhebe bölünmüş (Gregoryen Ermeniler, Süryan-i Kadim
Yakubîler, Ortodoks Rumlar, Melikîler, Asurîler) Hıristiyanlardı (Beysanoğlu, 1992,
s.77).
Diyarbakır, 349 yılında Roma hakimiyetinde, zamanının ünlü bir merkezi
iken kısa bir süre için “Augusta” olarak anıldı. Romalılar, Nisibis halkının egemenliği,
Persler ve 505 yılında imzalanan barış anlaşmasıyla tekrar Romalıların elinde kaldı.
7. yy başlarında Perslerin eline geçtikten sonra Heraclius’un zaferi neticesinde
Bizans egemenliğine geçti (Gabriel,1993:3).
Hicretin 18. Yılında, Hz. Ömer döneminde İyaz Bin Ganem komutasındaki
İslam ordularının fethiyle, bölge Hz.Hasan’a bağlandıysa da Hz.Hasan’ın, Muaviye
190
ile anlaşarak halifelikten vazgeçmesiyle şehir Emevilere bağlandı. Uzun bir dönem
Emevilerin elinde kaldıktan sonra Abbasilerin yönetimine geçti (Ünalan,2004:170).
868’de Şeyhoğulları hakimiyeti aldıysa da 899 da tekrar Abbasi devri başladı
(Göyünç,1994:465). 930-978 yıllarında Hamdaniler, 978-984 yıllarında
Büveyhoğulları, ve 984-1085 tarihleri arasında Mervanilerin yönetimi altına girdi
(Ünalan,2004:171). Mervaniler döneminde İslam aleminin en büyük merkezi haline
geldi ve Hanbeli, Maliki, Şafii ve Hanefi mezheplerinden büyük fakihler şehirde
görev yapmaya başladı (Göyünç,1994:465).
1085 te büyük Selçuklu imparatorluğunun sınırları içine katılan kent
(Ünalan,2004:186), 1095 ten 1083 e kadar İnaloğulları hakimiyetinde kaldı. 1142’de
Nisanoğulları, 1151 de Artuklular şehri yönetti (Göyünç,1994:465). 1232’de
Eyyubiler, 1240’da Anadolu Selçukluları, daha sonra 14.yy’da Mardin Artuklular
ve 15. yy’da Akkoyunlu dönemleri izlemiş, 16. Yy başlarında bir süre Safevilerin
elinde kaldıktan sonra (Kuruyazıcı,1997:461-462) şehir Osmanlıların eline
geçmiş, Diyarbakır eyaletinin kurulduğu tarih olan 1515 tarihinden itibaren Amid
Sancağı “Paşa Sancağı” olmuş ve bu eyaletin idaresini üstlenen Vezir rütbesindeki
Beylerbeyleri bu şehirde oturmuşlardır. Diyarbakır böylece tarihi dönemler içerisinde
devamlı olarak merkez olmuştur (Yılmazçelik,1996:228). 1923 te Cumhuriyetin
ilanıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli bir ili olmaya devam etmiştir.
Diyarbakır’ın şehir dokusu değerlendirildiğinde de şehir içindeki dini,
ticari ve eğitim içerikli yapıların, sur içersinde yer alması çok uzun bir tarihi
süreci gösterdiği anlaşılmaktadır (Parla:1990:128). 1930 yılında Diyarbakır, yeni
bir yapılanmayla eski kent yaşamından modern kent yaşamına geçirilmesi gerekli
sosyopolitik bir yerleşme olarak düşünülmüştür (Arslan,1999:94). 1945 yılına kadar
kent nüfusu etrafı özgün surlarla çevrili olan tarihi kent merkezi, farklı uygarlıkların
yaşandığı çağ ve dönemlere ait bir mimari ve kültürel çeşitlilik hazinesi olan sur
içinde yaşamaktayken, imar hareketleri ile sur içi etkilenmiş, toplumsal yapı
hareketlenmiş ve değişmiştir (Arslan,1999:95).
Diyarbakır eski kent merkezinin tarihi ve mirasi değeri ile yüzyılların
birikimini günümüze taşımasına rağmen bugün harap bir durumdadır. 1990’lı
yıllardan itibaren Suriçi sakinlerinin zorunlu göçle gelen ve zor yaşam şartları içinde
bulunan kesimi oluşturan kullanıcılar olması nedeni ile bu tahribat hızlanmıştır.
Bugün, Suriçi’nde tarihi ve kültürel değere sahip halen 266 yapı tescilli
olup, bunların 97’si anıt, 9’u kamu binası ve 160’ı da sivil mimari örnekleri olan
evlerdir. Dini yapılar ve kamu binaları kullanımda olduklarından, diğer eserlere göre
görece daha iyi korunmuş durumdadır.
Sivil mimari örnekleri göreli olarak düşük bir pay almakta olup, evlerden
ancak 108’i korunabilmiştir. Geleneksel evlerin yanı sıra, Suriçi’nde sayısı 5.000
civarında olan yığma tuğla tarzı, kat yüksekliği yer yer 3-9 kat arasında değişen yeni
yapı da bulunmaktadır.1
1
Veriler, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin hazırlamakta olduğu Koruma Amaçlı İmar Planı’nın taslak rap
rundan alınmıştır.
191
Verilere baktığımızda Suriçi Bölgesinde kıyım adı verilebilecek büyük
tahribatların yaşandığı ve hala da bu yıkımın önüne geçilemediğini görülmektedir.
Orta Çağ’a özgü bir şehir tarzını gösteren Diyarbakır’ın Suriçi Bölgesinin,
dayanabilirlik ve bölgesel gelişmesi için, kültürel kalıt korunmalı ve geleceğe
transfer etmelidir. Bunu gerçekleştirebilecek etmenlerden biri, turizmdir (Akın
ve Yıldırım, 2006). Öyle ki turizm, yerel kalkınma için önemli araç olan mevcut
kültürel miras kaynaklarının ortaya çıkarılması, restore edilmesi ve geliştirilmesine
olanak sağlamaktadır (Uslu ve Kiper,2006:306-307).
2.KÜLTÜR VE İNANÇ TURİZMİ KAPSAMINDA DİYARBAKIR ULU
CAMiİ VE ÇEVRESİ
Tatil, eğlence, sağlık, din, spor gibi çeşitli nedenlerle (ticari nedenler
dışında) ve sürekli yerleşmemek kaydıyla seyahat eden insanların, seyahatleri
süresince ihtiyaç duydukları hizmet ve malları satın almalarıyla ilgili olayların ve
ilişkilerin tümüne turizm denir (MEGEP,2007:3). Dünyadaki ilk seyahatlerin dini
amaçlarla yapıldığını görmekteyiz. İnsanlar daima inandığı dinin liderinin doğduğu,
büyüdüğü, yaşadığı yerleri görmek ister. Bu inançla kutsal yerleri, mabetleri ziyaret
etmeyi dini bir görev olarak kabul etmektedir (Hacıoğlu,2011:26).
Turizm olayının başlangıcı, Sümerlere yani M.Ö. 4000 yıllarına kadar
götürülebilir. Geçmişinin bu kadar derin olması, seyahat etme eylemlerinin insanlığın
var oluşuyla birlikte başladığını göstermektedir. Eski çağlarda ulusların ticaret
maksadı ile diğer ülkeleri ziyaret etmeleri, dünyadaki ilk turizm aktivitesi olarak
nitelendirilebilir. M.S. 395 yılı ile birlikte Hıristiyanlık ve Müslümanlığın büyük
yayılma göstermesinin bir sonucu olarak yapılan seyahatler dini amaçlı seyahatler
haline gelmiştir (Yıldız ve Kalağan,2008:42). Orta Çağda, Roma İmparatorluğu’nun
çöküşüne paralel olarak Avrupa ve Ortadoğu’daki turizm, genişlemeye başlamış; ilk
çağlarda girişilen eğlence, zevk, merak, dinlenme turizminin yerine din turizmini
ön plana çıkarmış ve toplumlar bundan etkilenmiştir. Orta çağın en önemli turizm
hareketleri; İslam’ın hızlı yayılmasına paralel olarak her yıl birçok insanın, Mekke
ve Medine’yi ziyaret etmeleri, Hıristiyan ve Müslüman topluluklar arasında yaşanan
Haçlı Savaşlarının büyük kitlesel hareketlere dönüşmesi, dini amaçlı seyahatlerden
sayılmıştır. Yeni Çağ’da Rönesans hareketleri nedeniyle İtalya’ya yapılan yoğun
seyahatler, kültür turizmini yaratmıştır. Bu çağın son dönemlerinde nüfusun, gelirin
ve şehirleşmenin artması ile turizmde artış meydana gelmiştir (MEGEP,2007:4).
Geçtiğimiz yıllarda anlamlı ve eğitsel deneyimlerin yaşanabileceği gezilere olan
talep büyük bir artış gösterdiği için tur organizatörleri ve seyahat acenteleri, turizm
sektöründe farklı kategoriler kültür/din turizmi, sunmaya başlamıştır. Artan bu talebin
sebebi ise, turizm hareketlerine katılan turistlerin değişen eğilimleridir (Yıldız ve
Kalağan,2008:42).
Savaşlarının büyük kitlesel hareketlere dönüşmesi, dini amaçlı seyahatlerden
sayılmıştır. Yeni Çağ’da Rönesans hareketleri nedeniyle İtalya’ya yapılan yoğun
192
seyahatler, kültür turizmini yaratmıştır. Bu çağın son dönemlerinde nüfusun, gelirin
ve şehirleşmenin artması ile turizmde artış meydana gelmiştir (MEGEP,2007:4).
Geçtiğimiz yıllarda anlamlı ve eğitsel deneyimlerin yaşanabileceği gezilere olan
talep büyük bir artış gösterdiği için tur organizatörleri ve seyahat acenteleri, turizm
sektöründe farklı kategoriler kültür/din turizmi, sunmaya başlamıştır. Artan bu
talebin sebebi ise, turizm hareketlerine katılan turistlerin değişen eğilimleridir
(Yıldız ve Kalağan,2008:42).
Günümüzde değişen turist isteklerine bağlı olarak tüm dünyada gelişme
gösteren inanç turizmi kapsamında mevcut turizm değerlerinin korunması, turizme
kazandırılması ve tanıtılması oldukça önemli hale gelmiştir (Hacıoğlu,2011:27).
Dolayısıyla inanç çekim merkezlerinin tanıtımında dini motiflerin yanında kültürel
öğelere de yer verilmesi ve bu merkezlerin alternatif turizm ürünleriyle beraber
bütünleşik bir şekilde pazarlaması önem taşımaktadır (Hacıoğlu,2011:29).
Bu noktada inanç çekim merkezi olmaya aday bir kent için vazgeçilmez
fizikî mekânı mabetler olmaktadır. Şeriati’nin belirttiği gibi, dini unsurlar, bütün
toplumların sadece maneviyatının değil, şehirlerinin maddi yapılanmasının da ruhu,
özü ve merkezi noktası olmuştur. Doğu ve batıdaki bütün medeniyetlerde şehirlerde
ortak nokta, kendilerine bir kimlik kazandıran sembollerinden dolayı sembolik
şehirler olmalarıdır. Büyük şehirlerin kimliği olan bu semboller, mabetlerdir
(Şeriati,2006:41). Merkezî mabet kilise ise, etrafında kilise kolejleri, Ulu Cami ise
yanında sıbyan mektepleri ve medreseler bulunurdu. Bütün yakın doğu ve orta doğu
bölgeleri İslamlaşınca (Öztürk,2009:630) artık bu bölgelerdeki şehirlerin çekirdeğini
teşkil eden en önemli fizikî unsurlar cami, pazar, dârü’l-imâre olmuştur. Şehir bunların
çevresinde kağnı tekeri şeklinde açılır ve büyük yollardan ana kapılara ulaşılırdı.
Bu unsurlardan özellikle cami, istisnasız bir şekilde her zaman bütün İslam dünyası
şehirlerinde merkezdeki yerini almıştır (Pırlanta,2010:136-137). Ulu Camiden sura
doğru olan istikamette, Ulu Caminin çevresine önce sahaf gibi esnaf grupları, daha
sonra manifaturacı, kuyumcu, berber, bakkal gibi esnaf grupları ve sur çevresinde
de demirci, bakırcı, kalaycı, nalbant gibi esnaf grupları yerleştirilirdi. Bugün bu
tarihî-kültürel geleneğin en canlı örneğini Diyarbakır’da görmek mümkündür
(Öztürk,2009:630).
Diyarbakır Ulu Camii örneğine baktığımızda, etrafında eğitim öğretim
için medreselerin bulunduğu, alışveriş ve konaklama için han ve bedesten
düzenlemelerinin yapıldığı açık bir biçimde görülmektedir (Şekil1,2).
193
Şekil 1. Ulu Camii ve Çevresi (Kaynak: Büyükşehir Belediyesi)
3.DİYARBAKIR ULU CAMİİ
Diyarbakır Ulu Camii, ortadaki büyük avlunun doğu ve batısında maksureler,
güneyinde Hanifiler Cami’i, kuzeyindeki Şafiiler Camii ve Mesudiye Medresesi
ve Caminin batı girişinin hemen yakınındaki Zinciriye Medresesi ile dinsel ve
kültürel yapıları biraraya getiren bir yapılar grubu niteliğindedir.Ulu Cami’nin avlu
cephelerinde farklı dönemlere ait Mimari bezemeler, kabartma ve yazıtlar büyük bir
uyum içerisinde yerleştirilmişlerdir.
İlk yapım tarihi 639 yılındaki Arap ordularının Diyarbakır’ı alması ve Cami
yerindeki kilisenin (Tuncer,1995:12; Tuncer,2002:142; Beysanoğlu,2003:272)
camiye çevrilmesine bağlansa da, Büyük Selçuklu egemenliğiyle H. 484/M. 1091
yılında vali Amidüddevle tarafından Sultan Melikşah’ın talimatıyla onartılmıştır.
1115 yılındaki deprem sonrasında (Tuncer,1996:38) yapı büyük oranda değişikliğe
uğramış, İnaloğlu Ebû Mansur İlâldı tarafından 511 H./1117-18 M. yılında batı
maksuresi (revağı) alt katı, 518 H./1124-25 M. yılında ise üst katı tamamlanmıştır.
Doğu maksuresi ise İnaloğlu Mahmut ile Vezir Nisanoğlu Ali zamanında 559
H./1163-64 M. yılında yapılmıştır. Minaresinde bulunan 550 H./1155 M. tarihli
kitabedeki İnaloğlu Mahmut ile veziri Nisanoğlu Ali’nin adlarının bulunması,
minarenin de aynı kişiler tarafından yapıldığını gösterir. Aynı şekilde caminin doğu
kapısı üzerinde de Nisanoğlu Ali adı geçer.
Caminin güney bölümünün avluya bakan yüzündeki 639 H./1241 M. tarihli
Gıyaseddin Keyhüsrev, 731 H./1330 M. tarihli Artukoğlu Melik Salih adı geçen
kitabeler ile, Osmanlı Sultanı IV. Murat imzalı ferman, caminin bu tarihlerde
194
onarımlar geçirdiğini göstermektedir. Yapının batı bölümünün Akkoyunlu Sultanı
Uzun Hasan tarafından onartıldığı, bu bölümün dış yüzündeki kitabelerden
anlaşılırken; yapının kuzey-batı bölümü olan ve ilk yapımı İnaloğulları Dönemi’ne
giden Şafiler bölümü (Sözen,1971:30,33). Osmanlı Dönemi içinde 935 H./1528 M.
yılında Atak beyi Emir Ahmet Zırki tarafından onarılmıştır. Hanefiler Camisi’nin
mihrap kısmı, 1124 H./1712 M. yılında vali Maktulzade Vezir Ali Paşa tarafından
onarıldığı, mahfilinin ise 1240 H./1824 M. yılında kethüda Hüseyin Ağa yaptırıldığı
ve aynı yıl içinde halkın yardımı ile caminin elden geçirildiği, Muvakkıthanenin
1253 H./1837 M. yılında yapıldığı bilinmektedir (Sözen 1971:30). Aynı şekilde
yıldırım düşmesi sonucu yıkılan minarenin 1255 H./1839 M. yılında onarıldığı,
avludaki şadırvan’ın 1266 H./1849 M. tarihinde yapıldığı, üzerlerindeki yazıtlardan
anlaşılmaktadır (Sözen,1971:29,30). Kaynaklarda adı geçen kent kütüphanesinin
ise, Ulu Cami avlusunun 1117-1125 yılında yapılan batı kanadında ya da 1163-64
yılında yapılan doğu kanadında bulunduğu ileri sürülür (Parla,2004:270).
Genel olarak caminin kiliseden çevrildiğine2 dair oluşan kanı dışında,
antik döneme ait malzemelerin bolluğu nedeniyle olsa gerek, ilk yapım tarihi
hakkında antik dönem ya da ateşperestliğe ilişkin düşüncelere de rastlanılmaktadır
(Konyar,1936:41). Yapıya sonradan eklenen maksureler (revaklar) ve diğer ek
birimler, külliye nitelikli yapılanmanın bölümleri olsa da, avlu güneyinde yer alan
ve Ulu Cami’nin bireysel varlığını ifade eden yapı, 1115-16 yılında Büyük Selçuklu
Dönemi’nde yapılmıştır.
Mevcut şekli ile XII. yüzyıl eseri olarak kabul edebilen cami, zaman içinde
değişik ekleme ve onarımlarla kompleks bir yapı şeklini alır. Avlu kuzeybatısına
XII. yüzyıl ikinci yarısında eklenen Şafiler Camisi ve avlu kuzeydoğu kanadına
XII. yüzyıl sonu XIII. yüzyıl başlarında eklenen Mesudiye Medresesi ile yapı şekli
belirginleşir. Avlu içinde yoğunlaşmak üzere çeşitli alanlara dağılmış olan kitabeler,
1141, 1155-56, 1163-64, 1156-78, 1223-24, 1334-35, 1469-70, 1528-29, 1712, 182425, 1839 ve 1849-50 yıllarında yapıda çeşitli onarımlar ya da eklemeler yapıldığını
göstermektedir. Bu tarihlerden 1528-29 tarihi, Şafiler Camisi’nin onarım tarihi
olurken, yapının mihrabı 1712 yılında yapılmıştır (Şekil,l 2),(Tuncer,1996:206).
Avlu kuzeydoğusunda bulunan Mesudiye Medresesi’nde yer alan en
erken tarihli olan, H. 590/M. 1193-94 tarihli kitabe, kesin olmasa da en erken
tarihi verdiği için yapım kitabesi olarak değerlendirilip, yapı kurucusu olarak H.
596/M. 1200 tarihli bir diğer kitabede adı geçen Mesud Sökmen Bey kabul edilir.
Şevket Beysanoğlu da, yapının kitabelerinden yola çıkarak ilk yapımın H. 590/M.
1193-94 tarihinde başladığını, H. 619/M. 1222 yılında tamamlandığını kabul eder
(Beysanoğlu,2003:335).
2
Parla, 629 yılında Heraklius tarafından inşa edilen kilisenin İyaz bin Ganem tarafından üçte birinin camiye
çevrilerek kullanılmaya başlandığını belirterek, bu kilisenin Mar Toma’ya ithaf olunan yapı olabileceği kadar,
Meryem adlı kent yöneticisi bir bayanın inşa ettirdiği belirtilen kilise ile aynı olabileceğini de belirtir (2004: 261).
Bu durumda 629 tarihi kilisenin camiye çevrilme tarihi değil ilk inşa tarihi olmalıdır ki, kentin kuşatılarak ele
geçirilmesi ve halifeler dönemi de 638 yılından sonrası içindir. Aynı şekilde Orhan Cezmi Tuncer’de kilisenin
629 tarihinde Heraklios tarafından yapıldığını söylemektedir (Tuncer 2002: 142).
195
Şekil 2. Ulu Camii ve çevresindeki anıtsal yapılar
Yapı topluluğunun parçalarından biri olarak kabul edilen Zinciriye
Medresesi ya da diğer adıyla Sincariye Medresesi ise, kesin bir tarih verilmemekle
birlikte Eyyubi Dönemi içinde Melik Salih Necmeddin tarafından yapıldığı öne
sürülmekteyse de 1198 ve 1246 arasında değişken görüşlü Artuklu Dönemi eseri
olarak, Ulu Cami’nin bir parçası, Mesudiye’nin tamamlayıcısı ve kışlığı olarak
kabul edilir (Şekil 2., Altun,1973:122; Beysanoğlu,2003:333). Ancak, Zinciriye
Medresesi kitabelerinden yola çıkılarak, XII. yüzyıl sonu olan 1198 yılında Eyyubiler
tarafından yapıldığı söylenebilir
Resim 1. Ulu Camii avlusu güney
batıya bakış (Sözen 1971)
196
Resim 2. Ulu Camii avlusu doğu
cephe (J. Laurens-1847)
Resim 5. Hasan Paşa Hanı ve
Ulu Camii
(V BM Arşivi,2006)
Resim 6. Hasan Paşa Hanı ve
Ulu Camide onarım
3.1.YAPILARIN MİMARİ ÖZELLİKLERİ
3.1.1.AVLU, ŞADIRVAN ve MAKSURELER
Ulu Cami avlunun güneyinde, Hanefiler bölümü, doğu ve batısında yer alan
sütunlarla destekli çift katlı maksurelerinden, batı yönde bulunanın güney köşesinde
bulunan kapı ile dışarıya ve Zinciriye Medresesi’ne açılım sağlanırken, avlunun ve
dolayısıyla caminin asıl girişi ya da bir tür portali, batı maksurenin ekseninde yer
almaktadır.
Resim 3. Ulu Camii Giriş
Resim 4. Ulu Camii Giriş
Avlunun kuzey ekseninde yer alan geçiş, bir yandan kuzeydeki sokaklarla
ilişkili iken, bir yandan da Mesudiye Medresesi ile ilişkilidir. Bu geçişin batısında
girişi güneydoğu ve güneybatı köşelerindeki açıklıklardan yapılan Şafiiler Camisi
yer alır. Avlunun asıl ilgi çeken bölümü, maksureli iki katlı doğu ve batı kanat
düzenlemelerine karşın, kuzeyde sadece alt katı ve bir bölümü yer alan düzenleme
197
olup, kuzeydoğudaki Mesudiye Medresesi’nin arka kısmına oturmaktadır.
Avlu ekseninde kısmen batı yönde yer alan sekizgen planlı ve sekiz adet
sütun üzerine oturmuş ahşap çatılı, saçaklı ve sivri külahlı şadırvanın hemen batısında
ise, kare planlı sekiz mermer sütun üzerine oturtulmuş ve yerden yükseltilmiş bir
namazgah ile, namazgaha batıda birleşik kare planlı bir açık havuz yer almaktadır.
Namazgah’ın güney yönde eksende yer alan taşıyıcı sütununda açılan niş, mihrap
nişi düzenlemesi olarak tasarlanmıştır.
Avlunun ana girişini teşkil eden doğu yönünde eksende yer alan kapı ve avlu
arasındaki geçiş, merdiven inişlerinden sonra daha dar bir şekilde tonozlu geçitle
devam eder. Doğu Maksuresi’nin bir dönem kütüphane olarak kullanılan üst katı,
alt kat planından farklı bir şekilde, orta ekseninde aynı doğrultuda atılan kemerleri
taşıyan kuzey güney doğrultusunda iki sahınlı dikdörtgen planlıdır. Güney dış
cephede yer alan üst kat çıkış merdiveni geç dönem eklentisi olup, bu cephenin üst
kat ekseninde yer alan çıkıntı ise, içi doldurulmuş olan yarım daire bir mihrap nişi
çıkıntısıdır.Doğu maksurenin aksine batı maksurenin alt katındaki kapı sokak ilişkisi
eksende değil, güney köşeden kurulmakta olup, yine bu katın avluya bakan yönünde
pencere düzenlemesi bulunmamaktadır. Dışa bakan batı cephede görülen güney
köşe açıklığından sonra kuzeye doğru görülen diğer açıklıklar, günümüzde dışta yer
alan mekanlarla ilişkilendirilmişse de, kimi kapılarda oynama ya da dolgu yapıldığı
görülmektedir. Yaklaşık eksende ve kuzey cephede yer alan merdivenlerle çıkılan
üst kat, ara duvarlarla çeşitli birimlere ayrılmışsa da, genel olarak kuzey güney
doğrultulu dikdörtgen bir mekan olup, doğu maksurede olduğu gibi genişletilmediği
için daha dar görünümlüdür. (Resim 1,2,5,6,7-12).
Resim 7. Ulu Camii Avlu
198
Resim 8. Ulu Camii ve Mesudiye Medresesi
Resim 9. Ulu Camii korint sütunlar
Resim 10. Ulu Camii doğu maksuresi
Resim 11. Ulu Camii Batı Maksuresi
Resim 12. Ulu Camii Batı Maksuresi
3.1.2. ULU CAMİİ (HANEFİLER BÖLÜMÜ)
Doğu batı doğrultusunda üç nefli mihraba paralel sahınların, mihrap önünde
eksende mihraba dik gelen ve daha yüksek tutulan bir başka sahınla kesildiği
dikdörtgen planlı yapının; güney ekseninde dışa taşkın olarak içten ve dıştan üç
cepheli bir mihrabı ile, eksenin doğusunda yer alan ancak ana eksendekine göre
daha sade düzenlenmiş ikinci bir mihrabı bulunur. Ayrıca, mihrabın güneye taşkın
bölümünün hemen batısında, caminin güney duvarı ile ilişkili ancak bağımsız olarak
yapılmış olan, kareye yakın dikdörtgen kesitli olup yükseldikçe kademeli olarak
daralan ve şerefesinden sonra daire kesitli gövde şeklinde devam eden minaresi
bulunmaktadır.
Kuzey-güney ana eksenini oluşturan ve mihraba dik gelen sahının, doğu
ve batı eksenlerinin iki yanında yer alan “T” biçimli payelerden birbirine ve kuzey
ile güney duvarlara atılan kemerlerle oluşan mihraba dik sahına karşılık; bu ana
payelerden doğu ve batı yöne doğru atılan kemerler, her yönde bulunan payelere ve
sonunda doğu ve batı duvarlarda yer alan duvar payelerine oturur. Mihrabın hemen
sağında yer alan minber ile mihrabın karşısında eksende yer alan ahşap müezzin
199
mahfili, Osmanlı Dönemi eklentisidir. Ana mihrap ile aynı aksta yapı dışında kuzey
cephedeki mihrap nişi, avluda bir tür son cemaat yeri mihrabı işlevi görmektedir ki,
bunun üzerinde ahşap ile kurgulanmış bir müezzin cumbası (Mukbire) bulunmaktadır
(Resim 13-14)
Resim 13-14. Ulu Camii Avludan Hanefiler
3.1.3. ŞAFİİLER CAMİSİ
Kanadını oluşturan Şafiiler Camisi ya da bölümü, doğu-batı doğrultusunda
mihraba paralel üç sahınlı dikdörtgen planlıdır. Sahınları oluşturan sütunlardan doğu
ve batı yönünde atılmış olan sivri kemerler, beden duvarlarında duvar payelerine
oturmaktadır. Kuzey yönde tuvaletlerin yer aldığı yapılaşmaya birleşen duvarlar
kalın ve sağır tutulurken; güney yönde eksende mihrap, mihrabın iki yanında ise
üçer pencere ve sonunda iki kapı açıklığı yer alır. Bu kapılardan en doğuda yer alanı
avluya açılırken, en batıda yer alanı avlu batı maksureye açılır. Kısa kenarlardan
batı beden duvarı sağır duvar şeklinde dışa kapalı bulunsa da, doğu duvarda eksenin
kuzeyinde üst kodda üç adet pencere açıklığı yer alır. Kuzey yöndeki son sahının
üstünü kapsayan ahşap mahfile çıkış, kuzey eksenin batısında ve kuzeydoğu köşede
bulunur. Doğu duvar ekseninin güneyde daha ileriye doğru taşkınlık yapmasının ya
da, eksenden kuzeye doğru olan duvarların daha içte kalmasının nedeni, şimdilik
tam olarak yanıtlanamamaktadır.
Resim 15. Ulu Camii Şafiler Bölümü
(Gertrude Bell,1909)
200
Resim 16. Ulu Camii avlu doğu )
(Sözen 1971)
Resim 18. Şafiler Harim Bölümü
Avlu yönünde yer alan pencerelerin orijinalinde zemine kadar inen daha uzun
pencereler olduğu ve sonradan örülerek küçültüldüğü iddiası, duvardaki malzeme
farklılığı şeklinde de gözlemlenmektedir ki, pencerelerin üstündeki taş bloktan
(söveden) sonra yer alan kemerli açıklık, bu sistemi daha da hareketlendirmektedir.
Belirli seviyede kapatılan bu pencerelerin sayısı altı adet olarak görülse de, orijinal
yapımda yedi adet olarak tasarlanmıştır. Eksende kalan ve bugün mihrap olarak
kullanılan niş, hemen doğusunda yer alan mihrabın eksenden daha kayık olması
nedeniyle, içi doldurularak ve dışa taşkınlık verilerek elde edilmiştir (Resim 15-18).
Resim 17. Ulu Camii Avludan Şafiler Bölümü
3.1.4. MESUDİYE MEDRESESİ
Yapı topluluğunun en önemli birimlerinden sayılan Mesudiye
Medresesi, Şafiiler Camisi’nin aksine, kuzey eksendeki geçiş koridorundan
itibaren avlunun kuzeydoğu bölümünü kaplar. Doğu yönündeki kademelenme
dışında, genel anlamda doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı olan yapı,
açık avlulu medrese plan tiplemesi içinde değerlendirilebilinir. İki katlı yapının
alt katının kuzey-güney ekseninin doğusunda yer alan kare planlı açık avlunun
da doğusunda, kareye yakın doğu-batı doğrultulu ve iki kat boyunca yükselen,
üstü sivri beşik tonozla örtülü bir eyvan yer alırken; eyvanın güneyinde doğu
batı doğrultusunda dikdörtgen planlı olup, doğuda eyvandan daha dışa taşkın,
güney yönde avluya açılan penceresi bulunan ve batı yönden girilen sivri
beşik tonoz örtülü bir mekan yer alır. Eyvanın kuzeyinde yer alan ve yine
doğu-batı doğrultulu kareye yakın dikdörtgen planlı beşik tonozla örtülü olan
mekan, eyvan ile aynı boyuttadır ve girişi yine batı yönde olup, doğu yönde
üst kodda bir pencereye sahiptir. Açık avluyu doğu hariç üç yönden kuşatan
revaklar, payelerden birbirlerine atılan kemerler ile beden duvarlarına üzerine
oturan çapraz tonozlarla örtülü olup, kuzey revağın yaklaşık eksenindeki kapı
açıklığından sonra, yapıdan oldukça taşkın ve kuzey-güney doğrultusunda
sivri beşik tonozla örtülü eyvan şeklinde düzenlenmiş anıtsal portal (taç kapı)
yer alır. (Resim19-22).
201
Avlu batı revak ekseninden girilen kare planlı ve çapraz tonozla örtülü bölümün
devamında en batıda, yapının ikinci eyvanı yer alır. Doğu eyvana göre daha dar
tutulan ve batı eksende üst kodda yer alan bir pencere ile aydınlatılan bu eyvan, yine
doğu batı doğrultusunda dikdörtgen planlı ve sivri beşik tonozla örtülüdür. Eyvan
önündeki çapraz tonoz örtülü bölümün kuzeyinde yer alan çapraz tonoz örtülü servis
alanı, üst kata çıkışı sağlarken, güney eksendeki mihrap nişi, bu bölümü bir tür cami
ya da ibadet mekanı konumuna getirir.
Resim 19. Mesudiye Medresesi
.....................avlu batı cephesi
Resim 21. Mesudiye Medresesi
avlu doğu cephesi
Resim 20. Mesudiye Medresesi
eyvandan avluya bakış (Altun 1978)
Resim 22. Mesudiye Medresesi
eyvandan avluya bakış
3.1.5. ZİNCİRİYE MEDRESESİ
Açık avlulu medrese tiplemesinin en önemli temsilcilerinden sayılan yapı,
açık avluyu çevreleyen dört yöndeki revaklar ve birimlerden oluşurken, merkezi
temsil eden avluya karşın; güney yönde eksende yer alan sivri beşik tonozlu eyvan
ile, kuzey eksende girişi de kapsayan ve çapraz tonozla örtülü olan ikinci eyvan,
yapının aksını belirleyen düzenlemelerdir (Resim 23-28).
202
Açık avlunun dört köşesindeki payeler ile bunların her biri arasında yer
alan payelerden birbirleri ile güney ve kuzey yönlerdeki ara payelerden beden
duvarlarına atılan kemerlerin desteklediği, diğer yönlerde duvarlara oturan örtü
sistemlerinin altında kalan revaklar bulunur.
Bu revaklardan doğu ve batıda yer alanlar beşik tonozla örtülüyken; kuzey
eyvan önündeki bölüm, eyvanda olduğu gibi çapraz tonozla, her iki yanındaki
birimler beşik tonozla örtülü olup, güneydeki ana eyvanın önünde yer alan bölüm,
yine önünde yer aldığı eyvanın örtüsünü tekrarlayarak aynı yönde beşik tonozla,
yanında iki birim ise diğer yönde beşik tonozla örtülmüştür.
Güney yönde eyvanın her iki yanında yer alan ve tümüde kuzey-güney
doğrultulu olan mekanlardan, doğu yönde önce sivri beşik tonozla kapalı dikdörtgen
bir mekan, devamında ise kubbe ile kapatılmış kare bir mekan yer alırken; eyvanın
batısında birbirini takip eden sivri beşik tonozla kapatılmış üç ayrı dikdörtgen
mekandan en batıda yer alanı daha uzun tutulup doğuya da yönlendirme yapılarak
“L” biçimi elde edilmiştir. Kuzey yönde eyvanın her iki yanında yer alan ve en
doğuda yer alıp doğu-batı doğrultulu birim dışında, tümü kuzey-güney doğrultulu
olan, farklı boyutlarda ve sivri beşik tonozlu olan mekanlardan, ikisi eyvanın
doğusunda, üçü eyvanın batısında yer alır.
Kuzey ve güney kanatların arasında sıkışan doğu ve batı kanatlardan batıda
yer alan kuzey-güney doğrultulu ve sivri beşik tonozla örtülü dikdörtgen planlı tek
mekana karşın; doğu kanatta kalan alan, doğu-batı doğrultulu dikdörtgen planlı ve
sivri beşik tonozlu dört ayrı mekan oluşturulmuştur. Yapının kuzey revakının doğu
ucundaki bir açıklık, medresenin ikinci derecede tali kapısını oluştururken, aynı
zamanda medresenin doğusunda Ulu Cami ile arasında yer alan avluyla bağlantı
kurulan tek açıklıktır. Giriş cephesinin ileri çıkmış taç kapısı ile bu yönde en batıda
yer alan çeşme nişi, cepheyi hareketlendiren unsurlardır.
Resim 23. Zinciriye M. kuzey cephe
Resim 24. Zinciriye M.güneydoğu
c. (Altun 1978)
Resim 25. Zinciriye M.giriş cephe
Resim 26. Zinciriye M.güneydoğu
203
Resim 27. Zinciriye Medresesi
kuzey cephe
Resim 28. Zinciriye Medresesi
avludan bakış
4. ŞEYH SEYYİD SA’SAA CAMİ
(SULTAN SA’SAA CAMİ, SULTAN SA’SAA TÜRBESİ)
Yapım tarihi ve banisi belli değilse de (Yılmazçelik,1995:62), halifeler
dönemi ilk yapısının Sa’saa Camisi olduğu ve bugünkü plan kurgusuyla Ulu
Cami’nin Sa’saa Camii’nden çok daha sonra yapılmış olabileceği kimi kaynaklarda
belirtilmektedir (Parla 1990: 72; 2004: 279). Şehrin Müslüman ilk valisi Sultan
Sa’sa’ya (Bizbirlik,2002:137) izafe edilmiş olup A.Bulduk’un Elcezire isimli eserinde
bu caminin adı Sultan Sa’saa olarak kaydedilmiştir. Ancak bazı belgelerde Seyyid
Sa’sa olarak geçer (Yılmazçelik,1995:62). 1308/1890 tarihli Salnamei Diyarbekir’de
Hz.Sa’saa (Ra)’ın tam ismi Sa’saa b.Mazin el Medeni (ra) olarak verilmektedir ve
şehrin ortasında kendi adını taşıyan Sultan Sa’saa caminin avlusunda medfun olduğu
belirtilmektedir. Hz.Sa’saa (ra)’ın, Sa’saa b Suhan olması ihtimali üzerinde duran
araştırmacılar da bulunmaktadır.Hz.Sa’saa’nın tam ismi Diyarbakır’ın fethinin en
geniş biçimde anlatıldığı Fütuhu’ş-Şam adlı eserde Sa’saa el Abdi (Sa’saa b.Amr
b.Savhan el-Abdi) olarak verilmektedir (Melek,2009:173-174) Mervanoğulları
döneminde de Ulu Caminin yanındaki Sasaa Camiden bahsedilir (Parla,1990:129).
1794-1818-1824 ve 1826 tarihli Diyarbakır’da Kur’an okunacak camilerle
ilgili belgelerde,bu camiin Diyarbakır’daki camiler içerisinde önemli bir yere sahip
olduğu anlaşılmaktadır (Yılmazçelik,1995:62). 1860 tarihinde onarım geçirmiş,
1904 tarihinde ise minare eklenmiştir. Yakın zamana kadar müstakil türbesi olduğu
bilinen tek sahabi olan Hz.Sa’saa’nın türbesinin yeri de Ulu Cami ile Hasan Paşa Hanı
arasındaki Sa’saa Camii haziresinde bulunmaktaydı (Melek, 2009:173). Türbenin
yeri ile ilgili olarak da Diyarbekir Salnamelerinde de “Medfen-i şerifleri vasat-ı
şehirde namlarına mensup camidedir” denmektedir. Sultan Sa’saa camii, türbeyle
beraber 1926 yılında dönemin belediye başkanı Nazım Önen tarafından cami ile
beraber yıktırılarak bahçe haline getirilmiştir (Resim 29, Melek, 2009:173-174)
1518 tahririne göre mescid vakfının gelirleri gayrimenkul kiraları ve bir
köyün malikane hissesinden oluşmakta olup 16.yüzyılı takip eden dönemlerde vakfın
faal olduğu ve mescid yıkılmacaya kadar faaliyetine devam ettiği bilinmektedir
(Bizbirlik,2002:137-138).
204
Yıkılarak, Celal Güzelses parkının içinde kalan cami ve bugün 5 no’lu parsel
olarak adlandırılan bölümde, Hz.Sa’saa(ra) nın naşının olduğu, cami yıktırıldıktan
sonra defnedildiği mezardan çıkartılıp Dağ kapı dışında şimdiki Adliye sarayı
mevkiinden Kurt İsmail Paşa camine kadar olan bölgede bulunan ve Diyarbakır’ın
o günlerde en büyük mezarlığı olan Rızvanağa mezarlığına nakledildiği de ifade
edilmektedir. Dağ kapı dışındaki mezarlık bölümü de şehrin sur içinden dışına
taşınması döneminde yerleşime açıldığı için sahabeden Hz.Sa’saa (ra)nın nerede
medfun olduğu tam olarak bilinmemektedir (Melek ve Demit, 2009:174).
Yıkım sonrası 1990’lı yıllarda yapının yakınında inşa edilen yer altı çarşısı
mescit ve öncesi temellere ilişkin pek çok detayın yok olmasına sebeb olmuştur.
Yapı 2007 yılına kadar üzerindeki barakalar ile bırakılmıştır. Bu tarihte barakalar
yıktırılarak, alanda kazı yapılmıştır (Resim 31-34). Kazı yapılan alanda farklı
dönemlere ait çok evreli yapı kalıntıları açığa çıkarılmıştır. Ancak bitişik parsellerde
yapılaşmanın tamamlanması nedeniyle yapıların devamını ve plan şemalarını ortaya
çıkarmak mümkün olamamıştır. Alanda bulunan kanal yapıları rögar ve kuyular ile
bunların altında açığa çıkarılan taş döşemeli alanlar farklı dönemlere aittir (Resim
30). Kazı sonrası yazılan raporda, buluntular, kapının boyutları ile söve ve eşik
taşlarının stilleri ve yekpare oluşlarından bu yapının en geç Bizans dönemine ait
olduğunu ve yapının bir kapı ile güneye Ulu Cami’ye yönelmesi bu yapının, “Ulu
Cami öncesinde var olan Bizans Dönemi Mar Toma Katedraline ait müştemilat yapısı
olabileceğini” düşündürtmekte olsa da kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla kazı alanı,
temeli daha eski bir döneme ait olmasına rağmen, alanın 1926 ya kadar Sultan Sa’saa
ya izafe edilen bir mescid ve hazire bölümünden oluştuğu aşikârdır.
Resim 29. Sultan Sasaa’nın 1925’den Resim 30. Sultan Sasaa mescidi kazı
önceki durumu
sonrası
(http://www.bilinmeyendiyarbekir.com)
planı (VBM. arşivi)
Resim 31. Sultan Sasaa mescidi
kazı sonrası
Resim 32. Sultan Sasaa mescidi
kazı sonrası
205
Resim 33. Sultan Sasaa mescidi (2010) Resim 34. Sultan Sasaa mescidi (2011
5. HASAN PAŞA HANI VE KUYUMCULAR ÇARŞISI
Kuyumcular Çarşısı, Diyarbakır şehir merkezinin kuzeydoğu diliminin
batı yönünde Gazi Caddesi üzerinde bulunmaktadır. Çarşının karşı yönünde
(batı) Diyarbakır Ulu Cami ile birlikte anıldığı Mesudiye ve Zinciriye Medreseleri
bulunmaktadır. (Şekil 3).
Hasan Paşa Hanı ve Kuyumcular çarşısı ayrı ayrı yapılar değil; bir arada
ve bir bütün olarak kompozit yapılar topluluğudur. Diyarbakır’ın sahip olduğu
ticari potansiyel sebebiyle han ile birlikte ya da handan sonra eklenmiş olması
muhtemeldir. Ancak Kuyumcular çarşısının Hasan Paşa Hanı’na destek arz eden bir
yapı olduğu açıktır.
Tarihi Kuyumcular Çarşının sahip olduğu plan gereği, teşhir ve alışverişin
kolaylıkla yapılabilmesi açısından diğer bütün çarşılarda olduğu gibi Kuyumcular
Çarşısında da dükkânlar koridorlar etrafında ve karşılıklı olarak sıralanmıştır. Hasan
Paşa Hanı’nın doğu ve güney cephesini kapatan çarşı, ters “L” planlı bir yapıya
sahiptir. Sahip olduğu plan Hasan Paşa Hanı ile birlikte değerlendirilmesini zorunlu
kılmaktadır. Nitekim çarşı içinden Hasan Paşa Hanı’na geçişi sağlayan iki anıtsal kapı
bulunmaktadır. Çarşının bakımsızlık ve denetimsizlik sebebiyle yapım özellikleri ve
tarihi değeri bilinçsiz bir şekilde alçı kaplamaların altına gizlenmiştir.
Hasan Paşa Hanı Diyarbakır Ulu Cami’nin doğu girişinin karşısında, Gazi
Caddesi’nin üzerindedir. Üzerinde yer alan üç kitabeden anlaşıldığı üzere Han;
hicri 982 (1574–1575) senesinde Sadrazam Mehmet Paşa’nın oğlu Hasan Paşa
tarafından Sultan Selim oğlu Sultan Murat zamanında inşa edilmiştir. Hasan Paşa
Hanı’nın güney cephede bulunan kapısı üzerindeki kitabesinde; “Şehinşah-ı serir-i
saltanat Sultan Murad ol kim adaletle yedi iklimi tuttu serteser adı zamanında o şa-i
nikfercamın Hasan Paşa buyurdu bu makam-ı dilküşanın oldu bünyadı dedim bu
afitab-ı izzi-i devlet burcuna tarih ilahi kıl mübarek bu riba-ı şadabadi (h. 982)” ve
doğu kapısı üzerindeki kitabesinde de; “ Eşhedü en la ilahe illallah hürmetine bu
kapı daima sevinçle açık olsun” yazılmış ve üçüncü kitabe olan Hanın giriş kapısı
kitabesinde de yaptıran bilgileri verilmiştir. Bu kitabe de “ Sadrazam Mehmet Paşa
oğlu Hasan Paşa bu binayı büyüklerin teşrifine tahsis etmek üzere, Sultan Selim
206
oğlu Sultan Murad’ın saltanatı günlerinde, (sene 982) yaptırdı. Allah mülkünü ebedi
kılsın” şeklinde bilgi bulunmaktadır (Beysanoğlu,1990: 598).
1612 yılında Diyarbakır’ı ziyaret eden Polonyalı Simeon, şehre geldiği
zaman indiği Hasan Paşa Hanı’nı,“Şehre girdikten sonra Hasan Paşa Hanı’na indim.
Muazzam kârgir bir bina olan bu hanın 500 beygiri barındırabilecek yer altında iki
ahırı, renga¬renk demir parmaklıklarla çevrilmiş çok güzel ha¬vuzu, üç kat üzerine
birçok kârgir odaları vardı. Hana bitişik olup Bursa’daki Gelincik ve Edirne’deki
Alipaşa Hanları gibi kemerli, güzel kuyumcuhanı’nda emsali yalnız İstanbul’da
bulunan çok usta kuyumcular, zernişancılar,bıçakçılar,papuççular, çizmeciler ve diğer
zanaat erbabı çalışırlar” Diyerek çok güzel bir şekilde tanıtmıştır (Beysanoğlu,1990:
595).
Hasan Paşa Hanı Restore edildikten sonra çeşitli amaçlarla kullanılmaktadır.
Hanın doğu ve güney cephelerine bitişik olan Kuyumcular çarşısı daha önceki
dönemlerde farklı amaçlarla kullanılmış olması ile birlikte şuan isminin anıldığı
gibi altın satış ve işleme merkezi olarak kullanılmaktadır. Kuyumcular Çarşısının
doğu bölümünde kazancılar ve bakırcılar çarşısı da bulunmaktadır. Kuyumcular
Çarşısının iki yönden çarşı ile çevrelenmiş olması bu çarşının merkezi konumunu
ifade etmektedir (Resim 35-39).
Diyarbakır şehir merkezindeki diğer bir han olan Deliller Hanı şehir
merkezinin en güney noktasında bulunmaktadır. Şehre giriş kapısı önünde ve şehir
surlarının içeri kısmında bulunan Deliller Hanı Hasan Paşa Hanı’ndan farklı bir
işleve sahiptir. Deliller Hanı daha çok kervanlara ikamet edebilecekleri olanaklar
sunmanın yanı sıra dış ticaret yürütüldüğü bir merkez konumundadır. Buna karşılık
Hasan Paşa Hanı ve Kuyumcular çarşısı ise daha çok iç pazara yönelik imalat ve
pazarlama alanıdır. Bu sebepten ötürü yerli halka hitabı öncelikli olan Kuyumcular
Çarşısı ve Hasan Paşa Hanı’nın merkezi konumu söz konusu han ve çarşıyı önemli
kılmaktadır.
Hasan Paşa Hanı iki katlı bodrum katı haricinde iki katlı ve avlulu bir plan
şemasına sahiptir. Avlunun kuzeybatı köşesinde bulunan kapıdan bodrum kata
geçilebilmektedir. Hanın bodrum katı konaklamaya gelen kervanlar için bir hayvan
barınağı niteliğindedir. Bodrum kattaki mekanlar beşik tonozla örtülü koridorlarla
birbirine bağlanmıştır. Hanın zemin katında altı adet sütun üstüne oturan çevresi
açık ve kubbe ile örtülmüş bir havuz bulunmaktadır. Hanın zemin katında avlu
etrafında sıralanmış çokça dükkan bulunmaktadır. Dükkanlar genellikle beşik
tonozla örtülüdür ancak köşelerde bulunan dükkanlar diğer dükkanlardan farklı
olarak kubbe ile örtülmüştür. Avlu çevresinde bulunan dükkânlar avlu zemininden
yüksekte kaldığından dükkânlara geçiş basamaklarla sağlanmaktadır. Han’a giriş,
Gazi Caddesi önündeki kapıdan sağlanmakla birlikte doğu ve güney yönlerde de
Kuyumcular çarşısına açılan kapılar bulunmaktadır. Han iki renkli taş işçiliğine
sahiptir. Hanın avlu döşemesi de bazalt taşındandır.
Hanın doğu ve güney yönlerden çevresini kuşatan ve bugün kuyumcuların
bulunduğu Kuyumcular Çarşısı hanın ilk yapım zamanında bulunmamaktaydı.
Şevket Beysanoğlu, Hasan Paşa’nın ilk olarak kuyumcular için bir çarşı yaptırdığını
207
Şekil 3. Hasan Paşa Hanı planı ve
Kuyumcular Çarşısı (VBM Arşivi)
Foto 36. Hasan Paşa Hanı (2011)
Resim 35. Hasan Paşa Hanı ve
çevresi (VGM Arşivi 1980)
Resim37. Hasan Paşa Hanı
avlu ve revaklar
Resim 38- 39. Hasan Paşa Hanı ve Kuyumcular Çarşısı
sonrada bu çarşıdan Ulu Cami’ye doğru bir yol katarak ketenciler adıyla bilinen
bir çarşı eklediğini yazmaktadır (Beysanoğlu,1990:594). Ancak Beysanoğlu’nun
bildirdiğinin aksine Hasan Paşa Hanı’nın Kuyumcular ve ketenciler çarşısından
önce yapılmış olması gerekmektedir. Nitekim söz konusu çarşılar Hasan Paşa
Hanı’nın planına bağlı kalınarak han etrafınca sıralanmış ve plan şekilleri de böylece
oluşmuştur. Kuyumcular Çarşısının sahip olduğu “L” planı Hasan Paşa Hanı’nın
mevcut yapısından istifade edilerek oluşturulmuş olmalıdır (Yavuz,2011:144).
208
6. ÖNERİLER
Evliya Çelebi, Câmi-i Kebir olarak tanımladığı Diyarbakır Ulu Camisi’ni ve
Mercaniye Medresesi olarak tanımladığı Mesudiye Medresesi’ni;
“(…) Şehrin ortasında eski mabed, büyük câmi. Diyarbekir’in yüzsuyu olan
Câmi-i Kebir: Rum tarihçileri, bu câmiin tâ Hazret-i Musa aleyhisselâm zamanında
yapılmış olduğunda birleşmişlerdir. Avlu sütunlarının sağ tarafında, beyaz bir sütun
üzerinde İbranice tarihi vardır. Kale her kimin eline geçmişse yine mabed olmaktan
geri kalmamıştır İçinde öyle ruhânîlik vardır ki, Bir Müslüman iki rekât namaz kılsa
kabul olduğuna kalbi şahit olur. Sanki Haleb’in Ulu Câmii, Şam’ın Emevi Câmii,
Kudüs’ün Mescid-i Aksâ’sı, Mısır’ın Ezher Câmii, İstanbul’un Ayasofya’sıdır.
Kilise’den câmie çevrildiğine dair binlerce işaret vardır. (…) Camiin içinde ayrıca
Şâfii câmii vardır. Bütün Şafii mezhebinden olanlar burada ibâdet ederler. Bu câmiin
dört kapısı vardır. Gece gündüz cemâatten boş kalmayıp, yetmiş seksen yerinde
çeşitli bilim dallarında öğrenim yapılır. Nice yerinde tarikata mensup olanlar çile
odasına girip kırk gün ibâdet ve zikir yaparlar. (…) Sözün kısası Diyarbekir’de bu
kadar büyük bir câmii yoktur. İçi onbin kişi alır. Yapının bütün eserleri, baş aşağı
kubbeleri tamamen has kurşun ile örtülüdür. (…) Cami-i Kebir’de Mercaniye
Medresesi: Bilginler arasında payesi vardır. Müderrisi orada molla olur. Müderrsisi
ve öğrencileri vardır. Vakıfları kuvvetlidir. (…)” şeklinde tanımlar (Konyar,1936).
Evliya Çelebi’nin Diyarbakır Ulu Cami’yi Kudüs’ün Mescid-i Aksâ’sı
gibi tüm dinler için kadim sayılan ve özel bir konumdaki eserlerle beraber anması,
Cami’nin Harem-i Şerif olarak anılmasının bir sebebi olmalıdır. Bunun yanısıra
Sözen’in (2011:11) döneminin simge yapılarından olan Mesudiye ve Zinciriye
Medreseleri için belirttiği gibi “Dinsel ve deneysel bilimlerin ağırlık kazandığı
bu eğitim ortamına baktığımızda, bunların anıtsal yapılar çevresinde yer alması,
kentin en önemli noktalarında değerlendirilmeleri, özel önem taşıdıklarının da bir
işaretidir.” Burada iki yapı örnek olarak gösterilmek istenirse, Zinciriye ve Mesudiye
medreseleri, değindiğimiz noktaları açıklayacak niteliktedir.
Mimar İsa Ebû Dirhem’in 1198 m (595 h.) tarihinde Eyyübilerden Melik
Salih Necmettin için tasarladığı Zinciriye Medresesi’ne, Ulu Cami ile sıkı ilişkisi,
sınırlı bir orta avluyu çevreleyen hareketli revakları, özgün taş bezemeleri,
birimlerin birbiriyle oranları açısından bakıldığında, “Anadolu Ortaçağı’nın”
erken bir döneminde eğitim yapılarına verilen özel önemin sınırları daha sağlıklı
belirlenebilmektedir.” Yine, Mesudiye Medresesine bakıldığında içindeki 1194
tarihli kitabeye göre dört mezhebin fakihleri bir arada öğretim faaliyetinde
bulunmaktaydı (Göyünç,1994:465). Bu anlamda bakıldığında Ulu Cami’nin birer
parçası olarak düşünülmesinde beis olmayan Medreselere sadece bir eğitim merkezi
olarak değil, Diyarbakır’ın özel değerlerini bünyesinde taşıyan, inanç, kültür, sanat
ve eğitim bağlamında bütüncül yaklaşım gerektiren önemli yapılar olarak bakılması
gerekmektedir. Hasan Paşa Hanı ve Kuyumcular çarşısı ise, tarihinin her döneminde
olduğu gibi Osmanlı Dönemi’nde de Diyarbakır en önemli ticaret merkezlerinden
biri, yol ağı üzerinde bir kilit noktası, askeri menzil ve ordunun üssü olduğunu
göstermesi bakımından oldukça önemlidir (Yavuz,2011:141).
209
Diyarbakır’ın inanç, kültür ve eğitim noktasındaki tüm bu özelliklerine
rağmen, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yayınlamış olduğu, 2023 yılına kadar
bir dizi önlemleri ve önerileri sunan Türkiye Turizm Stratejisinde; İnanç turizmi
için “İnanç Turizmi Koridoru olarak adlandırılan koridor, Tarsus’tan başlayarak
Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa ve Mardin yörelerini kapsamaktadır.” ve kültür turizmi
için ise “Adıyaman, Amasya, Bursa, Edirne, Gaziantep, Hatay, Konya, Kütahya,
Manisa, Nevşehir, Kars, Mardin, Sivas, Şanlıurfa ve Trabzon illerinde kültür
turizmi canlandırılarak marka kültür kentleri oluşturulacaktır.” denilerek, stratejik
programda yer almamaktadır (Türkiye Turizm Stratejisi,2007). Bununla birlikte,
Diyarbakır ve Şanlıurfa için hazırlanan kültür ve turizm mevcut durum raporunda
yağılan GZFT 3 analizinde aşağıdaki tabloda yazılan sonuçlar elde edilmiştir:
Şekil 4. Kaynak: (Özbek, A. Özönen, H., Aksoy, M.A., Çelebi, Z., 2010)
3
Örgütlerin iç ve dış çevre analizini yaptıktan sonra zayıf ve kuvvetli yönlerini belirlemeleri ve çevrelerindeki
fırsat ve tehditleri saptamalarında kullanılan en yaygın teknik GZFT analizidir. GZFT analizi kimi kaynaklarda
SWOT veya TOWS olarak da geçmektedir. İngilizce güçler, zayıflıklar, fırsatlar ve tehditler (Strengths,
Weaknesses, Opportunities, Threats) kelimelerin baş harfleri alınarak oluşturulmuştur. Türkçe de GZFT (Güçlü
yönler, Zayıflıklar, Fırsatlar, Tehditler) analizi olarak da kullanılmaktadır. GZFT analizi yapılarak örgütün
mevcut durumu tespit edilir. Bu çerçevede güçlü ve zayıf yönleri ile örgütün karşı karşıya bulunduğu fırsatlar
ve tehdit unsurları ortaya konulmaya çalışılır. Bu anlamda GZFT bir mevcut durum analizidir. GZFT aynı
zamanda örgütün gelecekteki durumun ne olacağını tespit ve tahmin etmeye yarayan bir analiz tekniğidir
(Erdem,2006:72-73).
210
GZFT analizinde de belirtilmiş olan zayıf ve tehdit addedilen hususların
giderilerek ve kuvvetli yönler göz önüne alınarak, Diyarbakır’da bulunan tarihi ve
kültürel miras bilimsel metodlarla tesbit edilip; koruma ve restorasyon projeleri
ile turizme kazandırılabilirse hem yerel ekonomik gelişmeye önemli bir katkı
sağlanacak hem de kadim bir mirasın artı ürünleri tüm dünyaya tanıtılmış olacaktır.
Ancak, kültüre dayalı bir turizm projesi geliştirme esnasında, kültürü ve kültürün
unsurlarını ve kültüre alt yapı oluşturan doğal kaynakları korumak kolay değildir.
Turizm gelişimi, yöneticiler, girişimciler ve halk tarafından öncelikli olarak
ekonomik ele alınır. Doğal, sosyal ve kültürel koruma ve geliştirme gibi amaçlar
geri planda kalır. Burada turizme açılan bir toplumun, geçmişi, bugünü ve yarınıdır;
kısaca bir toplumun kimliğidir. Bu kimliğin, gereken önlemler alınmaz ise, zarar
görme ihtimali yüksektir (Bahçe,2009:6). Literatürlerde; doğal ve kültürel mirasın
korunmasında koruma kavramının geliştirme ve değerlendirme ile bütünleştirilmesi
gerektiği vurgulanmaktadır. Ayrıca; korumanın sağlanması için yasa ve kuruluşun
tek başına yeterli olamayacağı, değerlerin korunması ve yaşatılmasında çok sayıda
kişi ve kuruluşları (yerel halk, sivil toplum, devlet, turizm sektörü vb) ilgilendirdiği
vurgulanmaktadır (Uslu ve Kiper,2006:306).
Bu bağlamda Diyarbakır Ulu Camii ve Çevresi için aşağıdaki öneriler
geliştirilmiştir.
İncelenen alanda yer alan Gazi Caddesinin kültür ve inanç turizmi kapsamında
canlandırılması, niteliksiz yapılardan arındırılması, kamulaştırmalarının yapılması,
etkin koruma önlemlerinin alınabilmesi için, gayretleri yerel ve merkezi yönetimler
tarafından politik olarak, uluslararası kuruluşlar tarafından da, ikili ve çok uluslu
işbirliği anlaşmaları çerçevesinde, teknik olarak desteklenmelidir. Kültürel mirasın
yönetim modelinin oturtulmasına ilişkin hazırlıkların ve gerekli düzenlemelerin
yapılması aşamasında, uluslararası kuruluşlardan destek alınarak, Alan Yönetim
Birimi’nin kurulmasına gidilmelidir. Yapılan ve yapılacak yeni yasal düzenlemelerle
otel odaklı turizm gelişmesinden daha çok tarih, kültür, sanat vb. değerler odaklı
turizm anlayışı ile halkın talep ve beklentilerine cevap veren, bünyesinde birden
fazla aktiviteleri, değerleri yaşatan, koruyan, üreten ve istihdama da olumlu katkılar
sağlayan bir “alan yönetimi” modelini geliştiren, mekanizmaların oluşturulması
sağlanmalıdır.
Yerel ölçekte turizm gelişim bölgelerinin seçiminde organize turizm
faaliyetlerinin geliştirilebileceği geniş alanlar tercih edilmeli, mülkiyet, altyapı ve
çevre gibi konular için de çözüm önerileri ve sistemli bir yapılanma sağlanmalıdır.
Bu süre zarfında; Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Kültür ve Turizm Bakanlığı
ortaklaşalığının yanı sıra Valilik, Kaymakamlık, Belediye, Turizm Dernekleri,
tanıtma vakıfları, üniversite, stk lar ve gönüllüler tarafından yapılacak faaliyetlerin
detaylı dökümü yapılmalı, tarihi ve kültürel mirastan turistik ürüne dönüştürme
potansiyeli olan alan ve faaliyetlerin tesbit hazırlığı çalışmaları, tüm paydaşların
katılımıyla oluşturulacak bir uzman komisyon tarafından sürdürülmelidir.
211
1. Diyarbakır turizm potansiyeli, kültürel mirasına tanıklık edecek ve
varlığının fiziksel olarak kanıtı olacak somut elemanlar ile kültürel bir rota ile
desteklenmelidir. Kültürel miras elemanları ile tarih yolunun fiziksel kanıtlarını
sunmasının yanı sıra, Kültürel Rotalar karşılıklı kültürel etkilerin akıp gittiği bir
kanal ya da iletken gibi hareket eden dinamik bir sisteme sahiptir. İster doğal ister
kültürel açıdan (kentsel ya da kırsal) bölgesel durum Kültürel Rotanın çerçevesini
oluşturur. Rotanın bütünlüğü, evrensel öneminin ve değerlerinin bir bütün olarak
kanıtı olan hem somut, hem soyut özelliklerini temsil eden yeterli bir set üzerine
kurulmalı ve Kültürel Rota’yı doğuran tarihi süreçlerin öneminin ve özelliklerinin
tamamıyla sunulmasını sağlamalıdır (Zengin,2010:283).
Rota kurmak için de öncelikle Ulu Cami’nin dışarıdan algılanmasına engel
olan yer altı çarşısı kamulaştırılarak kotu indirilmelidir. Kamulaştırılarak rekreasyon
alanına dönüştürülen bölümde rota çizilmeye başlanacak olup, turistlerin, Ulu Cami
ve Mesudiye Medresesi’ni gezdikten sonra Batı Maksuresi’nin çıkışından Zinciriye
Medresesine ulaşması sağlanmalıdır. Zinciriye Medresesinden çıkınca Sultan Sasaa
Mescidini gezerek, Hasan Paşa Hanı ve Kuyumcular Çarşısına yönlendirilmelidir.
Fiziki planlamada ise öncelikler; tarihi eserlere rahat erişebilirliği sağlamak
üzere, dikkatle yürütülecek yol ıslah ve genişletme çalışmaları yapılmalı, bu
tür mekanların yakın çevrelerinin yeniden planlanmasına ve kamulaştırılmalara
odaklanılmalıdır. Bu bağlamda, koruma alanlarını güvenli ortamlarda tutan planlara
yönelinmeli ve restore edilen yapılara, yerel ve bölgesel gereksinimler göz önünde
tutularak, yeni işlevler verilmelidir.
Mesudiye ve Zinciriye Medreseleri’nin onarımının tamamlanmasını
müteakip dokuya ve eserlerin geçmişine sadık kalınarak fonksiyon verilmesi gerekir.
Gezi güzergahı oluşturularak bu alanlar yayalaştırılmalı, yönlendirme tabelaları
koyulmalıdır. Yaya alanlarının, malzemeleri tarihi alana uygun olarak seçilerek,
uygulamasında engelliler ve yaşlılar için de düzenleme yapılmalıdır. Tarihi alana
ziyaretçi ulaşım yönleri ve oto park alanları belirlenerek, bu güzergahlarda gerekli
düzenlemeler yapılmalıdır.
2.
Diyarbakır Ulu Cami yapı kompleksinin restorasyonlarının
tamamlanarak, yapının İslam Dünyasının 5. Harem-i Şerifi olduğu vurgusuyla, hac
yolculuğuna benzer turların düzenlenmesi, bir inanç haritası oluşturulması, turizme
yönelik çalışmaların yapılması, ancak eserin kıymetli elemanlarının tahribatının
engellenmesi için uyarı ve tanıtım levhalarının avlu gibi yerlerde çözümlenmesi
yoluna gidilmelidir.
