CARİ AÇIK ve DIŞ TİCARET MEVZUATI

Transkript

CARİ AÇIK ve DIŞ TİCARET MEVZUATI
CARİ AÇIK
TİCARET MEVZUATI KAPSAMINDA
ve
ALINABİLECEK ÖNLEMLER
DIŞ TİCARET
MEVZUATI
CARİ AÇIKLA MÜCADELEDE DIŞ
AĞUSTOS
2011
İktisat Uzmanı
Hatice ERKİLETLİOĞLU
Kıd. İktisat Uzman Yard.
İlker ŞAHİN
İKTİSADİ ARAŞTIRMALAR BÖLÜMÜ
İKTİSADİ ARAŞTIRMALAR BÖLÜMÜ
İÇİNDEKİLER
1.
GİRİŞ..................................................................................................................................... 3
2.
CARİ AÇIK ............................................................................................................................. 4
2.1. Dış Ticarette Dengesizlik............................................................................................................... 7
2.2. Cari Açığın Finansman Yapısı ...................................................................................................... 14
3.
DIŞ TİCARET MEVZUATI ....................................................................................................... 16
3.1. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ....................................................................................................... 16
3.2. Türkiye ile AB Arasındaki Gümrük Birliği .................................................................................... 18
3.3. Serbest Ticaret Anlaşmaları ........................................................................................................ 19
3.4. Ticaret Politikası Savunma Araçları ............................................................................................ 23
3.4.1. Dampinge ve Sübvansiyona Karşı Önlemler ........................................................................ 23
3.4.2. İthalatta Korunma Önlemi ................................................................................................... 26
4.
CARİ AÇIĞA İLİŞKİN TEDBİRLER ............................................................................................ 28
4.1. TCMB ile BDDK Tarafından Alınan Önlemler .............................................................................. 28
4.2. Ekonomi Bakanlığı Tarafından Alınan Önlemler ......................................................................... 30
5.
GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ ..................................................................................... 33
KAYNAKÇA ................................................................................................................................. 36
2
1. GİRİŞ
Uluslararası piyasalardaki gelişmelerin risk algılamasını artırması ve finansman koşullarında
ortaya çıkabilecek olumsuzluklar cari açığın Türkiye ekonomisi için en büyük risk faktörü
olmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, son dönemde cari açığın risk unsuru oluşturmayacak
seviyelere düşürülebilmesini sağlayacak alternatif politikalar tartışılmaya başlanmıştır. Türkiye
ekonomisi son 20 yıllın 16’sında cari açık vermiştir. Bu dönemde 1991 yılı, ekonomik krizlerin
yaşandığı 1994 ile 2001 yılları ve Rusya krizinin etkilerinin hissedildiği 1998 yılı olmak üzere
sadece 4 yılda cari fazla verilmiştir. 2001 krizinin ardından iktisadi faaliyetteki toparlanmanın
etkisiyle cari açık ivme kazanmıştır. Bu gelişmenin tek istisnasının 2009 yılında yaşandığı ve
global krizin etkisiyle cari açıktaki artışın ivme kaybettiği görülmektedir. Ancak, 2010 yılından
itibaren cari açık tekrar hızla yükselmeye başlamıştır.
2010 yılı itibarıyla Türkiye, $48,6 milyar ile dünyada en çok cari işlemler açığı veren yedinci
ülkedir. Bu alanda, ABD açık ara önde yer alırken, Türkiye’nin önünde İtalya, İspanya, İngiltere
ve Fransa gibi gelişmiş ülkelerin bulunması dikkat çekmektedir. Nitekim, Türkiye gelişmekte
olan ülkeler arasında Hindistan’ın ardından en yüksek cari açığa sahiptir. Ülkemizde cari açık,
temelde dış ticaretteki dengesizlikten kaynaklanmaktadır. 1947 yılından bu yana Türkiye’nin dış
ticarette fazla verdiği bir yıl olmamıştır. İhracatın ithalatı karşılama oranı 1947-2010
döneminde ortalama olarak %65 düzeyinde gerçekleşmiştir. Dış ticaret açığının Türkiye
ekonomisi açısından konjonktürel bir gelişme olmadığı, yapısal bir durum arz ettiği
görülmektedir. Bu gelişmede, Türkiye’nin enerjide ithalata bağımlı olmasının yanı sıra reel döviz
kuru, verimlilik, reel ücretler, dış ticaret hadlerindeki gelişmeler gibi rekabet gücüne ilişkin
birçok faktör de etkilidir.
Son dönemde TCMB’nin ve diğer kurumların yurtiçi talebi sınırlandırmak için aldığı önlemlerin
yanı sıra dış ticaret mevzuatı kapsamında cari açığı azaltmak için alınabilecek önlemler
tartışılmaya başlanmıştır. Ülkemizin dış ticaret mevzuatını, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ile
Avrupa Birliği (AB)-Gümrük Birliği anlaşması şekillendirmektedir.
Bu çalışmada, cari açığın seyri ve bu gelişmede etkili olan faktörler incelendikten sonra dış
ticaret mevzuatı kapsamında Türkiye’nin hareket alanı değerlendirilecektir.
3
2. CARİ AÇIK
Cari açık; bir ülkenin belirli bir dönemde ihraç ettiği mal ve hizmetlerden elde ettiği gelirin, aynı
dönemde ülkenin yurt dışından ithal ettiği mal ve hizmetlere yaptığı ödemeleri karşılayamaması
sonucu gelir gider arasında oluşan farkı ifade etmektedir. Cari denge iki şekilde
tanımlanabilmektedir1. Birinci yöntemde, ödemeler bilançosundaki2 mal ve hizmetler dengesine,
net yatırım dengesi ile cari transferlerin eklenmesiyle cari dengeye ulaşılmaktadır. Ödemeler
dengesi, ülkelerin belirli bir dönem içerisinde dış ekonomik ve mali ilişkilerinin durumunu
göstermekte ve ülkenin uluslararası iktisadi ilişkilerinin nitelik ve boyutlarının anlaşılmasına
imkan sağlamaktadır. Milli gelir hesaplarının kullanıldığı diğer yöntemde ise, cari denge
tasarruflar ile yatırımlar arasındaki farktan oluşmakta; yurtiçi tasarruf açığı (yurtiçi tasarruflar
< yatırımlar) cari açığa sebep olmaktadır. Bu çalışmada, cari işlemler dengesine ilişkin
gelişmeler ödemeler dengesi bilançosu dikkate alınarak değerlendirilecektir.
Cari işlemlerdeki dengesizlikler, sadece Türkiye ekonomisi için değil aynı zamanda dünya
ekonomisi açısından da gündemin sıcak konuları arasında yer almaktadır. Cari açık veren
ülkelerle cari fazla veren ülkelerin ayrıştığı görülmektedir. Tablonun bir tarafında Çin, Japonya
ve Almanya gibi yüksek düzeylerde cari fazla veren ülkeler yer alırken, tablonun diğer tarafında
ABD’nin ön plana çıktığı görülmektedir. Nitekim, 2010 yılı itibarıyla ABD $470 milyar cari açık
verirken, en yakın takipçisi $70 milyar tutarında cari açığa sahiptir. Aynı dönem itibarıyla, Çin
$306 milyar, Japonya $194 milyar, Almanya $176 milyar cari fazla vermiştir. IMF gibi
uluslararası kuruluşlar söz konusu global dengesizliğe işaret ederek, bu durumun uzun vadede
sürdürülebilir olmadığını ve Çin’in yerel para biriminin değerlenmesine müsaade ederek yurtiçi
talebini ve ithalatını artırması, ABD’nin ise ihracatını artırması gerektiğini belirtmektedir. Bu
çerçevede, global dengesizliğin azaltılmasının ancak orta ve uzun vadede mümkün olabileceği
görülmektedir.
Aşağıdaki grafik incelendiğinde, 2010 yılı itibarıyla cari açığın tutar ve milli gelire oran olarak
Türkiye’de Avrupa ülkeleri ile benzer bir görünüme sahip olduğu görülmektedir. Grafikte yer
alan ülkelerden cari açık/GSYH oranı açısından %10,4 ile Yunanistan ilk sırada bulunurken,
bunu %9,9 ile Portekiz takip etmektedir. Milli gelirinin %6,5’i oranında cari açık vermiş olan
Türkiye bu çari açık oranıyla ilk elli ekonomi arasında üçüncü sırada yer almaktadır.
Babaoğlu, B., (2005), “Türkiye'de Cari İşlemler Dengesi Sürdürülebilirliği”, T.C Merkez Bankası Uzmanlık Yeterlilik
Tezi, Ankara.
2 Ödemeler dengesi; bir ülkenin, belirli bir dönem içinde, mal, hizmet ve sermaye akımları gibi işlemler dolayısıyla dış
dünyadan sağladığı gelirler ile dış dünyaya yaptığı ödemeleri içeren tüm iktisadi ilişkilerin sistemli bir biçimde yer
aldığı bilançodur.
1
4
Kaynak: IMF, Dünya Ekonomik Görünüm Veritabanı
Grafikte, 2010 itibarıyla GSYH (milyar Dolar bazında) açısından en büyük 50 ekonomi yer almaktadır.
Ödemeler dengesi verileri incelendiğinde, ülkemizde cari açığın büyük ölçüde dış ticaret
açığından kaynaklandığı görülmektedir. 1984 yılından bu yana yayımlanan ödemeler dengesi
verilerine göre, Türkiye ekonomisinin kriz yılları da dahil olmak üzere dış ticaret fazlası verdiği
bir yıl olmamıştır. Daha önce belirtildiği üzere Türkiye ekonomisi açısından cari açık yapısal bir
nitelik taşımaktadır.
Kaynak: TCMB
Ödemeler dengesinin temel kalemleri incelendiğinde, dış ticaret ile gelir dengesindeki
gelişmelerin cari açık verilmesine neden olduğu, hizmetler dengesi ile cari transferlerin ise cari
açığı azaltıcı yönde etkide bulunduğu görülmektedir. Ülkemizde, ihracat ile ithalat arasındaki
farktan oluşan dış ticaret dengesinin yanı sıra ücret ödemeleri ve yatırım gelirleri kalemlerinden
oluşan gelir dengesi cari açığı olumsuz yönde etkilemektedir. Gelir dengesindeki gelişme,
yurtdışından sağlanan kredilere ilişkin faiz ödemeleri ile doğrudan yatırımlar nedeniyle ortaya
5
çıkan kâr transferlerinden kaynaklanmaktadır. Bu gelişmede, doğrudan yabancı yatırımlar
paralelinde yabancı sermayeli şirket sayısının artması ile yurtdışından kullanılan kredilerdeki
artış etkili olmuştur.
Kaynak: TCMB
Hizmetler dengesi tarafında, özellikle turizm gelirlerine bağlı olarak verilen fazla, cari açığı bir
ölçüde sınırlandırmaktadır. Turizm gelirleri, 2003 yılından itibaren ivme kazanarak yıllık bazda
ortalama %17 oranında artarak 2008 yılı itibarıyla $20 milyar seviyesine ulaşmıştır. 2009 ile
2010 yıllarında da bu seviyenin üzerinde gerçekleşmiştir. Turist sayısındaki artışa rağmen,
turist başına ortalama harcama $700-800 ile düşük düzeylerde seyretmektedir. Bu durum, turist
sayısının 25 milyonu aşmasına rağmen turizm gelirinin nispeten düşük kalmasına neden
olmaktadır. Bununla birlikte, turizm giderlerinin artarak $4 milyar seviyesine ulaştığı dikkat
çekmektedir. 1990’lı yıllarda işçi gelirlerinin etkisiyle cari işlemler dengesine önemli katkıda
bulunan cari transferler kalemi ise, sonraki yıllarda kredi mektuplu döviz tevdiat ve süper döviz
hesaplarının tasfiye edilmeye başlanması ve yurtdışındaki işçilerin tasarruflarını başka yatırım
araçlarında değerlendirmesi nedeniyle önemli ölçüde gerilemiştir. 2000 yılında $4,6 milyar işçi
geliri kaydedilirken, bu rakam 2010 yılında sadece $0,8 milyar düzeyinde gerçekleşmiştir.
Kaynak: TCMB
6
2.1. Dış Ticarette Dengesizlik
Son 10 yıllık dönemde Türkiye ekonomisi önemli bir yapısal dönüşüm sürecinden geçmiştir.
2001 krizinin ardından uygulanan “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” ile ekonomik istikrarın
tesisinde önemli iyileşme kaydedilmiştir. Bu dönemde büyüme güçlü bir performans
gösterirken, enflasyonun tek haneli seviyelere gerilemesi ve mali disiplin gözetilerek kamu borç
göstergelerinde iyileşme sağlanması paralelinde faiz oranları da önemli ölçüde düşmüştür.
