doya doya yaşamak

Transkript

doya doya yaşamak
BİLGELİK ÇAĞINA GİRİŞ
DOYA DOYA YAŞAMAK
NECDET KAYNAK
İKİNCİ ADAM YAYINLARI
Yazar
NECDET KAYNAK
Grafik
Coşkun Pınar
Baskı
Kilim Matbaacılık
Eylül 2011
1. Baskı
ISBN 978-605-5702-54-0
İKİNCİ ADAM YAYINLARI
Moda Caddesi, Özgür İşhanı,
No: 46, Kat:4, D: 403,
Kadıköy / İstanbul
Tel: 0216 345 95 66
Fax: 0216 345 95 74
www.ikinciadamyayinlari.com
Bu eserin tüm yayın hakları
İkinci Adam Yayınları’na aittir.
BİLGELİK ÇAĞINA GİRİŞ
DOYA DOYA YAŞAMAK
İÇİNDEKİLER
Teşekkürler ...............................................................................................12
Biyografi .....................................................................................................14
Ön Söz .....................................................................................................16
Giriş ............................................................................................................25
G1- Doya Doya Yaşama (DDY) .............................................................25
G2- İnsan Yaşamını Oluşturan Boyutlar ...........................................26
A- İnsan Yaşamının Fiziksel Boyutu ve Duyular .................................27
A1- Duyular ..............................................................................................27
A2- Anı Yaşama ve Doya Doya Yaşama .............................................28
A3- Duyu Bilinci ......................................................................................30
A4- Doya Doya Yiyerek Kilo Verebilirsiniz .....................................32
B- İnsan Yaşamının Zihinsel Boyutu ve Düşünceler ......................32
B1- Bilinç Alanı ve Bilinç Boyutu .......................................................33
B2- Zihinsel Zekâ ve Iq ....................................................................34
B3- Bilinç (Akıl) ve Mantık ....................................................................37
B4- Düşünceler ve Düşünce (Hayal) Gücü ........................................42
B5- Bilinç ve Düşünce Gücünü Geliştirme .......................................46
C- İnsan Yaşamının Bilinç Boyutları ve İçsel Yolculuk .................49
C1- İçsel Yolculuk ve Gelişmiş Kişilik ................................................50
C2- Kişilik Bilinci .....................................................................................54
C3- Kişilik Bilinci Geliştirme ..............................................................57
C4- Kişililik Bilinci Boyutları ve Kişilik Katmanları ........................60
C5- Kişilik Oluşumu ve İçsel Yolculuk ..............................................67
C6- Kişisel Özelikler ve Kişilik Yönetimi .........................................74
C6- Kişilik Testi, Kendini Tanıma ve Bilgelik Çağına Geçiş .........115
D- İnsan Yaşamının Duygusal Boyutu ve Duygular .........................119
D1- Duygusal Zekâ (Duygusal Bilinç) ve Eq ..................................122
5
D2- Duygular ve Duyguların Yönetimi ..............................................123
D3- Kozmik Bilinç ve
Ruhsal Bilinç ile İlgili Genel Açıklamalar ..........................................148
E- Fiziksel, Zihinsel, Duygusal Yaşamın Dengesi Ve DDY ...........153
Son Söz ..................................................................................................161
Ekler ve Referanslar ..........................................................................165
Ek-1 Anlamlı ve Özlü Sözler ...............................................................165
Ek-2 Kendimi Değiştirme ve Kaliteli Yaşam Planı .........................182
A- Kendimi Tanıma ve Değiştirme Planı ..........................................182
B- Ruhumu Besleme ve Sağlıklı, Mutlu Yaşama Planı ....................183
Ek-3 Elektrik ve Biyoenerji .............................................................186
A- Varlıkların Enerji Gereksinimi ..................................................186
B- Yaşam Enerjisi ve Elektrik Enerjisi Arasındaki Benzerlik ...186
Elektrik Enerjisi ve Akımı ................................................................186
Yaşam Enerjisi ve Akımı ....................................................................189
C-Kozmik Bilimin Yaşam Kalitesi Üzerindeki Etkisi .....................191
D- Parasal Boyut ..................................................................................193
E- Mutlu Yaşamak İçin Pratik Öneriler ......................................195
Ek-4 Sanal Cennet ................................................................................196
Ek-5 Özgürce ve Farklı Düşünebilmek ..........................................197
Ek-6 Tanrı ve İnsan Beyni ................................................................202
Ek-7 İş Görüşmesinde Dikkat Edilecek Konular
ve Kişilik Envanteri ...........................................................................205
A- İş Görüşmesi Esnasında Dikkat Edilecek Konular ..................205
B- Kişilik Tespiti İçin Bir Mülakat Sorusu .....................................208
Cevaplar ve Açıklamaları: ...................................................................209
C- İş Deneyimleri ve Öneriler ........................................................210
D- İş Hayatına Yeni Başlayacaklara Öneriler .............................216
E- İnek ve Kedi Hikâyesi .................................................................218
Alınabilecek Dersler: ..........................................................................219
6
F- Matematik Soruları .......................................................................220
Ek-8 Gelecek Bilgiyi Üretenlerindir ..............................................223
Ek-9 Bilişim (Bilgi ve İletişim) Çağı .........................................227
A-Bilişim Çağındaki Ortak Düşmanımız
Bilgisizlik, İletişimsizlik ve Fedakârlık ........................................227
B- İletişim ve Frekans ......................................................................231
C- Olay X Tepki = Sonuç Formülü ...............................................233
Ek-10 Bilgi ve İstatistik Bilimi .....................................................235
Ek-11 İnatçılık Neye Yarar? .........................................................240
Ek-12 Yaşamsal Problemler ............................................................241
A- Sağlık Problemleri ............................................................................243
B- Eğitim ve İş Problemleri ...................................................................243
Ek-13 Gelişim Karşıtı ........................................................................244
A- Kendimiz ve Yakınlarımızın
Gelişimine Karşı Olan Tutum ve Davranışlarımız ........................244
B- Değişime ve Gelişimine Karşı Olan
Tutum ve Davranışlara Örnekler ...................................................248
Ek-14 Sistemler ve Yöntemler .....................................................251
A- Küçüğüm Şarkısı, Sezen Aksu ...............................................252
B- ÖSS İçin Püf Noktaları ..............................................................253
C- Proje Yönetimi Sistemi .............................................................255
D- Yapacağımız İşlerin Öncelik Sırasını Belirleme Yöntemi ...258
E- Yakınlarımıza Yardım Konusunda,
Öncelik Sırasını Belirleme Yöntemi .............................................260
Ek-15 Yanlış ve Zamanında Verilmeyen Kararlar ........................261
Ek-16 Eğitim Şart ...............................................................................263
Ek-17 Öz Geçmiş ve Eğitimler .......................................................268
A-Kısa Öz Geçmiş .............................................................................268
B- İş Hayatında Katılmış Olduğum
Mesleki, Yöneticilik, Kalite Konulu Eğitim ve Seminerler ......269
7
8
BİLGELİK ÇAĞINA GİRİŞ, aşağıda verdiğim
dört kitap dizisinden oluşan sisteme, yönteme ve
uygulamaya yönelik yazılı bir eserdir. Bana özgün
olan birtakım fikirleri ve yöntemleri içermektedir.
Bu kitap dizisinde, 2000’li yılların başından itibaren
BİLİŞİM (bilgi ve iletişim) ÇAĞI’nın tamamlanması
ile başlayacak olan yeniçağı, BİLGELİK ÇAĞI olarak
tanımladım.
1.KİTAP: “BİLGELİK ÇAĞINA GİRİŞ: Doya
Doya Yaşamak”
2.KİTAP: “BİLGELİK ÇAĞINA GİRİŞ: Duyguların Yönetimi ve Empati”
3.KİTAP: “BİLGELİK ÇAĞINA GİRİŞ: Kişilik
Yönetimi ve Bilgelik”
4.KİTAP: “BİLGELİK ÇAĞINA GİRİŞ: Öğrenmeyi Öğrenme ve Bilinç Geliştirme”
Bu kitapları, önceki yıllarda oluşturduğum KALİTELİ YAŞAM (başarılı, sağlıklı, mutlu) ve DOYA
DOYA YAŞAMA FELSEFESİNİ (fikrini) uygulamaya dönüştürmek amacıyla; genç, yetişkin ve yaşlılar
için kaleme aldım. Kitaplar, aşağıda ana başlıklarını verdiğim konuları bütün boyutları ve ayrıntısı ile
işlemektedir: Kişisel Gelişim Yöntemleri, Bilinç Geliştirme Yöntemleri, Kişilik Yönetimi, Olumsuz Kişisel Özelliklerin Belirlenmesi ve Yönetilmesi, İçsel
Yolculuk, Duyguların Yönetimi ve Empati, Öğrenmeyi Öğrenme Yöntemleri, İnsan yaşamının Fiziksel, Zihinsel, Duygusal ve Ruhsal Boyutlarının Tanımı ve Yönetilmesi, Zihinsel (IQ) ve Duygusal (EQ)
Zekâ Tanımı ve Ölçülmesi, Bilinç ve Yetenek, Kişilik
ve Ego, Karakter ve Huy, Düşünce ve Duygular, Kozmik ve Kader Bilinci, Sevgi Bilinci, Ruh ve Ölüm Bilinci, Merak ve Öğrenme Bilinci, Depresyon, Anksiyete
ve Panik Atak hastalıklarının çözümüne yönelik açıklamaları içeren ve İNSAN BEYNİ ile BİLGİSAYARI karşılaştırarak insanın sahip olduğu DÜŞÜNCE
GÜCÜ, ZEKÂ, YETENEK gibi üstün YETİLERİ etkin
bir şekilde kullanmayı öğreten; bana ÖZGÜN yöntem, uygulama, benzetme, modelleme ve örnekleri
içeren, KENDİ YAŞADIĞIM DENEYİMLER ile ders
kitabı formatında hazırlanmış olan bir eserdir.
Sevgilerimle…
Necdet / 29.04.2011, İzmir
Bu kitabı doya doya sarılamadan kaybettiğim
anneme, anneme sarılma hissini bana devamlı tattıran Hatice teyzeme ve kuzenim Evşen’e, uğur
meleği olduğum babaanneme ve hediye ettiği kitaplar ile beni iki kez hastalıktan kurtaran Ülker
ablama atfediyorum.
TEŞEKKÜRLER Çok teşekkür ederim Ülker ablacığım; Sharma’nın
Ferrari’sini Satan Bilge, Nil Gün’ün Duyguların
Simyası ve Osho’nun Ruh Eczanesi kitaplarını bana
hediye ettiğin için. Çok teşekkür ederim sizlere Nil
Gün, Sharma ve Osho; elinize ve zihninize sağlık bu
kitapları yazdığınız için.
İnsan yaşamının duygusal ve ruhsal boyutu ile ilgili olarak, bu kitapta kendi yazmış olduğum konuları,
hastalanmadan önce bana birileri anlatmış olsa kesin
olarak inanmazdım ve çok saçma bulurdum. Duygularımı bastırmanın, beni depresyon ve anksiyete hastası edeceğine güler geçerdim. Şimdi depresyon ve
anksiyete hastalığını yaşadığım için; hastalığı atlatma sürecini bilinçli olarak, anbean, adım adım deneyimlediğim için; duygusal ve ruhsal yaşamın önemine ve gerekliliğine inanıyorum. İnsanın, yaşamın sadece zihinsel ve düşüncesel boyutunu derinlemesine
yaşaması öyle bir şey ki; insan zihninde oluşturduğu
bir düşüncenin (önemli bir sorunun veya projenin)
kendisini yönetmeye başladığının farkına varamıyor.
Zihninizdeki çok önemli sorun çözülmediği veya çok
önemli proje (büyük beklentiler ve hedefler) gerçekleşmediği zaman, derin bir uçuruma düşer gibi
hayal kırıklığına uğrayarak depresyona giriyorsunuz.
Depresyon, çok büyük enerji (bastırılmış bütün
duyguların enerjisini) içerdiği için, zihninizdeki her
şey birdenbire anlamsızlaşarak intihara sürüklenebiliyorsunuz ve/veya bende olduğu gibi anksiyete de depresyona eşlik ediyor; bilinciniz karışıyor;
her şeyden korkuyorsunuz; sıkıntı, heyecan ve panik
duyuyorsunuz; zihninizi kullanamıyorsunuz; mantıklı
mantıksız hiçbir şey düşünemiyorsunuz; sanki sizi
başka bir güç yönetmeye başlıyor. Anksiyete krizleri (panik atak), kalıcı deliliğe veya takıntılara (obsesif kompulsif) neden olabiliyor ve sizi ömür boyu
uyuşturucu ilaç kullanmaya mahkûm edebiliyor, ya da
benim gibi bu büyük enerji birikimini olumlu yönde
kullanarak, kısa sürede hastalığı atlatabiliyorsunuz.
BİYOGRAFİ
Ben ODTÜ 1981 mezunu, elektronik mühendisiyim. Elektronik, bilgisayar ve iletişim sektöründe;
ar-ge, proje yönetimi, üretim mühendisliği, mağazacılık ve teknik servis gibi alanlarda çok yönlü deneyim sahibiyim. Türkiye’nin büyük firmalarında ve
kendi kurmuş olduğum iş yerinde; iş geliştirme, kalite geliştirme, proje yönetimi, süreç yönetimi ve iş
yöntemleri hazırlanması, geliştirilmesi, sistematize
edilmesi yönünde; bölümler arası koordinasyon, yönetim, mühendislik ve eğitim fonksiyonları icra ettim.
İnsan vücudunun bağışıklık ve kendini yenileme
sistemine benzer şekilde, zaman içinde zihnimde
sorun çözmeye, önlemeye ve proje üretmeye, gerçekleştirmeye yönelik kendiliğinden işleyen bir yeti
oluştu. Bu yetiyi, iş yaşamımda çalışanların ve aile
yaşamımda yakınlarımın farkında olmadan ürettikleri sorunları çözerken, farkında olmadan kazandım.
Yaşanan bütün sorunların arkasında bilinçli veya
bilinçsiz insan kusuru olduğunu, dünyadaki bütün
sorunlarının ana kaynağının eğitimsizlik (bilgi, deneyim eksikliği ve yaşam süreçlerinden ders almamak) olduğunu ve bilinç düzeyini yükselterek
yaşadığı bütün sorunları insanın kendisinin çözebileceğini deneyimleyerek öğrendim. (Hiçbir sorun , sorunu yaratan bilinç düzeyinde çözülemez. Einstein)
Bu nedenle; kendimi, ekibimi, arkadaşlarımı ve yakınlarımı eğitebilmek için; işte, evde, tatilde araş-
tırmaya, geliştirmeye, öğrenmeye ve düşünmeye çok
zaman ayırıyorum. Bu nedenle, iş yaşamım boyunca
kendimi eğitmek için mesleki, kalite ve yönetsel
konularda, çok sayıda eğitim ve seminere katıldım
ve çalıştığım şirketlere daha fazla yarar sağlamak
amacıyla; sistem ve yöntem geliştirmeye, elemanlara işbaşı eğitimi vermeye, eğitim notları ve kitapları
yazmaya iş yapmaktan çok daha fazla zaman harcadım. (bk. EK-17 ÖZGEÇMİŞ VE EĞİTİMLER)
Sağlık sorunları nedeniyle ve çocuklarımın üniversite eğitimi için İzmir’e yerleşmemiz nedeniyle, yoğun çalışma hayatıma son vererek (genç!) emekli
oldum. İş yaşamımdaki deneyimlerimi, yakınlarımın
(gençlerin) yaşamına aktarmaya çalışırken depresyon ve anksiyete hastası oldum. Yaşamın duygusal
ve ruhsal boyutları hariç, diğer boyutlarını farkında olarak doya doya yaşadığımı söyleyebilirim. Yakınlarım ve arkadaşlarım ile birlikte, yaşamın bütün
boyutlarını farkında olarak doya doya yaşayabilmek
için; şu anda bilinç ve kişilik geliştirme konusunda
araştırma, sistem ve yöntem geliştirme (kitap yazma) faaliyetlerini sürdürüyorum.
ÖN SÖZ
Öncelikle, yaşamış olduğum majör depresyon ve
genel anksiyete (panik bozukluk) hastalıklarını kısa
sürede atlatmama yardımcı olan, DEÜ Psikiyatri
Ana Bilim Dalı’nda görevli Psikiyatrist Damla Hanım
ve Psikolog Meliha Hanım ile birlikte; eşim Sariye,
oğlum Utkan ve Utku, ablam Ülker, eniştem Ahmet, kuzenim Evşen, yeğenim Eser ve eşimin yeğeni
Berrak’a çok teşekkür ederim. Bu kitap, hastalığı geçirme sürecinde bana yardımcı olan bu kişilerin bilgi
ve deneyimlerinden yararlanılarak hazırlanmıştır.
Kendimi tam olarak iyileştirebilme amacı ile bilincimi geliştirme merakı, geçirdiğim hastalık sürecinde
bu kitabın kendiliğinden oluşmasına neden olmuştur.
İnsan , uçurumun kenarına varmadan
kanatlanamaz.
Psikolojik nedenlere bağlı akıl ve ruh sağlığı hastalıklardan kurtulmak için, öncelikle psikiyatrist
(doktor) tarafından belirlenen ilaçları kullanmak
ve psikolog tarafından uygulanan psikoterapiye katılmak gerekmektedir. İyileşmek için ilaç ve psikoterapi gereklidir; fakat yeterli değildir. Hastanın
kendisinin, hastalığın nedenlerinin farkına vararak,
kendi kendisini iyileştirmesi gerekmektedir. Hastalığım süresince, depresyon ve anksiyete konusunda
bir psikiyatri uzmanı ve bir psikolog kadar bilgi ve
deneyim sahibi olduğumu söyleyebilirim. İnsanın bir
konuyu araştırarak ve deneyimleyerek (kendi üzerinde deneyerek) öğrenmesi, süreci adım adım yaşayarak değerlendirmesi ve hastalığın belirtilerinin
bir bir zayıflayarak yok oluşunu izlemesi çok haz veriyor. Ardından ilaç ve psikoterapiye gereksiniminiz
kalmadığını kendiniz fark ediyorsunuz.
Hiçbir sorun , sorunu yaratan bilinç düzeyinde çözülemez.
Üç ay gibi kısa sürede iyileşmiş olmamın nedenlerini ve iyileşme süreci boyunca yaşamış olduğum
deneyimleri kitabın içinde bulacaksınız. Neden hastalandığımı ve nasıl iyileştiğimi soranlara, kısa bir
şekilde, gelişmemiş duygusal bilincimin beni hasta
ettiğini ve Einstein’ın (söylediği yukarıdaki sözün)
beni iyileştirdiğini söyleyebilirim. Yaşadığımız diğer
sorunlarda olduğu gibi, kalıtımsal olmayan (sonradan
oluşan) akıl ve ruh sağlığı hastalıkları da aşağıdaki
konularda bilinçsiz olmamızdan kaynaklanmaktadır:
(1) İnsan yaşamının üç ana (Fiziksel, Zihinsel, Duygusal) boyutu, (2) sağlıklı bir yaşam için üç boyutun
dengeli olarak yaşanması, (3) bu dengeyi kurabilmek
için düşünce, duygu ve kişilik yönetimi
Elmas yontulmadan , insan yanılmadan
mükemmelleşemez.
Bu üç konuda derinlemesine bilgi veya deneyim sahibi olmadığımız için, farkında olmadan hasta olabiliyoruz. Bu ana nedenlere ilave olarak; hastalığın başlamasını tetikleyen, hastalığın ilerlemesine ve kronik
hâle gelmesine sebep olan çok sayıda iç (kişisel) ve
dış (yakın çevremizin tutum ve davranışları ile ilgili),
yan nedenler bulunmaktadır. İş hayatımın başlarından itibaren, yaşamın zihinsel boyutunu doya doya
(derinlemesine) yaşarken, duygusal (ruhsal) boyutu-
nu çok yüzeysel (sığ) yaşamaya başlamış olmak ve
duygularımı yöneterek yaşamak yerine bastırmış olmak, yani duygularımı yönetme konusunda bilinçsiz
olmak, benim depresyon ve anksiyete hastası olmamın ana nedenidir. Hastalığın ana nedenlerinde olduğu gibi, hastalığı tetikleyen ve hastalığı ilerleten yan
nedenleri de, bilinç düzeyimizi arttırarak ortadan
kaldırabilir veya etkisini azaltabiliriz.
En büyük olgunluklar, en büyük zorlukları aşarken gelir.
Şimdi size, “Bu hastalıkları yaşamış olduğum için
çok seviniyorum, kendimi yeniden doğmuş gibi hissediyorum.” desem bana inanmazsınız, gülersiniz belki
de. Hastalığın (isteksizlik ve zihni odaklayamama)
belirtilerini en yoğun yaşadığım (sıkıntılı geçen) iki
aydan sonra, giderek zihnimi tam olarak kullanmaya başladığım son bir aydır sürekli mutluyum. Neden
mi? Neden, ikinci paragrafta söylemiş olduğum bilgi
ve deneyimlere sahip olmak değil. O konularda araştırma yaparken ve deneyimleyerek öğrenirken çok
haz aldığımı belirtmiştim. Aldığım haz o sürece ait
(o anlar boyunca) idi ve öğrenme süreci bittiği zaman
haz da bitti. Mutluluk, sevinç, haz veya üzüntü, öfke,
korku gibi iyi veya kötü olarak tanımladığımız bütün
duygular gelip geçicidir. Örneğin, bu ön sözü yazarken zevk alıyorum ama biliyorum ki ön sözü yazmayı
bitirdiğim an zevk bitecek. Beni sürekli mutlu eden
neden, hastalığı kısa sürede atlatmış olmak da değildi; çünkü hastalığı atlatabileceğimi anladığım zaman
çok sevinç duydum, o sevinci o an yaşadım ve bitti.
Bir dert atlatıldıktan sonra, insana kazanç olarak döner.
Kriz kelimesinin, Çince’ de aynı zamanda “fırsat” anlamına geldiğini duymuşsunuzdur. Bu gerçekten doğrudur. Bir problemi çözmek için sebeplerini
araştırmaya başladığımız ve zihnimizi sadece bu konuya odakladığımız zaman, bu problemi kolayca ve
kısa sürede çözdüğümüz gibi, problemin sebepleri
arkasında gizlenmiş olan başka yararlar (fırsatlar)
olduğunu da keşfederiz. Aslında o fırsatlar orada
devamlı duruyordur; fakat biz o konuda yeterli bilgi
ve deneyime sahip olmadığımız için, zihnimizi o konuya odaklamadığımız için o fırsatları göremeyiz.
Kendini bilmeyi öğrenen hiç kimse , önceden olduğu gibi kalmaz.
Emekli olduktan sonra, kendimi Kaliteli Yaşam
konusuna adamıştım ve bu konuda sürekli araştırma
yaparak, kendimi ve yakınlarımı bilinçlendirmeye çalışmakta idim. Kaliteli yaşamı; kısa olarak başarılı,
sağlıklı, mutlu yaşam olarak tanımlamıştım. Kaliteli
yaşamı oluşturan başarı ve sağlık faktörleri üzerine
yoğunlaşarak, bu iki konuda çok sayıda yazılar hazırlıyordum ama mutluluk faktörüne hiç değinmiyor ve
duygular konusunu hiç araştırmıyordum; çünkü mutluğun, başarı ve sağlığın arkasından kendiliğinden
geleceğini zannediyordum. Yakınlarımın yaşamakta
oldukları sorunların çözümüne yardımcı olarak ve
yeni projeler üreterek mutlu olmaya çalışıyordum.
Gerçekten de, sorun çözerken ve proje gerçekleştirirken çok haz alıyordum; fakat devamlı haz alabilmek için devamlı yeni projeler üretmek zorunda
kalıyordum. Yakınlarımın sorun yaşamaması ve daha
kaliteli yaşayabilmesi için onları bilinçlendirmek zorunda olduğumu hissederek, kitap sonuna eklediğim
eğitim amaçlı yazılar hazırlıyordum. Kaliteli yaşamın
tanımı ve yaşam kalitesinin nasıl artırılabileceği konusunda, yazdığım yazılarda bir eksiklik olduğunu
hissetmekteydim; çünkü çok istediğim hâlde ben de
sürekli mutlu olamıyordum.
Başkalarına verebileceğiniz
armağan kendi değişiminizdir.
en
büyük
Hastalığı atlatacağımı anladıktan sonra, benim
sürekli mutlu olmamı, coşku duymamı ve motive olmamı sağlayan şey; kaliteli yaşam felsefesini uygulayabilmemiz için gerekli olan bir fırsatı keşfetmiş
olmaktı. Kendim ve yakınlarım için sürekli mutluluk
ararken, kendi kendimi hasta ettiğimi ve yakınlarımı
üzdüğümü fark edemedim. Bunun ana nedeni ise değişikliğe ve gelişime kendimden başlamak yerine,
yakınlarımdan başlamış olmaktı.
Beni öldürmeyen her şey beni güçlendirir.
Hastalıktan tamamıyla kurtulabilmek için “Kendimi Değiştirme ve Kaliteli Yaşam Planını” hazırladım.
Kitap sonuna eklediğim bu plan (bk. EK-2) “Kendimi
Tanıma ve Değiştirme Planı”, “Ruhumu Besleme ve
Sağlıklı, Mutlu Yaşama Planı” olarak iki ayrı kısımdan
oluşmaktadır. Sonra bu planı oluşturan maddelerdeki cümlelerin, bana ne demek istediğini ve bunları
nasıl uygulayabileceğimi düşünmeye başladım. Daha
önce iş hayatımda proje üretme ve gerçekleştirme
süreçlerinde yaptığım gibi, bu planı da gerçekleşti-
rebilmek için düşünmeye başladığım zaman (zihnimi
sadece bu konuya odakladığım zaman); bu konuda
okuduğum, edindiğim bilgilerin ve hastalık süresince
yaşadığım deneyimlerin bir sonucu olarak, zihnimin
her gün yeni yeni düşünceler (fikirler) üretmekte
olduğunu fark ettim. Kendim için hazırladığım planı uygulayabilmek için, bu yeni düşünceleri unutmamam (yazılı hâle getirmem) gerekiyordu. Bu nedenle,
hastalığımın iyileşme sürecinde aklıma gelen bütün
düşünceleri not etmeye başladım. Yakınlarıma ve arkadaşlarıma da yarar sağlamak amacıyla, bu düşünceleri ve deneyimleri kitap hâline getirmenin daha
faydalı olabileceğini düşünerek, bu kitabı yazmaya
başladım.
Bilge insan kendi mutluluğunun ustasıdır.
Kaliteli (başarılı, sağlıklı, mutlu) yaşam felsefesini; (1) Eğitim, İş, Sosyal yaşamda başarılı olma; (2)
Fiziksel, Zihinsel, Duygusal (ruhsal) açıdan sağlıklı
olma; (3) Mutluluk yerine doya doya yaşama (insanın fiziksel, zihinsel, duygusal boyutlarını dengeli ve
daha derinlemesine yaşaması) kavramını kullanarak
tanımlayabiliriz. Doya doya yaşama kavramının ne
olduğunu ve doya doya nasıl yaşanabileceğini öğrenerek uygulamaya başladığınız zaman; mutluluk,
sevinç, coşku, doyum ve haz gibi olumlu duyguları
daha sık yaşayama başladığınızı ve olumlu duyguların yaşamınızın sürekli bir parçası olmaya başladığını hissedeceksiniz. Doya doya yaşama, başarılı olmamız ve sağlıklı kalmamız için de faydalar
sağlamaktadır. Korku, endişe, kızgınlık, üzüntü,
kıskançlık, nefret, utanç ve suçluluk gibi olumsuz
duyguları yöneterek; yani bu duyguların enerjisini olumlu yönde kullanmayı öğrenerek uygulamaya başladığınız zaman, daha başarılı ve sağlıklı
olmaya başladığınızı fark edeceksiniz. Doya doya
yaşama faktörü, başarılı ve sağlıklı olma faktörlerini direkt olarak etkilediği için kaliteli yaşama etkisi
daha fazladır. Doya doya yaşama yönünde atacağınız
çok küçük adımlar, yaşam kalitenize çok büyük adımlar olarak yansıyacaktır.
İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır.
Yakınlarımın sandığı gibi ben çok kitap okumuyorum. Gereksinim duyduğum zaman internet ve kitaplardan yararlanıyorum. TV (dizi film, belgesel, haber
ve tartışma programları), internet ve kitaplardan
edindiğim bilgiler üzerinde düşünmek, değerlendirme yapmak, yeni bilgiler üretmek ve düşünce, bilgi,
deneyim paylaşmak bana okumaktan daha fazla haz
veriyor. Bu nedenle düşünmeye daha fazla zaman
harcıyorum. Tıpta olduğu gibi, teknik ve teknik olmayan birçok bilim dalında araştırma ve geliştirme
(ar-ge) çalışmaları sürekli devam etmektedir. Arge çalışmalarının devam ettiği psikiyatri tıp dalında
olduğu gibi psikoloji, sosyoloji, felsefe, hukuk gibi
sosyal bilim dallarında, iki kere iki dört etmeyebilir.
Bu nedenle bilgi edindiğimiz kaynaklarda, aynı konuda farklı bilgiler bulunabilir ve bu bilgiler birbiri ile
örtüşmediği gibi çelişebilir. İnternetteki aşırı bilgi kirliliğini göz ardı etmeyiniz. Edindiğimiz bilgileri
uygulamaya geçmeden önce, bu bilgiler üzerinde dü-
şünerek, kendi mantık süzgecimizden geçirmek zorundayız. Bilinçli olmadığımız konuları ise deneyimli
uzmanlara danışmak zorundayız.
Altın ateşte , cesur adam felaketlerde anlaşılır.
İnsan yaşamının duygusal ve ruhsal boyutu ile ilgili olarak, bu kitapta kendi yazmış olduğum konuları
hastalanmadan önce bana birileri anlatmış olsa, kesin
olarak inanmazdım ve çok saçma bulurdum. Duygularımı bastırmamın, beni depresyon ve anksiyete hastası edeceğine güler geçerdim. Şimdi depresyon ve
anksiyete hastalığını yaşadığım için hastalığı atlatma sürecini bilinçli olarak, anbean, adım adım deneyimlediğim için duygusal ve ruhsal yaşamın önemine
ve gerekliliğine inanıyorum. İnsanın, yaşamın sadece zihinsel ve düşüncesel boyutunu (derinlemesine)
yaşaması öyle bir şey ki insan, zihninde oluşturduğu
bir düşüncenin (önemli bir sorunun veya projenin)
kendisini yönetmeye başladığının farkına varamıyor.
Zihninizdeki çok önemli sorun çözülmediği veya çok
önemli proje (büyük beklentiler ve hedefler) gerçekleşmediği zaman, derin bir uçuruma düşer gibi
hayal kırıklığına uğrayarak depresyona giriyorsunuz. Depresyon çok büyük enerji (bastırılmış bütün
duyguların enerjisini) içerdiği için, zihninizdeki her
şey birdenbire anlamsızlaşarak intihara sürüklenebiliyorsunuz ve/veya bende olduğu gibi anksiyete de depresyona eşlik ediyor; bilinciniz karışıyor;
her şeyden korkuyorsunuz; sıkıntı, heyecan ve panik
duyuyorsunuz; zihninizi kullanamıyorsunuz; mantıklı mantıksız hiçbir şey düşünemiyorsunuz, sanki sizi
başka bir güç yönetmeye başlıyor. Anksiyete krizleri (panik atak), kalıcı deliliğe veya takıntılara (obsesif kompulsif) neden olabiliyor ve sizi ömür boyu
uyuşturucu ilaç kullanmaya mahkûm edebiliyor ya da
benim gibi bu büyük enerji birikimini olumlu yönde
kullanarak kısa sürede hastalığı atlatabiliyorsunuz.
(Bu konuyu DERPRESYON, ANKSİYETE VE PANİK
ATAK başlığı altında inceleyeceğiz)
GİRİŞ
G1- DOYA DOYA YAŞAMA (DDY)
İnsan yaşamını oluşturan boyutların bilinçli (farkında) olarak ve derinlemesine (doyasıya) yaşanmasını, DOYA DOYA YAŞAMA olarak tanımlayabiliriz.
İnsan yaşamını oluşturan boyutlar nelerdir? İnsan
yaşamını oluşturan bütün boyutlar nasıl yaşanabilir?
Başkalarının deneyimlerinden ders alacak kadar bilge birisi var mı?
Bu kitabın öğrenilebilir ve uygulanabilir bilgileri
içermesi için, bir romandaki gibi konuları bütün ayrıntıları ile anlatmak yerine, ders kitabı formatında
hazırlamaya özen göstereceğim. “Doya doya yaşam”a
ait bütün boyutların ve kavramların anlaşılabilir ve
uygulanabilir olması amacıyla, teknik detaylardan
kaçınarak; basit tanımlar, modellemeler ve benzetmeler yapacağım ve yaşanmış deneyimlere ağırlık
vereceğim. Beynimizin yapısını ve hangi bölümlerini
hangi işlevler için kullandığımızı açıklamak yerine,
önce insan yaşamını oluşturan boyutları irdeleyerek daha iyi tanıyacağız. Sonra doya doya yaşamak için hangi yaşam boyutlarında, hangi yönde,
hangi değişimler yapmamız gerektiğini ve zihnimizi
(aklımızı) bu yönde nasıl kullanabileceğimizi açıklamaya çalışacağım. Aşağıda, paragraflarda doya
doya yaşama yerine DDY kısaltmasını kullanacağım
ve doya doya yaşamın uygulanabilmesi için gerekli
olan açıklamaları vurgulamak amacıyla koyu harfler
kullanacağım.
25
G2- İNSAN YAŞAMINI OLUŞTURAN BOYUTLAR
İnsan yaşamını oluşturan bütün boyutlar, beynimiz ile ilgilidir ve beynimiz tarafından yönetilir. Örneğin; kulağımıza gelen ses dalgaları (havadaki titreşimler) beynimizde ses olarak algılanır. Gözümüze
gelen ışık dalgaları (nesnelerden yansıyan renk frekansları) beynimizde görüntü olarak algılanır. Beynimiz duyu organlarımız üzerinden dış dünyayı algılama yetisine (işlevine) sahiptir. Beynimizin algılama
yetisi yanında, düşünme ve hissetme yetileri de
vardır. Beynimiz algılama, düşünme, hissetme yetilerini kullanarak; insan yaşamını oluşturan bütün
boyutları yönetebilir. DDY için, sahip olduğumuz
bütün boyutların farkında olmalıyız ve bütün boyutlarımızı biz yönetmeliyiz. Farkında olmadığımız
bazı boyutlar bizi yönetebilir.
Düşünüyorum öyleyse varım.
FİZİKSEL, ZİHİNSEL ve DUYGUSAL boyutlarımız insan yaşamının (varlığımızın) ana boyutlarıdır. Beynimiz, DUYULAR yardımı ile fiziksel
boyutu (dış dünyayı) algılar. Zihinsel ve duygusal
boyutlarımızı (iç dünyamızı) oluşturan DÜŞÜNCELER ve DUYGULAR, beynimiz tarafından üretilir ve hissedilir. Beynimiz, fiziksel boyutumuz olan
bedenimizi görerek algılar, düşüncelerimiz ve duygularımız görünmez ama vardır. Beynimiz, zihinsel
boyutumuzu oluşturan düşünceleri üretir ve duygusal boyutumuzu oluşturan duyguları hisseder.
Fiziksel, zihinsel, duygusal boyutlarımız insan ya-
26
şamının ana boyutlarıdır. DDY için ana boyutları
oluşturan diğer (alt) boyutlarımızı (duyular, yetenek ve bilinç, düşünceler ve duygular, kişilik ve
ego, gibi) tek tek irdeleyeceğiz.
A- İNSAN YAŞAMININ FİZİKSEL BOYUTU
VE DUYULAR
DDY için beş duyu organımızın işlevlerini tam
olarak kullanmamız ve zihnimizi odaklamamız gerekmektedir. Bu nedenle, fiziksel boyutumuzu oluşturan duyularımızı biraz daha irdelemek ve DDY
için duyularımızı nasıl kullanmamız gerektiğini, elma
yeme örneği ile açıklamak istiyorum. A1- DUYULAR
Dış dünyamızda var olan ve duyu organlarımız
tarafından hissedilen (sezilen) ses, görüntü, koku,
tat, dokunma duyuları beynimiz tarafından algılanmaktadır. Örneğin, havadaki ses dalgaları kulağımız
tarafından hissedilir ve elektriksel sinyale dönüştürülerek sinirler üzerinden beynimize iletilir. Kulağımızdan gelen elektriksel sinyali, beynimiz ses olarak
algılar. Algılama, bir olayın veya nesnenin varlığının
duyu yolu ile yalın bir biçimde zihnimizin bilinç alanına (boyutuna) alınmasıdır. (Bu konuyu İNSAN YAŞAMININ ZİHİNSEL BOYUTU VE DÜŞÜNCELER
ana başlığı altında irdeleyeceğiz.)
Duyu organlarımız hissetme ve elektriksel sinyale
dönüştürme işlevlerini, beynimiz ise algılama işlevini
yerine getirmektedir. Kulağımız sesi hisseder, beynimiz duyar; gözümüz görüntüyü hisseder, beynimiz
görür; dilimiz ve damağımız tadı hisseder, beynimiz
27
tadar; burnumuz kokuyu hisseder, beynimiz koklar;
elimiz dokunduğu nesneyi hisseder, beynimiz dokunur. Beynimiz ve duyu organlarımız dışındaki hiçbir
organımızın hissetme yetisi yoktur. “Kalbimiz var.”
dediğinizi duyar gibi oldum. Kalbimizin işlevi kanı
pompalamaktır. Hissetme işlevi olmadığı için kalp
sevgiyi hissedemez, beynimiz hisseder ve sever.
Sevgi ve korku, heyecan oluşturarak (kanda adrenalini arttırarak) nefes alma verme ve kalp atış hızını
artırdığı için kalpte hissedildiği zannedilir. Bu konuyu SEVGİ BİLİNCİ başlığı altında irdeleyeceğiz
A2- ANI YAŞAMA VE DOYA DOYA YAŞAMA
Dünle beraber gitti cancazım; ne kadar
söz varsa düne ait, şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
Bir elmayı doya doya nasıl yiyebiliriz? Şimdi
çocukluk günlerimize doğru gidelim. Kırşehir’de, bir
yakınınızın ağaçlarla kaplı yemyeşil bahçesinde geziniyorsunuz. Kıpkırmızı Amasya elmaları, ağacın yemyeşil yaprakları arasında kopar ve doya doya ye
beni der gibi, sizi kendisine doğru çekiyor. Daldaki
elmaların en büyüğünü ve en kırmızısını görerek, en
sertini elleyerek seçiyorsunuz ve koparıyorsunuz.
Elmayı iki elinizin arasına alarak gıcır gıcır siliyorsunuz veya yıkıyorsunuz. Sonra hart diye büyükçe
ısırıyorsunuz. Elmanın sertliğini dişlerinizde, kokusunu burnunuzda, suyunu ve tadını damaklarınızda
ve dilinizde hissediyorsunuz. Elmanın tadını doyasıya almak için, her ısırığı ağzınızda uzun uzun çiğniyorsunuz. Elmanın büyüklüğünü, rengini, sertliğini,
sesini, suyunu, kokusunu, tadını beş duyunuz ile tam
28
olarak hissederek beyninizde algılıyorsunuz ve başka bir şey düşünmeksizin zihninizi sadece yukarıda
anlattığım elma yeme sürecine odaklıyorsunuz, yani
süreci (anı) yaşıyorsunuz. Elma doya doya bu şekilde yenebilir. Böylece sadece elma yemiş olmazsınız,
elma ile bütünleşmiş olursunuz, elma ile doya doya
yaşamış olursunuz. Anı yaşamak; zihinsel boyutumuzun, bedenimizin (fiziksel boyutumuzun) yaptığı
iş veya faaliyet ile aynı zamanda ve aynı yerde
bütünleşmesidir. DDY anı yaşamaktır. Anı yaşamak doya doya yaşamaktır.
Güneşi gözden kaçırdım diye gözyaşı dökersen , yıldızları da gözden kaçırırsın .
Emeklilerin dikkatine! Doya doya yaşanmayan
iş, meslek para kazanmak için yapılır ve doya doya
yaşanmayan faaliyet hobi değildir. Bütünleşerek
yapmadığınız iş veya hobi ile uğraşmak boşa zaman
geçirmektir, (doya doya) yaşamaktan kaçmaktır,
emekli olduğunuz an ilköğretim yaşlarında (bilincinde) ölmektir. Emekli olmadan önce para kazanmak zorunda idik ve ailemiz için sorumluluklarımız
vardı. DDY için, tatil dışında zamanımız yoktu. Şimdi hem zamanımız hem düzenli bir gelirimiz hem
de az çok maddi varlığımız var. Neden (doya doya)
yaşamak için hâlâ bekliyoruz? Yaşamın değerini anlamak için sağlığımızın bozulması mı gerekiyor? Öldükten sonra da zihinsel ve duygusal zekâsı ilköğretim yaşında olan bir çocuk olarak mı kalacağız?
Öyleyse, öbür dünyada Hurilerin veya Nurilerin beğenmesi için genç öl , cesedin yakışıklı olsun veya yaşlı bir bilge olarak öl ,
öbür dünyada doya doya yaşa .
29
A3- DUYU BİLİNCİ
Elmayı neden doya doya yiyemeyiz? Şimdi, elma
yeme deneyimi olmayan bir kişi olduğunuzu veya küçük bir çocuk olduğunuzu varsayalım. Aynı bahçedesiniz. Elmayı yukarıda anlattığım şekilde beş duyunuz ile hissederek ve beyninizi elmaya odaklayarak
yiyebilir misiniz? O süreci doya doya yaşayabilir
misiniz? Hayır, daha önce bu şekilde elma yemeyi
uygulayarak öğrenmemişseniz (deneyiminiz yoksa),
doya doya elma yiyemezsiniz. Doya doya elma yeme
sürecine ait, yukarıda anlattığım bilgileri okumak
veya kamera ile çekilmiş görüntüsünü izlemek yeterli değildir, yani bilgi sahibi olmak, bilinçli (farkında) olmak değildir. Bilgi ve deneyim birlikte bilinci
oluşturabilir. Uygulamaya dönüştürülmeyen bilgi
zaman içinde unutulur. Bilinç unutulmaz. DDY için,
fiziksel boyutumuzun alt boyutları olan duyularımızı etkin bir şekilde kullanmamız gerekir. Bunun
için ise “Duyu Bilinci” oluşturmamız gerekir. Duyu
bilincine sahip kişinin elma yemek için Kırşehir’e
veya Amasya’ya gitmesi gerekmez. Manavdan seçerek aldığı elmayı, kendi evinde doya doya yiyebilir.
Uygarlığın bedeli nevrozdur.
Uygarlık, Değer Yargıları ve Ego Doya Doya
Elma Yememizi Engeller: Lüks bir lokantada, elma
tabak içinde soyulmuş ve dilimlenmiş olarak geldiği için elmayı çatal ile yersiniz. Uygarlık doya doya
elma yeme olanağını yok eder. Ayrıca, uygarlık daha
ucuz ve daha fazla üretim yapma bahanesi ile Kırşehir’deki bahçenizde doğal yöntemler ile yetiştiri-
30
len (organik) elmanın genleri ile oynamıştır. Misafir
olduğunuz bir arkadaşınızın evinde elma size bütün
olarak sunulmuş olabilir; fakat toplumun değer yargıları ve bizim kibar (üstün) görünme egomuz, elmayı
soyarak ve dilimleyerek yememizi emreder. Sonuç
olarak uygarlık, yaşadığımız toplumun değer yargıları (bilinç öncesi), bilinçaltı ve ego doya doya
yaşamayı engeller. Sırası geldikçe, doya doya yaşamayı engelleyen boyutlarımızın neler olduğunu ve bu
engelleri nasıl aşabileceğimizi irdeleyeceğiz.
Dün iptal edilmiş bir çektir. Yarın emre
hazır bir senettir. Bugün ise peşin paradır.
Bugünden yararlanın .
Anı Yaşamama: Zihninizi elma yeme sürecine
odaklayarak (elmayı ve elma yeme sürecini zihninizde canlandırarak) ayva yiyebilir misiniz? Hayır, zihninizde canlandırarak elma yerine ayvayı yersiniz.
Kendinizi kandırabilirsiniz ama duyu bilincinizi asla
kandıramazsınız. Bilinciniz, sizin elmayı düşünerek
ayva yediğinizi bilir. Zihninizi ayva yemeye odaklamadığınız için, ne ayva yemiş ne de elma yemiş olursunuz. Fiziksel boyutunuz başka bir şey yaparken,
zihinsel boyutunuz başka şeyi düşündüğü için anı yaşamamış olursunuz. Anı yaşayabilmek için, fiziksel
boyutunuzun yapmakta olduğu işi, zihinsel boyutunuzun aynı anda düşünüyor olması gerekir.
31
A4- DOYA DOYA YİYEREK KİLO VEREBİLİRSİNİZ
Genç iken yemekleri siz yersiniz, yaşlanınca yedikleriniz sizi yemeye başlar.
Canınızın istediği her şeyi yiyerek kilo verebilir
misiniz? Elma yerine ayva yiyerek canınızın istediği
şeyi yemiş olmazsınız; fakat canınızın istediği her
şeyi gerçekten yiyerek diyet yapabilirsiniz. Canınız bir çikolata çekiyorsa, bir paket çikolata yemek zorunda değilsiniz. Küçük bir parça çikolatayı,
elmayı doya doya yeme sürecinde anlattığım şekilde
yiyebilirsiniz. Çikolata parçasını, eriyene kadar ağzınızda uzun süre dolaştırınız. Çikolata veya canınızın
istediği bir başka şeyi yeme anını, duyu bilincinizin
doya doya yaşaması için, bir ısırık yeterli olmaktadır. İkinci, üçüncü ve daha sonraki ısırıklar karnımızı doyurmak için gerekli olabilir; fakat DDY için
gerekli değildir. Kalorisi fazla olan yiyecekleri çok
az miktarda, kalorisi az olan yiyecekleri çok miktarda ve her lokmasını doya doya yiyerek diyet
yapabilirsiniz. Bedeninizin günlük gereksinimi olan
kalori miktarını bu şekilde ayarlayarak kilo verebilir veya kilonuzu kontrol altında tutabilirsiniz.
B- İNSAN YAŞAMININ ZİHİNSEL BOYUTU
VE DÜŞÜNCELER
Beden er geç bıkkınlık verir insana , düşünceden başka hiçbir şey güzel ve ilginç
kalmaz; çünkü düşüncedir gerçek yaşam.
Filozoflar yüz mucize görürler bir günde ,
bilgisizler ve düşüncesizler ise günlük iş32
lerden , alışılmış uğraşlardan başka hiçbir
şey görmezler…
DDY için, fiziksel boyutumuzun alt boyutları olan
duyularımızı etkin bir şekilde kullanmamız ve bunun
için duyu bilinci oluşturmamız gerektiğini söylemiştik. Aynı şekilde, zihinsel ve duygusal boyutlarımızı
da etkin bir şekilde kullanabilmek için, zihinsel
ve duygusal boyutumuzu oluşturan alt boyutları
irdeleyerek, DDY için gerekli olan bilinç boyutlarını belirleyeceğiz ve bu bilinç boyutlarını nasıl
kullanmamız gerektiğini birtakım benzetmeler ve
modellemeler ile daha iyi anlamaya çalışacağız.
Başarılı ve sağlıklı bir yaşam sürebilmek ve
DDY için, en önemli ve en gerekli boyutumuz, zihinsel boyutumuzdur; çünkü bilgileri zihnimiz ile
öğrenmekteyiz ve deneyimleri zihnimiz ile edinmekteyiz, zihnimiz ile değerlendirmekteyiz, zihnimizde
saklamaktayız ve zihnimiz ile düşünerek karar vermekteyiz. Bu nedenle, DDY için zihinsel boyutumuz,
fiziksel ve duygusal boyutlarımızdan daha önemlidir
ve daha gereklidir. Fiziksel ve duygusal boyutlarımızı ayrıntısı ile öğrenebilmemiz ve etkin bir şekilde
kullanabilmemiz için, öncelikle zihinsel boyutumuzu
daha ayrıntılı bir şekilde öğrenmemiz ve daha etkin bir şekilde kullanmamız gerekmektedir.
B1- BİLİNÇ ALANI VE BİLİNÇ BOYUTU
Doya doya yaşayabilmek için, doya doya yaşamaya
olumlu veya olumsuz yönde etki eden bütün boyutları öğrenmeliyiz ve insan yaşamını oluşturan bütün
boyutların bilincine varmalıyız. İnsan yaşamı ile ilgili
33
boyutları bilinç boyutu olarak adlandıracağız. DDY
için zihnimizin bilinç alanına deneyimleyerek aktarmak zorunda olduğumuz, insan yaşamını oluşturan boyutların her birine bilinç boyutu diyebiliriz.
Örneğin; boş bir kâğıda, mümkün olduğu kadar küçük
bir güneş resmi çizelim. Çizdiğimiz çember içinde kalan alanı bilinç alanına, çemberin dışına doğru güneş
ışınlarını göstermek için çizdiğimiz her bir çizgiyi
bilinç boyutuna ve güneş enerjisini, bilinç alanımızda
oluşturduğumuz (depoladığımız) bilince benzetebiliriz. Çemberin dışına daha fazla güneş ışını çizebilmek için, daha geniş bir çember çizmek zorundayız.
Çemberi genişletmeyi, bilinç alanımızı genişletmeye
benzetebiliriz. Bilinç alanımız genişledikçe bilinç boyutlarımız artar ve bilinç boyutlarımız arttıkça bilinç alanımız genişler. (Bu konuyu Merak, Tutku ve
Öğrenme Bilinci başlığı altında inceleyeceğiz.)
Bilinç boyutlarımızı, çizdiğimiz çemberin içine
hapsedemeyiz; çünkü bilinç boyutlarımız güneş ışını
gibidir. Bilincimiz ise güneş enerjisi gibidir. Zihnimizde oluşan bilinç enerjisi kendimizi tanımak ve
çevremizi (yakınlarımızı, arkadaşlarımızı) aydınlatmak için kendiliğinden ışık yaymaktadır.
B2- ZİHİNSEL ZEKÂ VE IQ
IQ (Intelligence Quotient) zihinsel zekâ katsayıdır. IQ testleri, zihinsel yeteneklerin (zekâ) ve
zihinsel biliş kapasitesinin (bilinç) değerlendirilmesinde güvenilir bir ölçüttür. Zaman içinde zekâ sabit
kalırken, bilinç arttırılabilir. Zihinsel yetenekleri ve
biliş kapasitesini zihinsel zekâ olarak tanımlayabi-
34
liriz. Zihinsel zekânın bir boyutu olan zekâ, zaman
içinde değişmez; çünkü zekâ doğuştan gelen yeteneklerimizdir ve sabittir. Zihinsel zekânın diğer boyutu olan bilinç ise zaman içinde arttırılabilir; çünkü
yeni bilgi ve deneyimler edinerek biliş kapasitemizi genişletebiliriz. Matematiksel olarak, “Zihinsel
Zekâ= Yetenek + Bilinç” olarak tanımlayabiliriz.
B2.1- Yetenekler ve Hobi: Matematiksel işlem
ve mantıksal değerlendirme yapma yeteneği (matematik ve mantık zekâsı), hissetme (sezinleme), hızlı
algılama ve hızlı düşünme yeteneği, hızlı okuma ve
hızlı anlama yeteneği, liderlik ve yönetme yeteneği,
güfte, şiir ve kitap yazma yeteneği, resim ve müzik
(beste) yapma yeteneği, müzik aleti çalma ve şarkı
söyleme (müzik kulağı) yeteneği ve bunun gibi yaratıcılık gerektiren diğer sanat dalları ile ilgili yetenekler doğuştan gelmektedir.
Yetenekleri de bilinç yönetir: Hangi yeteneklere
sahip olduğumuzu, hangi yeteneklere sahip olmadığımızı, zayıflıklarımızın (zaaflarımızın) neler olduğunu
ve sahip olduğumuz yetenekleri etkin bir şekilde nasıl kullanabileceğimizi kendi oluşturduğumuz bilinç
belirleyebilir. (Bu konuyu KİŞİLİK BİLİNCİ VE İÇSEL YOLCULUK ana başlığı altında irdeleyeceğiz.)
Sahip olduğumuz yetenekleri etkin bir şekilde kullanabildiğimiz faaliyetlere hobi diyebiliriz.
Yeteneklerimize uygun meslek edinerek ve yeteneklerimizi kullanabileceğimiz iş alanları seçerek, yaşamak için çalışmak zorunda olduğumuz
işimizi hobi hâline dönüştürebiliriz. Bu şekilde,
35
işimiz ile bütünleşerek doya doya çalışabiliriz;
çalışırken doya doya yaşayabiliriz. Hobiniz olan
işi bulmak için, benim gibi çok iş değişikliği yapabilirsiniz. (bk. EK-7.C İş Deneyimleri ve Öneriler ve
bk. EK-7.D İş Yaşamına Yeni Başlayacaklar için
Öneriler)
Aklı pazara çıkarmışlar, herkes kendi
aklını satın almış.
B2.2- Liderlik ve Yönetme Yeteneği: Yöneticilik yaptığı topluma veya guruba yarar sağlamak amacı ile vizyon, sezgi, zekâ ve bilgiye dayalı karar ve
uygulamaları sorumluluk alarak yöneten kişiye lider
denir. Lider, insanın başkalarından edindiği bilgilerle
bilgili olabildiğini; ancak sadece kendi aklı ile akıllı
olabildiğini bilir. Bu nedenle çevresine danışır; ancak
son kararı hep kendisi verir, şüphesiz tüm sorumluluğu alarak… Çevresindeki herkesin en iyi yanlarını
geliştirmesine olanak sağlayacak, olumlu değişim ve
sürekli öğrenme ortamı oluşturmaya çalışır. Belirli hedeflere başarı ile ulaşmak için; karar alma,
organizasyon, örgütlenme (kadro), planlama, denetim, iletişim ve liderlik işlevlerinin kullanılmasına yönetme işlevi denilir. Ülke, kurum, kuruluş,
okul, iş, proje, para, gayrimenkul yönetilir ama insan
yönetilemez; insan eğitilebilir ve yönlendirilebilir.
Bir devlet kurumu veya özel işletmenin yöneticisi,
kurumun hedeflerini gerçekleştirmek için çalışanları (ekibi) ile birlikte işi yönetir. Yönetici çalışanları
(insanları) yönetemez, onlar ile birlikte işi yönetebilir. Yöneticilik yapmak liderlik yapmaktır. Liderlik
ve yönetme yeteneği olmayan yöneticiler, işi değil
36
çalışanları yönetmeye çalıştıkları için yönetme işlevini yerine getiremezler. Çalışanları baskı ve kontrol altında tutarak, kendilerinin yönetme egosunu
tatmin ederler. Bu tür yöneticiler, işler çalışanlar
tarafından zamanında ve eksiksiz, hatasız olarak
yapılırken; çalışanların ne yaptığı, nasıl yaptığı ve
gereksinimleri, beklentileri olup olmadığı ile ilgilenmezler. Bir iş aksadığı zaman veya işle ilgili bir hata
oluştuğu zaman çalışanlara hesap sorarlar. Lider yöneticin yönetme egosu yoktur; çünkü o, kendi ekibi
ile tek vücut olmuş ve iş ile bütünleşmiştir. Lider
yönetici, ekibi ile birlikte doya doya iş ve proje
yönetirken; yine ekibi ile birlikte eğitim, değişim,
gelişim süreçlerini doya doya yaşamaktadır. (bk.
EK-8 GELECEK BİLGİYİ ÜRETENLERİNDİR, EK10 BİLGİ VE İSTATİSTİK BİLİMİ ve EK-14 SİSTEMLER VE YÖNTEMLER)
B3- BİLİNÇ (AKIL) VE MANTIK
Ben , bilmediğimi bildiğim için diğer insanlardan daha akıllıyım.
Bilinç (Akıl) ve Bilgisayar Programı: Bilinçli olmak, bilgili olmak değildir. Bilgili olmak, bilgiye sahip
olmaktır ama bilginin nasıl kullanılacağını ve uygulanacağını bilmek değildir. Bilinçli olmak, sahip olduğu
bilgilerin farkında olmak ve bilginin nasıl (niçin, neden, nerede, ne zaman, kim için) kullanılacağını ve
uygulanacağını bilmektir. Uygulamaya dönüştürülmeyen ve bilinç tarafından kullanılmayan bilgiler zaman
içinde unutulur. Bilinçlenmek için bilgi yanında deneyim de gerekir. Örneğin; bisiklete binmek, otomobil
37
kullanmak ve yüzmek bilinç olduğu (deneyimlenerek
öğrenildiği) için hiçbir zaman unutulmaz. Yabancı dil,
bilgi olduğu (ezberlenerek öğrenildiği) için kullanılmadığı zaman unutulabilir.
Bilinç, farkındalıktır; bilgi ve deneyimlerin niçin
ve nasıl kullanılacağı bilmektir. Bilinç, hangi konularda bilgi sahibi olduğunu ve hangi konularda bilgi sahibi olmadığını bilir. Bilinç, bilgi sahibi olmadığı konularda bilgi ve deneyim edinmeyi bilir; edindiği bilgileri değerlendirir (kendi öz değerleri ve toplumun
değerleri ile yargılar) ve kendi mantık süzgecinden
geçirdikten sonra kullanır. Bilinç, kendini bilmektir;
kendi yeteneklerinin ve zayıflıklarının (zaaflarının)
farkında olmaktır.
Bilinç ile akıl aynı şeydir; bilinçli olmak akıllı
olmaktır, bilincini kullanmak aklını kullanmaktır.
Mantıklı olmak ise edindiği bilgileri, bilinci (aklı) ile
değerlendirerek (bilinç boyutları ile karşılaştırarak)
gerekli, önemli, öncelikli ve doğru bilgiyi belirlemektir. Bilinçli (akıllı) olmak, düşüncenin gücünü kullanarak edindiği bilgileri mantık süzgecinden geçirmektir.
Bilinç ve bilgiler hafızamızda ayrı yerlerde kayıtlıdır. Örneğin; bilgisayarımızın belleğinde (hafızasında) bulunan word, excel gibi ofis programları bilince, dosyalarımız bilgiye karşılık gelir. Bilgisayarın
elektronik yapısı, önceden belirlenen işlevleri yerine
getirecek donanıma sahip olacak şekilde tasarlanır;
yani bizim doğuştan sahip olduğumuz yetenekler gibi,
bilgisayar da tasarımından gelen sabit yeteneklere
38
(donanıma) sahiptir. Bildiğiniz gibi bilgisayar donanım (hardware) ve yazılım (software) olmak üzere
iki ana yapıdan oluşmaktadır. Bilgisayar donanımı yeteneğe, yazılımı (programlar) bilince karşılık gelir.
Bilgisayarların daha farklı, yeni işlevler yapabilmesi
için ve kullanıcıların programları daha kolay kullanabilmeleri ve işlemleri daha az hata ile yapabilmeleri
için bilgisayar mühendisleri, bilgisayar programlarını
sürekli geliştirmektedir. Program yazma ve geliştirme işlevini, insanın kendi bilincini oluşturma ve geliştirme işlevine benzetebiliriz. Sonuç olarak, bilinç
bilgisayar programları gibi sürekli geliştirilebilir;
yetenek ise bilgisayar donanımı gibi sabittir.
Programlar, bilgisayarın elektronik yapısını oluşturan donanımları tanıyarak (farkında olarak) etkin
kullanabilmesi için, dosyaları ise daha hızlı ve hatasız işleyebilmesi için sürekli geliştirilmektedir.
