Asistanlar rektörlükte - Arıyorum İTÜ Gazetesi

Transkript

Asistanlar rektörlükte - Arıyorum İTÜ Gazetesi
Kadınlar Günü’ne özel
Yazıcıdan doku nakli Sayfa 7 karikatürler... Sayfa 22
Arıyorum’un özel haberi:
Türkan Şoray’ın
kitabında bahsettiği
İTÜ’lü müzisyen...
Sayfa 5
arıYORUM
Eurovision yok, İTÜVision var!
Sayfa 10
itü kültür ve sanat birliği basın yayın kulübü
yirmi üçüncü sayı, nisan iki bin on üç süreli yayın ISSN: 1305 - 4785
itü gazetesi
Rektör Karaca:
Kerem
Cankoçak
yazdı:
Sayfa 6
‘‘Büyük Patlama
her şeyin
başlangıcı değil!’’
Yönetmelik resmi gazetede
yayınlanmadı!
İşlerine iadeleri için Araştırma Görevlilerinin talepleri ve İTÜ
Rektörlüğü’nün gerekçeleri daha da netleşti.. YÖK’ün aldığı yeni karar ile
asistan - rektörlük arasındaki sürtüşme rektörlüğün içine taştı. Bin kişinin
istilası, gelecek günlerde etki yaratacak mı göreceğiz... Sayfa 12
DININ
BİLİM VE SANATTA KA
TTI
YERİNİ KADINLAR ANLA
ER
Prof. SALLY HASLANG
LIN
Yrd. Doç. Dr. AYŞE AKA
IN
Öğr. Gör. GÜLİZ KAPK
Sayfa 14
İTÜ Geliştirme Vakfı’nın katkılarıyla...
Sayfa 20
luğu tarif ediyor
ORHAN KURAL mutlu
ERT AYDIN’la
NTV Spor yorumcusu M
macerası
Türk futbolunun Avrupa
omi kulüpleri
Gönüllülük, FRP, Gastron
ve Ragbi takımı
leri
İTÜRO ve GOBİ etknlik
www.gazete.itu.edu.tr
SİYAH MAVİ KIRMIZI SARI
EN
ÖĞRENCİ KONSEYİ’ND
MESAJ VAR Sayfa 9
‘‘Hazır gıdadan
uzaklaşın!’’
SAYFA 1
Asistanlar rektörlükte
Obeziteyle
mücadele eden Prof.
Bağrıaçık’tan gençlere
uyarı:
SAYFA 2
SİYAH MAVİ KIRMIZI SARI
2
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
ARIYORUM
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
NİSAN 2013
SİZİ BEKLİYOR
GOBI, bu yıl 14-19 Nisan tarihleri arasında, 42 farklı
ülkeden ve Anadolu’dan gelen 2000 civarı üniversite öğrencisinin katılımıyla gerçekleşecek.
GOBI, Global Opportunities in Business and Investment (İş ve Yatırım
Alanında Küresel Fırsatlar), İTÜ Yatırım Kulübü’nün bu yıl beşincisini
düzenlediği uluslararası iş ve yatırım
zirvesidir. Gobi 2013 ile ilgili ayrıntıları Melih Yahşi’ye sorduk.
GOBI’nin keyif ile işe yararlılığı birleştirmek isteyen öğrencilerin, özgeçmişini doldurup, bütün dünyadan insanlarla birlikte iş kültürüyle ilgili bilgi sahibi olmalarına olanak sağlamak
amcıyla kurulmuş bir organizasyon
olduğunu öğrendik.. Değişen ekonomik trendlerin göz önünde bulundurulmasıyla oluşan yeni küresel fırsatlar ve sektörlerdeki global değişimler,
panellerin ana temasıdır. Konferanslar, nisan ayının ortasında başlamakta ve 5 gün sürüyor. İlk gün, yaklaşık 100 civarı uluslararası öğrenci,
İstanbul’a varıyor. Aynı günün akşa-
mı, etkinlik açılış gecesi ile başlamaktadır. Açılış gecesinde Türk Kültürü,
geleneksel dans ve müziklerle tanıtılıp, açılış gecesi konseriyle keyifli bir
müzik şöleni yaşanır. Devam eden
üç günde, 10.00 ve 15.00 saatleri arasında beş bloktan oluşan panellerde,
Türkiye’nin seçkin iş adamları, iş ve
yatırım sahalarının ilgi çekici evrensel konularından bahseder. Konuşmacılar İngilizce olan sunumlarını
öğrencilerin sorularını cevaplayarak
sonlandırmaktadırlar. Organizasyon
sonunda belli miktarda katılım göstermiş kişilere sertifika verilmektedir.
GOBI’de Türkiye ve İstanbul tanıtımı
esas alınarak, gezi ve sosyal aktiviteler ile her üniversite öğrencisinin,
hayatı boyunca unutamayacağı bir
hafta yaşatmaya çalışılır. Panellerden
sonra her gece, İstanbul’un en elit eğlence mekânlarında çeşitli aktiviteler
düzenlenmektedir. Paneller, üçüncü
-Casper CEO- Charlotte Anne Lamprecht
-Groupon Türkiye Genel MüdürüOnur Aydın
- EnerjiSa CEO - Yetik Mert
-Yemeksepeti.com Kurucusu- Nevzat
Aydın
-Markafoni.com Kurucusu- Sina Afra
- Doğuş Otomotiv Yönetim Kurulu
Başkanı- Aclan Acar
- PwC Türkiye Danışmanlık Hizmetleri Lideri - Hüsnü Can Dinç
Merve Turhan / Ayazağa
etkinliklerle bir araya getirmeyi hedefleyen ve meydana gelen teknolojik
gelişmeler ışığında yapılan çalışmaları sorgulamayı planlayan bir oluşum.
İTÜRO
BAŞLIYOR
2007 yılında başlayan İTÜRO
organizasyonu 7. kez sizleri
robot dünyası ile buluşturuyor. 11 Nisan’da başlayacak
olan etkinlikte robotik alanındaki son gelişmeler ve öğrenciler arası yarışmalar dikkatleri
çekecek. İTÜRO Tanıtım Koordinatörü Ahmet Caner Erdoğan ile yaptığımız kısa söyleşiden edindiğimiz bilgileri
sizlerle paylaşıyoruz.
gün kapanış töreniyle sona ermektedir. 2013 Gobisi’nin panel başlıkları;
• 15 Nisan 10.00-12.00: Markasını
Konuşturan Yöneticiler
• 16 Nisan 10.00-12.00: Neden
Türkiye’de Yatırım?
•
16 Nisan 13.00-15.00: Sürdürülebilir ve Gelecek Vaadeden Projeler
•
17 Nisan 10.00-12.00: Dünya’da
Öne Çıkan Türk Markaları
• 17 Nisan 13.00-15.00: E-Ticaretin
Duayenleri ve panelistleri;
- Tofaş CEO- Kamil Başaran
- Microsoft Türkiye Genel Müdür
Yardımcısı - Mustafa Çağan
- Borusan EnBW Enerji Genel Müdürü - Mehmet Acarla
- Intel Türkiye CEO- Burak Aydın
İTÜ Robot Olimpiyatları (İTÜRO),
İTÜ Kontrol ve Otomasyon Kulübü
(OTOKON) tarafından 11-12-13 Nisan 2013’te, İTÜ Ayazağa Kampüsü
Süleyman Demirel Kültür Merkezi
(SDKM)’nde düzenlenecek. İTÜRO,
robotik alanında çalışma yapmakta
olan öğrencileri, akademisyenleri ve
endüstri temsilcilerini düzenlediği
Her yıl binlerce lise ve üniversite öğrencisinin katıldığı İTÜRO’ya
geçtiğimiz yıl yarışmacı veya izleyici
olarak 7 bin kişi katıldı. Bunun yanı
sıra etkinlik için İTÜRO ekibi organizasyonda 150 aktif kişi ile faaliyet
gösterdi. Proje kayıtlarının internet
üzerinden yapıldığı İTÜRO’da robotlar Çizgi İzleyen, Mini Sumo, Mikro
Sumo, Süpürge, Yangın Söndüren,
Merdiven Çıkan, Labirent, Kendini
Dengeleyen, Senaryo: Top Taşıma
ve Serbest Kategori olmak üzere on
farklı kategoriyle yarışmada yer almakta ve robotlarını SDKM’de sergilemektedirler. İTÜRO kapsamında
robotik ve kontrol bilimi gibi alanlar-
“Cumartesi-Pazar sınav olan
8 Mart’da Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde, sanatçı bir sistemde öğrencilerin ilgiAyhan Tomak’ın “Kadının Rengi” adlı resim ve heykel ser- sizliğine şaşırmam.”
gisinin açılışı ve söyleşisi yapıldı. Sergide 6 heykel, 4 tablo, 3 SDKM’deki etkinliğe öğrencilerden gelen talebin az olması dikkat
ayna çalışmasından oluşan 13 farklı eser yer aldı.
Anıl Güler / Ayazağa
SATRANÇ DERSLERİ
İTÜ Satranç Topluluğu’nun bahar
dönemi ücretsiz satranç derslerinin
gün ve saatleri şöyledir:
Başlangıç-orta seviye: Her cuma saat
16.30'da.
İletişim: Emre Hasgüleç,
[email protected], 530 558 8555
Orta seviye: Her çarşamba saat
17.30'da.
İletişim: Görkem Sivri
[email protected], 533 349
4873
Dersler İTÜ
Satranç Topluluğu
kulüp odasındadır.
NİSAN 2013
İTÜ - RTEÜ
iş birliği
İTÜ ile Recep Tayyip Erdoğan (RTE) Üniversitesi arasında eğitim-öğretim, araştırma-geliştirme ve inovasyon konularında iş birliği protokolü
imzalandığı bildirildi.
İTÜ'den yapılan açıklamaya göre, Rektör Prof.
Dr. Mehmet Karaca, Genel Sekreter Doç. Dr.
Tayfun Kındap ile RTE Üniversitesi'ni ziyaret
etti.
Protokole göre, İTÜ öğretim üyeleri, RTEÜ'nde
çeşitli dersler verebilecek, ortak doktora programları açılacak, RTEÜ Makine Mühendisliği
Bölümü öğrencileri İTÜ'de 2 dönem İngilizce
hazırlık okuyabilecek. Karşılıklı tespit edilecek
sayıda RTEÜ öğrencisi yaz dönemlerinde 2 ay
süreyle İTÜ eğitim-öğretim laboratuvarlarında
uygulama yapabilecek. Ayrıca, araştırma-geliştirme ve inovasyon kapsamında ortak çalışmalar yapılacak ve sonuçları ortak kullanıma
açılıp, her iki üniversitenin öğretim üyeleri,
yardımcıları, araştırmacıları ve öğrencileri arasındaki bağ daha da güçlendirilecek.
Açıklamada görüşlerine yer verilen RTEÜ Rektörü Prof. Dr. Arif Yılmaz, iki üniversite arasında yapılan işbirliği protokolünün esas amacının
ülkeye katkı sağlamak olduğunun altını çizerek,
İTÜ ile başarılı çalışmalar ortaya çıkaracaklarına inandığını belirtti. Rektör Karaca da insanı
ve tabiatıyla Rize'nin yüksek bir potansiyele sahip olduğunu kaydetti.
Rockwell ve İTÜ iş birliği:
Güç ve Hareket
Kontrolü Laboratuvarı
2011 Ekim ayında görüşmelere başlanan Rockwell Automation ile anlaşmaya varılarak 19 Şubat Salı günü Güç ve
Hareket Kontrolü Laboratuvarı açıldı.
İTÜ Kontrol Mühendisliği Bölümü öğretim görevlisi Yrd. Doç.
Dr. Ali Fuat Ergenç laboratuvarın
yürütücülüğünü yapıyor. Ergenç,
laboratuvarın herkese açık olduğunu, Rockwell Automation ekipmanlarının İTÜ’ye hibe edildiğini
ve İTÜ’ye yaklaşık 1.5 Milyon
dolarlık yatırım getirildiğini dile
getirdi.
Anlaşmaya göre laboratuvar müsait olduğu sürece burada hem endüstriyel eğitimler verilecek hem
de endüstri ile beraber projeler yapılabilecek. Rockwell ile firmanın
misafirlerinin laboratuvarı ziyaret
edebilmelerine ve üniversiteden
akademisyenlerle anlaşıp eğitimlerin bir kısmının üniversitemizde
verilmesinin sağlanmasına yönelik
karşılıklı bir anlaşma yapıldı.
Türkiye’de 1993 yılında kurulan,
“BENİN’DE YAŞAM” BAŞLIKLI FOTOĞRAF SERGİSİ
Çoğunlukla bir fotoğraf onlarca
sayfada anlatılanlardan daha fazlasını ifade eder. Afrika’nın kilit
noktasındaki sevimli coğrafyası
ile Benin Cumhuriyeti’ni daha
geniş kesimlere tanıtarak iş birliği alanlarını artırabilmek için
Benin İstanbul Fahri Başkonsolosluğu, on yıldır farklı etkinlikler gerçekleştirdi. Bu defa Alman
Fotoğraf sanatçısı Jörg Bier ve
tanınmış fotoğraf sanatçımız İbrahim Göksungur’un objektifle-
rinden Benin’i sunmayı amaçladı.
Benin’de Yaşam başlıklı fotoğraf
sergisi İTÜ Süleyman Demirel
Kültür Merkezi’nde, 4 Mart 2013
Pazartesi günü Saat 16.00’da açıldı.
8 Marta kadar gezildi.
Benin, tarihsel zenginliği, eşsiz
doğası, gölleri, lagünleri, sıcak
su kaynakları,
sahilleri, safari turizmini de imkan sağlayan
doğal parkları, dünyada benzeri
olmayan yılanlı mabedi ve Vudu
ritüelleri ile farklı coğrafyaları
keşfetmek isteyen gezginler için
bulunmaz bir fırsattır.
Fotoğraf sergisi, Benin Cumhuriyeti İstanbul Fahri Başkonsolosluğu başta olmak üzere Benin’de
ABD’nin otomasyon konusunda
lider şirketi Rockwell Automation,
Türkiye’de de hem global hem de
yerli markalara hizmet veren fabrika otomasyonlarında lider bir
şirket.
ticari faaliyet yürüten Tailwind
Havayolları, Superteks ve Hummel firmalarının desteği ile gerçekleşti.
İTÜ’de Lütfen+1
Prof. Dr. Orhan Kural’ın hazırlayıp sunduğu “Ekoloji Bilincini” yerleştirmeye
yönelik Bugün Kanalı’nda Pazar günleri yayınlanan “Lütfen +1” programının
geçtiğimiz haftaki konukları Rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Karaca, İTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr.
Ayşe Sema Kubat ve rüzgâr sörfü dalındaki başarıları ile tanıdığımız Türkiye 2.
Güzeli, İTÜ Makine Mühendisliği mezunu Çağla Kubat ile oyuncu, sunucu,
İTÜ Jeoloji Mühendisliği mezunu Şebnem Özinal idi.
Ortak konu çevre, ekoloji ve daha yeşil
bir İTÜ idi.
SİYAH MAVİ KIRMIZI SARI
Tomak, sergisi hakkında Kadının
Rengi adıyla kadının yaşamları ve
yaşam karşısında duruşları ile ilgili resim çizgilerinin olduğunu belirtti. Ayrıca: “Benim için 8 Mart
Dünya Emekçi Kadınlar Günü gözüyle baktığım için bu emek ve emekle birlikte insan olmak benim
için yapı taşlarıdır. Yoksa orada
kadınlar çiçektir, böcektir gibi laflar bana itici geliyor. Burada olay
şu; çok doğal şekilde karşımızda
bir insan var. Ben varım veya bir
başkası, yani bir kişilik var. O kişiliği bir sanatçı hangi açıdan veya
nasıl bir biçim yaratarak ortaya çıkartıyor.” dedi.
çekerken, bu konu hakkında Tomak: “Sergiye gelecek kişiler ilgisiz olup gitse kendimi sorgularım.
Fakat daha gelmeden ilgisizlik
varsa o zaman burada iletişimsizlik vardır. Ve asla kabul edemeyeceğim bir şey gördüm; cumartesi
ve pazar günlerinin sınav olması.
Böyle bir şey hiçbir zaman hiçbir
yerde yok. Kölelik düzeninde bile
yok. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün temel özelliği kadın
hakları, işçi haklarıdır. İşçi hakları
olan bir yerde cumartesi pazarın
da sınav olması demek, saçmalıktır. Bu yüzden sergiye gelmemezlik değil, hiç uğramasalar da hiç
şaşırmam artık.” dedi.
nbul Teknik Üniversitesi
Çevre Mühendisliği Kulübü tarafından düzenlenen Sürdürülebilir Ekosistem Günleri’nin
dördüncüsü 04-05 Nisan 2013 tarihleri arasında gerçekleştirilecektir. Etkinliğin Programı aşağıdaki
gibidir:
SEG '13 Program 4-5 NİSAN 2013
04 Nisan Perşembe
09:30-10:00 Açılış (İsmail Toröz)
10:15-11:00 Waste Free Oceans
(Yavuz Eroğlu)
11:15-12:00 Sürdürülebilir Şehirler
(Celal Toprak)
12:00-13:00 Öğle yemeği
13:00-13:30 Belgesel Gösterimi
13:30-14:15 Karbon Ticareti ve
Karbon Ayak İzi (Selda Cabbar)
14:30-15:15 Biyoenerji (Mirat Gürol)
15:30-16:30 İş Dünyasında Çevreci
Yaklaşım
16:30-17:00 Etkinlik (Tanışma-Bez
çanta boyama vb.)
05 Nisan Cuma
09:30-10:00 Biyomimetrik (Emirhan Coşkun)
10:15-11:00 Enerji Verimliliği (Meriç Öven)
12:00-13:00 Öğle yemeği
13:00-13:30 Müzik dinletisi
13:30-14:15 Life Cycle Assesment
(Zerrin Çokaygil)
14:30-15:15 Atık Yönetimi (Aynur
Acar)
15:30-16:15 Yeşil Gençlik Platformu - Sürdürülesi Kent Konuşmaları 2
16:30-17:00Serbest Kürsü-Kapanış
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
SAYFA 3
KSB’DEN KADINLAR GÜNÜNE ÖZEL ETKİNLİK
da seminerler, söyleşiler, paneller ve
sergiler düzenlenmektedir. Yarışmalarla eş zamanlı olarak düzenlenen
bu etkinlikler, bu alanda çalışmalar
yapmakta olan katılımcılara yol göstermektedir. Tanıtım Koordinatörü
Erdoğan İTÜ öğrencilerinin etkinliğe
ilgisinin beklenenin çok altında olduğunu, herkesi organizasyona davet
ettiklerini belirtti.
İsta
3
ARIYORUM
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
SAYFA 4
SİYAH MAVİ KIRMIZI SARI
4
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
ARIYORUM
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
NİSAN 2013
Esra Erdoğan
‘‘Tek amacım
hayatlara denge getirmek...’’
Bu ay İTÜ Basın Yayın Kulübü etkinliğine konuk olacak Esra Erdoğan ile sohbet ettik. Öncelikle bu sohbetimize
ve ardından KSB Küçük Salon’daki sürprizlerle dolu etkinliğe 18 Nisan saat 18.00’da tüm İTÜ’lüleri bekleriz.
Kendiniz ve düşünceleriniz hakkında bilgi
verebilir misiniz?
Kendimi bildim bileli hep farkındalıkla
uğraştım. Farkındalık fark ettiklerimizin dışında da olasılıkların derinliğinde ve içselliğinde olacağımız bir yolculuktur ki bu aslında potansiyellerimizi oluşturur. Dolayısıyla
insanlarla da bu farkındalık üzerine yolculuk
yapıyoruz. 10 yıllık bir tasavvuf geçmişim
var ve tasavvuf kişinin bireysel olarak “kendini bilmesi” prensibine dayalıdır. Benim de
hayata bakış açım bu prensible kesiştiği için
farkındalığın kendini bilmek adına geliştirilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Bizler görünene değil daima görünmeyene
bakabilmeyi geliştirebilmeyi deneyimlemeye
izin vermeliyiz. İnsanların kendi potansiyellerine ve yeteneklerine ulaşabilmeleri şüphe
içinde olduklarından dolayı zordur. Kendi
farkındalığında kalmaları ve tam kapasite
kendilerine güven duymaları daha da zordur.
Oysa kendilerini bilmeye ve deneyimlemeye
şüphesizce açtıklarında yaratıcılık patlaması
yaşarlar. Ben her zaman çalışmalarımda bana
danışanları kör noktalarına bakmalarını söylerim. Onların kendi biricik alanlarında yaratıcılık ve potsansiyelleri zaten var. Bu herkesin
doğuştan hakkı olan bir durumdur. Yeter ki
keşfetmek için istekli olalım ve ben de var mı
acaba demeden kendimize şüphesizce yaklaşabilelim.
Uluslar arası ticaret okumuşsunuz neden
farklı bir alana yöneldiniz?
Çünkü hayatın bir yolculuk olduğunu, her
alanından bir şeyleri görmemiz gerektiğini
düşünüyorum. Sadece tasavvufçu olmak, sadece kişisel gelişici olmak, sadece bir yerde genel müdür olmak ya da sadece sporcu olmak,
sadece bir şey olmak değil; hayatın her alanını
deneyimlemek gerektiğini düşünüyorum. Değişik bir bölüm, değişik bir ortam, değişik bir
üniversite ortamı yaşamak istedim. Çok da
keyif aldım, yine o bölüme rağmen yine orada
farkındalığı buldum, yine yaratıcılığı buldum.
Çalışma yaptığınız insanlardan nasıl dönüşler alıyorsunuz?
Bugüne kadar hiç fark etmedikleri yönlerini ve potansiyellerini gördüklerini hep söylerler. Daha önce sinirlendikleri noktalara daha
farklı yaklaştıklarını ve bunlarla çok kolay baş
edebildiklerini söylerler. Hayatlarına denge
geldiğini söylerler. Benim de zaten tek amacım hayatlara denge getirmek.
Potansiyellerimiz nelerdir ve nasıl ortaya
çıkarabiliriz?
İnsanın bir kere kendi sonsuz potansiyelleri olduğunu bilmesi gerekir. Potansiyelleri
İ
stanbul Teknik Üniversitesi IEEE öğrenci kulübü, bu yıl 8-9 Nisan’da 5.si
düzenlenecek olan ProjeKent 2013
ile Türkiye’de günümüzde en çok desteklenen AR-GE sektörünü ele alıyor.
Yaratıcılığı ne engeller?
Korkular engeller. Başaramamak, sınırlı
görmek kendini, reddedilmek, yaratıcılığı hep
bunlar engeller. Yaratım çok farklı şekillerde
olabilir yani canavarlar da yaratabiliyoruz. Yarattığımız şeyin ne olduğunun farkına varmadan yaratıyoruz.
Düşündüklerinizin ve inandıklarınız yaşamınıza etkileri nelerdir?
Bu düşündüklerimi düşünmüyorum artık çünkü ben oldular. Hayatım zaten böyle
olduğu için bunları ben deneyimliyorum şu
an. Zaten düşünceler ve duygular sonuçta sizi
şekillendiren şeyler haline geliyor. Benim de
yaşamım bunlarla şekillendi. Bu iş aynı zamanda hayatım.
Korkuyla yaratmak ile sevgiyle yaratmak
arasındaki fark nedir?
Korku dediğin zaman işin içinde zihinsel
manipülasyonlar var. Yalanlar da yaratıcılıktır
ancak bunlar zihinseldir ve insana kalıcılık
vermez. Korkunun olduğu yerde biz yaratıcılıktan bahsedemeyiz, o sadece geçiştirilmiş
tatmin duygularıdır. Gerçekte sevgiyle yaratırsak kendimizi çok sevdiğimiz için çok kalıcı bir noktadan yaratmaya başlarız. Her an
grubu, üniversite içerisindeki laboratuvarlardan
da faydalanarak, oldukça önemli projelere imza
atmalarına rağmen, proje grubu dışındaki öğrenciler bunlara hiçbir zaman ulaşamıyor. Fuar alanında topladığımız projelerle öğrencilerin inovatif
fikirlere ulaşmasını sağlıyoruz. Mini Projekent’in
amacı ise; okula yeni gelmiş Ar & Ge’yi bilmeyen
öğrencileri bu konuda bilgilendirmek amacıyla
oluşturulmuş bir alan. Esas kısım dediğimiz bölüm ise seminerler. Seminerlerimiz içerisinde konuların çeşitlilik göstermesini amaçlıyoruz.” dedi.
Sergilenecek projelerden bazıları: Formua SAE
Yarış Arabası, İTÜ ATA Takımı İnsansız Hava
Aracı ve İTÜ Pars Roket Takımı Yerli Üretim
Roket. Etkinlik programıyla ilgili ayrıntılar için
www.projekent.org sayfası sizi bekliyor.
Serhat Orhun Urfalı / Gümüşsuyu
Deniz Sayın
.tr
[email protected]
MERCURY DÜNYA FENOMENİ
İTÜ’de ilk defa bir Queen gecesi düzenlendi. Çok fazla ilgi gördü. Bu etkinlik nasıl
oluştu? Süreçten biraz bahsedebilir misin?
Aslında bu etkinlik konservatuardan
arkadaşım Neyzen Özsarı tarafından bize
sunuldu. Bana da çok mantıklı geldi, çünkü İTÜ Müzikali artık bir marka olma yolunda ve böyle projelere ve yaratıcı fikirlere
daima açık bir kulüp. Bu yüzden kalbul ettik ve sanırım başarılı bir şekilde yaptık.
Neden Queen? Freddie Mercury ne ifade
ediyor sizin için?
Queen çünkü Queen grubu müzikalitesi son derece yüksek düzeyde ve avant-garde bir grup. Yaptıkları müzik theatre- rock
diye geçiyor. Rock müzik ile klasik müziğin
içiçe geçmiş hali aslında bu. İTÜ Müzikali
de bu düzeyde seyretmeyi amaçlayan bir
kulüp. Freddie Mercury de tabi bizim için
ve aslında bütün dünya için bir fenomen.
Yalnızca şarkıcı ya da müzisyen değil. O
sanatçı. Çok iyi piyano çalıyor. Tasarımcı
koreograf, bestekar ve son derece yaratıcı
bir insan. Bütün bu özellikleriyle Freddie
örnek aldığımız bir isim.
İTÜ Müzikal Kulübü’nün de kurucularındansın. Kurucu şefisin. Müzikale ilgin
nereden geliyor?
İTÜ Müzikali’ni Emine Yılmaz arkadaşımla beraber kurduk. Müzikale ilgim
müziğe başladığımdan beri vardı. Aslında
ben ilk Karagöz-Hacivat oynatarak başladım. Büyükbabama rica ettim dört kasnağı
kare şekilde birbirine çaktı, beyaz bir perde
gerdi ve bana bir hayal perdesi yaptı. Ben o
hayal perdesinde kendi çizdiğim karakterleri oynatırdım. Hayal perdesinin ana enstrumanlarından olan zilli tefi de porselen
çaydanlığın içine demir paralar koyarak
yapmıştım. Sihirbazlık yaptım bir ara. Yani
böyle yaratıcı fikirler ve görsel şovlar hep
benimleydi. Sonra müzikte karar kılıp orta-
Türkan Şoray
onu kitabında
yazdı:
tekleyen kurumlar çok az. Mühendis arkadaşlarımızın müzik aşkı benim hayranlıkla
izlediğim bir şey, ama onlardan en büyük
isteğim bunu meslek olarak seçen müzisyenlere saygı duymaları ve onların hakkını gözetecek bilince sahip olmaları. Yoksa
piyanoda iki parça çaldı diye kendini Fazıl
Say zanneden insanlar da var.
