Sayı: 132•Şubat 2011 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM

Transkript

Sayı: 132•Şubat 2011 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
1•
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
•2
Bilim ve Aklın Aydınlığında
EĞİTİM
İÇİNDEKİLER
Aylık Eğitim Dergisi•ISSN-1302-5600
Yıl: 11•Sayı: 132•Şubat 2011
ÇİZGİ•HAKKI USLU ........................................................................................ 2
Sahibi
LEYLA•MEHMET EKİCİ .................................................................................... 3
•
Ge­nel Ya­yın Yö­net­me­ni
AZİZ ZE­REN (Ya­yım­lar Da­ire­si Baş­ka­nı)
•
Ya­zı İş­le­ri Mü­dü­rü
ARİF BÜK ([email protected])
•
Ya­yın Ku­ru­lu
AHU ZAR•ZAHİT GENÇ . .................................................................................. 4
NİMET ÇUBUKÇU (Mil­lî Eği­tim Ba­ka­nı)
DİNÇER EŞİT­GİN ÇAĞRI GÜ­REL
ŞABAN ÖZÜ­DOĞ­RU AYSUN İL­DE­NİZ
HAKKI US­LU
MACİT BA­LIK
•
Ta­sa­rım
YÖNETİM VE YÖNETİM SÜREÇLERİ•RAMAZAN BALKİS . ..................................... 5
BİR SU DAMLASININ KISA ÖYKÜSÜ•KASIM KOÇAK ........................................ 10
HAYAT SUY(L)A YAZILAN YAZIDIR•VEFA TAŞDELEN . ....................................... 21
DURSUN YILDIZ İLE SU ÜZERİNE: “SU YAŞAMIN VE
21. YÜZYIL’IN EN STRATEJİK KAYNAĞIDIR”•ÇAĞRI GÜREL . ............................ 25
HAKKI US­LU (hus­[email protected])
•
İle­ti­şim ve Ko­or­di­nas­yon
DİNÇER EŞİT­GİN (de­sit­[email protected])
•
Yö­ne­tim Mer­ke­zi
Ya­yım­lar Da­ire­si Baş­kan­lığı Tek­ni­ko­kul­lar/AN­KA­RA
http://ya­yim.meb.gov.tr e-pos­ta: baa­[email protected]
Tel: (0 312) 212 81 45 / 4188 Fax: (0 312) 212 81 48
•
Bas­kı
Dev­let Ki­tap­la­rı Döner Sermaye İşletmesi Mü­dür­lü­ğü
•
Abo­ne - Da­ğıtım
HALİL İBRAHİM KINACI
Tel: (0312) 866 22 01 / 246 Fax: (0 312) 866 22 72
Gön­de­ri­len eser ve ça­lış­ma­lar ya­yım­lan­sın ve­ya ya­yım­lan­
ma­sın, ia­de edil­mez. Ya­zı­la­rın içe­riğin­den ya­zar­la­rı so­rum­
YUNUS EMRE’DE DÖRT UNSURA GİRİŞ
-SU VE NİTELİĞİN HİKÂYESİ-•MUSTAFA TATCI ................................................. 31
YAŞAMIN ÖZÜ: SU•BUKET BAHAR DURMAZ DIVRAK - GALENA İŞ .................... 40
SU VE HİJYEN•ERKAN PEHLİVAN ................................................................... 45
SUYA HASRET BİR ŞAİR: FUZULİ•MUSTAFA ÖZÇELİK . ..................................... 51
TÜRKİYE’NİN YÜZEY SULARI VE YERALTI SULARI POTANSİYELİ
GÜLTEKİN GÜNAY .......................................................................................... 56
SORUŞTURMA•ÇAĞRI GÜREL . ...................................................................... 61
lu­dur. Ya­yın Ku­ru­lu ya­zı­lar üze­rin­de de­ğişik­lik ya­pa­bi­lir.
İLKÖĞRETİMDE SÜRDÜRÜLEBİLİR ÇEVRE EĞİTİMİNDE
“Bi­lim ve Ak­lın Ay­dın­lığın­da Eği­tim” adı anıl­ma­dan alın­tı
SUYUN YERİ•FATMA ÜNAL . .......................................................................... 68
ya­pı­la­maz. Mil­lî Eği­tim Ba­kan­lığı Ya­yım­lar Da­ire­si Baş­kan­
lığı­nın 22.12.2005 ta­rih ve 6088 sa­yı­lı olu­ru ile ba­sıl­mıştır.
HÜSN Ü AŞK’TA ANÂSIR-I ERBAA (SU)•İBRAHİM GÜLTEKİN ............................ 74
Der­gi­mi­zin yıl­lık abo­ne be­de­li 20 TL (öğ­ret­men ve öğ­ren­ci­ler
için 15 TL)’dir. Abo­ne be­de­li­nin Zi­ra­at Ban­ka­sı El­ma­dağ-An­
ka­ra Şu­be­sin­de­ki Dev­let Ki­tap­la­rı Dö­ner Ser­ma­ye­ İşletmesi
Mü­dür­lü­ğü­nün 2016676-5016 nu­ma­ra­lı he­sa­bı­na ya­tı­rı­la­rak
mak­bu­zun ve açık ad­re­sin “Devlet Kitapları Döner Sermaye
İşletmesi Müdürlüğü Hasanoğlan-AN­KA­RA” ad­re­si­ne gön­de­
SU VE UYGARLIK•ÖZDEMİR ÖZBAY ............................................................... 80
SU DOLU ATASÖZLER-DEYİMLER-DİZELER•ÇAĞRI GÜREL ................................ 83
ril­me­si ge­rek­mek­te­dir.
GÜNDEM ........................................................................................................ 87
Mil­lî Eği­tim Ba­kan­lığı Ya­yın­la­rı: 5007
Sü­re­li Ya­yın­lar Di­zi­si: 275
KAPAK FOTOĞRAFI: DİNÇER EŞİTGİN
ÇİZGİ • Hakkı Uslu
LEYLA
MEHMET EKİCİ
Sevdanın nârına yanmayan Mecnun
Leyla’nın hatrına gözyaşı silsin
Gözlerin her gece Leyla’ya benzer
Görmeyen Leyla’yı, aşkı ne bilsin
İstesen kalbimin süveydasından
Kurtarıp sesimi vaveylasından
Âşığın derdini o Leylası’ndan
Sorsana Mecnun’a, ölüm, ne bilsin
Çölde bir kum gibi ömür geçilmez
Aşk, hasat mevsimi gelir biçilmez
Derdimin dermanı hemen seçilmez
Lokman’ın eczası, dilim ne bilsin
Kalbimin canını köze çevirdin
Vücûdumda yara göze çevirdin
Şimdi gözlerini öze çevirdin
Çektiğim hasreti ilim ne bilsin
Bülbülüm ben, güle cesaretim yok
Mecnun’um, Leyla’ya esaretim yok
Doğmasam günlere beşaretim yok
Yattığım o kara kilim ne bilsin
3•
AHU ZAR
ZAHİT GENÇ
Var diyorlar her derdin bir dermanı,
Dertler var ki, ateş yanar özünde.
Gam ehlinin taşı deler figanı,
Dertler var ki demir erir közünde.
Acı dolu geçip giden günler var,
Gönüllerde yer eylemiş ahu zar,
Bunaldıkça sarar seni bir efkâr,
Dertler var ki, yaş birikir gözünde.
Düşüp dursa gözyaşların bağrına,
Merhem olsun bir tebessüm ağrına,
Sabır gerek, umut bağla yarına,
Dertler var ki, derman yürür izinde.
Dar gününde dostlarınız arardı,
Kötü günde hayallerin karardı,
Gül yüzünüz gam yükünden sarardı,
Dertler var ki, yürek titrer sözünde.
Gam yüküyle gece olur gündüzler,
Gam yüzünden solar nice gül yüzler,
Gamlandıkça çıkar yeni pürüzler,
Dertler var ki, iz bırakır yüzünde.
Yüreklere gam çöktükçe gülünmez,
Dert dediğin başkasına dilenmez,
Bahar da mı, kışta mısın bilinmez,
Dertler var ki, kış yaşatır yazında.
•4
YÖNETİM VE
YÖNETİM SÜREÇLERİ
RAMAZAN BALKİS
Van Bilim ve Sanat Merkezi, Eğitim Yöneticisi Yard.
İ
nsanlar, tarihin ilk dönemlerinden beri çeşitli idari
sistemler ve örgütler kurmuşlar ve bunları yönetmişlerdir. Toplumun en küçük birimi olan aile, yönetim bilgi ve tecrübelerinin kazanıldığı kurumların
başında gelir. Yönetimle ilgili bilgi ve beceriler ilkin ailede
edinilir ve sonra sosyalleşme süreci içerisinde okul, işyeri,
dernek, vakıf ve siyasi parti gibi toplumun çeşitli kurumlarında geliştirilir. Aileden başlayarak aşiret, kabile, boy, site,
krallık, imparatorluk ve ulus-devlet gibi biçimlerde ortaya
çıkan sosyal ve siyasi kurumlar; insanların yönetim ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak oluşturdukları başlıca yapılardır. Bu bakımdan yönetim insanlık tarihi ile birlikte ortaya
çıkmış bir beşerî ilişkiler olayıdır ve sosyal bir ihtiyaçtır.
Yönetimin sosyal bir ihtiyaç olması, insanların birlikte
yaşamalarının doğal bir sonucudur. Çünkü insan sosyal bir
varlıktır. Tek başına hayatını sürdüremez; mutlaka başka insanlarla mal, hizmet, bilgi ve benzeri konularda karşılıklı ilişkiler içinde olması gerekir. İnsanlar arasındaki iktisadi, idari,
siyasi ve sosyal ilişkiler; sosyal, idari, siyasi yapıyı meydana
getirmektedir.
Ramazan Balkis, Yönetim ve Yönetim Süreçleri, Bilim
ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011,
ss. 5-8.
Psikolojiden birey, sosyolojiden toplum, tarihten birikim, antropolojiden kültür, ekolojiden uyum, felsefeden ise
düşünme bakış açılarını alan yönetimin, bunlardan yoksun
kaldığı zaman hareket edemeyecek kadar dar bir alana sıkışacağı açıktır. Bu sebeple yönetim ve yönetici sosyal bilimlere vakıf olmalıdır. Çünkü sosyal bilimlerin yönetime kayda
değer katkıları vardır.
5•
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Örgüt ve sistemlerin hızla ve olağan gelişimi yönetim ve yönetici kavramlarına yepyeni anlam ve
görevler yüklemiştir. Sosyal gelişmenin en belirli ve
en mükemmel hali, fert ve toplum çıkarlarının birbirine zıt olmadığının anlaşılmasıdır. Eğitim kurumları da
birer sosyal kurum olarak eğitici ve öğretici faaliyetlerini yerine getirirken, yönetim süreç ve özelliklerinden yararlanmak, kurumun ve iş görenlerin amaçları
doğrultusunda gerçekleştirmek zorundadır. Başlıca
yönetim süreçleri ise şunlardır:
Karar verme
Yönetim genel olarak, “işlerin
yapılmasını sağlama” süreci
olarak tanımlanır. Bu tanımda; daha önceden yapılan, hangi işlerin öncelik kazandığı konusundaki seçimin
göz ardı edildiği
g ö r ü l m e k t e d i r.
Oysa neyin, nerede, nasıl, ne zaman
ve kim tarafından
yapılacağı belirlenmeden kişisel ya da
yönetimsel hiçbir iş
yapılamaz. Çünkü her şeyden önce, yapılması gereken
yüzlerce, binlerce işten hangilerinin öncelikle yapılması, han- gisinden
başlanması konusunda bir seçim, bir tercih
yapmak zorunluluğu vardır.
Karar verme; zihinsel bir süreç olup, örgütte herhangi bir işi, bir eylemi yapmadan önce gelir. Hiçbir
örgütsel eylem karar vermeden yapılmaz. Örgütsel
eylemlere ilişkin kararlar yönetim tarafından verilir. Bu nedenle; ünlü yönetim bilimci Simon’a göre;
karar verme, yönetimin kalbidir. Davranışçı yönetim
yaklaşımlarının; karar vermeyi, önemli bir yönetim
bilimi konusu durumuna getirmelerinin ve onu yönetim süreçlerinin en başına koymalarının nedeni de,
karar vermenin bu öneminden kaynaklanmaktadır.
•6
Örgütlerde, insan davranışlarını etkilemenin ve ussal
(rasyonel) davranışın anahtarı karar vermededir.
Planlama
Plan, önceden verilmiş bir karar türü olup, gelecekteki tutum ve davranışların bir resmi gibidir.
Kuşkusuz; planlar, belirli bir süreyi kapsarlar. Plan;
eldeki tüm kaynakları (bina, araç-gereç, ham madde, insan gücü, halkla ilişkiler vb.) kapsadığı gibi,
yapılan ve yapılacak işlerin doğasını, tekniksel, ticari, parasal, ekonomik ve toplumsal koşulları
dikkate almak zorundadır. Planlama; eldeki
sınırlı kaynakların, toplum refahını ya da
örgütsel verimliliği artırılmasında en az
kayıpta kullanılmasını sağlamanın
anahtarıdır. Bu açıdan; plan, örgütün gereksinimlerinin saptanmasını ve önceliklerin
belirlenmesini gerekli
kılar, uygulamalarda keyfiliği önler ve
yönetici değişikliklerinde işin sürekliliğini sağlar.
Yeterli bir iletişim sistemi ve etkili
eşgüdümleme (koordinasyon), planlamanın sağlıklı olmasının ön şartlarıdır.
Çünkü planlama, yönetici
tarafından tek başına yapılan bir iş olmayıp, her ortak (kollektif) kararda olduğu gibi, çeşitli
görevleri ve işlevleri yapan birimlerden gelecek bilgilere dayanır. Bununla birlikte; anımsatmak gerekir
ki, kısa vadeli planlar, uzun vadeli planlara göre daha
gerçekçidir.
Örgütleme
Örgütleme; belirli bir iş için, gerekli ve yararlı olan
(insan gücü, para, malzeme, makine gibi) örgütün
insan ve madde boyutuna ilişkin her şeyin sağlanması demektir. Başka bir deyişle; örgütleme, kimin
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
ve neyin nerede bulunması gerektiği ile ilgili kararlar vermeyi gerektirir. Örgütleme; kısacası insan ve
maddenin en uygun biçimde kullanılmasını sağlamaktır.
Emir verme
Emir verme süreci; örgüt hiyerarşisi boyunca,
her düzeydeki yöneticiler tarafından uygulanır. Klasik görüşlere göre; emir verme yetkisi pozisyondan
gelir. Belirli bir yönetim görevine atanmış bulunan
bir kişi, o pozisyona yasalarla verilmiş olan yetkilere sahip olur. Örgütte; genel müdür, genel müdür
yardımcıları gibi, üst yöneticiler, şube müdürleri gibi
orta düzey yöneticileri ve şefler gibi alt düzey yöneticileri bulunur. Her düzeydeki yönetici; üstlerinden
emir alır, astlarına emir verir.
Her yönetici için; emir vermenin amacı, kendi
biriminde iş görenlerin örgüt amaçlarını gerçekleşmesine fazla katkısını sağlayabilmektir. Fayol’a göre;
verilen emirlerin sağlıklı olması, belirli kişisel niteliklere ve yönetimin genel ilkelerine ilişkin bilgilere dayanır.
Eşgüdümleme (Koordinasyon)
Eşgüdümleme; iş bölümü yoluyla çeşitli parçalara ayrılmış bulunan örgütsel faaliyetlerin, değişik birimlerde değişik iş görenler tarafından harcanan çabaların, amaçları doğrultusunda bütünleştirilmesidir.
Ne zaman iş bölümü zorunlu ise o zaman eşgüdümleme de zorunludur. İş bölümü yapılmamış bir örgüt
düşünülemeyeceğinden, eşgüdümleme önemli bir
yönetim sürecidir. Hatta çoğu kez, yöneticiler “koordinatör” olarak adlandırılırlar. Böylece yöneticilik
ile koordinatörlük eş anlamlı iki sözcük durumuna
gelmiştir.
Eşgüdümleme açısından; yöneticiler bir orkestra
şefi gibi işlevde bulunurlar. Bir orkestra şefinin; kendisi hiçbir müzik enstrümanı çalmadığı halde, birbirinden değişik müzik enstrümanları çalan müzisyenlerin çapalarını, elindeki değnekle belirli bir müzik
parçasına dönüştürmeyi başardığı gibi, yönetici de
örgütünde birbirinden farklı işler yapan bölümlerin,
birimlerin, iş görenlerin çapalarını bütünleştirerek
emirleri, planların, programların, bütçelerin uygulanmasını başarır. Eşgüdümleme; örgütü oluşturan
tüm bölüm ve birimlerin, örgüt amacını en az para,
zaman ve enerji kaybıyla gerçekleştirmesinin anahtarıdır.
İletişim
Örgüt, genellikle, bir iletişim ağı olarak tanımlanmaktadır. Gerçekten de iletişim sürecinin olmadığı
herhangi bir örgüt düşünmek mümkün değildir.
Karar verme, planlama, örgütleme, emir verme,
eşgüdümleme, güdüleme, denetleme vb. tüm yönetim süreçlerinin temelinde iletişim süreci yatmaktadır. İletişim olmadan, herhangi bir örgütsel eylem ya
da yönetim süreci gerçekleştirilemez. Etkili bir iletişime dayanan eşgüdümleme yoluyla, ortak bir anlayış
geliştirerek, örgütteki birimler birbirine bağlanır. İletişim; insan ilişkilerinin ve güdülemenin can damarıdır.
Güdüleme (Motivasyon)
Her türlü örgütte yöneticiler tarafından, kişilerin
tutum, davranış ve ilişkilerini değiştirerek yönlendirmek, çalışma isteğini artırır ve örgütün başarılı olmasını sağlar. Kısaca insan ilişkileri ve güdüleme tarihin
her döneminde kişileri yönetmek durumunda olanların (yöneticilerin) ilgilendikleri bir konu olmuştur.
Ünlü yönetim bilimci Chester Barnard’in tanımladığı gibi; örgüt, iki ya da daha fazla kişinin bilinçli
olarak yaptığı faaliyetlerin eşgüdümlendiği (koordine
edildiği) bir sistemdir.
Denetleme
Denetleme; örgütteki işlerin verilen emirlere, yasalara, planlara, bütçelere uygun olarak yapılıp yapılmadığının yönetici tarafından görülmesidir. Bunu,
sonucun değerlendirilmesi izler. Bu anlamda denetleme, örgüt amaçlarına uygunluğun ölçülmesidir.
Denetim, insan doğasının bir gereğidir. Her ne kadar; çağdaş yönetim anlayışında, insanların dıştan
bir denetime ihtiyaç duymadığı kendi kendilerini
denetleyip yönlendirebilecekleri anlayışı gelmişse
de denetim önemli bir yönetim süreci olma özelliğini
yitirmemiştir.
7•
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Yapılan işlerin ölçülmesi, belirlenmiş standartlara uygunluğu açısından karşılaştırılması ve hataların
düzeltilmesi denetimin üç önemli aşamasıdır. Bununla birlikte; eğitim örgütlerinde, etkinliği sağlamaya ve sürdürmeye yönelik denetimin rehberlik ve
geliştiricilik yanı önem kazanır.
Sonuç
Eğitim sürecinde yol göstericilik ve geliştiricilik
gibi önemli bir rol oynayan yöneticiler; çeşitli guruplardan ve çeşitli gereksinimleri, ilgileri ve beklentileri
olan bireylerden oluşan toplumsal bir ortamda bulunmakta ve çalışmakta olduğunu unutmamalıdır.
Görevinin; çeşitli güçleri, bireylerin ve grupların eylemlerini, olanaklar ölçüsünde ortak bir hedef doğrultusunda bütünleştirmek olduğunu bilmelerdir.
Yöneticiler, yönetim alanındaki uygulamalarda
kesinlikle hak, adalet ve eşitlikten ayrılmamalı, yönettiği personeli arasında asla ayrımcılık yapmamalıdır. Öte yandan, insan ilişkilerinde saygı, sevgi
ve güvenin önemini bilmeli ve bu öğelere dayalı bir
ortam oluşturmalıdır. Kurumundaki kişilerin her şeyden önce insan olduğu için çok üstün değer taşıdığını, onurlu, erdemli, bilinçli ve saygıdeğer olduğunu
unutmamalıdır. İnsan değeri ile onurunun insan ilişkilerinde mihenk taşı olduğunu kavramalıdır. İnsanların farklı törelere, farklı düşüncelere ve farklı değer
yargılarına sahip olduğunu unutmamalı ve bu farklılıkları ayrıştırıcı, parçalayıcı değil de, bütünleştirici,
zenginleştirici ve birleştirici olarak görmelidir.
Yine kurumla ilgili işlerde mutlaka personelinin
görüşlerini (özellikle karar ve planlama aşamasında)
almalı, onların görüş ve düşüncelerine değer vermeli
ve gerekirse bu görüş ve düşünceleri rapor edip ilgili makamlara bildirmelidir. Ben yöneticiyim her şeyi
ben bilirim, her şeyin iyisini ben yaparım, ben ne yaparsam doğrudur anlayışına kesinlikle sahip olmamalı ve bu anlayışın yönetim biliminde çok sakat ve
olumsuz sonuçlar doğuracak bir anlayış olduğunu,
başarının ve sağlıklı bir kurum kültürünün ekip çalışmasına bağlı olduğunu asla unutmamalıdır.
Son olarak yönetici; yönetimin her aşamasında
•8
yukarıda belirtilen yönetim süreçlerini çok iyi bilmeli
ve bu süreçleri mutlaka uygulamalıdır. Yönetici; çağdaş yönetim anlayışı, çağdaş eğitim yönetimi, çağdaş okul yönetimi, çağdaş eğitim denetimi, yönetim
süreçleri, yönetimde insan ilişkileri, çağdaş liderlik
yaklaşımları, örgüt kültürü ve benzeri konularda kendisini çok iyi yetiştirmeli ve bu alanlarla ilgili çeşitli
hizmet içi kurslarından geçirilmelidir. Kısacası yöneticiler sağlıklı bir eğitim ve yönetim anlayışı ile yetiştirilmeli ve buna bağlı olarak çok hassas bir konu olan
yönetici atamaları da kesinlikle hak, adalet, eşitlik,
liyakat ilkelerine ve sınav puanı üstünlüğüne göre
yapılmalıdır.
KAYNAKÇA
Aydın, Mustafa. Eğitim Yönetimi Ankara Hertipoğlu Yayınları 2000.
Bilal Eryılmaz, Kamu Yönetimi, İstanbul, 4. Baskı, Erkam Matbaacılık, 1998, s.1.
Bursalıoğlu, Ziya. Okul Yönetiminde Yeni Yapı ve Davranış. Anadolu Üniversitesi Yayınları. 1979.
Bursalıoğlu, Ziya, Eğitim Yönetiminde Teori ve Uygulama, A.Ü.E.F. Yay. 1974 Ankara.
Cavide Uyargil, Stratejik İnsan Kaynakları Yönetiminde Kalite Yönetimi, Human Recources, Haziran
1997, İstanbul, s. 22.
Çiğdem Kağıtçıbaşı, İnsan Aile Kültür, Remzi Kitapevi,
İstanbul, 1990,ss. 9–11.
Çoşkun Can Aktan, Yönetimde Yeni Konseptler ve Tenikler, Yeni Türkiye Dergisi, Sayı: 26, Cilt:26–27,
1999, s. 59.
Elma, Cevat ve Arkadaşları, Yönetimde Çağdaş Yaklaşımlar, Anı Yay. 2003 Ankara.
Erçetin, Şule, Yönetimde Yeni Yaklaşımlar, Nobel Yay.
2001, Ankara.
İsmail Gökdeniz, Yönetimde Çağdaş Arayışlar, Yerel
Yönetim Ve Denetim Dergisi, Cilt:3, Sayı: 8, Eylül 1998, ss. 4–5.
Kaya, Yahya Kemal. Eğitim Yönetimi Ankara TODAİE
Yayınları 1979.
Kemal Tosun, İşletme Yönetimi, Genel Esaslar, Cilt. 1,
İstanbul, 1989, s.5.
Necmettin Tozlu, İnsandan Devlete Eğitim Ders Notları,
Van, 2003.
Kazanun önüne bir su geldi, Kazan aydur:
Su Hak dizarın görmüşdür, ben bu su ile haberleşeyim, dedi.
Görelüm Hanum nice haberleşdi, Kazan aydur:
Çağnam çağnam kayalardan çıkan su
Büyük büyük ağaç gemileri oynatan su
Hasan ile Hüseyin’ün hasreti su
Bağ ve bostanun zineti su
Ayişe ile Fâtıma’nun nigâhı su
Şahbaz atlar içdügü su
Ağ koyunlar gelüp çevresinde yatduğu su
Ordumun haberin bilir müsün degil mana
Kara başum kurban olsun suyum sana
[Orhan Şaik Gökyay, Dede Korkudun Kitabı, MEB Yay., İstanbul 2000, s. 20.]
BİR SU DAMLASININ
KISA ÖYKÜSÜ
KASIM KOÇAK
Prof. Dr., İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü
Kasım Koçak, Bir Su Damlasının Kısa Öyküsü, Bilim
ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011,
ss. 10-20.
• 10
1. Giriş
G
öktaşı parçalarından elde edilen fiziksel ve kimyasal kanıtlar, yer dahil olmak üzere güneş sisteminin yaklaşık 4.6 milyar yıl önce oluştuğunu
göstermektedir. Bununla birlikte dünya üzerinde
şimdiye kadar bulunan en eski kayaçlar yaklaşık 3.8 milyar
yıl öncesine tarihlenmektedir. Greenland’da bulunan bu en
eski kayaçlar içerisinde su bulunmuş olması, suyun tarihi
açısından özellikle önemlidir. Volkanların o zamanlarda çıkardığı gazların bileşimi ile bugünkü bileşiminin aynı olduğu
varsayılmaktadır. Bu gazlar %80 subuharı, %10 karbondioksit ve yüzde bir kaç azottur. Aradan geçen milyonlarca
yıl içerisinde, dünyanın sıcak iç kısmından dışarıya doğru
fışkıran gazlar, bulut oluşumuna izin verecek kadar zengin
bir subuharı içeriğinin oluşmasını sağladı. Binlerce yıl yeryüzüne düşen yağmurlar akarsuları, gölleri ve okyanusları
oluşturdu.
Yaşamın vazgeçilmez bir unsuru olan su, yerine başka
bir madde ikame edilemeyen, sınırlı bir doğal kaynaktır. Bu
sınırlı kaynağın dünya üzerindeki yersel ve zamansal dağılımı düzenli değildir. Bu nedenle pek çok ülke zaman zaman
ciddi boyutlarda kuraklık sorunuyla yüz yüze gelmektedir.
Yavaş gelişen meteorolojik kökenli bir doğal afet olan kuraklık sonucunda önemli can ve mal kayıpları meydana gelmektedir. Diğer taraftan, düzensiz şehirleşme, aşırı nüfus
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
artışı, kirlilik, küresel iklim değişikliği vb. etmenler su
kaynaklarını tehdit etmektedir. Su kaynakları üzerindeki bu olumsuz etkilerin devam etmesi durumunda uzak olmayan bir gelecekte, özellikle sınır aşan
sulara sahip ülkeler arasında bir takım çatışmaların
yaşanması kaçınılmaz görünmektedir.
yükler konsantre olmuş durumdadır. Su moleküllerinin hegzagonal kristal yapıda bir araya gelmeleri,
suyun katı hâli olan buzu oluşturur, (Şekil 2).
Bu yazıda daha çok tatlı suyun oluşumu, yersel
ve zamansal dağılımı, ana hatları ile su sorunu ve
çözüm önerileri gibi konular üzerinde durulacaktır.
2. Suyun Özellikleri
Gürünmez bir gaz olan subuharının atmosferdeki
konsantrasyonu yersel ve zamansal olarak önemli
ölçüde değişiklikler gösterir. Havanın subuharının ölçüsü nemlilik olarak adlandırılır. Subuharı atmosferdeki değişken gazların en önemlisidir. Yağışın kaynağı atmosferdeki subuharıdır. Ayrıca subuharının
yoğuşması sonucu açığa çıkan büyük miktarda ısı,
önemli bir atmosferik enerji kaynağıdır. Atmosferde
cereyan eden pek çok fırtına (orajlar, tayfunlar, hortumlar vb.) bu enerjiyle beslenirler.
Su, belirli sıcaklık ve basınç koşullarında hem
gaz, hem sıvı ve hem de katı fazlarında bulunabilen tek maddedir. Bir gaz olarak subuharı molekülleri oldukça serbest hareket eder, komşu molekül ve
atomlarla çok kolay karışır. Sıvı hâlde su molekülleri
birbirlerine çok yakındır ve birbirleriyle sürekli olarak
çarpışırlar. Katı durumda (buz) ise moleküller düzenli
bir yapı içerisindedirler. Bu durumda moleküller titreşebilir ancak serbest bir şekilde hareket edemezler.
Subuharı görünmez bir gaz olduğundan ancak
bulut damlacıkları ve buz kristalleri gibi sıvı ve katı
hâle dönüştüğünde görülebilir. Diğer bir deyişle su,
faz değişimi ile görünümünü değiştirir ancak kimliği
hep aynı kalır. Eğer faz değişimi aradaki sıvı fazın atlanması şeklinde gerçekleşiyorsa buna süblimasyon
denir.
Şekil 2. Buz kristalinin yapısı
Su yüzeyinde sürekli olarak dinamik bir süreç cereyan eder. Yeterli hıza ulaşan bazı su molekülleri, su
yüzeyinden kaçarak atmosfere karışırlar. Moleküllerin
sıvı fazdan buhar fazına geçtikleri bu sürece buharlaşma denir. Bu süreç devam ederken bazı moleküller tekrar sıvı ortama dönerler. Moleküllerin gaz fazından sıvı faza geçtikleri bu süreç ise yoğuşma olarak
adlandırılır. Buharlaşma-yoğuşma süreci esnasında
bir süre sonra sudan havaya geçen su moleküllerinin
sayısı, havadan suya dönen su moleküllerinin sayısı
ile dengelenir. Diğer bir deyişle su yüzeyi üzerindeki hava, tutabileceği maksimum miktarda su buharı içerir. Bu durumda hava, subuharı ile doymuştur
denir. Sıcak hava doymaya ulaşmadan önce, soğuk
havanın tutabileceğinden daha fazla subuharı tutar.
3. Su Çevrimi
Güneşten alınan ısı enerjisinin, okyanuslardan
büyük miktarlarda suyu buharlaştırmasıyla, suyun
atmosferdeki sirkülasyonu başlar. Rüzgârlar nemli
11 •
DOSYA: SU
Şekil 1, bir su molekülünü göstermektedir. Şekilden de görüldüğü gibi hidrojen atomları 105 derecelik bir açı oluşturacak şekilde oksijen atomuna
bağlanmışlardır. Bu yapı içerisinde hidrojen atomları
üzerinde pozitif, oksijen atomu üzerinde ise negatif
Şekil 1. Su molekülü
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
havayı başka bölgelere
taşırlar. Bu bölgelerde
bulutlar oluşur ve atmosferdeki su bulutlardan
yağmur veya kar şeklinde yağışa geçer. Yağışın
okyanuslara düşmesiyle
yeniden başlayacak olan
bir çevrimin başına dönülmüş olur. Eğer yağış
karalar üzerine düşerse,
suyun okyanuslara ulaşmayı hedefleyen karmaşık yolculuğu başlamış
olur. Suyun bu şekildeki
hareketi ve sıvıdan buhara ve tekrar sıvıya dönüşümü su veya hidrolojik
çevrim olarak adlandırılır. Şekil 3 hidrolojik çevrimin
bazı önemli elemanlarını göstermektedir.
Çoğu kez düşen yağış yeryüzüne ulaşmadan bir
kısmı buharlaşarak atmosfere geri döner. Yağışın bir
kısmı ise yeryüzündeki bitkiler tarafından tutulur. Bitkiler tarafından tutulan yağışın bir kısmı buharlaşır
bir kısmı ise toprağa sızar. Yüzeyden derinlere sızan
su daha sonra yeraltı suyunu oluşturur. Yağışın bir
kısmı ise yüzey akışı ile doğrudan akarsulara karışarak okyanuslara döner.
Göller, akarsular ve toprak yüzeylerinden de
önemli miktarda su buharlaşma yoluyla atmosfere
döner. Bitkiler terleme (transpiration) mekanizması
yoluyla atmosfere subuharı veren önemli bir nem
kaynağıdır. Buharlaşma ve terleme olayının birlikte
değerlendirilmesine evapotranspirasyon denir. Bir
yılda atmosfere dönen suyun % 15’i evapotranspirasyon yoluyla karalar üzerinden, % 85’i ise okyanuslardan olan buharlaşmadır. Eğer atmosferdeki
nemin tamamı yoğuşup yeryüzüne yağmur olarak
düşseydi, dünya üzerinde oluşturacağı suyun yüksekliği 2.5 cm olacaktı.
4. Bulut Nasıl Oluşur?
Bulut görünmez bir gaz olan subuharının görünür
hâlidir. Subuharı bu duruma şu şekilde ulaşır: Bulutun
• 12
Şekil 3. Su (hidrolojik) çevrimi
oluşabilmesi için birinci koşul nemli havanın varlığıdır.
Nemli havanın aşağıda bahsedilecek olan yükselme
mekanizmalarından biri ile atmosferde yükselir, bunun sonucunda soğur ve doymaya ulaşır. Havanın bu
şekilde biraz daha yükselmesi sonucunda içerisindeki subuharı yoğuşma çekirdekleri denilen küçük partiküller üzerinde yoğuşmaya başlar, diğer bir deyişle
subuharının görünür hâldeki bir kümesi olan bulut
meydana gelir. Bu başlık altında öncelikle yoğuşma
çekirdekleri, daha sonra havanın atmosferde yükselme mekanizmaları üzerinde durulacaktır.
4.1. Yoğuşma Çekirdekleri
Çiy ve kırağının oluşması bir yüzeyin varlığını gerektirdiği gibi havadaki subuharının yoğuşarak bulut
damlacıklarını oluşturabilmesi için de bir yüzeye gereksinim vardır. Herhangi bir günde bir insanın işaret
parmağının hacmi kadar bir hava 1000–150000 arasında partikül içerir. Bu partiküllerin bazıları üzerlerinde subuharının yoğuşmasına izin verirler. Bu tip
partiküller yoğuşma çekirdekleri olarak adlandırılır.
Bulut oluşumu için en elverişli yoğuşma çekirdeklerinin yarıçapı 0.1 μm veya biraz daha büyüktür. 1 cm3 havada bu tür çekirdeklerin sayısı 00 ile
1000 arasında değişir. Bu partiküllerin ana kaynağı
rüzgârların atmosfere karıştırdığı tozlar, volkanlar, fabrika dumanları, orman yangınları ve okyanuslardan
atmosfere karışan tuzlardır. Atmosfere bırakılan bu
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
partiküllerin kaynağı yere yakın atmosfer olduğu için,
konsantrasyonları da aşağı atmosferde en büyüktür.
Yoğunlaşma çekirdekleri çok hafif oldukları için
havada günlerce asılı hâlde kalabilirler. Endüstriyel
bölgelerde 1 cm3 havada yoğuşma çekirdeklerinin
sayısı 1 milyona kadar çıkabilir. Buna karşın kırsal
bölgelerde ve okyanus üzerindeki havada cm3’de
sadece bir kaç yoğuşma çekirdeği bulunabilir.
Ortamın bağıl neminin % 100’ün altında olması
durumunda bile üzerinde subuharının yoğuşmasına izin veren yoğuşma çekirdeklerine higroskopik
çekirdek denir (Şekil 4). Okyanuslardan atmosfere
karışan tuzlar en ideal higroskopik çekirdeklerdir.
Ayrıca sülfürik asit ve nitrik asit partikülleri de diğer
önemli higroskopik çekirdeklerdir. Bazı partiküller
ise bağıl nem %100’ü aşsa bile üzerlerinde subuharının yoğuşmasına izin vermezler. Bu tip partiküller
higrofobik çekirdekler de olarak adlandırılır, (Şekil
4). Herhangi bir zamanda atmosferde genellikle yeterli sayıda çekirdek vardır. Dolayısı ile bağıl nemin
%100’e yakın veya altında olması durumunda pus,
sis ve bulut oluşumu mümkün olur.
a. Yüzeyin ısınması ve konveksiyon
b. Topoğrafya
c. Konverjans nedeniyle yüzey havanın yükselmesi
d. Cephe yüzeyleri boyunca olan yükselme
Yukarıda verilen mekanizmaların bulut oluşumunda oynadıkları rol Şekil 5’de bir arada verilmiştir.
4.2.1. Konveksiyon ve Bulutlar
Sıcak bir günde, yer yakınındaki hava temasta
olduğu sıcak yeryüzeyi tarafından ısıtılır. Bunun sonucunda hava genleşir ve yükselir, (Şekil 5.a). Havanın bu hareketi konveksiyon olarak adlandırılır.
Atmosferdeki süreklilik nedeniyle yükselen havanın
yerini yukarılardaki soğuk hava alır ve bu şekilde bir
konvektif hücre oluşur. Konvektif hücreler genellikle
çok hızlı yükselerek ani bir soğumaya ve arkasından
şiddetli yağışlara neden olurlar. Bu şekilde oluşan
yağışların bir özelliği de etki alanı bakımından sınırlı,
süre bakımından ise kısa olmasıdır.
Tepe kısımlarının zamanla örs şeklini aldığı kümülonimbüs bulut yapısıyla ayırt edilen gök gürültülü fırtına konvektif karakterlidir. Bu tip fırtınalar nisbeten dar alanlarda yağış üretirler. Bu yağış yersel
dağılım açısından oldukça düzensizdir. Bir yerde
şiddetli yağış varken biraz ötede çok hafif şiddette
bir yağış olabileceği gibi hiç yağış olmayabilir de.
4.2.2. Topoğrafya ve Bulutlar
Şekil 4. a) Higroskopik, b) Hidrofobik çekirdek
4.2. Bulut Oluşturan Mekanizmalar
Bulutlar gelen güneş radyasyonunu yansıma ve
saçılmaya uğratarak ve yerin yayınlamış olduğu infrared radyasyonu absorblayarak yer-atmosfer sisteminin enerji dengesinde önemli bir rol oynar. Bulutların neden olduğu yağış, taze suyun tek kaynağıdır.
Dağın rüzgâraltı tarafındaki koşullar yağış oluşumu için uygun değildir. Hava dağın rüzgâraltı ta-
13 •
DOSYA: SU
Pek çok bulut, havanın yüselmeyle soğuması sonucu meydana gelir. Gözlenen bulutların pek çoğu
aşağıda sıralanan mekanizmaların sonucunda oluşur:
Orografik yağış, nemli havanın dağ sırası örneğinde olduğu gibi fiziksel bir engel tarafından yükselmeye zorlanması sonucu oluşur. Orografik etki
rüzgârın denizden sahile doğru esmesi durumunda
da ortaya çıkar. Sahilin hafif bir yükseltiye sahip olması ve pürüzlülük nedeniyle rüzgâr hızındaki azalmanın ortak etkisi havayı yükselmeye zorlar. Şekil
5.b’de görüldüğü gibi nemli hava önündeki engelle
karşılaştığında yükselmeye başlar ve eylemsizlik nedeniyle yükselme tepenin üstünde bir miktar daha
devam eder. Orografik yağış düzenli ve devamlı
olma eğilimi gösterir.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Şekil 5. Bulut oluşum mekanizmaları
rafında alçalmaya başladığında sıcaklığı artmaya,
(havaya fazladan nem eklenmediği için) bağıl nemi
azalmaya başlar. Yağış için havanın doymaya ulaşması gerektiğinden, dağın rüzgâraltı tarafında yağış
gözlenmez. Yağışın gözlenmediği bu bölge yağmur
gölgesi olarak adlandırılır. Orografik yağış analizinde hakim rüzgâr yönü dikkate alınmalıdır. Örneğin
hakim rüzgâr yönünün dağ sırasının uzantısına paralel olması durumunda orografik yağış miktarı çok
olacaktır.
4.2.3. Konverjansla Yükselme ve Bulutlar
Şekil 5.c’de verildiği gibi yüzey havanın konverjans sonucu geniş bir alan üzerinde yükselmesi,
bulut olşumunda karşılaşılan diğer önemli bir mekanizmadır. Havanın geniş bir alan üzerinde yükselmesinin temel nedenlerinden biri siklonik fırtına sistemleridir. Bu tip sistemler, farklı sıcaklık ve yoğunluktaki havayı ayıran cephelerle yakından ilişkilidir,
(Şekil 5.d). Örneğin sıcak cephe yüzeyi boyunca tır-
• 14
manan sıcak havanın oluşturduğu bulutlar yüzlerce
hatta binlerce kilometre karelik bir alanı kaplayabilir.