Biz de, yeteneklerimizin farkına varabilmek için,
yeteneklerimizi daha etkin kullanabilmek için ve
edindiğimiz bilgi ve deneyimlerden yararlanabilmek için bilincimizi sürekli geliştirmek zorundayız. Programlar, bilgisayar donanımını kullanarak
dosyaları işlemektedir. Bilinç ise yetenekleri kullanarak bilgileri işlemektedir. Programları bilgisayar
mühendisleri yazar ve geliştirir. Bilinç ise bir başkası tarafından geliştirilemez. Kendi bilincimizi ancak
kendimiz oluşturabilir ve kendimiz geliştirebiliriz.
Bilgileri ve deneyimleri bir dantel gibi zihnimize işleyerek, kendi bilincimizi oluşturulabilir ve geliştirilebiliriz. Edindiğimiz bilgilerin deneyimlenerek ve
mantık süzgecinden geçirilerek zihnimize kazınması
39
(kalıcı bir şekilde aktarılması) işlevi bilinci oluşturur. DDY için, kendi bilincimizi oluşturmamız ve
bilinç alanımızı genişletmemiz (bilinç boyutlarımızı
arttırmamız) gerekmektedir.
Bilişim çağı tamamlandı: 2000 yılı başından itibaren BİLGELİK ÇAĞI başladı.
Kaybedip geri kazanmadıkça, hiçbir şeyin gerekliliği ve güzelliği fark edilemez. DDY için önce
kaybetmek, sonra kaybedilen şeyin gerekliliğini
ve güzelliğini fark ederek, onun özlemini duymak
gerekir. İnsan kendi iç dünyasındaki ve yaşadığı
dış dünyadaki güzelliklerin farkında değil ise doya
doya yaşayabilir mi?
Olta ile balık avlayanlar bilir; oltanıza takılan balığı kumsala çekerken, ancak o an balık bilmediği bir
gücün kendisini denizin dışına doğru çektiğini fark
eder. Balığı oltadan kurtararak kumsala bıraktığınız
zaman, balık karada yaşayamayacağını fark eder ve
zıplaya zıplaya tekrar denize dönebilir. Balık, denize
tekrar döndüğü zaman denizin bilincine varır. Kendisi gibi bütün atalarının yaşaması için gerekli koşulların denizde olduğunu ve beslenmesi için gereken
yiyeceklerin denizde doğal olarak bulunduğunu keşfeder.
Aldığın her nefesi fırsat bil , ot değilsin
yeniden bitmezsin .
İlkel insanların ve küçük çocukların ortak noktaları vardır: Onlar doğal ve coşkulu bir şekilde anı yaşarlar ama ne olduklarından tamamen
habersizlerdir ve coşkuları bilinçsizdir. Önce onu
40
kaybetmeleri gerekir. Uygarlaşmaları, eğitilmeleri,
bilgi ve deneyim sahibi olmaları gerekir. Saf ve temiz
benliklerini, ilkel ve doğal iç yaşamlarını, yaşadıkları ilkel ve doğal dış dünyayı kaybetmeleri gerekir.
Sonra kumsala bırakılan balığın, karanın sıcaklığını
ve kumların kızgınlığı fark ederek susamaya başlaması gibi, birden kayıp ettikleri iç ve dış dünyanın
farkına vararak, özlem duymaya başlamaları gerekir.
Oysa balık daha önce susamak nedir hiç bilmiyordu.
Şimdi ilk defa içinde yaşadığı denize, onun serinliğine ve hayat veren sularına özlem duyuyor. İşte
uygarlaşmış insanın ve eğitilmiş çocuğun durumu da
aynı: Etrafını saran uygarlık ve gelişmiş teknoloji
onu boğuyor, o yaşamıyor, o ölüyor; ancak bunları
fark ettikten sonra, insanoğlu ne yapması gerektiğini ve yaşam denizine tekrar nasıl dalabileceğini merak ediyor.
Başkalarının deneyimlerinden ders alın .
İnsan bütün hataları kendi yapacak kadar
çok yaşamıyor.
Benim uygarlıktan yana (eğitim, bilim, teknoloji
taraftarı) oluşumun sebebi, balığın sudan çıkmasına yardımcı olmasıdır. Ey yetişkin insanlar; uygarlık,
balığı sudan çıkardı! Ey gençler; eğitim, balığı sudan
çıkardı! İnsanoğlunun kendi yaşam denizinin dışına
çıkarıldığını neden hâlâ fark etmiyorsunuz? İlkel ve
doğal (doya doya) yaşamın uygarlaşma ve teknoloji ile savaş hâlinde olduğunu neden hâlâ fark etmiyorsunuz? Uygarlık ve teknolojinin insan neslini yok
etmesini mi bekliyorsunuz? Bilişim (bilgi ve iletişim)
çağı kapandı artık. (bk. EK-9 BİLGİ VE İLETİŞİM
41
ÇAĞI ) Çünkü bilişim çağı, balığı sudan çıkararak en
önemli ve en gerekli görevini tamamladı: İnsanoğluna ilkel ve doğal yaşam ile uygar ve teknolojik yaşam arasındaki farkı açık seçik gösterdi.
(Bilişim çağının son görevini öğrenmek için bk. SON
SÖZ) Bilişim çağı tamamlandı, 2000 yılı başından
itibaren BİLGELİK ÇAĞI başladı!
Akıllı insan kendi yaşadıklarından ,
daha akıllı insan hem kendi hem başkalarının yaşadıklarından ders alır.
Balık örneğinde olduğu gibi, insanların da kendi
bilincini kendilerinin oluşturması ve geliştirebilmesi
için, kendisinin ve/veya yakınlarının yaşam kalitesini
düşüren olumsuz olayları yaşaması gerekir. İnsanların çoğunluğu, sahip oldukları şeylerin önemini ve gerekliliğini ancak onu kaybettikleri zaman fark ederler. Onu kaybetmemek için önceden önlem almazlar
ve ondan doya doya ve daha uzun süre yararlanmayı
bilmezler. (Bu konuyu Kozmik Bilinç ve Kader Bilinci
başlığı altında irdeleyeceğiz.)
B4- DÜŞÜNCELER VE DÜŞÜNCE (HAYAL)
GÜCÜ
Ne mükemmel şeydir ki dev gibi bir güce
sahip olmak , ne zalimce şeydir ki onu bir
dev gibi (canavarca) kullanmak .
Beynimizin algılama, düşünme, hissetme yetilerine sahip olduğunu ve beynimizin sahip olduğu bu
üç ana yetiyi kullanarak, insan yaşamını oluşturan
bütün boyutları yönetebileceğini söylemiştik. Diğer
canlı varlıklara göre, insanoğlunun sahip olduğu en
42
önemli yeti düşünebilmesidir ve en önemli işlev ise
düşündüklerini uygulayabilmesidir. İnsanoğlu düşünme yetisini ve bilincini kullanarak, kendisinin ve
doğanın yaradılışından itibaren kendiliğinden gerçekleşen evrimini (dönüşümünü, değişimini, gelişimini), iyi ve/veya kötü yönde hızlandırmaktadır. Belki
de farkında olmadan kendi kendisinin sonunu hazırlamaktadır. Yaşlanma ve ölüm engellenebilir mi?
Beyin ve diğer organlar dışarıdan kontrol edilebilir
mi? Biyoinformatik bilim dalı neleri araştırıyor? (Bu
konuyu Merak, Tutku ve Öğrenme Bilinci başlığı
altında irdeleyeceğiz.)
İnsanoğlu düşünme (ve hayal kurma) yetisini,
DDY için gerekli olan kendini tanıma, kendini geliştirme, içsel yolculuk yapma, kozmik bilinç ve diğer
bilinç boyutlarını geliştirme işlevlerinde kullanmak
yerine; kendi yaşamını kolaylaştırmak amacıyla ulaşım, iletişim, bilişim gibi teknolojileri geliştirmek
için veya daha fazla kazanç elde edebilmek (daha
fazla üretebilmek) amacıyla, doğal olarak yetişen
bitkilerin genlerini değiştirmek için kullanmaktadır.
İnsan tarafından geliştirilen bilgisayar, düşünebilme işlevine sahip değildir. Bilgisayar, insan tarafından düşünülerek oluşturulan programlarının içerdiği
işlevleri, insan beyninden daha hızlı ve hatasız bir
şekilde yerine getirmektedir. Bilgisayarı oluşturan
ve dışarıdan bağlanan donanımlar, Windows gibi bilgisayar işletim sistemi (programı) tarafından algılanarak bu donanıma ait iletişim (sürücü) programı
üzerinden kullanılmaktadır; yani bilgisayar programlarının içerdiği komutlar (işlemler ve işlevler), insa43
nın düşünme yetisinin bir ürünüdür. Bilgisayara düşünme yetisi eklenebilmesi mümkün değildir. (bk.
EK-6 TANRI VE İNSAN BEYNİ)
Düşünceler Güçtür: Zihnimiz, kendisini oluşturan yetenek ve bilinç boyutlarını kullanarak düşünce
üretebilmektedir. Zihnimizin herhangi bir konuda
düşünce üretebilmesi için, o konuda bilinç boyutuna
sahip (bilinçli) olması ve belirli bir süre (zaman) boyunca o konuya odaklanması gerekir. Zihnimizin düşünce üretebilmek için zamana gereksinimi vardır;
yani doğru şeyler düşünerek ve doğru kararlar vererek eyleme (davranışa) geçebilmek için zamana
gereksinim duyarız.
Fiziksel bir gücü işe dönüştürmek için de zamana
gereksinim vardır. Matematiksel olarak, “Enerji=İş=
Güç x Zaman” olarak tanımlanır; yani gücün kullanıldığı zaman boyunca yapılan iş, işi yapmak için harcanan
enerjiye eşittir. Örneğin; 1 kilovat gücündeki elektrikli ısıtıcı iki saat boyunca kullanıldığı zaman, 1 kilovatx2 saat=2 kilovatsaat elektrik enerjisi harcamış
veya ısı enerjisi üretmiş veya ısıtma işi yapmış olur.
Elektrik faturaları, evimizde harcadığımız (kullandığımız) elektrik enerjisi tutarını gösterir; yani elektrik gücünü kullandığımız süre boyunca harcadığımız
elektrik enerjisine para öderiz. Örneğin; yürürken
bacak kaslarımızın gücünü, otomobil sürerken benzinin yanarken oluşturduğu motor gücünü gideceğimiz
yol boyunca kullanırız. Ne kadar hızlı yürürsek, kas
gücümüzün o kadar kısa sürede tükendiği fark ederiz (yorulduğumuzu hissederiz). Daha uzun mesafeli
yürüyüş yapabilmemiz için kas gücümüzü daha uzun
44
süre kullanmamız (daha yavaş yürümemiz veya kaslarımızı güçlendirmemiz) gerekir.
Kaslarımız fiziksel güce sahip olduğu gibi, zihnimiz de düşünce gücüne sahiptir. Düşünce gücünü
eyleme (davranışa, işe, enerjiye) dönüştürmek
için zamana gereksinim duyarız. Düşünce gücü ile
iş yapanların beyni yorulur, fiziksel güç ile iş yapanların kasları yorulur. Fiziksel gücümüzü dinlenerek
(oturarak veya yatarak), düşünce gücümüzü ise uyuyarak (düşünmeyerek) veya zihnimizi farklı düşüncelere odaklayarak (müzik dinleyerek, meditasyon
yaparak) tekrar toparlayabiliriz. Düşünce veya kas
gücümüzü tekrar oluşturmak için de zaman gerekmektedir.
Duygular Enerjidir: Bir yerden bir yere gitmek
için kas veya motor gücünü belirli bir süre kullanmak zorundayız. Bu süre boyunca kullandığımız gücü,
enerji olarak harcamış veya hareket ederek kullanmış oluruz; yani hareket etmek, enerji harcamak
veya iş yapmaktır veya yol almaktır. (Matematiksel
olarak; harcanan enerji ve yapılan iş, kas veya motor
gücünün oluşturduğu kuvvet ile alınan yolun çarpımına eşittir: “Enerji=İş= Kuvvet x Yol”). Duygunun İngilizce karşılığı “emotion”dur. Türkçe olarak duygu,
hareket enerjisi anlamına gelir. Hareket (kinetik)
enerjisi, hareket edilen süre boyunca harcanır ve
yol almış veya iş yapmış oluruz; yani hareket enerjisi
harcanırken aynı zamanda iş yapmaktadır. Duygularımız hareket eden enerjilerdir; yani iş yapmak
için duyguların zamana ihtiyacı yoktur; çünkü hareket enerjisi varsa, zaten o anda iş (eylem) yapılmaktadır.
45
Kontrol edilemeyen (yönetilemeyen) güç
güç değildir.
Sonuç olarak; duygu, enerji olduğu için beynimiz
herhangi bir duyguyu hisseder hissetmez harekete (eyleme) geçmektedir. Düşünce ise güç olduğu
için, harekete (eyleme) geçmeden önce zamana
gereksinim duyarız. Duygular dörtnala koşan atlar gibidir; bu atları sadece düşünce gücümüz ile
dizginleyebiliriz. DDY için duygularımızı ve düşüncelerimizi yönetmek zorundayız. (Bu konuyu Duygular ve Duyguların Yönetimi başlığı altında irdeleyeceğiz.)
B5- BİLİNÇ VE DÜŞÜNCE GÜCÜNÜ GELİŞTİRME
Bilgisayar ve cep telefonu gibi, sözde elektronik
beyni olan ürünlerin içindeki program (bilinç) geliştirildikçe, ürünün donanımı (yetenekleri) yetersiz
kaldığı için; yani yeni geliştirilen programlar eski
donanımlarda çalışamadığı için; ürünün elektronik
donanımı da geliştirilmek veya komple değiştirilmek zorundadır. Bu tür ürünlerde yazılım, bilgisayar
mühendisi tarafından geliştirilirken, bu yazılımların
çalışabileceği elektronik donanımlar da elektronik
mühendisleri tarafında sürekli geliştirilmek zorundadır. Oysa yaradılışından itibaren, sınırsız bir
düşünce gücüne sahip olan beynimizin yapısının ve
yeteneklerinin geliştirmesine gerek yoktur. Yapmamız gereken sadece, yeni bilinç boyutları edinerek, bilinç alanımızı genişletmek ve bilinç alanımıza daha fazla bilinç depolamaktır.
46
Kendi oluşturduğumuz küçük bir bilinç (seviyesi)
ile var olan düşünce gücümüzü ve yeteneklerimizi
kullanarak, yeni yeni bilinç boyutları edinebiliriz ve
bilinç alanımızı sürekli genişletebiliriz. Gelişen bilincimiz ve düşünme gücümüz ile bir kar topunu yuvarlar gibi, bilincimizi ve düşünme gücümüzü aynı anda ve sınırsız bir şekilde arttırabiliriz.
Düşünce gücü, bilinç geliştirilerek arttırılabilir ve
bilinç, düşünce gücü artırılarak geliştirilebilir. (Bu
konuyu Bilinç Akışı, İlham, Esinlenme ve Çağrışım
başlığı altında irdeleyeceğiz.) Bu sınırsız gelişimin
önünde, beynimizin sabit olan yapısı ve yeteneklerimiz hiçbir engel oluşturmaz. Bilinç öncesi-bilinçaltı, ego-huy ve bastırılmış duygular gibi değişim
ve gelişim önündeki gerçek engeller, biz farkında
olmadan beynimizin bir köşesine gizlenmiş, bizden
(öz kişiliğimizden) saklanmaktadır; ancak içsel
yolculuk yaparak ve kendimizi tanıyarak bu engelleri keşfedebilir ve yönetebiliriz. Bu konuları, çok
sayıda örnek vererek ve ayrıntılı olarak ilgili başlıklar altında irdeleyeceğiz.
Bildiğiniz gibi dünyamız uzunluk, genişlik, derinlik
gibi üç fiziksel boyuta ve göreceli olduğu varsayılan
zaman boyutuna sahiptir. Örneğin; dikdörtgen şeklinde kesilmiş bir mermer parçasının hacmini oluşturan üç boyutu, bizim görebildiğimiz fiziksel boyutlardır. Mermer parçasının; ağırlık, kütle, yoğunluk,
iç yapısını oluşturan maddeler, moleküller, atomlar,
çevresel şartların değişimi ve ilerleyen zaman sürecinde mermerin fiziksel, kimyasal yapısında oluşabilecek değişikler gibi göremediğimiz ama düşünerek,
47
ölçerek, inceleyerek, analiz ederek fark edebildiğimiz boyutları da vardır. Dünyamızın ve insanın, gördüğümüz boyutları dışında sayılamayacak kadar çok
boyutu vardır. (Bu konuyu Kozmik Bilinç ve Kader
Bilinci başlığı altında irdeleyeceğiz.)
Önceki paragraflarda insanın; fiziksel, zihinsel,
duygusal (ruhsal) ana boyutları ve bunları oluşturan alt boyutlar olduğunu söylemiştik ve DDY için,
zihnimizin bilinç alanına deneyimleyerek aktarmak
zorunda olduğumuz insan yaşamını oluşturan boyutların her birini bilinç boyutu olarak tanımlamıştık. Yaşamla ilgili bütün boyutların hepsi bilincimiz
ile ilgili olduğu için, yani insan yaşamını oluşturan
bütün boyutları, zihnimizin bilinç boyutu ile fark
ederek ve öğrenerek bilinç alanımızda sakladığımız için, yaşamı oluşturan boyutları bilinç boyutu
olarak tanımlamıştık.
Düşünceleriniz ne ise hayatınız odur.
Hayatınızın gidişini değiştirmek istiyorsanız, düşüncelerinizi değiştiriniz.
Şimdi sizlere soruyorum: Şu anda içinde bulunduğunuz dünyayı (doğayı), sadece görebildiğiniz üç
fiziksel boyutu ile yaşamak yerine, görünmeyen
diğer boyutlarını da fark ederek yaşamak istemez
misiniz? Şu anda içinde bulunduğunuz bedeninizin
sadece görebildiğiniz fiziksel boyutunu (duyularınızı) yaşamak yerine, görünmeyen zihinsel ve
duygusal (ruhsal) boyutlarını fark ederek yaşamak istemez misiniz?
DDY, insanoğlunun içinde yaşadığı bedeninin (iç
dünyasının) ve içinde yaşadığı doğanın (dış dün48
yasının) görünen ve görünmeyen bütün boyutlarının bilincine vararak yaşamasıdır. Şimdiye kadar
yaşadınız mı? Şu anda yaşıyor musunuz? Yarın
yaşıyor olacak mısınız? Bundan sonra (doya doya)
yaşamak istemez misiniz? Yaşayıp yaşamadığınızın
farkına varmak istiyorsanız, aşağıda ‘İNSAN YAŞAMININ BİLİNÇ BOYUTLARI VE İÇSEL YOLCULUK’ ana başlığı altında irdeleyeceğim konuları
okumaya devam ediniz. Yaşamak istiyorsanız, bu
bilinç boyutlarını bilinç alanınıza oya gibi işleyiniz.
Doya doya yaşamak istiyorsanız, bu bilinç boyutlarınızı içselleştirerek (içsel yolculuk yaparak) kullanmaya başlayınız. Hiçbirini istemiyorsanız; ölümü
korkarak beklemek yerine , hemen intihar
edebilirsiniz.
C- İNSAN YAŞAMININ BİLİNÇ BOYUTLARI
VE İÇSEL YOLCULUK
İnsan yaşamının üçüncü ana boyutu olan duygusal
bilinç ve duygular konusuna geçmeden önce, kişiliğimizi oluşturan bilinç boyutlarını incelememiz daha
yararlı olacaktır. Bu nedenle, önce doya doya yaşamamızı engelleyen Bilinç öncesi ve Bilinçaltı, Kişililik ve Ego gibi kişilik boyutlarını ve İçsel Yolculuk
konusunu ayrıntılı irdeleyeceğim ve bu konuların daha
iyi anlaşılabilmesi için çeşitli modellemeler, benzetmeler yapacağım ve yaşanmış örnekler vereceğim.
Bu bölümde kişiliğimizi oluşturan bilinç boyutlarını
irdelerken; kızgınlık, öfke duygusunun yönetimi ile
ilgili bir örnek vererek; bilinç boyutları ile duygular
arasındaki ilişkiyi irdelemiş olacağız. Bu bölümün ardından ise İNSAN YAŞAMININ DUYGUSAL BO49
YUTU (DUYGUSAL BİLİNÇ) VE DUYGULAR ana
başlığı altında, bütün duyguları tek tek tanımlayarak
bize hissettirdiklerini irdeleyeceğiz ve olumlu veya
olumsuz bütün duyguların içerdiği enerjiyi olumlu
yönde kullanmayı (yönetmeyi) örnekler vererek öğreneceğiz. Ayrıca duygusal boyutumuz ile ilgili ruhsal bilinç, kozmik bilinç, sevgi bilinci gibi DDY için
gerekli olan diğer bilinç boyutlarını ve depresyon,
anksiyete ve panik atak hastalıklarını aynı ana başlık
altında irdeleyeceğiz.
Aşağıda irdeleyeceğim kişilik bilinci ile ilgili alt
boyutları okurken, düşünerek şu sorulara yanıt vermenizi istiyorum: Biz kendi oluşturduğumuz bilinç
ve kişilik ile kendi kendimizi yönetebiliyor muyuz?
Kendi kendimizi yönetmek ve DDY için, sahip olduğumuz bilinç boyutları yeterli midir? Zihnimizde biz
farkında olmadan oluşan bilinç öncesi, bilinçaltı ve
ego boyutları bizi yönetebilir mi? Yani bizi başka kişiler mi yönetiyor? Bizi başkaları yönetiyor ise, doya
doya yaşayabilir miyiz?
C1- İÇSEL YOLCULUK VE GELİŞMİŞ KİŞİLİK
Kendini tanı!
Kendi kişiliğimizi oluşturan görünür veya görünmez bütün boyutlarının (kişilik boyutlarımızın)
farkına varma ve yönetme işlevini, içsel yolculuk yapma (içselleştirme) olarak tanımlayabiliriz.
İçsel yolculuk yapmayı, akarsuyun kaynağına doğru,
akıntıya karşı yüzmeye veya denizin derinliklerine doğru dalmaya benzetebiliriz. Bu nedenle içsel
yolculuk yapmak çok zordur; çünkü içsel yolculuk
50
yapmanın önündeki en büyük engeli kendimiz (kişilik
boyutlarımız) oluştururuz. İçsel yolculuğun önünde
yaradılışımızdan gelen doğal tek bir engel vardır;
o da kendi, görünen (olumsuz) kişiliğimizdir.
Işık kişinin kendi karanlık yüzüyle yüzleşebildiği ölçüde ortaya çıkar. Bu yüzden
kendin olmak cesaret ister. Yaşam cesurları
sever.
Bu durumu ay tutulması örneği ile açıklayabiliriz:
İçsel yolculuk yapmayı, ayın ışığından yararlanarak,
görünmeyen kişilik boyutlarımızı aydınlatmaya (fark
etmeye) benzetelim. Daha önce kendi oluşturduğumuz bilincimizi güneşe benzetmiştik, kişiliğimizi ise
dünyaya benzetelim. Ay tutulduğu zaman, Güneş ile
Ay arasına Dünya girmektedir. Dünya’nın Güneş’e
bakan yüzü tam olarak aydınlıktır; yani kendi bilincimiz, kişiliğimizin görünür boyutlarını aydınlattığı için
bu boyutlarımızı kolayca fark edebiliriz ve yönetebiliriz. Dünya’nın Ay’a bakan yüzü ise, Dünya sırtını
Güneş’e çevirdiği için karanlıkta kalır. Ayrıca, ana
ışık kaynağı olan Güneş’ten Ay’a doğru gidecek olan
ışığa da Dünya araya girerek engel olduğu için, Ay’a
bakan yüzünün Ay’dan yansıyacak olan ışığı almasına, Dünya kendisi engel olmuş olur; yani bilincimizin,
görünmeyen kişilik boyutlarımızı aydınlatmasına
(fark etmesine), bilinç boyutlarına (ışınlarına) sırtını dönen kendi kişiliğimiz engel olmaktadır. Ayrıca,
bilincimizin başka kişileri aydınlatmasına veya aydınlanmış kişilerin bizi aydınlatmasına yine kendi
kişiliğimiz (egolarımız) engel olmaktadır.
51
İçsel yolculuk yaparak, kendinizi tanıyarak, kendinizi aydınlatarak, kendinizi saflaştırarak, kendi bilincinizi ve değer yargılarınızı kendiniz oluşturarak,
kendinizin en iyi versiyonunu; yani en aydın ve en gelişmiş kişiliğinizi, en saf ve en temiz kişiliğinizi, en
güçlü ve en güvenli (kendine güvenen ve güvenilen)
kişiliğinizi oluşturabilirsiniz. İçsel yolculuk yapmayı kısaca içselleştirme olarak adlandırabiliriz. İçsel
yolculuk yapmış insan; kendini tanıyan insandır,
aydınlanmış insandır, saflaşmış insandır, öz güvenli ve güçlü insandır, gelişmiş (kişisel gelişimini
tamamlamış) insandır. Gelişmiş insan çocuğun saflığına, temizliğine, doğallığına ve merakına; gencin
gücüne, enerjisine, cesaretine ve coşkusuna; yetişkinin öz güvenine, öz değerlerine, sorumluluğuna ve
olgunluğuna sahip insandır.
İnsan inandığıdır.
İçsel yolculuk yaptığınız zaman yalnızlıktan kurtulmuş olursunuz. Yalnızlık korkunuz kendiliğinden
ortadan kalkmış olur. Çocukla çocuk, gençle genç,
yetişkinle yetişkin olan üç arkadaşınız olur. Yetişkin
kişiliğiniz şimdi kullandığınız (görünen) olumsuz kişiliğinizdir. İçsel yolculuk yaptıktan sonra, yeni oluşturacağınız gelişmiş (bilge) kişiliğinizi de sayarsak
dört arkadaş olursunuz. Dört kişiliğe sahip olmak ve
bu kişilikleri yönetmek zordur; çünkü görünen (yetişkin) kişiliğinizin egosu yüksektir. O, bu yeni üç arkadaşı pek sevmez, kıskanır, nefret eder ve onlarla
dost olmak istemez. Dört kişiliğe sahip olmak, ikiyüzlü olmak ve ikiyüzlü davranmak değildir. Gelişmiş
kişiliğimizin; çocuk, genç ve yetişkin kişiliğimizi
52
(görünen olumsuz kişilik boyutlarımızı) ve yeteneklerimizi yönetmesidir. DDY, işte bu dört arkadaşın
dost olarak ömür boyu birlikte doya doya yaşamasıdır. Matematiksel olarak, “Bilge Kişilik= Çocuk
+ Genç + Yetişkin Kişilik” olarak tanımlanabilir.
Kitap taslağını bitirdikten sonra, yakınlarımın
önerileri doğrultusunda, kitabı yeni baştan ele alacağım ve kitabı çocuk ve genç Necdet’in duygularına
önem vererek düzenlemeye başlayacağım; fakat Mühendis Necdet’in kitapta etkisi çok fazla. Baksanıza
biyografisinde iş başvurusu yapar gibi sadece kendi
mesleki ve iş deneyimlerini yazmış, çocukluk (ilköğretim) ve gençlik (lise, üniversite) hayatından hiç
bahsetmemiş. Mühendis Necdet farkında olmadan,
çocuk Necdet’i kendi iç derinliklerine neden ve nasıl
gömdüğüne, genç Necdet’i yıllar boyunca neden ve
nasıl baskı altında tuttuğuna ve onların (doya doya)
yaşamasına neden izin vermediğine hiç değinmiyor.
Mühendis Necdet’in ardı ardına iki kez hasta olmasının ana nedeni, çocuk ve genç Necdet’in duygularının, sürekli olarak kendisi tarafından bastırılmış olması değil mi? Şimdi Mühendis Necdet, bu durumun
farkında ve kendi içindeki çocuk ve genç Necdet’i
canlandırmaya ve kendini “Bilge Necdet”e dönüştürmeye çalışıyor. Mühendis Necdet olarak adlandırdığım yetişkin Necdet, çok güçlü ve baskın bir kişiliğe sahip. Mühendis Necdet matematiği ve mantığı çok sever: “Bilge Necdet= Çocuk + Genç + Mühendis (yetişkin) Necdet” olarak formül bile oluşturdu.
Kendi yazdığı formüle göre, Mühendis Necdet’in 1/3
oranında söz alma ve karara katılma hakkı var. Bil53
ge Necdet diğer Necdetleri yönetecek, Mühendis
Necdet her istediğini yapamayacak, onun gerçek
hayattaki bilgi ve deneyimlerinden Bilge Necdet yararlanacak; fakat son kararı ona bırakmayacak. Bir
yarış atı gibi çok güçlü ve hızlı (aceleci) olan Mühendis Necdet’i zapturapt altına almak, dizginlemek
ve yönetmek çok zor. Bundan sonra, çocuk ve genç
Necdet’in duygularını, beklentilerini ve görüşlerini
öğrenerek son kararı Bilge Necdet verecek.
Uçurtmalar rüzgâr gücü ile değil , o güce
karşı koydukları için yükselir.
Önceki konularda olduğu gibi, bundan sonraki konuları okurken de, benim sizin damarınıza bastığımı
hissetmeniz çok doğal; çünkü kişisel gelişiminizi tamamlamak için içsel yolculuk yaparken, bütün suçu
görünen kişiliğiniz yani siz üstlenmek zorundasınız.
Bütün konuları bilimsel olarak açıklamaya ve ukalaca
örnekler vermeye özen gösteriyorum. Kendimi sizden üstün ve bilgili göstermek (egomu tatmin) için
entel ve çokbilmiş davranmıyorum. Sizi dürterek;
sizlerin düşüncelerine, fikirlerine, inanışlarına, değer yargılarına karşı içinizde daha farklı ve baskın bir iç ses ve merak uyandırmaya çalışıyorum.
Böylece sizin kendi içinizde çatışma yaratarak; doya
doya yaşamanın önemini, gerekliğini vurgulamaya ve
doya doya nasıl yaşanabileceğini daha etkili anlatmaya çalışıyorum. DDY, merak olmaz ise olmaz.
C2- KİŞİLİK BİLİNCİ
Kişilik ve bilinç ile ilgili kavramları tanımlamak
için, Sigmund Freud’un Psikanalizim Teorisi’nden ya54
rarlanacağım; fakat Freud’un bu kavramları tanımlamak ve açıklamak için kullandığı buz dağı benzetmesini tepe taklak edeceğim. Bana göre buz dağı benzetmesi terstir. Freud’un, buz dağının suyun altında
kalan (görünmeyen) kısmında olduğunu söylediği kişilik boyutlarımız suyun üzerinde, buz dağının suyun
üzerinde olan (görünen) kısmında olduğunu söylediği
kişilik boyutlarımız ise suyun altındadır.
İçsel yolculuk yapabilmek (kendi kişilik boyutlarımızı fark edebilmemiz ve yönetebilmemiz) için,
denizin üzerinde olan kişilik boyutlarımız görünürde
olduğu için ve zaten bu kişilik boyutlarımızı kullanmakta olduğumuz için çok kolay farkına varacağız.
Hâlbuki denizin altında görünmeyen yetenek ve kişilik boyutlarımızın farkına varabilmemiz için denizin
derinliklerine doğru dalmamız gerekmektedir. Önce,
derinliklere dalmayı ve ciğerlerimize doldurduğunuz hava ile uzun süre su altında kalmayı öğrenmek
(öz bilinç, öz kişilik, öz güven edinmek) zorundayız.
Suyun altında kalan, şimdiye kadar hiç kullanmadığımız yetenek ve kişilik boyutlarımızın farkına
vararak, görünmeyen bu yetenek ve olumlu kişilik
boyutlarımızı suyun yüzeyine çıkarabilmek için öz
bilincimizi, öz kişiliğimizi ve öz güvenimizi geliştirmemiz gerekmektedir.
Dışarıya bakan rüya görür, içeri bakan
gerçeği .
İçsel yolculuk yapmak, görünmeyen yetenek ve
kişilik boyutlarımızı ortaya çıkarmak ve şimdiye
kadar hiç kullanmadığımız bu yetenek ve kişilik
55
boyutlarımızı (gelişmiş kişiliğimizi) kullanarak,
yanlış ve olumsuz olarak kullanmakta olduğumuz
görünen kişilik boyutlarımızı yönetmeye başlamaktır. İçsel yolculuk yapmadan önce kullanmakta
olduğumuz olumsuz kişilik boyutlarımız, aslında bizi
yönetmektedir ve doya doya yaşayabilmemize engel olmaktadır. DDY için, içsel yolculuk yaptıktan
sonra olumsuz kullandığımızı fark ettiğimiz kişilik
boyutlarımızı bastırmaya ve yok etmeye çalışmak
da yanlıştır. Olumsuz duyguları yönetme konusunda
olduğu gibi, biz var olduğumuz süre boyunca var
olacak olan olumsuz kişilik boyutlarımızın enerjisini, olumlu yönde kullanmayı (yönetmeyi) başarmamız gerekiyor.
Kontrol edilmeyen (yönetilemeyen) güç, güç değildir. Var olan enerji hiçbir zaman yok olmaz, başka
bir enerjiye dönüşür (bk. EK-3 ELEKTRİK VE BİYOENERJİ) veya harcanarak bir iş yapmış olur. Olumsuz kişilik boyutlarımız ve duygularımız hiçbir zaman
yok edilemez. Kişilik boyutlarımızın ve duygularımızın enerjisini olumlu yönde kullanarak (yöneterek),
daha yararlı bir başka enerjiye (işe); yani yararlı
bir eyleme, davranışa dönüştürebiliriz. Otomobilin
gücünü oluşturan ve belirleyen silindirler içinde sıkıştırılan benzin, buji uçlarında oluşturulan kıvılcım
(elektrik akımı) ile ateşlenerek patlatılmaktadır. Silindir içindeki benzini daha da sıkıştırmaya (bastırmaya) devam ederseniz kendiliğinden patlar. Olumsuz kişilik boyutlarımız ve duygularımız da enerji
içerdiği için hiçbir zaman yok edilemez. Sürekli bastırmaya devam ederseniz, birgün kendiliğinden pat56
lar ve bu patlama hem size hem karşınızdaki kişiye
zarar verir. (Bu konuları Kişisel Özellikler ve Kişilik
Yönetimi ve Depresyon, Anksiyete ve Panik Atak
başlıkları altında irdeleyeceğiz.) DDY için, olumsuz
kişilik boyutlarımızın ve duygularımızın enerjisini,
olumlu yönde kullanmayı (yönetmeyi) öğrenmemiz
gerekiyor. Olumsuz kişilik boyutlarımızın ve duygularımızın nasıl yönetileceğini aşağıdaki konular içinde örnekler vererek ve benzetmeler yaparak açıklamaya çalışacağım.
C3- KİŞİLİK BİLİNCİ GELİŞTİRME
Kavram kargaşasını önlemek için bundan sonraki
paragraflarda, farkında olarak kendimizin oluşturduğu kişilik boyutlarımızın başına ÖZ kelimesi getireceğim (öz bilinç, öz kişilik, öz güven gibi). Başında
ÖZ olmayan boyutlar ise bizim farkında olmadan sahip olduğumuz kişilik boyutlarımızı ifade etmektedir.
Freud’un buz dağı örneği ile ilgili açıklamaları görsel olarak internette bulabilirsiniz. Freud’un tek bir
buz dağı içinde, birbiri ile ilişkilendirerek gösterdiği
kişilik boyutlarını daha basit anlatabilmek için, ben
üç ayrı daire kullanacağım. Her bir dairenin üç katmanı bulunmaktadır. Zihninizde her bir daireyi, küçük bir çember, onu çevreleyen orta büyüklükte bir
çember ve onu çevreleyen daha büyük bir çember
olarak canlandırın. Küçük çemberin alanı iç katman,
küçük çember ile orta çember arasındaki alanı orta
katman, orta çember ile büyük çember arasındaki
alanı dış katman olarak adlandıracağım. Sonra bu
57
üç daireyi (üç boyutu) birleştirerek üç katmanlı bir
küre oluşturalım. Üç dairenin iç katmanları birleşerek kürenin iç katmanını, orta katmanları birleşerek
kürenin orta katmanını, dış katmanları birleşerek
kürenin dış katmanını oluştursun.
Freud, insan zihnini oluşturan katmanları (boyutları) buz dağına benzeterek üç katmanlı ve iki boyutlu olarak incelemiştir. Ben zihnimizi, üç katmanlı
ve dünyamız gibi üç boyutlu bir küreye benzeterek
açıklayacağım. Bu boyutların hepsi zihnimizin bilinç
boyutunda oluştuğu, saklandığı için ve kişiliğimizi
oluşturduğu için bu konuyu, insan yaşamının bilinç boyutları (kişilik bilinci) olarak adlandırmıştım. Zihnimizde canlandırdığımız üç boyutlu ve üç
katmanlı küreyi, kişilik bilinci (küresi) olarak tanımlayabiliriz. Doğuştan itibaren yaşam süreçlerimiz
boyunca ilk önce iç katman, sonra orta katman ve en
son dış katman oluşmaktadır.
Cehennem yerinde hiçbir ateş yoktur,
herkes kendi ateşini yanında götürür.
Kişilik küresinin dış katmanı, insandan insana
geniş veya çok dar olmaktadır; bazı insanlarda dış
katman hiç oluşmamaktadır; yani başına öz kelimesi
ilave ettiğim kişisel yetilerimizin ve işlevlerimizin,
varlığı yokluğu ve azlığı çokluğu her insan için farklıdır ve her insanın kendisi tarafından (bilinç alanını oluşturarak ve genişleterek) oluşturulabilir ve
arttırılabilir. Bu nedenle her insanın dünyası (kişilik
küresi) farklıdır. İnsanların bakış açısı ve dünya görüşü farklı olduğu için her insanın farklı bir dünyası
58
vardır ve yaşamdan ne algıladığı, yaşama amacı, yaşam tarzı farklıdır. Kişilik bilinci gelişmiş kişiler
(gelişmiş insanlar), cennetin veya cehennemin bu
dünyada yaşandığının farkında oldukları için kendi
sahip oldukları iç ve dış dünyalarını cennete dönüştürerek, ömür boyu doya doya yaşarlar. Kişilik bilinci gelişmeyen insanlar ise kendilerine öbür
dünyada olduğu öğretilen cennette yaşama umudu
ile sahip oldukları iç ve dış dünyada cehennemde
yaşıyor (ilköğretim yaşında, bilincinde ölmüş) gibi
ruhsuz ve cansız bir şekilde yaşarlar. (bk. EK-4
SANAL CENNET)
Bilinç boyutlarımızı arttırarak (bilinç alanımızı
genişleterek) kişilik küresinin dış katmanını genişletebiliriz. Dış katmanın genişlemesi, bizim farkında
olarak kendi oluşturduğumuz öz bilinç, öz kişilik,
öz güven gibi olumlu kişilik boyutlarımızı arttırdığı
için içsel yolculuğu daha kolay yapabilir ve kişisel
gelişimimizi daha kolay ve daha kısa sürede tamamlayabiliriz. Ayrıca kürenin iç ve orta katmanında biz farkında olmadan oluşan zayıflık (zaaf)
ve olumsuz kişilik boyutlarımızı, gelişmiş kişiliğimiz
ile kolayca yönetebiliriz; yani dış katman genişlediği için (gelişmiş kişiliğimiz istemediği sürece) iç ve
orta katmandaki zaaf ve olumsuz kişilik boyutlarımız yırtık dondan çıkar gibi zırt pırt (kendiliğinden)
dışarı çıkamaz. Şimdi kişilik bilincimizin (küremizin)
katmanlarını oluşturan bu üç boyutu (üç daireyi) ayrı
ayrı inceleyelim.
59
C4- KİŞİLİLİK BİLİNCİ BOYUTLARI VE KİŞİLİK KATMANLARI
C4.1- BİLİNÇ: Kişilik küremizi oluşturan birinci boyutu BİLİNÇ olarak adlandırabiliriz. “Bilinç=
Bilinçaltı + Bilinç öncesi + Öz Bilinç” katmanından oluşmaktadır. Öz bilinci, kendi oluşturduğumuz
bilinç (akıl) olarak önceki bölümlerde çok ayrıntılı
olarak irdelemiştik. Bu dairenin orta ve iç katmanı bilinç dışı olarak da tanımlanabilir. Matematiksel olarak, “Bilinç Dışı= Bilinç Öncesi + Bilinçaltı”dır.
Zihnimizin bilinç alanında ilk önce bilinçaltı (iç) katmanı, daha sonra bilinç öncesi (orta) katmanı ve en
son öz bilinç (dış) katmanı oluşmaktadır.
Bilinçaltı: Bilinçaltı; insanoğlunun açlık, susuzluk, kaka yapma, cinsellik ve saldırganlık gibi temel
ihtiyaçları ve derin arzuları (hayvansal dürtüleri)
ile ilgili olarak doğuşumuzdan itibaren var olan ve
kalıtsal olarak oluşan bilinç katmanıdır (sürüngen
beynimizdir). Ayrıca farkında olmadan, yaşadığımız
korku verici ve üzücü olaylar sonucunda oluşan
korku (asansöre, uçağa binme ve fare, köpek korkusu gibi) ve bastırmış olduğumuz duygularımız, zihnimizin bilinçaltı katmanında saklanmaktadır.
Panik atak ve anksiyete hastalığı olarak ortaya çıkan, bilinçaltı korkuların ve bastırılmış duyguların
enerjisi hipnoz yöntemi ile veya rüyalar ile atılabilmektir. Zihnimizin bilinçaltı katmanında duygular tarafından oluşturulan ve bastırılan enerjinin,
silindirde sıkıştırılan benzin gibi bir gün bir kıvılcım
ile (tetikleyen bir sebep ile) veya sürekli ve aşırı
60
bastırılması ile kendiliğinden patlayarak bilincimizi
karıştırması (darmadağın etmesi) kaçınılmazdır. (Bu
konuyu Depresyon, Anksiyete ve Panik Atak başlığı
altında irdeleyeceğiz) Bilinçaltındaki kayıtlar
bilince çıkmadıkça, karşımıza kader olarak çıkar.
Bilinç Öncesi: Yaşadığımız toplumda, çevrede,
evde farkında olmadan öğrendiğimiz ve/veya biz istemeden bize öğretilen toplumun değer yargıları ve
ön yargılar (tabu, gelenek, görenek, örf, âdet, töre),
dinsel kurallar (dinsel inanç, inanış, vicdan), yasal
kurallar (anayasa, kanun, mevzuat, yönetmelik) ve
evde, okulda, işte edindiğimiz alışkanlıklar, huylar
zihnimizin bilinç öncesini katmanında saklanmaktadır. (bk. EK-5 ÖZGÜRCE VE FARKLI YAŞAMAK)
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki bir ön
yargıyı yok etmek , atomu parçalamaktan
daha zordur.
Öz Bilinç: Farkında olarak, isteyerek öğrendiğimiz ve deneyimleyerek, mantık süzgecimizden geçirerek oluşturduğumuz bilinç boyutları, öz değerler
ve bilinçaltı, bilinç öncesi katmanlarından çıkararak
kullandığımız (içselleştirdiğimiz) gerekli, olumlu,
yararlı bilinç boyutları zihnimizin öz bilinç katmanında saklanmaktadır.
Ey insan! Sen kendini ne sanırsın , âlem-i
ekber senin içinde .
C4.2- EGO: Kişilik küremizi oluşturan ikinci boyutu EGO olarak adlandırabiliriz. “EGO= İD + Ego
+ Süper Ego” katmanlarından oluşmaktadır.
61
İD (identification): Ego boyutumuzun temelini (iç
katmanını), İD oluşturur. İD; alt kimlik, alt benlik
veya ilkel benlik olarak adlandırılabilir. İD, doğuşumuzdan itibaren var olan ve kalıtsal olarak oluşan
ilkel benliğimizdir; içimizdeki doyumsuz hayvandır (hayvansal kimliğimizdir). İD, kendisini yalnızca
ihtiyaçlara göre ayarlayan, eleştiri kabul etmeyen,
içgüdüsel ve durdurulamayan yanımızdır. İD’e verilebilecek en iyi örnek cinsellik, saldırganlık gibi arzular ve kin, öç alma gibi duygulardır. Bu yönü ağır
basan birey vicdan olgusundan yoksundur.
Ego: Ego, benlik veya bencilik olarak adlandırılabilir. Ego, diğer insanlara kendimizi sevdirmek,
kabul ettirmek, üstün göstermek amacıyla görünür kişiliğimizi saklamak için kullanılan bir çeşit
maskedir. Kişinin kendine güveni (öz güveni) arttıkça, bu maskeye olan ihtiyacı azalır. Maskeden tamamen kurtulmak için kişinin her türlü zayıflığı (zaafı)
ile yüzleşip mücadele etmesi ve güçlü kişilik (öz kişilik) oluşturması gereklidir. Bu maske sanıldığı gibi
zamanla değil, kişinin kendi çabasıyla (içsel yolculuk
yaparak) yok edilebilir. Milliyetçilik, bizcilik, ailesine aşırı tutkunluk ve fanatik taraftarlık da egodur.
(Bu konuyu Kişisel Özellikler ve Kişilik Yönetimi
başlığı altında daha ayrıntılı olarak irdeleyeceğiz)
Ego ben onurludur, ego gururludur, ego
bilinci tutsak kılar.
Süper Ego: Süper ego kendi oluşturduğumuz öz
benlik, üst benlik veya vicdan olarak adlandırılabilir. Süper ego, kural ve değerler bütünlüğü içinde
62
insana yön veren ego katmandır. Bu bölüme vicdan
da denilebilir. Bu bölüm daha çok emir ve yasaklara
göre bir yol belirler. İyi ya da kötüyü birbirinden
ayırmaya başladığımız süreçlerde gelişir ve olgunlaşır. Ata, anne, baba, çevre, okul, din ve geleneklerden öğrendiklerimizi zaman içinde içselleştirerek
kendi öz değer ve öz saygımızı oluşturabiliriz.
Bir bebeğin, henüz dış dünyadan olumlu olumsuz
ve iyi kötü hiçbir şey öğrenmeye başlamadan önce
(üç yaşlarına kadar) sahip olduğu en saf, temiz ve
suçsuz kişiliğini öz benlik olarak adlandırabiliriz.
Bir ben var benden de içeri .
Ego, İD ve süper ego arasında dengeleyici görev
yapar. Egonun temel görevi, kişisel güvenlik sağlamak ve İD’in bazı isteklerine izin vermektir. Süper
ego, baba figürünün ve kültürel adetlerin içselleştirilmiş bir sembolüdür. Süper ego, İD’in gereksinim
ve arzularıyla çatışma hâlindedir. Süper ego, İD’e
karşı saldırgandır ve tabuları ayakta tutar. İD, ilkel
benliktir ve süper ego ile sürekli çatışma hâlindedir.
Ego ise ara bulucudur.
Ego’nun olumlu yönüne kaba bir örnek verelim;
İD: “Sıçmak istiyorum.” der, SÜPER EGO: “Oğlum
ilkelsin işte, milletin içinde sıçılır mı?” der, İD:
“Milletin içinde de sıçarım.” der, EGO: “Bütün millet
bana bakıyor, sokağın ortasında bir çöküp bir kalkıyorum, ikinize de kıyamıyorum, gelin bir tuvalete
gidelim de ikinizin de gönlü olsun...” diyerek bu içsel
çatışmayı bitirir.
63
Bu arada, sözde doğal yaşamı koruyanların hobi
(oyuncak) olarak beslediği, koruduğu kedi ve köpeklerin, insanların yaşam alanlarını (modern şehirleri,
caddeleri, evleri ve yapay parkları) pisletmesini;
yani uygarlığın içine edişini hep birlikte gözlüyoruz.
Eskiden açık hava sineması gibi açık hava tuvaletleri
vardı. İnsan ve hayvan dışkıları kendiliğinden gübreye dönüşerek bitkileri besliyordu. Doğanın döngüsü,
evrimi, gelişimi otomatik olarak (kendiliğinden) devam ediyordu. Şimdi şehirde yaşamak zorunda bırakılan hayvanların suçu ne? Temel ihtiyaçlarını görecek yer, gömecek toprak bulamıyorlar. İnsanoğlu
farkında olarak veya olmayarak kendi yarattığı pislikleri, kendi yaşamını sürdürebilmek için kendi elleriyle temizlemek zorunda kalacaktır. (bk. EK-7.E
İnek ve Kedi Hikâyesi) Çünkü doğanın bu pislikleri
kendi yararına dönüştürme dengesi de insanoğlunun
kendisi tarafından bozulmaktadır. İnsanoğlu tarafından tasarlanan, üretilen, yapılan bütün yapay
şeylerin, kendisini ve doğayı olumsuz yönde etkileyen bir yan etkisi mutlaka vardır veya zaman içinde olduğu görülecektir; çünkü insanoğlu bulunduğu ormanın içinde ağaçları keserken, ormanın
alev alev yandığını ve alevlerin hızla kendisine doğru yaklaştığını fark edemiyor. Ancak alevler kendi
bedenine sıçradığı zaman fark edecektir. Ormanın
yok oluşunu, ormanı yaratan veya ormanın önemini ve
değerini bilenler (ormana bir bütün olarak dışarıdan
bakabilenler) fark edebilir. Ormanı yakararak veya
keserek yok eden de insanın kişilik katmanları
arasına gizlenmiş olan bireysel çıkarcılık (bencilik)
özelliği; yani kendi egosu değil mi?
64
Şimdi de kişilik ile ego arasındaki farkı ve benzerliği göstermek için size bazı örnek sorular soracağım:
İnsan, karşısındakini mutlu ettiğinde onun sevindiğini görmek için mi, yoksa bu mutluluk kendi başarısı olduğu için mi haz duyar?
İnsan, Allah’a layık bir kul olabilmek için mi, yoksa
cennete gitmek için mi ibadet eder?
İnsan, diğerinin gereksinimi olduğu için mi, yoksa
ne kadar iyi bir insan olduğunu göstermek için mi
yardım eder?
İnsan, öğretmek için mi, yoksa bilgisini gözler
önüne sermek için mi bilgi verir?
Yukarıdaki örnek sorulardan anlaşılacağı gibi, kişilik ile ego arasında çok ince bir çizgi bulunmaktadır. Freud’un, buz dağı örneğinde suyun üstünde
olarak gösterdiği kişiliği ben, kendi oluşturduğumuz
öz kişilik olarak ve içsel yolculuk yaparak (kişisel gelişimimizi tamamlayarak) geliştirdiğimiz öz kişiliğimizi ise gelişmiş kişilik olarak tanımladım. Freud’un,
sanal olduğu için (zihnimizde böyle fiziksel bir alan
bulunmadığı için) buz dağı örneğinde göstermediği karakteri, ben kişiliğimizin (kişisel özelliklerin)
oluşmasına direkt etkisi olduğu için üçüncü kişilik
boyutu olarak irdeleyeceğim.
C4.3- KARAKTER: Kişilik küremizi oluşturan
üçüncü boyutu KARAKTER olarak adlandırabiliriz.
“Karakter= Davranış+Alışkanlık+Huy” katmanlarından oluşmaktadır.
65
Bir düşünce ekersin davranış biçersin ,
bir davranış ekersin alışkanlık biçersin ,
bir alışkanlık ekersin karakter biçersin ,
bir karakter ekersin kaderini biçersin .
Davranış (Eylem): Davranışı, düşünce ve duygularımızın dışa vurumu veya dıştan gözlemlenebilen
tutum ve tepkiler olarak tanımlayabiliriz.
Başkalarının bizi kızdıran davranışları ,
kendimizi anlamaya yol açar.
Alışkanlık: Alışkanlığı, kişiliğimizin iç ve dış etkilerle davranışını tekrarlaması veya hep aynı tutumun sergilenmesi ve aynı tepkinin gösterilmesi
sonucunda oluşan şartlanmış davranış olarak tanımlayabiliriz.
Alışkanlıklarımızı önce biz, sonrada onlar bizi (huylarımızı) oluşturur.
Huy: Huyu, kişiliğimizin yaratılış ve ruh özellikleri veya içgüdüsel alışkanlık olarak tanımlayabiliriz.
Huylarımız; hırs, gurur, inatçılık, kıskançlık, kendini
üstün görme ve gösterme gibi yaratılışımızdan gelen
ve/veya zaman içinde farkında olmadan büyüklerimizden edindiğimiz olumlu olumsuz kişisel özelliklerdir. Duygular gibi huylarımızın bizi yönetmesini
önlemek için huyların enerjisini de olumlu yönde
kullanmayı (yönetmeyi) öğrenmemiz gerekiyor.
Karakter: (Öz) Karakteri; kişiliğimizin kendisine
egemen olması, kendi kendisi ile uyum içinde bulunması ve düşünce, duygu ve davranışların tutarlı ve
olumlu olmasını sağlayan kişisel özellikler olarak ta66
nımlayabiliriz. Asalet boyda değil soyda olmalı , incelik belde değil dilde olmalı , doğruluk sözde değil özde olmalı , güzellik yüzde
değil yürekte olmalı .
C5- KİŞİLİK OLUŞUMU VE İÇSEL YOLCULUK
Düşünce ve duygularımız ile gösterdiğimiz tepkiler davranışları, aynı davranışların sürekli tekrar edilmesi (sergilenmesi) alışkanlıkları, alışkanlık
hâline gelen davranışlar ise huyları oluşturur. Davranış, alışkanlık ve huylarımızın enerjisinin olumlu yönde kullanılması (yönetilmesi) öz karakteri oluşturur.
Ayrıca, kıskançlık gibi olumsuz duygular; gurur, hırs,
inatçılık gibi olumsuz huylar ve olumsuz alışkanlık,
davranış ve düşünceler egomuzu besleyerek güçlendirmektedir. Bu nedenle, düşüncelerimizi ve duygularımızı yönetmeyi öğrendiğimiz zaman, karakterimizi oluşturan huylarımızı, egomuzu ve zihnimizin diğer katmanlarında gizlenmiş olan olumsuz
kişisel özelliklerin hepsini birden yönetmiş oluruz.
Küçük insanların büyük gururu olur.
Kişilik küresinin bütün katmalarında bulunan olumlu ve olumsuz kişisel özelliklerimiz birbiri ile ilintilidir ve sahip olduğumuz kişisel özelliklerimiz, birbirini olumlu veya olumsuz yönde besleyerek güçlendirmekte veya zayıflatmaktadır. Kişilik güçlendikçe
öz güven artar ve ego zayıflar, ego güçlendikçe
kişilik zayıflar ve öz güven azalır. Ölüm dışındaki
bütün sorunlar, üzerine gidilerek çözüldüğü zaman
kişilik güçlenir. Matematiksel olarak, “Gelişmiş (güçlü) kişilik= Öz bilinç + öz benlik + öz karakter + öz
67
güven + öz sorumluluk + öz değer + öz eleştiri + öz
…” olarak tanımlanır.
En büyük bulmaca bir benden ibarettir.
Bilinç, ego, karakter olarak üç boyutlu şekillenen kişilik (küresi) katmanlarının genişliğinin belirli
düzeylerin altında olması veya yetersiz kalması gerçekten iyi olmaz. Kişiliğimizin bilinç, ego, karakter
boyutlarını oluşturan katmanlar dengeli olmak zorundadır. Bu katmanlardaki dengesizlik, kişilik bozukluklarına neden olur. Kişilik küremizin her katmanında olumlu olumsuz, gerekli gereksiz, yararlı
zararlı çok sayıda kişisel özellik bulunmaktadır.
Kavram kargaşasını önlemek için bundan sonraki paragraflarda, kişilik küremizin üç boyutunu oluşturan
bilinç, ego, karakter katmanlarında bulunan ve bizi
yöneten bilinçaltı, bilinç öncesi, ego, karakter, huy,
alışkanlık, davranış, düşünce, duygu ile ilgili olumsuz bütün öğeleri olumsuz kişisel özellikler ve bu
katmanlarda bulunan olumlu, gerekli, yararlı bütün
öğeleri ise olumlu kişisel özellikler olarak adlandıracağız.
Doya doya yaşayabilmek için içsel yolculuk yapmamız, içsel yolculuk yaparak kişisel gelişimimizi
tamamlamamız; yani gelişmiş kişiliğe sahip insan
olmamız gerekir. Bu nedenle; (1) Dış katmanda,
kendi bilincimizi ve mantığımızı kullanarak kendi
oluşturduğumuz kişisel özelliklerimiz ile orta ve iç
katmandan içselleştirerek dış katmana çıkardığımız olumlu kişisel özelliklerimiz bulunmalıdır. (2)
Dış katmanda sadece olumlu, gerekli, yararlı kişi-
68
sel özelliklerimiz; yani öz kişiliğimiz bulunmalıdır.
Matematiksel olarak, “öz kişilik= öz bilinç + öz benlik + öz karakter” olarak tanımlanabilir. (3) Olumlu,
gerekli, yararlı kişisel özelliklerimizin oluşturduğu
gelişmiş kişiliğimizi kullanarak, orta ve iç katmanda kalan olumsuz kişisel özeliklerimizin enerjisini
olumlu yönde kullanmayı (yönetmeyi) öğrenmemiz
gerekmektedir.
İnsan ancak oyun oynayan bir çocuğun
ciddiyetine ulaştığı zaman , kendisi olmaya
çok yaklaşmıştır.
Bir bebeğin henüz dış dünyadan olumlu olumsuz
ve iyi kötü hiçbir şey öğrenmeye başlamadan önce
sahip olduğu en saf, temiz ve suçsuz kişiliği olarak
tanımladığımız öz benlik, kişilik küremizin tam merkezinde çok küçük bir nokta olarak bulunmaktadır.
Öz benliğimiz, yaşımız ilerledikçe biz fakında olmadan olumlu olumsuz, gerekli gereksiz, yararlı zararlı
kişilik özelliklerimiz ile üst üste üç ayrı katman ile
kaplanmaktadır. En dış katmanda sürekli kullandığımız, görünen kişisel özelliklerimiz (ego maskesi) bizi
yönetirken, diğer katmanlarda bulunan hayvansal ihtiyaçlarımız (derinlerden gelen istek ve arzularımız)
ve korkularımız da arada bir kendiliğinden (bizim istemimiz dışında) yukarı çıkarak bizi yönetmektedir.
Açlık, susuzluk, cinsellik, saldırganlık gibi yaratılışımızdan gelen (derinlerden gelen ve baskın
olan) arzu ve isteklerimizi dizginlemek (yönetmek)
çok zordur. Örneğin; biz açlığı değil de açlık bizi
yönettiği için diyet yapmak çok zordur; ancak zihni-
69
mizi başka bir konuya tam olarak odakladığımız zaman açlığımızı unutabiliriz. Zihnimiz meşgul değilse
hemen acıktığımızı hissederiz ve açlık bizi mutfağa
götürür (yönetir) veya bedenimiz, zihnimiz ile birlikte aynı işe yoğunlaşmış ise açlık duymayabiliriz.
Duyularımızı tam olarak kullanarak, olumsuz duygu ve düşünceleri zihnimizden geçici olarak uzaklaştırabiliriz. Bilgisayarın bir anda bir tek işlem yapabilmesi gibi, zihnimiz de bir anda bir şey düşünebilir, bir duyguyu hissedebilir veya bir duyuyu
algılayabilir. Duyularımız, dış dünyada görünen
nesneleri algıladığı için sanal olan (görünmeyen)
düşünce ve duygulardan daha baskındır. Örneğin;
elma örneğinde anlattığım şekilde yeme süreci ile
bütünleşerek (duyularımızı etkin olarak kullanarak),
bir şeyler yiyerek veya duş alarak veya doğa ile ilgili
işler, hobiler yaparak zihnimizde olumsuz düşünce
ve duygu oluşmasını önleyebiliriz. Zihnimiz, geceleri yoğunlaşacağı bir konu veya iş bulamadığı için bizim istemimiz dışında olumsuz düşünce ve duygulara
dalmaktadır. Bu ise uykusuz kalmamıza veya kalkıp
mutfağa gitmemize neden olmaktadır. (Bu konuyu
Meditasyon ve Uyku, Rüya ve Hayal Kurma Bilinci
başlığı altında irdeleyeceğiz)
Ne ilginçtir ki insanlar özgürlük için
ölüyor ama kendi yarattıkları tutsaklıklardan özgürleşmek için yapabileceklerini
merak etmiyorlar.