Orkun
Zafer
Özgelen
TÜRKAN ŞORAY’IN KİTABINDA YER
ALDI
Röportaj: Fatih Avcı
okuldan sonra İTÜ Konservatuarı Çalgı Eğitim Lise Devresi’ne girdim ve bu aşk böylece daha da büyüdü.
İTÜ Müzikali’nde neler yaptınız? İlerisi için
senin başka ne tür planların var?
Bu sene İTÜ Müzikali’nin üçüncü senesi. İlk senemizde birçok müzikalden
şarkıları ufak enstantaneler ile kolaj şeklinde sunduk. İkinci senemizde Stephen
Sondheim’in Sweeney Todd’unu, Tim
Burton’ın The Nightmare Before Christmas’ını ve Muhlis Sabahattin Ezgi’nin Ayşe
Opereti’ni kendi yorumumuzla ve öyküleri
minimalize ederek sunduk. Özellikle Ayşe
Opereti’nin kurgusunu çok araştırmamıza rağmen bulamadık ve aslında dram
olan bir opereti komediye çevirdik. İTÜ
Müzikali’nin kuruluş amacı aslında Türk
müzikallerini ve bu kültürü yeniden canlandırmaktı. Bunu elimizden geldiğince
yapmaya çalıştık. Umarım Türk müzikal
kültürünün gelişimine katkı sağlayabiliriz.
Müzikalde kendi bestelerini de kullanıyor
musun? Hangi eserleri seçiyorsunuz ya da
genel olarak?
İlk senemizde “İTÜ Müzikal Şarkısı”
diye bir şarkı yazmıştım ve bu şarkı kulüpçe benimsendi. Marş ve jingle gibi oldu.
Bütün müzikal gösterilerinin başında bu
şarkı okundu.Umarım gelecek yıllarda
da okunur. Doğrusu ben bundan büyük
gurur duyuyorum. Şimdiye kadar hep yabancılardan olsun, Türk operet ve müzi-
kallerinden olsun kolajlar yaptık.
Bu sene Hair müzikalini yapacağız.
Umarım muvaffak oluruz ama benim en
büyük isteğim ve dileğim İTÜ Müzikali’in
kendi müzikalini yazması.
Peki müzik kariyerin için ne gibi planların
var? Ne yapmak istiyorsun?
Müziğin ve sanatın çeşitli dallarıyla
uğraştığım için kafam bazen çok karışır.
Türkiye bir çok kültürü içinde barındıran ve aslında ne Doğulu ne de Batılı diye
tabir edebileceğimiz bir konumda. Bu
elbette müziğine de yansıyor. Ben mesela piyano çalarken aklımdan bir bozlak
geçiyor. Bunu travma şeklinde İtalya’da
eğitim alırken de yaşadım. Bir yandan üç
sesli envansiyon çalarken bir yandan Dede
Efendi’nin ‘Yine Bir Gülnihal’ini piyanoya
adapte etmeye çalışıyordum. Sene sonunda yapılan konserde de piyano ve bağlama
için yazdığım bir parça seslendirdim, final
ve bis parçası olarak çalındı. Yani demek
istediğim Doğu ve Batı kültürünü kalbinde
ve beyninde duyan bir insan olarak bunu
müziğime de yansıtmak istiyorum. İsteğim
bu mantaliteki müzisyen arkadaşlarla çalışmak ve dünyada böyle işler yapabilmek.
Onun dışında solo olarak da planlarım var.
İKİ PARÇA ÇALINCA KENDİNİ
‘FAZIL SAY’ ZANNEDENLER VAR
İTÜ öğrencilerinin müziğe olan ilgisi nasıl
sence? Konservatuar öğrencisi olmayanların müzikte gelişebilme ihtimalleri var
mıdır?
İTÜ’nün konservatuardan olmayan öğrencileri müziğe son derece önem veriyor
ve gördüğüm kadarıyla bazıları müziği bir
terapi, bir kaçış ve aslında en güzel parçaları gibi görüyor. Bu mükemmel bir şey
çünkü konservatuar öğrencilerinde bu bilinci yakalamak zor oluyor. Bunun nedeni
sanırım müziğin meslek olma süreci. Ülkemizde ne yazık ki sanatı, sanatçıyı des-
Türkan Şorayın yazdığı “Sinemam ve
Ben” adlı kitapta senden ve ona yazdığın
şarkıdan bahsediyor. Biraz da bundan söz
eder misin?
Öncelikle söylemeliyim ki bu benim
için büyük gurur ve onur. Türk Sinemasının Sultanı diye tabir edilen bir fenomen
tarafından hatırlanmak ve onun kendi
cümleleriyle bundan bahsetmesi ne kadar
mutluluk ve onur verici tarif etmesi mümkün değil. Öncelikle burdan da kendisine
tüm kalbimle teşekkürlerimi bir daha sunuyorum. Üç yıl önce İTÜ Basın Yayın
Kulübü tarafından ‘İTÜ Türk Sinemasına
Emek ve Onur Ödülleri’ töreni düzenlenmişti. Bunu düzenleyenler benim iki yakın
dostum. Biri sen, yani Fatih Avcı, diğeri
Emine Yılmaz. Bu arkadaşlarım benim önceden Türkan Şoray’a ‘Yeşilçam’ın Sultanı’
diye bir şarkı yaptığımı biliyorlardı ve bana
ödül töreninde şarkıyı orada söylememi,
çünkü Türkan Şorayın’ da bu törene geleceğini söylediler. Ben de büyük bir şerefle
kabul ettim. Törende Türkan Hanım anons
edilmeden önce şarkıyı okudum ve bitiminde sahnenin önüne geldim. Uzun uzun
sarıldık. Daha sonra Türkan Şoray bizi
evine davet etti. Arada görüşüyorduk ve
kitap yazdığından bahsediyordu ama böyle
bir sürpriz yapacağı hiç aklımın ucundan
geçmemişti. Kitap çıktığında henüz almamıştım. Değerli hocam Orhan Kural bir
gece beni arayıp, Türkan Şoray’ın kitabında
benden bahsettiğini söyledi. Nasıl sevindim anlatamam. Hala da aslında inanamıyorum...
DİR?
ORKUN ZAFER KİM
rkun Zafer
O
1987 yılında doğan
ervatuarın
ns
ko
’ye
Ü
İT
Özgelen,
. Ardından
lise kısmıyla başladı
müyle yüksek
‘kompozisyon’ bölü
eden Özgelen,
öğretimine devam
la gittiği 1
Erasmus programıy
itimi de alarak
yıllık İtalya’daki eğ
oldu. Me2010 yılında mezun
şitli müzik
çe
a
zun olduktan sonr
müzik öğretgruplarında çalıştı,
nist ve aranjörmenliği yaptı, piya
rzlardaki eserlelük yaptı. Farklı ta
Özgelen’in çok
riyle dikkat çeken
nuyor. Halen
sayıda bestesi bulu
den yüksek
Haliç Üniversitesi’n
n Özgelen,
lisans öğretimi göre
uluğu’nun da
İTÜ Müzikal Topl
kurucularındandır.
ran için yaptıÖzgelen, Türkan Şo
Şoray’ın bu yıl
ğı şarkının Türkan
r almasıyla da
çıkan kitabında ye
çekmiştir.
dikkatleri üzerine
SİYAH MAVİ KIRMIZI SARI
Öğrenci-Sanayi-Üniversite üçlüsünü bir araya
getirerek genç mühendis adaylarının gelişen ARGE hakkında bilgilenmesi ve AR-GE’nin Türkiye’deki yerini anlatmayı hedefleyen ProjeKent’te
bu yıl, yurt dışında ve ülkemizde önemli başarıları
bulunan proje takımları bulunacak.
Ayrıca ziyaretçilerine AR-GE alanında önemli
işler başarmış şirketlerin mühendisleriyle bire bir
sohbet edebilme fırsatı sunacak ProjeKent 2013,
kendi bünyelerinde bulunan İTÜ IEEE Laboratuvar, komitesi tarafından ziyaretçilerine elektronik
devreler kurma şansı veriyor.
Türkiye’nin AR-GE temalı en büyük öğrenci
etkinliği olan ProjeKent 2013 aynı zamanda 12000
TL ödüllü yarışmasını neticelendirerek ödül töreniyle AR-GE alanına hizmet vermeye devam edecek.
Sektörün önde gelen isimlerinin yapacağı sunumlar ve gün sonunda gerçekleşecek olan sosyal
konuk sohbetleri ile renklenecek olan ProjeKent
2013 katılımcılarına, hayatlarını şekillendirme fırsatı sunuyor.
İTÜ IEEE Başkanı Orkun Gökhan; “Projekent’e
esas olarak beş etkinliğin bileşimi diyebiliriz. Yarışma kısmında; şirketlerin bize belirttiği problemleri, öğrencilerin çözmesini sağlıyoruz. Etkinliğin diğer kısmıysa, fuar alanı. Birçok proje
Yaratıcılık nedir ve nasıl gelişir?
Yaratmak için önce kişinin kendisinin şüphesizce yaratanlığının farkında olması gerekir.
Bir kere bizler hepimiz yaratıcı varlıklarız,
bunu kabul etmesi gerekir.
yaratmak zorunda değilim, belli aşamalardan
geçerek yaratırsam işte bu sevgidir, kendime
sevgi duyuyorumdur. İnancım o kadar yüksektir ki bir başkasının inancına gerek duymadan kendime inanıyorumdur. Başkasının
beni sevmesine gerek duymadan kendimi seviyorumdur. İşte o zaman önüm çok açık.
B
NİSAN 2013
SAYFA 5
ProjeKent bu yıl AR-GE’yi konu alıyor
keşfetmiyoruz biz, zaten olanın ortaya çıkmasına izin veriyoruz. İnsan bu konuda çok
sınırsız ve sonsuz bir varlıktır. Bunu fark ettiği
zaman potansiyelleri de zaten o oranda sonsuz ve sınırsızdır. Yapamama korkusu potansiyelleri engeller.
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
azen yakınında olduğumuz insanların yaptığı sıradışı şeyler bize öyle
pek de ‘olağanüstü’ gelmez. Ne zaman uzaklaşıp seyretmeye koyuluruz, o
zaman daha berraklaşır, güzelleşir, olağan
olmadığının farkında oluruz. Tam da bu
tanıma uygun bir isim Orkun Zafer Özgelen. Sıradan tavırları, ilginç konuşması,
mutevazı hareketleri bir yana dursun, piyano çalarken hırçınlaşması, şarkı söylerken
adeta başka biri olması ve de bütün bu zıtlıkların aynı bedende yaşanması çok kolay
olmasa gerek. Bu açıdan bakıldığında yanıbaşımızda bir müzik dehasının yetişmekte
olduğunu söylesek abartı kaçmaz.
Orkun Zafer Özgelen, İTÜ Müzikal
Topluluğu’nun müzik direktörlüğünü yürütüyor. En son İTÜ Müzikal tarafından
düzenlenen ‘2. Queen Gecesi’ etkinliğinde karşılaştık Zafer’le. Hazır buluşmuşken
hem etkinlikle hem de kendisiyle ilgili bir
röportaj yapalım dedik.
5
ARIYORUM
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
SAYFA 6
SİYAH MAVİ KIRMIZI SARI
6
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
ARIYORUM
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
NİSAN 2013
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
NİSAN 2013
BÜYÜK PATLAMA HER ŞEYİN BAŞLANGICI MI?
Gözlemlediğimiz evrenin 13,7 milyar yıl yaşında olduğunu ve Büyük
Patlamayla başladığını biliyoruz. Ancak bu “her şeyin” Büyük Patlamayla
başladığı anlamına gelmiyor. Gözlemleyemediğimiz evrenler olabilir,
evrenimiz döngüsel olabilir (Büyük
Patlama ve Büyük Çöküşler arasında
gidip gelen bir evren gibi) ya da hiper
uzay içinde sonsuz evrenlerden birisi
olabiliriz.
Mutlak kesinlikle bildiğimiz tek şey
var: Gözlemlediğimiz Evren sürekli
genişliyor, dolayısıyla tam olarak 13.7
milyar yıl önce atomdan daha küçük
bir noktadaydı. Hesaplamalar, sıfır zamandan sonraki saniyenin çok küçük
bir kesirinde, bugün gördüğümüz evrenin, tüm içeriğinin atom çekirdeği
yoğunluğunda sıcak bir madde yığınına sıkıştığını gösteriyor. Bu noktada şimdiki fizik kuramlarımız işlemez
oluyor. Henüz daha geriye giden,
her şeyi açıklayan tutarlı bir kuram
çıkmadı ortaya. Yani günümüz fiziği
“başlangıcı” ispatlayamıyor. Çok sayıda kuram var elbette. Örneğin, sicim
kuramlarına dayanan bir kuantum
kütleçekim kuramı ispatlanabilirse,
zamanın doğuşundaki tekillik sorunu
çözülebilir. Çünkü kuantum fiziği bize, zamanın diğer her şey gibi öbekli
olduğunu söylüyor. Bu durum, zamanın bölünemeyen en küçük olası bir
birimi var, anlamına geliyor. Elbette
bu temel zaman birimi çok küçük:
10-43 saniye; ama bu sıfır değil. Dolayısıyla bu, herhangi bir tatmin edici
kuantum kütleçekim teorisinin bize,
evrenin sıfır zamanda sonsuz yoğunluktaki bir tekillikten değil, çok yüksek bir yoğunluk durumunda, 10-43
saniye yaşıyla başladığını söyleyeceği
anlamına geliyor.
Kuantum fiziği, cep telefonlarından
DNA’ya her şeyin nasıl çalıştığını
açıklayabilse de, gerçekte neden böyle
olduğunun cevabını veremiyor. Bu-
radaki temel gizem, bir elektronun
iki delikten aynı anda geçmesi (yani
Schrödinger’in kedisi) paradoksu.
Hangi delikten geçtiğine baktığınızda, elektronlar ekranda girişim deseni oluşturmaz, belli bir duruma
‘çökerler’. Kopenhag yorumuna göre,
elektron gibi kuantum varlıklarının
siz onlara bakmıyorken ne yaptıklarını sormak anlamsızdır. Uzaydaki bir
noktada, örneğin iki delikten birinde,
gerçek gözlemden bağımsız olarak,
elektronun nesnel varlığına verilebilecek herhangi bir anlam yoktur. Elektron sadece biz onu gözlemlediğimizde varlığa kavuşur gibi görünür.
Kuantum fiziğinin tek yorumu bu
değildir. 1957’de Everett’le başlayıp,
DeWitt’le devam eden ve en son
Deutsch’un toparladığı bir diğer yoruma göre, elektronun nerede olduğuna
baktığınızda, dalga fonksiyonu çökmez ama gözlemci de dahil tüm evren
bölünür. Burada önemli olan nokta,
asıl bölünenin Evren veya gözlemci
olmadığı, ama ortalama dalga fonksiyonunun, üst üste binme durumlarının ölçüm veya gözlem yapıldığı an
kendi içinde bir dallanma oluşturduğudur.
Üst üste binme durumları aslında
‘Çoklu Evrenler’dir.
Böylece meşhur Schrödinger’in kedisi
paradoksu da çözülmüş olur. Yani kedinin hem ölü hem canlı olma durumu (üst üste binmiş durumlar) yerine,
bir evrende canlı diğerinde ölü olması
durumu gelir. Bu kuramın çeşitlemeleri mevcut. ‘Çoklu Evrenler’de özel
bir evren olmadığı gibi, tek bir Çoklu
Evren modeli de yok. Belki de her bir
karadelik başka bir evrene olan bağlantıdır. Şüphesiz bütün bunlar şimdilik spekülasyon düzeyindedir, ama
bunlar bilimsel spekülasyonlardır.
Diğer fizik kuramlarıyla uyum içinde,
matematiksel olarak tutarlı kuramlardır. Tek sorun deneysel ispatlarının
henüz gerçekleşmemiş oluşudur.
Birçok Paralel Evren (Çoklu Evren)
modeli vardır. Tegmark’ın “1. Tür” dediği Çoklu Evren modeli, çok uzaklardaki Hubble hacimleridir. Örneğin;
100 ışık yılı genişliğinde yarıçapı olan
Dünya merkezli bir uzay bölgesinden
10’un 1091 kuvveti kadar metre uzaklıkta uzayın küresel bir hacmi olmalıdır; ve 10’un 10115 kuvveti kadar
metre uzaklıkta tüm Hubble hacminin özdeş bir kopyası olmalıdır. Diğer evrendeki “kopyalarımız” gelecek
hayatlarını etkileyen değişik seçimler
yaparlar. Evrenimizin biraz daha kusurlu birçok kopyası çeşitlenirler. Her
şeyin aynı Büyük Patlama’dan ortaya
çıktığı sonsuz ve genişleyen bir metaevrende her şeyin başka kopyaları
vardır ve her şey aynı fizik yasalarına
uyar.
2. Tür Çoklu Evren modeline ise
şişme kuramında ihtiyaç duyulur.
Metaevren’de yüzen olası baloncuk
evrenlerin sonsuz dizisinden, kendimizi yaşam için uygun olan birinde
buluruz, çünkü yaşam için uygun
olmayan baloncukların içinde neler
olduğunu fark edecek başka yaşam
formları yoktur. Diğer baloncuklar
tam olarak farklı büyüklüklere veya
genişleme hızlarına sahip olmayabilirler, ama Planck parçacığında skaler
alanların etkileşmesi ve temel kuvvetlerin birbirinden ayrılması sayesinde,
kütleçekim kuvveti veya nükleer yanmanın verimliliği gibi şeylerde farklı
değerlere sahip olabilirler. Temel kuvvetlerin sayısı ve temel parçacıkların
yapısı bile farklı baloncuklarda farklı
olabilir.
hücre veya doku küreleri icat edilebilir. Doku küreleri çok küçük (200-800
micron çapında) olan değişebilen ve
saf hücrelerden yapılan kürelerdir.
Doç. Dr. Kerem Cankoçak
[email protected]
Everett tarzı kuantum fiziğinin paralel evrenleri ve çeşitlemeleri 3. Türü
oluştururlar. Bu model aynı zamanda çok boyutlu fizik modelleriyle de
örtüşür. Örneğin bazı sicim kuramlarında öngörülen 11 boyutlu uzayzaman yapısı ancak Çoklu Evrenlerle
anlam kazanır.
Çoklu Evrenler kuramı “Evrenin başlangıcındaki enerji nereden geliyor?”
sorusuna da bir yanıt verir. Einstein’ın
1905’de ortaya koyduğu özel görelilik kuramına göre (E=mc2) enerji,
madde, parçacık ve alanlar arasında
değiş tokuş yapabilir. Alanda yeteri
kadar uygun enerji varsa, kendini bir
parçacık ile onun karşı-parçacığına
dönüştürebilir ve enerjileri başka bir
çeşit alan enerjisine dönüştükçe, yok
olarak etkileşebilirler. Kuantum belirsizliği, elektron gibi bir nesnenin,
hatta boş uzayın enerjisinin bile kesin
bir enerjiye sahip olmasının imkânsız
olduğunu söyler. Oysa sıfır, kesin bir
değerdir. Dolayısıyla kuantum fiziğine göre, boş uzay (vakum olarak
düşündüğümüz şey), aslında bu şekilde oluşmuş kısa ömürlü varlıkların
kaynaştığı bir alandır. Belki de evren
bir kuantum dalgalanmasından başka
bir şey değildir. Üstelik evrenin toplam enerjisi de sıfırdır; negatif kütleçekim, maddenin pozitif enerjisine
eşittir. Dolayısıyla başlangıçta büyük
bir enerji patlaması olmamış, bir kuantum dalgalanması olmuştur. Kuantum fiziğine göre odanız, tüm bir galaksi veya herhangi başka bir boyutta
dalgalanmalar olur. Bunun sonucu,
sonsuz bir Çoklu Evren’de sizin, benim, Dünya’nın ve tüm gözlemlenebilir Evren dahil olmak üzere, her şeyin
kopyalarının olması gerekir.
Öte yandan, alternatif kuramlar içinde en popülerlerinden biri olan sicim
kuramında elektron gibi temel varlıklar matematiksel noktalar olarak
değil, “sicim” ismiyle adlandırılmış
titreşen bir şeyin döngüleri olarak ele
alınır. Her bir titreşim, bir “nokta”ya,
elektrona veya başka bir kipinde fotona karşılık gelir. Ayrıca sicim kuramında denklemler, en azından toplamda 11 boyut (10 uzay, 1 zaman boyutu) kapladığında çalışır. Witten’ın
M-teorisiyse titreşen sicimler yerine,
titreşen zarları koyar. Bir nokta bir
0-zar’dır, bir çizgi (sicim) bir 1-zar’dır,
bir tabaka bir 2-zar’dır, görsellemesi
zor olsa da, daha yüksek boyutlarda
3-zar, 4-zar, vb. bulunmaktadır. İşte
bu kuram evrenin başlangıcı sorununa, Büyük Patlamanın birbirine
çarpan zar evrenler ile başlamış olabileceği açıklamasını getirir. Öte yandan başka boyutlarda, sonsuz sayıda
Büyük Patlamalar gerçekleşmekte ve
sonsuz sayıda başka evrenler ortaya
çıkmakta. Dolayısıyla Paralel evrenler
(Çoklu evrenler) bir çok fizik problemine çözüm getirmektedir.
* Konuyla ilgili daha geniş bilgiyi
John Gribbin’in Çoklu Evrenler kitabında okuyabilirsiniz.
Araştırmacıların CERN’den yayınladığı son rapora göre, D ve
anti-D mezonlarının salınımlarının açık bir şekilde gözlenebildiği
öğrenildi.
D mezonları diğer mezonlar
gibi Büyük Hadron Çarpıştırıcısı’ndaki proton çarpıştırmaları
sonucu saniyenin küçücük bir
bölümünde ortaya çıkan kısa
ömürlü parçacıklardır. B, acayip
B ve K mezonlarında daha önce
gözlenen madde-karşımadde durumlarının birlikte bulunuşu, D
mezonları için ilk kez gözlendi.
Dr. Kerem Cankoçak bu bulguyu,
“Bu Schrödinger kedisinin ato-
maltı düzeydeki doğrudan gözlemi. Diğer bir deyişle kedinin hem
ölü hem canlı olduğunun açık
kanıtı. Kuantum dalgalanmaları
parçacıkların kendi karşı-parçacıklarıyla sürekli yer değiştirmesine neden olur. Bir parçacık,
hem parçacık hem de karşı-parçacıktır.” şeklinde yorumladı.
Araştırmacılar, D ve anti-D mezonlarının miktarına odaklanmış durumda. İkili arasında sayı
eşitliğinin bulunmaması ümit
ediliyor. Böylece D mezonları
salınımında keşfedilmemiş bir
parçacık olma ihtimali ortaya çıkıyor.
Iowa Üniversitesi’nde AMTecH grubu tarafından yapılan 3D prototipleme aracında biyo-mürekkep kullanılarak yapay organ üretiminde önemli gelişmeler
elde edildi.
Iowa Üniversitesi bünyesindeki Biyoüretim Laboratuvarı’nda, Advanced
Manufacturing Technology (AMTecH) grubundan Türk mühendis
Dr. İbrahim Tarık Özbolat ve doktora
öğrencisi Howard Chen tarafından
geliştirilen çift kollu biyo-prototipleme aracı ile yapay organ üretimi
gerçekleştirme yolunda ilerlemeler
kaydediliyor.
Makine, endüstri ve elektrik mühendisliği, biyoloji, biyomedikal ve tıp
alanlarında uzman bilim insanlarından oluşan, disiplinlerarası AMTecH
grubu şuan özellikle iki çalışmaya
odaklanıyor. Birincisi, damar dokuyu
ve bunu organ üzerine entegre edebilecek sistemi geliştirmek. Bu çalışmada damar benzeri yapılar oluşturulup, “branch (dal)” denilen çatallara
bölünebilmiş durumda. Daha ince
kılcal damarlar seviyesine kadar inmeye çalışılıyor. Diğer çalışmada ise
pankreasın insülin hormonu salgıla-
yan kısmının üretilmesi amaçlanıyor.
Oluşturulacak mekanizmada insülin
üreten hücreler (beta hücreleri), damar dokuyla beraber 3 boyutlu olarak entegre edilecek. Ekip, pankreas
üzerinde iki boyutlu olarak yazdırma
işlemini gerçekleştirdi. Hedef bunu
üç boyutlu olarak yazdırmak.
Fikir, kök hücre teknolojisinden
faydalanılarak geliştirildi.
Iowa Üniversitesi Hastanesi Klinik
Laboratuvarları’nda, kök hücreler konusunda uzman Dr. Nicholas Zavazava tarafından kök hücreleri insülin
üreten hücrelere dönüştürüldü. Dr.
Özbolat, “Hücre bazında çok önemli
aşamalar kaydedildikten sonra, bunu
kullanarak daha büyük 3 boyutlu bir
yapıya çevirebileceğimize inanıyoruz.” dedi. Üç boyutlu biyo-üretimde, canlı ile üretilen doku arasındaki
uyuşmazlığı aşma konusunda Dr.
Zavazava’nın uzmanlığından yararla-
VORTEKSLERİN GÜCÜ ADINA!
Georgia Teknoloji Enstitüsü’nde rüzgar enerjisinden
%20, güneş enerjisinden %65 daha ucuz yenilenebilir
enerji üretebilen bir sistem geliştirildi.
Atlanta’daki
Georgia
Teknoloji
Enstitüsü’nde Akışkanlar Mekaniği
Araştırma Laboratuvar’ında Mark
Simpson ve Ari Glezer tarafından
kasıtlı oluşturulan rüzgar hortumlarından elektrik enerjisi üretimi gerçekleştirildi.
“The Solar Vortex” adı verilen sistem,
merkezde bir adet türbin ve türbini
çevreleyen bir dizi kanattan oluşturuldu. Mekanizmada, sıcaklık farkı
olan iki tabaka arasında oluşan konveksiyon akımları (ısınan havanın
yükselip soğuyan havanın alçalması)
kullanılıyor. Güneşin ısıttığı zemin-
den yükselen hava, çevre kanatlardan
geçerek kıvrılıyor, dönüyor ve burgaçlar oluşturarak merkezdeki türbinden geçip bir rüzgar hortumuna
(vortekse) dönüşüyor. Yükseldikçe
soğuyan hava alçalarak zemine iniyor. Zemindeki sıcaklıkla yeniden
ısınarak kanatlardan geçiyor. Olay
böyle devam ediyor ve gravitasyonel
potansiyel enerjinin kinetik enerjiye
dönüşümü sağlanmış oluyor. Hava
akımının türbini döndürmesiyle birlikte elektrik enerjisi elde ediliyor.
Burada, bilindik hortumlardan farklı
olarak, kasıtlı ve kontrollü bir oluşum
nılıyor. Prototiplemede kullanılan biyo-mürekkep, her canlı için, o canlıya
özel olarak kendi kök hücrelerinden
elde ediliyor. Dr. Özbolat’tan öğrenildiği üzere, canlılardan elde edilen
protein türevi yapılar olan hidrojellerin içerisine hücreler karıştırılarak
biyo-mürekkep olarak kullanılabilir.