3.
Bugün atıl vaziyette duran, içinde ağaçların yetişmiş olduğu ve
çevresi ayakkabı boyacıları tarafından işgal edilerek nerdeyse algılanmayan Sultan
Sasaa Türbesi için Vakıflar Bölge Müdürlüğü denetiminde projelerin hazırlatılarak
ivedilikle onarıma alınması gerekmektedir. Bu eserin, tarihi ve dini değerinin
tanıtacak, anlatacak bir biçimde düzenleme yapılarak ziyaretçilere açılabilmesi ve
“ulaşılabilirliğin” sağlanması elzemdir.
212
4. Tarihi kültürel ve doğal zenginliklerinin yer aldığı resimlerin araçlara
giydirilmesi, görüntü kirliliğini önlemek ve şehir tabelalarında belirli bir standarta
ulaşmak için belirlenecek ortak bir tabela standardının işkoluna göre düzenlenip,
işyerlerine asılma planlamalarının yapılması, Hasan Paşa Hanı ve Kuyumcular
Çarşısı İşletmecilerinin izinsiz uygulamalarına son verilerek, tarihi eser niteliğine
uygun yönlendirme tabelaları ve tanıtıcı levhalarla gerekli düzenlemelerin yapılarak
turistlerin ziyaretine açılmalıdır.
5.
Tanıtım işlevini paylaşan kurum ve kuruluşlar arasında eşgüdüm
kurulmalı, dinamik ve mali yönden daha güçlü bir tanıtım yapılabilmesini sağlamak
üzere bu faaliyetlerin finansmanına turizmden doğrudan ya da dolaylı gelir elde eden
kesimlerin de katılımı sağlanmalıdır.
6. Yaygın turizm eğitimi için, toplumsal düzeyde işitsel ve görsel iletişim
imkânları kullanılmalıdır. Yaygın turizm eğitimi sektörde çalışan kişilerin beceri
ve niteliklerinin arttırılmasına yönelik olarak yapılmalı ve eğitim boyutu ihmal
edilmemelidir.
7.
Mesleki eğitimde standardizasyon, değerlendirmenin yapılması,
uluslararası standartlara göre verimlilik, hizmet kalitesinin gelişimi ve istihdam
için gerekli olan beceri düzeylerinin belirlemesi belgelendirme ile sağlanmalı,
iş kollarında istihdam edilecek kişiler, yetenek ve belge düzeylerine göre işe
yerleştirilmelidir. Potansiyel girişimciler ve esnafa özellikle kendi alanları ile ilgili
temel mesleki bilgiler ve yabancı dil bilgisinin, düzenlenecek kurslarda verilmesi,
İş planları, pansiyon işletmeciliği ve çevre koruma-geliştirme bilincinin hizmet içi
eğitimlerle verilmelidir. Hizmet içi eğitimleri vermek üzere Dicle Üniversitesinden
destek sağlanılmalıdır.
8. Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye ayırmış olduğu hibe kaynaklar için
gerekli başvurular yapılmalı ve proje ofisleri oluşturulmalıdır. Önemli kültürel miras
alanlarının onarım ve restorasyonunu amaçlayan ve turizm potansiyelini harekete
geçirmeyi öngören olanaklardan faydalanılmalıdır. Bölgesel çekiciliklerin rekabet
edebilirliklerini ve çeşitliliğini arttırılması, orta ve küçük ölçekli işletmelere teknik
ve danışmanlık yardımlarının sağlanması, yurt içi pazarda talebin arttırılması
yönünde çalışmalar yapılmalıdır.
9. Bu tanımlama ve tanıtım için kataloglar, broşür ve kitapçıklar, belgesel
tanıtım CD’leri oluşturulmalıdır.
10. Alanda yapılacak rekreasyon çalışmaları dahil tüm üretimler için
tasarım rehberi oluşturulmalı, alt yapı hizmetleri düzenlenmelidir.
7. SONUÇ
Bilgiye ve kaynaklarına daha kolay ulaşan, küreselleşmenin sonucu farklı kültür ve
medeniyetlere ilgi duyan ve turizmi sadece deniz ve sahil olarak düşünmeyen, İslam’ın
en önemli kentlerinden biri oma özelliğini her devirde sürdüren Diyarbakır’ı, hem
Hıristiyanlık için önemli bir merkez olarak hem de bir ortaçağ İslam kenti olarak
gezmek isteyen hedef kitlenin ortaya çıkardığı bu alanı eylem planlarıyla
213
programlayarak, turizm girişimciliğini yerel ekonomik gelişmenin bir motoru
yapmak birincil hedef olmalıdır.
Yoğun göç baskısıyla, tarihi merkezin bir çöküntü alanına dönüşmesinin
en büyük nedenlerinden biri de yoksulluktur. Kentsel ıslah ve sosyo-ekonomik
kalkınma faaliyetlerinin uygun bir biçimde yürütülebilmesi için daha önce yapılmış
olan Suriçi Koruma Planı’nın Diyarbakır Kültür ve Tabiaat Varlıklarını Koruma
Kurul onayını alacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Tüm çalışmalarda
disiplinler arası bir yaklaşım ve kurumlar arası bir işbirliği sağlanarak, bütüncül ve
sürdürülebilir uygulamalar için kamu kuruluşları ile sivil toplum örgütleri arasında
diyaloglar sağlanmalıdır.
Şekil 5. Diyarbakır Sur İçi önerilen turizm alanı ve ulaşım bandı
Doğru planlanmış bir turizm rotasıyla beraber; Diyarbakır’ın sahip olduğu
tarihi ve kültürel varlıkları, uzman eğiticiler tarafından eğitilmiş ve birer turizm
girişimcisi haline gelmiş yerel girişimciler eliyle ekonomiye kazandırılması
sağlanmalıdır. Aynı zamanda turizm sektöründe yaşanacak bu hareketliliğin yerel
ekonomide yeni istihdam alanlarını teşvik edecektir. Sonuç olarak; Tarihi, kültürel
ve kentsel değerlere zarar vermeyecek şekilde doğru bir planlama ve koruma anlayışı
ile Diyarbakır kentinin “Kültür ve İnanç” turizmine yönlendirilmesi gerekmektedir.
İnanç Turizmi potansiyelini ortaya çıkaracak düzenlemelerle tüm Kentsel Sit alanı
değerlendirilerek ülke ve dünya insanlarına bu değerleri tanıma olanağı sunulmalıdır.
Ulu cami ve çevresi için tüm kentsel sit alanına örnek teşkil edecek şekilde sokak
sağlıklaştırma projeleri hazırlatılmalı, tarihi yapı ile yeni yapı arasında bütünlük
sağlanmalıdır.
8. KAYNAKÇA
1. Akın,C,T., ve Yıldırım,M., (2006), Tourıstıc And Envıronmental Impacts
Of Hıstorıcal Towns: The Reflectıons Of Spaces In Tradıtıonal Diyarbakır Archıtecture,
Http://Www-Sre.Wu-Wien.Ac.At/Ersa/Ersaconfs/Ersa06/Papers/884.Pdf
214
2. Altun, A., (1978), Anadolu’da Artuklu Devri Türk Mimarisi’nin Gelişmesi, İstanbul.
3. Altun, A., (1988), Ortaçağ Türk Mimarisinin Anahatları İçin Bir Özet,
İstanbul
4. Aslanapa, O., (1991), Anadolu’da İlk Türk Mimarisi Başlangıcı Ve
Gelişmesi, Ankara
5. Arslan, R.,(1999), Diyarbakır Kentinin Tarihi Ve Bugünkü Konumu,
Ed.Selahattin Özpalabıyıklar, Diyarbakır Müze Sehir, İstanbul, YKB Yayınları, S:80103
6.Bahçe, A. S.,(2009), “Kırsal Gelişimde Kültür (Mirası) Turizmi Modeli”,
Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 25, Aralık 2009, ss:1-12
7. Beysanoğlu, Ş., (1990), Anıtları Ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi, C. 1,
Ankara
8. Beysanoğlu, Ş., (1995), “Diyarbakır Tarihine Genel Bir Bakış”, Kültür Ve
Sanat 28, Ankara, S. 5-9
9. Beysanoğlu,Ş,(1999), “Kuruluşundan Günümüze Kadar Diyarbakır
Tarihi”. Ed.Selahattin Özpalabıyıklar, Diyarhakır Müze Sehir, İstanbul, Yky Yayınları,
S:38-79
10.Bizbirlik, A.,(2002), 16.Yüzyıl Ortalarında Diyarbekir Beylerbeyliğinde
Vakıflar.,Ttk Yayınları, .Ankara.
11. Erdem, A.,(2006) Stratejik Yönetim Ve Kamu Örgütlerine
Uygulanabilirliği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Mersin Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi Anabilim Dalı,İçel.
12. Gabriel, A.,(1993), Diyarbakır Surları, Çev. Kaya Özsezgin, Diyarbakır
Tanıtma, Kültür Ve Yardımlaşma Vakfı Yayını:4
13. Göyünç, N.,(1994), Diyarbakır Maddesi, Dia, Cilt 9, S:464-469
14. Hacıoğlu, N.,(2011),Türkiye’de İnanç Turizminin Geleceği, Standart
Ekonomik ve Teknik Dergi, Yıl:50, Sayı:591, Ağustos, Ss:26-33.
15. MEGEP,(2007), Konaklama Ve Seyahat Hizmetleri Alanı Çerçeve
Öğretim Programı, Ankara.
16. Konyar, B., (1936 a), Diyarbekir Tarihi, C. I, Ankara
17. Konyar,B., (1936 b), Diyarbekir Kitabeleri, C. II, Ankara
18. Korkusuz , M, Ş.,(2003) Seyahatnamelerde Diyarbekir, İstanbul
19.Kuruyazıcı, H., (1997), Diyarbakır Maddesi, Eczacıbaşı Sanat
Ansiklopedisi,1.Cilt, Yem Yayınları, İstanbul, Ss: 461-463
20. Melek. A, Ve Demit A., (2009), Dini Değerleri İle Diyarbakır, Diyarbakır
İl Müftülüğü Yayınları,Diyarbakır
21. Özbek, A. Özönen,H., Aksoy, M.A., Çelebi,Z., (2010), Karacadağ
Kalkınma Ajansı Diyarbakır-Şanlıurfa (Trc2) Bölgesi Kültür Ve Turizm Mevcut
Durum Raporu.
22. Özdoğan, A.,(1999), “Ergani Ovası’nın Yazılı Olmayan Tarihinden Bir
Yaprak.: Çayönü”. Ed.Selahattin Özpalabıyıklar, Diyarbakır Müze Sehir, İstanbul,
YKB Yayınları, Ss:10-25
215
23. Öztürk, M.,(2009), Tarihi Seyrin Şehirlerin Fiziki Ve Sosyal Yapısına
Etkileri Üzerine Bazı Tespitler, Gefad, Sayı 4 Ss: 626 – 640
24. Parla, C., (1990) Türk Slam Şehri Olarak Diyarbakır, (Hacettepe
Üniversitesi Sos. Bil. Enst. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara.
25. Parla, C., (2004)“Osmanlı Öncesinde Diyarbakır: Kente Hakim Olanlar
Ve Bıraktıkları Fiziksel İzler”, 1. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır
Sempozyumu 20-22 Mayıs 2004 Bildiriler, Diyarbakır, S. 247-283
26. Pırlanta, İ.,(2010), Ortaçağ İslam Şehirlerinde Mahallelerin Oluşumu
(Nişabur Örneği) İ.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi Güz 2010/ 1(2) S:133-147
27. Sözen, M., (1971), Diyarbakır’da Türk Mimarisi, İstanbul
28. Sözen, M., (2011), “Ortaçağın Eğitim Ve Bilim Merkezi Diyarbakır”
Ed. İrfan Yıldız, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır Valiliği
Yayınları, Ss:10-13
29. Şeraiti, A., (2006), Dine Karşı Din, İşaret Yayınları, İstanbul.
30. Tuncer, O, T,. (1995), “Diyarbakır Anıtları”, Kültür Ve Sanat 28,
Ankara, S. 12-17
31. Tuncer, O, T,. (1996), Diyarbakır Camileri Mukarnas Geometri
Orantı, Ankara
32. Türkiye Turizm Stratejisi (2023), Kültür Ve Turizm Bakanlığı Ankara,
2007
33. TÜRSAB,( 2006) Ar-Ge Departmanı, Mayıs.
34. Uslu, A., Kiper,T., (2006), “Turizmin Kültürel Miras Üzerine
Etkileri: Beypazarı/Ankara Örneğinde Yerel Halkın Farkındalığı” Tekirdağ
Ziraat Fakültesi Dergisi 3 (3) ss:305-314
35. Ünalan,S,. (2004), Mervanoğulları Döneminde Diyarbakır, I.
Uluslar Arası Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu Bildirileri (2022 Mayıs), Diyarbakır 2004, Ss. 169-188.
36. Yavuz,A.T.,(2011), “Osmanlı Döneminde Diyarbakır Hanları”,
Ed. İrfan Yıldız, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır Valiliği
Yayınları, S:141
37. Yıldız,Z., Ve Kalağan,G., (2008), “Alternatif Turizm Kavramı Ve
Çevresel Etkileri”, Yerel Siyaset Dergisi, S.35, Kasım. Ss:42-44
38. Yılmazçelik,İ,. (1995), XIX.Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır, Ttk Yayınları,
Ankara
39. Yılmazçelik,İ,. (1996), XVIII. Yüzyıl İle XIX. Yüzyılın İlk Yarısında
Diyarbakır Eyaletinin İdari Yapısı Ve İdari Teşkilatlanması, Ankara Üniversitesi
Dil Ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt:
18, Sayı: 29, Ss:217-232.
40. Zengin, A., (2010), Eyüp Kentsel Sit Alanının İnanç Turizmi
Kapsamında Değerlendirilmesi Ve Yerleşim Dokusunun Korunması Üzerine Bir
Araştırma, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Restorasyon Anabilim Dalı, İstanbul.
41. http://www.bilinmeyendiyarbekir.com/sultan_sasa.html
42. http://www.ateliers.org/en/sites/default/files/docschantiers/
KonuAtelier_Diyarbakır_TK.pdf
216
DİYARBAKIR MİNARELERİ
Pınar GÜRHAN*
ÖZET
Camilerin yanında ezan okumak için yapılmış, şerefeli, kule biçimli olarak
günümüze gelen minareler, İslam mimarisinde önemli bir yere sahiptir. Namaza
daveti simgeleyen bu yapılar inşa edildikleri bölgelere göre doğu ve batı minareleri
olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Bu iki tür minare çeşidinin bir arada görüldüğü
örnek şehir şüphesiz Diyarbakır’dır. 639’da Diyarbakır’ın İslam orduları tarafından
fethiyle kente İslamiyet yayılmış ve İslamiyet’in sembolü camilerin yapımı hız
kazanmıştır. Namaza daveti sembolize eden minarelerde zamanla farklı mimari
tarzlarda inşa edilmiştir. Diyarbakır merkezde günümüze ulaşan farklı plan formunda
çok sayıda minare bulunmaktadır. İnanoğulları, Akkoyunlular, Büyük Selçukluları ve
Osmanlı Dönemlerinden kalma çok sayıda minare örneklerine rastlanmaktadır. Farklı
dönemlerden günümüze ulaşan Diyarbakır minareleri hem plan hem de üslup özellikleri
bakımında birbirinden ayrılmaktadır. Kentte Ulu Camii Minaresi, Hz. Süleyman
Camii Minaresi, Safa Camii Minaresi, Lala Bey Camii Minaresi, Ayni Minare (Hoca
Ahmet) Camii minaresi, Kasım Padişah Camii minaresi, Bıyıklı Mehmet Paşa Camii
minaresi, Nebi Camii minaresi, Hadım Ali Paşa Camii minaresi, İskender Paşa Camii
minaresi, Behram Paşa Camii Minaresi, Melik Ahmet Paşa Camii minaresi, Nasuh
Paşa Camii Minaresi, Hüsrev Paşa Medresesi Camii minaresi ve Kurt İsmail Paşa
Camii minaresidir.
GİRİŞ
Güneydoğu Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Diyarbakır
Önasya’nın önemli yollarının kesiştiği bir yerde kurulmuştur. Tarihin her döneminde
büyük uygarlıkların, kültürel ve ekonomik hareketlerin merkezi olarak kabul
edilen Diyarbakır’ın, Hurriler’den başlayarak Osmanlılara kadar uzanan yoğun bir
tarihi geçmişi olmuştur. Kentte yaşayan medeniyetler, dönemlerine ait izlerle kenti
ölümsüzleştirmişlerdir. Müslümanlar tarafından 638 yılında fethedilen Diyarbakır
bilhassa Selçukluların gelişi ile kurulan vakıflar sayesinde imar edilmiş ve şehir yeni bir
kimliğe bürünmüştür. Diyarbakır’ın İslam orduları tarafından fethiyle kente İslamiyet
yayılmış ve İslamiyet’in sembolü camilerin yapımı hız kazanmıştır. İslamiyet’in şehre
hâkim olmasıyla dinsel hoşgörüden uzaklaşılmamış, etnik ve dinsel mozaiğini her
dönemde korumuştur. Bu nedenle de Müslümanlar, Hıristiyanlar, Ermeniler, Yahudiler
ve değişik mezhepler, tarih boyunca Diyarbakır’da birlikte yaşamışlardır. Buna
binayen Diyarbakır’da farklı dönemlere ait birçok mabet yapılmış ve bunların çoğu
günümüze gelebilmiştir. İslam Mimarisinin çoğunlukta olduğu kentte 7. yüzyıldan
itibaren Müslümanların fethiyle beraber bazı kiliseler camiye çevrilmiş ve camii
*Sanat Tarihçi (Diyarbakır Valiliği) [email protected]
217
yapımına ağırlık verilmiştir. Bu bağlamda Diyarbakır’da yapılan imar faaliyetleri ile
halkın her türlü ihtiyacına cevap verecek cami, medrese, han, mescit, türbe, çeşme
gibi çeşitli yapılar inşa edilmiştir. Kent bu yönü ile geçmişin izlerini geleceğe taşıyan,
geçmişin karanlıkta kalmış olan yanlarını aydınlatarak geleceğe ışık tutan önemli bir
kültür şehridir.
İslam mimarisinin karakteristik özelliklerini yansıtan camilerin ortaya
çıkmasını sağlayan en önemli etken şüphesiz namaz ibadetidir. Namaza daveti
simgeleyen minarelerinde İslam mimarisinde önemli bir yeri bulunmaktadır.
Minareler, camilerin yanında ezan okumak için yapılmış, şerefeli, kule biçimli,
caminin bir elemanı olan yüksek yapılardır(Sözen - Tanyeli, 1994, s.162).
Arapça ışık anlamında “nur” kökünden türetilen Menar kelimesi, ışık yeri, fener
kulesi, yol işaretleri anlamlarına gelmektedir (Gündüz,2005,s.98). İslamiyet’in
hızla yayılması ve fethedilen şehirlerde Müslüman sayısının artmasıyla ezanı
daha geniş çevreye duyurmak amacıyla yüksek kulelere ihtiyaç duyulmuş ve
minare mimarisi ortaya çıkmıştır. Güneydoğu Anadolu Bölgesinin önemli
merkezlerinden olan Diyarbakır’da farklı dönemlerde yapılan zengin bir minare
mimarisi bulunmaktadır. Kentte minareler kare ve silindirik planlı olarak iki farklı
formda inşa edilmiştir. Bu bakımdan İslam dünyasının özellikle batı bölgelerinin
(Suriye, Mısır, Kuzey Afrika, İspanya) ( Kılavuz, 2006, s.309) etkisinde kalınarak
yapılan kare formlu; doğu bölgelerinin etkisinde kalınarak yapılan (İran, Irak,
Orta Asya, Hindistan, Afganistan) (Eyice,1997,s.329) silindirik formlu olmak
üzere iki ana minare biçimi Diyarbakır’da tespit edilmektedir. Kentte iki farklı
plan tipinin ortaya çıkmasında yol güzergâhı üzerinde olmasından kaynaklanan
coğrafi ve tarihi konumu etki olmuştur. Bu Minareler; Ulu Camii Minaresi, Hz.
Süleyman Camii Minaresi, Safa Camii Minaresi, Lala Bey Camii Minaresi, Ayni
Minare (Hoca Ahmet) Camii Minaresi, Kasım Padişah Camii Minaresi, Bıyıklı
Mehmet Paşa Camii Minaresi, Nebi Camii Minaresi, Hadım Ali Paşa Camii
Minaresi, İskender Paşa Camii Minaresi, Behram Paşa Camii Minaresi, Melik
Ahmet Paşa Camii Minaresi, Nasuh Paşa Camii Minaresi, Hüsrev Paşa Camii
Minaresi ve Kurt İsmail Paşa Camii Minaresidir.
Ulu Camii Minaresi
Şehrin merkezinde Camii Kebir Mahallesinde yer alan yapı, şehirde
bulunan tarihi camiler içinde en büyüğü ve en ünlüsüdür. Ulu Cami, Anadolu’nun
ilk ve en eski camilerindendir. 639 yılında Hz. Ömer döneminde Diyarbakır’a
egemen olan Müslüman Araplar tarafından şehrin merkezindeki en büyük
mabed, Martoma Kilisesi’nin camiye çevrilmesiyle oluşturulmuştur. Ulu camii
uzun bir süreç içinde onarımlar ve eklemelerle bugünkü halini almıştır. Cami
sadece ibadet kısmından ibaret olmamakta adeta bir yapılar topluluğu olarak
karşımıza çıkmaktadır. Her gelen medeniyet yeni eklemeler yaparak kendinden
izler bırakmıştır. Yapı topluluğunda iki cami (Şafiiler ve Hanefiler Bölümü), iki
218
medrese (Mesudiye ve Zinciriye), Doğu-Batı Maksuresi, abdesthane, minare
ve bütün bu yapılar topluluğunun ortasında büyük dikdörtgen bir avlu
bulunmaktadır.
Anadolu’nun ilk ve en eski camisi olan Ulu Cami minaresi kare planlı bir
kule gibi yükselmektedir. Minare, caminin kıble duvarının batısında, cepheden
taşırılarak yerleştirilmiştir. Kare gövdeli minareler grubuna giren minarenin
kaidesi kareye yakın 4.18x5.08 ölçülerindedir.
Kıble duvarına bitişik olarak inşa edilmiş minarede tamamen kesme bazalt
taş kullanılmış yer yer kitabelerde kalker taşı görülmektedir. Minare gövdesi yazı
kuşaklarıyla beş bölüme ayrılmıştır. Çiçekli kufi yazı tipinin kullanıldığı kitabelerde
caminin geçirdiği onarımlar anlatılmaktadır. Bu kitabeler dekoratif özellikleri öne
ayrılmıştır. çıkan yazı kuşakları halinde yerleştirilmiştir.
Kuşakların
dışında
süsleme,
kenarlardaki
madalyonlardan ibarettir. Boş alanlar hatayi, kıvrık dal,
palmet ve rumi motifleriyle doldurulmuştur. Kare planlı
şerefe taş korkuluklarla dört yönden çevrelenmiştir.
Minarenin şerefe kısmının altının dört ayrı cephesinde
görülen yaklaşık 0.50 x 0.84 ölçülerindeki pencereler
minareyi büyük oranda hareketlendirmiştir. Kare planlı
minarenin silindirik formlu petek kısmı kurşun konik
külahla kaplanmış külahın üzeri ise üç küplü ve hilalli
âlemle sonlanmaktadır. Yıldırım düşmesi sonucu
yıkılan minarenin 1255 yılında onarıldığı bilinmektedir.
Hz. Süleyman Camii Minaresi
Ulu Camii Minaresi,
Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan
Cami, Diyarbakır Merkez Cevat Paşa Mahallesinde, İç Kalenin güney
kenarında yer almaktadır. Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından 1155-1160 yılları
arasında yaptırılan Hazreti Süleyman Camii; Kale Cami ve Meşhed Camii olarak
bir çok isimle anılmaktadır. Hz. Ömer döneminde Diyarbakır’ın fethinin buradan
başlaması ve caminin bitişiğinde Osmanlılar döneminde yapılan Halid Bin Velid’in
oğlu Süleyman ile Diyarbakır’ın Araplar tarafından alınışı sırasında şehit düşen
diğer sahabelerin burada yattığı Meşhedin bulunması nedeniyle bu yapı halk
tarafından ziyaretgâh olarak kullanılmaktadır. Caminin kuzeydoğusunda yer alan
kare planlı minaresi üzerindeki kitabeler, cami hakkında bilgiler sunmaktadır. Kare
plan şemasında inşa edilen minare adeta bir kule gibi yükselmektedir. Minareye giriş
düz atkı kemerli kapıyla 3.40m.x 3.40 m. ölçülerindeki kare planlı kaide kısmından
sağlanmaktadır. Kaidenin ölçülerinde yukarı doğru yükselen gövde yazı
219
kuşaklarıyla beş bölüme Tamamen düzgün
bazalt taş kullanılarak inşa edilen minare de
yer yer kalker taşına da rastlanılmaktadır.
Beyaz kalker taşı üzerine sülüs yazı
kullanılan kitabelerde harflerin araları
Rumi ve palmetlerin işlendiği kıvrık
dallarla hareketlendirilmiştir. Kitabeler
yarım oluk ve düz bir silme ile üç yönden
çevrilmiştir. Oldukça sade görünen minare
adeta bir çan kulesini andırmaktadır.
Minarenin şerefe kısmının altının dört
ayrı cephesinde görülen yaklaşık 0.50 x
0.84 ölçülerindeki pencereler minareyi
büyük oranda hareketlendirmiştir. Kare
planlı minarenin silindirik formlu petek
kısmı kurşun külahla kaplanmış külahın
üzeri ise üç küplü ve hilalli alemle
sonlanmaktadır.
Hz. Süleyman Camii Minaresi
Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan
Nebii Cami Minaresi
Halk arasında Peygamber Cami olarak bilinen yapı, Akkoyunlu Dönemine
ait bir eser olup XV. Yüzyıldan kalma taşla örtülü tek kubbeli bir camidir. Yapı,
İnönü Caddesi üzerinde Dörtyol Kavşağında bulunmaktadır. Caminin minaresi
kare planlı olarak inşa edilmiştir. Minare dört köşeli olduğundan adeta bir kule gibi
görünmektedir. Bir sıra siyah bazalt bir sıra beyaz kalker taşın kullanıldığı minare
yer yer süslü yazı kuşaklarıyla bezenmiştir. Minare külaha kadar tamamen düzgün
kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir. Kaideden
şerefeye kadar bir sıra bazalt bir sıra beyaz kalker
taş malzeme kullanılarak örülmüştür. Caminin
minaresinde Peygamber Efendimizin hadislerinin
geçtiği çok sayıda kitabe bulunduğundan camiye
Nebi ve Peygamber isimleri verilmiştir. Minare
gövdesini dolanan celi sülüs hatlı Arapça dört
yazı kuşağı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi
kaide
kornişinin altında, diğer üçü gövdenin
birinci bölümündedir. Kitabelerden kaidedeki
birinci kuşak ve gövdede yer alan dördüncü
kuşağın kuzey kanadı inşa hakkında bilgi verirken
diğerleri ayet ve hadislerden oluşan dini metin
içeriklidir. Minare dışarıdan piramidal külahla Nebi Camii Minaresi
örtülüdür. Külahın üzerinde üç küplü ve hilalli Fotoğraf: Kenan Haspolat’tan’
220
âlem bulunmaktadır. Minare cadde genişletme amacıyla 1955 yılında yıktırılarak
avlunun doğu girişinin güneyinden kaldırılmıştır. 1960 yılında Vakıflar Genel
Müdürlüğü tarafından taşları numaralandırılarak aslına uygun şekilde bugünkü
yerine yapılmıştır.
Dört Ayaklı Minare
‘Şeyh Mattar Camii Minaresi’
Yapı Özdemir Mahallesinde, Balıkçılarbaşı’dan Yenikapı’ya uzanan yolun
güneyinde bulunmaktadır. Şeyh Mutahhar’ın mezarının bulunduğu arsa üzerine
yaptırıldığından Şeyh Mutahhar adını almıştır. Akkoyunlular döneminde 1500
yılında Sultan Kasım zamanında yaptırılan cami daha çok minaresiyle ün yapmıştır.
Camide tek kitabe minare üzerindedir. Kitabeden minarenin 1500 tarihinde
Sultan Kasım zamanında Hacı Ömer oğlu Hacı Hüseyin tarafından yaptırıldığı
anlaşılmaktadır. (Beysanoğlu, 1996, s.459) Dört Ayaklı minaresi ile Anadolu’nun
tek minare örneğidir. Bu minarenin dört ayağı 4 İslam mezhebini simgelemektedir.
Bazalttan 4 sütun üzerine yükselen bir mühendislik harikasıdır. Minare, caminin
yaklaşık 4.50 m uzaklıkta bağımsız olarak yükselmektedir. Kare gövdeli olan
minare adeta bir kule gibi yükselmektedir. Gövdede celi sülüs hatlı Arapça iki yazı
kuşağı bulunmaktadır. Yazı kuşakları dini içerikli olup, Azhap Süresinden ayetler
yer almaktadır. Kare plan şemasında inşa edilmiş minarenin üst kısmı silindirik ve
konik külahla son bulunmaktadır. Oldukça sade tasarlanan gövde kısmı üç silmeyle
dört bölüme ayrılarak hareket sağlanmıştır. Siyah bazalt taşın hâkim olduğu yapıda
yer yer beyaz taş kullanılarak minareye hareketlilik katılmıştır. Yerli ve yabancı
çok sayıda turisti çeken minarenin altından yedi defa geçenin dilekleri kabul olunur
inancı halk arasında bilinmektedir.
Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan
221
Parlı (Safa) Minaresi
Diyarbakır Merkez, Safa Camii Mahallesinde Melik Ahmet Paşa Cami’nin
kuzeydoğusunda, Ulu Camii’nin güneybatısında yer almaktadır. Caminin giriş
kapısında Diyarbakırlı Abdurrahman oğlu Hacı Hüseyin tarafından 1532 tarihinde
onarıldığına dair kitabe bulunmaktadır. Caminin Şah İsmail’in dedesi Şeyh İbrahim
Safi’nin oğlu Şeyh Cüneyt’in isteği üzerine Uzun Hasan tarafından XV. Yüzyılın
ortalarında yaptırıldığı kabul edilmektedir (Tuncer, 1996, s.85).
Yapı kendisinden çok minaresiyle ün yapmıştır. Minare, caminin yaklaşık
3.00 m kuzeydoğusunda bağımsız olarak yükselmektedir. 3.20 x 3.20 ölçülerinde
kare kaideli inşa edilen silindirik gövdeli minare tek şerefelidir. Anadolu’daki tarihi
camilerde pek görülmeyen minare türüdür. Zengin taş işçiliğinin kullanıldığı süsleme
ve kufi yazılarla donatılan tek şerefeli minarenin gövdesi silindirik olup yapımında
beyaz taş kullanılmıştır. Silindirik formlu gövde, yatay kuşaklarla ve süsleme
gruplarıyla üç bölüme ayrılmıştır. Yazı kuşaklarında minarenin tarihçesiyle ilgili bilgi
verilmemiş dini içeriğe yer verilmiştir. Kenarları yarım oluklu silmeyle yumuşatılmış
burma silmeli iki bilezikle sınırlandırılmıştır. Celi Sülüs hatlı kuşaklardan alttakinde
Hac Süresinin 27. Ayeti, Fussilet Süresinin 33. Ayeti ve Neml Süresinin 93. Ayeti;
üsttekinde Cuma Süresinin 9. ve 10. ayetleri yazılıdır (Kılavuz, 2011, s.567).
Minarenin inşasında kullanılan malzemeler içerisine karıştırılan bir bitkiden çıkan
mistik kokudan dolayı camiye “Parlı” yani “Kokulu” cami de denilmektedir.
Kentteki silindirik gövdeli minareler içinde süslemenin en yoğun kullanıldığı örnek
olan Safa Camii minaresinin siyah bazalt taş kullanılan kare kaidesinin kenarlarına
makili yazı panoları yerleştirilmiştir. Kaidenin üst kesimindeki geometrik kuşak çini
kakma tekniğiyle renklendirilmiştir. Kalker üzerine kakılan firuze sırlı çini parçalar
Parlı Safa Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’
222
süslemeye daha da zengin bir görünüm kazandırmaktadır. Bu kuşak sonraki
dönemlerde kentteki Osmanlı yapılarından biri olan Melek Ahmet Paşa Camii
minaresinde aynen tekrar edilmiştir. Kaideden başlamak üzere külahına kadar kufi
ve nesih yazılar, değişik biçim ve desenlerle bezelidir. Minaresindeki işlemelerden
ötürü Anadolu’nun en zarif minaresine sahip bir camiidir.
Parlı Safa Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’
Lale Bey Camii Minaresi
Yapı Lala Bey Mahallesinde, Melek Ahmet Caddesinin güneyinde yer
almaktadır. Üzerinde kitabe bulunmamasından ötürü yapıyla ilgili tarihlendirmeye
varılamamaktadır. Plan ve mimari özelliklerine bakılarak XV. yüzyıl’ın sonu, XVI.
yüzyıl’ın ilk çeyreğine tarihlendirilmektedir. Eğil Beylerinden Kasım Bey tarafından
yaptırıldığı tahmin edilmektedir (Tuncer, 1996, s.85). Caminin minaresi, kuzeybatı
köşede, son cemaat yerinin batı cephesinde yer almaktadır. Kare kaideli, silindirik
gövdeli, tek şerefeli minareler grubunda yer alan minarenin doğu cephesinden giriş
sağlanmaktadır. Kare kaidenin kuzey, batı ve güney cephelerinde makili yazılı
birer kare pano yer almaktadır. Kuzey panoda, kabartma tekniğinde, dört yönde
tekrarlanmış “Muhammed” yazılıdır (Kılavuz, 2011, s.569). Doğu cephede düz
atkı taşlı çatı kapısı vardır.Kare kaideyi tamamlayan gövde silindiriktir. İki şeritli
geometrik geçme motifli kuşak bileziğin altında gövdeyi dolanmaktadır. Minare
tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir. Kaidenin kuzey cephesi son
cemaat yeri kemerlerinin üzengi seviyesine, diğer cepheler cami beden Kare kaideyi
tamamlayan gövde silindiriktir. İki şeritli geometrik geçme motifli kuşak bileziğin
altında gövdeyi dolanmaktadır. Minare tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa
edilmiştir. Kaidenin kuzey cephesi son cemaat yeri kemerlerinin üzengi seviyesine,
223
diğer cepheler cami beden duvarları yüksekliğine kadar bazalt taş malzemeyle,
kuzey cephenin üst bölümü ve diğer cephelerin son dört taş sırası bazalt ve açık
renkli kalker taşıyla ardışık olarak örülmüştür. Tek şerefeli olan minarenin şerefe
altında bir sıra mukarnas kuşağı yer almaktadır. Petek kısmı silindirik devam etmekte
ve bu kısım kurşun kaplı konik bir külahla örtülmektedir. Minare üç küp ve hilalle
sonlanmaktadır.
Lale Bey Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan
Hoca Ahmet (Ayni Minare) Camii Minaresi
Camii, Abdaldede Mahallesinde, Behram Paşa Camii’nin güneyinde
yer almaktadır. Cami önce mescit olarak yapılmış daha sonra camiye
dönüştürülmüştür. Vakfiyesine göre, Şirazlı Hacı Ahmet tarafından 1499
tarihinde inşa ettirilmiştir (Kılavuz, 2011, s.571). yapı kendisinden çok
minaresiyle ün yapmıştır. Halk arasında Ayni Minare Camii adıyla anılmaktadır.
Caminin minaresi, yapının kuzeydoğusunda, avlu girişinin kuzeyinde, avlunun
köşesinde bağımsız olarak yükselmektedir. Kare kaideli olan minare çokgen
gövdeli olarak inşa edilmiştir. Bu yönüyle Diyarbakır’daki diğer minarelerden
ayrılmaktadır. Çokgen gövde tek şerefeyle hareketlendirilmiştir. 2.43 m. x
2.43 m. Ölçülerinde planlanmış olan kare planlı kaidenin batı cephesinde
minare girişi bulunmaktadır. Gövde her kenarı 1.00 m. uzunluğunda sekizgen
224
planlıdır. Sade yükselen gövde kaval silmeyle üstten sınırlandırılarak şerefeye
geçiş yapılmıştır. Petek kısmı silindirik devam etmekte ve bu kısım kurşun
kaplı konik bir külahla örtülmektedir. Minare üç küp ve hilalle sonlanmaktadır.
Hoca Ahmet Camii MinaresiFotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’
Fatih Paşa Minaresi
Yapı Fatih Paşa Mahallesinde yer almaktadır. Kurşunlu Camii, Fatih Paşa
Camii ve Bıyıklı Mehmet Paşa Camii adlarıyla da anılan cami, Diyarbakır’ın ilk
Osmanlı yapısı olması açısından oldukça önemlidir. 1516-1520 yılları arasında,
dönemin Diyarbakır Valisi Bıyıklı Mehmet Paşa döneminde yaptırılmıştır (Sözen,
1971, s.65). Caminin minaresi son cemaat yerinin sağında yer alır. Minare klasik,
tek şerefeli ve yalın görünüşlüdür. 3.10x 3.10 ölçülerindeki kare planlı kaide
tamamen siyah bazalt taş kullanılarak inşa edilmiştir. Kaidenin cephelerinde yer alan
dikdörtgen süslemeler, makili yazılı kare yazı panoları, çerçeveler dikkatleri üzerine
çekmektedir. Kare kaidenin kuzeyinden
minareye giriş sağlanmakta olup bu kısım
mukarnas kavsaralı bir niş içindedir. Gövde
kısmı ise Klasik Osmanlı minarelerine
uygun olarak silindirik gövdeli, tek şerefeli
yapılmıştır. Sade tutulan gövde kısmı şerefe
altındaki mukarnas sıralarıyla hareketlilik
sağlanmıştır. Minare dışarıdan sekizgen
piramidal külahla örtülüdür. Minare üç
küp ve hilalle sonlanmaktadır. Tamamen
düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilen
minare Osmanlı Dönemi Minare Mimarisini
yansıtmaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü
tarafından 2004 yılında pabucuna kadar
tamamen sökülerek restore edilmiştir.
Fatih Paşa Camii Minaresi
Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’
225
Hüsrev Paşa Minaresi
Yapı 1521-1528 yılları arasında Diyarbakır’ın 2. Valisi Hüsrev Paşa
tarafından Cemal Paşa Mahallesinin Mardin Kapı Semtinde, Deliller Hanı’nın
doğusunda yaptırılmıştır. Yapı ilk yapıldığı dönemde medrese olarak inşa edilmiştir.
Medresenin dershane bölümündeki mescidin cami olarak kullanılması üzerine 1729
yılında yapıya minare eklenmiştir. Minare, medresenin giriş kapısının batısında,
helâ bölümünün doğu cephesindedir. Caminin minaresi, siyah bazalt taştan,
tek şerefelidir. Kare kaide üzerine yükselen minarenin gövdesi silindirik plan
şemasında yapılmıştır. Kaide üzerinde yer alan dikdörtgen panoların içinde kitabe
bulunmaktadır. Diyarbakır’daki diğer Osmanlı minarelerinden farklı olarak gövde
kısmında siyah bazalt taş kullanılmıştır. Gövde dört sıra beyaz taştan bitkisel ve
geometrik kompozisyonlu yatay bordürlerle hareketlendirilmiştir. Kuşak şeklinde
yer yer geçen bordürlerde minareyi ilgi çekici kılmıştır. Minare konik külah ve
üç boğumlu âlemiyle sonlanmaktadır. Minare dışarıdan konik külahla örtülüdür.
Külahın üzerinde iki küplü, bir hilalli âlem bulunmaktadır. Minare tamamen düzgün
kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir.
Hüsrev Paşa Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’
226
Hadım Ali Paşa Camii Minaresi
Dönemin Diyarbakır Valisi Hadım Ali Paşa tarafından 1534-1537 tarihleri
arasında inşa edilen Hadım Ali Paşa Cami, Ali Paşa Mahallesinde yer almaktadır. İki
camisi, medresesi ve hamamdan oluşan bir külliyedir. Caminin minaresi silindirik
gövdeli klasik tek şerefelidir. Minare caminin güneydoğusuna, camiden ayrı bir
yerde tek başına yükselir. Minareye, kaidenin batı cephesinde, avlu zemininden
1.05 m. yükseklikte yer alan düz atkı taşlı kapıyla giriş sağlanmaktadır. 2.93 x 2.93
ölçülerindeki kaidesi kare planlıdır. Tamamen siyah bazalt taş kullanılarak inşa edilen
kaide kısmına batıdan düz atkı kemerli bir girişle sağlanmaktadır. Gövde kısmı beyaz
kalker taş kullanılarak oldukça sade yükseltilmiştir. Şerefe kısmı Diyarbakır’daki
Osmanlı minareleri gibi süslü tutulmamış oldukça yalın bırakılmıştır. Gövdedeki
sadeliği şerefe ve şerefe korkuluklarındaki bir sıra beyaz bir sıra siyah taş dizgisi
bozmaktadır. Minare tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir. Şerefe
korkulukları ardışık olarak bazalt ve açık renkli kalker taşla yapılmıştır. Şerefe altında
yer alan bir sıra bordür sırasında minare ilk yapıldığı dönemde çini tabakalarının
olduğu bilinmektedir. Bu çini tabakalar günümüze ulaşmamıştır. (Beysanoğlu, 1996,
s.559) Minareye giriş sadece kaide kısmından değil gövdeden sonradan açılmış bir
kapıyla sağlanmaktadır. Camiden ayrı bir yerde yükselen minare, dışarıdan konik
külahla örtülüdür. Külahın üzerinde iki küplü, bir hilalli âlem bulunmaktadır.
Hadım Ali Paşa Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’
İskender Paşa Camii Minaresi
1551-1554 yılları arasında Diyarbakır’ın 12. Osmanlı Valisi İskender Paşa
tarafından yaptırılan cami İskender Paşa Mahallesinde yer almaktadır. Caminin minare üzerinde yapım tarihi ile ilgili kitabe bulunmamakta mimari özelliklerine göre
camiyle birlikte inşa edildiği düşünülmektedir. (Beysanoğlu, 1996, s.559) Caminin
minaresi Diyarbakır’daki Osmanlı minare mimarisine uygun şekilde inşa edilmiştir.
Kuzey doğuda, doğu yöndeki hücreye bitişik olan minare klasik tek şerefeli, yalın
görünüşlüdür. 2.97 x 2.97 ölçülerindeki kaidesi kare planlıdır. Tamamen siyah bazalt
227
taş kullanılarak inşa edilen kaide kısmına kuzeyden düz atkı kemerli bir girişle
sağlanmaktadır. Kaidenin üç tarafında beyaz taştan içleri boş panolar göze çarpar.
Panoların çevresini dış bükey bir çerçeve sarmaktadır. Minare kare bir kaide üstüne
silindirik olarak yükselmektedir. Tek şerefeli minarenin şerefe altı mukarnaslarla
hareketlendirilmiştir. Minare tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir.
Kaidede bazalt, pabuçtan itibaren açık renkli kalker taş malzeme kullanılmıştır.
Şerefe tabanı da bir sıra bazalt taşla yapılmıştır. Dışarıdan konik külahla örtülen
minare iki küplü, bir hilalli âlemle sonlanmaktadır.
İskender Paşa Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’
Melek Ahmet Paşa Camii Minaresi
1587-1591 yılları arasında Diyarbakır Valisi Melik Ahmet Paşa tarafından
Melik Ahmet Paşa Mahallesinde yaptırılmıştır (Yılmazçelik, 1995, s.64). Caminin
minaresinin üzerinde kitabe bulunmamaktadır. Mimari özelliklerine göre camiyle
birlikte 1587-1591 yılları arasına tarihlendirilmektedir. Minare kare kaideli, silindirik gövdeli tek şerefeli olarak inşa edilmiştir. Caminin kuzey yönündeki merdivenin
sağında bulunan minare, camiden ayrı olarak yapılmış. 3.03 x 3.03 ölçülerindeki
kaidesi kare planlıdır. Kaide kısmındaki firuze renkli çinileri ve taş işçiliğiyle dikkatleri üzerine çekmektedir. Minaredeki taş dekorasyon oldukça ilgi çekicidir. Kaidenin dört tarafında beyaz taştan içi geometrik ve bitkisel motiflerle süslenmiş panolar
göze çarpar. Panoların üstünde kaidenin dört tarafını çevreleyen yine beyaz taştan iç
içe geçmiş çok kollu yıldızlar içinde kabaralar bulunan bir sıra bordür görülür. Bordürdeki gök mavisi çiniler dikkatleri minare üzerinde toplar. Kuzey cephede minare
girişi yer almaktadır. Basık kemerli kapı sivri kemerle kuşatılmış mukarnas kavsaralı
dikdörtgen niş içine yerleştirilmiştir. Silindirik gövdesi olan minare tek şerefelidir.
Şerfe altındaki mukarnas dizileri minarede ki ihtişamı bir kez daha vurgulamaktadır.
Minarenin ilgi çekici başka bir özelliği de yarıya kadar iki merdivenli, yarıdan sonra
birleşip tek merdivenli olarak devam etmesidir. Klasik Osmanlı minare mimarisini
yansıtan Melik Ahmet Paşa minaresi tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa
edilmiştir. Kaide dikdörtgen süsleme panolarının üst hizasına kadar bazalt, diğer
228
bölümlerde tamamen kalker taş malzeme kullanılmıştır. Dışarıdan konik külahla
örtülen minare iki küplü, bir hilalli âlemle sonlanmaktadır.
Melik Ahmet Paşa Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’
Behram Paşa Camii Minaresi
1564-1572 yılında Diyarbakır’ın 13. Osmanlı Valisi Behram Paşa tarafından
Behram Paşa Mahallesinde yaptırılmıştır (Yılmazçelik, 1995, s.59). Üzerinde kitabe
bulunmayan minarenin plan ve mimari özelliklerine bakılarak camiyle birlikte
yapıldığı düşünülmektedir. Caminin minaresi son cemaat yerinin batısında yer alır.
3.06 x 3.06 ölçülerindeki kaidesi kare planlıdır.
Minareye, kaidenin kuzey cephesinde yer
alan basık kemerli kapıyla giriş sağlanmakta
ve bu kısım mukarnaslı bir kavsara içinde yer
almaktadır. Kaidenin cephelerinde yer alan
dikdörtgen süsleme panoları görülmektedir.
Panolar içerisinde kesişen altıgenlerden
oluşan süslemeler, altı kollu yıldızlar, sekizgen
süslemeler yer almaktadır. Klasik formlu inşa
edilen minare tek şerefeli silindirik gövdelidir.
Silindirik gövdeyle yükselen minare şerefe
altında saçaklı mukarnaslarla süslenmiştir.
Tek şerefeli minare konik bir külahla
sonlandırılmıştır. Minare tamamen düzgün
Behram Paşa Camii Minaresi
Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’
229
kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir. Kaidenin cephelerinde yer alan dikdörtgen
süsleme panoları ve çerçeveleri ise beyaz taş malzemeyle yapılmıştır. Minarenin
birçok yerinde görülen bu süslemeler adeta abidevi yapıyla bütünleşmektedir. Petek
kısmı silindirik olarak devam eden minarenin üzeri konik bir külahla örtülmüş
ve minare iki küplü, hilalli bir âlemle sonlanmıştır. Minare 1928 yılında yıldırım
düşmesi sonucu hasar görmüş ve 1929 yılında tamir edilmiştir. Vakıflar Genel
Müdürlüğü tarafından 1998 yılında restore edilmiştir.
Nasuh Paşa Camii Minaresi
Yapı 1606-1611 yılları arasında dönemin Diyarbakır Valisi Nasuh Paşa
tarafından eşi Servinaz Hanım adına yaptırılmıştır (Sözen, 1971, s. 103). Mimarı belli olmayan yapı İç kale yönünden Fatih paşa Mahallesine giden yolda bulunmaktadır.
Minare üzerinde inşa tarihiyle ilgili kitabe bulunmamaktadır. Camiyle birlikte
yapılmış olduğu düşünülmektedir. Minare, caminin doğusunda kalan avlunun
güneyindeki yazlık bölümün güneydoğu köşesinde yer almaktadır. Kare kaideli,
silindirik gövdeli, tek şerefeli olarak inşa edilmiştir. 2.70 x 2.70 ölçülerindeki kaide
kısmı kare planlıdır. Minareye giriş kuzeyinden mukarnas kavsaralı derin bir nişle
sağlanmaktadır.Silindirik formlu gövde kısmı kaval silmelerle hareketlendirilmiştir.
Minare tamamen düzgün kesme taş malzemeyle inşa edilmiştir. Şerefeye kadar bazalt
taş malzeme kullanılmıştır. Şerefeden itibaren kalker malzemeyle karşılaşılmıştır.
Bu özelliği ile Osmanlı Döneminde yapılan diğer minarelerden ayrılmaktadır. Şerefe
altında görülen mukarnas dizileri gövdeye hareket katmıştır. Petek kısmı silindirik
olarak devam eden minarenin üzeri konik bir külahla örtülmüş ve minare iki küplü,
hilalli bir âlemle sonlanmıştır. Minarenin üst kısmı, 1819 yılındaki olaylar sırasında
top mermisi çarpmasıyla yıkılmıştır (Sözen, 1971, s. 103). Yıkılan bölümler caminin
1971 yılındaki onarımı sırasında yeniden inşa edilmiştir.
Nasuh Paşa Camii Minaresi Fotoğraf: ‘Kenan Haspolat’tan’
230
Kurt İsmail Paşa Camii Minaresi
1869- 1875 yılları arasında Diyarbakır Valisi Kurt İsmail Paşa tarafından
kardeşi Meded Bey adına yaptırılan cami Dağ kapı Semtini Seyran tepe Mahallesine
bağlayan caddenin batısında, askeriye içinde yer almaktadır (Sözen, 1971, s.111)
Caminin tarihi açıdan önemli özelliklerinden biri de Sur dışında yapılan ilk cami
olmasıdır. Minarenin üzerinde kitabe bulunmamaktadır. Plan ve mimari özellikleri
bakımından camiyle birlikte yaptırılmış olduğu anlaşılmaktadır. Caminin minaresi
diğer Osmanlı dönemi camilerinden farklı bir formda karşımıza çıkmaktadır. Minare,
caminin kuzeybatı köşesinde beden duvarı üzerinden yükselmektedir. Minareye,
caminin içinde ilk pencerenin içinden çıkılmaktadır. Minare tek şerefeli, silindirik
gövdelidir. Cami beden duvarına oturtulduğundan kaidesi bulunmayan minare konik
bir külahla sonlandırılmaktadır. Minare konik külahla örtülüdür. İki küplü ve ayyıldızlı âlemle minare sonlanmaktadır.
DEĞERLENDİRME
Dini ve sivil mimari eserleri bünyesinde barındıran Diyarbakır, günümüzde
adeta bir açık hava müzesi niteliği taşımakta ve birçok medeniyetin merkezi
konumundadır. Diyarbakır’ın İslam orduları tarafından fethiyle kente İslamiyet
yayılmış ve İslamiyet’in sembolü camilerin yapımı hız kazanmıştır.
İslam mimarisinin karakteristik özelliklerini yansıtan camilerin ortaya
çıkmasını sağlayan en önemli etken şüphesiz namaz ibadetidir. Namaza daveti
simgeleyen minarelerinde İslam mimarisinde önemli bir yeri bulunmaktadır.
Camilerin yanında ezan okumak için yapılmış, şerefeli, kule biçimli olarak
günümüze gelen minareler, Diyarbakır’da iki farklı üslupta kendini göstermektedir.
Kentte minareler kare ve silindirik planlı olarak iki farklı formda inşa edilmiştir.
Bu bakımdan İslam dünyasının özellikle Suriye, Kuzey Afrika ve Emevi etkisinde
kalınarak yapılan kare formlu; doğu bölgelerinin etkisinde kalınarak yapılan
silindirik formlu olmak üzere iki ana minare biçimi Diyarbakır’da tespit edilmektedir.
Diyarbakır’da farklı dönemlere ait olan çok sayıda minare görülmekte bu dönemler
İnaloğulları, Akkoyunlu ve Osmanlı döneminin XI-XIX. yüzyılları arasındadır.
Diyarbakır’ın İslam devletlerinin Anadolu’da ilk fethettikleri şehirlerden olması
kare gövdeli minarelerin bu bölgede yayılmasını sağlamıştır. Hz. Süleyman Camii
Minaresi (1160- Nisanoğulları,) Kasım Padişah Camii Minaresi (1501- Akkoyunlu),
Nebi Camii Minaresi (1530- Osmanlı), Diyarbakır Ulu Cami Minaresi (1155İnaloğulları, 1849-Osmanlı) kare gövdeli formlarıyla ülkemizde ender görülen
minarelerden olmaları açısından önemlidir. Kare kaideli silindirik gövdeli olarak
karşımıza çıkan minarelerde yoğun olarak görülmektedir. Parlı-Safa Minaresi (15.
yüzyılın ortaları), Lale Bey Camii Minaresi (XV. yüzyıl’ın sonu, XVI. yüzyıl’ın ilk
231
çeyreğine), Hoca Ahmet (Ayni Minare) Camii Minaresi (1499), Fatih Paşa Minaresi
(Osmanlı 1516-1520), Hüsrev Paşa Minaresi (Osmanlı 1521-1528), Hadım Ali Paşa
Camii Minaresi (Osmanlı - 1534-1537), İskender Paşa Camii Minaresi (Osmanlı
1551-1554), Melek Ahmet Paşa Camii Minaresi (Osmanlı 1587-1591), Behram Paşa
Camii Minaresi (Osmanlı 1564-1572), Nasuh Paşa Camii Minaresi (Osmanlı 16061611) kare kaideli silindirik gövdeli minarelere örnektir.
KAYNAKÇA
-B.N. Kılavuz, ‘Güneydoğu Anadolu’da Kare Gövdeli Minareler’, IX.
Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazıları ve Sanat Tarihi Araştırmaları Sempozyumu
Bildirileri, Erzurum, 2006, s.309
-ESİN, Emel, “Minare”, Türk Ansiklopedisi, XXIV, Ankara, 1976
-EYİCE, Semavi “Minare-Anadolu’da
Ansiklopedisi, VIII, Eskişehir, 1997
Türk
Minareleri”,
İslam
-KONYAR, Basri, Diyarbekir Kitabeleri, II, Ankara, 1936
1965
-KUBAN, Doğan Anadolu Turk Mimarisinin Kaynak ve Sorunları, İstanbul,
-TUNCER, Orhan Cezmi, Diyarbakır Camileri, Ankara, 1996
-YILMAZÇELİK, İbrahim, XIX. Yuzyılın İlk Yarısında Diyarbakır
(1790-1840), Ankara, 1995
-ALTUN, Ara, Anadolu’da Artuklu Devri Turk Mimarisinin Gelişimi,
İstanbul, 1968
232
DİYARBAKIR KÖPRÜLERİ
Ayşegül Ümran ABAKAY *
Giriş
Köprüler, kimi zaman musikîye konu olur, ağıtlar biçimde; Bazen Yeşilırmak
Köprüsü çöker bazen Çarşambayı sel alır. Musıkîde oldukça yer edinen köprülere
başka anlamlar da yüklenir; aradaki dostluk köprülerini atmak gibi.
Coğrafyaların fizikî olumsuzlukları sebebiyle ulaşımı sağlama amaçlı
yapılan köprüler, genelde sıradandır, gelişigüzel yapılmıştır, sanattan uzaktır. Kimi
zaman köprüler, sadece ulaşımla sınırlı kalmaz, devrin ihtişamının aynası olur.
Bazen hem ulaşım hem de mimarî alanda bir sanat eseri olan köprüler,
daima savaş içinde bulunan devletlerin ikmal yollarında vazgeçilmezler arasında yer
alır. Kimi zaman akarsuları geçmek kimi zaman da derin vadilerde yolun devamını
sağlamak içindir, köprüler. Bazen de Deli Dumrul misali tarihî kahramanların
geçenden bir geçmeyenden iki akçe aldığı anlara tanıklık eder
Diyarbakır’daki köprüler, yukarıda belirttiğimiz üç özelliğe de sahiptir,
adeta. Bu makalemizde Diyarbakır Köprüleri’ni ele alırken alışılmışın dışında
bir izleğe başvuracağız. Çünkü bugüne kadar anlatılanlara baktığımızda ifade
edilenlerin bazı hususları, tarihî bilgilerle örtüşmekten uzaktır. Bazen rivayetler
bazen akademisyenlerin açıklaması, tashihe muhtaç konumdadır.
Bu makalede özellikle Dicle, Ambar Çayı, Malabadî ve Haburman Köprüsü
üzerinde durulacak ve diğer köprüler hakkında kısa bilgiler verilecektir.
Dicle Köprüsü
Diyarbakır’ın en önemli ulaşım alanındaki köprüsü Dicle Nehri üzerine
kurulan köprüdür. “On Gözlü” olarak anılmasının yanında Silvan’a geçişi sağladığı
için de “Silvan Köprüsü”
olarak adlandırılır. Dicle’ye vurulan altın gerdanlık misali, yüzlerce yıla
tanıklığın işaretidir, bu köprü. Yaptığımız araştırmalarda Dicle Köprüsü’nün yapımı
için çok şeyler söylendiğini öğreniyoruz.
Bu köprünün Kırklar Dağı’ndaki Kiliseye ulaşımı kolaylaştırma için
yapıldığı söylenir. Bunu kabullenmek mümkün değildir. Çünkü şehrin Dicle’yle
böldüğü topraklara tek bağlantı noktası bu köprüdür.
*Arkeolog
233
Fotoğraf 1. Dicle Köprüsünün Havadan Görünümü
Bu köprünün Mervanî yapısı olduğunu belirten ve bu doğrultuda fikir
beyan eden yazarlar, bu köprünün 1065 yılında onarıldığını bilmelidir. Nihayetinde
köprünün Diyarbakır Kalesi’nin Roma Dönemi’nde genişletilmesiyle mevcut olan
köprünün daha da güçlendirilmesiyle meydana getirildiği söylenebilir.
Köprünün mevcudiyetine dair önemli olan en önemli tesbit, bu köprünün
Bizans İmparatoru Juannes Tzimiscés tarafından Şehri kuşatma esnasında yardımın
gelmemesi için yıktırılmasıdır. Köprünün en son onarımı Mervanî hükümdarı
Nizamüddevle Nasr zamanında yapılmıştır.
(Hicri 457 Miladi 1065) Köprünün ayakları arasındaki yapı farklılığı da
köprünün tadilattan geçtiğini ve onarımda yapılan kitabeler de bunun göstergesidir.
Bu köprü, Mervanî zamanına kadar yapılmamış ise “Dicle’den karşı karşıya geçişler
nasıl olmuştur?” sorusu da cevapsız kalır. Çünkü oldukça gereken bir yapı olan bu
köprünün mevcudiyeti, en azından iki bin yıllık bir zaman dilimine endekslenebilir.
Diyarbakır Kalesi’ni inşâ edenlerin, on gözden oluşan bir köprüyü
yapmamaları düşünülmez. Aynı zamanda Diyarbakır-Eğil Eski Ticaret Yolu’nda
Roma Yapısı Köprü, o devrin bir örneğidir.
Fotoğraf 2. Esfel Bahçeleri Dicle Nehri Kırklar Dağı ve On Gözlü Köprü
234
On Gözlü Köprü, ağır tonajlı iş makineleri ile kamyonların geçişi sebebiyle
yer yer tahrip olduğu için yakın zamanda Büyükşehir Belediyesi tarafından yeni
bir köprünün yapılmasıyla ulaşıma kapatılmış, turistik bir çehreye büründürülen
çevrede tarihî eser olarak turizme açılmıştır. Yapılan Dicle Projesi faaliyete geçtiği
zaman köprünün konumu, turizm yönünden daha bir önem kazanacaktır (1).
Dicle Köprüsü için incelediğimiz 2000’e Beş Kala isimli 1995 İl Yıllığı’nda
verilen bilgi, sadece iki cümleden oluşmaktadır: On gözlü köprü de denir. Üzerindeki
kitabesinde Hicri 457 (Miladî 1065 yılında) inşa edildiği yazılıdır”(2).
Niebur, Dicle Köprüsü hakkında şu açıklamayı yapar: Köprünün çok eski
olduğu ve 1065 ‘de köprüyü onaran Nasr’dan önce de mevcut olduğu kanısındadır.
M. Van BERCHEM ile Albert GABRIEL, köprünün antik çağ eseri olduğunu ileri
sürer. Zaman zaman bu köprü, şehri kuşatan kuvvetler tarafından yıktırılmış, düşman
kuvvetleri çekildikten sonra köprü yeniden onarılmış ya da inşa olunmuştur. Son
defa, şehrin Bizans İmparatoru Juannes Tzimiscés tarafından 974 yılında kuşatılması
sırasında yıktırıldığı bilinmektedir. Köprünün günümüze kadar gelen son yapım ve
onarımı Mervanoğlu Nizamüddeevle Nasr’ın buyruğu üzerine, H. 457 (M. 1065)
tarihinde yapılmıştır.
Fotoğraf 3.Ulaşıma Açıkken On Gözlü Köprüden Geçen Ağır Tonajlı Araçlardan Biri
Buna dair kitâbe, köprünün güney yüzünde ve batı ucundaki ilk üç göz
arasındadır. Beyaz taş üzerine çiçekli kûfî ile yazılmıştır. Satırlar arasında da
süslemeler vardır.” diyen Beysanoğlu, Gabrıel’den şu açıklamayı aktarır: “Köprü
sağlamdır, kemerleri sivri şekilli olup İslâm devri eserleridir. Ayakların ‘memba’
taraflarında selyaranlar ve mansap taraflarında istinat duvarları vardır. İnşaat bazalt
taşlar ile meydana getirilmiştir. Kitâbeler ve döşeme XI. Yüzyılda tamamlanmışlardır.
Kitabenin sonu hizasında bazalt üzerine işlenmiş, bir çerçeve içinde, sağa dönük bir
aslan kabartması mevcuttur. Bu figürde ve köprü bedenindeki diğer taşlar üzerinde
küçük bazı işaretlere de rastlanmaktadır. Buradaki aslan figürü benzeri Harput Kapısı
kitabeleri ile Mardin Kapısı’ndaki kabartmalar arasında da vardır” (3).
235
Cevdet ÇULPAN, Türk Taş Köprüleri isimli eserinde On Gözlü Köprü için şu
açıklamada bulunur:” Köprü on gözlüdür. Boyu 180 m., döşeme genişliği 7-8 m.dir.
Korkuluk eski bazalt, kesme olarak hazırlanmış ve yan yana dizilerek bağlanmış
üçgen çatı şekilli taşlar ile örtülüdür. Çatının tabanı 0.505 m., üçgenin kenarları 0.43
m. ve taşların boyları 0.38 m. Kadardır. Batı kıyı ayağından 5. göze kadarki bölüm
ile bundan sonra doğu kıyı ayağına kadarki bölüm arasında yapı farkları vardır. “
Fotoğraf 4. On Gözlü Köprü Kitabesi
Yazarın diğer açıklamaları ise şu şekildedir:”İlk bölümde Mervanoğullarından
Nasr zamanına ait yazıt, bazı yerleri yıpranmış olmasına rağmen, yerinde
durmaktadır. Köprü ortasında, 5 inci gözden sonra bir memba diğeri mansıp tarafta
olmak üzere karşılıklı iki çıkıntı dirsek bulunmaktadır. Her iki bölüm, buradaki orta
ayakta birbirine bağlanmaktadır. Sözünü ettiğim dirseklerin bir inşaat zaruriyetinden
dolayı mı meydana geldiği ve her iki bölüm mihverleri arasında bir ayrılık bulunup
bulunmadığı hususlarının ayrıca incelenmesi gerekmektedir.
İkinci bölümdeki köprü gözleri, birincidekilerine oranla daha büyüktür.