İçsel yolculuk yaparak, kişilik küresinde bulunan
olumlu ve olumsuz kişisel özeliklerimizi fark edebilir
70
ve bunlardan olumlu olanlarını dış katmana çıkarabiliriz (içselleştirebiliriz). İçsel yolculuk, kişilik küresinin en dışından kürenin merkezine doğru yapılır. Kürenin merkezindeki öz benliğimizi ve şimdiye
kadar kullanmadığımız olumlu kişisel özelliklerimizi
ve yeteneklerimizi en dış katmana çıkarmak içsel
yolculuk yapmaktır. İçsel yolculuk, öz benliğimiz
üzerine giydirilmiş olan olumsuz, gereksiz, zararlı
kişisel özelliklerden oluşan zırhı parçalamak amacıyla yapıldığı için çok zordur. İçsel yolculuk, kişilik
küremizin katmanları arasından bizi yöneten ve farkında olmadan içimizde yaşattığımız, beslediğimiz
ata, ana, baba, öğretmen, imam, hoca, yargıç,
hâkim, yönetici, halk ve ilkel hayvana karşı savaş
verildiği için çok zordur ve güçlü, bilinçli, gelişmiş
kişilik gerektiren bir iştir. (bk. EK-5 ÖZGÜRCE VE
FARKLI DÜŞÜNEBİLMEK) İçsel yolculuk yapmak;
akarsuyun kaynağına doğru, akıntıya karşı yüzmeyi
başarmaktır. İçsel yolculuk yapmak; deniz yüzeyinden dibine doğru, suyun kaldırma kuvvetine karşı
dalmayı ve derin sularda nefesimizi tutarak su altında yüzmeyi başarmaktır.
Şimdi, duygunun bir başka duyguya, davranışa,
alışkanlığa, huya dönüşmesini; olumsuz duyguların
bastırılmasını, patlamasını ve enerjisinin olumlu yönde kullanmasını; kızgınlık ve öfke duygusu örneği ile
açıklayalım.
Örneğin; çoğu zaman çocuklarımızın sergilediği
yanlış bir davranışı ona açıklayarak anlatmak yerine, kızgınlık duygumuzu dizginleyemeyiz (yönetemeyiz) ve kızgınlığın bizde yarattığı öfke duygusu ile o
71
davranışı bir daha yapmaması için çocuğa bağırırız.
Kızgınlık duygusu daha şiddetli olan öfke duygusuna dönüşür ve öfkenin olumsuz enerjisini bağırarak
çocuğa aktarmış oluruz. Öfke duygusu bağırma davranışına dönüşür ve bu davranışı devamlı tekrar ettiğimiz zaman ise bağırma alışkanlığı edinmiş oluruz.
Olumsuz bütün davranışlara bağırma alışkanlığı ise,
olumlu olumsuz her şeye bağırma huyuna dönüşebilir. Bağırarak hiçbir olumlu sonuç elde edemeyiz.
Aynı şeyler yapılarak farklı sonuçlar
elde edilmez.
Şimdi de aynı örneği çocuk açısından inceleyelim:
Çocuğa bağırdığımız zaman, biz öfkemizin enerjisini yararsız bir iş yaparak harcamış (boşaltmış) oluruz; fakat bu defa olumsuz enerji, çocuğa aktarılmış
olur ve çocuğun bize karşı kızgınlık, öfke duymasına
sebep olur. Çocuk hiç cevap vermeyerek kızgınlık,
öfke duygusunu içine atar (bastırır) ve bize karşı
oluşan bu olumsuz duygunun enerjisini içinde devamlı
bastırmaya devam eder veya çocuk da öfkesini bize
bağırarak hemen davranışa dönüştürebilir. Bu kısır döngü böyle devam ederse, bir gün çocuğunuzun
artık eve hiç gelmediğini görebilirsiniz. Bu örnek,
bastırılan öfke duygusunun patlayarak daha kötü
bir davranışa (evden kaçma eylemine) dönüşmesini
göstermektedir.
Bağırmadan önce kendimize düşünme süresi ayırarak (duygu enerjisini düşünce gücü ile dizginleyerek), kızgınlık duygusunun enerjisini olumlu yönde
kullanabiliriz. Çocuğumuzun yanına oturarak, yaptığı
72
davranışın kendisine ve/veya bize olabilecek olumsuz etkilerini anlatarak, onu ikna edebiliriz. Yüksek
sesle konuşmamızın onun kişiliğine karşı değil, yaptığı olumsuz davranışa karşı olduğunu belirterek,
aynı olumsuz davranışı kardeşi yaptığı zamanda aynı
tepkiyi kardeşine de göstereceğimizi açıklayabiliriz.
Böylece çocuğun bilinçsizce yaptığı bu davranışın
tekrar edilerek olumsuz bir alışkanlığa, huya dönüşmesine engel olmuş oluruz. Bu örnekte; kızgınlık
enerjisini, düşüncenin gücü ile yöneterek yararlı bir
işe dönüştürerek harcamış olduk.
Hoşgörüsüzlük , kendinize güvenmediğinizin bir işaretidir.
Ego ve diğer olumsuz kişisel özellikler de duygular gibi yönetildiği zaman bize faydalar sağlayabilir.
Örneğin; çocuğun aynı olumsuz davranışı, annesinin
gününde misafir arkadaşlarının yanında yapmış olduğunu varsayalım. Anne, arkadaşlarına kendi bilgisini
ve kibarlığını gösterme (ego anneyi yönetme) durumunda olacağı için anne kızgınlık duygusunu bağırarak hemen davranışa dönüştürmeyecek, arkadaşlarının yanında hoşgörülü davranmak zorunda kalacak ve
kırıtarak çocuğunu kibarca ikna etmeye çalışacaktır. Bu örnekte, bilgiçlik ve kibarlık egosu, olumsuz
duygunun enerjisini olumlu yönde kullanmayı anneye
öğreterek yararlı bir iş yapmış olmaktadır. Bu örnekte, düşünce değil ego duyguyu yönetmektedir.
Tekâmüle engel mükemmeldir, değişime
ve gelişime engel egodur.
73
Gelişmiş insan, olumsuz düşünce, duygu, davranışları ve bilinç öncesi, bilinçaltı, ego, huy,
alışkanlık gibi her türlü olumsuz kişisel özellikleri
düşüncenin gücü ile yönetir. Her türlü yönetsel
faaliyet için yetenek, bilinç ve mantığı ile birlikte
düşüncenin sınırsız gücünü kullanır; ego maskesini
kullanmaz; huy ve duygularının esiri olmaz.
Ben kimim ki bu kadar harika, yetenekli ve güçlü olabileyim?
Kendimizin veya yakınlarımızın yaşamakta olduğu
önemli bir problemi çözmek için, önemli bir hedef veya projeyi gerçekleştirmek için zihnimizi
sürekli bu soruna, hedefe veya projeye odaklayarak ürettiğimiz (sürekli olarak kafaya taktığımız) düşünceler de (farkında olmadan) bizi olumsuz
olarak yönetebilir. Olumlu veya olumsuz duyguların
enerjisi gibi olumlu veya olumsuz düşüncenin gücü de
bizi yönetebilmektedir. Sonuç olarak, bazı düşünce
ve duygular huya dönüşerek bizim karşımıza kötü
karakter olarak çıkabilir veya bizi depresyona
sokabilir. Örneğin; yakınlarımın değişim, gelişim ve
kaliteli yaşam projesi benim tek başıma, onlar adına karar vererek gerçekleştirebileceğim bir proje
değildi. Bizim dışımızda kişilere bağlı olan ve yeteneklerimize uygun olmayan proje veya hedefleri
gerçekleştirme şansımız yoktur.
C6- KİŞİSEL ÖZELİKLER VE KİŞİLİK YÖNETİMİ
Belirli hedeflere başarı ile ulaşmak için karar
alma, organizasyon, örgütlenme (kadro), planla74
ma, denetim, iletişim ve liderlik işlevlerinin kullanılmasına yönetme işlevi denilir. Ülke, kurum,
kuruluş, okul, iş, proje, para, gayrimenkul yönetilir
ama insan yönetilemez. İnsan eğitilebilir ve yönlendirilebilir. Liderlik ve yönetme yeteneği olmayan yöneticiler, işi değil çalışanları (insanı) yönetmeye çalıştıkları için yönetme işlevini yerine getiremezler.
Çalışanları baskı ve kontrol altında tutarak, kendilerinin yönetme egosunu tatmin ederler.
Yukarıdaki paragrafı özellikle tekrar verdim ve
DDY için yönetme yetisini ve kapsadığı işlevleri
sürekli kullanmanız gerektiğini (ben önceden) biliyordum. Sizlerin de yönetmenin ne olduğunu ve hangi işlevleri kapsadığını, bu kitabı okumaya başlarken
bilmeniz, öğrenmeniz gerekiyordu; çünkü yönetme
kelimesini, her konuda en az bir kez kullanmak durumunda kalacağımı biliyordum. Şimdi DDY için çok
önemli bir dönüm noktasına geldik. İsterseniz bu
noktadan geri dönebilirsiniz; çünkü içsel yolculuk ırmağının akıntısı, kaynağa doğru yaklaştıkça giderek
şiddetlenecek ve akıntıya karşı yüzmek iyice zorlaşacak. İsterseniz, ben ırmağın kaynağına yüzecek
kadar güçlüyüm, azimliyim ve MERAKLIYIM diyerek, benimle birlikte yüzmeye (yazmaya ve okumaya)
devam edebilirsiniz.
Bundan sonraki paragraflarda, Bilinç Geliştirme
Yöntemleri konu başlığı altına anlatacağım 5N1K
yöntemini kullanmaya özen göstereceğim. Önce kendi kendime (ve size) işleyeceğim konu ile ilgili aklıma
gelen soruları soracağım, sonra bu sorular üzerinde
düşünerek ve sahip olduğum bilinci (bilinç boyut75
larını) kullanarak kendime mantıklı gelen yanıtlar
bulmaya çalışacağım, son olarak ise zihnimin bu yanıtları özümseyerek (deneyimleyerek) bilinç olarak
hafızasına kaydedebilmesi için kendi kendimi ikna
edecek (kandıracak) açıklamalar bulmaya (bahaneler uydurmaya) çalışacağım. Sorularınıza karşılık,
kendi bilinciniz ile veya araştırarak bulduğunuz yanıtlar veya başkalarının verdiği yanıtlar için bilimsel
veya mantıklı açıklamalar (bahaneler) bulamazsanız, bu yanıtlar bilinç olarak değil bilgi olarak
kalır. Yani bulduğunuz yanıtları sadece bilgi olarak
ezberlemiş olursunuz ve bilgiyi kullanmak için bir
amacınız (bahaneniz) olmadığı için kitaplardan, internetten, başkalarından edindiğiniz bilgiler hiçbir zaman uygulamaya dönüşmez; yani bilgi bilince
dönüşmemiş olur.
Böylece sizler ile birlikte sadece bilincimizi, düşünce gücümüzü kullanarak ve zihnimizin özümsediği
(deneyimlediği) 5N1K ile Öğrenme Yöntemi adında
yeni bir yöntem üretmiş (bilinç boyutu edinmiş) olduk. Şimdiye kadar böyle bir yöntem duydunuz mu?
İnternetten ve kitaplardan araştırabilirsiniz. DDY
kitabında ve bundan sonra yazmayı düşündüğüm kitaplarda, sistem ve yöntem geliştirebilmek için modelleme, benzetme ve korelasyon tekniğini kullanırken benim uydurduğum, hiç duymadığınız açıklamaları ve örnekleri bulacaksınız!
C6.1- Kişilik Yönetimi: Yönetme işlevinin çok boyutlu olduğunu ve çok sayıda işlevi kapsadığını hiçbir
zaman unutmayalım. Bu kitabı, doya doya yaşamayı
öğrenmeniz amacıyla sizlere yazdığım için, yazmaya
76
devam etmek için, en azından kendinizi yönetecek
kadar yönetici olmanızı istiyorum ve bekliyorum.
Yönetici olmanızı ben değil siz (kendi öz kişiliğiniz),
içsel yolculuk yapabilmek için, içinizdeki olumsuz
kişilikleri (kişisel özelikleri) belirleyerek yönetebilmek için ve DDY için amaçlıyor ve istiyor olmalısınız. Hani “İnsan yönetilemez.” demiştin diye sorarsanız, bu soruya ben de soru ile cevap verebilirim:
Kendi kendisini yönetmeyi bilmeyen insan, kendi
hayatını (doya doya) yaşayabilir mi? Ben, “İnsanı bir başka insan (yönetici) yönetemez.” demiştim.
Eğer sizi bir başkası yönetiyor ise siz kendi hayatınızı (doya doya) yaşıyor olur musunuz? DDY için,
insan kendini yönetmek zorundadır, daha doğrusu
sahip olduğu yetenekleri ve kişisel özellikleri yönetmek zorundadır. Kendi üzerine giydirilen kişilik
elbisesini çıkararak, kendi için kendisinin tasarladığı
ve diktiği kişilik elbisesini giymek zorundadır veya
bedenine artık dar gelen bu eski elbiseyi (olumsuz
kişisel özellikleri) tekrar elden (gözden) geçirerek
genişletmek ve yenilemek (güncellemek) zorundadır.
Allah’ın bize doğuştan verdiği içsel enerji kaynaklarının farkına varmalıdır. Sahip olduğu içsel
enerji kaynaklarını olumlu, yararlı, gerekli işlerde
kullanmak zorundadır. (İçsel Enerji Kaynakları için
bk. D- İNSAN YAŞAMININ DUYGUSAL BOYUTU
VE DUYGULAR)
Yönetme işlevi gerçekten çok zordur ve sabır
ister: Yönetme işlevi, çalışanların ve sizin sürekli
eğitilmenizi, değişmenizi ve gelişmenizi ister. Yöneteceğiniz işler ve projeler konusunda bilgi, deneyim
77
ve bilinç boyutu edinmenizi ister. Yöneticisi (lideri)
olduğunuz gurubun (toplumun) yararına strateji, hedef ve amaç belirlemenizi ister. İç ve dış dünyaya
geniş açıdan bakmanızı, öngörü ve vizyon ister. Bireylerin amaç, arzu, beklenti ve gereksinimlerini bilmenizi ister. Bireylerin sahip olduğu yetenekleri ve
vasıfları (kişisel özellikleri) etkin kullanabilmek için
onları tanımanızı, onların olumlu ve olumsuz yönlerini
(bütün kişisel özelliklerini) bilmenizi ister. Empati
yapmayı bilmenizi ve öğrenmenizi ister.
YÖNETME olmazsa DDY olmaz. DDY, yöneticilik yapmayı bilmektir ve kendi kişisel özelliklerimizi ve duygularımızı yönetebilmektir. Allah’ın
sadece insana verdiği, sadece düşünme gücünüzü
ve biraz da bilincinizi, mantığınızı kullanarak yönetme işlevinin sizden beklediği bu kadar çok isteği,
çok basit ve çok kısa sürede yerine getirebilirsiniz.
Nasıl mı? Beni (yazacaklarımı) izlemeye devam ediniz.
Henüz ben de ne yazacağımı bilmiyorum. Bu kitabın ön sözünden son sözüne kadar ne yazacağımı ben
de bilmiyordum. DDY nedir? İnsan yaşamının ana ve
alt boyutları nelerdir? Bilinç boyutu nedir? Kendini
tanıma, içsel yolculuk nedir ve nasıl yapılır? Duygu,
düşünce ve kişisel özellikler nasıl yönetilir? İnanın
hiçbir fikrim yoktu. Teknik bir insan (sayısalcı ve
mantıkçı olduğum) için şimdiye kadar bu konuları hiç
merak etmemiştim, hatta çok saçma olduğunu düşünüyordum. Tek bir bildiğim ve tek bir amacım vardı.
Tek bildiğim, her problem için mutlaka bir çözüm
yöntemi olduğu, hatta birden fazla çözüm yönte78
minin olabileceği idi. Tek amacım ise depresyon
ve anksiyete hastalığını kısa sürede atlatmak idi.
Başka hiçbir şey bilmiyordum. İnanın bana, DDY kitabında yazdığım hiçbir konuda ne bilinç ne de bilgi
ve deneyim sahibiydim. DDY kitabının başından beri
yazmakta olduğum bütün konuları, sizlerle birlikte
anbean ben de yeni öğreniyorum ve benim için de
yepyeni olan bilinç boyutları ediniyorum.
Ben de bu kitabı yazarken, sizlere önerdiğim gibi
sadece Allah’ın bana verdiği sınırsız düşünme gücünü, sadece var olan bilincimi ve mantığımı kullanıyorum. Kesin olarak zekâ ve yetenek kullanmıyorum. Bu
konularda çok sığ olan bilgimi kullanıyorum ve bilmediğimi bildiğim için, benim için yeni olan bu konuları
düşünerek (sorular üreterek) ve araştırarak öğrenmeye çalışıyorum. Bazı kavramları, tanımlamaları,
örnekleri, modellemeleri ve benzetmeleri (kitabı
yazarken düşünerek ve mantık kullanarak) kendi
kafamdan uyduruyorum. Bana mantıklı geldiği için,
benim bu kitapta sizlere yazmış olduğum konulara
inanmak ve geliştirmiş olduğum yöntemleri uygulamak zorunda değilsiniz. DDY felsefesi; matematik,
mantık ve fizik, kimya gibi bir bilim dalı değil ki size
formüllerle (teorik olarak) ve deneylerle (uygulamalı
olarak) kanıtlayayım. DDY, benim kafamdan uydurduğum bir felsefedir veya teoridir. DDY felsefesinde de iki kere iki dört etmeyebilir; fakat bilimsel
yöntemler ile açıkladığım konulara inanabilirsiniz.
Aslında bilimsel açıklamaları, modellemeleri, benzetmeleri sizin için değil, o konuda yazdıklarımı
kendi kendime ispat etmek ve kendimi ikna etmek
79
için yapıyorum. Sizi değil kendimi kandırmak (inandırmak) için yapıyorum; çünkü kendi kendimi kandırabilirsem, zihnim DDY felsefesini özümseyecek,
ben ise uygulamaya (deneyimlemeye) başlayacağım. DDY felsefesinin gerçekten işe yaradığını;
yani yaşam kalitesini arttırdığını (deneyimleyerek)
belirlediğim zaman, DDY felsefesi, yeni bir bilinç
boyutu olarak ve hiç unutulmayacak bir şekilde
benim zihnime kendiliğinden kaydolacaktır.
Yarabbi! Bildir de ben beni bileyim, beni
bilen ben ile kendime geleyim. Benim bensizliğim ile ben seni bileyim, seni bilmeyen
beni ben neyleyim?
Bu kitabı yazarken, ben de sizler gibi yazdığım
konularda bilincimi geliştirmeye (bilinç alanımı genişletmeye ve bilinç boyutlarımı arttırmaya) çalışıyorum; çünkü doya doya yaşayabilmek için önce
içsel yolculuk yaparak kendi kendimi tanımam; yani
olumlu olumsuz bütün kişisel özelliklerimi öğrenmem
gerekiyor. Sahip olduğum kişisel özellikleri nereden ve kimden, hangi yol ve yöntemle, niçin ve nasıl
edinmişim; kaynağını öğrenmeye çalışıyorum. Kişisel
özelliklerimin hangisi olumlu hangisi olumsuz, hangisi
buz dağının üstünde hangisi altında, hangisi baskın
hangisi bastırılmış, hangisi yönetiyor hangisi yönetiliyor, hangilerini su üstüne çıkarmam hangilerini su
altına itmem gerekiyor; bunun için hangi yöntemleri
kullanabilirim? Suyun altında kalan olumsuz kişisel
özelliklerimi (içsel enerji kaynaklarını) nasıl olumlu
yönde, yararlı ve gerekli işlerde kullanabilirim gibi,
bu satırları yazarken kendi kendime çok sayıda so80
rular soruyorum. DDY için bu sorulara karşılık (bana
göre) mantıklı yanıtlar bulmak zorundayım.
C6.2- DDY için Olmazsa Olmazlar: İnsan yaşamının çok büyük kısmını oluşturan öğrencilik ve iş
hayatında da doya doya yaşanabileceğini tekrar
hatırlatmak isterim. Bunun için, ilave olarak sahip
olacağımız her bir yeni bilinç boyutu, bizim için iç ve
dış dünyaya yeni bir bakış açısı kazandırır. Daha
önce, bize takılan at gözlüğü ile baktığımız için sadece önümüzü görebiliyorduk. Bu kitabı okuduktan
sonra bilincimizi geliştirerek ön, arka, sağ, sol bütün yönleri görebileceğiz. 360 adet bilinç boyutu
oluşturarak, 360 derecenin kapsadığı 360 açıdan
iç ve dış dünyaya bakma, görme ve hayatı 360
boyutta yaşama olasılığı ve fırsatı bizim elimizdedir. Doya doya yaşama da budur zaten; iyi kötü,
çirkin güzel, olumlu olumsuz, yararlı zararlı sonucu
ne olursa olsun her ne yapıyorsak farkında olarak
yapmaktır. DDY; kötü, çirkin, olumsuz, yararsız
sonuçlardan ders almaktır ve iyi, güzel, olumlu,
yararlı sonuçlardan zevk almaktır. Daha önce söylediğim gibi bu kitabı ben zekâmı kullanarak yazmıyorum. Her bir paragrafı ve cümleyi sahip olduğum
bilinç boyutlarından herhangi biri yazıyor, hangisi
yazıyor bende bilmiyorum. Bu nedenle, DDY için bilinç geliştirmek çok önemli ve çok gerekli; yani öğrenme merakı çok önemli ve çok gerekli. MERAK ve
ÖĞRENME olmazsa DDY olmaz.
“YÖNETME olmasa DDY olmaz.” demiştik. Bizim kişiliğimizi başkaları oluşturmuş ve başkası yönetiyor ise biz kendi hayatımızı (doya doya) yaşıyor
81
olabilir miyiz? Şu anda gerçek olan şeyler, bir süre
önce HAYAL değil miydi? DDY’nin diğer önemli bir
boyutu da hayal kurmaktır, düşünmektir, düşüncenin sınırsız gücünü kullanmaktır. HAYAL olmazsa
DDY olmaz. DDY’nin diğer bir boyutu ise 5N1K’dır,
soru sormaktır. Şimdi sorulan şeyler daha önce
YANIT değil miydi? SORU ve YANIT olmazsa
DDY olmaz. Tanrı’nın yarattığı her şeyi ve bilge
insanların söylediği sözleri; yani YANITLARI, şimdi
biz soru sorarak keşfetmeye çalışıyoruz. Yaratılmış
her şey ve söylenmiş her söz zaten var ama bizim
görüş açımız 360 derece değil. Problemi yaşamadan önce göremiyoruz, fark edemiyoruz. Bu nedenle
DDY’nin çok önemli bir boyutu da kozmik bilinçtir;
evrimleşmedir, dönüşümdür, değişimdir, gelişimdir;
tümevarım değil tümdengelim tekniğidir. KOZMİK
BİLİNÇ olmazsa DDY olmaz. DEĞİŞİM ve GELİŞİM olmazsa DDY olmaz. Tanrı, evrenin oluşumunu
bir bütün olarak programlamış, sonra alt programlar
ile evrimleşmesini sağlamıştır. İnsanoğlunun kendi
yaşamı yani kaderi ile ilgili programları ise insanların kendisinin yazması için insanoğluna bırakmıştır. Neden bu programları biz değil de bizim
adımıza başkaları yazıyor? Neden bizim hayatımızı onlar doya doya yaşıyor? Tanrı evreni yaratırken tümdengelim yöntemini kullanmıştır. O zaman
tekrar tüme dönmek için biz de tümevarım yöntemini kullanmak durumundayız. BÜTÜNE varmadan
DDY olmaz. İçsel yolculuk bütüne doğru, Tanrı’ ya
doğru, içimizdeki bebeğe doğru gitmektir; emekleyerek, yürüyerek, koşarak, yüzerek, uçarak bir an
önce suyun kaynağına, bütüne, Tanrı’ya, içimizdeki
82
bebeğe ulaşmaktır. DDY ise bütün insanlarla, taşla,
toprakla, kediyle, köpekle, çiçekle, böcekle, ağaçla,
yaprakla, denizle, karayla, havayla, suyla, geceyle,
gündüzle, ayla, yıldızla, doğayla, evrenle, yaşamla,
ölümle ve Tanrı ile bütünleşerek tek bir BÜTÜN
olarak yaşamaktır. İçsel yolculuk bütüne doğru
yapılan yolculuktur. Bütüne ulaşmadan doya doya
yaşanamaz. GÖZLEM ve FARKINDALIK olmazsa
DDY olmaz.
C6.3- Bütün Soruların Yanıtları, Sorunun İçinde Gizlidir. Eğer soru sormayı biliyorsanız, yanıtları da zaten biliyorsunuzdur. Ana hatamız, hiç soru
sormamak; hiçbir şeyi sorgulamamak; anlatılan,
yazılan, öğretilen bilgileri sorgulamadan, düşünmeden, mantık süzgecinden geçirmeden kabul etmek ve/veya soru sorarak cevabını başkalarından
beklemektir. Başkalarının verdiği yanıtların doğru,
gerekli, önemli, olumlu olduğunu nereden ve nasıl
bileceksiniz? Yine kendi düşüncenize, mantığınıza,
bilincinize danışmak zorundasınız. Yanıtların, sorduğumuz soruların içinde (gizli) olduğunu biliyor
musunuz? DDY kitabını yazarken benim uyguladığım gibi, önce (1) 5N1K sorularını kendi kendinize
soracaksınız; sonra (2) düşünerek, araştırarak,
başkalarına sorarak kendinize sorduğunuz bu soruların yanıtlarını bulacaksınız; son olarak ise (3)
bilincinizi (aklınızı) kullanarak kendinize göre en
mantıklı, en doğru, en gerekli, en önemli yanıtı
seçecek ve zihniniz ile özümseyerek uygulamaya
geçeceksiniz. Uygulamaya başladığınızda zihniniz,
bunu yeni bir bilinç boyutu olarak hafızasına oto83
matik olarak ve bir daha unutmamak üzere (kalıcı
olarak) kaydedecektir.
Şimdi düşünün bakalım, insan hiç bilmediği bir konuda soru sorabilir mi? Hiçbir şey bilmese idi kendi
kendine soru sorarak bir şeyler öğrenebilir miydi?
En azından gözlem yapmayı bilmesi ve soru sorma
bilincine sahip olması gerekirdi. Soru sorabilmek
için en azından kulaktan dolma bir şeyler bilmemiz
gerekir. Öğretmenler kendi alanlarındaki konuları
çok iyi biliyorlar. Bu nedenle o konularda bir yığın
sınav sorusu hazırlayabiliyorlar; yani önce yanıtlar
var, sonra sorular sorulabiliyor. Önce çözümler var,
sonra problemler ve sorunlar oluşuyor. Önce gündüz
(aydınlık) var, sonra gece (karanlık) oluyor; önce yaşam var sonra ölüm. Başarı olduğu için başarısızlık,
mutluluk olduğu için mutsuzluk, sevinç olduğu için
hüzün var; yani her sorunun bir yanıtı, her problemin bir çözümü, her gecenin bir sabahı, her
ölümün bir yaşamı var. Bunlar birbirine zıt değil
birbirini tamamlayan (bütünleyen) kelimeler. Bunlardan biri olmazsa diğeri de olmaz. DDY; yaşamı, aydınlığı, başarıyı, mutluluğu, sevinci kaybetmeden
ama ölümün, karanlığın, başarısızlığın, mutsuzluğun, hüznün ne olduğunu bilerek (farkında olarak)
yaşamaktır. DDY; soru sormadan yanıtı, problem
ve sorun yaşamadan çözümü (önlem almayı) bilmektir. DDY; iç ve dış dünyamızdaki olumlu, önemli, gerekli, yararlı bütün güzellikleri kaybetmeden;
olumsuz, önemsiz, gereksiz, zararlı bütün çirkinliklerinin farkında olarak yaşamaktır. DDY, iç ve dış
dünyamızdaki bütün güzelliklerden zevk alarak ve
bütün çirkinliklerden ders alarak yaşamaktır.
84
Bu nedenle okullar, öğretmenler ve bilge insanlar
gerekli. Bu nedenle eğitim şart! (bk. EK-16 EĞİTİM
ŞART) Çünkü sadece eğitim, balığın sudan çıkarılmış olduğunu fark etmemizi sağlayabilir. (Bu konuyu, internetteki bilgi kirliği konusunda soracağım
5N1K soruları ile Merak, Tutku ve Öğrenme Bilinci
başlığı altında açıklayacağım.)
Bana, yakınlarım bir paragraf e-mail gönderiyor,
ben onlara on paragraf cevap yazabiliyorum. Bunun
tekniği de bilinç olarak benim zihnimde kayıtlı, ben
değil bilinç otomatik olarak yakınlarıma yanıt veriyor, kesin olarak zekâ değil. Ben değil, içimde barındırdığım atalarımın (bilgelerin) ruhları yanıt veriyor.
Hiçbir bilgenin, atanın, kâşifin, liderin, düşünürün
söylediği hiçbir söz, deyim, kelime boş değildir.
İçi yanıtlarla doludur. Bizim sorabileceğimiz bütün
soruların yanıtları, bilgelerin sözleri içinde gizlidir. Soru sormayı öğrendiğimiz zaman, bilgelerin
aramızda dolaşan ruhları (dilden dile dolaşan sözleri) bize yanıtı hemen getirir. (bk. EK-1 ANLAMLI
VE ÖZLÜ SÖZLER)
C6.5- Kişilik Yönetimi ile İlgili Bilinmesi Gereken Konular: Bu bölümden itibaren, kişilik geliştirme deyimi ile birlikte kişilik yönetimi veya kişisel
özelliklerin yönetimi deyimlerini sık sık kullanacağız; çünkü kişiliğimizi geliştirebilmek için olumsuz
kişisel özelliklerimizi kendimizin yönetmeye başlaması gerekmektedir. Bu nedenle, öncelikle yönetme
işlevinin gerekliliklerini ve kendi kendimize yöneticilik (liderlik) yapmayı öğrenmemiz gerekiyor.
85
Önce kişililik bilinci oluşturmamız, bunun için
ise içsel yolculuk yapmamız; yani kendi sahip olduğumuz olumlu olumsuz, önemli önemsiz, gerekli
gereksiz, yararlı zararlı, bütün kişisel özelliklerimizin ve yeteneklerimizin, zayıf yönlerimizin, zaaflarımızın neler olduğunu belirlememiz gerekiyor.
Olumlu veya olumsuz kişisel özelliklerimizin, kişilik
küremizin hangi katmanında niçin, nasıl, ne zaman,
kimin etkisi ile oluştuğunu bilmemiz gerekmiyor.
Sonra, oluşturmaya başladığımız yeni (öz) kişilik ile kişiliğimizi geliştirmeye başlamamız; yani
olumsuz kişisel özelliklerimizi, olumsuz duygularımızı, zayıflıklarımızı ve zaaflarımızı yönetmeye
başlamamız gerekiyor.
Siz benim dediğim bu noktadan başlayın, gerisi
çorap söküğü gibi kendiliğinden gelecektir. Çorap örmek zordur (Zor olmasına rağmen, her nedense başkasının başına çorap örmeyi çok iyi beceririz.) ama
sökmek çok kolaydır. Kişilik geliştirme de en zor
kısım, içsel yolculuk yaparak kişisel özeliklerimizi
ve yeteneklerimizi belirlemektir; gerisi geçekten
çorap sökmek kadar kolaydır. Kişilik yönetimi için kişilik bilinci oluşturmamız gerektiğini söylemiştim. O
zaman kişilik geliştirmek için aynı zamanda bilinç
geliştirmek zorundayız. Bilinç geliştirmek için ve
kişilik geliştirme yöntemi ile ilgili yeni bilinç boyutları edinmek için, düşünce gücümüzü, var olan
bilincimizi ve mantığımızı kullanmak zorundayız.
Sonuç olarak, kişilik yönetimi için, kişilik geliştirmek için, kişisel gelişimimizi tamamlayarak gelişmiş
(BİLGE) insan olabilmek için; Allah’ın sadece insana
86
verdiği sadece düşünce gücünü, sahip olduğumuz
bilinç ve mantığı kullanmamız yeterlidir. Bilincinizi
geliştirdiğiniz zaman kişiliğinizi, kişiliğinizi geliştirdiğiniz zaman bilincinizi otomatik olarak geliştirmiş
olursunuz. Bu nedenle önce bilinç geliştirme, sonra
kişilik geliştirme yöntemlerini açıklayacağım. Bilinç
ve kişilik geliştirme yöntemlerine geçmeden önce,
şimdiye kadar düşünce, duygu ve kişilik bilinci ile ilgili olarak işlediğimiz konulardaki önemli cümleleri
birlikte hatırlayalım:
1) Kişilik küremizin üç boyutunu oluşturan bilinç,
ego, karakter katmanlarında bulunan ve bizi yöneten
bilinçaltı, bilinç öncesi, ego, karakter, huy, alışkanlık, davranış, düşünce, duygu ile ilgili olumsuz bütün
öğeleri olumsuz kişisel özellikler ve bu katmanlarda bulunan olumlu, gerekli, yararlı bütün öğeleri ise
olumlu kişisel özellikler olarak adlandırmıştık.
2) Bir konuda karar verebilmek için düşünmemiz
gerekmektedir; yani düşünce gücünü eyleme (davranışa) dönüştürebilmek için zamana gereksinim duyduğumuzu belirtmiştik.
3) “Duygu, enerji olduğunu için herhangi bir duyguyu hisseder hissetmez eyleme geçeriz; yani duygu, dörtnala koşan at gibi olduğu için duyguları sadece düşünce gücü ile dizginleyebiliriz” demiştik.
4) “Gelişmiş (kişisel gelişimini tamamlamış) insan; olumsuz düşünce, duygu, davranışlarını ve bilinç
öncesi, bilinçaltı, ego, huy, alışkanlık gibi her türlü
olumsuz kişisel özelliklerini düşüncenin gücü ile yönetir. Her türlü yönetsel faaliyet için yetenek, bi87
linç ve mantığı ile birlikte düşüncenin sınırsız gücünü
kullanır; ego maskesini kullanmaz, huy ve duygularının esiri olmaz.”, demiştik.
5) “Bilinç geliştikçe, düşünme gücü artar ve düşünce gücü arttıkça, bilinç gelişir.”, demiştik. Sürekli ve sağlıklı düşünebilmek için ve sahip olduğu
bilinci kullanabilmek, geliştirebilmek için zihnimizde
boş alan bulundurmalıyız. Zihnimizi dinlendirmeliyiz
ve düşünmek için zaman, mekân ayırmalıyız. (Alzheimer hastalığından da böyle kaçınabilirsiniz.)
6) “Bilinç geliştirilerek kişilik geliştirilebilir. Kişilik güçlendikçe, ego zayıflar ve öz güven artar; ego
güçlendikçe, kişilik zayıflar ve öz güven azalır.”, demiştik.
Şimdi, kişilik yönetimi ile ilgili olarak aşağıda vereceğim cümleleri de hafızamıza kaydedelim:
7) Hangi kişilik katmanında, hangi nedenlerle,
hangi zamanda, kimlerin etkisi ile nasıl ve niçin oluşmuş olursa olsun; olumlu veya olumsuz bütün kişisel
özelliklerimiz de duygular gibi enerji içermektedir.
8) İçsel yolculuk yaparak olumsuz kişisel özelliklerimizi belirleyebiliriz. Duyguları olduğu gibi, bu
olumsuz kişisel özellikleri yok etmeye çalışmak ve/
veya bastırmaya çalışmak da yanlıştır. Hiçbir enerji
yok edilemez ve çok bastırıldığı zaman ise patlayarak bize ve karşımızdakine zarar verir.
9) Olumlu veya olumsuz kişisel özelliklerimizin
enerjisini, olumlu yönde kullanmak zorundayız. Sahip
olduğumuz içsel enerji kaynaklarını olumlu yönde
88
kullanmak için yeni bilinç boyutları gerekir. Maharet
gerekir. Bilincinizi ve düşünce gücünüzü kullanarak
yöntemler geliştirmeniz gerekir.
10) Olumsuz duygular ve olumsuz kişisel özelliklerin bizi yönetmesine izin vermeden, bilincimizi ve
düşünme gücümüzü kullanarak biz onları yönetebiliriz. Bu olumsuz enerjileri olumlu yönde kullanarak
olumlu, gerekli, yararlı işler yapabiliriz ve daha sağlıklı, daha başarılı ve doya doya yaşayabiliriz.
Yukarıdaki on maddeyi nasıl gerçekleştireceğiz?
Hangi yöntemleri kullanacağız? Bu bölümde, kişilik
yönetimi ile ilgili olarak bilmeniz gereken genel yöntemleri ve bilinç geliştirebilmek için kullanmamız
gereken önemli yöntemleri açıklayacağım. Kişilik kategorilerini ve kişilik geliştirme sürecinin (yöntemlerinin) ayrıntılarını Kişilik Testi, Kendini Tanıma
ve Bilgelik Çağına Geçiş başlığı altında irdeleyeceğiz; birlikte kişilik testi uygulayarak, kendimizi
tanıyacağız ve örnekler vererek kişilik geliştirme
sürecini başlatacağız.
Ayrıca (1) çokluğu, azlığı değişmekle birlikte her
insanın olumlu ve olumsuz kişisel özelliklere sahip olduğunu (2) olumsuz kişisel özelliklerin, olumlu yönde
kullanılmasının kişiliği geliştirdiğini (3) kişilik gelişimi sürecinde olumsuz kişisel özelliklerin, olumlu kişisel özelliklere kendiliğinden dönüştüğünü bilmeniz
gerekir. (4) Kişilik geliştirmenin önünde en büyük
engeli, kendi kişiliğimizin (egonun) oluşturduğunu
ve (5) bilincimizi geliştirerek kişiliğimizi geliştirebileceğimizi bilmeniz; yani bilinç ve kişiliğin birlik-
89
te geliştirilebileceğini bilmeniz gerekmektedir. Bu
nedenle Freud; bilinç, bilinçaltı ve kişilik, ego katmanlarını aynı buz dağı içinde birlikte göstermiştir.
Bilinç ile kişilik, tavuk ile yumurta gibi birbirini üretiyor.
C6.5- Bilinç Geliştirme Yöntemleri: Bilinç geliştirme için gerekli olan bütün yöntemler birbiri ile
ilintilidir. Bu nedenle, aşağıda verdiğim yöntemlerin
hepsini birden kullanmanız gerekmektedir. Aşağıda
yazdığım yöntemler denenmiş, uygulanmış ve başarısı kanıtlanmış yöntemlerdir; çünkü bu yöntemleri, benim gibi birçok insan fakında olmadan yıllar
boyunca kullanıyor. Ben biraz önce kendime, “Ben,
bilincimi geliştirmek için hangi yöntemleri kullanıyorum?” diye sordum ve şimdi kendi zihnimde zaten
var olan yanıtları; yani farkında olmadan şimdiye kadar kullandığım yöntemleri, sıcağı sıcağına (unutmadan) sizler için yazmaya başlıyorum.
DDY kitabında, sisteme ve yönteme yönelik olarak benim uydurduğum kavramlar, tanımlamalar,
benzetmeler ve yazdığım her cümle, her kelime
şimdi yazıldığından benim ve sizin için çok yenidir.
Yazdığım bu yöntemleri, başka kitaplarda ve internette bulamayabilirsiniz. Benim bu kitapta yazdıklarım aynı zamanda (yüzyıllar öncesine gidecek kadar) çok eskidir. Her nedense zaman geçtikçe hiç
eskimemektedir ve de insanoğlu var oldukça hiçbir
zaman eskimeyecektir. (bk. EK-1 ANLAMLI VE
ÖZLÜ SÖZLER) Bu sözler ne zaman söylenmiştir?
Bir ömür boyunca sorabileceğimiz bütün SORULARIN YANITLARI ve yaşayabileceğimiz bütün
90
SORUNLARIN (problemlerin) ÇÖZÜMLERİ, dünyanın dört bir yanında şimdiye kadar yaşamış olan
BİLGE insanların sözleri içinde gizlidir. Üstelik
bilge insanların her bir sözünü hiç sorgulamadan
uygulayabilir ve yeni bir bilinç boyutu olarak zihninize derhâl kazıyabilirsiniz; çünkü bu sözler, bilge
insanlar tarafından özümsenerek (deneyimlenerek)
üretilmiştir. Bilge sözleri için Allah tarafından verilmiş ömür boyu garanti belgesi vardır. Ben şimdi,
bilge insanların yüzyıllar önce söylediği anlamlı ve
özlü sözlerin içerdiği YANITLARI keşfetmek için
SORULAR üretmeye çalışıyorum. Sorduğum soruların YANITLARINI ise yüzyıllar önce yaşamış bilge
insanların ruhlarından (EK-1’den) öğreniyorum. Önce
YANITLAR vardır, sonra SORU sorulabilir. YANIT
olmazsa, SORU olmaz. SORU ve YANIT olmazsa,
DDY olmaz.
5N1K ile Öğrenme Yöntemi: 5N1K yöntemi, az
çok bilgi sahibi olduğunuz veya hiç bilgi sahibi olmadığınız konularda, sizi sık sık ziyarete gelen olumsuz
duygular ve olumsuz kişisel özellikleri yönetmek için
gerekli ve geçerli bir yöntemdir. Kendi kendinize
5N1K ile sorular sormayı öğrenmeniz gerekmektedir. Bundan sonra okuduğunuz veya size anlatılan
hiçbir şeye (bilgiye) hemen inanmayınız. Sazan balığı gibi her gördüğünüz yeme (bilgiye) atlamayınız.
Oltaya takılarak, kendinizi yaşam denizinizin dışında
sıcak kumlar üzerinde ve/veya kızgın tava içinde bulabilirsiniz.
İnsan merakını yitirdiği an ölür.
91
Önce o konuda kendi kendinize 5N1K ile sorular sorunuz; sonra kendi bilinciniz ile verdiğiniz veya kitaplardan, internetten, başkalarından
edindiğiniz yanıtları kendi bilinciniz ile değerlendiriniz; daha öce bildikleriniz ile karşılaştırınız;
bilgiler örtüşüyor, birbirini tamamlıyor, destekliyor veya çelişiyor olabilir. Kendinize göre mantıklı olduğunu belirlediğiniz bilgiyi, önce uygulamaya
başlayınız; sonra eğer özümseyebilirseniz (hoşunuza giderse), bilinç alanınıza yeni bir bilinç boyutu
(huy, alışkanlık) olarak kaydediniz. Kaydettiğiniz bu
bilinç boyutu, sizler tarafından devamlı kullanılacağı için kendiliğinden zihninizde kalıcı olacaktır. (Bu
konuyu Merak, Tutku ve Öğrenme Bilinci başlığı
altında ayrıntılı olarak işleyeceğiz. Bu kitapta neden
çok fazla modelleme ve benzetmeler yaptığımı ve
neden yaşanmış örnekler verdiğimi, neden 5N1K ve
korelasyon (ilinti) kurma tekniği kullandığımı sizlere
o bölümde anlatacağım.)
Zihni ve Hafızayı Etkin Kullanma Yöntemi: Mantıklı veya mantıksız kullanmayacağınız hiçbir bilgiyi,
bilgi olarak zihninizde saklamayınız. Bilgisayarınızın
hafızasından silerek çöp kutusuna gönderdiğiniz gibi
hemen bu bilgiyi hafızanızdan siliniz. Edindiğiniz
bilgi, size göre mantıklı ve uygulanabilir ise bilgiyi
bilince dönüştürerek (deneyimleyerek), zihninizde
bilinç olarak saklayınız. Mantıksız, gereksiz, uygulanabilir olmayan bilgileri hafızanızda saklayarak
hem zihninizi boşu boşuna meşgul etmiş (yormuş)
olursunuz hem de bilinç geliştirmek için kullanacağınız hafıza alanını, önemsiz bilgiler ile doldu92
rarak kullanmış olursunuz. Bilgisayar hafızasında
olduğu gibi zihninizde, bilinç (program) geliştirmek
için daha fazla alan ayırınız. Bilgi (dosya) saklamak
için çok az alan ayırınız; çünkü dosyalarınızı, bilgisayara dışarıdan takabileceğiniz (flash bellek gibi)
hafızada saklayabilirsiniz. Dosyalarınız gibi sonradan gereksinim duyabileceğiniz bilgileri de zihninizde saklamak yerine bilgisayarınızda saklayabilirsiniz. Ayrıca, yeni programlar ekleyebilmek için ve bu
programların çalışabilmesi için bilgisayar hafızasında boş alan bulunması gerekmektedir. Aynı şekilde,
yeni bilinç boyutları ekleyebilmemiz ve bilincimizi
etkin bir şekilde kullanabilmemiz (zihnimizin yeni
fikirler üretebilmesi) için de zihnimizde boş alan
bulunması gerekmektedir.
Örneğin; yakınlarıma göndermiş olduğum DDY kitap taslağını okumuş iseniz, taslakta her konu başlığı altında, parantez içinde henüz düzenli cümleler
hâline getirilmemiş çok sayıda not var. Neden böyle
yapıyorum biliyor musunuz? Bu kitabı yazarken her
gün, her an aklıma gelen bütün fikirleri hemen kitap
taslağı üzerine not düşüyorum. Böylece hem yeni fikirler üretebilmek için zihnimde sürekli boş alan
bulundurmuş oluyorum hem bu fikirleri aklımda
tutmaya çalışarak zihnimi boşu boşuna yormuş olmuyorum hem de aklıma gelen yeni fikirleri ve kitap üzerinde yapacağım düzeltmeleri hiçbir zaman
unutmamış oluyorum. Diğer bütün işler, problemler,
projeler için de düzenli not tutuyorum. Ayrıca periyodik olarak yapılması gereken işler ve tutulması
geren hesaplar için bir kez zaman harcayarak, bir
93
form veya çizelge hazırlıyorum; gerektiği zaman sadece form ve çizelge içindeki bilgileri güncelliyorum.
Böylece zihnimde devamlı boş alan bulunduruyor,
zihnimin devamlı açık olmasını ve yorgun olmamasını sağlıyorum. Uyguladığım bu yöntem çok basit
değil mi?
Bilgisayarı Kendi Zihnimiz gibi Etkin Kullanma
Yöntemi: Şimdiye kadar zihnimizi ve bilincimizi bilgisayara benzeterek açıklamaya çalıştım. Gerçekten
de öyledir; düşünce yetisine sahip olmaması dışında
bilgisayarların, sahip olduğu mikroişlemci (matematiksel ve mantıksal zekâ), bellek (hafıza hücreleri)
ve program (bilinç) ile beynimizin işlevsel ve fiziksel
yapısına benzetilerek tasarlandığını söyleyebiliriz.
(bk. EK-6 TANRI VE İNSAN BEYNİ)
Şimdi rahmetli babaannemin bir sözünü hatırladım: Bir şeyi yapmayı unuttuğu zaman “Akıl defter
değil ki…”, derdi; çünkü bağ ve bahçe işleri dâhil
evimizin bütün işlerinin yönetilmesi sorumluluğu babamda değil ondaydı. Beyni sürekli dolu, yorgun ve
meşgul olduğu için doğal olarak bazı şeyleri yapmayı
unutuyordu. Bizim gençler tuvalete bile bilgisayar
ile gidiyor. Gençler bilgisayar ile iş yapmıyor, onunla
bir arkadaş gibi sanal dünyada geziniyor, eğleniyor
ve (boşa) zaman geçiriyor. Babaannemin bilgisayarı
olsa tuvalette bile evi yönetebilirdi.
Neden bütün işleri zihniniz ile yapmaya çalışıyorsunuz? Bilişim çağı, zihnimize çok benzeyen düşüncesiz (aptal) bir köle üretmiş bizim için. Bilgisayar
ile iyi bir dost olarak doya doya arkadaşlık ede-
94
bilirsiniz. Yeni edindiğiniz bu yabancı arkadaşın
konuştuğu dili, yeteneklerini, zaaflarını ve yapabildiği bütün işlemleri, işlevleri öğrenebilirseniz;
bilgisayar iyi bir dost olarak çok etkin bir şekilde
size yardımcı olmaya başlar. Bu aptal kutu hem
dosyalarınızı yazar, çizer, işler hem de sizin zihninizi yormamak ve meşgul etmemek için dosyalarınız ile
birlikte, size gerekli olan bütün bilgileri kendi hafızasında saklar.
Muhteşem zekâlar, daima sıradan beyinlerin şiddetli muhalefeti ile karşılaşır.
Ayrıca bu aptal kutu, internet dünyasının sınırsız
bilgi verme gücünü ve olanağını gözünüzün önüne serer. Bu aptal kutuyu, zihninizin kölesi olarak; zihniniz ile hiçbir zaman yapamayacağınız işlemler ve
işlevler için de kullanabilirsiniz. Üstelik bu aptal
kutu, aptal insanlar gibi size karşı koymaz. Hiç düşüncesi olmadığı gibi hiç egosu da olmadığı için söylediğiniz bütün işleri hiç inat etmeden ve eleştiri
yapmadan, tam sizin istediğiniz şekilde, çok hızlı
ve hatasız olarak yapar. Var mı böyle bir başka eş
ve dost dünyada? Gençler, bu dostun zararlı alışkanlıklarının farkına varın! Sakın bu aptal kutunun
esiri hâline gelmeyin!
İki şey sınırsızdır: (1) evren sınırsızdır
(2) insanoğlunun aptallığı sınırsızdır ama
birincisinden emin değilim.
Düşünce Gücünü Etkin Kullanma Yöntemi: İnsanların neden bilincini geliştiremez? İnsanların
çoğu, bilinç alanını genişletemez ve bilinç boyutlarını
95
arttıramaz; çünkü önemli önemsiz, gerekli gereksiz,
yararlı zararlı öğrendiği bütün bilgileri hafızasında
sakladığı için beyninde bilinç alanını genişletebileceği boş hücre kalmamıştır. Edindiği bilgileri
kendi mantık süzgecinden geçirmeyi düşünemediği
için; önemli, gerekli, yararlı ve uygulanabilir bilgileri diğer bilgilerden ayırt etmeyi düşünemediği
için; bilgileri deneyimleyerek bilince dönüştürmeyi düşünemediği için; önemsiz, gereksiz, yararsız
bilgileri silmek (unutmak) yerine başkalarına sürekli anlatarak (dedikodu yaparak) hafızasındaki
eski kayıtları tazelediği için; kısacası düşüncenin
sınırsız gücünü boş yere kullandığı için, bilincini
geliştiremez.
Cehennem yerinde hiçbir ateş yoktur,
herkes kendi ateşini yanında götürür.
Ayrıca geçmişe yönelik olumsuz düşünceleri ve/
veya geleceğe yönelik yeteneklerine uygun olmayan
projeleri, sürekli zihninde tutarak; olmuş bitmiş
olaylardan ders almayarak; hiçbir zaman başaramayacağı işler, projeler konusunda başkalarını suçlayarak; geçmiş ve gelecekle ilgili kendini suçsuz göstermeye çalışarak; kendini kandırarak; bazen de kendini suçlayarak ve kaderinin bu olduğuna inanarak;
zihnini sadece bunları düşünmeye ayırarak; zihninde
sürekli bunların üzüntü ve endişesini duyarak yaşadığı için bilinç, kişilik geliştirmeyi ve (doya doya) yaşamayı bir tarafa bırakın, insanların büyük bölümü
yaşamı kendilerine ve yakınlarına zehir ederler.
Bu dünyada cehennemde yaşarlar, ayrıca öbür
dünyada bir başka cehenneme gerek var mı?
96
Ya çaresizsiniz, ya da çare sizsiniz.
Tümdengelim Yöntemi: Ben bu yöntemi çok seviyorum ve devamlı kullanıyorum. Bu yöntemin,
Tanrı’nın insanlara sunduğu en önemli armağan olduğunu ve Tanrı’nın da evreni bu yöntemle yarattığını
zannediyorum. Bu yöntem, ağaca ve soyağacına çok
benzemektedir. Tümdengelim yöntemine ağaç, soyağacı veya aşiret yöntemi adını da verebilirsiniz.
Şimdi ben kendi soyağacımı hatırlamaya çalışıyorum:
Eşim ve benim anneannelerimiz kardeştir. Eşim ve
benim varoluşumun ilk noktası, her ikimizin anneannelerinin anne ve babasın yatak odasıdır. Onların
yatak odasında, bizim aşiretin ilk tohumu Kırşehir
topraklarına atılmıştır. O atılan ilk tohum, bir minik
fidan olarak filizlenmiş ve ulu bir ağaç gibi genişleyip serpilmiştir. Bu yatak odasında eşim ve ben tüme
(bütüne) ulaşıyoruz. Âdem ve Havva’da ise bütün
insanlar bütüne ulaşıyor: Hepimiz kardeşiz bu
kavga ne diye?
Neyse konuyu dağıtmayalım; ölen kardeşlerimiz
hariç eşim 6, biz 5 kardeşiz. Yine ölenler hariç kayınvalidem 6, rahmetli annem 6 kardeşler; yani 12
kuzenler. Baba-koca taraflarını ve bizlerin çocuklarını-torunlarını sayamayacağım. Gerçekten zihnimi
kullanarak, aşiretin birey sayısını hesaplamak çok
zor. Nasıl olsa aşiretin içinde birey sayısını zihninde
saklayan biri vardır. Kendi zihnimi boşa meşgul etmektense, ona sorar öğrenirim; zaten böyle bir bilgiye şimdiye kadar hiç gereksinim duymadım. İnsanoğlunun topraktan oluştuğuna neden inanmıyorsunuz? Bütün canlıların oluşması için bir bitki tohumu
97
yeterlidir. Belgesel kanallarında anlatıldığına göre
(bu kanıtlanmıştır), yaşam ilk önce denizde başlamış;
sonra dalgalarla karaya vurarak, kayaya yapışan yosun parçasına benzeyen canlı (bitki) ile birlikte karada yaşam başlamıştır. Büyük patlamadan itibaren
evren, dünya, bitkiler, hayvanlar ve insanlar, Allah’ın
tümdengelim yöntemini kullanarak programladığı;
evrimleşme, döngü, dönüşüm, değişim ve gelişimden
ibarettir. Bu nedenle tümevarım yöntemini kullanırsak, yani tüme doğru gidersek, yaratıldığımız ilk
noktaya, öz benliğimize ve Allah’a ulaşırız. Bu nedenle, içsel yolculuk yapmadan ve BÜTÜNE varmadan
DDY olmaz.
DDY kitabını yazarken uyguladığım tümdengelim
yöntemini, bu kitabı bir ağaca benzeterek anlatacağım. DDY ağacına ait tohumun, toprağa neden ve
nasıl atıldığını ön söz bölümünde anlatmıştım. Bir
yöntem bulmak ve geliştirmek için veya bulduğunuz
yöntemi kullanmak için önce bir nedeniniz (hedefiniz, amacınız) olmalı. Şimdi anlatacağım örnekte,
amacımız sadece DDY kitabını yazmak olsun. Elimizde tohum var, tohumu ekeceğimiz çok verimli toprak
var ve fidanı yetiştirirken kullanacağımız yöntem
var. Un, şeker, yağ ve su var; annemizin kullandığı
(deneyimlenmiş) yöntem ile hemen helva yapmaya
başlayabiliriz. Doğal gübrelere sahip olan zihin toprağımızın çok verimli olduğunu ve tohumu yetiştirmek için kullanacağımız yöntemin çok etkin olduğunu
bilmenizi isterim. Gerisi, helvayı pişirecek olan size
kalmış. Benim anlatmama gerek var mı?
DDY kitabını, kitabı yazma (geliştirme) süre98
ci boyunca önce bir tohuma, sonra bir filize, daha
sonra bir fidana, ağaca ve ağacın gelişerek meyve
vermesine benzetebiliriz. Kullanacağımız toprak benim zihnim olsun. Kullanacağım gübre, hava, su zaten zihnimde doğal olarak var (Allah’ın bana verdiği
düşünce gücü, bilinç, mantık zihnimde zaten doğal
olarak var.). Kullanacağım yöntem ise tümdengelim
yöntemi olsun. Şimdi kitap yazabilmek için tek eksiğim şunlar: Yazacağım konular ile ilgili bilgi ve deneyime sahip değilim; ne yazacağımı, kitabın hangi
konuları içereceğini, siz değerli okurların bu kitabı
okurken edineceğiniz bilgileri nereden bulacağımı ve
uygulamak isteyeceğiniz yöntemleri nasıl geliştirebileceğimi ve hangi sıraya göre yazmam gerektiğini
henüz bilmiyorum.
DDY tohumunu zihnime ektiğim zaman ve zihnimi
sadece bu tohumu yetiştirmeye odakladığım zaman,
ön söz de anlattığım gibi, önce DDY tohumu kendiliğinden zihnimde kök vermeye başladı ve kökler hızla gelişmeye başladı (not tutmaya başladım); sonra
birgün aniden toprağın dışına filiz verdi (kitap yazma kararı verdim). Filizi büyütmeye çalıştıkça (kitabı yazmaya başlayınca), kökler daha gelişmeye ve
filiz önce fidan ardından ağaç olmaya başladı. Ağacın
güçlenerek meyve vermesini istediğim için ağacı yeni
gübreler ile besledikçe (düşünmeye ve araştırma
yapmaya devam ettikçe), ağacın hem köklerinin hem
gövdesinin gelişmeye başladığını fark ettim (şu anda
olduğu gibi). Ağacın kökleri ve gövdesi, tohumun
atıldığı toprak ne kadar verimli ve sulak ise o kadar
güçlü oluyor (Şimdi ağaç yerine yazlık villalar di99
kilen Kuşadası Davutlar’daki Karaova gibi…) ve çok
çabuk gelişerek meyve vermeye başlıyor. (Kırk gün
gibi kısa sayılabilecek bir sürede bu kitabı yazmış
olacağım.)
Yukarıda anlattığım yöntem ile kitap yazmak, bir
ağaç resmi yapmak kadar çok basit; çocukların resim
yaptığı gibi basittir. Elinize bir kâğıt kalem alın; önce
kalın bir ağaç gövdesi, sonra gövdeye üç tane ana dal
ekleyin; sonra her ana dala yine üç tane kalın dal
ekleyin ve bu dallara yine üç tane ince dal ekleyin;
bu şekilde ağacı (kitabı veya bilincinizi) istediğiniz
kadar geliştirebilirsiniz. Tümdengelim yöntemi ile
kitap yazılabilir, içinize doğru (içsel) yolculuk yapılabilir veya dışınıza doğru (doğanın bütün ayrıntılarına
doğru) yolculuk yapılabilir. Tümdengelim yöntemi ile
bilincinizi geliştirebilir ve DDY için benlik bilincine
ve kozmik bilince sahip olabilirsiniz.
Ağaç resmini çizerken unutmamanız gereken birçok önemli nokta var. Birinci nokta şudur: Ağaç resmini çizerken ağacın köklerini unutmayınız. Ağaçtaki
dal sayısı kadar kök sayısı olmalıdır; kökü gelişmeyen
ağacın gövdesi, dalları gelişemez; çiçek açamaz ve
meyve veremez veya küçük bir fırtınada ağaç yerle
bir olur. Bu nedenle dalları geliştirirken, aynı yöntemle toprağın altına doğru çizdiğiniz her bir kök
için üç kök ekleyerek devam etmeniz gerekir.
Ağaç resmi çizerken ikinci önemli nokta da şudur:
Ağacın yapraklarını ve meyvelerini çizmeyi unutmayın. İnsanlar meyve yemek (bilgi edinmek, ders
ve zevk almak) için kitap okurlar. Bu nedenle, son
100
olarak bilge insanların ruhunu çağırmanız gerekiyor.