Ayrıca biyo-mürekkep olarak küçük
Damar yolu üretimi
söz konusu. Sistemde, zemindeki sıcaklık güneşin etkisiyle oluştuğundan, herhangi bir tetiklemeye ihtiyaç
duyulmadan, sürecin
devamlılığı korunuyor.
Doktor Özbolat, Doktor Zavazava ile.
birimler var. Bu yapısal birimler 1
ila 3 milyon arasında değişiyor. Bu
yapıcıklardan teker teker 3 milyon
tane yapmak ve bunları birleştirmek
ciddi anlamda bir yük. Çok kompleks ve yapılması zor. O yüzden biz
şuan pankreas ile başladık. Pankreas
haricinde karaciğer de oldukça basit
görünüyor.”
Dünyada diyabet hastalığı yüzde 1015 arası oranlarla ülkelere dağılır. Dr.
Özbolat, pankreas üretiminin çok
önemli bir olay olduğunu, çalışmaları
sayesinde ilerleyen yıllarda diyabetin
önüne geçilebileceğini vurguladı. Yapay organ üretiminin 6-7 yıl içerisinde gerçekleşmesi bekleniyor.
“Organ biyo-üretiminde, biyo-yazlımında aslında
çok engel var.” – Dr.Özbolat
da işlevsel anlamda herhangi bir şey
yapmıyor ama hücreleri birleştirip
kalp dokusu yaptığınızda bir kasılma, hareketlenme görüyorsunuz.”
diyor Dr. Özbolat. Organların heterojen yapıları ise gerçek bir organ
üretimini şimdilik imkansız kılıyor.
Gerekli olan hücre çeşidi, bu hücrelerin organ içerisindeki dağılımı ve
bağlantıları, yapıyı oldukça kompleks bir hale getiriyor. Ancak organın
fonksiyonları bir veya birkaç hücre
çeşidi ile sağlanabilirse, bu kompleks
yapılanma gereksinimi de azalabilir.
Organların karmaşık yapısı, iç kısımlarındaki boşluklar ve iç yapılarındaki komplekslik de yapımlarını çok
zorlaştırıyor. “Böbrek şuan yapılması
en zor organ gibi görünüyor. İçinde
çok küçük, nefron dediğimiz yapısal
Simpson’ın testlerini yürüttüğü küçük modelde 1 metrelik vorteks oluşumu sağlanabildi. Yapılan hesaplamalar, 8 ila 11 m/s arasında
değişen rüzgar hızlarıyla
elde edilen 5 m çapındaki
bir vorteksin 10 m çapındaki türbini döndürmesinden 50 kW’lık elektrik
gücü
üretilebileceğini
gösteriyor.ABD’nin temiz enerji destekleyen oluşumu
Dr. İbrahim Tarık
ÖZBOLAT
Orta Doğu
Teknik Üniversitesi
Endüstri ve Makine
mühendisliklerinden çift anadal
ile mezun olduktan sonra 2007’de Buffalo
Üniversitesi’nde doktora eğitimine başladı. Doktora çalışmalarını hibrid doku
modellenmesi ve
biyo-üretimi üzerine yapan Dr. Özbolat,
2011’de Iowa Üniversitesi’ne öğretim üyesi
olarak katıldı.
Biyo-üretim Laboratuvarı ve Advanced
Manufacturing Technology (AMTecH)
grubunu kuran Dr. Özbolat çalışmalarının bir çoğunu canlı organ prototiplemesi
üzerine sürdürüyor.
ARPA-E (Advanced Research Projects Agency Energy), Simpson ve
Glezer’in tasarımlarını desteklemeye
karar verdi. Buna göre, önümüzdeki
iki yıl içerisinde 10 kW’lık bir model
yapılması planlanıyor. Gelecekte için
asıl amaçları ise 50 kW’lık modeller
yapıp, enerji tarlaları kurmak. “The
Solar Vorteks” sistemi, kilowatt başına 0.066 dolarlık küçük maliyeti ve
daha yüksek verimli oluşuyla da günümüz yenilenebilir enerji teknolojileriyle yarışacağa benziyor.
SİYAH MAVİ KIRMIZI SARI
ABD Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki
araştırmacılar, arı zehrinde
bulunan melittin maddesini taşıyan nanoparçacıkların, diğer hücrelere zarar
vermeden, sadece HIV
vb virüsleri kendilerine
bağlayarak tahrip ettiğini
gözlemledi. Bu gelişmenin
ışığında, aids virüsünün
yayılmasını önleyebilmek
amacıyla vajinal jel üretimi
gerçekleştirilmesi planlanıyor. İlaç dayanımı oldukça
yüksek olan HIV virüsü-
CERN deneylerinde neden var olduğumuzu açıklama yolunda bir adım daha attıldı.
BİYO-YAZICI İLE YAPAY ORGAN
Yapılan iki kollu mekanizmanın, Iowa Üniversitesi tarafından karşılanan
35-40 bin dolar civarında bir maliyeti
oldu. Dr. İbrahim Özbolat ve kendi
doktora öğrencisi Howard Chen birlikte tasarladı. Chen, bütün malzemeleri kendisi alarak icat etti.
Çift kollu biyo-prototipleme aracının
iki kolu aynı anda birbirinden bağımsız ve birbirleriyle çarpışmadan
çalışabiliyor. Bu şekilde, üretim zamanını düşürebilmek ve farklı dokuların yazdırılmasını farklı kanallarla
yapabilmek amaçlandı.
Eğer bir organı üç boyutlu olarak yazdırdıysanız, o organ mekanik ortamda stabile olmak yani birine yapışık,
entegre halde olmak zorundadır. Aksi takdirde parçalanır. Yapılan organ
fonksiyonel olmak zorundadır. Örneğin, bir kalp yaptığınızda, normal
bir kalp gibi atması beklenecektir.
“Kalp hücrelerine tek tek baktığınız-
SAYFA 7
İKİ DURUMLU PARÇACIK
nün şimdiye kadar sadece
tedaviyle vücuda yayılması
yavaşlatılabilmişti. Araştırmacı Dr. Joshua L. Hood’a
göre, teoride, melittin içerikli nanoparçacıkların damar içine enjeksiyonu ile
aids virüsünün kan dolaşımından temizlenmesi ihtimaller arasında bulunuyor.
Ayrıca melittin maddesinin,
hepatit B, hepatit C vb. hastalıklara karşı da kullanılabileceği düşünülüyor.
Aysel Merve Topaloğlu
[email protected]
Çift kollu biyo-prototipleme
aracı (Multi-arm bio printer)
sadece bir adet üretildi.
HIV VİRÜSÜNE KARŞI ARI ZEHRİ
Arı zehrindeki melittin maddesinin aids
virüsünü yok ettiği keşfedildi.
7
ARIYORUM
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
SAYFA 8
SİYAH MAVİ KIRMIZI SARI
8
ARIYORUM
NİSAN 2013
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
İTÜ’nün İngilizce ile imtihanı – 2
FATİH AVCI
[email protected]
G
eçtiğimiz sayıda İTÜ’nün İngilizce
öğretimle ilgili mazisine kısaca
değinmiştik. Asıl değinilmesi
gereken konu ise İngilizce öğretimin
dengesi, yahut mutlak kabul görülen
‘uluslararası dil’ savının tutarlılığı galiba.
‘İTÜ Ay-Ti-Yu Olmasın’ dedik de, buna
karşılık ne önerdiğimizi anlatmadık. Şimdi
anlatalım.
İTÜ Öğrenci Konseyi ile Arıyorum İTÜ
Gazetesi’nin ortaklaşa düzenlediği ‘İTÜ
Ay-Ti-Yu Olmasın’ eylemin bir gayesi vardı.
Bu gaye de eylem günü kitapçık olarak
dağıtılmıştı. Evet, yüzde yüz İngilizce
öğretim olmasın ama ne olsun, nasıl olsun
diye soruları da sormalıyız bir yandan.
İNGİLİZCE ŞART, TÜRKÇE VASAT
Şu bir gerçek ki İngilizce, uluslararası
iletişim dili olarak kabul görmekte. Her ne
kadar Fransızca, Almanca gibi ‘uluslararası
diller’ kategorisinde görünen diğer diller
olsa da özellikle Türkiye’nin haşır neşir
olduğu İngilizce’nin toplumdaki yaygın
algısı tartışma götürmez. Dolayısıyla
yabancı dil bilmek, özellikle de İngilizce
bilmek İTÜ gibi uluslararası bilim
platformunda yer edinme gayretinde
olan bir üniversitenin mensupları için
kaçınılmaz.
Diğer taraftan da İTÜ, Türkçe bilim üretme
ve bunu teşvik etme görevini de layıkıyla
yerine getirmeli. Çünkü bir dilin her
yönüyle sosyal yaşamda kullanılması o
dilin yaşayan bir dil olmasını sağlar. Bunu,
uluslararası kabul görmüyor olsa da her
anadil için söylemek yerinde olur. Kişinin
kendi anadilinde bilim öğrenme, üretme
özgürlükleri de desteklenmeli. Dolayısıyla
Türkiye için, Türkçe bilim dinamiklerini
oluşturmak son derece önemli. Bu yüzden
de İTÜ’nün tamamen yabancı dilde
öğretim vermesi, Türkiye’nin önemli bilim
dinamiklerinden birinin yok olması demek
olur.
1. Yurtdışı dil kampları
Yabancı dil, en hızlı ve etkili olarak o dilin
3. TOEFL ile işbirliği
Her ne kadar İTÜ’nün yeterlik sınavı
geçilmiş olsa da İngilizce bilgisini ölçen
bir numaralı TOEFL sınavı, her zaman
önümüze çıkacak bir değerlendirme sistemi
olacak. Dolayısıyla İTÜ’nün hazırlık
eğitiminin TOEFL standartlarına çekilmesi
hem öğrencilerin daha sistematik bir şekilde
İngilizce öğrenmelerini sağlayabilir.
Bu saydığımız üç madde bile İTÜ’nün
yabancı dille imtihanını başarıyla
sonuçlandırabilmesi için etkin bir yol
olabilir.
Tabi hazırlık öğretiminden sonraki lisans
öğretimi de, öğrencilerin İngilizce ile
münasebetlerinin gelişmesi açısından
oldukça önemli. Bunu da yine dersleri
İngilizce anlatarak değil, öğrencileri
araştırarak öğrenmeye teşvik ederek
sağlayabiliriz. ING102 gibi yabancı dil ders
sayısının arttırılması, mezuniyet koşulu
olarak TOEFL yeterliğinin istenmesi gibi
uygulamalar da sürece yayılmış bir yabancı
dil teşviki sağlar.
PROF. BAYTAŞ’IN SÖZLÜĞÜ
Elbette öğretim üyelerinin kalıcı ürün
bırakma kaygılarıyla da ilgili bir mesele bu.
Ürün oluşturmak lazım. İngilizce makaleler
yazarken, kitaplar yazarken Türkçe bilim
üretiminin de bir ucundan tutmak gerekir.
Bu paralelde somut neticeler de olmuyor
değil. Son olarak Uçak ve Uzay Bilimleri
Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr.
Son dönemde İTÜ’de öğrenci temsilcilğinin farkında olunmamasının nedenleri nelerdir? Öğrenci temsilciliğini ne
kadar anladık, ne kadar sahip çıkıyoruz öğrenciler olarak?
Sözün özü, yabancı dilde öğretime karşı
duruşu ancak bilim üretiminin artarak
devam etmesinden de yana olarak
sağlayabiliriz. Aksi türlü kısır tartışmalarla
ömrümüz geçer. Aslında şöyle bir yargıya da
zaman zaman hak vermiyor değilim: ‘‘Sanki
Türkçe olunca çatır çatır bilim üretecek
öğretim üyelerimiz...’’
Az sayıdaki örnek bile umut beslemek için
yeterli, ne diyelim...
Ama bir de şu ‘özel muamele’ mevzusu,
porselen tabak falan.
Ne acayip oluyor her şey...
FİKİR VE MERAK PLATFORMU
Son zamanlarda çeşitli etkinliklerde
İTÜ Fikir ve Merak Platformu’nu duyar
olduk. Önceleri kulüp zannediyorduk.
Adında kulüp olmayınca ve üniversite
olanaklarından da haylice faydalandığını
görünce araştıralım dedik. Fikir yürütmek
için merak etmemiz gerekiyordu. Bu
mantıkla da, ne bileyim ben hep merak
kısmını önde tutuyordum. Neyse,
platformun başkanına bir akşam telefonla
ulaşmaya çalıştık. 21.30 sularıydı. Önce
mesajlaştık, sonra telefonla konuştuk. Belki
o güne kadar benzer sorulardan bunalmış
olacak ki (olabilir, empati kurmak gerek)
telefon görüşmemiz pek de hoş geçmedi.
Derken ertesi günkü etkinliklerine davet
edildik, yüzyüze konuşuruz dedik.
Ertesi gün gittik. Merkezi Derslik Binası’nın
önünde bir kermes düzenlemişlerdi.
Tanıştık arkadaşlarla. Hoş beş falan...
Agresif bir tutum vardı. Sorulara sert
yanıtlar, boy gösterme oyunları falan. Açık
söyleyeyim rahatsız oldum. Bizi bilen bilir,
gerek kişisel olarak gerekse de gazetenin
ortak tutumu olarak herkesle konuşmaya
açığızdır. Çünkü konuşmak taraf olmak
değildir, ilgili tarafı tanımaktır. Hala da
böyle yaklaşıyoruz bu olaya da ama...
NİSAN 2013
ÖĞRENCİ KONSEYİ İŞ BAŞINDA
Cihat Baytaş’ın ‘Uçak Mühendisliği Terimleri
Sözlüğü’ uzun soluklu bir çalışmanın
ürünü olarak TMMOB Yayınları tarafından
basılmıştı. Prof. Baytaş’ın bu katkısı örnek
olmalı. İlgili arkadaşların sözlüğü temin
etmelerini özellikle tavsiye ederim.
HOCALARA ‘ÖZEL’ YEMEKHANE
Rektörlüğün yeni kararıyla, 75. Yıl
Öğrenci Sosyal Merkezi’nin bir kısmı
idari ve akademik personel için porselen
tabaklarla servis verilmeye başlandı.
Haliyle öğrencilerin girmesi de yasak.
Bir kurumun her paydaşı tarafından
iyi niyetle benimsenebilmesi bazı ortak
kültür unsurlarıyla mümkün olur. İTÜ
sanki gitgide bu kültürden uzaklaşıyor.
Ben yıllardır yemekhanede profesörlerle,
rektörlerle yemek yedim. Gazete dağıttım,
afiş astım. Hocalarımla birlikte yemek
kuyruğunda bekledim, masada sohbet
ettim. Bu İTÜ’nün bir kültür unsuruydu
bana göre. Her ne kadar öğretim üyelerinin
zaman sıkıntısı, acelesi gibi gerekçeler
ortaya konulacak olsa da bunun çözümü
ayrı bir karantina bölgesini oluşturmak
değil, daha çok hocanın daha çok öğrenciyle
iç içe olabilmesinin kolaylığını sağlamak
olurdu. Tamam yemekhane kalabalık, sıra
da çok...
9
ARIYORUM
Konuşma gerginliğini azaltmaya çalışıyoruz
bir yandan ama hay dilim tutulaydı da ‘‘İTÜ
Merak ve Fikir Platformu’nu merak ettik’’
demeyeydim. ‘‘Önce adımızı doğru öğren
de sonra konuş’’ dedi arkadaşımız. Fikir ve
merak sıralaması yanlıştı maalesef. Ama
dedim bende merak fikirden önce gelir.
Neyse, bu yaptığım büyükçe hatadan ötürü
arkadaşlarımızdan özür dilerim, artık iyice
öğrendim, 40 kere falan tekrar ettim.
Bunları da geçelim. Benim gerçekten
merak ettiğim bu platformun nereye bağlı
olduğuydu. Yani kulüp mü, dernek mi,
siyasi parti kolu mu nedir? Bunları da
sorduk kısaca. İki kez kulüp başvurusu
yapmışlar, reddedilmişler. KSB tüzüklerinde
eksiklikler olduğunu söylemiş. Arkadaşlarsa
KSB’nin tüzüğünün değişmesi gerektiğini
söylüyor. Tabi kulüp olup olmamalarının
önemli olmadığını, her şekilde etkinlik
gerçekleştirebileceklerini, gerekli izinler
aldıklarını, onların tabiriyle Rektör
Karaca’ya kadar herkesle ‘istişare’de
bulunduklarını ve destek aldıklarını
söylüyorlar. Destek aldıkları kuşkusuz, aksi
takdirde İTÜ ne öğrencilerin para toplanan
etkinlik yapmasına izin ne de öyle kolay
kolay etkinlik yapılacak mekan verir.
Kulüplerde çalışan öğrenci arkadaşlarımız
bu konudaki sıkıntıları ve prosedürleri çok
iyi bilirler.
Yine de beni üzen mevzu, resmi sıfatı
olmayan bir grup öğrencinin etkinlik
yapması değil. Üretmek iyidir. Ancak,
istişare yoluyla aldığı desteği kendine
kalkan olarak tutan ve bu gücü ‘bizi kulüp
yapmadılar ama bizim zaten kulüp olmaya
ihtiyacımız yok’ lafıyla zikreden zihin.
Doğru ya, biz o kadar prosedür, defterler,
izinler falan... Enayiyiz...
Gerçekten merak ediyorum, kim muhatap
olacak bilmiyorum ama fikir yürütmemiz
için şu sorulara yanıt istiyoruz. Yanıt gelirse
elbette yayınlarız.
Soru 1: İTÜ Fikir ve Merak Platformu ne
zaman kuruldu, amacı-hedefi nedir?
Soru 2: Yeni kurulan bir oluşum olarak bu
kadar hızlı destek alınmasının yolu nedir?
Soru 3: Neden kulüp olamadınız? KSB
neden kulüp başvurusunu reddetti? Kulüp
olma gayreti hala var mı?
Merak iyidir, kızmasın kimse...
İTÜ’de öğrenci temsilciliğinin az bilinir olmasının
en temel kaynaklarından birisi başta üniversite yönetiminin sonrasında da öğrencinin bu konuya karşı
kayıtsızlığıdır. 1999 yılında YÖK tarafından Bologna
Süreci’nin de bir dayatması olarak üniversitelere zorunlu kıldığı öğrenci temsilciler kurulunun (ÖTK)
seçimleri –o günden bu yana- hep kağıt üstünden
yürütüldü. Haliyle o dönemden beri İTÜ’de akademisyenlik yapmış herkes; ayrıca fakülte yazı işlerinde,
öğrenci işlerinde, dekanlıklarda vb. yerlerde bulunan
idari çalışanda bu vebalin altındadır. Bu kayıtsızlık
öyle bir hal aldı ki, okul yönetimi yeri geldiğinde
kendi yaptığı yönetmeliği unuttu! Geçtğimiz dönem
rektör yardımcısı Prof. Dr. Ali Fuat Aydın imzalı bir
yazı bütün fakülte dekanlıklarına yollandı. Bu yazı
8 Ekim’de kaleme alınmış, her nasılsa rektörlükten
fakültelere anca 11-12 Ekim tarihlerinde ulaşmış ve
fakültelerden 18 Ekim’e kadar seçimlerin tamamlanıp,
isimlerinin rektörlüğe belirtilmesi isteniyordu. Normalde öğrenci konseyi başkanlık seçimlerini her yıl
aralıkta seçen İTÜ yönetiminin bu acelesini anlamak
güçtü. Daha da enteresan olanı bu yazıda temsilcilik
seçimlerinin usülü 10 Nisan 1997 tarihinde kabul
edilen yönerge olarak gösteriliyordu (ki bu yönergede
“seçimler ekim ayında duyurulur, kasım ayında yapılır” ibaresi yer alıyor, madde 8.) Daha da enteresan
olanı İTÜ Senatosu 2011-2012 akademik yılında yeni
bir Öğrenci Konseyi Yönergesi kabul etmiş (http://
www.sis.itu.edu.tr/tr/yonetmelik/ogrenci_temsil.
html) ve bu yönergede gerekli esaslarla (adayların
propaganda süreci, sandıkların kurulması, seçimlerin
fakültelerce duyurulması, seçim kurullarının oluşması vb.)seçimlerin kasım ayı içerisinde yapılması öngörülüyordu. Fakat bu yeni yönergeye rağmen alınan
ilk kararın geri döndürülmesi kolay olmadı. Çünkü
12-13 Ekimde ellerine yazı ulaşan fakülteler 18 Ekime
kadar seçimleri yapmaya çalıştılar. Fakat o 2-3 günlük
kısa dönemde “öğrenci temsilciliğini dert edinen temsilciler ve öğrenciler” olarak o kararı geri çektirerek
seçimlerin fakültelerde usülüne uygun olarak yaptırılmasını sağlamaya çalıştık. Ancak okulda hiç bir
şey olması gerektiği gibi gitmedi. Bu kararı döndürdükten sonra Öğrenci İşleri Dekanlığı her fakülteye
yolladığı yazıda bu sefer seçimlerin 9 Kasım’a kadar
yapılmasını istiyordu. Fakat süre gene dardı. Yapılan
seçim takvimine göre 30 Ekim, bölümlerde öğrenci
temsilcisi olmak isteyen adayların son başvuru tarihiydi. Fakat 24-30 Ekim arası Kurban ve Cumhuriyet
Bayramı tatili vardı ve çoğu öğrenci bu tatili memleketlerine giderek 10 güne çıkarmıştı. Yani öğrencilerin seçimlerden haberi olması için 1 gün veriliyordu!
O dönemde Öğrenci İşleri Dekan Yardımcısı Yard.
Doç. Semra Ahmetolan’a ısrar edip, “tarihi bir fırsatı
tepiyoruz, 9 Kasım yerine 19 veya 29 Kasım’da yapalım” dememize rağmen, bu isteğimiz dikkate alınmadı. Bunun sonucunda temsilciliği olması gerektiği
gibi anlatamadan-aktaramadan, okul da duyurusunu
yap(a)madan seçimler yapıldı. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, temsilcilik seçimleri ilk defa bu yıl
İTÜ’de hak ettiği değeri bulmaya başladı. Okulumuzda son 4 yılda seçimler yönetmelikte belirtildiği esaslara dayanmadan oldu-bittiye getirilirken, geçtiğimiz
dönem pek çok fakültede (Kimya-Metalurji Fakültesi,
Makine Fakültesi, Elektrik-Elektronik Fakültesi vd.)
ilk defa öğrenciler seçim sandığını görerek, olması
gerektiği gibi seçimler yapıldı. Bunun yanı sıra, okul
yönetiminden kaynaklı yaşanan olumsuzluklardan
dolayı; temsilciliği bilmeden, sadece CV’sine yazmak
için seçilenlere veya kendi üyesi olduğu kuruluşların
propagandasını yapmak için seçilenlere -az da olsaengel olamadık. Bu nedenlerle yüzü öğrenciye dönük
olmayan temsilcilerin öğrenciler tarafından gerekirse
tespit edilerek duyurulması gerekli. Temsilcilerin yüzü öğrenciye dönük oldukça, öğrencilerin taleplerini
muhataplarına ilettikçe ve bu şekilde öğrenciler tarafından sahip çıkıldıkça, öğrenci temsilciliği gerçek
anlamını bularak, devamlılığı sağlanabilir.
Peki öğrenci temsilciliği nedir? Öğrencilerin temsilcilerden beklentisi ne yönde olmalıdır?
Öğrenci temsilcisi; öğrencinin sorununu, talebini
doğrudan muhattaplarına iletecek ve sonrasında
öğrencilerden gelecek geri dönüşlerle durumu takip
edecek kişilerdir. Yani aslında öğrencilerin fakülte yö- lemek zorunda kaldı. Temsilciler ısrarcı olmadıkça
netim kurulunda, senatoda sesi olacak kişilerdir. Öğöğrencinin taleplerini dikkate alan olmayacak.
renci temsilcileri ne kadar öğrenci diliyle konuşursa Öğrenciler size nasıl ulaşıyor? Siz alınan kararları ongörevini o kadar yerine getirmiş olur. Bizim dönemilara nasıl ulaştırıyorsunuz?
mizde öğrenci arkadaşlarıyla hiçbir şey konuşmayan
Temsilciler okuldaki her türlü gelişmeden, sorundan
bir öğrenci temsilcisi istemiyoruz. Sınıf temsilcisi haberdarlar ve öğrencilere de bunu gerek internet
veya bölüm temsilüzerinden gerekse kocileri olarak hepimiz
nuşarak duyuruyorlar.
sınıflarımızda/bölümBunun takibini tüm
Merhaba!
lerimizde topladığımız
öğrenciler
yapmalı.
Okulumuzda öğrenci temsilciliği tamamiyle öğöğrencilerin talepleBeraber yürütülmeli.
rencilerden oluşan, hiçbir kurum-kuruluşa bağlı
rini muhattaplarına
Biz herkesin görebileolmadığı gibi hiç bir akademisyeninde danışmaniletiyoruz. Bu yüzden
ceği bir yerde yemeklığı altında olmayan ve esas görevi öğrencilerin soöğrenci
temsilcisi,
hanede ya da girişte
runlarını muhattaplarına iletmekle yükümlü olan
öğrencinin kolaylıkla
mesela bir panomuz
bir kurul var. Fakat yıllardır hem okul yönetiminin
iletişime geçebileceği
olsun, iletilen talepilgisizliği (yapılamayan veya duyurulmayan seçimbir kişi olmalıdır. Örler, yapılanlar oradan
ler,
görevini
yapmadığı
için
haberimiz
olmayan
neğin final döneminde
öğrenciler tarafından
temsilciler vb.) hem de öğrencilerin temsilcilikle
topladığımız talepletakip edilsin istiyoruz.
beraber okulumuzu sahiplenememesi yüzünden
rin içinde kütüphane
FEB’de öğrenci temhakettiği değeri göremiyordu. Bu sene yapılan seyoğunluğundan dolasilcileri panosu olan
çimlerle beraber yeni seçilen temsilciler olarak
yı Merkezi Dersliğin
tek yer camla kapalı,
herkesle beraber demokratik bir temsilcilik sistemi
gece 00.00’a kadar
kilitliydi ve 2004 yıoluşturmaya çalışıyoruz.
açık kalması vardı.
lından kalma öğrenci
Eğer sende bölüm temsilcini tanımıyorsan, onu buRektörlükle iletişime
konseyinin yazısı vargeçtik ve bunu gerçekdı. Anahtarı veren yok.
larak iletişime geç. Her hafta fakültende yapılan faleştirdik. Sonrasında
Halbuki öğrenci konkülte yönetim kurulu toplantısına fakülte temsilcin
ingilizce eğitimle ilgili
seyinin duyurularını
giriyor mu? Giriyorsa senin gözün-kulağın-dilin
öğrencilerin görüşleasacakları bir panonun
olabiliyor mu? Oluyorsa taleplerinin gerçekleşmesi
rini ve beklentilerini
olması yönetmelikte
için yeterli ısrar ve takibi gerçekleştiriyor mu? Seni
toplayarak Rektörlük
geçiyor. Oranın kapalı
alınan kararlardan haberdar ediyor mu?
ve Öğrenci Dekanlığı
olması da bir zihniyeAyrıca fakülte temsilcilerinin seçtiği İTÜ öğrenci
ile bir toplantı gerçektin göstergesi aslında.
temsilcisi de her perşembe yapılan üniversite senaleştirdik.