Böylece, ekonomik istikrarın sağlanması ve beklentilerdeki iyileşme paralelinde ekonomiye
ilişkin öngörülebilirlik artmıştır.
Söz konusu olumlu gelişmelere karşılık bu dönemde TL’deki değerlenme eğilimi ve rekor
seviyelere ulaşan dış ticaret açığı dikkat çekmektedir. 2005 yılında AB ile üyelik
müzakerelerine başlanması ve ekonomide kaydedilen olumlu gelişmeler paralelinde Türkiye’ye
yönelen yabancı sermaye akımlarının hızlanması TL’nin değer kazanmasına neden olmuştur. Bu
gelişmeler Türkiye’nin üretim yapısı ve dış ticaret yapısı üzerinde önemli etkide bulunmuştur.
Cari açığın temelde dış ticaret açığından kaynaklanması nedeniyle dış ticaret alanındaki
gelişmelerin incelenmesi önem taşımaktadır.
2001 krizinin ardından 2001-2010 döneminde ihracat 2,6 kat, ithalat ise 3,5 artış kaydetmiştir.
2001-2010 döneminde yıllık ortalama artış ihracatta %15, ithalatta ise %18 düzeyinde
gerçekleşmiştir. Bu dönemde 2007 ile 2008 yılları hariç diğer yıllarda ithalat artışı ihracat
artışının üzerinde kalmıştır. 2009 yılında global ekonomik krizin etkisiyle daralan dış ticaret
hacmi, 2010 yılında ivme kazanmıştır. 2010’da yıllık bazda ihracatın %11, ithalatın %32 artış
kaydetmesinin etkisiyle dış ticaret açığı önemli ölçüde genişlemiştir. 2011 yılında da benzer
eğilimin sürdüğü görülmektedir. Nitekim, yılın ilk 6 ayında yıllık bazda ihracatın %20, ithalatın
%43 artmasının etkisiyle dış ticaret açığı yıllık bazda %88 genişlemiştir. İhracatın ithalatı
karşılama oranı ise %55’in altına inmiştir.
Ortalama yıllık
Ortalama yıllık
artış %18,1
artış %15,4
7
Kaynak: TÜİK
Global ihracat hacmindeki gelişmelere bakıldığında, 2003-2009 döneminde Türkiye’de
ihracatın artış hızı dünya ihracat artış hızının üzerinde gerçekleşmiştir. 2010 yılında ise,
Türkiye’nin daha zayıf bir performans sergilediği görülmektedir. Nitekim ihracat hacmi dünya
genelinde %20 artarken, Türkiye’deki artış %11 ile düşük düzeyde gerçekleşmiştir. Bu
gelişmede, Türkiye’nin geleneksel dış ticaret ortağı olan AB ülkelerinin zayıf ekonomik
performansı etkili olmuştur. 2003-2010 döneminde Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’den oluşan
BRIC ülkelerinde ihracat dünya geneline göre daha güçlü bir seyir izlemiştir. Global krizin
ardından 2010 yılında söz konusu ülkelerin ihracatı %31 artarak güçlü bir performans
sergilemiştir.
Kaynak: UN Comtrade
Türkiye’nin ihracatının ülke grupları bazında gelişimi incelendiğinde, son yıllarda ihracat
pazarlarının çeşitlendirildiği görülmektedir. Nitekim, Türkiye’nin en büyük ihracat pazarı olan
AB-27 ülkelerine yönelik ihracatın toplam ihracat içindeki payı %50’nin altına gerilemiştir. Öte
yandan, Orta Doğu, Asya ve Kuzey Afrika’ya yönelik ihracatın payının %34’e ulaşması dikkat
çekmektedir. Ancak, 2011 yılının ilk yarısında Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkelerinde başlayan
ve “Arap Baharı” olarak nitelenen demokratikleşme hareketinin bölgede yolaçtığı gerginlik, söz
konusu ülkelere yönelik ihracatımızı olumsuz yönde etkilemeye başlamıştır.
8
Kaynak: TÜİK
Türkiye’de ihracatın ana mal grupları itibarıyla gelişimi incelendiğinde, ara malı ve tüketim malı
ağırlıklı bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. 1990-2010 döneminde, ara malı ihracatının
ağırlığını koruduğu, tüketim malı ihracatının payının ise bir miktar gerilediği görülmektedir.
Katma değeri daha yüksek olan sermaye malı ihracatının payının artması olumlu bir gelişme
olarak değerlendirilmektedir.
Kaynak: TÜİK
2002-2010 döneminde, ihracatın sektörel bazda gelişimi incelendiğinde, Türkiye’nin ihracatında
otomotiv ve demir-çelik sektörlerinin payları artarken, hazır giyim ile tekstil sektörünün
payında önemli bir düşüş yaşanmıştır. Böylece, hazır giyim ve konfeksiyon sektörü ihracatta
liderliğini kaybetmiştir. Bu gelişmede, global bazda yaşanan gelişmeler etkili olmuştur. Nitekim,
Çin’e uygulanan tekstil kotaları 2005 yılından itibaren kaldırılmaya başlanmıştır. Böylece, 2004
yılında %24 olan Çin’in dünya giyim ihracatı içindeki payı 2009’da %34’e yükselmiştir. Bu
dönemde, Çin’in dünya tekstil ihracatı içindeki payı da %17’den %28’e yükselmiştir. Ancak kriz
sonrası dönemde Türkiye’nin AB’den siparişlerinin arttığı görülmektedir. Bu gelişmede,
Türkiye’nin özellikle kaliteli ve esnek üretim yapısı etkili olmaktadır.
9
Kaynak: Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM)
Türkiye’nin ithalatının en belirgin özelliği ara malı ithalatının toplam ithalatın %70’inin
üzerinde bir bölümünü oluşturmasıdır. Tüketim malı ithalatının payı %10 seviyesinin biraz
üzerinde seyrederken, sermaye malları ithalatının payı %15’ler düzeyindedir. Ancak, 1990-2010
döneminde, tüketim malı ithalatının payındaki artış eğilimi dikkat çekmektedir. Son yirmi yıllık
dönemde “ara malı ithalatı/ihracat” oranının yüksek seyri, ihracatla yaratılan katma değerin
düşük seviyede kaldığına işaret etmektedir.
Kaynak: TÜİK
Türkiye ekonomisinde, uzun yıllardır ara malı ithalatındaki artışın sınai üretimdeki yükselişten
çok daha hızlı olduğu, dolayısıyla ara malı ithalatının toplam üretim içerisindeki payının arttığı
bilinmektedir. Bu durum, kısa vadede verimliliği düşürürken orta ve uzun vadede büyümenin
sürdürülebilirliğine ilişkin belirsizlikleri artırmaktadır.
10
Ara Malı İthalatı Endeksinin Sanayi Üretimi Endeksine Oranı
(1994=100) (%)
Kaynak: TCMB Çalışma Tebliği No: 10/02
Ara malı ithalatının toplam ithalat içindeki ağırlığının ve ihracatın ithalata bağımlılığının yüksek
olması, ekonominin sürekli olarak dış ticaret açığı vermesinin temel nedenidir. Dış ticaret
açığındaki genişlemenin hız kazanmasında petrol başta olmak üzere emtia fiyatlarındaki artış da
rol oynamaktadır. Enerji ithalatçısı bir ülke olan Türkiye’nin dış ticaret dengesi petrol ve
doğalgaz fiyatlarındaki gelişmelerden doğrudan etkilenmektedir.
Türkiye’deki petrol ve doğal gaz üretimi, toplam enerji ihtiyacının %3’ünden azını
karşılamaktadır. Bu nedenle, ülkemiz önemli bir petrol ve doğal gaz ithalatçısıdır. Şehirleşme,
sanayileşme ve ekonomik kalkınmaya paralel olarak, elektrik talebi her geçen gün artmaktadır3.
1990-2008 döneminde ülkemizde birincil enerji talebinin artış hızı yıllık ortalama %4,3
düzeyinde gerçekleşmiştir. Türkiye, OECD ülkeleri arasında son 10 yıllık dönemde enerji talep
artışının en hızlı gerçekleştiği ülkedir. Aynı şekilde Türkiye, dünyada 2000 yılından bu yana
elektrik ve doğalgazda Çin'den sonra en fazla talep artışına sahip ikinci büyük ekonomidir4.
2008 yılında toplam birincil enerji tüketimi 106,3 milyon tep5, üretimi ise 29,2 milyon tep olarak
gerçekleşmiştir. Enerji arzında %32'lik pay ile doğalgaz ilk sırayı alırken, doğalgazı %29,9 ile
petrol, %29,5 ile kömür izlemiş, %8,6'lık bölüm ise hidrolik dahil olmak üzere yenilenebilir
enerji kaynaklarından karşılanmıştır. Yapılan projeksiyonlara göre birincil enerji tüketimimizin,
baz senaryo çerçevesinde, 2020 yılına kadar olan dönemde yıllık ortalama %4 oranında artması
beklenmektedir6. Bu çerçevede, yerli kömür ve hidrolik kaynak potansiyelinin tamamen
kullanılması, yenilenebilir kaynaklardan azami ölçüde istifade edilmesi, nükleer enerjinin 2020
yılına kadar olan dönemde elektrik üretim kompozisyonuna dâhil edilmesi gibi hedefler
belirlenmiştir. Bu kapsamda, üç temel sütun (doğal gaz, kömür ve hidrolik) üzerine kurulu olan
T.C. Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı, Türkiye Enerji Sektörü Raporu, Ağustos 2010
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı
5
Tep: Ton Eşdeğer Petrol
6 T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı
3
4 T.C.
11
enerji sektörünün, yenilenebilir kaynaklar ve nükleer enerjiyi de içerecek şekilde beş sütunlu bir
yapıda yeniden yapılandırılması hedeflenmektedir. Türkiye’deki enerji ihtiyacının karşılanması
için yapılacak yatırımların 2023 yılına kadar toplamda yaklaşık $130 milyara ulaşacağı tahmin
edilmektedir. Söz konusu tutarın önemli bir bölümünün üretime yönelik olması beklenmektedir.
Türkiye’nin enerji7 ithalatı faturası 2010 yılı itibarıyla $38,5 milyar düzeyindedir ve toplam
ithalat hacmi içinde %20, aramalı ithalatı içerisinde de %29 civarında bir paya sahiptir.
Aşağıdaki grafikte enerji fiyatlarındaki dalgalanmaların etkisiyle enerji ithalatının önemli ölçüde
değişim gösterdiği görülmektedir. Bu durumun cari açık üzerinde olumsuz yansıması
olmaktadır. Hükümet yetkilileri tarafından yapılan açıklamaya göre, petrol fiyatlarındaki her 10
Dolarlık artış, cari açığın yıllık bazda 4 milyar Dolar artmasına neden olmaktadır.
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Açıklanan 61. Hükümet Programı’na8 göre, önümüzdeki 5 yılda hidroelektrik santraller ve
termik kaynaklar ile başta rüzgâr enerjisi olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarından da
yararlanarak toplam 50.000 MW olan elektrik kurulu gücünün 2015 yılı sonunda 62.000 MW’a
yükseltilerek ithalatın azaltılması hedeflenmektedir. Aşağıdaki grafikte enerji ithalatının cari
açık üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğu ve global bazda artan ham petrol ve doğal gaz
fiyatlarının cari açıkta bozulmaya yol açtığı görülmektedir.
7
8
Mineral yakıtlar, yağlar vb. damıtılmasından elde edilen ürünler
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık, 61. Hükümet Programı
12
(*) 2002 yılı enerji fiyatlarıyla
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Yüksek tutarda dış ticaret açığı veren kalemler olarak, ham petrol ve doğalgaz ile kimyasal
madde ve ürünler, atık ve hurda ile makine ve teçhizat karşımıza çıkmaktadır. Dış ticaret fazlası
veren kalemler ise, giyim eşyası ve tekstil, gıda, cam, çimento ve seramik sektörlerinin yer aldığı
metalik olmayan mineral ürünlerdir.