Bu kitabı okurken, kitabın yazarına (bana) sormak
isteyebileceğiniz soruların yanıtlarını bu kitabın
son kısmına ekledim. Bilgelerin ruhları, kitabın sonunda emrinize amade bekliyor. (bk. EK-1 ANLAMLI
VE ÖZLÜ SÖZLER) Benim DDY kitabında şu anda
yaptığım gibi, bilge insanların sözlerini; ağacın yaprakları, çiçekleri ve meyveleri olarak dalların arasına
istediğiniz şekilde yerleştirebilirsiniz. Fazla yaprak
yerleştirerek, meyvelerin yapraklar arasından görünmesine engel olmayın. Ayrıca yükseklerdeki ince
dalların uçlarına meyve yerleştirmeyin. Çoluk çocuk,
genç yaşlı ağaca tırmanmadan; aşağıdan uzanarak
meyve koparabilsin. Kitabı süslemeye yetecek kadar yaprak ama mümkün olduğu kadar çok meyve
yerleştirin.
Çocuklarınıza ağaç resmi yapma yöntemini anlatırken, öğretirken dikkat etmeniz gereken çok önemli
bir nokta daha var: Çocuklara, çiçek ve tavuk resmi
yapma hikâyesini gelin birlikte anlatalım.
Hikâyede adı geçen güzel , şirin , yaramaz, zeki ve meraklı Ayşegül ; güzel Anadolu’muzda Kırşehir ’in bağlar, bahçeler,
ağaçlar, kırlar, çiçekler, böcekler, tavuklar, kuzular, inekler arasındaki ilköğretim
okulunda öğrenim görmektedir. Birgün memur olan babası Ankara’ya tayin olur. Annesi ve babası bu fırsatı değerlendirip; kızlarının daha iyi lise eğitimi alarak , daha
iyi üniversiteleri kazanabilmesi için yemelerinden , içmelerinden (DDY’den) kısarak ,
101
tek çocuklarını uygarlığının bütün olanaklarının sunulduğu modern ve çağdaş, özel
bir koleje kaydettirirler.
Birgün resim öğretmenleri , çocuklara bir
çiçek bir de tavuk resmi çizmelerini söyler
ve ders sonunda resimleri toplayarak tahtaya asar. Öğretmen , Ayşegül dışındaki bütün
çocukların çiçek resmi olarak kahverengi
gövdesi olan , gövdenin yanında iki büyük
yeşil yaprağı olan ve ortasında kırmızı bir
çiçeği olan gül çizmiş olduklarını görür.
Ayşegül ise daha önce yaşadığı Kırşehir ’in
kırlarında gördüğü bağlar, bahçeler, ağaçlar, çiçekler, böcekler, tavuklar ve kuzuların bulunduğu rengârenk bir manzara resmi yapmıştır. Öğretmen , Ayşegül’ü azarlar;
çiçek resmi , benim size tarif ettiğim gibi
arkadaşlarının yaptığı gibi (standart) olmalıydı der. Öğretmen , öğrencilerin büyük
çoğunluğunun kendi tarif ettiği resmi aynen yaptıklarını görünce kendisi ile gurur
duyar. Diğer arkadaşları tavuk resmi olarak ne çizmiş olabilirler? Öğrencilerin çoğunluğu, lokantada tabak içinde sunulduğu gibi parçalanmadan kızartılmış, butları
yukarıda bir tavuk resmi çizmişlerdir.
İşte uygarlık ve eğitim, balığı bu şekilde yaşam
denizinin dışına çıkarmaktadır; fakat büyük şehirlerde yetişen çocuklar, suyun dışına çıkarıldıklarının
farkına bile varamazlar. Sadece Ayşegül ve onun annesi, babası gibi daha önce Kırşehir’de yaşayan ya102
kınları bunun farkına varabilir. Çocuklarının eğitimini, sadece bilişim çağının öğretmenlerine bırakmazlar. (bk. E- FİZİKSEL, ZİHİNSEL, DUYGUSAL
YAŞAMIN DENGESİ VE DDY: Abraham Lincoln’un,
Oğlunun Öğretmenine Gönderdiği Mektup) ABD’nin
16. başkanı neden oğlunun öğretmenine mektup yazma gereksinimi duymuştur, oğlunu kendisi eğitmek
yerine! Bilişim çağında robot gibi yetişen öğretmenin, öğrencilerini de bir robot olarak programlaması
doğaldır. Abraham Lincoln, mektubu bütün ABD öğretmenlerine yazıyor.
Çocuklara koklamaları için standart çiçekler veriliyorsa, çocuklar tabak içindeki kızartılmış tavuklar
ile besleniyorsa, çocukların yetenekleri ve yaratıcılık özellikleri farkında olmadan yok ediliyorsa,
anne ve babası (çocuklarını çok sevdiği için) dış
dünyadaki tehlikelerden korumak ve kollamak için
çocuğa zırh giydiriyorsa, çağımızdaki çocuklara
kendisini geliştirebilme olanağı kalıyor mu? Kişisel
gelişim olanağını, öğretmenler ile birlikte anneler
ve babalar ortadan kaldırmış olmuyor mu? Çocuklarımızı ve de EŞİMİZİ bir kuş gibi evimizdeki
kafese kapatarak sevmek, gerçekten onları sevmek midir? DDY bu mudur?
Gözlem Yapma Yöntemi: Ben bu yöntemi de çok
seviyorum ve devamlı kullanıyorum. Doğayı, denizi,
gökyüzünü, ayı, yıldızları, hayvanları, bitkileri, insanları ve yakınlarımın ve kendimin davranışlarını,
duygularını ve ruh hâlini izlemek ve anlamaya çalışmak çok güzel. Hele bir de kendimizi tam olarak
tanıyabilsek ve karşımızdakini tam olarak anlaya103
bilsek, hayat o kadar güzel olurdu ki. (Empati tam
olarak budur işte.)
İnşallah bu kitabı yazmayı bitirdiğim zaman ve
yakınlarım, arkadaşlarım okuduğu zaman bu dileğim
gerçekleşecek. (bk. D2.3-Duyguların Yönetimi ve
Necdet’ten İnciler) Bu kitabın her cümlesini yazarken ya kendimin ya da yakınlarımdan veya arkadaşlarımdan birinin davranışları gözümün önüme geliyor
veya aklıma, benim veya onlardan birinin daha önce
konuştuğu sözler geliyor. Sonra ben onlara veya
kendime cevap verir gibi yazmaya başlıyorum. Dikkat ederseniz, sanki kızar gibi sert, katı, duygusuz
ve dalga geçer gibi ukalaca yazıyorum. Yazarken,
sanki o anı doya doya tekrar yaşıyorum.
Uçurtmalar rüzgâr gücü ile değil , o güce
karşı koydukları için yükselir.
Böyle bir yazı tarzı kullanmadaki amacım; zihninizin yeni, farklı ve daha baskın düşünceler üretmesini sağlayarak ve iç ses çatışması yaratarak;
zihninizdeki öğrenme, değerlendirme, karşılaştırma, mantık süzgecinden geçirme işlevlerini daha
aktif hâle getirmektir; yani psikoterapide kullanılan iç ses yaratma yönteminde olduğu gibi içinizdeki
olumsuz sesten çok daha baskın olan başka olumlu iç
ses yaratmaktır.
Kitap yazmak için olduğu kadar bilinç geliştirmek
için de gözlem yapmak ve izlemek çok önemlidir. Soru sorarak başkalarından yanıt beklemenize
de hiç gerek yok; zaten soruların içinde yanıtlar
var. Soru da sormanıza gerek yok, davranışlar ve
104
konuşmalar içinde yanıtlar zaten var. İş hayatım
boyunca, çok sayıda değişik ülkenin mühendisleri
ile birtakım projelerde ortak çalışma imkânım oldu.
En sevmediğim insanlar Almanlar ve Fransızlardır.
Mühendislerini ayrı tutuyorum ama genelde çok
şovenist ve kendi ırklarını diğer dünya ırklarından
üstün gören (kendilerinin üstün olduğunu zanneden)
insanlardır. Fransa’ya veya Almanya’ya seyahat için
gittiğinizde, siz de şahit olmuşunuzdur; taksi şoförleri dâhil hepsi İngilizce bilir ve sizin kendi lisanınız
dışında, sadece İngilizce bildiğiniz için soruyu İngilizce sorduğunuzu da bilirler ve İngilizce olarak sorduğunuz soruyu gayet rahat anlarlar ama İngilizce
cevap vermezler. Şovenistlik egolarına yenik düşerek, kendi dillerinde cevap verirler. Tabi sorduğunuz sorunun yanıtı, sorunun içinde olduğu için geç
de olsa siz verilen cevabı anlarsınız. Amerika’da ve
Avrupa’da, hele İngiltere gibi bazı ülkelerde, aptal
bir insanı rahatsız edecek kadar her şey yazılı ve
çizilidir. İngiltere’de soru sormanıza gerek yoktur;
yerde, gökte, sokakta, caddede, trende, metroda,
orada, burada, her yerde yanıtlar gözünüzün içinden
girip zihninize saplanacak bir ok gibi fırlamaya hazır
karşınızda bekler. Avrupa ülkelerinde her yerde,
her şey neden yazılı ve çizili biliyor musunuz?
Einstein’ın ruhunu okşamak için:
İki şey sınırsızdır: (1) evren sınırsızdır
(2) insanoğlunun aptallığı sınırsızdır ama
birincisinden emin değilim.
Düşünce, olumlu ve yararlı yönde sınırsızca
kullanıldığı gibi farkında olmayarak veya olarak,
105
olumsuz ve zararlı yönde de sınırsız bir şekilde kullanılabilir. Sistemler, yöntemler, kurallar; en
aptal, en cahil (ve en zeki, en uyanık) kişinin anlayacağı şekilde (ve anlayacağı dilde!) tasarlanır; insanlar farkında olmadan kendilerine, diğer insanlara
ve doğaya zarar vermesin diye. Allah’ın yarattığı evren, dünya, doğa ve insan da bir sistemdir. Dinler ise
Allah’ın yarattığı sistemin bozulmamasını sağlamak
için şimdiye kadar yazılmış olan en gerekli, en önemli
ve en kapsamlı yöntemdir.
Matematik ve Mantık Zekâsı (ALU:Arithmetic
and Logic Unit): Matematiksel olarak, “zihinsel
zekâ= yetenek + bilinç” olarak tanımlamıştık. Yeteneklerin doğuştan geldiğini ve sabit olduğunu, bilinci
ise düşünce gücümüzü kullanarak arttırabileceğimizi
söylemiştik. Matematiksel işlem ve mantıksal değerlendirme yapma yeteneği, insanın doğuştan sahip
olduğu en önemli ve en gerekli yetenektir. Matematik ve mantık zekâsı olarak da adlandırdığımız ve
evrende sadece insan beynine has olan bu yeteneği,
bilgisayarın sözde beyni olan mikroişlemci içindeki
aritmetik ve mantık birimine (ALU: Arithmetic and
Logic Unit) karşılık gelir. Bilgisayarın yaptığı bütün
işlemler ve işlevler, (sadece sayısal işlemler değil
sözel ve görsel bütün işlevler) aritmetik ve mantık birimi tarafından gerçekleştirilir. Daha önce
bilgisayarın düşünce yetisi olamadığını belirtmiştik.
Aritmetik ve mantık birimi, programların içerdiği
komutları (işlemleri ve işlevleri) sırası ile yerine getirir.
106
Seviyesi kişiden kişiye değişmekle birlikte, her
insan matematik ve mantık zekâsına sahiptir. İnsanın düşünce gücünü, kişinin sahip olduğu matematik ve mantık zekâsı ve beyninin algılama hızı
belirler. Bilgisayarın komutları gerçekleştirme
gücünü ise aritmetik ve mantık birimi (komut kümesi) ve mikroişlemcinin çalışma hızı (frekansı)
belirler. Mikroişlemci, kendini tasarlayan insan beyninden milyonlarca kat çok daha hızlı çalışma üstünlüğüne sahip olduğu için bilgisayar mühendislerinin
programladığı işlemleri ve işlevleri, mühendisin beyninden çok daha hızlı ve hatasız yapabilmektedir.
(Yeni nesil mikroişlemciler, bir saniyede üç milyar
işlem yapabiliyor. Çalışma frekansı=3 GHz )
Bilgisayar, iki sayılı matematiksel ve iki işlemli
mantıksal zekâsı ile sınırsız sayıda iş yapıyor da
insan neden yapamasın? Bilgisayarlar da, insanlar
da aritmetik ve mantık işlemi yapan bir birime (ALU)
ve hafıza (bellek) hücrelerine sahiptir. Bilgisayarda
aritmetik ve mantık işlemi yapan birim sadece “VE”
ve “VEYA” mantık işlemi yapma yeteneğine sahiptir.
Diğer bütün matematiksel ve mantıksal işlemler yanında, sözel ve görsel aklınıza gelecek bütün işlevleri yapmak için sadece “VE” ve “VEYA” mantık işlemi
yeterli olmaktadır. Üstelik aritmetik ve mantık birimi, bütün bu işlemler için sadece 0 (sıfır) ve 1 (bir)
sayılarını kullanır; çünkü bilgisayar içindeki ALU ve
Bellek denen donanımlar, sayısal (dijital) elektronik
devrelerdir. Sayısal devreler için sadece YOK (sıfır
volt) ve VAR (2-5 volt arası) bilgisi geçerlidir. Bu
devreler diğer voltajları ve sayıları bilmez. Hayatı107
mızın vazgeçilmez bir parçası hâline gelen bütün
elektronik (dijital) cihazlar (cep telefonu, bilgisayar ve TV, audio, video, uydu cihazı) nasıl oluyor
da İKİ BİT (0 ve 1 sayısı) ile, sadece “VE” ve
“VEYA” mantık işlemi ile bu kadar çok işi, işlemi
ve işlevi yapabiliyor; hem de bizden çok daha
hızlı ve hatasız? Lojik kapılar, mikroişlemci, bellek
gibi elektronik devre elemanları ve bunların çalışma
prensipleri, programlanması konusunda çok az bir
bilgi edinerek; merak edenlerin bu konuyu çok kolay
anlayacağını zannediyorum. (Bu konuda da bir kitap
yazmayı düşünüyorum.)
İnsan zihninin de sadece aritmetik, mantık birimine (yetenek) ve hafıza hücrelerine (bellek) sahip
olması ve bunları nasıl kullanacağını düşünmesi (bilinç); yani düşünerek bilinç boyutu oluşturması yeterlidir. İnsanoğlu neden bu kadar aptal, kendi
yarattığı bu kadar ilkel mantığa sahip olan aptal
bir bilgisayarın kölesi hâline geliyor? Einstein’ın
ruhu cevap veriyor: İki şey sınırsızdır: (1) evren sınırsızdır (2) insanoğlunun aptallığı
sınırsızdır ama birincisinden emin değilim.
İnsanlar Hata Yaparken Bilgisayarlar Neden
Hata Yapmaz? İnsanlar, yaşam boyu sürekli hata
yaparken; bilgisayarlar işlemleri, işlevleri niçin ve
nasıl hatasız yapabiliyorlar? Bir düşünün bakalım:
“Enerji= Güç x Zaman” formülünü hatırlayın. Düşünce güçtür ve gücü enerjiye (eyleme) dönüştürmek
için zaman gerekir. Bir konuda karar verebilmek için
düşünmemiz gerekmektedir; yani düşünce gücünü
108
eyleme (davranışa) dönüştürebilmek için zamana gereksinim duyduğumuzu belirtmiştik. “Olumsuz kişisel özellikleri ve olumsuz duyguları düşünce gücü ile
yönetebiliriz.”, demiştik. Bilgisayarın düşünme gücü
olmadığını ve programların bilgisayarın bilinci olduğunu söylemiştik.
Bilgisayar hata yapmaz; çünkü onun adına bilgisayar mühendisleri önceden düşünerek programlar
yazıyorlar ve yazdıkları programlardaki hata ve eksiklerden ders alarak, programları sürekli geliştiriyorlar. Çünkü bilgisayara, sadece daha önce (kendisi adına) düşünülerek programlanmış olan işlemleri
ve işlevleri sırası ile yerine getirmek kalıyor; çünkü
bilgisayar işlemleri ve işlevleri hangi sırayı, hangi mantığı kullanarak nasıl gerçekleştirebileceğini
önceden biliyor; çünkü bilgisayarın bilinci, mantığı
ve düşüncesi bilgisayar mühendisine (bilge insana)
ait; çünkü bilgisayarın bilinci ve mantığı (içindeki
programlar) başkaları tarafından geliştiriliyor, düşünmeye ihtiyacı yok. Bilgisayar, sadece programın
içerdiği komutları çok hızlı ve hatasız bir şekilde
yerine getiriyor.
İnsanlar da Bilgisayarlar gibi Emir Kuludur.
Bilgisayar emir kuludur ve verilen emirleri (komutları) derhâl ve hatasız bir şekilde yerine getirir.
İnsanlar da emir kulu değil mi? Biz de duygularımızın ve egomuzun (olumsuz kişisel özelliklerimizin) emir kuluyuz. Duygu ve ego enerjidir; iş yapmak
için zamana ihtiyacı yoktur; her zaman iş (eylem)
hâlindedir; içinde barındığı kişiye düşünmek için zaman tanımaz; başka kişilerin düşüncelerine de kulak
109
asmaz; o kendi yöntemleri ile kendi bildiğini yapar.
Bu nedenle, insanlar devamlı hata yaparlar. Ah! Önceden bir düşünse, önceden düşünerek kendisi karar verse ve işlerini önceden programlasa veya kendi
gelecekleri için düşünülen, planlanan, programlanan
işleri bilgisayar gibi derhâl yerine getirse, ego ve
olumsuz duygulara yenik düşmese, düşüncenin sınırsız ama yönetilmesi gereken bir güç olduğunu bilse,
insan hata yapar mıydı? Yaptığı hatalardan ders almaz mıydı?
İşte ve Okulda DDY: Plak Devri Kapandı.
En büyük korkumuz ne kadar küçük olduğumuzu bilmek değildir, ne kadar büyük olduğumuzun farkına varmaktır.
Peki bilgisayar mühendisleri (bilge insanlar!)
kendi bilinçlerini ve kişiliklerini, kendi yazdıkları ve
geliştirdikleri bilgisayar programı gibi neden geliştirmiyor? Kariyer gelişimi, mesleki gelişim, maddi
olanak gelişimi yanında; bilinç ve kişilik gelişimi için
bütün (ar-ge görevi yapan) mühendisler, diğer insanlardan daha fazla avantaja (bilgi ve deneyime) sahip
değil mi? Çalışanlar iş hayatları boyunca, iş ve meslekleri ile bütünleşerek; hem işte başarı sağlarlar
hem kariyerleri gelişir hem maaşları artar hem
de iş ortamında doya doya (çalışabilirler) yaşayabilirler. Tatil özlemi çekmezler, tatil için asker
gibi gün saymazlar, tatil bitecek diye üzülmezler, iş
ile projelere ve iş arkadaşlarına kavuşmanın özlemini
duyarlar. Emeklilik hayali ile yıl saymazlar; sanki
emekli olunca (doya doya) yaşayacaklar.
110
Kendine yalan söylemeyi bıraktığın zaman yaşamın zevkli hâle gelir.
Öğrenciler de eğitim hayatları boyunca, öğrenciliğinin tek gerekliliği olan öğrenme işlevi ile bütünleşerek; hem çok başarılı olurlar hem sınıf geçme
kalma sıkıntısı ve stresi olmaz hem de okul ortamında doya doya (öğrenebilirler) yaşayabilirler.
Ayrıca kendi kendine öğrenme zevkini doya doya
tadarlar.
Çalışanlar ve öğrenciler bunun fakında mı? Peki ya
emekliler farkında mı? Neden çocuklarına ve torunlarına, yaşamın bütün süreçleri boyunca doya doya
yaşanabileceğini öğretmiyorlar? Neden doya doya
yaşamın farkındalık gerektirdiğini, iç ve dış dünyamızdaki olumlu olumsuz, iyi kötü, güzel çirkin, kolay
zor her şeyin DDY olduğunu söylemiyorlar? Çünkü
balığın sudan çıkarıldığının ve suya tekrar özlem
duyduğunun onlar da farkında değil; çünkü onlar,
hâlâ dedelerinin çağında üretilmiş olan plağı çalıyor.
Plak ilköğretim çağındaki bilinç seviyesine takılmış,
aynı türküyü çalıyor. Plak çağından sonra üç çağ daha
(Kaset, CD, DVD) kapandı; mp3 çalar (flash bellek)
devri başladı, 2000 yılı başlarında bilgelik çağı başladı.
Nereye gittiğini bilen insana , dünya bir
kenara çekilip yol verir.
C6.6- Kişilik Yönetimi ile İlgili Genel Yöntemler: Bilincimizi ve kişiliğimizi geliştirmenin önünde,
matematik ve mantık zekâsı veya diğer yeteneklerimiz hiçbir engel oluşturmaz. Bilinç ve kişilik geliş111
tirmenin önündeki en büyük engel, olumsuz kişisel
özellikler ve olumsuz duygulardır. Olumsuz kişisel
özellikleri ve olumsuz duyguları yönetmeyi bilmemek, hem bilgelik çağına gitmekte olan değişim
ve gelişim trenini kaçırmaya hem de doya doya
yaşamaya engel olmaktadır.
Bir güçlükle karşılaştığınızda, kendinize
kaçış yolu değil çıkış yolu arayın .
Sakın “Ben yeteri kadar zeki ve akıllı yaratılmadım.”, demeyin ve kaderinize küsmeyin! Zekânızı
arttıramazsınız; fakat aklınızı (bilincinizi) ve kişiliğinizi geliştirebilirsiniz. Yukarıda verdiğim bilinç
geliştirme yöntemleri (bk. C6.5) ve aşağıda vereceğim kişilik yönetimine ait genel yöntemler ile
birlikte; Kişilik Testi, Kendini Tanıma ve Bilgelik
Çağına Geçiş başlığı altında anlatacağım yöntemleri
hemen uygulamaya başlayın. Bir yıl sonra IQ testi
ve kişilik testi yaptırın, normalin çok üzerinde zekâ
katsayısına sahip olduğunuzu ve ne kadar güçlü kişiliğe sahip olduğunuzu kendiniz görün. Eski ve yeni
yaşamınızı karşılaştırın; daha başarılı, daha sağlıklı
ve doya doya yaşamaya başladığınızı kendiniz fark
edin.
Kişilik Yönetiminin Tanımı: Genel bir tanımlama
yapmak gerekirse; içsel yolculuk yaparak su yüzüne
çıkardığımız olumlu kişisel özelliklerimizi ve yeteneklerimizi kullanarak, suyun altında kalan olumsuz
kişisel özelliklerimizin, zayıflıklarımızın, zaaflarımızın ve olumsuz duyguların içerdiği enerjiyi (içsel
enerji kaynaklarını) olumlu işler (davranışlar ve eylemler) için kullanmaya Kişilik Yönetimi diyebiliriz.
112
İnsan açlık ve susuzluktan değil bilgisizlikten ölür.
Bilgelik Çağı Başladı. İlköğretim çağında ve/
veya daha küçük çocuğa sahip olanlar, bilinç ve kişilik geliştirme yöntemlerini çocuklarınız ile birlikte
doya doya uygulayın. Sakın, çocuklarınızı sizin yetiştirildiğiniz zamandaki gibi yetiştirmeyin ve onların
sizin kendi kişiliğinizi kopyalamasına izin vermeyin!
Çocuklarınızı, belgesellerde izlediğimiz kartal gibi
(çağdaş bilgiler ile) besleyin. Onlara kendi kanatları
ile (yükseklerde) uçmayı öğretin ve kendi kendilerini
nasıl besleyeceklerini (merak etmeyi ve öğrenmeyi)
öğretin. Onları çağdaş, güncel, önemli, gerekli, yararlı bilgiler ile besleyerek; üniversite çağlarında
BİLGE (kişilik gelişimini tamamlamış) insan olmalarını sağlayın. Bilgi ve iletişim çağı 2000 yılı başlarında tamamlandı. Önümüzdeki bin yılın BİLGELİK
ÇAĞI olduğunu biliyor musunuz?
Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi
görün .
Kişilik
Maskesi
(Persona):
Antik Roma
Tiyatrosu’nda, oyuncular persona denilen maskeler
takıyorlardı. İngilizcedeki “person” (kişi, kişilik, karakter) kelimesi o çağlardan geliyor. Taktığı maske,
oyuncunun tiyatrodaki kişiliğidir. Her türlü kişilik
sahtedir, iyi maske taksan da kötü maske taksan da
maskenin arkasına gizlenmiş olan kişilik sahtedir.
Esas olan ve gerçek olan sadece senin öz benliğindir (üç yaşına kadar olan hâlindir). Sonradan
edinilen, iyi kötü her türlü kişilik sahtedir. (bk.
C4.2- Ego ve Öz Benlik) Bilinç ve kişilik (yani öz
113
bilinç ve öz kişilik) gelişiminin önünde, bize öğretilen
(giydirilen) diğer kişilikler engeldir. Yalnızca size
giydirilen kişiliğe tutunup kalırsanız, ne bilincinizi
ne de kişiliğinizi geliştirebilirsiniz. Bu nedenle, çocuklarınızın çevreden görerek giydiği veya sizin
giydirdiğiniz kişilik elbisesinin, maskesinin sahte
olduğunu ve elbiseyi, maskeyi üzerinden nasıl çıkarabileceğini anne baba olarak sizin öğretmeniz
gerekir.
Mükemmellik , abartı , mübalağa ve felaketlere odaklanmak gelişmeyi engeller.
Dünyada şu anda uygulanan eğitim sistemindeki
temel eksiklik de budur: Çocuklar, gençler, yetişkinler giydikleri kişilik elbisesinin, maskesinin sahte olduğunu; bu elbiseyi niçin ve nasıl çıkarabileceklerini bilmiyorlar. Bize ücretsiz olarak dağıtılan
kişilik elbisesi ve maskesi kimin işine yarıyor biliyor
musunuz? Bizi yönetenlerin, ülkemizi yönetenlerin,
dünyayı yönetenlerin işine yarıyor. Bu sayede hepimizi, ülkemizi, dünyayı çok kolay ve istedikleri şekilde yönetebiliyorlar. Çocuklarınızı dış dünyanın
tehlikelerinden korumak için onlara, başlarından
ayaklarına kadar zırh giydirmeyin. Zırh içinde çocuk nasıl gelişebilir? Aksine içinde rahat hareket
edebilmesi (kendi kendisini geliştirebilmesi) için
mümkün olduğu kadar geniş ve çıkarması kolay
elbise (şalvar) giydirin. Eğer zırh giydirmiş iseniz,
bu zırhın size ait olduğunu ve bu zırhı (hatıra olarak
saklanan eski gelinlik gibi) size de annenizin hediye
ettiğini söyleyin. Zırhı kendisinin, niçin ve nasıl çıkarması gerektiğini öğretin.
114
C6- KİŞİLİK TESTİ, KENDİNİ TANIMA VE
BİLGELİK ÇAĞINA GEÇİŞ
Bu konu DDY kitabına sığmayacak kadar geniş,
kapsamlı ve ayrıntılıdır. Bu nedenle, DDY kitabını tamamladıktan sonra; kişilik envanteri (testi),
kişilik kategorileri, bilinç ve kişilik geliştirme, kişilik yönetimi ve bilgelik çağına geçiş konularını
kapsayan ve her yaş grubuna hitap eden sisteme, yönteme ve uygulamaya yönelik ayrıntılı bir
kitap hazırlamayı düşünüyorum. (Kişilik Yönetimi
ve Bilgelik konusu, ayrıca resmedilmesi gereken ulu
bir ağaçtır. Bu konunun, DDY ağacının ince bir dalı
olarak kalmasına gönlüm razı olmuyor.)
İş yaşamına yeni atılacak olan veya atılmış olan
gençlerin ve çalışma hayatına devam eden yetişkinlerin kişilik yönetimi, gelişimi ve DDY için; İŞ
GÖRÜŞMESİNDE DİKKAT EDİLECEK KONULAR
VE KİŞİLİK ENVANTERİ başlığı altında EK-7’de
vermiş olduğum aşağıdaki konuları okumalarını öneriyorum.
A- İş Görüşmesi Esnasında Dikkat Edilecek Konular
B- Kişilik Tespiti için Bir Mülakat Sorusu
C- İş Deneyimleri ve Öneriler
D- İş Yaşamına Yeni Başlayacaklar için Öneriler
E- İnek ve Kedi Hikâyesi
F- Matematik Soruları
Ayrıca; EK-5, EK-8, EK-9, EK-10, EK-12, EK-13,
EK-14 ve EK-16’da verilen konular ile birlikte aşağı115
da verdiğim (büyük oğlum Utku, askerde iş ararken
onunla yapmış olduğum yazışmalardan alınmış bazı)
paragrafları okumalarını öneriyorum. İş yaşamındaki gerçeklerinin farkına vararak, iş hayatı boyunca da doya doya yaşanabileceğini hatırlatmak
istiyorum.
Kurumsal, profesyonel, çağdaş şirketler eleman çalıştıracakları her pozisyon için artık en az
üniversite mezunu, olumsuz kişisel özellikleri az
olan; olumlu kişisel özellikleri fazla olan; çalışkan,
disiplinli, ekip çalışmasına uyumlu; eski, klasik,
yanlış huy ve alışkanlıkları az olan; eski huy ve
alışkanlıklarından vazgeçerek şirketin sistemine
uyum sağlayabilecek; şirket yöneticilerinin eğitebileceği öğrenmeye, değişime, gelişime açık elemanlar arıyorlar.
Ekteki yazılarda belirttiğim gibi, DDY için ve
işinizin hobiniz olması için, şirketlerin araştırma,
geliştirme ve proje bölümlerinde görev almaya çalışın. Görev yapacağınız şirketin mesleğiniz ile ilgili
ürün, hizmet geliştiren ve/veya üreten sektörde
faaliyet gösteriyor olmasını göz ardı etmeyin. Utku
için yaptığımız gibi, bazı olasılıkları baştan eleyerek
araştırmalarınıza, mesleğinize ve amacınıza uygun
sektör, şirket, bölüm, pozisyonlar ve yaşamak istediğiniz ülke, şehir için yapmanızda yarar vardır. Örneğin, Utku’nun istemediği; üniversitede araştırma
görevi ve master öğrenimi (üniversitede kariyer),
yurt dışında çalışma, askeriye ve devlet kurumlarında (son zamanlarda çok iyi pozisyonlar için ilanlar
çıkıyor) sözleşmeli çalışma gibi olasılıkları ve İzmir
116
dışındaki bütün şehirleri baştan eledik.
Utku’nun iş başvuruları ve firmaların yaptığı testler bu konu ile ilgili olduğu için biraz daha bilgi vermek istiyorum. Firmalar başvuranları önce yetenek,
genel kültür, meslek, dil sınavlarından geçiriyor.
Bu sınavlarda başarılı olanlara ise kişilik testi, lidersiz grup çalışma testi, yaratıcılık testi gibi birçok test uyguluyorlar ve çeşitli mülakatlar yaparak
değerlendiriyorlar. Artık işe girmek için bir meslek
sahibi olmak, yabancı dil bilmek ve zeki, yetenekli olmak da yetmiyor. Bunlardan daha önemli
ve öncelikli olan kişisel özellikler var. Bu özellikleri
ELEKTRİK VE BİYOENERJİ ekinde (EK-3) Kişisel
Olumsuzluklar olarak tanımlamıştım. Bunlar hepimizin, farkında olmadan sahip olduğu olumsuz kişisel
özelliklerdir. Tabi ki bu olumsuz kişisel özellikleri,
(davranışları, alışkanlıkları, huyları) bizler kendi büyüklerimizden öğrendik; çocuklarımız da bizlerden
öğreniyorlar.
Olumlu yanları az; fakat bu tür olumsuz yanları
çok olan bir insan, süper zeki olsun ve süper bir mesleği olsun neye yarar ki? Çalıştığı kuruma ne kadar
fayda sağlayabilir ki? Bir kişinin kendisine, eşine,
çocuklarına, yakınlarına, çalıştığı kuruma, ülkesine,
doğaya ve insanlığa yararlı olabilmesi için öncelikle bu kişisel olumsuzluklarını azaltması gerekiyor.
Olumsuz kişisel özellikler fayda değil, zarar getirmektedir.
Bu nedenle kurumlar, kişisel olumsuzlukları en az
olan insanları kadrolarına almaya ve aldıkları ele-
117
manların olumsuz yönlerini değiştirme, geliştirme
yönünde gayret gösteriyorlar; yani en iyi elemanı
seçmeye çalışıyorlar; çünkü teknolojinin ilerlemesi
ile bütün sektörlerde çalışan insan sayısı devamlı
düşmektedir ve ileri teknolojik ortamda çalışan
insanların mesleki ve kişisel vasıflarının ise çok
yüksek olması gerekmektedir.
Bu durum işsizliği artıracağı için, ekonomik nedenlerden dolayı, eskiden olduğu gibi aileler çocukları ile birlikte (ataerkil aile olarak) ve doğal ortamda yaşamaya zorlanacaktır. Her olumsuz durumun
getirdiği olumlu bir durum (fırsat) bulunmaktadır.
Bu fırsatı değerlendirebilmek için, lütfen Elektrik
ve Biyoenerji ekini okuyunuz. EK-3’teki bilgiler; gerçekten de kendimize, çocuklarımıza, yakınlarımıza
ve arkadaşlarımıza yarar sağlayabilir.
Unutmayın! Şirketler (alıcılar), sınavlar ve iş görüşmeleri ile sizin bilgilerinizin, deneyimlerinizin,
kişisel özelliklerinizin (malınızın) değerini ölçmeye
çalışıyorlar. Bu nedenle, kendinizi birden fazla
şirkete iyi bir şekilde pazarlamanız gerekiyor.
Ayrıca; iş tatmini, mesleki gelişim, kariyer gelişimi gibi kendi beklentilerinizi de unutmayın; siz
de beklentileriniz açısından şirketlerin değerini
ölçmeye çalışın. Beklentilerinizin çoğunu karşılayabilen şirketlerde görev yapmaya özen gösterin. Malınız kaliteli ise iyi bir pazarlama yaparak, malınızı
iyi bir fiyattan satma şansınız çok yüksektir. Kaliteli
mal bulmak her zaman mümkün olmadığı için o anda
ihtiyacı olmayan kişilere bile malınızı iyi bir fiyat ile
satabilirsiniz. İyi malı ihtiyacı olan müşteriye, iyi
118
bir şekilde pazarlayamadığınız zaman ise, hem satış şansınız hem satış fiyatınız düşer. İyi pazarlama
yapamadığınız zaman, o anda ihtiyacı olan müşteriye
bile çok iyi olan malınızı hiçbir zaman satamazsınız.
DİKKAT! Çalışanların olumlu ve olumsuz özelliklerini belirlemeye yarayan kişilik envanter testinde, çapraz sorular var ve cevabı aynı olması gereken
bazı sorular (sizi yanıltmak için), testin farklı bölümlerinde farklı cümleler ile birkaç defa soruluyor.
Sınav stresi ile ve süre kısalığı nedeniyle cevabı aynı
olması gereken bu sorulara farklı cevaplar verilebiliyor. Böylece kişinin, kendisinin sadece olumlu yanlarını göstermek için gerçek dışı verdiği cevaplar
(yalan söylediği) tespit ediliyor. Bu nedenle, kişilik
envanter testinde her soruya gerçekten sahip olduğunuz kişisel özelliklere ve içinizden geçen duygulara göre cevap vermekte yarar var. Mesleki
envanter testinde ise üniversite eğitimi, aldığınız
dersler, projeler ve derslerdeki başarılarınız ile
bilgiler değerlendiriliyor. (Test esnasında ders notlarınızı gösteren transkript yanınızda bulunsun.) İş
deneyimi olanlar için mesleki bilgiler ve deneyimler,
katıldığınız kurs ve seminerler ile ilgili bilgiler de
değerlendirmeye alınıyor.
D- İNSAN YAŞAMININ DUYGUSAL BOYUTU
VE DUYGULAR
Düşünce ve düşünce gücünü irdelediğimiz konularda, duygular ile ilgili değindiğimiz iki paragrafı
aşağıda tekrar verdim.
Duygunun İngilizce karşılığı “emotion”dur. Türk119
çe olarak duygu, hareket enerjisi anlamına gelir.
Hareket (kinetik) enerjisi, hareket edilen süre boyunca harcanır ve yol almış veya iş yapmış oluruz;
yani hareket enerjisi harcanırken aynı zamanda iş
yapmaktadır. Duygularımız hareket eden enerjilerdir; yani iş yapmak için duyguların zamana ihtiyacı yoktur; çünkü hareket enerjisi varsa, zaten o
anda iş (eylem) yapılmaktadır.
Duygu, enerji olduğu için zihnimiz herhangi bir
duyguyu hisseder hissetmez harekete (eyleme)
geçmektedir. Düşünce ise güç olduğu için, harekete (eyleme) geçmeden önce zamana gereksinim
duyarız. Duygular dörtnala koşan atlar gibidir; bu
atları sadece düşünce gücümüz ile dizginleyebiliriz. DDY için duygularımızı ve düşüncelerimizi yönetmek zorundayız.
Doğal ve İçsel Enerji Kaynakları: Olumlu veya
olumsuz kişisel özellikler gibi olumlu veya olumsuz
duygular da enerji içermektedir. Allah evreni yaratırken; güneş, rüzgâr, hidrolik (su) ve jeotermal
gibi görünen DOĞAL enerji kaynaklarını insanoğlunun kullanımına (ücretsiz olarak) sunmuştur. Bilinç
öncesi, bilinçaltı, huy, alışkanlık, kişilik, ego ve
duygular da Allah’ın insana (doğumundan ölümüne
kadar) sunduğu görünmeyen İÇSEL enerji kaynaklarıdır. Düşünce ise, insanoğlunun doğal ve içsel
enerji kaynaklarını, doğanın ve kendisinin yararına
kullanabilmesini için yine Allah tarafından sadece insana verilen sınırsız bir güçtür. (bk. EK-6
TANRI VE İNSAN BEYNİ ve EK-3 ELEKTRİK VE
BİYOENERJİ)
120
Nefret ve kin duymak , zehri kendinin
içerek karşısındakinin ölmesini beklemektir.
Her nedense insanoğlu, henüz (kendine ücretsiz
olarak sunulan) içsel enerji kaynaklarının farkında
değil ve/veya bu enerji kaynaklarını olumlu yönde
kullanmayı bilmiyor. Aksine sahip olduğu içsel enerji
kaynaklarını, kendisine ve karşısındakine zarar verecek şekilde kullanıyor. Hepimiz olumlu veya olumsuz
kişisel özelliklerimizin ve duygularımızın içermiş
olduğu içsel enerji kaynağını, kendimizi motive etmek için ve doya doya yaşamak için kullanabiliriz.
İçsel enerji kaynaklarının olumlu yönde nasıl kullanılabileceğini ileriki bölümlerde açıklayacağım. Bu
amaçla hepimizin muzdarip olduğu kıskançlık duygusunu, üç boyutlu olarak (iyi kötü, olumlu olumsuz,
yararlı zararlı yönleri ile) irdeleyeceğiz.
Aşk gerçeği anlayana kadar sürer, ya sevgiye dönüşür ya da biter.
Duygusal Bilinç ve Duygu ile Bilinç Boyutu Arasındaki Fark: Duygu ve bilinç boyutu farklı kavramlardır. Örneğin; aşk bir duygudur; fakat sevgi, bir
duygu değil bilinç boyutudur. Duygular gelip geçicidir, bilinç boyutları kalıcıdır. Bütün duyguların hissettirdiklerini (tanımını) ve duyguların yönetimini
öğrenerek duygusal bilinç oluşturabiliriz. Örneğin;
hastalığımın iyileşme süreci boyunca ve bu kitabı yazarken (çok sığ olduğu için beni hasta eden) duygusal
bilincimi geliştirmekteyim. Duygusal bilinç boyutu
oluşturma ve geliştirme sürecinde düşünce gücümü,
zihinsel zekâmı ve zihinsel zekânın bir boyutu olan
121
bilincimi kullanmaktayım. Bu nedenle, duygusal zekâ
olarak bir başka zekâ tanımlaması yanlıştır. Bunun
yerine duygusal bilinç (boyutu) kavramını kullanabiliriz.
D1- DUYGUSAL ZEKÂ (DUYGUSAL BİLİNÇ)
VE EQ
EQ (Emotional Quotient) duygusal zekâ katsayısıdır. Bir insanın kendisine veya başkalarına ait duyguları anlama, sezinleme, yönetme ve yönlendirme
yetisi, kapasitesi ve becerisinin ölçütüdür. Göreceli
olarak yeni bir kavram olan duygusal zekânın tanımı
sürekli değişmekte ve güncellenmektedir. Bazı psikologlar, duygusal zekâ ve duygusal bilgi olmak üzere iki ayrı kavramın kullanılmasını tercih etmektedirler. IQ ölçümünde bilgi ve deneyim ile zekâ arasındaki fark oldukça açıktır. EQ ölçümünde ise duygusal bilgi ile duygusal zekâ arasındaki fark oldukça
belirsizdir. Bu nedenlerle güncel EQ tanımlamaları,
uzmanların aralarında uzlaşamadıkları bir konudur.
Bazı psikologlar EQ’nun değişken, zamanla kazanılabilen ve artabilen bir yeti olduğunu iddia ederlerken,
diğerleri EQ’nun sabit olduğunu ve artırılamayacağını öne sürmektedirler. Bana göre, duygusal zekâyı
DUYGUSAL BİLİNÇ olarak tanımlamak daha mantıklıdır ve duygusal bilinç (EQ) arttırılabilir; çünkü
duygusal zekânın sadece bilinç (biliş kapasitesi) boyutu vardır, zekâ (yetenek) boyutu yoktur.
Kullanabildiğimiz bir tek zekâ vardır, o da zihinsel zekâmızdır. Matematiksel olarak, “Zihinsel
zekâ= Doğuştan gelen yeteneklerimiz + Sonradan
122
oluşturduğumuz bilinç” şeklinde tanımlanır. Bilinçaltı, bilinç öncesi öğretilenler, toplumun değer yargıları ve ego, kendi oluşturduğumuz (öz) bilince dâhil
değildir ama bu olumsuz kişisel özellikler, bilinç ve
kişilik geliştirmenin ve içsel yolculuk yapmanın önünde en büyük engeli oluşturmaktadır.
D2- DUYGULAR VE DUYGULARIN YÖNETİMİ
Öfkenin altında değersizlik duygusu yatar; insanın en ilkel ve en gelişmemiş duygusu öfkedir.
Duygular bizi doğru veya yanlış yönde harekete
geçiren enerjidir. Düşünmeden duygular ile harekete geçtiğimiz zaman yanlış kararlar veririz, hatalı
tutum ve davranışlar sergileriz, yanlış işler yaparız. İyi veya kötü, olumlu veya olumsuz duygu yoktur; bütün duyguların olumlu yönde kullanılması ve
yaşanması gerekir. Duyguların yönetilmesi gerekir,
duygular enerji olduğu için yok edilemez. Duyguların bastırılması ve patlaması bize ve karşıdaki kişiye
zarar verir.
D2.1-Duygular da Düşünceler gibi Gelip Geçicidir: Eğer zihninizi ziyarete gelen olumsuz düşünce
veya duyguya kötü ev sahipliği yaparsanız, onla ilgilenmezseniz, ona yüz vermezseniz, hatta onu kapı
dışarı ederek başka olumlu misafire zihninizi açarsanız, hiç sevmediğiniz bu olumsuz misafirler (düşünce
ve duygular) size veya başkasına hiç zarar vermeden
hemen geldikleri gibi giderler. Artık sizden ilgi göremediklerini anladıkları zaman, zorunlu olmadıkça
zihninizi tekrar ziyarete gelmezler.
123
Zihnimizin Davetsiz Misafiri Düşünce ve Duyguları Nasıl Ağırlayabiliriz?
Ben şöyle yapıyorum; uyku tutmadığı zaman, Davutlar Sahili’ne kumlar üzerinde uyumaya gidiyorum!
Akşam yatağıma girdiğim zaman, zihnimin ürettiği
olumsuz düşünceleri veya zihnimin hissettiği olumsuz
duyguları deniz dalgalarına benzetiyorum. Zihnimde
şu düşünceyi canlandırıyorum: Gözlerimi kapayarak
kendimi Davutlar Sahili’nde hayal ediyorum. Gecenin karanlığında, sahilde kumlar üzerinde yatıyor ve
gökyüzünü seyrediyorum; ay ve yıldızları gözlüyorum
ve deniz dalgalarını izliyorum. Düşünceler ve duygular deniz dalgaları gibi ardı ardına, kumsala doğru
gitgide büyüyerek bana (zihnime) doğru yaklaşıyor;
fakat hiçbir dalga, kumsal üzerinde bana doğru daha
fazla ilerleyemiyor ve sönümlenerek kayboluyor.
Arkasından bir başka duygu veya düşünce geliyor,
o da aynı şekilde benim yattığım kumsala ulaşamadan sönümleniyor. Ardı ardına kumsala gelen düşünce ve duygular bana dokunamıyor; çünkü kumsalda
dalgaların bana ulaşamayacağı bir yerde yatıyorum,
dalgaların zihnimde konuk olmasını istemiyorum, sadece dalgaların gelişini ve kumlar üzerinde kayboluşunu; yani denizin doğal güzelliğini ve zihnimin içsel
güzelliğini izliyorum. Zihnimin bu kadar düşünceyi
nasıl üretebildiğini ve duyguları nasıl hissedebildiğini merak ediyorum. Bazen de kalkıp kumsala gelen
dalgalar üzerinde, kıyı boyunca koşmaya başlıyorum;
ayaklarıma çarpan dalgaların serinliğini ve sıçrayan
suların bedenimi ıslatışını hissediyorum, dalgalar
ile oynaşıyorum, dalga geçiyorum... Sonra Davutlar
124
Sahili’nden Güzel Çamlı Sahili’ne kadar gecenin karanlığında, ayın ve yıldızların ışığı altında koşuyor,
yürüyor, eğleniyor, denizle ve dalgalar ile bütünleşiyorum.
İşte sizi rahatsız eden, uyumanıza engel olan
duygu ve düşünceler ile böyle dalga geçerek zihninizi onlardan uzak tutabilirsiniz; olumsuz duygu
ve düşüncelerin zihninizi esir almasını önleyebilirsiniz. Sabah sahilde (yatağınızda) uyandığınız
zaman dalgasız, sakin ve tertemiz bir denizle
(zihinle) karşılaşırsınız. Güzel Çamlı’ya gelmişken,
tatlı Kamuran teyzenize ve candan Taner eniştenize
uğrayarak onlarla birlikte çok güzel bir sabah kahvaltısı edersiniz. Hele Hatice ve Lütfiye teyzeniz
de, kısa da olsa Güzel Çamlı’ ya tatil için gelmiş ise
onlara doya doya sarılarak anne özlemini giderirsiniz. Bu yöntem hayal de olsa, beni hem mutlu ediyor
hem de kolayca ve kısa sürede uyutuyor.
Düşünce ve Duygular Deniz Dalgası Gibidir: Zihnimiz uçsuz bucaksız okyanuslar ve denizler gibidir,
düşünce ve duygularımız ise dalgalar gibidir. Okyanuslar ve denizler çok nadiren sakin ve durgundur,
çoğu zaman dalgalıdır, bazen ise kızgınlığından içi
içine sığmaz dev dalgalar üretir, çalkalanır ve
köpürür. Bu okyanus ve denizlerin doğal davranışıdır. Ardı ardına düşünceler üretmesi ve duygular
hissetmesi de zihnimizin doğal bir davranışıdır.
Büyük denizlerin büyük dalgası olur. Okyanus içinde
(büyük zihinlerde) oluşan depremin (depresyonun),
tsunami oluşturarak insanı yerle bir etmesi ve bilincini yok etmesi de çok doğaldır.
125
D2.2- Duygular ve Mesajları: Korku ve haz,
yaratılışımızdan (derinlerden) gelen ana duygularımızdır. Duyguların hepsi, yaratılışımızdan ve/
veya sonradan kazandığımız kişisel özelliklerimizden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, bazı duyguların arkasında derin istek ve arzular veya ego olduğu
gibi başka duygular da olabilir. Önemli olan, bütün
duyguların ve kaynağının farkına vararak düşünce gücü ile duyguları yönetebilmektir. Duyguların
içerdiği enerjiyi olumlu yönde, örneğin bilinç gelişimi
ve kişilik yönetimi gibi çok yararlı işlerde kullanabiliriz.
Mutluluk, sevinç, coşku, doyum ve haz gibi
duyguları olumlu olarak; korku, endişe, kızgınlık,
üzüntü, kıskançlık, nefret, utanç ve suçluluk gibi
duyguları olumsuz olarak algılarız. Olumlu düşünceler mutluluk, olumsuz düşünceler üzüntü oluşturur. Üzüntü ve depresyon, geçmiş ile ilgili olumsuz
şeyler düşündüğümüz zaman; endişe ve anksiyete ise gelecek ile ilgili olumsuz şeyler (kaygılar)
düşündüğümüz zaman oluşur. Az çok herkes stres
ve depresyon altındadır veya anksiyete eşiğindedir.
Endişe (problem çıkmadan önlem alma ve sürekli
plan, proje yapma düşüncesi) ve üzüntü (pişmanlık
duygusu ve yaşanmış olumsuzlukların sürekli düşünülmesi) anı yaşamaya ve doya doya yaşamaya
engel olur.
Duygular, yanlış düşünceler oluşturarak veya düşünmeye fırsat bırakmadan, bizi yanlış kararlar vermeye zorlayarak, yanlış davranışlar (eylemler, işler)
yapmaya yönlendirebilir. Duygular ve rüyalar, bir
126
postacı gibi bize şifreli mesajlar getirir. Vücudumuz bilgedir, duygular ve rüyalar zihnimizin
ve ruhumuzun mesajlarıdır. Düşünce gücünü kullanarak duyguların nereden, niçin, neden geldiğini;
yani içerdiği mesajı ve mesajın kaynağını anlayabiliriz. Mesajın içeriğini ve kaynağını öğrendikten
sonra, yine düşünce gücünü kullanarak kendimiz ve
yakınlarımız için yararlı işler yapabiliriz; yani duyguların enerjisini olumlu işlere veya davranışlara
dönüştürebiliriz. Bazen, (altıncı his olarak adlandırılan) duygu ile hareket etmek bize, yakınlarımıza
veya arkadaşlarımıza yarar sağlayabilir. Örnek vermeyeceğim. Bu kitabı yazarken örnek kendiliğinden
karşımıza çıkacaktır.
Düşünme işlevi uykuda devam eder; bu nedenle sabahın erken saatlerinde, zihninizi odakladığınız
problemi çözmüş olarak veya güfteyi, şiiri, kitabı
yazmış olarak veya araştırdığınız konuda bir buluş
yapmış olarak uyanırsınız. Bu nedenle, daha önce
yaşamayarak içinize bastırmış olduğunuz duyguların enerjisi rüyanızda boşalabilir. Bilinçaltı korkularınızın ve sıkıntılarınızın (anksiyete) nedenleri rüyanızda kendiliğinden çözümlenebilir. Bu tür
problemleri çözmek için zihninizi odaklamanız ve
bilinçlenme yönünde çaba göstermeniz yeterlidir.
(Bu konuyu Depresyon, Anksiyete ve Panik Atak
başlığı altında ayrıntılı olarak irdeleyeceğiz.)
D2.3-Duyguların Yönetimi ve Necdet’ten İnciler: Duygular ve duyguların yönetimi konusu, bu kitaba sığdırılamayacak kadar geniş kapsamlı ve ayrıntılı olduğu için, DDY kitabını tamamladıktan sonra,
127
her bir duyguyu ayrı ayrı ele alarak; duyguların
tanımı ve bize hissettirdikleri; duyguların bastırılması ve patlaması; duygu, düşünce ve diğer
içsel enerji kaynaklarının yönetimi ve empati konusunu kapsayan ve her yaş gurubuna hitap eden
sisteme, yönteme ve uygulamaya yönelik ayrıntılı
bir kitap hazırlamayı düşünüyorum. (Duyguların
Yönetimi ve Empati konusu, ayrıca resmedilmesi gereken ulu bir ağaçtır. Bu konunun DDY ağacının ince
bir dalı olarak kalmasına gönlüm razı olmuyor.)
İçsel enerji kaynaklarının olumlu yönde nasıl kullanılabileceğini, yukarıda bahsettiğim kitapta çok
ayrıntılı olarak irdeleyeceğiz. Sizlerin hiç aklınıza
gelmeyecek örnekler ile içsel enerji kaynaklarını
olumlu yönde nasıl kullanılabileceğinizi açıklayacağım
ve bunun için gerekli yöntemleri vereceğim. Şimdi,
Kıskançlık Duygusunun Yönetimi konusunu üç boyutlu olarak irdelemeye başlayalım.
Kıskançlık duygusuna geçmeden önce, isterseniz hiçbir kitaptan, internetten yararlanmadan ve
hiçbir kimseye soru sormadan, “duygu” kelimesinin
bize neler ifade ettiğini birlikte 5N1K soruları ile
bulmaya çalışalım. Problem çözme tekniği kullanalım
isterseniz. Problem çözmek için problemin kaynağını
bulmamız gerekiyor. Olumsuz düşünce veya duyguların kaynağı nedir? Düşünce ve duygu, bir probleme
çözüm bulamadığınız zaman mı geliyor? İsterseniz
önce “Duygu nedir?”, diye soralım. Duygu nereden ve
niçin gelir? Duygunun duyu ile ilişkisi var mı? Duygu,
kulağımız ile bir sesi duymaya benziyor galiba. Bu
son soru zihnimde çağrışım yaptı: Bütün yakınlarım
128
ve arkadaşlarıma gönderdiğim ilk e-maili hatırlattı
bana. Aşağıda verdiğim Necdet’ten İnciler başlıklı e-maili beraber inceleyelim. Neler yazmışım tam
olarak ben de hatırlamıyorum. Sadece duyular ve
duygular ile ilgili olduğunu hatırlıyorum.
İnsanları uyudukları derin uykudan
ancak dürterek veya şamar atarak uyandırabilirsiniz.
Bütün yakınlarıma ve arkadaşlarıma, 8 Nisan 2008
tarihinde ilk defa böyle bir konuda e-mail gönderme
gerekliği, içime bir duygu (altıncı his) olarak geliyor.
Galiba bu tarihte, yirmi beş yıldır Ege (denizin)’de
yaşamakta olan bir levrek (Necdet balığı), oltaya
takıldığını ve yaşam denizinden (Kuşadası Davutlar Sahili’ndeki) sıcak kumsallara doğru çekilmekte
olduğunu fark ediyor ve o günden bugüne kadar
yakınlarına ve arkadaşlarına, kendilerinin de yaşam
denizinin dışına çıkarılmış olduğunu göstermeye çalışıyor ama nafile, bir türlü başaramıyor. Her nasılsa, kendini tekrar hasta etmeyi başarıyor.
Anlatan mı anlatamıyor yoksa anlamayan anlamaya mı çalışmıyor veya beni duymuyor, dinlemiyor,
gönderdiğim e-mailleri okumuyor ve inatla değişime, gelişime karşı direniyor. Bu durumu anlamak
için, kitap sonunda EK-3’ten EK-16’ya kadar vermiş
olduğum e-mailleri okuyabilirsiniz. Anlamayan ve/
veya anlamak istemeyenler, DDY kitabını okuyunca
balığın sudan çıktığını anlayacaklar mı? Kesin olarak
hayır ama şu anda kitap taslağının sadece başlangıç
bölümlerini okuyarak, kitabın bir önce bitmesini iple
129
çeken ve DDY kitabını yakınları ve arkadaşları ile
paylaşmak için özlemle ve merakla bekleyen çok
sayıda arkadaş ve yakınım var.
Aşağıda anlatacağım Sufi hikâyesindeki bilge gibi,
suskun davranarak gerçek bilgelik örneği göstermek
veya anlayan anlamayana anlatsın diyerek, bilgelik
maskesi takmak (bilgelik egosunu tatmin etmek),
benim için devamlı uygulayacağım iyi bir yöntem
olabilir. Bundan sonra tekrar hasta olmamak için
hikâyedeki Sufi mistik gibi davranmak zorundayım.
Çok ünlü bir Sufi hikâyesi: Sufi bir mistik
hac için Mekke’ye gidiyormuş. Yol üzerinde küçük bir kasabaya ulaşmış ama daha o
varmadan önce kasabalılar, büyük bir mistiğin oradan geçeceği haberini aldığı için
tüm ahali bir araya toplanmış. Mistik son
derece sessiz bir adammış ve kasaba halkı ,
ona bir konuşma yapması için yalvarmış.
“Biz aylardır bekliyoruz. Şimdi gelmiş olduğuna göre senin söylediğin bir şeyi duymadan seni bırakamayız,” demişler. Usta isteksizmiş. “Ama söyleyecek hiçbir
şeyim yok ,” diye yanıtlamış; fakat kasabalılar dinlememiş, ısrar etmeyi sürdürmüşler. Usta, “ve bildiklerim de söylenebilir
şeyler değil .”, demiş ama halk yine dinlememiş. Usta ne kadar isteksiz davranırsa , onlar da doğal olarak o kadar ilgili bir
hâle gelmişler. Ustaya, “Sen bize bir mesaj verene kadar
130
burada oturup oruç tutacağız; çünkü bu
kasabadan aydınlanmış bir insan çok nadir olarak geçiyor. Senin gitmene izin veremeyiz.”, demişler.
Bu yüzden usta, konuşma yapmayı kabul etmiş. Camiye gitmişler. Tüm kasaba,
ustanın söyleyecekleri konusunda büyük
bir beklenti içinde bir araya toplanmış
ve ustanın daha önce hiçbir yerde konuşmadığını biliyorlarmış. Binlerce kilometre
uzaktan geldiği ve herkes ondan konuşma
yapmasını istediği hâlde o, hep sessizliğini korumuş. Kasaba halkı çok mutluymuş.
Ustanın konuşmayı kabul etmesi çok büyük
bir ayrıcalıkmış. Usta gelmiş. Dinleyicilerin karşısında
durmuş ve tek bir soru sormuş: “Size ne söyleyeceğimi biliyor musunuz?” Dinleyicilerin hepsi , “Nasıl bilebiliriz
ki? Bilmiyoruz.”, diye yanıt vermiş. “Senin
ne söyleyeceğini hiçbirimiz bilmiyoruz.”
Usta, “O zaman ben ne hakkında konuşacağımı bile bilmeyen bu kadar cahil bir
kalabalığa konuşamam.”, demiş. İnsanlar şaşkınlık içindeymiş ve usta
oradan uzaklaşmış. İnsanların arzusu daha
şiddetli bir hâl almış. Verdikleri yanıtın
doğru olmadığını düşünmüşler. “Evet, usta
haklı; bu kadar cahil bir topluluğa nasıl
konuşabilir?” Koşup ustayı geri getirmişler
131
ve “Bize tekrar sor. Verdiğimiz yanıt yanlıştı ama geri gel ve bize bir şans daha ver.”,
demişler. Usta gelmiş ve “Ne hakkında konuşacağımı biliyor musunuz?”, diye sormuş. Kalabalık , “Evet! Hepimiz ne konuda
konuşacağını biliyoruz.”, demiş.
Usta, “O zaman buraya kadar. Eğer zaten
biliyorsanız, o zaman benim size anlatmama ne gerek var? Ne kadar da aydınlanmış
bir kasaba.”, demiş. İnsanlar daha da şaşırmış ve usta yine
camiyi terk etmiş. Kendi aralarında konuşmaya başlamışlar. Tüm kasaba halkı
bu konuda müthiş bir heyecan içindeymiş;
“Ne yapacağız? Usta yarın sabah tekrar yola
çıkacak . Bir yolunu bulmamız gerek .” Konuşmuşlar, tartışmışlar ve bir çözüm
bularak gecenin yarısında gidip ustayı
kaldırmışlar ve “Biz geri geldik; yanıtımız
yanlıştı . Tekrar sor.”, demişler.
Usta camiye geri dönmüş ve tekrar sormuş, “Ne hakkında konuşacağımı biliyor
musunuz?” ve insanların yarısı “Evet ”, yarısı ise “Hayır ” diye yanıt vermiş. Bu yöntemin işe yarayacağına eminlermiş. Ustanın
bu durumda konuşmaktan kaçınma olasılığı yokmuş. Usta ise şöyle demiş, “Ha, ha, ha! Öyleyse
132
bilenler bilmeyenlere anlatsın . Benim konuşma yapmama ne gerek var? Sadece insanlara söyleyin; birbirleri ile konuşsunlar.