İnternet
üzerinden
tosuna girip bizim taleplerimizi doğrudan muhatİngilizce eğitimle ilgili
mail yoluyla ogrentaplarına iletmektedir. Her hafta senatodan sonrasenatoda neler oldu?
[email protected]
da öğrencilere geri dönüşü yapmaktadır.
Bu sene bir ilk geradresinden ve ayrıca
Sende yaşanabilinir, hayal ettiğin bir üniversite
çekleşiyor;
öğrenci
facebookta ITU Ogistiyorsan, öğrenci temsilcilerine taleplerini ilet,
temsilciler
konseyi
renci Konseyi sayfaonlarla beraber ol. Öğrenci temsilcilerinin tüm
başkanı seçildiği günsından bize taleplerini
öğrencilere açık toplantılarına katıl! Ama halinden
den itibaren çağrıliletebileceği gibi hafmemnunsan, bana ne okulda olup bitenden, beni
dığı bütün senatolara
talık yapılan öğrenci
alakadar etmez diyorsan o zaman yapılanlar sana
ve ÜYK’lara katıldı,
konseyi toplantılarına
sorulmadan yapılmaya devam eder, hakkında alınkatılıyor,
katılacak.
katılabilirler. Çünkü
nan kararlardan haberin olmaz.
Böylece rektör çok tarher öğrenci ÖTK’nın
Detaylı bilgi için: www.ogrencikonseyi.itu.edu.tr
tışmalı bir konu olan
doğal üyesidir.
ingilizce eğitim ile
Her temsilci kendi böilgili öğrenci temsilcilümüyle ilgili konulara
lerinden bir toplantı talep etti. Temsilciler öncelikle aynı hassasiyetle yaklaşıyor mu?
facebook vb. kanallardan öğrenci taleplerini topladı.
Temsilci olmuş arkadaşların hepsi aynı duyarlılıkta olRektörlükle yapılan görüşmeye 27 tane sınıf ve bölüm
mayabiliyor. Düzenli olarak derslere gitmeyen biri aröğrenci temsilcisi birden gitti. Bu kadar kalabalık bir
kadaşlarıyla iletişim halinde olmadığı için o bölümün
temsilci grubunu karşısında beklemeyen rektörlük ve sorunlarını dile getiremiyor. O zaman temsilcilik işleöğrenci işleri dekanlığı bütün temsilcileri tek tek din- memeye başlıyor. Öğrencilerin aslında görevini yap-
mayan temsilcileri duyurması lazım. Temsilcilik bir
koltuk, değişmeyen bir makam değil. Aslında yönetmelikte değiştirilerek görevini yerine getirmeyen/getiremeyen temsilciler için geri çağrılma(temsilcilikten
düşürülerek yeni temsilci seçilmesi) sistemi olmalı.
Bunun dışında bir de doğal olarak temsilcilerden
hem okuyup, hem çalışan arkadaşlar olabiliyor. Bu da
üniversitenin bir gerçeği. Çünkü barınma parasından
yemek parasına kadar bütün masraflar öğrenciler için
büyük bir külfet. Barınma sorunu da zaten İstanbul’da
ve özellikle İTÜ’de en büyük sorun.
Yönetim öğrencilere karşı yeterince açık mı sizce?
Eğer bir yönetim senatoda konuşulanları öğrencinin
duymasını istemiyorsa o senatonun hiçbir gerçekçiliği yoktur öğrencilerin gözünde. Orada öğrencinin sözünü söylemesi lazım. Öğrenci temsilcisi olarak ben
girebiliyorum senatoya. En son senatoya gittiğimde
bana ‘öğrenci ne istiyor?’ dediler. Ben de ‘öğrenci burada konuşulanları bilmek istiyor.’ dedim. İlk iki hafta
yönetim dahil senatonun tamamına girdikten sonra
3. haftada ‘Biz yönergeyi okuduk, sen sadece öğrencileri ilgilendiren konuların konuşulduğu yerde katılabiliyorsun’ dendi. Ben senatoya girdiğimde kendi
fikrimi değil herkesin fikrini söylüyorum. Oradaki
öğretim görevlilerinin, hocaların da görevi o aslında.
Yani diğer hocaların, fakültelerinin ortak sorunlarını
dile getirmek. Öğrenci temsilcileri burada samimi,
öğrenciler de samimi ama samimi olmayan bir taraf
var. O yüzden bu samimi iki tarafın acil bir şekilde bir
iş birliği oluşturması lazım.
Öğrenci temsilciliğinin yurtdışından ve önceki deneyimlerinden örnekler:
Avrupa'nın bir çok ülkesinde öğrenci temsilcilikleri
bir çok hakka sahip. Değil oda, üniversitede binaları
olanlar var. Rektör seçimlerinde ağırlıkları olan bir
yapıda temsilcilik. Avrupa’da toplam 47 ulusal öğrenci konseyinin bireşmesiyle oluşan European Students’
Union yaklaşık 10 milyon öğrenciyi temsil etmektedir. Ayrıca kendilerine ait bütçeyede sahipler. Örneğin 20000 öğrencisi olan University College London
Öğrenci Birliği’nin bütçesi 2006 yılında 1,8 milyon
£’dir. Üniversitemizde ise seçimler için afiş bütçesi
istendiğinde kağıt israfı diyerek karşı çıkılmıştır. Ayrıca bu birlik Türkiye’deki Ulusal Öğrenci Konseyi’ni
bağımsız olmadığı için tanımıyor ve toplantılarına çağırmıyor. Ülkemizde ise öğrenci temsilciliği Avrupa’yı
150 yıl geriden takip etmiştir. Bu anlamda ’70 yıllarda
ilk kez tamamen öğrenci isteği ve emeğiyle etkinliğe
geçen ODTÜ ÖTK Avrupa modeli öğrenci birliklerine çalışma prensibi açısından oldukça benzemekteydi.
İlknur İlhan / Ayazağa
Serhat Orhun Urfalı / Gümüşsuyu
SİYAH MAVİ KIRMIZI SARI
İTÜ’nün hazırlık eğitiminin verimliliğini
arttırmak için yapması gerekenlere şu
örnekleri verebiliriz:
2. Anadili İngilizce olan okutmanlar
Anadili İngilizce olan okutman sayısının
arttırılması da öğrencilerin daha verimli
olarak yabancı dil öğrenebilmelerinin
yolunu açar.
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
SAYFA 9
HAZIRLIKTA YURT DIŞI KAMPLARI
OLSUN
Hazırlık öğretimi zaten ayrıca bir sorun.
Hazırlık eğitimini tamamlayan öğrencilerin
İngilizce hakimiyetlerinde yetersizlik olduğu
bilinen bir gerçek. Bir koca yılı İngilizce
öğrenmek için harcayan ve hedefine
ulaşamayan öğrencilerle dolu İTÜ. Buna
ben kendimi de dahil edebilirim. Ancak özel
bir çabayla İngilizce’ye hakim olabiliyoruz.
Halbuki hazırlık öğretiminin verimli
bir hale sokulması, İTÜ’nün İngilizce
problemini önemli ölçüde azaltacaktır. İşte
biz de yıllar önce bu konuda bir çözüm
önerilerinde bulunmuş, bunları Rektörlük’le
de paylaşmıştık.
konuşulduğu ülkede öğrenilir. Hazırlık
öğretimi süresince uygun görülen bir zaman
aralığında, öğrenciler yurtdışında İngilizce
kamp programlarına dahil edilebilirler.
Bu bir proje. Üretilebilecek daha yaratıcı
projelerden yalnızca bir tanesi. Düşünün
ki böyle bir uygulamayla İTÜ Türkiye’de
bir ilki gerçekleştirir, yüzde 100 İngilizce
öğretime geçerek dahi kazanamayacağı
puan artışını bu projeyle sağlayabilir. Üstelik
bir yıl hazırlık öğretimi maliyetinden daha
da uygun olabilir.
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
SAYFA 10
SİYAH MAVİ KIRMIZI SARI
10
ARIYORUM
NİSAN 2013
Eurovision yok,
var
Hazal Şener
[email protected]
ITUVISION, başvuru sürecini
tamamlayarak hız kesmeden devam ediyor. 5 Nisan’da başlayacak
olan ön eleme oylaması 18 Nisan’a
kadar sürecek. Bu süreçte destekleyeceğiniz grupları takip etmenizi
öneririz. Yarışmanın ayrıntılarını
SKM asistan öğrencisi ve Geomatik Mühendisliği son sınıf öğrencisi Cem Deniz Şahin’den aldık:
ITUVISION projesi ne zaman başladı? Süreçten kısaca
bahseder misiniz?
Adımız Eurovision’dan gelmedir. Çünkü
yarışmanın formatı Eurovision’a çok benzemektedir. Burada her fakülteyi birer ülke gibi
düşünebiliriz. Öncelikle fakülte temsilcilerini seçebilmemiz için fakülte içinde oylama
oluyor. Fakülte temsilcileri seçildikten sonra
finalde kendi fakültenize oy veremiyorsunuz.
Benzer içerikten dolayı adını böyle koyduk.
Kimler nasıl başvurabiliyor? Kriterler nelerdir?
İsteyen herkes başvurabilir. www.ituvision.
com web adresinden formu indirip doldurduktan sonra çıktısını alıp, SKM’ye teslim
ettikleri zaman başvurmuş oluyorlar. Ayrıca bizi facebook ve twitter hesabımızdan da
takip edebilirler. Yarışamaya katılabilmek
için grubun en az %50 İTÜ’lü olma şartı var.
Grup üyeleri başka üniversitelerden olabilir
%50’lik şart sağlandığı sürece. Şarkılarda dil
kısıtlaması yok ama içeriği önemli ırka, dine,
aykırı, insanları küçümseme ve şiddet içerikli şarkıları kabul etmiyoruz.
Jürileri nasıl seçiyorsunuz? Bugüne kadar kimler jüride yer aldı?
Her yıl en az bir adet İTÜ’lü sanatçı olan
birisini jüri üyesi olsun istiyoruz. İlk yıl
konservatuvardan dört adet hocamız vardı.
SKM’nin açtığı perküsyon kursunun hocası
ve aynı zamanda produktör olan hocamız
Uğur Yılgın, Ogün Şanlısoy, İTÜ’lü Onur
Şan ve bir öğrenci jürimiz vardı. İlk yıl öğrenci jüriliğini ben yaptım. Diğer sene ise
jürimizde Aydilge, Ceyhun Yılmaz, Reyhan
Karaca, Rockçı Aslı vardı. Reyhan Karaca da
İTÜ’lüydü. Jüriyi seçerken sahnede show ve
müzikten her türlü konsepten anlyan, öğrencilerle iletişim kurabilen tarzda üyeler seçtik. Popüleriteye önem vermiyoruz. Ayrıca
Bülent Özveren’in desteğini de aldık açılış
konuşmamızı yapacaktı fakat Almanya’da
Eurovision’da olduğu için aramıza katılamadı ama TRT Stüdyolarına gidip, bir açılış
videosu çektik ve bize de kısa da olsa biraz
sunuculuk eğitimi verdi, etkinliğimizde büyük katkılarda bulundu.
Ödüller neler? Kim sponsor oluyor?
Yarışma 1.sine single kaydı yapıyoruz. İTÜ
Konservatuvarı’nda profesyonel şekilde
ses kaydı yapılıyor, hatta Sezen Aksu da albümlerini İTÜ Konservatuvarı’nda yapıyor.
Bu konuda sponsorumuz İTÜ MİAM’dır.
Ayrıca 2011 de olmak üzere bu yıl da İTÜ
Rektörlüğü’nün oldukça büyük katkısı bulunmaktadır.
Geçmiş yıllardaki yapılan yarışmalarda nasıl elleştirler aldınız?
İlk yıl maddi açıdan sponsorumuz yoktu
kendi bütçemizle yaptığımız için ses sistemi iyi değildi bu nedenle olumsuz eleştirler gelmişti. Şarkılar hem beğenildi hemde
beğenmeyen kesim de oldu. İTÜ Sözlük ve
Ekşi Sözlük’te beni ti’ye alan eleştiriler de var.
2011 yılında Rektörlüğün desteği alındığı
için daha iyi bir yarışma yapıldı ve eleştiriler
olumlu yönde ilerledi.
Üniversitelerde şarkı yarışmasını ilk olarak ortaya
atan siz misiniz?
Evet İTÜ olarak ilk biz yaptık. Araştırmalarımıza göre Ege Üniversitesi böyle bir çalışmaya başlamış ancak gerçekleştirmemişlerdi.
Bizden sonra Kocaeli, Sakarya ve Hacettepe
Üniversiteleri bizimle iletişime geçti. Benzer bir yarışmayı kendi üniversitelerinde
yapmak için ama yapamadılar çünkü yeterli
ekipleri yoktu bu yarışmada ekip çok önemli.
İlerisi için hedefleriniz nelerdir?
ITUVISION belli bir seviyeye ulaştığında
bunu Ünivision olarak genişletmek istiyoruz
ve her üniversiteden birer temsilcinin İTÜ’ye
gelip, burada yarışmalarını planlıyoruz.
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
ARIYORUM
NİSAN 2013
11
ITUVISION NEDİR?
Sosyal & Kültürel Merkez tarafından düzenlenen ITUVISION,
İstanbul Teknik Üniversitesi kapsamında bulunan on beş fakülte’nin
yer aldığı ve her bir fakültenin
kendi temsilcisi ile katıldığı, sadece
teknik üniversiteli öğrencilerin
değil diğer tüm üniversite öğrencilerinin de ilgiyle takip ettiği,
İTÜ’nün ilk ve tek amatör müzik
yarışmasıdır. www.ituvision.com
Biri Hariç
Yarışmaya Mimarlık Fakültesi’nden
katılan Biri Hariç Grubu’nun hikayesi
biraz komik. Katıldıkları şarkının
söz ve bestesinin sahibi Selçuk Keser:
“Aslında 5 kadın 1 erkekten oluşan bir
gruptuk fakat ITUVISION telaşı ile
stüdyoya Ayşe ve ben girebildim. Bir
de öğrencim Nuri Kalyoncuoğlu’nu
apar topar evinden çağırdım. Biri
Hariç’in manası sadece tek erkek iken
,
sadece tek kız anlamına gelmiş oldu.
Merak edenler bizi www.biriharic.
com’dan takip edebilirler.” derken,
ITUVISION’u yüksek lisansa ilk başla
dığı sene eski bir sayımızda gördüğün
ü
fakat 2012’de yapılmadığı için yarışmayı dört gözle beklediğini belirtti.
Yarışmacılara söylemek istediğiniz bir şeyler var
mı?
Bence sesine güvenen herkes katılmalı, grup
olmasa bile tek başlarına katılabilirler. İleriki
zamanlarda geriye dönüp baktıklarında hoş
bir anı olarak kalabilir. Yarışmaya katılacak
olarak arkadaşlara ilgilerinden dolayı çok teşekkür ediyorum ve başarılar diliyorum.
Son olarak sizin eklemek istediğiniz şeyler var mı?
ITUVISION, SKM’nin bir organizasyonu
oradaki gönüllü asistanlar ile bunu yapıyoruz, orada bize destek veren hocalarımız ve
gönüllü ekibimiz olmasaydı bunu gerçekleştiremezdik. ITUVISION da bu merkezde
doğdu. Bu başta benim hayalimdi sonra tüm
ekibin hayali oldu. Bu hayale katkısı olan
herkese çok teşekkür ederiz.
SİYAH MAVİ KIRMIZI SARI
Neden ITUVISION?
Amacımız İTÜ öğrencleri arasında birlik
sağlamak olduğu için popstar tarzında bir
yarışma yapmadık. Bireysel katılım yerine
fakülteler arası yaptık, fakültenin öğrencilerinin birbirini desteklemesi için. Yarışmaya
katılırken kendi şarkılarınız ya da cover bir
şarkıyla katılabilirsiniz. Örneğin İnşaat Fakültesi öğrencileri arasında bir eleme oluyor,
eleme sonucunda 1. çıkan grup, finalde de
diğer fakültelerin oyları ile %50’lik oy kısmını tamamlıyorlar. Diğer %50 kısım için ise
jüri karşısına çıkıyorlar ve bu kısmı da jüri
belirliyor.
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
SAYFA 11
2008-2009 yıllarında Sosyal Kültürel Merkezinde asistanlık yaptığım zamanlarda
bizim her yıl yaptığımız Erguvan Şenlikleri oluyordu. İTÜ Yabancı Diller Yüksek
Okulu’nda söz konusu şenliklerden yola
çıkarak ITUVISION’nun temellerini attık. O zamanlar ekip olarak yeterli sayıda
değildik ve o yıllarda bu etkinliği gerçekleştiremedik. 2010 yılı Mart ayında Sosyal
Kültürel Merkezi(SKM) asistanları ile Yıldız
Park’ında yaptığımız kahvaltı esnasında asıl
temelleri ortaya çıktı ve kafamda daha da iyi
şekillendirdim. Eurovision’a uyarlayarak ve
hocalarımızın desteğini alarak bu yarışmayı
yapmaya karar verdik. Martın ortasından nisanın sonuna doğru 1,5 ay gibi kısa bir süre
içerisinde afişler tasarlandı ve bu afişlerle
aynı zamanda sosyal medya aracılığıyla da
duyurular yapıldı. O yıl 15 civarında başvuru almıştık ve ilk etkinliği Maçka’da Mustafa Kemal Anfisi’nde gerçekleştirdik. 2011
yılındaki yarışmada daha iyisini ve geniş
çaplısını yaparak Süleyman Demirel Kültür
Merkezi’nde gerçekleştirdik. 2012 yılında
ekip olarak toparlanamadığımız için ara verdik. 2013 yılında tekrar bu yola çıktık umarım daha uzun soluklu olur.
Yarışmaının içeriğinden ve konseptinden biraz bahseder misiniz?
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
SAYFA 12
SİYAH MAVİ KIRMIZI SARI
12
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
ARIYORUM
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
NİSAN 2013
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
13
ARIYORUM
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
NİSAN 2013
ARAŞTIRMA GÖREVLİLERİ BU DEFA REKTÖRLÜĞE GİRDİ
YÖK’ün tavsiye mektubu ile işlerinden çıkarılan fakat
YÖK’ün bu kararını geri çekmesine rağmen görevlerine
iade edilmeyen araştırma görevlileri, 28 Mart Perşembe
günü kendilerini destekleyen yaklaşık 1000 kişi ile rektörlük binasını işgal etti. Yaklaşık iki saatlik eylemin ardından grup, rektör ile görüşme sözü alarak eyleme son
verdi.
A
raştırma görevlileri, öğretim üyeleri ve öğrencilerden
oluşan grup, Maslak Yerleşkesi'ndeki yemekhane önünde “Dayanışma Meydanı” adını verdikleri
alanda bir araya geldi. “Kazanana
kadar mücadeleye devam” yazılı bir
pankart açan grup, Rektör Prof. Dr.
Mehmet Karaca aleyhinde çeşitli sloganlar attı. Ardından rektörlük binasına yürüdü.
ASİSTANLAR İŞLERİNE İADE EDİLSİN
Araştırma görevlisi Zafer Eren,
YÖK'ün, ''yüksek lisansı 3 yılda, doktorayı 6 yılda bitiremeyenlerin okulla
ilişkisi kesilsin'' yönündeki yazısıyla
işten çıkarılan asistanların; YÖK'ün 1
Şubat'taki kararı ile işe iadelerini sağ-
ladığını fakat kararın İTÜ yönetimi
tarafından uygulanmadığını belirtti.
Tehdit edildiklerini ve fişlendiklerini
öne sürdükleri Rektör Karaca’yı son
kez uyardıklarını ifade ederken, artık
rektörün her yerde karşısında kendilerini bulacağını belirtti.
REKTÖRE İSTİFA TALEBİ
Üniversitede yaşanan keyfi ve hukuksuz uygulamalardan söz eden Eren,
taleplerinin gerçekleşmemesi durumuyla ilgili: “Bunlar uygulanmadığı
takdirde, Rektör Karaca bulunduğu
makamı terk etmeli ve derhal istifa
etmelidir. Bugün burada hep birlikte İTÜ'ye ve akademik iradeye sahip
çıktığımızı bir kez daha ilan ediyoruz.” dedi.
İTÜ’DE 519 HOCA YOK!
Araştırma görevlilerinin iddialarına göre ortaya
çıkan tablo sizlerle.
Kaynak: ituasistandayanismasi.blogspot.com
İnşaat Mühendisliği Bölümü’nde
oy birliğiyle 5 araştırma görevlisinin 33a’ya geçişi onaylanmışken
bunlardan 3’ünün fakülte yönetimi
tarafından değerlendirme kuruluna
bile gitmesi engellendi. 99 hocanın
kararı hiçe sayıldı.
REKTÖRLÜK KAPILARI BU DEFA DAYANAMADI
İşe iadelerini bekleyen asistanların
yok sayıldığını savunarak Rektör Karaca ile görüşme talebinde bulunan
grup ile güvenlik görevlileri arasında
tartışma yaşandı. Arbedenin ardından rektörlüğe giren 300 kişilik grup,
oturma eylemi yaptı ve “İTÜ, İTÜ'ye
sahip çıkıyor”, “İTÜ burada, Rektör
nerede” ve “Rektör istifa" şeklinde
sloganlar attı. Eyleminin ardından
seçilen 3 temsilci asistan, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ali Fuat Aydın ile
kısa bir görüşme yaptı ve eylem sırasında binada bulunmayan Prof. Dr.
Karaca ile görüşme sözü aldı. Ardından grup, oturma eylemine son verdi.
İTÜ ASİSTAN DAYANIŞMASI’NIN 28 MART BASIN AÇIKLAMASI
Değerli hocalarımız, idari personelimiz,
üniversitemizin cefakar emekçileri, sevgili asistan dostlarımız, meslektaşlarımız,
sevgili öğrencilerimiz ve basın emekçileri;
sizleri asistan dayanışmamız adına sevgi
ve saygıyla selamlıyoruz.
Biz asistanlar, bu üniversitede tam 7 aydır,
işimiz, ekmeğimiz, haklarımız ve onurumuz için mücadele ediyoruz. Tam 7 aydır
gece gündüz çadırımızda iş güvencemiz
ve geleceğimiz için direniyoruz. Artık bizi
iyi tanıyorsunuz. Bu kampüs bizim evimiz oldu. Yemekhane önünde çadırımızın
olduğu alana Dayanışma Meydanı adını
verdik. Bu ad tüm İTÜ'lüler tarafından
benimsendi. Ne mutlu ki bugün bize yalnız olmadığımızı bir kez daha gösterenlerle bir aradayız. Buraya ilk gelişimiz değil
ama son olacağını umuyoruz.
Bu 7 ay boyunca yürüyüşten boykota,
imza kampanyasından şenliğe bir çok
eylem, forum ve etkinlik gerçekleştirdik.
Derdimizi tüm kamuoyuna anlatmak,
haklı mücadelemizi duyurmak için elimizden geleni yaptık ve yapmaya devam
ediyoruz. Ne yazık ki işten atılan onlarca
arkadaşımızın yanı sıra sadece son 1 ay
içinde üniversitedeki geleceklerinden kaygı duyan ve İTÜ'ye olan inançları sarsılan
13 asistan arkadaşımız istifa edip aramızdan ayrılmıştır.
Bu süreçte sesimizi en sağır kulaklara duyurmayı başardık. Ancak yanıbaşımızdaki
Rektör Mehmet Karaca'ya bir türlü ulaşamadık. Ama bizi duyduğunu biliyoruz.
Duyduklarının hoşuna gitmediğini de
biliyoruz.Bir rektör düşünün ki yönettiği
üniversitede kendisiyle görüşülemiyor. Bir
rektör düşünün ki kendi personellerinden, araştırma görevlilerinden ve öğrencilerinden köşe bucak kaçıyor. Yakalandığında ise anlamsız cevaplarla geçiştiriyor,
üstü kapalı tehdit ediyor.
Rektör Karaca bundan 7 ay önce altında
sadece YÖK başkanvekilinin imzası bulunan uyduruk bir görüş yazısını gerekçe
göstererek onlarca asistanı bir çırpıda
kendi deyimiyle kapının önüne koymuştur. Araştırma görevlilerinin görece güvenceli 33 a kadrosuna geçişi için onay
veren 500'den fazla öğretim üyesinin
kararı rektörlükçe oluşturulan ne idüğü
belirsiz geçiş kriterleri ve değerlendirme
kurullarıyla hiçe sayılmış ve bu engizisyon
kurulları ile bölüm iradeleri çiğnenerek
60'tan fazla asistanın ilişiği kesilmiştir. Bu
hukuksuz işten çıkarmalara karşı başından beri kararlı bir şekilde mücadele eden
asistanlar olarak 31 Ocak'ta Ankara'ya
gidip tarihte görülmemiş bir eylem gerçekleştirdik. Tam 36 saat boyunca ağır
kış şartlarında YÖK önünde bekledik ve
sonunda işten atılan asistanların işlerine
geri dönmesini sağlayacak YÖK Genel
Kurul Kararları ile oradan dönmeyi başardık. Ancak bu zamana kadar her sıkıştığında topu YÖK'e atan Rektör Karaca,
işimize geri dönmemize hükmeden bu
genel kurul kararını görmezden gelerek
Resmi Gazete’de yayımlanmadığı bahanesini öne sürmektedir. Bu tavır asistanları
işten çıkarmakta çok hevesli olan Rektör
Karaca'nın gerçek yüzünü göstermektedir.
Hepimiz biliyoruz ki Rektör Mehmet
Karaca'yı hocalarımız seçmedi. Atanmış
bir Rektör olarak Mehmet Karaca demokrasiden ne anladığını birçok kez İTÜ kamuoyuna göstermiştir. Kendisine derdimizi anlatmak isteyen bir asistanı "efendi
ol" diyerek tehdit eden, bizzat kendi imzasıyla işten çıkardığı 6 yıllık bir asistana
"sen bu okuldan değilsin, seni tanıyorum"
diyerek açıkça fişleme yaptığını itiraf eden
Karaca'yı son kez uyarıyoruz. Artık buna
tahammül etmeyeceğiz. Rektör Karaca
bundan sonra gideceği her yerde karşısında bizi bulacaktır. Biz burada sadece
kendimizi değil, 33a kadrosuna geçişi
için onay verdikleri halde asistanları işten
çıkarılarak iradeleri yok sayılan 500'den
fazla hocamızı, özgür ve demokratik bir
üniversite için mücadele eden öğrencilerimizi, servis hakları ellerinden alınan
taşeron işçileri, yemeklerini porselen tabakta yedikleri gerekçe gösterilerek yemek
ücretine %100 zam yapılan ve ayrımcılığa
maruz bırakılan tüm idari personeli temsil ediyoruz.
Bir kez daha ilan ediyoruz;
YÖK'ün asistanların işe iadesini hükmeden 1 Şubat kararları derhal uygulanmalı
ve işten atılan tüm asistanlar geri alınma-
lıdır.
33a kadrosuna geçişteki tüm engeller kaldırılmalı ve geçmiş dönemlerde olduğu
gibi bu karar tekrar bölümlerin iradesine
bırakılmalıdır.
Üniversitemizde yaşanan tüm keyfi ve hukuksuz uygulamalar durdurulmalıdır.