Bu şekilde oluşan bulutlar sirrostratüs, altostratüs,
nimbostratğüs gibi tabakalı bulutlardır. Buna karşın,
soğuk cephe yüzeyi boyunca yükselmeye zorlanan
nemli havanın oluşturduğu bulutlar genellikle düşey
gelişimli bulutlardır. Cepheler olmasa bile yüzeydeki
bir alçak basınç alanının üzerinde de bulutlar oluşabilir. Hava bütün yönlerden alçak basınç merkezine
doğru hareket eder. Merkez civarında karşılaşan havanın yükselmesiyle de bulutlar oluşur.
4.3. Bulutların Sınıflandırılması
Pek çok gök cisminin ilk astronomlar tarafından
bundan yaklaşık 2000 yıl önce isimlendirilmiş olmasına rağmen; farklı bulut tiplerinin ayırt edilmesi ve
sınıflandırılması 19. yüzyıla kadar mümkün olmamıştır. İlk bulut sınıflandırması 1802 yılında Fransız doğa
bilimcisi Lamarck tarafından önerilmiştir. Ancak
Lamarck’ın sınıflandırması fazla kabul görmemiş-
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
tir. Bundan bir yıl sonra İngiliz doğa bilimcisi Luke
Howard genel kabul gören bir bulut sınıflandırması
yapmıştır. Howard bulutları tanımlamak için Latince kelimeler kullanmıştır. Bu sınıflandırmada tabaka
şeklindeki bulutlar stratus, bir yığını andıran kabarık
bulutlar kümülüs, çok ince bulutlar sirüs ve yağmur
bulutları nimbüs olarak adlandırılmıştır. Bu bulutlar
Howard’ın bulut sınıflandırmasındaki dört temel bulut tipidir. Diğer bulut tipleri, temel bulut tiplerinin
birleştirilmesi yoluyla tanımlanırlar. Örneğin nimbostratüs tabakalı bir yapı gösteren yamur bulutunu, kümülonimbüs düşey gelişimli bir yapı gösteren
yağmur bulutunu isimlendirmede kullanılır.
Günümüzde kullanılmakta olan bulut sınıflandırması 1887 yılında Abercromby ve Hildebrandsson
tarafından yapılmıştır. Bu sınıflandırma Howard’ın
yapmış olduğu sınıflandırmanın çok az değiştirilmiş
bir hâlidir. Bu sınıflandırmada on değişik bulut tipi
dört ana bulut grubuna ayrılmıştır. Her bulut grubunun tanımlanmasında, bulut taban yükseklikleri esas
alınarak alçak, orta ve yüksek bulutlar şeklinde isimlendirilmiştir. Dördüncü gruba giren bulutlar ise düşey
gelişimli bulutlardır. Her bir grup içindeki bulutlar ise
görünüşlerine göre sınıflandırılmıştır, (Tablo 1).
Tablo 1. Dört temel bulut grubu ve tipleri
Yüksek
Bulutlar
Orta Bulutlar
Alçak Bulutlar
Düşey
Gelişimli
Bulutlar
Sirüs
Altostratüs
Stratüs
Kümülüs
Sirrostratüs
Altokümülüs
Stratokümülüs
Kümülonimbüs
Sirrokümülüs
Nimbostatüs
4.4. Yağış Nasıl Oluşur?
a. Çarpışma-birleşme süreci
b. Buz-kristal süreci
Donma noktasının üzerinde oluşan bulutlara sıcak bulutlar denir. Bu tip bulutlardan yağış oluşumunda, damlacıklar arasındaki çarpışmalar önemli
rol oynar. Çarpışma yoluyla yağmur damlalarının
büyüyebilmesi için, bazı damlacıkların diğerlerinden
daha büyük olması gerekir.
Şekil 6. Tipik bir yağmur, bulut ve yoğuşma
çekirdeğinin büyüklüklerinin karşılaştırılması.
Büyük damlalar, küçük damlalara nazaran daha
hızlı düşerler. Dolayısı ile daha büyük damlalar yolları üzerindeki küçük damlalara yetişerek onlarla
çarpışırlar. Bulut damlacıklarının çarpışma sonucu
kütlelerinin büyümesi birleşme olarak adlandırılır.
Eğer damlacıklar zıt elektrik yüklerine sahipse, birleşme işlemin daha etkin bir şekilde gerçekleşmektedir. Dolayısı ile bulut damlacıklarının büyümesinde
ve yağmur oluşumunda atmosfer elektriği önemli
bir rol oynar. Bulut damlacıklarının büyümesinde
önemli olan diğer bir faktör de, damlacıkların bulut
içerisinde kalış süreleridir. Yükselen hava akımları,
damlacığın düşüş hızını yavaşlatır. İçerisinde güçlü
yukarı doğru hava akımlarının olduğu kalın bir bulut
tabakası durumunda, damlacıkların bulut içerisinde
kalış süreleri fazla olmaktadır.
Büyük damlalar hızla düştükleri için yere diğer
damlalardan önce ulaşırlar. Bu nedenle büyük damlalar sıcak, konvektif bulutlardan meydana gelen
sağanak yağışın başlangıcında görülürler. Çok hafif
15 •
DOSYA: SU
Şekil 6’da verildiği gibi tipik bir bulut damlacığının ortalama çapı 20 mm civarındadır ve tipik bir
yağmur damlasından 100 kat daha küçüktür. Bulut
damlacıkları çok küçüktür ve havada asılı vaziyette
kalabilmeleri için, yukarı doğru hafif bir hava hareketinin olması yeterlidir. Bir bulut damlacığının yeterli büyüklüğe ulaşmasında aşağıda verilen süreçler
önemli rol oynar:
a. Çarpışma-Birleşme Süreci
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
yukarı doğru akıma sahip, nisbeten ince bir stratus
bulutundan sadece çisenti meydana gelebilir. Buna
karşın, içerisinde yukarı doğru kuvvetli hava akımları
olan kümülonimbüs bulutları şiddetli sağanak yağışa
neden olurlar.
b. Buz-Kristal Süreci
Buz-kristal süreci ile yağmur oluşabilmesi için,
donma noktasının altında oluşmuş bir bulutta, buz
kristalleri ve sıvı su damlacıklarının bir arada bulunmaları gerekir. Bu süreçle yağmur oluşumu orta ve
yüksek enlemlerde önemlidir.
Bulutun sıcak bölgesinde (donma noktasının
üstü) yalnızca su damlacıkları vardır. Dolayısı ile bu
bölgede bulut damlacıklarının büyümesi çarpışmabirleşme sürecine göre gerçekleşir. Bu bölgenin hemen üzerindeki soğuk bölgede (donma noktasının
altı) bulut damlacıklarının büyük bir kısmı hâlen sıvı
su damlacıkları şeklindedir. Donma noktasının altındaki sıcaklıklarda sıvı fazda bulunan su damlacıkları, aşırı soğumuş su olarak adlandırılır. Bulut içinde daha yukarı seviyelerde buz kristallerinin sayısı
artmakla beraber, sıvı su damlacıkları sayıca daha
fazladır. Sıcaklığın donma noktasının çok altında olduğu bulutun üst kısmı ise hemen hemen buz kristallerinden oluşmuştur.
Sıvı bulut damlacıklarının yoğuşma çekirdekleri üzerinde oluşması gibi, buz kristalleri de donma
noktasının altındaki havada bulunan buz çekirdekleri
üzerinde meydana gelirler. Kil mineralleri, meteorik
tozlar ve buz kristalleri bilinen en ideal buz çekirdekleridir. Bunun dışında geometrik yapıları buz kristaline benzeyen partiküller de buz çekirdeği olarak
görev yaparlar.
Bir soğuk bulutta her bir buz kristalinin etrafında
aşırı soğumuş çok sayıda sıvı su damlacığı bulunur.
Su üzerindeki doymuş buhar basıncının, buz üzerindeki doymuş buhar basıncından daha büyük olması nedeniyle, su damlaları çevresinde buz kristaline
nazaran daha çok sayıda subuharı vardır. Damlacık
çevresinde subuharının daha fazla sayıda olması,
damladan buz kristaline doğru bir buhar transferinin
• 16
meydana gelmesine neden olur. Bunun sonucunda
damlacık buharlaşırken buz kristali büyür. Bu aşamada başka mekanizmaların devreye girmesiyle
buz kristalinin büyümesi hızlanır. Bazı bulutlarda buz
kristalleri aşırı soğumuş su damlacıkları ile çarpışır.
Çarpışma sonucu su damlacığı donar ve buz kristaline yapışır. Bu süreç yapışma olarak adlandırılır.
Yapışma süreci sonucunda kar topakları meydana
gelir. Kar topakları düşmeleri esnasında bulut damlacıkları ile çarpışarak daha küçük buz partiküllerine
dönüşürler. Küçük buz partikülleri daha sonra tekrar
kar topaklarına, kar topakları da tekrar küçük buz
partiküllerine dönüşürler. Daha soğuk bulutlarda ise
buz kristalleri, diğer buz kristalleri ile çarpışarak, aşırı
soğumuş damlacıkların temas etmeleri durumunda
donmalarına neden olacak daha küçük buz kristallerine dönüşürler. Sonuç olarak her iki süreç durumda,
çok sayıda buz kristali üreten zincirleme bir reaksiyon başlamış olur. Düşmeleri esnasında buz kristallerinin birbirleri ile çarpışması ve yapışması sonucu,
buz kristallerinin bir kümesi olan kuşbaşı kar oluşur.
Eğer kar tanesi yere düşmeden önce erirse, yeryüzüne bir yağmur damlası olarak ulaşır. Bu nedenle,
yaz mevsiminde bile, orta ve daha yukarı enlemlere
düşen yağmurun önemli bir kısmı kar olarak başlar.
4.5. Yağış Çeşitleri
Bu başlık altında sadece yağmur, kar ve dolu gibi
başlıca yağış çeşitleri üzerinde durulacaktır.
4.5.1. Yağmur
Buluttan düşen herhangi bir sıvı su damlasının
yağmur olarak adlandırılabilmesi için, çapının 0.5
mm veya daha büyük olması gerekir. Çapı bundan
daha küçük olan üniform su damlacıklarından meydana gelen yağış çisenti olarak adlandırılır. Çisenti
çoğunlukla stratüs bulutundan düşer. Bununla birlikte doymamış bir hava içerisinden düşen yağmur
damlaları kısmen buharlaşarak yere çisenti olarak
düşebilirler. Bağıl nemin çok düşük olması durumunda meydana gelen hızlı buharlaşma nedeniyle,
buluttan düşen yağmur yere hiç ulaşmayabilir. Bir
buluttan düşen yağmur damlaları, yukarı doğru bir
hava akımıyla karşılaşmaları durumunda da yere
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
ulaşamayabilirler. Yukarı doğru olan hava akımının
zayıflaması veya yön değiştirmesi durumunda, havada asılı hâlde bulunan damlalar hızla yere doğru
inerler. Bu şekilde ani olarak bastıran yağış, sağanak
olarak adlandırılır. Düşey gelişimli bir buluttan düşen
sağanaklar kısa sürede çok miktarda yağış bırakır.
Sürekli yağış ise, düşey hava hareketinin daha zayıf,
kapladığı alan daha geniş olan tabakalı bulutlardan
meydana gelir. Bu bakımdan nibostratüsler bol ve
sürekli yağış meydana getiren bulutlardır.
Yere ulaşan yağmur damlalarının çapı ender olarak 6 mm’yi geçer. Çünkü büyük damlaların çarpışma olasılığı daha büyüktür ve çarpışma sonucu
daha küçük damlalara parçalanırlar. Diğer yandan
belli bir büyüklüğü aşan damlalar daha kararsız bir
hâle gelir ve bölünürler.
4.5.2. Kar
Daha önce de bahsedildiği gibi, yere ulaşan yağış
çoğunlukla kar olarak başlar. Yaz mevsiminde donma seviyesi yerden genellikle daha yüksektedir ve
kuşbaşı kar taneleri yere ulaşmadan erir. Diğer taraftan kışın donma seviyesi daha aşağıdadır ve kuşbaşı kar taneleri erimeden yeryüzüne kadar ulaşabilir.
Kuşbaşı kar, tamamen erimeden donma seviyesinin
300 m altına kadar düşebilir. Bulutun alt kısmındaki
havanın nisbeten kuru olması durumunda kuşbaşı
kar kısmen erir. Sıvı suyun buharlaşması kuşbaşı kar
tanesini soğutur ve erime hızını yavaşlatır. Dolayısı
ile hava sıcaklığının donma noktasının üzerinde olduğu nisbeten kuru hava koşullarında bile kuşbaşı
kar taneleri erimeden yere ulaşabilirler.
Dolu taneleri şeffaf veya kısmen opak; büyüklüğü
bir bezelye tanesinin büyüklüğünden bir golf topunun büyüklüğüne kadar değişebilen buz parçalarıdır. Dolu taneleri küresel veya şekilsiz bir görünümde
olabilirler.
Dolu, kümülonimbüs bulutu içerisinde embriyo görevi üstlenen bir kar topağı, donmuş yağmur
damlası veya herhangi bir partikülün (bu bir böcek
de olabilir) üzerinde gelişir. Aşırı soğumuş su damlacıkları embriyo ile çarpışarak hızla donarlar ve
embriyo üzerinde birikirler. Bir dolu tanesinin golf
topu büyüklüğüne ulaşabilmesi için 5-10 dakikalık
bir süre boyunca bulut içinde kalması gerekir. Çok
şiddetli yukarı doğru hava akımları embriyoyu bulut
içinde donma seviyesinden yukarı doğru taşır. Bu
seviyede aşağı doğru düşmeye başlayan embriyolar
diğer bir akım tarafından tekrar yukarı doğru taşınırlar, (Şekil 7).
Şekil 7. Kümülonimbüs bulutu içinde bir dolu
tanesinin büyüme mekanizması.
Her aşağı ve yukarı taşınım esnasında, üzerine
biriken bir buz tabakasıyla embriyo gittikçe büyür.
Bulut içinde bu şekilde belli bir süre kalan embriyo
sonunda farkedilebilir bir büyüklüğe ulaşır ve yükselen hava akımlarının artık tutamayacağı bir büyüklüğe ulaştıklarında, bulutun altındaki daha sıcak havanın içerisine doğru düşerler. Bu esnada daha küçük
olan dolu taneleri erirler. Buna karşın daha gelişmiş
bir kümülonimbüs bulutundan düşen dolu taneleri
erimeden yere kadar ulaşabilirler.
17 •
DOSYA: SU
Gelişmekte olan bir kümülüs bulutundan düşen
kar genellikle hafif kar sağanağı şeklindedir. Bu sağanak durumunda kar, kesikli olarak yağar ve yerde
az miktarda birikme oluşturur. Daha şiddetli kar sağanağı tam kar sağanağı olarak adlandırılır. Bu sağanak da, hafif kar sağanağında olduğu gibi düşey
gelişimli bulutlardan meydana gelir, kısa süreli fakat
şiddetli kar yağışı ile karakterize edilirler. Sürekli kar
yağışı ise daha çok nimbostratüs ve altostratüs bulutlarından meydana gelir.
4.5.3. Dolu
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
5. Su Kaynaklarının Küresel Dağılımı
Doğa su miktarı bakımından dinamik denge
hâlindedir. Yerküresinin toplam su miktarı zamanla
değişmez. Uzun bir süre gözönüne alındığında hidrolojik çevrimin herhangi bir parçasına giren ve çıkan
su miktarları birbirine eşittir. Örneğin yeryüzüne bir
yılda düşen yağış, o yıl içinde buharlaşarak havaya
geri dönen su miktarına eşittir. Ancak kısa bir zaman
aralığında bakılırsa çevrimdeki su miktarında büyük
değişimler olduğu görülür.
Herhangi bir anda suyun yerküresinin çeşitli kısımları arasında dağılımına bakarsak çok büyük
bir kısmının (%97.4) denizlerde olduğunu görürüz,
(Şekil 8). Karalarda ve atmosferde bulunan tatlı suyun dağlımı ise şöyledir: %77.23 kutup buzlarında,
%22.21 yeraltı suyu hâlinde, %0.35 göllerde, %0.17
zemin nemi hâlinde, %0.04 atmosferde, %0.003
akarsularda.
Şekil 8. Dünyadaki toplam suyun yüzde olarak
bileşenleri.
Şekil 9. Tatlı suyun yüzde olarak bileşenleri.
• 18
6. Ana Hatları ile Su Sorunu ve Çözüm
Önerileri
1. Sağlıklı suya ulaşmak her şeyden önce temel
bir insan hakkıdır. Diğer bir deyişle su, toplumsal bir
değer olarak düşünülmelidir. Su sorununun çözümüne öncelikle insanların suya bakış açılarını sorgulamakla başlanmalıdır. Günlük yaşamda sıklıkla duyduğumuz “sudan ucuz”, “sudan bahane”, “havadan
sudan konuşmak” vb deyimler ne yazık ki suyun sınırsız, ucuz ve önemsiz bir kaynak olduğu izlenimini
vermektedir. Bu düşüncelerle yetişmiş bir insanı su
tasarrufuna alıştırmak daha zordur.
2. Ülkemizin yarı-kurak bir iklim kuşağında olduğu daima göz önünde bulundurulmalı, bütün su politikaları buna göre oluşturulmalıdır.
3. Kuraklık meteorolojik kuraklıkla başlar, bunu
hidrolojik, tarımsal ve sosyo-ekonomik kuraklık takip eder. Bu nedenle yağışın yersel ve zamansal dağılımı çok iyi takip edilmelidir.
4. Su sorununun çözümünde su tüketiminin
sektörlerarası dağılımı dikkate alınmalıdır. Türkiye
genelinde toplam suyun %72’si tarımda, %12’si sanayide, %16’sı da içme ve kullanma amaçlı olarak
tüketilmektedir. Gerek tarımsal, gerek sanayi ve gerekse bireysel amaçlı olsun suyu kullanan sonuçta
insandır. Bu nedenle kullanıcıların bilinçlendirilmesi
son derece önemlidir. Bu konuda diğer önemli bir
nokta da bütün sektörlerin aynı kalitede su kullanmasının yanlış olduğudur.
5. Ülkemiz sanıldığının aksine su zengini bir ülke
değildir. Su varlığına göre ülkeler, yılda kişi başına
düşen ortalama kullanılabilir su miktarı 1000 m3 den
az olan ülkeler “su fakiri”, 1000 m3 ile 3000 m3 arasında olanlar “su sıkıntısı” çeken ülkeler, 3000 m3
ile 10000 m3 arasında olan ülkeler “yeterli suyu
olan” ülkeler, 10000 m3 den fazla olan ülkeler ise
“su zengini” ülkeler olarak kabul edilmektedir. Ülkemizde kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı yaklaşık olarak 112X109/70X106=1600 m3/yıl dır. Buna
göre ülkemiz su sıkıntısı çeken ülkeler arasında yer
almaktadır.
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
6. Ülkemizde nüfusun
ve suyun yersel dağılımı
bir birinin tam tersidir. Bu
çarpıklığın
düzeltilmesi
için çalışmalar yapılmalıdır.
7. Su problemine kriz
yönetimi değil risk yönetimi mantığı ile yaklaşılması, bu bağlamda arz ve
talebin doğru yönetilmesi,
doğru yatırımların doğru
zamanda yapılması vb.
son derece önemlidir.
8. Su hakkında söz sahibi otorite sayısının en aza indirilmesi, su kaynaklarının daha etkin yönetimini sağlayacaktır.
9. Kuraklığı ülke genelinde izleyecek, gerekli uyarıları zamanında
yapacak, alınması gerekli önlemleri
yetkililere ve kamuoyuna zamanında
duyuracak, kuraklık konusunda bilimsel araştırmalar yapacak bir merkezin
kurulması gerekmektedir.
DOSYA: SU
10. Sınır aşan sularla ilgili ikili anlaşmalar değişen iklim koşulları dikkate alınarak yapılmalıdır. Ülkemizin brüt
su potansiyeli içinde sınır aşan altı su
havzasının payı yaklaşık %36 dır. Bu
havzaların beşinde kaynak ülkesi olduğumuz gerçeği göz önüne alındığında,
havza bazında su yönetiminin ve sınır
aşan su politikalarının önemi ortaya
çıkmaktadır. Diğer taraftan hızla artan
nüfus nedeniyle daha fazla suya gereksinim duyulacağından, aynı su havzalarından yararlanan ülkeler arasında
su yüzünden ciddi anlaşmazlıklar çıkabilecektir. Son yıllarda yaşananlar dikkate alındığında bu durum artık bir teori olmaktan öteye geçmiştir. Birleşmiş
Milletler, Sudan’ın Darfur bölgesindeki
19 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
kanlı savaşın arkasında su kıtlığı olduğunu bildirmektedir. Diğer taraftan Somali kuraklık yüzünden
savaşa gebe ülkelerin başında gelmektedir. Bununla birlikte ülkeler arasındaki su sorunun çözümünde
tek çare karşılıklı anlayış ve işbirliğidir.
11. Su talebinin karşılanmasında yerel kaynakların akılcı kullanımı ön plana alınmalı, komşu havzalardan getirilen suyun toplam talebin belli bir yüzdesini aşmamasına dikkat edilmelidir. Her şeyden önce
su alınan havzadaki mevcut ekosistemin dengesinin
korunmasına özen gösterilmeli; bir sorunu çözmeye
çalışırken birden çok soruna neden olmanın yaratacağı kısır döngüden kaçınılmalıdır. Diğer taraftan
başka kaynaklardan gelecek suya gereğinden fazla
bağımlılık son derece risklidir. Çünkü su alınan havza
da her an kuraklık tehdidi altına girebilir. Kuraklığın
noktasal değil bölgesel çapta bir doğal afet olduğu
gerçeği unutulmamalıdır.
12. Gerekli önlemlerin alınmaması durumunda
gelecekte ülkemizde ve civar ülkelerde artan sıklıkta
yaşanacak daha şiddetli kuraklıkların ulusal güvenliğimiz için ciddi bir tehdit unsuru olduğu, üzerinde
önemle durulması gereken bir husustur. Özetle su,
stratejik bir doğal kaynaktır ve bu özelliği ile ulusal
güvenlik stratejilerinin ayrılmaz bir parçası olarak
dikkate alınmak zorundadır.
13. Su bir barajdan çıkıp kullanıldığı yere gelinceye kadar çeşitli kayıplara uğramaktadır. Bunlar sırasıyla buharlaşma kayıpları, sızma kayıpları, şebeke
kayıpları ve bilinçsiz su tüketiminden kaynaklanan
kayıplardır. Bu kayıpların dünya standartlarına çekilmesi sağlanmalıdır. Ülkemizin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğinden hareketle barajların yapımı için yer
seçimi dikkatlice yapılmalıdır. Şehir şebekesinin peryodik bakım ve yenilemesi asla ihmal edilmemelidir.
14. Yeraltı suları stratejik su kaynaklarıdır. Bu
kaynaklar, acil durumlarda kullanılmak üzere yeraltına depolanmış su varlığı olarak düşünülmelidir.
Ülkemizin önemli bir kısmı deprem kuşağı üzerinde
yeralmaktadır. Ciddi depremde mevcut su şebekesinin büyük ölçüde tahrip olması söz konusudur.
Diğer taraftan ülkemiz yarı-kurak bir iklim kuşağındadır. Bütün bu doğal afetlerden en az zarar görecek
• 20
olan yine yeraltı su kaynakları olacaktır. Bilindiği gibi
yeraltı ve yerüstü su kaynakları karşılıklı bir etkileşim içindedirler. Yeraltı su seviyesinin önemli ölçüde
azalması yerüstü su kaynaklarını da olumsuz etkileyecektir. Artan nüfüs ve sanayileşme sonucu yeraltı
sularının önemli bir kısmı kirlenmiş, aşırı kullanmaya
bağlı olarak da bazı bölgelerde tuzlanma sorunları
ortaya çıkmıştır. Bu nedenle yeraltı sularının kullanımı çok sıkı denetlenmeli, bu konudaki hukuki altyapı
günün koşullarına uydurulmalıdır.
7. Sonuç
Buraya kadar ana hatları ile suyun doğada nasıl
meydana geldiğini, dünya genelinde suyun durumunu, yine ana hatları ile su sorununun hangi bileşenlerden olştuğu üzerinde duruldu. Temiz bir çevre ve
sürdürülebilir bir kalkınma için su en önemli faktördür. Tarihe baktığımızda geçmiş tüm uygarlıkların
başarı ya da başarısızlıkları, su problemini çözmede
ortaya koydukları yetenekle doğru orantılı olmuştur.
Günümüzde su kaynakları ciddi tehlikelerle karşı
karşıyadır. Bunların başında nüfüs artışı, çarpık kentleşme, arazi kullanımı ve ormansızlaştırma, üretimde
eski teknolojilerin kullanımı sayılabilir. Özellikle son
yıllarda bilim adamlarının dikkat çektiği diğer önemli
bir konu da küresel iklim değişimidir. İklim değişimi
karşısında takınılacak en gerçekçi tavır, değişen iklim koşulları altında yaşamayı, üretim yapmayı, su
ve toprak kullanmayı öğrenmektir. Bunun yolu da
hava, su ve toprak ortamını bozmadan, kirletmeden kullanmayı öğrenmekten ve hepsinden önemlisi
gelecek nesillerin yaşam hakkına saygı duymaktan
geçmektedir.
KAYNAKÇA
Ahrens, C.D. 2000: Meteorology Today, An Introduction to Weather, Climate, and the Environment,
West Publishing Company.
Bayazıt, M. 1999: Hidroloji, İstanbul Teknik Üniversitesi.
http://web.itu.edu.tr/~kkocak/su_sorunu.htm
http://web.itu.edu.tr/~kkocak/iklim.html
http://web.itu.edu.tr/~kkocak/atmevrim.html
Yıldız, S. 2008: Su Fakirliği Kapımızda mı? TÜBİTAK,
Bilim ve Teknik, sayı:489.
HAYAT
SUY(L)A YAZILAN YAZIDIR
VEFA TAŞDELEN
100. Yıl Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi
İnsanın suyun kendi hayatı açısından taşıdığı değeri
anlaması kuşkusuz hayatının ilk anlarına kadar geri gider;
zira insan su ile birlikte vardır, hayat suyun oludu yerde
mümkündür. İnsanın, düşüncedeki bir konu olarak suyla
karşılaşması, onu kendisi açısından taşıdığı anlamı ve değeri anlamaya çalışması da çok eskilere gider. Mitolojilere,
kozmogonilere, kutsal metinlere baktığımızda, suyun varlık ve oluş açısından temel bir konum kazandığını görürüz. Sözgelimi Akat kozmogonisinde başlangıçta her yerin
sularla kaplı olduğu ifadesi geçer. Tanrı Marduk hasırını
suların üzerine sermiş, onun üzerinde toprak ve canlılar
21 •
DOSYA: SU
Vefa Taşdelen, Hayat Suy(l)a Yazılan Yazıdır, Bilim
ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011,
ss. 21-24.
S
u üzerine konuşmak, suyun canlılığı mümkün kılan
kimyasal yapısının yanında ona bir anlam katma
çabasını da ifade eder: Su üzerine konuşuyorum,
çünkü onun varoluşum açısından taşıdığı anlamını anlamaya çalışıyorum; su üzerine konuşuyorum, çünkü onun benim açımdan taşıdığı değeri çoğaltıyorum. Bu
faaliyet başlıca felsefe ve edebiyat alanında ortaya çıkar.
Bu nedenle benim yazım da edebiyat ve felsefe planında kalarak suyun kimyasal yapısını değil, daha çok insan
dünyasındaki anlamını konuşacak. Suyun edebiyatta ve
felsefede ifade bulması demek, ona akılla ve duygularla
bakılması demektir. Suyu felsefeye ve edebiyata katarken, onu duygularımla ifade ederim; suyun varoluşumdaki yerini, etkilerini dile getiririm. Suyu ifade ederken onun
dünyaya ve varoluşa kattığı değeri kalbimle, aklımla, duygu ve düşüncelerimle kavramak isterim.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
oluşmuş.1 Aytmatov’un Deniz Kıyısında Koşan Ala
Köpek hikâyesinde de benzer bir kozmogniye atıf
vardır: Lura isimli dişi ördek yumurtasını bırakmak
için bir parçacık toprak arar, fakat bulamaz; her
yer, sularla kaplıdır. Yumurtasını sonsuz boşluğa
düşürmekten korkar. Göğsünden bir parça tüy koparır, suların üzerine bırakır. İşte o tüylerden karalar, bitkiler, hayvanlar ve insanlar oluşur.2
Görüleceği üzere belli belirsiz suya “ilk madde”
olma niteliğini kazandırıyor kozmogoniler, mitolojik
söylemler. Homeros varolan her şeyin menşei olarak “okeanos” (okyanus)’tan söz eder; bunu “Okeanostur tanrıların babası ve anası” diye dile getirir.3
Felsefe de benzer bir söylemle başlar. Thales görünürdeki çokluğun temelindeki tekliğin, temel ilkenin “su” olduğunu söyler. Bu şekilde Homeros’un
mitolojik okeanos öğretisine de belli belirsiz göndermede bulunur.
Sümerliler suyu, insan sağlığının da temel ilkesi
olarak görmüşlerdir. Onlara göre su dengesi, vücudun sağlık halidir. Bu denge bozulduğunda hastalık
ortaya çıkar. “Suları Tanıyan Adam” (A-zu) adı ve-
• 22
rilen doktorlar, bozulan su dengesini düzene koymaktan başka bir şey yapmazlar. Günümüzde de,
vücuttaki sıvı dengesi, sağlık ve hastalık hallerinin
belirtisi olarak görülür. Vücudumuzdaki muhtelif sıvıların tahlili, bir bakıma “suları tanıyan adamlar”a
hastalıkları tedavi etme konusunda yol gösterir.
Su aynı zamanda yok edici bir güçtür. Onun
yok ediciliği en açık şekilde kutsal kitaplarda ifade
bulur. Nuh Tufanı bunun örneğidir. Her yerin sular
altında kalması yeryüzündeki varoluşun başa alınması, sıfırlanması demektir. Yakmak nasıl ateşin
doğasında varsa, boğmak da öylece suyun doğasında vardır. Su, kimi zaman rahmet kimi zaman
gazaptır. Sel baskınları, tusunamiler buna örnektir.
Tufan anlatısı, kutsal kitaplardan önce Gılgamış
destanının değişik tabletlerinde de yer alır. Tufan,
varoluşu silip süpüren bir anlama sahiptir. Nitekim
Giambattista Vico tarihi Nuh tufanı ile başlatırken4
bir bakıma tufanla her şey sıfırlandığına, tarihin
ve varoluşun yeniden filizlendiğine de işaret eder.
Gemi, varoluşun tohumudur. Eril ve dişil karakterler, onda yeniden bir varoluş atılımına dönüşür.
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
Potansiyel gazabına karşın, su, daha çok hayat
verici yönüyle öne çıkar. Öyle ki, hayat, adeta suyla yazılan bir yazı gibidir. Bu noktada Mısır’a hayat veren Nil’i, Mezopotamya ovasına hayat veren
Fırat ve Dicle’yi hatırlamamak olmaz. Bütün o bayındır görünümün ardında, Nil’in, Fırat ve Dicle’nin
vadiye, ovaya bağışladığı canlılık ve bereket vardır.
Nil, bir ana damar gibi geçer vadiyi; Mevlana’nın
suyunun şeker gibi tatlı olduğunu söylediği5 Dicle
ve Fırat da bereketli Mezopotamya ovasına hayatiyet kazandıran iki ana arter gibidir.
Su akıştır. Akış bizi “ben kendimi araştırmaktan
başka bir şey yapmadım” diyen Herakleitos’a götürür. Ona göre, aynı ırmaklara girenlerin üzerinden
hep başka başka sular geçer. Şöyle der: “Aynı ırmaklara hem giriyoruz, hem girmiyoruz; hem biziz
hem değiliz.” Hareket ve değişim, en vurgulu halini
alır bu sözlerde; ateşi ve akışı hisseder gibi oluruz.
İçteki ateş devinimi, akışı da sağlar. Böylece su ve
ateş, bu iki karşıt doğalı unsur, aynı varlık bütünlüğü içinde, bir içsel savaşla, kozmosun uyumlu iki
unsuru olup çıkar. Belki de bunun için şöyle der
Herakleitos: İnen ve çıkan birdir, gece ve gündüz,
birlikte günü oluştururlar.6 Harmonia, bu bütünlükte, kozmostaki birlikte, düzende, uyumda ortaya
çıkar. Böylece su, “yapı taşı” olarak, bir kez daha
varlığın ve varoluşun temelindeki yerini alır.
Bir sevgi, bağlanma ve adanma klasiği olan Su
Kaside’si, bizi suyun metafizik kaynağına doğru
götürür. Bu kasidede, belki bir zaman aralığından
uzaktaki sevgiliye tutkuyla yönelme çabası, bu çabanın şiirsel ifadesi vardır. Bu içsel bağlantıda, bir
damla gözyaşı ile göklerin derinliği karşılaştırılır:
acaba hangisi daha derin, hangisi daha duygulu,
hangisi daha anlamlıdır? Başını taştan taşa vurup
gezen su, belki Fuzûli’nin bu mısrasında olduğu
kadar başka hiçbir şiirde görsel, işitsel ve imsel bir
derinliğine kavuşmaz. Bu şiirde su, metafizik çağrışımı içinde, başını taştan taşa vurup avare gezerken bile, kendi çaresizliği ve amaçsızlığı içinde bir
çareye ve amaca işaret eder: “Dest-bûsi ârzusiyle
ger ölsem dostlar / Kûze eylen toprağım sunun
anınla yâre su.” Su Kasidesi, bir aşkın ve hasretin
terennümüdür; susuz kalmanın, yanmanın terennümüdür. Fuzûli, su ile halini anlatır, aşkını anlatır.
Sular çekilir, ölümsüz bir eser kalır geride. Fuzûli,
suyun ritminde kendi iç ritmini, kendi iç ritminde
suyun ritmini bulur. Suyun ritmine kendini arar.
Su, ateşi söndüren ve toprağa hayat veren bir
maddedir. Toprak, ancak su ile hayata kavuşur, su
ile potansiyel olmaktan çıkarak aktif ve doğurgan
hale gelir. Islaklık, nemlilik hayatın belirtisi sayılmıştır. Toprak su ile kıvama gelir. Tohum su ile çatlatır
kabuğunu. Su uygarlıktır. Su yoldur. Su berekettir. Su çaredir. Su, iletişimdir. Su ilaçtır. Su hayatın
kendisiyle yazıldığı yazıdır. Bakarsak, büyük kentler, antik kentler su kıyılarına kurulmuştur hep. Uygarlıklar nehirlerin ve denizlerin kenarında serpilip
gelişmiştir.
Su, hayatın tazeliği, canlılığı. “Ölüme-doğru”
olmanın imlediği anlamın aksine bir pınarın gözesinden fışkırır gibi “hayata-doğru” olma. Gençlik
ve tazelik, temizlik ve paklık, saflaşma ve arınma.
23 •
DOSYA: SU
İbn Haldun da Mukaddime’de arzın küre şeklinde, etrafının sularla çevrili olduğunu, yerkürenin de
bir üzüm tanesi gibi suların üstünde yüzdüğünü,
Tanrı’nın yeryüzünü insanların, hayvanların ve bitkilerin yaşayışına elverişli hale getirmek için suların
yeryüzünün bazı taraflarından çektiğini yazar.7 Nitekim Tekvin’de de suyun yaratılışından ve bir araya toplanmasından bahisle, “Tanrı, ‘göğün altındaki sular bir yere toplansın ve kuru toprak görünsün’ diye buyurdu ve öyle oldu.” denir.8 Kur’an’a
göre de su “gökten indirilen”dir;9 adeta göksel bir
mesaj, yeryüzündeki varoluşu mümkün kılan göksel bir armağandır. Su insanın yaşadığı dünyanın
“dünyalığını” bağışlayan, orayı insan varoluşu için
elverişli kılan bir unsurdur. Seyrelme, katılaşma ve
buhar haline gelme potansiyeliyle çeşitli şekiller
alabilir. Suyu bir metafor olarak kullanmak istesem,
tıpkı Fuzûli’de olduğu gibi “ucu sevgiliye çıkan yol”
derdim ona; sevinç, ferahlık, huzur, sağlık, tazelik,
dinginlik de derim. Ve şöyle diyebilmeyi isterdim:
“Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl / Başını
taşdan taşa urup gezer âvâre su.”
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Onun için söylenebilecek en güzel söz de yetersiz; her damlası şifa. Cümle güzellikler onda. Bahar gelir, su yürür kurumuş dallara. Kuşlar gür akan
suların coşkusuyla baharın dilinde söylerler şarkılarını. Su sevinçtir, kesintisiz akıştır, inadına akıştır,
içe sızma, karanlığa sirayet etmedir. Su bir yerde
takılıp kalma değildir. Akışta onun ritmi ve çağıltısı
vardır. Akış sağlıktır, gömleğimizi çeken dikenlerden kurtulup özgürleşmektir. Su içimizde akar zaman zaman, duygularımız bizi alıp götürür. Gençlik
akıştır, yaşlılık takılıp kalmaktır belki, akışın dışında
bir yere. Su zihnimizde, ruhumuzda da akmalı, damarlarımızda da. Su iyiliğini gösterir; şifa olur, rahmet olur, huzur olur, güzellik olur, tazelik olur, gün
aydınlığı, varolma sevinci, yaşama esenliği olur. Su
serinlik olur, huzur olur, dinginlik olur. Bir an bile
olsa hayatı hissedebilme, sevinci tadabilme olur.
Çocukluğumuzda bir tür duayı sık sık işitirdik:
Bağda bahçede çalışan büyüklerimize soğuk pınarlardan su götürüp ikram ettiğimizde duaları
hazırdı hemen: “Su gibi ömrün uzun olsun!” Bu
duanın başka versiyonları da vardır kuşkusuz:
“Su gibi aziz olasın!” denir örneğin. Su azizdir, su
vermek su gibi kutsaldır. Zira su bütün bir hayatı
mümkün kılan ana maddedir. Thales’in “su” cevabı
• 24
neden önemlidir diye sorulduğunda, öncelikle ve
hemen akla gelen şey suyun önemidir. Su gerçekten önemlidir; zira hayatın temel maddesidir, insan
vücudunun üçte ikisidir, dünyanın büyük bir kısmı
sularla kaplıdır. Su varsa hayat da vardır, su varsa
nefes de vardır. Belki bu yüzden gezegenler konusunda yapılan araştırmalarda sorulan ilk soru
“acaba su var mı?” şeklindedir. Şöyle düşünülür:
Su varsa hayat da vardır. Velhasıl su öyle işlemiştir ki insan dünyasına, şöyle denilse yeridir: “hayat
suy(l)a yazılan yazıdır.”
___________________________________________________
1 Bkz. Şafak Ural, Bilim Tarihi, Çantay Kitabevi, İstanbul,
2000, s. 32.
2 Cengiz Aytmayov, Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek,
çev. Refik Özdek, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1997, s.
78.
3 Bkz. Walter Kranz, Antik Felsefe, çev. Suad Y. Baydur,
Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1984, s. 3.
4 Giambattista Vico, Yeni Bilim, çev. Sema Önal, Doğu
Batı Yayınları, Ankara, 2007, s. 151, vd.
5 Mevlana, Mesnevi I, çev. Veled İzbudak, Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1989, s. 217.
6 Bkz. Walter Kranz, a.g.e., s. 69, vd.
7 Bkz. İbn Haldun, Mukaddime I, Cilt, çev. Zakir Kadiri
Ugan, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1988,
s. 107.
8 Tekvin, 1:9.
9 Bakara: 164, Enam: 99, vd.
Dursun Yıldız İle Su Üzerine:
“SU, YAŞAMIN VE 21. YÜZYIL’IN
EN STRATEJİK KAYNAĞIDIR”
ÇAĞRI GÜREL
-Sohbetimize şu soruyla başlayalım isterseniz: Öncelikle dünya ölçeğinde meseleye bakalım. Su kullanımının nüfusa oranı bakımından nasıl bir tabloyla karşı
karşıyayız?
- Dünya genelinde su kaynakları nüfusa göre eşitsiz bir
şekilde dağılmıştır. Örneğin dünyada yenilenebilir yüzeysel
su kaynaklarının dörtte biri Güney Amerikada yer alırken
burada dünya nüfusunun sadece yüzde sekizi yaşamaktadır. Yine Kuzey Amerika’daki durum da benzerdir. Burada
da dünya nüfusunun yaklaşık % 8’i yaşarken dünya yenilenebilir yüzey suyu kaynaklarının % 15’i yer almaktadır.