Dış Ticaret Açığı Veren Sektörler (2010)
Dış Ticaret
Dengesi (12)
-21,3
-21,3
-9,6
-7,3
-6,5
-4,2
-3,7
-3,4
-3,4
-3,3
(milyar $)
Ham Petrol ve Doğalgaz
Kimyasal Madde ve Ürünler
Kok Kömürü, Rafine Edilmiş Petrol Ürünleri ve Nükleer Yakıtlar
Atık ve Hurdalar
Makine ve Teçhizat
Ana Metal Sanayii
Diğer Ulaşım Araçları
Tıbbi Aletler, Hassas Optik Aletler ve Saat
Radyo, Televizyon, Haberleşme Teçhizatı ve Cihazları
Elektrikli Makine ve Cihazlar
İhracat(1) İthalat(2)
0,1
21,4
5,7
27,0
4,2
13,8
0,5
7,7
9,1
15,5
14,4
18,7
1,7
5,4
0,4
3,8
2,0
5,4
4,9
8,2
Dış Ticaret Fazlası Veren Sektörler (2010)
(milyar $)
Giyim Eşyası
Tekstil Ürünleri
Gıda Ürünleri ve İçecek
Metalik Olmayan Diğer Mineral Ürünler
Metal Eşya Sanayii (Makine ve Teçhizatı Hariç)
Plastik ve Kauçuk Ürünleri
Taşocakçılığı ve Diğer Madencilik
Dış Ticaret
Dengesi
İhracat(1) İthalat (2) (1-2)
10,6
2,3
8,3
10,9
6,1
4,9
6,7
3,4
3,3
4,0
1,5
2,5
5,0
3,2
1,8
4,9
3,5
1,4
1,3
0,3
1,0
Kaynak: TÜİK
Daha önce belirtildiği gibi, 2001 krizinin ardından makroekonomik göstergelerde kaydedilen
iyileşme, IMF ile yapılan stand-by düzenlemeleri ve özellikle AB ile tam üyelik müzakerelerinin
başlatılması Türkiye’ye yönelik uluslararası sermaye girişlerinin ivme kazanmasına yol açmıştır.
13
Makroekonomik istikrarın sağlanması ve yabancı sermaye girişlerinin artması Türk Lirası’nın
değerlenmesine neden olmuştur. Bu durumun ihracatçı sektörlerin rekabet gücünü azalttığı,
ithalatı teşvik etmesi nedeniyle ekonominin ithalata (özellikle ara malı ithalatına) bağımlılığını
artırdığına yönelik değerlendirmeler gündeme gelmektedir.
TL’deki değerlenme eğilimine karşılık 2003-2008 döneminde ihracatın olumlu performansına;
işgücü verimliliğindeki artış, yurtiçinde enerji maliyetlerinin büyük ölçüde sabit tutulması,
ihracatçıların ucuz ithal girdi kullanımına yönelmeleri, finansman maliyetlerindeki gerileme, iç
ve dış finansman imkânlarındaki artış ve dış talebin güçlü olması katkıda bulunmuştur. Reel
efektif döviz kurundaki gelişmeler incelendiğinde, 2010 yılının son çeyreğinden itibaren Türkiye
ile benzer ürünler ihraç eden gelişmekte olan ülke para birimleri karşısında TL’nin değer
kaybettiği görülmektedir. Bu durum, 2011’de TL’nin seyrinin Türkiye’nin rekabet gücü açısından
önemli bir olumsuzluk yaratmadığını göstermektedir.
Kaynak: TCMB
2.2. Cari Açığın Finansman Yapısı
Cari açığın sürdürülebilirliği açısından finansman kalitesi önem taşımaktadır. 2005 yılından
itibaren Türkiye’ye yönelik sermaye akımlarının artarak yüksek düzeye ulaştığı görülmektedir.
Özellikle portföy yatırımları ile diğer yatırımlarda9 önemli artış kaydedilmiştir. Özelleştirme
süreci ve 2005 yılında AB ile üyelik müzakerelerinin başlaması, doğrudan yatırımların da ivme
kazanmasına yol açmıştır. 2009 yılında ise, global kriz nedeniyle Türkiye’ye yönelik sermaye
girişi sınırlı düzeyde kalmıştır. 2010 yılında gelişmiş ülkelerdeki genişleyici para politikalarının
Doğrudan yatırım, portföy yatırımları ve rezerv varlık dışında kalan tüm finansal işlemleri içermektedir. Bu kalem,
ağırlıklı olarak ticari krediler, krediler ve mevduattan oluşmaktadır.
9
14
da katkısıyla Türkiye de dahil gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye hareketleri hızlanırken
cari açığın finansmanında diğer yatırımlar ile portföy yatırımları önemli rol oynamış ve tüm
kalemler dikkate alındığında ülkeye net yabancı sermaye girişi $60 milyar düzeyinde
gerçekleşmiştir. Cari açığın doğrudan yabancı yatırımlar gibi daha uzun vadeli finansman
imkânlarından ziyade kısa vadeli kaynaklarla finanse edilmesi cari açığın sürdürülebilirliğine
ilişkin endişe yaratmaktadır. 2011’in ilk altı ayında da cari açığın finansmanında diğer yatırımlar
ile portföy yatırımları önemli rol oynamaya devam etmiştir. Ödemeler dengesinin açıklandığı
tarih itibarıyla kaynağı belirlenemeyen yabancı sermaye girişlerini kapsayan ve yılın ilk
yarısında $9,8 milyarlık girişin gerçekleştiği net hata noksan kalemi de cari açığın finansmanına
katkıda bulunmuştur.
Kaynak: TCMB
Doğrudan yatırımların sektörlere göre dağılımı incelendiğinde, 2002-2010 döneminde $75
milyar tutarındaki sermayenin %28’inin sanayi sektörlerine, %72’sinin hizmetler sektörlerine
yöneldiği görülmektedir. Nitekim, hizmetler sektöründe finans sektörü $31 milyar tutarındaki
doğrudan yabancı yatırım ile ilk sırada yer alırken bunu ulaştırma, depolama ve haberleşme ile
toptan ve perakende ticaret izlemektedir. Sanayi sektörlerinden en çok yabancı sermaye çeken
sektörlerin ise, gıda, kimya ve ana metal olduğu görülmektedir. Doğrudan yatırımların hizmet
sektörlerinde yoğunlaşmış olması ticarete konu olmayan sektörlere yüksek tutarda yatırım
yapıldığına işaret etmektedir.
15
Kaynak: TCMB
3. DIŞ TİCARET MEVZUATI
Bu bölümde, dış ticaret mevzuatımızı şekillendiren Dünya Ticaret Örgütü ile Gümrük Birliği’ne
ilişkin genel çerçevenin çizilmesinin ardından cari açığın azaltılması hedefi doğrultusunda dış
ticarete ilişkin korunma önlemleri incelenecektir.
3.1.
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)
Dünya Ticaret Örgütü, çok taraflı ticaret sisteminin yasal ve kurumsal organıdır. 1995 yılında
kurulan DTÖ, 1947 yılında ticaretin önündeki engellerin çok taraflı müzakereler yoluyla
kaldırılması amacıyla kurulan Tarifeler ve Ticaret Genel Anlaşması’nın (GATT) yerini almıştır10.
DTÖ’ye 153 ülke üye iken, aralarında Rusya’nın da yer aldığı 30 ülke ise katılım aşamasındadır.
DTÖ’nün temel işlevleri aşağıdaki şekilde sıralanabilir11:
1. DTÖ'yü meydana getiren çok taraflı ve çoklu ticaret anlaşmalarının uygulanmasını ve
denetlenmesini sağlamak,
2. Çok taraflı ticaret müzakerelerinin yürütüldüğü bir forum oluşturmak,
3. Ticari uyuşmazlıkların çözümünü sağlamak,
4. Üye ülkelerin ulusal ticaret politikalarını izlemek,
5. Küresel ekonomik politikayla ilgili diğer uluslararası kuruluşlarla işbirliği yapmak,
10
11
Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK), Dünya Ticaret Örgütü
T.C. Dışişleri Bakanlığı, Dünya Ticaret Örgütü
16
6. Gelişme yolundaki ve geçiş sürecindeki ekonomilerin çok taraflı ticaret sistemi ile
bütünleşmelerine yardımcı olmak.
Günümüzde uluslararası ticaretin yasal temelleri DTÖ anlaşmaları ile belirlenmektedir. DTÖ
anlaşmaları bağlayıcı bir nitelik taşımakta ve DTÖ üyelerinin ticaret politikalarını söz konusu
anlaşmaları dikkate alarak belirlemeleri gerekmektedir. GATT genellikle malların ticaretini
kapsarken, DTÖ anlaşmaları hizmetlerin ticareti ve fikri mülkiyet hakları gibi konuları da
içermektedir12. Söz konusu anlaşmalar, serbestleşmenin prensiplerini ortaya koymakta ve bazı
koşullar altında izin verilen istisnaları açıklamaktadır. Anlaşmalar ayrıca, üye ülkelerin gümrük
tarifelerinin aşağıya çekilmesi ve diğer ticari engellerin kaldırılması, hizmetler pazarının
açılması ve açık tutulması yönündeki bireysel taahhütlerini içermektedir. DTÖ anlaşmalarında,
Anlaşmazlıkların Halli Organı ve gelişme yolundaki ülkelere (GYÜ) özel ve farklı muamele
uygulanmasına yönelik hükümler de yer almaktadır. Ayrıca, üye ülkelerin yürürlüğe koydukları
ticari mevzuat veya önlemler ile ilgili olarak DTÖ’ye zorunlu bildirimlerde bulunmalarını
sağlamak ve ülkelerin ticaret politikalarına ilişkin düzenli olarak hazırlanan raporlar vasıtasıyla
şeffaflığın sağlanması amaçlanmaktadır.
DTÖ’nün kuruluş felsefesini oluşturan ve serbest ticareti düzenleyen GATT dört temel kurala
dayanmaktadır. Bu kurallar aşağıda kısaca açıklanmıştır13:
1. En çok kayrılan ülke kuralı: Bu ilke, üye ülkelerin ticari partnerleri arasında ayrım
yapmamasını zorunlu kılmaktadır. Bir başka deyişle, bir üye ülke, herhangi bir ülkeye
tanıdığı elverişli bir rejimi koşulsuz olarak tüm üye ülkelere de uygulamak zorundadır.
Bu kuralın çeşitli istisnaları bulunmaktadır. Bunlar, gümrük birlikleri, serbest ticaret
anlaşmaları gibi bölgesel ticaret anlaşmaları ve genelleştirilmiş tercihler sistemi14 gibi
gelişme yolundaki ülkeler lehine düşük gümrük vergisi alınması veya gümrük vergisinin
alınmaması gibi ayrımcı nitelikteki uygulamalar ile anlaşmanın öngördüğü anti-damping
ve telafi edici vergiler gibi uygulamalardır.
2. Ulusal muamele kuralı: Kural, iç pazara ilişkin düzenleme ve uygulamalar yönünden
ithal ve yerli mallar arasında ayrım yapılmamasını öngörmektedir. Ancak, yerli
üretimden gümrük vergisine eş bir vergi alınmamış olmasına rağmen, ithal mal
üzerinden gümrük vergisi alınması ulusal muamele ilkesine aykırılık teşkil
etmemektedir. Nitekim bu ilke, ancak bir mal, hizmet ve fikri mülkiyet iç pazara
girdikten sonra uygulanmaktadır.
3. Konsolide edilmiş gümrük vergileri: GATT çerçevesinde, öncelikle gümrük
tarifelerinin indirilmesi üzerinde yoğunlaşılmıştır. Her üye ülkenin taviz listesinde yer
alan oranlar bağlı oranlar (bound rates) olarak adlandırılmakta ve ülkeler, uygulamada
söz konusu oranların üzerine çıkamamaktadırlar. Diğer bir ifadeyle, söz konusu oranlar o
12
DEİK, Dünya Ticaret Örgütü
T.C. Ekonomi Bakanlığı, Çok Taraflı Ticaret Sistemi - Dünya Ticaret Örgütü
14
1968 yılında toplanan II. UNCTAD Konferansı sonucunda, gelişmekte olan ülkelerin sanayi malları ihracatlarını
artırabilmek amacıyla, gelişmiş ülkelerin bu ülkelerden yaptıkları ithalatta belirli bir taviz marjı tanımalarını öngören
bir sistem olan Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi’nin yürürlüğe konulması kararı alınmıştır. Böylece, gelişmiş ülkeler,
gelişmekte olan ülkelerden ithal ettikleri sanayi malları üzerindeki vergilerini “karşılıklılık” esası dışında tek taraflı
olarak sıfırlamış veya indirmiştir.
13
17
üye ülke bakımından bağlayıcı olmakta ve önemli ticaret partnerleriyle telafi amacıyla
müzakere etmeksizin artırılamamaktadır.
4. Tarifeler yoluyla koruma: Anlaşma bazı istisnalar dışında tarife dışı engellerin
tamamen kaldırılmasını ve tarifelerin de giderek azaltılmasını hedeflemektedir.