Bunlar uygulanmadığı taktirde, Rektör
Karaca bulunduğu makamı terketmeli ve
derhal istifa etmelidir. Bugün burada hep
birlikte İTÜ'ye ve akademik iradeye sahip
çıktığımızı bir kez daha ilan ediyoruz. Ve
tüm duyarlı kamuoyunu İTÜ'ye ve bilime
sahip çıkmaya çağırıyoruz! İTÜ'de artık
hiç bir şey eskisi gibi olmayacak!
Yaşasın asistan dayanışması! Yaşasın mücadelemiz!
İTÜ Asistan Dayanışması
28 Mart 2013
İTÜ KAMUOYUNA BİLGİLENDİRME
Yüksek lisans ve doktora programlarında
azami sürelerini dolduran araştırma görevlilerinin kadroları ile ilişkilerinin kesilmesi 25.02.2011 tarihinde yürürlüğe giren
2547 Sayılı Yasanın 6111 sayılı yasa ile değişik 44. Maddesinin (c) fıkrası hükümleri
gereği tüm üniversitelere YÖK tarafından
tebliğ edilmiştir.
Göreve geldiğimizde karşımızda bulduğumuz bu soruna olumlu bir yaklaşım getirmek ve Öğretim Üyesi Yardımcılarımızın
maduriyetini engellemek, çözmek amacıyla, İTÜ Rektörlüğü olarak 05.09.2012 tarih
ve 3068 sayılı yazı ile YÖK Başkanlığına 6
aylık ek süre talebinde bulunulmuş fakat
bu talebimiz ne yazık ki uygun görülmemiştir. Ancak bu girişimimizi destekleyen
bir karar YÖK Genel Kurulu’nun ancak
01.02.2013 tarihli 2013.01.135 toplantısında alınmıştır. Buna göre;
“2547 sayılı Kanunun 50.maddesinin (d)
fıkrası kapsamında araştırma görevlisi kadrosunda bulunup, aynı Kanunun
44.maddesinde belirtilen azami eğitim sürelerini tamamlayan veya 30 Haziran 2013
tarihine kadar tamamlayacak olanların,
doktora tezlerini 30 Haziran 2013 tarihine
kadar teslim etmeleri kaydıyla, 2013 yılı
sonuna kadar kadro ile ilişkilerinin devam
etmesine;
Geçici Madde-3 ile de, “2547 sayılı kanunun 50/d maddesi uyarınca yükseköğretim
kurumlarının araştırma görevlisi kadrolarında görev yaparken 2547 sayılı Kanunun
6111 sayılı kanunla değişik 44.maddesinin yürürlüğe girdiği tarihten sonra ve bu
maddede belirtilen azami süreler içerisin-
de doktora tezini tamamlayamaması nedeniyle ilişiği kesilen araştırma görevlileri
bu Yönetmelik’te belirtilen atama şartlarına tabi olmadan bu maddenin yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren bir ay içinde talep
etmeleri halinde, 2013 yılı sonuna kadar
görev yapmak üzere araştırma görevlisi
kadrolarına atanırlar” ifadesi yer almaktadır.
Ancak yukarıda belirtilen YÖK Genel Kurulu kararlarının uygulamaya konulabilmesi için, kurul kararlarında aynı zamanda
Geçici Madde 3’de “Yönetmelik” olarak ifade edilen, ilgili Yönetmelik değişikliğinin
onaylanarak Resmi Gazete’de yayınlanması
yasal bir zorunluluktur.
Bahsi geçen Yönetmelik değişikliği, halen
Başbakanlık’ta inceleme ve onay aşamasında olup, belirtilen kurul kararları onaylanmış son haliyle ilgili Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren geçerli olacaktır.
Tüm devlet üniversitelerinde olduğu gibi,
üniversitemizde de Yardımcı Öğretim Üyesi meslektaşlarımızı haklı olarak endişelendiren, mutsuz eden uygulamaya ilişkin
üniversitemizi bağlayıcı yasal düzenleme
bu şekildedir. Bunun dışındaki düşünce ve
yaklaşımlar, ya eksik ya da taraflı bir algıyı
yansıtmaktadır.
Üniversitemiz tüm çalışanlarına saygı ile
sunulur.
İTÜ Rektörlüğü
02 Nisan 2013
Elektrik Mühendisliği Bölümü’nde
neredeyse hocaların tamamı 3 araştırma görevlisinin 33a’ya geçişini
onaylamışken 2’si 33a’ya geçirilmedi. 30 hocanın kararı hiçe sayıldı.
İnsan ve Toplum Bilimleri
Bölümü’nde oy çokluğuyla 33a’ya
geçirilmesine onay verilen 2 araştırma görevlisi, değerlendirme kurulu
tarafından 33a’ya geçirilmedi. 19
hocanın kararı hiçe sayıldı.
Çevre Mühendisliği Bölümü’nde
oy birliğiyle 3 araştırma görevlisinin 33a’ya geçişi onaylanmışken
bunlardan 1’inin fakülte yönetimi
tarafından değerlendirme kuruluna
bile gitmesi engellendi. 41 hocanın Kimya Bölümü’nde hocaların
kararı hiçe sayıldı.
%99’u 3 araştırma görevlisinin
33a’ya geçişini onaylamışken, “%33
Geomatik
Mühendisliği kotasını aştıkları gerekçesiyle” bu
Bölümü’nde oy birliğiyle 3 araş- arkadaşların değerlendirme kurulutırma görevlisinin 33a’ya geçişi na bile gitmeden ilişikleri kesildi. 55
onaylanmışken 3’ünün de fakülte hocanın onayı geçersiz sayıldı.
yönetimi tarafından değerlendirme
kuruluna bile gitmesi engellendi. 37 Endüstri Mühendisliği Bölümü’nde
hocanın kararı hiçe sayıldı.
oy birliği olmasına rağmen 5 araştırma görevlisinden 4’ü hiçbir geMimarlık Bölümü’nde oy birliği ol- rekçe gösterilmeden 33a’ya geçirilmasına rağmen 1 araştırma görevli- medi. 33 hocanın kararı hiçe sayıldı.
si, dil puanı bahane edilerek 33a’ya
geçirilmedi. 88 hocanın kararı hiçe İşletme Mühendisliği Bölümü’nde
sayıldı.
oy birliği olmasına rağmen 5 araştırma görevlisinden 2’si hiçbir geEndüstri
Ürünleri
Tasarımı rekçe gösterilmeden 33a’ya geçirilBölümü’nde oy birliği olmasına medi. 34 hocanın kararı hiçe sayıldı.
rağmen 33a’ya geçirilmesine karar
verilen 2 araştırma görevlisinin ili- Konservatuar’da oy birliğiyle 33a’ya
şiği kesildi. 6 hocanın kararı hiçe geçirilmesine karar verilen 2 araşsayıldı.
tırma görevlisinin, değerlendirme
kuruluna bile gitmeden ilişikleri keElektronik
ve
Haberleşme sildi. 10 hocanın kararı hiçe sayıldı.
Bölümü’nde oy çokluğuyla 33a’ya
geçirilmesine onay verilen 4 araş- Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nde oy
tırma görevlisinden 3’ü 33a’ya ge- çokluğu olmasına rağmen 4 araştırçirilmedi. 38 hocanın kararı hiçe ma görevlisinden 2’si hiçbir gerekçe
sayıldı.
gösterilmeden 33a’ya geçirilmedi.
29 hocanın kararı hiçe sayıldı.
İTÜ, İTÜ’ye
sahip çıkıyor..!
Baran Serdar Sarıoğlu
[email protected]
28 Mart günü saat 12.30 ‘u gösterdiğinde bine yakın İTÜ’lü birkez daha
yok sayılan iradelerini haykırmak için
Dayanışma Meydanı ( Yemekhane
önü) ‘nda bir araya geldi. Bu kitlenin
büyük çoğunluğunu asistan hocalarına destek olmak için gelen ve aynı
zamanda kendi geleceklerinden kaygı
duyan, aynı duruma düşmemek için
bugünden tavırlarını ortaya koyan öğrenci arkadaşlar oluşturuyordu. Sınırlı
bir kısmını diğer asistanlar ve çok çok
sınırlı bir kısmını öğretim üyesi hocalarımız oluşturuyordu. Sanırım iradesi
yok sayılan 519 hocamızdan 15-20 kişi
kadar orada olan vardı ki bu vahim bir
durumdur. Çünkü sindirilmek, hem
iradenin yok sayılmasından hem de
muhatap bulamamaktan daha kötü
bir durum. Sindirilmek karşı tarafın
ekmeğine yağ sürme durumu. Evet
taraflık söz konusudur, çünkü ortada
anti demokratik bir durum söz konusuysa ve bilim insanlarının aydın olma
gibi bir görevi varsa, her bilim insanının bu duruma taraf olma mecburiyeti
vardır. Biz öğrencilerin beklediği eğer
hocalarımızın da bilimin ancak özgür
ve demokratik ortamlarda yapılabildiğine inançları varsa onları da tavırlarını daha net ortaya koyabilecekleri
yöntemlerin içinde görmek.
Yapılan eylem meşru mudur? Yapılan
eylem meşrunun da meşrusudur?
Çünkü sözlerinizi söylemek için karşınızda güvenlik görevlilerinden başka
muhattap bulamassanız, eyleminiz
yönetimden daha meşru hale gelir.
Sanırım bunun nedeni tek bir ağızdan
çıkan söze itaatin benimsenmiş
olması, ağız olmayınca saatlerce sözde
gelmedi. Halbuki oraya gelenler ortak
ağzın sözlerini söylemeye gelmişlerdi.
Söylemek için geldiler, haykırarak
döndüler.
Görünen o ki asistan dayanışması
artık sadece İTÜ içi bir olay değil, tüm
Türkiye de üniversiteler üzerinde ki
baskının bir başka haykırışı. Bu noktada bu eylem pratiğini sadece İTÜ’lü
asistanların isteklerini elde etme
mücadelesi olarak değerlendirmek
yanlış olur. Artık bu ve ODTÜ, KTÜ
ve İstanbul Üniversitesindeki benzer
eylemler Türkiye’ de üniversiteler
üzerinde ki baskıya ve anti demokratik uygulamalara karşı yapılmış ortak
eylemlerdir. Bu baskı ortamından
nasiplenen üniversitenin her bileşeni, baskılara karşı ortak mücadele
etmelidir. Çünkü bugün asistanları
doğrudan etkileyen kararlar yarın
hocaları ya da öğrencileri etkileyecektir. Bu yüzden her İTÜ’lü İTÜ’ye sahip
çıkmalıdır, her İTÜ’lü gelecekleri hakkındaki kararların alımında söz sahibi
olmanın yollarını aramalıdır.
14
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
ARIYORUM
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
NİSAN 2013
PERDELERİN ARDINDA BIRAKILAN KADINLAR :
8
Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nden
yola çıkarak bilim ve sanatta kadının yerini
sorguladık. Bu araştırma çerçevesinde aslında bunun sorgulanmasının sakıncalarını ve insanları kategorilere ayırmamak gereğini gördük. Bu
konu hakkında çok şey araştırılıp, yazılabilir. Biz
sözü bu sefer onlara bıraktık:
Yönlendirdiğimiz soruların çok yönlü olduğunu
ve ayrıntılı düşünülerek yanıtlamak gerektiğini
belirten Türk Dili Bölümü Öğretim Görevlisi
F. Güliz Kapkın şunları belirtti:
Sizin için “kadın” kimdir? Kadını nasıl tanımlarsınız?
“Kadın” kavramını (sanat ve bilim söz konusu
olduğunda) “insan” kavramından çok ayrı bir
yere koyamıyorum. Yapacağım her tanım, kişisel
özellikleri ihmal edip genelleme kapsamına sokacak bizi diye tedirginim. Biyolojik farklılığın
altını çizmek de çok anlamlı gelmiyor.
Tarihte bilim ve sanatta kadının yeri neresidir?
“Kadın” “erkek” kavramlarını kendi hallerine
bırakıp sanata, bilime, topluma hizmet etmiş
insanlar açısından bakıyorum konuya daha çok.
Böyle kurunca bakış açısını, geçmişle günümüz
arasında üretim açısından çok büyük farklılık
görmüyorum. Kadının belki geçmişte eser ortaya koyması, sergilemesi dış şartlar yüzünden
günümüzdeki kadar kolay değildi, ama bu üretmediği ve başarısız olduğu anlamına gelmemeli.
Belki gölgede hatta karanlıkta kalıyordu ürettikleri. Değişen şartlar, baskıların artıp azalması,
toplum kurallarının, yaşam şekillerinin değişmesi, görünür olma ve tanınma açısından sayıca
bir değişiklik getiriyordur mutlaka.
Çetin Altan, kadını çocuk dünyaya getirdiği için
kıskanan ya da bundan korkan erkeğin yaratıcı
olmaya yöneldiğini, eser ortaya koyarak eksik
yanını tamamlamaya çalıştığını ifade etmişti bir
yazısında. Bu da başka bir bakış açısı.
Neden başarılı kadınların isimlerini çok duymayız?
Bir de tanınmak ve adı duyulmakla başarıyı aynı
kefeye koyamıyorum çoğu zaman. Hiç tanıya-
Sabiha Rıfat Gürayman (1910 - 2003)
madığımız nice bilim insanı ve sanatçı geldi geçti
kim bilir. Kadın ya da erkek. Adlarını sayamasak
da düşünce ve ruh dünyamıza kattıklarını inkâr
edemeyiz. Ama erkek kimliği dünyanın çoğu
yerinde daha baskın, daha güçlü ve kural koyucu olarak öne çıktığından, yönetimler ve yaşam
şekilleri de çoğu zaman bunu desteklediğinden
sanırım daha çok erkek adı sayabiliyoruz.
Aynı başarıya sahip oldukları halde niçin erkekler
kadınları gölgede bırakır?
Günümüzün başarılı sayılan ve göz önünde olan
çoğu kadını, belki bu yüzden erkeklere özgü kişilik özellikleriyle maskeleniyor ya da gerçekten
öyle bir kişilik oluşuyor. Bu da zaten istenen,
kabul gören bir şey. Ama erkeklerin ruhlarının
kadınsı tarafını ortaya koyması aynı kabulü görüyor mu tartışılır.
Ben ne kadar kefeleri ayırmamaya çalışsam da
dilde bu ayrım çok sert şekilde karşıma çıkıyor.
“Bilim adamı, hayat adamı, adam olmak” ifadelerinde hep erkek imajı var zihnimizde. İstediğimiz kadar “Bilim Kadını” demeye dilimizi
zorlayalım, “Hayat kadını” ile “Hayat adamı”nın
anlamları arasındaki uçurum anlatmaya yetiyor
bu zorlanmanın sebebini. “O” zamiriyle dilde
cinsiyet ayrımına izin vermeyen Türkçede de ne
yapalım ki yaşamımızın izleri bu yönde çok sert
ve incitici şekilde karşımıza çıkıyor.
Ama son zamanlarda “bilim insanı” ifadesiyle
sanki bu bakış açısı -biraz iterek de olsa- aşılıyor.
Dil yaşamın yansısı olduğuna göre, bu ifade de
gölgede kalanın yavaş yavaş gün ışığına çıktığını
gösteriyor diye düşünebiliriz belki. Yoksa hâlâ
erken mi?
İlk Türk kadın inşaat mühendisi, Anıtkabir’in kontrol mühendisi, erkek takımı Fenerbahçe’nin ilk kadın voleybolcusu
1927’de Atatürk’ün kızların Yüksek Mühendis Mektebine (bugünkü İTÜ) alınması yönündeki isteğiyle inşaat mühendisliğini seçti. Gürayman, bu okula giren ilk kız öğrenci. Bazı
kayıtlara göre 2 kız öğrenciden biri.
Kendisi Fenerbahçe Voleybol takımındaki erkek arkadaşları
ile birlikte pek çok resmi maça çıkmış, erkek takımında oynayan ilk kadın sporcu olmuştur.
1935 yılında Ankara-Beypazarı yolu üzerindeki ve halen O'na
atfen "Kız Köprüsü" diye bilinen kemer köprünün inşaatında
görev aldı ve kendini şantiyede de kabul ettirdi. BayındırIık Bakanlığı Teşkilat Kanunu ile kurulan Yapı ve İmar İşleri
Reisliği emrine atandı. Bu görevdeyken okul, hastahane, hükümet konağı, halkevi gibi resmi binaların mimari ve statik
projelerini yaptı. 1939’da yüksek mühendis Remzi Gürayman ile evlenen Sabiha Rıfat 1941'de Koordinasyon Bürosu
ve TBMM inşaatı kontrol şefliklerinde bulundu. 1945’te Ulu
Önder Atatürk'ün Anıtkabir İnşaatı Başmühendisliği'ne atandı. Bu göreve geldiğinde 35 yaşındaydı. 10 yıl bu onurlu görevi üstün bir başarı ile sürdürdü.
MIT (Massachusetts Institute
of Technology)
Üniversitesi
Kadın ve Toplumsal Cinsiyet
Çalışmaları
Bölüm Direktörü Prof. Sally Haslanger’a
sorduk:
Sizin için “kadın” kimdir? Kadını nasıl tanımlarsınız?
Bence bu konuda Simone de
Beauvoir’yı takip etmek ve
fiziksel cinsiyet ile toplumsal
cinsiyetin ayrımının yapılabilmesi çok önemli. Kadının
cinsiyeti, üreme ve eşeysel
kapasiteleri ile tanımlanır.
Vücutlarımız kompleks organizmalar olduğundan ve
fiziksel organlar, kromozomlar, hormonlar gibi birçok
özelliklerinde farklılıklar sayılabileceğinden dolayı, kadın
ve erkek için ortada basit olarak “bir” adet fiziksel farklılık
yoktur. Fakat, yavaş ve büyük
üreme hücreleri üreten yumurtalıklar ile hızlı ve küçük
üreme hücreleri üreten testislerin ayrımının yapılması
kullanışlı olabilir. Bununla
beraber, ben kadını cinsiyet
faklılıklarını sosyal anlamları
ile tanımlarım. “Cinsiyet”in
farklı toplumlarda farklı anlamları olmasına rağmen (-ki
çok kültürlü motifin tanınmasında yarar var), kadınlar
doğurma kapasitelerine göre
değerlendirildikleri bir baskıyla karşılaşır. Bu durum,
üyelerine adaletsiz davranıldığı için politik öneme sahip
bir grubun ortaya çıkmasına
neden olur; feministler, üyelerinin adına adalet için çalışmalıdır.
Remziye Hisar (1902 - 1992)
Bilim ve sanatta
kadının yeri
Tarihte bilim ve sanatta kadının yeri neresidir?
Bu birkaç cümleyle açıklanamayacak kadar önemli
bir soru. Kadınlar daima çeşitli şekillerde bilgi ve sanat
üretirler. Bu bilgi ile sanat,
tanınmadı ve kıymetli sayılmadı. Hatta “bilim” ve “sanat”
olarak değerlendirilmedi. Bunun yanında, tarihte kadınlar
eğitim alma ve değerli bilimsanat kaynaklarına erişme
hakkına sahip değildi. Son
dönemlerdeyse
kadınların
katkılarının üstü örtülmeyip,
çocuk doğurma ve büyütmelerinin ötesinde kültüre
katkıda bulunmalarına karşı
büyük bir farkındalık oluşturuluyor. Ayrıca kadınlar artık
eğitim alma ve bilimde, sanatta kariyer yapma hakkını
kazanmış durumda.
Neden başarılı kadınların
isimlerini çok duymayız?
“Başarı” farklı şekillerde karşımıza çıkar. Politika, bilim,
edebiyat, sinema vb. alanlarda birçok başarıya imza atmış
ve ün kazanmış kadınlar var.
Kadınların, erkeklerin üstesinden geldiği başarıları elde
edemeyeceklerini düşünmek
için hiçbir sebep yok. Kadınların başarı kazanamamasının iki muhtemel sebebi var.
Birincisi, kadınların başarılı
olup büyük işlere imza atmalarına karşı olan önyargının,
kadınların tanınmasına engel
olmasıdır. Bir kadın inanılmaz bir aşçı olabilir, fakat
erkeklerin aşçılıklarıyla para
kazanması ve ünlü şefler olması daha alışılageldiktir. Bir
kadın mükemmel bir zanaatkar olabilir, fakat erkeklerin
eserleri “sanat” olarak değerlendirilir ve toplumda sergi-
İlk Türk kadın kimyager
Üç yıllık ilköğrenimini bir yılda tamamlayan Hisar oldukça zeki bir kızçocuğuydu. Öğrenim hayatı boyunca, başarılı öğrenciler arasında yerini
almıştır. Darülfünun’da kimya bölümünü seçtikten sonra kız ve erkek öğrencilerin farklı saatlerde ders aldığı bu dönemde, öğretmeni ve okul arkadaşlarıyla birlikte Bakü’ye gitti. Kafkasya’daki savaşlara rağmen, kendini
bölgenin eğitilmesine adayarak bir erkek öğretmen okulunda dersler verdi.
Azerbaycan bağımsızlığını kaybedince orada tanışıp evlendiği eşi Dr Reşit
Süreyya Gürses ile İstanbul’a döndü. Ardından eşinin ısrarlarıyla Paris’e
giderek ve Sorbonne Üniversitesi’nin kimya bölümüne başladı. Burada
Langevin ve Madam Curie gibi tanınmış isimlerden dersler aldı. Tezini tamamladıktan sonra doçent adayı olarak yurda döndü.
1933- 1936 yılları arasında İstanbul Üniversitesi’nde kimya ve fizikokimya
doçenti olarak görev yaptı. 1947’de İTÜ Makine ve Kimya Fakültelerinde
kimya doçentliğine başladı, 1959 yılında profesör oldu. 1973 yılında emekliye ayrıldı.
Fransa Hükümeti’nden 1956’da “Officer de l’Académie” nişanı almış,
1991’de Tübitak Hizmet Ödülü’ne layık görülmüştür.
Ayrıca dünyaca ünlü fizikçi Feza Gürsey ve Milletlerarası Psikoloji
Cemiyeti’nin tek Türk ve kadın üyesi psikiyatrist Deha Gürsey’in annesidir.
lenerek erkeğin ün kazanması
sağlanır. İkincisi, kadınlar başarılı erkeklerin “değerli” gördüklerine değer vermeyebilirler. Bu nedenle enerjilerini,
daha az göz önünde olan veya
toplumsal değeri olan çalışmalara harcarlar. Bir anne ya
da öğretmen yaptığı işte çok
başarılı bir kadın olabilir. Fakat, mutlu olmak için, başarılı
olmak için, şöhrete ihtiyaç
duymayabilirler. Bu yüzden
onların adlarını duymayız.
Aynı başarıya sahip oldukları
halde niçin erkekler kadınları
gölgede bırakır?
Tarihte kadınların yetki alanı daha çok aile ve bireysel
yaşamları olarak görülürdü.
Toplumsal alan ile erkek meşguldü. Bu durum için, erkeğin kadını çocuklarla ilgilensin diye evde tutarak, kontrol
etmek istemesi dahil birçok
açıklama yapılabilir. Hikaye
ne olursa olsun, kadınların
çalışmaları toplumla ilgili değil, ev ve aile ile ilgili görülür.
Tabii ki çocuklarla ilginenen,
yemek hazırlayan vs. kadın
olmadan toplumun varlığını
sürdürmesi
düşünülemez.
Fakat, eğer toplumsal alanda
kimin tanındığına bakılırsa,
buraya egemen olduğu için
erkeğin çalışmalarının daha
ortada olduğu görülür. Bu
durumda kadınlar için gerçekleştirilmesi gereken iki
önemli strateji vardır: (i) toplumsal alan ile onun sunduklarına (eğitim, kariyer, politik
güç) erişmek için çalışmak,
(ii) özel alandaki kadınların
katkılarının tanınması için
çalışmak (anneliğin, öğretmenliğin değerini arttırmak
gibi).
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
15
ARIYORUM
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
NİSAN 2013
Sanat ve Bilimde Olmayan Kadınlar (mı?)
“Kadının bilim ve sanattaki yeri
nedir?” sorusu, yanıtlamadan önce
üzerinde düşünmeyi gerektiren bir
soru. Zira aslında içinde pek çok
tuzak barındırıyor. Öncelikle burada olduğu varsayılan sanat ve bilim arasındaki yakın ilişkiden başlayalım. Bu yakınlık varsayıldığı
ölçüde doğru ise o zaman örneğin
Türkiye’nin tartışmasız bilim merkezlerinden biri olan İTÜ’de sanata
da her anlamda aynı derecede bir
ilgi olması gerekir. Yani pek çok
sayıda çalışma, etkinlik, ders, sergi, tartışma toplantıları, gibi. Oysa
korkarım ki hayatında bir kere bile
bir sergiye gitmemiş İTÜ’lülerin
sayısı hiç de azımsanmayacak bir
orandadır. Yapılmamış bir araştırmanın olmayan sonuçları üzerinden bir çıkarım yapmayayım ama
bir İTB bölümü öğretim üyesi olarak gözleme dayalı bazı hipotezlerim var. Bu basit örnek üzerinden
kendi sözümü kendim tamamlayayım; öncelikle bilim ve sanatın ne
yazık ki gerçek hayatta varsaydığımız kadar yakın bir ilişkisi yok.
Ve fakat bahis konusu 8 Mart olunca normalde doğrudan ilişkisi o
kadar da olamayan bu iki alan bu
durumda aynı cümleye giriverebiliyor. Çünkü tuzak asıl orada, sanat
ve bilim 1) birbirine çok benzer
alanlardır –ki değil 2) ve geleneksel
olarak kadının dışlandığı alanlardır- ki en azından artık değil ama
bu soruyu soranlar “son durum
nedir?” diye araştırmaktan ziyade
genel bir varsayımı devam ettirmeyi tercih etmişler. Peki acaba niye?
Çünkü aslında bu bir soru değil bir
önerme, bir meydan okuma, belki
de aslında biraz da bir suçlama. Bu
kadar kısa bir soruda sanat ve bilim
arasında pek de olmayan ilişkinin
kurulmasını sağlayan tek bir şey
olabilir; bu iki alanın da tanımsal
olarak bir genel gidişattan dışarı
çıkma, gerektiğinde herkesi karşına alma, bir aşkınlık haline tekabül
etme özellikleri. Ki bu gerektiğinde
herkese karşı durabilme hali daha
sonraki dönemleri doğrudan dönüştürebilme gücüne sahip olmuş
haller. Bilimin paradigmaları varsa sanatın da ekolleri vardır ve bu
anlamda yeni dönemlerin ortaya
çıkması gerçekten de bu iki alanı
da tarihi dönüştürme gücüne haiz
kılmıştır.
Ama bence yukarıdaki soruda gizli
olan varsayım işte tam da burada.
“O ekoller, o paradigmalar arasındaki geçişler kimin üzerinden
olmuş?” diye sorduğumuzda gördüğümüz aktörler hep erkekler
oluyor. Bir Einstein, bir Darwin,
bir Shakespeare, bir Picasso’yu
dünya üzerinde belki herkes bilir
ya neden aynı kilit konumlarda bir
kadın yok?
İşte bu iyi niyetle sorulmuş sorunun içindeki gizli suçlama da burada ortaya çıkıyor. “Bakın 2013’e
gelmişiz, geriye dönüp baktığımızda onca erkeğe karşı kaç tane
kadın görüyoruz? Bu konuda bir
kusurumuz bize söyleyin, varsa yapılacak birşey yapalım. Ama acaba bu sorunun kaynağı biraz da
kadınların kendisinde olamaz mı?