Köprü ayaklarının mansap taraflarında da istinat duvarları görülmektedir. Yazının
baş tarafında da belirtildiği veçhile, kuzeyden gelen Dicle, Diyarbakır hizasında
ilkin batıya doğru dirsek, çizmekte, sonra tekrar güneye yönelerek köprü altından
geçmektedir. Arazinin topografik durumuna bağlanarak kıvrılan Dicle’nin büyük
akıntısı da büyük basınç yapmaktadır. Ayaklara destek vazifesi gören istinat duvarları
bu nedenledir ki inşaat elemanları arasında yer almışlardır.
236
Fotoğraf 5. On Gözlü Köprünün Destek Kısımları
Diyarbakır’ın doğu ile irtibatını kesmek amacı ile muhtelif tarihlerde
yapılmış olan tahriplerin veya kabaran Dicle’nin verdiği zararların, köprünün bu
ikinci bölümünde meydana gelmiş olduğunu tahmin ediyorum.” (4).
Dicle Köprüsü’nün onarımını gösteren kitâbe, Merhum Süleyman SAVCI
tarafından şu şekilde okunmuştur:” Mimma emere biamelihi vel-infaku aleyhi
min malihi (Mevlâna gibi de okunuyor) el-emir el-seyyid, el-ecell cemalül-mille
Nizamüddin Mûeyyidu’l-Devle…(Takriben on kelime okunamıyor) İzz..(Bir
taş fazladır ve okumamıyor) el-İslâm etale Allahü bekahü ve eazze nasrahu ve…
(Bir kelime okunamadı) adahü (Böyle okunabiliyor) ibtigae sevabillahi ve telebi
rahmetihi fî…kafi (6-7 Kelime) ve cera ekbere (Ekser gibi de okunuyor) alâ yedey..
bini Abdülvahid (bin elhasen gibi de okunabiliyor, siliktir) seneti seba ve hamsine ve
Fotoğraf 6. Kitabenin Tahrip Edilmiş Biçimi ve Taşlarda Taşçı İşaretleri
237
erbeamine ve benna: Yusuf bin Ubeyd.(Son üç kelime bir kara taş üzerinde adî kufî
ile yazılmıştır) Yazarın notunda, “Bu kitabe Mervanoğullarına ait olup, köprünün
cenup yüzünde ve nehrin sağından itibaren üç ayak arasına yazılıdır.” bilgisi vardır
(5).
Mevcut Kitâbenin Türkçeye çevrilişi: Cenab-ı Hakkın rahmetini isteyerek
sevabını kazanmak için İslâmın izzeti, devletin müeyyidi, dinin niyamı, milletin
cemali, ulu bey ve fendimiz, masrafı kendine ait olmak üzere, yapılmasını emretti.
Bunun çoğu Abdülvahidin idaresinde 457 senesinde cereyan etti. Mimarı Ubeyd
oğlu Yusuf’tur” (6). SAVCI, bu incelemesinde Amida’da yer alan tercümenin yanlış
olduğunu da şu şekilde belirtir: “Kitabe 3 kemer arasında ve iki satır halindedir.
Müellif, kemer aralarının ilk kelimelerinin başlarına büyük harfler, satırları da
rakamlar koyarak tesbit etmiştir. Biz, yazının bazı yerlerini tamamiyle silik ve
dökülmüş olduğu için okuyamadık. Ne tuhafdır ki Amida Müellifi çok süslü, karışık
ve silik olan asıl kitabeyi iyi okumuşta Mimara ait olan cümlenin yazılı bulunduğu,
süslü olmayan ve çok kolay okunabilen cümleyi yanlış okumuş. “ açıklamasında
bulunur (7).
Üzülerek belirtelim ki Diyarbakır üzerine çalışanların başvuru kanakları yerli
olmaktan çok yabancıdır. Bu sebeple akademik açıdan baz alınan yabancı dildeki
eserlerde özellikle tarihî bilgilerle tercümeler, yanlışlıklarla iç içedir. Süleyman
SAVCI’nın kitabedeki mimarın ismini “Yusuf bin Ubeyd” olarak belirtirken,
Amida’daki tercümeyi esas alan Zeki SÖNMEZ, “Başlangıcından 16. Yüzyıla Kadar
Anadolu Türk İslam Mimarisinde Sanatçılar” adlı araştırma eserinde mimarın ismini
“Ukayl bin Sencer” olarak vermektedir (8).
Fotoğraf 7. Köprü Kitabesi Çalındıktan Sonra
Kitabe Yerine Yerleştirilen Tuğlalar
Arapça dilini bilmedikleri için Arapçadan başka bir dile tercümesi yapılanları,
Türkçe’ye çeviren ve bu arada yanlışlıkları artıran kimi akademisyenler, bu işin
238
oldukça ciddî olduğunu bilmenin fevkinde çalışarak, yapamayacakları tercümeleri,
Arapça bilenlere havale temelidir.
Fotoğraflardan yola çıkarak kitâbe çözümleyen Amida müellifi BERCHEM’in
izinde olan Diyarbakırlı araştırmacılar, BERCHEM’in isteyerek düşmediği hataları,
bugüne taşımaya mahîr görünmektedir. Aynı hata, GABRIEL’in çalışmasında da
mevcuttur. Dicle Köprüsü’nü ele aldığımız bu bölümde konuya açıklık getirmek ve
araştırmacıların dikkatini konuya çekmek istiyoruz.
1938’de tercümesine dair hataların bulunduğu beliren belge ortada iken,
mimarının ismi üzerinde akademisyenlerin doğru olandan çok yanlış okunana
meyli, kitâbeyi fotoğraftan çözenle kitâbeyi yerinde inceleyip çözümleyen arasında
ister istemez, bizi tercihe zorlamaktadır. Amida’da yapılan tercüme ile yukarıda
Süleyman SAVCI’nın sunduğumuz tercümesinin karşılaştırılması için SÖNMEZ’in
verdiği tercümeyi sunuyoruz:
Fotoğraf 8. On Gözlü Köprü’de Farklı Bir Kitabe
“Mimma emere bi-‘amelihi vel-infakı ‘aleyhi Mevlâna el-Emir el-ecell
es-Seyyid Nizam-üd-Din Müeyyed ed-devle……..bin ‘izz-ül-İslâm etâl.-Allahü
bekaehü ve e’zze nsarahü ve debbere hüdâhü ibtiğa’e sevab-Allah ve taleb rahmetehü
fi…… ve cera ekserü zalike ‘ala yed… el-Kadı Ebil-Hasan Abdülvahid sene seb’a
ve hamsîne ve erba’ amaete vel-Benna’ Ukayl bin Sencer (?)”
Süleyman SAVCI, okumasıyla “Mimma emere biamelihi vel-infaku aleyhi
min malihi (Mevlâna gibi de okunuyor) el-emir el-seyyid, el-ecell cemalül-mille
Nizamüddin Mûeyyidu’l-Devle… İzz.. el-İslâm etaleAllahü bekahü ve eazze nasrahu
ve adahü (Böyle okunabiliyor) ibtigae sevabillahi ve telebi rahmetihi fî…kafi… ve
cera ekbere (Ekser gibi de okunuyor) alâ yedey.. bini Abdülvahid (bin elhasen gibi
239
de okunabiliyor, siliktir) seneti seba ve hamsine ve erbeamine ve benna: Yusuf bin Ubeyd.(Son üç kelime bir kara taş üzerinde adî kufî ile
yazılmıştır) “ BERCHEM okuması arasındaki okuma farkını göz önünde
bulundurduğumuzda, belirttiğimiz tespitte haklı olduğumuz sonucuna varabiliriz. Yazar, SAVCI ile BERCHEM’in tercümesini buluşturmuş, ortaya
kendisine ait bir tercüme çıkarmıştır.
Fotoğraf 9. Köprü Kemerlerinde Taşçı Ustaların İşaretleri
BERCHEM’in tercümesi şu şekildedir: “A (1) Mimma emere bimalihi (?)
vel-infaku (?) aleyhi Mevlana (?) el-emir (?) el-ecell (?) el- seyyid (?) (1 veya 2
kelime)
B (1) Nizamüddin müeyyidül-devle (tahminen 10 Kelime) bin izz
C-(1) el-islâm etalellahü bekahü ve eazze nasrahu ve debbere hüdahü ibtiage
sevabillahi ve talebi rahmetihi fi(?) et yiyici hayvan)
A-(2) tahminen 8 kelime)
B-(2)el-kadî ebil-hasen abdülvahit
C-(2) seneti seb’a ve hamsine ve (Erbaa) amie vel-benna abd(?) bin (?)
sfahsr
SAVCI, bu tercüme için yapılan hatayı, Kazım BAYKAL’In notu ile
açıklar:” O yazı abd değil Ubeyd (kelimenin içinde B’den sonra diş vardır. Burası
da Y yeridir. “Yusuf bini” yerine “Sfahsr.” Yazmış ve fakat doğru olduğuna kendi de
kanî olmadığı için istifham koymuş. ‘Yu’yu haeflerini kaçırmış, bin’i de Sfahsrın
240
har’ı okumuş. Bu kitâbenin izahatında Nizamüddin Mûyeyiddevle…Ebu Kasım
Nasr, bin’in 453’den 472’ye kadar Amida’yı idare eden Müeyyidüddevle’nin
455’den itibarendir. Mira’tü’l-İber Cilt 8 Sayfa 49: “Nizamüd-din Ebülkasım Nasir
ibni Nasrul-Devle’dir.”
Fotoğraf 10. Dicle Köprü Ayakları İçinde Görünen Esfel Bahçeleri
ve Mardin Kapı Civarı
Sonrasında “Ebülkasım olduğunu istidlal ederek yazmış.”Sfahsr” kelimesini
“Sencer” diye terceme etmiştir. Müellif aynî sayfada köprünün kısaca tarihçesini
yapmış Arslan şekilleri hakkında izahat var” diyerek, Amida’daki kitâbe eleştirisini
tamamlamıştır.(9)Yazar, net okunan ve bizim de baktığımız kitâbede okunan
Yusuf bin Ubeyd ismi karşısında Sencer’den şüphelidir. Fakat, SÖNMEZ, tespit
edilmeyen “SENCER” adını kabule şayan görmese de Mimarın baba adını kabul
etmiş görünür: Sanatçının ‘Sencer’ gibi okunan baba adı üzerindeki tereddüdü
ortadan kaldıracak bilgiye ise henüz sahip değiliz.” SÖNMEZ, hayalî mimarın
ismini anarak, “Mesleğinde oldukça başarılı bir mimar olduğu anlaşılan Diyarbakırlı
Ukayl bin Sencer’in Dicle Köprüsü onarımındaki çalışmalarının hangi bölümlerde
toplandığını tespit etmek oldukça güçtür. Ancak, köprünün iki ucunda bulunan
kemerler, ortadaki kemerlere göre daha dardır. Bu yönden (Ukayl bin Sencer’in iki
yakadaki bölümleri yeniden inşa etmiş olması, ayrıca ortadaki bölümleri de tamir
etmiş olması mümkündür” (10).
Dicle Köprüsü hakkında yapılan diğer bir inceleme de Metin SÖZEN’e aittir.
“Diyarbakır’da Türk Mimarisi” eserinde Dicle Köprüsü başlığı altında belirttiği
açıklamalar:
241
Tarihi: Bugün üzerindeki yazıttan 1065 M (457 H.) Tarihinde yapıldığı
yazılıdır. Köprünün bu tarihten çok önce yapılmış olması gerekir. Zamanla
tahrip olunca, 1065 yılında yeniden denecek şekilde elden geçirilmiş, devamlı
onarım görmüştür.
Yaptıran: Bugünkü ayakta görülebilen kısımlar, yazıtından
anlaşılacağı gibi Mervanoğulları Devri’nde Diyarbakır Hükümdarı Nizamüddevle Nasr tarafından yaptırılmıştır.
Mimarı: Üzerindeki yazıtta, yapının mimarını bildiren kısımda bazı
bozuk yerler bulunmaktadır. Bu yazıtı S. Savcı Numan Ubeyd bin Yusuf
olarak okumuştur. J. Sauvaget yalnız Ubeyd adını vermiştir. L. Mayer ise
Ubeyd (?) bin Sencer(?) şeklinde göstermiştir.
Yapının İncelenmesi: İlk şekli, kentin kuruluşu ve gelişmesiyle ilintili olabilecek bir geçmişi bulunan Dicle Köprüsü, bugün de Silvan’a
gidişi sağlamaktadır. 1065 tarihinde tamamen elden geçirildiği anlaşılan bu
köprü, daha sonra devamlı onarılmış, böylece günüme ulaşmıştır. On Gözlü Dicle Köprüsü kesme ve moloz taşlardan yapılmıştır.Değişik devirlerde
geçirdiği onarımlar yüzünden bir bütünlükten yoksundur. Bu durum özellikle
kemerlerde dikkati çekmektedir. Köprülerde belirli bir uyum içinde gelişen
kemerler, burada bu uyumdan yoksundur. Yine de orta kısımlardaki kemer
açıklıkları yanlardakinden biraz geniştir. İlk bakışta görülebilen bir diğer nokta, köprünün güney yüzünde, batı yakasından beş gözün diğer gözlere göre
enlerinin genişlemesidir. Bu genişlemenin nedeni kesinlikle anlaşılmamakla
beraber, bir büyük onarıma işaret etmektedir. Bu durum, köprü ayaklarındaki
mahmuz kısımlarında da görülmektedir.
Diyarbakır çevresinde karşımıza çıkan en eski köprülerden olan Dicle
Köprüsü, bir bütünlükten yoksun olmasına rağmen Mervanoğulları Devri’ne
ait yazıtı, ve mimarı belli bir yapı olarak bugün de önemini korumaktadır.”(11).
SÖZEN, mimarın ismini verirken, SAVCI’nın Mimarın kitabesini “Numan
Ubeyd bin Yusuf” olarak okuduğunu belirtir, bu sehven yapılan bir yanlış
olarak kabul edilebilir ki SAVCI, bu ismi okurken sadece “Ubeyd bin Yusuf”
biçiminde kitabeyi doğru okumuştur.
Konu hakkında bir yanıgıya düşmemek için Almida’nın Diyarbakır’a
ayrılan bölümünün yorumlu tercümesi ile Almidanın aslı karşılaştırılmıştır.
İki eserin de aslının karşılaştırılmasında görülen o ki tercüme eksik ve
yanlıştır. Basri KONYAR’ın Diyarbekir Kitâbeleri Cilt II’de Kur’an Yazıları
üst başlıklı tercümenin Emir Nasır (H.457) alt başlıklı bölümde Dicle Köprüsü
için Amida’da geçen tercümede BERCHEM’in bilgi yanlışlıkları barîz tarzda
görünmektedir (12).
242
Dicle Köprüsü için son dönemde yayınlanan ve Yabancı Seyyahların
eserlerinden tercümelerin bir araya getirildiği kimi eserlere bakılarak, konu
hakkında bilgi edinilmesi mümkündür. Edmund NAUMAN, Diyarbakır’a da
uğramış olmasına rağmen, Dicle Köprüsü’nü görmemiş ve çok iyi anlattığı
şehir içini tasvir ederken, “ Reclus’un büyük eserinde gösterilmesine karşılık,
Diyarbakır’da Dicle Nehri üzerinde bir köprü yoktur” açıklamasında
bulunmuştur. Sonradan verilen 11 Nolu dipnotta Ressam Recilus’un eserinde
gösterilen köprünün su kemeri olduğu, esas köprünün Diyarbakır’a bir kaç
kilometre uzaklıkta ve güneyde bulunduğu belirtilir (13).
Son dönemde yayınlanan bir makalede geçen çarpıcı bir ifadeyi ele
almadan geçmemiz mümkün değildir. “Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarîsi” isimli eserin “Diyarbakır’da Su Yapıları” kısmını hazırlayan makale
yazarı, “ Anadolu’nun en eski köprüleri, Diyarbakır çevresinde karşımıza
çıkmaktadır.
Devegeçidi Köprüsü ve Kara Köprü dışında köprü kaydı bulunmamaktadır.
Kısmen Türk devri öncesinde yapılmış olsalar bile Türk Devrinde sürekli onarım
görmüş, eklemelerle günümüze ulaşmaları sağlanmıştır.” demektedir (14).
Yazar, şayet şehir merkezini kastederek bu açıklamada bulunmuş ise hata
yapmıştır. Şehir merkezi esas alınarak, bir şehrin köprüleri anlatılamaz. Karaköprü,
Çınar Yolu üzerinde, Devegeçidi Köprüsü ise Erganî Yolu üzerindedir. Sadece On
Gözlü Köprü-Dicle Köprüsü, Şehir merkezi kapsamındadır. Biz, böylesi kaynak
olarak kullanılmak üzere yayınlanan prestij kitaplarda en azından Malabadî
Köprüsü’nü Haburman Köprüsü’nü, “Pıra Reş” olarak adlandırılan diğer birkaç
köprüyü görmeyi isterdik. Çünkü detaylı bilgi isteyen bu tarz çalışmalarda şehrin üç
köprüsü dışında başka köprüyü işlememek ve bu tarz açıklamalarda bulunmak, bizce
akademik sıfatlarla bağdaşmamaktadır.
Köprüleri ele aldığımız bu makalede öncelikle kimi köprülerin üzerinde
fazlaca duracağımızı belirtme ve diğer köprüleri kısaca tanıtma ifademiz, bizim
varsa eksik bilgilendirmelerimizin de önüne geçer. Açıkça konuyu araştırırken
kişinin, yazarın, araştırmacının birçok kaynağa başvurması ve kaynaklar arasında
bir karşılaştırma yapması gerekir. Maalesef, günümüzde araştırmacı, iki-üç kaynakla
yetinmekte ve diğer kaynaklara ulaşmadığı için, araştırmanın esas kaynakları
okuyanlarca bilinmemektedir. .
243
Malabadî Köprüsü
Fotoğraf 11. Malabadî Köprüsü ve Arka Plânda
Yeni Köprüyle Baraj İstinat Duvarı
Malabadi Köprüsü, İbnu’l-Ezrak’ın verdiği bilgiye göre Malabadi yerinde
bulunan köprü Hicri 539’da (Miladî 1144–1145) yıkılır. Kitabesinde Mardin Artuklu
Hükümdarı Timurtaş zamanında 1147–1148 yılları arasında yapıldığına dair bilgi,
bu köprünün birçok onarım gördüğünü gösterir. Köprü, 1155 tarihinde selle hasar
görür. Yeniden onarım geçirir. Necmeddin Alpı, gerekli onarımı sağlar. Malabadi,
diğer köprülerden farklı biçimde giriş ve çıkışta iki koruma noktasına sahiptir.
Köprüyü koruma ve güvenliği sağlama amaçlı bu iki oda köprünün içinde etrafı
rahat görebilecek tarzda inşa edilmiştir.
Köprü, dünyanın tek gözlü kemerli olanlar içinde en büyük olanıdır. Kemer
açıklığı ve yüksekliği ile Ayasofya Camiî Kubbesini içine alacak 38.60 metre
Fotoğraf 12. Ana Kemerin Yakından Görünüşü
244
büyüklüğe sahiptir. Köprü biri büyük beş kemerden oluşmaktadır. Boyu 150 metre,
eni 7 metre olan köprü, yükseklik olarak 19 metreye sahiptir (1).
Bizde ne yazık ki şehrin bir tarihî yapısı ele alınırken, ilk başta Evliya
Çelebi’ye danışılmadan edilmez. Bakarsınız ki görünen ve göz önünde olan
yapının özellikleri için nostalji adına, adeta gören gözler kendilerinin değilmiş
gibi, kaynaklarda bilgiler aktarılmadan, fikir belirtilmez. Elbette tahribata uğramış,
yıkılmış, böylelikle bir daha geri getirilemeyecek derecede zarar görmüş eserler için,
başvuru kaynağı, dünü bugüne taşıyan eserlerdir. Eleştirdiğimiz husus, her alanda
birkaç eserle konu sınırlandırılınca kişinin bilgi almasının önü adeta kapatılır gibidir.
Malabadi Köprüsü’nün musıkî dünyasında bir esere kaynaklık etmesiyle
daha çok tanınması söz konusudur (2). Halen de bir sembol olan bu eşsiz abide,
onarımlar geçirmişse de üzerinde taşıdığı rolyefler-kabartmalar hakkında araştırmalar
fazla yapılmadığı için araştırmacılar için bakir bir alanı teşkil eder.
Malabadî Köprüsü’nün Mervanî Hükümdarı Bad-Baz adı ile anıldığını da
belirtelim. Bad, Mervanî Devleti’nin hazırlayıcısı olarak, bu alana yerleşmiştir. Belli
ki bu köprü, Bad öncesine uzanmaktadır. Malabadé, bu köprünün Bad’a ait olduğunu,
bu köprünün Mervanîlere aidiyetini belirtir. Bu, Bad’ın devlet olmadan önce
Meyafariyn’î kendi sınırları içine aldığına da işarettir. İyice araştırılırsa o dönemde
bir Roma eseri olarak da karşımıza çıkabilecek köprü için, ileri sürülebilecek iddialar
farklı olabilir. Köprünün Timurtaş bin İlgazi’ye ait gösterilmesi ve bu şekilde
kayıtlara geçmiş olması gibi, kimi zamanlarda onarımlar, tadilatlar inşa olarak kabul
edilmektedir.
Fotoğraf 13. Malabadî Köprüsü’nün Genel Görünümü
245
Mervanî onarımından geçen ve bir bölümü yeniden inşâ edilen On Gözlü SilvanDicle Köprüsü, günümüzde Timurtaş bin İlgazi’ye mal edilen Malabadî gibi Mervanî
Egemenliği’ne ait gösterilmektedir. (3) Aslında Mervanî eserlerinin çok yoğun olduğu
Diyarbakır’da On Gözlü Köprü’nün Büyükşehir Belediyesi tarafından onarımının
yapılıp, ulaşımın yeni köprüye aktarılmasından sonra eserin Mervanî olduğu basına
aksetmiştir. Diyarbakır Kalesi’nde birçok burç ile bu burçlardan Dağ Kapı Burcu
üzerindeki Mervanî Mescidi dururken, On Gözlü Köprü’nün Mervanîler tarafından
onarımının ön plâna taşındığını, esas eserlerin araştırılmadığını belirtelim. Yakın
zamanda Batman’ı tanıtan yayınlarda Malabadî Köprüsü Batman il sınırları içinde
gösterilmiş ise de bu hatadan vazgeçilmiştir(4). Bu gibi yanılgıların devamlılığı,
maalesef günümüzde yayınlanan şehri tanıtım adına yola çıkan kuruluşların
yayınlarına da aksetmeye devam etmektedir (5).
SÖNMEZ, yaptığı incelemesinde “Kitabesine göre H. 542/M. 1147
yılında inşa edilen köprü, bugün mevcut olmayan ancak kaynaklardan varlığını
öğrenebildiğimiz bir başka kitâbeye göre H. 643/M. 1245-1246 tarihinde onarım
görmüştür.” dedikten sonra, “Artuklu Hükümdarı Timurtaş bin İl-gazi bin Artuk
(1122-1164) tarafından yaptırılmıştır. H. 643/ M. 1245-1246 tarihli onarımın
kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.” notunu düşer6). Malabadî Köprüsü
Osmanlı Dönemi’nde ve Cumhuriyet Dönemi’nde onarımlar görmüştür. Malabadî
Köprüsü’nün biraz üst kısmında yapılan yeni köprü ile tahribat görmesinin önüne
geçilmiş, günümüzde taşıt ulaşımına kapalıdır.
Haburman Köprüsü
Fotoğraf 14. Haburman Köprüsü’nün Genel Görünümü
246
Çermik İlçesi çıkışında yapılmış olan Haburman Köprüsü detaylı
biçimde Rahmi Hüseyin ÜNAL tarafından incelenmiştir. Eylül 1974’te yapılan
çevredeki gezilerde köprü olarak sadece Haburman’ı ele alan ÜNAL, köprüye dair
incelemesinde önemli ayrıntılara yer verir:
“ Köprününün muhtelif onarımlar geçirdiği, görülen farklı inşa
malzemelerinden anlaşılmaktadır. Payandalar ve bazı kesimler düzgün kesme taşlarla
kaplı olduğu halde tablaya yakın kesimlerin kırma taşla inşa edilmiş olmaları bu
izlenimi uyandırmaktadır. Ana göz kemerinin ve batıdaki gözün iki yanında görülen
tuğla örgüler de onarım izleri olarak kabul edilebilir. Köprüde mevcut kesme taşlar
üzerinde taşçı markasına rastlamadık. Köprünün güney yüzünde, batıdaki kemer
gözünün batısında, değişik uzunlukta beş satırdan oluşan Arapça inşa kitabesi halen
sağlam durumdadır” (1).
ÜNAL, kitabeyi şu şekilde tercüme olarak verir: Bu (eseri) büyük emir…’in
kızı Zübeyde Hatun’un yardımları ile… Tanrı onu korusun- 55/1198–99 yılında inşa
etti.”
Fotoğraf 15. Köprünün Sel Yaranları ve Onarım Görmüş Kısımları
Köprünün eskisi gibi öneme sahip olmadığını belirten ÜNAL, yol
güzergâhına dair “Bat yönünde bu yolun ulaşabileceği iki önemli merkez vardır.
Diyarbakır-Halep yolunun, Karacadağ’ın güneyinden ve kuzeyinden geçen iki ayrı
güzergâh izlemekle birlikte güneybatı yönünde uzandığı bilinmektedir. Bu durumda
köprü üzerinden geçen yolun ulaşabileceği tek önemli merkez Malatya olmaktadır. “
tespitinde bulunur.
247
Fotoğraf 16. Haburman Köprü Kitabesi
Fotoğraf 17. Köprünün Genel Görünümü
Haburman Köprüsü hakkında Ara ALTUN, şu bilgileri verir:” Çermik ilçesinin
baı kesiminde, Sinek Çayı üzerinde kuruludur. Yakınındaki Haburman Köyü’ne göre
ve Sinek Çayı üzerindeki, yapım tarihi ve devri kesinlikle aydınlanamayan diğer
köprü ile karıştırılmaması için bu isimle anılmaktadır. Sinek Çayı’nı doğu-batı
yönünde aşan köprüde yer yer düzgün kesilmiş ak taş, yer yer moloz taş ve büyük
kemerinde de tuğla kullanılmıştır. Üç. Kemerle teşkilatlandırılmış yapının toplam
uzunluğu 107 mt. eni 5,50 mt.dir. Büyük kemerin açıklığı 19,50 mt. kilit taşına kadar
yüksekliği 12.00 mt.dir.
Doğu ucundan batıya doğru, ilk kemer bölgesi boyunca, ana kitleye
diyagonal şekilde devam ettikten sonra, büyük orta kemer ve yanındaki küçük
kemer ile devam edip, masif şekilde karşı yakaya ulaşmaktadır. İki uçtan orta kemer
başına kadar 25 derecelik bir eğimle yükselmektedir. Kuzey yüzünde, orta kemerin
iki yanında, üçgen biçimi çıkıntı yapan iki selyaran ile bunların güneyine rastlayan
arkalarında yarım yuvarlak iki destek payandası vardır. Destek elemanları düzgün
kesme taşla işlenmiştir. Köprünün kemerlerinde özel şekilde işlenmiş iri kesme taş
kullanılmıştır. Büyük orta kemerin ayak kısımlarında ve kenarlarında da durum aynı
olmakla birlikte, kemerin iç yüzü düzgün tuğla işçiliğine sahiptir ki bu da Artuklu
devrinde çok rastlanan bir tekniktir.” (2).
Köprünün korkuluğunun olmadığı yol kısmının düz taşla döşendiği
Haburman’ı tanıtan Basri KONYAR, fotoğraf altı yazıda yanlışlık yaptığından
dolayı, Albert Louıs GABRIEL bilmeden Ulu Camii kitabesindeki tarihi, Haburman
Kitabesi için kullanmıştır (3).
248
Ambarçayı Köprüsü
Diyarbakır’dan Silvan’a giderken karayolu üzerinde 21. Kilometrede
bulunmaktaydı(1). Ambar Çayı’nın üzerinde bulunan yirmi gözlü köprünün ilk
yapıcısı Mervanî Hükümdarı Nasrüddevle Ahmed’in olduğunu İbnü’l-Ezrak
belirtmektedir.. (2).
Basri KONYAR, Diyarbekir İl Yıllığı’nda köprü için önemli olan
açıklamasında şu bilgileri verir:
“Diyarbekir-Silvan Yolu üzerinde 21 inci kilometrenin sonunda yirmi gözlü,
orta kısmı yeni tamir görmüş Ambar Çayı Köprüsü vardır. Dokuzuncu ve onuncu
göz arasında ve sağ tarafta köprünün yapıldığı kırmızımtırak taşlar üzerine yazılarak
oturtulmuş dört satır yazı vardır. Birinci satırın son parçası okunmaz derecede bozuktur.
Bir kısmı da tesirat-ı havaiye ile okunamaz hale gelmiştir. Böylece görünmeyen
harfler yerine noktalar konulmuştur. Bu kitabenin Ebülfeth Mevdud bin Mahmud
devrine, yani Artukoğullarına ait olduğu anlaşılıyor ve kadı veya vezirinin eseri
umranı olduğu görülüyor. Mimara gelince, Artuk oğulları gününde birçok imaratta
bunan Halebli Cafer bin Mahmudun çıraklarından Osman isminde biridir. İbnu’lAzrak, tarihinde Mervanilerden Nasırın babası Ahmet tarafından Amid Miyafarkın
yolu için, Amid civarında yirmi kemerli bir köprü inşa ettirdiğini yazıyorsa da o
devre ait köprüde hiçbir iz ve yazı yoktur. Ancak bu köprünün Muktedirin devrine
takaddüm eden bir zamanda yaptırıldığına delalet edecek eski bir kufî yazı 15 inci
gözün altında, sol tarafta bulunmaktadır. Bir blok üzerine iki satırdan ibaret olan bu
yazı, kara bir taş üzerine kazılarak yazılmıştır. Sonunda tarihî gösteren parça kırılmış
ve o kadar gayretlere rağmen okunmasına imkân bulunamamıştır“ (3).
Ambar Çayı temel kalıntıları, Cevdet ÇULPAN tarafından fotoğraflanmıştır.
(4) Bizde bu tarihî eserlerin değeri, ancak ortadan kaldırıldıktan sonra anlaşılmaktadır.
Diyarbakır’da benzer çok kemerli Hamravat Su yolu da Cumhuriyetin ilk yıllarında,
anlaşılmaz bir şekilde, tarihî değerinin olduğuna bakılmaksızın, Belediyenin aldığı
karar ile yıktırılmış, bu yıkımla kalmayanlar Diyarbakır Kalesini de kısmen burçları
ve surları ile ortadan kaldırmıştır. Tarihe olan saygısızlığın ve dünden bugüne
gelen değerinin bilinmemesi, günümüzde turizmin ülkelerin adeta ana geliri haline
gelmesini de kavramış olmaktan uzak sayılırız. Çünkü bugün dahi istediğimiz manada
tarihî eserlerimizi korumaya yakın olmamız gerekirken korumaktan oldukça uzağız.
Köprü için diğer kaynaklar olmasına rağmen, ana kaynak olarak Basri KONYAR
kullanıldığı için Ambar Çayı’na ait bilgileri noktalıyoruz. 249
Diyarbakır’da Bulunan Diğer Köprüler Hakkında Notlar Fotoğraf 18. Karacadağ Dilaver Paşa Köprüsü
Diyarbakır ilçelerinde bilinen, kaynaklarda çoğu ismen geçmeyen köprüleri
elbette bilmek ve hakkında tanıtıcı yayınlarda bulunmak gerekir. Yaptığımız alan
çalışmasında tarihî özelliğe sahip şehir merkezindeki ve ilçelerdeki köprülerin
mimarî açıdan başta gelen Dicle Köprüsü, Haburman Köprüsü ile Malabadî
Köprüsü’nü ayrıntıları ile Ambar Çayı Köprüsü’nü de artık bilinmediği için detaya
varacak şekilde ele aldık. İlçelerimizde bulunan diğer köprüleri kısa açıklamalarla
ele alırken, tanıtımının başka bir makale konusu olduğunu önemle belirtiyoruz:
1. Karacadağ Dilaver Paşa Köprüsü: Karacadağ’a giderken anayolun
üzerinde bulunan köprü, Hacı Ragıb Bey, tarafından onartılmış ve bugüne kadar
gelmiştir.
2. Çınar Artuklu Köprüsü: Çınar-Bağacık Köyü Göksu Barajı’nın inşa
edilmesiyle baraj gölü içinde yer alan köprü, yaz mevsiminde suların çekilmesiyle
kısmen görünmektedir.. Köprü tek kemerlidir. Reşan ve beraberinde aldığı kollarla
oluşan Göksu Çayı üzerinde ulaşımı uzun zaman sağlayan köprü Çınar ve Mardin
arasındaki ulaşım köprüsünün yapılması sonrasında önemini kaybetmiştir.
3. Çınar Kara Köprü: Halk arasında bazalttan yapılmış köprüler, “Pıra
Reş” olarak anılır. Kara Köprü ifadesi bu sebeple yaygındır. Köprünün Osmanlı’nın
Bağdad Seferleri’nde askerî ulaşım için yaptırıldığı bilinmektedir. Köprünün
kitabesi, onarımlar geçirdiği için bilinmemektedir.
4. Kulp Taş Köprü: Kulp’ta Goderne-Taş Köprü gezilip görülmesi gereken
bir köprüdür.
5. Kemok Köprüsü: Malabadî ve Ambar Çayı hakkında bilgi verirken
Silvan’daki diğer köprü olan Kemok-Kemkok Köprüsü de bizce önemlidir. Selçuklu
yapısı olan köprünün 13. Yüzyıl eseri olduğu sanılmaktadır. Basri KONYAR, bu
köprüden Kemek Köprüsü olarak bahseder: Malabadî Köprüsünün şimalinde,
Batman Suyu üzerinde Kemek Köyü yanında bu isimde çok eski bir köprü olduğu ve
250
yüksek olamayan bu köprünün kıymetli bir sanat mahsulü bulunduğu söylenmişse
de fırsat bulup göremedim.” der, Diyarbekir Tarihi’nde. Ayrıca Silvan’da Pileken
Köprüsü de bilinmesi gereken köprülerdendir
Fotoğraf 19 Kemok Köprüsü (Yaşar Parlak)
6. IV. Murad Köprüsü: Diyarbakır Ergani ulaşımını sağlayan bu köprü,
yapılan yeni köprü ile atıl durumdadır. Deve Geçidi Köprüsü, aslında IV. Murad’ın
Bağdad Seferi amaçlı yapılmıştır. Esas Deve Geçidi Köprüsü Eğil tarafındadır.
Halkın yaygın kullanımı ile Deve Geçidi, ismi IV. Murad Köprüsü için kullanılmıştır.
Bu resmî kaynaklarda da düzeltilmesi gereken bir hatadır.
7. Roma Dönemi Antik Köprü - Pıra Reş: IV. Murad ve Artuklu Deve
Geçidi Köprüsü arasında yer alan Roma Dönemi Köprüsü, Diyarbakır’ın EğilDicle-Ergani ve dolayısıyla Elazığ ulaşımını sağlamaktaydı. Yeni yolun yapılması
sebebiyle atıl hale gelen bu tarihî köprü, geçmişin izlerini halen taşımaktadır. Taştan
yapılmış uzunca yürüme yolu ile tarihî özelliklerini korumuştur. Son zamanda
yapılan onarımla zamanın tahribatından kurtarılan köprü, fazlaca bilinmemektedir.
8. Hazro Köprüsü: Bu köprü, günümüzde atıl, harap durumdadır.
9. Çüngüş Kapıkıran Mehmed Ali Paşa Köprüsü: Köprü, ilçe merkezinde
yer almaktadır. Kapıkıran Mehmet Ali Paşa tarafından 1603 yılında Artuklu Tarzı
köprü, tek gözlüdür.
Fotoğraf 20. Çüngüş Kapıkıran M. Ali Paşa Köprüsü
251
10. Çermik Sinek Çayı Köprüsü: Günümüzde halen kullanılan Sinek Çayı
Köprüsü, iki gözlü olup, kitabesi bilinmemektedir.
11. Halilviran-Artuklu Deve Geçidi Köprüsü: Köprü H. 615(M. 1218)
tarihli kitabeyi taşımakta ve bu köprünün Artukoğlu Melik Salih Nasıreddin Mahmud
tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Köprünün dikkat çeken en önemli yönü, Bakara
Sûresi’nden 61. âyetin 5. ve 6. ayak ortasında oluşudur. Genelde kitâbeler, köprülerin
suyun geliş yönünde değil, çıkış yönünde yer alır. Bu kitabelerin yıpranmamasını,
uzun ömürlü olmasını sağlama endişesiyle yapılırken, Deve Geçidi Köprüsü’nde
alışılmışın dışında kitâbeler suyun geliş tarafına yerleştirilmiştir. Deve Geçidi
Köprüsü, Eğil Tılham-Hantepe Köyü çıkışının 3. kilometresinde bulunmaktadır.
12. Dicle’de Birdinç ve Dibni Köprüsü: Bu iki köprü, fotoğraflarda kalmış
görünümleri ile hakkıyla ele alınmamış köprülerdir.
Sonuç
Diyarbakır’daki köprüler, bugüne kadar tümüyle bir çalışmada
toplanmamıştır. Yapılacak bir araştırma ile diğer köprüler tespit edilerek, Diyarbakır
Köprüleri adı altında bir kitapta toplanabilir. Bu makalede sadece bilgilendirme ön
plâna alınmıştır.
KAYNAKÇA
Dicle Köprüsü Kaynakça
1-BEYSANOĞLU Şevket Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi Cilt 1
222 vd. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları 2003 Ankara
2-2000’e Beş Kala Diyarbakır s 164 Diyarbakır Valiliği Yayını 1995
3-BEYSANOĞLU Şevket Anıtları ve Kitâbeleriyle Diyarbakır Tarihi Cilt 1
s 222 Ankara 2003
4-ÇULPAN Cevdet Türk Taş Köprüleri s 26-27
5-Karacadağ Diyarbakır Kitabeleri sayı:8-9 s 5 Kitabe No:17
6-Karacadağ Diyarbakır Kitabeleri Cilt 1 sayı:8-9 s 6 Kitabe No:17 20
B. Teşrin 1938
7-Karacadağ Diyarbakır Kitabeleri sayı:8-9 s 7 Kitabe No:17’nin devamı.
8-SÖNMEZ Zeki Başlangıcından 16. Yüzyıla Kadar Anadolu Türk İslam Mimarisinde Sanatçılar s 64-65 TTK Ankara 1989
252
9-Karacadağ Diyarbakır Kitabeleri sayı:8-9 s 7 Kitabe No:17’nin devamı.
10-SÖNMEZ Zeki Başlangıcından 16. Yüzyıla Kadar Anadolu Türk İslam
Mimarisinde Sanatçılar s 66 TTK Ankara 1989
11-SÖZEN Metin, Diyarbakırda Türk Mimarîsi s 216
12- Basri KONYAR age cilt II s 30-35 Diyarbekir Vilayeti Yayını Ulus
Basımevi
13-Müze Şehir Diyarbakır komisyon Gezginlerin Gözüyle Diyarbakır
(1701-1924) Tercüme: İlhan PINAR s 159/163 YKY İstanbul 1999
14- Evindar YEŞİLBAŞ, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi
Diyarbakır’da Su Yapıları s 516 vd. Diyarbakır 2011
Malabadî Köprüsü Kaynakça
1. BEYSANOĞLU Şevket Anıtları ve Kitabeleriyle Diyarbakır Tarihi Cilt
1 344 vd. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları 2003 Ankara
; Diyarbakır 1967 İl Yıllığı s 335: Albert Gabrıel, bu köprü için diyor ki:”Esas kemer
38.60 metredir. Anahtar yüksekliği 19 metredir. Bugünün en ağır karayolu vasıtaları
üstünden geçmiştir Yaşıtları Altınköprü (Kerkük önünde), Cizre, Hasankeyf çoktan
yıkılmıştır. Mıntıka halkı köprünün ebedî bir eser olduğuna inanır. Modern statik
hesabın olmadığı devirde bu açıklıkta o zaman için böyle bir eser hayranlık ve
takdiri muciptir. Ayasofya’nın kubbesi, köprünün altına rahatlıkla girer. Balkanlarda,
Türkiye’de, Orta Şark’ta bu açıklıkta, bu yaşta köprü yoktur. Köprünün eni 7 metre
toplam uzunluğu 150 metredir.” ALTUN AraAnadolu’da Artuklu Devri Türk
Mimarisi’nin Gelişmesi s.200 vd Kültür Bakanlığı Yayınları İstanbul 1978.
2. Barış MANÇO’nun bestelediği Malabadî Köprüsü, bölgedeki diğer tarihî
eserlerin de bilinmesini sağlamıştır, büyük ölçüde.
3. Mervanî Egemenliği’nin Diyarbakır şehir merkezinde en önemli burçlarda
yaptıkları kimi onarımlar, kitabeleriyle halen ayaktadır. Ayrıca Diyarbakır Kalesi’nde
Dağ Kapı Burcu ikinci katta bulunan Mescidi de bu gün atıl durumdadır.
4. Bu tarz tarihî eserleri illerin sahiplenmesinin bir örneği de DiyarbakırÇınar sınırında yer alan Zerzevan Kalesi, Mardin’i tanıtan kimi yayınlarda Mardin’e
ait gösterilmiştir. (Ayşegül Ü. Abakay)
5. Diyarbakır Valiliği’nin 2011’de tanıtım amaçlı “Gezi Rehberi Diyarbakır”
kitabında konu hakkında verilen bilgiler: “On Gözlü Silvan köprüsü(Dicle Köprüsü):
Kırklar Dağı’nın eteğinde Dicle Nehri’nin üzerinde yer alır. Dicle Köprüsü veya
Silvan Köprüsü olarak da bilinen köprünün, ilk yapım tarihiyle ilgili çeşitli görüşler
vardır. Fransız Mimar ve Arkeolog Albert Gabrıel’e göre köprü An tik Çağ eseridir.
Kaynaklarda515 yılında I.Anastasias döneminde yapıldığı, 724-743 tarihlerinde
Emevî Halifesi Hişam’ın onardığı, 974 yılında, savaş esnasında Roma İmparatorluğu
tarafından yıkıldığı yer almaktadır. Köprüyle ilgili en sağlam bilgi ise kitabede
verilmektedir. Buna göre 1065-1067 yıllarında Mervanoğulları’ndan Nizamüddin
Nasır döneminde yapılmıştır (Sönmez age s 143).
253
Haburman Köprüsü Dipnotları
1. Hüseyin Rahmi ÜNAL Diyarbakır İli’ndeki Bazı Türk-İslâm Anıtları
üzerine Bir İnceleme Atatürk Üniversitesi Basımevi Erzurum 1975
2. ALTUN Ara Artuklu Devri Türk Mimarisi’nin Gelişmesi s 206 Kültür
Bakanlığı yayınları İstanbul 1978
3. KONYAR Basri Diyarbekir Yıllığı s370 Diyarbekir Vilayeti Yayını
Ankara 1936; Çermiğin beş Dakka mesafesinde Habrıman, Sinek, Nişinik ve yarım
saat mesafesinde Cavsak adında dört köprü vardır. Hali hazır vaziyetleri müruru
ubura müsaid bulunmaktadır. Bu açıklama sonrası Yıllığın eki olan fotoğraflarda
verilen kitabe, Ulu Camii kitabesi olmasına rağmen Haburman Köprüsü Kitâbesi
olarak gösterildiği için, GABRIEL, yanılmış ve bu kitâbeyi köprünün kitâbesi
olarak esas almıştır. Resim 251; ÇULPAN Cevdet age s 116-117; KIRZIOĞLU M.
Fahrettin Çermik Kasabası Üzerine Notlar, Kara –Amid Dergisi s 1 s 275-277
Ambar Çayı Köprüsü Kaynakça
1. Zeki SÖNMEZ age s142; Şevklet BEYSANOĞLU age s 351
2. Şevket BEYSANOĞLU age s 351; İbnü-l Ezrak’ın sözünü etiği ve 431
(M. 1040) yılında yapıldığını söylediği köprünün, daha sonra Artuklu Mevdud
zamanında, H. 620 (M. 1223) yılında esaslı bir onarımdan geçerek yenilendiği
kitabesinden anlaşılıyordu. Basri KONYAR’ın verdiği bilgilere göre köprüde
Mervanîlerden bir iz kalmamıştır.
3. Basri KONYAR Diyarbekir Kitabeleri II s 142-143 ; Ambar Köprüsüne
ait kitabe fotoğrafı, eserin sonunda 88 numara ile yer almaktadır.
4. Cevdet ÇULPAN “XII. Yüzyıl Artukoğulları Devri Taş Köprüleri ve
Özellikleri” Sanat Tarihi Yıllığı, III, S. 108-115, 119-120 1970; Türk Taş Köprüleri,
s. 40-44, 52-54 Ankara 1975
Fotoğraflar: Mehmet Ali Abakay
254
DİYARBAKIR VE İNANÇ TURİZMİ
Resul Çatalbaş*
Özet
Diyarbakır, tarihte birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, farklı din, inanç
ve kültürlere sahip toplumları bir arada barındırmıştır. Şehirde peygamber ve sahabe
kabirleri yanında tarihi cami, kilise, havra, medrese ve türbeler de bulunmaktadır. Bu
değerlerin tanıtılması, onarılması ve şehirdeki gerekli düzenlemelerin yapılması ile
şehrin inanç turizmi potansiyeli ortaya çıkacaktır.
Şehrin inanç turizmi potansiyelinin değerlendirilmesi, turizm alt yapısının
oluşmasına, tanıtım faaliyetlerine ve güvenlik probleminin çözülmesine bağlıdır. Bu
çerçevede yapılacak her türlü faaliyet istihdama katkı sağlayacak ve işsizlik gibi
şehrin en önde gelen sorununa çözüm olacaktır.
Bu çalışmada Diyarbakır’ın inanç turizmi değerleri üzerinde durulacaktır.
Şehrin merkezinde ve ilçelerinde bulunan dini değerlerin genel olarak tanıtımı
yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Diyarbakır, inanç turizmi, cami, kilise, havra, türbe, medrese.
Giriş
İnanç turizmi, insanların devamlı ikamet ettikleri yerlerin dışında inanç
çekim merkezlerine dini inançlarını tatmin etmek maksadıyla yaptıkları seyahatler
sonucunda oluşan her türlü olay ve ilişkiler bütünü olarak tanımlanmaktadır. 1
Diyarbakır, sahip olduğu tarihi, kültürel ve dini doku ile yüksek inanç turizmi
potansiyeline sahiptir. Fakat bu potansiyel, yeterli düzeyde tanıtılamamıştır. Şehre
2009 yılında 532.056 yerli ve yabancı turist gelmiştir. 2 Bu rakam Diyarbakır’ın
turizm potansiyeli düşünüldüğünde çok düşüktür.
Karayolunu kullanan yerli ve yabancı turistler, Şanlıurfa ve Mardin
ziyaretlerinde şehirden geçmekte fakat burada konaklamamaktadırlar. Bunda şehrin
güvenlik problemleri büyük rol oynamaktadır. Şehir sahip olduğu eşsiz turizm
değerleri ile anılabilecekken ne yazık ki medyada olumsuzluklarla anılmakta ve
bu durumda şehrin gelişmesini olumsuz yönde etkilemektedir. Diyarbakır’ın inanç
turizmi değerleri tanıtılabilirse, Şanlıurfa ve Mardin gibi inanç turizminden büyük
pay alan şehirlerle birlikte ekonomik kalkınma sağlanabilecektir. Bu durumda şehrin
temel problemleri arasında olan işsizliğe büyük oranda çözüm olabilecektir.
*Dicle Üniversitesi, Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi e-mail: [email protected].
1
2
Bkz. Mustafa Aksoy, “Türkiye’de İnanç Turizmine Genel Bir Bakış ve Hıristiyanlığın Seyahate Verdiği
Önem”, Dinler Tarihi Araştırmaları III, Dinler Tarihi Derneği Yayınları, Ankara 2002, 419).
http://www.karacadag.org.tr/bolgemiz-detay.asp?ContentId=26 (Erişim: 06.12.2011).
255
Türkiye’de en fazla sahabe kabri Diyarbakır’da bulunmaktadır. Bazı
kaynaklara göre bu rakam Diyarbakır genelinde 500’e ulaşmaktadır.3 Şehrin
çekirdeğini oluşturan İç kale yerleşkesinde inanç turizmi açısından önemli 27
Sahabe’nin türbesi bulunmaktadır. Akkoyunlu ve Osmanlı dönemine ait farklı
özellikleri ile öne çıkan birçok eser de şehirde bulunmaktadır. Bu değerlerin yanı
sıra daha birçok turizm değerine sahip Diyarbakır, keşfedilmeyi bekleyen saklı bir
müze şehirdir.
1. Genel Olarak Diyarbakır
Diyarbakır’ın tarihi çok eskilere dayanır. Şehrin M.Ö 2300’den beri bir
yerleşim merkezi olduğu sanılmaktadır. 4 Hurri-Mitanniler, Asurlular, Aramiler,
Urartular, İskitler, Medler, Persler, Makedonyalılar, Selevkoslar, Partlar, Ermeni
Tigran Krallığı, Romalılar, Sasaniler, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Şeyhoğulları,
Hamdaniler, Mervaniler, Selçuklular, İnaloğulları, Nisanoğulları, Artuklular,
Eyyubiler, Moğollar, Akkoyunlular, Safeviler ve Osmanlı Devleti olmak üzere
birçok medeniyet şehirde egemenlik sürmüştür. 5 Söz konusu medeniyetlerin
izlerini Diyarbakır Kalesi’nde ve kale içerisinde bulunan çeşitli mekânlarda görmek
mümkündür.
Diyarbakır Kalesi, şehrin ilk kurulduğu İçkale ve onu tamamlayan dış
kaleden oluşmaktadır. İçkale, M.Ö 3700–3500 yılları arasında Hurri-Mitanniler
tarafından inşa edildiği sanılan ve şehrin çekirdeğini oluşturan yerdir. Şehre hâkim
olan her medeniyet kendi güvenlik ihtiyaçları doğrultusunda kaleyi genişletmiş ve
M.S 349’da Roma İmparatoru II. Constantius döneminde kale onarılmıştır. 362
yılında Sasaniler ile Romalılar arasında yapılan anlaşmayla, Roma’nın önemli bir
kalesi olan Nusaybin (Nisibis) Kalesi, Sasaniler’in eline geçmiştir. Burada yaşayan
halk ise Diyarbakır’a göçerek, kalenin batı kısmındaki düzlük alana yerleşmiştir.
Bundan sonra 367–375 yılları arasında kentin batı surları yıktırılarak şehre göçen
halk sur içine alınmış, böylece Diyarbakır kalesi yeni şeklini almıştır. 6
Dış Kale’nin kuşbakışı görünümü kalkan balığına benzemektedir. Surlarının
uzunluğu 5.700 m, yüksekliği 10–13 m, kalınlıkları ise 3–5 m arasında değişmektedir.
Kale’nin 82 burcu bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri; Keçi Burcu, Yedi Kardeş
Burcu, Ulu (Evli) Beden Burcu ve Nur Burcu’dur. Dış Kale’nin 4 yana açılan kapıları;
kuzeyde Dağkapı (Harputkapı), batıda Urfakapı (Rumkapı veya Halepkapı), güney3
4
5
6
256
Bkz. Murat Özaydın, “Diyarbakır İlçelerinde Muhtemel Sahabe Mezarları”, Nebiler, Sahabiler, Azizler Ve
Krallar Kenti Diyarbakır, TDV Yay., Ankara 2010, 93.
Nejat Göyünç, “Diyarbakır”, TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), C. IX, TDV Yayınları, İstanbul 1994, 465.
Bkz. Anonim, Diyarbakır Gezi Rehberi, Boyut Yayıncılık, İstanbul 2011, 10–11; Cuma Karan, Diyar-ı Bekir
ve Müslümanlarca Fethi, Ensar, İstanbul 2010, 30–40.
Bkz. Zeynel Abidin Çiçek, Diyarbakır’ın Fethi, Tarihi ve Kültürü, Söz Matbaası, Diyarbakır 2007, 29;
Diyarbakır Gezi Rehberi, 13; Anonim, Taşlar ve Düşler Diyarbakır, DBB Başkanlığı Kültür ve Sanat Yayınları,
İstanbul 2004, 28–30.
de Mardinkapı (Telkapı) ve doğuda Yenikapı (Dicle veya Sukapı)’dır. 7
İç Kale içerisinde Diyarbakır’ın ilk yerleşim noktası olan Virantepe höyük
tipi yerleşimi ile Artuklu hükümdarı Melik Salih Nasreddin Mahmud (1200–1222)
dönemine ait bir saray bulunmaktadır. 8 Ayrıca inşa tarihi tam olarak bilinmemekle
birlikte, Artuklular döneminde hamam olarak kullanılan St. George (Kara Papaz)
Kilisesi, 1155–1169 yılları arasında Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından yapılmış Hz.
Süleyman camisi ve cami bitişiğinde Halid bin Velid’in oğlu Hz. Süleyman ile şehit
sahabelerin yattığı meşhed yer almaktadır.
2. Diyarbakır Merkezdeki İnanç Turizmi Değerleri
Diyarbakır merkezde bulunan turizm değerlerinin önemli bir kısmı Suriçi
Bölgesi’ndedir. Bölge, çok sayıda uygarlığın izlerini taşıyan, zengin tarihi ve kültürel
birikimi ile farklı uygarlıkların, medeniyetlerin merkezi olmuştur. Bu nedenle birçok
tarihi ve dini eseri barındıran bir kültür mirasına sahiptir.
Diyarbakır’daki eserlerde inşa malzemesi olarak bölgeye özgü düzgün kesme
taş kullanılmıştır. Genellikle dış cephelerde siyah ve beyaz taşlar beraber kullanılarak
almaşık bir düzen sağlanmıştır.
2.1 Peygamber Makamları
Diyarbakır’ı inanç turizmi açısından öne çıkaran özelliklerinden ilki burada
bulunan peygamber makamlarıdır.
Kuran-ı Kerim’de adı geçen 9 Hz. İlyas (a.s)’ın makamının Diyarbakır’da
olduğuna inanılmaktadır. 1848 yılında şehri ziyaret eden Yahudi Seyyah Benyamin
Haşeni, Diyarbakır’da yaşayan 250 Yahudi aileden bahsetmekte ve Hz. İlyas’ın
bir dönem burada bulunduğuna dair bilgiler vermektedir. 10 Yahudiler için önemli
şehirlerden biri kabul edilen ve Tevrat’ta adı geçen Kalne şehrinin de Diyarbakır
olduğu da iddia edilmektedir. 11
Diyarbakır merkezde bulunan bir diğer peygamber makamı Hz. Yunus (a.s)’a
aittir. Kuran-ı Kerim’de ismi geçen Yunus (a.s), M.Ö VIII. yüzyılda İlyas (a.s)’dan
sonra, Asurluların Dicle Nehri’nin doğu yakasında bulunan başkentleri Ninova’ya
peygamber olarak görevlendirildiği rivayet edilmektedir. Ninova’da 33 yıl yaşayan ve
puta tapan kavmini tevhid inancına çağıran Yunus (a.s), çağrısına iltifat edilmemesi
Bkz. Ali Boran, “Diyarbakır Kalesi”, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır Valiliği Kültür Sanat Yayınları,
Diyarbakır 2011, 80–112; Karan, 53–62.
Bkz. Şevket Baysanoğlu, Anıtları Ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi, C. I, DBB Kültür ve Sanat Yayınları, Ankara 1998, 342.
8
Bkz. En’am 85; Saffat 123; 130.
9
Rıfat N. Bali, “Diyarbakır Yahudileri”, Diyarbakır: Müze Şehir, (Haz. Şevket Beysanoğlu-M. Sabri Koz-E. Nedret İşli), YKY,
10
İstanbul 1999, 368.
11 Bkz. Anonim, Dini Değerleri ile Diyarbakır, Diyarbakır İl Müftülüğü Yayınları, Diyarbakır 2009, 38–39.
7
257
üzerine buradan ayrılmıştır. 12 Yunus (a.s)’ın kavminden ayrıldıktan sonra, bir
süre Diyarbakır’daki, şehir surlarının altında bulunan fis mağarasında yaşadığı ve
makamının da burası olduğu kabul edilmektedir. 13
2.2 Cami ve Mescitler
Diyarbakır’da inanç turizm değeri olarak çeşitli zamanlarda yapılan camilerin
yanı sıra Akkoyunlu ve Osmanlı dönemlerinde yapılan cami ve mescitler önemli yer
tutmaktadır.
Burada inanç turizmi açısından öne çıkan en önemli eser Ulu Cami’dir. Cami,
Anadolu’nun ilk camisi ve İslam dünyasında beşinci Harem-i Şerif’i (Mukaddes
Mabet) olarak kabul edilmektedir. 14 Diyarbakır Hz. Ömer döneminde İslam
ordularınca 639 yılında fethedilmiş ve sonrasında İyaz b. Ganm (r.a) buradaki en
büyük Hıristiyan mabedi olan Mar Toma Kilisesi’ni camiye çevirmiştir. Eser kilise
olarak kullanılmasından önce Pagan Dönemi’ne ait bir putperest mekânı olarak
inşa edilmiştir. 15 Zamanla yıpranan caminin onarımını Büyük Selçuklu Sultanı
Melikşah’ın emriyle şehrin valisi Amidüddevle Ebu Mansur Muhammed 1091’de
yaptırmıştır. 1115’de meydana gelen deprem ve yangında büyük hasar gören cami,
1240 yılında halkın yardımıyla tekrar onarılmıştır. 16 Avlusundaki şadırvanları,
çeşitli devirlere ait kitabeleri yönünden büyük değer taşıyan Ulu Cami, çevresindeki
iki medrese ve diğer yapılarla anıtsal yapılar topluluğu olarak günümüzde de dikkati
çekmektedir. Avlusunda Romalılarda kalma bir güneş saati de bulunmaktadır.
Camiinin 4 cephesi İslam’ın 4 mezhebini temsil etmektedir. Plan olarak Şam’daki
Emeviye camisine benzetilmektedir. 17 Günümüzde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce
restorasyonu yapılmakta olan Cami; Selçuklu, Artuklu, Akkoyunlu, Karakoyunlu ve
Osmanlı dönemlerine ait kitabeleri ve mimari özellikleri ile büyük değer taşımaktadır.
Diyarbakır’a gelen herkesin görmesi gereken mabet ne yazık ki gerektiği şekilde
tanıtılamamış ve ülkemizde de pek bilinmemektedir.
Diyarbakır’da inanç turizmi açısından büyük önem arz eden bir diğer mabet
Hz. Süleyman (Nazıriye, Nasıriye veya Kale) Camisi’dir. Cami İç Kale’de surlara
bitişik halde ve Selçuklu tarzında inşa edilmiştir. Minare üzerindeki kitabeye göre
cami, Nisanoğulları döneminde, Cemalüddevle ünvanlı Kemaleddin Ebu’l Kasım
Ali tarafından 1160 tarihinde yaptırılmıştır. Mimarı da Hibetullah el Gürgani’dir.18
Hemen hemen tamamında kesme taş kullanılan caminin iki girişi bulunmaktadır.
Caminin XII. yüzyılda yapıldığı sanılan minaresi Diyarbakır ve çevresindeki pek
12
13
14
15
16
17
18
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 40.
Bkz. Yahya Erikli, Peygamberler Sahabeler Diyarı Diyarbakır ve Bölgedeki Ziyaret Yerleri, Söz Ofset,
Diyarbakır 2006, 16–17.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 34; Taşlar ve Düşler Diyarbakır, 84.
Ali Kılcı, “Diyarbakır’ın Vakıf Mimari Eserleri ve Vakıfları üzerine Bazı Notlar”, Medeniyetler Mirası
Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır Valiliği Kültür Sanat Yayınları, Diyarbakır 2011, 21–22.
Bkz. Baysanoğlu, C. I, 273; Çiçek, 44.
Bkz. Mehmet Top, “Diyarbakır Ulu Camii ve Müştemilatı”, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi,
Diyarbakır Valiliği Kültür Sanat Yayınları, Diyarbakır 2011, 187–213; Erikli, 36–38.
Kılcı, 25; Taşlar ve Düşler Diyarbakır, 38.
258
çok örnekte olduğu gibi kare biçimindedir. Caminin bitişiğinde Halid bin Velid’in
oğlu Hz. Süleyman ile Diyarbakır’ın Müslümanlar tarafından fethedilmesi sırasında
şehit düşen 27 sahabenin19 kabri bulunmaktadır. Çeşitli devirlerde onarılan cami,
Osmanlı döneminde 1631 yılında Silahtar Murtaza Paşa tarafından tamir ettirilmiştir....
.... Günümüzde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce restorasyonu yapılmaktadır.
Diyarbakır’da tarihi ile öne çıkan bir diğer cami Hz. Ömer (Ömer Şeddad)
20
Camisi’dir. Halk arasında Hz. Ömer Camisi olarak adlandırılan bu yapı, Nisanoğulları
döneminde Mardin Kapı’nın iki girişi kapatılarak oluşturulmuştur. Kitabesinde
Mescid-i Şeddad ismi geçtiği için Ömer Şeddad Camii de denmektedir.21
Diyarbakır’da Akkoyunlu dönemine ait birçok mabet bulunmaktadır. Nebi,
Şeyh Matar ve Safa Camileri bunların en önemlileridir.
Nebi (Peygamber) Cami, Dağkapı meydanda bulunmaktadır. Caminin
kitabesinde Peygamber Efendimizden “Kalen Nebiyyü” diye söz edilmesinden
ötürü halk tarafından Nebi Camii olarak adlandırılmıştır. Minaresindeki 1530 tarihli
kitabeden Diyarbakırlı Kasap Hacı Hüseyin tarafından bu kısmının hayrat olarak
yaptırıldığı anlaşılsa da ana binanın kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.
XV. yüzyıl Akkoyunlu dönemine ait olan yapı, beyaz ve siyah kesme taştan yapılmış
ve üzeri piramit şekilli büyük bir kubbe ile örtülmüştür.22 Akkoyunlu ve Osmanlı
yapıları arasında bağlantı sağladığı için önemlidir. XX. yüzyıl başlarında minaresi
çökmüş ve bundan sonra yeri değiştirilmiştir. Avlusunda Diyarbakır’da valilik yapan
Köprülü Abdullah Paşa’nın eşi ve kızının türbesi bulunmaktadır.23 Şehirdeki bir diğer
Akkoyunlu eseri mimari özelliklerinden çok minaresinin ayaklı olması ile ünlü olan
Şeyh Matar (Mutahhar, Muallâk, Kasım Padişah veya Dört Ayaklı Minare) Camisi’dir.
Savaş Mahallesi Yenikapı Sokak’ta yer alan cami, Akkoyunlu Sultanı Kasım Han
tarafından 1500 yılında yaptırılmıştır. Caminin yapıldığı alan, Şeyh Mutahhar isimli
bir kimsenin mezarının bulunduğu arsa olduğu için bu isimle de anılmaktadır.
Minaresinin İslamiyet’ten önce yapıldığı rivayet edilmektedir. Anadolu’daki tek örnek
olarak yekpare taş sütun üzerinde dört köşeli olarak inşa edilen minarenin sütunlarının
İslam’ın 4 mezhebini, gövdesinin ise İslam dinini temsil ettiği ifade edilmektedir.
Sütunların üzerinde fırınlanmış ağaç kullanılması da minareyi benzerlerinden farklı
kılan özelliklerindendir.24 Türkiye’de başka bir örneği bulunmayan bu minare
görülmesi gereken yapılardandır.
Şehirde XV. yüzyıl Akkoyunlu eseri olan ve kokulu anlamına gelen İpariye
veya Parlı Camii olarak da adlandırılan Safa Cami de farklı özellikleri ile öne çıkan bir
19
20
21
22
23
24
Burada medfun bulunan Şehit Sahabelerin sayısı ile ilgili farklı rivayetler bulunmaktadır. Ayrıntılı bilgi için
bakınız (Karan, 154–155).