Anlaşmaların
uyumsuzlukları
uygulanması
ve
aşamasında
ihtilafları
çözmek
karşılaşılabilecek,
üzere
DTÖ
ticaret
kapsamında
politikalarına
kurulmuş
ilişkin
bulunan
“Anlaşmazlıkların Halli Mekanizması” devreye girmektedir. Bu, uyuşmazlıkların çözüldüğü ve
yaptırım gücü olan bir mekanizma olarak önemli bir işlev görmektedir.
Türkiye, 26 Mart 1995 tarihinden itibaren DTÖ'ye kurucu olarak üye olmuştur. Ülkemiz, DTÖ’de
GYÜ'ler grubunda yer almakla birlikte 01.01.1996 tarihi itibarıyla AB ile tamamlanan Gümrük
Birliği çerçevesinde, Uruguay Round taahhütlerinin çok daha ötesine giderek uluslararası
ticaretin serbestleştirilmesi konusunda diğer üye GYÜ'lere kıyasla daha hızlı bir ilerleme
kaydetmiştir.
3.2.
Türkiye ile AB Arasındaki Gümrük Birliği
Dış ticaret mevzuatı açısından önem taşıyan diğer bir husus, Türkiye ile AB arasındaki Gümrük
Birliği’dir. Türkiye ile AB arasında ortaklık ilişkisini kuran ve Gümrük Birliği’nin çerçevesini
çizen 1963 tarihli Ankara Anlaşması’nın 28. maddesinde, ortaklığın nihai hedefi Türkiye’nin
üyeliği olarak belirlenmiştir. Gümrük Birliği’nin 1 Ocak 1996’da tamamlanması ise, Ankara
Anlaşması’nın 5. maddesi uyarınca, bu hedefe ulaşmak için belirlenen entegrasyon modelinin
“son dönem”ine geçişi ifade etmektedir. Taraflar arasında sanayi malları ve işlenmiş tarım
ürünlerinin serbest dolaşımını kapsayan Gümrük Birliği sürecinde, Türkiye mevzuatını AB’nin
gümrük ve ticaret politikalarının yanı sıra rekabet ve fikri ve sınai mülkiyet haklarına ilişkin
politikalarının da dahil olduğu kapsamlı bir alanda uyumlaştırma yükümlülüğünü üstlenmiştir15.
Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği’nde, gümrük vergileri ile miktar kısıtlamalarının
kaldırılmasını ve üçüncü ülkelere ilişkin gümrük tarifesinin uyumlaştırılmasını ifade eden
geleneksel anlamdaki gümrük birliği ilişkisinden çok daha ileri bir bütünleşme çerçevesi
belirlenmiştir. Sözü edilen Gümrük Birliği’ndeki temel başlıklar aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
1. Malların serbest dolaşımı: Gümrük vergileri ve miktar kısıtlamalarının kaldırılması ve
AB Gümrük Kodu’na uyum
2. Ortak ticaret politikası: Ortak Gümrük Tarifesi’ne (OGT) uyum, tercihli ticaret
anlaşmaları, otonom rejimler
3. Ticarette teknik engellerin kaldırılması: Teknik mevzuat uyumu
4. Yasal düzenlemeler: Fikri ve sınai mülkiyet hakları, rekabet kuralları, kamu alımları
15
İktisadi Kalkınma Vakfı (İKV), Gümrük Birliği
18
5. Kurumsal işbirliği: Gümrük Birliği Ortak Komitesi, Gümrük İşbirliği Komitesi, teknik
komiteler, danışma ve karar usulleri
Türkiye, 1 Ocak 1996 tarihi itibarıyla, AB’den ithal ettiği sanayi ürünlerine uyguladığı tüm
gümrük vergileri ve eş etkili tedbirleri kaldırmış, üçüncü ülkelere yönelik miktar kısıtlaması
uygulamasını AB ile uyumlu hale getirmiştir. Ayrıca, 5 yıllık geçiş dönemi tanınan hassas
ürünler16 haricinde üçüncü ülkelere karşı Birliğin OGT’sini uygulamaya başlamıştır. Bu
kapsamda Türkiye, üçüncü ülkelerden sanayi ürünleri ithalatında OGT’yi uygulamayı, ithalat
üzerinden alınan diğer vergi ve fonları kaldırmayı taahhüt etmiştir. Gümrük Birliği’nin
tamamlandığı 1996 yılı itibarıyla Türkiye, hassas ürünler hariç olmak üzere ortalama %85
oranında OGT uyumunu benimsemiş, 2001 yılının başından itibaren söz konusu ürünlere ilişkin
indirimler de tamamlanmıştır. Türkiye’nin ayrıca, AB’nin tek taraflı ticari tavizler tanıdığı
otonom düzenlemelerine de 2001 yılı sonuna kadar uyum sağlaması hükme bağlanmıştır.
Böylece, AB’nin Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi tümüyle üstlenilmiştir.
Gümrük Birliği’nin ardından AB ile dış ticaret hacminde önemli bir ilerleme kaydedilmiştir.
Türkiye ile AB arasındaki dış ticaret hacmi 1996 yılında $36 milyar düzeyinden 2010 yılında
$120 milyara ulaşmıştır. Gümrük Birliği ile birçok yeni pazara yönelim gerçekleşmiş ve güçlü bir
rekabet baskısı altında kalan yerli sanayi gelişmiştir.
3.3.
Serbest Ticaret Anlaşmaları
Son dönemde dış ticarete ilişkin olarak gündeme gelen konuların başında AB ile Gümrük
Birliği’ne dahil olmayan ülkelerle imzalanan serbest ticaret anlaşmaları yer almaktadır. Gümrük
birliği; taraflar arasındaki ticarette gümrük vergileri, eş etkili vergiler ve miktar kısıtlamalarıyla,
her türlü eş etkili önlemlerin kaldırıldığı ve ayrıca birlik dışında kalan üçüncü ülkelere yönelik
olarak ortak gümrük tarifesinin uygulandığı bir ekonomik entegrasyon modelidir. Gümrük
Birliği’nde malların serbest dolaşımı esastır. Bu çerçevede, taraflarca ortak ticaret politikaları ile
ortak rekabet kurallarının uygulanması gerekmektedir. Serbest ticaret anlaşmalarında ise;
taraflar arasındaki ticarette malların tercihli rejimden yararlanmaları menşe kurallarına17 göre
olmaktadır. Ayrıca, serbest ticaret anlaşmalarında ortak ticaret politikaları ve ortak rekabet
kuralları uygulama zorunluluğu bulunmazken taraflar üçüncü ülkelere karşı kendi gümrük
tarifelerini uygulamaktadır18.
Otomobil, midibüs, minibüs, kamyon, kamyonet, traktör, motosiklet, bisiklet, demir-çelik tel ve halat, deri eşya, kağıt
torbalar, bazı seramik ve porselen eşya, mobilyalar.
17
Tercihli veya tercihsiz ticaret anlaşmalarının uygulanabilmesi için malların iktisadi milliyetinin belirlenmesini
sağlayan kurallara ihtiyaç duyulmaktadır. Menşe, eşyanın ‘iktisadi milliyeti’ olarak tanımlanırken, menşe kuralları da
eşyanın hangi ülke menşeli olduğunun belirlenmesini sağlayan spesifik kurallar olarak tanımlanabilmektedir.
18
T.C. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, AT-Türkiye Gümrük Birliği
16
19
Türkiye, Gümrük Birliği nedeniyle üçüncü ülkelere yönelik olarak AB’nin tercihli ticaret
sistemini üstlenmektedir. AB ile Türkiye arasındaki Gümrük B’irliği’ni tesis eden 1/95 sayılı
Ortaklık Konseyi Kararı’nın 16. Maddesine göre, Türkiye, AB tarafından imzalanan STA’lar başta
olmak üzere tüm tercihli ticaret anlaşmalarına uyum sağlamakla yükümlü kılınmaktadır. Bu
kapsamda, Türkiye AB’nin Serbest Ticaret Anlaşmaları akdettiği ülkelerle karşılıklı yarar esasına
dayalı benzer anlaşmalar imzalamaktadır. Türkiye’nin AB tarafından imzalanmış STA’ların
içeriğini aynen kabul etme yükümlülüğü bulunmamaktadır19. Bununla birlikte, Türkiye sadece
Avrupa Birliği’nin STA müzakereleri yürüttüğü ülkelerle STA imzalayabilmektedir.
Türkiye, AB’nin tercihli rejimlerini üstlenme konusunda büyük çaba göstermektedir. Bu süreç,
Türkiye’nin AB ile arasındaki Gümrük Birliği kapsamında yükümlülüğünü yerine getirmesi
açısından önem taşımasının yanı sıra yüksek koruma oranları ile kendi pazarlarını koruyan
üçüncü ülkelere, Türkiye’nin düşük seviyelerdeki Topluluk Ortak Gümrük Tarifesi’ni uygulaması
nedeniyle sağlanan tek taraflı avantajı, STA’lar kapsamında karşılıklı hale getirmek açısından da
önem taşımaktadır.
AB’nin STA’lar vasıtasıyla üçüncü ülkelerle ekonomik bağlarını artırması, Gümrük Birliği ile
ortak ticaret politikası
yürütme zorunluluğu altındaki Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren ve
etkileyen bir konu haline gelmiştir. AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı STA’lara Türkiye’nin aynı
anda taraf olamaması ya da taraf olma girişimlerinin sonuçsuz kalması, bir yandan AB’nin
tarifeleri düşürmesiyle üçüncü ülkelere AB pazarının açılmasına yol açarken diğer yandan
Türkiye’nin bu ülkelere ihraç ettiği malların yüksek gümrük vergilerine maruz kalmaya devam
etmesine sebep olmaktadır. Bu durum, Türkiye açısından ciddi bir dezavantaj yaratmaktadır.
Türkiye, bu nedenle, AB’nin imzaladığı her STA’dan sonra üçüncü ülkelerle anlaşma imzalama
yoluna gitmektedir. Fakat hâlihazırda üçüncü ülkenin AB ile imzaladığı STA dolayısıyla elde
ettiği avantajlar,
söz konusu ülkenin Türkiye ile STA imzalama konusunda masaya
gönülsüzlükle oturmasına ya da masaya oturmaktan kaçınmasına neden olmaktadır. Bu durum,
müzakere sürecinde Türkiye’nin elini oldukça zayıflatmaktadır. Nitekim, AB ile STA imzalayan
ülkeler menşeli ürünlere AB pazarının açılmasına ek olarak, bu ürünler AB üzerinden Türkiye'ye
de gümrüksüz satılabilmekte, buna karşılık Türkiye, kendisiyle STA imzalamayan bu tür ülkelere
yapılan ihracatta yüksek gümrük duvarlarıyla karşılaşmaktadır.
Türkiye, AB üyelikleri nedeniyle STA’ları feshedilen 10 adet Merkezi ve Doğu Avrupa ülkesi
hariç, 17 ülke ile STA imzalamıştır (EFTA20, İsrail, Makedonya, Hırvatistan, Bosna ve Hersek,
Filistin, Tunus, Fas, Suriye, Mısır, Arnavutluk, Gürcistan, Karadağ, Sırbistan, Şili, Ürdün ve
19
T.C. Ekonomi Bakanlığı, Türkiye’nin Serbest Ticaret Anlaşmaları
Avrupa Serbest Ticaret Birliği’ne (The European Free Trade Association) üye ülkeler; İzlanda, Norveç, İsviçre ve
Lihtenştayn’dır.
20
20
Lübnan). AB ile Serbest Ticaret Anlaşması olduğu halde Türkiye ile STA imzalamamış başlıca
ülkeler; Meksika, Güney Afrika ve Cezayir’dir.
Türkiye’nin STA’nın yürürlükte olduğu ülkelerle dış ticarette avantaj sağladığı görülmektedir.
Nitekim, STA ülkeleri ile dış ticaret hacmindeki artış, toplam dış ticaret hacmindeki artıştan daha
yüksektir. 2000-2010 döneminde, Türkiye’nin dış ticaret hacmindeki artış %264 olurken, STA
ülkeleri ile dış ticaret hacmi %327 artmıştır. Böylece, STA ülkeleriyle dış ticaret hacmi 2000
yılında $4,9 milyardan 2010 yılında $21 milyara yükselmiştir. Aynı dönemde, toplam ihracat
artışı %310 iken, STA ülkelerine ihracat artışı %468 olmuştur. Böylece, söz konusu ülkelere
ihracat $2,1 milyardan $11 milyara yükselmiştir. Toplam ithalat artışı %240 düzeyinde
gerçekleşirken, STA ülkelerinden ithalat artışı ise %215 olmuştur. Bu ülkelerden ithalatımız $2,7
milyar seviyesinden $8,4 milyara yükselmiştir.