Yine dünya nüfusunun % 60’ı Asya Kıtasında yaşarken
suyun sadece % 36’sı bu kıtada bulunmaktadır. Afrika’da
dünya nüfusunun % 15’i su kaynaklarının da % 11’i bulunmaktadır. Bu oranlar tabi genel oranlar. Bu kıtaların kendi
içindeki nüfus ve su kaynakları dağılımı oranları bölgesel
lanımına da yansımaktadır. Birleşmiş Milletler raporlarına
göre dünyada temiz suya ulaşma güçlüğü çeken ve günde
25 •
DOSYA: SU
olarak daha da eşitsiz olabilmektedir. Bu eşitsizlik su kulÇağrı Gürel, Dursun Yıldız İle Su Üzerine: “Su
Yaşamın ve 21. Yüzyıl’ın En Stratejik Kaynağıdır”,
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat
2011, ss. 25-30.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
20 l’nin altında bir su ile yaşamak zorunda olan bir
kaynaklarımız sektörel olarak hâlen %70’i tarımsal
milyar 200 milyona yakın bir nüfus vardır.
sulamada ,% 15’i endüstri suyu olarak % 10’u ise
- Ükemize geçelim isterseniz. Su kaynakları yönünden ülkemize zengin bir ülke diyebilir
miyiz? Ülkemizde tatlı su kaynakları sektörel
olarak hangi oranlarda kullanılmaktadır? Ayrıca
ülkemizin su gücü potansiyelini komşu ülkelerle
paylaşımımız hakkında neler söylemek istersiniz?
- Ülkemiz su kaynakları yönünden zengin sınıfında yer alan bir ülke değildir. Ülkemizde de su
içme ve kullanma suyu olarak kullanılmaktadır. Ülkemizin hidro enerji potansiyeli DSİ’nin son revize
çalışmalarına göre yılda 160 milyar Kwh civarındadır. Hâlen bu değer yaklaşık dörtte bir geliştirilebilmiştir. Ülkemizin sularının %36’lık bir bölümü
sınıraşan ve sınıroluşturan su havzalarından beslenmekte kara sınırlarının ise dörtte birini nehirler
oluşturmaktadır.
- Komşu ülkelerle işbirliği…
kaynakları yere ve zamana göre eşitsiz bir dağılım
- Evet evet, ben de bunu söyleyecektim. Bu du-
göstermektedir. Gerek bu durum gerekse yıllık ye-
rum ülkemizin su kullanımı konusunda suyun gittiği
nilenebilir tatlı su potansiyelimiz ülkemizin su kay-
diğer ülkelerle işbirliği içinde olması gereğini ortaya
naklarını akılcı, planlı ve verimli bir şekilde kullan-
koymaktadır. Ülkemiz bu konuda uzun zamandır
mak zorunda olduğunu ortaya koymaktadır. Su
suyun bir çatışma değil işbirliği aracı olması gerektiğini ileri sürmekte ve buna göre davranmaktadır.
Örneğin geçen yaz, kurak geçmesi nedeniyle Irak
ve Suriye’nin ilave su talepleri ülkemiz tarafından
karşılanmıştır.
- Tarihten günümüze su politikalarımız hakkında bizleri kısaca bilgilendirir misiniz?
- Osmanlı İmparatorluğu döneminde kemerler
ve diğer su yapıları ile su temin edilirken, hızla artan nüfusun ve çeşitli sektörlerin su talebini karşılamak için Cumhuriyet dönemi boyunca su depolama yapıları yapmamız gerekmiştir. Cumhuriyet’in
kuruluşundan 1980’li yıllara kadar su politikalarımız
her alanda oluşan su talebini hızla karşılamaya yönelik olmuştur. Ancak daha sonra su yönetiminde
kavram farklılaşmış ve öncelikle havza ölçeğinde
entegre planlama ve mevcut su kaynağını daha
verimli kullanma anlayışı hakim olmaya başlamıştır.
Bu planlama ve politika değişikliğinde su kaynaklarının hızla artan nüfus ve kirlenme tehditi altında
oluşu ve ekosistemin korunması anlayışında artan
duyarlılıklar da etkili olmuştur. Bugünkü su politikaları geçmişten çok daha fazla doğal dengenin korunmasını dikkate almak durumundadır.
• 26
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
- Su kaynakları, yağış sistemi ve birçok so-
çalışmasını sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır.
rundan dolayı ülkemizin su ihtiyacı bölgesel
Buna ihtiyaç vardır. Ancak bu yapılırken su kay-
farklılıklar içermekte. Türkiye’nin koşullarına,
naklarının ülke çapında merkezî kamusal bir otorite
gelişme politikalarına, ihtiyaç ve çıkarlarına en
tarafından planlanması ve tüm uygulamaların etkin
uygun bir su yapılanması nasıl olmalıdır? Su ile
bir kamusal denetime tabi tutulması kesinlikle göz-
ilgili yapılan çalışmalar ve projeler hakkında bil-
den uzak tutulmamalıdır. Ülkemiz çok dinamik bir
gi verir misiniz?
ülke. İhtiyaçları hızla artıyor. Bunların akılcı bir şekil-
- Ülkemizin su ihtiyacı bölgesel farklılıklar içeriyor. Su kaynaklarımız da bölgelere göre eşitsiz
dağılmış durumda. Bu da gelecekte önümüze yeni
planlamalar ve politikalar oluşturma zorunluluğunu
koyuyor.
de karşılanabilmesi için su yönetimimizin ülkemizin
ihtiyaçlarına, çıkarlarına ve çağın sunduğu olanaklara göre hızla yenilenmesi gerekmektedir. Bunun
için ben ülkemizde bir “Su Kaynakları Bakanlığı”nın
hızla kurulması gerektiğine inanıyorum. Aksi takdirde bugün yaşadığımızdan daha büyük bir karmaşa
Ülkemizde su yönetimi çok uzun dönemdir ar-
yaşanabilir, doğal ve malî kaynaklarımız verimsiz bir
tan malî, idari ve politik sorunlar yaşamıştır. Hem
şekilde kullanılabilir, ekosistem dengesi birçok böl-
bu faktörlerin etkisi hem de artan ihtiyaçlar ve
gede bozulabilir.
olanaksızlıklar nedeni ile su yönetiminin kurumsal
altyapısında sorunlar oluşmuştur. Ancak hâlen su
kaynaklarımızın % 65’i geliştirilmeyi bekliyor Bu nedenle, su kaynakları planlamasından su hizmetleri
yönetimine kadar mevcut sistemin hızlı bir şekilde
yenilenmesi gerekir. Bu yenilenmede sitemin çok
başlılıktan ve çok parçalı yapısından kurtarılması
esas alınmalıdır. Yetki karmaşası ortadan kaldırılmalıdır. Sistemin daha hızlı ve verimli bir şekilde
- Hayatımızın her anında mutlak bir birlikteliğimiz olan, uğruna nice savaşlar verilen, her
bireyin ortak bir hakkı olan suyun; günümüz
modern toplumunda uluslararası işletmelerin
elinde bir ticari meta hâline dönüşmesi nasıl
başladı? Alanında çok verimli çalışmalar yapmış
ve maalesef 2004 yılında şüpheli bir trafik kazasında can veren Prof. Dr. Ali İhsan Bağış’ın şu
DOSYA: SU
27 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
cümlelerini okumak istiyorum: “…son yıllarda
coğrafya su kaynakları açısından zengin değildir.
su telaffuz edildiğinde insanların aklına hemen
Ancak sınıraşan suların kaynaklandığı bir coğrafya-
savaş ve çatışma senaryoları gelmektedir. Bu
dır. Bu nedenle ve hızla gelişen dinamik yapısı ve
senaryolar büyük ölçüde Batı kaynaklı olmakla
artan ihtiyaçları dolayısıyla ülkemiz küresel ölçekli
birlikte maalesef bölge içinde de taraftar bul-
su politikalarının ekonomik ve hidropolitik açılardan
maktadır. Bunun da en önemli sebebi ne yazık
ilgi alanı içerisindedir. Ancak ülkemiz bugüne ka-
ki Ortadoğu düşünce sisteminin rasyonellikten
dar sınıraşan sularını barış ve işbirliği amacı dışında
ziyade retorik söylemler ile çoğu zaman gerçeği
bir amaçla kullanmamıştır. Bu nedenle ülkemiz bu
unutturmasıdır…” Şu soruya gelmek istiyorum:
suların optimum, hakça ve makul kullanımı ilkesine
Suyun bulanıklaşması da diyebileceğimiz bu
uygun davranmaktadır.
küreselleşme politikaları hakkında neler söylersiniz? Çünkü su biz insanoğluna birlikteliği,
dinamikliği öğretir. Bulunduğumuz coğrafyanın
tarihî şahsiyeti olan bizlerin, uluslararası su politikalarıyla parelellikleri ve zıtlıkları nelerdir?
- Genel olarak bakıldığında su üzerine küresel
politikaların yaklaşık çeyrek yüzyıl önce ortaya çıktığı ve küresel ölçekte aşama aşama şekillendirilmeye çalışıldığı görülüyor. Bu süreçte 1992 yılında
Dublin’de toplanan Su ve Çevre Konulu Uluslararası Konferansı, suyun ekonomik bir meta olarak
kabul edilmesi açısından önemlidir. Merhum Prof.
Dr Ali İhsan Bağış benim bu alanda yetişmeme çok
büyük katkısı olan bir bilim adamıydı. Kendisini
rahmetle ve saygıyla anıyorum. Hocamın da ifade
ettiği gibi Ortadoğu’da su konusu da dahil olmak
üzere sorunların çözümünün önündeki engellerden birisi bölgenin özgün yapısı, petrol zenginliği
kadar düşünce sisteminin rasyonellikten uzak oluşudur. Ancak son dönemde Türkiye ve komşuları arasındaki yumuşama ve karşılıklı bağımlılıkta
artış, sorunların çözümüne olumlu katkıda bulunmaktadır. Su, hem ekonomik hem de stratejik açıdan daha değerli bir doğal kaynak
hâline gelmiştir. Bu nedenle su kaynakları
üzerine çeşitli küresel stratejiler geliştirilmektedir. Bu stratejiler sizin de belirttiğiniz gibi suyun bulanıklaşmasına neden
olmakta ve bir işbirliği aracı ve insan
hakkı olarak kullanılmasını zorlaştırmaktadır. Ülkemizin bulunduğu
• 28
- Dünya ölçeğinde nasıl görüyorsunuz. 21.
yüzyılda “Su Savaşları” çıkabilir mi?
- Su, 21. yüzyılın en stratejik kaynağı olacak. Bu
nedenle suyun daha kısıtlı olduğu bölgelerdeki ülkeler arasında bazı gerginlikler yaşanabilir. Ancak
ben bunun tek başına ülkeler arasında bir sıcak
çatışmaya neden olacağını düşünmüyorum. Suyun
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
bu bölgelerde çatışma ve gerginlik yaratmak için
bir araç olarak kullanılması ihtimalini daha yüksek
görüyorum. Çünkü su konusunda bir sıcak çatışmanın ülkelere sağlayacağı sürdürülebilir ve pratik
bir yarar olmayacaktır. Aslında savaş bir trajedi ise
su konusunda uzun zamandır yaşanan bir trajedi
zaten var. Dünyada her gün, büyük bir bölümü 5
yaşın altında çocuk olmak üzere 15000 kişinin su
ve suya bağlı hastalıklardan yaşamını yitirdiğini görüyoruz. Hangi savaşta bu kadar can kaybı yaşanıyor. Uluslararası sistem sudan savaş senaryolarını
öne çıkartıp kullanmak yerine öncelikle hâlen süren
bu trajediye son vermek için çalışmalar yapmalı.
- Su kaynaklarının ve hizmetlerinin özelleştirilmesi konusunda neler söylemek istersiniz? Su
kaynaklarının yönetimi sizce nasıl olmalıdır?
- Bu konuda çok çeşitli şeyler söylenebilir. Ancak öncelikle söylenmesi gereken şey, su yaşamsal doğal bir kaynak olduğundan su yönetiminin
en belirgin özelliği toplumda her kesimin yeterli
miktarda temiz suya ulaşma hakkını sağlayacak
bir yönetimin olmasıdır. Su hizmetlerinin özelleştirmesine gelince; su işletmeciliğinin özelleştirilmesi-
ğında topladığı yıllık gelirler kamu finansman dön-
nin bence en önemli sakıncası şudur: Bu durumda
güsünden çıkacak bunun yerine piyasa-borsa fi-
hâlen belediyelerin su ve atık su hizmetleri karşılı-
nansman döngüsüne girecektir. Bu miktar yaklaşık
DOSYA: SU
29 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
DSİ Genel Müdürlüğünün yıllık bütçesi kadardır, Bu
gerekir. Belirttiğiniz gibi içme ve kullanma suyu su
durumda kamu hizmet alanı önemli bir finansman
temininde öncelikli bir kaynak olup belirli bir kaliteyi
kaynağından vazgeçmiş olacaktır. Bunun yanı sıra
sağlaması gerekir. Bu nedenle su kaynaklarının ön-
su hizmetlerinin özelleştirilmesi sonucunda su üc-
celikle kirletilmemesi ve sağlanan suyun daha ve-
retlerinde artışlar oluşabilir. Bu durum toplumun alt
rimli kullanılması anlayışı öne çıkartılmalıdır. Bunun
gelir gurubundaki kesiminin bu kaynağa ulaşmasını
için de su konusunda toplumsal bilincin arttırılması
zorlaştırabilir. Söylemiş olduğum, bu husus, su hiz-
çalışmaları çok önemlidir. Bu konuyu derginizde ele
metleri özelleştirmesinde dikkate alınması gereken
almanız da bu çabalardan birisidir.
en önemli husustur.
Su, yerine başka bir kaynağın ikame edilmesi
mümkün olmayan yaşamsal bir kaynaktır. Suyun
bir insan hakkı olduğunu düşünüyorum. Her insa-
- Sayın Hocam, bu söyleşi için sizlere teşekkür ederiz.
- Ben teşekkür ederim.
nın yeterli miktarda su ve çevre sağlığı hizmetlerine
kolayca ulaşabilmesi gerekiyor. Bu nedenle de bu
DURSUN YILDIZ
alan daha çok sosyal politikaların uygulanması ge-
İnşaat Mühendisi ve Su Politikaları Uzmanı
reken bir alan özelliği taşıyor. Su kaynaklarının yönetimi yukarıda belirttiğim anlayışla, son teknolojik
gelişmeleri bünyesinde barındıran, hızlı karar veren,
çevre duyarlılığı yüksek olan ve kamusal merkezî
planlama ve etkin denetim yetkisi bulunan bir yönetim olmalıdır.
- Yağışlar az olduğu zaman hemen endişeleniyor, “iklim değişikliği, küresel ısınma, buzullar
eriyor, eyvah! bu yıl susuz kalacağız, barajlarda şu kadar su kalmış” gibi ifadeler kullanıyor,
suyun bilinçli kullanımı ile ilgili alelacele somut
adımlar atmaya çalışıyoruz. Başımıza gelmeden, serap görmeden, susuzluktan ölmeden…
Son olarak şunu sormak isterim: İçme ve kullanma suyunun önemi çerçevesinde, tabiattaki
suları içme ve kullanmada gerekli tedbirler için
bireysel ve toplumsal olarak bizlere düşen vazifeler nelerdir?
- Bu çok önemli bir konu. Su, su döngüsü dediğimiz bir çevrimin sonucu oluşan yenilenebilir bir
kaynaktır. Ancak siz bu döngüyü yani doğal dengeyi bozarsanız bu kaynağın yenilenebilir özelliğini de
tehdit altına sokarsınız. Bu nedenle su politikalarının sürdürülebilir olması büyük önem taşır. Bu politikaların doğal dengeyi küresel ölçekte koruması
• 30
1958 yılında Samsun’da doğan Dursun Yıldız, 1981 yılında
İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat
Fakültesi’nden mezun oldu. 1983
yılında DSİ Genel Müdürlüğünde çalışmaya başlayan Yıldız, bu
dönemde Hollanda ve ABD’de lisansüstü mesleki teknik eğitim ve
uygulama programlarına katıldı. ATAUM’da “AB Temel Eğitimi ve “Uluslararası İlişkiler Uzmanlık” programlarını izledi. Hacettepe Üniversitesi Hidropolitik ve
Stratejik Araştırma Merkezinde, su politikaları alanında yüksek lisans eğitimini tamamladı. DSİ’de Teknik
Araştırma ve İçmesuyu Dairesi Başkanlıklarında şube
müdürlüğü ve daire başkan yardımcılığı görevlerinde
bulundu. Bu dönem içinde Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi ve Hacettepe Üniversitesi
Hidropolitik ve Stratejik Araştırma Merkezinde yarı
zamanlı öğretim görevlisi olarak ders verdi. UMAG’da
su ve enerji politikaları konusunda da konferanslar
veren Yıldız, 2007 yılında DSİ’den emekliye ayrıldı.
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinde ve İnşaat Mühendisleri Odasında çeşitli dönemlerde yönetim kurulu üyeliği ve ikinci başkanlık görevlerinde de
bulunan Dursun Yıldız’ın mesleki, teknik, teknopolitik
ve hidropolitik alanlarında yurtiçi ve yurtdışında yayınlanmış çok sayıda teknik rapor, bildiri ve makaleleri
ayrıca sekiz adet rapor ve kitabı vardır.
Dursun Yıldız su politikaları konusundaki araştırmaları nedeniyle, Türkiye Ziraatçılar Derneği tarafından “2008 Yılı Başarı Ödülü’ne” layık görülmüştür.
Halen kendi mühendislik- müşavirlik firmasını yürüten
Yıldız, evli ve iki çocuk babasıdır.
YUNUS EMRE’DE DÖRT UNSURA GİRİŞ
- SU VE NİTELİĞİN HİKÂYESİ-
MUSTAFA TATCI
Dr., Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü
N
iteliğim soran işit hikâyet
Su vü toprak od u yel oldu sûret
(Ey benim niteliğimi/ne olduğumu / soran kişi, sana
su ve toprak, ateş ve havanın birleşerek nasıl sûret
olduğunu / cismimin nasıl yaratıldığını anlatayım, / dinle!)
Yûnus Emre
Kanaatimiz odur ki, dinî ve felsefî düşüncelerin çoğunda
yaratılış (hilkat yahut fıtrat) konusu yanlış anlaşılmıştır. Ne
yazık ki İslâm kültürü içinde yetişen ve yaşayan pek çok kişi
de bu yanılgı içindedir. Kısaca ifade etmek gerekirse, insanın yaratılışı şöyle anlaşılmaktadır: Bir tarihte hiçbir şey yok
iken Cenâb-ı Hak çamurdan bir âdem donattı, bu âdemin
tesviyesi tamamlandığında ona rûh üfürdü, Havvâ’yı da
Âdem’den yarattı ve böylece insan yeryüzünde göründü.
Âdem ve Havvâ’nın her batında ikiz çocukları oldu ve çapraz evliliklerle insan yeryüzünde çoğaldı… vs.
Çocukluğumuzdan beri zihnimizde yer eden düşünce
aşağı yukarı böyledir.
Yûnus’un yukarıdaki beyitte; yaratılış konusunu olmuş
bitmiş bir hadise zanneden birine, yaratılışın el’ân devam
eden bir olay olduğunu anlatır. Bu kişinin samimi bir tâlip
olduğu, Yûnus’un konuyla ilgili ince sırlara girmesinden anlaşılmaktadır.
Hâlbuki Yûnus -ve tabiî ki Yûnus’un bilincine ulaşan
31 •
DOSYA: SU
Mustafa Tatcı, Yunus Emre’de Dört Unsura Giriş -Su
ve Niteliğin Hikâyesi-, Bilim ve Aklın Aydınlığında
Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss. 31-39.
Esasen metnin yorumuna başlamadan önce “yaratılış”
konusu hakkında bir değerlendirme yapmakta fayda vardır.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
ledün erleri- bu beyitte, bu beyitin yer aldığı şiir*de
hatta Divan’ındaki yaratılış mevzuuna girdiği bütün
şiirlerinde olup bitmiş hayâlî bir âdemin yaratılışından değil, bilâkis bizim yaratılış hikâyemizden bahsetmekte, bizim maddî ve manevî yaratılışımız nasıl
gerçekleşmektedir, onu anlatmaktadır. Gerçek şu ki,
insanoğlu yaratılış konusunu ilk günden (!) beri tefekkür etmektedir. Bu merak, insan ile yaşıttır. Esasen, Yaradan, bilinmek isteyen bir varlık; yaratılan
da bu bilinme isteğinin peşinden giden bir yolcudur.
İnsan, -siz buna bilinç de diyebilirsiniz- Yaradan’ına
dönünce tamamlanacaktır!
*
Kur’ân’a ve Kur’ân’ın hakîkatini bilen ledün
âriflerine göre, insanın yaratılışı heykele rûh üflenircesine bir anda değil; bir merâtip içinde, sırasıyla
göklerin, yerin, bitkilerin ve hayvanların yaratılışından sonra tamamlanmıştır. İnsan yaratılış sırasının
son merhalesidir. Bu yaratılış silsilesini de zamana
bağlamak, bir ilk insan veya ilk madde aramak yanlıştır. İnsan, yaratılış konusunu kendi varlığında çözümlediği anda ilk yaratılanın kendisi (kendi nüvesi);
kendi hakîkatinin de Hakk’ın hakîkati olduğunu anlayacaktır. Eşyânın hakikati ise, insan kendi yaratılışını
tamamladığı anda kolaylıkla çözülecektir.
Kur’ân’da varlığın hakîkatiyle ilgili olarak şunlar
söylenir: İnsanın maddî yönü su ve topraktır. Hayat
su ile başlamış ve yaratılış toprak(balçık)la devam
etmiştir. Bu el’an böyledir:
“İnkâr edenler, gökler ve yer yapışıkken onları
ayırdığımızı ve bütün cânlıları sudan meydana getirdiğimizi görmüyorlar mı?” (Enbiya, 21/30). “Allah
bütün cânlıları sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde
sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi de dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah şüphesiz her şeye
Kâdir’dir” (Nûr, 24/45). “Sizin için yeryüzünü döşeyen, yollar açan, gökten su indiren odur. Biz bu su ile
türlü türlü, çift çift bitkiler yetiştiririz.” (Taha, 20/53).
“Kasem olsun, biz insanı süzülmüş bir çamur veya
bir hülasadan yarattık.” (Mü’minûn, 23/12). “Andolsun biz, insanı bir kara çamur ve şekillenmiş bir balçıktan yarattık.” (Hicr, 15/26).
• 32
Yukarıdaki âyetlerden de anlaşılacağı üzere
maddî tarafıyla toprağa ve suya ait olan insan rûhî
yönüyle ilâhî nefhaya bağlıdır. Âyette şöyle denmektedir: “Ben onu düzenleyip insan şekline koyduğum
ve ona rûhumdan üflediğim zaman, derhâl onun için
(inkıyad=tam boyun eğiş, tam tâbi oluş) secdesine
kapanın.” (Hicr, 15/29).
İnsanın su ve toprakta başlayan yaratılış mâcerâsı
onun tesviyesi tamamlanıp ilâhî nefha üfleninceye,
yani hilâfete ulaşıp Hakk’ı idrâk edinceye kadar devam etmektedir. Gerçekte, insan denilen şerefli varlık da budur. Hiç şüphesiz, insanın maddî evrimi ve
manevî tekâmülü ilâhî bir kanundur: “Ne diye Allah’a
gereği gibi bir davranışta bulunmuyorsunuz? Hâlbuki
o sizi evrim merhalelerinden geçirerek yaratmıştır.”
(Nûh, 71/13-14).
Bu noktada şunun da bilinmesinde yarar vardır: Kur’ân’da tekâmül eden varlık olarak insandan
bahsedilmekte, Âdem’den bahsedilmemektedir. Şu
halde Âdem, ilk yaratılan insanın adı değil, kendisine ilk peygamberlik verilen kişinin adıdır. O, evrimini
tamamlamış ve hilâfete getirilmiş ilk insandır. Buradaki “ilk” kelimesini de iyi anlamak gerekir. “Allah’ın
indinde İsâ’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir.
Onu da topraktan yarattı Sonra ona “Ol!” dedi, o da
oldu.” (Âl-i İmrân, 3/59). “Allah sizi topraktan, sonra
nutfeden yaratmış ve sizi çiftler halinde var etmiştir.”
(Fatır, 35/11).
Bu âyetlerden de anlaşılacağı üzere Âdem’in,
yani insanın aslı topraktır. Hülasa, hayat su ile tebellür etmiş, yaratılış toprağa gelince iyice açığa
çıkmıştır. Bütün merhaleler tamamlanıp da sefere
çıkan nüve, insana gelince -ikinci defa, insanlığını
gerçekleştirmek ve Hak varlığında uyanmak üzere“Ol!” emrine muhatap olmuştur. Şu âyet bunun açık
bir delilidir:
“O, seni yaratan, şekil veren ve mütenasip kılan ve
dilediği şekilde seni terkip edendir.” (İnfitâr, 82/6-8).
Evet, Cenâb-ı Hak insanı evvela yaratmış, çeşitli
şekiller vermiş ve nihâyet terkibini insan ismi verilen
bu vücûda getirmiştir. Kün “Ol!” emriyle başlayan
bu oluş “feyekûn” (olur, olmaya devam eder) em-
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
riyle maddede, bitkilerde ve hayvanlarda sürecini
tamamladıktan sonra insanda ve insan-ı kâmilde
nihâyete erecektir.
“Allah sizi yerden bir bitki olarak bitirdi.” (Nûh,
71/17).
“Seni önce topraktan, sonra nutfeden yaratan,
sonra da seni insan şekline koyanı mı inkâr ediyorsun?” (Kehf, 18/37).
“İnsanoğlu, var edilip bahse değer bir şey olana
kadar, şüphesiz uzun bir zaman geçmemiş midir?”
(İnsan, 76/1).
Oluşunu tamamlayan insan (ki buna artık âdem
diyebiliriz) melekûtun secde ettiği, yani Allah’ın
kudreti olan meleklerin aslını tanıdığı bir varlıktır.
“Rabb’in meleklere: “Ben yeryüzünde balçıktan bir
insan türü (beşer) yaratmaktayım, ona insan şekli
verip rûhumdan üfürdüğümde ona secdeye kapanın
demişti.” (Hicr/28) âyeti, tamamlanmış bir metin olan
insân-ı kâmili anlatmaktadır.
kademelerdeki sûretlerinden ibarettir. İnsan sûreta
âlemde unsurların bütünüdür ve hakîkati itibariyle
Hakk’ın halifesidir. Dolayısıyla Allah, mutlak olarak
Hazret-i İnsan’dan bilinir. Mücerred olarak bilinmez.
*
Dört unsur, rûhun hapishânesi kabul edilmiştir.
İnsan bu unsurlardan ne zaman kurtulursa o zaman
aslına dönecektir. Osman Kemâlî Hazretleri (ö. 1954)
bunu şöyle anlatır:
Dâm-ı unsurdan halasa çâre ancak aşkdır
İhtirâs tûl-i emel ceng ü cedel evlâd ü mâl
(Dört unsurla teşekkül etmiş olan beden hapishanesinden (tuzağından) kurtulmanın tek çaresi aşktır.
Bu tuzaklar, ihtiras, tükenmez arzu, savaşlar, kavgalar, evlâd ve mâl sevgisidir.)
Dört melek derler mukarreb çâr unsur aslıdır
Akl Cibrîl Refrefi aşk aşkla açtı per ü bâl
Burada ayrıca bir şeyi daha hatırlatmakta fayda
vardır:
(Dört mukarrep melek dört unsurun aslıdır. Cibrîl,
akıldır; Refref ise aşktır. Aşk Cibrîl’i ve aşk Refref’i
aşk ile kol ve kanat açtı, varlığın aslına yükseldi.)
Yukarıda sıraladığımız düşünceler ve alıntı yaptığımız âyetlerdeki yaratılış serüveni insana gelinceye kadar dikey, insanın yaratılışıyla alaka kurulurken
yatay olarak düşünülmelidir. Yani varlık, insana gelinceye kadar -bizim, mahiyetini iyi bilemediğimiz
bir şekilde- nasıl merhalelerden geçiyorsa, insanın
ana rahminde de benzer merhalelerden geçtiğini iyi
anlamak gerekir. Başka bir tâbirle, ana rahmindeki
spermin (dört unsurla teşekkül etmiş olan varlığın)
bir kan pıhtısından insana dönüşünceye kadar geçirdiği merhaleleri yatay olarak düşünmek gerekmektedir.
Melek kuvvet anlamındadır. Burada kuvvet ile
kasdedilen ilâhî kuvvettir. Allah, her zerrede mevcut
olduğuna göre, her zerre bir melek, yani ilâhî kuvvettir dense, yanlış olmaz. Meleklerin insandaki tezahürü ise, ondaki hayat emaresi gösteren her şeydir.
Şu halde insandaki kuvvet yani hayat unsurları ve
her türlü kudret esasen melâikedir. Eşyânın tamamı
ateş, hava, su, toprak (dört unsur)da toplanmıştır.
Âteşin melekûtu (toplamı) Azrâil, havanın melekûtu
(toplamı) Cebrâil; suyun melekûtu Mikâil; toprağın
melekûtu İsrâfil’dir.
*
miştir. Görünen varlık, yani felekler, unsurlar, madenler, bitkiler ve hayvanat hep bu unsurların çeşitli
“Suların toplamına deniz dediğimiz gibi, eşyanın
toplamına da anasır-ı erbâa demişlerdir: ateş, hava,
su, toprak.
Bu anasır da birer şey olduğuna göre toplamına
da yine birer şey denileceği gibi, meleklerin toplamına da “melekût” denir. Melekût, melekler toplulu-
33 •
DOSYA: SU
Burada dört unsurla ilgili biraz daha detaya girmekte fayda vardır. Şöyle ki, varlığın özü, ikisi dişi
olan; su ve toprak ile, ikisi erkek olan hava ve ateşten yaratılmıştır. İnsan nefsi bu dört unsurun bileşiminden ibarettir. Ehlullah bu özelliğinden hareketle
insanı küçük âlem, âlemi ise büyük insan kabul et-
Osman Kemâlî Efendi “İrfân Sızıntıları” adlı eserinde anâsır-ı erbâanın melekûtu hakkında şunları
söyler:
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
ğunun bir sultanı, bir reisi manâsına gelir ki, Kur’ân-ı
Kerîm bunu haber vermektedir:
“Allahu Teâlâyı tesbih ve tenzîh ederim ki her şeyin melekûtu onun elindedir ve her şeyin rücûu onadır; yani Allah’adır.” (Yâsin/83).
Melekût, hevâ ki fasl-ı mahsûsunda yazılmıştır ve
tesiri de malûmdur. Havanın eşyada sirâyeti meydandadır. Biz bunların melekûtunu melâike adedince Resûl-i Kibriyâ Efendimize salât ve selamla yazacağız. Melekûtun, melekler topluluğunun reisi veya
sultanı olduğunu yazmıştık. Dört anasır olduğu gibi
dört de mukarreb melek vardır, biliyoruz:
Cebrâil, Mikâil, Isrâfil ve Azrâil aleyhimüsselâm.
Hevâ ki, bir zümre-i melâikenin varlığıdır ve
bunlar da kuvvetullahtır. Hevânın melekûtu Cebrâil
aleyhisselâmdır. Uzaklardan haber getiren, uzaklara haber ileten, bir sayhasıyla yerleri harap eden ve
kanadıyla Tûr Dağı’nı İsrailoğulları’nın üzerinde tutan
kudret, Cebrâil aleyhisselâmın kudretidir.
Unsur-ı mâ: Bu da bir alay melâikeden bir araya
gelmiştir. Bunların melekûtu da Mikâil aleyhisselâmdır.
Hani Peygamber-i zî-şan Aleyhisselâtü vesselâm
efendimiz, “Yağmurlar Mikâil aleyhisselâm emriyle
yağar ve erzâk-ı mukaddere onun eliyle taksim olur.”
buyurmuşlardır.
Unsur-ı türâb, yani toprak: Bunda neler mahfûz
olduğunu, neler zuhûra geldiğini mümin de münkir de görmektedir. İşte kuvvet ve kudretullahtan
ibaret olan bu melek varlığının melekûtu da İsrâfil
aleyhiselâmdır. Kur’ân-ı Kerim’de “İsrafil sûra üfürdükte yerlerin parçalanacağı, dağların bir yün gibi
atılacağı ve bütün insanların yeryüzüne çıkacağı” beyan buyurulmuştur.
Unsur-ı nâr: Azrâil aleyhisselâmdır.
Fakat, şu anasır-ı erbâa dediğimiz nasıl taklîb-i
anasırla anasır-ı vâhide, yani bir tek unsur hâlini
alırsa, bu melekler de öyledir. Nasıl ki heva dediğimizde; su, hava, ateş ve toprak mevcuttur. Bilginler
havaya müvellidü’l-mâ ve müvellidü’l-humuza (oksijen) dediler. Yani hava; sudur, ateştir, topraktır da. O
halde dikkat ediyor muyuz? Hani Azrâil aleyhisselâm
• 34
hakkında boş mütalaalar vardı. Bir adam şarkta, biri
de garptadır. Belki muhtelif yerlerdedir de… Aynı
anda ölecek olan insanların cânını Azrâil nasıl alır
diye epeyi akıl yorucu şeyler söylerdi. Şimdi anlıyoruz ki öldüren Azrâil, insanı yaşatan da yine Azrâil
imiş. Hâlbuki bilmiyor ki insanın cânını alan Azrâil
olduğu gibi insana cân veren de yine odur.
Nasıl güneş doğduğunda her arzı kabiliyetine
göre nûr verdiği gibi yine derece-i arza göre bazı
yerler karanlıkta kalırsa insanın yaşaması ve ölmesi
de melâikenin; yani kuvvet ve kudretullahın ona feyz
verdiği müddetçedir. O kudretin hayat feyzi kesildikçe ölüm olur. Lâkin hiçbir maddesi zâil olmaz. Çünkü
kudret ve kuvvetullahtan ibaret olan melâike bizim
gibi olmayıp onlar feyyâz-ı hakîkînin emri dâhilinde
âşikâr ve nihân olurlar.
Şimdi görüyoruz ki “ve melâiketihi” demek “Bu
kâinât varlığı yalnız kuvvet ve kudretullahtan ibarettir.” demekmiş. (Osman Kemâlî, İrfân Sızıntıları, İstanbul, 1987, s. 43 vd.)
*
Şimdi de söz konusu manzûmeden hareketle biraz daha tafsilata girebiliriz:
Yûnus bu manzûmesinde insanın biyolojik ve rûhî
yaratılışını iç içe ele alır. Manzûme bu yönüyle adeta
Yûnus’un Risâletün Nushiyye’sinin bir özeti gibidir.
Mesnevî şeklinde yazılan Risâletün-Nushiyye, altı
yüz beyittir. Yûnus eserinin girişinde, aynen bu şiirde
olduğu gibi insanın biyolojik ve metafizik yaratılışını
anlatmaktadır:
Yûnus’a göre Cenâb-ı Hakk’ın varlığı yaratmasındaki hikmet, insandır. Zaten “hikmet”, eşyanın
hakîkati olan dört unsur (toprak, su, hava, ateş)un
ilâhî bir terkiple yoğrulup insan (Âdem)ın nasıl yaratıldığını bilme sırrıdır. Yûnus özetle şunları söyler:
Cenâb-ı Hak, âdemi halk etmeye “kendi ismi”yle,
yani besmeleyle başlamıştır. Bu yaratılış esnasında
Yaradan (=Hâlik), tek ve mutlak fâildir. Yani, işin içinde bizâtihi kendisi vardır.
Bismillâh deyip getirdi toprağı
Ol arada hâzır oldu ol dağı
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
Evvelâ, toprak ile su birleşir:
Toprak ile suyu bünyâd eyledi
Sonra, yel (hava) gelir toprakla suyu terkip eder
(balçık haline getirir) ve harekete geçirir:
Yel gelip ardınca depitdi (tahrik etti) anı
Daha sonra, âteş gelir, üç unsur ile birleşir ve bu
üçlü terkibe hararet verir. Cisim teşekkül etmeye
başlar. Nihâyet cân cisme ulaşır. Artık pâdişâh(Allah)
tan ferman olmuş, cân sûrete girerek sûret nûrla dolmuştur. Âdem hayat bulunca, Yaradan’ına hamd ve
şükreder.
Âdem’e, yaratılışındaki dört unsurla birlikte bazı
sıfatlar da verilmiştir. Bu unsurlardan her birinin kendisine has dörder özelliği vardır. Yûnus Emre, bu
noktada eserinde remzî sayılar kullanmaya başlar.
Bu sayılar, dört unsur kavramıyla birlikte işlenir.
Âdem’in vücût bulmasında adı geçen her bir unsurla dörder sıfat gelmiştir. Toprakla gelen dört özellik şunlardır:
Cân ile geldi bile uş dört hisâl
İzzet ü vahdet hayâ âdâb-ı hâl
Risâle’den aldığımız bu beyitlere göre vücût,
nefsî; cân da rûhî (ahlâkî) sıfatların kaynağıdır.
Risâle’nin mukaddimesindeki on üç beyitte anlatılan
dört unsurla ilgili düşüncelerden sonra bir mensûr
metin bulunmaktadır. Bu kısa mensûrede akıl ve
imâna ait özellikler dile getirilir. Buna göre akıl ve
imân, insanın kabiliyetine göre idrâk edilir. Her iki
kavram, remzî olarak üç ayrı grupta toplanmaktadır.
Yûnus’a göre akıl, Tanrı’nın kadîm sıfatından
zuhûr etmiştir. Dolayısıyla akıl, evveli olmayan bir
varlıktır. Tecellîsine göre üç kısımda değerlendirilir:
Akl-ı maâş: Dünya tertiplerini bildirir.
Akl-ı maâd: Âhiret ahvâlini bildirir.
Akl-ı küllî: Allah’ın marifetini bildirir.
İnsan, tam bir imâna, akl-ı maâd ve akl-ı küllî ile
ulaşabilir.
İmân, Allah’ın hidâyeti nûrundandır. İmân da üç
derecedir. Bunların yerleri bellidir:
Toprak ile bile geldi dört sıfat
Sabr ü eyü hû tevekkül mekrümet
İlme’l-yakîn imân, akılda yerlidir.
Su ile şu dört hâl gelmiştir:
Hakke’l-yakîn imân, cânda yerlidir.
Su ile geldi bile dört türlü hâl
Ol safâdır hem sehâ lutf u visâl
Yel(hava) ile dört heves verilmiştir:
Yel ile geldi bile bil dört heves
Ol durur kizb ü riyâ tîzlik nefes
Od (âteş) ile dört sıfat gelmiştir:
Ayne’l-yakîn imân, gönülde yerlidir.
Cândaki imân, cân ile gider. İmân, insanın
Cennet’te yahut Cehennem’de yaşayacağı hayatla
yakından ilgilidir. Bunun için Yûnus, imânla beraber, Cennet ve Cehennem kavramlarından da bahseder. Yûnus’a göre Uçmak (Cennet), Allah’ın fazlı
nûrundan, Tamu (Cehennem) ise, adli nûrundan yaratılmıştır. Bundan sonra tekrar dört unsurun hangi
sıfattan zuhur ettiği açıklanır:
Toprak, nûr sıfatından tecellî etmiştir.
Od ile geldi bile dört dürlü dad
Şehvet ü kibr ü tama’ birle hased
Yel, heybet (sakınıp korkmak) sıfatından tecellî
etmiştir.
Od, hışm (öfke, kızgınlık) sıfatından tecellî etmiştir.
35 •
DOSYA: SU
Âdem’in cisminde var olan bu on altı sıfat, cân ile
birlikte gelen dört sıfatla yirmiye ulaşır:
Su, hayât sıfatından tecellî etmiştir.
Kadriye Demiroğlu (Tuval Üzerine Yağlı Boya, 70X90)
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Toprak ve suyun yeri Uçmak’tır. Od ve yelin yeri
Tamu’dur. Od ve yel ile dokuz kişi gelmiştir. Bunlar binbaşıdır, her birinin biner eri vardır. Tamamı dokuz bin
kişidir. Bunlar insanı Tamu’ya çekmekle vazifelidirler.
Yûnus bundan sonra tekrar manzûm bölüme
geçer. Bu bölümde çeşitli nefsî sıfatların, daha doğrusu, insana, toprak su, hava ve ateşle gelen sıfatların şerhini yapar.
Toprak ve su ile on üç kişi gelmiştir. Bunlar da,
binbaşıdır ve biner erleri vardır. Tamamı on üç bin
kişidir. İnsanı Uçmak’a çekmekle vazifelidirler.
Yûnus’un bu konudaki yorumlarıyla bir karşılaştırma yapabilmek için mesela XVIII. asır mutasavvıflarımızdan Kırımlı Selîm Dîvâne’nin (Âriflerin Delili,
Ankara 2004, s. 62) şu ifadelerine bir göz atmakta
fayda vardır: “Ey benim cânım! Bu sırları cân kulağıyla dinle. İnsan dört şeyden yaratılmıştır: Ateş, su,
hava ve toprak. Meselâ, ateşin tabiatı gazap, havanın
tabiatı gaflet, su ve toprağın tabiatları ağırlıktır. Bunların tabiatları alçaktır. Yasaktan murat, elden geldiği
kadar kendini kontrol edip çalışarak bunların tabiatlarından kurtulmaktır. Emirden murat, rûha bağlanıp
rûhaniyyet kazanmaktır. Eşrefoğlu Sultan’ın,
Cân ile dört kişi gelir. Her birinin biner erleri vardır, tamamı dört bin kişidir. Cân ile olan kişiler, didâra
müstağrak olurlar.