Bkz. Erikli, 28–29; Baysanoğlu, C. I, 270.
Baysanoğlu, C. I, 268; Kılcı, 26.
Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 33.
Baysanoğlu, C. II, 475–478.
Bkz. Tuncer, “Diyarbakır Camileri”, 216–217; Diyarbakır Gezi Rehberi, 37.
259
yapıdır. Şah İsmail’in dedesi Şeyh Cüneyt Safi’nin isteği üzerine Akkoyunlu hükümdarı
Uzun Hasan tarafından yaptırıldığı ve şeyhe hürmeten Camiü’s Safi denildiği,
sonradan da Camiü’s-Safa denilmeye başlandığı tahmin edilmektedir. Dönemin
önde gelen mimari yapıtlarındandır. Zarif bir sanat eseri olan minaresinin harcının
Diyarbakır çevresinde yetişen kokulu bitkilerle karıldığı ve eskiden bir kılıf içinde
muhafaza edilerek sadece Cuma günleri açıldığı belirtilmektedir. Cami bahçesinde
yer alan mezarlıkta Şeyh Abdülcelil Türbesi, ünlü İslam bilgini Müslihiddin Lari’nin
ve eizze-i kiramdan Şeyh Ahmed Gülşeni’nin mezarları bulunmaktadır. 1531 yılında
Abdurrahman b. Hacı Hüseyin tarafından caminin onarımı yapılmıştır.25
Diyarbakır’daki diğer Akkoyunlu eserleri arasında Eğil beylerinden Lala
Kasım b. Şah Muhammed tarafından yaptırılan Lala (Lale) Kasım Bey Cami,26 1498
yılında Şirazlı Hacı Ahmed tarafından yaptırılan Hoca Ahmed (Ayni Minare) Cami27
ve Kadı İsmail tarafından yaptırıldığı tahmin edilen Kadı Camisi28 de bulunmaktadır.
Ayrıca XVII. yüzyıl başlarında yaptırıldığı düşünülen ve Nakşibendî şeyhi Aziz
Mahmud Urmevi’nin tekkesinin yanına yapıldığı için Şeyh Azizi Urmevi (Aziziye
veya Hacı Müştak) Camisi olarak anılan cami de bu dönemde yapılmıştır.29 1468
yılına ait vakfiyesine göre Kavvasoğlu diye meşhur Hacı Ahmet tarafından yaptırılan
ve haziresinde Şeyh Yusuf el-Hemedani’ye nisbet edilen bir türbe olduğu için Şeyh
Yusuf Cami denen (Tabakhane) Camii de bu döneme aittir.30
Şehirdeki Akkoyunlu dönemine ait mescitler arasında; Akkoyunlu
hükümdarlarından İbrahim Bey tarafından XV. yüzyıl sonunda yaptırıldığı düşünülen
İbrahim Bey Mescidi, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın oğlu Budak tarafından
yaptırılan Kaşık Budak Mescidi31 ve Kavasoğlu Hacı Ahmed b. Mehmed tarafından
1466–1467 yılları arasında yaptırılan Kavas-ı Sağir Mescidi32 bulunmaktadır.
Yapılış tarihi ve yaptıranı bilinmeyen fakat XV. yüzyılda inşa edildiği tahmin
edilen mescitler arasında Hacı Büzrük (Büzürk) Mescidi,33 Taceddin Mescidi34
ve Sarı Saltuk Türbesi’nin yanında yer alan Sarı Saltuk Mescidi bulunmaktadır.35
Günümüzde Diyarbakır camileri arasında Osmanlı dönemine ait eserler de önemli
bir yer tutmaktadır. Bunlar arasında öne çıkanlar Diyarbakır valileri tarafından
yaptırılanlardır.
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
Bkz. Baysanoğlu, C. II, 467–472; Çiçek, 46.
Bkz. Tuncer, “Diyarbakır Camileri”, 215–216.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 78–79.
Bkz. F. Meral Halifeoğlu, “Diyarbakır Suriçi’nde Yer Alan Mescitler”, Nebiler, Sahabiler, Azizler Ve Krallar Kenti Diyarbakır,
TDV Yay., Ankara 2010, 328.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 74; M. Şefik Korkusuz, Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbakır Velileri I-II, Kent Yayınları,
İstanbul 2004, 92.
Bkz. Araştırma Raporu, 265.
Baysanoğlu, C. II, 487–488.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 93.
Kenan Haspolat, “Hükümdarlar, Paşalar ve Beyler Kenti Diyarbakır”, Nebiler, Sahabiler, Azizler Ve Krallar Kenti Diyarbakır,
TDV Yay., Ankara 2010, 270.
Halifeoğlu, “Diyarbakır Suriçi’nde Yer Alan Mescitler”, 324.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 117.
260
Diyarbakır’ı fetheden ve buranın ilk valisi olan Bıyıklı Mehmet Paşa36
..tarafından 1516–1521 yıllarında yaptırılan Bıyıklı Mehmet Paşa (Fatih Paşa
veya Kurşunlu) Cami Osmanlı eserlerinin ilkidir. Cami, medrese ve hamamdan
oluşan yapılar topluluğundan sadece cami özelliğini koruyarak günümüze kadar
gelebilmiştir. Cami, diğer Diyarbakır camilerinden farklı plana sahiptir. Kubbelerinin
kurşunla kaplı olması sebebiyle kurşunlu cami de denilmektedir. Mehmet Paşa’nın
Yavuz Sultan Selim tarafından buraya atanması sonrasında Musul, Mardin ve ElCezire’nin (Yukarı Mezopotamya) diğer beldelerini de fethetmesi dolayısıyla ona
“fatih” denmeye başlanmış ve bundan dolayı camiye, Fatih Paşa Camisi de denmiştir.
Mehmet Paşa vefat ettikten sonra kendi adıyla anılan bu caminin doğu yönündeki
haziresine defnedilmiştir.37
Diyarbakır’da görev yapan birçok vali şehre eserler kazandırmıştır.
Bunlardan bir diğeri Hüsrev Paşa Cami’dir. Diyarbakır’ın 2. valisi Hüsrev Paşa
tarafından38 1521–28 yılları arasında Hüsreviyye Medresesi olarak yaptırılan eserin
mescidi devamlı olarak kullanılınca 1728 yılında bir minare eklenmiş ve cami haline
getirilmiştir.39 Diyarbakır valisi Ali Paşa’nın40 isteği üzerine 1534–1537 yılları
arasında yapılan Hadım Ali Paşa Camisi de bir başka Osmanlı eseridir. Külliye
şeklinde yapılar topluluğundan oluşan caminin doğusunda Şafiiler kısmı, batısında
medrese kuzey doğusunda da zikirhane denilen beşik tonozlu41 dikdörtgen bir
yapı ve hamam bulunmaktadır.42 Tuhfetül-Mi’marin’de Mimar Sinan’ın eseri
olarak geçen caminin çinileri klasik Osmanlı çinilerinin yanı sıra bölgesel özellikler
de barındırması açısından önemlidir. Kesme taştan tek kubbeli olarak yapılan bu
caminin minaresi silindirik gövdeli, tek şerefeli olarak kuzeydoğuya yerleştirilmiştir.
Ses akustiği de ses cihazı kullanmayı gerektirmeyecek özelliktedir.43
İskender Paşa’nın 44 emriyle 1554–1557 yılları arasında yaptırılan İskender
Paşa Camisi, erken dönem Osmanlı mimarisinin özelliklerini taşımaktadır. Caminin
önünde şadırvanı, doğusunda da türbesi bulunmaktadır. Son cemaat mahalli dört sütun
ve köşelerdeki “L” şeklindeki ayakların taşıdığı beş bölümden meydana gelmiştir.
Caminin sol tarafına silindirik gövdeli, tek şerefeli taş minare eklenmiştir.45
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
Bkz. Abdulgani Fahri Bulduk, Diyarbakır Valileri, Medrese Yayınları, İstanbul 2007, 13; Ali Emiri Efendi, Osmanlı Doğu
Vilayetleri, (Haz. Abdulkadir Yuvalı-Ahmet Halaçoğlu), Babıâli Kültür Yayıncılığı, İstanbul 2008, 94.
Bkz. Baysanoğlu, C. II, 544–554.
Bulduk, 14.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 79–80.
Devşirmeden olduğu için Hadım denilen Ali Paşa, Diyarbakır’ın 6. valisidir. Şehirde 3 yıl görev yapmıştır. Şehre cami, medrese,
tekke ve hamam kazandırmıştır (Bkz. Bulduk, 17–18).
Beşik tonoz: Kesiti yarı daire şeklinde olan kavisli örtü (Bkz. Nusret Çam, İslamda Sanat Sanatta İslam, Akçağ Yayınları, Ankara
1999, 244).
Diyarbakır Gezi Rehberi, 43.
Bkz. Orhan Cezmi Tuncer, “Diyarbakır Camileri”, Diyarbakır: Müze Şehir, (Haz. Şevket Beysanoğlu-M. Sabri Koz-E. Nedret
İşli), YKY, İstanbul 1999, 218–219.
İskender Paşa: Diyarbakır’ın 12. Osmanlı valisidir. Diyarbakır’da 14 yıl valilik yapmış ve buraya birçok eser kazandırmıştır
(Bkz. Bulduk, 21–22).
Bkz. Baysanoğlu, C. II, 593–596; Tuncer, “Diyarbakır Camileri”, 220–221.
261
Diyarbakır’daki camilerin en görkemlilerinden olan Behram Paşa Cami,
Behram Paşa46 tarafından 1564–1572 tarihleri arasında yaptırılmıştır. Mimar Sinan
döneminde inşa edilmiş Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerindendir. Caminin çok
süslü minberi ve mihrabı bezemeli bir sanat harikasıdır. İç mekânın bütün duvarları
belirli bir yüksekliğe kadar XVI. yüzyıl İznik çinileri ile kaplanmıştır. Caminin minaresi
1928’de yıkılmış, tek şerefeli ve silindirik olarak yenilenmiştir.47 Aslen Diyarbakırlı
olan Melik Ahmet Paşa tarafından 1587–1591 yılları arasında yaptırılan Melik (Melek)
Ahmet Paşa Cami plan olarak diğer Osmanlı eserlerinden farklıdır. Caminin giriş kapısı
diğer camilerden ayrı olarak güney mihrap duvarındaki büyük bir portaldan caminin
altındaki yola çıkmakta önce kuzey kısmındaki avluya, sonra da merdivenlerle camiye
çıkılmaktadır. İçerisindeki duvarlar 1 metre yüksekliğine kadar XVI. yüzyıl İznik
çinileri ile kaplanmıştır. Ayrıca caminin mihrabı da çinilidir. Minaresi camiden ayrı
olarak yapılmıştır. Minarenin yarısında kadar içeriden iki merdivenle, yarısından sonra
da bunlar birleşerek tek merdivenle şerefeye çıkılmaktadır. Bu merdivenler çıkanların
birbirini göremeyecekleri şekilde düzenlenmiştir. Mozaik çinili bir şerit kaideyi çepe
çevre dolaşmaktadır. 48 Bu özellikler diğer Diyarbakır camilerinde bulunmamaktadır.
Şehirdeki Osmanlı dönemine ait diğer camiler arasında şunlar bulunmaktadır.
Çağaloğlu (Çağal) Camii: 1581 yılında Çağalzade Yusuf Sinan Paşa
veya 1604’te Diyarbakır valiliği yapan oğlu Mahmut Paşa49 tarafından yaptırıldığı
düşünülmektedir.50 Günümüzde tarihi özelliklerini büyük oranda kaybeden camide,
sadece girişteki üç kemer tarihi özelliği yansıtmaktadır.
Nasuh Paşa Camii: 1606 yılında Diyarbakır’a vali olan Nasuh Paşa’nın eşi
Servisehiy (Selvinaz) tarafından 1606–1611 yılları arasında yaptırılmıştır.51 Sade
yapılı cami, birçok kez onarımdan geçmiştir.52
Arap Şeyh Camii: Diyarbakır’ın 71. valisi Kara (Silahtar) Mustafa Paşa
tarafından53 1644–1650 yılları arasında yaptırılmıştır. Caminin yanında bir de türbe
bulunmaktadır.54
Kurt İsmail Paşa Camii: Diyarbakır’ın 229. valisi Kurt İsmail Paşa55
tarafından kardeşi Meded Bey’in adına 1869–1875 yılları arasında yaptırılmıştır.
Surların dışına yapılan ilk camidir.56 Günümüzde Kurtoğlu Askeri Lojmanlarının
içinde kalmaktadır.
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
262
Behram Paşa: Diyarbakır’daki 13. Osmanlı valisidir. Burada 3 yıl görev yapmış ve adına bu camiyi inşa ettirmiştir (Bulduk, 22).
Bkz. Baysanoğlu, C. II, 597–602; Tuncer, “Diyarbakır Camileri”, 221–223.
Bkz. Baysanoğlu, C. II, 644–649; Tuncer, “Diyarbakır Camileri”, 223–225.
Bulduk, 41.
Bkz. Baysanoğlu, C. II, 675; Dini Değerleri ile Diyarbakır, 65.
Bkz. Bulduk, 43–44.
Bkz. Araştırma Raporu, 274.
Bulduk, 63–64.
Baysanoğlu, C. II, 669–671.
Bulduk, 178.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 94–96.
Rağıbiye (Defterdar) Camii: Diyarbakır Defterdarı Ahmet Zihni Bali Bey
tarafından 1594 yılında yaptırılmıştır. Daha önce harabeye dönen cami, 1832’de Hacı
Muhammed Rağıb Efendi tarafından tamir ettirilmiş ve yanına bir de medrese inşa
edilmiştir.57 Günümüze medresesi ulaşmayan cami gayet sade yapılı ve siyah bazalt
taştandır.
Kozlu (Molla Bahaddin) Camii: Ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı
kesin olarak bilinmeyen caminin, XVI. yüzyıl Osmanlı eseri olduğu düşünülmektedir.
58
Bir dönem ev olarak kullanılmış ve 1946’dan sonra tekrar camiye çevrilmiştir.
Salos Camii: XVI. yüzyıl Osmanlı eseri olduğu tahmin edilmektedir.
Mülkiyeti şahsa ait olan cami birçok kez onarım görmüştür.59
Sin (Sinlioğlu, Sinoğlu veya Şems Efendi) Camii: Ne zaman ve kimin
tarafından yaptırıldığı kesin olarak bilinmeyen caminin, 1518–1540 tarihleri
arasında yapılmış olduğu tahmin edilmektedir.60 Evliya Çelebi, camiyi Şems Efendi
adında birisinin yaptırdığını belirtmekte ve şu inanışı aktarmaktadır: “Şems Efendi
anne karnındayken babası onu Allah’a emanet etmiş ve gazaya gitmiştir. Gaza
sonrası döndüğünde eşinin vefat ettiğini öğrenmiş ve çocuğu Allah’a emanet ettiğini
söyleyerek kabri açtırmıştır. Kabir açılınca çocuk gayet rahat bir vaziyette annesinin
çürümeyen sağ memesinden süt emerken bulunmuştur. İşte bu çocuğa Sinanoğlu
Şems derler.” 61
Hanzade Mescidi: Osmanlı eseri olan bu yapının yaptıranı bilinmemektedir.
1896–1902 yıllarında yıkık haldeyken dönemin valisi Mehmed Halid Bey
tarafından yeniden inşa edilerek ibadete açılmıştır. 1970 yılında onarılmış, 1999–
2000 yılları arasında ise komple yıkılarak yeniden yapılmış ve minare eklenmiştir.
Tarihi özelliklerini günümüzde kaybetmiştir.
62
Hançer-i Güzel Mescidi: Mescit, halk arasında sahabe olduğuna inanılan ve
Hançer-i Güzel olarak adlandırılan eizze-i kiramdan Hançer Güzar’ın metfun olduğu
yerin yanındadır. 1896–1902 yıllarında Hüsameddin Mescidi adıyla tanındığı ve bu
tarihlerde yıkık haldeyken dönemin valisi Mehmed Halid Bey tarafından yeniden
inşa edilerek ibadete açıldığı bilinmektedir.63 Günümüzde tarihi özelliklerini büyük
oranda kaybetmiştir.
Hasırlı Mescidi: Kesme taştan yapılmış basit bir yapı olan caminin
avlusunda halk arasında “Hasırlı Baba” diye isimlendirilen bir kişi medfundur. 1964
yılında orjinaline uygun olmayan bir şekilde yeniden yapılmış ve tarihi özelliklerini
kaybetmiştir.
57
58
59
60
61
62
63
Bkz. Araştırma Raporu, 273.
Baysanoğlu, C. II, 675.
Halifeoğlu, “Diyarbakır Suriçi’nde Yer Alan Mescitler”, 330.
Baysanoğlu, C. II, 610.
M. Şefik Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbakır, Kent Yayınları, İstanbul 2003, 28.
Halifeoğlu, “Diyarbakır Suriçi’nde Yer Alan Mescitler”, 330.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 76–77.
263
2.3 Kilise ve Havralar
Antik dönem boyunca Diyarbakır konumu nedeniyle Paganların yanı
sıra Şemsiler, Yahudi ve Hıristiyanlardan oluşan çok dinli toplumsal yapıya sahip
olmuştur.64 Geçmişte var olan çok sayıdaki kilise ve havralardan ancak bir kısmı
günümüze ulaşabilmiştir. Bugün yerleri bilinmeyen ancak kaynaklarda adları
geçen birçok kilisenin de varlığı bilinmektedir. Bunlar arasında; Mar Kuzmo65
(Rum Ortodoks) Kilisesi, Mar Zu’oro Kilisesi, Mar Yuhanon66 (Yuhanna, Nesturi)
Kilisesi, Mar Hananyo (Hanonyo) Kilisesi, Süryani Katolik Kilisesi, Sen Teodaros
(Teodaros) Ermeni Kilisesi ve Meryem-i Zal kiliseleri bulunmaktadır.67 Suriçi
Bölgesi’nde kentin güneydoğu kesimi kiliselerin en yoğun bulunduğu kesimdir.
Günümüzde Diyarbakır’da oldukça az olan gayrimüslim halk, kiliselerin
çevresinde veya Diclekent’te yaşamaktadır.
Günümüzde Hıristiyan ibadet mekânı olarak kullanılan ve inanç turizmi
açısından öne çıkan en önemli kilise, Meryem Ana (Mar veya Mor Yakup) Süryani
Kadim Kilisesi’dir. Kilise, Mor Yakup kutsal alanı, 4 avlu, divanhane (derslik)
ve lojmandan oluşmaktadır.68 Yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte
en geç III. yüzyılın başında yapıldığı düşünülmektedir.69 Mardin’deki Deyr-ül
Zafaran’dan gelen Patrik II. Yakup, 1871 yılında ölene kadar burada yaşamış ve
kilise o dönemde patriklik merkezi olarak da hizmet vermiştir. Birkaç kez yanmış,
yıkılmış ve birçok kez onarılmıştır.70 Günümüzdeki görünümünü 2004–2005
yıllarında yapılan restorasyon ile almıştır. Bizans devrinden kalma mihrabı, Roma
biçimi kapısı ilgi çekicidir. Kilisede bazı azizlerin mezarı bulunmaktadır. İbadetler
ise İsa-Mesih’in kullandığı dil olan Aramice yapılmaktadır.71 Şehirde kullanılan
bir diğer kilise Mar Petyun (Keldani Katolik) Kilisesi’dir. Savaş mahallesi şeftali
sokakta yer alan kilisenin ne zaman inşa edildiği tam olarak bilinmemektedir. Fakat
XVII. yüzyılda yapılmış olduğu sanılmaktadır. Günümüzde Katolik Keldaniler
tarafından kullanılmaktadır. 1834 tarihinde onarım görmüştür. Kemerlerle bölünmüş
4 nefli kilisenin bazalt taş duvarları apsis önündeki baklava dilimli ve 2 renkli taş
döşemelerle birlikte bütünlük oluşturmaktadır.72
Günümüzde ibadet amaçlı kullanılmayan kiliselerden olan Saint George
(Kara Papaz veya Mar Gevergis Nasturi) Kilisesi, İç kalenin kuzeydoğu köşesinde
yer almaktadır. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte IV. veya V. yüzyılda
73
yapıldığı sanılmaktadır. Bizans sitilinde, Dicle nehrine bakar tarzda yapılmıştır.
Yapı adı kadınlar manastırı olarak da geçmektedir. Uzun süre Diyarbakır il jandarma
64
65
66
67
68
69
70
71
72
73
Baysanoğlu, C. I, 130.
Günümüzde ayakta kalan tek Süryani Meryem Ana Kilisesi’nin güneydoğu kısmında bulunan bu kilise, 1930 yılına kadar
ayakta kalmış fakat sonradan yıkılmıştır (Mehmet Şimşek, Süryaniler ve Diyarbakır, Chiviyazıları Yayınevi, İstanbul 2003, 144).
Arabistan Episkopos’u Mar Yuhanna, 629’da ölünce Diyarbakır’a getirilip bu kiliseye gömülmüştür. Onun adına izafeten
bu kiliseye Vaftizci Mar Yuhanna Kilisesi adı verilmiştir. M.S IV. yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir. Yeri şimdiki Deva
Hamamı civarındadır (Bkz. Şimşek, 142).
Bkz. Karan, 63–67; Şimşek, 142–148.
Orhan Cezmi Tuncer, Diyarbakır Kiliseleri, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları, Ankara 2002, 18–21.
Şimşek, 149.
Taşlar ve Düşler Diyarbakır, 76.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 256–258.
264
Kilise’nin II. yüzyılda yapılmış olduğu da kaynaklarda geçmektedir (Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 52).
komutanlığı Saraykapı Cezaevi’nin içerisinde bulunduğundan kullanılmamıştır.
Üzeri doğu batı doğrultusunda eliptik tuğla kubbe ile kuzey-güney nefleri önde
yuvarlak kolonlu ve arkasındaki dikdörtgen ayaklara oturan kemerli, tonozlu örtüye
sahiptir. Kilisenin orta mekânı dört yöne eyvanlara açılmaktadır.74 Günümüzde
koruma altına alınmış ve sanat galerisi olarak kullanılmaktadır.75 İbadet maksatlı
kullanılmayan bir diğer kilise Surp Sargis Ermeni (Mar Dumyana, Çeltik veya Hızır
İlyas) Kilisesi’dir. Mardin kapısı yakınlarında olan bu kilise Katolik Ermenilere
aittir. Uzun süre çeltik fabrikası olarak kullanıldığı için Çeltik Kilisesi de denmiştir.
76 .Kilisenin XVI. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Ana yapı malzemesi siyah bazalt
taştır. İki katlı kilise sütunları ve 4 kemer dizisi ile 5 nefli bir kilisedir. 1840 yılında
büyük çaplı onarım görmüş fakat onarımda hatalar yapılmıştır.77 Günümüzde kısmen
yıkık ve boş olan kilisenin onarımı yapılarak turizme kazandırılması gerekmektedir.
Şehirde Katolik Ermenilere ait bir diğer kilise Surp Giragos (Kiragos) Ermeni
Kilisesi’dir. Özdemir Mahallesi Göçmen sokakta yer alan bu yapı, tapu kayıtlarına
göre Ermeni Katolik Kilisesi Cemaati Vakfı’na aittir. Günümüzde kubbesi yıkılmış
ve yer yer yıpranmıştır. Kilisenin adı Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesi’nde de
(1610–1615) geçmektedir.78 XVI. yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir. 1729’da
yeniden ve daha geniş olarak yapılmıştır. 1881’de tamamen yanmış ve 1883’te tekrar
yapılmıştır. I. Dünya Savaşı sırasında Alman karargâhı olarak kullanılmıştır.79
Günümüzde kısmen yıkık ve boş bir halde olan kilisenin onarımı yapılarak turizme
kazandırılması gerekmektedir.
Şehirde öne çıkan diğer Hıristiyan mabetleri şunlardır.
Ermeni Katolik Kilisesi: Hasırlı mahallesinde gazi caddesi yakınlarındadır.
Bazalt taştan yapılan kilisenin güney apsisinin mukarnaslı örtüsü ve mihrap
duvarlarındaki çini kalıntıları yapının mimari zenginliğini artırmaktadır. Kilise,
Ermeni Katolik Kilisesi Cemaati Vakfı’na aittir. XVI. veya XVII. yüzyılda yenilendiği
veya yapıldığı sanılmaktadır. Onarımı devam etmektedir..80
(Süryani) Protestan Kilisesi: Mardin kapısı yakınlarındaki Cemal Yılmaz
Mahallesi’ndedir. Yapılış tarihi bilinmemekle birlikte XIX. yüzyılda yapıldığı tahmin
edilmektedir. Dikdörtgen planlı ve iki katlı olarak siyah bazalt taştan inşa edilmiştir.
Cemaatinin XX. yüzyıl başlarında dağıldığı sanılmaktadır. Günümüzde kısmen
yıkık ve boş bir halde olan kilisenin onarımına başlanmıştır..81
Kırklar Kilisesi: Eski Silvan yolu üzerinde, Kırklar Dağı’nın eteğinde yer
almaktadır. V. yüzyıl sonlarında Diyarbakır Metropoliti Kırtminli Mar Yuhanna
74
75
76
77
78
79
80
81
Tuncer, 136–141.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 254.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 57.
Bkz. Tuncer, 46–59; Dini Değerleri ile Diyarbakır, 256.
Bkz. Korkusuz, Seyahatnamelerde Diyarbakır, 15.
Bkz. Tuncer, 92–108; Diyarbakır Gezi Rehberi, 53.
Bkz. Tuncer, 72–88; Dini Değerleri ile Diyarbakır, 250.
Bkz. Tuncer, 64–69.
265
tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır..82 Kilise’den geriye günümüzde yalnızca bir
duvar kalıntısı ve mahzen kalmıştır.
Süleyman Nazif İlköğretim Okulu Avlusundaki Kilise: Özdemir
mahallesinde yer alan kilise, Süleyman Nazif İlköğretim Okulu’nun bir bölümünü
oluşturmaktadır. XVII. yüzyılda yapıldığı ve Latin kilisesi olduğu düşünülen yapı,
1970’lere kadar halı dokuma atölyesi olarak da kullanılmıştır..83
Havra (Sinagog): Diyarbakır merkezde bulunan havra, Küçükbahçecik
Sokak 3. çıkmazda, Arap Şeyh Camisinin arkasında bulunmaktadır. Özentisiz
eklentiler sonucu tarihi özelliği büyük oranda yok olmuştur. Havra 1840 yılında onarım
görmüştür. Hz. İlyas (a.s)’ın bir süre burada kaldığı ve bu havrada peygamberliğini
ilan ettiğine inanılmaktadır..84 Günümüzde ikametgâh olarak kullanılmaktadır.
2.4 Türbeler
Diyarbakır’da sahabe ve evliyalara ait kabir ve türbeler önemli bir yer
tutmaktadır. Önde gelenleri arasında Sahabeler Türbesi, Sultan Şüca, Şeyh Yusuf elHemadani, Şeyh Abdülcelil, Lala Bey, Sarı Saltuk, Zincirkıran, Fatih Paşa, İskender
Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşa türbeleri bulunmaktadır.
Diyarbakır’da inanç turizmi açısından değer ifade eden en önemli türbe
Sahabeler Türbesi’dir. İç Kale’de, Hz. Süleyman camisine bitişik bir konumda
bulunan türbe, buradaki şehit 20’den fazla (meşhur görüşe göre 27) sahabe için
yapılmıştır. 639 yılında inşa edildiği düşünülse de bugünkü halini 1631 yılında
Diyarbakır’da valilik yapmış olan Silahtar Murtaza Paşa döneminde almıştır. Türbe
içerisindeki çiniler dikkat çekicidir. Şehit sahabeler, türbenin altındaki önceden
girilebilen ancak sonradan girişi kapatılmış olan bodrum katta medfundur. Üst tarafta
görünen kabirler ise Diyarbakır’da valilik yapmış önemli kişiler ve yakınlara aittir.
.85 Günümüzde onarımı yapılan türbe en çok ziyaret edilen mekânlardandır.
Şehirde öne çıkan diğer türbeler şunlardır.
Malik-i Ejder (Ecder) Türbesi: Diyarbakır’ın fethine katılan sahabelerden
Malik b. El-Haris el Eşter’in (r.a) medfun olduğu söylenen türbedir. 1316/1898
tarihli Diyarbakır Salnamesi’nde burada kabri bulunan kişinin “Sahabe-i kiramdan
Malik-i Ejder” olarak zikredilmektedir..86 Fakat türbenin kime ait olduğu kesin
olarak bilinmemektedir..87..
Mir Seyyah (Karadeniz) Türbesi: 1316/1898 tarihli Diyarbakır
Salnamesi’nde bu türbede Sahabe-i Kiram’dan olduğuna inanılan Mir Seyyah’ın
medfun bulunduğu
82
83
84
85
86
87
266
Tuncer, 145.
Bkz. Tuncer, 129–131.
Bkz. Bali, “Diyarbakır Yahudileri”, 368.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır,177–182.
Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, DBB Yayınları, İstanbul 1999, 209.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 169.
geçmektedir..88.. Karadeniz ziyareti olarak bilinmektedir.
Sultan Şüca Türbesi: Mardin Kapı içerisinde Deliller Hanı’nın
karşısındadır....Sahabe türbesi olduğuna dair rivayetler varsa da bunlar zayıftır.
Yapılışı ile ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Fakat karşısında bulunan çeşmede
1208–1209 tarihlerinde Sultan Şüca’ya ait bir kitabe bulunmasından dolayı XIII.
.89..
yüzyılda yapılan bir Artuklu eseri olduğu sanılmaktadır..90.. İki katlı olması sebebiyle
diğer türbelerden ayrılmaktadır.
Şeyh Yusuf Hamedani Türbesi: Şeyh Yusuf (Tabakhane) Camisinin
avlusunda yer almaktadır. 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’nde eizze-i
kiramdan Şeyh Yusuf el-Hamedani’nin burada medfun olduğu belirtilmektedir.
.91..
Ancak burada medfun olan Şeyh Yusuf, Ahmed Yesevi’nin hocası mutasavvıf
Şeyh Yusuf el-Hamedani ile aynı kişi değildir. Türbenin herhangi bir kitabesi
bulunmadığından kimin için ve ne zaman yapıldığı ile ilgili farklı rivayetler
bulunmaktadır..92..
Şeyh Abdülcelil Türbesi: Şeyh Safa Camisinin avlusunda yer
almaktadır. Türbenin yapılış tarihi tam olarak bilinmemektedir. Fakat cami ile
ilişkilendirildiğinden XV. yüzyıl ortaları ya da XVI. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı
sanılmaktadır..93..
Lala Kasım Bey Türbesi: Akkoyunlu eseri olan Lala Kasım Bey Camisinin
avlusunda bulunmaktadır. Bu türbe Lala Kasım Bey’e ait değildir. Abdullah Halife
adındaki bir kişi burada medfundur. İnşa tarihi bilinmemektedir. Fakat cami ile
ilişkilendirildiğinden XV. yüzyıl ortaları ya da XVI. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı
sanılmaktadır. Türbeyi diğerlerinden ayıran en büyük özelliği mumyalık katının
bulunmasıdır..94..
Sarı Saltuk Türbesi: Urfakapı yakınlarında Gülşeniler türbesi olarak bilinen
yapılar topluluğunun içindedir. Bu türbede Sarı Sadık lakabı ile meşhur Gülşeniyye
Tarikatı’na mensup Şeyh Sadık Ali Efendi’nin (ö. 1553) medfun bulunduğu
tahmin edilmektedir..95.. Yapılış tarihi bilinmemektedir. Mimari özellikleri ve
süslemeleriyle bölgedeki türbelerin en dikkat çekicilerindendir. Türbe içerisinde bir
sanduka ve güney cephesinde zarif bir mihrap nişi bulunmaktadır..96..
Zincirkıran Türbesi: Nasuh Paşa Camisinin güneyinde yer almaktadır.
Türbe içerisinde birbirine yakın iki sanduka bulunmaktadır. Kime ait olduğu
bilinmeyen türbenin Nasuh Paşa tarafından yakın akrabaları için veya Diyarbakır’da
valilik yapan Zincirkıran Ali Paşa tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir..97..
88
89
90
91
92
93
94
95
96
97
Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 209.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 46.
M. Mehdi İlhan, “Diyarbakır’ın Türbe, Yatır ve Mezarlıkları”, İslam Dünyasında Mezarlıklar ve Defin Gelenekleri, TTK
Yayınları, Ankara 1996, 199.
Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 209.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 232–233.
Baysanoğlu, C. II, 493.
Bkz. Beysanoğlu, C. II, 478.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 47; Korkusuz, Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbakır Velileri I-II, 192.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 212–214.
İlhan, “Diyarbakır’ın Türbe, Yatır ve Mezarlıkları”, 191.
267
Bıyıklı Mehmet (Fatih) Paşa Türbesi: Fatih Paşa Camisinin
güneydoğusundaki hazirede bulunmaktadır. 1515 tarihinde ilk Diyarbakır valisi olan
Bıyıklı Mehmet Paşa, 1521 yılında vefat etmiş ve kabri burada bulunmaktadır..98..
Özdemiroğlu Osman Paşa Türbesi: Fatih Paşa Camisinin batısında
camiye bitişik bir konumdadır. Diyarbakır valilerinden Özdemiroğlu Osman Paşa
adına yaptırılmıştır..99.. Kısmen onarılmış yapı İstanbul’daki türbelere plan olarak
.100.
benzerlik arz etmektedir. Türbe Mimar Sinan’ın eserleri arasında sayılmaktadır.
İskender Paşa Türbesi: İskender Paşa Camisinin avlusundadır. Yapılış
tarihi bilinmemekle birlikte 1565 yılından önce yaptırıldığı düşünülmektedir. Türbe
plan özellikleri olarak diğer türbelerden farklılık arz etmektedir..101..
Arap Şeyh Türbesi: Arap Şey Camisinin avlusunda bulunmaktadır. Kesin
yapılış tarihi bilinmemekle birlikte XVII. yüzyıl ortalarında yapılan cami ile aynı
yıllarda ya da hemen sonra yapıldığı düşünülmektedir..102..
Dabanoğlu Türbesi: Dabanoğlu mahallesinde yer almaktadır. 1696 tarihinde
Diyarbakır’da valilik yapan Tabanzade Daltaban Mustafa Paşa.103.. tarafından
yaptırılan fakat şimdi bulunmayan Dabanoğlu Mescidi yakınında bulunmaktadır.
Herhangi bir kitabesi bulunmayan türbenin ne zaman yapıldığı bilinmemektedir..104..
Nebi Camii Türbesi: Nebi
camisinin
avlusunda bulunan türbe,
Diyarbakır’da valilik yapan Köprülüzade Abdullah Paşa tarafından eşi Zübeyde ve
kızı Leyla hanımlar adına 1719 yılında yaptırılmıştır. Diyarbakır’daki açık türbelerin
ilginç bir örneği olan yapı, üst kısmı açık ve kare planlıdır..105..
Diyarbakır’daki türbe ve ziyaret mekânları burada yazdıklarımızla sınırlı
değildir. Diyarbakır merkezde Muslihiddin Lari’nin kabri, Şeyh Aziz Mahmud
Urmevi’nin Kabri, eizze-i kiramdan Hindi (Hintli) Baba Ziyareti, eizze-i kiramdan
Şeyh Muhammed Amidi Türbesi, Sancı Ziyareti, Seyda Baba Türbesi, Şeyh
Mehmed-i Berzencai Türbesi, Şeyh Ahmed Mürşidi Türbesi, Şeyh Matar Türbesi,
Şeyh Ahmed Rasim’in Kabri, Şeyh Zeki’nin Kabri, Beyaz (Akmezar) Türbe,
Seyfülmülük Türbesi, Bab-ı Kal (Bavekal) Türbesi, Halvet Baba Türbesi, Hamza
Baba Ziyareti, Şeyh Güzel Türbesi, Hançer-i Güzel Türbesi, Yusuf Raif Efendi
Türbesi, İmam Akil Türbesi, Sinanoğlu Camii Ziyareti, Kamışlı Ziyareti, İnce ve
Arap Türbesi önemli ziyaret yerleridir..106..
98 Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 192.
99 Bkz. Özdemiroğlu Osman Paşa, 1571–1575 yılları arasında Diyarbakır’da valilik yapmıştır. Şehirdeki 16. Osmanlı valisidir (Bkz.
Bulduk, 25–26).
100 Baysanoğlu, C. II, 627.
101 Bkz. Taşlar ve Düşler Diyarbakır, 98.
102 Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 186–187.
103 Bkz. Bulduk, 88.
104 Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 195.
105 Baysanoğlu, C. II, 746.
106 Ayrıntılı bilgi için Bkz. İrfan Yıldız, “Diyarbakır Türbeleri”, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır Valiliği Kültür
Sanat Yayınları, Diyarbakır 2011, 319–365.
268
Ayrıca Çınar İlçesi’nde; Aktepe köyünde Şeyh Hasan Nurani Türbesi,
Meydan köyünde Şeyh Ahmet Türbesi, Altunakar Köyü’nde Şeyh Kasım el-Hadi
et-Toğari Türbesi ve sarayının kalıntıları bulunmaktadır..107..
2.5 Medreseler
Eski bir bilim ve kültür merkezi olan Diyarbakır’da İslam mimarisi sadece
camilerle sınırlı kalmamıştır. Burada medrese mimarisinin de en güzel örneklerini
bulmak mümkündür. Bunlardan bazıları günümüze ulaşmamışsa da XII. yüzyılda
yapılan Mesudiye ve Zinciriye Medreseleri, XVI. yüzyılda yapılan Hüsrev Paşa, Ali
Paşa ve Müslihiddin Lari Medreseleri önde gelenleridir.
Mesudiye Medresesi: Ulu Cami Külliyesi içinde yer almaktadır.
Diyarbakır’da yapılan ilk büyük medresedir. Medresedeki yazıtlara göre yapımına
1193–1194 yıllarında Artuklu Meliki Ebu Muzaffar II. Sökmen zamanında başlanmış,
fakat melikin ölümü sebebiyle 32 yıl sonra Melik Mesud lakablı Mevdud döneminde
1223 yılında tamamlanmıştır. Mesudiye Medresesi denilmesinin sebebi de budur.
İki katlı olan medrese, açık medreseler gurubu içinde tek veya çift eyvanlı şemaya
bağlıdır. Mimari açıdan Zinciriye medresesinin üslubuna benzemektedir. Mimarı
Halepli Mahmut oğlu Cafer’in adı bazı surlardaki kitabelerde, ulu caminin onarımı
ve deve geçidi köprüsü kitabesinde geçmektedir..108.. Günümüzde onarımı yapılmış
ve Şarkiyat Araştırmaları Derneği tarafından kullanılmaktadır..109..
Zinciriye (Sincariye) Medresesi: Ulu Cami’nin güney batısında yer alan
yapı, I. Dünya Savaşı’na kadar medrese, 1934 yılından sonra ise müze olarak
kullanılmıştır. Ulu Cami ile arasında kemerli bağlantılar bulunmaktadır. Kimin
tarafından yaptırıldığı konusunda farklı görüşler bulunan medresenin 1198 yılında
Artuklulardan Kutbuddin Muzaffer II. Sökmen zamanında ve mimar İsa Ebu Dirhem
tarafından yapıldığı görüşü ağır basmaktadır. Açık medreseler gurubu içerisinde, tek
veya iki eyvanlı şemaya bağlı, tek katlı olarak inşa edilmiştir.
Hüsrev Paşa (Hüsreviyye) Medresesi: Diyarbakır’ın 2. valisi Hüsrev
Paşa tarafından 1521–1528 yılları arasında yaptırılmıştır. XVI. yüzyılın önde gelen
110
bilginlerinden Müslihiddin Lari uzun süre bu medresede baş müderrislik yapmıştır.....
Ali Paşa Medresesi: Ali Paşa Camisinin batısında, Mardinkapı ile Urfakapı
arasındadır. 1534–1537 yılları arasında Diyarbakır’ın 6. valisi Hadım Ali Paşa
tarafından yaptırılmıştır..111.. Tek katlı inşa edilen bina günümüzde onarılmıştır..
Müslihiddin Lari (İbariye veya Parlı) Medresesi: Şeyh Safa Cami
Külliyesi içinde yer almaktadır. XV. yüzyılın üçüncü çeyreğinde Akkoyunlu
107
108
109
110
111
Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 132–137.
Bkz. Baysanoğlu, C. I, 335–339; Kılcı, 23.
Bkz. Baysanoğlu, C. I, 332–334; Diyarbakır Gezi Rehberi, 44.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 154–155.
Bkz. Baysanoğlu, C. II, 586–587; Taşlar ve Düşler Diyarbakır, 92.
269
hükümdarı Uzun Hasan tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Müslihiddin
Lari burada ders verdiği için bu adı almıştır..112.. Günümüzde kullanılmayan ve tüm
dış etkilere açık yapının korunması için gerekli tedbirlerin alınması gerekmektedir.
Fatih Paşa (Latifiye) Medresesi: Fatih Paşa Camisinin kuzeydoğusundadır.
Burası aslında Fatih Paşa camisinin Şafiiler kısmı olmakla birlikte XIX. yüzyılda
aynı zamanda Latifiye adı ile medrese olarak kullanılmıştır. Uzun bir süre atıl bir
şekilde kaldıktan sonra 2004 yılında onarılarak SHÇEK Kadın ve Çocuk Eğitim
Merkezi olarak kullanılmaya başlanmıştır..113..
3. Diyarbakır’ın İlçelerindeki İnanç Turizmi Değerleri
Diyarbakır’ın ilçelerinde de inanç turizmi açısından önemli birçok mekân
bulunmaktadır. Eğil ilçesi bu açıdan gayet zengindir.
3.1 Eğil’deki İnanç Turizmi Değerleri
Eğil, Dicle Nehri kenarında Diyarbakır’a 48 km mesafede zengin inanç
turizmi değerlerine sahip bir ilçedir. Burada Peygamber kabirlerinin yanı sıra cami,
kilise, türbe, Asur Kalesi kalıntıları ve kaya mezarları bulunmaktadır..114..
İlçe’de Nebi Harun Tepesi denen yerde türbeler ve cami bulunmaktadır.
Burada Kuran-ı Kerim’de ismi zikredilen.116.. Zülkifl (a.s)’ın kabrinin
bulunduğu, 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’nde geçmektedir..117.. Burada
kabrinin bulunduğu kabul edilen bir diğer peygamber Hz. Elyesa’dır. Kuran-ı
Kerim’de Elyesa (a.s)’ın ismi “İsmail, Elyasa, Yunus ve Lut’a da yol gösterdik;
hepsini âlemlere üstün kıldık”.118.. ve “İsmail’i Elyesa’yı, Zülkifl’i de an. Hepsi de
iyilerdendir”.119.. mealindeki iki ayette geçmektedir. İslami kaynaklarda Elyesa b.
Ahtub b. Acuz şeklinde verilen şeceresi dışında hakkında kesin bilgiler bulunmayan
Elyasa peygamberin, İlyas (a.s) devrinde yaşadığı ve ondan sonra görevlendirildiği
belirtilmektedir..120.. 1316/1898, 1321/1903 ve 1323/1905 tarihli Diyarbakır
Salnameleri’nde Hz. Elyesa (a.s)’ın Eğil’de medfun bulunduğu ve mezarınında 15
metre uzunluğunda olduğu belirtilmektedir. Ayrıca yine bu salnamelere göre Hallak
(a.s)’ın, Harun-ı Asafi (a.s)’ın ve Harut (a.s)’ın peygamber olduğu ve kabirlerinin
Eğil’de bulunduğu belirtilmektedir..121..
.115..
112
113
114
115
116
Baysanoğlu, C. II, 489.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 156.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 155.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 29–31.
“Ve İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de hatırla ki, onların hepsi sabredenlerdendi. Ve bu yüzden onların hepsini rahmetimizle
kuşatmıştık; onlar gerçekten dürüst, erdemli ve salih kimselerdi” (Enbiya, 85–86) “İsmail’i, Elyesa’yı ve Zülkifl’i de an. Hepsi de
iyilerdendi” (Sad, 48).
117 Bkz. Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 208.
118 En’am, 86.
119 Sad, 48.
120 M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi II, TDV Yayınları, Ankara 2003, 143–144; Erikli, 4.
121 Bkz. Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 208.
270
Burada halk tarafından Peygamber olduğuna inanılan fakat kaynaklarda
kimliği ve peygamber olduğu ile ilgili bilgi bulunmayan eizze-i kiramdan Hz.
Zünnun da medfundur..122..
İlçe’de bulunan diğer yapılar şunlardır.
Ulu (Taciyan) Camii: Eğil Kalesi’nin güney yamacında, Nebi Harun
Tepesi’ne çıkan yolun sol tarafında yer almaktadır. Caminin kuzey ve güney
duvarları kısmen ayakta, mihrap ise sağlam durumdadır. Yapılış tarihi kesin olarak
bilinmemekle birlikte Artuklu döneminde XII. yüzyılın ikinci yarısında.123.. yapıldığı
tahmin edilmektedir..124.. Caminin restore edilmesi gerekmektedir. Ayrıca yapılış
tarihi bilinmeyen ve 1978 yılında tadilat geçiren Eyyubiye Camii bulunmaktadır. Taş
örme ve dört kemerden oluşan bu cami için Osmanlı döneminde “Eyyubiye Camii
Vakfı” kurulmuştur..125..
Kale Kilise: Eğil Kalesi’nin içinde yer almaktadır. Rivayetlere göre
I. yüzyılda havari I. Aday (Addai veya Thaddeus) buraya gelerek, kilisenin
etrafına bir manastır yaptırmış ve Eğil’i piskoposluk bölgesi yapmıştır.
Kale’nin hemen altında III. yüzyılda yapılmış Süryani Kilisesi’nin var olduğu ve
Hıristiyanlarca kutsal sayılan 5 azizden biri olan Aday’ın burada gömülü olduğu
iddia edilmektedir.....126..
Nisanoğlu Türbesi: Türbenin Nisanoğullarından İzzüddevle Nasr veya
Esadüddin’e ait olabileceği tahmin edilmekle birlikte kesin bir bilgi mevcut
değildir.....127.. ...
Zat-ı Ali Kümbeti: Gazanfer Türbesi de denilen Zat-ı Ali Kümbeti, Eğil
Kalesi’nin karşısında Ali Tepesi’nde eski bir mezarlık içinde bulunmaktadır. Yapılış
tarihi bilinmeyen kümbetin.128.. XVI. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir..129..
Tamamen harap halde bulunan türbenin onarımı yapılarak turizme kazandırılması
gerekmektedir.
Çifte Kümbet: İlçe’ye bağlı Kalkan Köyü’nde bulunmaktadır. Kümbetlerden
altıgen olanının Eğil Beylerinden Kasım Bey b. Şah Muhammed Bey’e ait olduğu
kesin olarak bilinmektedir.
Sekizgen kümbetin ise Kasım Bey’in yeğeni Murat Bey b. İsa Bey’e ait
olduğu tahmin edilmektedir. Kasım Bey kümbetinin XVI. yüzyılda yapıldığı
düşünülmektedir. Çaldıran savaşında Yavuz Sultan Selim’in maiyetinde bulunan,
Diyarbakır’daki Lala Kasım Camisini yaptıran Kasım Bey 1535 yılında vefat etmiş
ve amcası Murad Bey tarafından buraya defnedilmiştir..130..
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 196.
1040 yılında Eğil Beyi Pir Bedir tarafından yapıldığı da ifade edilmektedir (Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 162).
Bkz. Baysanoğlu, C. I, 330–332.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 66.
Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 164.
Bkz. Erikli, 12.
Kümbet (Künbet): Üstü koni veya piramit şeklinde bir külahla örtülmüş olan türbelere, özellikle de Selçuklu devri türbelerine
verilen isim (Çam, 241).
129 Rahmi Hüseyin Ünal, Diyarbakır İlindeki Bazı Türk-İslam Anıtları Üzerine Bir İnceleme, Atatürk Üni. Yay., Erzurum 1975, 62.
130 Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 194.
122
123
124
125
126
127
128
271
3.2 Ergani’deki İnanç Turizmi Değerleri
Diyarbakır’a 55 km mesafede, Çayönü Höyüğü, Surp Astvavadzin Ermeni
Kilisesi (Meryem Ana Kilisesi), kalesi, türbe ve kaya mezarları ile öne çıkan bir
ilçedir..131..
İlçe’de Peygamber olduğuna inanılan Nebi Enüş (A.S)’ın Kabri
bulunmaktadır. Kaynaklarda Enüş (a.s)’ın Hz. Şit’in oğlu olduğu belirtilmekte ve
bunun haricinde onunla ilgi ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır..132.. 1316/1898 tarihli
Diyarbakır Salnamesi’nde Hz. Enüş’ün kabrinin Ergani’de olduğu belirtilmektedir.
Burada bir de Peygamber makamı bulunmaktadır. Nebi Zülkifl (a.s)’ın 1301/1883,
1308/1890 ve 1318/1900 tarihli Diyarbakır Salnameleri’nde makamının Ergani’de
olduğu ve bu makamın tamir ve tefriş edildiği bilgisi bulunmaktadır..133..
Surp Astvavadzin Ermeni Kilisesi (Meryem Ana Kilisesi): Önceleri
büyük bir manastırın bir parçası olan kilise, İlçe’ye 5 km mesafede Makam Dağı’nda
bulunmaktadır. Günümüzde yıkık haldedir..134..
Yakacık (Kotegan) Köyü Türbesi: İlçe’nin Yakacık Köyü’nde Seyyid
Şeyhlarin medfun bulunduğu iki ayrı türbe bulunmaktadır. Şeyh Zülfü’ye bir ayağının
sekmesinden dolayı “Şeyh-i Kot” lakabı verilmiş ve bundan dolayı “Kotegan Şeyhi”
diye şöhret bulmuştur. Buradaki türbelerde Şeyh Zülfü’nün yakınlarından birçok
kişinin kabri bulunmaktadır..135..
3.3 Çermik’teki İnanç Turizmi Değerleri
Diyarbakır’a 86 km mesafedeki Çermik, kaplıca, bağ ve bahçeleri ile
meşhur bir ilçedir..136.. lçe’de öne çıkan eser Ulu (Sultan Alaaddin, Cami-i Atik,
Cami-i Çermik veya Şah Ali Bey) Cami’dir. Bugünkü haliyle cami, iki ayrı zamanda
inşa edilmiş, bitişik iki camiden oluşmaktadır. Fahreddin Kara Arslan zamanında
İnaloğullarından Ebu Mansur İlaldı b. İbrahim tarafından yaptırılmıştır. Cami,
Moğol istilasında tahrip olmuş, Anadolu Selçuklu sultanı II. Alaaddin Keykubat
döneminde onarılmıştır..137.. Cami tarihi özelliklerinin büyük bir kısmını günümüzde
kaybetmiştir. Ayrıca ilçede aslı medrese olarak Çeteci Abdullah Paşa.138.. tarafından
1756 yılında yaptırılan Medrese Camii bulunmaktadır..139. 1730 yılında inşa
edildiği düşünülen Çarşı Camii.140.. ve 1853 yılında Hacı Seyyid Hüseyin oğlu Hacı
Muhammet tarafından yaptırılan, Hanbaşı Camii.141.. İlçe’de görülmesi gereken
değerlerdir.
131
132
133
134
135
136
137
138
Diyarbakır Gezi Rehberi, 171.
Erikli, 13.
Bkz. Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 208; Dini Değerleri ile Diyarbakır, 41–45.
Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 174.
Bkz. Erikli, 49–52.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 126.
Baysanoğlu, C. I, 329.
Osmanlı döneminde 5 kez Diyarbakır valiliği yapan ve aslen çermikli olan Abdullah Paşa’ya Hac görevi sırasında urban
eşkıyasına karşı başarılı mücadelesinden dolayı “çeteci” lakabı verilmiştir (Bkz. Baysanoğlu, C. II, 705–706).
139 Diyarbakır Gezi Rehberi, 129.
140 Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 66.
141 Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 75.
272
Havra (Sinagog): İlçe merkezinde bir havra bulunmaktadır. Bugün
mülkiyetinin ait olduğu aile tarafından depo olarak kullanılmasına rağmen mimari
özelliklerini korumaktadır. Yapının üzerinde, İbranice bir kitabe bulunmaktadır..142..
Havranın ne zaman yapıldığı bilinmemekle birlikte 1416’da tamamlandığı
sanılmaktadır..143.. Günümüzde onarımı yapılarak turizme kazandırılması
gerekmektedir.
Şeyhan Dede Türbesi:İlçe’nin Şeyhan Dede Köyü’nde köyün adı ile anılan
türbede, Sultan IV. Murat döneminde yaşamış bir kişinin türbesi bulunmaktadır.
Kendisi ile ilgili herhangi bir bilgi mevcut değildir..144.. Çivan Köyü’nde ise “Hacı
Baba” lakabı ile tanınan Hacı Mehmet’in türbesi bulunmaktadır..145..
3.4 Hani’deki İnanç Turizmi Değerleri
Diyarbakır’a 70 km mesafede bulunan Hani’de, Artuklular’dan kalma
olduğu kabul edilen, 1656 ve 1682 yıllarında onarım gören Ulu Cami.146.. ve Cafer-i
Tayyar Türbesi’nin yanına inşa edilen Cafer-i Tayyar Mescidi bulunmaktadır. Bu
mescidin 229. Osmanlı valisi olan Kurt İsmail Paşa.147.. tarafından inşa edildiği
tahmin edilmektedir..148..
Hatuniye (Zeynebiye) Medresesi: Ulu Cami’nin yakınında bulunmaktadır.
Yapım tarihi bilinmemekle birlikte XIII. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilmektedir.
.149.. Türk mimarisinin en güzel örneklerinden olan bu medrese günümüzde tamamen
restore edilmiştir.
Cafer-i Tayyar Türbesi: 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’nde
Peygamber Efendimizin amcasının oğlu Cafer-i Tayyar hazretlerinin Hani’de
medfun olduğu bilgisi geçmektedir. Halkın inanışı da bu yöndedir. Fakat Hz.
Cafer (r.a)’ın bu türbede medfun olması mümkün değildir. Türbede medfun kişinin
Cafer-i Tayyar (r.a)’ın torunlarından biri olabileceği tahmin edilmektedir..150.. Aynı
Salnameye göre eizze-i kiramdan Seyyid Bedreddin ve Karazlı Şeyh Ahmed Efendi
de Hani’de medfundur. .151.. Ayrıca İlçe mezarlığında Hani Kadılığı yapmış olan
Sadullah Efendi’nin torunu, Rifai tarikatına mensup Şeyh Abdullah Hatipoğlu’nun
türbesi.152.. önemli ziyaret yerlerindendir.
3.5 Kulp’taki İnanç Turizmi Değerleri
Diyarbakır’a 123 km mesafede, Ağaçlı Kalesi, Surp Pırgiç Ermeni Kilisesi,
Kefrum Kalesi, Telli Ağa Köşkü, mağaraları ve türbeleri ile öne çıkan bir ilçedir..153..
142
143
144
145
146
147
148
149
150
151
152
153
Diyarbakır Gezi Rehberi, 128.
Bali, “Diyarbakır Yahudileri”, 384.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 221.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 197.
Baysanoğlu, C. II, 674.
Bkz. Bulduk, 178.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 64.
Bkz. Baysanoğlu, C. I, 340–341.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 193.
Bkz. Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 209.
Bkz. Korkusuz, Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbakır Velileri I-II, 41.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 196.
273
Surp Pırgiç Ermeni Kilisesi: İlçe’ye 22 km mesafede Yaylak Köyü’nde
bulunmaktadır..154.. Burada ayrıca İlçe merkezine 5 km mesafede, Karabulak
Köyü’nün batısında, Osmanlı-Rus savaşında şehit olduğuna inanılan seyyid Şeyh
Ali Türbesi,.155.. Özbek Köyü’nde Şeyh Şerif diye bilinen Şeyh Ebu Bekir Türbesi
ve Karpuzlu (Herta) Köyü’nde seyyid Şeyh Mahmut Türbesi bulunmaktadır..156..
Konuklu Köyü’nde ise Şeyh Ömer ve Şeyh Muhammed Türbeleri bulunmaktadır.
Şeyh Ömer, Hamidiye Alay Komutanlığı yapmış ve Ruslarla yapılan savaşta şehit
olmuştur. Şeyh Muhammed ise Aydın’da vefat etmiş ve vasiyeti üzerine buraya
defnedilmiştir..157..
3.6 Silvan’daki İnanç Turizmi Değerleri
Diyarbakır’a 78 km mesafede, Malabadi Köprüsü, Hasuni Mağara Şehri,
kalesi ve camileri ile öne çıkan bir İlçe’dir..158..
İlçe’deki en önemli cami, Selahaddin Eyyubi (Ulu veya Acem) Camisi’dir.
İlk yapım tarihi kesin olarak bilinmeyen cami hakkındaki bilgiler, tarihçi ve
seyyahların eserlerinden elde edilmektedir. Tarihçi İbn-i Şeddad 1031, İranlı Seyyah
Nasır-ı Hüsrev 1046 tarihlerinde bölgedeki bir camiden bahsetmektedir. Silvanlı
tarihçi İbnü’l-Ezrak ise 1152 tarihinde camiyi yıkık halde gördüğünü, kubbesinin de
1157’de onarıldığını ifade etmektedir..159.. Caminin kubbesinde bulunan kitabesinde
Artuklu Sultanı Necmeddin Alp (1152–1176) tarafından yeniden yaptırıldığı
anlaşılmaktadır. Artuklular döneminde bugünkü görünümünü alan camiye Eyyubiler
döneminde de bazı eklemeler yapılmıştır..160
Ayrıca İlçe’de Keldani Kilisesi.161.. olarak bilinen, sonrasında uzun yıllar
sinema olarak kullanılan ve 1988 yılında Belediye tarafından onarılarak camiye
çevrilen Belediye Cami.162.. ve sancak beyi Kara Behlül Bey tarafından 1566–1574
yılları arasında inşa ettirildiği tahmin edilen Kara Behlül Camii bulunmaktadır.
.163.. İlçe’nin Murat Ovası’nda ise her yıl Mart ayının bitimine 4 gün kala burada
yapılan “Murat Şenlikleri” ile ziyaretçi akınına uğrayan Komutan Muaz Türbesi
bulunmaktadır. Halk arasında Komutan Muaz’ın Sahabe Muaz b. Cebel olduğuna
inanılmaktadır. Fakat Muaz b. Cebel’in kabri, Ürdün’dedir..164.. Burada medfun
bulunan kişi hakkında her hangi bir bilgi mevcut değildir.
3.7 Hazro’daki İnanç Turizmi Değerleri
Diyarbakır’a 70 km mesafede bulunan Hazro’da, Tercil Kalesi, Ulu Cami,
türbeler ve Derebeyi Saray kalıntıları bulunmaktadır..165..
Ulu (Hacı Fettah veya Büyük) Cami: Kitabesi bulunmayan ve kimin
tarafından yaptırıldığı tam olarak bilinmemekle birlikte XVI. yüzyıl sonlarında
154
155
156
157
158
159
160
161
162
163
164
165
274
Diyarbakır Gezi Rehberi, 202.
Adnan Çelik-Vefa Akdoğan, Sosyo-Kültürel Yönleriyle Kulp, Zafer Matbaası, Kulp 2006, 143.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 222–226.
Çelik-Akdoğan, 143.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 214.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 143–145.
Baysanoğlu, C. I, 325–326.
İsminin Ermeni Surp Stephanos Kilisesi olduğu da iddia edilmektedir (Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 222).
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 64.
Baysanoğlu, C. II, 639.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 204.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 190.
veya XVII. yüzyıl başlarında inşa edilen bir Osmanlı eseri olduğu kabul edilen, tek
kubbeli küçük bir camidir. Sonradan, çeşitli yönlerine yapılan ilavelerle genişletilmiş
fakat mimari özelliklerini kısmen yitirmiştir..166..
İlçede ayrıca Meyrani (Ülgen) Köyü’nde, soyu Hz. Ali (r.a)’ye dayanan
Şeyh Osman Zerraki’nin türbesi,.167.. Şeyhan (Terdöken) Köyü’nde 1316/1898 tarihli
Diyarbakır Salnamesi’ne göre eizze-i kiramdan Şeyh Şapur’un türbesi.168.. ve İlçe
mezarlığında günümüzde adeta bir türbe haline gelmiş Seyda Hacı olarak tanınan
Abdulfettah Yazıcı hocanın kabri bulunmaktadır..169..
3.8 Lice’deki İnanç Turizmi Değerleri
Lice, Diyarbakır’a 84 km mesafededir. Kaleleri, Bırkleyn ve Ashab-ı Kehf
Mağaraları, camileri, türbeleri, han ve Dakyanus Antik Kenti ile görülmesi gereken
bir ilçedir..170..
İlçe’de kurduğu vakıflar ve halka yaptığı hizmetlerle Vakıf Ahmed Bey
olarak adlandırılan Lice Beyi tarafından 1540–1541 yıllarında yaptırılan Ulu (Vakıf
Ahmed Bey) Cami bulunmaktadır. Cami, 1845 yılında yanmış ve 1875 yılında Hacı
Sadullah Bey tarafından onarılarak, bazı ilavelerle genişletilmiştir. 1975 yılında
meydana gelen depremde cami büyük hasar görmüş ve minaresi yıkılmıştır..171..
Bu deprem sonrası ilçe merkezinin daha aşağıya alınmasıyla, cami yerleşim yerinin
dışında kalmış ve zamanla harabe haline gelmiştir. Caminin onarımı yapılarak
turizme kazandırılması gerekmektedir.
İlçe’de ayrıca 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’ne göre eizze-i
kiramdan Şeyh Bilal, eizze-i kiramdan Mahmud el Askeri, eizze-i kiramdan Derviş
Ali, Hz. Ebu Bekir’in torunlarından Şeyh Pir Hasan ve Pir İzzeddin’in kabirleri
bulunmaktadır. Fakat bu kabirlerin nerede olduğu bilinmemektedir..172..
Bununla beraber yine aynı salnameye göre Şeyh Hasan-ı Zerraki Türbesi, Şeyh
Muhammed Türbesi ve Şeyh İsmail Türbesi Lice’de bulunmaktadır..173.. Hezan
(Savat) Köyü’nde ise Şeyh Abdulkadir ve bazı akrabalarının kabirlerinin bulunduğu
bir türbe vardır..174...
3.9 Çüngüş’deki İnanç Turizmi Değerleri
Diyarbakır’a 110 km mesafede olan Çüngüş’te, geçmişte yoğun Ermeni
nüfusu yaşamıştır. İlçe’de günümüzde harabe haline gelmiş XV. yüzyıla ait Surp
Garabed Ermeni Kilisesi ve Surp Asdvadzadzin Ermeni Manastırı bulunmaktadır.....
Burada öne çıkan Osmanlı eseri ise Kapıkıran Mehmet Ali Paşa tarafından
1596 yılında yaptırılan Ali Bey Camisi’dir..176..
.175..
Ayrıca İlçe’nin Kubbe mezarlığında Hasan Dede Türbesi ve yanında harap
halde bir de tekke bulunmaktadır. Hasan Dede’nin 1325’li yıllarda Hindistan’dan
..166
167
168
169
170
171
172
173
174
175
176
Baysanoğlu, C. II, 671–672.
Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 194.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 231.
M. Cevat Ergin, “Hazrolu Seyda Hacı Abdulfettah Yazıcı”, C. VIII, S. I, D.Ü.İ.F.D, Diyarbakır 2006, 110.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 206.
Baysanoğlu, C. II, 635–636.
Dini Değerleri ile Diyarbakır, 200.
Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 223.
Korkusuz, Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbakır Velileri I-II, 37–39.
Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi,139–142.
Dini Değerleri ile Diyarbakır, 49.
275
Anadolu’ya gelen erenlerden olduğu, Fatih Sultan Mehmet devri kadılarından
olduğu ve 1316/1898 tarihli Diyarbakır Salnamesi’ne göre eizze-i kiramdan olduğu
şeklinde farklı rivayetler mevcuttur..177..