Bana kesinlikle ihtiyaç yok .”
Kazanmaya en yakın olduğumuz an , en
savunmasız olduğumuz andır. Depresyon ve
anksiyete hastası olmadan 5-6 yıl kadar önce, çocuklarımızın üniversite eğitimi ve Manisa’da sürdürmekte olduğumuz işimizi geliştirmek için İzmir’e
taşınma sürecini anlatsam çok güzel bir Türk dizi
filmi olur. Bu konunun ayrıntısına girmeyeceğim ama
zihnimi sadece bu projeyi (bazı yakınlarım için de
çok önemli olan İzmir’de iş kurma ve geliştirme projesini) gerçekleştirmeye; yani sonuca odaklamış
olmam nedeniyle, projeyle ilintisi olan bir durumu
öngöremediğim için (yani yazılı, çizili, planlı bir projeyi fırsatçı bir başka planın nasıl bozabileceğini
düşünemediğim için), İzmir’e adım atar atmaz (2005
Eylül ayında) hiç beklemediğim öyle bir olay oldu ki
bütün planlarımızı, projelerimizi ve beni yerle bir
etti. Bu olay, beni hem majör depresyona soktu
hem de kısmi felç geçirmeme neden oldu. Bu nedenle yoğun çalışma yaşamına son vererek emekli olmak zorunda kaldım.
Bu hastalıklardan, ablamın bana hediye ettiği
Ferrari’ye binerek (Ferrari’sini Satan Bilge kitabını
okuyarak) kurtuldum ve sağlığım yanında Manisa’da
yerle bir olan iş yeri, ev ve çocukların okul düzenini
İzmir’de (çok yoğun ve tempolu bir çalışma ile); ancak 2008 Nisan ayında yeniden kurabildim. Bu arada, benim İzmir’de kurmak istediğim iş projesinin
133
kendisine sağlayacağı çok önemli yararları göremeyen fırsatçı planın, kendi için uyguladığı iş projesi
de çok olumsuz ve kötü bir şekilde sonuçlanmıştı.
Hem maddi açıdan altından kalkılması çok zor olan
boyutlara ulaştı hem manevi hem de sağlık açısından
hem kendisine hem de bütün yakınlarına zarar verdi. Yukarıda belirttiğim problemleri (sadece kendi
problemimi değil, fırsatçı planın kendi kendisine ve
yakınlarına yarattığı bütün problemleri) çözerken,
fırsatçı plan taraftarlarının karşıma çıkardığı kişisel
engeller (davranışlar, tepkiler, eylemler), aşiretimiz
için eğitimin şart olduğunu gösteriyordu. Sadece
problem çözmüyor, aynı zamanda çözüme yardımcı
olması gerekenlerin açtığı savaşa karşı savunma yapıyordum.
Bu nedenle, Necdet’ten İnciler e-maili ile birlikte Kaliteli Yaşam Projesine başlamış oldum. Beş yıl
boyunca, önümdeki dik yokuşları güçlü ve hızlı bir
şekilde çıkabilmek amacıyla, Ferrari’yi yüksek devirli kullandığım için 2010 Eylül ayında ikinci kez duvara (majör depresyon ve genel anksiyete hastalığına)
tosladım. Gaz pedalını devamlı köklediğim için Psikiyatrist Dr. Damla Hanım’ın deyimi ile motoru (zihnimi) boğmuşum. Bu hastalıklardan da yine ablamın
hediye ettiği Duyguların Simyası ve Ruh Eczanesi
kitabı ile kurtulduğumu söyleyebilirim.
Necdet’ten İnciler: 8 Nisan 2008, İzmir (Parantez içinde aldığım cümleleri, incilerimi okurken
şimdi yazıyorum.) İnsanoğlunun gözü ve kulağı olmasaydı; yani gözümüzü, kulağımızı
ve düşünce , duygularımızı sürekli kontrol
134
etmeyi (yönetebilmeyi) başarabilmemiz durumunda neler olabilirdi?
- Çirkinlikleri , kötülükleri ve olumsuzlukları görmez, duymaz ve kafamıza takmazdık;
- Sinirlenmez, tepki göstermez, üzmez ve
üzülmezdik; endişe ve kaygı duymazdık;
- Eleştirmez, bilgi sahibi olmadığımız
konularda konuşmaz, dedikodu yapmaz,
kıskanmaz, hırslı olmazdık;
- Gereksiz ve önemsiz şeyleri kendimize stres etmezdik ve daha uzun , sağlıklı ,
mutlu, sakin , neşeli bir şekilde yaşardık .
Çünkü insanoğlu yaradılışı gereği olarak ,
gördüğü ve duyduğu şeyleri beyninde otomatik olarak değerlendiriyor ve tepki gösteriyor; yani beynimizin değerlendirmesi
sonucunda , vücudumuzda otomatik olarak
birtakım salgılar üretiliyor ve yukarıdaki
belirttiğim duyguları zihnimizin hissetmesi sağlanıyor.
(Size söylediğim gibi “duygu” kelimesi, “duyu” kelimesinden türetilmiş olabilir. DDY kitabı başında
duyular konusunda, “Beynimiz ile duyarız ve beynimiz ile görürüz.” demiştim, haklıymışım. İnciler de
haklı; inciler olaya sadece bir açıdan bakıyor. Babam
ise yıllardır incilerden daha önemli açıdan bakıyor.
Babam incilerden daha haklı. Kör ve sağır olmanın
yararları mı önemlidir, yoksa zararları mı? Lütfen
incileri izlemeye devam ediniz.)
135
Bilgisayar, telefon ve TV gibi bilgi , iletişim araçları ve kara, deniz, hava ulaşım
araçları teknolojilerinin çok hızlı bir şekilde gelişmesi , insanoğlunun yaşamı için çok
önemli kolaylıklar ve faydalar sağlamıştır;
fakat bu teknolojilerin gelişmesi , daha önce
insanoğlunun görmediği , duymadığı , bilgi
sahibi olmadığı çirkinlikleri , kötülükleri ,
olumsuzlukları görmesine , duymasına ve
beyninde değerlendirmesine; yani insanoğlunun yukarıda belirtmiş olduğum olumsuz duygu ve düşüncelerin içinde yaşamını
sürdürmesine neden olmaktadır. (İnciler; bilişim çağının, levreği denizden çıkardığını fark ediyor.)
Dünyamızdaki ve ülkemizdeki siyasi ,
sosyal , ekonomik problemleri; yaşadığımız
şehir, çevremiz, işimiz, okulumuz, ailemiz
içinde sürekli karşılaştığımız olumsuzlukları ve sorunları , bu sorunların nedenlerini ve aynı ortamda olmak istemediğimiz insanları sürekli görmek ve dinlemek ,
insanların olumsuz duygu ve düşüncelere
sürekli olarak kapılmasına neden olmaktadır. Ayrıca çevre baskısı , birtakım gereksiz ve faydasız gelenek , görenek , törelerimiz; yasaların , ailelerin , öğretmenlerin ,
yöneticilerin gereksiz ve faydasız kuralları , bizleri ve özellikle gençlerimizi saldırgan ve/veya vurdumduymaz hâle getiriyor.
(İnciler; uygarlık ve teknolojinin, levreği susuz bı-
136
raktığını ve levreğin suya tekrar özlem duymaya
başladığını fark ediyor.)
Çözüm yolları ise devamlı okuduğumuz
ve hepimizin çok iyi bildiği şeyler aslında:
- Bardağın devamlı dolu yarısını görmek , boş yarısına bakmamak;
- Uzak Doğu felsefelerini ve yaşam tarzını uygulamak , şehir kargaşasından uzakta
ve doğal ortamda yaşamak , doğal ve bitkisel
ürünlerle beslenmek , spor yapmak , sorunlara olumlu yaklaşmayı , olumlu düşünmeyi ve zihnimizi bir noktaya odaklamayı
(meditasyon) öğrenmek gibi …
- Zekâ, yetenek , beceri ve deneyimimize
uygun , başarabileceğimiz hedefler koymak;
bizi aşan büyük hedefler koymamak;
- Çözebileceğimiz sorunları hemen çözmek , çözemediğimiz sorun ile birlikte yaşamayı öğrenmek;
- Geçmişteki hatalarımızı üzülmek için
değil , aynı hatayı bir daha yapmamak ,
ders almak , deneyim edinmek için hatırlamak;
- Kendimizin , çocuklarımızın , yakınlarımızın geleceği için kaygı ve endişe duymamak;
- Az eleştirmek ve çokbilmiş olmamak ,
kıskanç ve hırslı olmamak;
137
- Küçük , gereksiz ve önemsiz ama bizi
ve yakınlarımızı mutlu edebilecek şeyleri
daha sık ve sürekli yapmak;
- Sonuca odaklanmamak ve süreci yaşamak , başarısız sonuca üzülmemek ve
başarısızlığın nedenlerini aramak gibi …
(İnciler, levreğin tekrar yaşam denize dönebilmek
için çözüm yolları aradığını fark ediyor ama babamın
fark ettiğini fark edemiyor.)
Şimdi, incirlerin hakkını babama verelim. İnsan
kör ve sağır olsaydı, birçok duyguyu hiç hissetmezdi. Bu durum insanın hiç kaygı duymadan, üzülmeden,
kızmadan çok rahat ve mutluluklar içinde (bir hayvan veya ot gibi) yaşamasını sağlayabilirdi. Öyleyse
neden Allah, insana duyu ile birlikte duygu vermiş
acaba? Neden kullanması için bedava içsel enerji
kaynağı vermiş? Çünkü zaten insanların binde dokuz yüz doksan dokuzu duygusuz. Onlar zaten hiç
üzülmüyor, hiç kaygılanmıyor ve vurdumduymaz bir
şekilde yaşıyor. İç ve dış dünyalarında, onları endişelendirecek ve üzebilecek hiçbir şey yok. Onlar
zaten kör ve sağır. Babam, “Allah onları dünya boş
kalmasın diye yaratmış.”, derdi. İnciler gibi babam da çok haklı değil mi? İnsanların binde dokuz
yüz doksan dokuzunun dünyada varlığı ile yokluğu
belli değil ki. Onlar bu dünyada değil, ayda yaşıyor
sanki; çünkü onlar insan yaşamının, insanlığa ve doğaya yarar sağlamak olduğunu bilmiyorlar. DDY’nin
farkındalık gerektirdiğini bilmiyorlar. Koyun sürüsü
gibi güdülerek yaşadıklarının farkında değiller ki.
Onlar, bilişim çağında yaşıyor olsaydı; göz göre göre
138
bu kadar duygusuz kalabilirler miydi? Çirkinliklere
ve olumsuzluklara göz göre göre tepkisiz kalabilirler
miydi? Babam, “Allah akıl dağıtırken neredeydiniz?”, derdi. Allah, elindeki aklı ve duyguyu binde
bir kişiye dağıtmış durumda. Neden sadece ota ihtiyacı olan koyunlara akıl ve duygu versin ki? Binde
bir kişi çirkinliklerin, kötülüklerin, olumsuzlukların
yarattığı duyguyu (içsel enerjiyi), aklı ile tepkiye
dönüştürerek iç ve dış dünyayı cennete dönüştürmek için (olumlu yönde) kullanıyor zaten. 999 kişi
yanında, akıl ve duygu sahibi bu 1 kişi de kör ve
sağır olsaydı NELER olurdu? NELER olmaması için
Allah insanlara akıl ve duygu denen içsel enerjiyi
bahşetmiş işte. Baba dediğin bilge olmalı. Lütfen
uyanalım! Lütfen yakınlarımızı ve arkadaşlarımızı
uyaralım ve uyandıralım! Bin de biri; iki, üç… yüz üç
yapalım.
Baş Belası Kıskançlık Duygusunu Nasıl Yönetebiliriz? Duyguların bastırılması ve yönetimi konusunu daha iyi anlayabilmek için, kıskançlık duygusunu
bir örnek ile üç boyutlu olarak inceleyeceğiz. Kimi
kimden neden kıskanırız? Kimin nesini neden kıskanırız?
1) Eşimizin başkalarını sevmesini ve onlara aşırı
ilgi göstermesini kıskanabiliriz.
2) Eşimizin başkaları tarafından sevilmesini ve
ona aşırı ilgi gösterilmesini kıskanabiliriz.
3) Arkadaşlarımızın başarılarını, sahip olduğu kariyeri, maaşını ve mal varlığını kıskanabiliriz.
139
Hiçbir çözüm mükemmel değildir ama
hiç yoktan iyidir.
Örnek (1): Ben, eşimin kendi yakınlarını sevmesini ve onlara aşırı ilgi göstermesini kıskanıyordum.
Sadece bizim çocuklarımızı ve beni sevmesini, ilk önceliği bize vermesini, eşimden devamlı istemekte ve
beklemekteydim. Zaman içinde bu düşüncenin yanlış
olduğunu ve böyle bir şeyin benim isteğimle mümkün
olmayacağını anladım. Benimle evlenmeden önce, yıllarca birlikte yaşadığı annesi, babası ve kardeşlerinden eşimi ayırmanın ona haksızlık yapmak olduğunu
düşünerek; eşimin birçok yakını ile birlikte aynı şehirde yaşamayı tercih ettim. Şimdi kardeşim Cevdet gibi ODTÜ’de kariyere devam ediyor ve/veya
Ankara’da Aselsan’da çalışıyor olabilirdim. Üstüne
üstlük, ODTÜ’de öğrenci iken yanlarında yaşadığım
ve annem kadar sevdiğim anneannem, üç teyzem ve
de bütün öğrenci arkadaşlarım Ankara’da yaşamaktaydı. Ayrıca üç saat ötede, Kırşehir’de kendi annem,
babam, ablalarım, kardeşlerim yaşamaktaydı. Eşimi
annesini, babasını, ablalarını boşayarak; sadece benle evlenmeye razı etmek için onlardan çok uzaklarda
bir yere Manisa’ya kaçırmak, çözüm olabilir miydi?
ODTÜ’de bilimsel devrimcilerin hep kullandığı bir
deyim vardı: Boru Mantığı ile (at gözlüğü takarak)
dünyanın öbür ucuna bile gitseniz, eşiniz doğarken
evlendiği hiçbir yakınından boşanamaz. Hele annesinden hiç boşanamaz, annesinden boşanmamak için
onun yerine ölebilir. Eşinden yani sizden boşanabilir, yakınlarından boşanamaz. Boru mantığı, doğanın düzenine ve dünyanın dönüş yönüne terstir.
140
Boru mantığı, insanoğlunun (annelerin) duygusal
ve ruhsal dünyasının dönüş yönüne terstir. Suyu
kaynağına doğru akıtabilir misiniz? Hayır! Güçlü iseniz ve yüzme bilinciniz varsa akıntıya karşı yüzmeyi
deneyebilirsiniz. Ben böyle yapmadım, daha kolay
bir yöntem denedim: Kırşehir sınırları içinden geçen
Kızılırmak’ı, önüne bir gever açarak Ege Denizi’ne
doğru akıtmaya çalıştım. Böylece eşimin ve kendimin
yakınlarını, ar-ge’sinde çalışmakta olduğum Vestel’in
bulunduğu Şehzadeler Şehri Manisa’ya, Kızılırmak
sürüklemiş oldu.
Evlenmeden önce gözünü dört aç, evlendikten sonra yarım aç.
Örnek(2): Eşinizin annesi tarafından çok seviliyor
olması ve eşinize sürekli çocuk muamelesi yapması,
sizin ailevi işlerinize ve kararlarınıza devamlı burnunu sokması çok kötü bir durumdur. Biricik oğlunu
evlendiren kaynana ile gelini arasında yaşanan bu
sorun, güzel Türkiye’mizde çok sık yaşanmaktadır.
Bu problemi sadece siz yaşamıyorsunuz ki. Bu sorunu yalnız başına bir veya bin gelinin çözmesi mümkün değildir. Çözüm için çocuk bilincindeki oğulların
(oğlanların) ve farkında olmadan kaynanalar ve/veya
oğlanlar ile aptalca didişen gelinlerin, önce öz kişilik oluşturması sonra kendi kişiliklerini kendilerinin
yönetmeyi öğrenmesi gerekir. Körü körüne uyguladığımız bazı gelenekleri, görenekleri ve huylarımızı değiştirmemiz ve/veya yönetmemiz gerekmektedir. (a) Kıskançlık duygusunu içinize atarak
bastırmak, hiçbir şey söylememek ve yapmamak;
zehri kendinizin içip kayınvalidenizin ölmesini bek141
lemektir. (b) İçinizdeki kıskançlık zehrini, yatakta
kocanıza akıtmak da çözüm değildir; çünkü kocanız,
annesini hiçbir zaman kıramaz; ona hiçbir şey söyleyemez. Daha önce söylediğim gibi, insanın duygusal
ve ruhsal dünyasının tek bir dönüş yönü vardır
ve o yönü sadece anneler (anne sevgisi) belirler
ve başka yöne dönmesine müsaade etmez. Başka
hiçbir kuvvet, duygusal ve ruhsal dünyayı (anne sevgisini) tersine döndüremez; fakat duygusal ve ruhsal
dünyanın dönüşü yönünde hareket ederek (en azından yatak odanızda), eşiniz ile birlikte doya doya yaşayabilirsiniz. Başkaları yüzünden, kocanız ile birlikte aynı yatakta zehirlenerek her gün ölmek yerine,
en azından yatakta anı yaşamak (değerlendirmek)
daha iyi değil midir? Derinlerden gelen hayvansal
dürtüyü (cinsellik dürtüsünün verdiği hazzı) doya
doya tadarak, sabaha kadar huzur içinde doya
doya uyumak daha iyi değil midir? Avrupa’da elin
kızı böyle yapıyor; doya doya yaşamak için her fırsatı değerlendiriyor. Hep beraber doya doya gülmek
için, yatak odasından doğal parka taşan fıkrayı bu
konu bitince anlatacağım. (c) Sürekli kayınvalideniz
ile didişmeniz de çözüm değildir. Böyle yaparsanız
kocanızı da kendinize rakip hâline getirirsiniz veya
kayınvalideniz kocanızı sizden tamamen koparabilir.
(d) En iyi çözüm, kocanızı boşayarak kayınvalidenizden kurtulmak gibi görünse de, bu çözümü uygulamaya güç bulamazsınız. Çocukların geleceği ne olacak?
Ekonomik olarak özgür değilsiniz. İşiniz olsa bile
kadın başınıza yaşamak kolay değildir. Çevreniz ne
der? Boşanmış kadına kötü gözle bakarlar. İçinizi
kemirerek size zarar vermekte olan kıskançlık duy142
gusunu, kıskançlığın yarattığı üzüntü ve depresyonu
nasıl yöneteceğiz? Bu içsel enerji kaynağını olumlu
yönde nasıl kullanacağız?
Akrabalarımızı biz seçemeyiz ama eşimizi , dostumuzu, arkadaşlarımızı , komşumuzu kendimiz seçebiliriz.
Örnek(3): Yine güzel Türkiye’mizde sürekli yaşadığımız güzel bir örnek: Çocuğunuz birkaç kezdir
girdiği üniversite sınavlarında, sizin ondan beklediğiniz başarıyı bir türlü gösteremiyor. Komşunuzun
veya arkadaşlarınızın çocukları ise sınava ilk girişlerinde istedikleri bölümleri kazandı. Siz, çocuğunuzun başarısızlığını ve geleceğini düşünerek üzüntüden depresyona giriyorsunuz, bu durumu kabul edemiyorsunuz ve içiniz içinizi yiyor. Ayrıca komşunuz
veya arkadaşlarınız, kendi çocuklarının başarısının
kendilerine sağladığı üstünlük egosunu doya doya
tatmak için farkında olmayarak bu konuda her gün
sizle sohbet ediyorlar veya bilinçli olarak size hava
atıyorlar; sizi kıskançlık krizlerine, aşağılık kompleksine sokuyorlar ve üzüntünüzü bir kat daha arttırıyorlar. Kendinize zarar vermekte olan bu yoğun
üzüntü ve kıskançlık duygusunun içerdiği enerjiyi
olumlu yönde nasıl kullanacağız?
Hayatta ne pahasına olursa olsun evlenin . Eşiniz iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursunuz veya Necdet gibi kitap
yazarsınız.
Bu örneklerin yanıtlarını, duygular ile ilgili yazacağım Duyguların Yönetimi ve Empati
143
kitabında çok ayrıntılı olarak bulabilirsiniz; fakat
neden düşüncenin gücünü kullanmıyorsunuz? Neden
5N1K yöntemini kullanmıyorsunuz? Yanıtlar, soruların içinde gizli değil miydi? Neden bilinç boyutlarınızı ve yaşanmış deneyimleri kullanmıyorsunuz?
Neden bilgelerin ruhunu çağırarak, onların bilgece
sözlerinden yararlanmıyorsunuz? Benim bu yeni kitabı yazmamı beklemek yerine yanıtı kendiniz de
bulabilirsiniz. Biraz ipucu vereyim istersiniz; kişilik
küresinin katmanları arasına gizlenmiş olan olumsuz
kişisel özellikleri ve kişilik yönetimini hatırlayın.
Bizlerin veya karşımızdaki kişilerin davranış ve
tepkilerinin arkasındaki sebepler nelerdir? Davranış ve tepkilerin arkasında gereksinimler ve istekler (dürtüler) vardır. Bu dürtülerin nedenleri,
kişilik kürenizin katmanları arasında gizlenmiştir.
Gereksinim ve istekler karşılanmadan kötü davranışlar engellenemez. Eşimizi, kayınvalidemizi,
komşumuzu ve arkadaşlarımızı anlamak (empati yapmak) zor olduğu için onların bizi anlamasını
bekliyoruz. Bilgelerin ruhu ve ben yanıtları vermiş
oldum galiba.
Aslında bu kitabı yazarken, her konu ile ilgili hem
komik hem ders veren (ama biraz belden aşağı) çok
sayıda fıkrayı hatırladım. Kibarlık egoma yenik düşerek ve konuyu dağıtmamak için bu fıkraları anlatamadım. Anlatacağım fıkra Avrupa’da geçiyor. Onların
çoğunluğu, doğanın içinde doğanın dengesi bozulmadan yapılmış olan villalarda yaşıyor. (Duygu, düşünce
ve kişisel özellikler konusunu daha iyi açıklamak için
fıkra içinde anti parantezler açacağım.)
144
Elin Kızı Fıkrası: Genç kadın kocasının iş
seyahati fırsatını değerlendirerek , kocası
evden çıkar çıkmaz sevgisini çağırıyor. (Elin
kızı değil, çok derinlerden gelen doyumsuz cinsellik
arzusu sevgiliyi çağırıyor. Bu doyumsuzluğun nedenini kocasına sormalı.) Sevgilisi ile tam iş üzerindeyken (duyguların anası olan hazzı tadarken), kocasının otomobilinin motor sesi duyuluyor.
(Kocası hava alanına kadar gidiyor; fakat
hava muhalefeti yüzünden bineceği uçak
tehir olduğu için evine tekrar dönüyormuş.)
(Kadının zihninde, kocasına ofsayt pozisyonunda yakalanma düşüncesi canlanıyor ve bu düşünce yoğun
haz duygusunu dizginliyor.) Elin kızı sevgilisine , villanın arka kapısından çıkarak kaçmasını söylüyor ve sevgili çırılçıplak arka
kapıdan çıkarak doğal parka doğru fırlıyor
(Düşüncenin sınırsız gücü sevgiliyi çırılçıplak parka
fırlatıyor). Park içindeki koşu parkurunda, insanlar eşofmanlarını giymişler koşuyorlar ve bir taraftan da yağmur çiseliyor. Çıplak sevgili parkurda hızla koşmak
(kaçmak) durumunda kalıyor. (Duyguların
anası haz yerle bir oluyor ve aşağılık bir duygu olan
utanmaya dönüşüyor. Utanma duygusu, aşağılanma
egosuna dönüşmeden hareket enerjisine dönüşüyor
ve ardından koşma eylemine yani işe dönüşüyor. Yatakta hazza dönüşemeyen arzunun enerjisi sonunda
başka bir iş yapmış oluyor.) Adam arkasına hiç
bakmadan önüne gelen herkesi sollayarak
geçiyor. (Olumsuz duygu olan utanmanın ve aşağılanma egosunun enerjisi o kadar büyük ki adam yüz
145
metreyi on saniyenin altında koşarak dünya rekoru
kırabilir.) Parkurda koşmakta olan meraklı
bayanlardan biri , adamın arkasından yetişerek neden çırılçıplak koştuğunu soruyor.
(Merak huyunun enerjisi de çok büyük, yürür gibi
koşan yaşlı kadını merak nasıl da hızlı koşturuyor.)
Adam, çırılçıplak koşmanın sağlığa daha
yararlı olduğunu söyleyerek tekrar hızlanıyor. (Adamın yanıtı sorunun içinde zaten.) Meraklı bayan , bir şeyi daha merak ediyor;
hızlanarak adama tekrar yetişiyor. (Merak
huyu kadını esir almış yönetiyor.) “Peki koşarken
neden prezervatif takıyorsunuz?”, diye soruyor. Adam hazır cevap; “Hava yağmurlu olduğu için .” (Adamın işi bu; cinsellik bilincini deneyimleyerek geliştirmiş. Ayrıca cevap çok
mantıklı; kendi hobisi olan iş için gerekli olan aletin
ıslanarak pas tutmaması gerekiyor. Aslında meraklı
kadının sorularının yanıtı adamın üzerine giyemediği;
fakat alete giydirdiği kıyafette değil mi? Yanlış sorular sormaya ne gerek var? Soru sormaya ne gerek
var?
Bu fıkrada enerjinin bir başka enerjiye dönüşümü
kanunu rekor kırdı. İç ve dış dünyamızda görünür
olarak veya görünmez olarak var olan hiçbir şey
(madde, enerji, hava, su, hayvan, bitki, beden, ruh
(insan), can, kan, düşünce, duygu, ego, huy) yok edilemez ve baskı altında tutulamaz, sadece yönetilerek başka bir şeye dönüştürülebilir. Var olan
her şey varlığına ilelebet devam eder, hiçbir zaman yok olmaz, sadece form ve boyut değişti146
rebilir. İnsanoğlu tarafından ya da kendiliğinden
evrimleşir, dönüşür, değişir ve gelişir. (bk. EK-3
ELEKTRİK VE BİYOENERJİ)
ÖNEMLİ AÇIKLAMA: Aslında DDY kitabına,
aşağıda verdiğim bölümler ile devam edecektim; fakat bu kitabı yazarken, Bilgelik Çağına Giriş başlığı
altında başka kitaplar yazma gerekliliğini hissettim.
Bu nedenle, ya aşağıdaki konulara çok yüzeysel olarak değinecektim ya da bu kitabı okuyucular için sıkıcı olabilecek çok geniş bir kitap hâline getirmek
zorunda kalacaktım. Aşağıda listesini verdiğim bölümleri, yazmayı düşündüğüm BİLGELİK ÇAĞINA
GİRİŞ: Duyguların Yönetimi ve Empati kitabına
yerleştirmemin daha uygun olacağına karar verdim;
çünkü bu kitabın sayfa sayısı çok artacağı ve konular çok dağılacağı için siz okuyucuları sıkabilirdi. Ayrıca, DDY kitabını yönteme ve uygulamaya yönelik,
olarak teknik ağırlıklı bir kitap olarak tasarladığım
için, vermiş olduğum yöntemlerin kolayca özümsenerek uygulanabilmesi amacıyla kitabı mümkün olduğu
kadar kısa tutmalıydım.
DDY kitabından çıkararak Duyguların Yönetimi ve
Empati kitabına ekleyeceğim konular şunlardır:
D3- RUHSAL BİLİNÇ VE ÖLÜM BİLİNCİ
D4- KOZMİK BİLİNÇ VE KADER BİLİNCİ
D5- SEVGİ (SEVME, SEVİLME) BİLİNCİ
D6- UYKU, RÜYA VE HAYAL KURMA BİLİNCİ
D7- MERAK, TUTKU (HEVES) VE ÖĞRENME BİLİNCİ
147
D8- BİLİNÇ AKIŞI, ESİNLENME, İLHAM VE
ÇAĞRIŞIM
D9- DEPRESYON, ANKSİYETE VE PANİK ATAK
D10- DEPRESYON VE ANKSİYETE Hastalığı Sürecinde Deneyimlemiş Olduğum Olaylar ve Bu Hastalıklar ile İlgili Yakınlarımla Yaptığım Yazışmalar
Bu kitaba ilave edemediğim Kozmik Bilinç ve
Ruhsal Bilinç konularında genel açıklamalar yaparak,
kitabın son bölümüne geçiyorum.
D3- KOZMİK BİLİNÇ VE RUHSAL BİLİNÇ
İLE İLGİLİ GENEL AÇIKLAMALAR
Hepimiz 3+1 dairemiz olsun isteriz. İş yaşamımız boyunca, büyükçe bir salonu ve üç odası olan bir
daire edinmeye çalışırız. Önemli konuklarımız için,
bayramdan bayrama kullandığımız salonun (gösteriş
egomuz için) geniş olmasını isteriz ve içindeki eşyalar kirlenmesin, eskimesin düşüncesi ile kendi salonumuzda kendimiz doya doya yaşamayız. (Salonun
karşılığı İngilizcede “living room”dur; yani yaşama
odasıdır.) Bu daireye ve içindeki eşyalara ödediğimiz
paranın en az yarısını bu salona gömdüğümüzün ve
dairenin yaklaşık yarı alanının bizim değil, başkaları (bizim gösteriş egomuz) tarafından kullanıldığının
farkına bile varmayız. Neyse konuyu dağıtmayalım;
daha önce dış dünyamızın görünen üç boyutu ve varsayılan bir boyutunun (3+1); genişlik, yükseklik, derinlik ve ZAMAN, olduğunu söylemiştik. Dünyanın
salonu olarak tanımlayabileceğimiz zaman boyutu
göreceli olmakla birlikte; evren, dünya ve insan
için geçmişe, geleceğe ve şu ana ait bütün bilgi148
leri ve evrimleşmeyi, dönüşümü, değişimi, gelişimi
içerdiği için evimizin salonundan katlarca kat daha
geniştir. (Bu konuyu Kozmik Bilinç ve Kader Bilinci
başlığı altında Duyguların Yönetimi ve Empati kitabında bütün boyutları ve ayrıntıları ile irdeleyeceğiz. bk. EK-3 ELEKTRİK VE BİYOENERJİ)
İnsanoğlunun iç dünyasının boyutları da üç oda ve
çok geniş bir salondan oluşmaktadır. İnsan yaşamının görünen üç boyutu ve varsayılan bir boyutunu
(3+1); fiziksel, zihinsel, duygusal ve RUHSAL olarak
tanımlayabiliriz. Ruhsal boyutumuz da evimizin salonundan katlarca kat büyüktür. Ruhsal boyutumuzun alt boyutlarından biri duygularımız ile ilintilidir; diğer bir alt boyutu ise canımız, kanımız,
yaşam enerjimiz ile ilintilidir.
Aslında hiçbir tanım, deyim veya kelime kafadan
uydurulmamıştır. Görünen veya görünmeyen her
şeye verilen ad veya tanım bilgeler (peygamberler,
filozoflar, düşünürler) veya onu keşfeden kâşifler
(mucitler, bilim adamları, mühendisler) tarafından
düşünülerek verilmiştir. Bu nedenle, her kelimenin
anlamı ve sahip olduğu boyutları kendi içinde saklıdır. Bu nedenle bütün soruların yanıtları sorunun
içindedir. Soru sormayı öğrendiğiniz zaman, sorunun
yanıtını öğrenmek için yukarıda saydığım bilge insanların ruhlarını çağırmanız yeterlidir. Zaten bilge insanların verdiği bütün yanıtlar (söyledikleri anlamlı
ve özlü sözler) ülkeden ülkeye, dilden dile ulu orta
her yerde dolaşmaktadır. Ruh çağırmanıza da gerek
yoktur.
149
İnsanın ruhsal boyutunun iki alt boyutu olduğunu
kendime soru sararak keşfettim. “Ruhsuz” kelimesi
bize ne ifade eder, birlikte düşünelim. Bir manzara resmi düşünün. “Resim çok ruhsuz olmuş.”, derler. Bu cümlede ruh, resmin soluk ve renksiz; yani
gerçek manzara ile karşılaştırıldığı zaman onun gibi
canlı olmadığını ifade eder. Öyleyse ruh, CAN anlamına gelmektedir. Böylece insanın ruhsal boyutuna
ait alt boyutlarından birinin biyoenerji, yaşam enerjisi, yaşam akımı (can, kan) olduğunu keşfetmiş olduk. “Ruhsuz adam” deyimi ise duyguları ile hareket
etmeyen; soğukkanlı, mantıklı veya duygusuz, hissiz
adam anlamına gelir. Öyleyse, ruhsuz adam deyimi,
duygusu olmayan veya duygularını yönetebilen adamı
ifade eder. Ruhsal olmak ise duygusal olmayı ifade
eder. Böylece ruhsal boyutumuzun diğer alt boyutu, duygularımız ile ilintilidir diyebiliriz. Ruhumuz,
duygularımızın deposudur ve duygular ruhumuzun
şifreli mesajlarıdır. (Bu konuyu Ruhsal Bilinç ve
Ölüm Bilinci başlığı altında Duyguların Yönetimi ve
Empati kitabında bütün boyutları ve ayrıntıları ile
irdeleyeceğiz. bk. EK–4 SANAL CENNET ve EK-6
TANRI VE İNSAN BEYNİ)
Dinlerin ve Uzak Doğu inanışlarının ortak noktası, tesadüf olmayan bir şekilde bütün evrenin
büyük bir güç tarafından yaratılmış olmasıdır.
İnsanın topraktan yapıldığı veya maymundan evrimleşerek oluştuğu veya evrendeki bütün varlıkların
Tanrı’nın bir parçası olduğuna inanmış olmak önemli
değildir. Önemli olan, dünyadaki bütün insanların Allah’ın (Yaradan’ın) sınırsız gücünün farkında
150
olmasıdır. Örneğin; Kur’an-ı Kerim’i Allah’ın, peygamberimize vahiy yoluyla göndermiş olması veya
peygamberimizin düşünerek yazdırmış olması önemli değildir. Peygamberleri de kendi elçisi olarak, insanüstü boyutlara sahip olarak veya normal insan
olarak yaratmış olan yine Allah’tır. Kutsal kitapları
peygamberler yazmış olsa bile, peygamberlere yazma bilincini, yeteneğini, düşünce gücünü veren yine
Allah’tır. O zaman dilimlerinde yararlanabilecekleri başka yazılı bir kaynak olmamasına rağmen kutsal kitaplar, Allah’ın verdiği düşünce gücü olmadan nasıl yazılabilir ki? Kutsal kitaplar vahiy yolu
ile sayfalar hâlinde yazılı olarak gönderilmiş veya
peygamberlerin beynine düşünce olarak aktarılmış
olsun ne fark eder. Eğer peygamberler olmasaydı
ve kutsal kitaplardaki yazılanlara insanları inandıramamış olsalardı, belki de şu anda nesli tükenen
hayvanlar gibi insan nesli tükenmiş olabilirdi veya
insanlar da hayvanlar gibi birbirini yiyerek canavara dönüşmüş olabilirdi.
Bağışıklık sistemini ve vücudumuzun (hücrelerimizin) kendini yenileme yetisini, bilincimizin ve
düşünce gücümüzün kendi kendisini geliştirme yetisine benzetebiliriz. Örneğin; İbrahim Tatlıses’in
kafatasından alınan parçalar karın derisinin altına
yerleştirilerek, kesilen kafatası kemiğinin beslenmesi, yaşaması sağlanmaktadır. İbo iyileştiği zaman,
bu kemikler karnından çıkarılarak kafatasına tekrar
yerleştirilecek ve kafatası kendi yarasını kendisi
onaracaktır. Vücudumuz çok bilgedir. Biz fark etmesek bile o, kendi kendini iyileştirmeye çalışmaktadır
151
veya önlem almamız için bizi hasta ederek sert bir
şekilde uyarmaktadır. Hayvanlar ve bitkiler bilince
sahip değil ama yaşamını devam ettirme yetisine
sahiptir. Örneğin; kökü olmayan, henüz kurumamış
(ölmemiş olan) bir çiçek sapı veya ağaç dalı nemli bir
toprağa gömüldüğü zaman, canlı kalmak (yaşamak)
için kendi kendine toprağa kök salmaktadır. Bitkilerin ve toprağın birbirini tamamlayan bir bütün olduğunu söyleyebiliriz. Bütün canlı yaşamının bir bütün
olarak şimdiye kadar sürdüğünü göz önüne alırsanız;
ister ruh, ister can, ister biyoenerji deyiniz ne önemi var. Önemli olan, öldükten sonra insan bedenin
çürüyerek toprağa dönüşmesi ve insan ruhunun,
canının (biyoenerjinin) ise bir başka formda ve/
veya boyutta yaşamaya devam etmesidir.
Bilinç ve kişilik geliştirme yöntemlerini, olumsuz
kişisel özelliklerin ve duyguların yönetimini öğrenmekten kaçarak kurtulabileceğinizi ya da öldüğünüz zaman kurtulacağınızı zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Ruhunuzun öbür dünyada doya doya yaşayabilmesi için bu dünyada bıraktığınız çocuklarınızın,
torunlarınızın sorduğu soruları ruhunuzun yanıtlıyor
olması ve onların yaşadıkları sorunları ruhunuzun
çözebiliyor olması gerekir. Onlar için duyduğunuz
gelecek endişesi ile ruhunuz gittiği yerde rahat
edecek mi? Her bayramda mezarınızın başında, çocuklarınızın ve torunlarınızın ruhunuzu okşamasını
istemez misiniz? O zaman, lütfen bu dünyada iken
bilgelik çağına giden trene atlayınız. Öbür dünyada
ruhunuzun doya doya yaşayabilmesi için bu dünyada edindiğiniz bütün birikimler ile güçlü bir lo152
komotif satın alarak, ardınızda büyük katarlar
çekmelisiniz.
E- FİZİKSEL, ZİHİNSEL, DUYGUSAL YAŞAMIN DENGESİ VE DDY
Doyumlu insan zengin insandır.
Sevgili okurlar; bu kitabı okurken farklı konulardaki bazı görüşlerimin birbiri ile çeliştiğini fark
edebilirsiniz. Hiçbir şey olumlu olumsuz, iyi kötü,
mutlu mutsuz olarak iki boyutlu değildir. Siyah ve
beyaz arasında o kadar çok gri ton var ki; ayrıca
renkleri ve onların tonlarını da ilave edersek, iç ve
dış dünyamızda sayılamayacak kadar çok boyut vardır. Ayrıca yere, zamana, koşullara, kişiye ve kişinin
o anki ruh hâline (duygu durumuna) göre, doğru ve
yanlış sürekli değişmektedir. İşte değişim ve gelişiminin gerekli olmasının asıl nedeni ve DDY da budur
zaten.
DDY Orkestra Şefliği Yapmaktır. Doya doya
yaşamayı, dünyadaki bütün ülkelere ait modern ve
yerel müzik aletlerinden oluşan çok büyük bir orkestra tarafından, bu ülkelere ait rock, pop, klasik,
şarkı, türkü, ezgi gibi her tarzdaki müzikleri tek tek
çalınırken; sizin orkestra şefi olarak çalınan müziğe
göre bazı enstrümanlara öncelik vererek, bazılarını
yavaşlatarak, bazılarını susturarak orkestrayı yönetebilme başarınız olarak tanımlayabiliriz. DDY için;
insan yaşamı ile ilgili görünen ve görünmeyen fiziksel, zihinsel, duygusal ve ruhsal bütün bilinç
boyutlarını bir orkestra şefi gibi yönetmeniz gerekmektedir.
153
DDY geçmişten ders almak ve geleceğe ders
vermektir. Fiziksel ve duygusal boyutumuz daima
şimdiki zamanda ve buradadır; fakat zihinsel boyutumuz geçmiş veya gelecek zamanda, orada burada
devamlı gezinmektedir. DDY ve anı yaşamak için
zihinsel boyutumuzu da (düşüncelerimizi de) şimdiki zamana, bu ana ve buraya getirmek zorundayız.
Düşünceleriniz şu anda burada değilse, sizin için
(farkında olmadan) ya geçmişle ilgili üzüntü duygusu yaratmaktadır ya da gelecekle ilgili endişe
duygusu yaratmaktadır. Bu nedenle DDY için ve
anı yaşamak için, düşüncelerimizi de bu ana ve
buraya gelmeye zorlamalıyız. Kendiniz farkında
olarak, bilerek ve isteyerek zihninizi geçmişe veya
geleceğe götürebilirsiniz. Bu şekilde de geçmişte
veya gelecekte de anı yaşayabilirsiniz. Bu kitabı
yazarken, bazen kendi çocukluk ve gençlik geçmişime, bazen de kendi çocuklarımın geleceğine (farkında olarak) zihnimi götürerek, hem geçmişte hem
gelecekte hem de şu anda doya doya yaşamış oldum.
Farkında olarak yaşanan geçmiş de, gelecek
de anı yaşamak gibi doya doya yaşamaktır. Anı
yaşama bilincine sahip değilseniz doya doya yaşayamazsınız. Farkında olmadan anı yaşamak ise DDY
değildir. Farkında olarak, şimdiki zamanda geleceğin nasıl yaşanabileceğini, size kendisi Karadenizli
olan lise matematik öğretmenimin anlattığı bir Laz
fıkrasını anlatarak açıklamak istiyorum. Şu anda
lise yıllarımdaki geçmişe bilinçli olarak gidiyorum;
yani kendime üzüntü yaratmak için değil, geçmişten
ders almak için gidiyorum ve gençlere ders vermek
154
amacıyla, geleceğe önlem almak için gidiyorum. Ne
yaptığımın farkındayım; öyleyse doya doya yaşıyorum. Lisede cin gibi matematik ve fizik öğretmenim
vardı; matematik ve fizik derslerini, Atatürkçülük
ve sosyalizm ile bütünleştirerek bilimsel olarak anlatırlardı. Bu öğretmenlerimin, bize DDY felsefesini
anlatmaya çalıştıklarını, şimdi geçmişi düşündüğüm
zaman fark ediyorum. DDY geçmişten ders almaktır ve geleceğe ders vermektir.
Geçmiş ve Gelecek için Laz Fıkraları: Bu fıkra
aynı zamanda, DDY için önümüze çıkan bütün yolların denenmesi ve yaşanması görüşümü destekleyen
iyi bir örnektir. Önümüze çıkan yollardan tek birini
seçer ve sadece o yolda ilerlersek, doğru veya yanlış diğer seçenekleri yaşamamış oluruz. Deneyim kazanmak ve DDY için, önümüze çıkan bütün yolların
ve seçeneklerin yaşanması gerekiyor ama hatalı seçim yaptığınızı en kısa sürede fark ederek bu yoldan
geri dönmeniz gerekir. Bu yolu kaderiniz olarak kabul edip yolun sonuna, ölene kadar gitmeniz gerekmez veya Laz gençler gibi sanal olarak (düşünerek,
hayal ederek) geleceği yaşayabilir ve çıkabilecek sorunlar için önceden önlem alarak askerde sorun yaşamayabilirsiniz. Laz zekâsı ile kaderinizi (geleceğinizi) kendiniz yazarak, yaşam süreçlerinizi kendiniz
yönetebilirsiniz. Laz şivesini bilmediğim için fıkrayı
normal ifadeler ile anlatacağım.
Rahmetli Ecevit ’in başbakanlık döneminde , Kıbrıs’a yapılan Barış Harekâtı
zamanında askerlik çağına gelmiş iki Laz
genç aralarında konuşuyorlar. İdris, “Bu
155
dönem bizi askere almasalar iyi olur.” diyerek , Temel’e “Acaba bizi şimdi askere çağırılar mı?”, diye soruyor. “Kafana takma.”,
diyor Temel ve devam ediyor: “Önümüzde
iki yol var; ya askere çağırırlar ya çağırmazlar. Çağırmazlar ise iyi ama çağırırlar
ise iki yol var; ya bizi Kıbrıs’a gönderirler
ya Türkiye’de kalırız. Türkiye’de kalırsak
yine iyi ama bizim bulunduğumuz birliği
Kıbrıs’a gönderirlerse yine iki yol var önümüzde; ya bizim birlik geride kalır ya cephede savaşır. Geride kalırsa yine bize bir
şey olmaz ama cepheye gönderirlerse yine
iki yol var; ya ölürüz ya kalırız. Ölürsek
yine iyi , şehit olarak direkt cennete gideriz
ama sağ kalırsak iki yol var; ya gazi olarak
memleketimize döneriz ya esir düşeriz. Gazi
olursak hayatımız garanti altında olur ama
esir düşersek yine iki yol var önümüzde;
ya bizi mübadele ederler ya da esir kampına gönderirler. Mübadele ederlerse yine
memlekete sağ salim dönmüş oluruz ama
esir kampına gönderirlerse yine iki yol var;
ya esir kampından kaçarak kurtuluruz ya
orada toplu katliam yaparlar. Kaçıp kurtulursak yine güzel ama katliamda ölürsek yine iki yol var; cesetlerimizi ya sabun
yaparlar ya kâğıt yaparlar. Sabun olursak
yine iyi , insanların işine yaramış oluruz
ama kâğıt yaparlarsa iki yol var; ya karton
ya da tuvalet kâğıdı yaparlar. Karton da işe
yarar ama tuvalet kâğıdı yaparlarsa o za156
man boku yedik .” Temel olmadan, olması muhtemel bütün olasılıkların farkına vararak gelecekte
anı yaşıyor. Kaderimizi değiştirme seçeneği bizim
elimizde değil mi? Biraz düşünce, biraz zekâ ve
biraz öngörü (vizyon) ile geleceğinizi kendiniz yönetebilirsiniz.
İkinci bir Laz fıkrası daha: Temel ile İdris takaları (sandal) ile balık tutmak için
Karadeniz’e açılır. Hem sohbet ediyorlar
hem balık tutuyorlar. Biraz mürekkep yalamış (öğrenim görmüş) olan Temel , İdris’e
hava atmak için sorar: “Sen İngilizce bilir
misin?”; “Yook”, der İdris. “O zaman yarım
adamsın .”, der Temel . Bir süre sonra Temel yine sorar: “Sen matematik bilir misin?” İdris yine “Yook” der. “O zaman çeyrek adamsın .”, der Temel . Bir süre daha
geçer (üstün görünme ve aşağılama egosu dürter),
Temel “Sen fizik bilir misin?”, diye sorar
bu sefer ve İdris yine “Yook”, der. “O zaman
sekizde bir adamsın .”, der Temel . Bu arada deniz dalgalanmaya başlamış ve fıkra
bu ya, sandal alt kısımdaki bir delikten su
almaya başlamıştır. İdris bu durumun farkındadır ve bu sefer o Temel’e sorar: “Sen
yüzme bilir misin?”; “Yook”, der Temel . “O
zaman sen sıfır (ölü) adamsın .”, der İdris.
Eğitim, bilim ve bilgi Laz balıkçının işine yaramadı; çünkü denizden ekmeğini kazanan birisi için en
önemli, en gerekli ve en öncelikli olan yeti (bilinç boyutu), dalgalı denizlerde uzun mesafeli yüzmeyi de157
neyimleyerek öğrenmek değil mi? Temel için İngilizce, matematik, fizik dersi yaşam denizinin ortasında
hiçbir zaman kullanmayacağı bilgilerden ibarettir.
Yaşam denizinde (doya doya) yaşayabilmek için
yüzme ve dalma bilinci edinmek gerekmektedir.
DDY kitabını yazarken, aklıma o kadar çok sayıda
(bize ders verebilecek) fıkra, hikâye, anı ve örnek
geldi ki; konuyu dağıtmamak için bunları size (farkında olarak) anlatmadım. Umarım, yazmayı düşündüğüm diğer kitaplarda bunları sizler ile paylaşabilirim.
DDY için olmazsa olmazları maddeler hâlinde
tekrar hatırlayalım:
GÖZLEM ve FARKINDALIK olmasa DDY olmaz.
MERAK ve ÖĞRENME olmazsa DDY olmaz.
HAYAL ve DÜŞÜNCE olmazsa DDY olmaz.
SORU ve YANIT olmazsa DDY olmaz.
EVRİM ve DÖNÜŞÜM olmazsa DDY olmaz.
DEĞİŞİM ve GELİŞİM olmazsa DDY olmaz.
BÜTÜNE ve BENLİĞE varmadan DDY olmaz.
YETENEK ve KİŞİLİK bilinci olmazsa DDY olmaz.
DUYGUSAL ve RUHSAL bilinç olmazsa DDY olmaz.
FİZİKSEL ve ZİHİNSEL bilinç olmazsa DDY olmaz.
KOZMİK ve KADER bilinci olmazsa DDY olmaz.
YAŞAM ve ÖLÜM bilinci olmazsa DDY olmaz.
SÜRECİ ve ANI yaşamadan DDY olmaz.
158
YÖNETME ve LİDERLİK olmasa DDY olmaz.
SEZGİ ve ÖNGÖRÜ olmazsa DDY olmaz.
Geçmişten DERS ALMA olmazsa DDY olmaz.
Geleceğe DERS VERME olmazsa DDY olmaz.
BİLGİ ve DENEYİM olmazsa DDY olmaz.
BİLGELİK ve USTALIK olmazsa DDY olmaz.
Abraham Lincoln’un, oğlunun öğretmenine gönderdiği mektup ile kitabı sonlandırıyorum. (Bu konuyu BİLGELİK ÇAĞINA GİRİŞ: Öğrenmeyi Öğrenme ve Bilinç Geliştirme kitabında bütün boyutları ve ayrıntıları ile irdeleyeceğiz.)
Öğret ona ki ...
“Öğrenmesi gerekli , biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını ... Fakat
şunu da öğret ona; her alçağa karşılık bir
kahraman , her bencil politikacıya karşılık
kendini adamış bir lider vardır.”
“Her düşmana karşılık bir de dost olduğunu da öğret ona. Zaman alacak biliyorum; fakat eğer öğretebilirsen ona , kazanılan bir doların , bulunan beş dolardan
daha değerli olduğunu öğret. Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona!.. Ve hem de kazanmaktan neşe duymaya, kıskançlıktan
uzaklara yönelt onu.”
“Eğer yapabilirsen , sessiz kahkahaların
gizemini öğret ona. Bırak erken öğrensin ,
zorbaların görünüşte galip olduklarını .”
159
“Eğer yapabilirsen; ona, kitapların mucizelerini öğret; fakat onu, sessiz zamanlar
da tanı . Gökyüzündeki kuşların , güneşin
yüzü önündeki , arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedî gizemini düşünebileceğini ... Okulda hata yapmanın , hile
yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona. Ona, kendi fikirlerine inanmasını
öğret. Herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi ...”
“Nazik insanlara karşı nazik , sert olanlara karşı da sert olmasını öğret ona . Herkes
birbirine takılmış bir yöne giderken , kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma. Tüm insanları dinlemesini öğret ona;
fakat tüm dinlediklerini gerçeğin eleğinden
(mantık süzgecinden) geçirmesini ve sadece
iyi olanları almasını da öğret.”
“Eğer yapabilirsen , üzüldüğünde bile
nasıl gülümseyeceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret. Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına
inananlara, dudak bükmesini öğret ona ve
aşırı ilgiye dikkat etmesini ...”
“Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını; fakat hiçbir zaman
kalbi ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını
öğret. Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa , dimdik
dikilip savaşmasını öğret. Ona, nazik dav160
ran; fakat onu kucaklama; çünkü, ancak
ateş çeliği saflaştırır. Bırak , sabırsız olacak
kadar cesarete sahip olsun . Bırak , cesur
olacak kadar sabrı olsun . Ona , her zaman
kendisine karşı derin bir inanç taşımasını
öğret. Böylece insanlara karşı da derin bir
inanç taşıyacaktır.”
“Bu büyük bir taleptir. Ne kadarını yapabilirsen bir bak bakalım. O, ne kadar
iyi , küçük bir insan . Oğlum...”
SON SÖZ
İnsanoğlunun düşünce (ve hayal kurma) yetisini,
teknolojiyi geliştirmek için yeterince kullanmış olduğunu; insanoğlunun düşünme yetisini, bilincini,
bilgi birikimini teknoloji geliştirmek yerine, artık
DDY için gerekli olan kendini tanıma, kendini geliştirme, içsel yolculuk yapma, kozmik bilinç ve diğer bilinç boyutlarını geliştirme yönünde kullanması gerektiğine inanıyorum. İnsanoğlunun geliştirdiği
teknolojiyi ve bilgi birikimini evren, dünya, doğa
ve canlıların (insan, hayvan, bitki) emrinde; yaradılışından itibaren doğal olarak var olan sistemi, düzeni, dengeyi, döngüyü, evrimi korumak ve
geliştirmek (bilişim çağının son görevi) için kullanmasının, kendi yaşamına daha fazla yarar getireceği kanısındayım. Bu nedenle, bilişim çağının bu son
görevini de layığı ile tamamlayarak, önümüzdeki bin
yılda bilgelik çağı olarak devam edeceğine yürekten
inanıyorum. Bilişim çağının bilgelik çağına dönüşmesi
161
yönünde, DDY kitabının ve bu içerikteki benzer yayınların katkı sağlayabileceğini düşünüyorum.
Doya doya yaşayabilmek için düşünebildiğim ve
kendi bilincimle farkına varabildiğim kadarıyla, en
azından bu kitapta değinmeye çalıştığım bilgi ve deneyimleri bilinç alanımıza aktararak ve uygulayarak
kendimin, yakınlarımın, arkadaşlarımın ve siz değerli
okurların daha kaliteli yaşayabileceğine inanmaktayım. Kendi içsel yolculuğumu yapmak için, DDY için,
bireysel olarak “Kaliteli Yaşam Projesi”ni gerçekleştirebilmek için, kısacası öncelik ile kendim için bu
kitabı yazmaya başladım. Ticari gelir elde etme gibi
bir kaygım olmadığı için bu kitabı doya doya hazırlıyorum ve her cümlesi ile bütünleşerek doya doya
yaşıyorum. İş yaşamımda yazarlığı hobi olarak değil; kendim, ekibim ve patronum için gerekli olduğu
ve eğitim şart olduğu için yapıyordum. Yararlı bir
hobi bulduğum için ve kitap yazma hobisi bana
içsel yolculuk yapmayı ve doya doya yaşamayı öğrettiği için çok mutluyum.
Bu kitabı hazırlamak için gerekli araştırma ve düşünme faaliyetlerini tamamlar tamamlamaz, ilk önce
içsel yolculuk yapacağım. Sonra, hasta iken eksik ve
hatalı olarak hazırlamış olduğum “Kendimi Değiştirme ve Kaliteli Yaşam Planı”nı güncelleyeceğim (bk.
EK-1). Daha sonra ise, DDY için ilk uygulama adımlarını atmaya başlayacağım. Başta Ülker ablam, Ahmet eniştem, Hatice teyzem, Evşen ve Berrak olmak
üzere bu kitabın yazılmasında emeği geçen herkese
tekrar çok teşekkür ederim.
162
Çocukluk günlerimizden bugüne kadar olumlu
olumsuz, iyi kötü ve güzel şeyleri farkında olmadan
(bilinçsizce) yaşadığımız için bugüne kadar geçen
günleri boşa harcamış olduk. Bu kitabı okuduğumuz
zaman, doya doya yaşayabilmenin farkındalık gerektirdiğini öğrendik. Olumlu olumsuz, iyi kötü ve
güzel her şeyin farkında olarak doya doya yaşamanız
dileğiyle…
Üzülme! Dert etme can! Görebiliyorsan ,
dokunabiliyorsan , nefes alabiliyorsan ,
yürüyebiliyorsan , ne mutlu sana! Elinde
olmayanları söyleme bana. Elinde olandan
bahset can! Üzülme! Geceler hep kimsesiz
mi geçecek? Gidenler dönmeyecek mi? Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu
bir gecede veya bir bahar sabahında karşına çıkmış. Bil ki , güzellikler de var bu
hayatta. Gelgitlerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin? Mevlana
Bilgelik Çağına Giriş başlığı altında yazmayı planladığım kitap listesini aşağıda verdim.
1.KİTAP: “Bilgelik Çağına Giriş: Doya Doya Yaşamak”
2.KİTAP: “Bilgelik Çağına Giriş: Duyguların Yönetimi ve Empati”
3.KİTAP: “Bilgelik Çağına Giriş: Kişilik Yönetimi
ve Bilgelik”
4.KİTAP: “Bilgelik Çağına Giriş: Öğrenmeyi
Öğrenme ve Bilinç Geliştirme”
163
Kaliteli yaşam felsefesi ile ilgili geçen senelerde
hazırlamış olduğum ve kitap içinde referans gösterdiğim yazıları (bk. EK-3, EK-16) kitap sonunda bulabilirsiniz.
Bilgelik çağında doya doya yaşamak ve yeni bilgelik kitaplarında buluşmak dileğiyle…
Necdet KAYNAK, İzmir (10 Mart – 20 Nisan
2011)
164
EKLER VE REFERANSLAR
EK-1 ANLAMLI VE ÖZLÜ SÖZLER (04.04.2011)
Derleyenler: Ülker&Ahmet ÖZMERT ve Hatice
KAYA
Gelecek bilgiyi üretenlerindir. Mustafa
Kemal Atatürk
Yaratıcı fikir geliştirebilmek için , sıradan görünen her şeye diğer insanlardan farklı bir gözle bakmak gerekir. George
Kneller
İnsan uçurumun kenarına
kanatlanamaz. Kazancakis
varmadan
Hiçbir sorun , sorunu yaratan bilinç düzeyinde çözülemez. Einstein
Elmas yontulmadan , insan yanılmadan
mükemmelleşemez. Konfüçyüs
En büyük olgunluklar, en büyük zorlukları aşarken gelir.
Bir dert atlatıldıktan sonra insana kazanç olarak döner. Goethe
Kendini bilmeyi öğrenen hiç kimse , önceden olduğu gibi kalmaz. Thomas Man
Başkalarına verebileceğiniz
armağan kendi değişiminizdir.
en
büyük
Beni öldürmeyen her şey beni güçlendirir. Nietzsche
165
Bilge insan kendi mutluluğunun ustasıdır. Platos
İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen , bu nice okumaktır. Yunus Emre
Düşünüyorum öyleyse varım. Deskartes
Kendini tanı . Sokrates
Uygarlığın bedeli nevrozdur. Freud
İnsan inandığıdır. Anton Çehov
Dün iptal edilmiş bir çektir, yarın emre
hazır bir senettir, bugün ise peşin paradır,
bugünden yararlanın . Kaylydns
Ben bilmediğimi bildiğim için , diğer insanlardan daha akıllıyım. Sokrates
Aklı pazara çıkarmışlar, herkes kendi
aklını almış.
Altın ateşte , cesur adam felaketlerde anlaşılır. Seneca
Başkalarının deneyimlerinden ders alacak kadar bilge birisi var mıdır? Başkalarının deneyimlerinden ders alın , insan
bütün hataları kendi yapacak kadar uzun
yaşamıyor. E. Roosevelt
Düşünceleriniz ne ise hayatınız odur.
Hayatınızın gidişini değiştirmek istiyorsanız, düşüncelerinizi değiştiriniz. Marcus
Aurelius
166
Işık , kişinin kendi karanlık yüzüyle
yüzleşebildiği ölçüde ortaya çıkar. Bu yüzden , kendin olmak cesaret ister. Yaşam cesurları sever. Nilgün
Uçurtmalar rüzgâr gücü ile değil , o güce
karşı koydukları için yükselir. William
Churchill
Dışarıya bakan rüya görür, içeri bakan
gerçeği . Carl Jung
Cehennem yerinde hiçbir ateş yoktur,
herkes kendi ateşini yanında götürür. Karacaoğlan
Bilinçaltındaki kayıtlar bilince çıkmadıkça, karşımıza kader olarak çıkar.