Toprak ve suyla gelenler Uçmak’ta od ve yel ile
gelenler Tamu’da kalacaklardır. Cân ile gelenler ise
Tanrı huzurunda müstağraktırlar.
Yûnus bu bilgileri verdikten sonra insana sorar:
“İmdi bil ki hangi bölüktensin?” Cevâbını yine
kendisi verir:
“Hangi bölüğün sözünü tutarsan o bölüktensin!”
• 36
Değilem oddan u sudan veyâ toprak veyâ yelden
Ben irden var idim irden henüz yoğidi bu ezmân
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
Zamânsız bî-zamânam ben mekânsız
bî-mekânam ben
Dü âlemde hem ânam ben benem her görünen
gören
Sanırsın Eşrefoğlu’yam ne Rûmî’yem ne İznikî
Benem ol dâim ü bâkî göründüm sûretâ insân
“Allah her şeyi kuşatmıştır.” âyetine göre nefsin ve
unsurların tabiatı olan gaflet, gazap, kibir, kin, şehvet, riyâ ve benzerini terk etmelisin. Özünü, yani iç
yüzünü bilip rûhun hareketi olan daima Allah’ı düşünmelisin. Halkın halk yüzüne bakmayıp iç yüzüne
bakarak gafleti terk etmelisin. Eğer böyle yaparsan,
Hak gözüyle Hakk’ı görüp kendini ve her şeyi aradan
kaldırarak Hakk’a ulaşırsın. İşte Hakk’ın tecellîsiyle
vuslatın mânâsı budur. Bu gözle bakmadıkça ve bu
fikri gerçekleştirmedikçe halka hiç karışmayıp bütün ömrünü halvetle geçirsen fayda etmez. Vuslatın mânâsı budur. Yoksa sen önceden Hak’la olup
sonradan Hak’tan ayrılıp çalışırsan senin vücûdun
bir başka ve Hakk’ın vücûdu bir başka olup senin
vücûdun Hakk’ın vücûduna ulaşır demek değildir.
*
Yûnus Emre, gerek Risâletün Nushiyyesi’nden
ve Divan’ındaki başka manzûmelerinden anlaşılacağı üzere insanın yaratılış mes’elesi hakkında hayli
tefekkür etmiştir. Değişik şiirlerden aldığımız şu beyitler bunu teyit etmektedir:
Toprağı kadarladı sûreti hat bağladı
Durgurdu dört âleti adın insân eyledi
(Toprağı düzenledi, sûreti yarattı. Dört unsuru iyi-
37 •
DOSYA: SU
dediği buna işarettir. Yani ben mürşidimin himmetiyle bu nefse ait tabiatları, ki bu dört unsurdan meydana gelir, anâsırın tabîatını ve nefsin isteğini tamamen
terk edip rûha bağlanarak saf bir rûh olup bütün
varlıkları kendimde topladım ve önceden sultanlık
yaptığım âlemime geri döndüm. Bu dört unsurun
tabîatı ve nefsin isteği olan beşeriyet tabîatından tamamen geçip pak ve saf, kutsal bir rûh, izafe edilmiş
bir rûh oldum, demektir. Sonuç itibariyle hakîkate
ve hakka’l-yakîne binde bir âşık ulaşır. Rûh ulvîdir.
Rûhun tabiatı ve gıdası zikrullah, sürekli olarak Allah’ı
düşünmek ve âriflerin sohbetinde bulunmaktır. Nefisten murat, dört unsurun tabiatıdır. Buna tasavvuf
dilinde “çelîpâ” derler. Bir âşık vücûdunun tabiatını
terk edip mürşid-i kâmilin himmetiyle rûhun huyu ile
huylanıp alçaklıktan kurtulup yücelik kazanır, Hakk’a
ulaşır. Nitekim Allahu taâlâ buyurur: “Biz insanı en
güzel şekilde yarattık. Sonra onu aşağıların en aşağısına attık. “(Tîn/4-5). Bâtın mânâsı: Biz insanı en
güzel şekilde yarattık, demektir. Burada “en güzel
şekil”den murat rûhtur. Rûhta nefsaniyyet, şehvet,
uyku ve gaflet yoktur. “Sonra aşağıların en aşağısına attık. “Burada aşağıların aşağısından murat,
dört unsurdur. Yani biz rûhu unsurlarla kayıtlandırıp
bağladık. Dört unsurun tabiatı alçaktır, nefsaniyyettir, şehvet ve gaflettir. Rûhta bu tabiatlar bulunmaz.
Şimdi bu âyetin yedinci kat bâtın mânâsı: Biz insanı en güzel şekilde yarattık demek, izâfî rûh; bizden
ayrı olmayıp daima bizim ile yakınlığı olduğundan,
en güzel şekilde olup bütün noksan sıfatlardan bizim
gibi uzakken; ateş, su, hava ve toprak olan insanın
vücûduna bağladık. Bunların tabiatları ise nefsanî
ve süflî olup şehvet, gaflet, uyku, yeme ve içmeden ibarettir. Bunlara uyup bizimle olan yakınlığı -ki
rûhaniyyet ve temizlikti- onu unutup unsurların tabiatıyla kayıtlanarak nefsiyle yakınlaşıp bizden uzak
düştü demektir. Bizden uzak düştü demek, bizden
ayrıldı demek değildir. Rûhun tabiatını terk edip nefsin tabiatına ve isteklerine uydu demektir. Şimdi bundan anla ki, Hakk’a ulaşmak ne demektir ve Hak’tan
ayrılmak ne demektir? “Nerede olursanız olun o sizinle beraberdir.” (Hadîd/4) âyetine göre Hak’tan ayrı
bir şey yoktur. Rûh Hak’tan ayrı değildir. Sen Hak’tan
ayrılmak istesen bile Hak senden ayrılmaz, mümkün
değildir ki ayrılsın. Çünkü bir şey mademki vardır, o
Hak ile birlikte vardır. Senin Hak’tan ayrı olman demek, rûhaniyyetten nefsaniyyete geçmen demektir.
Rûhaniyyet, Hakk’ın latîf yüzüdür. Nefsaniyyet, kesif
(yoğun) yüzüdür. Eğer sen nefsin isteklerine uyarsan
Hakk’ın latîf yüzüyken kesif yüzü oldun demektir.
Eğer rûha uysan, rûhun yakınlığı Hak ile olduğundan
sultana uydun demektir. Nefse uysan sultan iken kul
oldun demektir. Yoksa Hak’tan ayrı bir şey yoktur.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
ce işledi ve ona rûh verip adını insan koydu.)
*
Od u su vü toprağı yeli bile
Anun ile bünyâd eyledi teni
(Teni, ateş, su, toprak ve yel ile yaptı, yarattı.)
Yûnus, dört unsurun rûh ile hayât bulduğunu
başka beyitlerinde de söyler. Rûh, vücûtta Allah’ın
sırrıdır. İnsan “anasır-ı erbâa”yı aslına terk edip, “bîten ve bî-cân” olup Hakk’a dönmelidir. Yaratılmaktan da gaye budur. Bu takdirde insanın ayn-ı sâbitesi
altı yönden zuhur edecek ve insan tensiz ve cânsız
bir “nûr” (asıl varlık) olacaktır:
Terk edem nâr ile hâki bâdı nârı aslına
Şeş cihetden ben çıkam bî-ten olam bî-cân olam
Yûnus bu şiirinin devamında dört unsuru dört
başlı bir ejderhaya (ve tabii ki dokuz gökleri dokuz
arslana, yedi gökleri evrene) benzetir. İnsan, bu yırtıcı ve öldürücü varlıklarla bir pehlivan -kuvvetiyle
meşhur Zaloğlu Rüstem- gibi mücâdele etmeli, yani,
tenini cân etmeli; maddesini manâya, dünyasını
ukbâya döndürmeli, mücâdeleden müşâhedeyle
çıkmalıdır:
Bu dokuz arslan u yedi evren ü dört ejdehâ
Bunlarınla ceng edem Rüstem olam destân olam
Yûnus Emre, bir yerde nefsî doğumu -rûhun bedende tecellîsini- şöyle anlatır:
Bilmezem aslım nedir ata hod bahânedir
Ezel ana karnında kan yiyip dirilmişem
Kan değil benim aşım hırs u hevâ yoldaşım
Hazrete uçar kuşum meğer tene girmişem
Beyitte geçen ana kavramı, hem dört unsur, hem
de bizi vücûda getiren ana anlamındadır. Kan ise,
dört unsurun terkibi olduğu gibi, ana rahminde anneden aldığımız, yani yediğimiz gıdadır. İnsan nefsinin ham maddesi bu kandır. Dünyaya gelen insan
buradaki nimetlerden zevk almaya başlayınca kendisini besleyen ana rahmindeki kandan tiksinecektir.
• 38
İnsan, dünya hayatında hırs ve hevâyı yoldaş edinirse, tende muztarip olacak, rûh kuşu, asıl âlemine
uçamayacaktır. Esasen, dört unsur içinde hapsolup
kan yiyerek (nefsi besleyerek) vakit geçirmek yani
mâsivâ ile oyalanmak âşıkların işi değildir. Âşıklar, ölmeden önce ölüp rûhlarını Hazret’e uçurmak isterler.
*
İmdi burada, niteliği bilinmeyen asıl, rûhtur. Nitekim ele alınan şiirde bedenin ham maddesi olan dört
unsur anlatıldıktan sonra ona üflenen rûh hakkında
“Rûhumdan kimsene haber veremez.” denilecektir.
Yûnus Emre’nin manzûmelerinde dört unsur ve
rûh hakkında daha başka örnekler de vardır. Söz
konusu örneklerden hareketle şu söylenebilir: İnsan,
yani beşer dört unsur içinde yolculuk yapan bir yolcu gibidir. Başka bir ifadeyle insan, dört duvar içinde hapsolmuş bir dilbere benzer. Hazret-i Mısrî, bu
dört unsur ve bu unsurların terkibine üflenen rûhu,
“beşer/ beş er” tevriyesiyle anlatır. Beş er (beşer) bir
demde (Kün!) yola girip madenlerden bitkilerden,
hayvanattan insana gelinceye kadar her tarafa çalınıp çok adları takınıp nihâyet dört tekbiri bire dönüştürme makâmı olan insana gelmiş ve vahdette son
(âhir) hayatını yaşayıp Hakk’a dönmüştür.
Hazret-i Mısrî insandan insan-ı kâmile kadar gelen bu yaratılış serencâmını kısaca şöyle anlatır:
Ahvâl-i serencâmım bu sâate erince
Diyem sana icmâlin tâ gâyete erince
Biz beşer /beş er/ idik çıkdık bir demde yola girdik
Kırk yılda ere erdik bu sohbete erince
Her yanaya çalındık çok adları takındık
Dört tekbîri bir kıldık tâ kâmete erince
…..
Kesret idi bir oldu sûret idi sır oldu
Zulmet idi nûr oldu bu âyete erince
Çün cân ile bir idik ebdân ile dağıldık
Âhir ki deme erdik bu vahdete erince
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
Nihâyet, âlemin bir özeti olan ve ulviyetten halk
munun hikâyesidir. Maddî ve manevî oluşumu ana
edilen insan rûhu, malzemesi dört unsur olan be-
karnında ve zâhir âlemde izlemenin imkansız olduğu
dende zuhur etmiştir. Bu manâda beden ulvî nefesin
bir çağda Yûnus’un bu düşünceleri dile getirmesi,
bir bineği gibidir. Varlığın maddî tekâmülü insanda
ancak onun basîret gücüyle açıklanabilir.
tamamlanmış olsa da, insanın rûhî tekâmülü sona
Sadede gelelim. Ne diyordu Yûnus:
ermez. Hep söylediğimiz gibi, âlemin oluş sebebi
sevgi ve Cenâb-ı Hakk’ın bilinmek isteyişidir. Bu
Niteliğim soran işit hikâyet
Su vü toprak od u yel oldu sûret
sebeple insanın tekâmülü de aşk yoluyla olacak ve
insan aşk ile Yaradan’ını tanıyacaktır. Yani insan nasıl ve neyle geldiyse aslına da öyle dönecektir. Bu
husus, varlığa gelmenin püf noktasıdır.
Hazret-i Peygamber’e inen ilk âyetler insanın yaratılışını anlatmaktadır: “Yaratan Rabb’in adıyla oku.
O, insanı bir “alak”tan (asılıp tutunan nutfeden) yarattı.” (Alâk/1-2). Allah, insanın yaratılış aşamalarının
bir kısmını şöyle bildirmiştir: “And olsun, biz, insanı
süzme bir çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası olarak sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra o su
damlasını bir alâk olarak yarattık; ardından o alakı
bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o
çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece
kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah,
ne yücedir.” (Mü’minûn /12-14). Cenâb-ı Hak bir
âyetinde de, “Ben cinleri ve insanları ancak beni bilsinler, bana ibadet etsiler diye yarattım.” (Zariyat/56)
der. “Beni bilsinler!” emrinden de anlaşılacağı üzere, insan, Hakk’ın birlik sırrını evvela kendi nefsinde
bulmalıdır. Şimdi anlaşıldı ki Cenâb-ı Hak, bu âlemi
kendi ihtiyacı için değil, varlığının bilinmesi için yaratmıştır. Aslı dört unsurdan ibaret olan insana rûh
nefyedilmekle birlikte nefsini bilme kabiliyeti verilmiştir. Hazret-i Peygamber’in “Nefsini bilen Rabb’ini
bilir.” sözü bunun teyididir.
*
Hazret-i Yûnus, ele aldığımız bu şiirinin son beytinde “Gönül dost durağı dilim şehâdet” diyerek biyolojik (dört unsurla ilgili) oluşumunu tamamlayan ve
bir insan gönlünün Hakk’ın mekânı olduğunu ifade
eder. Gerçekte bu hikâye, Yûnus’un kendi oluşu-
Evet, Yunûs, bu manzûmesinde insan nefsinin
zuhûrunu, insanın manâdan maddeye nüzûlünu
anlatmaktadır. Manzûmenin devamında o, insanın, unsurlar âlemindeki seyâhatini ve sonunda
bütün unsurları kendi vücûdunda toplayarak nûr-ı
Muhammedî’den, gönülde, yeniden nasıl yaratıldığını hikâye edecektir.
___________________________________________________
* Niteliğim soran işit hikâyet
Su vü toprak od u yel oldu sûret
Dört muhâlif nesneden dört dîvârım
Sâzikâr eyledi verdi kerâmet
Yel ile toprağı kıldı muallak
Su içinde odu tuttu selâmet
Rızkı ömrü tamâm eyledi henüz
Şeş cihet olmadan tutduğu kisvet
Rûhumdan kimsene haber veremez
Emrdir kâdırlığı verir hareket
Bâkî tertîblerimi şerh edeyim
İnâyet mevcûdu sem’ ü basâret
Aklımın haberi bugünki değil
Anı irder isen evvelki âyet
Suâl cevâb kelecisi buna değindir
Bundan böyle cihânım bî-nihâyet
Yûnus ile buna denlü nasîbim
Gönül dost durağı dilim şehâdet
DOSYA: SU
kendisine rûh üflenip metafizik yaratılışını idrâk eden
(Ey benim niteliğimi / ne olduğumu / soran kişi,
sana su ve toprak, ateş ve havanın birleşerek nasıl
sûret olduğunu / cismimin nasıl yaratıldığını anlatayım, / dinle!)
39 •
YAŞAMIN ÖZÜ: SU
BUKET BAHAR DURMAZ DIVRAK
WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı)
Doğa Koruma Müdürü
GALENA İŞ
WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı)
Doğa Koruma Sorumlusu
U
zaydan bakıldığında dünya, okyanusların ve bulutların rengiyle özdeşleşen mavi beyaz bir gezegendir. Bulutlar kaynaşır, sessizce hareket eder, yayılır,
iyice yakınlaşır, az sonra yağacak yağmurun dam-
laları kırık cam parçaları gibi yeryüzüne dökülür. Yağmur
damlaları okyanusların, denizlerin, göllerin, soluğuna, buzulların sessiz çıtırtısına, yeryüzünün derinliklerindeki soğuk
ve kayıtsız suyun billurluğuna, kayalardan fışkıran akarsuların tutkusuna, sellerin çığlığına, davul gibi gürleyen şelalelerin heyecanına, zümrüt yüklü ırmakların usul usul akışına, bitki köklerindeki özsuyun önlenemez yükselişine ve
milyarlarca kalbin küt küt atışına dönüşür. Su, yeryüzüne ait
herşeyi biçimlendiren ve canlandıran evrensel bir maddedir.
Buket Bahar Durmaz Dıvrak - Galena İş, Yaşamın
Özü: Su, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S.
132, Şubat 2011, ss. 40-44.
• 40
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
Tatlı Su Kaynaklarının Önemi
Güneş sisteminin tek mavi gezegeni olan dünyanın dörtte üçü sularla kaplıdır. Ancak dünya üzerinde bu denli fazla yer kaplayan su kaynaklarının
%97,5’i tuzlu, yani içilemeyen sulardan oluşur. Yeryüzündeki toplam suyun yalnızca %2,5’i tatlı sudur.
Bu tatlısu kaynaklarının %69’u kutuplarda buzullar
halinde, %30’u da yeraltındaki derinliklerde bulunurken, yalnızca %1’i göller, nehirler, akarsular, çaylar, dereler, sulak alanlar, bataklıklar gibi doğrudan
ulaşılabilen yüzeysel kaynaklardan oluşur. Bir başka
deyişle su, aslında dünyada az bulunan, oldukça sınırlı bir kaynaktır.
Artan Dünya Nüfusu ve Su Talebi
Muazzam bir makine gibi her gün yılmadan, durmaksızın çalışan su döngüsünü lehine kullanmayı
başaran insanlık bu mucizevi maddenin her türlü
hünerinden yararlanarak üretime geçmiş, Sanayi
Devrimi’ne uzanan süreci başlatmıştır. Ancak nüfusun ve talebin önlenemez artışıyla birlikte, insanlık suyun dostluğunu kötüye kullanmaya başlamış,
kendi geleceğini hazırlarken, suyun geleceğini tehlikeye atmıştır.
Giderek artan dünya nüfusu ve buna paralel olarak farklı sektörlerdeki su talebi artışı, su kaynakları
üzerinde ciddi baskılar oluşturmaktadır. Sürdürülebilir olmayan su yönetimi ve uygulamaları doğal
hidrolojik döngülerin kırılmasına neden olmaktadır.
Daha sık seller, kuraklıklar ve ekosistem hizmetlerinin yok olması bu kırılmaların doğal sonuçlarıdır.
Su sıkıntıları, su kalitesinin ve ekosistemlerinin
mı, ekosistem kullanımı, ekonomik kalkınma, enerji
bozulması; ekonomik ve sosyal gelişimi, siyasi istik-
üretimi, ulusal güvenlik gibi suyun gerekli olduğu
rarı ve ekosistem bütünlüğünü ciddi biçimde tehdit
birçok sektör vardır. İnsan kullanımı, ekosistem kul-
eder hale gelmiştir. Hızlı nüfus artışı, sürdürülemez
lanımı, ekonomik kalkınma, enerji üretimi, ulusal gü-
su harcama alışkanlıkları, yetersiz yönetim, kirlilik,
venlik gibi suyun gerekli olduğu birçok sektör var-
yetersiz yatırım ve sektörel su kullanımındaki verim-
dır. Sürdürülebilir kalkınma için en önemli yaşamsal
liliğin düşüklüğü nedeniyle su kaynakları bütün dün-
kaynaklardan biri sudur.
yada ciddi bir baskı altındadır.
41 •
DOSYA: SU
Su; hayatın ve canlıların kaynağıdır. İnsan kullanı-
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Dünya nüfusu geçtiğimiz yılda 3 kat artmıştır.
Küresel iklim değişikliği Türkiye’yi kuraklıkla
Aynı dönemde su kullanımı ise 6 katına çıkmıştır.
vuracak. Küresel iklim değişikliğinden en fazla etki-
Önümüzdeki 30 yıl içerisinde dünya nüfusunun iki
lenecek ülkeler arasında yer alan Türkiye, BM Çevre
milyar daha artacağı ve kişi başına düşen su mikta-
Programı’nın (UNEP) tahminlerine göre, Avrupa’da
rının daha da azalacağı öngörülmektedir.
çölleşmenin ilk önce başlayacağı ülkeler arasındadır.
TEHLİKE ALTINDAKİ SU
Suyu verimsiz kullanıyoruz. Türkiye’de su kay-
Türkiye’nin suyu tükenmek üzere. Son 20 yılda kişi başına düşen su miktarı, 4000 m3’ten 1430
m3’e geriledi. 2030 yılına kadar, nüfusumuzun 100
milyona çıkacağı ve kişi başına düşen suyun 1100
m3’e düşeceği öngörülmektedir. Türkiye, son hızla
su fakiri olma yolunda ilerlemektedir.
naklarına yönelik ana sorun suyun plansız kullanılmasıdır. Su kullanımının sektörler arasında dağılımı sırasıyla su şekildedir: %72-tarım, %18-evsel,
%10-endüstriyel. Bu üç grup için ortak olan ana sorunlar; yasa dışı kullanım, aşırı kullanma ve kirlenme
olarak sıralanabilir.
Rakamlarla Su- SU KRİZİ
• Bir ülkenin su zengini olabilmesi için kişi başına düşen yıllık ortalama su miktarının en az 8.000-10.000
metreküp olması gerekir.
• Kişi başına yılda ortalama 92.000 metreküp su düşen Kanada, su zenginliğinde birincidir.
• Kişi başına 138 metreküp su düşen Ürdün ve 124 metreküp su düşen İsrail en az suyu olan ülkedir.
• Türkiye kişi başına düşen yıllık ortalama 1.430 metreküp su ile su yoksulu olma yolunda ilerlemektedir.
Ülke- Kıta Ortalaması
Kişi Başına Düşen Kullanılabilir Su Miktarı (yıllık)
SURİYE
1.200 m3
LÜBNAN
1.300 m3
TÜRKİYE
1.430 m3
IRAK
2.020 m3
BATI AVRUPA ORT.
5.000 m3
AFRİKA ORT.
7.000 m3
GÜNEY AMERİKA ORT.
23.000m3
DÜNYA ORT.
7.600 m3
• 2030 yılında nüfusu 100 milyona ulaşacak olan Türkiye, kişi başına düşen 1100 m3 kullanılabilir su miktarıyla,
su sıkıntısı çeken bir ülke durumuna gelecektir.
• Brezilya, Rusya, Kanada, Endonezya, Çin ve Kolombiya olmak üzere yalnızca 6 ülke, dünyanın tatlı su
kaynaklarının yarısına sahiptir. Buna karşılık, yeryüzünün toplam nüfusunun 1/5’inin yaşadığı kurak ve yarı
kurak bölgelerdeki insanların bu ortak mirastan aldıkları pay yalnızca yüzde 2’dir.
• Nil Nehri’nin %84’ünü barındıran Etiyopya, 12 milyon kişinin açlık çektiği, suya muhtaç bir ülkedir.
• Gana’da yaşayan bir kişinin yıllık su tüketimi, Amerika’da yaşayan bir kişinin yıllık su tüketiminden 300 kat
azdır.
• Dünya nüfusunun yüzde 9’u toplam su varlığının 3/4’ünü kullanarak su tüketiminde ayrıcalıklı bir konumda
bulunmaktadır.
• İnsanoğlu şimdiden, yeryüzündeki toplam tatlı su miktarının yarısından fazlasını tüketmiş durumdadır. Yapılan
tahminlere göre, önümüzdeki 25 yıl içerisinde, kurumuş, bitmiş ya da kirlenmiş tatlı su miktarı, toplam tatlı su
miktarının dörtte üçüne çıkmış olacaktır.
• 42
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
Rakamlarla Su – ÇEVRESEL VE SOSYAL SORUNLAR
• Büyük kentlerin kanalizasyonu durumuna gelen okyanuslara her yıl 20.000 ton atık boşaltılır. Dünya Sağlık
Örgütü’nün verilerine göre, okyanus kıyılarındaki yoksul ülkelerde yaşayan yaklaşık 30 milyon kişi, hastalık
taşıyan deniz canlılarını tüketerek zehirlenmektedir.
• Her yıl 250 milyon insan, kirli sularla bulaşan hastalıklara yakalanmakta ve yaklaşık 5 milyon kişi yaşamını
kaybetmektedir.
• Yeryüzündeki kirletilmiş su miktarı 12.000 kilometreküptür ve bu miktar, dünyanın en büyük 10 nehrinde
bulunan tatlı su miktarından fazladır.
• Her gün 2 milyon ton insan kaynaklı atık su kaynaklarına (akarsu, göl ve diğer sulak alanlar) boşaltılmaktadır.
• WWF’nin Yaşayan Gezegen Endeksi’ne göre, 1970’li yıllardan beri tatlı su kaynaklarındaki biyolojik çeşitliliğin
yarıdan fazlası kaybedilmiş durumdadır.
• Dünyanın büyük nehirlerindeki balık stokları, kirlilik nedeniyle yüzde 90 azalmıştır.
Kentlerde şebeke suyundaki sızıntılar suyun
yarısının boşa gitmesine neden oluyor. 2004 tarihli “Belediye İçme ve Kullanma Suyu Göstergeleri”ne
göre, şebeke tarafından sağlanan ve son kullanıcıya
ulaşan su miktarının farkı alınarak hesaplanan içme
ve kullanma suyu şebeke kaybı %55’dir. Türkiye
nüfusunun %40’ının yaşadığı 16 büyük şehirin ortalama şebeke kaybı yaklaşık olarak %50’dir.
Tarım, Türkiye’deki en büyük su tüketicisidir.
Tarımsal su kullanımında ana sorun sulama tekniklerinin verimliliğiyle ilgilidir. Sulanabilir alanların yalnızca %8’inde modern sulama sistemleri (yağmurlama ve damla sulama) kullanılmakta, %92’sinde
ise geleneksel yüzey sulama (“vahşi sulama”) yöntemleri uygulanmaktadır.
Kontrolsüz yeraltı suyu çekimi çok yaygınlaşmıştır. Yeraltı sularındaki düşüşle birlikte giderek
daha fazla göl kuruma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Özellikle, tarımsal sulamanın ve endüstrinin
yoğun olduğu (İç Anadolu, Marmara, Ege ve Trakya)
son 40 yılda yaklaşık 1.300.000 hektarlık sulak alan
kuruma, doldurulma veya diğer müdahaleler sonucu ekolojik ve ekonomik değerini kaybetmiştir.
Su kaynakları kirletiliyor. Endüstri, genellikle
civa, kurşun, krom ve çinko içeren atık suyun yaklaşık %53’ünü herhangi bir arıtma yapılmadan göllere
ve kıyı sularına boşaltmaktadır. Evlerde ve tarımda
kullanımı giderek artan yeraltı suları, atık su ve çöplerdeki sızıntılarla kirlenmektedir.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Ülkemizde daha etkin bir su yönetimi için şu çözüm önerileri söylenebilir:
• Suya olan bakış değiştirilmelidir. Tamamen ikame edilemeyen su kaynakları; kısıtlı bir sosyal ve
ekonomik kaynaktır. Toplumun tüm kesimlerine bu
anlayış yerleşmelidir.
• Kapsamlı bir Ulusal Su Yasası’nın hazırlanmalıdır. Katılımcı, yenilikçi ve “talep yönetimi” odaklı bir
anlayış geliştirilmelidir.
alanları kuruma tehdidiyle karşı karşıyadır. Sosyal
rel su kullanımları ve verimliliğin artırılması, sulak
ve çevresel etkileri göz önüne alınmadan inşa edilen su altyapıları, suyun kendi yatağında akmasını
engelleyerek doğal yapıyı değiştirmiştir. Türkiye’de
alanların korunması, yeraltı suyu kullanımının kont-
dir.
rol altına alınması, su kalitesinin iyileştirilmesi, etkin
ve düzenli izleme ve denetleme mekanizmalarının
43 •
DOSYA: SU
Sulak alanlar kuruyor. Ülkemizin önemli sulak
• Su kaynaklarının yönetiminde havza ölçeğinde ve entegre bir bakış açısı geliştirilmeli ve tüm
dünyadan kabul gören “Entegre Havza Yönetimi”
yaklaşımı benimsenmelidir. Havza bazında sektö-
bölgelerde yeraltı suyu çekimi alarm verici düzeyde-
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
kurulması gerekmektedir. Bu kapsamda, ülkemizin
• Tuzlusu artımı ve havzalararası su transferi
25 akarsu havzasının su bütçesi çıkarılmalı, Havza
yaşanan sorunların çözümü için “sihirli formüller”
Komisyonları oluşturulmalı ve havza planları katılım-
olarak sunulmamalı; kamuoyu bilinci, politikaları ve
cı bir yaklaşımla hazırlanmalıdır.
kamu kaynakları su kaynaklarımızın akılcı yönetimi
• Su kaynakları ile ilgili geçmiş ve güncel bütün
yerine bu gibi pahalı, çevresel ve sosyal etkileri olan
bilgilerin/verilerin toplandığı Ulusal Su Veri Banka-
ikincil yöntemlere doğru yöneltilmemelidir. Her hav-
sı oluşturulmalı ve bu konuda çalışan bütün kamu,
zanın su sorunu öncelikle kendi içinde çözülmeli ve
özel, akademik birimlerin ve sivil toplum örgütlerinin
mevcut kaynakların en efektif şekilde kullanımı sağ-
kullanımına açık olmalıdır.
lanmalıdır.
• Sulak alanlarımız korunmalıdır; mevcut alan-
• Tarım politikaları ve uygulamalarında köklü de-
ların daha fazla tahrip olması önlenmelidir. Ekolojik
ğişimler olmalı; tarım-su-çevre politikaları birbiriyle
yapısı bozulmuş alanlar için mutlaka restorasyon ve
rehabilitasyon programları oluşturulmalı; finansal
uyumlu ve tamamlayıcı nitelikte olmalıdır:
kaynak ayrılmalıdır. Nehirlerin ekolojik kalitelerinin
• Ulusal ve bölgesel tarımsal üretim planlaması
korunması ve iyileştirilmesi konusundaki önlemler
yapılmalı, çiftçi kayıt sistemi ve tarımsal veriler gün-
gelecek için su kaynaklarının kalite ve kantitelerinin
cellenmelidir.
korunmasında kilit öneme sahiptir
• Korunan alanların sayısı mutlaka artırılmalıdır.
• Doğrudan gelir desteğinin verilmesinde “iyi tarım uygulamaları” koşulu getirilmelidir.
• Geçmiş yıllarda planlanan su altyapı projeleri
• Ürün bazlı destekleme sistemi yerine iklim,
mutlaka günün koşullarına göre gözden geçirilmeli
toprak ve su yapısı, biyoçeşitlilik gibi kriterleri göz
ve güncellenmelidir. Yeni su altyapılarının geliştiril-
önüne alan bölgesel destekleme sistemi oluşturul-
mesi ve inşasından önce; sadece su ekosistem-
malıdır.
lerinin doğal kapasite ve değerleri değil verimlilik
artırımı yoluyla potansiyel su tasarrufu hesapları da
• Üreticilerin çevreye uyumlu alternatif ürünlere
tutarlı bir şekilde yapılmalıdır. Su altyapı projeleri,
geçişinde yeni ürüne geçişin yol açtığı gelir kaybının
talep yönetimi hesapları üzerine kurulmalıdır. Tüm
devlet tarafından tazmini garanti edilmeli ve alter-
planlanan projeler; olası iklim değişikliği etkileri ve
natif ürün önerileri daha az su kullanımı üzerinden
değişik kalkınma seçeneklerini de dikkate alan kap-
geliştirilmelidir.
samlı, gerçekçi fayda-maliyet analizleri yapılmalıdır.
• Yağmurlama ve damla sulama sistemleri yay-
• Tüm sektörlerde kaçak su kullanımının önüne
gınlaştırılmalıdır. Finansal desteklerin yanında mut-
geçmek ve özellikle sanayinin kullandığı suyu geri
laka sulama mühendisi desteği sağlanmalı, bu ko-
dönüştürerek yeniden kullanımını sağlamak için ge-
nuda yetişmiş uzman sayısı artırılmalıdır.
rekli adımlar bir an önce atılmalıdır.
• Yeraltı suları; çevresel ve nükleer etkilerden en
az kirlenen su kaynağı olması nedeniyle bir ülkede
en az kullanılması gereken kaynaklardır. Yeraltı su
rezervlerini eksiltmemek ulusal politika haline getirilmeli, kaçak kuyularla ilgili yaptırımlar artırılmalı, bu
konudaki izleme ve denetim mekanizmaları güçlendirilmelidir.
• 44
• Su kullanımının ve tarımsal üretim verimimin
artırılmasında arazi büyüklüğü önemlidir. Miras hukukundan kaynaklı, çok parçalı arazi yapısı doğal
kaynakların efektif kullanımını azaltmaktadır. Bu nedenle, sulamaya yatırımları yapılmadan önce mutlaka “arazi toplulaştırması” yapılmalıdır.
SU VE HİJYEN
ERKAN PEHLİVAN
Prof. Dr., İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi
Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı
Y
erkürenin dörtte üçünü kaplayan su kütlesi gezegenimizde canlılığın başlıca kaynağıdır. İnsan
hayatının sürdürülmesinde elzem olan tatlı su
kaynakları tüm su kütlesinin yalnızca %2,5’u ka-
dardır. Bunun da % 90’ı buzul kütleleridir. Yapılan hesaplamalara göre içme ve kullanma suyu olarak arz edilebilecek
su miktarı bütün kütlenin yalnızca %038’i kadardır ki, bu
durum bize su kaynakları yönünden nasıl bir hassas denge
üzerinde bulunduğumuzu gösterir.
Dünyada kişi başına yıllık ortalama 3000m3 su arzını
sağlayabilen ülkeler optimum, 10000m3 ve üzeri zengin,
1000m3 altında ise “su fakiri” ülkeler olarak değerlendirilir.
Yıllık kişi başına arzı 90000m3 ile Kanada birincidir. Türkiye
ise tatlı su kaynakları (kaynak su, baraj, dere, çay, nehir, gölet) yönünden kişi başına yıllık arz miktarı olan 1400-1500m3
ile yoksulluk sınırında bir ülkedir.
Suya dair fiziki ve biokimyasal özellikler
Bir yanıcı (H+) gaz olan hidrojen ile bir yakıcı gaz olan
(O-) birleşmesi ile meydana gelen su molekülü yeryüzündeki tüm canlılar için elzem yaşam kaynağıdır. 1781 yılında yer
jeni yaktığında su elde ettiğini gördü. Bunun üzerine suyun
Erkan Pehlivan, Su ve Hijyen, Bilim ve Aklın
Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss. 45-50.
bir element olmadığını keşfetti. Su tatsız, kokusuz, renksiz
45 •
DOSYA: SU
kürenin yoğunluk deneyleri ile uğraşan H. Cavendish hidro-
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
bir sıvıdır. Suyun
tadı olmaz ama içme
suyu olarak kullandığımızda lezzetli olup olmadığını
anlarız. Suya lezzeti, içinde erimiş halde bulunun O2 ve CO2 iyonları
verir. Kaynamış sularda bu iyonlar buharlaşarak uçar, bu sebeple su yavanlaşır. Bu yavanlık
temiz bir ortamda kaptan kaba boşaltılarak giderilebilir. Güneş ışınlarının bir kısmının su kütlesi tarafından emilmesi sonucu su tabakası mavi bir renk alır,
su derinleştikçe renk laciverte dönüşür.
seller ile düşman hâline gelebilir; ancak, yıl içindeki
su döngüsünde yere düşen yağış miktarında deği-
Gezegenimizin fizikojeolojik tarihi, bir bakıma su-
şiklik olmaz. “Fazla yağmak” başka bölgenin payını
yun tarihidir. Çünkü suyun parçalayıcı etkisine da-
almaktan ibarettir. Buna mukabil “yağmamak” ise
yanabilecek bir madde yoktur. Hatta hiçbir kimyasal
yağmur payını başka bölgelere kaptırmak demektir.
işlem susuz gerçekleşmez.
Su, kimyanın geliştirmiş olduğu periyodik cet-
Su sıvı hâlde iken diğer birçok maddenin aksi-
veldeki davranış kurallarına ilişkin bilgileri redde-
ne katı hâlinden daha yoğundur. Diğer maddelerin
der. Yani su kaynama ve donma noktası konusunda
aksine donarken genleşir. Katı hâli sıvısı üzerinde
cetveldeki kurallara aykırı davranır. Maddelerin sıvı
yüzer. +4 C’ de en ağır hâldedir. Su buharlaşırken
hâlleri yer değiştirirken ses çıkarmadığı hâlde, su
çevreden ısı enerjisi kullanır. Güneş altında kesilen
akarken kulağa hoş gelen sesler çıkarır (adezyon-
karpuzun soğuması bu özellik sebebiyledir. Genel
kohezyon özellik). Kılcal borularda 100 metreye ka-
anlamda suyun bu fizikokimyasal özellikleri iklimle-
dar yükselme özelliği gösterir (elektriksel dipol özel-
rin oluşmasında yardımcıdır.
lik). Bu özellik sayesinde bitkiler yükseklere doğru
o
H2 ve O2 molekülleri çarpışarak birleşir. Bu tep-
büyürler.
kime yüksek düzeyde ısı ortamında gerçekleşir. Bu
Bir immünolog olan J. Benveniste 1970’li ve
tez, su kütlesinin yeryüzünün başlangıcında mey-
1980’li yıllarda yapmış olduğu çalışmalar sırasında
dana geldiği fikrini desteklemektedir. Yıl içinde bu-
suya ilave edilen ve milyonlarca defa sulandırılıp
harlaşan su miktarı ile yağan yağmur birbirine eşit-
yüksek hızlarda karıştırılan maddenin suda kaybol-
tir. Küresel iklim değişiklikleri ile bize dost olan su,
madığını keşfetmiştir. Suyun hafızası olduğu konu-
• 46
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
sundaki iddiaların bir temeli bu deneylere dayan-
lere verilen addır. Gıda üretiminde, ilaç ve kosme-
maktadır. Diğer bir temel ise M. Emoto’nun çalışma-
tik sanayinde hijyenik olma, kalite güvencesinin bir
larına dayanır. Emoto su damlacıklarını dondurarak
anahtarıdır. Bir çok sağlık alanı hijyenle birlikte ifade
moleküler düzeyde su moleküllerinin fotoğraflarını
edilir; uyku hijyeni, mental hijyen, dental hijyen, iş
çektiğinde, çevresel etkilerin suda çok farklı kristal
hijyeni, su hijyeni, gıda hijyeni, kişisel hijyen, el hij-
desenler yarattığını bulmuştur. En güzel kristal şe-
yeni gibi. Sağlıklı bir yaşam sürmek, temiz içilebilir
kil gösteren suların temiz akarsular ve kaynak suları
su ve hijyenik yaşam biçimi ile mümkündür. ABD’de
olduğunu ve hatta müziğin kristal yapıyı etkilediğini
Hastalıkları Önleme ve Koruma Merkezi (CDC) uz-
iddia etmiştir. Konuya ilişkin yazdığı kitaplar bir çok
manlarına göre el yıkamak, herkesin yapabileceği
ülkede yayımlanmıştır.
en etkili hastalık önleme metodudur. Bedenimizde
Canlı organizmaların cüsselerinin büyük çoğunluğu sudan ibarettir. Organizmadaki suyun kalitesi
sağlıklı olmanın başlıca göstergesidir. Yetişkin insanın günde yaklaşık günde 2-2,5 litre suya ihtiyacı
olur. Bu ihtiyacı su yerine başka içeceklerle gidermek zordur. Çünkü çoğu içecekler diüretik (idrar
söktürücü) maddeler içerir. Organizmanın ihtiyacını
karşılayacak miktarlarda mineral içeren içme sula-
ve yakın çevremizde ne kadar mikroorganizma olduğunu düşünmek için şu ilginç deneye bir göz atalım. John Hopkins Üniversitesi’nden P. Price 1930
yılında 14 tane küvetin içini steril saf suyla doldurur.