STA İmzalanan Ülkelerin Dış Ticaretten Aldığı Pay *
İhracat
İthalat
5%
89%
95%
11%
STA Ülkeleri
Diğer
Kaynak: TÜİK, T.C. Ekonomi Bakanlığı
(*): 2010 yılı dış ticaret rakamlarının derlenmesiyle elde edilmiştir.
AB, Ekim 2006’da Birliğe yön verecek ticaret politikasının önceliklerini belirleyerek, yeni bir
strateji kabul etmiştir21. 2006 yılında belirlenen stratejide, AB için başta Güney Kore, ASEAN
(Güney Doğu Asya Uluslar Birliği) ve Mercosur (Güney Amerika Ortak Pazarı) ülkeleri öncelikli
ortaklar olarak belirlenmiştir22. AB, DTÖ nezdinde ticaretin serbestleştirilmesini desteklemesine
rağmen Doha Turu ile müzakerelerin çıkmaza girmesi sonucunda AB’nin serbest ticaret
anlaşmalarının ivme kazandığı gözlenmektedir. Bu kapsamda, AB’nin Güney Kore ile imzaladığı
STA dikkat çekicidir. Güney Kore ile AB arasındaki STA’da, iki taraf arasında vergi ve tarife dışı
engellerin kaldırılması öngörülürken, gümrük vergilerinin kaldırılması bir geçiş sürecine
bağlanmıştır. 5 yıllık bir dönemde sanayi ve tarım ürünlerine uygulanan gümrük vergilerinin
21
Communication from the Commission to the Council, the European Parliament, the European Economic and Social
Committee and the Committee of the Regions, “Global Europe: Competing in the World”/ A Contribution to the EU’s
Growth and Job Strategy, COM (2006) 567 final, 4.10.2006.
22
Akses, S., “AB-Güney Kore Serbest Ticaret Anlaşması ve Türkiye’deki Etkisi”, İKV Değerlendirme Notu, Ekim 2010.
21
%99 oranında, uzun vadede ise tamamen kaldırılması söz konusudur23. Temmuz 2011’de
yürürlülüğe giren anlaşmanın, hâlihazırda $105 milyar olan ikili ticaret hacmini geliştirmesi
beklenmektedir24. Hindistan ile ise, 2007 yılında STA müzakerelerine başlayan AB’nin bölge
ülkelerine yönelik girişimlerinin önümüzdeki dönemde sürmesi beklenmektedir.
AB ile Güney Kore arasında imzalanan STA, AB ile Türkiye arasındaki Gümrük Birliği nedeniyle
Türkiye’nin ticaret politikasını da etkileyecek olmasına rağmen, Türkiye diğer tüm STA’larda
olduğu gibi bu anlaşmanın da müzakere ve onay sürecinde yer almamıştır. Gümrük Birliği’nin 27
üye devlet ve Türkiye’den oluşması, Güney Kore mallarının Avrupa pazarına anlaşmanın
öngördüğü gibi düşük veya sıfır gümrükle girebilmesi ve dolayısıyla Türkiye pazarına da bu
şartlar altında ulaşabilmesi imkanı yaratması söz konusudur. Güney Kore yurtiçi pazarında
Avrupalı ihracatçılara sağladığı elverişli rejimi henüz aralarında bir STA anlaşması olmadığı için
Türkiye’ye sağlamamaktadır. Güney Kore ile AB arasında yürürlüğe giren STA ile özellikle
otomobil
sektörünün Güney
Kore
kaynaklı
rekabetten
olumsuz
yönde
etkilenmesi
beklenmektedir. Avrupa Birliği, Güney Kore ile imzaladığı STA’ya bir “Türkiye maddesi”
ekleyerek Güney Kore Hükümeti’ne Türkiye ile bir anlaşma imzalaması konusunda çağrıda
bulunmasına rağmen bu maddenin bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Türkiye, Güney Kore ile
müzakerelere başlamış ve sekteye uğrayan görüşmelerde ancak 2011 yılının Ağustos ayında
sonuca yaklaşıldığı öğrenilmiştir. Ekonomi Bakanı Çağlayan konu ile ilgili yaptığı açıklamada,
Güney Kore ile STA imzalamnın önündeki engellerin ciddi manada kaldırıldığını ve önümüzdeki
dönemde birçok G. Koreli firmanın Türkiye'ye yatırım yapacağını belirtmiştir. Ancak,
anlaşmanın detayları henüz yayımlanmamıştır.
Türkiye’nin hâlihazırda imzalamış bulunduğu STA’lar dış ticaretimiz için herhangi bir sıkıntı
yaratmamaktadır. Esas sıkıntı, AB’nin yakın zamanda imzaladığı ya da imzalamak üzere olduğu
STA’ların ardından ortaya çıkacaktır. Çünkü AB’nin anlaşma imzalamak istediği ve görüşmelerin
sürdüğü/son aşamaya geldiği ülkeler arasında, Türkiye ile benzer nitelikte ürünler üreten ve
fiyat açısından avantaja sahip olan ülkeler bulunmaktadır. Bunların başında Güney Doğu Asya ile
Uzak Doğu ülkeleri gelmektedir. Güney Kore ve Hindistan’ın bazı sektörlerde Türkiye’ye kıyasla
sahip oldukları avantaj, AB ile imzalanan STA’nın ardından yalnızca ana ihraç pazarı
konumundaki AB pazarını ele geçirmelerini sağlamakla kalmayacak, ayrıca “trafik sapması25”
yoluyla yurtiçi talebin de söz konusu ülke mallarına kaymasına neden olabilecektir.
23
Ancak hassas olarak nitelendirilen bazı tarım ve balıkçılık ürünleri için 7 yıldan uzun bir geçiş süreci tanınması
kabul edilmiştir. Sözü edilen STA birçok hizmet sektörünü de kapsaması açısından da önem arz etmektedir.
24
T.C. Ekonomi Bakanlığı, AB-Güney Kore Serbest Ticaret Anlaşması
25 Ticaretin normal seyrinin, ülkelerin farklı tarife ya da tarife dışı önlemler uygulaması nedeniyle yön değiştirmesidir.
Gümrük Birliklerinde, üyeler arası ticareti engelleyen ya da kısıtlayan gümrük vergileri ve tarife dışı engeller
kaldırılarak ve üçüncü ülkelere karşı ortak bir tarife uygulayarak malların yön değiştirmesi (trafik sapması)
22
3.4.
Ticaret Politikası Savunma Araçları
Türkiye taraf olduğu uluslararası, çok veya iki taraflı anlaşmalar gereğince korunmaktan oldukça
uzak bir pazar haline gelmiştir. Nitekim, İthalat Rejimi kapsamında sanayi ürünlerinde üçüncü
ülkeler için Gümrük Birliği öncesinde %16 seviyesinde olan ortalama koruma oranı, %4
seviyelerine inmiştir. Aşağıdaki grafik incelendiğinde, Türkiye’nin gelişmekte olan ülkelere
kıyasla daha düşük bir gümrük tarife oranına sahip olduğu görülmektedir.
İthalat politikası araçları olarak; gümrük tarifelerine ek olarak ticaret politikası savunma
araçları kullanılabilmektedir. Daha önceki bölümlerde belirtildiği üzere gümrük tarifelerinde,
Gümrük Birliği ve DTÖ kuralları nedeniyle Türkiye’nin hareket alanı sınırlıdır. Bununla birlikte,
DTÖ kuralları, tüm üye ülkelere yerel sanayiilerini ihracatçıların “haksız” ticaret uygulamalarına
karşı korumaları için gerekli önlemleri alma imkanı tanımaktadır. Bu kapsamda, ticaret
politikası savunma araçları; benzer veya doğrudan rakip mallar üreten yerli üreticilerin
ithalattan (ciddi) zarar görmesinin önüne geçmek amacıyla başvurulan, dampinge karşı
önlemler,
sübvansiyona karşı
önlemler
ile
korunma
ve
gözetim
önlemleri
olarak
tanımlanmaktadır.
3.4.1. Dampinge ve Sübvansiyona Karşı Önlemler
Bir malın normal değerinden (ihracatçı veya menşe ülkedeki iç piyasa satış fiyatından)
daha düşük bir fiyatla ihraç edilmesi “damping” olarak tanımlanmaktadır. Dampingli
ithalattan zarar gördüğünü iddia eden yerli üretim sektörü, söz konusu ithalata karşı önlem
alınması için İthalat Genel Müdürlüğü’ne başvurma hakkına sahiptir. İthalata karşı önlem
önlenmektedir. STA’larda ise, üçüncü ülkelere karşı ortak bir tarife uygulaması olmaması nedeniyle ticaret sapması
menşe kuralının uygulanmasıyla önlenmektedir.
23
alınabilmesi için, söz konusu üründe damping olması, bu dampinge bağlı olarak yerli üretici
sektörün zarara uğraması ve yerli üretici sektördeki zararın bu dampingden (illiyet bağından)
kaynaklanması gerekmektedir.
İhracatçı ülkenin, ihracatçı sektöre yönelik doğrudan veya dolaylı mali katkısı veya herhangi bir
gelir veya fiyat desteği26 ‘sübvansiyon’ olarak kabul edilmektedir. Sübvansiyona konu olan
ithalata karşı önlem alınabilmesi için sübvansiyonun, yasaklanmış27 veya önlem alınabilir
sübvansiyonlardan olması gerekmektedir. Uluslararası yükümlülüklere aykırı olmayan
sübvansiyonlar, Ar-Ge, çevre koruma ve bölgesel kalkınma amaçlı olan sübvansiyonlardan
oluşmaktadır. Soruşturma sonucu sübvansiyonun, yerli üretim sektöründe maddi zararın ve
illiyet bağının tespit edilmesi neticesinde sübvansiyona karşı önlem alınabilmektedir.
Dampinge ve sübvansiyona karşı önlemler, CIF bedelin yüzdesi bazında (ad-valorem) veya
maktu olarak, ülke hatta firma özelinde alınabilmektedir. Damping/sübvansiyon soruşturması
sonucunda
alınan
önlemlerin
süresi
5
yıldır.
Ancak,
önlemin
kalkmasının
dampingin/sübvansiyonun ve zararın devam etmesine veya yeniden meydana gelmesine neden
olacağının tespit edilmesi halinde önlemin uygulanmasına devam edilir.
Günümüzde anti-damping uygulamaları, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin başvurdukları,
ithalatın düzenlenmesine yönelik önlemlerin büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır. Dampingin
tespiti ve sonuca bağlanması sübvansiyona kıyasla daha kolaydır. Nitekim 1995-2010
döneminde, dünya genelinde 2.433 adet anti-damping önlemi alınırken sübvansiyona karşı
sadece 143 adet önlem alınmıştır. Anti-damping Türkiye’nin ithalatta haksız rekabeti
engellemek için sıkça kullandığı bir yöntemdir. Aynı dönemde Türkiye 142 adet damping önlemi
alırken, sübvansiyona karşı sadece 1 adet önlem almıştır. Türkiye’nin damping önlemi
konusunda dünyada ön sıralarda yer aldığı görülmektedir.
GATT 1994'ün 16. maddesi çerçevesinde
Yasaklanan sübvansiyonlar; ihracat performansına ya da yabancı mallar yerine yerli malların kullanılması koşuluna
bağlı olan sübvansiyonlardır.
26
27
24
Kaynak: Dünya Ticaret Örgütü
Aşağıdaki grafik Türkiye’nin en fazla damping önlemini Çin’e karşı aldığını göstermektedir. Çin’i
Hindistan, Endonezya, Tayland, G. Kore ve Malezya gibi Asya ve Uzak Doğu ülkelerinin izlediği
görülmektedir. Bu durum, Asya ülkelerinin yerli üreticiler üzerinde önemli bir rekabet baskısı
oluşturduğuna işaret etmektedir.
Kaynak: Dünya Ticaret Örgütü
Alınan anti-damping önlemlerinin sektörlere göre dağılımı incelendiğinde, önlemlerin özellikle
tekstil, ana metal, plastik ve kauçuk sektörlerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Söz konusu
sektörlerin aynı zamanda önemli birer ihracatçı sektör oldukları dikkate alındığında, bu durum
sektörlerin sadece iç piyasada değil aynı zamanda uluslararası piyasalarda da önemli bir rekabet
25
baskısı altında olduklarına işaret etmektedir. Damping önlemlerine bakıldığında, matkap uçları,
çakmaklar, fermuarlar, patinaj zinciri, çekmece rayları, cam kapak, kapı kilitleri, duvar saatleri
gibi ürünlere alındığı görülmektedir. Bu durum, damping önleminin etkisinin mikro düzeyde
olduğunu ve cari açık üzerindeki etkisinin sınırlı olduğunu göstermektedir. Söz konusu
düzenleme esas olarak, ancak belirli durumlarda ve geçici olarak yerli sanayinin ithal ürünler
karşısında haksız rekabetten korunmasını amaçlamaktadır.