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki bir ön
yargıyı yok etmek , atomu parçalamaktan
daha zordur. Einstein
Ne ilginçtir ki insanlar, özgürlük için
ölüyor ama kendi yarattıkları tutsaklıklardan özgürleşmek için yapabileceklerini
merak etmiyorlar. B.Barton
Ey insan! Sen kendini ne sanırsın , alem-i
ekber senin içinde . Hz.Ali
Ego, ben onurludur; ego gururludur; ego
bilinci tutsak kılar. Nilgün
Bir ben var benden de içeri . Yunus Emre
Bir düşünce ekersin davranış biçersin ,
bir davranış ekersin alışkanlık biçersin ,
167
bir alışkanlık ekersin karakter biçersin ,
bir karakter ekersin kaderini biçersin .
Başkalarının bizi kızdıran davranışları ,
kendimizi anlamaya yol açar. Jung
Alışkanlıklarımızı önce biz, sonra da
onlar bizi oluşturur. Rob Gilbert
Küçük insanların büyük gururu olur.
Voltaire
Hoşgörüsüzlük kendinize ve davanıza
güvenmediğinizin bir işaretidir. Gandi
En büyük bulmaca, bir benden ibarettir.
Yunus Emre
İnsan ancak oyun oynayan bir çocuğun
ciddiyetine ulaştığı zaman , kendisi olmaya
çok yaklaşmıştır. Heraclitus
Aynı şeyler yaparak farklı sonuçlar elde
edilmez. Einstein
Mükemmellik , abartı , mübalağa ve felakete odaklanmak gelişmeyi engeller.
Öfkenin altında değersizlik duygusu yatar. İnsanın en ilkel ve en gelişmemiş duygusu öfkedir. Freud
Ölüm iyi yaşanmış bir hayatın başına
konan taçtır. İching
İyi ölebilmek için iyi yaşamış olmak gerekir. Tibet Atasözü
168
Ölüme , yanıp kül olmuş bir kale dışında
hiçbir şey bırakmayın . Kazancakis
Aldığın her nefesi fırsat bil , ot değilsin
yeniden bitmezsin . Ömer Hayyam
Ey yaşam! Seni bu kadar kıymetli tutuşum ölüm sayesindedir. Seneca
Yaşam Tanrı’nın armağanıdır. Mutlu yaşam ise senin düşüncelerinin armağanıdır.
Mutlu yaşam, doğayla uyum içindedir. Seneca
İnsan merakını yitirdiği anda ölür. Graham Swift
Geçmişe öfkeyle , geleceğe endişe ve panikle bakma; etrafına farkındalıkla bak . Doyumlu insan zengin insandır. Lao Tze Su
Kendine yalan söylemeyi bıraktığın zaman yaşamın daha zevkli hâle gelir. Mutluluk senin doğal hâlindir. Mutluluğun
kaynağı içinde , mutluluk iç kaynaklıdır.
Nilgün
En büyük korkumuz ne kadar küçük olduğumuzu bilmek değildir. En büyük korkumuz ne kadar büyük olduğumuzun farkına varmaktır. Bizi korkutan karanlığımız değil ışığımızdır: Yanıtından korktuğumuz soru şudur: “Ben kimim ki bu kadar harika, yetenekli ve güçlü olabileyim?” 169
Sen evrenin , Tanrı’nın çocuğusun . Küçük oynaman dünyaya hizmet etmez. Başka insanlar, yanında kendilerini güvende
hissedesin diye , küçük oynamanın hiçbir
yüceliği yok .
İçimizdeki Tanrı’nın yüceliğini yansıtmak için dünyaya geldik . Sadece bazılarımız değil ; her birimiz kendi ışığımızın
parlamasına izin verdiğimizde , başkalarının da ışıklarını yaymalarına izin veririz.
Korkularımızdan
özgürleştikçe ,
varlığımız diğer insanları da özgürleştirir.
M.Williamson
Güneşi gözden kaçırdım diye gözyaşı dökersen , yıldızları da gözden kaçırırsın .
Dünle beraber gitti cancazım; ne kadar
söz varsa düne ait, şimdi yeni şeyler söylemek lazım. Mevlana
Bir güçlükle karşılaştığınızda, kedinize
bir kaçış yolu değil bir çıkış yolu arayın .
L.Weatherford
Düşünceleriniz ne ise hayatınız odur.
Hayatınızın gidişini değiştirmek istiyorsanız düşüncelerinizi değiştiriniz. M.Urelius Beden er geç bıkkınlık verir insana , düşünceden başka hiçbir şey güzel ve ilginç
kalmaz; çünkü düşüncedir gerçek yaşam.
Filozoflar yüz mucize görürler bir günde ,
bilgisizler ve düşüncesizler ise günlük iş170
lerden , alışılmış uğraşlardan başka hiçbir
şey görmezler… B.Shaw Nereye gittiğini bilen insana , dünya bir
kenara çekilip yol verir.
Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi
görün . Mevlana Malını kaybeden bir şey kaybetmiştir,
şerefini kaybeden çok şey kaybetmiştir, cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmiştir. Goethe
Olgun adam hatalarının sebebini kendin
de arar, çılgın ise başkalarında. Konfüçyüs
Hiddetli isen hiçbir şey yapma; fırtınalı
havada yelken açılmaz.
Birisine kedine gelmesi için atılabilecek
en güzel tokat, onu kendisi ile yüzleştirmektir.
Kazanmaya en yakın olduğumuz an , en
savunmasız olduğumuz andır.
Akrabalarımızı biz seçemeyiz ama eşimizi , dostumuzu, arkadaşlarımızı , komşumuzu kendimiz seçebiliriz.
Kaybettiklerini değil kendini kazan .
Evlenmeden önce gözünü dört aç, evlendikten sonra yarım aç.
Gecenin en karanlık olduğu an sabaha
en yakın zamandır.
171
Akıllı insan idare eder, cahil insan iftira eder, aciz insan şikâyet eder, olgun insan
sabır eder.
Karşılaştığınız sorunu sadece eleştirirseniz sorun iki katına çıkar; sorunu sadece
düşünmekle yetinirseniz sorun yerinde sayar; soruna çare bulursanız sorun sorun olmaktan çıkar.
Beklemekte olduğun şey ancak onu unuttuğunda gerçekleşir. Bu, evrenin sen bakarken soyunamıyorum deme şeklidir.
Ne mükemmel şeydir ki dev gibi bir güce
sahip olmak , ne zalimce şeydir ki onu bir
dev gibi (canavarca) kullanmak .
Asalet boyda değil soyda olmalı , incelik
belde değil dilde olmalı , doğruluk sözde
değil özde olmalı , güzellik yüzde değil yürekte olmalı .
Akıllı insan kendi yaşadıklarından ,
daha akıllı insan hem kendi hem başkalarının yaşadıklarından ders alır.
I am the only one who sees the whole picture , that ’s why what they mean by genius.
BerrakDağ
Önce para kazanmak için zaman ve sağlığımızı harcarız. Sonra sağlığımızı geri
kazanmak için zaman ve para harcarız.
172
Gençken yemekleri siz yersiniz, yaşlanınca yedikleriniz sizi yemeye başlar. Süleyman Demirel
Şimdiye kadar vücudun sana baktı şimdi
sen ona bak .
Bilmediğini bilmeyen insanlar ile boşu
boşuna uğraştığımı öğrendim; çünkü onlar
bilmediklerinin farkında olmadıkları için
veya bildiklerini zannettikleri için düşünmeye , öğrenmeye , araştırmaya, değişime ,
gelişime ihtiyaç duymazlar. Ayrıca başkalarını dinlemezler ve devamlı kendi bildiklerini (hatalar) yaparlar. Bilmediğini
bilen ve gurur meselesi yaparak bilmediğini (gerçekleri) gizlemeye çalışmayan insanlar ise dinlemeye , anlamaya, düşünmeye ,
okumaya, öğrenmeye , araştırmaya, değişime , gelişime açık olan insanlardır. Necdet
Kaynak
Geçeklerden kaçamazsınız. Gerçekler sizden hızlı koşar.
Gerçekleri saklayamazsınız.
mızrak gibidir çuvala sığmaz.
Gerçekler
Güneş balçıkla sıvanmaz.
İnsan açlıktan ve susuzluktan değil bilgisizlikten ölür.
Tekâmüle engel mükemmeldir, değişime
ve gelişime engel egodur.
173
Hakkında konuştuğunuz şeyi ölçebildiğiniz ve sayılarla ifade edebildiğiniz zaman ,
o konu hakkında bazı şeyler biliyorsunuzdur; fakat onu ölçemiyor, onu sayılarla ifade edemiyorsanız, o konu hakkındaki bilginiz eksiktir ve tatmin edici değildir. (When you can measure what you are
speaking about, and express it in numbers,
you know someting about it; but when you
cannot measure it, when you cannot express
it in numbers, your knowledge is of meager
and unsatisfactory kind .) Lord Kelvin
Beni sevene canım feda, sevmeyene elveda. Doğa Güngör
Dağları delmeli , yolları geçmeli , kendine gelmeli insanlık . Doğa Güngör
Ya çare sizsiniz, ya da çaresizsiniz.
Yarabbi! Bildir de ben beni bileyim, beni
bilen ben ile kendime geleyim. Benim bensizliğim ile ben seni bileyim, seni bilmeyen
beni ben neyleyim? Mevlana
İki şey sınırsızdır: (1) evren sınırsızdır
(2) insanoğlunun aptallığı sınırsızdır ama
birincisinden emin değilim. Einstein
Canım yeğenim; eline, koluna, yüreğine sağlık. Çalışmalarında kolaylıklar dilerken eğer içlerinden ilginç bulduğun, kullanmak istediğin sözler olursa ben
de ablanlar gibi bir kaç özlü sözü aşağıya yazıyorum.
Sevgiyle sağlıkla kal canım! Hatice (11.04.2011) 174
“Yaşamakla, ‘Yaşamayı Bilmek’ arasındaki farkı görebiliyor muyuz?”
MUTLULUK ( William Shakespeare)
Kendimi her zaman mutlu hissederim.
Neden biliyor musunuz?
Çünkü kimseden bir şey ummam.
Beklentiler daima yaralar.
Hayat kısadır.
Öyleyse hayatınızı sevin .
Mutlu olun ve gülümsemeye devam edin .
Sadece kendiniz için yaşayın ve
-Konuşmadan önce dinleyin ,
-Yazmadan önce düşünün ,
-Harcamadan önce kazanın ,
-Dua etmeden önce bağışlayın ,
-İncitmeden önce hissedin ,
-Nefret etmeden önce sevin ,
-Vazgeçmeden önce çabalayın ,
-Ölmeden önce yaşayın .
Onu yaşayın ve ondan hoşnut olun .
175
“Sevginin gücü, yüce olan sevgiyi aştığı
zaman dünya aydınlanacaktır.” M. Balbay
“Kaybetmekten korkma! Bir şeyi kazanmak için bazı şeyleri kaybetmelisin ve
unutma kaybettiğinde değil , vazgeçtiğinde
yenilirsin .” CHE
“Hepimiz, birbirimizden nefret etmeye
yetecek kadar dindar olduk ama birbirimizi sevecek kadar inançlı olamadık .” J. Swift
“Eğitim, kafayı (bilinci) geliştirmektir,
hafızayı doldurmak değil .”
“Hataları saklamak , düzeltmekten daha
çok acı verir.” B. Franklin
“Dün yaptığınız şey size hâlâ iyi görünüyorsa, bugün yeterli değilsiniz demektir.”
“İnsanları yargılarsan , onları sevmeye
zaman kalmaz.” Rahibe Teresa
“Çocuklarınız, onlara sunduğunuz maddi olanakları değil , onlara yaşattığınız güzel duyguları ve sevginizi anımsarlar.” R .
E.
“Yönetimlerin en kötüsü, masum ve suçsuz insanların korktuğu yönetimdir.” İlhan
Cihaner
“Muhteşem zekâlar, daima sıradan beyinlerin şiddetli muhalefeti ile karşılaşır.”
176
“Kişinin gelecekteki umudu, onun şimdiki gücünün kaynağıdır.” D. Cüceloğlu
“ ‘Niçin’i olan biri , bütün ‘Nasıl’lara göğüs gerebilir.” NİETZSCHE
“Bugün hayatımın geri kalan kısmının
ilk günü.” C. Dederich
“Gerçek olan bir tek yarış vardır: insanlık yarışı .” G. More
“Hayatta tek korktuğum şey, kendimle
yüzleştiğim andır.”
“Esas endişelenmen gereken zaman , kimsenin seni eleştirmediği zamandır.”
“İyi yaşamak için acele et, her gün başlı
başına bir hayattır.” Seneca
“Akılsızca sözler gibi akılsızca suskunlukların da hesabını vermek zorunda kalabiliriz.” B. Franklin
“Pek çok insanın , diğerlerinin boşa harcadığı zamanı kullanarak öne geçtiğini
gözlemledim.” H. Ford
Üzülme! Dert etme can! Görebiliyorsan ,
dokunabiliyorsan , nefes alabiliyorsan ,
yürüyebiliyorsan , ne mutlu sana! Elinde
olmayanları söyleme bana. Elinde olandan
bahset can! Üzülme! Geceler hep kimsesiz
mi geçecek? Gidenler dönmeyecek mi? Yitirdiğin her ne ise , bir bakarsın yağmurlu
bir gecede veya bir bahar sabahında kar177
şına çıkmış. Bil ki; güzellikler de var bu
hayatta. Gelgitlerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin? Mevlana
Hz. Muhammed’ten Bilim ve Bilgelik ile İlgili
Sözler NK (25.04.2011, İzmir)
Faydalanılmayan bilgi , harcanmayan ve
kimseye hayrı olmayan define gibidir.
Çin’de bile olsa bilgiyi arayın , bulun ve
getirin .
Bilginin mürekkebi , şehidin kanından
daha kutsaldır.
İnsanların en kötüleri , insanlar arasına
katılan kötü bilginlerdir.
Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz.
Cahiller cesur olurlar. Acı da olsa doğruyu söyleyiniz.
Bir ağacın yenilen meyvesi , o ağacı dikenin sadakasıdır.
Tanrı bir kimseye hayır dilerse , onun
bilgisini arttırır.
Öğrenmekten ve bilgiden daha üstün ve
iyi nitelik yoktur.
Dünyayı isteyen bilime , ahireti isteyen
bilime , hem dünyayı hem ahireti isteyen
yine bilime sarılsın .
178
Bilim bir avdır, yazı avın ayaklarını
bağlar. Avı kaçırmamak için bilimi yazı ile
belirtiniz.
Bilime ve bilginlere saygı gösterenler bana
saygı göstermiş olur.
Bilimin sonu var diyen , bilime haksızlık etmiş olur.
Bilgisizler içinde bir bilgin , ölüler içinde bir diri demektir.
Bilginlerle tanışıp görüşme ibadet yerine
geçer.
Bilgi ibadetten üstündür.
Bilginler yeryüzünün ışıklarıdır.
Bilgisini kötüye kullanan insan en kötü
insandır.
179
Erdal Atabek’in, 80. doğum günü nedeniyle kaleme aldığı bu yazısını çok beğenmiştim. Siz sevdiklerimle paylaşmak istedim. Sevgiyle kalın. Güzelce
kalın…Hatice, (13.04.2011)
GERÇEKTE KAÇ YAŞINDASINIZ?
SOKRATES’i okudunuzsa yaşınız 2500
olmalıdır.
GALİLE’yi biliyorsanız 800 yaşındasınız.
BEETHOVEN’i seviyorsanız 240 yaşındasınız.
Endüstri çağını anlıyorsanız 300 yıl ekleyin .
Tarım kültürünü biliyorsanız yaşınıza
10 bin yıl daha katın .
Gerçekte kaç yaşındasınız?
Nüfus kâğıdına bakarsanız yanılırsınız,
gerçekle ilgisi yoktur.
Gerçek , aklınızın yaşıdır.
Gerçek , bilincinizin yaşıdır.
Gerçek , duygularınızın yaşıdır.
Gerçek , yaşadıklarınızın yaşıdır.
Gerçek , anladıklarınızın yaşıdır.
Gerçek , yaptıklarınızın yaşıdır.
Gerçek yaşınızı merak ediyor musunuz?
Yaşadıklarınızdan ne anladığınızı sorun .
180
Yaşamınızı sorgulayın .
Sokrates’i yaşam rehberiniz yapın .
Gerçek yaşınızı mı soruyorsunuz?
Umutlarınıza bakın .
Kararlarınıza bakın .
Yaşama sevincinize bakın .
Neden yaşamak istediğinize bakın .
Yapmak istediklerinize bakın .
İradenize bakın .
Dünyaya bakın .
Dünyanın geleceğine bakın .
O geleceğe ne katabileceğinize bakın .
Gerçek yaşınızı göreceksiniz...
181
EK-2 KENDİMİ DEĞİŞTİRME VE KALİTELİ
YAŞAM PLANI: NK (23.01.2011)
Dün yaptığınız şey size hâlâ iyi görünüyorsa, bugün yeterli değilsiniz.
Gerekli
gereksiz, önemli önemsiz, yararlı yararsız ne kadar
çok şey yazmışım. Hasta iken bilincim karma karışık
(işletim sistemine virüs girmiş) olduğu için zihnim
(ALU) bilinç boyutlarını kullanamıyordu.
A- KENDİMİ TANIMA VE DEĞİŞTİRME
PLANI
1- Hızlı hızlı ve heyecanlı konuşma alışkanlığını
değiştirme
2- Hızlı yemek yeme alışkanlığını değiştirme
3- Yemek yerken devamlı konuşma alışkanlığını
değiştirme
4- Her şey için acele etme (acelecilik) alışkanlığını
değiştirme
5- Heyecan duygusunu azaltma ve soğukkanlı olma
alışkanlığı edinme
6- Her zaman relaks ve rahat olma duygusunu
arttırma
7- Başka bir yerde rahat edememe ve sıkılma
duygusunu azaltma
8- Yakınlarıma sıkıntı oluyorum düşüncesini
değiştirme
9- Yakınlarımı değiştirme çabasından vazgeçme ve
beklentilerimi azaltma
10- Yakınlarıma karşı aşırı sorumluluk duygusunu
azaltma
182
11- Mükemmelci ve işkolik olma davranışını
değiştirme
12- Başka düşüncelere dalmadan bu anı yaşama
alışkanlığı edinme
13- Geleceğe ve sorunları önlemeye odaklı yaşam
tarzını değiştirme
14- Geçmişi ve geleceği düşünmeden bugünü
yaşamayı öğrenme
15- Küçük şeyleri önemseme ve mutlu olma
alışkanlığı edinme
16- Sevgi ve sevinç duygularını gösterme (dışa
vurma) alışkanlığı edinme
17- Özel günleri hatırlama ve kutlama alışkanlığı
edinme
18- Eleştirme, suçlama, kınama ve şikâyet etmeden
kaçınma alışkanlığı edinme
19- Eleştirilere ve suçlamalara karşı savunmaya
geçmeme, tepki göstermeme ve söylenen hiçbir
sözden etkilenmeme alışkanlığı edinme
20- Hiçbir şeye öfkelenmeme ve moral bozmama
alışkanlığı edinme
A- RUHUMU BESLEME VE SAĞLIKLI, MUTLU YAŞAMA PLANI
1- Yıllık sağlık kontrolü (check-up) yaptırma
2- Pozitif yaşam (olumlu ve güzel şeyler düşünme
alışkanlığı)
3- Dengeli, bilinçli ve sağlıklı beslenme
183
4- Sağlıklı, formda görünüm ve kilo kontrolü
5- Dik durma, yürüme, oturma ve sırtüstü yatma
alışkanlığı edinme
6- Her gün nefes egzersizi, dengeli duruş
hareketleri ve diğer hareketler
7- Her gün 5-10 km yürüyüş veya bisiklet (Balçova
ve Davutlar)
8- Her gün 1 km yüzme ve 30 dk güneşleme
(Davutlar)
9- 7 saat düzenli uyuma, gün arası şekerleme ve
dinlenme
10- Güzel görünüm ve kişisel bakım (tıraş ve banyo
sonrası)
11- El ve ayaklarımdaki nasırları azaltma (Davutlar)
12- Her gün Relax&Tone cihazı ile vücut masajı
13- Her gün gevşeme ve rahatlama egzersizleri
14- Bahçe işleri ve onarım işleri ile uğraşma
(Davutlar)
15- Yeni hobiler edinme (fotoğrafçılık, balıkçılık,
avcılık)
16- Her gün 15-30 dakika müzik dinleme
17- Gezi turları düzenleme ve/veya katılma
18- Spor (futbol, voleybol, masa tenisi) karşılaşması
düzenleme ve/veya katılma
184
19- Doğa yürüyüşü düzenleme ve/veya katılma
20- Tatil, eğlence, yemek
düzenleme ve/veya katılma
organizasyonları
21- Gazete, dergi ve kitap okuma
22- Sinema, tiyatro ve maça gitmek
23- TV seyretme (spor karşılaşması, müzik, film,
dizi, belgesel)
24- Her gün 15-30 dakika düşünmek için zaman
ayırma
25- Düşünce ile ilgili (özlü sözler, IQ soruları,
fıkra) tartışma ve değerlendirme
185
EK-3 ELEKTRİK
(26.01.2010, İzmir)
VE
BİYOENERJİ
NK
A- VARLIKLARIN ENERJİ GEREKSİNİMİ
Evrende var olan her şey, varlığını devam ettirebilmek için enerji içermektedir; yani evrendeki
her şey, yapısını koruyabilmek ve fonksiyonlarını
yerine getirebilmek için enerjiye gereksinim duymaktadır. Enerji, evrendeki canlı ve cansız bütün
varlıklar içinde değişik biçimlerde (formlarda) bulunmaktadır; elektrik, kinetik (hareket), potansiyel
(durağan), güneş (ısı ve ışık), rüzgâr, hidrolik (su),
jeotermal ve biyoenerji (yaşam enerjisi) formlarını örnek olarak gösterebiliriz. Hiçbir enerji formu
yoktan var olmaz ve vardan yok olmaz; bir enerji
formu, başka bir enerji formuna dönüşerek varlığını
devamlı sürdürür.
İnsanlar da varlığını devam ettirebilmek için;
yani bütün organlarımız, yapısını koruyabilmek ve
fonksiyonlarını yerine getirebilmek için yaşam
enerjisine (biyoenerjiye) gereksinim duymaktadır.
Hayatımızı sağlıklı bir şekilde sürdürebilmemiz için
yaşam enerjisinin hiçbir kesintiye uğramadan, vücudumuzun bütün hücrelerine akışı (yaşam akımı) devam etmelidir.
B- YAŞAM ENERJİSİ VE ELEKTRİK ENERJİSİ ARASINDAKİ BENZERLİK
ELEKTRİK ENERJİSİ VE AKIMI
Yaşam enerjisi ve akımını açıklamak için elektrik
enerjisi ve akımı ile benzerliğini kullanabiliriz. Her186
kes tarafından anlaşılabilmesi için aşağıda basit bir
elektrik devresi (sistemi) ile sözel olarak açıkladığımız bilgilerin bilimselliğini ve doğruluğunu, formüller ile teorik olarak açıklayabilir ve deneyler ile
uygulamalı olarak gösterebiliriz.
Dolu bir batarya (pil) bir ampule bağlandığı zaman, bataryadan ampule doğru akan elektrik akımı
oluşur. Oluşan elektrik akımı, ampul içindeki filaman
(direnç) üzerinden geçerken, filamanın aşırı derecede ısınarak ışık yaymasını sağlar; yani batarya içinde
depolanmış alan elektrik enerjisi, ampul içinde ışık
enerjisine dönüşür. Elektrik akımının artışı ile orantılı olarak ışık gücü (şiddeti) arttırılabilir.
Bütün elektrikli aletlerin ve elektronik cihazların yapısında bir bozulma olmadan çalışabilmesi ve
fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için, tasarlandığı koşullara uygun elektrik enerjisi (uygun güç ve
voltaj değeri) sağlayan bir kaynaktan beslenmesi
gerekmektedir.
1- Ampulün devamlı olarak ışık yayması için batarya içinde depolanan elektrik enerjisinin bitmemesi
sağlanmalıdır. Bataryanın başka bir kaynaktan (şarj
cihazından) elektrik enerjisi alması (beslenmesi) gerekmektedir. Bataryanın alabileceği elektrik enerjisi sınırlıdır. Şarj cihazı bataryaya devamlı olarak
bağlı kalsa bile, batarya kapasitesi (gereksinimi) kadar elektrik enerjisi alır.
2- Bataryanın iç direnci devrede oluşan elektrik
akımını; yani ışık gücünü sınırlar. Bataryanın iç direnci üzerinde, negatif yönde elektrik enerjisi olu187
şur ve bu negatif enerji, devreden geçen elektrik
akımının azalması yönünde etki gösterir. Bataryanın
iç direnci düşürülerek, elektrik akımının ve ışık gücünün artışı sağlanabilir. Batarya iç direnci üzerinde
oluşan negatif elektrik enerjisi ısıya dönüşür; yani
batarya içinde ısı enerjisi birikimine neden olarak
bataryanın yapısına zarar verebilir. Aynı zamanda, ampule aktarılacak olan gücün (elektrik akımının) azalmasına neden olarak sistemin fonksiyonuna
(verimli çalışmasına) engel olmaktadır. Bu nedenle,
sisteme zararı olan batarya iç direncinin tasarım,
üretim sürecinde mümkün olduğu kadar azaltılması
gerekir.
3- Ampul (filaman) direnci, sistemde oluşan elektrik akımına ve ışık gücüne etki eder. Ampul direnci
batarya iç direncine eşit hâle getirildiği zaman, bataryadan ampule aktarılan elektrik gücü; yani ampulün ürettiği ışık gücü maksimum değere ulaşır. Ampul
direncinin, batarya iç direncinden büyük veya küçük
hâle getirilmesi ışık gücünü azaltır. Ampul direnci,
bu sistem için gerekli ve yararlı bir dirençtir. Ampul
direnci, elektrik enerjisini ışık enerjisine dönüştürmek için gereklidir ve bu direncin değeri, ampulde
oluşan ışık gücüne etki etmektedir. Ampul direncini,
uygun değeri (maksimum ışık gücünü elde ettiğimiz
değeri) üzerinde arttırmaya başladığımız zaman
veya uygun değeri altında düşürmeye başladığımız
zaman, sistemin veriminin azalmasına neden oluruz.
188
YAŞAM ENERJİSİ VE AKIMI
Sağlıklı yaşam sürmenin koşulları (sağlıklı yaşamın sırları) şunlardır:
Sağlıklı düşünmeliyiz: Olumlu düşünmeliyiz ve
kişisel olumsuzluklarımızı (kıskançlık, nefret, hırs,
endişe, kaygı, şüphe, korku, üzüntü, kendini suçlama
ve kendine güvensizlik gibi duyguları) azaltmalıyız.
Sağlıklı beslenmeliyiz: Doğal (organik) gıdalar ile
yeteri kadar ve dengeli beslenmeliyiz.
Sağlıklı çevrede yaşamalıyız: Hava ve su kirliliği
olmayan, gürültü olmayan ve elektromanyetik dalga
yoğunluğu gibi çevresel olumsuzlukları az olan yerlerde (doğal çevrede) yaşamalıyız.
Sağlıklı bir görünüm (formda ve kilosu normal bir
fizik) ve dingin bir beyne sahip olmak için hareket
etmeliyiz: Yürüyüş, spor, egzersiz, masaj yapmalıyız; uyumalıyız, dinlenmeliyiz, düşünmeliyiz ve müzik
dinlemeliyiz.
İnsanoğlunun, ilk yaratıldığı zamandaki yapısını
hiçbir bozulma olmadan koruyabilmesi ve organlarımızın bütün fonksiyonlarını hiçbir aksama olmadan
yerine getirebilmesi için, ilk yaratıldığı zamanlardaki çevresel koşullarda yaşaması ve o zamanlardaki
gibi doğal gıdalarla beslenmesi gerekir. Mümkün
olduğu kadar o zamanlardaki yaşam koşullarını sağlayarak, vücudumuzun yaradılışına ait olan kendini yenileme ve bağışıklık gücünü daha aktif hâle
getirebiliriz; yani insanlar, kendi yaşadığı doğa ve
kendi beyni üzerinde, kendisinin yarattığı çevresel
189
ve kişisel olumsuzlukları azaltarak, sağlıklı beslenerek ve hareket ederek kendisinin yaşlanmasını yavaşlatabilir; hasta olmasını önleyebilir; fiziksel
ve zihinsel olarak daha enerjik, güçlü, dinç ve güzel
görünmesini sağlayabilir; fiziksel ve zihinsel açıdan
sağlıklı yaşayabilir ve yaşam kalitesini arttırabilir.
Bataryadaki elektrik enerjisi, sağlıklı yaşamak
için gereksinim duyduğumuz yaşam enerjisine karşılık gelir. Sağlıklı bir yaşam sürebilmek için, yaşam
akımının hiçbir kesintiye ve zorlanmaya (dirence)
uğramadan, bütün hücrelerimize mümkün olduğu kadar yüksek bir değerde akması gerekmektedir.
1- Sağlıklı bir çevrede yaşayarak ve sağlıklı beslenerek, vücudumuzun gereksinim duyduğu yaşam
enerjisini evrendeki doğal kaynaklardan (güneş,
hava, su, hayvan ve bitkilerden) alabiliriz. Vücudumuzun gereksinim duyduğu yaşam enerjisi miktarı
sınırlıdır. Daha fazla beslenerek ve öğün sayısını
arttırarak, vücudumuza daha fazla yaşam enerjisi
veremeyiz.
2- Çevresel ve kişisel olumsuzluklar ve olumsuz
düşünceler yaşam enerjisinin akışına karşı direnç
oluşturmaktadır. Bataryanın iç direnci üzerinde oluşan negatif enerji gibi çeşitli organlarımız üzerinde negatif enerji birikimleri oluşmaktadır. Oluşan
negatif enerji birikimleri, yaşam akımının hücrelerimize akışına engel olmaktadır. Yaşam akımını arttırmak için çevresel ve kişisel olumsuzlukları ve olumsuz düşünceleri azaltmak zorundayız.
3- Vücudumuz formunda ve ağırlığımız normal ise
190
evrendeki doğal kaynaklardan aldığımız yaşam enerjisini, en yüksek değerde bütün hücrelerimize aktarabiliriz. Hareket ederek vücudumuzun daha enerjik
ve güçlü olmasını sağlayabiliriz. Vücudumuzun kendini yenileme ve bağışıklık gücünü arttırabiliriz. Vücut ağırlığımız ve formumuz (bağışıklık direncimiz)
ampul direncine karşılık gelmektedir. Vücut ağırlığımızın normal değerinden yüksek veya düşük olması
(şişman veya zayıf olmamız), yaşam akımını azalttığı
için fiziksel gücümüzü ve fiziksel hareket olanağımızı azaltır.
C-KOZMİK BİLİMİN YAŞAM KALİTESİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Yaşam kalitesi, fiziksel ve zihinsel açıdan sağlıklı olarak ve mutlu bir şekilde yaşayarak arttırabilir. Yaşama sevinci, yardımseverlik, doğa ve insan
sevgisi mutluluğumuzu (yaşamdan aldığımız zevkleri
ve hazları) arttırmaktadır.
Evreni, dünyamızı, canlı (insan, hayvan, bitki) ve
cansız bütün varlıkları sistematik ve otomatik olarak (belirli bir düzen ve intizam içinde) yapısını ve
fonksiyonunu sürdürecek şekilde yaratan gücün farkında olmalıyız. Yaradan, dünyamızdaki diğer canlı
varlıklardan farklı olarak insanlara daha gelişmiş bir
beyin verdi. Böylece insanların düşünen, tasarlayan,
üreten bir varlık olmasını ve yarattığı evreni, dünyayı, doğayı, canlı ve cansız bütün varlıkları koruyan;
yarattığı bu sistemleri bozmayan; aksine gelişimini
sağlayan varlıklar olmasını istedi. Düşünebilen bir
beyne sahip olan insanlar, bilgisayar gibi çok yük-
191
sek teknolojileri tasarlayarak üretebildi; fakat insanların yarattığı bilgisayar, düşünme kapasitesine
sahip değil; sadece insanların onu programladığı şekilde çalışabiliyor. Hâlbuki insanoğlu bir robot veya
bilgisayar gibi yaratılmadı; aksine Yaradan, insanlara yaratıcı özellikleri olan gelişmiş bir beyin verdi;
çünkü canlıların yaşamını sürdürebilmeleri için gerekli koşulların bulunduğu dünyamızın tesadüfen
oluşmadığını fark etmeleri için, yaşam için gerekli
koşulların ve doğal güzelliklerin önemini, yararını
anlayarak bozmamaları ve geliştirebilmeleri için,
insanlığın ve doğadaki diğer canlıların yararına
çalışabilmeleri için ve insanların daha kaliteli bir
yaşam sürebilmeleri için, insanların düşünebilen ve
yaratıcı özelliği olan bir beyne sahip olması gerekiyordu. İşte, mutlu yaşamın sırları bu amaçlar içinde
gizlidir. Bu amaçlar için yaratılmış olan insanın, bu
amaçlar doğrultusunda çalışması, mutlu bir yaşam
sürebilmesi için gerekli ve yeterlidir.
Mutlu bir şekilde yaşamak için evrendeki bütün
varlıkların ve doğadaki bütün güzelliklerin farkında
olmalıyız, onları sevmeliyiz, doğadaki canlı varlıkların yaşamını sürdürmesi için gerekli özeni ve çabayı
göstermeliyiz, kendimizi sevmeli ve yaşama sevinci
duymalıyız. Yakınlarımızın, arkadaşlarımızın, ülkemizdeki ve bütün dünyadaki insanların yararına çalışmalıyız ve daha kaliteli bir yaşam sürmeleri için
elimizden geldiği kadar onlara yardımcı olmalıyız.
Sağlıklı ve mutlu yaşam sırlarının farkında olmalarını sağlamak (kozmik bilinç) için yakınlarımızı
ve arkadaşlarımızı bu konularda bilinçlendirmeliyiz.
192
Aynı ortamda birlikte yaşamakta olduğumuz diğer
bireylerin kozmik bilince ulaşması ve onların da çevresel ve kendi kişisel olumsuzluklarını azaltması
yönünde çalışması süreci hızlandırır; yani bizim bu
yöndeki çalışmalarımızı kolaylaştırır; çünkü onların
etkisi (yaydığı negatif enerjiler) ile bizim üzerimizde oluşan kişisel olumsuzluklar, olumsuz düşünceler
ve engeller kendiliğinden ortadan kalkar. Kısacası,
bu konularda tek başımıza gayret göstermemiz kaliteli yaşamak için yeterli olmamaktadır. Daha sağlıklı
ve daha mutlu yaşama hedefi doğrultusunda, birlikte yaşamakta olduğumuz yakınlarımız ve arkadaşlarımız ile ekip çalışması yaparak yaşam kalitemizi
geliştirebiliriz.
D- PARASAL BOYUT
Sağlıklı yaşamın, parasal açıdan bize ve ülkemize sağlayabileceği yararları anlatmak için Sevgi’nin
buzdolabı üzerinde okuduğum bir cümle ile başlayacağım.
Önce para kazanmak için zaman ve sağlığımızı
harcarız. Daha sonra sağlığımızı geri kazanmak
için zaman ve para harcarız.
Prof. Dr. Ahmet Maranki gibi integratif tıp uygulamalarını tanıtarak Türkiye’de yaygınlaşmasına çalışan diğer kişi ve kurumlar, aslında ülkemiz ve insanlarımız için çok yararlı işler yapmaktadırlar. Sağlıklı
yaşam için; yani hasta olmadan yaşamak için yapılan
bütün çalışmalar, ülkemizde çok yüksek seviyelere
ulaşan sağlık harcamalarının düşürülmesine ve ülkemizin ilaç tröstlerinin (uluslararası ilaç tekellerinin)
193
sömürüsünden kurtarılmasına, halkımızın ise hastane kapılarında sıra beklemekten kurtarılmasına olanak sağlar. Bu nedenle bu tür çalışmaları yapan kişi
ve kurumları, bizlerin (ve devletimizin) desteklemesi ve teşekkür etmesi gerekir.
Örneğin; domuz gribi için tanesi 5 euroya satın
alınan 20 milyon ünite aşının Türkiye’ye maliyeti=
2X5X20 milyon TL; yani eski paramız ile 200 trilyon TL’dir. Sağlık sigortamız kapsamında, bizler için
devletin ilaç tröstlerine ödediği paralar, bizlerin
maaşından (vergisinden) ödenmektedir.
Sevgi’nin yazdığı cümledeki gibi, hem kendi paramızı boşa harcıyoruz hem hastane kapılarında zaman
harcıyoruz hem hasta olarak yaşam kalitemizi düşürüyoruz hem de bizlere (ülkemize) hizmet olarak
dönebilecek paraları yabancı şirketlere ödüyoruz.
Harcanan bu paraların ilaç tröstleri yerine, ülkemizde üretilen doğal gıdalara ve bitkisel destek
ürünlerine harcanması Türkiye ekonomisi için daha
yararlı değil mi? İlaçlara harcanan bu paraların bir
bölümünün, ülkemizde organik tarım faaliyetlerinin
geliştirilmesine, tarım ve hayvancılığın desteklenmesine harcanması ve integratif tıp alanındaki tanıtım faaliyetlerine ve uygulama çalışmalarına harcanması daha yararlı değil midir?
194
E- MUTLU YAŞAMAK İÇİN PRATİK ÖNERİLER (Saba Tümer ile söyleşi programından alınarak
düzenlenmiştir.)
1- Gerçekten doğru olduğunu bildiğiniz konular
hariç HAYIR demeyi öğrenin. İYİ, ŞİRİN görünmek
için veya KIRILMAMASI, ÜZÜLMEMESİ için her
zaman, her durumda, her konuda, herkese EVET demeyin. DOĞRU, AÇIK olun ve HAYIR deyin. Bırakın
sizi KÖTÜ bir insan olarak tanısınlar.
2- Sizi MOTİVE edebilecek ve birlikte EĞLENCELİ zaman geçirebileceğiniz yakınlarınız ve arkadaşlarınızla daha fazla birlikte olunuz. Tatil ve diğer
boş zamanlarınızı, size enerji verecek bu tür insanlarla geçirmeye özen gösteriniz. Kişisel olumsuzlukları fazla olan, devamlı şikâyet eden ve eleştiren;
yani sizin enerjinizi tüketecek olan insanlarla birlikte olmaktan kaçının.
3- Günlük işlerinizi bir an önce bitirin ve detaylar ile uğraşmayın. Her gün sıkılacak ve TEMBELLİK
yapacak kadar zamanınız olsun. İşlerinizin öncelik ve
önem sırasını belirlemek için kendiniz ve çocuklarınızın daha mutlu yaşam sürebilmesi için ve yeni projeler üretebilmek için; yani DÜŞÜNMEK için mutlaka
zaman ayırınız.
195
EK-4 SANAL CENNET NK (02.03.2010, İzmir)
İnsanlar, hayatları boyunca neden ulaşılması gerçekten zor olan bir cennete veya sanal bir cennete ulaşmaya çalışır? O zamanlar kendilerini eğitmek
için kitap bulunmadığına göre peygamberler gezerek,
görerek, düşünerek en doğru yolu fark etmişlerdi.
Onlar çok düşünen ve çok bilge kişilerdi. İnsanları
batıl inançlardan kurtarmak için ve bütün insanların
mutlu bir şekilde yaşayabilmesi için çalışıyorlardı.
İnsanları doğru yola sevk etmek için cennet, cehennem (ödül,ceza) ve günah, sevap yöntemini kullanmış
olabilirler; yani cennet ve cehennem sanal olabilir.
Peki, belki de sanal olan bu cennete öldükten sonra ulaşmak için bu dünyada özel bir gayret ve çalışma gerekir mi? İki ayrı gerçek cennet var iken,
neden ulaşılması güç olan cennete ulaşmaya çalışıyoruz? Veya ulaşmaya çalıştığımızı zannederek bu
dünyadaki yaşamı ihmal ediyoruz. Gerçek cennetlerden biri ayaklarımızın altında, diğeri ise beynimizin
içinde (düşüncelerimizde) saklı değil mi?
1-Dünyamızdan daha güzel bir cennet bulunabilir
mi? Bu dünyayı cennete veya cehenneme dönüştüren
insanoğlunun kendisi değil mi?
2- Sağlıklı ve mutlu yaşamın sırlarını biliyoruz.
Düşünce ve duygularımız ile kendimizin veya yakınlarımızın yaşamını cennet veya cehenneme çevirmek
bizim elimizde değil mi?
Aslında, gerçek cennetin farkında olarak bu doğrultuda yaşayan insanlar, hem gerçek hem de sanal
cenneti birlikte yaşamaktadırlar. Canlı, cansız bütün
196
varlıklar gibi insanlar da evrenin, dünyanın (bütünün) ayrılmaz bir parçasıdır. Öldüğümüz zaman fiziksel bedenimiz toprağa karışarak bir başka forma
(maddeye) dönüşmektedir. Zihinsel bedenimiz (ruhumuz), yani yaşam enerjimiz ise bir başka enerji
formuna dönüşmektedir. Üzülmeye gerek yok, yaşam sonsuza dek bir başka boyutta ve formda sürmektedir. Önemli olan bunların farkına vararak, bu
dünyada cennette yaşar gibi yaşayabilmek ve yaşatabilmektir.
EK-5 ÖZGÜRCE VE FARKLI DÜŞÜNEBİLMEK
NK (30.08.2010, Davutlar)
Sevgili Gençler, hatırlayacağınız gibi YARATICI
FİKİR GELİŞTİREBİLMEK İÇİN SIRADAN GÖRÜNEN HER ŞEYE DİĞER İNSANLARDAN FARKLI BİR GÖZLE BAKMAK GEREKİR cümlesinin anlamını ve önemini sizlere açıklamıştım. Peki, bu cümleyi yaşam süreçlerimiz boyunca NASIL (NEleri yaparak ve/veya NEleri yapmayarak) uygulayabiliriz?
Sıradan görünen her şeye diğer insanlardan NASIL
farklı bakabiliriz? Gerçekten ÖZGÜRCE ve FARKLI düşünerek, diğer insanlardan daha YARATICI
olabilir miyiz ve onlardan daha kaliteli (BAŞARILI,
MUTLU, SAĞLIKLI) yaşayabilir miyiz?
Evet, ÖZGÜRCE ve FARKLI düşünerek diğer insanlardan daha YARATICI olabilir ve daha KALİTELİ yaşayabiliriz. ÖZGÜRCE ve FARKLI düşünebilmemiz için düşüncelerimize hiçbir kısıtlama koymamamız gerekir; yani diğer insanların düşüncelerinden etkilenmememiz ve onlar gibi düşünmememiz
gerekir.
197
Özgürce ve farklı düşünebilmenin sırlarını nelerdir? Aşağıda yazdığım hiçbir düşünce, fikir, görüş
hiçbirimiz için sır değil ki. Hepimizin bildiği ve doğru
olduğuna inandığı; fakat çoğumuzun hiçbir zaman uygulamadığı konulardır. Bildiğimiz bu konularda biraz
UYGULAMA yapabilsek çok YARATICI olabiliriz.
YILLAR BOYU BİZE ÖĞRETİLEN/ÖĞRENDİĞİMİZ DOĞRULARIN (okulda, işte, evde edindiğimiz
BİLGİ, DENEYİM ve ALIŞKANLIKLAR) YANLIŞ
ve/veya EKSİK OLABİLECEĞİNİ ve GÜNCELLENMESİ (yani yaşadığımız çağa uygun olması için değiştirilmesi, geliştirilmesi) GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNEBİLMEMİZ GEREKİR.
GELENEKSEL KURALLARIN (tabu, gelenek, görenek, örf, âdet, töre) YANLIŞ ve/veya EKSİK
OLABİLECEĞİNİ ve GÜNCELLENMESİ GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNEBİLMEMİZ GEREKİR.
DİNSEL KURALLARIN (dinî şartlar, inanç, inanış) YANLIŞ ve/veya EKSİK OLABİLECEĞİNİ ve
GÜNCELLENMESİ GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNEBİLMEMİZ GEREKİR.
YASAL KURALLARIN (anayasa, kanun, mevzuat,
yönetmelik gibi devlet tarafından uygulanan kuralların) YANLIŞ ve/veya EKSİK OLABİLECEĞİNİ ve
GÜNCELLENMESİ GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNEBİLMEMİZ GEREKİR.
ÇEVRE BASKISINDAN (yaşadığımız ülkede, şehirde, semtte, apartmanda, evde; yakınlarımız, arkadaşlarımız ve diğer insanlar hakkımızda kötü düşünür, dedikodu yapar, kötü gözle bakar ve sitem
198
eder, kırılır, üzülür düşüncesinden) ETKİLENMEDEN DÜŞÜNEBİLMEMİZ GEREKİR.
YAŞADIĞIMIZ ÇEVREDEKİ (ev, iş, okul) YAKINLARIMIZIN, ARKADAŞLARIMIZIN, KOMŞULARIMIZIN BİLGİ, DENEYİM ve DÜŞÜNCELERİNDEN YARARLANABİLMEMİZ; FAKAT ONLARDAN AŞIRI DERECEDE ETKİLENMEMEMİZ
ve ONLARDAN FARKLI ŞEYLER DÜŞÜNEBİLMEMİZ GEREKİR.
HER KONUDA AÇIK GÖRÜŞLÜ, ESNEK ve EĞİTİME, DEĞİŞİME, GELİŞİME AÇIK OLMAMIZ
GEREKİR.
HER KONUDA UZMAN (bilgili, deneyimli) OLAMAYACAĞIMIZ İÇİN (Karşımızdaki kişi anlattığımız konuda bizden daha fazla, detaylı bilgiye sahip
olabilir ve/veya her konuda bizden bilgili, deneyimli olabilir.) HER ZAMAN, HER YERDE, HERKESE
BİLGİÇLİK TASLAMAMAMIZ GEREKİR. ALÇAK
GÖNÜLLÜ OLMAMIZ ve ANLATILANLARI SONUNA KADAR DİNLEMEMİZ GEREKİR. O konuda
yanlış bir şey söylenmiş ve/veya eksik bilgi kalmış
ise BİZİM DE BİLDİKLERİMİZİ ANLATMAMIZ
GEREKİR.
BİLGİ, DENEYİM SAHİBİ OLDUĞUMUZ KONULARDA HİÇBİR KİMSEDEN, HİÇBİR NEDENLE BİLGİ SAKLAMAMAMIZ GEREKİR. TAM BİLMEDİĞİ KONUDA KONUŞANLARA (tereciye tere
satanlara) KARŞI SUSKUN KALMAMAMIZ GEREKİR. GEREKİYORSA ÇOK İYİ BİLDİĞİMİZ BU
KONUDA BİZİM AHKÂM KESMEMİZ GEREKİR.
199
Yaşam süreçlerimizin bizim istediğimiz şekilde ve
bizim yönetimimizde (kontrolümüz altında) devam
etmesini istiyorsak, yaşam süreçlerimizde daha az
problem yaşamak istiyorsak ve daha kaliteli (sağlıklı, başarılı, mutlu) yaşamak istiyorsak, kesin olarak
daha ÖZGÜRCE ve daha FARKLI düşünebilmeliyiz.
Bu nedenle, yukarıda verdiğim SIRLAR çok önemli. Bu şekilde düşünebilirseniz ve bu düşünceleri
uygulayabilirseniz; kendiniz, çocuklarınız, yakınlarınız için yaratıcı fikirler ve projeler üretebilirsiniz.
Böylece yaşam süreçlerinizi kendiniz yönetiyor olabilirsiniz. Aksi durumda yaratıcı fikirler ve projeler
üretmek bir tarafa, beyniniz (düşünceleriniz) başkalarının düşünceleri (yukarıda verdiğim düşünce,
fikir, görüşler) tarafından baskı, kontrol altında
tutulduğu ve sınırlandığı için yaşam süreçleriniz
devamlı başkaları tarafından yönetiliyor olur. Hiçbir zaman ÖZGÜRCE ve FARKLI düşünemezsiniz ve
SINIRLARINIZI (özgürce ve farklı düşünebilmenizi engelleyen beyninize döşenmiş yüksek çitleri)
hiçbir zaman aşamazsınız.
DAHA ÖZGÜRCE DÜŞÜN, DAHA ÖZGÜRCE ve
DAHA MUTLU YAŞA!
DAHA FARKLI ŞEYLER DÜŞÜN, DAHA FARKLI
ve DAHA MUTLU YAŞA!
DÜŞÜNCELERİNİ DEĞİŞTİR, HAYATIN DEĞİŞSİN ve DAHA MUTLU YAŞA!
DAHA FARKLI ŞEYLER (hedefler, projeler)
İSTE, HAYATI DOLU DOLU ve DAHA MUTLU
YAŞA!
200
Programlanmış bir ROBOT gibi düşünme; sıkıcı,
kuralcı, standart yaşamdan kurtul ve daha mutlu
yaşa!
Lütfen, bilmediğiniz ve deneyim sahibi olmadığınız
konularda, bilmediğinizi göstermemek için gayret
göstermeyiniz ve bilmediğiniz konularda ASLA bilgiçlik taslamayınız. Böyle yaparsanız, kendinizi başkalarının karşısında kendiniz küçük düşürebilirsiniz.
Bilmemek, farkında olmamak kötü bir şey değildir.
Bilmediğiniz konuları aşağılık kompleksi yapmayınız.
Aksine çok iyi bilmediğiniz konularda konuşmak herkesin içinde sizi küçük düşürebilir. Daha da önemlisi,
bilmediğiniz ve deneyim sahibi olmadığınız konularda; kendiniz, çocuklarınız, yakınlarınız için YANLIŞ
KARARLAR verdiğiniz zaman, sonuçlarına katlanmak
(başarısız sonucun sizin ve yakınlarınız üzerinde yaratacağı STRES, ÜZÜNTÜ, MUTSUZLUK) çok daha
kötüdür. Başkalarının bu konuda ne söylediği (eleştiri, dedikodu) mi önemlidir, yoksa sizin bu konuda
ne yaptığınız ve aldığınız sonuç mu önemlidir? Sizin
için, yanlış veya doğru herhangi bir konuda verdiğiniz bir karar sonucunda elde ettiğiniz başarısız veya
başarılı sonucun yarattığı üzüntü, mutsuzluk veya
sevinç, mutluluk mu önemlidir; yoksa başkalarının bu
konuda ne düşündüğü, ne söylediği mi önemlidir?
Ayrıca, hiç kimse kendisine KÜÇÜK denilerek ve
kasıtlı olarak KÜÇÜK düşürülmeye çalışılarak, gerçekten KÜÇÜK yapılamaz veya abartılarak BÜYÜK
yapılamaz. Bir kimse bazı konularda (bilgi ve deneyim
sahibi olmadığı konularda) KÜÇÜK olabilir, UZMAN
(bilgi ve deneyim sahibi) olduğu konularda ise BÜ201
YÜK olabilir. Önemli olan, KÜÇÜK olduğumuz konuların farkında olmak ve kendimizi bu konularda eğiterek geliştirebilmektir. Neden, küçük olduğumuz
konularda aşağılık kompleksi duyuyoruz ve bu durumu başkalarından saklamaya çalışıyoruz? Bu konuda
bilgi ve deneyim sahibi değilim, demek çok mu zor?
Bir konuda eğitime ve gelişime gereksinim duymak
bizi neden küçük düşürsün? Bilmiyorum diyerek ve
öğrenmek için soru sorarak, herkesin içinde kendimizi küçük düşürmüş mü oluruz? Aksine BÜYÜKLÜK
tam bu noktada (eğitime, değişime, gelişime açık olmakta) yatıyor.
EK-6 TANRI VE İNSAN BEYNİ NK (09.08.2009,
Davutlar)
Tanrı’mız, evreni yaratırken doğadaki diğer canlılardan farklı olarak, insanlara gelişmiş bir beyin
verdi. Tanrı’mız belki de kendi beyin özelliklerinin
birçoğunu insanoğlunda uyguladı ve kendi gibi düşünen, tasarlayan, üreten ve yarattığı evreni, düzeni,
doğayı bozmayan, aksine gelişimini sağlayan varlıklar
olmamızı istedi. İnsanoğlu gelişmiş beynini kullanarak, bilgisayar gibi ileri teknolojileri tasarlayarak
üretebildi; fakat insanoğlunun yarattığı bilgisayar,
düşünme kapasitesine sahip değil; sadece insanların onu programladığı şekilde çalışabiliyor. Hâlbuki
Tanrı’nın yarattığı insan, özgürce düşünebiliyor ve
başka birileri tarafından kontrol, kumanda edilmiyor; istediklerini yapabiliyor, istemediklerini yapmıyor. Tanrı, insanoğlunu bir robot veya bilgisayar
gibi yaratmadı; aksine insanların yaratıcı olmalarını
istediği için insanlara gelişmiş bir beyin verdi. Tanrı
202
yarattığı evreni, düzeni, doğayı, çevreyi bozmadan;
insanlığın ve doğadaki diğer canlıların yararına çalışması ve insanoğlunun daha kaliteli bir yaşam sürebilmesi için ona yaratıcı özellikleri olan bir beyin
verdi; fakat yaradılışından itibaren bazı insanlar,
kendi çıkarları için diğer insanların beynini kontrol
etmeye çalışıyor. Neden? Beynini doğru veya yanlış
yönde kullanma özelliklerine göre insanları sınıflandırabiliriz:
Birinci sınıftaki insanlar, kendi çıkarları için diğerlerinin özgürce düşünmesini engellemeye ve onların beynini kendi istediği yönde programlaya çalışanlardır. Bu insanlar kendi gibi düşünen insanlar ile
iş birliği yaparak, diğer insanları kullanırlar. Yasalar,
kanunlar, gelenek, görenek ve alışkanlıklar bu insanların çıkarlarına göre kendileri tarafından tasarlanmıştır.
İkinci sınıftaki insanlar, farkında olmadan birinci
sınıftaki insanlar tarafından programlanan ve kontrol, kumanda edilen insanlardır. İyi niyetli oldukları için özellikle İslam dininin vicdani özellikleri ile
kandırılmış ve özgürce düşünmeleri engellenmiştir.
Birinci sınıftaki insanların belirlediği kurallar (yasalar, kanunlar, gelenek, görenek ve alışkanlıklar),
kendilerine TEK DOĞRU olarak öğretilmiştir. Ata,
anne, baba, diğer yakınları ve yaşadıkları ülkedeki,
çevredeki insanlara da aslında yanlış, eksik olan TEK
DOĞRU öğretildiği için bu insanlar kendilerini geliştiremez ve sınırlarını kıramazlar. Yaşarken haz ve
doyum alabilecekleri birçok şey (Tanrı’nın verdiği nimetler) birinci sınıftaki insanlar tarafından özgürce
203
kullanılırken, ikinci sınıftaki insanlara asırlar boyu
TABU olarak öğretilmiş, kabul ettirilmiş ve yasalar
izin verse bile dinî açıdan kendi zihinlerinde yasaklanmıştır. İkinci sınıftaki insanlar, birinci ve üçüncü
sınıftaki insanların ve onların düşünce yapılarının,
amaçlarının farkında bile değillerdir. Bu nedenle,
üçüncü sınıftaki insanların yardımı olmadan kendi
başlarına sınıf değiştirmeleri mümkün değildir.
Üçüncü sınıftaki insanlar, birinci ve ikinci sınıftaki insanların düşünce yapılarının ve amaçlarının
farkındadır. Bu nedenle, bu insanlar birinci sınıftaki insanların kontrolünde değildir ve onların koyduğu kurallara uymazlar. TEK DOĞRUnun onların
çıkarları doğrultusuna öğretilen doğrulara değil,
Tanrı’nın yarattığı şekilde özgürce düşünen insanların ürettiği doğrulara ve bu doğruların zamana,
yere, çevreye bağlı olarak değişebileceğine inanırlar. Tanrı’nın yarattığı bütün nimetlerden özgürce yararlanmaya çalışırken, diğer insanların aleyhine
olabilecek şeylerden kaçınırlar ve onların özgürlük
alanlarına girmezler. Kendi sınırlarını bilirler, yanlış TABU ve kuralları zihinlerinden silmişlerdir; yani
geleneksel olarak öğretilen, doğru zannettiğimiz
kurallara uymazlar ve bu sınırları aşarlar. Sürekli
kendilerini geliştirirler ve kendi yakınlarına, kendi
ülkesindeki ve dünyadaki bütün insanlara yarar sağlamak için çalışırlar ve doğanın, çevrenin korunması
için çaba gösterirler. İkinci sınıftaki insanları eğiterek, kendi sınıfındaki gibi düşünen insan sayısının
artması yönünde çalışırlar.
204
EK-7 İŞ GÖRÜŞMESİNDE DİKKAT EDİLECEK
KONULAR VE KİŞİLİK ENVANTERİ
A- İş Görüşmesi Esnasında Dikkat Edilecek
Konular NK (19.03.2010, İzmir)
Sevgili Gençler; sizler için hazırlamış olduğum iş
görüşmesi yaparken dikkat edilecek konuları maddeler hâlinde aşağıda veriyorum. Selamlar…
- YANITLARINIZ KISA VE ÖZ OLMALI.
- SORU SORUNUZ, İNSİYATİFİ ELE GEÇİRİNİZ.
- İSTEKLİ, ÇOŞKULU, HEVESLİ OLUNUZ.
- SAHİP OLDUĞUNUZ ÖZELLİKLERİ TEREDDÜTSÜZ ANLATINIZ.
- TUTARSIZ, TEREDDÜTLÜ, DESTEKSİZ KONUŞMAYINIZ.
- SİZE SORULMASI OLASI KONULAR İÇİN
ÖNCEDEN HAZIRLIK YAPINIZ. (KİŞİSEL OLUMLU YÖNLERİNİZ NELER? İŞİNİZİ NEDEN DEĞİŞTİRMEK İSİYORSUNUZ? ÇALIŞMAKTA OLDUĞUNUZ İŞİNİZDE NE GİBİ SORUNLAR VAR?
DAHA ÖNCEKİ İŞİNİZİ NEDEN DEĞİŞTİRDİNİZ? GÖREV VE SORUMLULUKLARINIZ NELERDİR? BU İŞE NEDEN BAŞVURDUNUZ? BEKLENTİLERİNİZ NELERDİR? GİBİ ...)
- GÖRÜŞMEYE GİDECEĞİNİZ ŞİRKETİ VE YÖNETİCİLERİNİ TANIYINIZ. (GÖRÜŞMEYE GİTMEDEN ÖNCE, WEB SİTESİNİ İNCELEYİNİZ VE
ORADA ÇALIŞAN TANIDIKLARA, ARKADAŞLA205
RA SORUNUZ.)
- GÖRÜŞMEYE MUTLAKA, VAKTİNDEN ÖNCE
ORADA OLACAK ŞEKİLDE GİDİNİZ.
- GİYİMİNİZE DİKKAT EDİNİZ, YANINIZDA
KALEM VE NOT DEFTERİ BULUNDURUNUZ.
- KONUŞMALARINIZI YÜZ VE BEDEN HAREKETLERİNİZ (BEDEN DİLİNİZ) DESTEKLESİN.
- FAZLA VE AZ KONUŞMAYINIZ, GÖZ TEMASINI KAÇIRMAYINIZ.
- İYİ BİR DİNLEYİCİ OLUNUZ VE GEREKİYORSA NOT ALINIZ.
- SES TONUNUZ KENDİNİZE GÜVENDİĞİNİZİ GÖSTERMELİ, SOĞUKKANLI OLUNUZ.
- GÖRÜŞTÜĞÜNÜZ KİŞİLERİN ADINI, GÖREVİNİ VE TELEFONUNU ÖĞRENİNİZ; GÖRÜŞME
BİTTİĞİ ZAMAN TEKRAR SORUNUZ VE KAYDEDİNİZ VEYA KARVİZİTİNİ ALINIZ.
- İLGİNİZİ BELLİ EDİNİZ AMA UKALALIK
ETMEYİNİZ, LAUBALİ OLMAYINIZ, HIRÇINLIK
YAPMAYINIZ.