3.10 Dicle’deki İnanç Turizmi Değerleri
Dicle, Diyarbakır’a 85 km mesafededir. İlçe’nin 5 km doğusunda Kocaalan
(Deyran) Köyü’nde Pir Mansur Türbesi bulunmaktadır. Yöre halkı tarafından sıklıkla
ziyaret edilen 1611 tarihli türbe içerisinde başka mezarlar da bulunmaktadır..178..
İlçe’nin Tepebaşı (Şeyh Malan) Köyü’nde bulunan türbede ise 1316/1898
tarihli Diyarbakır Salnamesi’ne göre Ebu Eyyüb el Ensari (r.a)’nin soyundan olan
Şeyh Musa medfundur..179..
3.11 Bismil’deki İnanç Turizmi Değerleri
Bismil, Batman-Diyarbakır yolu üzerinde Diyarbakır’a 54 km mesafededir.
Nüfus yoğunluğu olarak Diyarbakır’ın Ergani’den sonra ikinci büyük ilçesidir.
İlçe’nin etrafında bulunan höyüklerde tarih öncesi birçok uygarlığın izlerini bulmak
mümkündür..180..
İlçe’nin Arabkent (Bayındır) Köyü’nde bir türbe bulunmaktadır. Burada
Nakşibendî tarikatının Halidi koluna mensup seyyid olan Muhammed Şerif
(Muhammed Arabkendi) medfundur..181..
3.12 Kocaköy’deki İnanç Turizmi Değerleri
Kocaköy, Diyarbakır’a 60 km mesafededir. İlçe’ye bağlı Bozbağlar
Köyü’nde kabirleri belli olan 12, toplamda da 33 şehit sahabe bulunmaktadır..182..
Ayrıca İlçe’nin en eski camisi olan, ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesin
olarak bilinmemekle birlikte mimari açıdan Artuklu ve Selçuklu izleri taşıyan Ulu
Cami .183.. görülmesi gereken yerlerdendir.
SONUÇ
Diyarbakır, sahip olduğu inanç turizmi değerleri ile öne çıkan bir şehirdir.
Şehir merkezinde ve ilçelerde tanıtılmayı bekleyen sayısız ziyaret mekânları
bulunmaktadır. Şehri inanç turizminin merkezi haline getirecek söz konusu dini
değerlerde gerekli onarımlar yapılmalı ve tanıtım faaliyetlerine önem verilmelidir.
Şehirdeki güvenlik probleminin çözülmesi de turizm değerlerinin ortaya
çıkmasına katkı sağlayacak en önemli faaliyetlerdendir.
İnanç turizmi ve buna bağlı olarak gelişecek ticari hareketlilik Diyarbakır’da
önemli ekonomik değişimlerin önünü açacaktır. Bu kapsamda bölgedeki geleneksel
yapıların inanç turizmine yönelik kullanımlarla desteklenmesi, inanç turizmi
açısından önemli merkezlere gerekli niteliklere sahip din görevlilerinin atanması ve
tur acentelerinin teşvik edilmesi gibi çalışmalara önem verilmelidir.
177
178
179
180
181
Bkz. Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, 209.
Diyarbakır Gezi Rehberi, 121.
Bkz. Korkusuz, Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbakır Velileri I-II, 268–274.
Özaydın, “Diyarbakır İlçelerinde Muhtemel Sahabe Mezarları”, 101.
Camide bulunan kitabelerden birinde 1355 tarihi okunmaktadır. Bu tarih yörede Artuklular’ın hâkim olduğu döneme tekabül etmektedir (Bkz.
Dini Değerleri ile Diyarbakır, 141).
182 Bkz. Dini Değerleri ile Diyarbakır, 199–200.
183 Bkz. Diyarbakır Gezi Rehberi, 152.
276
KAYNAKÇA
Aksoy, Mustafa, “Türkiye’de İnanç Turizmine Genel Bir Bakış ve
Hıristiyanlığın Seyahate Verdiği Önem”, Hıristiyanlık (Dünü, Bugünü ve Geleceği),
Dinler Tarihi Araştırmaları III, Ankara: Dinler Tarihi Derneği 2002.
Anonim, Diyarbakır Gezi Rehberi, İstanbul: Boyut Yayıncılık 2011.
Anonim, Diyarbakır Suriçi Koruma Amaçlı İmar Planı Araştırma Raporu,
Diyarbakır 2010.
Anonim, Dini Değerleri İle Diyarbakır, Diyarbakır: Diyarbakır İl Müftülüğü
Yayınları 2009.
Anonim, Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, (Ed. İrfan Yıldız),
Diyarbakır: Diyarbakır Valiliği Kültür Sanat Yayınları 2011.
Anonim, Taşlar ve Düşler Diyarbakır, İstanbul: Diyarbakır Büyükşehir
Belediyesi Başkanlığı Kültür ve Sanat Yayınları 2004.
Beysanoğlu, Şevket, Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, C. I, II,
Ankara: Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları 1998.
Bulduk, Abdulgani Fahri, Diyarbakır Valileri, (Haz. Eyyüp TanrıverdiAhmet Taşğın), İstanbul: Medrese Yayınları 2007.
Çam, Nusret, İslamda Sanat Sanatta İslam, Ankara: Akçağ 1999.
Çelik, Adnan -Vefa Akdoğan, Sosyo-Kültürel Yönleriyle Kulp, Kulp:
Zafer Matbaası 2006.
Çiçek, Zeynel Abidin, Diyarbakır’ın Fethi, Tarihi ve Kültürü, Diyarbakır:
Söz 2007.
Şevket Baysanoğlu-M. Sabri Koz-Emin Nedret İşli, Diyarbakır: Müze
Şehir, , İstanbul: Yapı Kredi Yayınları 1999.
Diyarbakır Salnameleri (1869–1905), C. IV, İstanbul: Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi Yayınları 1999.
Emiri, Ali, Osmanlı Vilayat-ı Şarkiyyesi Osmanlı Doğu Vilayetleri, (Haz.
Abdulkadir Yuvalı-Ahmet Halaçoğlu), İstanbul: Babıâli Kültür Yayıncılığı 2008.
Ergin, M. Cevat, “Hazrolu Seyda Hacı Abdulfettah Yazıcı”, C. VIII, S. I,
Diyarbakır: Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2006.
Erikli, Yahya, Peygamberler Sahabeler Diyarı Diyarbakır ve Bölgedeki
Ziyaretler, Diyarbakır: Söz 2006.
İlhan, M. Mehdi, “Diyarbakır’ın Türbe, Yatır ve Mezarlıkları”, İslam
Dünyasında Mezarlıklar ve Defin Gelenekleri, Ankara: TTK Yayınları 1996.
Karan, Cuma, Diyar-ı Bekir ve Müslümanlarca Fethi, İstanbul: Ensar
Neşriyat 2010.
Korkusuz, M. Şefik, Tezkire-i Meşayih-i Amid Diyarbakır Velileri I-II,
İstanbul: Kent Yayınları 2004.
277
Seyahatnamelerde Diyarbakır, İstanbul: Kent Yayınları 2003.
Köksal, M. Asım, Peygamberler Tarihi I-II, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları 2003.
Nebiler, Sahabiler, Azizler Ve Krallar Kenti Diyarbakır, Ankara: Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları 2010.
2003.
Şimşek, Mehmet, Süryaniler ve Diyarbakır, İstanbul: Chiviyazıları Yayınevi
TDV İslam Ansiklopedisi (DİA), C. IX, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları 1994.
Tuncer, Orhan Cezmi, Diyarbakır Kiliseleri, Ankara: Diyarbakır
Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları 2002.
Ünal, Rahmi Hüseyin, Diyarbakır İlindeki Bazı Türk-İslam Anıtları
Üzerine Bir İnceleme, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yayınları 1975.
http://www.karacadag.org.tr/bolgemiz-detay.asp?ContentId=26
06.12.2011).
(Erişim:
Ek
Fotoğraf 1. Virantepe Höyük yerleşimi ve Artuklu Sarayı kalıntıları
278
Fotoğraf 2:. Nebii Camii
Fotoğraf 3. Behram Paşa Camii
Fotoğraf 4. Şeyh Matar Camii ve dört ayaklı minare
279
Fotoğraf 5. İçkale’den görünüş
Fotoğraf 6. Bıyıklı Mehmet Paşa Camii
Fotoğraf 7. Ulu Camii
Fotoğraf 8. Safa Cami ve minare
280
Fotoğraf 9. Melek Ahmet Paşa Camii Fotoğraf 10. İskender Paşa Camii
Fotoğraf 11. Hüsrev Paşa Camii
Fotoğraf 13. Hüsrev Paşa Camii
281
Fotoğraf 12. Hadım Ali Paşa Camii
Fotoğraf 14. Nasuh Paşa Camii
Fotoğraf 15. Ömer Şeddad Camii
Fotoğraf 17. Lala Bey Camii
Fotoğraf 19. Şeyh Azizi Urmevi Camii
Fotoğraf 21. Defterdar Camii
Fotoğraf 16. Nasuh Paşa Camii
Fotoğraf 18. Arap Şeyh Camii
Fotoğraf 20. Şeyh Yusuf Camii
Fotoğraf 22. Salos Camii
282
Fotoğraf 23. Cağaloğlu Mescidi
Fotoğraf 24. İbrahim Bey Mescidi
Fotoğraf 25. Taceddin Mescidi
Fotoğraf 26. Kavas-ı Sagir Mescidi
Fotoğraf 27. Meryem Ana Kilisesi
Fotoğraf 29. Saint George Kilisesi
283
Fotoğraf 28. Mar Petyun Kilisesi
Fotoğraf 30. (Süryani) Protestan Kilisesi
Fotoğraf 31. Surp Sarkis Kilisesi
Fotoğraf 33. Süleyman Nazif İÖO
Avlusundaki Kilise
Fotoğraf 32. Ermeni Katolik Kilisesi
Fotoğraf 34. Fatih Paşa Medresesi
Fotoğraf 35. Müslihiddin Lari Medresesi Fotoğraf 36. Zinciriye Medresesi
Fotoğraf 37. Mesudiye Medresesi
Fotoğraf 38. Hüsrev Paşa Medresesi
284
Fotoğraf 39. Şeyh Abdülcelil Türbesi
Fotoğraf 42. Lala Bey Türbesi
Fotoğraf 41. Sultan Şüca Türbesi
Fotoğraf 43. Sarı Saltuk türbesi
Fotoğraf 44. Şeyh Yusuf Hamedani Türbesi
Fotoğraf 45. Surp Giragos Kilisesi
285
Fotoğraf 40. Zincirkıran Türbesi
Fotoğraf 46. Ali Paşa Medresesi
Fotoğraf 47. Fatih Paşa
Türbesi
Fotoğraf 48. Dabanoğlu Fotoğraf 49. Arap Şeyh
Türbesi
Türbesi
Fotoğraf 50. Sahabeler
Türbesi
Fotoğraf 52. İskender Paşa
Türbesi
Fotoğraf 51. Nebi Camii
Türbesi
Fotoğraf 53. Özdemiroğlu Osman
Paşa Türbesi
286
DİYARBAKIR’IN TURİZM COĞRAFYASI ÖZELLİKLERİ
Emrullah Güney*
Mezopotamya’yı ortaya çıkaran, oluşturduğu bitek topraklarda uygarlıkların
gelişmesini sağlayan Fırat ve Dicle, başlı başına birer coğrafi objedir.
Fırat, ilin kuzeybatısından geçer. Çüngüş ilçesinin sularını toplar. Burada dar ve
derin koyağında akan Fırat’ın görünümü etkileyicidir. Karakaya Barajı da bu dar
yere yapılmıştır.
Dicle ırmağı Diyarbakır ili için yaşamsal önemi ola bir akarsudur. Diyarbakır
havzası büyük ölçüde Dicle Havzası demektir. Hazar Gölünden çıktıktan sonra Maden
Çayı adıyla küçük bir akarsu iken, Bırklin suyunu aldıktan sonra gerçek bir ırmak
görünümü kazanır. Dicle ve kolları üzerinde Kralkızı, Devegeçidi, Dicle barajları
yapılmıştır. Irmağın vadisinde sular artık akmaz olmuş; göllere dönüşmüştür.
Dicle, asıl, çay özelliğini Botan suyunu aldıktan sonra bırakır ve gerçek bir
“ırmak” niteliği, “nehir” görünümü kazanır.
Bırklin suyu bazı kesimlerde yeraltı ırmağı olarak, kayaların içinde açtığı
yatağında akar. Yanlı bu özelliğini izlemek için bile bu yöreye gelmeğe değer.
Dicle ırmağı vadisi yılın her mevsiminde görülmeğe değer güzellikler
sergiler. Burada doğal görünüm etkileyicidir. Karacadağ’ın lav akıntıları vadinin
biçimlenmesinde etkili olmuştur.
Vadi tabanından bakınca ırmağın sekileri de dikkati çeker. Vadiyi açarken
ve güneydeki okyanusun düzeyi aşağı inerken, vadisini derine gömen, alta doğru
kazan akarsu, taşıdığı alüvyonları İran Körfezi’ne varıncaya dek saçmış, yığmış ve
bu bölgeye de sekileri armağan etmiştir. Demek oluyor ki, bugünkü seki onbinlerce
yıl önce Dicle’nin sularının aktığı yatak ile aynı seviyede idi.
Günümüzde bu sekilerden en üsttekinin üzerinde Dicle Üniversitesi’nin
görkemli yapıları yükselmektedir. Diyarbakır kentine nereden gelirseniz gelin, ister
doğudan, ister batıdan, ister kuzeyden, ister güneyden, ister havadan, önce bu eğitim,
sağaltım yapıları karşılar konukları.
Vadi tabanında ırmak bazen kollara ayrılarak akar, yer yer setlerle
bölünmüştür. Bahçeleri sulamak için herkes, kendine göre su kurguları yapmıştır.
Çünkü bitki yetiştirmek için Dicle’nin suyu gereklidir. Vadi tabanındaki çakıllı,
kumlu topraklarda, bir devenin ancak iki tanesini taşıyabileceği ünlü Diyarbakır
karpuzları sulana sulana yetiştirilmektedir. Su verilmeden bu diyarda, ancak dikenli
otlar kalır yaz sıcaklarına dayanabilen. Su yaşamdır. İnsan, hayvan, börtü böcek, ot,
çalı, ağaç… Tüm canlılar için. Diyarbakır ili dağlarıyla ünlüdür. Kuzeyde boydan
boya Güneydoğu Toroslar uzanır. Elazığ, Bingöl, Muş illeriyle sınırlar bu dağlardan
geçer. Bazı kaynaklarda Antitoroslar olarak da geçen bu yükseltiler görkemlidir.
*D.Ü. Eğitim Fakültesi e-mail: [email protected]
287
Doğal görünüm etkili olduğu gibi, beşeri ve ekonomik özellikleriyle de bu
yükseltiler ilgi çeker. Yüzlerce yıldan beri göçer konar ayvancılık geleneği bu bölgede
hala yaşamaktadır. Urfa, Ceylanpınarı, Mardin düzlüklerinde kış mevsimini geçiren
aşiretler, geç bahar, eren yaz günlerinde GD Toroslara ve daha da kuzeydeki Bingöl
Dağlarına, Ekim ortalarına dek yaşayacakları Şerafeddin Yaylalarına çıkarırlar davar
sürülerini.
GD Toroslar sıradan dağlar değildir. Binbir güzelliği, ancak, onu gezenlere
sezdirir. Örneğin Bırklin mağaraları görülmesi gereken yerlerin başında gelir. Burası
yalnız ülkemizin değil, dünyanın sayılı büyük mağaraları arasında sayılmaktadır.
Sarkıtları etkileyici bir güzellik sergiler. Yüzlerce, binlerce yıldan bu yana davar
ağılı olarak kullanıldığından dikitler gelişememiş, zarara uğramıştır...
Diyarakır-Siverek arasında Karacadağ yükselir. Doruğu 1950 metre olan
sönmüş bir yanardağdır bu. Diyarbakır’dan bakınca pek yüksek görülmez. Batıya
doğru giderken, eteğinden geçerken de bir dağın varlığı pek fark edilmez. Fakat bu
dağ dünyanın en hoş içimli sularının çıktığı dağdır. Dicle kıyılarına göre daha çok
kar düşer bu yükseltilere. Kış bitip de, güneyden çölün ılık, sıcak havası kuzeye
doğru ilerledikçe karlar erir ve kayaların çatlaklarına süzülür. Bazalt kayaların
arasından fışkıran sularda asla tortu olmaz. Cana can, cana heyecan katan bu sular
Osmanlı döneminde kalaylı bakır güğümlerde İstanbul konaklarına dek götürürmüş.
Öte yandan Karacadağ’ın suları yalnız içme için değil, çeltik tarlalarının
sulanması için de kullanılır. Bu sulara Madrap denir. Karacadağ çeltiği, ününü bu
kayaların ayrışması ile oluşan killi al toprağa ve özellikle bu suya borçludur.
Karacadağ’ı öyle birkaç cümle ile anlatıp geçmek olmaz.
Karacadağ olmasaydı Amid olmazdı.
Karacadağ olmasaydı Diyarbekir olmazdı.
Can güvenliğinin her şeyden daha önemli olduğu tarihi dönemlerde
sur yapmak için elbette kerpiç kullanılamazdı. Karacadağ, binlerce yıl önceden
armağanını hazır emişti. Burada yaşamağa karar veren insanlar suyu da, taşı da hazır
buldular. Elbette emek erip, zahmet çekip, ter döküp taşları yontmaları gerekiyordu;
yonttular. Canlarının, ırzlarının, namusların saldırganlardan korunması için her şeyi
göze aldılar. Sonunda yalnız Ortadoğu’nun değil, tüm dünyanın hayran kaldığı kale
duvarlarını, surlarını yaptılar. Türkiye sevdalısı, Selçuklu hayranı bir Fransız bilim
adamının Çin Seddi ile karşılaştırılmasına haklı olarak kızan Prof Albert Gabriel’i
anmanın zamanıdır artık: “Çin Seddi basit bir yığma duvardır. Diyarbekir surları
bir kitabeler abidesidir Her bir taşı mukaddestir. Duvarlar birçok yerde ayetlerle,
surelerle sanki Kur’an okur, dua eder gibidir”.
Karacadağ’ın bazaltları olmasaydı o güzelim köşkler, konaklar, saraylar
olmazdı. Uçan kuşun uçamaz olduğu devebayıltan sıcaklarında serin; Dicle’yi
dondurup akmaz eden, kar eritilerek, buz kırılarak su elde edildiği ünlü zemheri
soğuklarında ılık bir yaşam ortamı sunan Diyarbakır evleri, bu taş olmadan, erkek
taş, dişi taş olmadan nasıl yapılacaktı? Nasıl yuvalar kurulacak, nasıl aş yenecek,
nasıl sevgiyle ömür sürülecekti?
288
Karacadağ bir doğal volkanoloji laboratuarıdır. Doruğunda üç adet krateri
hala tazedir. Lav akıntıları belirgindir. Havanın puslu, sisli, tozlu olmadığı bir
günde bu kraterlerden bakınca taa Viranşehir’e, Diyarbakır’ın doğusunda Dicle
vadisine, Ergani-Eğil yakınlarına, batıda Siverek-Hilvan dolayına dek lavların aktığı
gözlemlenebilir. Karacadağ, yalnız bu özellikleriyle gelinmesi, görülmesi gereken
bir dağdır. Bütün bir kış mevsimi boyunca kovanlarında hazır balı tüketerek bekleyen
arıları, kovanlarıyla Karacadağ’a çıkarır balcılar. Karacadağ binbir çiçeğiyle de
arılar için bir cennettir, bir irem bağıdır. Doğu Anadolu yaylaları kar altındayken,
Karacadağ ısınan havaya bağlı olarak toprak altından fışkıran otların çiçek açmasıyla
bir Türkmen kilimince allanır, pullanır.
Ergani ilçesindeki Zülküfül Dağı da halkn gözünde bir mübarek dağdır.
Zülküfül peygamber makamı her gün ziyaret edenlerce dolar dolar boşalır. Bu dağın
zenginliği baharda çobanların kavallarında, çobanların türkülerinde, müminlerin
dualarındadır.
Bırklin yada İskender-i Birkilayn Mağarası dışında Diyarbakır’da başka
karstik oluşumlar da vardır. Mağaraları açısından ele alınınca bu il, doğal bir
speleoloji laboratuarı olma özelliğini de taşıdığı görülür. Ergani yankındaki Hilar
mağaraları, Silvan yakınlarındaki Hasuni mağaraları görülmeğe değer yerlerdir.
Hilar ve Hasuni mağaraları doğal oluşumlar olmakla birlikte Kuzey
Mezopotamya’nın kültür tarihi açısından da yerleşilmiş olmalarıyla önemli rolleri
olan yerlerdir. Doğal özellikler insan eliyle oldukça değiştirilmiştir. Özellikle
Hilar mağaraları ve Çayönü höyüğü GD Anadolu’da Neolitik dönemin en önemli
merkezlerinden birisidir. Daha Avrupa’da köy bile yokken, burada örgütlü bir
halk topluluğu -kentli- vardı. Berlin’in, Londra’nın, Paris’in yerinde ayıların
yaşadığı ormanlar varken Hilar mağaralarında yaşayan insanlar tarım yapıyorlardı.
Evcilleştirdikleri hayvanlarının gücüyle toprağı sürüyor, tahıl tohumunu atıyordu.
Buğday olgunlaştığı zaman da, volkanik taşların sivriliğini orak gibi kullanarak
biçiyordu. Başakları döverek, çarparak daneleri çıkarmasını bilen Çayönü halkı tahılı
ezip un yapmayı, undan ekmek yapmayı da öğrenmişti. GD Toroslar da, insanlara
protein sağlayan av hayvanlarıyla dolu idi. Çünkü o zamanlar bu yükseltilerde yoğun
ağaçların oluşturduğu ormanlar vardı. Av hayvanları arasında en çok geyik, domuz
bulunuyordu. Çevredeki çaylardan da balık yakal anıyordu.
Diyarbakır toprağı güvercinlerle münbit hale gelmiştir binlerce yıldan
beri. Gökyüzünün sonsuzluğunda öbek öbek uçan, kendilerini seyredenlere
gösteri yaparcasına balerin ustalığıyla süzülen, şaşırtıcı taklalar atan güvercin
bir mübaek kuştur bu diyarda. Toprağın verimsizliği bu yarı yabani yarı evcil
güvercinin gübresiyle kavun karpuz, üzüm yetişir hale gelmiştir. Öyleyse borhana
ya da boranhane adı verilen güvercin evlerini zyaret etmenin vakti gelmiştir. Silvan
yolu üzerinde Karaçalı köyünün borhanaları günümüze sağlam olarak ulaşmıştır
içlerindeki güzelim kuşlarıyla.
El hasılı vel kelam, Diyarbakır diyarı söylene söylene bitmez; yazıla yazıla
tükenmez.
289
TARİHİ AÇIDAN DİYARBAKIR KÖŞKLERİ
Vedat Gündoğan*
Köşkler Diyarbakır’ı kuşatan surların dışında ve Dicle nehrinin batısındaki
yamaçlarda yapılmıştır. Köşk sahipleri yılın sekiz ayını burada geçirirler. Bu köşkler
aynı zamanda Diyarbakır’ın ileri gelen şair, edip ve müzisyenlerinin toplanıp, saz ve
söz alemlerinin yapıldığı yerlerdir.
Dicle vadisi boyunca yapılan Hacı Paşa, Berdebur, Pamuklu, Kuşdili, Seman
(Gazi Köşkü), Ağuludere, Erdebil (Ber Der-i Pir), Çıkıntaş, Hami, Bekir Paşa, Kavs
(Çarbağ) köşklerinden birkaç tanesi varlıklarını sürdürmektedir.
Ali Emirî Diyarbakır’ın köşkleri, mesire ve gezinti yerlerini, bahçe ve
bağlarını şöyle sıralamaktadır:
1. Ali Bali 16. Hâmî Köşkü
2. Ali Keşkûl Mevki‘i
17. Ka‘bî Karyesi
3. Bekir Paşa Köşkü 18. Kantaralar 4. Cihân-nümâ Mevki‘i 19. Kara Ağaç
5. Çırçır 20. Kavs Bâgçesi
6. Dicle Bostanları
21. Kayalı Bâgçe
7. Dicle Cisri (köprü) 22. Kırklar Dağı
8. Dicle Kenarı
23. Kumar-hâne denilen mevki
9. Erdebîl Köşkü 24. Küncülü Bâgçesi
10. Fiskaya 25. Osmân Ağa Bâgçesi
11. Gam Götürmez Mesîresi 26. Pamuklu Köşkü
12. Göğsü Güzel Mesîresi 27. Sem‘an-zâde Köşkü
13. Hacı Ağa Köşkü 28. Seyran Köşkü
14. Hacı Hamza Köşkü 29. Sıyrılacak Taş
15. Hamalı Köşkü 30. Şemsîler
Bu yerlerden Kavs Köşkü ve Kırklar Dağı için şu beyti yazmıştır:
“Bostân-ı Diyâr-ı Bekr ü Dicle
Firdevs ile selsebîle beñzer
Letâfetle döner ol cây-ı zîbâ bâg-ı Firdevse
Bahâr eyyâmı geldükde hadengâsâ atıl Kavs’a
Beñziyor ezhâr-ı gûn-â-gûnla Cennet bağına
Nev-bahâr oldıkda git bir kerre Kırklar Dağı’na”
*Araştırmacı –Yazar
290
Erdebil (Ber Der-i Pir) Köşkü
Dicle Köprüsü (On Gözlü Köprü)’nün batısında ve yakınında bulunduğundan
“Ber Der-i Pir” olarak da adlandırılır. Civarı güzel bir mesire yeri olan bu köşk için
Ali Emirî şöyle söylemektedir:
“Erdebil Kasrında vardır bir safayı dilistan
Dicle’nin cisri metin kurbunda etmiştir mekan”
Kavs (Çarbağ) Köşkü
Şeyh Aziz Mahmut urmevi tarafından 1634 yılında yaptırılmıştır. Bu köşk
Dicle’nin karşı yakasında Kavs denilen mevkidedir. Çok güzel bir manzaraya
sahip olan bu köşkte Sultan IV. Murad’ın da kaldığı söylenir. Köşkün üst katındaki
Cihannûmâ adı verilen, güzel bir şekilde döşenmiş geniş odanın olduğu, IV. Murad
tarafından kullanıldığı bilinmektedir.
Evliya Çelebi bu meşhur Kavs Bağı mesiresi için şunları söyler.
“Burası da o bölgede tanınmış İrem Bağı olan bağlardan biridir. Hatta Bağdat
Fatihi Gazi Sultan Murad, Bağdat fethinden sonra bu bağa gelmiş; adaletle ilgili
işlerini yaptıktan sonra eğlenmiştir. Bu gezinti ve eğlence yeri Şat Nehri tarafında
cennet bahçesini hatırlatan bir cennetti ki, dil onu anlatmada yetersiz kalır.”1
Köşk’ün Şeyh Aziz Mahmud Urmevi tarafından yaptırıldığını, şeyhin yeğeni
olan Şair Resmî’nin yazdığı aşağıdaki manzum tarihinden anlaşılmaktadır:
Seyyid-i Mahmûd-i âlem mültecâ-yi hâs ü âm
Şatt-ı Âmid sâhilinde yaptı bir câ-yi ferağ
Âb-i Kevserdir suyu her nahli bir tûbâ misâl
Görse Dûzeh ehli varmaz Cennete eyler damâğ
Enveri, Hahaani bilmez nağme-i güftârını
Hem-zeban-i bülbül olmaz gülşen-i âlemde zağ
San’at-ı tarihin idrâk eylemez ahvel olan
Nükte-i serbestemi halleyleyen ahbâb-i sağ
Kilk-i pir-, Nakşibendi kudret âsâ RESMİ’dür
K’ol Aziz’ün tarih-i aceb ism ü resmi ÇÂRBAĞ
Diyarbakır’a gelip buradan, Dicle nehri üzerinden kelek ile Bağdat’a gidecek
olan Düyûn-u Umumiye direktörü Ali Bey yazmış olduğu anılarında Kavs Köşkü ile
ilgili şu bilgileri vermektedir:
“Ağustosun onuncu cumartesi günü Mardin’den hareketle ertesi pazar
günü Diyarbakır’a geldik. Hava çok sıcaktı. Kentte kalmak imkanı olmadığından
Diyarbekir’in karşısında yani Dicle’nin sol yakasında ‘KAVS’ denilen yerde, Hayali
Efendi’nin köşkünün önünde çadırlarımı kurdum.
1
291
Evliya Çelebi, age, C.6, s.143
Çadırlarımız Dicle kıyısına yakın boş bir tarlaya konulmuştu. Yatak çadırımı
bu tarlada bulunan büyük çınar ağacının altına kurmuştum ki, ağacın gölgesi
gündüzleri güneşin ısısından çadırı bir derece koruyordu. Bir gün adet olduğu üzere
öğle yemeğinden sonra biraz uyku uyumak için yatağımın üstüne uzandığım bir
sırada baş yastığımın devinmekte olduğunu duyumsadım ve yerimden kalkarak
yastığı kaldırdım. Bir de ne göreyim? Büyük bir yılan çöreklenmiş yatıyor! Elimdeki
yastığı yılanın üstüne fırlatarak çadırdan dışarı kaçtım. Yılan süzülüp kaçtı ve çınar
ağacının kökündeki bir deliğe girdi. Bunu görünce artık orada kim durur? Hemen
çadırlarımızı toplayıp, Hayali Efendi’nin köşküne sığındık ve bir süre orada kaldık”...2
Bir dönem halkın mesire yeri olan bu köşk şimdi Dicle Üniversitesi’nin
yerleşke alanı içerisinde olup yakın zamana kadar yıkık ve harabe durumda idi.
Şimdi ise kalıntıları dahi kalmamıştır.
Fotoğraf 1. 1970 yılında Kavs Köşkü’nün durumu
Fotoğraf 2. 1855 yılında Kavs Köşkü bahçesinde bir grup. Önde oturanlar:
2
Ali Bey, Dicle’de Kelek ile Bir Yolculuk, Büke Yayınları, 2003, s.105
292
1.Terzi Mardik, 2-Şair Gülşenizade Ruşeni, 3-Düyunu Umûmiye
başmüfettişlerinden Mihran Efendi. 4-Diyarbakır PTT eski müfettişlerinden
Gülyar Efendi, 5-PTT yabancı dil muhabere memurlarından Kandullah Efendi.
Ortada oturanlar: 1-Şair Ahmet Hayali, 2-Düyunu Umumiye genel müfettişi Ali
Bey, 3-Mehmed Mekki Bey, 4-Adliye müfettişi Sahih Paşa, 5-Ceza Mahkemesi
Reisi Abdurrahman Necim Bey. Arka sıradakiler: 1-Diyarbakır Düyunu Umûmiye
Muhasebe eski başkatibi Hüseyin Vasfi Bey, 2-Diyarbakır İstinaf Mahkemesi
Başkatibi Ahmet Cemil (Asena) Bey, 3-Savcı yardımcılarından Musullu Hamdi
Bey, 4-Diyarbakır Belediye eski başkanlarından Abdulhamid Niyazi (Çıkıntaş)
Bey, 5-İcra memuru Çizmeciyan Fetullah Efendi. Bu resimdeki on beş kişiden beşi
gayrimüslimdir. Bu güzel dostluk ve arkadaşlık daha sonra Ermeni komitacılarının
ve misyoner faaliyetlerinin çalışmalarıyla düşmanlığa dönüşecektir.
Gazi (Seman Köşkü)
Asıl adı Semanoğlu Köşkü’dür. XV. yüzyıldan kalan bu köşk, Akkoyunlu
döneminin yapılarındandır. 1917 yılında kolordu komutanı olarak bulunan Atatürk,
bu köşkte ikamet etmiştir. Bu köşk 1937 yılında belediye tarafından satın alınarak
Atatürk’e armağan edilmiştir. Seman Köşkü bu tarihten itibaren Gazi Köşkü olarak
adlandırılmıştır. Atatürk bazen misafirlerini kaldığı bu köşkte ağırlamıştır.
Birinci Cihan Harbi sırasında bölgedeki gelişmeler ile ilgili Diyarbakır’da
yapılan bir toplantıya katılan Harput’lu Hacı Kerim Efendi (Sunguroğlu), Elazığ’a
döndükten sonra bu köşkte kaldığı bir geceyi ve Diyarbakır ile ilgili intibalarını
şöyle anlatır:3
“Diyarbakır’a gidince Dağ kapısı’nda bizi bir polis karşıladı ve misafir
kalacağımız eve götürdü, ev sahipleri bizi karşılayarak misafir ettiler, bir az
istirahattan sonra muazzam bir sofrada akşam yemeğini yedik ve tahsis edilen odalarda
yattık, ertesi sabah çarşıya çıkarak bir az dolaştıktan sonra misafir bulunduğumuz
eve geldik, öğle yemeğinden sonra dün bizi Dağ Kapı’sında karşılayan polis bir
otomobille geldi, bizi karargâha götürdü, yaverler, inzibat çavuşları tarafından
karşılanarak bizi köşkün ikinci katına çıkardılar, büyük bir salon, ortada uzun
bir masa, bir yaver isimlerimizi soruyor ve masanın üzerindeki kartlara bakarak
koltuklarımıza oturtuyordu. Kongreye davet edilenler tamamen gelmiş ve yerlerini
almışlardı, etrafıma baktım davetlilerin arasında benden başka ihtiyar ve sakallı
yoktu, hepsi gençti. Mithat Beyle benim yerim, karşı karşıya masanın alt tarafına
isabet etmişti, esasen masanın bir tarafına vali ve mutasarrıflar, mukabil tarafında da
vilâyet mümessilleri oturtulmak suretiyle tertiplenmişti. Paşa salona girince ayağa
kalkılarak hürmet tezahürleri gösterildi. Paşa, masanın başındaki koltuğa oturunca
hepimize: Hoş geldiniz, diye iltifatta bulunduktan sonra toplantının maksat ve
gayelerini kısa cümlelerle açıklayarak müzakereyi açtı. Evvelâ sol yanında oturan
valiyi, sonra onun karşısında yer alan aynı vilâyetin mümessilini ve sırasıyla aynı
usul dairesinde hepsini konuşturdu. Paşanın ağzından bir tek kelime çıkmıyordu,
3
İshak Sunguroğlu, Harput Yollarında, c.2, s.300-301-302
293
sıra masanın sonunda oturan bizlere gelmişti; ‘Mithat Bey buyurunuz’ dediler,
Mithat Bey, ‘Paşam ben Elaziz’e yeni geldim, vilayetin umumi durumuna henüz
nüfuz edemedim. Sözü bu hususta geniş bilgi ve tecrübeye sahip olan Hacı Kerim
Efendiye veriyorum, o bizleri tenvir edecektir’, deyince, Paşam ‘ya öyle mi?’
diyerek ‘Hacı Efendi sizi dinleyelim’ diye emir buyurdular. Ben de ilk söz sahibi
olandan başlayarak sonuna kadar serdedilen mütaaları ayrı, ayrı ele aldım, teşrih
ve tenkitlerimi yaptıktan sonra kendi mütalaamı da ekleyerek konuşmamı bitirdim.
Paşa bana ‘teşekkür ederim’ diyerek müzakereye son verdi.
Paşa, koltuğundan kalkınca herkes de kalktı, salona ve aralığa dağılarak
sigaralarını yaktılar, o sırada Paşanın bana doğru geldiğini görünce kendimi topladım,
elimi sıktı, ‘Hacı Efendi sizden çok istifade edeceğiz’ dedi.
Davetlilerin hepsi o akşam Paşanın misafiri olarak köşkte kaldık, salonda
muazzam bir sofra hazırlanmıştı, sofrada çeşitli mezeler, yemekler ve şişelerle
Diyarbakır’ın meşhur rakıları sıralanmıştı, biz Mithat Beyle salona girip de yerimize
oturacağımız sırada bir yaver geldi. ‘Efendim sizin yeriniz Paşanın emriyle değişti’
diyerek Mithat Bey’i Paşanın soluna, beni de sağına oturttu, o sırada Paşa da geldi,
kadehler dolduruldu, aşağı bahçede bando güzel parçalar çalıyordu. Sofracı önümdeki
kadehe rakı doldurmak isterken ‘Beni af ediniz’ dedim. Paşa bunu hemen işitti ve
derhal müdahale ederek ‘doldur’ diye emir verdi. ‘İç iç Hacım’, diyen emirlerine
karşı ben yine özür beyan ederek af diledim, Evvelce rakı içtin mi’ diye sordu.
‘Gençliğimde kullandım; fakat yıllar var ki içmiyorum, içmemeğe kararlıyım.’ Paşa
gülerek ‘mademki evvelce içmişsiniz, şimdi de içebilirsiniz’ dedi. Paşanın elinden
kurtuluş yoktu. ‘Peki Paşam emredersiniz’ dedim, kadehi elime alarak ‘emrinizi
reddetmeyeceğim, yalnız müsaade buyurursanız size bir sual sorayım’ dedim.
Buyurun dediler.
‘Paşam siz ki, Çanakkale’de muzaffer olmuş, şimdi de doğu illerini düşmana
karşı müdafaa ve doğunun yaralarına merhem aramak üzere bizleri buraya toplamış
büyük ve azimkar bir kumandansınız, hiçbir kuvveti tasavvur eder misiniz ki, sizi
karar ve azm-ü iradenizden döndürebilsin’ Bu sualime, Paşa, ‘hayır döndüremez’
cevabını verince: ‘Şu halde ben yıllardan beri içki kullanmamağa karar vermiş ve
bu güne kadar da azmimde sebat etmiş bir kimseyim, bu azmimi ve irademi kırmak
istiyorsanız içeyim’, deyince güldü ve ‘fena yakaladın’ diyerek yaveri çağırdı,
‘Hacı babaya bir limonata yaptırınız’ diye emir verdi, limonata geldi, onlar rakı ben
limonata içiyordum, sofra çok zengin ve çeşitli mezelerle dolu olduğu halde Paşanın
önünde bir tabak leblebi vardı, meze olarak yalnız onu kullanıyordu, doğrusu bu hal
çok garibime gitti.
Yemekten kalkarken, ‘Hacı Baba, siz benim misafirim olarak köşkte
kalacaksınız, odanız hazırdır, buyurun istirahat edin’ dedi. Beni temiz bir odaya
aldılar, odaya seccade de bırakılmıştı, namazdan sonra salona çıktığım zaman, ikinci
yemek sofrasında yaverler, subaylar ve bando takım efradı yemek yiyorlar, Paşa da
ayakta bunlara bizzat hizmet ediyordu. O zaman Paşanın büyüklüğünü anladım...
Büyük bir bahçeye sahip olan Gazi Köşkü’nün etrafı güllerle dolu idi. Burada
bulunan rengârenk güllerin yanında sıkça her türlü meyve ve dut ağaçları bulunur
idi. Gazi Köşkü’nün bahçeleri halkın en çok rağbet ettiği mesire yeri idi.
294
Fotoğraf 3. Gazi Köşkü, (Seman Köşkü)
Fotoğraf 4. Kuşdili Köşkü (Bekir Paşa Köşkü)
Fotoğraf 5. Ağuludere Köşkü
295
Fotoğraf 6. Erdebil (Ber-Der-i Pir) Köşkü, 1970
Fotoğraf 7. Erdebil Köşkünün bir başka cepheden görünümü
Hâmî Köşkü
Asıl adı Ahmed, mahlâsı Hâmî olan şair, 1679 yılında Amid (Diyarbakır)’de
doğmuştur. İlk tahsilini tamamladıktan sonra medresede, hocası Şair İbrahim
Hâşim’den İslâm ilimleri dersleri alan ve bu arada hattâtlığı da bu hocasından
öğrenmiştir. Hâmî hakkında bilgi veren Ali Emirî Efendi, Urfalı şair Nâbî’nin
çağdaşı olan Hâmî’yi şu şekilde övdüğünü belirtmektedir:
296
“NÂBİ’ya Amid’e şâyândır ezelden denmek
Tuhfe-i nâdire-zây-i çemenistân-ı kadim
Tâze Hâmi’si zuhûr eylediğin gûş itdık
Eylemiş hüsn-i himâyetle harâbın ternim
Böyle Hâmisini Amid ne aceb şimdiye dek
Çalmadı gayri bilâd üstüne kûs-i takdim
Ben dahi gam mi çekerdim nazar-i a’dâdan
Bâzûy-i vaslde tâ’vîzim olaydı Hâmi’m”
17. yüzyılın önde gelen divan şairlerinden olan Hâmî birçok paşanın yanında
devlet hizmetinde bulunmuştur. 1635 yılında Revan seferi sırasında IV. Murad’a,
en iyi “Otağ-Çadır”ını yapan Amid çadırcıları, Köprülü Abdullah Paşa’nın siparişi
üzerine yapılan büyük bir çadıra “Râiyye Kasidesi”ni yazan Hâmî’yi takdir ederek
bu kasideyi çadırın eteklerine işletmiştir.
Hâmî 1726 yılında Tebriz’de Dîvân Kâtipliği görevinden ayrılarak Amid’e
(Diyarbakır’a) gelerek Gazi Köşkü’nün yukarı kısmında bir köşk yaptırmıştı. Bu
köşke “Hâmi Köşkü” denilmiştir. Bu köşkün sofasının iki kapısı üzerindeki taşlara
Hâmî şu tarik kıtasını yazdırmıştır:
“Ahmed HÂMİ bu işret-hâne-i dîrînde
Bezl-i makdûr eyleyüp yaptırdı kasr-ı bîmend
Hüsn-i itmâmın görüp HÂMİ dedim tarihini
Ahmed Âbâd oldu himmetle bu kasr-ı dil-pesend
Sene 1140 Prof. Dr. Abdülkadir Karahan Hâmî hakkında şu bilgileri vermektedir:
“Hâmi, bizim görüşümüz şudur ki klasik edebiyatımızın ikinci plandaki değerli
şairleri arasında yer almaktadır. Onun kasidelerinde başta Ömer Nef’i (1572-1635)
ve Yusuf Nabi (1641-1712)’nin tesiri rahatça müşahede edilmektedir. Gazellerinde
ise Nabi ile Nedim (Ahmed, 1680-1730)’in kişiliğini korumasını bilmekle beraber
etkisinin bulunduğu gözden kaçmamaktadır. Ama rahatça denilebilir ki Hâmî, bu
tesir ve nüfuzu hiçbir zaman taklit derecesinde hissettirmemektedir. Aksine eski
edebiyatın bütün manzum, mefhum ve remzlerini yerinde kullanabilmekte, geniş
kültürü sayesinde okuyucuda takdir duyguları uyandırmakta, hamasi ve hikemi
uslûbu yanında garami duyguları da başarı ile ifadelendirilmektedir.”4 Yerini tespit
edemediğim köşklerden biri olan Hacı Hamza Köşkü ile ilgili Ali Emirî, gençlik
yıllarında gittiği bu köşk için şunu söylemektedir:
“Hîç unutmam anda çarpıldum o zîbâ gamzeye
Yâr ile gitmiş idüm bir kerre Hacı Hamza’ya”
4
Abdulkadir Karahan, Diyarbekirli Hâmî ve Bir Kasidesi ile Bir Manzum Arîzası, Diyarbakır’ı Tanıtan Adam:
Şevket Beysanoğlu’na 70. Yaş Armağanı, Ankara 1991, s 240-251
297
Fotoğraf 8. Hami Köşkü
Bekir Paşa Köşkü
Kuşdili Köşkü olarak da bilinen bu köşk hakkında Abdulgani Fahri Bulduk
“Diyarbakır Valileri” isimli eserinde şu bilgileri vermektedir:
Bekir Paşa Köşkü: Lebibzadelerin taht-ı tasarrufundadır. 1592 tarihinde
bina edilmiştir. Bu köşkün eyvanında tamiyeli şu tarih yazılıdır ki 1592 senesinde
yapıldığını ima etmektedir:
Kaldırıp âhir rakamdan başını
Dedi zîbâdır bu kasr-ı dilküşa
Taraf-ı âcizîden de:
Güher târîhi Fahrî şâh-ı gül üzre okur bülbül
Becâ köşkü alâ eyledi Bekir Pâşâ (1001/1592)
Şu mücevher târih ile tamiyeli:
Mücevher târîhe âb-ı revân verdi ey Fahrî
Binâ etti cilâ-dâr kasrı takı hep Bekir Pâşâ (1001/1592)
Güher tarihi tarh edildi:
Ganî târihi yazdı kıl temâşâ
Bu gün yaptı Bekir Pâşâ bu köşkü (1001/1592)
Bu mühmel târîhi Fahrî müzeyyen eyledi inşâ
Zihî yaptı sürûr-efzâ bu kasrı hep Bekir Pâşâ (1001/1592)
298
DİYARBAKIR HANLARI VE ÖZELLİKLERİ
Kenan HASPOLAT*
Diyarbakır'ın Tarihi Ulaşım ve Ekonomi boyutu
Diyarbakır'ın tarihi geçmişi içinde, özellikle ticari hayatında hanların önemli
yeri olmuştur. Bu hanları ve kervansarayları önemli kılan, Yukarı Mezopotamya'dan
Anadolu'ya geçiş yolu üzerinde bulunan Diyarbakır'ımızın, her devirde ekonomisiyle,
sanayi ve ticaretiyle, sanat ve kültürü ile sosyal yaşamıyla bölgemizin hatta
Ortadoğu'nun en gelişmiş kentlerinden biri olmasıdır. Bunun sonucu olarak da
Diyarbakır'ın yüzyıl öncesine kadar bile gelişmiş bir ticareti de vardı.
1600'lü yıllardan sonra kenti sıkça ziyaret eden yerli ve yabancı gezginlerin
hemen tümünün anılarında; o yıllardaki adıyla AMİD'in, Avrupa'ya hitap edebilen,
Asya ve Avrupa ülkelerinde ürünleri tercih edilen, dokumada, kuyumculukta,
dericilikte, ipekçilikte, bakırcılıkta, çinicilikte, özellikle de kökboyalı iplikçilikte
önemli bir sanayi ve ticaret kenti olduğunu anlatırlar. Kentte, uzak diyarlardan ticaret
için gelen bezirgânların, tüccarların katıldığı serbest pazarlar kuruluyor, buralardan
alınan mallar, Buhara'ya, Semerkant'a, Bağdat'a, Musul'a, Halep'e, Basra'ya, Bursa ve
İstanbul yolu ile Avrupa'nın çeşitli kentlerine götürülüyordu. Diyarbakır'da dokunan
ipekliler, Avrupa pazarlarında kapışılırdı. Anadolu'nun en gelişmiş bakırcılığı,
ipekçiliği, dokumacılığı, kuyumculuğu Diyarbakır'daydı. Kafkas ülkelerinden,
İran'dan, Moğolistan'dan, Bağdat ve Basra'dan, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden, hatta
Moskova'dan buraya gelen tüccarlar ipek, pamuklu ve fevkalade güzel işlenmiş deri
ürünleri alıp ülkelerine dönerlerdi. Ticari hayatın gelişme içinde olduğu 1760'li
yıllarda Diyarbakır'da bölgesel GÜMRÜK İDARESİ vardı. Uzak ya da komşu
ülkelerden batıya mal götürmek üzere gelen tüccarlar vergilerini Diyarbakır
Gümrüğü'ne yatırırlardı. Yine bu yıllarda Diyarbakır'da İran, Rus, İngiliz ve Fransız
konsoloslukları vardı. Bu konsolosluklar bölgenin siyasi yapısı ile ilgilendikleri
kadar, ticareti ile de ilgileniyor, kendi ülkeleri ile bölge arasındaki ticareti
geliştirmeye çalışıyorlardı. Özellikle İngilizler bu bölgeye daha o yıllarda büyük
önem veriyor, ticareti ellerinde tutmaya çalışıyorlardı. Diyarbakır'da ipekçilik, ipek
dokumacılığı hayli gelişmiş bir sanat dalıydı.
Kentin çeşitli yerlerinde kurulu tezgâhlarda dokunan kök boyalı ipek puşular,
Diyarbakır Mantini, çadır bezi kirpasları, yün dokuma kutnileri Anadolu'nun dört bir
yanına, bu arada Ortadoğu ve Avrupa ülkelerine ihraç ediliyordu. İpekçilik kadar
çinicilik de Diyarbakır'da önemli bir sanat dalıydı. Çini ve cam sanayi hayli ileri
düzeydeydi. Bu alanda faaliyet gösteren atölyeler Kurşunlu Cami ile İçkale arasındaki
Nasuhpaşa Camii çevresindeydi.Bu atölyelerde imal edilen çiniler İstanbul'a
kadar gönderiliyordu... Diyarbakır'daki Kurşunlu Camii, Behrampaşa Camii ile diğer
*Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi e-mail: [email protected]
.
299
bazı cami ve mescitlerin çinileri buradaki atölyelerde imal edilmiştir. Dahası, Osmanlı
ordusunun silah ihtiyacının büyük bir bölümü de Diyarbakır'dan karşılanırdı. (1) 19.
yüzyılda kırmızı kök boya ile boyanmış Diyarbakır ipliği Avrupa'da meşhurdu. O
zamanlar pamuklu bez ve deri üretiminin oldukça geliştiği kaydedilmektedir. Bunun
yanısıra 17. Yüzyıl'da Diyarbakır'dan Halep'e büyük miktarda hayvan ihracı söz
konusu olup ipek endüstrisi de yine bu dönemde oldukça gelişmiştir. Diyarbakır şehri
ipek ve pamuk üretimi açısından önemini 19. Yüzyılda korumuştur. Nitekim 1815
yılında Diyarbakır'ı ziyaret eden Buckingham '....imalatçıların başlıca hammaddesi
ipek ve pamuktur. Şehirde olan esnaflar şal,el beceri aletleri,her renkten pipolar,altın
ve gümüş tabakalar yaparlar.1500 tezgah şal üretimi, 500 tezgah pamuk basıcısı, 300
deri imalatçısı, vardır ' demektedir. Diyarbakır'ın bu tarihlerde ihraç ettiği bir önemli
madde de deri boyanmasında büyük öneme sahip mazu idi.1797 tarihli bir arzdan
anlaşıldığına göre 'Diyarbakır'dan Kayseri'ye mazu gönderilmediğinden İstanbul'da
ayakkabı fiyatları oldukça yükselmişti. Bunun sebebinin
mazunun İzmir'e
gönderilerek buradan Avrupa ülkelerine ihraç edilmesi olduğu anlaşıldığından dolayı
bu işin önünün alınması istenmekteydi. Bu ise Kayseri debbağ esnafının perişanlığına
yol açtığından Diyarbakır'a gönderilen fermanlarla mazunun uygun fiyatlarla
Kayseri'ye gönderilmesi istenmişti. Bu ferman Avrupalı tüccarların Diyarbakır'da
mazu ticaretini yine önleyememiş,1815 yılında bir ikaz fermanıyla mazunun
Avrupa'ya değil, Kayseri'ye gönderilmesi emredilmiştir (2).
Diyarbakır'da İhracat
Sestini'nin seyahatnamesinde Diyarbakır kenti, kervanların buluştukları
yerdir; kervanlar İzmir'den, Halep'ten, Tokattan, Erurumdan, Şam'dan, Bağdattan,
Tauris'ten ve İran'dan İstanbul'dan Trabzon'dan, Musul'dan, Adana'dan ve Cizre'den
geliyorlar buraya. Hepsi de başkentler arasında aktif ya da pasif ticaret yapıyorlar.
Buradaki imalathaneler, beyaz ya da boyalı, çeşitli pamuk kumaşlar üzerinde
çalışmaktadır. Bu şehirde çok sayıda dokumacı bulunmaktadır. Yunanistan'a, Halep'e
ve Karadeniz'e bol miktarda çizgili ipek ve pamuktan kumaşlar ihraç edilmektedir.
Ergani kalayı ticareti de yapılmaktadır. Kırmızı maroken bütün batıyı kalite açısından
geçmektedir. Buranın suları marokenlere çok güzel bir parlaklık vermektedir. Bu şehir
kocaman bir mazı ambarıdır' (3) Fransa, İsveç ve Norveç'e ihracat yapılmaktadır (4).
Han ve kervansaraylar
Kervansarayların boyutları, üzerine inşa edildikleri yolun ticaret hacmine,
dolayısıyla konaklayacak kervanların büyüklüğüne ve yaptıranların gücüne bağlı
olarak değişmiştir. Kervansaraylar tarihsel geçmişleri, taşıyıcı sistemleri, yapısal,
mimari ve dekorasyon özellikleri ve yayılma alanları açısından benzerlik ve süreklilik
göstermektedirler. Kervansaraylarda “açık” ve “kapalı” bölümlerin varlığı ölçüt
olarak kullanılmış, buna göre de;
a. Yalnızca kapalı kısmı olan “hol” hanlar,
.
300
b. Hem açık, hem kapalı kısmı olan hanlar,
c. Yalnızca açık kısmı olan “açık bölüm” hanlar olarak üç grupta
sınıflanmıştır.
Bu gruplamadan ayrı olarak iç içe iki plandan oluşan “eş odaklı” hanlar
da, farklı bir tip olarak tanımlanmıştır. Fonksiyon ağırlıklı tipolojiye göre ise
kervansaraylar; yalnız barınak kısmı olan hanlar, barınak ve servisleri olan
hanlar olarak iki temel gruba ayrılmaktadır. Kervansaraylar ister yalnızca
barınak, ister barınak ve servis mekânlarını içersinler, iki temel plan şemasına
göre şekillenmektedir. Bunlardan birincisi adeta hiyerarşik bir biçimlenme
olup, bir işlev veya işlev grubunun mekânları birbirini takip edecek biçimde
dizilmektedir. Bu tipin barınak kısmı ayrıdır ve yan yana dizilen çoğunlukla
dikey, bazen yatay, bazen de kesişen tonozlu sahanlardan oluşmaktadır.
Servisler çoğunlukla ön cepheye bitişik ve bir avlu etrafında yer almaktadır. (5)
Anıtsal ve sivil birçok mimari yapıtları bünyesinde barındıran
Diyarbakır kentinde önemli mimarlık yapıtlarından birisi de Hanlar ve
Kervansaraylardır. Önemli ticaret merkezlerinden biri olan bu kent çok sayıda
han ve kervansaraylara da ev sahipliği yapmıştır. İslam dininin
misafirperverliğe ve hayırseverliğe verdiği önemle beraber, kentin işlek ticaret
yolları üzerinde olması sebebiyle kervanların konaklamaları ve her türlü
ihtiyaçlarını karşılamaları amacıyla bu yapılar yapılmıştır
İslam dininin misafirperverliğe ve hayırseverliğe verdiği önem sonucu,
ortaya çıkan kervansaraylar, işlek ticaret yolları üzerinde, kervanların konaklamaları
ve her türlü ihtiyaçlarını karşılamaları amacıyla yapılmış büyük hanlar olup, devlet
veya hayırsever kişiler tarafından kurulan ve kervan ihtiyaçları ücretsiz karşılanan
yerlerdir
Genel olarak büyüklüğüne göre kervansaraylarda; yatakhane ve aşhaneler,
erzak ambarları, ticari eşya depoları, yolcuların hayvanları için ahırlar, samanlıklar,
yolcuların namaz kılmaları için mescitler, kütüphaneler, misafirlerin yıkanması için
hamamlar, abdest almaları için şadırvanlar, tedavileri için hastane ve eczaneler,
ayakkabılarının tamiri ve fakir yolculara yenisinin yapılması için ayakkabıcılar,
hayvanları nallamak için nalbantlar, bu teşkilat ve tesisleri idare edecek, gelir ve gider
hesaplarını yapacak divan (büro) ve memurları vardı. Umumiyetle Selçuklu sultanları
ve devlet adamları tarafından yaptırılan bu muazzam kervansarayların hepsi vakıftı.
Maddi büyüklükleri ve teşkilatları nispetinde zengin gelir kaynaklarına da sahiptiler.
Bu suretle kervansaraylara inen ve konaklayan tüccar ve her türlü yolcu, zengin fakir;
Müslüman, gayri Müslim kim olursa olsun, orada her türlü ihtiyacını ücretsiz olarak
görebilirdi. Kervansaraylarda hasta yolcular, sıhhat buluncaya kadar tedavi edilir,
hayvanlarının tedavisi de baytar (veteriner) tarafından yapılır ve tedavi masrafları
vakıf tarafından karşılanırdı. Fakir hastalar, öldüğü takdirde kefen masrafları da vakıf
gelirlerinden ödenirdi. Şehir içinde yapılmış olan bu mekânlara han adı verilmiştir (6).
301
Diyarbakır Hanları
Anadolu Selçukluları devrinde gelişen düzenli yol sistemleri ve bu yollar
üzerinde sağladıkları güvenli seyahat imkânı, Diyarbakır'ın ticari amaçlı gelişiminde
önemli etkenlerden birisi olmuştur. Diyarbakır'ın önemli yollar üzerinde bulunması,
bazı yapıların gelişmesine neden olmuştur. Bunların başında hanlar gelmektedir.
Diyarbakır'da bulunan hanlar Osmanlılar döneminde yapılmış olup, bu devrin
mimarisinin en güzel örneklerindendir. Bu yapılardan günümüze ancak üç tanesi
ulaşabilmiştir. Bunlar; Deliller Hanı (Hüsrev Paşa Hanı), Hasan Paşa Hanı ve Çifte
Han'dır. (7)1873–1876 yılında Diyarbakır'da 14 han,1868 dükkân, Ergani'de 3
han,115 dükkan, Çermik'te 300 dükkan,3 han, Hani'de 2 han,101 dükkan, vardı (8).
Günümüze kadar
Günümüze kadar ulaşmamış
ulaşmış hanlar
hanların konumu
1- Deliller Han
1- İbrahim Paşa Hanı
6- İpekoğlu Hanı
2- Hasan Paşa Hanı
2-Tütün Hanı
7- Hanı-ı Cedid
3- Çifte Han
3- Rüstem Paşa Hanı
4- Melek Ahmet Paşa Hanı
5- Kayseriye Hanı
Şekil 1. Günümüze kadar ulaşmış ve ulaşamamış hanların konumu.
(Türkan Kejanlı) (6).
Hüsrev Paşa Hanı (Deliller Hanı)
Diyarbakır'da ayakta kalmış hanlardan Hüsrev Paşa Hanı, H. 934 yılında
Diyarbakır'ın ikinci Osmanlı valisi olan Hüsrev Paşa tarafından yaptırılmıştır. Deliller
Hanı olarak da bilinen yapının bu adı almasının nedeni, hacı adaylarına rehberlik
yapan delillerin burada konaklamasıdır. Han karşısındaki geniş alana da Hacılar
Harabesi denilmektedir. Oldukça geniş bir alanı kaplayan hanın, ortasında kareye
yakın geniş bir avlusu bulunmaktadır. Bu avlunun etrafında bulunan ve iki katlı
revaklı geçişlerin arkasında yer alan han odaları ile tek kaili bir ahır kısmından
302
meydana gelmiştir. Avlu ortasında bir şadırvan bulunmaktadır. Girişle ve girişin tam
karşısında bulunan merdivenler, üst katla bağlantıyı sağlamaktadır. Odaların revaklı
geçişlere ve oradan da avluya açılan kapılarının yanında bir de pencere bulunmaktadır
(7).
1930 yılı Deliller Hanı
1932 yılı Deliller Hanı iç kısmı (9).
1980 yılı Deliller hanı (12).
303
1980 yılı Deliller hanı (12).
Deliller hanının bir başka açıdan görünümü
Günümüzde Havadan Deliller hanı ( F Türkoğlu)
304
Hanın ahır ve depo olarak kullanılan ikinci kısmına, güneydeki bir han
odasının geçit olarak kullanılacak şekilde düzenlenmesi ile geçilmektedir. Ahır
kısmında tek sıra halinde dizilmiş pencereler bu bölümün aydınlatılmasını
sağlamaktadır. Hanı dıştan tek yönde sınırlayan dükkânlar, ahır kısmının caddeye
bakan yüzeyinde devam etmektedir. Dışarıdan bakıldığında, ahır kısmı tek kat,
odaların yer aldığı ana bölüm çift kat olarak yükselmektedir. Yapı, siyah bazalt taş ve
beyaz kalker taşının beraber kullanılması ile oluşturulmuştur.
Yeniden kullanım karan alınarak günümüz koşullarına uydurulmak istenen
bu han, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün yardımları ile 1984 yılında 49 odalı ve 103
yataklı otel haline getirilmiştir. Beş yıldızlı bir otel haline getirilen bu yapıda avlu, ana
mekân olarak kullanılmaktadır. Sabah kahvaltısı, öğle yemeği, açık bar ve özellikle
yazın akşam yemeği için avlu kullanılmaktadır. Daha önce deve ve atların gecelediği
ve yaklaşık 6-7 m. yüksekliğinde ahır olarak yapılmış birim günümüzde kapalı
restoran olarak kullanılmaktadır. Restaurant 300 kişi kapasiteli olup yalnız otel
müşterileri değil yerli halkın da yemek yeme amacıyla kullandığı bir mekân
durumundadır. (7)Gerek geçmişte gerekse günümüzde halk arasında “Hüsrev Paşa
Hanı” veya “Kervansaray” da denilmektedir. Ancak halk tarafından Deliller Hanı
denilmesinin nedeni islam ülkelerinden Hicaz'a gitmek üzere burada toplanan hacı
namzetlerini götürmek için gelen rehberlerin (delillerin) bu handa kalmalarındandır.
Deliller Hanın Dıştan Görünümü
305
Deliller Hanın İçeriden Görünümleri
Hanın ahır ve depo olarak kullanılan diğer kısmına güney tarafındaki geçit
olarak kullanılacak şekilde düzenlenen bir han odasıyla geçilmektedir. Bu geçit
özellikle belirtilmemiş, bir anlamda arkasındaki büyük mekânı gizlemiştir. Girişe
paralel kemerlerin bağladığı, beş ayak sırasının altı nef e böldüğü ahır kısmına ışık,
duvarlara açılan tek sıra pencerelerden gelmektedir. Bu pencereler tek sıra olarak
açıldığından içerisi biraz karanlıktır.
Doğu-batı yönünde uzanan kemerlerin aralarında nefler, boydan boya beşik
tonozlarla örtülmüştür. Dışta dükkânların, köşkü andıran giriş bölümünün ve
şadırvanlı orta avlu etrafında revakların gerisinde yer alan odalardan meydana gelen
Deliller Hanı, bu görünümüyle Osmanlı hanlarının özelliklerini yansıtmaktadır.
Günümüzde Han, otel ve eğlence tesisi olarak kullanılmaktadır (13).
306
Hasan Paşa Hanı
Diyarbakır'da ayakta kalmış hanlardan ikincisi olan Hasan Paşa Hanı,
Osmanlılar zamanında Diyarbakır'da valilik yapmış olan Sokullu'nun oğlu Vezir-zâde
Hasan Paşa tarafından 1572-1575 yılları arasında yaptırılmıştır. Hasan Paşa
Diyarbakır'da ilk olarak kuyumcular için bir çarşı yaptırmıştır. Daha sonra Ketenciler
adıyla bilinen ancak günümüze ulaşamamış çarşıyı yaptırmıştır. Kuyumcular
Çarşısı'nda yapılan hasır bilezikler, haplar, kişnişli gerdanlıklar, avizeler, hançerler
vb. parçalar, Ketenciler Çarşısındaki dükkânlarda satılırdı. Hasan Paşa, bu iki çarşıya
ticaret için gelenlerin gecelemeleri için bir han da yaptırmıştır.
Hasan Paşa Hanı, Deliller Hanı'ndan sonra Diyarbakır'daki ikinci büyük
handır. Bu hanın güney ve batı kapılarında tarihî iki yazıl bulunmaktadır. Hanın batı
cephesi, allı beşik tonozlu dükkânlarla üst katında taşan iki süslü pencereyle dışarı
açılan orta kısmı, yapının genel çizgilerini tamamlamaktadır. Deliller Hanı'nın sade
görünümlü üst katına karşılık, bu hanın köşelerinde başlıklı sütuncuklar, üzerinde
boşaltma kemerleri ve köşelere rastlayan pencerelerde mukarnaslı başlıklar yer
almıştır. Bazalt ve kalker taşının beraber kullanılması ve kalker taşının yatay olarak
yerleştirilmesi, yapıyı olduğundan da uzun göstermektedir. Yapıyı en üstte taş
konsolların üzerine olurmuş bir silme sınırlamakta ve arkasında han odalarının
kubbeleri görünmektedir (7).