Bunca geçen zaman, bunca dönüşen topluma karşın kadınlar hala
var mı yok mu belli değil. Yoksa
acaba kadınların kendi varlıklarında mı aşkınlık değil de bir içkinlik
hali, bir kendinden ve belki en yakın çevresi ötesinde tahayyülünü
geliştirememe ya da gerektiğinde
herkesi karşısına alıp baskıya direnme gücü gösterememe sorunu
var? Yoksa acaba kadın biraz yapısı
itibarı ile yönetilmesi gereken bir
şey mi?” Benim bu soruda duyduğum biraz da böyle bir şey.
Mihri Müşfik (1886 - 1954)
Sordukları soruların satır aralarına aslında kadının kimliği konusunda varsayımlarda bulunan
herkese hatırlatmak isterim ki cinsiyet eşitliği denen mevzuda “fırsat
eşitliği”nden “koşullar eşitliği” biçimine geçilmediği sürece biz daha
çok “kadınlar nerede?” sorusunu
soracağız. “Fırsat eşitliği” kavramı
toplumda genel soyut bir anlamda
formel alanlarda ayrımcılığım kaldırılması ile ortaya çıkar. Örneğin
iş yasalarından cinsiyet ayrımını
kaldırır, eğitimde “haydi kadınlar okula” kampanyaları düzenler,
“işte bariyerleri kaldırdık, daha ne
yapalım?” diyip yolunuza devam
edersiniz. Oysa daha genel toplum
nezdinde aşkınlık ve içkinlik halinin kendisinin bir toplumsal cinsiyet ile özdeşleşmesi konusunda bir
değişikliğe gitmek ile ilgili olarak
gereken çok daha uzun soluklu çabayı göstermezsiniz. Bunun sonucunda da örneğin özel olarak kızını
okutmaya karşı olmasa da örneğin
1 çocuğunu okutmaya gücü yeten
bir babanın kız ve erkek çocukları
arasında erkeği tercih etmesi gene
devam eder. Ve ama kastım toplumda sadece sınıfsal olarak yaşanan bir tıkanma değil. Aynı şekilde
bir oğlu ve bir kızı olan ve onları
dünyanın en iyi okullarında okutan babanın da zamanı geldiğinde
şirketinin başına bir varis ataması
gerektiğinde oğlunu tercih edip
kızını münasip bir evlilikle daha
çok cemiyet toplantılarına yönlendirmesi de o aşkınlık ve içkinlik
hallerinin toplumsal cinsiyet kodları ile yeniden üretilmesinin bir
örneğidir. “Peki burada şirketin
başına geçmektense evli çocuklu
olmayı seçen kadının hiç mi rolu
yok?” sorusuna istinaden de; elbette var ancak gene ben size sormuş
olayım. Günde 12 saatinizi son
İlk Türk kadın ressam
İlk eğitimini, evde özel öğretmenlerden aldı. Batılı kadınların hayatına özendi. O dönemde yadırganan biçimde, dekolte giyindi.
Alafranga hayata tutkundu. Bir salon kadınıydı. İttihat ve Terakki
Partisi büyüklerinden çoğu ile dostluğu vardı. Hıristiyan kadınları
gibi, erkeklerle içki masasına oturdu.
Cumhuriyet’in ilanından sonra Mustafa Kemal’in portresini yapan
ilk ressam oldu.
Papa XV. Benedict’in bir portresini yaptı (şuan Vatikan Müzesi’nde).
Papa, ilk defa bir kadın ressama poz veriyordu.
On yedi yaşındayken bir dinletide tanıştığı İtalyan bir müzik şefinin peşinden Roma’ya kaçtı. Sahte pasaportla gittiği İtalya’da tanıdıklarının yanında kaldıktan sonra Paris’e geçti. 52 Montparnasse
Bulvarı’ndaki adreste kiraladığı yeri, ev-atölye olarak kullandı. Dışavurumcu, özgün portreler yaptı. Çağdaş resim akımlarını yakından takip etti. Portrelerinde kübizmin ve ekspresyonizmin etkisi
görülür. En önemli eseri Naile Hanım portresini bu dönemde yaptı.
Paris'teki hayatı, çok müsrif geçti. Resme olan tutkusu nedeniyle
aristokrat yaşamını terk etti, Müşfik Bey'le evlenip, Amerika’da bohem ve yoksul bir yaşam sürdü. 1988’e kadar bilinen Türkiye’de 32,
İtalya’da 36, Fransa’da 23 ve Amerika’da 60’ı aşkın olmak üzere, 150
civarı eseri bulunmaktadır.
derece stresli bir sorumlulukla bezeli bir işte geçirmek ile villanızda
havuzunuza girip çocuklarınızla
birlikte geçirmek arasında toplumsal baskı ve roller açısında HİÇBİR
FARK OLMASA idi, gerçekten ve
gerçekten hangi senaryoyu tercih
ederdiniz?
Bütün bunlara karşı eşitliği “koşullar eşitliği” üzerinden tahayyül
etmeyi öneren feminist pozisyon
ise toplumda formel anlamda eşitliklerin sağlandığı durumlarda bile
geleneksel olarak kadına atfedilen tanımların kendisinde hiçbir
değişikliğin olmamasının gerçek
anlamda eşitliğe erişimde en büyük engel olduğunu bize hatırlatır.
Örneğin bu hafta derste okuyup
tartıştığımız bir makaleden ödünç
alırsak Türkiye’de bankacılık sektöründe 2002 yılı itibarı ile toplam
istihdamın 46%sı kadınlardan müteşekkil olmasına karşılık, en üst
kademelere geldiğimizde çok daha
az kadın yönetici görmekteyiz. Kadınların yetenekleri ve eğitimleri
sebebi ile işe alındıkları konusunda
şüphemiz olmadığı bu sektör için
bile sormamız lazım, peki neden
bahis konusu kariyer anlamında
yükselme olunca kadınlar bir anda
durup eğitim ve yeteneklerini o en
yüksek potensiyelde icra edemez
oluyorlar? Çünkü mesela projenizi
bitirmeniz için geç saatlere kadar
sabahlamanız, müşterinizi akşam
yemeğe götürüp mesela bir de futbol maçında eğlendirmeniz gerektiği durumlarda o projede çalışan
bir kadın ve bir erkeğin hangisinin
önü daha açık olacaktır? Geç saatlere kadar aslında ailesinin refah
ve mutluluğu için çırpınan bir
çalışanın eşi bir kadın olduğunda
o profesyönel çaba evde nasıl bir
karşılık bulacak, buna karşı bir
kadın olduğunda nasıl bir karşılık
Samiye Morkaya (1899 - 1972)
bulacaktır? “Çocukları yatırdım,
yemeği hazırladım, gömlekleri de
ütüledim karıcım, sen rahat ol,
işine bak” diyen onlarca, binlerce
erkek var da mı kadınlar hala istedikleri ya da aslında yeteneklerinin
onları güçlendirdiği ölçüde yükselemiyorlar? “Fırsat eşitliği”ne karşı
“koşullar eşitliği”nden kastımız
işte bu. Kadınların en yukarılara,
en üst düzeylere, en aşkın hallere
ulaştıklar hallerde bile hala ev, aile
denilen yerden asli olarak sorumlu
tutulmalarının getirdiği maddi ve
manevi yükün kendisini konuşmadan, soyut bir düzlemde “biz
baktık baktık kadınları göremedik,
nerdeler? demek en hafifinden kadınlara yapılmış bir haksızlıktır.
Ve son olarak bütün bu genel resmin ötesinde sanat ve bilim alanları
aslında kadının başka alanlara nazaran çok daha fazla sayıda olduğu
alanlar olduğunu da hatırlatmam
gerek. Bilim biraz da yukarıda
bahsettiğim “çift mesai” durumuna görece daha uygun çalışma ortamı sağlayabildiği için öyle. Yani
gündüz üniversitede, ofisinizde,
laboratuarınızda çalışıp gene de
akşam yemeğini yetiştirmeye eve
yetişebiliyorsunuz. Sanattaki dönüşüm ise biraz daha farklı sebeplerden. Çünkü artık tarihsel olarak
öznelikten dışlanan bütün aktörlerin hikayelerinin ayrı ayrı değerler
ve hikayeler içeridiğini biliyoruz
ve onları duymak istiyoruz. Sanat
alanında kadının yükselişi belki de
diğer bütün alanlarda daha hızlı bir
biçimde gerçekleşmekte. O yüzden
bana sorulan soruya cevaben ben
kendi sorumu sormak istiyorum.
Kadınlar çoktandır buradalar beyler. Peki ya siz neredesiniz?
Yrd. Doç Dr. Ayşe Akalın
İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü
İlk Türk kadın otomobil yarışçısı
Yedikule Alman Mektebi'ni bitiren Samiye Hanım, müziğe de meraklı
idi. Tanburi Cemil Bey'den sekiz sene kemençe dersi aldı. O zamanın
konservatuarı olan Darülelham'da 1922'de açılan bir sınavı kazandı ve
kemençe öğretmeni oldu. Aynı yıl Pangaltı Amerikan Garajından ehliyetini aldı.
İlk otomobilini, 1923'te evlendiği dönemin popüler romancılarından
Burhan Cahid Bey satın aldı. Cahid Bey karısının sazını sevmiyor
ama otomobile olan merakından çok keyif alıyordu. Her iki yılda bir
otomobilini mutlaka yenileyen Samiye Hanım, bir süre sonra Turing
Klüp'ün düzenlediği otomobil yarışlarına katıldı. 1930'dan itibaren yarışların tek kadın sürücüsüydü.
1932'de İstinye Köprüsü ile Zincirlikuyu arasındaki 9,5 km’lik yarışı birincilikle bitirdi. İkinci gelen Paşazade Vehbi Bey sonuca itiraz
etti ve gerekçe olarak da birinci ilan edilen yarışmacının “kadın” olmasını gösterdi. İş mahkemeye aksetti; Sultanahmet Sulh Hukuk
Mahkemesi’nin “Bir kadın da otomobil yarışlarına katılabilir” kararınca Samiye Hanım'ın birinciliği resmiyet kazandı.
1934 yarışlarında aynı parkurda kaza yaptı ve ağır yaralandı. Kullandığı Ford marka otomobil devrilince sol kolu parçalandı. Ancak araba
kullanma sevdasından hiç vazgeçmedi. 73 yaşında öldüğünde, hala
Nash marka otomobilini kullanıyordu.
16
R
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
NİSAN 2013
MUTLULUĞU TARİF
EDEBİLİR
MİSİNİZ?
Prof. Dr. Orhan KURAL
[email protected]
eklamı seviyoruz, gösterişi seviyoruz,
anlık zevkleri seviyoruz. Kısaca “tüketmeyi” de seviyoruz. Ama nereye kadar?
Bu yeni yaşam tarzı aslında ABD’de doğdu,
hızla yayıldı ve yayılıyor, dünyanın her yerinde
gücü yeten herkes tarafından da taklit edilmektedir. Alan During’e göre tüketim, adım adım
“yaşam tarzı” haline getirilmektedir. Malların
satın alınıp kullanımı bir ayine dönüşmekte
yani tüketimle, egomuz tatmin olmaktadır. Bir
şeylerin giderek artan bir hızla tüketilmesi, bitirilmesi, yıpratılması ve yenisiyle değiştirilip
hurdaya çevrilmesi gerekmekte. Yüz üçü Nobel
ödülü almış olan iki bin bilim adamı yaptıkları
ortak açıklamaya göre yaşlı dünyamızı 200 yıl
içinde tüketmiş olacağız. Artık yeni bir gezegen
veya gezegenler bulmamız gerekiyor. İnsanlar
mutluluğu daha “çok tüketmek” sanıyor ve tabii
çok çok yanılıyorlar. Yapılan geniş kapsamlı bir
araştırma sonucu dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Bangladeş’in ve Pasifik Adası olan
Vanatu’nun en mutlu insanlara sahip olduğu
anlaşılmış. ABD, Kanada, İngiltere, Almanya,
Fransa, İsviçre, Norveç “mutluluk listesinde”
hep son sıralarda yer alıyor. Demek ki mutluluk
detaylardır, mutluluk anlardan ibarettir.
Belediyeler, oy endişesi ile; ödediğiniz vergilerle
göze görünmeyen alt yapı hizmetleri, ağaçlandırma, çağdaş katı atık alanları, geri dönüşüm
tesisleri, hayvan bakım ve tedavi merkezleri,
arıtma tesisleri yerine beldesinin profesyonel
futbol kulübüne veya “festival” başlığında po-
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
ARIYORUM
püler kültürün şımarık sanatçılarına çuvallarla
para akıtmaktadırlar. Türkiye’de bir yıl içinde
1176 şenlik, kutlama ve festival gerçekleştirilmekte, yani her gün ülkemizin üç beldesinde
çoğu kez sırf “gösteriş” ve “anlık eğlence” uğruna etkinlikler yapılmaktadır. Bir gecede Sezen
Aksu’ya 90 bin TL rahatlıkla ödenmekte ama
vahşi çöp sahalarında yılda 100 bin balığı öldüren naylon torbaların denize uçmasını önlemek
adına, modern bir katı atık toplama alanı için
nedense bir türlü para bulunamıyor!
Üç dakikalık havai fişek gösterisi için aynı belediye 3000 Amerikan dolarını öderken, biyolojik
arıtma tesisi için ödenek olmadığından yakınmaktadır. Oysa havai fişekler bir çok hayvanı
ürkütmekte, düşük yapmalarına sebep olmakta, kültür değerlerimize zarar vermekte, hastaları uyandırmakta, hava kirliliği yaratmakta
ve hatta zaman zaman insanları yaralayıp, yangınlara bile neden olmaktadır. Olsun ne de olsa
havai fişeğin “havası” var ya!
Gösterişi çok seven bir belediye başkanı
Cumhuriyet’in 80. Yılı dolayısıyla 3 bin 800
metre uzunluğunda, 3 bin 500 kilo ağırlığında
dev bir Türk bayrağına sekiz ay içinde 300 bin
lira harcamış. Hammadde tüketildi, enerji harcandı, emek verildi. Keşke böyle bir bayrakla
hakiki “Cumhuriyet ve Atatürk” sevgisi aşılanabilse? O koca bayrak artık bir deponun köşesinde çürüyor. Oysa ki bu bayrak için harcanan
para ile Atatürk’ün başlattığı eğitim seferberliğine ömür boyu hizmet edebilecek modern
bir okul bile inşa edilirdi. Efendim, devlet güdümlü şaşalı gösteriler komünist ülkelerde göz
boyamak için bir dönemde bol bol yapılırdı.
Dev panolar, dev binalar, dev heykeller, geniş
sokaklar, madalyonun öbür yüzü ise hep çok
farklı olmuştur. Günümüzde de sadece Kuzey
Kore’de bu gösteriş geleneği devam ediyor.
Bilirsiniz, Ramazan Ayı’nda lüks otellerde ünlü
sanatçı ve işadamlarının katılımı ile görkemli
iftar yemekleri veriliyor. Katılanların hepsinin
oruçlu olduğu bile şüpheli. Bu iftar yemeği dinimizin emrettiği gibi kırsal mahallelerde fakir
evlerinde sahiden ihtiyacı olanlara verilse neyse. Kocaman şaşalı davetiyelerle “lüks iftar yemeğine” çağrıların yapılması ardından, yemeklerin ve ekmeğin çoğunun tabaklarda bırakılıp
çöpe doğru gitmesi beni çok yaralıyor. Zaten
sosyetede tabaktaki yemeği bitirmek ayıpmış.
Sonra elinde markalı bir çanta tutan vizon kürküne sarılmış sahte sarışın kadınlar tabağında
yemek bırakmayan arkadaşları için şöyle derler
“aç olmalı, her şeyi tüketti, bir kırıntı bile bırakmadı, görgüsüz”. Oysaki dinimizde her türlü
israf “haramdır”.
Nazım Hikmet Paris’te arkadaşı ünlü ressam
Abidin Dino’ya sormuş “Abidin, bana mutluluğun resmini çizer misin?” Acaba Sayın Dino,
ne çizdi? Sadece bir şiir yazdı. Mutluluk gülen
bir çocuğun yüzünde, verdiğiniz suyu içen bir
kedinin bakışında, yolun karşısına geçirdiğiniz
yaşlının teşekküründedir. Yani “mutluluk” ufak
detaylarda saklıdır.
Ama sessiz, üstümüze ölü toprağı serilmişçesine “sessiziz”. Herkes kısaca “boş ver” diyor.
Herkes görevi bir başkasına devrediyor. Çocuklarımıza, torunlarımıza, ülkemizin ve dünyamızın geleceğine yazık oluyor. Günün birinde
belki de bu hatalarımızdan dolayı mezarlarımız
torunlarımız tarafından taşlanacak!
İTÜ’nün en aktif 3 kulübünden biri:
Gönüllülük Kulübü
En son ne zaman insanlık ve toplumsal
sorumluluk adına bir şey yaptık? En
son ne zaman bencilliğimizden kurtulmaya çalıştık? “Karşılıksız” kelimesini
en son ne zaman anlamlı kıldık?
İTÜ Gönüllülük Kulübü 2004 yılından
bu yana gerçekleştirdiği proje, etkinlik ve kampanyalarıyla sosyal-kültürel sorunlara karşı duyarsız kalmayıp
İTÜ’de Gönüllülük bilincini yaymayı
amaçlamaktadır. Bugün baktığımızda,
hayatta olan projeleriyle ve bu projelerde aktif olarak çalışan 200’den fazla gönüllüsüyle İTÜ bünyesindeki en aktif
3 kulübünden biri olmayı başarmıştır.
Devam eden projeleri tanıyalım biraz.
Hayal Dünyasında Bir Oyun:
Fantasy Role Playing
yapının. Kapısının üst tarafında ki güzel “kuş
köşkleri” ne dikkat etmiş miyizdir hiç? Ne kadar önemli bir yapıdır oysa. Tophane, Fındıklı,
Beyoğlu, Galata ve Kasımpaşa’ nın mahalleleri
arasındaki küçük çeşmelerden akan sular Belgrat Ormanları’ndan bu küçük yapıya taşınır
ve buradan dağıtılırdı. 1. Mahmut döneminde
1731’de açıldı bu yapı. Osmanlı bu tip yapılara
“maksem” derdi.
Maksem; yani şehir sularının pay edildiği, taksim edildiği yer. İstanbul’un kalbi diyebileceğimiz bir yer Taksim ismini işte bu küçük, belki
de her gün önünden geçip te hiç fark etmediğimiz yapıdan aldı. Eğer Taksim Meydanı’nın,
Taksim’in ne anlama geldiğini, nereden geldiğini merak ediyorsanız, Taksim Maksemi’ne
yani suyun taksim edildiği yere bakın. Binadaki
inceliği ve kuşlar için yapılan köşkeri görün ve
koca bir bölgeye ismini veren bu küçük yapının
zarafetiyle Taksim’in bugün ki halini kıyaslayın.
GEZİ
Kendi kendime konuşurum ceviz ağacıyla o
mermer sütunun ortak yönünü. İkisi de fark
edilmeyi beklemektedir. Yapıldığı zaman adına
ne denilmiştir, ya da kim yaptırmıştır kesin bir
bilgi yoktur.
Üzerindeki yazıtta; “FORTUNAE REDUCI
OB DEVICTUS GOTHOS” yazdığından dolayı bizler ona “Gotlar Sütunu” demişiz. Kimin
diktirdiğine gelince de Byzantium’un kurucusu Megara’lı Byzas’tan Roma İmparatoru 2.
Cladius’a, Constantinapol’ün kurucusu Büyük Constantin’den imparatorluğu tarihçiler
tarafından tartışmalı olan Zeno’ya ve Roma
İmparatorluğu’nu iki oğluna kardeş payı eden
1. Theodosius’a kadar tartışmalar sürmektedir.
Ortada dikili bir sütun olunca hiçbir Roma imparatoru bu sütunun tepesini boş bırakmaz ve
mutlaka bir heykel diktirir ama gelin görün ki
bu sütunun talihsizliği bilinmezlik olsa gerek,
bir zamanlar üzerinde duran heykelin de kime
ait olduğu söylence. Kimileri Byzas’ın kente ilk
ayak basışını temsil eden heykelinin olduğunu
söylerken, kimileri de Roma’nın tanrıçalarından Fortuna’nın olduğunu söylüyor. Ama bu
kadar bilinmezliğin üzerine bilinen bir şey var
ki o da bu sütunun İstanbul’un en eski, belki de
ilk anıtı olduğu. Tam bin yedi yüz yıldır her türlü zorluğa göğüs germiş bir bilge gibi bekliyor
ağaçların arasında. Beklediği şeyse insanların
onu fark etmesi.
Bu kadar lafın üzerine sıra geldi yukarıda Latince’ sini yazdığım yazıtın Türkçe tercümesine. “Gotların Yenilmesi Sayesinde Geri Dönen
Fortuna’ya” bazıları bu Fortuna’yı tanrıça olarak
nitelerken, kimileri de talih olarak nitelendiriyor. Fakat şurası net ki, Gotlar’ın bugün ki
Almanlar’ın büyük büyük dedeleri olduğu.
Bu İsim de Nereden Geliyor ?
“Her gören tahsin edip güya olur tarihin
Maksem Sultan Mahmud dürü yekta cedid”
Önünden kim bilir kaç kez geçmişizdir İstiklal
Caddesi’nin başında ki türbeye benzer küçük
Yorum
Tekin Karatepe
[email protected]
İTÜ FRP Topluluğu, İTÜ FRP Kulübü olarak 1999 yılında kurulmuş olup,
üniversitemiz bünyesinde FRP’yi tanıtmakta ve FRP ile ilgilenenleri bir araya
getiren etkinlikleri düzenlemektedir.
Farklı Tatları Keşfet:
Gastronomi Kulübü
Gastronomi Kulübü kurma fikrinin arkadaşlar arası sohbetler sırasında çıktığını belirten kulüp üyeleri, üç farklı
topluluğun talebinin birleşmesi sonucu
kulübü oluşturduklarını söylediler. Bu
haberimizde gastronominin ne olduğunu ve kulübü tanıyacağız.
Yaşam boyu ihtiyaç duyacakları eğitim ve tecrübeleri; 12-17 yaş arası
yetiştirme yurtlarındaki öğrencilere
eğlenceli vakit geçirerek kazandırmayı amaçlayan bir sosyal sorumluluk
projesidir. Bu proje kapsamında her
cumartesi Zeytinburnu Erkek Yetiştirme Yurdu’na gidiliyor. Bu haftalık
ziyaretler sırasında öğrecilerle sohbet ederek, çeşitli aktiviteler yaparak,
derslerine yardım ederek topluma
faydalı birer birey olmalarını ve toplumla iyi iletişim kurabilmelerini sağlamak amaçlanıyor. Ayrıca yılda bir
defa da çocuklar kendi okulumuzda
ağırlanıp İTÜ tanıtılıyor.
Hayata Bir Adım
Hayata bir adım projesi Maltepe
Çocuk ve Gençlik kapalı infaz kurumunda Adalet Bakanlığı’nın gözetimi altında bulunan çocuk ve gençlerin, hükümlülük ve tutukluluk süreleri içerisinde gelişimleri üzerinde
oluşabilecek olumsuz etkileri en aza
indirgemeyi amaçlıyor. Bu sebeple
NİSAN 2013
her cumartesi İtü’lü proje gönüllüleri kurumda gençlerle beraber tiyatro, müzik, sinema&belgesel ve oyun
atölyesi düzenlemektedir.
Bir Başka Yol
Bir başka yol projesi üniversite sınavlarına hazırlanan, maddi durumu
yetersiz lise öğrencilerine Üniversite
sınavlarına yönelik dersler vererek
onların sınavlara hazırlanma süreçlerinde katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Proje kapsamında derslerin yanı sıra etütlerle ve rehberlik
hizmetleriyle de öğrencilere destek
verilmektedir. Dershane mantığının aksine sıcak bir ortamda gelecek planlarını yapmalarını hem de
üniversite öğrencileriyle kaynaşarak
onların sosyal ve kültürel birikimlerinden faydalanmalarını sağlamaya
çalışmaktır.
Nasıl Oynanır?
Masa başında bir araya gelen 4-5
oyuncu birer karakteri (PC – Player
Character) canlandırırlar. Oyunda
karakterin özelliklerini düşünerek
hareket edip, kararlar verir ve mümkün oldukça rol yaparak karakterlerin yaptıklarını anlatırlar. Bir senaryonun nasıl başladığına ve PC’lerin
nasıl ‘yaşadıklarına’ göre senaryonun
Gastronomi, kültür ve yemek arasındaki ilişkiyi inceleyen bir disiplindir. Ayrıca gastronomi; hijyenik, iyi
düzenlenmiş, hoş ve lezzetli mutfak;
yemek düzeni ve sistemi anlamına da
gelir. Çalışma konusu; yenilebilir tüm
maddelerin, hijyenik olan ama sağlığa uygun olması gerekmeyen şekilde
azami damak ve göz zevkini amaçlayarak sofraya ve yenmeye hazır hale
getirilmesine kadar olan süreçtir.
Yiyeceklerin hazırlanmasında özen
gösterilmesi gereken başka noktalar
arasında tat karşıtlığı ya da bütünleyiciliğinin sağlanması, kullanılan
malzemenin yaratacağı doku ve renk
uyumu da vardır.
alıp, belki de hiç tanışma imkanı
bulamayacağı farklı din, dil, etnik
köken, sosyal statü, cinsel yönelim,
meslek ve ideolojilerden insanlarla
sohbet edip onları anlayabilme fırsatı
buluyor.
Etkinlik Mayıs ayında şenlik zamanında, şenlik alanında 2 gün boyunca
sürecek. Proje gönüllüleri tüm İtülüleri etkinlik çadırına davet ediyor.
Engeller Durmasın
Projenin temel amacı engelli haklarının engelli haklarını gözetmek ve
onların toplumdaki yerini sağlamlaştırmaktır. Bu amaç ile İtü kampüslerinde engelsizleştirme çalışmaları
yürütülmekte ve akülü araç kampanyaları düzenlenmektedir.
Yaşayan Kütüphane
Yaşayan kütüphane; insan hakları
temelinde bir proje olup en temel
amacı, ideolojileri yüzünden toplum
tarafından ayrımcılık ve önyargılara maruz kalan insanlara daha açık
fikirli yaklaşabilemeyi ve hoşgörülü
olabilmeyi sağlamaktır.
Yaşayan kütüphanenin işleyişi bildiğimiz kütüphane gibi; sadece kitaplar
birer insan. Okurlar kitapları ödünç
Şu anda Zeka Oyunları Kulübü FRP
Topluluğu adı altında faaliyetlerini sürdürmektedir. Yaptıkları atölye
çalışmaları ve etkinliklerle FRP’yi,
fantastik ve bilim-kurgu edebiyatını
hiç duymamış kişilere bu kültürü tanıtmaya çalışıyorlar. Türkiye’de FRP
dendiği zaman çoğu kişinin aklında
bir şeyler canlanmıyor. Fakat oynadığınız birçok bilgisayar oyununun
kökeni bu rol yapma oyunu.