Haksız rekabet koşulları ticaretin normal ve adil akışını olumsuz etkilerken, yerli üretici
sektörün zarar etmesine yol açmaktadır. Dampingli/sübvansiyonlu ürüne karşı alınan önlem, bu
haksız
rekabet
koşullarını
ortadan
kaldırmayı
amaçlamaktadır.
Bu
çerçevede,
dampinge/sübvansiyona karşı alınan önlem yerli üreticiyi korumaktan ziyade, yurtiçi piyasada
dampingli/sübvansiyonlu ithalat nedeniyle oluşan haksız rekabet koşullarını bertaraf etmeye
yöneliktir. Söz konusu önlemlere yönelik izlenecek detaylı bir mevzuat bulunmasına karşılık,
ticaret savunma araçlarının kullanımının gizli bir korumacılık taşıdığına ilişkin görüşler zaman
zaman gündeme gelmektedir. Özellikle 2009 yılında alınan önlem sayısındaki artış bu yöndeki
şüpheleri artırmaktadır.
3.4.2. İthalatta Korunma Önlemi
İthalatta korunma önlemi, bir yerli sanayi sektörünün ürettiği ürünlerin benzer veya
doğrudan rakip olanlarının ithalatının, öngörülmeyen gelişmeler nedeni ile artarak yerli
üreticiler üzerinde ciddi zarar veya bu yönde tehdit oluşturması durumunda ithalata
miktar kısıtlaması (kota) veya ek mali yükümlülük getirilmesiyle alınan önlemdir. DTÖ
kuralları çerçevesinde, dampingin yarattığı haksız rekabet söz konusu malın ithalatına antidamping vergisi konması suretiyle ortadan kaldırılmaktadır. Korunma önlemi alınmasındaki
amaç ise, düzgün işleyen bir piyasa olmasına rağmen mevcut rekabet şartlarına uyum
sağlayamayan yerli üreticileri, bu üreticiler yabancı üreticilerle rekabet edebilir düzeye
26
gelinceye kadar belli bir süre için korumaktır. Anti-damping önlemi yalnızca damping yapan
ihracatçı ülke/ülkelerden ya da firma/firmalardan yapılan ithalata yönelik uygulanabildiği halde
korunma önlemi ülke ayrımı gözetmeksizin tüm ülkelere karşı uygulanmak zorundadır.
Korunma önleminin belli bir sektör bazında tüm ülkelere uygulanması nedeniyle etkisi diğer
önlemlere kıyasla daha fazladır. Korunma önleminin süresi (geçici önlem alınmışsa geçici önlem
süresi de dâhil olmak üzere) en fazla 4 yıldır. Korunma önleminin uygulama süresinin (geçici
önlem süresi de dâhil olmak üzere) 3 yılı aşması halinde muhatap ülkelerin 3 yılı aşan süre
boyunca karşı önlem alma hakları doğmaktadır. Korunma önleminin toplam süresi (geçici
tedbirin uygulanma süresi, başlangıçtaki uygulamanın süresi ve bunun herhangi bir uzatımı
dahil olmak üzere) 8 yılı aşamamaktadır. Korunma önlemi süresinin 1 yılın üzerinde olması
halinde önlem düzenli aralıklarla liberalize edilmektedir.
İthalatta korunma önlemi alınabilmesi için, ilgili malın ithalatında artış olması, bu artışın benzer
veya doğrudan rakip ürünler üreten yerli üreticiler üzerinde ciddi zarar veya ciddi zarar tehdidi
oluşturması, ithalattaki artış ile yerli üreticiler üzerindeki zarar veya zarar tehdidi arasında
illiyet bağının bulunması gerekmektedir. İthalatın etkisi satışlar, üretim, verimlilik, kapasite
kullanımı, kâr , zarar ve istihdam açısından değerlendirilmektedir.
Halihazırda çerçevesiz cam aynalar, düz cam, naylon iplik, elektrikli süpürge, buharlı ütü, tuz,
ayakkabı, motosiklet, gözlük çerçeveleri, seyahat çantaları, el çantaları ve benzeri mahfazalar,
cam eşya, bazı elektrikli aletler ve pamuk ipliğinde korunma önlemi uygulanmaktadır.
Sahip olduğu yoğun istihdamın yanı sıra, ihracatçı sektörler içinde önemli bir ağırlığa sahip olan
dokuma kumaş ve hazır giyim sektörünün uğradığı zarara yönelik olarak 22 Temmuz 2011
itibarıyla yürürlüğe giren karara göre söz konusu ürünlerin ithalatında ilave gümrük vergisi
getirilerek koruma önlemi alınmıştır. Hazır giyim ithalatına %30, kumaş ithalatına ise %20
oranında vergi getirilmiştir. Nitekim, hazır giyim ithalatında ilk üç sırada yer alan Bangladeş, Çin
ve Hindistan’ın toplam ithalat içindeki payı %70’e yaklaşmıştır. Bununla birlikte, yerli
üreticilerin istihdam seviyesi 2005-2008 döneminde önemli ölçüde gerilemiştir.
Daha önce bahsedildiği üzere AB, Meksika ile STA imzalamış olmasına rağmen, Meksika Türkiye
ile STA imzalamaya yanaşmamaktadır. Bilindiği gibi, AB ile STA imzalayan ülkeler menşeli
ürünler AB üzerinden Türkiye'ye gümrüksüz satılabilmekte, ancak ülkemizle STA imzalamayan
ülkelere yapılan ihracatımızda yüksek gümrük duvarlarıyla karşılaşılmaktadır. Söz konusu
üçüncü ülkelerde üretilen malların, AB üzerinden gümrüksüz veya gümrük avantajıyla
Türkiye'ye girişlerinin önünü kesmek için "Telafi Edici Önlem Mekanizması" çalıştırılmaktadır.
27
Bu kapsamda, Meksika'da üretilen binek otomobillere %10 vergi getirilmiştir28. Kararname 28
Temmuz 2011 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Anlaşmazlıkların Halli Hakkında Mutabakat Metni’nin (AHMM) 4. Maddesine göre, DTÖ
anlaşmalarından birinin ihlâl edildiğini iddia eden üye ülke, ilgili DTÖ üyesi ülke ile istişarelerde
bulunulmasını talep edebilmektedir. DTÖ üyesinin, talebi aldığı tarihten itibaren 10 gün
içerisinde cevap vermesi ve 30 gün içerisinde görüşmelere başlanmasını temin etmesi
gerekmektedir. Böylelikle, tarafların anlaşmazlığı öncelikle kendi aralarında çözmelerine imkan
sağlamak amaçlanmaktadır. Bu aşamada bir çözüme ulaşılamaması durumunda, şikâyetçi DTÖ
üyesi, anlaşmazlığı çözümlemek üzere bir panel29 kurulmasını Anlaşmazlıkların Halli
Organı'ndan talep edebilir. Panelin söz konusu önlemin ilgili DTÖ kurallarıyla uyumlu
olmadığına karar vermesi durumunda, ithalatçı ülkeye önlemi anlaşma ile uyumlu hale getirmesi
tavsiye edilmektedir30. Panel tarafından veya Temyiz Organı31 tarafından sunulan tavsiyeler
ithalatçı ülke tarafından uygun bir süre içerisinde yerine getirilmezse, ihracatçı ülke ithalatçı
ülkeye karşı DTÖ anlaşmalarından kaynaklanan birtakım taviz ve yükümlülüklerini askıya
alabilmektedir32.
4.
4.1.
TÜRKİYE’DE CARİ AÇIĞA İLİŞKİN SON DÖNEMDE ALINAN TEDBİRLER
TCMB ile BDDK Tarafından Alınan Önlemler
Gerek uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarından cari açığa ilişkin gelen olumsuz
açıklamalar gerekse piyasalarda cari açığa ilişkin artan tedirginliğin etkisiyle Hükümet’in cari
açığa ilişkin bazı tedbirler alması gündeme gelmiştir. Öncelikle TCMB ile BDDK tarafından kredi
hacmi artışının kontrol altında tutulmasına ilişkin adımlar atılmıştır.
TCMB öncelikle finansal istikrara atıfta bulunularak cari açıktaki genişleme hızının
yavaşlatılması yönünde önlemler almıştır. Kredi hacmi-cari açık ilişkisine dikkat çeken TCMB
finansal istikrarı sağlamaya yönelik oluşturduğu politikada, kredi hacmindeki artışı sınırlamaya
28
AB ve Türkiye’nin diğer ülkelerle imzaladığı Serbest Ticaret Anlaşmalarının; anlaşma hükümleri, ülkeler ve eşya
açısından farklılık arz etmesi sonucunda Türkiye aleyhine ortaya çıkan tarife farklılığının giderilmesi amacıyla
Meksika menşeli olarak A.TR belgesi (AB ile ticarette, serbest dolaşımda bulunan eşya için ihracatçı firma tarafından
düzenlenen belge) eşliğinde binek otomobillerden CIF bedelinin %10’u oranında ilave Toplu Konut Fonu tahsil
edilmesi kararlaştırılmıştır.
29
Panelistler, uluslararası ticaret hukuku veya ticaret politikası alanında deneyim sahibi olan kişiler arasından
seçilmekte ve her panelde üç panelist görev almaktadır.
30
Yılmaz, M., “Dünya Ticaret Örgütü Kuralları Açısından Sübvansiyonlar ve Telafi Edici Tedbir Soruşturması”,
Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2004.
31
Panel kararının temyiz edilmesi mümkündür, bu amaçla bir Temyiz Organı kurulmuştur. Temyiz Organı'nın yedi
üyesi vardır ve üyeler hukuk veya uluslararası ticaret alanında yeterli bilgi ve tecrübeye sahip kişiler arasından
seçilmektedir.
32
T.C. Ekonomi Bakanlığı, Çok Taraflı Ticaret Sistemi – Dünya Ticaret Örgütü
28
yönelik olarak önlemler almış ve bu kanalla cari açıktaki hızlı artışın önüne geçmeyi
amaçlamıştır. Bu çerçevede, 2011 yılının ilk yarısında cari açıktaki ve kredi hacmindeki artışın
sürmesi karşısında bankaların TL ve YP yükümlülüklerine uygulanan zorunlu karşılık oranlarını
yükseltmiştir. Ayrıca, TCMB kısa vadeli sermaye girişlerinin azaltılması amacıyla, politika
faizlerini düşürmüş ve gecelik borç alma ve borç verme faizleri arasındaki koridora yönelik
değişikliğe gitmiştir. Gelişmiş ülkelerdeki sorunların çözülememesi sonucu küresel ekonomik
aktiviteye ilişkin artan endişelere bağlı olarak TCMB 4 Ağustos’ta olağanüstü bir toplantı yapmış
ve sürpriz bir biçimde politika faizini 50 baz puan düşürürken gecelik borçlanma faizini
%1,50’den %5’e yükselterek faiz koridorunu daraltmıştır.
Cari açığın genişlemesine neden olduğu gerekçesiyle kredilerdeki hızlı artışın yavaşlatılması için
bankaların yıllık kredi artışı %25 ile sınırlandırılması yönünde tavsiyede bulunulmuştur. TCMB
zorunlu karşılık artışları aracılığıyla bankaların maliyetlerini artırmak suretiyle kredi faizlerinin
yükselmesini sağlamıştır. Aynı zamanda, BDDK’nın da konut kredilerine %25 anapara ödenmesi
uygulaması ve toplam kredi hacmi içerisinde tüketici kredilerinin payının yüksek olduğu
bankalara bazı ek maliyetler getirmesi de kredilerdeki ivmelenmeyi yavaşlatmayı amaçlamıştır.
Haziran 2011 itibarıyla cari açıkta henüz bir iyileşme gözlenmezken, tüketici kredilerinin artış
hızının ise Temmuz ayından itibaren ivme kaybettiği görülmektedir. Yılın ikinci yarısında ise,
özellikle yurtiçi talepteki ivme kaybının etkisiyle cari açıkta bir yavaşlama beklenmektedir.
Ayrıca, TL’deki değer kaybının dış ticaret kanalıyla cari açığı olumlu etkileyeceği
düşünülmektedir. Ancak, ara malı ithalatının yüksek düzeyde olması olumlu etkiyi
sınırlandırabilecektir. Öte yandan, küresel ekonomik aktivitedeki olumsuz beklentiler
paralelinde petrol fiyatlarının düşeceği tahmin edilmektedir. Bu çerçevede, enerji fiyatlarında
yaşanabilecek bir düşüş cari açıktaki düzeltmeyi destekleyebilecektir. Nitekim, 2011’in ilk
yarısında $45 milyara ulaşan cari açığın, yılın ikinci yarısında $25-30 milyar civarında
gerçekleşmesi beklenmekte ve yılsonunda $70-75 milyar seviyesinde gerçekleşeceği tahmin
edilmektedir.