Hasan paşa hanının dışarıdan görünümü
Evliya Çelebi'de bu yapıdan söz etmiş, “Kale misali Hasan Paşa Hanı gayet
metin ve müstahkemdir” demiştir.(15)1612 yılında Diyarbakır'ı ziyaret eden Leh
Simeon, şehre geldiği zaman indiği Hasan Paşa Hanı'nı şu şekilde tasvir etmiştir:
Muazzam kârgir bir bina olan bu hanın 500 beygiri barındırabilecek yer
altında iki ahırı, rengarenk demir parmaklıklarla çevrilmiş çok güzel havuzu, üç
kat üzerine birçok kârgir odaları vardı... Yine daha sonraki tarihlerde Diyarbakır'a
gelen, Gugios İnciciyan ve James Silk Buckingham Hasan Paşa Han'ından önemle
bahsetmişlerdir.
307
19. yüzyıl sonu Hasanpaşa hanı (14).
Bunlardan Buckingam'ın 1815 yılı için verdiği bilgiler arasında hububat
piyasasının burada toplandığı hakkındaki kaydı, 19. yüzyılda da bu hanın büyük bir
öneme sahip olduğunu göstermektedir.
Hasan Paşa Hanı'nın 19. yüzyılın ilk yarısında da Diyarbakır'ın en önemli
hanlarından birisi olduğu görülmektedir. 3 Ekim 1792 tarihinde Diyarbakır valilerinden Abdi Paşa'nın kethüdası Nuh Beğ zimmetinde olan 54.000 kuruşu
ödemediğinden bütün malları bu handa hıfz edilmiştir. 25 Aralık 1802 tarihli bir
fermandan, Diyarbakır'da eceliyle vefat eden Diyarbakır valisi Zühtü İsmail Paşa'nın
eşyalarının yine Hasan Paşa Hanı'nda toplandığı anlaşılmaktadır. 5 Ağustos 1843
tarihli bir arzda da muhtemelen 1833 yılında Diyarbakır'da vuku bulan yangın
esnasında Fransız rahiplerinden birinin eşyalarının kurtarılarak burada saklandığı
görülmektedir.
Bütün bu belgeler, Hasan Paşa Hanı'nın incelenen dönemdeki önemini
ortaya koyduğu gibi Diyarbakır'a dışarıdan gelip bu handa vefat eden tüccarların
tereke kayıtları da Hasan Paşa Hanı'nın önemli bir tüccar hanı olduğunu
göstermektedir (16).
1926 yılı Hasanpaşa Hanı önü ( Mehmet Ali Abakay)
308
1933 yılı Hasanpaşa Hanı Üstten Görünümü
1955 Hasanpaşa Hanı içi
1974 yılı Hasanpaşa Hanı kapısı (9).
309
.
1980 Yılı Hasanpaşa Hanı (12).
Günümüzde Hasan paşa hanı içi
Akşam ve Hasanpaşa Hanı
310
Avludaki Şadırvan
Hasanpaşa Hanı Avludan Görünüm
311
Hasanpaşa Hanı Avludan Görünüm
Yapının batı kapısı içeriye doğru genişlemektedir. Basık kemerli bir kapıdan
geçildikten sonra beşik tonozlu bir kısım gelmekte ve buradan avluya ulaşılmakladır.
Girişin solundaki ve karşısındaki merdivenler üst katla bağlantıyı sağlamaktadır.
Avlunun ortasında altı sütuna oturmuş üstü kubbeli bir şadırvan yer almaktadır.
Alt kat odaları sivri kemerli revaklarla avluya açılmaktadır. Ayrıca bu handa
dikkati çeken diğer bir özellik, üst katta avluya doğru taşan konsolların bulunmasıdır.
Yine üst katta da revaklar bulunmakta ve bu revakların arkasında odalar yer
almaktadır. Odalar bir kapı ve pencereyle avluya açılmaktadır. Hasan Paşa Hanı'nın
bodrumunda, gelen kervanların hayvanları için ahır kısmı bulunmakladır. (7)
Osmanlı dönemi şehir hanları mimarisinde görülen hayvan barınma bölümü olan
ahırla, gelen yolcuların konakladıkları yerler, Hasan Paşa Hanı'nda da ayrılmaktadır.
Yapının altındaki ahır bölümüne avludan bir rampa ile inilir. Birinci kattaki odalar,
konaklamaya ayrılırken, zemin kat mekânları ticaretle işlevlendirilmiştir, (13) Hasan
paşa hanının önemli bir özelliği değerli madenler işçiliğine ev sahipliği yapmış
olmasıdır.
Hasanpaşa Hanı Kuyumcular Çarşısı
Kuyumcu şehir unvanını almak için bu noktada usta sanatçıların olması
gerekir. Evliya Çelebi Diyarbakır'ı kastederek 'Kuyumcuları gümüş kap-kacak
yapmada ve altıncıları taç ve mücevher yapmada benzersiz ustalardır' demektedir.
(17) Diyarbakır valiliğine atanan Hasan Paşa, kuyumculuğun yöredeki potansiyelini
görünce “Kuyumcular Çarşısı”nın inşasına başlama emrini vermiştir. Kuyumcular
Çarşısı'na Ulu Cami'ye doğru bir kol atarak Ketenciler Çarşısını da ilave ettirmiştir.
Kente Özdemiroğlu Osman Paşa Vali tayin edilmişti. Osman Paşa'nın da gayretleriyle
büyük maddi külfetlere girilerek yedi yılda tamamlanan çarşının açılış konuşmasında
Ahmet Çelebi'yi "Kuyumcular Reisliği”ne getirmiştir. Olgunluk döneminde Ahmet
Çelebi tüm öğrencilerini yanına alarak on yıl sürecek iki essiz düzenleme
gerçekleştirecekti. Bu bahçe betimlemelerinde yaprakların damarlarına, yemişlerin
kabuklarına ve içlerine çok güçlü bir ifade gücüyle değerli taşlar yerleştirmişti. Bir yıl
sonra Bağdat'a götürülen bu çalışma görenleri hayrete düşürmüştü.
312
Mevlana Celaleddin Rumi'nin türbesindeki gümüşten yapılmış ikinci kapı
tüm isçiliği ile Ahmet Çelebi'ye aittir.
1010 yılında yitirilen Ahmet Çelebi'nin
sanatını, örgencileri uzun yıllar yaşatmaya çalışmıştır. Uzun yıllar boyu Ahmet Çelebi
ve öğrencilerinin ürettiği broşlar, gerdanlıklar, kılıçlar, hançerler, mücevherler
Ketenciler Çarsısı'nda satılmıştır. (18) Konya'daki Mevlana türbesinin ikinci
kapısı, Bağdat'taki İmam-ı Azam türbesinin altın ve gümüş işlemeli kapısı ile avize,
şamdan ve kandilleri Diyarbakır'da yapılmıştır (19). Hasan Paşa hanı Hollanda
Answers'ten çok önce elmas işçiliğinde söz sahibiydi. Abdülsettar Hayati Avşar
anlatıyor: Kurşunla işlerler. En yumuşak malzemeyle tabii. Sultan Abdülaziz zamanı,
Diyarbekir'den bir elmas kuyumcumuz, Sultan Aziz'e takdim için götürmüş. O
pırlantanın üzerine de sultan Aziz'in tuğrasını işlemiş.İşte tarihçiler Hasan Paşa
Hanından bütün dünyaya pırlanta gönderildiğini yazar.Şimdilerde Hollanda'nın
Anvers limanı bu iş için kullanılıyor dense de eskiden merkez Diyarbekir'di (20).
Mevlana'nın gümüş kapısı Hasanpaşa hanından (21).
Diyarbakır elmas işlemeciliğine merkez olunca devlet büyüklerinden de
hediye için sipariş alıyordu. Bir örnek verelim: Şeyh Sünusi hazretleri Sakarya
zaferini tebriken Mustafa Kemal Paşaya Diyarbakır'da yapılmış göz kamaştırıcı bir
kılıç hediye etti. Kılıçta 3 sıra inci,3 sıra elmas süs vardı. Altın işlemeyle gazi Mustafa
Kemal Paşa Zilhicce 339 yazılıydı. Kabzasındaki ayın kenarları inci, incilerin
ortasında zümrüt ve zümrütün iki yanında yakut taş bulunmaktadır. Hasanapaşa
hanının bir de manevi yönü vardır. Burayı yaptıran Hasanpaşa ülke bütünlüğünü
sağlamak,ülkede oluşan terör ve isyanı önlemek adına şehit olmuştur. 1600 yılında
Tokat'ta deli Hasan isyanı oldu ..Sokolluzade Hasanpaşa süratle o tarafa yöneldi ve
Diyarbekir'den Hüsrevpaşa, Maraş ve Halep Kürtleri ve sipahiler buraya
yönlendirildi. Hasanpaşa burada hayatını kaybetti (22)Hasan Paşa hanı belli
zamanlarda askerlerin barınağı olarak kullanılmıştır.1840 yılına ait bir belgede
,askerin ikameti nedeniyle esnaf burada çalışamamış,kira verememiştir. Buradaki
esnaftan kira geliri alamayan Rağıbiye medresesi eğitiminde ve onarımında aksama
olmuştur. Bu nedenle askerin burayı boşaltması istenmektedir.
313
5 Temmuz 1840 yılına ait belge 1083 (23).
Çifte Han
Hasan Paşa Hanı'nın güneyinde, Mardin Kapısı'na giden yolun sağındaki
sokağın içerisindedir. Doğu ve batı doğrultusunda uzanan han siyah beyaz taştan
yapılmıştır. Hanın doğu cephesi düz duvar halinde olup, güney cephesi de etrafındaki
yapılarla kapatılmıştır (24).
1810 tarihli vakfiyeye göre Çifte Han “... Sulu gözde yukarıda otuz oda ve
tahtında yirmi dokuz oda diye bir havuz ve iki ahur ve biri sağîr biri kebîr bir mağaza
mülhakatından ve beş adet dükkan ve memşa ve Susuz Gözde yukarıda yirmi altı oda
ve tahtında yirmi bir oda ve bir kahve dükkânı ve memşa ve üç adet terzi dükkânı ve
kapu arası içinde iki dükkân ve bir ahur ve memşa iki mağaza ve su kuyusu ve
mülhakatından dört dükkân” dan meydana gelmiştir. 1804 yılında Diyarbakır'ı ziyaret
eden İnciciyan Çifte Han'ı önemli hanlar arasında saymıştır (25).
Günümüze kadar ulaşmış hanlardan üçüncüsü olan CifteHan'ın kesin yapım
tarihi ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Eldeki belgelerden XVI.
yüzyıldan kalma ve Osmanlı yapısı olduğu anlaşılmaktadır. Han, ilk yapımı sırasında
çift han olarak düşünülmüş, ancak Cumhuriyet dönemi ile birlikte yol çalışması
sırasında ikincisi yıktırılmıştır. Bütünüyle günümüze kadar gelebilseydi, Diyarbakır
hanları içinde biri birine bitişik çifte han biçimiyle değişik bir uygulama örneği teşkil
edecekti. Siyah bazalt taşlan yapılmış olan bu yapı iki katlıdır. Ortada bir avlusu ve
avlunun üç tarafında basık kemerli revakları bulunmaktadır. Hana giriş kapısının
biraz ilerisinde soldan bir merdiven üst katla bağlantıyı sağlamaktadır. Üst kattaki
han odalarının önünde de revaklar bulunmaktadır. Odaların avluya bakan yüzlerinde,
314
bir kapı ve bir pencere yer almaktadır Hanın giriş katı depo olarak kullanılmakta, üst
kat ise hiç kullanılmamaktadır. Girişin karşısında bulunan kolun üst katta revaklı
geçişleri yıkıldığından, üst katta bu kola ulaşılamamaktadır. Bodrumda ahır bölümü
bulunmakladır. Bu han, Deliller Hanı ve Hasan Paşa Hanı'na göre daha yalın ele
alınmıştır. (7)
1971 Çifte han iki kat revakları ( 16. yüzyıl ) (15)
Günümüzde Çifte Han
315
DÜKKAN
DÜKKAN
AVLU
KAPALI
Şekil 2. Çifte Han Zemin Kat Planı. Kaynak: Kejanlı, 1995. (6)
Çifte Hanın Değişik Açılardan görünüşleri 2012
316
Çifte Hanın Başka Açıdan görünüşleri 2012
Hanı Cedid
1569 tarihli Behram Paşa vakfiyesinde, Behram Paşa tarafından camiin arka
tarafında bir de han inşa ettirmiş olduğu görülmektedir Söz konusu hanın fevkanî ve
tahtûnî 33 odası ve avlusunda bir de havuzu bulunmaktaydı. Bu hanın ne zaman harap
olduğu bilinmemektedir (25).
Yeni Han
Yeni han ,Ulu caminin güney kısmında,Zinciriye medresesinin
arkasındaydı1788 yılında Seyit Hacı Abdullah adına yaptırılmıştır. Mimarı belli
değildir Hanın bütünü moloz taştan yapılmıştır. Yazıtın yer aldığı kapıdan girilince
solda bir merdiven yer almakta,ikinci kata çıkışı sağlamaktadır. Buradan sivri bir
kemerli açıklıkla orta avluya varılmakta,blok taşlarla döşeli avlunun ortasında bir de
kuyu yer almaktadır.İki katlı olarak yapılmış olan hanın dört tarafını revaklar
çevirmekte,revak kemerleri yalın sütun başlıkları olan ince sütunlara oturmaktadır.
Revaklar ve arkasında yer alan han odalarının örtü şekli düz damdır.
Odaların yarıca revaklara açılan
düz taş hatıllı bir kapı ve bir
pencere açıklıkları vardır. Orta
avluya açılan revak ve
arkalarında yer alan odaların
yükseklikleri yapının genel
oranlarına göre kısa oluşu yapıyı
basık göstermekte,böylece yatay
çizgiler ağır basmaktadır.Yapının
girişteki üst kata çıkış sağlayan
merdiveni dışında, bir de kuzey
doğu köşesinde ikinci bir
1971 Yeni han iki kat revakları. (17.yüzyıl) (15) merdiveni bulunmaktadır.
317
İbrahim Paşa Hanı
Ne zaman yapıldığı bilinmeyen bu han 1810 (H.1225) tarihli Şeyhzâde
İbrahim Paşa vakfiyesinden anlaşıldığına göre, Salos Mahallesi'nde, Muallak
Mescidi'nin alt tarafında ve Deva Hamamı yakınında idi. Adı geçen vakfiyede
"...fevkânî kırk bir oda ve tahtanî kırk oda ve ahur ve fevkani ve tahtanı hâricinde bir
sağır dükkân ve dâhilinde bir sağır dükkân ve on iki masura âb-ı Hamravat'dan ma-i
cârisiyle havuz ve havlu..." olduğu belirtilmiştir.İbrahim Paşa Hanı tüccar hanı olarak
inşa edilmiştir. Ancak Diyarbakır valilerinden Emin Paşa zamanında askere mahsus
hanlar boş dururken, bu handaki tüccarlar, çıkartılarak hana askerler yerleştirilmiştir.
1829 yılında tekrar tüccar hanı olduğu bilinmektedir. Bu han bugün ayakta değildir.
İpekoğlu Hanı
İskender Paşa Cami'nin batısında ve pembeciler çarşısında idi. 4 Mart 1676
tarihli vakfiyede “...İpekoğlu hanı demekle ma'ruf Bengi han...” şeklinde geçen söz
konusu han 54 oda, 1 dükkan, 1 ahır ve su kuyusunu ihtiva etmekteydi.Vakfiyede bu
hanın Hacı Mustafa Çelebi'nin mülkü olduğu ve evladiyet üzerine vakfedildiği
görülmektedir. Hanın 1.Dünya Harbi sırasında harab olduğu sanılmaktadır
Kayseriye Han
22 Ekim 1565 tarihli İskender Paşa Vakfiyesi'nde, vakfın gelir kaynakları
sayılırken, vakfa ait emlakın yanında olması sebebiyle adı geçen Kayseriye Hanı'nın
İskender Paşa Camii ile Yeni Hamam yakınlarında olduğu anlaşılmaktadır 1577
tarihli bir vakfiyede ise söz konusu hanın, 12 hücre, 1 hela, 4 dükkan, 1 mahzenden
oluştuğu ve evladiyet üzere vakfedildiği görülmektedir
Melek Ahmet Paşa Hanı
Rum Kapısı yakınında idi. Melek Ahmet Paşa 1591 yılında Diyarbakır'da
cami ve medreseden başka bir de ev inşa etmiştir. Bu ev Dilaver Paşa tarafından daha
sonra hana çevrilmiş ve XIX yüzyıla kadar gelmiştir.
Rüstem Paşa Hanı
1539-1542 tarihleri arasında Diyarbakır valiliği yapan Rüstem Paşa
tarafından yaptırılmış olmalıdır. Bu han Yeni Kapı adıyla da bilinmekteydi.
Tütün Han
Abdal Mahallesi'nde, Deva Hamamı'nın bitişiğinde ve arkasındaydı1810
tarihli vakfiyeden İbrahim Paşa tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. (25)Kentte
özellikle köylü pazarlarının bulunduğu Eski Saman Pazarı, Eski Kömür Pazarı,
Yoğurt Pazarı,
318
Buğday Pazarı, Melikahmet Çarşısı, Mardin Kapı ve Urfa Kapı
semtlerinde yakın yıllara kadar varlıklarını sürdüren hanların çoğu 1960'lı yıllarda
ve sonraki yıllarda kentte motorlu araçların sayısının artmasıyla hayvanlarla
yapılan taşımacılın bitmesiyle iş yapamaz duruma düşmeleri sonucu yıktırılarak
pasajlara dönüştürüldüler…
Bakırcılar Çarşısı, Mardinkapı ile Melikahmet semti çevresinde bulanan
Abdülkerim Kaçmaz'ın Hanı, Hana Ömere Ceve, Hana Reşit, Hana Hamit, Hoca
Hüseyin Hanı, Abdulgani Begin Hanı ve daha pek çok küçük han yıktırılıp işhanı
oldular… (1).
Sülüklü Han
Diyarbakır hanları içinde Sülüklü han kazancılar çarşısındadır.Sülüklü Han
1683 yılında Hanilioğlu Mahmut Çelebi ve kız kardeşi Atike Hatun tarafından
yaptırılmıştır.
Sülüklü Handan görüntüler
319
Sülüklü Han'dan Fotoğraflar
Giriş koridorunun tonozu iki atkı kemeri ile bölünmüştür. Kapıya yakın
kısmında karşılıklı ikişer,az derin dikdörtgen girinti,iki kemer arasında güneyde
ahırın doğudaki parçasına inen merdiven,kuzeyde ise eyvan gibi koridora açılan bir
mekan bulunmaktadır. Bu mekanın doğusunda ahırın kuzey kısmına inen merdiven
yer alır. Burada herhalde bir de yukarı çıkan bir merdiven vardı.İkinci kemerden sonra
revağın içinden avluya geçilmektedir. Sülüklü hanın bir üst katı olduğu,merdivenin
yerinden ve giriş üzerindeki bingilerden anlaşılmakta,vakfiyesi de bu bilgiyi
doğrulamaktadır. Kareye yakın avlu taş döşelidir ve batı köşesine yakın bilezikli bir
kuyu vardır. Avlunun üç kenarı revakla çevrili,güney kenarı ise sağır duvardır,ama bu
duvarda da revak olduğunu belirten kalıntılar bulunmaktadır. Doğu revağın sekisine
üç basamakla çıkılmakta,altında ahır kanatlarının pencereleri yer almaktadır. Kare
ayaklarla taşınan basık sivri kemerlerin açıklıkları ve sayısı birbirinden farklıdır.
Batıda biri avluya giriş olmak üzere beş kemerli açıklık arkasında beş oda,kuzeyde
dört açıklık arkasında altı ve doğuda dört açıklık arkasında beş oda yer alır.Pahlanmış
kuzeydoğu köşedeki ile toplam oda sayısı onyedidir. Yapının taşıyıcıları yığma
taş,üstörtü ahşap kirişlemedir (26).
Şerbetin Hanı
Tepe Han' ın ve Diyarbakır'ın kuzeybatısında, Tepe Hanı'ndan 10 km.
kadar uzaklıkta, aynı adla anılan köyün içindedir. Şerbetin Köyü, Dicle'ye
dökülen küçük dereye hakim bir düzlük üzerindedir. Köyün kuzeydoğu
kenarında yer alan han, ince uzun bir mekan olan ahır kısmından ibarettir.
Üzerine sonradan inşa edilen evde halen oturulmaktadır. Taçkapınm
yerleştirildiği kuzey cephesinin bir kısmı kesme taşlarla kaplanmıştır.
320
Vaktiyle bütün cepheyi kaplayan kesme taşların bir kısmı zamanla
dökülmüştür., taç kapının hemen sağında görülen ve dikine düzgün bir hat teşkil eden
ekleme yeri dikkat çekicidir. Bu ekleme çizgisinin sağında, batıya doğru devam eden
duvar, cephenin diğer kesimine nazaran daha eski bir görünüşe sahiptir. Burada taş
sıraları arasına, kırma taşlardan dolgu maddeleri yerleştirilmiştir. Bu duvar, hanın
batısında izleri görülebilen ve ne olduğu anlaşılamayan tonozlu harap mekanın bir
parçasıdır (27).
Diyarbakır hanları içinde Evliya Çelebinin ilk ziyaret ettiği hanlardan birisi
Eğil yakınlarındaki Şerbetin hanıdır.Bugün son derece mütevazi duruma düşmüş
Şerbetin hanının 1655'lerdeki durumunu anlamak için Evliya Çelebi'yi
dinleyelim:'Diyarbekir sınırları içindeki harabe Şerbetin kasabası menziline
vardık.Burası bir zamanlar çok bayındır imiş.Hala iki yüz evi,bir camii,büyük bir hanı
ve mütevazi büyüklükte birkaç dükkanı olan bir kasabacıktır.Ve eski bir tekkesi olup
şimdiki Eğil beyinin babası Kaçar bey burada gömülüdür.Aşevinin yemeği,gelengiden yolcular için bol miktardadır.En uygun yere yapılmış eski bir dinlenme yeridir.'
demektedir (17).
Tepe Hanı
Diyarbakır hanlarından birisi de Hantepede'ki handır ve ipek yolu üzerindedir
Tepe hanı Hantepe köyünde bulunmaktadır. Üçkuyalardaki Toplu konuttan girip 15
km yol aldığınızda Hantepeye varırsınız. Yol üstünde tarihi Roma yolu ve Deve geçidi
köprüsüde bulunmaktadır.
321
.
Tepe Hanı Eski Görüntüler
Tepe Hanı
2010 yılı Görüntüsü
Günümüzde Tepe / TılhamTıl Ahmed Hanı
322
Hanı-I Gevran
Kuzeybatı-güneydoğu yönünde uzanan Diyarbakır-Elazığ yolunun yaklaşık
olarak 25 inci kilometresinde, Geyikli istasyonu yakınlarında, anayoldan ayrılarak
güneye sapan köy yoluna girildiğinde, 2 km. sonra Kâhyamaran Köyüne varılır. Düz
bir alanda güneye doğru devam eden bu yol sırası ile Cedeli, Beykân, Keklik
köylerinden geçerek, yaklaşık olarak 15 km. sonra Hanköy'e ulaşır. Köyün hemen
kenarında, düz bir sahada inşa edilmiş olan eski bir han oldukça sağlam bir durumda
ve ayaktadır. Çevre halkının Han-ı Gevran adı ile andığı bu yapı halen tahıl deposu
olarak kullanılmaktadır Yapı genel hatları ile uzunca bir dikdörtgen şeklindedir .
Girişin yer aldığı güneydoğu cephesi önemli bir onarım görmüş ve şekli
değiştirilmiştir.
Hanı-I Gevran 1975 yılı Görüntüleri
Tarihi kaynaklardan edinilen bilgilere göre Diyarbakır, selçuklu devrinde, iki
ana kervan yolunun güzergâhı üzerinde bulunmakta idi. Bu yollardan ilki Tebriz'i
Haleb'e bağlayan kervan yolu; ikincisi de Bağdad'ı Malatya'ya ve diğer merkezlere
bağlayan kervan yolu idi (136). Ayrıca, selçuklu kaynaklarında bahsi geçmeyen |ve
Diyarbakır'ı Bingöl'e ve muhtemelen Erzurum'a bağlayan bir yol daha mevcuttu (bk.
Çeper Han). Şu ana kadar sadece kaynaklar aracılığı ile varlıklarından haberdar
olduğumuz bu yolların varlığı, bu araştırma sınırları içinde tanıtmaya çalıştığımız
birkaç han ile kanıtlanmış olmaktadır. Nitekim Başdeğirmen (Kepu) Han TebrizHalebyolu; Tepe Hanı ve Şerbetin Hanı Bağdad-Diyarbakır-Malatya yolu; Çeper
Hanı da, Diyarbakır-Erzurum ana yolu üzerinde yer alan menzillerdir.
323
Tanıtmaya çalıştığımız. Han-ı Gevran'm harita üzerindeki yerine dikkat edilecek olursa, bu hanın yukarıda saydığımız yollardan hiç biri üzerinde yer almadığı
görülecektir Nitekim Diyarbakır'ı Malatya'ya bağlayan yolun Harput üzerinden
geçtiği tarihi kaynaklarca teyid edilmektedir Kaldı ki bu yol üzerinde yer alan Tepe
Hanı Diyarbakır'dan itibaren ilk menzili teşkil ettiğine göre Han-ı Gevran'm bir
başka yolun ilk menzili olması gerekir. Diyarbakır'dan Haleb'e uzanan ve iki ayrı
güzergah izleyen kervan yolunun hiçbir menzili bilinmemekle birlikte, bu hanın bu
yollar üzerinde de yer almadığını kesinlikle söyleyebiliriz (138). Yine bu araştırmada
adından bahsedilen Çermik'teki han (?) kalıntısı, Haburman Köprüsü ve Kar akaya
Hanı; Malatya-Pötürge yolu üzerinde tesbit ettiğimiz Sevserek Hanı ve GörkHanı
Diyarbakır ile Malatya arasında ikinci bit kervan yolunun varlığını kanıtlamaktadır .
Harput üzerinden dolanan yoldan biraz daha kısa olmasına rağmen, özellikle
Karakaya-Alagisyazı arasında dağlık bir araziden geçen bu yolun hangi nedenlerle
ihdas edilmiş olduğunu bilemiyoruz. Kışın katedilmesi oldukça güç görünen bu
güzergâhın müsait mevsimlerde kullanılmış olabileceği hatıra gelmektedir (27).
KARAKAYA HANI
Çermik ilçe merkezinin 25 km. güneybatısında yer alan Karakaya köyünde
bulunmaktadır. Han,kuzey-güney yönünde uzanan genel hatlarıyla dikdörtgen bir
yapıdadır. Taş kapısı güney kısmındadır.Yapı iki sıra halinde düzenlenmiş sekiz adet
taş paye ile üç sahana bölünmüştür. Kuzey-güney yönünde uzanan sahanlar hafif
sivri kemerli tonozlarla örtülüdür. Yapının tamamı düzgün sıralar halinde dizilmiş
kırma taşlarla inşa edilmiştir. Tonozların inşasında ise yassı taş plakalar
kullanılmıştır. Yapılan araştırmalarda avlusuz Selçuklu Hanlarının geç devir eseri
olduğu belirtilen Karakaya Hanı XIII yy sonları ile XIV yy başlarına
tarihlenmektedir.
Karakaya Hanı ( 2011 ) (28)
324
Cephesi ve kuzey duvarı kısmen harap olmuş ve yer yer onarılmıştır Yapının
cephe duvarının bat, kesimi ve batı duvarının tamamı evlerle sarılmış durumdadır.
Han, kuzey-güney yönünde uzanan, genel hatları ile dikdörtgen bir yapıdır. Taç kapısı,
güneydoğu köşesi ve kuzey duvarı yer yer yıkılmıştır. Söveleri kısmen sağlam
kalabilmiş genişçe bir taç kapıdan içeriye girilmektedir. Orta şahma duvarının
Karakaya Hanı (Eski Diyarbakır-Malatya yolu) 1975'de durum
Orta sahan ve sahanlar arasındaki kemerli geçitler. açılan taç kapı, cephe
ortasına yerleştirilmiştir Yapı iki sıra halinde düzenlenmiş sekiz adet taş paye ile üç
şahma bölünmüştür. Kuzey-güney yönünde uzanan sahanlar hafif sivri kemerli
tonozlarla örtülüdür. Kırık kemerlerle örtülmüş dar aralıklarla birbirinden ayrılan
payeler, dikkat çekecek ölçüde kalın ve uzundur. Cephe duvarı ile girişteki ilk iki
payenin arası (2m 00) diğer açıklıklara nazaran daha geniş tutulmuştur. Yapının
tamamı, düzgün sıralar halinde dizilmiş kırma taşlarla inşa edilmiştir. Giriş kapısının
söveleri ve girişin iki yanındaki genişçe açıklıkları örten kemerler kesme taştandır.
Tonozların inşasında, yassı taş plakalar kullanılmıştır. Hanın bugünkü durumu,
önünde başka hacimlerin (avlu, hücre) bulunmadığına göstermektedir. Mütevazi
tonoz açıklıklarına oranla hayli kaim tutulmuş olan payeler, ustaların inşa tekniği
yönünden tam bir güven içinde bulunmamaları ile açıklanabilir. Zira bu açıklıktaki
tonozlar için böylesine enli payelere (1 m 35) ihtiyaç yoktur (27).
Birinci bölüm giriş
325
Birinci bölüm
İkinci bölüm
Arka duvar
Karakaya hanı-2012 Yılı Görüntüleri
KAYNAKLAR
1- Mehmet Mercan@diyarbekirgroub
2-Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmazçelik : XIX.Yüzyılın ilk yarısında
Diyarbakır. TTK. yay.Ank..1995.
3- Şefik Korkusuz. Seyahatnamelerde Diyarbekir. kent yay.İst.2003.s.69
4-Tellioğlu Ö(ed)Diyarbakır salnameleri. Diyarbakır Büyükşehir Belediye
yay.İst.1999.c.4.s.170
5- Yrd. Doç. Dr. Mehmet Uysal yrd. Doç. Dr. Dicle Aydın Prof. Dr. Kerim
Çınar Arş. Gör. Yavuz Arat. Afyon Sultandağı Sahip Ata Kervansarayı. Türk-İslam
Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi Mart 2006 / 2
6- Yrd. Doç. Dr. Türkan Kejanlı. Diyarbakır Hanları Ve Kervansarayları
1.Uluslararası Diyarbakır Nebiler Sahabiler Azizler Krallar Kenti Diyarbakır
Sempozyumu. Diyarbakır.2008
7-01.07.2007.zaman gazetesi. Diyarbakır Hanları ve Özellikleri
8- Diyarbakır İl Yıllığı-1967.s.XIX.
9- Şefik Korkusuz.Bir Zamanlar Diyarbekir.İst.Kent yay.1999.
10- Uzm.Ali Kılcı.Diyarbakır'ın vakıf mimari eserleri ve vakıfları üzerine
bazı notlar. Diyarbakır Mimarisi İ..Yıldız(ed)..Diyarbakır Valiliği yay.2011.s.31
11-1973 Diyarbakır İl Yıllığı.s.365
326
12- Adil Tekin. Diyarbakır. D.Ü. Basımevi. Diyarbakır.1997.s.159,
13- Yrd. Doç. Dr. Mine Baran. Osmanlı Dönemi Diyarbakır Hanları'nda
Yöresel ve Mimari Üslup. Osmanlıdan Cumhuriyete Diyarbakır sempozyumu.
2008.c.2
14- Ekici C (ed) : Osmanlı belgelerinde Diyarbakır. Devlet Arşivleri genel
md.. 2. Uluslarası Diyarbakır Sempozyumu. Ank. 2006.
15- Metin Sözen. Diyarbakır'da Tük mimarisi. Evren ofset.İst.1971.s.191,202
16-.http://tr.wikipedia.org/
17- Martin van Bruinessen, Hendrik Boeschoten. Evliya Çelebi
Diyarbekir'de. İletişim yay.İst.2003.s.268,243
18-. www.diyarbekir.com
19- Şevket Beysanoğlu: Anadolunun kültür ve medeniyet tarihinde
Diyarbakır. Diyarbakır sempozyumu.2000.s: 1601
20- Şehmus Diken.Diyarbekir diyarım,yitirmişem yanarım.İletişim
yay.İst.2003.s.272
21- zekiakan.tripod.com/silahlari.html
22- Nicolae Jorga, Osmanlı impatorluğu tarihi Çeviren: Nilüfer Epçeli,
Yeditepe Yayınevi, 2005.2/304,,3/351
23- Kenan yakuboğlu, M. Salih Erpolat, Mustafa Sarıbıyık. Osmanlı
Belgelerinde Diyarbakır. 2011s.255
24- Mehmet Çakmakçı Hanların diyarı Diyar-i bekir Evrensel.17-11-2007
25-.Yrd. Doç. Dr. İbrahim Yılmaz çelik: XIX. Yüzyılın ilk yarısında
Diyarbakır. TTK. yay.Ank..1995.
26- Prof. Dr. Aysel Tükel Yavuz. Osmanlı döneminde Diyarbakır hanları
Diyarbakır Mimarisi İ..Yıldız (ed)..Diyarbakır Valiliği yay.2011.s..150
27- Rahmi Hüseyin Ünal: Diyarbakır İlindeki Bazı Türk-İslam Anıtları
Üzerine Bir İnceleme.Erzurum.1975.s.124
327
DİYARBAKIR KİLİSELERİ
F. Demet AYKAL*
Diyarbakır tarihiyle, binlerce yıl içerisinde çok çeşitli medeniyetlere merkez
olması yanında çok çeşitli dinlere ve mezheplere de mekan olmuştur. Diyarbakır'la
ilgili yapılan çalışmaların birinde, kent merkezinde bir kısmı şu anda var olmayan 13
kiliseden söz edilmektedir ( Beysanoğlu, 1997 ). Bir başka çalışmada ise yıkılanlarla
birlikte 6'sı Süryanilere, 5'i Nasturilere, 2'si Rumlara, 1'isi Keldanilere, 8'i de
Ermenilere ait olmak üzere toplam 22 kilise bulunduğu belirtilmiştir (Tuncer, 2002).
İslamiyet öncesi Diyarbakır'da üç ana din grubu mevcuttu. Bunlar, güneşe
tapan Şemsiler, Yahudiler ve Hıristiyanlardı. Hıristiyanlar kendi içlerinde beş
mezhebe ayrılmıştı. Ermeni, Süryani Kadim, Ortadoks, Ortadoks Süryani ve Asur
(Yılmaz, 2011).
639 yılında Diyarbakır. Müslümanlar tarafından fethedilince kentin
ortasındaki Mar Toma kilisesi camiye çevrilmiştir.
Ancak, kentin çeşitli
semtlerindeki 20'den fazla kiliseye dokunulmamış, her cemaatin kendi inancına
uygun olarak ibadet edebilmesine izin verilmiştir. Konuyla ilgili belge, Ulu Cami'nin
güney duvarında yer alan ve kentteki gayrimüslimlerin serbestçe ibadetlerini
yapabileceklerini ifade eden, Padişah IV. Mehmed'e ait 1683 tarihli fermandır. Bu
fermanda Padişah, özellikle kiliseleri ve rahipleri vergiden muaf tutmakta, emre
uymayan yöneticilerin şiddetle cezalandırılacağını belirtmektedir. Fermanda;
“PASKALYA AKÇESİ VE KİLİSELERDE SAKİN OLAN KEŞİŞLER VE
RUHBANLARDAN CİZYE VE SAİR TEKALİF ALINMAYA, BİLCÜMLE
HİLAF-İ ŞER' VE
HİLAF-İ KANUN-Ü DEFTER ALINMAĞA RIZA-İ
HÜMAYUNUM YOKDUR...” yazılmıştır.
Tüm farklı dinlerin kendi içlerinde ibadetlerine izin verilmiş olsa dahi zaman
içinde kiliselerin bazılarının cemaatlerinin azalması, ya da başka kentlere göç
etmeleri yüzünden çoğu terk edilmiş, bakımsız kalmış ve bazıları da yıkılmıştır.
Günümüzde bu kiliselerden Surp Sarkis, Meryem Ana Süryani Kadim
Kilisesi, Surp Giregos, Saint George, Katolik ve Protestan Kiliseleri varlıklarını
sürdürmektedir.
1 MAR PETYUN KELDANİ KATOLİK KİLİSESİ (KELDANİ XVII. yy)
Özdemir Mahallesi, Şeftali Sokak'ta bulunan Mar Pedyun Kilisesi'nin ne
zaman yapıldığı kesin olmamakla beraber, tarihi 17. yüzyıla kadar inmektedir. Kilise
Katolik Keldaniler tarafından kullanılmaktadır. Küçük kilise olarak da bilinmektedir.
Diyarbakır'daki birçok eski yapıda olduğu gibi bu kilisenin de ana yapı malzemesi
siyah bazalt taşıdır. Gereksinimlerden doğan ek yapılarla bir kompleks halini almıştır
(Resim 1-2).
*D.Ü. Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü
[email protected]
328
Resim 2. Dilimli Kemerde Yer Alan
Aslan Kabartması
Yapıya üstü yedi dilimli kemerle örtülü olan basık kemerli bir kapıyla
girilmektedir. Doğudaki sokak kapısından avluya iki kemerli bir revakla geçilir.
Güneyindeki avlunun sonunda da aynı revak bulunmaktadır. Soldaki kapıdan
kilisenin lojmanına ulaşılmaktadır. Bu bölüm sonradan kiliseye eklenmiştir (Resim
3-4) .
Resim 1. Kiliseye Ait
Giriş Kapısı
Resim 3. Kiliseye Ait Giriş Kanadı
Resim 4. Kilisenin Yıkık Bölümü
Giriş eyvanının üstü de lojmandır. Bu mekân üstü, yuvarlak kemerle örtülen
beş pencere ve bir kapıyla avluya açılmaktadır (Resim 5-6).
Resim 5. Kiliseye Ait Avlu Cepheleri
329
.
Resim 6. Kiliseye Ait İbadet Bölümü Giriş Kapısı
İbadet mekânı ise kemerler ve sütunlarla bölünmüş olup dört neflidir 1 (Resim 7).
Resim 7. Kilisenin İçinden Görünüşler
1
Nef:Kilise yapılarında ana kapıdan koroya kadar uzanan bölüm
330
Kilisenin apsis kanadı bu avluya bakmaktadır. Kilise, enine gelişen ve doğu
yöne yönelen dört nefden oluşmuştur. Tavan ve kemer yükseklikleri, kilisenin
boyutuna bağlı olarak daha alçak tutulmuştur. Tavan üç dizi üç kemerli ahşap tavan
kirişlerinden oluşmaktadır. Apsis kanadı ise beş gözden oluşmaktadır.
Son nef, diğerlerinden daha ensiz olup kuzey ucunda, mukarnas2 dizisiyle
örtülü bir dolap yer almaktadır.
İçi ikonla süslüdür. Bunun karşıtı güney duvarında da mevcuttur. Yapıda
bulunan nişler, dilimli kemerler ve mukarnaslar taş süsleme açısından İslam üslubunu
taşımaktadır (Resim 8).
Resim 8. Kiliseye Dini Görseller
2
Mukarnas:Düşey bir yüzeyden daha taşkın bir yüzeye geçiş yapmak için tuğla ya da taştan küçük
prizmalar şeklinde yapılan ve birbiri üzerine oturan bindirmeler.
331
Çan kulesi de bu yöndedir (Resim 9).
Resim 9. Kiliseye Ait Çan Kulesi
Kilisede kullanılmış olan konsollar ve çörtenler dikkat çekicidir. Kapı
üzerindeki konsolların ön yüzleri koçbaşı şeklindedir. Patrik bölümünün doğu
köşesindeki çörtenlere ise insan başı figürü işlenmiştir (Resim 10).
Resim 10. Kiliseye Ait Çıkmalar
332
Mar Petyun Kilisesi günümüzde görevini sürdüren ikinci kilisedir. Kilise
duvarlarında birçok eksiklik mevcuttur. Ancak naif resimler, yapma çiçeklerle süslü
apsisler, duvara asılmış ayin giysileri, çarmıha gerilmiş İsa ikonu ve Türkçe On Emir
levhasıyla farklı bir atmosfere sahiptir (Resim 11-12).
Resim 11. İsa Heykeli ve Mukarnaslı Niş
Resim 12. Kiliseye Ait Kapatılmış Giriş Kapısı
2. SURP SARGİS ERMENİ KİLİSESİ
Diyarbakır'ın güneybatı bölümünde, Alipaşa Mahallesi Atalar Sokak’ta yer
almaktadır. Kilise Katolik Ermeni cemaatine aittir. 16. Yüzyılda yapıldığı tahmin
edilmektedir (Yılmaz, 2011).
333
Ermeni Katolik Surp Sargis Kilisesi, kitlesi itibariyle dikdörtgenler prizması
şeklindedir. İçte 5 enine nef mevcuttur. Bunları 4 kemer sırası birbirine bağlamaktadır.
Yapının güney yönünde 4, kuzey yönünde 3 destek yer almaktadır. Kuzey yönde 3
destek bulunmasının nedeni kadınlar mahfili merdiveninin enli tasarlanmış olasından
kaynaklanmaktadır. Zemin kat revaklı girişin 2 dar ucu kapalı tutulmuş, sadece birer
sade kapıyla dışa bağlantı sağlanmıştır. Narteksten3 iç alana bağlantıyı ise üç adet kapı
sağlamaktadır.
İki katlı giriş kanadı, kadınlar mahfili ahşap kirişleri çürüyüp yok olduğu için
bugün bir dehliz görünümündedir. Kuzey ve güney yönde vaftiz odaları vardır. Her
ikisinin de doğu yönünde tonozla örtülen bir uzantısı daha vardır. Kilisenin üzeri
ahşap kirişlemeli ve toprak damlıdır. Çan kulesi günümüze erişememiştir.
3. ERMENİ KATOLİK KİLİSESİ
Kilise Hasırlı Mahallesi Muallak Sokak'ta yer almaktadır. 18.yy dan 19.yy
başlarına kadar Osmanlı sanatında barok üslubunun yaygın olması, kilisenin de bu
yüzyıllarda yapılmış olabileceğini düşündürmektedir (Resim 13).
Resim 13. Kiliseye Ait Giriş Kapısı
İçeriye girildiğinde giriş kanadının 2 katlı olduğu görülmektedir (Resim 14).
Resim 14. Kiliseye Ait Giriş Kapısının İçten Görünüşü
3
Narteks: Bizans kiliselerinde sahna girilmeden önce gelen sahından sütunlarla ya da
duvarlarla ayrılan bölüm.
334
Bu durum giriş eyvanın iki yanında yer alan merdivenlerden anlaşılmaktadır.
Kitle üst katı kadınlar mahfili olan 2 katlı giriş, 4 enine nef ve doğu uçtaki apsis
kanadından oluşmaktadır. 4 ayağa oturan 3 kemer giriş revağını oluştururken yanlara
da birer kemerle açılmaktadır. Kapılar birer girinti içine alınmıştır (Resim 15-16-17).
Resim 15. Kiliseye Ait Dış ve İç Görünüşler
Resim 16. Kilise İçinden Görünüşler
Resim 17. Kilise İçinden Görünüşler
335
Doğu yönünde yer alan apsis kanadı, 3 gözden oluşmaktadır. Kuzey göz
diğerleri gibi tonoz örtülüdür. Ses yansımalarını kesmek için özenginin yukarısında,
tuğla örgü arası küplerle doldurulmuştur.
Apsisin derinliğini enine bir alçı perde duvar ikiye böler. Bu ayrıntı 2 kapılı ve
mihraplı bir görünüme sahiptir. Yanlardan arka bölüme geçilmektedir. Mihrabı üstte
bir Osmanlı mukarnası örtmektedir. Güney yöndeki 3. göz (apsis) kuzeydekinin
simetriğidir (Resim 18).
Resim 18. Kiliseye Ait Mukarnaslı Nişler
Çan kulesinin 4 köşesinde, başlıklı kolonlar bulunmaktadır. Bunlar 3 dilimli
kemer ve demir gergilerle birbirine bağlanarak, taş silme ile sonuçlanır (Resim 19).
Resim 19. Kiliseye Ait Çan Kulesi
336
Yine mihrap duvarlarında yer alan çini kalıntıları yapının mimari
zenginliğinin ifadesidir. Ancak bu çini motiflerin bir bütünlük sağlamaması
bunların devşirme olduğu kanaatini oluşturmaktadır (Resim 20).
Resim 20. Kilisede Bulunan Çini Motifler
4. SEN GEORGE (KARA PAPAZ) KİLİSESİ (NASTURİ III. yy)
İçkale'de bulunan kilisesinin Hıristiyanlıktan önce putperestler için yapıldığı,
sonra kiliseye dönüştürüldüğü bilinmektedir. Tarihi kesinlik kazanmamış olsa da
IV-V.yy da yapılmış olduğu düşünülmektedir. Saint George Kilisesi'nin her haliyle
eskiden Ulu Cami'nin yerinde olan Mar Thoma Kilisesi'nden eski tarihli olduğu
sanılmaktadır. Kilisenin batı kanadında Artuklular döneminde kubbeli bir hamam
eklenmiştir (Resim 21a-b -22).
Resim 21a. Kiliseye Ait Görünüşler
Resim 21b. Kiliseye Ait Görünüşler
337
Resim 22. Kiliseye Ait Giriş Kapısı
Saint George Kilisesi bir giriş (narteks) eliptik kubbeyle örtülen orta alan ve
doğu yöndeki apsis karşılığı tonozdan oluşmaktadır. Kayalar oyularak yapıldığı için
apsisin iki yanında plan aynı değildir. Orta dikdörtgen alanın batısında narteks
bulunur. 4 ayaküstüne oturup kemerlerle yana ve geriye bağlanırlar. Bunu kubbeli
önünde kolonları olan ayaklı bölüm izlemektedir (Resim 23-24a-b).
Resim 23. Kilisenin Giriş Bölümünden Görüntüler
Resim 24a. Kilisenin İçinden Görüntüler
338
Resim 24b. Kilisenin İçinden Görüntüler
Kubbe tam daire planda değildir. Çevresini koridorlu kubbeli bir kılıf
sararken, planı narteks de dahil kareye dönüştürmüştür (Resim 25-26). Kilisenin çan
kulesi yoktur.
Resim 25. Kilisenin Girişi
Resim 26. Kilisenin Üst Örtüsü
5. ERMENİ PROTESTAN KİLİSESİ
Cemal Yılmaz Mahallesi Muallak Sokak'ta yer almaktadır. Dikdörtgen planlı
kilisenin batı yönünde bir girişi vardır. Batı duvarında yer alan giriş, basık kemerlidir.
Üzerinde bir yazıt olduğuna dair izler vardır. Ancak yazıt yuvası boştur. Hali hazırda
kilise, halı atölyesi olarak kullanılmaktadır (Resim 27).
339
Resim 27. Kilisenin Dışından Görüntüler
Plan batıdan doğuya doğru dikdörtgen olarak ilerlerken ortaya konan 4 ayak,
4 yönde birbirine ve dış duvarlara kemerlerle bağlanmaktadır. Baldaken4 orta, 4 ayağı
izleyen tuğla aslan göğüsleri planı daireye çevirmektedir. Bunu üstte 8 pencereli
kasnak ve kubbe örtmektedir (Resim 28).
4
Baldaken: Kiliselerde sunak yerini örten tahta, mermer yada madenden yapılmış bölüm.
340
Resim 28. Kilisenin Kubbesinden Görüntüler
Kubbe nedeniyle orta nef, yanlardan geniş tutulmuştur. Mihrabı yoktur (Resim 29).
Resim 29. Kilisenin İçinden Görüntüler
Orta 4 ayakta doğu ve batı yöne bakan yüzler ile yan duvarlardaki tüm taş bingiler
içeride u şeklinde bir kadınlar mahfilinin varlığını göstermektedir (Resim 30).
Resim 30. Kilisenin İçinden Görüntüler
341
Çan kulesi kitlenin kuzeybatı köşesinde yer almaktadır. Kare prizma taş
kaideyi dört köşedeki kolonlar izlemektedir. Üstte üç dilimli kemerlerle birbirine
bağlanıp silmeden sonra kare piramit bir örtüyle son bulmaktadır (Resim 31).
Resim 31. Çan Kulesinden Görüntüler
Kitlenin örtüsü ahşap kirişlemeli olup toprak damlıdır.
6. SURP GİRAGOS KİLİSESİ
Arsanın ortasına yerleştirilen kilise dikdörtgen prizması şeklindedir (Resim 32a-32b).
Resim 32a. Kilisenin Dışından Görüntüler
342
Resim 32b. Kilisenin Dışından Görüntüler
Narteks ve üstündeki kadınlar mahfili nedeniyle, 2 kat yüksekliktedir. Enine
5 nefi ayıran 4 kemer dizisi, yan yüzlerde dışarıya dikdörtgen desteklerle
yansımaktadır (Resim 33).
Resim 33. Kilisenin Dışından Bir Görünüş
İki kat yükseklikte tutulan kitlenin batı ucu zemin katta giriş koridoru ve üstü
de içeriden bağlantılı kadınlar mahfiline ayrılmıştır. 4 kolonu birbirine bağlayan ve
güney kuzey doğrultusunda uzanan 5 kemerli dizi doğuya doğru 5 kez tekrarlanarak 2
kat yükseklikteki enine gelişen 5 nefi oluşturur.
Orta aks yanlardan daha enli tutulmuştur. Güney ucu L dönüşü yaparak
doğuya doğru uzanmakta ve bir taş merdivenle zemin kata bağlanmaktadır (Resim 3435).
Resim 34. Kilisenin İçinden Görüntüler
343
Resim 35. Kilisenin İçinden Görüntüler
344
Apsis kanadı 7 gözden oluşur. Ortadaki daha enlidir. 2 yan göz kuzeydeki
vaftiz hücresi olarak düşünülmüş, iç alana (7 dilimli kemer içinde ) ve yana birer
kapıyla bağlanmıştır. 2 katlı vaftiz hücrelerini birbirine bağlayan birer merdiven bu
apsislerdedir.
1. Dünya Savaşı sırasında Alman subaylarının karargahı olmuştur (Tuğlacı,
1991). 1914 yılında 2000 altın harcanarak yaptırılan oldukça yüksek ve görkemli çan
kulesi, yakınındaki 4 ayaklı minareden yüksek olduğu için (1916) yıktırılmıştır
(Resim 36).
Resim 36. Kilisenin Dışından Bir Görüntü
Kilisenin batı bölümünde lojman olarak kullanılan bir yapı yer almaktadır (Resim 37).
Resim 37. Kilisenin Ek Binasından Görüntüler
345
Surp Giragos kilisesinin yan tarafında ona bağlı başka küçük bir kilise de
vardır (Resim 38-39).
Resim 38. Kilisenin Yan Tarafında Yer Alan Küçük Kilise
Resim 39. Kilisenin Yıkık Kemerinden Görüntüler
7. KIRKLAR KİLİSESİ
5. yüzyılın sonlarında yapılan kilisede bugüne kadar yalnızca bir duvar
kalıntısı ve mahzen kısmı kalmıştır. Yeri Kırklar Dağı üzerindedir.
8. MERYEM ANA (MAR YAKUP) KİLİSESİ (SÜRYANİ III. yy)
Melik Ahmet Caddesi Urfa Kapı yakınlarında Lale Bey Mahallesi Ana
Sokak'ta yer almaktadır.
Ortodoks Süryanilere ait bir kilisedir. 3.yüzyılda yapıldığı tahmin edilen yapı,
günümüzde de birkaç kez yanmış, yıkılmış, yenilenmiş ve defalarca onarım
geçirmiştir. Yapıldığı dönemlerde, şemsilerin tapınağı olarak kullanıldığı, İ.S. 280
yılında ise kiliseye dönüştürülmüştür (Aslanboğan ve Hillez 2011) (Resim 40).
Resim 40. Kilisenin Avlusundan Görüntüler
346
Mardin'deki Deyr-ül Zahfaran'dan gelen Patrik 2.Yakup 1871 yılında ölene
kadar burada yaşamış ve yapı o dönemde Patriklik merkezi olarak da hizmet vermiştir.
Güney kitlesinde 3 gözlü eyvanın duvarında yer alan Süryanice-Gerşuni yazıtta “bu
eyvanlar 1860 yılında Elçisel Antakya Patriği Moran Mor İgnatiyos Patrik 2. Yakup
tarafından yaptırıldı.” yazılıdır. Kilise, Meryem Ana Kilisesi, Mor Yakup Kutsal
Alanı, dört avlu, derslik ve lojmandan oluşmaktadır. Yapıya açılan üç kapı mevcuttur.
Ancak günümüzde sadece Ana sokaktaki kapı kullanılmaktadır (Resim 41).
Resim 41. Kilisenin Giriş Kapısından Görüntüler
Tonozlu, gösterişten uzak giriş eyvanından 1. avluya ve oradan da
kuzeyindeki ana avluya geçilmektedir. 1. avlunun batısındaki derslik ile doğusundaki
konut ve derslikler yer almakta ve Ana Sokak boyunca devam etmektedir. Girişin arka
yüzündeki tonozdan 1. avluya geçilir. Sağda bekçi odası solda üst kata çıkan 10
basamaklı merdiven, kiler ve ortada oda yer almaktadır. Üst kat plan ve ana avluya
bakan yüzü tam bir Diyarbakır evi plan şemasına sahiptir. 2. Avlu doğu batı
doğrultusunda uzanmakta olup, kuzeyindeki kilise ile güneyindeki servis kanadı
(derslik, konut, patriklik binası) arasında kalmaktadır (Resim 42).
347
Resim 43. Kilisenin Avlusundan Görüntüler
Güney yöndeki tek mekânlı derslik, bodrumlu ve betonarme tabliyelidir. Bu
mekân avluya lentolu 6 pencere ve batı uçtaki sahanlıklı merdivenli bir kapıyla
açılmaktadır. Ana avlunu kuzeyinde, şimdi papaz evi olarak kullanılan okul
(medrese) vardır. Ana avlunun en önemli öğesi sekizgen havuzudur (Resim 44).
348
Resim 43. Kilisenin Avlusundan Görüntüler
Güney yöndeki tek mekânlı derslik, bodrumlu ve betonarme tabliyelidir. Bu
mekân avluya lentolu 6 pencere ve batı uçtaki sahanlıklı merdivenli bir kapıyla
açılmaktadır. Ana avlunun kuzeyinde, şimdi papaz evi olarak kullanılan okul
(medrese) vardır. Ana avlunun en önemli öğesi sekizgen havuzudur (Resim 44).
Resim 44. Havuzdan Görüntüler
Ana avlunun doğusunu kilise ve ona ait giriş kanadı (narteks) belirlemektedir.
Giriş kanadı enine bir gelişme gösterir. İç alana giren ana kapının 2 yanında birer ufak
pencere bulunup yan duvarlar yay çizerek ön yüze ulaşırlar. Orta alanı araları eşit
olmayan 8 ayağın taşıdığı eliptik kubbe örtmektedir (Resim 45-46-47).
Resim 45. Kilisenin Kubbesinden Görüntüler
349
Resim 46. Kilisenin İçinden Görüntüler
Resim 47. Kilisenin Mukarnaslı Nişinden Görüntüler
Giriş yönündeki yeni ahşap kadınlar mahfili 2 boru ayağa taşıtılmışken,
sekizgen planın doğu bölümünü sınırlamıştır. Kitlenin güneydoğu üst köşesinde
tabanı kare prizma, sonrası 4 kolonlu, üstü bunları birbirine bağlayan 4 kemerle
kapanan ve kurşun kaplı (haçlı alemi vardır) çan kulesi vardır (Resim 48).
350
Resim 48. Kilisenin Çan Kulesinden Görüntüler
3. avluya giriş kanadı sol yarısındaki süslü kapıdan geçilir.3. avlunun
doğusunu kiliseye sonradan eklendiği sanılan Mar Yakup Kilisesi sınırlar.
9. MOR YAKUP KİLİSESİ
Meryem Ana Kilisesine sonradan eklenmiş olan bir yapıdır. Yapım tarihi
bilinmemektedir. Meryem Ana Kilisesinin doğu köşesine bitişik olarak inşa
edilmiştir. Yapıya girişi iki kapı sağlamakta olup, birinci kapı Meryem Ana Kilisesinin
kuzeydoğu köşesinde, diğeri ise üçüncü avlunun doğu kanadındadır.
KAYNAKLAR
1. Şevket Beysanoğlu (1997), Anıtları ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi,
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yayını, Diyarbakır.
2.Orhan Cezmi Tuncer (2002), Diyarbakır Kiliseleri, Diyarbakır
3. Pars Tuğlacı (1991), İstanbul Ermeni Kiliseleri, İstanbul
4. İbrahim Yılmazçelik (1995), XIX Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır,
Ankara
5. Sonay Aslanboğan, Semra Hillez (2011), “Diyarbakır Kiliseleri”
Medeniyetler Mirası Diyarbakır Mimarisi, Diyarbakır
6.Vedat Yılmaz (2011), Diyarbakır Tarihi, Ankara.
7. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Fotoğraf Arşivi
TEŞEKKÜR
Hazırlamış olduğum makalede katkılarından dolayı sevgili öğrencilerim Semra
GÜLÜŞKEN, Nur Deren TOKSOY ve Mehmet Ali KURT'a teşekkür ederim.
351
DİYARBAKIR MAĞARALARI
Kenan HASPOLAT*
Giriş
Son yıllarda hem dünyada hem de Türkiye'de birçok alternatif turizm türünün
ortaya çıktığı görülmektedir. Günümüz turistinin beklentilerinin zamanla değişmesi,
gürültü ve beton yığınlarından uzaklaşmak istemesi, doğal çevreyi ve kaliteli hizmeti
araması ve dünya görüşlerinin giderek gelişmesi onları yeni arayışlara itmektedir.
Bütün bu arayışların sonucunda ortaya çıkan alternatif turizm kavramı, alışılagelmiş
tatil anlayışlarının değişmesine ve yeni turizm çeşitlerinin ortaya çıkmasına neden
olmuştur.
Yeraltında kayaçlar içerisinde insan girişine olanak verecek şekilde
genişlemiş doğal yeraltı boşlukları olarak tanımlanabilecek olan mağaralar, binlerce
yılda oluşan eşsiz görsel zenginlikleriyle bugün ülke turizminde önemli bir öğe
durumuna gelmektedir (1).
Tarih öncesi dönemlerden beri, insanların sosyo-kültürel faaliyet ve
gelişimlerinde vazgeçilmez bir ortam oluşturan mağaralar, aynı zamanda sahip
oldukları canlı-cansız varlıkları ile büyük bir ekosistemi meydana getirirler.
Yeryüzünün hemen hemen her bölgesinde, farklı yükselti ve konumda bulunabilen bu
yeraltı şekilleri kilometrelerce uzunluk ve yüzlerce metre derinliğe ulaşabilir (2).
Diyarbakır mağara yönünden zengin bir ildir. İ.Kılıç Kökten'in bir
araştırmasına göre Diyarbakırda 1161'i yapay, 2418'i doğal 3579 mağara
bulunmaktadır (10). Diyarbakır'daki mağaraları alfabetik olarak ele alalım.
Bırkleyn mağaraları
*Prof. Dr. Kenan HASPOLAT, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi [email protected]
352
Bırkleyn (Foto F. Türkoğlu) (www.lice.gov.tr)
Diyarbakır – Bingöl karayolunun 104. km'sinde Lice ilçesi sınırları içerisinde
bulunan Bırklin Mağaraları, zengin karstik yapıları ve Asurlulara ait kitabeleri ile
ünlüdür. Asur kralları III. Salmanasar ve I. Tiglatpleser'e ait çivi yazılı stel ve
kitabeler, milattan öncesini günümüze taşıyan şahit kayalardır. Bu kayalar, tarihi
belge ve yazıtları ile adeta bir açık hava müzesini andırmaktadır.
Tanrıların temsilcisi sayılan bu iki ihtişamlı Asur Kralının kabartma ve çivi yazılı
rölyefleri, mağaraların girişindeki kayalara kazılmıştır.
Mağaralar, derinlik, uzunluk ve hakkında söylenegelen efsaneleri dışında
astım hastalarını iyileştirmekle de ünlüdür. Bırklin Mağaraları antik çağda ölülerin
yer altı dünyasına girdiği kapı olarak kabul ediliyordu.
353
Bu mağaraların birinde I. Tiglatpileser'e (M.Ö. 1116–1090) ait stelle iki
kitabe mevcuttur. Stel ve kitabeler mağaranın kuzey yönünde ve oldukça yüksekte
bulunduğu için ciddi bir zarar görmeden günümüze dek ulaşmayı başarmıştır.
Buraları 1899'da C.F.Lehmann-Haupt inceleyerek, I. Tiglatpıleser'in bu stelinin
resmini çekmiş ve kitabeleri ile birlikte yayımlamıştır.
Ayrıca bahsi geçen mağaranın daha ötesinde ve daha yüksekte bulunan başka
bir mağaranın batıya bakan yüzünde de III. Salmanassar'a (M.Ö. 859 – 825) ait olduğu
zannedilen başka bir kitabe ile stel bulunmaktadır.
Bırklin Mağaraları hem jeolojik devir açısından hem de tarihsel olarak çok
eskilere dayanır. Tersiyer dönemine ait Güneydoğu Torosların (6,5–2,5 milyon yıl
önce) Kuvarternerde (2,5 milyon yıl öncesi 4. Jeolojik Zaman) kalkerlerin vadide
çökerek suyun önünü tıkamasıyla, akarsuyun aşındırma, eritme ve çökeller
oluşturması sonucunda bugünkü mağaralar oluşmuştur. Kilometrelerce uzun tüneller,
pek çok sarkıt ve dikitler, nerede bittiği kestirilemeyen karanlık dehlizler meydana
gelmiştir. Mezopotamya'ya hayat veren Dicle nehrinin II. Kolu olan Bırklin Çayı
birbirine paralel uzanan iki kayalığın içinden akarak üç muazzam mağara
oluşturmuştur. Bu mağaralar ilk kez 1862 yılında bir İngiliz konsolosu tarafından
keşfedilmiş ve incelenmiştir (3).
Bu mağaranın manevi yönü de vardır.
Hızır Aleyhisselam Lice'deki Bırkleyn mağaralarına gelmiş, bu mağaralardan
birinde akan, Cennetten çıkıp yine Cennet'e giden Dicle ırmağı'nın kaynaklarından
birini oluşturan, ölümsüzlük suyundan içmiş ve ölümsüzleşmiş. Hızır, yine ucu Kaf
Dağ'ına çıkan bu mağaralarda İskender'i Zülkarneyn ile ve Hz. Musa ile buluşmuş (4).
354
Yunanlı bilge Plinius, Bırkleyn geçidine 'ölülerin yeraltı dünyasına girdiği
yer' adını vermişti. Bırkleyn suyunun kaybolduğu bu tünel 'dünyanın bittiği yerdir'.
Dicle'nin doğu kolu olan bu kaynağın tavaf ettiği üç mağarada ölümsüz olmayı isteyen
Asur krallarına ait kabartmalar ve çivi yazılı kitabeler bulunmuştur. I. Tiglatpileser ve
III.Salmanassar geçide kabartmalar bırakarak ölümsüz olmayı denediler (5).