- BAŞKALARINI SUÇLAMAYINIZ, ESKİ ŞİRKETİNİZE SAYGILI OLUNUZ, DÜRÜST OLUNUZ.
- SOMUT BAŞARILARINIZDAN SÖZ EDİNİZ,
PARAGÖZ OLMAYINIZ, SORUMLULUK VE YETKİ
ALMAYI DENEYİNİZ.
- POTANSİYELİNİZİ, GİRİŞİMCİLİĞİNİZİ,
YARATILICIĞINIZI GÖSTERİNİZ VE ÖZ Dİ206
SİPLİN, SORUMLULUK SAHİBİ OLDUĞUNUZU
GÖSTERİNİZ. (ÇALIŞMAYA BAŞLADIĞINIZ ZAMAN, DENEME SÜRESİ İÇİNDE)
- EĞİTİM, YÖNLENDİRME, EKİP ÇALIŞMASINA ÖNEM VERDİĞİNİZİ VE SİSTEMATİK,
DİSİPLİNLİ ÇALIŞTIĞINIZI GÖSTERİNİZ.
(ÇALIŞMAYA BAŞLADIĞINIZ ZAMAN, DENEME
SÜRESİ İÇİNDE)
- CV KAPAK (ÖN) YAZISINDA İSİM, E-MAİL
ADRESİ, TEL, AMAÇ, İŞ DENEYİMİ, EĞİTİM DURUMU, ASKERLİK DURUMU, YABANCI DİL, HOBİLERİNİZ GİBİ KENDİNİZE AİT KISA BİLGİLERİ VERİNİZ.
- İŞE KABUL EDİLECEĞİNİZ ZAMAN MAAŞ,
İKRAMİYE, PRİM VE LOJMAN, KİRA, YEMEK,
ULAŞIM, SAĞLIK, EĞİTİM, OTOMOBİL GİDERLERİ GİBİ SOSYAL OLANAKLAR KONUSUNDA
BİLGİ EDİNİNİZ. PARASAL VE SOSYAL OLANAKLARIN, O ŞİRKETTE GÖREVE BAŞLAYACAĞINIZ POSİZYONA, EĞİTİM SEVİYENİZE, İŞ
DENEYİMLERİNİZE, ŞİRKETE SAĞLAYABİLECEĞİNİZ YARARLARA GÖRE ŞİRKETİN KENDİ
KRİTERLERİNE GÖRE BELİRLENDİĞİNİ UNUTMAYINIZ. PARA VE KONUM İÇİN, ASLA BAŞTAN PAZARLIK ETMEYİNİZ. DENEME SÜRESİ
İÇİNDE VE İLERİKİ YILLARDA SİZİN GÖSTERECEĞİNİZ PERFORMANSA GÖRE, MAAŞ VE KONUMUNUZ KENDİLİĞİNDE DEĞİŞECEKTİR.
207
B- Kişilik Tespiti İçin Bir Mülakat Sorusu NK
(16.08.2010, Davutlar)
Sevgili Gençler; bugün sizlere Pınar’ın Davutlar’
da anlattığı İŞ MÜLAKATI ile ilgili ÖNEMLİ bir soruyu, işe kabul edilebilmeniz için vermeniz gereken
cevabı ve diğer yanlış cevapları, kendimi mülakatı
yapan yöneticilerden biri gibi varsayarak (bir başka
görüş açısı ile) daha ayrıntılı olarak anlatmak istiyorum. Siz de EMPATİ yaparak (yöneticinin yerine
kendinizi koyarak) bütün zekânızı (IQ-EQ) kullanmaya çalışın. Çok istediğiniz bu işe kabul edilebilmek
için şirketin yaptığı bütün sınavları başarı ile geçerek geldiğiniz bu son mülakatın SON SORUSUNA
(şirket yöneticilerinin sizin hakkınızda SON KARARI vereceği bu soruya), ne cevap verirdiniz?
SORU: İki kişilik spor otomobiliniz ile işinize gitmek üzere evden çıktınız. Sabahın bu erken saatlerinde bir taksi durağında, o anda taksi bulunmadığı
için bekleyen üç kişi olduğunu görerek, bu yolculardan birini otomobilinize almak için önlerinde durmayı
düşünüyorsunuz. Sadece bir boş koltuğunuz olduğu
için aşağıda durumlarını açıklayacağım bu yolculardan hangisini arabanıza alırdınız?
1.yolcu acilen hastaneye yetiştirilmesi gereken
hasta bir yaşlı, 2.yolcu sabah uçağına yetişmek için
taksi bekleyen bir iş adamı ve onu uçağa yetiştirirseniz karşılığında size 5000 dolar ödeyeceğini söylüyor, 3.yolcu ise şirkette tanışmış olduğunuz ve
bir eş olarak ömür boyu beraber yaşamayı planladığınız çok güzel bir bayan (iş arkadaşınız). Düşünün
208
bakalım bunlardan hangisini otomobilinize alırdınız?
Başta söylediğim gibi bu yolculardan sadece birisini
otomobilinize alabilecek kadar yeriniz var ve gidecekleri yere her birini ayrı ayrı taşımak için zamanınız yok.
CEVAPLAR VE AÇIKLAMALARI:
A) Hastaneye yetiştirilmesi gereken yaşlı hasta: Bu şıkkı seçtiyseniz üzgünüm, sizi eledim; çünkü
kendinizi ve eşiniz olacak bayanı hiç düşünmediniz.
Sadece acıma duygusu ile hareket ettiniz.
B) Uçağa yetişmesi gereken iş adamı: Bu şıkkı
seçtiyseniz üzgünüm, sizi de eledim; çünkü PARA
CANLISI (maddiyata çok önem veren) birisiniz, eşiniz olacak bayanı bile para için satıyorsunuz.
C) Evlenmek istediğiniz güzel bayan arkadaşınız:
Bu şıkkı seçtiyseniz üzgünüm, sizi de eledim; çünkü bencilsiniz sadece kendinizi (ve eşinizi) düşünüyorsunuz. Güzel bayanı görünce, YELKENLER SUYA
İNDİ; yaşlı ACİL hastayı unuttunuz.
D) Hiçbirini otomobile almazdım: Bu şıkkı seçenlerin işe alınması bir tarafa, bir daha şirketin
önünden geçmesine bile müsaade etmezler. Bu tür
insanlardan NE KÖY OLUR NE KASABA; çünkü kendisi dâhil hiç kimsenin sorunu çözemezler. Eleştiri
(dedikodu, laf, söz) gelmesin düşüncesiyle, SUYA
SABUNA DOKUNMAZLAR. Sadece yapılanları/başkalarını eleştirebilirler.
E) Hepsini otomobilime almak isterdim. Peki Nasıl? Bu şıkkı seçen kişi, NASIL sorusunu da doğru
209
yanıtlar ise işe kabul edilecektir; çünkü kendisinin
ve duraktaki bütün kişilerin (işe alındığı zaman ise
şirketin bütün) problemlerini çözmeye çalışıyor veya
çözülmesi yönünde gayret gösteriyor.
NASIL? Cevap çok basit; öncelikle hasta yaşlıyı
hastaneye götürmesi şartı ile otomobilinizi geçici
olarak iş adamına vereceksiniz ve 5000 doları alacaksınız. Otomobilinizden inerek, durağa gelecek
olan ilk taksiye evlenmek istediğiniz bayan ile birlikte binmek üzere bekleyeceksiniz.
C- İş Deneyimleri ve Öneriler NK (13.04.2010,
İzmir)
Sevgili Gençler; iş yaşamına yeni başlayacak gençler için deneyim olması açısından, bazı önerilerimi
yaşanmış örnekler ve kısa başlıklar ile aktarmak istiyorum. Konuya, geçen gün yazlıktan İzmir’e dönerken, tesadüfen radyo kanallarını ararken yakaladığımız muhafazakâr bir kanalda, muhafazakâr eğitim
kurumlarının birinde görevli bir yöneticinin yaptığı
söyleşi ile başlamak istiyorum. Muhafazakâr kesim
de artık bilginin, bilimin, teknolojinin önemini kavramış durumda. Kurum yöneticisi de insanları; tasarlayanlar, üretenler, diğerleri olarak üç kategoriye
ayırdı. Hem insanın kendisini geliştirmesi açısından
hem de ürüne/hizmete katılan değer (katma değer)
açısından baktığımızda söyledikleri doğru değil mi?
Tasarlayanların iki açıdan da en kazançlı durumda
olduğunu görürüz. Tasarlayanların kattığı değer en
yüksektir; çünkü hiç olmayan değerden (sıfırdan)
bir değer yaratmaktadırlar. Üretenler ise katma
210
değer açısından ikinci sıradadır; çünkü onlar tasarlanan ürün veya hizmeti uygulamaya dönüştürmektedirler. Pazarlayan ve satanlar ise en az katma değeri
yaratırlar; çünkü para ile aldıkları ürün veya hizmeti
az bir kâr (oranı) ile satmak zorundadır. Konuşmacı, tasarlayanların kritik ve analitik düşünce tarzına
sahip olması gerektiğini ve kendi öğrencilerinin bu
yönlerini geliştirmek için uyguladıkları yöntemleri
ve bu düşünme tarzını geliştiren soru örneklerinden
bahsetti.
Öğrencilere sordukları örnek soruları aşağıda,
yanıtlarını ise e-mail sonunda verdim.
SORU1: Akıl ve ruh hastalıkları hastanesinin yöneticisi (uzman doktor) ile söyleşi yapan bir gazeteci sorar: Hastanede tedavi görmesi gereken hastaları nasıl belirliyorsunuz? Doktor: “Bir küveti su ile
dolduruyoruz ve küveti boşaltması için bir kova, bir
tas ve bir kepçe veriyoruz. O kişinin küveti boşaltma
yöntemine göre hastalığının derecesini ve tedaviye
gerek olup olmadığını anlıyoruz.” Gazeteci sorar:
“Normal bir insan küveti ne ile boşaltıyor?” Doktor
cevap verir: ?
SORU2: Meksika sınırına motosikleti ile gelen
genci sınır polisi durdurur ve arkadaki torbada ne
olduğunu sorar. Genç, “Kum var.” der; polis eliyle torbayı dışından yoklar ve geçebilirsin der. Bir
hafta sonra aynı genç yine motosikletinin arkasında bir torba kum ile gelir; polis, bir şey kaçırdığını
düşünerek bu sefer torbanın ağzını açar ve gözüyle
kum olduğunu görerek gencin Meksika’ya geçmesi-
211
ne müsaade eder. Bir hafta sonra gencin bir torba
kum ile tekrar geldiğini görünce; polis, kumun içinde
esrar türü değerli bir tozun bulunabileceğini düşünerek kumu tahlile gönderir ve tahlil sonucunda kumun içinde hiçbir maddeye rastlanmadığı için gencin
sınırdan geçmesine izin verir. Genç her hafta motosikleti ile Meksika’ya bir torba kum taşımaya devam
eder ve polis şüphelenmesine rağmen, her defasında
Meksika’ya geçişine izin verir. Polis, emekli olduktan sonra birgün barda aynı gence rastlar; “Senin
ülkeye kum içinde bir şeyi kaçak olarak soktuğundan
yüzde yüz eminim. Ben artık emekli oldum, torbada
ne kaçırmakta idin çok merak ediyorum.”, diye gence
sorar. Genç cevap verir: ?
Benim sizlere önerilerim ve yaşanmış örneklerim ise şunlar:
- İş hayatına ilk başlangıç günleri; iş yeri, ürünler,
hizmetler, görevler, sorumluluklar ve patron, yöneticiler, çalışanlar hakkında bilgi sahibi olmadığımız
için heyecan verici ve biraz ürkütücü olabilir. Hiç
çekinmeyiniz; görev yapacağınız iş yerindeki/bölümdeki elemanlar ve yöneticiler, sizden hiçbir zaman
üstün değiller; sadece bazı konularda sizden bilgili
ve deneyimli olabilirler. Belirli bir süre sonra, aynı
bilgi ve deneyimlere siz de sahip olacaksınız.
- Görev yaptığınız bölümde yapmakta olduğunuz
işler rutin, sıkıcı hâle geldiği zaman; yani öğrenecekleriniz bittiği zaman, bölüm veya iş yeri değiştirmenin zamanı gelmiştir. Bazen ise sizin dışınızdaki
nedenlerden dolayı iş değişikliği yapmanız gerektiği-
212
ni fark edeceksiniz. İşimi kaybediyorum diye düşünerek, karar vermekte tereddüt etmeyiniz. Gecenin
en karanlık olduğu an, günün ağarmaya başladığı
ana (sabaha) en yakın zamandır. Gelişim fırsatlarının, problem nedenlerinin arasında gizli olduğunu
unutmayınız.
- Unutmayalım, bilgi ve deneyimlerinizi bir başkasına aktararak (öğreterek) üzerinizdeki görev ve
sorumlulukları devir (delege) edebilirsiniz. Böylece,
aksamadan her gün yapılması gereken günlük (rutin,
sıkıcı) işlerden kurtularak yeni şeyler öğrenmeye
ve gelişime zaman ayırabilirsiniz. Yeni bilgi ve deneyimler edindikten sonra, yeni görev ve sorumluluklar alabilirsiniz. Bunun ardından kariyer ve maddi
olanaklar kendiliğinden gelir. Sakın, önce kariyer ve
maddi olanakları hedeflemeyin; bir şeyler almak için
önce birçok şey vermeyi deneyin. Vermeye başladığınız zaman, kariyer ve maddi olanaklar yanında
belki de daha önemli olan bir başka şeyi; yani iş
tatminini (iş yaşamınızdaki mutluluğu) bulacaksanız.
- Yanında araştırma görevlisi olduğunuz bir üniversite hocası gibi sizi eğiterek kendi görevlerini
size devretmeye çalışan; yani kendi pozisyonu için
sizi hazırlayan (sizi çeken lokomotif ) yöneticiye
rastlayabilirsiniz. Aslında o yönetici, kendisini geliştirmek ve başka görevler üstlenebilmek için sizi
kendi pozisyonuna hazırlıyordur. Bu fırsatı kaçırmayınız ama yolun sonuna kadar aynı lokomotife takılı
bir vagon hâline gelmeyiniz. Kendinizi bir süre sonra,
arkasında katar çeken bir lokomotife dönüştürmek
213
için çaba sarf ediniz; fakat aynı demir yolu ağında
ilerleyen diğer katarlar önünüzde engel yaratabilir.
Bu nedenle, lokomotifi olduğunuz katarın yol alacağı,
ilerleyeceği, gelişeceği yeni demir yolları döşemeniz
gerektiğini de unutmayınız. (Bu durumu Vestel ve
Profilo’ da yaşadım ve çok zevk aldım.)
- Devlet kurumlarında işe başlamak, fazla sorumluluk almadan iş deneyimi kazanmaya uygun olabilir;
fakat devlet dairesinin rahatlığına, rutinliğine alışarak ömür boyu gelişiminizi engelleyen bir durumda
kalabilirsiniz veya eğitimsiz, deneyimsiz yöneticilerden baskı (kötü yöneticilik) dışında başka hiçbir
şey öğrenemeyebilirsiniz. (Çok az sorumluluk alarak
Soma’da, TEDAŞ’ta iki yıl Finlandiyalı mühendislerle staj yapar gibi çalışmak çok hoşuma gitmişti, hiç
zorlanmadım.)
- Bursa’da Oyak Renault’a geçiş nedenim, özel
sektörün kariyer ve maddi olanaklarını elde etmekti. Mesleki açıdan da tatmin oldum; fakat bir makine
veya endüstri mühendisi için Oyak Renault gelişime
açıktı; çünkü üretilen ürün otomobildi. Elektronik
mühendisi, otomobil üretiminde kullanılan elektronik
ve bilgisayar kumandalı makinelerin (Fransız mühendislerin tasarladığı makinelerin) bakım, onarım görevi dışında başka ne görev yapabilirdi ki? İki yıl çalıştım, yeni kurulmakta olan Vestel imdadıma yetişti.
- Vestel, hem ürettiği ürünün TV, Audio, Video
(elektronik) olması hem tasarım yapan bir ar-ge bölümü bulunması nedeniyle, yarı yarıya maddi imkân
kaybına rağmen tercih nedenim oldu. Asil Nadir’in
214
batışı ile, 8 yıl çalıştığım Vestel’den ayrılarak Profilo
ar-ge’de bölüm müdürü olarak göreve başladım.
- Ege’de yaşama tutkusu Profilo’dan ayrılma nedenimdir. Ayrıldığım zaman hem kariyer (koordinatör
pozisyonundaydım) açısından hem maddi açıdan hem
de iş tatmini açısından her şey olumlu idi. Sadece
İstanbul’da, Trakya’da yaşamak olumsuzdu. Bu nedenle, hiçbir zaman oraya evimi taşımayı düşünmedim.
- Biliyorsunuz, bir işe yeni başladığınız zaman, 6
ay-1 yıl sizi denerler. Bu deneme süresinden de hiç
korkmayınız. Bu sürede siz de o iş yerini ve yöneticilerini deneyiniz. Profesyonel, çağdaş yönetim tarzı
ile yönetilmeyen ve kendinizi, kariyerinizi, maddi koşullarınızı geliştiremeyeceğiniz bir iş yerinde neden
uzun süre çalışacaksınız ki? İlk fırsatta işinizi değiştiriniz. Bu arada, çok zorunlu bir durum yok ise ve
sizin elinizde olmayan bir neden olmadıkça, yeni bir
iş bulmadan eski işinizi bırakmayınız. Benim de kısa
süreli çalıştığım böyle denemelerim olmuştur.
1.Sorunun Cevabı: Doktor cevap verir: Normal
bir insan küveti, sifonu çekerek boşaltır. Küveti boşaltmak için verilen araçları kullananların tedaviye
ihtiyacı vardır. (Normal insanların çoğunluğu, kullanacakları yöntem açısından bu üç araçtan birine yönlendirildiği için; yani özgür düşünmeleri engellendiği
için akıl hastası gibi cevap vermektedir.)
2. Sorunun cevabı: Genç cevap verir: Motosiklet
(Genç aynı plakayı, kaçırdığı aynı model motosikletlere takarak sınırı kolayca geçiyormuş.)
Hepinize sevgi ve selamlar...
215
D- İş Hayatına Yeni Başlayacaklara Öneriler
NK (03.10.2009, İzmir)
Ben iş yaşamım süresince, çalışmış olduğum şirketler (patronlar) için daha önemli, gerekli, faydalı olacağı için, sahip olduğum mesleğimden çok
(problem çıkmasını önlemeye yönelik); sistem, yöntem, teknik hazırlanması ve geliştirilmesi yönünde
koordinasyon, yönetim, eğitim, mühendislik görevi yapmayı tercih ettim. Bu sistem ve yöntemlerin
uygulanmasında, ilgili bölümlerin ve çalışanların görevlerinin belirlenmesi ve eğitilmesi görevlerini yerine getirdim. Bu tür sistem ve yöntemlerin uygulanmasında, başlangıçta patron veya genel müdürün
yaptırım gücü, desteği ve denetimi gerekiyor; aksi
takdirde başarılı olunmuyor. Sistem çalışmaya başladıktan sonra, sistemden toplanan verilerin rapor
hâline dönüştürülmesi ve bu rapor, grafik, analizlerinin genel müdür ve ilgili bölüm müdürlerinin önüne
gitmesi ile sistemin yararları anlaşılmaya başlıyor.
Yöneticiler, kendi bölümlerinde yapılan çalışmaları rahatlıkla izleyebiliyorlar, çalışanlarının performanslarını ölçebiliyorlar, kendi yönetsel görevlerini
daha kolay ve hatasız yapabiliyorlar ve ilerisi açısından doğru kararlar verebiliyorlar. Böylece sistem
otomatik olarak çalışmaya, kendi kendini denetlemeye ve geliştirmeye başlıyor.
Utku’nun iş başvuruları ve firmaların yaptığı testler de konu ile ilgili olduğu için bu konuda biraz bilgi
vermek istiyorum. Firmalar başvuranları önce yetenek, genel kültür, meslek, dil sınavlarından geçiriyor.
Bu sınavlarda başarılı olanlara ise kişilik testi, lider216
siz grup çalışma testi, yaratıcılık testi gibi birçok
testler uyguluyorlar ve çeşitli mülakatlar yaparak
değerlendiriyorlar. Artık işe girmek için bir meslek
sahibi olmak, yabancı dil bilmek ve zeki, yetenekli
olmak da yetmiyor. Gerçekten de daha önemli şeyler
var. Bunları biyoenerji konusunda size gönderdiğim
e-mailde Kişisel Olumsuzluklar olarak belirtmiştim
ve bunlar, hepimizin farkında olmadan sahip olduğu
olumsuzluklardır. Tabi ki bu olumsuzlukları bizler
kendi büyüklerimizden öğrendik, çocuklarımız da
bizlerden öğreniyorlar.
Olumlu yanları az; fakat bu tür olumsuz yanları
çok olan bir insan süper zeki olsun ve süper bir mesleği olsun neye yarar ki? Çalıştığı kuruma ne kadar
fayda sağlayabilir ki? Bir kişinin kendisine, eşine,
çocuklarına, yakınlarına, çalıştığı kuruma, ülkesine,
doğaya, insanlığa yararlı olabilmesi için öncelikle bu
kişisel olumsuzluklarını azaltması gerekiyor. Kişisel
olumsuzluklar fayda değil, zarar getirmektedir.
Bu nedenle, kurumlar kişisel olumsuzlukları en az
olan insanları kadrolarına almaya ve aldıkları elemanların bu yönlerini geliştirme yönünde gayret gösteriyorlar; yani en iyi elemanı seçmeye çalışıyorlar;
çünkü teknolojinin ilerlemesi ile bütün sektörlerde
çalışan insan sayısı devamlı düşmektedir ve ileri
teknolojik ortamda çalışan insanların mesleki ve
kişisel vasıflarının ise çok yüksek olması gerekmektedir.
Bu durum işsizliği artıracağı için ekonomik nedenlerden dolayı aileleri, eskiden olduğu gibi, çocukları
217
ile birlikte (ataerkil aile) ve doğal ortamda yaşamaya zorlayacaktır. Her olumsuz durumun getirdiği
olumlu bir durum (fırsat) bulunmaktadır. Bu fırsatı
değerlendirebilmek için lütfen Elektrik ve Biyoenerji (EK-3) dosyasını okuyunuz. Bu dosyadaki bilgiler;
gerçekten de kendimize, çocuklarımıza, yakınlarımıza yarar sağlayabilir.
E- İnek ve Kedi Hikâyesi NK, (31.07.2010, Davutlar)
Sevgili Gençler; bugün sizlere, benim yaşamış ve
yaşamakta olduğum durumları açıklayabilmeme ve
yaşam süreçleriniz boyunca karşınıza çıkabilecek
olan böyle durumlarda doğru kararlar verebilmenize yardımcı olabilecek bir hikâye anlatacağım. İlk
defa duyduğum bu hikâyeyi ve hikâyeden alınabilecek dersleri, bugün kahvaltıda Metin anlattı. Ben de
bu hikâyeyi ve bu hikâyeden alınabilecek dersleri biraz daha detaya girerek sizlere aktarıyorum:
HİKÂYE: Küçük bir kuş yaşadığı yuvasını, aile bireylerini, arkadaşlarını ve beslendiği ağaçları, çiçekleri, böcekleri hiç beğenmiyormuş; sürekli eleştiriyormuş ve hiç ötmeyerek çevresine mutsuzluğunu
yansıtıyormuş.
1) Birgün, yaşadığı bu çevreden daha iyisini bulabileceğini düşünerek, hiç bilmediği başka bir yere
doğru uçmaya başlamış. Hayalindeki yeri bulabilmek
için gece gündüz, dağ bayır, kar kış demeden uçmaya
devam etmiş. Soğuk bir yerleşim bölgesinden uçmakta iken yorgunluktan uçamaz olmuş ve yere düşmüş.
218
2) Soğuktan donarak ölmekte olan bu küçük kuşu
gören bir inek, acıyarak onu kurtarmaya karar vermiş. Kuşun donarak ölmemesi için ne yapabileceğini
düşünmüş ve kuşun üzerine kakasını yapmış. Kakanın
sıcaklığı ile küçük kuş kendine gelmiş. Kendi hatası yüzünden bu durumu (pislik içinde kalmayı) gurur
meselesi yaparak canını kurtaran ineğe mutluluğunu
hiç belli etmemiş ve ona teşekkür bile etmemiş.
3) İnek yanından ayrıldıktan sonra, her tarafı
pislik içinde olmasına rağmen küçük kuş yaşama sevinci ile cik cik ötmeye başlamış. Kuş sesini duyan bir
kedi, ona bir arkadaş gibi yaklaşmış ve kuşun üzerindeki bütün pislikleri yalayarak temizlemiş. Daha
sonra ne olmuş dersiniz? Yaşamın değerini anlayarak ve iyi bir arkadaş bulduğunu zannederek, bu yeni
yerde mutlu bir yaşam sürebileceğini düşünen, planlayan küçük kuşu, kedi bir lokmada yutmuş.
ALINABİLECEK DERSLER:
1) Çevrenizi ve elinizdeki olanakları küçük görmeyin ve beğenmezlik yapmayın. Çoğu insan sizin elinizdeki olanaklara sahip değil, bu olanakların farkında
olun ve mutlu olmaya çalışın. Elinizdeki olanakların
hiçbirini kaybetmeden daha iyi ve yeni olanaklar
elde etmeye çalışın.
2) Sizle tartışan, sizi eleştiren her kişinin; sizi
yakınlarınız ve arkadaşlarınız arasında küçük düşürmek için üzerinize pislik sıçrattığını düşünmeyin.
Bilinçli bir insan, sizle neden uğraşır ve zaman harcar? Çünkü o size yardım etmeye ve sizi geliştirmeye çalışıyor, size kötülük yaptığını (üzerinize kaka
219
yaptığını) zannettiğiniz kişi, size iyilik yapmaya (sizi
hayata döndürmeye) çalışıyor olabilir.
3) Size iyilik yaptığını zannettiğiniz (sizi dili ile
yalayarak yıkayıp, yağlayan) kişi ise size kötülük
yapmak (malınıza ve canınıza zarar vermek) isteyen
biri olabilir.
Geriye doğru dönerek bir düşünün, bunların hepsini yaşamadık mı? Hâlâ yaşamıyor muyuz? Neden
hâlâ bu gerçeklerin farkına varmıyoruz? İneğin eti,
sütü ve kakasından (kakası yıllar boyu yakıt ve gübre olarak kullanıldı/kullanılıyor) yaralanmak yerine,
sevimli görünerek bizi devamlı tırmalayan kediyi neden koynumuzda besliyoruz? Lütfen kedi ile inekleri birbirinden ayıralım. Kedilere yem olmamak için,
henüz kendi kanatlarımız ile uçmaya başlamadan cik
cik ötmeyelim.
Hepinize sevgi ve selamlarımı iletirim.
F- Matematik Soruları NK (19.06.2010, Davutlar,)
SORULAR:
1-Tatilde kamp yapmakta olan üç genç arkadaş,
yakındaki köy marketine gelirler ve kampta kullanmak üzere bir adet pilli radyo alırlar. Gençlerin her
biri 10 TL olmak üzere, market sahibine toplam 30
TL öderler ve radyoyu alarak kamplarına doğru yola
çıkarlar.
Bir süre sonra market sahibi, bu radyoda kampanya olduğunu ve 5 TL indirim yapması gerektiğini
hatırlar. Çırağına 5 TL vererek, gençlere vermesi
220
için onların arkasından çırağını gönderir. Çırak üç kişiye 5 TL’yi eşit olarak paylaştıramayacağı için her
bir gence 1 TL verir; yani toplam 3 TL’yi geri öder ve
kalan 2 TL’yi ise kendi cebine atar.
Böylece gençlerin her biri radyo için 9 TL ödemiş
olur. 3X9=27 TL, 2 TL de çırak aldı toplam 29 TL, bu alışverişte 1 TL nereye gitti?
2- Bir müşteri ayakkabı mağazasına girer ve bir
ayakkabı beğenir. Ayakkabının fiyatı 25 TL’dir, müşteri ayakkabıcıya bütün olarak 50 TL verir. Kasada
bozuk para bulunmadığı için ayakkabıcı bu 50 TL’yi
yandaki komşu mağazada bozdurur ve müşteriye
ayakkabı ile birlikte 25 TL para üstü verir. Bir süre
sonra 50 TL’yi bozan komşu mağaza sahibi bozduğu paranın sahte olduğunu fark eder ve ayakkabıcıya durumu anlatır. Ayakkabıcı dolandırılmış olduğu
anlayarak, bu sahte 50 TL’yi normal 50 TL ile değiştirerek komşu mağaza sahibine verir. Müşteriye
verdiği ayakkabı+para üstü dâhil ve komşu mağaza
sahibine sahte para karşılığı olarak verdiği 50 TL
dâhil, ayakkabıcı bu alışverişten toplam kaç lira zarar etmiştir?
Bu soruların cevaplarını benim e-mail adresime
gönderebilirsiniz. Doğru cevaplayanlara Utkan ve
Onur hediye olarak kısa metrajlı bir film yapacak,
yanlış cevaplayanlara ise doğru cevap e-mail ile bildirilecek. Cevaplarınızı bekliyoruz.
Doğa’cığım; her iki soru da yanlış cevap verilmesini sağlamak için özellikle karmaşık bir biçimde
sorulmuş. Bu nedenle soruları yanıtlayanların çoğun221
luğu ikinci soruda doğru yanıta ulaşamamış. Sorulardaki karmaşıklığı önlemek için sade ve basit düşünmek gerekiyor.
Bütün matematik problemleri, aşağıda birinci sorunun yanıtında verdiğim gibi bütün parametreler
(değişkenler) göz önüne alınarak ve matematiksel
olarak formülize edilerek (eşitlik kurularak) çözülebilir. Bu yöntem uzun olmakla birlikte en sağlıklı
yöntemdir ve her zaman doğru yanıtı verir.
Bazı problemler ise ikinci sorunun yanıtında verdiğim gibi karmaşıklığı önlemek için daha basit düşünülerek ve işlemlerin bir kısmı sadeleştirilerek
daha hızlı ve doğru olarak yanıtlanabilir.
BİRİNCİ SORUNU YANITI: Bu alış verişte kayıp 1TL yoktur:
ÖDENEN PARA: Gençler 30 TL ödeyerek radyoyu almışlar ve daha sonra 3 TL de çıraktan iade
almışlardır; yani gençler radyo için toplam 30-3=27
TL ödemiş oluyor.
ALINAN PARA: Market sahibi gençlerden radyo için 30-5=25 TL almıştır, çırak ise 2 TL almıştır,
yani radyo için toplam 25+2=27 TL alınmış oluyor.
Ödenen ve alınan paralar 27 TL yani birbirine eşit
oluyor.
İKİNCİ SORUNUN YANITI: Ayakkabıcın kaybı 50 TL’dir
Müşterinin sahte para vermediğini varsayalım:
Ayakkabıcı müşteriden 50 TL alıyor, 50 TL’yi yan-
222
daki mağaza sahibine bozduruyor ve müşteriye seçtiği ayakkabı ile birlikte 25 TL para üstü veriyor.
Ayakkabıcının yaptığı bu işlemlerde bir hatası (kaybı) yok.
Ayakkabıcının asıl hatası müşteriden aldığı paranın sahte olması: Bu alışveriş sonucunda ayakkabıcının kasasında 50 TL sahte para oluşuyor; yani
ayakkabıcı 50 TL zarara uğruyor veya 25 TL para
ve 25 TL değerinde bir ayakkabı kaybetmiş oluyor.
(Ayakkabıcının bir ayakkabıdan elde edeceği kazancı
(kârı) da düşersek 50 TL’den daha az zararı var.)
EK-8 GELECEK BİLGİYİ ÜRETENLERİNDİR
NK (25.07.2010, Davutlar)
GELECEK BİLGİYİ ÜRETENLERİNDİR. (Mustafa Kemal ATATÜRK)
YARATICI FİKİR GELİŞTİREBİLMEK İÇİN
SIRADAN GÖRÜNEN HER ŞEYE DİĞER İNSANLARDAN FARKLI BİR GÖZLE BAKMAK GEREKİR.
(George Kneller)
Sevgili Gençler; sizlere yukarıdaki sözlerin anlamı ve önemi ile ilgili biraz açıklama yapmak istiyorum. Bir fikri (bilgiyi) düşünerek ilk bulan (üreten)
şirket veya ülke, bu bilgiyi uygulamaya dönüştürerek
kendisi için çok çeşitli yararlar sağlayabilir. Örneğin; bu teknik bir bilgi ise teknik bilgiyi ilk bulan, bu
bilgiyi teknolojik bir ürüne dönüştürebilir. Ürettiği
bu bilgiyi (know-how) ve bu bilgiyi kullanarak ürettiği ürünleri ve bu ürünlerin üretilmesi için gereken
223
teknolojiyi (üretim makinelerini) ve bu ürünlerin
üretilmesinde kullanılan hammaddeleri, malzemeleri, yarı ürünleri diğer şirket veya ülkelere istediği
değerden satma olanağına sahip olur. En fazla katma
değeri, sıfırdan bilgiyi üretenler (tasarımcılar) yarattığı için en fazla kazancı onlar elde ederler ve o
konuda çok detaylı bilgiye onlar sahip oldukları için
o konuda bütün gelişmeleri onlar yaparlar; yani bilgiyi üretenler devamlı en önde giderler, diğerleri ancak onları geriden izleyebilir (nal toplarlar). Siz de
çalıştığınız kurumda, bilgiyi üreten kişiler arasında
olmak istemez misiniz? Veya başkalarının üreterek
uygulamaya dönüştürdüğü bilgileri öğrenerek sadece kullanan kişiler arasında olmak mı istersiniz? İş
tatmini, kariyer (işte yükselme) ve yüksek gelir istiyorsanız, birinci seçeneği seçmek durumundasınız.
Bu seçeneği gerçekleştirmek için ise gerekli şartları
(iyi eğitim, geçerli meslek seçimi, çok çalışma) yerine getirmek zorundasınız.
Tasarımcı olabilmek için; yani Allah’ın insanlara
verdiği yaratıcı beyin özelliklerimizi kullanabilmek
için Allah’ın evrende yaratmış olduğu her şeye farklı
bir gözle bakmak zorundayız. Şu anda kullanmakta
olduğumuz bütün ürünler, daha önce birileri tarafından düşünülerek (tasarlanarak) üretildi. Bu ürünleri
tasarlayanlar, evrende Allah tarafından yaratılmış
olan şeylere farklı bir gözle bakarak bu ürünlere ait
ilk fikirleri (bilgileri) üretebildiler. İnsanlar, yaşamlarını (daha rahat ve mutlu) sürdürebilmek için, yaşamakta oldukları sorunlara, zorluklara çözüm üretmek için, yaşamı daha kolaylaştırmak ve daha kaliteli
224
yaşamak için, dünyamızdaki canlı, cansız varlıkların
farklı özelliklerini gözlemleyerek; yani esinlenerek
(ilham alarak) yeni fikirler üretebildiler. Örneğin;
uçma fikrini ve uçak yapabilme tekniğini (bilgisini)
kuşları gözlemleyerek ürettiler. Örneğin; otomobil,
mimarlık ve diğer konularda en çok ve en iyi tasarımcılar İtalya’da yetişmektedir; neden biliyor musunuz? Çünkü İtalya’da sokağa çıkan herkesin ilk ve devamlı olarak gördüğü şeyler, Roma İmparatorluğu’na
ait çok çeşitli tarihî eserlerdir ve farklı bakan gözler için bu eserlerin içinde gizli olan özelliklerdir
(güzelliklerdir). Yaratıcılık özelliğini en çok kullanabileceğiniz teknik meslekler şunlardır: Mimarlık
(iç, dış, şehir planlama), endüstriyel tasarım (ürünlerin kullanım ve görsel özelliklerini tasarlayanlar),
elektronik mühendisliği, bilgisayar mühendisliği ve
endüstri mühendisliği gibi meslekler çocuklarınız
için hem doğuştan sahip oldukları yaratıcılık özelliklerini kullanabilecekleri ve geliştirebilecekleri hem
de kolayca iyi işler edinebilecekleri çağımızın güncel
meslekleridir. Fazla maddi gelir istemiyor ve daha
çok zevk almak istiyorsanız; resim, müzik, tiyatro,
sinema veya diğer sanat dallarını seçebilirsiniz. Sanat dallarında yaratıcılık özelliği, teknik dallara göre
daha ön plandadır; fakat iş bulma ve maddi olanaklar
gençlerin bu dalları seçmelerine engel olmaktadır.
Aslında çok çalışarak iyi ve bilinen (meşhur) bir sanatçı olduğunuz zaman, çok para kazanma olanağı da
vardır.
YARATICI FİKİR GELİŞTİREBİLMEK İÇİN
SIRADAN GÖRÜNEN HER ŞEYE DİĞER İNSAN225
LARDAN FARKLI BİR GÖZLE BAKMAK GEREKİR
cümlesindeki HER ŞEY kelimesi, sadece Allah’ın yarattığı veya insanların ürettiği maddi varlıkları ifade
etmemektedir. Aynı cümleyi her konu (iş, proje veya
problem) için uygulayabiliriz.
Herhangi bir konudaki düşüncülerimiz, bakış açımız ve yaklaşım tarzımız diğer insanlardan farklı ise o konuda kesin olarak diğer insanlardan daha başarılı ve olumlu sonuçlar alırız
ve diğer insanların çeşitli konularda yaşamakta
olduğu problemleri hiçbir zaman yaşamayabiliriz;
çünkü o konularda çıkabilecek problemleri önceden fark ederek (ön görerek) önlemler alabiliriz.
Bir konuda aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar
almak imkânsızdır. Bu nedenle, her konuda diğer
insanlardan farklı düşünmek ve o konulara farklı
açılardan bakarak farklı yaklaşım tarzı belirlemek
gerekir.
İnsan yaşlandıkça çocuklaşır; çocuklarımız gibi
yaşlı yakınlarımızı da yönlendirmeliyiz ve önemli kararları onlara bırakmayarak, kendimiz onlar adına
doğru kararları vermeliyiz ve doğru kararlara uygun davranmalarını sağlamalıyız. Aksi takdirde bir
süre sonra, onların bilmedikleri ve deneyim sahibi
olmadıkları konularda yanlış kararlar vererek, yanlış
şeyler yapmakta olduklarını fark ederiz ve bu yanlış
kararlar sonucunda oluşan problemlerin çözemeyeceğiniz boyutlara ulaştığını, biz veya ilgili yakınlarımız için değiştirilemez kötü kadere dönüştüğünü
görebiliriz. İnsan kendisine, çocuklarına veya diğer
yakınlarına problemler yaratacak önemli kararları
226
yaşlılara veya çocuklara bırakır mı? Onların yanlış
karar vermekte olduklarını bile bile “Ben karışmam.”,
diyebilir mi? Bu yanlış kararlar bumerang gibi bir
süre fırlatıldığı yönde ilerleyerek bizden uzaklaşır
(O sürede sorunları fark etmeyiz.) ve bumerang
fırlatıldığı yönden geri dönerek bize doğru gelmeye
(sorunlar yaşanmaya) başlar ve bize saplanır (acıtmaya başlar). Hepinize selam ve sevgiler.
EK-9 BİLİŞİM (BİLGİ VE İLETİŞİM) ÇAĞI
NK (21.02.2009, İzmir)
A-Bilişim Çağındaki Ortak Düşmanımız Bilgisizlik, İletişimsizlik ve Fedakârlık
BİLGİ ve İLETİŞİM (Bilişim) ÇAĞINDA yaşıyoruz; fakat BİLGİ ve İLETİŞİM açısından YOKSUN (fakir) olarak yaşıyoruz. Hâlâ hepimizin ortak
düşmanı olan BİLGİsizlik ve İLETİŞİMsizlik ile savaşmıyoruz ve bizim adımıza bu düşman ile savaşan
kişinin safında yer almak yerine, ortak düşmanımız
olan BİLGİsizlik ve İLETİŞİMsizlik safında yer
alıyoruz. Aşağıdaki listede vermiş olduğum kendi
düşmanlarımız ile savaşmak yerine, düşmanımızı yok
etmek için bizim adımıza FEDAKÂRca savaşan kişi
ile aynı safta ve onun arkasında destek olmamız gerektiğini, neden hâlâ fark etmiyor (BİLMİYOR) uz?
POTANSİYEL PROBLEMleri neden önceden fark
etmiyoruz? Uyarılmamıza rağmen, sorun büyümeden,
çözümsüz hâle gelmeden, önlemler almamız gerektiğini neden BİLMİYORuz. Özel bir işin sadece para
(sermaye) harcayarak kurulmadığını, bir işi kurmadan önce fizibilite çalışması yapılması gerektiğini ve
227
bu işi zarar etmeden yaşatmanın, geliştirmenin ne
kadar zor olduğunu ve BİLGİ, DENEYİM gerektirdiğini; gayrimenkul, para gibi maddi değerlerin de
bir iş, bir proje gibi BİLGİ ile yönetilmesi gerektiğini; neden BİLMİYORuz. Para, ev, arsa ve otomobile her zaman tekrar sahip olabiliriz ama kaybettiğimiz SAĞLIĞIMIZI, eğitimle sahip olabileceğimiz
MESLEĞİ ve yaşayarak edinebileceğimiz BİLGİYİ,
DENEYİMİ para ile satın alamayız. Lütfen şunu iyi
anlayalım: Maddi açıdan çok fakir olabiliriz; fakat
akıl ve ruh sağlığımız yerinde ise mesleğimizi, bilgi ve deneyimlerimizi kullanarak çok zengin olmak
bizim elimizdedir. Her konuda bilgi sahibi ve uzman
olmak zorunda değiliz. Bilişim çağında bütün bilgiler
elimizin altında, her konudaki bilgiye bir tıklama ile
ulaşabiliyoruz. Bilişim çağında neden BİLGİden ve
İLETİŞİMden yoksun yaşıyoruz ?
GURURu ve İNATı bir tarafa bırakalım ve aşağıda yazmış olduğum nedenleri inceleyelim. Listedeki bütün nedenler, bilişim çağında yoksun olarak yaşadığımız BİLGİ ve İLETİŞİM ile ilgili, neden bunun
hâlâ farkında değiliz (BİLMİYORuz).
NEDENLER: Ana neden, BİLGİsizlik ve İLETİŞİMsizliktir. Tek tek sıralar isek; her konuda BİLGİli olduğunu sanmak, her konuda BİLGİli olduğunu
göstermeye çalışmak (bilgiçlik taslamak), gerçekten BİLGİli olduğunu konularda BİLGİlerini diğerlerinden saklamak ve BİLGİsini paylaşmamak, teknolojinin hızlı bir şekilde gelişmesi nedeni ile sahip
olduğumuz BİLGİlerin hâlâ doğru, geçerli olduğunu
sanmak ve BİLGİlerimizi güncellememek, aile sırla228
rımız ortaya çıkmasın diye BİLGİ, DENEYİM sahibi
olan büyüklerimizin, yakınlarımızın, arkadaşlarımızın
BİLGİ, DÜŞÜNCE, GÖRÜŞlerinden yaralanmamak;
aksine sorunu yaşayan kişi olarak bizzat kendimiz
açık olarak yakınlarımıza, arkadaşlarımıza sorunla
ilgili bütün detayları anlatırsak, hakkımızdaki dedikoduyu, söylentiyi önleyebiliriz ve onlar bize BİLGİ,
DENEYİMleri ile yardımcı olabilirler. Ayrıca yakınlarımıza, arkadaşlarımıza BİLGİleri hiç saklamadan
ve daha önceden verirsek, onlar sorun daha da büyümeden önlem almamıza yardımcı olabilir.
BİLGİli insanları KISKANMAK, onlarla İLETİŞİM kurmamak, BİLGİsiz olduğu için kendisini veya
başkasını suçlamak, sorun yaşandığı zaman insanlar ya kendisini veya karşı tarafı suçlar. Zamanını,
enerjisini problemin gerçek nedenlerini araştırmak,
bulmak ve bundan ders alarak bu sorunu bir daha
yaşamamak için (önlemler almak için) harcaması gerektiğini BİLMEDİĞİnden kendisini veya başkalarını eleştirir, suçlar, kavga eder ve devamlı böyle
yaparak yaşadığı sorunun stresinden hiçbir zaman
kurtulamaz ve akıl, ruh sağlığını kaybeder.
Ev, iş, okul, sosyal yaşantımızın daha kaliteli
olması için ve kalan hayatımızı daha SAĞLIKLI,
BAŞARILI, MUTLU yaşayabilmemiz için KENDİMİZ İLE YÜZLEŞMEMİZ gerektiğini ve DÜŞÜNCELERİMİZİ DEĞİŞTİRMEMİZ gerektiğini hiç
unutmayalım. Her işte, projede, konuda olduğu
gibi düşüncelerimizi değiştirmeye ve kendimizi
geliştirmeye karar verdiğimiz zaman, bu kararı
gerçekleştirebilmek ve olumlu, başarılı bir sonuç
229
elde edebilmek için KENDİ GÖREV ve SORUMLULUKlarımızın farkında olmamız gerektiğini ve bu
görevleri ZAMANINDA, EKSİKSİZ, KUSURSUZ
olarak yerine getirmemiz gerektiğini unutmayalım.
Bu görevlerin farkında olmaz ve/veya bu görevlerin başkası tarafından yapılmasını beklersek, sonuç devamlı OLUMSUZ ve BAŞARISIZ olur.
Ev, iş, okul, sosyal yaşamda tek başımıza yaşamadığımıza göre bizim sağlıklı, mutlu, başarılı olabilmemiz için bu ortamlarda birlikte yaşadığımız yakınlarımız ve arkadaşlarımızın da bizimle aynı bilinç,
frekansta (bu bilgilere sahip, farkında) olması ve
problemsiz, sorunsuz olması gerekiyor. Benim neden
FEDAKÂRlık yaptığıma gelince, bir şeyleri FEDA etmeden (bilgilerimi size satmadan, sizle paylaşmadan
ve çalışmadan) KÂR elde edilemiyor. Bir ürünü veya
hizmeti satabilmek için ise, müşteriye pazarlama
yapmak ve bu ürün veya hizmetin ona sağlayacağı
faydaları, yararları uygulamalı olarak kanıtlamak gerekiyor. Herhangi bir işte ortaklığın sürebilmesi için
her iki tarafın eşit miktarda FEDA etmesi (sermaye
koyması ve iş gücü sağlaması) ve KÂR veya ZARARa
eşit miktarda ortak olması gerekiyor. Ben de FEDA
ettiğim şeylere karşılık KÂR olarak, birlikte yaşamakta olduğum ve iletişimde olduğumuz yakınlarımdan, benim safıma geçmelerini istiyorum. Beni daha
önceden tanıyan ve anlayan yakınlarımız ile birlikte,
şu anda karşı safımızda olan diğer yakınlarımızın
karşısında durmaya devam edeceğim; çünkü benim
durduğum safın geçerli ve doğru taraf olduğundan
yüzde yüz eminim. Karşısında durduğum yakınları230
mı kendi safıma çekmek için FEDAKÂRlık yapmaya
devam edeceğim. 2009 yılında benim safıma geçen
kişilerin sayısının artmasını bekliyorum.
B- İletişim ve Frekans NK (28.02.2009, İzmir)
İletişimi sağlayan temel unsur frekanstır. Frekansları aynı olmayan iki cihaz (cep telefonu) birbiri
ile iletişim kuramaz. Frekans, bu cihazların havada
yaymış olduğu elektromanyetik dalganın saniyedeki
sıklık (titreşim) sayısıdır. Aynı şekilde, biz konuşurken havada oluşan ses dalgalarının (titreşimlerinin)
sıklık sayısı da frekanstır. İnsan kulağının duyabildiği ses dalgalarının saniyedeki titreşim sayısı 2020.000 arasındadır. (Yani duyabileceğimiz ses frekansı 20-20.000 hertz arasındadır.) Cep telefonları
ve TV yayınları çok yüksek ve farklı farklı frekanslarda elektromanyetik dalga yaymaktadır. Her cep
telefonu ve TV yayınının yaydığı elektromanyetik
dalgaların, aynı ortamda birbirine karışmadan, içlerinde taşımış oldukları bilgilerin (görüntü ve/veya
ses) bozulmadan iletilebilmesi için farklı farklı frekansta olması gerekmektedir.
Birden fazla insanın konuştuğu bir ortamda, kimin ne konuştuğunu anlayamamamızın (kulağımıza
gelen sesleri birbirinden ayıramamamızın) nedeni;
insanların konuşurken havaya yaydığı ve frekansları birbirine çok yakın olan ses dalgalarının birbirine
karışmasıdır. Bu nedenle elektronik cihazlarda olduğu gibi insanlar arasında iletişimin sağlanması için
FREKANS UYUMLULUĞU birinci şarttır. İletişim
hâlinde olan insanların birbirini anlayabilmesi için ise
231
aynı dilleri konuşması ve BİLİNÇ SEVİYELERİNİN
UYUMLU olması; yani bilgi, eğitim, deneyim seviyelerinin birbirine yakın olması gerekmektedir. Elektronik cihazların birbirleri ile iletişimde olmaları için
de bu cihazların içine, onları tasarlayan mühendisler
tarafından konulan yazılımların aynı programda (aynı
dilde) olması ve birbirlerini tanıyarak iletişimi sağlayacakları bilgilere sahip olmaları gerekmektedir.
Bir arkadaşımızın cep telefonunu çaldırmak, onun
frekansına uyumlu hâle gelmek istememiz anlamına gelir. İletişimin başlaması için frekanslarımız
eşitlenmiştir; fakat kendisi, bizim numaramızı çalan telefonunda gördüğü zaman açmayarak iletişimi
engelleyebilir veya bataryadaki şarj seviyesi düşük
olduğu için görüşme sağlanamayabilir veya çok kısa
bir görüşme sağlanabilir; yani biz onunla frekansımızı uyumlu hâle getirerek görüşmek istememize rağmen, bilinç seviyesi bizden düşük olan arkadaşımız,
isteyerek (telefonunu açmayarak) veya istemeyerek
(batarya şarj seviyesi, bilinç seviyesi düşük olduğu
için) bizle görüşmeyebilir veya bizim anlattıklarımızı hiç anlamayabilir veya anlayabildiği kadar anlar.
Bu arkadaşımız bizim bilinç seviyemizde olmadığı
sürece, biz istesek de onunla iletişim kurmamız ve
ona bilgi aktarmamız imkânsızdır. Bu durumda kontrol (kumanda) bizim elimizde değildir ama her biri
ayrı frekansta yayın yapan TV kanallarından, istediğimiz kanalı seçmek ve yayınlanan görüntüleri ve/
veya sesleri izlemek, dinlemek (için kumanda) bizim
elimizdedir. İstemiyorsak elimizdeki kumanda ile
kanalı hemen değiştirebiliriz; yani kendi FREKANS
232
ve BİLİNÇ SEVİYEMİZE UYGUN yayını kendimiz
seçeriz.
Arkadaş, dost veya eş olmak istediğimiz kişileri de kendimiz belirlemeliyiz. Beraber olmaktan
mutluluk duyacağımız ve birlikte olmaktan zevk
alacağımız yakınlarımızla, arkadaşlarımızla daha
sık ve uzun sürelerde birlikte olmalıyız ve frekansı, bilinç seviyesi kendimize uygun olmayan yakınlarımızla, arkadaşlarımızla daha az ve daha kısa
sürelerde birlikte olmalıyız veya benim yaptığım
gibi yaşanan problemlerin çözümü ve önlem alınması yönünde yakınlarınızla, arkadaşlarınızla iş
birliği yaparak, onları değiştirmeye, geliştirmeye
çalışmanız gerekmektedir (Her problem uygulamalı
bir eğitim için fırsattır.).
C- Olay X Tepki=
(28.02.2009, İzmir)
Sonuç
Formülü
NK
Formüldeki olay; bir olay, bir problem, sorun,
bir iş veya bir projedir. Tepki ise bu olay karşısında bizim göstereceğimiz davranış, suçlama, eleştiri,
kavga veya çözüm üretmek, önlem almak için; yani
sonucun OLUMLU, BAŞARILI çıkması için yapmamız gereken faaliyetlerdir. İnsanları olaylara karşı
gösterdikleri tepkiye göre üç sınıfa ayırabiliriz. Bizler hangi sınıftayız ve hangi sınıfta olmak isteriz?
1. sınıftan 3. sınıfa geçemeyiz; fakat 1. sınıftan 2.
sınıfa ve 2. sınıftan 3. sınıfa geçebiliriz. Bu sınıflardaki insanların olaylar karşısında yaptıklarını okumadan önce, güncelleyerek yukarıda vermiş olduğum
Fedakârlık ve Bilişim Çağında Ortak Düşmanımız
233
Bilgisizlik, İletişimsizlik yazısını lütfen tekrar okuyunuz.
1. SINIFtaki insanlar, aynı bir trafik kazasında
trafik polisin yaptığı gibi, olayı detayları ile anlatan
tutanağı hazırlar. Bu sınıftaki insanlar olayları detayları ile anlatırlar ve hafızasında tutarak tekrar
tekrar anlatabilirler; fakat hiçbir tepki göstermezler. Kendisine haksızlık yapılsa bile ses çıkarmaz,
borç para verir istemeye utanırlar. Bu sınıftaki insanların aynı küçük bir çocuk gibi bakıma ve yönetilmeye ihtiyacı vardır. Onlar adına başkaları karar
verir, kötü niyetli kişiler bu insanları kullanabilir. Bu
sınıftaki insanlar kendilerine güvenmezler, karşısındakine güvenirler ve hiçbir sorumluluk almazlar. Sonuç bu insanlar için daima olumsuz ve başarısızdır.
2. SINIFtaki insanlar, olay olduktan sonra kızar,
kendisini veya karşındaki suçlar (suçlu arar), eleştirir, kavga eder. Sorunu çözmek ve bir daha yaşamamak için önlem alamaz veya aynı olay karşısında daha
önce başkasının uyguladığı (bildiğini sandığı) önlemi
alır; fakat çağ, şartlar, koşullar değiştiği için sonuç
daima olumsuz, başarısız olur. Bu insanların da kararlarını başkaları verir ve yönetilmeye ihtiyaçları
vardır. Kendilerine güvenmedikleri gibi yanlarındaki
insanlara da hiç güvenmezler. Görev ve sorumluluklarının farkında olmazlar veya başkalarının yapmasını beklerler.
3. SINIFtaki insanlar görev, sorumluluk ve yetkilerini bilirler ve sorumluluk almaktan kaçmazlar.
Olayları incelerler ve neden-sonuç ilişkisi kurarak
234
problemi çözerler ve/veya olay olmadan önce gerekli önlemleri alarak sonucun daima olumlu, başarılı
çıkmasını sağlarlar. Bilgi toplar, bilgileri değerlendirir, düşünür, planlar, uygularlar, yönetir ve organize
ederler. 3. sınıfta ve kötü niyetli olan insanlar 1. ve
2. sınıftaki insanları kullanırlar; 3. sınıfta ve iyi niyetli olanlar ise 1. ve 2. sınıfta olan insanlara her konuda yardımcı olur ve onları bir üst sınıfa geçirmeye
çalışır.
Hepinize sevgi ve selamlarımı iletirim.
EK-10 BİLGİ VE İSTATİSTİK BİLİMİ NK
(10.09.2009, İzmir)
Sevgili Gençler; Vestel’de çalışırken kendisi İngiliz olan kalite müdürü bana Guide to Economics
of Quality (Kalite Maliyetleri Kılavuzu veya Kalitesizliğin Maliyeti) adlı bir İngilizce doküman vermişti (Ben o zaman üretimde, endüstri mühendisliği ve
istatistiksel süreç kontrolü çalışmalarından sorumlu
bölüm müdürü idim). Genel müdürün de katıldığı bir
toplantıda, ürünlerin araştırma ve geliştirme süreçlerinden başlamak üzere bütün üretim süreçlerinde yaşanan sorunların maliyeti (kalitesizliğin maliyeti) konusunda bir rapor sunmuştum. Daha sonra
bu dokümanı Türkçeye çevirerek, Vestel’de eğitim
amaçlı olarak kullandık ve ardından Kalite Maliyetleri Sistemi kurma çalışmalarını başlattık. (“Guide
to Economics of Quality” İngiltere’de bir standart
hâlinde olarak uygulanıyor.)
Bu kitabın ilk paragrafı, 1883 yılında Lord Kelvin tarafından söylenen bir cümle ile başlıyordu.
235
Bu cümleyi orijinal hâli ile ve Türkçe olarak aşağıda
verdim.
When you can measure what you are speaking about, and express it in numbers, you know
someting about it; but when you cannot measure it, when you cannot express it in numbers,
your knowledge is of meager and unsatisfactory
kind. (Hakkında konuştuğunuz şeyi ölçebildiğiniz ve
sayılarla ifade edebildiğiniz zaman, o konu hakkında bazı şeyler biliyorsunuzdur; fakat onu ölçemiyor,
onu sayılarla ifade edemiyorsanız, o konu hakkındaki
bilginiz eksiktir ve tatmin edici değildir.)
İngilizlerin ta ki 1883 yılında BİLGİnin (ölçülebilen, sayılarla ifade edilebilen; yani gerçek ve
doğru bilginin) öneminin farkında olmaları ne kadar
ilginç değil mi? Üretim hatlarında çalışan işçilerin
söylediği (ölçülmemiş ve sayılmamış) bilgilerle üretim süreçleri kontrol altında tutulabilir mi? Üretim
hatlarında gerçek ve doğru bilgiler sürekli olarak
toplanmıyor ise veya toplanan bilgiler istatistiksel
(bilimsel) olarak değerlendirilmiyor ise veya değerlendirme sonucunda gerekli önlemler alınmıyor ise
üretilen ürünlerde malzeme veya işçilik hatasından
kaynaklanan problemler her zaman olur ve olmaya
devam eder. İstatistiksel süreç kontrolü uygulandığı zaman ise ürünlerde ve üretim hatlarında görülen
problemler sürekli azalır. Ürün kalitesinde sürekli
gelişim sağlanır, hatalı ürünleri tekrar üretme durumu olmaz, müşterinin satın aldığı ürünlerde hata
çıkma olasılığı düşer, teknik servis ve garanti maliyeti düşer; yani ürün maliyeti düşer ve firma üret236
tiği ürünleri daha ucuza satabilme ve rekabet etme
olanağına sahip olur. Hem tüketici hem üretici hem
de ülke tasarruf sağlar.
Ürün veya hizmet üreten şirketlerde olduğu gibi
hayatımızın bütün aşamalarında yaşamakta olduğumuz veya potansiyel (olası) hata ve eksikleri önlemek için hayatımızın bütün süreçlerini, önem ve öncelik sırasına uymak şartı ile sürekli kontrol altında tutmamız (süreç yönetimi) gerektiği konusunda
benimle hemfikir olduğumuz kanısındayım.
Sistemler, yöntemler, teknikler, kurallar ve
yasalar, kanunlar insan hayatını kolaylaştırmak,
geliştirmek, hata ve eksikleri önlemek ve kötü
niyetli insanların (ülkelerin) kendi çıkarları için diğerlerini kullanmasını önlemek amacıyla tasarlanmalı, hazırlanmalı, uygulanmalı ve sürekli olarak
günün şartlarına göre güncellenerek geliştirilmelidir; Türkiye’de uygulanan bazı kanunlar ve devlet
dairelerinde uygulanan katı kurallar da olduğu gibi
bizlere güçlük çıkarmak için değil. Bazı kesimleri korumak, desteklemek için değil. Bir devlet (siyasetçiler, bürokratlar) neden kendi vatandaşlarının hayatını kolaylaştırmak yerine zorlaştırır? Devlet dairelerinde çalışanlar (hepimizin verdiği vergiler ile
maaş alanlar); yani bizler neden hayatımızı kolaylaştırmak yerine zorlaştırırız? Sorunları yaratan hep
insanların kendisi değil mi? Yönetime katılmayarak,
sivil toplum örgütlerinde görev almayarak, yönetenlere uyarıda bulunmayarak, oy vermeyerek sadece
kendi kendimize şikâyetçi olmamızın, yaşamakta olduğumuz sorunlara ve zorluklara hiçbir zaman çare
237
olduğu görüldü mü?