Ellerini her küvette birer dakika olmak üzere sabunla
yıkar. Sonra usulüne uygun metotlarla 14 küvetteki
toplam bakteri sayısı tespit eder, sayı yaklaşık 4,5
milyondur.
rının yerini hiçbir içecek tutamaz. Bir sıkıntı anında
Son bilimsel çalışmalara göre, elleri bir kez yıka-
bile rahatlamak için bir bardak su önerilir. Yatmadan
ma ile yaklaşık 200 milyon civarında bakteri, ayrıca
önce ve sabah kalkınca yemeklerden önce ve sonra
virüs ve mantarlar ellerimizden uzaklaşmaktadır. Ter-
bir bardak su sağlıklı bir beden için elzemdir. Suyun
leme sırasında avuçlarımızdaki ter bezleri ellerimizi
bir çok hastalığı tedavi eden bir iksir olduğu kabul
nemlendirirken, bu arada bakterilere de su vermiş
edilir.
oluruz. Derimizin epidermis tabakasındaki kanallar
Suyun insan için bir başka gücü de hastalıklardan korunmada yani hijyeni sağlamada elzem olmasıdır. İnsan ve hayvan atıkları eninde sonunda suya
ulaşır. Bir çok hastalık etkenini taşıyan atıklar sağlığı
bozan başlıca faktördür. Bu atıkları da suyun gücünden yararlanarak izole etmeye çalışırız. Şimdi hijyen
konusuna geçebiliriz.
Hijyen*
Eski Yunan’da Apollon’un oğlu Aesculape tıbbın tanrısı olarak bilinir. Aeskulape’ın kızı Hygia ise
sağlığı korumanın tanrıçası olarak kabul edilir. Bundan köken alan hijyen (hygiene) kavramı geçmişte
sağlık ve güzelliği temsil eder iken, günümüzde bir
ve her yerde kişisel ve profesyonel uygulamalar ile
hastalıkların yayılmasını ve sıklığını azaltan işlem-
tebek yuvaları gibidir. Mikroorganizmalar için tırnak
altları (subungual bölge) en güvenli sığınaklardır. Öksürük, aksırık ve tozlarla havada asılı kalabilen ve
bünyemize sirayet eden mikroorganizmalar bu hesaba dâhil değildir.
Hijyeni sağlamada su ile birlikte en yaygın kullanılması gereken sabundur. Esasında günlük yaşam
sırasında su ve sabun dışında dezenfektan amaçlı
başkaca bir maddenin kullanılmasına gerek yoktur.
El ile insan dışkısı (feçes) arasındaki temel bariyer tuvaletlerden sonra bolca sabunlu su ile elleri
yıkamaktır. Normal miktardaki bir feçeste bir trilyon
civarında virus, 10 milyon civarında bakteri bulunur.
Bu mikroplar su, toprak, sinek ve eller ile gıdalara
oradan yeni konakçıya (insana) ulaşır. Burada zincirleri kırmak için hijyen ve sanitasyon teknikleri
47 •
DOSYA: SU
tıbbi terim olarak bilinir. Evde, işte, okulda, sokakta
ve elimizin üzerindeki kıl dipleri bakteriler için kös-
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
devreye girmelidir. Yerleşim yerlerinde atıkların fenni
sanitasyondan yetersiz bu su kaynaklarına atfedil-
usullerle izolasyonu gerekir. Su hijyeni, çevre hijyeni
mektedir. Sonuçta dünyada yıllık ölümlerin %3.1’i
ve el hijyeni ile gündelik yaşamda ayrıca sağlanması
(1.7 milyon kişi), yıllık hastalık yükünün %3.7’si (54.2
gereken önceliklerimiz olmalıdır. Yapılan bilimsel ça-
milyon kişi) kirli su kaynaklı ishalli hastalıklardan
lışmalar sonucunda günlük hijyende sadece ellerin
olmaktadır Türkiye’de görülen ishalli hastalıkların
sabunlu su ile yıkanması sonrasında ishalli hastalık-
yaygınlığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, yılda
ların % 47 oranında, solunum yolu hastalıklarının ise
12 milyon kişinin hastalığa yakalandığı ve büyük
% 23 oranında azaldığı tespit edilmiştir. Sabunlu su
çoğunluğu çocuk olmak üzere 10000 kişinin de bu
ile el yıkamanın etkili olabilmesi için 30 saniye - 1 da-
hastalıklardan öldüğü tahmin edilmektedir.
kika arasında sabunu köpürterek, parmak aralarını
ve uçlarını da kapsayacak şekilde dikkatli uygulama
yapmak gerekir. Burada önemli bir konu da yıkamadan sonra ellerin kâğıt havlu parçası ile kurulanması
ve bu kâğıt kullanılarak çeşme kurnasının kapatılmasıdır. El yıkama sonrası sıcak hava üfleyen makinelerin kullanılması sakıncalıdır.
Günlük yaşamda hijyeni etkileyen araçlardan biri
de paradır. Dolaşımdaki başta kâğıt paralar olmak
üzere bozukluklar da mikroplar için taşıyıcı ortamı
oluştururlar. Kâğıt paralar başta olmak üzere dolaşımda olan eskimiş ve kirli paralar yapılan çalışmalarda 20 çeşit mikroorganizmayı barındırdıkları
bulunmuştur. Para-el-ağız ilişkisinde tifo, dizanteri,
hepatit A, tuberküloz, paraziter ve diğer ishalli hastalıklar yayılma gösterir. Bu konuda risk yaratan başlıca grup pazar yerlerinde gıda ve sebze satanlardır.
Hem poşetleri dolduran hem de para alış verişini
yapan kimse mikrop yayılmasına en çok yol açan
kimsedir. Ayrıca paraları küçük çocuklardan uzak
tutmak başlıca öneme sahiptir.
Su kirliliği ve hastalıklar
Tifo, dizanteri, kolera, gastroenteritler gibi bakteriyel; .giardia, toksoplasma enteomeba histolytica ve
diğer bir çok parazitler; norwalk, rota, hepatit A ve E
gibi virüsler su ile kolayca yayılabilen hastalıklardır.
Toplumun tüketimine sunulan suyun sanitasyonu
çok önemlidir. Hijyen ve sanitasyon zincirinde ufak
bir aksama felaket tarzında salgınlara (epidemi) yol
açabilir. Su kesintileri de kirliliğin başlıca kaynağı
olabilir. Kesintiler sırasında negatif basınç sebebiyle
şebeke sularının kirlenmesi mukadderdir. Su kesintileri sonrası şebekenin kirli akması bu negatif basınç
sebebiyledir. Bu dönemlerde su hijyenini sağlamak
için dezenfeksiyon dozunu artırmak gibi ek önlemler
alınır.
Şebeke suları, için bir kirlenme tehlikesi de depolarının korunaklı olmaması ve depo temizliğinin yapılmamasıdır. Hayvan ve insan atıklarının karışması
ile karakterize kirlilikler dışında şebeke suyu depolarının, okul, kışla, yurt, fabrika gibi toplu yaşanılan
yerlerdeki su, depolarının altı ayda bir temizlenmemesi algler yönünden su kalitesini düşüren kirliliklere
de yol açmaktadır. Aynı sorun evde damacana, su
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre yılda 5 mil-
sebili (pınar) gibi malzemeler için de geçerlidir. Bu
yon civarında insan su, ev içi hijyen ve atık izolas-
tür malzeme ve cihazların depo ve başlıklarının 2-3
yon yetersizliği sebebiyle yakalandıkları ishalli has-
ayda bir klorlu sularla temizlenmesi önerilmektedir.
talıklardan ölmektedir. Bunun 2 milyon kadarı 5 yaş
altı çocuklardır. Dünya’da yaklaşık 1,1 milyon insan
içme suyuna sahip değildir ve güveli olmayan suyu
içerek günlük yaşamını sürdürmektedir. 2,4 milyar
insan ise sanitasyon işlemi görmemiş suyu içmektedir. Demek ki dünya nüfusunun yarısı hijyenik suya
sahip değildir. İshalli hastalıkların % 88’i hijyen ve
• 48
Su hijyeni
Avrupa Birliği mevzuatına uyum çerçevesinde çıkarılan “insani tüketim amaçlı sular hakkında
yönetmelik”e göre üç türlü içeceğimiz vardır. Bunlar:
Kaynak suları, içme suları, içme ve kullanma suları. Mineralli sular bu kapsam dışındadır. Türkiye’de
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
tüketim miktarı az olan mineralli sular içinde en çok
yole ile dezenfeksiyon yapmaktır. Her iki yöntem de
tüketileni sodadır. Soda sodyum bikarbonatlı olup
pahalı yöntemlerdir. Su, şebekede ilerlerken kesin-
karbondioksit gazı ile zenginleştirilmiş içecektir ve
tiler sırasında ve kazaen kirlenmeye uğrayabilir. Bu
çok fazla tüketilmesi önerilmez. Günde 1 litreye ka-
kirlenmeler üzerinde ozon, ultraviyole ve klor diok-
dar tüketilmesi önerilen başta mağnezyum, kalsi-
sit etkide bulunamaz. Sonraki kirlenmeler üzerinde
yum flour, silisyum dioksit gibi minerallerden zengin
etkisi olması sebebiyle şebeke suyu dezenfekiyonu
sulardır. Bu suların dolum tesislerinde sanitasyon
için klor tercih edilir. Suya klor karıştırılınca suda
sağlanarak cam şişelere doldurulması, içerik etiket-
serbest kalan kısım dezenfektan etki gösterir. Bu
lerinin tam ve okunaklı yazılması hijyen yönünden
miktarın uç noktalarda 0,5 mg/l değerini aşmaması
yeterli olarak değerlendirilebilir.
beklenir. 0.4 mg/l’den sonra suda klor kokusu olu-
Kaynak suları, kendiliğinden yeryüzüne çıkan
minerallerden daha zengin, dolum tesislerinde hijyenik yöntemlerle pet şişelere veya damacanalara
doldurularak tüketime sunulan sulardır. Herhangi bir
şur. Bundan rahatsızlık duymamak gerekir. Bazı yan
etkilerine karşılık elde edilen fayda nedeniyle tüm
dünyada su dezenfeksiyonunda klor yaygın olarak
kullanılmaktadır.
kimyasal işlemden geçmez. Bu tür suların kapları ile
Ev içi şartlarda hijyenik vasıfları tam olan şebeke
ilgili son zamanlarda bazı şüpheler ortaya atılmıştır.
suları tercih edilmelidir. Bir salgın anında alınabile-
Polietilen ve polikarbonattan imal edilen bu plastik
cek birincil önlem suları kaynatarak içmektir. Kay-
kaplar Bisphenol A maddesi içerikleri nedeniyle pek
namış suların vücudun ihtiyaç duyduğu mineralleri
de masum değillerdir. İçeceklerimizin uzun süre bu
kaybetmediği bilinmektedir. Bu suların havalandıra-
kaplar içerisinde muhafaza edilmemesi güneş altın-
rak yavanlığı giderilip içilmesi önerilir.
da bekletilmemesi önerilir.
Kır şartlarında toplumun tüketimine sunulacak su
İçme suları, kaynağı ne olursa olsun tüketime
miktarı günlük 20 l/kişi altında olmamalıdır. Bu şart-
sunulmadan önce bir işlemden geçirilmiş sulardır.
larda klor tabletleri ile dezenfeksiyon sağlanmadan
Kaynak suyu, artezyen kuyu suyu veya yüzeysel bir
suların içilmesi önerilmez. Türkiye’de kent şartların-
su eksiklikleri giderilir ve son aşamada genellikle
da kişi başına günlük ortalama 110 l civarında su
ozonla dezenfeksiyon edildikten şişelenerek tüketi-
arzı gerçekleşmektedir. Bu arzu edilebilir bir miktar
me sunulur. Bu tür suların etiketinde doğal kaynak
değildir. Bu miktar tatlı su kaynaklarımızın kirletilme-
suyu ibaresi bulunmaz.
mesinin ne denli önemli olduğunu göstermektedir.
İçme ve kullanma suları ise kaynağı bir yer altı
Okullar, kışlalar, yurtlar, fabrikalar gibi toplu ya-
kaynak suyu olabileceği gibi genellikle yüzey suları-
şam şartlarında temiz içme suyu ve kişisel hijyen son
nın arıtılması sonucu şebekeye verilen sulardır. Her
derece önemlidir. Görevli sağlık elemanı bulunmayan
içme kullanma suyu toplum tarafından içilebilir bi-
yerlerde yöneticilerin; içme suyu denetimlerinin ve su
rincil su kaynağı olmalıdır. Yüzey sularının arıtılması
depolarının temizleme işlerinin vaktinde yapılmasını
kendine has teknikleri ve kimyasal işlemleri olan bir
takip etmeli, kişisel hijyen tedbirlerinin uygulanması-
süreçtir. Bu suların en temel özelliği son aşamada
nı kolaylaştıracak imkânları sağlamalıdır.
dezenfeksiyon işlemine tâbi tutulmalarıdır. Bu amaçla yaygın olarak kullanılan dezenfektan madde ise
klordur. Çok iyi bir oksidan olması, kötü tat ve kobeklenir. Ancak, ozonla sadece depodaki mevcut su
kütlesi dezenfekte edilir. Bir diğer yöntem de ultravi-
rektiği süre kadar sabunlu su ile yıkanması temel
kişisel hijyen için zorunlu bir şarttır.
Sonuç olarak; çocuklar, gençler ve yetişkinler,
49 •
DOSYA: SU
kuları gidermesi sebebiyle ozonun tercih edilmesi
Unutmamak gerekir ki, temiz bir içme suyu kaynağı mevcudiyeti, ve ellerin gerektiği zaman ve ge-
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
pozitif sağlık bilinciyle hijyen kurallarını benimseye-
sintileri ve Hastalık Riski. Ankara, 2007 ss.09-20
rek ve gündelik yaşamda uygulayarak sağlıklı top-
11- Pehlivan E, Güneş G, Karaoğlu L, Eğri M, Genç
lumları oluşturabilirler.
Bu konuda eğitimcilere ve yöneticilere büyük sorumluluk düşmektedir.
KAYNAKLAR
1-Polat A.: Bir Damla Su. Ofset Matbaacılık, Birinci
Bas.İstanbul Ekim 2009.
2- Emoto M.: Sudaki Mucize. Arıtan Yayınevi. İstanbul,
Mayısı 2008
3- Batmanghelidj F.: Vucudunuz Sizden Su İstiyor,
Hasta Değil, Susuzsunuz. Domino Yayıncılık, İstanbul. 2005
4- Ashbolt JN.: Microbial Contamination of Drinking
Water and Disease Outcomes in Developing
Regions. School of Civil and Environmental
Engineering, University of New South Wales,
Sydney, NSW 2052, Australia, 2004
5- Blumenthal, U., Peasey, A.: Critical Review of Epidemiological Evidence of the Health Effects of
Wastewater and Excreta Use in Agriculture.
London School of Tropical Medicine, London.
2002.
6- Zaza S.: “Commucable Disease” Section Two, pp.
77-65. In. Wallace / Maxy - Rosenau – Last.
Preventive Medicine and Public Health. Editors:
Robert B. Wallace and Neal Kohatsu. 15 th Edition, The McGraw - Hill Companies. Iowa. 2008.
7- Wilson WR, Sande ME. Current Diagnosis and Treatment in Infectious Diseases, Lange. Çev: İ.
Hakkı Dündar. Current Enfeksiyon Hastalıkları:
Tanı ve Tedavi. Nobel Tıp Kitabevleri, 2004
8- Bishop RF. Natural History of Human Rotavirus Infections.: Z. A. Kapikian, Viral Infection of The
Gastrointestinal Tract. Revised Second Edition.
Melbourne, Australia, 1994 pp. 131-165
9- WHO: Diarrhoeal Disease, Water, Sanitation and
Hygiene. Combating Waterborn Disease at
The Household Level, Geneva 2007.
10- Güler Ç. “Şebeke Kirliliğinin Yarattığı Halk Sağlığı
Tehlikeleri” Editör: Ankara Tabip Odası. Su Ke-
• 50
M.: Bir Salgının Öyküsü. II Çevre Hekimliği
Kongresi Kitabı. Ankara 18-21 Ocak 2006 pp
12- Bryce J, Boschi-Pinto C, Shibuya K, Black R:
WHO Estimates of The Causes of Death in
Children. The Lancet, Volume 365, Issue 9465,
2005, Pages 1147 - 1152
13- Kelkar SD, Ray PG, Shinde N.: An Epidemic of
Rotavirus Diarrhoea in Jawhar Taluk, Thane
District, Maharastra Indian December 2000 January 2001, Epiedemilogy an Infection, 2004,
132:2 pp. 337-41
14- Andrade IG, Queiroz JW, Cabral AP, Lieberman
JA, Jeronimo SM.: İmprovwd Sanitation and
Income are Associated With Decreased Rate
Hospitalization for Diarrhoea in Brazil Infants.
Transactions of the Royal Societies Tropical
Medicine Hygiene. 2009 Feb. 10 (Epub Ahead
Print)
15- Curtis V, Cairncross.C.: Effect Of Washing Hands
With Soap on Diarrhoea Risk in The Community:
a Systematic Review. The Lancet Infectious Diseases, Volume 3, Issue 5,2003 Pages 275-281
16- Fewtrell L,.Kaufmann R,.Kay D, Enanoria WHaller., LColford, ., J.: Water, sanitation, and hygiene interventions to reduce diarrhoea in less
developed countries: a systematic review and
meta-analysis. TheLancet Infectious Diseases,
Volume 5, Issue 1, 2005 Pages 42-52
17- Tekbaş, ÖF.: Çevre Sağlığı. Gülhane Askeri Tıp
Akademisi Basım Evi. Ankara, 2010
___________________________________________________
(*) Temizlik ve dezenfeksiyon için ‘hijyen’ dışında kullanılan bir diğer terim de ‘sanitasyon’dur. Sante Latincede
sağlık manasındadır. Mühendislik uygulamaları kullanılarak sağlıklı hâle getirme demektir. Mesela su arıtılması ve dezenfeksiyonu bir sanitasyon işlemidir. Tıp alanında “hijyen ve sanitasyon” birlikte kullanılır. Günlük
dilde ise hijyen iki terimi de kapsayacak bir mana içerir.
Suya hasret bir şair:
FUZÛLÎ
MUSTAFA ÖZÇELİK
1.
S
u, Antik Yunan düşüncesinde de İslâm tasavvufunda da varlık nazariyesinin en temel motiflerinden biridir. Eskilerin “anasır-ı erbaa” diye isimlendirdikleri
bu anlayışa göre varlığın dört temel unsuru mevcuttur. Ana unsur toprak, ona katılıp onu balçık haline getiren
su, bu balçığı kurutan hava ve bu varlığı ısıtan ateş… İşte
bu yüzden bu dört unsur, felsefenin, tasavvufun dolayısıyla
edebiyatın da vazgeçilmez konuları arasındadır.
51 •
DOSYA: SU
Mustafa Özçelik, Su’ya hasret bir şair: Fuzûlî, Bilim
ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011,
ss. 51-55.
Bu dört unsur arasında suyun ayrı bir yeri vardır. Kur’an-ı
Kerim’de de belirtildiği gibi canlı olan her şeyin sudan yaratılması suyu diğer unsurlardan daha ayrıcalıklı konuma getirmiştir. Şüphesiz suyun çok zengin bir çağrışım ve anlam
dünyasına sahip olması da yine bu konuda özel bir sebep
olarak düşünülebilir. Durum böyle olunca, söz mülkünün
sultanları olan şairlerin de suya ilgisiz kalamadıklarını ve
sudan bahseden şiirler yazdıklarını görürüz. Bu bağlamda
pek çok şairden ve şiirden bahsedilebilirse de akla ilk olarak Fuzûlî ve onun “Su Kasidesi” olarak bilinen meşhur şiir
gelecektir. XVI. asırda gönülden dile dökülen bu şiir, işte o
tarihten beri bugüne kadar yazılmış en güzel su şiiri olarak
suya hasret çeken gönüllerin tercümanı olmuştur. Ne zaman bir ırmak kıyısında durup akan sulara baksak ne zaman
yağmur yağsa ne zaman susuzluktan kavrulmuş bir yolcuyla karşılaşsak ne zaman bir bahçede bir servinin köklerine
suyun aktığını görsek akla bu şiir gelecektir. Tabiî, bunlarla
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
da sınırlı kalmayacaktır bu şiirin söyledikleri. Çünkü su, bu şiirde asıl değerini temsil ettiği varlıktan,
efendimizden aldığı için aynı zamanda efendimize
bir mehdiye olarak şairinin ona duyduğu hasretin de
tercümanı olarak bilinecektir.
2.
İşte Su Kasidesi’nin sırlarını araştırırken Fuzulî’nin
ömrünü geçirdiği yerin Bağdat ve Kerbelâ bölgesi
olduğunu, onun acının ve ıstırabın şairi olduğunu
hep akılda tutmak gerek. Zira Bağdat; bütün Güneydoğu şehirleri gibi suya hasret duyan, suyu arzulayan, su arzusuyla yanıp tutuşan bir şehirdi. Aradığı,
bulmak istediği suydu Bağdatlıların. Çünkü kuraktı
Bağdat… Susuz yaşamak mümkün değildi ne insanlar ne de diğer canlılar için. Bundandır ki her
Bağdatlının her sözü su üstünedir. Günler ve geceler
boyu su üzerine konuşulur. Dicle girer rüyalara gümrah sularıyla akan bir nehir olarak... Ama dedik ya bu
bir özlemdir ve Bağdat susuzluktan kavrulmaktadır.
Bundandır ki arzu ettiği, hasret çektiği her şeyi su
ile anlatır olmuştur. Aynı zamanda peygamberimizin
torunu Hz. Hüseyin’in ve yakınlarının bir yudum suya
hasret bırakılarak şehit edildiği yerdir Bağdat… Zira
Kerbelâ burada, Bağdat’a yaklaşık yüz km. mesafede bir yerdeydi. Bundan dolayı su, Bağdatlılar için
aynı zamanda böyle bir mana da taşıyordu.
Fuzûlî ki kendini “rind-i şeydâ” olarak vasıflandıran bu şair de her Bağdatlı gibi suya hasret çekenlerdendi. Onun da dudakları susuzluktan şerha şerha idi. O da her gün Dicle Nehri’nin sularına
bakarken, kavurucu sıcakta suyun bu şehir ahalisi
için ne anlama geldiğini, dolayısıyla suyun nasıl bir
nimet-i ilahi olduğunu tefekkür etti hep. Bu tefekkür
onu suyun öteki yüzünü de görmesini sağladı. Mademki âdemdik ve su, varlığımızın özüydü ve su hayattı. Madem öyleydi öyleyse ona sadece kurumuş
dudaklara, çatlamış topraklara can veren bir maddi nesne olarak bakamazdık. Böyle bakmak yanlış
değildi ama eksik bir bakıştı. Beden gözü değil can
gözüyle baksaydık eğer çok daha başka manalar
bulabilirdik.
Fuzûlî’nin gözü de işte öyle bir gözdü. Çölde
aşkın ve ateşin sınavından geçmiş ve bilgili iken
• 52
bilge şairler katına yükselmiş şair de suyun öteki
yüzünü görmekte gecikmeyecekti. İşte suyun bu
yüzünde kâinatın yaratılma sebebi olan efendimiz,
sevgili peygamberimiz duruyordu ve Fuzûlî onun
sadık âşıklarındandı. Aşkla yaradılana, aşktan yaradılana âşıktı. Nasıl aşkın sahibine duyduğu yakıcı
sevgiyi Leyla sembolü ile anlatmışsa şimdi de aşkı
yeryüzünde cisim ve ruh olarak kendinde gösterene, yani efendimize olan aşkını da su ile anlatmıştı.
Burada yine Kerbelâ’yı da hatırlamak gerek.. Fuzûlî
her ne kadar bu trajedinin hikâyesini asıl olarak
“Hakikat’üs-Süeda”sında anlatmış olsa bile bu kasidesinde de derinden derine bir Kerbelâ acısı vardır.
Kerbelâ şehitlerinin su özlemi mısralara öylesine sinmiştir ki her beytin sonundaki su redifi, beyitler peş
peşe okunduğunda “su…. su..” diyerek susuzluktan
ölenlerin çığlığına dönüşür.
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
3.
Şimdi bu muhteşem şiirin dünyasına girelim.
Önce şiirin adıyla başlayalım söze… Şiirin asıl adı
“Kaside-i der-na’t-i Hazret-i Nebevi” dir. Dolayısıyla
bir naattır, yani Hz. Peygamber için yazılmış bir övgü
şiiri. Şiirin, asıl kıymeti buradan gelir; ama 32 beytin
tamamında her beyit “su” redifiyle bittiği için asıl adının yerini sudan mülhem olarak şu meşhur ad alır:
“Su Kasidesi”. Bu, son derece anlamlıdır. Su istiaresi mademki peygamberimizi anlatmaktadır. Öyleyse
onu hangi adıyla anarsak analım bu şiir, suyun şaire
verdiği ifade imkânlarıyla anlatılan bir peygamber
hasretinin destanına dönüşür.
Bu kaside kendisine verilen meşhur adın da ifade
ettiği gibi baştan sona bir su tasviridir. İlk 15 beyit
karşımıza su kelimesinin hemen bütün çağrışımlarını
çıkarır. Öncelikle bağrı yanık bir âşık görürüz burada.. Bu yüzden su, önce karşımıza gözyaşı olarak
çıkar.
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su
Ardından da gök kubbeyi kaplayan, saran bir
mavilik olur su. Sonra sevgilisinin kılıca benzeyen
keskin bakışlarının gönülde açtığı yaralardan söz
ederken bunu suyun akarken toprakta bıraktığı yarıklara benzetir. Bu da yetmez, yarası olan bir hastanın suyu nasıl ihtiyatla içtiğinden söz eder. Dahası da
var. Su, kalemin mürekkebidir. Hastanın istediğidir.
Zahidin kevseri, âşığın şarabıdır. Bahçede nazlı nazlı
salınan servinin sevdalısıdır. Güle rengini veren bülbülün kanıdır.
Fuzûlî, bunları söyledikten sonra, oradan bir bağ
ve bahçıvan tasvirine yönelir. Yine su vardır sözün
burasında da… Bahçıvanın en güzel gülü yetiştirmek için beklediğidir su… Ki bu beyit kasidenin en
güzel beyitlerinden biri olarak hafızalara kazınır.
Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su
İşte bu söyleyiş, suyun ötesine geçmek, ötesinde olanı söylemektir. Öyle de yapar ve 16. beyitten
itibaren sahne daha da aydınlanır ve şiirin yazılmasına sebep olan asıl varlık ortaya çıkar. Bu varlık,
kendisine bizzat varlık sahibinin “sen olmasaydın,
felekleri yaratmazdım” buyurduğu efendimizdir. Su,
bu bölümdeki bu ilk beyitte efendimize uyan, onun
yolundan giden müminler arasında münasebetin bir
unsuru olur.
Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr’a su
Su, öylesine zengin çağrışımlara, istiarelere müsait bir semboldür ki şair, bu ilk beytin hemen ardından bu defa da peygamberimizle su arasında bir
münasebet kurar ve onun su ile ilgili mucizelerine
değinir. Buna göre efendimizin mucizeleri şer sahiplerinin ateşlerini söndüren sudur.
Mu’cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim
Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su
Yine sözlerinin bir inci değeri taşıdığının belirtilmesi de suyla ilgilidir. Şair, bu ifadesiyle peygamberimizi su dolu bir deryaya, onun ağzından çıkan
sözleri de seçkin incilere benzetir. Söz burada da
bitmez. Peygamberimiz, mucizesiyle sert taştan su
çıkarmıştır. Bunu da peygamberlik gül bahçesinin
tazeliğini, parlaklığını tazelemek için yapmıştır. Öyleyse bu gülü tazeleyecek olan yine sudur. Burada
taştan su çıkarmasının dışında peygamberimizin
hayatındaki su ile ilgili acı suyun tatlılaştırılması, Tebük Gazvesi sırasında yanındakiler susuz kaldığında
parmaklarından su akıtması şeklindeki diğer mucizelerini de hatırlamak gerekir. Bunlar hatırlandığında
da peygamber gerçeğini anlatmada suyun şair için
nasıl büyük bir imkâna dönüştüğünü de görmüş oluruz. Bu yüzden şair, sözünü yine peygamberimizin
53 •
DOSYA: SU
Şairin su temsiliyle peygamberi anlatması 16. beyitte başlayacaktır ama bu noktadan itibaren söyleyeceklerine bir işaret olsun diye söylenmiş olmalıdır
bu beyit… Zira burada gül ile peygamberimizin yüzü
arasında bir benzetme kurularak asıl konuya bir giriş
yapılmıştır. Bu beyitle şairin su ile asıl anlatmak istediğinin ne olduğunu böylece anlamış oluruz. Der ki,
“Bahçıvan gül bahçesini, suya (sele) versin. Çünkü
bin tane gül bahçesini sulasa senin yüzün gibi bir gül
açılmaz (yetiştiremez.)”
Kadriye Demiroğlu (Tuval Üzerine Yağlı Boya, 50X60)
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
kâfirlerin puthanelerindeki binlerce ateşi söndüren
suya benzeterek sürdürür.
“Ab-ı hayat” bilindiği gibi içeni ölümsüzlüğe ulaştırtan bir sudur. Şair, Hz. Peygamber’in insanlara
nasıl bir din getirdiğini anlatmak için de yine sudan
yararlanır. Hz. Peygamber bir ab-ı hayattır. Onun
dostu zehir içse ab-ı hayat olur. Tabiî bu söyleyişi
anlamak için Hz. Peygamber’in bir yakının zehirli
bir yılan soktuğunda peygamberimizin zehrin etkisini gidermek ve hastayı yeniden hayata döndürmek
şeklindeki mucizesini de hatırlamak gerekecektir.
Böylece şair şiirin sonuna kadar, Hz. Peygamber ile
su arasında münasebet kurarak efendimizin insanlık
için ne anlam taşıdığını suyun çağrışım imkânlarıyla
anlatmaya devam eder. Mesela bir sonraki beyitte
abdest kavramından söz eder. Malumdur ki, abdest
su ile alınır. Böylece peygamberimizin yüzüne temas
• 54
eden her su damlası binlerce rahmet denizine dönüşür. Böylece Hz. Peygamber getirdiği dinle insanların Allah’ın rahmetine ulaştıklarını belirttir. Hasretin
yakıcılığını ise dünyada bu şekilde söyleyen hiç olmamıştır:
Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su
“Dostlarım! şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem, öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla
sevgiliye su sunun.”
Sözü söyleyen şairse, şiirde şairce hayaller anlatılana daha bir güzellik, dinleyene daha bir ufuk
açıklığı verecek demektir. İşte bunun güzel bir örneği de suyun akışına dair yapılan şu yorumlamadır. Şaire göre su Hz. Peygamber’in ayağının
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
toprağına(mezarına) varayım diye başını taştan taşa
vurarak avare gezip durur.
Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su
Muhtemeldir ki, şair burada bulunduğu coğrafyadaki ırmaklara Fırat ve Dicle’ye bakarak onların dağ
taş akıp gitmeleri ile kendisinin Mekke ve Medine’ye
gitme arzusu arasında bir münasebet kurmaktadır.
Devamındaki beyitte de bu tablo şu tür bir söyleyişle
tamamlanır. Suyun bütün arzusu bu yolculukta taşlara çarpa çarpa parça parça olmaktır ama; yine de
dönmeyecektir yolundan. Dolayısıyla bir peygamber
âşığı da hangi zorlukları çekerse çeksin peygamberimizin bulunduğu diyara mutlaka ulaşmak isteyecektir.
Naat, şüphesiz ki, şiirlerin tacıdır. Sezai Karakoç
da naatı bu yüzden olacak “şiirin ufku” olarak niteler.
Fuzûlî de 25. beyitte “sarhoşlar sarhoşluklarını (başağrılarını) gidermek için su içmeleriyle günahkârların
da naatını dillerinden düşürmemesini günahlarına
derman bilirler” diyerek bu iki kavram arasında bir
münasebet kurar. Buna göre peygamberimizi anlatan metinleri yani naatları okumak da insanlara şifa
verecektir. Çünkü bu tür şiirlerde peygamberin adları geçeceğinden her naat aynı zamanda bir esma-yı
nebidir. Onun her bir adı ise Muhibbi’nin “Umaram
her bir adun başka şefaat eyleye” mısraında belirttiği
gibi bir şifa sebebidir. Şair böylece yine peygamberimizin isimleri ile su arasında kurduğu ilginç bir benzetmeyle karşımıza çıkar.
Buraya kadar olan peygamberin genel tasviridir.
Ama onun şair için daha özel bir anlamı vardır. Zaten
şiir de aslında bunun için yazılmıştır.. Şair, bunu belirtmek için de yine suyun imkânlarından yararlanarak; “Ey Allah’ın sevgilisi! Nasıl dudağı susuzluktan
çatlamış olanlar iştiyakla su beklerlerse işte ben de
senin böylesi bir tutkununum.” diyerek bu arzusunu
dile getirir.
Yâ Habîbullah yâ Hayre’l beşer müştakunam
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su
Şiirin son bölümleri ise yine aynı tema çerçeve-
Görüldüğü gibi yerden göğe yükselmiştir şair.
Miraç mucizesinin Allah’a en yakın olma misali olduğundan hareketle şairin de âşığı olduğu peygamberine nasıl en yakın olma isteğinin bir anlatımıdır
bu beyit. Bir sonrakinde ise gökyüzünden yere inilir.
Der ki, “Senin kabrini yenileyen mimara su gerekse güneş pınarından her an bereketin saf hoş içimli
suyu iner.” Burada da şairane bir benzetmeyle peygamberin duyurduğu hakikat insanlığı aydınlatan
güneşe benzetilir. Tabiî yine su kelimesinin anlam ve
çağrışım imkânlarından yararlanarak. Çünkü güneşten akan ışık seli ile su arasında bir münasebet kurulmuştur. Şairin peygamber övgüsü son beyitlerle
de devam eder. Şefaatini ister peygamberin. Çünkü
ötede cehennem korkusu gönüle gam ateşi saldığında o ateşe su serpecek olan odur.
Sözü anlamlı kılan nasıl söylendiği kadar ne söylendiğiyle de ilgilidir. Mademki Su Kasidesi’nde peygamber anlatılmıştır. Fuzûlî’nin sözleri işte bunun
için kıymetli bir inciye dönüşmüştür.
Yümn-i na’tünden Güher olmuş Fuzûlî sözleri
Ebr-i nasandan dönen tek lü’lü-i şeh-vare su
Hep bir umuttur şairin beklediği. Çünkü onun
ebedi hasretinin bu dünyada dinme imkânı yoktur.
Bu ancak mahşerde gerçekleşecektir. Sözün sonunda ise bu yüzden şöyle diyecektir: “Mahşer günü
gaflet uykusundan uyanık olan sana hasret gözyaşlarından uyanık gözlere su serpildiğinde, yani ağladığında umduğum o ki kıyamet gününde senin yüzünü
görmekten mahrum olmayayım. Ben yüzüne susamışa senin vuslat pınarın su versin.” Anlamca aktardığımız bu son iki beyit aynı zamanda kasidenin
dua beyitleridir. Böylece şiir, maverada kanatlanarak
duaya dönüşür.
KAYNAKÇA
Abdülbaki Gölpınarlı, Fuzûlî Divanı, İstanbul 1961
Adem Çalışkan, Fuzûlî’nin Su Kasidesi, Ankara 1992
İskender Pala, Dört Güzeller, İstanbul 2008
55 •
DOSYA: SU
4.
sinde önümüze bu defa başka tablolarla çıkar. Peygamberin Miraç mucizesine temas edilir. Buradaki
benzetme de son derece özgündür. Şöyle der şair:
“Sen Miraç gecesinde feyzinin şebnemi ile yıldızlara
su ulaştıran bir keramet denizisin.”
TÜRKİYE’NİN YÜZEY SULARI
VE YERALTI SULARI POTANSİYELİ
GÜLTEKİN GÜNAY
Prof. Dr., Hidrojeoloji Mühendisi
Hacettepe Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi
Gültekin Günay, Türkiye’nin Yüzey Suları ve Yeraltı
Suları Potansiyeli, Bilim ve Aklın Aydınlığında
Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss. 56-60.
• 56
YÜZEY SULARI
S
u yaşamın temel öğelerinden biridir. Su, bir besin
maddesi olmasının yanı sıra, içerisinde bulundurduğu mineral ve bileşiklerle vücudumuzdaki her
türlü biyokimyasal işlevlerin gerçekleşmesinde etkin rol oynamaktadır. Vücudumuzun pH dengesinin korunmasından başlayarak besinlerin, ilgili yerlere taşınmasına
kadar pek çok görev alır. Bu nedenle susuz hayat düşünülemez. Su, canlının ve canlılığın her şeyidir. Su, aynı zamanda
canlılar için bir yaşam ortamıdır. Yeryüzünün ¾’ünün sularla
kaplı olması, dünyada su bolluğu olduğu görünümü veriyorsa da içilebilir nitelikteki su oranı ancak % 0.74 civarındadır.
18. yüzyılın son çeyreğinde, Sanayi Devrimi başlangıcında 1
milyar olan dünya nüfusu, 1950 yılında 2,5 milyar, 2005 sonunda ise yaklaşık 6,5 milyara ulaşmıştır. Dünya nüfusunun
çok hızlı artışı, sanayi ve teknolojinin aşırı gelişmesi, ayrıca
çevre bilincinin yeterince yerleşememesi veya yaygınlaşamaması gibi nedenler dünyada içilebilir su miktarının giderek azalmasına sebep olmaktadır. Bunların yanı sıra, içilebilir su kaynaklarının sorumsuzca kirletilmesi, geri dönüşümü
olanaksız sorunların yaşanmasına zemin hazırlamaktadır.
Tahminler, artan su ihtiyacı ile giderek azalan temiz su kaynağı eğrilerinin 2030 yılında kesişeceğini göstermektedir.
Bu durum doğal olarak evrensel bir kriz olacağı anlamına
gelmektedir. Bu çalışmada, suyun yaşam için taşıdığı önem
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
nedeniyle, ülkemizin tatlı su potansiyeli, bunun su
havzalarına göre dağılımı, miktarı ve havzaların kirlilik durumları konularında bilimsel verilerden yararlanarak özet bir profilinin çıkarılması amaçlanmıştır
(M.Akın, G.Akın,2007 ).
1. Türkiye’nin Su Potansiyeli
2. Yağışı Etkileyen Etmenler
Bir ülkenin iklimi ve dolayısıyla su potansiyeli, bulunduğu yerin enlemine, boylamına, jeolojik, topoğrafik yapısına ve bitki örtüsüne göre oluşmaktadır.
Aynı şekilde ülkemizin jeolojik, topoğrafik ve iklim
özelliklerinin yöre ve bölgelere göre farklı olması
nedeniyle yeraltı ve yüzey suyu potansiyelinde farklılıklar görülmektedir. Yağış getiren rüzgârlara karşı
olan ve özellikle cephesel depresyonların yolu üzerinde bulunan yerlere fazla yağış düşer. Buna örnek
olarak Doğu Karadeniz Bölgesi’ni verebiliriz. Doğu
Karadeniz Bölgesi, ülkemizin en fazla yağış alan
bölgesidir. Yıllık ortalama yağış miktarı 1198 mm’dir.