Kaynak: BDDK, TCMB
29
4.2.
Ekonomi Bakanlığı Tarafından Alınan Önlemler33
Ekonomi Bakanlığı, cari açık konusunda Türkiye'de enerji kompozisyonunun değiştirilmesi
gerektiğini, cari açığı etkileyen sektörlere yatırım yapılarak dışa bağımlılığı azaltacak bir üretim
yapısına geçilmesi gerektiğini ve yeni teşvik mekanizmasının buna göre düzenleneceğini ifade
etmiştir. Bu kapsamda atılacak adımlar aşağıdaki şekilde sıralanmaktadır:
• Yeni nesil serbest bölge anlayışıyla ihracata ve yatırıma daha fazla katkı sağlayacak bir
yapı oluşturulması,
• Pazara giriş imkânlarının artırılması,
• İhracat pazarlarının ve ihracata konu mal ve hizmetlerin çeşitlendirilmesi,
• İthalat bağımlılığının azaltılması ve girdi tedarik güvenliğinin sağlanması,
Ekonomi Bakanlığı, tedarik zincirinde daha fazla katma değerin yurtiçinde kalması, ara malında
yurtdışına bağımlılığının azaltılması, tedarikte süreklilik ve ihracatta sürdürülebilir küresel
rekabet gücü artışının sağlanması amacıyla “Girdi Tedarik Stratejisi” (GİTES) üzerinde
çalışmaktadır. Gelişmiş ve gelişmekte olan birçok ülkenin girdi tedarik stratejileri geliştirip
uyguladıkları görülmektedir. Özellikle AB, ABD, Japonya, Güney Kore ve Çin bu konuda önemli
adımlar atmaktadır. Bu stratejilerin temel hedefi, fiyatları hızla yükselen hammadde ve girdilere
belirlenen fiyatlardan sürdürülebilir erişimin güvence altına alınmasıyla maliyetlerin kontrol
altında tutulması ve rekabet gücünün artırılmasıdır. ABD’de ulusal savunma sanayi ve temel
ihtiyaçlar için vazgeçilmez olan hammaddelerin geliştirilmesi, çıkarılması, işlenmesi ve kullanımı
konusunda araştırmalar yürütülmektedir. Ayrıca, stratejik önem taşıdığı tespit edilen madenler
stoklanmaktadır.
Çin bu konuda en aktif ülkelerin başında gelmektedir. Çin’in yurt içinde korumacı, yurt dışında
ise saldırgan bir girdi tedarik stratejisi izlediği görülmektedir. Yurt içinde bir yandan maden
arama, çıkarma ve işleme faaliyetlerine yönelik yurt içi yatırımların artırılması sağlanırken,
diğer yandan kilit öneme sahip hammaddelere ihracat kısıtlamaları ve yasakları getirilmekte ve
yabancıların yurt içi madenlere yönelik yatırımları çeşitli yasaklar, şeffaf olmayan prosedür ve
yasal düzenlemelerle önlenmektedir. Buna karşın yurt dışında, hammadde kaynaklarının satın
alınması konusunda proaktif bir politika izlenmektedir. Bu çerçevede, devlet şirketleri ve özel
sektör firmaları yurtdışında hammadde rezervlerini satın alma yönünde yönlendirilmekte ve
teşvik edilmektedir. 2005-2010 döneminde, devletin desteğini alan Çinli şirketlerin, yaptıkları
91 anlaşmayla devraldıkları yabancı madenlerin toplam sözleşme değerinin $32 milyara ulaşmış
olması dikkat çekicidir.
33
Bu bölümde büyük ölçüde T.C. Ekonomi Bakanlığı tarafından yayımlanan rapor ve sunumlardan yararlanılmıştır.
30
Dünyada girdi tedarikinin güvenliğinin ve sürekliliğin sağlanması konusunda ülkelerin attıkları
adımları inceleyen Ekonomi Bakanlığı da bu yöndeki faaliyetlerine ağırlık vermiştir. Ekonomi
Bakanlığı, GİTES kapsamında aşağıdaki hedeflere ulaşılmasını hedeflemektedir:
Merkezi veya sektörel girdi tedarik sistemi oluşturmak,
Özel sektörün girdi satın alım planlamasını destekleyecek mekanizmaları geliştirmek,
Devletler arası anlaşmalarda girdi tedarik imkanlarını güvence altına almak,
Yurt dışına yönelen Türk yatırımlarını ihtiyaç duyulan girdi alanlarına yönlendirmek,
Girdi tedariki için gerekli lojistik düzenlemelere destek vermek,
Bölgesel dış ticaret stratejilerine girdi tedariki konusunu yansıtmak,
Serbest ticaret anlaşmaları ile tercihli ticaret anlaşmalarına girdi tedarik konusunu
yansıtmak.
Türkiye’nin 2010 yılında $185,5 milyarlık ithalatının $131,4 milyarını ara malı ithalatı
oluşturmaktadır. Bu durum, hem ihracatçı sektörlerin, hem de yurt içi tüketime yönelik üretim
yapan sektörlerin ara malı açısından ithalata önemli ölçüde bağımlı olduğunu göstermektedir.
Ara malı ithalatının sektörlere göre dağılımı incelendiğinde, demir-çelik ve madenciliğin ilk
sırada yer aldığı görülmektedir. Türkiye, 2000-2010 döneminde Çin ve Hindistan’ın ardından
çelik üretimini dünyada en çok artıran üçüncü ülke olmuştur. Nitekim, 2010 yılı itibarıyla ham
çelik üretiminde dünyanın 10. büyük üreticisi olan Türkiye, dünyadaki payını %1,7’den %2,1’e
yükseltmiştir. Bu çerçevede, demir-çelik sanayii ile başlanan sektörel bazlı stratejiçalışmalarına
otomotiv ve makine sektörleri ile devam edilmiştir. 2011 yılının sonuna kadar kimya, tekstil,
tarım ve gıda sektörlerini kapsayacak şekilde tüm çalışmaların tamamlanması ve eylem
planlarının hayata geçirilmesi hedeflenmektedir.
Ara malı İthalatının Sektörlere* Göre Dağılımı (2010)
Demir-Çelik** ve Madencilik
Kimyasallar
Otomotiv ve Makine
Tekstil
Tarım
%28,5
%21,6
%19,2
%9,9
%7,5
* DTÖ SITC Sektörel Sınıflaması baz alınmıştır.
** Mineral yakıtlar ve yağlar (bitümenli taşkömürü ve antrasit hariç) dahil edilmemiştir.
Kaynak: Ekonomi Bakanlığı
Demir Çelik Sektörüne İlişkin Önlemler
Türkiye demir çelik üretimi için gerekli olan hurdada başlıca ithalatçı ülkelerden biridir.
Nitekim, ham çelik üretiminin %70’i hurdaya dayalı ark ocaklı tesislerde gerçekleştirilmektedir.
Türkiye’nin demir-çelik hurda ve döküntülerinde yeterlilik oranı %25 ile oldukça düşüktür.
2008’de $9 milyar, 2010’da $7,1 milyar ile hurda önemli bir ara malı ithal kalemi olarak
31
karşımıza çıkmaktadır. Bu durum dikkate alınarak geliştirilen stratejide, kısa vadede sektör
üreticilerinin yurt dışı alımlarda birlikte hareket etmesiyle güç birliğinin sağlanması ve sinerji
yaratılması, uzun vadede ise iç kaynakların geliştirilmesi amaçlanmıştır. Bu konuda atılan
adımlarla, özellikle alımda güç birliği yapılmasıyla olumlu sonuçların elde edildiği
belirtilmektedir. Türkiye böylece, önemli bir alıcı olmanın avantajını kullanmaya başlamıştır.
GİTES kapsamında, ayrıca, demir cevheri zenginleştirme tesislerinin teşvik edilmesine, stratejik
girdilerde dış yatırımlar için politik risk sigortasının devreye girmesine, motor ve aktarma
organlarına ilişkin Ar-Ge faaliyetlerinde kullanılan test yakıtlarının ithalatına ilişkin ilerleme
sağlanmasına, otomotiv ile elektronik sektörleri arasında işbirliği modeli oluşturulmasına
yönelik çalışmalar yapılması hedeflenmektedir. GİTES’e yönelik yapılan çalışmalarda, yurt içinde
üretiminin hiç bulunmaması veya yeterli seviyede olmaması nedeniyle yurt dışı tedarik
zorunluluğu bulunan ve bu durumun “fiili imkansızlık” nedeniyle kısa ve orta vadede
değişmesinin mümkün olmadığı kritik girdilerde yurtdışı yatırım ihtiyacının olduğu tespit
edilmiştir.
Otomotiv Sektörüne İlişkin Önlemler
Üretim ve ihracat açısından önem arz eden otomotiv sektörüne yönelik de çalışmalar
yapılmıştır. Otomotiv sanayi girdileri; motor ve aktarma organları, metal ve sac, plastik ve
enjeksiyon kalıpçılık, kauçuk, elektronik ve gömülü yazılım olmak üzere beş ana grup altında
incelenmiştir. Ayrıca, AR-GE ve test merkezleri ile lojistik altyapı da incelemeye dâhil edilmiştir.
Otomotiv sektörü açısından önem taşıyan motor ve aktarma organlarının üretiminin yurt içinde
oldukça sınırlı olmasının etkisiyle dış ticaret açığı verilmektedir. Nitekim, üretimin yetersiz
olması ve üreticilerin tedarik kaynağı tercihleri nedeniyle yaklaşık $5 milyarlık motor aktarma
organı ithal edilmiştir. Bu alanda ilerleme kaydedebilmek için, sanayi içindeki işbirliğinin
artırılması, üniversite sanayi işbirliğinin geliştirilmesi ve sonuç odaklı bir işbirliği modelinin
geliştirilmesi gibi hedefler belirlenerek üzerinde çalışıldığı belirtilmiştir.
Metal ve sac alanında ise, vasıflı metal, pik ve döküm üretiminde kapasite ve kalitede sıkıntı
yaşandığı, rekabetçi fiyat ve temin sektörün karşılaştığı başlıca sorunlar olarak tespit edilmiştir.
Plastik ürünleri, kauçuk ve sentetik kauçukta; ithalata bağımlı olan otomotiv sanayi fiyat artışları
karşısında manevra kabiliyetini kaybetmekte ve girdi temin etme konusunda zaman zaman
sıkıntı yaşamaktadır. Önemli kauçuk kullanıcısı olan global firmaların doğal kauçuk üreten
ülkelerde, yatırım yaparak hammadde tedarikinde sürekliliği sağlama yönünde stratejiler
geliştirdikleri ifade edilmiştir. Petrokimya ürünü olan plastik ve sentetik kauçuk üretiminde de
32
global üreticilerin petrol zengini bölgelere yatırım yapmaya başladıkları ve Türkiye’nin de bu
sürecin içerisinde yer alması gerektiği belirtilmiştir.
Sektör üretiminin maliyeti içerisinde %30-35 civarında bir paya sahip olan elektronik ve gömülü
yazılımın payının orta ve uzun vadede daha da yükseleceği dikkate alındığında bu ürünler çok
önemli bir girdi kalemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Elektronik ve yazılım başta olmak üzere,
inovasyonun önemli olduğu tüm sektörler için tabana yayılmış yenilikçi bir yapı, motor
teknolojisindeki eksikliklerin giderilmesi, gerekli ölçeği sağlayacak politikalar oluşturulması ve
yönlendirici rol oynayacak bir yapının geliştirilmesi amaçlanmaktadır. Ayrıca, sanayinin
kümelendiği bölgede ihtisas limanları ile girdi kaynağı–üretim merkezi-yükleme limanları
arasında demir yolu ağlarının kamu-özel sektör işbirliği içinde geliştirilmesi hedeflenmektedir.
Yurtdışından temin edilen ancak yurtiçinde üretimi gerçekleştirilebilecek kritik ara mallarının
ise yurtiçinde üretiminin sağlanması hedeflenmektedir. Bunu gerçekleştirmek için, gerek yurt
dışına yönelen Türk yatırımlarının ihtiyaç duyulan girdi alanlarına yönlendirilmesi, gerekse
yabancı yatırımcıların bu alanlara çekilmesi amaçlanmaktadır. Bu çerçevede, ilk aşamada
yatırım için potansiyel alanlar olarak, motor aktarma organları, paslanmaz çelik, vasıflı çelik,
kompresör ve rulman belirlenmiştir.