17
ARIYORUM
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
Nar Harekatı:
Almanlar, Ceviz ağacı ve Mermer
Gülhane Parkı’na Kennedy Caddesi’nden girince yolun az ilerisinde sol tarafta gökyüzüne uzanan bir beyaz mermer görürsünüz. Genellikle
insanlar yürüdükleri doğrultuda baktıkları için,
bu mermeri fark etmezler bile. Ve işte o zaman
Cem Karaca’nın muhteşem yorumuyla ezberlerimize kazınan Nazım Hikmet şiiri gelir akıllara
“Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda/Ne
sen bunun farkındasın ne de polis farkında” .
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
Hayalimi Paylaş
Hayalimi Paylaş 3-18 yaşları arasında
hayati tehlike taşıyan hasta çocukların dileklerini gerçekleştirmek üzere
bir araya gelmiş gönüllülerden oluşan
onlara umut vererek, imkansızı yıkmayı amaçlayan bir projedir. Yıl içinde çeşitli etkinliler düzenleyerek elde
edilen gelirlerle bu minicik yüreklerin hayallerini paylaşmak için ve bir
senaryo oluşturulup hem gönüllüler
hem dilek çocuğu bir masalın kahramanı oluyorlar.
Umut Okulu
Zor koşullarda eğitim almakta olan
köy okullarındaki öğrencilere yardım
etmeyi hedeflemektedir. Bu amaçla
yardıma ihtiyacı olan okullar belirleniyor ve mezun derneklerden, firmalardan öğretim üyeleri ve öğrencilerden gelen kıyafet, ayakkabı, kitap
ve kırtasiye malzemesi, oyuncak gibi
yardımlar toplanmaktadır. Daha sonra proje ekibi bu yardımları okullara
kendi elleriyle ulaştırmaktadır. Bu
ziyaretlerde İtü’lü gönüllüler öğrencilerle sadece birer arkadaş olunmuyor,
bir palyaço ya da bir tiyatro kahramanı kılığında da karşılarına çıkarak hayal dünyalarına dokunuyorlar.
Bu proje kapsamında İtü Gönüllülük Kulübü Mersin’den Çorum’a,
Osmaniye’den Malatya’ya, Ordu’dan
Adıyaman’a kadar birçok ilin köylerine gidip oralarda İtü öğrencilerini
gönüllülük ruhunu temsil etti.
Gönüllü Zirvesi
İtü’lü Gönüllülerle tanışmak, kulüp
hakkında daha detaylı bilgive ulaşmak ve hatta projelerde gönüllü olmak isteyenler hafta içi 4ten sonra
KSB binasındaki kulüp odasını ziyaret edebilirler. Ayrıca sorularınız için
[email protected] adresine mail atabilirsiniz.
Kamil Can Erdem/Taşkışla
[email protected]
Gönüllü Zirvesi, İTÜ Gönüllülük
bir ateş topu attığında haydutlara zarar verebilecek mi? Bu soruların hepsinin cevabı oyun sisteminde yatıyor.
Siz hiç ateş topu attınız mı?
Gerçek hayatı, bir takım şans fak-
törlerini göz önüne alarak, oyun
kuralları bütününde birleştirdiğinizde ‘oyun
sistemi’ni elde
edersiniz.
Oyunda
karakterler
yoldayk e n
haydutların pusu
kurduğu
bir yere geldiler, şimdi ne olacak? Grup yoldayken pusu
kurulduğunu farkedecek mi? Konuşup haydutlarla anlaşacaklar mı? Ya
da haydutlar kılıçlarını çekti ve bir
dövüş yaşanacak, grubun büyücüsü
Kulüp üyeleri, kuruluş amaçları ve
konseptleri hakkında: “Her ay bir
tema oluşturmaya karar verdik. Bu
tema dahilinde temel etkinlikler olarak birer workshop, tadım gezisi, sinema gösterimi ve seminer düşünüyoruz. Bunların dışında da yapacağımız
geziler olacak.” dediler.
Kulübün işleyişi hakkında ise: “Kulüp
sponsorluk, organizasyon ve reklam
komitesi olarak üçe ayrılıyor. Organizasyon komitesi seminer, workshop
ve tadım gezilerinin planlanmasıyla
ilgileniyor. Workshop için de birkaç
firmayla mail yoluyla iletişim sağladık
ve şu an cevap bekliyoruz. Sponsorluk
ekibiyse, şu an oldukça büyük bir proje
üstünde çalışıyor. Kulüp olarak kendi
kitaplığımızı oluşturmak istiyoruz.
Bunun içinde sadece yemek kitapları
değil sofra adabı, mutfak terimleri ve
gastronominin kendisiyle alakalı şeyler
olmasını planlıyoruz. Bunu da bağışlar aracılığıyla yapmak istiyoruz. Bu iş
için 60-70 kitaplık bir liste oluşturduk.
Bunların dışında film gösterimleri için
ne yönde gelişeceğine karar veren kişi ise oyun yöneticisidir. Oyun
yöneticisi, GM (Game
Master), PC’lerin
etkileşime gireceği tüm
karakterleri
c an l andıran,
PC’lerin
bulunduğu sahneyi tasvir
eden, yaptıkları etkilerin nasıl
tepkilere yol açtığını
karar veren ve gelişmekte olan
hikayeyi anlatan kişidir.
Kulübü tarafından geleneksel olarak düzenlenen gönüllülük, sosyal
sorumluluk, sosyal girişimcilik, çevresel ve toplumsal sorunlar gibi konuları çeşitli oturumlar, paneller ile
ele alan bir organizasyondur. Organizasyonun temel amacı toplumdaki
gönüllülük bilincini yaygınlaştırmak
ve gerçekleştirilmesi imkânsız olarak
düşünülen fikirlerin planlı bir şekilde, organize olup birlikte çalışarak
yapılabilmesinin mümkün olduğunu
göstermektir.
Gündelik hayatta olduğu gibi bazen
FRP karakterlerinin de şansları yaver gitmiyor. Şans faktörünü kontrol
etmek için çeşitli zarlar kullanılır.
FRP’de en bilinen ve en çok kullanılan zar 20 yüzlü zardır. Durumların
çoğunda karakterlerin yapmaya çalıştığı eylemi başarıp başaramadığı, zar
sistemi ile belirlenir.
Günümüzde popüler olan birçok
fantastik-kurgu ve bilim-kurgu temalı World of Warcraft, Diablo, Elder
Scrolls: Skyrim, Mass Effect gibi bilgisayar oyunlarının temeli FRP’dir.
Oyun size devam eden bir hikayeyi
sunuyor. Kazanmak ya da kaybetmek yoktur, hep beraber eğlenmek ve
keyifli bir oyun sürmek vardır. Eğer
siz de bu eğlenceyi paylaşmak istiyorsanız devam edecek yazıları takip
edebilir veya bu tadı hemen yaşamak
istiyorsanız İTÜ FRP Topluluğu’na
Eski Kütüphane Binası’ndaki odalarında ulaşabilirsiniz.
Kim kazanıyor kim kaybediyor?
Bu sorunun FRP için bir cevabı yok.
Levent Gerçeker
Yücel Okçu
de sponsorlar getirmeye çalışacağız.
Reklam komitesi ise kulübün gerek
yazılı medya gerekse sosyal medyada
tanıtımıyla ilgileniyor.” dediler.
Ekip, Gastronomi Kulübüne katılmak için herhangi bir kısıtlama olmadığını, etkinliklerle ilgilenen ve
yeniliklere açık herkesi kulüplerine
beklediklerini belirttiler.
Kulüp tarafından mart ayında çikolata konsept olarak belirlenmişti. Nisan
ayı için ise sağlıklı yaşam seçildi.
Kulüp olarak belli bir mutfağa ağırlık
vermek yerine homojen bir birliktelik
oluşturmaya çalışıyorlar.Kulübü tek
bir kültüre ya da tek bir mutfağa yönlendirilmesi, insanların Gastronomi
Kulübü’nü tamamıyla içine kapalı bir
oluşum gibi gösterebilir. Tam aksine,
kulüp, farklı damak tatlarına ve farklı
kültürlere uzanmayı planlıyor.
Serhat Orhun URFALI/Gümüşsuyu
18
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
ARIYORUM
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
NİSAN 2013
TİYATRO
SERGİ
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
KONSER
NİSAN 2013
YEMEK
KİTAP
Şakanın Ardından
Alan Sokal / çev: Gülsima Eryılmaz
DUMAN
HEDDA GABLER
Burjuva hayatının garantilerine sığınarak yaşayan Hedda Gabler, bu nedenle hayatında oldukça fazla ödünler
vermiş ve aşkı yaşamayı, üretkenliği
kabul etmez. Sevgiden değil sıkıntıdan
evlenir. Kocası güvenilir bir insandır
ama bir bilgin değildir. Bir gün ortaya
büyük bir tutku yaşadığı ve tehlikelerle
dolu hayatı olduğu için reddettiği eski
sevgilisi çıkar. Hem de lisede saçlarını
çekip durduğu, basit bulduğu bir kız
arkadaşının desteğiyle kocasını yerinden sarsacak müthiş bir kitap yayınlamak üzeredir. Oyun için İstanbul Şehir
Tiyatroları’ndan biletinize ulaşabilirsiniz.
MAHŞER-İ CÜMBÜŞ
14 Nisan 2013 18:00
KKM Gönül Ülkü ve Gazanfer Özcan Sahnesi
Doğaçlama Tiyatro
Bilet Fiyatı: 28.50 TL
Beyin Fırtınası: 2006 yılından beri Hayalhane adlı mekanda Mahşer-i Cümbüş tarafından oynanmaya başlanan farklı bir gösteri biçimidir. Modern doğaçlama tiyatronun tüm türlerinde olduğu gibi seyircinin katılımı
önemlidir.
Oyuncular, seyirciden alınan yönelimler doğrultusunda öykü, karakter ve temayı ortaya çıkararak tamamlanmış oyunlar sergilerler. Oyuncuların performanslarının
dışında, doğaçlama müzik ve ışık da çok etkilidir.
NASA:
A Human
Adventure
14 Nisan’a kadar uzatıldı!
Bilet Fiyatı: 27 TL
İstanbul / Marmara Forum saat 10:00 - 22:00
Uzay çalışmalarına yön veren Amerikan Havacılık ve
Uzay Dairesi NASA’nın, insanoğlunun uzayla ilgili
önemli adımlarını bir araya getiren sergisi “Nasa: A
Human Adventure” Marmara Forum’da. 2.500 m2 büyüklüğünde Expo Center’a kurulan sergide, insanoğlunun uzaydaki 50 yıllık macerasını gözler önüne seren
NASA koleksiyonuna ait uzaya gitmiş ve gelmiş 100’den
fazla orjinal parça ve çok büyük objeler yer alıyor.
23 Nisan 2013 18:00
Bostancı Gösteri Merkezi
56.00 TL
Türk Rock müziğinin efsane grubu Duman yeniden Bostancı Gösteri Merkezi’nde…
Sahne aldığı tüm konserleri oldukça ilgi gören
ve geçen yıl sahne aldığı Bostancı Gösteri Merkezi konserinde biletleri günler öncesinden tükenen Duman, yeniden aynı yerde hayranları
ile buluşuyor.
Konserin biletlerini tükenmeden alın.
TOPLU HİKAYELER
17 Nisan 20:30 - 28 Nisan 15:00
Kenter Tiyatrosu, İstanbul
Tam 34.00 TL Öğrenci 24.00 TL İndirimli 29.00 TL Özel İndirimli 19.00 TL
Toplu Hikayeler, ünlü ve saygıdeğer bir
kısa öykü yazarı olan Ruth Steiner ve
önce asistanı, daha sonra sıkı dostu,
meslektaşı; sonunda rakibi olan öğrencisi Lisa Morrison'un öyküsü.
Oyun, iki edebiyat kadının profesyonel ve kişisel ilişkisi üzerinden kültürel
üretimin estetik ve etik sorgulamasına
dönüşüyor. Ortaya çıkan sorular hepimizi ilgilendiriyor çünkü en kadim
sanat olan hikaye anlatımı hem tüm
çağdaş sanat formlarının hem de insanların gündelik ilişkilerinin özünü
oluşturuyor.
Ruth'un Lisa'nın yazdığı bir öyküyü
eleştirirken söylediği gibi: “Hiçbir zaman gelişigüzel yazmamalıyız. Hayatta çok fazla gelişigüzel şey var. Bunun
hikayelerimize de sızmasına izin vermemeliyiz. Hikayelerimizi değersizleştirmemeliyiz. Bu hepimizin sonu olur.”
Biletleri Biletix sitesinden ve satış noktalarından temin edebilrsiniz.
DOĞAYA
SAYGI
Armaggan Nişantaşı
20 Mart - 29 Mayıs
Adres: Abdi İpekçi Cad. Bostan Sok. No:8 Nişantaşı 34367
Şişli İstanbul
Web Adresi:
www.armaggan.com
22 Heykel Sanatçısı Armaggan
Art & Design Gallery’de Bu
Soruya Yanıt Arıyor. Sanatçıların Rönesans’tan bu yana en
önemli ilham kaynaklarından
biri olan ‘doğa’ nın bugün sanat dünyasını nasıl etkilediği,
sanatçılar için ne ifade ettiğini
sorgulamak amacıyla oluşturulan karma heykel sergisinde
22 heykeltraş sergiye özel üretimleri ile yer alıyor.
KABİN
02 Mayıs 20:30 - 30 Mayıs 20:30
Tam 45.00 TL - Öğrenci 25.00 TL
Craft Tiyatro, İstanbul"Burayı bizim
Ramazan Abi işletiyor. Önceden kıraathaneydi. Girişimci ruhlu bir abimizdir Ramazan Abi. Yurt dışına gider, gelir. Bir ara Almanya’ya gitmişti,
döndüğünde hamam işine girdi. Tutturamadı. Trencilik oynuyorlarmış.
Mekanı polisler bastı, kapandı. Sonra
Amsterdam’a gitmiş, ordaki kabinleri
görmüş. Kıraathaneyi kapatıp burayı
yapmış. Yasal olmadığı için baya para
yediriyormuş. Tabi hep adamlar geliyor. Aklı başında kadının burada işi
ne! "
Biletleri Bilet-ix gişelerinden ve internet sitesinden alabilirsiniz.
Günümüz teknoloji devrimlerine göndermeler, ses ve
hareketi içine alan hareketli
heykeller, mermerin kadın
vücudunda doğaya dönüşümü
gibi pek çok farklı yorum ve
tekniği içine alan sergide Malik Bulut, Tan Mavitan, Ferit
Yazıcı, Aysun Bozuklu, Kağan
Toros gibi isimler yer alıyor.
Burak Boyraz Resim Sergisi
Damla Sanat Galerisi
06 Nisan ~ 16 Nisan
Adres: Merkez Mah. Abide-İ Hürriyet Cad. Koca
Mansur Sok. No:42 Şişli İstanbul
Web Adresi: dksistanbul.com
Yıldız Teknik Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi,
Sanat Bölümü öğretim üyelerinden Ahmet Dolunay’ın
küratörlüğünde Burak Boyraz’ın eserlerine ev sahipliği
yapıyor.
New York Üniversitesinde Teorik fizik profesörü olan Alan Sokal,
1996'da Social Text isimli bir postmodern dergiye saçma bir makale gönderir. Fizik kuramlarını bilerek çarpıttığı ve saçma bir şekilde sunduğu bu makalesini Social Text basar ve ardından Sokal
bunun bir şaka olduğunu, postmodern dergilerin her türlü saçma
makaleyi bastıklarını ispatlamak için bu yola başvurduğunu açıklar. Sonrasında büyük bir tartışma başlar, postmodern felsefeciler
ile bilim adamları arasında. ''Bilim savaşlarında''nda yeni bir sayfa
açılmış olur ve Derrida gibi ünlü postmodernistler ile Weinberg
gibi Nobel ödüllü fizikçilerinin de dahil olduğu sert tartışmalar
yaşanır.
Düşün tarihine 'Sokal vakası' olarak geçen bu olayın devamı
'Şakanın Ardından'ın ilk kısmını oluşturuyor. Kitabın ikinci bölümü ise detaylı bir bilim felsefesi tartışması içermekte. Son olarak
üçüncü bölümde Sokal, bütün bu tartışmaların akademik düzeyde kalmadığını, aslında bunun politik bir mesele olduğunu, günlük hayattan örneklerle anlatıyor. Bu son kısım kitabın en politik
kısmı.
Rastlantı ve Zorunluluk
Jacques Monod / çev: Elodie Eda Moreau
YENİ TÜRKÜ
27 Nisan 2013 22:00
Jolly Joker İstanbul
VIP - 79.00 TL Normal - 34.00 TL
Uzun bir aradan sonra Yeni Türkü yeni şarkıları müzikseverlerle…
Adını Yılmaz Erdoğan’ın “Ankara” şiirinin
dizelerinden alan yeni albüm, 10 yeni “Yeni
Türkü” şarkısı içeriyor. Albümün çıkış parçası “Böyle Gitmez”, Cengiz Onural ve Derya
Köroğlu imzalı… Şarkı radyolarda ve TTNet
Müzik’te dinleyiciyle buluşmaya başladı.
Derya Köroğlu, Erkin Hadimoğlu, Serdar Barçın ve Furkan Bilgi hem yepyeni şarkılar hem
de klasik Yeni Türkü repertuarı ile sahnede
olacak.
1965 yılında Nobel Tıp ödülünü kazanan Monod hiç kuşkusuz
çağının ilerisinde bir yazar. Keskin bilim adamı zekasıyla, sadece
kendi alanı olan biyoloji üzerine değil, felsefe ve toplum bilimleri
alanında da yıllar sonra doğrulanacak öngörülerde bulunur kitabında. Monod'ya göre, Homo Sapiens’in ortaya çıkışından bile geriye giderek, insanlığın çocukluk yıllarına uzanan animist görüşler, modern insanın ruhunda halen canlı ve kökleşmiş haldedir.
Nesnel bilginin neden hâlâ özgün gerçekliğin tek bilgi kaynağı
olarak görünmediğini sorgulayan Monod, bilim düşmanlığını
modern toplumların ruh hastalığı olarak tanımlar. Monod'ya
göre; ilk insanlardan bu yana binlerce yıldır animist düşünceler
hakimdir.
Monod'un kitabındaki eleştiriler güncelliğini korumaktadır.
Modern toplumlar bilimin keşfettiği zenginlikleri ve güçleri çoktan kabul ettiler; fakat bilimin en derin mesajını dinlemediler:
''Bilim’e borçlu olduğu tüm zenginliklerin keyfini sürerken, toplumlarımız bilimin kendisi tarafından kökten çürütülmüş değer
sistemlerini yaşamaya ve öğretmeye devam etmektedir.''. Modern
toplumlardaki bu ikiyüzlülüğe dikkat çeker Monod. Bir yandan
bilimin sağladığı bütün olanakları kullanırken, öte yandan bilimden çıkan mantıksal sonucu, maddenin kendiliğinden rastlantısal
macerasının getirdiği sonucu, özetle bu evrenin bizim için tasarlanmadığı sonucunu kabul etmek istemiyor insanlar. Bilimin bu
soğuk katılığı onları rahatsız ediyor. İnsanlar ''inanmak'' istiyorlar,
hayatlarının bir anlamı olması gereğine olan inanç insanları rahatlatıyor.
Madde ve Bilinç
Paul M. Churchland / çev: Berkay Ersöz / Önsöz: Saffet Murat
Tura
Kali Kala'v - Ezgi Ece Ertuğrul ve Fırat Uran Resim Sergisi
Mekan Artı
06 Mart ~ 15 Nisan
Adres: Üftade Sokak No:31 Harbiye Şişli İstanbul
Web Adresi: www.mekanarti.com
Ezgi Ece Ertuğrul ve Fırat Uran’ın ilk sergisi ve ağırlıklı olarak son dönem çalışmalarından oluşuyor. Kali,
Hinduizm’de uzun ve karmaşık geçmişe sahip bir tanrıçadır. ‘Kali‘ kelimesinin anlamı: ‘Karanlık ve Değişim’.
Kalav ise İbranicede hikaye anlamına gelmektedir. İki
kelimeyi birleştirdiğimizde ‘Karanlık Hikaye’ ortaya
çıkıyor.
CEM ADRIAN
26 Nisan 2013 22:00, Jolly Joker İstanbul VIP
- 90.00 TL Normal - 39.50 TL
''...Ve şimdi Emir'le doğan ve Kayıp Çocuk
Masalları’yla can çekişen bir hikayenin sonunu anlatmalıyım size. Bilmeye hakkınız var.
Yüzleşmekten hiç korkmadan, kaçmadan…
Her ne varsa... İyisi kötüsü. Güzeli çirkini.
Siyah Bir Veda Öpücüğü’yle bitmeli her şey.
Üç noktalar yerine tek noktalar koymalıyım
artık.”
19
ARIYORUM
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
Günümüzün en ünlü materyalist felsefecilerinden olan P. M.
Churchland'ın bu kitabı Princeton Üniversitesinde verdiği derslerin notlarından derlenmiştir. Zihin felsefesine yeni başlayanlar
için yazılan Madde ve Bilinç, kapsamlı bir özet ve kaynak kitaptır.
Descartes’ın zihin/beden ayrımına dayalı düalizmi uzun zamandır geçersiz, ancak tartışmalar bitmedi. Henüz bilincin ne olduğuna dair yeterli bir kuramımız yok. Churchland, kitabında tözcü
düalizmleri birer birer analiz ettikten sonra, zihin/beden sorununu materyalist açıdan ele alır ve farklı materyalizmlerin konuya
yaklaşımını özetler. Mantıksal Pozitivistlerden, çağdaş zihin felsefecilerine ulşan uzun yolda, materyalizmin zihin problemine
getirdiği çözümleri analiz eder.
Ontolojik, semantik, epistemolojik ve metodolojik bilinç sorunlarının detaylı bir incelemesinin yapıldığı kitapta, yapay zeka üzerine kapsamlı bir bölüm bulunmakta.
Daniel Dennett, D. Chalmers, S. Blackmore gibi zihin felsefecilerinin sıklıkla alıntıladıkları 'Madde ve Bilinç'te, Churchland diğer
materyalistlerle girdiği tartışmalarda kendi 'eliminatif (eleyici)
materyalist' yaklaşımını getirir.
EVDE DURACAĞIM
DİYENLERE
BİZDEN TAVSİYE
Öğrenci yemeği olarak düşünülen
makarnanın lezzet sırrı ponçini
mantarlı papardelle
Malzemeler - 1 kişilik.
> 80-100 gram papardelle.
> 2 tatlı kaşığı sarımsaklı zeytinyağı.
> 100 gram ponçini mantarı
> 4 yemek kaşığı çiğ krema
> 1-2 tatlı kaşığı toz parmesan peyniri
> Bir kaç yaprağı taze fesleğen
> Bulyon suyu
Hazırlanışı
Porçini mantarları dilimler halinde doğrayınız. Tavaya sarımsaklı zeytinyağını
ve porçini mantarları koyunuz ve yüksek
ateşte 1-2 dakika kavurunuz. Üzerine
yaklaşık bir çay bardağı bulyon suyu ve
3-4 yemek kaşığı çiğ krema ilave ediniz.
Pastavilla Papardelle’yi paket üzerindeki
pişirme önerisine uygun olarak al-dente
kıvamında haşlayarak süzünüz. Sosa bir
miktar taze çekilmiş karabiber ve makarnaları ilave ederek karışıtırınız. Son
olarak toz parmesan peyniri ilave ediniz,
karıştırınız.
Afiyet Olsun
Makarnanın Vucüda
Yararları Faydaları
Uzmanlar, makarnanın vitamin ve mineral bakımından çok zengin ve yararlı bir
besin kaynağı olduğunu belirtiyor.
Makarna A, B1, B2 vitaminleri ile demir,
kalsiyum, fosfor, potasyum ve protein
yönünden çok zengin bir gıda. Makarnadaki yağ ve sodyum oranı çok düşük.
Kolesterol riski de bulunmuyor.
Makarna, kompleks karbonhidratlar
grubunda yer alıyor ve metabolizmada
çabucak parçalanarak, hemen enerjiye
dönüşüyor. Bu nedenle, kolay hazmediliyor. Ayrıca, makarnanın içinde şişmanlatıcı unsurlar da bulunmuyor. Şişmanlatan
makarna değil, içine konulan yağ ve kalorisi yüksek soslar. Formuna dikkat eden
herkes, hafif bir sosla yapılmış bir tabak
makarnayı gönül rahatlığıyla yiyebilir.
Özellikle öğrenci isen :)
20
ARIYORUM
NİSAN 2013
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
OBEZİTEYİ İŞİN EHLİNDEN ÖĞRENDİK
Türkiye’de obeziteye karşı savaş veren ve halkı bilinçlendirmek adına çalışan birçok kuruluşun yönetim kurulunda
aktif görev yapan Prof. Dr. Nazif Bağrıaçık ile çağımızın bu
büyük sorununu konuştuk.
Obezite kavramını genel olarak açıklayabilir misiniz? Nedir obezite?
Prof. Dr. Nazif Bağrıaçık
Türk Diabet ve Obezite Vakfı Başkanı
Türkiye Obezite Araştırma Derneği
Başkanı
1931 yılında doğan Prof. Dr. Nazif Bağrıaçık, 1949-1955 yılları arasında İstanbul
Üniversitesi Tıp Fakültesinde eğitim görmüştür. 1956-1985 yıllarında İstanbul Üniversitesi Tedavi Kliniğinde İç Hastalıkları
Uzmanlık Eğitimini sürdürmüş, eğitimine
1958-1959 yıllarında Paris Tıp Fakültesinde
Hematoloji Bölümünde asistan olarak Prof.
Jean Bernard’ın yanında çalışmıştır. 1967’de
Doçent, 1972’de profesörlüğe yükseltilmiştir. Prof. Bağrıaçık 1985 yılında Harvard
Üniversitesi Joslin Diabet Merkezinde Konuk Profesör olarak görev yapmıştır. 1988
yılından bugüne Diabet ve Metabolizma
Araştırma Uygulama Merkezi Müdürlüğünü yürütmektedir.
Prof. Bağrıaçık EASD (European Association fort he Study of Diabetes), IDF (International Diabetes Federation), ALFEDIAM,
American Diabetes Association Union Medical Balkanique, European Association for
the Study of Obesity, Türk Diabet Cemiyeti, Türk Obezite Derneği Kurucu Üyesidir
ve 1986-1988 , 1991-1994 yılları arasında
EASD konsül üyeliği yapmıştır. Prof. Bağrıaçık 1969’dan bugüne Türk Diabet Cemiyetinin yönetim kurulu üyesi olup aynı
zamanda 1980 yılından 2012 yılına kadar
Başkanlığını yürütmüştür. Şu an da Türk
Diabet ve Obezite Vakfı & Türkiye Obezite
Araştırma Derneği Başkanlığını yürütmektedir.
Şişmanlık dünyada olduğu gibi ülkemizde de
artış gösteriyor. Bilhassa son 15 yıl içerisinde
genç ve çocuk yaştakiler başta olmak üzere bütün yaş grubunda büyük bir artış var. Bu artış
yalnız şişman sayısının artışı değil. Şişmanlık
diğer yan dal hastalıklara da neden olmakta.
Çünkü şişmanlık vücutta yağ toplanması, yağ
kitlesinin artması diye tarif edilse de şişmanlığın meydana getirdiği metabolik, fiziksel ve
psikolojik hastalıklar hastaları yıpratmaktadır.