Buradaki illerden Rize’de yıllık yağış miktarı 2346,3
mm, Giresun’da 1267,7 mm’dir. Bulunduğu bölge-
57 •
DOSYA: SU
Ülkemizde ortalama yıllık yağış miktarı 643 mm
olup, bu yağış miktarı ortalama 501 milyar m3 suya
karşılık gelmektedir. Yağışın 274 milyar m3’ü dere,
nehir, göl ve denizler ve bitkilerden buharlaşma yoluyla atmosfere geri döner. Yağışla toprağa düşen
suyun 158 milyar m3’ü irili ufaklı pek çok akarsuyla
deniz ya da göllere ulaşmaktadır. Geriye kalan 69
milyar m3’ü yeraltı suyunu oluşturur. Oluşan yeraltı
suyunun 28 milyar m3’ü kaynak suyu hâlinde yüzey
sularına tekrar katılmaktadır. Ayrıca Meriç ve Asi gibi
nehirlerle komşu ülkelerden ülkemize yılda ortalama
7 milyar m3 su gelmektedir. Yağışla oluşan 158 milyar
m3’lük yüzey suları ve yeraltı sularından kaynak suyu
şeklinde tekrar yüzeye ulaşan 28 milyar m3’lük su ile
komşu ülkelerden akarsularla gelen 7 milyar m3’lük
sular ülkemizin brüt su potansiyelini (158+28+7=193
milyar m3) oluşturur. Yeraltına ulaşarak yeraltı suyuna katılan 41 milyar m3’lük (69-28=41 milyar m3) su
miktarı da eklendiğinde, ülkemizin yenilenebilir brüt
su potansiyeli 234 milyar m3’e (193+41 = 234 milyar
m3) ulaşır. Günümüz teknolojik ve ekonomik koşulları
çerçevesinde çeşitli amaçlara yönelik tüketilebilecek
yüzey suyu potansiyeli, ülke içindeki akarsulardan
95 milyar m3 su ve komşu ülkelerden ülkemize gelen
3 milyar m3 suyla toplam 98 milyar m3’ü bulmaktadır. Yapılan hidrojeolojik hesaplamalara göre, çeşitli
şekillerde yeryüzüne çıkarılabilen su miktarı 14 milyar m3 civarındadır. Çalışmalar ve etütler, günümüz
şartlarında yurdumuzun tüketilebilir yüzey ve yeraltı suyu potansiyelinin yılda ortalama 112 milyar m3
(98+14) olduğunu göstermektedir. Bugünkü koşullarda 95 milyar m3 yüzey suyu potansiyelimizin ancak 27,5 milyar m3’ünden (%29) yararlanılabilmektedir. Yararlanılan su potansiyelinin 20,9 milyar m3’ü
(%76) sulamada, 3.85 milyar m3’ü (%14) belediyeler
tarafından içme suyu olarak, 2.75 milyar m3’ü (%10)
de sanayide kullanılmaktadır. Ülkeler, yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarına göre sınıflandırı-
lırlar. Buna göre, yıllık kişi başına düşen kullanılabilir
su miktarı 1000 m3’ten az ise su fakiri, 1000-2000 m3
arasında ise su azlığı çeken ülke ve 2000 m3’ten çok
ise su zengini ülkeler olarak nitelendirilirler. Bugün
ülke nüfusumuzun tahmini 72 milyon olduğu kabul
edilirse, kişi başına düşen 1555 m3’lük yıllık kullanılabilir su miktarıyla su azlığı yaşayan bir ülke olduğumuz söylenebilir. Ülkemizde kentlerin hem sayısının
hem de nüfuslarının giderek hızlı bir şekilde artması,
oluşan kentlerin su ihtiyaçlarının sadece kaynak ve
yeraltı sularından karşılanmasını imkânsız hale getirmektedir. Bu nedenle hızla büyüyen kentlerin su
ihtiyaçları, kaynak ve yeraltı sularının yanısıra, büyük
bir kısmı akarsu, baraj ve göllerden arıtma yapılarak
temin edilmeye çalışılmaktadır. Ayrıca son yıllarda
membran teknolojisindeki gelişmeler nedeniyle deniz suyundan arıtma yöntemiyle de içme suyu elde
edilmektedir. Yerleşim yerinin topoğrafik, jeolojik ve
iklimsel durumu, yapılaşma biçimi ve ergonomik
olarak ne kadar nüfusu barındırabileceği gibi kriterler şehirleşmede dikkate alınmalıdır. Öte yandan
kentin su, kanalizasyon, ulaşım, park, yeşil alan gibi
yaşamsal ihtiyaçlarının nasıl karşılanıp oluşturulacağı önceden planlanırsa, kentleşmenin çağı yakalama
çabaları olarak değerlendirilmesi geçerlilik kazanır.
Hidrojeoloji, jeoloji, mühendislik, mimarlık, coğrafya,
jeoloji, gibi bilimlerin verilerinden yararlanılmadan
yapılan hızlı ve plansız kentleşmenin birçok sorunları
da beraberinde getirdiği unutulmamalıdır.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
nin yıllık yağış ortalamasının hayli üzerinde olan,
konumu ve özelliğiyle bu gruba giren illerden Muğla
1216,4, Antalya 1057, Bitlis 1034,3, Muş 870,9 mm
yıllık yağış almaktadır. İç Anadolu platoları, Doğu
Anadolu’nun yüksek dağlarla çevrili havzaları ve
Güneydoğu Anadolu platoları ile ovaları ülkemizin
az yağış alan bölgeleridir. Buralarda yıllık ortalama
yağış miktarı 400-500 mm’nin altına düşmektedir.
İç Anadolu’da Konya Ovası ve Tuz Gölü çevresi
Türkiye’nin en geniş yüzey alanlı, az yağışlı yöreleridir. Buradaki illerden olan Konya’da yıllık yağış ortalaması 336,1 mm’dir. Aynı şekilde Doğu Anadolu’da
yüksek dağlarla çevrili depresyonlar ile vadi tabanlarında yer alan Malatya’da ortalama yıllık yağış miktarı 393,8 mm, Erzincan’da 374,9 mm, Iğdır’da 258,8
mm kadardır. Batı Toroslardan başlayarak doğuya
doğru Suriye platformuna gidildikçe yağış miktarında önemli ölçüde azalma göze çarpar. Suriye platformunda yer alan Diyarbakır’da yıllık yağış miktarı
499.7, Şanlıurfa’da 476.6 ve Ceylanpınar’da ise
336.8 mm’dir. Doğu Karadeniz Bölgesi, ülkemizin
en fazla yağış alan bölgesi olmasına karşın, topografyasının aşırı derecede eğimli ve jeolojik yapısının
genelde volkanik kayaç niteliğinde olmasına bağlı
olarak kaynak ve yeraltı suyu potansiyeli açısından
ülkemizin en fakir bölgeleri arasında yer alır. Doğu
Karadeniz Bölgesi’nin kuzey bölümünde, kuzeyden
güneye doğru derin vadilerle kesilmiş ve aşırı eğimli bir topografyanın bulunması, mevsimlik su debisi
değişiminin yüksek olmasına neden olmuştur. Buna
rakamlarla örnek vermek gerekirse, Doğu Karadeniz Bölgesi’nin yıllık yüzey suyu miktarı 15 milyar m3
düzeyindedir. Bu miktar, Türkiye genelindeki yüzey
suyu potansiyelinin % 7,9’unu oluşturmasına karşın,
toplam ülke yüzölçümü içindeki oranı ise ancak %
5,1’i kadardır. Doğu Karadeniz’in güney kesiminin
topoğrafik ve jeolojik yapı özellikleri kuzey bölgesinden farklı olduğundan, burası daha az yağış almasına rağmen kaynak ve yeraltı suyu bakımından
daha zengindir. Doğu Karadeniz’in güney kesiminde
jeolojik birimlerin yüksek oranda kalsiyum karbonat
içermeleri ve akifer niteliğinde olmaları nedeniyle
kaynak ve yeraltı suyu miktarı da fazladır. Yöre, su
temini yönünden uygun niteliğe sahip havza özelliğindedir (M.Akın, G.Akın, 2007).
• 58
3. Hidrolojik Su Havzaları
Ülkemiz topoğrafik yapıya bağlı olarak 26 hidrolojik su havzasına ayrılmıştır. Bu havzaların toplam
yıllık ortalama akışları 186 milyar m3’tür. Hidrolojik
su havzalarının her birinde yıllık yağış miktarı aynı
olmadığından, verimleri ve su potansiyelleri de farklıdır. Fırat Havzası 31.61 milyar m3 ile en fazla su
verimine sahiptir. Dicle Havzası ise 21.33 milyar m3
ile ikinci sırayı almaktadır. Fırat ve Dicle havzaları,
toplam ülke su potansiyelinin yaklaşık %28,5’ini
oluşturur. Akarçay Havzası 0.49 milyar m3 ve Burdur Gölü Havzası 0.50 milyar m3 ile su potansiyeli
en düşük havzalardır. Türkiye’nin jeolojik yaş olarak oldukça genç ve arazinin fazla eğimli olmasına
bağlı olarak oluşan topografyası sonucu akarsuların
rejimleri genellikle düzensiz ve vahşi dere karakterindedir. Bunun için gerekli düzenleme ve önlemler alınmadan doğrudan su kullanımı çoğu zaman
mümkün olamamaktadır. Türkiye’de su fazla gibi
gözükse de, havzalara farklı miktarlarda yağış düşmesi ve yılın faklı zamanlarında yağış alması nedenleriyle her zaman ihtiyaç karşılanamaz.
YERALTI SULARI
Hidrojeoloji (Yeraltı suları hidrolojisi) yeraltında
suların bulunuşu, dağılımı ve hareketi ile ilgili bilim
dalıdır. Jeohidroloji ise, hidrolojik olaylara ağırlık veren bir bilim dalıdır.
Yeraltı sularının kullanımı eski çağlardan beri süregelen bir olaydır, ancak suların yeraltında bulunuşu ve hareketini hidrolojik çevrimin bir parçası olarak
incelemeye son yıllarda başlanmıştır.
Yeraltı suyu hidrolojisi, jeolojik yapı içindeki gözeneklerde suyun bulunuşu ile ilgili özellikleri inceler.
Doygun zon dediğimiz bu zonun üstünde ise doygun olmayan zon veya havalanma zonu dediğimiz
bir bölge bulunur. Doygun olmayan zon, yağışların
süzülerek ulaştığı ilk bölgeyi tanımlar. Bu bölgede
bitki köklerinin çevresinde toprak nemi görülür.
Yeraltı suyu, petrol mühendisliğinde de önemli
rol oynar. Petrol ve sudan oluşan ikili sıvı sistemi ve
petrol-su ve gaz’dan oluşan üçlü sistem petrol oluşumunu etkiler. Bu sistemler için de aynı hidrodinamik koşullar geçerlidir.
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
1. Tarihsel Gelişme
Yeraltı sularının gelişimi tarihsel zamanlardan beri
çok bilinen bir olaydır. Eski yöntemler; kuyu, kaynak
ve yeraltı suyunun geliştirilmesini kapsar. Kazma
kuyular dışında eskiden beri bilinen yatay kuyular
“kanat” olarak adlandırılır. Kanat’lar özellikle Afganistan ve Fas’ta, Kuzey Afrika’da yaygın bir şekilde
kullanılır, yatay bir kuyu olan Kanat, çok sayıda şaft
içerir. Kanat’ın baş konumunda da ana kuyu bulunur
ve üretim bu kuyudan yapılır. Bütün kuyular alüvyon
içinde açılır ve topografya ile kesiştiği yerde yüzeye ulaşır. Kanat ile ilgili olaylar 3000 yıllık bir tarihe
sahiptir. İran’da ise ülkede kullanılan suyun yaklaşık
%75’ini sağlayan 22000 kanat mevcuttur.
Kanatların uzunluğu 30 km’ye ulaşır. Ancak genellikle 5 km uzunlukta olur. Kanatlarda ana kuyunun
derinliği 50 m’yi bulur. Kanatların debileri mevsimsel
olarak değişiklik gösterir ve 100 m3/saat’i nadiren
aşar.
2. Yeraltı Suları Teorileri
Yeraltı suyunun kullanımı açısından, suyun kökeni, bulunuşu ve hareketini anlamak önemlidir.
Yunanlı ve Romalı bilginler kaynakları ve yeraltı suyunun içerdiği teorileri doğruya yakın bir şekilde anlatmaya koyulmuşlardır. 17. asrın sonlarına doğru
kaynaklardan boşalan suyun yağışlardan geldiğine
inanılmamaktaydı ve yeraltındaki boşlukları bu suyun verebileceği düşünülmemekteydi. Yunanlı filozoflardan Homer, Tales ve Plato, kaynakların deniz
suyu etkisiyle, dağların altındaki yeraltı boşluklarından beslendiğini daha sonra arıtılmış olarak yüzeye
çıktığını hipotez olarak öne sürmüşlerdir.
59 •
DOSYA: SU
Çocuk Gücüyle Çalışan Pompa
Güney Afrika’nın kırsal bölgelerinde yaşayan insanlar için günlük su gereksinimlerini sağlamak zahmetli bir iş. Su,
genellikle uzaktaki bir kaynaktan kovalar ya da bidonlarla eve taşınıyor. Bazı yerlerde su kuyuları var. Evin su gereksinimini
sağlamaksa genellikle çocukların görevi. Güney Afrikalı bir grup buluşçu, tüm bunları göz önünde bulundurarak özel bir
pompa geliştirmişler. Adı, “oyna-pompala”. Pompanın çalışması için, üzerindeki oyuncağın döndürülmesi gerekiyor. Bu,
oyun parklarında bulunan döndürmeli oyuncakların tıpkısı. Oyuncak döndürüldükçe su, kuyudan yüksekteki bir depoya
pompalanıyor. Çocukların kaplarını suyla doldurmak için tek yapması gereken, deponun altındaki musluğu açmak. Bu
pompayla, depoya saatte 1500 litre su pompalanabiliyor. Çeşitli yerlere kurulan 400 oyna-pompala sayesinde 200.000
kişinin su gereksiniminin karşılandığı belirtiliyor. (Kaynak:TÜBİTAK)
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Aristo ise, soğuk ve karanlık mağaralara giren
havanın burada yoğunlaşarak suyu oluşturduğunu
ve kaynakları beslediğini iddia etmiştir.
kayaçların bir bölümü de akifer özelliği göstermektedir. Menba sularının bir kısmı bu tür oluşuklardan
çıkmaktadır.
Bundan sonra da bu alanda Yunan ve Fransız bilginlerin çalışmaları oldu. Ancak hidrolojik çevrimin
anlaşılması 17. asırda olmuştur. İlk defa gözlemlere
ve ölçümlere dayanan teoriler ortaya konulmuştur.
Ülkemizin su kaynaklarını yağışlar oluşturmaktadır. Yıllık yağış ortalaması 642.6 mm (643 mm) olduğuna göre Türkiye’ye düşen yıllık ortalama yağış
miktarı 501.0 km3tür. Su kaynaklarımızı Yerüstü ve
Yeraltı suları olarak iki başlık altında incelenebilir.
18. asırda yeraltı suyunun jeolojiyle ilgisi, bulunuşu ve oluşumu üzerindeki teoriler geliştirilmiştir.
19. asrın birinci yansında Fransa’da birçok artezyen
kuyu açılmıştır. Fransız hidrolik mühendisi Henry
Darcy (1803-1858) kum içinde suyun hareketini incelemiştir. Onun çalışmaları 1856’da kendi adıyla
anılan Darcy Yasası’nı ortaya koymuştur. Bu yasa
daha çok alüvyon ve sedimanter kayaçlar içindeki
suyun hareketini incelemiştir. Henry Darcy’den sonra J. Bousseinesg, G.A. Daubree, J. Dupuit, P. Forchheimer, ve A. Thiem yeraltı suyu hidroliği ile ilgili
çalışmalarını başarıyla sürdürmüşlerdir. Bu arada H.
Schoeller ve G. Thlem’in çalışmaları hidrojeolojide
önemli aşamalar kaydetmiştir.
Bu arada Amerikalı araştırıcılar O.E. Meinzer,
M.S. Hantush, C.E. Jacob hidrojeolojide çok önemli
araştırmalar yapmışlardır.
3. Yeraltı Suyu Kullanımı
Doğal sular içinde yer alan yeraltı suları önemli
bir su kaynağıdır. Bilindiği gibi yüzey ve yeraltı sularının asıl kaynağını yağmur ve kar suları oluşturmaktadır. Dünyadaki suların dağılımı genelde %97.32 tuzlu okyanus suyu, %2.14 buzul, %0.61 yeraltı suyu,
%0.009 yüzey suları, %0.005 toprak nemi, %0.001
atmosferdeki suyu oluşturur. Ülkemizdeki dağılım da
buna paralel olarak gelişmiştir. Hidrolojik çevrim bilindiği gibi yağmur ve kar sularının yüzeyde akışı ve
yeraltına süzülmesi, sonradan kaynaklarda ve kuyularda tekrar yüzeye çıkması, yüzeyde ise buharlaşma
ve terleme ile kaybedilmesi şeklinde gelişir. Yeraltı
suyunun düşey dağılımı, havalanma bölgesindeki ve
doygun bölgedeki suların özelliklerini yansıtır.
Yeraltısuları, başlıca sedimanter kayaçlarda bulunur. Sedimanter kayaçlar, pekişmiş ve pekişmemiş
oluşuklar diye ikiye ayrılır. Bunun dışında magmatik
• 60
Yüzey Suları:
Yıllık akış (ortalama): 186.05km3
Yıllık akış/yağış oranı: 0.37 km3
Tüketilecek yıllık su miktarı (ortalama): 95.000 km3
Fiili yıllık tüketim (ortalama): 32.41 km3
Yeraltı suları:
Çekilebilir yıllık su potansiyeli: 12,3 km3
Tahsis edilen miktar : 9.1 km3
1km3 = 1 milyar m3
Hidrolojik çevrimde yağış suları yüzeysel akışa
geçer, bir kısmı yeraltına süzülür. Yüzeysel akışın
bir kısmı akarsu ve gölleri besler. Yeraltına süzülen
sular yeraltı sularını ve sıcak suları oluşturur. Sular,
buharlaşma ve terleme ile tekrar atmosfere ulaşarak
hidrolojik çevrimi tamamlar.
Yeraltı suları genel sınıflamaya göre “havalanma
zonu” ve “doygunluk zonu”nu oluşturur. Havalanma
zonunda başlıca toprak suyu, çekim suyu ve kapiler
saçak zonları bulunur. “Doygunluk Zonunda” ise asıl
yeraltı suyu bölgesi bulunur.
Ayrıca yeraltı suyu taşıyan formasyonlara akifer
adı verilir. Akiferde açılan kuyular pompa denemeleri
yapılarak akifer karakteristikleri denilen parametreler
öğrenilir. Daha sonra söz konusu kuyulara pompa
monte edilerek üretim sağlanır.
KAYNAK
Akın M. , Akın G., 2007 . AÜ –DTC Fak. Dergisi, 47,2 –
105. Ankara.
Günay G., 2000. Yeraltı suları, HÜ Hidrojeoloji Müh.Böl.
Ankara.
Çongar B., 2000. Türkiyenin Su Kaynakları ve Su Politikaları, DSİ , Ankara.
SORUŞTURMA
ÇAĞRI GÜREL
K
endi pencerenizden baktığınızda, “su” kelimesinin sizde uyandırdığı çağrışımları, üç yudumda
bizlerle paylaşır mısınız?
Zekâi Şen
Prof. Dr., İTÜ Öğretim Üyesi, Su Vakfı Başkanı
Düşünce dünyasında ilk fesefeciler dünyadaki her
varlığın bir tek sebebinin olabileceğini düşünerek, bizim
Anadolu’nun Milas ilçesinden eski Yunan düşünürü Tales,
herşeyin sudan ortaya çıktığını ileri sürüp çok tanrıcılıktan
maddesel tek varlık sebebine ulaşabilmiştir.
Daha sonraları hava, toprak ve ateşin de her şeyin ilk
sebebi olabileceğinin ortaya atılması ile eskilerin söylemi ile
anasır-ı erbaa yani dörtlü unsurlar olarak su, toprak, hava
ve ateşin herşeyin ortaya çıkmasında ortaklaşa rol oynadıkları fikrine ulaşılmıştır.
Bugün bile bunlar arasında en önemlisinin su olduğunu
kimse inkâr edemez. Toprak susuz bir işe yaramaz, tarım
yapılamaz; hava susuz (nemsiz) bir işe yaramaz yağmur
vermez; ateş susuz söndürülemez. Bugün ateş “enerji” anlamında kullanılmalıdır. Enerjinin en önemli kaynağı, ülkemiz
bakımından yerli olanı, su enerjisidir (hidroelektrik enerji).
Gelecekte insanlığa sınırsız denilebilecek enerji kaynağının
61 •
DOSYA: SU
Çağrı Gürel, Soruşturma (Zekâi Şen, Mine İzmirli,
Hasan Kırmızıtaş, Cemal Zehir, Suavi Kemal Yazgıç,
Yusuf Turan Günaydın, Harun Sönmez, Reşat Gürel,
Ahmet Doğru), Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim,
S. 132, Şubat 2011, ss. 61-67.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
yine suyun oksijen ve hidrojene ayrıştırılması ile su-
alış-veriş merkezlerinin bulunduğunu hemen anlaya-
dan elde edilen hidrojen enerjisinin olabileceği enerji
biliriz. Her tüketimin ham maddesi ne olursa olsun
araştırmaları gündeminin ilk sırasını teşkil etmekte-
onun da işlenmesinin temel ham maddesi sudur. O
dir. Manevi açıdan, Kur’an-ı Kerim’de yaşayan her-
hâlde tüketicilik suyun israfı ile tam doğru orantılıdır.
şeyin sudan yaratıldığının belirtilmesi, suyun canlı
Doğal dediğimiz bugünkü taşkın (feyezan), kuraklık
hayatı için vazgeçilmez bir madde olduğunu idrak
ve su sıkıntılarının ortaya çıkmasının temel sebepleri
etmemize işaret etmektedir.
arasında insanın değişik faaliyetlerinin de (tüketiciliği,
Hiçbir medeniyet şimdiye kadar susuz olamamıştır. Gelecekte de susuz gelişme ve insanlığa faydalı
hiçbir işin yapılması düşünülemez çünkü su, kendi
kendisinin aynısıdır, onun yerine geçebilecek başka
bir maddenin bilimsel veya teknolojik olarak ortaya
çıkarılmasına imkân olmamıştır ve olmayacağı en
uzak ufuklarda bile anlaşılmıştır.
sanayileşmesi, israfı…) olduğu akıldan çıkarılmamalı
ve ona göre önlemler alınmalıdır. Her bir kişinin israfı
önlemek için yapacağı, damla kadar da olsa önlem,
bu damlaların birleşmesi ile uzun gelecekte hem
atmosferimizi hem de hayatın en elzem malzemesi
olan su kaynaklarının korunması anlamına gelecektir.
Bu bakımdan herşeyi devletlerden beklemeden önce
insan, kendi nefsini sorgulayarak karınca kararınca
Bilimsel yöntemlerle suyun akılcı yönetimi yapıla-
yapacağı katkılarla su israfı, kirlenmesi, sıkıntısı,
bilir ve teknolojik cihazlarla suyun kalitesi iyileştirile-
azalması ve sıradışı etkilerini (taşkın, kuraklık) azal-
bilir ama miktarı dünyada sabittir, artırılamaz. İnsan-
tacak davranış biçimlerine sahip olmaya çalışmalıdır.
lık tarihi boyunca tarım ve sanayi devrimleri olmuş,
Su ile ilgili temel eğitimlerin değişik vesilelerle halka
şimdilerde de bilgi devrimleri olmaktadır. Bunların
yayılmasına önem verilmelidir.
hepsinde su en önemli bir etken olarak rolünü oynamıştır ve oynamaktadır. Suyun önemsenmemesi
durumuna tarih boyunca rastlanılmamıştır. Hatta su
için savaşlar olduğu gibi birçok savaşın kazanılmasında su kaynaklarının rolü bulunmuştur. Suyun ye-
Mine İzmirli
TEMA Vakfı Kurumsal İletişim ve Çevre Politikaları Bölümü
Savunuculuk Koordinatörü
terli olmaması durumunda bırakın gıda güvenliğini,
TEMA Vakfı olarak stratejimiz, doğal bir miras ola-
psikolojik olarak su sıkıntısı ile karşı karşıya kalan
rak tanımladığımız suyun, başta ülkemiz olmak üzere
toplumlardaki sosyal dengelerin hareketliliğinde bile
tüm dünyada güvenilir şekilde, katlanılabilir bir be-
önemli değişiklikler (göçler, kavgalar, anlaşmazlık-
delle, adil bir sunumla, etkin, verimli ve sürdürülebilir
lar…) ortaya çıkmıştır.
bir yaşamı destekleyecek şekilde kamu tarafından
Yukarıda söylenenlerin ışığı altında suyun stratejik öneminin ne kadar fazla olduğunu kavrayabiliriz.
Özellikle son yılların bir yapay afeti (insan kaynak-
sunulmasına yönelik tüm bilinçlendirme çalışmalarını
başlatmak, yürütmek ve bu konuda tüm kamu ve sivil örgütlenmelerle işbirliği geliştirmektir.
lı atmosfer kirlenmesi) olarak ortaya çıkan küresel
Havza yönetimi ve arazi kullanımı kavramları,
ısınma, sera etkisi ve bunların sonucunda iklim de-
doğal bir miras olarak tanımladığımız suyun korun-
ğişikliğinin ilk olarak etkileyeceği maddi ortamların
masında kilit kavramlardır. Bu iki kavram, akarsu
su kaynakları olduğu düşünülürse, suyun yeryüzün-
havzalarına yönelik genellikle değişken olan talebin
deki dağılımnın ne kadar hassas dengeler üzerinde
bir göstergesidir. Türkiye hidrografik olarak 26 akar-
bulunduğunu anlayabiliriz. Yapay sebepleri olan bu
su havzasına ayrılmıştır. Sürdürülebilir kalkınmanın
afetin temelinde insanların nerede ise sınırsız diye-
anahtarı, nehirlerin ve diğer tatlı su ekosistemlerin
bileceğimiz tüketim arzusu ve bu dürtüyü tetikleyen
kullanımının kurallara dayanmasına bağlıdır.
• 62
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
Bunun için; yenilenebilir doğal kaynaklarda ve-
şumlara kökeni Latince olan “akifer” denilmektedir.
rimliliği en üst düzeye çıkarmak, toplumun refah dü-
Akiferler esas itibarı ile yer altında binlerce, hatta
zeyini yükseltecek ve buna hizmet edecek her türlü
milyonlarca yıl önce oluşmuş ve günümüze kadar
tarımsal, ekonomik ve teknolojik tedbirleri almak,
korunarak gelmiş doğal baraj gölleridir. Bu baraj
arazileri, kullanıma uygunluk sınıf ve ilkelerine bağlı
gölleri parasız inşâ edildiği gibi, buharlaşmaya da
kalarak işletmek, erozyon, kayma, sel ve taşkınları
maruz kalmazlar. Bir nükleer savaş halinde nükleer
önlemek, havzadaki kültürel, arkeolojik, estetik de-
kirlenmeden tüm yüzey suları anında kirlenebilece-
ğerleri vb tüm havzadaki varlıkların uyum içinde ko-
ği halde yeraltı suları en az etkilenebilecek hatta hiç
runmasını sağlamak gibi öncelikler ele alınmalıdır.
etkilenmeyebilecek sulardır. Bu nedenle yeraltısuları
Hasan Kırmızıtaş
Jeoloji Mühendisi
Su; her canlının kutsal hakkı olan yaşam için olmazsa olmazıdır. İnsan vucudunun büyük çoğunluğu
sudan oluşmaktadır. Dünyanın 3/4’ü su ile kaplıdır.
Birçoğumuz yerküredeki su miktarının %97 civarının
okyanus ve denizlerdeki tuzlu sudan olduğunu dikkate alarak hayıflanmaktayız. Hâlbuki okyanuslar ve denizler insanoğlunun önüne konmuş tabii arıtma tesisleridir. Özellikle insanoğlu tarafından kirletilen ve bu
mümkün mertebe yıllık beslenim miktarı kadar kullanılarak akiferin zarar görmesi engellenmelidir.
Yer altında depolanmış tatlı sular çoğu yerde
kaynaklar halinde tekrar yeryüzüne çıkarak akarsuları oluşturur. Yeryüzünde akışa geçen dere ve göller yeraltına sızarak yeraltı sularını zenginleştirdikleri
gibi, yeraltı suları da kaynaklar vasıtasıyla yeryüzüne
çıkarak dere, nehir ve gölleri beslerler. Bu nedenle
bu sulardan birinde görülen bir olumsuzluk özellikle
kirlilik diğerini de kısa zamanda etkileyerek kullanılamaz hale getirebilecektir.
nedenle sadece içme ve kullanmak için değil; tarım-
Günümüzde birçok bölgede insanlar temiz sudan
sal sulamada, sanayide dahi kullanılamaz hale gelen
yoksun yaşamaktadır. Birleşmiş Milletler (BM) verile-
yüzey suları ulaştıkları geniş alanlar kaplayan deniz
rine göre (Temmuz/2010) yılda 884 milyon insanın
ve okyanuslarda oluşan buharlaşma sonucu temizle-
güvenli içmesuyuna ulaşma, 2,6 milyarı aşkın kişinin
nerek saf su halinde tekrar yeryüzüne, tüm canlıların
temel sağlıklı suyu kullanmasından yoksun olduğu,
yararlanması için geri gelmektedir. Tüm bu işlem için
her yıl 5 yaş altındaki yaklaşık 1,5 milyon çocuğun
ise sadece güneş enerjisi yeterli olmaktadır.
su koşulları nedeniyle öldüğü belirtilmektedir.
Deniz ve okyanuslardan buharlaşma sonucu te-
Sonuç olarak; su hayattır. Hayat yaşamdır. Ya-
mizlenenen ve yeryüzüne düşen yağışlar atmosfer-
şam her canlının en kutsal hakkıdır. Bu nedenlerle
den alabildiği çok az mineral nedeniyle saf su özel-
her canlının özellikle insanların güvenli, temiz, erişe-
liğine sahiptir. Saf su insanoğlu için içme ve kullan-
lebilir, ulaşılabilir ve yeterli suya kavuşturulması ana-
mada uygun olmadığı gibi canlılar için besin kaynağı
yasal bir haktır. Ulusal ve uluslararası hukuk bu hakkı
da oluşturmaz. Yeryüzüne düşen yağışlar toprak ve
güvence altına almalıdır.
jeolojik birimler üzerinde akışa geçerek bu birimlerden aldığı mineraller sayesinde zenginleşerek canlıların da besin kaynağını oluşturur.
Yeryüzünde akışa geçen tatlı su kaynağına sahip
jeolojik birimlerin gözeneklerinde, çatlak ve kırıklarında depolanmıştır. Yeraltısuyu depolayan bu olu-
Doç. Dr., Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü
Geleneksel medeniyetlerde su, içerisinde mistik
bir arıtma ve temizleme gücü barındıran saflığın, sadeliğin, bilgeliğin sembolüdür.
63 •
DOSYA: SU
nehir ve göllerden 80 kat daha fazla su yeraltında
Cemal Zehir
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Meşhur Çinli bir alim olan Chuang-Tzu şöyle diyor: “Su hiç bir şeyle yarışmaz, fakat her şeyi geçer.
Bilge kişi de su gibidir. Kimseyle yarışmayıp kendi
yolunda giden ama bu yüzden de herkese üstün
gelen kişidir.” Suyun bilgelik ile bilgeliğin de saflık,
temizlik ve ihlas ile olan ilişkisini geleneksel kültür
işte böyle kurmuştur.
Su medeniyeti derken bu medeniyeti inşâ eden
suyu tanımak gerekir. Su hayat hakkıdır, hayata dairdir, hayatın kendisidir. “Canlı olan her şeyi sudan
yarattık.” ayetiyle bu hakikat nas haline gelmiştir. Bir
çakıl taşı kadar sert ve kurumuş tohumlardan mucizevi bir şekilde yeşil sürgünler fışkırtan güç suyun
harikulade mucizesidir. Su ile hayat arasında ilahi
ilgiye işaret eden Kur’an hükmü Müslüman’ı da suyun bir zerresi ile deryası karşısında aynı derecede
edepli olmaya sevk etmektedir.
Altı yüzyıldan fazla yaşayıp dünyanın gelmiş geçmiş en büyük devletlerinden birini kuran Osmanlı
Devleti, kendinden önce eşi görülmemiş ve adına su
medeniyeti denilen bir şehirleşme ve ulvileşme modeli ortaya koymuştur.
İster içme suyu olsun ister dere ve kuyuların olsun
isterse denizlerin ve okyanusların olsun; suların kirlenmesi, yeryüzünün bu en kıymetli sıvısının formuna
ve fonksiyonuna yapılan bir saldırıdır. Şimdiye dek
gördük ki, su sırf bir fiziki maddeden ibaret değildir.
Bütün kültürlerde, tarihî bir süreklilik halinde, kutsal
bir değere sahip olagelmiştir. Su, hayatın vasıflarını
somutlaştırır; o, ibadetlere dönüşen bir derin insani
şuurun uzantısıdır. Dolayısıyla, suya sadece maddi bir nesne olarak muamele etmek, bu sıvının her
damlasından fışkıran köklü kültürel mirası inkar etmek demektir.
Suavi Kemal Yazgıç
Şair
Su bulunduğu kabın şeklini alır. Kadim zamanlarda dört temel unsur kabında servis edilen su,
modern zamanlarda iki hidrojen bir oksijen kabına
boca edilerek tüketime sunulmuştur. Bu kaplar insan
zihninin yansımalarından ibarettir. Bir kap kapsadığı,
tuttuğu, hapsettiği şeyler kadar tutamadığı, kapsa-
Kâinatta su hem maddi hem manevi öğe olarak
medeniyetlere kaynaklık teşkil etmiştir. Suyun manevi öğe olarak kabul edilişinin kaynağı kutsal kitaplardır. İlahi ve beşeri dinlerin suya bakış açısını incelediğinde suyun çok özel bir değeri olduğu görülür.
Bu gerçeği ilahi kitaplardan Kur’an birçok ayetinde
şöyle ifade etmiştir. “Yaşayan her şeyi sudan yarattık.” (Enbiya, 21: 30). “İnsanı bir çeşit sudan yaratıp nesiller vücuda getiren O’dur.” (Furkan, 25: 54).
“Sonra dünya hayatının misalini de ver. O tıpkı bir
su gibidir ki, biz onu gökten indiririz ve yeryüzünün
bitkileri onunla karışıp yeşerir. Sonra da o bitkiler
kuru birer çöp haline gelir ve onu da rüzgâr savuruverir. Allah’ın kudreti her şeye yeter” (Kehf:, 18:45).
Kur’an-ı Kerim bu ayetler gibi birçok ayette suyun
hayat için ne kadar önemli olduğunu ve bütün canlıların ona ihtiyacı bulunduğu belirtmektedir.
yamadığı şeylerle de kaptır.
Su hayatın sadece formunu değil cevherini de
teşkil etmektedir.
aklımdan bile geçmeyen insanlarca okunacak. Bu
• 64
İnsan üçte ikisi itibariyle su yüklü, dünya ise büyük bir yüzde ile su dolu bir kaptır. Su bulunduğu
kabın şeklinde anlaşılır ama bu bir yanılgıdır. Suyun
da bir zikri vardır. Su da yaratılışınca yağar, ağar,
akar, durur, gözden yiter ve belirir. Suyu dinlemesini
bilmeyen bir medeniyet inşa edebileceğini sananlar bir hamburger üretimi için 4 litre su, 100 gram
çikolata üretimi için 1 litre su, bir otomobil üretimi
için 150 ton su, bir varil petrolü rafine etmek için 7
ton su kullanırlar ama su israfına karşı yapılan kampanyalarında bunlardan hiç bahsedilmez. Dişlerimiz
fırçalarken harcadığımız su miktarıyla bütün bunların önüne geçebilirmişiz gibi hitap edilir bize. Suyu
okumasını bilen İvan İllich ise H2O adlı kitabı için
kaleme aldığı Türkçe önsözde “Bu eser, hazırlarken
beni korkutuyor. Bu nedenle İstanbul’dan yollanan
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
mektubu aldıktan sonra kütüphaneye gittim ve birkaç gün ‘İstanbul’un suları’na daldım. Ancak yüzeyi
eşeleyebildiğim halde, 9 ciltlik Lane Poole’daki ‘ma’
bileşimlerinin zenginliği kısa sürede beni sarhoş etti.
Yusuf Turan Günaydın
Yazar
Hanefilik mezhebindeki suyla ilgili yasaların inanıl-
Gül, İnsan ve Su
maz yalınlığından çok etkilendim. Osmanlı (tatlı sert)
1. yudum:
siyasetindeki bilgelik ve İstanbul’daki su tesisatının
yeniden kurulmasında gösterilen üstün başarı beni
derinden etkiledi. (...) Kısa sürede asla araştırmayı
düşleyemeyeceğim bir anlamlar ve simgeler hazinesinin ortasında buldum kendimi. (...) Suya anlam
Su menşedir: Toprağa verdiği hayat, çiçeklerin
önderi olan gülün gövdesinde, dikenlerinde, hatta
kokusunda güzellik olarak karşımıza çıkar. Güzelliğin
remzi gül ve gülün remzi su ise, Hz. Peygamber’in
kazandıran ve âşık olduğum Tevrat’taki çok sevdi-
remzi güldür.
ğim cümlelerden çok daha muhteşem olan dizeler
2. yudum:
-ne yazık ki çeviri- okudum. (...) Tursun Bey’in Sultan Mehmet biyografisinde yeni su tesisatı ile yeni
camiler arasında kurulan bağlantıyı okurken suyla
dinsel ayin arasındaki ilişkinin öngörülemez duygusal boyutunu anladım. (...)....İslâm’ın suları ve
Osmanlı kaynaklarının ihtişamı karşısında hayretler
Su esirgenendir: Kerbelâ’da Hz. Hüseyin tarafından şiddetle arzu edilmiş, fakat zalimler güruhunca
zâtından esirgenmiştir. Hz. Peygamber’in remzi gül
ise Hz. Hüseyin’in remzi sudur.
3. yudum:
içinde kalıp bir çocuk gibi dilim tutuldu. İşte bu nedenle bu özellikle ince kitabın Türkçeye çevrilme-
Su insandır: Şair insanı bir damla suda kayna-
siyle onurlandırılmaktan şiddetle rahatsız oluyorum.
şan bin kaygı olarak nitelemiş. Damla ise rahimde
Okurlarımın bu konuşmanın dünyanın en eski şehri
olan Çatalhöyük yakınlarında, Anadolu’da değil de,
Rahman ve Rahim olanın nezdinde gelişir ve insanın
remzi bütünüyle ve sadece sudur.
kovboyların şehri Teksas’ta yapıldığını hatırlamalarını dilerim. Bu konuşma, ataları oldukça yakın bir
zamanda Teksas’a yerleşen ve beraberlerinde ne
Ortadoğu çöllerinin anılarını ne de Kur’an ayetlerini
Harun Sönmez
MEB Müfettiş
getirmiş insanlara yönelikti...” diyordu.
Su: Varlıklar henüz yokken var olan “her şeye can
Suyun bulunduğu kabın şeklini aldığını sanırız.
veren” hammadde/unsur. Diri olmanın, dirilik üzere
Barajlar, bendler kurar, su için böylece dev kaplar
olmanın ve daima diri kalmanın simgesi. Kesintisiz
inşa ettiğimizi sanırız. Su berekete de sele de vesi-
akışı ile cömertliğin zikri… İnsan ruhunun arıtıcısı…
ledir. Kıraç toprakların da münbit arazilerin de vesilesidir su.
Su: Gözlerinden şıp şıp su damlayan dedelerimiz Yağmur adındaki torunlarından bir bardak su
isteyince “Su gibi aziz ol evladım” diyerek onun kıy-
tan akar”, “Suyun yüzü yerde” atasözleri de alçak
metini belirttiler. Gelen misafire öncelikle soğuk su
gönüllü olmayı ifade eder. Feyzin kaynağından isti-
vermekle şerefini yücelttiler. Su dağıtanın en son iç-
fade edilmesini belirtmek üzere, “Suyu başından iç-
mesini tavsiye ederek bize fedakârlığı, kardeşimizi
mek gerek” denilir.
kendimize tercih etmeyi öğrettiler. Okyanusta bile
Su dilini bilene kaside yazıdır.
olsa suyu israf etmemeyi öğrettiler… Suya verenin
65 •
DOSYA: SU
Su dağıtana “Su gibi aziz ol” denir. “Sular alçak-
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
adıyla başlamayı sonunda yine O’na teşekkür etmeyi öğrettiler…
Su: Upuzun akıp giden bir ırmak… Irmaklar: Şairin “Coşkun sel gibiydim, yoruldum gayrı/Çok bulanık aktım, duruldum gayrı/Nice güzel gördüm, hep
Binlerce yıllık Asya dönemlerinde “Munçak” veya
“Tepegöz” adını verdikleri hamamlarda yıkanan
Türkler, dökündükleri son tas suyla veya nehirdeki
son dalışlarında Ulu Tanrı’dan “Arılık” ve “Duruluk”
dilemişlerdir.
ayrı ayrı/ Hakikatte gönül birmiş meğer!” dediği de-
“Suluk” adını verdikleri havluyu, mendil ve sü-
likanlılık, orta yaş çağları, hayat ve zamanın akışı…
pürgeyi ilk onlar kullanmışlardır. İslâmiyet öncesi
Semanın gözyaşları… Çelendeki su damlacıkları…
dönemlerinde ellerini göğe doğru açarak göğün do-
Kurnasından insanların, kurunundan hayvanların
kuzuncu katında yaşadığına inandıkları Gök Teng-
yararlandığı çeşme… Çeşmeler: Söğütlerin komşu-
ri’lerinden rahmet dilemişlerdir. Avrupalıların, ruhuna
su, âşıkların adresi… Yol güzergâhındaki medeniyet
şeytan girmiş, diye ruh hastalarını yaktıkları yüzyıl-
işaretleri… Yine şairin “Çay benim, çeşme benim/
larda onlar hastalarını su sesiyle tedavi ettiler. Suyu,
Aman derdimi eşme benim” diye çağıldayışına ilham
hastaları için rahmet bilip ve gönderilen rahmete hiç
kaynağı… Susuz ciğerlerin sakisi, bulutların sessiz-
hainlik etmeyerek, “suyu kirletmeyi en büyük günah”
liği... Su yüklü bulutlar: Yerinde durmaksızın daima
lardan biri saydılar.
hicret eden… Kuraklıktan yarılan toprakların bayram
sevinci, yağmurun habercisi… Yağmur: Dualarla
davet ettiğimiz konuk… Söz ustalarının düş gücü…
Ayırt etmeksizin bereket dağıtıcısı… Ve abı hayat!