Hükümet yetkilileri tarafından cari açığın azaltılmasına yönelik olarak İhracata Dönük Üretim
Stratejisi, Girdi Tedarik Stratejisi ve İhracat Pazarlarının Çeşitlendirilmesi Stratejisi
çalışmalarının 2012-2014 dönemini kapsayacak Orta Vadeli Program'da detaylandırılacağı
açıklanmıştır. Böylelikle, 2001 krizinin ardından enflasyon, mali disiplin ve bankacılık
sektörünün düzenlenmesi gibi konularda önemli bir ilerleme kaydeden Türkiye ekonomisinde
uzun bir süredir söz edilen ve makroekonomik politikaları destekleyici nitelikte mikro
politikaların uygulanması söz konusu olabilecektir. Söz konusu politikalar istikrarlı bir büyüme
sürecinin tesisi açısından önem arz etmektedir.
5. GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Türkiye’nin üretim yapısındaki sorunlar, özellikle üretimde ithal ara malına bağımlılığın yüksek
seviyelerde olmasının etkisiyle ihracat artışı beraberinde ithalat artışını da getirmektedir.
Nitekim, Türkiye’nin yıllık ithalatının yaklaşık %70’i ara malı ithalatından oluşmaktadır. Ayrıca,
Türkiye’nin enerjide dışa bağımlı olması petrol ve emtia fiyatlarındaki gelişmelerin doğrudan dış
ticaret açığını etkilemesine neden olmaktadır. Türkiye’nin 2010 yılındaki enerji hariç dış ticaret
kompozisyonu incelendiğinde, en fazla ihracat yapan sektörlerin aynı zamanda en yüksek dış
ticaret açığı veren sektörler olduğu görülmektedir. Bu durum, Türkiye’nin ihracatta katma değer
33
yaratmada yaşadığı sorunu teyit ederken Türk sanayiinde dış ticaret açığının, dolayısıyla da cari
açığın yapısal bir sorun olduğunu da göstermektedir.
Uzun vadede cari açığın sürdürülebilirliğine ilişkin olarak; cari açığın kaynakları, finansman
yapısı, döviz kurlarının gelişimi, uluslararası döviz rezervlerinin düzeyi, finansal sistemin yapısı
ve siyasi istikrar önem arz etmektedir. Uzun vadede sürdürülebilirliğin sağlanması, yurtiçi
tasarruf oranlarının artırılması ve doğrudan yabancı sermaye girişlerinin ihracatı destekleyen,
ara mallarında ithalata bağımlılığı azaltan ve yüksek katma değer yaratan yatırımlara
yönlendirilmesi ile mümkün olabilecektir.
Avrupa Birliği Müktesebatı ve uluslararası yükümlülüklerini yerine getiren Türkiye, ticaret
politikası savunma araçlarından korunma önlemleri ile dampinge ve sübvansiyona karşı
vergileri etkin bir şekilde kullanmaya gayret göstermekte ve bu konuda dünyada ön sıralarda
yer almaktadır. Ancak, özellikle antidamping uygulamalarında olduğu gibi bu önlemler genellikle
mikro bazda kalmakta ve cari açık üzerinde sınırlı etki yaratmaktadır. Bu açıdan cari açığın
azaltılması hususunda, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelimin artması, GİTES projesinde
olduğu gibi girdi tedarikine yönelik adımlar önem taşımaktadır. Global piyasalarda olumsuz
görünümün ağırlık kazandığı son dönemde cari açığa ilişkin Hükümet’in atacağı adımlar
yakından takip edilmektedir. Gerçekleştirilecek yapısal reformlarla ancak orta ve uzun vadede
çözüme kavuşturulması mümkün görünen cari açığın bütüncül bir yaklaşımla ele alınması ve
eylem planlarının oluşturulması, Türkiye ekonomisi açısından önemli bir adım olarak
değerlendirilmektedir. Oluşturulan uzun vadeli bir perspektifle, 2023 yılında $500 milyarlık
ihracat ile dünyanın ilk on ekonomisi arasına girmeyi hedefleyen Türkiye’de bu konudaki
planların hayata geçirilmesi hedeflere ulaşmada önemli katkıda bulunacaktır.
15 yıldır yürütülen Gümrük Birliği’nin olumlu yönleri kadar son dönemde sıkıntı yaratan yönleri
de gündeme gelmektedir. Bu durum, Türkiye'nin diğer aday ülkelerden farklı olarak Birliğe üye
olmadan Gümrük Birliği’ni gerçekleştirmesinden kaynaklanmaktadır. Türkiye, AB üyesi
olmaması nedeniyle karar alma mekanizmasına katılamamakta, buna karşılık AB mevzuatına
uyma yükümlülüğü taşımaktadır.
AB 2006 yılından bu yana Birlik dışındaki ülkelerle ticari ilişkilerinde STA’ları tercih ederken, AB
ile STA imzalamış olan bazı ülkeler Türkiye ile benzer anlaşmaları imzalamaktan kaçınmaktadır.
Bu durumda, üçüncü ülke menşeli ürünlere AB pazarının yanı sıra trafik sapması yoluyla iç
pazar açılırken, söz konusu pazarlarda Türkiye’ye yüksek gümrük tarifesi uygulanması Türkiye
açısından ciddi bir dezavantaj yaratmaktadır. Türkiye’nin kısa vadede AB’ye üye olmayacağı
gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, Birliğin STA imzaladığı ülkelere karşı (hâlihazırda
görüşmelerin sürdüğü diğer önemli oyuncuların da bu denkleme girmesiyle) Türkiye açısından
34
dezavantajın giderek artacağı tahmin edilmektedir. Bu gelişmeler paralelinde, Gümrük
Birliği’nin sorgulanmasına ve Türkiye’nin dezavantajlarını ortadan kaldıran daha adil bir ticaret
anlaşması imzalaması gerektiğine yönelik görüşler gündeme gelmektedir.
Küresel ekonomik krizin ardından uluslararası ticarette yaşanan rekabet ve Uzak Doğu ülkeleri
başta olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin bu ticaretten pay alma yarışı dikkate alındığında,
Türkiye’nin uzun dönemde ihracatta hedeflenen ölçüde bir artışı sağlayabilmesi için
sanayileşmede mevcut yapısal sorunlarını çözmeye odaklanan planlı politikalar uygulaması ve
biran önce ihtiyaç duyulan yapısal reformlarını gerçekleştirmesi gerekmektedir. Bu çerçevede,
cari açığın genişlemesine engel olmak için iç talep artışını sadece para politikası araçları ile kredi
kanalı üzerinden kontrol altına almayı hedefleyen politikaların uzun vadeli kalıcı çözümler
üretmesi mümkün gözükmemektedir. Ekonomi Bakanlığı tarafından son dönemde mikro
düzeyde yürütülen çalışmalar ve bu çalışmalar sonucunda üretilen eylem planlarının hayata
geçirilmesinin ihtiyaç duyulan yapısal reformların gerçekleştirilmesi suretiyle uzun dönemde
özellikle ara mallarında ithalata bağımlılığın azaltılmasına, dolayısıyla da cari açığın
sürüdürülebilir seviyelere indirilmesinde önemli kazanımlar sağlayacağı düşünülmektedir.
35
KAYNAKÇA
Akman, S. , (1999), “Türkiye’nin İthalat Politikası, Değişen Koruma Anlayışı: İthalatta Haksız
Rekabetin Önlenmesi ve Anti-Damping Vergisi Uygulamaları”, Yeni Türkiye Dergisi
Akses, S., “AB-Güney Kore Serbest Ticaret Anlaşması ve Türkiye’deki Etkisi”, İKV Değerlendirme
Notu, Ekim 2010.
Babaoğlu, B., (2005), “Türkiye'de Cari İşlemler Dengesi Sürdürülebilirliği”, T.C Merkez Bankası
Uzmanlık Yeterlilik Tezi, Ankara.
Çulha, H. (2009), “Dünya Dış Ticaretinde Korumacı Politikalar ve Türkiye Dış Ticaretine Etkileri”,
Yayınlanmamış Uzmanlık Tezi,
Demir, Ö., "Dünya Ticaret Örgütü'nün Yeni Çalışma Konusu: Ticaret ve Rekabet Politikaları
Arasındaki İlişki", Dış Ticaret Dergisi, Sayı:9, Nisan 1998
Erkılıç, S. (2006), “Türkiye’de Cari Açığın Belirleyicileri”, TCMB Uzmanlık Yeterlilik Tezi
GATT Bilgilendirme Rehberi, 2009, Gelir İdaresi Başkanlığı
İKV, “Avrupa Birliği’nin Ortak Ticaret Politikası”, 15 Soruda 15 AB Politikası, Ağustos-Aralık
2003
Kutlay, M., “AB-Güney Kore Serbest Ticaret Anlaşması ve Türkiye'ye Etkileri: Gümrük Birliği'ni
Yeniden Düşünmek”, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Eylül 2010
Nas, Ç., “Gümrük Birliği ve Türkiye'nin AB Dış Ticaret Rejimine Uyumu”, Dünya Gazetesi, 30
Ekim 2010
Özlale Ü. ve Cünedioğlu, E., “Türkiye’nin İhracat Performansı 1: Daha Az Rekabetçi, Daha Hızlı
Adapte” , TEPAV Politika Notu, Mart 2011
Özlale Ü. ve Cünedioğlu, E., “Türkiye’nin İhracat Performansı 2: Sektörel Bazda Çeşitlilik,
Rekabetçilik ve Adaptasyon”, TEPAV Politika Notu, Mayıs 2011
Öztürk, H. ,“Cumhuriyetimizin 75. Yılında Ülkemizde Uygulanan İthalat Politikalarına Genel Bir
Bakış”, Dış Ticaret Dergisi-Özel Sayı, Ekim1998
T.C. Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı, Türkiye Enerji Sektörü Raporu, Ağustos 2010
T.C. Dışişleri Bakanlığı
36
T.C. Ekonomi Bakanlığı
TEPAV Politika Notu, “AB-G. Kore Serbest Ticaret Anlaşması Türkiye Otomotiv Sektörü İçin Bir
Tehdit Mi?”, Şubat 2011
TÜİK
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı ve TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Ortak
Çalıştay Raporu, “Avrupa Birliği'nde Değişen Dinamikler”, Kasım 2006.
TÜSİAD, “AB Türkiye'yi Zarara Uğratıyor”, Nisan 2008
Yılmaz, K., “Taking Stock: The Customs Union between Turkey and the EU Fifteen Years Later”,
Tüsiad-Koç University Economic Research Forum Working Paper Series , 2010
Yılmaz, M., “Dünya Ticaret Örgütü Kuralları Açısından Sübvansiyonlar ve Telafi Edici Tedbir
Soruşturması”, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2004.
Yükseler, Z., 2011, “Türkiye'nin Karşılaştırmalı Cari İşlemler Dengesi ve Rekabet Gücü
Performansı (1997–2010 Dönemi)”, T.C. Merkez Bankası Danışmanı
37
YASAL UYARI
Bu rapor Bankamız uzmanları tarafından güvenilir olduğuna inanılan kamuya açık kaynaklardan elde edilen
bilgiler kullanılmak suretiyle, sadece bilgilendirme amacıyla hazırlanmıştır ve hiçbir şekilde finansal
enstrümanların alım veya satımı konusunda tavsiye veya finansal danışmanlık hizmeti sağlanması olarak
yorumlanmamalıdır. Bu raporda yer verilen görüş ve değerlendirmeler, hiçbir şekilde Türkiye İş Bankası
A.Ş.’nin kurumsal yaklaşımını yansıtmamakta olup, raporu kaleme alan uzmanların kişisel görüş ve
değerlendirmeleridir. Türkiye İş Bankası A.Ş. bu raporda yer alan bilgi, görüş ve değerlendirmelerin doğru,
değişmez ve eksiksiz olması konusunda herhangi bir şekilde garanti vermemektedir. Türkiye İş Bankası A.Ş.
bu raporda yer alan bilgilerde herhangi bir bildirimde bulunmaksızın değişiklik yapma hakkına sahiptir. Bu
rapor ve içindeki bilgilerin kullanılması nedeniyle doğrudan veya dolaylı olarak oluşacak zararlardan Türkiye
İş Bankası A.Ş. hiçbir şekilde sorumluluk kabul etmemektedir.
İşbu rapor üzerinde Bankamızın telif hakkı olup, Bankamızın yazılı izni alınmaksızın herhangi bir kişi
tarafından, herhangi bir amaçla, kısmen veya tamamen çoğaltılamaz, dağıtılamaz veya yayımlanamaz. Tüm
haklarımız saklıdır.

Benzer belgeler