Bırkleyn Dicle nehrinin çıktığı yerdir. Tevratta Dicle nehrinin çıktığı yer
Aden cennetinin bulunduğu yerdir. Tekvin 2: 8-14 şu şekilde devam eder ve Adem'in
yaşadığı ortamı ve yeri tarif eder. Ve RAB Allah şarka (doğuya) doğru Aden'de bir
bahçe dikti ve yaptığı adamı oraya koydu. Ve RAB Allah görünüşü güzel ve yenilmesi
iyi olan her ağacı ve bahçenin ortasında hayat ağacını ve iyilik ve kötülüğü bilme
ağacını yerden bitirdi. Ve bahçeyi sulamak için Aden'den bir ırmak çıktı ve oradan
bölündü ve dört kol oldu. Birinin adı Pişon'dur; kendisinde altın olan bütün Havila
diyarını kuşatır ve bu diyarın altını iyidir; orada ak günnük ve akik taşı vardır. Ve ikinci
ırmağın adı Gihon'dur; bütün Kuş ilini kuşatan odur. Ve üçüncü ırmağın adı
Dicle'dir; Aşur'un önünden akan odur. Ve dördüncü ırmak Fırat'tır. Ve RAB Allah
adamı aldı, baksın ve onu korusun diye Aden bahçesine koydu
Bırkleyn Mağara ağzı (M.Ali Abakay)
355
Bismil mağaraları
Tepe/ Başhan köyü yakınında mağaralar
Bismil Kavuşan höyük yakınında mağaralar
(Dicle'nin altından geçtiği ifade ediliyor).
356
ÇERMİK MAĞARALARI
Çermik küçük kara mağara (Foto. Abbas Oruç)
Daldokan tepesi mağaraları
Bulunan Roma seramiklerinden buranın Romalılara ait olduğunu düşünebiliriz
Çermik –Siverek yolu 20.km. Kral mezarları. (Foto M.Ali Abakay)
357
Petekkaya
Sakaltutan Mevkii Kaya Mezarları
Çermik-Çüngüş karayolunun 7. km sinde, yolun hemen üst kısmında yer alan
kayalıklarda 25 m2 lik bir alanı kapsayan, iki tanesi açılmamış, üç tanesi ise açılmış ve
içerisinde üçer adet mezar sekisi bulunan toplam beş adet kaya mezar bulunmaktadır.
Mezar odaları dikdörtgen biçimli bir girişe sahiptir. Üzerlerinde herhangi bir bezeme
ya da figür bulunmamaktadır (19).
ÇINAR MAĞARALARI
Çınar'ın Pir İbrahim Mağarası ve Çeme Reş civarında da oldukça ilginç
mağaralar vardır (9).
Çınar Mir Hıdır kalesi mağaraları
358
Bu bölge Hz.İbrahim'in yaşadığı bölge olma ihtimalini taşıyor.
Şatülarap'ta Ur şehri var, ancak bu şehir Hz. İbrahim'in doğduğu şehir olmasa
gerek. Başka bir Ur şehri olsa gerek. Hz. İbrahim Ur şehrindedir. Doğduğu Ur şehrinin
Şatülarapta olmasında mantıksal sıkıntı var. Zira Hz İbrahim Ur Şehrinden Harran'a
geliyor, buradan Filistin'e gidiyor. Eğer doğduğu Ur şehri Şatülarap'taysa neden üçgen
şeklinde rota izlensin, neden hipotenüsten yani Şatülarap-Filistin yolu izlenmesin.
Bu durumda Ur şehrinin Güneydoğuda olması gerekir. Ancak Hz İbrahim Ur
şehrinden, Nemruttan kaçarak Harran'a gittiği için Ur şehrinin Harran'dan çok uzak
olması, yani Nemrut'un hemen yakalayabileceği mesafede olmaması gerekir. Şimdi
arkeolojik bilgilerimizi gözden geçirelim.
İkinci Ur şehri nerede
'İ.Ö.2000'lerde, III. Ur çağında Nuzi ve Mari, daha geç çağda Hitit ve Ugarit
metinlerinde Ur-a'nın tüccarlarının Ugarit'e geldiklerinde(Akdeniz kıyılarına yakın
bir kent devleti) orada devamlı kalamayacakları, kış mevsiminde kendi şehirleri olan
Ur-a'ya gidecekleri yazılıyor. Hz. İbrahim'in Harran'a geldiği kesindir. Ur-a'nın da bu
civarda olması gerekir (6), (7). Ancak Nemrut'un yakalayamayacağı mesafede Ur
şehri olmalıdır. Ur'a Harran'dan çok uzak güneydoğu Anadolu bölgesindedir. Ugarit
ve Ebla metinlerinde güneydoğuda ikinci bir Ura şehrinden bahsedilir. Yani Hz
İbrahim Güneydoğuludur Ura şehrinin Diyarbakır yakınlarında olduğunu anlıyoruz.
Bu nedenle Asur tarihine bakıyoruz Asur-Nazirpal burada aldığı esirlerle Amida
üzerine döndü. Şehri zorla alamayacağını anlayan imparator kuşatmayı terkedip
Kaşyan boğazlarına daldı, Urâ şehrini kendisine bağladı (8). Bu tarihi cümle Ura
şehrinin Amid'e yakın olduğunu gösteriyor. Bu şehir Çınar ilçesi Mir Hıdır kalesi
yakınındadır, harabe şehir olarak da adlandırılıyor.
359
Çınar Çeme reş mağaraları (Foto. M.Ali Abakay)
Süleyman Ağa Mağaraları
Aşağıkonak köyü yakınlarında Göksu çayı kenarında halk arasında Karaçay
denilen bölgededir. Kayalık olan yüksek bir dağ oyularak odalar açılmıştır. 2000 yıl
öncesi izlerini taşımaktadır. Rivayete göre burada Süleyman Ağa adında birinin
oturduğundan Süleyman ağa mağaraları denilmektedir.
Şikeftan Mağaraları
Aşağıkonak köyü yakınlarında Göksu çayı kenarındadır. Süleyman Ağa
mağaraları tipinde olup, aynı döneme aittir.
Jüşnehamke Mağarası
Mardin yolu üzerinde bulunan göksü barajının alt kısmında bulunan H. kale
mağarası çınarın en büyük ve uzun mağarasıdır. Aynı zaman Akgül aşiretinin köyünün
karşısında bulunan mağara onların bir köyünün karşısında olmasından dolayı onların
köy ismi olan "jüşnehamke" mağarası olarak da anılmaktadır (13).
Dicle ilçesi (Foto. M.Ali Abakay)
Merkez
360
Bir evin zemininde yer alan mağara (M.Ali Abakay)
Dicle ilçesinde mağara (Foto. Nejat Satıcı)
Dicle ilçe merkezinin dayandığı tepelerin üzerinde, yamaçlarında ve bazı
köylerinde halen muntazam oda şeklini koruyan mağaralar bulunmaktadır (9).
361
EĞİL
1936 yılında Basri Konyar “mağaralar Eğil'in her tarafında mebzulen
bulunur. Bazı mağaraların methallerinde sağlı sollu çok kadim bir zamana ait olduğu
nakış tarzından belli insan resimleri mahkûktur. Alibeganda yeraltı mağaraları ve gizli
kapıları ile meşhurdur. Selman kuyuları mevkiinde bu yeraltı mağaralarından çok
bulunur” demektedir. (15).
Eğil'de kilise mağara (Hıristiyanlığın ilk dönemlerine aittir)
Eğil mağaraları
362
Eğil baraj gölü mağaraları
Nuh tufanı sonra su erozyonuyla oluşan mağaralardır. Hz.Nuh'un geçtiği güzergâhtadır.
Baraj gölündeki mağaralar su seviyesinden yaklaşık 200 metre yukarıdadır.
Bu mağaralar su erozyonuyla oluşmuştur. Yani çok önceleri Dicle nehri seviyesi bu
düzeye ulaşmıştır. Dicle'nin çıkış kaynağı Maden çayı ve Bırkleyn mağaralarıdır.
Maden'den gelen kol Eğil önünden geçer, Bırkleyn'den gelen kol da akarak Dicle
barajı önüne gelir, burada iki kol birleşir. Sümer topraklarından tufan nedeniyle gelen
su, geri istikamete Dicle'nin çıkış kaynağına kadar dayanır. Dolayısıyla Eğil ilçesi
önünde ve Bırkleyn kolu önünde su erozyonu yaparak mağara oluşturur. Nuh'un
gemisi de muhtemelen su akıntısı nedeniyle geriye doğru sürüklenerek Dicle'nin çıkış
kaynağına doğru gelir. Bu bölge Ergani-Dicle-Lice arası bölgedir. Yani Cudi dağı bu
bölgede olabilir. Cudi dağıyla ilgili mekân söylemleri olarak a) Amid b) Şanlıurda
c) Cizre d) Musul e) Suudi Arabistan'dır.
Bu durumda Roma tarihlerine, İncile, İslami kaynaklara bakarak
Cudi'nin yerini arayalım. Sonuç olarak baktığımızda Cudi'nin Amid'de olduğu ağır
basıyor. Amid olarak da kanaatimce Dicle-Lice arasındaki dağlardır.
Amerikan ve İngiliz arkeologlardan kurulu, başlarında Sir Charles Leonard
Woolley'in bulunduğu bir araştırma ekibi, 1923 yılından başlayarak, kazı
mevsimlerinde 6 yıl müddetle kazıyla Sümer topraklarında tufanın izini buldu.
Gılgamış destanında da tufan anlatılmaktadır.
Yani arkeoloji ile mitoloji aynı noktada buluşuyor.
363
Tufanı anlatan XI. tablete bakalım: Tufan başlıyor, altı gün yedi gece sürüyor.
Yedinci gün gemiden çıkarak Tanrılara kurban sunuyor (23).
Tufanın başlangıcı Sümerde, gemi ise Dicle ilçesi-Lice ilçesi arasındadır?
İslami kaynaklar gemi Cudi'de durdu der. Ancak Cudi nerede. Bu hususta çok
söylem var.
Şimdi Cudi'yi arayalım
Nuh tufanı sonrası Diyarbakır
Cudi dağının 'Amid yöresinde bir dağ 'olduğunu 'İbnül Cevzi Zadü'l –Mesir, IV,112;
Beyzavi,Envar,III,237' isimli eserler vurgulamaktadır.Elmalı tefisir de aynı hususun
altını çizer, Elmalı tefsiri:c:4 .Hud süresi '44-47- Derken aralarına dalga giriverdi,
bunun üzerine o da boğulanlardan oluverdi. Ve denildi. Ey yer, suyunu yut! Ey gök,
sen de kes artık! Bu emirlerin ifade ettiği heybeti ve kudreti tasavvur etmeli. Yere,
göğe böyle emir veren ve onlara hükmeden ilâhî saltanatın azamet ve büyüklüğünü
düşünmeli. Bu kudrete kim karşı durabilir? Sular çekildi ve emir icra edildi. Yani azap
emri, azap hükmü yerine getirildi. Boğulacaklar boğuldu, kurtulacaklar kurtuldu. İş
bitirildi. Gemi de Cudi üzerine oturdu.
Cudi: Engince bir dağdır ki, Musul'da denilmiş, El-Cezire'de, Âmid'de,
Şam'da denilmiş. Ebu Hayyan diyor ki, Cezire'de veya Âmid'de denilmesi Musul'a
yakınlığı dolayısıyladır. Çok eski arap şairlerden İbn Kaysel Rukiyyet ile Ümmeye
b.Ebü`s-Salt`ın şiirlerinde geçen Cebelicudi`nin artık Arabistan`da değil el-Cezire`de
bulunan dağ olduğu anlaşılmalıdır. Ebu Hayyan,Cudi`nin Cezire`de veya Amid`de
ulunduğu yönündeki rivayetleri Musul`a yakınlığına bağlar. Çok eski arap şairlerden
Tefsirciler Cudi dağının Cezire'de olduğunu ifade eder. Cezire Kuzey
Mezopotamya'dır. Amid (Diyarbakır)'ın da dahil olduğu bu bölge Mezopotamya'nın
kuzeyini yansıtır.
Amid ismi de spesifik olarak geçer
Literatür olarak Amid diyenler:
Ebu Cafer Muhammed b.Cerir et_taberi,Camiul Beyan'an Tevili Ayil Kur'an
(Tahkik:Abdullah b.Abdu'l Muhsin et-Türki),XII.424 vd,Kahire.2001
Zemahşeri, Keşşaf, II,383
İbni Kesir, Tefsir IV,323
364
Ebu's Suud, İrşad III,49
Kasımi, Mehasin, IX,344
Konyalı Tefsir, VI,2349
Bilmen Tefsir III,1476
Mevdudi, Tefhim, II,371 (24)
Kuzey Mezopotamya(Cezire) diyen kaynaklar;
Ebu Cafer İbn Cerir: Cudi dağı Cezirede bir dağdır
Mucahid,Cudi dağı Cezirede bir dağdır. (24).
Amid ve Cezire isminin doğrudan geçtiği kaynaklar.
Elmalı: Cudi engince bir dağki, Musul'da, Cezirede veya Amid'de denilmiştir (24).
Cudi için günümüzde bazı yazarlar Urfa'da demektedir.
Bölgede Cudi ile ilgili bunu başka bir söylem de var: Tektek Dağları, Harran'la
Viranşehir ovaları arasında kuzeyden güneye doğru uzanan kıvrım dağlarıdır.'Cudi
dağı Tektek dağlarının içinde Urfa ve Ceylanpınar arasındadır. (25) (26).
Roma tarihleri ve İncile göre Nuh'un gemisi Diyarbakır'dadır.
İncilin Süryani versiyonu Pchitta 'Gemi Cardo Dağı'nın tepesinde durdu der. (27).
Grek ve Latin kaynakları geminin durduğu yerin Gordyne dağları olduğunu vurgular
(28).
Strabo'ya göre bu dağlar Diyarbakır-Muş arası dağlardır (29)(30).
Strabon, Gordyaei'ye dahil yerleşmeleri Sareisa, Satalca ve Pinaca şeklinde
saymaktadır (31).
Bu bölgeler Ergani ile Dicle ilçesi arası bölgedir.
Pliny, Naturalis Historia (Natural History) adlı kitabında. Pliny, Natural
History VI.xviii.46. bölümünde. Dicle nehrinin Gordyaei dağlarından geçtiğini
yazmış. Yani Nuh'un gemisini Dicle nehri yakınında arayacağız
Diyarbakır Gordyaei dağlarının bulunduğu yerdedir. Bu durumda Grek ve
Latin kaynaklara göre geminin durduğu yer Kulp-Lice-Ergani dağlarıdır. Elmalı
tefsirinde geminin durduğu yer olarak Amid denmesi, ikinci bir seçenek olarak da
Cezire(Kuzey Mezopotamya) denmesi de bu olayla paralellik arz eder.
Bu durumda Cudi
a) Diyarbakır-Muş arasında olacak
b) Erganiye yakın olacak
c) Dicle kenarında olacak
Burası Dicle ilçesi-Hani arasındaki bölgemidir
Eğil önünden geçen Dicle havzasında, vadi boyunca çok sayıda mağara tufan
etkisidir. Gemi, Dicle boyunca çıkış kaynağına sürüklenerek bu bölgeye mi geldi.
Yani geminin son durağı Ergani-Dicle-Lice dağlarımıdır
Eğil baraj gölünde gördüğümüz mağaralar Tufan sonucu oluştu. Gemi
de bu bölgeye yakın bir mekâna geldi.
365
ERGANİ
Çayırdere mağarası
Diyarbakır'ın Ergani İlçesi'ne bağlı Çayırdere Köyü yakınlarında bulunan
mağara, görenleri büyülüyor. Ergani İlçesi'ne 25 kilometre mesafedeki Çayırdere
Köyü'nde bulunan ve doğa harikası olan Çayırdere Mağarası, keşfedilmeyi bekliyor.
İçerisinde sarkıt ve dikitlerin bulunduğu, oluşumu binlerce yıl öncesine dayanan ve
köylüler tarafından keşfedilen mağara, kaderine terk edilerek define avcılarının uğrak
yeri haline geldi.
Oluşum tarihi henüz belirlenemeyen, 40 metre ilerledikten sonra 3 ayrı kola ayrılan, 4
metre yüksekliğinde ve 35-40 metre genişliğindeki Çayırdere Mağarası, turizme
kazandırılmayı bekliyor. Köyün güneyindeki mağaranın uzunluğu bilinmiyor.
Mağaraya terör nedeniyle kimse giremez hale gelirken, büyüklüğünün bir köy kadar
olduğunu iddia eden Çayırdere köylüleri, mağaraya girerken kaybolmamak için
bellerine ip bağladıklarını söyledi (dsöz ).
Ekinciler köyü Girikihaciyan
Diyarbakır merkez Ekinciler köyünde 100 adet civarında bir veya iki odalı
"içinde pencere ve yatakların olduğu oyma el yapım mağaralar vardır. Burada ayrıca
doğal olarak da bir mağara mevcuttur (9). Grikhaciyan Diyarbakır İli, Ergani İlçesi,
Ekinciler Köyü yakınlarındadır. 1968, 1970 yıllarında İstanbul ve Chicago
Üniversiteleri Güneydoğu Anadolu Tarihöncesi Araştırmaları Karma Projesi
kapsamında kazılmıştır.
Girikihaciyan, MÖ. 6. Bin sonlan ile 5. Bin başlarına tarihlenen "Gelişkin
Köy "evresi ya da İlk Kalkolitik Çağ olarak adlandırılan ilk tarımcı köy topluluklarına
güzel bir örnek oluşturmaktadır. Kuzey Irak, Suriye ve Güneydoğu Anadolu'da
görülen, yuvarlak planlı, kubbeli evleri, zengin boya bezeme çanak çömleği ile
tanınan Halaf Kültür ile ilgili, ülkemizde ender yerleşim yerlerinden biri olarak
bilinen Girikihaciyan'da bu kültürün tipik buluntuları ortaya çıkarılmıştır.
Tolos olarak tanımlanan yuvarlak planlı yapılar ve bu mimari kalıntıların
bulunduğu katlarda boya bezeme Halaf türü çanak çömlek parçalan ele geçirilmiştir
(16).
Hilar
Tarih yazmak zor bir iştir. Tarihin içinde saklı birikimin bulunup çıkarılması
için sabır ve azim gerekir. Bu nedenle Hilar gibi antik bir yerleşim yeri üzerine tarih
çalışması yapmak demek. Tarih yazmak zor bir iştir. Tarihin içinde saklı birikimin
bulunup çıkarılması için sabır ve azim gerekir. Bu nedenle Hilar gibi antik bir yerleşim
yeri üzerine tarih çalışması yapmak demek, kelimenin tam anlamıyla iğne ucuyla
366
kuyu kazmak demektir. Atın ve buğdayın ilk evcilleştirildiği, ekildiği; ekmeğin
ırında ilk pişirildiği, bakırın bulunmasıyla ilk madenciliğe geçilmesi, Hilar yerleşim
yerine aittir. Acı olan gerçek, Hilar'ın yazının henüz bilinmediği dönemini, yazının
kullanıldığı döneme oranla daha fazla bilmemizdir. Hilar gibi coğrafi bir mekan
olmanın ötesinde, yazılı ve yazılı olmayan tarihin çok önemli bir tanığını araştırıp
incelemek söz konusu olunca, tarihin o belirlenen misyonu daha iyi anlaşılır. Böyle
olunca, tarih yazmanın zorluğu daha iyi anlaşılır. Hilar, on bin yıllık tarihin mirası,
tarihin upuzun karanlık tünelinde saklı sırları barındırır. Böylesine sabırlı ve azimli bir
çalışma gerektiren, saklısında kocaman bir tarihi kesiti taşıyan yerleşim yeri değil
dünyanın önemli bir parçasıdır. Burayla ilgili araştırma ve incelemelere girişmek,
ilgili insanın başını döndürecek denli kültürel mirasın tanıtılmasından öte bir anlam
taşır. Hilar'da ilk inceleme ve araştırmalarda bulunan, 1876–1947 yıllı arasında
yaşamış olan ABD'li coğrafyacı Ellsworth Huntington'dur. Burayla ilgili ilk bilimsel
çalışma, Huntington'un “The Hittite Ruins of Hilar, Asia Minor” Türkçesi; Küçük
Asya, Hilar'daki Hitit Kalıntıları başlıklı ilk bilimsel yazıdır. Bu yazıdan
öğrendiğimize göre Hilar; Asur, Hitit ve Khaldi gibi üç önemli antik imparatorluğun
hüküm sürdüğü, karşılaştığı ve önem verdiği bir bölgedir (17).
Hilar Kayalıkları ya da Hilar Mağaraları olarak bilinen bölgede ise mağaralar,
zindanlar, hamamlar, gözetleme kuleleri, lahit, havuzlar, çıraların konacağı yerler,
tırtıllı merdivenler, imalathaneler bulunmaktadır.
Hillar Mağaraları Ergani'nin 7 km. güneybatısındadır. Çayönü'nün hemen
ilerisinde, Çayönü Boğazçay olarak adlandırılan çayın sağ tarafında, Hilar
Kayalıkları ise sol tarafındadır. Roma döneminden kalan Hillar'de bulunan belli başlı
kalıntılar şunlardır: Kayalığın en yüksek kesimindeki tepede akropol yani eski
Yunan'a ait içinde saray ve tapınaklar bulunan bir İç Kale mevcuttur. Köyün
güneyindeki dik kayalıkta ise bir kale mevcuttur. Kayalığın doğu cephesinde insanı
hayretler içerisinde bırakacak oldukça büyük ve geniş 7 sütunlu bir kervansaray yer
alır. Büyük bir kayalığın içine oyulmuş bu kervansaraydan içeri girdiğinizde çok
geniş bir alanla ve koskocaman sütunlarla karşılaşırsınız. Kare şeklinde yapılmış
sütunların her bir kenarı 1-1,5 m. kadar vardır. Kervansarayın girişinde ise eski bir
mezar odası yer alır. Aslında çevrede oldukça çok mezar odaları mevcuttur. Genelde
her bir odanın içinde üç tane mezar nişi bulunmakla birlikte üçten fazla mezar nişinin
bulunduğu odalarda mevcuttur. Bu mezar odalarından kimisinin dış cephesinde Roma
üslubunda kabartmalar, Sami yazılar ve bazı figürler mevcuttur. Kralkızı olarak
adlandırılan mezar odasının girişinde bir kral ve yanı başında oturan bir kız resmi
kabartmasını rahatlıkla görebilirsiniz. Etraflarında ise bazı yazılar ve ilginç şekiller
mevcuttur. Diğer mezar odalarının da girişlerinde buna benzer kabartmalar ve şekiller
bulunmakta ve bakıldığında ne olduğu net bir şekilde görülebilmektedir.
Ayrıca bu mağaralar (mezar odaları, kervansaray...) kışın oldukça sıcak
olduğu gibi yazın ise fazlasıyla serindir. Hatta yazın o kavurucu sıcağında mağaraların
içinde özellikle kervansaray olarak adlandırılan bölümde üşümeniz mümkündür.
Fakat mağaraların içi oldukça kirli ve kötü kokuludur.
367
Koca kayalara oyulan bu mağaraların ilerisinde ise "kırk merdiven" diye
adlandırılan fakat içine toprak dolmuş olduğundan sadece 10-15 basamağını
inebileceğiniz yukarıdan aşağıya kadar sizi ulaştırdığı söylenen merdivenler
mevcuttur (9).
Hilar mağaraları ve kabartmalar
40 Basamaklı merdiven
368
Sarnıç
.
Kabartmalar
Hilar Mağaralarından Görüntüler
369
Müslüm Üzülmez'den alınan bir yazı. Önemli bir bilim insanının İngilizce
yazdığı Hilar ile ilgili bir yazıyı bilgilerinize sunmak istiyorum.
İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Prehistorya Anabilim Dalı Başkanı
ve Türkiye Bilimler Akademisi Konsey Üyesi Prof. Dr. Mehmet Özdoğan hocamın
incelemem için bana verdiği İtalya-Roma Üniversitesi Eski Çağlar Bölümü öğretim
üyelerinden Prof. Dr. Eugenia Equini Schneider 'in kaleme aldığı ve Kültür ve Turizm
Bakanlığı Eski Eserler Genel Müdürlüğü'nce yayınlanan X. Araştırma Sonuçları
Toplantısı 'nda (Ankara 25-29 Mayıs 1992, s: 249-260) İngilizce yer alan HİLAR ile
ilgili bu yazı; Hilar/Ergani, dahası Bölge tarihini ilgilendirmesi nedeniyle ricam
üzerine mesai arkadaşım Çev. Müh. Yunus Koç Bey tarafından Türkçe çevrisi
yapılmıştır.
İngilizce metni temin eden Prof. Dr. Mehmet Özdoğan hocama ve emek
harcayıp çevriyi yapan Çev. Müh. Yunus Koç arkadaşıma çok teşekkür ediyorum.
Türkçe çevrinin tam metni:
Doğu Anadolu-Ergani Bölgesinde Arkeolojik Araştırmalar
Son yıllarda, Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde büyük Barajların inşa edilmesi
çok sayıda araştırma alanlarının, özellikle iki nehrin etrafındaki vadiler boyunca
oluşması fırsatını verdi. Araştırma özellikle İran ve Yunan-Rum devletleri arasındaki
sınır bölgelerde odaklandı. Ama iki nehrin kalıntıları kuzeyde dağlık olup, tarih öncesi
çağlar kadar klasik sürecinin tam olarak bilinmeyen bölgede dağılmaktadır.
İstanbul Üniversitesi ve Rome's La Sapienza Antikacılık Bölümü ile yapılan
yakın işbirliği Ergani Platosu üzerindeki Çayönü-Hilar'da ve yakın çevresi ile ilgili ilk
keşfin gerçekleşmesi fırsatını verdi.
Hilar şehri, yüksekliği deniz seviyesinin 869 metre üzerinde yuvarlak kaya
tabakalarının ve tepenin üzerinde yerleşmiş nekropol (100 den fazla mezarlığın bir
arada bulunduğu yer) olarak bilinmektedir. Tekrar bahsedilen, hatta son zamanlarda
ve 1979'ların başındaki konu, bu karmaşık mezarlığın Karlsrühe(Almanya)
Üniversitesi'ndeki bir ekip tarafından harita etüdü konusu olmuştur.
370
Bu haritadan başlayarak, Ağustos 1991'de bu lahitlerin tam bir
sınıflandırılmasının yapılmasını düşündük. Daha önceden kaydedilmemiş tepenin
doğu kesimlerinde ve diğer nekropoller keşfedilen yeni mezarlar, doğu batı yönünde
düz geçen Boğaz çayının güneyi boyunca ve kuzeybatısında tespit edildi.
Doğu nekropolleri, eski yol kesişimini kısmen kaplayan Hilar'ın modern
köyün güney ve kuzeyindeki giriş yollarına doğru genişler. Buradaki çoğu çember
mezarlar, bazıları dromoslarda (mezar odasına geçişi sağlayan dar, uzun geçit) ve
kısaltılmamış haldeki arcosolialarda (üstü kemerli mezar hücresi) taştan oyulmuş ve
cenaze yataklarında, dağ eğimlerinin içine oyulmuştur.
Bu inancın en sık öznesi cenaze törenlerinde arcosolia içinde sıra dışı şekilli
bir veya iki figürle sıradan, doğudaki alışıldık resimler gibi, yarım yatan ölü görüntüsü
ileri bakan vücudun üst parçası ve profilde gözüken sağ ayağıyla ve sol tarafının
katlanmasıyla temsil edilmeleridir. Figürdeki kadın sol koluyla yastık üzerine
yaslanıyor ve eliyle büyük ihtimalle bir kupa tutuyor ve başları Bizans zamanında
ikonolastlar tarafından sistematik olarak şekillendirilmiştir. Ama taş üzerindeki izler
bize Parthian (İran) stili algılamasını sağlar. Giysiler(pantolon, ayak giyimi, kısa
gömlek şekilli ceketler) İrano-Parthian şeklidir. İki inançta da, ölünün yanında oturan
başında konik şekilli uzun yaşmaklı ve uzun mantolu kadın heykelleri ön plandadır.
Giysilerin detayları iyi bir şekilde korunmuştur ve basit bir temizlikle formundaki
bölgesel farklılıklarla Mezopotamik bölgeye ait olarak bilinen modelin kendi
kostümü kolayca gözükebilir.
İkonografi ve heykellerin stili alışılmış Mezopotamik taşların Roma-Parthian
kültürünün alışıldık parçasıdır, ama özellikle bu Hilar inancında kitabelerde
kullanılan yazıtlar büyük ölçüde Edessa'da (Urfa'da) Şehitlik mahallesindeki
mezarlarla benzerdir.
Oyuk içinde duruyor olarak gözüken diğer çeşit temsiller içinde aynı şey
söylenebilir. Edessa mezarlığından cenaze heykelleriyle karşılaştırma MS. 165–201
tarihine ait doğu nekropollerdeki ön epigrafik çalışmalarla kabul edilmiş olan
kitabelere dayanmaktadır, Açıkça söylemek gerekirse taşları eksik bir kitabedir ama
aşırı şekilde eskimiş olan kaya yüzeyi bizim daha kapsamlı bir hipotez yapmamıza
engel olmaktadır. Eski Suriye'deki benzer kitabeli taşlar 1907'de Kırk Mağara
mezarlığındaki MÖ. 1-2 yy. ait olan bazı taş kabirlere yaklaşan Pognon tarafından
yazıldı. Eğer bu taşların nefes (eski Suriye'de ruh anlamına gelir) fonksiyonu
keşfedilebilseydi, bu taşlar 1. binyıldan itibaren doğu bölgeleri boyunca birçok
formda görülebilecekti. Daha detaylı karşılaştırma çalışması bu tür bir heykelin
anlamını ve fonksiyonunu doğrulayabilmektedir.
Doğu nekropolerdeki kabirler gözükebilir ve sanki canlı bir mahalle ve
hayvan barınağı gibi kullanıldığının açık bir göstergesidir. Kuzey-batıda mezarlıklar
ve çay boyundaki kabirler bulunmaktadır ve bu alanlar son zamanlarda çok fazla
yağmalanmıştır. Buradaki mezarlıklar taş duvarlardan açılmamış ama taş kenarlarına
kadar kazılmıştır.
371
Hilar'ın üç nekropoli tepenin üzerinde uzanan eski yerleşimlerin limitlerini
belirlediği gözükmektedir. Taş içine oyulmuş olan bir merdiven ve doğuya meyilli
olan bölgede üç tane merdiven gözükmektedir. Aynı döneme ait mesken veya depo
olarak hala kullanılmış olan birçok su kaynağı ve depo çukurları gözükmektedir.
Bulguların dağıtımındaki geniş bölge ve çeşitlilik tarihi ve karmaşık coğrafi konumu
durumların varlığını ortaya çıkarmıştır ve ilk çağ ve ortaçağda yaşamın var olduğuna
dair kanıtlar sunmaktadır. Aslında Hilar'ın kuzey Mezopotamya'daki yol sistemi
içinde önemli bir pozisyonu olduğu gözükmektedir.
Hilar, Fırat nehriyle Çüngüş ve Çermik boyunca batıya, Diyarbakır'la güneydoğuya ve Ergani'yle de kuzey-doğuya bağlıdır.
Hilar'da yapılan bir araştırma, birbirlerine 6- 7 km. mesafede geç klasik
döneme ait yerleşimlerin ve klasik dönemlere ait yerleşimlerin varlığını
doğrulamaktadır. Biz, batı tarafında, Hoşan'ın modern köyleri yanında ve Sıçantaş
deresinin kenarlarında büyük bir taş nekropol bulduk. Boza Ersini tepesine doğru
genişleyen Diyarbakır yönünde Hilar'dan 4 km mesafede diğer bir taş nekropol
bulunmuştur. Tepenin zirvesinde küçük bir yerleşime ait buluntular, dağ platolarına
kazılmış çukurlar ve yüzeyi işlenmemiş çanak çömlekler var. Hilar'ın batısını
araştırmak, Kikan şehrine 5 km. mesafede başka bir taştepe canlı mahalleler ve depo
yerleri olarak tekrar kullanılan yerleşimlerin varlığını ortaya çıkarmıştır. Havzaların
ve depo alanlarının varlığı yoğun ziraat aktivitesinin varlığının bir kanıtıdır.
Çömlekçilerin ve seramikçilerin, çoğu eski Roma ve Bizans devrine ait kırık
çömlekler ve seramikler bulunmuştur. Hendek köyünü 6 km. uzağında Gaz Tepe'nin
Kuzey yamacında Bizanslı yerleşimciler tarafından kısmi olarak fethedilmiş başka bir
taştepe-nekropol bulunmuştur. Burada birçok kabir hiç dokunulmamış halde
gözükmektedir.
Kuzey Mezopotamya'daki klasik periyotta Fırat'ı İran İmparatorluğunu
doğusuna bağlayan yerleşimlerin dağılımı ve yoğunluğu doğu-batı yolunun önemi
tezini doğrulamaya yöneliktir. Bu bağlamda Ergani platosu kesin bir merkezdir.
Aslında eski Ergani'nin yüksek kısımları modern şehrin hemen Kuzey-Doğusunda
bulunan şehir ortaçağ ve modern yerleşimin kalanlarıyla fethedilmiştir ki bu da
Hellenistik Roma dönemine ait yüzey çömleklerin temel duvarcılık işine dayandığını
ayrıca kuvvetli duvarların varlığını göstermektedir (18).
Ergani Bademli köyü mağaraları
372
Ergani Kikan mağaraları
Fiskaya mağarası ve Hz Yunus ve makamı
Balığın kanından çıkmayı takiben Hz. Yunus Musul'a gelmiş, Hz. Yunus'a
Musul halkı üç yıl iman etmiş, ancak tekrar isyan edilmiş, Hz. Yunus Musul'u terk
etmiştir. Diyarbakır'a gelmiştir. Hüsn-ü kabul nedeniyle de Diyarbakır'a duası vardır.
Fis kayası Hz. Yunus'un 7 sene kaldığı bir mekândır. (Yakut-u Hamevi: Mücem ül
Buldan ve Abdülgani Fahri Bulduk: Ceziretül Arabın Muhtasar Tarihi) .
Fiskaya'da Yunus (AS) makamı
373
Diyarbakır mağaralarından en ulvisi Yunus peygamberin 7 yıl kaldığı Fiskaya'dır.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde bu konuda şöyle bir olay anlatır: Yunus
Peygamber Musul'dan Diyarbakır yöresine gelir, bir süre burada kalır. O yıllarda
güzelliği ile tanınmış “Almida” adında bir kız hükümdarlık etmektedir. Yunus
Peygamber bu kızla konuşur, görüşür. Amida'ya kendi dinini kabul ettirir. Yunus
Peygamber Diyarbakır'a yapılacak kalenin planlarım çizerek kıza verir. Kız da kara
taşlarla şehrin kalesini yaptırır. Kalenin inşası tamamlanınca Yunus Peygamber:
"Kal'anız mamur olsun, gönlünüz sürûr dolsun" diye dua eder (32).
Timur tarihini okuduğumuzda Hz. Yunus'un Diyarbakır merkez Sur içinde
olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. 1936 baskılı Hasan Basri Konyar'a ait 'Diyarbakır
Tarihi' s.203'e bakalım:
Amid Timur ordusuna 5 gün dayanabildi. Şehre giren Timur Yunus ve Cercis
Peygamberlerin kabirlerini ziyaret etti. Üzerlerine birer kubbe yapılması için birçok
para verdi. Diyarbekir fakirlerine ihsanını esirgemedi.
18. yüzyıl büyük Osmanlı tarihçisi Avusturyalı Baron Joseph von Hammer Purgstall
Timur tarihini anlatırken: “Diyarbekir'in idare merkezi Amid hücum ile zapt ve yağma
edildi; Timur, Yunus ve Circis peygamberlerin kabirlerini ziyaret ile üzerlerine birer
kubbe inşa olunmak üzere yirmi bin kepik (lira) ita ve her geçtiği yerde fukaraya çok
sadakalar dağıttı” der.
Diyarbakır sur içinde Hz. Yunus'un oğlu ve torunun olduğuna dair bir söylem
vardır. Diyarbakır'da Nasuhpaşa Camii'nin yanında bir türbe vardır. İçinde ise iki
kişiye ait kabir bulunmaktadır. Türbenin kapısında Yunus Peygamberin oğlu Ogeda
ve onun oğlu olduğu ifade edilmektedir. Literatür desteğini bulamadım. Ancak bu
yazıyı yazanların hangi bilimsel temeli olduğunu bilmediğimden aksini iddia
edemiyorum. Bu açıdan resimleri koymakla yetineceğiz
Zincirkıran türbesi ve Yunus (AS) oğlu ve torunun olduğu söylenen kabirler
374
Hani İlçesi Mağaraları
Diyarbakır Terkan bölgesinde Zoğnin Mağaraları ve harabeleri yer alır.
Burası Mar Yeşau'nun memleketiydi. Süryani manastırları açısından önemli
merkezdi.4 yüzyıla ait bir yerleşim yeridir. Harabe kent ve mağaralar bu gün de var.
Ancak çoğu toprakla örtülü. Mağaralar hareketli taş kapılarla açılıp kapanmaktadır
Hazro İlçesi Mağaraları
Hazro'nun yerleşim tarihçesi Yontma taş devrine kadar uzanmaktadır.
Yontma taş devrine ait en güzel yerleşim çekirdekleri Hazro'nun güneyindeki Büyük
Biber dağı'nda kayalar oyulmuş oda şeklindeki inlerdir. Ayrıca Hazro'nun kuzeyinde
bugünkü Yatılı bölge okulunun hemen yanındaki mağaralarda da taş devrine ait
yerleşim izlerine rastlanılmıştır (14).
Kocaköy Mağaraları
Kocaköy de mağaralar açısından oldukça zengindir. 200'den fazla oyma
mağara vardır bu ilçemizde. Bunların önemli bir kısmı Karaz, Şaklat ve Mendan
mağara köylerinde toplanmıştır. Karaz Mağaraları mevkiinde 60-70 hanelik bir
mağara-köy kalıntısı bulunmaktadır. Şaklat'ta 15, Mendan'da ise 10 kadar mağara bir
aradadır. Ayrıca merkez kasabanın 4 km kadar batısından güneye doğru akmakta olan
Ambar Çayı civarında bulunan tabii mağaralardan birkaçı ve özellikle de Uyuz
Mağara, ihtiva ettikleri kalıntılardan, tarihöncesi çağlardan beri barınak olarak
kullanıldıkları açıkça anlaşılmaktadır.
Aslında Kocaköy'ün taş çağlarından beri yoğun bir iskân dokusu ile meskûn
olduğu, çevrede bulunan kalıntılardan anlaşılmaktadır. Bu konuda yapılmakta olan
araştırmalarda, başta yörede karga bıçağı denen obsidiyen ve sileks olmak üzere,
çeşitli çakmak taşlarından yontulmuş araç gereç, bol miktarda bulunmaktadır. Hatta,
Ambar vadisinin Goza Çelo mevkiindeki Karna höyüğünün 150 m. kadar uzağına
düşen bir tarlada obsidiyen malzeme o kadar bol bulunur ki, zamanında bir obsidiyen
satış merkezinin burada bulunduğuna, yahut en azından buranın, bu malzemeyi
taşıyan bir kervana her nasılsa son durak olduğuna dair kanaat hasıl olmaktadır. Zira
İlk Çağ tarihi ile ilgilenenler obsidiyenin ne kadar önemli bir malzeme olduğunu iyi
bilirler (9).
Kocaköy ambar çayı mağaraları
375
Kocaköy Arkbaşı mağaraları
Mağaralarda 3–4 odaya rastlanabilmekte.
Serikaniyan mağarası-Kocaköy (Foto: Yahya kamçı)
376
Serikaniyan mağarası-Kocaköy
(Foto: Yahya kamçı)
Kocaköy-Mecnafe
Kulp İlçesi Mağaraları
Kulp-Korukçu mağaraları- (12)
Kulp'un Kanikan Mağaraları ünlüdür (9).
377
Kanikan (Foto: M.Ali Abakay)
Lice İlçesi Mağaraları
Ashab-ı Kehf mağarası
378
Ashab-ı Kehfin Lice'de olduğuna dair deliller
1. Mağaranın durumunun Kur'andaki ifadelere (ipuçlarına uyuyor olması)
Mağaranın durumu, Kur'an-ı Kerim'de Kehf süresi 17. ayette geçen: Resulüm orada
bulunsaydın güneşi görürdün: Doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder;
batarken de sol taraftan onlara isabet etmeden geçerdi (böylece) onlar (güneş
ışığından rahatsız olmaksızın) mağaranın bir köşesinde (uyurlardı)' şeklindeki
ifadelere tamamen uymaktadır.
2. Mağaranın hemen yanında bir kilise kalıntısının bulunması
Yöre halkı tarafından 'Deri Rakim' (Rakim kilisesi) olarak adlandırılan çok eski bir
kilisenin kalıntıları mağaranın hemen yakınında bulunmaktadır. Şevket Beysanoğlu
Bey bu kilise kalıntılarının fotoğraflarını da yayınlamıştır.
3. Mağaranın ağzındaki duvar kalıntısı. Mağaranın ağzında Dakyanus'un
ördürdüğü söylenen bir duvar kalıntısı vardır.
4. Birçok müfessir tarafından Dakyanus'un hem şehir hem de kral olarak
alınması. Dakyanus birçok araştırmacı ve müfessirve kabul gördüğü gibi hem Eshabı
Kahf olayının yaşadığı şehrin, hem de bu Allah dostlarına zulmeden Kralın ismidir.
Licede bulunan Antik şehrin ve Kralının adı Dakyanustur. Lice'deki Dakyanus Antik
kenti gibi, Kralının adının da Dakyanus olması sadece bir tesadüf olabilir mi?
5. Dakyanus Antik kentinin bulunduğu Fis ovasının adı Efsus'tan bozmadır.
Şevket Beysanoğlu Bey Fis adının aslında Efsus'tan bozma olduğunu belirtmektedir.
6. Mağaranın bulunduğu dağın adının Eshab_ül Kehf veya Rakim adını
taşıması 1977 yılına kadar resmi kayıtlarda Eshabül Kehf Dağı olarak geçen Dağın
adı, bu tarihte Harita Genel müdürlüğünce yanındaki dağlarla birlikte değiştirilmiş ve
İnceburun Dağları adını almıştır. 1976 yılında 1.Uluslararası Türk Folklor kongresine
bildiri olarak sunulan ve daha sonra Kongreye sunulan diğer eserlerle birlikte kitap
haline getirilen “Eshab-ı Kehf'in yeri” konulu çalışmasını kaleme alan Şevket
Beysanoğlu Bey bu dağdan RAKİM dağı olarak bahsetmiş, parantez içinde de Eshabı Kehf dağı olduğunu belirtmiştir.
7. Mağaranın bulunduğu dağın tepesinin bazı haritalarda 'Rakim'tepesi olarak
geçmesi Yakın tarihlere kadar birçok haritada mağaranın bulunduğu dağın adının
Eshab_ül kehf, tepesinin ise Rakim tepesi olarak geçtiği bilinmektedir.
8. Olayın geçtiği dönem bölgenin Doğu Roma imparatorluğu hâkimiyetinde
bulunması. Olayı araştıranlarca olayın geçtiği dönem olarak Roma imparatorluğu
genel kabul görmüştür. Hristiyan kaynaklarına göre olay Hz. İsa'dan sonra 201 ile 254
yılları arasında hüküm süren Decius (Dekyanus= Dakyanus) döneminde yaşanmıştır.
Lice bölgesi, MS 226 yılına kadar Roma-Part,226 yılından sonra ise Roma-Sasani
egemenlikleri arasında iktidar savaşlarına sahne olmuştur. Dakyanus Antik kentinin
Roma döneminden kaldığı neredeyse %100'e yakın bir oranda ispatlanmıştır.
Selevkoslar dönemine ait olabileceğini iddia edenler varsa da Dakyanus kentinin
Roma mimari yapılarını barındırması bu iddiamızı güçlendirmektedir (11).
379
Hikâyede geçen mekânlar
Kitabeyle ilgili yorum
Bu hususta Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Hasan
Tanrıverdi şu yorumda bulunur. Kur'an-ı Kerimde bahsedilen mağaranın 7 kişiyi
rahatlıkla içine alacak şekilde olduğunu ifade buyurulur. Ancak bu mağara neden
küçük denecek olunursa Selahaddin Eyyubi döneminde mağaranın yarısının yıkılıp
aşağıya Derkam köyüne düştüğünü, mağara unutulmasın diye S.Eyyubinin kardeşi
Melik Adil'in Kehf mağarasını tamir ettiğini bu yazıda görüyoruz. Melik Adil'in, yani
Eyyubilerin Lice, Antak hakimi olduklarını, Antaktaki minaredeki yazıdan da
anlıyoruz. Melik Adil Kehf mağarasını da tamir ederek buraya yazısını bırakmıştır.Bu
yazı Ashab-ı Kehfin Diyarbakır Lice'de oluşunun en önemli belgesidir.
1183'de Diyarbakır Selahaddin Eyyubice alındı Kardeşi Melik Adil 12001218 yılında bölge sorumlusu oldu
1200 yılına ait maziye karşın ülkemizdeki diğer bölgelerde eshabı kehf
belgeleri daha yenidir.
Ünlü tarihçi Abdulrezzak Semerkandi'nin 530 yıl önce bir eserinde(Matlaun
Saadeyn) çok ilginç bir cümle :, "Eserinde diyor ki; (Sultan Üveys, Lice'deki Ashab-ı
Kehf'e Bingöl üzerinden sefer düzenledi ve Muş Ovası'na vardı).
Yani 1500 yıllarına ait bir belgeye de tarih kitaplarında rastlıyoruz
Lice'de Dakyanus harabelerinin olduğu Dakyanus kalesi –Dakyanus harabesi
380
1973 il yıllığı Dakyanus harabeleri
Yencülüs dağı
Olayın bir de mantıki boyutuna bakalım
Dakyanus'un sağ ve sol tarafında oturan vezirlerin çocukları olan gençler,
putperestliğe ve Kral'ın yaptıklarına karşı çıktılar. Bundan haber alan Kral, gençleri
huzuruna getirterek kendisine ve putlara secde etmelerini istedi ve bunu kabul
etmeyince onlara, kendisinin Ninova'dan (Musul) dönünceye kadar bir süre verdi.
Şayet seferden döndükten sonra gençler, putlara secde etmezlerse onları
katlettireceğini söyledi. Dakyanus ashab-ı kehf gençlerine düşünmeleri ve
söylediklerine uymaları için kısa mühlet vererek Ninova (Musul) şehrine birkaç gün
içinde gidip geldi. Efsus şehri Eskişehir veya Mersin civarında olsaydı Dakyanus'un
birkaç günde Ninova'ya gidip gelmesi mümkün değildi . (20).
Bu ancak Diyarbakır olabilir Diyarbakır'la Musul (Ninova) sürekli alışveriş
içindedir. Buraya iptidai bir sal olan keleklerle yolculuk ve taşımacılık yapılmaktadır.
Bu basit salla Diyarbakır –Musul arası yolculuk süresi 3 gündür. Keleklerle saatte 5
km yol alınmaktadır. Diyarbakır-Musul yolu 400 km.dir (21). Karayolu ile ise
tarihçilere göre (İstahri ve Ebu'l Fida) Diyarbakır-Musul arası 4 gündür. (22).
381
Olayın bir de halk tarafından benimsenme yönü vardır. Eshabı kehf
sakinlerinin isimlerini dünyada 34'de yerde olduğu ifade edilen yerlerde
görüyoruz. Eshabı kehfin köpeğinin ismi olan Kıtmir'i sadece Diyarbakır'da
görmekteyiz.
Ülkemizde Efes, Tarsus, Afşin ve Diyarbakır Lice'de Ashab-ı Kehf
mağaraları vardır. Dünyada 34 yerde Ashab-ı Kehf'e sahip çıkılmaktadır. Ancak
Dünyada Lice ve Kocaköy dışında hiçbir yer bu kadar saygı gösterip çocuklarına bir
köpek ismi olan Kıtmiri çocuklarına koymamaktadır
Eshab-ı Kehfin Diyarbakır'da olduğuna dair önemli bir delil Hani ve Lice 'de
Yemlihan ismini sık oluşudur. Bunu Şazenüs ismi takip etmektedir. Diyarbakır'da
önemli kişiliklerin bu isimleri taşıdığını gözlemekteyiz.
Kıtmir bir köpek ismi olduğu halde çocuğuna bu ismi koyanlar da
görülmektedir. Ocak 2006 itibariyle 5000 nüfuslu Lice'de nüfus md kayıtlarına göre
Yemlihan 168,köpek ismi olmasına rağmen saygı alameti olarak 11 Kıtmir ismini
görüyoruz. Bu durum Eshab-ı Kehf anlayışının bölgede ne kadar hakim olduğunu
yansıtır.
Fis (Efsus) ovasının başında bir yerleşim yeri olan 5000 nüfuslu Kocaköy'de
telefon rehberinde 2 Kıtmir ismin görüyoruz (Diyarbakır 2001 yılı telefon rehberi.
s:239).
Lice İlçesi Mağaraları
Hz. Ebubekir (RA) torunlarının yaşadığı Oyuklu köyü mağaraları
382
Silvan İlçesi Mağaraları
Hasuni mağaraları
Hasuni mağaraları
Silvan'a 7 km mesafededir.300'e yakın mağara bulunmaktadır. Geç Asur ve
Roma dönemine ait olduğu söylenmektedir. Ancak mezolitik döneme kadar da
uzandığı ifade edilir Bu mağaraların içinde bir mağarada diğer bir mağaraya su
gitmesi için taşlardan tertibatlar yapılmıştır Taşlar ve kaya parçaları yontulmak
suretiyle o dönem su ihtiyaçlarını karşılamak için kuyular, oturma yerleri ve
yataklar yapmışlar. Devasa kaya parçalarının oyularak apartman şeklinde yapılan
mağaralar bulunmaktadır. Bunlardan sadece birkaçı 3, 5 ve 7 katlı mağaralardan
oluşuyor. Kapadokya'yı andıran bir manzara var. Kilise mağaralar, ilk Hıristiyanlık
dönemine ait olduğundan inanç turizmi yönünden önemlidir
İlk Çağların Kral Dairesi - Temtemburg Mağarası
383
Temtemburg Mağarası
Silvan'ın sırtını yasladığı Albat Dağının eteklerinde olup Silvan-Boşat
yolunun sol tarafındadır. Büyük çeşmenin üst tarafına denk gelmekte ve şehir
merkezinden uzaklığı yaklaşık 1 km.dir. Mağaranın en büyük özelliği bir kaya
parçasının oyulması sonucu yapılan tek bir odadan oluşması ve yine kayalar oyulan
merdivenlerle çıkılmasıdır. Mağara odasının içinde, sağ ve solunda oturmak veya
yatmak için yine kayalar oyularak iki divan oluşturulmuştur.
Derika Mukure
Bu mağaralar hakkında gerekli araştırmalar yapılmamıştır. Tarihleri hakkında
herhangi bir bilgi yoktur. Doğal ve yapay mağara odalarının bulunduğu Derika
Mukure bölgesi Silvan'a 20 km. uzaklıkta olup, Malabadi Köprüsünün
yakınlarındadır.
Pezan Mağarası (Kral Koltuğu)
Bu mağara doğal ve küçük bir mağaradır. Bir oyuk şeklindedir. Hayvanlar
için barınak olarak ta kullanılır. Mağaranın hemen yanında merdiven basamakları
şeklinde oyulan kayalar vardır. Üst tarafında ise halk arasında kral koltuğu denen
ve konum itibarı ile bir koltuğa benzeyen oyulmuş kayanın çevresinde de
yontulmuş kaya parçaları bulunmaktadır.
Pezan Mağarası (Foto. N.Satıcı)
384
Hamido Mağarası
Albat Dağı eteklerinde olan mağara Silvan şehir merkezinden rahatlıkla
görülmekte olup Askeri birliğin bulunduğu Alayın hemen arkasındadır. Hamido
Mağarasının en büyük özelliği iki çıkışlı olmasıdır. İçinde derin uçurumların
bulunduğu mağara yaklaşık 500 metre uzunluğundadır (33).
Şıkefta Tari - Karanlık Mağara
(Foto. N.Satıcı)
Başke köyü mağaraları
(M.Ali Abakay)
385
KAYNAKLAR
1-Yeliz Ulusan* Orhan Batman** Alternatif Turizm Çeşitlerinin Konya
Turizmine Etkisiüzerine Bir Araştırma. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi 23 / 2010
2- Dr. S. Hakan Durmuş, Dr. Adnan Semenderoğlu Denizli'nin Turizme
Açılan Kapıları: Kaklık ve Keloğlan Mağaraları Rkoloji Dergisi Sayı: 17. Sayı (Ocak
- Mart 2008)
3-Ahmet Çimen Bırklin Mağaraları Diyarbakır'da Çevre.2011 Diyarbakır
Valiliği-Dicle Üniversitesi Tarım Bakanlığı
4- Muhsine Helimoğlu Yavuz; Diyarbakır Efsaneleri, Doruk Yayınları, 2.
Baskı, Ocak 1993. İki Cilt Birarada, Sayfa 42–43.( Yurt Ansiklopedisi, Cilt 4,
Diyarbakır Maddesi'nden Naklen.
5- Bejan Matur. Doğunun Kapısı Diyarbakır. Dksv. İst. 2009.S.250
6- Muazzez İlmiye Çığ: İbrahim Peygamber.6.Basım. Kaynak
Yay.2006.S.77
7-Samuel Noah Kramer. Tarih Sümerde Başlar.Kabalcı Yay.İst.1999.S.476
8- Halis [Ataksoy Diyarbakır Tarihindekomuk Eliyayma Hazırlayan: Yılmaz
Ataksorçeltüt Matbaacılık Sanayi Ve Ticaret A.Ş.İstanbul — 1988.S.33
9-Hamza Aksal. Diyarbakır'ın Büyüleyici Mağaraları.Mizgin Dergisi.
Sayı.15
10- Şevket Beysanoğlu: Kuruluşundan Günümüze Kadar Diyarbakır
Tarihi..Diyarbakır.Müze Şehir. S:39
11- Zeki Dilek. Lice.Diyarbakır.2002.
12-Mirze Mehmet Çelik. Fotoğrafla Kulp.2010.
13-Http://Tr.Wikipedia.Org/
14- Murat Şehir. Hazro'nun Fiziki Coğrafya Özellikleri. Diyarbakır
.2001.S.3
15- H. Basri Konyar. Diyarbekir Yıllığı.1936.S.271,281
16- Nevin Soyukaya* Arkeolojik Araştırmalar Işığında Diyarbakır Ve
Çevresi Müze şehir. Diyarbakır. YKY yay.İst1999
386
17- Vedat Çetin Hilar, Neolitik uygarlıktan 27/06/2009 Evrensel
18- M. Üzülmez Doğu Anadolu-Ergani Bölgesinde Arkeolojik Araştırmalar
19 Aralık 2008 tarihli Ergani Söz gazetesi
19-Hamdullah Işık. Murat Bozdoğan. Çermik.2012
20- Ahmet Eyicil. Afsin Ashab-ı Kehf s.272
21- Orhan Avcı. Irak'ta Türk Ordusu. Vadi yay.İst.2004.s.84-85
22- Doç.Dr. Cem Zorlu. İlk İslam coğrafyacılarına göre
Diyarbakır1.Uluslararası. Oğuzlardan Osmanlıya Diyarbakır Sempozyumu.20–22
Mayıs 2004.Diyarbakır.2004.s.854
23- Muazzez İlmiye Çığ. Giigameş.Kaynak yay..2006.İst.s.83
24- Yrd. Doç. Dr. Nesim Doru (ed), Uluslararası Şırnak ve çevresi
Sempozyumu. Bünyamin Açıkalın. Tefsir literatüründe Nuh (AS) kıssası.2010.s.38
25- Oymak M:Urfa ve Hz.Eyyub..Ş.urfa.2005.s:73
26-Dr. Faruk Öncel. Yeni bir iddia.06.08.2010 Diyarbakır söz
2 7 - R . P. G i u s e p p e C a m p a n i l e . K ü r d i s t a n t a r i h i . Av e s t a
yay.Diyarbakır.2009.s.23
28- Cemşit Bender. Kürt mitolojisi. Berfin yay.İst.2007.s.111
29-http://www.bookrags.com/wiki/Corduene
30-W.Minosrky.The Bois DN.Mac Kenzie..Kürtler.Kürdistan.Doz
yay.2Baskı.;st.2004.s.43
31- Sophene & Corduene Geography Of Strabo, 14. Kitap, s. 161–62,
Suriye başlıklı bölüm
32-http://www.renkoglu.com/index.php?option=com_content&task=
blogsection&id=23&Itemid=102
33- Korkusuz Ş:Seyahatnamelerde Diyarbekir. Kent yay.2003.s:151,23
34-Nejat Satıcı. Silvan'daki Mağaralar Diyarbakır'da Çevre.2011
35-Diyarbakır Valiliği-Dicle Üniversitesi Tarım Bakanlığı
387
DİYARBAKIR 'IN SU KAYNAKLARI VE ÇEŞMELERİ
Kenan Haspolat*
Giriş:
Diyarbakır, su bakımından şanslıdır. İki kardeş nehir olarak bilinen Dicle ve
Fırat Diyarbakır'la yaşıt gibidir. Dicle, Diyarbakır'ın içinden geçer. Fırat da
Diyarbakır'a sınır teşkil eder. Çüngüş ve Çermik kazaları Fırat'tan istifade eder. Bu iki
ilçeden çıkan çaylar da Fırat'a akar. Diyarbakır'ın ünlü barajı Karakaya da Fırat
üstündedir.
Kardeş Nehirler
Dicle ve Fırat (vikipedi)
Karakaya Barajı - (F Türkoğlu)
Çermik ve Fırat (Hamdullah Işık)
İlin en önemli akarsuyu Dicle'dir. Elazığ ili sınırları içinden çıkan bu akarsu,
hemen sonra Diyarbakır ilinin topraklarına girer. Eğil'in doğusunda Dipni Çayı'nı alır.
Sonra güneye yönelir. Diyarbakır'a ulaşımından az önce Devegeçidi Suyu kendisine
kavuşur. Diyarbakır kenti önünde geniş bir yatak içinde akar.
* Prof. Dr. Kenan Haspolat. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi
421
En büyük kollarını Diyarbakır il sınırlarını terk ettikten sonra alır. GAP
kapsamındaki alt projelerden bazıları Dicle Havzası'ndadır. Dicle Diyarbakır ilindeki
akarsuların tümüne yakınını toplar. Yalnızca ilin kuzeybatı köşesindeki küçük bir
alanın suları Fırat ırmağına gider (Çermik ilçesinin suları). Diyarbakır ili sınırları
içinde önemli göl yoktur.
Günümüzde Dicle Nehri Görüntüleri
1909'da Dicle Nehri Görüntüleri
Dicle Nehri:
Türkiye'de doğup birçok kolları olan ve Irak topraklarına geçip orada Fırat'la
birleşerek Şattülarap'ta Basra körfezine dökülen nehir. Nehir ana kaynaklarını Doğu
Anadolu dağlarından ve dipten sızma yoluyla Elazığ yakınlarındaki Hazar (Gölcük)
gölünden alır. Türkiye'nin önemli akarsularındandır. Doğu Anadolu dağlarından
çıkar, Basra Körfezi'ne dökülür. Toplam uzunluğu 1900 km'dir. Türkiye topraklarında
kalan bölümün uzunluğu ise 523 km'dir. En önemli kolları Batman ile Garzan, Botan,
Habur, Büyük Zap ve Küçük Zap'tır. Debisi ortalama 360 m3/sn dir. Eylül ayı
ortalarında 55 m3/sn ile en küçük, şubat sonunda 2263 m3 /sn akımı ile büyük
değişiklik gösterir. Akarsuda genellikle yaz sonu kuraklığı ve sonbahar başı yağış
noksanlığı nedeniyle su azalır. Buna rağmen kış sonu yağışı ile ilkbahar başındaki
karların erimesinden oluşan su ile kabarır (1).
422
Dicle ilçesi - Hani arasında Dicle nehri
Dicle nehri ve hevsel bahçesi (F. Türkoğlu)
Diyarbakır'dan geçen Dicle ve Fırat nehrine tüm dinler önem vermiştir
Dicle ve Fırat'ın çok önemli iki nehir oldukları da Kuran ve Hadislerde
geçmektedir. (Dicle ve Fırat hikayesi için kaynakça: tecrid-i sarih, diyanet tercümesi,
no:1551; Buhari-Müslim, el-lü'lüü ve'l mercan, no: 103; buhari, bed'ü'l halk, 6;
Menakıb-ı Ansar, 42; Eşribe, 12; Müslim, iman, no:164, cennet, no:2839 ve diğer
hadis kaynakları).
Hz. İbn-i Abbas'dan rivayet olunmuş, Peygamberimiz(SAV) mealen
buyurmuşlar: Allah (cc) yeryüzüne beş nehir indirmiştir. Bunlar Seyhun, Ceyhun,
Dicle, Fırat, Nil'dir. Allah(cc) bu nehirleri Cennet kaynaklarından en alt kaynaktan
Cebrail (AS) vasıtasiyle yeryüzüne indirmiştir (Tezkiretül Kurtubi.s.524).
Şeyh Abdurrahman El Aktepi Miraciye manzumesinde Peygamberimiz
(SAV) Seyhun, Ceyhun, Nil, Dicle ve Fırat nehirlerinin menba-ı cennetler olduğunu
ifade etmektedir (Ravdatün-Naim).
423
Lice ilçesinde Dicle'nin çıkış kaynağı Bırkleyn mağarası
Doğuş açısından bakacak olursak Dicle'nin doğuşuyla ilgili en önemli
noktalar Diyarbakır'dadır. Fırat'ın bu ismi alması Murat Nehri'nin Fırat'a dönüştüğü
Genç ilçesidir.
Tevrat'a göre Cennet yeryüzündedir. Dicle ile Fırat arasındaki bölgedir.
(E.Cothenet,Paradis,VI.1178).Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat'ta bugün Türkiye
sınırları içinde bulunan birçok yerin ismi geçmektedir. Bu yerlerin başında Dicle ve
Fırat nehirleri gelmektedir. Tevrat'a göre, Tanrı Âdem'i yarattıktan sonra "doğuya
doğru Aden'de" bahçe yaratmış ve Âdem'i buraya yerleştirmiştir. Buradan bir ırmak
çıkmış ve daha sonra bu ırmak dört kola ayrılmıştır. Bu dört koldan ikisi Dicle ve
Fırat'tır. Dicle ve Fırat nehirleri kaynaklarını Doğu Anadolu bölgesinden alan iki
akarsuyumuzdur. Bu iki nehrin bulunduğu bölge Yahudiler açısından kutsaldır.
Dicle'nin çıkış kaynağı ise Lice ilçesinde Bırkleyn mağarasıdır.
Cennet Anadolu'da ama nerede?
Dicle ve Fırat Nehirleri ve arasında kalan bölge (Aden Bahçesi): (Tevrat:
Yaratılış (Tekvin) 2:13) Tekvin 2: 8–14 şu şekilde devam eder ve Adem'in yaşadığı
ortamı ve yeri tarif eder. Ve RAB Allah şarka (doğuya) doğru Aden'de (Aden: zevk) bir
bahçe dikti ve yaptığı adamı oraya koydu. Ve RAB Allah görünüşü güzel ve yenilmesi
iyi olan her ağacı ve bahçenin ortasında hayat ağacını ve iyilik ve kötülüğü bilme
ağacını yerden bitirdi. Ve bahçeyi sulamak için Aden'den bir ırmak çıktı ve oradan
bölündü ve dört kol oldu. Birinin adı Pişon'dur; kendisinde altın olan bütün Havila
diyarını kuşatır ve bu diyarın altını iyidir; orada ak günnük ve akik taşı vardır. Ve ikinci
ırmağın adı Gihon'dur; bütün Kuş ilini kuşatan odur. Ve üçüncü ırmağın adı Dicle'dir;
Aşur'un önünden akan odur. Ve dördüncü ırmak Fırat'tır. Ve RAB Allah adamı aldı,
baksın ve onu korusun diye Aden bahçesine koydu. Yahudiler göre cennet Dicle ve
Fırat arasında ve nehirin çıkış kaynağına yakındır. Dicle ve Fırat'ın arasında olan tek il
Diyarbakır'dır.