Sebillerden bedelsiz dağıtılan bengisu, ikramların
Endamı en güzel kızlara Suluv, ceylanın en güzel
gözlüsüne Suna adını verdiler. Erişilmesi en zor güzeli “Bir İçim Su” olarak tahayyül ettiler. Cihan yıkılsa
dönmeyecekleri sözleri için Ant içtiler…
baş tacı… Kevser iksiri… Kutlu nebinin mübarek el-
“Su gibi konuşmak” gerekmiyorsa susmayı en
leri semaya kalkınca sevgilinin davetini geri çevirme-
büyük erdem kabul ettiler. Susamakla susmak ara-
yip, rahmetini boşaltan.
sında anlatılmayan ama hissedilen, yaşanan bir ba-
Su: Bir küçük bardak, küçük bir yağmur taneciği,
zirvedeki karlar hepinizin bileşkesi aynı. Sizinle her
gün gönüllerimizi arıtıyoruz en kara kirinden, günah
çeperlerini seninle yok ediyoruz. Esenlik esintilerini
seninle yaşıyoruz. İnsanlık seninle nesillerini devam
ettiriyor.
Reşat Gürel
Yazar, Tarih Öğretmeni
ğın gücünü erken zamanlarda fark etmelerinin İlâhî
ödülünü Alp’likle Eren’liklerinin bütünleşmesinde
gördüler.
Daraldıkları yerden demir dağları eriterek çıktılar.
Demir, ateş ve su. Suyun ateşi söndürdüğünü, ateşin
demiri erittiğini fark etmeleriyle başlayan ustalıklarını geliştirdiler. Ateşle suyu demire kattılar. “demire
çifte su verme” bilgeliğini kutlu bir sır gibi sakladılar.
Dokuz atası demirci ustası olanlara Tarhan adını verdiler. Tarhanların kılıcını tutup da bileği bükülmeyen
yiğide Tarkan dediler.
Su, damarlarında akan kan kadar kıymetliydi on-
Talas gibi bir ulu derya kıyısında en büyük ger-
lar için. Ötüken’i sulak bir yer olduğu için kendilerine
çekle tanıştılar. “Temizlik imandandır.” diyen en son
merkez kabul etmişler, göçebe hayatlarını; suların,
dinin sesini duyunca engin bir hazla benimsediler ve
yeşil otlakların en bol olduğu yerlere doğru sürdür-
Müslüman oldular.
müşlerdir. Ataları Oğuz Kağan’ın; “Nehirleri takip
ederek denize ulaşın.” buyruğu, onları Anadolu gibi
sular ülkesi bir ebedî yurda ulaştıracaktır.
• 66
Her abdest alışlarında gönüllerinde ummanlar
çağıldadı ve “su gibi aziz olma” yolunda mecralarını
buldular.
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
Bütün İslâm âleminin duasını alarak çıkacakları
Van Gölü çevresindeki Malazgirt Savaşı ile Selçuklu,
Anadolu’yla bütünleşti. “Altaylardan kopan bir çığ”
gibi yayıldılar. Susamışlara sundukları su testilerinden hiç eksilmedi. Haçlılar tarafından yağmalanan
Kudüs’ü Hıttin Gölü yakınlarında Selahattin olup
huzura kavuşturdular. Bulutlarla toprağına rahmeti
eksiltmeyen Allah, gözlerine, gönüllerine sevgi damlacıklarını da esirgemedi. Tuna’lar, Nil’ler, Sakarya’lar
Türkçe destanlar söyleyerek aktılar. Aktıkları yerlerde, döküldükleri Kara’lı, Ak’lı denizlerde gözyaşları
kanlı akmadı asırlar boyu.
“Dest busü arzusuyla ölürsem dostlar / Kuze eylen toprağım sunun onunla yâre su.” dediler. Ve deryaların birleştiği bir boğazda zalimler yığını en büyük
dersini aldı ve Çanakkale’nin şehitlerini “Aguşunu
açarak bekledi Peygâmberleri.”
Ahmet Doğru
Edebiyat Öğretmeni, Su Edebiyat Dergisi Editörü
Kendi alanımızdan, yani sözden suya baktığımızda evvela Mevlana Hazretleri’nin şu sözü aklıma geliyor: “Su bize nur geldi. Nur latif, su zariftir. İkisinin
tabiatında da kiri gidermek var. Bunu da kin cihetiyle
değil, bir ümitten ötürü iyi niyetle yaparlar.” Divan-ı
Kebir’den. Sonraki düşünceleri üç yuduma bölersem, şöyle olur:
1. Yudum
Sözün ışık ve su ile yoğrulduğunu düşünüyorum.
Çünkü ağızdan çıkan ses, suyun yardımıyla çıkıyor. Bu sebeple dilin hayatiyetini suya bağlamak da
mümkün. Konuşmacıların tıkandığı yerde suya sarılmalarını yoksa nasıl izah edebiliriz? Son nefeste su
verilmesi de zannımca son söylenecek sözü söyleyebilmek içindir.
2. Yudum
Su’da ‘güzel adam’ yüzümüzü tutabilmemiz, aşkı
söze sindirmemiz ve ‘yârin kapısında’ durabilmemiz
yeterlidir. Omuzlarımıza binen yük ne kadar ağırlaşırsa, görünürlüğümüz de o kadar fazlalaşacaktır
mutlaka.
Su bizi olduğu kadar sözü de görünür kılacaktı
kuşkusuz. En çok istediğimiz de zaten kendimizi değil, sözümüzü görünür kılabilmekti. Su, aynanın atası olduğu gibi, sesin de atası demek isterim, sözün
de. Çağıldayan ırmaklar, su sesleri hep ruhumuzun
derinliğini bize gösterir çünkü.
3. Yudum
“Her şeyin özü, usaresinde gizlidir” derler. Bundan dolayı sözün özünün de suda gizli olduğunu düşünmüşümdür. Su, özsu olduğu zaman, özet haline
gelir. Yani sözün özeti, sözün özsuyu ki bu şiir olmalı,
usaresindedir.
DOSYA: SU
67 •
İLKÖĞRETİMDE SÜRDÜRÜLEBİLİR ÇEVRE
EĞİTİMİNDE SUYUN YERİ
FATMA ÜNAL
Dr., Sosyal Bilgiler Öğretmeni
İ
nsanoğlu, refah seviyesini yükseltmek için gelişen
teknolojiyi de kullanarak yaşadığı çevreyi değiştirmektedir. İnsanlığın geleceğini her geçen gün daha
güçlü tehdit eden çevre sorunları da bu mücadelenin
ve değişikliklerin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Çevrede meydana gelen değişiklikler olumsuz ve bozucu özellikte ise bunlar çevre sorunları olarak değerlendirilmektedir.
Çevre sorunlarının gelecekte daha büyük sıkıntılara sebep olabileceği endişesi sürekli dile getirilmektedir. Konuyla
ilgili ulusal ve uluslararası otoriteler çevre sorunlarına gereken ilgiyi gösterip kısa ve uzun vadeli planlar hazırlamaz,
insanlara benimsetmez, insanlar alışkanlıklarına devam
ederlerse, dünyamız yakın gelecekte çok büyük felaketlerle
yüz yüze gelebilir. Hatta Dünya Meteoroloji Örgütü Genel
sekreteri Prof. Obas’ın ifadesi ile dünyadaki siyasi mültecilerin yerini çevre mültecileri alabilir (Gündüz, 2004).
Avrupa Birliği başta olmak üzere birçok topluluk, insanlığın daha sağlıklı çevrelerde yaşayabilmeleri için birtakım
projeler ortaya koymakta ve önlemler almaya çalışmaktadır.
Yapılan çalışmalar için ayrılan bütçeler astronomik rakamlar olmakla beraber, yapılanların başarılı olması için her bir
bireye büyük görevler düşmektedir. Öncelikle bireylere, çok
küçük yaşlardan başlayarak çevre bilinci kazandırılmalıdır.
Bu da ancak etkili ve verimli bir eğitim, özellikle çevre eğitimi ile sağlanabilir.
Fatma Ünal, İlköğretimde Sürdürülebilir Çevre
Eğitiminin Yeri, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim,
S. 132, Şubat 2011, ss. 68-73.
• 68
Çevre eğitiminin değişen dünyada önemi hızla artmak-
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
Karikatür: Sönmez Yanardağ / Eğitimci-Karikatürist
Sürdürülebilir çevre eğitimi ilk
olarak ailede başlar daha sonra ise
okulda devam eder. Eğer ailede bu
eğitim verilmemişse okulun bu konudaki önemi daha da artmaktadır. Söz
konusu eğitim sistemi ve onun temel
ögeleri olan öğretmen ve öğrencilerin
bu amaçla en iyi şekilde bilinçlendirilmeleri sağlanmalıdır. Bu koşul yerine
getirilebilirse bireylerin davranışlarında
olumlu gelişmeler olur ve çevreyi koruma gerçekleşir.
ta ve giderek üzerinde daha fazla durulan bir konu
hâline gelmektedir. Ancak gelinen noktanın yeterli
olduğundan söz etmek mümkün değildir. Demirkaya
(2006)’nın aktardığına göre çevre eğitimine yönelik
üç yaklaşımdan söz edilmektedir. Bunlar;
1. Çevre yönetimi ve kontrolü için eğitim: Bu yaklaşıma göre, çevre eğitimi fiziksel ve beşeri sistemler
ile bu sistemlerin karşılıklı etkileşimlerinin algılanmasını ve öğrenilmesini teşvik eder.
2. Çevre bilinci ve yorumu için eğitim: Bu yaklaşıma göre, çevre yoluyla eğitim öğrencilerin çeşitli
beceriler kazanmalarını sağlar ve arazi gezileri vasıtasıyla öğrenmeye yönelik bir kaynak olarak eğitimin
kullanıldığı ilgi ve uğraşları teşvik eder.
Ülkemiz dünyanın yarı kurak bir bölgesinde yer
almaktadır. Dünya yüzüne düşen yağış ortalaması
800 mm civarında iken bu değer Türkiye’de yılda
ortalama 643 mm’dir. Ülkemizde bölgeler arasında
da büyük farklılıklar görülmekte, yağışlar bazı yörelerde yılda 2000 mm’yi aşarken bazı yörelerde ise
250 mm’nin altına düşmektedir. Bu yüzden, ülkemiz
açısından su kaynakları planlama ve geliştirme ça-
69 •
DOSYA: SU
3. Sürdürülebilirlik için çevre eğitimi: Bu yaklaşıma göre çevre eğitimi, öğrencileri kendi davranışlarından sorumlu olmaya teşvik eden bir çevre etiği
ve cesareti kazandıran, bilgiye dayalı konuların yer
aldığı önceki iki yaklaşımın üstüne inşa edilmiştir.
Sürdürülebilir çevre eğitiminin
önemli bir konusu ise yaşam kaynağı
olan sudur. Su, yüzyıllar boyunca tüm
medeniyetler için çok önemli bir doğal
kaynak olmuş, bütün büyük uygarlıklar
su kenarında kurulmuştur. Teknolojinin
ilerlemesi ile sudan faydalanma şekil ve oranlarının artması, su kaynaklarının içme-kullanma, sulama suyu,
enerji üretimi gibi pek çok amaç için
geliştirilebilmesi, ülkelerin ekonomik
kalkınmasında suyun vazgeçilmez bir
yer edinmesinde büyük rol oynamıştır. Bugün “gelişmiş ülke” olarak tanımlanabilen pek
çok ülke bu seviyelere, ülkelerinin su potansiyelinden azami faydayı sağlayarak ulaşmışlardır. Teknolojinin ilerlemesi, su kaynaklarından azami faydanın
sağlanmasına aracı olmakla birlikte, bu ilerlemeye
paralel olarak sanayileşmenin ve şehirleşmenin de
artması beraberinde “çevre kirliliği”ni ve özellikle “su
kirliliği”ni gündeme getirmiştir. Su kirliliğinin giderek
önemli boyutlara ulaşması, ülkeleri bu konuda ciddi
önlemler almaya zorlamış, bu da bu alanda pek çok
mevzuatın oluşması sonucunu doğurmuştur.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
arasında yer aldığı görülmektedir.
lışmaları geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte
de daha büyük önem ve değer kazanarak devam
etmek zorundadır. Yapılan etütler neticesinde günümüz teknik ve ekonomik şartları çerçevesinde çeşitli maksatlara yönelik olarak tüketilebilecek yerüstü
ve yeraltı suyu potansiyelinin ise yılda ortalama 110
milyar m3 olduğu belirlenmiştir. Su varlığına göre ülkeler aşağıdaki şekilde sınıflandırılmaktadır (www.
dsi.gov.tr):
2. Tablo’da görüldüğü gibi ülkemiz mevcut su
potansiyelin %36’sını kullanmaktadır. Suyun kullanıldığı sektörlerde en büyük pay sulama ve sırasıyla
içme-kullanma ve sanayidir.
2030 yılında nüfusumuzun 100 milyona ulaşacağı tahmininden hareketle kişi başına düşen kullanılabilir su miktarının 2030 yılında 1 000 m3/yıl olacağı
söylenebilir (www.dpt.gov.tr). Mevcut büyüme hızı,
su tüketim alışkanlıklarının değişmesi gibi faktörlerin
etkisiyle, su kaynakları üzerine olabilecek baskıları
tahmin etmek mümkündür. Bütün bu tahminler mevcut kaynakların geleceğe tahrip edilmeden aktarılması durumunda söz konusu olabilecektir. Dolayısıyla Türkiye’nin gelecek nesillere sağlıklı ve yeterli
su bırakabilmesi için kaynaklarını çok iyi koruyup
akılcı kullanması gerekmektedir.
• Su fakiri: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir su
miktarı 1 000 m3’ten daha az.
• Su azlığı: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir
su miktarı 2 000 m3’ten daha az.
• Su zengini: Yılda kişi başına düşen kullanılabilir
su miktarı 8 000-10 000 m3’ten daha fazla.
1. Tablo: Kişi Başına Düşen Su Miktarı
Ülkeler
m3 / yıl
Su zengini ülkeler (Kanada, ABD,
Kuzey ve Batı Avrupa ülkeleri)
10.000 +
Irak
2.110
Türkiye
1.652
Suriye
1.420
İsrail
300
Ürdün
250
Filistin
100
IX. Beş Yıllık Kalkınma Planı Toprak ve Su Kaynaklarının Kullanımı ve Yönetimi Özel İhtisas Komisyonu Raporu’nda, toprak ve su kaynaklarına yönelik
belirlenen temel amaç ve politikalardan biri, “Toprak ve su kaynaklarının kullanımında toplum bilincini yükselterek korunması, geliştirilmesi ve toplum
yararına kullanımının sağlanması”dır. Bu amaç ve
politikaya dönük belirlenen öncelik ve tedbirlerden
bazıları ise şunlardır (www.dpt.gov.tr):
• Çeşitli eğitim ve öğretim kademelerinde toprak
ve su kaynaklarının korunması ilkesinin aşılanması,
• Basın ve yayında toprak ve su kaynaklarının korunmasına yönelik programlar yapılması,
1. Tablo’da görüldüğü gibi Türkiye’de bugün için
kişi başına düşen kullanılabilir su potansiyeli, 1.652
m3/yıl civarındadır. Türkiye’nin kişi başına kullanılabilir su varlığı, diğer bazı ülkeler ve dünya ortalaması ile karşılaştırıldığında su zengini olmayan ülkeler
• Köy eğitim programları hazırlanması,
• Toplum bilincinin yükseltilmesi ile ilgili çalışmalara sivil toplum örgütlerinin katılımının sağlanması.
2. Tablo: Türkiye’de Sektörlere Göre Su Kullanımı
Toplam Kullanılan Su
Su Kullanıcı Sektörler
Sulama
İçme-kullanma
Sanayi
milyar m3
%
milyar m3
%
milyar m3
%
milyar m3
%
40,1
36
29,6
74
6,2
15
4,3
11
• 70
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
ile ilgilidir. İlköğretim programlarında sürdürülebilir çevre eğitiminin önemli bir konusu olan
suyun yeri aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.
3. Tablo’da görüldüğü gibi hayat bilgisi
dersi kazanımlarının içeriğini kaynakları bilinçli tüketme ve çevreyi temiz tutma oluşturmaktadır. Bu dersin kazanımlarında geçen
“kaynak” ifadesinin su konusunu kapsadığı
söylenebilir.
Karikatür: Sönmez Yanardağ / Eğitimci-Karikatürist
Fen ve teknoloji dersi kazanımlarının içeriğini doğal kaynakların dikkatli tüketilmesi,
çevre kirliliği, çevreyi koruma oluşturmaktadır. Bu dersin kazanımlarında suyun konusuyla ilgili yaşam için önemi, su kirliliği, bireysel sorumluluk, katılım gibi bilgi, beceri ve
değerlere yer verilmiştir.
Türk millî eğitiminin amaç ve ilkeleri doğrultusunda hazırlanan “İlköğretim Kurumları Yönetmeliği”nde
yer alan çevre içerikli ilköğretimin amacı ise “Doğayı
tanıma, sevme ve koruma, insanın doğaya etkilerinin
neler olabileceğine ve bunların sonuçlarının kendisini
de etkileyebileceğine ve bir doğa dostu olarak çevreyi her durumda koruma bilincini kazandırmak”tır
(www.meb.gov.tr).
Türkçe dersinde ise, çevre eğitimi ile ilgili zorunlu
bir tema vardır. Ancak bu temada yer verilecek metin konuları ders kitabı yazarının seçimine bırakıldığı
için, su konusunun Türkçe dersinde yer alması yazarın inisiyatifine göre değişecektir.
İlköğretim programlarında su ile ilgili kazanımların daha çok çevre eğitimine yönelik “çevre yönetimi
ve kontrolü için eğitim” ile “çevre bilinci ve yorumu
için eğitim” yaklaşımlarını kısmen karşıladığı, buna
karşın “sürdürülebilirlik için çevre eğitimi” yaklaşımına yeterince yer verilmediği söylenebilir.
Genel olarak, ülkemizdeki öğretim programlarında “sürdürülebilirlik için çevre eğitimi” konusunda
yeterli kazanımın yer almadığı söylenebilir. Bu nedenle, günümüzde var olan ve gelecekte yaygın olan
eğilimleri göz önünde bulundurarak geleceğin öğret-
71 •
DOSYA: SU
İlköğretim programlarında çevre eğitimi ya da
sürdürebilir çevre eğitimi adı altında seçmeli ya da
zorunlu bir ders bulunmamaktadır. Çevre eğitimi,
zorunlu üç derste, -hayat bilgisi, sosyal bilgiler, fen
ve teknoloji derslerinde- farklı tema/ünitelerde yer
alan kazanımlarla iç içe geçmiş ve Türkçe dersinde
zorunlu bir tema olarak sunulmaktadır. Bunun yanında hayat bilgisi dersi için “kaynakları etkili kullanma”
becerisi, sosyal bilgiler dersi için ise “doğa sevgisi”
ve “doğal çevreye duyarlılık” değerleri çevre eğitimi
Sosyal bilgiler dersi kazanımlarının içeriğini ise doğal unsurları tanıma, doğal ortamı
değiştirme ve ondan yararlanma, doğal kaynakların bilinçsizce tüketilmesinin etkileri,
çevre sorunlarında dayanışma ve işbirliği ile
kurumsal ve bireysel sorumluluk oluşturmaktadır. Bu dersin kazanımlarında su konusuyla
ilgili doğrudan bir konu bulunmamakla beraber “doğal kaynak” ve “çevre sorunu” ifadelerinin su konusunu kapsadığı söylenebilir.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
3. Tablo: İlköğretim Programlarında Suyun Yeri
Sınıf
Ders
Tema / Ünite
Kazanım
1
Hayat Bilgisi
Okul Heyacanım
A.1.38. Okuldaki kaynakların neden bilinçli tüketilmesi gerektiğini
açıklar.
1
Hayat Bilgisi
Benim Eşsiz Yuvam
B.1.23. Evlerde kullanılan kaynakların hayatımızdaki yerini ve önemini
belirtir.
2
Hayat Bilgisi
Okul Heyacanım
A.2.27. Okuldaki kaynakları bilinçli tüketmenin önemini açıklar.
2
Hayat Bilgisi
Benim Eşsiz Yuvam
B.2.31. Evdeki kaynakları bilinçli olarak tüketir.
2
Hayat Bilgisi
Dün, Bugün, Yarın
C.2.23. Yaşadığı çevreyi temiz tutmasının kendisinin ve başkalarının
sağlığı ve gelişimiyle ilişkili olduğunu kavrar.
3
Hayat Bilgisi
Okul Heyacanım
A.3.16. Kişisel bakımını yaparken kaynakları tutumlu kullanır.
3
Hayat Bilgisi
Benim Eşsiz Yuvam
B.3.25. Kaynakları bilinçli olarak tüketmenin aile bütçesine katkısını
açıklayan çeşitli etkinliklerde bulunur.
3
Hayat Bilgisi
Dün, Bugün, Yarın
C.3.31. Yaşadığı çevreyi daha temiz bir hâle getirmek için bir proje
tasarlar.
4
Fen ve
Teknoloji
Maddeyi Tanıyalım
4.4. Doğal kaynakların neden dikkatli tüketilmesi gerektiğini, bu
konuda insanların bilgilendirilmesinin önemini açıklar.
4
Fen ve
Teknoloji
Gezegenimiz Dünya
2.9. Hava, toprak ve suyun yaşam için öneminin bilincine varır.
2.10. Hava, toprak ve su kirliliğini önlemek için alınabilecek önlemleri
araştırır ve sunar.
Canlılar Dünyasını
Gezelim, Tanıyalım
2.4.Yaşam alanlarının insan faaliyetlerinin olumsuz etkisinden
korunması gerektiği çıkarımını yapar.
2.5.Yakın çevresindeki kirliliği fark eder ve bu kirliliğe neden olan
maddeleri listeler.
2.6.Çevreyi temizlemek amacı ile basit yöntemler geliştirir.
2.7.Çevreyi korumak amacı ile yapılan birçok faaliyete gönüllü olarak
katılır.
2.8.Çevreyi korumak ve geliştirmek için bireysel sorumluluk bilinci
kazanır.
4
Fen ve
Teknoloji
5
Fen ve
Teknoloji
Canlılar Dünyasını
Gezelim, Tanıyalım
8.1. İnsan etkisi ile çevrenin nasıl değiştiğini araştırır.
8.3.Yakın çevresindeki veya ülkemizdeki çevre sorunları hakkında
bilgi toplar ve sunar.
8.4 Yakın çevresinde, çevreyi bozabilecek davranışlarda bulunanları
uyarır.
6
Fen ve
Teknoloji
Yerkabuğu Nelerden
Oluşur?
4.4. Yer altı ve yer üstü sularının kullanım alanlarını (içecek, sulama,
sağlık, elektrik enerjisi üretimi vb.) örneklerle açıklar.
7
Fen ve
Teknoloji
İnsan ve Çevre
1.9. Ülkemizdeki ve dünyadaki çevre sorunlarından bir tanesi
hakkında bilgi toplar, sunar ve sonuçlarını tartışır.
1.10. Dünyadaki bir çevre probleminin ülkemizi nasıl
etkileyebileceğine ilişkin çıkarımlarda bulunur.
1.11. Ülkemizdeki ve dünyadaki çevre sorunlarına yönelik iş birliğine
dayalı çözümler önerir ve faaliyetlere katılır.
7
Fen ve
Teknoloji
Maddenin Yapısı ve
Özellikleri
4.11. Suları, havayı ve toprağı kirleten kimyasallara karsı duyarlılık
edinir.
4
Sosyal
Bilgiler
Yaşadığımız Yer
6. Çevresinde gördüğü doğal ve beşerî unsurları ayırt eder.
• 72
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
5
Sosyal
Bilgiler
Bölgemizi Tanıyalım
4. Yaşadığı bölgedeki insanların doğal ortamı değiştirme ve ondan
yararlanma şekillerine kanıtlar gösterir.
6
Sosyal
Bilgiler
Ülkemizin Kaynakları
4. Doğal kaynakların bilinçsizce tüketilmesinin insan yaşamına
etkilerini tartışır.
6
Sosyal
Bilgiler
Ülkemiz ve Dünya
4. Ülkemizin diğer ülkelerle doğal afetlerde ve çevre sorunlarında
dayanışma ve işbirliği içinde olmasının önemini fark eder.
7
Sosyal
Bilgiler
Ülkeler Arası
Köprüler
2.Küresel sorunlarla uluslararası kuruluşların kuruluş amaçlarını
ilişkilendirir.
3.Küresel sorunların çözümlerinin yaşama geçirilmesinde kişisel
sorumluluğunu fark eder.
1-5
Türkçe
Sağlık ve Çevre Teması: Çevre bilinci, toprak, su, hava olayları, bitkiler, hayvanlar vb.
6-8
Türkçe
Doğa ve Evren Teması: Çevrenin Korunması.
menlerinin ve öğrencilerinin bu dönüşümler ışığında
bir çevre eğitimi almaları için öğretim programlarını
değiştirmek ve/veya düzenlemek gerekmektedir.
Çevre içerikli su gibi konulara programlarda yer verilmesi kadar önemli bir başka konu da kazanımların
gerçekleştirilmesi için uygun zaman, yer ve etkinliklerin sağlanmasıdır. Çünkü çevre temelli kazanımlar,
uygulama yapılmadan gerçekleşebilecek ve kısa
sürede sonucu gözlenebilecek kazanımlar değildir.
Sadece formal ve örgün eğitim kapsamında değil
informal ve yaygın eğitim ortamlarında sağlanan etkinliklerle bütüncül bir çevre eğitimi yapılması; okulların çevre eğitimine uygun olarak düzenlenmesi,
devlet kurumları, farklı çevre organizasyonları ya da
gönüllü kuruluşlarla çevre temelli çalışmaların nitelik
ve nicelik yönünden artırılması yoluna gidilmelidir.
Avrupa ülkelerinde giderek yaygınlaşan sürdürülebilir çevre uygulamalarına benzer çalışmaların daha
etkin ve geniş katılımlı hâle getirilmesi, bu konuda
atılacak önemli adımlardan biri olacaktır.
73 •
DOSYA: SU
KAYNAKÇA
Alım, M. (2006). Avrupa Birliği Üyelik Sürecinde Türkiye’ de Çevre ve İlköğretimde Çevre Eğitimi. Kastamonu Eğitim Dergisi,14:2, 599- 616.
5. Dünya Su Forumu. (2009). http://www.worldwaterforum5.org adresinden 01.01.2011’de alınmıştır.
Demirkaya, H. (2006). Çevre Eğitiminin Türkiye’deki
Coğrafya Programları İçerisindeki Yeri ve Çevre
Eğitimine Yönelik Yeni Yaklaşımlar. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 16:1, 207-222.
9. Kalkınma Planı. (2007-2013). Çevre Özel İhtisas Ko-
misyonu Raporu. Ankara: Devlet Planlama Teşkilatı. www.dpt.gov.tr adresinden 01.01.2011’de
alınmıştır.
9. Kalkınma Planı. (2007-2013). Toprak ve Su Kaynaklarının Kullanımı ve Yönetimi Özel İhtisas Komisyonu Raporu. Ankara: Devlet Planlama Teşkilatı.
www.dpt.gov.tr adresinden 01.01.2011’de alınmıştır.
Gündüz, T. (2004). Çevre Sorunları. Ankara: Gazi Kitapevi.
MEB İlköğretim Kurumları Yönetmeliği. (2010). Resmi
Gazete: 10.7.2010/27637. www.meb.gov.tr adresinden 01.01.2011’de alınmıştır.
MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı. (2010). İlköğretim Programları (Türkçe, Hayat Bilgisi, Fen ve
Teknoloji, Sosyal Bilgiler). www.ttkb.meb.gov.tr
adresinden 01.01.2011’de alınmıştır.
Su Kaynakları Hakkındaki Gerçekler. (2010). Birleşmiş
Milletler Dünya Su Gelişim Raporu 2’nin Özeti.
www.greenfacts.org/tr/water-resources/waterresources-foldout-tr.pdf adresinden 01.01.2011
’de alınmıştır.
Tanrıverdi, B. (2009). Sürdürülebilir Çevre Eğitimi Açısından İlköğretim Programlarının Değerlendirilmesi, Eğitim ve Bilim, 34:151.
Toprak ve Su Kaynakları. www.dsi.gov.tr adresinden
01.01.2011’de alınmıştır.
Türkiye’de Su Yönetimi: Sorunlar ve Öneriler. (2008).
Ankara: Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği.
Ünal, S. ve Dımışkı, E. (1999). Üniversite Öncesi Çevre
Eğitimi ve Sorunları, T.C. Çevre Bakanlığı Çevre
ve İnsan Dergisi, 42:56.
HÜSN Ü AŞK’TA ANÂSIR-I ERBAA
(SU)
İBRAHİM GÜLTEKİN
H
er şey bir dost meclisinde başlar. Genç şairler,
şiirden anlayan nüktedan kimseler bir mecliste
toplanmışlar hem Nabi’nin Hayrâbâd’ını okuyorlar
hem de bu eseri övgü dolu sözlerle selamlıyor-
lardı. Dostlarının, Nabi’nin Hayrâbâd’ını değerinden fazla övdüğünü düşünen Galib, önce Nabi’nin bu eserini ve
Nabi’nin şairliğini çok ağır sözlerle eleştirir ardından da dost
meclisinde bulunanların, “Madem ki bu kadar eleştiriyorsun, haydi o zaman sen bir mesnevi yaz da davanı ispat
et.” demeleri üzerine Mesnevi’yi kaleme alır.
Hüsn ü Âşk mesnevisi Şeyh Galib’in 26 yaşında ve altı
ay gibi kısa bir süre içinde kaleme aldığı manzum bir âşk
hikâyesidir. Eserin yazılış tarihi 1782’dir. Şeyh Galib, büyük
bir şair olduğunu 24 yaşında Divan’ını tamamlayarak göstermiş, Hüsn ü Âşk mesnevisi ile de şiir vadisindeki kudretini taçlandırmıştır.
***
Şeyh Galib Divanı ve Hüsn ü Âşk mesnevisi üzerine
tez, kitap, makale vb. türünde epey fazla çalışma yapılmış
İbrahim Gültekin, Hüsn ü Aşk’ta Anâsır-ı Erbaa (Su),
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat
2011, ss. 74-79.
• 74
ve onun eserleri, eserlerinin dili, anlamı, üslubu vs. ortaya
konulmaya çalışılmıştır. Ortak görüş şudur ki, Divan şiiri
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
Galib’le birlikte zirveye çıkmış ve Galib’ten hemen
leri içinde kullanılmıştır. Çalışmamızda öncelikle bu
sonra zevale ermiştir. Ayvazoğlu’na göre Şeyh Galib
kelimelerin geçtiği beyitleri belirledik. Daha sonra bu
ve onun Mesnevi’si “Kuğunun Son Şarkısı”dır. (1)
beyitleri su kelimesinin anlam dairesine göre tasnif
Bu çalışmada yapmaya devam ettiğimiz tezden
(2) de yararlanarak Hüsn ü Âşk’ta Anâsır-ı Erbaa (3)
konusu merkezinde “su” başlığını ele aldık.
Anâsır-ı Erbaa, Türkçe karşılığı olarak dört unsur
demektir... Su, ateş, toprak ve hava. Felsefi bir terim olan anâsır-ı erbaa İslâm felsefesine eski Yunan
düşüncesinden dahil olmuştur. Bu felsefi düşünceye göre kainatın temelinde ve insan vücudunda bu
dört unsurun dengeli bir şekilde yer aldığı belirtilmiştir. Cabir’e göre âlemde önce Tanrı’dan başka hiçbir
varlık yoktu; sonra keyfiyetler, ardından da dört unsur
meydana gelmiştir. Nasıl kainatta unsurlar dört tane
ettik ve Mesnevi’de “su”ya yüklenen anlam çeşitliliği
ve özelliklerine göre açıklamaya çalıştık.
“Eski telakkiye göre “âlem-i ecsâm” üç kısma
ayrılır: 1. Eflâk (Dokuz gök), 2. Erkân (Ateş, hava, su,
toprak), 3. Müvelledât (Maden, nebât, hayvan…).
Anâsır-ı Erbaa da tabiatları veya vasıfları bakımından
ayrı olup her unsur çifte özelliğe sahiptir.” (Kurnaz,
1998; 494). Su akıcı bir özelliğe sahiptir. Suyun akıcılığının ve ateşin de sıçrayıcı özelliğinin verildiği aşağıdaki beyitte âlem-i ecsâmı hatırlatıcı kavramlar bir
beyitte toplanarak tenasüp yapılmıştır. Su ve ateş,
at (Aşkar)ın benzetileni olarak kullanılmıştır.
ise bir yılda dört mevsim, insan bedeninde dört ka-
Su gibi akar zemîn ü kâna
rışım ve organlar arasında da dört ana organ vardır.
Âteş gibi sıçrar âsmâna (1501. b.) “Toprağa ve
Burçlara göre insan karakterinin özellikleri konusunda da “dört unsur”dan yaralanılmaktadır. Buna
maden ocağına su gibi akar; gökyüzüne ateş gibi
sıçrar.” (5)
göre Burçlar; Su Grubu, Hava Grubu, Ateş Grubu
Eski Yunan filozoflarından Empedokles’e göre
ve Toprak Gurubu şeklinde dört grupta toplanır ve
dört unsur kainatın ana maddesini teşkil eder. “Bü-
burçlara, burçların içinde yer aldığı dört gruba göre
tün varlıkların yapısında bu dört madde değişik şe-
insan karakterinin özellikleri açıklanmaya çalışılır.
killerde bulunmaktadır. Bunlardan mutlak ağır olan
Anâsır-ı erbaa dediğimiz su, ateş, hava ve toprak
unsurlarının tabiatları bakımından çift özelliklere sahiptir: Bunlar, ateş: Kuru, sıcak (yâbis ve har), hava:
Sıcak, rutubetli (râtib ve bârid), su: Rutubetli, soğuk
(râtib, bârid), toprak: Soğuk, kuru (bârid ve yâbis)
olarak adlandırılır.
Anâsır-ı erbaa, divan şairleri tarafından bazen tenasüp içinde, bazen tezat teşkil edecek şekilde bazen de sevgili ya da başka bir figür için benzetilen
unsuru vs. biçiminde bir mazmun olarak ya da şiirin
önemli bir malzemesi anlamında sıkça kullanılmıştır.
Hüsn ü Âşk’ta Su
Hüsn ü Âşk mesnevisinde su; “âb, âb-ı rû,
Fevvâre-i âb-ı lâ’l-i sîr-âb, cevher-i sebz-i âb-ı şemşîr,
bekâ, âb-ı ergevân, âb-ı hayât, âb-ı hayvân, âb u
tâb, su ve gümüş suyu” kelime ya da kelime öbek-
sur (ateş) yukarıya doğru, izafî ağırlık ve hafifliğe sahip bulunan diğer ikisi de bunların arasında hareket
ederler.” (Karlığa, 1991; C.3, 149-150). Beyitte suyun zemine akması, ateşin de gökyüzüne doğru sıçraması ile yukarıdaki telakkiye telmih vardır. Ayrıca
su-ateş, zemin-âsmân kelimelerini şair karşıtlık ilgisi
ile kullanır.
Su, şeffaf, saydam, parlak ve latif bir görünüme
sahiptir. Bu itibarla sevgilinin güzelliğini tavsif için
“âb u tâb” (güzellik, parlaklık, letafet) kelime öbeği
kullanılır:
Artırdı cemâlin ızdırâbı
Nev’-i dîger oldı âb ü tâbı (545.b.) “Çektiği ıztırab,
yüzünün güzelliğini artırdı; alımı ve parlaklığı bir başka hâl aldı.”
Âşk’ın manevi yolculuğunda yolu, üzerinde
75 •
DOSYA: SU
Hızr âbı, âb-ı Hızr, Mevc-âver-i âb-ı lâl ü yâkût, âb-ı
unsur (toprak) aşağıya doğru, mutlak hafif olan un-
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
mumdan gemilerin yüzdüğü Ateş Denizi’ne uğrar.
rilen insan bedeninin büyük bir bölümünü su teşkil
Gemilerin içinde dev ve cinler vardır ve bu yaratıklar
eder. Su temizleyicidir, kirden, pastan arınma vası-
Âşk’ı mumdan gemilere binmeye davet etmektedir.
tasıdır. Su azizdir; onun içindir ki kendisine su ikram
Ateş Denizi, Âşk’ın yolcululuğunda aşması gereken
edilen kişi ikram edene “Su gibi aziz ol!”, “Su gibi
engellerden birisidir. Ancak Âşk, hiçbir şey yapamaz
ömrün olsun!” duaları ile kaşılık verir. Su, sadece in-
hâlde şaşkınlık tutsağı olarak orada kalır.
sanoğlu için değil aynı zamanda nebatat ve hayva-
Kaldı orada esîr-i Hayret
Ne tâb-ı güzer ne fikr-i avdet (1575.b.)
Bunun üzerine yol arkadaşı Gayret onun Ateş
denizini geçmesini sağlamak üzere cesaretlendirici
sözler söyler:
nat için de varlık aleminde bir hayat menbaıdır. Cennet ve cehennem insanoğlunun ebedi olarak kalacakları son duraklarıdır. Cehennem tasvirinde temel
unsur ateş ise cennette ateşin yerini su (7) alır. Bu
münasebetle insanoğlu ebedilik kavramı ile suyu özdeşleştirmiş, suda ölümsüzlüğü aramıştır. Nitekim
Gayret dedi Âşk’a yakma cânın
insan aradığını simgesel anlamda da olsa zulümat
Bu âteşidir o kîmyânın (1596.b.) “Gayret, Âşk’a
ülkesinde Hızır ve İlyas’a buldurmuş ve adına “Âb-
dedi ki: “Canını (tereddüt ateşinde) yakma; bu o bü-
ı hayat”, “âb-ı hayvan” “âb-ı Kevser”, âb-ı Hızır(8)
yünün ateşidir.”
vb.” diyerek onu ortak kültürün korunaklı şiir kanal-
Mânend-i ukâb eyle pervâz
Ol pûta-i imtihânda mümtâz (1597.b.) “Kartal gibi
uç ve bu imtihan potasında yükseklere tırman!”
Sanma ki bu kapudan gelirsin
Âteşde gider sudan gelirsin (1598.b.) “Bu kapıdan
geleceğini sanma! Ateşe gidip, sudan döneceksin.”
Bu nâr-ı fenâdan olma ferrâr
Batn-ı feres içre girme tekrâr (1599.b.) “Bu fanilik
ateşinden kaçma da tekrar arslanın karnına girme!”
ları vasıtasıyla tarihten günümüze su gibi berrak bir
biçimde akıtmıştır.
Hüsn ü Âşk mesnevisinde de ebedilik suyu, geleneğin ortak kullanımına uygun olarak yerini almıştır.
Galib ölümsüzlük kaynağı suyu “âb-ı Kevser (1), Hızır âbı, âb- Hızr (3), âb-ı bekâ (1), âb-ı hayat (1), âb-ı
hayvan (6) tamlamaları içinde kullanır.
Dört unsur fikrini sistemleştirerek tabiat bilimlerinde hâkim görüş hâline getiren Aristo olmuştur.
Ona göre kainat, ay üstü ve ay altı olmak üzere ikiye
Gayret’e göre Ateş denizi bir tılsımdır, imtihan
ayrılır. Ay üstü âlem ebediyet diyarı olduğu için bu-
potasıdır ve fanilik ateşidir. Nitekim Âşk, atı Aşkar’ın
rada oluş (kevn-generation) ve bozulma (fesat – cor-
sırtında Ateş denizini geçer.
ruption) yoktur ve bu sebeple ay üstü âlemde bit tek
1598. beyitte dört unsurdan ateş ve su kavramla-
unsur vardır. Aristo buna esîr adını verir.
rı “ateşte gitmek” ve “sudan gelmek” fiilleri ile birlik-
Türkçe “boğazından geçmek” deyiminin de kul-
te kullanılır. Kanaatimizce burada insanın anatomik
lanıldığı aşağıdaki beyitte Galib, “Yâri ateşlere tut-
olarak yaratılış hadisesine bir gönderme yapılmak-
sak olanın Kevser suyu boğazından geçmez” diyor.
tadır. Ateşin özelliği “kuru ve sıcak” (yâbis ve har)
Güzel ve tesirli bir söyleyiş. Beyitte ateş ile su yine
(Kurnaz, 1998; 494) olmasıdır. İnsanın var olması çe-
bir arada kullanılmış ve ayrıca kanaatimizce “esîr”
şitli evrelerde gerçekleşir. İnsanın dünyaya gelişinin
kelimesi tevriyeli bir anlam kazanmıştır.
esas kaynağı hararettir. Daha sonra bu hararet bir
su damlasına dönüşür. (6) Bu durum insanın varlık
âlemine atacağı adımın henüz ilk evresini teşkil eder.