Metabolik yönden şeker, tansiyon, hiper tansiyon riski artmakta. Beslenmede zorluk yaşamakta. Bir de bunların yanında fizikteki bozukluklar var; bunlarda hastanın vücudundaki
belli bir bölgedeki bozukluklardır. Bunların en
önemlisi iskelet ve kas dokusunda, hastanın
bacaklarında, kollarında, kalçalarında ve bel
kemiğinde deformasyonlar, ağrılar artmakta.
Vücutta yağ kitlesinin artması, vücudun koltuk altı, kasık gibi bölgelerinde mantar enfeksiyonlarının oluşmasına, damarlarda pıhtılaşmanın artmasına, tromboz dediğimiz damar
tıkanmaları gibi komplikasyonlara sebep olur.
Toplumsal yönüyle ele aldığımızda obezitenin yol açtığı sorunlar nelerdir?
Obezite rahatsızlığı çok büyük sosyal problemler doğuruyor. Mesela iş bulma konusunda, bir çok müessese ve kuruluşlar çoğunlukla
obez hastaları verimliliğinin düşük olması, iş
yerinde çalışamama, uyuklama problemlerinden dolayı işe alırken çekingenlik gösteriyor.
Bir çocuğun veya yaşlı bir kişinin psikolojik
yönden de toplumdaki yaşantısı bozuluyor.
Bunun için obezite, toplumun sosyal bir hastalığıdır.
Obezite denince ilk önce Amerika gelir
akla. Sanki bu durum onlara has bir
özellikmiş gibi. Türkiye’nin durumu
nedir sizce bu konuda?
Amerika’daki şişmanlığın cinsi başka, onlarda şişmanlık dendiği zaman mutlak 120
kilonun üzeri düşünülürken, bizim
ülkedeki şişmanlık 70-80 den fazla
kilolu olunca düşünlüyor. Çünkü
onların hepsinin boyu 1.801.90, bu da onların ırkının bir
özelliğidir. Obezite beslenme problemleri ile ilgili.
Amerika’daki şişmanlık
çok büyük bir şişmanlık, ama bizim ülkede
veya Avrupa ülkelerindeki de toplumun 40-50
sene öncesine nispetle
daha fazla. Mesela bugün Türkiye’de obez
miktarı 25-30 milyondur. Bunların ağır şişmanlık olanı %10 .
Obeziteyi nasıl teşhis ediyoruz? Tedavileri nelerdir?
Obezite ölçü ile teşhis edilir, boyunun karesini
kilona böldüğümüz zaman vücut kitle indeksi
dediğimiz bir oran buluruz. Bu oran 25’ten küçükse normal kilolu, 25-30 arası ise balık etli
şişman, yani fazla kilolu, 30’un üzerinde ise
aşırı şişman kilolu ve 40’ın üzerinde ise morbit şişman, yani ameliyat gerektiren şişman
olarak obeziteyi 4’e bölüyoruz. En önemli şişmanlık beden şişmanlığı, örneğin; bir hastanın
bacakların şişman, kalçalarında, göğsünde ve
sırtında yağ var ama karında şişmanlık yok.
Bu durum tehlikeli değil bizim için. Bizim için
esas tehlikeli olan karındaki karın yağlarının
şişmanlığıdır. O hem kalp damar hastalıklarında ve hem de hastalarda insülin direnci
dediğimiz tip-2 diyabette gidişi kolaylaştırdığından bir sorun teşkil eder.
Tedavisi de; ilk hastanın çevresel yaşantısını
düzenlemek, alışkanlıklarından vazgeçirmek
gerekir. Fakat bugün ülkemizde hala sabah
kahvaltılarında sucuk, pastırma bulunuyor,
yüz sene önceki kebap, dürüm gibi alışkanlıklar devam ediyor. Yani insanları ilk olarak
alışkanlıklarından vazgeçireceğiz.
Obezite ile mücadele konusunda
Türkiye’de neler yapılıyor. Bu bağlamda
sizin derneğiniz neler yapıyor?
Bizim derneğimiz 1988 yılında obezite ile
mücadele konusunda kuruldu. Dernek olarak
faaliyetimiz 1998-1999 yıllarında başladı. O
vakitten beri ülke çapında duyuru yapıyoruz.
Halk ile bire bir temas ederek ve doktorlarla
ayaklarına giderek taramalar yapıyoruz. Yaz
aylarında buradan bir grupla laborant götürüyoruz. Hem kan şekerlerine bakıyoruz hem de
boylarını kilolarını alıyoruz. Bu sonuçlara göre
şişman olanlara şunu yapacaksın, şuraya müracaat edeceksin diye bilgi veriyoruz. Şimdiye
kadar 6 ilde, bu iller Denizli, Konya,
Gaziantep, Balıkesir, Kırklareli
ve İstanbul, 20 bin kişilik
20 yaşın
üstündeki kişilerde tarama yaptık. Bunun yanı
sıra okullarda da tarama yapıyoruz. Ve halkımızın %36’sı normal kilolu, %39’u fazla kilolu, %25’i da aşırı kilolu olduğu saptandı. Bu
aşırı kilolular ile fazla kiloluları toplarsak bu
%64 gibi bir oran olur; ki bu oran Amerika’da
%78’dir. Bizde bunları tespit edip bu hastaları
bulundukları illerdeki endokrinologlara yönlendiriyoruz.
Toplumun bu konuda yeterli bilinçte olduğunu düşünüyor musunuz?
Hiç bilinçli değil. Bilhassa büyük şehirlerde.
Çünkü zararlı alışkanlıklara devam ediyor.
Ama Anadolu öyle değil. Orada insanlar tarlada çalışıyor, yediği şeyler belli, ekmeğini alıyor
arasına da peynir koyuyor ve tarladan söktüğü
marulla, soğanla yiyor. Büyük şehirlerde sanayileşme arttığı için kadınların yemek yapmaya
vakitleri yok. Bu yüzden fastfood ve marketlerden aldıkları dondurulmuş gıdaları yiyorlar. Her şeyden önce insanları bilinçlendirmek, onları eğitmek için okullara gidiyoruz,
çocuklara konferans veriyoruz.
Peki üniversiteli arkadaşlarımız için bu
konuda ne söylemek istersiniz?
Mutlak suretle hazır gıdadan uzaklaşmalılar.
Şeker ve yağdan uzaklaşacaklar ama tamamen
kısmayacaklar, daha sağlıklı olan sebze, salata,
yoğurt, peynir ve yağsız et gibi gıdalar ile beslenmeliler. Hareketlerini arttırsınlar, günlük
spora çok önem versinler. Bunları yaparlarsa
obez olmaktan kurtulur ve obezite ile mücadele etmiş olurlar.
Ahmet Korkmaz / Ayazağa
İlknur İlhan / Ayazağa
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
NİSAN 2013
YORUMUN USTASINDAN; AVRUPA MACERAMIZ
“Rakamlara takılmayın!”
Tarafsız yorumları ve dikkat çekici bakış açısıyla sporseverlerin
gönlünde taht kurmuş olan değerli
NTVSpor yorumcusu Mert Aydın
gazetemizin bu sayısında konuğumuz oldu. Kendisinden Galatasaray
ile Fenerbahçe’nin bu sezonki Avrupa performanslarına ve Türk futbolunun tarihte Avrupa arenasındaki
yerine ilişkin değerlendirmeler aldık.
Galatasaray’dan açıyoruz sözü:
Herkes için ilk bakışta kolay bir
grup gibi gözüküyordu. Hafife
alınması yanlış bir şey. ”Lokum gibi
kura lafına inanmam” diyor Mert
Aydın. Ölüm grubu tabirini sorduğumuzda: “Real Madrid, Dortmund, Manchester City ve Ajax’tan
oluşan bir gruba başka ne ad verilebilir ki?” diyor.
Galatasaray için işler pek de iyi
başlamadı. Daha kolay daha rahat
maçlar çıkarması beklenen sarı
kırmızılılar formsuzluk, sakatlar, eksikler ve son olarak da drenaj sorunu ile karşı karşıya kaldı.
İstanbul’da oynanan Cluj maçı için:
“Burak’ın attığı o beraberlik golü
turun kapısını araladı.” diyerek kırılma noktasının o gol olduğunu,
Burak o golü atmasaydı diğer üç
maçın havasının düşük; çabasının
yetersiz olacağını belirtiyor.
Yeni transferler Hamit ve Amrabat
sezon başında uyum sorunu yaşadılar. Defansın ortası Ujfalusi’den
yoksun, solda ise Riera ciddi defansif bir zaaf demekti.Ancak Romanya deplasmanından alınan
galibiyet; inancı getirdi beraberinde. Takım, Fatih Hoca’nın istediği
kıvama geldi. Burak makine gibi
gol atmaya başladı.
Lafı açılmışken “Hala Burak için
şansa gol atıyor diyenler var. Golü
koklama ve kovalamanın önemini
hatta daha önemlisi insana ve emeğe
saygıyı hiçe sayanlar var. Ne şansmış
arkadaş çözemedim gitti. Piyango
oynasa ya Burak o zaman…”
İkinci tur kuralarında istenen gerçekleşti ve Galatasaray’ın rakibi
Schalke 04 oldu. Drogba ve Sneijder transferleri yapıldı. Schalke’nin
düşüş yaşadığı bir dönemdi ancak
Galatasaray çok kötü bir ilk maç
çıkardı.
21
ARIYORUM
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
Galatasaray yeni transferleriyle
oyun sistemini değiştirmek zorunda kaldı. Ancak “4-2-3-1 ve ya 4-33 gibi rakamlara takılmayın. “Olay
oyun felsefenizle alakalıdır.Size öyle
bir 4-3-3 gösteririm ki bazı oyuncuları o sistemin hiçbir yerine dahil
edemezsiniz” Mühim olan savunma
mı yoksa hücum futbolu mu oynadığınızdır. Galatasaray ilk Schalke
maçında ikisini de tam anlamıyla
ortaya koyamadı. Bu yüzden beraberlik şanslı sayılabilir.Galatasarayın en büyük avantajı “Kötü oynasa
da pozisyon üretebiliyor.” olması.
Fenerbahçe’ye geçiyoruz:
Öncelikle Şampiyonlar Ligi’ne kalamayan Fenerbahçe’de bu büyük
sıkıntı yarattı. Ardından zor sayılabilecek bir gruba düştü UEFA Avrupa Ligi’nde. İlk Marsilya maçının 2-0’dan 2-2’ye gelmesi ve Alex
krizinin hortlaması kafalarda soru
işaretleri yarattı.
Gol attıktan sonra takımı geri çekme mantelitesini soruyoruz Mert
Bey’e. Teknik adamda bu mantelitenin olmadığını, Fenerbahçe’nin
oyuncu karakterinin bu olduğunu
söylüyor. ”Fenerbahçe’nin en büyük
eksiği hücum yapması zorunlu olan
anlarda gerekli baskıyı rakibin üzerinde kuramamasıdır.”
“Fenerbahçe turu geçmek istiyorsa deplasmanda net avantaj elde
etmeli!”
Almanya’da alınan 4-2’lik galibiyet ve Limasol’dan tek golle koparılan üç puan grubu şekillendirdi.
Ondan sonra temkinli oynamak
Fenerbahçe’nin çok işine yaradı.
Bate maçını zorlaştıran dördüncü
dakika kırmızı kartı oldu. “Maçtan
önce 0-0 sorulsa tamam demezdim
ama seksen altı dakika on kişi oynayan Fenerbahçe’nin 0-0 kalması
iyi sonuç.” Rövanşı alıp yoluna devam etti sarı lacivertliler. Sıradaki
rakip Plzen. Başta can sıkmayan bu
eşleşme Plzen’in Napoli’ye 2 maçta
5 gol atmasıyla algıları değiştirdi.
“Turu geçmek için ilk maçı mutlaka
deplasmanda kazanmalı Fenerbahçe yoksa işi zor” diyor Mert Aydın.
İstanbul’da seyircisiz oynanan
maçta ceza alınmasını “Büyük başarı vallahi! “ diye nitelendiriyor.
Ceza yalnızca sahaya inen paraşüte
değildi. Bu kümülatif bir cezaydı.
En son olaysa UEFA’nın sabrını taşırmış olacak ki Fenerbahçe
Avrupa’dan men edilme tehditi ile
burun buruna.
“Kanun 2-5 maç arası ceza diyorsa mutlaka 2 maç ceza verilir
bizim ülkemizde 5 verildiğini hiç
görmedim!”
Cezai yaptırımlar konusunda yeterli değiliz. UEFA standartlarında
cezalar PFDK ve Tahkim Kurulu
tarafından sadece PTT 1. Lig ve
altı kategorilere uygulanıyor. Süper
Lig’de hele ki büyük takımlara bunların uygulandığına şahit olmak
neredeyse imkansız. Bu tarz büyük
cezaları “Veremezler! Kesinlikle
veremezler, siz biz olsaydık da veremezdik” diyor. Cezalar kamu oyu
tepkisine göre şekilleniyor.
“Ben artık kötümserim, bunun düzeleceğini düşünmüyorum” diyor.
Verdiği bir örnekte 1986-87 sezonunda Samsunspor - Fenerbahçe
maçında büyük olayların çıktığını,
4 oyuncunun 6 ay ceza aldıklarını
fakat vatandaşların bu olayı yalnızca gazetelerden okuyup üç günde
muhabbetinin bittiğini anlatıyor.
Bir de kritik soru..”Şimdi olduğunu
düşünsenize neler olur bu futbol
ortamında?!”
“Sporseverlikten çok kulüpçülük
bu ülkede pompalanıyor !”
Galatasaray ve Fenerbahçe bundan sonra nereye kadar ilerleyebilir sorusunu yönelttiğimizde: “Bir
sonraki turda Barcelona çıkmasıyla Malaga çıkmasını aynı potada
değerlendirmek anlamsız, önce bu
turu bir geçsinler de...”
“Medyum Memiş’i getirin ruh çağırsın o zaman!”
Tam Galatasaray’ın 2000 ruhu diyeceğiz ki ağzımızı açmaya fırsat
vermeden cevap veriyor: “Yok öyle
bir şey! Buna takılıp kalmak çok
anlamsız ve saçma. O dönemdeki
oyuncular, yöneticiler o dönemde
kaldı. Artık elinizde farklı bir grup
farklı bir jenerasyon var. Pek tabi
ki bu takımla da kupalar kaldırabilirsiniz. Bırakın artık bu yeni Hagi
arama sevdalarını. Şu an oynayan
oyunculara büyük saygısızlık. Ruh
diye tutturulmuş madem öyle getirin Medyum Memiş’i çağırsın size
ruhunuzu! ”
Herhangi bir tarihte bir Türk takımının
Şampiyonlar Ligi’ni kaldırabileceğini düşünüyor musunuz?
“Bundan 10 yıl önce dünyanın en
iyileri İtalya Ligi’ne giderdi. Şimdi
İspanya ve İngiltere’ye. Dünyada
dengeler değişiyor. 5-10 yıl sonra
"ASLAN VE
KANARYANIN
AVRUPA
YÜRÜYÜŞÜ"
bu dengeler bizim ligin lehine değişirse belki…”
Bu değerlendirmeleri aldıktan
sonra konu Avrupa devlerinden
açılıyor. Barcelona’yı konuşurken
soruyoruz: Barcelona gibi oynayabilmek için Xavi , İniesta , Messi mi
olmak lazım? Cevap çok net : “Barcelona olmak lazım.”
“Futbolda modeller vardır. Ve bu
modeller taklit edilebilir ya da örnek
alınabilir ama aynısını yapamazsınız. Barcelona gibi oynayabilirsiniz
ama Barcelona olmak diye bir şey
yok. Fatih Terim’in de yaptığı Barcelona olmak değil pas oyunuyla
onları örnek almak”
İstanbul Teknik
Üniversitesi
Ragbi Takımı
İTÜ Ragbi Takımı 2011
yılının güz döneminde
İstanbul’daki farklı kulüp takımlarında oyuncu olan öğrencilerin bu
sporu okullarına yaymak istemesiyle kuruldu.
İBRETLİK HİKAYE !
1988’de Johan Cruyff Barcelona’nın
başına geçtiğinde Katalanların
bir tane bile Avrupa kupası yoktu!
Cruyff ’ün yaptığı iş şu oldu: A takıma ve alt yapıya aynı futbolu oynatıyordu. Yani 12 yaşında bir çocuk
18 yaşına gelip A takıma yükseldiğinde hiç yabancılık çekmeden yoluna devam ediyor. La Massa’nın sırrı
işte budur. Xavi, 1980 doğumludur.
10 yaşında altyapıya girmiş ve Xavi
23 yıldır aynı oyunu oynuyor. Kusursuzlaşmaktan daha kaçınılmaz
ne olabilir böyle bir durumda?
“Futbol’da Türk modeli ya da sistemi diye bir şey yok”
Son olarak bizim altyapımızı konuşup vedalaşıyoruz: “Kaos futbolu bile diyemiyorum oynadığımız
futbola. Bir modelimiz anlayışımız
yok. Bunun sorunu teknik adam
yetiştirememekte mi yoksa oyuncular da mı tartışılır. Ancak oyuncular penceresinde iş altyapı da
bitiyor. Bizim altyapılarımızda 12
yaşında çocuklarımıza ‘POZİSYON
BİLGİSİNDEN ÇOK KAZANMAK
ÖĞRETİLİYOR, OYUNCUYU KAZANMAYI HEDEFLEMİYORLAR,
MAÇI KAZANMAYI HEDEFLİYORLAR’ Bakın Bülent Korkmaz, 30
yaşına geldiğinde bazı şeyleri yeni
öğrendiğini, Arda Turan Türkiye’ye
gelen yabancı hocalar sayesinde
yeni şeyler öğrendiğini söylemişlerdir.”
Röportaj: Anıl Güler, Dilşad Dağtekin, Müge Şenel / Mart 2013
Kadıköy Ragbi takımı ile oynanan hazırlık maçı öncesi ısınma koşusu
Ragbi, toplumdaki algısında sadece iri ve güçlü erkeklerin dahil olabileceği bir spor olarak görülmektedir. İTÜ Ragbi Takımı ise kendi
okulunda bu algıyı yıkmak adına
herkese açık bir takım olmak üzere adım atmış.
İTÜ Ragbi Takımı öğrencilerden
yeteri kadar destek alamadığı için
geçen sene 20’nin üzerinde sporcu
ile idman yaparken bu sene yaklaşık 12 kişi ile idmanlara başlamıştır. Bu spora meraklı olan herkesin
katılımı ile takım arkadaşlarının
sayısının artacağına inanıyorlar.
Bu artış ile idmanlar daha öğretici
ve keyifli olacak, bunun akabinde
ise en öncelikli adımları lig başvurusu yapmak olacak. Sayı yetersizliği sebebiyle bu başvuruyu yapamadıklarını belirtiyorlar.
İdmanları öğrencilerin final, vize
ve ödev teslim zamanlamalarına
denk gelmeyecek şekilde organize
eden takım, idmanlarını her SalıPerşembe Maslak Kampüs sahasında saat 16.30 - 18.00 arasında
gerçekleştiriyor.
Herkesin bildiğinin aksine Amerikan Futbolundan gerek korunmasız oynanışı gerekse işleyişi bakımından çok farklı bir spordur.
Bu spora meraklı herkesi bekleyen ekip, takımı seçme yapmadan
oluşturduklarını belirtiyorlar.
22
ARIYORUM
NİSAN 2013
Utku SÖNMEZ
[email protected]
ka
ri
ka
tür
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ
ARIYORUM
BASIN-YAYIN KULÜBÜ
NİSAN 2013
İTÜ’lü
yeni mutfağına
kavuştu
Hiç komik
olmayan kısa
haberler
3 Dönemdir gözetimde kalan
öğrenci bir dersten AA aldığını
duyunca bir yanlışlık olmalı
diyerek notuna itiraz etti.
Bu sene yoğun kar yağışı nedeniyle okulların toplamda 2 gün
tatil edilmesi herkeste büyük bir
şok etkisi yarattı. Öğrenciler acaba bu 2 gün yaz tatilinin 2 hafta
kısalması olarak mı yansıyacak
diye korkmadan edemedi.
Derslerini bütünleme sınavlarına
bırakan 10 genç bütünleme sınavları sonucu aynı dersi tekrar
alma şansını yakaladı.
Kütüphanede masa seçimini
manzaraya göre yapan Murat
Kızkesen transkriptine bir FF
daha ekledi.
Uzun İnce Ders
Uzun sıkıcı bir dersteyim
Uyuyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Kalıyorum gündüz gece
İtüye geldiğim anda
FF aldım aynı zamanda
İki kapılı bir sınıfta
Uyuyorum gündüz gece
Uykuda dahi kalıyom
Kalmaya sebep arıyom
Geçenleri hep görüyom
Kalıyorum gündüz gece
Kırk dokuz aydır bu okulda
Yemekhanede, sınıfta, avmde
Düşmüşüm gurbet ellerde
Gidiyorum gündüz gece
Düşünülürse Derince
Transkriptini görünce
Bir yıldaki daka miktarınca
Kalıyorum gündüz gece
Şaşar Oğuz bu hale
Kah FF kah VF
Yetişmek için mezuniyete
Yatıyorum gündüz gece
Bahçeli Remix
Kampüste çocuklar
Avmde dizilmiş oturuyorlar
Karşınızda dersten çıkan çocukların ellerinde AA’lar BA’lar
Birbirlerine gösteriyorlar, birbirlerine anlatıyorlar, şakalaşıyorlar
O çocuk aklından geçiriyor
Benim de bir AA’m olsa
Benim de iyi bir notum olsa
diyor
Hocam bana niye not vermiyorsun diyor
Bizde niye yok diyor.
Oğuz Onur Kul / Ayazağa
23
İTÜ
Ayazağa
Yerleşkesi,
içerisinde barındırdığı
sosyal merkezler, yurtlar ve eğlenme-dinlenme alanları ile öğrenci
potansiyeli en yüksek kampüsümüzdür. Bunca öğrenciyi bünyesinde barındıran İTÜ Ayazağa
Yerleşkesi, öğrencilerinin beslenebilmesi için sağlanan şu anki
mekân kapasitesinin yetersiz olduğunu söylersek yanlış bir şey söylemiş olmayız. 7/24 çalışmaktan geri
durmayan; fakat bununla beraber
kampüs içinde özellikle sağlıklı
yiyecek ve içecek temininde sıkıntılar yaşayan İTÜ’lüler için gazetemiz aracılığı ile bir müjde vermekten mutluluk duymaktayız. Artık
biz İTÜ öğrencilerini bu sıkıntıdan
kurtaracak bir mutfağımız var.
İTÜ’lünün hak ettiği teras
İlk mutfağı Ayazağa Yerleşkesi içindeki Vadi Erkek Yurdu yerleşiminde açılmış olan bu mekânı ziyaret
ettik. Konumu gereği, Armutlu ve
Armutlu arkasından görülen boğaz
manzarası ile İTÜ’lüye hak ettiği
terası sonunda veren bir mekân ile
karşılaşmış olmak tüm İTÜ’lüler
için sevindirici.
‘Açık mutfak’ anlayışı
İTÜ için İTÜ’lülerle işbirliği halinde olmak, kampüsümüzün yeni
mutfağının vizyonlarından birisini
oluşturmakta. Mutfağından, sunum ve servisine kadar birlikte çalışmak isteyecek tüm İTÜ’lülere ve
İTÜ’lü fikirlerine açık bir anlayışa
sahip.
Kurucularının da İTÜ’lü olması, geliştirilen projelerin öğrencilerin talep ve ihtiyaçlarına göre
belirlenerek hazırlanmasını sağlıyor. Kampüsteki merkezi noktalara açacağı yeni mekânlarla da
İTÜ’lüye kaliteli yemek sağlayarak
marka olma amacıyla çalışmalara
başlamıştır. Kampüs içinde bugüne kadar gençlerin “yemek ye, içe-
ceğini iç ve kalk” anlayışına sahip
mekânlardan daha fazlasına sahip
olmaları gerektikleri düşüncesi ile
hem keyifle yemek yiyebilecekleri
hem de eğlen-dinlen (rekreasyon)
için kullanabilecekleri mekânlar
yaratılacaktır. Bu mekânlar, kantin ve restoranlara eklemli teras ve
açık-kapalı bahçeler üzerine konumlandırılacaktır.
Mekan İTÜ’lüleri bekliyor
Ücretsiz Lig TV hizmeti, hafta
sonu barbekü partileri, bilardo,
play-station ve langırt imkanlarıyla
her İTÜ’lünün aradığını bulacağı
bir mekan. Gece 2’ye kadar paket
servisi de mevcut. Ayrıca mekân,
yakında bahçesinde nargile hizmeti de sunacak.
Yavaş yavaş ama emin adımlarla
büyümeyi hedefleyen bu mutfağın marka adını ilerleyen günlerde
kampüsümüzdeki merkezi yerlerde
görecek ve gazetemizde okuyabileceğiz. Şimdilik merak edenlerin
ziyaret edebilecekleri bir mekân
mevcut. İTÜ içi ring servisiyle
ulaşım için Vadi Erkek Yurdu’nda
inmek yeterli. Mekân İTÜ’lüleri
bekliyor.
ARIYORUM İTÜ GAZETESİ YAYIN KURULU
Haber Kurulu
Genel Yayın Yönetmeni
Serdar Erbay
Görsel Yönetmen
Baran Serdar Sarıoğlu
Yayın Danışmanı
Fatih Avcı
Baş Editör
Anıl Güler
Yazı İşleri
Damla Bayrak
Tasarım
Batuhan Hoştaş
Dağıtım
Kamil Can Erdem
Reklam
Ferit Çağlar Gündüz
Ahmet Korkmaz, Aysel Merve Topaloğlu, Ceyda Baş, Dağhan Günhan,
Deniz Sayın, Dilşad Dağtekin, Eren Sönmez, Gizem Akın, Hazal Şener,
Hülya Göktaş, Irmak Türe, İlknur İlhan, Merve Turhan, Müge Şenel,
Nur Dilara Kılıç, Oğuz Onur Kul, Selçuk Keser, Sena Kıral,
Serhat Orhun Urfalı, Şeyda Albayrak, Tekin Karatepe, Utku Sönmez,
Volkan Zengin.
İTÜ BASIN YAYIN KULÜBÜ
ARIYORUM İTÜ GAZETESİ
[email protected],
www.gazete.itu.edu.tr, 05416466062
BASKI: STAR MEDYA YAYINCILIK
*İTÜ Basın Yayın Kulübü üyeleri Arıyorum İTÜ Gazetesi
yayın kurulunun doğal üyeleridir. İsimleri belirtilen kişiler
23. sayıya doğrudan katkısı bulunan üyelerimizdir.

Benzer belgeler

itü kültür ve sanat birliği basın yayın kulübü itü gazetesi

itü kültür ve sanat birliği basın yayın kulübü itü gazetesi kadınlar çiçektir, böcektir gibi laflar bana itici geliyor. Burada olay şu; çok doğal şekilde karşımızda bir insan var. Ben varım veya bir başkası, yani bir kişilik var. O kişiliği bir sanatçı hang...

Detaylı

gazete internete 21. sayı.indd - Arıyorum İTÜ Gazetesi

gazete internete 21. sayı.indd - Arıyorum İTÜ Gazetesi Başlangıç-orta seviye: Her cuma saat 16.30'da. İletişim: Emre Hasgüleç, [email protected], 530 558 8555 Orta seviye: Her çarşamba saat 17.30'da. İletişim: Görkem Sivri [email protected], 533 349

Detaylı