Tanrı’nın yaratığı en büyük sistem evrendir. Dünyamız ve diğer gezegenler, dünyamızdaki canlıların
yaşama düzeni ve insanın fiziksel, biyolojik, ruhsal
yapısı da Tanrı’nın yarattığı alt sistemlerdir. Doğanın dengesini bozduğumuzu ve yaşayan canlıların
bazılarının neslini tükettiğimizi neden önceden fark
edemeyiz? Mutlaka doğadan bir uyarı almamız mı
veya doğal afet yaşamamız mı gerekir? Ozon tabakasının delindiğini bilim adamları (bilge insanlar)
fark etmese, insanlık kendi neslini yok ettiğinin farkına neden varamaz? Çünkü insanlar, yaratılan (tasarlanan) sistemin neden ve nasıl tıkır tıkır (hatasız) işlediğinin, çalıştığının farkında değil? Bazı
insanlar ise kendi kısa vadeli çıkarları yüzünden hırsa kapılarak, kendisi dâhil bütün insanların yararına
kurulan ve tıktır tıkır çalışan sistemin tekerine çomak soktuğunun (sistemin yapısını bozduğunun) farkında değil? Bütün DİNLER; o günün şartlarında ve
dünyanın o bölgelerinde, insanlığa yukarıda saydığımız faydaları sağlayan ve peygamberler tarafından
tasarlanan, hazırlanan, geliştirilen yöntemlerdir.
Dinlerin de bugünün şartlarına ve dünyanın bugünkü
durumuna göre değişimi ve gelişimi (güncellenmesi)
gerektiği kanısındayım.
Tanrı, en son peygamberini ARAP âleminin yaşadığı topraklara göndermiş ve Tanrı dünyanın en önemli
enerji kaynağını, PETROLü ARAP âleminin yaşadığı
toprakların altında yaratmış. Peki en önemli enerji
kaynağına sahip olan ve en son peygamberin yöntemine sahip olan Müslümanlık âlemi neden bu kadar
238
geri kalmış? Neden ABD (Amerika) ve AB (Avrupa
Birliği) tarafından yönetiliyor ve sömürülüyor? ABD
bütün dünyaya neden kendi tasarladığı sistemleri
(stratejileri ve projeleri), zor kullanarak (askerî güç
ile) veya kendine yeni paydaşlar yaratarak veya havuçla kandırarak uygulatmak istiyor?
Çünkü Müslümanlık dışındaki dinler rasyonel
(mantıksal) yaklaşım tarzını benimsemişler ve bu
nedenle Hristiyan âlemindeki ülkeler sürekli gelişmişler; çünkü ta ki 1883 yılında BİLGİnin (bilim ve
teknolojinin) önemini kavramışlar.
Müslümanlık dini ise vicdani (duygusal) bir dindir.
Müslümanlar sadece Tanrı korkusu ile değil vicdanları (duyguları) ile hareket ederler. Vicdanlı insanların
duygularını sömürmek çok kolaydır. Bu nedenle, sözde
Müslümanlar kendi çıkarları için gerçek Müslümanların vicdani değerlerini sömürerek, onları ALLAH ile
sürekli aldatmışlar ve aldatmaya devam ediyorlar.
Lütfen Yaşar Nuri Öztürk’ün Allah ile Aldatmak kitabını okuyunuz. ABD, AB ve onların paydaşı Müslüman ülkelerin (yöneticilerinin), gerçek Müslümanları
ve onların yaşadığı ülkeleri nasıl aldattığı ve sömürdüğü konusunda daha detaylı bilgiye sahip olabilirsiniz.
Hepinize sevgi ve selamlarımı iletirim.
239
EK-11 İNATÇILIK
(21.8.2010, Davutlar)
NEYE
YARAR?
NK
Sevgili Gençler; inatçılık (pes etmeme ve kararlılık) huyu aslında bir işi, projeyi başarmak için çok
gerekli, iyi bir huydur. Ailemizdeki bazı yetişkinler ve gençler çağımızda pek geçerli olmayan ÇOK
İYİMSER, KİMSEYE HAYIR DEMEYEN, ÇOK SAF,
TEMİZ insanlardır (Gerçekten bu dünyada eşine rastlanamayacak kadar iyi insanlardır.); fakat
İNATÇILIK huyları biraz fazladır. Arkadaşlarına,
komşularına hatta fazla tanımadıkları kişilere, kendi
BİLDİKLERİ ve BİLMEDİKLERİ her konuda hiçbir
zaman hayır diyemeyerek, onların her söylediğine
inanarak, onları onaylayarak, onların her dediğini yaparken; İNATÇILIK huyları nedeniyle, kendi yakınlarının (kardeş, anne, babasının) söylediklerini yapmamaktadır; yani inatçılık huylarını yanlış zamanda,
yanlış yerde, yanlış işlerde ve daha önemlisi kendilerini koruyan, kollayan kişilere karşı yanlış tutum
ve davranış sergileyerek kullanmaktadır.
Onları hayatta başarısız ve mutsuz olmaya götüren nedenler; iyimser, saf, temiz olmaları değil,
İNATÇILIK huyunu kendilerinin iyiliği için çalışanlara karşı kullanmalarıdır ve yanlış, eksik bilgi sahibi
oldukları konularda kendilerini EĞİTMEYE, DEĞİŞTİRMEYE, GELİŞTİRMEYE çalışan yakınlarına karşı İNAT ile direnmeleridir.
Ben eşimin, çocuklarımın, yakınlarımın; iyimser,
saf, temiz, gereğinde inatçı daha da önemlisi çalışkan, düşünen, uyanık (yaşamın farkında) olma-
240
sını isterim. Hiçbir kimsenin her konuda, her şeyi
bilmesine imkân yoktur ama eğitime, değişime, gelişime açık olan insanların bilmedikleri her konuda,
her şeyi öğrenebilmesi çok kolaydır. Eğitime, değişime, gelişime açık olmayan insanlar ise devamlı yanlış kararlar vermeye ve hatalar yapmaya
mahkûmdur. Değişim ve gelişim karşısında hiçbir
kimse (şirket, ülke) direnemez. Değişim ve gelişim
rüzgârına direnen kişiler; büyüyen, gelişen canlı
bir ağacın rüzgâr karşısındaki esnekliğini gösteremeyerek, cılız ve kuru bir ağaç gibi kırılmaya
mahkûmdur.
Ben daha iyi eş, daha iyi çocuklar, daha iyi yakınlar yaratmaya çalışıyorum. Neden hâlâ İNAT
ile yazı yazıyorum? İNATÇILIK huyunu EĞİTİM,
DEĞİŞİM, GELİŞİM projesini gerçekleştirme KARARLIĞI için kullanıyorum. İnatçılığımı MUHALEFET, ELEŞTİRİ, DEDİKODU yapma projelerinde
kullanmıyorum. Hepinize sevgi ve selamlarımı iletirim.
EK-12
YAŞAMSAL
(01.06.2010, Davutlar)
PROBLEMLER
NK
Sevgili Gençler; bir iki senedir siz gençlere ve
yetişkin yakınlarıma, kaliteli (sağlıklı, mutlu, başarılı) yaşam için gerekli olan üç konuda yazılar hazırlayarak göndermekteyim. Bu üç konudan ikisi olan
sağlıklı ve mutlu yaşam ve kişisel gelişim konuları
ile ilgili yazacaklarım bitmişti. Bugün son konu olan
eğitim ve iş yaşamı ile yazacaklarım da son buluyor.
Belki de hepiniz için çok sıkıcı hâle gelen bu üç
241
konuda, ısrarla sizlere e-mail gönderdim. Birçoğunuz sıkıcı ve uzun olan bu e-mailleri okumaya gerek
duymadınız. Yaşınız ilerledikçe, siz gençler ve sizin
çocuklarınız için bu konuların çok önemli olduğunu anlayacaksınız. Bir problemi çözmek için ısrarla
problemin üzerine gitmek gerekiyor ve problemin
nedenlerini araştırırken ise çok şeyler öğreniliyor
(deneyim kazanılıyor). Başkalarının yaşadığı problemlerden önceden haberdar olursak, aynı problemleri kendimizin ve çocuklarımızın yaşamaması için
önceden önlemler alabiliriz.
Problemler ve projeler çok iyi eğitim fırsatlarıdır. Ben şu ana kadar, çözmeye çalıştığım problemler ve gerçekleştirmeye çalıştığım projeler ile ilgili
öğrendiğim bilgileri ve edindiğim deneyimleri sizlere
yazdım. En azından gönderdiğim e-mailleri bir kez
okumuş olmanızı umuyorum; çünkü yazdığım konuların hepsi, daha kaliteli yaşam sürmek için göz ardı
edilemeyecek kadar önemli üç konuya odaklanmıştı.
Göndermiş olduğum e-mailler, herhangi bir kitapta
(bu kadar açık ve net olarak) bulamayacağınız ve
hiç düşünmeden kullanabileceğiniz; araştırılarak
öğrenilmiş,düşünülerek üretilmiş bilgileri, yaşanarak edinilmiş deneyimleri ve çok çeşitli konularda
uygulanarak geliştirilmiş yöntemleri içeriyor. Bu
nedenle, şimdiye kadar göndermiş olduğum e-mailleri
aranızda hiç okumamış olan kişilere, bilgisayarlarından silmediler ise okumalarını tavsiye ederim.
Dünyadaki bütün ülkelerde yaşayan bütün insanlar
için öncelikli olarak çözülmesi gereken iki problem
(veya bu konularda problem yaşamamak için mut242
laka yapılması gereken iki proje) vardır. Bu problemler, yaşam kalitemizi direkt olarak etkileyen
yaşamsal problemlerdir. Bu problemleri yaşamamak
için kendinizin ve çocuklarınızın yaşam sürecini bir
proje gibi yönetmeniz gerekiyor; yani bu konularda
önceden önlemler almak için çok çalışmanız ve çaba
göstermeniz gerekiyor. Aksi takdirde birgün, bu
problemlerin çözemeyeceğiniz boyutlara ulaştığını
ve sizin veya çocuklarınız için değiştirilemez kötü
kadere dönüştüğünü görebilirsiniz. Bu nedenle, ısrarla aşağıdaki iki problem üzerinde yazılar yazarak
sizlere ve orta yaşlı yakınlarıma göndermekteydim.
YAŞAMSAL PROBLEMLER
1-Sağlık Problemleri: Hastalık sahibi olmadan
önce (genç iken) önlem almak gerekiyor.
2-Eğitim ve İş Problemleri: Ailenizden bağımsız
olarak yaşayabilmeniz için ekonomik olarak bağımsız olmanız gerekiyor. Daha kaliteli ve mutlu yaşabilmeniz için iyi (iş tatmini, mesleki gelişim, kariyer
gelişimi olan) bir işte çalışmanız gerekiyor. İyi bir
iş için, çağımızda geçerli olan bir meslek sahibi olmanız gerekiyor. İyi bir meslek için, ilköğretimden
itibaren iyi bir eğitim almanız gerekiyor. İyi eğitim
almak için ise aileniz değil, sizin çok çalışmanız gerekiyor. Beni (iyi okullarda) okutmadı diyerek anne ve
babanızı suçlamayınız. Eğitim ve iş yaşamınızdaki
başarı da başarısızlık da size ait.
Bir konuda araştırma yaparsanız ve sonuç almak için o problem veya projenin üzerine giderseniz önünüze daima yeni fırsatlar çıkar ve şansınız
243
devamlı açık olur. Hiçbir şey yapmaz iseniz, şansınıza küsersiniz ve devamlı kendinizi veya başkalarını suçlarsanız. Başarı tesadüf olmadığı gibi kötü
kader ve kötü şans da tesadüf değildir. Ya çare
sizsiniz veya çaresizsiniz.
EK-13 GELİŞİM KARŞITI NK (03.10.2009, İzmir)
A- Kendimiz ve Yakınlarımızın Gelişimine Karşı
Olan Tutum ve Davranışlarımız
Bu konuya girmeden önce, sizlerden almış olduğum olumlu ve olumsuz yönde eleştiriler için çok teşekkür ederim. Bu eleştirileriniz sayesinde, kendim
için yeni kişisel gelişim projeleri üretmekteyim.
E-mail yazmak ve bütün yakınlarıma bu bilgileri
göndermemin amacı, kesinlikle yazdığım konularda
bilgili biri olduğumu göstermek (bilgiçlik taslamak)
değil ve ailemizdeki herhangi bir kişiyi (kişileri) cahil, bilgisiz sınıfına koyarak rencide etmek ise hiç
değil. Asıl amacımın ne olduğunun, göndermiş olduğum e-maillerden anlaşılmış olması gerekir. Neden
bütün yakınlarımıza (ki bu kişilerin hepsi kendi en
yakın akrabalarım) bu e-mailleri göndermiş olduğumun ise yazdığım konuların içeriğinden anlaşılmış olması gerekir.
Yaşamakta olduğumuz problemlere, bu problemlerin nedenlerine ve alınan önlemlere ait bütün
bilgilerin (gerçek, doğru, tarafsız bilgilerin) problemi yaratan taraflarda değil, problemin çözümü ile
uğraşmakta olan kişilerde toplanması gayet doğal.
E-mail gönderdiğim bütün yakınlarım ve kendim,
244
eşim, çocuklarım da benzer problemleri sürekli yaşamaktayız. Benzer problemlerin çözümü yönünde
ve benzer problemlerin bir daha yaşanmaması yönünde, sizleri bilgilendirmek amacıyla, bende toplanan bilgilere kendi deneyimlerimi de katarak sizlere
göndermiş olmamı neden yadsıyoruz? Biz orta yaştaki kişilerin, geleneksel ve duygusal düşünce tarzını değiştirmenin kolay olmadığını biliyorum.
Benim hedef kitlem kendi çocuklarımızdır ve asıl
amacım; bizim anne babalarımızın bilmediği, farkında olmadığı için bize aktaramadığı değişime, gelişime engel olan gerçek, doğru, güncel bilgileri geç
de olsa çocuklarımıza aktararak, bizim yaptığımız
hataları onların yapmamaları sağlayabilmek; yani onlara, eşlerine, çocuklarına fayda sağlamaktır. Bütün
amacım budur. Ayrıca yaşamakta olduğumuz problemler ve çözümleri ile ilgili bilgileri yakınlarımız
ve arkadaşlarımız ile paylaşmamızın, onların benzer
problemleri hiç yaşamaması için önlem almaları (sistem, yöntem geliştirmeleri) yönünde aile, okul, iş hayatımızda birlikte yaşamakta olduğumuz bu kişiler
için bir eğitim fırsatı yarattığını da unutmamalıyız.
Kalan hayatımızda gerçekten değişiklik ve gelişme yapmak istiyorsak, hayatımızda farklılıklar
yaratmak istiyorsak, öncelikle hatlarımızın, eksikliklerimizin ve görevlerimizin, sorumluluklarımızın
farkında olmamız gerektiğini hiç unutmamız gerekiyor.
Anne, baba, kardeşler ve diğer yakınlarımız; aile
bağı ile bağlı olduğumuz için korumacıdır. Büyükleri-
245
miz bizlerin yaptığı hataların, başkaları tarafından
duyulmasını istemezler ve hatamıza rağmen bizi savunur ve korurlar. Bu nedenle yakınlarımızla gerçek
arkadaş ve dost olamayız; çünkü gerçekleri (içimizde onlara karşı hissettiğimiz gerçek duyguları ve
onların hatalarını), onlar kırılmasın, üzülmesin, yanlış anlamasın düşüncesi ile sürekli onlardan saklarız.
Gerçek arkadaşlık ve dostluk her konuda şeffaflık,
gerçekçilik, doğruluk, saflık gerektirir.
Gençler dikkat! Neden gerçek arkadaş ve dostları sadece dışarıda (akrabalarımız dışında) arıyoruz? Ben, eşimin yakınlarının ve kendi yakınlarımın,
hepsinin gerçek bir arkadaş ve dost olarak birlikte yaşabileceğine inanıyorum. Akrabalık bağı ile
bağlı olan kişilerin gerçek arkadaş ve dost olmasının,
aile bağını daha da kuvvetlendireceğine inanıyorum.
Dışarıdan bulacağımız arkadaş, eğer bu kişi eşimiz,
partnerimiz veya iş ortağımız olmayacak ise bize
nasıl ve ne kadar güçlü bir bağ ile bağlanabilir ki?
Anne, baba, kardeş ve diğer akrabalarımız ile
gerçek arkadaş ve dost olabilmemiz için önce hepimizin ORTAK bir PAYDAda buluşması gerekir; yani
önce iletişim sağlayabilmemiz için aynı frekansta
olmamız gerekir (bk. konu ile ilgili e-mail), sonra düşünce ve görüş birliği sağlayabilmemiz için bilinç
ve bilgi seviyemizin aynı düzeye yaklaşması gerekir. Bu görüşlere katılmayan insanlar nasıl beraber
yaşabilir ki?
Şimdi, değişimin ve gelişimin önündeki engelleri
birlikte düşünelim:
246
Farkında olmadan kendimizin ve/veya çocuklarımızın, eşimizin, diğer yakınlarımızın, arkadaşlarımızın gelişimini engelleyen tutum ve davranışlar içinde
olabiliyoruz. Bu tutum ve davranışlarımızı değiştirmeden, değişime ve gelişime açık olduğumuzu söylememiz yeterli değildir. Değişim ve gelişimin birinci
şartı, hata ve eksiklerimizin farkında olmamızdır
(DÜŞÜNCE); ikinci şartı ise hata ve eksiklerimizin nedenlerini belirleyerek, bu nedenleri ortadan
kaldırmaktır (UYGULAMA); yani değişim, gelişim
için önce düşüncelerimizi değiştirmek zorundayız,
sonra değişim ve gelişim için gerekli uygulamaları
yapmalıyız.
Değişim ve gelişim yapacağımız alanları (projeleri) üç kategoriye ayırabiliriz:
Birinci kategori (HATALAR): Büyüklerimizden ve
çevremizden öğrenerek uygulamakta olduğumuz hatalı olan (bize, yakınlarımıza zarar vermekte olan
veya problem yaratması olası olan) ve güncel olmayan (yaşam kalitemizin artması yönünde hiçbir kolaylık ve fayda sağlamayan) geleneksel davranışlardır.
İkinci kategori (EKSİKLER): Eğitim, bilgi, deneyim eksikliğinden dolayı (farkında olmadığımız için
kendimize, yakınlarımıza zarar vermekte olan veya
problem yaratması olası olan) konuları öğrenerek uygulamamız gereken yeni davranışlardır.
Üçüncü kategori (YENİ PROJELER): Yaşam kalitemizi arttırmak için (kendimiz ve yakınlarımızın
daha sağlıklı, başarılı, mutlu yaşaması için) düşüne247
rek, araştırarak, kendi kendimize öğrenerek uygulamamız gereken; yani kendimizin tasarlayarak üreteceği ve başta kendimiz, yakınlarımız olmak üzere
ülkemize, dünyamıza (doğaya, insanlığa) faydalar
sağlayabilecek yeni ve çağdaş davranışlardır. Kişisel gelişim projeleri üçüncü kategoridedir ve bu
tür projelere başlamak, aynı zamanda birinci, ikinci
kategoride belirttiğimiz davranışlarımızın otomatik
olarak değişmesini ve gelişmesini sağlayabilir.
B- Değişime ve Gelişimine Karşı Olan Tutum ve
Davranışlara Örnekler
- Mükemmel ve tekâmül (gelişim) zıt anlamlı iki
kelimedir. Hiçbir zaman, hiçbir kimse, hiçbir şey
mükemmel olamaz. Mükemmeli aramak yerine, küçük adımlarla gelişimi tercih etmeliyiz. Mükemmel
diye bir şey yoktur, sürekli gelişim vardır. Gelişimi
sınırsız sayıda basamağı olan bir merdivene benzetebiliriz. Gelişim yönünde çaba gösterenler, bu basamakları adım adım çıkmak zorundadır. Ömrümüz
biter; fakat kişisel gelişim merdiveninin basamakları
hiçbir zaman bitmez.
- Korumacılık gelişime karşıdır. Farkında olmadan
koruduğumuz kişilerin gelişimini engelleriz.
- Görevlerini yaptığımız kişiler sorumluluk alamazlar ve onların gelişimini engelleriz.
- Sığınmacılık (sığınacak bir liman bulmak) kendi
gelişimimize karşıdır. Dalgalı denizlere çıkmaktan
korktuğumuz için gelişemeyiz. Okyanuslara ise hiçbir zaman açılamayız.
248
- Statükoculuk (mevcut durumu, sistemi koruma)
gelişime karşıdır. Sistemlerin, yöntemlerin ve sahip
olduğumuz bilgilerin güncellenmesi; yani günün koşullarına göre değişmesi, gelişmesi gerekir.
- Savunmacılık gelişime karşıdır. Sadece kendi
sahip olduğumuz bilgilerin gerçek ve doğru olduğunu
sanarak, bu bilgilere dayalı savunma yapmak ve kendi bilmediğimiz konularda fikir yürütmek gelişimimizi engeller. Yanlış kararlar vermemize ve hatalar
yapmamıza yol açabilir.
- Eleştiriye açık olmamak ve öz eleştiri yapmamak, kişisel gelişimimizi temelden engeller. Kişisel
gelişimin ilk adımı, hata ve eksiklerimizi belirlemek
olduğu için yakınlarımız ve arkadaşlarımız tarafından bize belirtilen (söylenen, yazılan) hatalı davranışlarımızın, herkesin içinde ŞAHSIMIZA YAPILAN KÜÇÜK DÜŞÜRÜCÜ bir davranış olduğunu
zannetmek bizi yanılgıya götürür; çünkü bu tür eleştiriler ŞAHSIMIZA karşı değil, hatalı DAVRANIŞIMIZA karşı yapılmaktadır. Hatalı davranışımızın
farkına vararak onu düzeltebilme fırsatı (bir konuda kendimizi geliştirme fırsatı) elimize geçmiş iken,
savunmaya veya karşı eleştiriye (saldırıya) geçmek
ise çok anlamsızdır ve bizi, hatayı bir başka hata
ile düzeltme çabasına, yani yeni bir hatalı davranışa
sürükler.
Düşündüğümüz zaman, değişime ve gelişime karşı
çok sayıda başka engeller bulabiliriz. Önemli olan,
bu engellerin farkında olmak ve kendi kendimizi engellediğimizin farkına vararak, değişim ve gelişim
249
yönünde kendimizin ve yakınlarımızın yoluna konan
taşları (engelleri) ortadan kaldırmaktır.
Kişisel gelişim çalışmalarına, neden hata ve eksiklerimizi öğrenerek başlamalıyız? Çünkü her hata
ve/veya eksiklik gelişim yönünde bir proje üretme
fırsatı sağlar. Bu görüşü destekleyen en iyi örnek
şudur: Ürün ve/veya hizmet üreten bütün şirketler,
neden müşterilerin ziyaret ettikleri mekânlara (alışveriş merkezi, mağaza, showroom, satış noktası) ve
kendi internet sitelerine ÖNERİ ve ŞİKÂYET KUTUSU koymaktadır? Kamu kurumları ve sivil toplum
örgütlerinin internet sitelerinde de öneri ve şikâyet
bölümleri vardır. Bütün kurumlar ürettikleri ÜRÜN
ve/veya verdikleri HİZMET KALİTESİNİ GELİŞTİRMEK için bu yönteme başvurmaktadır; çünkü
ürün ve/veya hizmet kalitesinde gelişim sağlayabilmek için de en kolay proje üretme yöntemi, kişisel
gelişimde bireylerin yaptığı gibi kurumların da önce
kendi hata ve eksiklerini tespit etmeleridir.
Yani değişim ve gelişim yönünde ilk başlanılacak
projeler, HATALAR ve EKSİKLERimizi öğrenmektir; çünkü ilk üreteceğimiz projeler hata ve eksiklerimizi ÖNLEME yönünde olmalıdır, daha sonra YENİ
PROJELER üretme yönünde çaba sarf edilebilir;
çünkü en önemli HATA ve EKSİKLERimiz, büyüklerimiz ve/veya kendimizin değişim ve gelişimin önüne
farkında olmadan koyduğumuz engellerdir. Bu engeller değişim ve gelişim yönündeki enerji ve zamanımızın boşa harcanmasına neden olmaktadır.
Kişisel gelişim projeleri bir bütün olarak üçünü
kategoridedir ve ilk baştan bu tür büyük bir proje
250
ile başlamak, aynı zamanda birinci, ikinci kategoride
belirttiğimiz davranışlarımızın otomatik olarak değişmesini ve gelişmesini sağlayabilir; fakat bir bütün
olarak Kişisel Gelişim başlığı altında birinci, ikinci,
üçüncü kategorideki birçok projeyi aynı zamanda
sürdürmemiz gerekebilir; yani bu durum başarısız,
olumsuz sonuçlar almamıza neden olabilir. Bu nedenle, sürekli gelişimin kurallarına uygun olarak, kişisel
gelişim merdiveninin basamaklarını adım adım çıkmayı tercih etmeliyiz; yani birinci, ikinci kategorideki projeler ile başlarsak daha kolay bir yöntem
kullanmış olacağımız için başarı şansımız artabilir.
EK-14 SİSTEMLER
(06.09.2009, İzmir)
VE
YÖNTEMLER
NK
Sevgili Gençler; şimdi sizlere eğitim ve iş hayatımda keşfetmiş olduğum bazı püf noktalarını vereceğim. Değişim ve gelişim konusunda artık hiçbir
kimseye, hiçbir zaman yazılı ve sözlü bilgi vermeyeceğim. Bu konuda kendime söz verdim; çünkü yazdığımız, okuduğumuz, anlattığımız, tartıştığımız konuların artık uygulamaya dönüşmüş olması gerekiyor.
Kendimizin ve yakınlarımızın hayatında herhangi bir
değişim ve gelişim olmuyorsa neden boş yere zaman
kaybediyoruz? Bundan daha önemli, gerekli ve acil
başka işlerimiz yok mu? Neden değişime ve gelişime
direniyoruz? Neden değişim ve gelişim yönünde bizim için çalışan yakınlarımız ile mücadele ediyoruz?
Neden onlarla aynı safta (tarafta) yer almıyoruz da
rakibimiz gibi onlarla savaşıyoruz? Bu soruların yanıtlarını en iyi Sezen Aksu, Küçüğüm şarkı sözleri ile
vermiştir.
251
A- Küçüğüm Şarkısı, Sezen AKSU
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün hatalarım
Öğünmem bu yüzden
Bu yüzden kendimi
Özel önemli zannetmem
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün saçmalamam
Yenilmem bu yüzden
Bu yüzden kendime hâlâ güvensizliğim
Ne kadar az yol almışım
Ne kadar az
Yolun başındaymışım meğer
Elimde yalandan kocaman rengârenk
Geçici oyuncak zaferler
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden bütün korkularım
Gururum bu yüzden
Bu yüzden çocuk gibi korunmasızlığım
Küçüğüm daha çok küçüğüm
Bu yüzden sonsuz endişem
Savunmam bu yüzden
Bu yüzden bir küçük iz bırakmak için didinmem
252
B- ÖSS İçin Püf Noktaları
1- Utkan ÖSS’ye hazırlanırken ne yaptı?
Dershane ben ve öğretmenleri ona ne önerdik?
İnanın, diğer öğrencilere olduğu gibi Utkan’a da sadece bir tek şey önerildi ve sadece deneme sınavı
sonuçlarındaki gelişimini birlikte izledik. Biliyorsunuz, dershaneler okulların yapmadığı tek şeyi çok iyi
yaparak, birçok öğrencisinin ÖSS’de başarılı olmasını sağlayabiliyor. Dershaneler de öğrencilerine ders
konularını anlatıyor; fakat okullardan farklı bir şey
daha yapıyorlar. Yaklaşık her hafta deneme sınavı
yapıyorlar ve deneme sınav sonuçlarını; öğrencilerin
doğru cevapladıkları, yanlış cevapladıkları ve hiç
cevaplamadıkları soruların hangi derslere ve derslerin hangi konularına ait oldukları BİLGİsini (yani
detaylı, doğru, gerçek bilgiyi) içerecek bir şekilde,
her öğrenci için çıktı alarak kendilerine veya velilerine veriyorlar. Bu deneme sınavı sisteminin uygulanma amacı; aşağıda “Proje Yönetimi Sistemi”nde
belirttiğim gibi sadece başarılı sonuca ulaşmaktır.
Bu sistem öğrenciye, kendisinin eksik ve yanlış yaptığı soruların (bilmediği veya az bildiği, yanlış bildiği
derslerin ve konuların) farkına varmasını sağlıyor.
Daha sonra öğrencinin yapacağı işlem çok basit; deneme sınavı çıktısındaki sonuçları inceleyecek ve her
deneme sınavından sonra, sadece eksik ve hatalı yaptığı soruları çözecek. Bunun için de eksik ve
yanlış bilgi sahibi olduğu dersleri ve konuları tekrar
çalışacak; yani ders kitaplarını, dershane internet
sitelerini ve etütleri, dershane ve okul öğretmenlerini ziyaret edecek.
253
Deneme sınavları sonucunda, sürekli eksik ve
hatalı olduğu soruları çözmeye odaklanan bir öğrenci neden başarısız olsun ki? Utkan bu sistemi
son bir sene değil de son iki sene veya lise öncesinde
kullanmaya başlasa idi, son bir yılda kat etmiş olduğu
yoldan (Geçen yıl derslerinde sürekli gelişim sağladı.) daha fazla yol kat etmiş olacaktı. Onur dikkat!
Yapman gereken çok basit; bu iki yıl boyunca gireceğin her deneme sınavı sonunda, sınav sonuç çıktısında, sana bir uyarı ve eleştiri yapılacak. Başarını
sürekli arttırman için çözemediğin (boş bıraktığın
veya yanlış yaptığın) soruları tekrar çözmen yeterlidir. Sınav notlarındaki yükselmeyi (yani gelişimi)
sen ve annen devamlı izleyeceksiniz ve kendine öz
güvenin daha artacak, bir sonraki sınava daha iyi
hazırlanarak daha başarılı olacaksın. Lütfen, doğru
yaptığın sorularla hiç uğraşma. (Eğer atarak doğru
sonucu tesadüfen bulmamış isen…)
Bu deneme sınavı sistemini sağlık, eğitim, iş, sosyal yaşamımıza da gayet rahat uygulayabiliriz; fakat
önce değişime ve gelişime karşı olmayacağız, sonra
aynı dershane öğrencisi gibi eksik ve hatalarımızı tespit edeceğiz. İşte bütün sorun bu aşamada
başlıyor; bizim elimizde dershanelerin verdiği gibi
detaylı, doğru, gerçek bilgiyi içeren öz eleştiri
çıktısı yok. İnsan kendi hatalı ve eksik yanlarının
farkında olamayabilir, doğru yaptığını zannedebilir veya gizlemek ihtiyacı duyabilir. Eksik ve hatalı
yönlerimizi, en iyi bizle birlikte yaşayan yakınlarımız
veya dost olduğumuz arkadaşlarımız fark edebilir.
Eksik ve hatalı yönlerimizi gösterenlere teşekkür
254
etmek yerine neden tepki gösteriyoruz? Neden
okuduğumuz kitapların ve yakınlarımızın, arkadaşlarımızın söylediklerini yapmıyoruz da kendi bildiğimizi (yanlış ve hatalı bildiklerimizi) yapmaya devam
ediyoruz? Neden yanlış alışkanlıklarımızı doğruları
ile değiştirmiyoruz? Neden bizden bilgili insanların,
bizden önce fark ettiği ve bizim yararımıza sunduğu
sistem, yöntem ve teknikleri kullanmıyoruz?
2- Bütün üniversitelerde olduğu gibi, ODTÜ’deki
hocalarımız da bize bir meslek edinme yanında, her
konuda araştırma, geliştirme yapmayı ve hiç bilmediğimiz herhangi bir konuyu kendi kendimize öğrenmenin yöntem ve yollarını öğretmiştir.
3- İş hayatım boyunca bana, iş arkadaşlarıma,
elamanlarıma, çalıştığım iş yerine; mesleğimden çok
üniversite hocalarımın öğrettiği diğer şeyler (araştırma, geliştirme, kendi kendine öğrenme) daha
fazla yarar sağlamıştır. Şu anda eşime, çocuklarıma
ve diğer yakınlarıma anlatmak istediğim ve onların
uygulamalarını istediğim de sadece diğer şeylerdir.
C- Proje Yönetimi Sistemi
Bir projenin üretilmesi (düşünülmesi ve tasarlanması), proje planının hazırlanması, proje planın
uygulanması, uygulamaların kontrol edilmesi ve izlenmesi, sonuçların değerlendirilmesi gibi projenin
belirli aşamaları (proje süreçleri) vardır. Bu süreçlerin hepsine birden proje yönetimi deniliyor. Bir
projenin başarılı ve olumlu sonuçlanması için bütün
bu süreçlerin kontrolümüz (yönetimimiz) altında
gerçekleşmesi (uygulanması) gerekiyor. Bunun için
255
ise proje süreçleri ile ilgili detayların önceden düşünülerek programlanmış olması gerekiyor.
İş veya eğitim hayatımızda, rol (görev ve sorumluluk) aldığımız teknik veya teknik olmayan projelerde olduğu gibi kaliteli (sağlıklı, başarılı, mutlu) bir
yaşam sürmek için ve çözmemiz gereken veya karar
vermemiz gereken herhangi bir durum için de proje
yönetimi sistemini kullanabiliriz. İçinde çeşitli yöntem, teknik, kural içeren bu tür sistemler süreçlerin, olayların bizim kontrolümüz altında gelişmesini
sağlayarak; bizleri, kendi ve yakınlarımızın hayatı ile
ilgili risk almaktan ve ileride olabilecek problemlerden, olumsuzluklardan korur (Tanrı’nın çalışkan, iyi
insanları koruduğu gibi).
Tanrı, hiçbir insanı iyi kötü, başarılı başarısız,
zengin fakir, bilgili cahil, mutlu mutsuz olarak yaratmamıştır ve yarattığı insanların kaderini, bu sınıflardan birine zorunlu olarak girecek şekilde çizmemiştir. Tanrı, kendi yarattığı insanların bazılarının kötü,
başarısız, fakir, cahil, mutsuz olmasını neden istesin
ki? Neden kendi yarattığı insanların bazılarına ceza
versin, diğerlerine yardımcı olsun ki? Neden onların
kaderini önceden çizsin ki?
Yaşamımızda karşımıza çıkan olumlu veya olumsuz durumların hepsi, kesin olarak önceden bizim
ne yaptığımıza bağlıdır; yani sebep-sonuç ilişkisi
vardır. Kötü ve yanlış şeyler düşünür, kötü ve yanlış
şeyler (hatalı ve eksik işler) yaparsak; kötü ve yanlış
(olumsuz, başarısız) sonuçlar elde ederiz (Büyüklerimizin deyimi ile Allah cezamızı verir). İyi ve doğru
256
şeyler düşünür, iyi ve doğru şeyler yaparsak; iyi ve
doğru (olumlu, başarılı) sonuçlar elde ederiz (Allah
bize yardım eder). Kendimiz dışında, yakınlarımız,
ülkemiz ve bütün insanlık için iyi ve doğru şeyler
yaptığımız zaman ise Allah bizi ödüllendirir; diğer
insanlara sunmadığı fırsatları, kolaylıkları, başarı
ve mutlulukları bize sunar. Sadece kendi çıkarımız
için değil de diğer insanlar için çalıştıkça, insanlığa
fayda sağladığımız için ve onlara daha fazla yarar
sağlayabilmemiz için Allah bize yeni yollar gösterir;
yani özgür beynimiz ile yeni bilgiler üretmemizi sağlar. Neyse, konuyu çok dağıttım galiba.
Gelelim projelerin gerçekleştirilmesine; proje
üretimi, düşünmekle başlıyor ve bu projenin uygulanabilirliğini araştırmak ve bilgi toplamak ile devam
ediyor; yani konu ile ilgili ve bilgili kişilerin bu konudaki görüş ve önerilerini almamız gerekiyor. (Hiçbir
konuda çok yönlü, gerçek, doğru bilgilerin sahibi
olmadan doğru fikir yürütülemez ve doğru karar
verilemez. Lütfen kulaktan dolma sözleri ve dedikoduları bilgi sanmayalım. Bu tür bilgiler ile karar
vermek bir tarafa, bilgi sahibi olduğumuzu sanarak
fikir yürütmemeliyiz ve çokbilmişlik yaparak başkalarına akıl vermemeliyiz.)
Daha sonra proje planı hazırlanıyor. Proje planında projenin bütün süreçlerinde yapılacak çalışmalar,
uygulamalar listeleniyor; bu çalışmaları kimlerin yapacağı (görev ve sorumluluklar), bu çalışmaların ne
zaman başlayacağı ve ne zaman tamamlanacağı belirleniyor. Proje süreçlerindeki uygulamalar, proje
yöneticisinin ve projede görev alan diğer kişilerin
257
kontrolü altında yapılıyor, izleniyor, sonuçları değerlendiriliyor. Olumlu, başarılı sonuca ulaşana kadar bu
süreçlerdeki çalışmalara, uygulamalara devam ediliyor ve gerekiyorsa proje planı güncellenerek, projenin bazı süreçlerindeki çalışmalar tekrar yapılıyor.
D- Yapacağımız İşlerin Öncelik Sırasını Belirleme Yöntemi
1- Acil, önemli, gerekli işler: Bunlar yaşamımız
için gerçekten gerekli ve çok önemli olan, sağlığımız
ile ilgili; eğitim, iş hayatımızda başarı olma ile ilgili ve hiçbir zaman taviz veremeyeceğimiz birinci
öncelik sırasında yapmamız gereken işlerdir. Bu tür
proje ve problemler için kendimiz, çocuklarımız, yakınlarımız olarak belirlediğimiz öncelik sıralamasını
değiştirebiliriz (değiştirmeliyiz).
Aşağıda (2) ve (3) maddesinde yazdığım işler ile
uğraşırken, (1) maddesindeki işleri unutmak, çok
kötü sonuçlar doğurabilir. Bu işleri ihmal edersek,
kendimiz ve çocuklarımız bir ömür boyu birtakım sorunlar ile yaşamak zorunda kalabiliriz. Dikkat! Bu işler hiç ihmale gelmez; bu tür proje veya işler ile ilgili
süreçler devamlı kontrolümüz (yönetimimiz) altında
olmalıdır ve gelişmelidir.
2-Sağlığımızı, eğitimimizi, işimizi, yaşam kalitemizi geliştirecek ve eğitim, iş, sosyal yaşantımızda bize faydalar sağlayacak, kolaylıklar
getirecek işler: Yapmamız gereken işler açısından
ikinci sıraya koymamız gereken işler bunlardır. Bu
tür proje ve problemler için kendimiz, çocuklarımız,
yakınlarımız olarak belirlediğimiz öncelik sıralama258
sını değiştirmemeliyiz. Yakınlarımızın kendi görev
ve sorumlulukları dışında olan, onların yapamayacağı
işler için sıralamayı değiştirerek onlara yardımcı olmamız gerekebilir. Bu işlere, otomobil ve bilgisayar
kullanmayı öğrenmek; en az bir yabancı dil öğrenmek;
akıl, ruh, fiziksel sağlığımızın gerilememesi yönünde
uygulanacak yöntem ve teknikleri öğrenmek; kişisel
gelişim çalışmaları için düşünmek, plan yapmak, ev
işleri (temizlik, yemek) gibi örnekler verilebilir.
3-Boş zamanlarımızı değerlendirmek için yapacağımız işler: Yapmamız gereken işler açısından
en son sıraya alabileceğimiz işler bunlardır. Bu tür
proje ve problemler için kendimiz, çocuklarımız, yakınlarımız olarak belirlediğimiz öncelik sıralamasını
hiçbir zaman değiştirmemeliyiz. Sosyal faaliyetler;
müzik, resim, spor yapmak, gezmek, eğlenmek, bir
konu üzerinde tartışmak, bahçede çalışma gibi örnekler verilebilir.
İlk olarak yapmamız gereken (1) maddesindeki
acil işleri değil de ve ikinci olarak yaşamımızı geliştirecek ve bize kolaylıklar, faydalar sağlayacak (2)
maddesindeki işleri değil de, yaşamımız boşa geçmesin diyerek sadece (3) maddesindeki işlere yoğunlaşırsak ve günümüzü gün ederek yaşarsak, kendimizi
kandırmış oluruz ve şu anda olduğu gibi bütün yaşamımız boyunca hiçbir zaman mutlu olamayız; çünkü
gerçek mutluluk ve haz alacağımız işler (1) ve
(2) maddelerinde gizlidir; fakat bu işleri yapmak
zordur ve bunları yapmamak için bahane üretmek
çok kolaydır. Bu işleri başarmak için daha fazla
vakit ayırmak, çok çalışmak gerekir ve can sıkıcı
259
güçlüklere karşı koymak gerekir.
Hiç tatmayanlar için tekrar ediyorum; gerçek
mutluluk ve haz (1) ve (2) maddesindeki işleri
yaparken ve bu işlerin başarılı, olumlu sonuçlarını
elde ederken (meyvelerini toplarken) yaşanıyor.
E- Yakınlarımıza Yardım Konusunda, Öncelik
Sırasını Belirleme Yöntemi
Lütfen şimdi, kendinizi durgun bir göle atılan taş
gibi düşünün; taşın oluşturduğu daire şeklindeki iç
içe halkaların merkezindeki nokta sizsiniz. Noktaya
en yakın halka eşiniz ve çocuklarınız, ondan sonraki
halka anne, baba ve kardeşleriniz ve diğer halkalar
akrabalık derecelerine göre dışarı doğru sıralanıyor.
Bu halkaların herhangi birine çok iyi anlaştığınız arkadaş ve dostlarınızı da ilave edebilirsiniz; yani normal durumlar için öncelik verdiğimiz yakınlarımız, bu
halkalardaki gibi akrabalık derecesine göre dışarı
doğru sıralanmalı; çok önemli, gerekli, acil bir durum olmadıkça bu sırayı bozmamalıyız. Acil olmayan
(normal) durumlarda, yakınlarımız ve arkadaşlarımız
üzülmesin, kırılmasın, mutlu olsun diye fedakârlıklar
yaparken kendimizi üzmek, mutsuz etmek ise çok
yanlıştır.
Gelelim taşın ağırlığına; göle atılan taş ne kadar
ağır ise o kadar fazla halka oluşturur; yani bizim
sağlığımız (beynimiz ve vücudumuz) taş gibi sağlam ise eğitim, bilgi, deneyim ve maddi gücümüz
yeterli ise ilk halkadan başlamak üzere dışa doğru
bütün halkalardaki yakınlarımıza her türlü destek
ve yardımı sağlayabiliriz ama ilk önce bu taşın ağır
260
olması ve bu ağırlığını devamlı koruması gerekiyor.
Daha net açıklarsak;
1-Akıl, ruh, fiziksel sağlığımızı ve moralimizi
en üst seviyede ve en iyi durumda tutmalı ve geliştirmeliyiz.
2-Kendimizi gerekli ve önemli konularda eğitmeli, bilgi ve deneyim sahibi olmalıyız.
3-Belirli bir yaşam standardında yaşayabilmek
için maddi imkânlarımızı, gelirimizi artırma yönünde devamlı gayret göstermeliyiz ve emekli olduğumuz zaman daha kaliteli yaşamak için genç iken
daha çok çalışmalıyız.
Hepinize sevgiler ve selamlar.
EK-15 YANLIŞ VE ZAMANINDA VERİLMEYEN KARARLAR NK (26.09.2009, İzmir)
İnsanlar, neden YANLIŞ KARAR verirler veya
ZAMANINDA karar veremezler? İnsanlar, neden
kendi hayatlarını zorlaştıracak HATALAR yaparlar?
İnsanlar, neden üzerlerine düşen GÖREVleri yapmazlar ve SORUMLULUK almaktan kaçarlar? İnsanlar, neden kendi GÖREV ve SORUMLUKlarının farkında değildir? İnsanlar, neden kendileri ve çocukları için yapılması gereken çok ÖNEMLİ ve GEREKLİ
işleri ACİL OLARAK yapmazlar? İnsanlar, neden
kendilerinin ve çocuklarının geleceğini riske atacak
kadar CESURdur? İnsanlar, neden kendi yaşamlarını
güvence altına almak ve geliştirmek için kurulan düzeni bozarlar?
Bu soruların en kısa cevabı; DÜŞÜNME EKSİK261
LİĞİ (sonuçlarını düşünmeden karar verme); EĞİTİM, BİLGİ, DENEYİM EKSİKLİĞİ; İLETİŞİM
EKSİKLİĞİ ve daha da önemlisi KENDİNİ GELİŞTİRMEYE ÇALIŞMAMA; yani DEĞİŞİM ve GELİŞİME KARŞI olma eksikliğidir.
ART NİYET veya İYİ NİYET ile alınan kararların sonucu kesin olarak OLUMSUZ ve BAŞARSIZ
olmaktadır.
ART NİYET: Bir insan SADECE KENDİ ÇIKARLARI doğrultusunda bir karar verdiği anda HATA
yapmaya başlamıştır. Bu kararın sonucu kendisi için
OLUMSUZ ve BAŞARSIZ olur. (Çekim yasası işler,
kişi hatasının cezasını en kısa zamanda alır.)
İYİ NİYET: Bir insan KENDİ ÇIKARINI HİÇ
DÜŞÜNMEDEN karar verdiği zaman yine HATA
yapmıştır. Bu kararın sonucu da kendisi için OLUMSUZ ve BAŞARSIZ olur. (Bu karardan kendisi zarar
görür ve başkaları yarar sağlar.)
Ayrıca herhangi bir konuda eğitim, bilgi, deneyime sahip olmadan ve düşünme, araştırma, planlama
süreçlerini tamamlamadan karar verdiğimiz zaman,
sadece kendimize, eşimize, çocuklarımıza değil; bütün yakınlarımıza ZARAR verebiliriz.
Her problemin (veya sorunun) bir tek doğru çözümü (veya cevabı) vardır. Önemli olan DOĞRU cevabı en kısa yolu kullanarak, EN KISA ZAMANDA
bulmaktır. Bir öğrencinin sınavdaki BAŞARISIZLIĞI, YANLIŞ yaptığı ve ZAMANI YETMEDİĞİ için
EKSİK bıraktığı sorular ile doğru orantılıdır. Sınavlardaki sorular için sayısız YANLIŞ cevap (şık) üre262
tilebilir; fakat DOĞRU cevap (şık) sadece bir tanedir. Sınavlarda olduğu gibi hayatımızda da, YANLIŞ
YAPMAK ÇOK KOLAYDIR ve hayatımızın SINIRLI
SÜRESİ içinde DOĞRU YAPMAK ise ÇOK ZORDUR;
çünkü belirli bir proje veya bir iş için ya da bir problemin çözümü için uygulayabileceğimiz yanlış yöntemler, yanlış kararlar, yanlış sonuçlar SINIRSIZ
sayıdadır. Hâlbuki uygulayabileceğimiz doğru yöntemler, doğru kararlar, doğru sonuçlar SINIRLIdır.
EK-16 EĞİTİM ŞART NK (06.08.2010, Davutlar)
Geçtiğim günlerde tartıştığımız konularla ilgili olarak, “Et tırnaktan ayrılır mı?” atasözü, bazı
şeyleri neden ısrarla hâlâ yazmakta ve yapmakta olduğumu tam olarak açıklayabilir.
Ayrıca sorunları insanlar yaratmıyor ki. Yaşamakta olduğumuz sorunların nedenleri; bizlerin, çocuklarımızın, yakınlarımızın, arkadaşlarımızın kişilikleri
ile ilgili değil ki. Bizim öğrenmiş olduğumuz ve/veya
bize öğretilen yanlış ve/veya eksik olan bilgiler
ile ilgilidir. Sorunların asıl nedenleri, bazı konularda
eğitimsiz, bilgisiz, deneyimsiz olmamız ve farkında
olmadan, düşünmeden, bilgi edinmeden karar vermemizde yatıyor. Herhangi bir sorunun çıkmasını önlemek ve/veya sorunu kalıcı olarak çözebilmek için
o sorunun nedenlerini (sorunun kaynağını) ortadan
kaldırmak gerekir. Bütün sorunların ana kaynağı
eğitimsizlik olduğuna göre, Cem Yılmaz’ın TV reklam filminde söylediği gibi EĞİTİM ŞART; yakalanmadan hırsızlık ve dolandırıcılık yapabilmek için
263
bile eğitim şart! Bu nedenle bütün orta yaş gurubu
yakınlarımı; kendinizin, çocuklarınızın, öğrencilerinizin, yakınlarınızın, arkadaşlarınızın, komşularınızın
çeşitli sorunları hiç yaşamaması için bildiğiniz ve deneyimli olduğunuz her konuda eğitim vermeye davet
ediyorum.
Sevgili Gençler; bugün sizlere gerçek ve sanal
(sahte) başarı, mutluluk, haz arasındaki farkı, ilginç
bulabileceğiniz görüşler ve örnekler ile anlatmaya
çalışacağım.
Bir işin yapılması, projenin gerçekleştirilmesi
veya problemin çözülmesi için bu konunun bizim için
gerekliliği (sağlayacağı yararlar, kolaylıklar) ve önceliği (uygun zaman, yer, koşullar) olması gerekir.
Bizim için gerekliliği ve önceliği olan bu tür konular
(iş, proje, problem) ile başarılı ve olumlu bir sonuç
elde etmek için uğraşılır; zaman geçirmek, vakit öldürmek için değil, proje sonuçlandığı zaman eleştiri
(dedikodu, laf, söz) duymak için ise hiç değil. Sonuç
başarısız ve olumsuz olduğu zaman, yakınlarınızın ve
arkadaşlarınızın bu konuda bizi eleştireceğini (olumsuz sözler söyleyeceğini, dedikodu yapacağını) düşünerek yola çıktığınız zaman, gerekli olduğu hâlde
kendiniz, çocuklarınız, yakınlarınız için önemli, öncelikli olan bu konuda fazla bir şey yapamayacağınızı
baştan kabul etmiş olursunuz; yani kendiniz, çocuklarınız, yakınlarınız için gerekli ve öncelikli olan
bir konuda, daha karar aşamasında yanlış yapmış
olursunuz. Bu konularda kararsız kalmak veya laf,
söz olur düşüncesi ile karar aşamalarında yakınlarına öneride bulunmamak ve/veya onları yönlendir264
memek, o konuda oluşabilecek başarısız/olumsuz
sonucu bilerek/görerek hiçbir şey yapmamak; yani
işi Allah’a havale etmek (kadere, tesadüflere bırakmak) anlamına gelir.
Çünkü gerekliliği ve önceliği olan her konuda düşünmemiz, bilgi toplamamız, neler yapacağımıza karar vermemiz, plan yapmamız ve bu planı uygulamamız gerekir.
Düşünülerek ve planlanarak yapılan bir işin sonucu, düşünülmeden yapılan işlerin sonucundan kötü
(başarısız, olumsuz) olabilir mi? Hele hiçbir karar
vermeyerek tamamıyla tesadüfe (kötü kadere) bırakılan bir işin sonucundan daha kötü olabilir mi? Daha
sonra eleştiri, dedikodu, laf söz olmasın düşüncesi
ile alınan her karar ve yapılan her iş baştan kötü
sonuçlanmaya mahkûmdur. (“Okullar olmasa idi Milli
Eğitim Bakanlığı’nı çok iyi yönetirdim, eleştiri almazdım.”, diyen bakanın başarısızlığında olduğu gibi.);
çünkü bu düşünceye sahip proje taraflarının (projede rol alacak kişilerin), hiçbir konuda gerekli açıklığı, kararlığı gösterebilmeleri ve düşüncelerini, bilgi ve deneyimlerini birbirleri ile paylaşabilmeleri
söz konusu olmadığı için doğru kararları vermeleri
imkânsızdır. Bir konunun gerekliliği ve önceliği yanında bu konuda elde edilecek sonuç çok önemlidir.
Elde edilen sonuca bakarak, diğer insanların yaptığı
eleştiriler ve dedikodular hiç önemli değildir; bu
sonuçtan alınacak dersler ve edinilecek deneyimler
çok daha önemlidir.
265
Ben, konuları bütün ayrıntıları ile yazarak ilgili bütün yakınlarıma neden gönderiyorum dersiniz?
Sonucunda aldığım haksız ve yersiz eleştirilere
rağmen, neden ısrarla yakınlarımın işlerine burnumu hâlâ sokuyorum dersiniz? Beş-on tane neden
sıralayabilirim size: Sizce en önemli neden nedir?
Size göre, gerekli ve öncelikli bir konuda alacağınız kararlar, yapacağınız şeyler ve elde edeceğiniz
sonuçlar mı önemlidir; yoksa gizlendiği yerde avını
bekleyen vahşi bir hayvan gibi çıkabilecek olumsuz
sonuçları, eleştiri ve dedikodu yapma fırsatı olarak
bekleyen kişilerin düşünceleri mi önemlidir?
İkinci şık sizin için önemli ise siz hayatta hiçbir
zaman başarılı ve mutlu olamazsınız. Siz kendiniz,
çocuklarınız, yakınlarınız için bir şeyler yapmaktan
devamlı korkarsınız; çünkü başarılı ve mutlu olmak
için çalışmak yerine, mutluluğu ve hazzı Nasrettin
Hoca’nın kaybettiği yüzüğünü, karanlık olduğu için
kaybettiği yerde değil de aydınlık olan bir başka
yerde araması gibi, yanlış bir yerde arıyorsunuz;
yani zor işlerden devamlı (kolaya) kaçıyorsunuz.
Mutluluğu ve hazzı, kendinizi ve çocuklarınızı
devamlı karşılaştırdığınız başka kişilerin, başarısız
ve mutsuz olmasında arıyorsunuz (Bu durum sadece tuttuğu futbol takımının başarılarından mutluluk
duyması gerekirken, diğer rakip takımlarının başarısız olmasında mutluluk arayan fanatik taraftarların düşüncesine benzer.). Gerçek mutluluk ve hazzı
hiç yaşamadığınız için farkında değilsiniz: Gerçek
başarı, mutluluk ve haz; gerekli, önemli, öncelikli
konularda kendimizin, çocuklarımızın, yakınlarımızın
266
birlikte gerçekleştirebileceği projelerin; kapasitemiz, olanaklarımız, bilgi ve deneyimlerimiz ölçüsünde mümkün olduğu kadar iyi bir sonuç ile tamamlanmasıdır. Unutmayalım, mükemmel bir sonuç
elde edilememesi başarısızlık değildir ve yukarıda
anlattığım konuların farkında olmayan kişiler tarafından, elde edilen sonucun devamlı eleştiriliyor olması hiç mi hiç önemli değildir; çünkü hiçbir konuda
hiçbir şey yapamayan kişiler (icraat yapamayan kişiler), sadece eleştiri yapabilirler (sadece eleştirmen
olabilirler). Hepinize sevgi ve selamlar.
267
EK-17 ÖZ GEÇMİŞ VE EĞİTİMLER
A-Kısa Öz Geçmiş
Necdet KAYNAK
Kırşehir, 01.05.1957
Çetin Emeç Mah. Ata Cad. No: 187 D: 18 Balçova, İZMİR
Tel: 0232 278 97 11 Cep: 0553 225 33 65 E-mail:
[email protected]
Deneyimler
1998–2006: SUN Elektronik ve Bilgisayar, Manisa
-İşyeri Sahibi (Satın Alma ve Satış Yönetimi, Finans ve Muhasebe Yönetimi, Teknik Servis Yönetimi) (Bütün işlerimizde
E-Business sistemi kullanıyoruz.)
(Çocuklarımızın eğitimi için İzmir’e yerleşmemiz ve sağlık sorunlarım nedeniyle, Manisa’daki iş yerimizi bir yakınıma devrederek emekli oldum. )
1997-1998: İnci Akü A.Ş., Manisa
-Eğitim Uzmanı
1995-1997: Profilo Telra Elektronik A.Ş., Çerkezköy
-AR-GE Proje Müdürü,
-AR-GE Proje Uygulama ve Üretim Destek Müdürü,
-Mapics (Malzeme, Üretim Planlama ve Stok Kontrol Sistemi)
Koordinatörü
1987-1995: Vestel Elektronik A.Ş., Manisa
-Elektronik Tasarım Mühendisi
-AR-GE Ürün ve Test Sistemleri Proje Şefi
-Üretim Mühendisliği Bölüm Müdürü
1985-1987: Oyak Renault Otomobil A.Ş., Bursa
-Elektronik Laboratuar ve Bakım Şefi
1983-1985: TEK Soma B Termik Santralı, Soma
-Ölçü, Kontrol ve Test Sistemleri Şefi
1981-1983: KKK Muhabere ve Elektronik Dairesi, Ankara
-Askerlik Hizmeti; Muhabere (İletişim ve Bilgisayar) Asteğmen
Eğitim,
1975-1981: Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara
-Lisans Eğitimi; Elektrik, Elektronik, Haberleşme Mühendisliği
-Mesleki, Yönetim, Kalite Konulu yurt içi ve yurt dışında çok
sayıda eğitim ve seminer/kurs
Seminer / Kurs
İlgi Alanları
ve Hobiler
268
Araştırma, yazma, yürüme, yüzme, bisiklet ve bahçe işleri
B- İş Hayatında Katılmış Olduğum Mesleki,
Yöneticilik, Kalite Konulu Eğitim ve Seminerler
- Measurement & Process Control Systems: 2.5
Ay/ Valmet Oy, Finland,
- Mikrobilgisayarlar ve Uygulamaları: 1 Hafta/
Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul
- Mikrobilgisayarlarla Otomatik Kontrol: 1 Hafta/ Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul.
- Güç Elektroniği: 1 Hafta/ Orta Doğu Teknik
Üniversitesi, Ankara
- Fransızca Kursu: 1 Yıl/ Oyak Renault, Bursa
- Professional TV Test & Measurament Devices:
1 Hafta/ Philips, Denmark
- TV Testing And Evaluation: 2 Hafta/ Philips,
Netherlands
- EMC Standarts And Test Setups & Procedures:
2 Hafta/ PKM, Germany
- Şefler İçin Temel Yönetim: 2 Hafta/ Yönetim
Geliştirme Merkezi, Manisa
- Durumsal Liderlik ve Astlarla İlişkiler: 1 Hafta/
Yönetim Geliştirme Merkezi, Manisa
- ISO 9000 Kalite Güvence Sistemi: 1 Hafta/
Vestel-Kalder, İzmir
- Kalite Sistem Auditor Eğitimi: 1 Hafta/ Kalder,
İzmir
- Kalite Maliyetleri: 1 Hafta/ Kalder, Manisa
269
- Proje Yönetimi: 1 Gün/ İstanbul Teknik Üniversitesi, İstanbul
- MRP II ve ERP: 1 Gün/ Baan-Koç Unisis, İstanbul
- MRP II ve MAPICS/ DB: 1 Hafta/ IBM, İstanbul
- FMEA ( Hata Modu Etkileri Analizi ): 1 Gün/
Makina Mühendisleri Odası, İzmir
- Eğitim Yönetimi Semineri: 2 Gün/ MESS Eğitim
Vakfı, İstanbul
- Bakım Yönetimi Sistemi: 1 Gün/ Tofaş, Bursa
- Rapor Hazırlama Teknikleri: 1 Gün/ Makina Mühendisleri Odası, İzmir
- Kalite ve Verimin Arttırılması: 2 Gün/ Muz-Ok,
İzmir
- CPM ( Kritik Yol Methodu ): 1 Gün/ İnci Akü,
Manisa
- Toplam Kalite Yönetimi: 1 Hafta/ Vestel, Manisa
- Bilgisayar Kursları: DOS ve Windows İşletim
Sistemleri, PW, Lotus, Fortran, Basic, Assembler,
PC Tools, Excel, Word, Power Point gibi.
270

Benzer belgeler