Su hayatın kaynağıdır. Su özdür, cevherdir. Dünyanın üçte ikisi sudur. Topraktan kendisine şekil ve-
• 76
Yâri olanın esîr-i ahker
Geçmez boğazından âb-ı Kevser (1416.b.)
Klasik edebiyatımızda sevgilinin dudakları ve
ağzı, içinden çok güzel sözler çıkması, küçüklüğü ve
âşıklara hayat verici özellikleri dolayısıyla Hz. İsa’ya
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
benzetilmiştir. Şeyh Galib, Âşk’ın dudaklarının gü-
Aşağıdaki beyitte de “âb-ı hayvan” tamlaması ile
zelliğini vasfederken iki katlı bir mübalağaya baş-
birlikte “Hızır, zulmet” kelimeleri kullanılırken 423.
vurmakta ve onları ölümsüzlük suyunu içmiş İsa’ya
beyitte Hüsn’ün çene çukuru, gümüşten bir âb-ı
benzetmektedir.” Hatta Âşk’ın dudakları ‘ab-ı Hızr’ı
hayvan kadehine benzetilir.
içmiş Hz. İsa’dan daha üstün ve daha başka manalar ifade eder, demektedir. Beyitte aynı zamanda;
Hızır’ın âb- hayatı bulma kıssasına ve Hz. İsa’nın
mucizeleri hatırlatılmaktadır. (Doğan, 2006; 123).
Hat ile Hızır arasındaki renk ilgisi yanında ‘ab, leb,
hat, Hızır, nûş etmek” kelimeleri de tenasüp içinde
zikredilebilir.
Nûş eylese âb-ı Hızr’ı Îsâ
Hatt-ı leb-i Âşk başka ma’nâ (512.b.)
Aşağıdaki beyitte de su, Hızr âbı tamlaması içinde yer alırken, âb ile birlikte dört unsurdan bir diğeri
olan hâk (toprak) kullanılmıştır. Şerefli topraktan kasıt, içinde Feyiz Havuzu bulunan Mana Mesiresi’dir.
Hızr âbı basıp o cây-ı pâki
Sebz eylemiş ol şerîf hâki (684.b.)
Bir taraftan âşıkların gönlündeki kana benzetilen
at (Âşkar), diğer taraftan Hızır âbı olarak tavsif edilir;
ancak rengi kan rengindedir. Kanın renginin kırmızı
oluşu ve ateşi çağrıştırması sebebiyle “âb” kelimesi
ile iham-ı tezat teşkil ettiği söylenebilir:
Hûn-ı dil-i âşıkâna benzer
Hızr âbı velîk kana benzer (1488.b.)
Yanağı siyah renkli bir ay olarak tavsif edilen Âşk,
perde arkasına gizlenmiş hayat suyunu teşbih edilir.
Ayın perde arkasına gizlenmesi geceyi hatırlatırken
verâ-yı perde tamlaması ile de “âb-ı hayat”ın karanlıklar ülkesinde bulunmuş olması kıssasına telmih
yapılır.
Bir mâh-ruh-ı siyâh-çerde
Çün âb-ı bekâ verâ-yı perde (475.b.)
Hz. Peygamber’in Miraç hadisesinin gerçekleştiği nurlu gece rengi siyah ve dalgaları yeşil âb-ı hayat
Zulmet görünürdi âb-ı hayvân (460.b.)
Leb-teşne-i hayrete zenahdân
Peymâne-i sîm-i âb-ı hayvân (423.b.)
Seylan bir ada ülkesidir ve Hind Okyanusu’nun incisi olarak kabul edilir. Mana Mesiresi’nin siyah erikleri hem renk hem de sululuk bakımından ölümsüzlük
suyuna ve Seylan’ın eşsiz incisine teşbih edilir:
Âlû-yı siyâhı âb-ı hayvân
Ya gevher-i bî-nazîr-i Seylân (668.b.)
Aşağıdaki beyitte yaşlı bir tabip kılığına girerek
Âşk’ın yardımına gelen Sühan’ın suya teşbih edilen
yüzü ebedîlik ırmağı olarak tavsif edilir:
Cûbâr-ı hayât âb-ı rûyı
Mehtâb gibi sefîd mûyı (1879.b.)
“Kendini zorlayarak çok ricada bulunmak” anlamında “yüz suyu dökmek” deyimini Galib, âb-ı rûyın
dökmek” şeklinde kullanır. Cennetteki Tesnim Irmağı, (Mana Mesiresindeki Feyiz Havuzunu) görseydi,
yüzünün suyunu dökerek (ricada bulunarak) onun
suyundan dilenirdi.
Deryûze ederdi görse suyın
Tesnîm dökerdi âb-ı rûyın (682.b.)
“Çeliğe su vermek” deyimi, çeliği özel bir biçimde
hızla soğutarak daha çok sertleşmesini sağlamak”
anlamındadır. Şiirimizde bu deyim “kılıca su vermek”
şeklinde kullanılmıştır.
Aşağıdaki beyitte sevgilinin yanağındaki hat
(ayva tüyleri) koyu yeşil rengi andırması ve ince kıllar
olması ile su verilmiş kılıç üzerindeki koyu renkli çizgilere benzetilmiştir. Hat, sevgilinin suya benzer dudaklar etrafında biter. Su kaynaklarının etrafı da ince
sazlıklarla örülüdür. Hat ile su arasında bu şekilde
Çün âb-ı hayât o şâm-ı enver
bir ilgi vardır. Ayrıca beyitte, daha çok sertleşmesini
Rengi siyeh idi mevci ahdar (49.b.)
sağlamak için kılıca su verilmesi fiiline de gönderme
77 •
DOSYA: SU
olarak tavsif edilir:
Çeşminden ereydi Hızr’a dermân
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
yapılmaktadır.
Hat cevher-i sebz-i âb-ı şemşîr
Mehtâb-ı siyeh-bahâr-ı Keşmîr (476.b.)
Âb-ı ergevân” (ergevan renkli su) ile kastedilen
Bu havuzun suyu gümüştendir. Su ile gümüş arasında renk ilgisi vardır.
Etmiş meger ol riyâzı Mevlâ
Yekpâre gümüş suyı ile irvâ (676.b.)
şaraptır. Beyitte su ile birlikte ateş unsuru, kendi an-
Galib bu havuzu (içindeki suyu) esrarlı güzellikler
lamları dışında başka varlıklar için benzetilen olarak
aynasına (677.b.), gökyüzündeki güneşi o havuzun
kullanılır.
balığına, ayı da Yunus’a (681.b.) ve Hızır’ın ölümsüz-
Sâkî getir âb-ı ergavânı
Yakdı beni âteş-i cüvânî (835.b.)
“Âb” kelimesi ile birlikte “âb-dâr, âb-keş” kelimeleri de kullanılır. Sulu ve hoş bir lezzete sahip olduğu söylenilen armut kişileştirilerek “âb-keş”(9) gibi
bağa su taşıdığı ifade edilir.
Emrûd ki âb-dâr u hoşdur
Destiyle o bâğa âb-keşdir (662. b.)
Kış tasvirinin yapıldığı bölümde Galib, “şarap kadehini içinde bulundurduğu şarabın kırmızlığı sebebi ile kor ateşe benzetir (Doğan, 2006; 283). Beyitte
“âb-ı huşg” tamlaması geçer. Kurnaz, bu tamlamaya
lük suyuna (684.b.) benzetir.
Katıksız şarap, o suya vardığında kıskançlıktan
ateş kesilmiştir (683. b.). Doğan, “ayn” kelimesinin
bir kaynağının da “su kaynağı, göze” olduğunu ve
bu anlamı ile şarap, ateşin kaynayıp aktığı bir gözeye benzediğini söyler. (Doğan, 2006; 157). Beyitte
dört unsurdan su ile ateş birlikte kullanılmıştır.
Varmış o suya şerâb-ı bî-gaşş
Kim reşk ile olmuş ayn-ı âteş (683.b.)
Galib, Hüsn’ün Sühan vasıtasıyla Âşk’a hediye ettiği kılıcı, içinden su yerine can akan
uçsuz bucaksız bir ırmağa benzettir:
Hayali Bey’in billur cam, şişe anlamında kullandığı-
Bir tîğ ki bahr-ı bî-kerâne
nı, aşağıda örmek olarak aldığı beyitte de kelime ile
Su yerine cân eder revâne (1467.b.)
çakmak taşı veya şarabın kastedildiğini sandığını
söyler:
Mesnevi’de su, yukarıda ifade edildiği gibi güzel
ve olumlu özellikleriyle zikredilmiştir. Ancak eşyanın
Salmağa gam-hâne-i hicrâna yer yer âteşi
zıttı ile var olduğu gerçeği düşünüldüğünde suyun
Âb-ı huşg içinde saklarsam n’la ter âteşi (G 399/
olumsuz özellikleri de mutlaka vardır. Su ateşi sön-
18/1 (Kurnaz, 1998; 495).
Galib’in beyti ile Hayali Bey’in gazelinde geçen
beyitte âb-ı huşg dışında âteş-i ter kelimeleri ortaktır
ve her iki beyitte de Kurnaz ve Doğan’ın belirttikleri
gibi tamlama “şarap kadehi” anlamındadır.
Mey-hârelik oldı zühde hem-ser
Âb-ı huşk oldı âteş-i ter (1369.b.)
“(Bu ortamda) ayyaşlıkla zahitlik hemen hemen
bir oldu; (çünkü) kor ateş, (soğuktan) donmuş suya
dönmüştü.”
Hüsn ü Âşk’ta Hüsn ile Âşk’ın buluştukları Mana
Mesiresi’nde bir Feyiz Havuzu vardır ve Mana Mesiresi bu mübarek havuzdan sulanmaktadır (675.b.)
• 78
dürdüğü gibi ya da hayatın kaynağı olduğu gibi aynı
zamanda öldürücüdür de. Örnek olarak hastalara su
vermek hasta için zararlıdır. Su yağmur olur, fırtınaya
dönüşür ve sel olup ölüm yağdırabilir. Galib’in Mesnevi’sinde su kelimesi etrafında bu tür olumsuzluklara yer verilmemiştir. Sadece Âşk’ın önüne bir engel
olarak çıkan cadının tasvirinde “su” olumsuz anlam
çağrıştıracak şekilde kullanılmıştır. Bu tasvire göre
cadının “ağzından iğrenç sular akmakta ve (ağzından) lağım gibi pis kokular gelmektedir.”
Ağzından akar kerîh sular
Kârîz gibi kötü kokular (1394.b.)
Sonuç olarak dört unsurdan su, hayat vericidir,
ölümsüzlük kaynağıdır, parlak ve latiftir; sevgilinin
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
dudağı ve yanağıdır. Su unsuru, Mesnevi’de daha
damlası bile içildiğinde insanı ölümsüzleştiren ve
çok ateş unsuru ile birlikte kulanılmıştır.
ebedileştiren su. Bu suyun doğuda karanlık bir yer-
NOTLAR
de bulunduğuna, Hızır ve İlyas’ın bu çeşmeden içip
(1) Kuğunun Son Şarkısı Beşir Ayvazoğlu’nun
ölümsüzlüğün sırrına erdiğine inanılır. İskender-i Zül-
Galib hakkında yazdığı eserinin adıdır. Ayvazoğlu,
karneyn bu suyu bulmak için Hızır’ı kılavuz yaparak
Beşir, Kuğunun Son Şarkısı, Ötüken, 1999, İstanbul.
günlerce karanlıklar içinde yürümüş, ancak onu göz-
(2) “Hüsn ü Âşk’ın Anlam Dünyası ve Hüsn ü Âşk
den kaybedince yolunu şaşırmış ve perişan bir hâlde
Bağlamında Şeyh Galib’in Üslup Özellikleri” konulu
geri dönmüş. 3. Mec. İçimi hoş, soğuk ve berrak su.
doktora tez çalışması tarafımızdan yapılmaya de-
4. Maşukun ağzı, dudağındaki ıslaklık. 5. Sevgilinin
vam etmektedir.
sözü ve sohbeti. 6. Tas. a. Evliyanın sözü, öğüdü ve
(3) Anâsır-ı Erbaa hakkında verilen bilgilerin oluş-
nefesi. b. Âşk ve muhabbet çeşmesi ki ondan içen
turulmasında Dr. Mehmed Çavuşoğlu, Necâti Bey
asla yok olmaz. Âb-ı hayata başka isimler de verilir:
Divanı’nın Tahlili, Anâsır-ı Erbaa mad. Prof. Dr. Ah-
âb-ı câvid, âb-ı câvidân, âb-ı zindegâni, âb-ı Hızır,
met Mermer-Neslihan Koç Keskin, Eski Türk Edebi-
âb-ı İskender. Sufi şairler ve yazarlar âb-ı hayattan
yatı Terimler Sözlüğü, Prof. Dr. Cemâl Kurnaz, Hayali
söz ederken ebediyet, zulmet, güneş, Hızır, İsken-
Bey Divanı’nın Tahlili, Dr. M. Nejat Sefercioğlu, Nev’î
der, meşakkat e hüsran gibi hususlara doğrudan ya
Divanı’nın Tahlili, H. Bekir Karlığa, Anâsır-ı Erbaa
da dolaylı olarak işaret ederler. (Uludağ, 2005; 20).
mad., Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İs-
(9) âb-keş: Eskiden sebilhanelerde, tekkelerde
kender Pala, Anâsır-ı Erbaa mad., Ansiklopedik Di-
kuyudan su çekmek, kaplara ve bardaklara su dol-
van Şiiri Sözlüğü adlı eserlerden yararlanılmıştır.
durlmakla görevli kimse.
(4) Su ile ilgili unsurlardan sadece “umumi anlamKAYNAKÇA
da su”yun ele alındığı bu yazı, deniz ve denizle ilgili
unsurlara, akarsu ve ilgili tasavvurlara bulut ve ilgili
tasavvurlara, yağmur, çiğ tanesi ve ilgili tasavvurlara
yazının sınırlılıkları münasebetiyle değinilmemiştir.
(5) Hüsn ü Âşk mesnevisine ait beyitler ve nesre çevirileri Prof. Dr. Muhammet Nur Doğan’ın Hüsn
ü Âşk adlı kitabından alınmıştır. Eserin tam künyesi
Kaynakça bölümünde verilmiştir.
(6) Konu ile ilgili ayetlerden bazıları: [“Allah, her
canlıyı sudan yarattı.” (24/45), “Sizi adi bir sudan yaratmadık mı” (77/20), Bel ile kaburga kemikleri arasından çıkan, atılan bir sudan.” (86/6-7).]
(7) Bu konuda Kur’an’da birçok ayet vardır. “…
Allah inanan erkeklere ve inanan kadınlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler va’d etmiştir. Allah’ın (onlardan) razı olması ise hepsinden
büyüktür. İşte büyük başarı budur. (9/72).
leri Sözlüğü’nde âb-ı hayat şu şekilde açıklanır: 1.
Can suyu, içene ebedi hayat veren su. 2. Efs. Bir
Kur’an Fihristi, Dördüncü Basım, İstanbul, Pınar Yay.
Ayvazoğlu, B. (1999). Kuğunun Son Şarkısı, Birinci Basım, İstanbul, Ötüken.
Çavuşoğlu, M. (1971). Necâti Bey Divânı’nın Tahlili, s.
259-263, Birinci Basılış, İstanbul, MEB Yayınları.
Doğan, M. N. (2006). Hüsn ü Âşk, Nesre Çeviri Notlar
ve Açıklamalar, Birinci Baskı, Yelkenli Kitabevi, İstanbul.
Karlığa, H. Bekir, (1991). Anâsır-ı Erbaa, İslâm Ansiklopedisi, (C. 3, s. 149-150, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul)
Kurnaz, C. (1996). Hayâlî Bey Divânı’nın Tahlîli, s. 494512, Birinci Baslı, İstanbul, MEB Yayınları,
Mermer, A., Keskin, K. N. (2005), Eski Türk Edebiyatı
Terimler Sözlüğü, s. 11, Birinci Baskı, Ankara, Akçağ.
Pala, İskender, (2005). Anâsır-ı Erbaa, Ansiklopedik
Divan Şiiri Sözlüğü, 14. Basım, s. 23, İstanbul, Kapı Yayınları.
Sefercioğlu, M. Nejat (2001), Nev’î Divanı’nın Tahlili, s.
396-405, İkinci Basım, Ankara, Akçağ.
Uludağ, S. (2005), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 20,
İkinci Baskı, İstanbul, Kabalcı Yayınevi.
79 •
DOSYA: SU
(8) Prof. Dr. Süleyman Uludağ’ın Tasavvuf Terim-
Aykan, Recep (2005). Kelime ve Konularına Göre
SU VE UYGARLIK
ÖZDEMİR ÖZBAY
Avukat, DSİ Eski Başhukuk Müşaviri
T
üm canlıların yaşam kaynağı olan; savaşlara, büyük
göçlere, barışlara neden olan su, kıyılarında kurulan
büyük uygarlıkların doğmasına da neden olmuştur.
Çağdaş bilim, yaşamın su ortamında başladığını,
evrimleşmenin ortamının da en azından başlangıçta su olduğunu kabul eder.
Su candır, su yaşamdır. Bu yaklaşım günümüzden geriye
bilinen bütün çağlarda aynı anlayış içinde devam etmiştir.
Bunun içindir ki tüm uygarlıklar suyun en kolay temin edileceği ya da suyun en iyi ulaşım yolu olabileceği, suyun en
güçlü korunma seddi olabileceği yerlerde doğmuştur.
En eski çağlara doğru dönüp bir gezinti yapalım. Kendi coğrafyamızdan başlayalım bu gezintiye. Uygarlıkların
katmanlaştığı Anadolu, Orta Doğu, İran-Hindistan ekseni...
Buralarda Proto Hitit kültürü, Kızılırmak yayında ve Fırat
kıyısında doğmuştur. Eski çağın o görkemli, Asur, Sümer,
Kalde, Elam daha sonraları Finike, İbrani kültürleri hep su
kıyısında hayat bulmuştur. Nil, o şanlı Mısır kültürünün hem
anası hem besin kaynağı olmuştur. Frig uygarlığı Sakarya
olmasa idi acaba bulunduğu coğrafyada doğabilir miydi?
Likya, Kayra Pamifilya, Bithinya bölgeleri, Sard kültürü,
İyon, Dor Korenth kültür ve uygarlıkları hep böyle, subaşlarında, su kıyılarında doğmadı mı?
Özdemir Özbay, Su ve Uygarlık, Bilim ve Aklın
Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss. 80-82.
• 80
Tarihte ilk kez depolama amaçlı baraj, MÖ 2950- 2750
tarihleri arasında Mısır’da inşâ edilen Saad El Kafara’dır. Bu
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
barajın yapılışına yakın tarihlerde Anadolu platosunun en yüksek yaylalarından Uzunyayla’da Pınarbaşı/Karakuyu köyünde de Hitit çağında yapılan bir
baraj bulunmuştur.
Suyun gücünden yararlanmak için ilk su çarkı
ise İspanya-Kordoba’da Endülus müslümanları tarafından bulunmuş. Daha sonra Avrupa bu buluşu
türbün’e dönüştürmüştü. Yine ulaşım anlamında ilk
kez Arno Irmağı’nı regüle etme çalışmalarının Leonardo da Vinci tarafından yapıldığını biliyoruz.
İnsanoğlu bu vazgeçilmez kaynaktan yaşamsal
anlamda yararlandığı kadar suyu sanatına, edebiyatına ve mimarisine de yansıtmıştır. Uygarlık ürünü
olan, insanoğlunun muhayyilesinden doğan mitolojik ve anonim destanlardan bir örnek vermek isterim.
Antik Yunan Destanları İlliada ve Odissea’dan bin yıl
daha eski olan ve Antik Yunan Tanrı panteonunun
ana kaynağı olan Kuzey Kafkaysa mitolojisinde varolan, Athena, Artemis ve Afrodit gibi üç tanrının ilk
çıkış kaynağı olan Tanrıça Seteney birgün ormanda
gezerken, o güne dek görmediği güzellikte bir çiçek
81 •
DOSYA: SU
Asya’ya baktığımızda yine uygarlıkların Amuderya, Siriderya, Sarı Irmak, İndus ve Ganj gibi nehirlerin çevresinde doğup geliştiğini görürüz. Bir de günümüzdeki büyük kentlere bakalım; Londra Thames
ile, Paris Sen ile, Hamburg Weser ile, Roma Tiber ile,
Budapeşte Tuna ile, Bağdat Fırat ile, Tiflis Kura ile
hayat bulmuştur.
Bugün insanoğlunun en büyük gereksinimi olan
su, tüm gereksinimlerinin, besin kaynaklarının da
anasıdır. Susuz bir tarım, susuz bir hayvancılık düşünülemeyeceği gibi enerjisiz bir endüstri de düşünülemez. Zira elektrik enerjisi üretiminin en önemli
kaynaklarının başında hâlâ su gücü gelmektedir.
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
kümesi ile karşılaşır. “Böylesine büyüleyici güzellikteki bir çiçek ancak bana yakışır, bu çiçeği bahçeme dikeyim, dikeyim ki büyüyüp çoğalsın, diğer
tanrılar beni kıskansın, görenler bu güzelliğe şaşsın”
diye düşünür. Çiçeğin kökünü zedelemeden çıkarıp
getirip bahçesine diker. Gece olunca mutlu bir gülümseme ile uykuya dalar. Sabah olup uyanınca bir
de ne görsün. Diktiği çiçek boynunu bükmüş, pörsümüş durmuyor mu? Hemen koşmuş. Ormandan
bir başka kök getirip dikmiş, ertesi sabah bu çiçeğin
de aynı âkibete uğradığını görmüş;
“Neden onları ormandan söküp getirdim? Yaşamlarını engelledim, bencilliğimi yenemedim” diye
dövünmüş. Gece üzüntü içinde yatağına çekilmiş.
Onun bu üzüntüsünü anlayan Büyük Tanrı Tlepş,
Yağmur ve Bereket tanrısına yağmur yağdırsın diye
emir vermiş. Birden gök gürlemeye başlamış, şimşekler çakmış, bardaktan boşanırcasına yağmur
yağmış.
Sonraki gün Güzel Seteney yağmurların yıkadığı,
aydınlık pırıl pırıl bir güne gözünü açmış, açmış ama
bir de ne görsün? Ölümlerine üzüldüğü çiçek fideleri
canlı mı canlı, ona bakıp gülümsemezler mi? Güzel
Seteney mutludur, Güzel Seteney kelebek kanatlıdır,
sevinçten uçar, uçar gider de bir taraftan da söylenip: “Daha şimdi anladım su candır, su yaşamdır”
demiş.
İnsanın su ile tanıştığı öykülerden birisidir bu
öykü. Gerçekten de Kuzey Batı Kafkasya’da konuşulan Çerkes gurubu dillerde örneğin Adıgece’de
Psı=Su demek. Psa=Can demektir. Abaza diyalektinde ise direk olarak Psı=Can anlamına gelmektedir. Dünyada su=can anlamına gelen bir başka dil
de yoktur.
Aynı şekilde Antik İyonya kültüründe de su ile ilgili “Nympha” denilen su perileri mitoloji tekstlerinde
yer almıştır. Bununla da kalmamış, bu superisi heykelleri ile heykel sanatına da yansımıştır. Bu superisi
heykellerinden birisi Bergama kentinin uzantısı olan
Paşa Ilıcası yöresindeki kazılarda bulunarak Bergama müzesine kaldırılmıştır.
• 82
Su farklı çağlarda, farklı uygarlıklarda, farklı kültürlerde ozanların, ressamların, heykeltıraşların ve
müzisyenlerin hep ilham kaynağı olagelmiştir. Ünlü
mutasavvuf ozanımız Muhammed Fuzuli “Su Kasidesi” adlı o görkemli şiirinin içinden yüzyıllar ötesinde çağımıza seslenirken, sanki dizelerinde şarıldayan, susuzluk gideren suyun sesini duyar gibi bir
duyguya kapılırız. “Dest bûsi arzusıyla ger ölürsem
dostlar / Kûze eylen toprağım, sunun anınla yâre su”
“Yârin elini öpme arzusu ile ölürsem dostlar / Mezarımın toprağından bir testi yapıp onunla yârime su
sunun.”
Fuzuli toprak olduktan sonra, yârine sunulacak
suyun konulacağı kabın kendi toprağından yapılmasını ve o yolla yârine ulaşmayı arzu etmektedir. Tabi
bu lirik ve güçlü anlatımda vuslatın Tanrı sevgisi olduğunu açıklamaya gerek yok.
Su her çağda yaşamın, uygarlığın, sanatın kaynağı oldu demiştik. Nazım Hikmet “Hazarda Kayık”
adlı şiirinde suyun hareketlenişini, dalgaların şahlanışını anlatan sanki bir su senfonisi besteler gibidir..
“İniyor kayık, çıkıyor kayık / Şahlanan bir atın sırtından inip / Kükreyen bir atın sırtına biniyor kayık!”
Su mimariyi de şekillendirmiştir. Yerleşim yerlerinin su ihtiyacı için görkemli çeşmeler (Roma’da,
Sultanahmet Çeşmesi’nde olduğu gibi) havuzlar,
hamamlar, su bendleri, köprüler, viyadükler, sebiller yapılmıştır. Yaşadığımız coğrafya bu yapılardan
özellikle de su kemerleri yapılarından çok örnek görebileceğimiz bir coğrafyadır.
Ülkemizde, Romalılardan kalma; Side, Efes,
Phaselis, Alinda Yalvaç, Urla, Laodikeia, su kemerleri vardır. Ayrıca İstanbul su kemerleri, Valens ya da
Bozdoğan Su Kemeri, yapımı Hadrianus döneminde
(117-138) başlamıştır. Kanuni Sultan Süleyman devrinde onarılmıştır. Bunun dışında Mimar Sinan tarafından da Mağlova, Uzunca Kemer, Güzelcekemer,
Müderris kemeri gibi su kemerleri kurulmuştur.
Kısacası su yaşamdır, iyi yönetildiğinde mutluluk,
kötü yönetildiğinde ise felaket getirir.
SU DOLU
ATASÖZLER-DEYİMLER-DİZELER
ÇAĞRI GÜREL
83 •
DOSYA: SU
Çağrı Gürel, Su Dolu Atasözler-Deyimler-Dizeler,
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat
2011, ss. 83-86.
acı acıyı keser, su sancıyı
acıkan doymam sanır, susayan kanmam sanır
acıkanın yanağından, susayanın dudağından belli olur
adamın yere bakanından, suyun yavaş akanından kork
akan su yosun tutmaz
akıllı, köprü arayıncaya dek deli suyu geçer
arığa su gelene kadar kurbağanın gözü patlar
balık çok konuşurum ama ağzım su dolu demiş
bıçağı kestiren kendi suyu, insanı sevdiren kendi huyu
çömlekçi suyu saksıdan içer
değirmenin suyu nereden geliyor
dibi görünmeyen sudan geçme
dökme su ile değirmen dönmez
eşeği düğüne çağırmışlar, “ya su lazımdır ya odun” demiş
eşek hoşaftan ne anlar; suyunu içer, tortusu kalır
geçme namert köprüsünden, ko aparsın su seni
göle su gelinceye kadar kurbağanın gözü patlar
herkesin bir derdi var, değirmencininki su
hıyar akçesiyle alınan eşeğin ölümü sudan olur
kanı kanla yumazlar, kanı suyla yurlar
kar susuzluk kandırmaz
keçinin uyuzu, çeşmenin gözünden su içer
kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan
kimi köprü bulamaz geçmeye, kimi su bulamaz içmeye
komşu kızı almak, kalaylı kaptan (tastan) su içmek gibidir
köpek suya düşmeyince yüzmeyi öğrenmez
malın iyisi suya yakın, daha iyisi eve yakın
mürüvvetsiz adam, suyu çekilmiş değirmene benzer
od ile su, dilsiz yağıdır
selden gelen suya gider
su aktığı yere (yine) akar
su başından (bendinden) kesilir (bağlanır)
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
su bulanmayınca durulmaz
su içene yılan bile dokunmaz
su küçüğün, söz (sofra, yemek) büyüğün
su testisi su yolunda kırılır
su uyur, düşman uyumaz
su yatağını bulur
suyu getiren de bir, testiyi kıran da
suyu görünce teyemmüm bozulur
suyun duru akanından, insanın yere bakanından sakın
suyun sessizinden, insanın sözsüzünden kork
tarlanın iyisi suya yakın, daha iyisi eve yakın
taşıma su ile değirmen dönmez
tatsız aşa su neylesin, akılsız başa söz neylesin
taze bardağın suyu soğuk olur
yedi adım yolun, bir yudum suyun hakkı vardır
aç susuz kalmak
ağzı sulanmak
ağzının suyu akmak
akan sular durmak
aralarından su sızmamak
ayağı (ayakları) suya ermek
ayağına sıcak su mu, soğuk su mu dökelim?
ayaklarına (ayağına) kara su (sular) inmek
ayranım budur, yarısı sudur
başından aşağı kaynar sular dökülmek
beyni sulanmak
bıçak suyu kesiyor
bin dereden su getirmek
bir bardak suda fırtına koparmak
bir içim su (gibi)
bir şey) su gibi gitmek
(bir şey) su sabun görmemek
(bir şey) suyu nereden geliyor?
(bir şey veya bir şeyi) suya düşmek
• 84
(bir şeyin) üstüne bir bardak (soğuk) su içmek
(bir yerde) içecek suyu olmak
(bir yerin) suyu mu çıktı?
(birinden) gözü su içmemek
(birinin) canına susamak
(birinin) düğününde kalburla (elekle) su taşımak
(birinin) dümen suyunda gitmek
(birinin) eline su dökemez
(birinin) huyuna suyuna gitmek
(birinin) kanına susamak
(birinin) pirinci (çok) su kaldırmamak (götürmemek)
(birinin veya bir şeyin) yüzü suyu hürmetine
bulaşık suyu gibi
canına susamak
çakı suyu kesiyor
çapanoğlunun abdest suyu gibi
çeliğe su vermek
dizlerine kara su inmek
eceline susamak
ekmek elden su gölden
eline su dökemez
(elinden gelse, bıraksalar) bir kaşık suda boğmak
elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak
eşek sudan gelinceye kadar dövmek
gözleri sulanmak
hak deyince akan sular durur
havanda su dövmek
huyu huyuna suyu suyuna (uygun)
huyunu suyunu değiştirmek
içine su serpilmek
içtikleri su ayrı gitmemek
kalburla su taşımak
kana susamak
kanı sulanmak
keçesini sudan çıkarmak
keçeyi suya atmak
kestane suyu gibi
kırk dereden su getirmek
köküne kibrit suyu
köküne kibrit suyu dökmek (kökünü kurutmak)
kulağına kar suyu kaçırmak
kulağına kar suyu kaçmak
lafı sulandırmak
ölümüne susamak
pişmiş aşa (soğuk) su katmak
saman altından su yürütmek
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
sayım suyum yok
sıkıp suyunu çıkarmaK
su almak
su basmak
su çarpmak
su çekmek
sudan çıkmış balığa dönmek
sudan bahane
sudan ucuz
su dökünmek
su gibi
su gibi akmak
su gibi aziz ol!
su gibi bilmek (okumak)
su gibi ezberlemek
su gibi gitmek
su gibi olmak
su gibi terlemek
su görmemiş
su götürür yeri olmamak
su içinde
su içinde kalmak
su iktiza etmek
su kapmak
su katılmamış
su kesmek
su koyuvermek
su serpilmek
su sulamak
su vermek
su yapmak
su yürümek
su yüzü görmemiş
su yüzüne çıkmak
su yüzüne (üstüne) çıkmak
sudan çıkmış balığa dönmek
sudan geçirmek
sular kararmak
sular seller gibi
suya düşmek
suya göstermek
suya götürüp susuz getirmek
suya sabuna dokunmamak
suya salmak
suyu baştan (başından) kesmek
suyu bulandırmak
suyu çıkmak
suyu görmeden paçaları sıvamak
suyu ısınmak (kaynamak)
suyu kesilmiş değirmene dönmek
suyu mı çıktı
suyu nerden geliyor
suyu seli kalmamak
suyun akıntısına gitmek
suyun başı
suyun yüzüne çıkmak
suyuna gitmek
suyuna pirinç haşlanmaz
suyuna tirit
suyunu almak
suyunu çekmek
suyunun suyu
taşı sıksa suyunu çıkarır
tepesinden kaynar sular dökülmek
ya huyundan ya suyundan
yelkenleri suya indirmek
yem istemez, su istemez
yerinde su çıkmak
yüreğine su serpmek
zemzem suyu ile yıkanmak
DOSYA: SU
85 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
Taştın yine deli gönül sular gibi çağlar mısın
vakit yok bakışmaya11
Aktın yine kanlı yaşım yollarımı bağlar mısın1
Suyun sızladığını kimseler bilmez12
Su alçağa meyl eyler
Canlar gücenmesin diye
Hoş savt ile hoş söyler2
Can attım gül atamadım
Hemen ağlayı geldim âleme ağlayı gittim ben
Suları ıslatamadım.13
San ol nilüferim kim suda bittim, suda yittim ben3
Alev alev bir gül attım su yandı14
Abı kevser ırmağından içerken
Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma
Susuz pınarlardan kandırdı beni4
Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma.15
Her geçtiği araziyi şenlendiren ırmak5
Bir damlacık su yok avcumun kıyısında16
Beyaz boyunlarını uzattılar taslara...
İçenler suyundan rahmet okumuş,
Bir damla suya hasret gideceklermiş meğer.6
Yunusça arınıp yunmuş çeşmeler.17
Ey suyun sesinden anlıyan bağlar,
Su/ol/da/ak/ki/ak/la/beni18
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.7
Gel beni şerhet ellerim yoruldu sulara tutunmaktan19
Su zamanı düşündürür der Borges.
Çavlan sesimize akıp gelirmiş20
Sanki çocuklar, sanki küçük köylerdir su:
Ellerin yordamıyla
Zamanda dolaşmaya çıkmıştır.8
Kendini arayan su21
Kâinatta ne varsa suda yaşadı önce
Suya inerdim sevinsin diye kuşlar22
Üstümüzden geçer su doğunca ve ölünce9
Sularını yüzümde kurutan ırmak23
Ya ben gidip bir çeşmeye kapansam
Öfkemi suya versem tufanıma kim boy verir24
Ya çeşme bana açılsa10
Derin sulardan geçtim ve hâlâ yol eriyim25
su akar ben akarım
kapıdan su gibi çık ömrün gibi uzun olsun26
ben akarım su akar
Sakın suyu kırma dedi içinden, sakın kırma27
Yunus Emre
İbrahim Hakkı Hazretleri
3
Rehayi
4
Karacaoğlan
5
Cahit Sıtkı Tarancı
6
Ziya Osman Saba
7
Faruk Nafiz Çamlıbel
8
İlhan Berk
9
Necip Fazıl
10
Sezai Karakoç
11
Edip Cansever
12
İsmet Özel
13
Abdurrahim Karakoç
14
Ali Akbaş
Erdem Bayazıt
Sedat Umran
17
Mehmet Avşar
18
Metin Altıok
19
M. Ragıp Karcı
20
Tayyib Atmaca
21
Cengiz Coşkun
22
İbrahim Tenekeci
23
Gökhan Akçiçek
24
Erdal Çakır
25
Mehmet Aycı
26
Dinçer Eşitgin
27
Ali Cevher
1
15
2
16
• 86
GÜNDEM
İLKÖĞRETİMDE DEV İŞBİRLİĞİ
Millî Eğitim Bakanlığı ile Başbakanlığa bağlı kuruluşlar, Adalet,
İçişleri, Dışişleri, Sağlık, Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlıkları
arasında, ilk kez geniş katılımlı olarak “İlköğretime Erişim ve Devamın
İzlenmesi’’ işbirliği protokolü imzalandı. Protokol imza töreni Millî
Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun
huzurlarında gerçekleştirildi.
Protokol imza töreni öncesinde
yaptığı konuşmada Bakan Çubukçu, kız ve erkek tüm çocukların
ücretsiz, zorunlu ve kaliteli eğitime
erişimleri ve devamlarını sağlamak
üzere yeni bir işbirliğinin hayata geçirildiğini belirtti. Protokolün, Millî
Eğitim Bakanlığının ilköğretimde
yüzde 100 okullaşma hedefine dö-
nük çalışmalarına çok büyük oranda hız kazandıracağını vurgulayan
Bakan Çubukçu, “Temel amacımız
zorunlu ilköğretim çağındaki tüm
çocuklarımızın eğitime erişim ve
devamlarının önündeki engelleri
kaldırmaktır’’ dedi.
İlköğretime erişimi yüzde 100’e
çıkarma hedefinin, hükûmetin öncelikli görevleri arasında yer aldığına işaret eden, geçen eğitim
öğretim yılında ilköğretimde net
okullaşma oranının yüzde 98.97
olarak gerçekleştiğini vurgulayan
Bakan Çubukçu, “Bu oran kızlarda
yüzde 98.68, erkelerde ise yüzde
99.24’tür. On yıl önce ilköğretime
kayıtsız çocuk sayımız 1 milyon
434 bindi. 2008-2009 eğitim öğre-
tim yılında ilköğretime kayıtsız toplam çocuk sayısı 289 bin 316’ya
düşürülmüştür. 2009-2010 eğitim
öğretim yılında zorunlu eğitim çağında olup ilköğretime kayıtsız çocuk sayısı 139 bin 691’dir. Bugün
itibariyle ilköğretime kayıtsız çocuk
sayısı 51 bin 605’i kız, 30 bin 502’si
erkek olmak üzere 82 bin 107’dir.
Aynı zamanda cinsiyetler arasındaki makas da neredeyse kapanmak
üzeredir.” dedi.
Zorunlu eğitim çağında olup
da ilköğretime kayıtsız ve kayıtlı
olan çocukların izlenmesi ve değerlendirilmesi
çalışmalarından
elde edilen verileri açıklayan Bakan Çubukçu, “Verilere göre, ilköğretime göre kaydın önündeki
87 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
en önemli engeller sırasıyla nüfus
ve adres kaydıyla ilgili sorunla, çalıştırılan çocuklar, özürlülük hali ile
ekonomik, sosyal, kültürel boyuttur. İlköğretime devamın önündeki
engellere baktığımızda ise ekonomik, sosyal ve kültürel boyut ilk sırada yer almaktadır. Bunu özürlülük
hali, çalıştırılan çocuklar ve nüfus
kaydı, adres taşınması izlemektedir. İzleme çalışmaları sonucunda
asıl sorunun okula kayıtlı olup da
devamsız durumdaki öğrencilerin
sayısındaki önemli artış olduğu ortaya çıkmıştır.” dedi. Okula devamla ilgili kimi engellere bakıldığında,
bazı erişim engellerinin, Millî Eğitim Bakanlığının geliştirdiği strateji
ve yapılan iyileştirmelerle nihai çözüme kavuşturulamayacağının görüldüğünü belirten Bakan Çubukçu, bugün temelleri atılan işbirliğinin sadece Millî Eğitim Bakanlığına
• 88
değil diğer kurumların misyonuna
katkı sağlayacağını vurguladı. Eğitimle birçok sosyal sorunun daha
doğmadan çözümlenebileceğine
işaret eden Bakan Çubukçu, burada sağlanan kazanımların çalıştırılan çocuklar, suça sürüklenen
çocuklar gibi birçok alana olumlu
getirileri olacağını kaydetti. Bakan Çubukçu, çalışmalara medyanın vereceği desteğin önemine
değinerek, “Gerçekten ülkemizin
önemli sosyal sorunları bir koordinasyon işbirliği içinde gerçekleşmediği sürece yapılan bütün
iyi niyetli ve gayretli çalışmaların
yetersiz kaldığını tecrübelerimizle
biliyoruz” diye konuştu.
rabilirsek hep beraber biz başardık
Protokol imza töreninde konuşan, Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürü İbrahim Er, projenin önemine işaret ederek, “2 bin
çocuğumuzu eğer okula kazandı-
dığını belirten Abulaban, “Biz hem
diyebilme fırsatı bulacağız” dedi.
Çocukların eğitime erişimi önündeki engellerin tek tek kaldırılmasının hedeflendiğini söyleyen İlköğretim Genel Müdürü Er, “Deneyimlerimiz bize öğretti ki bu sorun
sadece Millî Eğitim Bakanlığının
kendi uğraşlarıyla baş edebileceği
bir problem değil, elbette ki diğer
kurumların bu konudaki katkılarını
almalıydık’’ diye konuştu. UNICEF
Türkiye Temsilcisi Ayman Abulaban bugünkü törenin Türkiye’nin
bu alandaki taahhüdünü ve kararlığını ortaya koyduğunu söyledi.
Türkiye’de kızların ve erkeklerin
okullaşmasında ciddi adımlar atıldünya çocukları hem de Türk çocuklarına daha iyi bir gelecek elde
edilmesine çalışmaktan gurur duyuyoruz” dedi.
ŞUBAT 2011 - SAYI 132•
89 •
• BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM
• 90

Benzer belgeler