424
Ermenilere göre Dicle, Fırat ve Aden bahçesi
Ermeni Hıristiyanları anlayışına göre 'Adem ile Havva'nın cennetten
kovulduktan sonra ilk defa ayak bastıkları topraklar Dicle kıyılarıdır. Çoluk çocuk
elbirliğiyle bir şehir kurup Adem'in dem'ini de ters çevirerek adını Amed koymuşlar.
Bağlar semtinde, o zamanlar Adem'in bağları varmış (24).Ermenilere göre, İncil'de
geçen “cenneti sulayan dört ırmak” Kür, Araz, Dicle ve Fırat nehirleridir. Bu
nehirlerin geçtiği topraklar ise, Tanrı tarafından Ermenilere verilmiştir (25).
Diyarbakırda Suyun Tarihçesi
Diyarbakır'ın bilinen en eski su isale hattı, kesin tarihi belli olmamakla
beraber 1535 tarihinde Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır. Şehre 14
km mesafede bugün Serapgüzeli köyü diye bilinen ve Gözeli mevkiinde bulunan
kaynaktır. Diyarbakır tarihinde önemli bir yere sahip olan kaynak Hamravat Suyu
adıyla ünlüdür. Hamravat Suyu'nun şehre getiriliş tarihi, ilgili kaynaklarda değişik
olarak verilmiştir. Evliya Çelebi, suyun h. 941 (m. 1535) tarihinde getirildiğini
yazar.Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Zahuri Danışman Yayını, c. 6, s. 127, 1970.
Evliya Çelebi Hamravat suyu için der ki:
“….Eski bilginler, bu Hamravat suyu içine pamuk koyup sonra yine
tartmışlardır….İstanbul'da Eski Saray kapısı önündeki biricik çeşme suyundan
ıslanıp kuruyan pamuk ile, bu Diyarbekir Hamravat Suyunun pamukları
beraber tartılmıştır. Bu kadar hafif sudur. Eğer pamuğu ağır olsa, acı olup
faydasızlığına delalet ederdi.
Bu Hamravat Suyu'nun safra, soda ve balgamı mahveylediği tecrübe ile
malumdur. Hatta Osmanoğullarından İbrahim Han bu suyun vasıflarını
duyunca, “Elbette bana Diyarbekir'den Hamravat Suyu gelsin!” diye hat-ı şerif
ile dergah'ı ali kapıcı-başısı, memuren Diyarbekir'e gelmiştir.
O zaman efendimiz Melek Ahmet Paşa, Kara-Amid valisi idi. Paşa,
padişah emrini görünce baş üstüne deyip, onar okka su alır, altı adet gümüşten ve
altı kurşundan ve altı adet tutyadan ve altı adet çam boduçlarından, toplam
olarak 24 adet gümgümlere sular doldurup ve ağızlarını mühürleyip, gelen
kapıcı-başıya on kese de ihsan verip teslim eyledi. Onatlı kese dahi gümgümlerin
masrafını çekip ılgar ile Hamravatı İbrahim Hana gönderdi.Allah'ın hikmeti bu
soğuk saf su İstanbul'a girdiği gün, yeni padişahın tahta oturduğu gün olup, bu
Hamravat Suyu, Sultan İbrahim'in oğlu Dördüncü Mehmet Hana nasip
olmuştur.
425
1056 Recebinin onsekizinci Cumartesi günü, ikindiden sonra tahta
oturduğu vakit, ilk olarak Hamravat Suyu içti. Sözün kısası bu Hamravat Suyu
Diyarbekir'in yüz suyudur.”
Basri Konyar da aynı görüşe katılmakta ve şunları eklemektedir:
“Kanuni bu suyun yayılan şöhretine alaka göstermekten fariğ olamadı.
Mimar Sinan'ın kalfası Kastamonulu Kasım Çelebi'yi bu hayırlı işi başarmaya
memur etti. Şehre 14 kilometre mesafede bulunan bu su, fen erbabının bugün
bile hayretle gördükleri en ince ve derin hesaplarla, kaynağındaki irtifa
seviyesini, geçtiği ivicaclı ve tümsekli yerlerde hiç kaybetmemek için tünellerden
geçirilerek ve Bağlar mevkiinde Hükümet Konağının bulunduğu yerden otuz bir
metre yüksekliği sağlanarak bu suretle en yüksek evlerin en üst katlarına
çıkabilecek bir boy ve durumda kalması temin edilmiştir. *
Diyarbakır da ilk şebekenin tarihi 1935'li yıllara gitmektedir. Vakıflar İdaresi
tarafından yaptırılan şebeke font olup, şebeke kayıpları yüksektir. Diyarbakır kentinin
artmakta olan içmesuyu ihtiyacını karşılamak amacıyla ilk planlı ve sağlıklı
çalışmalar 1972 yıllarında başlamıştır. Gözeli Kaynağından 11 km. uzunluğunda
1000 mm çapında öngerilmeli beton borularla bir isale hattı teşkil edilmiş ve bu hattın
sonunda 9000 m3 hacimli bir toplama deposu inşa edilmiştir.
1990' lı yıllarda artan yoğun göç nedeniyle mevcut su miktarı ve tesisler
ihtiyacı karşılayamaz hale gelmiştir. Gözelide ilave kuyular açılmış ve isale hattının 1
km.'si yenileme çalışmaları başlatılmış ancak devam etmemiştir.
1995 yılında altyapının tamamen felç olması nedeniyle şehrin 2030 yılına
kadar sorunsuz su temini için yeraltı suları yerine yüzeysel su kaynakları alternatifi
üzerinde durulmuş; evvela Devegeçidi Barajı daha sonra kirlilik nedeniyle
vazgeçilerek Dicle Barajı'na yönelenmiş ve kaynak olarak seçilmiştir.
Son yıllarda yaşanan göçle, kent nüfusunun artması ve şebeke sisteminin eski
ve kayıplarının fazla olması nedeniyle büyük oranda su sorunu yaşanmakta idi.
Diyarbakır İçmesuyu Arıtma Tesisi Projesi kentin içme, kullanma ve endüstri suyu
gereksinimini 2025 yılına kadar karşılayacaktır. Proje 2 kademeden oluşmaktadır. Şu
anda işletilen kısım projenin 1. kademesini oluşturmaktadır. Kentte su sorununun
oluşmasıyla birlikte 2. kademe programa alınacak ve ihale edilecektir.
Önceki yıllarda kentin ihtiyacına cevap veremeyen su üretimimiz, 2001
Haziran ayında DSİ tarafından yapılan ve şu an DİSKİ tarafından işletilen Diyarbakır
İçmesuyu Arıtma Tesisi'nin devreye alınmasıyla yeterli hale gelmiştir.
Diyarbakır'ın kullanımına verdiğimiz su; son derece kaliteli ve Avrupa
Topluluğu Standartları ve TSE 266 Standartlarına uygundur.
“ Çağdaş bir kent” olgusunun en önemli temel taşlarından biri olan altyapı
konusunda DİSKİ çalışmalarını son yıllarda hayata geçirdiği dev projelerle daha
modern ve etkin hale getirdi (1,2,3,).
426
Kantaraların Oluşum Süreci
Kanuni Sultan Süleyman'ın emriyle Mimar Sinan'ın Kastamonulu kalfası
Kası Çelebi tarafından taş kanallar içinde güney surlarına kadar getirilen Hamravat
suyunun kente dağılımını sağlamak üzere 27 müstakil ayak üzerine yaptırılan
KANTARALAR (Su kemerleri) asırlarca kullanıldıktan sonra, 1935 yılında Vali
Nizameddin Beg zamanında suyun künklere alınması sırasında yıktırıldı ve taşları
alınarak resmi binaların yapımında kullanıldı.
Su Kemerleri (Kantaralar) - (N.satıcı)
Mehmet Mercan tarihi su ve çeşmelerimizi anlatıyor
Hamravat suyu, Kanuni Sultan Süleyman hayratı olduğu için günümüzden
50-60 yıl öncesine kadar sokaklardaki HAYRAT çeşmelere, camilere, mescitlere,
hatta yoksul semtlerdeki evlere ücretsiz veriliyordu. Su kanallarının ve çeşmelerin
onarımı da "Sultan Süleyman Han Vakfı" aracılığıyla yapılıyordu. Bunun için
gerekli para, ya esnaf ve tüccardan toplanıyor, ya da Evkaf İdaresi'nden
karşılanıyordu.
Suların belediyelere devri ile bu uygulamadan vazgeçildiği gibi sokaklardaki
PİK dökümlü tarihi TULUMBA çeşmeler de kaderlerine terk edildi. Bazıları sökülüp
çalındı, bazıları sokaklarda çocukların oyuncağı oldu, kırıldı. Bu şekilde,
Diyarbakır'ın çeşitli semtlerinde, her biri ayrı bir öyküye konu olmuş ünlü hayrat
çeşmeleri ve tulumbalar vardı.Bizim Fatihpaşa mahallesi, Bıyıklı Mehmet Paşa
sokağındaki ÇIRIK ÇEŞMESİ bunlardan biriydi. Suyu ince ince aktığı için adına
ÇIRIK demişler. Bitişiğindeki Nuri dayının fırını da ÇIRIK Fırını diye tanınırdı.
İçkale'deki Aslanlı Çeşme ve Erbulak çeşmesi, İçkale'nin güney suru dışında
Kanuni tarafından yaptırıldığı, bilinen türkülere girmiş kitabeli Arbedaş gözesi.
Mardinkapı dışındaki, şu sıralarda Diyarbakır'ı Tanıtma Kültür ve Yardımlaşma Vakfı
tarafından onarıma alınan HATUN KASTALI.
Kışla caddesindeki Vali Kurt İsmail Paşa Çeşmesi, Dağ Kapıdaki tulumbalı
çeşme, Ulu Cami arkasında Senceriye Medresesi bitişiğindeki çeşme ve ve çeşitli
semtlerdeki pek çok tulumbalı çeşme… Ayrıca sur dışında ünlü kaynaklar da vardı.
Dağkapı ile Urfakapı arasındaki Şakk-ül Acuz gibi.Ünlü mesire yerlerinden biri olan
Şakk-ül Acuz Pınarı, bir söylenceye göre, büyücü bir kadının nazarının değdiği
kayanın yarılmasıyla ortaya çıkmış. Buralarda yapılaşma başlayınca bu pınar da yok
olup gitti.
427
İçkale'deki Aslanlı çeşmenin de üzücü bir öyküsü var. Siyah bazalt taştan
yapılma kemerli çeşmede 1940'lı yıllara kadar mermerden yontulmuş biri erkek, biri
dişi çift aslan vardı ve ağızlarından sürekli su akardı. Ne yazık ki o yıllarda bir gece bu
aslanlardan biri kaidesiyle birlikte çalınmış. Halk arasında yaygın bir söylentiye göre,
İçkalede bulunan Jandarma Komutanlığında görevli bir subay bir gece bu aslanlardan
birini askerlere söktürüp almış…
Ne yazık ki, Diyarbakır'dan çalınmış pek çok tarihi eser gibi bunun da izine
rastlanamadı…
Kentin hemen her semtinde hemen tüm sokaklarda hayrat için kurulmuş
çeşmelerden başka o sokakta oturan varlıklı kimseler de hayır için çeşme yaptırıp,
evinde suyu olmayan vatandaşların hizmetine sunarlardı. Bu arada sokaktan geçen,
susamış vatandaşlar da bu çeşmelerden yararlanırlardı.
Evinde suyu olan varlıklı aileler mahalledeki suyu olmayan komşulara günün
her saatinde kapılarını açık tutar gelip kendilerinden su götürmelerini ısrarla
isterlerdi.
Hamravat Suyunun Yok oluşu
Diyarbakır'ın simgelerinden biri sayılan Hamravat, ne yazık ki, kentin son 30
yıl içinde büyüyüp, genişlemesi sonucu, yetmez olunca çeşitli sularla karıştırıldığı
için değerini ve özelliğini yitirdi.
Hamravat suyuna başka suların karışımı ilk kez olmuyordu tabi… Eldeki
kayıtlara göre ilk karışım 1902 yılında olmuş. Bu tarihlerde Hamravat suyuna "Nehr-i
Cedid" adında bir suyun karıştırıldığı belirtilir. Yakın yıllarda ise İçkale, Balıklı,
Anzele gibi çok değişik suların karıştırılması ile Hamravat suyu iyice bir bozuldu,
özelliğini ve güzelliğini yitirdi.
Ayrıca, Karacadağ eteklerinde, özellikle kaynakların yoğun olduğu Gözeli'de
son 20 yıl içinde başlatılan yapılaşma yanında bazı sanayi tesislerinin oluşması da
Hamravat kaynaklarını olumsuz etkiledi. Hatta zaman zaman buradaki sanayi
tesislerinin kimyasal atıklarının Hamravat'a karıştığı da saptandı. Anlayacağınız, her
derde deva bu şifalı suyu da kaybettik.Ve ne yazık ki Evliya Çelebi'nin
"Diyarbekir'in yüz suyu" dediği Hamravat da diğer pek çok güzellik gibi artık
anılarda kaldı.Ve ne yazık ki şimdilerde Diyarbakır'da yaşayanların pek çoğu
Hamravat'ın adını bile bilmiyor.Günümüzde kentin çok büyük bir bölümüne artık
"Kral Kızı Barajı"ndan getirilen su veriliyor...Yüksek basınçlı, soğuk, ama ne yazık
ki bu suda Hamravat'ın tadı ve güzelliği yok. (Mehmet MERCAN @ Diyarbakır Mail
Grubu )
Diyarbakır'ın tarihi önemli su kaynakları şöyle özetlenebilir
-Urfa kapısının hemen dışında,sur duvarının eteğinde,tepe üzerinde bir su
fışkırmaktadır
-Kente girdiği yerde Ulu cami ve çeşmelere doğru kollara ayrılan,dereyi andırır
(Bakıla) bir 3. kaynaktan
428
-Kale içinde yer alan 3 çeşmeyi ve buna bağlı bir çok değirmeni çalıştıran bir su.
Nasır-ı Hüsrev beş değirmen taşını çevirecek kadar bir sudan sözediyor.
Evliya Çelebi buna kent sularından kaynaklanan bir su,değirmenleri
döndürüyor,saraya kadar ulaşıyor,şelale ve sel haline dönüşerek Dicle'ye karışıyor
bilgisini ekler.
Bilindiği gibi, Diyarbakır surlarını batı ve kuzey yönünde bir yapay kanal
savunmada yardımcı olmak üzere dolanıp, Fis kaya sından aşağıya akıyordu. Bu
kaynaklar,böylesine bir kanalı besliyor olabilir.Bilindiği gibi Urfa kapı sının biraz
güneyinde içeride,sur duvarına bitişik günümüze gelen bir değirmen vardı.Diyarbakır
batıdan doğuya (bağlar semtinden kente doğru) az inişli(eğimli) bir düzlük üstünde
olduğundan kentin(suriçi) batı yakasından surlarla beslenmesi topoğrafyasından
kaynaklanır. Ali pınar köyü ve kaynağı,Hamravat suyu,Çift kapının hemen içindeki
Ayn Zeliha gözesi hep bu yöndedir. Kentin kuzeydoğusunda yer alan İç kale suyunun
nereden geldiği gizli tutulduğu için bilinmemektedir ve buradan doğuya akan suları
günümüzde de birkaç değirmen çalıştırıp,bahçeleri sulayarak Dicle'ye karışır (4).
Mustafa Akif Tütenk Diyarbakır suları ile ilgili makalesinde; Diyarbakır
sularının sur içindeki kaynaklar ve şehre dışarıdan getirtilen menbaalar olarak ikiye
ayırır. Sur içindeki Ayn-ı Zülal (Aynzele, Balıklı), Ali Dede ve Kal'a suyu olmak üzere
üç kaynağın varlığını ifade eder ve ekler Tütenk: “Şehir içi menbaalarında Çift
Kapıdaki Ayn-i Zülal (Anzele) suyu İç Kale (Kal'a) suyundan daha büyük ve bol olup
birçok caminin ihtiyacını giderdikten sonra (Mardin Kapıda'ki) Sultan Şuca
Çeşmesi'ne kadar varmaktadır.”
1874 tarihli Diyarbakır Salnamesi incelendiğinde görülür ki; şehirde (sur
içinde) 130 çeşmenin varlığı söz konusudur. Bugün geriye dönüp baktığımızda bu
çeşmelerden hemen hiçbirinin yaşamıyor olması ilginçtir. Bir kısmının yerinde
eskiden çeşme olduğuna dair fiziki yapılar olmakla birlikte (İçkalede Aslanlı Çeşme,
Mardin Kapı'da Hatun Kastal) suları akmamaktadır. Arbedaş'taki, Arbedaş kaynağı
ise özel bir şahıs tarafından etrafına küçük bir havuz yapılarak ticari amaçla
kullanılmaktadır. Üzerindeki kitabenin ise kimse farkında dahi değildir (5).
429
Anzele
Şehir içi su kaynaklarından biride Çiftkapı'daki Ayn-i Zülal (Anzele)
suyudur. İçkale suyundan daha büyük ve bol olup birçok camiin ihtiyacını
giderdikten sonra Sultan Suca' Çeşmesi'ne kadar varmaktadır. Sultan Suca'
Çeşmesi'nin bu kaynaktan suyunu aldığı söylenmektedir.
Seyahatnamede Evliya Çelebi Anzele'nin öyküsünü ironik bir
anlatımla şöyle anlatmıştır. Diyarbakır'ın 1950'lere kadar Sur içinde yaşadığı
düşünülür ve Anzele'nin de Sur içindeki üç su kaynağından biri olduğu dikkate
alınırsa Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nin Diyarbakır'la ilgili bölümündeki
anlatımların önemi daha net anlaşılır olur. Çelebi'nin sözlerini günümüz Türkçesi'ne
aktardığımızda ortaya şunlar çıkıyor: “Balıklı, şehirde önemli bir kaynaktır. Eski bir
havuza akıp içinde binlerce çeşit balık bulunur. Ama kimsecikler de avlamaya cesaret
edemezler. Bu balıkları avlamaya yeltenen birkaç kişi felç olup ağızları ve burunları
eğilmiştir.
Anzele'nin bir de garip hikayesi vardır. Şöyle ki; Bağdat Fatihi Sultan Murad
Han (1623-1640), Bağdat'ı fethedip (1638) bir dolu insanın başını ateşle traş ettiğinde
bu balıklar kendiliğinden yaralanıp havuz kan deryasına dönmüştür. Hatta Bağdat
fethinden sonra Murad Han Diyarbekir'e gelip Şeyh Aziz Mahmud Urmevi'yi şehit
edince Balıklı havuzu kan ile dolmuştur. Bizzat Murad Han bu Balıklı'daki kanı görüp
şeyhi katlettiğine pişman olunca, havuzun içinden dört adet iri balığı tutturup
solungaçlarına altın ve gümüş küpeler geçirip azad ettirmiştir. İşte bu Balıklı, ab-ı
hayat bir sudur. Bir dolu insan soyu bu suda yıkanıp humma ve cüzzam gibi
hastalıklarından, kırk gün yıkanarak ölümden kurtulmuşlardır. İşte bu suyun böyle bir
su olduğu anlatılmıştır.(4) Bir zamanlar kadınların çamaşır yıkayıp ,çocukların
yüzdüğü bu yerden eser yok.
Bir çok insanın us'unda hatıraların olduğu Anzele 'nin yeniden yaşatılacağı
çalışmaları bilgisini Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinden aldık .Koruma Amaçlı
İmar planlaması çalışmalarından biriside; Diyarbakır Sur içindeki su kaynaklarının
yeniden düzenlenerek işlev kazandırma çalışmasıdır. Şu anda itfaiye su dolum binası
olarak kullanılan Anzele'nin suyunu açığa çıkararak etrafını yeşillendirmek
amaçlanmaktadır. Böylece Anzele'nin ğözyaşları dinmiş, çevresi sosyal yaşam
alanlarına dönüştürülerek geçmişi geleceğe aktarmış olacağız (6).
Anzele (Aynzeliha)
430
Diyarbakır'da su tesisatının yeni bir düzene sokulmasıyla ilgili tarihi bir belge
sunalım
BELEDİYE BAŞKANI ADİL TEKİNİN NUTKU
— 10 Şubat 1953 günlü Diyarbakır gazetesinden —
Suyun işletmeye açılması münasebeti ile belediye önünde yapılan törende
Belediye Başkanı Adil Tekin tarafından söylenen nutku aynen aşağıya yazıyoruz :
Aziz hemşerilerim, muhterem vatandaşlarım, her fırsatta şehrimizin iktisadî,
coğrafî, kültürel durumlarından ve her bir köşesi tarihin bir devrini şahit olarak
gösteren, tarihî abidelerden iftiharla bahsederken, asıl hayat kaynağı olan Hamravat
suyundan bahse cesaret edemiyorduk. Bunun sebebi aşikârdır.
Çünkü: Abı hayat namile maruf olan Hamravat suyu, Türkiye'mizin belli başlı
sularının en sıhhî ve içmeye en müsait olanıdır. Fakat bir zamanlar künklerle, bir
zaman toprak kanallarla şehre gelen bu su 930 senesinde bir dereceye kadar tamire
uğramış, Bağlarbaşı su deposundan şehre kadar borularla gelmişse de, bu tesisler de
esas gayeye cevap vermemiştir.
Muhterem dinleyicilerim, bu vesileden bilistifade evvelâ bu suyun tarihinden
bir nebze bahsetmeyi faydalı buluyorum. Bu suyun ilk olarak Diyarbakır'a ne suretle
geldiği hakkında tam bir malûmat bulunmamasına rağmen eldeki mevcut "vesikalara
göre, bu suyun ilk defa 400 küsur sene evvel Kanunî Sultan Süleyman tarafından
menbaı olan Gözeli'den kanalla şehre getirildiği ve bu suya 318 ve müteakip senelerce
su yollarının bozulması üzerine o zamanki Vali Nazım Paşa tarafından teşkil edilen bir
heyet marif etile su sahiplerini tesbit ve halktan alınan altun para ile tekrar yeniden
tamir edilerek, şehre akıtıldığı ve bu halin 930 Cumhuriyet devrine kadar devam
ettiği. Su yollarının tekrar bozulması, kanalların arıza yapması yüzünden bu iş o
zamanki Vali Nizamettin Ataker ve Belediye Reisi Gafur Bey tarafından bu işe Önem
verildiği ve nihayet Bağlarbaşı'ndan şehre kadar üçyüzlük borular döşemek sureti ile
şehre getirildiği ve Bağlarbaşı'ndan Gözeli'ye kadar kanalların tamir edildiği, bunu
müteakip de şehrin birdenbire genişlemesi ve bilhassa yeni şehrin inkişafı ve çok su
sarf eden istasyon ve civarı, tayyare alayı gibi yerlere suyun tahsisi üzerine, şehre su az
geldiği gibi gerek miktar ve gerekse tazyik bakımından artık ihtiyaca cevap
veremediği anlaşılmış, gerek memleket büyüklerinin ve gerekse seleflerimizin
alâkası ile 949 yılında su işi tekrar ele alınmış ve keşifleri yaptırılarak inşaatına
başlanmıştır.
Kıymetli hemşerilerim, bu su tam Hamravat suyunun menbaı olan Gözeli
köyünden doğrudan doğruya beşyüzlük demir boruya alınmak suretile şehre getirilmekte ve hiç bir yerde el sürülmeden ve mikrop almadan vatandaşların istifadesine arz
edilmiş bulunmaktadır. Bu su için şimdiye kadar iki milyon lira sarf edilmiştir. Bunun
bir milyon üç yüzbin lirası, demir borulara, altı yüzbin lirası inşaat müteahhidine, elli
bin lirası bu işde çatışan mühendis ve personellere ve elli bin lirası da müteahhitten
noksan alınan işlerin ikmaline sarf edilmiştir. Bu suretle bugün huzurunuza açılacak
olan su, bu suretle şehre gelmiş bulunmaktadır.
431
Aziz hemşerilerim, işletmeye bugün açacağımız su tesisatı sur dışı tamamen
ikmal edilmiştir. Sur içinde ise, Urfakapı - Balıkçılarbaşı - Alipaşa mahallesi ve Melik
Ahmed'in iki tarafının boruları döşenmiştir. Ayrıca Dağ kapısından Mardin kapısı
karakoluna kadar Gazi caddesi döşenmiştir. Boru döşenen bu yerdeki vatandaşlara
Mart birden itibaren su verilmeğe başlanacaktır. Bu semt ve mahallelerin haricinde
kalan yerlerin de keşifleri yapılmaktadır. Önümüzdeki yılda bunlar da ikmal edilerek,
su verilmek için çalışılmaktadır.
Şayın hemşerilerim, bugün huzurunuza açacağımız su, vaat edilen tarihte
akıtılamamıştır. Biraz geç kalmıştır. Takdir edersiniz ki, su işi yeraltı inşaatıdır. Diğer
inşaatlar gibi, çabuk yapılabilecek bir iş değildir. Belediyeniz, bu suyu akıtmak için iki
seneden beri çok emek vermiştir 'Fak t bazı haklı sebepler dolayısı ile uzamıştır.
Bununla- beraber, yine su akıtılmıştır. Belediyeniz bugünkü neticeyi almak için çok
emek sarf etmiş ve büyük fedakârlıklara katlanmıştır. Bu suyun ilk banisi olmak itibari
ile Sultan Süleyman hazretlerini burada yad etmeyi bir borç bilirim. Bunu müteakip
bu suyun 318 tarihinde yeniden ele alınması ve bir esaslı şekle konulmasında büyük
hizmeti geçen merhum eski Diyarbakır Valisi Nazım Paşa hazretlerine de Allah'tan
rahmet diler hürmetle anarım. Yine bu suyu tekrar ihya etmek için çok emeği geçen ve
bugün hâlâ içmekte olduğumuz suyun şehrimizde akıtılmasında büyük rolü olan eski
Diyarbakır valilerimizden Nizamettin Ataker'i hürmetle anar kendisine minnet ve
şükranlarımızı şehir namına sunarım.949 senesinden bugüne kadar bu su.işinde esaslı
yardımları bulunan ve hizmetleri geçen eski ve yeni milletvekilleri ile belediye reis ve
heyetlerinin büyük mesailerini de burada huzurunuzda anmayı büyük bir vazife
bilirim.
İçme su müteahhidi ile belediye arasında hasıl olan ve uzun müddet devam
eden ihtilâfın halli hususunda ve bugünkü suyun fiilen akıtılmasında fiilen büyük bir
hissesi ve yardımı olan maddî, manevî hiç bir mü-zaharetini esirgemeyen ve bu
suretle geçmişteki selefine yakışır bir şekilde hareket ederek şehrimize hizmet eden
valimiz sayın Servet Süren-kök'e, huzurunuzda şehir namına alenen teşekkür
ederim. Bu arada muhterem vatandaşlarım, şehrimizin bu önemli derdi olan su işinde
bütün isteklerimizi büyük bir anlayış göstererek aynen kabul eden devlet rical ve
erkânımıza da şükranlarımızı sunar, memleketimize hayırlı olması için suyu
işletmeye açarım.
Günümüzde su sistemi
Diyarbakır içme ve kullanma sularının temin yerleri:
1. Gözeli suyu kaynağı (Kaptaj): Ana kaynak serap gözelidir.Bu kaynak Urfa
istikametinde 16.5 km. mesfededir. 5 sertlik derecesinde olan bu sus 1000
mm.lik borular vasıtasiyle 850 lt/sn.lik bir debiyle bağlarbaşındaki
depolardan birine depolanarak kente verilmektedir.
432
2. Anzele kaynağı: Kaynağı sur içinde,şehir merkezinde olan anzele su
deposunıun gözeli Alipınar kaynakları istikametindedir,Debisi 150 lt/sn.dir.
İçilebilen bu su 5 sertlik derecesindedir.
İskenderpaşa,Yenişehir,Alipaşa,Melik Ahmet paşa ve Lalabey mahallelerinin
su ihtiyacını karşılamaktadır.
3. İçkale kaynağı suyu 12 sertlik derecesindedir. Fatihpaşa, cevatpaşa ve
Dabanoğlu semtlerinin su ihtiyaçlarını karşılamaktadır.
4. 4.Alipınar: Su deposuna toplanan su şehrin batısındaki bir kaynaktan
çıkmaktadır. Debisi 150 lt/sn olan bu su 6 sertlik derecesine sahiptir
5. Koşu meydanı kaynağı: Sondajla çıkartılıp koşu meydanı su deposuna
toplamam 0 sertlik derecesindedir ve debisi 10 lt/sn'di. Bu depo bağların bir
kısmı ile cezaevi civarının su ihtiyacını karşılamaktadır (10)
İlimizdeki mevcut içmesuyu iki ana gruptan ibarettir; kaynak suları ve derin
kuyulardan dalgıç pompalarla çıkarılan sular.Gözeli su kaynakları ve 20 kuyudan
dalgıç pompa ile çıkarılan sular Bağlarbaşı ana su deposuna isale hattı ile gelmekte
ve dağıtımı yapılmaktadır. Ayrıca şehirdeki mevcut depolardan dalgıç motorlarla su
çıkarılıp dağıtılmaktadır.
İçme suyu ana kaynaklarının başında Gözeli su membası gelmektedir.
Diyarbakır'ın en eski su kaynağıdır. Zamanla kaynağın su kapasitesi artırılmıştır. Bu
kaynaktan sağlanan içme suyu 810 L/s kapasiteli bir isale hattı ile şehir şebekesine
verilmektedir. Ayrıca şehrimizin değişik semtlerinde bulunan 3 kaynak ve bir su
sondaj kuyusu mevcuttur. Bunlardan Alipınar su kaynağı 50 L/s civarında bir debiye
sahip olup kaynak üzerinde kurulmuştur. Aynı şekilde pompa sistemi ile suları şehir
şebekesine verilen Anzele su kaynağı 150 L/s, İçkale su kaynağı ise 40 L/s'lik bir
debiye sahiptir. Koşuyolu su sondaj kuyusunun debisi ise 15 L/s'dir. Bu su direkt
olarak şehir içme suyu şebekesine verilmektedir. Halen 34 su kuyusu mevcuttur.
İlimizde kullanılan yıllık ortalama içme suyu miktarı 30.000.000 m3'dür. İlimizde
içme ve kullanma suyu ile ilgili paket proje kapsamında Dicle Barajı şehir içme suyu
isale hattı, isale hattı üzerinden yapılacak hamsu arıtma tesisleri, şehir içi içme suyu
projesi, şehir içi kanalizasyon şebekesi projesi, yüklenici firma tarafından yapılmaya
başlanmıştır. Su kirliliği için özel klorlama cihazları kullanılmaktadır. Klorlamanın
sağlıklı yapılıp yapılmadığı her gün Çevre Sağlık Müdürlüğü teknisyenlerince şehrin
çeşitli yerlerinden alınan su numunelerin tahlili ile denetlenmektedir. İlimizde içme
ve kullanma sularının Hıfzıssıhha Müdürlüğü tarafından kimyasal ve bakteriyolojik
analizleri yapılmakta olup Çevre Sağlık Müdürlüğü'nce kontrolü yapılmaktadır.
Atık Su Sistemi, Kanalizasyon ve Arıtma Sistemi:
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, atık su arıtma tesisi DİSKİ Genel
Müdürlüğü tarafından faaliyete geçirilmiştir. Büyükşehir Belediyesine tabi olan atık
su arıtma tesisi, şuanda % 30 verimle, mekanik olarak arıtma yapmaktadır.
433
Şehirdeki evsel atıksular yaklaşık 300 km uzunluğunda toplama sistemi ile toplanarak, toplam
17 km uzunluğunda çapları 700 mm ile 1800 mm arasında değişen kolektör hatlarına
bağlanarak 2000 mm' lik tek bir kolektör hattı ile cazibeli bir şekilde arıtılmak üzere Atık su
arıtma tesisine verilmektedir.
Kent içindeki atık suların toplanıp bunların tekrar kullanıma sunulması
amacıyla yapılan toplama sistemleri üç alt kademe belediyesinden, Suriçi ve
Yenişehir Belediyesi sınırları dahilinde tamamlanmış olup, Bağlar Belediyesi sınırları
dahilindeki yerleşim alanlarında tamamlama çalışmaları sürdürülmektedir. Alt yapısı
tamamen yenilenmiş olan Sur içi Belediyesi sınırları dahilinde evsel atık sular ve
yağmur suları için ayrı toplama sistemleri yerleştirilmiş olmakla birlikte, büyük
oranda eski toplama sistemlerinin kullanıldığı diğer yerleşim alanlarında evsel atık
sular ve yağmur suları henüz aynı sistemle toplanmaya devam etmektedir (Kaynak:
Diski Genel Müdürlüğü).
Atık su arıtma tesisi çamur arıtım ünitesinden çıkan çürümüş çamurlar gerekli
analiz ve araştırmalardan sonra uygun bulunursa tarım arazilerinde toprak iyileştirici
ve gübre şeklinde kullanılması düşünülmektedir. Çıkacak olan metan gazının ise
ısınma amaçlı kullanılması plânlanmaktadır (11).
Diyarbakırın Tarihi Çeşmeleri:
Diyarbakır'da irili ufaklı çok sayıda çeşme bulunmaktadır. Bu çeşmelerin
büyük çoğunluğu Osmanlı döneminde yapılmışlardır. Kanuni Sultan Süleyman'ın
Hamravat Kemeri ile şehre su getirmesinden sonra şehirde çeşmeler çoğalmıştır.
Evliya Çelebi de şehrin sularının Ayn-ı Ali Pınarı, İçkale kaynağı Suyu ve Ayn-ı
Şakkil-Acuz sularının şehrin su gereksinimini karşıladığını belirtmiştir. Bu sulardan
ötürü Diyarbakır da su sıkıntısı çekilmemiş, ayrıca evlerin içerisindeki avlularda
havuzlar, selsebiller ve su depoları yapılmıştır.1290 tarihli Diyarbekir Vilayeti
Salnamesi şehirde 130 çeşmenin bulunduğunu yazmaktadır.. (7).
Bugün çoğunun biraz şekil değiştirse de ayakta olduğu bu çeşmeler, genel
olarak iki grupta toplanmaktadır. Birincisi bağımsız çeşmelerdir. Bu tip çeşmelerin en
güzel örneklerinden biri İçkale'de kemerli kısmı geçince karşımıza çıkmaktadır. Halk
arasında İçkale Çeşmesi, Arslanlı Çeşme diye tanınır. Üzerinde yazıtı yoktur.
Çeşmenin musluk kısmı basık bir kemerle içeri çekilmiş, içerde tekrar dilimli bir
kemere yer verilmiştir . Çeşmeye musluk yerine bir arslan heykeli konmuştur. Su bu
arslanın ağzından akmaktadır. Devşirme olması mümkün bu arslan heykelinden
dolayı, çeşme halk arasında Arslanlı Çeşme olarak bilinir. Bütün diğer Diyarbakır
çeşmeleri gibi kesme kara taştan yapılmıştır. Bu çeşmede dikkati çeken diğer bir
özellik üst kısmındadır. Çeşmenin üst kısmında iki beyaz kısa sütun üzerine üçgen bir
alınlık konmuş, çeşmenin dikine çizgileri uzatılmıştır. Bu kısmın çeşmeye sonradan
eklendiği, üst kısımdaki silmelerden açıkça belli olmaktadır.
Bu tip çeşmelerin diğer bir örneği, Mardin Kapısı'ndan çıkar çıkmaz soldadır.
434
Halk arasında Hatun Çeşmesi, Hatun Kastal'ı olarak tanınır. Diğer çeşme
gibi, kesme kara taştan yapılmıştır. Üç yönlü çeşmenin, hafif sivri kemerler içinde yer
alan musluk ve taştan oluklarından su akmaktadır . Çeşmenin batıya, caddeye bakan
kısmı düzdür. Doğu cephesinde ise büyük kemer bulunur. Kemerin içinde yalnız
burada olmak üzere üç sıra beyaz taş kullanılmıştır. İki satırlık yazıtı
okunamamaktadır. Aşağıdaki iki musluğun üstlerinde ise, iki niş yer alır. Kuzey ve
güney dar cephelerinde de, aynı ön cephenin genel çizgileri hâkimdir, fakat dar
olduklarından bir taş oluktan su akmakta ve üstlerinde bir niş yer almaktadır. Üçünün
önüne ayrıca birer yalak konmuştur.
Diyarbakır'da yoğun şekilde karşımıza çıkan çeşmelerin ikinci grubu, daha
çok bir duvara, veya bir yapının cephesine yerleştirilmiştir. Bunun en eski
örneklerinden birisi, Zinciriye Medresesi'nin ön cephesindeki çeşmedir. Ev
duvarlarına, yapıların cephesine konan bu çeşmelerin bir diğer örneği, Örfizâde
Tekkesi önündeki çeşmedir Diğer çeşmelerden pek farklı olmayan bu çeşmelerde,
taştan konsolları bulunan taştan saçaklar dikkati çekmektedir. Genellikle yaslandığı
duvardan biraz taşan, bir kemerle içeri girinti yapan bu çeşmelerde, kemerin içinde
musluk ve nişler yer alır . Kemeri, köşelerindeki köşe sütunları süslü olanlar da vardır
Bu tip çeşmeler içinde bir duvara yaslanmakla beraber, bağımsız çeşmelerin özelliklerini yansıtan örneklere de rastlanmaktadır. Bunların bir örneği Mardin Kapısı'nın
hemen içinde Ömer Şeddad Camisi'nin önünde yer alan çeşmedir . Bir geniş kemerin
şekillendirdiği bu çeşmenin, ortadaki biraz aşağıda olmak üzere üç nişi vardır.
Nişlerin üzerinde üç bö lümlü yazıt dikkati çekmektedir. Zamanla bozulmuş olan bu
yazıtlar, S. Savcı'nın 1208-1209 m. (605 h.) tarihli Şeyh Şüca Çeşmesı'ne ait verdiği
yazıtlar olmalıdır (XIII. yüzyılın başına ait bu erken devir çeşmesi, ayrıca bir yapılar
topluluğundan kalabilen kısımlardan biridir.
Daha önce bu çevrede Şeyh Şüca adına bir medrese bulunuyordu. Zamanla
medrese yıkılmış, çeşme ve türbe kalmıştır.
Bu tip çeşmelerin son örneği Evliya Çelebî'nin Ayn-ı Erbaa-taş diye sözünü
ettiği ve üzerindeki yazıttan 1531 m. (932 h.) yılında Kanuni Sultan Süleyman
devrinde yapıldığı anlaşılan Arbedaş Çeşmesi'dir. Nasuh Paşa Meydanı'nda, Saray
Kapısı'na gidilen yolun sol tarafında, sur burçlarının birleştiği noktadadır. Yol
düzeyinden aşağıda bulunan bu çeşmeye, altı basamaklı bir merdivenle inilir. Önünde
bir havuz vardır, iki musluktan su buraya akar. Daha çok pınar görünümündeki Arbedaş Çeşmesi, ikinci grup çeşmeler içine girmekteyse de, yine de özel bir durumu
vardır (12).
Şimdi çeşmelere biraz daha detaylı bakalım:
İçkale Çeşmesi (Merkez)
Diyarbakır'da İçkale'de bulunan, halk arasında Arslanlı Çeşme olarak tanınan
bu çeşmenin kitabesi olmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı
bilinmemektedir.
435
Çeşmenin musluk yerinde bir arslan başı vardır ve sular buradan akmaktadır.
Büyük olasılıkla bu arslan başka bir yapıdan buraya getirilmiştir. Çeşme kesme taştan
yapılmıştır. Çeşmenin üst kısmında iki kısa beyaz sütun üzerine bir üçgen alınlık
konulmuştur. Bunun da çeşmeye sonradan eklendiği sanılmaktadır.
Hatun Çeşmesi (Merkez)
Diyarbakır'da Mardin Kapısı çıkışında bulunan bu çeşmeye halk arasında
Hatun Çeşmesi veya Hatun Kastalı denilmektedir. Bu çeşmenin de ne zaman ve kimin
tarafından yapıldığı bilinmemektedir
Kesme kare taştan yapılan çeşme üç yönlüdür. Her bölüm sivri kemerli ayna
taşı, musluk ve yalaktan meydana gelmiştir. Çeşmenin batıya yönelik kısmı düzdür.
Doğu cephesinde ise büyük bir kemer bulunmaktadır. İç kısmında üç beyaz taş
kullanılmıştır. Burada bulunan iki satırlık kitabe oldukça bozulmuş, bu yüzden de
okunamamıştır. Kuzey ve güney yönündeki bölümleri oldukça dar olup buradaki dar
bir oluktan su akmakta,üzerini de bir niş kapatmaktadır. Çeşmelerden her üçünün
önünde birer yalak bulunmaktadır.
Zinciriye Medresesi Çeşmesi (Merkez)
Diyarbakır Zinciriye Medresesi'nin ön cephesinde bulunan bu çeşme kesme
kaştan yapılmıştır. Ayna taşa yalak ve musluğun bulunduğu kısım yuvarlak bir kemer
içerisine alınmıştır. Bu çeşmenin Zinciriye Medresesi ile birlikte XII.yüzyılda
yapıldığı sanılmaktadır.
Örfizade Çeşmesi (Merkez)
Diyarbakır Örfizade Tekkesi önünde bulunan bu çeşme yaslandığı duvardan
biraz dışarı taşkındır. Üzerinde taş konsollar bulunan çeşmenin ayna taşı muslukları
ve yalak kısmı sivri bir kemer içerisine alınmıştır. Kemerin köşelerine süs amaçlı
küçük sütunlar yerleştirilmiştir.
Ömer Şeddad Çeşmesi (Merkez)
Diyarbakır Mardin kapısı içerisinde, Ömer Şeddad Camisi'nin önünde yer
alan çeşme geniş bir kemerle sınırlandırılmıştır. Bu çeşmenin içerisinde üç niş
bulunmaktadır. Bunların üzerindeki kitabe bozulduğundan tam olarak
okunamamıştır.
Arbedaş Çeşmesi (Merkez)
Diyarbakır Nasuh Paşa Meydanı'nda, Saray kapısına giden yolun sur
duvarları ile birleştiği yerdedir. Çeşmenin üzerindeki kitabede Kanuni sultan
Süleyman zamanında l531 yılında yaptırıldığı öğrenilmektedir. Cadde seviyesinden
aşağıda olan çeşmeye altı basamaklı bir merdivenle inilmektendir. Önünde bir havuzu
bulunan çeşmeye iki musluktan su akmaktadır. (7) E. Çelebi bu suyu şekilde tanımlar;
Erbaataş suyunun özellikleri:İsminin nedeni şöyledir: Çok soğuk olduğundan içinden
dört taş çıkaramaya yaratılmış bir kişinin gücü yetmez. Onun için erbaa (dört) taş
denilen temiz bir sudur. Bu saf su Nasuhpaşa Meydanı semtinde içkale duvarına
bitişiktir (9).
436
Tahtalı Katsal Sokak Çeşmesi
Melik Ahmet Paşa Caddesi, Ziya Gökalp Mahallesi, Tahtalı Katsal Sokak'ta
bulunmaktadır . Çeşme nişinde 0.24 x 0.60 m. Ölçülerinde bir kitabe bulunmaktadır.
Beyaz kesme taşa üç satır olarak yazılmış kitabenin yazı karakteri taliktir. Kitabenin
bir kısmı tahrip olduğundan kısmen okunabilmiştir. Kitabenin ikinci satırında okunan
“cedid” kelimesinden çeşmenin yenilendiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla mevcut
kitabe bir onarım kitabesidir.
- ‫………………………ﭼﺸﻢ ﺑﻮ اوﻻن وﻗﻔﯿﻨﺪان ﻗﺎﻧﻮﻧﻲ ﺳﻮﻟﯿﻤﺎن‬..…… ‫ﻣﺼﻄﻔﻰ‬
-‫ﺟﺪﯾﺪ……………………………………ﭼﺸﻢ ﺗﺤﺘﻠﻰ‬.
- ‫ ……دﻋﺎﻟﺮﻻ ﻓﺎﺗﺤﯿﻼ……………روﺣﻮﻧﻮ ﺧﯿﺮ أھﻞ إﯾﭽﻨﻠﺮ ﺳﻮﯾﻮ‬١٣٤٥
Okunuşu:
1- Süleyman Kanuni Vakfından olan bu çeşmenin………….. Mustafa
2- Tahtalı Çeşme……………………………cedid
3- Suyu içenler ehli hayrın ruhunu…………fatihayla dualarla H.1345
Kitabedeki ifade ve vakıf eser olan çeşmenin halka sunulmasındaki sebepler
daha belirgin olarak hadis literatüründe açığa çıkmaktadır: “Bir insan öldüğünde onun
ameli(nin sevabı) kesilir(ameller defteri kapanır); yalnız, devam eden sadakası (hayır
hizmeti), faydalı ilmi bir eseri, Allah'a onun için dua eden bir evladı olan kimsenin
defteri kapanmaz” . Bu ve buna benzer ifadeler, hayır vakıflarının kurulmasında
teşvik edici olmuştur.
Tamamen düzgün kesme taştan inşa edilmiş olan çeşme bugün işlevini
yitirmiştir. Diyarbakır çeşmeleri arasında en süslü çeşme olarak bilinen yapı, dikkat
çekicidir . Tek kemerli çeşmenin yüksekliği 3.08 m., genişliği 2.36 m., derinliği ise
0.46 m.dir. Dikdörtgen bir form arz eden çeşme nişinin genişliği 1.97 m.dir. Nişin
etrafını kuşatan 0.20 m. kalınlığından yarım daire formlu kemer sütuncelere
oturmaktadır. Sütun başlıkları yüzeysel oyma şeklinde geometrik motiflerle
bezenmiştir. Sütunlardan sağdaki sekiz kollu yıldız kompozisyonu daire formlu
kemerde de kullanılmıştır. Ancak soldaki sütunda kompozisyon olarak eğik çizgilerle
oluşturulmuş zikzaklar görülür.Ayna taşının üzerinde üç açıklık bulunmaktadır.
Çeşmenin önünde 0.20 m. derinliğinde bir yalak bulunmaktadır. Yalağın her iki
tarafında 0.37 x 0.47 m. ölçülerinde birer seki mevcuttur. Saçak kısmı yıkılmış olan
çeşmenin kemer ve sütunlarındaki süsleme kompozisyonunun burada da olduğunu
gösteren parçalar mevcuttur . Çeşmenin beyaz renkli kitabe taşı, kemer ve
sütunlardaki yüzeysel süslemeler yapıyı ayrı bir konuma taşımaktadır.
Arap Şeyh Cami Çeşmesi
Hasırlı Mahallesi, Bahçe 2. Sokak'ta Arap Şeyh Camii bitişiğindedir. Çeşme
üzerinde 0.40 x 0.22 m. ölçülerinde kitabe bulunmaktadır. İki satır halinde ve talik
karakterinde yazılan kitabede H.1145/ M. 1732 tarihi ebced hesabı ile yer almaktadır.
437
Arap Şeyh Camii Vakıflarındaki kaydına göre, Diyarbakır'ın 71. Osmanlı
Valisi Kara Mustafa Paşa, tarafından 1650 tarihinde yaptırılmıştır. (Tuncer, 1996, s.
179). Bu bilgi doğrultusunda Arap Şeyh Cami Çeşmesi 1650 tarihinden sonra inşa
edilmiş olmalıdır. Bu bilgilerden yola çıkarak çeşmeyi, XVII. Yüzyılın ikinci yarısına
tarihlendirebiliriz. Kitabenin metni şöyledir:
- ‫ ﻧﻚ ﭼﺸﻤﺴﮫ ﺧﺎﺗﻮن ﺷﺮﯾﻔﮫ ﺗﻌﻤﯿﺮﻧﻰ اﯾﻠﺪى‬.
......‫ اﯾﻠﮫ م‬.....‫ ﺗﺎرﯾﺦ‬....‫دف‬.....‫ج‬: ١٠٧٢
١١٤٥
Okunuşu:
1- Eyledi tamirini Şerife hatun çeşmenin H.1072 / M. 1661
2- …..m ile tarih ……def'i H. 1145 / M. 1732
Bugün kullanılmayan çeşme tamamen kaba yontulmuş kesme taştan inşa
edilmiştir (fot.2). Çeşmede kemerin bittiği seviyede ayrıca bir sıra beyaz kesme taş da
kullanılmıştır. Arkasındaki camii avlusunun duvarına bitişik inşa edilen çeşme kareye
yakın bir form arz etmektedir. Yapının lüle kısmı dışında tamamı sağlam durumdadır.
Tek kemerli olarak inşa edilen çeşme, 2.43 m. yükseklikte, 2.78 m. genişliğinde ve
0.74 m. derinliğindedir. Nişin etrafını kuşatan 0.20 m. kalınlığındaki sivri kemer, beş
sıra düzgün sıralı kesme taş ayaklar üzerine oturmaktadır. Çeşmenin ayna taşı
üzerinde 0.42 x 0.34 m. ölçülerinde niş bulunmaktadır. Sivri kemerin bitim noktasında
bir sıra beyaz taş kullanımı yapıya hareketlilik katmıştır. Sade görünümlü çeşmede
süsleme olarak sivri kemer yapısından, beyaz taş kullanımından ve oldukça düzgün
yazılı kitabesinden söz edilebilir. Çeşmede saçak kısmı düz bir silme şeklinde
düzenlenmiş olup cepheden 0.10 m. dışa taşırılmıştır (8).
Tahtalı Katsal Sokak Çeşmesi
Melik Ahmet Paşa Caddesi, Ziya Gökalp Mahallesi, Tahtalı Katsal Sokak'ta
bulunmaktadır . Çeşme nişinde 0.24 x 0.60 m. Ölçülerinde bir kitabe bulunmaktadır.
Beyaz kesme taşa üç satır olarak yazılmış kitabenin yazı karakteri taliktir. Kitabenin
bir kısmı tahrip olduğundan kısmen okunabilmiştir. Kitabenin ikinci satırında okunan
“cedid” kelimesinden çeşmenin yenilendiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla mevcut
kitabe bir onarım kitabesidir.
- ‫………………………ﭼﺸﻢ ﺑﻮ اوﻻن وﻗﻔﯿﻨﺪان ﻗﺎﻧﻮﻧﻲ ﺳﻮﻟﯿﻤﺎن‬..…… ‫ﻣﺼﻄﻔﻰ‬
-‫ﺟﺪﯾﺪ……………………………………ﭼﺸﻢ ﺗﺤﺘﻠﻰ‬.
- ‫ ……دﻋﺎﻟﺮﻻ ﻓﺎﺗﺤﯿﻼ……………روﺣﻮﻧﻮ ﺧﯿﺮ أھﻞ إﯾﭽﻨﻠﺮ ﺳﻮﯾﻮ‬١٣٤٥
Okunuşu:
1- Süleyman Kanuni Vakfından olan bu çeşmenin………….. Mustafa
2- Tahtalı Çeşme……………………………cedid
3- Suyu içenler ehli hayrın ruhunu…………fatihayla dualarla H.1345
438
Kitabedeki ifade ve vakıf eser olan çeşmenin halka sunulmasındaki sebepler
daha belirgin olarak hadis literatüründe açığa çıkmaktadır: “Bir insan öldüğünde onun
ameli (nin sevabı) kesilir (ameller defteri kapanır); yalnız, devam eden sadakası (hayır
hizmeti), faydalı ilmi bir eseri, Allah'a onun için dua eden bir evladı olan kimsenin
defteri kapanmaz” . Bu ve buna benzer ifadeler, hayır vakıflarının kurulmasında
teşvik edici olmuştur.
Tamamen düzgün kesme taştan inşa edilmiş olan çeşme bugün işlevini
yitirmiştir. Diyarbakır çeşmeleri arasında en süslü çeşme olarak bilinen yapı, dikkat
çekicidir . Tek kemerli çeşmenin yüksekliği 3.08 m., genişliği 2.36 m., derinliği ise
0.46 m.dir. Dikdörtgen bir form arz eden çeşme nişinin genişliği 1.97 m.dir. Nişin
etrafını kuşatan 0.20 m. kalınlığından yarım daire formlu kemer sütuncelere
oturmaktadır. Sütun başlıkları yüzeysel oyma şeklinde geometrik motiflerle
bezenmiştir. Sütunlardan sağdaki sekiz kollu yıldız kompozisyonu daire formlu
kemerde de kullanılmıştır. Ancak soldaki sütunda kompozisyon olarak eğik çizgilerle
oluşturulmuş zikzaklar görülür.Ayna taşının üzerinde üç açıklık bulunmaktadır.
Çeşmenin önünde 0.20 m. derinliğinde bir yalak bulunmaktadır. Yalağın her iki
tarafında 0.37 x 0.47 m. ölçülerinde birer seki mevcuttur. Saçak kısmı yıkılmış olan
çeşmenin kemer ve sütunlarındaki süsleme kompozisyonunun burada da olduğunu
gösteren parçalar mevcuttur . Çeşmenin beyaz renkli kitabe taşı, kemer ve
sütunlardaki yüzeysel süslemeler yapıyı ayrı bir konuma taşımaktadır (8).
Arap Şeyh Cami Çeşmesi
Hasırlı Mahallesi, Bahçe 2. Sokak'ta Arap Şeyh Camii bitişiğindedir. Çeşme
üzerinde 0.40 x 0.22 m. ölçülerinde kitabe bulunmaktadır. İki satır halinde ve talik
karakterinde yazılan kitabede H.1145/ M. 1732 tarihi ebced hesabı ile yer almaktadır
Arap Şeyh Camii Vakıflarındaki kaydına göre, Diyarbakır'ın 71. Osmanlı Valisi Kara
Mustafa Paşa, tarafından 1650 tarihinde yaptırılmıştır. (Tuncer, 1996, s. 179). Bu bilgi
doğrultusunda Arap Şeyh Cami Çeşmesi 1650 tarihinden sonra inşa edilmiş olmalıdır.
Bu bilgilerden yola çıkarak çeşmeyi, XVII. Yüzyılın ikinci yarısına
tarihlendirebiliriz. Kitabenin metni şöyledir:
- ‫ ﻧﻚ ﭼﺸﻤﺴﮫ ﺧﺎﺗﻮن ﺷﺮﯾﻔﮫ ﺗﻌﻤﯿﺮﻧﻰ اﯾﻠﺪى‬.
- ......‫ اﯾﻠﮫ م‬.....‫ ﺗﺎرﯾﺦ‬....‫دف‬.....‫ج‬: ١٠٧٢
١١٤٥
Okunuşu:
1- Eyledi tamirini Şerife hatun çeşmenin H.1072 / M. 1661
2- …..m ile tarih ……def'i H. 1145 / M. 1732
Bugün kullanılmayan çeşme tamamen kaba yontulmuş kesme taştan inşa edilmiştir.
(fot.2). Çeşmede kemerin bittiği seviyede ayrıca bir sıra beyaz kesme taş da
439
kullanılmıştır. Arkasındaki camii avlusunun duvarına bitişik inşa edilen çeşme kareye
yakın bir form arz etmektedir. Yapının lüle kısmı dışında tamamı sağlam durumdadır.
Tek kemerli olarak inşa edilen çeşme, 2.43 m. yükseklikte, 2.78 m. genişliğinde ve
0.74 m. derinliğindedir. Nişin etrafını kuşatan 0.20 m. kalınlığındaki sivri kemer, beş
sıra düzgün sıralı kesme taş ayaklar üzerine oturmaktadır. Çeşmenin ayna taşı
üzerinde 0.42 x 0.34 m. ölçülerinde niş bulunmaktadır. Sivri kemerin bitim noktasında
bir sıra beyaz taş kullanımı yapıya hareketlilik katmıştır. Sade görünümlü çeşmede
süsleme olarak sivri kemer yapısından, beyaz taş kullanımından ve oldukça düzgün
yazılı kitabesinden söz edilebilir. Çeşmede saçak kısmı düz bir silme şeklinde
düzenlenmiş olup cepheden 0.10 m. dışa taşırılmıştır (8).
Sultan Şüca Çeşmesi
Ali Paşa Mahallesi, Mardin Kapısı'nda bugünkü Turistik Cadde'nin sol
kanadında yer almaktadır. Çeşme üzerinde mevcut üç kitabe bulunmaktadır. Bu
kitabeler, 1943 yılında Süleyman Savcı tarafından okunmuştur. Ancak günümüzde bu
kitabelerden yalnızca ortadaki okunabilecek durumdadır. Savcı'ya göre H.605
/M.1208-1209 tarihli olan bu çeşme; XIII. yüzyılın başına tarihlendirilen daha önce
bu çevrede Şeyh Şüca adına yapılan medrese, türbe ve çeşme gibi yapılar
topluluğundan kalan bir eserdir
(Savcı, 1943, s. 748-750; Sözen, 1971, s. 222).
Çeşme nişinde yer alan kitabelerden ortadakinin metni şöyledir:
- ‫ ﺳﻨﮫ اﻟﻔﺎﺗﺤﮫ‬٦٠٥
- ‫اﻟﺸﺠﻌﻰ اﻟﺴﻠﻄﺎن‬
- ‫ﻣﺎﺋﺔ ﺳﺘﺔ ﺧﻤﺲ ﺳﻨﮫ ﻓﻰ‬
Okunuşu:
1- El Fatiha sene 605
2- Es Sultani Eş-Şüca
3- Fi sene hamse ve site mie
Kitabelerden sağdakinin metni ise şöyledir:
- (‫دﻋﺎدر اوﻻن ﻣﺮاد ﻣﺘﻦ )ﻋﻼ‬.
- ‫ﭼﺸﻤﺴﮫ ﺑﻮ اﯾﺶ‬
‫ ﺳﻰ‬١١٢٥
Okunuşu:
1- (ala)metten murat olan duadır bugün bana…?
2- İş bu çeşmenin
440
Sene 1125
Ömer Şeddad Camisi'nin önünde yer alan çeşme, arkasında bir Duvara
yaslanmış durumdadır. Günümüzde kullanılan çeşme düzgün Kesme taştan inşa
edilmiştir. Sivri kemerli yapılan çeşme, 3.10 m. yükseklik, 6.86 m. genişliği ile yatay
dikdörtgen bir form arz etmektedir. 0.74 m. derinliğinde olan çeşme nişinin etrafını
0.12 m. kalınlığında sivri kemer kuşatmaktadır . Kemer yanlarda zeminden altı sıra
düzgün sıralı kesme taş ayaklar üzerine oturmaktadır. Geniş çeşme nişinin, ortadaki
biraz aşağıda olmak üzere üç nişi vardır.
Nişlerin üzerinde üç bölümlü yazıt dikkati çekmektedir. Zamanla tahrip
olmuş kitabelerden bugün sadece ortadaki okunacak durumdadır. Çeşmenin
aynalığında birinden su akan, ikisi kapatılmış toplam üç lülesi bulunmaktadır.
Çeşmenin önünde ayrıca 0.12 m. derinliğinde yalak yer almaktadır.
Çeşmede saçak kısmı düz bir silme şeklinde düzenlenmiş olup, cepheden 0.13
m. dışa taşkındır. Oldukça sade görünümlü çeşmede, süsleme olarak çeşme nişi
içerisinde bir sıra beyaz taşın kullanıldığından ve sivri kemerden bahsedilebilir .
Ayrıca çeşmeyi kullanacak insanların eşyalarını koymaları için yapılmış küçük
nişçikler de yapıya hareketlilik kazandırmıştır.
Çeşmelerin cephe biçimlerini oluşturan kemer formları çeşitli olup sivri
kemer ve yarım daire formlu kemer daha çok tercih edilmiştir. Çeşme nişlerini kuşatan
kemerler, yanlarda duvar ve duvara gömülü sütun ve sütunçelere oturmaktadır.
Çeşmelerin ahşap çatı ve sundurmaları mevcut değildir. Çeşmelerde dikkati çeken en
önemli husus, taslıkların kemerli küçük birer niş formunda olmasıdır. Ayna taşlarında
ve kitabelerde farklı malzeme kullanılmayıp, kesme bazalt taş malzemenin tercih
edildiği görülür.
Diyarbakır çeşmelerinde, süsleme daha çok ön cephede yoğunlaşmıştır.
Süslemenin taşa bağlı olarak çeşitlilik gösterdiği söylenebilir. Çeşmelerden
bazılarında renkli taşla yapılan süslemeler dikkati çeker. Çeşmeler arasında
süslemenin en yoğun kullanıldığı Tahtalı Katsal Çeşmesi'nin geometrik ve bitkisel
süsleme kompozisyonlarının yüzeysel olarak işlendiği görülür.
Diyarbakır merkezinde bulunan çeşmelerin; malzeme ve yapı tasarımı
bakımından, Anadolu'daki tarihi su yapıları içerisinde önemli bir yere sahip
olduklarını söyleyebiliriz. Tarihi kaynaklarda 131 tane çeşmenin varlığından söz
edilirken, bugün sadece 33 tane çeşmenin sağlam durumda günümüze ulaşması
konunun önemini ortaya koymaktadır.
Çeşmelerin önemi konusunda dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus,
dönemlerinin üslup özelliklerini yansıtmakla birlikte mahalli özellikler göstermesidir.
Diyarbakır'ın sıcak yaz günlerinde insanların kullanımı için çeşmelerin bir an önce
onarılarak eski canlılığına kavuşturulması sağlanmalıdır. Bu eserler ancak asli
fonksiyonları kazandırılarak gelecek kuşaklara bir kültür mirası olarak bırakılabilir (8).
441
Çeşme resimlerine örnekl
İçkalede aslanlı çeşme
Mardinkapı Sultan Suca
çeşmesi
Sarı Saltuk türbesinde
eski bir çeşme
442
Nasuhpaşa cami karşı sokağında
eski bir çeşme
Karşık Budak........
mescidi çeşmesi
.
Yiğit Ahmet sokakta bir çeşme
Kadı cami karşısında çeşme
Sultan Suca çeşmesi
Mardinkapı'da Alipaşa tarafında atıl bir çeşme
Kurt İsmail paşa çeşmesi
İsmet paşa ilkokulu önünde çeşme
(Altında şeyh Ömer efendi yatıyor.)
Meryemana kilisesi çeşmesi
İsmetpaşa ilkokulu arkası
tahtalı kastal
443
.
Ziya Gökalp sokakta bir çeşme
Şeyh Arap camii çeşmesi
Hanzade camii çeşmesi
Hz Süleyman Camii içinde
tarihi bir çeşme
444
-
-
Kadın destek merkezi yanı çeşme
-
Behrampaşa konağı çeşmesi
Lala kasımbey camii çeşmesi
Dabanoğlu mahallesinde bir çeşme
Fiskayada hamidiye çeşmesi
(Şu an yok)
Cemil paşa konağı önünde çeşme
Hatun kastalı
Anıtparkta bulunan geçmişten esin alınarak yapılan çeşmeler
445
KAYNAKLAR
1- Basri KONYAR Diyarbekir Yıllığı Ankara 1936, sf 207, 211-212
2- Şevket BEYSANOĞLU Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi 2. cilt
3- (DİSKİ)
4- O. Cezmi Tuncer. Diyarbakır Evleri.Büyükşehir Belediye yayi.1999.s.10
5- Muştafa Âkif Tütenk Aımid Şehrinin Hicretten Evvel Menba Suları»
Karaamid dergisi. 1956-1957-1958 .365
6- Öğr. Gör. Aysel Yılmaz **Yrd. Doç. Dr. Mine Baran. Diyarbakırın Tarihi
Suları Ve Çeşmeleri Diyarbakırda Tarım Çevre Doğa Sempozyumu.2011.C.2
7-www.kenthaber.com
8- Evindar Yeşilbaş Diyarbakır Çeşmelerinden Üç Örnek. Mukaddime,
Sayı 1, 2010.s.47
9-Martin van Bruinessen ve Hendrik Boeschoten. Evliya Çelebi Diyarbekir'de.
İst.1997.s.265
10- M. Faruk Albayrak: Diyarbakır Merkez İçme Suları.D.Ü.Coğrafya eğitimi
bölümü.Diyarbakır.1996.s.19
11- T.C. Diyarbakır Valiliği Çevre Ve Orman Müdürlüğüdiyarbakır 200 4il
Çevre Durum Raporu diyarbakır – 2005
12- Metin Sözen Diyarbakır'da Türk Mimarisi.İst.Evren ofset.1971.
446

Benzer belgeler